iş yaşamında çatışma yöntemi

Transkript

iş yaşamında çatışma yöntemi
TÜRK SİYASETİNİ BELİRLEYEN PARAMETRELER
TBMM İzmir Milletvekili Oktay Vural’ın 19.03.2012 tarihinde gerçekleştirdiği konferans
metnidir.
Dr. Oktay Vural 1956 yılında Diyarbakır’da doğdu. İlk ve orta eğitimini Diyarbakır’da
tamamladı, 1979 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun oldu. Çalışma
hayatına 1980 yılında Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatında başlayan Oktay Vural
Haziran 1981’de Ege Üniversitesi İktisat Fakültesinde öğretim elemanı oldu. Yüksek lisansını
ise aynı üniversitede Maliyet dalında 1983 yılında tamamladı. Doktora çalışmalarını 1984–
1985 döneminde Birleşmiş Milletler bursuyla gittiği ABD’nin Pennsylvania Üniversitesi’nde
yapmış ve 1987 yılında İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi’nde İktisat Bilim dalında doktor
unvanını almıştır. Vatani görevini 1988 yılında Denizli’de tamamladıktan sonra 4 Mayıs 1988
tarihinde Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye Bölümü’ne
yardımcı doçent olarak atandı. 1988 tarihinde Başbakanlıkta danışmanlık yapan Dr. Oktay
Vural 1989 yılında BOTAŞ-Boru Hatları ile Petrol Taşıma A.Ş Genel Müdürlüğü
Yardımcılığı’na, Genel Müdürlüğü ve Yönetim Kurulu Başkanlığı’na atandı. İki yıl sürdürdüğü
görevinden ayrıldıktan sonra 14 Şubat 1992’de Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı
Müşavirliği’ne atandı. 1992–93 yıllarında Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu üyeliği
yaptı. 1995 yılında milletvekili seçimlerinde Ankara 2. bölge 1. sıra Milliyetçi Hareket Partisi
milletvekili adayı oldu. 15 Ağustos 1997’de Türkiye Gübre Sanayi A.Ş Yönetim Kurulu
Başkanlığı ve Genel Müdürlüğü’ne atandı. 6 Temmuz 1998 tarihinde Sanayi ve Ticaret
Bakanlığı Bakanlık Müşavirliği’ne atandı, 18 Nisan 1999 seçimlerinde İzmir 1. bölgeden
Milliyetçi Hareket Partisi Milletvekili seçildi. Milletvekilliği süresince; TBMM’de Sanayi, Ticaret,
Enerji, Bilgi ve Teknoloji Komisyon Başkanlığı, Milliyetçi Hareket Partisi TBMM Grup Başkan
vekilliği, NATO-Parlamenter Asamblesi üyesi ve Doğu-Batı Ekonomileri İşbirliği Komitesi
Başkanlığı görevlerini yürüten Dr. Oktay Vural, 1 Ağustos 2001 tarihinde Ulaştırma Bakanlığı
görevine atandı. Bir yıl sürdürdüğü Bakanlık görevinden 3 Kasım 2002 seçim kararı
münasebetiyle 5 Ağustos 2002’de ayrıldı. 22 Temmuz 2007 seçimlerinde İzmir 1. bölgeden
Milliyetçi Hareket Partisinden milletvekili seçildi ve halen MHP Grup Başkanvekili görevini
yürütmektedir. Çeşitli sivil toplum kuruluşlarında görev alan Dr. Oktay Vural’ın Türk Kamu
İşletmeleri Birliği’nin Kurucu Genel Sekreterliği ve Türkiye İsrafı Önleme Vakfı Yönetim
Kurulu Başkan Vekilliği, Demokraside Birlik Vakfı Kurucu Üyeliği ve Yönetim Kurulu Üyeliği,
Doğalgaz, Uluslararası Enerji Teknoloji ve Tesisat Dergisi, Yayın Danışma Kurulu üyelikleri
vardır.
Ali Görkem Çağrı: Gündemimizde olan konu Türk siyasetini belirleyen parametreler ve bu
parametrelerin doğruluğunun ne derece Türkiye Cumhuriyeti’nin çıkarlarına ne kadar
uyduğu, bununla birlikte merak ettiğimiz bu parametreleri MHP’nin nasıl bir bakış açısıyla
baktığıdır. 2011 genel seçimlerinden sonra şu an yapım aşamasında olan yeni anayasa
hakkında konsensüsün ne derece sağlanıp sağlanamadığı hakkında MHP’nin
değerlendirmeleri, fikirleri, önerileri merak ettiğimiz konular içerisinde yer almaktadır. Diğer
bir konu da uluslararası siyasi güçlerin gerek bölge bazında gerek ülkemize dayatmış olduğu
birtakım roller vardır bu roller dış siyaset kadar iç siyaseti de doğrudan ilgilendirmektedir ve
hatta şekillendirmeye çalışmaktadır. Genel olarak merak ettiğimiz başlıca konuların içinde
bunlar yer almaktadır. İçinde bulunduğumuz hafta bir dünya savaşı gözüyle bakılan
Çanakkale Zaferini ve Şehitler Haftası’nı içermektedir. Bu kutlu haftayı ecdadımız ve yüce
Türk ulusu adına anmayı bir borç biliyorum. Başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere
geçmişten bugüne şahadet şerbetini içmeye mukadder olmuş tüm atalarımız önünde
saygıyla eğilip şükranla anmaktan büyük bir şeref duymaktayız.
1
TBMM İzmir Milletvekili Oktay Vural: Atılım Üniversitesi’nde bulunmaktan büyük bir
memnuniyet duyuyorum. Geleceğin liderleri aslında Türkiye’yi yönetecek olanlar 2023 yılı
Türkiye’sini yönetecek kadrolar burada. Bu yönetecek kadroların bir kısmı siyasette, bir kısmı
bürokraside, bir kısmı da ekonomik hayatta çok çeşitli veçhelerde görev alacaklar. O
bakımdan geleceğimiz olan sevgili gençlerin böyle bir toplantı münasebetiyle Türk siyasetini
belirleyen parametreleri değerlendirmek, bu konuda MHP’nin konumunu ortaya koymak ve
sizin birtakım sualleriniz olacaktır onları cevaplandırmak isterim. Tabii her şeyden önce bizim
burada konuşmamızı ve varlığımızı eğer bugün burada Türkiye’nin geleceğini düşünüyorsak
birlikte nereye gideceğimizi yine kendi irademizle belirlemek istiyorsak öncelikli olarak bizi
bugünlere kavuşturanlara şükretmemiz lazım. O bakımdan 18 Mart aslında Milli Kurtuluş
Savaşımızın önsözü olduğu ve bu ön sözle birlikte millet olarak varlığımızı bu coğrafyayı
vatan olarak yaşamamızı engellemek isteyenlere karşı bir milli mücadele ortaya koyduğumuz
ve bu süreci bu çerçevede idrak etmemiz gereken günler olduğu için de anlam ve önemini iyi
bilmek lazım. Bugün burada milletimizin coğrafyadan varoluşundan bugünlere gelişine bizi
biz yapan değerleri dikkate aldığımız zaman bence unutulmaması gereken husus bizim
tarihimizde, geçmişimizde, kültürümüzde beraber ve birlikte yaşama ülkümüzle varlığımızı
sağlayan ilişkiler ağının unutturulmamasıdır. O bakımdan unutmayalım ki hepimiz büyük bir
çınar ağacının yapraklarıyız dolayısıyla bu çınar ağacını daima yeşil kılmamız yapraklarını da
daima yeşil kılmamız gerekiyor. Köklerinden kopartılmış yaprakların rüzgarın akıbeti ile
nereye savrulacağı belli olmaz onun için biz 18 Mart’ı idrak ederken bugün başkalarının
önümüze fırsat olarak koydukları birtakım projeler çerçevesinde geleceğimizi onlara teslim
etmek yerine geleceğimizi var kılan ecdadımızı, tarihimizi, varlık sebebimizi iyi anlamamız iyi
idrak etmemiz lazım. MHP olarak biz siyasete bu çerçevede bakıyoruz bizim için siyaset
sadece ve sadece bir milletvekili olmak değildir o bakımdan bugün Türk siyasetini belirleyen
parametreleri sizlerle paylaşırken aslında bu siyaseti belirleyenin de sizlerin olduğunu da
idrak etmemiz gerekir. Çünkü netice itibariyle demokratik bir ülkede sizlerin oylarıyla bir irade
belirliyor bu irade hem Türkiye’yi bir noktaya götürüyor hem de sizler üzerine etkisi
münasebetiyle Türk siyaseti de etkileniyor dolayısıyla ikili bir etkileme söz konusu. Birincisi
seçmen tercihlerini etkiliyor, seçmen tercihlerini etkiledikten sonra gücü alanlar üzerinde
ayrıca başka etkiler de yapıyor bu etkileri dikkate alarak doğru sualleri sormak bu cevaplar
ekseninde çok farklı siyasetlerin hangi anlama geldiği Türkiye’yi nereye götüreceğini idrak
ederek rasyonel bir şekilde görüş ve düşüncelerimizi ifade etmek için oy kullanırız. Bu
parametrelerin hem seçmen tercihlerini ve bu yönüyle Türk siyasetini etkileyen
parametrelerin belli bazı kısımlarından sizlere bahsedeceğim. Aslında bakıldığı zaman Türk
siyasetini etkileyen bir dış odaklar var bir de iç odaklar var. Böyle bir ortam içerisinde
küreselleşme süreci Türkiye’nin siyasetini etkileyen en önemli vetirelerden biridir. Dolayısıyla
küreselleşme süreci içerisindeki meydana gelen olaylar bu olaylara bakış açıları zaman
zaman karşınıza çıkıyor. Küreselleşmenin gereği bu, dünya böyle istiyor, biz nereye
gideceğiz böyle bir şey olur mu diyerek de facto küreselleşmenin bütün arzu ve taleplerinin
doğru, kaçınılmaz olduğuna ilişkin toplamcı bir yaklaşım. Bazen de küreselleşme üzerinde
duvar örmek suretiyle tam bir içe kapanmacı bir yaklaşım tarzı etkileyebiliyor etkilenebiliyor.
Bazen de küreselleşmenin talepleri birtakım baskılarlar Türkiye’nin önüne getiriliyor. Siyasi
hesaplar, ekonomik hesaplar, stratejik hesaplarla bu küreselleşme süreciyle ilgili çok yönlü
bir etkileşim içindeyiz dolayısıyla küreselleşmeyi iyi tanımlamamız, küreselleşme sürecinin ne
demek olduğunu, küreselleşmeyi yönetenlerin nereye götürmek istediğini, bunların bize ne
kazandırdığını ne götürdüğünü iyi idrak etmek zorundayız. Aksi takdirde o küreselleşme
dediğimizi küreselleşmeyi yöneten aktörlerin yaptığı her şeyi doğru kabul edersek o zaman
biz kimin için neye karar vereceğiz sorusu ortaya çıkar. Bu yönüyle bakıldığı zaman
gerçekten küreselleşmenin çok yönlü ve kendi kendine güç veren olguları var bütün bunların
kültürel entegrasyondan ekonomik entegrasyona, kültürel ve ekonomik entegrasyonları
politik entegrasyonlara açtığı bütün bu süreçlerin hepsi aslında Türk siyasetini etkiliyor. Böyle
bakıldığı zaman da gerçekten bu etkileme öyle bir noktaya gelmektedir ki küreselleşmeyi
yönetenler zaman zaman sınırların anlamı kalmamıştır derler zaman zaman derler ki aslında
dünya vatandaşı olmak önemlidir ne gereği var diyerek küreselleşmenin bütün politik
boyutlarıyla bazı devletler ve milletler üzerinde etkili olmasını isterler.
2
Clinton Türkiye’ye geldiği zaman önemli olan dünya vatandaşı olmak dedi, dünya vatandaşı
olunca zaten millete de gerek yok zaten devleti birileri yönetiyor kararları onlar aldığına göre
bu kadar kamu niye hizmet ediyor diyerek bir sorgulama yaparsınız. Ve bütün bunlar aslında
küreselleşme sürecinin yaygınlaştığı bir ortam içerisinde Türk siyasetini etkileyen çok yaygın
bir parametre olarak kullanıldığını şahadet ediyoruz. Bu açıdan bakıldığı zaman
küreselleşme süreciyle ilgili bütün bu değerlendirmeleri yaparken biz MHP olarak bu sürece
nasıl bakıyoruz. Bir kere bu sürecin tabii süreci var önemli ölçüde bilim ve teknolojideki
gelişmeler, bilişim teknolojisindeki gelişmeler gerçekten küreselleşme süreci, pazarların
giderek açılması küreselleşme sürecinin önemli bir sonucu olmuştur ama biz
küreselleşmenin adeta bir refah algılaması gibi algılatılmasını insan küreselleştikçe refahının
daha artacağını söylüyor. Oysa yapılan araştırmalar ortaya koyuyor ki küreselleşmenin
giderek arttığı bir ortam içerisinde küreselleşmenin artmadığı ortama göre en zengin ve en
fakir ülkeler arasında bile 35’lik bir fark varken bu bile 70’e yükselmiş. Dolayısıyla
küreselleşmenin doğrudan doğruya bir refah getirdiğine ilişkin bir savı doğru bulmuyoruz.
