Panel: Kısa Öykü Üzerine (Erdal Öz, Cemil Kavukçu, Ayşe Sarısayın

Transkript

Panel: Kısa Öykü Üzerine (Erdal Öz, Cemil Kavukçu, Ayşe Sarısayın
Panel: Kýsa Öykü Üzerine
*
Yöneten
: ERDAL ÖZ
Konuþmacýlar
: CEMÝL KAVUKÇU, AYÞE SARISAYIN, FARUK DUMAN, LEYLA RUHAN OKYAY
Diyelim hava ansýzýn bozuyor, ardýndan müthiþ bir yaðmur baþlýyor, belki
bir gün bir gece sürüyor, þimþekler, yýldýrýmlar… Buna bir roman dersek, öykü bütün o fýrtýnalý gecenin içinde bir ara çakan
þimþeðin aydýnlattýðý bir alan olabilir ancak.
Öykü yazmanýn roman yazmaktan daha
tehlikeli bir çaba olduðunu biliyorum.
Yani öykü yazabilirsiniz, kýsa sürede bir
öykü çýkarabilirsiniz. Uzun uzun tasarýmlar
yapmak, kiþilikler belirlemek, olaylar geliþEÖ:
82
ÝMGE ÖYKÜLER YIL 1, SAYI 5, EKÝM-KASIM 2005
tirmek, bir serüven tasarlamak gibi uzun
bir ön çalýþma istemez öykü. Bu uzun çabalar romanýn gerektirdiði þeylerdir. Öykü
ise, bir anlýk bir parýltýyla da yazýlabilir,
uzun bir ön hazýrlýkla da.
Yani ben þimdi, iyi öykü yazmanýn roman yazmaktan daha zor olduðunu söylemek istiyorum. Dünyada da iyi öykü sayýsý
sanýldýðý kadar fazla deðildir. Roman kadar
fazla deðildir. Romanda bir þeyleri biraz
yutturabilirsiniz. Okur roman okurken bi-
PANEL: KISA ÖYKÜ ÜZERÝNE
raz daha sabýrlýdýr. Bekler. Açýlacak biraz
sonra, belki ilgimi çekecek diye kýrk elli
sayfa okur. Öykü öyle deðildir. Öykünün
daha ilk paragraflarýnda, okurun ilgisini çekecek usta bir öykü yazarýyla karþýlaþacaktýr
okur ya da hemen sýkýlýp býrakacaktýr okumayý. Býrakmak da okurun en büyük hakkýdýr. Bizim dönemimizde Yeni Dergi diye
bir dergi vardý. Edebiyat tarihimizin en kalýcý dergilerinden biridir Yeni Dergi. Memet
Fuat çýkarýrdý. O zaman da Füruzan çok iyi
bir öykücüydü. Sait Faik'ten sonra bizim
kuþaðýn en iyi öykücülerinden biridir Füruzan. Pýnar Kür de öyle. Az yazmýþtýr ama
çok iyi bir öykü yazarýdýr Pýnar Kür. Memet
Fuat bu yazarlarýn tanýnmasýnda önemli bir
rol oynamýþtýr. Bir kuþaðýn oluþmasýný saðlayan dergilerden biridir Yeni Dergi. Ama
sonra açýp okuduðunuzda, görüyorsunuz
ki Memet Fuat, sanki kýsa öyküden hoþlanmýyor. Füruzan'ý da, Pýnar Kür'ü de hep romana yaklaþtýklarý konusuna inandýrmaya
çalýþýyor. Sonra Pýnar Kür de, Füruzan da
roman yazdýlar. Ama bence onlar, hâlâ Türkiye'nin en iyi öykü yazarlarýndan ikisidir.
Þimdi bu arada masada oturan arkadaþlarýmýza bakýyorum. Hep öyküyle tanýndýlar.
Cemil Kavukçu, oturdu roman yazdý. Faruk
Duman, oturdu roman yazdý. Ben oturdum
roman yazdým. Niye? Ayþe Sarýsayýn'la
Leyla Ruhan Okyay, þimdilik öyküde ayak
diriyorlar. Cemil Kavukçu niye öykü yazarken romana geçtin?
CK: Ben aslýnda baþýndan beri roman yaz-
mak istiyordum. Genellikle þiirle baþlanýyor,
sonra þiirin hiç de kolay bir tür olmadýðý ya
da þiire yeteneði olmadýðýný anlayýnca romana ya da öyküye yöneliyor yazarlar. Ben ro-
man yazmak istedim, ama o yýllarda yazdýðým romanlar bir türlü içime sinmedi. Hatta
bir arkadaþým bana: ‘Sen öykü yazsana, öyküye daha yakýnsýn.’ demiþti. Öyküye yönelmemde o arkadaþýmýn etkisi ne kadar oldu bilmiyorum ama, bir gün mutlaka bir roman yazacaðýmý biliyordum. Bir de çok klasik bir söylem olacak, ama elimdeki malzemenin doðasý gereði, kýsa soluklu bir þey
olamayacaðýný düþündüm ve 1997'de Dönüþ
romanýný yazdým, 2004'te de Suda Bulanýk
Oyunlar çýktý. Bu iki romaný da ben bir biçimde yazmak istiyordum zaten. Sonra Memet Fuat'ýn söylediklerinin benzeri bana da
bir biçimde söylendi. “Gemiler de Aðlarmýþ”
öyküm için Fethi Naci, “mahcup bir roman”
benzetmesini yaptý. Baþkasýnýn Rüyalarý kitabým için ‘Romanla öykü arasýnda bir sýnýrda, birbirine ulanan öyküler’ dendi. Günümüzde edebi türler arasýndaki sýnýrýn çok
þeffaflaþtýðýný görüyorum. Gezi, aný, öykü,
roman, gittikçe birbirine yaklaþýyorlar. Türler arasýna kesin sýnýrlar konmasýndan yana
da deðilim. Uzun öyküler de olabilir, roman
da olabilir, önemli olan sizin o anda ne anlatmak istediðiniz ve anlatmak istediðiniz
þeye en uygun üslubu ve yazýnsal biçimi
bulmanýz. Yani bu benim öyküde antrenman yapýp da romana geçtiðimi göstermiyor. Bildiðim kadarýyla Tomris Uyar dýþýnda, belki buna Ömer Seyfettin'i de katabiliriz, bütün öykücülerin romanlarý var. Sabahattin Ali, Tanpýnar, hem iyi öyküler hem
iyi romanlar yazmýþlardýr. Sait Faik'in romaný vardýr. Erdal Öz'ün saydýðý Pýnar Kür, Füruzan, Tahsin Yücel, Erdal Öz, Adalet Aðaoðlu, hepsi öyküyle baþlayýp romanlar yazmýþlardýr. Buradan ben þu sonucu çýkarmak
istemiyorum. Öykücü roman yazamaz, siz
de bunu söylemiyorsunuz, deðil mi?
