Duruşma Tutanağı - 07 Haziran 2013

Transkript

Duruşma Tutanağı - 07 Haziran 2013
T.C.
İSTANBUL
13.AĞIR CEZA MAHKEMESİ
( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ )
ESAS NO
CELSE NO
CELSE TARİHİ
:2009/191
:311
:07.06.2013
BAŞKAN
ÜYE
ÜYE
C. SAVCISI
KATİP
:HASAN HÜSEYİN ÖZESE
:SEDAT SAMİ HAŞILOĞLU
:ERCAN FIRAT
:MEHMET MURAT DALKUŞ
:EMRAH ÇAKAN
DURUŞMA TUTANAĞI
28298
37266
39995
40226
146848
Mahkeme Başkanı Hasan Hüseyin Özese ile Üye Hakimler Sedat Sami Haşıloğlu ve
Ercan Fırat’tan oluşan mahkeme heyeti tarafından 07 Haziran 2013 günü saat 10:18’de Silivri
Cezaevi bitişiğindeki büyük duruşma salonunda oturum açıldı.
Tutuklu sanıklardan Levent Ersöz, Muzaffer Tekin, Sedat Peker, İbrahim Özcan, Erkan
Önsel, Okan İşgör, Mehmet Fikri Karadağ, İsmail Hakkı Pekin, Mehmet Eröz, Dursun Çiçek,
Hıfzı Çubuklu, Ziya İlker Göktaş, Bedirhan Şinal, Ulaş Özel, Özkan Kurt dışındaki tutuklu
sanıkların, ayrıca başka suçtan tutuklu sanıklar Yalçın Küçük ve Sami Hoştan’ın cezaevinden
getirildikleri görüldü.
Bağsız olarak huzurdaki yerlerine alındı.
Tutuksuz sanıklardan Tunçer Kılınç, Mehmet Murat Yücel ile müdahil Danıştay vekili Av.
Perihan Özcan ve bir kısım sanıklar müdafilerinden, Bir kısım sanıklar müdafi Av. Ali Rıza
Dizdar, Sanık Oktay Yıldırım müdafi. Av. Yıldırım Çavuşovalı, Sanıklar Mehmet İlker Başbuğ ve
Ahmet Hurşit Tolon müdafi Av. İlkay Sezer, Sanıklar Mehmet İlker Başbuğ ve Ahmet Hurşit
Tolon müdafi Av. Can Sümülay Çelik, Sanıklar Mehmet İlker Başbuğ ve Ahmet Hurşit Tolon
müdafi Av. Hilal Demirelli, Sanıklar Ahmet Tuncay Özkan, Mustafa Levent Göktaş, Mustafa
Dönmez, Levent Ersöz, Birol Başaran, Adil Serdar Saçan, İlyas Çınar, Hüseyin Vural Vural,
Emin Şirin, Dursun Çiçek, Hasan Atilla Uğur, Hüseyin Keskin, Hamza Demir, Hüdayi Ünlüer,
Mehmet Ali Çelebi, Noyan Çalıkuşu ve Eren Mumcu müdafi Av. Celal Ülgen, Sanıklar Ahmet
Hurşit Tolon, Mehmet Haberal, Mehmet Otuzbiroğlu müdafi Av. Selen Karaçalı, Sanık Mehmet
Haberal müdafi Av. Sinem Aytın, Sanık Veli Küçük müdafi Av. Zeynep Küçük, Sanık Serdar
Öztürk müdafi Av. Demet Reçber, Sanık Doğu Perinçek müdafi Av. Handan Günsevilir, Sanık
Hikmet Çiçek müdafi Av. Hikmet Fırat Arslan geldikleri görülmekte huzurdaki yerlerine alındı.
Açık yargılamaya devam olundu.
Mahkeme Başkanı: “Dünkü oturumda sağlık durumu nedeniyle İstanbul Tıp Fakültesinde
tedavisi devam etmekte olan Sanık Levent Ersöz’ün bulunduğu ortamda sorgu ve savunmasının
alınmasına karar verildiği. Bu işlemin video konferans yoluyla yapılması bununla ilgili tüm alt
yapı sisteminin kurulmuş olduğu anlaşılmakla video konferans sistemiyle kurulduğu anlaşılan bu
yapı doğrultusunda mahkemece ses ve görüntülü olarak İstanbul Tıp Fakültesine bağlanıldı.
Anılan yerde Sanık Levent Ersöz ile müdafisinin bulunduğu, ayrıca mahkememiz hakimi Dursun
Ali Gündoğdu’nun ve mahkememiz personelinden Zabıt Katibi Zafer Han ile teknik personel
Mehmet Ragip’ın hazır oldukları görüldü. Hakim Dursun Ali Bey bulunduğunuz ortamda şu anda
kimler var acaba söyler misiniz?”
Üye Hakim Dursun Ali Gündoğdu: “Başkanım günaydın sesim geliyor mu?”
Mahkeme Başkanı: “Tabi geliyor duyuyorum.”
Üye Hakim Dursun Ali Gündoğdu: “İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Acil
Dahiliye bölümü 2. kat 15 nolu odada benim dışımda Hakim Dursun Ali Gündoğdu dışında zabıt
T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ )
CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:2
katibi Zafer Han Teknisyen Mehmet Ragip Sanık Levent Ersöz Avukat Serkan Günel, Uzman
Doktor Murat Köse ve Doktor Münevver Düzgün bulunmaktadır başkanım.”
Mahkeme Başkanı: “Anlaşıldı Hakim Bey. Sanık Levent Ersöz önceki kimliği tahtında
video konferans sistemiyle huzura alındı. Levent Bey sesimi duyuyorsunuz değil mi?”
Sanık Levent Ersöz söz istedi verildi: “Duyuyorum Başkanım.”
Mahkeme Başkanı: “Evet bir avukatınız orada hazır diğer avukatınız burada duruşma
salonunda hazır. Size isnat edilen suçların konularına göre avukatlarınız da dahil olmak üzere
son savunma yapmak için 2 saat süreniz var. Esas hakkında son savunma yapmaya hazır
mısınız?”
Sanık Levent Ersöz: “Hazırım Başkanım.”
Mahkeme Başkanı: “Evet buyurun sizi dinliyoruz. Sanık Levent Ersöz esas hakkındaki
son savunmasında.”
SANIK LEVENT ERSÖZ ESAS HAKKINDAKİ MÜTALAAYA KARŞI BEYANI VE SON
SAVUNMASINDA:
Sanık Levent Ersöz: “Sayın Başkan Değerli Üyeler öncelikle son 10 gündür Atasına
Cumhuriyetine bayrağına demokratik haklarına sahip çıkan hiçbir iradenin müdahalesi olmadan
dip dalgası şeklinde oluşan halkın demokratik hareketinden (bir kelime anlaşılamadı) kullandığı
kuvvet neticesinde hayatını kaybeden vatandaşlarımız ve emniyet personeline Allah’tan rahmet
Türk halkına baş sağlığı yaralılara acil şifalar diliyorum. Sağlımın ve şuurumun elverdiği
ölçülerde (bir kelime anlaşılamadı) adına bazı hususlara açıklık getirmek maksadıyla sözlerime
başlamak istiyorum. Bildiğiniz üzere Sokrates savunmasının başlangıcında der ki beni
suçlayanların dayandıkları gerekçeyi ve onları sizin üzerindeki etkisini tam olarak anlayabilmiş
değilim. Fakat öyle dikkat çekici konuşuyorlardı ki ben bile kim olduğumu unuttum bir an. Bu
kadar başarılı olmalarına rağmen inanın söylediklerinin hiçbiri gerçeklere dayanmıyor bir tek
doğru kelime bile söyleyemiyorlar. Ben bile şaşırdım. Şuna inanın ki sizi kandırıyorlar. Çünkü
söylediklerinin hiçbirinde tek bir doğru bile yok. Bu yüzden kendimi savunurken sadece
gölgelerle çarpışmak ve hatta karşımda cevap verecek biri olmadan iddiaları yanlışlığınla
göstermek zorunda kalıyorum. Bu sözler asırlarca önce de mutlak iktidar olmanın yarattığı güçle
masum insanlara atılan iftiralar neticesinde yaşananların bugün yaşananlarla birebir örtüştüğünü
anlatıyor. Ne yazık ki mutlak iktidar olma duygusu ve ihtirası sadece bu güce sahip olmanın
dayanılmaz hafifliliği bu gücün mevcudiyetini sürdürebilmek amacı ile meşruiyetini aldığı asıl
iradenin yerine ebedi olan siyasal düzeni oturtabilmek için yeni iç ve dış güç merkezlerinin
dahası terör örgütlerinin desteğini alabilme arayışına girmesi bu unsurlar ve çevresinde oluşan
diğer menfaat gruplarının çıkarları doğrultusunda söylediği ve söylettiği yalanlara giderek
inanmaları dış etkilere baskılara hukuki yönlendirmelere açık ve bağımlı hale gelmelerine ve
ülkenin bağımsızlığını yitirmesine neden olmaktadır. Parlak neon ışıklarından gözlerin
kamaşması övgülerden kulakların sağır olması. Ve bölgesel güç merkezi konumuna dönüşme
algısı yanılgıları ve hataları beraberinde getirmekte hak ve hukuk yolundan ayrılıp öncelikle
kendi öz evlatlarını ardından ülkenin bütün değerleriyle mücadele ve yok etme sürecine
ulaşmakta en sonunda milli egemenlik yeniden tecelli ederek kendilerini tarihin tozlu
sayfalarında yerlerini almaya ve iyimser bir düşünce ile hukuk önünde olmazsa da inandıkları
tüm değerler ışığında mahkum olmalarına kadar uzanan sürece götürmektedir. Tarih bunun
örnekleriyle doludur. Güç sahipleri güçsüz hale geldiklerinde batan gemiyi ilk olarak destek
aldığı iç ve dış unsurlar ve menfaat takımı terk etmektedir tıpkı fareler gibi tıpkı bürokrasi
sahiplerinin gün doğumunda tıpkı bürokrasi kademelerinin hibe yoluyla elde edenler gibi. En
acısı da bu makam sahiplerinin gün doğumunda yeni saflarındaki yerlerini çoktan almış
olmalarıdır. Tıpkı malum medya unsurları gibi. Çünkü bu familyadan olanlar buyruk olmaya
alışıktır ve güce taparlar. Bunun da tarihte örnekleri çoktur. Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy
bunu en güzel anlatan kişidir. Demiştir ki tarih tekerrürden ibarettir ediyorlar. Ders alınsa tarih hiç
2
T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ )
CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:3
tekerrür eder miydi? Maalesef mutlak iktidar olma özgüvenini taşıyanlar ve taşımalarına katkı
verenler bu sözlerden hiç nasibini almamış figürlerdir. Yoksa Sokrates’ten günümüze kadar tarih
hiç tekerrür eder miydi? Biz bu günleri yaşar mıydık? Bu dava Türk adalet tarihinin en büyük
siyasal davalarından biridir. Çünkü 12 Mart döneminde yaşanan davalardan sonra bugüne
kadarki süreçte yaşanmayan 12 Eylül askeri rejiminde bile görülmeyen tarzda Türk Silahlı
Kuvvetlerinin 26. Genelkurmay Başkanı komuta kademesinde görev almış yüksek rütbeli emekli
muvazzaf subaylar parti genel başkanları rektörler öğretim üyeleri basın mensupları yazarlar
aydınlar milletvekilleri ve yurtseverlerin ülkenin gidişatından endişe ederek görüşlerini açıklayan
herkesin terörist olmakla suçlandığı toplumun tüm katmanlarının ve dinamiklerinin yargı eliyle
susturulduğu etkisiz hale getirildiği ve davanın iç politika malzemesi yapılarak siyasi bir ranta
dönüştürüldüğü hedeflenen yeni devlet şekli ve yönetim anlayışının oturtulmaya çalışılmak
istendiği bir başka dava daha yoktur. 1980’den sonra askeri rejimin ülkenin daha fazla
İslamlaştırılması yönündeki Amerikan patentli projesine yeşil ışık yakan geçit veren
uygulamalara göz yumması yol vermesi ve destek olması Amerikanyalı müttefiklerimizin kozmik
odalarında sakladıkları Cumhuriyetin yapısını İslami temeller üzerinde yeniden dönüştürülme
planlarını revize etme proje ortaklarını yeniden belirleme ve eğitme safhasına geçişini
hızlandırıyorlardı. Başkanım bir ilaç almak durumdayım bir dakika müsaade istiyorum.”
Mahkeme Başkanı: “Anlaşıldı.”
Duruşmaya kısa bir ara verildi.
Duruşmaya kaldığı yerden devam olundu.
Mahkeme Başkanı: “Verilen arada tutuklu sanıklardan Erkan Önsel’in getirildiği görüldü
bağsız olarak huzurdaki yerine alındı.”
Aynı ortam ve şekilde tekrar huzura alınan Sanık Levent Ersöz’ün esas hakkındaki son
savunmasına devamla.
Mahkeme Başkanı: "Buyurun Levent Bey.”
Sanık Levent Ersöz: "Sağ olun başkanım. Ancak İran’dan aldıkları dersle temkinli
davranmak ve odun ateşini söndürmeden suyu yavaş yavaş ısıtmak gerekiyordu. Yılla geçiyor
Türkiye’de bekledikleri siyasal ortam bir türlü sağlanamıyordu. Big Brother’in Ortadoğu’daki
çıkarları Türkiye’de güçlü ulusalcı bir yönetimin iktidarda olmamasını gerektiriyordu. Müttefik
aranması bulunması ve paylaşım faktörleri zaman gereksinimini artırıyor süreyi uzatıyordu.
Aslında müttefiklerini bulmuş ancak ortamı şekillendirmek ve proje ortağının güçlenmesi için
beklemek gerekiyordu. Kaybedilen süreyi telafi edebilmek için kazanın altına Big Brother’ın ve
Avrupanyalı işbirlikçileriyle müştereken bölücü terör ateşinde atıyor Türk Silahlı Kuvvetleri de iç
tehdit önceliğini ister istemez yeniden belirleyerek iç cephede bölücü terör hedefine angaje
ediliyor bazı çalışmalar gözden kaçırılıyordu. Bu bazılarının düşündüğü gibi yerli üretim değil
Lisans sözleşmeli bir üretim projesiydi. Gerçekleşmesinin temel şartı Türkiye Cumhuriyetini
korumak ve kollamakla görevli Türk Silahlı Kuvvetleri ve Atatürkçü düşünce sistemini
özümseyen emperyalistlerin güçlerini bilen açıklayan eğiten kurumların mensuplarını ulusalcı
aydınları basın mensuplarını siyasetçileri ve muhalif olacak herkesi itibarsızlaştırmak
susturmaktı. Bu sürede geçen bu sürede gereken tüm alt yapı sistemleri oluşturulacak uzmanlar
yetiştirilecek özel unsunlar teşkil edilecek hukuk alt yapısı düzenlenecekti. İşte bu noktada Türk
milletini uyuşturacak bir ilaca ihtiyaç vardı bir zamanların Afyon sakızı gibi. Amerikanyalı
danışmanlar aranan ilacı ve uygun kan grubunu buluyor ve Avrupanyalı kardeşlerine gerekli
talimatı veriyordu. AB yalanı kullanılacaktı. Bu noktada müttefik yerli unsurlar oyuna dahil oluyor
ve Türk milletine karşı asimetrik psikolojik harekata katılıyordu. Yoğun psikolojik harekata maruz
kalan Türk milletinin dağdaki çobanı dahil fakirleştirilen bireyleri ertesi gün doğumunda cepleri
para dolu uyanacakları rüyasıyla kandırılarak Avrupanyalı dostların Yunanyalı Hıristo’nun
söylemlerine eyvallah diyecek yaptıklarına sınırlarımızı aşmalarına bu rüya karşılığında Kıbrıs’ı
verebilmek adına Kıbrıs Türk halkının iradesinin etki etmeyelim maskesini takınan sivil asker
3
T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ )
CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:4
kişiler dahil yes be annem ya da bana ne diyecek denilmesine seyirci kalınacak ve gerekli
zaman kazanılacaktır. Sözüm ona uyum süreci prosedürleri kapsamında Türk milletinin göz
bebeği ordusu ve Atatürkçü aydınları sistematik bir kampanyaya tabi tutularak halka ülkeye
ihanet ediyorlar düşüncesi işlenecek gözden düşürülecekti. Mutlak iktidar olmayı müteakip
Avrupanyalı dostlar geri çekilerek Amerikanyalı dostlarla birlikte yürünecekti. Uygun zamanda
bölücü hainler de tekrar devreye girecek vatan evlatları şehit edilecek koro şeklinde Türk Silahlı
Kuvvetlerinin zafiyet içerisinde nakarat ve söylemleriyle Türk milletine barış ortamının zamanının
geldiği Türk Silahlı Kuvvetleri komuta kademesinin dizayn edilmesi gerektiği dayatılacaktı.
İlerleyen süreçte bölücü hainler aktivist sözde Ergenekon, Balyoz, Poyrazköy askeri casusluk ve
fuhuş gibi davalarda yargılanan öz ve öz Türk evlatları terörist olacak özel hukuk anlayışıyla
yargılanacak ve Türkiye Cumhuriyeti ileri demokrasinin ihtiyaçlarına göre yeniden dizayn
edilecek Neo liberal sistemin gerektirdiği minicik ülkeler kukla devletçilikler oluşturulacak Sevr
yeniden hortlatılacaktır. Bugün bu yolda adım adım ilerleniyor. Durmak yok yola devam. Mustafa
Kemal Atatürk Lozan görüşmelerine katılacak İsmet Paşaya direktif verirken masadan derhal
kalkacağı ve asla taviz vermeyeceği üç önemli konuyu şu şekilde belirtiyordu. Kapitülasyonlar
ordu üzerinde her türlü kısıtlamalar ile Ermenistan ve Kürdistan kurulması dayatmaları.
Kapitülasyonlar denilince maalesef birçok insanımız bu konuyu ticari imtiyazlar olarak bilmekte
ve algılamaktadır. Halbuki en önemlisi hukuk alanında verilen tavizlerdir. Küçük bir örnek bir
yabancının yargılanamaması ve özel düzenlemeler ile güdümlü ve kontrol altında bulunduran bir
hukuk sistemi. Ordu üzerindeki kısıtlamalara gelince Sevr’de dayatılanlar ile ikinci dünya savaşı
bitiminde Almanya ve Japonya üzerindeki getirilen hükümlerin benzerini hafızalarımızda
canlandıralım. Omurgası olmayan ya da kırılmış bir ordu yapısı. İşte bu iki konu Türkiye
Cumhuriyetinin geçmişte olduğu gibi bugün de bağımsızlığının teminatıdır. Bunun için yüce
önder adalet gücü bağımsız olmayan bir milletin devlet halinde varlığı kabul olunamaz demiştir.
