tc adalet bakanlığı eğitim dairesi başkanlığı yargı mevzuatı bülteni

Transkript

tc adalet bakanlığı eğitim dairesi başkanlığı yargı mevzuatı bülteni
T.C.
ADALET BAKANLIĞI
EĞİTİM DAİRESİ BAŞKANLIĞI
YARGI MEVZUATI BÜLTENİ
Bültenin Kapsadığı Tarihler
24-30 Temmuz 2007
Yayımlandığı Tarih
31 Temmuz 2007
Sayı
345
İÇİNDEKİLER
Devlet Memurlarına Ödenecek Zam Ve Tazminatlara İlişkin
Kararda Değişiklik Yapılması Pakında 2007/12394 Sayılı Bakanlar Kurulu
Kararı (R.G.29 Temmuz 2007-26597)
Ceza Mahkemesi Kanununa Göre Uzlaştırmanın Uygulanmasına
İlişkin Yönetmelik (R.G. 26 Temmuz 2007 -26594)
Hükümlü Ve Tutukluların Ziyaret Edilmeleri Hakkında
Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik (R.G. 28 Temmuz
2007 -26596)
Uyuşmazlık Mahkemesinden 35 Adet Karar Özeti (R.G. 30
Temmuz 2007 -26598)
İnsan Hakları Mahkemesi Kararı (Fikri Demir/Türkiye Davası)
İnsan Hakları Mahkemesi Kararı (Yiğit/Türkiye Davası)
İnsan Hakları Mahkemesi Kararı (Aydın Tatlav /Türkiye Davası)
İnsan Hakları Mahkemesi Kararı (Dolgun/Türkiye Davası)
İnsan Hakları Mahkemesi Kararı (Ergin /Türkiye Davası(NO:6))
İnsan Hakları Mahkemesi Kararı (Gökçe ve Demirel /Türkiye
Davası)
İnsan Hakları Mahkemesi Kararı (Gök ve Diğerleri/Türkiye
Davası)
İnsan Hakları Mahkemesi Kararı (Kekil Demirel /Türkiye Davası)
Maliye Bakanlığından Katma Değer Vergisi Genel Tebliği (Seri
No:106) (R.G. 28 Temmuz 2007-26596)
Adalet Bakanlığından 4 Adet İlan (R.G. 27 Temmuz 2007-26595)
Siirt E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Amirliğinden 4
Adet İlan (R.G. 30 Temmuz 2007- 26598)
Karar Sayısı : 2007/12394
Ekli “Devlet Memurlarına Ödenecek Zam ve Tazminatlara İlişkin Kararda Değişiklik
Yapılması Hakkında Karar”ın yürürlüğe konulması; Devlet Personel Başkanlığının görüşüne
dayanan Maliye Bakanlığının 18/6/2007 tarihli ve 11755 sayılı yazısı üzerine, 657 sayılı
Devlet Memurları Kanununun 152 nci maddesine göre, Bakanlar Kurulu’nca 3/7/2007
tarihinde kararlaştırılmıştır.
Ahmet Necdet SEZER
CUMHURBAŞKANI
Recep Tayyip ERDOĞAN
Başbakan
A. GÜLA. ŞENER
M. A. ŞAHİN
B. ATALAY
Dışişleri Bak. ve Başb. Yrd.Devlet Bak. ve Başb. Yrd.Devlet Bak. ve Başb. Yrd.Devlet
Bakanı
A. BABACAN
Devlet Bakanı
F. KASIRGA
Adalet Bakanı
B. ATALAY
Devlet Bakanı V.
N. ÇUBUKÇU
Devlet Bakanı
K. TÜZMEN
Devlet Bakanı
M. V.GÖNÜL
Milli Savunma Bakanı
O. GÜNEŞ
İçişleri Bakanı
K. UNAKITAN
Maliye Bakanı
H. ÇELİKF. N. ÖZAK
R.AKDAĞ
İ. YILMAZ
Milli Eğitim Bakanı
Bayındırlık ve İskan Bakanı Sağlık Bakanı
Ulaştırma Bakanı
M. M. EKERM. BAŞESGİOĞLU
A. COŞKUN
Tarım ve Köyişleri Bakanı
Çalışma ve Sos. Güv. BakanıSanayi ve Ticaret Bakanı
M.H.GÜLERA. KOÇ
O. PEPE
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Kültür ve Turizm Bakanı Çevre ve Orman Bakanı
DEVLET MEMURLARINA ÖDENECEK ZAM VE TAZMİNATLARA
İLİŞKİN KARARDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASI
HAKKINDA KARAR
MADDE 1 – 17/4/2006 tarihli ve 2006/10344 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile
yürürlüğe konulan Devlet Memurlarına Ödenecek Zam ve Tazminatlara İlişkin Karar’ın eki II
sayılı Cetvelin “(A) Üst Yönetim Ve Genel İdare Hizmetleri” bölümünün 10 uncu grubunun
beşinci sırasında yer alan “Muhakemat Müdürü” unvanı kaldırılmış, 8 inci grubuna aşağıdaki
sıra eklenmiştir.
“8 Muhakemat Müdürü.......................................................................: 1”
MADDE 2 – Bu Karar, 15/4/2007 tarihinden geçerli olmak üzere yayımı tarihinde
yürürlüğe girer.
MADDE 3 – Bu Kararı Bakanlar Kurulu yürütür.
Adalet Bakanlığından:
CEZA MUHAKEMESİ KANUNUNA GÖRE UZLAŞTIRMANIN
UYGULANMASINA İLİŞKİN YÖNETMELİK
BİRİNCİ BÖLÜM
Amaç, Kapsam, Dayanak ve Tanımlar
Amaç
MADDE 1 – (1) Bu Yönetmeliğin amacı, uzlaşmaya ilişkin usul ve esasları
düzenlemektir.
Kapsam
MADDE 2 – (1) Bu Yönetmelik, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 253 üncü
maddesi ile diğer kanunlarda uzlaşma kapsamında olduğu belirtilen suçlar bakımından şüpheli
veya sanık ile mağdur veya suçtan zarar gören gerçek kişi veya özel hukuk tüzel kişisi
arasında uzlaştırma işlemlerinin yapılmasına ilişkin hükümleri kapsar.
Dayanak
MADDE 3 – (1) Bu Yönetmelik, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi
Kanununun 253, 254 ve 255 inci maddelerine dayanılarak hazırlanmıştır.
Tanımlar
MADDE 4 – (1) Bu Yönetmelikte geçen;
a) Kanun: 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununu,
b) Uzlaşma: Uzlaşma kapsamına giren bir suç nedeniyle, şüpheli veya sanık ile mağdur
veya suçtan zarar görenin Kanun ve bu Yönetmelikteki usul ve hükümlere uygun olarak
uzlaştırma süreci sonunda anlaştırılmış veya anlaşmış olmalarını,
c) Uzlaştırma: Uzlaşma kapsamına giren bir suç nedeniyle şüpheli veya sanık ile
mağdur veya suçtan zarar görenin, Kanun ve bu Yönetmelikteki usul ve hükümlere uygun
olarak uzlaştırmacı aracılığıyla ya da hâkim veya Cumhuriyet savcısı tarafından
anlaştırılmaları suretiyle uyuşmazlığın giderilmesi sürecini,
ç) Uzlaştırmacı: Şüpheli veya sanık ile mağdur veya suçtan zarar gören arasındaki
uzlaştırma müzakerelerini yöneten, Cumhuriyet savcısı veya mahkeme tarafından
görevlendirilen hukuk öğrenimi görmüş kişiyi veya Cumhuriyet savcısı ya da mahkemenin
isteği üzerine baro tarafından görevlendirilen avukatı,
ifade eder.
İKİNCİ BÖLÜM
Temel İlkeler ve Genel Hükümler
Temel ilkeler
MADDE 5 – (1) Uzlaştırma, şüpheli veya sanık ile mağdur veya suçtan zarar görenin
özgür iradeleri ile rıza göstermeleri hâlinde gerçekleştirilir. Bu kişiler anlaşma yapılana kadar
iradelerinden vazgeçebilirler.
(2) Uzlaştırma, şüpheli veya sanık ile mağdur veya suçtan zarar görenin temel hak ve
hürriyetlerine uygun olarak, menfaatlerinin korunması esası gözetilerek yürütülür.
(3) Uzlaştırmaya katılan şüpheli, sanık, mağdur veya suçtan zarar gören müzakereler
sırasında, Kanunun tanıdığı temel güvencelere sahiptir.
(4) Şüpheli, sanık, mağdur veya suçtan zarar gören Türkçe bilmiyorsa veya engelli ise
Kanunun 202 nci maddesi hükmü uygulanır.
(5) Uzlaştırma sürecine başlanmadan önce şüpheli veya sanık ile mağdur veya suçtan
zarar gören; hakları, uzlaşmanın mahiyeti ve verecekleri kararların hukukî sonuçları hakkında
bilgilendirilir.
(6) Şüpheli veya sanık ile mağdur veya suçtan zarar görenin yaşı, olgunluğu, eğitimi,
sosyal ve ekonomik durumu gibi faktörler ile ilgili belirgin farklılıklar, uzlaştırma sürecinde
göz önüne alınır.
(7) Kanunun ve Yönetmeliğin uzlaşmaya ilişkin hükümleri, uzlaşmaya tâbi bir suça
maruz kalan suç mağduru çocuklar ile suça sürüklenen çocuklar bakımından da uygulanır.
Çocuklara ilişkin uzlaştırmada, 3/7/2005 tarihli ve 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu ile
24/12/2006 tarihli ve 26386 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Çocuk
Koruma Kanununun Uygulanmasına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik ve
24/12/2006 tarihli ve 26386 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Çocuk
Koruma Kanununa Göre Verilen Koruyucu ve Destekleyici Tedbir Kararlarının Uygulanması
Hakkında Yönetmelik hükümlerine göre işlem yapılır.
(8) Uzlaştırmacı avukat, bu sıfatla görev yaptığı olayla ilgili olarak daha sonra vekil
veya müdafi olarak görev üstlenemez.
Genel hükümler
MADDE 6 – (1) Uzlaştırma yoluna gidilebilmesi için mağdur ya da suçtan zarar
görenin gerçek kişi veya özel hukuk tüzel kişisi olması gerekir.
(2) Aralarında iştirak ilişkisi olsun veya olmasın birden çok kişi tarafından işlenen
suçlarda, ancak uzlaşan şüpheli veya sanık uzlaşmadan yararlanır.
(3) Birden fazla kişinin mağduriyetine veya zarar görmesine sebebiyet veren bir suçtan
dolayı uzlaştırma yoluna gidilebilmesi için, mağdur veya suçtan zarar görenlerin hepsinin
uzlaşmayı kabul etmesi gerekir.
(4) Uzlaştırmanın sonuçsuz kalması hâlinde tekrar uzlaştırma yoluna gidilemez.
(5) Uzlaşma teklifinde bulunulması veya teklifin kabul edilmesi, soruşturma ya da
kovuşturma konusu suça ilişkin delillerin toplanmasına ve koruma tedbirlerinin
uygulanmasına engel değildir.
(6) Uzlaşmaya tâbi suçlarda, uzlaştırma girişiminde bulunulmadan, kamu davasının
açılmasının ertelenmesi veya hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilemez.
Uzlaştırma kapsamındaki suçlar ve istisnaları
MADDE 7 – (1) Kanunun 253 üncü maddesinin birinci fıkrasında sayılan suçlarda,
şüpheli veya sanık ile mağdur veya suçtan zarar gören gerçek kişi veya özel hukuk tüzel
kişisinin uzlaştırılması girişiminde bulunulur.
(2) Soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı olanlar hariç olmak üzere; diğer
kanunlarda yer alan suçlarla ilgili olarak uzlaştırma yoluna gidilebilmesi için, kanunda açık
hüküm bulunması gerekir.
(3) Soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı olsa bile, etkin pişmanlık
hükümlerine yer verilen suçlar ile cinsel dokunulmazlığa karşı suçlarda, uzlaştırma yoluna
gidilemez.
(4) Uzlaştırma kapsamına giren bir suçun, bu kapsama girmeyen bir başka suçu işlemek
amacıyla ya da bu suçla birlikte işlenmiş olması hâlinde, uzlaştırma yoluna gidilemez.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Soruşturma Aşamasında Uzlaşma
Uzlaşma teklifi
MADDE 8 – (1) Soruşturma konusu suçun, uzlaşmaya tâbi olması ve işlendiği
hususunda yeterli şüphenin bulunması hâlinde; Cumhuriyet savcısı, şüpheli ile mağdur veya
suçtan zarar görene uzlaşma teklifinde bulunur. Cumhuriyet savcısının yazılı ya da acele
hallerde sözlü tâlimatı üzerine, şüpheli ile mağdur veya suçtan zarar görene adlî kolluk
görevlisi de uzlaşma teklifinde bulunabilir. Sözlü emir, en kısa sürede yazılı olarak da
bildirilir.
(2) Şüpheli, mağdur veya suçtan zarar görenin reşit olmaması ya da kısıtlı olması hâli
ile mağdur veya suçtan zarar görenin ayırt etme gücü bulunmaması durumunda, uzlaşma
teklifi kanunî temsilcilerine yapılır. Bu kişilerin ayırt etme gücüne sahip olup olmadıkları
Cumhuriyet savcısı tarafından araştırıldıktan sonra, uzlaşma teklifinin muhatabı belirlenir.
(3) Cumhuriyet savcısı veya adlî kolluk görevlilerince yapılacak uzlaşma teklifi, bu
Yönetmeliğin ekinde yer alan Ek 1/a veya Ek 1/b sayılı uzlaşmanın mahiyeti ile uzlaşmayı
kabul veya reddetmenin hukukî sonuçlarının bulunduğu Uzlaşma Teklif Formlarının hazır
bulunan ilgiliye imzalatılarak verilmesi ve formda yer alan bilgilerin açıklanması suretiyle
yapılır. Cumhuriyet savcısı veya adlî kolluk görevlisi tarafından, bilgilendirme
yükümlülüğünün yerine getirildiğine ve uzlaşma teklifinde bulunulduğuna ilişkin formun
imzalı örneği soruşturma evrakı içine konulur.
(4) Uzlaşma teklifinde bulunmak için çağrı; telefon, telgraf, faks, elektronik posta gibi
araçlardan yararlanılmak suretiyle de yapılabilir. Ancak, bu çağrı uzlaşma teklifi anlamına
gelmez.
Açıklamalı tebligat veya istinabe yoluyla teklif
MADDE 9 – (1) Cumhuriyet savcısı gerektiğinde uzlaşma teklifini açıklamalı tebligat
veya istinabe yoluyla yapabilir.
(2) Açıklamalı tebligat, Kanunda belirtilen özel hükümler saklı kalmak koşuluyla bu
Yönetmeliğin ekinde yer alan Ek 1/a veya Ek 1/b sayılı uzlaşmanın mahiyeti ile uzlaşmayı
kabul veya reddetmenin hukukî sonuçlarının bulunduğu Uzlaşma Teklif Formunun, 11/2/1959
tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu ile 20/8/1959 tarihli ve 4/12059 sayılı Bakanlar Kurulu
Kararıyla yürürlüğe konulan Tebligat Tüzüğü hükümlerine uygun olarak tebliğ mazbatalı zarf
içerisinde gönderilmesi suretiyle yapılır. Ancak tebligatın yapılamadığı hâllerde bu
Yönetmeliğin 11 inci maddesi hükmü uygulanır.
(3) İstinabe yoluyla yapılacak teklifte, bu Yönetmeliğin 8 inci maddesi ile birinci ve
ikinci fıkra hükümleri uygulanır.
Uzlaşma teklifinde karar süresi
MADDE 10 – (1) Uzlaşma teklifinde bulunulanlardan herhangi biri, en geç üç gün
içinde teklifi yapan adlî kolluk görevlisine ya da görevli Cumhuriyet savcısına kararını
bildirmediği takdirde, uzlaşma teklifi reddedilmiş sayılır. Bu durumda, Kanunun 255 inci
maddesi hükmü saklı kalmak üzere, ayrıca diğerlerine uzlaşma teklifinde bulunulmaz.
Adreste bulunmamanın hüküm ve sonuçları
MADDE 11 – (1) Resmî mercilere beyan edilmiş olup da soruşturma dosyasında yer
alan adreste bulunmama veya yurt dışında olma ya da adresin belirlenememesi gibi başka bir
nedenle mağdura, suçtan zarar görene, şüpheliye veya bunların kanunî temsilcisine
ulaşılamaması hâlinde, uzlaştırma yoluna gidilmeksizin soruşturma sonuçlandırılır.
Soruşturmada bilgilendirme yükümlülüğü
MADDE 12 – (1) Uzlaşma teklifinde bulunulması hâlinde; şüpheliye, mağdura veya
suçtan zarar görene ya da kanunî temsilcilerine, uzlaşmanın mahiyeti ve uzlaşmayı kabul veya
reddetmenin hukukî sonuçlarının yer aldığı bu Yönetmelik ekinde yer alan formdaki bilgiler
açıklanır.
Uzlaştırmacı görevlendirilmesi
MADDE 13 – (1) Şüpheli ile mağdur veya suçtan zarar görenin uzlaşma teklifini kabul
etmesi hâlinde, Cumhuriyet savcısı uzlaştırmayı kendisi gerçekleştirebileceği gibi, bir
avukatın uzlaştırmacı olarak görevlendirilmesini barodan isteyebilir ya da bu Yönetmelikte
nitelikleri belirlenen hukuk öğrenimi görmüş bir kimseyi görevlendirebilir.
(2) Uzlaştırmacı görevlendirilmesinde tarafların üzerinde anlaştıkları bir avukat ya da
hukuk öğrenimi görmüş bir kişi tercih edilebilir.
(3) Uzlaştırmacıların sayısı, uyuşmazlığın niteliği göz önünde bulundurularak
Cumhuriyet savcısınca tespit edilir.
(4) Bu Kanunda belirlenen hâkimin davaya bakamayacağı ile tarafsızlığını şüpheye
düşürecek sebeplerden dolayı reddini gerektiren hâller, uzlaştırmacı görevlendirilmesi ile
ilgili olarak da göz önünde bulundurulur. Uzlaştırmacı, bu hâllerin varlığı hâlinde Cumhuriyet
Savcısına durumu bildirir; ancak tarafların rızası hâlinde görev yapabilir.
Avukatın uzlaştırmacı olarak görevlendirilme usulü
MADDE 14 – (1) Baro tarafından öncelikle uzlaştırma üzerine eğitim almış bir avukat
görevlendirilir.
(2) Tarafların üzerinde anlaştığı avukatın soruşturmanın yapıldığı yer barosuna kayıtlı
olması gerekmez. Bu hâlde görevlendirme avukatın bağlı bulunduğu baro tarafından yapılır.
Hukuk öğrenimi görmüş uzlaştırmacıda aranan nitelikler ve görevlendirilme usulü
MADDE 15 – (1) Hukuk öğrenimi görmüş uzlaştırmacıların görevlendirilmesinde
aşağıdaki şartlar aranır:
a) Üniversitelerin hukuk fakültelerinden mezun olmak,
b) Hukuk veya hukuk bilgisine programlarında yeterince yer veren siyasal bilgiler, idarî
bilimler, iktisat ve maliye alanlarında en az dört yıllık yüksek öğrenim yapmak,
c) Hukuk dalında yüksek lisans ya da doktora yapmış bulunmak,
ç ) Baroya kayıtlı avukat olmamak,
d) Taksirli suçlar hariç olmak üzere; 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza
Kanununun 53 üncü maddesinde belirtilen süreler geçmiş ve affa uğramış, ertelenmiş ya da
paraya çevrilmiş olsa bile kesinleşmiş bir kararla veya Devletin güvenliğine, anayasal düzene
ve bu düzenin işleyişine, millî savunmaya, Devlet sırlarına karşı suçlar ve casusluk suçları ile
yabancı devletlerle olan ilişkilere karşı suçlardan ya da zimmet, irtikap, rüşvet, hırsızlık,
yağma, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma,
edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama, kaçakçılık,
vergi kaçakçılığı, gerçeğe aykırı bilirkişilik yapma, yalan tanıklık ve haksız mal edinme
suçlarından biriyle hükümlü bulunmamak,
e) Disiplin yönünden meslekten ya da memuriyetten çıkarılmamış veya geçici olarak
yasaklanmamış olmak.
(2) Hukuk öğrenimi görmüş uzlaştırmacılar, ağır ceza merkezi Cumhuriyet
başsavcılıkları tarafından belirlenen listeye kayıtlı olanlar arasından seçilirler. Bu listeye
kayıtlı olan uzlaştırmacılar sadece kayıtlı bulundukları il sınırları içerisinde değil ülke çapında
görev alabilirler.
(3) Hukuk öğrenimi görmüş kişiler, Ceza Muhakemesinde uzlaştırmacı olarak görev
almak amacıyla listeye kaydolmak için her yılın Kasım ayının sonuna kadar Cumhuriyet
başsavcılığına bir dilekçeyle başvurur. Başvurular şahsen yapılabileceği gibi, kayıtlı olunan
oda, çalışılan kurum ve kuruluş aracılığıyla da yapılabilir.
(4) İletişim bilgilerini içeren başvuru dilekçesine;
a) Nüfus cüzdanı örneği,
b) T.C. kimlik numarası,
c) Mezuniyet belgesinin onaylı örneği,
ç) Adlî sicil kaydı,
d) İki adet vesikalık fotoğraf,
e) Bu Yönetmeliğin 30 uncu maddesi uyarınca yapılacak eğitimlere katılacağını beyan
eden dilekçesi,
f) Varsa kayıtlı olunan oda, çalışılan kurum ve kuruluşun isimleri,
eklenir.
(5) Başvuranların talepleri kaydedilerek ağır ceza merkezi Cumhuriyet başsavcılığınca
başvuru tarihinden itibaren otuz gün içerisinde değerlendirilir.
(6) Başvuranın birinci fıkradaki şartları taşımaması veya dördüncü fıkrada belirtilen
belgelerin eksik olması hâlinde talebin reddine karar verilir. Redde ilişkin karar ilgilisine
tebliğ olunur.
(7) Talepleri uygun görülenlerin adı ve soyadları, açık adresleri, telefon numaraları
yazılarak, oluşturulan liste her yıl Ocak ayı içerisinde en az yedi gün süre ile adliyede
herkesin görebileceği bir yere asılır. Ayrıca Cumhuriyet başsavcılığının internet adresinde ilân
edilir. Oluşturulan listenin bir örneği, merkezdeki hâkim ve Cumhuriyet savcıları ile yargı
çevresindeki mahkemeler ve Cumhuriyet başsavcılıklarına bildirilir.
(8) Liste, ayrıca yazılı ve elektronik ortamda hazırlanarak her yılın Ocak ayının sonuna
kadar Adalet Bakanlığı Eğitim Dairesi Başkanlığına gönderilir. Gönderilen listeler bu birim
tarafından yayımlanır.
(9) Listede yer alan uzlaştırmacının;
a) Listeye kabul şartlarını sonradan kaybetmesi,
b) Bu Yönetmelikte belirlenen şartlardan herhangi birini taşımadığının sonradan
anlaşılması,
c) Listeden çıkarılmayı talep etmesi,
ç) Uzlaştırmacılıkla bağdaşmayan tutum ve davranışlarda bulunması,
d) Bu Yönetmeliğin 30 uncu maddesi uyarınca yapılan eğitimlere katılmaması,
durumunda listeden çıkarılır.
(10) Listeden çıkarılmasına ilişkin karar ilgiliye tebliğ edilir ve ayrıca yedinci ve
sekizinci fıkralarda belirtilen yerlere gönderilir.
(11) Zorunluluk hâlinde listeye kayıtlı olmamasına rağmen, bu maddede belirtilen
şartları taşıyan hukuk öğrenimi görmüş kişiler arasından da görevlendirme yapılabilir.
Belgelerin verilmesi ve gizlilik bildirimi
MADDE 16 – (1) Soruşturma dosyasında yer alan uzlaştırma konusu suç ya da suçlara
ilişkin belgelerden uzlaştırma için gerekli olup da Cumhuriyet savcısı tarafından uygun
görülenlerin birer örneği uzlaştırmacıya verilir.
(2) Cumhuriyet savcısı uzlaştırmacıya, soruşturmanın gizliliği ilkesine uygun
davranmakla yükümlü olduğunu belirtir.
(3) Hangi belgelerin verildiği, verilme tarihi ile soruşturmanın gizliliği konusundaki
bildirim, Cumhuriyet savcısı ve uzlaştırmacının imzasını içeren bir tutanakla tespit edilir.
Süre
MADDE 17 – (1) Uzlaştırmacı, dosya içindeki belgelerin birer örneği kendisine
verildikten itibaren en geç otuz gün içinde uzlaştırma işlemlerini sonuçlandırır. Cumhuriyet
savcısı bu süreyi re’sen veya talep üzerine en çok yirmi gün daha uzatabilir. Cumhuriyet
savcısı uzlaştırma süresinin uzatılmasına ilişkin kararını uzlaştırmacıya bildirir.
(2) Uzlaşma teklifinin reddedilmesine rağmen, şüpheli ile mağdur veya suçtan zarar
gören uzlaştıklarını gösteren belge ile en geç iddianamenin düzenlendiği tarihe kadar
Cumhuriyet savcısına başvurarak uzlaştıklarını beyan edebilir.
(3) Uzlaştırmanın Cumhuriyet savcısı veya hâkim tarafından gerçekleştirildiği hâllerde
de birinci fıkrada belirtilen süreler uygulanır.
Uzlaştırma müzakereleri
MADDE 18 – (1) Uzlaştırma müzakerelerine şüpheli, mağdur, suçtan zarar gören,
kanunî temsilci, müdafi ve vekil katılabilir. Şüpheli, mağdur veya suçtan zarar görenin kendisi
veya kanunî temsilcisi ya da vekilinin haklı bir mazereti olmaksızın müzakerelere katılmaktan
imtina etmesi hâlinde, ilgili taraf uzlaşmayı kabul etmemiş sayılır.
(2) Uzlaşma sağlanabilmesi için birden fazla müzakere yapılabilir. Uzlaştırmacı,
müzakereler sırasında izlenmesi gereken yöntemle ilgili olarak Cumhuriyet savcısıyla
görüşebilir; Cumhuriyet savcısı, uzlaştırmacıya uzlaştırma müzakerelerinin kanuna uygun
yürütülmesi amacıyla tâlimat verebilir.
(3) Müzakereler, taraflarla birlikte veya ayrı ayrı gerçekleştirilecek toplantılarla
yürütülebilir.
(4) Müzakereler, görüntülü ve sesli iletişim tekniğinin kullanılması suretiyle de
yapılabilir.
Uzlaştırma müzakerelerinin gizliliği
MADDE 19 – (1) Uzlaştırma müzakereleri gizli olarak yürütülür. Uzlaştırmacı,
uzlaştırma sürecinde yapılan açıklamaları, kendisine aktarılan veya diğer bir şekilde öğrendiği
olguları gizli tutmakla yükümlüdür.
(2) Uzlaştırma sürecinde yapılan açıklamalar herhangi bir soruşturma, kovuşturma ya da
davada delil olarak kullanılamaz. Müzakerelere katılanlar bu bilgilere ilişkin olarak tanıklık
yapmak zorunda bırakılamaz.
(3) Uzlaştırmacı tarafından gerekli görülmesi hâlinde tutulan tutanak veya notlar, kapalı
bir zarf içerisinde Cumhuriyet savcısına verilir. Cumhuriyet savcısı tarafından mühür ve imza
altına alınan kapalı zarf dosyada muhafaza edilir. Bu zarf, sadece uzlaştırmacı tarafından
düzenlenen ve Cumhuriyet savcısı tarafından mühür ve imza altına alınan raporun sahteliği
iddiası dolayısıyla ortaya çıkan uyuşmazlığı gidermek amacıyla delil olarak kullanılmak üzere
açılabilir.
(4) Daha önce mevcut olan bir belge veya olgunun, uzlaştırma müzakereleri sırasında
ileri sürülmüş olması, bunların soruşturma ve kovuşturma sürecinde ya da bir davada delil
olarak kullanılmasına engel teşkil etmez.
Edimin konusu
MADDE 20 – (1) Taraflar uzlaştırma sonunda belli bir edimin yerine getirilmesi
hususunda anlaşmaya vardıkları takdirde aşağıdaki edimlerden bir ya da birkaçını veya
bunların dışında belirlenen hukuka uygun başka bir edimi kararlaştırabilirler:
a) Fiilden kaynaklanan maddî veya manevî zararın tamamen ya da kısmen tazmin
edilmesi veya eski hâle getirilmesi,
b) Mağdurun veya suçtan zarar görenin haklarına halef olan üçüncü kişi ya da kişilerin
maddî veya manevî zararlarının tamamen ya da kısmen tazmin edilmesi veya eski hâle
getirilmesi,
c) Bir kamu kurumu veya kamu yararına hizmet veren özel bir kuruluş ile yardıma
muhtaç kişi ya da kişilere bağış yapmak gibi edimlerde bulunulması,
ç) Mağdurun, suçtan zarar görenin veya bunların gösterecekleri üçüncü şahsın, bir kamu
kurumunun ya da kamu yararına hizmet veren özel bir kuruluşun belirli hizmetlerini geçici
süreyle yerine getirmesi veya topluma faydalı birey olmasını sağlayacak bir programa
katılması gibi diğer bazı yükümlülükler altına girilmesi,
d) Mağdurdan veya suçtan zarar görenden özür dilenmesi.
Uzlaştırma raporu
MADDE 21 – (1) Uzlaştırmacı, uzlaştırma işlemlerinin sonuçlandırıldığı tarihten
itibaren bu Yönetmeliğin ekinde yer alan Ek-2 sayılı Uzlaştırma Raporu Örneğine uygun,
taraf sayısından bir fazla olarak hazırladığı raporu, kendisine verilen belge örneklerini ve
varsa yapmış olduğu masrafları gösteren belge, gider pusulası veya rayice uygun yazılı beyan
ile serbest meslek makbuzunu geciktirmeksizin Cumhuriyet savcısına verir.
(2) Uzlaşmanın gerçekleşmesi hâlinde, tarafların imzalarını da içeren raporda, ne suretle
uzlaşıldığı ayrıntılı biçimde açıklanır. Ancak uzlaştırma müzakereleri sırasında suçun
işlenmesine ilişkin olarak yapılan açıklamalara raporda yer verilmez.
(3) Cumhuriyet savcısı, uzlaşmanın tarafların özgür iradelerine dayandığını ve edimin
hukuka uygun olduğunu belirlerse raporu mühür ve imza altına alarak soruşturma dosyasında
muhafaza eder.
(4) Cumhuriyet savcısı, uzlaşmanın tarafların özgür iradelerine dayanmadığını ve
edimin hukuka uygun olmadığını belirlerse raporu onaylamaz. Onaylamama gerekçesini
rapora yazar. Bu durumda uzlaşma gerçekleşmemiş sayılır.
(5) Uzlaştırmanın Cumhuriyet savcısı tarafından yapıldığı hâllerde; raporun bu işlemin
niteliğine uygun kısımları doldurulur, mühür ve imza altına alınarak soruşturma dosyasında
muhafaza edilir.
Uzlaşma belgesi
MADDE 22 – (1) Uzlaştırmacı görevlendirilmeden önce veya uzlaşma teklifinin
reddedilmesinden sonra, şüpheli ile mağdur veya suçtan zarar görenin aralarında uzlaşmaları
hâlinde; taraflarca niteliğine uygun düştüğü ölçüde bu Yönetmeliğin ekinde yer alan Ek-2
sayılı Uzlaştırma Raporu Örneğine uygun bir uzlaşma belgesi düzenlenir. Cumhuriyet savcısı,
bu belgeyi 21 inci maddenin üçüncü ve dördüncü fıkralarında belirtilen kıstaslara göre inceler
ve değerlendirir.
(2) Takibi şikâyete bağlı suçlarda, mağdur veya suçtan zarar görenin şüpheli ile
anlaşarak şikâyetinden vazgeçmesi hâlinde bu belge düzenlenmez.
Soruşturma aşamasında uzlaşmanın hukukî sonuçları
MADDE 23 – (1) Uzlaşma sonucunda şüphelinin edimini def’aten yerine getirmesi
hâlinde, hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilir.
(2) Edimin yerine getirilmesinin ileri tarihe bırakılması, takside bağlanması veya
süreklilik arzetmesi hâlinde, Kanunun 171 inci maddesindeki şartlar aranmaksızın, şüpheli
hakkında kamu davasının açılmasının ertelenmesi kararı verilir.
(3) Erteleme süresince zamanaşımı işlemez.
(4) Kamu davasının açılmasının ertelenmesi kararı verildikten sonra, uzlaşmanın
gereklerinin yerine getirilmesi hâlinde, kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilir.
(5) Kamu davasının açılmasının ertelenmesi kararından sonra, uzlaşmanın gereklerinin
yerine getirilmemesi hâlinde, Kanunun 171 inci maddesinin dördüncü fıkrasındaki şart
aranmaksızın, kamu davası açılır.
(6) Şüphelinin, edimini yerine getirmemesi hâlinde uzlaşma raporu veya belgesi,
9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununun 38 inci maddesinde yazılı ilâm
mahiyetini haiz belgelerden sayılır.
(7) Uzlaşmanın sağlanması hâlinde, soruşturma konusu suç nedeniyle tazminat davası
açılamaz; açılmış olan davadan feragat edilmiş sayılır.
Zamanaşımı
MADDE 24 – (1) Şüpheli, mağdur veya suçtan zarar görenden birine ilk uzlaşma
teklifinde bulunulduğu tarihten itibaren, uzlaştırma girişiminin sonuçsuz kaldığı ve en geç
uzlaştırmacının raporunu düzenleyerek Cumhuriyet savcısına verdiği tarihe kadar dava
zamanaşımı ile kovuşturma koşulu olan dava süresi işlemez.
(2) Uzlaşma teklifine süresi içerisinde cevap verilmemesi ya da teklifin reddedilmesi
hâlinde uzlaştırma girişimi sonuçsuz kalmış sayılır.
(3) Tarafların veya kanunî temsilcisi ya da vekilinin uzlaşma müzakerelerine
katılmaktan imtina etmesi, müzakereler sırasında taraflardan birinin yazılı veya sözlü olarak
uzlaşmadan vazgeçtiğini bildirmesi üzerine düzenlenen raporun Cumhuriyet savcısına
verildiği tarihten itibaren dava zamanaşımı ve kovuşturma koşulu olan dava süresi yeniden
işlemeye başlar.
(4) Uzlaştırmanın doğrudan Cumhuriyet savcısı tarafından yapılması hâlinde, üçüncü
fıkradaki nedenler gerçekleştiği takdirde, bu tarihten itibaren dava zamanaşımı ile kovuşturma
koşulu olan dava süresi yeniden işlemeye başlar. Cumhuriyet savcısı durumu tutanakla tespit
eder.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Mahkeme Aşamasında Uzlaşma
Mahkeme aşamasında uzlaştırma usulü
MADDE 25 – (1) Kamu davası açıldıktan sonra aşağıdaki durumların varlığı hâlinde,
uzlaştırma işlemleri soruşturma aşamasında belirtilen esas ve usule göre, mahkeme tarafından
yapılır:
a) Kovuşturma konusu suçun hukukî niteliğinin değişmesi nedeniyle uzlaşma
kapsamında olduğunun anlaşılması,
b) Soruşturma aşamasında uzlaşma teklifinde bulunulması gerektiğinin ilk olarak
mahkeme aşamasında anlaşılması,
c) Cumhuriyet savcısı tarafından iddianame düzenlenmeksizin doğrudan doğruya
mahkeme önüne gelen uzlaşmaya tâbi bir fiilin varlığı,
ç) Mahkeme aşamasında kanun değişikliği nedeniyle fiilin uzlaşma kapsamına girmesi.
(2) Mahkeme, uzlaştırma işlemlerine ilişkin tebligat ve yazışmaları duruşma gününü
beklemeksizin dosya üzerinden de yapabilir.
(3) Mahkeme aşamasında yapılan uzlaşma teklifi reddedilmesine rağmen, taraflar
uzlaştıklarını gösteren belge ile en geç duruşmanın sona erdiği açıklanıp hüküm verilmeden
önce mahkemeye başvurarak uzlaştıklarını beyan edebilirler.
Kovuşturmada bilgilendirme yükümlülüğü
MADDE 26 – (1) Mahkemece yapılacak uzlaşma teklifi, uzlaşmanın mahiyeti ile
uzlaşmayı kabul veya reddetmenin hukukî sonuçlarının yer aldığı bu Yönetmeliğin ekinde yer
alan Ek 1/c sayılı Uzlaşma Teklif Formunun ilgiliye imzalatılarak verilmesi ve formda yer
alan bilgilerin açıklanması suretiyle yapılır. Bu husus zapta geçirilerek bilgilendirme
yükümlülüğü yerine getirilir ve uzlaşma teklifinde bulunulduğuna ilişkin formun imzalı
örneği kovuşturma dosyası içine konulur.
Kovuşturma aşamasında uzlaşmanın hukukî sonuçları
MADDE 27 – (1) Uzlaşma gerçekleştiği takdirde, mahkeme, uzlaşma sonucunda
sanığın edimini def’aten yerine getirmesi hâlinde, davanın düşmesine karar verir.
(2) Edimin yerine getirilmesinin ileri tarihe bırakılması, takside bağlanması veya
süreklilik arzetmesi hâlinde; sanık hakkında, Kanunun 231 inci maddesindeki şartlar
aranmaksızın, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilir.
(3) Geri bırakma süresince zamanaşımı işlemez.
(4) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildikten sonra, uzlaşmanın
gereklerinin yerine getirilmesi hâlinde, açıklanması geri bırakılan hüküm ortadan kaldırılarak
davanın düşmesine karar verilir.
(5) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildikten sonra, uzlaşmanın
gereklerinin yerine getirilmemesi hâlinde, mahkeme tarafından, Kanunun 231 inci maddesinin
onbirinci fıkrasındaki şartlar aranmaksızın, hüküm açıklanır.
(6) Sanığın, edimini yerine getirmemesi hâlinde uzlaşma raporu veya belgesi, 2004
sayılı İcra ve İflas Kanununun 38 inci maddesinde yazılı ilâm mahiyetini haiz belgelerden
sayılır.
(7) Uzlaşmanın sağlanması hâlinde, kovuşturma konusu suç nedeniyle tazminat davası
açılamaz; açılmış olan davadan feragat edilmiş sayılır.
BEŞİNCİ BÖLÜM
Çeşitli ve Son Hükümler
Uzlaştırmacının yükümlülükleri
MADDE 28 – (1) Uzlaştırmacı:
a) Bağımsız ve tarafsız hareket eder, tarafların ortak yararlarını gözetir. Müzakerelerde
tarafların yeterli ve eşit fırsatlara sahip olmasına özen gösterir. Masumiyet karinesi gereğince
şüpheli ya da sanığın suçluluğu hakkında ön yargılı olamaz, şüpheli ya da sanığa karşı bir
tavır takınamaz.
b) Müzakerelere başlamadan önce taraflara; uzlaşmanın temel ilkelerini, kendisinin
tarafsızlığını, uzlaştırma süreci ve sonuçlarını, uzlaştırmacı ile tarafların uzlaştırmadaki
işlevlerini, gizlilik yükümlülüğünü açıklar ve süreci anlamalarını sağlar.
c) Tarafların birbirlerine saygılı davranmaları, müzakerelere iyi niyetle katılmaları ve
bildikleri hususları açıklamaları konusunda bilgilendirir.
ç) Uyuşmazlığın çözülmesi için taraflara yardımcı olur ve anlaşmalarını teşvik eder,
ancak baskı yapamaz. Herhangi bir tarafın leh veya aleyhine görüş bildiremez, tarafları
bağlayıcı bir karar veremez.
d) Tarafların hüküm ve sonuçlarını bilerek ve özgür iradeleriyle anlaşmaya varmalarını
sağlayacak uygun tedbirleri alır.
Uzlaştırmanın yapılacağı yer
MADDE 29 – (1) Uzlaştırma müzakereleri;
a) Kamu kurum ve kuruluşlarının bu amaçla ayrılan yerlerinde,
b) Tarafların kabul etmesi şartıyla uzlaştırmacının faaliyetlerini yürüttüğü büroda,
c) Tarafların menfaatlerine uygun, kendilerini huzurlu hissedecekleri güvenli bir
ortamda veya taraflarca kabul edilen bu işe uygun başka yerlerde,
gerçekleştirilebilir.
(2) Adlîye binalarında uzlaştırma müzakerelerinin yapılabilmesi amacıyla, imkânlar
ölçüsünde toplantı odaları tahsis edilebilir. Toplantı odalarının düzenlenmesi, büro
hizmetlerinin ve gerekirse güvenliğin sağlanması, uzlaştırma toplantıları için tahsis sıra ve
saatleri Cumhuriyet başsavcılığı tarafından yerine getirilir.
Uzlaştırmacıların eğitimi
MADDE 30 – (1) Görevlendirilecek kişilerin görevlerine başlamadan önce eğitim
almaları ve görev yaptıkları sürece eğitime tâbi tutulmaları sağlanır.
(2) Eğitim; alternatif uyuşmazlık çözümü ve müzakere becerileri ile yöntemlerini
geliştirmeyi, mağdur, suçtan zarar gören, şüpheli ya da sanık ile birlikte çalışmanın özel
koşulları ve ceza adaleti sistemi hakkında bilgi sahibi olma hususlarında yeterlilik
kazandırmayı amaçlamalıdır.
(3) Eğitimin konusu; görev yapacak kişilerin sahip olmaları gereken asgarî nitelikler,
bilgi düzeyi ve kişisel yeteneklerinin geliştirilmesinden oluşur. Uzlaştırmacı olarak
görevlendirilecek kişilere;
a) Uzlaştırmanın hukukî niteliği ve sonuçları,
b) Uzlaşmanın uygulama alanları,
c) İletişim esasları, soru ve müzakere teknikleri, müzakere yönetimi, uzlaştırma raporu,
ç) Uyuşmazlık analizi,
d) Uzlaşmaya tâbi suçlar,
e) Etik kurallar,
konularında eğitim verilir.
(4) Uzlaştırmacı olarak görevlendirilecek kişilerin eğitimi, Türkiye Adalet Akademisi,
Adalet Bakanlığı Eğitim Dairesi Başkanlığı, Türkiye Barolar Birliği, ilgili barolar ve bu
konuda eğitim veren üniversiteler ile işbirliği içerisinde yerine getirilir.
(5) Uzlaştırmacı olarak görevlendirilecek avukatların seçimi, eğitimi, uymakla yükümlü
oldukları etik kurallar ve standartları gösteren ilke ve esaslar, Türkiye Barolar Birliği
tarafından değerlendirilir.
Uzlaştırmacı ücreti ve giderler
MADDE 31 – (1) Uzlaştırmacıya soruşturma aşamasında Cumhuriyet savcısı,
kovuşturma aşamasında ise mahkeme tarafından masraflar hariç, Ceza Muhakemesi Kanunu
Gereğince Görevlendirilen Müdafi ve Vekillere Ödenecek Ücret Tarifesinde soruşturma
aşaması için belirlenen miktarın iki katını geçmemek üzere, uzlaştırmacının şüpheli veya
sanık ile mağdur veya suçtan zarar görenin; yaşı, olgunluğu, eğitimi, sosyal ve ekonomik
durumu gibi belirgin farklılıkları değerlendirmede ve tarafları uzlaştırmadaki becerisi, bu
süreçde gösterdiği çaba ve gayreti, harcadığı emek ve mesaisi gibi faktörlerin yanısıra
uyuşmazlığın kapsamı ve niteliği de dikkate alınarak çalışmasıyla orantılı makul bir ücret
belirlenir. Uzlaştırmacı tarafından zorunlu yol giderleri de dahil olmak üzere yapılan
masraflar anılan ücret tarifesinde soruşturma aşaması için belirlenen miktarı geçmeyecek
şekilde ayrıca ödenir.
(2) Görevlendirilen uzlaştırmacıya belirlenen ücret, uzlaştırma işlemleri sonunda
düzenlenecek raporun ibrazından sonra makul süre içerisinde Cumhuriyet savcısı veya hâkim
tarafından sarf kararı ile ödenir.
(3) Birden fazla uzlaştırmacının görevlendirildiği hâllerde takdir edilecek ücret bu
kişilere katkıları oranında paylaştırılır.
(4) Uzlaştırmacı ücreti ve diğer uzlaştırma giderleri, yargılama giderlerinden sayılır ve
bu giderler ilgili ödenekten karşılanır.
(5) Uzlaşmanın gerçekleşmemesi hâlinde uzlaştırmacı ücreti ve diğer uzlaştırma
giderleri hakkında Kanunun yargılama giderlerine ilişkin hükümleri uygulanır.
(6) Uzlaşmanın gerçekleşmesi hâlinde uzlaştırmacı ücreti ve diğer uzlaştırma giderleri
Devlet Hazinesi üzerinde bırakılır.
(7) Uzlaştırmacının çalışması karşılığında uzlaştırma ücreti talep etmediği hâllerde bu
madde hükümleri uygulanmaz.
Tutulacak kartonlar
MADDE 32
– (1) Cumhuriyet başsavcılıklarında uzlaşma sonucu verilen
kovuşturmaya yer olmadığına ve kamu davasının açılmasının ertelenmesine dair kararların;
mahkemelerde ise düşme ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair kararların bir
örneğinin saklandığı özel bir karton tutulur. Bu kartonlara konulacak karar nüshalarında
ilgisine göre Cumhuriyet savcısı ya da hâkimin imzası ile Cumhuriyet başsavcılığı ya da
mahkeme mührünün bulunması zorunludur.
Formların bastırılması ve dağıtımı
MADDE 33 – (1) Bu Yönetmeliğin ekinde yer alan Ek 1/a sayılı Uzlaşma Teklif Formu
dışındaki formlar, Cumhuriyet başsavcılıklarınca ilgili ödenek kaleminden harcama yapılmak
suretiyle yeterli sayıda bastırılarak mahkemelere ve Cumhuriyet savcılarına dağıtımı yapılır.
(2) Adlî kolluk tarafından yapılacak uzlaşma teklifi formlarının bastırılması ve dağıtımı
işlemleri, ilgili adlî kolluk tarafından yerine getirilir.
Kamuoyunun bilgilendirilmesi
MADDE 34 – (1) Uzlaşmanın mahiyeti, koşulları ve sonuçları ile uzlaşmaya tâbi suçlar
ve uzlaştırma süreci hakkında yol gösterici bilgileri içeren rehber kitapçık ve diğer
yöntemlerle kamuoyu bilgilendirilir.
Yürürlük
MADDE 35 – (1) Bu Yönetmelik yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
Yürütme
MADDE 36 – (1) Bu Yönetmelik hükümlerini Adalet Bakanı yürütür.
(İLGİLİ ADLÎ KOLLUK BİRİMİ)
UZLAŞMA TEKLİF FORMU
A. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 253’üncü maddesi çerçevesinde, soruşturma konusu ..
…………………………… suçunun uzlaşmaya tabi olması nedeniyle ………….. Cumhuriyet savcısı
…………………………………’ın tâlimatları doğrultusunda bu formun (D) bölümünde yer alan
uzlaşmanın mahiyeti ile uzlaşmayı kabul veya reddetmenin hukukî sonuçları aşağıda açık kimliği
belirtilen kişiye anlatılarak uzlaşma teklifinde bulunulmuştur. …/…./20…. Saat: ……..
Teklifte Bulunan
Adlî Kolluk Görevlisi
Adı Soyadı
Rütbesi-Sicil No
B. UZLAŞMA
TEKLİFİ YAPILAN
C. UZLAŞMA
TEKLİFİ YAPILAN
KİŞİNİN
1. (….) Mağdur
2. (….) Mağdurun Kanunî Temsilcisi
3. ( ....) Suçtan Zarar Gören
4. (….) Suçtan Zarar Görenin Kanunî Temsilcisi
5. (….) Şüpheli
6. (….) Şüphelinin Kanunî Temsilcisi
1. T.C. Kimlik No
2. Adı Soyadı
3. Baba Adı
4. Anne adı
5. Doğum Yeri ve Tarihi
6. Adres ve İletişim Bilgileri
D. Uzlaşmanın mahiyeti ile uzlaşmayı kabul veya reddetmenin hukukî sonuçları:
a) Uzlaşma, suçtan doğan zararın kısmen veya tamamen giderilmesi, eski hâlin iadesi veya hukuka uygun
maddî veya manevî diğer bir edim karşılığında ya da uzlaşmayı sağlayacak diğer bir usulle iki tarafın
anlaşmasıdır. Uzlaşmanın gerçekleşmesi durumunda mağdur ya da suçtan zarar görenin her türlü hukukî dava ve
takip haklarının sona ermesi karşılığında şüpheli hakkındaki suç soruşturması aşağıdaki koşullarla son
bulacaktır.
b) Uzlaştırma teklifini kabul ederek bu konuda karşı tarafla görüşme, suçu kabul veya haklarından
vazgeçme anlamına gelmez. Bu durum tarafların sahip oldukları haklarda bir kayba da yol açmaz.
c) Taraflar uzlaştırma teklifini kabul etseler dahi, görüşmeler sonucunda uzlaşmak zorunda olmayıp,
uzlaşma sağlanana kadar bu yöndeki iradelerinden vazgeçebilirler. Vazgeçme, hak kaybına yol açmaz.
ç) Uzlaşma teklifinde bulunulduktan itibaren en geç üç gün içinde teklifi yapan adlî kolluk görevlisine ya da
görevli Cumhuriyet savcısına karar bildirilmediği takdirde, teklif reddedilmiş sayılır.
d) Uzlaşma teklifi reddedilmesine rağmen taraflar, uzlaştıklarını gösteren belge ile en geç iddianamenin
düzenlendiği tarihe kadar Cumhuriyet savcısına başvurarak uzlaştıklarını beyan edebilirler.
e) Teklif kabul edilmesine karşın uzlaştırma girişimi başarılı olmadığı takdirde bir daha Cumhuriyet
savcısınca uzlaştırma yoluna başvurulamaz.
f) Uzlaşma teklifinde bulunulması veya teklifin kabul edilmesi, soruşturma konusu suça ilişkin delillerin
toplanmasına ve koruma tedbirlerinin uygulanmasına engel değildir.
g) Taraflar bizzat Cumhuriyet savcısı tarafından uzlaştırılabilecekleri gibi; uzlaştırmacı olarak Cumhuriyet
savcısı tarafından barodan bir avukatın görevlendirilmesi istenebilecek ya da Yönetmelikte nitelikleri belirlenen
hukuk öğrenimi görmüş bir kimse görevlendirilebilecektir. Tarafların üzerinde anlaştıkları bir avukat ya da
hukuk öğrenimi görmüş bir kişi var ise takdire göre onlar da tercih edilebilecektir.
ğ) Uzlaştırma müzakereleri sırasında tarafların konuyla ilgili olarak yapacakları açıklamalar mevcut
soruşturmada ve disiplinle ilgili olanlar da dahil olmak üzere, hiçbir soruşturma ve kovuşturmada ya da davada
delil olarak kullanılamaz.
h) Uzlaştırma müzakereleri gizli olarak yürütülür. Uzlaştırma müzakerelerine şüpheli, mağdur, suçtan zarar
görenler ile bu kişilerin kanunî temsilcisi, müdafi ve vekil katılabilir.
ı) Şüpheli, mağdur veya suçtan zarar görenin kendisi veya kanunî temsilcisinin ya da vekilin müzakerelere
katılmaktan imtina etmesi hâlinde, uzlaşmayı kabul etmemiş sayılır.
i) Uzlaşmanın tarafların özgür iradelerine dayandığı ve edimin hukuka uygun olduğu Cumhuriyet savcısı
tarafından belirlendiği takdirde, uzlaşma raporu veya belgesi hüküm ifade eder.
j) Uzlaşma gerçekleştiği ve edim def’aten yerine getirildiği takdirde, şüpheli hakkında kovuşturmaya yer
olmadığına dair kararı verilir. Bu husus, adlî sicile kaydedilmez.
k) Edimin yerine getirilmesinin ileri tarihe bırakılması, takside bağlanması veya süreklilik arz etmesi
hâlinde; Kanunun 171 inci maddesindeki şartlar aranmaksızın şüpheli hakkında kamu davasının açılmasının
ertelenmesi kararı verilir. Erteleme süresince dava zamanaşımı işlemez.
l) Kamu davasının açılmasının ertelenmesi kararı verildikten sonra, uzlaşmanın gereklerinin yerine
getirilmesi hâlinde, kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilir.
m) Kamu davasının açılmasının ertelenmesi kararı verildikten sonra, uzlaşmanın gereklerinin yerine
getirilmemesi hâlinde, Cumhuriyet başsavcılığı tarafından, Kanunun 171 inci maddesinin dördüncü fıkrasındaki
şartlar aranmaksızın kamu davası açılır.
n) Uzlaşmanın sağlanması hâlinde, soruşturma konusu suç nedeniyle tazminat, eski hâlin iadesi veya diğer
bir tazminat davası açılamaz. Açılmış olan davadan feragat edilmiş sayılır.
o) Uzlaştırmacı ücreti ve diğer uzlaştırma giderleri yargılama giderlerinden sayılır, ilgili ödenekten
karşılanır. Uzlaşmanın gerçekleşmesi durumunda, bu ücret ve giderler Devlet Hazinesi üzerinde bırakılır.
ö) Uzlaşmanın gerçekleşmemesi hâlinde uzlaştırmacı ücreti ve diğer uzlaştırma giderleri hakkında
Kanunun yargılama giderlerine ilişkin hükümleri uygulanır.
p) Şüphelinin edimini yerine getirmemesi hâlinde uzlaşma raporu veya belgesi 9/6/1932 tarihli ve 2004
sayılı İcra ve İflas Kanununun 38 inci maddesinde yazılı ilâm mahiyetinde belgelerden sayılır.
r) Şüpheli, mağdur veya suçtan zarar görenden birine ilk uzlaşma teklifinde bulunulduktan itibaren,
uzlaştırma girişiminin sonuçsuz kaldığı ve en geç uzlaştırmacının raporunu düzenleyerek Cumhuriyet savcısına
verdiği tarihe kadar dava zamanaşımı ile kovuşturma koşulu olan dava süresi işlemez.
s) Uzlaşma sağlanamadığı takdirde, Cumhuriyet savcısı, soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı
olup, üst sınırı bir yıl veya daha az süreli hapis cezasını gerektiren uzlaşmaya tabi suçlardan dolayı, yeterli
şüphenin varlığına rağmen, Kanunun 171 inci maddesinin üçüncü fıkrasındaki koşulların birlikte gerçekleşmesi
hâlinde kamu davasının açılmasının ertelenmesine karar verebilir.
E. Bu formun (D) bölümünde yer alan 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 253’üncü maddesi
çerçevesinde uzlaşmanın mahiyeti, uzlaşmayı kabul veya reddetmenin hukukî sonuçlarını anladım.
Formun bir örneğini aldım.
Şahsıma yapılan uzlaşma teklifini;
İnceleyip üç gün içinde beyanda bulunmak
…./…./20… Saat: ……. İmza
istiyorum.
Kabul ediyorum.
…./…./20… Saat: ……. İmza
Kabul etmiyorum.
…./…./20… Saat: ……. İmza
T.C.
………………. CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI
UZLAŞMA TEKLİF FORMU
A. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 253’üncü maddesi çerçevesinde, soruşturma konusu
……………………….………… suçunun uzlaşmaya tabî olması nedeniyle aşağıda açık kimliği
belirtilen kişiye bu formun (D) bölümünde yer alan uzlaşmanın mahiyeti ile uzlaşmayı kabul veya
reddetmenin hukuki sonuçları anlatılarak uzlaşma teklifinde bulunulmuştur. ..../…./20…. Saat: ……..
Teklifte Bulunan
Cumhuriyet Savcısının
Adı Soyadı
Sicil No
B. UZLAŞMA
TEKLİFİ YAPILAN
C. UZLAŞMA
TEKLİFİ YAPILAN
KİŞİNİN
1. (….) Mağdur
2. (….) Mağdurun Kanunî Temsilcisi
3. ( ....) Suçtan Zarar Gören
4. (….) Suçtan Zarar Görenin Kanunî Temsilcisi
5. (….) Şüpheli
6. (….) Şüphelinin Kanunî Temsilcisi
1. T.C. Kimlik No
2. Adı Soyadı
3. Baba Adı
4. Anne adı
5. Doğum Yeri ve Tarihi
6. Adres ve İletişim Bilgileri
D. Uzlaşmanın mahiyeti ile uzlaşmayı kabul veya reddetmenin hukuki sonuçları:
c) Uzlaşma, suçtan doğan zararın kısmen veya tamamen giderilmesi, eski hâlin iadesi veya hukuka uygun
maddî veya manevî diğer bir edim karşılığında ya da uzlaşmayı sağlayacak diğer bir usulle iki tarafın
anlaşmasıdır. Uzlaşmanın gerçekleşmesi durumunda mağdur ya da suçtan zarar görenin her türlü hukukî dava ve
takip haklarının sona ermesi karşılığında şüpheli hakkındaki suç soruşturması aşağıdaki koşullarla son
bulacaktır.
d) Uzlaştırma teklifini kabul ederek bu konuda karşı tarafla görüşme, suçu kabul veya haklarından
vazgeçme anlamına gelmez. Bu durum tarafların sahip oldukları haklarda bir kayba da yol açmaz.
c) Taraflar uzlaştırma teklifini kabul etseler dahi, görüşmeler sonucunda uzlaşmak zorunda olmayıp,
uzlaşma sağlanana kadar bu yöndeki iradelerinden vazgeçebilirler. Vazgeçme, hak kaybına yol açmaz.
ç) Uzlaşma teklifinde bulunulduktan itibaren en geç üç gün içinde teklifi yapan adlî kolluk görevlisine ya da
görevli Cumhuriyet savcısına karar bildirilmediği takdirde, teklif reddedilmiş sayılır.
g) Uzlaşma teklifi reddedilmesine rağmen taraflar, uzlaştıklarını gösteren belge ile en geç iddianamenin
düzenlendiği tarihe kadar Cumhuriyet savcısına başvurarak uzlaştıklarını beyan edebilirler.
h) Teklif kabul edilmesine karşın uzlaştırma girişimi başarılı olmadığı takdirde bir daha Cumhuriyet
savcısınca uzlaştırma yoluna başvurulamaz.
i) Uzlaşma teklifinde bulunulması veya teklifin kabul edilmesi, soruşturma konusu suça ilişkin delillerin
toplanmasına ve koruma tedbirlerinin uygulanmasına engel değildir.
g) Taraflar bizzat Cumhuriyet savcısı tarafından uzlaştırılabilecekleri gibi; uzlaştırmacı olarak Cumhuriyet
savcısı tarafından barodan bir avukatın görevlendirilmesi istenebilecek ya da Yönetmelikte nitelikleri belirlenen
hukuk öğrenimi görmüş bir kimse görevlendirilebilecektir. Tarafların üzerinde anlaştıkları bir avukat ya da
hukuk öğrenimi görmüş bir kişi var ise takdire göre onlar da tercih edilebilecektir.
ğ) Uzlaştırma müzakereleri sırasında tarafların konuyla ilgili olarak yapacakları açıklamalar mevcut
soruşturmada ve disiplinle ilgili olanlar da dahil olmak üzere, hiçbir soruşturma ve kovuşturmada ya da davada
delil olarak kullanılamaz.
h) Uzlaştırma müzakereleri gizli olarak yürütülür. Uzlaştırma müzakerelerine şüpheli, mağdur, suçtan zarar
görenler ile bu kişilerin kanunî temsilcisi, müdafi ve vekil katılabilir.
ı) Şüpheli, mağdur veya suçtan zarar görenin kendisi veya kanunî temsilcisinin ya da vekilin müzakerelere
katılmaktan imtina etmesi hâlinde, uzlaşmayı kabul etmemiş sayılır.
i) Uzlaşmanın tarafların özgür iradelerine dayandığı ve edimin hukuka uygun olduğu Cumhuriyet savcısı
tarafından belirlendiği takdirde, uzlaşma raporu veya belgesi hüküm ifade eder.
j) Uzlaşma gerçekleştiği ve edim def’aten yerine getirildiği takdirde, şüpheli hakkında kovuşturmaya yer
olmadığına dair kararı verilir. Bu husus, adlî sicile kaydedilmez.
k) Edimin yerine getirilmesinin ileri tarihe bırakılması, takside bağlanması veya süreklilik arz etmesi
hâlinde; Kanunun 171 inci maddesindeki şartlar aranmaksızın şüpheli hakkında kamu davasının açılmasının
ertelenmesi kararı verilir. Erteleme süresince dava zamanaşımı işlemez.
l) Kamu davasının açılmasının ertelenmesi kararı verildikten sonra, uzlaşmanın gereklerinin yerine
getirilmesi hâlinde, kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilir.
m) Kamu davasının açılmasının ertelenmesi kararı verildikten sonra, uzlaşmanın gereklerinin yerine
getirilmemesi hâlinde, Cumhuriyet başsavcılığı tarafından, Kanunun 171 inci maddesinin dördüncü fıkrasındaki
şartlar aranmaksızın kamu davası açılır.
n) Uzlaşmanın sağlanması hâlinde, soruşturma konusu suç nedeniyle tazminat, eski hâlin iadesi veya diğer
bir tazminat davası açılamaz. Açılmış olan davadan feragat edilmiş sayılır.
o) Uzlaştırmacı ücreti ve diğer uzlaştırma giderleri yargılama giderlerinden sayılır, ilgili ödenekten
karşılanır. Uzlaşmanın gerçekleşmesi durumunda, bu ücret ve giderler Devlet Hazinesi üzerinde bırakılır.
ö) Uzlaşmanın gerçekleşmemesi hâlinde uzlaştırmacı ücreti ve diğer uzlaştırma giderleri hakkında
Kanunun yargılama giderlerine ilişkin hükümleri uygulanır.
p) Şüphelinin edimini yerine getirmemesi hâlinde uzlaşma raporu veya belgesi 9/6/1932 tarihli ve 2004
sayılı İcra ve İflas Kanununun 38 inci maddesinde yazılı ilâm mahiyetinde belgelerden sayılır.
r) Şüpheli, mağdur veya suçtan zarar görenden birine ilk uzlaşma teklifinde bulunulduktan itibaren,
uzlaştırma girişiminin sonuçsuz kaldığı ve en geç uzlaştırmacının raporunu düzenleyerek Cumhuriyet savcısına
verdiği tarihe kadar dava zamanaşımı ile kovuşturma koşulu olan dava süresi işlemez.
s) Uzlaşma sağlanamadığı takdirde, Cumhuriyet savcısı, soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı
olup, üst sınırı bir yıl veya daha az süreli hapis cezasını gerektiren uzlaşmaya tabi suçlardan dolayı, yeterli
şüphenin varlığına rağmen, Kanunun 171 inci maddesinin üçüncü fıkrasındaki koşulların birlikte gerçekleşmesi
hâlinde kamu davasının açılmasının ertelenmesine karar verebilir.
E. Bu formun (D) bölümünde yer alan 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 253’üncü
maddesi çerçevesinde uzlaşmanın mahiyeti, uzlaşmayı kabul veya reddetmenin hukukî sonuçlarını
anladım. Formun bir örneğini aldım.
Şahsıma yapılan uzlaşma teklifini;
İnceleyip üç gün içinde beyanda bulunmak
…./…./20… Saat: ……. İmza
istiyorum.
Kabul ediyorum.
…./…./20… Saat: ……. İmza
Kabul etmiyorum.
…./…./20… Saat: ……. İmza
T.C.
………………. CEZA MAHKEMESİ
UZLAŞMA TEKLİF FORMU
A. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 253’üncü maddesi çerçevesinde, soruşturma konusu
……………………….… suçunun uzlaşmaya tabi olması nedeniyle aşağıda açık kimliği belirtilen
kişiye bu formun (D) bölümünde yer alan uzlaşmanın mahiyeti ile uzlaşmayı kabul veya reddetmenin
hukuki sonuçları anlatılarak uzlaşma teklifinde bulunulmuştur. .…/…./20…. Saat: ……..
Teklifte Bulunan
Hâkimin
Adı Soyadı
Sicil No
B. UZLAŞMA
TEKLİFİ YAPILAN
C. UZLAŞMA
TEKLİFİ YAPILAN
KİŞİNİN
1. (….) Mağdur
2. (….) Mağdurun Kanunî Temsilcisi
3. ( ....) Suçtan Zarar Gören
4. (….) Suçtan Zarar Görenin Kanunî Temsilcisi
5. (….) Sanık
6. (….) Sanığın Kanunî Temsilcisi
1. T.C. Kimlik No
2. Adı Soyadı
3. Baba Adı
4. Anne adı
5. Doğum Yeri ve Tarihi
6. Adres ve İletişim Bilgileri
D. Uzlaşmanın mahiyeti ile uzlaşmayı kabul veya reddetmenin hukuki sonuçları:
e) Uzlaşma, suçtan doğan zararın kısmen veya tamamen giderilmesi, eski hâlin iadesi veya hukuka uygun
maddî veya manevî diğer bir edim karşılığında ya da uzlaşmayı sağlayacak diğer bir usulle iki tarafın
anlaşmasıdır. Uzlaşmanın gerçekleşmesi durumunda mağdur ya da suçtan zarar görenin her türlü hukukî dava ve
takip haklarının sona ermesi karşılığında sanık hakkındaki kovuşturma aşağıdaki koşullarla son bulacaktır.
f) Uzlaştırma teklifini kabul ederek bu konuda karşı tarafla görüşme, suçu kabul veya haklarından
vazgeçme anlamına gelmez. Bu durum tarafların sahip oldukları haklarda bir kayba da yol açmaz.
g) Taraflar uzlaştırma teklifini kabul etseler dahi, görüşmeler sonucunda uzlaşmak zorunda olmayıp,
uzlaşma sağlanana kadar bu yöndeki iradelerinden vazgeçebilirler. Vazgeçme, hak kaybına yol açmaz.
ç) Uzlaşma teklifinde bulunulduktan itibaren en geç üç gün içinde teklifi yapan mahkemeye karar
bildirilmediği takdirde, teklif reddedilmiş sayılır.
d) Uzlaşma teklifi reddedilmesine rağmen, taraflar uzlaştıklarını gösteren belge ile en geç duruşmanın sona
erdiği açıklanıp hüküm verilmeden önce mahkemeye başvurarak uzlaştıklarını beyan edebilirler.
e) Teklif kabul edilmesine karşın uzlaştırma girişimi başarılı olmadığı takdirde bir daha mahkeme
uzlaştırma yoluna başvurulamaz.
f) Uzlaşma teklifinde bulunulması veya teklifin kabul edilmesi, kovuşturma konusu suça ilişkin delillerin
toplanmasına ve koruma tedbirlerinin uygulanmasına engel değildir.
g) Taraflar bizzat hâkim tarafından uzlaştırılabilecekleri gibi; uzlaştırmacı olarak hâkim tarafından barodan
bir avukatın görevlendirilmesi istenebilecek ya da Yönetmelikte nitelikleri belirlenen hukuk öğrenimi görmüş
bir kimse görevlendirilebilecektir. Tarafların üzerinde anlaştıkları bir avukat ya da hukuk öğrenimi görmüş bir
kişi var ise takdire göre onlar da tercih edilebilecektir.
ğ) Uzlaştırma müzakereleri sırasında tarafların konuyla ilgili olarak yapacakları açıklamalar mevcut
kovuşturmada ve disiplinle ilgili olanlar da dahil olmak üzere, hiçbir soruşturma ve kovuşturmada ya da davada
delil olarak kullanılamaz.
h) Uzlaştırma müzakereleri gizli olarak yürütülür. Uzlaştırma müzakerelerine sanık, mağdur, suçtan zarar
görenler ile bu kişilerin kanunî temsilcisi, müdafi ve vekil katılabilir.
ı) Sanık, mağdur veya suçtan zarar görenin kendisi veya kanunî temsilcisinin ya da vekilin müzakerelere
katılmaktan imtina etmesi hâlinde, uzlaşmayı kabul etmemiş sayılır.
i) Uzlaşmanın tarafların özgür iradelerine dayandığı ve edimin hukuka uygun olduğu mahkeme tarafından
belirlendiği takdirde, uzlaşma raporu veya belgesi hüküm ifade eder.
j) Uzlaşma gerçekleştiği ve edim def’aten yerine getirildiği takdirde, sanık hakkında davanın düşmesine
karar verilir. Bu husus, adli sicile kaydedilmez.
k) Edimin yerine getirilmesinin ileri tarihe bırakılması, takside bağlanması veya süreklilik arz etmesi
hâlinde; Kanunun 231 inci maddesindeki şartlar aranmaksızın, sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri
bırakılmasına karar verilir. Geri bırakma süresince dava zamanaşımı işlemez.
l) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildikten sonra, uzlaşmanın gereklerinin yerine
getirilmesi hâlinde, açıklanması geri bırakılan hüküm ortadan kaldırılarak davanın düşmesine karar verilir.
m) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildikten sonra, uzlaşmanın gereklerinin yerine
getirilmemesi hâlinde, mahkeme tarafından, Kanunun 231 inci maddesinin onbirinci fıkrasındaki şartlar
aranmaksızın, hüküm açıklanır.
n) Uzlaşmanın sağlanması hâlinde, kovuşturma konusu suç nedeniyle tazminat, eski hâlin iadesi veya diğer
bir tazminat davası açılamaz. Açılmış olan davadan feragat edilmiş sayılır.
o) Uzlaştırmacı ücreti ve diğer uzlaştırma giderleri yargılama giderlerinden sayılır, ilgili ödenekten
karşılanır. Uzlaşmanın gerçekleşmesi durumunda, bu ücret ve giderler Devlet Hazinesi üzerinde bırakılır.
ö) Uzlaşmanın gerçekleşmemesi hâlinde uzlaştırmacı ücreti ve diğer uzlaştırma giderleri hakkında
Kanunun yargılama giderlerine ilişkin hükümleri uygulanır.
p) Sanığın edimini yerine getirmemesi hâlinde uzlaşma raporu veya belgesi 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı
İcra ve İflas Kanununun 38 inci maddesinde yazılı ilâm mahiyetinde belgelerden sayılır.
r) Sanık, mağdur veya suçtan zarar görenden birine ilk uzlaşma teklifinde bulunulduktan itibaren,
uzlaştırma girişiminin sonuçsuz kaldığı ve en geç uzlaştırmacının raporunu düzenleyerek mahkemeye verdiği
tarihe kadar dava zamanaşımı ile kovuşturma koşulu olan dava süresi işlemez.
s) Uzlaşma sağlanamadığı takdirde, sanığa yüklenen soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı bir
suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, bir yıl veya daha az süreli hapis veya adlî para
cezası ise Kanunun 231 inci maddesinin altıncı fıkrasındaki koşulların birlikte gerçekleşmesi hâlinde hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir.
E. Bu formun (D) bölümünde yer alan 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 253’üncü
maddesi çerçevesinde uzlaşmanın mahiyeti, uzlaşmayı kabul veya reddetmenin hukukî sonuçlarını
anladım. Formun bir örneğini aldım.
Şahsıma yapılan uzlaşma teklifini;
İnceleyip üç gün içinde beyanda bulunmak
…./…./20… Saat: ……. İmza
istiyorum.
Kabul ediyorum.
…./…./20… Saat: ……. İmza
Kabul etmiyorum.
…./…./20… Saat: ……. İmza
UZLAŞTIRMA RAPORU ÖRNEĞİ
Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma No
:
Mahkeme Esas No
:
Uzlaştırmacının
:
Adı ve Soyadı
:
T.C. kimlik numarası
:
Adresi
:
Kayıtlı olduğu baro ve sicil numarası
:
Görevlendirme tarihi
:
Görevi tebellüğ tarihi
Dosya içindeki belgelerin birer örneğinin
verildiği / Uzlaştırma süresinin başladığı tarih
:
Ek süre verilme tarihi
:
Şüphelinin / Sanığın / Kanunî temsilcisinin
:
:
Adı ve Soyadı
:
T.C. kimlik numarası
:
Adresi
:
Müdafiin
:
Adı ve Soyadı
:
T.C. kimlik numarası
:
Adresi
:
Kayıtlı olduğu baro ve sicil numarası
:
Mağdur / Suçtan zarar görenin /
Kanunî temsilcisinin
:
Adı ve Soyadı
:
T.C. kimlik numarası
:
Adresi
:
Vekilin
:
Adı ve Soyadı
:
T.C. kimlik numarası
:
Adresi
:
Kayıtlı olduğu baro ve sicil numarası
:
Tercümanın
:
Adı ve Soyadı
:
T.C. kimlik numarası
:
Adresi
:
Taraflardan biri yabancı ülkede oturuyorsa
Türkiye’de göstereceği ikametgâhı
:
Taraflardan biri yabancı ve Türkiye’de göstereceği
bir ikametgâhı yok ise ülkesindeki ikametgâhı
:
Raporun düzenlendiği yer ve tarihi
:
Uzlaşma konusu suç / suçlar
:
Uzlaştırma sonucu
:
.....................................................................................................................................................
........
…………………………………………………………………………………………………
…….
…………………………………………………………………………………………………
…….
…………………………………………………………………………………………………
…….
…………………………………………………………………………………………………
…….
…………………………………………………………………………………………………
…….
…………………………………………………………………………………………………
…….
…………………………………………………………………………………………………
…….
…………………………………………………………………………………………………
…….
…………………………………………………………………………………………………
…….
…………………………………………………………………………………………………
…….
…………………………………………………………………………………………………
…….
…………………………………………………………………………………………………
…….
…………………………………………………………………………………………………
…….
…………………………………………………………………………………………………
…….
…………………………………………………………………………………………………
…….
…………………………………………………………………………………………………
…….
…………………………………………………………………………………………………
…….
…………………………………………………………………………………………………
…….
…………………………………………………………………………………………………
…….
…………………………………………………………………………………………………
…….
…………………………………………………………………………………………………
…….
…………………………………………………………………………………………………
…….
…………………………………………………………………………………………………
…….
…………………………………………………………………………………………………
…….
…………………………………………………………………………………………………
…….
…………………………………………………………………………………………………
…….
…………………………………………………………………………………………………
…….
Tarafların üzerinde anlaştıkları edimin yerine getirilme şekli ve zamanı /
Uzlaştırmanın başarısızlıkla sonuçlanması hâlinde nedenleri :
.....................................................................................................................................................
........
…………………………………………………………………………………………………
…….
…………………………………………………………………………………………………
…….
…………………………………………………………………………………………………
…….
…………………………………………………………………………………………………
…….
…………………………………………………………………………………………………
…….
…………………………………………………………………………………………………
…….
…………………………………………………………………………………………………
…….
…………………………………………………………………………………………………
…….
…………………………………………………………………………………………………
…….
…………………………………………………………………………………………………
…….
…………………………………………………………………………………………………
…….
…………………………………………………………………………………………………
…….
…………………………………………………………………………………………………
…….
…………………………………………………………………………………………………
…….
…………………………………………………………………………………………………
…….
…………………………………………………………………………………………………
…….
…………………………………………………………………………………………………
…….
…………………………………………………………………………………………………
…….
…………………………………………………………………………………………………
…….
…………………………………………………………………………………………………
…….
…………………………………………………………………………………………………
…….
…………………………………………………………………………………………………
…….
…………………………………………………………………………………………………
…….
…………………………………………………………………………………………………
…….
…………………………………………………………………………………………………
…….
…………………………………………………………………………………………………
…….
…………………………………………………………………………………………………
…….
…………………………………………………………………………………………………
…….
…………………………………………………………………………………………………
……...
…………………………………………………………………………………………………
……...
…………………………………………………………………………………………………
……...
Yapılan giderler:
İmzalar
Şüpheli / Sanık
:
Mağdur / Mağdurlar
:
Suçtan zarar gören
:
Müdafi
:
Vekil
:
Kanunî temsilci
:
Uzlaştırmacı
:
ONAY ŞERHİ
Tarih, mühür ve imza
Cumhuriyet savcısı / hâkim
ONAYLAMAMA GEREKÇESİ:
Tarih, mühür ve imza
Cumhuriyet savcısı / hâkim
Adalet Bakanlığından:
HÜKÜMLÜ VE TUTUKLULARIN ZİYARET EDİLMELERİ HAKKINDA
YÖNETMELİKTE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA
DAİR YÖNETMELİK
MADDE 1 – 17/6/2005 tarihli ve 25848 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Hükümlü
ve Tutukluların Ziyaret Edilmeleri Hakkında Yönetmeliğin 9 uncu maddesinin ikinci fıkrası
aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Hükümlü ve tutuklular, birinci fıkrada sayılanlar dışında kalan üç ziyaretçisinin adı ve
soyadı ile bilmesi hâlinde adresini ceza infaz kurumuna kabulünden ve kendisine bu hususun
tebliğ edildiği tarihten itibaren 10 gün içinde bildirir. Bu ziyaretçiler, ölüm, ağır hastalık,
doğal afet, hükümlü ve tutuklunun nakli ya da ziyaretçinin ziyaret olanağını ortadan
kaldıracak yerleşim yeri değişikliği gibi zorunlu hâller dışında değiştirilemez. Ceza infaz
kurumu yönetimince, gerekli görülmesi hâlinde bildirilen ziyaretçiler hakkında, ziyarette
bulunmalarında sakınca bulunup bulunmadığı konusunda kolluk aracılığıyla araştırma
yaptırılır. Sakıncalı görülenlere ziyaret izni verilmez ve yeni ziyaretçinin bildirilmesi istenir."
MADDE 2 – Aynı Yönetmeliğin 15 inci maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir.
"Hükümlü ve tutuklular, Bakanlıkça uygun görülen, dinî ve milli bayramlar ile özel
günlere mahsus olmak üzere, belirlenen tarihlerde, anne, baba, eş, çocuk, torun, büyükanne,
büyükbaba ve kardeşleriyle açık görüş yapabilir."
MADDE 3 – Aynı Yönetmeliğin 26 ncı maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları aşağıdaki
şekilde değiştirilmiştir.
"İzleme kurulu üyelerinden en az dört üyenin katılımıyla oluşan heyet ile infaz
hâkimleri ve görevleri çerçevesinde denetimli serbestlik personeli önceden izin almaksızın
ceza infaz kurumlarını ziyaret eder.
Bu ziyaret ve görüşmelerde güvenliği tehlikeye düşürmeyecek tedbirler kurum
yönetimince alınır. Ziyaret ve görüşmeler, kurum görevlilerinin gözetiminde yapılır. Ancak;
İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu, izleme kurulu üyeleri, infaz hâkimleri, denetimli
serbestlik personeli ve kanunlarla yetkili kılınmış heyet ve kişiler hükümlü ve tutuklularla
özel görüşme yapabilir."
MADDE 4 – Aynı Yönetmeliğin 30 uncu maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları
aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Denetim amacıyla Türkiye Cumhuriyetinin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerle
yetkisi kabul edilen kurum ve kuruluşların temsilcileri hükümlü ve tutukluları, ziyaret yapma
niyetini Bakanlığa önceden bildirmek suretiyle, ilgili sözleşme hükümleri ve ulusal
mevzuattaki usul ve esaslar çerçevesinde ziyaret edebilir. Heyet ziyaret sırasında hükümlü ve
tutuklularla özel olarak görüşebilir, kurumun her yerine girebilir. Ayrıca, heyetin hükümlü ve
tutukluların bulundukları yerler hakkındaki istediği tüm bilgiler kendilerine sağlanır.
Taraf olduğumuz sözleşmeler gereğince Ülkemize iade edilen Türk uyruklu hükümlü ve
tutuklular, Bakanlığın izniyle ve iadenin koşulu olmak şartıyla, iade eden ülkenin konsolosluk
memurunca ziyaret edilebilir. Bu ziyaret izninde karşılıklılık aranabilir, tercüman
yardımından faydalanılabilir."
MADDE 5 – Aynı Yönetmeliğin 40 ıncı maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Milletvekillerinin, ceza infaz kurumlarındaki yaşam şartlarını yerinde görerek
tespitlerde bulunmak, inceleme yapmak veya hükümlü ve tutuklular ile görüşmede bulunmak
amacıyla yapmış oldukları istemler, ceza infaz kurumu idaresine bilgi vermek koşuluyla
yerine getirilir. Milletvekilleri, hükümlü ve tutuklularla açık ziyaret şeklinde görüşebilir.
Ancak, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Üçüncü Kısım Beşinci Bölüm,
Dördüncü Kısım Dördüncü ve Beşinci Bölümleri ile 3713 sayılı Terörle Mücadele
Kanununda yer alan suçlardan tutuklu ve hükümlü olanlar ile bunların ceza infaz kurumunda
barındırıldıkları bölümler, yalnızca Türkiye Büyük Millet Meclisinin ilgili komisyon üyeleri
tarafından komisyon kararı ve görevi çerçevesinde ziyaret edilebilir."
MADDE 6 – Aynı Yönetmeliğin 41 inci maddesinin birinci fıkrasından sonra ikinci
fıkra olarak aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
"Yabancı uyruklu hükümlü ve tutukluların ziyaret ve avukat görüşlerinde, ücreti
taraflarca karşılanmak koşuluyla bir tercümandan veya o dili bilen bir gönüllünün
yardımından yararlanılabilir."
MADDE 7 – Bu Yönetmelik yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
MADDE 8 – Bu Yönetmelik hükümlerini Adalet Bakanı yürütür.
UYUŞMAZLIK MAHKEMESİ KARARLARI
Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:
ESAS NO : 2007/3
KARAR NO: 2007/64
KARAR TR : 7.5.2007
(Hukuk Bölümü)
ÖZET: 1 - Davanın çözümünde, aralarında uyuşmazlık çıkan yargı yerleri dışında kalan
üçüncü yargı düzenine dahil yargı yerinin görevli olduğunun saptanması halinde de,
Uyuşmazlık Mahkemesinin, görevli yargı yerini belirleme yetkisine sahip bulunduğu,
2 - Görevli bulunduğu askeri aracın uğradığı trafik kazası sonucunda ölen
P.Uzm.Çavuşun mirasçıları tarafından, destekten yoksunluk karşılığı maddi ve ayrıca manevi
tazminatın davalı idarece ödenmesine hükmedilmesi istemiyle açılan davanın ASKERİ
İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
KARAR
Davacılar : Kendisi Adına ve R.A. M.'ya Velayeten N.M. ve N.M.
Vekili : Av. Ü.G.
Davalı : Mili Savunma Bakanlığı
Vekili : Av. M.Ç.A.
O L A Y: Davacıların eşi ve babaları Vedat Mutlu, İç Güvenlik Tb. K. lığı emrinde
P.Uzm.Çvş. olarak görev yapmakta iken ve ağır silah atışından dönerken; içinde bulunduğu
P.Er F.A. yönetimindeki 247 685 plakalı Mercedes Unimog tipi Askeri aracın, yakın gelen
sivil bir araca çarpmamak için sürücünün ani manevrası ve yeni başlayan yağışın etkisiyle
kayarak devrilmesi sonucunda yaralanmış ve daha sonra da hastanede buna bağlı olarak
19.01.2006 günü gününde ölmüştür.
Davacılar vekilince, fazlaya ilişkin dava ve talep hakları saklı kalmak kaydıyla,
destekten yoksunluk karşılığı maddi ve ayrıca manevi olmak üzere toplam 75.000 YTL.
tazminatın, olay tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte, davalı idarece ödenmesi istemiyle,
26.4.2006 tarihli dilekçeyle adli yargı yerinde dava açılmıştır.
Davalı idare vekilince, birinci savunma dilekçesinde, davada idari yargının görevli
olduğu öne sürülerek görev itirazında bulunulmuştur.
ANKARA 5. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 28.6.2006 günlü celsesinde
E:2006/179 sayı ile, davalı idarenin görev itirazının reddine karar vermiştir.
Davalı idare vekilince, süresinde verilen dilekçe ile olumlu görev uyuşmazlığı
çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine dilekçe ve ekleri Danıştay
Başsavcılığına gönderilmiştir.
DANIŞTAY BAŞSAVCISI ; Anayasanın 125.maddesinde, İdarenin, kendi eylem ve
işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğunun belirtildiği, 2577 sayılı İdari
Yargılama Usulü Kanunumun 2.maddesinde idari dava türlerinin sayıldığı, bu maddenin (1-b)
bendinde de , idari eylem ve işlemlerden dolayı hakları muhtel olanlar tarafından açılacak tam
yargı davalarının, görüm ve çözümü İdari yargının görev alanına giren idari dava türleri
arasında gösterildiği, kamu hizmetini yürütmekle yükümlü kılınan kamu kuruluşunun, kamu
hizmetini yürütürken kişilere verdiği zararın tazminine ilişkin davada, kamu hizmetinin,
yöntemine ve hukuk kurallarına uygun olarak yürütülüp yürütülmediği, kamu yararına uygun
şekilde işletilip işletilmediği, sonuçta, hizmet kusuru ve idarenin sorumluluğunu gerektiren bir
husus olup olmadığının tayin ve tespitinin idari yargı yerlerine ait olduğu; olayda, davacının
asker olan eşinin görev dönüşü içinde bulunduğu askeri aracın takla atması sonucunda
yaralandığı ve daha sonra da hastanede buna bağlı olarak öldüğünün anlaşıldığı; Davacı,
eşinin, idarenin hizmet kusuru nedeniyle öldüğünü ileri sürerek tazminat isteğinde
bulunduğuna göre, olayda davalı idarenin hizmet kusurunun olup olmadığı ve davacının
tazminata hak kazanıp kazanmadığının saptanmasına ilişkin olan uyuşmazlığın, bu haliyle
1602 sayılı Yasanın 20/1 maddesi kapsamında da görülmesi olanağının bulunmadığı; bu
durumda, Milli Savunma Bakanlığına karşı açılan davanın görüm ve çözümü, idari işlem ve
eylemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılacak tam yargı davalarına bakmakla
görevli olan genel idari yargı yerlerine ait bulunduğundan, Ankara 5. Asliye Hukuk
Mahkemesinin, anılan Bakanlığın görev itirazının reddine ilişkin kararının kaldırılması
gerektiği gerekçesiyle, genel idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkarmış ve 2247
sayılı Yasa’nın 10. maddesine göre görev konusunun incelenmesini uyuşmazlık
Mahkemesinden istemiştir.
Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesinin üçüncü fıkrasına göre Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısından yazılı düşüncesi istenilmiştir.
YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Anayasanın 125/son madde ve
fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü
bulunduğunun kurala bağlandığı, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunun 2/1-b maddesi
gereğince idari eylem ve işlemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılan tam yargı
davalarının, idari dava türleri arasında sayıldığı; buna karşın, dava konusu zararın, kamu
idaresine ait aracın karayolu üzerinde işletilmesi sırasında meydana gelmiş olması nedeniyle,
görevli yargı yerinin belirlenebilmesi için konuya ilişkin özel düzenleme içeren Karayolları
Trafik Yasası hükümlerinin gözden geçirilmesinin gerektiği; 2918 sayılı Karayolları Trafik
Kanununun 85. maddesinin, değişik birinci fıkrasında "Bir motorlu aracın işletilmesi bir
kimsenin ölümüne veya yaralanmasına yahut bir şeyin zarara uğramasına sebep olursa,
motorlu aracın bir teşebbüsün unvanı veya işletme adı altında veya bu teşebbüs tarafından
kesilen biletle işletilmesi halinde, motorlu aracın işleteni ve bağlı olduğu teşebbüsün sahibi,
doğan zarardan müştereken ve müteselsilen sorumlu olurlar.” ve değişik beşinci fıkrasında
"İşleten ve araç işleticisi teşebbüsün sahibi, aracın sürücüsünün veya aracın kullanılmasına
yardımcı kişilerin kusurundan kendi kusuru gibi sorumludur." hükümlerini taşıdığı; 106.
maddesinde ise, "Genel bütçeye dahil dairelerle katma bütçeli idarelere, il özel idarelerine ve
belediyelere, kamu iktisadi teşebbüslerine ve kamu kuruluşlarına ait motorlu araçların sebep
oldukları zararlardan dolayı, bu Kanunun işletenin hukuki sorumluluğuna ilişkin hükümleri
uygulanır." hükmüne yer verildiği; anılan 85. maddeden, işleten ve teşebbüs sahibinin, bir
motorlu aracın işletilmesinden ve bu arada aracın sürücüsünün ve işletme yardımcılarının
eylem ve davranışlarından dolayı üçüncü kişilerin uğradıkları zararlardan, kusurlu olup
olmamalarına bakılmaksızın "tehlike esası"na göre sorumlu tutuldukları; 106. madde ile de,
maddede sayılan kamu kurum ve kuruluşlarının işleten gibi aynı hukuki sorumluluğa tabi
kılındığının anlaşıldığı; sözü edilen Yasa hükümlerinde, açıkça göreve ilişkin bir
düzenlemeye yer verilmediği gibi, esasen 85. maddedeki işletenin hukuki sorumluluğunun
zarar gören üçüncü kişiler bakımından ele alınmış olması karşısında, işleten veya teşebbüs
sahibi ile hizmet ilişkisi içinde bulunan araç sürücüsü veya diğer görevlilerin uğradıkları
zararlardan dolayı hukuki sorumluluğun genel hükümlere tabi bulunmasının doğal olduğu;
nitekim, Karayolları Trafik Kanunu'nun, hukuki sorumluluğa ilişkin diğer hükümlerinde, 85.
madde kapsamı dışında kalan hallerde genel hükümlerin uygulanacağına işaret edildiği;
belirtilen duruma göre, kamu kurumuna ait motorlu aracın kamu hizmetinin yürütülmesi
amacıyla işletilmesi sırasında, bir kamu görevlisinin yaralanması ya da ölmesi nedeniyle
uğranılan zararlardan dolayı, idarenin hizmet kusuru ya da objektif sorumluluk esasları
çerçevesinde sorumlu olup olmadığının yargısal denetiminin, idari eylemden doğan zararların
giderilmesi için açılacak bir tam yargı davası kapsamında idari yargı yerlerince yapılacağı
açık olduğundan Danıştay Başsavcılığının yapmış olduğu başvurunun kabulü ile Ankara
5.Asliye Hukuk Mahkemesinin görevlilik kararının kaldırılmasına karar verilmesi gerektiği
yolunda yazılı düşünce vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında,
Üyeler: Dr. Atalay ÖZDEMİR, M. Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Serap AKSOYLU, Z. Nurhan
YÜCEL, Abdullah ARSLAN ve Celal IŞIKLAR’ın katılımlarıyla yapılan 7.5.2007 günlü
toplantısında;
I-İLK İNCELEME : Başvuru dilekçesi ve ekleri üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27.
maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı Bakanlıkça anılan Yasa’nın 10.
maddesinde öngörülen şekilde görev itirazında bulunulduğu ve 12. maddede öngörülen süre
içinde başvurulduğu, bu nedenle Danıştay Başsavcısı tarafından Yasa’da öngörülen yönteme
uygun biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının
esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde
askeri idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili
Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay
Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada genel idari yargının; AYİM Savcısı Selahattin
KARAKAYA’nın ise askeri idari yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve sözlü
açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, görevli bulunduğu askeri aracın uğradığı trafik kazası sonucunda ölen
P.Uzm.Çavuşun mirasçıları tarafından, destekten yoksunluk karşılığı maddi ve ayrıca manevi
tazminatın davalı idarece ödenmesine hükmedilmesi istemiyle açılmıştır.
Anayasa’nın 125. maddesinin son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden
doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu kurala bağlanmış olup, idari eylem ve işlemlerden
dolayı kişisel hakları ihlâl edilenler tarafından açılacak tam yargı davalarının görüm ve
çözümünün idari yargı yerlerinin görevine girdiği tartışmasızdır.
Ancak, tazminatın konusunu oluşturan zararın kamu idaresine ait bir motorlu aracın
karayolu üzerinde işletilmesi sırasında meydana gelmiş olması nedeniyle, görevli yargı
yerinin belirlenebilmesi için konuya ilişkin özel düzenleme içeren Karayolları Trafik Kanunu
hükümlerinin gözden geçirilmesi gerekmektedir.
2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun, trafik kazalarına ilişkin yedinci kısmını
izleyen hukuki sorumluluk ve sigorta hakkındaki sekizinci kısmının, “İşleten ve Araç
İşleticisinin Bağlı Olduğu Teşebbüs Sahibinin Hukuki Sorumluluğu” başlıklı birinci
bölümünde aynı başlıkla yer alan 85. maddesi, değişik birinci fıkrasında “ Bir motorlu aracın
işletilmesi bir kimsenin ölümüne veya yaralanmasına yahut bir şeyin zarara uğramasına sebep
olursa, motorlu aracın bir teşebbüsün unvanı veya işletme adı altında veya bu teşebbüs
tarafından kesilen biletle işletilmesi halinde, motorlu aracın işleteni ve bağlı olduğu
teşebbüsün sahibi, doğan zarardan müştereken ve müteselsilen sorumlu olurlar.” ve değişik
beşinci fıkrasında “İşleten ve araç işleticisi teşebbüsün sahibi, aracın sürücüsünün veya aracın
kullanılmasına yardımcı kişilerin kusurundan kendi kusuru gibi sorumludur.”
hükümlerini taşımakta; aynı kısmın “Özel Durumlar” başlıklı üçüncü bölümünde
Devlete ve kamu kuruluşlarına ait araçların durumunu düzenleyen değişik 106. maddesinde
ise, “Genel bütçeye dahil dairelerle katma bütçeli idarelere, il özel idarelerine ve
belediyelere, kamu iktisadi teşebbüslerine ve kamu kuruluşlarına ait motorlu araçların sebep
oldukları zararlardan dolayı, bu Kanunun işletenin hukuki sorumluluğuna ilişkin hükümleri
uygulanır.” hükmüne yer verilmektedir.
Anılan 85. maddeden, işleten ve teşebbüs sahibinin, bir motorlu aracın işletilmesinden
ve bu arada aracın sürücüsünün ve işletme yardımcılarının eylem ve davranışlarından dolayı
üçüncü kişilerin uğradıkları zararlardan, kusurlu olup olmamalarına bakılmaksızın
“tehlike esası” na göre sorumlu tutuldukları; 106. madde ile de, maddede sayılan kamu kurum
ve kuruluşlarının işleten gibi aynı hukuki sorumluluğa tabi kılındığı anlaşılmaktadır.
Sözü edilen Yasa hükümlerinde, açıkça göreve ilişkin bir düzenlemeye yer verilmediği
gibi, esasen 85. maddedeki işletenin hukuki sorumluluğunun zarar gören üçüncü kişiler
bakımından ele alınmış olması karşısında, işleten veya teşebbüs sahibi ile hizmet ilişkisi
içinde bulunan araç sürücüsü veya diğer görevlilerin uğradıkları zararlardan dolayı hukuki
sorumluluğun genel hükümlere tabi olması doğaldır.
Nitekim, Karayolları Trafik Kanunu’nun hukuki sorumluluğa ilişkin diğer
hükümlerinde, 85. madde kapsamı dışında kalan hallerde genel hükümlerin uygulanacağına
işaret edilmiştir.
Belirtilen duruma göre, kamu kurumuna ait motorlu aracın kamu hizmetinin
yürütülmesi amacıyla işletilmesi sırasında bir kamu görevlisinin yaralanması ya da ölmesi
nedeniyle uğranılan zararlardan dolayı, idarenin hizmet kusuru ya da objektif sorumluluk
esasları çerçevesinde sorumlu olup olmadığının yargısal denetiminin, idari eylemden doğan
zararların giderilmesi için açılacak bir tam yargı davası kapsamında idari yargı yerlerince
yapılacağı açıktır.
Davada, idari yargı yerlerinden hangisinin görevli olduğuna gelince:
Anayasa’nın 157. maddesinde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin askeri olmayan
makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari
işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece
mahkemesi olduğu, ancak askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker
kişi olması şartının aranmayacağı belirtilmiş; 20.7.1972 tarih ve 1602 sayılı Yasa’nın
25.12.1981 tarih ve 2568 sayılı Yasa ile değişik 20. maddesinde de aynı hüküm yer almıştır.
Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin bir davaya bakabilmesi için dava konusu idari işlem ya
da eylemin “asker kişiyi ilgilendirmesi“ ve “askeri hizmete ilişkin bulunması” koşullarının
birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.
1602 sayılı Yasa’nın değişik 20. maddesinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli
bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman
çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurlar asker kişi sayılmaktadır.
İdari eylemin “askeri hizmete ilişkin bulunması”, eylemin kanun ve nizamların Türk
Silahlı Kuvvetlerine tanıdığı yetki ve görevlerin yerine getirilmesi amacına yönelik olması
anlamını taşımaktadır. Askeri nitelikteki idari eylemi de, askeri kural ve gerekler çerçevesinde
yürütülen askeri hizmet sırasındaki bir hareket, tutum veya meydana gelen ya da getirilen bir
olay olarak tanımlamak olanaklıdır.
İdari eylemin “asker kişiyi ilgilendirmesi” için, eylemin bir asker kişiye yönelmesi,
zarar verici etkilerini bir asker kişinin beden bütünlüğü veya malvarlığı sahasında meydana
getirmiş olması gerekir.
Olayda, askeri aracın tahsis edildiği hizmetin yürütülmesi sırasında araçta görevli
bulunan P.Uzm.Çavuşun ölümü dolayısıyla uğranılan zararların idarece tazmin edilmesi
istenildiğine göre, zararın askeri kural ve talimatlar çerçevesinde yürütülen bir hizmet
sırasında doğması ve asker kişinin bedeninde oluşması karşısında, davada idari eylemin
“askeri hizmete ilişkin bulunması” ve “asker kişiyi ilgilendirmesi” koşullarının birlikte
gerçekleştiği anlaşıldığından, uyuşmazlığa konu edilen davanın görüm ve çözümünde Askeri
Yüksek İdare Mahkemesi görevli bulunmaktadır.
Her ne kadar, adli yargı yerince verilen görevlilik kararı üzerine, Danıştay Başsavcısı
tarafından genel idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına karşılık;
açıklanan gerekçelerle görevin AYİM’e ait olması nedeniyle; Uyuşmazlık Mahkemesi’nin
yetki alanının belirlenmesi üzerinde durulması gerekmiştir. 2247 sayılı Uyuşmazlık
Mahkemesi’nin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun 1. maddesi hükmüne göre, Uyuşmazlık
Mahkemesi davaların çözümünde adli, idari ve askeri yargı yerleri arasında meydana gelen
görev ve hüküm uyuşmazlıklarında görevli yargı yerini tayin etmekle yükümlü kılınmış
olduğuna göre, görev uyuşmazlığı çıkaran yargı yerlerinin dışında kalsa bile Uyuşmazlık
Mahkemesi bu durumda görevli yargı yerini belli etme yetkisine sahiptir. Çünkü Uyuşmazlık
Mahkemesinin kuruluş amacı, mahkemelerin görevini tayin eden yasa kurallarının, yargılama
usulüne ve kamu düzenine ilişkin bulunması nedeniyle, davaya görevli olmayan
mahkemelerce bakılmasını önlemektir.
Bu nedenle, davanın çözümü idari yargı düzeninde yer alan AYİM’ e ait olduğundan,
Danıştay Başsavcılığının olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ilişkin başvurusunun
kabulüyle, Ankara 5.Asliye Hukuk Mahkemesinin görevlilik kararının kaldırılması
gerekmiştir.
SONUÇ: Davanın çözümünde ASKERİ YÜKSEK İDARİ YARGININ görevli
olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısının BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Ankara
5.Asliye Hukuk Mahkemesi’nce verilen 28.6.2006 gün ve E:2006/179 sayılı GÖREVLİLİK
KARARININ KALDIRILMASINA, 7.5.2007 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK
karar verildi.
Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:
ESAS NO : 2007/4
KARAR NO: 2007/53
KARAR TR : 2.4.2007
(Hukuk Bölümü)
ÖZET: 4077 Sayılı Yasanın 16. maddesine aykırılık nedeniyle, 25/8. maddesi uyarınca
verilen idari para ve durdurma cezasının iptali istemiyle açılan davanın, İDARİ YARGI
YERİNDE çözümlenmesinin gerektiği hk.
KARAR
Davacı: Rasa Güzellik Merkezleri Gıda Tur.İth.İhr.San.Tic.Ltd.Şti.
Vekili : Av. C.Ç.T.
Davalı : Sanayi ve Ticaret Bakanlığı (Tük. ve Rek. Kor. Gen. Müd.)
OLAY
: Reklam Kurulunun 13.12.2005 tarih ve 123 sayılı toplantısında alınan
ve Sanayi ve Ticaret Bakanlığının 23.12.2005 tarih 2005/286 sayılı onayı ile uygun bulunan
işlem ile, 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 4822 sayılı Kanun’la
değişik 16. maddesine muhalefet edildiğinden bahisle anılan Kanunun 17 ve 25/8. maddeleri
uyarınca idari para ve reklamları durdurma cezası verildiği hususu davacıya tebliğ edilmiştir.
Davacı vekili, idari para ve durdurma cezasının iptali istemiyle 1.3.2006 tarihinde adli
yargı yerinde itirazda bulunmuştur.
ANTALYA 2. SULH CEZA MAHKEMESİ ; 6.4.2006 gün ve Müt.E:2006/74,
Müt.K:2006/74 sayı ile, dosyadaki evrak üzerinde yapılan inceleme sonunda; Reklam
Kurulunun 13.12.2005 tarih ve 123 sayılı toplantısında alınan kararın Sanayi ve Ticaret
Bakanlığının 23.12.2005 tarih 2005/286 sayılı onayı ile uygun bulunarak, itiraz eden hakkında
4077 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun'un 4822 Sayılı Kanun'la değişik 16.
maddesinde öngörülen ticari reklam esaslarına aykırı reklam yapıldığı gerekçesi ile aynı
kanunun 25/8 maddesi uyarınca idari para cezası düzenlendiği, yapılan itirazın Kabahatler
Kanunun 3.maddesi gereğince genel hükümlere tabi olduğu, Anayasa Mahkemesi 5326 Sayılı
Kabahatler Kanunu'nun 3.maddesini 01/03/2006 tarih 2005/108 E.2006/35 K.sayılı kararı ile
Anayasa'ya aykırı olduğundan bahisle iptaline karar verdiği, 4077 sayılı Tüketicinin
Korunması Kanununun 25.maddesinde belirtilen idari para cezasını kimlerin vereceği ve buna
karşı itiraza ilişkin düzenlemenin mevcut olduğu, aynı Kanunun 26.maddesi gereğince de
İdari Mahkemelerinin görevli gösterildiği; bu gerekçeler doğrultusunda Tüketicinin
Korunması Kanununa dayalı olarak verilen idari para cezasının, mahkemelerinin
inceleyebileceği kararlardan olmadığı, itiraz edenin 4077 Sayılı Tüketicinin Korunması
Kanunun 26/c maddesi gereğince İdare Mahkemesine dava açmakta serbest olduğu
gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar kesinleşmiştir.
Davacı vekili, bu kez, aynı istemle 2.5.2006 tarihinde idari yargı yerinde dava
açmıştır.