ÝMGE ÖYKÜLER YIL 1, SAYI 5, EKÝM-KASIM 2005
83
PANEL: KISA ÖYKÜ ÜZERÝNE
Ama bir örnek vermek isterim: Sait
Faik kötü bir roman yazmýþtýr.
EÖ:
CK: Ona
katýlýyorum.
EÖ: Peki Faruk Duman öykü yazarken
neden roman? Yani öykü yetmedi mi size?
FD: Aslýnda
herhalde herkesin içinde romanýn bütünlüðünü yaratma hýrsý, hevesi
vardýr. Roman büyük bir serüven. Ben de
böyle kýsa, yoðun, öykülerime benzeyen,
ama öykü olmayan metinler yazmak istemiþtim. Fakat benim romaným çýktýktan
sonra, hakkýnda çok yazý yazýldý, bu yazýlarýn birleþtiði nokta þu: Kapaðýnda roman
denmiþ ama sanki uzun bir öykü, hatta belki þiir de denebilir, þiir-roman da… Yazmak istediðim, yoðun, þiirsel, romana daha
yakýn metni ne kadar kurabildim bilmiyorum. Yalnýz, bana öyle geliyor ki romanýn
çapý, kalýcýlýðý, doyuruculuðu herhalde insaný bir yerden sonra sarýyor. Aslýnda roman da öykü gibi bir yöntemdir. Yani öyküyle ayný aracý kullanan, dil aracýný kullanan, konuyu da onun getirdiði biçimle iþleyen bir tür olarak, romanýn da bir yöntem
olduðunu düþünüyorum. Bu bakýmdan çok
yadýrganmamasý gerektiðini söyleyeyim.
mayarak yazdýklarýma yaþadýklarýmdan sýzan çok þey var. Nasýl oluyor baþlangýç diye
düþününce, galiba bende yazma dürtüsünü
oluþturan, bir anlýk þiddetli bir algýlama ve
etkilenme durumu. O etkilenme, sanki
durgun suya atýlan bir taþ gibi birtakým çaðrýþýmlara yol açýyor. Bu çaðrýþýmlarda da yaþanmýþlýklar var. Bunu çok da farkýnda olarak yapmýyorum belki, ama sonradan yazdýklarýma baktýðýmda böyle olduðunu görüyorum. Özellikle geçmiþte kalmýþ bazý silik resimler, bir anlýk bir algýlamayla netleþiyor; bu yüzden de öykülerimin en çok bu
eski resimleri bana hatýrlatan, çaðrýþtýran
durumlardan beslendiðini söyleyebiliyorum. Tümüyle kurmaca þimdilik söz konusu deðil. Belki ileride, baþka bir boyuta dönebilir, ancak þu anda kesinlikle yaþanmýþlýk.
Evet, Leyla Ruhan Okyay, her gün
bir þeyler yaþýyoruz. Yazar olarak da bu yaþadýklarýmýzdan bir þeyler yaratmaya çalýþýyoruz. Böyle bir yaþanmýþ gerçeklerden yola çýkýlsa bile, neden yaþanandan daha deðiþik, yeni bir gerçeklik daha yaratmaya çalýþýyoruz, ne diyorsun? Edebiyatýn da en zor
sorularýndan biri sanýyorum.
EÖ:
Yazar, yaþadýklarýný, gözlemlediði
olaylarý ya da durumlarý olduðu gibi anlatýrsa aný olur. Bizler düþ gücümüzü kullanarak yeni bir gerçeklik oluþturuyoruz. Yaþamdan deðiþik bir gerçeklik ifade etmesi
ise, yazarýn, yaratýcýlýðý yoluyla özgün bir
sanat ürünü ortaya çýkarmak istemesinden
elbette. Bütün sanat eserleri için bu geçerlidir. Ressam, heykeltýraþ, sinemacý. Sanatçý
yapýtýna kendi yorumunu katar, imzasýný
LRO:
EÖ: Ayþe
Sarýsayýn, siz bir öykücü olarak
yaþanmýþlýktan mý yola çýkýyorsunuz? Ben
bunun ipuçlarýný görüyorum. Nasýl baþlýyorsunuz öyküye?
Genelde yaþanmýþlýktan yola çýktýðýmý söyleyebilirim. Yaþanmýþlýk deyince tabii
bu bire bir yaþadýðým ya da gözlediðim bir
durum deðil, ama farkýnda olarak ya da olAS:
84
ÝMGE ÖYKÜLER YIL 1, SAYI 5, EKÝM-KASIM 2005
PANEL: KISA ÖYKÜ ÜZERÝNE
atar. Bir üslup oluþturur. Öykü yazarý da
vurgulamak istediði mesajý, yaþama dair bir
ayrýntýyý kendine özgü biçemiyle aktarmak
ister. Bazen gözlemlediðimiz ya da kendimizden yola çýkarak yazdýðýmýz bir þey masalsý bir düþe dönüþebilir ve ortaya çýkan
ürüne yazarýn kendisi bile þaþar. Sanýyorum
kýsaca, yaþanandan daha deðiþik yeni bir
gerçeklik yaratma güdüsü, yazarýn, ürünü
aracýlýðýyla, bir biçimde kendini ortaya koymak istemesindendir.
Yargýlanma sýrasý Faruk Duman'da.
