enicagdabilim

Transkript

enicagdabilim
BİLİM TARİHİ
VII.BÖLÜM:
YENİ ÇAĞ’DA BİLİM
Yrd.Doç.Dr. Ayfer KÜÇÜK
1
B) BİLİMSEL DEVRİM VE AYDINLANMA ÇAĞI
ƒ
Bir bayrak yarışı gibi; bu çağı da diğer çağın bittiği
tarih olan M.S.1600 yılından başlatıp, M.S.1850
yılına kadar geleceğiz. Bu çağın özelliği de, Çağdaş
Bilime doğru bir yolculuğa başlanacak olması ve bu
yolda bilimin bir ivme kazandığının anlaşılmasıdır.
ƒ
İncelemekte olduğumuz çağın, yaşanan büyük olayları
vardır. Bu olaylar öylesine büyüktür ki bütün bir
insanlık tarihi baştan yazılır olmuştur. İnsanlığın
kaderinin değiştiği yıllar olmuştur.
2
ƒ
Bu dönemde bir taraftan Fransız
İhtilali dünyaya yeni sloganlar
içinde yepyeni fikirler sunmuş,
diğer taraftan Napolyon orduları
bütün bir Avrupa'yı savaşa
sürükleyip, Rusya'ya kadar
ilerlemiş ve Moskova önlerinde,
perişan bir şekilde, kışa
yenilerek bozguna uğramıştı.
3
ƒ
Bu arada bilimin teknolojiye hız
vermesiyle, artık makineye
yönelmeye başlayan insan, her şeyi
o günün ölçüleri içinde hızlı ve seri
yapma bilincine erişiyordu.
Toplumlar değişmişti. Artık nüfusyoğun toplumlar çağı yaşanıyordu
ve herkes bir şeyler yapmak, para
kazanmak ve daha iyi yaşamak
istiyordu.
4
ƒ
İnsanlar parayı tanımıştı, ekonomide devrimler
yapılıyordu. Bankalar kuruluyor, sanayi kavramı,
üretim fikri olgunlaşıyordu. Bu olgular toplumsal
olayları da ister istemez yönlendiriyor, çeşitli
kesimler kendi aralarında örgütleniyordu. Bu ise
beraberinde
liderlik
olgusunu
çıkarıyor
ve
geliştiriyordu.
5
ƒ
Üretim kavramı, fabrikaların kurulmasını zorunlu hale
sokuyordu. Bu ise yeni iş alanları açıyor, böylece işçi
sınıfı ortaya çıkıyordu. Bütün bunlar zamanla kalifiye
eleman kavramının ortaya çıkmasına neden oluyor ve
bu da bir eğitimi gerektiriyordu. Böylece bilimin
uzantısına, ilk kez teknik konularda da araştırma ve
eğitim yapmak gibi bir boyut ekleniyordu.
6
BİLİM AKADEMİLERİ
ƒ
Bilimin
17.
yüzyılda
devrim
niteliği
kazanan
gelişmesinde bazı kuruluşların rolüne de değinmek
gerekir.
Bunlar
bir
taraftan
üniversitelerin
faaliyetlerine destek olurken diğer taraftan çağın
gereksinimlerine
uygun
şekilde
artık
bilginler
bilim
adamlarını
desteklemişlerdir.
ƒ
Bu
dönemde
yalnız
kendi
ülkelerindekilerle değil, öteki ülkelerin bilginleriyle
de haberleşmeye başlarlar. İlişkiyi sağlayan kurumlar
ise Bilimsel Dernekler ve Akademilerdir.
7
ƒ
Dönemin en ünlü akademileri arasında,
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
Roma'da, 1603'te, ACADEMİA DE LİCEİ;
Londra'da, 1662'de, ROYAL SOCİETY;
Paris'te 1666'da ACADEMİE DES SCİENCES;
Berlin'de, 1700'de, BERLİN BİLİM AKADEMİSİ;
St-Petersburg'da, 1724'te, ST-PETERSBURG
AKADEMİSİ sayılabilir.
ƒ
Sadece kimyaya tahsis edilmiş olan ilk kimya dergisi LES
ANNALES
DE
CHİMİE
olup
1789'da
yayınlanmaya
başlamıştır. Bir çok Teknik ve Mühendislik Okulları da
açılmıştır. Böylece yeni bir dönem başlamıştır.
8
ƒ
1651'de
kurulan
ilk
akademi
ACADEMİA
DEL
ÇIMENTO'dur. Bu akademinin kurucuları arasında
Galilei'nin öğrencileri Viviani ve Toriçelli de vardır.
Akademinin üyeleri arasında seçkin bilim adamlarını
görmek
deneyler
mümkündür.
yapmışlardır.
Bu
bilim
adamları
sayısız
Akademi
birçok
bilimsel
çalışmayı desteklemiştir. Bunlar arasında Toriçelli'nin
hava basıncıyla ilgili çalışmaları önemli yer tutar.
ƒ
Ancak bir süre sonra din adamları bazı sakıncalı
faaliyetlerde bulunduğunu düşündüklerinden 1667'de
bu akademi kapatılmış ve hatta üyelerinden biri
engizisyonda cezalandırılmıştır.
9
ƒ
17. yüzyılda kurulmuş olan akademilerden biri de
ROYAL SOCİETY'dir. Kraliyet Bilim Akademisi diye
adlandırabileceğimiz bu akademi, doğayı incelemek
ve bu alandaki çalışmaları destelemek gayesiyle
kurulmuş olup, ilkin gayri resmi olarak Francis
Bacon'ın 1645'deki deneylerini desteklemekle işe
başlamıştır. Bu akademide bilim adamlarının hemen
her dalda çalışmalarını yürütmüş olduğu görülür.
10
ƒ
Kraliyet Bilim Akademisine üye olmak ayrıcalık olarak
nitelendirilmiştir. Üyeleri arasında, meşhur fizikçi ve
kimyager BOYLE, ilk defa mikroskop çalışmalarını
yayınlayan ve hücreye adını veren ROBERT HOOKE'un
adları verilebilir. Bu kurum 1665'den itibaren
üyelerinin
çalışmalarını
PHİLOSOPHİCAL
TRANSACTİON OF ROYAL SOCİETY adıyla
yayınlamaya başlamıştır. İlk bilim dergisi olan bu dergi
bugün dahi yayınını sürdürmektedir. Uluslararası bir
özellik taşıyan Kraliyet Bilim Akademisi, İngiliz olmayan
bilim adamlarının çalışmalarını da desteklemiş ve
yayınlamıştır. Bilim adamları eserlerini göndererek
değerlendirilmesini ve duyurulmasını talep etmişlerdir.
11
ƒ
Bilim akademilerinden bir diğeri de BERLİN BİLİM
AKADEMİSİ'dir. Bu akademi 1700'de kurulmuştur.
Ana özellikleri açısından diğerlerinden pek farklılık
göstermez. Bu akademinin üyeleri arasında meşhur
bilim
adamı
Leibniz
ve
filozof
akademinin
LEİBNİZ'i
kurulmasında
görüyoruz.
önemli
rol
oynamıştır. Diğer akademilerden farklı olarak dil
konusundaki çalışmalar da akademinin ilgi alanı içine
dahil edilmiştir.
12
ƒ
ACADEMİE DE SCİENCE (Bilim Akademisi) yukarıda
söz
konusu
kentinde
edilen
kurulan
kurumların
bir
Fransa'nın
benzeridir.
17.
Paris
yüzyılın
ortalarında kurulan bu kurumun üyeleri arasında
Descartes, Pascal, Fermat gibi meşhur bilim adamları
ve
filozofları
görmek
mümkündür.
Bu
bilim
akademisinde de, daha önceki iki kurumda olduğu gibi
fizik ve kimya çalışmaları ağırlık taşımaktadır. Bu
Akademi de yabancı bilim adamlarını desteklemiş
olup,
bunlardan
biri
olarak
TCYHO
BRAHE'nin
çalışmaları örnek verilebilir.
13
BİLİMSEL YÖNTEM KONUSUNDAKİ ARAŞTIRMALAR
ƒ
Bu dönemde bilimin giderek güçlenmesi ve diğer
düşünsel etkinlikleri yönlendirir bir konuma yükselmesi
bilimin nasıl bir etkinlik olduğuna ilişkin araştırmaların
yoğunlaşmasına neden olmuştur.
ƒ
Bu konuda özellikle BACON ve DESCARTES önemli
görüşler ileri sürmüşlerdir. Bacon ne kadar indüksiyon
(tümevarım) taraflısı idiyse Descartes de o kadar
dedüksiyon (tümdengelim) taraflısıydı. Yani Bacon,
gözlemlerde bulunmak ve deneyler yapmak suretiyle
kanun, hipotez, ve teoriler bulmak yöntemini;
Descartes ise, varolan kanun ve teorilerden
yararlanmak suretiyle, matematik yöntemlerle yeni
kanunlar öngörmek yöntemini savunmuştur.
14
FRANCİS BACON (1561-1626)
ƒ
Francis Bacon, bilimi belli bir yaklaşım olarak
anlama ve anlatma girişiminde bulunan ilk kişidir.
ƒ
“Bacon bilimin önemini ve insanlığın refahı
yönünden vaat ettiği olanakları ilk kavrayan
düşünürdür.”
ƒ
Onun asıl ilgisi bilimi anlamak, bilgi edinmenin
doğru ve etkili yolunu kesin bir biçimde bulup
ortaya çıkarmaktır.
ƒ
Çünkü ona göre, doğanın gizemlerini çözmek ve
kanunlarını keşfetmek insanlığın refahı ve
ilerlemesi için gereklidir.
15
ƒ
Bacon'a göre, bugüne kadar insanın doğa
karşısında çaresiz ve zavallı bir duruma
düşmesinin nedeni, ne insan aklının
yetersizliği ne de doğanın
anlaşılamayacak kadar karmaşık
olmasıdır.
ƒ
Neden, yalnızca yanlış bir yöntemin
kullanılmasıdır.
16
ƒ
Bacon, İngiliz Kraliyet Sarayı çevresinde, üst-düzey
yönetici bir ailenin çocuğu olarak büyüdü. Daha küçük
yaşlarındayken Francis, güzel ve ciddi konuşmalarıyla
Kraliçe Elizabeth'in ilgisini çekmişti. Kraliçe, saçlarını
okşamaktan hoşlandığı bu çocuğa, "SARAY'IN MİNİK
LORDU" diye hitap ederdi. Çok yönlü bir eğitimle
yetişen
arasına
Bacon,
18
katılmaya,
yaşına
geldiğinde
elçilerle
diplomatlar
birlikte
Avrupa
başkentlerine gidip gelmeye başlamıştı. Ancak, bu
parlak başlangıç uzun sürmedi. Babasının erken ölümü,
ağabeyinin yarattığı politik skandal nedeniyle ölüm
cezasına çarptırılması, ailesini çökertti.
17
ƒ
Bacon, bir yandan aile borçlarını ödemeye çalışırken,
bir yandan da kendi geleceğini kurmaya çalışıyordu.
Ama hüsrana dönüşen yaşamında onu ayakta tutan ve
yaşam boyu sürecek bir inancı vardı: Uygar geleceğe
giden yolda aydın kesime bilimin önemini kavratmak,
bilimsel araştırmaya kurumsal bir kimlik kazandırmak!
ƒ
“İLGİ
ALANIMDA
YALNIZCA
BİLGİ,
BİLGİYE
YÖNELİK ARAŞTIRMA VARDIR." diyordu Bacon.
18
ƒ
Deneysel felsefenin öncüsü olan Bacon, temelde somut
sorunlara ağırlık veren pragmatist bir düşünürdü.
İnsanlığın mutlu ve aydınlık geleceğine ilişkin, biraz
ütopik ve birazda iyimser bir beklentisi vardı. Ona
göre, geleceğin başlıca güç kaynağı güvenilir bilgiydi,
ilerlemeyi
tıkayan
tek
engel,
yerleşik
tabulardı.
Öncelikle aklı teolojinin tutsaklığından kurtarmak,
kapıları deneysel araştırmalara açmak gerekiyordu.
Bacon, militan bir tutum içindeydi; yaşamını, skolastik
bilginlerin yetkisini çürütmeye adamıştı.
19
ƒ
Bacon'un
önerdiği
bilim,
kurumsal
nitelikte
bir
girişimdi. Bunun için;
ƒ
tüm dillerde yazılmış değerli kitapları da içine
alan zengin bir kitaplık,
ƒ
geniş botanik ve hayvanat bahçeleri,
ƒ
görkemli bir müze ve
ƒ
her türlü deneye yeterli büyük bir laboratuar
kurulmalıydı.
20
ƒ
Doğanın sırlarının çözülmesi ve özlenen uygar
dünyanın kurulması, ancak bu kuruluşlardan
oluşan
kompleks
bir
Bilim
Merkeziyle
gerçekleştirilebilirdi. Bacon bu amaçla seçkin
bilim adamlarını bünyesinde toplayan KRALİYET
BİLİM
AKADEMİSİ'Nİ
(THE
ROYAL
SOCİETY) kurmuştu.
21
ƒ
Bacon, bilimin önemini vurgulamakla kalmamış, bilimsel
yöntemi açıklama işini de üstlenmişti. Doğayı tanımak,
doğa güçlerini denetim altına almak için bir yöntem
belirlemek, başlıca amaçlarından biriydi.