Küreselleşme demokrasi ve insan hakları açısından gereklidir derken aslında demokrasi ve
insan haklarının küreselleşmeyi yönetenler tarafından bir politik araç olarak kullanıldığını
dikkate aldığımız zaman bunun mesela Irak’a demokrasi ve insan hakları adı altında
bombaların gelmesi, ülkelerin yönetimlerinin bu amaçla karıştırılması gibi birtakım olgular da
aslında küreselleşmenin kendiliğinden demokrasi ya da insan hakları savunucusu bir düzen
olmadığını da ortaya koymaktadır. Bu yönlerine bakıldığı zaman MHP olarak biz
küreselleşmenin kazananı ve kaybedeni olduğunu düşünüyoruz. Dolayısıyla küreselleşme
bize bir fırsat veriyorsa eğer küreselleşme bizim ülkemizin rekabet gücünü sınır ötelerine
taşımamızı sağlayacak bir fırsat veriyorsa sınır ötesinin bizim üzerimizde hakimiyet kurması
yerine bizim kendi gücümüzün uluslararası rekabet gücü kazanmasını temin etmeye
yönelmelidir. Dolayısıyla bu yönlerle bakıldığı zaman biz MHP olarak küreselleşmeyi
sorgulayan, küreselleşme sürecinde küreselleşmeye karşı bir duvar örmeyi hedeflemeyen
ama küresel düşün yerel davran yaklaşımı yerine milli düşün, küresel davran yaklaşımını
benimsiyoruz. Bu bakımdan ekonomik entegrasyonla ilgili pazarların bütünleşmesi outsource
aracılığıyla Türkiye’nin daha zenginleşmiş ülkelerin out source yapıldığı ülkeler haline
dönüştürülmesi yerine bilim teknoloji üreten, bilim teknoloji ile rekabet gücü kazanan daha
fazla ekonomik refahı Türkiye’nin insanlarına getiren bir ekonomik modelle rekabet
edebileceğimizi düşünüyoruz. O bakımdan MHP olarak küreselleşmeyi uluslararası rekabet
gücü kazanmamızın bir aracı olarak görüyoruz ve bu bakımdan küreselleşmenin bütün
taleplerini olduğu gibi kabul edilmesi gereken talepler değil küreselleşmeyi bir fırsat olarak
görüp Türkiye’nin rekabet gücünü, potansiyelini küresel davranışlarla bir fırsata çevirmeyi
hedefleyen bir yaklaşım tarzımız var. Bu bakımdan küreselleşmenin özellikle politik boyutu
itibariyle ulus devletleri giderek anlamsızlaştığına ya da egemenliğin giderek yukarıya ve
aşağıya dağıtılması gerektiğine ilişkin bir düşünceyi de aslında yine doğru bulmuyoruz.
Çünkü biz küreselleşme sürecinde ulus devletlerinin önemini daha fazla kavradığını ve eğer
bir milli ekonomi ve bunun uluslararası rekabet gücünü düşüneceksek bu küreselleşme
süreci içerisinde bu rekabet gücünü oluşturacak olan ulus devlet anlayışının çok etkili
olacağını düşünüyoruz. Çünkü küreselleşme sürecinde küreselleşme giderek global kültürü
global hakimiyeti gerektirdiği için yerelleştirmeyi teşvik etmektedir. Bu yerelleşmeyi teşvik
ettiği model içerisinde Türkiye’nin millilikten uzaklaşarak giderek yerelleşmesi kendi içinde bir
milli rekabet gücü oluşturamaması gibi bir sonuç doğurur o bakımdan küreselleşme sürecinin
ortaya koyduğu ulus devletlerin etnik ve mezheplere göre parçalanmasına dayalı, ortak
değerlerden uzaklaştırılmasına dayalı bir politik görüşün Türkiye’nin kazancına olmadığını
düşünüyoruz. Onların kazancına olabilir ama bizim kazancımıza değildir. O bakımdan bu
küreselleşme süreci içerisinde bu coğrafyada meydana gelen birtakım olayları dikkate
aldığımız zaman ülkelerin ve milletlerin etnik kimliklerin mezheplere göre çatışmaların
körüklendiği bir ortamda küreselleşmenin bunun bir tabi sonucu olduğuna ilişkin bir
kanıksamayı kabul etmemiz mümkün değildir. Çünkü eğer biz demokrasiyi savunuyorsak
demokrasi ulus, devlet ve sağduyu ekseninde birbirini anlayan bir toplum üzerinde yükselir
eğer demokrasi diyorsak ortak değerler ekseninde yükselir.
3
Dolayısıyla milletleri etnik kimliklerine göre ayırmak, mezheplerine göre ayırmak, egemenliği
buna göre paylaştırmak aslında doğrudan doğruya bir yönetim anlayışının tezahürüdür bu
anlayış bizi ülkemiz üzerinde milli bir kontrolden uzaklaştırıp küresel bir kontrolü gerektirir. O
bakımdan biz MHP olarak medeniyet anlayışlarında insanlığın oluşumuna katkıyı ön plana
getiriyoruz. Bu yönüyle bakıldığı zaman medeniyetler ittifakı dediğimiz şey aslında tek bir
medeniyetin Fukuyama’nın tarihin sonu dediği artık bitti başka yok. Bu dünyada tek bir
medeniyet yok bu dünyada farklı boyutlarla yeni medeniyetlerin de insanlığın oluşumuna
katkı sağlayabileceğini düşünüyoruz. O bakımdan biz medeniyetler ittifakı yerine medeniyet
anlayışımızın insanlığın oluşumuna katkısını ön plana getiren bir yaklaşım tarzımız var. Bu
yönüyle bakıldığı zaman özellikle Samuel Huntington’un ifadesiyle medeniyetler çatışması
olma ihtimaline karşı tek bir medeniyetin hakimiyetine dünyanın sokmasına ilişkin
gelişmelerin sorgulanması gerektiğini düşünüyoruz. Bugün eğer ülkeler arasında fakirlikler
artıyorsa, bugün ülkeler arasında ülke içindeki çatışmalar körükleniyorsa, insanlığa yeni bir
medeniyet anlayışının bu boyutlara katkı sağlaması lazım. Neden, Türk milletinin sahip
olduğu değerler ve tarihteki görevleri itibariyle insanlığın oluşumuna böyle bir katkı
sağlayabileceğine inanan bir kimseyim, dolayısıyla bence evet vardır bugün bu yönüyle bizim
medeniyet anlayışımızın muhakkak suretle bu küresel sürecinde önemli bir katkı
sağlayacağını düşünüyorum. Tabiatıyla bu küreselleşme sürecinin dışında uluslararası
örgütlerde Türk siyasetini etkiliyor. Yani bir NATO’ya girmiş olmanız ya da Birleşmiş Milletler
üyesi olmanız bu kuruluşların politikaları Türk siyasetini doğrudan doğruya etkiliyor. Böyle bir
grubun içerisinde iseniz hapis ikilemi gereğince bu konuda oluşturulan politikalar Türk
siyasetini gerçekten etkilemektedir. Çünkü gerçekten böylesine uluslararası ilişkilerin çok
derinleştiği bir ortam içerisinde Türkiye’nin kendisini bu süreçten dışlaması kapalı bir Türkiye
gibi düşünülmesi mümkün olmadığına göre ekonomik, politik, güvenlik ilişkiler ağının
oluşacağına göre bu ilişkiler ağının getirdiği etkilemeler de elbette vardır. Önemli olan bu
uluslararası örgütler içerisinde Türkiye’nin etkinliğini sağlamaktır. Eğer Türkiye bu
uluslararası örgütler içerisinde kendi menfaatlerini haleldar etmeyecek girişimlere öncelik
verirse ya da sorgularsa bu uluslararası örgütlerle varlığını Türkiye’nin kendi lehine çevirmesi
gayet faydalı olacaktır. Bu bakımdan Türk siyasetini etkileyen en önemli parametrelerdir.
Mesela Avrupa Birliği’ne üye olmak çok önemli bir şekilde etkiler. Siz AB’ye karşı mısınız
değil misiniz yani toplumu AB karşıtı ya da AB yanlısı olarak tanımlayarak bu eksende
sadece girip ya da girmeme ile ilgili bir tercihle rasyonelize edilen bir seçmen davranışlarını
nasıl sorgulayabiliriz? Oysa bizim sorgulamamız gereken husus şudur: Avrupa Birliği’ne biz
girince ne kazanacağız, ne olacak, bu soruların cevaplarını vermemiz lazım. Türkiye olarak
özellikle dış ilişkiler bakımından AB sürecinde de biz sorgulayan taraftayız. Şunu
sorguluyoruz; AB Türkiye’nin devlet politikası olmuş olabilir ama Türkiye’nin tam üye olması
gerektiğine göre bir pazar olduğuna göre böyle bir pazar içerisinde eğer zaman zaman
AB’nin ekonomik refahın kaynağı olarak gösteriyor. Buradaki genç arkadaşlarım ‘AB’ye
girince çantamı alacağım gideceğim istediğim yerde çalışacağım’ öyle mi acaba öyle bir şey
yok niye, çünkü iş gücünün dolaşımında kalıcı kısıtlamalar var. İş için gitmeyelim seyahate
gidelim müzakere çerçevesinde diyor ki sadece ve sadece Türklere pasaport ve vize
gerekliliği var, dolayısıyla Avrupa dediğimiz AB dediğimiz daha önce kavramsallaştırılan içine
girdiğiniz zaman iş bulacaksınız, içine girdiğiniz zaman refah bulacaksınız dediğiniz bir ortam
maalesef Türkiye için söz konusu değil. Dolayısıyla bu yönleriyle sorgulamak her şeyden
önce seçmenler açısından da bizim açımızdan da önemlidir. Toptancı bir yaklaşım da AB
girişi bir pazarlamak yerine AB girişin getireceklerini ve götüreceklerini topluma iletmeli ve
sorgulamayı öncelikli görev olarak addediyoruz bu yönleriyle MHP olarak sorguluyoruz bu
süreci. Bu sürecin bizim dış politikamıza nasıl bir etkisi olacak, bu sürecin bizim ekonomik
politikamıza nasıl bir etkisi olacak, bu sürecin Türkiye’nin iç sorunları açısından nasıl bir etkisi
olacak, bütün bu değerlendirmeleri yapmadan Türkiye’nin sadece AB’ye girme ya da AB’ye
girmeme yönünde kutupsallaşmış bir siyaset anlayışıyla siyaseti etkilemesini doğru
bulmuyoruz. MHP olarak da biz bu yönlerde çok doğru sualler soruyoruz. Eğer Türkiye’nin
birlik ve bütünlüğüne ilişkin gelişmeler eğer Türkiye’de bir etnik meselenin ulus ötesi
çözümlerle çözümlenmesi gerektiğine ilişkin birtakım kanaatler AB tarafından ileri
sürülüyorsa eğer, eğer Türkiye’nin AB’ne AB ekonomik boyutuyla gümrük birliği ile oluştu
4
ama daha sonraki süreci içerisinde adapte olması için Türkiye’nin özellikle çevresel yatırımlar
için yüz milyar dolara yakın yatırım yapması gerekiyorsa ben sanayimin Avrupa ile ilgili nasıl
rekabet edebileceğini, ona nasıl hazırlanması gerektiğini sorgulamak durumundayım. Bu
yönle bakıldığı zaman Türk siyasetinde siyaseti etkileyen dış parametreler dünya ne diyor
sen nerdesin diye sorguladığın zaman bu sualler ortaya çıkıyor ya da AB’nin birtakım
taleplerini sorguladığın zaman siz AB’nin yanında mısınız karşısında mısınız? Ben de
diyorum ki AB’nin yanında ya da karşısında olarak kendimi tanımlayamam çünkü ben
kendimi milletin menfaatleri için tanımlarım. Meseleye MHP olarak bu yönleriyle bakıyoruz.