ANKARA 10. İDARE MAHKEMESİ; 16.5.2006 gün ve E:2006/1254, K:2006/1420
sayı ile, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü kanununun 2. maddesinde, idari yargının görev
alanının, idari işlem ve eylemler ile genel hizmetlerden birinin yürütülmesi için yapılan idari
sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklardan doğan davalarla sınırlı
olduğu, 14. maddesinin 3/a bendinde, dava dilekçelerinin görev ve yetki yönünden
inceleneceği, b fıkrasında da yukarıdaki hususların ilk incelemeden sonra tespit edilmesi
halinde de davanın her safhasında 15. madde hükmünün uygulanacağı, 15. maddesinin 1/a
bendinde ise, adli ve askeri yargının görevli olduğu konularda açılan davaların reddine karar
verileceğinin kurala bağlandığı; toplum düzenini, genel ahlakı, genel sağlığı, çevreyi ve
ekonomik düzeni korumak amacıyla; kabahatlere ilişkin genel ilkeleri, kabahatler karşılığında
uygulanabilecek olan idari yaptırım türlerini ve sonuçlarını, kabahatler dolayısıyla karar alma
sürecini, idari yaptırıma ilişkin kararlara karşı kanun yolları ile idari yaptırım kararlarının
yerine getirilmesine ilişkin esasların belirlenmesi amacıyla yürürlüğe konulan 5326 sayılı
Kabahatler Kanunu'nun 2.maddesinde; "kanunun, karşılığında idari yaptırım uygulanmasını
öngördüğü haksızlık" Kabahat olarak tanımlanmış, 3. maddesinde; bu Kanunun genel
hükümlerinin diğer kanunlardaki kabahatler hakkında da uygulanacağı, 16. maddesinde;
kabahatler karşılığında uygulanacak olan idari yaptırımların, idari para cezası ve idari
tedbirlerden ibaret olduğunun belirtildiği; yukarıda sözü edilen Kanunun "Başvuru Yolu"
başlıklı 27. maddesinde ise; idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari
yaptırım kararlarına karşı, kararın tebliğ veya tefhimi tarihinden itibaren en geç on beş gün
içinde sulh ceza mahkemesine başvurulabileceği, geçici 2. maddesinde de, bu Kanunun
hükümlerinin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla idare mahkemelerinde dava açılarak iptali
istenen idarî yaptırım kararları hakkında uygulanmayacağının hükme bağlandığı, sözü edilen
5326 sayılı Kanunun 1.6.2005 tarihinde yürürlüğe girdiği; belirtilen yasal düzenlemeler
uyarınca; 1.6.2005 tarihinden itibaren, 5326 sayılı Yasada sayılan idari para cezası ve idari
tedbirlerden oluşan idari yaptırımlar ile diğer yasalarda yer alan idari yaptırımlara karşı,
Yasanın 19. maddesinde sayılan istisnai durumlar haricinde Sulh Ceza Mahkemeleri nezdinde
dava açılabileceği; bu durumda, dava, yukarıda adı geçen Kanunun yürürlüğe girdiği 1.6.2005
tarihinden sonra açılmış olduğundan, idare mahkemesince incelenme olanağının bulunmadığı
gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında,
Üyeler: M. Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Coşkun ÖZTÜRK, Serap AKSOYLU, Esen EROL,
Abdullah ARSLAN ve Levent ÖZÇELİK’in katılımlarıyla yapılan 02.04.2007 günlü
toplantısında;
I-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca
yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü,
E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve
İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun
uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’
ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın
mahkûmiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri
arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev
uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır.
Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında
yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari
niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık
Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…”açıkça belirtilmiştir.
Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı
başvuru konusu görev
uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.
Adli ve idari yargı yerleri arasında anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen biçimde
olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının 15. maddede belirtilen yönteme
uygun olarak davacı vekilinin istemi üzerine İdare Mahkemesince Uyuşmazlık Mahkemesi’ne
gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, görev
uyuşmazlığının esası incelenmelidir.
II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde
idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili
Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay
Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada idari yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve
sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, 4077 sayılı Yasa’nın 16. maddesine muhalefet edildiğinden bahisle, aynı
Yasa’nın 17 ve 25. maddesinin sekizinci fıkrası uyarınca idari para ve reklâmları durdurma
cezası verilmesine ilişkin davalı idare işleminin iptali istemiyle açılmıştır.
23.2.1995 tarih ve 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un “Amaç”
başlıklı 1. maddesinde “Bu Kanunun amacı, kamu yararına uygun olarak tüketicinin sağlık ve
güvenliği ile ekonomik çıkarlarını koruyucu, aydınlatıcı, eğitici, zararlarını tazmin edici,
çevresel tehlikelerden korunmasını sağlayıcı önlemleri almak ve tüketicilerin kendilerini
koruyucu girişimlerini özendirmek ve bu konudaki politikaların oluşturulmasında gönüllü
örgütlenmeleri teşvik etmeye ilişkin hususları düzenlemektir” denilmiş; 6.3.2003 tarih ve
4822 sayılı Kanun’la değişik 16. maddesinde, ticari reklâm ve ilânların kanunlara, Reklâm
Kurulu’nca belirlenen ilkelere, genel ahlaka, kamu düzenine, kişilik haklarına uygun, dürüst
ve doğru olmalarının esas olduğu, tüketiciyi aldatıcı, yanıltıcı veya onun tecrübe ve bilgi
noksanlıklarını istismar edici, tüketicinin can ve mal güvenliğini tehlikeye düşürücü, şiddet
hareketlerini ve suç işlemeyi özendirici, kamu sağlığını bozucu, hastaları, yaşlıları, çocukları
ve özürlüleri istismar edici reklâm ve ilânlar ve örtülü reklâm yapılamayacağı, aynı ihtiyaçları
karşılayan ya da aynı amaca yönelik rakip mal ve hizmetlerin karşılaştırmalı reklâmlarının
yapılabileceği, reklâm verenin, ticari reklâm veya ilânda yer alan somut iddiaları ispatla
yükümlü bulunduğu, reklâm verenlerin, reklâmcılar ve mecra kuruluşlarının bu madde
hükümlerine uymakla yükümlü oldukları belirtilmiş; 17. maddesinde, Reklâm Kurulu
konusundaki düzenlemeye yer verilmiş; 25. maddesinin 8. fıkrasında, 16 ncı maddeye aykırı
hareket edenler hakkında üç aya kadar tedbiren durdurma ve/veya durdurma ve/veya düzeltme
ve/veya 3.500.000.000 lira para cezası uygulanacağı, Reklâm Kurulu’nun, ihlalin niteliğine
göre bu cezaları birlikte veya ayrı ayrı verebileceği, 16 ncı maddeye aykırılık, ülke düzeyinde
yayın yapan yazılı, sözlü, görsel ve sair araçlar ile gerçekleşmiş ise, para cezasının on katı
olarak uygulanacağı kurala bağlanmış; 6.3.2003 tarih ve 4822 sayılı Kanun’la değişik 26.
maddesinin ikinci fıkrasında, bu Kanunda düzenlenen her türlü para cezasının, idari nitelikte
olduğu, bu cezalara karşı tebliğ tarihinden itibaren en geç yedi gün içerisinde yetkili idare
mahkemesine itiraz edilebileceği öngörülmüştür.
4077 sayılı Yasa’nın 26. maddesinde yer alan düzenleme karşısında, para cezalarına
karşı yapılacak itirazların görüm ve çözümünde idari yargı yerlerinin görevli olacağının
kabulü gerekir.
1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanunun diğer kanunlarda
düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri
üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın,
dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19.
maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen
idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine
ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza
mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli
yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir.
Daha sonra, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3.
maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla
iptal edilmiş ve gerekçeli kararı 22.7.2006 gün ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış
ve iptal hükmünün, kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra
yürürlüğe girmesine karar verilmiş; yasama organı tarafından iptal hükmü doğrultusunda
yasal düzenleme yapılmaması sürecinde, anılan madde hükmünün yürürlükte bulunduğu
düşüncesiyle, aynı doğrultuda karar verilmeye devam edilmiş; yasama organı tarafından,
Anayasa Mahkemesi’nce verilen altı aylık süre içinde iptal hükmü doğrultusunda yasal
düzenleme yapılması halinde ise, işaret edilen yargı yerinin yeni düzenlemenin yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren görevli olacağı belirtilmiştir.
Son olarak, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesini
değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde " (1) Bu Kanunun;
a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda
aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi
yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,
uygulanır" denilmiştir.
19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun,
idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine
hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin
gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.
Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir
müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının,
geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.
Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile
görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre
görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki
görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına
dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği
açıktır.
Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun
değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık
görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya
devam etmesi gerekir.
İncelenen uyuşmazlıkta, idari para cezasına ilişkin görevli mahkemeyi belirleyen yasa
kuralı değiştirilmiş ve yeni düzenleme 19.12.2006 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiş olduğuna
göre, görev kuralının geçmişe etkili olacağı yolundaki genel hukuk ilkesi karşısında, 4077
sayılı Yasa’nın 25. maddesine göre verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın görüm ve
çözümünde idari yargı yerinin görevli olduğu kuşkusuzdur.
Dava konusu işlemin, reklâmları durdurma cezası verilmesine ilişkin kısmına gelince;
Yasa’da, durdurma cezalarına karşı yapılacak itirazlara bakmakla adli yargı yerinin görevli
olduğu yolunda açık bir hükme yer verilmemiş bulunması karşısında, idarenin organları eliyle
uygulanan ve idari işlem niteliğini taşıyan durdurma cezası; 2577 sayılı İdari Yargılama
Usulü Kanunu’nun 2.maddesinin birinci fıkrasının “a” bendine göre, idari işlemler hakkında
yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı
menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları kapsamında olup, görüm ve
çözümünde idari yargı yerleri görevli bulunmaktadır.
Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması
gerekmiştir.
SONUÇ: Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle
Ankara 10. İdare Mahkemesi’nce verilen 16.5.2006 gün ve E:2006/1254, K:2006/1420 sayılı
GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 02.04.2007 gününde idari para cezası
yönünden OYBİRLİĞİ İLE, durdurma cezası yönünden, Üye Serap AKSOYLU’nun KARŞI
OYU ve OYÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi.
***
KARŞI OY
Dava, 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 16. maddesi
hükümlerine aykırılık nedeniyle anılan Yasanın 25/8. maddesi uyarınca verilen idari para ve
durdurma cezasının iptali istemiyle açılmıştır.
4077 sayılı Yasa’nın 23. maddesinin birinci fıkrasında, “Bu Kanunun uygulanmasıyla
ilgili olarak çıkacak her türlü ihtilaflara tüketici mahkemelerinde bakılır. Tüketici
mahkemelerinin yargı çevresi, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca belirlenir.” hükmüne
yer verilmiştir.
Yasa’nın “Ceza Hükümleri” başlıklı 25. maddesinde ise, Yasa hükümlerine aykırı
eylemlere uygulanacak ceza tür ve miktarları belirlenmiş; 8. bendinde “16 ncı maddeye aykırı
hareket edenler hakkında üç aya kadar tedbiren durdurma ve/veya durdurma ve/veya düzeltme
ve/veya 3.500.000.000 lira para cezası uygulanır. Reklam Kurulu, ihlalin niteliğine göre bu
cezaları birlikte veya ayrı ayrı verebilir. 16 ncı maddeye aykırılık, ülke düzeyinde yayın yapan
yazılı, sözlü, görsel ve sair araçlar ile gerçekleşmiş ise, para cezası on katı olarak uygulanır.”
kuralı yer almıştır.
Anılan Yasa’nın “Cezalarda Yetki, İtiraz ve Zamanaşımı” başlıklı 26. maddesinde de;
25’inci maddenin bir, dört, yedi, sekiz, dokuz ve onuncu fıkralarındaki cezaların Bakanlık
tarafından, diğer fıkralarındaki cezaların ise o yerin mülki amiri tarafından uygulanacağı, bu
Yasada düzenlenen her türlü para cezasının, idari nitelikte olduğu, bu cezalara karşı tebliğ
tarihinden itibaren en geç yedi gün içerisinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebileceği
kurala bağlanmıştır.
Yargılama usulünde görev konusu kamu düzenine ilişkin bulunduğundan, görevle
ilgili düzenlemelerin açık ve net olması, karışıklığa meydan vermemesi gerekmektedir.
Olayda, 4077 sayılı Yasa’nın 25. maddenin sekizinci fıkrası uyarınca verilmiş olan
durdurma cezasının iptali istenilmektedir.
Yukarıda yer alan hükümlerin birlikte değerlendirilmesinden, 4077 sayılı Yasa’nın 23.
maddesinde bu Yasanın uygulanmasıyla ilgili olarak çıkabilecek her türlü uyuşmazlıklara
Tüketici Mahkemelerinde bakılacağı belirtilerek, Yasa’nın uygulanması bakımından Tüketici
Mahkemelerinin genel görevli kılındığı, 26. maddeyle İdare Mahkemelerine yalnızca idari
para cezaları yönünden özel görev yüklendiği, dolayısıyla, 4077 sayılı Yasa’nın uygulanması
bakımından İdare Mahkemelerinin idari para cezaları ile sınırlı olarak görevli kılındığı, bunun
dışında kalan tüm uyuşmazlıkların Tüketici Mahkemelerince çözüme kavuşturulacağı
sonucuna ulaşılmaktadır.
4077 sayılı Yasa uyarınca; davanın, davacı Şirkete verilen durdurma cezasının iptali
istemiyle açılan kısmının aynı Yasa’nın 23. maddesiyle verilen görev kapsamında Tüketici
Mahkemesince çözümlenmesi gerektiği görüşüyle, uyuşmazlığın çözümünde idari yargının
görevli olduğu yolundaki karara katılmıyorum.
ÜYE
Serap AKSOYLU
***
Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:
ESAS NO : 2007/5
KARAR NO: 2007/54
KARAR TR : 2.4.2007
(Hukuk Bölümü)
ÖZET: 4925 sayılı Karayolu Taşıma Kanunu uyarınca verilen idari para
cezasına karşı yapılan itirazın İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi
gerektiği hk.
KARAR
Davacı : E.D.
Vekilleri
: Av. M.Ç. Av.M.V.
Davalı : Ulaştırma Bakanlığı, Antalya Ulaştırma Bölge Müdürlüğü
OLAY
: Antalya Ulaştırma Bölge Müdürlüğü’nün 6.6.2006 gün ve 180518
sayılı işlemi ile, yetki belgesiz taşıma yaptığının tespit edildiğinden bahisle 4925 sayılı
Karayolu Taşıma Kanunu’nun 26. maddesinin (a) bendi uyarınca davacı adına idari para
cezası verilmiştir.
Davacı vekili, idari para cezası verilmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle idari yargı
yerinde dava açmıştır.
ANTALYA 1. İDARE MAHKEMESİ TEK HAKİMİ ; 6.7.2006 gün ve E:2006/2142;
K:2006/967 sayı ile, uyuşmazlık hakkında görevli yargı yerinin belirlenmesi için 1.6.2005
tarihinde yürürlüğe giren 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun irdelenmesi gerektiği,
Kabahatler Kanunu’nun 2., 3., 16., 27., geçici 2., geçici 3. maddeleri ile Kanunun
gerekçesinden ve TBMM Adalet Komisyonu Raporundan söz ederek, Kabahatler
Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 1.6.2005 tarihinden itibaren idari para cezalarına karşı açılan
davaların, Kabahatler Kanunu kapsamında olduğu ve idari yaptırım olarak para cezası
öngören kanunlarda itiraz yeri olarak idare mahkemeleri gösterilmiş olsa dahi görüm ve
çözümünün adli yargı yerlerinin görev alanına girdiği sonucuna ulaşıldığı gerekçesiyle
görevsizlik kararı vermiş; bu karar, itiraz edilmeyerek kesinleşmiştir.
Davacı vekili, bu kez, söz konusu para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda
bulunmuştur.
ANTALYA 1. SULH CEZA MAHKEMESİ; 18.10.2006 gün ve E:2006/1488,
K:2006/1488 sayı ile, Anayasa Mahkemesi’nin 2005/108 Esas, 2006/35 Karar sayılı 1.3.2006
tarihli kararı ile Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesinin iptal edildiği, bu iptal kararı ile idari
para cezalarına karşı başvuru yolu konusunda 1 Haziran 2005 tarihi öncesindeki uygulamaya
büyük oranda geri dönüldüğü, buna göre, idari para cezasının kaynağı olan Yasada, kişiler
hakkında idare tarafından verilen idari para cezalarına karşı itiraz yolu açık biçimde sulh ceza
mahkemeleri olarak belirlenmemiş ise, idarenin her türlü eylem ve işlemlerinin hukuksal
denetimini yapmakla görevli mahkemelerin, (Anayasamızın ilgili hükümleri ve İdare
Mahkemelerinin Kuruluşu Hakkındaki Kanun hükümlerinden yola çıkılarak) idare
mahkemeleri olduğu hukuksal sonucuna ulaşılabileceği, itiraz eden hakkında düzenlenen idari
para cezasının dayanağı olan yasada sulh ceza mahkemesinin görevli olduğu yönünde özel bir
hüküm bulunmadığından, Mahkemelerinin görevsiz olduğunun anlaşıldığı, Kabahatler
Kanunu’nun 3.maddesinin Anayasa Mahkemesi’nin yukarıda anılan kararı ile iptal edilmesi
de dikkate alınarak ve mahkemelerin görevi kamu düzeni ile ilgili olduğundan ve
yargılamanın her aşamasında verilebileceğinden, resen görev yönü ile itiraz dosyasının ele
alınıp incelendiği, yapılan inceleme sonucu da itiraz eden hakkında uygulanan idari para
cezasının dayanağı olan özel Yasada Mahkemeleri özel olarak görevlendirilmediğinden,
yapılan itirazı değerlendirme ve sonuçlandırma görevinin idare mahkemesine ait olduğu
gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar itiraz edilmeyerek kesinleşmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında,
Üyeler: M. Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Coşkun ÖZTÜRK, Serap AKSOYLU, Esen EROL,
Abdullah ARSLAN ve Levent ÖZÇELİK’in katılımlarıyla yapılan 2.4.2007 günlü
toplantısında;
I-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca
yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü,
E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve
İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun
uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’
ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın
mahkûmiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri
arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev
uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır.
Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında
yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari
niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık
Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...”açıkça belirtilmiştir.
Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev
uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.
Adli ve idari yargı yerleri arasında anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen biçimde
olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, adli yargı dosyasının 15. maddede belirtilen yönteme
uygun olarak davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece; idari
yargı kararının kesinleşme durumunu gösteren onaylı bir örneğinin Başkanlık yazısı üzerine
Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı
anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde
idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili
Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay
Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü ve
yazılı açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, 4925 sayılı Kanun’un 26. maddesinin (a) bendine göre verilen idari para
cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.
10.7.2003 gün ve 4925 sayılı Karayolu Taşıma Kanunu’nun “Amaç” başlıklı 1.
maddesinde, “Bu Kanunun amacı; karayolu taşımalarını ülke ekonomisinin gerektirdiği
şekilde düzenlemek, taşımada düzeni ve güvenliği sağlamak, taşımacı, acente ve taşıma işleri
komisyoncuları ile nakliyat ambarı ve kargo işletmeciliği ve benzeri hizmetlerin şartlarını
belirlemek, taşıma işlerinde istihdam edilenlerin niteliklerini, haklarını ve sorumluluklarını
saptamak, karayolu taşımalarının, diğer taşıma sistemleri ile birlikte ve birbirlerini
tamamlayıcı olarak hizmet vermesini ve mevcut imkânların daha yararlı bir şekilde
kullanılmasını sağlamaktır.” denilmiş; 26. maddesinin (a) bendinde, bu Kanunun 5 inci
maddesine göre yetki belgesi almadan taşıma işinde faaliyette bulunanlara beşmilyar lira para
cezası verileceği kurala bağlanmış; 30. maddesinde, para cezalarına karşı tebliğ tarihinden
itibaren otuz gün içerisinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebileceği, itiraz üzerine
verilen kararların kesin olduğu belirtilmiştir.
4925 sayılı Yasa’nın 30. maddesindeki düzenleme karşısında, para cezalarına karşı
yapılacak itirazların görüm ve çözümünde idari yargı yerlerinin görevli olacağının kabulü
gerekir.
1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanun’un diğer kanunlarda
düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri
üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın,
dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19.
maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen
idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine
ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza
mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli
yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir.
Daha sonra, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3.
maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla
iptal edilmiş ve gerekçeli kararı 22.7.2006 gün ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış
ve iptal hükmünün, kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra
yürürlüğe girmesine karar verilmiş; yasama organı tarafından iptal hükmü doğrultusunda
yasal düzenleme yapılmaması sürecinde, anılan madde hükmünün yürürlükte bulunduğu
düşüncesiyle, aynı doğrultuda karar verilmeye devam edilmiş; yasama organı tarafından,
Anayasa Mahkemesi’nce verilen altı aylık süre içinde iptal hükmü doğrultusunda yasal
düzenleme yapılması halinde ise, işaret edilen yargı yerinin yeni düzenlemenin yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren görevli olacağı belirtilmiştir.
Son olarak, 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3 üncü maddesini
değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde " (1) Bu Kanunun;
a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda
aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi
yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,
uygulanır." denilmiştir.
19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun,
idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine
hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin
gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.
Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir
müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının,
geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.
Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile
görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre
görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki
görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına
dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği
açıktır.
Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun
değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık
görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya
devam etmesi gerekir.
İncelenen uyuşmazlıkta, idari para cezasına ilişkin görevli mahkemeyi belirleyen yasa
kuralı değiştirilmiş ve yeni düzenleme 19.12.2006 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiş olduğuna
göre, görev kuralının geçmişe etkili olacağı yolundaki genel hukuk ilkesi karşısında, 4925
sayılı Yasa’nın 26. maddesine göre verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın görüm ve
çözümünde idari yargı yerinin görevli olduğu kuşkusuzdur.
Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması
gerekmiştir.
SONUÇ: Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle
Antalya 1. İdare Mahkemesi’nce verilen 6.7.2006 gün ve E:2006/2142, K:2006/967 sayılı
GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 2.4.2007 gününde OYBİRLİĞİ İLE
KESİN OLARAK karar verildi.
***
Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:
ESAS NO : 2007/6
KARAR NO: 2007/117
KARAR TR : 2.7.2007
(Hukuk Bölümü)
ÖZET: İdari yargı yerinde kişiler aleyhine dava açılmasına olanak bulunmadığı ve şahsi
kusuruna dayanılarak doğrudan doğruya özel şirket ve kamu görevlisinin aleyhine açılan
tazminat davasının, özel hukuk hükümlerine göre ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesinin gerektiği hk.
KARAR
Davacı : Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü
Vekili : Av .M.S.
Davalılar
:1- Zorlu İnşaat Ve San. Ltd. Şti., 2- M.H.E. 3- A.R.G. 4- M.B., 5R.B., 6- H.A.
OLAY
:Davacı İdare tarafından; Gaziantep-0ğuzeli-Yazılı Köyü Kanalizasyon
İnşaatı İşi’nin Köy Hizmetleri Gaziantep İl Müdürlüğü'nün yıllık yatırım programları
dahilinde 1997 ve 1998 yıllarında iki kısım halinde emanet olarak taşeronlara yaptırıldığı; işin
bir kısmının 25.08.1997 olur tarihli ek programa emanet olarak alındığı, 12.09.1997 tarihli
onay belgesi ile 9.800,00 YTL tutarındaki ödenek ve keşfi kapsamında yapımına onay
verildiği; İI Müdürlüğü'nün 18.09.1997 tarihli olurları ile işin yürütülmesinden sorumlu
Emanet Komisyonu ve işin ihalesini yapacak olan ihale komisyonunun kurulduğu; Emanet
Komisyonunun, davalılardan Ahmet Raif GÜL(Eski İnş. İsk.Şb.Müdürü), Mustafa Haşim
EKMEKÇl (İnş. Müh.İşin Kontrolü), Münir BİLİM (Topoğraf Üye), Recep
BOSTANCIERİ(Fon Veznedarı Üye) den oluştuğu; İhale Komisyonunun 24.09.1997 tarihli
kararı ile söz konusu işin %8,30 oranında tenzilat ile Zorlu inşaat firmasına ihale edildiği;
Bölge Müdürlüğü'nün 01.10.1997 tarih ve 23306 sayılı oluru ile bu ihalenin onaylanarak,
24.10.1997 tarihinde firmaya işyeri tesliminin yapıldığı; Emanet Komisyonunun kararı ile R3R34 No'lu logarlar arası ile fosseptik temel kazısının üstten 1 mt dışında kalan 2,5 mt'lik
kısmının ve diğer tüm kazıların zemin sert olduğundan el ile kazılmasına karar verildiği; İl
Müdürlüğünce, davalılardan Zorlu İnşaat firmasına, inşaatta bazı eksikliklerin tespit edildiği
ve bunların giderilmesi gerektiğine dair uyarı yazısı yazıldığı; daha sonra ilk yazının
gereklerinin yerine getirilmediği ve projeye uygun olmayan diğer imalatların projeye uygun
hale getirilmesi için yeniden yazılarak şifahi uyarıların dışında, davalı firmanın iki kez yazılı
olarak uyarıldığı; İI Müdürlüğünün Bölge Müdürlüğü'ne yazdığı yazı ile, inşaatın 1 No'lu
hakediş raporunun düzenlenerek bu hakedişten 4.500,00 YTL'nin emanete alınarak ikinci bir
yazıda serbest bırakılmasının talep edildiği, daha sonraki yazılarla bu emanetin serbest
bırakıldığı; 08.09.1997 tarih ve 711/21839 sayılı Bölge Müdürlüğü oluru ile kurulan
Komisyonca 08.04.2002 tarihinde işin kesin kabulünün yapılarak, 18.07.2003 tarihinde Bölge
Müdürlüğü'nce onaylandığı; ancak söz konusu tesis hakkında Teftiş Kurulu'na yapılan şikayet
üzerine inceleme başlatıldığı; yapılan inceleme kapsamında; 07.08.2003 tarih ve 33 sayılı
Müfettişlik talimatı doğrultusunda Çevre Mühendisi tarafından düzenlenen 11.08.2003 tarihli
teknik raporda; yapılan imalatlar ile tasdikli proje arasında büyük farklılıkların olduğu, proje
disiplininin sağlanmadığı, projede hatalar ve daha sonra da tadilat yapıldığı, ancak tadilattan
sonra onaylanan projeye imalat aşamasında uyulmadığı, dolayısı ile gerek projeden
kaynaklanan hatalardan, gerekse projenin sahaya aplikasyonu sırasındaki uygulama
hatalarından dolayı, projenin ilk noktasından itibaren gerekli kazı derinlikleri
sağlanmadığından tesisin çalışmadığı, daha sonra problemi gidermek için Köy Hizmetleri İl
Müdürlüğü ekiplerince herhangi bir projeye bağlı kalmadan afaki bir şekilde yeni bir
kanalizasyon şebeke ağının döşendiği, mevcut iki adet 1500 kişilik çürütme tip fosseptiklere
bağlandığı, bu tesisin halen çalıştığı bu uygulama sırasında 1998 yılında müteahhit Lider
İnşaatın yaptığı ve vaziyet planında 57/1 ve 57 nolu rogarlar ile bunların arasındaki 35
metrelik q200'lük hattın kullanıldığı, 1997 ve 1998 yılında yapılan 1500 kişilik fosseptiklerin
kullanıldığı, bunun dışında 1997 ve 1998 yılında ihale kapsamında müteahhit firmalarca
yapılan tüm imalatların projesine, teknik şartnameye, fen ve sanat kaidelerine uygun olarak
yapılmadığından tesisin çalışmamış olduğu; imalatların atıl kaldığı, atıI kalan imalatlara
ödenen miktarların hakediş tarihi ve No'su itibariyle hesaplandığı; 1997 yılında yapılan atıl
imalatlar:4 Aralık 1997 tarihli hakedişten çıkarılan rakamlarla; (ödenen tutar-ödenmesi
gereken tutar) + zayi edilen büz bedeli = atıl imalat tutarı olarak;(5.939.070.8993.609.899.382)+426.003.173=2.755,18YTL (2.755.184.690.TL) olarak tespit edildiği; Teftiş
Kurulu Başkanlığı'nca davaya konu inşaatla ilgili iddiaların incelenmesi sonucu düzenlenen
30.03.2004 gün ve 3-4 sayılı inceleme raporu sonucu; davacı kurumun uğradığı zararın
fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla, bu miktarın ödeme tarihinden itibaren faizi ile
birlikte, bu zararın oluşmasında ihmal ve sorumluluklarının bulunması nedeniyle davalı firma
Zorlu Inş. Ve San.Ltd.Şti. ile; komisyon başkan ve üyeleri; Başkan İnş.İsk.Şb.Md. Ahmet
Arif GÜL, üye Inş.Müh.Mustafa Haşim EKMEKÇİ, Topoğraf üye Münir BİLİM ,üye fon
veznedarı Recep BOSTANCIERİ'den ve 1999 yılında tesisin niçin çalışmadığı ve kabulünün
yapılıp yapılmaması hususlarını araştırmadan pür emanet olarak yeniden yapılması kararı
vererek işi pür emanet olarak yeniden yaptırmak suretiyle sorumluluğu bulunan İl
Müdürü(eski) Hüseyin AKAY'dan müşterek ve müteselsilen tahsil edilmesi istemiyle
4.11.2004 gününde adli yargı yerinde dava açılmıştır,
GAZİANTEP 2.SULH HUKUK MAHKEMESİ; 28.11.2005 gün ve E:2004/1610,
K:2005/1903 sayı ile, davacı vekilinin Mahkemelerine vermiş olduğu dava dilekçesinde, Köy
Hizmetleri tarafından Gaziantep-Oğuzeli Yazılı Köyü kanalizasyon inşaatı işi Köy Hizmetleri
Gaziantep İl Müdürlüğünün yıllık genel idare yatırım programları dahilinde 1997 ve 1998
yıllarında iki kısım halinde emanet olarak taşeronlara yaptırıldığını, söz konusu işin %8,30
oranında tenzilatı ile Zorlu İnşaat Firmasına ihale edildiğini, 24.10.1997 tarihinde firmaya
işyeri teslimi yapıldığını, söz konusu tesis hakkında Teftiş Kuruluna yapılan şikayet üzerine
yapılan inceleme doğrultusunda yapılan imalatlar ile tasdikli proje arasında büyük
farklılıkların olduğunu, daha sonra projede tadilat yapıldığını, projeye uyulmadığından tesisin
çalışmadığını, daha sonra Köy Hizmetleri İl Müdürlüğü ekiplerince herhangi bir projeye bağlı
kalmadan afaki bir şekilde yeni bir kanalizasyon şebeke ağı döşendiğini, fakat tesisin yine de
çalışmadığını, bu imalatların atıl kaldığını, idarenin uğradığı 2.755.184.690 TL zararın
davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ettiğini; davalılar vekilinin vermiş olduğu cevap
dilekçelerinde, bu tür davaya bakmakla görevli Mahkemenin Gaziantep İdare Mahkemesi
olduğunu, bu nedenle davanın görev yönünden reddine karar verilmesini talep ettikleri;
dosyanın incelenmesinden, davanın Projeli taahhüt işine dayanak edilen işlerin sonucu ortaya
çıkan tazminat davası olduğu, bu tür davalara bakmakla görevli Mahkemenin İdare
Mahkemeleri olduğunun görüldüğü; Mahkemelerince de dava dilekçesinin görev yönünden
reddine karar verilmesi vicdani kanaatine varıldığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu
karar, itiraz edilmeyerek kesinleşmiştir.
Davacı vekili aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.
GAZİANTEP 1. İDARE MAHKEMESİ(TEK HAKİM); 10.11.2006 gün ve
E:2006/2495 sayı ile, Davacı vekili tarafından, Gaziantep ili Oğuzeli İlçesi Yazılı Köyü
kanalizasyon işinin bir kısmının, yapılan ihale ve ihale sonucu imzalanan sözleşme ile Zorlu
İnşaat ve San. Ltd. Şti.'nin üstlendiği, ancak ihale kapsamında ilgili firmaca yapılan tüm
imalatların, işin projesine, teknik şartnameye, fen ve sanat kaidelerine uygun olarak
yapılmadığından, tesisin çalışmadığı, atıl kaldığı, davacı kurumun zarara uğradığı gerekçesi
ile müteahhit firma Zorlu İnş. ve San. Ltd. Şt, işin kontrolörü inşaat mühendisi Mustafa
Haşim EKMEKÇİ, Şube Müdürü Ahmet Raif GÜL, topoğraf Münir BİLİM, fon veznedarı
Recep BOSTANCIERİ, Köy Hizmetleri eski İl Müdürü Hüseyin AKAY'dan müştereken ve
müteselsilen 2.755,18 YTL'nin tazmini istemi ile bakılan davada işin gereğinin düşünüldüğü;
2577 sayılı İdari Yargılama Usûlü Kanunun idari dava türleri başlıklı 2. maddesinde idari
dava türleri; a) İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile
hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan
iptal davaları,
b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından
açılan tam yargı davaları,
c)
Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan
uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari
sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar" idari dava türleri
olarak tanımlandığı; 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında
Kanun'un yargı mercilerinin Uyuşmazlık Mahkemesi'ne başvurmaları başlıklı 19. maddesinde
"Adli, idari, askeri yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı
üzerine kendisine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı
mercii davada görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir
karar ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin
incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler.
Mahkemenin gerekçeli karan, dava dosyası ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesine
gönderilir." hükmüne yer verildiği; Gaziantep 2. Sulh Hukuk Mahkemesinin 28.11.2005 tarih
ve E:2004/1610, K:2005/1903 sayılı görevsizlik kararı üzerine mahkemelerinde açılan
davada, uyuşmazlığın bir kamu hizmetinin kurulması aşamasında yapılan ihale neticesinde
tarafın üzerine düşen yükümlülükleri tam olarak yerine getirmemesi nedeniyle, müteahhit
firma, ihale komisyonu ve işin kontrolörü olan şahıslara karşı açılan bir rücu davası
niteliğinde olduğu, 2577 sayılı Yasada öngörülen dava türleri arasında yer almadığı,
uyuşmazlığı çözmeye yetkili yargı yerinin adli yargı yeri olduğu sonucuna varıldığı
gerekçesiyle;
dava dosyasının, görevli yargı yerinin belirlenmesi için Uyuşmazlık
Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında,
Üyeler: M. Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Coşkun ÖZTÜRK, Z. Nurhan YÜCEL, Esen EROL,
Levent ÖZÇELİK ve Celal IŞIKLAR’ın katılımlarıyla yapılan 2.7.2007 günlü toplantısında;
I-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca
yapılan incelemeye göre, İdare Mahkemesi’nce anılan Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen
yönteme uygun biçimde başvuruda bulunulduğu anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir
noksanlık görülmediğinden, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar
verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde
adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili
Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay
Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü
açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, davacı idare tarafından yapılan kanalizasyon işinin ihalesi sonucu; üstlenici
firmaca yapılan tüm imalatların, işin projesine, teknik şartnameye, fen ve sanat kaidelerine
uygun olarak yapılmadığından, tesisin çalışmadığı, atıl kaldığı, davacı kurumun zarara
uğradığı gerekçesi ile müteahhit firma, işin kontrolörü inşaat mühendisi, Şube Müdürü,
topoğraf, fon veznedarı ve Köy Hizmetleri eski İl Müdüründen müştereken ve müteselsilen
2.755,18 YTL'nin tazmini isteminden ibarettir.
Bir kamu hizmetinin yürütülmesi sırasında kişilere verilen zarar, kamu görevlisinin
görevinde kullandığı yetkilerden ve resmi sıfatından ayrılamıyor, aksine bunlarla sıkı sıkıya
ilgili ve bağlantılı biçimde doğuyor ise, personel bakımından “görev kusuru” olarak
tanımlanan bu kusurun, idare yönünden nesnel nitelik taşıyan “ hizmet kusuru” kapsamında
idare hukuku esaslarına tabi olduğu, gerek öğretide gerekse yerleşik yargısal içtihatlarla kabul
edilmiş bulunmaktadır.
Nitekim, Anayasa’nın 125. maddesinin son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve
işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu kuralına yer verildikten sonra, 129.
maddesinin beşinci fıkrasında, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken
işledikleri kusurlardan doğan tazminat davalarının, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve
kanununun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabileceğine
işaret edilmiştir.
Bu düzenleme ile, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken
kusurlu davrandıklarından bahisle haklı ya da haksız olarak yargı mercileri önüne
çıkarılmasını önlemek ve kamu hizmetinin sekteye uğratılmadan yürütülmesini sağlamak
suretiyle kamu düzenini korumak amaçlanmış; aynı zamanda, zarara uğrayan kişi
bakımından, memurlar veya diğer kamu görevlilerine oranla ödeme gücü daha yüksek olan bir
sorumlu (idare) muhatap kılınmıştır.
Buna göre, kural olarak, kamu görevlisinin görev ve yetkilerini kullandığı sırada
doğan zararın giderilmesi istemiyle, görev kusurunu kapsayan hizmet kusuru esasına
dayanılarak,idari yargıda ve ancak idare aleyhine dava açılabilecek; yargı yerince tazminle
yükümlü tutulması halinde idare, ilgili yasa kurallarının gösterdiği şekil ve şartlara uygun
olarak, sorumlu personeline rücu edebilecektir.
Buna karşılık, kamu görevlisinin görev ve yetkilerinden, resmi sıfatından ayrılabilen;
başka bir anlatımla, suç biçimine dönüşerek idari olma niteliğini yitiren eylem ve işlemlerinin,
yukarıda belirtilen Anayasal korumanın dışında kaldığını ve dolayısıyla, doğrudan doğruya
kamu görevlisine karşı şahsi kusuruna dayanılarak adli yargı yerinde tazminat davası
açılabilme olanağı bulunduğunu da belirtmek gerekir.
Olayımızda, gerek adli, gerekse idari yargı yerlerinde, tazminatın konusunu oluşturan
zararın kamu görevlilerinin kasta varan şahsi kusurundan doğduğu iddiasıyla ve doğrudan
doğruya kamu görevlilerine karşı dava açıldığı; öte yandan, idarenin sorumluluğunu
gerektiren bir görev ya da hizmet kusurundan sözedilmediği gibi, idareye karşı dava
açılmamakla idari yargı yerince idarenin sorumluluğunun saptanmasına olanak bulunmadığı
görülmektedir.
Öte yandan, 2577 sayı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “ İdari Dava Türleri ve
İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinde, idari dava türleri : a) İdari işlemler
hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından
dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları, b) İdari eylem
ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı
davaları, c) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan
uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari
sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar olarak
sayılmıştır.
İdari davalardan olan iptal ve tam yargı davalarında davalı daima idaredir. Bir başka
deyişle, idari yargı yerinde açılan bir iptal ya da tam yargı davasına bakılabilmesi için, diğer
dava koşullarının yanı sıra, davanın idare aleyhine açılmış olması gerekmekte; idari yargı
yerinde, kamu görevlisi de olsa, gerçek kişiler aleyhine dava açılabilmesine hukuken olanak
bulunmamaktadır.
Belirtilen duruma göre, şahsi kusurlarına dayanılarak doğrudan doğruya özel şirket ve
kamu görevlilerinin aleyhine açılan tazminat davasının, özel hukuk hükümleri çerçevesinde
görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu açıktır.
Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesinin (Tek Hakim) başvurusunun kabulü ile Sulh
Hukuk Mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ: Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle
Gaziantep 1.İdare Mahkemesi’nin BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Gaziantep 2. Sulh
Hukuk Mahkemesi’nce verilen 28.11.2005 gün ve E:2004/1610, K:2005/1903 sayılı
GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 2.7.2007 gününde, OYBİRLİĞİ İLE
KESİN OLARAK karar verildi.
***
Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:
ESAS NO : 2007/11
KARAR NO: 2007/56
KARAR TR : 2.4.2007
(Hukuk Bölümü)
ÖZET: 3621 sayılı Kıyı Kanunu uyarınca verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın
İDARİ YARGI YERİNDE çözüm-lenmesi gerektiği hk.
KARAR
Davacı : Mapa İnşaat ve Ticaret A.Ş.
Vekili
: Av. A.Y.-Av. İ.C.
Davalı : Çalkaya Belediye Başkanlığı
OLAY
: Çalkaya Belediye Encümeni’nin 6.12.2005 gün ve 93 no’lu kararı ile,
3621 sayılı Kıyı Kanunu’nun 20. maddesi ve 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 32. maddesi
uyarınca kaçak ve izinsiz olarak yapılan tesislerin yıktırılması; ayrıca, 3621 sayılı Kıyı
Kanunu’nun 21. maddesi ve 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 42. maddesi uyarınca davacı adına
idari para cezası verilmiştir.
Davacı vekilleri, söz konusu para cezasının iptali istemiyle idari yargı yerinde dava
açmıştır.
ANTALYA 1. İDARE MAHKEMESİ ; 26.1.2006 gün ve E: 2005/2043, K:2006/52
sayı ile, uyuşmazlık hakkında görevli yargı yerinin belirlenmesi için 1.6.2005 tarihinde
yürürlüğe giren 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun irdelenmesi gerektiği, Kabahatler
Kanunu’nun 2., 3., 16., 27., geçici 2., geçici 3. maddeleri ile Kanunun gerekçesinden ve
TBMM Adalet Komisyonu Raporundan söz ederek, bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun
yürürlüğe girdiği 1.6.2005 tarihinden itibaren idari para cezalarına karşı açılan davaların,
Kabahatler Kanunu kapsamında olduğu ve idari yaptırım olarak para cezası öngören
kanunlarda itiraz yeri olarak idare mahkemeleri gösterilmiş olsa dahi görüm ve çözümünün
adli yargı yerlerinin görev alanına girdiği sonucuna ulaşıldığı gerekçesiyle görevsizlik kararı
vermiş; bu karar, temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.
Davacı vekilleri, bu kez aynı istemle adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.
ANTALYA 1. SULH CEZA MAHKEMESİ ; 17.4.2006 gün ve E:2006/455,
K:2006/455 Değ. İş. sayı ile, Anayasa Mahkemesinin 2005/108 esas, 2006/35 sayılı
01.03.2006 tarihli kararı ile Kabahatler Kanununun 3. maddesinin iptal edildiği, bu iptal
kararı ile, idari para cezalarına karşı başvuru yolunun 1 Haziran 2005 tarihi öncesindeki
uygulamaya büyük oranda geri döndüğü; buna göre, idari para cezasının kaynağı olan
yasada, kişiler hakkında idare tarafından verilen idari para cezalarına karşı itiraz yolu açık
biçimde Sulh Ceza Mahkemeleri olarak belirlenmemiş ise, İdarenin her türlü eylem ve
işlemlerinin hukuksal denetimini yapmakla görevli mahkemelerin, (Anayasamızın ilgili
hükümleri ve İdare Mahkemelerinin kuruluşu hakkındaki kanun hükümlerinden yola
çıkılarak) İdare Mahkemeleri olduğu hukuksal sonucuna ulaşılabileceği; İtiraz edenlerin
hakkında düzenlenen idari para cezasının dayanağı olan 3194 sayılı İmar Kanununun 42.
maddesine göre, idare tarafından verilen idari para cezalarına karşı itiraz yolunun, özel olarak
açık biçimde Sulh Ceza Mahkemeleri olarak gösterilmediği; Kabahatler Kanununun
3.maddesinin Anayasa Mahkememizin yukarıda anılan kararı ile iptal edilmesi de dikkate
alınarak ve Mahkemelerin görevi kamu düzeni ile ilgili olduğundan ve yargılamanın her
aşamasında verilebileceğinden, res'en görev yönü ile itiraz dosyasının ele alınıp
incelendiği, yapılan inceleme sonucu da İtiraz edenler hakkında uygulanan idari para
cezasının dayanağı olan özel yasada Mahkemeleri özel olarak görevlendirilmediğinden,
yapılan itirazı değerlendirme ve sonuçlandırma görevinin İdare Mahkemesi olduğu
gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, karara yapılan itirazın reddi suretiyle
kesinleşmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında,
Üyeler: M. Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Coşkun ÖZTÜRK, Serap AKSOYLU, Esen EROL,
Abdullah ARSLAN ve Levent ÖZÇELİK’in katılımlarıyla yapılan 02.04.2007 günlü
toplantısında;
I-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca
yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü,
E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve
İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun
uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’
ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın
mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza
mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında
kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna
varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından,
bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler.
İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık
Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...”açıkça belirtilmiştir.
Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının
Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.
Adli ve idari yargı yerleri arasında, anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen biçimde
olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, adli yargı dosyasının 15. maddede belirtilen yönteme
uygun olarak davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece; idari
yargı kararının kesinleşme durumunu gösteren onaylı bir örneğinin Başkanlık yazısı üzerine
Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı
anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde
idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili
Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay
Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada idari yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve
sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, Kıyı Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmeliğin 21. maddesine (dava
konusu kararda sehven 3621 sayılı Kıyı Kanunu’nun 21. maddesi uyarınca verildiği
belirtilmiştir) ve 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 42. maddesine göre Belediye Encümeni
tarafından verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.
4.4.1990 gün ve 3621 sayılı Kıyı Kanunu’nun “Amaç” başlıklı 1. maddesinde, “Bu
Kanun, deniz, tabii ve suni göl ve akarsu kıyıları ile bu yerlerin etkisinde olan ve devamı
niteliğinde bulunan sahil şeritlerinin doğal ve kültürel özelliklerini gözeterek koruma ve
toplum yararlanmasına açık, kamu yararına kullanma esaslarını tespit etmek amacıyla
düzenlenmiştir” denilmiş; 15. maddesinde, bu Kanun kapsamında kalan alanlarda, Kanun
hükümlerine uyulmadan ruhsatsız, ruhsat ve eklerine aykırı olarak yapılan yapıların
sahiplerine ve müteahhidine, 3194 sayılı İmar Kanunu’nda öngörülen para cezalarının iki
misli para cezası verileceği, cezalara karşı, cezanın tebliğ tarihinden itibaren en geç 7 gün
içinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebileceği; 16. maddesinde, bu Kanunun
uygulanması ile ilgili yönetmeliğin, Kanunun yayımından itibaren 3 ay içinde Maliye ve
Gümrük, Turizm Bakanlıklarının yazılı görüşü alınarak Bayındırlık ve İskân Bakanlığı’nca
hazırlanacağı belirtilmiştir. 1.7.1992 tarih ve 3830 sayılı Kanun ile değişik 4.4.1990 tarih ve
3621 sayılı Kıyı Kanunu’nun 5 ve 16. maddeleri gereğince düzenlenen Kıyı Kanununun
Uygulanmasına Dair Yönetmelikte de Kanundakine paralel düzenleme yer almıştır.
Öte yandan, 3621 sayılı Kıyı Kanunu’nun işaret ettiği 3194 sayılı İmar Kanunu’nun
42. maddesinin birinci fıkrasında, ruhsat alınmadan veya ruhsat veya eklerine veya imar
mevzuatına aykırı olarak yapılan yapının yapı sahibine, fenni mesule ve müteahhidine,
istisnalar dışında özel parselasyon ile hisse karşılığı belirli bir yer satan ve alana para cezası
verileceği kurala bağlanmıştır.
3621 sayılı Yasa’nın 15. maddesinde yer alan düzenleme karşısında, para cezalarına
karşı yapılacak itirazların görüm ve çözümünde idari yargı yerlerinin görevli olacağının
kabulü gerekir.
1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanunun diğer kanunlarda
düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri
üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın,
dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19.
maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen
idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine
ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza
mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli
yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir.
Daha sonra, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3.
maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla
iptal edilmiş ve gerekçeli kararı 22.7.2006 gün ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış
ve iptal hükmünün, kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra
yürürlüğe girmesine karar verilmiş; yasama organı tarafından iptal hükmü doğrultusunda
yasal düzenleme yapılmaması sürecinde, anılan madde hükmünün yürürlükte bulunduğu
düşüncesiyle, aynı doğrultuda karar verilmeye devam edilmiş; yasama organı tarafından,
Anayasa Mahkemesi’nce verilen altı aylık süre içinde iptal hükmü doğrultusunda yasal
düzenleme yapılması halinde ise, işaret edilen yargı yerinin yeni düzenlemenin yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren görevli olacağı belirtilmiştir.
Son olarak, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesini
değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde " (1) Bu Kanunun;
a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda
aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi
yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,
uygulanır" denilmiştir.
19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun,
idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine
hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin
gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.
Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir
müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının,
geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.
Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile
görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre
görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki
görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına
dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği
açıktır.
Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun
değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık
görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya
devam etmesi gerekir.
İncelenen uyuşmazlıkta, idari para cezasına ilişkin görevli mahkemeyi belirleyen yasa
kuralı değiştirilmiş ve yeni düzenleme 19.12.2006 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiş olduğuna
göre, görev kuralının geçmişe etkili olacağı yolundaki genel hukuk ilkesi karşısında, 3621
sayılı Yasa uyarınca verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın görüm ve çözümünde
idari yargı yerinin görevli olduğu kuşkusuzdur.
Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması
gerekmiştir.
SONUÇ: Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna,bu nedenle
Antalya 1. İdare Mahkemesi’nce verilen 26.1.2006 gün ve E:2005/2043, K:2006/52 sayılı
GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 02.04.2007 gününde OYBİRLİĞİ İLE
KESİN OLARAK karar verildi.
***
Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:
ESAS NO : 2007/12
KARAR NO: 2007/68
KARAR TR : 7.5.2007
(Hukuk Bölümü)
ÖZET 1-Davanın çözümünde, aralarında uyuşmazlık çıkan yargı yerleri dışında kalan üçüncü
yargı düzenine dahil yargı yerinin görevli olduğunun saptanması halinde de, Uyuşmazlık
Mahkemesinin, görevli yargı yerini belirleme yetkisine sahip bulunduğu,
2- Göreve giderken, içinde bulunduğu askeri aracın karayolu üzerinde devrilmesi
nedeniyle yaralanan ve hakkında "Askerliğe Elverişli Değildir" raporu düzenlenerek terhis
edilen P.Er davacının; kendisine maddi ve manevi tazminat ödenmesi istemiyle açtığı
davanın ASKERİ İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
KARAR
Davacılar : H.E.
Vekili : Av. F.Ç.- Av.M.S.K.
Davalı : Mili Savunma Bakanlığı
Vekili : Av. M.L.
OLAY
: Davacı vekili, Elazığ K.K.8.Kor.Kh.Grp.Kh.Bl.K.lığında P.Er olarak
görev yapan müvekkili Hakan Elüstü’nün, verilen bir görev nedeniyle 25.10.2003 tarihinde
Sivas'a giderken, içinde yolcu olarak bulunduğu askeri aracın karayolu üzerinde devrilmesi
nedeniyle yaralandığını, GATA'da yapılan tedavi sonucunda düzenlenen 06.05.2005 gün ve
1563 Sayılı TSK Sağlık Kurulu Raporu ile; "Sol APDF'de 1/5 kuvvet kaybı, sol dizde greft
operasyonu sekonder granüle alan" tanısı ile hakkında "Askerliğe Elverişli Değildir" raporu
düzenlenerek terhis edildiğini belirterek; işgücünü yitirmesi nedeniyle uğradığı maddi kaybı
karşılaşmak amacıyla 100,00YTL. maddi ve vücut bütünlüğünü yitirmesi nedeniyle ömür
boyu yaşayacağı acı, keder ve üzüntüyü hafifletmek, bozulan manevi huzurunu düzeltmek
amacıyla 18.000,00YTL. manevi tazminatın; maddi tazminat yönünden fazlaya ilişkin hakları
saklı kalmak kaydıyla, olay tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte, davalı idarece ödenmesi
istemiyle, 9.6.2006 tarihinde adli yargı yerinde dava açmıştır.
Davalı idare vekilince, birinci savunma dilekçesinde, davada idari yargının görevli
olduğu öne sürülerek görev itirazında bulunulmuştur.
ANKARA 9. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 13.9.2006 günlü celsesinde
E:2006/245 sayı ile, davalı idarenin görev itirazının reddine karar vermiştir.
Davalı idare vekilince, süresinde verilen dilekçe ile olumlu görev uyuşmazlığı
çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine dilekçe ve ekleri Danıştay
Başsavcılığına gönderilmiştir.
DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Anayasanın 125.maddesinde, İdarenin, kendi eylem ve
işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğunun belirtildiği, 2577 sayılı İdari
Yargılama Usulü Kanunumun 2.maddesinde idari dava türlerinin sayıldığı, bu maddenin (1-b)
bendinde de, idari eylem ve işlemlerden dolayı hakları muhtel olanlar tarafından açılacak tam
yargı davalarının, görüm ve çözümü İdari yargının görev alanına giren idari dava türleri
arasında gösterildiği, kamu hizmetini yürütmekle yükümlü kılınan kamu kuruluşunun, kamu
hizmetini yürütürken kişilere verdiği zararın tazminine ilişkin davada, kamu hizmetinin,
yöntemine ve hukuk kurallarına uygun olarak yürütülüp yürütülmediği, kamu yararına uygun
şekilde işletilip işletilmediği, sonuçta, hizmet kusuru ve idarenin sorumluluğunu gerektiren bir
husus olup olmadığının tayin ve tespitinin idari yargı yerlerine ait olduğu; uyuşmazlığın,
içinde bulunduğu askeri aracın devrilmesi sonucu meydana gelen kazada yaralanan davacının,
uğradığı iddia olunan zararının kamu hizmetini gereği gibi yürütmediği ileri sürülen davalı
idareden tazminine ilişkin bulunduğu; bu durumda, uyuşmazlığın esasını, kamu hizmetinin
yürütülmesi sırasında ajanın uğradığı zararın idare tarafından tazmininin oluşturduğu, davacı
ile davalı idare arasındaki ilişkinin kamu hukukuna dahil bulunması nedeniyle, sözü edilen
zararın tazmini için açılan bu davanın, İdare Hukuku esaslarına göre idari yargı yerlerince
çözümlenmesinin, yukarıda değinilen mevzuat hükümleri gereği olduğundan Ankara 9. Asliye
Hukuk Mahkemesinin Milli Savunma Bakanlığının görev itirazının reddine ilişkin kararının
kaldırılması gerektiği gerekçesiyle, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarmış ve 2247 sayılı
Yasa’nın 10. maddesine göre görev konusunun incelenmesini uyuşmazlık Mahkemesinden
istemiştir.
Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesinin üçüncü fıkrasına göre Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısından yazılı düşüncesi istenilmiştir.
YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Anayasanın 125/son madde ve
fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü
bulunduğunun kurala bağlandığı, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunun 2/1-b maddesi
gereğince idari eylem ve işlemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılan tam yargı
davalarının, idari dava türleri arasında sayıldığı; buna karşın, dava konusu zararın, kamu
idaresine ait aracın karayolu üzerinde işletilmesi sırasında meydana gelmiş olması nedeniyle,
görevli yargı yerinin belirlenebilmesi için konuya ilişkin özel düzenleme içeren Karayolları
Trafik Yasası hükümlerinin gözden geçirilmesinin gerektiği; 2918 sayılı Karayolları Trafik
Kanununun 85. maddesinin, değişik birinci fıkrasında "Bir motorlu aracın işletilmesi bir
kimsenin ölümüne veya yaralanmasına yahut bir şeyin zarara uğramasına sebep olursa,
motorlu aracın bir teşebbüsün unvanı veya işletme adı altında veya bu teşebbüs tarafından
kesilen biletle işletilmesi halinde, motorlu aracın işleteni ve bağlı olduğu teşebbüsün sahibi,
doğan zarardan müştereken ve müteselsilen sorumlu olurlar.” ve değişik beşinci fıkrasında
"İşleten ve araç işleticisi teşebbüsün sahibi, aracın sürücüsünün veya aracın kullanılmasına
yardımcı kişilerin kusurundan kendi kusuru gibi sorumludur." hükümlerini taşıdığı; 106.
maddesinde ise, "Genel bütçeye dahil dairelerle katma bütçeli idarelere, il özel idarelerine ve
belediyelere, kamu iktisadi teşebbüslerine ve kamu kuruluşlarına ait motorlu araçların sebep
oldukları zararlardan dolayı, bu Kanunun işletenin hukuki sorumluluğuna ilişkin hükümleri
uygulanır." hükmüne yer verildiği; anılan 85. maddeden, işleten ve teşebbüs sahibinin, bir
motorlu aracın işletilmesinden ve bu arada aracın sürücüsünün ve işletme yardımcılarının
eylem ve davranışlarından dolayı üçüncü kişilerin uğradıkları zararlardan, kusurlu olup
olmamalarına bakılmaksızın "tehlike esası"na göre sorumlu tutuldukları; 106. madde ile de,
maddede sayılan kamu kurum ve kuruluşlarının işleten gibi aynı hukuki sorumluluğa tabi
kılındığının anlaşıldığı; sözü edilen Yasa hükümlerinde, açıkça göreve ilişkin bir
düzenlemeye yer verilmediği gibi, esasen 85. maddedeki işletenin hukuki sorumluluğunun
zarar gören üçüncü kişiler bakımından ele alınmış olması karşısında, işleten veya teşebbüs
sahibi ile hizmet ilişkisi içinde bulunan araç sürücüsü veya diğer görevlilerin uğradıkları
zararlardan dolayı hukuki sorumluluğun genel hükümlere tabi bulunmasının doğal olduğu;
nitekim, Karayolları Trafik Kanunu'nun, hukuki sorumluluğa ilişkin diğer hükümlerinde, 85.
madde kapsamı dışında kalan hallerde genel hükümlerin uygulanacağına işaret edildiği;
belirtilen duruma göre, kamu kurumuna ait motorlu aracın kamu hizmetinin yürütülmesi
amacıyla işletilmesi sırasında, bir kamu görevlisinin yaralanması ya da ölmesi nedeniyle
uğranılan zararlardan dolayı, idarenin hizmet kusuru ya da objektif sorumluluk esasları
çerçevesinde sorumlu olup olmadığının yargısal denetiminin, idari eylemden doğan zararların
giderilmesi için açılacak bir tam yargı davası kapsamında idari yargı yerlerince yapılacağı
açık olduğundan Danıştay Başsavcılığının yapmış olduğu başvurunun kabulü ile Ankara
5.Asliye Hukuk Mahkemesinin görevlilik kararının kaldırılmasına karar verilmesi gerektiği
yolunda yazılı düşünce vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında,
Üyeler: Dr. Atalay ÖZDEMİR, M. Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Serap AKSOYLU, Z. Nurhan
YÜCEL, Abdullah ARSLAN ve Celal IŞIKLAR’ın katılımlarıyla yapılan 7.5.2007 günlü
toplantısında;
I-İLK İNCELEME : Başvuru dilekçesi ve ekleri üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27.
maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı Bakanlıkça anılan Yasa’nın 10.
maddesinde öngörülen şekilde görev itirazında bulunulduğu ve 12. maddede öngörülen süre
içinde başvurulduğu, bu nedenle Danıştay Başsavcısı tarafından Yasa’da öngörülen yönteme
uygun biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının
esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde
askeri idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili
Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay
Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada genel idari yargının; AYİM Savcısı Selahattin
KARAKAYA’nın ise askeri idari yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve sözlü
açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, verilen bir göreve giderken, içinde yolcu olarak bulunduğu askeri aracın
karayolu üzerinde devrilmesi nedeniyle yaralanan ve hakkında "Askerliğe Elverişli Değildir"
raporu düzenlenerek terhis edilen P.Er davacının; işgücünü yitirmesi nedeniyle uğradığı
maddi kayıp ve ömür boyu yaşayacağı acı, keder ve üzüntüyü hafifletmek karşılığı maddi ve
manevi tazminatın davalı idarece ödenmesine hükmedilmesi istemiyle açılmıştır.
Anayasa’nın 125. maddesinin son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden
doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu kurala bağlanmış olup, idari eylem ve işlemlerden
dolayı kişisel hakları ihlâl edilenler tarafından açılacak tam yargı davalarının görüm ve
çözümünün idari yargı yerlerinin görevine girdiği tartışmasızdır.
Ancak, tazminatın konusunu oluşturan zararın kamu idaresine ait bir motorlu aracın
karayolu üzerinde işletilmesi sırasında meydana gelmiş olması nedeniyle, görevli yargı
yerinin belirlenebilmesi için konuya ilişkin özel düzenleme içeren Karayolları Trafik Kanunu
hükümlerinin gözden geçirilmesi gerekmektedir.
2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun, trafik kazalarına ilişkin yedinci kısmını
izleyen hukuki sorumluluk ve sigorta hakkındaki sekizinci kısmının, “İşleten ve Araç
İşleticisinin Bağlı Olduğu Teşebbüs Sahibinin Hukuki Sorumluluğu” başlıklı birinci
bölümünde aynı başlıkla yer alan 85. maddesi, değişik birinci fıkrasında “ Bir motorlu aracın
işletilmesi bir kimsenin ölümüne veya yaralanmasına yahut bir şeyin zarara uğramasına sebep
olursa, motorlu aracın bir teşebbüsün unvanı veya işletme adı altında veya bu teşebbüs
tarafından kesilen biletle işletilmesi halinde, motorlu aracın işleteni ve bağlı olduğu
teşebbüsün sahibi, doğan zarardan müştereken ve müteselsilen sorumlu olurlar.” ve değişik
beşinci fıkrasında “İşleten ve araç işleticisi teşebbüsün sahibi, aracın sürücüsünün veya aracın
kullanılmasına yardımcı kişilerin kusurundan kendi kusuru gibi sorumludur.”
hükümlerini taşımakta; aynı kısmın “Özel Durumlar” başlıklı üçüncü bölümünde Devlete
ve kamu kuruluşlarına ait araçların durumunu düzenleyen değişik 106. maddesinde ise,
“Genel bütçeye dahil dairelerle katma bütçeli idarelere, il özel idarelerine ve
belediyelere, kamu iktisadi teşebbüslerine ve kamu kuruluşlarına ait motorlu araçların sebep
oldukları zararlardan dolayı, bu Kanunun işletenin hukuki sorumluluğuna ilişkin hükümleri
uygulanır.” hükmüne yer verilmektedir.
Anılan 85. maddeden, işleten ve teşebbüs sahibinin, bir motorlu aracın işletilmesinden
ve bu arada aracın sürücüsünün ve işletme yardımcılarının eylem ve davranışlarından
dolayı üçüncü kişilerin uğradıkları zararlardan, kusurlu olup olmamalarına bakılmaksızın
“tehlike esası”na göre sorumlu tutuldukları; 106. madde ile de, maddede sayılan kamu kurum
ve kuruluşlarının işleten gibi aynı hukuki sorumluluğa tabi kılındığı anlaşılmaktadır.
Sözü edilen Yasa hükümlerinde, açıkça göreve ilişkin bir düzenlemeye yer verilmediği
gibi, esasen 85. maddedeki işletenin hukuki sorumluluğunun zarar gören üçüncü kişiler
bakımından ele alınmış olması karşısında, işleten veya teşebbüs sahibi ile hizmet ilişkisi
içinde bulunan araç sürücüsü veya diğer görevlilerin uğradıkları zararlardan dolayı hukuki
sorumluluğun genel hükümlere tabi olması doğaldır.
Nitekim, Karayolları Trafik Kanunu’nun hukuki sorumluluğa ilişkin diğer
hükümlerinde, 85. madde kapsamı dışında kalan hallerde genel hükümlerin uygulanacağına
işaret edilmiştir.
Belirtilen duruma göre, kamu kurumuna ait motorlu aracın kamu hizmetinin
yürütülmesi amacıyla işletilmesi sırasında bir kamu görevlisinin yaralanması ya da ölmesi
nedeniyle uğranılan zararlardan dolayı, idarenin hizmet kusuru ya da objektif sorumluluk
esasları çerçevesinde sorumlu olup olmadığının yargısal denetiminin, idari eylemden doğan
zararların giderilmesi için açılacak bir tam yargı davası kapsamında idari yargı yerlerince
yapılacağı açıktır.
Davada, idari yargı yerlerinden hangisinin görevli olduğuna gelince:
Anayasa’nın 157. maddesinde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin askeri olmayan
makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari
işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece
mahkemesi olduğu, ancak askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker
kişi olması şartının aranmayacağı belirtilmiş; 20.7.1972 tarih ve 1602 sayılı Yasa’nın
25.12.1981 tarih ve 2568 sayılı Yasa ile değişik 20. maddesinde de aynı hüküm yer almıştır.
Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin bir davaya bakabilmesi için dava konusu idari işlem ya
da eylemin “asker kişiyi ilgilendirmesi“ ve “askeri hizmete ilişkin bulunması” koşullarının
birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.
1602 sayılı Yasa’nın değişik 20. maddesinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli
bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman
çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurlar asker kişi sayılmaktadır.
İdari eylemin “askeri hizmete ilişkin bulunması”, eylemin kanun ve nizamların Türk
Silahlı Kuvvetlerine tanıdığı yetki ve görevlerin yerine getirilmesi amacına yönelik olması
anlamını taşımaktadır. Askeri nitelikteki idari eylemi de, askeri kural ve gerekler çerçevesinde
yürütülen askeri hizmet sırasındaki bir hareket, tutum veya meydana gelen ya da getirilen bir
olay olarak tanımlamak olanaklıdır.
İdari eylemin “asker kişiyi ilgilendirmesi” için, eylemin bir asker kişiye yönelmesi,
zarar verici etkilerini bir asker kişinin beden bütünlüğü veya malvarlığı sahasında meydana
getirmiş olması gerekir.
Olayda, askeri aracın tahsis edildiği hizmetin yürütülmesi sırasında araçta görevli
bulunan P.Erin yaralanması dolayısıyla uğranılan zararların idarece tazmin edilmesi
istenildiğine göre, zararın askeri kural ve talimatlar çerçevesinde yürütülen bir hizmet
sırasında doğması ve asker kişinin bedeninde oluşması karşısında, davada idari eylemin
“askeri hizmete ilişkin bulunması” ve “asker kişiyi ilgilendirmesi” koşullarının birlikte
gerçekleştiği anlaşıldığından, uyuşmazlığa konu edilen davanın görüm ve çözümünde Askeri
Yüksek İdare Mahkemesi görevli bulunmaktadır.
Her ne kadar, adli yargı yerince verilen görevlilik kararı üzerine, Danıştay Başsavcısı
tarafından genel idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına karşılık;
açıklanan gerekçelerle görevin AYİM’e ait olması nedeniyle; Uyuşmazlık Mahkemesi’nin
yetki alanının belirlenmesi üzerinde durulması gerekmiştir. 2247 sayılı Uyuşmazlık
Mahkemesi’nin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun 1. maddesi hükmüne göre, Uyuşmazlık
Mahkemesi davaların çözümünde adli, idari ve askeri yargı yerleri arasında meydana gelen
görev ve hüküm uyuşmazlıklarında görevli yargı yerini tayin etmekle yükümlü kılınmış
olduğuna göre, görev uyuşmazlığı çıkaran yargı yerlerinin dışında kalsa bile, Uyuşmazlık
Mahkemesi bu durumda görevli yargı yerini belli etme yetkisine sahiptir. Çünkü Uyuşmazlık
Mahkemesinin kuruluş amacı, mahkemelerin görevini tayin eden yasa kurallarının, yargılama
usulüne ve kamu düzenine ilişkin bulunması nedeniyle, davaya görevli olmayan
mahkemelerce bakılmasını önlemektir.
Bu nedenle, davanın çözümü idari yargı düzeninde yer alan AYİM’ e ait olduğundan,
Danıştay Başsavcılığının olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ilişkin başvurusunun
kabulüyle, Ankara 9.Asliye Hukuk Mahkemesinin görevlilik kararının kaldırılması
gerekmiştir.
SONUÇ: Davanın çözümünde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin görevli olduğuna,
bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Ankara 9. Asliye
Hukuk Mahkemesi’nce verilen 13.9.2006 gün ve E:2006/245, sayılı GÖREVLİLİK
KARARININ KALDIRILMASINA, 7.5.2007 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK
karar verildi.
***
Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:
ESAS NO : 2007/15
KARAR NO: 2007/118
KARAR TR : 2.7.2007
(Hukuk Bölümü)
ÖZET: İcra ve İflas Kanunu’nun 67. maddesine göre açılan itirazın iptali davasının ADLİ
YARGI YERİNDE çözümlenmesinin gerektiği hk.
KARAR
Davacı : İnanca İnş. Taah. Tic. Ve San. Ltd. Şti.
Vekili : Av. M.A.
Davalı : Bahçeşehir Belediye Başkanlığı
OLAY
: Davacı şirket, katıldığı ihale nedeniyle yatırmış olduğu 27.000,00YTL
değerindeki teminat mektubunun iade edilmesi istemiyle yapılan başvurunun reddi üzerine,
davalı idare aleyhine Büyükçekmece 1. İcra Müdürlüğünün E:2005/1607 sayılı dosyasında
ilâmsız icra takibi başlatmış; ancak, davalı Belediyece, Kamu İhale Kurumundan görüş
sorulduğu, gelecek cevaba göre hareket etme zorunluluğu bulunduğundan bahisle talep edilen
borca, faize ve fer’ilerine itiraz edilmesi üzerine takip durmuştur.
Davacı vekili; müvekkili şirket hakkında, İçişleri Bakanlığı Mahalli İdareler Genel
Müdürlüğü tarafından, 2886 sayılı Devlet İhale Kanununun 84/3 maddesi gereğince bir yıl
süre ile Beşiktaş Belediyesi ihalelerine katılmaktan yasaklama kararı verildiğini, hakkında
sadece Beşiktaş Belediyesi ihalelerine katılma yasağı bulunduğundan, 21.12.2004 tarihinde
davalı Bahçeşehir Belediye Başkanlığının açmış olduğu ihaleye iştirak ettiğini, hal böyle iken
müvekkili şirket hakkındaki yasağın tüm ihaleleri kapsadığı gerekçesi ile davalı tarafından
ihale teminatı olan 27.000.000.000 TL tutarındaki teminat mektubunun haksız ve dayanaksız
olarak gelir kaydedildiğini ileri sürerek, itirazın iptali, takibin devamı ve davalının %40 icra
inkar tazminatına mahkum edilmesi istemiyle, 18.7.2005 gününde adli yargı yerinde dava
açmıştır.
BÜYÜKÇEKMECE 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 31.1.2006 gün ve
E:2005/598, K:2005/20 sayı ile, davanın, idarenin almış olduğu teminatın iade edilmemesi,
irat kaydedilmesi yönünden yapmış olduğu idari bir kararla ilgili olduğu, dolayısıyla davanın
idari yargıya açılması gerektiğinden bahisle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, temyiz
edilmeyerek kesinleşmiştir.
Davacı vekili, aynı istekle, 7.6.2006 gününde idari yargı yerinde dava açmıştır.
İSTANBUL 3.İDARE MAHKEMESİ; 22.6.2006 gün ve E:2006/1883, K:2006/1361
sayı ile, uyuşmazlığın davacı şirket tarafından yürütülmekte olan icra takibinden
kaynaklandığının anlaşıldığı; her ne kadar davalı taraf Bahçeşehir Belediye Başkanlığı ise de,
dava konusu olayda İcra-İflas Kanunun uygulanması suretiyle sonuçlandırılacak uyuşmazlığın
çözümünün adli yargının görevine girdiği gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar,
temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında,
Üyeler: M. Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Coşkun ÖZTÜRK, Z. Nurhan YÜCEL, Esen EROL,
Levent ÖZÇELİK ve Celal IŞIKLAR’ın katılımlarıyla yapılan 2.7.2007 günlü toplantısında;
I-İLK İNCELEME :Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince
yapılan incelemeye göre, adli ve idari yargı yerleri arasında anılan Yasa’nın 14. maddesinde
öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu ve idari yargı dosyasının 15.
maddede belirtilen yönteme uygun olarak, davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik
kararını veren mahkemece Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi
bir noksanlık bulunmadığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile
karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde
adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili
Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay
Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü
açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, ilamsız icra takibine yapılan itirazın iptali ile takibin devamına karar verilmesi
ve icra inkâr tazminatına hükmedilmesi istemiyle açılmıştır.
2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun “İlamsız takip” başlıklı Üçüncü Bap, 42-49.
maddelerinde takip yöntemleri gösterilmiş; değişik 58. maddesinde, takip talebinin icra
memuruna yazı ile veya sözlü olarak yapılacağına işaret edilmiş; değişik 60. maddesine göre
takip talebi üzerine icra dairesince düzenlenen ödeme emrinin, değişik 61. maddede
öngörülen şekilde takip borçlusuna tebliğ edileceği ve 62-65. maddelerde itiraza ilişkin
hükümlere yer verilmiş olup, değişik 66. maddede, süresi içinde yapılan itirazın takibi
durduracağı kurala bağlanmıştır.
İtiraz nedeniyle takibin durması üzerine alacaklıya, itirazın iptali için Yasa’da iki yola
başvurma olanağı tanınmış olup, bunlardan birincisi, 67.maddeye göre mahkemeye
başvurmak, ikincisi ise 68., ek 68/a. ve ek 68/b. maddelerine göre tetkik merciinden itirazın
kaldırılmasını istemektir.
İncelenen uyuşmazlıkta alacaklı konumundaki davacı tarafından, değişik 67. maddeye
göre mahkemeye başvurmak suretiyle itirazın iptali davası açılmıştır.
Söz konusu değişik 67. madde, “Takip talebine itiraz edilen alacaklı, itirazın tebliği
tarihinden itibaren bir sene içinde mahkemeye başvurarak, genel hükümler dairesinde
alacağının varlığını ispat suretiyle itirazın iptalini dava edebilir.
Bu davada borçlunun itirazının haksızlığına karar verilirse borçlu; takibinde haksız ve
kötü niyetli görülürse alacaklı; diğer tarafın talebi üzerine iki tarafın durumuna, davanın ve
hükmolunan şeyin tahammülüne göre, red veya hükmolunan meblağın yüzde kırkından aşağı
olmamak üzere, uygun bir tazminatla mahkum edilir.
İtiraz eden veli, vasi veya mirasçı ise, borçlu hakkında tazminat hükmolunması kötü
niyetin sübutuna bağlıdır.
Birinci fıkrada yazılı itirazın iptali süresini geçiren alacaklının umumi hükümler
dairesinde alacağını dava etmek hakkı saklıdır.” hükümlerini taşımaktadır.
Anılan Yasa’nın değişik 1. maddesinin birinci fıkrasında, “ Her asliye mahkemesinin
yargı çevresinde yeteri kadar icra dairesi bulunur.” denilmekte olup, yukarıda hükmü yazılı
67. maddede sözü edilen “mahkeme” ile, icra dairesinin bulunduğu yargı çevresi bakımından
bağlı olduğu asliye mahkemesinin anlaşılması ve takip hukukuna özgü bulunan itirazın iptali
davasının asliye mahkemesinde görülmesi gerektiği açıktır.
Öte yandan, 2577 sayı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “ İdari Dava Türleri ve
İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinde, idari dava türleri : a) İdari işlemler
hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı dolayı iptalleri
için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları, b) İdari eylem ve işlemlerden
dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, c) Tahkim
yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu
hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar
arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar olarak sayılmıştır.
Olayda, davacı şirket tarafından, davalı belediyece tesis edilmiş bir işlemin iptali ya da
böyle bir işlemden dolayı yoksun kalınan maddi hakların tazmini istemiyle bir tam yargı
davası açılmamış olması ve idarece alacağın miktarı yönünden itirazda bulunulmaması
karşısında, İcra ve İflas Kanunu’nun değişik 67. maddesine göre açılan itirazın iptali
davasının görüm ve çözümünde adli yargı yeri görevli bulunmaktadır.
Açıklanan nedenlerle, Büyükçekmece 2.Asliye Hukuk Mahkemesi’nin görevsizlik
kararının kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ: Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle
Büyükçekmece 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce verilen 31.1.2006 gün ve E:2005/598,
K:2005/20 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 2.7.2007 gününde
OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
***
Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:
ESAS NO : 2007/16
KARAR NO: 2007/119
KARAR TR : 2.7.2007
(Hukuk Bölümü)
ÖZET: 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 42. maddesi uyarınca verilen para cezasının iptali
istemiyle açılan davanın, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
KARAR
Davacı : 1-M.K.B.
2- Azser İnşaat Tur.San.Ve Tic.A.Ş.
Vekili
: Av. M.A., Av. Ö.G.
Davalı : Kadıköy Belediye Başkanlığı
O L A Y : İstanbul ili, Kadıköy ilçesi, Göztepe Mah. Rıfatbey Sok. 105 pafta, 950, 68
parsel 4 kapı sayılı yerde, onaylı mimari projesine aykırı imalat yaptıklarından bahisle, mal
sahibi ve müteahhit olan davacılara Kadıköy Belediye Encümeninin 13.9.2005 günlü
69/40/A sayılı kararıyla 3194 sayılı İmar Kanunun 42.maddesi gereğince para cezası
verilmesi yolunda işlem tesis edilmiş; Kadıköy Belediye Başkanlığının 14.12.2005 günlü
442420 sayılı üst yazısıyla da; 3194 sayılı İmar Kanunun 32.maddesi gereğince zabıt konusu
hususların yıkılarak onaylı projesine uygun hale getirilmesi, 42.maddesi gereğince para cezası
verilmesi yolunda işlemlerin tebliği yapılarak, gereğinin yerine getirilmemesi halinde
uygulanacak yaptırım hakkında bilgi verilmiştir.
Davacılar vekilince; Kadıköy Belediye Encümeninin 13.9.2005 günlü 69/40/A sayılı
kararıyla 3194 sayılı İmar Kanunun 42.maddesi gereğince verilen idari para cezasının iptali
istemiyle 3.1.2006 tarihinde adli yargı yerinde itirazda bulunulmuştur.
KADIKÖY 1.SULH CEZA MAHKEMESİ; 3.1.2006 gün ve 2006/17 Müt. sayı ile,
3194 SK.nun 42. Maddesinin 5. fıkrasının "cezanın tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içinde
Sulh Ceza Mahkemesine itiraz edilebileceğini " belirtmekte iken; 3194 SK.nun 42.
Maddesinin 5. Fıkrası ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesinin 15.5.1997 ve 1996/72 esas .
1097/51 sayılı kararı ile "3194 sayılı yasada düzenlenen biçimiyle yıkım için idari merci;
para cezası için Sulh ceza mahkemesine başvuru hallerinin doğru olmadığı, yıkım, ve idari
para cezası alanının idare olduğu, idarenin aynı yapı içinde aldığı kararın bir bölümünün
idari yargıda bir bölümünün adli yargıda görülmesinin yargılamanın bütünlüğünü bozacağını,
işlerinin idari işlem olduğundan bir bölümünün adli yargıda bir bölümün idari yargıda
bırakılamayacağını, idarenin her türlü işlem ve eylemlerinin idari yargı yerlerince
denetlenmesinin tartışmasız olduğunu belirtilerek 3194 sayılı kanunun 42. Maddesinin 5.
Fıkrasının 1. Tümcesinin Anayasanın 125 ve 155. Maddesine aykırı olduğunu belirterek iptal
edildiği; Anayasa Mahkemesinin bu kararının 01.02.2001 tarih ve 24305 sayılı resmi
gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiş olduğu; Belediye Başkanlığı Encümenince verilen
3194 sayılı kanunun 42. Maddesi gereğince verilen para cezalarına itiraz yerinin Anayasa
Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararı ile Sulh ceza mahkemesi olmadığı, idari yargı
olduğunun anlaşıldığı; Mahkemelerine her ne kadar dava açılmışsa da görevli mahkemenin
sulh ceza mahkemesi olmadığı, idarenin aldığı kararın bir bölümünün idari yargıda bir
bölümünün adli yargıda bakılmasının yerinde olmadığı, işlemin tamamıyla idari olduğu ve
idari işlemden doğduğu ve görevli mahkeme idare mahkemesi olduğu gerekçesiyle
görevsizlik kararı vermiş; bu karar kesinleşmiştir.
Davacılar vekilince, Kadıköy Belediye Başkanlığının 14.12.2005 günlü 442420 sayılı
kararı ile Kadıköy Belediye Encümeninin 13.9.2005 günlü 69/40/A sayılı kararının iptali
istemiyle idari yargı yerinde dava açılmıştır.
İstanbul 6.İdare Mahkemesi; 17.5.2006 gün ve E:2006/15, K: 2006/1156 sayı ile,
yıkım işlemine karşı ayrı, para cezasına karşı ayrı dava dilekçeleriyle dava açılması
gerekirken tek bir dilekçe ile dava açıldığının görüldüğü; bu nedenle, 2577 sayılı İdari
Yargılama Usulü Kanununun 15/1-B maddesi gereğince 30 gün içinde her bir işlem için ayrı
ayrı dava açılmak üzere dilekçenin reddine karar vermiştir.
Davacılar vekilince, aynı istemle dilekçe yenilenerek dava açılmıştır.
İSTANBUL 6. İDARE MAHKEMESİ; 22.6.2006 gün ve E:2006/1912, K:2006/1478
sayı ile, 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 2.maddesinde Kabahat deyiminden; kanunun,
karşılığında idari yaptırım uygulanmasını öngördüğü haksızlığın anlaşılacağı, 3.maddesinde;
Kabahatler Kanununun genel hükümlerinin diğer kanunlardaki kabahatler hakkında da
uygulanacağı, aynı kanunun yaptırım türleri başlıklı 16.maddesinde kabahatler karşılığında
uygulanacak olan idari yaptırımların, idari para cezası ve idari tedbirlerden ibaret olduğu
belirtilerek, idari tedbirlerin de, mülkiyetin kamuya geçirilmesi ve ilgili kanunlarda yer alan
diğer tedbirler olduğunun hüküm altına alındığı; aynı Kanunun geçici 2.maddesinde; "Bu
kanun hükümleri, yürürlüğe girdiği tarih itibariyle idare mahkemelerinde dava açılarak iptali
istenen idari yaptırım kararları hakkında uygulanmaz." ve geçici 3.maddesinde de, "Daha
önce verilmiş olan idari para cezasına ilişkin kararlara karşı henüz iptal davası açılmamış
olmakla birlikte dava açma süresinin geçmemiş olması halinde bu kanunun yürürlüğe girdiği
tarihten itibaren onbeş gün içinde 27.madde hükümlerine göre sulh ceza mahkemesine
başvuruda bulunulabilir." hükmünün getirildiği; 5326 sayılı Kabahatler Kanununun "Başvuru
Yolu" başlıklı 27.maddesinde ise, idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine
ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren onbeş gün
içinde sulh ceza mahkemesine başvurulabileceği, bu süre içinde başvurunun yapılmamış
olması halinde idari yaptırım kararının kesinleşeceği, mücbir sebebin varlığı dolayısıyla bu
sürenin geçirilmiş olması halinde bu sebebin ortadan kalktığı tarihten itibaren en geç yedi gün
içinde karara karşı başvuruda bulunulabileceği, bu başvurunun kararın kesinleşmesini
engellemeyeceği ancak, mahkemenin yerine getirmeyi durdurabileceği, başvurunun bizzat
kanuni temsilci veya avukat tarafından sulh ceza mahkemesine verilecek bir dilekçe ile
yapılacağı, başvuru dilekçesinin iki nüsha olarak verileceği başvuru dilekçesinde idari
yaptırım kararına ilişkin bilgilerin bu karara karşı ileri sürülen delillerin açık bir şekilde
gösterileceği, dilekçede ayrıca başvurunun süresinde yapılmasını engelleyen mücbir sebebin
dayanaklarıyla gösterileceği, idari yaptırım kararının mahkeme tarafından verilmesi halinde
bu madde hükmünün uygulanmayacağının hükme bağlandığı; yukarıda yer verilen Kabahatler
Kanunu hükümleri incelendiğinde, ceza hukukunun genel prensipleriyle yakın ilişki içinde
bulunan ve bu ilişki nedeniyle Kabahatler Kanunu kapsamında değerlendirilen bütün
Kanunlardaki idari para cezaları için artık Kabahatler Kanunu hükümlerinin uygulanması
gerektiği sonucuna ulaşıldığı, keza Kanunun geçici 2 ve geçici 3.maddelerinde getirilen
düzenleme ile de Kanunun yürürlük tarihi olan 01.06.2005 tarihinden sonra açılacak tüm idari
para cezalarına ilişkin davalarda Kabahatler Kanununun uygulanacağının açıkça hüküm altına
alındığı, Kabahatler Kanununun tasarıdaki gerekçesinde bakıldığında, bu kanunun idari
nitelikteki yaptırımlarla ilgili olarak genel bir kanuna olan ihtiyaçtan doğduğu, tasarı
kapsamında tanımlanan özel kabahatlerin sınırlayıcı olmadığı, tasarıda belirlenen genel
ilkelerin özel kanunlarda tanımlanan kabahatler hakkında da uygulanmasının temininin
amaçlandığının belirtildiği, TBMM Adalet Komisyonu raporunda da aynen, "Tasarıda hüküm
bulunmamakta ise de kabahatlerin ve bunlar karşılığında öngörülen idari yaptırım kararlarının
bir idari işlem olmasının ötesinde, ceza hukukunun genel prensipleriyle yakın ilişkin içinde
olduğu düşüncesiyle kabahatler karşılığında öngörülen idari para cezası ve mülkiyetin
kamuya geçirilmesi kararlarına karşı idari yargıya değil, ceza mahkemesine
başvurulabilmesini mümkün kılan düzenleme yapılmıştır.Bu nedenle, 1.maddeye iki bent
eklenerek kabahatler dolayısıyla karar alma süreci ve idari yaptırım kararlarına karşı kanun
yolu da tasarının kapsamına ithal edilmiştir.Ayrıca belirtmek gerekir ki böyle bir
düzenlemenin yapılmasına gerek de duyulmaktadır.Zira idari para cezası ve mülkiyetin
kamuya geçirilmesine ilişkin kararlarla ilgili olarak yerine getirilmeden önce adli denetim
imkânının ve bu suretle kesinleşmenin sağlanması gerekir. Böylece kişiler açısından hukuki
güvence sağlanmış olur." şeklinde bir gerekçeye yer verildiği ve tasarıya eklenen geçici
2.madde ile idare mahkemelerinde görülmekte olan davalarla ilgili geçiş hükmüne yer
verildiği, tasarıya eklenen geçici 3.madde ile daha önce verilmiş olan idari para cezasına
ilişkin kararlara karşı henüz iptal davası açılmamış olmakla birlikte dava açma süresinin
geçmemiş olması halinde kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren onbeş gün içinde
27.madde hükümlerine göre sulh ceza mahkemesine başvuruda bulunulabilmesine imkan
tanındığının belirtildiği, bütün bu açıklamalar ile Kabahatler Kanununun sistematiği ve
gerekçesi dikkate alındığında 01.06.2005 tarihinden itibaren açılacak bütün idari para cezası
davalarında artık 5326 sayılı Kabahatler Kanununun uygulanmasının gerekeceği; bu durumda,
dava tarihi itibariyle artık Kabahatler Kanunu kapsamında olan dava konusu idari para
cezasının görüm ve çözümü yukarıda yer verilen hükümler uyarınca adli yargı mercilerinin
görev alanında bulunduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar temyiz
edilmeyerek kesinleşmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında,
Üyeler: M. Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Coşkun ÖZTÜRK, Z. Nurhan YÜCEL, Esen EROL,
Levent ÖZÇELİK ve Celal IŞIKLAR’ın katılımlarıyla yapılan 2.7.2007 günlü toplantısında;
I-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca
yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü,
E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve
İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun
uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’
ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın
mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri
arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev
uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır.
Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında
yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari
niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık
Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...”açıkça belirtilmiştir.
Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev
uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.
Adli ve idari yargı yerleri arasında anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen biçimde,
İmar para yönünden olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının 15. maddede
belirtilen yönteme uygun olarak davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren
Mahkemece; adli yargı kararının kesinleşme durumunu gösteren onaylı bir örneğinin
Başkanlık yazısı üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir
noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine
oybirliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde
idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili
Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay
Savcısı Gülen AYDINOĞLU’ nun, davada idari yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve
sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 42. maddesine göre Belediye Encümeni
tarafından verilen para cezasının iptali istemiyle açılmıştır.
3.5.1985 tarih ve 3194 sayılı İmar Kanunu’nun “Amaç” başlıklı 1. maddesinde “ Bu
Kanun, yerleşme yerleri ile bu yerlerdeki yapılaşmaların; plan, fen, sağlık ve çevre şartlarına
uygun teşekkülünü sağlamak amacıyla düzenlenmiştir” denilmiş; 42. maddesinin birinci
fıkrasında, ruhsat alınmadan veya ruhsat veya eklerine veya imar mevzuatına aykırı olarak
yapılan yapının yapı sahibine, fenni mesule ve müteahhidine, istisnalar dışında özel
parselasyon ile hisse karşılığı belirli bir yer satan ve alana para cezası verileceği kurala
bağlanmış; anılan Yasa maddesinin itiraz merci olarak sulh ceza mahkemesini belirleyen
beşinci fıkrası Anayasa Mahkemesi’nin 15.5.1997 tarihli ve E:1996/72, K:1997/51 sayılı
kararıyla; bir idari işlemin bir bölümünün idari yargının, diğer bir bölümünün ise adli yargının
denetimine bırakılmasında, kamu yararı bulunmadığı, zira bu işlemlerin, kamu gücünün
kullanılmasıyla ilgili bir idari işlemin devamı ve idari bir yasağa aykırı davranan kişiye idari
bir yaptırımın uygulanması niteliğinde olduğu, çıkacak uyuşmazlıkların çözümünde de idari
yargının yetkili olacağı, idarenin aynı yapı için aldığı kararın bir bölümünün idari yargıda bir
bölümünün adli yargıda görülmesinin yargılamanın bütünlüğünü bozacağı, idari bir işlemin
bölünerek bir bölümünün idari yargının bir bölümünün de adli yargının denetimine
bırakılmasında isabet bulunmadığı belirtilmek suretiyle iptal edilmiş olup, yasama organınca
bu konuda düzenleme yapılmamıştır.
Anayasa Mahkemesinin iptal kararını gözeten Uyuşmazlık Mahkemesi, 3194 sayılı
Yasa’nın 42. maddesine göre verilen idari para cezalarına karşı açılan davaları, göreve ilişkin
genel ilkelere göre idari yargının görev alanında görmüştür.
1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanun’un diğer kanunlarda
düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri
üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın,
dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19.
maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen
idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine
ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza
mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli
yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir.
Daha sonra, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3.
maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla
iptal edilmiş; gerekçeli kararı 22.7.2006 gün ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış
ve iptal hükmünün, kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra
yürürlüğe girmesine karar verilmiş; yasama organı tarafından iptal hükmü doğrultusunda
yasal düzenleme yapılmadığı süreçte, anılan madde hükmünün yürürlükte bulunduğu
düşüncesiyle, aynı doğrultuda karar verilmeye devam edilmiş; yasama organı tarafından,
Anayasa Mahkemesi’nce verilen altı aylık süre içinde iptal hükmü doğrultusunda yasal
düzenleme yapılması halinde ise, işaret edilen yargı yerinin yeni düzenlemenin yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren görevli olacağı belirtilmiştir.
Son olarak, 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 3 üncü maddesini
değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde " (1) Bu Kanunun;
a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda
aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi
yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,
uygulanır." denilmiştir.
Aynı Kanun'un 27. maddesine, 5560 sayılı Kanun ile eklenen sekizinci fıkrada ise;
idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının
görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin
hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde
görüleceği kurala bağlanmış, bu maddenin gerekçesinde de bu hükümle, Kabahatler
Kanunu'ndaki düzenlemelerin ortaya çıkardığı bağlantı sorununa çözüm getirilmesinin
amaçlandığı ifade edilmiştir.
19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun;
İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine
hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterildiği
durumunda ise uygulanmayacağı ancak; idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında
aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması
halinde; idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali
talebiyle birlikte idari yargı merciinde görüleceği anlaşılmaktadır.
Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir
müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının,
geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.
Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile
görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre
görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki
görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına
dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği
açıktır.
Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun
değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık
görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya
devam etmesi gerekir.
İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16.
maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 3194 sayılı İmar Kanunu’nda
da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği ancak; idari
yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının
görev alanına giren kararın da verilmiş olması nedeniyle; idari para cezasına ilişkin
yaptırım kararının hukuka aykırılığı iddiasının da, idari yargı yerinde görüleceği
kuşkusuzdur.
Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanunla değişik 3. maddesi ve aynı
Kanunun 27.maddesine 5560 sayılı Kanunla eklenen sekizinci fıkra hükmü bir arada
değerlendirildiğinde, 3194 sayılı İmar Kanunu'nun 42. maddesi uyarınca verilen para
cezalarına karşı açılacak davaların çözümünde idari yargı yerinin görevli olduğu sonucuna
varılmıştır.
Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması
gerekmiştir.
SONUÇ: Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle
İstanbul 6. İdare Mahkemesi’nce verilen 22.6.2006 gün ve E:2006/1912, K:2006/1478 sayılı
GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 2.7.2007 gününde OYBİRLİĞİ İLE
KESİN OLARAK karar verildi.
***
Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:
ESAS NO : 2007/17
KARAR NO: 2007/70
KARAR TR : 7.5.2007
(Hukuk Bölümü)
ÖZET: 4925 sayılı Karayolu Taşıma Kanunu uyarınca verilen idari para
cezasına karşı yapılan itirazın İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi
gerektiği hk.
KARAR
Davacı : Tau Turizm İnş. Tekstil İth.İhr.Tic. ve San. Ltd. Şti adına F.C.
Vekili Av. M.M.B.
Davalı : Ulaştırma Bakanlığı, Antalya Ulaştırma Bölge Müdürlüğü
OLAY
: Antalya Ulaştırma Bölge Müdürlüğü’nün 5.6.2006 gün ve 180510
sayılı işlemi ile, yetki belgesiz taşıma yaptığının tespit edildiğinden bahisle 4925 sayılı
Karayolu Taşıma Kanunu’nun 26. maddesinin (a) bendi uyarınca davacı adına idari para
cezası verilmiştir.
Davacı vekili, idari para cezası verilmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle idari yargı
yerinde dava açmıştır.
ANTALYA 1. İDARE MAHKEMESİ (TEK HAKİM); 13.7.2006 gün ve
E:2006/2173, K:2006/985 sayı ile, uyuşmazlık hakkında görevli yargı yerinin belirlenmesi
için 1.6.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun irdelenmesi
gerektiği, Kabahatler Kanunu’nun 2., 3., 16., 27., geçici 2., geçici 3. maddeleri ile Kanunun
gerekçesinden ve TBMM Adalet Komisyonu Raporundan söz ederek, Kabahatler
Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 1.6.2005 tarihinden itibaren idari para cezalarına karşı açılan
davaların, Kabahatler Kanunu kapsamında olduğu ve idari yaptırım olarak para cezası
öngören kanunlarda itiraz yeri olarak idare mahkemeleri gösterilmiş olsa dahi görüm ve
çözümünün adli yargı yerlerinin görev alanına girdiği sonucuna ulaşıldığı gerekçesiyle
görevsizlik kararı vermiş; bu karar, itiraz edilmeyerek kesinleşmiştir.
Davacı vekili, bu kez, aynı istemle adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.
ANTALYA 2. SULH CEZA MAHKEMESİ; 10.10.2006 gün ve E:2006/195,
K:2006/195 Müt.sayı ile, Anayasa Mahkemesi’nin 2005/108 Esas, 2006/35 Karar sayılı
1.3.2006 tarihli kararı ile Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesinin iptal edildiği, bu iptal kararı
ile idari para cezalarına karşı başvuru yolu konusunda 1 Haziran 2005 tarihi öncesindeki
uygulamaya büyük oranda geri dönüldüğü, buna göre, idari para cezasının kaynağı olan
Yasada, kişiler hakkında idare tarafından verilen idari para cezalarına karşı itiraz yolu açık
biçimde sulh ceza mahkemeleri olarak belirlenmemiş ise, idarenin her türlü eylem ve
işlemlerinin hukuksal denetimini yapmakla görevli mahkemelerin, (Anayasamızın ilgili
hükümleri ve İdare Mahkemelerinin Kuruluşu Hakkındaki Kanun hükümlerinden yola
çıkılarak) idare mahkemeleri olduğu hukuksal sonucuna ulaşılabileceği, itiraz eden hakkında
düzenlenen idari para cezasının dayanağı olan yasada sulh ceza mahkemesinin görevli olduğu
yönünde özel bir hüküm bulunmadığından, Mahkemelerinin görevsiz olduğunun anlaşıldığı,
Kabahatler Kanunu’nun 3.maddesinin Anayasa Mahkemesi’nin yukarıda anılan kararı ile iptal
edilmesi de dikkate alınarak ve mahkemelerin görevi kamu düzeni ile ilgili olduğundan ve
yargılamanın her aşamasında verilebileceğinden, resen görev yönü ile itiraz dosyasının ele
alınıp incelendiği, yapılan inceleme sonucu da itiraz eden hakkında uygulanan idari para
cezasının dayanağı olan özel Yasada Mahkemeleri özel olarak görevlendirilmediğinden,
yapılan itirazı değerlendirme ve sonuçlandırma görevinin idare mahkemesine ait olduğu
gerekçesiyle görevsizlik kararı vererek; karar kesinleştiğinde adli ve idari yargı mahkemeleri
arasındaki görev uyuşmazlığının giderilmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne
gönderilmesine karar vermiş, bu karar, itiraz edilmeyerek kesinleşmiş ve dosya Uyuşmazlık
Mahkemesi’ne gönderilmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında,
Üyeler: Dr. Atalay ÖZDEMİR, M. Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Serap AKSOYLU, Z. Nurhan
YÜCEL, Abdullah ARSLAN ve Celal IŞIKLAR’ın katılımlarıyla yapılan 7.5.2007 günlü
toplantısında;
I-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca
yapılan incelemeye göre, Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun 11.7.1988 günlü,
E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve
İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun
uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’
ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın
mahkûmiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri
arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev
uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır.
Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında
yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari
niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık
Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği….”açıkça
belirtilmiştir.Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu para
cezasına ilişkin görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.
Olay kısmında belirtildiği üzere, tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada; idari
yargı yerince adli yargı yerinin görevli olduğu gerekçesiyle verilmiş ve kesinleşmiş bir
görevsizlik kararı bulunmakta olup, bunun üzerine kendine gelen davayı inceleyen adli yargı
yerinin sahip olduğu seçenekler ile verdiği karar bakımından bir değerlendirme yapılması
gerekmektedir.
1- 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde yer alan, “Olumsuz görev uyuşmazlığının
bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin
tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda
verdikleri kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekir.
Bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi, ancak davanın taraflarınca ve ceza davalarında ise
ayrıca ilgili makamlarca ileri sürülebilir” hükmüne göre, idare mahkemesinin kesinleşmiş
görevsizlik kararı üzerine adli yargı yerince de görevsizlik kararı verilmesi ve bu kararın
kesinleşmesi halinde, olumsuz görev uyuşmazlığı doğmuş olacak; hukuk alanında doğmuş
bulunan bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi ise, ancak davanın taraflarınca ileri
sürülebilecektir.
2- 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesindeki “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden
birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendine gelen bir davayı
incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren
merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirtilmesi için
Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık
Mahkemesinin karar vermesine değin erteler.” hükmüne göre ise, adli yargı yeri, davaya
bakma görevinin daha önce görevsizlik kararı veren idari yargı yerine ait olduğunu belirten
gerekçeli bir karar ile doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağına sahiptir. Şu
kadar ki, başvuru kararının, görev konusunda Uyuşmazlık Mahkemesi’nce karar verilmesine
değin işin incelenmesinin ertelenmesi hususunu da ihtiva etmesi gerekir.
Yasakoyucu, 14. maddeye göre hukuk alanında olumsuz görev uyuşmazlığı doğması
halinde her iki yargı merciince işten el çekilmiş olduğundan başvurma iradesini davanın
taraflarına bırakmış iken, bu yönteme nazaran daha kısa zamanda çözüme ulaşılmasını
amaçladığı 19. madde ile, daha önce görevsizlik kararı veren yargı merciinden sonra davayı
inceleyen yargı merciine, işten el çekmeden doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma
olanağını tanımıştır.
Olayda, adli yargı yerince, öncelikle görevsizlik kararı verilmekle birlikte, bununla
yetinilmemiş ve görevli merciin belirtilmesi için re’sen Uyuşmazlık Mahkemesi’ne
başvurulmasına da karar verilmiştir.
Bu haliyle, her ne kadar 2247 sayılı Yasa’da öngörülen yönteme uymamakta ise de,
davanın taraflarınca başvuruda bulunulmadığı gözetilerek, Antalya 2.Sulh Ceza
Mahkemesi’nce re’sen yapılan başvurunun, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesi kapsamında
olduğunun kabulü ile Uyuşmazlık Mahkemesi’nin önüne gelmiş bulunan görev
uyuşmazlığının çözüme kavuşturulması, gerek dava ekonomisine gerekse Uyuşmazlık
Mahkemesi’nin kuruluş amacına uygun olacağından, görev uyuşmazlığının esası
incelenmelidir.
II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde
idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili
Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay
Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada idari yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve
sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, 4925 sayılı Kanun’un 26. maddesinin (a) bendine göre verilen idari para
cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.
10.7.2003 gün ve 4925 sayılı Karayolu Taşıma Kanunu’nun “Amaç” başlıklı 1.
maddesinde, “Bu Kanunun amacı; karayolu taşımalarını ülke ekonomisinin gerektirdiği
şekilde düzenlemek, taşımada düzeni ve güvenliği sağlamak, taşımacı, acente ve taşıma işleri
komisyoncuları ile nakliyat ambarı ve kargo işletmeciliği ve benzeri hizmetlerin şartlarını
belirlemek, taşıma işlerinde istihdam edilenlerin niteliklerini, haklarını ve sorumluluklarını
saptamak, karayolu taşımalarının, diğer taşıma sistemleri ile birlikte ve birbirlerini
tamamlayıcı olarak hizmet vermesini ve mevcut imkânların daha yararlı bir şekilde
kullanılmasını sağlamaktır.” denilmiş; 26. maddesinin (a) bendinde, bu Kanunun 5 inci
maddesine göre yetki belgesi almadan taşıma işinde faaliyette bulunanlara beşmilyar lira para
cezası verileceği kurala bağlanmış; 30. maddesinde, para cezalarına karşı tebliğ tarihinden
itibaren otuz gün içerisinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebileceği, itiraz üzerine
verilen kararların kesin olduğu belirtilmiştir.
4925 sayılı Yasa’nın 30. maddesindeki düzenleme karşısında, para cezalarına karşı
yapılacak itirazların görüm ve çözümünde idari yargı yerlerinin görevli olacağının kabulü
gerekir.
1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanun’un diğer kanunlarda
düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri
üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın,
dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19.
maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen
idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine
ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza
mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli
yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir.
Daha sonra, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3.
maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla
iptal edilmiş ve gerekçeli kararı 22.7.2006 gün ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış
ve iptal hükmünün, kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra
yürürlüğe girmesine karar verilmiş; yasama organı tarafından iptal hükmü doğrultusunda
yasal düzenleme yapılmaması sürecinde, anılan madde hükmünün yürürlükte bulunduğu
düşüncesiyle, aynı doğrultuda karar verilmeye devam edilmiş; yasama organı tarafından,
Anayasa Mahkemesi’nce verilen altı aylık süre içinde iptal hükmü doğrultusunda yasal
düzenleme yapılması halinde ise, işaret edilen yargı yerinin yeni düzenlemenin yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren görevli olacağı belirtilmiştir.
Son olarak, 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3 üncü maddesini
değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde " (1) Bu Kanunun;
a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda
aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi
yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,
uygulanır." denilmiştir.
19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun,
idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine
hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin
gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.
Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir
müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının,
geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.
Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile
görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre
görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki
görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına
dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği
açıktır.
Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun
değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık
görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya
devam etmesi gerekir.
İncelenen uyuşmazlıkta, idari para cezasına ilişkin görevli mahkemeyi belirleyen yasa
kuralı değiştirilmiş ve yeni düzenleme 19.12.2006 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiş olduğuna
göre, görev kuralının geçmişe etkili olacağı yolundaki genel hukuk ilkesi karşısında, 4925
sayılı Yasa’nın 26. maddesine göre verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın görüm ve
çözümünde idari yargı yerinin görevli olduğu kuşkusuzdur.