ƒ
Ona göre; gözlem ve deney, bilimsel araştırmanın asal
özellikleriydi. Doğru olan yöntem, gözlem veya deneyle
olguları saptamak, toplanan verilerden indüksiyonla
genellemelere gitmek, ulaşılan genellemelerden en
kapsamlı olanları aksiyom (öncül ilke) olarak seçmekti.
Tümdengelim (dedüksiyon), ancak bu aşamadan sonra
yararlı olabilirdi.
22
ƒ
Bacon,
yöntem
anlayışını
ilginç
bir
benzetmeyle şu şekilde ortaya koymuştur:
ƒ
“Bilim adamı ne ağını içinden çekerek ören
örümcek gibi, ne de çevreden topladığıyla
yetinen karınca gibi davranmalıdır. Bilim
adamı topladığını işleyen, düzenleyen bal
arısı
gibi
yapıcı
bir
etkinlik
içinde
olmalıdır."
23
ƒ
Ancak, Bacon'un önerdiği tüme varım yönteminin de
yeterli olduğunu söylemek güçtür. Tüme varımla
yapılan genellemeler, olguları açıklayıcı değil, tarif
edicidir.
ƒ Örneğin,
tüm
genellemesi,
bakır
bakır
telin
tellerin
neden
iletken
iletken
olduğu
olduğunu
açıklamamakta, yalnızca gözlemlenen bakır tellerin
ortak bir özelliğini belirtmekle kalmaktadır. Tarif
edici
genellemelerin
bilimde
önemli
yer
tuttuğu
elbette yadırganamaz. Ancak bilimin, olguları tarif
etmenin ötesinde daha önemli görevi, olguları veya
olgusal ilişkileri açıklamaktır.
24
ƒ
Bacon'un bilimsel yöntem anlayışındaki bir yetersizlik
de,
matematiğin
bilimdeki
işlevini
kavrayamamış
olmasıdır. İleri sürülen bir hipotez ya da kuramın
olgusal olarak denenmesi, öncelikle o hipotez ya da
kuramdan test edilebilir önermelerin çıkarılmasını
gerektirir. Bu ise uzun süreçli mantıksal bir işlem
olup
çoğu
kez
ancak
matematiğin
tümdengelim
tekniğiyle mümkündür. Ayrıca matematik, bilim için
etkili bir dildir.
25
ƒ
Bacon’ın, maalesef kendi yaşadığı dönemindeki bilimsel
çalışmaları yeterince izlediği söylenemez. Kepler'in
ortaya koyduğu doğrulayıcı sonuçlara karşın, Kopernik
dizgesini içine sindirememesi, üzerinde durulacak bir
noktadır. Çağdaşı Galileo'nin, deneyle matematiği
birleştirerek
bilimsel
yönteme
kazandırdığı
yeni
kimliğin farkına varmamış olması da ilginçtir. Aynı
şekilde,
modern
anatominin
öncüsü
Vesalius'un
çalışmasına gereken ilgiyi göstermediği gibi, kendi
hekimi Harvey'in, kan dolaşımına ilişkin buluşlarını da
bir bakıma görmezlikten gelmiştir.
26
ƒ
Değindiğimiz tüm yetersizliklerine karşın, Bacon'un
bilimsel
gelişme
hazırlanmasında
için
oynadığı
gerekli
büyük
ortamın
rolün
önemi
tartışılamaz. Unutmamak gerekir ki, Bacon bir bilim
adamı olmaktan çok, bilimi bağnazlığın tekelinden
kurtarma savaşı veren bir düşünürdü.
ƒ
Bilimin daha sonraki gelişmeleri üzerindeki
etkisi, bu gelişmelerin uygar yaşama yönelik
kazanımlarına
ilişkin
öngörüleri
göz
önüne
alınacak olursa, Bacon daima övgüyle anılacaktır.
27
DESCARTES (1596-1650)
ƒ
Bacon'da eksikliğine değindiğimiz teori ve matematik
anlayışı fazlasıyla RENE DESCARTES'da vardı.
ƒ
Descartes, bu çağ için bir simgedir. O'nu tanıdıkça bu
sözler değer kazanacaktır. Çünkü O, bilim tarihinin
yönünü değiştirmiş ve bilimde yeni çığırlar açılmasına
neden olmuş bir dahidir. O, o kadar çok yönlü ve
yeteneklidir ki, her alandaki ve özelikle bilimi
yönlendirmekteki başarısıyla, bilim tarihine adını
yazdırmayı bir kaç kez hak etmiş bulunmaktadır.
ƒ
Desartes, bir bilim adamı, bir asilzade ve başarılı bir
askerdir. Fakat, aynı zamanda bencil ve biraz da
bağnazdır. Bunların nedenlerini öğreneceğiz.
28
ƒ
Rene Descartes, 31 Mart 1596 yılında, Fransa'da
Tours kenti yakınındaki La Haye'de dünyaya geldi.
Tam o yıllarda Avrupa'da, Fransa'nın da içinde yer
aldığı bir savaş yaşanıyordu. Annesi, çok küçükken
öldüğü için, babası yetiştirdi ve sonunda da asker
oldu. Oysa yaradılışı gereği, olarak rahat ve huzur
içinde yaşamak, düşünceler dünyasında gezinmekten
hoşlanıyordu.
29
ƒ
Özellikle felsefe ve etik hakkındaki konular onu daha
çok ilgilendiriyordu. Kendi kendine sorduğu pek çok
sorunun yanıtını kendisi vermeye çalışıyordu. Hiç bir
şeyi, kanıtsız kabul etmemek gibi bir huy sahibi oldu.
Bu huy, daha sonra onun şüphecilik olarak adlandırılan
bir felsefe akımıyla özdeşleşmesini sağladı.
ƒ
Onun bilim dünyasına geçişi, kendi ifadesiyle ilginç bir
rüya sonunda olmuştur. Bu rüyada Ona bir sihirli
anahtardan söz edilmektedir ki bunu "doğa
hazinelerinin kapısını açacak ve hiç olmazsa bütün
ilimlerin gerçek temellerini öğretecek” bir anahtar
olarak yorumlar. Bu mistik yaklaşıma kendisini öylesine
kaptırır ki, hayatının akışını bu arayışa göre yönlendirir.
30
ƒ
Descartes, sadece felsefe ve matematikle değil, fırsat
çıktıkça
kimyanın,
ya
da
aklına
takıldıkça,
meteorolojinin,
fiziğin,
anatominin
ve
mekaniğin,
daha
bir
genellemeyle tıbbın çeşitli konularıyla ilgileniyor ve bu
alanlarda bilimsel ürünler veriyordu.
- Düşünüyorum; o halde varım !
diyen Descartes,
Yeni Çağ Felsefesi'nin de kurucusudur.
Descartes, her şeyden şüphe ediyor ve bunu bir yaşam
biçimine dönüştürüyordu. Anladığı bir şey vardır; ne olursa
olsun olumlu ya da olumsuz,
mutlaka bir nedeni vardır ve
o neden bulunup çıkarılmalıdır. Anlayışı, kendi varlığını bile
tartışılır hale getirmiş ki, sonuçta var olmasının nedenini,
yukarıdaki ünlü sözlerle açıklamıştır.
31
ƒ
Descartes şöyle düşünüyor; şöyle diyordu :
ƒ
-”İnsanın amacı mutluluğa ulaşmaktır. Bunun için aklımızı
kullanmalıyız. Fakat aklımız dağınıktır. Aristoteles mantığı onu
gereği gibi çalıştırmamıza yetmiyor hatta engelliyor. Aklımızı
çalıştırmak
için
yeni
bir
yöntem
bulmalıyız.
Bu
yöntem,
matematik yöntem olmalıdır. Bir düşünceyi bu yöntemle bölüp
parçalayarak
düşünceyi
oluşturan
ana
düşünceleri
bulup
ayırmak, sonra bu ana düşünceleri birleştirerek, o düşünceyi
yeniden kurmak... Bir düşünceyi doğuran başka bir düşüncedir.
Şu halde sırayı titizlikle takip edersem,
düşünceyi
doğru
sanmaktan
doğru olmayan bir
sakınabilirsem,
yani
düşünce
zincirinin arasına yanlış bir düşünce karıştırmazsam, ne kadar
gizli
olursa
olsun,
sonunda
bulamayacağım
hiç
bir
bilgi
kalmayacaktır.”
32
ƒ Bir fikri bütünden ayırıp parçalar haline getirdikten
sonra her bir parçanın ona özgü içeriğini inceleyerek
bunun
hakkında
bilgiler
edinmek
ve
özelliklerini
araştırmak işine bilimde ANALİZ denilmektedir.
ƒ Keza parçalar halinde incelenmiş ve her bir parçası
hakkında
yeterli
parçalardan
bilgi
edinilmiş
bir
bütün,
oluşmuşsa buna bilim dilinde
bu
SENTEZ
denilmektedir.
ƒ
İşte yukarıdaki açıklamalarıyla bu büyük deha, yaşam
felsefesine
Analiz
ve
Sentez
yöntemlerini
nasıl
uygulayabileceğimizi çok açık ve gayet basit bir
mantıksal çıkarım ile ifade etmiştir.
33
ƒ
Descartes, artık düşünceyi matematikleştirmek gibi o
güne kadar duyulmamış, görülmemiş bir kavramı insanlık
ve bilim dünyasına sunuyordu. Descartes, o zaman için
düşüncede bir devrim niteliğinde olan açıklamaları ve
ortaya attığı felsefesiyle, bir kesimin hayranlığını
uyandırırken, bazı kesimleri de rahatsız etmektedir.
ƒ
O güne kadar yapılmış açıklamalar, tam insanlar
tarafından
kabul
düşünelim
diyerek,
edilmişken,
insanların
şimdi
aklını
başka
türlü
karıştırmak
nedendi. Başta bazı bilim çevreleri ve kilise olmak
üzere bu akıma karşı olan bir gurup oluşmuştur.
34
ƒ
Ancak
hassas
ve
asker
kişiliğinin verdiği bazı
nitelikler, onun çok dikkatli ve politik davranmasını
sağlıyordu. Böylece başına bir şey gelmeden, yaşamını
devam ettirmeyi başardı. Belki de bütün birikimine
karşın
uzun
yıllar
yazılı
bir
eser
veremeyişi
bundandır. Ayrıca Mersenne ve Cardinal de Richelieu
gibi dostları, kendisine arka çıkanları vardı. Nitekim
bu gücünü kaybettiği anda ve ölümünden hemen sonra
eserlerinin okunması yasaklanmıştı.
35
ƒ
Bu çağda artık bilim, almış başını gitmekteydi. Ancak
düşünce sistemleri öylesine karmaşık bir durum
gösteriyordu ki, mutlak olarak yeni bir mantığa
ihtiyaç vardı. Bu ihtiyacı ortaya koyan Bacon'dı.
Ancak buna cevap veren Descartes oldu. Bu cevap,
METEDOLOJİ olarak adlandırılan, YÖNTEM BİLİMİ
olarak
da
ifade
ettiğimiz
bir
sistem
olarak
sunulmuştur.
36
ƒ
Descartes bu yöntemini dört kuralla açıklamaktadır.
1. Apaçıklık Kuralı: Doğruluğu apaçık meydanda
olmayan hiç bir fikri gerçek diye kabul etmemek...
Bu şüphecilik kuralı diye adlandırılır.
2. Analiz Kuralı: Güçlüklerin her birini daha iyi ve
kolay çözülebilmeleri için, daha küçük parçalara
ayırarak incelemek.
3. Sentez Kuralı: Basit ve tanınması en kolay
fikirlerden başlayarak daha karmaşık fikirlere
doğru yönelmek.
4. Kontrol Kuralı: Hiç bir şeyin savsaklanmadığına
emin olmak için, kontroller yapmak.
37
ƒ
Bugünün bilim anlayışında, klâsik bilim konularındaki
yaklaşımlar halâ bu yöntemlerle incelenmektedir. Bu
nedenle yeni mantık ve bilim düzenlemelerine uygun
bilim dallarını ayırt edebilmek için, özel adların yanı
sıra Modern ya da Çağdaş gibi sıfatlar kullanılmaktadır.
Örneğin, Modern Fizik; Çağdaş Bilim gibi.
ƒ
Aristoteles mantığının rafa kaldırılmasıyla ortaya çıkan
boşluk;
yaklaşık
200
yıl
süreyle,
metedolojinin
kullanılmasını ve Descartes'in ortaya attığı fikirlere
göre bilimin yönlendirilmesini zorunlu kılmıştır. Bu
bilimsel düşüncenin zaferidir.
38
ƒ
Descartes,
Analitik
Geometri'yi
kuran
kişidir.
Geometriyi üreten temel öğe'nin nokta olduğu göz
önüne
alınırsa,
düzlemde
noktayı
tanımlamaya
kalkmak için yapılan tanım, beraberinde Koordinat
Sistemi kavramını gündeme getirmekte ve bu da
hemen sonra, diğer koordinat sistemlerinin ortaya
çıkmasına neden olmaktadır.
39
y
ƒ
Kartezyen (Dik) Koordinat Sistemi de
bunlardan biridir. Yatay Eksen olarak
adlandırdığımız Apsis Ekseni; Dikey
Eksen olarak adlandırdığımız doğruya ise
P(x1,y1)
x
Ordinat Ekseni denilmektedir.
ƒ
Bu yolla artık geometri, Noktaların
Geometrik Yeri olarak ele alınmakta ve
işe cebirsel işlemler katılmak suretiyle,
geometriye yepyeni bir boyut
kazandırılmaktadır.