Üçüncü konuya gelince her şey ortada nereden nereye geldik. Masaya otur otur kalk kalk ne
derlerse o. Yüce önderin dehası ve ulaşılmaz öngörü bağımsız Türkiye Cumhuriyetinin dünya
sahnesinde yerini almasını egemenlik kayıtsız şartsız milletindir sözünün başta Türkiye Büyük
Millet Meclisi çatısı altında olmak üzere her yerde ifadesini bulmasını sağlıyordu. Bugün tarihte
Mustafa Kemal Atatürk’ün tokadını unutamayanlar Türkiye Cumhuriyetinin Türk vatanının ve
bağımsızlığının teminatı olan hukuk sistemimiz ve Türk Silahlı Kuvvetleri üzerinden ellerini
çekmek istemiyor ve yeniden dizayn etmeye çalışıyorlar. Nasıl mı dış destekli operasyonlarla
bağımsızlığının teminatı iki temel taşından birinin diğeri üzerinde hakim kılma ve yok etme
dizaynlı siyasi davalarla dolayısıyla muvazzafı emeklisi Türk Silahlı Kuvvetlerinin onurlu ve
kahraman evlatlarının itibarsızlaştırmak ve orduyu etkisizleştirmek yoluyla Amerikanyalı,
Alamanyalı, İngiltereli kimliği taşıyan emperyalistler hedef tahtasına koydukları ülkede sosyal
uyanış ulus devlet yapısı üniter devlet yapısı gibi kendileri için sakıncalı gördükleri her fikir
gelişme ve uyanış karşısında o ülkede etnik psikiyatriyi de kullanarak ülkenin ulusal bilincini
tarihini benliğini önderlerini sorgulatarak bu değerlerini ve reflekslerini yok edip gerektiğinde de
kaos ortamı yaratarak kendi çıkarları için çizdikleri senaryoyu uygulamaktan kaçınmamakta ve
hedeflerine ulaşmaktadırlar. Bu davada siyasi müdahaleler soruşturmada sanıktan delile gitme
yöntemi kanunsuz delil elde etmeler her şeyin sözde ihbar müessesine dayandırılması olmayan
hususların var gibi gösterilmeye çalışılması. Çıkar karşılığı yalan söyletilen devşirme bölücü
terör örgütü mensup ve yandaşlarından seçilmiş gizli tanıklar baskıcı yönetim anlayışı gibi
faktörler dikkate alındığında toplum üzerinde amaçlanan korku ve baskı sağlanmış birçok çevre
düşünür sudan çıkmış balık haline dönüştürülmüş ağzına bant çekilmiş etkisiz hale getirilmiştir.
Türkiye Cumhuriyetinde irtica ve bölücülük tehlikesinden bahsetmek bazı kurum kişi ve grupları
demokratik kurallar içinde eleştirmek alternatif siyasi çalışmalarda bulunmak. Siyasi parti
kurmaya yeltenmek terörle mücadelenin devam etmesi istemek Avrupanyalı ve
Amerikanyalıların Türkiye aleyhine yaptığı faaliyetleri vurgulamak ulus devleti ve üniter yapıyı
4
T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ )
CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:5
savunmak, daha vahimi Atatürk ilke ve devrimlerine ve Türk bayrağına sahip çıkmak suç haline
gelmiştir. Amerikanyalıların hedeflerine ulaşması adına epeyce mesafe katledilmiştir. Ancak
Türk milleti geç de olsa uygulanan planın farkına varmıştır. İşte şuan mutlak iktidar gücü
duygusunun getirdiği tehlikenin ve uçurumun kenarına gelme ile ölü toprağını üzerinde atma
aşamasına gelmiş bulunuyoruz. Çarpışma noktası ya da çıkış hattı gibi. Bugün ellerinde Türk
bayrağıyla Atatürk’e Cumhuriyete ve demokrasiye salip çıkan gençlerimiz yüce önderin Türkiye
Cumhuriyetini Türk gençliğine emanet etmekle ne kadar haklı olduğunu dayatmalara boyun
eğmeyeceklerini ve atasına layık olduklarını ortaya koymaktadır. Siyasi bir davanın nasıl
yaratıldığına yargıya nasıl müdahale edildiğine ve halkın nasıl kandırıldığına ilişkin çok yeni bir
örneği belirtemeden geçemeyeceğim. 18 Ekim 2012 tarihli 248. celsede benim ve avukatımın
bulunmadığı ve diğer sanık müdafilerince usule aykırı olduğu hak ihlali olduğu konusunda
heyetinize yaptıkları itirazlara rağmen Gizli Tanık Selçuk tarafınızdan dinlenmiştir. Ortamı boş
bulan devşirme tanık savcılık ifadesinde bulunmayan ancak daha sonra gelen vahiy üzerine 8.
Cumhurbaşkanı Sayın Turgut Özal’ın vefatı konusunda bülbül kesilmiştir. Celse aralarında
sorulan sorulara verdiği cevapları tevil etme imkanına kavuşmuş yeni söylemlerde bulunmuştur.
Yani kişi birilerince yönlendirilmiş yetmemiş Adlı Tıp raporunun bekledikleri tarzda çıkmaması
üzerine raporun yayınlandığı gün yani 5 Aralık 2012 tarihinde mahkemenize dilekçe verdirilerek
yalanlarına bir dizi yalanlar ekleyerek Sayın Semra Özal’a rahmetli Nazmiye Demirel’e Sayın
Mesut Yılmaz’a Sayın Teoman Koman’a kadar ahlaksızca iftiralarda bulunmuştur. Devlet
Denetleme Kurumu raporu ve Adli Tıp raporu ortada iken 20 yıllık zaman aşımı süresinin
dolmasına bir gün kala bana şüpheli Levent Ersöz’ün İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinde
yargılandığı suçların niteliği ve özelliği tüm soruşturma dosyası içerisinde dikkate alındığında
şüpheli Levent Ersöz’ün açık kimliği tespit edilemeyen ancak Gizli Tanık Selçuk tarafından
Savaş Korkmaz olarak belirtilen kişiyle birlikte 17 Nisan 93 tarihinde Türkiye’nin 8.
Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ı önceden planlayarak zehirletmek suretiyle öldürttüğü bu yolla atılı
suçu işlediği sonuç ve kanaatine varılmıştır denilerek kamu vicdanında kabul görmeyen ve
yaralayan bir dava açılmıştır. Sayın Semra Özal avukatı kanalıyla yaptığı açıklamada gizli tanık
müessesine ahlaksızca atılan iftiraya karşı tavrını ortaya koymuştur. Bu mahkemede
yargılandığım dava başka bir davanın açılmasına gerekçe olmuştur. Bunun neresi hukuk neresi
adalettir. Bu düzen Silopi’de kapı kapı dolaşıp gizli tanık yaratmaya çalışan Gizli Tanık İlkadım’ı
bu şekilde devşirerek yalan söyleten Selçuk’a da celse aralarında suflörlük yapan dilekçe
verdine polis içerisindeki malum çetenin işidir. Bu konu son günlerde gelişen halk hareketi
nedeniyle maalesef siyasisiler tarafından malzemesi yapılmıştır. Sayın Başbakanın danışmanı
tarafından parti tabanı ve halkı inandırmak maksadıyla sosyal medyada yayınlanan pankart türü
mesajında diğer konular içerisinde Turgut Özal’ı zehirlediniz ifadesine yer verilmiş ve maalesef
Sayın Başbakan tarafından yurtdışı gezisine çıkmadan önce havalimanında gazetecilere verdiği
beyanatta aynı kelimeler kullanılmıştır. Bu yargıya bir talimat ve siyasi müdahale olduğu kadar
adil yargılanma hakkının çiğnendiğini siyasi bir davanın nasıl yaratıldığını ortaya koymaktadır.
Sözde Ergenekon ve sözde Balyoz davalarının başlangıcında kullanılan söylemler hala
belleklerimizdedir. Yine huzurunuzda önce sanık sonra gizli tanık daha sonra da tanık olarak
günlerce cemaatlere karşı kullanıldığı yalan ve iftiralarını anlatan kişi için dönemin bakanı
tarafından eleman olarak kullanılması konusunda ricada bulunulmuştur. Kendisinden (bir kelime
anlaşılamadı) çok emin olarak irtibatının tarafımızdan bilindiğini açıklarken gelen talepten bir
haberdir. Böyle bir kişinin sözde hükümet aleyhine faaliyetlerde kullanılması mümkün değildir.
Kaldı ki bu kişinin iftiraları avukatım ve heyetinize sunduğum delillerle çürütülmüştür. Buna
rağmen iftiralarına mütalaada yer verilmesi niyetinin ne olduğunu ortaya koymaktadır. Sayın
Başkan Değerli Üyeler unutulmamalıdır ki bugün Türk Silahlı kuvvetleri için yüksek rütbeli
subayları kuvvet komutaları Genelkurmay Başkanı da dahil birçok personeli sözde terör örgütü
üyesidir. Her türlü yolsuzluğun ve hukuksuzluğun içerisindedir. Bölücü terörle mücadelede
5
T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ )
CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:6
başarısızdır. Bu ordu savaşamaz yeni bir ordu gerekir bu da nizamı cedit gibi bir ordudur deme
densizliğini gaflet ve ihanetini gösterme cüretinde olanlar hedeflerine asla ulaşamayacak
Atatürk’ün ordusunun düşünce sistemini değiştirmeyecek haslet ve değerlerini yıkma personel
yapısını değiştirme çabaları acı bir hüsranla sonuçlanacaktır. Amerikanyalı ve Avrupanyalı
dostlarına rağmen başaramayacak ve gün geldiğinde arkalarına baktıklarında sırtlarını
sıvazlayıp akıl ve talimat veren büyük abileri dostlarını bulamayacaklardır. Bakalım o gün de
bunları söyleyebilecekler midir sanmıyorum. Batan gemi misali. Türk gençliği bu hukuksuzluk ve
haksızlığa geçit vermeyeceğini göstermiştir. Peki, bu senaryoda bana yaftalanan suç ne? Sözde
terör örgütü yöneticisi olmak. Başka cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini
devirmek vesaire vesaire. Bunları neye dayanarak söylüyorlar bazı sanıkların bilgisayarlarına
yüklenmiş bazılarının işyerlerine evlerine konulmuş sahte ve üretilmiş dijitaller ve kanuna aykırı
delillerle. Ben bu suçları işlemedim. Benim suçum Türkiye Cumhuriyetini Cumhuriyetin temel
nitelilerini Türk milletinin bölünmez bütünlüğünü birlik beraberliğini yok etmek isteyen tüm şer
odaklarına terör örgütlerine kişisel çıkarları uğruna devleti örgütlü şekilde soyan ve yolsuzluk
yapanlara halkımızın can mal ve ırzına kastedenlere karşı mücadele etmek ve gelecek
kuşaklara anlatmak için harcadığım çaba ve çalışmalarımdır. Bu nedenledir ki meslek
yaşantımda ve sonrasında beni öldürmek isteyen birçok taliplim oldu. Hani bir kızı yüz kişi ister
bir kişiye nasip olur misali. Çok istemelerine rağmen kısmetim bağlıymış. Öldüremediler. Kimler
talipli değildi ki ifadem ve savunmamda da vurguladığım Amerikan Merkezi Haber Alma Teşkilatı
ve Taşeronları radikal gruplar hain bebek katili İmralı canisinin yönettiği eli kanlı PKK ve siyasi
uzantısı şahsiyetler kimliği tespit edilmek istenmeyen yerli özel bir grup dahası da var. Ancak
saylamam gerek yok bunların sadece kendi teşkilatımın istihbarat unsurları değil emniyet ve MİT
unsurları da belirlemiştir. Bu nedenle hakkında özel koruma kararı bulunan bir kişi şimdiden
hastalıklarım ve her kademe sağlık kuruluşunun verdiği raporlar dikkate alınmamakta
rahatsızlığımın giderek artmasına neden olunarak hukuk eliyle ipim çekilmek istenmektedir ne
yapalım vatan sağ olsun. Bugün hukuk eliyle maruz bırakıldığımız haksızlık ve hukuksuzlukla
mücadele de bir Levent gidiyor ancak mücadele edecek Atatürk ve Türk bayrağı aşığı 3 küçük
Mustafa Kemal’in askeri geliyor Sarp, Ada ve Sıla SAS kardeşler onlar küçücük yaşlarında
kimlerin teslimiyetçi kimlerin bu ülkenin yılmaz savunucusu olduğunu ve yok edilmek istenen
değerlerini biliyorlar. Ancak o değerleri korumak ve savunmak Anayasal görevi olup halen
görevde olanlar bilmiyorlar çok özgünüm. Yıllar öncesi yaşadığımız bir gerçeği paylaştıktan
sonra sağlımın ve şuurumun el verdiği ölçülerde hazırlamaya çalıştığım esas hakkındaki
mütalaaya karşı tarihe not düşmek adına son söyleyeceklerimi avukatım aracılığıyla
sıralayacağız. Atalarımız. İğneyi başkasına çuvaldızı kendine batır demişler doğru da
söylemişler 1987 yılında Kurmay ön Yüzbaşı Levent Ersöz’e Amerika’da bizden gitme ve
devşirme olmayan elinde sopa bulunmayan sırt ve omuz sıvazlamaya masa üzerine oturmayan
parmak kullanmayan maaş ve oturma izni verdirmeyen ancak Atatürk ve Türk milletini tanıyıp
seven gerçek bir dost ki Amerika’da çıkar amacı olmayan böyle bir dostu bulmak çok zordur.
Gerçekleri ve 30 yıllık bir geleceğe ilişkin düşünceleriyle Afrika Asya Kıtasında Ortadoğu’da
Türkiye’de planlanan geleceklerden söz ediyordu. Benim ülkemden askeri darbeleriyle hükümet
ve iktidar olmak için icazet almaya gelen iktidarı ve emir komutayı alacak olan sivil askeri
anlatıyor tanıtıyor bugün adı her ne haltsa o projelerden ülkemizi bekleyen tehlike ve ülkemizi
şekillendirilmesi konusunda Made in USA patentli dayatmaları anlatarak dokümanlarını
göstererek gözümü açıyordu. Bende açılan gözümün gördüğünü kulağımın duyduğunu beynimin
algıladığı tehlikeleri arkadaşlarıma, çalışma arkadaşlarıma ve sesimi duyurabildiğim bana
inanan büyüklerime ve komutanlarıma anlatıyordum. Sıcağı sıcağına rahmetli Şehit
Korgeneraller Hulusi Sayın ve İsmail Selen’e halen hayatta olan emekli bir Jandarma Generaline
anlatıyordum. Yolun karşı tarafındaki makam sahipleri beni dinlesinler diye inanılmaz mücadele
verdiler. Ancak güçleri ve nefesleri yetmedi tıpkı benimki gibi. Yolun karşı tarafındaki karargahta
6
T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ )
CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:7
J Başkanı seviyesindeki bir baba dostu olan ve halen hayatta olan Korgeneral rütbesindeki bir
komutanıma gidip anlatmaya çalışıyordum. Sonuç mu? Bana spoletim ve apoletim gösterilerek
yanıt veriliyordu. Diğer bir ifadeyle yolun karşı tarafındaki makam sahiplerine göre ben Yüzbaşı
rütbesinde genç ve tecrübesiz bir subaydım. Üstelik sınıfım Kurmay olsam da jandarmaydı.
Büyük usta Nazım’ın akrep gibisin şiirinde betimlediği hangi karakterin kime uygun düşeceğini
tarihe bırakarak boynu büyük olarak karargaha ve görev yerime dönmüştüm. Amerikanya'daki
resmi görelilerimiz bile beni dinleme zahmetine girmemiş başkente gelme kaybolursun bile
demişlerdi. Beni tanıyan ve Mustafa Kemal Atatürk’ün askerinin tüm zorlukların üstesinden
geleceğini bilen kişi bile. Ancak ben gücüm ve son nefesimi verinceye kadar bunu anlatmaya
karar vermiş yemin etmiştim. Tüm güçlüklere rağmen anlatmaya çalışacaktım. Çok değil iki yıl
sonra başka bir dost uyarıyordu. Askeri ataşe görevine başladığımda görevi devraldığım çok
sevdiğim değerli büyüğüm komutanım beni Carabinieri Genel Komutanına tanıştırmak,
kendisine veda etmek maksadıyla ziyarete gittiğimizde genel komutan Alman Silahlı Kuvvetler
Akademisi eğitiminde beraber olduğu Orgeneral Eşref Bitlis’e iletilmek üzere mesaj veriyordu.
Görevi devraldığım için komutanım bu mesajı benim iletmemi istemişti ve bende gereğini
yapmıştım. Görevi devreden komutanımın tesis ettiği iyi ilişkiler ve güven ortamının sağladığı
avantajın da katkısıyla Carabinieri Genel Komutanıyla sık sık bir araya gelerek kendisi, karargah
başkanları ve ana ast birlik komutanları ile gelişen dostluğumuz çerçevesinde Carabinieri Subay
Okulunda bir hafta sonu etkinliğinde bir araya geldiğimizde kendilerini ziyaret etmemi söylemişti.
Bunun üzerine makamına gittiğimde Jandarma Genel Komutanlığına yeni atanmış Orgeneral
Eşref Bitlis’i İtalya’ya davet arzusunu özel olarak arz etmemi istiyordu. Görevimi yaparak
rahmetli Eşref Bitlis Komutanıma arz ettim kendisinin mesajlarını da Carabinieri Genel
Komutanına ilettim. 1991 yılında resmileşen davet üzerine İtalya ‘ya gelen Jandarma Genel
Komutanı Eşref Bitlis’e Carabinieri Genel Komutanı bir yıl önce iki Türk Askeri Ataşe’si olarak
bizlere belirttiği, geçen süreçte beraber olduğumuz uygun ortamlarda da dile getirdiği konuları ve
kaygılarının daha kapsamlı olan şeklini özel olarak kendisine yeniledi. Neydi o mesaj. Özetle ve
açıklayabileceğim sınırlar içerisinde Türkiye Cumhuriyetini bekleyen tehlikeler bu kapsamda Big
Brother ve desteklediği bölücü terör örgütü ile bazı dini gruplar ve radikal unsurların arasındaki
bağ ve çalışmalar Big Brother ve örgütün Avrupa faaliyetleriyle destekleyen diğer yabancı ülke
ve organizasyonlar yerel iş birlikçi konumundaki organizasyonlar gelecekte ülkemizin rejiminin
değiştirilme ve bölünme tehlikesi, yabancı istihbarat unsurlarıyla ilişki içerisinde olan bazı yerel
ve önemli şahsiyetlere dikkat çekmesiydi. İlk mesajını verdiği yıl 1989 idi yani o tarih itibarıyla iki
yıl önce dinlettiklerimin Avrupalı bir güvenlik kuvveti komutanı tarafından özet ifadesiydi. Daha o
tarihte ülkenin bu günlere adım adım nasıl getirileceğini ve yansımalarını o dost anlatmıştı.
Bugün yaşadıklarımız Wall Street sermayedarı savaş baronları ve güdümündeki gelmiş geçmiş
tüm Amerikanyalı hükümetler ile kendi ülke toprakları üzerinde Amerikanyalı çıkarlarına bekçilik
yapacak, yeni kukla devletçiklerin vücut bulmasına onay veren yerel işbirlikçilerinin planlı eseri
olacağından Türk Silahlı Kuvvetleri ve ülkenin seçilmiş aydınlarına yönelik planlanan bu ve
benzeri davalar ile Türk Silahlı Kuvvetlerinin mücadele azim ve kararlılığının yok edileceğine ve
bölücülerin baş tacı edileceğine, Kürt devletinin kurulacağına kadar, yemin ediyorum emperyalist
hedeflerinin tarihsel gelişiminden, girdikleri ülkedeki çatışma esaslarına ve yukarıda ifade ettiğim
hususların hepsini anlatmıştı. Bugün özde ve sade bir yurtsever olarak hepsinin doğru çıktığını
görmekten hicap duyduğumu belirtirken, bunlara imkan verenleri Allah’a havale ediyor, Türk
Milletinin bunları unutmayacağını ve sorumlulardan hesap soracağını hatırlatmak istiyorum.
Sayın Başkan değerli Üyeler, Hiçbir zaman bir terör örgütü üyesi, yöneticisi olmadım. Hiçbir
yasadışı oluşum yapı içerisinde bulunmadım. Tüm çalışmalarımı meşru ve yasal zeminde
kalarak icra ettim. Asla darbe düşüncesinde olmadım, planlamadım, faaliyette bulunmadım.