Açıklanan nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesinin 19. madde kapsamında görülen
başvurusunun kabulü ile İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması
gerekmiştir
SONUÇ: Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle
Antalya 2. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 2247 sayılı Yasa’nın 19.maddesi kapsamında görülen
BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Antalya 1. İdare Mahkemesi’nce verilen 13.7.2006 gün ve
E:2006/2173, K;2006/985 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA,
07.05.2007 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
***
Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:
ESAS NO : 2007/19
KARAR NO: 2007/120
KARAR TR : 2.7.2007
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : İmar mevzuatı ve 6183 sayılı Yasa uyarınca, kamu gücü kullanılarak tek yanlı biçimde tesis edilen i
malının tapu kaydına koydurulan ipotek ve haciz şerhlerinin terkini istemiyle açılan davanın, idare aleyhine a
çözümlenmesinin gerektiği hk.
KARAR
Davacı : M.A.
Vekili : Av. . N.Ö.
Davalılar
: 1-Bağcılar Belediye Başkanlığı
Vekili : Av. A.E.
2- Y.C.
3- F.Ö.
O L A Y : İstanbul ili Bağcılar İlçesi, Kemalpaşa Mahallesi, F21C18D4D pafta, 1471 ada, 8 pars
2981/3290 sayılı yasalara istinaden Davalı Belediyece re'sen imar uygulaması (ifraz) işlemi yapılmış ve s
9450 yevmiye ile Bağcılar Tapu Sicil Müdürlüğünce tescil edilmiştir.
Söz konusu uygulamaya Davacı; 428.47 m2 alanlı, 1471 ada, 8 sayılı parseldeki 589/2400 hissesine k
kesintilerde göz önünde bulundurularak ve iade edilerek) 133.63 m2 girmiş, 39.37 m2 düzenleme ortaklık
94.26 m2 yer alması gerekirken plan ve fiili durum dolayısıyla ilgilisine 428.47 m2 alanlı, 1471 da, 8 parse
yer verilmiş ve fazladan verilen 10.89 m2 alan için 80.000.000 TL/m2 birim fiyattan parsel aleyhine 871.200.
Sözü edilen taşınmazda ruhsat ve eklerine aykırı olarak yapılan kaçak inşaattan dolayı İmar Kanunun
Başkanlığı Encümeninin 03.09.1999 Tarih ve 6036 sayılı kararı ile verilen imar para cezasının kesinle
ödeme emrinde belirtilen bedel ödenmediğinden bu defa 6183 sayılı Kanunun 54 üncü maddesi uyarınca taş
yevmiye ile haciz şerhi konulmuştur.
Davacı vekili; davacı ile dava dışı müteahhit arasında kat karşılığı inşaat sözleşmesi düzenlend
kendisine kalacak dairelerin karşılığı olarak maliki bulunduğu arsanın 344/456 hissesini dava dışı müt
müteahhidin, lehine devri yapılan payların büyük bir kısmını, üstlendiği inşaattan kendisine kalan dair
devrettiği, bir kısmı için de satış vaadinde bulunduğu; müteahhidin edimini yerine getirmediği, inşaatı yarı
inşaatın yapılan kısmı; imar mevzuatına aykırı ve kaçak yapıldığından bahisle Belediye Encümenince
tarafından, taraflar arasında düzenlenen kat karşılığı inşaat ve hisse devri sözleşmesinin iptali, müteahhit ta
iptaliyle, davacı adına tescili, 3.şahısların tecavüzlerinin önlenmesi ve taşınmaz üzerindeki tüm takyitler
Bağcılar 1.Asliye Hukuk Mahkemesinde 2002/2162 Esas sayılı dosya ile dava açıldığı, talebin uygun görü
sayılı kararın verildiği; anılan kararın Yargıtay'ın gözetiminden geçmek suretiyle kesinleştiği, kesinleşen
3.şahısların üzerinde kalan payların iptal edildiği, tekrar arsa sahibi adına tescil olunduğu; tapu kaydının müte
sürecinde; 3. şahısların Bağcılar Belediyesine olan Emlak borçları nedeniyle tapudaki payları üzerine hac
tarafından satış vaadinde bulunan kişiler tarafından müteahhit aleyhine açılan tescil davası nedeniyle de dava
konulduğu; bu nedenle müteahhit payının tescil olunamadığı; anılan kararın hüküm fıkrasında, "Haciz, İ
koyduranların hasım olarak gösterilmesi gerektiğinden, davada hasım olmayanlar hakkında taraf teşkil olm
hususunda dava açmakta davacının muhtariyetine" şeklinde hüküm kurulduğu; yukarıda ayrıntılı olarak sunu
müteahhitten tapuda pay satın alanların veya lehine satış vaadi sözleşmesi düzenlenenlerin taşınmaz üzerind
sahipliği ile ilgili kat karşılığı inşaat sözleşmesi iptal edildiğinden, dava konusu taşınmazın tapu kaydı üzerin
takyitlerin de dayanağı kalmadığından terkinine karar verilmesi istemiyle 17.10.2006 günü adli yargı yerinde
Davalılardan Bağcılar Belediye Başkanlığı vekilince, birinci savunma dilekçelerinde, davanın idari
sürülerek, görev itirazında bulunulmuştur.
BAĞCILAR 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 30.11.2006 günlü celsesinde, E:2006/501 sayı
itirazının reddine karar vermiştir.
Davalı İdare vekilince, süresi içinde verilen dilekçe ile olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle b
dava dosyası, Danıştay Başsavcılığına gönderilmiştir.
DANIŞTAY BAŞSAVCISI; 2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygula
Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanunun, 3290 sayılı Kanunun 4.maddesi ile değ
mevzuatına aykırı bina yapılmış, hisseli arsa ve araziler veya özel parselasyona dayalı arazilerde, imar a
alanlarda, binalı veya binasız arsa ve arazileri birbirleriyle, yol fazlalarıyla veya Devletin hüküm ve tasarru
yeniden ada ve parsellere ayırmaya, yapıları yeniden doğan imar ada veya parseli içinde kalanları yapı
sahiplerine müstakil veya hisseli veya kat mülkiyeti esaslarına göre vermeye, bunlar adına tescil ettirmeye ve
2942 sayılı Kamulaştırma Kanununa göre tespit edilecek bedeli peşin ödenmek veya parsel sahipleri al
sicilinden terkin ettirmeye belediye veya valilikler resen yetkilidir..." hükmüne yer verildiği; 3194 sayılı
alınmadan veya ruhsat veya eklerine veya imar mevzuatına aykırı olarak yapılan yapının yapı sahibine
hükmüne, 6183 sayılı Kanunun 1.maddesinde, Devletle, vilayet hususi idarelerine ve belediyelere ait para
uygulanacağı hükmüne yer verildiği; dosyanın incelenmesinden, F21C18D4D pafta, 1471 Ada, 8 sayılı pa
tarafından 2981/3290 sayılı yasalar uyarınca re'sen imar uygulaması yapılması sonucunda, davacıya fazla
ipotek koydurulduğu, sözü edilen taşınmazda ruhsat ve eklerine aykırı olarak yapılan kaçak inşaattan dola
verilen imar para cezasının kesinleşmesi üzerine düzenlenen ödeme emrine rağmen ödemede bulunulmam
davalı kişiler tarafından da anılan yerle ilgili ihtiyati tedbir kararı aldırıldığı, bakılan davanın da tapu ka
istemiyle açıldığının anlaşıldığı; 2981 sayılı Yasanın 10/c maddesi hükmünde yer alan, idarelerin kanuni i
idari nitelik taşıyan uygulama işlemlerinin doğrudan sonucu olarak kullanması, tescil ile kurulan mülkiyetin,
bir tasarrufa dayalı olması, imar mevzuatına göre verilen para cezasıyla ilgili 6183 sayılı Yasa uyarınca düze
haciz işleminin de idari işlem olması ve tapu kayıtlarına koydurulan ipotek ve haciz şerhinin sözü edile
karşısında, yargısal denetimin anılan işlemlerin dayanağı olan yasal düzenlemelere göre yapılmasının gerek
sayılı Yasa uyarınca kamu gücü kullanılarak tek yanlı biçimde tesis edilen işlemlere dayalı olarak davacının
ipotek ve haciz şerhlerinin terkini istemiyle açılan davanın görüm ve çözümünün idari yargının görevine gird
Belediye Başkanlığı aleyhine açılan kısmı yönünden 2247 sayılı Yasanın 10.maddesi uyarınca olumlu görev
görev konusunun incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesi'nden istemiştir.
Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın da yazılı d
YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; 2981 Sayılı Kanunun 10/c maddesi hükmü gereğinc
hisseli arsa ve araziler veya özel parselasyona dayalı arazilerde, imar adası veya parseli olabilecek büyüklük
arazileri birbirleriyle, yol fazlalarıyla veya Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerle birleştirmeye bu
yapılara yeniden doğan imar ada veya parseli içinde kalanları yapı sahiplerine, yapı olmayanları diğer hisse
mülkiyeti esaslarına göre vermeye, bunlar adına tescil ettirmeye ve tescil işlemi dışında kalanların hisselerini
tespit edilecek bedeli peşin ödenmek veya parsel sahipleri aleyhine kanuni ipotek tesis edilerek, tapu sicilinde
resen yetkilidir. Belediye veya valiliklerin talebi halinde bu yetkiler kadastro müdürlüklerince de kullanılır.” h
konulan ipotek ve 6183 sayılı Kanunun uygulanmasından doğan haciz işlemlerinin, idarenin kanundan kay
işlemler nedeniyle ve taşınmazın tapu kaydına konulan ipotek ve haciz işlemlerinin terkini nedeniyle açılan
yerlerince yapılacağının açık olduğu; bu nedenle Danıştay Başsavcılığının 2247 sayılı Yasanın 10.maddesi ge
ile Bağcılar 1.Asliye Hukuk Mahkemesinin 2006/501 esas sayılı görevlilik kararının kaldırılmasına karar v
vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: M. Lütfü
Nurhan YÜCEL, Esen EROL, Levent ÖZÇELİK ve Celal IŞIKLAR’ın katılımlarıyla yapılan 2.7.2007 günlü
I-İLK İNCELEME :Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan inceleme
Başkanlığı vekilince anılan Yasa’nın 10. maddesinde öngörülen yönteme uygun şekilde ve 12. maddede be
Danıştay Başsavcılığı tarafından davanın Bağcılar Belediye Başkanlığına yönelik kısmı yönünden olumlu g
olup, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.
II- ESASIN İNCELENMESİ :Raportör–Hakim Taşkın ÇELİK’in davanın çözümünde idari yarg
Danıştay Başsavcılığının idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve Yargıtay Cumhu
görevli bulunduğuna ilişkin düşünce yazıları ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlen
SONGÖR ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun yazılı düşünceler doğrultusundaki açıkla
GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, davacıya ait taşınmazın tapu kaydı üzerindeki takyitlerin (tedbir, haciz, ipotek v.s.) terkin
Bağcılar Belediye Başkanlığına yönelik kısmı olan ipotek ve haciz yönlerinden doğan olumlu görev uyuşmaz
2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 678
Değiştirilmesi Hakkında Kanun, imar ve gecekondu mevzuatına aykırı olarak inşa edilmiş ve inşa halin
işlemleri düzenlemek ve bu işlemlere dair müracaat, tespit, değerlendirme, uygulama ve duyuru esaslarını v
taşımakta olup, valilik veya belediyelerce yetki ve sorumluluk alanlarında ıslah imar düzenlemeleri
yapılmasının önlenmesi için temin edilecek arsaların ve muhafazası mümkün görülen gecekonduların Yas
sahipliği belirlenen kişilere verilmesine olanak sağlamıştır.
Bu doğrultuda yapılan ıslah imar planlaması çerçevesinde, Yasada öngörülen usul ve koşullara uygu
dayalı olarak idarece arsa veya hisse tahsis edilmekte ve tapu verilmektedir.
2981 sayılı Yasanın 3290 sayılı Yasa ile değişik 10. maddesinin (c) bendinde, “İmar mevzuatına ay
veya özel parselasyona dayalı arazilerde, imar adası veya parseli olabilecek büyüklükteki alanlarda, binalı v
yol fazlalarıyla veya Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerle birleştirmeye bunları yeniden ada ve pa
imar ada veya parseli içinde kalanları yapı sahiplerine, yapı olmayanları diğer hisse sahiplerine müstakil veya
vermeye, bunlar adına tescil ettirmeye ve tescil işlemi dışında kalanların hisselerini 2942 sayılı Kamulaştı
peşin ödenmek veya parsel sahipleri aleyhine kanuni ipotek tesis edilerek, tapu sicilinden terkin ettirmeye b
hükmü yer almıştır.
Diğer taraftan, 3194 sayılı imar Kanununun 42.maddesinde, Ruhsat alınmadan veya ruhsat veya ek
yapılan yapının yapı sahibine ve müteahhidine para cezası verileceği hükmüne, 6183 sayılı Kanunun 1.madd
ve belediyelere ait para cezaları hakkında bu kanun hükümlerinin uygulanacağı hükmüne yer verilmiştir.
Olayda, F21C18D4D pafta, 1471 Ada, 8 sayılı parselin bulunduğu alanda, davalı Belediye tarafında
imar uygulaması yapılması sonucunda davacıya fazladan verilen yer nedeniyle parsel aleyhine ipotek koydu
eklerine aykırı olarak yapılan kaçak inşaattan dolayı İmar Kanununun 42.maddesi uyarınca verilen imar para
ödeme emrine rağmen ödemede bulunulmaması nedeniyle haciz koydurulduğu, diğer davalı kişiler tarafında
aldırıldığı, bakılan davanın da tapu kaydına şerh düşülen bu hususların terkini istemiyle açıldığı anlaşılmaktad
2981 sayılı Yasanın 10/c maddesi hükmünde yer alan, idarelerin kanuni ipotek tesis ettirmek ş
uygulama işlemlerinin doğrudan sonucu olarak kullanması, tescil ile kurulan mülkiyetin, mülkiyete ilişkin ka
olması, imar mevzuatına göre verilen para cezasıyla ilgili 6183 sayılı Yasa uyarınca düzenlenen ödeme emr
idari işlem olması ve tapu kayıtlarına koydurulan ipotek ve haciz şerhinin sözü edilen işlemlerin icrası
denetimin; anılan işlemlerin dayanağı olan yasal düzenlemelere göre yapılması gerekmektedir.
Bu durumda, imar mevzuatı ve 6183 sayılı Yasa uyarınca kamu gücü kullanılarak tek yanlı biç
davacının taşınmaz malının tapu kaydına koydurulan ipotek ve haciz şerhlerinin terkini istemiyle açılan
görevine girmektedir.
Açıklanan nedenle, Danıştay Başsavcılığının başvurusunun kabulü ile Asliye Hukuk Mahkemesi’
itirazının reddine ilişkin kararının (davalı Belediye Başkanlığı yönünden verilen) kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ: Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcı
Bağcılar 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce davalı Belediye Başkanlığı yönünden verilen 30.11.2006 g
KARARININ KALDIRILMASINA, 2.7.2007 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
***
Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:
ESAS NO : 2007/20
KARAR NO: 2007/121
KARAR TR : 2.7.2007
(Hukuk Bölümü)
ÖZET: Sivil memura adalet hizmetleri tazminatının noksan ödenmesi işleminden doğan davanın ASKER
çözümlenmesinin gerektiği hk.
KARAR
Davacı
: H.M.
Davalı
: Milli Savunma Bakanlığı
O L A Y: Kara Kuvvetleri Komutanlığı 5 nci Piyade Er Eğitim Tugay Komutanlığı, Adli Müşa
davacı, Adalet Hizmetleri Tazminatının %100 oranında ödenmesi gerekirken % 75 oranında ödenmesi işlem
kesilen % 25 oranındaki adli tazminatın yasal faiziyle birlikte ödenmesi istemiyle Milli Savunma Bakanlığı
dilekçe ile askeri idari yargı yerinde dava açmıştır.
ASKERİ YÜKSEK İDARE MAHKEMESİ DAİRELER KURULU; 3.10.2002 gün ve E:2002/276;
maddesinde, "Askeri Yüksek İdare Mahkemesi, askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker ki
idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesidir.
uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartı aranmaz..." dendiği, 1602 Sayılı Kanunun 20 nci maddesin
Türk Milleti adına; askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri
doğan uyuşmazlıkların ilk ve son derece mahkemesi olarak yargı denetimini ve diğer kanunlarda gö
yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda, ilgilinin asker kişi olması şartı aranmaz. Bu kanunun uygulanm
Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, u
ve erler ile sivil memurlardır" denildiği; bu hükümlere göre, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde bakıl
ilgilendirme ve askeri hizmete ilişkin olma koşullarını birlikte taşıması gerektiği, asker kişinin tanımı açıkl
askeri hizmete ilişkinlik koşulunun saptanmasında odaklandığı; bu saptama yapılırken, Askeri Yüksek İdar
ardı edilmemesi gerektiği; zira; bilindiği üzere, bugünkü konumunda olmasa da Cumhuriyet öncesinden
sistemimizde Genel İdari Yargı kolunun bulunmakta olduğu, dikey yapılanma unsurları ilavesiyle varlığını
İdare Mahkemesinin kurulmasının asker kişilerin tümüyle genel idari yargı yerlerinde taraf olma
dayandırılamayacağı; Kuruluş Kanunu gerekçesinde de belirtildiği üzere, asker kişinin statü bakımından far
kurallarla yürütülmesi ve bu nedenle asker kişiyi ilgilendiren, askeri hizmete ilişkin idari işlemlerin hukuk
farklılığını ve askerlik mesleğinin değişik yapı ve koşullarını bilen, bu koşulların içinde yaşayan uzm
amaçlandığı; ki, bu hususun mahkemeleri mensuplarınca inceleme yazılarında etraflıca açıklandığı ve şi
kararlarında da gerekçelerin bu doğrultuda işlendiği; Anayasada ve Mahkemenin kuruluş kanununda asker
tesis edilen tüm işlemlerin değil de yalnızca askeri hizmete ilişkin olanlardan söz edilmesinin anlamlı ol
Devlet Memurları Kanununda statüleri belirlenmiş olan personel hakkında Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev
tesisinin istisnai ve oldukça sınırlı sayıda olduğu sonucuna varılacağı; çünkü, Türk Silahlı Kuvvetleri men
Kanunun kapsamını belirleyen 1.maddesi bu kanunun subaylar, astsubaylar, Harp Okulları, Fakülteler, Y
öğrenim yapan öğrenciler hakkında uygulanacağını, TSK'nde görevli sivil kişilerin kendi özel kanunlarına
Silahlı Kuvvetlerinin, askeri hizmetin ve askerlerin tanımını yapan, hizmetin yürütülme koşullarını tüm mes
askerlere özgü disiplin ve hiyerarşi esaslarını saptayan 211 Sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunun
memurları kapsam dışı bıraktığı; bu nedenledir ki, '"sivil memurlar hakkındaki idari işlemlerin istisna olara
Mahkemelerince verilen görev yönünden ret kararlarının tamamına yakın sayıdaki çoğunluğunun, sivil m
herhalde başka sebebe dayalı olmadığı; esasen, bir uyuşmazlığa konu işlem, aynı esaslar dairesinde tes
değerlendirilip aynı sonuca ulaşılacaksa yargı yeri tayininde görev değil, yetki kavramı ve kurallarının söz k
19 Ocak 1998 gün ve 98/10584 Sayılı Bakanlar Kurulu Kararının III Sayılı Cetvelinin (F) bendine göre da
üzerinden hangi oranda alacağı sorunundan ibaret olduğu, bu yönüyle sorunun, sadece Türk Silahlı Kuvvet
olan " personelle sınırlı olmayıp Adalet Bakanlığı kadrolarında görevli" Zabıt Katipliği" kadrosunda 4
ilgilendirmekte bulunduğu; davanın çözümünde ne davacının 1602 Sayılı Kanunun 20 nci maddesini u
görev ve hizmet yerinin Türk Silahlı Kuvvetleri kadrolarında yer almasının en ufak bir etki ve öneminin
katipliği" kadro unvanlı personelden, 4 ncü derece aylığı alanların tümünün adalet hizmetleri tazmin
takdir edilip, Oranı %75 olarak saptanmış ise, davacı ve davaya konu ettiği uyuşmazlığın da esasları aynı
deyişle uyuşmazlıkla ilgili uygulanacak kuralın öngörülmesinde,
askeri hizmetin gereklilikleri hiç m
gerekliliklerinden ötürü genel ya da askeri yargı yeri ayırımı yapılmaksızın sadece zabıt
tazminatının oranlarının belirtilmesi ile yetinildiği; keza, 657 Sayılı Kanunun TSK'nde görevli memurlara u
nci maddesinin bu kapsamda yalnızca çalışma saatleri hakkındaki 99 ncu, günlük çalışma saatlerinin tespi
devamlılık gösteren hizmette çalışma saat ve usulünün tespiti hakkındaki 101 nci, fazla çalışma ücreti hakkı
yetkilileri belirleyen 318 nci maddelerini saydığı, davaya konu uyuşmazlığa ilişkin herhangi bir ayrık hük
genel idari yargı yerinin görevli olmasının gerektiği ile Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin kuruluş amacın
kendiliğinden ortaya çıktığı, nitekim, TSK'nde görevli bir öğretmenin öğretim tazminatının yükseltilmeme
olumsuz görev uyuşmazlığını çözümleyen ve Ankara 3 No'lu İdare Mahkemesinin görevsizlik kararını kaldı
tarih ve 1993/12-11 sayılı kararında "...çözümlenecek olan anlaşmazlık eğitim ve öğretim tazminatını eksik
yöndeki isteğinden ve onun çözümü ile varılacak sonuçtan farklı değildir..." denildiği, bu son kararı öncesin
hizmete ilişkinlik" unsurunu kabul tarzının aynı olduğu; öte yandan, görev uyuşmazlıklarını Anayasa Mahke
ve kesin nitelikte çözümleyen Uyuşmazlık Mahkemesinin, 13.8.1993 tarih ve 21667 Sayılı Resmi Gazetede
sayılı kararında da askeri hizmete ilişkinlik koşulunun bu doğrultuda kabul edilmesi gerektiği ve ilgili TSK
Sayılı Kanunun 20 nci maddesiyle asker kişi sayılsa bile öğretim tazminatından doğan uyuşmazlığın çözüm
değil, genel idari yargı olduğunun vurgulandığı, anılan kararın, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Daireler
üzerine ve ileri sürülen gerekçeler doğrultusunda verilmiş olduğu; yine aynı şekilde Uyuşmazlık Mahkeme
ilişkin bir uyuşmazlıkta yaptığı inceleme sonucunda verdiği 24.12.2001 tarih ve 2001/117 sayılı kararında d
askerî geçmişinin, asker kişi olmaktan kaynaklanan hak ve ödevlerinin, askerlik hizmetinin amacı askerî göre
ve gelenekler yönlerinden bir değerlendirme yapılması veya bu işlemin yargısal denetimi sırasında da bu
olduğundan, ortada askerî hizmete ilişkin bir işlem bulunmamaktadır. Diğer taraftan, bu konuda asker kişi
varılacak sonuç, sivil bir kamu kuruluşunda görevli memur hakkında aynı işlemden doğan dava ve onun çözü
denildiği; tüm bu istikrar kazanmış Uyuşmazlık Mahkemesi kararları ve değerlendirmeler sonucunda; dava k
asker-sivil tüm yargı kollarındaki görevlileri ilgilendirdiği, veriliş nedeni ve esprisi aynı olan Adalet Hizme
oranda uygulanacağına ilişkin uyuşmazlığın emsali uyuşmazlıklara göre bir başka yargı kolunda, yani Askerî
gerektiren haklı sayılabilecek bir durum olmadığı anlaşılmakta ve sonuç olarak uyuşmazlığın çözümünde dav
değerlendirme ve uygulama yerinin bulunmadığı gerekçesiyle görevsizlik karar vermiş; bu karar, kesinleşmiş
Davacı bu kez, Adalet Hizmetleri Tazminatının %100 oranında ödenmesi gerekirken %75 oranın
1.1.2002 tarihinden itibaren eksik verilen % 25 oranındaki adli tazminatın iadesi ve ödeme tarihine kada
istemiyle, 31.10.2002 tarihinde genel idari yargı yerinde dava açmıştır.
Sivas İdare Mahkemesi; 25.3.2003 gün ve E:2002/1129, K:2003/201 sayı ile, uyuşmazlığı esastan i
davacı tarafından temyiz isteminde bulunulması üzerine Danıştay 11.Dairesi; 7.4.2006 gün ve E:2003/2843
çözümünde Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin görevli olduğu gerekçesiyle Mahkeme kararını bozmuştur.
SİVAS İDARE MAHKEMESİ; 25.7.2006 gün ve E: 2006/3523, K:2006/1799 sayı ile, bozma kar
Anayasa'nın 157.maddesinde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin askeri olmayan makamlarca kurulmuş ol
hizmete ilişkin yönetsel işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son d
yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması koşulunun aranmayacağının belirtildiğ
25.12.1981 tarih ve 2568 sayılı Yasa ile değişik 20.maddesinde de aynı hükmün yer aldığı, Askeri Yüksek İd
için dava konusu yönetsel işlemin "asker kişiyi ilgilendirmesi" ve "askeri hizmete ilişkin bulunması" koşull
1602 sayılı Yasanın değişik 20.maddesinde Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan ya da hizmetten ayr
askeri öğrenci, uzman çavuş uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurların asker kişi sayıldıkla
1.fıkrasında "20.maddede belirtilen kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden
maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından bahisle menfaatleri ihlal edilenler tarafından aç
eylemlerin hakları ihlal etmesi halinde açılacak tam yargı davaları, doğrudan doğruya ve kesin olarak Asker
ve karara bağlanır." denildiği; aynı Yasa'nın "Birinci Dairenin görevleri" başlıklı değişik 22.maddesinde, at
ilerlemesi, terfi, emeklilik, maluliyet, aylık ve yolluklara ilişkin iptal ve tam yargı davalarının Birinci D
yönetsel işlemin, görevli yargı yerinin belirlenmesi yönünden "askeri hizmete ilişkin" olup olmadığın
bakılmasının gerektiği, eğer yönetsel işlem askeri gereklere, askeri usul ve yönteme ve askeri hizmete gör
ilişkin olduğunu kabul etmek gerektiği, daha açık bir anlatımla, askeri hizmete ilişkin yönetsel işlemlerin yö
yeteneklerinin, tutum ve davranışlarının, askeri geçmişinin, askeri görev yerlerinin özellikleri, askeri
değerlendirilmesi sonucunda kurulan işlemler olduğu; işlem, askeri olmayan bir makam tarafından kurulmu
ihlal edilen asker kişinin açtığı davanın Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde görülmesinin gerektiği; dava
sayılan asker kişilerden olduğu ve bu nedenle dava konusu işlemin asker kişiyi ilgilendirdiğinin tartışmasız o
ilişkin olup olmadığına gelince; 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununun "Kapsam" ba
memurların kendi özel kanununa tabi bulunmakta olduğu; uyuşmazlığa konu edilen davanın, 657 sayıl
tazminatlara ilişkin 152.maddesinin "Adalet hizmetleri tazminatı" başlıklı Il/g bendinin davacıya uygulanm
657 sayılı Yasa'nın 152.maddesinin ll.bendine göre "tazminatlar"ın görevin önem, sorumluluk ve niteliği, g
ünvan ve derecesi ve eğitim seviyesi gibi hususlar göz önüne alınarak bu kanunda belirtilen Devlet memuru a
alınarak maddede belirtilen oranlarda ödenen parasal haklardan olup; aynı Yasa maddesinin "Ortak Hükümle
"Bu zam ve tazminatlara hak kazanmada ve bunların ödenmesinde aylıklara ilişkin hükümler uygulanır" den
Yasa'nın değişik 22.maddesinde Birinci Dairenin görevleri arasında sayılan "aylık" kavramının kapsamına gi
1602 sayılı Yasaya göre asker kişi sayılan sivil memura adalet hizmetleri tazminatının noksan ödenmesi iş
özlük haklarından doğan davada "askeri hizmete ilişkin bulunma" koşulunun da gerçekleşmiş bulunması ka
görüm ve çözümünde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi görevli bulunduğu gerekçesiyle görev ret kararı ve a
Mahkemesinin 03.10.2002 günlü, E:2002/276, K2002/238 sayılı görev ret kararı üzerine Mahkemelerine in
sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkındaki Kanun hükümleri uyarınca görevli yargı
Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: M. Lütfü
Nurhan YÜCEL, Esen EROL, Levent ÖZÇELİK ve Celal IŞIKLAR’ın katılımlarıyla yapılan 2.7.2007 günlü
l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelem
tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada; askeri idari yargı yerince genel idari yargı yerinin görevli olduğ
görevsizlik kararı bulunmakta olup, bunun üzerine kendine gelen davayı inceleyen idare mahkemesinin
bakımından bir değerlendirme yapılması gerekmektedir.
1- 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde yer alan, “Olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ile
yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmel
veya kesinleşmiş olması gerekir.
Bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi, ancak davanın taraflarınca ve ceza davalarında ise ayrıca ilg
göre, askeri yüksek idare mahkemesinin kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine idari yargı yerince de g
kesinleşmesi halinde, olumsuz görev uyuşmazlığı doğmuş olacak; hukuk alanında doğmuş bulunan bu u
davanın taraflarınca ileri sürülebilecektir.
2- 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesindeki “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden birisinin kesin v
kendine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik ka
varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve
Mahkemesinin karar vermesine değin erteler.” hükmüne göre ise, idari yargı yeri, davaya bakma görevinin
idari yargı yerine ait olduğunu belirten gerekçeli bir karar ile doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurm
kararının, görev konusunda Uyuşmazlık Mahkemesi’nce karar verilmesine değin işin incelenmesinin ertelenm
Yasakoyucu, 14. maddeye göre hukuk alanında olumsuz görev uyuşmazlığı doğması halinde
olduğundan başvurma iradesini davanın taraflarına bırakmış iken, bu yönteme nazaran daha kısa zamanda ç
ile, daha önce görevsizlik kararı veren yargı merciinden sonra davayı inceleyen yargı merciine, işten el çekm
başvurma olanağını tanımıştır.
Olayda, genel idari yargı yerince, öncelikle görevsizlik kararı verilmekle birlikte, bununla yetinilm
re’sen Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurulmasına da karar verilmiştir.
Bu haliyle, her ne kadar 2247 sayılı Yasa’da öngörülen yönteme uymamakta ise de, davanın taraflar
Sivas İdare Mahkemesi’nce re’sen yapılan başvurunun 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesi kapsamında olduğun
önüne gelmiş bulunan görev uyuşmazlığının çözüme kavuşturulması, gerek dava ekonomisine gerekse Uyu
uygun olacağından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde askeri idari ya
dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU
askeri idari yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖ
Dava, Kara Kuvvetleri Komutanlığı 5 nci Piyade Er Eğitim Tugay Komutanlığı, Adli Müşavirliği'nde
adalet hizmetleri tazminatının %100 oranında ödenmesi gerekirken %75 oranında ödenmesine işleminin ip
yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi isteminden ibarettir.
Anayasa’nın 157. maddesinde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin askeri olmayan makamlarca kurul
askeri hizmete ilişkin yönetsel işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son
yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması koşulunun aranmayacağı belirtilmiş;
25.12.1981 tarih ve 2568 sayılı Yasa ile değişik 20. maddesinde de aynı hüküm yer almıştır. Askeri
bakabilmesi için dava konusu yönetsel işlemin “asker kişiyi ilgilendirmesi” ve “askeri hizmete ilişkin bulu
gerekmektedir.
1602 sayılı Yasanın değişik 20. maddesinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan ya da hizm
astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurlar asker kişi say
Anılan Yasa’nın değişik 21. maddesinin birinci fıkrasında “20 nci maddede belirtilen kişileri ilgilendi
eylemlerden dolayı; yetki, sebep, şekil, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından ba
açılacak iptal davaları, aynı idari işlem ve eylemlerin haklarını ihlal etmesi halinde açılacak tam yargı da
Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde çözümlenir ve karara bağlanır.” denilmiş; aynı Yasa’nın “Birinci
maddesinde, atanma, yer değiştirme, nasıp, sicil, kademe ilerletilmesi, terfi, emeklilik, maluliyet, aylık
davalarının Birinci Dairece çözümleneceğine işaret edilmiştir.
Yönetsel işlemin, görevli yargı yerinin belirlenmesi yönünden“askeri hizmete ilişkin” olup olmadığ
bakılması gerekmektedir. Eğer yönetsel işlem askeri gereklere, askeri usul ve yönteme ve askeri hizmete gö
ilişkin olduğu kabul edilmelidir. Daha açık bir anlatımla, askeri hizmete ilişkin yönetsel işlemler: yöne
yeteneklerinin, tutum ve davranışlarının, askeri geçmişinin, asker kişi olmaktan kaynaklanan hak ve ödev
görev yerlerinin özellikleri, askeri kural ve gerekler gözönünde tutularak değerlendirilmesi sonucunda kuru
makam tarafından kurulmuş olsa bile durum değişmemekte, menfaati ihlal edilen asker kişinin açtığı dav
görülmesi gerekmektedir.
Davacının 1602 sayılı Yasanın 20. maddesinde sayılan asker kişilerden olduğu ve bu nedenle dava
tartışmasızdır. Dava konusu işlemin askeri hizmete ilişkin olup olmadığına gelince:
926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanunu’nun “Kapsam” başlıklı 1. maddesinin ikinc
kanununa tabi bulunmakta olup; görev uyuşmazlığına konu edilen dava, 657 sayılı Devlet Memurları Kan
maddesinin “ADALET HİZMETLERİ TAZMİNATI” başlıklı II/ G. bendinin davacıya uygulanmasına ilişkin
657 sayılı Yasa’nın 152.maddesinin II.bendine göre “tazminatlar” : görevin önem, sorumluluk
süresi, kadro ünvan ve derecesi ve eğitim seviyesi gibi hususlar göz önüne alınarak bu Kanunda belirtilen De
brüt tutarı esas alınarak maddede belirtilen oranlarda ödenen parasal haklardan olup; aynı Yasa maddesin
değişik üçüncü fıkrasında “Bu zam ve tazminatlara hak kazanmada ve bunların ödenmesinde aylıklara ilişkin
parasal hakların 1602 sayılı Yasa’nın değişik 22. maddesinde Birinci Dairenin görevleri arasında sayılan
kabulü gerekmektedir.
Bu durumda, 1602 sayılı Yasa’ya göre asker kişi sayılan sivil memura adalet hizmetleri tazminatın
deyişle, asker kişinin özlük haklarından doğan davada “askeri hizmete ilişkin bulunma” koşulunun da gerçek
konu edilen davanın görüm ve çözümünde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi görevli bulunmaktadır.
Açıklanan nedenlerle, Sivas İdare Mahkemesinin 19. madde kapsamında görülen başvurusunun ka
Daireler Kurulu’nca verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ: Davanın çözümünde ASKERİ İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Sivas İdar
maddesi kapsamında görülen BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Daireler
K:2002/238 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 2.7.2007 gününde OYBİRLİĞİ İLE
***
Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:
ESAS NO : 2007/24
KARAR NO: 2007/83
KARAR TR : 4.6.2007
(Hukuk Bölümü)
ÖZET: 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 42. maddesi uyarınca verilen para cezasının iptali istemiyle aç
çözümlenmesi gerektiği hk.
KARAR
Davacı
Vekili
Davalı
: Mavi Nokta Bil.Elek.Tur.G. San.Tic.Ltd.Şti. ad.Şrk. Müd. S.S.
: Av. Ö.F.S.
: Çankaya Belediye Başkanlığı/Ankara
OLAY
: Ankara ili, Çankaya ilçesi, Meşrutiyet, imarın 1086 ada 23 parseli
üzerinde; Konur Sokak 36/2,Kızılay/Ankara adresindeki dükkânın maliki olan davacı şirkete
Çankaya Belediye Encümeninin 20.12.2005 tarih ve C/2005/3669.15 sayılı kararıyla; onaylı
mimari projesine aykırı imalat yaptığından bahisle; 3194 sayılı İmar Kanunun 32.maddesi
gereğince zabıt konusu hususların yıkılarak onaylı projesine uygun hale getirilmesi,
42.maddesi gereğince para cezası verilmesi yolunda işlem tesis edilmiştir.
Davacı vekilince; imalatın çevre ve estetik açıdan hiçbir olumsuzluğunun
bulunmadığı, tamamen portatif olup kalıcı olmayan basit güneşliğin, onaylı mimari projeye
aykırı tadilat olarak tanımlanması bir yana fahiş bir ceza tayininin de ölçüsüz olduğu
iddiasıyla ve tahakkuk ettirilen idari para cezasının iptali istemiyle 16.5.2006 tarihinde adli
yargı yerinde itirazda bulunulmuştur.
ANKARA 4. SULH CEZA MAHKEMESİ; 19.6.2006 gün ve Müt.K:2006/775 sayı
ile, 3194 İmar Yasasının 32.maddesinde ruhsatsız yapı veya bölümlerinin inşaa edilmesi
halinde yapılacak işlemlerin belirtildiği, buna aykırı hareket edilmesi halinde aynı yasanın
42.maddesine göre idari para cezası verileceğinin öngörüldüğü; 3194 sayılı yasanın
42.maddesinin 5.fıkrası Anayasaya aykırı olduğundan Anayasa Mahkemesinin 01.08.2001
tarihinde yürürlüğe giren 1996/72 esas 1997/51 karar sayılı kararıyla 42.maddenin 5.fıkrasının
1.tümcesinin anayasaya aykırı olduğuna ve iptaline karar verilmiş olduğu, bu haliyle 3194
imar yasasının 42.maddesine göre verilen idari para cezalarına karşı itirazın, sulh ceza
mahkemelerine yapılacağı hükmünün iptal edilerek, idare mahkemelerinin yetkili ve görevli
kılındığı; Çankaya Belediye Encümeni tarafından tahakkuk ettirilen idari para cezasının,
idarenin kamu gücünü kullanarak aldığı bir idari işlem olduğu, bu bakımdan idari para cezası
niteliğini taşıyan imar para cezalarının idari yargı denetimi dışında tutulmasının idarenin
yargısal denetiminin etkin ve doğal anlamda gerçekleşmemesi sonucunu doğuracağı;
01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5326 sayılı Kabahatler Yasasının 2.maddesinde, kabahat
deyiminden, kanunun karşılığında idari yaptırım uygulanmasını öngördüğü haksızlık olduğu
belirtilmiş ise de, verilen para cezasının idarenin kamu gücünü kullanarak aldığı bir idari
işlem olduğu, imar kurallarına aykırı bir yapının eski hale getirilmesine ilişkin işlem idari
yargı yerlerinde görülürken, birbirleri ile bağlantılı olayda farklı sonuçların ortaya çıkacağı;
5326 sayılı Yasanın "Genel kanun niteliği" başlıklı 3. maddesinin Anayasa Mahkemesinin
01/03/2006 gün 2005/108 esas 2006/35 sayılı kararı ile iptal edilmiş olmasıyla 5326 sayılı
yasanın 2. kısmında çeşitli kabahatler başlığı altında 32. maddeden itibaren düzenlenen idari
cezalara karşı sulh ceza mahkemelerine itirazda bulunma hakkı verildiği, bunun dışındaki
idari yaptırımlara karşı itirazların İdare Mahkemesinin görev ve yetkisinde olduğu
gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, itiraz edilmeyerek kesinleşmiştir.
Davacı vekilince, aynı istemle 3.7.2006 tarihinde idari yargı yerinde dava açılmıştır.
ANKARA 9. İDARE MAHKEMESİ; 18.8.2006 gün ve E:2006/1724 sayı ile, 5326
sayılı Kabahatler Kanunu'nun 1. maddesinde Kanunun amaç ve kapsamının belirlendiği, aynı
Kanunun 2. kısımda yer alan 32. ila 43. maddelerinde, Türk Ceza Kanunu kapsamı dışında
kalan çeşitli kabahatler sayılarak, bu eylemlere yaptırımların öngörüldüğü; 2. maddesinde,
"kabahat" deyiminden, Kanun'un karşılığında idari yaptırımların idari para cezası ve idari
tedbirlerden ibaret olduğunun belirtildiği; Kanun'un 19. maddesinde, diğer Kanunlarda
kabahat karşılığında öngörülen bazı yaptırımlara ilişkin hükümlerin, ilgili Kanunlarda bu
Kanun hükümlerine uygun değişiklikler yapılıncaya kadar saklı tutulacağı öngörülmek
suretiyle geçici istisnalar getirildiği, 11.05.2005 tarih ve 5348 sayılı Kanun'un 5. maddesiyle
eklenen Ek.l. maddede; "04.01.1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nda yer alan
vergi mahkemelerinin görevine ilişkin hükümler saklıdır." denilmek suretiyle de 213 sayılı
Yasa kapsamında bulunan vergi cezaları, Kabahatler Kanunu'nun Genel Kanun Niteliği"
başlıklı 3. maddesinde, "bu Kanunun genel hükümleri diğer kanunlardaki kabahatler hakkında
da uygulanır" denilmiş olup, bu kanun'un genel hükümleri arasında yer alan 27. maddesinin 1
numaralı bendinde, idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari
yaptırımlara karşı yapılacak Sulh Ceza Mahkemesinin genel görevli kılındığı; Anayasa
Mahkemesinin, 01.03.2006 tarihinde vermiş olduğu kararında 5326 sayılı Kabahatler
Kanunun 3. maddesinin iptal etmiş ve idari para cezalarına karşı açılan davalarda görevli
yargı mercinin İdari Mahkemeleri olduğuna karar vermişse de yasama organına gerekli
düzenlemeleri yapmak için süre tanıdığı ve kamu yararının olumsuz yönde etkilenmemesi için
de söz konusu iptal kararının Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak 6 ay sonra
yürürlüğe gireceğine karar vermiş olduğundan, bu aşamada mahkemelerinin görevsiz olduğu;
dosyanın incelenmesinden, davacı tarafından 3194 Sayılı İmar Kanununu 32. maddesi
uyarınca 10.000 YTL İdari para cezası verilmesi üzerine Ankara 4. Sulh Ceza Mahkemesine
dava açıldığı ve anılan Mahkemenin 19.06.2006 tarih ve 2006/775 müt. sayılı görev ret kararı
üzerine idari para cezası işleminin iptali istemiyle Mahkemelerinde iş bu davanın açıldığı; bu
durumda yukarıda belirtilen mevzuat hükümleri ve Anayasa Mahkemesinin 01.03.2006 tarih
ve 2006/35 karar sayılı iptal kararının birlikte değerlendirilmesi sonucunda bakılmakta olan
davanın görüm ve çözümünde görevli yargı yerinin idari yargı değil adli yargı olduğu
gerekçesiyle, Mahkemelerinin görevsizliğine, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş
ve İşleyişi Hakkında Kanunun 19. maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için
dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine ve dosya incelemesinin bu konuda
Uyuşmazlık Mahkemesince karar verilinceye kadar ertelemesine karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında,
Üyeler: Dr. Atalay ÖZDEMİR, M. Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Z. Nurhan YÜCEL, H.Ayfer
ÖZDEMİR, Abdullah ARSLAN ve H. Hasan MUTLU’nun katılımlarıyla yapılan 4.6.2007
günlü toplantısında;
I-İLK İNCELEME :Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca
yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun 11.7.1988 günlü,
E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve
İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun
uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’
ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın
mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri
arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev
uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır.
Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında
yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari
niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık
Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği….”açıkça belirtilmiştir.
Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı
başvuru konusu görev
uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.
İdare mahkemesince, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen durumun
aksine, adli yargı kararının kesinleşme durumu açıklığa kavuşturulmadan başvurulduğu
görülmekte ise de; Başkanlık yazısıyla, adli yargı kararının kesinleşme durumunu gösteren
onaylı bir örneğinin Mahkemesinden istenildiği ve sonuçta usule ilişkin herhangi bir
noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev
uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde
idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili
Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay
Savcısı Gülen AYDINOĞLU’ nun, davada idari yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve
sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 42. maddesine göre Belediye Encümeni
tarafından verilen para cezasının iptali istemiyle açılmıştır.
3.5.1985 tarih ve 3194 sayılı İmar Kanunu’nun “Amaç” başlıklı 1. maddesinde “ Bu
Kanun, yerleşme yerleri ile bu yerlerdeki yapılaşmaların; plan, fen, sağlık ve çevre şartlarına
uygun teşekkülünü sağlamak amacıyla düzenlenmiştir” denilmiş; 42. maddesinin birinci
fıkrasında, ruhsat alınmadan veya ruhsat veya eklerine veya imar mevzuatına aykırı olarak
yapılan yapının yapı sahibine, fenni mesule ve müteahhidine, istisnalar dışında özel
parselasyon ile hisse karşılığı belirli bir yer satan ve alana para cezası verileceği kurala
bağlanmış; anılan Yasa maddesinin itiraz merci olarak sulh ceza mahkemesini belirleyen
beşinci fıkrası Anayasa Mahkemesi’nin 15.5.1997 tarihli ve E:1996/72, K:1997/51 sayılı
kararıyla; bir idari işlemin bir bölümünün idari yargının, diğer bir bölümünün ise adli yargının
denetimine bırakılmasında, kamu yararı bulunmadığı, zira bu işlemlerin, kamu gücünün
kullanılmasıyla ilgili bir idari işlemin devamı ve idari bir yasağa aykırı davranan kişiye idari
bir yaptırımın uygulanması niteliğinde olduğu, çıkacak uyuşmazlıkların çözümünde de idari
yargının yetkili olacağı, idarenin aynı yapı için aldığı kararın bir bölümünün idari yargıda bir
bölümünün adli yargıda görülmesinin yargılamanın bütünlüğünü bozacağı, idari bir işlemin
bölünerek bir bölümünün idari yargının bir bölümünün de adli yargının denetimine
bırakılmasında isabet bulunmadığı belirtilmek suretiyle iptal edilmiş olup, yasama organınca
bu konuda düzenleme yapılmamıştır.
Anayasa Mahkemesinin iptal kararını gözeten Uyuşmazlık Mahkemesi, 3194 sayılı
Yasa’nın 42. maddesine göre verilen idari para cezalarına karşı açılan davaları, göreve ilişkin
genel ilkelere göre idari yargının görev alanında görmüştür.
1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanun’un diğer kanunlarda
düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri
üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın,
dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19.
maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen
idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine
ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza
mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli
yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir.
Daha sonra, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3.
maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla
iptal edilmiş; gerekçeli kararı 22.7.2006 gün ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış
ve iptal hükmünün, kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra
yürürlüğe girmesine karar verilmiş; yasama organı tarafından iptal hükmü doğrultusunda
yasal düzenleme yapılmadığı süreçte, anılan madde hükmünün yürürlükte bulunduğu
düşüncesiyle, aynı doğrultuda karar verilmeye devam edilmiş; yasama organı tarafından,
Anayasa Mahkemesi’nce verilen altı aylık süre içinde iptal hükmü doğrultusunda yasal
düzenleme yapılması halinde ise, işaret edilen yargı yerinin yeni düzenlemenin yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren görevli olacağı belirtilmiştir.
Son olarak, 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 3 üncü maddesini
değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde " (1) Bu Kanunun;
a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda
aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi
yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,
uygulanır." denilmiştir.
Aynı Kanun'un 27. maddesine, 5560 sayılı Kanun ile eklenen sekizinci fıkrada ise;
idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının
görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin
hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde
görüleceği kurala bağlanmış, bu maddenin gerekçesinde de bu hükümle, Kabahatler
Kanunu'ndaki düzenlemelerin ortaya çıkardığı bağlantı sorununa çözüm getirilmesinin
amaçlandığı ifade edilmiştir.
19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun;
İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine
hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterildiği
durumunda ise uygulanmayacağı ancak; idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında
aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması
halinde; idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali
talebiyle birlikte idari yargı merciinde görüleceği anlaşılmaktadır.
Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir
müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının,
geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.
Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile
görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre
görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki
görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına
dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği
açıktır.
Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun
değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık
görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya
devam etmesi gerekir.
İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16.
maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 3194 sayılı İmar Kanunu’nda
da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği ancak; idari
yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının
görev alanına giren kararın da verilmiş olması nedeniyle; idari para cezasına ilişkin
yaptırım kararının hukuka aykırılığı iddiasının da, idari yargı yerinde görüleceği
kuşkusuzdur.
Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanunla değişik 3. maddesi ve aynı
Kanunun 27.maddesine 5560 sayılı Kanunla eklenen sekizinci fıkra hükmü bir arada
değerlendirildiğinde, 3194 sayılı İmar Kanunu'nun 42. maddesi uyarınca verilen para
cezalarına karşı açılacak davaların çözümünde idari yargı yerinin görevli olduğu sonucuna
varılmıştır.
Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesinin başvurusunun reddi gerekmiştir.
SONUÇ: Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle
Ankara 9.İdare Mahkemesi’nce 18.8.2006 gün ve E:2006/1724 sayı ile yapılan
BAŞVURUNUN REDDİNE, 4.6.2007 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar
verildi.
***
Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:
ESAS NO : 2007/25
KARAR NO: 2007/123
KARAR TR : 2.7.2007
(Hukuk Bölümü)
ÖZET:2247 sayılı Yasa’nın 1. maddesine uygun bulunmayan BAŞVURUNUN, aynı Yasa’nın 27. maddesi u
KARAR
Davacı
: İ.M.
Vekili : Av H.Ö.
Davalı : Uniport Lojistik Ve Ticaret A.Ş.
Vekili : Av. C.C.
OLAY
: Davacı vekili, müvekkili İhsan Merey'in davalı şirkette işçi olarak çalışırken, şirket
çalışanlarca tespit edildiği iddiası ile hakkında Bursa 2.Asliye Ceza Mahkemesinin 2002/94 Esas sayılı do
Asliye Hukuk Mahkemesinin 2002/808 Esas sayılı dosyası ile rücuen tazminat davası açıldığını; ancak
müvekkili aleyhine en ufak bir kanıt bulanamadığını ve beraat kararı verildiğini, yine Bursa 2. Asliye Huku
verilen takipsizlik kararı nedeni ile açılmamış sayılması ile sonuçlandığını, olay nedeniyle müvekkilini
müvekkili davacı İhsan Merey lehine 10.000,00 YTL manevi tazminatın, dava tarihinden itibaren işleyecek
karar verilmesi istemiyle dava açmıştır.
BURSA 4. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 22.3.2006 gün ve E:2005/362, K:2006/122 sayı ile
vekilinin, müvekkili davalının açmış olduğu davaların hak arama özgürlüğü kapsamında olduğunu, davacıya
şirketin yasal hakkını kullandığını manevi tazminat talep etme şartlarının oluşmadığını savunarak davanın r
Davacının davalı şirket elemanı olarak çalıştığı dönemde, şirkete ait parayı zimmetine geçirdiğinden bahisl
bulunulduğu, işten çıkarıldığı ve dava açıldığından bahisle duyulan üzüntüye karşılık manevi tazminat is
davacı ile davalı şirket arasında işveren- işçi ilişkisinin bulunduğu dönemde yaşanan olaylarla ilgili olduğ
olayların yaşandığı dönemde, davacı ile davalı şirket ilişkisi arasında hizmet ilişkisi söz konusu olduğu,
davanın İş mahkemesinin görevi kapsamında bulunduğu; Bursa' da müstakil iş mahkemelerinin kurul
ilişkisinden kaynaklandığı ve davanın iş mahkemesinin görevi dahilinde olduğu anlaşılmakla, mahkemelerin
reddine, dosyanın görevli ve yetkili Bursa Nöbetçi İş Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekt
nedenlere göre; dava dilekçesinin mahkemelerinin görevsizliği nedeniyle reddine, karar kesinleştiğinde ve
Bursa Nöbetçi İş Mahkemesine gönderilmesine karar vermiş; bu karar, temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.
Davacı vekilinin yazılı talebi üzerine dava dosyası İş Mahkemesine gönderilmiştir.
BURSA 4. İŞ MAHKEMESİ; 28.11.2006 gün ve E:2006/970, K:2006/754 sayı ile, dava dilekçesinin
vekilinin 12/10/2005 tarihli cevap dilekçesi ile; davacı tarafından açılan davaların hak arama özgürlüğü
davacıya hakaret etmek kastı ile açılan dava niteliğini taşımadığını, tamamen müvekkili şirketin kanunlar ö
manevi tazminat talep etme şartlarının oluşmadığını savunarak, davanın reddini istediği; bu davanın Bursa
Esas sırasına kaydının yapıldığı ve ilgili mahkemece verilen 22/03/2006 tarihli kararda "...taraflar arasındaki
ve davanın İş Mahkemesinin görevi dahilinde olduğu..." gerekçesi ile görevsizlik kararı verilerek, dava d
mahkemelerine gönderildiğinin anlaşıldığı; davacı vekilinin 03/08/2006 tarihli celsede alınan beyanında; dav
olunup ceza davası açılmasından dolayı iş bu davayı açtıklarını, davalı tarafça Bursa 2. Asliye Hukuk
açılmasından dolayı bu davada manevi tazminat talep etmediklerini, yalnızca şikayet nedeni ile müvekkili
manevi tazminat talep ettiklerini imzalı beyanı ile açıkça beyan ettiği; dava dilekçesi içeriği, taraf vek
Mahkemesinin 2005/362 Esas-2006/122 sayılı görevsizlik kararı, Bursa 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 2002
verilen beraat kararı, toplanan deliller, bilgi ve belgeler ile tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde; d
kötüye kullanma iddiası ile şikayetçi olması ve ceza davası açılması ve iddia edilen olay nedeni ile yine rücu
beraatle sonuçlandığı ve 2. Asliye Hukuk Mahkemesi dosyasının ise takip edilmediğinden açılmamış sayılm
ile güvenilirliğinin zedelendiği ve şahsen ve ailece sıkıntılar yaşadığı için bu sıkıntılarının giderilebilmesi am
5521 sayılı Kanunun 1. maddesinde belirtildiği üzere İş Mahkemesinin görevli olması İçin şu iki unsur
birincisinin; uyuşmazlığın taraflarının işçi ve işveren( ya da vekili ) olması, ikinci unsur olarak uyuşmazlığı
kaynaklanması gerektiği; görev konusunun kamu düzeni ile ilgili olduğu, mahkemelerce re'sen gözetilmesi
Kanunla kurulmuş olan istisnai nitelikte özel mahkemeler olduğu, somut olayda mahkemenin görevini be
hangi hukuki sebebe dayandığına bakmak gerektiği; taraflar arasında hizmet akdi bulunduğunun tartışm
akdinden kaynaklanmadığı; taraflar arasında hizmet akdinin olması halinde her iki taraf arasında ç
Mahkemelerinin görevinde kabul etmenin mümkün olmayacağı; görevli mahkemenin tayininde yalnızca tara
yeterli olduğunun kabulü halinde bu kez şahsi bir ihtiyacı için işverenden borç alıp ödememe durumunda
olarak gösterilen ve fiilin de hizmet akdi ile çalışan eş ile işveren eş arasındaki boşanma davasına dahi İ
ulaşılacaktır ki; bu sonucun İş Mahkemelerinin kuruluş amacına ve görev alanına tamamen aykırı olduğu, t
yönünden reddi ile görev uyuşmazlığının çözümü için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığına gönd
kurulduğu; yukarıda açıklanan gerekçe ve nedenlerle; dava dilekçesinin görev yönünden reddine, M
uyuşmazlığının çözümü için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığına gönderilmesine karar vermiştir
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: M. Lütfü
Nurhan YÜCEL, Esen EROL, Levent ÖZÇELİK ve Celal IŞIKLAR’ın katılımlarıyla yapılan 2.7.2007 gü
ÇELİK’in 2247 sayılı Yasa’da öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu
Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay Savcısı Güle
gerektiğine ilişkin yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ
2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında Kanun'un “Mahkemenin Göre
göre, Uyuşmazlık Mahkemesi; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile görevlendirilmiş, adli, idari ve askeri y
uyuşmazlıklarını kesin olarak çözmeye yetkili ve bu Kanunla kurulup görev yapan bağımsız bir yüksek mahk
Buna göre, Uyuşmazlık Mahkemesi; adli, idari ve askeri yargı düzenlerinden en az ikisine dahi
doğan görev ve hüküm uyuşmazlıklarını çözmekle yetkili ve görevlidir.
Olayda, giderilmesi istenen uyuşmazlığa konu edilen Bursa 4. Asliye Hukuk Mahkemesi kararı ile
düzenine dahil yargı yerlerine ait olup, HUMK. 25. maddesi kapsamındaki bu uyuşmazlığın çözümü Yarg
sayılı Yasa’nın 1. maddesinde Uyuşmazlık Mahkemesi’nce çözümlenmesi öngörülen bir görev uyuşmazlığı b
Belirtilen nedenlerle, 2247 sayılı Yasa’nın 1. maddesine uygun bulunmayan başvurunun, a
gerekmiştir.
SONUÇ: 2247 sayılı Yasa’nın 1.maddesine uygun bulunmayan BAŞVURUNUN, aynı Yasa’nın 2
gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
***
Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:
ESAS NO : 2007/27
KARAR NO: 2007/84
KARAR TR : 4.6.2007
(Hukuk Bölümü)
ÖZET: 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 42. maddesi uyarınca verilen para cezasının iptali istemiyle açıl
çözümlenmesi gerektiği hk.
KARAR
Davacı
: S.S. Kooperatif 18 Konut Yapı Kooperatifi
Vekili : Av. F.Ö.
Davalı : Çankaya Belediye Başkanlığı
Vekili
: Av. C.D.
OLAY
: Çankaya Belediye Encümeni’nin 28.4.2005 gün ve C/2005/1599.15
sayılı işlemi ile, 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 32. maddesi uyarınca zabıt konusu hususların
yıktırılarak onaylı projesine uygun hale getirilmesine ve aynı Kanunun 42. maddesi uyarınca
mal sahibi davacı adına para cezası verilmesine karar verilmiştir.
Davacı vekili, para cezasına karşı 11.10.2005 tarihinde adli yargı yerinde itirazda
bulunmuştur.
ANKARA 2. SULH CEZA MAHKEMESİ; 16.5.2006 gün ve E:2005/28 İtiraz,
K:2005/28
İtiraz sayı ile, davanın, Çankaya Belediye Encümeni’nin 28.04.2005 gün ve
C:2005/1599.15 karar sayılı para cezası kararının kaldırılması istemiyle açıldığı, Anayasa
Mahkemesi'nin 01.03.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla, Kabahatler
Yasası'nın 3. maddesi iptal edilerek yasama organına yasal düzenleme yapması konusunda
süre verildiği, özel yasalardan idari yaptırım kararına karşı idare mahkemesini görevli kılan
yasa hükümlerinin herhangi bir yasaca iptal edilmemesi halinde halen yürürlükte oldukları ve
dolayısıyla özel yasalardaki idari yaptırım kararına karşı başvuru yolu olarak idare
Mahkemesinin gösterilmesi nedeniyle ve Anayasa Mahkemesi'nin de Kabahatler Yasası'nın 3.
maddesini iptal etmesi karşısında, yeniden yapılan değerlendirme sonucunda; davaya konu
idari para cezasının İmar Yasası'na aykırılıktan dolayı davalı belediyece verildiği, 2001
yılında Anayasa Mahkemesi'nce İmar Yasası’na aykırılıktan dolayı verilen idari para
cezalarına karşı başvuru yolunun sulh ceza mahkemesi olduğunu gösteren hükmün iptal
edilmesi karşısında ve Anayasa Mahkemesi'nin açıkça başvuru yolu olarak idari para
cezalarına karşı idare mahkemesini görevli kılan kararı karşısında Mahkemelerinin görevsiz
olduğu sonucuna varıldığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, temyiz
edilmeyerek kesinleşmiştir.
Davacı vekili, bu kez, aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.
ANKARA 10. İDARE MAHKEMESİ; 13.7.2006 gün ve E:2006/1831 sayı ile, 2247
sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un "Yargı mercilerinin
Uyuşmazlık Mahkemesine Başvurmaları" başlıklı 19. maddesinden söz ederek, dava dilekçesi
ve eklerinin incelenmesinden, davanın, davacı kooperatif adına Çankaya Belediye
Encümeni’nin 28.4.2005 gün ve 1599.15 sayılı kararı ile, 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 42.
maddesi uyarınca verilen imar para cezasının iptali istemiyle açıldığının anlaşıldığı, 1.6.2005
tarihinde yürürlüğe giren 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 2., 3., 16., 27 ve geçici 2.
maddesinden söz ederek, belirtilen yasal düzenlemeler uyarınca; 1.6.2005 tarihinden itibaren,
5326 sayılı Yasa’da sayılan idari para cezası ve idari tedbirlerden oluşan idari yaptırımlar ile
diğer yasalarda yer alan idari yaptırımlara karşı, Yasanın 19. maddesinde sayılan istisnai
durumlar haricinde sulh ceza mahkemeleri nezdinde dava açılabildiği, bu durumda, imar para
cezasına ilişkin olarak açılan dava, yukarıda adı geçen Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten
sonra, 10.7.2006 tarihinde açılmış olduğundan, idare mahkemesince incelenme olanağı
bulunmadığı, kaldı ki, Uyuşmazlık Mahkemesi’nin 6.3.2006 günlü, E:2006/13, K:2006/28
sayılı kararı ile, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun "Genel Kanun Niteliği" başlıklı
3.maddesinin Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 günlü, E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararı
ile iptal edilmiş olmasına karşın, gerekçeli kararın henüz Resmi Gazete'de yayımlanmamış
olması nedeniyle idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde adli yargı
yerinin görevli bulunduğunun belirtildiği gerekçesiyle görevsizlik kararı vererek 2247 sayılı
Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 19. maddesi uyarınca
görevli yargı yerinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine
ve davanın Uyuşmazlık Mahkemesi’nce bir karar verilinceye kadar ertelenmesine karar
vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında,
Üyeler: Dr.Atalay ÖZDEMİR, M.Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Z.Nurhan YÜCEL, H.Ayfer
ÖZDEMİR, Abdullah ARSLAN ve H.Hasan MUTLU’nun katılımlarıyla yapılan 04.06.2007
günlü toplantısında;
I-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca
yapılan incelemeye göre;
Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1
sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında
Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2
nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da
şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da
beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev
ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının
‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara
bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan
davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara
ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde
incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay
bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi
gerektiği kuşkusuzdur.
İdare Mahkemesince anılan Yasanın 19. maddesinde öngörülen şekilde başvurulduğu
ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri
arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın
çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan;
ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay
Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada idari yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve
sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 42. maddesine göre Belediye Encümeni
tarafından verilen para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.
3.5.1985 tarih ve 3194 sayılı İmar Kanunu’nun “Amaç” başlıklı 1. maddesinde “ Bu
Kanun, yerleşme yerleri ile bu yerlerdeki yapılaşmaların; plan, fen, sağlık ve çevre şartlarına
uygun teşekkülünü sağlamak amacıyla düzenlenmiştir” denilmiş; 42. maddesinin birinci
fıkrasında, ruhsat alınmadan veya ruhsat veya eklerine veya imar mevzuatına aykırı olarak
yapılan yapının yapı sahibine, fenni mesule ve müteahhidine, istisnalar dışında özel
parselasyon ile hisse karşılığı belirli bir yer satan ve alana para cezası verileceği kurala
bağlanmış; anılan Yasa maddesinin itiraz merci olarak sulh ceza mahkemesini belirleyen
beşinci fıkrası Anayasa Mahkemesi’nin 15.5.1997 tarihli ve E:1996/72, K:1997/51 sayılı
kararıyla; bir idari işlemin bir bölümünün idari yargının, diğer bir bölümünün ise adli yargının
denetimine bırakılmasında, kamu yararı bulunmadığı, zira bu işlemlerin, kamu gücünün
kullanılmasıyla ilgili bir idari işlemin devamı ve idari bir yasağa aykırı davranan kişiye idari
bir yaptırımın uygulanması niteliğinde olduğu, çıkacak uyuşmazlıkların çözümünde de idari
yargının yetkili olacağı, idarenin aynı yapı için aldığı kararın bir bölümünün idari yargıda bir
bölümünün adli yargıda görülmesinin yargılamanın bütünlüğünü bozacağı, idari bir işlemin
bölünerek bir bölümünün idari yargının bir bölümünün de adli yargının denetimine
bırakılmasında isabet bulunmadığı belirtilmek suretiyle iptal edilmiş olup, yasama organınca
bu konuda düzenleme yapılmamıştır.
Anayasa Mahkemesinin iptal kararını gözeten Uyuşmazlık Mahkemesi, 3194 sayılı
Yasa’nın 42. maddesine göre verilen idari para cezalarına karşı açılan davaları, göreve ilişkin
genel ilkelere göre idari yargının görev alanında görmüştür.
1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanunun diğer kanunlarda
düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri
üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın,
dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19.
maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen
idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine
ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza
mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli
yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir.
Daha sonra, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3.
maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla
iptal edilmiş; gerekçeli kararı 22.7.2006 gün ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış
ve iptal hükmünün, kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra
yürürlüğe girmesine karar verilmiş; yasama organı tarafından iptal hükmü doğrultusunda
yasal düzenleme yapılmadığı süreçte, anılan madde hükmünün yürürlükte bulunduğu
düşüncesiyle, aynı doğrultuda karar verilmeye devam edilmiş; yasama organı tarafından,
Anayasa Mahkemesi’nce verilen altı aylık süre içinde iptal hükmü doğrultusunda yasal
düzenleme yapılması halinde ise, işaret edilen yargı yerinin yeni düzenlemenin yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren görevli olacağı belirtilmiştir.
Son olarak, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3 üncü maddesini
değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde " (1) Bu Kanunun;
a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda
aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi
yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,
uygulanır." denilmiştir.
Aynı Kanunun 27. maddesine, 5560 sayılı Kanun ile eklenen sekizinci fıkrada ise;
idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının
görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin
hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde
görüleceği kurala bağlanmış, bu maddenin gerekçesinde de bu hükümle, Kabahatler
Kanunu'ndaki düzenlemelerin ortaya çıkardığı bağlantı sorununa çözüm getirilmesinin
amaçlandığı ifade edilmiştir.
19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun;
İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine
hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin
gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı ancak; idari yaptırım kararının verildiği işlem
kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararların da
verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddialarının, bu
işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görüleceği anlaşılmaktadır.
Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir
müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının,
geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.
Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile
görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre
görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki
görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına
dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği
açıktır.
Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun
değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık
görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya
devam etmesi gerekir.
İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16.
maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 3194 sayılı İmar Kanunu’nda da
idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği ancak; idari yaptırım
kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına
giren kararın da verilmiş olması nedeniyle; idari para cezasına ilişkin yaptırım kararının
hukuka aykırılığı iddiasının da, idari yargı yerinde görüleceği kuşkusuzdur.
Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesi ve aynı
Kanunun 27. maddesine 5560 sayılı Kanun’la eklenen sekizinci fıkra hükmü bir arada
değerlendirildiğinde, 3194 sayılı İmar Kanunu'nun 42. maddesi uyarınca verilen para
cezalarına karşı açılacak davaların çözümünde idari yargı yerinin görevli olduğu sonucuna
varılmıştır.
Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince yapılan başvurunun reddi gerekmiştir.
SONUÇ: Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle
Ankara 10. İdare Mahkemesi’nce 13.7.2006 gün ve E:2006/1831 sayı ile yapılan
BAŞVURUNUN REDDİNE, 04.06.2007 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar
verildi.
***
Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:
ESAS NO : 2007/30
KARAR NO: 2007/85
KARAR TR : 4.6.2007
(Hukuk Bölümü)
ÖZET: 4817 sayılı Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanun uyarınca verilen idari para
cezasına karşı yapılan itirazın ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
KARAR
Davacı : M.U.S.
Vekili : Av. S.Y.
Davalı : Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı
Vekili
: Av. L.Ç.
OLAY
: Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Ankara Bölge Müdürlüğü’nün
2.1.2006 gün ve 06 sayılı işlemi ile, 4817 sayılı Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında
Kanun’un 21. maddesi uyarınca davacı adına idari para cezası verilmiştir.
Davacı vekili, para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.
ANKARA 2. SULH CEZA MAHKEMESİ; 7.6.2006 gün ve E:2006/20 İtiraz,
K:2006/20 İtiraz sayı ile, itiraz eden vekilinin, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Ankara
Bölge Müdürlüğü'nce verilen idari para cezası kararının iptalini ister olduğunu belirttiği, celp
olunan itiraz konusu karar ve eklerinin tetkikinden, bu kararın itiraz edene 20.01.2006
tarihinde tebliğ edildiği, itirazın 06.02.2006 tarihinde yapıldığı, itiraz konusu idari para cezası
kararının 4857 sayılı İş Kanunu'nun 108. maddesi doğrultusunda verildiği, 108/2 maddede, bu
kanuna göre verilen cezalara karşı tebliğ tarihinden itibaren en geç yedi gün içerisinde yetkili
idare mahkemesine itiraz edileceği, itirazın idarece verilen cezanın yerine getirilmesini
durdurmayacağı, itiraz üzerine verilen kararların kesin olduğu yolunda emredici hüküm
getirdiği, bu hükmün yürürlükte olduğu, Kabahatler Kanunu'nun 3. maddesinin Anayasa
Mahkemesi'nce iptal edildiği, dolayısıyla görev yönünden yürürlükte olan ve sadece 4857
sayılı İş Kanunu'na göre verilen idari para cezaları ile ilgili olan 108. madde hükmünün
uygulanması gerektiğinin anlaşıldığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, temyiz
edilmeyerek kesinleşmiştir.
Davacı vekili, bu kez, idari para cezası verilmesine ilişkin söz konusu işlemin iptali
istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.
ANKARA İKİNCİ İDARE MAHKEMESİ; 11.7.2006 gün ve E:2006/1703,
K:2006/1577 sayı ile, davanın, 4857 sayılı Yabancıların Çalıştırılması Hakkındaki Kanun'un
21. maddesine aykırılıktan dolayı davacı adına idari para cezası verilmesine ilişkin davalı
idare işleminin iptali istemiyle açıldığı, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesi'nin Kuruluşu ve
İşleyişi Hakkında Kanun'un 14. maddesi ile 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 1, 2, 3, 16,
27, geçici 2 ve geçici 3. maddelerinden ve anılan Kanuna 5348 sayılı Kanun'un 5. maddesiyle
eklenen ek 1. maddesinden söz ederek, bu hüküm eklenmekle, Vergi Usul Kanunu'nda vergi
mahkemelerinin görevine ilişkin hükümlerin dışındaki diğer kanunlarda öngörülen tüm idari
para cezaları hakkında bu Kanunun genel hükümleri kısmında yer alan başvuru yolunun
düzenlendiği 27. maddesinin uygulanacağının anlaşıldığı, öte yandan, her ne kadar 5326 sayılı
Kabahatler Kanunu'nun "Genel Kanun niteliği" başlıklı 3. maddesi Anayasa Mahkemesi’nin
01.03.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla iptal edilmiş ise de, gerekçeli karar
henüz Resmi Gazete'de yayımlanmadığından, 5326 sayılı Yasa'nın yürürlüğe girdiği
01.06.2005 tarihinden sonra bu Kanun kapsamında açılan davaların görüm ve çözümünde adli
yargı mercilerinin görevli olduğunun Uyuşmazlık Mahkemesi'nin 06.03.2006 gün ve
E:2006/13, K:2006/28 sayılı kararıyla hüküm altına alındığı, dava dosyasının
incelenmesinden; davacının 4857 sayılı Kanun'un 21. maddesine aykırı olarak, işyeri açılışını
yasal süresi içinde davalı idareye bildirmediğinden bahisle idari para cezasına muhatap
olduğu, verilen idari para cezasına karşı Ankara 2. Sulh Ceza Mahkemesi’nde dava açıldığı,
07.06.2006 tarih ve E:2006/20, K:2006/20 sayılı karar ile, davanın görev yönünden
reddedildiği, sonrasında 6.07.2006 tarihinde davacının Mahkemelerinde iş bu davayı açtığının
anlaşıldığı, bu durumda, davacının anılan fiilinin kabahat tanımı içinde yer aldığı, anılan
Kanunun 3. maddesinde, bu Kanunun genel hükümlerinin diğer kanunlardaki kabahatler
hakkında da uygulanacağı, Kanunun genel hükümleri kısmında yer alan 27. maddesinde, idari
para cezasına karşı sulh ceza mahkemesine başvurulacağının açıkça belirtildiği dikkate
alındığında, dava konusu uyuşmazlığın çözümünün adli yargı mercilerinin görev alanına
girdiği gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, karara itiraz edilmeyerek
kesinleşmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında,
Üyeler: Dr.Atalay ÖZDEMİR, M.Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Z.Nurhan YÜCEL, H.Ayfer
ÖZDEMİR, Abdullah ARSLAN ve H.Hasan MUTLU’nun katılımlarıyla yapılan 04.06.2007
günlü toplantısında;
I-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca
yapılan incelemeye göre;
Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1
sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında
Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2
nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da
şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da
beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev
ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının
‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara
bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan
davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara
ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde
incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay
bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi
gerektiği kuşkusuzdur.
Adli ve idari yargı yerleri arasında anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen biçimde
olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının 15. maddede belirtilen yönteme
uygun olarak davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece
Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği, Başkanlıkça adli yargı dosyasının da ilgili
Mahkemesinden getirtildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı
anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın
çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan;
ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay
Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada adli yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve
sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, 4817 sayılı Kanun’un 21. maddesine göre verilen idari para cezasının
kaldırılması istemiyle açılmıştır.
27.2.2003 tarih ve 4817 sayılı Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanun’un
“Amaç” başlıklı 1. maddesinde, “Bu Kanunun amacı, yabancıların Türkiye’deki çalışmalarını
izne bağlamak ve bu yabancılara verilecek çalışma izinleri ile ilgili esasları belirlemektir”
denilmiş; “Cezai hükümler” başlığını taşıyan 21. maddesinin 3. fıkrasında, çalışma izni
bulunmayan yabancıyı çalıştıran işveren veya işveren vekillerine her bir yabancı için iki
milyar beşyüz milyon lira idarî para cezası verileceği, 6. fıkrasında, bu Kanunda öngörülen
idarî para cezalarının gerekçesi belirtilmek suretiyle Bakanlık bölge müdürlüğünce ilgililere
7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre tebliğ edileceği, idarî para cezalarının tebliğ
tarihinden itibaren yedi gün içinde vergi daireleri veya mal müdürlüklerine ödeneceği,
ilgililerin cezaya bu süre içinde yetkili sulh ceza mahkemesi nezdinde itiraz edebilecekleri,
başvurunun, cezanın takip ve tahsilini durdurmayacağı belirtilmiştir.
4817 sayılı Yasa’nın 21. maddesinde yer alan düzenleme karşısında, para cezalarına
karşı yapılacak itirazların görüm ve çözümünde adli yargı yerlerinin görevli olacağının kabulü
gerekir.
1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanunun diğer kanunlarda
düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri
üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın,
dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19.
maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen
idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine
ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza
mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli
yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir.
Daha sonra, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3.
maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla
iptal edilmiş ve gerekçeli kararı 22.7.2006 gün ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış
ve iptal hükmünün, kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra
yürürlüğe girmesine karar verilmiş; yasama organı tarafından iptal hükmü doğrultusunda
yasal düzenleme yapılmaması sürecinde, anılan madde hükmünün yürürlükte bulunduğu
düşüncesiyle, aynı doğrultuda karar verilmeye devam edilmiş; yasama organı tarafından,
Anayasa Mahkemesi’nce verilen altı aylık süre içinde iptal hükmü doğrultusunda yasal
düzenleme yapılması halinde ise, işaret edilen yargı yerinin yeni düzenlemenin yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren görevli olacağı belirtilmiştir.
Son olarak, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesini
değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde " (1) Bu Kanunun;
a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda
aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi
yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,
uygulanır" denilmiştir.
19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun,
idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine
hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin
gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.
Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir
müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının,
geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.
Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile
görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre
görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki
görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına
dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği
açıktır.
Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun
değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık
görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya
devam etmesi gerekir.
İncelenen uyuşmazlıkta, idari para cezasına ilişkin görevli mahkemeyi belirleyen yasa
kuralı değiştirilmiş ve yeni düzenleme 19.12.2006 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiş olduğuna
göre, görev kuralının geçmişe etkili olacağı yolundaki genel hukuk ilkesi karşısında, 4817
sayılı Yasa’nın 21. maddesine göre verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın görüm ve
çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu kuşkusuzdur.
Açıklanan nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının
kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ: Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle
Ankara 2. Sulh Ceza Mahkemesi’nce verilen 7.6.2006 gün ve E:2006/20 İtiraz, K:2006/20
İtiraz sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 04.06.2007 gününde
OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
***
Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:
ESAS NO : 2007/32
KARAR NO: 2007/124
KARAR TR : 2.7.2007
(Hukuk Bölümü)
ÖZET: Zimmet açığı bulunduğu ileri sürülerek Hazine zararının tazmini amacıyla astsubay
olan gerçek kişiye karşı açılan davanın, özel hukuk hükümlerine göre ADLİ YARGI
YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
KARAR
Davacı : Maliye Hazinesi
Vekili
: Av. S.Y.
Davalı : E.Ç.
OLAY
: Davacı vekili,Astsb.Erol Çıkrık’ın 61 inci İç Güv.Tug.1 inci İç
Güv.Kh.Des.BI. K.lı’ğı emrinde bölük astsubayı olarak görev yaptığını, görevden ayrılması
sırasında yapılan sayımda zimmet açığının tespit edilmesi nedeniyle hakkında dava açıldığını,
yapılan yargılama sonucunda beraatine karar verilip, meydana gelen hazine zararının takip ve
tahsil hakkının saklı tutulmasına karar verildiğini belirterek 990,07 YTL’nin 26.06.2001
tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesi
istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.
KONYA 2. SULH HUKUK MAHKEMESİ; 16.2.2006 gün ve E:2005/2746,
K:2006/320 sayı ile, davacı vekili vermiş olduğu dava dilekçesinde özetle, davalının görev
yaptığı bölükte göreve başladığı tarihte kendisine teslim edilen malzemelerden bir çok
kalemin görevden ayrıldığı sırada sayılmasında eksik çıktığını, davalı aleyhinde yapılan ceza
davasında davalının beraat ettiğini, davalıya teslim edilen malların sanık yedinde iken
kaybolmasından dolayı 26.06.2001 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte 990,07
YTL’nin davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava ettiği, Mahkemelerine açılan
davanın tazminat talebine ilişkin bulunduğu, Mahkemelerince dava dilekçesi ve cevap
dilekçesinin öncelikle görev yönünden incelendiği, davaya dayanak olarak gösterilen sebebin
asker kişi olan davalıya görevi sırasında teslim edilen malzemenin görevden ayrıldığı tarihte
yapılan kontrol sırasında zimmetindeki malların eksik bulunması ile ilgili olduğu ve bu
hususun taraflar arasında ihtilaf konusu olmadığının görüldüğü, Mahkemelerince mevcut
iddia ve savunma nazara alındığında, taraflar arasındaki ihtilafın çözümlenmesi konusunda
Mahkemelerinin görevli olmadığı, 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun
20. maddesi nazara alındığında, görevli mahkemenin Askeri Yüksek İdare Mahkemesi olduğu
kanaatine varıldığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, YARGITAY ÜÇÜNCÜ
HUKUK DAİRESİ’nin 26.6.2006 gün ve E:2006/7686, K:2006/8407 sayılı kararıyla temyiz
istemi reddedilmek suretiyle kesinleşmiştir.
Davacı vekili, aynı istekle, bu kez, askeri idari yargı yerinde dava açmıştır.
ASKERİ YÜKSEK İDARE MAHKEMESİ İKİNCİ DAİRESİ; 4.10.2006 gün ve
E:2006/1125, K:2006/904 sayı ile, davacı vekilinin, dava dilekçesinde özetle; davalı Astsb.
Erol Çıkrık'ın 61 nci İç Güv.Tug.1 nci İç Güv,Kh.Des.BI.K.lı’ğı emrinde bölük astsubayı
olarak görev yaptığını, görevden ayrılması sırasında yapılan sayımda zimmet açığının tespit
edilmesi nedeniyle hakkında dava açıldığını, yapılan yargılama sonucunda Astsb. Erol
Çıkrık'ın beraatine karar verilip, meydana gelen hazine zararının takip ve tahsil hakkının saklı
tutulmasına karar verildiğini, Konya Sulh Hukuk Mahkemesi’nce görevsizlik kararı
verildiğini belirterek 990,07 YTL’nin 26.06.2001 tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle
birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava ettiği, 1602 sayılı Askerî Yüksek
İdare Mahkemesi Kanunu’na göre, davanın görevli yargı yerinde açılıp açılmadığının
inceleme sırasında davanın esasına girilmeden incelenecek hususlar arasında sayıldığı, zira,
görevin, kamu düzeni ile ilgili olup, davanın her safhasında dikkate alınmasının hukuk
alanında ihtilafsız kabul edildiği, Anayasa’nın 125 inci maddesinde idarenin her türlü eylem
ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğunun hüküm altına alındığı, Anayasa’nın 129
uncu maddesinin 4 üncü fıkrasında, memurlar ve diğer kamu görevlerinin yetkilerini
kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davalarının, kendilerine rücu edilmek
kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil şartlarına uygun olarak, ancak idare aleyhine
açılabileceği hükmünün yer aldığı, yukarıda belirtilen mevzuat hükümleri çerçevesinde dava
konusunun değerlendirilmesinde; idare mahkemelerinde ve Askeri Yüksek İdare
Mahkemesi’nde idari işlem ve eylemlerden dolayı dava açılabileceği, dava konusu edilen
hazine zararının idari işlem veya idari eylemden meydana gelmiş bir zarar olmadığı,
dolayısıyla idari davaya konu edilmesinin mümkün olmayıp, dava konusu uyuşmazlığa
bakmakla idari yargının görevli olmayıp, adli yargının görevli olduğu kanaat ve sonucuna
varıldığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, kararın düzeltilmesi isteminde
bulunulmayarak kesinleşmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında,
Üyeler: M. Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Coşkun ÖZTÜRK, Z. Nurhan YÜCEL, Esen EROL,
Levent ÖZÇELİK ve Celal IŞIKLAR’ın katılımlarıyla yapılan 02.07.2007 günlü
toplantısında;
I-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca
yapılan incelemeye göre; adli ve askeri idari yargı yerleri arasında anılan Yasanın 14.
maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, askeri idari yargı
dosyasının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacı vekilinin istemi üzerine son
görevsizlik kararını veren Mahkemece Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule
ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının
incelenmesine oybirliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın
çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan;
ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Askeri
Yüksek İdare Mahkemesi Savcısı Fikret ERES’in, davada adli yargının görevli olduğu
yolundaki yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP
DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, astsubay Erol Çıkrık’ın yapılan sayımda zimmet açığının tespit edilmesi
nedeniyle hakkında dava açıldığı, yapılan yargılama sonucunda beraatine karar verilip,
meydana gelen hazine zararının takip ve tahsil hakkının saklı tutulmasına karar verildiği
belirtilerek, 990,07 YTL’nin 26.06.2001 tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte
davalıdan tahsiline karar verilmesi istemiyle açılmıştır.
1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun “Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin görevleri” başlığını
taşıyan değişik 20. maddesinde, “Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Türk Milleti adına; askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa
bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların ilk ve son derece
mahkemesi olarak yargı denetimini ve diğer kanunlarda gösterilen, görevleri yapar. Ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan
uyuşmazlıklarda; ilgilinin asker kişi olması şartı aranmaz.
Bu Kanunun uygulanmasında asker kişiden maksat; Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış
olan subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurlardır”
denilmiş; “İdari davalar ve yargı yetkisinin sınırı” başlığını taşıyan değişik 21. maddesinde ise, 20 nci maddede belirtilen kişileri
ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden dolayı; yetki, sebep, şekil, konu ve maksat yönlerinden biri ile
hukuka aykırı olduklarından bahisle menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılacak iptal davalarının, aynı idari işlem ve eylemlerin
haklarını ihlal etmesi halinde açılacak tam yargı davalarının, doğrudan doğruya ve kesin olarak Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde
çözümleneceği ve karara bağlanacağı belirtilmiştir.
Bu durumda, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve
eylemlerden dolayı; yetki, sebep, şekil, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı
olduklarından bahisle menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılacak iptal davalarının, aynı
idari işlem ve eylemlerin haklarını ihlal etmesi halinde açılacak tam yargı davalarının askeri
idari yargı yerinde görülmesi olanaklı olup, olayda, bu şekilde hak veya menfaati ihlâl
edilenler tarafından idare aleyhine açılmış bir dava bulunmadığından, iş bu davanın askeri
idari yargı yerinde çözümleneceği sonucuna ulaşmak imkansızdır.
Buna göre, davacı alacağının tahsili için gerçek kişi aleyhine açılan davanın, askeri
idari yargının görevine giren bir idari dava niteliğinde olmadığından, özel hukuk hükümleri
çerçevesinde görüm ve çözümünde adli yargı yeri görevlidir.
Açıklanan nedenlerle, Sulh Hukuk Mahkemesince verilen görevsizlik kararının
kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ: Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Konya
2. Sulh Hukuk Mahkemesi’nce verilen 16.2.2006 gün ve E:2005/2746, K:2006/320 sayılı
GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 02.07.2007 gününde OYBİRLİĞİ İLE
KESİN OLARAK karar verildi.
***
Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:
ESAS NO : 2007/39
KARAR NO: 2007/127
KARAR TR : 2.7.2007
(Hukuk Bölümü)
ÖZET: Sigorta Şirketince, hizmet kusuru esasına dayanılarak zararın giderilmesi istemiyle idare aleyhine a
YERİNDE çözümlenmesinin gerektiği hk.
KARAR
Davacı : Acıbadem Sağlık ve Hayat Sigorta A.Ş.(Bayındır Hayat Sigorta A.Ş.)
Vekili : Av. M.D.
Davalı : Sağlık Bakanlığı (Sosyal Sigortalar Kurumu Genel Müdürlüğü)
Vekili : Av. Y.Ü.
O L A Y: Bayındır Hayat Sigorta A.Ş.’de sağlık sigortası bulunan ve davalı kurum sigortalısı olan
Tarsus SSK Hastanesi’nde tedavi görmüş, ancak şikayetlerinin artması üzerine Adana Seyhan Hastanesi’nde
Davacı vekili tarafından, davalı kuruma ait hastanede doğru teşhis ve tedavi yapılmış ol
ödenmeyeceği, oysa, tedavinin yanlış yapılarak hastanın özel bir hastanede tedavi altına alınmasının zoru
tedaviye ilişkin 1.130.827.935.-TL hastane giderinin, hastanın sağlık sigortasının bulunduğu şirketler
belirtilerek, bu tutarın, ödeme tarihi olan 23.10.1998 tarihinden itibaren işleyecek reeskont faizi ile b
Müdürlüğü’nden tahsili istemiyle 13.6.2000 tarihinde adli yargı yerinde dava açılmıştır.
Davada verilen kararların iki kez Yargıtay tarafından bozulması sonrası davanın devamı sırasında
Kurum ve Kuruluşlarına Ait Sağlık Birimlerinin Sağlık Bakanlığına Devredilmesine Dair Kanun uyarınc
birimleri Sağlık Bakanlığı’na devredilmiştir.
Davanın görüldüğü Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi, 26.9.2006 günlü celsede, davaya davalı
sayılı Yasa gereğince davalı sıfatının kaldırılmasına, Sağlık Bakanlığı’nın davaya davalı sıfatı ile katılmasına
Savunma veren Sağlık Bakanlığı vekili, tazminat istemine konu olayın, kamu hizmetinin görüldüğü b
ilgili bulunduğunun tartışmasız olduğunu, idarenin veya ajanlarının hizmet kusuru niteliğindeki eylemi s
idareye karşı idari yargıda tam yargı davası açılması gerektiğini ileri sürerek görev itirazında bulunmuştur.
ANKARA 23. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 5.12.2006 gün ve E:2006/171 sayı ile, davalı Sağl
de; davanın sağlık sigorta poliçesine dayalı rucuen tazminat istemi olduğundan, davalı vekilinin yargı yolu iti
Davalı idare vekilinin, davacı vekilinin davalarını hizmet kusuruna dayandırdığını, idarenin hizmet
çerçevesinde sorumlu olup olmadığının yargısal denetiminin, idari eylemlerden doğan zararların gideri
kapsamında idari yargı yerinde görülmesi gerektiğini ileri sürerek olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istem
dosyası Danıştay Başsavcılığı’na gönderilmiştir.
DANIŞTAY BAŞSAVCISI ; Davacı şirketin sigortalısının tedavi masrafını ödemesi nedeniyle uğrad
birlikte tazmini istemiyle Sağlık Bakanlığı aleyhine Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2006/17
Bakanlığı’nca davanın görüm ve çözümünün idari yargının görevine girdiği ileri sürülerek görev itirazında bu
görev uyuşmazlığı çıkarılmasının istenildiği, Anayasa'nın 125. maddesinde, idarenin kendi eylem ve işlem
olduğunun belirtildiği, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesinde belirtilen idari ey
olanlar tarafından açılacak tam yargı davalarının idari dava türleri arasında sayıldığı, 506 sayılı Sosyal Sig
kanunun uygulanmasından doğan uyuşmazlıkların yetkili iş mahkemelerinde veya bu davalara bakmakla gö
olup, aynı Yasanın 1. maddesinde sözü edilen, iş kazalarıyla meslek hastalıkları, hastalık, analık, malûllük, ya
yardımları konusunda sigortalı kişi ile idare veya Sosyal Sigortalar Kurumu arasında çıkacak uyuşmazlıklar
ancak, Anayasa’nın, herkesin hayatını beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamakla görevli Devle
sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanarak yerine getireceği yolundaki 56. maddesi hükmü d
hastahanelerde verilen sağlık hizmetinin, kamu hizmeti olarak yürütüldüğü kuşkusuz olup, bu hizmetlerin
tazminine ilişkin uyuşmazlıkların çözümünün 506 sayılı Yasa’nın 134. maddesi kapsamı dışında k
Sigortalar Kurumu Tarsus Hastahanesi’nde yanlış teşhis ve tedavi nedeniyle hastada oluşan konuşma güçlüğ
dolayı zorunlu olarak nakledildiği özel hastaneye tedavi gideri ödendiği ileri sürülerek zararın tazmini istemi
idareye bağlı hastanede sağlık hizmetinin gereği gibi yürütülmediği iddiasından kaynaklanan davada, kamu
tarihinde Sosyal Sigortalar Kurumuna bağlı bulunan hastanenin, bu hizmeti yürüttüğü sırada ilgililere ver
yargıda açılacak tam yargı davası ile idarenin tazmin sorumluluğuna ilişkin esaslar çerçevesinde mümkün o
geçen hastane, 5283 sayılı Yasa’ya göre Sağlık Bakanlığı’na devredilmiş olup, bu Yasanın 9/c maddesi uya
olarak, kanunun yürürlüğe girdiği tarihe kadar kamu kurum ve kuruluşları leh ve aleyhine adli ve idari yar
açılmış ve açılacak davaların, Bakanlık husumetiyle yürütülmesinin gerekmesi ve bütün hak, yetki, yü
Bakanlığa geçmesi hususları da dikkate alındığında, devredilen SSK hastanelerinin hizmet kusuru iddiasın
yargı yerinde görülmesi gerektiği sonucuna varıldığı, bu durumda, SSK Genel Müdürlüğü aleyhine açılan ve
görülen davanın görüm ve çözümü, idari işlem ve eylemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılacak ta
idari yargıya ait bulunduğundan, Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin Sağlık Bakanlığı’nın görev itira
gerektiği, bu nedenle, 2247 sayılı Kanun’un 10 uncu maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılma
da yazılı düşüncesi istenilmiştir.
YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI ; Davacı Mahkemesi’ne gönderilmesine karar vermiştir.
Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesinin 3. fıkrasına göre Yargıtay Cumhuriyet sigorta şirk
yanlış tedavi nedeniyle ödediği 1.130.827.935.-TL giderin ödeme tarihi olan 23.10.1998 tarihinden itibaren i
davalı SSK Genel Müdürlüğü aleyhine Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açılan 2006/171 E
Başsavcılığı tarafından 2247 sayılı Kanun’un 10. maddesi gereğince Sağlık Bakanlığı aleyhine açılan dav
çıkarıldığı, davacı vekili, dava dışı Yakup Akşahin'in davalı Kurumun sigortalısı olduğunu, geçirmiş o
29.09.1998 tarihinde davalı Kuruma bağlı Tarsus Hastanesi’nde tedavi altına alındığını ve yapılan yanlış ted
zorunda kalındığını, özel hastanedeki tedavi masraflarının hastanın sağlık sigortası bulunması nedeniyle ken
halef olduklarını bildirerek tazminat istemiyle SSK Genel Müdürlüğü aleyhine Ankara 23. Asliye Hukuk M
tarafından görev itirazında bulunulması üzerine olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığının anlaşıldığı, A
05.12.2006 tarihli oturumda davalının görev itirazının reddedildiği, Anayasa'nın 125/son madde ve fıkrasın
doğan zararı ödemekle yükümlü bulunduğunun kurala bağlandığı, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu
ve işlemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılan tam yargı davalarının, idari dava türleri arasınd
uğranılan zararın ödenmesi nedeniyle davalı Kurumdan sağlık sigorta poliçesine dayalı rücuen tazminat ist
sağlık hizmeti ile ilgili görevini yerine getirirken hizmet kusuru nedeniyle açılan davanın, idari yargı yeri
görev itirazında bulunduğu, davalılardan SSK’ya ait hastane 5283 sayılı Yasa’ya göre Sağlık Bakanlığı’na
uyarınca, "Devredilen sağlık birimleri ile ilgili olarak; bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihe kadar, Sosyal S
almasına ilişkin sözleşmeleri hariç, kamu kurum ve kuruluşları tarafından yapılmış sözleşmeler, kredi anlaşm
kuruluşları leh ve aleyhine adlî ve idarî yargıda sağlık hizmeti sunumundan, iyileştirici tıbbî malzeme al
personelle ilgili açılmış ve açılacak davalar ile icra takipleri Bakanlık husumetiyle yürütülür,
borçlarıyla birlikte Bakanlığa geçer" denilmekte olduğundan, devredilen SSK hastanelerinin hizmet kusuru
yargı yerinde görülmesi gerektiği, buna göre ve zararın kamu hizmetinin yürütülmesi sırasında doğması nede
olması karşısında, kamu hizmeti yürüten davalının bu hizmeti yürüttüğü esnada kişilere verdiği zararın
hizmetinin yöntemine ve hukuka uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin, hizmet kusuru veya başka
bulunmadığının saptanmasını gerektirdiği, bu hususların saptanmasının ise idare hukuku ilkelerine göre yapı
maddesi kapsamında bulunan tam yargı davasının görüm ve çözümünde idari yargı yerlerinin görevli bulun
başvurusunun kabulü ile Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin davalı Sağlık Bakanlığı’nın görev itiraz
gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: M. Lü
Z. Nurhan YÜCEL, Esen EROL, Levent ÖZÇELİK ve Celal IŞIKLAR’ın katılımlarıyla yapılan 02.07.2007 g
I-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye
maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12. maddede belirtilen
Danıştay Başsavcısı’nca 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşıldığınd
bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde idari yarg
dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla
AYDINOĞLU’nun, davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra
Dava, davalı kuruma ait hastanede doğru teşhis ve tedavinin yapılmamış olması nedeniyle kuru
tedavisine devam edilmek zorunda kalınması nedeniyle bu hastaneye yapılan ödemenin sigorta şirketince k
bir rücuen tazminat davasıdır.
19/1/2005 gün ve 25705(Mük.) sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 5283 sayılı Bazı Kamu Kurum ve
Bakanlığına Devredilmesine Dair Kanun’un 1. maddesinde, bu Kanunun amacının, kamu kurum ve ku
Bakanlığına devredilmesiyle ilgili usûl ve esasları belirlemek olduğu, 4. maddesinin (c) fıkrasında, devre
Kanunun yürürlüğe girdiği tarihe kadar, Sosyal Sigortalar Kurumunun sağlık hizmeti satın almasına ili
kuruluşları tarafından yapılmış sözleşmeler, kredi anlaşmaları, yatırım projeleri ile kamu kurum ve kurulu
sağlık hizmeti sunumundan, iyileştirici tıbbî malzeme alımından dolayı ve sağlık hizmeti sunan personelle
takiplerinin, Bakanlık husumetiyle yürütüleceği, bütün hak, yetki, yükümlülük, alacak ve borçlarıyla birlikte
Kanunun 4 üncü maddesinin (b) ve (g) bendi, 5 inci maddesinin üçüncü fıkrası ve 6 ncı maddesinin yayımı ta
eden günden bir ay sonra yürürlüğe gireceği belirtilmiştir.
Olayda, davacı vekilince, uğranıldığı ileri sürülen zararın tazmini istemiyle Sosyal Sigortalar Kurumu
5283 sayılı Yasa’nın yürürlüğe girmesi nedeniyle Sosyal Sigortalar Kurumu yerine davaya taraf olan
çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki görev itirazı, Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce r
Tarsus SSK Hastanesi, olayın olduğu tarihte Sosyal Sigortalar Kurumu’na bağlıyken, Ankara 23
görülmesi sırasında 5283 sayılı Yasa uyarınca Sağlık Bakanlığı’na devredilmiştir.
Dava dilekçesinin incelenmesinden, davacı vekilince, uğranılan zararın tazmini istemine ilişkin davanın,
aksaklıklardan doğduğu ve bu nedenle idarenin hizmet kusuru esasına göre sorumlu olduğu nedenine dayanıla
Anayasa’nın 125. maddesinin son fıkrasında, idarenin, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı öde
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2/1-b maddesinde, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel h
açılan tam yargı davaları, idari dava türleri arasında sayılmıştır.
Buna göre, kamu hizmeti yürüten davalı idareye bağlı hastanede hizmetin iyi işlememesi nede
sürdürülmesi sonucu bu hastaneye yapılan ödemenin tazmini istemiyle açılan dava, olayda kamu hizme
yürütülüp yürütülmediğinin, hizmet kusuru veya başka nedenle idarenin sorumluluğu bulunup bulunmad
hususların saptanması ise idare hukuku ilkelerine göre yapılabileceğinden, 2577 sayılı Yasa’nın 2/1-b maddes
görüm ve çözümünde idari yargı yerleri görevlidir.
Diğer yandan, davacı sigorta şirketi, 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 1301. maddesinde yer
sonra hukuken sigorta ettiren kimse yerine geçer. Sigorta ettiren kimsenin vaki zarardan dolayı üçüncü şahıs
ettiği bedel nispetinde sigortacıya intikal eder” hükmü uyarınca sigorta ettirenin kanuni halefi (yasal ar
konusunu oluşturan dava tipik bir tam yargı davasıdır.
Bu nedenle, uyuşmazlığın, adli yargı yerinde aleyhine açılan tazminat davasını kaybedenler tarafın
sorumlu bulunan idare aleyhine açılan ve bir borçlar hukuku müessesesi olan “rücuen alacak” davası kapsamı
Açıklanan nedenlerle, davalı kuruma ait hastanede doğru teşhis ve tedavinin yapılmamış olması ne
hastanede tedavisine devam edilmek zorunda kalındığını ileri sürerek bu hastaneye ödeme yapan sigorta
kusuru esasına dayanılarak davalı idarece giderilmesi istemiyle açılan tam yargı davasının görüm ve çözümü
Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin davalı idare
kararının kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ: Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavc
Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce verilen 5.12.2006 gün ve E:2006/171 sayılı GÖREVLİLİK KARA
gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
***
Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:
ESAS NO : 2007/51
KARAR NO: 2007/131
KARAR TR : 2.7.2007
(Hukuk Bölümü)
ÖZET: Anayasa’nın 158. ve 2247 sayılı Yasanın 1.maddesinde sayılan yargı mercilerinden
olmayan Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu kararı nedeniyle görev uyuşmazlığı doğduğu
ileri sürülerek yapılan BAŞVURUNUN, aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca REDDİ
gerektiği hk.
KARAR
Davacı : K.H.
Müştekiler: Likitgaz, Milangaz A.Ş., Milangaz LPG. A.Ş., Mutfakgaz A.Ş.,
Güneşgaz A.Ş.,
İpragaz A.Ş.
Vekili
: Av. S.V.B.
Sanık
: İ.K.
OLAY
: Müşteki Şirketler vekili, Sanık İ.K’nın aynı grup bünyesinde faaliyet
gösteren müşteki Şirketlere ait LPG tüplerini herhangi bir bayilik sözleşmesi olmaksızın
satışa arzettiği, sanığın müşteki şirketler dışında bir başka şirket ile de bayilik sözleşmesi
bulunmadığı iddiasıyla Cumhuriyet Başsavcılığına başvurmuştur.
Konya/Ereğli Cumhuriyet Başsavcılığı, sanığın müştekiye karşı haksız
rekabet/TTK.m.64 suçunu işlediğinin anlaşıldığı, müsned suçun CMUK.334. maddesinde
sayıldığı gerekçesiyle takipsizlik kararı vermiştir.
Müştekiler vekilinin itirazı üzerine Karaman Ağır Ceza Mahkemesi; sanık hakkında
1705 sayılı Kanuna aykırılıktan dava açmaya yeterli delil bulunduğu anlaşıldığından,
takipsizlik kararının kaldırılarak dava açılması için evrakın mahalline gönderilmesine karar
vermiştir.
Konya/Ereğli Cumhuriyet Başsavcılığınca, 16.11.2001 tarih ve 2001/I382 esas sayılı
iddianamesiyle 1705 sayılı yasaya muhalefet suçundan sanık hakkında kamu davası
açılmıştır.
Ereğli /Konya Asliye Ceza Mahkemesi, 15.7.2002 gün ve E:2001/895, K:2002/714
sayı ile, sanığın eyleminin Yargıtay 7.Ceza Dairesinin 2.3.1999 tarih ve 1999/1149-1474
E.K. Sayılı ilamında açıklandığı üzere Türk Ticaret Kanunun 64.maddesinde düzenlenen suça
uyduğunun anlaşıldığı gerekçesiyle işin esası hakkında karar vermiş; bu karar sanık tarafından
temyiz edilmiştir.
Yargıtay 7.Ceza Dairesi, 21.2.2006 gün ve E:2004/820, K:2006/520 sayılı İlamı ile,
hükümden sonra, 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5252 sayılı Türk Ceza Kanununun
Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun 12.maddesinin b fıkrası ile 765 sayılı Türk
Ceza Kanunu bütün ek ve değişiklikleri ile birlikte yürürlükten kaldırılmış olduğu, aynı tarihte
yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 7.maddesi uyarınca lehe olan yasanın
belirlenip sonucuna göre sanığın hukuki durumunun takdir ve değerlendirilmesinde
zorunluluk bulunmasının; bozmayı gerektirdiği, sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde
görülmüş olduğundan sair yönleri incelenmeyen hükmün bu sebepten dolayı 5320 sayılı
yasanın 8/1 maddesi gereğince yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK.nun 321.maddesi
uyarınca bozulmasına karar vermiştir.
Konya/Ereğli 2.Asliye Ceza Mahkemesi, 22.3.2006 gün ve E:2006/161, K:2006/139
sayı ile; sanığın üzerine atılı 556 Sayılı Markaların Korunması Hakkındaki Kanun
Hükmündeki Kararnameden kaynaklanan ceza davaları için, H.S.Y.K nun 24/03/2005: tarihli
ve 188 sayılı kararı ile 1.Asliye Ceza Mahkemesi görevli olduğundan, Mahkemelerinin
GÖREVSİZLİĞİNE, karar kesinleştiğinden, sanığın Türk Ticaret Kanununun 64/2. fıkrası ve
TCK 81/1. maddesi gereğince cezalandırılması için dosyanın Ereğli/Konya 1.Asliye Ceza
Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
KONYA/EREĞLİ 1.ASLİYE CEZA MAHKEMESİ, 4.8.2006 gün ve E:2006/303,
K:2006/347 sayı ile; Sanığın üzerine atılı 1705 Sayılı yasaya muhalefet, (556 sayılı
markaların korunması hakkındaki kanun hükmünde kararnameye muhalefet) suçunun 5307
S.Y. 8/4-1 madde kapsamındaki eylemi oluşturduğu; yine aynı yasanın 16/4 madde ve fıkrası
gereğince bu eylemin idari para cezasını gerektirdiği ve aynı yasanın 18. maddeye göre bu
eylemleri soruşturma ve cezalandırılma yetkisinin Enerji Piyasası Düzenleme Kuruluna
verilmiş olduğu, Mahkemelerinin görevli bulunmadığı anlaşılmakla, CMK 3, 4, 5, 223/10
madde gereğince Mahkemelerinin GÖREVSİZLİĞİNE, dosyanın karar kesinleştiğinde; sanık
hakkında 5307 S.Y. 8/4-1 madde delaletiyle aynı yasanın 16/4 madde gereğince işlem
yapılmak üzere aynı yasanın 18. maddesi gereğince görevli ve yetkili Enerji Piyasası
Düzenleme Kuruluna gönderilmesine karar vermiş; kararın kesinleşmesinden sonra dava
dosyası Enerji Piyasası Düzenleme Kuruluna gönderilmiştir.