40
ƒ
İşte bu bağlamda, bir diğer ünlü matematikçi Jacques
Hadamard'ın, Descartes hakkındaki görüşleri şöyledir:
ƒ
" Descartes'in gerçek meziyeti, koordinatları icad
etmesi değildir; bunları belki eskiler de bulmuş ve
hiç
bir
zaman
tamamlamamış
olduklarını
düşünebiliriz. Ancak Onun gerçek büyüklüğü; genel
bir yöntemi bulup çıkararak, bunun ortaya koyduğu
olguyu sonuna kadar izlemesi ve bütün bir yapıyı
aksaksız
kurmuş
olmasıdır.
İşte
her
gerçek
matematikçi bunu anlayabilir ve bunun onuru da
Descartes'e aittir. "
41
BİLİMLER VE BİLİM ADAMLARI
MATEMATİK
BLAİSE PASCAL(1623-1662)
ƒ
Pascal,
küçük
dehalardandır.
yaşta
Henüz
12
kendini
gösteren
yaşında
iken,
hiç
geometri bilmediği halde, daireler ve eşkenar
üçgenler
çizmeye
başlamış,
bir
üçgenin
iç
açılarının toplamının iki dik açıya eşit olduğunu
kendi
kendine
bulmuştur.
Avukat
olan
ve
matematik ile çok ilgilenen babası, onun Latince
ve Yunanca'yı iyice öğrenmeden matematiğe
yönelmesini istemediğinden, bütün matematik
kitaplarını saklayarak, Pascal’ın bu konu ile
ilgilenmesini yasaklamıştır.
42
ƒ
Pascal çocukluğunda "Geometri neyi
inceler?" sorusunu babasına sormuş, o da
"Doğru biçimde şekiller çizmeyi ve
şekillerin kısımları arasındaki ilişkileri
inceler" demiştir. Pascal, işte bu cevaba
dayanarak gizli gizli geometri teoremleri
kurmaya ve kanıtlamaya başlamıştır.
Sonunda babası onun yeteneğini anlamış ve
ona Eukleides'in ELEMENTLER’ini ve
Apollonios'un KONİKLER’ini vermiştir.
43
ƒ
Dil derslerinden arta kalan boş zamanını bu
kitapları okuyarak değerlendiren Pascal, 16
yaşında konikler üzerine bir eser yazdı. Bu
eserin mükemmelliği karşısında, Descartes
bunun Pascal kadar genç bir kimsenin eseri
olduğuna inanmakta çok güçlük çekmişti. 19
yaşında, aritmetik işlemlerini mekanik olarak
yapan bir hesap makinesi icat etti. Bu makine
günümüzde kullanılanların atası olarak kabul
edilir.
44
ƒ
1
1 1
1 2 1
1 3 3 1
1 4 6 4 1
Pascal yalnızca teorik bilimlerde değil, pratik
1 5 10 10 5 1
ve deneysel bilimlerde de yetenekli ve özgün
1 6 15 20 15 6 1
bir araştırmacıydı. Diş ağrısından
. . . . . . . . . .
uyuyamadığı bir gece de rulet oyunu ve
sikloid ile ilgili düşünceler üzerinde durmuş
ve sikloid eğrisinin özelliklerini keşfetmiştir.
Pascal, Fermat ile yazışarak olasılık teorisini
kurmuş ve bir binom açılımında katsayıları
vermiştir. ‘’Pascal Üçgeni’’ nin keşfi de ona
aittir. 25 yaşında iken kendisini felsefi ve
dini düşüncelere adamıştır. Sağlığı çok
bozuktur ve 39 yaşında iken Paris'te hayatını
kaybetmiştir.
45
ASTRONOMİ VE FİZİK
GALİLEO GALİLEİ (1564-1642)
ƒ
GALİLEO GALİLEİ adı, bilimle ilgilenen herkes için bir
anlam ifade eder. O sadece bilim adamı değil, aynı
zamanda bir semboldür. Fiziğin "babası" diye anılan
Galileo,
güneş-merkezli
sistem
için
sürdürdüğü
mücadele ile düşüncenin özgürlük kazanmasına öncülük
etmiştir.
ƒ
Rönesans'ın büyük sanatçısı Michelangelo'nun öldüğü yıl
dünyaya gelen, Newton'un doğduğu yıl dünyadan ayrılan
Galileo,
Francis
Bacon,
Descartes,
Kepler
ve
Shakespeare gibi ünlülerle çağdaştı. Rönensans'ın son
döneminde yaşayan Galileo, evrensel bir yetenek ve
yeniçağın unutulmaz bir mimarıdır.
46
ƒ
Onun düşüncemize büyük bir katkısı da, deney
sonuçları
ile
matematiği
birleştirmesi,
böylece
bilimsel yöntemi bugünkü anlamda işlemiş olmasıdır.
Şu sözleri oldukça ilginçtir:
ƒ
“Bilim gözlerimiz önünde açık duran "evren"
dediğimiz o görkemli kitapta yazılıdır. Ancak
yazıldığı dili ve alfabesini öğrenmedikçe bu kitabı
okuyamayız. Kitabın yazıldığı dil, matematiğin
dilidir; harfleri üçgen, daire ve diğer geometrik
şekillerdir. Bu dil ve harfler olmaksızın, kitabın
bir tek sözcüğünü anlamaya olanak yoktur.”
47
ƒ
İtalya'nın eğik kulesi ile ünlü Pisa
kentinde dünyaya gelen Galileo Galilei
öğrenimine bir manastırda başladı.
Babası kentin soylularındandı, ancak
aile geçimini üstü örtük biçimde müzik
ve matematik çalışmalarıyla sağlıyordu.
48
ƒ
Galileo'nun
üstün
yetenekleri
küçük
yaşında
belirginlik kazanmıştı. Sanata büyük bir yatkınlığı
vardı: ut ve org çalmanın yanı sıra güzel resim
çalışmalarıyla da dikkati çekiyordu. Ayrıca oyuncak
türünden araç yapımında üstün el becerisine sahipti.
Babasının yönlendirmesiyle üniversite öğrenimine
tıp
fakültesinde
çekmiyordu.
başladı,
Fiziğe,
bu
ama
arada
hekimlik
onu
Archimedes'in
çalışmalarına özel bir ilgisi vardı.
49
ƒ
Bir rastlantı olarak geometri üzerine dinlediği bir
konferans önüne yeni, kendisini büyüleyen bir dünya
açtı. Tıp derslerini bir yana iterek önce kapı
aralıklarından,
sonra
kayıtlı
öğrencisi
olarak
matematik derslerini izlemeye başladı.
ƒ
Ne var ki, bir süre sonra ailesinin geçim sıkıntısı
nedeniyle
üniversiteden
ayrılmak
zorunda
kaldı.
Geçimini özel dersler vererek kazanmaya başladı.
Kısa bir süre sonra kimi buluş ve çalışmalarıyla adını
duyuran
Galileo,
öğrenimini
yarıda
kestiği
üniversitesine matematik okutmanı olarak çağrıldı.
50
ƒ
Üniversiteler bilimde Aristoteles
düşüncesinin birer kalesiydi.
Galileo'nun pervasız eleştirileri, açık
sözlülüğü, dahası çevresini küçümseyici
tutumu kolayca bağışlanamazdı. Pisa'da
tutunması güçleşince Padua
Üniversitesine matematik profesörü
olarak geçer.
51
ƒ
Ancak O, matematik yanı sıra fizik ve astronomiyle
de ilgilenmektedir. Örneğin sıvıların genişlemesini
ölçmeye yarayan bir alet yapmıştır. Benzeri şekilde
Askeri Pusula adını verdiği bir alet daha yapmıştı ki
bir çeşit sürgülü hesap makinesidir. Galileo, bunu
evinde imâl ediyor ve bir de kullanım kılavuzuyla
birlikte satıyordu. Galileo'nun buluşlarından bazıları,
Floransa'da Accademia Çimento’nun tarih koleksiyonu
içinde yer almaktadır.
52
ƒ
1608’de Kuzey Avrupa'da Flandre'li
gözlükçüler, basit bir dürbün icat etmiş ve
bunu Avrupa'ya da pazarlamışlardı. Dürbün
Venediğe de geldiğinde Galileo derhal ilgilendi
ve düşünmeye başladı. Bir kaç gün içinde bu
dürbünün daha gelişmiş şeklini kendisi
tasarlayıp ve gerçekleştirdi. Üzerinde öylesine
çalışır ki, üç kat büyüten bir opera
dürbününden, sekiz hatta on kat büyüten
teleskopa ulaşmıştır. Bu teleskopu yaptığında
öylesine bir heyecana kapılır ki, senato
üyelerine Campanile tepesindeki bir gösteri
düzenledi. Bu gösteri tarihe geçecek kadar
önemliydi.
53
ƒ
Galileo Galilei; kızıl saçlı, tıknaz yapılı, kısa boylu
ve aynı zamanda çok da hareketli bir kişidir.
Kendisinin reklâmının yapılmasından hoşlanırdı.
Bunu sağlamak için de icatlarını hemen tanıtmayı
yeğlerdi. Keza kısa sürede yaptığı yenliklerle
teleskopunun büyütme gücünü, otuz katına
çıkarmayı başarmıştı. Bu da onu araştırmaya daha
çok yöneltiyor ve bilimsel yeteneği de buna
eklenince, ortaya durmadan yeni yeni buluşlar
çıkıyordu.
54
ƒ
Doğal olarak bunların çoğu gökyüzü ile yıldız ve
gezegenlere aitti. Sonunda yaptığı gözlemlere
dayalı buluş ve yorumlarını SİDEREUS
NUNCİUS (Yıldızların Habercisi) adlı çok ünlü
kitabında topladı. Kitapta yer yer açıklayıcı
nitelikte resimler de vardı. Ay özel bir ilgi
alanıydı. Ona ait gözlemlerini, ayrıca suluboya
resimlerle canlandırıyor ve ilk kez Ay Haritası
onun tarafından yapılıyordu. Ayrıca o güne
kadar hiç bir astronomi uzmanının bulamadığı
dört gezegeni bulan Galileo’dur. Bunlar,
Jüpiter'in uydularıdır.
55
ƒ
Galileo'nun başlıca ve en özgün çalışması fizikte "Dinamik"
diye bilinen nesnelerin hareketleridir. "Statik" denilen
dengesel
ilişkiler
Archimedes'in
buluşlarıyla
açıklık
kazanmıştı. O zamana kadar hareket halinde olan bir
nesnenin kendi haline bırakıldığında duracağı, hareketini
ancak
bir
dış
gücün
itmesi
ya
da
çekmesiyle
sürdürebileceği sanılıyordu. Galileo ise bu kanıya ters
düşen bir düşünce oluşturmuştu. Hareket eden bir nesne,
dış etkenlerden serbest kaldığında, hareketini tekdüze bir
hızla sürdürür. Buna göre, dış etkenler hareketin değil,
hareketin değişmesinin nedenidir, “İVME" denen bu
değişiklik hareketin hızında ya da yönünde olabilir.
56
ƒ
Nesnelerin hareketinde dış güçlerin etkisinin hızda değil
ivmede kendini gösterdiği düşüncesi Galileo'ya, serbest
düşmeye ilişkin deneylerini açıklama fırsatı da sağlar.
Yerleşik öğretiye göre, bir nesnenin düşme hızı ağırlığıyla
orantılıydı. Örneğin, aynı yükseklikten bırakılan biri 5,
diğeri 1kg ağırlığındaki iki nesneden birincisi yere
ikincisinin aldığı sürenin 1/5'inde ulaşmalıydı. Söylentiye
bakılırsa,
Galileo
herkesin
inandığı
bu
düşüncenin
yanlışlığını, Pisa Kulesi'nden değişik ağırlıklarda kurşun
parçalarını
atarak
seyircilerine,
derslerine
gitmekte
olan
bu
arada
profesörlere
özellikle
ispatlamaya
çalışmıştı.
57
ƒ
Galileo,
Tuscany
Dükü'nün
isteği
üzerine
top
mermilerinin izlediği yolu incelemeye koyulur. Yatay
olarak atılan bir merminin bir süre yatay gittikten
sonra birden dikey düşüşe geçtiği sanılıyordu. Galleo,
hareketin önce yatay olduğu düşünüp, merminin ilk
saniyede aldığı yol kadar ikinci saniyede de yol aldığını;
sonra dikey düşüş olduğunu düşünerek, merminin
düşme süresiyle orantılı bir hızla düştüğünü kabul etti.
Basit bir hesaplamayla, Bileşik Devinimin PARABOLA
biçiminde bir yol çizdiği gösterdi.
58
ƒ
Galileo böylece fiziğin iki önemli yasasını keşfetmiş
olur.
ƒ
Bunlardan ilki "EYLEMSİZLİK İLKESİ" diye bilinir
ve şöyle ifade edilir: Her cisim bir dış kuvvetin
etkisi olmadıkça hareket halindeyse hareketini aynı
hızla
düz
bir
çizgi
üzerinde,
duruyorsa
hareketsizliğini, sürdürür.
ƒ
Galileo'nun keşfettiği ikinci yasa, "CİSİMLERİN
SERBEST DÜŞME YASASI" diye bilinir ve şöyle
ifade edilir: Serbest düşen bir cismin düştüğü
mesafe, düşme süresinin karesiyle doğru orantılı
olarak değişir. s=l/2.g.t2
59
ƒ
Teleskop olayı, gemiciler için bir sevinç kaynağı
oluştururken, eski kuramlara göre koşullanmışlar
ve Batlamyus astronomisini benimseyenler için bu
yeni oluşum, pek hoş karşılanmıyordu.