Siyasi davanın siyasi iddianamesi gibi siyasi doküman olarak hazırlanmış mütalaayı ve isnat
edilmek istenen tüm suçlamaları reddediyorum. Otuz yılımı devletime, milletime hizmete
7
T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ )
CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:8
adadım. Atatürk sevdası ilke ve devrimleri Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Milletin ayrılmaz
bütünlüğü birlik ve beraberliğiyle görev aşkını yaşam tarzı olarak devraldığım şekilde aynı duygu
ve düşüncelerle devredeceğim. Kendimi bildiğim andan bugüne dek söylediğim şu sözleri
tekrarlıyorum. Ne Mutlu Türküm Diyene, ne darbe, ne ABD, ne AB, tam bağımsız Türkiye. Vatan
sana camım feda ve torunum Sarp’ın söylediği gibi Mustafa Kemal Atatürk’ün Askeriyiz. Sayın
Başkanım ben sözü Avukatım Sayın Celal Ülgen’e bırakmak istiyorum arz ederim.”
Mahkeme Başkanı: "Evet. Sanık Levent Ersöz Müdafii Avukat Serkan Günel’den esas
hakkındaki son savunması soruldu buyurun Avukat Bey. Celal Bey mi?”
Sanık Levent Ersöz: “Celal Ülgen’e sayın hocam.”
Mahkeme Başkanı: “Önce Serkan Bey’in bir süre beyanını alalım. Serkan Bey buyurun
orada beyanda bulunacak mısınız?”
Sanık Levent Ersöz Müdafii Avukat Serkan Günel: “Müvekkilimin savunmalarına
katılıyorum bende sözü üstadım Celal Ülgen’e bırakıyorum.”
Mahkeme Başkanı: "Peki. Duruşma salonunda bulunan Sanık Levent Ersöz Müdafii
Avukat Celal Ülgen’den esas hakkında son savunması soruldu.”
Sanık Levent Ersöz Müdafii Avukat Celal Ülger: “Sayın Başkan değerli Üyeler aslında bu
davanın savunmasını yapmak sadece iddianamede ve esas hakkındaki mütalaada savunmasını
yaptığım sanığa ilişkin sözlere cevap vermekle olmuyor. Bunu yaptığımız zaman davanın
savunması eksik kalıyor. Evet, bu davanın savunmasını yapmak için bir defa hem birinci
Ergenekon davası dediğimiz davanın hem ikinci davanın, hem üçüncü davanın hem de birleşen
davanın bütün klasörlerini taramak ve bir bütün olarak savunma yapmak lazım. Bunun için de bir
defa savunma yapmak, savunmayı tam olarak hazırlamak için bütün duruşmaları hemen hemen
izlemiş olan bir hukuk bürosu olarak bize bile en az iki ay, üç ay bir süre verilmesi gerekir yani
bu süre verilmeden yapılacak bir savunma aslında savunma değil. Sadece usul yerine getirmiş
oluyoruz. Bu tam hazırlanmak için gereken bir süre. Birde bu savunma süresi ne kadar alır yani
doğrusunu isterseniz bir defa sadece ve sadece soruşturma aşamasının eleştirisi, hukuka aykırı
toplanan delillerin eleştirisi, bu davalara özgü olarak kullanılan ihbar müessesi ve bu ihbar
müessesinin adeta ben buradayım benim yerim burasıdır diye gösteren merkezinin eleştirisi ve
en son olarak da uygulanmak isteyen, istenen yasanın ve terörle mücadele yasasının 5.
maddesinin eleştirisi bunları dikkate aldığınız takdirde 20 saat kesintisiz bir savunma süresine
gereksinim var. Peki, ne yapacağız yani bu iki saatlik verilen süre içerisinde bütün bunları
anlatabilme olanağımız var mı? Hayır. O nedenle ben söz alabildiğim, bana söz kalan
müvekkillerimin savunmalarında mümkün olduğu kadar yaptığım araştırmalarla, çalışmalarla
edindiğim bilgilerle bu bütün savunmayı parça parça yapmak durumundayım. İşte müvekkilim
Levent Ersöz’ün bu savunmasından kalan 1 saat 25 dakikalık bölümde de aslında ilk bölüm olan
soruşturma evresinin eleştirilmesi ve çok kısa bir dönemde, sürede ihbarlar ve uygulanması
istenen yasa maddelerinin eleştirisiyle tamamlamaya çalışacağım. Peki, savunma süresinin
kısıtlanmasına bir saat ya da iki saat diye kısıtlanmasına gerek var mıydı? Elbette gerek yoktu.
Çünkü ortada zaman aşımı diye bir tehlike yok. Yani davanın zaman aşımından düşmesi diye bir
tehlike yoktu. Peki, ne vardı. Beş yıldır süren bir dava, uzun süren tutukluluklar ve sayın
mahkeme bu sürenin bir beş yıl daha sürmesi durumunda makul süre gibi bir engele takılacak
korkusundaydı bu nedenle makul süreden kaçmak için de savunma sürelerinin kısıtlanmasını
gerekli gördü. Halbuki savunma hakkını kısıtlayarak, Avukatların ve sanıkların sözlerini
kısıtlayarak makul süreye ulaş mümkün değildir. Çünkü makul süreyi aşmak başa bir ihlal ama
savunma hakkını kısıtlamak da başka bir ihlaldir. Hem Anayasayı ihlaldir, hem insan hakları
sözleşmesini ihlaldir. Buradan çıktığımız zaman bu davanın niteliğinden de çok kısa bir iki söz
söylemek gerekir. Baştan beri bu davanın siyasi bir dava olduğunu biz söylüyoruz ama sayın
mahkeme de her duruşmada hayır, bu Mahkeme siyasi bir yargılama yapmıyor, bu dava siyasi
bir dava değildir diyordu. Ancak hukukun soruşturma ve kovuşturma evresinde ayaklar altına
8
T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ )
CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:9
alındığı bir gerçekti. CMK hükümlerinin uygulanmadığı, özel yetkili Ağır Ceza Muhakemelerinin
kendine özgü yasadışı kurallarının uygulandığı bir davaydı. Bu davada Savcı meslektaşlarımız
vardı, kolluk vardı, Yargıçlar vardı ama deyim yerinde ise kimin eli kimin cebinde belli değildi.
Bunu biraz sonra tam olarak açıklayacağım size örnekleriyle adeta kanıtlayacağım. Bu davada
sanıkların savunmalarının, konuşmalarının hiçbir önemi yoktu. Çünkü savunma sesleri boş bir
duvara vurup geri gelmekteydi. Bu nedenle de bu davalarda suçu ben işlemedim demekle 20
saat savunma yapmak arasında da hiçbir fark yoktu. Bu davalarda Avukatın hiçbir önemi yoktu.
Bu davada Avukatların savunmaları ancak sanıkların iyi halli olup olmadıklarına etki edecek bir
unsurdu. İyi huylu olan Avukatları olan sanıklar iyi halden yararlanacak aksi olanlar ise gününü
görecekti ama ne olursa olsun bu davalarda mahkumiyet kaçınılmazdı. Bu davanın avukatları
bağımsız ve özgürdü ama bu Mahkemenin Yargıçları bağımsız ve özgür değildi. Bu Mahkemeler
çünkü bağımsız bir mahkeme değildi. Şimdi bu söylediğim sözler somut sözler, soyut sözler.
Şimdi bu söylediğim sözleri somutlamak gerekiyor. Anımsayacaksınız 2009 yılında 12 Ekim
2009 günlü celsede belirtmiştim. O tarihlerde bazı basın yayın organlarında Sayın Mahkemenin
Cumhuriyet Savcılarıyla ve soruşturmayı yürüten kolluk güçleriyle beraber bir tekne gezintisi
yaptığı ve tekne gezintisinden sonrada iftar yemeği yedikleri yayınlanmış ve bu konu çok çeşitli
kez eleştiri konusu olmuş ve buna dayanarak da bizim tarafımızdan reddi Hakim talebinde
bulunulmuştur. Bu davada biz de reddi Hakim talebinde bulunmuştuk ve Sayın Mehmet Ali
Pekgüzel meslektaşımız Sayın Savcı verdiği mütalaada aynen şunları söylüyordu. Hakim ve
Savcılar Hukuk Fakültelerinde aynı eğitimi almışlardır kurayla bazıları Hakim bazıları Savcı
olmuşlardır. Aynı adliyede çalışan, aynı lojmanlarda kalan, aynı yemekhanede yemek yiyen,
aynı servisi kullanan, yan yana odalarda çalışan belki de kapı komşusu olan Hakim ve
Savcıların birbirlerini etkilemeleri için bir yemekte bir araya gelmelerine gerek yoktur. İşi gereği
Cumhuriyet Savcıları her gün kolluk görevlileriyle bir aradadırlar. Hakimler ve Hakimlerde işleri
gereği kolluk görevlileriyle görüşürler. Birçok resmi ve özel kurum bu tür davetleri geleneksel
olarak düzenler. Baro başkanlıklarının yaptığı birçok davete Hakim ve Savcılar bir araya gelirler
hiç kimse bunu sormaz söz konusu bir iftar yemeğidir tarihi önceden bellidir demiştir. Dikkat
ederseniz Sayın Savcı sadece Hakimler ve Savcıların birlikteliğinden söz ediyordu. Hiç
polislerden bahsetmiyordu. Yemekte bu soruşturmayı yürüten polisler de vardır. Biz o zaman
Mahkemenin yanlı olacağı, tarafsız olamayacağı nedeniyle reddi Hakim talebinde bulunmuştuk
ama gerekçemiz o tarihten sonra yani yemek yendikten sonra bu etkilemenin olabileceği
yönündeydi bu konuda hem Sayın Savcılara hem Sayın Mahkeme Üyelerine haksızlık yapmışız.
Biz o tarihten sonra bunun böyle olacağını sanıyorduk. Oysa bu birliktelik çok öncelerden
başlamış ve deyim yerinde ise usul gereği hazırlanması gereken olan gerekli olan Cumhuriyet
Savcısının hazırlaması gerekli olan bir arama talebi yazısı ya da Cumhuriyet Savcısının
hazırlamak durumunda olduğu iletişimin tespiti talepleri, HTS dökümü talepleri ve bunun gibi
bütün hazırlıkların terörle mücadele şube müdürlüğünde hazırlandığı. Hatta Hakimin kararlarının
terörle mücadele şube müdürlüğünde hazırlandığı ve bunların bir polis marifetiyle getirilerek
Hakime imza ettirilmesi gereken yerler Hakime, Savcıya imza ettirilmesi gereken yerler Savcıya
imzalattırıldığı ve bunun sonucu olarak da hatta daha Savcının talepnamesi imzalamadan
Hakime kararı imzalattırıldığı ortaya çıkmıştı. Bugün zaman yettiği kadar biraz daha ayrıntılı ve
klasörlerin numaralarını dizin numaralarını da vererek bu konuyu anlatmak istiyorum. Bir defa bu
konu kabul edilir bir konu değildir. Sonuçları itibariyle Sayın Mahkemenizin de kabul etmesi
mümkün değildir. Öyle şeyler anlatacağım ki bunu basın yazmayacak, bunu belki gazeteler
yazmayacak, belki televizyonlar göstermeyecek ama siz Mahkemesiniz siz sentez makamısınız
bütün yargılama aşamasında sizlere saygılı oldum ama 40 yıldır Avukatlık yapıyorum. Savcılık
müessesesi niçin ayrıdır, kolluk niçin ayrıdır, mahkeme niçin ayrıdır bunları anlatmaya gerek yok
bunları çok iyi bildiğinizi biliyorum. Ama şimdi anlatacağım konuları şüphesiz buna ne
diyorsunuz diye size sorma hakkım yok. Böyle bir olanağım yok, usulde böyle bir konu yok
9
T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ )
CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:10
ancak eğer Sayın Mahkeme ve Başkan dilerse anlattığım zaman bu konulara cevap verme
gereksinimi duyarsa verirse çok sevinirim bunu bilmesini istiyorum. Şeyi açabilir miyiz ek klasör
37. Şimdi bakın efendim. Evet. TEM şube müdürü 28 Temmuz 2007 günlü bir yazı ile özel yetkili
Cumhuriyet Başsavcılığından gözetim izninin bir gün süreyle uzatılmasını istiyor. Burada
görüyorsunuz yukarıda. Saat 12:31 TEM şube müdürlüğünün faks numarası belli Sayın
Mahkeme ve sanıklar değerli meslektaşlarım Cumhuriyet Savcısı okumayabilir, okuyamayabilir
ama bu söylediklerim hem kayda geçiyor hem de ek klasör dizi numaralarını verdiğim için
inceleme yaptıklarında göreceklerdir bütün söylediklerinin bire bir doğru olduğu o belgelerle bire
bir örtüştüğünü göreceklerdir. Şimdi bakın TEM şube müdürlüğü 28 Temmuz 2007 günlü bir yazı
ile özel yetkili Cumhuriyet Başsavcılığından gözetim izni istiyor 12:31’de ancak Savcının gözetim
iznini de yazılı ve imzasız olarak gönderiyor saat 12:32’de, biraz aşağıya inebilir miyiz ikinci
sayfa aşağıya kadar inelim, evet bakın, Cumhuriyet Savcısı imzalamış mühürlemiş ama bu yazı
yani İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı başlığıyla yazılan yazıyı Cumhuriyet Başsavcılığı kalemi
hazırlamıyor. Bu yazıyı hazırlayan TEM şube müdürlüğü. Böyle bir şeyi kabul edebilir misiniz
Sayın Başkanım, böyle bir şey normal midir Hukuka uygun mudur? Böyle bir şey Dünyada
başka bir Hukuk sisteminde var mıdır? Niye kolluk ayrıdır da Savcılık ayrıdır. Bunun bir sebebi
var Cumhuriyet Savcısının yerine bir kolluk nasıl geçebilir. Şimdi diyebilirsiniz ki sadece bu faks
başlığıyla bunu nasıl kanıtlıyorsunuz. Biraz sonra çift faks başlıklarını göstereceğiz orada daha
iyi anlaşılacak ve bunun sistemli bir şekilde yapıldığı anlaşılacak. Bakın bizim gözaltı uzatma
kararlarını ve gözaltı kararlarını kim verir, CMK 91. maddeye göre Cumhuriyet Savcısı verir.
Ama bunu eğer kolluk hazırlamış ve fakslamışsa bir dakika sonrada o faks üzerinden
imzalanmış ve iade edilmişse bunu Cumhuriyet Savcısı hazırladı diyebilir miyiz? Bu nasıl
sistemdir, bu nasıl davadır. Ek klasör 93, dizin no 159 açabilir miyiz? Evet, bakın gene bir
gözaltına alma kararı 16:09’da TEM şube müdürlüğü tarafından gönderiliyor ve Cumhuriyet
Savcısı olarak Sayın Zekeriya Öz nokta nokta olan yerleri elleriyle dolduruyor, el ile dolduruyor
ve hemen iade ediyor. Geçelim Ek klasör 38, dizin no 133, arama el koyma emri, yine Sayın
Zekeriya Öz’ün ve 18 Ağustos 2007 tarihinde sabah 7:22’de TEM şube müdürlüğü tarafından
gönderiliyor. Şimdi eğer bütün bu işlemleri polis yapacak ise Cumhuriyet Savcısına ne gerek var.