Bunlar dışarıyla ilgili iş kaynaklı birtakım parametreler var ama iç kaynaklı birçok
parametreler var. Yani sizlerin üzerinde etkili olan birçok tartışma var. Bu dış kaynaklı
parametrelerin daha ötesinde dış kaynaklı olan birçok parametre var bu parametrelerin
etkileşimiyle siz seçmen tercihleri yönlendiriliyor bu yönlendirmeyle birlikte siyaset belirleniyor
belirlendikten sonra siyaset üzerinde de bu güçler hakimiyetini devam ettiriyor ve
paylaşıyorlar. Bu bakımdan özellikle devlette kimlik tartışmaları mesela çok önemli Türk
siyasetini etkileyen parametrelerdir. Siyaseti etkiliyor siyaset doğrudan doğruya bu arayışı da
tetikleyebiliyor dolayısıyla Türkiye’nin kendisinin ve vatandaşlarının tanımlama biçimi siyaseti
doğrudan doğruya etkileyen parametredir. Kimlik parametresi günümüzün de en önemli
tartışma alanlarından biridir. Bu yönüyle bakıldığı zaman aslında bu kimlik tartışmalarının
giderek milli kimlikten uzaklaşarak etnik kimliklere ve marjinal taleplere doğru yönlendirilmesi
bu marjinal taleplerin provoke edilmek suretiyle onların üzerinde siyaset inşa edilmesi ve bu
inşa edilen siyasetlerin birbiriyle çatışması aslında Türk siyasetini etkileyen en önemli
parametrelerdir. Bu yönüyle bakıldığı zaman devletin nasıl bir yapı içerisinde olabileceği, ulus
devlet anlayışı çerçevesinde bir devlet yönetimi olup olmayacağı konusundaki tartışmalar.
Bütün bunlara bakıldığı zaman bir ulus devleti anlayışı içerisinde tartışmaları dile getirdiğiniz
zaman sanki bu ulus devletin etnik kimlikleri ve zenginlikleri yok saydığına ilişkin bir kanaat
oluşturuluyor. Dolayısıyla ulus devletin parçalanması için etnik kimlik modellerin siyasal içten
verilerek birtakım sorunları çözme gayretleri ileri sürülüyor biz MHP olarak bu devlet ve kimlik
tartışmaları üzerinde gerçekten çok önemli bir tartışma alanı olduğunu ve Türk siyasetini
önemli ölçüde etkilediğini düşünüyoruz. Bu bakımdan biz devletimizin milletimizin sahip
olduğu bu kimliklerin siyaseten ayrıştırarak bir tartışma alanı içerisine sokulmasını doğru
bulmuyoruz. Bu bakımdan MHP olarak biz ulus devletin aslında bir yönüne bakıldığı zaman
bu coğrafyada yaşayan milletimizin temsil ettiği bir devlet olarak görüyoruz etnik kimlikleri de
milli kimliği oluşturulmuş zenginleştirme aracı olarak gördüğümüzü ifade etmek istiyorum.
Dolayısıyla biz bir MHP olarak da milli kimliği ortak değerleri önemseyen ama farklılıklara da
saygı gösteren bir anlayış içerisinde bir zenginlik kaynağı olarak gördüğümüzü belirtmek
istiyorum. Bu yönüyle bakıldığı zaman aslında mezhep farklılıkları ve dini kimlikleri de çok
etkiliyor. Bu tartışmalar ekseninde Türk siyasetinin sürekli olarak dinle ilgili birtakım
tartışmalara sokulması her konuyu dinle ilgili tartışma içerisine sokması da aslında
siyasetinin bir parametresi bir paradigması. Böyle bir paradigma etkili bir şekilde kullanıldığı
zaman herhangi bir şeyde itiraz yaptığınız zaman bu durumda kendiniz olduğu gibi din ile
ilgili bir tartışmaya giriyorsunuz. Nitekim mesela son zamanlardaki eğitim sistemindeki 3–4 ile
ilgili tartışmalar bu tartışmalar yapılırken birden bire din ile ilgili bir tartışmaya indirgeniyor ve
taraflar buna göre şekilleniyor. Dolayısıyla Türk siyaseti dini kimlikle ilgili tartışmalardan her
zaman etkilenmiştir hatta bu laik anti laik tartışmaları çok önemli olaylara yol açmıştır. Bu
konudaki hassasiyetlerin kaçınılması bu hassasiyetler neticesinde birtakım darbelerin
oluşması, bu siyasetin sizler üzerindeki etkileri Türk siyaseti bunları hep kullanıyor birtakım
kavramları ortaya atıyor sen bu musun, bu bunlar diyerek tartışılıyor. Dolayısıyla MHP olarak
biz özellikle bu tartışmalar içerisinde gerçekten Türk siyasetinin sağlıklı bir değerlendirme
yapabileceği bir siyaset alanı olarak görmüyoruz. Mesela din ile ilgili bir konu ortaya çıktığı
zaman irtica ile ilişkilendiriliyor böyle bir tepkisellik dolayısıyla din gibi son derece önemli bir
sosyal olgunun siyasallaşmasına, kutuplaşmasına yol açıyor. Maalesef bu haksız tartışmalar
yanlış tartışmalar Türk siyasetinde fay hatları oluşturuyor Türk siyasetinde oluşan bu fay
hatları bizi biz yapan değerlerin de ayrışmasına doğru çatışmasına doğru götürüyor. Din
dediğimizi ortak olgunun hepimizin ortak değeri olması gerekirken maalesef bu ortak değer
bu tip siyasi tartışmalarla adeta büyük tartışma alanı içerisine giriyor başörtüsü eksenindeki
5
tartışmalar, dindar nesil ile ilgili tartışmalar. Bütün bunlara bakıldığı zaman aslında din gibi
konulardaki bu tartışmalar da Türk siyasetçisinin kullandığı tartışmalarda biz din ve milli
kimliği bu milleti var yapan değerler olarak görüyoruz ve kimsenin de hiçbir kimsenin dinini ya
da anlayışını sorgulayabilecek yetkide olmadığını çünkü bu aslında insanın işi olmadığını
düşünüyoruz. Bu siyasetçinin işi değil din Allah’ın dini ama siyasetçiler devreye girince dini
bir araç kullanıyor araçsallaşan din giderek siyaset ve ticaret aracı olarak kullanılmaya
başlanıyor. Dolayısıyla bizi MHP olarak dinimizin ve dinin sağladığı sosyal boyutu bütün
toplumun ortak değerleri ekseninde kendi istek ve arzularıyla yaşanılması ve yaşatılması
gerektiğini düşünüyoruz. Milli kimlikte özellikle etnik kimlik tartışmalarını dışlayan bir hareket
değiliz ama biz diyoruz ki oluşturulan bu milli kimlik hepimizin bu coğrafyada varlığını, tarihini
beraber birlikte yaşamasını sağlayan bir kimliktir eğer siz tarihten ve kültüründen bu etnik
kimlikleri parçaladığınız zaman sizi bir araya getirecek bir milli kimlik oluşmaz. Zaman zaman
yabancılar geliyor bize söylüyorlar diyorlar ki Türkiye’de Kürt sorunu vardır tarif edin diyorum
neymiş sorun, işte kültürü yaşayamıyor hangi kültür diye soruyorum. Geçenlerde Avrupa
Parlamentosu başkanı gelmişti onu kabul etmiştim cevap veremedi. Bu coğrafyada yaşayan
elbette çok etnik kimlik olmuştur ama bu coğrafya kolay vatan olmamıştır bu coğrafyanın
vatan olması için milyarlarca sıkıntı çekilmiştir. Bir ananın çocuklarını karnında dokuz ay on
beş gün besliyor ve sonra diyoruz ki hakkını ödeyemezsiniz cennet anaların ayağı altındadır
diyoruz. Bu coğrafyada bu kadar sıkıntılar çekilmiş ve biz millet olmuşuz böyle bir millet
olmuş toplumun etnik kimliklere göre tarihinden, kültüründen, sıkıntılarından, sevinçlerinden
kopartılması aslında bizi yalnızlaştırma projesidir. O bakımdan MHP olarak biz milli kimlik
tartışmalarını Türkiye’yi bu coğrafyayı vatansız ve kimliksiz bir millet oluşturmanın bir hamlesi
olarak gördüğümüzü ifade etmek istiyorum. O kadar zengindir ki zaman zaman yabancılar
gelir ben onlara soruyorum siz Karadeniz’e gidiyorsunuz horon çalar geliyorsunuz seğmen
var Ankara’da, İzmir’de zeybeği var, Diyarbakır’da delil oysu var. Onlara bakarsanız hepsi
ayrı ama bize bakarsanız hepsi bizim bu çok önemli yani ötekileştirmemiş hepsi bizim demiş
bir anlayış bu çok önemli kültürel bir sentezdir çok önemli bir zenginliktir. Bu zenginliği
mirasyedi gibi şu şunların bu bunların dediğimiz zaman ortak kalan ne kalacak, kalmayacak
dolayısıyla bu zenginliği ortadan kaldırma projesidir o bakımdan biz milli kimliği bu
coğrafyada var olmuş bir milletin kimliği olarak düşünüyoruz ve Türklük kimliğini bu
coğrafyada medeniyet oluşturmuş bir milletin mirası ve hazinesi olarak görüyoruz. Dinimiz de
gerçekten bu milleti millet yapan değerlerdir, dolayısıyla milli kimlik ve din ekseninde
oluşturulan ayrıştırmanın millet hayatına huzursuzluk soktuğunu düşünüyoruz. Bir milliyetçi
olarak biz milletimizin bir ve bütün olmasını istiyoruz, ortak değerler ekseninde birbirini
anlamasını istiyoruz, farklılıklarını da yaşamasını istiyoruz. Milli kimlik tartışmalarını etnik
kimliğe indirgemek milleti de laik anti laik ekseninde dindar ya da dindar olmayan nesiller
halinde değerlendirme ve tartışmaya sokmanın bu millete haksızlık olduğunu düşünüyoruz
ve bu ortak paydaların güçlendirilmesi, anlaşılması, anlaşılması ve siyasetin bu eksen dışına
çıkartılması gerektiğini düşünüyoruz. Türk siyasetinin eskiden en önemli kadim bir
parametreydi neydi askeri bürokrasi yani darbeler birçok darbe Türk siyasetini etkilemedi mi,
etkiledi hem de derinden etkiledi öyle etkiledi ki Türk siyasetinin ana omurgaları kesildi bir
boşluk oluşturuldu ve Türk siyasetinde gelenek oluşmamaya başladı. Türk siyasetinin içinde
bulunduğu birikimleri yok saydı bu darbeler bu çok önemli askeri bürokrasi açısından ele
alınması gereken hususlardan birisi budur. Dolayısıyla siyasetin sınırlarını zorlayan ve onun
alanı genişletmesini engelleyen bir parametre. Askeri bürokrasiye olan güvenin çok fazla
olduğunu biliyoruz tabii bu güven ilişkisi içerisinde mağduriyetler oluşturuyor bu
mağduriyetlerle siz nasıl rekabet edeceksiniz. Düşünün 28 Şubat mağdurları, 27 Nisan’da
olanlar, onlar yaptılar bende onlara karşılık yapacağım bu oluşturulan mağduriyet Türk
siyasetinde haksız rekabetler oluşturuyor. Müdahaleler aslında mecrayı değiştiriyor
hatırlayınız 27 Nisan bildirisi, ondan sonra seçimler, seçimlerde en önemli etkenlerden biri
367 kriziyle buna eksenli olarak 27 Nisan bildirisi oldu. Kim söyleyebilir ki seçmenler 22
Temmuz tarihinde objektif birtakım bilgilere göre tercihlerini kullandı, hayır bu müdahalenin
doğurduğu mağduriyet toplumda önemli ölçüde siyaset mecrasını değiştiriyor çünkü laik anti
laik tartışmaları ekseninde oluşturulan hassasiyetler yine mağduriyet ekseninde oluşturuluyor
bu da çok önemli bir parametre oldu.
6
Gerçekten mağduriyet Türk siyasetini etkileyen en önemli parametrelerden biri haline
gelmiştir. Bu yönüyle MHP olarak biz şöyle düşünüyoruz ben milliyetçi bir partinin
mensubuyum rahmetli Atatürk’ün 1922 tarihinde İzmit ile İzmir’de yaptığı konuşmalarda şöyle
diyor; yönetenlerin kulu olan bir millet sonra vatandaş olmuş bunun egemenliği ve iradesi var.