ƒ
Teleskobun gücü, gözlem yoluyla, Copernicus'un
düşüncelerini doğruluyordu. Bu sonuçlar ise bazı
tutucu çevrelerin pek işine gelmiyordu. Aslında
Galileo astronom olarak yetişmemişti, ama başı
asıl bu alandaki çalışmalarıyla derde girdi.
60
ƒ
Galileo Galilei tam yetişkin yaşlarında, çok önemli
sayılacak iki hata yaptı. İkisi de birer değerlendirme
hatasıydı ve onun hayatının gidişini değiştirdi. İlk
hatası,
Copernicus'un
haklı
olduğunu
herkese
kanıtlamaya kalkmasıydı. İkinci hatası ise, Venedik
Cumhuriyetinin artık kendisini korumasına gerek
kalmadığına inanması oldu. Yeterince ün kazanmıştı ve
Padua'daki bıkkınlık veren öğretmenlik yıllarını geride
bırakarak, kendi yurdu olan Floransa'ya dönmek
istiyordu. Tam bu sırada, Avrupa birden karışmaya
başladı.
61
ƒ
Nitekim tarihe 30 yıl savaşları olarak geçen
ve 1618 yılında başlayan bu savaşlar,
Protestan reform hareketinin başarısına
karşı çıkan Katolik kilisesinin bir çeşit
direnişiydi. Luther'e karşı bir tepki
gösterisiydi. Roma'da Katolik dininin
propagandasının yapılması için bir kurum
kuruldu. Propaganda sözcüğü, o yıllardan
kalmış ve o kurumdan türemiştir.
62
ƒ
Galileo Galilei politikacıların ağına düştü. Onlara
direnebileceğini, ününün bunun için yeterli olacağını
sandı. Oysa yöneticiler tutucu kişilerdi. Toplumun o
çağda, yeni fikirlerle rahatsız edilmesini ve toplumu
kendilerinden başkasının yönlendirmesini
istemiyorlardı. Böylece, yöneticilerin ve kilisenin
benimsediği ve savunduğu fikirlere karşı fikirler
oluşacağı endişesiyle Galilei tepki almaya başladı. Bu
gelişmelerin ve ortaya çıkan sürtüşmelerin sonucu
1633 yılı içinde su yüzüne çıktı ve Galilei hakkında
açılan dava görüşülmeye başlandı.
63
ƒ
Bu soruşturma ve davalar uzun yıllar sürdü. 1616 yılının
Şubat ayı içinde Galilei için yazılan kararın bir yerinde
şu ifadelere rastlanıyordu :
"...Aşağıdaki
tezlerde
bulunmak
yasaklanmıştır:
Güneşin, gökyüzünün ortasında hareketsiz olduğu;
dünyanın,
gökyüzünün
merkezi
olmadığı
ve
hareketsiz olmadığı..."
ƒ
deniliyordu. Bu karar gerçi başlangıçta Galilei için pek
bağlayıcı değilse de, sonuçta bir uyarı niteliğindeydi.
64
ƒ
1623 yılında Papa yeniden seçildi. Bu papa, sanata ve
musikiye ve mimariye ayrı bir önem verirdi. Daha ilginç
olanı da şuydu: gençliğinde, şiirler yazmış ve bunlardan
birinde Galilei‘e övgüler düzmüştü. Ancak Papa seçildikten
sonra oldukça değişmişti. O kadar ki, bilgiyi ve bilimi öven
bu adam, kendisini rahatsız ettikleri için bahçesindeki
masum kuşları bile öldürtebilmişti.
ƒ
İşte böyle bir kişiliği olan Papa, Galilei ile görüşüyor ve
Galilei, fikrini doğa olayları yoluyla kanıtlamak isterken,
Papa buna da karşı çıkıyor ve bu savı Galilei'nin kitabına
koymasını istemiyordu. Papa'ya göre doğa olayları, Tanrısal
bir olguydu ve Tanrının yapıtı olan bir dünyada olup
bitenler, deneylerle açıklanamazdı.
65
ƒ
Papa'nın bu kadar kesin fikirlerine karşın Galilei ne
yaptı? Bu konuda yeni eserini yayınladı. Bu eser; "YÜCE
DÜNYA YÖNTEMİ KONUSUNDA DİALOG" adını
taşıyordu. Bu ise bardağı taşıran son damla oldu. Fena
halde öfkelenen Papa, Galilei'yi kendi eliyle engizisyona
teslim etti. Toskana elçisine yazdığı bir mektupta ;
ƒ Sizin Galileo, burnunu sokmaması gereken işlerle
uğraşmış, bu günlerde el sürülmemesi gereken en
önemli ve tehlikeli konulara el atmıştır.
ƒ
diyerek, düşüncelerini açıklamış ve rahatsızlığını
belirtmiş oluyordu. 1632 yılına rastlayan bu olaylar
dizisi
sonucunda,
Galilei
kendini
engizisyon
mahkemesinin karşısında buldu.
66
ƒ
Bu mahkeme, 1542 yılında, Papa III
tarafından kurulmuştu. Kararları kesindi
ve kimse tarafından değiştirilemezdi.
Yargıçların hemen tamamı din
adamlarıydı ve Kutsal Roma ve Evren
Engizisyon Mahkemesi adıyla
tanınıyordu. Tüm Hıristiyanlığın,
kâfirlerin ahlâksızlığından kurtulması
için kurulduğu şeklinde bir kuruluş
gerekçesi vardı.
67
ƒ
Galilei'nin
duruşmasınında,
üzerine
basa
basa,
Copernicus astronomisine ilişkin düşünceleri soruluyor,
bu konudaki görüşleri öğrenilmek isteniyordu.
ƒ
Bu
arada
Galilei’nin
Kitabı
yasaklanmış
kitaplar
listesine alındı ve tam iki yüzyıl inmedi. Ayrıca, halka
karşı da Galilei’i zayıf düşürmek için, Galilei'nin bir
hilekâr, bir sahtekâr olduğunu yansıtmaya çalıştılar.
Bütün
bunlar,
halka
yansıyan
yeniliklerle
ilgili
gelişmeler hakkında kuşku yaratmak ve olumsuz bir
izlenim edinilmesini sağlamak için düzenlenmişti.
68
ƒ
Bu noktadan sonra mahkeme birden kesildi.
Artık Ona işkence aletleri gösterilmeye
başlandı. İki kez daha alındığı sorgu
salonunda, kendisi için tanıklık yapması
istenildi. Galileo direniyordu. Papanın
başkanlığında toplanan yargıçlar kurulu
kararını vermişti. Kendilerine direnen bu
bilim adamı, mutlaka ceza görmeli, küçük
düşürülmeli ve sindirilmeliydi.
69
ƒ
Galilei'ye işkence yapılmadı ama hep işkence tehdidiyle baskı
altında tutuldu. Baskılar o denli dayanılmaz bir hal aldı ki
Galilei sonuçta boyun eğdi.
ƒ -”Ben Galileo Galilei; merhum Vencenzo Galilei'nin oğlu,
yetmiş yaşında, bu mahkemenin huzuruna şahsen
çıktığımı, önünüzde diz çökerek, çok saygıdeğer Kardinal
Hazretleri ve tüm Hıristiyan Cumhuriyetinde kâfirlerin
ahlâksızlığı ve fesadıyla savaşan Engizisyon Kardinalleri
önünde, kutsal Peygamberleri gözlerimle görerek ve
ellerimle dokunarak, Kutsal Katolik Roma Kilisesinin
benimsediği ve öğrettiği her şeye inandığıma, geçmişteki
tüm yanlış ve aykırı düşüncelerimden dolayı huzurunuzda
kendimi lanetliyor, bir daha öyle saçmalıklara
düşmeyeceğime, kutsal öğretiye aykırı hiç bir fikir
taşımayacağıma yemin ediyorum.
70
ƒ
Galilei'nin
bu
belge
yardımıyla
ancak
engizisyon
mahkemesinden kurtulduğu bilinmektedir. Bu davranışı
sonunda, belki işkence görmekten hatta ölümden
kurtuldu ama ölünceye kadar göz hapsinde yaşamaktan
da kurtulamadı.
ƒ
Kalan günlerini, Floransa yakınlarında, ıssız bir yerde
kendi evinde geçirdi. Bütün yasaklama ve kısıtlamalara
karşın yine de bir kitap yazmakta kararlıydı. Belki bu
kez kitabın içeriği daha çok fizik konularına dönük
olacaktı. "Yeni Bilimler" adını verdiği bu kitabı yazmaya
başladı ve üç yıl sonra tamamladı.
71
ƒ
Kendisi bu sırada 72 yaşında bulunuyordu. Kitabını
kendisi yayınlayamadı ama aradan iki yıl geçtikten
sonra Protestanlar, bu kitabı Hollanda'nın Leyden
kentinde bastılar. Ne var ki Galileo kitabını dünya
gözüyle göremedi çünkü tam o yıllarda kör olmuştu.
Bu büyük usta, bu büyük devrimci bilim adamı kendi
evinde tutuklu bulunduğu halde, 1642 yılında öldü.
72
JOHANNES KEPLER(1571 -1630)
ƒ
Newton, "Daha ileriyi görebildiysem, bunu
omuzlarından baktığım devlere borçluyum."
demişti. Bu devlerden biri Galileo ise diğeri de
Kepler'di.
ƒ
Kepler'e gelinceye dek Copernicus sistemine
dayanaksız bir hipotez, ya da, işe yarar
matematiksel bir araç gözüyle bakılıyordu. Kepler,
Copernicus sistemini bazı düzeltmelerle bilimsel
olarak kanıtlamakla kalmadı, astronomiye mekanik
bir kimlik kazandırdı.
73
ƒ
Johannes Kepler güney Almanya'da Weil kentinde
dünyaya gelmiştir. Dört yaşında geçirdiği ağır çiçek
hastalığı görme duyumunu zayıflatmış, ellerinde
sakatlığa yol açmıştı. Sarhoş bir baba ile akli dengesi
bozuk bir annenin çocuğu olmasına karşın, öğrencilik
yılları parlak geçti. Ruhsal güvensizlik içinde büyüyen
Kepler, önce teolojiye yöneldi. Ancak üniversite
öğreniminde bilim ve matematiğin büyüleyici etkisinde
kaldı. Sonunda Copernicus sistemini benimsemekle
kalmadı, sistemin doğruluğunu ispatlamak tutkusu içine
girdi. Daha 23 yaşında iken Graz üniversitesi'nin
çağrısını kabul ederek astronomi profesörü, ardından
kraliyet matematikçisi görevlerini yüklendi.
74
ƒ
Ne var ki, rahat bir çalışma ortamı bulduğu
Graz'da kalması fazla sürmedi. Dinsel
çekişmede yenik düşen Protestan azınlıkla
birlikte kenti terk etmek zorunda kaldı.
Kepler işsiz kalmıştı, ama bu ona meslek
yaşamının belki de en büyük şans kapısını
açtı. Öteden beri çalışmalarına hayranlık
duyduğu Danimarka'lı ünlü astronom Tycho
Brahe'nin asistanı oldu.
75
ƒ
Ancak, Tycho tanrısal düzene aykırı saydığı
güneş-merkezli sisteme karşıydı. Ona göre
gezegenler güneşin, güneş de dünyanın
çevresinde dönmekteydi. Bir süre sonra
ustası yaşamını yitirince gözlemeviyle
birlikte yılların yoğun emeğiyle toplanmış
son derece güvenilir gözlem ve ölçme
verilerine Kepler sahip çıktı.
76
ƒ
Tycho'nun gözlemevine yerleşen Kepler, yoğun bir
uğraşa
karşın
yıllarca,
gözlem
verileriyle
uyum
kurmaya çalıştığı çembersel yörünge arasındaki farkı
gideremedi.
Bu
demekti
ki,
çembersel yörünge
beklentisinde bir yanlışlık olmalıydı. Ne var ki, göksel
düzeyde yetkinlik arayışı içinde olan Kepler bu
olasılığı bir türlü içine sindiremiyordu. Çembersel
olmayan bir yörünge nasıl düşünülebilirdi? Ama
olgular da bir yana itilemezdi!
77
ƒ
Kepler, tekrar tekrar yaptığı hesaplar sonucunda,
gezegenlerin dairesel yörüngeler üzerinde ve muntazam
hızla dolandıkları temel prensibini terk etmiş ve ünlü üç
kanununu ortaya koymuştur. Bu nedenle Kepler, modern
gök mekaniğinin kurucusu olarak bilinir.
ƒ
Kepler ilkin Mars'ı gözlemleyerek işe başladı ve
Mars'ın hareketini dairesel bir yörüngeye oturtmaya
çalıştı. Kepler, Mars'ın sadece iki konumda yani
karşıtlık ve kavuşum durumlarında, dairesel yörünge
üzerinde bulunduğunu, ancak diğer konumlarda daire
içerisine girdiğini tespit etti.
78
ƒ
Bu keşfi onu daire dışında eğriler
kullanmaya itti. Gözlemler, gezegenin Güneş
etrafında dolanırken bazen yavaş bazen
hızlı dolandığını göstermekteydi. Oysa daire
üzerindeki hareket düzgün olmalıydı. Demek
ki yörünge daire değildi. Uzun uğraşlar
sonucunda Kepler yörüngenin eliptik olması
gerektiğini buldu. Bu Kepler'in Birinci
Yasasıdır.