Yaþanmýþ bir olayý yazýya dökmek onu bir
öykü yapmaya yeter mi? Ama þunu hemen
söyleyeyim, dünya edebiyatýnda yaþanmýþlýðý yazýya döküp yazan pek çok yazardan
çok þey öðrendik. Çok da güzel öyküler
okuduk bu arada, ama ben çaðýmýzda öykünün sanki hikâyeden farklý bir þey olduðu kanýsýndayým. Yalnýzca yaþanmýþlýðý anlatmak onu bir belge olmaktan kurtaramýyor. Öykü burada hangi gizleri içinde taþýyor. Nedir onu öyle yapmaya sizi iten?
EÖ:
FD: Burada
yazarýn kullandýðý araçla, yani dille ilgili çok uzun süre konuþulabilecek
bir problem var. Aslýnda teþekkür ederim,
bu sorularýn daha çok sorulmasý, yanýtlanmasý gerekiyor. Yaþanmýþlýkla yazýnýn farklý
olmasý gerekir. Ressamýn kullandýðý boyayla duvar da boyayabilirsiniz. Ama o tabloya
sürüldüðü zaman, artýk onun baþka bir þey
olduðunu kabul etmek zorundayýz. Yani
tabloda boya görmüyoruz. Ressamýn yarattýðý yeni biçimi görüyoruz. Ýþte yazý ve dil
de yazarýn boyasýdýr. Yaþanmýþ olaylarýn olduðu gibi kâðýda aktarýlmasý zaten mümkün deðil. Borges'in bitmeyen kitabý gibi
onu sonsuza kadar okumak zorunda kalýrsýnýz. Dolayýsýyla yazarýn, dili kullanmaya
baþladýðý an, yani bir yazý oluþturmaya baþladýðý an bir seçim yapmak zorunda olduðunu kabul etmeliyiz. Yazmak istediði þeyin
hangi bölümlerini yazacak? Nesini yazacak?
Neleri gözden çýkaracak? Þimdi bir öykü
yazdýðýmýz zaman, bir süre sonra geri dönüp oradaki sözcükleri eksiltmeye çalýþýyoruz. Bunu niye yapýyoruz? Bunu yapmamýzýn tek nedeni bir biçim oluþturmak, bir bina kurmak, yani bir yazý yazmaktýr. Çünkü
dil bazý þeylere doðasý gereði olanak vermiyor. Roland Barthes'in bir sözü var, diyor
ki, “Dil yazarýn sözüne egemen, bununla
birlikte ona biçim vermeyen, giderek beslemeyen bir doða gibidir.” Yani dil yazara biçim vermiyor. Tam tersi; yazar dile biçim
veriyor. Eðer öyle olmasaydý, karþýmýzdaki
o ham yazý korkunç bir þey olurdu. Ýþte yazarýn üslubu, yazarýn yarattýðý estetik ve o
öykünün bizde uyandýrdýðý haz duygusu,
yazarýn çalýþmasý sonucu ortaya çýkan bir
ÝMGE ÖYKÜLER YIL 1, SAYI 5, EKÝM-KASIM 2005
85
PANEL: KISA ÖYKÜ ÜZERÝNE
þey. Burada yazýlý öykünün de, öykünün diyelim, niye belirli bir zamandan beri buna
biz öykü diyoruz? Çünkü mecbur kaldýk.
Sebebi þu: 50 kuþaðýndan önce buna hikâye
deniyordu ve hikâyenin de romana sýçrama
tahtasý olduðu düþünülmekteydi. Yani romanýn kýsasý. Kýsa yazýlýrsa hikâye olur, gibi. Böyle düþünülmesinin birinci sebebi,
sözlü edebiyatýmýzdan yazýya geçiþ sürecinde bunlarýn kaleme alýnmýþ olmasý. Belli bir
öykü anlayýþýnýn henüz oluþmamýþ olmasý.
Yazýnýn estetiðini kâðýdýn üzerinde görmeye
baþladýðýmýz an, bu da herhalde ilk Sait Faik'le oluyor, zaten 50 kuþaðý yazarlarý da
ondan çok etkilendiklerini söylüyorlar, o
zaman o türün de ismi deðiþmiþ oluyor. Bir
bakýma hikâye farklý, öykü farklý bir tür
olarak algýlanmaya baþladý. Þimdi bir yaþanmýþlýðý bir yazýlý tür olarak, ona bir biçim
vererek yazýyorsak, bu zaten yaþanmýþlýðýn
olduðu gibi aktarýlamadýðýný, ancak yazarýn
seçimlerinin kâðýda aktarýldýðýný gösteriyor.
Bu bakýmdan da yazarýn üslubunun, estetik
çalýþmasýnýn önemli olduðunu düþünüyorum.
EÖ: Cemil Kavukçu, edebiyatý hep þöyle
anlatýyoruz: Yaþanan, yaþanmýþ olan birtakým gerçekler var, ama yazar buradan yola
çýkarak yeni bir gerçeklik yaratýyor. Bu yeni gerçekliði okur yaþarken nasýl algýlýyor?
Onun algýlayabilmesi için, ne gibi bir çaba
göstermesi gerekir? Bunun birtakým gizleri
gerek. Sizce nedir bu? O yeni gerçekliðe nasýl alýþtýracaksýnýz okuru?
CK: Yaþamýn
gerçeði ile kurgunun gerçeði farklý þeyler. Bir gazete haberi okusak.
Þöyle dense o haberde: Moskova'da, iki
86
ÝMGE ÖYKÜLER YIL 1, SAYI 5, EKÝM-KASIM 2005
ayaðý üzerinde yürüyen kocaman siyah bir
kedi ortaya çýkmýþ. Metroya biniyor, bilet
alýyor, insan gibi konuþuyor, koltukta ayak
ayak üstüne atýyor, votka içiyor. Böyle bir
habere biz ne deriz? Saçma der gülüp geçeriz. Oysa Bulgakov, Usta ile Margarita romanýnda bunu anlatýr ve o romanda bu bize asla saçma gelmez. Çünkü yazar o simgelerle bize baþka bir þey anlatmak istemektedir. Yine bir gazete haberinde bir adamýn
bir sabah yataðýnda hamamböceði olarak
uyandýðýný okusak, ayný þekilde saçma deriz buna. Fakat Kafka'nýn romanýnda bu,
bize hiç saçma gelmez. Kurgunun gerçeði,
insanýn düþ gücünü zorlayan bir yapýya sahip. Kafka bunu yazarken kendisinin okur
tarafýndan anlaþýlýp anlaþýlmayacaðý hesabýný bence yapmamýþtýr. Okur, yazara ulaþmak, onu anlamakla yükümlüdür. Belki yazýldýðý dönemde ilgi görmeyecektir, ama bir
gün gelecek yetiþmiþ bir okur tarafýndan
anlaþýlacaktýr. Ben böyle deðerlendiriyorum.