Bu egemenliği ve iradesi olan diyor ki milli egemenliğe uzanan eller parçalanmalıdır en büyük
irtica budur diye söylüyor Atatürk. Dolayısıyla biz milli egemenlik dediğimiz kavrama millet
iradesi dediğimiz kavrama sahip çıkılmasını bir milliyetçi ve ideolojik açıdan bakıldığı zaman
vazgeçilmez görünüyor çünkü biz milliyetçi bir partiyiz. Millet dışı milletin egemenliği ya da
iradesi dışındaki güçlerin bunu yönlendirmesini ve yönetmesini yok saymasını kabul etmemiz
elbette mümkün değildir. O bakımdan bu yönüyle bakıldığı zaman biz bu darbe süreçleriyle
ilgili gerçekten sorgulanması gerektiğini ve demokrasiye sahip çıkılması gerektiğini
düşünüyoruz bir ihtilal mağduru olarak. İşte 1960 İhtilalı oldu ondan sonra seçmen Adalet
Partisine yöneldi, 1971’de muhtıra verildi sol ilk defa rahmetli Ecevit %40 oy aldı, 1980 İhtilalı
hatırlarsanız Sunalp’a vereceksiniz dedi millet Özal’a verdi 28 Şubat’ın mağdurları şimdi on
yıldır Türkiye’yi yönetiyor mağduriyeti kullanamayan bir biz kaldık. Biz bunları siyasi araç
olarak kullanmıyoruz biz bu süreçlerden ders çıkartan ve geleceğe böyle bakan bir hareketiz
bunu bir taktik siyaset aracı gibi kullanan bir parti gibi değiliz. MHP olarak biz Türk siyasetini
etkileyen en önemli hususlardan biri de demokrasi, zaman zaman bu demokrasi çok önemli
söylemlerin parçası haline geliyor. Demokrasi dediğimiz husus gerçekten acaba nedir, ileri
demokrasi, geri demokrasi kavramları nelerdir tüm bu süreçleri sağlıklı sorgulamamız lazım.
Demokrasi sadece birilerinin oy vermesi midir, değil demokrasi aynı zamanda bir değerler
bütünüdür, demokrasi bir anlamadır, bir anlayıştır. Bu yönleriyle bakıldığı zaman demokrasiyi
sadece oy verme aracı olarak gören demokratizm olarak gören bir anlayışı demokrasiyi
yeterince kavramamış insanlar olarak görüyoruz. Dolayısıyla demokrasinin varmak istediği
adalet, hukukun üstünlüğü gibi birtakım kavramlara yönetenlerin ne ölçüde yaklaştığına
bakarak değerlendirmemiz gerekmektedir. Bu yönüyle bakıldığı zaman biz MHP olarak
demokrasiyi sadece ve sadece bir oy verme aracı olarak görmediğimizi ve bu demokrasi
içerisinde millet iradesinin tesis edilmesi için sağlıklı bir rekabet ortamı olması gerektiğini
düşünüyoruz. Dolayısıyla MHP olarak demokrasiyi ancak milleti merkeze alabilirseniz
geliştirebilirsiniz. Demokrasiyi etnik kimliklere siyasal işler vererek tanımlayamazsınız
demokrasi eğer hepimizin kullanması gereken yaşaması gereken bir parametre ise merkezi
de millet olmalı. Millet olmadan demokrasi yürümez yani Doğu’ya göre demokrasi ayrı Batı’ya
göre, kuzeye göre, güneye göre ayrı tanımlanamaz. MHP olarak demokrasiyi adalete,
değerlere, yargıya, insan haklarına, mülkiyete, hürriyete dayalı beraber ve birlikte yaşam
arzusuna dayalı bir sistem olarak görüyoruz dolayısıyla demokraside milleti hiçe sayan hiçbir
anlayışı kabul etmemiz mümkün değildir. Bu bakımdan milleti hiçe sayan devletçi bir
yaklaşım oluşturmak ayrıca sermayenin oligarşik müdahalesine yol açan darbelere izin
vermeyi MHP olarak demokrasi dışı bir hareket olarak gördüğümüzden dolayı bunları kabul
etmemiz mümkün değil. Bu yönleriyle bakıldığı zaman gerçekten demokrasinin gelişmesi için
toplumun merkezinde oluşan değerlerle uyum geliştirmek lazım eğer bu uyumu
sağlayamazsanız demokrasi gelişmez, yaşamaz mümkün değil ayrıştırma aracı olur o
bakımdan demokrasi merkezde bizi ortak yapan değerler ekseninde yükselir. Bu bakımdan
Türkiye’de milli kimlik dediğimiz milli kimliği oluşturan değerler milli menfaat dediğimiz
hususlar bir demokrasinin gelişmesi için vazgeçilmez unsurlardan biridir. Bir demokrasi
ortamı düşünün Türkiye’de öyle bir demokrasi ortamı olmalı ki birey millet ve devlet
hayatında güçlerin tekelleşmesi olmasın ve bu güçlerin sizin hayatınızın her alanına
müdahale etme yetkisi olmasın. Türkiye’deki demokrasiyi bu açıdan ele aldığınız zaman eğer
Türkiye’de yasama, yürütme ve yargı dediğimiz bu güçler aslında birbirleriyle sağlıklı bir
iletişim yerine gücün monopolleşmesi haline dönüşmüşse demokrasiden bahsetmemiz
mümkün değildir. Eğer bugün yürütme parlamentoyu kontrol ederse eğer bugün yürütme
yargıyı kontrol altına almışsa yürütme merkezli böyle bir ülkücünün Türkiye’de demokrasiyi
yaşatması mümkün değil. Bütün bu güçleri sorgulaması gereken medyanın eğer bu
sorgulamayı yapamıyorsa eğer medya hakir güçlerin kontrolünde ise ve bir politik pazarlama
aracı haline dönüşmüşse demokraside sizler hangi tercihleri nasıl bağımsız hür bir şekilde
yapacaksınız. Sizin karşınıza ben hangi tercihleri çıkartacağım, hangi araçlarla çıkartacağım.
7
Kitle iletişim araçları belli bir politikayı empoze etmek ya da manipüle etmek aracıyla
kullanıyorsa, eğer demokrasi serbest hür tercihler neticesinde oluşması gerekiyor olmasına
rağmen böyle yönlendirilmiş manipüle edilmiş tercihlerle yönlendiriyorsa nasıl bir demokratik
ortamdan bahsedeceğiz. Ben kendimi size nasıl ulaştıracağım, bu salonda üç yüz beş yüz
kişiye hitap edebilirim peki bu salonun dışındaki fikirleri kimler öğrenecek, bunları kimin
sorgulaması lazım, kimin yapması lazım. Demokratik bir sistemde yasama, yürütme, yargının
faaliyetleri sorgulaması gereken gücünü halktan alması gereken bir medya olması gerekirken
gücünü iktidardan alan gücünü sermayeden alan sermayenin iktidarı ilişkilerinden alan bir
medya topluma hizmet etmiyor. Dolayısıyla bu yönleriyle bakıldığı zaman sizler, biz devlet
dediğimiz bir mekanizma eğer gerçekten bizim hukuk çerçevesinde kanunlarla belirlediğimiz
haklarımızı ve menfaatlerimizi koruması gereken devlet bizatihi haklarımızın ve
menfaatlerimizi haleldar eden bir güç haline dönüşürse, devlet sizi hukuk dışı izlerse, devlet
bir siyasi partinin bütün yöneticilerini izleme dinlemeye alırsa, bunlar televizyonlarda
yayınlanırsa nasıl kendimizi hür hissedeceğiz. O bakımdan bugün askeri müdahaleleri aykırı
gördüğümüz gibi aynı zamanda demokrasi aracıyla gelenlerin de bu araçları kullanarak bizim
hayatımızın her alanında tek renkliliği getiren anlayışlara da karşı çıkıyoruz. Bu yönleriyle
bakıldığı zaman bu süreçleri bu açıdan sorguluyoruz ben inanıyorum ki kimse kullandığı
telefonun dinlenip dinlenmediğinden emin değildir herkes bir endişe içerisindedir. Yargıya
gidildiği zaman hak ve hakikati olacak mı olmayacak mı? Bir ülke düşünün ki kanunlarla
kamu görevlileri verilmiş birtakım görevler var senin görevin budur bu görevin dışına çıkarsan
yargı soruşturma yapar sen hukukla bağlısın diyoruz ama hukukla bağlı olan görevleri MİT
yasası adı altında hukuk dışı eylemlerini de idarecilerin kararlarına bağlamak hukuk
devletiyle nasıl bağdaşabilir, nasıl böyle olabilir. Hukukun verdiği bir görev varken hukuk
milletin verdiği bir görev bu görevin dışına birileri çıkıyorsa bu dışa çıkan görevin
sorgulamasını kim yapacak, kim sorgulayacak, faili meçhulleri kim sorgulayacak, gücü ele
alanların hukuk dışı davranmalarını kim sorgulayacak, yargı. Ama maalesef yargının böyle
bir görev yapması engellendiği gibi son MİT yasasında ne olursa olsun hukuk tarafından
verilen görevin dışına çıkılsa bile kovuşturma ve soruşturma yürütmenin insafına
bağlanmıştır. MHP olarak gerçekten biz hukuku çok önemsiyoruz neden çünkü milletin
yaptığı hukuk bir hukuku nasıl üstün kılabiliriz? Hukuku üstün kılmanın yolu o hukukun
milletin menfaatleri, ihtiyaçları, değerleri uyumlu halde olması halinde güçlü olur milletin
menfaatleri, değerleri ekseninde oluşturulmayan hukuku üstün kılmak mümkün değildir onun
için biz diyoruz ki hukuk sistemi bu milletin ihtiyaçlarını, menfaatlerini, geleceğini, haklarını
düşünmelidir düşünerek bir hukuk oluşturursak hukukun üstünlüğünü sağlamış oluruz.
Dolayısıyla bu yönüne bakıldığı zaman milletin değer ve tercih skalasını dikkate alan bir
hukuk fakültesindeyiz hukukun indirgendiği en temel boyut ne olmalı, bu temel boyut
üzerinde sizin tecrübeleriniz ve evrensel değerleri bina ettiğiniz zaman bu hukuk üstün
oluyor. Üstünlerin hukuku olmaz milletin hukuku olur çünkü millete dayalıdır, millete dayalı
olmayan hukuku bizim kabul etmemiz mümkün değil. Dolayısıyla hukuk vicdan ve siyaset
açısından da bu yönüyle çok önemlidir. Dolayısıyla bütün hukukun da milletin kamu
vicdanıyla uyumlu olması gerektiğini düşünüyoruz. Bizde MHP olarak milletin değer ve
tercihleriyle oluşmuş bir siyasi irade hukuku daha fazla üstün kılabilir diyerek bu tercihleri
dikkate alan bir yaklaşımla meseleye bakılmasını istiyoruz. Çok tartışmalar var geçen günkü
derbi gibi bir tarafta sarı lacivert diğer tarafta sarı kırmızı yok aslında siyaset çok yönlü
parametrelerle etkileniyor aslında siyasetten belki de sizler etkileniyorsunuz bu etkilenmeyle
siyaset belirleniyor daha sonrada bu siyaset bu güçler tarafından kontrol ediliyor. Bu ilişkiler
ağı içerisinde blok oylar, sağ sol çekişmesi, cemaatleşme gibi bütün bu hususlar aslında bu
süreçleri hep etkileyen hususlardır. Dolayısıyla bu yönleriyle bakıldığı zaman MHP olarak
Türk siyasetini belirleyen ve etkileyen bu parametrelerde farklı ve özgün bir duruşumuz
olduğunu belirtmek istiyorum. MHP olarak biz milliyetçi bir düşünceye sahibiz milleti
merkezine alan, toplumsal menfaati ön plana alan ve bu yönüyle bakıldığı zaman
demokrasiye hukukun üstünlüğüne ve adalete öncelik veren bütün bunları da millete dayalı
olarak gerçekleştirmek isteyen bir siyasi hareketiz. Bu bakımdan bu süreçlerin birçoğunu iç
ve dış parametrelerin hepsini bu açıdan sorguluyoruz biz bu açıdan sorguladığımız zaman
bizim bakış açımız zaman zaman bir bakıma bu kutuplaşmış siyaset içerisinde üçüncü bir yol
8
olarak farklı bir alternatif olarak gözüküyor. Bu farklı alternatifi ne ölçüde sizlere
ulaştırabiliyoruz tabii o da ayrı bir sorun hem bizim sorunumuz hem de Türk demokrasisinin
bir sorunu olduğunu düşünüyorum. Bu bakımdan çok yönlü bir etkileşim içerisinde çok yönlü
bir mücadeleye giriyoruz. İnsanoğlu aklında altı tane imaj tutabiliyormuş dolayısıyla
politikada, politik pazarlamada da imaj oluşturmak çok önemli bu bütün cephelerde MHP’nin
farklılığını ve özgünlüğünü size ne ölçüde anlatabilir ve size ne ölçüde bunları rasyonel kabul
edilebilir gösterebilirsek sizin tercihlerinizin o şekilde bize doğru yönelebileceğini
düşünüyorum. Bütün bunları yapabiliyor muyuz yapamıyor muyuz yani bunlar bir iletişim
stratejisiyle olduğu kadar Türk devlet yapısıyla da alakalıdır. Dolayısıyla bu yönleriyle
bakıldığı zaman bu parametreler ekseninde bakıldığı zaman bizlerde bu siyasal tercihleri
bizim lehimize dönüştürmek için bu parametrelerle mücadele etmek zorundayız. Dolayısıyla
bu parametreler ekseninde zaman zaman mağduriyet zaman zaman ‘one minute’
kahramanlarıyla da mücadele edip gerçek yüzlerini ortaya çıkartmak durumundayız. Sanal
ve metafizik kavramlarıyla nasıl mücadele edeceğiz? Geçenlerde Sayın Ahmet Davutoğlu
mecliste dedi ki ‘İsrail’i diz çöktürdük’ İsrail için Kürecik’te füze kalkanı kuruyorsun, İsrail için
Irak parçalanıyor, İsrail için Suriye’de Esad gidiyor, İsrail için Libya’da Kaddafi gitti bütün
bunlara bakıldığı zaman uygulanan politikalar acaba gerçekten kime hizmet ediyor. Ama
dediğim gibi bu politik pazarlamalar ve kutuplaşmalar bu imaj paylaşımı imaj pazarlaması
ekseninde bu gerçekleri görmekteyiz. Mesela Marmara gemisinde Gazze’ye gidecek dokuz
tane vatandaşımız öldü İsrail’e veryansın ettik kimse sormadı bunları oraya giderken niye
bırakıyorsun adamlar oraya gittiği zaman çağırsaydın büyük elçiyi bir kıllarına dokunursa seni
perişan ederim deseydin, donanmayı gönderseydin dokuz tane vatandaşımız ölmeseydi.