79
MARS
YER
ƒ
GÜNEŞ
Kepler’in Birinci Yasası: Yer'de dahil
olmak üzere, gezegenler, odaklarının
birinde Güneş'in bulunduğu bir elips
üzerinde dolanırlar.
ƒ
Kepler bu yasası ile, o zamana kadar
daire olarak bilinen gezegen
yörüngelerinin elips olduğunu
söylüyordu. Bu ise, daha önce daireye
göre yapılan hesaplamalardaki sapmaları
tamamen ortadan kaldırıyordu.
80
ƒ
Bu aşamada, iki merkezden birinde Güneş'in bulunduğu
eliptik yörünge görüşü, gezegenin bu yörünge üzerinde
ne hızla yol aldığı sorusunu ortaya çıkardı. Kepler
hesaplamalar
sonucunda,
gezegenin
Güneş'e
yakın
olduğunda hızlı, uzak olduğunda ise yavaş hareket
ettiğini buldu. Buna göre, gezegen, eşit zamanlarda,
eşit alanları tarıyordu. Böylece Kepler ikinci kanununu
bulmuştu:
ƒ
Kepler’in
İkinci
Yasası:
Güneş'le
gezegeni
birleştiren doğru parçası, eşit zamanlarda eşit
alanlar süpürür.
81
ƒ
Daha sonra ise, Kepler, gezegenlerin periyotları ve
uzaklıkları arasında bir bağıntının olduğunu belirledi.
Gezegenlerin periyotlarının karesi ile Güneş'e olan
uzaklıklarının küpü birbirleri ile orantılıydı. Bu ise
üçüncü yasasıdır.
ƒ
Kepler’in
Üçüncü
periyotlarının
Yasası:
karelerinin,
Gezegenlerin
Güneş'e
olan
uzaklıklarının küplerine oranı birbirlerine eşittir
(T2/a3= Tl2/al3).
82
ƒ
Kepler'in bulduğu yanıtlar, gezegen sistemiyle
ilgili olarak Copernicus'u haklı çıkarmıştır. Diğer
taraftan teorinin tam olarak yerine oturması için
önce sistemin gözlem yolu ile doğrulanması
gerekiyordu. Bunu ise Galileo sağlamıştır.
83
ƒ
Gilbert'in DE MAGNETE (Mıknatıs Üzerine, 1600) adlı
kitabının
yayımlanmasından
manyetizmaya
ilgisi
artmış
sonra,
ve
Kepler'in
manyetizmanın
gezegenlerin eliptik hareketinin açıklanmasına olanak
tanıyacağını düşünmüştür. Kepler'e göre, gezegenler
ve Güneş birer mıknatıstır; ancak gezegenlerin iki,
Güneş'in ise tek kutbu bulunduğundan, gezegenler,
bazen Güneş tarafından çekilir, bazen de itilirler ve
böylece gezegenlerin eliptik yörüngeleri oluşur.
84
ƒ
Gençlik coşkusuyla işe koyulduğunda amacı mistik inancı
doğrultusunda,
geometrik
"göksel
olarak
alemin
müzikal
belirlemekti.
uyumunu"
Çalışmasını
noktaladığında, astronomi matematiksel düzenlemenin
ötesinde fiziksel bir gerçeklik kazanmıştı.
ƒ
Kepler asıl hayal ettiği şeyi belki gerçekleştiremedi;
ama
gerçekleştirdiği
şey
ona
bilim
tarihinde
"Astronominin Prensi" unvanını kazandırmaya yetti.
85
WİLLEBRORD SNELL (1591-1626)
ƒ
"Hollandalı Eratosthenes" olarak nitelendirilen Snell
Hollanda'nın Leiden kentinde doğmuş ve daha çok
matematik alanında yapmış olduğu çalışmalarla
tanınmıştır. Bunlar arasında en önemli olanları,
topoğrafik yöntemler kullanarak, Yer'in çapını ve aynı
meridyen üzerinde bulunan iki nokta arasındaki uzaklığı
belirlemiş olmasıdır.
ƒ
Snell, 1621 yılında, bugün Snell Yasası olarak da tanınan
Kırılma Yasası'nı deneysel olarak bulmuştur ve bu yasa,
verilen iki ortam için, ışığın gelme açısının sinüsünün,
kırılma açısının sinüsüne oranının sabit olduğunu
belirlemiştir.
86
SIR ISAAC NEWTON (1642 -1727)
ƒ
Bilimin öncülerini tarih sürecinde bir dizi yıldız
olarak düşünürsek, dizide konum ve parlaklığıyla
hepsini bastıran iki yıldız vardır: NEWTON ve
EİNSTEİN.
ƒ
Yaklaşık iki yüz yıl arayla ikisi de fiziğin en
temel sorunlarını ele aldılar. İkisinin de getirdiği
çözümlerin madde ve enerji dünyasına bakışımızı
kökten değiştirdiği söylenebilir. Newton Galileo
ile Kepler'in; Einstein, Newton ile Maxwell'in
omuzlarında yükselmiştir.
87
ƒ
Galileo'nun öldüğü yıl dünyaya gelen Isaac Newton
genellikle Tarihin En Büyük Bilim Adamı kabul edilir.
“Onun fizik, astronomi ve matematikteki buluşlarının
her biri tek başına göz kamaştırıcı parlaklıktadır.”
Başarılarının
tümü
göz
önüne
alındığında
ortaya
erişilmez bir başarı çıkmaktadır.
ƒ
16.yüzyılda başlayan modern bilim Newton'la en üst
düzeye erişir. Ondan önce elde edilen sonuçlar önemli
olmakla birlikte, çoğu kez dağınık ve birbirinden kopuk
kalmıştır, ilk kez Newton'da bütün bu sonuçları
kapsayan bir sistemin ortaya çıktığını görüyoruz.
88
ƒ
Newton,
1642
yılında
Woolsthorpe'de
dünyaya
gelmiştir. Doğmadan bir kaç ay önce babası ölmüş ve O
doğduktan kısa bir süre sonra annesi bir başkasıyla
evlenmiştir. Böylece hem anası-babası var hem de
yoktur. Çünkü Newton’u büyütme işini büyükannesi
üstlenmiştir.
Aile
sevgisinden
yoksun
olarak
büyümesinin eksikliğini yaşamı boyunca hissetmiştir.
Hiç evlenmemiştir. Bu yönleriyle adeta Descartes'e
benzemektedir.
89
ƒ
Newton
daha
küçük
yaşlarında
ağaçtan
mekanik
modeller yapmaya koyulmuştu. Eline geçirdiği testere,
çekiç ve benzer araçlarla ağaçtan yel değirmeni, su
saati, güneş saati gibi oyuncaklar yapıyordu. El becerisi
dikkat çeken bir incelik sergiliyordu.
ƒ
İlk ve Orta öğrenimi sürecinde sıradan bir öğrenciydi.
Yalnız ve annesiz ve babasız büyümenin verdiği
yoksunlukla her işi kendine dönük olarak çözümlemek
çabası içinde oldu. Özellikle başarıyı paylaşmayı pek
bilmiyordu.
90
ƒ
1661'de Cambridge Üniversitesi'ne girdi, öğrenimini
üç yıl içinde tamamladı. Barrow adında bir matematik
profesörü öğrencisinin büyük yeteneklerini tanımakta
gecikmedi ve daha sonra kürsüsünü ona bırakmak için
1668'de istifa etti.
ƒ
Veba salgınından dolayı üniversite 1665 ve 1667
yılları arasında iki yıl kapalı kaldı. Newton doğduğu
çiftlik evine döndü ve burada geçirdiği iki yıl içinde
matematik, optik ve gök mekaniği alanlarındaki büyük
buluşlarının temellerini attı.
91
ƒ
Voltaire'in, Newton'un yeğeninden duyduğunu
söylediği ünlü "düşen elma" öyküsü de çiftlikte
geçen bu döneme aittir.
ƒ
Newton, bu kısa dönemde şimdiki "diferansiyel
hesap" metodunu bulur, “beyaz ışığın bileşik
niteliğini” ortaya çıkarır ve en önemlisi, “evrensel
yerçekimi hipotezine” ulaşır.
ƒ
Einstein, "Bilim adamı umduğu başarıya otuz
yaşından önce ulaşamamışsa, daha sonra bir şey
beklemesin!" demişti. Newton yirmi beş yaşına
geldiğinde en büyük kuramlarını oluşturmuştu bile.
92
ƒ
Newton Cambridge Üniversitesi'ne
döndüğünde okutman olarak
görevlendirilir. Ama çok geçmeden
üniversitenin en saygın matematik
kürsüsüne, profesör olarak atanır.
ƒ
Newton ilk kez 1671'de kendi icat
ettiği bir yansıtıcı teleskopu Kraliyet
Bilim Akademisi (The Royal Society)'ne
sunmakla kamu önüne çıkar. Teleskopun
büyük ilgi toplaması üzerine Newton,
1672'de Kraliyet Bilim Akademisi'ne
üye seçilir.
93
ƒ
Akademiye ilk sunduğu bilimsel bildirisi,
onun "şimdiye dek doğanın işleyişi ile
ilgili yapılmış en garip felsefi buluş" diye
nitelediği ve altı yıl önceki bir
çalışmasının sonucu olduğu halde o
zamana dek açıklamadığı bir buluşuyla
ilgiliydi. Peki, Newton'un nerdeyse ihmal
ettiği bu buluş neydi?
94
ƒ
Bunun için karanlık bir odaya yerleştirdiği
prizmaya Güneş ışığını göndererek renklere
ayırmış ve daha sonra prizmadan çıkan bu
renkli ışınları ince kenarlı bir mercekle bir
noktaya toplamak suretiyle de tekrar beyaz
ışığı elde etmiştir. Ayrıca her rengin belirli
bir kırılma indisi olduğunu da ilk bulan
Newton'dur.
95
ƒ
Bu buluş, bildiğimiz gün ışığının bize beyaz
görünmesine karşın aslında pek çok rengin bir
karışım veya bileşiminden meydana geldiğinin
kanıtıydı ki, pek çok bilim adamı için erişilmesi
güç bir ün için yeterliydi. Sonuç beklenilenin
üstünde deneysel kesinlik ve açıklıkta olmasına
karşın, Newton hiç hoşlanmadığı eleştirilerden
kurtulamadı.
ƒ
Ancak, Newton'un buluşu ile ışık üzerindeki
teorileri sarsılan iki bilim adamının (Hollandalı
fizik bilgini Christian Huygens ile İngiliz bilgini
Robert Hooke) eleştirileri Newton‘un canını
sıkacak denli ciddiydi.
96
ƒ
Bu tür tartışmalardan hoşlanmayan Newton, küskünlük
havası içinde büsbütün içine kapanır. Ne buluşlarını
yayınlama, hatta ne de, gençliğinde tutkuyla bağlandığı
bilimsel
çalışmaları
sürdürme
isteği
kalır
içinde,
Örneğin Optics adlı son derece önemli yapıtını, ancak
kendisine karşı çıkan Hooke'ın ölümü üzerine, 1704'te,
yayınlama yoluna gider.
97
ƒ
Newton içine kapalı, gösterişten
hoşlanmayan, polemikten kaçan bir kişiydi.
Pek çok bilim adamının tersine, onda
buluşlarını yayınlama arzusu yoktu. Dostu
Edmund Halley'in (Halley kuyruklu yıldızını
bulan astronom) teşvik ve ısrarı olmasaydı,
bilim dünyasının en büyük yapıtı sayılan
“Doğa Felsefesinin Matematiksel İlkeleri”
(1687'de yayınlanan kitap genellikle
"Newton'un Principia'sı" diye bilinir) belki
de hiç bir zaman yazılmayacaktı.
98
ƒ
Newton, 17. yüzyılda ortaya çıkan ve çözüm gerektiren
bazı problemlerden yola çıkarak “Diferansiyel İntegral
Hesabı” bulmuştur.
ƒ
Bu problemlerden ilki, bir cismin yol formülünden, herhangi
bir andaki hız ve ivmesini, hız ve ivmesinden ise aldığı yolu
bulmaktı.
herhangi
Buradaki
bir
andaki
güçlük,
ivmenin
herhangi
bir
hesaplanması
andaki
hız,
(hızın
veya
ivmenin bir andan diğer bir ana değişmesini belirlemek) idi.
Ansal hız bulunurken, verilen bir an içinde alınan yol ve
süre sıfırdır; sıfırın sıfıra oranı ise anlamsızdır. Bu biçim
hız ve ivme değişimleri diferansiyel hesap ile bulunabilir.
99
ƒ
İkinci
problem,
problemlerin
bir
çözümü
eğrinin
için
teğetini
de
bulmaktı.
diferansiyel
Bu
hesabı
uygulamak gerekir.
ƒ
Üçüncü problem de, bir fonksiyonun maksimum veya
minimum
değerlerinin
bulunmasıydı.
Örneğin,
gezegen
hareketlerinin incelenmesinde, bir gezegenin Güneş'ten
en büyük ve en küçük mesafelerinin bulunması gibi.
ƒ
Dördüncü problem ise, bir gezegenin verilen bir süre
içinde aldığı yol, eğrilerin sınırladığı alanlar, yüzeylerin
sınırladığı hacimler gibi problemlerdi. Bunların çözümleri
integral hesap yardımıyla bulunur.