ENERJİ PİYASASI DÜZENLEME KURUMU (Hukuk Dairesi Başkanlığı); Konya
Ereğli 1.Asliye Ceza Mahkemesi'ne hitaben 4.1.2007 gün ve 085 sayılı yazı ile; Enerji
Piyasası Düzenleme Kurulunun 26/10/2006 tarihli ve 965/17 sayılı Kararı ile " 20/12/2003
tarih ve 25322 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 5015 sayılı Petrol
Piyasası Kanunu ile 13/03/2005 tarihli 25754 sayılı Resmi Gazete de yayımlanarak yürürlüğe
giren 5307 sayılı Sıvılaştırılmış Petrol Gazları (LPG) Piyasası Kanunu ve Elektrik Piyasası
Kanununda Değişiklik yapılmasına Dair Kanunun Yürürlüğe girmesinden önce işlenen
suçlara ilişkin olarak Mahkemelerden Muhtelif tarihlerde Kurumlarına intikal eden dosyalar
ile bundan sonra Kurumlarına intikal edecek aynı durumdaki dosyalar üzerinde Kurum
Yetkisi olmadığına" Karar verilmesi üzerine, Kurumlarınca yapılacak herhangi bir işlem
bulunmadığından bahisle, dava dosyasını Mahkemeye göndermiştir.
KONYA/EREĞLİ 1.ASLİYE CEZA MAHKEMESİ, 8.1.2007 gün ve E:2006/303,
K:2006/347 sayı ile; 1705 sayılı yasaya muhalefet suçundan sanık İsmail Kıyak hakkında
Ereğli/Konya 1.Asliye Ceza Mahkemesinin 04.08.2006 tarih ve 2006/303 esas 2006/347 karar
sayılı ilamı ile Mahkemelerinin görevsizliğine ve dosyanın görevli ve yetkili Enerji Piyasası
Düzenleme Kuruluna gönderilmesine karar verilmiş ve dosyanın Enerji Piyasası Düzenleme
Kuruluna gönderilmiş olduğu; her ne kadar iş bu dosya Enerji Piyasası Düzenleme
Kurulu’nca kurum yetkisi olmadığından bahisle Mahkemelerine tekrar gönderilmiş ise de;
Mahkemelerince yeniden Herhangi Bir Hüküm Tesisine Yer Olmadığına; ancak;
Ereğli/Konya 1.Asliye Ceza Mahkemesi ile Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu arasında
olumsuz görev uyuşmazlığı çıktığından, uyuşmazlığın giderilmesi ve görevli Merciin tayini
yolunda, dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiş ve dava dosyası
Mahkememize gönderilmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında,
Üyeler: M. Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Coşkun ÖZTÜRK, Z. Nurhan YÜCEL, Esen EROL,
Levent ÖZÇELİK ve Celal IŞIKLAR’ın katılımlarıyla yapılan 2.7.2007 günlü toplantısında;
Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in 2247 sayılı Yasa’da öngörülen koşulları taşımayan
başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili
Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay
Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, başvurunun reddi gerektiğine ilişkin yazılı ve sözlü
açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun 13.10.1988 tarih ve 19958 sayılı Resmi
Gazetede yayımlanan 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararının sonuç
kısmında, “ 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un
bütünü ile incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanun’un uygulanması yönünden, 2.
maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “Ceza Uyuşmazlıkları” ibaresinden, savcının ya da
şahsi davacının talebiyle başlayan yargılanması sonucunda sanığın mahkûmiyetine ya da
beraatine hükmedilebilecek davalarda Askeri ve Adli Ceza Mahkemeleri arasında çıkan görev
ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması; bunun dışında kalan tüm görev ve hüküm
uyuşmazlıklarının “Hukuk Uyuşmazlığı” sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır.”
denilmekte olup, adli ceza mahkemesi ile idari mercii arasında görev uyuşmazlığı doğduğu
öne sürüldüğüne göre, başvurunun 2247 sayılı Yasa’nın uygulanması yönünden “hukuk
uyuşmazlığı” kapsamında bulunduğu açıktır.
Anayasa’nın 158. maddesinin birinci fıkrasında “Uyuşmazlık Mahkemesi adli, idari ve
askeri yargı mercileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözümlemeye
yetkilidir”. denilmiş; 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında
Kanun’un 1. maddesinde “ Uyuşmazlık Mahkemesi; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile
görevlendirilmiş, adli, idari ve askeri yargı mercileri arasındaki görev ve hüküm
uyuşmazlıklarını kesin olarak çözmeye yetkili ve bu Kanunla kurulup görev yapan bağımsız
bir yüksek mahkemedir.
Özel kanun uyarınca hakeme başvurulmasının zorunlu olduğu hallerde, eğer hakemlik
görevi hakim tarafından yerine getirilmiş ise bu merci, davanın konusuna göre, yukarıdaki
fıkrada yazılı adli veya idari yargı mercilerinden sayılır.” hükümleri yer almış; aynı Yasanın
27. maddesinde ise, Uyuşmazlık Mahkemesinin, uyuşmazlık çıkarmaya veya görev
uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından inceleyeceği; yöntemine
uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş istemleri reddedeceği kuralına yer verilmiştir.
Anılan hükümlere göre, Uyuşmazlık Mahkemesince bir görev ya da hüküm
uyuşmazlığının incelenebilmesi için, uyuşmazlığa konu edilen karar veya kararların, adli,
idari veya askeri yargı mercilerince ya da hakemliğin hakim tarafından yerine getirilmesinde
olduğu gibi yargı merci sayılanlarca verilmiş bulunması gerekmektedir.
Olayda, Konya/Ereğli 1. Asliye Ceza Mahkemesince görevsizlik kararı verilerek
dosyanın gönderilmesi üzerine Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu tarafından, Kurumlarınca
yapılacak herhangi bir işlem bulunmadığından dava dosyası iade edilmiş olup, Asliye Ceza
Mahkemesince; bu durumda, Kurul ile Mahkeme arasında olumsuz görev uyuşmazlığı
çıktığından bahisle dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderildiği anlaşılmaktadır.
Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu (EPDK) elektrik piyasalarının düzenlenmesi
amacıyla 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu ile 2001 yılında kurulmuştur. Kanunun, Enerji
Piyasası Düzenleme Kurumu başlıklı 4. maddesinde; “Kamu tüzel kişiliğini haiz, idari ve
mali özerkliğe sahip ve bu Kanun ile kendisine verilen görevleri yerine getirmek üzere Enerji
Piyasası Düzenleme Kurumu kurulmuştur.
Kurum, tüzel kişilerin yetkili oldukları faaliyetleri ve bu faaliyetlerden kaynaklanan
hak ve yükümlülüklerini tanımlayan Kurul onaylı lisansların verilmesinden, işletme hakkı
devri kapsamındaki mevcut sözleşmelerin bu Kanun hükümlerine göre düzenlenmesinden,
piyasa performansının izlenmesinden, performans standartlarının ve dağıtım ve müşteri
hizmetleri yönetmeliklerinin oluşturulmasından, tadilinden ve uygulattırılmasından,
denetlenmesinden, bu Kanunda yer alan fiyatlandırma esaslarını tespit etmekten, piyasa
ihtiyaçlarını dikkate alarak serbest olmayan tüketicilere yapılan elektrik satışında uygulanacak
fiyatlandırma esaslarını tespit etmekten ve bu fiyatlarda enflasyon nedeniyle ihtiyaç
duyulacak ayarlamalara ilişkin formülleri uygulamaktan ve bunların denetlenmesinden ve
piyasada bu Kanuna uygun şekilde davranılmasını sağlamaktan sorumludur.
Kurum, Kurul kararıyla bu Kanun hükümleri uyarınca çıkaracağı yönetmelikleri,
piyasada faaliyet gösteren tüzel kişilerin ve ilgili kurum ve kuruluşların görüşlerini alarak
hazırlar.
Kurumun merkezi Ankara'dadır. Kurumun ilişkili olduğu Bakanlık, Enerji ve Tabii
Kaynaklar Bakanlığıdır. Kurum, dağıtım bölgelerinde müşteri ilişkilerini sağlamak üzere
irtibat büroları kurabilir.
Kurumun teşkilatı; Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu, başkanlık ve hizmet
birimlerinden oluşur.
Kurum, bu Kanundan kaynaklanan görevlerini yerine getirirken yetkilerini Enerji
Piyasası Düzenleme Kurulu vasıtasıyla kullanır. Kurumun temsil ve karar organı Kuruldur.”
hükmüne Dava hakkı başlıklı 12. maddesinde “Kurul kararına karşı açılacak davalar ilk
derece mahkemesi olarak Danıştayda görülür. Danıştay, Kurul kararlarına karşı yapılan
başvuruları acele işlerden sayar.” hükmüne yer verilmiştir.
Anılan düzenlemeye göre Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu, Anayasa’nın 158. ve
2247 sayılı Yasanın 1. maddesinde belirtilen yargı mercilerinden olmadığından, ortada
Uyuşmazlık Mahkemesince çözümü gereken bir görev uyuşmazlığı bulunduğundan söz etmek
olanaksızdır.
Bu durum karşısında, 2247 sayılı Yasa’nın 1. maddesine uygun olmayan başvurunun,
aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca reddi gerekmiştir.
SONUÇ: 2247 sayılı Yasa’nın 1.maddesine uygun bulunmayan BAŞVURUNUN,
aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca REDDİNE, 2.7.2007 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN
OLARAK karar verildi.
***
Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:
ESAS NO : 2007/52
KARAR NO: 2007/86
KARAR TR : 4.6.2007
(Hukuk Bölümü)
ÖZET: 1380 sayılı Kanun uyarınca verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın İDARİ YARGI YERİND
KARAR
Davacı : M.B.
Davalı : Silifke İlçe Tarım Müdürlüğü
OLAY
: Davacıya, ruhsatsız tekne ile uzatma ağı kullanarak su ürünleri
avladığından dolayı, 1380 sayılı Su Ürünleri Kanunu’nun 23. ve 36. maddeleri ve Su Ürünleri
Yönetmeliği uyarınca, Silifke İlçe Tarım Müdürlüğünün 25.5.2006 tarih ve 087065 seri, 65
karar no.lu işlemi ile idari para cezası kesilmiştir.
Davacı, söz konusu para cezasının kaldırılması istemiyle 13.6.2006 gününde adli yargı
yerinde itirazda bulunmuştur.
SİLİFKE SULH CEZA MAHKEMESİ;26.6.2006 gün ve E.2006/271 D.İş. sayı ile,
4950 Sayılı Yasanın 8. maddesi ile 1380 Sayılı Yasa ile eklenen ek madde 3/4 maddesinde "
….. bu kanunda öngörülen idari para cezalarına karşı cezanın tebliğ tarihinden itibaren en geç
7 gün içerisinde yetkili idare Mahkemesine itiraz edilebilir..." hükmü karşısında
mahkemelerinin bu konu hakkında görevsiz olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, bu
karar itiraz edilmeyerek kesinleşmiştir.
Davacı aynı istekle, 24.7.2006 gününde idari yargı yerinde dava açmıştır.
MERSİN 1.İDARE MAHKEMESİ (TEK HÂKİM);27.9.2006 gün ve E.2006/3106
sayı ile, 31.3.2005 tarih ve 25772 mük. sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak 01.06.2005
tarihinden itibaren yürürlüğe giren 5326 sayılı Kabahatler Kanunu 2. maddesinde; "Kabahat"
deyiminden, Yasanın karşılığında idari yaptırım uygulanmasını öngördüğü haksızlığın
anlaşılacağının belirtildiği, 3. maddesinde, Kabahatler Yasasının genel hükümlerinin diğer
Yasalardaki kabahatler hakkında da uygulanacağının öngörüldüğü, "Yaptırım Türleri" başlıklı
16. maddesinde, kabahatler karşılığında uygulanacak idari yaptırımların, idari para cezası ve
idari tedbirlerden ibaret olduğunun belirtildiği, 27. maddesinde, idari para cezası ve
mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararlarına karşı kararın tebliği veya
tefhimi tarihinden itibaren 15 gün içinde Sulh Ceza Mahkemesine başvurulabileceği, Geçici 2.
maddesinde, bu yasa hükümlerinin, yürürlüğe girdiği tarih itibariyle İdare Mahkemelerinde
dava açılarak iptali istenen idari yaptırım kararlarında uygulanmayacağı, Geçici 3.
maddesinde ise, daha önce verilmiş olan idari para cezalarına ilişkin kararlara karşı henüz
iptal davası açılmamış olmakla birlikte dava açma süresinin geçmemiş olması halinde, bu
yasanın yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 15 gün içinde 27. madde hükümlerine göre Sulh
Ceza Mahkemesine başvurulabileceği kuralına yer verildiği; dosyanın incelenmesinden,
Mersin, Silifke, Yeşilovacık Kasabası Tisan Tatil köyü Akdeniz sahilinde Silifke İlçe Tarım
Müdürlüğü, Silifke Yeşilovacık Jandarma Karakol Komutanlığı ve Mersin Jandarma Doğal
Hayatı Koruma Takım Komutanlığı elemanlarınca 23.5.2006 günü saat 16:00 sıralarında
müştereken yapılan kontrolde davacının, isimsiz 4 metre boyundaki beyaz renkli teknesinde, 3
adet 100 metre uzunluğunda ıslak uzatma ağı görüldüğünün, davacının kendisine ve teknesine
ait su ürünleri avlanma tezkeresinin olmadığının aynı günlü tutanak düzenlenmek suretiyle
tespit edildiği, bu tespite istinaden dava konusu işlemle davacıya 1380 sayılı kanunun 23/a
maddesi uyarınca 610.00YTL idari para cezası verildiği, davacı tarafından söz konusu idari
para cezasının kaldırılması istemiyle 13.6.2006 tarihinde Silifke Sulh Ceza Mahkemesinin
2006/271 D.iş esas sayılı dosyasına kayıtlı davanın açıldığı, anılan mahkemenin 26.6.2006
tarih ve 2006/271 D.iş sayılı kararıyla davanın görev yönünden reddine karar verildiği,
bu görevsizlik kararı üzerine davacı tarafından bakılan davanın açıldığı; davacının
ruhsatsız tekne ile uzatma ağı kullanarak su ürünleri avladığından bahisle, 1380 sayılı Kanun
hükümleri uyarınca verilen idari para cezasına ilişkin işleme karşı Silifke Sulh Ceza
Mahkemesinde davanın açıldığı 13.6.2006 tarihi itibariyle Kabahatler Kanunu yürürlükte
olduğundan ve söz konusu cezanın anılan kanun kapsamında yer aldığı anlaşıldığından, bu
işleme karşı açılan davanın görüm ve çözümünde Silifke Sulh Ceza Mahkemesinin görevli ve
yetkili olduğu sonucuna varıldığı; açıklanan nedenlerle; 2247 sayılı Uyuşmazlık
Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun 19. maddesi uyarınca görevli yargı
merciinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine, işin
incelenmesinin anılan Mahkemece bir karar verilinceye kadar ertelenmesine karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında,
Üyeler: Dr. Atalay ÖZDEMİR, M. Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Z. Nurhan YÜCEL, H.Ayfer
ÖZDEMİR, Abdullah ARSLAN ve H. Hasan MUTLU’nun katılımlarıyla yapılan 4.6.2007
günlü toplantısında;
I-İLK İNCELEME :Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca
yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü,
E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve
İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun
uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’
ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın
mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri
arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev
uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır.
Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında
yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari
niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık
Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…”açıkça belirtilmiştir.
Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının
Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.
İdare Mahkemesince anılan Yasanın 19. maddesinde öngörülen yönteme uygun
biçimde başvurulduğu ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından,
adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine
oybirliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde
idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili
Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay
Savcısı Gülen AYDINOĞLU’ nun, davada idari yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve
sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, 1380 sayılı Kanunu’nun 23. ve 36. maddelerine göre verilen idari para cezasının
kaldırılması istemiyle açılmıştır.
22.3.1971 tarih, 1380 Sayılı Su Ürünleri Kanunu’nun “Şümul” başlıklı 1.maddesinde,
“Bu Kanun su ürünlerinin korunması, istihsali ve kontroluna dair hususları ihtiva eder.”
denilmiş, Genel Yasaklar, Tahdit Ve Mükellefiyetler başlıklı 23 maddesinde; su ürünleri
istihsalinde kullanılan istihsal vasıtalarının haiz olmaları gereken asgari vasıf ve şartlar ile
bunların kullanma usul ve esasları; Sağlık, memleket ekonomisi, seyrüsefer, teknik ve
bilimsel yönlerden bölgeler, mevsimler, zamanlar, su ürünleri cinsleri, çeşitleri, ağırlık, irilik,
büyüklük gibi vasıflar bakımından konulacak yasak, sınırlama ve yükümlülüklerin
yönetmelikle düzenleneceği ifade edilmiş, Cezalar başlıklı 36. maddesinin (h) bendinde, 23
üncü maddenin (a) bendi ile (b) bendinin birinci fıkrasına göre çıkarılan yönetmelik
hükümlerine aykırı hareket edenlere, idarî para cezası verileceği hükmüne; Ek Madde 3’te
ise, bu Kanunun 36 ncı maddesinde yer alan idarî para cezalarının kimler tarafından
kesileceği belirtildikten sonra, “Cezalar 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü
Hakkında Kanun hükümlerine göre tahsil edilir. İdarî para cezalarına karşı cezanın tebliğ
tarihinden itibaren en geç yedi gün içinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebilir. İtiraz,
idare tarafından verilen cezanın yerine getirilmesini durdurmaz. İtiraz, zaruret görülmeyen
hallerde evrak üzerinden inceleme yapılarak karara bağlanır. İtiraz üzerine verilen karar
kesindir” hükmüne yer verilmiştir.
1380 sayılı Yasa’nın Ek 3. maddesinde yer alan düzenleme karşısında, para cezalarına
karşı yapılacak itirazların görüm ve çözümünde idari yargı yerlerinin görevli olacağının
kabulü gerekir.
1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanunun diğer kanunlarda
düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri
üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın,
dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19.
maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen
idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine
ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza
mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli
yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir.
Daha sonra, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3.
maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla
iptal edilmiş ve gerekçeli kararı 22.7.2006 gün ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış
ve iptal hükmünün, kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra
yürürlüğe girmesine karar verilmiş; yasama organı tarafından iptal hükmü doğrultusunda
yasal düzenleme yapılmaması sürecinde, anılan madde hükmünün yürürlükte bulunduğu
düşüncesiyle, aynı doğrultuda karar verilmeye devam edilmiş; yasama organı tarafından,
Anayasa Mahkemesi’nce verilen altı aylık süre içinde iptal hükmü doğrultusunda yasal
düzenleme yapılması halinde ise, işaret edilen yargı yerinin yeni düzenlemenin yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren görevli olacağı belirtilmiştir.
Son olarak, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesini
değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde " (1) Bu Kanunun;
a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda
aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi
yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,
uygulanır" denilmiştir.
19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun,
idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine
hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin
gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.
Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir
müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının,
geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.
Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile
görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre
görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki
görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına
dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği
açıktır.
Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun
değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık
görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya
devam etmesi gerekir.
İncelenen uyuşmazlıkta, idari para cezasına ilişkin görevli mahkemeyi belirleyen yasa
kuralı değiştirilmiş ve yeni düzenleme 19.12.2006 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiş olduğuna
göre, görev kuralının geçmişe etkili olacağı yolundaki genel hukuk ilkesi karşısında, 1380
sayılı Yasa’nın 23 ve 36. maddelerine göre verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın
görüm ve çözümünde idari yargı yerinin görevli olduğu kuşkusuzdur.
Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesinin başvurusunun reddi gerekmiştir.
SONUÇ: Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle
Mersin 1. İdare Mahkemesi’nce
27.9.2006 gün ve E:2006/3106 sayı ile yapılan
BAŞVURUNUN REDDİNE, 4.6.2007 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar
verildi.
***
Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:
ESAS NO : 2007/64
KARAR NO: 2007/88
KARAR TR : 4.6.2007
(Hukuk Bölümü)
ÖZET: 4857 sayılı İş Kanunu uyarınca verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın İDARİ
YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
KARAR
Davacı
: Onur Sal Turizm İşlt. Tic. ve San. Ltd. Şti.
Vekili : Av . S.E.
Davalı : Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı
OLAY
: Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Antalya Bölge Müdürlüğü’nün
31.1.2006 gün ve 1873 sayılı işlemi ile, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 29. maddesine muhalefet
edildiğinden bahisle aynı Kanunun 108. maddesine dayanılarak 107. maddesine göre davacı
şirket adına idari para cezası verilmiştir.
Davacı vekili, söz konusu para cezasının kaldırılması istemiyle adli yargı yerinde
itirazda bulunmuştur.
ANTALYA 1. SULH CEZA MAHKEMESİ; 14.4.2006 gün ve E:2006/96, K:2006/96
Değ.İş sayı ile, Anayasa Mahkemesinin 2005/108 Esas, 2006/35 Karar sayılı 01.03.2006
tarihli kararı ile Kabahatler Kanununun 3. maddesinin iptal edildiği; bu iptal kararı ile, idari
para cezalarına karşı başvuru yolunun 1 Haziran 2005 tarihi öncesindeki uygulamaya büyük
oranda geri döndüğü; buna göre, İdari para cezasının kaynağı olan yasada , kişiler hakkında
idare tarafından verilen idari para cezalarına karşı itiraz yolu açık biçimde Sulh Ceza
Mahkemeleri olarak belirlenmemiş ise, İdarenin her türlü eylem ve işlemlerinin hukuksal
denetimini yapmakla görevli mahkemelerin, (Anayasamızın ilgili hükümleri ve İdare
Mahkemelerinin kuruluşu hakkındaki kanun hükümlerinden yola çıkılarak ) İdare
Mahkemeleri olduğu hukuksal sonucuna ulaşılabileceği; itiraz edenin hakkında düzenlenen
idari para cezasının dayanağı olan yasa hükmünün ve bu hükmün yer aldığı özel yasanın
bütünü ile incelenmesi halinde, bu yasa gereğince verilen idari para cezalarına karşı itiraz
yolunun özel olarak açık biçimde Sulh Ceza Mahkemeleri olarak gösterilmediğinin
mahkemelerince anlaşıldığı; Kabahatler Kanununun 3.maddesinin Anayasa Mahkemesinin
yukarıda anılan kararı ile iptal edilmesi de dikkate alınarak ve Mahkemelerin görevi kamu
düzeni ile ilgili olduğundan ve yargılamanın her aşamasında verilebileceğinden, res'en görev
yönü ile itiraz dosyasının ele alınıp incelenmiş olduğu, yapılan inceleme sonucu da, İtiraz
eden hakkında uygulanan idari para cezasının dayanağı olan özel yasada mahkemelerinin özel
olarak görevlendirilmediği, yapılan itirazı değerlendirme ve sonuçlandırma görevinin İdare
Mahkemesi olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar itiraz edilmeksizin
kesinleşmiştir.
Davacı vekili aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.
ANTALYA 1. İDARE MAHKEMESİ (TEK HAKİM) ; 6.7.2006 gün ve E:
2006/2026, K:2006/964 sayı ile, uyuşmazlık hakkında görevli yargı yerinin belirlenmesi için
1.6.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5326 sayılı Kabahatler Kanununun irdelenmesinin
gerektiği; kabahatler ve kabahatlere uygulanacak yaptırımların, 765 sayılı eski Ceza
Kanunundan farklı bir anlayışla 5237 sayılı yeni Türk Ceza Kanununda düzenleme dışı
bırakıldığı ve yeni Türk Ceza Kanunu ile eş zamanlı olarak yeni bir Kabahatler Kanununun
yürürlüğe konulduğu, ancak, özel hükümlerinde aksi ceza kanununda sayılan kabahatler
büyük oranda korunmuş olmakta birlikte yürürlüğe, giren bu Kabahatler Kanununun aşağıda
ayrıntılı olarak açıklanacağı gibi 765 sayılı Yasada yer alan hükümlerden farklı olarak yeni bir
amaç ve kapsam taşımakta olduğu; Kabahatler Kanununun, uyuşmazlık konusu olayda görev
konusunun çözümü açısından en önemli maddelerden birisinin "Tanım" başlıklı 2 nci maddesi
olduğu, maddede, Kabahat deyiminin, kanunun, karşılığında idari yaptırım uygulanmasını
öngördüğü haksızlık olarak tanımlandığı, "Fiil den hareketle bir tanımlama yerine "fiil'e
uygulanacak idari yaptırıma dayalı bir tanımlamaya yer verildiği, idari yaptırımların ne
olduğunun da Kanunun 16 ncı maddesinde sayıldığı ve idari para cezası ile idari tedbirlerden
ibaret olduğunun belirtildiği; bundan çıkarılan gerçeğin: Eğer bir kanunda tanımlanmış bir
fiil, yine o kanunda belirtilen esas ve usuller uygulanarak, yetkilendirilmiş idari kurul, makam
veya kamu görevlisi tarafından verilecek bir "para cezası" yaptırımına bağlanmış ise o fiilin
Kabahatler Kanunu açısından bir "kabahat" olarak kabul edilmiş olduğu; "Genel Hükümler"
başlıklı birinci kısım ve özel hükümleri içeren "Çeşitli Kabahatler" başlıklı ikinci kısım olmak
üzere iki kısımdan oluşan Kabahatler Kanununun özel hükümlerinde çeşitli kabahatlere yer
vermiş olmakla birlikte, 3 üncü maddenin birinci fıkrasında, bu kanunun genel hükümlerinin
diğer kanunlardaki kabahatler hakkında da uygulanacağının açıkça belirtildiği, diğer
kanunlardaki Kabahatlerin neler olduğunun da 2 nci maddede yer alan kabahat tanımında
saklı bulunduğu, Kanunlarda idarece verilen para cezası veya idarece uygulama bir idari
tedbire bağlanan fiilin Kabahatler Kanunu açısından artık bir kabahat olduğu ve bu kabahatler
için Kabahatler Kanununun kuralları uygulanmak gerektiği, Kabahatler kanununun başvuru
yolunu düzenleyen 27. maddenin birinci fıkrasında "idari para cezası"na ve mülkiyetin
kamuya geçirilmesi"ne ilişkin idari yaptırım kararlarına karşı, kararın tebliği veya tefhimi
tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde Sulh Ceza mahkemesine başvurulabileceği, bir
duraksamaya yer vermeyecek açıklıkta kurala bağlandığına göre artık idari para cezalarına
karşı açılacak davalarda görevli yargı yerinin idari değil adli yargı olduğu; öte yandan,
Kanunun Geçici 2. maddesinde, bu kanun hükümlerinin, yürürlüğe girdiği tarih itibariyle
idare mahkemelerinde dava açılarak iptali istenen idari yaptırım kararları hakkında
uygulanamayacağı; geçici 3. maddesinde, daha önce verilmiş idari para cezalarına ilişkin
kararlara karşı henüz iptal davası açılmamış olmakla birlikte dava açma süresinin geçmemiş
olması halinde bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren onbeş gün içinde 27. madde
hükümlerine göre sulh ceza mahkemesine başvuruda bulunulabileceği yolunda yer alan
kuralların yukarıda getirilen yorumu doğruladığı; Kanunun gerekçesinde, bu kanunun, idari
nitelikteki yaptırımlarla ilgili olarak" genel bir kanuna olan ihtiyaçtan doğduğu, tasarı
kapsamında tanımlanan özel kabahatlerin sınırlayıcı olmadığı, tasarıda belirlenen genel
ilkelerin özel kanunlarda tanımlanan kabahatler hakkında da uygulanmasını sağlamayı
amaçladığının belirtildiği, TBMM Adalet komisyonu raporunda da aynen, "Tasarıda hüküm
bulunmamakta ise de, kabahatlerin ve bunlar karşılığında öngörülen idari yaptırım
kararlarının bir idari işlem olmasının ötesinde, ceza hukukunun genel prensipleriyle yakın
ilişki içinde olduğu düşüncesiyle; kabahatler karşılığında öngörülen idari para cezası ve
mülkiyetin kamuya geçirilmesi kararlarına karşı idari yargıya değil, ceza mahkemesine
başvurulabilmesini mümkün kılan düzenleme yapılmıştır. Bu nedenle, 1. maddeye iki bent
eklenerek, kabahatler dolayısıyla karar alma süreci ve idari yaptırım kararlarına karşı kanun
yolu da Tasarının kapsamına ithal edilmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki, böyle bir
düzenlemenin yapılmasına gerek de duyulmaktadır. Zira idari para cezası ve mülkiyetin
kamuya geçirilmesine ilişkin kararlarla ilgili olarak, yerine getirilmeden önce, adli denetim
imkânının ve bu suretle kesinleşmenin sağlanması gerekir. Böyİece, kişiler açısından hukuki
güvence sağlanmış olur" şeklinde bir gerekçeye yer verildiği; aksi yöndeki bir düşüncenin,
Kabahatler Kanununu sadece bu kanununun "Çeşitli Kabahatler" başlıklı ikinci kısmında yer
alan ve büyük oranda eski ceza kanununda sayılan kabahatlerden oluşan toplam 12 çeşit
kabahatle sınırlı olduğu sonucunu doğurur ki, bunun kanununun genel hükümlerinde yer alan
maddelerle getirilen sistematiğine uygun düşmeyeceği ve özellikle kanunun yukarıda yer
verilen 3. maddesinin birinci fıkrasını, geçici 2 nci ve 3 üncü maddelerini, uygulama alanı
olmayan gereksiz maddeler durumuna düşüreceğinin açık olduğu, yasa koyucunun bu tür bir
sonucu öngördüğünün söylenemeyeceği; bu durumda, Kabahatler Kanununun yürürlüğe
girdiği 1.6.2005 tarihinden itibaren idari para cezalarına karşı açılan davaların, kabahatler
Kanunu kapsamında olduğu ve idari yaptırım olarak para cezası öngören kanunlarda itiraz
yeri olarak idare mahkemeleri gösterilmiş olsa dahi görüm ve çözümün adli yargı yerlerinin
görev alanına girdiği sonucuna ulaşıldığından, dava konusu para cezasına karşı açılan davada
görevli yargı yerinin adli yargı olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karara karşı
yapılan itiraz, Antalya Bölge İdare Mahkemesinin 30.11.2006 gün ve E:2006/812,
K:2006/942 sayılı kararıyla reddedilmiş ve karar kesinleşmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında,
Üyeler: Dr. Atalay ÖZDEMİR, M. Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Z.Nurhan YÜCEL, H.Ayfer
ÖZDEMİR, Abdullah ARSLAN ve H.Hasan MUTLU’nun katılımlarıyla yapılan 4.6.2007
günlü toplantısında;
I-İLK İNCELEME :Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca
yapılan incelemeye göre, Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü,
E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve
İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun
uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’
ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın
mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza
mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında
kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna
varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından,
bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler.
İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık
Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...”açıkça belirtilmiştir.
Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının
Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.
Adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen
biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının 15. maddede belirtilen
yönteme uygun olarak davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren
mahkemece; adli yargı kararının kesinleşme durumunu gösteren onaylı bir örneğinin,
Başkanlık yazısı üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir
noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine
oybirliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde
idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili
Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay
Savcısı Gülen AYDINOĞLU’ nun, davada idari yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve
sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, 4857 sayılı Kanun’un 29, 107 ve 108. maddelerine göre verilen idari para
cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.
22.5.2003 tarih ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun “Amaç ve kapsam” başlıklı 1.
maddesinin birinci fıkrasında, “Bu Kanunun amacı işverenler ile bir iş sözleşmesine
dayanarak çalıştırılan işçilerin çalışma şartları ve çalışma ortamına ilişkin hak ve
sorumluluklarını düzenlemektir” denilmiş; 29. maddesinin birinci fıkrasında, işverenin;
ekonomik, teknolojik, yapısal ve benzeri işletme, işyeri veya işin gerekleri sonucu toplu işçi
çıkarmak istediğinde, bunu en az otuz gün önceden bir yazı ile, işyeri sendika temsilcilerine,
ilgili bölge müdürlüğüne ve Türkiye İş Kurumuna bildireceği ifade edilmiş, İş hayatının
denetim ve teftişi ile ilgili hükümlere aykırılık başlıklı 107. maddesinde, “Bu Kanunun; a) 92
nci maddesinin ikinci fıkrasındaki yükümlülüklerini yerine getirmeyen, b) 96 ncı
maddesindeki yasaklara uymayan, İşveren veya işveren vekiline beş milyar lira para cezası
verilir. İş müfettişlerinin bu Kanundan veya diğer kanunlardan doğan her çeşit teftiş,
denetleme yetki ve görevleri gereğince görevlerinin yerine getirilmesi sırasında, görevlerini
yapma ve sonuçlandırmaya engel olan kimselere eylem başka bir suçu oluştursa dahi ayrıca
beş milyar lira para cezası verilir.” denilmiş; aynı Kanunun 108. maddesinde, bu cezalara
karşı tebliğ tarihinden itibaren en geç yedi gün içinde yetkili idare mahkemesine itiraz
edilebileceği öngörülmüştür.
4857 sayılı Yasa’nın 108. maddesinde yer alan düzenleme karşısında, para cezalarına
karşı yapılacak itirazların görüm ve çözümünde idari yargı yerlerinin görevli olacağının
kabulü gerekir.
1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanunun diğer kanunlarda
düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri
üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın,
dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19.
maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen
idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine
ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza
mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli
yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir.
Daha sonra, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3.
maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla
iptal edilmiş ve gerekçeli kararı 22.7.2006 gün ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış
ve iptal hükmünün, kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra
yürürlüğe girmesine karar verilmiş; yasama organı tarafından iptal hükmü doğrultusunda
yasal düzenleme yapılmaması sürecinde, anılan madde hükmünün yürürlükte bulunduğu
düşüncesiyle, aynı doğrultuda karar verilmeye devam edilmiş; yasama organı tarafından,
Anayasa Mahkemesi’nce verilen altı aylık süre içinde iptal hükmü doğrultusunda yasal
düzenleme yapılması halinde ise, işaret edilen yargı yerinin yeni düzenlemenin yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren görevli olacağı belirtilmiştir.
Son olarak, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesini
değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde " (1) Bu Kanunun;
a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda
aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi
yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,
uygulanır" denilmiştir.
19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun,
idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine
hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin
gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.
Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir
müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının,
geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.
Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile
görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre
görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki
görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına
dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği
açıktır.
Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun
değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık
görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya
devam etmesi gerekir.
İncelenen uyuşmazlıkta, idari para cezasına ilişkin görevli mahkemeyi belirleyen yasa
kuralı değiştirilmiş ve yeni düzenleme 19.12.2006 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiş olduğuna
göre, görev kuralının geçmişe etkili olacağı yolundaki genel hukuk ilkesi karşısında, 4857
sayılı Yasa’nın 29,107 ve 108. maddelerine göre verilen idari para cezasına karşı yapılan
itirazın görüm ve çözümünde idari yargı yerinin görevli olduğu kuşkusuzdur.
Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması
gerekmiştir.
SONUÇ: Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle
Antalya 1. İdare Mahkemesi’nce verilen 6.7.2006 gün ve E:2006/2026, K:2006/964 sayılı
GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 4.6.2007 gününde OYBİRLİĞİ İLE
KESİN OLARAK karar verildi.
***
Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:
ESAS NO : 2007/69
KARAR NO: 2007/91
KARAR TR : 4.6.2007
(Hukuk Bölümü)
ÖZET: 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun uyarınca verilen idari para cezasına karşı yap
çözümlenmesi gerektiği hk.
KARAR
Davacı : Star Televizyon Hizmetleri A.Ş.
Vekili : Av. S.Ş.
Davalı : Sanayi ve Ticaret Bakanlığı
OLAY
: Reklam Kurulunun 12.7.2005 tarih ve 118 sayılı toplantısında alınan
ve Sanayi ve Ticaret Bakanlığının 25.7.2005 tarih 158 sayılı onayı ile uygun bulunan işlem
ile, 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 4822 sayılı Kanun’la değişik 16.
maddesine muhalefet edildiğinden bahisle anılan Kanunun 17 ve 25/8. maddeleri uyarınca
idari para ve reklamları durdurma cezası verildiği hususu davacıya 3.8.2005 tarih ve 20110
sayılı işlem ile tebliğ edilmiştir.
Davacı vekili, idari para cezasının iptali istemiyle 19.8.2005 tarihinde adli yargı
yerinde itirazda bulunmuştur.
ANKARA 7. SULH CEZA MAHKEMESİ; 14.9.2005 gün ve Müt. No: 2005/752 sayı
ile itiraz eden vekilinin dilekçesinde, Ticaret Ve Sanayi Bakanlığı'nın 3 Ağustos 2005 tarih ve
20110 sayılı kararı ile Star TV aleyhine 4077 sayılı yasanın 4822 sayılı yasa ile değişik 17 ve
25/8 maddeleri gereğince verilen para cezasının iptalini talep ettiği ve celp edilen belgeler ile
Star TV aleyhine 89.950- YTL idari para cezasına karar verildiği, ancak 4077 sayılı yasanın
26 maddesi, yasanın ceza hükümlerine karşı itirazın tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içerisinde
yetkili idari mahkemesine yapılması gerektiğini hükme bağladığı, böylece, Mahkemelerinin
itirazla ilgili karar verme yetkisinin bulunmadığı, yapılan itirazın görev yönünden reddine
karar vermek gerektiğinin tüm dosya kapsamından anlaşılmış olduğu, gerekçesiyle
görevsizlik kararı vermiş; yapılan itiraz Ankara 19. Asliye Ceza Mahkemesinin 7.10.2005 gün
ve 2005/193 D.İş sayılı kararıyla reddedilmiş ve karar kesinleşmiştir.
Davacı vekili, bu kez, aynı istemle 8.11.2005 tarihinde idari yargı yerinde dava
açmıştır.
ANKARA 2. İDARE MAHKEMESİ; 15.11.2005 gün ve E:2005/2196, K:2005/1705
sayı ile, 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 1. maddesinde, bu Kanunda; toplum düzenini,
genel ahlakı, genel sağlığı, çevreyi ve ekonomik düzeni korumak amacıyla; a) kabahatlere
ilişkin genel ilkeler, b) Kabahatler karşılığında uygulanabilecek olan idari yaptırımların türleri
ve sonuçları, c)kabahatler dolayısıyla karar alma süreci, d) idari yaptırıma ilişkin kararlara
karşı kanun yolu, e) idari yaptırım kararlarının yerine getirilmesine ilişkin esasların,
belirlendiği ve çeşitli kabahatlerin tanımlandığı, 2. maddesinde, Kabahat deyiminden;
kanunun, karşılığında idari yaptırım uygulanmasını öngördüğü haksızlığın anlaşılacağı, 3.
maddesinde, bu kanunun genel hükümleri diğer kanunlardaki kabahatler hakkında da
uygulanacağı, 16. maddesinde, kabahatler karşılığında uygulanacak olan idari yaptırımların,
idari para cezası ve idari tedbirlerden ibaret olduğunun belirtildiği; anılan kanunun "Başvuru
Yolu" başlıklı 27. maddesinde, İdari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin
idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün
içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir hükmü, geçici 2.maddesinde, bu kanun
hükümleri, yürürlüğe girdiği tarih itibariyle idare mahkemelerinde dava açılarak iptali istenen
idari yaptırım kararları hakkında uygulanmaz, hükmü, geçici 3.maddesinde ise, daha önce
verilmiş olan idari para cezasına ilişkin kararlar karşı henüz iptal davası açılmamış olmakla
birlikte dava açma süresinin geçmemiş olması halinde, bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihten
itibaren onbeş gün içinde 27. madde hükümlerine göre sulh ceza mahkemesine başvuruda
bulunulabilir hükmünün yer aldığı; dava dosyanın incelenmesinden, 26.12.2004 tarihinde Star
TV kanalında yayınlanan "Kadın İsterse" adlı dizide Memorial Hastanesinin örtülü reklamının
yapıldığı gerekçesi ile 89.950 YTL idari para cezası uygulanarak 03.08.2005 tarih ve 20110
sayılı davalı idare yazısıyla tebliğ edildiği, söz konusu idari para cezasının iptali istemiyle
bakılan davanın açıldığının anlaşıldığı; bu durumda, ilgili mevzuata uygun olmayan
yayınlarda örtülü reklam yapılması fiili kabahat tanımı içinde yer aldığından, anılan Kanunun
3. maddesinde bu kanun genel hükümlerinin diğer kanunlardaki kabahatler hakkında da
uygulanacağı, kanunun genel hükümleri kısmında yer alan 27. maddesinde idari para cezasına
karşı Sulh Ceza Mahkemesine başvurulacağı açıkça belirtildiğinden, uyuşmazlığın
çözümünün, idari yargının görev alanına girmediği; gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu
karara karşı yapılan temyiz başvurusu üzerine; Danıştay 10. Dairesi, 15.11.2006 gün ve E:
2006/1326, K:2006/6538 sayı ile, temyiz isteminin incelenmeksizin reddine karar vermiş;
davacı vekilince karar düzeltme yoluna gidilmemiş ve karar kesinleşmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında,
Üyeler: Dr. Atalay ÖZDEMİR, M. Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Z. Nurhan YÜCEL, H.Ayfer
ÖZDEMİR, Abdullah ARSLAN ve H. Hasan MUTLU’nun katılımlarıyla yapılan 4.6.2007
günlü toplantısında;
I- İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca
yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü,
E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve
İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun
uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’
ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın
mahkûmiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri
arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev
uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır.
Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında
yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari
niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık
Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…”açıkça belirtilmiştir.
Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı
başvuru konusu görev
uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.
Adli ve idari yargı yerleri arasında anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen biçimde
olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının 15. maddede belirtilen yönteme
uygun olarak davacı vekilinin istemi üzerine İdare Mahkemesince Uyuşmazlık Mahkemesi’ne
gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, görev
uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde
idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili
Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay
Savcısı Gülen AYDINOĞLU’ nun, davada idari yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve
sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, 4077 sayılı Yasa’nın 16. maddesine aykırılık nedeniyle, aynı Yasa’nın 17 ve 25.
maddesinin sekizinci fıkrası uyarınca verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle
açılmıştır.
23.2.1995 tarih ve 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un “Amaç”
başlıklı 1. maddesinde “Bu Kanunun amacı, kamu yararına uygun olarak tüketicinin sağlık ve
güvenliği ile ekonomik çıkarlarını koruyucu, aydınlatıcı, eğitici, zararlarını tazmin edici,
çevresel tehlikelerden korunmasını sağlayıcı önlemleri almak ve tüketicilerin kendilerini
koruyucu girişimlerini özendirmek ve bu konudaki politikaların oluşturulmasında gönüllü
örgütlenmeleri teşvik etmeye ilişkin hususları düzenlemektir” denilmiş; 6.3.2003 tarih ve
4822 sayılı Kanun’la değişik 16. maddesinde, ticari reklâm ve ilânların kanunlara, Reklâm
Kurulu’nca belirlenen ilkelere, genel ahlaka, kamu düzenine, kişilik haklarına uygun, dürüst
ve doğru olmalarının esas olduğu, tüketiciyi aldatıcı, yanıltıcı veya onun tecrübe ve bilgi
noksanlıklarını istismar edici, tüketicinin can ve mal güvenliğini tehlikeye düşürücü, şiddet
hareketlerini ve suç işlemeyi özendirici, kamu sağlığını bozucu, hastaları, yaşlıları, çocukları
ve özürlüleri istismar edici reklâm ve ilânlar ve örtülü reklâm yapılamayacağı, aynı ihtiyaçları
karşılayan ya da aynı amaca yönelik rakip mal ve hizmetlerin karşılaştırmalı reklâmlarının
yapılabileceği, reklâm verenin, ticari reklâm veya ilânda yer alan somut iddiaları ispatla
yükümlü bulunduğu, reklâm verenlerin, reklâmcılar ve mecra kuruluşlarının bu madde
hükümlerine uymakla yükümlü oldukları belirtilmiş; 17. maddesinde, Reklâm Kurulu
konusundaki düzenlemeye yer verilmiş; 25. maddesinin 8. fıkrasında, 16 ncı maddeye aykırı
hareket edenler hakkında üç aya kadar tedbiren durdurma ve/veya durdurma ve/veya düzeltme
ve/veya 3.500.000.000 lira para cezası uygulanacağı, Reklâm Kurulu’nun, ihlalin niteliğine
göre bu cezaları birlikte veya ayrı ayrı verebileceği, 16 ncı maddeye aykırılık, ülke düzeyinde
yayın yapan yazılı, sözlü, görsel ve sair araçlar ile gerçekleşmiş ise, para cezasının on katı
olarak uygulanacağı kurala bağlanmış; 6.3.2003 tarih ve 4822 sayılı Kanun’la değişik 26.
maddesinin ikinci fıkrasında, bu Kanunda düzenlenen her türlü para cezasının, idari nitelikte
olduğu, bu cezalara karşı tebliğ tarihinden itibaren en geç yedi gün içerisinde yetkili idare
mahkemesine itiraz edilebileceği öngörülmüştür.
4077 sayılı Yasa’nın 26. maddesinde yer alan düzenleme karşısında, para cezalarına
karşı yapılacak itirazların görüm ve çözümünde idari yargı yerlerinin görevli olacağının
kabulü gerekir.
1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanunun diğer kanunlarda
düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri
üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın,
dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19.
maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen
idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine
ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza
mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli
yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir.
Daha sonra, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3.
maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla
iptal edilmiş ve gerekçeli kararı 22.7.2006 gün ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış
ve iptal hükmünün, kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra
yürürlüğe girmesine karar verilmiş; yasama organı tarafından iptal hükmü doğrultusunda
yasal düzenleme yapılmaması sürecinde, anılan madde hükmünün yürürlükte bulunduğu
düşüncesiyle, aynı doğrultuda karar verilmeye devam edilmiş; yasama organı tarafından,
Anayasa Mahkemesi’nce verilen altı aylık süre içinde iptal hükmü doğrultusunda yasal
düzenleme yapılması halinde ise, işaret edilen yargı yerinin yeni düzenlemenin yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren görevli olacağı belirtilmiştir.
Son olarak, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesini
değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde " (1) Bu Kanunun;
a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda
aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi
yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,
uygulanır" denilmiştir.
19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun,
idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine
hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin
gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.
Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir
müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının,
geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.
Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile
görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre
görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki
görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına
dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği
açıktır.
Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun
değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık
görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya
devam etmesi gerekir.
İncelenen uyuşmazlıkta, idari para cezasına ilişkin görevli mahkemeyi belirleyen yasa
kuralı değiştirilmiş ve yeni düzenleme 19.12.2006 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiş olduğuna
göre, görev kuralının geçmişe etkili olacağı yolundaki genel hukuk ilkesi karşısında, 4077
sayılı Yasa’nın 16., 17. ve 25. maddelerine göre verilen idari para cezasına karşı yapılan
itirazın görüm ve çözümünde idari yargı yerinin görevli olduğu kuşkusuzdur.
Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması
gerekmiştir.
SONUÇ: Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle
Ankara 2. İdare Mahkemesi’nce verilen 15.11.2005 gün ve E:2005/2196, K:2005/1705 sayılı
GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 4.6.2007 gününde OYBİRLİĞİ İLE
KESİN OLARAK karar verildi.
***
Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:
ESAS NO : 2007/74
KARAR NO: 2007/92
KARAR TR : 4.6.2007
(Hukuk Bölümü)
ÖZET: 4857 sayılı İş Kanunu uyarınca verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın İDARİ
YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
KARAR
Davacı
: Meteksan Matbaacılık Teknik ve San. Tic. A.Ş.
Vekili : Av E.G.
Davalı : Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı
OLAY
: Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Ankara Bölge Müdürlüğü’nün
5.4.2006 gün ve 9817 sayılı işlemi ile, Bakanlık iş müfettişi tarafından düzenlenen 24.02.2006
gün ve KE/11 sayılı rapor dayanak alınarak; 4857 sayılı İş Kanunu’nun 78. maddesine
muhalefet edildiğinden bahisle aynı Kanunun 108. maddesine dayanılarak 105. maddesine
göre davacı şirket adına idari para cezası verilmiştir.
Davacı vekili, dayanak denetim raporunun ve bu rapora dayanılarak para cezası
kesilmesine ilişkin 05.04.2006 gün ve 9817 sayılı işlemin iptali istemiyle adli yargı yerinde
itirazda bulunmuştur.
ANKARA 11.SULH CEZA MAHKEMESİ; 25.4.2006 gün ve E:2006/626 Müt. sayı
ile, davacının talebini, idari para cezasının itirazen kaldırılması şeklinde kabul ederek;
mahkemelerin görevlerinin CMK 3. maddesince yasa ile belirlendiği, 5326 Sayılı Kabahatler
Yasasının genel bir yasa olduğu, 3. maddesinde bu yasanın genel hükümlerinin diğer
kanunlardaki kabahatler hakkında da uygulanacağı öngörmüş ise de; kural olarak yasaların
uygulanmasında özel yasaların öncelikli olduğu; 4857 sayılı yasanın 108. maddesinde idari
para cezalarının, eylemin gerçekleştiği yer Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Bölge
Müdürlüğünce verileceği ve cezalara karşı 7 gün içerisinde yetkili idare mahkemesine itiraz
edilebileceği kuralının getirildiği, 4857 sayılı yasanın 108. maddesinin yürürlükten
kaldırıldığını gösterir kural bulunmadığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar,
itiraz edilmeyerek kesinleşmiştir.
Davacı vekili, bu kez, aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.
ANKARA 4. İDARE MAHKEMESİ(TEK HAKİM); 16.5.2006 gün ve E: 2006/1174,
K:2006/1071 sayı ile, toplum düzenini, genel ahlakı, genel sağlığı, çevreyi ve ekonomik
düzeni korumak amacıyla; kabahatlere ilişkin genel ilkeleri, kabahatler karşılığında
uygulanabilecek olan idari yaptırım türlerini ve sonuçlarını, kabahatler dolayısıyla karar alma
sürecini idari yaptırıma ilişkin kararlara karşı kanun yolları ile idari yaptırım kararlarının
yerine getirilmesine ilişkin esasların belirlenmesi amacıyla yürürlüğe konulan 5326 sayılı
Kabahatler Kanunu'nun 2. maddesinde; Kanunun, "karşılığında idari yaptırım uygulanmasını
öngördüğü haksızlık" "Kabahat" olarak tanımlanmış, 3. maddesinde; bu Kanunun genel
hükümlerinin diğer kanunlardaki kabahatler hakkında da uygulanacağı, 16. maddesinde,
kabahatler karşılığında uygulanacak olan idari yaptırımların idari para cezası ve idari
tedbirlerden ibaret olduğunun belirtildiği; aynı Kanun'un "Başvuru Yolu" başlıklı 27.
maddesinde; idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım
kararlarına karşı, kararın tebliğ veya tefhimi tarihinden itibaren en geç on beş gün içinde sulh
ceza mahkemesine başvurulabileceğinin belirtildiği, sözü edilen 5326 sayılı Kanunun,
1.6.2005 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girdiği; belirtilen yasal düzenlemeler
uyarınca; 1.6.2005 tarihinden itibaren, 5326 sayılı Yasada sayılan idari para cezası ve idari
tedbirlerden oluşan idari yaptırımlar ile diğer yasalarda yer alan idari yaptırımlara karşı,
Yasanın 19. maddesinde sayılan istisnai durumlar haricinde Sulh Ceza Mahkemeleri nezdinde
dava açılabilmekte olduğu; dosyanın incelenmesinden, iptali istenen işlem ve bu işleme
dayanılarak kesilen idari para cezasına karşı açılan bu davanın görüm ve çözümünde yukarıda
belirtilen yasa hükümleri uyarınca adli yargı görevli bulunduğundan huzurdaki davanın
mahkemelerinde incelenme olanağı bulunmadığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu
karara karşı davacı vekili itirazda bulunmuştur.
ANKARA BÖLGE İDARE MAHKEMESİ; 20.12.2006 gün ve E:2006/6167,
K:2006/8025 sayı ile, 4857 sayılı Yasanın 108. maddesinden bahisle, davacı adına verilen
para cezasının iptali istemiyle idare mahkemesi nezdinde açılan davada, idare mahkemesince
verilen kararın kesin olduğu ve itiraz talebinin inceleme olanağının bulunmadığı gerekçesiyle
incelenmeksizin ret kararı vermiş; bu karara karşı ayrıca yasa yoluna başvurulmamış ve idare
mahkemesi kararı kesinleşmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında,
Üyeler: Dr. Atalay ÖZDEMİR, M. Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Z. Nurhan YÜCEL, H.Ayfer
ÖZDEMİR, Abdullah ARSLAN ve H. Hasan MUTLU’nun katılımlarıyla yapılan 4.6.2007
günlü toplantısında;
I-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca
yapılan incelemeye göre, Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü,
E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve
İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun
uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’
ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın
mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza
mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında
kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna
varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından,
bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler.
İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık
Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...”açıkça belirtilmiştir.
Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının
Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.
Adli yargı yerinde denetim raporunun iptali istemine karşılık Mahkemece, herhangi
bir irdelemede bulunulmadığı ve hüküm kurulmadığı, bu nedenle adli ve idari yargı yerleri
arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen biçimde, idari para cezası yönünden
olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu; idari yargı dosyasının 15. maddede belirtilen yönteme
uygun olarak davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren mahkemece; adli
yargı dosyasının Başkanlık yazısı üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule
ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının
incelenmesine oybirliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde
idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili
Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay
Savcısı Gülen AYDINOĞLU’ nun, davada idari yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve
sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, 4857 sayılı Kanun’un 78, 105 ve 108. maddelerine göre verilen idari para
cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.
22.5.2003 tarih ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun “Amaç ve kapsam” başlıklı 1.
maddesinin birinci fıkrasında, “Bu Kanunun amacı işverenler ile bir iş sözleşmesine
dayanarak çalıştırılan işçilerin çalışma şartları ve çalışma ortamına ilişkin hak ve
sorumluluklarını düzenlemektir” denilmiş; 78. maddesinin birinci fıkrasında, Sağlık
Bakanlığının görüşünü alarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı işyerlerinde iş sağlığı ve
güvenliği önlemlerinin alınması, makineler, tesisat, araç ve gereçler ile kullanılan maddeler
sebebiyle ortaya çıkabilecek iş kazaları ve meslek hastalıklarının önlenmesi, yaş, cinsiyet ve
özel durumları sebebiyle korunması gereken kişilerin çalışma şartlarının düzenlenmesi
amacıyla tüzük ve yönetmelikler çıkarılacağı belirtilmiş; 105. maddesinde, Kanunun 78 inci
maddesinin birinci fıkrasında belirtilen tüzük ve yönetmeliklerdeki hükümlere uymayan
işveren veya işveren vekiline alınmayan her iş sağlığı ve güvenliği önlemi için elli milyon lira
para cezası verileceği, alınmayan önlemler oranında izleyen her ay için aynı miktar para
cezası uygulanacağı düzenlenmiş; aynı Kanunun 108. maddesinde, bu cezalara karşı tebliğ
tarihinden itibaren en geç yedi gün içinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebileceği
öngörülmüştür.
4857 sayılı Yasa’nın 108. maddesinde yer alan düzenleme karşısında, para cezalarına
karşı yapılacak itirazların görüm ve çözümünde idari yargı yerlerinin görevli olacağının
kabulü gerekir.
1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanunun diğer kanunlarda
düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri
üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın,
dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19.
maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen
idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine
ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza
mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli
yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir.
Daha sonra, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3.
maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla
iptal edilmiş ve gerekçeli kararı 22.7.2006 gün ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış
ve iptal hükmünün, kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra
yürürlüğe girmesine karar verilmiş; yasama organı tarafından iptal hükmü doğrultusunda
yasal düzenleme yapılmaması sürecinde, anılan madde hükmünün yürürlükte bulunduğu
düşüncesiyle, aynı doğrultuda karar verilmeye devam edilmiş; yasama organı tarafından,
Anayasa Mahkemesi’nce verilen altı aylık süre içinde iptal hükmü doğrultusunda yasal
düzenleme yapılması halinde ise, işaret edilen yargı yerinin yeni düzenlemenin yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren görevli olacağı belirtilmiştir.
Son olarak, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesini
değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde " (1) Bu Kanunun;
a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda
aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi
yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,
uygulanır" denilmiştir.
19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun,
idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine
hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin
gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.
Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir
müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının,
geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.
Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile
görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre
görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki
görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına
dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği
açıktır.
Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun
değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık
görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya
devam etmesi gerekir.
İncelenen uyuşmazlıkta, idari para cezasına ilişkin görevli mahkemeyi belirleyen yasa
kuralı değiştirilmiş ve yeni düzenleme 19.12.2006 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiş olduğuna
göre, görev kuralının geçmişe etkili olacağı yolundaki genel hukuk ilkesi karşısında, 4857
sayılı Yasa’nın 78,105 ve 108. maddelerine göre verilen idari para cezasına karşı yapılan
itirazın görüm ve çözümünde idari yargı yerinin görevli olduğu kuşkusuzdur.
Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması
gerekmiştir.
SONUÇ: Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle
Ankara 4. İdare Mahkemesi’nce verilen 16.5.2006 gün ve E:2006/1174, K:2006/1071 sayılı
GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 4.6.2007 gününde OYBİRLİĞİ İLE
KESİN OLARAK karar verildi.
***
Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:
ESAS NO : 2007/75
KARAR NO: 2007/93
KARAR TR : 4.6.2007
(Hukuk Bölümü)
ÖZET: 2247 sayılı Yasa’nın 14.maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN,
aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca REDDİ gerektiği hk.
KARAR
Davacılar
: N.A. Ve Diğerleri
Vekilleri
: Av. T.D., Av. E.D.
Davalı : Kadıköy Belediye Başkanlığı
OLAY
: Kadıköy İlçesi, Küçükbakkalköy Mah. T.Fikret Sokak, 236 pafta,
2142 ada, 2 parsel sayılı taşınmazda, Necdet Aksoy tarafından ruhsatsız olarak yapı
yapıldığından bahisle, yapı durdurma ve mühür fekki tutanakları düzenlenmiş, Belediye
Encümenince 3194 Sayılı İmar Kanunu’nun 42. maddesi uyarınca para cezası verilmesine
ilişkin 30.12.2004 tarih, 90/4 sayılı işlem tesis edilmiş; ancak isim yanlışlığını düzeltmek
amacıyla Encümen tarafından 12.4.2005 tarih, 28/7 sayılı karar alınmıştır.
Davacılar vekilince, Kadıköy Belediye Encümeni'nin 12.4.2005 tarih ve 28/7 sayılı
kararının ve bu karara istinaden tanzim olunan 10.6.2005 tarih ve 2005/157 dosya no.lu
ödeme emrinin iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açılmıştır.
İSTANBUL 3. İDARE MAHKEMESİ; 20.3.2006 gün ve E:2005/1566, K:2006/663
sayı ile, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 5.maddesinin 1. fıkrasında, her idari
işlem aleyhine ayrı ayrı dava açılacağı, ancak aralarında maddi veya hukuki yönden bağlılık
ya da sebep-sonuç ilişkisi bulunan birden fazla işleme karşı bir dilekçe ile de dava
açılabileceğinin hükme bağlandığı; dava dosyasının incelenmesinden; davacı tarafından, hem
ödeme emrinin hem de imar para cezası verilmesine ilişkin işlemin birlikte dava konusu
edildiği, ancak 5326 sayılı Kabahatler Kanununa göre, idari para cezası verilmesine ilişkin
işleme karşı açılacak davalarda adli yargının görevli olduğu dikkate alındığında her iki
işlemin birlikte dava konusu yapılamayacağının anlaşıldığı; bu sebeple anılan madde
hükmüne uygun olmayan dava dilekçesinin, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun
15/1-d maddesi gereğince bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren 30 gün içinde
ödeme emrine ve para cezası verilmesine ilişkin işleme karşı ayrı ayrı dilekçelerle dava
açılmak üzere reddine, yeniden verilecek dilekçelerde aynı yanlışlıklar yapıldığı takdirde
davanın reddedileceğinin" davacıya duyurulmasına karar vermiştir.
Davacı vekili, Belediye Encümenin para cezasına ilişkin, 12.4.2005 tarih ve 28/7
sayılı işleminin iptali istemiyle 9.6.2006 gününde adli yargı yerinde dava açmıştır.
KADIKÖY 1. SULH CEZA MAHKEMESİ; 21.9.2006 gün ve E:2006/872 Müt. sayı
ile, itiraz edenin talebine konu para cezasına ilişkin dilekçenin incelenmesinden,İmar
Kanunun 42. maddesine aykırılıktan davalı Belediye Encümeni tarafından idari para cezası
verildiğinin görüldüğü; itiraza konu 12.4.2005 tarih ve 28/7 sayılı encümen kararı
incelendiğinde, 12.4.2005 tarih ve 28/7 sayılı encümen kararına itiraz edildiği, bu kararın
dayanağı olan 30.12.2004 tarih ve 90/4 nolu kararda mal sahibinin Necdet Aksoy olarak
yazıldığı ancak tapudan alınan yeni yazıda malikin Necdet Aksoy ve hissedarları
yazıldığından, 30.12.2004 tarih ve 90/4 sayılı kararın Necdet Aksoy ve mirasçıları olarak
düzeltilmesine karar verildiği, itirazın bu işleme/ karara yapıldığının görüldüğü; 3194 s
kanunun 42. Maddesinin 5. Fıkrası "cezanın tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içinde Sulh Ceza
Mahkemesine itiraz edilebileceğini " belirtmekte iken, 3194 sk.nun 42. Maddesinin 5. Fıkrası
ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesinin 15.5.1997 tarih ve 1996/72 esas ,1997/51 sayılı
kararı ile " 3194 sayılı yasada düzenlenen biçimiyle yıkım için idari merciye, para cezası için
Sulh ceza mahkemesine başvuru hallerinin doğru olmadığı, yıkım ve idari para cezası alanın
idare olduğu, idarenin aynı yapı içinde aldığı kararın bir bölümünün idari yargıda bir
bölümünün adli yargıda görülmesinin yargılamanın bütünlüğünü bozacağını, işlemin idari
işlem olduğundan bir bölümünün adli yargıda bir bölümünün idari yargıda
bırakılamayacağını, idarenin her türlü işlem ve eylemlerinin idari yargı yerlerince
denetlenmesinin tartışmasız olduğu belirtilerek, 3194 sayılı kanunun 42. Maddesinin 5.
Fıkrasının 1. tümcesinin Anayasanın 125 ve 155. Maddesine aykırı olduğunu belirterek iptal
edilmiş olduğu; Anayasa Mahkemesinin bu kararının 1.2.2001 tarih ve 24305 sayılı resmi
gazetede yayınlanarak yürürlüğe girdiği; Belediye Başkanlığı Encümenince verilen 3194
sayılı kanunun 42. Maddesi gereğince verilen para cezalarına itiraz merciinin Anayasa
mahkemesinin yukarıda belirtilen kararı ile Sulh ceza mahkemesi olmadığı idari yargı
olduğunun
anlaşıldığı; İdarenin verdiği tüm para cezalarına itirazın Sulh Ceza
Mahkemelerinde görüleceği hükmünün Anayasa Mahkemesinin kökleşmiş içtihatlarına
aykırı olduğu, Sulh Ceza mahkemelerinin tüm idari para cezalarında konunun uzmanı
olmadıkları; ayrıca İdare mahkemesinin dayanak yaptığı "bu kanunun genel hükümleri diğer
kanunlardaki kabahatler hakkında da uygulanır." hükmünü içerir Kabahatler kanunun 3.
maddesinin Anayasa Mahkemesinin 2005/108 esas 2006/35 sayılı kararı ile iptal edildiği, bu
kararın 22.7.2006 tarihli resmi gazetede yayınlanarak yürürlülüğe girdiği; görevli
mahkemenin İdare mahkemesi olduğu; Mahkemelerinde her ne kadar dava açılmışsa da
görevli mahkemenin sulh ceza mahkemesi olmadığı, idarenin aldığı kararın bir bölümünün
idari yargıda bir bölümünün adli yargıda bakılmasının yerinde olmadığı, işlemin tamamıyla
idari olduğu ve idari işlemden doğduğundan, kabahatler kanunun 3. maddesinin anayasa
mahkemesince iptal edilmesinden, belirtilen bu idari işlem ile ilgili itirazın idare
mahkemesine yapılması gerektiği, başka düşüncelerle görevli mahkemenin değiştirilmesi ve
adli mahkeme olarak değerlendirilmesi yerinde olmadığı gerekçesiyle görevsizlik kararı
vermiş; bu karar, itiraz edilmeksizin kesinleşmiştir.
Davacı vekili, 6.11.2006 tarihinde kayda giren dilekçesiyle; olumsuz görev
uyuşmazlığının giderilmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesini istemiş;
Kadıköy 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nce dosya Mahkememize gönderilmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında,
Üyeler: Dr. Atalay ÖZDEMİR, M. Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Z. Nurhan YÜCEL, H. Ayfer
ÖZDEMİR, Abdullah ARSLAN ve H. Hasan MUTLU’nun katılımlarıyla yapılan 4.6.2007
günlü toplantısında; Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, 2247 sayılı Yasada öngörülen
koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler
okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR
ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, başvurunun reddi gerektiğine ilişkin yazılı ve
sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 14.
maddesine göre; olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli,
idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan
davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararın kesin veya kesinleşmiş
olması gerekmekte; bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi ise, hukuk uyuşmazlıklarında ancak
davanın taraflarınca ileri sürülebilmektedir. Aynı Yasa’nın 27. maddesinde ise, Uyuşmazlık
Mahkemesi’nin, uyuşmazlık çıkarmaya veya görev uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce
şekil ve süre açısından inceleyeceği; yöntemine uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş
istemleri reddedeceği kuralına yer verilmektedir.
Olayda; adli ve idari yargı yerlerinde imar para cezası yönünden açılan davaların
tarafları, konusu ve sebebi aynı ise de; Sulh Ceza Mahkemesi’nce görevsizlik kararı verilmiş
olmasına karşılık, İdare Mahkemesi’nce, farklı yargı kollarına ait dava konusu işlemlerin
ayrılarak dava dilekçelerinin düzenlenmesi gerektiği ve 2577 sayılı Yasa’nın 5. ve 15/1-d
maddesine uygun olarak düzenlenecek dilekçeler ile dava açılabileceği belirtilerek; dava
dilekçesinin reddine karar verilmiş olup, ortada olumsuz görev uyuşmazlığı doğmasına neden
olacak şekilde idari yargı yerince verilmiş bir görevsizlik kararı bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen koşulları
taşımayan başvurunun, anılan Yasa’nın 27. maddesi uyarınca reddi gerekmiştir.
SONUÇ: 2247 sayılı Yasanın 14. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan
BAŞVURUNUN, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİNE, 4.6.2007 gününde
OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
***
Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:
ESAS NO : 2007/79
KARAR NO: 2007/95
KARAR TR : 4.6.2007
(Hukuk Bölümü)
ÖZET: 2872 sayılı Çevre Kanunu uyarınca verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın
İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
KARAR
Davacı
Vekili
Davalı
Vekili
: Odak İnş. Mad. Müh. San. Ve Tic. A.Ş.
: Av. S.M., Av. N.U., Av. D.Y.
: Ankara Valiliği ( İl Çevre Ve Orman Müdürlüğü)
: Av. N.N.
OLAY
: Ankara Valiliği İl Çevre ve Orman Müdürlüğü’nün 4.1.2006 gün ve
42 sayılı işlemi ile, 2872 sayılı Çevre Kanunu’nun 8. maddesine aykırılıktan dolayı aynı
Kanunun 20/a maddesi uyarınca davacı adına idari para cezası verilmiştir.
Davacı vekili, para cezası verilmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle 25.1.2006
tarihinde idari yargı yerinde dava açmıştır.
ANKARA 4.İDARE MAHKEMESİ (TEK HAKİM); 28.2.2006 gün ve E:2006/198,
K:2006/340 sayı ile, toplum düzenini, genel ahlakı, genel sağlığı, çevreyi ve ekonomik düzeni
korumak amacıyla; kabahatlere ilişkin genel ilkeleri, kabahatler karşılığında uygulanabilecek
olan idari yaptırım türlerini ve sonuçlarını, kabahatler dolayısıyla karar alma sürecini, idari
yaptırıma ilişkin kararlara karşı kanun yolları ile idari yaptırım kararlarının yerine
getirilmesine ilişkin esasların belirlenmesi amacıyla yürürlüğe konulan 5326 sayılı Kabahatler
Kanunu'nun 2. maddesinde; "kanunun, karşılığında idari yaptırım uygulanmasını öngördüğü
haksızlık" Kabahat olarak tanımlanmış, 3. maddesinde; bu Kanunun genel hükümlerinin diğer
kanunlardaki kabahatler hakkında da uygulanacağı, 16. maddesinde; kabahatler karşılığında
uygulanacak olan idari yaptırımların, idari para cezası ve idari tedbirlerden ibaret olduğunun
belirtildiği; yukarıda sözü edilen Kanunun "Başvuru Yolu" başlıklı 27. maddesinde ise; idari
para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararlarına karşı,
kararın tebliğ veya tefhimi tarihinden itibaren en geç on beş gün içinde sulh ceza
mahkemesine başvurulabileceği, geçici 2. maddesinde de, bu Kanunun hükümlerinin
yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla idare mahkemelerinde dava açılarak iptali istenen idarî
yaptırım kararlan hakkında uygulanmayacağı hükme bağlanmış olup, sözü edilen 5326 sayılı
Kanunun 1.6.2005 tarihinde yürürlüğe girdiği; belirtilen yasal düzenlemeler uyarınca;
1.6.2005 tarihinden itibaren, 5326 sayılı Yasada sayılan idari para cezası ve idari tedbirlerden
oluşan idari yaptırımlar ile diğer yasalarda yer alan idari yaptırımlara karşı, Yasanın 19.
maddesinde sayılan istisnai durumlar haricinde Sulh Ceza Mahkemeleri nezdinde dava
açılabilmekte olduğu; dosyanın incelenmesinden, iptali istenen idari para cezasına karşı
25.1.2006 tarihinde açılan bu davanın görüm ve çözümünde yukarıda belirtilen yasa
hükümleri uyarınca adli yargı görevli bulunduğundan, huzurdaki davanın mahkemelerince
incelenme olanağı bulunmadığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, itiraz
edilmeyerek kesinleşmiştir.
Davacı vekili, bu kez, söz konusu para cezasına karşı 18.4.2006 tarihinde adli yargı
yerinde itirazda bulunmuştur.
ANKARA 9. SULH CEZA MAHKEMESİ; 27.12.2006 gün ve E: 2006/660 Müt. sayı
ile, 5560 sayılı yasanın 31. maddesi ile 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 3. maddesinde
yapılan değişiklikler üzerine dosyanın incelendiği; itiraz eden hakkında 2872 Sayılı Çevre
Kanununun 8. maddesi yollaması ile 21/a maddesi uyarınca idari para cezası verildiği ve aynı
Kanunun 25. maddesine göre itiraza bakma görevinin Ankara İdare Mahkemesine ait olduğu
gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, itiraz edilmeyerek kesinleşmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında,
Üyeler: Dr.Atalay ÖZDEMİR, M.Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Z.Nurhan YÜCEL, H.Ayfer
ÖZDEMİR, Abdullah ARSLAN ve H. Hasan MUTLU’nun katılımlarıyla yapılan 4.6.2007
günlü toplantısında;
I-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca
yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü,
E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve
İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun
uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’
ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın
mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri
arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev
uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır.
Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında
yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari
niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık
Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir.
Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının
Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.
Adli ve idari yargı yerleri arasında anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen biçimde
olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, adli yargı dosyasının 15. maddede belirtilen yönteme
uygun olarak davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece; idari
yargı kararının kesinleşme durumunu gösteren onaylı bir örneğinin Başkanlık yazısı üzerine
Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı
anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde
idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili
Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay
Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada idari yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve
sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, 2872 sayılı Kanun’un 8. maddesine aykırılıktan dolayı 20. maddesine göre
verilen para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.
9.8.1983 gün ve 2872 sayılı Çevre Kanunu’nun “Amaç” başlıklı 1. maddesinde, “Bu
Kanunun amacı, bütün canlıların ortak varlığı olan çevrenin, sürdürülebilir çevre ve
sürdürülebilir kalkınma ilkeleri doğrultusunda korunmasını sağlamaktır” denilmiş; “Kirletme
yasağı” başlığını taşıyan 8. maddesinde, her türlü atık ve artığı, çevreye zarar verecek şekilde,
ilgili yönetmeliklerde belirlenen standartlara ve yöntemlere aykırı olarak doğrudan ve dolaylı
biçimde alıcı ortama vermenin, depolamanın, taşımanın, uzaklaştırmanın ve benzeri
faaliyetlerde bulunmanın yasak olduğu, kirlenme ihtimalinin bulunduğu durumlarda ilgililerin
kirlenmeyi önlemekle; kirlenmenin meydana geldiği hallerde kirletenin, kirlenmeyi
durdurmak, kirlenmenin etkilerini gidermek veya azaltmak için gerekli tedbirleri almakla
yükümlü oldukları belirtilmiş; 20. maddesinde, idari nitelikteki cezalar sayılmış; işlemin tesis
edildiği anda, anılan Yasanın 25. maddesinin birinci fıkrasında, idari cezalara karşı 7 gün
içerisinde idare mahkemesine itiraz edilebileceği yolunda düzenleme mevcut iken, 1.6.2005
tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi karşısında, Mahkememizce;
Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3. maddesindeki, “Bu Kanunun genel
hükümleri diğer kanunlardaki kabahatler hakkında da uygulanır” yolundaki hüküm de dikkate
alınarak, Kabahatler Kanunu’nun belirlediği ilke ve esaslara uyan diğer kanunlardaki idari
para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırımlara karşı, Yasa’nın
yürürlüğe girdiği tarihten sonra açılan davaların görüm ve çözümünde, adli yargı yerleri
görevli kılınmış; bilahare, anılan Yasanın 3. maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 gün
ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla iptal edilmiştir. Ancak daha sonra, 2872 sayılı
Çevre Kanunu’nun 26.4.2006 günlü, 5491 sayılı Yasanın 17. maddesiyle değiştirilen 25.
maddesinde, “Bu Kanunda öngörülen idarî yaptırımların uygulanmasını gerektiren fiillerle
ilgili olarak yetkili denetleme elemanlarınca bir tutanak tanzim edilir. Bu tutanak denetleme
elemanlarının bağlı bulunduğu ve idarî yaptırım kararını vermeye yetkili mercie intikal
ettirilir. Bu merci, tutanağı değerlendirerek gerekli idarî yaptırım kararını verir. İdarî yaptırım
kararı, 11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre idarî yaptırım
kararını veren merci tarafından ilgiliye tebliğ edilir.
İdarî yaptırım kararlarına karşı tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde idare
mahkemesinde dava açılabilir. Dava açmış olmak idarece verilen cezanın tahsilini durdurmaz.
İdarî para cezalarının tahsil usûlü hakkında 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler
Kanunu hükümleri uygulanır.
Ceza vermeye yetkili kurum ve merciler tarafından tahsil edilen idarî para cezaları,
Maliye Bakanlığından izin alınarak Bakanlıkça bastırılan ve dağıtılan makbuz karşılığında
tahsil edilir.
Bu Kanuna göre verilecek idarî para cezalarında ihlalin tespiti ve cezanın kesilmesi
usûlleri ile ceza uygulamasında kullanılacak makbuzların şekli, dağıtımı ve kontrolüne ilişkin
usûl ve esaslar Maliye Bakanlığının görüşü alınarak Bakanlıkça çıkarılacak yönetmelikle
belirlenir." denilmiştir.
Buna göre, 2872 sayılı Çevre Kanunu’nda belirtilen idari yaptırım kapsamındaki idari
para cezalarına karşı açılacak davalarda idare mahkemesi genel görevli kılınmış, ancak idarî
para cezalarının tahsil usûlü hakkında Kabahatler Kanunu hükümlerinin uygulanacağı
belirtilmiştir.
Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir
müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının,
geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.
Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile
görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre
görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki
görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına
dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği
açıktır.
Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun
değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık
görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya
devam etmesi gerekir.
İncelenen uyuşmazlıkta, dava konusu edilen idari para cezasına ilişkin yasa kuralı
değiştirilmiş ve yeni düzenleme 13.5.2006 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiş olduğuna göre,
görev kuralının geçmişe etkili olacağı yolundaki genel hukuk ilkesi karşısında, 2872 sayılı
Yasa’nın 20. maddesine göre verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın görüm ve
çözümünde idari yargı yerinin görevli olduğu kuşkusuzdur
Kaldı ki, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü,
5560 sayılı Yasa’nın 19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren 31. maddesinde "(1)Bu Kanunun;
a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda
aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi
yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında, uygulanır" denilmiş olup, 2872 sayılı Yasa’da
bu cezalara karşı idare mahkemesinde dava açılabileceğinin belirtilmesi karşısında, idari para
cezasına karşı yapılan itirazın görüm ve çözümünde idari yargı yerinin görevli olduğu
anlaşılmaktadır.
Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması
gerekmiştir.
SONUÇ: Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle
Ankara 4. İdare Mahkemesi’nce verilen 28.2.2006 gün ve E:2006/198, K:2006/340 sayılı
GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 4.6.2007 gününde OYBİRLİĞİ İLE
KESİN OLARAK karar verildi.
***
Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:
ESAS NO : 2007/82
KARAR NO: 2007/97
KARAR TR : 4.6.2007
(Hukuk Bölümü)
ÖZET: 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan başvurunun, aynı Yasanın 27. ma
KARAR
Davacı
Vekili
Davalı
: Taşkınlar İnş. Taah. ve Tic. A.Ş.
: Av. H.O.
: Yuvacık Belediye Başkanlığı
OLAY
: Yuvacık Belediyesi Encümeni’nin 3.5.2006 gün ve 45 sayılı kararı ile,
3194 sayılı Kanun’un 40. maddesini ihlal ettiğinden bahisle aynı Kanunun 42. maddesi
uyarınca davacı adına idari para cezası verilmiştir.
Davacı vekili, para cezası verilmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle idari yargı
yerinde dava açmıştır.
KOCAELİ İDARE MAHKEMESİ; 6.7.2006 gün ve E:2006/2530, K:2006/1235 sayı
ile, davanın, davacıya 3194 sayılı Yasa’nın 42/2. maddesi uyarınca, 7000,00 YTL idari para
cezası verilmesine ilişkin Yuvacık Belediye Encümeni’nin 3.5.2006 tarih ve 45 sayılı
kararının iptali istemiyle açıldığı, 1.6.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5326 sayılı Kabahatler
Kanunu'nun 1, 2, 3, 16, 27, geçici 2 ve geçici 3. maddeleri ile anılan Kanuna 5348 sayılı
Kanun'un 5. maddesiyle eklenen ek 1. maddesinden söz ederek, Vergi Usul Kanunu'nda vergi
mahkemelerinin görevine ilişkin hükümlerin dışındaki diğer kanunlarda öngörülen tüm idari
para cezaları hakkında bu Kanunun genel hükümleri kısmında yer alan başvuru yolunun
düzenlendiği ve 27. maddesinin uygulanacağının anlaşıldığı, dolayısıyla, 5326 sayılı
Kabahatler Kanunu'nun yürürlüğe girdiği 1.6.2005 tarihinden sonra tesis edilen idari para
cezası verilmesine ilişkin işlemlere karşı yetkili sulh ceza mahkemelerinde dava açılması
gerektiği, dava dosyasının incelenmesinden, davacıya 3194 sayılı Yasa’nın 42/2. maddesi
uyarınca 7000,00 YTL idari para cezası verilmesine ilişkin Yuvacık Belediye Encümeni’nin
3.5.2006 tarih ve 45 sayılı kararının iptali istemiyle bakılan davanın açıldığının anlaşıldığı, bu
durumda, 3194 sayılı İmar Kanunu’nun ilgili maddelerinin ihlalinin kabahat tanımı içinde yer
aldığı, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesinde, bu kanunun genel hükümlerinin
diğer kanunlardaki kabahatler hakkında da uygulanacağı, kanunun genel hükümleri kısmında
yer alan 27. maddesinde, idari para cezasına karşı sulh ceza mahkemesine başvurulacağının
açıkça belirtildiği dikkate alındığında, dava konusu uyuşmazlığın çözümünün idari yargının
görev alanına girmediği gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiştir.
Davacı vekili, bu kez, söz konusu idari para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda
bulunmuştur.
KOCAELİ 2. SULH CEZA MAHKEMESİ; 14.11.2006 gün ve 2006/1027 D.İş sayı
ile, dosya incelendiğinde, uygulanan idari para cezasının İmar Yasası’nın 42. maddesine göre
uygulandığının anlaşıldığı, Kabahatler Yasası’nın 3. maddesi Anayasa Mahkemesi tarafından
iptal edilmiş olup, Kabahatler Yasası’nda tek tek sayılmayan ve bu Yasanın kapsamı dışında
kalan eylemler ile ilgili idari para cezaları hakkında sulh ceza mahkemelerinin görevli
olmadığı, Anayasa ve genel hukuk ilkelerine göre idari yargının görevli olduğu kanısına
varıldığından ve İmar Yasası’na aykırılık da Kabahatler Yasası’nda düzenlenmediğinden,
davanın görev yönünden reddine karar vermenin icap ettiği gerekçesiyle görevsizlik kararı
vermiş; davacı vekilinin bu karara yaptığı itiraz üzerine Kocaeli 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin
26.12.2006 gün ve 2006/1094 Değişik İş sayılı kararı uyarınca, dosya, görev uyuşmazlığının
çözümü için Mahkememize gönderilmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında,
Üyeler: Dr.Atalay ÖZDEMİR, M.Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Z.Nurhan YÜCEL, H.Ayfer
ÖZDEMİR, Abdullah ARSLAN ve H.Hasan MUTLU’nun katılımlarıyla yapılan 04.06.2007
günlü toplantısında; Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un 2247 sayılı Yasa’da öngörülen
koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler
okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR
ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun başvurunun reddi gerektiği yolundaki yazılı ve
sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;
Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı
İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında
Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2
nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da
şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da
beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev
ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının
‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara
bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan
davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara
ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde
incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında,
olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi
gerektiği kuşkusuzdur.
2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 19. maddesinde, “Adli, idari, askeri yargı
mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendisine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya
incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile
görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar
vermesine değin erteler. (Değişik:21/1/1982-2592/6 md.)Mahkemenin gerekçeli kararı, dava dosyası ile birlikte Uyuşmazlık
Mahkemesine gönderilir” denilmiştir. Aynı Yasanın 27. maddesinde ise, Uyuşmazlık Mahkemesinin, uyuşmazlık çıkarmaya veya
görev uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından inceleyeceği; yöntemine uymayan veya süresi içinde ileri
sürülmemiş istemleri reddedeceği kuralına yer verilmektedir.
Sulh Ceza Mahkemesi dosyasından, İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının
kesinleşip kesinleşmediği anlaşılamadığından, Başkanlığımızca, 16.4.2007 gün ve E:2007/82
sayılı yazı ile, Kocaeli İdare Mahkemesi’nden, 6.7.2006 gün ve E:2006/2530, K:2006/1235
sayılı görevsizlik kararının kesinleşme durumunu gösteren onaylı bir örneğinin
gönderilmesinin istenilmesi üzerine, adı geçen Mahkemece gönderilen 27.4.2007 gün ve
E:2006/2530 sayılı yazıda, söz konusu kararın temyiz edildiği, dolayısıyla kesinleşmediği
bildirilmiştir.
Bu durumda, görev uyuşmazlığına konu edilen Kocaeli İdare Mahkemesi’nin
görevsizlik kararı kesinleşmediğinden, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen
koşullar gerçekleşmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen koşulları
taşımayan başvurunun, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca reddi gerekmiştir.
SONUÇ: 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan
BAŞVURUNUN, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİNE, 04.06.2007 gününde
OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
***
Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:
ESAS NO : 2007/88
KARAR NO: 2007/134
KARAR TR : 2.7.2007
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : 4817 sayılı Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanun uyarınca verilen idari para
cezasına karşı yapılan itirazın ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
KARAR
Davacı : E.M.
Davalı : Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı
OLAY
: Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Antalya Bölge Müdürlüğü’nün
1.5.2006 gün ve 8820 sayılı işlemi ile, 4817 sayılı Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında
Kanun’un 21. maddesi uyarınca davacı adına idari para cezası verilmiştir.
Davacı, para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.
ANTALYA 2. SULH CEZA MAHKEMESİ; 13.10.2006 gün ve Müteferrik
E:2006/125, Müteferrik K:2006/125 sayı ile, itiraz eden hakkında, dosya kapsamındaki idari
para cezasının düzenlendiği, bu düzenleme üzerine başvuran tarafından, idari para cezasının
iptalinin istendiği, Anayasa Mahkemesi’nin 01.03.2006 tarih ve 2005/108 Esas, 2006/35
Karar sayılı kararı ile, Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesinin iptal edildiği, bu iptal kararı ile
idari para cezalarına karşı başvuru yolu konusunda 1 Haziran 2005 tarihi öncesindeki
uygulamaya büyük oranda geri dönüldüğü, buna göre, idari para cezasının kaynağı olan
yasada, kişiler hakkında idare tarafından verilen idari para cezalarına karşı itiraz yolu açık
biçimde sulh ceza mahkemeleri olarak belirlenmemiş ise, idarenin her türlü eylem ve
işlemlerinin hukuksal denetimini yapmakla görevli mahkemelerin (Anayasamızın ilgili
hükümleri ve İdare Mahkemelerinin kuruluşu hakkındaki kanun hükümlerinden yola
çıkılarak) idare mahkemeleri olduğu hukuksal sonucuna ulaşılabileceği, itiraz eden hakkında
düzenlenen idari para cezasının dayanağı olan 4817 sayılı Kanun’a göre idare tarafından
verilen idari para cezalarına karşı itiraz yolunun özel olarak açık biçimde sulh ceza
mahkemeleri olarak gösterilmediğinin anlaşıldığı, Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesinin
Anayasa Mahkemesi’nin yukarıda anılan kararı ile iptal edilmesi de dikkate alınarak ve
Mahkemelerin görevi kamu düzeni ile ilgili olduğundan ve yargılamanın her aşamasında
verilebileceğinden, resen görev yönü ile itiraz dosyasının ele alınıp incelendiği, yapılan
inceleme sonucunda itiraz eden hakkında uygulanan idari para cezasının dayanağı olan özel
yasada Mahkemeleri özel olarak görevlendirilmediğinden, yapılan itirazı değerlendirme ve
sonuçlandırma görevinin idare mahkemesine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı
vermiş; bu karar, kesinleşmiştir.
Davacı, bu kez, idari para cezası verilmesine ilişkin söz konusu işlemin iptali istemiyle
idari yargı yerinde dava açmıştır.
ANTALYA 2. İDARE MAHKEMESİ; 25.12.2006 gün ve E:2006/2902 sayı ile,
davanın, davacı Eldor Mussayev tarafından, çalışma izni olmadan çalıştığından bahisle 4817
sayılı Yasa'nın 21'inci maddesi uyarınca adına kesilen 783,00.-YTL idari para cezasının iptali
istemiyle Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'na karşı açıldığı, 4817 sayılı Yabancıların
Çalışma İzinleri Hakkında Kanun'un 18'inci maddesinin (a) bendinde; bağımsız çalışan
yabancıların, çalışmaya başladıkları ve çalışmanın bitiminden itibaren, en geç onbeş gün
içerisinde durumu Bakanlığa bildirmekle yükümlü oldukları belirtilmiş, 21'inci maddesinin
1’inci fıkrasında; 18'inci maddeye göre bildirim yükümlülüğünü süresi içinde yerine
getirmeyen bağımsız çalışan yabancı ile yabancı çalıştıran işverene her bir yabancı için
ikiyüzelli milyon lira idari para cezası verileceği ve 6'ncı fıkrasında; bu Kanunda öngörülen
idari para cezalarının gerekçesi belirtilmek suretiyle Bakanlık Bölge Müdürlüğünce ilgililere
7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre tebliğ edileceği, idari para cezalarının tebliğ
tarihinden itibaren yedi gün içinde vergi dairelerine veya malmüdürlüklerine ödeneceği,
ilgililerin cezaya bu süre içinde yetkili sulh ceza mahkemesi nezdinde itiraz edebileceği
hususunun hükme bağlandığı, dava konusu olayda, davacının TMS Sağlık Hizmetleri Sanayi
Tic. Ltd. Şti. ünvanlı işyerinde çalışma izni olmadan çalıştığından bahisle 4817 sayılı
Yasa'nın 21'inci maddesi uyarınca 783,00.-YTL idari para cezası ile cezalandırıldığı,
davanında bu cezanın iptali istemiyle açıldığının anlaşıldığı, bu durumda, 4817 sayılı Yasa'nın
21'inci maddesi uyarınca verilen para cezasının iptali istemiyle açılan davanın görüm ve
çözümünde aynı Yasa gereği sulh ceza mahkemesi görevli olup, Mahkemelerinin bu davaya
bakmakla görevli bulunmadığı, ancak, daha önce Antalya 2'nci Sulh Ceza Mahkemesi’nce
görevsizlik kararı verilip bu karar kesinleştiğinden, görevli yargı yerinin belirlenmesi için
Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvuru zorunluluğu doğduğu gerekçesiyle 2247 sayılı
Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun'un 19. maddesi uyarınca
görevli yargı yerinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine,
bu konuda verilecek karara değin davanın incelenmesinin ertelenmesine karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında,
Üyeler: M. Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Coşkun ÖZTÜRK, Z. Nurhan YÜCEL, Esen EROL,
Levent ÖZÇELİK ve Celal IŞIKLAR’ın katılımlarıyla yapılan 02.07.2007 günlü
toplantısında;
I-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca
yapılan incelemeye göre;
Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1
sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında
Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2
nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da
şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da
beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev
ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının
‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara
bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan
davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara
ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde
incelenip çözümlenmesi gerektiği…” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında,
olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi
gerektiği kuşkusuzdur.
İdare Mahkemesince anılan Yasanın 19. maddesinde öngörülen şekilde başvurulduğu
ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşılmakla, adli ve idari yargı yerleri
arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın
çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan;
ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay
Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada adli yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve
sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, 4817 sayılı Kanun’un 21. maddesine göre verilen idari para cezasının
kaldırılması istemiyle açılmıştır.
27.2.2003 tarih ve 4817 sayılı Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanun’un
“Amaç” başlıklı 1. maddesinde, “Bu Kanunun amacı, yabancıların Türkiye’deki çalışmalarını
izne bağlamak ve bu yabancılara verilecek çalışma izinleri ile ilgili esasları belirlemektir”
denilmiş; cezai hükümlerin düzenlendiği 21. maddesinin 6. fıkrasında, bu Kanunda öngörülen
idarî para cezalarının gerekçesi belirtilmek suretiyle Bakanlık bölge müdürlüğünce ilgililere
7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre tebliğ edileceği, idarî para cezalarının tebliğ
tarihinden itibaren yedi gün içinde vergi daireleri veya mal müdürlüklerine ödeneceği,
ilgililerin cezaya bu süre içinde yetkili sulh ceza mahkemesi nezdinde itiraz edebilecekleri,
başvurunun, cezanın takip ve tahsilini durdurmayacağı belirtilmiştir.
4817 sayılı Yasa’nın 21. maddesinde yer alan düzenleme karşısında, para cezalarına
karşı yapılacak itirazların görüm ve çözümünde adli yargı yerlerinin görevli olacağının kabulü
gerekir.
1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanunun diğer kanunlarda
düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri
üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın,
dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19.
maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen
idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine
ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza
mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli
yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir.
Daha sonra, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3.
maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla
iptal edilmiş ve gerekçeli kararı 22.7.2006 gün ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış
ve iptal hükmünün, kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra
yürürlüğe girmesine karar verilmiş; yasama organı tarafından iptal hükmü doğrultusunda
yasal düzenleme yapılmaması sürecinde, anılan madde hükmünün yürürlükte bulunduğu
düşüncesiyle, aynı doğrultuda karar verilmeye devam edilmiş; yasama organı tarafından,
Anayasa Mahkemesi’nce verilen altı aylık süre içinde iptal hükmü doğrultusunda yasal
düzenleme yapılması halinde ise, işaret edilen yargı yerinin yeni düzenlemenin yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren görevli olacağı belirtilmiştir.
Son olarak, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesini
değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde " (1) Bu Kanunun;
a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda
aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi
yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,
uygulanır" denilmiştir.
19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun,
idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine
hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin
gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.
Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir
müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının,
geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.
Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile
görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre
görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki
görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına
dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği
açıktır.
Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun
değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık
görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya
devam etmesi gerekir.
İncelenen uyuşmazlıkta, idari para cezasına ilişkin görevli mahkemeyi belirleyen yasa
kuralı değiştirilmiş ve yeni düzenleme 19.12.2006 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiş olduğuna
göre, görev kuralının geçmişe etkili olacağı yolundaki genel hukuk ilkesi karşısında, 4817
sayılı Yasa’nın 21. maddesine göre verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın görüm ve
çözümünde anılan Yasa hükmü gereği adli yargı yerinin görevli olduğu açıktır.
Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince yapılan başvurunun kabulü ile Sulh Ceza
Mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ: Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle
Antalya 2. İdare Mahkemesi’nin BAŞVURUSUNUN KABULÜ İLE Antalya 2. Sulh Ceza
Mahkemesi’nce verilen 13.10.2006 gün ve Müteferrik E:2006/125, Müteferrik K:2006/125
sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 02.07.2007 gününde
OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
***
Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:
ESAS NO : 2007/91
KARAR NO: 2007/135
KARAR TR : 2.7.2007
(Hukuk Bölümü)
ÖZET: Davacı Şirketi zarara uğrattıkları ileri sürülerek bu zararın tazmini amacıyla gerçek
kişilere karşı açılan davanın, özel hukuk hükümlerine göre ADLİ YARGI YERİNDE
çözümlenmesi gerektiği hk.
KARAR
Davacı : Sümer Holding A.Ş.(Turban Turizm A.Ş.)
Vekili
: Av. Ö.A.
Davalılar
: 1) Ö.B.
Vekili
: Av. S.S.
2) F.Y.Ö.
Vekili : Av. H.S.
OLAY
: Davacı vekili tarafından,şirketlerini zarara uğrattıkları 8.895.023.913.TL’nin müteahhit firmaya ödendiği tarihten itibaren hesaplanacak reeskont faizi ile birlikte
(fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla) davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsili
istemiyle adli yargı yerinde(Asliye Hukuk Mahkemesinde) dava açılmıştır.
Ankara 29. Asliye Hukuk Mahkemesi; 14.2.2001 gün ve E:2000/845; K:2001/77 sayı
ile, davalıların zararın doğduğu olay tarihinde davacı şirkette hizmet akdiyle çalıştıklarının
anlaşıldığı, bu durumda, görevli mahkemenin iş mahkemesi olduğu gerekçesiyle görevsizlik
kararı vermiş ve daha sonra dosyayı Nöbetçi İş Mahkemesine göndermiştir.
ANKARA 10. İŞ MAHKEMESİ; 25.10.2004 gün ve E:2001/373, K:2004/852 sayı ile,
davacı vekilinin Nöbetçi Asliye Hukuk Hakimliğine verdiği 19.12.2000 tarihli dilekçesi ile;
davacının hukuki niteliğini belirttikten sonra, davacının kendisine bağlı Kuşadası Marina
İşletmesinde inşa ettirilecek akaryakıt istasyonu ve müştemilatı ile ilgili olarak yapılan ihale
sonucu Serdar İnş. San. Tic. A.Ş. ile yap- işlet- devret modelli bir sözleşmeyi 5.8.1993
tarihinde imzaladıklarını, sözleşmenin konusunun, Kuşadası Marinada bulunan 3000 m2
yüzölçümlü alan üzerinde akaryakıt istasyonu ve müştemilatı yapımı ile 15 yıl süre ile
işletilmesi ve süre sonunda tüm tesisin mobilya dekorasyonu, pompası vs. ile sağlam ve çalışır
vaziyette davacı şirkete devredilmesini öngördüğünü, daha sonra bu sözleşmenin, davacı
avukatı Yasemin Özeskici tarafından gönderilen Ankara 14. Noterliği’ne ait 15.6.1994 gün ve
19334 sayılı ihtarname ile, "5.8.1993 tarihli sözleşme şartlarının yerine getirilmediği,
sözleşmenin 5. ve 13. maddesinde yer alan sürelerde işlerin teslim edilmediği ve bunun
Kuşadası Asliye Hukuk Mah. sinin 1994/114 D.İş dosyası ile tespit edildiği” belirtilerek tek
taraflı olarak feshedildiğini, müteahhit firma cevabi nitelikte gönderdiği ihtarnamesinde,
inşaatın başlayamamasının kendilerinden kaynaklanmadığını, gerekli iznin ve ruhsatın
alınamadığını, bu konuda çalışmaların halen devam ettiğini ileri sürerek yönetim kurulunca
fesih iradesinin yeniden gözden geçirilmesinin istenildiğini, ancak gönderilen bu ihtarnameye
cevap verilmediği gibi fesih işleminden de vazgeçilmediğini, bunun üzerine sözü edilen şirket
tarafından Ankara 1. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 1994/1099 Esas sayılı dosyası ile dava
açıldığını, Mahkemece yapılan yargılama sonucunda bilirkişi raporu doğrultusunda
541.817.084.- TL menfi zarar, 2.200.358.928.- TL müspet zararın dava tarihinden itibaren
faizi ile birlikte tahsiline karar verildiğini, daha sonra Ankara 8. İcra Müdürlüğü’nün
1997/2719 sayılı dosyası ile icra takibine geçildiğini, bu nedenle, 12.3.1998 tarihinde
8.305.503.913.- TL, 13.3.1998 tarihinde de 589.200.000.- TL ödendiğini, bu paranın
ödenmesine davalıların sebep olduğunu ileri sürerek 8.895.023.913.-TL nin ödeme tarihinden
itibaren faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini
dava ve talep ettiği, Mahkemece yapılan yargılama sonucunda 14.2.2001 gün ve 2000/845
Esas, 2001/77 Karar sayılı kararı ile, davanın görev nedeniyle reddine, dosyanın görevli iş
mahkemesine gönderilmesine karar verildiği, dava dosyası Mahkemelerine intikal ettikten
sonra davalı vekillerince yine görev itirazında bulunulduğu, buna dair emsal karar
örneklerinin dosyasına ibraz edildiği, yapılan yargılama sırasında ilk defa davayı açan Turban
A.Ş.’ nin idari bir tasarrufla Sümer Holding'e devredilmesi sebebi ile davaya Sümer Holding
A.Ş. tarafından devam edildiği, daha sonra dava dosyasının bilirkişi heyetine verildiği, davaya
konu olan alacak sebebi ile davalıların kusurunun bulunup bulunmadığı konusunda rapor
istendiği, sonuç itibariyle davacı ile davalı dışı şirket arasında yapılan sözleşmenin davalılarca
haksız olarak fesh edilmesi sebebi ile kusurlu bulundukları, o tarih itibariyle davalıların
bulunduğu görev dikkate alınarak Ömer Bilgin'in %75, Yasemin Özeskici'nin %25 kusurlu
olduklarına dair rapor verildiği, taraf vekillerince raporla ilgili itirazların yazılı olarak dosyaya
sunulduğu, Mahkemelerinin 25.10.2004 tarihli duruşmasında, davalılardan Yasemin Özeskici,
kendisinin hukuk müşavirliği avukatı, diğer davalının genel müdür sıfatı ile görev yaptığını,
davacı şirket bünyesinde görev yapan genel müdür, müdür yardımcıları, hukuk müşavirleri,
avukat ve daire başkanlarının kapsam dışı personel statüsünde çalıştıklarını beyan edip
beyanını imzası ile tastik ettiği, davanın, davacı ile dava dışı Serdar İnş. A.Ş. arasında
imzalanan 5.8.1993 tarihli sözleşmenin davalılar tarafından fesh edilmesi üzerine adı geçen
şirket tarafından davacı aleyhine Ankara 1. Asliye Ticaret Mahkemesi’nde açılan ve yapılan
yargılama sonucunda şirketin haklılığı kabul edilerek, davacıdan tahsiline karar verilen
8.895.023.913.-TL’nin rücuen tahsili davası olduğu, yukarıda ifade edildiği gibi, davanın ilk
defa Asliye Hukuk Mahkemesinde açıldığı ve bu Mahkemece davalıların hizmet akdi ile
çalıştıkları gerekçesi ile görevsizlik kararı verildiği, dava dosyası içerisinde davalıların davacı
şirkette hizmet akdi ile çalıştıklarına dair bir sözleşmenin mevcut bulunmadığı, görevsizlik
kararının Yargıtay denetiminden geçerek kesinleşmiş de olmadığı, 5521 sayılı Kanun’un 1.
maddesine göre, Mahkemelerinin görevli sayılabilmesi için İş Kanunu’na göre işçi sayılan
kimselerle işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden veya İş Kanunu’na dayanan her
türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının söz konusu olması gerektiği, daha açık
bir ifade ile, taraflardan birinin işçi diğerinin işveren veya vekili olması gerektiği, yukarıda
ifade edildiği gibi davalıların sözü edilen olay tarihi itibariyle hizmet akdine bağlı olarak
çalıştıklarına dair yazılı bir sözleşmenin mevcut olmadığı, her ne kadar davalılardan Ömer
Bilgin’in ilk defa davacı şirkette hizmet akdine bağlı olarak çalışmaya başladığı ifade edilmiş
ise de, geçen süre zarfında adı geçenin sıfatında değişiklik meydana geldiği, daha sonra idari
bir tasarrufla sözü edilen şirkete genel müdür olarak atandığı, davalı Yasemin Özeskici'nin
25.10.2004 tarihli zapta geçirilen beyanına göre, gerek genel müdür, gerekse hukuk
müşavirlerinin davacı şirkette kapsam dışı personel olarak görev yaptıkları, Dairenin bu
konudaki yerleşmiş kararlarına göre, kapsam dışı personel ile ilgili ihtilafın çözüm yeri adli
yargı olmayıp, idari yargı olduğu, bu konuda dosya içerisinde emsal kararların da mevcut
bulunduğu, bu nedenle, Mahkemelerince görevsizlik kararı verilmesi gerektiği, her ne kadar
davalı vekillerince zaman aşımı itirazında bulunulmuş ise de, bu konunun Mahkemelerince
tartışma konusu yapılmayıp, görevli mahkemece tartışılmasının daha uygun olacağı
gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, YARGITAY DOKUZUNCU HUKUK
DAİRESİ’nin 14.7.2005 gün ve E:2005/20293, K:2005/26207 sayılı kararıyla onanmak
suretiyle kesinleşmiştir.
Davacı vekili, bu kez, aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.