Görüyorsunuz ki çok yönlü bir imaj dolayısıyla sizin üzerinizde büyük oyun var asıl sizin
beyniniz üzerinden büyük oyun var bakalım bu oyunu nasıl kazanacağız, nasıl
yönlendireceğiz, geleceği nasıl kendi hür tercihlerimizle oluşturulmuş birtakım imajlarla değil
de birtakım gerçekliklerle sorgulayacağız ve karşılaştıracağız. Bu neticede demokratik bir
tercih ortaya çıkabilecek Türkiye’nin bence en önemli sorunlarından biri de demokratik
tercihin ortaya çıkmasıdır. O bakımdan zaman zaman bu sorgulamalar yapılıyor 28 Şubat
sürecinde yapılıyor efendim biz mağdur olduk, mağdur oldunuz rahmetli olduktan sonra
mağduriyet hatırlandı. Peki, mağdur olan partiyi niye bıraktınız bu soruları kimse sormamıza
müsaade etmiyor ya da anlatmamıza müsaade etmiyor ya da iletmemize müsaade etmiyor
dolayısıyla böyle bir sanal gerçeklik getiriyor deniliyor. Böyle bir ortam içerisinde gerçekten
büyük bir psikolojik harekatla Türk milleti karşı karşıya. Bu psikolojik harekat içerisinde
yapılan tercihlerin yönlendirilmesi ve etkilendirilmesi söz konusu bize düşen görev de sizin
gibi insanların ayağına gelmek cüretiyle bizi size anlatmak bizimde sizi iyi algılamamız iyi
öğrenmemiz gerekiyor.
Soru: MHP bildiğimiz üzere bir ideoloji partisi, gelecek planları göze aldığımızda ideoloji
partisi olmanın ideoloji partisi olmamakla farkı nedir? Mesela AK Parti bugün ak dediğine
yarın kara diyebiliyor gerekçe olarak da bugünle dün değişti biz değiştik diyebiliyorlar. Fakat
MHP bugün ve yarını değiştiremiyor yani vizyon değişse de misyon her zaman aynı olduğu
için farklılıklar gösteremiyor. Bunun ileride Türk milleti için faydaları olacak mı zararları olursa
neler olur?
Oktay Vural: Fikir olmadan siyaset olur mu, olmaz bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak fikir
sahibi olmadan siyaset yapmak günü birlik pragmatist gelişmeler doğrultusunda savrulup
gideriz. Dolayısıyla böyle bir siyaset anlayışı köksüz bir siyasettir. Bizim için değişmeyen tek
bir değer var tek bir hedef var; bu milleti var ve güçlü kılmak. Var ve güçlü kılmak için
zamana ve mekana göre araçlar değişebilir ama bizim için bu milletin değerleri bu milletin
varlığı değişmez mümkün değil o bakımdan ben Milliyetçi Hareket Partili olarak sürekli
değişim içerisinde bu değişimin dayanılmaz cazibesiyim. Bu değişimin her zaman bir çözüm
olarak Türkiye’ye sunulduğunu, bir metafizik kavram olarak sunulduğunu yeni bir şey olarak
sunulduğunu düşünüyorum. O bakımdan MHP olarak ideolojimizi şekillendiren fikrimizi
şekillendiren millet egemenliği millet varlığıdır tabii metafizik bir millet varlığı ve kavramı
ekseninde insanları yok sayan bir millet anlayışınız da yok. Dolayısıyla insanları mutlu
9
olmayan bir milletin mutlu bir toplum haline dönüştürmemiz mümkün değil, insanları refah
hale dönüştürmeden ev ekonomilerini hane halkı ekonomilerini güçlendirmeden Türk milli
ekonomisini geliştirmeniz mümkün değil. Bizim milliyetçilik anlayışımız metafizik millet
kavramı ekseninde milletin bütün sıkıntılarını çekmesini fedakarlık yapmasını değil aksine o
milletin daha zengin daha hür olmasını sağlamak suretiyle meydana getirebileceğimizi
düşünüyorum, böyle bir milliyetçilik anlayışımız var. Bu değişimin bir sigortası yok yarın öbür
gün de bunun dışında bir şey söyleyebilirler ama sonuca bakmak lazım. Sonuçta ne
kazandık, ne kaybettik bu yönleriyle bakıldığı zaman bence Türkiye olarak bu süreç
içerisinde atılan birçok yanlış adımın sıkıntılarının çekiyoruz. Yani bunların hiç bedelini
çekmediğimizi düşünüyorsak eğer bence çok yanılıyoruz. Mesela Türkiye özellikle cari
işlemler açığına dayalı bir büyüme modelini benimseyerek düşük kur vasıtasıyla ithalatı
teşvik eden bir yaklaşımla Türkiye üretim gücünü kaybetti genç işsizlik arttı rekabet gücü
kayboldu kaybetmedik mi bir şey, bence kaybettik. Türkiye’nin bugün ekonomisinin 2002
yılında GSMH’nın %15,6’sını ihraç ediyorduk bugün %15,5 ihraç ediyoruz. O gün
%20.76’sını ithal ediyorduk bugün %24,80’ini ithal ediyoruz kaybetmiyor muyuz bence
kaybediyoruz. Mesela bu süreç içerisinde Türkiye’nin bir terör sorunun etnik kimliğe
indirgemek etnik kimliğe işler vererek bu sorunu çözeceğim demek etnik kimlik taleplerini
gündeme getirdi şimdi Türkiye’de bu etnik kimlik talepleri doğrultusunda oluşan siyaseti nasıl
çözebileceği sorunuyla karşı karşıya. 2002 yılında olmayan bir tartışma bugün Türkiye’yi
hangi noktaya getirdi, hangi taleplere getirdi, Türkiye’de bir özerklik taleplerinin getirilmesi bu
süreçleri çok dikkatli takip etmemiz gerekir. Suriye politikası; dün kardeş dediğimiz Suriye
bugün düşman Suriye haline dönüştü. Türkiye’de muhalifler toplanıyor İstanbul’da Türkiye
destekliyor. Size hemen şu soruyu soruyorum; Suriye’de Türkiye’nin nasıl bir milli politika
takip ettiğini bilen var mı, kimin için politika takip ettiğini bilen var mı? Yok, ama Suriye’de
muhalifleri biz topluyoruz, İstanbul’da muhalifler birliği mutabakat belgesi hazırlıyorlar. Milli
mutabakat belgesi içerisinde diyorlar ki anayasada Kürdistan’a özerklik ve demokratik
çözümüyle ilgili hükümler yer almalıdır ve Türkiye de bunu destekliyor. Peki, bunu
destekliyorsa yarın bir gün size bunu yaptırmak istese ne yapacaksınız? Dolayısıyla bu süreç
içerisinde bakıldığı zaman Türkiye’nin Annan Planına evet dedik ne kazandık ne kaybettik
Annan Planı yetmez daha Güzelyurdu da vereceksin o bakımdan bütün bunlarla ilgili süreçler
anımsatılıyor ama travmatik bir gelişme olmayınca bunun maliyeti konusunda size yeterince
uyarı olmuyor. Açıkçası şöyle oluyor; Şanlıurfa’ya Fransa’dan gelmişler yaklaşmışlar boş ver
ya falan demişler isot tarlalarına girmişler demiş vay şerefsizler başlamışlar kovalamaya. İsot
tarlalarına kadar geldikleri zaman aklımıza gelirse biz bedel ödeyerek yaparız bunları hiçbir
diyeceğim yok ama artık bu riskleri yönetmemiz lazım bu kadar büyük riskle toplumumuzu
karşı karşıya bırakmanın çok yanlış olduğunu düşünüyorum büyük risklerle karşı karşıyayız.
Şöyle bir şey düşünelim arkadaşlar Cenabı Hak insanın yaratılış gayesi diyorum bir gaye var
yani bizim burada var olmamızı sağlayan bir değer yok mu, ailemizin anlamı yok mu,
komşularımızın, arkadaşlarımızın burada bu havayı solumanın bunlara anlam
verebiliyorsanız fikriniz var demektir ama bunları anlamsız görüyorsanız fikriniz de yok.
Fikriniz neyse zikriniz odur eğer fikirsizseniz zikirsiz olursunuz zikir hep değişebilir o
bakımdan ben burada yaşayan insanları hepsinin ve burada yaşanmasının bulunmasının bir
anlamı olduğunu düşünüyorum bu anlamı çerçeveleyen bir bakış açısı bir fikir olmadan bu
insanlara hizmet etmenin mutlu kılmanın mümkün olmadığını düşünüyorum. Bu yönüyle
değersiz yargısız bir toplum olmaz açıkçası da toplum yapısı fikirsiz bir şekilde yönetilemez.
Soru: Ben Begüm Gökay Hukuk Fakültesi birinci sınıf öğrencisiyim. Parti Genel Başkanınız
Devlet Bahçeli’nin haksızlığa uğrayan milletvekillerini korumadığı aşikar bunlardan en iyi
örnek olarak da çok değerli emekli Korgeneral Engin Alan’dır. Bahçeli seçim öncesi bebek
katili terörist başını yakalayan bu eşsiz komutan için milli emanet demişti ancak şu anda
Engin Paşa bu sözde durulmadığı için MHP rozetini çıkardığını belirtti. Bu hususta herhangi
bir düzenleme yapılacak mı söz verildiği gibi emanete sahip çıkılacak mı çıkılacaksa ne
zaman çıkılacak çünkü bir yılı aşkın süredir içeride kendisi ve saçma sapan bir davadan
dolayı gerçekliği olmayan bir davadan dolayı yargılanıyor ve milletvekili olarak yargılanıyor.
Kovuşturma durdurulması gerekiyordu durdurulmadı bu durumu açıklığa kavuşturmanızı
10
istiyorum neler yapılacak herhangi bir plan var mı ve MHP kesinlikle unutmamalı bunu Engin
Alan Paşa MHP için bir lütuf bir şanstır keşke benim desteklediğim partide olsaydı Engin
Alan Paşa diyorum.
Oktay Vural: Aslında yanlış varsayımlarla doğru sonuç çıkarmak mümkün değil, dolayısıyla
bu yönüyle bakıldığı zaman biraz öyle oldu gibi geliyor. Çünkü biz milletvekili yaptık. Sahip
çıkmadığımızı söylemek gerçekten haksızlık aksine siz burada böyle bir insanı birinci sıraya
getirip milletvekili yaptınız. Daha geçen gün Bülent Delen ile Atilla Kaya Sayın Engin Alan’ı
ziyarete gitti her hafta milletvekillerimiz gidiyor. Dolayısıyla bu yönüyle bakıldığı zaman
MHP’nin yürüttüğü mücadele içerisinde birçok Sayın Engin Alan gibi insanlar var. Zaten
Engin Alan da o insanlarla buluşmak için MHP’yi tercih etti.
Soru: Ama rozeti çıkardı ve ne kadar kırgın olduğunu da birçok gazeteciye de söyledi.
Oktay Vural: Öyle bir şey söylemedi bu yanlış bir değerlendirmedir, dolayısıyla MHP’nin
milletvekili sıfatını kazanıyor biz MHP olarak Sayın Engin Alan’ı milletvekili yaparken kimi
yaptığımızı idrak ediyorduk keşke mensubu olduğunuz siyasi parti Engin Alan gibileri aday
yapsaydı daha iyi olurdu diye düşünüyorum.