Geçiyoruz Ek klasör 95, dizin no 85’e. Bir sanık için ek gözaltı kararı, TEM tarafından
hazırlanıyor 25 Mayıs 2008 günü saat 19:57’de özel yetkili Savcılara imzasız olarak gönderiliyor
onlarda imzalarını atarak aynı gün 20:12’de kararı fakslıyorlar. Bakın burada from diye yazan
kısımda İstanbul TEM şube müdürlüğü aynı faks numarası, istemeye gönderme saati 19:57
Cumhuriyet Başsavcılığın ise, en alta gelebilir miyiz en alta, onu ters çevirme olanağınız var mı
sizin orada, evet şimdi göreceksiniz burada Cumhuriyet Başsavcılığı da hemen aynı gün
20:12’de, 20:12’de gönderiyor tekrar iade ediyor, nereye gönderiyor, TEM şube müdürlüğüne
gönderiyor. Ek gözaltı kararı ya bu ek gözaltı kararları polis tarafından nasıl hazırlanır. Yani insaf
etmek gerekir. Böyle bir şey olamaz Cumhuriyet Savcısının yönetiminde olması gerekirken polis
adeta her şeyi polis hazırlıyor. Bu nedenle biz kimi savunmalarımızda hep şunu anlattık, sistem
tersine dönmüş yani en üstte Yargıç, sonra Savcı, sonra kolluk olması gerekirken kolluk üste
çıkmış sonra Savcı sonra Yargıç yani Hakimler en aşağıdaki konumda yer almış gibi bir imaj
yaratıyorlar. Şimdi bakın tamam o ters olmasının sebebi üstteki faks kısmının düz okunması için
tersten gönderilmişti. Başlık kısmında terörle mücadele şube müdürlüğünden gelen faks imza
kısmında da Savcılıktan iade. Ek klasör 39, dizin no 62’ye geçiyoruz. Arkadaşlar birazcık sessiz
lütfen. Hikmet Bey. Evet, burada da İstanbul terörle mücadele şube müdürlüğüne Cumhuriyet
Savcılığı bazı irtibatların tespit edilebilmesi amacıyla SIM kartlarının ve telefon hafızasında
bulunan isimlerin tespit edilerek telefon çözüm tutanağı tanzim edilerek dosyasına konulmasını
istiyor. Cumhuriyet Savcısı imzalamış bakın evrakın bir suretini teslim aldım diyor ve bu kez
elden polis gelmiş almış. Ama bu nereden gelmiş bu yazı terörle şube müdürlüğünden 28
Temmuz saat 14:20’de gelmiş. Geçiyoruz ek klasör 38, dizin no 427 ve 430 arası. Bu belgeye
10
T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ )
CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:11
dikkatinizi çekmek istiyorum. 20 Eylül 2007 günü gözaltına alma kararı hazırlanıyor ve
Cumhuriyet Savcılığına fakslanıyor. Özel yetkili Savcı Sayın Zekeriya Öz imzalayacak ve iade
edecek. Nereden mi biliyoruz, aynı belgeyi birkaç evrak sonra ek klasör 38, 427 dizinde
bulmanız mümkün hem de imzasız olarak göstereceğiz. Evet, buraya bakalım, Sayın Zekeriya
Öz imzalıyor ancak bu yazı terörle mücadele şube müdürlüğünden gelmiş gözaltına alma kararı,
bir altına geçelim bakın aynı kararın şeyler boşluklar var terörle mücadele şube müdürlüğünden
gelmiş hali yani imzasız hali. Şimdi bakın bunları nereden buluyoruz nasıl buluyoruz. Bunların
hepsi ek klasörlerin içerisinde yer alıyor. Bunların hepsi bu kadar yoğun bu kadar milyonlarca
sayfa içerisinde ve Emniyet Müdürlüğü tarafından dosya hazırlanırken, ek klasörler hazırlanırken
bunlarda unutularak konulmuş sehven konulmuş belgeler. Bunları görmesek üstteki fakslar
kesilmiş olsa biz bunların hiçbirisini fark etmeyeceğiz. Ek klasör 38, dizin no 113, bir gözaltına
alma kararı. İstanbul TEM şube müdürlüğünden 18 Ağustos 2007 saat 18:16’da pardon, İstanbul
Cumhuriyet Başsavcılığından saat 18:16’da TEM şube müdürlüğüne fakslanıyor, fakat en alta
inebilir miyiz ve ters çevirelim bakın burada TEM şube müdürlüğünden 17:10’da gelmiş bu yani
TEM şube müdürlüğü 17:10’da bu kararı yazmış boş olarak bu karar gelmiş bir Cumhuriyet
Savcısı nokta nokta olan yerleri elle doldurmuş ve yaklaşık işte bir saat demeyelim 45, 50 dakika
içerisinde tekrar şube müdürlüğüne TEM şube müdürlüğüne göndermiş. Ek klasör 39, dizin no
66, Zekeriya Öz, Sayın Cumhuriyet Savcısı, Sayın Zekeriya Öz bu belgeye de dikkat etmenizi
diliyorum. Bu belgede bazı eksiklikler Sayın Zekeriya Öz tarafından kendi el yazısıyla
tamamlanmış ve bu benim el yazımdır diyerek de imza atılmış. Şimdi soruyorum eğer bu belge
Cumhuriyet Başsavcılığının kaleminde Zekeriya Öz’ün kaleminde hazırlanmış idiyse Sayın
Zekeriya Öz neden bu belgeyi metnine girip bilgisayarda düzeltmedi de böyle elle düzeltip
imzalamak zorunda kaldı. Buna bir cevap verebilir mi Sayın Zekeriya Öz merak ediyorum. Şimdi
ikinci sayfaya gelince olay anlaşılıyor. Bakın ikinci sayfanın en sonunda Cumhuriyet
Savcılığından belgenin gönderildiği tarih ile ilk sayfada TEM şube müdürlüğünden gelen saat
var. TEM şube müdürlüğünden 09:21’de gelmiş. Cumhuriyet Başsavcılığından imzalanarak ve
bu eksiklikler giderek saat 09:39’da yani 18 dakika içerisinde TEM şube müdürlüğüne iade
edilmiş. Ek klasör 38, dizin no 138, bazın biraz aşağıya gelelim, İstanbul Cumhuriyet Savcısı
imza yok ama bu belge ek klasörlerde, hangi Ağır Ceza Mahkemesine gideceği de yok. Çünkü
bunlar elle doldurulacak ve imzalanacak. Sadece içerisi sanık ismi ve terörle mücadele şube
müdürlüğünün bilgileri var. Ek klasör 38, dizin no 137, çok daha vahim bir şey bu. Aynı gün
14:46’da bu kez karar, Mahkeme kararı, Hakim var ismi yok ama bu kararda çok geçmeden
Mahkeme tarafından imzalanacak mühürlenecek ve işleme sokulacak. Ek klasör 38, dizin no
111, buda bir karar ve Hakim imzalamış ve hemen İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına
gönderilmiş. Burada bir faks kaydı yok ama dikkat eder misiniz Sayın Başkan. Bu kararın
Mahkemenin logosunu oluşturan kısmı okuyabilir miyiz? Türkiye Cumhuriyeti İstanbul 11. Ağır
Ceza nöbetçi Hakimliğine, yani sizin hiç logolarınızda 13. Ağır Ceza nöbetçi Hakimliğine diye bir
laf olabilir mi? 11. Ağır Ceza nöbetçi Hakimliğine polisin alışkanlıkla yazdığı yazıların başlığı,
hitap başlığı yani şimdi durup düşünüyorum bütün bunlar ortadayken, bütün bunlar ortadayken
bütün bu gerçekler ortaya çıkmışken nasıl karar vereceksiniz. Yani bir insana müebbet hapsine
15 yıl hapsine nasıl diyeceksiniz. Bunları sorgulamak lazım, bize süre verin Sayın Başkan, bize
süre verin bunların hepsini ayıklayalım. Mahkeme kararı çakma, böyle bir şey olmaz böyle bir
şey kabul edilemez. Ek klasör 258, dizin no 83. Evet, Levent Ersöz müvekkilimizle ilgili iletişimin
dinlenmesi kararı, yani insaf, insaf yani, 1, 2, 3, 4, 5 diyor ve üstü çizilmiş, üstü silinmiş veya
belge konmuş sonra fotokopi çekilmiş ya böyle bir şey olabilir mi. Biz böylesine evraklardan
binlerce gördük dosya içerisinde. Böyle bir şey, bunlar Avrupa’ya gittiği zaman, bunlar Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesine gittiği zaman, ben temyizden hiç umudum yok. Çünkü Türkiye’deki
yargı sistemi bağımsız değil temyizden de bir sonuç çıkacağını düşünmüyorum. Sizinde bu
konuda bunları görüp karar verebileceğinizi düşünemiyorum. Çünkü Mahkeme tarafsız değil. Ek
11
T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ )
CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:12
klasör 116, dizin no 110, doğrusu çok şaşırdım ben burada, Sayın Sami Haşıloğlu
meslektaşımızın Yargıcımızın bir kararı bu da organize suçlar şube müdürlüğünden fakslanmış
7 Temmuz 2008 16:19’da fakslanmış ve en alta inelim lütfen ters çevirelim, 16:19’da TEM şube
müdürlüğünden geliyor 16:34’te de Cumhuriyet Başsavcılığı gönderiyor TEM şube müdürlüğüne
Mahkeme kararı. Yani doğrusu merak ediyorum çünkü bu Yargıçların tümünün kasıtlı olması da
gerekmez ama sistem bu ise eğer yani sistem birileri evrak getiriyor ve birileri de sadece
imzalıyorsa diyelim ki Cumhuriyet Savcısı getirdi bunu Sayın Haşıloğlu imzaladı ama olmaz
böyle bir yöntem olmaz yani böyle bir yöntemle yargılama yapıp insanları mahkum edemeyiz.
Evet, şimdi bir evrak daha var. Sayın Haşıloğlu bir şey söyleyecekse ben dinlemeye hazırım,
memnuniyetle.”
Mahkeme Başkanı: “Yo buyurun. Dinliyoruz. Gerek yok.”
Sanık Levent Ersöz Müdafii Avukat Celal Ülgen: “Tamam efendim. Şimdi geçelim
buradan yeni polis, Savcı, Hakim diye bir dosya var onu açabilir miyiz? Bunu çıkalım bunu ha
tamam evet. Şimdi Sayın Başkanım bakın bir parantez açayım sadece burada. Sayın
Haşıloğlu’nun kararını gösterdim ama ben her yerde Haşıloğlu’nun, Sayın Haşıloğlu’nun hukuki
bilgisine güvendiğimi söyledim. Sizin Mahkemenizden de söz ederken sürekli Balyoz
Mahkemesiyle asla karıştırılmaması gerektiğini söyledim. Bu inançlarımı sürdürdüm. Bir tek süre
kısıtlaması konusunda gerçekten çok üzüldüm. Çünkü savunmaya asla süre konulamazdı. Şimdi
tekrar devam ediyorum. Bakın bu iletişim döküm kararı 11. Ağır Ceza Mahkemesi vermiş, birinci
sayfayı sayfanın altına gelebilir miyiz Yargıcın mührü ve imzası, ikinci sayfaya da geçebilir
miyiz? Evet, gene Yargıcın imzası ve mührü. Üçüncü sayfaya evet sonuçlanmış Hakim Bey hem
mührünü vurmuş hem de imzasını atmış. Şimdi ondan sonraki sayfada Cumhuriyet
Başsavcısının talepnamesi özel yetkili Savcılığın talepnamesi bire bir aynı aslında virgülüne
kadar, yanlışına kadar, doğrusuna kadar her şeyiyle aynı bu da olmaz yani Savcının kararı kes
kopyala yapıştır şeklinde talebi karar olmaz farklı olması lazım, formu farklı olması lazım her şeyi
farklı olması lazım. Şimdi bunun altına geçiyoruz birinci sayfaya evet bir bakar mısınız buraya.
Biraz önceki Yargıcın imzasını karalamış birisi ve bu dosyada duruyor klasörde duruyor kuzu
kuzu duruyor birisi karalamış bunu Mahkeme Yargıcı Cumhuriyet Başsavcılığının
talepnamesinin altına imzalamış, şimdi bir sayfa daha inelim bakın gene imzalamış birisi fark
etmiş ve şey pardon karalamış biraz yukarı çıkarabilir, biraz yukarı çıkabilir miyiz? Bakın paraf
ama imzasını atmış paraf değil tam imza biraz yukarı çıkabilir miyiz bakın eflatunla çizili bir yer
var örgütsel ilişki, gerekçesi kısmında gerekçesi kısmında ortaya çıkarabilmek, çıkara’yı ayrı
bilme’yi ayrı yazmış Savcılar. Mahkeme kararı da aynısını yazmış. Çıkara bilmek hata yapmışsa
o da onun aynısını yapacak. Şimdi bunun altına iniyoruz şimdi buranın kim bu kim imzayı tanıyor
musunuz Efendim, Zekeriya Öz’ün imzası, Sayın Cumhuriyet Savcısı Zekeriya Öz’ün imzası ve
Yargıcın imzasını çizen de muhtemelen ya Zekeriya Öz ya da kalemden birisidir sonradan fark
edilmiştir. Peki, bu nasıl oluyor. Bu nasıl oluyor, bu nasıl sistem yani düşünün bir Yargıçla
Cumhuriyet Savcısı bir metnin bazı sayfalarını kendisi imzalıyor, bazı sayfalarını Hakim
imzalıyor Yargıç imzalıyor. İşte bu şunu çıkartıyor ortaya. Bunların hepsi TEM şube merkezinde
hazırlanmış, Hakimin kararı TEM şube merkezinde hazırlanmış, Mahkemenin, Mahkemeye
sunulan talepname TEM şube merkezinde hazırlanmış ve onlar toptan götürülerek ait olduğu
kişilere imzalatılmak istenirken bu yanlışlar yapılmış. Bu yeni Efendim bu bugüne kadar
gösterilmemişti. Eski olanı şimdi size göstereceğim daha önce belirtmiştik bunu ilk kez dile
getiriyoruz. Polis, Savcı, Yargıç bir sonraki. Evet, bu daha önce size belirtmiştim ama zaman
dilimi aynı, aynı zaman diliminde yapılmış. Bakın 11. Ağır Ceza Mahkemesinin iletişim döküm
kararı, ikinci sayfaya geçebilir miyiz? Evet, pardon altı görelim bakın Yargıcın imzası ve mührü,
ikinci sayfada Yargıcın imzası ve mührü, üçüncü sayfa geçelim evet son sayfası bunun kararın
geçelim son sayfaya beş sayfaydı. Bundan sonraki bir sayfa daha var evet bakın Hakim
imzalamış iletişim döküm kararını. Burada da her şey aynıydı. Şimdi bundan sonra bir sayfa
12
T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ )
CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:13
sonraya gelirsek, tamam gitmeyin aşağı biraz lütfen teşekkür ediyorum. Bakın iletişimin
inlenmesini isteyen birim demiştik burada Mahkeme kararında da iletişimin inlenmesini isteyen
birimdi. Yani aynı şekilde inletiyorlar. Şimdi bunun altına gelelim, bakın Savcının imzası olması
gerekir biraz önceki Yargıcın imzası tekrar alta gelelim gene Yargıcın imzası, biraz daha alta
gelelim gene Hakimin imzası, dördüncü sayfa gene Yargıcın, 11. Ağır Ceza Mahkemesi
Hakiminin imzası. Son sayfaya gelelim Sayın Zekeriya Öz’ün imzası. Yani ne denebilir nasıl
bunları anlatabiliriz bilmiyorum. Peki, sadece bunlarda mı? Sadece bunlarla sınırlı mı? Hayır.
İhbar sistemi de böyle. İhbarlar da biraz sonra açacağız onlarda böyle. Sayın Başkan iki
dakikalık bir ara verebilir miyiz hem müvekkilim de belki ilaç alacaktır.”
Mahkeme Başkanı: “Saatin 11:50 olduğu görüldü.”
Duruşmaya kısa bir ara verildi.
Duruşmaya kaldığı yerden devam olundu.
Aynı ortam ve şekilde Sanık Levent Ersöz huzura alındı.
Mahkeme Başkanı: "Sanık Levent Ersöz Müdafii Avukat Celal Ülgen esas hakkındaki son
savunmasının devamına.”
Sanık Levent Ersöz Müdafii Avukat Celal Ülgen: “Evet Sayın Başkan. Bunu çıkabiliriz
şimdi oradan. Bütün bunların yanında birde soruşturma aşamasında kolluğun uymadığı yasanın
emredici hükümleri var. Bunlardan birisi CMK 134. diğeri CMK 135. 134 bilgisayarlarda,
bilgisayar programlarında ve kütüklerinde arama kopyalama ve el koymaya ilişkin. Her yerde
söyledim Sayın Mahkemenizde de çeşitli defalarda söyledim. Bu davanın, bu davanın temelinde
sadece Donanma Komutanlığından gelen belgeler hariç, onlarda da başka bir şey var. Hiçbir
klasörde hiçbir delil usulüne uygun toplanmamıştır. Bir tane yoktur. Yani siz bir tane bak bunu
topladık derseniz ben mesleğimi bırakacağım bir tane usulüne uygun delil yoktur. Şimdi peki
nasıl oluyor. Yasaya aykırı delil toplanıyor. Bakın bir kanlı gömleğin yasaya aykırı toplanması
başka, delil olarak toplanması başka, içerisine müdahale yapabileceğiniz kötü niyetli kişilerin
müdahale yapabileceği dijital verilerin yasa dışı toplanması ayrı herkesin bir CD’si var, herkesin
bir DVD’si var bu davada ve o kişiler feryat ediyor bu benim değil. Benim olmadığı konusunda
ispat etmek zorunda bırakılıyor. Bu kabul edilemez. Böyle bir olay kabul edilemez. Çünkü bir
Yargıç, bir Mahkeme şuna bakar bu dijital veri eğer kullanıcısının egemenliğinden çıktıktan
sonra veri yükleme olanağı var mı? Var. O zaman delil olamaz. Bitti bir cümle, iki cümle ve 15
saniyede başka beklemeye gerek yok ki bunun. Usulüne uygun mudur, değil midir? Usulüne
uygun değilse delil olamaz deyip çıkaracak. Yargıcın yapması gereken bu şimdi 134. madde ne
diyor. Bir suç dolayısıyla yapılan soruşturmada başka suretle delil elde etme imkanı
bulunmaması halinde, ne demek başka suretle delil elde edilme imkanının bulunmaması buna
ultimarasyo son çare deniyor. Yani her türlü araştırmayı yapacaksın, ulaşamayacaksın ama
biliyorsun orada bir suç var eh artık benim zorunluyum bilgisayarlara da incelemem lazım
diyeceksin. 134, şimdi bakıyoruz dosyaya bakıyoruz. İhbar gelmiş bir gün sonra yaptığı ilk iş
hem iletişimin denetlenmesi, hem bilgisayarlara el koymak. Şimdi yapamazsınız yani eğer başka
türlü delil elde etme imkanı bulunmamışsa diyorsa yasa o takdirde bekleyeceksiniz yani
araştırma yapacaksınız başka delillerle takip yapacaksınız, izleyeceksiniz, efendim bunları
yapacaksınız elde edemediniz eh o zaman bilgisayarına gideceğim diyeceksiniz. Çünkü
bilgisayar insanların gizli alanıdır, özgürlüğüdür siz onların özgürlüğüne el atıyorsunuz
bilgisayarını alıp götürmekle onun özgürlüğüne el atıyorsunuz ama yasa güvenlik ve özgürlük
dengesinde önce özgürlük der, güvenlik sonra gelir. Siz ihbarı aldığınız günün ertesi gün hadi
gönderelim şu sanığın evindeki bilgisayarları topla gel derseniz olmaz, olmaz, böyle bir hukuk
sistemi olmaz. O zaman bu yasayı niçin yaptık. O nedenle iddia ediyorum yok hukuka uygun
delil yok. Şimdi 134. madde imajdan söz ediyor. İmaj nedir. İmaj sanık ya da şüpheliden elde
ettiğin an imajı alırsın ki sanık ya da şüpheli itiraz edemesin. Yani bu benim değildir diyemesin
ama siz tabi siz derken Sayın Mahkemeyi kastetmiyorum delilleri toplayan kolluk ya da
13
T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ )
CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:14
soruşturma Savcılarından bahsediyorum. Siz görevi kötüye kullanıyorsunuz. Eğer gerçekten
işlenmiş bir suç varsa siz suç delilini usulüne aykırı kullanmakla siz o suçu işleyenlerin özgürce
gezmesini sağlayacaksınız. Sizin göreviniz o delili usulüne uygun olarak bulmaktır. Şimdi diyor ki
bilgisayarı alıyor getiriyor Emniyet Müdürlüğünde, terörle mücadele şube müdürlüğünde,
organize şube müdürlüğünde imaj alıyor niye, böyle bir şey olmaz. Yani bu, bunlar Türkiye
Cumhuriyeti bir hukuk devletidir, demokratik yönetiliyor, insan haklarına saygılıdır, yasaları çok
güzeldir, yasaları çağdaştır. Evet, evet ama ne olacak bunlar yurtdışına birer birer gitmeye
başlarsa ne olacak. Hadi Anayasa Mahkemesini iki yılla sınırladık ama bunlar gidecek bunlar
söylenecek, bunlar yazılacak, bunlar yayınlanacak. CD ve DVD’lere bakıyoruz hiçbirisinin imajı
yok. CD dediğin şey o kadar teknoloji ilerlemiş ki, bakın Bakanlığın web sitelerini hackerler
vasıtasıyla hackliyorlar. Bakanlığın şifrelerini alıyorlar, Bakanlığın şifrelerini kullanarak anti bildiri
yayınlıyorlar, Bakanlığın görüşüne karşı ve o dakikalarca saatlerce internette duruyor ve onu
indiremiyor kimse. Bu nedir bilişim, bu bilişimin gücü e bu kadar gücü siz bir kolluğa verirseniz,
kolluğun içerisindeki kötü niyetli insanlar sağa sola delil yerleştirirse sizin verdiğiniz karar nasıl
adil olabilir, siz nasıl karar verebilirsiniz, siz nasıl kendiniz evet ben yasaya uygun olarak
toplanmış delillere göre karar verdim diyebilirsiniz. Sizi bu sıkıntıdan kim kurtaracak, sizi bu
sıkıntıdan ne kurtaracak, siz kurtaracaksınız. Olay bitti, film bitti paydos. İnsanlar sokaklarda,
insanlar tahammül edemiyor bana inancıma karışma diyor ama günün birinde bu yükselecek bu
durmayacak ama hukuka sahip çıkmalıyız sizinle birlikte el ele kol kola hukuka sahip çıkmalıyız.
Böylesine şeyleri ayıklamalıyız vazgeçin, vazgeçin iki saatten bir saatten bu gün Mahkemeyi
lütfen iki ay sonraya atın bırakın araştıralım her şeyi çıkaralım birlikte. El ele çıkaralım siz
yargıçlarsınız yüz akımızsınız size güvenemezsek kime güveneceğiz. Ama sizde eğer hayır
sizin üstünüze beton dökmeye kararlıyım derseniz,
Mahkeme Başkanı: “Böyle bir şey demeyiz. Öyle bir şey demeyiz.”
Sanık Levent Ersöz Müdafii Avukat Celal Ülgen: “Gidecek hiçbir şeyimiz olmaz. Öyle bir
şey demediğiniz için size söylüyorum yoksa kimseye söyleyemem, başka şekilde söyleyemem.