ANKARA 10. İDARE MAHKEMESİ; 20.1.2006 gün ve E:2005/2880, K:2006/38
sayı ile, davanın, davacı şirketi zarara uğrattıklarından bahisle 8.895,02 YTL'nin yasal faiziyle
birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsili istemiyle açıldığı, 2577 sayılı İdari
Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesinin 1. fıkrasında; idari dava türlerinin, a)İdari
işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı
olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları;
b)İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı
davaları; c)Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan
uyuşmazlıklar hariç kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari
sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar olduğunun
hükme bağlandığı, buna göre, idari yargı yerlerinde tazminat davasının açılabilmesi için,
idarelerin tek taraflı ve kamu gücünü kullanarak tesis ettikleri işlem ve eylemlerden doğan bir
zararın bulunması gerektiği, dosyanın incelenmesinden, davanın, davacı şirketi zarara
uğrattıklarından bahisle 8.895,02 YTL'nin yasal faiziyle birlikte davalılardan müştereken ve
müteselsilen tahsili istemiyle açıldığının anlaşıldığı, bu durumda, idarenin bir işlem ve
eyleminden kaynaklanmayan ve gerçek kişinin vermiş olduğu zararın tazmini istemiyle açılan
davanın adli yargıda görülmesi gerekmekte olup, idari yargı yerinde incelenmesine olanak
bulunmadığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, DANIŞTAY BEŞİNCİ
DAİRESİ'nin 8.11.2006 gün ve E:2006/3093, K:2006/5209 sayılı kararı ile onanmak suretiyle
kesinleşmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında,
Üyeler: M. Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Coşkun ÖZTÜRK, Z. Nurhan YÜCEL, Esen EROL,
Levent ÖZÇELİK ve Celal IŞIKLAR’ın katılımlarıyla yapılan 02.07.2007 günlü
toplantısında;
I-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca
yapılan incelemeye göre; adli ve idari yargı yerleri arasında anılan Yasanın 14. maddesinde
öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının 15. maddede
belirtilen yönteme uygun olarak davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren
Mahkemece Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık
bulunmadığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar
verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın
çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan;
ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay
Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü
açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, davacı vekili tarafından, şirketlerini zarara uğrattıkları 8.895.023.913.-TL’nin
müteahhit firmaya ödendiği tarihten itibaren hesaplanacak reeskont faizi ile birlikte ( fazlaya
ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla) davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsili
istemiyle açılmıştır.
Uyuşmazlık Mahkemesi’nin 1.3.1996 tarih ve 22567 sayılı Resmi Gazete’de
yayımlanan, 22.1.1996 gün ve E:1995/1, K:1996/1 sayılı ilke kararı ile, özelleştirme
kapsamında bulunan ya da bulunmayan kamu iktisadi teşebbüslerinde sözleşmeli ya da
kapsam dışı statüde çalışan personelin kurumları ile ilişkilerinden doğan anlaşmazlıkların
idari yargı yerinde çözümleneceği belirtilmiştir.
Ancak, anılan ilke kararında sözü edilen anlaşmazlıklar ile, sözleşmeli ya da kapsam
dışı personel tarafından idare aleyhine açılabilecek olan ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun 2/1. maddesinde sayılan iptal, tam yargı veya idari sözleşmelerden doğan idari
davaların anlaşılması gerekmekte olup, kişiler aleyhine açılan davaların idari yargı yerinde
görülüp çözümlenmesine hukuken olanak bulunmadığından, davacı vekilince gerçek kişiler
aleyhine açılmış bulunan davanın ilke kararında belirtilen anlaşmazlıklar kapsamında
görülemeyeceği açıktır.
Bu durumda, olayda, idarece kamu gücüne dayalı olarak ve idari usul ve esaslara göre
re'sen ve tek yanlı biçimde tesis edilmiş bir işlem veya eylemden dolayı, hak veya menfaati
ihlâl edilenler tarafından idare aleyhine açılmış bir dava bulunmadığından, davanın idari yargı
yerinde çözümleneceği sonucuna ulaşmak imkansızdır.
Buna göre, davacı alacağının tahsili için gerçek kişiler aleyhine açılan davanın, özel
hukuk hükümleri çerçevesinde görüm ve çözümünde adli yargı yeri görevlidir.
Açıklanan nedenlerle, İş Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması
gerekmiştir.
SONUÇ: Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle
Ankara 10. İş Mahkemesi’nce verilen 25.10.2004 gün ve E:2001/373, K:2004/852 sayılı
GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 02.07.2007 gününde OYBİRLİĞİ İLE
KESİN OLARAK karar verildi.
Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:
ESAS NO : 2007/92
KARAR NO: 2007/98
KARAR TR : 4.6.2007
(Hukuk Bölümü)
ÖZET: 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan başvurunun, aynı Yasanın 27. m
KARAR
Davacı
: Doğan Gazetecilik A.Ş.
Vekilleri : Av. B.Ç. -Av. S.A.
Davalı
: Sanayi ve Ticaret Bakanlığı
Vekili
: Av. S.H.
O L A Y: Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Tüketicinin ve Rekabetin Korunması Genel Müdürlüğü’
kampanyasında, 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 11. maddesine aykırılık nedeniyle
para cezası verilmesine ilişkin 21.5.2004 tarih ve 10999 sayılı işlemi ile kampanya ve kampanyaya ait her tü
21.5.2004 tarih ve 11020 sayılı işleminin iptali istemiyle davacı vekili tarafından idari yargı yerinde dava açı
ANKARA 5. İDARE MAHKEMESİ; 3.8.2004 gün ve E:2004/1838, K:2004/1332 sayı ile, 2577
4001 sayılı Kanun’la değişik 5. maddesinde, her idari işlem aleyhine ayrı ayrı dava açılacağı, ancak araların
da sebep-sonuç ilişkisi bulunan birden fazla işlem aleyhine bir dilekçe ile dava açılabileceği, birden
açabilmesinin hak veya menfaatlerinde iştirak bulunması veya davaya yol açan maddi olay veya hukuki se
Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 6.3.2003 tarih ve 4822 sayılı Kanun’la değişik 25. maddesinin
edenler hakkında 5.000.000.000 lira para cezası uygulanır. Aykırılık ülke düzeyinde yayım yapan süreli y
uygulanır. Bakanlık, ayrıca süreli yayın kuruluşundan kampanyanın ve kampanyaya ilişkin her türlü reklam
rağmen aykırılığın devamı halinde, reklam ve ilanın durdurma zorunluluğunun doğduğu tarihten itibaren h
cezası uygulanır. Bakanlık, kampanyanın ve kampanyaya ilişkin her türlü reklam ve ilanın durdurulması t
hükmünün yer aldığı, dava dosyasının incelenmesinden, davacı şirket tarafından gazete ile birlikte mu
kitapçıkların dağıtımının 4077 sayılı Kanun’un 11. maddesine aykırı olduğu gerekçesiyle 21.5.2004 tarih ve
işlem ile, 257.000.000.000 TL idari para cezası verilmiş ve 21.5.2004 tarih ve B 140 TRK 0 15 00 00/SY
her türlü reklam ve ilanın durdurulması istenmiş olup, uyuşmazlığı çözümleyecek yargı yerlerinin farklı o
konusu olayda maddi ve hukuki yönden bağlılık ya da sebep sonuç ilişkisi bulunmayan iki işlemin tek dilekç
varıldığı, bu sebeple, sözü edilen madde hükmüne uygun olmayan dava dilekçesinin, 2577 sayılı İdari Yargıl
bendi (d) fıkrası gereğince bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren 30 gün içinde 5. maddeye u
açılmak üzere reddine karar vermiştir.
Davacı vekili, bu kez, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Tüketicinin ve Rekabetin Korunması Genel Müd
işleminin iptali istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.
ANKARA 1. TÜKETİCİ MAHKEMESİ; 20.9.2004 gün ve E:2004/1615, K:2004/495 sayılı karar
DAİRESİ’nin 5.12.2005 gün ve E:2004/16708, K:2005/13062 sayılı kararı ile bozulması üzerine, 12.7.2006
davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkili şirkete ait bulunan Milliyet Gazetesi ile birlikte muhtelif
ek bedel karşılığı verilen ve MEF Yayıncılık Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti. tarafından hazırlanıp bastırılmış üni
4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun’un 4822 sayılı Kanun’la değişik 11. maddesine ayk
Bakanlığı’nın 18.5.2004 tarih ve 2004/96 sayılı kararı ile, mezkur Kanun maddesinin 25/7 hükmü uyarın
verildiğini, konuya ilişkin olarak uygulamanın ve uygulamaya yönelik tüm ilanların durdurulması hususu
Genel Müdürlüğü’nün 21.5.2004 tarih ve 11020 sayılı yazısı ile istendiğini, incelemeye konu uygulaman
Kanun’un 11. maddesine aykırılık teşkil etmediğini ve 25/f.1 hükmünün uygulanmasına mahal bulu
durdurulmasına karar verilmesini, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Tüketici ve Rekabetin Korunması Genel
sayılı yazısına konu kampanyanın ve ilanların durdurulmasına yönelik işlemin iptali ile yargılama ma
yüklenmesini talep ettiği, Mahkemelerince, dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, Sanayi ve Tic
Korunması Genel Müdürlüğü’nün 21.5.2004 gün ve 11020 sayılı işlemi ile talep edilen kampanyanın
olmadığından talebin reddine, aynı Bakanlığın 18.5.2004 gün ve 2004/96 sayılı kararı ile verilen ceza
yargının görevli olduğundan bahisle istemin reddine karar verildiği, davacı vekilince Mahkemeleri kararı te
Dairesi'nin 5.12.2005 tarih ve 2004/16708 Esas, 2005/13062 Karar sayılı ilamı ile "...Bu durumda kampan
davacı yönünden hukuki ve cezai sonuç doğuracak niteliktedir. O halde, davacının bu yazının iptalini
Mahkemece işin esası incelenerek verilecek uygun sonuca göre karar verilmelidir. Yerel mahkemece bu y
karar verilmiş olması bozmayı gerektirir. Diğer taraftan davacının verilen para cezasına ilişkin olarak eldeki
göre, gerekmediği halde para cezası yönünden idari yargı yerinin görevli olduğuna dair hüküm kurulmuş
Mahkemeleri kararının bozularak dosyanın iade edildiği, yeniden yapılan yargılama sonucunda, usul ve y
Dairesi Başkanlığı’nın bozma ilamına uyulmasına karar verildiği, davalı Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Tü
Müdürlüğü’nün 21.5.2004 tarih ve 11020 sayılı kararının idarece verilmiş bir karar olduğu, 4822 sayılı Y
maddesi, sürekli yayınların ne şekilde yapılacağını, 25. maddesi cezai hükümleri ve 26. maddesi de cezalara
25/8. maddesinde ise, reklam kurulunun üç aya kadar tedbiren durdurma, düzeltme veya para cezası verme
de, para cezasının idari nitelikte olduğunun belirtildiği, dosyada bulunan Uyuşmazlık Mahkemesi’nin 4.4.
4077 sayılı Yasa’nın 16. maddesine aykırılık nedeniyle 25/8. maddesi uyarınca verilen durdurma cezasının
yerinde çözümlenmesi gerektiği yolunda olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, temyiz edil
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üy
ÜÇKARDEŞLER, Z.Nurhan YÜCEL, H.Ayfer ÖZDEMİR, Abdullah ARSLAN ve H.Hasan MUTLU’nun
toplantısında; Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un 2247 sayılı Yasa’da öngörülen koşulları taşımayan baş
ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ay
AYDINOĞLU’nun başvurunun reddi gerektiği yolundaki yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra
2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 14. maddesin
bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, kon
görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekmekte; bu uy
uyuşmazlıklarında ancak davanın taraflarınca ileri sürülebilmektedir. Aynı Yasanın 27. maddesinde ise,
çıkarmaya veya görev uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından inceleyeceği; yön
sürülmemiş istemleri reddedeceği kuralına yer verilmektedir.
Davacı vekili, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Tüketicinin ve Rekabetin Korunması Genel Müdürlüğü’n
reklam ve ilanın durdurulmasına ilişkin 21.5.2004 tarih ve 11020 sayılı işleminin iptali istemiyle açılan d
arasında olumsuz görev uyuşmazlığı bulunduğunu ileri sürerek bu uyuşmazlığın giderilmesini istemiş ise
kararı olmayıp, davacı şirket tarafından gazete ile birlikte muhtelif günlerde ek bedel karşılığı verilen kitap
11. maddesine aykırı olduğu gerekçesiyle 21.5.2004 tarihli işlem ile, 257.000.000.000 TL idari para ceza
kampanyaya ilişkin her türlü reklam ve ilanın durdurulması istenmiş olup, uyuşmazlığı çözümleyecek
alındığında, uyuşmazlık konusu olayda maddi ve hukuki yönden bağlılık ya da sebep sonuç ilişkisi bulunma
edilemeyeceği sonucuna varıldığı gerekçesiyle dava dilekçesinin, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanun
gereğince bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren 30 gün içinde 5. maddeye uygun şekilde düzenle
ilişkindir. Kısacası, olumsuz görev uyuşmazlığı doğmasına neden olacak şekilde idari yargı yerince verilmiş
Açıklanan nedenlerle, 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan başvur
reddi gerekmiştir.
SONUÇ: 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNU
REDDİNE, 04.06.2007 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
***
Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:
ESAS NO : 2007/94
KARAR NO: 2007/100
KARAR TR : 4.6.2007
(Hukuk Bölümü)
ÖZET: 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan başvurunun, aynı
Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİ gerektiği hk.
KARAR
Davacı
: M.B.
Vekili : Av. H.A.
Davalı
: Kadıköy Belediye Başkanlığı
OLAY
: Kadıköy Belediye Başkanlığı Yazı İşleri ve Kararlar Müdürlüğü
Encümen Şefliği’nin 8.12.2005 gün ve 93/4 sayılı kararı ile, 3194 sayılı İmar Kanunu’nun
42. maddesi uyarınca müteahhit olan davacı adına idari para cezası verilmiş ve ayrıca
projesine ve ruhsatına uygun hale getirilmesi amacıyla aynı Kanunun 32. maddesi uyarınca
yapının imara aykırı kısımlarının yıkılmasına karar verilmiştir.
Davacı vekili, bu işlemin iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.
İSTANBUL 1. İDARE MAHKEMESİ; 19.4.2006 gün ve E:2006/1066, K:2006/737
sayı ile, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 4001 sayılı Yasa ile değişik 3.
maddesinde, idari davaların, Danıştay, idare mahkemesi ve vergi mahkemesi başkanlıklarına
hitaben yazılmış imzalı dilekçelerle açılacağının, dava dilekçelerinde tarafların ve varsa
vekillerinin veya temsilcilerinin ad ve soyadları veya unvanları ve adreslerinin, davanın
konusu ve sebepleri ile dayandığı delillerin, davaya konu olan idari işlemin yazılı bildirim
tarihinin; vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümler ile bunların zam ve cezalarına ilişkin
davalarla tam yargı davalarında uyuşmazlık konusu miktarın gösterileceğinin, dava konusu
kararın ve belgelerin asılları veya örneklerinin karşı taraf sayısından bir fazla olacağının
hükme bağlandığı; öte yandan, 5. maddesinin 1. fıkrasında, her idari işlem aleyhine ayrı ayrı
dava açılacağının; ancak aralarında maddi veya hukuki yönden bağlılık ya da sebep sonuç
ilişkisi bulunan birden fazla işleme karşı bir dilekçe ile dava açılabileceğinin; ikinci
fıkrasında ise, birden fazla şahsın müşterek dilekçe ile dava açabilmesi için davacıların hak
veya menfaatlerinde iştirak olması veya davaya yol açan maddi olay veya hukuki sebeplerin
aynı olması gerektiğinin kurala bağlandığı, dosyanın incelenmesinden, 3194 sayılı Yasa’nın
32. maddesi uyarınca alınan karara ilişkin uyuşmazlığın idare mahkemelerinde görüleceği
açık olmakla birlikte, 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5326 sayılı Kabahatler Kanunu
uyarınca imar para cezasına ilişkin uyuşmazlığın adli yargının görev alanına ait olduğu,
dolayısıyla farklı yargı kollarına ait dava konusu işlemlerin ayrılarak dava dilekçelerinin
düzenlenmesi gerektiğinin anlaşıldığı gerekçesiyle 2577 sayılı Yasa’nın 3 ve 5. maddesi
hükümlerine uygun olmayan dava dilekçesinin, aynı Yasanın 15. maddesinin 1. fıkrasının (d)
bendi gereğince bu kararın tebliğini izleyen günden itibaren 30 gün içinde her işleme karşı
ayrı ayrı dava açmakta muhtar olmak üzere reddine karar vermiştir.
Davacı vekili, bu kez, idari para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.
KADIKÖY 1. SULH CEZA MAHKEMESİ; 26.9.2006 gün ve 2006/ 870 Müt. sayı
ile, itiraz eden vekili tarafından Kadıköy Belediye Başkanlığı tarafından verilen 8.12.2005
tarih ve 93/4 sayılı idari para cezasına itiraz edildiği, itiraz edenin talebine konu para
cezasının İmar Kanunu’nun 42. maddesine aykırılık nedeniyle verildiği, 3194 sayılı
Kanun’un 42. maddesinin 5. fıkrası, "cezanın tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içinde sulh ceza
mahkemesine itiraz edilebileceği" hükmünü ihtiva etmekteyken, Anayasa Mahkemesi’nin
15.5.1997 gün ve 1996/72 Esas, 1997/51 Karar sayılı kararı ile, 3194 sayılı Kanun’un 42.
maddesinin 5. fıkrasının 1. tümcesinin Anayasa’nın 125 ve 155. maddesine aykırı olduğu
belirtilerek iptal edildiği, bu kararın 1.2.2001 tarih ve 24305 sayılı Resmi Gazete’de
yayımlanarak yürürlüğe girdiği, Belediye Başkanlığı Encümenince 3194 sayılı Kanun’un 42.
maddesi gereğince verilen para cezalarına itiraz merciinin, Anayasa Mahkemesi’nin yukarıda
belirtilen kararına göre idari yargı olduğunun anlaşıldığı, idarenin verdiği tüm para cezalarına
itirazın sulh ceza mahkemelerinde görüleceği hükmünün Anayasa Mahkemesi’nin kökleşmiş
içtihatlarına aykırı bulunduğu, sulh ceza mahkemelerinin tüm idari para cezalarında konunun
uzmanı olmadığı, ayrıca idare mahkemesinin dayanak yaptığı "bu kanunun genel hükümleri
diğer kanunlardaki kabahatler hakkında da uygulanır" hükmünü içerir Kabahatler
Kanunu’nun 3. maddesi Anayasa Mahkemesi’nin 2005/108 Esas, 2006/35 Karar sayılı kararı
ile iptal edildiğinden ve bu karar Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlülüğe girdiğinden,
görevli mahkemenin idare mahkemesi olduğu, idarenin aldığı kararın bir bölümünün idari
yargıda bir bölümünün adli yargıda bakılmasının yerinde olmadığı, işlemin tamamıyla idari
olduğu ve idari işlemden doğduğu, Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesinin Anayasa
Mahkemesi’nce iptal edilmesi nedeniyle belirtilen bu idari işlem ile ilgili itirazın idare
mahkemesine yapılması gerektiği, başka düşüncelerle görevli mahkemenin değiştirilmesi ve
adli mahkeme olarak değerlendirilmesinin yerinde bulunmadığı, Mahkemelerine dava
açılmışsa da, görevli mahkemenin sulh ceza mahkemesi olmadığı, görevli mahkemenin
İstanbul İdare Mahkemesi olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, temyiz
edilmeyerek kesinleşmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında,
Üyeler: Dr.Atalay ÖZDEMİR, M.Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Z.Nurhan YÜCEL, H.Ayfer
ÖZDEMİR, Abdullah ARSLAN ve H.Hasan MUTLU’nun katılımlarıyla yapılan 04.06.2007
günlü toplantısında; Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un 2247 sayılı Yasa’da öngörülen
koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler
okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla
SONGÖR ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun başvurunun reddi gerektiği
yolundaki yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP
DÜŞÜNÜLDÜ:
Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;
Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı
İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında
Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2
nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da
şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da
beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev
ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının
‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari
organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya
da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu
davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk
Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne
alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde
incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.
2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 14.
maddesine göre; olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli,
idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan
davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya
kesinleşmiş olması gerekmekte; bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi ise, hukuk
uyuşmazlıklarında ancak davanın taraflarınca ileri sürülebilmektedir. Aynı Yasanın 27.
maddesinde ise, Uyuşmazlık Mahkemesi’nin, uyuşmazlık çıkarmaya veya görev
uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından inceleyeceği; yöntemine
uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş istemleri reddedeceği kuralına yer
verilmektedir.
Davacı vekili, adli ve idari yargı kararları arasında olumsuz görev uyuşmazlığı
bulunduğunu ileri sürerek bu uyuşmazlığın giderilmesini istemiş ise de; İdare Mahkemesi
kararı, görevsizlik kararı olmayıp, 3194 sayılı Yasa’nın 32. maddesi uyarınca alınan karara
ilişkin uyuşmazlığın idare mahkemelerinde görüleceği açık olmakla birlikte, 01.06.2005
tarihinde yürürlüğe giren 5326 sayılı Kabahatler Kanunu uyarınca imar para cezasına ilişkin
uyuşmazlığın adli yargının görev alanına ait olduğu, dolayısıyla farklı yargı kollarına ait
dava konusu işlemlerin ayrılarak dava dilekçelerinin düzenlenmesinin gerektiğinin
anlaşıldığı gerekçesiyle 2577 sayılı Yasa’nın 3 ve 5. maddesi hükümlerine uygun olmayan
dava dilekçesinin, aynı Yasanın 15. maddesinin 1. fıkrasının (d) bendi gereğince bu kararın
tebliğini izleyen günden itibaren 30 gün içinde her işleme karşı ayrı ayrı dava açmakta
muhtar olmak üzere reddine ilişkindir. Kısacası, olumsuz görev uyuşmazlığı doğmasına
neden olacak şekilde idari yargı yerince verilmiş bir görevsizlik kararı bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen koşulları
taşımayan başvurunun, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca reddi gerekmiştir.
SONUÇ: 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan
BAŞVURUNUN, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİNE, 04.06.2007 gününde
OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
***
Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:
ESAS NO : 2007/103
KARAR NO: 2007/102
KARAR TR : 4.6.2007
(Hukuk Bölümü)
ÖZET: 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan başvurunun, aynı Yasanın 27. ma
KARAR
Davacılar : 1- M.S.
2- T.A.
Vekilleri
: Av. N. Ş. T. - Av. M.T.
Davalı
: Sanayi ve Ticaret Bakanlığı
Vekili
: Av. N.Ç.
OLAY
: Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Tüketicinin ve Rekabetin Korunması
Genel Müdürlüğü’nün 6.2.2006 gün ve 3147 sayılı işlemi ile, 2.8.2005 tarihli Posta
Gazetesi'nde yayımlanan 'Konhair Güzellik Merkezi' başlıklı reklamda, 4077 sayılı
Kanun’un 4822 sayılı Kanun’la değişik 16. maddesine aykırı davranıldığından bahisle aynı
Kanunun 25/8. maddesi uyarınca adı geçen işletme adına idari para cezası ve anılan
reklamları durdurma cezası verilmiştir.
Davacılar vekili, para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.
ANKARA 5. SULH CEZA MAHKEMESİ; 11.10.2006 gün ve 2006/861 Müt. sayı ile,
davanın, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Tüketicinin ve Rekabetin Korunması Genel
Müdürlüğü'nün 06.02.2006 tarih ve 3147 sayılı idari yaptırım kararı ile verilen idari para
cezasının iptali istemiyle açıldığı, idari yaptırım kararı ve eklerinin incelenmesinden; itiraz
edenler hakkında 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 16. maddesine
aykırılıktan dolayı idari para cezası verildiğinin anlaşıldığı, 4077 sayılı Yasa’nın (4822 Yasa
ile değişik) 26/2 maddesinde; idari para cezalarına karşı tebliğ tarihinden itibaren en geç 7
gün içinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebileceğinin hüküm altına alındığı, bu özel
yetki hükmünün yürürlükten kaldırıldığına ilişkin başka bir hüküm bulunmadığı, 1.6.2005
tarihinde yürürlüğe giren 5326 sayılı Kabahatler Yasası’nın genel bir Yasa olduğu, 3.
maddesinde; bu Yasanın genel hükümlerinin diğer kanunlardaki kabahatler hakkında da
uygulanacağının belirtildiği ve Mahkemelerine bu hükme dayanılarak itirazda bulunulmuş
ise de; 5326 sayılı Yasa’nın 3. maddesinin, Anayasa Mahkemesi'nin 1.3.2006 tarih ve
2005/108 Esas, 2006/35 Karar sayılı kararı ile iptal edilerek, gerekçeli kararın 22.7.2006
tarihinde yayımlandığı, bu itibarla, bu davaya bakmakla Mahkemelerinin görevli olmayıp,
idare mahkemesinin yetkili ve görevli olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiştir.
Davacılar vekili, bu kez, söz konusu işlemin idari para cezasına ilişkin kısmının
iptali istemiyle
idari yargı yerinde dava açmıştır.
ANKARA 10. İDARE MAHKEMESİ; 17.11.2006 gün ve E:2006/2766 sayı ile, 2247
sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun'un 19. maddesinden
söz ederek, dosyanın incelenmesinden, 2.8.2005 tarihli Posta Gazetesi'nde yayımlanan
'Konhair Güzellik Merkezi' başlıklı reklamda, 4077 sayılı Kanun’un 4822 sayılı Kanun’la
değişik 16. maddesine aykırılıktan dolayı idari para cezası verildiği, davacının bu cezanın
kaldırılması talebiyle adli yargı merciinde dava açtığı, açılan davada 5. Sulh Ceza
Mahkemesi’nce görev ret kararı verildiği, bunun üzerine davacı tarafından söz konusu idari
para cezasının iptali amacıyla işbu davanın açıldığının anlaşıldığı, olayda, Ankara 5. Sulh
Ceza Mahkemesi'nce verilen 11.10.2006 tarih ve 2006/861 sayılı kararda, "4077 sayılı
Yasa’nın (4822 sayılı Yasa ile değişik) 26/2 maddesinde; idari para cezalarına karşı tebliğ
tarihinden itibaren en geç 7 gün içinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebileceği hüküm
altına alınmış olup, bu özel yetki hükmünün yürürlükten kaldırıldığına ilişkin başka bir
hüküm bulunmadığı, 1.6.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5326 sayılı Kabahatler Yasası’nın
genel bir Yasa olup, 3. maddesinde; bu Yasanın genel hükümlerinin diğer kanunlardaki
kabahatler hakkında da uygulanacağı belirtilmiş ve sulh mahkemesine bu hükme dayanılarak
itirazda bulunulmuş ise de; 5326 sayılı Yasa’nın 3. maddesinin, Anayasa Mahkemesi'nin
1.3.2006 tarih ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararı ile iptal edilerek, gerekçeli kararın
22.7.2006 tarihinde yayımlandığı, bu nedenle, görevli yargı yerinin idari yargı olduğu
gerekçesiyle davanın görev yönünden reddedildiğinin görüldüğü, öte yandan, Uyuşmazlık
Mahkemesi’nin 2.10.2006 tarih ve E:2006/240, K:2006/169 sayılı kararında, her ne kadar
5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 'Genel kanun niteliği' başlıklı 3. maddesi, Anayasa
Mahkemesi’nin 1.3.2006 tarih ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla iptal edilmiş ve
gerekçeli karar 22.7.2006 tarih ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış ise de, bu
maddenin iptal edilmesiyle meydana gelen hukuksal boşluğun kamu yararını olumsuz yönde
etkileyeceğinin görülmesi nedeniyle 6 ay sonra yürürlüğe gireceğine karar verildiği,
belirtilen bu durum karşısında, yasama organı tarafından iptal hükmü doğrultusunda henüz
yasal düzenleme yapılmaması nedeniyle anılan madde hükmü yürürlükten kalkmadığından,
5326 sayılı Yasa’nın yürürlüğe girdiği 1.6.2005 tarihinden sonra açılan davalarda 22.1.2007
tarihine kadar adli yargı yerinin görevli olduğuna karar verilmiş bulunduğu, bu durumda,
dava, yukarıda adı geçen Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonra(6.10.2006 tarihinde)
açılmış olduğundan, idare mahkemesince incelenme olanağı bulunmadığı gerekçesiyle adli
yargının görev alanına giren davanın 2577 sayılı Yasa’nın 14/3-a ve 15/1-a maddeleri
uyarınca görev yönünden reddi gerektiğinden, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin
Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 19. maddesi uyarınca görevli yargı yerinin
belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine ve dosya
incelemesinin bu konuda Uyuşmazlık Mahkemesi’nce karar verilinceye kadar ertelenmesine
karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında,
Üyeler: Dr.Atalay ÖZDEMİR, M.Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Z.Nurhan YÜCEL, H.Ayfer
ÖZDEMİR, Abdullah ARSLAN ve H.Hasan MUTLU’nun katılımlarıyla yapılan 04.06.2007
günlü toplantısında; Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un 2247 sayılı Yasa’da öngörülen
koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler
okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla
SONGÖR ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun başvurunun reddi gerektiği
yolundaki yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP
DÜŞÜNÜLDÜ:
Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;
Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı
İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında
Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2
nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da
şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da
beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev
ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının
‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari
organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya
da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu
davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk
Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne
alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde
incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.
2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 19. maddesinde, “Adli, idari, askeri yargı
mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendisine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya
incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile
görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin
karar vermesine değin erteler. (Değişik:21/1/1982-2592/6 md.)Mahkemenin gerekçeli kararı, dava dosyası ile birlikte Uyuşmazlık
Mahkemesine gönderilir” denilmiştir. Aynı Yasanın 27. maddesinde ise, Uyuşmazlık Mahkemesinin, uyuşmazlık çıkarmaya veya
görev uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından inceleyeceği; yöntemine uymayan veya süresi içinde ileri
sürülmemiş istemleri reddedeceği kuralına yer verilmektedir.
İdare Mahkemesi dosyasından, Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının
kesinleşip kesinleşmediği anlaşılamadığından, Başkanlığımızca, 16.4.2007 gün ve
E:2007/103 sayılı yazı ile, Ankara 5. Sulh Ceza Mahkemesi’nden, 11.10.2006 gün ve
2006/861 Müt. sayılı görevsizlik kararının kesinleşme durumunu gösteren onaylı bir
örneğinin gönderilmesinin istenilmesi üzerine, adı geçen Mahkemece gönderilen 11.5.2007
gün ve 2006/861 Müt. sayılı yazıda, söz konusu kararın temyiz edildiği bildirilmiştir.
Bu durumda, görev uyuşmazlığına konu edilen Ankara 5. Sulh Ceza Mahkemesi’nin
görevsizlik kararı kesinleşmediğinden, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen
koşullar gerçekleşmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen koşulları
taşımayan başvurunun, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca reddi gerekmiştir.
SONUÇ: 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan
BAŞVURUNUN, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİNE, 04.06.2007 gününde
OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
***
Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:
ESAS NO : 2007/110
KARAR NO: 2007/103
KARAR TR : 4.6.2007
(Hukuk Bölümü)
ÖZET: 3213 Sayılı Maden Kanunu’nun 12. maddesi gereğince verilen ve 5326 sayılı
Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanunla değişik 3. maddesi kapsamına giren idari para
cezasına karşı yapılan itirazın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesinin gerektiği hk.
KARAR
Davacı
: Adakum Mad. Kum. San. Tic. Ltd. Şti.
Vekili : Av. B.T.
Davalı : Antalya İl Özel İdaresi
OLAY
: 3213 Sayılı Maden Kanunu’nun 12. maddesine aykırı olarak, işletme
ruhsatı bulunmayan alandan 1(a) Grubu Madenler kapsamına giren malzemeyi, aldığından
bahisle, 26.8.2005 tarih ve 916 sayılı Valilik olurlu işlemle davacı şirket adına idari para
cezası kesilmiş ve 22.2.2006 tarih ve 244 sayılı yazı ile işlem tebliğ edilmiştir.
Davacı vekili, söz konusu para cezasının kaldırılması istemiyle adli yargı yerinde
itirazda bulunmuştur.
ANTALYA 2. SULH CEZA MAHKEMESİ; 13.10.2006 gün ve E:2006/86,
K:2006/86 Müt. Sayı ile, Anayasa Mahkemesinin 01.03.2006 tarihli 2005/108 Esas, 2006/35
Karar sayılı kararı ile Kabahatler Kanununun 3. maddesinin iptal edildiği; bu iptal kararı ile,
idari para cezalarına karşı başvuru yolunun 1 Haziran 2005 tarihi öncesindeki uygulamaya
büyük oranda geri döndüğü; buna göre, İdari para cezasının kaynağı olan yasada, kişiler
hakkında idare tarafından verilen idari para cezalarına karşı itiraz yolu açık biçimde Sulh
Ceza Mahkemeleri olarak belirlenmemiş ise, İdarenin her türlü eylem ve işlemlerinin
hukuksal denetimini yapmakla görevli mahkemelerin, (Anayasamızın ilgili hükümleri ve
İdare Mahkemelerinin kuruluşu hakkındaki kanun hükümlerinden yola çıkılarak ) İdare
Mahkemeleri olduğu hukuksal sonucuna ulaşılabileceği; itiraz edenin hakkında düzenlenen
idari para cezasının dayanağı olan yasa hükmünün ve bu hükmün yer aldığı özel yasanın
bütünü ile incelenmesi halinde, bu yasa gereğince verilen idari para cezalarına karşı itiraz
yolunun özel olarak açık biçimde Sulh Ceza Mahkemeleri olarak gösterilmediğinin
mahkemelerince anlaşıldığı; Kabahatler Kanununun 3.maddesinin Anayasa Mahkemesinin
yukarıda anılan kararı ile iptal edilmesi de dikkate alınarak ve Mahkemelerin görevi kamu
düzeni ile ilgili olduğundan ve yargılamanın her aşamasında verilebileceğinden, resen görev
yönü ile itiraz dosyasının ele alınıp incelenmiş olduğu, yapılan inceleme sonucu da, İtiraz
eden hakkında uygulanan idari para cezasının dayanağı olan özel yasada mahkemelerinin
özel olarak görevlendirilmediği, yapılan itirazı değerlendirme ve sonuçlandırma görevinin
İdare Mahkemesi olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karara yapılan itiraz,
Antalya 2.Ağır Ceza Mahkemesinin 17.11.2006 gün ve D.İş E:2006/1035 D.İş K:2006/1035
sayılı kararı ile reddedilmiş ve karar kesinleşmiştir.
Davacı vekili aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.
ANTALYA 2. İDARE MAHKEMESİ;16.2.2007 gün ve E:2006/2973 sayı ile, dava
dosyasının incelenmesinden; 3213 sayılı Maden Kanunu'nun 12'inci maddesinin, 5'inci
fıkrasında; ruhsat veya işletme izni olmadan üretim faaliyetinde bulunulduğunun tespiti
halinde, üretilen madene mülki idare amirince el konulacağı, bu kişilere bu fıkra kapsamında
üretilmiş olup el konulan ve el konulma imkanı ortadan kalkmış olan tüm madenin, ocak başı
satış bedelinin beş katı tutarında idari para cezası uygulanacağının hükme bağlandığı; öte
yandan, 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 19.12.2006 günlü Resmi Gazetede yayımlanarak
yürürlüğe giren 5560 sayılı Kanununun 31. maddesiyle değişik 3.maddesinin, l/a bendinde;
bu Kanununun, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer
kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı, "Başvuru yolu" başlığını
taşıyan 27'inci maddesinin, 1'inci fıkrasında; idari para cezası ve mülkiyetin kamuya
geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden
itibaren en geç onbeş gün içinde sulh ceza mahkemesine başvurulabileceği ve 5560 sayılı
Yasa'nın 34'üncü maddesi ile eklenen 8'inci fıkrasında; idari yaptırım kararının verildiği
işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararlarında
verilmiş olması halinde, idari yaptırım kararma ilişkin hukuka aykırılık iddiaları bu işlemin
iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görüleceği hükümlerine yer verildiği, buna göre,
5236 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 3'üncü maddesinde, 5560 sayılı Kanunla yapılan
değişiklik ile idari para cezalarına karşı açılacak davalarda görevli mahkeme, kural olarak,
idari para cezasının verilmesine dayanak alman kanunda açıkça görevli mahkeme olarak
idare mahkemesi gösterilmiş ise idare mahkemesi, kanunda bu konuda bir hüküm yoksa
"genel kanun" olan Kabahatler Kanunu'nun 27'inci maddesi uyarınca sulh ceza
mahkemesinin olduğu; bakılan davada, davacı şirkete dava konusu idari para cezasının 3213
sayılı Maden Kanunu uyarınca verildiği, bu Kanunda da bu cezaya karşı açılacak davalarda
görevli mahkemenin belirlenmediği ve yine 5236 sayılı Kanunun 27/8'inci maddesi dikkate
alındığında idari para cezasının verildiği işlem kapsamında idari yargının görev alanına giren
bir kararın da verilmediği görülmekle, dava konusu idari para cezasının iptali istemiyle
açılan bu davanın adli yargı yerince görüm ve çözümünün gerektiği; ancak, daha önce
Antalya 2'inci Sulh Ceza Mahkemesince görevsizlik kararı verilip, bu karar kesinleştiğinden
görevli yargı yerinin belirlenmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvuru zorunluluğunun
doğduğu; açıklanan nedenlerle, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi
Hakkında Kanunu'nun 19'uncu maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için
dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine, bu konuda verilecek karara değin
davanın incelenmesinin ertelenmesine karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında,
Üyeler: Dr. Atalay ÖZDEMİR, M. Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Z. Nurhan YÜCEL, H.Ayfer
ÖZDEMİR, Abdullah ARSLAN ve H.Hasan MUTLU’nun katılımlarıyla yapılan 4.6.2007
günlü toplantısında;
I.İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca
yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü,
E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş
ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun
uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’
ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın
mahkûmiyetine ya da beraatına hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri
arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm
görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır.
Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında
yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari
niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık
Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir.
Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının
Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.
İdare Mahkemesince anılan Yasanın 19. maddesinde öngörülen şekilde
başvurulduğu ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşılmakla, adli ve idari
yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar
verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın
çözümünde
adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler
okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla
SONGÖR ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada adli yargının görevli
olduğu yolundaki yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP
DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, 3213 Sayılı Maden Kanunu’nun 12. maddesi gereğince verilen idari para
cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.
3213 sayılı Maden Kanunu’nun 1. maddesinde, Kanun’un amacı; madenlerin
aranması, işletilmesi, üzerinde hak sahibi olunması ve terk edilmesi ile ilgili esas ve usullerin
düzenlenmesi olarak belirlenmiş; 2. maddesinde, inşaat ile yol yapımında kullanılan ve
tabiatta doğal olarak bulunan kum ve çakıl 1(a) grubu madenler arasında sayılmış;
Yasanın,“Üretim ve Sevkıyat” başlıklı 12. maddesinin birinci fıkrasında, üretilen maddenin
sevk fişi ile sevkıyatının zorunlu olduğu, ikinci fıkrasında, tesislerden elde edilen ürünlerin
sevk fişi kullanımı ve denetimi ile ilgili hususların yönetmelikle belirleneceği, üçüncü
fıkrasında, ruhsat sahibi tarafından sevk fişi olmaksızın maden sevk edildiğinin mülkî idare
amirliklerince tespit edilmesi halinde, söz konusu madenin ocak başı satış bedelinin üç katı
tutarında idarî para cezası verileceği, dördüncü fıkrasında, denetim ve inceleme sonucunda,
yaptığı üretim ve sevkıyatı bildirmediği tespit edilen ruhsat sahiplerine, ödenmesi gereken
Devlet hakkına ilaveten bildirilmeyen miktar için hesaplanacak Devlet hakkının on katı
tutarında idarî para cezası verileceği, beşinci fıkrasında ise; ruhsat veya işletme izni olmadan
üretim faaliyetinde bulunulduğunun tespiti halinde, üretilen madene mülkî idare
amirliklerince el konulacağı, bu kişilere, bu fıkra kapsamında üretilmiş olup el konulan ve el
konulma imkânı ortadan kalkmış olan tüm madenin, ocak başı satış bedelinin beş katı
tutarında idarî para cezası uygulanacağı, bu şekilde maden çıkartılması ve/veya sevk
edilmesinin Devlet malına karşı işlenmiş fiil sayılacağı, bu fiili işleyenlerin adlî takibat
yapılmak üzere ilgili makamlara bildirileceği, el konulan madenlerin, mülkî idare
amirliklerince
satılarak
bedelinin
özel
idareye
aktarılacağı
belirtilmiştir.
3213 sayılı Madeüzerinde hak sahibi
Yasadaki I (a) Grubu madenleri ile ilgili yapılacak işlemlere ait usul ve esasları
düzenlemek amacıyla çıkarılan Uygulama Yönetmeliği’nin
18.maddesinde, “ Ruhsat
olmadan I (a) Grubu bir madenin üretilip sevk edilmesinin, Genel Müdürlüğün veya mülki
amirin yetkilendirdiği kişiler tarafından tespit edilmesi halinde, durum bir tutanak ile tespit
edilir. Bu tutanakta üretimin yapıldığı yer, üretimi yapan kişi, taşıyan aracın plakası, aracı
kullanan kişi, tartılması mümkün ise sevk edilen maden cinsi ve miktarı ya da yaklaşık
miktarı tespit edilir. Üretilen madene mülki idare amirliğince el konulur. Bu kişilere, bu fıkra
kapsamında üretilmiş olup el konulan ve el konulma imkânı ortadan kalkmış olan tüm
madenin, ocak başı satış tutarının beş katı miktarında idari para cezası uygulanır. Bu şekilde
maden çıkartılması ve/veya sevk edilmesi Devlet malına karşı işlenmiş fiil sayılır. Bu fiili
işleyenler adli takibat yapılmak üzere ilgili makamlara bildirilir. El konulan madenler, mülki
idare amirliğince satılarak bedeli il özel idaresine aktarılır” denilmiştir.
Olayda, idari para cezasının iptali istemiyle dava açılmış olup; 3213 sayılı Maden
Kanunu’nda, bu cezaya karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemiştir.
1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanun’un diğer kanunlarda
düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri
üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın,
dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19.
maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen
idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine
ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza
mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli
yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir.
Daha sonra, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3.
maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla
iptal edilmiş ve gerekçeli kararı 22.7.2006 gün ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış
ve iptal hükmünün, kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra
yürürlüğe girmesine karar verilmiş; yasama organı tarafından iptal hükmü doğrultusunda
yasal düzenleme yapılmaması sürecinde, anılan madde hükmünün yürürlükte bulunduğu
düşüncesiyle, aynı doğrultuda karar verilmeye devam edilmiş; yasama organı tarafından,
Anayasa Mahkemesi’nce verilen altı aylık süre içinde iptal hükmü doğrultusunda yasal
düzenleme yapılması halinde ise, işaret edilen yargı yerinin yeni düzenlemenin yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren görevli olacağı belirtilmiştir.
Son olarak, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 3 üncü
maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde
" (1) Bu Kanunun;
a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda
aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi
yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,
uygulanır." denilmiştir.
19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler
Kanunu’nun; İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer
kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli
mahkemenin gösterildiği durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.
Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir
müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının,
geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.
Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile
görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre
görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni
yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda
uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı
verilemeyeceği açıktır.
İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16.
maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu,
3213 sayılı Maden
Kanunu’nda da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği
anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanunla değişik 3.
maddesinde belirtildiği üzere, İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin
hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle,
görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından,
idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanun’un 27.
maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna
varılmıştır.
Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesinin başvurusunun kabulü ile sulh ceza
mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ: Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle
Antalya 2. İdare Mahkemesi’nin BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, Antalya 2. Sulh Ceza
Mahkemesince verilen 13.10.2006 gün ve E:2006/86,K:2006/86 Müt.sayılı GÖREVSİZLİK
KARARININ KALDIRILMASINA, 4.6.2007 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK
karar verildi.
***
Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:
ESAS NO : 2007/112
KARAR NO: 2007/104
KARAR TR : 4.6.2007
(Hukuk Bölümü)
ÖZET: 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen koşulu taşımayan BAŞVURUNUN,
aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİ gerektiği hk.
KARAR
Davacı
: H.G.
Vekilleri
: Av. Ö.S.D., Av. M.D.
Davalı
: Karamürsel Belediye Başkanlığı
Vekili : Av. C.S.
O L A Y : Kocaeli ili, Karamürsel ilçesi Kültür sitesi içerisinde davacıya ait Türk
Sofrası adıyla işletilen yerde ruhsatsız olarak alkol verildiği nedeniyle Belediye Zabıta
Talimatnamesine aykırı davranan davacıya para cezası ve işyerinin 15 gün süreyle
kapatılmasına ilişkin 09.01.2007 gün, 19 sayılı Belediye Encümen Kararı tesis edilmiştir.
Davacı vekili, “Karamürsel Belediye Encümeninin 9.1. 2007 tarihli
19 sayılı
encümen kararının yıkıma ve elektrik ve suların kesilmesine ilişkin kısımlarının iptali”
istemiyle; eş zamanlı olarak, 12.1.2007 tarihinde hem idari, hem de adli yargı yerinde dava
açmıştır.
KOCAELİ İDARE MAHKEMESİ; 13.2.2007 gün ve E:2007/69, K:2007/172 sayı ile,
Belediye cezaları ile ilgili 1608 sayılı Umuru Belediyeye Müteallik Ahkamı Cezaiye
Hakkında Kanunun 1. maddesinde; "belediye meclis ve encümenlerinin kendilerine kanun,
nizam ve talimatnamelerinin men veya emrettiği fiilleri işleyenlere veya yapmayanlara elli
liraya kadar hafif para cezası tertibine ve 3 günden 15 güne kadar ticaret ve sanat icrasından
men'e ..." belediye encümenleri yetkilidir kuralı getirilmiş, aynı Yasanın 5. maddesinde;
"ceza kararlarına tebliğ tarihinden itibaren 5 gün içinde mahsus hakimlere ve bulunmayan
yerlerde sulh hakimliğine müracaatla şifahi ve yazılı itiraz olunabilir..." şeklinde düzenleme
getirildiği; dava konusu olayda, davacıya ait lokantada, Karamürsel Belediyesi Zabıta
Talimatnamesine aykırı olarak çevrenin rahatsız edildiği ve ruhsatsız olarak içki servisi
yapıldığı nedeniyle dava konusu işlem ile para cezası ve 15 gün süre ile faaliyetten men
cezası verilmiş ve cezanın yasal dayanağı belirtilmemekle birlikte, 15.01.2007 tarihli
mühürleme tutanağı ile sözü edilen cezanın 1608 sayılı yasa uyarınca verildiğinin belirtildiği;
bu durumda 1608 sayılı yasanın yukarıya alıntısı yapılan hükümleri uyarınca verilen cezalara
karşı sulh ceza mahkemesinde dava açılmasının gerektiği gerekçesiyle görevsizlik kararı
vermiş; Başkanlıkça istenilmesi üzerine gönderilen dava dosyasının incelenmesinden;
davacı vekilinin, bu kararın bozulması istemiyle Danıştay Başkanlığına sunulmak üzere
1.3.2007 tarihli temyiz dilekçesi verdiği görülmüştür.
Davacının aynı tarihte, aynı istemle adli yargıda açtığı davada:
KARAMÜRSEL SULH CEZA MAHKEMESİ; 12.1.2007 gün ve E:2007/15 Değ-İş
sayı ile, 5326 sayılı Kanunun 19/b maddesi gereğince mahkemelerinin görev alanına
girmediğinden tedbir talebinin reddine, idari para cezasına esas teşkil eden tutanak ve
belgelerin celbi için Karamürsel Belediye Başkanlığına müzekkere yazılmasına karar
vermiştir. Davacı vekili, 15.1.2007 gününde kayda giren dilekçeyle, bu tensip kararının
kaldırılması istemiyle Mahkemeye başvurmuştur.
KARAMÜRSEL SULH CEZA MAHKEMESİ; 15.1.2007 gün ve Sayı :2007/15
Değ.İş Karar ile, Mahkemelerince yapılan inceleme neticesinde, Kabahatler Kanununun 16.
maddesi gereğince "Kabahatler karşılığında uygulanacak olan idari yaptırımların idari para
cezası ve idari tedbirlerden ibaret olduğu, idari tedbirlerin ise, mülkiyetin kamuya geçirilmesi
ve ilgili kanunlarda yer alan diğer tedbirler olduğunun hükme bağlandığı, aynı kanunun
genel hükümler arasında yer alan 27. maddesinin 1. fıkrasında, idari para cezası ve
mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararlarına karşı kararın tebliği ve
tefhimi tarihinden itibaren en geç 15 gün içinde Sulh Ceza Mahkemesine başvurabileceği
öngörülmüş olup,bu nedenle 1608 SK uyarınca verilen para cezasına karşı Sulh Ceza
Mahkemelerine itiraz etme hakkı mevcut iken, 5326 SK'nun 19. maddesi gereğince... b
fıkrasındaki işyerinin kapatılması... gibi yaptırımlara ilişkin hükümlerin, ilgili kanunlarda bu
kanun hükümlerine uygun değişiklik yapılıncaya kadar saklı tutulduğundan" 12.1.2007
tarihli tensip kararının kaldırılması ve Karamürsel Belediye Encümenliğinin vermiş olduğu
9.1.2007 tarih ve 19 sayılı işyerinin kapatılmasına ilişkin encümen kararının tedbiren
yürütmesinin durdurulmasına ve iptaline ilişkin talebin reddine dair aşağıdaki şekilde
hükmün kurulduğu; gerekçesi yukarda açıklandığı üzere: 1-İtiraz eden vekilinin 15.1.2007
havale tarihli dilekçesiyle talep ettiği 12.1.2007 tarihli tensip kararının kaldırılması ve
Karamürsel Belediye Encümenliğinin vermiş olduğu 9.1.2007 tarih ve 19 sayılı işyerinin
kapatılmasına ilişkin encümen kararının tedbiren yürütmesinin durdurulmasına ve iptaline
ilişkin talebinin reddine, karar vermiştir.
Davacı vekili, Sulh Ceza Mahkemesine hitaben 20.2.2007 tarihli dilekçesiyle;
Mahkemenin 2007/15 Değ-iş dosyasıyla ilgili olarak, Kocaeli İdare Mahkemesinin 2007/69
Esas ve 2007/172 Karar sayılı ilamı ile Sulh Ceza Mahkemesinin görevli olması nedeniyle
görevsizlik kararı verdiğinden bahisle, Mahkemelerinden görevsizlik kararının kaldırılarak,
Karamürsel Belediye Encümenliğinin vermiş olduğu 9.1.2007 tarih ve 19 nolu encümen
kararının tedbiren yürütmesinin durdurulması ve iptalini talep etmiştir.
KARAMÜRSEL SULH CEZA MAHKEMESİ; 1.3.2007 gün ve Sayı:2007/15 Değ-İş
Karar ile; İtiraz eden vekilinin Mahkemelerine vermiş olduğu 12.1.2007 havale tarihli
dilekçesinde, Karamürsel Belediye Encümenliğinin 9.1.2007 tarih,19 nolu encümen kararının
iptaline ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin talebine 5326 sayılı Kabahatler Kanunun 19/b
maddesine göre Sulh Ceza Mahkemesinin görev alanına girmediği, İdare Mahkemesinin
görev alanına girdiğinden bahisle iş yerinin kapatılması ve tedbiren yürütmenin durdurulması
yönünde red kararı verildiği, idari para cezası yönünden devam kararı verildiği; İtiraz eden
tarafın 15.1.2007 tarihli dilekçesine istinaden aynı konuda 15.1.2007 gün, 2007/15 Değ-iş
kararıyla Kabahatler Kanunun 16.maddesi, 27/1, 1608 sayılı yasa hükümleri ve Kabahatler
Kanunun 19/b maddesi nedeniyle işyerinin kapatılmasına ilişkin encümen karar kararı ve
yürütmenin durdurulması yönünden red kararı verildiğinin görüldüğü; Kocaeli İdare
Mahkemesinin 13. 2.2007 gün, 2007/69-172 esas karar sayılı ilamıyla da aynı hususta
görevsizlik kararı verildiğinin görüldüğü; dosyanın incelenmesinde, talepler konusunda Sulh
Ceza Mahkemesince ve İdare Mahkemesince görevsizlik kararı verilerek işten el çektikleri
anlaşıldığından, farklı yargı organları arasındaki görev uyuşmazlığının çözümü
gerektiğinden; 1-İtiraz eden vekilinin 20.2.2007 tarihli dilekçesi nedeniyle idari ve adli yargı
mahkemeleri arasında karşılıklı görev uyuşmazlığı doğduğu anlaşıldığından görev
uyuşmazlığının
çözümü
için
dosyanın
UYUŞMAZLIK
MAHKEMESİNE
GÖNDERİLMESİNE, 2-Uyuşmazlık Mahkemesinin kararına göre talep konusunun
değerlendirilmenin görevli ve yetkili mahkemenin takdirine bırakılmasına, 3Mahkemelerinde idari para cezası yönünden dava devam ettiğinden, uyuşmazlık
mahkemesine dosyanın tamamının onaylı bir fotokopisinin gönderilmesine karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında,
Üyeler: Dr. Atalay ÖZDEMİR, M. Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Z. Nurhan YÜCEL, H. Ayfer
ÖZDEMİR, Abdullah ARSLAN ve H. Hasan MUTLU’nun katılımlarıyla yapılan 4.6.2007
günlü toplantısında; Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, 2247 sayılı Yasada öngörülen
koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler
okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla
SONGÖR ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, başvurunun reddi gerektiğine
ilişkin yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP
DÜŞÜNÜLDÜ:
Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;
Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı
İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında
Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2
nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da
şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da
beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev
ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının
‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari
organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya
da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu
davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk
Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...”açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne
alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde
incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.
Olay kısmında belirtildiği üzere, tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada; idari
yargı yerince adli yargı yerinin görevli olduğu gerekçesiyle verilmiş bir görevsizlik kararı
bulunmakta olup, bunun üzerine kendine gelen davayı inceleyen adli yargı yerinin sahip
olduğu seçenekler ile verdiği karar bakımından bir değerlendirme yapılması gerekmektedir.
1- 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde yer alan, “Olumsuz görev uyuşmazlığının
bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az
ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu
yolda verdikleri kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekir.
Bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi, ancak davanın taraflarınca ve ceza davalarında ise
ayrıca ilgili makamlarca ileri sürülebilir.” hükmüne göre, idari yargı yerinin kesinleşmiş
görevsizlik kararı üzerine adli yargı yerince de görevsizlik kararı verilmesi ve bu kararın
kesinleşmesi halinde, olumsuz görev uyuşmazlığı doğmuş olacak; hukuk alanında doğmuş
bulunan bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi ise, ancak davanın taraflarınca ileri
sürülebilecektir.
2- 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesindeki “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden
birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendine gelen bir davayı
incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren
merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirtilmesi
için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık
Mahkemesinin karar vermesine değin erteler.” hükmüne göre ise, adli yargı yeri, davaya
bakma görevinin daha önce görevsizlik kararı veren idari yargı yerine ait olduğunu belirten
gerekçeli bir karar ile doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağına sahiptir. Şu
kadar ki, başvuru kararının, görev konusunda Uyuşmazlık Mahkemesi’nce karar verilmesine
değin işin incelenmesinin ertelenmesi hususunu da ihtiva etmesi gerekir.
Yasa koyucu, 14. maddeye göre hukuk alanında olumsuz görev uyuşmazlığı doğması
halinde her iki yargı merciince işten el çekilmiş olduğundan başvurma iradesini davanın
taraflarına bırakmış iken, bu yönteme nazaran daha kısa zamanda çözüme ulaşılmasını
amaçladığı 19. madde ile, daha önce görevsizlik kararı veren yargı merciinden sonra davayı
inceleyen yargı merciine, işten el çekmeden doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma
olanağını tanımıştır.
Olayda, adli yargı yerince, öncelikle görevsizlik kararı verilmekle birlikte, bununla
yetinilmemiş ve görevli merciin belirtilmesi için re’sen Uyuşmazlık Mahkemesi’ne
başvurulmasına da karar verilmiştir.
Bu haliyle, her ne kadar 2247 sayılı Yasa’da öngörülen yönteme uymamakta ise de,
davanın taraflarınca başvuruda bulunulmadığı gözetilerek, Karamürsel Sulh Ceza
Mahkemesi’nce 19. maddeye göre başvuruda bulunulduğunun kabulü suretiyle inceleme
yapılması gerekmektedir. Buna göre:
2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 19.
maddesinde, “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş
görevsizlik kararı üzerine kendine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte
olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa,
gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve
elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler.”
hükmüne yer verilmiş; aynı Yasanın 27. maddesinde, “Uyuşmazlık Mahkemesi, uyuşmazlık
çıkarmaya veya görev uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından inceler;
yöntemine uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş istemleri reddeder.” denilmiştir.
Anılan Yasa hükmüne göre, bir yargı yerinin re’sen Uyuşmazlık Mahkemesi’ne
başvuruda bulunabilmesi için; tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada, daha önce diğer
yargı yerlerinden birisi tarafından görevsizlik kararı verilmiş ve bu kararın kesinleşmiş
bulunması ve bunun üzerine kendine gelen davayı inceleyen yargı yerinin de davada
görevsizlik kararı veren yargı yerinin görevli olduğu kanısına varması gerekmektedir.
Sulh Ceza Mahkemesi dosyasından, İdare Mahkemesinin görevsizlik kararının
kesinleşip kesinleşmediği anlaşılamadığından, Başkanlığımızca, 20.4.2007 gün ve
E:2006/112 sayılı yazı ile, Kocaeli İdare Mahkemesi’nden, 13.2.2007 gün ve E:2007/69,
K:2007/172 sayılı dava dosyasının gönderilmesinin istenilmesi üzerine, adı geçen
Mahkemece 30.4.2007 sayılı yazı ekinde gönderilen dava dosyasının incelenmesinden,
davacı vekilinin 1.3..2007 tarihli dilekçe ile bu kararın bozulması istemiyle Danıştay
Başkanlığına sunulmak üzere temyiz dilekçesi verdiği görülmüştür.
Bu durumda, Sulh Ceza Mahkemesince görev uyuşmazlığına konu edilen Kocaeli
İdare Mahkemesi’nin görevsizlik kararı kesinleşmediğinden, 2247 sayılı Yasa’nın 19.
maddesinde öngörülen koşul gerçekleşmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen koşulu
taşımayan ve yöntemine uymayan başvurunun, aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca reddi
gerekmiştir.
SONUÇ: 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen koşulu taşımayan
BAŞVURUNUN, aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca REDDİNE, 4.6.2007 gününde
OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
***
Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:
ESAS NO : 2007/118
KARAR NO: 2007/108
KARAR TR : 4.6.2007
(Hukuk Bölümü)
ÖZET: 5179 sayılı Kanun uyarınca verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın İDARİ YARGI YERİND
KARAR
Davacı
Vekili
Davalı
: Başgözeler Gıda Ltd. Şti
: Av. M.T.
: Erzincan Valiliği
OLAY
: Erzincan Valiliği İl Tarım Müdürlüğü’nün 25.1.2006 gün ve 1/17
sayılı işlemi ile, üretim izni olmayan ürün sattığı nedeniyle, 5179 sayılı Gıdaların Üretimi,
Tüketimi ve Denetlenmesine Dair Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü
Hakkında Kanun’un 29. maddesinin (a) bendi uyarınca davacı şirket adına idari para cezası
verilmiştir.
Davacı vekili, para cezası verilmesine ilişkin söz konusu işlemin iptali istemiyle idari
yargı yerinde dava açmıştır.
SİVAS İDARE MAHKEMESİ ;14.2.2006 gün ve E:2006/571, K:2006/138 sayı ile,
dosyanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 14. maddesi kapsamında
incelendiği; anılan maddenin 3/a. fıkrasında, dilekçelerin görev yönünden inceleneceği;
Kanunun 15/1-a maddesinde de, 3/a bendine göre adli ve askeri yargının görevli olduğu
konularda açılan davaların reddine karar verileceğinin hükme bağlandığı; uyuşmazlıkla ilgili
bir başka düzenleme olan 5179 sayılı Gıdaların Üretimi Tüketimi ve Denetlenmesine Dair
Kanununun 29 maddesinin a) bendinde "a) 4 üncü maddede belirtilen izin ve tescil
işlemlerini yaptırmadan üretime geçen ve/veya bu ürünleri mübadele konusu yapan gerçek
veya tüzel kişiler; üretimden men edilir, üretilen ürünlere el konulur ve birmilyar lira idari
para cezası ile cezalandırılır. Bu işletmelerin, tescil ve izin işlemleri yapıldıktan sonra üretim
yapmalarına izin verilir". 30. maddesinde ise "Bu Kanunda yazılı olan idari para cezaları, o
yerin en büyük mülki amiri tarafından verilir. Verilen idarî para cezalarına dair kararlar
ilgililere 11.2.1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre tebliğ edilir. Bu
cezalara karşı, yetkili idare mahkemesine itiraz edilebilir. İtiraz, idarece verilen cezanın
yerine getirilmesini durdurmaz. İtiraz üzerine, verilen karar kesindir. İtiraz, zaruret
görülmeyen hallerde evrak üzerinde inceleme yapılarak, en kısa sürede sonuçlandırılır. Bu
Kanuna göre verilen idarî para cezaları 21.7.1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının
Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre tahsil olunur." hükmüne yer verilmiş ise de;
1.6.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5326 sayılı Kabahatler Kanunu, bu ve benzeri idari para
cezalarını ilgilendiren önemli değişiklikler içerdiğinden, bu kanun kapsamında öncelikli bir
değerlendirme yapılmasının gerekli görüldüğü belirtilerek, 31.3.2005 tarihli, 25772 sayılı
Resmi Gazete'de yayımlanan ve 1.6.2005 tarihinde yürürlüğe giren Kabahatler Kanununun
1., 2., 3. ve 16. maddelerinden bahisle; 27. maddesinde de başvuru yolunun düzenlenerek, 1.
fıkrada "İdari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına
karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç on beş gün içinde, sulh ceza
mahkemesine başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari
yaptırım kararı kesinleşir..." kuralına yer verildiği; geçici 2. maddede ise, "Bu kanun
hükümleri, yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla idare mahkemelerinde dava açılarak iptali
istenen idari yaptırım kararlan hakkında uygulanmaz." şeklinde davanın derdest olduğu tarih
açısından istisnai bir hükmün yer aldığının görüldüğü; uyuşmazlıkta, dava konusu idari para
cezasına karşı yargı yolunu belirleyen 5179 sayılı Kanun ile kabahatlere ilişkin çerçeveyi
çizen 5326 sayılı Kanun'un uygulanma önceliği hususunun öncelikle tespitinin gerektiği;
bilindiği üzere, yargı organının işlevini yerine getirirken öncelikle yasama tarafından soyut
ve genel olarak düzenlenmiş olan kuralları uyguladığı, uygulamada kimi zaman bu tür
normlar arasında hiyerarşiye aykırılık, çelişki ve aynı konuyu düzenleyen birden fazla kuralla
karşılaşılabildiği, hukuk normları arasındaki çelişkinin genel normla genel norm, genel
normla özel norm ve özel normla özel norm arasında olabileceği, temel kuralın ise, sonraki
kanun (lex posterior), özel kanun (lex specialis) ve hiyerarşik bakımdan üst düzeydeki kanun
(lex superior) biçiminde olduğu; uyuşmazlıkta da, aktarılan mevzuat hükümleri açısından bir
değerlendirme yapıldığında; sonradan yürürlüğe giren ve çerçeve nitelik taşıyan Kabahatler
Kanunu'nun 3. maddesinde, kanunun genel hükümlerinin, mevzuatımızda halen yürürlükte
olan birçok düzenlemede tanımlanan idari para cezaları için öncelikle uygulanacağına dair
atıfta bulunulduğu, bir kısım idari yaptırım türleri içinse 16. maddeyle (düzenleme
yapılıncaya kadar) var olan mevzuat hükümlerini saklı tuttuğu; dolayısıyla, davaya konu
idari para cezası açısından da Kabahatler Kanunu'nun uygulanacağı; nitekim, kanunun ikinci
kısmında 'Çeşitli Kabahatler' şeklinde bir başlık kullanılmasının, kanunda yazılan
kabahatlerin sınırlı ve sayılı biçimden ziyade, örnek olarak metne işlendiği ve sadece ikinci
kısma özgü kapsam taşımadığını gösterdiği kanaatine varıldığı; bu durumda, anılan kanunun
bu ve benzeri uyuşmazlıkların görüm ve çözüm görevini adli yargı mahkemelerine
bıraktığından ve bu davanın da yetkili sulh ceza mahkemesinde görülmesi gerektiğinden, işin
esasının Mahkemelerince incelenip sonuçlandırma olanağının bulunmadığı gerekçesiyle
görevsizlik kararı vermiş; bu karar, itiraz edilmeyerek kesinleşmiştir.
Davacı vekili, bu kez, aynı istemle adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.
ERZİNCAN
SULH CEZA MAHKEMESİ; 31.1.2007 gün ve Müteferrik
No:2006/235 sayı ile, 5179 Sayılı Yasanın 30 maddesinde "... Bu cezalara karşı yetkili idari
mahkemesine itiraz edilebilir .....” şeklinde düzenleme getirildiği; bununla birlikte 5326
Sayılı Kabahatler Kanunun 3. maddesinin Anayasa Mahkemesinin 22.7.2006 tarih ve
2005/108 Esas 2006/35 karar sayılı ilamı ile iptal edilmesi üzerine, yasa koyucu tarafından
yargılama devam ederken 5560 sayılı yasayla 5326 Sayılı Yasanın 3. maddesinin
değiştirildiği ve bahsi geçen maddede "...a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna
ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde, b) Diğer genel
hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren
bütün fiiller hakkında,uygulanır...." şeklinde düzenleme getirdiğinin görüldüğü; bu bilgiler
ışığında talebe bakıldığında, başvuran hakkında 5179 Sayılı Yasaya göre idari yaptırım kararı
uygulandığı ve başvuranca mahkemelerince idari yaptırım kararının kaldırılması yönünde
dava açtıkları görülmüş ise de, 5179 sayılı yasasında belirtilen idari yaptırım kararlarına karşı
itiraz merciin aynı yasanın 30.maddesinde idari mahkemesi olduğunun belirtildiği ve 5326
sayılı Kabahatler Kanununun 3/1-a maddesinde de kanun yollarına ilişkin olarak yasasında
özel düzenlemelerin bulunması halinde ilgili yasaya uyulması gerektiği yönündeki değişiklik
de dikkate alındığında, mahkemelerinin görevsizliğine karar vermek gerektiği ve başvuran
tarafından aynı husus hakkında Sivas idare Mahkemesine başvuruda bulunduğu ve
görevsizlik sebebiyle başvuran tarafından mahkemelerine başvuruda bulunduğunun
anlaşılması karşısında, idari yargı ve adli yargı arasında olumsuz görev uyuşmazlığı
doğduğundan uyuşmazlığın çözümü için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine
gönderilmesine karar vermiş; bu karar, onanmak suretiyle kesinleşmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında,
Üyeler: Dr. Atalay ÖZDEMİR, M. Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Z. Nurhan YÜCEL, H.Ayfer
ÖZDEMİR, Abdullah ARSLAN ve H. Hasan MUTLU’nun katılımlarıyla yapılan 4.6.2007
günlü toplantısında;
I-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca
yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü,
E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş
ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun
uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’
ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın
mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri
arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm
görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır.
Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında
yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari
niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık
Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…”açıkça belirtilmiştir.
Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu para cezasına
ilişkin görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.
Olay kısmında belirtildiği üzere, tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada; idari
yargı yerince adli yargı yerinin görevli olduğu gerekçesiyle verilmiş ve kesinleşmiş bir
görevsizlik kararı bulunmakta olup, bunun üzerine kendine gelen davayı inceleyen adli yargı
yerinin sahip olduğu seçenekler ile verdiği karar bakımından bir değerlendirme yapılması
gerekmektedir.
1- 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde yer alan, “Olumsuz görev uyuşmazlığının
bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az
ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu
yolda verdikleri kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekir.
Bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi, ancak davanın taraflarınca ve ceza davalarında ise
ayrıca ilgili makamlarca ileri sürülebilir” hükmüne göre, idare mahkemesinin kesinleşmiş
görevsizlik kararı üzerine adli yargı yerince de görevsizlik kararı verilmesi ve bu kararın
kesinleşmesi halinde, olumsuz görev uyuşmazlığı doğmuş olacak; hukuk alanında doğmuş
bulunan bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi ise, ancak davanın taraflarınca ileri
sürülebilecektir.
2- 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesindeki “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden
birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendine gelen bir davayı
incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren
merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirtilmesi
için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık
Mahkemesinin karar vermesine değin erteler.” hükmüne göre ise, adli yargı yeri, davaya
bakma görevinin daha önce görevsizlik kararı veren idari yargı yerine ait olduğunu belirten
gerekçeli bir karar ile doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağına sahiptir. Şu
kadar ki, başvuru kararının, görev konusunda Uyuşmazlık Mahkemesi’nce karar verilmesine
değin işin incelenmesinin ertelenmesi hususunu da ihtiva etmesi gerekir.
Yasakoyucu, 14. maddeye göre hukuk alanında olumsuz görev uyuşmazlığı doğması
halinde her iki yargı merciince işten el çekilmiş olduğundan başvurma iradesini davanın
taraflarına bırakmış iken, bu yönteme nazaran daha kısa zamanda çözüme ulaşılmasını
amaçladığı 19. madde ile, daha önce görevsizlik kararı veren yargı merciinden sonra davayı
inceleyen yargı merciine, işten el çekmeden doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma
olanağını tanımıştır.
Olayda, adli yargı yerince, öncelikle görevsizlik kararı verilmekle birlikte, bununla
yetinilmemiş ve görevli merciin belirtilmesi için re’sen Uyuşmazlık Mahkemesi’ne
başvurulmasına da karar verilmiştir.
Bu haliyle, her ne kadar 2247 sayılı Yasa’da öngörülen yönteme uymamakta ise de,
davanın taraflarınca başvuruda bulunulmadığı gözetilerek, Erzincan Sulh Ceza
Mahkemesi’nce re’sen yapılan başvurunun 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesi kapsamında
olduğunun kabulü ile Uyuşmazlık Mahkemesi’nin önüne gelmiş bulunan görev
uyuşmazlığının çözüme kavuşturulması, gerek dava ekonomisine gerekse Uyuşmazlık
Mahkemesi’nin kuruluş amacına uygun olacağından, görev uyuşmazlığının esasının
incelenmesine oybirliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde
idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili
Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay
Savcısı Gülen AYDINOĞLU’ nun, davada idari yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve
sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, 5179 sayılı Kanun’un 29. maddesinin (a) bendi uyarınca verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle
açılmıştır.
27.5.2004 gün ve 5179 sayılı Gıdaların Üretimi, Tüketimi ve Denetlenmesine Dair
Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun’un “Amaç” başlıklı
1. maddesinde, “Bu Kanunun amacı, gıda güvenliğinin temini, her türlü gıda maddesinin ve
gıda ile temasta bulunan madde ve malzemelerin teknik ve hijyenik şekilde üretim, işleme,
muhafaza, depolama, pazarlama ve halkın gereği gibi beslenmesini sağlamak, üretici ve
tüketici menfaatleriyle halk sağlığını korumak üzere gıda maddelerinin üretiminde kullanılan
her türlü ham, yarı mamul ve mamul gıda maddeleri ile gıda işlemeye yardımcı maddeler ve
gıda ile temasta bulunan madde ve malzemelerin güvenliğine ilişkin özelliklerinin tespit
edilmesi, gıda maddeleri üreten ve satan işyerlerinin asgari teknik ve hijyenik şartlarının
belirlenmesi, gıda maddeleri ile ilgili hizmetler ile denetimine dair usul ve esasları
belirlemektir” denilmiş; “Ceza Hükümleri” başlıklı 29. maddesinin (a) bendinde, “Bu
Kanuna uymayanlara uygulanacak cezai hükümler aşağıdaki şekilde düzenlenmiştir:
a) 4 üncü maddede belirtilen izin ve tescil işlemlerini yaptırmadan üretime geçen
ve/veya bu ürünleri mübadele konusu yapan gerçek veya tüzel kişiler; üretimden men edilir,
üretilen ürünlere el konulur ve birmilyar lira idarî para cezası ile cezalandırılır. Bu
işletmelerin, tescil ve izin işlemleri yapıldıktan sonra üretim yapmalarına izin verilir.
Üretim izni alınmamış gıda ve gıda ile temasta bulunan madde ve malzemeleri satan
veya miadı dolmuş gıda maddelerini satan işyerlerindeki ürünlere el konulur ve bu ürünleri
satan işyerleri birmilyar lira idarî para cezası ile cezalandırılır” hükmü yer almış; 30.
maddesinde ise, bu Kanunda yazılı olan idarî para cezalarının, o yerin en büyük mülki amiri
tarafından verileceği, verilen idarî para cezalarına dair kararların ilgililere 11.2.1959 tarihli
ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre tebliğ edileceği, bu cezalara karşı, yetkili
idare mahkemesine itiraz edilebileceği belirtilmiştir.
5179 sayılı Yasa’nın 30. maddesinde yer alan düzenleme karşısında, para cezalarına
karşı yapılacak itirazların görüm ve çözümünde idari yargı yerlerinin görevli olacağının
kabulü gerekir.
1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanunun diğer kanunlarda
düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri
üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın,
dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19.
maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen
idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine
ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza
mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli
yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir.
Daha sonra, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3.
maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla
iptal edilmiş ve gerekçeli kararı 22.7.2006 gün ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de
yayımlanmış ve iptal hükmünün, kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altı
ay sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiş; yasama organı tarafından iptal hükmü
doğrultusunda yasal düzenleme yapılmaması sürecinde, anılan madde hükmünün yürürlükte
bulunduğu düşüncesiyle, aynı doğrultuda karar verilmeye devam edilmiş; yasama organı
tarafından, Anayasa Mahkemesi’nce verilen altı aylık süre içinde iptal hükmü doğrultusunda
yasal düzenleme yapılması halinde ise, işaret edilen yargı yerinin yeni düzenlemenin
yürürlüğe girdiği tarihten itibaren görevli olacağı belirtilmiştir.
Son olarak, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesini
değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde " (1) Bu Kanunun;
a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda
aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi
yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,
uygulanır" denilmiştir.
19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun,
idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine
hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin
gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.
Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir
müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının,
geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.
Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile
görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre
görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni
yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda
uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı
verilemeyeceği açıktır.
Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun
değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık
görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya
devam etmesi gerekir.
İncelenen uyuşmazlıkta, idari para cezasına ilişkin görevli mahkemeyi belirleyen yasa
kuralı değiştirilmiş ve yeni düzenleme 19.12.2006 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiş olduğuna
göre, görev kuralının geçmişe etkili olacağı yolundaki genel hukuk ilkesi karşısında, 5179
sayılı Yasa’nın 29. maddesi uyarınca verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın görüm
ve çözümünde idari yargı yerinin görevli olduğu kuşkusuzdur.
Açıklanan nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesinin 19. madde kapsamında görülen
başvurusunun
kabulü ile İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ: Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle
Erzincan Sulh
Ceza Mahkemesi’nin 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesi kapsamında görülen
BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Sivas İdare Mahkemesi’nce verilen 14.2.2006 gün ve
E:2006/571, K:2006/138
sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA,
4.6.2007 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
***
Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:
ESAS NO : 2007/122
KARAR NO: 2007/109
KARAR TR : 4.6.2007
(Hukuk Bölümü)
ÖZET: 5253 sayılı Dernekler Kanunu uyarınca verilen idari para cezasına karşı yapılan
itirazın İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
KARAR
Davacı
: Y.U.
Davalı : İstanbul Valiliği İl Dernekler Müdürlüğü
OLAY
: İstanbul Valiliği İl Dernekler Müdürlüğü’nün 12.10.2005 gün ve 06
sayılı işlemi ile, 5253 sayılı Dernekler Kanunu’nun 19. maddesi ve Dernekler
Yönetmeliği’nin 84. maddesi uyarınca her yılın Nisan ayı sonuna kadar verilmesi gereken
dernek beyannamesinin verilmediğinin tespit edildiğinden bahisle dernek yöneticisi(dernek
başkanı) olan davacı adına aynı Kanunun 32/1. maddesi uyarınca idari para cezası
verilmiştir.
Davacı, para cezası verilmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle idari yargı yerinde dava
açmıştır.
İSTANBUL 1. İDARE MAHKEMESİ; 20.12.2005 gün ve E:2005/3075, K:2005/2567
sayı ile, davanın, 5253 sayılı Dernekler Kanunu’na muhalefet nedeniyle 500.00 YTL idari
para cezası ile cezalandırılmasına ilişkin 12.10.2005 günlü, 06 sayılı işlemin iptali istemiyle
açıldığı, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 1, 2, 16, 17 ve 27. maddelerinden söz ederek,
Kabahatler Kanunu bir bütün olarak incelendiğinde, toplum düzenini, genel ahlakı, genel
sağlığı ve ekonomik düzeni korumak amacıyla konulan kuralların icrai veya ihmali bir
davranışla ihlal edilmesinin bu Kanunla kabahat olarak tanımlandığı, keza bu kabahat
nedeniyle kendi Kanununda idari bir yaptırım öngörülmüş ise bu yaptırımlara karşı sulh ceza
mahkemesine itiraz edilebileceğinin anlaşıldığı, buna göre, idari para cezalarının da idari bir
yaptırım türü olarak kabul edilmesi ve bu cezalara karşı yapılacak itirazların Kabahatler
Kanunu uyarınca sulh ceza mahkemesince çözümlenmesi gerektiği, olayda, davacıya 5253
sayılı Kanun’a aykırılık nedeniyle idari para cezası verildiği görülmüş olup, kabahat
niteliğindeki bu fiil nedeniyle verilen para cezasının Kabahatler Kanunu’nun 17. maddesi
kapsamında bir yaptırım olduğu, bu itibarla, söz konusu cezaya yönelik itirazın adli yargı
yerince çözümlenmesi gerekeceği sonucuna varıldığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş;
bu karar, kesinleşmiştir.
Davacı, bu kez, söz konusu idari para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda
bulunmuştur.
BAKIRKÖY 2. SULH CEZA MAHKEMESİ; 29.12.2006 gün ve D.İş E:2006/20, D.İş
K:2006/220 sayı ile, itiraz edenin, İstanbul Valiliği tarafından 5253 sayılı Dernekler
Kanunu’na muhalefet ettiğinden bahisle aynı Yasanın 32/1 maddesi uyarınca verilen 500,00
YTL idari para cezasının iptaline karar verilmesini talep ettiği, itiraza konu idari para
cezasına ilişkin evrakların celp edilerek dosya içerisine konulduğu, Mahkemelerine açılan
davanın, 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3.
maddesinden kaynaklandığı, Anayasa Mahkemesi’nin 01.03.2006 tarih ve 2005-108 Esas,
2006-35 Karar sayılı ilamı ile anılan maddenin iptal edildiği, 19.12.2006 tarihli ve 5560
sayılı Kanun’un 31. maddesinde yapılan yeni düzenlemede, bu Kanunun idari yaptırım
kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin diğer kanunlarda aksine hüküm
bulunmaması halinde uygulanacağının belirlendiği, 5253 sayılı Dernekler Kanunu’nun 33.
maddesinde, idari para cezalarına karşı idare mahkemesine itiraz edileceğinin belirtildiği,
daha önce aynı idari para cezasıyla ilgili olarak İstanbul 1. İdare Mahkemesi’nin 2005/3075
Esas ve 2005/2567 Karar sayılı kararı ile idari para cezasının dava tarihi itibarıyla Kabahatler
Kanunu’nun kapsamında kaldığı belirtilerek görevsizlik kararı verildiği, idari yargı ile adli
yargı arasında olumsuz görev uyuşmazlığının oluştuğu anlaşıldığından, öncelikle görev
hususunda yargı yolunun belirlenmesi amacıyla dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne
gönderilmesine karar verilmesinin gerekli görüldüğü gerekçesiyle görevsizlik kararı vererek,
aynı idari para cezasıyla ilgili olarak İstanbul 1 İdare Mahkemesi’nin 2005/3075 Esas ve
2005/2567 Karar sayılı kararıyla görevsizlik kararı verdiği, dolayısıyla her iki mahkeme
arasında olumsuz görev uyuşmazlığının olduğu anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının
çözümlenmesi için dosyasının Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine karar vermiş; bu
karar, karara itiraz edilmeyerek kesinleşmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında,
Üyeler: Dr.Atalay ÖZDEMİR, M.Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Z.Nurhan YÜCEL, H.Ayfer
ÖZDEMİR, Abdullah ARSLAN ve H.Hasan MUTLU’nun katılımlarıyla yapılan 04.06.2007
günlü toplantısında;
I-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca
yapılan incelemeye göre;
Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1
sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında
Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2
nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da
şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da
beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev
ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının
‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari
organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya
da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu
davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk
Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum
gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk
Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.
Olay kısmında belirtildiği üzere, tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada; idari
yargı yerince adli yargı yerinin görevli olduğu gerekçesiyle verilmiş ve kesinleşmiş bir
görevsizlik kararı bulunmakta olup, bunun üzerine kendine gelen davayı inceleyen adli yargı
yerinin sahip olduğu seçenekler ile verdiği karar bakımından bir değerlendirme yapılması
gerekmektedir.
1- 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde yer alan, “Olumsuz görev uyuşmazlığının
bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az
ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu
yolda verdikleri kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekir.
Bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi, ancak davanın taraflarınca ve ceza davalarında ise
ayrıca ilgili makamlarca ileri sürülebilir” hükmüne göre, idare mahkemesinin kesinleşmiş
görevsizlik kararı üzerine adli yargı yerince de görevsizlik kararı verilmesi ve bu kararın
kesinleşmesi halinde, olumsuz görev uyuşmazlığı doğmuş olacak; hukuk alanında doğmuş
bulunan bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi ise, ancak davanın taraflarınca ileri
sürülebilecektir.
2- 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesindeki “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden
birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendine gelen bir davayı
incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren
merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirtilmesi
için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık
Mahkemesinin karar vermesine değin erteler.” hükmüne göre ise, adli yargı yeri, davaya
bakma görevinin daha önce görevsizlik kararı veren idari yargı yerine ait olduğunu belirten
gerekçeli bir karar ile doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağına sahiptir. Şu
kadar ki, başvuru kararının, görev konusunda Uyuşmazlık Mahkemesi’nce karar verilmesine
değin işin incelenmesinin ertelenmesi hususunu da ihtiva etmesi gerekir.
Yasakoyucu, 14. maddeye göre hukuk alanında olumsuz görev uyuşmazlığı doğması
halinde her iki yargı merciince işten el çekilmiş olduğundan başvurma iradesini davanın
taraflarına bırakmış iken, bu yönteme nazaran daha kısa zamanda çözüme ulaşılmasını
amaçladığı 19. madde ile, daha önce görevsizlik kararı veren yargı merciinden sonra davayı
inceleyen yargı merciine, işten el çekmeden doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma
olanağını tanımıştır.
Olayda, adli yargı yerince, öncelikle görevsizlik kararı verilmekle birlikte, bununla
yetinilmemiş ve görevli merciin belirtilmesi için re’sen Uyuşmazlık Mahkemesi’ne
başvurulmasına da karar verilmiştir.
Bu haliyle, her ne kadar 2247 sayılı Yasa’da öngörülen yönteme uymamakta ise de,
davanın taraflarınca başvuruda bulunulmadığı gözetilerek, Bakırköy 2. Sulh Ceza
Mahkemesi’nce re’sen yapılan başvurunun 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesi kapsamında
olduğunun kabulü ile Uyuşmazlık Mahkemesi’nin önüne gelmiş bulunan görev
uyuşmazlığının çözüme kavuşturulması, gerek dava ekonomisine gerekse Uyuşmazlık
Mahkemesi’nin kuruluş amacına uygun olacağından, görev uyuşmazlığının esasının
incelenmesine oybirliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın
çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler
okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla
SONGÖR ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada idari yargının görevli
olduğu yolundaki yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP
DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, 5253 sayılı Kanun’un 32. maddesine göre verilen idari para cezasının
kaldırılması istemiyle açılmıştır.
4.11.2004 tarih ve 5253 sayılı Dernekler Kanunu’nun “Amaç ve kapsam” başlıklı 1.
maddesinde, “Bu Kanunun amacı; dernekler, dernek şube veya temsilcilikleri, federasyonlar,
konfederasyonlar ve yabancı dernekler ile merkezleri yurt dışında bulunan dernek ve vakıf
dışındaki kâr amacı gütmeyen kuruluşların Türkiye'deki şube veya temsilciliklerinin yasak
ve izne tâbi faaliyetlerini, yükümlülüklerini, denetimlerini ve uygulanacak cezalar ile
derneklere ilişkin diğer hususları düzenlemektir” denilmiş; 32. maddesinde, bu Kanuna
aykırı davranışlara uygulanacak cezalar belirtilmiş; 33. maddesinde, bu Kanunda yazılı olan
idarî para cezalarının mülkî idare amiri tarafından verileceği, verilen idarî para cezalarına
dair kararların ilgililere 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre tebliğ edileceği, bu
cezalara karşı tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde yetkili idare mahkemesine itiraz
edilebileceği, itirazın, idarece verilen cezanın yerine getirilmesini durdurmayacağı, itiraz
üzerine verilen kararın kesin olduğu kurala bağlanmıştır.
5253 sayılı Yasa’nın 33. maddesinde yer alan düzenleme karşısında, para cezalarına
karşı yapılacak itirazların görüm ve çözümünde idari yargı yerlerinin görevli olacağının
kabulü gerekir.
1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanunun diğer kanunlarda
düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri
üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın,
dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19.
maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen
idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine
ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza
mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli
yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir.
Daha sonra, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3.
maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla
iptal edilmiş ve gerekçeli kararı 22.7.2006 gün ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de
yayımlanmış ve iptal hükmünün, kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altı
ay sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiş; yasama organı tarafından iptal hükmü
doğrultusunda yasal düzenleme yapılmaması sürecinde, anılan madde hükmünün yürürlükte
bulunduğu düşüncesiyle, aynı doğrultuda karar verilmeye devam edilmiş; yasama organı
tarafından, Anayasa Mahkemesi’nce verilen altı aylık süre içinde iptal hükmü doğrultusunda
yasal düzenleme yapılması halinde ise, işaret edilen yargı yerinin yeni düzenlemenin
yürürlüğe girdiği tarihten itibaren görevli olacağı belirtilmiştir.
Son olarak, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesini
değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde " (1) Bu Kanunun;
a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda
aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi
yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,
uygulanır" denilmiştir.
19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun,
idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine
hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin
gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.
Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir
müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının,
geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.
Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile
görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre
görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni
yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda
uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı
verilemeyeceği açıktır.
Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun
değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık
görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya
devam etmesi gerekir.
İncelenen uyuşmazlıkta, idari para cezasına ilişkin görevli mahkemeyi belirleyen yasa
kuralı değiştirilmiş ve yeni düzenleme 19.12.2006 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiş olduğuna
göre, görev kuralının geçmişe etkili olacağı yolundaki genel hukuk ilkesi karşısında, 5253
sayılı Yasa’nın 32. maddesine göre verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın görüm ve
çözümünde idari yargı yerinin görevli olduğu kuşkusuzdur.
Açıklanan nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesinin 19. madde kapsamında görülen
başvurusunun kabulü ile İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması
gerekmiştir.
SONUÇ: Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle
Bakırköy 2.Sulh Ceza Mahkemesinin 19. madde kapsamında görülen BAŞVURUSUNUN
KABULÜ İLE İstanbul 1. İdare Mahkemesi’nce verilen 20.12.2005 gün ve
E:2005/3075,K:2005/2567 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA,
04.06.2007 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
***
Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:
ESAS NO : 2007/123
KARAR NO: 2007/136
KARAR TR : 2.7.2007
(Hukuk Bölümü)
ÖZET: 4925 sayılı Kanun uyarınca verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın İDARİ
YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
KARAR
Davacı
: A.K.
Vekili
Davalı
: Av.L.P.
: Sivil Trafik Ekipler Amirliği
OLAY
: Sivil Trafik Ekipler Amirliği’nin 6.1.2006 gün ve 055054 sayılı işlemi
ile, yapılan denetimde yetki belgesinin olmadığının tespit edildiğinden bahisle 4925 sayılı
Karayolu Taşıma Kanunu’nun 26. maddesinin (a) bendi uyarınca davacı adına idari para
cezası verilmiştir.
Davacı vekili, para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.
EYÜP 2. SULH CEZA MAHKEMESİ; 1.2.2006 gün ve Muh:2006/27, K:2006/151
sayı ile, Sivil Trafik Ekipler Amirliğinin 055054 sayılı ve 06.01.2006 tarihli trafik suç
tutanağı ile yetki belgesiz şehirlerarası yolcu taşımacılığı yaptığından bahisle itiraz eden
hakkında trafik suç tutanağının yüze karşı düzenlendiği, itiraz edenin tutanağı aynı tarihte
imzaladığı, itiraz edenin süresi içerisinde trafik suç tutanağına itiraz ettiği anlaşılmış ise de,
2918 sayılı Yasa’nın 115/son maddesinde sadece aynı Yasanın 116. maddesi gereğince
düzenlenen tutanaklara karşı itirazın öngörüldüğü, diğer cezaların kesin olduğu, Uyuşmazlık
Mahkemesi’nin 24.12.2001 tarih ve 2001/104 Esas, 2001/112 Karar sayılı kararında,
itirazcının yüzüne karşı düzenlenen itiraza konu tutanağa karşı idare hukukunun genel
prensipleri doğrultusunda idari yargı yerine başvurulabileceğinin belirtildiği gerekçesiyle
kesin olarak görevsizlik kararı vermiştir.
Davacı vekili, bu kez, idari para cezası verilmesine ilişkin söz konusu işlemin iptali
istemiyle Karayolları Genel Müdürlüğü’nü davalı olarak göstermek suretiyle idari yargı
yerinde dava açmıştır.
ANKARA 6. İDARE MAHKEMESİ; 2.3.2006 gün ve E:2006/305, K:2006/317 sayı
ile, İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne bağlı ekipler tarafından belgesiz olarak şehirlerarası
taşımacılık yaptığından bahisle davacı adına 055054 sıra numaralı makbuzla kesilmiş bulunan
5.000 YTL idari para cezasının iptalinin istenildiği, toplum düzenini, genel ahlakı, genel
sağlığı, çevreyi ve ekonomik düzeni korumak amacıyla; kabahatlere ilişkin genel ilkeleri,
kabahatler karşılığında uygulanabilecek olan idari yaptırım türlerini ve sonuçlarını, kabahatler
dolayısıyla karar alma sürecini, idari yaptırıma ilişkin kararlara karşı kanun yolları ile idari
yaptırım kararlarının yerine getirilmesine ilişkin esasların belirlenmesi amacıyla yürürlüğe
konulan 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 2, 3, 16 ve 27. maddelerinden söz ederek, 5326
sayılı Kanun’un, 1.6.2005 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği, belirtilen
yasal düzenlemeler uyarınca; 1.6.2005 tarihinden itibaren, 5326 sayılı Yasa’da sayılan idari
para cezası ve idari tedbirlerden oluşan idari yaptırımlar ile diğer yasalarda yer alan idari
yaptırımlara karşı, Yasanın 19. maddesinde sayılan istisnai durumlar haricinde sulh ceza
mahkemeleri nezdinde dava açılabildiği, buna göre davacıya yetki belgesiz olarak
şehirlerarası taşımacılık yapması nedeniyle 5.000 YTL tutarında idari para cezası verilmesine
dair 06.01.2006 tarih ve 55054 sayılı işlemin iptali isteğiyle 07.02.2006 tarihinde
Mahkemeleri kayıtlarına giren dilekçe ile bakılan dava açılmış ise de; yukarıya alınan Yasa
hükümleri uyarınca, 4925 sayılı Yasa hükümlerine göre verilen idari yaptırım niteliğindeki
para cezasına karşı açılacak davalarda, sulh ceza mahkemelerinin görevli kılınması
karşısında, uyuşmazlığın görüm ve çözümünde Mahkemelerinin görevli bulunmadığı
sonucuna varıldığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, karara yapılan itirazın
incelenmeksizin reddi suretiyle kesinleşmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında,
Üyeler: M. Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Coşkun ÖZTÜRK, Z. Nurhan YÜCEL, Esen EROL,
Levent ÖZÇELİK ve Celal IŞIKLAR’ın katılımlarıyla yapılan 02.07.2007 günlü
toplantısında;
I-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca
yapılan incelemeye göre;
Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1
sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında
Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2
nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da
şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da
beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev
ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının
‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara
bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan
davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara
ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde
incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay
bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi
gerektiği kuşkusuzdur.
Adli ve idari yargı yerleri arasında anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen biçimde
olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının 15. maddede belirtilen yönteme
uygun olarak davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece
Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı
anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın
çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan;
ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay
Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada idari yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve
sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, 4925 sayılı Kanun’un 26. maddesinin (a) bendine göre verilen idari para
cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.
10.7.2003 gün ve 4925 sayılı Karayolu Taşıma Kanunu’nun “Amaç” başlıklı 1.
maddesinde, “Bu Kanunun amacı; karayolu taşımalarını ülke ekonomisinin gerektirdiği
şekilde düzenlemek, taşımada düzeni ve güvenliği sağlamak, taşımacı, acente ve taşıma işleri
komisyoncuları ile nakliyat ambarı ve kargo işletmeciliği ve benzeri hizmetlerin şartlarını
belirlemek, taşıma işlerinde istihdam edilenlerin niteliklerini, haklarını ve sorumluluklarını
saptamak, karayolu taşımalarının, diğer taşıma sistemleri ile birlikte ve birbirlerini
tamamlayıcı olarak hizmet vermesini ve mevcut imkânların daha yararlı bir şekilde
kullanılmasını sağlamaktır.” denilmiş; 26. maddesinin (a) bendinde, bu Kanunun 5 inci
maddesine göre yetki belgesi almadan taşıma işinde faaliyette bulunanlara beşmilyar lira para
cezası verileceği kurala bağlanmış; 30. maddesinde, para cezalarına karşı tebliğ tarihinden
itibaren otuz gün içerisinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebileceği, itiraz üzerine
verilen kararların kesin olduğu belirtilmiştir.
4925 sayılı Yasa’nın 30. maddesindeki düzenleme karşısında, para cezalarına karşı
yapılacak itirazların görüm ve çözümünde idari yargı yerlerinin görevli olacağının kabulü
gerekir.
1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanun’un diğer kanunlarda
düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri
üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın,
dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19.
maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen
idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine
ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza
mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli
yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir.
Daha sonra, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3.
maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla
iptal edilmiş ve gerekçeli kararı 22.7.2006 gün ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış
ve iptal hükmünün, kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra
yürürlüğe girmesine karar verilmiş; yasama organı tarafından iptal hükmü doğrultusunda
yasal düzenleme yapılmaması sürecinde, anılan madde hükmünün yürürlükte bulunduğu
düşüncesiyle, aynı doğrultuda karar verilmeye devam edilmiş; yasama organı tarafından,
Anayasa Mahkemesi’nce verilen altı aylık süre içinde iptal hükmü doğrultusunda yasal
düzenleme yapılması halinde ise, işaret edilen yargı yerinin yeni düzenlemenin yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren görevli olacağı belirtilmiştir.
Son olarak, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3 üncü maddesini
değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde " (1) Bu Kanunun;
a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda
aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi
yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,
uygulanır." denilmiştir.
19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun,
idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine
hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin
gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.
Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir
müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının,
geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.
Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile
görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre
görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki
görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına
dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği
açıktır.
Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun
değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık
görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya
devam etmesi gerekir.
İncelenen uyuşmazlıkta, idari para cezasına ilişkin görevli mahkemeyi belirleyen yasa
kuralı değiştirilmiş ve yeni düzenleme 19.12.2006 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiş olduğuna
göre, görev kuralının geçmişe etkili olacağı yolundaki genel hukuk ilkesi karşısında, 4925
sayılı Yasa’nın 26. maddesine göre verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın görüm ve
çözümünde anılan Yasa hükmü uyarınca idari yargı yerinin görevli olduğu açıktır.
Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması
gerekmiştir.
SONUÇ: Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle
Ankara 6. İdare Mahkemesi’nce verilen 2.3.2006 gün ve E:2006/305, K:2006/317 sayılı
GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 02.07.2007 gününde OYBİRLİĞİ İLE
KESİN OLARAK karar verildi.
***
Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:
ESAS NO : 2007/132
KARAR NO: 2007/137
KARAR TR : 2.7.2007
(Hukuk Bölümü)
ÖZET: Lisansüstü eğitim için yurtdışına gönderilmiş bulunan davacı tarafından davalı idareye
verilen taahhüt ve kefalet senedinin iptali istemiyle açılan davanın, özel hukuk hükümlerine
göre ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesinin gerektiği hk.
KARAR
Davacı : A.E.A.
Vekili
: Av. F.A.
Davalı : Abant İzzet Baysal Üniversitesi Rektörlüğü
Vekili
: Av. M.F.P.
OLAY
: 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun değişik 33. maddesi uyarınca
lisansüstü eğitim yapmak üzere 24.4.1995 tarihinden itibaren A.B.D.’ ye gönderilen davacı,
Ankara 13. Noterliği’nde tanzim ettirdiği 17.04.1995 tarihli ve 28943 yevmiye no’lu taahhüt
ve kefalet senedini davalı kuruma ibraz etmiştir. Lisansüstü öğrenimini süresi içinde
tamamlayamayan ve 31.12.2003 tarihinde görev süresi sona eren davacının ilişiği,
Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı’nın 02.03.2004 tarihli ve 3870 sayılı yazısı doğrultusunda
11.3.2004 tarihli ve 211-1222 sayılı olur ile kesilmiştir.
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Personel Daire Başkanlığı’nın 28.4.2004 gün ve 20742980 sayılı yazısı ile, davacıya, 2547 sayılı Kanun’un 33. maddesi uyarınca lisansüstü eğitim
yapmak üzere yurtdışında görevlendirilmesi; 01.08.2003 tarihinde sona ermesine rağmen
doktora eğitimini tamamlayamaması ve taahhüdünü yerine getirmemesi nedeniyle
Üniversiteleriyle ilişiğinin kesildiği, Maliye Bakanlığı Muhasebat Genel Müdürlüğünün
Genel Tebliği gereğince, yurtdışına çıkarken imzalamış olduğu taahhüt ve kefalet senedi
hükümleri doğrultusunda mecburi hizmet karşılığının Üniversiteleri Bütçe Daire Başkanlığına
ödenmesi gerektiği, bu nedenle ilişikte gönderilen “Yurtdışına Gönderilenlerden
Yükümlülüklerini Yerine Getirmeyen Personele Ait Borç Bildirimi” forumunun ulaştığı
tarihten itibaren 15 gün içerisinde nakten veya defaten ödenmesi; aksi halde borcun süresi
içinde ödenmemesi durumunda yasal icra takibine girişileceği, bu sürede faiz ve yargı
masraflarıyla ödenmesi gereken miktarın daha da artacağı hususu bildirilmiştir.
Bunun üzerine, davacı vekili, Sakarya 1. İdare Mahkemesi’nin dilekçe ret kararı
üzerine yenilediği dava dilekçesi ile, Ankara 13. Noterliği’nin 17.4.1995 gün ve 28943
yevmiye numaralı taahhüt ve kefalet senedinin iptali istemiyle idari yargı yerinde dava
açmıştır. (Dava dilekçesinde müstafi sayılmaya yönelik işlemin de iptali istenmiş ise de;
Mahkemece, ilk inceleme tutanağında, bu işlem yönünden ayrı dava açıldığı belirtilerek
sehven yazıldığı kabul edilmiştir.)
Davalı idare vekili, birinci savunma dilekçesinde, davanın görüm ve çözüm yerinin
adli yargı olduğunu, Uyuşmazlık Mahkemesi’nin 3.5.2004 gün ve 2004/2-19 sayılı kararının
da bu yönde olduğunu, kaldı ki taahhüt ve kefalet senedine dayalı idareleri tarafından açılan
alacak davasının Bolu 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde E:2005/153 sayı ile kayıtlı ve derdest
bulunduğunu ileri sürmüştür.
SAKARYA 1. İDARE MAHKEMESİ; 27.9.2006 gün ve E:2006/1762 sayı ile, Ayten
Eren Artan vekili Av. Fahrettin Ablak tarafından 28 Nisan 2004 tarih ve 2074-2980 sayılı
işlemin iptali istemiyle Abant İzzet Baysal Üniversitesi Rektörlüğü’ne karşı açılan davada,
davalı idare vekili tarafından görev itirazında bulunulduğundan, dosyanın görev itirazı
yönünden incelendiği, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesinin 1-a
bendinde, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile
hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan
davaların idari dava türleri arasında sayıldığı, idari işlemin ise, bir idari makam ve merci
tarafından idari usuller uygulanarak tesis olunan tek taraflı doğrudan uygulanabilen, kesin ve
yürütülmesi zorunlu hukuki tasarruflar olarak tanımlandığı, dosyanın incelenmesinden, 2547
sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun değişik 33. maddesi uyarınca lisansüstü eğitim yapmak
üzere 24.04.1995 tarihinden itibaren ABD’ye gönderilen davacının lisans üstü öğrenimini
süresinde tamamlayamamasından dolayı 11.3.2004 tarihli ve 211-1222 sayılı olurla ilişiğinin
kesildiği ve dava konusu işlemle Ankara 13 Noterliği’nde tanzim edilen 17.4.1995 tarihli ve
28943 yevmiye nolu taahhüt ve kefalet senedindeki meblağların 15 gün içinde nakden veya
defaten ödenmesi, aksi halde yasal işlem yapılacağının bildirilmesi sonucu bakılmakta olan bu
davanın açıldığının anlaşıldığı, olayda, davacının verdiği taahhütname ve kefalet senedinin,
ilgilinin 2547 sayılı Yasa’nın 33. maddesi uyarınca yurt dışında bir üniversitede lisansüstü
eğitim yapmak üzere görevlendirilmesindeki önemli etkisi göz önüne alındığında, davacının
bu taahhütname ve kefalet senedini idare ile eşit düzeyde olarak isteği ve özgür iradesi ile
imzaladığının kabulünün mümkün bulunmadığı, bu durumda, davacının imzaladığı
taahhütname ve kefalet senedinde yer alan mali yaptırımların hayata geçirilmesini öngören
rektörlük işlemine yönelik uyuşmazlığın çözümünde Mahkemelerinin görevli olduğu açık
olduğundan, davalı idare vekilinin uyuşmazlığın adli yargıda çözümlenmesi yönündeki görev
itirazının yerinde görülmediği gerekçesiyle davalı idare vekilinin görev itirazının reddine
karar vermiştir.