Oya Batum Menteşe: Ben size Arap baharıyla ilgili bir soru sormak istiyorum. Kaddafi’nin
düşürülmesi ile ilgili söyledikleriniz benim hep kafamdaki soruları biraz açmış gibi oldu kırk yıl
Kaddafi oradaydı kırk birinci yıl düştü. Aynı şey Hüsnü Mübarek için de doğru Hüsnü
Mübarek vatanın sevdiği bir insandır. Şimdi Arap baharı gerçekten o toplumların iç
dinamiğinden mi kaynaklanıyor yoksa bizim tam değerlendiremediğimiz birtakım şeyler mi
dönüyor orada ne oluyor? Mesela Suriye için de aynı şey Suriye’de Şiiler yöneticiden tarafta
gayet güzel gidiyor gibi görünüyorken birdenbire Şam’ın ortasında bir bomba patladı. Bu
Arap baharı o halkların kendi iç dinamiğinden mi kaynaklanıyor yoksa işin içinde başka
şeyler mi var? Neden kırk yıl Kaddafi’ye bir şey olmadı kırk yıl aynı Kaddafi idi birdenbire kırk
birinci yıl bir şey oldu.
Oktay Vural: Hatırlarsanız 1960’lı yıllardaydı Dupçek vardı, Prag Baharı vardı. Prag
Baharının amacı neydi aslında Prag Baharının amacı orada Prag baharında baharın
amacıyla ilgili Dupçek Çekoslovakya’nın ikiye bölünmesinden bahsetmişti. Ne zaman
gerçekleşti, 1990. Aslında bu bahar coğrafyanın özelliklerinden mi kaynaklanıyor yoksa ithal
edilen bahar mıdır? Libya’da bahar geliyor denildi geçenlerde muhalif konseyi Mustafa Abdül
Celil’in güçlerine saldırmışlar özerklik isteyenler birbirine girmiş zaten Mısır’da halen askeri
hükümet devrede. Bu coğrafyada bir oyun oynanıyor bence oyun oynanmasının iki amacı
vardır Büyük Ortadoğu Projesi. Bu Büyük Ortadoğu Projesinin amaçlarından biri özellikle
Arap İsrail çatışması ekseninde İsrail’in güvenliğini koruyabilecek bir yapı oluşturmak politik
amaçlardan biri budur. İkincisi de özellikle Arap ülkelerinde giderek petrolün azaldığını ve
daha kıymetli hale dönüştüğünü düşündüğümüz zaman buradaki politikaları etkileyen en
önemli unsurlardan biri de enerjidir. Aslında enerji konusunda önümüzdeki 2025 yılında
yapılan küresel projeksiyonlar yeni bir merkantilizmin doğmayacağına ilişkin tartışmalar
ortaya koyuyor. Dolayısıyla kaynak milliyetçiliği dediğimiz eğer petrole sahip ülkeler bu
kaynakları sadece kendi menfaatleri doğrultusunda korumaya yönelik bir politika oluşturursa
bunun büyük bir risk oluşturabileceğini düşünenler bu bölgelerde sağlıklı bir politik iklimin
oluşmasını istiyorlar kendileri açısından. Dolayısıyla kaynak hakimiyetini kaynaklara sahip
olmakla ilgili bir boyutunda olduğunu düşünüyorum. Şöyle bir dünya düşünelim
küreselleşmenin batıdan doğuya doğru kaynaklandığını düşünüyorum ekonomik güç buraya
doğru gidiyor, sıklet merkezi buraya doğru gidecek, dolayısıyla bu sıklet merkezi buraya
doğru giderken enerji gibi çok önemli kaynaklar daha fazla stratejik öneme de sahip oluyor
bugün de çok önemli. Ama şöyle bir sorunla karşılaştım liberal yaklaşım, stratejik varlık
olarak gördükleri aslında bugüne kadar liberal yaklaşıma göre uluslararası ticaret yolları
aslında serbest ve hür olmalı, uluslararası ticaret yollarından mallar serbestçe gelip gitmeli
petrol de bunlardan biridir.
11
Ama sorun şuradan kaynaklanıyor 1991 yılında Irak Kuveyt’i işgal ettiği zaman şöyle bir
sorunla karşılaştı petrol yolları ya da uluslar arası ticaret yollarının serbest bir şekilde
oluşmasını biz sağlayalım ama kaynağın kendisi eğer bir tehdit altındaysa bunu nasıl
çözeceğiz dediler o zaman politika değişmeye başladı. O zaman dediler ki bu coğrafyayı
kontrol edecek uygun politik ortamlar sağlamalıyız işte bu uygun politik ortamları sağlamak
için de soğuk savaşa kadar iki kutupta olan dünya düzeni bir kutup gidince tek dünya
düzenine gittikten sonra ülkelerin dengelerini güç dengesi yani belli bir güce girmek ve
oluşturmak imkanında kayboldu. O zaman sorun şurada kaynaklandı bir Suudi Arabistan ya
da bir Suriye’yi nasıl kontrol etmeliyim ben? Eğer güçlerden birinin karşısında başka bir güç
yoksa güçler dengesinin olmadığı yerde dengenin gücünü ben kullanmalıyım. O zaman öyle
bir denge olmalıdır ki orada, iç denge bu iç dengede aktörleri ben kontrol edeyim ve bu
kontrol ettiğim aktörler vasıtasıyla ülkeyi kontrol edeyim. İşte bugün etnik kimlik ve
mezheplere dayalı politikanın asıl amacı ülkenin dengesini kontrol edecek güçlerdir. Bugüne
kadar bu dengeleri zaman zaman askeri darbeler yoluyla yaptılar ama şimdi artık etnik kimlik
ve mezheplere dayalı ilişkilerle bu dengeyi oluşturmak istiyorlar ve kanaatime göre ülkeleri
kontrol etme yöntemlerinden biri olarak Irak’ta uygulandı, Sudan da biliyorsunuz özerklik.
Bütün bunlara bakıldığı zaman buradaki etnik ve mezhebe dayalı güçlerin kendi milli
yapılarına bağlı olmak yerine ulus ötesi varlıklarla hayatlarını sürdürmesi bu ülkelerin
dengesini korumak için önemli bir fırsat veriyor. Bu iki açıdan bakıldığı zaman bence bu Arap
baharı kendiliğinden oluşmuş değil, ancak elbette bunu sağlayan ortamı yok saymamız
mümkün değil yani demokrasi ithal ile olacak bir şey değil ki toplumun yapısı, arzusu,
isteğiyle olacak bir şey. Oradaki yöneticilerin otoriter yaklaşımları bir zemin hazırlamıştır en
önemli sıkıntılardan biri de bence Ortadoğu’da genç işsizliğin çok fazla olmasıdır. Ortadoğu
ülkelerinin bugün en önemli sorunu genç işsizliktir ve bu genç işsizliğin oluşması bu tip kaotik
hareketlere zemin hazırlamaktadır. Aslında bakıldığı zaman bizim Doğu ve Güneydoğu’da da
önemli ölçüde genç işsizliğin olması bir zemin hazırlıyor. Bence Ortadoğu’daki sosyoekonomik durum yönetim biçimleri de böyle bir projeyi uygulamak için önemli bir fırsat verdi.
Önemli olan bu coğrafyada Türkiye’nin birdenbire kendi içsel dinamikleri harekete
geçirebilecek bir oluşumu temin etmeksizin dışarıdan bir müdahalenin taşeronu haline
dönüşmesini ben milli varlığımız ve mirasımız açısından doğru bulmadığımı ifade etmek
istiyorum. Böyle bir imkanı kullanmadı oluşturamadı Türkiye oysa oluşturmalıydı. Bugün
burada Suriye’de şu şunu bombaladı bu bunu bombaladı biz niye bundan medet umuyoruz
insanların birbirini öldürmesi Irak’ta öldürmesi yani biz dışarıdan birisi olarak buradaki
insanların birbirini öldürmesinden üzülmemiz gerekiyor, böyle bir ortam olmasından
üzülmemiz gerekiyor. Dolayısıyla Türkiye bu ortamı sağlayabilecek ilişkiler ağını ve
inisiyatifleri oluşturmalıydı ama oluşturamadı ve bu çerçevede açıkçası belki biraz daha artçı
olacak ama bu coğrafyada oynanan ve Türkiye’nin hedefinde olduğu oyunla küresel gücü
yöneten ABD’yi yönetenlerin amaç ve hedeflerinin de bağdaştığını görmek lazım. Wilson
prensipleri içerisinde o zaman Woodrow Wilson’ın 1918 yılında koyduğu prensipler
çerçevesinde şöyle bir şey vardı bu coğrafyada Anadolu’da Türklere bir bağımsızlık diğer
ulusların hepsine birer muhtariyet verilmesine ilişkin bir şey vardı. Özellikle o vilayet
dediğimiz o süreç içerisinde bir sürü isyanın Musul meselesi bütün bunlarla ilgili Türkiye
üzerinde oynanan oyunlarında bir bakıma parçası olmuştur. Irak’ın kuzeyinde oluşan dev bir
oluşumun anayasasında Wilson prensiplerine ve Sevr’in ilgili maddelerine atıflar da vardır.
Şu soruyu soruyorum ben Wilson prensipleriyle ilgili bugün Obama ABD’yi yönetiyor.
Obama’nın Dış İşleri Bakanlığı’nda dış politiği oluşturma merkezinde Prof. Dr. Anne Marie
Slaugter var. Anne Marie Slaugter Princeton Üniversitesi’nden gelmiş. Anne Marie Slaugter
yaklaşımı şu sorunun cevabını arıyormuş politikada 21. yy. Woodrow Wilson’ın prensiplerinin
nasıl uygulayacağız biz? Şimdi bugün bu coğrafyada oluşan gelişmeler ve bu coğrafya
içerisinde küresel gücün nasıl bakın Wilson prensiplerinin Obama uyguluyor biz kalksak
desek ki Erzurum Kongresi dediğimiz zaman hop oturup hop kalkıyorlar statükocu bunlar
diyorlar. Onlar kendi temel fikirlerine bakıyorlar bu durumda biz bir sorunla karşı karşıyayız.
Wilson Prensipleri buna Anne Marie Slaugter diyor ki şöyle düşünüyorum “ABD’nin bu
bölgeye doğrudan müdahaleleri Amerikan aleyhtarlığını arttırmıştır”.
12
O zaman yapmamız gereken şey bu bölgelerde ilişkiler ağını gerçekleştirenlerin
subcontractor’ında bu işleri yapalım ve bütün bunların yaptıkları sonuçta bize hizmet etsin.
Conductivity dediğimiz aynen wireless alanlar vardır bu wireless alanlarda her birisinin ayrı
ayrı şifreleri var bu hepsinin şifresini birisi bilse bütün alan hep wireless olacak. Herkes bu
şifreli alanda kendisine rolünü üstleniyor subcontractor olarak onu belirliyor rolleri veriyor
ama politika ve senaryo kendi senaryosu. Conductivity dediğimiz şey çeşitli yerlerde model
ortaklıklar oluşturup bu model ortaklıkları yöneterek ilişkide bulundukları ağları küresel ilişki
ağına monte etmek gibi bir yaklaşım tarzı var dolayısıyla bence Arap baharı bence doğrudan
doğruya belli bir projenin yansımasıdır.
Soru: Veysel Koç Kuzu Uluslararası İlişkiler üçüncü sınıfı öğrencisiyim Siyaset Bilimi yan dalı
öğrencisiyim. Arkadaşlarıma katılıyorum siz çok açık yürekli bir siyasetçisiniz buraya birçok
siyasetçi gelip gitti ve bende bu birçok siyasetçiye birçok soru yönelttim bunlardan %90’ının
yanıtını alamadım. Ama size açık yüreklilikle bir soru soracağım ve sizden açık yüreklilikle
cevaplamanızı bekleyeceğim. Herkesin siyasi görüşü kendinedir bana göre MHP Genel
Başkanı Devlet Bahçeli misyonunu tamamlamış bir kişidir ve sizin gibi açık yürekli, çok
donanımlı bir insansınız bildiğimiz kadarıyla MHP’nin başına geçmeyi düşünür müsünüz,
düşünecek misiniz? Siyasi görüş önemli değil sizin gibi siyasetçilere ihtiyacımız var diye
düşünüyorum özellikle MHP gibi milliyetçi duyguları savunan bir partinin. AKP’nin bunca
senedir iktidarda olması size göre seçmenin bilinçsizliğinden mi kaynaklanıyor yoksa siz
kendi partinize bir öz eleştiride bulunacak mısınız? Seçmen mi bilinçsiz yoksa muhalefet
partileri mi yeteri kadar çalışamıyor? Ahmet Davutoğlu’nun komşularla sıfır sorun politikası
gördüğümüz gibi fos çıktı bir nevi, ‘stratejik derinlik’ diye bir kitabı var bunda hep bu sıfır
sorundan bahsediyor ama uygulanabilirliği sıfır şu anda eğer MHP iktidar olsaydı ne
yapacaktı, dış politikalarla alakalı barışçıl çözümleri olacak mıydı? En son milliyetçilikten
bahsettik, ulus devletten ilişkileri, bir ayrışmadan bahsettik bir milliyetçi olarak olmasını
istediğiniz şeyleri bize söylediniz bizde bir Türk vatandaşı olarak bunu istiyoruz. Ama hep bir
söylem kimse çözüm önerisi getirmedi yani somut bir çözüm önerisi var mıdır, neler
yapılabilir?