Konuyu biraz daha derinleþtirmek
istiyorum. Çünkü bu, edebiyatýmýzda pek
tartýþýlmayan bir þey, ama edebiyatýn da en
önemli konularýndan biri. Þimdi Ayþe Sarýsayýn'a döneyim. Yaþanmýþlýktan çýkarak
yazarým ben öykülerimi dediniz. Yaþanmýþlýktan yola çýkarak yeni bir öykü kaleme aldýnýz diyelim; onu bir belge olmaktan, kuru bir haber olmaktan kurtaran giz nedir?
EÖ:
AS: Öykü yazmak yaþanmýþ bir olayý aktarmak deðil aslýnda. Yazar, bir olayýn ondaki çaðrýþýmlarýný yazýyor. Burada olay
kalmýyor artýk ya da olay tümüyle ikinci
planda kalýyor. Bu dönüþüm sýrasýnda öykü
PANEL: KISA ÖYKÜ ÜZERÝNE
yazarýnýn birikimi ve hayal gücü devreye giriyor. Dil, üslup da çok önemli elbette. Zaten bunlar olmadýðýnda, yani “olay” farklý
bir biçime, kurguya, hatta içeriðe dönüþmediðinde, dediðiniz gibi, yazýlan öykü deðil,
belge oluyor. Bu nedenle o gizin yazarýn hayal gücünde ve birikiminde olduðuna inanýyorum.
Leyla Ruhan Okyay. Her yazar yazdýklarýnýn bir gün okunacaðýný bilerek yazar. Ama bunun için, ille de okurun eðilimlerini öðrenmek zorunda falan deðildir.
Ama okurun ilgisini çekmek diye de bir þey
var. Okurun ilgisini çekmek için, öyle yazarlar var ki hýzlý bir olaylar dizisini ele alarak girerler konuya. Yazar bunu mu öne
sürmelidir, hýzlý bir yaþantýyla mý girmelidir
öyküsüne, romanýna, yoksa okurun ilgisini
çekebilmenin baþka yollarý da var mýdýr?
EÖ:
Öyküde ayrýntýlarýn seçimi, üslup,
sözcükler, bunlarýn hepsi ilk tümceden itibaren okuru baðlamak durumundadýr. Giriþ tümcesiyle merak uyandýrmayan, okuru
kendine baðlayamayan öykü baþtan kaybetmiþtir diye düþünüyorum. Baþlangýç tümcesi yaný sýra olay örgüsüyle sürükleyicilik de
çok önemli tabii. Okur bir solukta okuyabilmeli öyküyü. Yazýlanlarý çekici kýlacak
eda ve içtenlik, inandýrýcýlýk da öyle. Diyelim ki bir trende geçen öyküde okur ya
kendini yolculardan biri ya da kahramanlardan biri gibi görmeli diye düþünüyorum.
Tabii iþin bir de estetik yaný var. Onat Kutlar'ýn bana söylediði bir þey vardý. Yazýda olmasý gereken estetik unsuru, mimarideki
estetik ile özdeþleþtirmiþti. Bir bina düþünün, derdi; sabun kalýbý gibi dümdüz, hiçLRO:
bir çekici yaný yoktur. Ona bir cumba eklersiniz, pencere açarsýnýz, doluluk boþluk
oranlarýnýn dengesini saðlarsýnýz göze hoþ
gelir. Öyküde de ayrýntýlarýn seçimi, üslup
ve kurguyla bu estetik saðlanabilir. Okura
nefes almasý, düþünmesi için boþluklar býrakýlmalý, paragraflar, noktalama iþaretleri ile
denge saðlanmalý. Konu seçimi, iþlenme biçemi, inandýrýcýlýðý çok önemli daha önce
de belirttiðim gibi. Ýyi bir edebiyat ürünü
tümcelerle oluþturulmuþ bir senfonidir. Ve
okuruna haz verir.
EÖ: Faruk Duman, büyük bir Fransýz
düþünür Roland Barthes diyor ki: ‘Edebiyat
her þeyden önce bir dildir.’ Tamam da, bu
on iki eylülden sonra birtakým öykücüler
sahiden oturup edebiyatýn bir dil iþi olduðunu denediler ve acayip öyküler yazdýlar.
Bence edebiyat elbet kesinlikle bir dil iþidir,
ama yalnýzca bir dil iþi deðildir sanýyorum.
Bakalým, Faruk Duman, ne düþünüyor bu
konuda?
Her þeyden önce bir dil, dediði için,
yalnýzca bir dil iþidir diye bunu anlarsak yanýlýrýz. Yani on iki eylülden sonra bunu
edebiyat yalnýzca bir dil iþidir diye algýlayanlar yanýlmýþlar bence. Yine Barthes'ýn bir
sözü, diyor ki: ‘Hayatta baþka hiçbir kavgasý kalmamýþ olanlar kendilerine yeni bir
oyuncak bulmuþlardýr; biçim yavrulamak
oyuncaðý.’ Yazarýn tavýr alýþýný destekliyor
biraz da. Kuþkusuz burada dil aracýnýn önemini anlayacaðýz. Ama sözcüklerin hiçbir
þekilde toplumdan kopmuþ þeyler olduðunu düþünemeyiz. Hiçbir sözcük, hiçbir
cümle uzaydan gelmiyor. Yazý, konuþma
dediðimiz þey insanla ilgili, insanýn yaþadýðý
FD:
ÝMGE ÖYKÜLER YIL 1, SAYI 5, EKÝM-KASIM 2005
87
PANEL: KISA ÖYKÜ ÜZERÝNE
toplumsal süreçlerle ilgilidir. Bu nedenle,
hiçbir þey anlatmamak üzere bir yazý yazmak herhalde iþin doðasýna aykýrý.