Şimdi bakın Sayın Başkan, ya bu usul olsa da olur olmasa da Yargıtay’da pek buna bakmıyor
diyemeyiz. Çünkü burada çözeceğiz. Bir ayıklama yapalım bir bilirkişi heyeti seçelim gelsin
ayıklasınlar hangi deliller usulüne uygun toplanmış. Üniversitelerden İstanbul Üniversitesinden,
Ankara Üniversitesi hukuk fakültesinden siz seçin, sizin seçtiğiniz kişiler gelsin, hukuka uygun
delil var mı, hukuka uygun deliller üzerinden gidelim. Ama yok açık 135. madde. İletişimin
denetlenmesi ya olacak iş değil. İhbar geliyor ihbardan bir dakika sonra hemen filanın
telefonlarını dinleyelim ya yok böyle bir şey yok bunu yapamazsınız delil toplayacaksınız. Başka
yönden araştıracaksınız, bu ihbarcı kim önce onu tespit edeceksiniz. Bu ihbarcı hangi IP’den
göndermiş, bu IP nerede gizli mi kamuya açık mı, kendisini saklıyor mu, inanılır mı, güvenilir mi
bunlar yok. Sayın Başkan sadece bu 134 ve 135’le ilgili eleştiri inanır mısınız 2,5 – 3 saat sürer.
Yani bunu her defasında her sanık avukatı mutlaka yapmayacaktır birisi yapacaktır öbürü
katılıyorum diyecektir. Ama iki saat süre verince kim yapacak, kim bunları anlatacak o iki saatlik
sürede. Herkes süresini geçirecek diye dosyanın içerisine girecek. Bunların söylenmesi lazım.
Bu davanın geneliyle ilgili diyelim ki 15 avukat arkadaşa buraya sürekli gelen 15 avukat
arkadaşlara hiç değilse her birinize 5 saat süre veriyorum gelin genelle ilgili savunma yapın
demeniz lazım. Bunları anlatamazsak, bunları söyleyemezsek nasıl aydınlığa çıkacağız, nasıl
olayı aydınlatacağız bilemiyorum. İhbarlar, çok özür diliyorum. Sürdürdükçe çok yorgunluk
artıyor ve biraz yavaşlıyorum çok özür dilerim zamanlamayı tam yapmaya çalışacağım. Biraz
önce her sanığın bir DVD’si bir CD’si ya da bir Hard Diskinin olduğunu söylemiştim. Birde her
sanığın mutlaka bir ihbarcısı var. Yani bu hiç dikkatinizi çekmiyor mu Sayın Başkanı. Yav ne
oluyor ya, ne oluyor ya, parazitler mi var yani her kişiyle ilgili mutlaka bir parazit beraber
yaşayacak. Hemen parazit çıkıyor bende buradaydım diyor ihbar ediyor. Bu şuradan
kaynaklanıyor biraz önce anlattığım kolluk şüpheyi başlatma konusunda bir sıkıntı yaşıyor yani
14
T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ )
CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:15
şimdi ben Cumhuriyet Savcısına yazı yazacağım A, B ve C’nin dinlenmesi lazım. Nasıl
başlatacağım, nasıl şüpheyi başlatacağım bir olay olması lazım, olay yok. Poliste diyor ki
mutlaka oraya gitmem lazım, ee nasıl gidecek haa işte o zaman kurmaca ihbarlar başlıyor.
Gidiyor Karşıyaka Postanesinde şey yok kamera yok onu biliyor ya Karşıyaka Postanesinden
gönderiyor, ya IP’si Kanada’dan yönlendirilmiş bir mail ile gönderiyor ya da herkesin gittiği
internet cafelerine giderek oradan gönderiyor. Şimdi herkesin savunmasını tek tek aldığımız
zaman herkesin ihbarcısı falan filan pek göze batmıyor yani olabilir. Ama siz bu klasörlerde bir
gün şu ihbarları bir göreyim deyip, baştan başlayıp ihbarlara sona kadar geldiğinizde şunu
görüyorsunuz. İhbarlar tek merkezden buna ulaşmanız mümkün. İhbarlar tek elden yazılıyor.
İhbarları yazan bir kişi anlatımı tarzı her şeyi öyle yani olacak şey değil. Bakın şimdi oraya
geliyoruz. Değerli arkadaşım klasör 228 ihbarlar ve el koymaların altında. Evet, bakın Sayın
Başkanım. İhbar Levent Ersöz için, Levent Ersöz’ün kardeşi Bülent Ersöz aranmak isteniyor
kolluk tarafından ama ne yapsın bir ihbar gelecek. Evet, o beklenen ihbar geliyor ve ne diyorlar
Levent Ersöz isimli şahsa ait bütün önemli evraklar kardeşi Bülent Ersöz tarafından muhafaza
ediliyor diyor işte adresi de budur diyor. Peki, ne oluyor ihbarın geldiği gün 7 Temmuz 2006 saat
16:08 bakın 7 Temmuz saat 16:08 aynı anda Cumhuriyet Başsavcılığına İstanbul Emniyet
Müdürlüğü tarafından Mutlu Ekizoğlu’nun işte dinleme arama yapalım yazısı geliyor ve bakın 7
Temmuz 16:19’da 13. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından Bülent Ersöz’ün evinde ihbarda belirtilen
evinde arama yapılması kararı çıkıyor ve o karar biraz önce anlattığım şekilde yani önce
Emniyet Müdürlüğünden geliyor, Emniyet Müdürlüğünden sonra 13. Ağır Ceza Mahkemesinde
imzalanıyor ve geri gönderiliyor. Ne kadar güzel değil mi? Yani ihbar geldi tık, ihbar gelir gelmez
talepname, Savcıya talep, Savcının talebi, Mahkemenin kararı haydi gidelim Bülent Ersöz’ün
evini arayalım. Böyle şeyler olmaz. Böyle şeyler kabul edilemez. Örnek 228, bir başka ihbar.
Bakın, komedi bi de bi de komedi Tekirdağ Emniyetine ulaşamadığım için, niye Tekirdağ
Emniyet Müdürü çekilmiş mi? Su mu basmış. Tekirdağ Emniyet Müdürüne ulaşamadığım için
İstanbul Emniyetini uygun gördüm. Vah canım sevsinler seni. İşe bak, işe bak, Çorlu Askeri
Mahkemesinin emekli Hakim Yarbayı Bahadır filan ismini vermeyim Ergenekon çetesinin gizli
evrak kasasıdır işte adresi şudur. Bu kadar ihbar. Evet, bu kadar. Ne oldu peki hemen arama
dinleme, önce bir başka araştırma yap doğru mu değil mi yani bu kadar kolay mı ya, bu kadar
kolay mı? Yani ben diyelim ki bir Yargıç arkadaşım için bu ihbarı yaparlar mı ya bunu böyle bir
şey olmaz yapamazlar yapmamaları gerekir. Ama bu insanlara da yazık yani bunlarda insan.
Üçüncü kısma geçelim. Bir başka ihbar. Bakın yine maille bu sefer Kemal Aydın ile ilgili bir ihbar
son sayfasına bakabilir miyiz orada bakın şimdi bakın diyor ki Tuncay Özkan’da var evet. Şimdi
diyor ki elektronik posta ihbar tutanağı diyor. Haber merkezi grup amirliğince çözülerek imza
altına alınmış olup, ihbar tutanağının çözülmesine gerek yok ki, ihbar tutanağını mailden geldiği
şekliyle fotoğrafını çekersiniz veya çıktısını alırsınız gönderirsiniz. Biz hiç gelen mailleri ihbar
tutanaklarını mail formatında görmedik hepsini bu tutanaklarla görüyoruz. Niye maillerini
koymuyorlar dosyanın içerisine orijinal. Bu da bir başka ihbardı. Bir tane daha geldik. Evet, bu
da müvekkilimiz Birol Başaran’ın bir ortağıyla ilgiliydi Sergil Yücekök bakın 7 adet el bombası
temin edip bunları ilimiz Kadıköy ilçesi filan sokakta filan isimli işyerine götürdüğünü diyor
gördüm diyor. Peki, hemen arama, hemen iletişimi ama gerçek dışı ne 7 adet bomba var ne bir
şey var. Bunlar arama ve el koyma kararının ya da dinleme kararının alt yapısını oluştursun diye
hazırlanmış olanlar. Bir de başka ihbarlar var. O ihbarlarda da önce götürüp koyacak ki Mustafa
Dönmez olayı onun örneğidir. Ve arkasından da ihbar edilecek gidip bulunacak birde öyle ihbar
yöntemleri var. Şimdi bunları, bunların bütününü gördüğünüz zaman bunu kavrıyorsunuz. Ama
bir tek kendi müvekkilimi savunayım derseniz bunu göremezsiniz. Bir tek kendi müvekkilimin
dosyasını okuyayım savunma yapayım derseniz göremezsiniz. Sizde yargılama yapan bir
Heyetsiniz eminim bunların hepsini sizde gördünüz bunları biliyorsunuz. Bir İşçi Partisi
ihbarından bir örnek vereceğim bir altta. Bu da komedi, bu da komedi, bunu okuyorum. Hepinize
15
T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ )
CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:16
iyi çalışmalar ben Şirinevler’de oturuyorum İşçi Partisine düzenlenen baskınların ilçe
merkezlerinde düzenlenmesini istiyorum. Emredersin, hayhay başım gözüm üstüne, ben
söylüyorum. Aldığım istihbarat göre üç tane ünlemi var. Ünlem burada gerekir mi, gerekmez mi,
onu bırakıyorum. Şirinevler üyelerin hepsi son derece zenginmiş ve terör örgütü Ergenekon’a
destek veriyorlar. İki yıldan fazla bir süredir takip ediyoruz, sen kimsin nasıl iki yıldan fazladır
takip ediyorsun, demek ki sen polissin, yani nasıl takip ediyorsun kardeşim. Geçen seçimlerde
sadece İstanbul 480 milyar il başkanlığına vermiş, seçim yardımları bunlar ve bu paranın devlet
hazinesine girmediğinin kesin kanaatine vardık terör örgütüne yardım veriliyor size vereceğim
isimlerden hepsi yönetim kurulundalar. Bahçelievler’de A kişisi, okul kantincisi aylık geliri 35 bin
lira, bakın komedi ya bu ihbarda ve buna dayanarak bu ihbara dayanarak İşçi Partisinde
aramalar yapılmış el koymalar yapılmış. Şimdi bazen gene parantezi açayım bu sözüm bütün
polisler için değildir, polislik mesleği içinde değildir ama polis içerisinde çöreklenmiş bir çete
içindir bu eleştirilerim bunu açıklıkla söylüyorum. Bazen bu çete şuna ihtiyaç duyuyor diyor ki, ya
ben çok böyle ihbar yaptırdım acaba bir ihbarı da mizansenleri hazırlasam alt yapıyı hazırlasam
halka yaptırabilir miyim, köylüye yaptırabilir miyim diye düşünüyor. Ve böyle şeyler yapıyor. Zir
vadisinde bu gerçekleşmiştir ama ben size çok ilginç bir ihbardan bahsedeceğim Kaynarca,
açabilir miyiz? Evet, şimdi bakın, ihbar tutanağı, orada açmıyor biraz beklersek belki açar, üstte
en üste önemi değil ben buradan okuyorum. 2.2.2009 günü saat 20:10 sıralarında karakolumuz
hizmet numarası olan filan numaralı telefonu arayan ve kendisinin kaynarca köyü sakinlerinden
Mustafa Yılmaz olarak tanıtan şahıs Kaynarca Köyü Hocaoğlu mahallesine giden yolun sağ
tarafında bulunan ormanlık alanda kimliği belirsiz şahısların dolaştıkları ve daha sonra plakası
bilinmeyen opel marka araçla uzaklaştıkları ihbarını vermiştir diyor. İhbar doğru. Şimdi ne anlıyor
bakalım. Evet, ben okuyorum buradan. Yukarıdaki bilgiler bana aittir diyerek ifadesine devamla.
Hocaoğlu mahallesi Kaynarca yol ayrımında bulunan ormanlık alanda çam ağaçlarına çivi ve
tornavida gibi şeylerin çakılmış olduğunu söyledi. Bunun üzerine durumu merak ederek belirtilen
yere geldim orada kardeşim Cevdet ve Köylüm olan İbrahim Usta bulunmaktaydı. Durumu
hemen Jandarma Karakoluna bildirdik ve sonra Jandarma devriyesi olayın olduğu yere gelerek
Jandarma devriyesi ormanlık alanın içerisine girdik. Evet, ben kısaca söylüyorum ne olduğunu.
Birileri beyaz bir arabayla kimine göre Renault kimine göre Hyundai plakası numarası bile belli
gidiyor köylülerin olduğu yerde kendilerini biz buradayız diye göstermek için sağa sola
geziniyorlar köy meydanında. Belli bir süre sonra diyorlar ki tamam, bizi görmüştür neden bizi
görmüştür diyorlar. Çünkü görenlerden birisi görür görmez korkuyor ve kaçmaya başlıyor bunlar
kaçanı görüyorlar tamam bu gördü diyorlar. Ama bu sadece göze hitap eden bir görme, şimdi
kulağa hitap eden bir duymada gerekir peki diyorlar ve ormanın içerisine gidiyorlar. Sayın İlker
Paşam buna ben size çok önce anlatmak istemiştim ama olanak bulamamıştım. Şimdi
anlatıyorum. Şimdi içeri giriyorlar, hayır estağfurullah hiçbir zaman suçunuz yok. İçeri giriyorlar
ve ağaçların kabuklarını soyarak ağaçlara tornavida sesleri, tornavida çakmaya başlıyorlar ses
bütün köyde yankılanıyor, şimdi diyorlar ki tamam gözede hitap ettik ama bir duyuya da hitap
etmek lazım. Göze, kulağa tamam sese tamam koku ve bu sefer kötü bir koku yayılmaya
başlıyor köyde çok kötü bir koku ancak o tornavidaları izleyerek gittiklerinde bir şeyle
karşılaşıyorlar bir karış derinlikte ve paçavraları mavi paçavraları yukarıda görülecek şekilde bir
şeyler gömülmüş ve taze o kokuyor tutup çekiyorlar işte meşhur Sat Komandolarının gömdüğü
mühimmat burada. Buna kim inanır. Böyle bir şey olabilir mi ve bunun sonucu olarak Levent
Bektaş davasında bu konuyu anlatmak istedim ayrıntısına girince Mahkeme Başkanı bana şunu
söyledi tutanaklarda var. Avukat Bey biz oradan müvekkilini suçlamıyoruz burayı geçin dedi ve
hakikaten ondan sonra bu aramayla ilgili bir suçlama yapmadılar. Ama bunu kim yaptı. Bu
mühimmatla ilgili Mustafa Dönmez sürekli bu mühimmatları bir araya getirin diye kendisini
parçaladı, mühimmatlar parçalandı bir araya gelmedi. Şimdi çok az bir sürem kaldı. Bu bölüm
yaklaşık 45, 50 dakika olacak ama bu bölümü atlayacağım bir başka savunma sırasında dile
16
T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ )
CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:17
getireceğim sadece son ihbar kardan adam ihbarıydı. Bu kardan adam ihbarı da birçok kişiyi çok
ayrıntılı bir biçimde suçlayan bir ihbardır. En sondaki kardan adamı açabilir miyiz, en sonunu
açalım onun. Bakın en sonunda diyor ki, bazı özel operasyonlarda kullanılacak şahıslar ve
ulaşılabilecek yakınları özel kuvvetler gibi birimlere alınarak inceleniyor. Nuri Bozkır, Kasım
Zengin’e yaklaşmak için bu yolu kullanmıştı. İBDA-C içerisinden bazı şahısların yine bizim
tavsiyemizle özel kuvvetlere alınarak eğitim verildiğini biliyorum. İBDA-C içerisinde bizim
kontrolümüzde olan bir grup İzmir’de Murat Tetik öncülüğünde El-Kaide Türkiye grubunu
oluşturdu ve Kaide isimli dergiyi çıkarmaya başladı. Osman Akyıldız’ı bu dönemde özel
kuvvetlerde görevlendirdik, internet üzerinden bu grubu yönlendirme görevi verilmişti. Yani
öylesine şeyler anlatıyor ki ama imza olarak ne atıyor biliyor musunuz Osman Akyıldız’ı
görevlendirdik diyor Osman Akyıldız diye imza atıyor. Bu ihbarcı ama biraz önce yukarıda da
diyecek ki ben korkuyorum bu nedenle ismimi veremem diyecek yani bunlara nasıl güveniriz, bu
ihbarların nesine güveniriz. Bilemiyorum bu konu aslında çok ayrıca ayrıntılı olarak anlatılacak.
Şimdi Levent Ersöz Paşanın savunmasını yaklaşık 200 sayfa halinde dosya içerisi, içeriğiyle ve
Sayın Cumhuriyet Savcısının esas hakkındaki mütalaası ve esas hakkındaki iddianamesi ile
birlikte çok ayrıntılı bir biçimde irdeliyoruz size hem kitap olarak sunacağız hem de CD olarak
sunacağız. O açıdan bunları tekrarlamıyorum bunları yazılı olarak vereceğiz ama sonuç olarak
şunu söylemek istiyorum. Gerçekten bugün 12 dakika kaldı ama 12 dakika içerisinde
anlatacağım bir bölüm yok hiç girmemeyi tercih ediyorum. Bize savunmak için süre verin lütfen.
Aslında böyle bir sözü telaffuz etmek bile kötü süre istememize gerek yok ama bir ilke kararı
alarak Sayın Mahkemenizin hiç değilse davanın geneliyle ilgili fazla müvekkili olan avukatlara bir
beş saat konuşma süresi verin. Bunarlı anlatalım, bunları tartışalım, bunları ortaya koyalım.
Şimdilik sözlerim bunlar. Ben Türkiye’de önümüzdeki günlerde çok güzel şeyler olacağı
inancındayım. Türkiye’nin tam ve gerçek bir demokrasiyi pekiştireceği inancındayım. Sayın
Mahkemenizden de bu celse anlattığım konulardaki usul eksiklikleri dikkate alınarak ve daha
sonraki anlatacaklarım da dikkate alınarak bize gerçekten bunları anlatabilme olanağı tanımazını
ve bu konuları yeniden irdelemek üzere söz vermenizi talep ediyorum saygılar sunuyorum.”
Mahkeme Başkanı: “Sanık Levent Ersöz’den Müdafilerinin beyanına katılıp katılmadığı
soruldu.”
Sanık Levent Ersöz: “Katılıyorum Başkanım.”
Mahkeme Başkanı: "Evet, teşekkür ederiz Levent Bey tekrar acil geçmiş olsun diyoruz.”
Sanık Levent Ersöz: “Sağ olun Sayın Başkanım.”
Mahkeme Başkanı: “Avukat Bey daha önceki müvekkiliniz 25 saat Celal Bey, daha önceki
müvekkiliniz savunmalarında 25 saat, yaklaşık 25–26 saat savunma yapmıştır. Bu adı üstünde
son savunma yani iki saat son savunma süresi, ancak bu davayı da makul ve adil bir süre
içerisinde bitirmek durumundayız. Bütün bunları dikkate alınarak biz iki saat süreyle son
savunma süresi vermeyi uygun gördük. Bu gerekçeyi size anlatmak istedim.”
Sanık Levent Ersöz Müdafii Avukat Celal Ülgen: “Bir şey söyleyebilir miyim Sayın
Başkanım, tartışmak için değil sadece bir şey söylemek için istiyorum.”
Mahkeme Başkanı: "Buyurun bir cümle alalım. Buyurun.”