100
ƒ
Newton 1665 yılında uzunluklar, alanlar, hacimler,
sıcaklıklar gibi sürekli değişen niceliklerin değişme
oranlarının nasıl bulunacağı üzerinde düşünmeye
başlamıştı. Bir niceliğin diğer birine göre ansal
değişme oranını (dx/dy) diferansiyel hesap ile
bulmuş ve bu işlemin tersiyle de (integral hesap)
sonsuz küçük alanların toplamı olarak eğri alanların
bulunabileceğini göstermiştir.
101
ƒ
Newton Diferansiyel-İntegral Hesabı bulduğunu 1669
yılına kadar kimseye haber vermemiş ve ancak 42 yıl
sonra yayınlamıştır. Bundan dolayı da Leibniz ile
aralarında öncelik problemi söz konusu olmuştur.
Leibniz, Newton'dan daha iyi bir notasyon kullanmış, x
ve y gibi iki değişkenin mümkün olan en küçük
değişimlerini dx ve dy olarak göstermiştir. 1684 yılında
yayınladığı kitabında,
ƒ dxy = xdy + ydx,
ƒ dxn= nxn-1, ve
ƒ d(x/y)=(ydx-xdy)/y2 formüllerini vermiştir.
102
ƒ
Newton matematiğin başka alanlarına da katkıda
bulunmuştur.
Binom
ifadelerinin
tam
sayılı
kuvvetlerinin açılımı çok uzun zamandan beri
biliniyordu. Pascal, katsayıların birbirini izleme
kuralını bulmuştu; ancak kesirli kuvvetler için
binom açılımı henüz yapılmamıştı. Newton (x-x2)1/2
ve (1-x2)1/2 açılımlarını sonsuz diziler yardımıyla
vermiştir.
103
"Principia" ve Önemi
ƒ
Principia'da Newton, Galilei ile önemli değişime uğrayan
hareket problemini yeniden ele alır. Galilei'nin getirdiği
eylemsizlik problemine göre “dışarıdan bir etki olmadığı
sürece cisim durumunu koruyacak ve eğer hareket
halindeyse düzgün hızla bir doğru boyunca hareketini
sürdürecektir”.
ƒ
Aynı kural gezegenler için de geçerlidir. Ancak
gezegenler
doğrusal
yapmaktadırlar.
O
değil,
zaman
dairesel
bir
problem
hareket
ortaya
çıkmaktadır. Niçin gezegenler Güneş'in çevresinde
dolanırlar da uzaklaşıp gitmezler?
104
ƒ
Newton,
“Ay,
eğer
dünya
çekimi
nedeniyle
odağını
izlemekteyse, bu durumda tıpkı büyük hızla atılmış bir top
(ya da elma) gibidir!” diye düşünüyordu ve şöyle devam
ediyordu :
ƒ
-”O sürekli olarak dünyaya doğru düşmektedir; ama öyle
hızlı gitmektedir ki, bir türlü dünyaya düşememektedir;
döne döne gitmektedir, çünkü dünya yuvarlaktır. Peki
öyleyse bu çekimin gücü ne kadar büyük olmalıdır ?
ƒ
Newton bu sorunun yanıtını, yerçekiminde buldu. Ona göre,
Yer'in çevresinde dolanan Ay'ı yörüngesinde tutan kuvvet
yeryüzünde bir elmanın düşmesine neden olan kuvvettir.
105
ƒ
Daha sonra Ay'ın hareketini mermi yoluna
benzeterek
bu
olayı
açıklamaya
çalışan
Newton, şöyle bir varsayım oluşturur:
A
AI
ƒ Bir dağın tepesinden atılan mermi yer
çekimi nedeniyle A noktasına düşecektir.
ƒ Daha hızlı fırlatılırsa, daha uzağa örneğin
A' noktasına düşer.
ƒ Eğer ilk atıldığı yere ulaşacak bir hızla
fırlatılırsa, yere düşmeyecek, kazandığı
merkez kaç kuvvetle, yer çekim kuvveti
dengeleneceği için, tıpkı doğal bir uydu
gibi Yer'in çevresinde dolanıp duracaktır.
106
ƒ
Newton kendi zamanına kadar gözlem ve deneyle elde
edilen kanunlar ışığında, o bilimin bütününde geçerli olan
prensiplerin
oluşturulduğu
kuramsal
evreye
ulaşmayı
başarmıştır. Dayandığı temel prensipler şunlardır:
ƒ Eylemsizlik prensibi: Bir cisme hiçbir kuvvet etki
etmiyorsa, o cisim hareket halinde ise hareketine
düzgün hızla doğru boyunca devam eder, sükûnet
halindeyse
durumunu
korur.
Bir
cisme
bir
kuvvet
uygulanırsa o cisimde bir ivme meydana gelir ve ivme
kuvvetle orantılıdır (F = m.a).
ƒ Etki tepki prensibi: Bir A cismi bir B cismine bir F
kuvveti uyguluyorsa, B cismi de A cismine zıt yönde
ama ona eşit bir F kuvveti uygular.
107
ƒ
Sarkaçlı saatler kullanılmaya
başlandıktan sonra, önemli bir sorun
ortaya çıkmıştı; bu saatler, Yeryüzü'nün
farklı bölgelerinde farklı işliyorlar ve
bazı bölgelerde ileri gittikleri halde,
bazı bölgelerde geri kalıyorlardı; bunun
nedeni ne olabilirdi?
108
ƒ
Newton, bu farklılığın Yer'in biçiminden
kaynaklandığını düşünmüş ve öteden beri
savunulan Yer'in ideal bir küre biçiminde olduğu
görüşünü bir yana bırakmıştır. Ona göre, Yer
sferoid biçiminde olmalıdır. Çünkü ancak bu
durumda, basık olan bölgelerde (kutuplar
çevresinde), yerçekimi etkisinin az olması
nedeniyle sarkaç periyotları büyüyecek, şişkin
olan bölgelerde (ekvator çevresinde) ise
yerçekimi etkisinin çok olması nedeniyle sarkaç
periyotları küçülecektir.
109
ƒ
1673'te Hollandalı bilim adamı Christian Huygens,
sarkaçlı saatler üzerindeki ünlü kitabından Newton'a
bir nüsha gönderir. Huygens bu kitabında, merkezkaç
yasasını
da
geliştirmiştir.
Newton,
bu
yasanın
kendisinin altı yıl önce ulaştığı sonuçtan matematiksel
olarak çıkarılabilir olduğunu hemen gördüğü, o sırada
tuttuğu bir nottan anlaşılmaktadır. Fakat aradan bir
altı yıl daha geçtiği halde Newton herhangi bir
açıklamada bulunmaz.
110
ƒ
Sonunda, 1679'da, gene Robert Hooke'la tutuştuğu
bir tartışma üzerine, yeniden çalışmaya koyulur; çok
geçmeden, Kepler'in ilk iki yasasının da yerçekimi
hipotezinden çıkarılabilir olduğunu kanıtlar. Ne var ki,
sonucu yazıp açıklamaktan hâlâ kaçınmaktadır. Bir
süre daha bu konuyu bir yana iterek kendisine daha
önemli görünen teolojik sorunlara daldığı görülür.
111
ƒ
Bu arada büyük astronom Halley de "mesafenin karesi ile
ters
orantılı"
hipotezinin
Kepler'in
üçüncü
yasasını
açıkladığını anlar, fakat tüm çabasına karşın kanıtlayamaz
bunu.
Halley,
dostu
Robert
Hooke‘ın
da
problemin
hakkından gelemeyeceğini görünce, Cambridge'e giderek
Newton'a
başvurur.
Newton
çok
önceleri
yaptığı
matematiksel kanıtı hatırlar, ama kanıtı taşıyan notlarını
bulamaz. Halley'in ısrar ve teşvikiyle kanıt çalışmasına
girişen Newton çok geçmeden sorunu çözer ve çözümü
kapsayan notlarını 1684-1685 döneminde ders notu olarak
kullanır. Halley'in sürekli destek ve ısrarı sayesinde bu
notlar sonunda bilim tarihinin en ünlü kitabı sayılan "Doğa
Felsefesinin
Matematiksel
İlkeleri"
adlı
başyapıtı
oluşturur.
112
ƒ
Yoğun bir çalışma ile kitabını 18 ayda tamamlayan
Newton, 1685'te yerçekimi ile ilgili hipotezinin kesin
ispatına ulaşır. Buna göre:
ƒ
“Evrende var olan herhangi iki cisim birbirlerini
kütlelerinin çarpımı ile doğru, aralarındaki mesafenin
karesi ile ters orantılı olarak çekerler.”
ƒ
Matematiksel olarak:
F=
Gm1m2
d2
113
ƒ
İşte bu ilkenin sağladığı ışık altındadır ki, Newton
elmanın yere düşmesi ile dünyanın güneş çevresinde
dolaşması gibi birbirinden pek uzak ve farklı görünen
olguları bir kategoride düşünme ve açıklama olanağını
elde etmiştir. Newton‘un uzun süre açıklamaktan
çekindiği hipotez, kapsamı o derece geniş, içerdiği
olgular o derece çeşitli ki, nihayet "Evrensel
Yerçekimi Yasası" gibi büyük bir kimlik kazanır.
114
ƒ
Newton, gelgit olgusunu da, Evrensel
Çekim Yasası çerçevesinde açıklamış
ve bu olgunun, Yer'in kendi
çevresindeki dönüşünden ve Ay'ın
çekiminden kaynaklandığını
söylemiştir.
115
ƒ
Kepler gezegenlere ilişkin üç yasasıyla Güneş sisteminin
işleyişini özetlemişti. Bu genellemeler güvenilir gözlem
ve
ölçme
sonuçlarına
dayanıyordu.
Ancak
onları
açıklayan, başka bir deyişle, "niçin başka türlü değil de
böyledir?" sorusuna yanıt veren teoriyi Kepler'de
bulamamaktayız. Böyle açıklayıcı, gözlem sonuçlarını ve
o sonuçlara dayalı genellemeleri açıklayan bir teori için
Newton‘u beklememiz gerekmiştir.
116
ƒ
Kendisine
sorulduğunda
başarısını
iki
nedene
bağlıyordu:
(1) devlerin omuzlarından daha uzaklara bakabilmesi,
(2) çözüm arayışında yoğun ve sürekli düşünebilme
gücü.
ƒ
Gerçekten işe koyulduğunda çoğu kez günlerce ne
yemek ne uyku aklına gelir, kendisini çalışmasında
unuturdu.
117
ƒ
Newton eşsiz yapıtıyla bilim dünyasını adeta
büyüler; deyim yerindeyse, ona yarı-ilâh
gözüyle bakılmaya başlanır. Öyle ki, dönemin
tanınmış bir matematikçisi, "Acaba O'nun da
bizler gibi yeme, içme ve uyuma türünden
günlük gereksinmeleri var mıdır?" diye
sormaktan kendini alamaz.
118
ƒ
Newton, kuşkusuz ne bir ilâh, ne de günlük
gereksinmeleri yönünden diğer insanlardan
farklıydı. Onu bilim tarihinde yücelten üç özelliği
vardı:
(1) üstün zekâ ve hayal gücü;
(2) yoğun çalışma isteği;
3) evreni anlama ve açıklama merakı.
ƒ
Az ya da çok, tüm insanların paylaştığı bu özellikler,
Newton'da kendine özgü bir sentez oluşturmuştu.
119
KİMYA
FLOGİSTON DÖNEMİ
ƒ
“Düşüncelerini değiştirmeyenler,
yalnız deliler ve ölülerdir.”
T. LOWELL
17.yüzyıl kimyacıları, kimyada büyük keşiflerin
yapılabilmesi için ortamı epeyce hazırlamış
iken, 18. yüzyıl kimyacıları, eski olguları hiç göz
önüne almadan ve bunlarla çelişki halinde
olmasına rağmen, sonuca daha çabuk varmak
isteğiyle olacak, eski Yunan'dan kalma bir
düşünce mirası ile genel fikirlere başvururlar.
18.yüzyıl
her
şeyden
önce
FLOGİSTON
dönemidir.
120
ƒ
Kısa zamanda yayılıp bütün bilim âlemini kaplayan
bu teori Johann-Joachim Becher (1635-1682)
tarafından ortaya atılmış ve Georg-Ernst Stahl
(1660-1734) tarafından geliştirilmiş ve oksijenin
bulunuşuna kadar, yaklaşık çeyrek yüzyıl kimyada
etkin olmuştur. Kuram yanma olgusunu açıklamak
üzere ileri sürülmüştür.
121
ƒ
Flogiston teorisinin temeli şudur:
ƒ
Her yanıcı madde, biri yanıcı olmayan sabit bir
madde ile (kül. kireç ya da toprak) öteki yanıcı
bir
prensip
flogistik
yahut
flogiston‘dan
(phlogistikos= yanıcı) oluşmuştur.
ƒ
Bir cisim ne kadar kolaylıkla yanabilirse, onda o
kadar fazla miktarda flogiston vardır.
ƒ
Buna göre, kömür ve kükürt aşağı yukarı saf
filogistik maddelerdir.
122
ƒ
Metaller oksitlendiği ve bitkisel ve hayvansal maddeler
de yandıkları zaman filogiston ortaya çıkar ve geriye
filogiston ihtiva etmeyen bir kalıntı kalır. Yani, bir
metal ısıtıldığında metalden filogiston çıkar ve ortaya
metal kireci kalır.