Peki, ünlü Fransýz romancýsý Stendhal, ben mutlu bir azýnlýk için yazýyorum
diyordu. Parma Manastýrý'ný, Kýzýl ile Kara'yý okuduðunuz zaman onun ne kadar
büyük bir yazar olduðunu anlýyorsunuz
ama ‘Ben mutlu bir azýnlýk için yazýyorum,
beni ancak gelecek kuþaklar anlayabilir,’ diyordu. Dediði gibi de oldu. Yaþadýðý dönemde pek okunan bir yazar olmadý, ama
bugün hâlâ Stendhal dünyanýn en çok okunan, satýlan yazarlarýndan biri. Bu konuda
gerek öykü, gerek roman yazarýnýn bu tavrý
konusunda ne diyorsunuz Leyla Ruhan?
EÖ:
LRO: Evet,
Stendhal'i, edebiyat tarihçileri
ve eleþtirmenler, çaðýndan yüz yýl ileride
olarak deðerlendiriyorlar. Stendhal, daha
çok yaþanmýþ olaylardan yola çýkarak yazmayý, dilin yalýn ve anlaþýlýr olmasýný savunmuþ bir yazar. Çaðdaþlarýnýn büyük bir
bölümünün aksine, kurulu düzene karþý
88
ÝMGE ÖYKÜLER YIL 1, SAYI 5, EKÝM-KASIM 2005
çýkmýþ. Açýklýðý ve yalýnlýðý ön planda tutmuþ. Ancak yüz yýl sonra anlaþýlabilmiþ.
Gerçekten de satýlmamýþ ve okunmamýþ
baþlangýçta. Yazdýklarý uzun süre geri çevrilmiþ, yayýmlanmamýþ. Borcunu ödeyebilmek, yaþayabilmek için takma adla, hiç
inanmadýðý, ama satýþ garantisi olan ürünler
de vermiþ. O zamanlar satmayan ürünleri
yýllar sonra Nobel gibi çok önemli bir edebiyat ödülüyle taçlandýrýlmýþ.
Öykü ve roman yazarýnýn tavrýna gelince, bize ustalarýn yinelediði bir tümce var,
‘En iyi eleþtirmen yazarýn kendisidir.’ Bunun önemine inanýyorum ve olabildiðince
objektif, acýmasýz yaklaþabiliyorum yazdýklarýma. Objektif olabilmek için mutlaka
uzunca bir dinlenme süresi vermek gerekiyor yazýlanlara. Böylelikle dýþarýdan biri gibi deðerlendirmek mümkün olabiliyor. Kýsaca piyasa koþullarý, çok satmak endiþesi
deðil, iyi ürün vermeyi hedeflemeliyiz diyorum.
EÖ: Ayþe Sarýsayýn, edebiyat bireysel bir
sanat. Dýþarýda hava çok güzel, sevgililer
deniz kenarýnda, içki masalarýnda falan,
adam oturmuþ odasýnda sabaha kadar yazý
yazýyor. Yani ters bir þey var burada, hastalýklý bir þey var. Çok bireysel bir yaratma
süreci. Ama, okumak da bireysel bir olaydýr. Týpký yazar gibi, toplu okumalarý ben
pek anlamam. Yataðýnýza uzanýrsýnýz, açarsýnýz kitabýnýzý ya da tahta bir sýranýn üzerinde sabaha kadar bir kitaba kapýlýp gidersiniz. O da bireysel bir þeydir. Peki burada
yazarýn okurla, bu bireysel iliþkisi içinde,
müthiþ bir hayal dünyasý, müthiþ bir yaratýcý gücü olmasý gerekir mi, yani nedir burada yazarýn durumu, kimdir bu adam, bu
PANEL: KISA ÖYKÜ ÜZERÝNE
kadýn? Baþ belasý bir þey, hastalýklý bir durum. Hep hastalarýz yani.
AS: Evet, hastalýklý bir durum olduðu ke-
sin! Öncelikle yazarýn, zengin bir iç dünyasý olmasý gerekiyor. Belki yazar olmanýn deðil de, iyi bir yazar olmanýn koþulu bu. Belli bir birikimi yoksa neyi anlatacak? Anlatmak ve yazmak, teknik olarak belli sýnýrlar
çerçevesinde de olsa, öðrenilebilir bir iþtir.
Yetenek de çok önemli, ama iç dünyasýnda
aktarabileceði bir þeyi, belli bir algýlama gücü yoksa yeterli olmaz bence. Yazar, ancak
bu niteliklerin tümüne sahipse, yani hem
iyi bir anlatma ve yazma yeteneði hem de
çok zengin bir iç dünyasý varsa iyi bir yazar
olabilir. Bunun da ölçüsü zamana direnmek
ve kalýcý olmak. Bir de bireysel dediniz ya,
okumak ve yazmak bireysel olmakla birlikte insaný çok kalabalýklaþtýran, baþka dünyalara açan eylemler. Okuyarak ya da yazarak baþka dünyalara çaðrýsýz konuk oluyorsunuz. Ama sanýrým önce okuyarak.
Okumakla baþlýyor deðil mi? Yani
hep þeyi sorarlar. Yazar olmanýn yollarý nelerdir? Þimdi birtakým yerlerde yazarlýk
kurslarý açýyorlar. Ben buna inanmýyorum.
Ýyi bir edebiyatçý olmanýn okulu yoktur.
Edebiyat fakülteleri vardýr. Edebiyat fakülteleri edebiyat tarihini, edebiyatýn birtakým
özelliklerini, kuramlarýný, bulunmuþ kurallarýný öðretir; oradan edebiyat öðretmeni
olarak çýkabilirsiniz ancak. Yazar olarak çýkamazsýnýz. Buralardan çýkmýþ çok iyi yazarlarýmýz var, ama bunlar edebiyat fakültesinde okuduklarý için deðil, çok iyi kitaplarý okuyup yazma çabasýna, yeteneðe sahip
olduklarý için yazar olmuþlardýr. Edebiyatýn
EÖ:
tek okulu, çok iyi yazarlarýn kitaplarýný
okumaktýr. Peki Cemil Kavukçu, þimdi de
bazý arkadaþlarýmýzý hoþnut edecek bir soru
sorayým. Yazarla iktidar iliþkisi ne olmalýdýr? Þimdi, Tahsin Yücel bir kitabýnda þöyle bir þey söylüyor: “Denebilir ki yazar, iktidarýn karþýsýnda, patronun karþýsýnda, gücün, ünün, paranýn, herkesin karþýsýnda,
diz çökmeden ayakta yazan kiþidir.” Böyle
diyor. Çok da güzel söylüyor. Peki iktidarlar neden edebiyattan hiç hoþlanmamýþlardýr. Edebiyat hiçbir zaman bir silahýn gücünü taþýmaz. Ýktidarlarý edebiyattan bu kadar
korkutan nedir? Burada edebiyatýn gizi nedir?