Sanık Levent Ersöz Müdafii Avukat Celal Ülgen: “Şimdi bir defa son savunma diye bir şey
yok esas hakkındaki mütalaaya karşı savunmaları bildiriyoruz bu nedenle olayın yoğunluğu
dikkate alınarak hakikaten süreye ihtiyaç var ama kendisini yenileyen bir başka avukat arkadaşı
yenileyen veya bugüne kadar söylediklerinden başka bir şey söylemeyenlerin belki süreye
ihtiyacı olmayabilir ama bizim süreye ihtiyacımız var. Yani bugün söylediklerimiz yeni bir şey
değil mi bugüne kadar tekrar ettik mi kendimizi yeniledik mi ama çok var daha çok anlatılacak
çok şey var. Teşekkür ediyorum.”
Mahkeme Başkanı: “Evet, anlaşıldı. Diğer bir hususta her Hakim önüne gelen her evrakı
ve eklerini mutlaka okur okumadan imzalamaz incelemeden imzalamaz. Bunu da hatırlatmak
17
T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ )
CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:18
istiyorum. Sanık Levent Ersöz’ün esas hakkındaki son savunması bu şekilde tamamlanmış oldu.
Bu sırada Sanık Alparslan Arslan Müdafi Avukat Oğuz Kayıran ile Sanık Doğu Perinçek ile bir
kısım sanıklar Müdafi Avukat Sedef Ünal’ın geldikleri görüldü huzurdaki yerlerine alındı. Saatin
12:49 olduğu görüldü.”
Duruşmaya 14:00’e kadar ara verildi.
Duruşmaya kaldığı yerden devam olundu.
Mahkeme Başkanı: "Verilen arada Sanık Ahmet Hurşit Tolon Müdafileri Avukat Köksal
Bayraktar ve Avukat Dilek Helvacı’nın da geldikleri görüldü huzurdaki yerlerine alındı.”
Sanık Ahmet Hurşit Tolon önceki kimliği tahtında huzura alındı.
Mahkeme Başkanı: “Evet Hurşit Bey Avukatlarınız burada hazır suçlandığınız size isnat
edilen suçlamaların konularına göre iki saat son savunma yapma süreniz var esas hakkında son
savunma yapmaya hazır mısınız?”
Sanık Ahmet Hurşit Tolon: “Esas hakkındaki savunmaya değil. Esas hakkındaki savunma
takdir buyrulur ki 2271 sayfadan oluşan bir esas hakkındaki mütalaa ile 122 milyon sayfadan
oluşan dava dosyaları ve sonradan ilave edilmiş 22 ilave dosyaya ancak kısıtlı iki saatlik süre
içerisinde ifade edebileceğim beyanlarda bulunacağım.”
Mahkeme Başkanı: “Anlaşıldı. Buyurun sizi dinliyoruz. Sanık Ahmet Hurşit Tolon esas
hakkında son savunmasına. ”
SANIK AHMET HURŞİT TOLON ESAS HAKKINDAKİ MÜTALAAYA KARŞI BEYANI
VE SON SAVUNMASINDA:
Sanık Ahmet Hurşit Tolon : “İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı ve Üyeleri
sözlerime başlarken Mahkemenizin önce birbiriyle irtibatsız 23 dava dosyasını birleştirip yaklaşık
121 milyon sayfaya ulaşan dosya ile ilgili İddia Makamının şayet Türk Ceza Kanununda
yürürlülükte olsaydı idamımı isteyeceği mütalaasına karşı Avukatlarım da dahil olmak üzere
toplam iki saatlik sürede savunma yapmaya zorlanmamın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin
8. maddesinde düzenlenen adil yargılama hakkının açıkça ihlali niteliği taşıdığını belirtmek
isterim. Mahkemeniz yargılamanın önceki aşamalarında da maalesef sık sık sergilediği savunma
hakkını açıkça kısıtlayan tutumu ile savunmanın Silivri’deki yargılamanın bir tarafı olmadığını,
yargılamanın sadece İddia Makamı ile Heyetinizden ibaret olduğunu kamuoyuna zaten ilan
etmiştim. Bende yaşadığım bunca hukuksuzluğa ve adaletsizliğe rağmen devletin en önemli
makamlarında uzun yıllar görev yapmış devlet adabını içine sindirmiş biri olarak makama olan
saygım nedeniyle Mahkemenizce adeta peşinen verilmiş hükmü açıklama gayretiyle yapıldığı
izlenimi veren merasimin bir parçası olarak şeklen tarafıma tanınmış gibi gösterilen savunma
hakkımı kısıtlı sürede şimdi kullanmaya çalışıyorum. Sözlerime esas hakkındaki mütalaada üç
çok önemli yanlışı Mahkemeniz huzurunda düzelterek, adına yargılama yaptığınız büyük
Milletimize ve dünya kamuoyuna açıklamakla başlayacağım. 1-) Türk Silahlı Kuvvetleri kesinlikle
bir terör örgütü değildir. 2-) Türk Silahlı Kuvvetlerine sızılmaz. Çünkü o düşman ordusu ya da
mevzii değildir. 3-) Türk Ceza Kanununda darbe ortamını oluşturmak diye bir suç yoktur. Tekrar
ifade ediyorum Türk Silahlı Kuvvetleri terör örgütü değildir. Oysa esas hakkındaki mütalaanın
1688. sayfasındaki Savcılık görüşü farklıdır. Şöyle ki mütalaada Ahmet Hurşit Tolon’un
Muvazzaf olduğu dönemde de Ergenekon terör örgütü içerisinde faaliyet gösterdiği
belirtilmektedir. Mütalaadaki bu çarpık bakış açısına göre muvazzaf bir asker 47 yıl terör örgütü
içerisindedir. Yani Türk Silahlı Kuvvetleri bir terör örgütüdür. Bu daha başka nasıl söylenebilir.
Nitekim Türkiye Cumhuriyetinin 26. Genelkurmay Başkanı Emekli Orgeneral İlker Başbuğ da
silahlı terör örgütü kurmak ve yönetmekle suçlanmadı mı? Türkiye Cumhuriyetinin Genelkurmay
Başkanı nasıl bir terör örgütünün yöneticisi olabilir. Bunu tevil etmek için hiçbir sözcük yarda
cümle yeterli olmaz. Milletin bağrından çıkmış Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarını sözde
Ergenekon terör örgütünün yöneticileri üyeleri olarak içlerinde barındıran Anayasal bir kurum
düşünülebilir mi? Ama mütalaadaki bakış açısı maalesef bizi bu vahim ve kabul edilemez
18
T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ )
CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:19
sunuca ulaştırıyor. Hatta İddia Makamının bu bakışına göre bu örgüte mensup olanlar öyle
görünmez öyle saklı kişilerdir ki Askeri Okullarda yetişir, Harp Akademilerinde okutulur, silahlı
kuvvetler milli güvenlik akademilerinden mezun olur, yurtiçi ve yurtdışı sayısız kurslarda
teröristlik yöntemleri eğitim ve öğretimi yaptırılır, 30 yıl sonra da General rütbesine terfi ettirilip
Orgeneralliğe kadar yükselmeleri sağlanır. Keza mütalaadaki bu bakış açısına göre ya Türk
Silahlı Kuvvetleri bizatihi kendisi terör örgütüdür, ya da içindeki bunca örgüt mensubunu
anlayamayacak kadar dünyadan bir haber bir komuta yönetim kadrosuna sahiptir. Bu güzide
kuruluşun gelmiş geçmiş tüm komutanları yönetim kadroları bunca teröristi bünyesinde
barındırmışlarda ya hiç fark edememişler ya da teröristleri bilerek gizlemişlerdir. Hiç aklın,
mantığın, vicdanın kabul edeceği şey midir bu? Ama mütalaa böyle kabul ediyor. Gelelim sızma
meselesine Türk Silahlı Kuvvetlerinin çok şerefli, yurtsever fedakar ve cefakar mensupları kendi
kutsal ocaklarına sızmazlar. Askeri terminolojide sızma demek düşman kontrolü altındaki bir
bölgeye, mevzie gizlice girmek ve ilerlemek demektir. Buna göre Türk Silahlı Kuvvetlerine
sızmak demek onun namusuna el uzatmak demektir. Nadir de olsa böylelerine rastlanabilir. Ama
onlar olsa olsa ancak gizli müptezel müfteri tanık olurlar. Oysa bu mütalaada 71 kez sızmaktan,
30 kez de Türk Silahlı Kuvvetlerine sızılmasından söz edilmektedir. Hem de öyle açık ki,
mütalaanın 1529 ve 2038. sayfalarında Genelkurmay Başkanı Emekli Orgeneral İlker Başbuğ
için Türk Silahlı Kuvvetlerinin içerisine çıkan ve kimsi üst düzey konumlara kadar ilerleyen
Ergenekon terör örgütünün bu kurum içerisindeki yapılanmasının üst düzey yöneticilerinden
olduğu belirtiliyor. El insaf. Alem kör ve sağır, millette zeka özürlü mü? Daha 15–16 yaşlarında
yedi sülalesi araştırılarak bu kutsal ocağa kabul edilenleri Türk Silahlı Kuvvetlerine sızmış olarak
tanımlamak hakız mesnetsiz bir itham ağır bir hakarettir. İddianamedeki bu bakış açısını şiddetle
reddediyorum. Kadı ki Ergenekon davalarının etkin bir destekçisi bile bir milletin ferdi kendi
milleti için var olan müesseselere sızmaz. Hakkıdır girer oraya dedikten sonra. Görüldüğü gibi
İddia Makamının ortaya koyduğu suçlamalar hiçbir şekilde kişisel olmayıp kurumu hedef alan
suçlamalardır. Her ne kadar Mahkemeniz tutanaklarına geçtiği üzere bu davanın bir siyasi bir
dava olmadığı ileri sürülüyorsa da aslında mütalaadaki tespitler bu davanın tam bir siyasi dava
olduğunu ve ana hedefinin de Türk Silahlı Kuvvetlerini yıpratmak ve itibarsızlaştırmak olduğunu
kanıtlamaktır. Ve nihayet sözde darbe ortamı oluşturmakla ilgili mütalaada Türkiye Cumhuriyeti
hükümetinin ortadan kaldırılmasına kısmen veya tamamen görevlerinin yapmasını engellemeye
yönelik teşebbüse ilişkin yer, zaman ve fiil belirten tek bir eylem dahi gösterilmemiştir. Kanunsuz
suç olmaz bilindiği gibi eylemsiz suç olmaz. Şimdi öncelikle bunu tarihe not olarak düştükten
sonra şimdi gelelim mütalaaya yaklaşık 1,5 yıl önce 15 Kasım 2012 tarihinde yani gözaltına
alınmamdan tam olarak 3 yıl 4 ay 14 gün sonra burada ilk kez hukuki dayanaktan yoksun
ilişkisiz, irtibatsız ve de hayali olduğu kadar önyargılı itham ve suçlamalara yanıt vermek
yasadışı yaptırımlarla maruz kaldığım hukuk suikastını bir başka ifadeyle hukuku maksatlı
biçimde araç kılarak baskı korkutma yıldırma sindirme ve de tehdit yöntemlerinin tümü
kullanılarak önyargılı haksız mesnetsiz kanuna aykırı uygulamalarla kişi hak ve hürriyetlerimin
katledilmesini açıklamaya, tahrip edilmek istenen kişilik haklarımı korumaya, haksız işlemler
sonucu uğradım zararı ortaya koyup gasp edilen bireysel haklarımı geri almaya geldiğimi ifade
etmiştim. Şimdi aradan 1,5 yıl geçti. Bu defa 23 birbiriyle ilişkisiz irtibatsız dosyanın
birleşiminden oluşturulmuş esas hakkındaki mütalaa adı verilen bir peşin hüküm dokümanı ile
suçlanıyorum. Ne demişler tarih tekerrürden ibarettir. İşte bu mütalaa da iddianamenin bir
tekrarıdır. Önce tekerrür eden tarihin başlangıcını hatırlamakta yarar görüyorum. Ülkemizde bir
anda birbiri ardına seri halde patlayan ve kamuoyu üzerinde şok etkisi yaratan Ergenekon
operasyonlarına neden ihtiyaç duyulmuştur. Ne idi bu gizemli operasyonlar Ergenekon
operasyonları Ergenekon fırtınası başladığı yıllarda bir stratejik araştırma merkezinin yaptığı
değerlendirmede bu sorunun cevabı ile hem günümüzün gelişmelerine ışık tutmakta hem de
burada tutsak oluşumuzun nedenini açıklamaktadır. Nedir Ergenekon operasyonu bu soruyu o
19
T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ )
CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:20
tarihte bir grup köşe yazarı fikir ve söz birliği etmiş gibi dünya sistemi ABD ve NATO
Ergenekon’u tasfiye ederek Türkiye’yi tedavi ediyor şeklinde değerlendirmekteydi. Ergenekon
operasyonunun amacı ve hedefine gelince yine o günlerde bir köşe yazarının ifadesiyle
Ergenekon operasyonunun amacı kurucu unsurlarının Türkler olmadığı yeni bir Türkiye’nin
formatlanmasıdır. Ergenekon operasyonları sürecinde 4 temel hedeften söz edilmiştir. Bunlar
Türkiye’nin muhafazakar değerlere değerlerle demokrasiyi meczeden bir Ortadoğu ülkesi
olması. Batı ile doğu arasında köprü görevi üstlenmesi. Atatürkçü ve Kemalist düşüncenin
tasfiye edilmesi ancak İslam'ın her alanda yaşadığı modern görünüşte bir ülke olması, Türk
ordusunun enerjisini dışarıda harcamasıdır. Günümüz Türkiye’si ile fevkalade isabetli bir öngörü
anlaşılan o ki Türkiye’nin bölünmesine emperyalist güçler tarafından yağmalanmasına karşı
iseniz, kurtuluş savaşının ulusumuza armağan ettiği Cumhuriyete ve Anayasamıza bağlı iseniz
ve hele bir de Mustafa Kemal Atatürk’ü seviyorsanız o zaman siz artık tescilli bir
Ergenekoncusunuz demektir. O takdirde elbette yeriniz Silivri’dir. Ben de buradayım işte ve
karşınızdayım şimdi. Anayasal demokratik haklarını kullananların haksız olarak suçlandığı ve
özgürlüklerinden mahrum bırakılmalarına neden olan bir iddianame ve onun türevi olan
mütalaanın değişmeyen mesnetsiz ithamları ile karşı karşıyayım. Kamuoyuna asrın davası
Ergenekon davası ya da Türkiye’nin darbelerle yüzleşme davası gibi hayali isimler verilerek
servis edilen bu davada düzmece dijital veriler ve belgeler ile yüz kızartıcı suçlardan hüküm
giymiş şaibeli tanık ve gizli tanıklarla terörist olduğu kesinleşmiş yargı kararları ile sübuta ermiş
sözde tanıkların iğrenç iftiralarına dayalı olarak mahkemenizde yaklaşık 6 yıldır sürdürülen
yargılamada iddia makamı sadece iddianamenin ismini esas hakkındaki mütalaaya çevirerek
hayali bir senaryodan ibaret iddialarını tekrarlamakla yetinmiştir. Somut hiçbir delilin ortaya
konulamadığı maddi gerçeklerden tamamen uzak mesnetsiz soyut değerlendirmelerle isnat
edilen suçlar arasında düzmece delillerle yapay irtibat kurulmaya çalışılmış bir görüşün taşıdığı
yerdeyim. Ancak bu amaçla ciddi şekilde muhtaç olup adaleti aradığım mahkeme salonunda
mıyım yoksa bir final koşusunda kronometre kontrolünde ipe doğru koşulacak yarış pistinde
miyim doğrusu bunu anlamakta güçlük çekmekteyim. Eminim ülkemizde son dönemde cereyan
eden gelişmelere bakıldığında burada yargılanan pek çok sanığın da mahkeme esasa etkili
delilleri toplamadan hadiseyi aydınlatacak tanıkları bir bölümü duruşmada hazır edilmelerine de
rağmen dinlemeden acaba nereye yetişmeye çalışıyor sorusuna yanıt aradığını sanıyorum.
Gerçekten mahkeme acaba nereye koşuyor. Sadece iddia makamının delillerini toplayıp sıra
savunma tarafına gelince biz maddi hakikate ulaştık artık delillerin toplanmasına ve
değerlendirilmesine gerek kalmadı diyen bir mahkemeden hiç adil bir karar çıkması beklenebilir
mi? Nerede kaldı adil yargılamanın bir gereği olan silahların eşitliği ilkesi? Bu aşamada
yapacağım açıklamalar hukuken son savunma ise ki mahkeme öyle tanımlıyor. Huzurunuzda
günlerce süren yazılı ve sözlü ifademde somut delilleri ile ortaya koyduğum gerçekler ve sonra
takip eden yıllarda fırsat verildikçe zaman açısından son derece sınırlı biçimde yapmak zorunda
bırakıldığım tahliye taleplerinde yine maddi kanıtları ile ortaya koyduğum üstü örtülemeyen
gerçekler ve aralarında Genelkurmay Eski Başkanı emekli Orgeneral Hilmi Özkök’ün de yer
aldığı kamu tanıkları ve savunma tanıklarının beyanları ile üzerime atılan iftiraların tamamen
çürütüldüğünü ortaya koyan somut deliller nerede. Bunlar mütalaada hiç yer almıyor neden ama
mütalaada ne yer alıyor. Düzmece olduğu her yönüyle kanıtlanmış sözde deliller ile bazı
müfterilerin somut delile dayanmayan atfı cürüm niteliğindeki iddiaları. Bunu nasıl değerlendirip
kabul edeceğim. İddia makamının bunca delili açıklamayı görmediğini duymadığını okumadığını
ya da önemsiz saydığı için mütalaa adı verilen suçlama dokümanına almadığını sadece kişisel
görüşlerini aksettiren bütünüyle yoruma dayalı hayali senaryolarını aynen tekrarladıklarını mı
kabul edeyim? İddia makamı kusura bakmasın ama ben bu bilim kurgu filmini aratmayacak
derece akıl dışı, mantık dışı ve maalesef insanlık dışı senaryoda bana verilen rolü oynamayı
kabul etmiyorum. Hiçbir zaman da kabul etmeyeceğim. Soruşturma safhasında Emniyet güçleri
20
T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ )
CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:21
tarafından işlemediğim bilinen bir suçun suni delil ve emareleri yaratılmak suretiyle iddia makamı
tarafından şahsıma asılsız suç isnadında bulunulmasının o zaman için taksir olabileceğini
belirtmiştim. Ancak aradan geçen süre içerisinde ortaya konulan somut delillerin mevcudiyetine
rağmen halen daha bu düzmece delillere dayalı olarak şahsıma asılsız suç isnadında
bulunulmaya devam edilmesi karşısında bu defa ne diyeyim taammüden mi, örnek mi, çok.