ƒ
Metal - Filogiston = Metal Kireci (Oksidasyon).
123
ƒ
Eğer
bu
kalıntıya
tekrar
filogiston
eklenirse
başlangıçta ısıtılan metali tekrar elde ederiz. Yani,
yanma sonucunda ortaya çıkan kalıntı, filogistonca
zengin olan kömür ile tekrar ısıtılırsa, kalıntıya
filogiston eklenir ve orijinal metal tekrar elde edilir.
Buna göre,
ƒ Metal kireci + Filogiston = Metal (Redüksiyon)
ƒ
O
halde
yanma
bir
ayrışmadır.
Becher,
yanan
cisimlerden çıkan bu maddeyi Terra Pinguis olarak
adlandırmış, ancak daha sonra Stahl, buna Ateşin Ruhu
anlamına gelen FİLOGİSTON adını vermiştir.
124
ƒ
İşte bu teori 18.yüzyılın dörtte üçünde bütün kimya'ya
hâkim olmuş ve herkes tarafından kabul edilerek
resmen okutulmuştur. Bugün de bu teori hakkında ileri
sürülen fikirler birbiriyle çelişki halindedir. Bazıları
için bu teori, tamamıyla saçmadır ve aşağı yukarı yüz yıl
boyunca kimya'nın ilerlemesine engel olmuştur. Bazıları
için ise, o zamana kadar bilinen en önemli ve bir çok
olguyu düzene koyan, akla uygun bir sistem olarak kabul
edilir.
125
ƒ
Filogiston kuramı, kimyasal reaksiyonları açıklayabilen
ilk
uyumlu
kuramdır.
Bütün
yanma
olgularını
birleştirebilmiştir. Kuram sayesinde; solunum, demirin
havada paslanması ve diğer yanma olguları arasında
temel benzerlikler bulunduğu anlaşılabilmiştir. Ayrıca
ilk kez oksidasyon-redüksiyon süreci açıklanabilmiştir.
ƒ
Ancak kuram bazı deney olgularıyla çelişki içindeydi.
Kuramdaki en önemli sorun, filogistonun madde olarak
kabul edilmesiydi.
126
ƒ
Yanan bir cisimden bir madde, yani filogiston çıkıyordu.
Bu ise yanan cismin ağırlığının azalması demekti. O
halde cisim yandıktan sonra oluşan kalıntı yanan
cisimden hafif olmalıydı. Oysa deneyler bunun tam
tersini göstermekteydi. Yani, kalıntı orijinal cisimden
daha ağırdı. Ancak bazı bilim adamları bu olguyu
açıklayabilmek
için,
Filogistonun
Negatif
Ağırlığı
olduğunu iddia etmekteydiler.
127
ƒ
Kuramda ortaya çıkan diğer bir sorun ise, havasız bir
ortamda
yanmanın
olmaması
idi.
Flogiston'cular;
flogistonun kapalı kapta ve boşlukta havaya kaçabilmesi
imkânsız olduğundan yanmanın olmadığı şeklinde bir
cevap verirler.
ƒ
Kuram
tüm
eksikliklerine
rağmen
18.
yüzyılda
kimyacılar tarafından kabul edilmiş ve filogiston
üzerine pek çok deneyler yapılmıştır. Ancak bir süre
sonra yapılan deneyler, kuramı zor duruma sokmuş ve
oksijenin bulunmasına zemin hazırlamıştır.
128
ƒ
Joseph Priestley (1733-1804) konuya ilişkin yaptığı
deneylerinde civa oksidi ısıtmış ve geriye saf civa
kaldığını gözlemiştir. Bir mum bu gazda çok parlak bir
şekilde yanıyor, ve yine bir fare, bu gazın bulunduğu bir
ortamda, aynı miktarda havanın bulunduğu başka bir
ortamda
yaşayabileceğinden
iki
kat
daha
fazla
yaşayabiliyordu. Bulgular, bu gazın yanmayı sağladığını
ve
hayvanların
göstermekteydi.
“folgiston'suz
solunumunda
Flogiston'cular
hava”
dediler.
etkin
bu
“Hiç
olduğunu
yeni
gaza
flogistonu
olmadığından, flogiston'u almak için bu gazda yanmalar
çok şiddetlidir”, diyorlardı.
129
ƒ
Priestley'den bir süre sonra aynı gazı Scheele de elde
etti ve buna ateş havası adını verdi. Onların buldukları
bu gazın aslında oksijen gazı olduğunu ise LAVOİSİER
keşfetti.
ƒ
Lavoisier yaptığı deneyler sonucunda, yanma sırasında
ortaya çıkan kalıntının orijinal cisimden daha ağır
olmasının sebebinin, yanma sırasında Priestley ve Carl
Wilhelm Scheele'in (1742-1786) sözünü ettiği gazın
cisim ile birleşmesinden kaynaklandığını buldu.
130
ƒ
Bir başka deneyinde, kapalı bir kapta bir miktar civayı
daha sonra da kalayı kaynama derecesine gelinceye
kadar ısıttı ve şu sonuçlara ulaştı: Isıtılma sonucu
oluşan kalıntılardaki ağırlık artışı filogiston sonucu
değildir. Kalıntıda oluşan ağırlık artışı emilen havanın
ağırlığına eşittir. Bir cisim sadece saf havada (oksijen)
yanar. Metallerin oksidasyonunda cisimden bir şey
ayrılmaz, aksine metal, çevresindeki oksijenle birleşir.
Lavoisier'in bir maddenin oksijenle birleşmesi şeklinde
tanımladığı yanma tanımı bugün de kullanılmaktadır.
Lavoisier, her tür yanma olgusunda oksijen ilavesinin
gerekli olduğunu kanıtlayan ilk kişidir.
131
ƒ
CAVENDİSH tarafından hidrojen gazı keşfedilip de
bunun yanabilirliği ve hafifliği meydana konulunca,
flogiston'cular flogiston'un kendisini ele geçirdiklerini
sanmışlardı. Gerçekten
ƒ
ƒ
metal = flogiston + oksid; oysa
ƒ
oksid + hidrojen = metal olduğuna göre,
ƒ
hidrojen = flogiston oluyordu.
İkinci reaksiyonda meydana gelen su ihmal ediliyordu.
132
ƒ
Bu teori hakkında genel olarak şu husus söylenebilir:
oksidasyon-redüksiyon olayını göstermesi bakımından
değerlidir. Ama madde birleşmeleri bakımından çok
yanlış sonuçlara götürür. Meselâ karbon ve kükürt,
bileşik; su ve oksitler ise elementtirler. Bütün bu
yanlışlar, bu teorinin maddenin temel özelliği olan
kütleyi hiç bir zaman göz önüne almamış olması ve
reaksiyonlarda meydana gelen gazları ihmal etmesinden
ileri gelir.
133
ƒ
Bir başka önemli nokta da flogiston'cular, teorinin
yanlış olduğunu meydana koyan eski ve yeni bir çok
olguyu
gerçeğe
uygun
bir
biçimde
düşünüp
sonuçlandıracak yerde, bugün bizi hayrette bırakan
birçok açıklama biçimleri ortaya atmışlardır. Her şey
flogiston'la açıklanmaya çalışılmıştır. Hattâ Meyer,
aynı saçma yolla, kalkerin kirece değişimini şu şekilde
açıklamak istemiştir: kalker ateşten acidum pingue
denilen bir prensip alır ve kirece dönüşür; ama bunu
alırken ağırlığı azalmıştır, bu önemsizdir!
134
ANTOİNE LAURENT LAVOİSİER(1743 -1794)
ƒ
Lavoisier
yaşam
döneminde
oluşan
iki
devrimin
paylaştığı bir kişidir. Devrimlerden biri, yüzyıllar
boyunca "simya" adı altında sürdürülen çalışmaların,
bugünkü
anlamda,
kimya
bilimine
dönüşmesidir.
Lavoisier bu devrimin kahramanıdır, ikinci devrim,
"1789
Fransız
ihtilali"
diye
bilinir. Lavoisier bu
devrimin getirdiği terörün kurbanıdır.
135
ƒ
Antoine-Laurent Lavoisier Parisli zengin bir ailenin
çocuğu olarak dünyaya gelir. Daha küçük yaşında iken
annesini yitiren Lavoisier babasının yakın ilgi ve
bakımıyla büyür. Başlangıçta belki de onun etkisiyle
hukukçu olmaya yönelir. Ancak bu arada uyanan
deneysel bilim merakı çok geçmeden bir tutkuya
dönüşür. 21 yaşına yeni bastığında, Paris'in sokaklarını
aydınlatma proje yarışmasında birinciliği alır, Fransız
Bilim Akademisi'nce altın madalya ile ödüllendirilir.
136
ƒ
25
yaşına
geldiğinde,
özellikle
kimya
alanındaki
çalışmaları göz önüne alınarak Akademi'ye üye seçilir.
Bu
arada
hükümetin
özel
bir
komisyonunda
görevlendirilen genç bilim adamı, metrik sistemin
oluşturulması,
çıkarılması
gibi
yükseltilmesine
Fransa'nın
jeolojik
etkinliklerden
uzanan
pek
çok
haritasının
tarımda
verimin
uygulamalı
bilim
çalışmalarını düzenler. Ayrıca o sırada bir tür abluka
altında olan ülkesinin savunma ihtiyacı barutun üretim
sorumluluğunu üstlenir.
137
ƒ
Genç bilim adamı bu kadarla da yetinmez; ilerde
yaşamını yitirmesine yol açan bir işe, ülkenin bozuk
vergi sistemini düzeltme işine el atar. Ama tüm bu
uğraşlarına karşın Lavoisier kendisini asıl ilgilendiren
bilimden kopmamıştır; her fırsatta özel laboratuarına
çekilip deneylerini sürdürmekten geri kalmaz.
138
ƒ
Lavoisier, bilim dünyasında en başta yanma olayına
ilişkin geliştirdiği yeni kuramıyla ün kazanır. Ayrıca,
deneylerinde, özellikle ölçme işleminde gösterdiği
olağanüstü duyarlılık, kendisini izleyen yeni kuşak
araştırmacılar için özenilen bir örnek olmuştur. Kimya
bilimsel
kimliğini
Lavoisier'e
borçludur.
Tüm
bu
çalışmalarında ona büyük desteği eşi sağlar. Deney
şekillerini çizer, yabancı dillerden kaynak çeviriler
yapar, makale ve kitaplarını yayıma hazırlar.
139
ƒ
Lavoisier araştırmalarına başladığında, yanmaya ilişkin
flogiston kuramı geçerliydi. Aslında flogiston’un yanma
olayını açıklamadaki eksikliğinin bir nedeni gazlara
ilişkin bilgi eksikliğiydi. 1756'da İskoç kimyageri
Joseph Black "sabit gaz" dediği karbon dioksidi (CO2)
buluncaya dek bilinen tek gaz hava idi. İngiliz kimya
bilgini Joseph Priestley daha sonra deneysel olarak on
kadar yeni gaz keşfeder. Bunlardan biri onun "yetkin
gaz" dediği, ilerde Lavoisier'in "oksijen" adını verdiği
gazdır. Priestley, oksijeni bulmasına karşın flogiston
kuramından kopamaz.
140
ƒ
Lavoisier yanma olayı ile 1770'lerin başında ilgilenmeye
başlamıştı. Kapalı bir kapta yanma olayını incelemişti
ama daha doyurucu bir açıklaması yoktu. Lavoisier
aradığı
açıklamanın
ipucunu
bir
kaç
yıl
sonra
Priestley'le Paris'te buluştuğunda elde etti. Priestley
civa oksit üzerindeki deneylerinden söz ederken
bulduğu "yetkin gaz"ın özelliklerini belirtir. Lavoisier
yayınlarının hiç birinde Priestley'e hakkı olan önceliği
tanımaz; sadece bir kez, "Oksijeni Priestley'le hemen
aynı zamanda keşfetmiştik" demekle yetinir.
141
ƒ
Doğrusu, oksijenin keşfinde öncelik Lavoisier'in değildi;
ama bu gazın gerçek önemini ilk kavrayan bilim adamı
oydu. Priestley'in deneylerini kendine özgü dikkat ve
özenle tekrarlamaya koyulur. Belli miktarda havaya yer
verilen bir kapta civa ısıtıldığında, civanın kırmızı cıva
okside dönüşmesiyle ağırlık kazandığı, havanın ise aynı
ölçüde ağırlık kaybettiğini görür.
142
ƒ
Lavoisier deneylerinde bir adım daha ileri gider.
Civadan ayırdığı civa oksidi tarttıktan sonra daha fazla
ısıtır. Kora dönüşen kırmızı oksidin giderek yok olmaya
yüz tuttuğunu, geriye belli sayıda civa taneciğiyle,
solunum ve yanma sürecinde atmosferik havadan daha
etkili bir gazın kaldığını saptar. Bu gaz Priestley'in
"yetkin gaz" dediği şeydi. Dahası, cıva oksidin ısı
altında cıvaya dönüşmesiyle kaybettiği ağırlık ile çıkan
gazın ağırlığı denkti.
143
ƒ
Bunun anlamı şuydu: yanma, yanan nesnenin flogiston
salmasıyla
değil,
havanın
oksijenle)
birleşmesiyle
etkili
bölümüyle
gerçekleşmektedir.