CK: Güzel
bir soru. Biraz da zor bir soru.
Yalnýz bu soruya geçmeden önce ben baþka
bir þey söyleyeceðim. Hani az önce hepimiz
hastayýz dediniz ya…
EÖ: O
þakaydý.
CK: Ben o þakaya baþka bir þakayla karþýlýk vereceðim. Leyla Erbil baþka bir þey söylemiþti. ‘Aslýnda hepimiz deliyiz,’ demiþti.
Tahsin Yücel de oradaydý. Leyla Erbil dedi
ki: ‘Ben Tahsin Yücel'in Yalan romanýný çok
beðendim, Tahsin Yücel deli olmasa bu romaný yazabilir miydi?’ dedi. Böyle þaka yollu bir þey söylemiþti. Þimdi iktidarlar için
en ideal toplum soru sormayan, verilenle
yetinen, hakkýný aramayan insanlardan oluþan bir toplumdur. Herbert Marcuse'nin
dediði gibi: Ýnsan teklerinden oluþan bir
toplum. Ýnsan bireyselleþtikçe sormaya,
sorgulamaya baþlýyor. Verilenle yetinmemeye baþlýyor. Hakkýný arýyor. Bence edebiyatýn en büyük iþlevi, insanýn bireyselleþme
ÝMGE ÖYKÜLER YIL 1, SAYI 5, EKÝM-KASIM 2005
89
PANEL: KISA ÖYKÜ ÜZERÝNE
sürecini hýzlandýran bir yaný olmasý. Ýnsan
okudukça deðiþir. Baþka insanlarý baþka
dünyalarý tanýr ve artýk iktidarlarýn hoþlanmayacaðý bir biçim alýr. Ýktidarlar insanýn
okumamasýný, aydýnlanmamasýný, güdülecek topluluklar olarak kalmalarýný istiyorlar. Onun dýþýnda edebiyat tabii ki bir silah
deðil. Ve edebiyatýn güdümlü yapýlmasýna
da ben karþýyým. Hemen Gorki'den örnek
vereyim. Gorki'nin ilk yapýtlarý çok daha
edebi ve zengindir, ama partinin hizmetinde yazdýðý romanlarda artýk Gorki edebiyat
gücünü yitirmiþtir. Edebiyatýn bu þekilde
kullanýlmasý onu güçlü yapmýyor. Ancak
insanlarý bireyselleþtirme yönüyle güçlü yapýyor diye düþünüyorum.
EÖ: Yine
bu sorularýn içinde belki yanýtýný aldýðýmýz bir soru olacak, ama bu kez daha somut olarak sormak istiyorum. Faruk
Duman, bir öykünün, bir romanýn içinde…
yazar onun neresindedir?
FD: Aslýnda
yerleri. Ama bir taraflarýnýn bana benzediðini düþünerek yazarým, belki o zaman daha
inandýrýcý olduðumu düþünürüm. Onlarý
daha iyi tanýdýðýmý düþünürüm. Bu bakýmdan da insanlarýn çoðunun, özellikle yazmayý seçtiðim insanlarýn, ortak bir duygunun insanlarý olduðunu, benim de o duygunun içinde bulunduðumu varsayarým. Zaten bunun için yazabilirim.
EÖ: Ayþe Sarýsayýn, siz bizden sonraki
kuþaktasýnýz. Bizim dönemimizde Ataç vardý. Biz bir þey yazýp yayýmladýk mý, acaba
Ataç ne diyecek, acaba bizden söz edecek
mi, merakýyla yayýmlardýk onu. Ataç okurdu tabii, okurdu ve müthiþ akýllar verirdi
bize. ‘Etkilenmekten korkmayýn, açýk olun
etkilenmeye,’ derdi Ataç. Yazar olmaya çalýþýyorsunuz. Zaten okulda dersinizi iyi çalýþýyorsunuz. Zaten çok güzel kitaplarý okuyarak yetiþiyorsunuz. Elbet etkileneceksiniz, elbet güzel þeylerden esinleneceksiniz.
Sizde nasýl oldu bu geliþme?
masasýndadýr yazar.
Etkilenmeler oldu elbette, ama ben
yazmaya oldukça geç baþladým. Okuduklarýmdan çok fazlaca etkilendiðim dönemler
epey geride kalmýþtý yazmaya baþladýðýmda.
Bu yüzden çok somut olarak göremiyorum
bu etkilerin izlerini. Daha erken baþlasaydým, bu etkilenme çok daha fazla görülürdü belki ya da yine var da ben fark edemiyorum.
AS:
EÖ: Yani
içinde midir, dýþýnda mýdýr?
FD: Tabii
yazarýna göre deðiþir herhalde.
Yani Yüzüklerin Efendisi'nin yazarý dýþýndadýr da Sait Faik her yerindedir. O bakýmdan
bu yazarýn nasýl bir yazar olduðuna, onun
tercihlerine baðlýdýr. Bu soruya biraz kiþisel
bir yanýt vermek isterim. Ben bütünüyle
benden kaynaklanan þeyler yazdýðýmý düþünürüm. Ama sadece kaynaklanan. Yazdýðým kiþileri, hikâyemin gereksinim duyduðu atmosferin içinde hayal ederim. O coðrafyanýn, o evin içine yerleþtiririm. Ben evleri yazmayý çok severim. Odalarý, kasvetli
90
ÝMGE ÖYKÜLER YIL 1, SAYI 5, EKÝM-KASIM 2005
EÖ: Konuþma dili, Orhan Kemal'de yazý
diline çok güzel aktarýlmýþ bir dildir. Ama
edebiyat yapýlan bir þey. Dille oynama iþi.