Davalı idare vekilinin, taahhüt ve kefalet senedinin davalı idarenin iştiraki olmaksızın,
noter önünde tanzim edildiğini ve asıl borçlu ile davacının da aralarında bulunduğu kefiller
tarafından imza edildiğini, idari işlem olmanın temel şartı olan kamu makamları tarafından
tesis edilmiş olma şartının gerçekleşmediğini, davacının imza ettiği taahhüt ve kefalet
senedinin Abant İzzet Baysal Üniversitesi idaresinin tek taraflı kamu gücü kullanarak tesis
ettiği bir idari işlem olmadığı gibi, özel hukuk hükümleri bağlamında taraf olduğu sözleşme
de olmadığını, itiraz konusu kararda yapılan uyuşmazlık tespitinin, dava dilekçesine nazaran,
yerinde olmadığını, dava konusu kararın aksine uyuşmazlığın “taahhütname ve kefalet
senedinde yer alan mali yaptırımların hayata geçirilmesini öngören rektörlük işlemine
yönelik” değil, doğrudan taahhüt ve kefalet senedinin iptaline dönük bulunduğunu,
yurtdışında lisansüstü eğitim yapmak üzere devlet imkanları ile gönderilen araştırma
görevlilerinden lisansüstü eğitimini tamamladıktan sonra bağlı oldukları yükseköğretim
kurumuna dönerek mecburi hizmetlerini ifa etmeleri, dönmeyenler ile başarısız olanlara
yapılan tüm masrafların ise geri alınmasının 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun 33 ve
35. maddeleri ile 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 79, 224 vd., Ek 34 ve bağlı
mevzuatın gereği olduğunu, bu bağlamda alınan taahhüt ve kefalet senedinin takibinin adli
yargıda yapıldığını, taahhüdün ihlali nedeniyle taahhüt ve kefalet senedine dayalı olarak
açılan alacak davasının Bolu 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde 2005/153 Esas sayılı dosyada
derdest bulunduğunu, taahhüt ve kefalet senedinin hukuka aykırılığına ilişkin iddia ve
savunmaların da bu dosyada devam eden yargılamada yapıldığını ileri sürerek olumlu görev
uyuşmazlığı çıkarılması yolundaki 21.11.2006 günlü dilekçesi üzerine, dava dosyası Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmiştir.
YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; davacının, davalı Milli Eğitim
Bakanlığı aleyhine açtığı iptal davasında davalı idarenin görev itirazında bulunduğu, bu
itirazın reddedilmesi üzerine davalı idare tarafından olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasının
talep edildiği, davanın, Üniversite hesabına yurtdışında doktora eğitimi yapan araştırma
görevlisinin Üniversiteye karşı mecburi hizmet yükümlülüğü kapsamında verdiği
taahhütname ve kefalet senedinin iptali ile borçlu ve sorumlu olmadığının tespiti istemiyle
açıldığı, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun değişik 33. maddesinin (a) bendinin değişik
üçüncü fıkrasında, lisansüstü eğitim-öğretim için yurtdışına gönderilecek araştırma
görevlilerinin öğrenim ücretleri ve yollukları dahil her çeşit sosyal ve diğer giderleri ile
ödenekleri hakkında düzenlemeye yer verildiği; 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun
"Yurtdışı Eğitim Masraflarının Tahsili" başlıklı Ek 34. maddesinde "ilgili kanunlarına göre;
öğrenim yapmak, yetiştirilmek, eğitilmek, bilgilerini artırmak, staj yapmak veya benzeri bir
nedenle geçici süreli görevlendirilmek suretiyle, üç ay veya daha fazla süre ile yurtdışına
gönderilen kamu personeli yurtdışında bulundukları sürenin iki katı kadar mecburi hizmetle
yükümlüdürler. Bu şekilde yurtdışına gönderilecek personelden örneği Maliye Bakanlığı
tarafından hazırlanmış 'Yüklenme Senedi ile Muteber İmzalı Müteselsil Kefalet Senedi' alınır.
Anılan personelin mecburi hizmet yükümlülüğünü yerine getirmeden veya tamamlamadan
görevinden ayrılması, müstafi sayılması ya da bir ceza ile görevine son verilmesi halinde,
kendileri için kurumlarınca fiilen döviz olarak yapılmış olan her türlü masraflar aynı döviz
cins ve miktarı üzerinden borçlandırılır. Döviz borcu toplamından mecburi hizmetin
tamamlanan kısmı için hesaplanan miktar indirilir. Hesaplanan borç miktarı, ilgilinin durumu
ve ödettirilecek meblağ dikkate alınarak azami beş yıla kadar taksitlendirilebilir. Borç miktarı
ilgili tarafından Türk Lirası ile ödenir ve yapılan ödeme miktarı tahsil tarihindeki T.C. Merkez
Bankasınca tespit ve ilan edilen efektif satış kuru üzerinden dövize çevrilerek yukarıda
belirlenen şekilde hesaplanan döviz borcundan mahsup edilir. İlgilinin eğitimdeki başarısızlığı
veya kendi kusuru nedeniyle yurtdışından geri çağrılması ya da verilen süreyi tamamlayıp
başarısız olarak dönmesi durumunda da, ilgili için fiilen döviz olarak yapılmış olan her türlü
masrafların tamamı aynı esaslara göre ödettirilir. (...)" hükümlerine yer verildiği, anılan
yasal düzenlemede, ilgilinin mecburi hizmet yükümlülüğünü yerine getirmemesi durumunda
yurtdışı öğrenim giderlerinin tahsili için herhangi bir idari usul öngörülmediği, yüklenme ve
kefalet senedine dayanılarak açılacak bir alacak davası yoluyla hükmen tahsil yönteminin
benimsendiğinin anlaşıldığı, olayda, lisansüstü eğitim için yurtdışına gönderilmiş bulunan
davacıdan, ayrıca yüklenme ve kefalet senedi istenmiş olup, yurtdışında hesabına eğitim
gördüğü üniversiteye karşı mecburi hizmet yükümlülüğü ya da parasal karşılığı taahhüt
edilmek suretiyle üniversite ile davacı arasında, tarafların karşılıklı hak ve yükümlülüklerini
içeren bir sözleşme ilişkisi kurulduğunun açık bulunduğu, bu duruma göre, olayda kamu
görevlisinin yükümlülüğünü yerine getirmediğine ilişkin idarece kamu gücüne dayalı, re'sen
ve tek yanlı olarak tesis edilmiş bir işlemin davamıza konu bulunmaması ve davacının borçlu
olmadığının tespiti amacıyla açılan davanın, taraflar arasındaki sözleşmeden (yüklenme ve
kefalet senedinden) doğan alacak- borç ilişkisinden doğmuş bulunması nedeniyle özel hukuk
hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli bulunduğu, bu nedenlerle,
2247 sayılı Kanun’un 10 ve 13. maddeleri gereğince olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına,
dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığı’na gönderilmesine karar vermiştir.
Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesinin 3. fıkrasına göre Danıştay
Başsavcısı’nın da yazılı düşüncesi istenilmiştir.
DANIŞTAY BAŞSAVCISI; davacının, üniversite adına gönderildiği yurt dışında
yaptığı lisansüstü eğitimini süresi içinde tamamlayamaması nedeniyle, noterlikçe düzenlenen
taahhüt ve kefalet senedi uyarınca adına borç çıkarılması yolunda tesis edilen işlemin iptali
istemiyle Sakarya 1. İdare Mahkemesi’nde açtığı davada, davalının görev itirazının reddi
üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı, 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesinin 1/a fıkrasında, idari işlemler
hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından
dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davalarının, idari dava
türleri arasında sayıldığı, olayda, davacının Sakarya İdare Mahkemesi’nde açtığı davada
taahhüt ve kefalet senedi ve bu senede dayalı 28.4.2004 günlü, 2074-2980 sayılı borç
bildirimi işlemi ile çekilmiş sayılma işlemine karşı ayrı ayrı dava açılması için dilekçenin
reddedilmesi üzerine, yenilenen davaya ilişkin dilekçede sadece taahhüt ve kefalet senedinin
iptali istenilmekle birlikte, Mahkemenin davayı, borcun ödenmesine ilişkin 28.4.2004 günlü
bildirim işleminin iptali istemi şeklinde kurduğu, dava dilekçeleri bir bütün olarak
değerlendirildiğinde, davacının asıl amacının taahhüt ve kefalet senedi ile bu senede dayalı
olarak tesis edilen bildirim işleminin iptalini sağlamaya yönelik olduğunun kabulünün
gerektiği, davacının verdiği taahhüt ve kefalet senedinin, 2547 sayılı Yasa’nın 33. maddesi
uyarınca yurt dışında bir üniversitede lisansüstü eğitim yapmak üzere görevlendirilmesindeki
önemli etkisi göz önüne alındığında, davacının bu taahhüt ve kefalet senedini idare ile eşit
düzeyde, isteği ve özgür iradesi ile imzaladığının kabulü mümkün olmadığından, ortada özel
hukuk alanını ilgilendiren bir uyuşmazlığın bulunduğundan söz etmeye olanak bulunmadığı,
bu durumda, idarece kamu gücüne dayanılarak ve tek yanlı irade ile kurulan taahhüt ve kefalet
senedi ile bu senette yer alan mali yaptırımların uygulanmasına ilişkin işlemin iptali
isteminden doğan uyuşmazlığın çözümünde idari yargı yerinin görevli olduğu sonucuna
ulaşıldığı, bu nedenle, 2247 sayılı Kanun’un 13 üncü maddesi uyarınca yapılan başvurunun
kabulüne hukuki olanak bulunmadığı yolunda yazılı düşünce vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında,
Üyeler: M. Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Coşkun ÖZTÜRK, Z. Nurhan YÜCEL, Esen EROL,
Levent ÖZÇELİK ve Celal IŞIKLAR’ın katılımlarıyla yapılan 02.07.2007 günlü
toplantısında;
I-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca
yapılan incelemeye göre, davalı vekilinin anılan Yasanın 10. maddesinde öngörülen yönteme
uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12. maddede belirtilen süre içinde
başvuruda bulunması üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nca 10. maddede öngörülen
biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşıldığından ve usule ilişkin herhangi bir
noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar
verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın
çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan;
ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR’ün davada
adli yargının görevli olduğu, Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada idari
yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ
GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun değişik 33. maddesi uyarınca lisansüstü
eğitim yapmak üzere A.B.D.’ ye gönderilen davacı tarafından, Üniversiteye karşı mecburi
hizmet yükümlülüğü kapsamında verilen taahhüt ve kefalet senedinin iptali istemiyle
açılmıştır.
2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun 33. maddesinin (Değişik: 17/8/1983 - 2880/16
md.) (a) bendinde, “(Değişik: 12/8/1986 - KHK 260/3 md.) Araştırma görevlileri,
yükseköğretim kurumlarında yapılan araştırma, inceleme ve deneylerde yardımcı olan ve
yetkili organlarca verilen ilgili diğer görevleri yapan öğretim yardımcılarıdır. Bunlar ilgili
anabilim veya anasanat dalı başkanlarının önerisi, Bölüm Başkanı, Dekan, enstitü, yüksekokul
veya konservatuvar müdürünün olumlu görüşü üzerine rektörün onayı ile araştırma görevlisi
kadrolarına en çok üç yıl süre ile atanırlar; atanma süresi sonunda görevleri kendiliğinden
sona erer.(Ek cümle: 21/4/2005 – 5335/10 md.)Bunlar aynı usulle yeniden atanabilirler.
Lisans üstü eğitim - öğretim için yurt dışına gönderilecek araştırma görevlileri ile ilk
defa bu amaçla bu göreve atanacaklarda aranacak nitelikler ve diğer hususlar Yükseköğretim
Kurulunca tespit edilir.
(Değişik: 9/4/1990 - KHK - 418/23 md.; İptal: Ana. Mah'nin 5/2/1992 tarih ve E.
1990/22, K. 1992/6 sayılı Kararı ile; Yeniden düzenleme: 18/5/1994-KHK-527/16 md.)
Lisansüstü eğitim - öğretim için yurtdışına gönderilecek araştırma görevlileri hakkında
yukarıdaki atama süresi ile ilgili hüküm uygulanmaz. Bu gibilerin öğrenim ücretleri ve
yollukları dahil her çeşit sosyal ve diğer giderleri bağlı bulundukları üniversitelerin personel
giderleri içerisinde açılacak özel tertipden ödenir. Lisansüstü eğitim - öğretim için yurt dışına
gönderilen araştırma görevlileri kadrolarında bırakılırlar ve (Burslu gidenlerin biryılı aşan
süreleri ile şahsen özel burs sağlayan ve bu burstan istifade etmesi için kurumlarınca
kendilerine aylıksız izin verilmesi uygun görülenler hariç) aylık ve diğer her türlü ödemelerin
kanuni kesintilerin sonra kalan net tutarının % 6O'ını kurumlarından alırlar. Bunlardan
kurumlarınca gönderilenlere, 1416 sayılı Ecnebi Memleketlere Gönderilecek Talebe
Hakkında Kanun hükümlerine göre aynı ülkede bulunan öğrencilere verilen tahsisat tutarında
ayrıca ödeme yapılır. Burslu gidenlerin aldıkları burs miktarları bu miktarın altında ise
aradaki fark kurumlarınca kendilerine ayrıca ödenir. Bunların okul ücretleri ile eğitim ve
öğretime başlayabilmeleri için zorunlu olan kurs ücretleri karşılanır. Kitap ve kırtasiye
bedelleri ile diğer eğitim ve öğretim giderlerini karşılamak için her yıl Mart ve Eylül
aylarında iki eşit taksitte ödenmek üzere birer aylıkları tutarında ek ödenek verilir” hükmü yer
almıştır.
Dosyanın incelenmesinden, lisansüstü eğitim için yurtdışına gönderilen davacının,
noterde düzenlenen ve kendisi ile kefilleri tarafından imzalanan taahhüt ve kefalet senedi ile,
yurtdışında hesabına eğitim gördüğü Üniversiteye karşı, mecburi hizmet ya da parasal
karşılığını taahhüt etmek suretiyle yükümlülük altına girdiği, davalı idarece, söz konusu
taahhüt ve kefalet senedine dayanılarak, davacı ile müşterek ve müteselsil kefillerinden,
davacıya yapılan tüm ödemelerin, sarf tarihinden itibaren hesap edilecek yasal faizi ve senette
yazılı cezai şartı ile birlikte, anılan taahhüt ve kefalet senedinde kabul ettikleri esaslar
dahilinde tespit ve tahsili istemiyle alacak davası açıldığı, bu davanın Bolu 2. Asliye Hukuk
Mahkemesi’nin E:2005/153 sayılı dosyasında görülmekte olduğu anlaşılmıştır.
Bu duruma göre, taahhüt ve kefalet senedinin davacı ve kefilleri tarafından tek taraflı
olarak imzalanarak idareye karşı taahhütte bulunulması karşısında, davacı tarafından senedin
iptali istemiyle açılan davanın görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli bulunacağı
kuşkusuzdur.
Açıklanan nedenlerle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının başvurusunun kabulü ile
davalı Rektörlük vekilinin görev itirazının reddine ilişkin İdare Mahkemesi kararının
kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ: Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Sakarya 1. İdare
Mahkemesi’nce verilen 27.9.2006 gün ve E:2006/1762 sayılı GÖREVLİLİK KARARININ
KALDIRILMASINA, 02.07.2007 gününde Üyelerden Z. Nurhan YÜCEL ve Esen EROL’un
KARŞIOYLARI ve OYÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi.
KARŞI
OY
Dava, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun değişik 33. maddesi uyarınca lisansüstü
eğitim yapmak üzere A.B.D.’ ye gönderilen davacı tarafından, Üniversiteye karşı mecburi
hizmet yükümlülüğü kapsamında verilen taahhüt ve kefalet senedinin iptali istemiyle
açılmıştır.
657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 78 ve 79. maddelerinde, bilgilerini artırmak
için dış memleketlere kimlerin gönderileceği ve bunların hak ve yükümlülüklerinin neler
olduğu düzenlenmiş; aynı Yasa’nın 80. maddesinde ise, 78 ve 79. maddelerde yazılı olanların
ayırma ve seçilme usul ve şartlarının, çalışmalarının nasıl izleyip denetleneceğinin,
haklarındaki disiplin kovuşturmasının ne suretle yapılacağının ve geri çağrılmalarını
gerektirecek hallerin bir yönetmelikle düzenleneceği öngörülmüştür.
Anılan Yasa uyarınca çıkarılan Yetiştirilmek Amacıyla Yurt Dışına Gönderilecek
Devlet Memurları Hakkında Yönetmeliğin 17. maddesinde, Kurumlarınca Devlet
memurlarından, Maliye Bakanlığı tarafından hazırlanmış örneklerine uygun yüklenme senedi
ile muteber imzalı müteselsil kefalet senedi alınacağı; bu belgeleri tamamlamayanların
yurtdışına çıkmalarına izin verilmeyeceği kurala bağlanmıştır.
Buna göre, davacı ve kefilleri tarafından imzalanan taahhüt ve kefalet senedinin, 657
sayılı Yasa’nın 78 ve 79. maddeleri uyarınca yurt dışında eğitim görebilmek için mevzuatta
zorunlu şart olarak öngörüldüğü göz önüne alındığında, söz konusu senedin davacı ve kefilleri
tarafından idare ile eşit düzeyde, kendi isteği ve iradesi ile imzalandığının kabulüne olanak
bulunmadığından, idarece kamu gücüne dayalı ve tek taraflı irade ile tesis edilmiş idari işlem
olarak kabulü gerekmektedir.
Bu durumda, uyuşmazlığa konu edilen davanın, 2577 sayılı İ.Y.U.K.’nun 2/1-a.
maddesinde sayılan iptal davası kapsamında görüm ve çözümünde idari yargı yeri görevli
bulunmaktadır.
Açıklanan nedenlerle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nca yapılan başvurunun reddi
gerektiği görüşüyle aksi yöndeki karara katılmıyoruz.
Üye
Z.Nurhan YÜCEL
Üye
Esen EROL
***
Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:
ESAS NO : 2007/133
KARAR NO: 2007/110
KARAR TR : 4.6.2007
(Hukuk Bölümü)
ÖZET: 1608 sayılı Kanun uyarınca verilen ticaret ve sanat icrasından men cezasına karşı yapılan itirazın AD
gerektiği hk.
KARAR
Davacı
Şirket Müdürü
: EMY Gıda İnşaat İthalat İhracat İç ve Dış Tic. San. ve Ltd. Şti. adına
O.Y.
Davalı : Keçiören Belediye Başkanlığı
Vekili
: Av. S.Ç.
OLAY
: Keçiören Belediye Başkanlığı’nın 13.11.2006 gün ve 2554 sayılı ceza
kararı ile, 1608 sayılı Kanun’a Maddeler Eklenmesine ve 2575 sayılı Kanun’un 3.
Maddesinin Kaldırılmasına Dair 151 sayılı Kanun’un ek 2. maddesi gereğince umumi
temizliğe riayet etmediğinden bahisle davacının hafif para cezası ile cezalandırılmasına ve 1
gün müddetle ticaret ve sanat icrasından men’ine karar verilmiştir.
Davacı, bu işlemin, işyerinin (1) gün süreyle kapatılmasına ilişkin kısmının iptali
istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.
ANKARA 9. İDARE MAHKEMESİ; 14.11.2006 gün ve E:2006/2554, K:2006/2486
sayı ile, davanın, davacı şirketin işlettiği fırın işyerinin 1608 sayılı Kanun’a 151 sayılı
Kanun’la eklenen Ek 2. madde uyarınca (1) gün süreyle kapatılmasına ilişkin 06.11.2006 gün
ve 011146 sayılı(15.11.2006 günlü maddi hatanın düzeltilmesi kararı uyarınca “13.11.2006
tarih ve 002554 sayılı” olarak düzeltilmiştir) Belediye Başkanlığı kararının iptali istemiyle
açıldığı, 1608 sayılı Umuru Belediyeye Müteallik Ahkamı Cezaiye Hakkında 486 numaralı
Kanunun Bazı Maddelerini Muaddil Kanun’un 1. maddesinde, belediye meclis ve
encümenlerinin kendilerine kanun, nizam ve talimatnamelerin verdiği vazife ve selahiyet
dairesinde ittihaz ettikleri kararlara muhalif hareket edenlerle, belediye kanun ve nizam ve
talimatnamelerinin men veya emrettiği fiilleri işleyenlere veya yapmayanlara elli liraya kadar
hafif para cezası tertibine ve üç günden on beş güne kadar ticaret ve sanat icrasından men'e
belediye encümenlerinin yetkili olduğunun belirtildiği, aynı Kanuna 151 sayılı Kanun’la
eklenen Ek 2. fıkrada, 1608 sayılı Kanun’un 1. maddesinde kayıtlı cezayı müstelzim
hususları bizzat gördükleri takdirde kimlerin hangi miktarda para cezası ile kaç güne kadar
ticaret ve sanat icrasından men cezası verebileceklerinin düzenlendiği, aynı Kanunun 2575
sayılı Kanun’la değişik 5. maddesinde, ceza kararlarına tebliğ tarihinden itibaren beş gün
içinde mahsus hakimlere ve bulunmayan yerlerde sulh hakimliğine müracaat ile şifai veya
yazılı itiraz olabileceği, 6. maddesinde de, hakimin izahat almak üzere lüzum görürse
muterizi veya vekilini celb ederek dinleyebileceği kuralının yer aldığı, bu kurallar
incelendiğinde, sözlü itirazları da kabul ile inceleyebileceği ve gerektiğinde muterizi celb
ederek dinleyebileceği ifade edilen "mahsus hakim"in yazılı yargılama usulünün uygulandığı
idare mahkemesi olarak anlaşılmasına olanak bulunmadığı, kaldı ki Yasadaki mahsus hakim
olmayan yerlerde sulh hakiminin yetkili olduğuna ilişkin hükmün de bu sonucu doğruladığı,
bu durumda, 1608 sayılı Kanun’un uygulanmasından kaynaklanan ve işyerinin belli bir süre
kapatılmasına ilişkin dava konusu uyuşmazlığın görümü ve çözümünün adli yargının
görevine girdiği gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, kesinleşmiştir.
Davacı, bu kez, söz konusu işlemin iptali istemiyle adli yargı yerinde itirazda
bulunmuştur.
ANKARA 7. SULH CEZA MAHKEMESİ; 29.12.2006 gün ve 2006/1612 Müt. sayı
ile, Keçiören Belediye Başkanlığı’nın 13.11.2006 tarih ve 002554 sayılı işlemi ile, itiraz
edenin 109,00 YTL idari para cezası ve 1 gün müddetle ticaret ve sanat icrasından men
cezasıyla cezalandırılmasına karar verildiği, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 16.
maddesinde, idari yaptırımların, idari para cezası ve idari tedbirlerden ibaret olduğu, idari
tedbirlerinde mülkiyetin kamuya geçirilmesi ve diğer tedbirler olarak belirtildiği, Kanunun
27/1 maddesinde ise, idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari
yaptırım kararına karşı sulh ceza mahkemesine başvurulacağının hüküm altına alındığı, yine
19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren 5560 sayılı Kanun’un 34.maddesi ile Kabahatler
Kanunu’nun 27. maddesine eklenen 8. fıkrada, idari yaptırım kararının verildiği işlem
kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararların da verilmiş
olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddialarının bu işlemin iptali
talebiyle birlikte idari yargı merciinde görüleceği kuralının getirildiği, bu duruma göre, sulh
ceza mahkemesinin sadece idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari
yaptırım kararlarına karşı yapılan itiraza bakmakla görevli olduğu, bunun dışında diğer tedbir
kararlarını içeren (iş yerinin kapatılması, ruhsatın geri alınması, meslekten men, durdurma,
inşaatın yıkımı gibi) idari yaptırım kararlarına karşı yapılan itirazın idari yargı yerinde
görülmesi gerektiği, itiraz konusu idari yaptırım kararında; aynı işlem kapsamında itiraz eden
hakkında idari para cezası ile birlikte idari yargının görev alanına giren 1 gün müddetle sanat
ve ticaret icrasından men tedbir kararının da verildiği ve bu nedenle 5326 sayılı Yasa’nın
27/8 maddesi uyarınca idari para cezasına yapılan itirazın da 1 gün süre ile sanat ve ticaret
icrasından men işleminin iptali talebiyle birlikte idare mahkemesinde görülmesinin icap ettiği
gerekçesiyle görevsizlik kararı vererek, aynı konuda Ankara 9. İdare Mahkemesi’nin
14.11.2006 tarih ve E:2006/2554, K:2006/2486 sayılı görevsizlik kararı bulunduğundan,
olumsuz görev uyuşmazlığının giderilmesi için dosyanın hüküm kesinleştiğinde Uyuşmazlık
Mahkemesi’ne gönderilmesine karar vermiş; bu karar, temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında,
Üyeler: Dr.Atalay ÖZDEMİR, M.Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Z.Nurhan YÜCEL, H.Ayfer
ÖZDEMİR, Abdullah ARSLAN ve H.Hasan MUTLU’nun katılımlarıyla yapılan 04.06.2007
günlü toplantısında;
I-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca
yapılan incelemeye göre;
Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1
sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında
Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2
nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da
şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da
beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev
ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının
‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari
organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya
da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu
davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk
Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne
alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde
incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.
Olay kısmında belirtildiği üzere, tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada; idari
yargı yerince adli yargı yerinin görevli olduğu gerekçesiyle verilmiş ve kesinleşmiş bir
görevsizlik kararı bulunmakta olup, bunun üzerine kendine gelen davayı inceleyen adli yargı
yerinin sahip olduğu seçenekler ile verdiği karar bakımından bir değerlendirme yapılması
gerekmektedir.
1- 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde yer alan, “Olumsuz görev uyuşmazlığının
bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az
ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu
yolda verdikleri kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekir.
Bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi, ancak davanın taraflarınca ve ceza davalarında ise
ayrıca ilgili makamlarca ileri sürülebilir” hükmüne göre, idare mahkemesinin kesinleşmiş
görevsizlik kararı üzerine adli yargı yerince de görevsizlik kararı verilmesi ve bu kararın
kesinleşmesi halinde, olumsuz görev uyuşmazlığı doğmuş olacak; hukuk alanında doğmuş
bulunan bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi ise, ancak davanın taraflarınca ileri
sürülebilecektir.
2- 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesindeki “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden
birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendine gelen bir davayı
incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren
merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirtilmesi
için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık
Mahkemesinin karar vermesine değin erteler.” hükmüne göre ise, adli yargı yeri, davaya
bakma görevinin daha önce görevsizlik kararı veren idari yargı yerine ait olduğunu belirten
gerekçeli bir karar ile doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağına sahiptir. Şu
kadar ki , başvuru kararının, görev konusunda Uyuşmazlık Mahkemesi’nce karar
verilmesine değin işin incelenmesinin ertelenmesi hususunu da ihtiva etmesi gerekir.
Yasakoyucu, 14. maddeye göre hukuk alanında olumsuz görev uyuşmazlığı doğması
halinde her iki yargı merciince işten el çekilmiş olduğundan başvurma iradesini davanın
taraflarına bırakmış iken, bu yönteme nazaran daha kısa zamanda çözüme ulaşılmasını
amaçladığı 19. madde ile, daha önce görevsizlik kararı veren yargı merciinden sonra davayı
inceleyen yargı merciine, işten el çekmeden doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma
olanağını tanımıştır.
Olayda, adli yargı yerince, öncelikle görevsizlik kararı verilmekle birlikte, bununla
yetinilmemiş ve görevli merciin belirtilmesi için re’sen Uyuşmazlık Mahkemesi’ne
başvurulmasına da karar verilmiştir.
Bu haliyle, Ankara 7. Sulh Ceza Mahkemesi’nce re’sen yapılan başvuru, 2247 sayılı
Yasa’da öngörülen yönteme uymamaktadır.
Ancak, adli ve idari yargı yerleri arasında 1608 sayılı Yasa uyarınca verilen 1 gün
müddetle ticaret ve sanat icrasından men cezası yönünden olumsuz görev uyuşmazlığı
doğduğu, adli yargı dosyasının, davacının görev uyuşmazlığının giderilmesi için dosyanın
Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesi istemine ilişkin dilekçesi ile birlikte son görevsizlik
kararını veren Mahkemece Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği anlaşıldığından, görev
uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın
çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan;
ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile
Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada adli yargının görevli olduğu yolundaki
yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, 1608 sayılı Yasa uyarınca verilen 1 gün müddetle ticaret ve sanat icrasından
men cezasına ilişkin Keçiören Belediye Başkanlığı kararının iptali istemiyle açılmıştır.
Umuru Belediyeye Müteallik Ahkamı Cezaiye Hakkında 16 Nisan 1340 (1924) Tarih
Ve 486 Numaralı Kanunun Bazı Maddelerini Muaddil 15.5.1930 tarih ve 1608 sayılı
Kanunun, 3.1.1940 tarih ve 3764 sayılı Kanunla değişik 1. maddesi, “Belediye meclis ve
encümenlerinin kendilerine kanun, nizam ve talimatnamelerin verdiği vazife ve salahiyet
dairesinde ittihaz ettikleri kararlara muhalif hareket edenlerle belediye kanun ve nizam ve
talimatnamelerinin men veya emrettiği fiilleri işleyenlere veya yapmayanlara elli liraya
kadar hafif para cezası tertibine üç günden onbeş güne kadar ticaret ve sanat icrasından
men’e ve Türk Ceza Kanununun 536,538,557,559 ve 577. maddeleriyle 553.maddesinin
birinci fıkrasında yazılı cezaları tayine belediye encümenleri salahiyettardır. Şubelere ayrılan
belediyelerde bu cezaları encümen namına ve yerine şube müdürleri tayin ederler.”; 5.7.1934
tarih ve 2575 sayılı Yasa ile değişik 5. maddesinin birinci fıkrasında, “Ceza kararlarına
tebliğ tarihinden itibaren beş gün içinde mahsus hakimlere ve bulunmayan yerlerde sulh
hakimliğine müracaatla şifahi veya yazılı itiraz olunabilir. İtiraz şifahi ise bir zabıt tutularak
muterize imza ettirilir. “ denilmekte; 6. maddesinde de, itiraz üzerine tetkikatın evrak
üstünde yapılacağı, itirazlar varit ise hakimin ceza kararını iptal ve para cezası alınmış ise
belediyenin geri vermesine hükmedeceği, itiraz varit görülmezse kararın tasdik olunacağı,
itirazın otuz gün içinde neticelendirilmesinin mecburi olduğu, Hakimin izahat almak üzere
lüzum görürse muterizi veya vekilini celbederek dinleyebileceği belirtilmekte ve 7. madde
ile, yazılı emir ile bozma yolu saklı kalmak kaydıyla, itiraz sonucunda hakim tarafından
verilecek kararların kesin olduğuna ve temyiz edilemeyeceğine işaret edilmektedir.
Diğer taraftan, 5.12.1960 tarih ve 151 sayılı Yasanın 1. maddesiyle eklenen 1608
sayılı Yasanın Ek 2. maddesinin birinci fıkrasında, “1608 sayılı kanunun 1 inci maddesinde
kayıtlı cezayı müstelzim hususları bizzat gördükleri taktirde il merkezi olan yerlerdeki
belediye başkanları ile bulunduğu takdirde başkan muavinleri, şube müdürleri ve belediye
başkanlarının bizzat yetki verdikleri müdürler seviyesindeki ilgili görevliler re'sen 25 liraya
kadar hafif para cezası tertibine ve 4 güne kadar ticaret ve sanat icrasından men'e, diğer
yerlerdeki belediye başkanları ile bulunduğu takdirde başkan muavinleri re'sen 10 liraya
kadar hafif para cezası tertibine ve bir gün ticaret ve sanat icrasından men'e yetkilidirler.”
hükmüne yer verilmiştir.
Anılan Yasa ile, belediyeyi ilgilendiren yasal düzenlemelerin emrettiği fiilleri
yapmayanlara veya yasakladığı fiilleri işleyenlere 1. maddede yazılı diğer cezaların yanı sıra
ticaret ve sanat icrasından men cezası verilmesi konusunda belediye encümeni ve belediye
başkanları ile bulunduğu takdirde başkan muavinleri, şube müdürleri ve belediye
başkanlarının bizzat yetki verdikleri müdürler seviyesindeki ilgili görevliler yetkili kılınmış
ve bu cezalara itiraz edilmesi üzerine uygulanacak usul ve esaslar özel olarak düzenlenmiş
olup, uyuşmazlığa konu edilen davada görevli yargı yerinin belirlenebilmesi için söz konusu
itiraz yolunun açıklanması gerekmektedir.
1924 tarih ve 486 sayılı Yasa’da, belediye cezalarına karşı hiçbir yargı merciine
başvurulamayacağı kabul edilmiş iken, bu Yasanın 6. ve 7. maddelerini tadil eden 1927 tarih
ve 959 sayılı
Yasa ile bu cezalara idare heyetleri önünde itiraz edilebilmesine olanak tanımış, daha sonra
yasakoyucu tarafından, idare heyetlerinin kuruluş, nitelik ve görevleri bakımından uygun
görülmeyen bu uygulamadan vazgeçilerek, 1930 tarih ve 1608 sayılı Yasa ile, konuya daha
uygun bir çözüm şekli getirmek amacıyla, itirazların öncelikle bir “mahsus hakim”
tarafından, bulunmayan yerlerde ise, sulh hakimi tarafından incelenebilmesini olanaklı kılan
bir düzenleme yapılmıştır.
Bu açıklamalara göre, Yasada sözü edilen “mahsus hakim” ibaresinden, sadece
belediye işleriyle ilgili cezalara yapılan itirazları çözümlemekle görevli olacak özel
hakimlerin amaçlandığı; ancak, mahsus hakimin bulunmadığı yerlerde sulh hakimliğine
başvurulacağının açıkça belirtilmiş olması karşısında, bu tür cezalara karşı yapılan itirazın
görüm ve çözümünün adli yargı yerinin görevine girdiği açıktır.
Açıklanan nedenlerle, 1608 sayılı Yasa’ya göre verilen (1) gün müddetle ticaret ve
sanat icrasından men cezasına karşı yapılan itirazın görüm ve çözümünde adli yargı yeri
görevli olduğundan, Sulh Ceza Mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ: Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle
Ankara 7. Sulh Ceza Mahkemesi’nce verilen 29.12.2006 gün ve 2006/1612 Müt. sayılı
GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 04.06.2007 gününde OYBİRLİĞİ İLE
KESİN OLARAK karar verildi.
***
Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:
ESAS NO : 2007/137
KARAR NO: 2007/138
KARAR TR : 2.7.2007
(Hukuk Bölümü)
ÖZET: 5179 sayılı Kanun uyarınca verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın İDARİ
YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
KARAR
Davacı
: Bozüyük Süt Gıda San.Tic.Ltd.Şti.
Vekili
: Av. M.B.
Davalı : Kartal Kaymakamlığı
OLAY
: Kartal Kaymakamlığı Tarım İlçe Müdürlüğü’nün 29.9.2005 gün ve
3782 sayılı işlemi ile, davacıya, 5179 sayılı Gıdaların Üretimi, Tüketimi ve Denetlenmesine
Dair Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun’un 29.
maddesine göre idari para cezası verildiği bildirilmiştir.
Davacı vekili, bu işlemin iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.
İSTANBUL 6. İDARE MAHKEMESİ; 23.11.2005 gün ve E:2005/2650, K:2005/2272 sayı ile, davanın, Kartal
Kaymakamlığı Tarım İlçe Müdürlüğü’nün 29.9.2005 gün ve 3782 sayılı, idari para cezası verilmesine ilişkin işleminin iptali
istemiyle açıldığı, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 2, 3, 16, geçici 2, geçici 3 ve 27. maddelerinden söz ederek, yukarıda yer
verilen Kabahatler Kanunu hükümleri incelendiğinde, ceza hukukunun genel prensipleriyle yakın ilişki içinde bulunan ve bu ilişki
nedeniyle Kabahatler Kanunu kapsamında değerlendirilen bütün kanunlardaki idari para cezaları için artık Kabahatler Kanunu
hükümlerinin uygulanması gerektiği sonucuna ulaşıldığı, keza Kanunun geçici 2 ve geçici 3. maddeleri ile getirilen düzenleme ile de
Kanunun yürürlük tarihi olan 01.06.2005 tarihinden sonra açılacak tüm idari para cezalarına ilişkin davalarda Kabahatler
Kanunu’nun uygulanacağının açıkça hüküm altına alındığı, Kabahatler Kanunu’nun gerekçesinden ve TBMM Adalet Komisyonu
raporundan söz ederek, bütün bu açıklamalar ile Kabahatler Kanunu’nun sistematiği ve gerekçesi dikkate alındığında, 01.06.2005
tarihinden itibaren açılacak bütün idari para cezası davalarında artık 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun uygulanması gerekeceği,
bu durumda, dava tarihi itibariyle artık Kabahatler Kanunu kapsamında olan dava konusu idari para cezasının görüm ve
çözümünün yukarıda yer verilen hükümler uyarınca adli yargı mercilerinin görev alanında bulunduğu gerekçesiyle görevsizlik
kararı vermiş; bu karar, karara itiraz edilmeyerek kesinleşmiştir.
Davacı vekili, bu kez, söz konusu idari para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.
PENDİK 1. SULH CEZA MAHKEMESİ; 6.2.2007 gün ve Değişik İş E:2006/6,
Değişik İş K:2007/6 sayı ile, her ne kadar Mahkemelerinden 5179 sayılı Kanun’un 29.
maddesine göre tahakkuk ettirilen idari para cezasının kaldırılması talep edilmiş ise de;
Kanunun 30. maddesinde, bu kanuna göre verilen idari para cezalarının ilgililere tebliğinden
sonra yetkili idare mahkemesine itiraz edileceği hükmünün yer aldığı, 5560 sayılı Kanun’la
değişik Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesinin, özel yasasında ayrıca yetkili mahkeme
gösterilmediği takdirde sulh ceza mahkemesinin görev alanına gireceğini belirttiği, 5179
sayılı Yasa’da açıkça görevli mahkemenin gösterildiği gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş;
bu karar, temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında,
Üyeler: M. Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Coşkun ÖZTÜRK, Z. Nurhan YÜCEL, Esen EROL,
Levent ÖZÇELİK ve Celal IŞIKLAR’ın katılımlarıyla yapılan 02.07.2007 günlü
toplantısında;
I-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca
yapılan incelemeye göre;
Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1
sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında
Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2
nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da
şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da
beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev
ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının
‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara
bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan
davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara
ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde
incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay
bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi
gerektiği kuşkusuzdur.
Adli ve idari yargı yerleri arasında anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen biçimde
olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, adli yargı dosyasının idari yargı dosyası ile birlikte 15.
maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik
kararını veren Mahkemece Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi
bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine
oybirliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın
çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan;
ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay
Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada idari yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve
sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
açılmıştır.
Dava, 5179 sayılı Kanun’un 29. maddesinin (a) bendi uyarınca verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle
27.5.2004 gün ve 5179 sayılı Gıdaların Üretimi, Tüketimi ve Denetlenmesine Dair
Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun’un “Amaç” başlıklı
1. maddesinde, “Bu Kanunun amacı, gıda güvenliğinin temini, her türlü gıda maddesinin ve
gıda ile temasta bulunan madde ve malzemelerin teknik ve hijyenik şekilde üretim, işleme,
muhafaza, depolama, pazarlama ve halkın gereği gibi beslenmesini sağlamak, üretici ve
tüketici menfaatleriyle halk sağlığını korumak üzere gıda maddelerinin üretiminde kullanılan
her türlü ham, yarı mamul ve mamul gıda maddeleri ile gıda işlemeye yardımcı maddeler ve
gıda ile temasta bulunan madde ve malzemelerin güvenliğine ilişkin özelliklerinin tespit
edilmesi, gıda maddeleri üreten ve satan işyerlerinin asgari teknik ve hijyenik şartlarının
belirlenmesi, gıda maddeleri ile ilgili hizmetler ile denetimine dair usul ve esasları
belirlemektir” denilmiş; “Ceza Hükümleri” başlıklı 29. maddesinin (a) bendinde, “Bu Kanuna
uymayanlara uygulanacak cezai hükümler aşağıdaki şekilde düzenlenmiştir:
a) 4 üncü maddede belirtilen izin ve tescil işlemlerini yaptırmadan üretime geçen
ve/veya bu ürünleri mübadele konusu yapan gerçek veya tüzel kişiler; üretimden men edilir,
üretilen ürünlere el konulur ve birmilyar lira idarî para cezası ile cezalandırılır. Bu
işletmelerin, tescil ve izin işlemleri yapıldıktan sonra üretim yapmalarına izin verilir.
Üretim izni alınmamış gıda ve gıda ile temasta bulunan madde ve malzemeleri satan
veya miadı dolmuş gıda maddelerini satan işyerlerindeki ürünlere el konulur ve bu ürünleri
satan işyerleri birmilyar lira idarî para cezası ile cezalandırılır” hükmü yer almış; 30.
maddesinde ise, bu Kanunda yazılı olan idarî para cezalarının, o yerin en büyük mülki amiri
tarafından verileceği, verilen idarî para cezalarına dair kararların ilgililere 11.2.1959 tarihli ve
7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre tebliğ edileceği, bu cezalara karşı, yetkili idare
mahkemesine itiraz edilebileceği belirtilmiştir.
5179 sayılı Yasa’nın 30. maddesinde yer alan düzenleme karşısında, para cezalarına
karşı yapılacak itirazların görüm ve çözümünde idari yargı yerlerinin görevli olacağının
kabulü gerekir.
1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanunun diğer kanunlarda
düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri
üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın,
dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19.
maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen
idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine
ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza
mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli
yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir.
Daha sonra, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3.
maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla
iptal edilmiş ve gerekçeli kararı 22.7.2006 gün ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış
ve iptal hükmünün, kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra
yürürlüğe girmesine karar verilmiş; yasama organı tarafından iptal hükmü doğrultusunda
yasal düzenleme yapılmaması sürecinde, anılan madde hükmünün yürürlükte bulunduğu
düşüncesiyle, aynı doğrultuda karar verilmeye devam edilmiş; yasama organı tarafından,
Anayasa Mahkemesi’nce verilen altı aylık süre içinde iptal hükmü doğrultusunda yasal
düzenleme yapılması halinde ise, işaret edilen yargı yerinin yeni düzenlemenin yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren görevli olacağı belirtilmiştir.
Son olarak, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesini
değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde " (1) Bu Kanunun;
a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda
aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi
yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,
uygulanır" denilmiştir.
19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun,
idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine
hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin
gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.
Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir
müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının,
geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.
Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile
görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre
görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki
görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına
dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği
açıktır.
Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun
değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık
görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya
devam etmesi gerekir.
İncelenen uyuşmazlıkta, idari para cezasına ilişkin görevli mahkemeyi belirleyen yasa
kuralı değiştirilmiş ve yeni düzenleme 19.12.2006 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiş olduğuna
göre, görev kuralının geçmişe etkili olacağı yolundaki genel hukuk ilkesi karşısında, 5179
sayılı Yasa’nın 29. maddesi uyarınca verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın görüm
ve çözümünde anılan Yasa hükmü gereği idari yargı yerinin görevli olduğu açıktır.
Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması
gerekmiştir.
SONUÇ: Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle
İstanbul 6. İdare Mahkemesi’nce verilen 23.11.2005 gün ve E:2005/2650, K:2005/2272 sayılı
GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 02.07.2007 gününde OYBİRLİĞİ İLE
KESİN OLARAK karar verildi.
***
Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:
ESAS NO : 2007/148
KARAR NO: 2007/113
KARAR TR : 4.6.2007
(Hukuk Bölümü)
ÖZET: 3213 Sayılı Maden Kanunu’nun 12. maddesi gereğince verilen ve 5326 sayılı
Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanunla değişik 3. maddesi kapsamına giren idari para
cezasına karşı yapılan itirazın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesinin gerektiği hk.
KARAR
Davacı
: Erişmak Mak. San. A.Ş.
Vekili : Av . B.T.
Davalı : Antalya İl Özel İdaresi
OLAY
: 3213 Sayılı Maden Kanunu’nun 12. maddesine aykırı olarak, 1(a)
Grubu Madenler kapsamına giren malzemeyi, işletme ruhsatı bulunmayan alandan alarak
ticari amaçla piyasaya sevk ettiğinden bahisle, 27.7.2005 tarih ve 815 sayılı Valilik olurlu
işlemle davacı şirket adına idari para cezası kesilmiş ve 17.2.2006 tarih ve 168 sayılı yazı ile
işlem tebliğ edilmiştir.
Davacı vekili, söz konusu para cezasının kaldırılması istemiyle adli yargı yerinde
itirazda bulunmuştur.
ANTALYA 2. SULH CEZA MAHKEMESİ; 13.10.2006 gün ve E:2006/88,
K:2006/88 Müt. sayı ile, Anayasa Mahkemesinin 2005/108 Esas, 2006/35 Karar sayılı
01.03.2006 tarihli kararı ile Kabahatler Kanununun 3. maddesinin iptal edildiği; bu iptal
kararı ile, idari para cezalarına karşı başvuru yolunun 1 Haziran 2005 tarihi öncesindeki
uygulamaya büyük oranda geri döndüğü; buna göre, İdari para cezasının kaynağı olan yasada
, kişiler hakkında idare tarafından verilen idari para cezalarına karşı itiraz yolu açık biçimde
Sulh Ceza Mahkemeleri olarak belirlenmemiş ise, İdarenin her türlü eylem ve işlemlerinin
hukuksal denetimini yapmakla görevli mahkemelerin, (Anayasamızın ilgili hükümleri ve
İdare Mahkemelerinin kuruluşu hakkındaki kanun hükümlerinden yola çıkılarak ) İdare
Mahkemeleri olduğu hukuksal sonucuna ulaşılabileceği; itiraz edenin hakkında düzenlenen
idari para cezasının dayanağı olan yasa hükmünün ve bu hükmün yer aldığı özel yasanın
bütünü ile incelenmesi halinde, bu yasa gereğince verilen idari para cezalarına karşı itiraz
yolunun özel olarak açık biçimde Sulh Ceza Mahkemeleri olarak gösterilmediğinin
mahkemelerince anlaşıldığı; Kabahatler Kanununun 3.maddesinin Anayasa Mahkemesinin
yukarıda anılan kararı ile iptal edilmesi de dikkate alınarak ve Mahkemelerin görevi kamu
düzeni ile ilgili olduğundan ve yargılamanın her aşamasında verilebileceğinden, res'en görev
yönü ile itiraz dosyasının ele alınıp incelenmiş olduğu, yapılan inceleme sonucu da, İtiraz
eden hakkında uygulanan idari para cezasının dayanağı olan özel yasada mahkemelerinin
özel olarak görevlendirilmediği, yapılan itirazı değerlendirme ve sonuçlandırma görevinin
İdare Mahkemesi olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karara yapılan itiraz,
Antalya 2.Ağır Ceza Mahkemesinin 17.11.2006 gün ve D.İş E:2006/1034 D.İş K:2006/1034
sayılı kararı ile reddedilmiş ve karar kesinleşmiştir.
Davacı vekili aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.
ANTALYA 2. İDARE MAHKEMESİ ;28.2.2006 gün ve E:2006/2974 sayı ile, dava
dosyasının incelenmesinden; 3213 sayılı Maden Kanunu'nun 12'inci maddesinin, 5'inci
fıkrasında; ruhsat veya işletme izni olmadan üretim faaliyetinde bulunulduğunun tespiti
halinde, üretilen madene mülki idare amirince el konulacağı, bu kişilere bu fıkra kapsamında
üretilmiş olup el konulan ve el konulma imkanı ortadan kalkmış olan tüm madenin, ocak başı
satış bedelinin beş katı tutarında idari para cezası uygulanacağının hükme bağlandığı; öte
yandan, 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 19.12.2006 günlü Resmi Gazetede yayımlanarak
yürürlüğe giren 5560 sayılı Kanununun 31 .maddesiyle değişik 3.maddesinin, l/a bendinde;
bu Kanununun, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer
kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı, "Başvuru yolu" başlığını
taşıyan 27'inci maddesinin, 1'inci fıkrasında; idari para cezası ve mülkiyetin kamuya
geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden
itibaren en geç onbeş gün içinde sulh ceza mahkemesine başvurulabileceği ve 5560 sayılı
Yasa'nın 34'üncü maddesi ile eklenen 8'inci fıkrasında; idari yaptırım kararının verildiği
işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararlarında
verilmiş olması halinde, idari yaptırım kararma ilişkin hukuka aykırılık iddiaları bu işlemin
iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görüleceği hükümlerine yer verildiği, buna göre,
5236 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 3'üncü maddesinde, 5560 sayılı Kanunla yapılan
değişiklik ile idari para cezalarına karşı açılacak davalarda görevli mahkeme, kural olarak,
idari para cezasının verilmesine dayanak alman kanunda açıkça görevli mahkeme olarak
idare mahkemesi gösterilmiş ise idare mahkemesi, kanunda bu konuda bir hüküm yoksa
"genel kanun" olan Kabahatler Kanunu'nun 27'inci maddesi uyarınca sulh ceza
mahkemesinin olduğu; bakılan davada, davacı şirkete dava konusu idari para cezasının 3213
sayılı Maden Kanunu uyarınca verildiği, bu Kanunda da bu cezaya karşı açılacak davalarda
görevli mahkemenin belirlenmediği ve yine 5236 sayılı Kanunun 27/8'inci maddesi dikkate
alındığında idari para cezasının verildiği işlem kapsamında idari yargının görev alanına giren
bir kararın da verilmediği görülmekle, dava konusu idari para cezasının iptali istemiyle
açılan bu davanın adli yargı yerince görüm ve çözümünün gerektiği; ancak, daha önce
Antalya 2'inci Sulh Ceza Mahkemesince görevsizlik kararı verilip, bu karar kesinleştiğinden
görevli yargı yerinin belirlenmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvuru zorunluluğunun
doğduğu; açıklanan nedenlerle, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi
Hakkında Kanunu'nun 19'uncu maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için
dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine, bu konuda verilecek karara değin
davanın incelenmesinin ertelenmesine karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında,
Üyeler: Dr. Atalay ÖZDEMİR, M. Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Z. Nurhan YÜCEL, H.Ayfer
ÖZDEMİR, Abdullah ARSLAN ve H.Hasan MUTLU’nun katılımlarıyla yapılan 4.6.2007
günlü toplantısında;
I.İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca
yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü,
E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş
ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun
uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’
ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın
mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri
arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm
görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır.
Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında
yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari
niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık
Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir.
Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının
Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.
İdare Mahkemesince anılan Yasanın 19. maddesinde öngörülen şekilde başvurulduğu
ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşılmakla, adli ve idari yargı yerleri
arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde
adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili
Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay
Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada adli yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve
sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, 3213 Sayılı Maden Kanunu’nun 12. maddesi gereğince verilen idari para
cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.
3213 sayılı Maden Kanunu’nun 1.maddesinde, Kanun’un amacı;madenlerin aranması,
işletilmesi, üzerinde hak sahibi olunması ve terk edilmesi ile ilgili esas ve usullerin
düzenlenmesi olarak belirlenmiş; 2. maddesinde, inşaat ile yol yapımında kullanılan ve
tabiatta doğal olarak bulunan kum ve çakıl 1(a) grubu madenler arasında sayılmış;
Yasanın,“Üretim ve Sevkıyat” başlıklı 12. maddesinin birinci fıkrasında, üretilen maddenin
sevk fişi ile sevkiyatının zorunlu olduğu, ikinci fıkrasında, tesislerden elde edilen ürünlerin
sevk fişi kullanımı ve denetimi ile ilgili hususların yönetmelikle belirleneceği, üçüncü
fıkrasında, ruhsat sahibi tarafından sevk fişi olmaksızın maden sevk edildiğinin mülkî idare
amirliklerince tespit edilmesi halinde, söz konusu madenin ocak başı satış bedelinin üç katı
tutarında idarî para cezası verileceği, dördüncü fıkrasında, denetim ve inceleme sonucunda,
yaptığı üretim ve sevkiyatı bildirmediği tespit edilen ruhsat sahiplerine, ödenmesi gereken
Devlet hakkına ilaveten bildirilmeyen miktar için hesaplanacak Devlet hakkının on katı
tutarında idarî para cezası verileceği, beşinci fıkrasında ise; ruhsat veya işletme izni olmadan
üretim faaliyetinde bulunulduğunun tespiti halinde, üretilen madene mülkî idare
amirliklerince el konulacağı, bu kişilere, bu fıkra kapsamında üretilmiş olup el konulan ve el
konulma imkânı ortadan kalkmış olan tüm madenin, ocak başı satış bedelinin beş katı
tutarında idarî para cezası uygulanacağı, bu şekilde maden çıkartılması ve/veya sevk
edilmesinin Devlet malına karşı işlenmiş fiil sayılacağı, bu fiili işleyenlerin adlî takibat
yapılmak üzere ilgili makamlara bildirileceği, el konulan madenlerin, mülkî idare
amirliklerince satılarak bedelinin özel idareye aktarılacağı belirtilmiştir.
Yasadaki I (a) Grubu madenleri ile ilgili yapılacak işlemlere ait usul ve esasları
düzenlemek amacıyla çıkarılan Uygulama Yönetmeliği’nin 18.maddesinde, “ Ruhsat
olmadan I (a) Grubu bir madenin üretilip sevk edilmesinin, Genel Müdürlüğün veya mülki
amirin yetkilendirdiği kişiler tarafından tespit edilmesi halinde, durum bir tutanak ile tespit
edilir. Bu tutanakta üretimin yapıldığı yer, üretimi yapan kişi, taşıyan aracın plakası, aracı
kullanan kişi, tartılması mümkün ise sevk edilen maden cinsi ve miktarı ya da yaklaşık
miktarı tespit edilir. Üretilen madene mülki idare amirliğince el konulur. Bu kişilere, bu fıkra
kapsamında üretilmiş olup el konulan ve el konulma imkânı ortadan kalkmış olan tüm
madenin, ocak başı satış tutarının beş katı miktarında idari para cezası uygulanır. Bu şekilde
maden çıkartılması ve/veya sevk edilmesi Devlet malına karşı işlenmiş fiil sayılır. Bu fiili
işleyenler adli takibat yapılmak üzere ilgili makamlara bildirilir. El konulan madenler, mülki
idare amirliğince satılarak bedeli il özel idaresine aktarılır” denilmiştir.
Olayda, idari para cezasının iptali istemiyle dava açılmış olup; 3213 sayılı Maden
Kanunu’nda, bu cezaya karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemiştir.
1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanun’un diğer kanunlarda
düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri
üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın,
dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19.
maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen
idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine
ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza
mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli
yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir.
Daha sonra, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3.
maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla
iptal edilmiş ve gerekçeli kararı 22.7.2006 gün ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de
yayımlanmış ve iptal hükmünün, kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altı
ay sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiş; yasama organı tarafından iptal hükmü
doğrultusunda yasal düzenleme yapılmaması sürecinde, anılan madde hükmünün yürürlükte
bulunduğu düşüncesiyle, aynı doğrultuda karar verilmeye devam edilmiş; yasama organı
tarafından, Anayasa Mahkemesi’nce verilen altı aylık süre içinde iptal hükmü doğrultusunda
yasal düzenleme yapılması halinde ise, işaret edilen yargı yerinin yeni düzenlemenin
yürürlüğe girdiği tarihten itibaren görevli olacağı belirtilmiştir.
Son olarak, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 3 üncü maddesini
değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde " (1) Bu Kanunun;
a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda
aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi
yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,
uygulanır." denilmiştir.
19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun;
İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine
hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin
gösterildiği durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.
Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir
müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının,
geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.
Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile
görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre
görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni
yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda
uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı
verilemeyeceği açıktır.
Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun
değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık
görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya
devam etmesi gerekir.
İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16.
maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu,
3213 sayılı Maden
Kanunu’nda da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği
anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanunla değişik 3.
maddesinde belirtildiği üzere, İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin
hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle,
görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından,
idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanun’un 27.
maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna
varılmıştır.
Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesinin başvurusunun kabulü ile sulh ceza
mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ: Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle
Antalya 2. İdare Mahkemesi’nin BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, Antalya 2. Sulh Ceza
Mahkemesince verilen 13.10.2006 gün ve E:2006/88, K:2006/88 Müt. sayılı GÖREVSİZLİK
KARARININ KALDIRILMASINA, 4.6.2007 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK
karar verildi.
***
Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:
ESAS NO : 2007/158
KARAR NO: 2007/114
KARAR TR : 4.6.2007
(Hukuk Bölümü)
ÖZET: 1608 sayılı Kanun uyarınca verilen sanat ve ticaretini icradan men cezasına karşı yapılan itirazın A
gerektiği hk.
KARAR
Davacı
: Pehlivanoğlu Marketçilik Gıda Paz. San. ve Tic.A.Ş.
Vekili : Av.T.Ş.
Davalı : Torbalı Belediye Başkanlığı
Vekili
: Av. T.K.D.
OLAY
: Torbalı Belediye Encümeni’nin, davacı tarafından eksik tartım işlemi
yapıldığından bahisle 3516 sayılı Ölçüler ve Ayar Kanunu hükümlerine göre suç
duyurusunda bulunulmasına ilişkin 10.8.2004 gün ve 403 sayılı kararının ve 1608 sayılı
Kanun’un 1. maddesi uyarınca davacının 7 tam gün sanat ve ticaretini icradan men
edilmesine ilişkin 10.8.2004 gün ve 394 sayılı kararının iptali istemiyle davacı vekilince adli
yargı yerinde dava açılmıştır.
TORBALI SULH CEZA MAHKEMESİ; 14.10.2004 gün ve E:2004/181 D.iş,
K:2004/181 D.iş sayılı itirazın reddi yolundaki kararının, YARGITAY 7. CEZA
DAİRESİ’nin 29.12.2005 gün ve E:2005/4187, K:2005-22093 sayılı kararı ile, “İşyerinde
eksik tartı ile kıyma satmak suçundan Pehlivanoğlu Marketçilik Gıda Pazarlama Sanayi ve
Ticaret Anonim Şirketinin 1608 sayılı Umuru Belediyeye Müteallik Ahkamı Cezaiye
Hakkında 19.4.1340 tarih ve 486 numaralı Kanunun Bazı Maddelerini Muaddil Kanunun 1.
maddesi gereğince 7 tam gün sanat ve ticaretin icrasının men'i cezası ile cezalandırılmasına
dair, Torbalı Belediye Encümeninin 10.8.2004 gün ve 394 ile 403 sayılı kararlarına vaki
itirazın reddine ilişkin, TORBALI Sulh Ceza Mahkemesinin 14.10.2004 gün ve 2004/181
değişik iş sayılı kararı aleyhine Yüksek Adalet Bakanlığından verilen 14.3.2005 gün ve
11474 sayılı yazılı emre müsteniden dava dosyası Cumhuriyet Başsavcılığının 23.3.2005 gün
ve Y.E.2005-53783 sayılı ihbarnamesi ile daireye verilmekle okundu. Mezkûr
ihbarnamede;Tüm dosya kapsamına göre anılan Belediye Encümeni tarafından verilen işyeri
kapatma cezasının idari tasarrufa konu teşkil etmesi karşısında, itirazın bu yönden inceleme
yetkisinin idare mahkemesine ait bulunduğu gözetilmeden görevsizlik kararı verilmesi yerine
yazılı şekilde karar verilmesinde isabet görülmemiş CMUK.nun 343. maddesi uyarınca
anılan kararın bozulması lüzumu yazılı emre atfen ihbar olunmuş bulunmakla Türk Milleti
adına gereği görüşülüp düşünüldü. Cumhuriyet Başsavcılığının yazılı emre dayalı ihbarname
münderecatı yerinde görüldüğünden Torbalı Sulh Ceza Mahkemesinin 14.10.2004 gün ve
2004/181 değişik iş sayılı kararının 5271 sayılı CMK.nun 309. (1412 sayılı CMUK.nun
343.)maddesi uyarınca BOZULMASINA” karar verilmesi üzerine, 22.3.2006 gün ve
2006/172 D.İş sayı ile, itiraz eden vekili tarafından Mahkemelerine verilen 23.8.2004 tarihli
dilekçe ile, Torbalı Belediye Başkanlığı’nın 10.8.2004 tarih ve 394 ve 403 sayılı encümen
kararlarına itiraz edilerek her iki encümen kararının iptali, ayrıca 394 sayılı encümen kararı
ile verilen cezanın infazının yargılama sonucuna kadar geri bırakılmasına karar verilmesinin
talep edildiği, itiraz eden vekilinin talebi doğrultusunda, 1608 sayılı Yasa’nın 1. maddesi
uyarınca verilen "7 tam gün sanat ve ticaretini icradan men" cezasının 1608 sayılı Yasa’nın
5. maddesi uyarınca infazının Mahkemelerine yapılan itirazın sonuçlanmasına kadar geri
bırakılmasına karar verildiği, değişik dosyasının incelenmesinden, 4.8.2004 tarihinde şikayet
üzerine yapılan inceleme sırasında yapılan kontrol neticesinde, itiraz eden şirketin et
reyonunda bulunan terazinin 1 kg yerine 745 gram kıyma tarttığının tespit edilip, tutanak
tanzim edilerek aynı tarihte tebliğ edildiğinin, şirket tarafından yine aynı tarihte itiraz
olunduğunun, Belediye Encümeni tarafından itiraz konusu 394 ve 403 sayılı kararların
verildiğinin anlaşıldığı, 1608 sayılı Umumi Belediyeye Müteallik Ahkamı Cezaiye Hakkında
Kanun’un 1. maddesinde, belediye encümeninin ceza verme yetkisi, 4. maddesinde, ceza
verme usulü, 5. maddesinde, söz konusu ceza kararlarına itiraz, 6. maddesinde ise, itirazın
incelenmesi usulünün sınırlayıcı bir şekilde düzenlendiği, anılan Yasanın 6. maddesine göre,
itirazı inceleyen hakimin; eylemin yasaklanmış olup olmadığı, kararın yasal mercii
tarafından verilip verilmediği, itirazın süresinde olup olmadığı, 1608 sayılı Yasa’nın 1.
maddesine uygun olup olmadığı, tutanağın sahte olup olmadığı, karara etkili fahiş ve maddi
hata bulunup bulunmadığı hususları ile itiraz nedenlerini inceleyebileceğinin açık ve
sınırlayıcı bir şekilde düzenlendiği, anılan madde uyarınca yapılan inceleme neticesinde
Mahkemelerinin 14.10.2004 tarih ve 2004/181 D.İş sayılı kararı ile itirazın reddi ile kararın
onanmasına karar verildiği, Mahkemelerinin anılan kararına karşı Torbalı C. Başsavcılığı’nın
yazılı emir ile bozma talebi uyarınca Yargıtay 7. Ceza Dairesi’nin 2005/4187 Esas,
2005/22093 Karar sayılı kararı ile "belediye encümeni tarafından verilen işyeri kapatma
cezasının idari tasarrufa konu teşkil etmesi karşısında itirazı bu yönden inceleme yetkisinin
idare mahkemesine ait bulunduğu gözetilmeksizin görevsizlik kararı verilmesi yerine yazılı
şekilde karar verildiğinden bahisle bozulmasına” karar verildiği, Yargıtay 7. Ceza Dairesinin
bozma ilamı doğrultusunda, itiraz eden Pehlivanoğlu Market Gıda Sanayi ve Ticaret A.Ş.
vekili tarafından Torbalı Belediye Encümeni’nin 10.8.2004 tarih ve 394 ve 403 sayılı
Encümen kararlarına yapılan itiraz yönünden görevsizlik kararı vermiş; bu karar,
kesinleşmiştir.
Davacı vekili, bu kez, aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.
İZMİR 2. İDARE MAHKEMESİ; 3.5.2006 gün ve E:2006/966, K:2006/760 sayı ile,
davanın, davacıya ait işyerinde eksik tartım işlemi yapıldığından bahisle 3516 sayılı Ölçüler
ve Ayar Kanunu hükümlerine göre sorumlular hakkında suç duyurusunda bulunulmasına
ilişkin 10.8.2004 gün ve 403 sayılı Encümen kararının ve 1608 sayılı Kanun hükümlerine
göre davacıya 7 gün sanat ve ticaretten men cezası verilmesine ilişkin 10.8.2004 gün ve 394
sayılı Encümen kararının iptali istemiyle açıldığı, 2577 sayılı Kanun’un 14. maddesinde,
dava dilekçelerinin görev yönünden ve iptali istenen işlemin idari davaya konu olacak kesin
ve yürütülebilir bir işlem olup olmadığı yönünden ilk incelemeye tabi tutulacağı, 15.
maddesinde ise, her iki halde de aykırılığın varlığı halinde davanın reddine karar verileceği
hükmüne yer verildiği, 1608 sayılı Kanun’un 1. maddesinde, belediye meclis ve
encümenlerinin kendilerine kanun, nizam ve talimatnamelerin men veya emrettiği fiilleri
işleyenlere veya yapmayanlara hafif para cezası tertibine ve üç günden on beş güne kadar
ticaret ve sanat icrasından men'e yetkili olduğu; aynı Kanunun 5. maddesinde ise, bu ceza
kararlarına karşı tebliği tarihinden itibaren beş gün içinde mahsus hakimlere ve bulunmayan
yerlerde sulh hakimliğine müracaat ile şifahi veya yazılı olarak itiraz olunabileceği hükmüne
yer verildiği, dava dosyasının incelenmesinden, davacının sahibi bulunduğu gıda
işletmesinde eksik tartım yapıldığından bahisle dava konusu 10.8.2004 gün ve 403 sayılı
Encümen kararı ile, 3516 sayılı Ölçüler ve Ayar Kanunu hükümleri uyarınca gerekli yasal
işlemlerin yapılması için Torbalı Cumhuriyet Başsavcılığı'na ve İzmir Sanayi ve Ticaret İl
Müdürlüğü'ne suç duyurusunda bulunulmasına karar verildiği, diğer dava konusu 10.8.2004
gün ve 394 sayılı Encümen kararı ile de, davacının 1608 sayılı Kanun hükümlerine göre 7
gün süre ile ticaret ve sanat icrasından men edilmesine karar verildiği, bu kararlara karşı
Torbalı Sulh Ceza Mahkemesi’ne itiraz edildiği ve anılan Mahkemenin 14.10.2004 gün ve
E:2004/181 D.İş, K:2004/181 D.İş sayılı kararı ile itirazın reddedildiği, ancak yapılan
başvuru üzerine Adalet Bakanlığı’nın 14.3.2005 gün ve 11474 sayılı yazılı emir istemi ve
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 23.3.2005 gün ve Y.E.:2005-53783 sayılı ihbarnamesi
ile anılan Mahkemenin kararının, görev konusu gözetilmeksizin verildiği gerekçesiyle 5271
sayılı C.M.K'nun 309. maddesi uyarınca bozulmasına karar verildiği, Torbalı Sulh Ceza
Mahkemesi'nin 22.3.2006 gün ve E:2006/172 D.İş sayılı kararı ile de, dava konusu
uyuşmazlığı çözümlemeye yetkili yargı kolunun idari yargı olduğundan bahisle görevsizlik
kararı verildiği, bu kararın davacıya tebliği üzerine Mahkemelerinde adı geçen encümen
kararlarının iptali istemiyle bakılan davanın açıldığının anlaşıldığı, Türk Hukukunda adli
yargı ve idari yargı düzeni içinde olağan ya da olağanüstü kanun yolları ile bir hükmün
bozulması halinde, bu bozma hükmünün kendi yargı düzeni içinde geçerliliğinin bulunduğu
ve görev konusunun kamu düzenine ilişkin olduğu dikkate alındığında, davaya bakan
mahkemenin görevsizliği nedeniyle kanun yararına bozma hallerinde dahi görevli olduğu
belirtilen diğer yargı kolunun da uyuşmazlığın kendi görev alanına ilişkin olup olmadığı
araştırmasını yapabileceği, bu duruma göre, 10.8.2004 gün ve 394 sayılı Encümen kararı ile
1608 sayılı Kanun hükümlerine göre belediye encümeni tarafından verilen dava konusu
cezaya ilişkin itirazın, Kanunda belirtildiği gibi öncelikle mahsus hakimlere ve bunların
olmaması halinde sulh hakimliğine yapılacağı hükmünden anlaşıldığı üzere adli yargı düzeni
içindeki mahkemelere yapılacağı, cezanın idari işlem niteliğinde olması hususunun ise
Kanun ile getirilen bu hüküm karşısında, kamu düzenine ilişkin bulunan görev için yeterli
olmadığı, bu nedenle bu encümen kararı yönünden bakılan davanın Mahkemelerinin görev
alanı içinde bulunmadığı sonucuna varıldığı, 1608 sayılı Kanun'dan doğan uyuşmazlıklarda
adli yargının görevli olduğuna ilişkin Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün
E:1993/24, K:1993/24 sayılı kararının da bu yönde olduğu, davanın 10.8.2004 gün ve 403
sayılı Encümen kararı ile 3516 sayılı Ölçüler ve Ayar Kanunu hükümleri uyarınca gerekli
yasal işlemlerin yapılması için Torbalı Cumhuriyet Başsavcılığı’na ve İzmir Sanayi ve
Ticaret İl Müdürlüğü’ne suç duyurusunda bulunulmasına ilişkin kısmına gelince; suç
duyurusunda bulunulmasına ilişkin bu kararın idari davaya konu olabilecek kesin ve
yürütülebilir nitelikte olmaması nedeniyle Mahkemelerinde incelenme olanağı bulunmadığı
gerekçesiyle davanın, 10.8.2004 gün ve 394 sayılı Encümen kararına ilişkin kısmının, 2577
sayılı Yasa’nın 15.maddesinin 1/a bendi uyarınca görev yönünden reddine, 10.8.2004 gün ve
403 sayılı Encümen kararına ilişkin kısmının ise, incelenmeksizin reddine karar vermiş; bu
karar, DANIŞTAY SEKİZİNCİ DAİRESİ’nin 1.12.2006 gün ve E:2006/5019; K:2006/4768
sayılı kararı ile onanmak suretiyle kesinleşmiştir.
Davacı vekili tarafından, 07.02.2007 kayıt günlü dilekçe ile yürütmenin durdurulması
isteminde bulunulması üzerine, İzmir 2. İdare Mahkemesi, 12.2.2007 gün ve E:2006/966 sayı
ile, Mahkemelerinin 03.05.2006 gün ve E:2006/966, K:2006/760 sayılı kararı ile, 10.08.2004
gün ve 374 sayılı Encümen kararı yönünden davanın, görev yönünden reddine, 10.08.2004
gün ve 403 sayılı Encümen kararı yönünden ise, incelenmeksizin reddine karar verildiği, bu
kararın temyiz edilmesi üzerine, Danıştay Sekizinci Dairesi'nin 01.12.2006 gün ve
E:2006/5019, K:2006/4768 sayılı kararı ile onandığı anlaşılmakta olup, ortada derdest bir
dava bulunmadığından, 2577 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yürütmenin durdurulması
talebinin incelenme olanağı bulunmadığı gerekçesiyle davacının yürütmenin durdurulması
isteminin incelenmeksizin reddine karar vermiştir.
Bunun üzerine, davacı vekili, olumsuz görev uyuşmazlığının giderilmesi ve iptali dava
edilen idari işlemin yargılama sonuna kadar yürütülmesinin durdurulmasına karar verilmesi
istemiyle Mahkememize başvurmuştur.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında,
Üyeler: Dr.Atalay ÖZDEMİR, M.Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Z.Nurhan YÜCEL, H.Ayfer
ÖZDEMİR, Abdullah ARSLAN ve H.Hasan MUTLU’nun katılımlarıyla yapılan 04.06.2007
günlü toplantısında;
I-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi
uyarınca yapılan incelemeye göre;
Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1
sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında
Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2
nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da
şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da
beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev
ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının
‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari
organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya
da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu
davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk
Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum
gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk
Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.
Adli ve idari yargı yerleri arasında anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen biçimde
davacının 1608 sayılı Kanun’un 1. maddesi uyarınca 7 tam gün sanat ve ticaretini icradan
men edilmesine ilişkin Torbalı Belediye Encümeni’nin 10.8.2004 gün ve 394 sayılı kararı
yönünden olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının fotokopisi 15.
maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik
kararını veren Mahkemece Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi
bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine
oybirliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın
çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan;
ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile
Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada adli yargının görevli olduğu yolundaki
yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, davacının 1608 sayılı Kanun’un 1. maddesi uyarınca 7 tam gün sanat ve
ticaretini icradan men edilmesine ilişkin Torbalı Belediye Encümeni kararının iptali istemiyle
açılmıştır.
Umuru Belediyeye Müteallik Ahkamı Cezaiye Hakkında 16 Nisan 1340 (1924) Tarih
ve 486 Numaralı Kanunun Bazı Maddelerini Muaddil 15.5.1930 tarih ve 1608 sayılı
Kanun’un, 3.1.1940 tarih ve 3764 sayılı Kanun’la değişik 1. maddesi, “Belediye meclis ve
encümenlerinin kendilerine kanun, nizam ve talimatnamelerin verdiği vazife ve salahiyet
dairesinde ittihaz ettikleri kararlara muhalif hareket edenlerle belediye kanun ve nizam ve
talimatnamelerinin men veya emrettiği fiilleri işleyenlere veya yapmayanlara elli liraya
kadar hafif para cezası tertibine üç günden onbeş güne kadar ticaret ve sanat icrasından
men’e ve Türk Ceza Kanununun 536,538,557,559 ve 577. maddeleriyle 553.maddesinin
birinci fıkrasında yazılı cezaları tayine belediye encümenleri salahiyettardır. Şubelere ayrılan
belediyelerde bu cezaları encümen namına ve yerine şube müdürleri tayin ederler.”; 5.7.1934
tarih ve 2575 sayılı Yasa ile değişik 5. maddesinin birinci fıkrasında, “Ceza kararlarına tebliğ
tarihinden itibaren beş gün içinde mahsus hakimlere ve bulunmayan yerlerde sulh
hakimliğine müracaatla şifahi veya yazılı itiraz olunabilir. İtiraz şifahi ise bir zabıt tutularak
muterize imza ettirilir. “ denilmekte; 6. maddesinde de, itiraz üzerine tetkikatın evrak
üstünde yapılacağı, itirazlar varit ise hakimin ceza kararını iptal ve para cezası alınmış ise
belediyenin geri vermesine hükmedeceği, itiraz varit görülmezse kararın tasdik olunacağı,
itirazın otuz gün içinde neticelendirilmesinin mecburi olduğu, hakimin izahat almak üzere
lüzum görürse muterizi veya vekilini celbederek dinleyebileceği belirtilmekte ve 7. madde
ile, yazılı emir ile bozma yolu saklı kalmak kaydıyla, itiraz sonucunda hakim tarafından
verilecek kararların kesin olduğuna ve temyiz edilemeyeceğine işaret edilmektedir.
Anılan Yasa ile, belediyeyi ilgilendiren yasal düzenlemelerin emrettiği fiilleri
yapmayanlara veya yasakladığı fiilleri işleyenlere 1. maddede yazılı diğer cezaların yanı sıra
üç günden onbeş güne kadar ticaret ve sanat icrasından men cezası verilmesi konusunda
belediye encümeni yetkili kılınmış ve bu cezalara itiraz edilmesi üzerine uygulanacak usul ve
esaslar özel olarak düzenlenmiş olup, uyuşmazlığa konu edilen davada görevli yargı yerinin
belirlenebilmesi için söz konusu itiraz yolunun açıklanması gerekmektedir.
1924 tarih ve 486 sayılı Yasa’da, belediye cezalarına karşı hiçbir yargı merciine
başvurulamayacağı kabul edilmiş iken, bu Yasanın 6. ve 7. maddelerini tadil eden 1927 tarih
ve 959 sayılı Yasa ile bu cezalara idare heyetleri önünde itiraz edilebilmesine olanak
tanınmış, daha sonra yasa koyucu tarafından, idare heyetlerinin kuruluş, nitelik ve görevleri
bakımından uygun görülmeyen bu uygulamadan vazgeçilerek, 1930 tarih ve 1608 sayılı Yasa
ile, konuya daha uygun bir çözüm şekli getirmek amacıyla, itirazların öncelikle bir “mahsus
hakim” tarafından, bulunmayan yerlerde ise, sulh hakimi tarafından incelenebilmesini
olanaklı kılan bir düzenleme yapılmıştır.
Bu açıklamalara göre, Yasada sözü edilen “mahsus hakim” ibaresinden, sadece
belediye işleriyle ilgili cezalara yapılan itirazları çözümlemekle görevli olacak özel
hakimlerin amaçlandığı; ancak, mahsus hakimin bulunmadığı yerlerde sulh hakimliğine
başvurulacağının açıkça belirtilmiş olması karşısında, bu tür cezalara karşı yapılan itirazın
görüm ve çözümünün adli yargı yerinin görevine girdiği açıktır.
Açıklanan nedenlerle, 1608 sayılı Yasa’nın 1. maddesi uyarınca verilen 7 tam gün
sanat ve ticaretini icradan men cezasına karşı yapılan itirazın görüm ve çözümünde adli yargı
yeri görevli olduğundan, Sulh Ceza Mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırılması
gerekmiştir.
SONUÇ: Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle
Torbalı Sulh Ceza Mahkemesi’nce verilen 22.3.2006 gün ve 2006/172 D.İş sayılı
GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 04.06.2007 gününde OYBİRLİĞİ İLE
KESİN OLARAK karar verildi.
***
Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:
ESAS NO : 2007/159
KARAR NO: 2007/141
KARAR TR : 2.7.2007
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev yapmakta iken disiplinsizlik ve ahlaki nedenlerle
Yüksek Askeri Şura kararı ile ilişiği kesilen davacının; görevi sırasında hakkında
düzenlenmiş olan bazı sicil notları ve belgelerinin 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu
uyarınca kendisine verilmesi isteminin reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davanın
ASKERİ İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesinin gerektiği hk.
KARAR
Davacı
Davalı
Vekili
: H.D.
: Milli Savunma Bakanlığı
: Av. M.H.Ç.
OLAY
: Disiplinsizlik ve ahlaki nedenlerle Türk Silahlı Kuvvetleri’nden YAŞ
kararıyla ilişiği kesilen davacıya, Genelkurmay Başkanlığı’nın 6.12.2005 gün ve 1123603
sayılı işlemi ile, Bilgi Edinme Hakkı Kanunu kapsamında, TSK’den disiplinsizlik ve ahlaki
nedenlerle ilişiğinin kesilmesine ilişkin olarak, sicil bilgi ve belgeleri talep edilmekte ise de;
sicil belgeleri Bilgi Edinme Kanunu’nun 16 ncı maddesinin “Açıklanması halinde Devletin
emniyetine…milli savunmasına ve milli güvenliğine açıkça zarar verecek…gizlilik dereceli
bilgi veya belgeler, bilgi edinme hakkı kapsamı dışındadır” hükmü kapsamında
değerlendirildiğinden talebin karşılanmasının mümkün olmadığı bildirilmiştir.
Davacı, bu işlemin iptali istemiyle genel idari yargı yerinde dava açmıştır.
Davalı idare vekili, birinci savunma dilekçesinde, davanın görüm ve çözümünde askeri
idari yargının görevli olduğunu ileri sürmüştür.
ANKARA 11. İDARE MAHKEMESİ; 31.10.2006 gün ve E:2006/654 sayı ile, Hasan
Doğan tarafından Bilgi Edinme Yasası uyarınca yapılan başvurunun reddine ilişkin işlemin
iptali istemiyle Milli Savunma Bakanlığına karşı açılan davada davalı idarece görev itirazında
bulunulduğu, Anayasa'nın 157. maddesinde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'nin askeri
olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete
ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son
derece mahkemesi olduğunun, ancak askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda
ilgilinin asker kişi olması şartının aranmayacağının belirtildiği, 20.7.1982 günlü ve 1602
sayılı Yasa’nın 25.12.1981 günlü ve 2568 sayılı Yasa’yla değişik 20. maddesinde de aynı
hükmün yer aldığı, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'nin bir davaya bakabilmesi için, dava
konusu idari işlemin "asker kişiyi ilgilendirmesi" ve "askeri hizmete ilişkin" bulunması
şartlarının birlikte bulunması gerektiği, 1602 sayılı Yasa'nın değişik 20. maddesinde, Türk
Silahlı Kuvvetleri’nde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay, askeri memur,
astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil
memurların asker kişi sayıldığı, dava konusu olayda, davacının asker kişi ve işlemin askeri
hizmete ilişkin olup olmadığının belirlenmesi gerektiği, her ne kadar yukarıda açıklanan 20.
maddede, görevden ayrılmış olsa da askeri personelin asker kişi sayılacağı belirtilmekte ise
de; askeriyeden ayrılan davacının isteği, askerlikle olmayıp, kendisi ile ilgili olarak
düzenlenen sicil belgesi ve kanaat raporlarının Bilgi Edinme Hakkı Yasası gereği verilmesi
olduğundan, dava konusu işlemin Yasada öngörülen askeri kişi ve askeri hizmete ilişkin
bulunmadığı, bu durumda, askeriyeden ayrılan davacının Bilgi Edinme Hakkı Yasası uyarınca
istediği sicil belgesi ve kanaat raporlarının sivil kişinin aynı yöndeki isteğinden ve onun
çözümü ile varılacak sonuçtan farklı olmadığı gerekçesiyle davalı idarenin görev itirazının
reddine Mahkemelerinin görevli olduğuna karar vermiştir.
Davalı idare vekilinin, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması yolundaki 11.1.2007
günlü dilekçesi üzerine, dava dosyası önce Danıştay’a, sonra Danıştay vasıtasıyla Uyuşmazlık
Mahkemesi’ne ve nihai olarak Uyuşmazlık Mahkemesi tarafından Askeri Yüksek İdare
Mahkemesi Başsavcılığı’na gönderilmiştir.
ASKERİ YÜKSEK İDARE MAHKEMESİ BAŞSAVCISI; Türk Silahlı
Kuvvetleri’nden disiplinsizlik ve ahlaki nedenlerle Yüksek Askeri Şura kararı ile ayırma
işlemine tabi tutulan davacının, "1990 ila 2000 yılları arasında hakkında düzenlenen sicil
belgelerinin 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu hükümleri gereği kendisine verilmesi"
istemi ile davalı idareye yaptığı başvurunun 06.12.2005 tarihli işlem ile reddi üzerine, söz
konusu ret işleminin iptali istemi ile Milli Savunma Bakanlığı aleyhine Ankara 11. İdare
Mahkemesi’nde iptal davası açtığı, bu davada davalı idarenin davada Askeri Yüksek İdare
Mahkemesi’nin görevli olduğuna ilişkin itirazda bulunması ve Ankara 11. İdare
Mahkemesi’nin de davalı idarenin görev itirazını reddederek 31.10.2006 gün ve E.2006/654
sayı ile, görevlilik kararı vermesi üzerine davalı idarenin süresi içerisinde görevlilik kararına
itiraz ederek olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması talebinde bulunduğu, Ankara 11. İdare
Mahkemesi’nce davalı idarenin olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ilişkin başvurusu
üzerine dava dosyasının sehven Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği, Uyuşmazlık
Mahkemesi’nce de Uyuşmazlık Mahkemesi Kanunu’nun 10, 12, ve 13. maddeleri uyarınca
karar verilmek üzere dava dosyasının Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcılığı’na
gönderildiğinin anlaşıldığı, 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun 20 nci
maddesinde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin görevlerinin hükme bağlandığı, anılan
hükme göre Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin "askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş
olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan
uyuşmazlıkların ilk ve son derece mahkemesi olarak yargı denetimi yapar" denildiği, asker
kişinin tanımının yapıldığı aynı hükmün 2. fıkrasının ise, "Bu kanunun uygulanmasında asker
kişiden maksat; Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan
subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve
erler ile sivil memurlardır" hükmünü taşıdığı, 1602 sayılı Kanun’un 21. maddesinin ilk
fıkrasına göre, "20. maddede belirtilen kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem
ve eylemlerden dolayı; yetki, sebep, şekil, konu, maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı
olduklarından bahisle menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılacak iptal davaları, aynı idari
işlem ve eylemlerin haklarını ihlal etmesi halinde açılacak tam yargı davaları, doğrudan
doğruya ve kesin olarak Askeri Yüksek İdari Mahkemesinde çözümlenir ve karar bağlanır"
denildiği, Anayasa’nın, “Askeri Yüksek İdare Mahkemesi” başlıklı 157. maddesinde yer alan
göreve ilişkin hükümlerini yukarıda açıklandığı gibi benzer bir biçimde tekrarlayan Askeri
Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun 20 ve 21. maddelerine göre, uyuşmazlık konusunun
askeri idari yargı yerinde görülebilmesi için iki koşulun bir arada gerçekleşmesi gerektiği,
bunların "asker kişiyi ilgilendirme" ve "askeri hizmete ilişkin" olma koşulları olduğu, "asker
kişiyi ilgilendirme" koşulundan davacının hizmette ya da görevden ayrılmış ve 1602 sayılı
Kanun’un 20. maddesinde sayılan asker kişilerden olması anlaşılabileceği gibi, işlemin "bir
asker kişi gözetilerek" tesis edilmesi halinde de davacının bu asker kişiden hareketle menfaat
ihlali iddiasında bulunan kişilerden (Örneğin; eşi, ana-babası, çocukları vs.) olması halinde
söz konusu koşulun gerçekleştiğinin kabul edildiği, diğer koşulun ise davaya konu işlemin
"askeri hizmete ilişkin" olması koşulu olduğu, Uyuşmazlık Mahkemesi’nin birçok kararında
belirtildiği üzere idari işlemin, görevli yargı yerinin tespiti yönünden "askeri hizmete ilişkin"
olup olmadığının saptanabilmesi için işlemin konusuna bakılması gerektiği, eğer idari işlem
askeri gereklere, askeri usul ve yönteme ve askeri hizmete göre tesis edilmiş ise, bu işlemin
askeri hizmete ilişkin bulunduğunun kabul edilmesinin icap ettiği, daha açık bir ifadeyle,
askeri hizmete ilişkin idari işlemlerin, idarece bir asker kişinin askeri yeterlik ve yetenekleri,
tutum ve davranışları, askeri geçmişi, asker kişi olmaktan kaynaklanan hak ve ödevleri,
askerlik hizmetinin amacı, askeri görev yerlerinin özellikleri, askeri kural, gerek ve gelenekler
göz önünde tutularak değerlendirilmesi sonucunda tesis edilen işlemler olduğu, davacının,
Türk Silahlı Kuvvetleri’nden disiplinsiz ve ahlaki nedenlerden dolayı ayırma işlemine tabi
tutulması nedeniyle halihazırda görevden ayrılmış bulunsa bile dava konusu işlem yönünden
1602 sayılı Kanun’un 20. maddesinde sayılan asker kişilerden olduğu ve bu bağlamda "asker
kişiyi ilgilendirme" koşulunun dava konusu işlemde mevcut olduğunun açık bulunduğu, dava
konusu işlemin "askeri hizmete ilişkin" olması koşulu incelendiğinde ise; Türk Silahlı
Kuvvetleri’nden disiplinsizlik ve ahlaki nedenlerden dolayı Yüksek Askeri Şura kararı ile
ayırma işlemine tabi tutulan davacının görevde bulunduğu döneme ait sicil belgelerinin 4982
sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu çerçevesinde kendisine verilmesine ilişkin talebinin
reddine dair işlemin askeri usul ve yönteme, askeri gereklere ve askeri hizmete göre tesis
edildiği ve bu bağlamda dava konusu işlemin "askeri hizmete ilişkin" olması koşulunun da
gerçekleştiğinin değerlendirildiği, bu durum itibariyle, davaya konu işlemin "asker kişiyi
ilgilendirme" ve "askeri hizmete ilişkin olma" şartlarını birlikte gerçekleştirmiş olduğu ve bu
bakımdan davanın görüm ve çözümünde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin görevli
olduğu sonucuna varıldığı gerekçesiyle 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesi Kanunu’nun 10,
12 ve 13. maddeleri gereği görev uyuşmazlığının halli için dava dosyasının Uyuşmazlık
Mahkemesi’ne gönderilmesine, Ankara 11. İdare Mahkemesi’nin 31.10.2006 gün ve
E:2006/654 sayılı görevlilik kararının kaldırılmasına karar verilmesini istemiştir.
Başkanlıkça 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesinin 3. fıkrasına göre Danıştay
Başsavcısı’nın da yazılı düşüncesi istenilmiştir.
DANIŞTAY BAŞSAVCISI ; Türk Silahlı Kuvvetleri’nde görev yaparken
disiplinsizlik ve ahlaki nedenlerle Yüksek Askeri Şura kararı ile ilişiği kesilen davacının,
4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu uyarınca sicil notları ve belgelerinin verilmesi
istemiyle Milli Savunma Bakanlığı’na yaptığı başvuruyu reddeden Genel Kurmay Başkanlığı
işlemine yaptığı itirazın kabulü yolunda verilen Bilgi Edinme Değerlendirme Kurulu kararının
yerine getirilmesi için yaptığı başvurunun reddine ilişkin Genel Kurmay Başkanlığı işleminin
iptali istemiyle Ankara 11. İdare Mahkemesi’nde açılan davada, davalının görev itirazının
reddi üzerine Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcılığı’nca olumlu görev uyuşmazlığı
çıkarıldığı, Anayasa’nın 157. maddesinde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin, askeri
olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete
ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son
derece mahkemesi olduğu, ancak askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin
asker kişi olması şartının aranmayacağının belirtildiği, 20.7.1982 günlü ve 1602 sayılı
Yasa’nın 25.12.1981 günlü ve 2568 sayılı Yasa’yla değişik 20. maddesinde de aynı hükmün
yer aldığı, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin bir davaya bakabilmesi için, dava konusu
idari işlemin "asker kişiyi ilgilendirmesi" ve "askeri hizmete ilişkin" bulunması
şartlarının birlikte bulunması gerektiği, 1602 sayılı Yasa’nın değişik 20. maddesinin ikinci
fıkrasında, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay,
askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler
ile sivil memurların asker kişi sayıldığı, aynı Kanunun 22. maddesinde de, Birinci Dairenin,
atanma, yer değiştirme, nasıp, sicil, kademe ilerletilmesi, terfi, emeklilik, maluliyet, aylık ve
yolluklara ilişkin iptal ve tam yargı davalarını çözümleyeceği kuralına yer verildiği, 4982
sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu’nun 1. maddesinde, “Bu Kanunun amacı demokratik ve
şeffaf yönetimin gereği olan eşitlik, tarafsızlık ve açıklık ilkelerine uygun olarak kişilerin bilgi
edinme hakkını kullanmalarına ilişkin esas ve usulleri düzenlemektir" hükmüne, 9.
maddesinde, "istenen bilgi veya belgelerde, gizlilik dereceli veya açıklanması yasaklanan
bilgiler ile açıklanabilir nitelikte olanlar birlikte bulunuyor ve bunlar birbirlerinden
ayrılabiliyorsa, söz konusu bilgi veya belge, gizlilik dereceli veya açıklanması yasaklanan
bilgiler çıkarıldıktan sonra başvuranın bilgisine sunulur. Ayırma gerekçesi başvurana yazılı
olarak bildirilir" hükmüne, 13. maddesinde, "Yargı denetimi dışında kalan idari işlemlerden
kişinin çalışma hayatını ve mesleki onurunu etkileyecek nitelikte olanlar, bu Kanun
kapsamına dahildir. Bu şekilde sağlanan bilgi edinme hakkı işlemin yargı denetimine açılması
sonucunu doğurmaz" hükmüne yer verildiği, olayda, davalı idare tarafından, davacı isteminin
4982 sayılı Kanun’un 9. maddesinde belirtilen "gizli bilgiler ve açıklanması yasaklanan
belgeler" kapsamında olduğundan bahisle yapılan başvurunun reddi yolundaki Genelkurmay
Başkanlığı işlemine yapılan itiraz üzerine verilen Bilgi Edinme Değerlendirme Kurulu
kararının yerine getirilmesi istemi ile yine Genelkurmay Başkanlığı’na yapılan ikinci
başvurunun reddi yolundaki 6.12.2005 tarihli işlemin dava konusu yapıldığının anlaşıldığı, bu
duruma göre, davacının, 1602 sayılı Yasa’nın 20. maddesi uyarınca asker kişi sayılması,
askeri hizmete ilişkin sicil notları ve belgelerinin Bilgi Edinme Değerlendirme Kurulu kararı
gereği, kendisine verilmesi isteminin reddine ilişkin dava konusu Genelkurmay Başkanlığı
işleminin askeri hizmete ilişkin bulunması karşısında, uyuşmazlığın görüm ve çözümünde
Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin görevli olduğu sonucuna varıldığı, bu nedenle, 2247
sayılı Kanun’un 13. maddesi uyarınca yapılan başvurunun kabulünün uygun olacağı yolunda
yazılı düşünce vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında,
Üyeler: M. Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Coşkun ÖZTÜRK, Z. Nurhan YÜCEL, Esen EROL,
Levent ÖZÇELİK ve Celal IŞIKLAR’ın katılımlarıyla yapılan 02.07.2007 günlü
toplantısında;
I-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca
yapılan incelemeye göre; davalı vekilinin anılan Yasanın 10. maddesinde öngörülen yönteme
uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12. maddede belirtilen süre içinde
başvuruda bulunması üzerine, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcısı’nca 10. maddede
öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşıldığından ve usule ilişkin
herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine
oybirliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın
çözümünde askeri idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler
okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU ile
Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Savcısı Fikret ERES’in, davada askeri idari yargının görevli
olduğu yolundaki yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP
DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, disiplinsizlik ve ahlaki nedenlerle Yüksek Askeri Şura kararıyla Türk Silahlı
Kuvvetleri’nden ilişiği kesilen davacının; görevi sırasında hakkında düzenlenmiş olan 1990
ila 2000 yıllarına ilişkin sicil notları ve belgelerinin 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu
uyarınca kendisine verilmesi isteminin reddi üzerine Bilgi Edinme Değerlendirme Kurulu’na
yaptığı itiraz hakkında adı geçen Kurulun verdiği kararın yerine getirilmesi istemiyle
Genelkurmay Başkanlığı’na yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle
açılmıştır.
Anayasa’nın 157. maddesinde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin, askeri olmayan
makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari
işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece
mahkemesi olduğu; ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker
kişi olması şartının aranmayacağı belirtilmiş; 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi
Kanunu’nun 25.12.1981 tarih ve 2568 sayılı Yasa ile değişik 20. maddesinin birinci
fıkrasında “Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Türk Milleti adına; askeri olmayan makamlarca
tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve
eylemlerden doğan uyuşmazlıkların ilk ve son derece mahkemesi olarak yargı denetimini ve
diğer kanunlarda gösterilen, görevleri yapar. Ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan
uyuşmazlıklarda; ilgilinin asker kişi olması şartı aranmaz” denilmiştir.
Buna göre, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin bir davaya bakabilmesi için dava
konusu idari işlem veya eylemin “asker kişiyi ilgilendirmesi” ve “askeri hizmete ilişkin
bulunması” koşullarının birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.
1602 sayılı Yasa’nın değişik 20. maddesinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli
bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman
çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurlar asker kişi sayılmaktadır.
Davacının, 1602 sayılı Yasa’nın 20. maddesinde sayılan asker kişilerden olduğu ve bu
nedenle dava konusu işlemin asker kişiyi ilgilendirdiği tartışmasızdır. Dava konusu işlemin
askeri hizmete ilişkin olup olmadığına gelince:
Yönetsel işlemin, görevli yargı yerinin belirlenmesi yönünden “askeri hizmete ilişkin”
olup olmadığının saptanabilmesi için işlemin konusuna bakılması gerekmektedir. Eğer
yönetsel işlem askeri gereklere, askeri usul ve yönteme ve askeri hizmete göre kurulmuş ise,
bu işlemin askeri hizmete ilişkin olduğu kabul edilmelidir. Daha açık bir anlatımla, askeri
hizmete ilişkin yönetsel işlemler: yönetimin bir asker kişinin askeri yeterlik ve yeteneklerinin,
tutum ve davranışlarının, askeri geçmişinin, asker kişi olmaktan kaynaklanan hak ve
ödevlerinin; askerlik hizmetinin amacı, askeri görev yerlerinin özellikleri, askeri kural ve
gerekler göz önünde tutularak değerlendirilmesi sonucunda kurulan işlemlerdir. İşlem, askeri
olmayan bir makam tarafından kurulmuş olsa bile durum değişmemekte, menfaati ihlal edilen
asker kişinin açtığı davanın Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nde görülmesi gerekmektedir.
4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu’nun 1. maddesinde, “Bu Kanunun amacı;
demokratik ve şeffaf yönetimin gereği olan eşitlik, tarafsızlık ve açıklık ilkelerine uygun
olarak kişilerin bilgi edinme hakkını kullanmalarına ilişkin esas ve usulleri düzenlemektir”
hükmüne, 16. maddesinde, “Açıklanması hâlinde Devletin emniyetine, dış ilişkilerine, millî
savunmasına ve millî güvenliğine açıkça zarar verecek ve niteliği itibarıyla Devlet sırrı olan
gizlilik dereceli bilgi veya belgeler, bilgi edinme hakkı kapsamı dışındadır” hükmüne yer
verilmiştir.
Olayda, disiplinsizlik ve ahlaki nedenlerle Yüksek Askeri Şura kararıyla Türk Silahlı
Kuvvetleri’nden ile ilişiği kesilen davacının; görevi sırasında hakkında düzenlenmiş olan
1990 ila 2000 yıllarına ilişkin sicil notları ve belgelerinin 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı
Kanunu uyarınca kendisine verilmesini istemesi üzerine, Bilgi Edinme Hakkı Kanunu’nun 16.
maddesi gerekçe gösterilerek ve “Açıklanması halinde Devletin emniyetine…milli
savunmasına ve milli güvenliğine açıkça zarar verecek…gizlilik dereceli bilgi veya belgeler,
bilgi edinme hakkı kapsamı dışındadır” hükmü kapsamında değerlendirildiği belirtilerek
isteminin karşılanmadığı anlaşılmıştır.
İdarece davacının istemi 4982 sayılı Yasa hükmü gerekçe gösterilerek reddedilmiş ise
de; yapılacak yargılamada, askeri makamlarca askeri hizmet, askeri kural ve gerekler göz
önünde tutularak ilgili hakkında düzenlenen sicil notları ve belgelerinin niteliği,
değerlendirilmesi, açıklanmasının yerinde olup olmamasının irdelenmesi gerekeceğinden,
uyuşmazlığa konu edilen davanın görüm ve çözümünde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin
görevli olduğu sonucuna varılmıştır.
Açıklanan nedenlerle, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcılığı’nın başvurusunun
kabulü ile İdare Mahkemesinin davalı idarenin görev itirazının reddine ilişkin kararının
kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ: Davanın çözümünde ASKERİ İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu
nedenle Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcısının BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile
Ankara 11. İdare Mahkemesi’nce verilen 31.10.2006 gün ve E:2006/654 sayılı GÖREVLİLİK
KARARININ KALDIRILMASINA, 02.07.2007 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN
OLARAK karar verildi.
***
Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:
ESAS NO : 2007/178
KARAR NO: 2007/144
KARAR TR : 2.7.2007
(Hukuk Bölümü)
ÖZET: 2247 sayılı Yasa’nın 19.maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN,
aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca REDDİ gerektiği hk.
KARAR
Davacı : GNM Madencilik Paz.San.Tic.Ltd.Şti
Vekili : Av. Alkım AYDAŞ
Davalı : Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığı-Ankara Sigorta İl Müdürlüğü
OLAY
: Ankara Sigorta İl Müdürlüğü’nün 2.7.2004 gün ve 113629 sayılı
işlemi ile 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 9. ve 79. maddelerine muhalefet
edildiğinden bahisle 140. maddesi uyarınca davacı şirket adına idari para cezası verilmiş;
yapılan itiraz 1.9.2004 tarih ve 2004/335 sayılı komisyon kararı ile reddedilmiştir.
Davacı şirket, idari para cezası verilmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle 13.10.2004
tarihinde idari yargı yerinde dava açmıştır.
ANKARA 12.İDARE MAHKEMESİ; 10.3.2006 gün ve E:2004/2870, K:2006/380
sayı ile 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'nun 140. maddesinin 4. fıkrasında, "idari para
cezaları ilgiliye tebliğ edilmekle tahakkuk eder ve tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde
Kuruma ödenir veya aynı süre içinde Kurumun ilgili ünitesine itiraz edilebilir, itiraz takibi
durdurur. Kurumca itirazı reddedilenler, kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren altmış
gün içinde idare mahkemesine başvurabilirler" hükmü yer almakta iken anılan hükmün,
15.2.2006 gün ve 26081 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan ve bu tarih itibariyle yürürlüğe
giren bazı kanunlarda değişiklik yapılmasına ilişkin 5454 sayılı Kanun'un 5. maddesi ile
değiştirilerek, "İdari para cezaları ilgiliye tebliğ edilmekle tahakkuk eder ve tebliğ tarihinden
itibaren onbeş gün içinde Kuruma ödenir veya aynı süre içinde Kurumun ilgili ünitesine
itiraz edilebilir. İtiraz takibi durdurur. Kurumca itirazı reddedilenler, kararın kendilerine
tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde yetkili sulh ceza mahkemesine başvurabilirler. Bu
süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari para cezası kararı kesinleşir" şeklini
aldığı; görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir
müktesep hak doğmayacağı, bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının,
geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesi olduğu; buna göre, davanın açıldığı
andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise,
davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen mahkemenin
görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; nitekim, Uyuşmazlık Mahkemesi kararlarının da bu
yönde olduğu; bu durumda; 506 sayılı Kanunun 5454 sayılı Kanunla değişik 140.
maddesinde, idari para cezalarına karşı Sulh Ceza Mahkemelerinde dava açılacağı hükme
bağlandığından, 506 sayılı Kanun uyarınca verilen idari para cezasının iptali istemiyle açılan
bu davanın görev yönünden Mahkemelerince incelenme olanağının bulunmadığı gerekçesiyle
görevsizlik kararı vermiş; bu karar temyiz edildiğinden 8.3.2007 tarihinde Danıştay’a
gönderilmiş; Danıştay Onuncu Dairesinde E:2007/1795 sayılı kaydı yapılmıştır.
Davacı şirket vekili, bu kez aynı istemle, 9.8.2006 tarihinde adli yargı yerinde itirazda
bulunmuştur.
ANKARA 11. SULH CEZA MAHKEMESİ ; 22.3.2007 gün ve 2006/1043 Müt. Sayı
ile, 3910 sayılı yasa ile değişik 506 sayılı Yasanın 140. maddesinin Anayasa Mahkemesince
26/02/2003 tarih 25032 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan 08/12/2002 tarih 2001/1225 Esas
2002/88 Karar sayılı kararı ile Anayasaya aykırı görülerek iptal edildiği; 4958 sayılı yasa ile
değişik 506 sayılı yasanın 140. maddesinde itiraz mercii olarak İdare Mahkemesinin
belirtildiği, 5326 sayılı Kabahatler Yasasının yürürlüğe girmesinden sonra 5454 sayılı yasa
ile değişik 506 sayılı yasanın 140. maddesinde itiraz mercii olarak sulh ceza mahkemelerinin
gösterildiği, Anayasa Mahkemesinin 04/10/2006 tarih 2006/75-99 esas-karar sayılı kararı ile
Anayasa'ya aykırı olduğundan iptaline karar verildiği; Anayasada adli ve idari yargı ayırımına
gidildiği ve idari uyuşmazlıkların çözümünde İdare, Vergi Mahkemeleri ile Danıştay’ın
yetkili kılındığı, SSK Ankara İl Müdürlüğünün kamu gücünü kullanarak uyuşmazlık
konusunda idari para cezası tahakkuk ettirdiği, bu nedenle uyuşmazlığın idari yargıda
çözümlenmesinin gerekeceği; 5326 sayılı Kabahatler Yasasından sonra 15/02/2006 tarihinde
506 sayılı Yasanın 140. maddesinde yapılmış olan değişikliğin Anayasa Mahkemesince iptal
edilmesiyle 506 sayılı yasanın 140.maddesine dayanılarak tahakkuk ettirilen idari para
cezalarına karşı uyuşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğunun Danıştay 10. Dairesinin
22/11/2006 tarih, 2006/3940-6717 Esas-Karar sayılı kararında belirtildiği üzere, uyuşmazlığın
çözümünde idari yargının görevli olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı ve ayrıca
Mahkemeleri ile Ankara 12.İdare Mahkemesi arasında ortaya çıkan görev uyuşmazlığının
çözümü için karar kesinleştiğinde dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine de
karar vermiş; bu karar kesinleşmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında,
Üyeler: M. Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Coşkun ÖZTÜRK, Z. Nurhan YÜCEL, Esen EROL,
Levent ÖZÇELİK ve Celal IŞIKLAR’ın katılımlarıyla yapılan 2.7.2007 günlü toplantısında;
Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in 2247 sayılı Yasa’da öngörülen koşulları taşımayan
başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili
Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay
Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, başvurunun reddi gerektiğine ilişkin yazılı ve sözlü
açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;
Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke
Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun
bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci
maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi
davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine
hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm
uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk
uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara
bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan
davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara
ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde
incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında,
olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi
gerektiği kuşkusuzdur.