(yani
Başta
önemsenmeyen bu kuram, Cavendish’in suyun iki gazın
birleşmesiyle oluştuğuna ilişkin deney sonuçlarını da
açıklayınca,
bilim
çevrelerinin
dikkatini
çekmede
gecikmez. Cavendish deneylerinde, asitlerin metal
üzerindeki etkisinden "yanıcı" dediği bir gaz elde
etmiş, bunu flogiston sanmıştı. Ancak Priestley'in bir
deneyi onu bu yanlış yorumdan kurtarır.
144
ƒ
Priestley, hidrojen ve oksijen karışımı bir gazı elektrik
kıvılcımıyla patlattığında bir miktar çiyin oluştuğunu
görmüştü. Aynı deneyi tekrarlayan Cavendish daha ileri
giderek patlamada "yanıcı" gazın tümünün, normal
havanın ise beşte birinin tüketildiğini, öylece oluşan
çiyin ise an su olduğunu saptar.
ƒ
Flogiston
teorisi
yıkılmıştı
artık!
Yeni
teorinin
benimsenmesi, kimi bağnaz çevrelerin direnmesine
karşın, uzun sürmez. Kimyada geciken atılım sonunda
gerçekleşmiş olur.
145
ƒ
Lavoisier
ulaştığı
sonucu
Bilim
Akademisine
bir
bildiriyle sunar. Lavoisier'in aslında ne yeni kimyasal
bir nesne, ne de yeni kimyasal bir olgu keşfettiği
söylenebilir. Onun yaptığı, başkalarının bulduğu nesne
ve olguları açıklayan, kimyasal bileşime açıklık getiren
bir kuram oluşturmak, kimyasal nesneleri adlandırmada
yeni ve işler bir sistem kurmaktı. 1789'da yayımlanan
TRAİTE ELEMENTAİRE DE CHİMİE adlı yapıtı, kendi
alanında, Newton'un Principia'sı sayılsa yeridir. Biri
modern
fiziğin,
diğeri
modern
kimyanın
temelini
atmıştır.
146
ƒ
Lavoisier'i unutulmaz yapan bir özelliği de nesnelerin
kimyasal değişimlerini ölçmede gösterdiği olağanüstü
duyarlılıktı. Bu özelliği ona "Kütlenin Korunumu Yasası"
diye bilinen çok önemli bilimsel bir ilkeyi ortaya koyma
olanağı sağlar, Lavoisier kimi kez kendi adıyla da anılan
bu ilkeyi şöyle dile getirmişti:
ƒ
“Doğanın tüm işleyişlerinde hiç bir şeyin yoktan var
edilmediği, tüm deneysel dönüşümlerde maddenin
miktar
olarak
aynı
kaldığı,
elementlerin
tüm
bileşimlerinde nicel ve nitel özelliklerini koruduğu
gerçeğini tartışılmaz bir aksiyom olarak ortaya
sürebiliriz.”
147
ƒ
1794'de solunum üzerinde deneylerini yapmakta olduğu
bir sırada, Lavoisier Devrim Mahkemesi önüne çağrılır,
iki suçlamaya hedef olmuştur:
(1) devrim karşıtı olarak karalanan aristokrasiyle
ilişkisi;
(2) vergi toplamada yolsuzluk (Lavoisier topladığı
vergilerin küçük bir bölümünü laboratuar deneyleri için
harcamıştı).
148
ƒ
Lavoisier'i
kurtarmak
için
dostları
mahkemeye
koşmuştu, ama tanık olarak bile dinlenmemişlerdi.
"Yurttaş Lavoisier'in çalışmalarıyla Fransa'ya onur
sağlayan büyük bir bilgin olduğunda hepimiz birleşiyor,
bağışlanmasını diliyoruz" dilekçesiyle başvuran günün
seçkin bilim adamlarına yargıcın verdiği yanıt kesin ve
çarpıcıdır: "Cumhuriyet'in bilginlere ihtiyacı yoktur!"
ƒ
Galileo yaşamının son on yılını Engizisyon'un göz
hapsinde geçirmişti. Lavoisier'in sonu daha acıklı olur:
Elli bir yaşında iken "devrim" adına kafası giyotinle
uçurulur.
149
ƒ
Lavoisier'nin ölümünü öğrenen ünlü matematik bilgini
Lagrange, arkadaşı Delambre'a "Bu başı devirmek için
onlara bir an yetti ama benzeri­ni meydana getirmek
için belki yüzyıl yetmeyecektir", demek suretiyle bir
gerçeği dile getirmiş oluyordu.
150
Aydınlanma Çağı'nın Genel Özellikleri ve
Bilimsel Açıdan Temel Karakteri
ƒ
Aydınlanma, insanın kendi aklı ve deneyimleri ile,
geleneksel görüşler, otoriteler ve ön yargılardan
kendisini kurtarıp, yalnızca aklına dayanarak,
dünyayı ve yaşamını kavrayıp düzenlemeye
çalışmasıdır. Bu anlamda Aydınlanma Çağı insan
aklının özerk olduğu düşüncesine dayanır; ve
burada esas olan inanmak değil, bilmektir.
151
ƒ
Bu
genel
belirlemeden
anlaşıldığı
üzere,
burada
sorgulanmak is­tenen insan varlığının anlamı ve bu
dünyadaki yeridir. Nitekim Aydınlanma'nın klasikleşmiş bir
tanımını verdiği kabul edilen Kant'a göre de Aydınlanma,
insanın kendi kusurları sonucu düşmüş olduğu olumsuz
durumdan yine kendi aklını kullanmak suretiyle çıkması
çabasıdır. Çünkü Kant'a göre, insan içinde bulunduğu
olumsuz du­ruma aklın kendisi yüzünden değil, onu
kullanmaması yüzünden düşmüş ve insan şimdiye kadar
aklını kendi başına kullanamamış, hep başkalarının
gereksinim
duymuştur.
Bu
yönüyle
kılavuzluğuna
Aydınlanma'nın, Ortaçağ düşüncesine ve yaşam anlayışına
karşıt
bir
dünya
görüşü
olarak
ortaya
çıktığı
görülmektedir. Başka bir deyişle, bu yüzyılda, tıpkı
Rönesans'ta olduğu gibi, her türlü tarihsel otorite­den
bağımsız olmak, deneyin ve aklın sağladığı doğrularla
doğayı ve yaşamı anlamak ve açıklamak amaçtır.
152
ƒ
Aydınlanma'nın bir diğer temel özelliği de, doğa ile akıl
arasında bir uygunluk olduğunu ve akılsal yapılı olan bu
doğayı
aklın
rahatlıkla
kavrayacağı
ilkesine
dayanmasıdır. Akla bu kavrayışta yardım edecek
yöntem ise matema­tiktir. Nitekim Galilei evrenin
matematik diliyle yazılmış bir kitap gibi olduğunu
düşünmektedir. Yine bu yüzyılın diğer bir özelliği de
kabul edilen bir ana prensipten hiçbir atlama
yapmaksızın adım adım diğer bilgileri bu temel çıkış
noktasından türeten, büyük sistemlerin oluşturulduğu
bir yüzyıl olmasıdır. Bu sistemler ise akla, bilime ve
ilerlemeye büyük bir güvenin doğmasını sağlamıştır.
153
Lavoisier‘in Öncüleri
ƒ
Andreas Sigismund Marggraf (1709-1782) Berlin'lidir.
Fosforik asidle arsenik asidi keşfetmiştir. Sodyum ve
potasyum tuzlanın ayırmış, çinkoyu filizlerinden elde
etmiştir.
En
önemli
buluşu
pancarda
şekerin
bulunduğunu görmüş olmasıdır. Şeker, şeker kamışından
elde
ediliyordu.
Marggraf,
1745'te,
Berlin
Akademisi'ne sunduğu yazısında pancardan şekerin
elde
şeker
edilmesini önermiştir. Almanya'da pancardan
elde
edilmesi
için
ilk
fabrika
1796'da
kurulmuştur.
154
ƒ
Michail-Vasilevich Lomonosov (1711-1765). Fakir bir
Rus ailesinin çocuğudur. 19 yaşında iken öğrenim için
aile ocağını terketmiştir, ama sonra St-Petersburg
Akademisi'nde Profesör ve şair olarak ün kazanmıştır.
ƒ
Lomonosov 5 Temmuz 1748'de Matematikçi Eııler'e
şöyle yazmıştır: "Tabiatta oluşan bütün değişmeler o
şekilde meydana gelir ki herhangi bir tarafta bir şey
meydana
geldiğinde
böylece,
herhangi
bir
bir
başka
cisim
tarafta
bir
kaybolur;
miktar
madde
kazandığında bir başkası o kadarını kaybeder."
155
ƒ
Lomonossov, yanmayı cismin hava ile birleşmesine
atfeder ve böylece yanmadaki ağırlık artmasını açıklar.
Lomonossov’un elementler, atom ve moleküller, ısı ve
ışık hakkındaki düşünceleri bugünkülerin hemen hemen
aynıdır. Fakat zamanı için fikirleri çok ileri olduğundan
saçma bulunarak unutulmuş ve ancak 1904'de Rus
kimyacısı
çıkarılmıştır.
Menschııtkine
Kütlenin
tarafından
korunumu
kanunu
meydana
Rusya'da
"Lomonossov kanunu" olarak adlandırılır.
156
ƒ
Pierre Joseph Macgııer (1718-1784) Fransız kimyacısı.
Arsenik ve türevlerini, Prusya mavisini incelemiş,
hidrojenin
yanmasından
suyun
meydana
geldiğini
bildirmiş, ama bunlardan bir sonuç çıkaramamıştır.
ƒ
Joseph Black (1728-1799), Cavendish ve Priestley'le
birlikte
zamanın
İngiliz
kimyasının
başta
gelen
temsilcilerindendir. İki önemli noktaya temas etmiştir.
Biri, solit cisimlerle birleşebilen bir gazın, yani karbon
dioksid’in
varlığını;
öteki
de,
karbonatların
hidroksidlere göre daha az basit olduklarıdır.
157
ƒ
Bu sonuç, gerçekten yenidir. Karbondioksid’in bileşimi
daha sonra Lavoisier tarafından tâyin edilmiş olmakla
beraber
Black
kömürün
yanmasından
ve
fermantasyondan aynı gazın açığa çıktığını görmüştü.
Blackın öteki araştırmaları fizik alanındadır. Özgül ısı,
erime
ve
buharlaşma
anlayanlardandır.
Dünyada
ısılarının
ilk
önemini
Kimya
ilk
Derneği
Edinburg'da 1784 yılında, Black tarafından Chemical
Society adıyla kurulmuştur.
158
ƒ
Henry
Cavendish
(1731-1810),
Fransa'da
Nice'de
doğmuştur. Büyük aristokrat bir ailedendi. Büyük
servetine karşılık bu sıkılgan adam topluma karışmamış
ve yaşamını laboratuarında geçirmiştir. O'nun için:
"bütün bilginlerin en zengini ve bütün zenginlerin en
bilgilisi" denmiştir.
ƒ
Önce fizik alanında özgül ısı ile ilgilenmiştir. Gazları
toplamak için cıvalı kaplardan ilk yararlanandır. Klorür
ve sülfürik asitlerin demir, çinko, kalay üzerine
etkisiyle açığa çıkan ve mavi bir alevle yanan ve
alevlenebilen
hava
adını
verdiği
HİDROJENİ
keşfetmiştir.
159
ƒ
Cavendish, alevlenebilen havayı önce havada yakmış ve
yanma ürününün su olduğunu görmüştür. Daha sonra
deneyi saf oksijenle yapmış ve suyun oluştuğunu
görmüştür. İki hacim alevlenebilen havanın (hidrojenin)
bir hacim flogistiksiz hava (oksijen) ile birleştiğini
tespit
etmiştir.
Böylece,
1781'de,
suyun
sentezi
yapılmıştır. Bu sentez kimya tarihinde önemli bir
olaydır.
160
ƒ
Bu sentez ürününde bazen nitrik asidin bulunduğunu ve
bunun ancak oksijenin azotla karışık olduğunda kendini
gösterdiğini görmüş ve böylece nitrik asidin ilk
sentezini yapanlardan biri olmuştur. Havanın analizini
yapanların da ilklerindendir. Oksijen oranının % 20,8
olduğunu bulmuştur ki, bugün kabul edilen değere çok
yakındır (% 20,9). 1784'te azotu bir kimyasal tür
olarak düşünmüştür.
161
ƒ
Antoine
Baume
(1728-1804),
Fransız
kimyacısı.
Sıvıların yoğunluğunu tayin için areometreyi bulmuş;
eteri ve ısı etkisi ile gümüş oksidin redüksiyonunu
incelemiştir. "Ateş, hava, su ve toprağı ayrıştırmak için
hiç bir araç bilmediğimize göre bunlara tek ve gerçek
prensip olarak bakabiliriz" demiştir.
162
ƒ
Torbern Olof Bergman (1735-1784). İsveçlidir.
Zamanın
büyük
çeşitlidir.
otoritelerindendir.
Kantitatif
analizin
Çalışmaları
temellerini
kurmuştur. Laktik ve müsik asidleri bulmuştur.
"Hava
asidi"
diye
adlandırdığı
gaz
karbonik
üzerinde güzel araştırmalar yapmıştır. Hava asidi
demesinin nedeni, bir gaz karbonik çözeltisinin
asid fonksiyonunu göstermesi ve bu gazın havada
bulunuşundandır. Vatandaşı Schelee'e cesaret
vermiş ve yardım etmiştir.
163

Benzer belgeler