Oktay Vural: Birincisi Devlet Bahçeli misyonu tamamlamadı başbakan yapamadık daha.
Ben bireysel olarak hayatımın hiçbir noktasında bir sonraki hedefi hiçbir zaman düşünmedim.
Size tavsiyem daima basamakları basınız, gereğini yerine getiriniz ondan sonraki pencere
sizi sahip olduğunuz tecrübeyle götürür. Dolayısıyla biz bir kadroyuz bir ekibiz MHP’nin genel
başkanı olmak kolay değil. Küreselleşme, AB süreci, bürokratik oligarşi, sermaye oligarşi
yani o kadar çok şeyle mücadele ediyorsunuz ki ve bu yönleriyle bakıldığı zaman bence
MHP partisi politikalarıyla da çok önemli başarılar elde etmiştir. İktidar olmamıştır ama bugün
geldiğimiz bu noktada eğer biz Habur sürecini sorgulatıyorsak, eğer biz açılım sürecini
sorgulatıyorsak, eğer biz Ermeni protokollerini halen mecliste bekletiyorsak, eğer biz
Rumlara fener açılmasını bekletiyorsak bütün bunlarla ilgili eğer biz henüz anayasada
birilerinin istediği değişiklikleri yapılmasını halen yapamıyorlarsa zannederim MHP’nin ve
Genel Başkanının duruşunun bir sonucu vardır. O bakımdan önemli olan görevimizi iyi
yapabilmektir bizim şu andaki görevimiz beraber birlikte MHP’nin bir alternatifi olarak
milletimizin huzurunda hizmet edebilecek bir parti konumuna dönüştürmektir. Onun için hiçbir
arayışımız yok. Zaman zaman bütün bunlar oluşur kafalarda birtakım şeyler oluşur ama
şöyle bir geriye bakıldığı zaman elimizi vicdanımıza koyalım Devlet Bahçeli’nin yaptığı hangi
tespit yanlış çıktı hangi konuda yanlışlık yaptı? Böyle bakıldığı zaman bütün süreç içerisinde
elde edilen noktayı daha ileriye götürme gayreti içerisindeyiz. Bütün bunlara yetmez ama
evet gibi bakmıyoruz, dolayısıyla daha ileriye bakmamız gerekiyor. AKP’nin iktidar olması
bilinçsizlik mi, haksızlık olur vatandaşa biz milliyetçi olarak nasıl milletimizi bilinçsiz görebiliriz
olur mu, hem sağduyu diyoruz, hem millet iradesi diyoruz hem de bilinçsiz diyoruz. Biz salon
milliyetçisi değiliz dolayısıyla reel manalarda bu milletin tercihlerini doğru görüyoruz. Milletin
tercihleri doğru olabilir ama milleti yönetenlerin tercihleri yanlış bize düşen görev milletin
tercihleriyle milleti yönetenlerin tercihleri arasındaki uçurumları anlatabilmek. Biz araya girip
ey millet sen buna oy verdin ama bunun için oy vermedin dedirtmek istiyoruz, vatandaşın
13
verdiği oyu sorgulamasını temin etmek birtakım alternatifleri sunmakla olur. Bu alternatifte
elbette iğneyi kendimize batırmamız lazım bir kere iletişim konusunda sıkıntımız var. Sivil
toplum örgütleriyle mesleki toplum örgütleriyle ilişkilerimiz açısından ciddi sıkıntılarla karşı
karşıyayız bütün bunların hepsini elbette yenilememiz gerekiyor. Bir iletişim stratejisine tek
boyutlu bakamayız bu yönlerde bir değerlendirme yapıyoruz bu değerlendirme içerisinde
özellikle son seçimlerde hanımefendilerin çok daha fazla MHP’ye ilgi gösterdiklerini ve
çalışmalara bir fiil katıldığını görüyoruz. Zannederim MHP olarak hanımların bizim siyasal
mücadeleye daha fazla girmesini de sağlamak. Erkek partisi falan diye bir algılamayla karşı
karşıya kalıyoruz. Dolayısıyla onların bu süreçlerde daha fazla göstermek biz inanıyoruz
mesela kadınların bu süreçte daha uygu içerisinde meseleye bakabileceklerini ve MHP’yi
daha iyi anlayacaklarını düşünüyoruz. Yapmamız gereken çok şey var teşkilatlarımız
yenileniyor, kadrolarımızın yenilenmesi gerekiyor, bir makam bir mevki birisine verilince o
makam mevki gereğince toplumla ilişkilerini geliştirmesi lazım, bireysel anlamıyla da bu
sorumlulukları hissetmek lazım bütün bunlarla ilgili bizim de zannederim önümüzdeki
dönemde bu süreçle ilgili ders almamız gerekiyor. Biraz önce dediğim gibi fillerin çatıştığı
yerde çimler gidiyor biz sizi bu fillerin çatıştığı siyaset arenasının dışında yeşillikleri
göstermek istiyoruz. Yani toplumu sağ sol ekseninde kutuplaştıran, laik anti laik, kindar
dindar, şucu bucu bu iki kavramdan birinin kutup başına doğru yöneldiğiniz zaman kendi
varlığınızı yok sayarsınız. Dolayısıyla bu kutuplaşmış etnik kimlik şu ya da bu o bakımdan bu
eksenlerde MHP’nin kendisini bir alternatif olarak sunabilmesi için etkili bir iletişim ve ilişki
ağına gerektiği açık. Sıfır sorun anlamsız stratejik derinliklere stratejik amaç ve hedeflerinizi
dile getirebilirsiniz bunları elinizde realize edebilecek elinizde güç lazım. Bu derinliklere
gittiğiniz zaman vurgun yiyorsunuz yani bu kadar derine gittiğin zaman vurgun yedi Türkiye,
hangi konuda: Ermenilerle ilişkilerimizi iyileştirelim dedik Azerbaycan, Suriye ile ilgili sınırları
aştık kardeşiz artık vizelerde kalkmıştı hangi duruma düştük? Dolayısıyla bu sıfır sorun
politikası iflas etmiş bir konumdadır. Yani sıfır sorun olur mu, şu anda İngiltere’nin Arjantin ile
Falkland Adaları sorunu yok mu, ABD ile AB arasında ekonomik sorunlar yok mu, Çin’de yok
mu? Birçok ülkenin birçok yerle sorunları vardır ama bu sorunları çözeceğim derken kendi
bulunduğun konumu kendi menfaatin aleyhine yaklaştırdığın sürece kaybedersin o bakımdan
Türkiye’de bu sıfır sorun politikası açıkçası sıfırlanmış bir dış politikayı da müsemma oldu.
Bana sorunu söyleyin çözümünü söyleyeyim, sorun nedir? Benim derdim var. Derdini söyle,
doktora gideceksin bir doktora gittik. Neyin var? Ben hastayım. Peki, neyin var kardeşim,
hastayım. Miden mi ağrıyor, beynin mi ağrıyor, kolun mu kırıldı? Adına isterse bu sorun deyin
şu sorun deyin, sorunu bilmeyen, teşhis edemeyen doktor sorunu nasıl çözebilir? Yarım
doktor candan edermiş yarım imam dinden eder. Bende Diyarbakır’da doğdum, nedir sorun,
bu ülkenin paylaşmadığı ne var ama sorunu etnik kimliği tarif ederek, insanların etnik
kimliklerini kaşıyarak, bütün sorunları bu eksende tanımlayıp çözümlemek isterseniz, bir
başkası da başka etnik kimliğe göre tanımlayıp çözmek ister dolayısıyla bunların ortak
çözümleri olmaz sivil çözümler olur. Türkiye’yi çözmek istiyorsan çok kolay çözersin ver
kurtul kardeşim razı mısınız, alın size çözüm niye istemiyorsunuz diye sorarlar. Yani
dolayısıyla çözüm dediğimiz şey bu doğrudan doğruya siyasal bir mücadeledir siyasal bir
çözüm arayışı, egemenliğin parçalanmasıdır, kültürün parçalanmasıdır. Bu soruyu hepimiz
beraber birlikte soralım doğu ile batının egemenliğinin parçalanmasının kime ne faydası var?
Ya da Kürtçe eğitim ne olacak kim nerede Kürtçe konuşuyor siz İngilizce eğitim yapmıyor
musunuz? Hukuk Fakültesinde öğrenciye Kürtçe okuttunuz ne olacak, nerede hizmet
verecek? Kamu hizmeti başka dilde olması lazım o zaman hizmetlerin bölünmesine gider
ayrıştırmasına gider bunlar yanlış işlerdir. Milli seviyede dikey mobiliteyi bizlerin yetenek ve
kabiliyetlerine göre fayda elde etmemiz için milli seviyedeki dil ve eğitim görmeliyiz. Yerel
seviyede diller kullanılır şu kullanılır bu kullanılır kimsenin buna karşı çıkacağı yok onun
üstüne de küresel seviyede ilişki için İngilizce gerekiyor bunu da öğrenmek gerekiyor. Çözüm
diyenlerin çözümü ne, insanlar üzerinde operasyon yapıyorlar. Ben size bir şey söyleyeyim
terörle ilgili yapılması gerekenler var; bir terör 2002 öncesindeki gibi çok marjinal konuma
düşürülmeli, bir ülke düşünün ki bir devlet düşünün ki gidiyor Oslo’da PKK yöneticileriyle
görüşüyor o devleti düşünün ki bir de bu yöneticileri yakalamak için başına dört milyon dolar
ödül koyuyor. Terör örgütüyle mücadele etmek terör örgütünü marjinalize etmekten geliyor.
14
Ceviz ağacı altında bulup da röportaj yapanlar onu buluyorlar da devlet bulamıyor mu, bir
örgütü bitirmenin yollarından biri yöneticilerinin enterne etmektir niye etmiyorlar. Türkiye’nin
sınırı var Türkiye’nin sınırını neden Irak ordusu korumuyor, ona korutmamız lazım. İki, Irak’ın
kuzeyinde Türkiye’nin sınırına bakan bir yönetim var niye Irak’ın kuzeyindeki yeni oluşmuş
Saddam’ı sorgulatmıyoruz, baskılarını, öldürmelerini, rüşveti, yolsuzluğu. O iradenin Türkiye
üzerinde oynadığı oyunlar var geliyor Diyarbakır’da Uludere’de kırk bin dolar para yatırıyor
bir devlet nasıl buna izin verebilir. Kendi milletinin evladını üzerinde bir başka yerdeki insan
geliyor para dağıtıyor Uludere’de ölenlerle ilgili. Finansman kaynaklarını keseceksin
kardeşim Türkiye’de sigara kaçakçılığı, uyuşturucu kaçakçılığı PKK terör örgütünü besliyor.
Ekonomik ortamla silah almaları cesaretlendiriliyor, Irak’ın kuzeyinde güvenli bölgesi var ve
biz bu terör örgütüyle mücadele ediyoruz. Yani Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bu müdahalesini
haksız görenlerin PKK terör örgütünün siyasete müdahalesini nasıl haklı gösterebilir ben
bunu anlayabilmiş değilim. Doğu ve Güneydoğu’daki insanların eğitim yoluyla bireysel
özgürlüklerini kullanmasını ve ekonomik refahtan daha fazla refah elde edebilmesini
sağlamak lazım çok önemli sorunlardan biri. İki, Doğu ve Güneydoğu’daki insanların oradaki
yapı içerisinde ailesinin içerisinde söz hakkı yok. Töre cinayetleri şunlar bunlar demek ki
orada bireysel özgürlükleri de önemli ölçüde milli seviyede entegrasyona doğru götürmemiz
lazım bu mücadele bu yönlerde çok yönlü sürdürülmelidir yoksa bu taleplerin sonu gelmez.