05.11.2009 tarihinde 14 nolu celse tutanaklarında da görüleceği gibi duruşmada Cumhuriyet
Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel tarafından Hasan Atilla Uğur’a sorulan şimdi sizden ele geçirilen
CD’de yer alan diğer şüphelilerden Mehmet Şener Eruygur, Hurşit Tolon’dan da ele geçirilmiş
darbe planları içerisinde Ayışığı ile ilgili birtakım sorular sormak istiyorum sorusuna müdafilerim
tarafından anında itiraz edilerek şahsımla ilgili yapılan aramalarda bulunmayan sözde darbe
planları ile ilgili maddi hatanın düzeltilmesi talep edilmiştir. Söz konusu talebimiz ile ilgili olarak
iddianamede imzası bulunan ve aynı zaman duruşma savcısı olarak görev yapan Mehmet Ali
Pekgüzel tarafından verilen 21.12.2009 tarihli 25 nolu celsedeki mütalaanın a fıkrasında
05.11.2009 tarihli duruşmada hatalı olarak yöneltildiği ileri sürülen sorunun düzeltilmesi talebinin
talep gereğince kabulüne, bu sorunun sehven sanık Hasan Atilla Uğur’a yöneltilmiş bulunduğu
açıklanmış olmakla, varlığı ileri sürülen darbe planlarının şahsımda olmadığı ve bu sorunun
sehven yöneltildiği gerçeği bir kez daha kesinlik kazanmıştır. Ancak esas hakkındaki mütalaanın
2045 ve 2047. sayfalarına baktığımızda şahsımla hiçbir şekilde bulunmayan Sarı kız, Yakamoz
ve Ayışığı adı verilen sözde darbe planları halen daha ben de bulunmuş gibi gösterilerek adli
makamlar ve kamuoyu yanıltılmaya çalışılmıştır. Bir başka örnek oğlumun Kazakistan
caddesindeki şahsi konutunda kendisinin yakınlarının ve avukatının yokluğunda yapılan hukuka
aykırı aramada ele geçirildiği ileri sürülen iki adet Elba Marka CD’ye hem iddianamede hem de
esas hakkındaki mütalaada yer verilmiştir. Oysa Elba marka bu CD’ler şahsımla ilgili hiçbir
arama ve el koyma tutanağında yer almamaktadırlar. Daha da önemlisi arama tutanaklarına
göre adli emanette olması gereken CD, DVD sayısı 18 iken ne hikmetse 3 adet fazlasıyla adli
emanette halen 21 adet CD, DVD bulunmaktadır. Bunu da mı sineye çekeyim? Savunmamda bu
hususta somut deliller göstermem karşısında mahkemeniz bu farklılığın neden ve nasıl
kaynaklandığının aydınlatılması için hem Ankara hem de İstanbul Emniyet Müdürlüklerinden
ayrıntılı bilgi istemiştir. Ankara Emniyet Müdürlüğü 05.03.2012 tarihli 4229 sayılı cevabi
yazısında üç adreste toplam 125 adet çeşitli CD, DVD ele geçirdiğini bildirmiştir. İstanbul
Emniyet Müdürlüğü ise 21.03.2012 tarihli cevabi yazısında düzenledikleri zarf açma tutanağında
134 adet olarak gösterilen CD, DVD’nin nereden ve nasıl temin edildiğine dair mahkemenizce
cevaplandırılması istenilen sorulara hiçbir yanıt vermemiştir. Daha doğrusu yanıt verememiştir.
Çünkü mızrak çuvala sığmamıştır. İstanbul Emniyet Müdürlüğü mahkemenizce sorulan sorulara
yanıt vermek yerine kendisine yöneltilmeyen sorulara ilişkin şahsi yorumlarda bulunarak bilgi
kirliliği yaratmak suretiyle şahsıma karşı işlenen suç uydurma cürümünü örtbas etmeye
çalışmıştır. Üstelik Ankara Emniyet Müdürlüğü’nün cevabi yazısında el konulan toplam CD, DVD
sayısının 125 olarak gösterilmesine karşılık İstanbul Emniyet Müdürlüğünce düzenlenen
tutanakla el konulan toplam CD, DVD sayısının 134 olarak gösterilmesi karşısında CD, DVD
sayısındaki fazlalığın bu kez de 9’a ulaştığını görüp bir kez daha hayrete düştük. Umarım
mahkemenizin de bu husus dikkatini çekmiştir. Ancak maddi hakikati araştırmakla yükümlü
mahkemeniz bu çelişkinin giderilmesi ve olayın tüm yönleriyle aydınlatılabilmesi için Ankara ve
İstanbul Emniyetine maalesef yeniden müzekkere yazmaktan imtina etmiştir. Sonuçta ne oldu?
İddia makamı da mahkemeniz kayıtları baz alındığında adli emanette bulunan 3 adet fazla CD
ile arama tutanaklarının hiçbirinde yer almayan düzmece Elba 3 ve Elba 4 numaralı CD’lere ve
içeriklerine dayalı olarak şahsıma hem iddianamede hem de esas hakkındaki mütalaada asılsız
suç isnatlarında bulunmaya devam etti. Oysa şahsımla ilgili aramalarda bulunmadığı somut
olarak kanıtlanmış tutanaklarda yer almayan dosyaya halen imajları dahi sunulmamış varlığı
meçhul bu düzmece deliller hukuken yok hükmündedir. Tabir-i caiz ise hiç ölü CD’nin Davası mı
21
T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ )
CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:22
olur? Başka mı? Bildiğiniz üzere iddianamede 03.04.2008 tarihinde saat 17:08’de Turan Çömez
ile Ferda Paksüt arasındaki telefon konuşmasına ait tapede teknik tahrifat yapılarak Bayan
Paksüt’ün eşi Osman Paksüt’ü kastederek yaptığı konuşmada Osman abini ifadesinden - ni eki
çıkartılarak konuşma tutanağı Osman abi şekline dönüştürülmek suretiyle Ferda Paksüt’ün
Turan Çömez vasıtası ile AKP’nin kapatma davası ile ilgili şahsımdan bilgi aldığı iddiası ileri
sürülmüştür. Yapılan tahrifat teknik bilirkişi raporu ile mahkemenizde kanıtlanınca iddia makamı
bu defa da mesnetsiz iddiasını mütalaada kapatma davasından söz etmeden soyut olarak bilgi
aldığı şekline dönüştürmüştür. Peki, tahrifat ile yok edilen - ni ekinin sorumlusu kim, meçhul.
Aslında benim Turan Çömez ile yaptığım görüşmede kendisi ile İstanbul Teknik Üniversitesi
Ankara’daki lokalinde randevulaşma ve birlikte konferans vereceği üst kat salonuna çıkmak için
yapılmış olmasına rağmen maalesef yapılan teknik tahrifat neticesinde hiçbir irtibatım olmayan
Ferda Paksüt ile ilişkilendirilen bir görüşme haline dönüştürülmeye çalışılmıştır. Bir diğer örnek
2006 yılı Mayıs ayında siyasi parti kurma çalışmalarını yürüten Karadenizli bazı işadamlarının
verdikleri bir öğle yemeği sonrasında Alaaddin Bayraktar tarafından yapılan bir davet üzerine
dosyanın sanıklarından Semih Tufan Gülaltay ile tamamen bir rastlantı sonucu hayatımda
sadece bir kez karşılaşmış olduğumu tüm ayrıntılarıyla mahkemenize sunduğum sözlü ve yazılı
beyanlarımı da burada açıklamıştım. Aynı şekilde Semih Tufan Gülaltay da huzurunuzda vermiş
olduğu ifadesinde benim beyanlarımı teyit etmiştir buna ilaveten savunma tanığım İsmet Tuncer
de 12.10.2012 tarihinde ve 244. celsede mahkemenizdeki beyanları ile de bu tesadüfi
karşılaşmayı çok net olarak açıklamıştır. Keza mahkemenize bildirdiğimiz tanıklar listesinde
olmasına rağmen kabul edilmediği için 11.03.2013 tarihinde duruşma salonunda hazır edilen ve
mahkemenizce CMK’nın 178. maddesindeki yasal zorunluluğa rağmen yine de dinlenmeyen
savunma tanığım Başbakanlık eski müsteşarı Yaşar Yazıcıoğlu’nun aynı gün ulusal medyaya
yaptığı ve o gün ve takip eden 12.03.2013 tarihli ulusal basında da yer alan açıklamaları ile de
söz konusu karşılaşmanın tamamen bir rastlantı sonucu gerçekleştiği teyit edilmiştir. Ancak
dosya kapsamındaki bu verilerle tüm gerçek ortaya çıkmış olmasına rağmen mütalaada hala
hiçbir somut delile dayalı olmaksızın Semih Tufan Gülaltay ile sık sık görüştüğüm iddiasına yer
verilmesi gerçeklerin inkarı niteliğinde kabul edilemez bir yaklaşımdır. Bir başka örnek sanık
Habib Ümit Sayın gizli tanık Anadolu olarak 11.04.2009 tarihinde savcılıkta verdiği ifadede
Ankara’da tarafımca kendisine söylendiğini ileri sürdüğü sivil toplum kuruluşları Türkiye
topluluğu, ADD, Çağdaş Eğitim Vakfı ayrıca Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği ile ilgili
beyanlarını daha sonra huzurunuzda verdiği 07.12.2009 tarihinde 124. celse tutanaklarının 38.
sayfasında yer alan ifadesiyle değiştirerek bu beyanın benim tarafımdan değil dava
sanıklarından bir başka kişi tarafından söylendiğini ileri sürmüştür. Şöyle ki tarih 07.12.2009 ve
celse 124 tutanak sayfası 38 tutanaktan ifade ediyorum. Sanık Kemal Kerinçsiz: sivil
yapılanmadan size bahseden kimdi efendim. Dernek isimlerini söyleyen sanık Habib Ümit Sayın:
Şener Paşa, sanık Kemal Kerinçsiz: Şener Paşa size Şener Paşa az önce saymış olduğunuz
dernekleri mi saydı. ÇEV, ADD, ÇYDD, TESAV doğru mu efendim? Sanık Habib Ümit Sayın:
TESAV’ı o söylemedi TESAV daha sonra baş harfleri ile ifade ediyorum AOG ile konuştuğumda
içinde olduğunu TESAV’ı Şener Paşa saymadı diğerlerini saydı. Sanık Sevgi Erenerol müdafii
Avukat Vural Ergül sayfa 11. Şimdiki ifadenizde diğer iki ifadenizle birlikçe çelişiyor. Sanık Habib
Ümit Sayın: hayır ifadeye geçerken defalarca görüşmedim şahsımı kastederek kendisiyle gerçek
olan 1, 1. Ordu Komutanlığı sırasında 1.Ordu Komutanlığında görüştüm daha sonra bir kez
merkez ordu evinde görüştüm onun haricinde bir iki telefon konuşmam var ondan başka
görüşmedim müteaddit olacak kereler beni makamına çağırmış değil. Yani öyle bir hata var
orada. Sayfa 19. Sanık Habib Ümit Sayın: şimdi şöyle arz etmek istiyorum bu ifadeyi imzalarken
ben baştan okumadım. Zekeriya Öz’e söylediklerimin hepsinin yazıldığını varsaydım. Dolayısıyla
bu ifadede söylemediğim yani farklı söylediğim şeyler onları belirtmek istiyorum. Sayın Zekeriya
Öz ile biz karşılıklı konuştuk önce anlattım. Daha sonra kendisi ifadeyi yazdırdı. Mahkeme
22
T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ )
CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:23
Başkanı: pazarlıkla mı verdiniz o ifadeyi. Sanık Habib Ümit Sayın: pazarlıkla vermedim.
Mahkeme Başkanı: mümkün olursa böyle bir ifade vereceğim demek pazarlıktır. Sanık Habib
Ümit Sayın: hayır sadece dilekçemde tahliyem söz konusu olursa böyle bir ifade vermek
istiyorum dedim. Mahkeme Başkanı: altına imza atıyorsunuz yazının altına imza atıyorsunuz bak
şimdi de yok diyorsunuz. Sanık Habib Ümit Sayın: aramızdaki konuşma farklıydı buraya farklı
geçirilmiş yani aramızdaki Sayın Zekeriya Öz ile yaptığımız görüşme farklıydı. Sayfa 23.
Mahkeme Başkanı: asker içerisindeki bir yapılanmayı 2004’te öğrendim. Fakat bu askeriyenin
içerisindeki yapılanmanın sivil uzantıları olduğundan, siville bağlantılı kurduklarını ne zaman
bahsedildi size? Sanık Habib Ümit Sayın: 2006’da Şener Eruygur bahsetti ilk defa sonra baş
harfleri ile HK bahsetti şeyde Ankara Merkez Orduevinde. Mahkeme Başkanı: emekli olduktan
sonra mı? Sanık Habib Ümit Sayın: emekli olduktan sonra ama genellikle ama genel olarak
Şener Eruygur bahsetti sivil toplum kuruluşları ile bağlantıları konusunda. Bu davanın hem
sanığı hem gizli hem de açık tanığı Habib Ümit Sayın huzurunuzda vermiş olduğu ifadesinde
bunları diyor. Duruşma tutanaklarında bunlar okuduğum gibi var. Ancak esas hakkındaki
mütalaaya bakınız bu konuda ne yazıyor. Şimdi onu okuyorum. Mütalaa sayfa 94; Ümit Sayın
ifadesinde Hurşit Tolon ile Şubat 2006 Ankara Merkez Orduevinde görüştüğünde kendisine TSK
içerisinde gizli bir örgüt yapılanması bulunduğu, ADD, Çağdaş Eğitim Vakfı, Çağdaş Yaşamı
Destekleme Derneği ile irtibatlı olduğu şeklinde beyanda bulunduğu. Neden mütalaada Habib
Ümit Sayın’ın mahkemeniz huzurunda vermiş olduğu ifadesindeki değişiklikler yer almıyor? Bu
da mı sehven? Acaba iddia makamı şayet Habib Ümit Sayın’ın mahkemeniz huzurundaki
ifadesine atıfta bulunursa bu şahsa soruşturma aşamasında tahliye vaadinde bulunularak gizli
tanık statüsü ile ifade vermeyi kabul ettiği gerçeğinin bir kez daha ortaya çıkacağından mı
endişe duyuyor? Ancak bildiğiniz üzere gerçekler inatçıdır. İddia makamı mütalaada yer verse
de vermese de Habib Ümit Sayın’ın daha önce gizli tanık Anadolu takma adıyla tarafıma
yönelttiği asılsız suçlamaları tahliye vaadiyle baskı altında verdiği okumadan imzaladığı ve
mahkemeniz huzurunda 07.01.2009 tarihli ifadesiyle de şahsıma yönelik önceki beyanlarını
tamamen reddettiği yadsınamaz bir gerçektir. Bir diğeri esas hakkındaki mütalaanın 1687.
sayfasında bazı şehit cenazelerinde halkı hükümet aleyhine kışkırttığım iddiası yer alıyor. Bazı
şehit cenazeleri denilerek ne kastediliyor. Hangi şehit cenazelerinde böyle bir eylemde
bulunmuşum nerede kanıtları şayet bazı şehit cenazelerinde kastedilen Şehit Alim Yılmaz’ın
Kocatepe camiindeki cenaze töreni ise iddia makamı niçin suçlamasına dayanak yaptığı tanık
Müslüm Öztürk’ün şahsıma yönelttiği bu asılsız ithamlar nedeniyle Ankara 4. Asliye Ceza
Mahkemesinde görülen 2011/715 esas nolu davada iftira suçundan dolayı yargılandığını ve söz
konusu davanın soruşturma aşamasında görgü tanığı olarak dinlenen Türkiye Cumhuriyeti
Devletince tarafıma tahsis edilmiş Jandarma Koruma Tim Komutanı Jandarma Kıdemli
Başçavuş Necdet Yılmaz ile emekli Tümgeneral Selahattin Dinçer’in dosyaya sunduğumuz
beyanları ile Müslüm Öztürk’ün bir müfteri olduğunun kanıtlandığı gerçeğine hiç değinme ihtiyacı
duymamıştır. Bu da mı sehven? Daha önce iddianamede yer verilen ve eşine ancak bir komedi
filminde rastlanabilecek gizli tanık 17’nin ortaya attığı varlığı iddia edilen terör örgütünün ucuz
olsun diye İstanbul Yeşildirek’ten ve Azerbaycan’dan temin etmeye çalıştıkları 10.000 adet
kalpağın başa geçirilerek Türkiye Büyük Millet Meclisini ele geçirme çalışmalarının akıbeti ile
tanık Tayfun Güler’in Zeytinburnu 41. bakım merkezi komutanlığında bulup da taşıttığım iddia
edilen 40 ton Bizans altınına ne olmuş, araştırılmış mı, bulmuşlar mı, hala arıyorlar mı? Bakırköy
Cumhuriyet Başsavcılığı ne karar vermiş? Acaba konu ile kovuşturmaya yer olmadığına dair
karar verildiği için mi mütalaada bunlara da yer verilmemiş, hiç bahsedilmemiştir? Ama
iddianamede çamur at izi kalsın mantığı ile kişilerin şeref ve haysiyeti ile oynama sürecinde
bunlardan çokça bahsedilmiştir manşet manşet. Özellikle yandaş basın ve yayın kuruluşlarında
ancak üzerime atılan bu iftiranın tamamen gerçek dışı olduğunu ortaya koyan kovuşturmaya yer
olmadığına dair kararı hiç görmezler ve duymazlar şimdi, sanki üç maymun sembolü gibi. Göz
23
T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ )
CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:24
ardı edilen lehime önemli bir delil de mahkemenizde resen tanık sıfatıyla dinlenen Genelkurmay
Eski Başkanı emekli Orgeneral Hilmi Özkök’ün şahsımın cebir ve şiddet yöntemiyle Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti faaliyetlerinin engellenmesine yönelik hukuka aykırı hiçbir eylemde
bulunmadığıma yönelik açık ve net beyanlarıdır. Ayrıca emekli Orgeneral Hilmi Özkök
mahkemeniz huzurunda vermiş olduğu bu ifadesinde dönemin MİT müsteşarı tarafından
kendisine ilk kez 2003 yılında gösterilen Ergenekon isimli belgeyi tutarsızlıkları nedeniyle
inandırıcı bulmadığı için herhangi bir işlem yapmadığını belirtmiş ve kendisine yöneltilen bir soru
üzerine Genelkurmay Başkanı olarak görev yaptığı süre zarfında şahsımın hükümete karşı
darbe yapılmasına ya da hükümete muhtıra verilmesine yönelik herhangi bir öneri teklif ya da
değerlendirmede bulunmadığımı açıkça beyan etmiştir. Diğer bir çarpıcı örnek oturmakta
olduğum askeri lojmanıma 1 Temmuz 2008’de arama yapmaya gelen Cumhuriyet Savcısı
arama kararını bana tebliğ ederken yaklaşık 500 metre ilerideki oğlumun evinde de arama
yapıldığından bana hiç söz etmiyor. Nitekim o sırada tesadüfen açık kalan telefonumun ses
kayıtlarından Cumhuriyet Savcısının konuşması duyuluyor ve bana Kazakistan caddesindeki
oğluma ait evin arandığının tarafıma iletilmediği böylece teyit edilmiş oluyor. Oysa bu somut
delile rağmen İstanbul Emniyet Müdürlüğü taaa 450 kilometre uzaktan yorum yaparak oğlumun
Ankara’da Kazakistan caddesindeki evinin aranmasından benim mutlaka haberim olacağı
kehanetini ifade ediyor. Tesadüfen açık kalan telefonumun ses kaydı dosyada bulunmasına
rağmen mütalaada bu önemli delil neden atlanmış diye şimdi düşünmeyelim mi? Burada
açıklayıp bunu araştırmayalım mı? Cevabı çok açık oğlumun evinden ayrılması özellikle
beklenecek ve kimse yokken arama yapılacak ki tarafıma asılsız suç isnadında bulunmak için
düzmece deliller yaratılsın. Ancak bu çirkin komplo maalesef tüm açıklığı ile ortaya çıkmış
olmasına rağmen mütalaada halen daha arama tutanaklarında yer almayan varlığı meçhul
CD’lere dayanılmaya ihtiyaç duyulmuştur. İddia makamının bu durumuna üzülmemek elde değil.