2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 19.
maddesinde, “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş
görevsizlik kararı üzerine kendisine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte
olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa,
gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve
elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler.
(Değişik:21/1/1982-2592/6 md.) Mahkemenin gerekçeli kararı, dava dosyası ile birlikte
Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilir” denilmiştir. Aynı Yasanın 27. maddesinde ise,
Uyuşmazlık Mahkemesinin, uyuşmazlık çıkarmaya veya görev uyuşmazlıklarına ilişkin
istemleri önce şekil ve süre açısından inceleyeceği; yöntemine uymayan veya süresi içinde
ileri sürülmemiş istemleri reddedeceği kuralına yer verilmektedir.
Sulh Ceza Mahkemesi dosyasından, İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının
kesinleşip kesinleşmediği anlaşılamadığından; Mahkememizce sorulması üzerine, İdare
Mahkemesince; söz konusu kararın temyiz edildiği bildirilmiştir.
Bu durumda, görev uyuşmazlığına konu edilen Ankara 12. İdare Mahkemesi’nin
görevsizlik kararı kesinleşmediğinden, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen
koşullar gerçekleşmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen koşulları
taşımayan başvurunun, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca reddi gerekmiştir.
SONUÇ: 2247 sayılı Yasanın 19. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan
BAŞVURUNUN, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİNE, 2.7.2007 gününde
OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
***
Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:
ESAS NO : 2007/180
KARAR NO: 2007/115
KARAR TR : 4.6.2007
(Hukuk Bölümü)
ÖZET: 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan başvurunun, aynı
Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİ gerektiği hk.
KARAR
Davacı
: A.A.
Davalı : Ankara Valiliği
OLAY
: Ankara Valiliği İl Tarım Müdürlüğü’nün 31.3.2006 gün ve 606 sayılı
işlemi ile, davacıya ait işyerinin 5179 sayılı Kanun’un 29. maddesinin (a) bendine göre
asgari teknik ve hijyenik şartları yerine getirinceye kadar faaliyetten men edilip, idari para
cezası verilmesine karar verilmiştir.
Davacı, bu işlemin iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.
ANKARA 12. İDARE MAHKEMESİ; 26.5.2006 gün ve E:2006/1279, K:2006/998
sayı ile, davanın, 5179 sayılı Kanun’un 29. maddesinin (a) bendine göre asgari teknik ve
hijyenik şartları yerine getirinceye kadar fabrikanın faaliyetten men edilmesine ve idari para
cezası verilmesine ilişkin 31.3.2006 tarih ve 606 sayılı işlemin iptali istemiyle açıldığı, 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 5. maddesinin 1. fıkrasında, "Her idari işlem
aleyhine ayrı ayrı dava açılır. Ancak, aralarında maddi veya hukuki yönden bağlılık ya da
sebep-sonuç ilişkisi bulunan birden fazla işleme karşı bir dilekçe ile de dava açılabilir.", 2.
fıkrasında ise, "Birden fazla şahsın müşterek dilekçe ile dava açabilmesi için davacıların hak
veya menfaatlerinde iştirak bulunması ve davaya yol açan maddi olay veya hukuki sebeplerin
aynı olması gerekir." hükmünün yer aldığı, öte yandan, 2577 sayılı Kanun’un 15. maddesinin
1/d bendinde de, dava dilekçelerinin 3 ve 5. maddelere uygun bulunmaması halinde 30 gün
içinde bu maddelere uygun şekilde yeniden düzenlenmek veya noksanları tamamlanmak
üzere dilekçenin reddedileceğinin hükme bağlandığı, dava dilekçesi ve eklerinin
incelenmesinden; davacının Hasmek Ekmek Fabrikası’nda 23.3.2006 tarihinde yapılan
denetimde, asgari teknik ve hijyenik koşulları yerine getirmeden üretim yaptığının
saptanması üzerine Ankara Valiliği'nin 31.3.2006 tarih ve 606 sayılı işlemi ile 5179 sayılı
Kanun’un 29. maddesinin (a) bendine göre asgari teknik ve hijyenik şartları yerine
getirinceye kadar faaliyetten men edildiği ve idari para cezası verildiği anlaşılmakta olup,
para cezası verilmesine ilişkin işleme karşı açılan dava, 1.6.2005 tarihinde yürürlüğe giren
5326 sayılı Kabahatler Kanunu uyarınca sulh ceza mahkemesinin görevine girdiğinden, bu
işleme karşı ayrı, işyerinin faaliyetten men edilmesine ilişkin işlem ise, idari yargının
görevine girdiğinden, bu işleme karşı ayrı, dilekçelerle dava açılması gerekirken, farklı yargı
düzenlerinin görevine giren iki işlemin birlikte ve tek dilekçe ile dava konusu edilmesinde
2577 sayılı Kanun’un 5. maddesi hükmüne uyarlık görülmediği gerekçesiyle 2577 sayılı
Kanun’un 5. maddesinin 1. fıkrasına uygun olmayan dava dilekçesinin, aynı Kanunun 15.
maddesinin 1/d bendi uyarınca bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren 30 gün
içinde yukarıda belirtildiği şekilde her işleme karşı ayrı ayrı dava açılmakta serbest olmak
üzere reddine karar vermiştir.
Davacı, bu kez, idari para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.
ANKARA 7. SULH CEZA MAHKEMESİ; 9.2.2007 gün ve 2006/1195 Müt. sayı ile,
Ankara Valiliği onayı ile 5179 sayılı Kanun’un 29/A maddesi gereğince faaliyetten men
cezası ile birlikte verilen 1220.97 YTL idari para cezasına itiraz edildiği anlaşılmış olup;
Anayasa Mahkemesi’nin 01.03.2006 gün ve 2005/103 Esas, 2006/35 Karar sayılı kararıyla
iptal edilen ve 19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren 5560 sayılı Kanun’un 31. maddesi ile
yeniden düzenlenen 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesinde "İdari yaptırım
kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin
hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm
bulunmaması halinde uygulanır" hükmü ile 5179 sayılı Kanun’un 30. maddesinde, itiraz
yerinin idare mahkemesi olarak gösterilmesi karşısında, Mahkemelerinin görevli ve yetkili
bulunmadığı, ancak Ankara 12. İdare Mahkemesi’nin 2006/1279 Esas, 2006/998 Karar sayılı
kararı karşısında görev uyuşmazlığı olduğunun anlaşıldığı gerekçesiyle görevsizlik kararı
vererek, uyuşmazlığın halli için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine karar
vermiş; bu karar, temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında,
Üyeler: Dr.Atalay ÖZDEMİR, M.Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Z.Nurhan YÜCEL, H.Ayfer
ÖZDEMİR, Abdullah ARSLAN ve H.Hasan MUTLU’nun katılımlarıyla yapılan 04.06.2007
günlü toplantısında; Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un 2247 sayılı Yasa’da öngörülen
koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler
okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla
SONGÖR ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun başvurunun reddi gerektiği
yolundaki yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP
DÜŞÜNÜLDÜ:
Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;
Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı
İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında
Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2
nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da
şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da
beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev
ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının
‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari
organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya
da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu
davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk
Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne
alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde
incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.
2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 19. maddesinde; “Adli, idari, askeri yargı
mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendisine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya
incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile
görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin
karar vermesine değin erteler.”denilmiş; aynı Yasanın 27. maddesinde ise, Uyuşmazlık Mahkemesi’nin, uyuşmazlık çıkarmaya
veya görev uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından inceleyeceği; yöntemine uymayan veya süresi içinde ileri
sürülmemiş istemleri reddedeceği kuralına yer verilmiştir.
Sulh Ceza Mahkemesi, Ankara 12. İdare Mahkemesi’nin 2006/1279 Esas, 2006/998
Karar sayılı kararı karşısında görev uyuşmazlığı olduğunun anlaşıldığı gerekçesiyle
görevsizlik kararı vererek, uyuşmazlığın halli için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne
gönderilmesine karar vermiş ise de; İdare Mahkemesi kararı, görevsizlik kararı olmayıp, para
cezası verilmesine ilişkin işleme karşı açılan dava, 1.6.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5326
sayılı Kabahatler Kanunu uyarınca sulh ceza mahkemesinin görevine girdiğinden, bu işleme
karşı ayrı, işyerinin faaliyetten men edilmesine ilişkin işlem ise, idari yargının görevine
girdiğinden, bu işleme karşı ayrı, dilekçelerle dava açılması gerekirken, farklı yargı
düzenlerinin görevine giren iki işlemin birlikte ve tek dilekçe ile dava konusu edilmesinde
2577 sayılı Kanun’un 5. maddesi hükmüne uyarlık görülmediği gerekçesiyle 2577 sayılı
Kanun’un 5. maddesinin 1. fıkrasına uygun olmayan dava dilekçesinin, aynı Kanunun 15.
maddesinin 1/d bendi uyarınca bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren 30 gün
içinde yukarıda belirtildiği şekilde her işleme karşı ayrı ayrı dava açmakta serbest olmak
üzere reddine ilişkindir. Kısacası, olumsuz görev uyuşmazlığı doğmasına neden olacak
şekilde idari yargı yerince verilmiş bir görevsizlik kararı bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen koşulları
taşımayan başvurunun, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca reddi gerekmiştir.
SONUÇ: 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan
BAŞVURUNUN, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİNE, 04.06.2007 gününde
OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
***
Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:
ESAS NO : 2007/189
KARAR NO: 2007/146
KARAR TR : 2.7.2007
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu uyarınca verilen idari para cezasına karşı
yapılan itirazın İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
KARAR
Davacı: G.A.
Vekili : Av. D.B.
Davalı : Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığı SSK İzmir İl Müdürlüğü
OLAY
: İzmir Sigorta İl Müdürlüğü’nün 22.2.2006 gün ve 45981 sayılı işlemi
ile, davacı adına 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 9.,79. ve 140. maddeleri uyarınca
verilen idari para cezasına yapılan itiraz, komisyon kararı ile reddedilmiştir.
Davacı Vekili, söz konusu para cezasına karşı 28.3.2006 tarihinde adli yargı yerinde
itirazda bulunmuştur.
İZMİR 2. SULH CEZA MAHKEMESİ ; 23.1.2007 gün ve E:2006/94, K:2007/85
D.İş. sayı ile, 506 Sayılı Sosyal Sigortalar Yasasının 140. maddesine dayanılarak verilen
para, cezalarına ilişkin uyuşmazlıklarda; 06/08/2003 tarih ve 4958 Sayılı Yasanın 51.
maddesiyle 506 Sayılı Yasanın 140. maddesi değiştirilerek "„....kurumca itirazı reddedilenler
kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren altmış gün içinde idare Mahkemesine
başvurabilirler" şeklinde düzenlenmişken, 15/02/2006 tarih ve 5454 Sayılı Yasanın
5.maddesiyle 506 Sayılı Yasanın 140. Maddesinin 4.fıkrası değiştirilerek "....kurumca itirazı
reddedilenler kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde yetkili Sulh Ceza
mahkemesine başvurabilirler" tümcesinin Anayasa Mahkemesinin 04/10/2006 tarih ve
2006/75 Esas, 2006/90 Karar sayılı kararıyla iptal edildiği; buna göre 506 Sayılı Yasanın
4956 Sayılı Yasanın 51. maddesi ile değişik 140. maddesindeki düzenlemeye göre bu
maddeye dayanılarak verilen para cezalarına ilişkin uyuşmazlıkların çözüm yerinin idare
mahkemesi olduğu; başvuru konusu idari yaptırım kararına itirazın 4958 Sayılı Yasanın 51.
Maddesi ile değişik 506 Sayılı yasanın 140. maddesi gereğince idari yargı mercilerince
inceleneceğine dair düzenlemeye göre, Sulh Ceza Mahkemesince incelenebilecek kararlardan
olmadığından, 5560 Sayılı Yasa ile değişik 5326 Sayılı Kabahatler Yasasının 3/a ve 26/1-b
maddeleri gereğince görevsizlik kararı vermiş; bu karar kesinleşmiştir.
Davacı vekili, bu kez, idari para cezasının iptali istemiyle 20.2.2007 tarihinde idari
yargı yerinde dava açmıştır.
İZMİR 1.İDARE MAHKEMESİ; 2.3.2007 gün ve E:2007/314 sayı ile, 506 sayılı
Sosyal Sigortalar Kanunu'nun 140. maddesinin 15.2.2006 tarih ve 26081 sayılı Resmi
gazetede yayınlanan ve yayımı tarihinde yürürlüğe giren 5454 sayılı Kanunla değişik
dördüncü fıkrasında "İdarî para cezaları ilgiliye tebliğ edilmekle tahakkuk eder ve tebliğ
tarihinden itibaren onbeş gün içinde Kuruma ödenir veya aynı süre içinde Kurumun ilgili
ünitesine itiraz edilebilir. İtiraz takibi durdurur. Kurumca itirazı reddedilenler, kararın
kendilerine tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde yetkili sulh ceza mahkemesine
başvurabilirler. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari para cezası kararı
kesinleşir. Sulh ceza mahkemesinin verdiği son karara karşı, yargı çevresinde yer alan ağır
ceza mahkemesine itiraz edilebilir. Bu itiraz, kararın tebliğ tarihinden itibaren en geç yedi gün
içinde yapılır..." hükümlerinin yer aldığı; 1.6.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5326 sayılı
Kabahatler Kanunu'nun 6.12.2006 tarih ve 5560 sayılı Kanunla değişik 3. maddesinde, "(1)
Bu Kanunun;
a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda
aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi
yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında, uygulanır." hükümlerine yer verildiği; aynı
Kanunun 27. maddesinin (1) bendinde "idarî para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine
ilişkin idarî yaptırım kararma karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç
onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun
yapılmamış olması halinde idarî yaptırım kararı kesinleşir.", aynı maddenin yine 5560 sayılı
Kanunla değişik 5,6,7 ve 8. bentlerinde ise, "(5) idarî yaptırım kararının mahkeme tarafından
verilmesi halinde, bu karara karşı ancak itiraz yoluna gidilebilir. (6) Soruşturma konusu fiilin
suç değil de kabahat oluşturduğu gerekçesiyle idarî yaptırım kararı verilmesi halinde;
kovuşturmaya yer olmadığı kararına itiraz edildiği takdirde, idarî yaptırım kararına karşı
başvuru da bu itiraz merciinde incelenir. (7) Kovuşturma konusu fiilin suç değil de kabahat
oluşturduğu gerekçesiyle idarî yaptırım kararı verilmesi halinde; fiilin suç oluşturmaması
nedeniyle verilen beraat kararına karşı kanun yoluna gidildiği takdirde, idarî yaptırım kararına
karşı itiraz da bu kanun yolu merciinde incelenir. (8) İdarî yaptırım kararının verildiği işlem
kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idarî yargının görev alanına giren kararların da verilmiş
olması halinde; idarî yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddiaları bu işlemin iptali
talebiyle birlikte idarî yargı merciinde görülür." hükümlerine yer verildiği; yine aynı Kanunun
Geçici 2. maddesinde; Bu Kanun hükümlerinin, yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla idare
mahkemelerinde
dava açılarak iptali istenen idari yaptırım kararları hakkında
uygulanmayacağı; Geçici 3. maddesinde; Daha önce verilmiş olan idari para cezasına ilişkin
kararlara karşı henüz iptal davası açılmamış olmakla birlikte dava açma süresinin geçmemiş
olması halinde, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren onbeş gün içinde 27 nci madde
hükümlerine göre sulh ceza mahkemesine başvuruda bulunulabileceğinin, ifade edildiği; her
ne kadar 506 sayılı Kanunun 140. maddesinin 5454 sayılı Kanunla değişik dördüncü
fıkrasında yer alan "Kurumca itirazı reddedilenler, kararın kendilerine tebliğ tarihinden
itibaren onbeş gün içinde yetkili sulh ceza mahkemesine başvurabilirler." cümlesi Danıştay
Onuncu Dairesi'nin başvurusu üzerine Anayasa Mahkemesinin 4.10.2006 tarih ve E:2006/75,
K:2006/99 sayılı kararı ile iptal edilmiş ise de, anılan kararın gerekçesi yazılarak Resmi
Gazetede yayınlanmadığı gibi, Anayasa Mahkemesi'nin söz konusu iptal kararı üzerine 506
sayılı Kanunun 140. maddesinde, para cezalarındaki görevli yargı yerine ilişkin olarak Kanun
Koyucu tarafından henüz herhangi bir düzenleme de yapılmadığı; bu duruma göre kendi özel
Kanununda görevli yargı yerinin belirlenmediği veya bu konuda sürekli ya da geçici boşluk
oluşan hallerde, Kanun Koyucunun bu konuda genel iradesini ve anlayışını yansıtan ve
konuya ilişkin genel hükümler içeren Kabahatler Kanunu uyarınca görevli yargı yerinin
belirlenmesinin gerektiği; konunun Kabahatler Kanunu uyarınca değerlendirilmesinde ise; bu
Kanunun Anayasa Mahkemesinin 4.10.2006 tarih ve E:2006/75, K:2006/99 sayılı kararından
da sonra yeniden düzenlenen 3. maddesi ile 27. maddesinin yukarda yer verilen
hükümlerinden, Kanun Koyucu tarafından idari para cezalarında görevli yargı yerinin genel
olarak Sulh Ceza Mahkemeleri olarak belirlendiği, hatta bu Kanunun geçiş hükümleri içeren
Geçici 2 ve 3. maddelerinin de 3 ve 27. maddesinde yer alan sürekli hükümleri destekleyici
nitelikte olduğu anlaşılmaktadır. Kanunun 3 ve 27. maddesinin (8) bendinde açıkça belirtildiği
üzere, para cezasını düzenleyen Kanunda idari yargı yerinin gösterilmediği ve para cezası ile
birlikte idari yargının görevine giren bir karar verilmediği hallerde, idarece verilen para
cezasına karşı Sulh Ceza Mahkemelerine başvurulmasının gerektiği; başka deyişle idari para
cezalarına karşı genel olarak Sulh Ceza Mahkemelerine başvurulmasının gerektiği, ancak para
cezasını düzenleyen Kanunda idari yargı yerinin görevli kılınması veya bu durum dışında para
cezası ile birlikte idari yargının görevine giren bir idari işlem tesisi halinde uyuşmazlığın
çözümü için idari yargı yerine başvurulmasının gerekeceği; bu nedenlerle dava konusu idari
para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünün adli yargı yerinin görevine girdiği;
açıklanan nedenlerle, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında
Kanun'un 19. maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için dava dosyasının
Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gönderilmesine, bu konuda Uyuşmazlık Mahkemesi'nce bir karar
verilinceye kadar yargılamanın ertelenmesine karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında,
Üyeler: M. Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Coşkun ÖZTÜRK, Z. Nurhan YÜCEL, Esen EROL,
Levent ÖZÇELİK ve Celal IŞIKLAR’ın katılımlarıyla yapılan 2.7.2007 günlü toplantısında;
l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca
yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü,
E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve
İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun
uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’
ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın
mahkûmiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri
arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev
uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır.
Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında
yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari
niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık
Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…”açıkça belirtilmiştir.
Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı
başvuru konusu görev
uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.
İdare Mahkemesince, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen şekilde
başvurulduğu ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve
idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile
karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde
idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili
Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay
Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada idari yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve
sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, 506 sayılı Yasa’nın 140. maddesi uyarınca verilen idari para cezasının
kaldırılması istemiyle açılmıştır.
17.7.1964 tarih ve 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun daha sonra değişikliğe
uğrayan 29.7.2003 tarih ve 4958 sayılı Kanun ile değişik 140. maddesinin birinci fıkrasında,
bu Kanunun sayılan maddelerinde öngörülen yükümlülükleri yerine getirmeyenler hakkında
asgari ücrete göre belirlenen oranlarda idari para cezası verileceği bent’ler halinde kurala
bağlanmıştır. Aynı maddenin olay tarihi itibariyle yürürlükte bulunan dördüncü fıkrasında,
Kurumca itirazı reddedilenlerin kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren altmış gün içinde
idare mahkemesine başvurabilecekleri öngörülmüş iken, 1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı
Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk
Bölümü’nce, sözü edilen Kanun’un diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara
karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda:
diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın, dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak;
Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19. maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27.
maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen idari yaptırımlardan olması halinde, idari para
cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra
yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan
görev uyuşmazlıklarında adli yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir.
Daha sonra, 506 sayılı Yasa’nın 140. maddesinin 8.2.2006 günlü, 5454 sayılı Yasa’nın
5. maddesi ile değişik dördüncü fıkrasında, "İdarî para cezaları ilgiliye tebliğ edilmekle
tahakkuk eder ve tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde Kuruma ödenir veya aynı süre
içinde Kurumun ilgili ünitesine itiraz edilebilir. İtiraz takibi durdurur. Kurumca itirazı
reddedilenler, kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde yetkili sulh ceza
mahkemesine başvurabilirler. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idarî
para cezası kararı kesinleşir. Sulh ceza mahkemesinin verdiği son karara karşı, yargı
çevresinde yer alan ağır ceza mahkemesine itiraz edilebilir. Bu itiraz, kararın tebliğ tarihinden
itibaren en geç yedi gün içinde yapılır. 2.000 Yeni Türk Lirası dahil idarî para cezalarına karşı
sulh ceza mahkemesine başvuru üzerine verilen kararlar kesindir. Mahkemeye başvurulması
cezanın takip ve tahsilini durdurmaz. Tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde Kuruma
ödenmeyen idarî para cezaları, bu Kanunun 80 inci maddesi hükmüne göre tahsil edilir. İdarî
para cezalarının, Kuruma itiraz ve yargı yoluna başvurulmaksızın tebliğ tarihinden itibaren
onbeş gün içinde peşin ödenmesi halinde, bunun dörtte üçü tahsil edilir. Peşin ödeme, idarî
para cezasına karşı kanun yoluna başvurma hakkını etkilemez." denilmiştir.
15.2.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeden sonra Uyuşmazlık Mahkemesi
Hukuk Bölümü’nce, görev kuralının geçmişe etkili olacağı yolundaki genel hukuk ilkesi
uyarınca, 506 sayılı Yasa’nın 140. maddesine göre verilen idari para cezalarına karşı yapılan
itirazların görüm ve çözümünde adli yargı yerlerinin görevli olduğuna karar verilmiştir.
30.3.2005 tarihli, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3 üncü maddesini değiştiren
6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde " (1) Bu Kanunun;
a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda
aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi
yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,
uygulanır." denilmiştir.
19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun,
idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine
hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin
gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşıldığından; Uyuşmazlık Mahkemesi
Hukuk Bölümü “dava konusu edilen idari para cezasına ilişkin yasa kuralı değiştirilmiş ve
yeni düzenleme 15.2.2006 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiş olduğuna göre, görev kuralının
geçmişe etkili olacağı yolundaki genel hukuk ilkesi karşısında, 506 sayılı Yasa’nın 140.
maddesine göre verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın görüm ve çözümünde adli
yargı yerinin görevli olduğu kuşkusuzdur. 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun değişik 3.
maddesi hükmü karşısında da, görevli mahkemenin 506 sayılı Kanun’un 140. maddesinde
sözü edilen sulh ceza mahkemesi olduğu açıktır.” şeklinde karar vermiştir.
5560 sayılı Yasa yürürlüğe girmeden önce; 506 sayılı Kanun’un 140. maddesinin
dördüncü fıkrasında yer alan “Kurumca itirazı reddedilenler, kararın kendilerine tebliğ
tarihinden itibaren onbeş gün içinde yetkili sulh ceza mahkemesine başvurabilirler.”
yolundaki üçüncü tümcesi, Anayasa Mahkemesi’nin 4.10.2006 gün ve E:2006/75, K:2006/99
sayılı kararıyla iptal edilmiş; 5560 sayılı Yasa ise 19.12.2006 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Anayasa Mahkemesi’nin 6.4.2007 tarihinde yayımlanarak yürürlüğe giren iptal
kararından sonra Yasama organınca bir düzenleme yapılmadan önce, Uyuşmazlık Mahkemesi
Hukuk Bölümü, 5560 sayılı Yasa’nın Anayasa Mahkemesi’nin 4.10.2006 günlü kararından
sonra yürürlüğe girdiği ve halen de yürürlüğünü sürdürdüğü, her ne kadar Anayasa’nın 153.
maddesinin son fıkrasında belirtildiği gibi, Anayasa Mahkemesi kararlarının yasama, yürütme
ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlayacağı kuşkusuz ise de;
Anayasa Mahkemesi’nin 4.10.2006 günlü iptal kararından sonra 19.12.2006 tarihinde 5560
sayılı Yasa’nın yürürlüğe girmiş olması ve Yasama organınca konuya ilişkin yeni bir
düzenlemenin de yapılmadığı gerekçesine dayanılarak dava konusu işlemin iptali istemiyle
açılan davanın görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli bulunduğuna karar vermiştir.
506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 140. maddesinin 4. fıkrası, 20.5.2007
tarihinde yürürlüğe giren 9.5.2007 gün ve 5655 sayılı Kanun’un 2. maddesiyle değiştirilerek,
“İdarî para cezaları ilgiliye tebliğ edilmekle tahakkuk eder ve tebliğ tarihinden itibaren onbeş
gün içinde Kuruma ödenir veya aynı süre içinde Kurumun ilgili ünitesine itiraz edilebilir.
İtiraz takibi durdurur. Kurumca itirazı reddedilenler, kararın kendilerine tebliğ tarihinden
itibaren otuz gün içinde yetkili idare mahkemesine başvurabilirler. Bu süre içinde başvurunun
yapılmamış olması halinde idarî para cezası kesinleşir. Mahkemeye başvurulması cezanın
takip ve tahsilini durdurmaz. Tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde Kuruma ödenmeyen
idarî para cezaları, bu Kanunun 80 inci maddesi hükmü gereğince hesaplanacak gecikme
cezası ve gecikme zammı ile birlikte tahsil edilir. İdarî para cezalarının, Kuruma itiraz ve
yargı yoluna başvurulmaksızın tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde ödenmesi halinde,
bunun dörtte üçü tahsil edilir. Peşin ödeme, idarî para cezalarına karşı Kuruma itiraz etme
veya yargı yoluna başvurma hakkını etkilemez. Ancak, Kurumca itirazın reddedilmesi veya
mahkemece Kurum lehine karar verilmesi halinde, daha önce tahsil edilmemiş olan dörtte
birlik ceza tutarı, 80 inci madde hükmü de dikkate alınarak tahsil edilir” şeklinde yeniden
düzenlenmiştir.
Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir
müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının,
geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.
Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile
görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre
görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki
görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına
dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği
açıktır.
Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun
değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık
görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya
devam etmesi gerekir.
Bu duruma göre, incelenen uyuşmazlıkta, dava konusu edilen idari para cezasına
ilişkin yasa kuralı değiştirilmiş ve yeni düzenleme 20.5.2007 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiş
olduğuna göre, görev kuralının geçmişe etkili olacağı yolundaki genel hukuk ilkesi karşısında,
506 sayılı Yasa’nın 140. maddesine göre verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın
görüm ve çözümünde idari yargı yerinin görevli olduğu kuşkusuzdur
Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesinin başvurusunun reddi gerekmiştir.
SONUÇ: Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle İzmir
1. İdare Mahkemesi’nce 2.3.2007 gün ve E:2007/314 sayı ile yapılan BAŞVURUNUN
REDDİNE, 02.07.2007 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
***
Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:
ESAS NO : 2007/191
KARAR NO: 2007/147
KARAR TR : 2.7.2007
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : 3213 Sayılı Maden Kanunu uyarınca verilen ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun
5560 sayılı Kanunla değişik 3. maddesi kapsamına giren idari para cezasına karşı yapılan
itirazın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesinin gerektiği hk.
KARAR
Davacı : Aslanlar İnş. San. ve Tic. Ltd. Şti.
Vekili
: Av. V.K.
Davalı : Bandırma Kaymakamlığı (İlçe Özel İdare Müdürlüğü)
OLAY
: Taş ocağı işletmeciliği yapan davacı şirket adına; orman sahası ile
bitişiğinde bulunan mülga Köy Hizmetlerine ait taş ocağı sahasına taşmak suretiyle üretim
yaptığından bahisle, 27.07.2005 tarih, 1-7/53 sayılı işlemle; 3213 Sayılı Maden Kanunu’nun
uygulanması ile ilgili Maden Kanunu Uygulama Yönetmeliğinin 43. maddesi uyarınca idari
para cezası kesilmiş; davacı şirket vekili tarafından, işlemin iptali istemiyle idari yargı
yerinde dava açılmıştır.
BURSA 1. İDARE MAHKEMESİ(TEK HAKİM); 20.09.2005 gün, E:2005/1208,
K:2005/1147 sayı ile; 3213 Sayılı Maden Kanunu uyarınca verilen idari para cezasından
doğan uyuşmazlığın görüm ve çözümünde 5326 Sayılı Yasa hükümlerine göre Sulh Ceza
Mahkemesinin görevli olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiştir.
Davacı şirket vekili, aynı istekle 14.10.2005 gününde adli yargı yerinde itirazda
bulunmuştur.
BANDIRMA SULH CEZA MAHKEMESİ; 19.01.2006 gün ve Değ.İş.E:2005/589,
Değ.iş.K:2006/27 sayı ile; davada taraf olan İl Özel İdaresinin, 13.3.1994 tarihli İl Özel İdare
Kanunu ile düzenlendiği, valiye bağlı, emvalinin devlet emvali, personelinin devlet memuru
niteliğinde olduğu, kamu kurumu olan Özel İdarenin denetimi ve gözetimi altında bulunan
Ocak işletmelerinin faaliyetlerinin, yasada öngörüldüğü biçimde bu idarenin ruhsat ve
denetimine tabi tutulması ve bu konuda idareye yaptırım yetkisi verilmiş olmasının, bu
faaliyetin kamu hukukunun buyurucu kurallarına bağlı olduğunu gösterdiği, (Uyuşmazlık
Mahkemesinin 7.7.1994 tarih ve 1994/18 esas, 1994/18 sayılı kararının örnek gösterildiği)
Anayasanın 125.maddesinin son fıkrası ve İdari Yargılama Usul Kanunu’nun 2/1-b maddesi
uyarınca uyuşmazlığın çözümünde idari yargı yerinin görevli bulunduğu, ayrıca genel
nitelikte bir kanun olan 5326 Sayılı Kabahatler Kanunu’nun özel kanunda belirtilen hükmü
ortadan kaldırmayacağının anlaşıldığı gerekçesiyle, görevsizlik kararı vermiş, bu karar itiraz
edilmeyerek kesinleşmiştir.
Mahkeme kararları arasında olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğu ileri sürülerek,
Uyuşmazlık Mahkemesine başvurulması üzerine; Mahkememizin Hukuk Bölümünün
E:2006/86 sayılı dosyasına kaydedilen uyuşmazlıkla ilgili olarak verilen 6.11.2006 gün ve
K:2006/173 sayılı kararda; “Olayda, Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının
itiraz edilmeyerek kesinleşmesine karşılık, idare mahkemesi tek hâkiminin görevsizlik
kararına, davacının yaptığı itirazın reddi üzerine yapılan karar düzeltme talebinin Bölge İdare
Mahkemesince karara bağlanmamış olması nedeniyle, ortada idari yargı yerine ait kesinleşmiş
bir görevsizlik kararı bulunmadığından, 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen
“kararların kesin veya kesinleşmiş olması” koşulu gerçekleşmemiştir.” gerekçesiyle; 2247
sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen koşulu taşımayan başvurunun aynı Yasa’nın 27.
maddesi uyarınca reddinin gerektiğine karar verilmiştir.
Diğer taraftan, Bursa Bölge İdare Mahkemesi; 20.09.2006 gün, E:2006/1218,
K:2006/931 sayı ile, davacı tarafın karar düzeltme istemini kabul ederek; Bursa 1. İdare
Mahkemesi’nin; 20.09.2005 gün, E:2005/1208, K:2005/1147 sayılı kararını bozmuştur.
Bunun üzerine:
BURSA 1. İDARE MAHKEMESİ; 21.2.2007 gün ve E:2007/136, K:2007/221 sayı
ile, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 2., 5550 sayılı Kanunla değişik 3., 16., 19., 27.,
Geçici 2. ve 3. maddesinden bahisle bu Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihten itibaren idari
para cezalarının idare mahkemelerinin görev alanından çıkarıldığını, kendi özel kanunlarında
idare mahkemelerine itiraz yolu öngörülmeyen durumlarda görevin sulh ceza mahkemelerine
ait olduğu; 3213 Sayılı Maden Kanununda, idari para cezalarına karşı açılacak davalarda
görevli yargı yeri belirtilmediği için, uyuşmazlığın görüm ve çözümünde yukarıda anılan
5326 Sayılı Yasa hükümlerine göre Sulh Ceza Mahkemesinin görevli olduğu gerekçesiyle
görevsizlik kararı vermiş; bu karar temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında,
Üyeler: M. Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Coşkun ÖZTÜRK, Z. Nurhan YÜCEL, Esen EROL,
Levent ÖZÇELİK ve Celal IŞIKLAR’ın katılımlarıyla yapılan 2.7.2007 günlü toplantısında;
l-İLK İNCELEME :Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca
yapılan incelemeye göre, Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü,
E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve
İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun
uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’
ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın
mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza
mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında
kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna
varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından,
bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler.
İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık
Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...”açıkça belirtilmiştir.
Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının
Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.
Adli yargı yeri ile idari yargı yeri tarafından verilen ve kesinleşen son kararı arasında
2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı
doğduğu, idari yargı dosyasının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacı vekilinin
istemi üzerine son görevsizlik kararını veren mahkemece Uyuşmazlık Mahkemesi’ne
gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından doğan görev
uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde
adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili
Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay
Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada adli yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve
sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, 3213 Sayılı Maden gereğince verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle
açılmıştır.
3213 sayılı Maden Kanunu’nun 1.maddesinde, Kanun’un amacı;madenlerin aranması,
işletilmesi, üzerinde hak sahibi olunması ve terk edilmesi ile ilgili esas ve usullerin
düzenlenmesi olarak belirlenmiş; 2. maddesinde, inşaat ile yol yapımında kullanılan ve
tabiatta doğal olarak bulunan kum ve çakıl 1(a) grubu madenler arasında sayılmış;
Yasanın,“Üretim ve Sevkiyat” başlıklı 12. maddesinin birinci fıkrasında, üretilen maddenin
sevk fişi ile sevkiyatının zorunlu olduğu, ikinci fıkrasında, tesislerden elde edilen ürünlerin
sevk fişi kullanımı ve denetimi ile ilgili hususların yönetmelikle belirleneceği, üçüncü
fıkrasında, ruhsat sahibi tarafından sevk fişi olmaksızın maden sevk edildiğinin mülkî idare
amirliklerince tespit edilmesi halinde, söz konusu madenin ocak başı satış bedelinin üç katı
tutarında idarî para cezası verileceği, dördüncü fıkrasında, denetim ve inceleme sonucunda,
yaptığı üretim ve sevkiyatı bildirmediği tespit edilen ruhsat sahiplerine, ödenmesi gereken
Devlet hakkına ilaveten bildirilmeyen miktar için hesaplanacak Devlet hakkının on katı
tutarında idarî para cezası verileceği, beşinci fıkrasında ise; ruhsat veya işletme izni olmadan
üretim faaliyetinde bulunulduğunun tespiti halinde, üretilen madene mülkî idare
amirliklerince el konulacağı, bu kişilere, bu fıkra kapsamında üretilmiş olup el konulan ve el
konulma imkânı ortadan kalkmış olan tüm madenin, ocak başı satış bedelinin beş katı
tutarında idarî para cezası uygulanacağı, bu şekilde maden çıkartılması ve/veya sevk
edilmesinin Devlet malına karşı işlenmiş fiil sayılacağı, bu fiili işleyenlerin adlî takibat
yapılmak üzere ilgili makamlara bildirileceği, el konulan madenlerin, mülkî idare
amirliklerince satılarak bedelinin özel idareye aktarılacağı belirtilmiştir.
Yasadaki I (a) Grubu madenleri ile ilgili yapılacak işlemlere ait usul ve esasları
düzenlemek amacıyla çıkarılan Uygulama Yönetmeliği’nin 18.maddesinde, “ Ruhsat
olmadan I (a) Grubu bir madenin üretilip sevk edilmesinin, Genel Müdürlüğün veya mülki
amirin yetkilendirdiği kişiler tarafından tespit edilmesi halinde, durum bir tutanak ile tespit
edilir. Bu tutanakta üretimin yapıldığı yer, üretimi yapan kişi, taşıyan aracın plakası, aracı
kullanan kişi, tartılması mümkün ise sevk edilen maden cinsi ve miktarı ya da yaklaşık
miktarı tespit edilir. Üretilen madene mülki idare amirliğince el konulur. Bu kişilere, bu fıkra
kapsamında üretilmiş olup el konulan ve el konulma imkânı ortadan kalkmış olan tüm
madenin, ocak başı satış tutarının beş katı miktarında idari para cezası uygulanır. Bu şekilde
maden çıkartılması ve/veya sevk edilmesi Devlet malına karşı işlenmiş fiil sayılır. Bu fiili
işleyenler adli takibat yapılmak üzere ilgili makamlara bildirilir. El konulan madenler, mülki
idare amirliğince satılarak bedeli il özel idaresine aktarılır” denilmiştir.
Olayda, idari para cezasının iptali istemiyle dava açılmış olup; 3213 sayılı Maden
Kanunu’nda, bu cezaya karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemiştir.
1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanun’un diğer kanunlarda
düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri
üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın,
dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19.
maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen
idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine
ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza
mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli
yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir.
Daha sonra, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3.
maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla
iptal edilmiş ve gerekçeli kararı 22.7.2006 gün ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış
ve iptal hükmünün, kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra
yürürlüğe girmesine karar verilmiş; yasama organı tarafından iptal hükmü doğrultusunda
yasal düzenleme yapılmaması sürecinde, anılan madde hükmünün yürürlükte bulunduğu
düşüncesiyle, aynı doğrultuda karar verilmeye devam edilmiş; yasama organı tarafından,
Anayasa Mahkemesi’nce verilen altı aylık süre içinde iptal hükmü doğrultusunda yasal
düzenleme yapılması halinde ise, işaret edilen yargı yerinin yeni düzenlemenin yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren görevli olacağı belirtilmiştir.
Son olarak, 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 3 üncü maddesini
değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde " (1) Bu Kanunun;
a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda
aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi
yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,
uygulanır." denilmiştir.
19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun;
İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine
hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterildiği
durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.
Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir
müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının,
geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.
Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile
görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre
görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki
görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına
dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği
açıktır.
Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun
değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık
görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya
devam etmesi gerekir.
İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16.
maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu,
3213 sayılı Maden
Kanunu’nda da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği
anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanunla değişik 3.
maddesinde belirtildiği üzere, İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin
hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle,
görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari
para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanun’un 27. maddesinin (1)
numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.
Açıklanan nedenlerle, sulh ceza mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırılması
gerekmiştir.
SONUÇ: Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle
Bandırma Sulh Ceza Mahkemesi’nce verilen 19.01.2006 gün ve Değ.İş.E:2005/589,
Değ.iş.K:2006/27 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 2.7.2007
gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
***
Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:
ESAS NO : 2007/202
KARAR NO: 2007/148
KARAR TR : 2.7.2007
(Hukuk Bölümü)
ÖZET: 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 47. maddesine aykırılık nedeniyle verilen
idari para cezasına karşı yapılan itirazın ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği
hk.
KARAR
Davacı : S.U.
Davalı : OLAY
: 22.11.2006 gün ve 166199 sayılı trafik ceza tutanağı ile, 2918 sayılı
Karayolları Trafik Kanunu‘nun 47. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinin ihlal
edildiğinden bahisle davacı adına idari para cezası verilmiştir.
Davacı, para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.
ÇORUM 1. SULH CEZA MAHKEMESİ; 15.1.2007 gün ve Müteferrik:2006/1205
sayı ile, Çorum Emniyet Müdürlüğü Trafik Tescil Şube Müdürlüğü’nün 22.11.2006 tarih ve
166199 sayılı ceza tutanağı ile verilmiş 101,00 YTL idari para cezasına itiraz edildiği, itiraz
eden her ne kadar davalı idarece 2918 sayılı Yasa’nın 47/1-b maddesi gereğince tahakkuk
ettirilen 101.00 YTL tutarındaki idari para cezasının kaldırılmasını talep etmiş ise de;
19.12.2006 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5560 sayılı Çeşitli
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun’un 31. maddesi gereğince 30.3.2005 tarihli
ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesinde yapılan değişiklik ile, idari yaptırım
kararına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm
bulunmaması halinde uygulanacağının düzenlendiği, oysa, 2918 sayılı Karayolları Trafik
Kanunu incelendiğinde, bu Yasadan kaynaklanan idari para cezalarına karşı Mahkemelerinin
görevli ve yetkili olmadığı, genel yetkili ve görevli mahkemenin idare mahkemesi olduğu,
tebliğ tarihinden itibaren itiraz edenin yetkili idare mahkemesine itiraz edebileceği, ayrıca
Uyuşmazlık Mahkemesi kararlarında da yapılan eylemin idari işlem olması bakımından
meselenin çözümünün idari yargının görev alanı kapsamında olduğunun belirtildiği
gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, kesinleşmiştir.
Davacı, bu kez, idari para cezası verilmesine ilişkin söz konusu işlemin iptali istemiyle
idari yargı yerinde dava açmıştır.
ÇORUM İDARE MAHKEMESİ; 14.3.2007 gün ve E:2007/57 sayı ile, Selahattin
Uğurlu tarafından, kendisine kırmızı ışık ihlali nedeniyle 101.00 YTL para cezası verilmesine
ilişkin Çorum Bölge Trafik Müdürlüğü’nün 22.11.2006 tarih ve 166199 seri no’lu trafik ceza
tutanağının iptali istemiyle hasım gösterilmeden dava açıldığı, 2247 sayılı Uyuşmazlık
Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 19. maddesinden söz ederek,
incelenen davada; davacının Ankara istikametinden Merzifon istikametine aracıyla seyahat
ederken kırmızı ışık ihlali yaptığından bahisle Çorum Bölge Trafik Müdürlüğü trafik
ekiplerince durdurularak 101.00 YTL para cezası verilmesi üzerine söz konusu ceza
tutanağının iptali istemiyle adli yargıda açılan dava sonucunda, Çorum 1. Sulh Ceza
Mahkemesi’nce verilen 15.1.2007 tarih ve 2006/1205 Müteferrik sayılı görev ret kararı
üzerine işlemin iptali istemiyle Mahkemelerinde bu davanın açıldığının anlaşıldığı, olayda,
davacıya 101.00 YTL para cezası verilmesine ilişkin trafik ceza tutanağının iptali istemiyle
adli yargıda açılan davada; adli yargı yerince verilen görevsizlik kararında uyuşmazlığın idari
nitelikte olduğu ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda bu Kanundan kaynaklanan
idari para cezalarına sulh ceza mahkemelerinin bakacağına ilişkin bir hüküm olmadığı
belirtilmekte ise de; 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 6.12.2006 tarih ve 5560 sayılı
Kanun'un 31. maddesi ile değişik 3. maddesinden ve 27. maddesinin 1 no’lu bendi ile aynı
maddenin 6.12.2006 tarih ve 5560 sayılı Kanun'un 34. maddesi ile değişik 8 no’lu bendinden
bahisle, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda, bu kanuna göre verilecek para cezalarına
karşı idari yargıda dava açılabileceğine ilişkin açık bir düzenleme olmadığı gibi, mezkur
Kanunun "Bu Kanundaki suçlarla ilgili davalara bakacak mahkemeler ve yetkileri"
başlıklı 112. maddesinin birinci fıkrasında, "Sürücü belgelerinin geçici olarak geri alınması
hariç olmak üzere bu Kanundaki hafif para cezasını veya bununla birlikte hafif hapis cezasını,
belgelerin geri alınması ve iptali veya işyerlerinin kapatılması cezasını gerektiren suçlarla
ilgili davalara trafik mahkemelerinde, bunların bulunmadığı yerlerde yetki verilen sulh ceza
mahkemelerinde bakılır" hükmünün yer aldığı, yukarıda bahsi geçen mevzuat hükümlerinin
birlikte değerlendirilmesinden; idari para cezalarına karşı açılacak davalarda eğer para
cezasına dayanak alınan kanunda özel olarak idari yargı yeri görevli sayılmamış ise, para
cezasına karşı sulh ceza mahkemesinde dava açılması gerektiği ve 2918 sayılı Karayolları
Trafik Kanunu uyarınca düzenlenen, davacıya 101.00 YTL para cezası verilmesine ilişkin
trafik ceza tutanağının iptali istemiyle açılan davanın çözümünde mezkur Kanunda açık
olarak idari yargı görevli olarak gösterilmediğinden, adli yargının görevli olduğu sonucuna
ulaşıldığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vererek, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin
Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 19. maddesi uyarınca görevli yargı yerinin
belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine ve dosya
incelemesinin bu konuda Uyuşmazlık Mahkemesi’nce karar verilinceye kadar ertelenmesine
karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında,
Üyeler: M. Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Coşkun ÖZTÜRK, Z. Nurhan YÜCEL, Esen EROL,
Levent ÖZÇELİK ve Celal IŞIKLAR’ın katılımlarıyla yapılan 02.07.2007 günlü
toplantısında;
I-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca
yapılan incelemeye göre;
Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1
sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında
Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2
nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da
şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da
beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev
ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının
‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara
bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan
davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara
ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde
incelenip çözümlenmesi gerektiği…” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında,
olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi
gerektiği kuşkusuzdur.
İdare Mahkemesince anılan Yasanın 19. maddesinde öngörülen şekilde başvurulduğu
ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşılmakla, adli ve idari yargı yerleri
arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın
çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan;
ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay
Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada adli yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve
sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, 2918 sayılı Yasa’nın 47. maddesine aykırılık nedeniyle, trafik zabıtasınca
düzenlenen para cezasına ilişkin ceza tutanağının iptali istemiyle açılmıştır.
13.10.1983 tarih ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun “Amaç” başlıklı 1.
maddesinde, “Bu kanunun amacı, karayollarında, can ve mal güvenliği yönünden trafik
düzenini sağlamak ve trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri
belirlemektir” denilmiş; 47. maddesinde, trafik işaretlerine uyma zorunluluğu ve bu
zorunluluğa uymamanın müeyyidesi düzenlenmiştir.
Uyuşmazlık Mahkemesi, 2918 sayılı Yasa’nın 116. maddesi kapsamında araç tescil
plakasına göre düzenlenenler dışında trafik zabıtasınca uygulanan idari para cezalarına karşı
açılan davaları; bu uygulamanın idari ceza kapsamında bulunması; Yasada idari cezalarla
ilgili davalarda (116. maddedeki itiraz yolu hariç) görevli yargı yerini açıkça belli eden bir
hükme yer verilmemesi; bu Yasada gösterilen adli cezalara hükmetmekle görevli mahkemeye
işaret eden 112. maddeye de herhangi bir atıfta bulunulmamış olması karşısında ve göreve
ilişkin genel ilkelere göre idari yargının görev alanında görmüştür.
1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanunun diğer kanunlarda
düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri
üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın,
dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19.
maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen
idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine
ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza
mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli
yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir.
Daha sonra, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3.
maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla
iptal edilmiş ve gerekçeli kararı 22.7.2006 gün ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış
ve iptal hükmünün, kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra
yürürlüğe girmesine karar verilmiş; yasama organı tarafından iptal hükmü doğrultusunda
yasal düzenleme yapılmaması sürecinde, anılan madde hükmünün yürürlükte bulunduğu
düşüncesiyle, aynı doğrultuda karar verilmeye devam edilmiş; yasama organı tarafından,
Anayasa Mahkemesi’nce verilen altı aylık süre içinde iptal hükmü doğrultusunda yasal
düzenleme yapılması halinde ise, işaret edilen yargı yerinin yeni düzenlemenin yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren görevli olacağı belirtilmiştir.
Son olarak, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesini
değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde " (1) Bu Kanunun;
a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda
aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi
yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,
uygulanır." denilmiştir.
19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun;
idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine
hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin
gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.
Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir
müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının,
geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.
Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile
görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre
görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki
görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına
dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği
açıktır.
Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun
değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık
görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya
devam etmesi gerekir.
İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen trafik para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16.
maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 2918 sayılı Karayolları Trafik
Kanunu’nda da bu para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği
anlaşılmıştır.
Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde
belirtildiği üzere, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer
kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin
belirlenmesinde 5326 sayılı Kanun hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı
açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi
uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.
Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince yapılan başvurunun kabulü ile Sulh Ceza
Mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ: Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle
Çorum İdare Mahkemesi’nin BAŞVURUSUNUN KABULÜ İLE Çorum 1. Sulh Ceza
Mahkemesi’nce verilen 15.1.2007 gün ve Müteferrik:2006/1205 sayılı GÖREVSİZLİK
KARARININ KALDIRILMASINA, 02.07.2007 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN
OLARAK karar verildi.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararı
FİKRİ DEMİR/Türkiye Davası*
Başvuru No:55373/00
Strazburg
11 NİSAN 2006
OLAYLAR
Başvuran 1971 doğumludur.
Başvuran, 2 Haziran 1995 tarihinde İzmir Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele
Şubesi polisleri tarafından gözaltına alınmıştır. Başvuran PKK’ya mensup olmakla itham
edilmiştir.
İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) Cumhuriyet Başsavcısı, 10 Temmuz 1995
tarihinde başvuranı ve diğer yirmi üç sanığı Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 125. maddesinin
öngördüğü ülkenin toprak bütünlüğünü bozmayı amaçlayan yasadışı örgüte mensup olma
suçu ile itham etmiştir.
DGM, 22 Temmuz 1997 tarihinde başvuranı üzerine atılı fiillerden suçlu bulmuş ve
idam cezasına çarptırmıştır.
Yargıtay 7 Temmuz 1998 tarihinde ilk derece mahkemesi kararını usul hatası
gerekçesiyle bozmuştur.
DGM 3 Aralık 1998 tarihinde daha önce verdiği kararı yinelemiştir.
Yargıtay 18 Ekim 1999 tarihinde verilen bu kararı onamıştır.
Türkiye’de idam cezasının kaldırılmasının ardından başvuranın cezası ömür boyu ağır
hapis cezasına çevrilmiştir.
HUKUK AÇISINDAN
I. AİHS’NİN 6§1 VE 3 MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI
HAKKINDA
Başvuran, kendisini yargılayan ve mahkum eden DGM’nin, bir yandan bünyesinde
askeri hakim bulundurması, diğer yandan gözaltındayken hazırlık soruşturması sırasında
avukatın bulunmaması nedeniyle kendisine adil yargılanmayı sağlayacak “tarafsız ve
bağımsız” bir mahkeme oluşturmadığını iddia etmektedir. Başvuran ayrıca, Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısı tebliğnamesinin kendisine tebliğ edilmediğinden şikayetçi olmaktadır.
Başvuran AİHS’nin 6§1 ve 3 maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
* Dışişleri Bakanlığı Çok taraflı Siyasî İşler Genel Müdürlüğü tarafından Türkçe’ye çevrilmiş olup, gayrıresmî tercümedir.
A. DGM’nin tarafsız ve bağımsız olması hakkında
AİHM, bu durumda ortaya çıkan sorunlara benzer sorunları birçok kez irdelemiş ve
AİHS’nin 6§1 maddesinin ihlal edildiğini tespit etmiştir (Bkz. sözüedilen Özel, §§33-34 ve 6
Şubat 2003 tarihli Özdemir-Türkiye kararı, no: 59659/00, §§35-36).
AİHM, mevcut davayı incelemiş ve Hükümet’in, sözkonusu durumu farklı bir sonuca
ulaştırabilecek ne bir olay ne de bir delil sunduğuna kanaat getirmektedir. AİHM, “milli
güvenliğe” ilişkin suçlardan DGM önüne çıkarılan başvuranın, aralarında askeri hakimin de
bulunduğu mahkeme heyeti önüne çıkmaktan çekinmesinin anlayışla karşılanacağını
saptamaktadır. Bu nedenden dolayı, başvuran, DGM’nin bu türden davalara ters düşen
değerlendirmelerle haksız yere yönlendirilmelerine izin vermesinden haklı olarak
çekinmektedir. Böylece, bu mahkemenin tarafsızlığı ve bağımsızlığı hakkında başvuran
tarafından duyulan şüphelerin objektif olarak kanıtlandığı düşünülebilir (9 Haziran 1998
tarihli Incal-Türkiye kararı, 1998-IV, s.1573, §72 in fine).
AİHM, başvuranı yargılayıp mahkum ettiği sırada DGM’nin, 6§1 maddesi uyarınca
tarafsız ve bağımsız bir mahkeme olmadığı sonucuna varmaktadır.
B. Cezai Yargılama Usulünün Hakkaniyeti Hakkında
AİHM, benzer davalarda, tarafsızlıktan ve bağımsızlıktan yoksun olduğu ortaya
konulan bir mahkemenin, her olasılıkta, kendi yargısına tabi kişilere hakkaniyetli bir yargı
sağlayamayacağı hükmüne varıldığını hatırlatmıştır.
AİHM, başvuranın tarafsız ve bağımsız bir mahkeme tarafından dinlenme hakkının
ihlal edilmesi sonucu gözönünde bulundurulursa, AİHS’nin 6. maddesine göre yapılan diğer
şikayeti incelemeye gerek olmadığına kanaat getirmektedir (Bkz. diğerleri arasında, 28 Ekim
1998 tarihli Çıraklar-Türkiye kararı, 1998-VII, §§ 44-45).
III. AİHS’NİN 41. MADDESİNİN UYGULANMASI HAKKINDA
A. Tazminat
Başvuran, 50.000 Euro tutarında manevi zarara uğradığını iddia etmektedir.
Hükümet bu iddiaya itiraz etmektedir.
AİHM, dava koşullarında ihlal tespitinin kendi başına yeterli adil tazmin
oluşturduğuna kanaat getirmektedir (Çıraklar-Türkiye, 28 Ekim 1998 tarihli karar, 1998-VII,
s. 3074, § 49).
AİHM’ye göre, bir kimse bu davada olduğu gibi AİHS’nin gerekli kıldığı tarafsızlık
ve bağımsızlık koşullarını yerine getirmeyen bir mahkeme tarafından mahkum edildiğinde,
sözkonusu kişinin isteği üzerine yeni bir davanın ya da yargılamanın yeniden başlatılması,
tespit edilen ihlalin telafi edilmesi için ilke olarak en uygun yolu teşkil etmektedir (Bkz.
Öcalan-Türkiye, no: 46221/99, § 210 in fine, AİHM 2005-).
B. Masraf ve Harcamalar
Başvuran, AİHM önünde yapılan masraf ve harcamalar için 3.000 Euro istemektedir.
Başvuran hiçbir kanıt sunmamaktadır.
Hükümet bu iddialara itiraz etmektedir.
AİHM, elinde bulunan unsurları ve konuya ilişkin içtihadını gözönünde bulundurarak,
yapılan bütün masraflar için 1.000 Euro’dan adli yardım adı altında Avrupa Konseyi’nden
alınan 685 Euro düşürülerek kalan miktarın başvurana ödenmesinin makul olduğuna kanaat
getirmektedir.
C. Gecikme faizi
AİHM, Avrupa Merkez Bankası’nın marjinal kredi kolaylıklarına uyguladığı faiz
oranına 3 puanlık bir artışın ekleneceğini belirtmektedir.
BU GEREKÇELERE DAYALI OLARAK MAHKEME OYBİRLİĞİYLE;
1. İzmir DGM’nin tarafsızlıktan ve bağımsızlıktan yoksun olması nedeniyle AİHS’nin
6§1 maddesinin ihlal edildiğine;
2. AİHS’nin 6. maddesine göre yapılan diğer şikayetlerin incelenmesine gerek
olmadığına;
3. a) Bu kararın, AİHS’nin 44§2 maddesine göre kesinleştiği tarihten itibaren üç ay
içinde ödeme tarihindeki döviz kuru üzerinden YTL’ye çevrilmek üzere Savunmacı
Hükümet’in, yargılama giderleri için, miktara yansıtılabilecek her türlü vergiden muaf
tutularak, 1.000 Euro’dan adli yardım adı altında alınan 685 Euro düşürülerek kalan miktarın
başvurana ödemesine;
b) Belirtilen süre bitiminden ödemenin yapıldığı tarihe kadar geçen süre için, yukarıda
belirtilen tutara, Avrupa Merkez Bankası’nın kredi faiz oranına yüzde üç puan eklenmek
suretiyle gecikme faizi uygulanmasına;
4. Hakkaniyete uygun tazminata ilişkin diğer taleplerin reddine karar vermiştir.
İşbu karar Fransızca olarak hazırlanmış ve 11 Nisan 2006 tarihinde, İçtüzüğün 77.
maddesinin 2 ve 3. fıkraları uyarınca yazılı olarak tebliğ edilmiştir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararı
YİĞİT/Türkiye Davası*
Başvuru No:62838/00
Strazburg
25 Ekim 2005
OLAYLAR
Başvuran 1953 doğumlu olup Gaziantep’te ikamet etmektedir.
29 Aralık 1987 tarihinde, Habur Gümrük İdaresi akaryakıt kaçakçılığı iddiası ile bir
araca el koymuştur.
28 Kasım 1994 tarihinde, Silopi Asliye Ceza Mahkemesi kamu davasının
zamanaşımına uğradığından ortadan kaldırılmasına ve sahibinin kimliğini tespit etmeden
aracın sahibine iadesine karar vermiştir.
13 Eylül 1995 tarihinde, başvuran Habur Gümrük İdaresine giderek sahibi olduğunu
iddia ettiği aracın kendisine teslim edilmesini talep etmiştir.
İdarenin cevap vermemesi üzerine, 26 Aralık 1995 tarihinde başvuran Sözkonusu
aracın teslim edilememesi nedeniyle uğranılan gelir kaybının tazmini için Gümrük
Müsteşarlığı aleyhinde Diyarbakır İdare Mahkemesinde tam yargı davası açmıştır.
20 Mart 1996 tarihili bir kararla, Diyarbakır İdare Mahkemesi idari başvurunun yetkili
makam önünde yapılmaması nedeniyle başvuranın talebini reddetmiştir.
15 Mayıs 1996 tarihinde başvuran kararın temyizine gitmiştir.
27 Ocak 1999 tarihinde Danıştay ilk derece mahkemesinin kararını bozmuştur.
22 Mart 2000 tarihinde, İdare Mahkemesi davanın esasına ilişkin bir duruşma
yapmıştır.
3 Mayıs 2000 tarihinde, İdare Mahkemesi sözkonusu aracın trafik kaydında başvuran
adına kayıtlı olmadığı gerekçesiyle başvuranın talebini reddetmiştir. İdare Mahkemesi
İskenderun Emniyet Müdürlüğü’nün 17 Nisan 2000 tarihli belgesini dikkate almıştır, bu
belgede sözkonusu aracın 3 Kasım 1997 tarihinden beri Hasan Artar adına kayıtlı olduğu
belirtilmekteydi.
Başvuran 13 Temmuz 2000 tarihinde, İslahiye Asliye Hukuk Mahkemesi’nin
temyizine gidilmediğinden kesinleşen ve başvuranın sözkonusu aracın sahibi olduğunu
belirten 10 Haziran 1994 tarihli kararına dayanarak kararın temyizi için Danıştay’a gitmiştir.
* Dışişleri Bakanlığı Çok taraflı Siyasî İşler Genel Müdürlüğü tarafından Türkçe’ye çevrilmiş olup, gayrıresmî tercümedir.
5 Aralık 2001 tarihli bir kararla Danıştay temyiz talebini reddetmiştir.
27 Mayıs 2002 tarihinde başvuran kararın düzeltilmesi talebinde bulunmuştur.
9 Mart 2005 tarihinde, Danıştay kararını düzeltmiş, 3 Mayıs 2000 tarihli kararını
bozmuş ve davayı ilk derece mahkemesine sevk etmiştir.
HUKUK AÇISINDAN
I. AİHS’NİN 6§1 MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA
Başvuran yargılama süresinin AİHS’nin 6§1 maddesinde belirtilen “makul süre”
ilkesini ihlal ettiğini iddia etmektedir.
Hükümet bu iddiaya karşı çıkmaktadır.
Değerlendirilmeye alınacak dönem 26 Aralık 1995 tarihinde başlamış ve henüz son
bulmamıştır. Her iki aşamadaki mahkemeler önündeki yargılama dokuz yıl altı aydan fazla
sürmüştür.
A. Kabuledilebilirlik Hakkında
AİHM başvurunun AİHS’nin 35§3.maddesine göre açıkça dayanaktan yoksun
olmadığını ve başka hiçbir kabuledilemezlik gerekçesi bulunmadığını saptamıştır.
B. Esas hakkında
AİHM bir yargılama süresinin makul olup olmadığının, davanın koşullarına göre ve
başta davanın karmaşıklığı olmak üzere, AİHM tarafından benimsenen kriterler ile başvuran
ve yetkili mercilerin tutumları dikkate alınarak değerlendirildiğini hatırlatır (Bkz., diğerleri
arasında, Frydlender-Fransa [GC], no: 30979, § 43, CEDH 2000-VII).
AİHM mevcut davadakilere benzer sorunları gündeme getiren birçok dava
incelediğini ve AİHS’nin 6§1. maddesinin ihlal edildiğinin saptandığını belirtir (Bkz. Bahsi
geçen, Frydlender).
AİHM kendisine sunulan tüm unsurları incelemiş ve Hükümet’in davayı farklı şekilde
sonuçlandıracak hiçbir olgu ve delil sunmadığı sonucuna varmıştır. AİHM bu konudaki
içtihadını dikkate alarak, sözkonusu yargılama süresinin uzun olduğuna ve “makul süre”
koşulunu karşılamadığına kanaat getirmiştir.
Sonuç olarak AİHS’nin 6§1. maddesi ihlal edilmiştir.
II. 1 NO’LU EK PROTOKOL’ÜN 1. MADDESİNİN İHLALİ HAKKINDA
Başvuran aracının kendisine teslim edilmemesi ve İdare tarafından zararının
karşılanmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini iddia etmektedir.
Hükümet bu iddiayı reddetmektedir.
AİHM bu sorunun halen yerel mahkemelerde incelenmeye devam ettiğini. Yalnızca iç
hukuk yollarının tüketilmesi halinde kendisine başvurulabileceğini hatırlatmaktadır.
Sonuç olarak AİHM, başvurunun bu kısmının erken yapıldığını ve AİHS’nin 35§1 ve
4. maddesi uyarınca kabuledilemez olduğunu gözlemlemektedir.
III. AİHS’NİN 41. MADDESİNİN UYGULANMASI HAKKINDA
AİHS’nin 41. maddesinde yer alan unsurlar.
A. Tazminat
Başvuran 84.413 Amerikan Doları (seksen dört bin dört yüz on üç) maddi ve manevi
tazminat talep etmektedir.
Hükümet bu iddialara karşı çıkmaktadır.
AİHM hakkaniyete uygun olarak başvurana 4.000 Euro (dört bin) manevi tazminat
ödenmesine karar vermiştir.
B. Masraf ve Harcamalar
Başvuran AİHM’de yaptığı masraf ve harcamalar için 2.000 Amerikan Doları talep
etmektedir.
Hükümet bu iddialara karşı çıkmaktadır.
Mahkemenin bu konudaki içtihadı ve mevcut unsurlar doğrultusunda, AİHM,
hakkaniyete uygun olarak, başvurana 1.000 (bin) Euro ödenmesinin makul olduğuna karar
vermiştir.
C. Gecikme Faizi
AİHM, Avrupa Merkez Bankası’nın marjinal kredi kolaylıklarına uyguladığı faiz
oranına üç puanlık bir artışın ekleneceğini belirtmektedir.
BU GEREKÇELERE DAYALI OLARAK AİHM OYBİRLİĞİYLE;
1. Yargılıma süresinin aşırı olmasına ilişkin şikayet konusunda başvurunun
kabuledilebilir, geri kalan kısmının kabuledilemez olduğuna;
2. AİHS’nin 6§1 maddesinin ihlal edildiğine;
3. a) AİHS’nin 44§2. maddesi uyarınca, kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç ay
içinde, ödeme tarihindeki döviz kuru üzerinden Türk Lirası’na çevrilmek üzere ve miktara
yansıtılabilecek her türlü vergiden muaf tutularak, Savunmacı Devlet tarafından başvurana:
i. manevi tazminat olarak 4.000 Euro (dört bin) ödenmesine;
ii. masraf ve harcamalar için 1.000 Euro (bin) ödenmesine;
iii. yukarıdaki miktarların her türlü vergiden muaf tutulmasına;
b) sözkonusu sürenin bittiği tarihten itibaren ödemenin yapılmasına kadar Hükümet
tarafından, Avrupa Merkez Bankası’nın o dönem için geçerli olan faiz oranının üç puan
fazlasına eşit oranda faiz uygulanmasına;
4. Adil tazmine ilişkin diğer taleplerin reddine;
karar vermiştir.
İşbu karar Fransızca olarak hazırlanmış ve AİHM’nin iç tüzüğünün 77 §§ 2 ve 3
maddesine uygun olarak 25 Ekim 2005 tarihinde yazıyla bildirilmiştir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararı
AYDIN TATLAV/Türkiye Davası*
Başvuru No: 50692/99
Strazburg
2 Mayıs 2006
OLAYLAR
1957 doğumlu başvuran İstanbul’da ikamet etmektedir.
Gazeteci olan başvuran, beş cilt olarak yayımlanan “İslamiyet Gerçeği” adlı kitabın
yazarıdır. “Kur’an ve Din” başlığı taşıyan birinci cildin ilk baskısı, 1992 yılı Kasım ayında
yayınlanmıştır. 1996 yılı Ekim ayında, Kur’an’ın eleştirel yorumunu ve tarihsel incelemesini
yapan sözkonusu cildin yüz doksan altı sayfalık beşinci baskısı çıkmıştır.
Dört yılda kitabın toplam 16.500 nüshası basılmıştır.
N.K. isimli bir şahsın Şişli Savcılığı’na yaptığı ihbarın ardından, başvuran Ankara
Cumhuriyet Başsavcısı tarafından sorgulanmıştır. Başvuran, kitabın 1992 yılında çıktığını ve
ilk dört baskısının hiçbiri hakkında soruşturma yapılmadığını ileri sürmüştür.
Ankara Cumhuriyet Başsavcısı, 9 Haziran 1997 tarihli iddianameyle Türk Ceza
Kanunu’nun (TCK) 175§3 maddesi gereğince başvuranı “dinlerden birini tahkir etmek
amacıyla yayın yapmakla” suçlamıştır.
Başvuran, Asliye Hukuk Mahkemesi önünde aleyhinde yapılan suçlamalara itiraz
etmiştir. Başvuran, kitabının dinler ve peygamberler hakkında yapılan bilimsel bir kitap
olarak okunması gerektiğini ifade etmektedir. Ayrıca başvuran, kitabın önsözünde kişilerin
inançları ve din adına Devlet’i yönetme olgusu arasında kesin bir ayrım yapıldığını ve inancın
değil dine dayalı siyasetin eleştirisini yaptığını belirtmektedir.
Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2. Ceza Dairesi, 19 Ocak 1998 tarihli kararla
başvuranı on iki ay hapis ve 840.000 Türk Lirası (TL) para cezasına çarptırmıştır. Mahkeme
hapis cezasını para cezasına çevirerek, başvuranı 2.640.000 TL “ağır” para cezasına
çarptırmıştır.
Başvuran, kararın temyizine gitmiştir. Başvuran temyiz gerekçelerinde ifade
özgürlüğü hakkını dile getirmiştir.
Yargıtay, 9 Şubat 1999 tarihli nihai kararında ilk derece mahkemesinde verilen kararı
onamıştır.
Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi İkinci Dairesi, 21 Temmuz 2004 tarihinde Adli
Sicil Kanunu’nun 8. maddesi gereğince başvuranın mahkumiyetinin adli sicil kaydından
silinmesi kararı almıştır.
* Dışişleri Bakanlığı Çok taraflı Siyasî İşler Genel Müdürlüğü tarafından Türkçe’ye çevrilmiş olup, gayrıresmî tercümedir.
HUKUK AÇISINDAN
I. AİHS’NİN 10. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA
Başvuran, verilen cezai mahkumiyet kararının AİHS’nin 10. maddesi tarafından
öngörüldüğü şekliyle ifade özgürlüğü hakkını ihlal ettiğini iddia etmektedir.
Hükümet, bu sava itiraz etmektedir. Hükümet, Otto-Preminger-İnstitut-Avusturya
kararına (20 Eylül 1994 tarihli karar) atıfta bulunarak, ahlakın ve başkalarının haklarının
korunması meşru amaçları ile orantılı olan dava konusu müdahalenin, Devlet’in takdir payı
olarak değerlendirilmesi gerektiğine kanaat getirmektedir.
AİHM, dava konusu mahkumiyet kararının AİHS’nin 10§1 maddesi tarafından
korunan ifade özgürlüğü hakkının başvuran tarafından kullanılmasına müdahale oluşturduğu
konusunda tarafların mutabık olduğunu not etmektedir. Aynı şekilde müdahalenin kanun
tarafından öngörüldüğüne ve 10§2 maddesi uyarınca kamu düzeninin, ahlakın ve başkalarının
haklarının korunması gibi meşru amaçlar güttüğüne de itiraz edilmemektedir. AİHM bu
değerlendirmeyi kabul etmiştir. Ancak, uyuşmazlık müdahalenin “demokratik bir toplumda
gerekli olup olmadığı” sorusu üzerinedir.
AİHM, Handyside-Birleşik Krallık (7 Aralık 1976 tarihli karar) ve Fressoz ve RoireFransa (no: 29183/95) kararlarında açıkladığı şekliyle 10. maddeye ilişkin içtihadından çıkan
temel ilkeleri hatırlatmaktadır. İfade özgürlüğü, kişilerin her birinin gelişimi ve ilerlemesi için
gerekli başlıca şartlardan biri olan demokratik toplumun en önemli temellerinden birini
oluşturmaktadır. 10. maddenin 2. paragrafı saklı kalmak kaydıyla, sadece lehte olduğu kabul
edilen veya zararsız veya ilgilenmeye değmez görülen “haber” veya “düşünceler” için değil,
aynı zamanda kırıcı, çarpıcı veya rahatsız edici olanlar için de geçerlidir.
10. maddenin 2. paragrafının da kabul ettiği gibi, sözkonusu özgürlüğün uygulanması
konusu görev ve sorumluluklar içermektedir. Bunlar arasında dini inançlar bağlamında,
diğerleri için saygısız ve nedensiz olarak kırıcı olan ifadelerden sakınma zorunluluğu yer
alabilir (Bkz. örneğin Otto-Preminger-İnstitut ve Murphy-İrlanda, no: 44179/98).
AİHM, AİHS tarafından güvence altına alınan hak ve özgürlüklere getirilen
sınırlandırmaların “demokratik toplumda gerekli olup olmadığını inceleyerek, Sözleşmeci
Devletler’in kesin ama sınırsız olmayan takdir payından faydalandıklarını birçok kez beyan
etmiştir (Wingrove-Birleşik Kırallık, 25 Kasım 1996 tarihli karar). Dini inançlara yapılan
saldırılar konusunda başkalarının haklarının korunmasına bağlı yaptırımların Avrupa
ülkelerinde tek bir anlayışa bağlı olmayışı, ahlak ya da din konularında kişisel inançları
incitebilecek alanlarda ifade özgürlüğünü düzenlerken, Sözleşmeci Devletler’in takdir payını
genişletmektedir (Bkz. örneğin Otto-Preminger-İnstitut ve Murphy-İrlanda).
Dolayısıyla bir Devlet, başkalarının düşünce, inanç ve dinlerine saygı ile
bağdaşmadığı düşünülen haber ve fikirlerin iletilmesi de dahil olmak üzere bazı tutumları
cezalandırmayı amaçlayan tedbirleri almanın gerekli olduğu kanaatine varabilir (Bkz. 9.
madde bağlamında, Kokkinakis-Yunanistan, 25 Mayıs 1993 tarihli karar ve Otto-Premingerİnstitut). Ancak kısıtlamanın AİHS ile bağdaşıp bağdaşmadığı konusunda nihai olarak karar
verme görevi AİHM’nin üzerine düşmektedir. AİHM, bu görevi dava koşullarında
müdahalenin “zorunlu sosyal ihtiyaca” cevap verip vermediğini ve “hedeflenen meşru amaçla
orantılı” olup olmadığını değerlendirerek yerine getirmektedir (Wingrove ve Murphy).
AİHM’nin karşı karşıya kaldığı sorun, iki temel özgürlüğün uygulanmasına yönelik
çelişkili çıkarların karşılaştırılmasını gerektirmektedir. Bir yandan başvuran için dini doktrin
hakkındaki fikirlerini halka iletme hakkı ve diğer yandan diğer insanların düşünce, inanç ve
dini özgürlüklerine saygı duyulması hakkı sözkonusudur (Otto-Preminger-İnstitut).
Çoğulculuk, hoşgörü ve yeni fikirlere açık olma “demokratik toplumun”
özelliklerindendir (Handyside). İster dini çoğunlukta yada azınlıkta bulunsun, kendi dinini
ortaya koyma özgürlüğünü kullanmak isteyenler, makul olarak bunu eleştirenlerden uzak bir
şekilde yapmayı beklememelidirler. Sözkonusu kişiler, dini inançlarının başkaları tarafından
reddedilmesini ve hatta başkaları tarafından inançlarına aykırı doktrinlerin yayılmasını
hoşgörüyle karşılamalı ve kabul etmelidirler (Otto-Preminger-İnstitut).
Bu davada AİHM kitabın içeriği konusunda, mahkumiyet kararında anılan bölümlerin
sert eleştiri dozunda olduğunu gözlemlemektedir. Başvuran, genel olarak dinin, sosyal
haksızlıkları “Tanrının isteği”’ymiş gibi belirterek meşrulaştırma etkisinin bulunduğunu ileri
sürmektedir. Burada sosyo-politik alanda inançsız bir kimsenin din hakkındaki eleştirel bakış
açısı sözkonusudur. Ancak AİHM, kitaptaki dava konusu sözlerde ne inananların doğrudan
kişiliğini hedef alan aşağılayıcı bir ton, ne de kutsal sembollere özelliklere Müslümanlara
hakarete varan bir saldırı gözlemlemektedir. Kuşkusuz inananlar, dinleri bakımından az da
olsa iğneleyici olan bu eleştiriden rahatsızlık duyabilirler (Bkz. a contrario İ.A.-Türkiye, no:
42571/98).
Ayrıca AİHM, dava konusu kitabın ilk kez 1992 yılında yayınlandığını ve beşinci
baskının yapıldığı 1996 yılına kadar hiçbir soruşturmanın açılmadığını not etmektedir (Bkz.
Öztürk-Türkiye, no: 22479/93). Bunun yanısıra AİHM, bir kişinin yaptığı ihbarın Savcılığın
cezai soruşturma başlatmasına neden olduğunu tespit etmektedir.
AİHM, başvuran aleyhinde verilen on iki ay hapis cezasının çok cüzi miktardaki para
cezasına çevrildiğini gözlemlemektedir. Ancak özgürlükten mahrum bırakma cezası riski
taşıyan cezai mahkumiyetin, yazar ve yayıncıları dinle bağdaşmayan düşünceleri
yayınlamaktan alıkoyma etkisi olabilir ve hatta bu cezai mahkumiyet kararı demokratik
toplumun sağlıklı bir şekilde gelişmesi için gerekli çoğulculuğun korunmasına engel teşkil
edebilir.
Dolayısıyla AİHM, bu davada, dava konusu yayının yapıldığı dönemde incelenen
müdahalenin “izlenen meşru amaçla orantılı” olarak değerlendirilmesini sağlayan “kaçınılmaz
sosyal bir ihtiyaç”’ın var olduğunun ortaya konulmadığına kanaat getirmektedir.
Dolayısıyla AİHM, AİHS’nin 10. maddesinin ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Bkz.
Giniewski-Fransa, no: 64016/00).
II. AİHS’NİN 6§1 MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA
Başvuran, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın esas hakkındaki tebliğnamesinin tebliğ
edilmemesinden şikayetçi olmaktadır. Başvuran AİHS’nin 6§1 ve 3 –b maddesinin ihlal
edildiğini ileri sürmektedir.
Hükümet, başvuranın Yargıtay önünde yapılan duruşma sırasında Cumhuriyet
Başsavcısının tebliğnamesine cevap verme olanağının olduğunu ileri sürmektedir.
Başvuran, davayı dosya üzerinden inceleyen sözüedilen mahkeme önünde hiçbir
duruşmanın yapılmadığını ileri sürmektedir.
Yargıtay önünde duruşma yapılmadığını tespit eden AİHM, Göç-Türkiye (mutatis
mutandis no: 36590/97) kararında vardığı sonuca aykırı bir karar almak için hiçbir neden
görmemektedir.
Dolayısıyla AİHM, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın tebliğnamesinin başvurana
tebliğ edilmemesinden dolayı AİHS’nin 6§1 maddesi ihlal edildiği kanaatine varmıştır.
III. AİHS’NİN 41. MADDESİNİN UYGULANMASI HAKKINDA
A. Tazminat
Başvuran, ödediği para cezasının geri ödenmesini istemektedir. Ayrıca başvuran,
kitabın 1998 yılında çıkacak altıncı baskısının hazırlandığını, ancak mahkumiyet kararından
dolayı çıkarılamadığını ileri sürmektedir. Çıkarabileceğini umduğu, ancak mahkumiyet
kararından dolayı gerçekleştirilemeyen diğer üç baskıya dayanarak hesap yapan başvuran,
maddi tazminat olarak 59,4 milyar Türk Lirası istemektedir. Son olarak başvuran,
mahkumiyetinden dolayı uğradığı manevi zararının rakam belirtmeksizin telafi edilmesini
istemektedir.
AİHM, 19 Ocak 1998 tarihli kararla başvurana verilen para cezasının AİHS’nin 10.
maddesi alanında tespit edilen ihlalin doğrudan sonucu olduğunu belirtmektedir. Dolayısıyla
başvurana ödediği miktarın tamamının geri ödenmesi kararını almak uygun olacaktır. AİHM
maddi tazminat talebinin geri kalan kısmının kurgudan ibaret olduğunu ve rakamsal olarak
belirtilen talebin delillerle kanıtlanmadığını tespit etmektedir.
AİHM, manevi tazminat konusunda başvuranın dava koşullarından dolayı bir takım
sıkıntılar duyulabileceğine kanaat getirmektedir.
AİHM hakkaniyete uygun olarak ve uğranılan maddi ve manevi zararları gözönüne
alarak, başvurana 3.000 Euro ödenmesinin uygun olacağına kanaat getirmektedir.
B. Masraf ve Harcamalar
Başvuran, AİHM önündeki başvurusu çerçevesinde posta ve fotokopi masraflar için
81.000.000 TL (yaklaşık 50 Euro) ve ulusal mahkemeler önünde yaptığı mahkeme
masraflarının yani 210.000 TL (2 Euro) istemektedir.
AİHM, bu isteğin makul olduğuna kanaat getirmekte ve başvurana masraf ve
harcamalar için 52 Euro ödenmesine karar vermektedir.
C. Gecikme Faizi
AİHM, Avrupa Merkez Bankası’nın marjinal kredi kolaylıklarına uyguladığı faiz
oranına üç puanlık bir artışın ekleneceğini belirtmektedir.
BU GEREKÇELERE DAYALI OLARAK AİHM OYBİRLİĞİYLE,
1. AİHS’nin 10. maddesinin ihlal edildiğine;
2. AİHS’nin 6§1 ve 3 –b maddesinin ihlal edildiğine;
3. a) AİHS’nin 44 § 2 maddesi gereğince kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç ay
içinde, döviz kuru üzerinden Y.T.L.’ye çevrilmek üzere Savunmacı Hükümet tarafından
başvurana maddi ve manevi tazminat olarak 3.000 Euro (üç bin) ve masraf ve harcamalar
için 52 Euro’nun (elli iki) miktara yansıtılabilecek her türlü vergiden muaf tutularak
ödenmesine,
b) Sözkonusu sürenin bittiği tarihten itibaren ödemenin yapılmasına kadar Hükümet
tarafından, Avrupa Merkez Bankası’nın o dönem için geçerli olan faiz oranının üç puan
fazlasına eşit oranda faiz uygulanmasına;
4. Adil tazmine ilişkin diğer taleplerin reddine;
karar vermiştir.
İşbu karar Fransızca olarak hazırlanmış ve AİHM İçtüzüğü’nün 77 §§ 2 ve 3.
maddesine uygun olarak 2 Mayıs 2006 tarihinde yazılı olarak tebliğ edilmiştir
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararı
DOLGUN/Türkiye*
Başvuru No. 67255/01
Strazburg
13 Haziran 2006
USUL
Davanın nedeni, Göktekin Dolgun’un (“başvuran”), İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin
Korunmasına İlişkin Sözleşme’nin (“AİHS”) 34. Maddesi uyarınca, Türkiye Cumhuriyeti
aleyhine, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne, 15 Kasım 2000 tarihinde yapmış olduğu
67255/01 no’lu başvurudur.
Başvuran, Mersin Barosu’na bağlı avukat Mahmut Akdoğan tarafından temsil edilmiştir.
OLAYLAR
DAVANIN OLAYLARI
1934 doğumlu başvuran, Mersin’de ikamet etmektedir.
20 Temmuz 1993 tarihinde, Karayolları Genel Müdürlüğü, başvurana ait Mersin’deki iki
arsayı otoyol yapmak amacıyla kamulaştırmıştır. Bir bilirkişi kurulu arsanın değerini
belirlemiş, ilgili meblağ kamulaştırma gerçekleştirilirken başvurana ödenmiştir.
Başvuranın tazminatın artırılması talebini müteakiben, Mersin Asliye Hukuk Mahkemesi,
16 Haziran 1994 tarihinde, başvurana, 343.826.000 Türk Lirası’yla (TL) beraber, tapunun
devredildiği tarih olan 20 Temmuz 1993 tarihinden itibaren işlemek üzere, mahkemenin karar
tarihinde geçerli olan yasal faiz oranının ek tazminat olarak ödenmesine karar vermiştir.
Yargıtay 1 Haziran 1998 tarihinde kararı onamıştır.
Karayolları Genel Müdürlüğü, 17 Mayıs 2000 tarihinde, başvurana, faiziyle beraber
1.336.460.000 TL ödemiştir.
HUKUK
I. 1 NO’LU PROTOKOL’ÜN 1. MADDESİ’NİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI
Başvuran, yetkili makamların ancak altı yıl on ay süren takibatın ardından ödediği
kamulaştırma karşılığı ek tazminatın değerinin düştüğünü, bu nedenle, ödenen gecikme
faizinin Türkiye’deki yüksek enflasyon oranıyla uyum sağlayamadığını ifade ederek şikayetçi
olmuştur. Başvuranın şikayetini dayandırdığı 1 No’lu Protokol’ün 1. Maddesi’nin ilgili kısmı
şöyledir:
* Dışişleri Bakanlığı Çok taraflı Siyasî İşler Genel Müdürlüğü tarafından Türkçe’ye çevrilmiş olup, gayrıresmî tercümedir.
“Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı
vardır. Herhangi bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve
uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.”
A. Kabuledilebilirlik
Hükümet, başvurunun AİHS’nin 35 § 1. Maddesi uyarınca altı aylık zaman aşımına bağlı
kalmadığı gerekçesiyle, AİHM’nin başvurunun kabuledilmez olduğuna karar verip
reddetmesini talep etmiştir. Bu hükmün amacı doğrultusunda, süre, 1 Haziran 1998 tarihinde
işlemeye başlamıştır. Ancak başvuran, ulusal mahkemenin nihai kararını vermesinin
üzerinden 2 yıl beş ay geçmesine rağmen, AİHM’ye başvurusunu ancak 15 Kasım 2000
tarihinde yapmıştır.
AİHM, kendisine sunulan şikayetin, yalnız yetkili makamların ek tazminatı ödemesindeki
gecikmeye ve bunun sonucunda başvuranın maruz kaldığı zarara dair olduğunu kaydetmiştir.
Yetkili makamlar ödemeyi 17 Mayıs 2000 tarihinde gerçekleştirmiştir. Başvuran
AİHM’ye başvurusunu 15 Kasım 2000 tarihinde yaparak AİHS’nin 35 § 1. Maddesi’nde
belirtilen koşulu yerine getirmiştir. Bu nedenle Hükümet’in ön itirazı reddedilmiştir.
AİHM, içtihadında belirlenen ilkeler (bkz. diğerlerinin yanı sıra, yukarıda anılan Akkuş)
ve kendisine sunulan tüm deliller ışığında, bu şikayetin esaslara ilişkin olarak incelenmesi
gerektiği ve kabuledilmez ilan edilmesi için dayanak olmadığı sonucuna varmıştır.
B. Esaslar
AİHM, bu davadakine benzer olayların incelendiği bazı davalarda, 1 No’lu Protokol’ün 1.
Maddesi’nin ihlal edildiğini tespit etmiştir (bkz. Akkuş, yukarıda anılan, s. 1317, § 31).
AİHM, Hükümet’in sunduğu delil ve görüşleri inceleyerek, sonucun önceki davalarda
varılan sonuçlardan farklı olmadığına karar vermiştir. AİHM, ulusal mahkemelerin
ödenmesine karar verdiği ek tazminatın ödemesindeki gecikmenin, kamulaştırmayı
gerçekleştiren yetkili makamlara mal edilebileceği ve bu gecikmenin arsanın sahibini
kamulaştırılan arsaya ilaveten zarara uğrattığı sonucuna varmıştır. Bu gecikmenin ve bütün
olarak takibatın uzunluğunun sonucu olarak, AİHM, başvuranın, genel menfaat
gereksinimiyle mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı arasındaki
adil dengeyi bozan ağır bir yük altına tek başına girdiğine karar vermiştir.
Tüm bu nedenlerle, 1 No’lu Protokol’ün 1. Maddesi ihlal edilmiş bulunmaktadır.
II. AİHS’NİN 6 § 1. MADDESİ’NİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI
Başvuran ayrıca, AİHS’nin 6 § 1. Maddesi uyarınca mahkeme takibatının makul olmayan
uzunluğu hakkında şikayetçi olmuştur.
A. Kabuledilebilirlik
Hükümet, yine, Yargıtay’ın ilk derece mahkemesinin 1 Haziran 1998 tarihli kararını
onamasına rağmen, başvurunun AİHM’ye 15 Kasım 2000 tarihinde sunulması nedeniyle
AİHS’nin 35 § 1. Maddesi uyarınca altı aylık zaman aşımına bağlı kalmamasından ötürü,
AİHM’nin başvurunun kabuledilmez olduğuna karar verip, başvuruyu reddetmesini talep
etmiştir.
AİHM, takibatın uzunluğuyla ilgili davalarda, hangi mahkemeye ait olursa olsun, verilen
kararın uygulanmasının 6. Madde’de belirtilen amaçlar doğrultusunda “duruşma”nın ayrılmaz
parçası olarak değerlendirilmesi gerektiği ilkesini benimsediğini yinelemiştir (bkz. 26 Eylül
1996 tarihli Di Pede – İtalya ve Zappia – İtalya kararları, Reports 1996-IV, sırasıyla s. 13831384, §§ 20-24 ve s. 1410-1411, §§ 16-20).
AİHM, ulusal mahkemelerin ödenmesine karar verdiği ek tazminatın başvurana 17 Mayıs
2000 tarihinde ödendiğini tespit etmiştir. Bu nedenle, 6. Madde çerçevesindeki “mahkeme
kararı”nın da bu tarihte sona erdiği sonucuna varmıştır. AİHM, başvurunun 15 Kasım 2000
tarihinde, altı aylık süre geçmeden yapıldığını kaydetmiştir.
Yukarıda anılanlar ışığında, AİHM, Hükümet’in ön itirazını reddeder.
AİHM, bu şikayetin AİHS’nin 35 § 3. Maddesi kapsamında dayanaktan yoksun
olmadığını kaydetmektedir. Ayrıca AİHM, şikayetin diğer bakımlardan da kabuledilmez
olmadığını kaydeder.
B. Esaslar
AİHM, yukarıda anılan 1 No’lu Protokol’ün 1. Maddesi hususundaki tespitleri (kararın
tamamında paragraf 15-17) ışığında, davanın 6 § 1. Madde uyarınca ayrıca incelenmesinin
gerekli olmadığı sonucuna varmıştır.
III. AİHS’NİN 41. MADDESİ’NİN UYGULANMASI
AİHS’nin 41. Maddesi’ne göre:
“Mahkeme işbu Sözleşme ve protokollerinin ihlal edildiğine karar verirse ve ilgili Yüksek Sözleşmeci
Tarafın iç hukuku bu ihlali ancak kısmen telafi edebiliyorsa, Mahkeme, gerektiği takdirde, hakkaniyete
uygun bir surette, zarar gören tarafın tatminine hükmeder.”
A. Maddi ve manevi tazminat
Başvuran 6.541 ABD doları (yaklaşık 5.450 Euro) maddi tazminat talebinde bulunmuştur.
Ayrıca 5.000 ABD doları (yaklaşık 4.160 Euro) manevi tazminat talep etmiştir.
Hükümet başvuranın talebine itiraz etmiştir.
Akkuş kararında (yukarıda anılan, s. 1311, §§ 35-36 ve 39) kullanılan hesaplama
yönteminin aynısını kullanarak ve ilgili ekonomik verileri göz önünde tutarak, AİHM,
başvurana 1.310 Euro maddi tazminat ödenmesine karar vermiştir.
AİHM, 1 No’lu Protokol’ün 1. Maddesi’nin ihlal edildiğinin tespit edilmesinin,
başvuranın maruz kaldığı manevi zarar için başlı başına yeterli adil tazmin oluşturduğu
sonucuna varmıştır.
B. Mahkeme masrafları
Başvuran, ulusal mahkemelerde yapılan mahkeme masrafları için 475.56 ABD doları
(yaklaşık 395 Euro), AİHM’de yapılan mahkeme masrafları için de 42 ABD doları (35 Euro)
talep etmiştir.
Hükümet bu taleplere itiraz etmiştir.
AİHM’nin içtihadına göre, mahkeme masrafları, ancak gerçekliği ve gerekliliği
kanıtlandığı ve makul bir meblağ olduğu takdirde başvurana geri ödenir. Bu davada, AİHM,
sahip olduğu bilgiler ve yukarıda belirtilen ölçütler ışığında, ulusal takibatlardan doğan
mahkeme masraflarının karşılanması talebini reddetmiş ve başvurana, AİHM’de açılan
takibatlar için 35 Euro tazminat ödenmesinin makul olduğu sonucuna varmıştır.
C. Gecikme Faizi
AİHM, gecikme faizi olarak Avrupa Merkez Bankası’nın kısa vadeli kredilere uyguladığı
marjinal faiz oranına üç puan eklemek suretiyle elde edilecek oranın uygun olduğuna karar
vermiştir.
BU NEDENLERLE, AİHM OYBİRLİĞİYLE,
1. Başvurunun kabuledilebilir olduğuna;
2. AİHS’ne Ek 1 No’lu Protokol’ün 1’inci maddesinin ihlal edildiğine;
3. Başvurunun AİHS’nin 6 § 1. Maddesi uyarınca ayrı olarak incelenmesinin gerekli
olmadığına;
4. Bir ihlalin sözkonusu olduğunun tespit edilmesinin, başvuranın maruz kaldığı
manevi zarar için başlı başına yeterli adil tazmin teşkil ettiğine;
5. (a) Sorumlu Devlet’in, başvurana, AİHS’nin 44 § 2. Maddesi’ne göre nihai kararın
verildiği
tarihten itibaren üç ay içinde, aşağıdaki miktarları, ödeme tarihinde uygulanan kur
üzerinden Yeni Türk Lirası’na çevrilmiş olarak ödemesine:
(i)
(ii)
(iii)
1.310 Euro (bin üç yüz on euro) maddi tazminat;
mahkeme masrafları için 35 Euro (otuz beş euro);
yukarıdaki meblağlara uygulanabilecek tüm vergiler;
(b) yukarıda belirtilen üç aylık sürenin sona ermesinden, ödeme gününe kadar geçen süre
için, yukarıdaki miktarlara Avrupa Merkez Bankası’nın o dönem için geçerli faizinin üç
puan fazlasına eşit oranda basit faiz uygulanmasına karar vermiştir.
6. Başvuranın adil tazmin taleplerinin geri kalanını reddetmiştir.
İşbu karar, İngilizce olarak hazırlanmış ve Mahkeme İç Tüzüğü’nün 77 §§ 2. ve 3.
Maddesi uyarınca 13 Haziran 2006 tarihinde yazılı olarak tebliğ edilmiştir.
S. DOLLÉ
Zabıt Katibi
J.-P. COSTA
Başkan
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararı
ERGİN/Türkiye (No. 6)*
Başvuru No. 47533/99
Strazburg
4 Mayıs 2006
USUL
Davanın nedeni, Türk vatandaşı Ahmet Ergin’in (“başvuran”), İnsan Haklarının ve
Temel Özgürlüklerinin Korunmasına İlişkin Sözleşme’nin (“AİHS”) 34. Maddesi uyarınca,
Türkiye Cumhuriyeti aleyhine, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne, 25 Mart 1999 tarihinde
yapmış olduğu 47533/99 no’lu başvurudur.
Başvuran, İstanbul Barosu’na bağlı avukat K.T. Sürek tarafından temsil edilmiştir.
OLAYLAR
DAVANIN OLAYLARI
1973 doğumlu başvuran, İstanbul’da ikamet etmektedir.
Günlük Emek gazetesinin editörü olan başvuran, 1 Eylül 1997 tarihindeki gazetenin
297. sayısında, “Asker uğurlamalar ve toplumsal hafıza” başlıklı ve Barış Avşar imzalı bir
makale yayınlamıştır.
4 Aralık 1997 tarihinde Askeri Savcılık, Askeri Ceza Kanunu’nun 58. Maddesi ve
Ceza Kanunu’nun 155. Maddesi uyarınca hareket ederek, başvuranı, yukarıda bahsedilen
makaleyi yayınlayarak halkı askerlikten soğutmaya teşvik etmekle suçlamıştır.
Başvuran, Askeri Mahkeme’ye, makaleyi Şevki Akbaba’nın yazdığını ve takma adla
imzaladığını bildirmiştir.
Askeri Mahkeme 20 Ekim 1998 tarihli kararında, başvuranı, ilk olarak, iki ay hapis
cezası ve 60.000 Türk lirası (TL) para cezasına çarptırmıştır. Cezaların İnfazı Hakkında
Kanun’un (647 Sayılı Kanun), editörlere verilen hapis cezalarının para cezasına
dönüştürülmesini sağlayan 4. Maddesi’ne dayanarak, başvuran, son olarak, 1.160.000 TL1
“ağır para cezası” ödemeye mahkum edilmiştir.
Askeri Mahkeme, verdiği kararda, rahatsızlığa yol açan makalenin aşağıdaki
bölümüne yer vermiştir:
* Dışişleri Bakanlığı Çok taraflı Siyasî İşler Genel Müdürlüğü tarafından Türkçe’ye çevrilmiş olup, gayrıresmî tercümedir.
(…)
Askeri Mahkeme, gözönünde tuttuğu hususlar arasında, askerlik hizmetinin anayasal bir
görev olduğuna, başvuranın ise askerliği kötülemiş olmakla, askerleri, polis memurlarını,
öğretmenleri ve devlet memurlarını öldüren terör örgütü PKK’ya karşı verilen mücadeleyi de
yerdiğine işaret etmiştir. Mahkeme, rahatsızlığa yol açan makalenin ahlaki değerlerle kamu
düzenine ters düşen ifadeler barındırdığını savunmuştur.
Başvuran, AİHS’nin 6. ve 10. Maddeleri’ne dayanarak, hukuki hususlarla ilgili Askeri
Yargıtay’a başvurmuştur. Başvuran, Askeri Mahkeme’nin, kararını, kendisinin suçlamanın
esaslarıyla ilgili savunmasını dinlemeden verdiğini savunmuştur. Başvuran, bir sivil olarak,
bu mahkeme tarafından yargılanmaması gerektiğini belirtip, bu mahkemenin bağımsız ya da
tarafsız olmadığını iddia etmiştir.
Askeri Yargıtay Başsavcılığı’nın görüşlerinin bir nüshasının, başvurana verilmediği iddia
edilmiştir.
Zamanında yaklaşık 4 euro’nun karşılığıdır, para cezalarının tutarları enflasyon göz önüne alınarak düzeltilmez.
Mevzuat 2004 yılının Kasım ayında düzenlenene dek kullanılmış olan “ağır para cezası” terimi, Türk Ceza
Kanunu’nda, suçlu bulunan kişinin para cezasını ödememesi halinde hapse atılacağı anlamına gelir.
1
10 Şubat 1999 tarihli Askeri Yargıtay’ın nihai kararı ilk derece mahkemesinin kararını
onamıştır. Askeri Yargıtay, başvuranın esaslarla ilgili savunmasının avukatı tarafından
sunulmuş olduğunu ve askeri mahkeme tarafından yargılanmasının kanuna uygun olarak
gerçekleştiğini gözlemlemiştir.
HUKUK
AİHS’NİN 10. MADDESİ’NİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI
Başvuran, cezai mahkumiyetinin, AİHS’nin 10. Maddesi tarafından güvence altına
alınmış olan ifade özgürlüğü hakkını ihlal ettiğini iddia etmiştir.
A. Kabuledilebilirlik
AİHM, AİHS’nin 35 § 3. Maddesi çerçevesinde, şikayetin dayanaktan yoksun
olmadığını kaydetmektedir. Ayrıca şikayetin herhangi başka bir nedenle kabuledilmez
olmadığını kaydetmekte, bu nedenle şikayetin kabuledilebilir olarak ilan edilmesi gerektiğini
belirtmektedir.
B. Esaslar
AİHM, başvuranın mahkumiyetinin, yine başvuranın 10 § 1. Madde tarafından
korunan ifade özgürlüğü hakkına müdahale teşkil etmesinin taraflar arasında uyuşmazlık
yaratmadığını kaydetmektedir. Ayrıca müdahalenin, kanunda öngörüldüğü ve 10 § 2.
Madde’nin amacına, yani kamu düzeninin sağlanmasına yönelik meşru bir gaye güttüğü
hususunda da uyuşmazlık bulunmamaktadır (bkz. Yağmurdereli – Türkiye, no. 29590/96, §
40, 4 Haziran 2002). AİHM bu takdirle mutabıktır. Bu davada uyuşmazlık, müdahalenin
“demokratik bir toplumda zorunlu” olup olmadığı meselesiyle ilgilidir.
Hükümet, makalenin yaralılarla askerlik hizmetleri sırasında öldürülen askerlerin
ailelerinde rahatsızlık yaratması nedeniyle, başvuranın mahkumiyetinin demokratik bir
toplumda zorunlu olduğunu ve askerlik hizmetiyle ilgili eleştirilerin ahlaki değerlerle kamu
yararına aykırı olduğunu belirtmiştir.
AİHM, daha önce, bu davadakine benzer meseleleri ortaya koyan ve AİHS’nin 10.
Maddesi’nin ihlal edildiği davaları incelemiştir (diğer kararlarla birlikte, bkz. Ceylan –
Türkiye [BD], no. 23556/94, § 38, AİHM 1999-IV; Öztürk – Türkiye [BD], no. 22479/93, §
74, AİHM 1999-VI; İbrahim Aksoy – Türkiye, no. 28635/95, 30171/96 ve 34535/97, § 80, 10
Ekim 2000; Karkın – Türkiye, no. 43928/98, § 39, 23 Eylül 2003 ve Kızılyaprak – Türkiye,
no. 27528/95, § 43, 2 Ekim 2003).
AİHM bu davayı içtihat hukuku ışığında incelemiş ve Hükümet’in davanın seyrini
değiştirebilecek herhangi bir delil ya da argüman sunmadığına karar vermiştir. Mahkeme,
özellikle, makalede kullanılan ifadelerle makalenin yayınlandığı şartlar ve çevreye dikkat
etmiştir. Bununla ilgili olarak Mahkeme, kendisine sunulan davayı çevreleyen olayları,
özellikle de terörle mücadeleyle bağlantılı sıkıntıları gözönünde bulundurmuştur (bkz.
İbrahim Aksoy, yukarıda anılan, § 60 ve Incal – Türkiye, 9 Haziran 1998 tarihli karar, Reports
of Judgments and Decisions 1998-IV, s. 1568, § 58).
Rahatsızlık veren makale, geleneksel askere uğurlama törenlerini eleştirmektedir.
Yazar, yazı diliyle, bu uğurlamalar çevresinde gelişen coşkunun, ilgili askerlerin bir kısmının
yaşadığı ölüm ve sakat kalma gibi trajik sonların inkar edilmesi olduğunu açıklamaktadır.
AİHM, Askeri Mahkeme’nin, rahatsızlık veren makalenin ahlaki değerlerle kamu
düzenine aykırı düşen ifadeler içerdiğine karar verdiğini kaydetmektedir.
AİHM, ulusal mahkemelerin kararlarında temel alınan ve olduğu haliyle başvuranın
ifade özgürlüğü hakkına yapılan müdahaleyi haklı çıkarmaya yeterli olarak addedilemeyecek
unsurları incelemiştir (bkz. mutatis mutandis, Sürek – Türkiye (no. 4) [BD], no. 24762/94, §
58, 8 Temmuz 1999). AİHM, özellikle, rahatsızlık veren makalede kullanılan sözcükler
askerlik hizmeti aleyhinde çağrışımlar uyandırsa da, şiddet kullanımını, silahlı direnişi veya
isyanı teşvik etmediğini ve söylemlerin nefret içermediğini, bununsa AİHM’nin nazarında
dikkate alınacak temel unsur olduğunu gözetmektedir (bkz. karşılaştırmalı olarak, Sürek –
Türkiye (no. 1) [BD], no. 26682/95, § 62, AİHM 1999-IV ve Gerger – Türkiye [BD], no.
24919/94, § 50, 8 Temmuz 1999). Ayrıca, düşüncelerin ifade edildiği bağlam, düşüncelerin
olası etkileri göz önüne alındığında, pasifist aktivist başvuranın, kısa süre sonra Kuzey
İrlanda’ya gönderilecek birliklerin bulunduğu bir askeri kamptaki askerleri firar etmeye teşvik
eden bir broşür dağıttığı Arrowsmith – İngiltere davasından ayrılabilir (bkz. Arrowsmith –
İngiltere, no. 7050/75, Komisyon’un 12 Ekim 1978 tarihli raporu, Decisions and Reports
(DR) 19, s. 5). Bu davada, rahatsızlık veren makale, genel kamuya açık halde satılan bir
gazetede yayınlanmıştır. Makale, ne biçimi ne de içeriği itibarıyla, derhal askerden kaçmaya
yönlendirmeyi amaçlamıştır.