Ama ben hepimize şu soruyu soruyorum yıl 1922 Londra’da Lozan konferansı Türkiye’nin
Kürdistan meselesi var diye İngilizler meseleyi çıkardı. O gün TBMM’ne telgraf gitti Doğu ve
Güneydoğunun bütün ileri gelenleri şunu dediler; Türkiye’nin Kürdistan diye bir meselesi
yoktur bir neslin Kürtlüğün ayrı bir unsuru olarak TBMM’nde temsilini uygun görmüyoruz
Türklerin ve Kürtlerin kaderi aynıdır dedim. O gün bize kabul ettiremedikleri Kürdistan
meselesini bugün Kürt sorunu adı altında biz kabulleniyorsak sorunun varlığını kabul
ediyorsak onlar amaç ve hedefine yaklaşmış demektir. Sorun olur mu, olur. Asıl sorun o
zaman çıkar. Bir gün İzmir’de seçim münasebetiyle bir hemşeri derneğine gittim orada açılım
falan dedi oradan birisi kalktı aynı hemşerilerim ne var biraz özerklik tanısanız dedi. Oradan
başka birisi madem özerklik istiyorsun senin ne işin var orada git dedi, nasıl çözeceğim ben
bu sorunu? Mersin’de üniversitede bir arkadaşın yaptığı araştırma var sosyal mesafe giderek
azalırsa, eğer kız alıp kız vermeler azalırsa eğer Doğu ve Güneydoğudan gelmiş insanlarla
bu insanla alışveriş yapmayın derse, şuna ev vermeyin, kira vermeyin derse sorun o zaman
çıkar işte. En büyük sorun odur bizde PKK olmasına rağmen böyle bir sorun çıkmadı
emareleri yok mu, var bizim bunları önlememiz lazım. Eğer siyasette siz etnik kimliği odağa
alıp bu etnik kimlik çerçevesinde kendinize göre bir çözüm üretirseniz yerel seviyede de
insanlar etnik kimliğe göre tanımlama yapar. O zaman Kürt kimdir bana Kürdü tarif edin,
Çinli, Amerikalıyı tanırsın, Latin Amerikan’ı tanırsın, black Amerikan’ı tanırsın. Dolayısıyla
Doğu ve Güneydoğu, kuzeyi, güneyi hepimiz hep beraber burada milli birliği ve milli kültürü
oluşturduk hepimiz bu kimlik içerisinde varız ayrıştırmaya izin vermememiz gerekiyor. O
zaman ne olur biliyor musunuz kim Kürt, Sivas’ın ötesi Kürt coğrafi olarak nasıl
tanımlayacaksın ben şimdi burada kimin ne olduğunu ne bileyim. Geçenlerde Erciş’e gittim
Erciş’te yirmi, yirmi beş bin Türkmen var otuz, otuz beş bin de Kürt var bir kardeşimiz geldi ve
ben Türküm dedi ama benim ailemde Kürt var dedi. Ama İzmir’e de gidiyorum nerelisiniz
diyorlar Van Erciş diyince sen Kürtsün diyorlar nasıl çözeceğiz bunu. Bakın nasıl toptancılığa
doğru gidiyor o bakımdan bunlar toplum ve millet bakımından çok derin etkiler doğuracak
tartışmalardır siyasetçiler bu tartışmaları odağına alarak siyasi çözümlemeler yaparsa aileler
de yapar, komşular da yapar, iş adamları da yapar alın bunlar problem çıkartır yarın öbür gün
işten atalım bunları başkalarını koyalım der. Onun için Kürtleri, Kürt kökenli insanları sorunun
kaynağın gibi göstermek bu sorunun kaynağı bunlar, bunlarsa iyi bende bunları istemiyorum
der. Onun için sorunun kaynağını Kürtçe konuşan insanlara indirgemek ve bu eksenli bir
tartışma çıkartmak sosyal mesafenin arttırılmasına sosyolojik açıdan ayrışmanın
derinleşmesine yol açabilir bu bence doğru bir tartışma değildir. Bırakın onları ben insan
hakkı olarak dinleme ve izleme yapılıp yapılmadığından şüphem var onun için demokrasiyi
önce bu eksenleriyle bence derinleştirmek gerekiyor.
15
Soru: Ben Alperen Kılıç Hukuk Fakültesi üçüncü sınıf öğrencisiyim. Fenerbahçe spor kulübü
başkanı Aziz Yıldırım 3 Temmuz 2011’den beri şike davası kapsamında tutuklanarak
yargılanmakta ve henüz dava görülmedi sonuca varılmadı soruşturma devam ediyor sizce bu
operasyonda siyasi bir işaret siyasi bir parmak var mı?
Oktay Vural: Yorumlar muhtelif tabii ben dava boyutunu değerlendiremem. Bu süreç
içerisinde bir güç çatışmasının olduğuna ilişkin bir kanaatimiz var. Siyasal anlamda bir
çatışmanın boyutu olduğuna ilişkin bir anlamı var. Sporun rayından ve keyfinden spora
siyaset bulaştırmak hiç doğru değil en sivil yönüyle spordur. Maalesef toplumun her
noktasına dumur etmek isteyenler, her noktasına müdahale etmek isteyenlerin birtakım
oyunları var. O bakımdan federasyon seçimlerinde de var, kulüplerde de var kulüp
yöneticileri siyasal iktidarla işini götürmek için ilişki kurar dolayısıyla bu yönleriyle bakıldığı
zaman mümkün olduğunca sporu siyasetten ayırt ederek bakmak doğru ama spor cephesi
de hayatımızın her alanına müdahale etmek isteyen siyasi iktidarın müdahale alanına ait
değildir. Ben gerçekten sorunuzu önemsiyorum çünkü spor aslında bakıldığı zaman
hakikaten tamamen bağımsız ve sivil hayatın içerisinde olan bir şey hiçbir şey etkilemiyor
orayı. O güzellikleri orada muhafaza edersek birbirimizi kızdırıp başka boyutlara taşımazsak
güzel bir şey. Siyaset müdahale etmesin gerçekten nefret ediyorum siyasetin spora
müdahale etmesinden.
Soru: Ben Tunceliliyim ama Türk değil Kürt’üm bunu söylemek istiyorum sizden de bir
Diyarbakırlı olarak Türklüğü değil biraz da Türkiyeliliği ya da Anadoluluğu övmenizi
beklerdim. Benim için milliyetçilik Mustafa Kemal Atatürk’ün Diyarbakır’daki lafıdır ‘Vanlı,
Bitlisli, İzmirli hiç ayrılamadan Türkiyelidir’ bakın Türk’tür demiyor Türkiyelidir diyor burası çok
önemlidir Türk derseniz biraz ırkçılığa doğru olay gider. Sürekli Kürt sorunu nedir diye
sordunuz Kürt sorununu ben bir Kürt olarak size tanımlayayım Kürt sorunu yirmi beş bin tane
Kürt’ün öldürülmesidir, Kürt sorunu APO’ya bebek katili deyip aslında JİTEM’in bebekleri
öldürmesidir. Ben MHP’ye oy verdim ama şunu belirteyim 26 şehidimiz öldüğünde Anıtkabir’e
gittim. Kürt sorunu bu ülkede yıllardan beri Kürtçe konuşulmadı budur bunu sağlamak istedik.
Ama şunu söyleyeyim ben T.C. vatandaşıyım ve asla ve asla özerklik talebim yoktur ben
Türkiye vatandaşıyım. Bir MHP’li olarak Aleviler için anayasada ne yapmayı
düşünüyorsunuz, anayasayı ne çerçevede düzenleyeceksiniz?
Oktay Vural: Bir düşüncenin bir fikrin bütünlüğü olmazsa böyle olur. Bu coğrafyaya niye
Türkiye demişler? Ben Diyarbakır’da yaşadığım zaman oradaki insanlar gelir derdi ki ben
Zazayım ama Türk milletine mensubum. Atatürk şunu demiştir; Vanlı, Erzurumlusu hepsi
aynı cevherin damarlarıdır. Bu coğrafyada Türklüğü çıkarttığın zaman ne Çanakkale Savaşı
kalır ne Milli Kurtuluş Savaşı kalır ne Haçlı Savaşlarına bayraktarlık yapan hilal kalır,
dolayısıyla bu coğrafyada yaşayan milletin adı Türk milletidir. Bu milletin adı Türk milleti
böyle yazılmış böyle olmuş çok farklı etnik kimlikler olabilir hiçbir diyeceğim yok ama Mehmet
Akif Ersoy gibi İstiklal marşı yazmış bir kahraman ‘yok ırkıma izmihlal’ diyebiliyor ben ki evet
Arnavut’um ama bu Kürtlük meselesinin yol açacağı sıkıntıların farkına varması gerekir diye
söylemiş. Bu millet tarihin neresinde ırkçı olmuş neresinde? Dolayısıyla bu coğrafyada kim
nece konuşursa konuşsun karışan mı var? Bunlar doğru şeyler değil senin Tuncelili bir kişi
olarak gelip burada üniversitede okuyabilmen, buraya gelebilmen, beraber birlikte yaşaman
bunun güzellikleri yok mu? İnsanları ayırmak çok kolay bıyıklarına göre ayırabilirsiniz, saçının
rengine göre ayırabilirsiniz ama bu insanı etnik kimliklere göre ayırmak ve tanımlamak
ırkçılıktır biz bu ırkçılığı ve gayrimiyetçiliği cenabı Hakkın bütün insanlığı şereflendirdiği
İslamiyet yeterdir. Gerçekten insanların Kürtçe konuşması yasaklanmış ise bugün Kürtçe
konuşamıyoruz diyerek iddialarda bulunmanın da safsak olduğu ortaya çıktı değil mi, o
zaman Kürtçe konuşmaları gerekirdi. Bu yönüyle kimsenin diliyle oynamayın varlığıyla
oynamayın. Benim arzum ve isteğim şudur bu konuda her şeyden önce bir Diyarbakırlı
olarak Ziya Gökalp’ı, Süleyman Nazif’i iyi tanımak gerekiyor. Diyarbakır’ın nerenin başkenti
olduğunu iyi hatırlamak gerekiyor. Bismil’in, Çüngüş’ün, Çermik’in nerelerin merkezi
olduğunu çok iyi hatırlamak gerekiyor.
16
Dolayısıyla toptancı bir yaklaşımla bu coğrafyanın tamamını belli bir etnik kimliğe indirgemek
doğru değildir. Biz İslam inancının bu toplumun ortak değeri olduğunu düşünüyoruz bu
yönüyle Sünni ya da Alevi İslam inancına göre insanların ayırt edilmesini ve tanımlanmasını
doğru bulmuyoruz. Tek bir İslam inancı vardır bu İslam inancı çerçevesinde bu anlayışlar
çerçevesinde bunun zenginleşmesine bunun oluşmasına herkesin özgür bir şekilde
davranması gerekir ama Aleviliği İslam’dan kopartmak isteyen zihniyetlere karşı da dimdik
ayakta olmamız lazım. Birde şunu söyleyeyim çok kanıma dokundu eğer sen bir Kürt isen
öncelikle çünkü kendisini Kürt olarak görenler ya da tanımlayanlar her şeyden önce PKK
terör örgütünün vahşetlerine o terörist başının vahşetlerinin kendilerini ifade etmesine karşı
çıkma erdemini göstermelidir. 1988 Mardin Nusaybin Bahmini mezrası altı çocuk, iki kadın,
bir erkek toplam on beş kişi kim öldürdü bunları? Şu çocuklara kurşun sıkan bebek katili
değildir de nedir? Efeler mecrası on bir kişi çocuklara bakın, yakılmışlara bakın ne zamandan
beri unutuyoruz onun için herkes haddini bilmelidir. Öyle bir hain terör örgütü ki öncelikle
Doğu ve Güneydoğudaki insanları öldürüp onlar üzerinde baskı oluşturup o baskılar
ekseninde politik bir güç oluşturan bir yaklaşımla bir politika oluşturmak istiyor. Bütün bu
yapanları da talimatları verenleri de Doğu ve Güneydoğulu ve Kürtçe konuşan
arkadaşlarınızdan arındırmak da hepimizin görevidir.
Soru: Sözde Ermeni soykırımıyla ilgili etnik şeylerden ziyade ülkemizi daha güçlü görmek
istediğimiz Fransa parlamentosunda ele alınan ve üç yıl sonrada sözde Ermeni soykırımının
yüzüncü yılı sizin partinizin bir planı programı var mı? Biz son anda aklı başına gelen bir
milletiz üç yıl sonra bu sözde yedi milyonluk dünyada yaşayan tahmini vatandaşın ortaya
atacağı şeyle başka aktörlerin kullanımına açık bir alan var. Onunla ilgili bizim tedbirlerimiz
var mı?
Oktay Vural: Açıkçası önce Ermeni soykırımı iddialarını tanımak sonra tazminat ve sonra
toprak kayıplarına kadar götürecek. Bunları görmemiz gerekir bunlar varsayımlar değildir
bazen bunlar birer vehim olarak adlandırılıyor ama bence Ermeni soykırımı ile ilgili yürütülen
kampanyanın tanımaktan sonra özellikle bu süreç içerisinde 2015 yılı yüzüncü yılıdır
Türkiye’nin bu konudaki direncini kırmak istiyorum. Önemli olan bizim direncimizin
kırılmamasıdır Türkiye’den başka büyük ve bu milletten başka büyük bir millet yok.
Başkalarının istek ve taleplerini yerine getirmek mecburiyetinde değiliz kimse bize bunu
yaptıramaz. O zaman yapmamız gereken kalenin içten fethedilmesini engellemektir içten
fethedilmesini engellersek kim ne derse desin bu kervan yürür.
17

Benzer belgeler