Sözcüklerle deðil ama cümlelerle. Zaten
cümlelerle düþünüyoruz biz, sözcüklerle
PANEL: KISA ÖYKÜ ÜZERÝNE
düþünemeyiz, o Tarzanca bir þey olur. Bu
konuþma diliyle yazý dilini nasýl ayýracaðýz?
Edebiyata nasýl getireceðiz onu?
‘Söz uçar yazý kalýr’ diye baþlamak
istiyorum, bu sorunun yanýtýna. Bir kere
konuþma dilinde deformasyonlar çok fazladýr. Türkçenin yanlýþ kullanýmý da yaygýn,
bildiðiniz gibi. Yayýn organlarýnda, televizyonda, günlük dilde. Ama gene de bunu genelleþtirmeyelim.
Yazýda yazým kurallarý, o dilin gereklilikleri uygulanmaya çalýþýlýr. Kalýcýlýðý nedeniyle titizlik gerekir. Ama yazýda konuþma dilinden yararlanma, yani diyaloglarýn
herhangi bir yazýn ürününün içinde yerlerinin doðru saptanmasý ve kullanýlmasý
önemli. Yazýlý edebiyat, dilin en uygun formüle edilmiþ, en doðru kullanýlmýþ biçimi
olarak sunuluyor. Diyaloglar, yaratýlan karakterin hangi sosyal sýnýftan geldiðini, konumunu, yöresini, bilgi düzeyini ve iç dünyasýný ortaya koymasý açýsýndan kullanýlan
bir araç. Ancak uygun bir biçimde ve oranda yer verilmesi gerekiyor diyaloglara.
Örneðin otobüste, sokakta duyduðum
bir tümce bana öykü yazdýrabiliyor. Öyle
halk deyimleri var ki ardýnda büyük zenginlikler barýndýrýr. Edebiyat dilin bu zenginliklerini de bulup çýkarmak, uygun biçimde kullanmaktýr bir bakýma. Ve iyi öyküde olduðu gibi herhangi bir edebiyat
ürününde de tümcelerin az þeyle çok þey
anlatmasý, sezdirmesi, atmosfer yaratmasý
çok önemli. Ýyi edebiyatýn sýrrý biraz da burada saklý bence. Bu kural sözlü edebiyat
için de geçerli. Konuþma dilinden seçilip
alýnacak tümceler için de.
LRO:
Þimdi buradan yola çýkarak, kýzmayýn ama, bir açýklama yapacaðým. Belki arkadaþlarýmýz da bana kýzacaklar. Marcel
Proust, Swannlarýn Semtinden'in unutulmaz yazarý… Yanýlmýyorsam yedi sekiz cilttir. Yýllar önce Yakup Kadri Karaosmanoðlu, Swannlarýn Semtinden diye bir cildini
çevirmiþti. Milli Eðitim Yayýnlarý arasýnda
çýkmýþtý. Þimdi Marcel Proust, bütün yazarlarýn göklere çýkardýðý, çok etkilendiði bir
yazar olarak anýlýr. Sonunda Türkçeye de
çevrildi, Roza Hakmen üþenmedi, tümünü
çevirdi. Çocuklar, bir þey söyleyeceðim, ben
olanca dikkatimle Marcel Proust okuyorum, çok sýkýlýyorum. Olmaz böyle bir þey.
Bir yazarýn, okurunu bu kadar sýkmaya
hakký olamaz yani. Genç yazarlarýmýza soruyorsunuz, ‘Marcel Proust gibi yazmak isterim,’ diyor. ‘Ýngilizlerin James Joyce'u gibi
yazmak isterim.’ Böyle diyorlar. Vay be. Soruyorsunuz: ‘Ullysses'i okudunuz mu? Hadi Joyce'tan Dublinliler'i okudunuz diyelim.
Hadi bilmem neyi okudunuz. Sanatçýnýn
Bir Genç Adam Olarak Portresi'ni okudunuz mu?’ Yanýt yoktur. Kýzmayýn ama ben
bu tür edebiyattan sýkýlýyorum. Ben cümleyi bir sayfa uzatacaðým diye, okuru hiç ilgilendirmeyen bir konuyu niye bütün ayrýntýlarýyla anlatayým ki? Okur ne suç iþledi?
Niye ceza vereyim ki okura? Marcel Proust
çok büyük bir yazar tabii, o ayrý. Bir de Yakup Kadri Bey'in Türkçesinden okusanýz,
nasýl güzeldir. Bir de Proust'un, Swann'ýn
Bir Aþký diye, ayrýca yazdýðý bir kitap vardýr. O da çok güzeldir. Ama o yedi cilt,
aman Allahým. Otuz sayfa þunu okuyorsunuz: Bir büyükelçi konuþuyor. Bir büyükelçi ile ben konuþmam bile. Niye karþýma alýp
bir büyükelçiyle ben üç saat konuþayým ya?
EÖ:
ÝMGE ÖYKÜLER YIL 1, SAYI 5, EKÝM-KASIM 2005
91
PANEL: KISA ÖYKÜ ÜZERÝNE
Konuþacak ne güzel arkadaþlarým var benim.
Ne yazýk ki küreselleþen dünyamýzda bir
kültür endüstrisi oluþturuldu. Endüstri haline getirildi bu olay. Bu yavaþ yavaþ Türkiye'ye de sokuluyor. Yazýlý ve görsel medya
küreselleþmenin kirlettiði bu ortama sonuna kadar destek olma durumunda. Medya,
bu küreselleþmeye katkýda bulunurken birtakým yazarlara hiç yoktan, hiç hak etmedikleri bir biçimde ün kazandýrmaya çalýþýyor. Yani onlarýn yazar olup olmadýðý bile
tartýþýlabilir. Ucuz ve çok satan bir kitap pazarý üretilmeye çalýþýlýyor. Ve bu pazarlama
iþi, ünlü yazarlarýmýzdan bazýlarýný da içine
almaya baþladý. Kitap okumaya alýþmamýþ
kiþilere süpermarketlerde, ýspanaðýn, domatesin, zeytinyaðý þiþelerinin, yoðurt ve
yað çeþitlerinin yanýnda, sepetlerin içinde
ucuz kitap satýlýyor. Þimdi ben kitaplarýn
satýlmasýndan, okunmasýndan yanayým elbette, ama mal haline gelmesine de karþýyým. Hele yazarýn buralara sokulmamasýndan yanayým. Bu sepetlere ünlü yazarlarýmýz da girmeye baþladýlar; üzülüyorum. Bu
serüvene katýlmayý düþünür müsün Cemil
Kavukçu?