AİHM, “zorunlu” sıfatının, AİHS’nin 10 § 2. Maddesi kapsamında, “acil sosyal
gerekliliğin” varolduğunu ifade ettiğini yinelemektedir. Sözleşme’ye taraf olan Devletler’in,
böyle bir gerekliliğin varolup olmadığını tayin etme konusunda belirli bir takdir payı
bulunmaktadır, ancak bu takdir payı, kanunları ve bağımsız mahkemeler tarafından verilmiş
olanlar da dahil olmak üzere bu kanunları uygulayan kararları kapsayan bir Avrupa denetim
mekanizmasıyla eşgüdümlüdür. Bu nedenle AİHM’ye, “kısıtlama”nın AİHS’nin 10.
Maddesi’nce korunan ifade özgürlüğüyle bağdaşıp bağdaşmadığı hakkında nihai karar verme
yetkisi verilmiştir.
AİHM, başvuranın cezai mahkumiyetinin, acil bir sosyal gerekliliği karşılamadığını
göz önünde tutmaktadır. Buna göre müdahale, “demokratik bir toplumda zorunlu” değildir.
Bu nedenle AİHS’nin 10. Maddesi ihlal edilmiştir.
II. AİHS’NİN 6 § 1. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI
Başvuran kendisini yargılayan Genel Kurmay Başkanlığı Mahkemesi’nin, Savunma
Bakanlığı ve kendilerini atayan Genel Kurmay Başkanlığı’nın emir ve talimatları altında olan
iki askeri hakim ve bir subaydan oluşması nedeniyle, bağımsız ve tarafsız bir Mahkeme
olarak kabul edilemeyeceğini ileri sürmüştür. Bu bağlamda, bir sivil olarak askeri
hakimlerden oluşan bir Mahkeme huzurunda yargılanmak üzere bulunması zorunluluğu
getirilmesinin, 6. maddenin ihlali anlamına geldiğini belirtmiştir. Başvuran ayrıca Askeri
Yargıtay’a bağlı Cumhuriyet Başsavcısı’nın görüşlerinin bir nüshasının kendisine iletilmediği
hususunda şikayette bulunmuştur. Bu hususun, AİHS’nin ilgili kısımları aşağıda kaydedilmiş
olan 6 §§ 1. ve 3. (b) maddelerinin ihlalini teşkil ettiğini ileri sürmüştür:
“Herkes ... cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan ... bağımsız ve
tarafsız bir mahkeme tarafından ... görülmesini istemek hakkına sahiptir.
....
3. Her sanık en azından aşağıdaki haklara sahiptir:
...
(b) Savunmasını hazırlamak için gerekli zamana ve kolaylıklara sahip olmak;
...”
A. Kabuledilebilirlik
AİHM şikayetlerin, AİHS’nin 35 § 3. maddesi bağlamında temelden yoksun
olmadığını belirtir. Ayrıca, kabuledilemez oldukları sonucuna varmak için hiçbir gerekçe
bulunmamaktadır. Bu nedenle, kabuledilebilir olduklarına karar verilmelidir.
B. Esaslar
1. Genelkurmay Başkanlığı Mahkemesi’nin bağımsızlığı ve tarafsızlığı
(a) Genel ilkeler
AİHM öncelikle, bir Mahkeme’nin AİHS’nin 6 § 1. maddesi uyarınca “bağımsız”
olup olmadığının tespit edilmesi için diğer durumların yanısıra (inter alia) üyelerinin atanma
biçimine, görev sürelerine, dış baskılara karşı alınan önlemlerin varlığına ve Mahkeme’nin
bağımsız olarak görünüp görünmediğine dikkat edilmesi gerektiğini yineler (bkz.
Zolotas/Yunanistan, no. 38240/02, § 24, 2 Haziran 2005). Bir Mahkeme’nin tarafsızlığı,
sözkonusu davanın özel koşullarında, bu bağlamdaki meşru şüpheleri ortadan kaldıran gerekli
teminatların sağlandığını doğrulayan objektif bir yaklaşımla değerlendirilmelidir (bkz.
Bulut/Avusturya, 22 Şubat 1996 tarihli karar, Raporlar 1996-II, sayfa 356, § 31, ve
Thomann/İsviçre, 10 Haziran 1996 tarihli karar, Raporlar 1996-III, sayfa 815, § 30).
AİHM; bir yandan hukuki takibat ile idari takibat arasında; diğer yandan hukuki
takibat ile cezai takibat arasında ayrımların yapılması gerektiğini gözlemlemektedir.
Sözkonusu davaya ilişkin koşulların, cezai takibat koşulları ile aynı olması nedeniyle AİHM,
incelemesini bu özel alanla sınırlı tutacaktır (hukuki veya idari bir davada askeri
Mahkemelerin yargı yetkilerinin incelenmesi için, bkz., örneğin, Aksoy (Eroğlu)/Türkiye
(karar), no. 59741/00, 3 Kasım 2005).
AİHM, 6 § 1. madde tarafından koruma altına alınan bağımsızlık ve tarafsızlık
teminatlarına saygı duyulması halinde, AİHS’nin askeri Mahkemeleri, askeri personel
aleyhinde suçluluk isnadında bulunmaktan alıkoymadığını yineler (bkz. Morris/İngiltere, no.
38784/97, § 59, AİHM 2002-1; Cooper/İngiltere [BD], no. 48843/99, § 106, AİHM 2003-XII;
ve Hakan Önen/Türkiye, (karar), no. 32860/96, 10 Şubat 2004).
Ancak iç mevzuatın, sözkonusu Mahkemelere sivilleri, suçluluk istinadında bulunarak
yargılama yetkisini verdiği hallerde durum farklıdır.
AİHM, AİHS’nin, askeri Mahkemelerin yargı yetkilerini, sivil kişilerin dahil olduğu
davalarda kullanmalarını kesinlikle sınırladığının varsayılamayacağını gözlemlemektedir.
Ancak, bu tür bir yargı yetkisinin mevcudiyeti, özellikle titiz bir incelemeye tabi tutulmalıdır.
Ayrıca AİHM, daha önceki birçok davadan bir sivilin, eğer yalnızca kısmen askeri
üyelerden oluşan bir Mahkeme huzuruna çıkmak zorunluluğu altında bulunduğuna özellikle
önem vermiştir (bkz., Öcalan/Türkiye [BD], no. 46221/99, § 116, AİHM 2005-..., ve
Şahiner/Türkiye, no. 29279/95, § 45, AİHM 2001-IX). Bu tür bir durumun, demokratik bir
toplumda Mahkemelerin güven sağladığı kanısını ciddi biçimde sarstığına karar vermiştir
(bkz., mutatis mutandis/üzerinde gerekli değişiklikler yapıldıktan sonra, Canevi ve
Diğerleri/Türkiye, no. 40395/98, § 33, 10 Kasım 2004).
Bir Mahkemenin, yalnızca askeri üyelerden oluşması durumda geçerli olan bu kanı
AİHM’yi, yalnızca çok istisnai durumlarda, bu tür Mahkemelerde siviller aleyhinde yapılan
suçluluk isnadının, 6. madde ile uyumlu olduğuna karar verilebileceğini onaylamaya yöneltir.
AİHM bu yaklaşımında son on yıldır, askeri Mahkemelerin, sivillere suçluluk
isnadında bulunmalarını sınırlayan bir eğilimin mevcut olduğunu onaylayan uluslararası
seviyedeki gelişmelerden destek almaktadır (bkz., paragraf 22-25).
Bu bağlamda, ilgili BM alt komisyonuna sunulan, adaletin askeri Mahkemeler
aracılığıyla uygulanması üzerine hazırlanan rapordan bahsedilmelidir. Raporun 4 No.lu
maddesinde: “Askeri Mahkemelerin, prensip olarak, sivilleri yargılama konusunda yargı
yetkisi bulunmamalıdır. Her koşulda Devlet, herhangi bir nitelikteki cezai bir suçla itham
edilen sivillerin, sivil Mahkemelerce yargılanmasını garanti etmelidir” yazılıdır. Askeri
Mahkemelerin, silahlı kuvvetler içerisinde düzen ve disiplini sağlama amacıyla çeşitli
yasalarca kurulmuş olduğunu vurgulayan Amerika İnsan Hakları Mahkemesi de benzer bir
görev üstlenmiştir (bkz., Cantoral Benavides/Peru, 18 Ağustos 2000, C Serisi no. 69, § 75).
Bu nedenle, askeri Mahkemelerin yargı yetkileri, görevlerini icra ederken suç işlemiş askeri
personeli kapsamalıdır.
AİHM; yargı yetkisinin, prensip olarak bir sivil toplum niteliği olması nedeniyle,
ordunun, demokratik Devletler’in anayasal öngörülerinde sahip olduğu özel konumun, ulusal
güvenlik alanıyla sınırlı tutulması gerektiğini belirtir. Benzer şekilde, silahlı kuvvetlerin iç
düzenini ve hiyerarşik yapısını düzenleyen özel kuralların mevcut olduğunu da gözönünde
bulundurur.
Askeri cezai adaletin gücü, bu tür bir durumu haklı çıkaracak, zorlayıcı nedenlerin
bulunmadığı ve bulunsa bile, açık ve öngörülebilir yasal bir temele dayanmadığı müddetçe
sivil kişileri kapsamamalıdır. Sözkonusu nedenlerin mevcudiyeti, herbir özel davada
kanıtlanmalıdır. İç mevzuatın, in abstracto, askeri Mahkemelere belli suç türlerini atfetmesi
yeterli değildir.
Davaların bu tür bir tutumla, in abstracto, görüldüğü durumlarda, ilgili sivil
vatandaşların konumu, sivil Mahkemelerce yargılanan vatandaşların konumundan farklı
olabilir. Askeri Mahkemeler, AİHS standartları ile sivil Mahkemelerle aynı seviyede uyumlu
olsa bile, farklı niteliklerine ve mevcut olma nedenlerine bağlı olarak muamelede görülen
farklılıklar (bkz. paragraf 45), Mahkemeler huzurunda özellikle ceza davalarında mümkün
olduğunca kaçınılması gereken eşitsizlik problemlerine yol açabilir.
Son olarak, sivil bir Mahkeme’nin, silahlı kuvvetler aleyhinde bulunmuş olduğu
aktiviteler nedeniyle bir sivili yargılama yetkisine sahip olduğu durumlar, sözkonusu
Mahkeme’nin tarafsızlığı hususunda makul şüphelerin doğmasına yol açabilir. Askeri bir
Mahkeme’nin silahlı kuvvetler mensubu olmayan bir kişiyi yargılama yetkisine sahip olduğu
adli bir sistemin, sözkonusu Mahkeme’nin bağımsızlığını temin eden yeterli teminatlar
mevcut olsa dahi, Mahkeme ve ceza davasındaki taraflar arasında muhafaza edilmesi gereken
mesafeyi sıfıra indirgediği varsayılabilir.
(b) Yukarıda belirtilen ilkelerin bu davaya uygulanması
Bu davada, başvuranın mahkemenin bağımsızlığı ve tarafsızlığına itiraz ederken
ortaya koyduğu iddiaların olaylara ilişkin aynı unsurları temel alması nedeniyle tarafsızlık ve
bağımsızlığa ilişkin konuları ayırmak güçtür. Bu nedenle, AİHM, bunları birlikte
inceleyecektir (bkz., örneğin, yukarıda anılan, Şahiner § 37).
O amaçla, AİHM, ilk olarak, Türk mevzuatının AİHS ile uyumlu hale getirilmesi
amacıyla değiştirilmiş olduğu yönünde Hükümet tarafından temin edilen bilgiyi göz önünde
bulundurmaktadır. Ancak, görevinin davanın özel şartlarını değerlendirmekle sınırlı olduğunu
belirtmekte; sözkonusu zamandan bu yana yerel mevzuatta değişikliklerin gerçekleşmiş
olması sebebiyle davanın başvuran için artık geçerli bir kanuni hak oluşturmadığı kararına
varabileceğini değerlendirmemektedir (bkz. Sadak ve Diğerleri – Türkiye, no. 29900/96, no.
29901/96, no. 29902/96 ve no. 29903/96, § 38, AİHM 2001-VIII).
AİHM, Askeri Mahkeme’nin kurumsal olarak yürütmeden bağımsızlığı konusunu
daha önce inceleme fırsatı olmuş olduğunu ve askeri hakimlerin görevlendirilmesinin ve
görevlerini ifa etmelerinde sağlanan korumaların AİHS’nin 6 § 1. maddesinin gerekleri ile
uyumlu olduğu kararını verdiğini gözlemlemektedir (bkz. daha önce anılan, Hakan Önen).
Ancak, bu davanın şartları, Hakan Önen davasındaki şartlardan önemli ölçüde farklılık
göstermektedir. Hakan Önen, askeri hukuku ihlal etme suçundan askeri mahkeme tarafından
yargılanmış bir subaydır. Aynı mahkeme suçlamaların benzer olduğu her iki davaya da
bakmıştır. Örneğin, her iki dava da askerlik hizmetinden kaçmanın teşvik edilmesine
ilişkindir. Ancak, bu davada, başvuran, orduya bağlılık vazifesi olmayan sivil bir kişi, bir
gazete editörüdür. Dava dosyası, muhtelif yerel mevzuat hükümlerine bir dizi gönderme ile
başvuranın hakkında yargılandığı yayımın “askeri suç” olarak sınıflandırılmış olduğunu ve
bunun Askeri Mahkeme’de yargılanmasının tek nedeni olduğunu ortaya koymaktadır.
Yukarıda belirtilenlerin ve özellikle uluslararası düzeyde durumun ışığında, AİHM,
askerlik hizmeti aleyhinde propaganda yapmaya ilişkin suçlarla itham edilen sivil bir kişi
olarak yalnızca askeri personelden oluşan bir mahkemede yargılanan başvuranın, davada bir
taraf olarak nitelendirilebilecek askeri hakimlerin huzuruna çıkmaktan endişe duymasının
anlaşılır olduğunu değerlendirmektedir. Dolayısıyla, başvuran, Askeri Mahkeme’nin gereksiz
yere taraflı düşüncelerden etkilenebileceği konusunda haklı bir endişe duyabilir. Bu nedenle,
başvuranın, sözkonusu mahkemenin bağımsızlık ve tarafsızlığına ilişkin şüpheleri haklı
olarak nitelendirilebilir (bkz., mutatis mutandis, yukarıda anılan, Incal, s. 1573, § 72 in fine).
Dolayısıyla, AİHS’nin 6 § 1. maddesi ihlal edilmiştir.
2. Cumhuriyet Başsavcısı’nın görüşünün bir nüshasının başvurana iletilmemesi
AİHM, daha önce benzer davalarda, bağımsız ve tarafsız olmadığı tespit edilen bir
mahkemenin, yetki alanı içinde bulunan kişilere, hiçbir şekilde, adil yargılama
sağlayamayacağı kararını verdiğini gözlemlemektedir.
Başvuranın bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından yargılanma hakkının ihlal
edildiği kararını gözönünde bulunduran AİHM, AİHS’nin 6. maddesine ilişkin diğer şikayeti
incelemek için bir gerekçe olmadığını değerlendirmektedir (bkz., diğer içtihatların yanı sıra,
Çıraklar – Türkiye, 28 Ekim 1998 tarihli karar, Reports 1998-VII, s. 3074, §§ 44-45).
III. AİHS’NİN 41. MADDESİNİN UYGULANMASI
AİHS’nin 41. maddesi şöyledir:
“Mahkeme işbu Sözleşme ve protokollerinin ihlal edildiğine karar verirse ve ilgili Yüksek
Sözleşmeci Tarafın iç hukuku bu ihlali ancak kısmen telafi edebiliyorsa, Mahkeme, gerektiği
takdirde, hakkaniyete uygun bir surette, zarar gören tarafın tatminine hükmeder.”
A. Tazminat
Başvuran 5.000 Euro (Euro) manevi tazminat talep etmiştir.
Hükümet aşırı olarak nitelediği bu talebe itiraz etmiştir.
Manevi tazminata ilişkin olarak, AİHM, başvuranın davanın olayları nedeniyle bir
derece rahatsızlık hissetmiş olarak değerlendirilebileceği kanısındadır. Bu zarara karşılık
başvurana 2.000 Euro tazminat ödenmesi gerektiğini değerlendirmektedir.
AİHM, kişinin, bu davada olduğu gibi, AİHS’nin gerektirdiği bağımsızlık ve
tarafsızlık koşullarını sağlamayan bir mahkeme tarafından mahkum edildiği durumda, uygun
tazmin yolunun, başvuran talep ettiği takdirde, başvuranın duruşmasının yeniden yapılması
veya takibatın yeniden açılması olduğunu değerlendirmektedir (bkz., yukarıda anılan, Öcalan
§ 210 in fine).
B. Mahkeme masrafları
Başvuran, ayrıca, yerel mahkemeler ve AİHM’de yaptığı mahkeme masraflarına
karşılık 3.000 Euro talep etmiştir.
Hükümet asılsız olması nedeniyle bu talebe karşı çıkmıştır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihadına göre, başvuran, ancak mahkeme
masraflarının zorunlu olarak ve gerçekten yapıldığı ve miktarının makul olduğu kanıtlandığı
durumda mahkeme masraflarının ödenmesi hakkına sahiptir. Bu davada, sahip olduğu tüm
bilgileri ve yukarıda belirtilen kriterleri gözönünde tutan AİHM, başvurana, tüm mahkeme
masraflarını kapsamak üzere, 1.500 Euro tazminat ödenmesine karar vermeyi makul
değerlendirir.
C. Gecikme faizi
AİHM, gecikme faizi olarak Avrupa Merkez Bankası’nın kısa vadeli kredilere
uyguladığı marjinal faiz oranına üç puan eklemek suretiyle elde edilecek oranın uygun
olduğuna karar verir.
BU SEBEPLERLE, AİHM OYBİRLİĞİ İLE
1. Başvurunun kabuledilebilir olduğuna;
2. AİHS’nin 10. maddesinin ihlal edildiğine;
3. Askeri Mahkeme’nin bağımsızlığı ve tarafsızlığına ilişkin olarak AİHS’nin 6 § 1.
maddesinin ihlal edildiğine;
4. AİHS’nin 6. maddesi uyarınca olan diğer şikayetin incelenmesinin gerekli olmadığına;
5. (a) Sorumlu Devlet’in, başvurana, AİHS’nin 44 § 2. maddesi uyarınca kararın
kesinleştiği tarihten itibaren üç ay içinde, 2.000 Euro (iki bin Euro) manevi tazminat
ve mahkeme masraflarına karşılık 1.500 Euro (bin beş yüz Euro) artı bu miktarlara
tabi olabilecek her türlü vergiyi ödeme günündeki kur üzerinden Yeni Türk Lirası’na
dönüştürmek üzere ödemesine;
(b) yukarıda belirtilen üç aylık sürenin aşılmasından ödeme gününe kadar geçen süre
için yukarıdaki miktarlara Avrupa Merkez Bankası’nın o dönem için geçerli faizinin
üç puan fazlasına eşit oranda basit faiz uygulanmasına;
6. Başvuranın adil tazmin talebinin kalanının reddine
KARAR VERİR.
İngilizce olarak hazırlanmış ve Mahkeme İç Tüzüğü’nün 77 §§ 2 ve 3. maddesi
uyarınca 4 Mayıs 2006 tarihinde yazılı olarak tebliğ edilmiştir.
Michael O’BOYLE
Zabıt Katibi
Nicolas BRATZA
Başkan
AİHS’nin 45 § 2. maddesine ve Mahkeme İç Tüzüğü’nün 74 § 2. maddesine uygun
olarak, Sayın Türmen’in mutabakat şerhi bu karara eklenmiştir.
N.B.
M.O’B.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararı
GÖKÇE VE DEMİREL/Türkiye*
Başvuru No. 51839/99
Strazburg
22 Haziran 2006
USUL
Dava, İnsan Hakları ve Temel Özgürlükler Sözleşmesi’nin (“Sözleşme”) 34. maddesi
uyarınca, Türkiye Cumhuriyeti aleyhine, Caferi Sadık Gökçe ve Rıza Demirel isimli iki Türk
vatandaşı (“başvuranlar”) tarafından, 3 Haziran 1999 tarihinde Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi’ne yapılan başvurudan (no. 51839/99) kaynaklanmaktadır.
Kendilerine adli yardım tanınmış olan başvuranlar, İstanbul Barosu’na bağlı avukat G.
Tuncer tarafından temsil edilmişlerdir.
9 Ocak 2003 tarihinde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (Üçüncü Daire), başvurunun
kısmen kabuledilmez olduğuna karar vermiş ve başvuranların polis nezaretinde kötü muamele
gördüklerine, tutuklu yargılanma sürelerine, davalarının makul bir süre içinde hakkaniyete
uygun olarak görülmesini isteme haklarına ve masumiyet karinesine ilişkin şikayetlerini
Hükümet’e bildirmeye karar vermiştir.
OLAYLAR
Başvuranlar sırasıyla 1975 ve 1969 doğumludurlar ve AİHM’ye başvuruda
bulundukları dönemde Gebze cezaevinde tutulmaktaydılar.
9 Mart 1995 tarihinde, başvuranlar, DEV-SOL (Devrimci Sol) isimli yasa dışı silahlı
bir örgüte üye olma şüphesi üzerine İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi
polis memurları tarafından yakalanmışlardır.
Başvuranların polis nezaretinde işkenceye maruz kaldıkları iddia edilmiştir.
21 Mart 1995 tarihinde, başvuranlar, İstanbul Adli Tıp Kurumu’ndan bir uzman hekim
tarafından muayene edilmişlerdir. Uzman hekim, başvuranların vücudunda herhangi bir yara
izi olmadığını rapor etmiş ve Caferi Sadık Gökçe’nin omzunda ağrı olduğuna dair şikayeti
olduğunu kaydetmiştir.
Aynı tarihte, başvuranlar, İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet
Savcısı’nın ve İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi 3. Daire’sinin huzuruna çıkarılmışlardır.
Caferi Sadık Gökçe, hakkındaki suçlamaları kabul etmiş ve gözaltında vermiş olduğu
ifadelerin doğruluğunu teyit etmiştir. Öte yandan, Rıza Demirel, polis ifadelerini ve
hakkındaki tüm suçlamaları reddetmiştir. Mahkeme, tutuklu yargılanmalarını emretmiştir.
13 Nisan 1995 tarihinde, İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Savcısı,
başvuranları Ceza Kanunu’nun 168 § 2. maddesi uyarınca yasadışı bir örgüte üye olmakla
suçlayan bir iddianame sunmuştur.
21 Eylül 1995 tarihinde, her iki başvuran da, İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi
önünde tutuklulukları sırasında işkenceye maruz kalmış olduklarını ve polis memurları
tarafından önceden hazırlanmış olan ifadeleri imzalamak zorunda bırakılmış olduklarını iddia
etmişlerdir. Sonrasında, İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi, 21 Mart 1995 tarihinde
düzenlenmiş olan ve başvuranların kötü muameleye dair hiçbir iz taşımadıklarını belirten tıbbi
raporları okumuştur. Müteakip tarihlerde, başvuranlar ilk derece mahkemesinde kötü
muamele iddialarını yinelemişlerdir.
Her duruşmanın sonunda, mahkeme, başvuranların tutuksuz yargılanma taleplerini
reddetmiş ve tutuklu yargılanmalarını emretmiştir.
11 Mayıs 1999 tarihinde, başvuranlar, İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Dördüncü
Daire Başkalığı’na temyiz başvurusunda bulunmuşlar ve tutuksuz yargılanmayı talep
etmişlerdir. 12 Mayıs 1999 tarihinde, talepleri reddedilmiştir.
24 Eylül 1999 tarihinde,
yargılanmalarını emretmiştir.
ilk
derece
mahkemesi,
başvuranların
tutuksuz
17 Aralık 2003 tarihinde, İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi, başvuranları mahkum
etmiş ve on iki yıl altı ay hapis cezasına çarptırmıştır.
Başvuranlar temyiz etmişlerdir.
Nisan 2005’de, Yargıtay ilk derece mahkemesinin kararını bozmuş ve davayı İstanbul
Ağır Ceza Mahkemesi’ne göndermiştir.
Dava ilk derece mahkemesinde halen devam etmektedir.
HUKUK
I. AİHS’NİN 3. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI
Başvuranlar, AİHS’nin 3. maddesi uyarınca polis nezaretinde kötü muameleye maruz
kalmış olduklarından şikayetçi olmuşlardır. 3. madde şöyledir:
“Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tabi tutulamaz.”
Hükümet,
başvuranların,
iç
hukuk
yollarını
tüketmiş
olarak
değerlendirilemeyeceklerini zira kötü muamele iddialarına yönelik cezai soruşturma açılması
amacıyla Cumhuriyet Savcısı’na resmi bir şikayette bulunmamış olduklarını ileri sürmüştür.
Ayrıca, başvuranların kötü muamele iddialarına karşılık tazminat talep etmediklerini iddia
etmiştir. Bundan başka, Hükümet, başvurunun çok geç yapılmış olduğunu zira başvuranların,
AİHM’ye polis nezaretlerinin bitiminden itibaren altı ay içinde başvurmuş olmaları
gerektiğini ileri sürmüştür.
* Dışişleri Bakanlığı Çok taraflı Siyasî İşler Genel Müdürlüğü tarafından Türkçe’ye çevrilmiş olup, gayrıresmî tercümedir.
Başvuranların şikayetinin esasları hakkında, Hükümet, başvuranlara ilişkin tıbbi
raporların, başvuranların vücutlarında kötü muameleye dair hiçbir iz olmadığı sonucunu
ortaya koyduğunu belirtmiştir. Hükümet, ayrıca, başvuranların, 21 Mart 1995 tarihinde
İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi ve Cumhuriyet Savcısı huzurunda, iddia edilen kötü
muameleye ilişkin şikayette bulunmadıklarını ileri sürmüştür. Hükümet, bu nedenle,
başvuranların kötü muamele iddialarının asılsız olduğu sonucuna varmıştır.
Başvuranlar, yanıt olarak, sözkonusu tıbbi raporların gerçeği yansıtmadığını zira ilgili
zamanda tıbbi personelin de Devlet yetkilileri tarafından baskı altına alındığını ileri
sürmüşlerdir. Ayrıca, Caferi Sadık Gökçe’nin aslında doktora omzundaki ağrıdan şikayetçi
olmuş olduğunu ancak daha detaylı bir muayene için hastaneye götürülmemiş olduğunu iddia
etmişlerdir.
AİHM, başvuranların bu davada iç hukuk yollarını tüketip tüketmediklerini ve
başvurunun altı ay zaman sınırı içinde yapılıp yapılmadığını tespit etmenin gerekli olduğunu
değerlendirmemektedir. Zira aşağıda belirtilen nedenlerden dolayı başvuru açıkça dayanaktan
yoksundur.
AİHM, başlangıç olarak, AİHS’nin 3. maddesinin ihlal edildiği iddiası durumunda
delil değerlendirmesi yaparken, ispat ölçütü olarak “suçun kesin olarak veya her türlü makul
şüpheden uzak olarak kanıtlanmış olması” ölçütünü benimsediğini anımsar (bkz. Avşar –
Türkiye, no. 25657/94, § 282, AİHM 2001-VII). Böyle bir ispat, ancak, yeterli derecede
kuvvetli, açık ve uygun sonuçların veya benzer çürütülmemiş fiili karinelerin bir arada var
olmasına bağlı olabilir (bkz. İrlanda – İngiltere, 18 Ocak 1978 tarihli karar, Seri A no. 25, s.
65, § 161).
AİHM, görevinin yardımcı niteliğine duyarlıdır ve bunun belirli bir davanın
şartlarınca kaçınılmaz kılınmadığı durumda bir ilk derece mahkemesinin görevini üstlenirken
dikkatli olmalıdır (bkz, örneğin, McKerr – İngiltere (karar), no. 28883/95, 4 Nisan 2000).
Ancak, bu davada olduğu gibi AİHS’nin 3. maddesi uyarınca iddialarda bulunulduğu
durumda, AİHM, özellikle tam bir inceleme uygulamalıdır (bkz., mutatis mutandis, Ribitsch –
Avusturya, 4 Aralık 1995 tarihli karar, Seri A no. 336, § 32 ve yukarıda anılan Avşar § 283).
Bu davada, başvuranlar, AİHM’de, gözlerinin kapatılmış olduğu ve kendilerine yemek
verilmemiş olduğu dışında hiçbir detaydan bahsetmeden işkence görmüş olduklarından
şikayetçi olmuşlardır. Caferi Sadık Gökçe, 21 Eylül 1995 tarihinde, ilk derece mahkemesinde,
Filistin askısına maruz kaldığını iddia etmiştir. Bu iddiayı yargılamanın ileriki aşamalarında
yinelememiştir. AİHM, davada, başvuranların İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde polis
nezaretinde tutuldukları sırada 3. madde tarafından yasaklanan muameleye maruz kalıp
kalmadıkları hakkında şüphe uyandıran bazı unsurlar olduğunu belirtmektedir.
İlk olarak, başvuranlar, polis nezareti süresinin bitiminden hemen sonra, 21 Mart 1995
tarihinde İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Savcısı ve İstanbul Devlet
Güvenlik Mahkemesi huzurunda kötü muamele iddialarını dile getirmemişlerdir. 21 Eylül
1995 tarihinde, başvuranlar ve onların avukatı, İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde,
başvuranların polis nezaretinde oldukları sürede kötü muameleye maruz kalmış olduklarını
ileri sürmüşlerdir. İşkence iddiaları karşısında, ilk derece mahkemesi başvuranların
bedenlerinde kötü muameleye dair bir iz olmadığını belirten tıbbi raporları okumuştur. 19
Şubat 1997 ve 6 Şubat 1998 tarihlerinde ilk derece mahkemesinde ve mahkemeye sundukları
28 Nisan 1999 tarihli yazılı ifadelerinde başvuranlar iddialarını yinelemişlerdir; ancak, dava
dosyasında, iddialarını 28 Nisan 1999 tarihinden sonra İstanbul Devlet Güvenlik
Mahkemesi’nde ileri sürdüklerini ortaya koyan bir belge mevcut değildir.
İkinci olarak, 21 Mart 1995 tarihli tıbbi raporlar başvuranların bedenlerinde kötü
muameleye dair bir iz ortaya koymamıştır. AİHM, bu raporlarda mevcut olan detay
eksikliğinin farkındadır. Bununla beraber, AİHM, dava dosyasında, bu raporlardaki bulgular
hakkında şüphe uyandıracak veya başvuranların iddialarını destekleyecek başka bir belgenin
mevcut olmadığını belirtmektedir (bkz. Sevgin ve İnce – Türkiye, no. 46262/99, § 57, 20 Eylül
2005).
Sonuç olarak, elindeki deliller, AİHM’nin, kesin olarak veya her türlü makul şüpheden
uzak olarak başvuranların kötü muameleye maruz kaldıklarına karar vermesini mümkün
kılmaz.
AİHM, bu şikayetin açıkça dayanaktan yoksun olduğuna ve AİHS’nin 35 §§ 3 ve 4.
maddesi gereğince reddedilmesi gerektiğine karar vermiştir.
II. AİHS’NİN 5 § 3. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI
Başvuranlar, tutuklu yargılanma sürelerinin AİHS’nin 5 § 3. maddesi tarafından
öngörülen “makul süre” şartını aştığı konusunda şikayetçi olmuşlardır. Sözkonusu maddenin
ilgili kısmı şöyledir:
“Bu maddenin 1.c fıkrasında öngörülen koşullara uyarınca yakalanan veya tutulu durumda
bulunan herkes[in] … makul bir süre içinde yargılanmaya veya adli kovuşturma sırasında
serbest bırakılmaya hakkı vardır. Salıverilme, ilgilinin duruşmada hazır bulunmasını
sağlayacak bir teminata bağlanabilir.”
Hükümet, bu iddiaya itiraz etmiştir.
A. Kabuledilebilirlik
AİHM, AİHS’nin 35 § 3. maddesi anlamı dahilinde, bu şikayetin dayanaktan yoksun
olmadığını belirtmektedir. Ayrıca, başka açılardan da kabuledilmez olmadığını belirtmektedir.
Bu nedenle, kabuledilebilir bulunmalıdır.
B. Esaslar
Hükümet, Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin, başvuranların tutuklu yargılanma süresini
haksız yere uzatmamış olduğunu ileri sürmüştür. Başvuranların itham edildikleri suçlar ciddi
niteliktedir ve tutuklu yargılanmaları aynı zamanda kaçmalarını engellemek için gerekli
olmuştur. Devlet Güvenlik Mahkemesi, başvuranların kaçma ve delilleri veya izleri yok etme
riskini ve başvuranların tutukluluklarının devamının kamu yararına olduğunu göz önünde
bulundurmuştur.
Başvuranlar, tutuklu yargılanmalarının devamına yönelik olarak İstanbul Devlet
Güvenlik Mahkemesi tarafından sunulan gerekçelerin yetersiz olduğunu iddia etmişlerdir.
AİHM, sözkonusu bir davada sanığın tutuklu yargılanma süresinin makul süreyi
aşmamasını sağlama görevinin öncelikle ulusal yargı makamlarına düştüğünü yinelemektedir.
Bu amaçla, masumiyet karinesi ilkesine bağlı kalarak, kişisel özgürlüğe saygı kuralına
uymamayı haklı çıkaran gerçek bir kamu yararı gereğinin mevcudiyetini destekleyen veya
çürüten delilleri incelemeli ve bunları serbest bırakılma başvurularına ilişkin kararlarında
ortaya koymalıdırlar. AİHM, AİHS’nin 5 § 3. maddesinin ihlal edilip edilmemiş olduğu
hususunda bir karara varırken esas olarak sözkonusu kararlarda belirtilen nedenler ve
itirazlarında başvuran tarafından ortaya konan saptanmış gerçekleri temel almalıdır (bkz.
Assenov ve Diğerleri – Bulgaristan, 28 Ekim 1998 tarihli karar, Reports of Judgments and
Decisions 1998-VIII, § 154).
Yakalanan kişinin bir suç işlemiş olduğuna ilişkin makul şüphenin devamı,
tutululuğun devamının geçerliliği için mutlaka aranılan bir koşuldur ancak, belirli bir süre
sonra yeterli olmamaktadır. AİHM bu durumda adli makamlarca öne sürülen diğer
gerekçelerin, kişinin özgürlüğünden mahrum bırakılmasını haklı çıkarmaya devam edip
etmediğini tespit etmelidir (bkz., diğer kararların yanı sıra, Ilijkov – Bulgaristan, no.
33977/96, § 77, 26 Temmuz 2001 ve Labita – İtalya [BD], no. 26772/95, §§ 152-153, AİHM
2000-IV).
AİHM, sözkonusu davada, gözönüne alınacak sürecin, başvuranların polis nezaretine
alındıkları tarih olan 9 Mart 1995 tarihinde başladığını ve başvuranların tutuksuz
yargılanmalarına karar verildiği tarih olan 24 Eylül 1999 tarihinde sona erdiğini
belirtmektedir. Böylece, bu süre dört yıl ve altı aydan fazla sürmüştür.
Bu süre zarfında, İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi, başvuranların
tutukluluklarının devamı durumunu, kendi gerek görmesi veya başvuranların talebi üzerine
her duruşmanın sonunda incelemiştir. Ancak, Devlet Güvenlik Mahkemesi, “suçun niteliğini,
delillerin durumunu ve tutukluluk süresini göz önünde tutarak” gibi klişe ifadeler kullanarak
başvuranların tutuklu yargılanmalarının devamını emretmiştir.
AİHM, başvuranlara yüklenen suçun ciddiyetini ve ilgili cezanın katılığını göz önüne
almaktadır. Ancak, AİHM, kaçma tehlikesinin, yalnızca cezanın katılığı temelinde
değerlendirilemeyeceğini; ancak, ya böyle bir tehlikenin varlığını doğrulayabilecek ya da bu
tehlikeyi tutuklu yargılanmayı haklı çıkarmayacak kadar önemsiz gösterebilecek, diğer ilgili
ek unsurlar açısından incelenmesi gerektiğini hatırlatır (bkz., Letellier – Fransa, 26 Haziran
1991 tarihli karar, Seri A no. 207, § 43). Bu bağlamda, AİHM, yerel mahkemenin
başvuranların tutuklu yargılanma süresini uzatmaya ilişkin kararlarında, bu şekilde yeterli
gerekçelerin mevcut olmadığını kaydeder.
Ayrıca, genellikle “delil durumu” ifadesi, ciddi suç göstergelerinin mevcudiyeti ve
devamlılığı hususunda ilgili bir etken olsa dahi, sözkonusu davada bu ifade, tek başına,
başvuranların şikayette bulunduğu gözaltı süresinin uzunluğunu haklı gösteremez (bkz.
Demirel/Türkiye, no. 39324/98, § 59, 28 Ocak 2003, ve Karagöz/Türkiye, no. 5701/02, § 42,
20 Ekim 2005).
Yukarıda anılan kanaatler, AİHM’nin, ilk derece mahkemesinin basmakalıp
muhakemesi gözönüne alındığında, başvuranların dört yıl altı aydan fazla süren tutuklu
yargılanma sürelerinin haklı çıkarılabileceğinin gösterilmemiş olduğu sonucuna varması için
yeterlidir.
Dolayısıyla AİHS’nin 5 § 3. maddesi ihlal edilmiştir.
III. AİHS’NİN 6. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI
A. Adil Yargılama
Başvuranlar, kendileri ve İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi hususunda başlatılan
cezai takibatın, polis tarafından işkenceye maruz bırakıldıkları sırada alınan ifadelerine
dayandığını ileri sürmüşlerdir. İddialarını, AİHS’nin aşağıda kaydedilen 6. maddesine
dayandırmışlardır:
“Herkes ... cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan ... bir mahkeme
tarafından davasının ... hakkaniyete uygun ... olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir.”
Hükümet, bu hususta görüş belirtmemiştir.
AİHM, 2005 Nisan ayında Yargıtay’ın, ilk derece mahkemesinin kararını feshettiğini,
16 Haziran 2004 tarihli 5190 No.lu Kanun’la, Devlet Güvenlik Mahkemeleri kaldırılmış
olduğu için davayı İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi’ne devrettiğini ve dava işlemlerinin halen
ilk derece mahkemesi huzurunda devam ettiğini gözlemlemektedir.
AİHM, sonuç olarak, başvuranlar hususunda açılan takibatların kapsamlı bir
incelemesinde bulunacak konumda değildir ve yerel mahkemelerin vereceği kararlar veya
başvuranlar, yargılamalarının AİHM huzurunda iddialarını dayandırdıkları haklarını ihlal
ettiği kanısına varmış olsalar dahi sözkonusu iç hukuk yolunun, başvuranlara uygulanabilecek
olması nedeniyle hukuk meselelerinde ikinci bir temyizin doğuracağı sonuçlar üzerinde
çıkarımlar yapamayacağı kanısındadır.
Bu nedenle sözkonusu şikayet, iç hukuk yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle
AİHS’nin 35 §§ 1. ve 4. maddeleri uyarınca reddedilmelidir.
B. Makul Süre
Başvuranlar, dava işlemlerinin süresinin, AİHS’nin ilgili kısmı aşağıda kaydedilen 6 §
1. maddesinde öngörülen “makul süre” gereğine uygun olmadığı hususunda şikayette
bulunmuştur:
Herkes ... cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan ... bir mahkeme
tarafından davasının makul bir süre içinde ... görülmesini istemek hakkına sahiptir.”
Hükümet, sözkonusu iddiaya itiraz etmiştir.
Gözönünde bulundurulması gereken süre, 9 Mart 1995 tarihinde başlamıştır ve halen
sona ermemiştir. Sonuç olarak, davayı iki kez incelemiş olan iki yargı dönemi için yaklaşık on
yıl on ay sürmüştür.
1. Kabuledilebilirlik
AİHM, başvurunun sözkonusu kısmının AİHS’nin 35 § 3. maddesi uyarınca temelden
yoksun olmadığını belirtmektedir. Ayrıca başvurunun kabuledilemez olduğu sonucuna
varmak için gerekçe bulunmadığını belirtmektedir. Bu nedenle, kabuledilebilir olduğuna karar
verilmelidir.
2. Esaslar
AİHM, dava işlemleri süresinin makul olup olmamasının, dava koşulları ve aşağıda
kaydedilen kriterler ışığında değerlendirilmesi gerektiğini yineler: davanın karmaşıklığı,
başvuranların ve ilgili makamların tutumları (bkz. Pélissier ve Sassi/Fransa [BD], no.
25444/94, § 67, AİHM 1999-II).
Kendisine sunulan delilleri inceleyen ve konuya ilişkin içtihatları göz önünde
bulunduran AİHM, sözkonusu davada dava işlemleri süresinin, haddinden fazla olduğu ve
“makul süre” gereğini karşılamadığı kanısındadır.
Dolayısıyla, başvuranlar hususunda açılan cezai takibatın süresi nedeniyle AİHS’nin 6
§ 1. maddesi ihlal edilmiştir.
C. Masumiyet Karinesi
Başvuranlar, AİHS’nin 6 § 2. maddesi uyarınca masumiyet karinesine ilişkin
haklarının, yakalanmalarını müteakiben polis memurlarının, kendilerini gazetecilere suçlular
olarak tanıtması ve İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi’nce hazırlanan bir fezlekenin, dava
dosyasına dahil edilmesi nedeniyle ihlal edilmiş olduğu hususunda şikayette bulunmuşlardır.
6§2. madde aşağıda kaydedilmiştir:
“Bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır.”
Hükümet, yerel makamlar huzurunda AİHS’ye ilişkin sıkıntılarını dile getirmemiş
olmaları nedeniyle başvuranların iç hukuk yollarını tüketmiş olarak kabul edilemeyeceğini
ileri sürmüştür. Sözkonusu şikayetin esaslarına ilişkin olarak 6 § 2. maddenin, yetkili
makamların devam etmekte olan cezai soruşturmaya ilişkin halkı haberdar etmesini
engellemediğini belirtmişlerdir.
Başvuranlar, ilk iddialarını yinelemiştir.
AİHM, başvuranlar tarafından gerçek olduğu iddia edilen olayların, başvurunun
sözkonusu kısmının aşağıda kaydedilen nedenlerden dolayı kabuledilebilir olmaması
nedeniyle, AİHS’nin 6 § 2. maddesinin ihlal edilmiş olduğunu ortaya koyup koymadığına
karar vermenin gerekli olmadığı kanısındadır.
AİHM, AİHS’nin 35 § 1. maddesinde öngörülen iç hukuk yollarının tüketilmesi
kuralının, uluslararası adli bir makam veya uyuşmazlık mahkemesi önünde Devlet’e karşı
dava açma yoluna gidenler için öncelikle yerel bir adli sistemce sağlanan iç hukuk yollarını
tüketme mecburiyetini getirdiğini yinelemektedir. Sonuç olarak Devletlerin, kendi yasal
sistemleri aracılığıyla davaları çözümlemeden önce uluslararası bir organ önünde fiillerine
ilişkin açıklamada bulunma mecburiyetleri bulunmamaktadır (bkz. De Wilde, Ooms ve
Versyp/Belçika, 18 Haziran 1971 tarihli kararlı, A Serisi no. 12, § 50).
AİHM ayrıca önünde sunulması amaçlanan şikayetlerin, en azından esasen ve resmi
gereklere uygun olarak yerel makamlar önünde sunulmasının yeterli olduğunu yinelemektedir
(bkz. Fressoz ve Roire/Fransa [BD], no. 29183/95, § 37, AİHM 1999-I).
AİHM, yerel mahkemelere sundukları yazılı ve sözlü ifadelerinde başvuranların,
AİHS’ye ilişkin sıkıntılarını ortaya koyduklarını ancak, esasen veya şeklen masum
olduklarının kabul edilmesi hususundaki haklarının, yakalanmalarını müteakiben polis
tarafından düzenlenen basın toplantısı sonucu ihlal edilmiş olduğuna dair şikayette
bulunmadıklarını belirtmektedir.
Bu nedenle başvuranlar, iç hukuk yollarını tüketmemişlerdir ve başvurunun sözkonusu
kısmı, AİHS’nin 35 §§ 1. ve 4. maddeleri uyarınca kabuledilemez olması nedeniyle
reddedilmelidir.
IV. AİHS’NİN 13. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI
Başvuranlar, kötü muamele iddiaları hususunda etkin bir iç hukuk yolu bulunmadığına
ilişkin şikayette bulunmuşlardır. Şikayetlerini, AİHS’nin 13. maddesine dayandırmışlardır:
“Bu Sözleşme’de tanınmış olan hak ve özgürlükleri ihlal edilen herkes, ihlal fiili resmi görev yapan
kimseler tarafından bu sıfatlarına dayanılarak yapılmış da olsa, ulusal bir makama etkili bir başvuru yapabilme
hakkına sahiptir.”
Hükümet, başvuranların 3. madde bağlamındaki sıkıntıları için “savunulabilir bir
iddia” ortaya koymamış olmaları nedeniyle yetkili makamların, 13. madde uyarınca bir iç
hukuk yolu sağlama yükümlülüklerini yerine getirmemiş oldukları sonucuna varılamayacağını
belirtmiştir.
Başvuranlar, Asliye Mahkemesi’nde ve sözkonusu mahkemede yer alan Cumhuriyet
Savcısı’nın, işkence gördüklerine dair iddiaları karşısında tamamiyle tepkisiz kalmış
olduğunu belirtmiştir.
AİHM 13. maddenin yerel düzeyde, iç hukuk sisteminde koruma altına alınma halleri
ne şekilde olursa olsun, AİHS’ye ilişkin hak ve özgürlüklerin esasını yürürlüğe koyacak bir iç
hukuk yolunu garanti ettiğini hatırlatmaktadır. Ancak 13. madde yalnızca, şahsın AİHS’nin
ihlal edilmesinden dolayı mağdur duruma düştüğüne ilişkin “savunulabilir bir iddia” ortaya
koyması durumunda uygulanır (bkz., 27 Nisan 1988 tarihli Boyle ve Rice/İngiltere kararı, A
Serisi no. 131, § 52).
AİHM, sözkonusu davada sunulan deliller temel alındığında, başvuranların polis
tarafından gözaltında tutuldukları sırada kötü muameleye maruz bırakıldıklarının makul
şüphenin ötesinde tespit edilmemiş olduğunu yinelemektedir (bkz. paragraf 32). 3. madde
bağlamındaki şikayetlerinin açıkça temelden yoksun olduğu sonucuna varmasına neden olan
görüşlere ilişkin AİHM başvuranların, 13. madde uyarınca bir iç hukuk yolunu gerekli kılacak
sözkonusu sıkıntıları için “savunulabilir bir iddia” sunmadıkları kanısındadır.
Bu nedenle sözkonusu şikayet, açıkça temelden yoksundur ve AİHS’nin 35 §§ 3. ve 4.
maddelerine uygun olarak reddedilmelidir.
V. AİHS’NİN 41. MADDESİNİN UYGULANMASI
AİHS’nin 41. maddesi aşağıda kaydedilmiştir:
“Mahkeme işbu Sözleşme ve protokollarının ihlal edildiğine karar verirse ve ilgili Yüksek Sözleşmeci
Tarafın iç hukuku bu ihlali ancak kısmen telafi edebiliyorsa, Mahkeme, gerektiği takdirde, hakkaniyete
uygun bir surette, zarar gören tarafın tatminine hükmeder.”
A. Zarar
Başvuranların herbiri, manevi zarar için 30,000 Euro tazminat talep etmiştir. Ayrıca,
maruz kaldıkları maddi zarar için de tazminat istemişler ancak, miktarın belirlenmesini
AİHM’nin takdirine bırakmışlardır.
Hükümet, sözkonusu iddialara itiraz etmiştir.
Maddi zarar ilişkin AİHM, başvuranların iddialarını destekleyici hiçbir belge
sunmamış olduklarını gözlemler ve talepleri reddeder.
Manevi zarara ilişkin AİHM, başvuranların dava koşullarında belli bir sıkıntıya maruz
kalmış olabilecekleri kanısındadır. Adil bir değerlendirmede bulunan AİHM, başvuranların
herbirine manevi tazminat olarak 10,000 Euro verilmesine karar verir.
B. Mahkeme Masrafları
Başvuranlar ayrıca Mahkeme huzurunda maruz bırakıldıkları masraf ve harcamalar
için 6,000 Euro tazminat talep etmişlerdir.
Hükümet, sözkonusu talebin haddinden fazla olduğunu ileri sürmüştür.
AİHM içtihatına göre, başvuran ancak gerekli olduğu için maruz bırakıldığının ve
miktarının makul olduğunun doğrulanması halinde masraf ve harcamalarının tazminine hak
kazanır. Sözkonusu davada, kendisine sunulan bilgiler ve yukarıda kaydedilen kriterler
ışığında AİHM başvuranlara, AİHM önündeki davalarda yaptıkları masraf ve harcamalar için
toplam 1,500 Euro ödemenin makul olduğu kanısındadır.
C. Gecikme Faizi
AİHM, gecikme faizi olarak Avrupa Merkez Bankası’nın uyguladığı faiz oranına üç
puan eklemek suretiyle elde edilecek oranın benimsenmesinin uygun olduğu kanısındadır.
BU GEREKÇELERE DAYANARAK AİHM OYBİRLİĞİYLE,
1. Şikayetlerin, başvuranların tutuklu yargılanma süreleri ve haklarında açılan cezai
takibata ilişkin kısmının kabuledilebilir, kalan kısmının kabuledilemez olduğuna,
2. AİHS’nin 5 § 3. maddesinin ihlal edilmiş olduğuna,
3. AİHS’nin 6 § 1. maddesinin ihlal edilmiş olduğuna,
4. (a) Sorumlu Devlet’in, başvurana, AİHS’nin 44 § 2. maddesi uyarınca kararın
kesinleştiği tarihten itibaren üç ay içinde ödeme gününde geçerli olan kur üzerinden Yeni
Türk Lirası’na çevrilmek üzere aşağıda kaydedilen miktarları ödemesine;
(i) Manevi zarar için her bir başvurana 10,000 Euro (on bin Euro),
(ii) Mahkeme masrafları için başvuranlara toplam olarak 1,500 Euro (bin beş yüz
Euro),
(iii) Yukarıdaki miktarlara uygulanabilecek her tür vergi,
(b) Yukarıda değinilen üç ayın bitiminden ödemeye kadar, basit faizin Avrupa
Merkez Bankası’nın gecikme süresi boyunca marjinal ödünç verme oranına üç
yüzdelik puan eklenerek yukarıdaki miktarların üzerine ödenmesine karar vermiş,
5. Başvuranların adil tazmin taleplerinin kalan kısmını reddetmiştir.
İşbu karar İngilizce olarak hazırlanmış olup 22 Haziran 2006 tarihinde, İçtüzüğün 77.
Maddesi’nin 2 ve 3. fıkraları uyarınca yazılı olarak tebliğ edilmiştir.
Vincent BERGER
Yazı İşleri Müdürü
Boštjan M. ZUPANČIČ
Başkan
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararı
GÖK VE DİĞERLERİ/Türkiye Davası*
Başvuru No:71867/01, 71869/01, 73319/01 ve 74858/01
Strazburg
27 Temmuz 2006
OLAYLAR
Başvuranlar Şanlıurfa’da ikamet etmektedir.
Başvuranlar, Karaköprü’de (Şanlıurfa) bulunan tapu sicil kaydına 740 parsel
numarasıyla kayıtlı olan bir arsanın miras yoluyla mülkiyet hakkına sahiptirler. Dosyada
bulunan belgelere göre başvuranların arsadaki pay dağılımı şu şekildedir: 6.616 m² Ersöz’ün
eşi Dursun Gök’e ait olup, diğer üç başvuranın her birinin 1.654 m² payı bulunmaktadır.
Arsa Milli Savunma Bakanlığı tarafından işgal edilmiştir.
1. 71867/01, 71869/01, 73319/01 ve 74858/01 Numaralı Başvurular
a) De facto kamulaştırma gerekçesiyle tazminat başvurusu
Başvuranlar, 24 Eylül 1996 tarihinde kamulaştırma tazminatı almak amacıyla
Şanlıurfa Asliye Hukuk Mahkemesi önünde dava açmışlardır (dava no: 1998/24).
Başvuranlar, parsellerinin Milli Savunma Bakanlığı tarafından kamulaştırmasız el atılmasının
de facto fiilen kamulaştırma anlamına geldiğinden, bu amaçla kamulaştırma tazminatı olarak
25.000.000.000 TL [o dönemde yaklaşık olarak 225.680 Euro] istemişlerdir.
Milli Savunma Bakanlığı, fiilen kamulaştırmanın 1977 yılında gerçekleştiğinden
dolayı Kamulaştırma Kanunu’nun 38. maddesi gereğince zamanaşımına uğradığını ve
sözüedilen davanın, arsaya kamulaştırmasız el atılmasından sonra yirmi yıl içinde
açılmadığını ileri sürmektedir.
Asliye Hukuk Mahkemesi’nin talebi üzerine hazırlanan bilirkişi raporunda dava
konusu arsanın bedeli 49.669.647.300 TL [o dönemde yaklaşık olarak 145.000 Euro] olarak
belirlenmiştir.
Asliye Hukuk Mahkemesi daha sonra, arsa keşfini gerçekleştirmiş ve davacı tarafın
tanıklarını dinlemiştir. Tanıklar, 1988-89 yılında dava konusu parselin yakınlarında bulunan
mühimmat deposunun patlamasının ardından, arsanın dikenli tellerle çevrildiğini ve girişin
yasaklandığını belirtmişlerdir.
Ayrıca Asliye Hukuk Mahkemesi’nin talebi üzerine Malatya Belediyesi, dava konusu
parselin 1977 yılından bu yana, ordu tarafından atış eğitim alanı olarak kullanıldığını
belirtmiştir.
* Dışişleri Bakanlığı Çok taraflı Siyasî İşler Genel Müdürlüğü tarafından Türkçe’ye çevrilmiş olup, gayrıresmî tercümedir.
Asliye Hukuk Mahkemesi 27 Ekim 1998 tarihli kararla, başvuranları haklı bulmuş ve
taleplerini kabul etmiştir. Asliye Hukuk Mahkemesi, fiili kamulaştırmadan dolayı
başvuranlara 24 Eylül 1996 tarihinden itibaren işlemek üzere yasal faizle birlikte
25.000.000.000 TL [o dönemde yaklaşık olarak 71.955 Euro] tazminat ödenmesine karar
vermiştir. Asliye Hukuk Mahkemesi, özellikle İdare’nin, dava konusu parselin 1977 yılından
bu yana ordu tarafından işgal edildiğini ortaya koyamadığına ve sonuç olarak sözkonusu
işgalin 1991 yılında gerçekleştiğini ve yirmi yıllık zamanaşımı süresinin dolmadığını kabul
etmek gerektiğine kanaat getirmiştir. Asliye Hukuk Mahkemesi ayrıca, Hazine adına arsanın
tapuya kaydedilmesine karar vermiştir.
Asliye Hukuk Mahkemesi’nin kararı 3 Aralık 1998 tarihinde Yargıtay 5. Dairesi
tarafından onanmış ve kesin hükme bağlanmıştır.
b) De facto kamulaştırma gerekçesiyle tazminatın artırılması başvurusu
Başvuranlar, 16 Temmuz 1999 tarihinde ek tazminat almak amacıyla dava açmışlardır.
1998/24 no’lu dava çerçevesinde hazırlanan bilirkişi raporunun sözkonusu taşınmazın
bedelinin önceki taleplerinden fazla olduğunu ortaya koyduğunu ve bu miktardan fazlasını
talep etme haklarını saklı tuttuklarını belirterek 7.296.260.000 TL [o dönemde yaklaşık olarak
16.580 Euro] ek tazminat talep etmişlerdir.
İlk aşamada, Asliye Hukuk Mahkemesi 5 Ekim 1999 tarihli bir kararla, 1998/24 no’lu
davada alınan sonuçlara dayalı olarak başvuranların davasının zaman aşımına uğramadığına
itibar ederek başvuranların tazminat talebini bütün olarak ele almıştır.
Bununla birlikte, 9 Aralık 1999 tarihinde Yargıtay 5. Dairesi Kamulaştırmaya dair
2942 sayılı Kanun’un 38. maddesine dayalı olarak ek tazminat davasının zamanaşımına
uğradığı gerekçesiyle bu kararı bozmuştur.
Başvuranlar tarafından 19 Nisan 2000 tarihinde 9 Aralık 1999 tarihli kararın tashihi
için yapılan itiraz, zamanaşımı kuralının yargının her evresinde hukuki bir güvenlik etkenini
oluşturması doğrultusunda Yargıtay 5. Dairesi tarafından reddedilmiştir. Yüksek Mahkeme
bir yanda 1998/24 no’lu hukuk davasının zamanaşımı incelemesi yapılmadan hükme
bağlandığını, öte yanda sözkonusu parselin kamulaştırmasız el atma tarihi tespitinin mevcut
davada kesin bir delil oluşturmadığını kaydetmiştir. Yargıtay, dava dosyasından ve Malatya
Belediyesi’nin mahkemeye sunduğu belgeden sözkonusu arsanın fiilen 1977 yılında istimlak
edildiği sonucuna varmıştır.
Asliye Hukuk Mahkemesi 5 Haziran 2000 tarihli bir kararla, Yargıtay’ın 9 Aralık
1999 ve 19 Nisan 2000 tarihli kararlarındaki gerekçelere dayalı olarak başvuranların talebini
reddetmiştir.
Başvuranlar 11 Temmuz 2000 tarihinde temyiz başvurusunda bulunmuş, İdarenin
beyanlarında arsanın 1977 yılında kullanılmaya başlandığını kanıtlayıcı hiçbir belgenin yer
almadığını ileri sürmüşlerdir.
27 Eylül 2000 tarihli bir kararla, bu karar başvuranlara 17 Ekim 2000’de tebliğ
edilmiştir, Yargıtay 5. Dairesi temyizine gidilen başvuruyu onamıştır. Bu karar 18 Ekim 2000
tarihinde kesin hükme bağlanmıştır.
2. 74858/01Numaralı Başvuru
a) De facto kamulaştırma gerekçesiyle tazminat başvurusu
Aralarında başvuranın da yer aldığı Abdurrahman Gök’ün mirasçıları 24 Eylül 1996
tarihinde başvurarak arsalarına fiilen kamulaştırmasız el atıldığını belirterek Şanlıurfa Asliye
Hukuk Mahkemesi önünde tazminat davası açmış, (dava no: 1998/21) 80.000.000.000 TL. [o
dönemde yaklaşık olarak 722.000 Euro] kamulaştırma bedeli istemiştir.
Mahkeme 8 Temmuz 1997 tarihinde yer keşif incelemesinde bulunmuş ve davacı
taraftan iki görgü tanığını dinlemiştir.
Asliye Hukuk Mahkemesi’nin talebi doğrultusunda hazırlanan bilirkişi raporunda
sözkonusu arsanın bedeli 162.555.120.000 TL. [o dönemde yaklaşık olarak 733.000 Euro]
olarak belirlenmiştir.
Kamulaştırmasız el atan İdare, Mahkemenin talebi üzerine, 1977 yılından bu yana
sözkonusu parseli atış ve askeri eğitim alanı olarak kullandığını belirtmiş, buna dayanak
olarak Şanlıurfa Belediyesi’nden alınan bilirkişi raporunu sunmuştur.
Asliye Hukuk Mahkemesi, 10 Ekim 1997 tarihli bir kararla başvuran da dahil
Abdurrahman Gök’ün mirasçılarının talebinin tamamını kabul etmiştir.
Bununla birlikte 20 Kasım 1997 tarihinde Yargıtay, İlk derece mahkemesinin
derinlemesine inceleme yapmadan sözü edilen parseli inşa edilebilir olarak nitelendirdiğine
kanaat getirerek kararı bozmuştur.
27 Ekim 1998 tarihinde, Mahkeme Abdurrahman Gök’ün mirasçılarını haklı bularak
taleplerini yeniden bir bütün olarak değerlendirmeye almıştır. Mahkeme kamulaştırma için,
24 Eylül 1996 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere yasal faizi ile birlikte de facto
80.000.000.000 T.L. (olayların meydana geldiği dönemde yaklaşık 230.257 Euro)
ödenmesine karar vermiştir. Mahkeme, İdare’nin, dava konusu parselin 1977 yılından beri
askeriye tarafından kullanıldığını ve bunun sonucunda sözkonusu arazi işgalinin 1991 yılında
meydana geldiğinin kabul edilmesinin uygun olacağını, yirmi yıllık zamanaşımı süresinin
halen dolmadığını ortaya koyamadığına dikkat etmiştir. Ayrıca arazının, Hazine’nin kaydına
işlenmesine karar vermiştir.
26 Kasım 1998 tarihinde, Yargıtay 5. Dairesi temyiz edilen kararı onamıştır.
b) De facto kamulaştırma gerekçesiyle tazminatın arttırılması başvurusu
Başvuran, 16 Temmuz 1999 tarihinde, ek kamulaştırma bedelinin ödenmesi için dava
açmıştır. Başvuran, 1998/21 sayılı dava çerçevesinde hazırlanan bilirkişi raporunda,
sözkonusu arazi bedelinin, başlangıçta talep ettiği tutardan az olduğunun belirtildiğini ifade
etmektedir. Daha fazlasını isteme hakkını kullanmadığını hatırlatan başvuran, 27.518.373.000
T.L. (olayların meydana geldiği dönemde yaklaşık 62.555 Euro) tutarında tazminat talep
etmiştir.
İlk aşamada Mahkeme, 21 Ocak 200 tarihli bir kararla başvuranın davasının
zamanaşımına uğramadığına kanaat getirerek, başvuranın 1998/21 sayılı davanın sonuçlarına
dayanan tazminat talebini kabul etmiştir.
Bununla birlikte, 15 Haziran 2000 tarihinde Yargıtay 5. dairesi kamulaştırma
davasının, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 38. maddesi uyarınca zamanaşımına
uğradığı gerekçesiyle sözkonusu kararı bozmuştur. Dosyada yer alan unsurlardan anlaşıldığı
üzere dava konusu parsel 1977 tarihinden beri kullanılmış, oysa ki dava 28 Haziran 1999
tarihinde açılmıştır. Bununla ilgili olarak, Yargıtay iki unsura dayanmaktadır: araziyi kullanan
İdare’nin, 1977 yılının Ocak ayından itibaren dava konusu parselin askeriye tarafından atış ve
eğitim alarak kullanıldığına ilişkin yazısı ve bu tahsisi onaylayan Şanlıurfa Belediyesi
tarafından sunulan bilirkişi raporu.
Mahkeme, 4 Ekim 2000 tarihinde Yargıtay kararı ile aynı doğrultuda hareket ederek,
başvuranın talebini zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle reddetmiştir.
11 Temmuz 2000 tarihinde başvuran kararın temyizine gitmiştir. Başvuran, İdare’nin
beyanlarının dışında, arazinin işgalinin 1977 tarihinden itibaren başladığını kanıtlayacak belge
ve unsurların bulunmadığını belirtmektedir. Başvuran, Asliye Hukuk Mahkemesi’nin arazinin
işgal tarihini 1991 olarak kabul ettiği bir önceki kararının, Yargıtay tarafından onandığını
belirtmektedir.
1 Şubat 2001 tarihli bir kararla Yargıtay temyiz edilen kararı onamıştır.
Aynı şekilde, başvuran tarafından yapılan kararın düzeltilmesi başvurusu 28 Mart
2001 tarihinde Yargıtay tarafından reddedilmiştir.
HUKUK AÇISINDAN
I. KABULEDİLEBİLİRLİĞE İLİŞKİN
Başvuranlar, AİHS’nin 6. maddesinin ve Ek 1 no’lu Protokol’ün 1. maddesinin ihlal
edildiğini iddia etmektedirler.
Hükümet başvuranların tezlerine karşı çıkmakta ve öncelikli olarak başvurunun iki
açıdan kabuledilemez olduğunu belirtmektedir.
A. Mağdur Sıfatı
Hükümet, 71867/01, 71869/01 ve 73319/01 numaralı başvurular çerçevesinde, ulusal
mahkemelerin de facto kamulaştırma nedeniyle kamulaştırma bedellerinin ödenmesine karar
verdiği dikkate alındığında, başvuranların, tazminat almaksızın mülkiyet haklarından yoksun
bırakıldıklarından dolayı mağdur olarak nitelendirilemeyeceğini belirtmektedir. Başvuranlar
tarafından açılan 1998/24 numaralı dava, ilk yargılama çerçevesinde gerçekleştirilen bilirkişi
incelemesi ile dava konusu arazinin değerinin tespit edilmesi esasına dayanmaktaydı. Şayet
bilirkişi raporunda başvuranların taleplerinden farklı olarak bir değer tespit edilmiş olsaydı,
başvuranlar hiçbir zaman bu ikinci yargılamayı başlatmayacaklardı. Ayrıca, ilk yargılama
sonrasında, Mahkeme dava konusu parselin Hazine’nin kaydına geçmesine karar vermişti.
Bununla ilgili olarak, ikinci yargılamanın başlatılması sırasında, ilgili kişilerin hiçbirinin Ek 1
no’lu Protokol’ün 1. maddesi ile güvence altına alınan mülk sahibi sıfatı bulunmamaktaydı.
Başvuranlar bu sava itiraz etmektedir.
AİHM’nin daha önce de ifade ettiği gibi, ulusal mahkemelerin AİHS’nin ihlal
edildiğini alenen ya da özü itibariyle kabul etmedikleri ve ihlali gidermedikleri sürece,
başvuran lehine alınan bir karar ya da tedbir, başvuranın mağdur sıfatını kaybetmesi için
yeterli olmamaktadır (Amuur-Fransa, 25 Haziran 1996, Derleme Hükümler ve Kararlar,
Dalban-Romanya, no: 28114/95).
Mevcut dava ile ilgili olarak AİHM, başvuranların tapularının iptal edilmesi nedeniyle
tazminat almış olmalarının, AİHS’nin 34. maddesi uyarınca mağdur sıfatlarını ortadan
kaldırmadığı görüşündedir. Esasında, ilk yargılamalar davanın incelenmesinde dikkate
alınması gereken önemli bir unsur gibi olsalar da, bunlar ulusal makamlar tarafından yasal bir
düzenlemenin geriye dönük olarak uygulanması nedeniyle tazminat taleplerinin
reddedilmesinden şikayetçi olan ilgililerin iddialarının bilinmesi ya da tanınması anlamına
gelmemektedir.
Yukarıda yer alan bilgiler ışığında AİHM, başvuranların halen AİHS ile güvence altına alınan
haklarının ihlal edilmesi nedeniyle mağdur olduklarını iddia edebilecekleri kanaatindedir.
B. İç hukuk yollarının tüketilmesi
Hükümet, iç hukuk yollarının tüketilmediğini belirtmektedir.71867/01, 71869/01 ve
73319/01 numaralı davalar çerçevesinde, kararın düzeltilmesi talebinde bulunmayan
başvuranların, iç hukuk yollarını tüketmiş olduklarının düşünülemeyeceğini belirtmektedir.
Hükümet, 74858/01 numaralı dava ile ilgili olarak başvuranın, hiçbir zaman Kamulaştırma
Kanunu’nun 38. maddesinin Anayasa’ya uygunluğu konusunda bir itirazda bulunmadığını
belirtmektedir.
Başvuranlar bu sava itiraz etmektedirler.
Hükümet tarafından dile getirilen kararın düzeltilmesi talebi ile ilgili olarak AİHM,
Türk Hukuku’nda bu başvurunun, Yargıtay tarafından yapılan bir hata nedeniyle sözkonusu
kararı tekrar gözden geçirme amacının olduğunu not etmektedir. Tarafların tekrar başvuru
yapması üzerine, yeni unsurlar olmadan Mahkeme ikinci bir inceleme başlatmaktadır (İsmail
Çınar-Türkiye, no: 28602/95, 13 Kasım 2003, ve mutatis mutandis, Karaduman-Türkiye, no:
16278/90, Komisyon’un 3 Mayıs 1993 tarihli kararı).
AİHM, bir başvuranın büyük olasılıkla etkili ve yeterli olan iç hukuk yollarını
kullanmış olması gerektiğini hatırlatmaktadır. Bir başvuru yolu kullanıldığında, uygulamada
aynı amacı taşıyan başka bir başvuru yolunun kullanılması zorunlu değildir (Bkz, en son
olarak, Patricia Raquel Rela Alves-Portekiz (karar), no: 19485/02, 9 Kasım 2004). Mevcut
davada, AİHM için, Asliye Hukuk Mahkemeleri tarafından, başvuranların taleplerinin
reddedilmesine ilişkin verilen kararları Yargıtay’ın kesin olarak onadığının tespit edilmesi
yeterli olacaktır.
Sözkonusu Kanun’un Anayasa’ya uygunluğunun denetlenmesi ile ilgili olarak AİHM,
bu başvuru yolunun doğrudan şahıslara açık olmadığını ve Anayasa’nın geçici 15. maddesi
uyarınca, 2942 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihte kabul edilen Kanunların, anayasal bir
denetimin yapılmasına imkân tanımadığını tespit etmektedir.
Yukarıda yer alan bilgiler ışığında AİHM, Türk Hukuku’nda belirtilen süre içerisinde
kamulaştırma davası açan başvuranların, mülkiyet sıfatlarının iptal edilmesi nedeniyle
tazminat elde etmek amacıyla iç hukukta yer alan başvuru yollarını tükettikleri kanaatindedir.
Hükümetin iç hukuk yollarının tüketilmediği itirazı AİHM tarafından reddedilmektedir.
C. Sonuç
AİHM, başvuruların AİHS’nin 35 § 3. maddesi uyarınca dayanaktan yoksun olmadığı
tespitini yapmaktadır. Başvuruların kabuledilemezliği hakkında hiçbir gerekçe yer
almamakta, başvuruların esasa birleştirilerek kabuledilmesi gerekmektedir.
II. AİHS’NİN 6. MADDESİ’NİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA
Başvuranlar, iç hukuktaki mahkemeler önünde hakkaniyete uygun bir yargılamanın
olmayışından şikayetçi olmakta, AİHS’nin 6 § 1. maddesine göndermede bulunmaktadır.
Başvuranlar, 1991 yılında taşınmazlarına yargı kararları ile nihai surette
kamulaştırmasız el atma ile sürecin önceden tamamlandığı halde, sonraki dönemde,
mahkemelerin Kamulaştırma Kanunu’nun 38. maddesinin uygulanmasına istinaden
tamamlayıcı tazminat taleplerini haksız yere reddettiğini ileri sürmektedir.
Hükümet bu sava karşı çıkmaktadır.
AİHM, iç hukuk mercilerinin tamamlayıcı tazminat taleplerine yönelik almış oldukları
kararların AİHS’nin 6 § 1. maddesinin ihlaline yol açıp açmadığını incelemek durumundadır.
AİHM, AİHS’nin 6 § 1. maddesi ile güvence altına alınan ve bir mahkeme önünde adil
yargılanma hakkının Sözleşmeci Devletlerin ortak değerinden biri olan hukukun üstünlüğü
çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğini hatırlatmaktadır. Hukukun üstünlüğünün temel
unsurlarından biri de hukuki ilişkilerin güvenliği ilkesidir ve diğerlerinin yanı sıra,
mahkemeler tarafından nihai çözüme kavuşturulan ithilafın artık dava konusunu
oluşturmaması gerektiğini öngörür (Bkz. Brumarescu-Romanya kararı, no: 28342/95).
Bu başvuruda AİHM ilk olarak, sunulan kanıt unsurlarını değerlendirmesinin ve
tarafları dinlemesinin ardından Şanlıurfa Asliye Hukuk Mahkemesi’nin dava konusu parselin
1991 yılında kullanıldığı tespitini yaparak idarenin zamanaşımı itirazını reddettiğini
hatırlatmaktadır. Böylece, sözkonusu 38. maddede öngörülen süre, iki dereceli yargı ile 27
Ekim 1998 tarihinde alınan kararlar ile aşılmadığından, mahkeme başvuranların mülkiyet
sıfatlarının iptali sonucunda tazminat taleplerini kabul etmiştir. Aynı şekilde, bilirkişiler bu
süreç boyunca idare tarafından taşınmaza el konulması nedeniyle ilgililerin uğramış oldukları
zarar miktarına kıymet biçebilirlerdi. Bu yargı kararları Yargıtay 5. Dairesi tarafından
onanmış ve kesin hükme bağlanmıştır.
Sonuç itibariyle, AİHM açısından ilke olarak, sözü edilen 38. madde uyarınca
zamanaşımı süresinin tarihinin belirlenmesine ilişkin başvuranların «hukuki güvenliğinin»
başladığına şüphe yoktur.
Ayrıca, Asliye hukuk mahkemesi daha önceki süreçte 5 Ekim 1999 ve 21 Ocak 2000
tarihli kararlarda vardığı sonuçlara dayalı olarak başvuranların tamamlayıcı tazminat
taleplerini yerinde bulmuştur. Mahkeme böylelikle, İdarenin 2942 sayılı Kanun’un 38.
maddesine göre öne sürdüğü zamanaşımı itirazını kabul etmemiş, başvuranların davasının
zamanaşımına uğramadığına kanaat getirmiştir.
Buna karşın, Yargıtay 5. Dairesi daha evvel de tespit edildiği üzere bahse konu el
atmanın 1991 yılında değil 1977 yılında gerçekleştiğini ve 38. madde gereğince tazminat
davasının zamanaşımına uğradığını vurgulayarak bu kararları bozmuştur. Yargıtay son olarak
davayı taraflara geri göndermiş, Asliye hukuk mahkemesi bu hükmün uygulanmasına
istinaden başvuranların taleplerini nihai surette reddetmiştir.
AİHM, mahkemenin bu yöndeki yerleşik içtihadına göre ulusal mahkemelerin
görevini üstlenmek gibi bir konumda olmadığını vurgulayarak, şayet AİHS ile güvence altına
alınan hak ve özgürlüklerin ihlaline yol açmamış ise, iç hukuktaki yargıdan kaynaklandığı öne
sürülen olaylara ve hukuka dair yanlışlıkların incelenmesi amacıyla yapılan başvuruları
değerlendirme yetkisinin olmadığını ifade etmektedir (Bkz. örneğin Garcia Ruiz-İspanya
kararı no:30544/96). Aynı şekilde, hukuki alanda, 6. madde kesin hükmün dokunulmazlığını
güvence altına almamaktadır (Ulusal serbest hemşireler sendikası (O.N.S.I.L)-Fransa kararı,
no: 39971/98).
Yargıtay 5. Dairesi, zamanaşımı süresinin başlangıç tarihine ilişkin süreçlerle ilgili
saptamaların uygunluğunun değerlendirilmesinde hiçbir yeni hususu ortaya koymamış, önceki
yargı sürecinde üzerinde durulan benzer kanıt unsurlarını yeniden incelemekle yetinmiştir.
Kesin hüküm ile sonuçlanan «geri alınamaz» bir yargı kararı sözkonusu değildir. Fakat
başvuranların meşru olarak iki yargı kararının ardından kesin hükme varılan dava hakkındaki
ihtilafın giderilmesi beklentisinde olduğu ölçüsünde, Yargıtay 5. Dairesi’nin daha önce kabul
gören kararlara tümüyle ters yöndeki bu yeni değerlendirmesi hukuki güvenlik açısından
sorunlar teşkil etmektedir. (Bkz. Riabykh-Rusya kararı, no: 52854/99).
Sonuç olarak, daha önce ihtilafı çözümlenmiş bir davayı yeniden değerlendiren ve
hiçbir geçerli gerekçe olmaksızın nihai karar alan Türk mahkemeleri hukuki güvenlik
ilişkisinin ihlaline yol açmıştır. Bu nedenle, AİHS’nin 6 § 1. maddesi uyarınca başvuranların
adil yargılanma hakkı ihlal edilmiştir.
AİHS’nin bu maddesi ihlal edilmiştir.
III. EK 1 NO’LU PROTOKOL’ÜN 1. MADDESİ’NİN İHLAL EDİLDİĞİ
İDDİASI HAKKINDA
Başvuranlar aynı olaylara dayalı olarak Ek 1 no’lu Protokol’ün 1. maddesinin ihlal
edildiğini ileri sürmektedir.
AİHM, 6. maddeye ilişkin yapılan tespit ışığında bu hükmün ihlal edilip edilmediğinin
incelenmesini gerekli görmemektedir.
IV. AİHS’NİN 41. MADDESİ’NİN UYGULANMASI
A. Tazminat, masraf ve harcamalar
Naciye Gök, Dilber Gök ve Yeşil’in eşi Ayno Gök 43.000.000.000 TL. maddi ve aynı
miktarda manevi tazminat talep etmektedir. Başvuranlar AİHM önünde yapmış oldukları
yargı giderleri için 3.487 Euro istemektedir.
Ersöz’ün eşi Dursun Gök 137.912.373.000 TL [yaklaşık 86.195 Euro] maddi zarara
uğradığını ileri sürerek aynı miktarda manevi tazminat talep etmektedir. Masraf ve harcamalar
konusunu AİHM’nin takdirine bırakmıştır.
Hükümet, başvuranların taleplerine karşı çıkmıştır.
AİHM, dava dosyasında yer alan delillerin bütünü ışığında ve hakkaniyete uygun
olarak maruz kalınan tüm zarar için ilk üç başvuranın her birine 1.700 Euro, Ersöz’ün eşi
Dursun Gök’e 10.000 Euro ödenmesini kararlaştırmıştır.
AİHM yargı giderleri ile ilgili olarak, başvuranlara birlikte 1.500 Euro ödenmesine
karar vermiştir.
BU GEREKÇELERE DAYALI OLARAK, AİHM,
1. Oybirliğiyle, başvuruların birleştirilmesine;
2. Oybirliğiyle, başvuruların kabuledilebilir olduğuna;
3. Beşe karşı iki oyla, AİHS’nin 6. maddesinin ihlal edildiğine;
4. Beşe karşı iki oyla, Ek 1 no’lu Protokol’ün 1. maddesine dair şikayetin
incelenmesine gerek olmadığına;
5. Oybirliğiyle,
a) AİHS’nin 44 § 2 maddesi gereğince kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç ay
içinde, ödeme tarihindeki döviz kuru üzerinden Y.T.L.’ye çevrilmek üzere Savunmacı
Hükümetin;
i.
uğranılan bütün zarar için, başvuranların her biri Naciye Gök, Dilber Gök ve
Yeşil’in eşi Ayno Gök’e 1.700 (bin yedi yüz) Euro ve Ersöz’ün eşi Dursun Gök’e
10.000 (on bin) Euro tazminat;
ii.
masraf ve harcamalar için dört başvuranlara toplam 1.500 (bin beş yüz) Euro
ödenmesine;
iii.
belirtilen miktarların her türlü vergiden muaf tutulmasına;
b) Sözkonusu sürenin bittiği tarihten itibaren ve ödemenin yapılmasına kadar, Avrupa
Merkez Bankasının o dönem için geçerli faizinin üç puan fazlasına eşit oranda basit faizin
uygulanmasına;
6. Oybirliğiyle, adil tazmine ilişkin diğer taleplerin reddine;
KARAR VERMİŞTİR.
İşbu karar Fransızca olarak hazırlanmış ve AİHM’nin iç tüzüğünün 77 §§ 2. ve 3.
maddelerine uygun olarak 27 Temmuz 2006 tarihinde yazıyla bildirilmiştir.
Mevcut karar ekinde AİHS’nin 45 § 2. ve İçtüzüğün 74 § 2. maddelerine uygun
olarak Yargıç Cabral Barreto ve Jociene’in ayrık oy görüşü yer almaktadır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararı
KEKİL DEMİREL/Türkiye Davası*
Başvuru No:48581/99
Strazburg
11 Nisan 2006
OLAYLAR
1956 doğumlu başvuran Bergama’da ikamet etmektedir.
A. Başvuranın Yakalanarak Gözaltına Alınması
Başvuran, 17 Temmuz 1998 tarihinde, İzmir polisi tarafından yürütülen operasyonlar
çerçevesinde yakalanarak İzmir Emniyet Müdürlüğü’nde gözaltına alınmıştır. Başvuran,
“Komünist Parti İnşa Örgütü” adlı aşırı sol silahlı örgüte mensup olmakla suçlanmıştır.
Başvuran yakalandığı gün, öncelikle adli tabip tarafından muayene edilmiştir. Doktor,
düzenlediği raporunda, başvuranın vücudunda çeşitli izlere yer vermiştir. Başvuran daha
sonra Bozkaya Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi’ne götürülmüş ve burada
hücreye konulmuştur.
Başvuran gözaltının sona erdiği 23 Temmuz 1998 tarihinde, İzmir Adli Tıp Kurumu
tabibi tarafından muayene edilmiştir. Raporda çeşitli izlere yer verilmiştir. Ancak doktor,
başvuranın gözaltında iken kendisine cinsel organlarından ve ayak parmaklarından elektroşok
uygulandığına dair beyanlarına rağmen, kaldırıldığı İzmir Hastanesi’nde bu iddiayı
doğrulayacak hiçbir izin tespit edilmediğini belirtmiştir. Doktor benzeri izlerin tespit edilmesi
için biyopsi yapılması gerektiğini eklemiştir. Ayrıca doktor, başvuranın durumunun iş
göremezlik raporunun verilmesini gerektirmediğini not etmektedir.
İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) yedek hakimi 23 Temmuz 1998 tarihinde,
başvuranı dinledikten sonra tutuklu yargılanmasına karar vermiştir. Başvuran Bergama
Cezaevi’ne konulmuştur.
25 Temmuz 1998 tarihinde başvuranı muayene eden cezaevi doktoru, başvuranın
vücudunda çeşitli izler tespit etmiştir.
B. Başvuran Aleyhinde Başlatılan Cezai Usul İşlemi
İzmir Cumhuriyet Başsavcısı, 17 Ağustos 1998 tarihinde sunulan iddianameyle,
başvuranı silahlı örgüte mensup olmakla itham etmiştir. Cumhuriyet Başsavcısı, silahlı çeteye
mensup olma suçunu öngören Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 168§2 maddesi gereğince
mahkum edilmesini istemiştir.
* Dışişleri Bakanlığı Çok taraflı Siyasî İşler Genel Müdürlüğü tarafından Türkçe’ye çevrilmiş olup, gayrıresmî tercümedir.
İzmir DGM, 14 Aralık 2000 tarihli kararla başvuranı, üzerine atılı fiillerden suçlu
bulmuş ve on iki yıl altı ay hapis cezasına çarptırmıştır.
Başvuran, açlık grevinin ardından Wernicke Korsakoff hastalığına yakalanmış ve 1
Ekim 2002 tarihinde sağlık nedeniyle şartlı salıverilmiştir.
C. Güvenlik Güçleri Mensupları Aleyhinde Başlatılan Cezai Usul İşlemi
İzmir Savcılığı, başvuran ve diğer tutukluların maruz kaldığı kötü muamelelere ilişkin
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu özel raportörünün ihbarı üzerine, 11 Eylül 1998
tarihinde, dosyayı inceledikten sonra, olası mağdurlar tarafından şikayette bulunulmadığından
hiçbir kanıt unsurunun var olmadığına kanaat getirerek muhakemenin men-i kararı vermiştir.
Bu karar başvurana tebliğ edilmemiştir.
Başvuranın avukatı, 22 Eylül 1998 tarihinde, gözaltında müvekkilinin
sorgulanmasından sorumlu polis memurları aleyhinde İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı’na
şikayette bulunmuştur. Avukat, polis memurlarını, itirafta bulunması için müvekkiline kötü
muamele yapmakla itham etmiştir. Başvuranın avukatı özellikle, gözaltında başvuranın
dövüldüğünü, elektroşok uygulandığını ve basınçlı su verildiğini savunmaktadır.
İzmir Savcılığı, 12 Ekim 1998 tarihinde, başvuranın vücudunda tespit edilen izlere
sözkonusu polislerin neden olduğuna dair iddialara dayanak olarak yeterli kanıt bulunmadığı
gerekçesiyle muhakemenin men-i kararı vermiştir. Verilen bu karar, başvuranın avukatına 16
Kasım 1998 tarihinde tebliğ edilmiştir.
Başvuranın avukatı, Karşıyaka Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı önünde muhakemenin
men-i kararına itiraz etmiştir. Ağır Ceza Mahkemesi, 11 Aralık 1998 tarihinde verilen ve
başvuranın avukatına 25 Aralık 1998 tarihinde tebliğ edilen kararla, bu itirazı reddetmiştir.
HUKUK AÇISINDAN
I. AİHS’NİN 3. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA
Başvuran, gözaltında kötü muameleye maruz kaldığından şikayetçi olmakta ve bu
bağlamda AİHS’nin 3. maddesinin ihlal edildiğini iddia etmektedir.
A. Kabuledilebilirlik Hakkında
Hükümet, AİHS’nin 35§1 maddesinde öngörülen altı ay kuralına riayet edilmediğine
dair kabuledilemezlik itirazında bulunmaktadır. Hükümet bu sürenin İzmir Savcılığı
tarafından ilk muhakemenin men-i kararının verildiği 11 Eylül 1998 tarihinden itibaren
işlemeye başladığına kanaat getirmektedir.
Başvuran bu itirazı reddetmektedir.
AİHM, bu itirazı kabul edemez. Zira, Hükümet tarafından ileri sürülen Savcılığın
yapmış olduğu ilk soruşturma, iki gerekçeden dolayı altı aylık süreyi başlatabilecek nitelikte
bir başvuruyu oluşturmamaktadır. Bu gerekçelerden ilki, bu anketin etkili olmaktan uzak
olmasıdır. İkincisi ise aynı soruşturmanın sonucunun başvurana tebliğ edilmemesidir (Bkz.
mutatis mutandis Baghli-Fransa, no: 34374/97, § 31, AİHM 1999-VIII).
Ayrıca AİHM, şikayetin AİHS’nin 35§3 maddesi uyarınca açıkça dayanaktan yoksun
olmadığını tespit etmektedir. Ayrıca AİHM, başka hiçbir kabuledilemezlik gerekçesi ortaya
koymamıştır. Dolayısıyla şikayetin geri kalan kısmını kabuledilebilir ilan etmek uygun
olacaktır.
B. Esas Hakkında
Hükümet, başvuran tarafından dile getirilen kötü muamele ve işkence iddialarının
dayanaktan yoksun olduğunu savunmaktadır. Hükümet, 23 ve 25 Temmuz 1998 tarihli
raporların sadece, 17 Temmuz 1998 tarihinde gözaltından hemen önce başvuranın vücudunda
tespit edilen ufak yaraları doğruladıkları görüşündedir.
Başvuran, gözaltında polislerin kendisine basınçlı su verdiklerini, dövdüklerini ve
kendisini tehdit ettiklerini savunmaktadır. Polisler, cinsel organlarından ve ayak
parmaklarından başvurana elektroşok uygulamışlardır.
AİHM, bir kimse polis memurları kontrolü altında olduğu gözaltı sırasında
yaralandığında, bu dönemde meydana gelen her yaralanma, güçlü maddi karinelerin
doğmasına neden olmaktadır (Bkz. Salman-Türkiye, no: 21986/93, § 100, AİHM 2000-VII).
Dolayısıyla sözkonusu yaraların kaynağı hakkında geçerli açıklama getirmek ve mağdurun
iddiaları hakkında şüphe uyandıracak olayları ortaya koyan ve özellikle sağlık belgeleri ile
desteklenmiş olan kanıtları sunmak Hükümet’in görevidir (Selmouni-Fransa, no: 25803/94, §
87, AİHM 1999-V, Berktay-Türkiye, no. 22493/93, § 167, 1 Mart 2001 ve Altay-Türkiye, no:
22279/93, § 50, 22 Mayıs 2001).
İşbu davada AİHM, gözaltından sonra başvuranın muayene edilmesinin ardından
düzenlenen 23 ve 25 Temmuz tarihli raporlarda, gözaltından önce yapılan tıbbi muayenenin
sonucuna yer veren 17 Temmuz 1998 tarihli sağlık raporunda yer verilen yaralardan daha
farklı yaraların bulunduğunun belirtildiğini gözlemlemektedir. 23 ve 25 Temmuz 1998 tarihli
raporlarda tespit edilen yaralar, büyük çoğunlukla başvuranın Savcılık ve Mahkeme önünde
dile getirdiği muamelelerden kaynaklananlara benzemektedir. Elektroşok iddialarını
doğrulayan hiçbir izin sözkonusu raporlarda tespit edilmediği doğrudur. Ancak, dosyadan da,
iddia edilen elektroşokların olası izlerini tespit etmek amacıyla adli tabibin 23 Temmuz 1998
tarihinde istediği biyopsi, daha sonra yapılmış ve/veya sonuçlarının Savcılık tarafından
gözönüne alındığı ortaya çıkmamaktadır.
AİHM, değerlendirmesine sunulan bu unsurların tümü gözönüne alındığında ve
Hükümet’in geçerli hiçbir açıklama getirmemsinden dolayı, bu davada 23 ve 25 Temmuz
1998 tarihli sağlık raporlarında ortaya konulan yaraların, Hükümet’in sorumluluğunu taşıdığı
insanlık dışı muameleden kaynaklandığının doğrulandığına karar vermiştir.
Dolayısıyla, AİHM AİHS’nin 3. maddesinin ihlal edildiği sonucuna varmıştır.
II. AİHS’NİN 41. MADDESİNİN UYGULANMASI HAKKINDA
A. Tazminat
Başvuran, bir yandan bu başvurunun konusunu teşkil eden olaylardan ve diğer yandan
mahkumiyet kararının ardından hapsedilmesine ilişkin koşullardan dolayı uğradığı manevi
zarar adı altında 50.000 Euro istemektedir. Başvuran maddi zararının karşılanmasını
AİHM’nin takdirine bırakmaktadır.
Hükümet bu iddialara itiraz etmektedir.
AİHM, maddi zarar konusunda, tespit edilen AİHS’nin 3. maddesinin ihlali ile
herhangi bir maddi zarar arasında nedensellik bağını ortaya çıkarmamaktadır. Dolayısıyla bu
bakımdan tazminat ödemeye gerek yoktur.
Manevi zarar konusunda ise AİHM, manevi zararın sadece tespit edilen ihlale bağlı
olduğuna kanaat getirmektedir. Bu noktada AİHM, mağdurun AİHS’nin bu ihlali sonucunda
hiç kuşkusuz acı çekmiş olabileceğini düşünmektedir. AİHM bu manevi zararı hakkaniyete
uygun olarak 12.000 Euro olarak tespit etmektedir.
B. Masraf ve Harcamalar
Başvuran ayrıca ulusal mahkemeler ve AİHM önünde yapılan masraf ve harcamalar
için 3.000 Euro istemektedir.
Hükümet kanıt bulunmadığından bu iddiaları aşırı bulmaktadır.
AİHM’nin içtihadına göre başvuran, masraf ve harcamaların karşılanmasını ancak
gerçekliğini, gerekliliğini ve makul oranda olduklarını ispatladığı sürece sağlayabilmektedir.
Bu davada elinde bulunan unsurların tümünü ve yukarıda belirtilen kriterleri gözönüne alarak
AİHM, yapılan bütün masraflar için 1.500 Euro’nun ödenmesinin makul olduğuna kanaat
getirmektedir. Bu miktar başvurana, Avrupa Konseyi’nin adli yardım adı altında ödediği 630
Euro düşürülerek ödenecektir.
C. Gecikme Faizi
Gecikme faizi olarak Avrupa Merkez Bankası’nın marjinal kredi kolaylıklarına
uyguladığı faiz oranına üç puan eklenecektir.
BU GEREKÇELERE DAYALI OLARAK, MAHKEME, OYBİRLİĞİYLE,
1. Başvurunun geri kalan kısmının kabuledilebilir olduğuna;
2. AİHS’nin 3. maddesinin ihlal edildiğine;
3.a) AİHS’nin 44§2 maddesi uyarınca, kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç ay
içinde, ödeme tarihindeki döviz kuru üzerinden Yeni Türk Lirası’na çevrilmek üzere ve
Savunmacı Hükümet tarafından başvurana;
i. manevi tazminat için 12.000 (on iki bin) Euro’nun;
ii. masraf ve harcamalar için 1.500 (bin beş yüz) Euro’dan adli yardım adı altında
alınan 630 Euro düşürülerek kalan miktarın;
iii. miktara yansıtılabilecek her türlü vergiden muaf tutularak ödenmesine,
b) Sözkonusu sürenin bittiği tarihten itibaren ödemenin yapılmasına kadar,
Hükümet’in, Avrupa Merkez Bankası’nın o dönem için geçerli olan faiz oranının üç puan
fazlasına eşit oranda faiz uygulanmasına;
4. Adil tazmine ilişkin diğer taleplerin reddine karar vermiştir.
İşbu karar Fransızca olarak hazırlanmış ve AİHM İçtüzüğü’nün 77§§ 2 ve 3
maddesine uygun olarak 11 Nisan 2006 tarihinde yazılı olarak tebliğ edilmiştir.
TEBLİĞ
Maliye Bakanlığından:
KATMA DEĞER VERGİSİ GENEL TEBLİĞİ
(SERİ NO: 106)
Katma Değer Vergisi (KDV) uygulamalarına ilişkin olarak aşağıdaki açıklama ve
düzenlemelerin yapılmasına gerek duyulmuştur.
A. İNDİRİMLİ ORANA TABİ İŞLEMLERDE İADE UYGULAMASI
KDV Kanununun (29/2) maddesine göre indirimli orana tabi işlemlerden kaynaklanan
KDV iade alacaklarının yılı içinde mahsuben iadesi mümkün bulunmaktadır. İade
uygulamasına ilişkin usul ve esaslar 2006 ve izleyen yıllarda gerçekleştirilecek indirimli orana
tabi işlemler için geçerli olmak üzere, aynı maddenin Bakanlığımıza verdiği yetkiye
dayanılarak 99, 101 ve 105 Seri No.lu KDV Genel Tebliğleri ile belirlenmiştir.
Faaliyetleri indirimli KDV oranına tabi işlemlerden oluşan kollektif şirketler ile adi
ortaklıklar (şirketler) adına ortaya çıkan KDV iade alacakları, 99 ve 101 Seri No.lu KDV
Genel Tebliğlerinde belirtilen borçlarının yanı sıra, bu Tebliğin yayımlandığı tarihten sonra
yapılacak iade talepleri için geçerli olmak üzere, söz konusu şirket ortaklarının yalnızca vergi
(ithalde alınanlar dahil) ve SSK prim borçlarına da mahsup edilebilecektir.
Mahsup talepleri yukarıda anılan tebliğlerde yapılan düzenlemeler çerçevesinde yerine
getirilecek ve mahsup talep dilekçesine, 99 Seri No.lu KDV Genel Tebliğinin (1.4.1.)
numaralı bölümde sayılan belgelerin yanısıra, diğer ortakların mahsup yapılmasına izin
verdiğini gösteren noter tarafından onaylanmış belge de eklenecektir.
Öte yandan Kurumlar Vergisi Kanununa göre vergi dairesine iş ortaklığı olarak
mükellefiyet tesis ettiren işletmelerin, diğer kurumlar vergisi mükelleflerinde olduğu gibi,
ortaklarının vergi ve SSK prim borçlarına bu uygulama kapsamında mahsup yapılması
mümkün bulunmamaktadır.
B. KONUT YAPI KOOPERATİFLERİNE VERİLEN İNŞAAT TAAHHÜT
İŞLERİNDE İSTİSNA VEYA İNDİRİMLİ ORAN UYGULAMASI
KDV Kanununun geçici 15 inci maddesinde, 29/7/1998 tarihinden önce bina inşaat
ruhsatı alınmış inşaatlara ilişkin olarak konut yapı kooperatiflerine yapılan inşaat taahhüt
işleri 1/1/1998 tarihinden geçerli olmak üzere KDV’den istisna edilmiştir. Bina inşaat
ruhsatını 29/7/1998 tarihinden sonra almış konut yapı kooperatiflerine yapılacak inşaat
taahhüt işleri ise 2002/4480 sayılı Bakanlar Kurulu Kararına ekli I sayılı listenin 12. sırası
uyarınca %1 oranında KDV’ne tabi bulunmaktadır.
Konut yapı kooperatiflerine ifa edilen inşaat taahhüt işlerinde istisna veya indirimli
oranda KDV uygulamasına ilişkin olarak yayımlanmış KDV Genel Tebliğleri ile
Sirkülerlerinde gerekli düzenleme ve açıklamalar yapılmıştır.
Bu Tebliğin yayımlandığı tarihten itibaren sözleşmesi imzalanacak inşaat taahhüt
işlerinde istisna veya indirimli oranda KDV uygulamasından yararlanılabilmesi için, yukarıda
belirtilen düzenlemelerde aranılan şartların yanı sıra, inşaatın yapıldığı arsanın tapu sicilinde
inşaat taahhüt hizmetini alan kooperatif tüzel kişiliği adına tescil edilmiş olması da
gerekmektedir.
Tebliğ olunur.
Adalet Bakanlığından :
Narman Sulh Hukuk Mahkemesine ait 1983/22 Esas, 1983/27 Karar sayılı vesayet
dosyanın zayi olduğu anlaşıldığından, 4473 sayılı Yangın, Yersarsıntısı, Seylâp veya Heyelân
Sebebiyle Mahkeme ve Adliye Dairelerinde Ziyaa Uğrayan Dosyalar Hakkında Yapılacak
Muamelelere Dair Kanun hükümlerinin söz konusu dosya için kıyasen uygulanmasına ve adı
geçen kanun hükümleri gereğince işlem yapılmasına karar verildiği ilan olunur.
—————
Gölcük 2. Asliye Hukuk Mahkemesine ait 2006/163, 2006/238, 2006/256, 2006/430,
2006/136 ve 2006/227 esas sayılı derdest dava dosyaları ile 2007/31 esas ve 2007/23 karar
sayılı dava dosyasının zayi olduğu anlaşıldığından, 4473 sayılı Yangın, Yersarsıntısı, Seylâp
veya Heyelân Sebebiyle Mahkeme ve Adliye Dairelerinde Ziyaa Uğrayan Dosyalar Hakkında
Yapılacak Muamelelere Dair Kanun hükümlerinin söz konusu dosya için kıyasen
uygulanmasına ve adı geçen kanun hükümleri gereğince işlem yapılmasına karar verildiği ilan
olunur.
—————
Sakarya 1. Asliye Hukuk Mahkemesine ait 2006/55 Esas sayılı dosyası zayi olduğu
anlaşıldığından, 4473 sayılı Yangın, Yersarsıntısı, Seylâp veya Heyelân Sebebiyle Mahkeme
ve Adliye Dairelerinde Ziyaa Uğrayan Dosyalar Hakkında Yapılacak Muamelelere Dair
Kanun hükümlerinin söz konusu dosya için kıyasen uygulanmasına ve adı geçen kanun
hükümleri gereğince işlem yapılmasına karar verildiği ilan olunur.
—————
Lüleburgaz 2. Kadastro Mahkemesine ait 1988/73 Esas, 1991/188 karar sayılı dosyanın,
kaybolduğu anlaşıldığından, 4473 sayılı Yangın, Yersarsıntısı, Seylâp veya Heyelân
Sebebiyle Mahkeme ve Adliye Dairelerinde Ziyaa Uğrayan Dosyalar Hakkında Yapılacak
Muamelelere Dair Kanun hükümlerinin söz konusu dosya için uygulanmasına ve adı geçen
kanun hükümleri gereğince işlem yapılmasına karar verildiği ilan olunur.
Siirt E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Amirliğinden :
Karar No : : 2007/7
Karar Tarihi
:
17/7/2007
Ceza İnfaz Kurumumuz İnfaz ve Koruma Memuru Altan Yüksel’in hükümlü Aydın
Özbey”e “Müessir Fiil ve Tehdit” iddiasından dolayı hakkında 657 sayılı Devlet Memurları
Kanununun 125. maddesi gereğince hakkında açılan Disiplin Soruşturması neticesinde
10/7/2007 tarih ve 2007/14 sayılı karar ile “Herhangi Bir Ceza Verilmesine Yer Olmadığına”
karar verilmiştir Ancak 23/5/2007 tarihinden itibaren göreve gelememesi nedeniyle karar
ilgiliye tebliğ edilememiş, tüm aramalara rağmen kendisine ulaşılamadığından kararın ilanen
tebliğine karar verilmiştir.
İş bu kararın Resmi Gazete’de ilan edildiği tarihten itibaren 7201 Sayılı Tebligat
kanununun 28 ve müteakip maddeleri gereğince tebliğ edilmiş sayılacağı ve ilan tarihinden
itibaren 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununun 135. Maddesi gereğince 7 gün içerisinde bir
üst Disiplin Amiri olan Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğüne alınan karara itiraz etmemesi
halinde kararın kesinleşeceği hususu ilanen tebliğ olunur.
—————
Esas No :
2007/6
Karar Tarihi
:
17/7/2007
Ceza İnfaz Kurumumuz İnfaz ve Koruma Memuru Altan Yüksel’in İmam Nikahı
Kıydırmak” Fiilinden dolayı hakkında 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 125. maddesi
gereğince hakkında açılan Disiplin Soruşturması neticesinde 9/7/2007 tarih ve 2007/13 sayılı
karar ile “ Kınama Cezası ile Cezalandırılmasına” karar verilmiş ancak 23/5/2007 tarihinden
itibaren göreve gelememesi nedeniyle karar kendisine tebliğ edilememiş, tüm aramalara
rağmen kendisine ulaşılamadığından kararın ilanen tebliğine karar verilmiştir.
İş bu kararın Resmi Gazete’de ilan edildiği tarihten itibaren 7201 Sayılı Tebligat
Kanununun 28 ve müteakip maddeleri gereğince tebliğ edilmiş sayılacağı ve ilan tarihinden
itibaren 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununun 135. Maddesi gereğince 7 gün içerisinde
Karara itiraz etmesi aksi takdirde savunma yapmaktan vazgeçmiş sayılacağı hususu ilanen
tebliğ olunur.
—————
Esas No :
2007/9
Karar Tarihi
:
17/7/2007
Ceza İnfaz Kurumumuz İnfaz ve Koruma Memuru Altan Yüksel’in alacaklı Türksel İlt.
Hiz. AŞ. Vk. Levent Uşkay’a olan “İcra Borcundan” dolayı hakkında 657 sayılı Devlet
Memurları Kanununun 125. maddesi gereğince açılan Disiplin Soruşturması neticesinde
11/7/2007 tarih ve 2007/15 sayılı karar ile “ Kınama Cezası ile Cezalandırılmasına” karar
verilmiş ancak 23/5/2007 tarihinden itibaren göreve gelememesi nedeniyle karar kendisine
tebliğ edilememiş, tüm aramalara rağmen kendisene ulaşılamadığından kararın ilanen
tebliğine karar verilmiştir.
İş bu kararın Resmi Gazete’de ilan edildiği tarihten itibaren 7201 Sayılı Tebligat
Kanununun 28 ve müteakip maddeleri gereğince tebliğ edilmiş sayılacağı ve ilan tarihinden
itibaren 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununun 135. Maddesi gereğince 7 gün içerisinde
Karara itiraz etmesi aksi takdirde savunma yapmaktan vazgeçmiş sayılacağı hususu ilanen
tebliğ olunur.
—————
Esas No :
2007/8
Karar Tarihi
:
17/7/2007
Ceza İnfaz Kurumumuz İnfaz ve Koruma Memuru Altan Yüksel’in alacaklı Hızır Cin’e
olan “ İcra Borcundan” dolayı hakkında 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 125.
maddesi gereğince açılan Disiplin Soruşturması neticesinde 11/7/2007 tarih ve 2007/15 sayılı
karar ile “Kınama Cezası ile Cezalandırılmasına”karar verilmiş ancak 23/5/2007 tarihinden
itibaren göreve gelememesi nedeniyle karar kendisine tebliğ edilememiş, tüm aramalara
rağmen kendisine ulaşılamadığından kararın ilanen tebliğine karar verilmiştir.
İş bu kararın Resmi Gazete’de ilan edildiği tarihten itibaren 7201 Sayılı Tebligat
Kanununun 28 ve müteakip maddeleri gereğince tebliğ edilmiş sayılacağı ve ilan tarihinden
itibaren 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununun 135. Maddesi gereğince 7 gün içerisinde
Karara itiraz etmesi aksi takdirde savunma yapmaktan vazgeçmiş sayılacağı hususu ilanen
tebliğ olunur.

Benzer belgeler