CK: Sepetlerin
içine mi?
EÖ: Evet.
CK: Hayýr.
EÖ: Peki bu gidiþ yeni bir okur getirir mi,
gerçek edebiyat okurunu deðiþtirir mi?
Gerçek edebiyat okurunu deðiþtirmez. Yeni bir okur getirir mi? Getirebilir
mi? Ben çocukluðumda çizgi romanlar okuCK:
92
ÝMGE ÖYKÜLER YIL 1, SAYI 5, EKÝM-KASIM 2005
maya baþlamýþtým. Bir süre sonra o çizgi romanlar bana yetmedi, çizgisiz romanlara
geçtim. Þimdi o sepetlerde satýlan, edebi niteliði düþük olan kitap, okuma alýþkanlýðý
olmayan birini belki okumaya yaklaþtýrýr.
Daha sonra belki o kitap onu kesmez, böylece edebiyatla buluþabilir. Ama gerçek edebiyat okurunu bence yolundan saptýrmaz.
Bu gidiþin bir sonu olacak, ben ona inanýyorum. Tahsin Yücel'in son çýkan kitabý
Kumru ile Kumru'ya gösterilen ilgi bu edebiyattaki, kültürdeki kirlenmeye bir tepki
de ayný zamanda. Bu moda sönecek, bitecek diye düþünüyorum. Yani benimki gerçekten bir temenni aslýnda.
Leyla Ruhan Okyay, yazarken okurunuzun kim olduðunu bilir misiniz? Sizden ne bekleyeceðini bilir misiniz? Ama
okunmak istiyorsunuz, okunacaðýnýzý bilirsiniz.
EÖ:
LRO: Hiç düþünmedim. Üretirken yalnýz-
ca o sýrada yazdýðýma odaklanýyorum. Basýmý, satýþý ya da nasýl bir okur tarafýndan alýnacaðý aklýma gelmiyor. Okurum kim olursa olsun, onunla karþýlýklý konuþuyormuþuz, ben onu karþýma oturtmuþ kurduðum
masalý anlatýyormuþum gibi bir hisse kapýlýyorum. Çünkü ben okuduðum kitabýn yazarýný eðer bir biçimde tanýmýþsam, yazdýklarýný okurken onun sesini de duyarým.
Yoksa hayal ederim, bana anlatýyormuþ gibi. Okurun benden beklentisine gelince,
galiba benim okumak istediklerimle paralellik kuruyorum.
Bir de okunmak istiyor musunuz, diye
sordunuz. Yazdýklarýmýn okunmasýný elbette istiyorum. Sanýrým bütün yazarlar ayný
yanýtý verir.
PANEL: KISA ÖYKÜ ÜZERÝNE
EÖ: Peki
kimlerin sizi okuyacaðýný düþü-
nürsünüz?
Yazarken, edebiyat ürününden
beklentilerimi dikkate alýyorum genellikle.
Dolayýsýyla okurumun kim olacaðýný, ne kadar olacaðýný düþünmeden, öncelikle kendim için yazýyorum. Yani okurumu deðil,
kendimi koyuyorum yazdýklarýmýn karþýsýna.
Kadýn, erkek kim olursa olsun yazdýklarýmýn okuru kavramasýný, sýkýlmadan okumalarýný, düþündürmesini, onlarýn da kendilerinden bir þeyler katarak metni zenginleþtirmesini hedefliyorum ve bunu gerçekleþtirmeye çalýþýyorum. Ne kadar baþarýlý
olabiliyorum, olabiliyor muyum, bilmiyorum.
LRO:
EÖ: Þimdi hepinize soracaðým. Okur dal-
kavukluðu hakkýnda ne düþünürsünüz?
Yazarken okuru pek fazla düþünmediðimi þu anda düþündüm, Leyla Ruhan'a
sorduðunuz soruyu dinlerken. Okur dalkavukluðu diye bir kavramýn da olmamasý gerektiðini düþünüyorum. Peki bu nasýl oluþuyor? Orada bir hedef okur kitlesi belirlenmesi gerekir ki…
AS:
Ýþte bu kültür endüstrisinin içinde
bu var. Öyle yazarlar yetiþtiriliyor. Roman
sanayii baþladý artýk. Sanayi halinde.
EÖ:
AS: Demek ki orada hedef kitle belli, o
kitlenin ne bekleyeceði de belli, yazar da
buna göre bir tavýr sergiliyor, deðil mi? Sistem bu þekilde iþliyor. Elbette ki böyle olmamasý gerekiyor; çünkü yazarý, gerçekten
yazar ise, kýsýtlayýcý ve yanlýþ yönlendirici
bir sistem.
Okur derken ben ikiye ayýrmak istiyorum. Gerçek edebiyat okuruna hiçbir yazar dalkavukluk yapamaz, onu o þekilde
tavlayamaz. Diðer, yönlendirilmiþ okur var.
Onu reklamla, tanýtýmla yönlendiriyorsunuz ve o kitabý aldýrýyorsunuz. Burada, eðer
kitabýn çok satmasýný istiyorsanýz, belli konular var. Erkek kadýn iliþkileri. Kýz tavlama yollarý ya da erkek tavlama yollarý. Ve
cinsellik. Bu konuda yazarsanýz, ne yazarsanýz yazýn, edebiyat olsun olmasýn, o kitap
satar. Bu resmen okuru avlamaktýr. Tanýtým
da o þekilde yapýldýðýnda, kapaðýna da çarpýcý bir resim konulduðunda, satmamasý
için hiçbir neden yok. Dalkavukluk galiba
en çok bu erkek kadýn iliþkilerinde yapýlýyor.
CK:
EÖ: Sayýn
izleyiciler, panelimizin sonuna
geldik. Dikkatle izlediðiniz için hepinize teþekkür ediyorum. Tabii siz sevgili yazar arkadaþlarýma da.
* Bursa Tüyap Kitap Fuarý, 6 Mart 2005
ÝMGE ÖYKÜLER YIL 1, SAYI 5, EKÝM-KASIM 2005
93

Benzer belgeler