Çünkü düzmece delilleri bir kenara bıraktığımızda dosyada aleyhime kullanılabilecek hukuken
geçerli somut hiçbir delil yok tekrar ediyorum yok. Ayrıca Ankara’dan 01.07.2008 tarihinde üç
adresten el konulan CD, DVD’lerin hash değerleri neden 41 gün sonra 12 Ağustos 2008’de
alındı. Ondan mı 5 senedir bu CD’lerin imajları dosyaya konulup tarafımıza halen daha
verilemiyor. Bunu cevabı da mütalaada yok ama düzmece dijital verilere dayalı tarafıma
yöneltilen sayısız suçlamalar var. Bunları da mı sineye çekeyim. Türk Silahlı Kuvvetlerinden
2005 yılının Ağustos ayında emekli olmama rağmen vatan hizmetim halen devam ediyor. Bu
asılsız iftiralara maruz kalmam da vatanıma, milletime şerefle ve onurla verdiğim bu hizmetlerin
devamı ya da doğal sonucu mu? Öyleyse bugüne kadar vatanıma, milletime verdiğim tüm
hizmetler gibi tutsaklığım da helal olsun diyorum. Ülkemizin yaşadığı bu kritik süreci
gördüğümde inanın içim parçalanıyor ve uğradığım bunca haksızlığa zulme ve çirkin iftiralara
rağmen her zamanki gibi yine vatan sağ olsun diyorum. Yine dönelim mütalaa adı verilen
suçlama dokümanındaki mesnetsiz ithamlara. Bilindiği üzere Mehmet Bora Perinçek’in yaptığı
bir telefon görüşmesinde kendisine sorulan Doğu amcaya mı gidiyorsun sorusu tahrif edilerek
tapeye Tolon amcaya mı gidiyorsunuz şeklinde değiştirilmiş ve iddianamede sözde örgütsel
irtibatın kanıtıymış gibi gösterilmişti. Söz konusu telefon konuşmasında teknik tahrifat yapıldığı
Mehmet Doğu Perinçek tarafından mahkemenizde kanıtlanınca mütalaada bu kez soyut olarak
şahsımla Mehmet Bora Perinçek arasında telefon irtibatı olduğu ileri sürülmüştür. Oysa dosya
kapsamında benimle Mehmet Bora Perinçek arasında cereyan etmiş tek bir telefon görüşmesi
dahi yoktur. 9 hafta süreyle fiziki takip altında tutulduğum hatta tahliyemden sonra da yeniden
fiziki takip yapıldığı dosya içeriğinden belgelendiğinden anlaşılıyor. Nerede bunların raporları
heyete lazım değil mi. Hayatının hiçbir döneminde yasa dışı bir faaliyetinin olmadığını
kanıtlayacak endişesiyle mi söz konusu fiziki takip raporları dosyaya konulmamış ve mütalaada
hiç yer verilmemiştir. Oysa iddia makamı suçsuzluğumun bir kanıtı olan şahsıma ait fiziki takip
raporlarını da dosyaya koymak ve mütalaada yer vermek yükümlülüğündedir. Anlaşılan o ki tek
24
T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ )
CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:25
taraflığı ve önyargılığı bu mütalaanın hafızası nisyan ile maluldür. Diğer taraftan mütalaada hiç
sözü edilmeyen önemli bir başka konu da lehime olacak beyanlarımdır. Örnek olarak henüz
Ergenekon davası ile ilgili iddialar daha ülke gündemine gelmemişken 05.03.2008 tarihinde
Diyarbakır Şehit Aileleri Derneği Başkanı Ahmet Büyükburç ile yaptığım ve tape 4271’de kayıtlı
konuşmamızda benim Ahmet Büyükburç’a hitaben hukuk dışı yasadışı efendim bir söylemi tavrı
hiç benimsemeyin. Bak zor meşakkatli olmasına rağmen yapılacak her şey atılacak her adım
yasalara uygun kurallara uygun efendim işte Türkiye’nin örf, adet ve geleneklerine uygun olmalı
aksi halde haklıyken haksız olursunuz sözlerim niçin bu mütalaada yok. Çünkü lehime delil de
ondan. Salt bu ifadem dahi hakkımdaki son derece mesnetsiz iddiaları ve sübjektif yorumları
çürütüyor da ondan. CMK 160 ve 170 unutulmuştur da ondan. Mesnetsiz iftiralarda bulunan gizli
ya da açık tanık beyanı değil de ondan mütalaada yer almıyor. Keza 05.03.2008 tarihinde
Profesör Doktor Ali Ercan ile yaptığım ve tape 4270’te kayıtlı görüşmede sivil toplum
faaliyetlerinde bulunacak kişilerin tüm siyasi düşüncelerinden arınarak siyaset üstü olmaları
gerekir sözlerim ile yine aynı kişiyle 02.04.2008 tarihinde yaptığım tape 6269’da kayıtlı
görüşmede hukukun üstünlüğüne olan inancımız, bağlılığımız, saygımız ve yargının
bağımsızlığına olan gereksinimimiz bir kez daha vurgulanmıştır. Bu sözlerim neden
iddianamede ve mütalaada yer almıyor. Bu sözler benim yasalar karşısındaki duygu ve
düşüncelerimi yansıtmıyor mu? Aynı şekilde mahkemenizde sözlü ve yazılı beyanlarımda somut
delilini sunduğum Türk Silahlı Kuvvetlerinden emekliye ayrılmamı takip eden 22 Temmuz 2007
genel seçimlerinden sonra yeni aktüel dergisinde yer alan röportajımda seçim sonuçlarının nasıl
değerlendirdiğime ilişkin yöneltilen soruya bu memleket demokrasiyi özümsemiştir artık
şeklindeki yanıtım neden mütalaada yok. Hem beni somut bir delile dayanmadan demokrasi
düşmanı tanımlayacaksın hem de yıllardır demokrasi konusundaki görüş, düşünce, söylem ve
tutumumu görmezden geleceksin bu mu adalet? Aile, meslek ve devlet terbiyemiz ilse devlet
terbiyemiz ile adalet anlayışımız kimseyi koyun sanılmamız algısı bahşetmemeli. Kanun önünde
eşitlik ilkesi göz ardı edilerek yapılan keyfi uygulamalar ise kamuoyunda ve kişi vicdanında ceza
yargılamasının bir tarafı olan iddia makamına ve dolayısıyla adalete olan inancı sarsarak
yargılamaya gölge düşmesine neden olmaktadır. Çünkü tarafsızlık ilkesi sadece hakim ya da
mahkemelere değil aynı zaman geniş yetkilerle ve yasal sorumluluklarla donatılmış Cumhuriyet
Savcılarınca da asla ihmal edilmemesi gereken temel bir esastır. Makam, rütbe ve sorumluluklar
kişilere görevlerinde daha iyi hizmet etmeleri için verilmiştir. Kişisel husumetlerini ya da
kaprislerini gidermek için değil. Hukuk devletinde yargıçlar ve savcılar dahil hiç kimse hukuka
aykırı keyfi işlem ya da kararları sebebiyle sorumsuz değildir ve olamaz da. Şimdi adil yargılama
hakkım ihlal edilerek tarafıma şeklen tanınan sınırlı süre içerisinde mahkemenizce somut delilleri
ve hukuki dayanakları ile yapacağım açıklamalar muaceyesinde esas hakkındaki mütalaanın
hazırlanmasında Anayasa ve yasaların tayin ettiği görev yetki ve sorumlulukların dışına çıkılarak
düzmece deliller ve atfı cürüm niteliğindeki soyut iddialardan medet umularak tarafıma nasıl
asılsız suçlamalarda bulunulduğunu ortaya koyacağım. Özden Örnek’e ait olduğu iddia edilen
günlüklerde şahsımla ilgili olduğu ileri sürülen hususlar; Mütalaada Deniz Kuvvetleri eski
komutanı emekli Oramiral Özden Örnek tarafından tutulduğu ileri sürülen günlüklere dayalı
olarak şahsımla ilgili iki iddiaya yer verilmiştir. Bunlar 8 Ekim 2003 tarihinde Ege Ordu
Komutanlığında yapılan kahvaltı 3 Aralık 2003 tarihinde yüksek askeri şura hazırlık toplantısında
tüm yüksek askeri şura üyeleri beyanında şahsıma ait olduğu ileri sürülen beyan. Özden
Örnek’e ait olduğu ileri sürülen günlüklerde ilişkin olarak sözlü ve yazılı savunmalarımda ayrıca
yapılan çapraz sorgumda ayrıntılı olarak yanıt vermiştim. Mütalaada benim 8 Ekim 2003
tarihinde Ege Ordu Komutanlığında yapılan kahvaltıda sözde darbe planları çerçevesinde kuvvet
komutanlarının birlikte hareket ettiklerini bildiğim halde Genelkurmay Başkanı’nı zor durumda
bırakmak için kasıtlı olarak imam hatip konusunu açtığım iddia edilmiş ve buna dayanak olarak
günlükler, dolaylı ikrarım ve tanık beyanı gösterilmiştir. İddia makamının bu iddiası da tamamen
25
T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ )
CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:26
sübjektif ve gerçek dışı bir yorumdan ibarettir. Öncelikle emekli Oramiral Özden Örnek’in söz
konusu günlüklerin kendisine ait olmadığını belirterek basında çıkan haberleri tekzip ettiği ve
gazeteci Alper Görmüş hakkında yaptığı suç duyurusuna istinaden adı geçen şahsın hakaret
suçundan dolayı sanık olarak yargılandığını tekrar etmek isterim. Aynı şekilde emekli Oramiral
Özden Örnek’in bilahare kamuoyunda Balyoz davası olarak adlandırılan İstanbul 10. Ağır Ceza
Mahkemesinde görülen 2010/283 esas nolu davanın soruşturma ve kovuşturma aşamasında
vermiş olduğu ifadelerde de günlüklerinde tahrifat yapıldığını beyan ettiği sabittir. Ben taraf
gazetesinde yayınlanan emekli Orgeneral Özden Örnek’e ait olduğu ileri sürülen günlüklerde
ismimin geçtiğini öğrenir öğrenmez 5 Nisan 2007 tarihinde sabah gazetesine yaptığım açıklama
ile bu günlükleri yalanladım. Ancak şahsıma ithaf edilen bölümlerinde kişilik haklarımı rencide
eden herhangi bir beyana rastlamadığım nedenle ayrıca mahkeme kanalıyla günlükler için tekzip
etme ihtiyacı duymadım. Bu gerçeğe rağmen iddia edilen günlüklerin şahsım tarafından
doğrulandığının yeniden gündeme getirilmesi üzerine bu defa 1 Temmuz 2011 tarihinde
avukatım İlkay Sezer tarafından yapılan kamuoyu açıklaması ile Özden Örnek’e ait olduğu ileri
sürülen günlükleri kesinlikle doğrulamadığımı kaldı ki iddiaya konu bu günlüklerin emekli
Oramiral Özden Örnek tarafından da tekzip edilmek suretiyle reddedildiğini bir kez daha
tekrarladım. Esas hakkındaki mütalaada her ne kadar taraf gazetesi muhabiri Tanık Alper
Görmüş’ün ifadesine dayalı olarak sözde günlüklerin gerçekliğinin ispatlandığı ileri sürülmüş ise
de gerçekte adı geçen tanığın çelişkilerle dolu ve maddi kanıta dayanmayan soyut iddialarına
hukuken itibar edilmesi mümkün değildir. Tanık Alper Görmüş’ün huzurunuzda vermiş olduğu
ifadesi ile bir kez daha teyit edildiği üzere iddia edilen günlükler Word formatında dijital veri
şeklinde kendisine gönderilmiştir. Tanık Alper Görmüş avukatlarım tarafından imzasız Word
formatında yazılmış aidiyeti tespit edilemeyen ve çıktıları kendi beyanına göre iki bavula sığan
bu verileri bu kadar kısa sürede nasıl doğrulattığı sorulduğunda sadece o tarihte belirtilen
toplantıların yapıldığını teyit ettiğini ancak o toplantılarda gerçekten taraflar arasında iddia edilen
konuşmaların yapılıp yapılmadığını teyit etmediği anlaşılmıştır. Buna ilaveten tanık Alper
Görmüş’ün iddia edilen günlüklerin Genelkurmay Eski Başkanı emekli Orgeneral Hilmi Özkök
tarafından da doğrulandığı şeklindeki beyanı da tamamen gerçek dışıdır. Açık ifadesiyle
yalandır. Nitekim emekli Orgeneral Hilmi Özkök tarafından bu tarihe kadar kamuoyuna yapılan
açıklamalarda ve tanık sıfatıyla mahkemenizce alınan ifadesinde günlükleri doğrulamamış tam
tersine söz konusu günlüklerde bana atfen yapılan konuşmaları yalanlamıştır. Kaldı ki tanık
Alper Görmüş’ün mahkemenize vermiş olduğu ifadesinde de açıkça belirttiği üzere varlığı iddia
edilen günlüklerin bana atıfta bulunan bölümlerinde dahi cebir ve şiddet yöntemiyle hükümetin
faaliyetlerinin engellenmesine ya da hükümet muhtıra verilmesine yönelik somut hiçbir beyanda
bulunmadığım sabittir. Gelelim varlığı ispatlanmamış günlüklere istinaden mütalaada şahsıma
yöneltilen asılsız ithamlara. Benim 8 Ekim 2003 tarihinde Ege Ordu Komutanlığında
Genelkurmay Başkanı ile Kuvvet Komutanlarının katıldığı bir kahvaltının yapılmış olduğunu
doğrulamam ne varlığı ileri sürülen günlüklerin ne de mütalaadaki iddianın gerçekliğini
kanıtlamaz. Benim söz konusu kahvaltıda bu içerikte bir konuşma yaptığımı teyit eden dosya
kapsamında ne dolaylı ya da dolaysız bir ikrarım ne de maddi hiçbir kanıt bulunmamaktadır.
Kaldı ki söz konusu kahvaltıda güncel bir konu görüşülmüş ise bunun kasten yapıldığını ileri
sürmekte tamamıyla iddia makamının sübjektif bir yorumudur. Mahkemenizde tanık sıfatıyla
ifade veren Genelkurmay Eski Başkanı emekli Orgeneral Hilmi Özkök kendisine sorulan bir soru
üzerine ordu komutanlıklarında denetlemelerde zaman zaman kahvaltı yaptıklarını bu
kahvaltılarda çok değişik konuların konuşulduğunu ancak böyle bir konunun konuşulduğunu
hatırlamadığını fakat imam hatipler konusunda Türk Silahlı Kuvvetlerinin hassasiyeti bulunduğu
için böyle bir konunun konuşulmuş da olabileceğini beyan etmiştir mütalaanın 1025. sayfasında.
Görüldüğü üzere Orgeneral Hilmi Özkök bir taraftan söz konusu kahvaltıda imam hatiplerle ilgili
bir konuşma yapılıp yapılmadığını hatırlamadığını söylemiş diğer taraftan imam hatipler
26
T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ )
CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:27
konusunda Türk Silahlı Kuvvetlerinin hassasiyetine atıfta bulunarak bu tür konuşmaların sık sık
yapılması nedeniyle varsa böyle bir konuşmaya da özel bir anlam yüklenemeyeceğini ortaya
koymuştur. Emekli Orgeneral Hilmi Özkök’ün mahkemenizdeki mütalaada söz konusu
kahvaltıdaki konuşmalarının tanık beyanı ile de doğrulandığının ileri sürülmesi gerçeklerin inkarı
anlamını taşımaktadır. Mütalaada sözde günlüklere dayalı olarak 3 Aralık 2003 tarihinde
Genelkurmay Başkanlığında yapılan yüksek askeri şura öncesi hazırlık toplantısında söylediğim
ileri sürülen sözler bu iddia mahkemenizce kamu tanığı sıfatıyla dinlenen Genelkurmay Eski
Başkanı emekli Orgeneral Hilmi Özkök tarafından da bir kez daha yalanlanmış ve söz konusu
toplantıda benim böyle bir beyanda bulunmadığım kesin olarak ifade edilmiştir. Emekli
Orgeneral Hilmi Özkök ifadesinde ayrıca Genelkurmay Başkanı olarak görev yaptığı süre
zarfında şahsımın hükümete karşı darbe yapılmasına ya da hükümete muhtıra verilmesine
yönelik herhangi bir öneri teklif ya da değerlendirmede bulunmadığımı da açıkça beyan etmiştir.
Genelkurmay Eski Başkanı emekli Orgeneral Hilmi Özkök mahkemenizde kamu tanığı sıfatıyla
vermiş olduğu ifadesinde bu açık ve net beyanları ile şahsımın cebir şiddet ve tehdit ile Türkiye
Cumhuriyeti Hükümetinin faaliyetlerinin engellenmesine yönelik hukuka aykırı hiçbir eylemde
bulunmadığımı bir kez daha kanıtlamıştır. Diğer taraftan esas hakkındaki mütalaada şahsımda
çıktığı iddia edilen bir CD içerisindeki operasyon adlı belgede Genelkurmay Başkanı Orgeneral
Hilmi Özkök’ün istifasının sağlanması yönünde belli tespitlerin yapıldığı ileri sürülmektedir.
Savunmamın başından beri defalarca belirttiğim üzere operason adlı belgenin içinde bulunduğu
ileri sürülen Elba marka 4 nolu düzmece CD şahsıma ait adreslerde bulunmadığı gibi oğlumun
şahsi konutunda yokluğunda yapılan arama sırasında da elde edilmemiştir. Elba marka CD’ler
hiçbir arama el koyma tutanaklarında yoktur. İddia makamınca tarafıma bu düzmece CD’lere
dayalı olarak suç isnadında bulunulurken mahkemeniz tarafından defalarca talep edilmesine
rağmen Elba marka bu CD’lerin imajı bile dosyaya sunulmamış ve böylelikle savunma hakkımız
kısıtlanmıştır. Varlığı kanıtlanmamış dosyaya imajı dahi sunulmamış düzmece delillere karşı
savunma yapmak zorunda bırakılmam dahi başlı başına adil yargılama hakkımı yok sayan bir
insan hakkı ihlalidir. Ayrıca mütalaanın 1092. sayfasında yer alan Genelkurmay Eski Başkanı
emekli Orgeneral Hilmi Özkök’ün istifaya zorlanmasının sonuç vermesi halinde darbe planları
çerçevesinde Kara Kuvvetleri Komutanlığına getirileceğim iddiası da somut hiçbir delile
dayanmayan bir varsayımdan ibarettir. Kaldı ki Silahlı Kuvvetlerde atama usulleri yetkili
makamlar, kıdem sıra durumu, yaş hadleri, görev süreleri yasa ile belirlenmiştir. Kuvvet
Komutanlığının ataması Milli Savunma Bakanı, Başbakan ve Cumhurbaşkanının imzalayacağı
üçlü kararname ile olur. Yoksa dedikodu ile değil. Mütalaada Cumhuriyet Çalışma Grubu
faaliyetleri ve darbe planlarına dayalı olarak tarafıma isnat edilen asılsız suçlamalara ait
açıklamalarım. Mütalaanın 1687. sayfasında Ergenekon Terör Örgütüne ait birçok örgüt belgesi
2003 – 2004 yılları arasında yapılması planlanan askeri darbe çalışmalarını yürütmek için
Jandarma Genel Komutanlığı bünyesinde illegal olarak kurulan Cumhuriyet Çalışma Grubu
raporlarının ele geçirildiği ileri sürülmektedir. 28. Sayfada da ben Ahmet Hurşit Tolon’un
Kazakistan caddesinde bulunan adreslerinde aramada bulunan Elba Marka M2C527ALI0043
altını çiziyorum 0043 seri numaralı CD içerisinde bazı sözde örgütsel belgelerin dijital hallerinin
bulunduğu mütalaanın 178, 254 ve 278. sayfalarında da şahsımla ilgili Elba marka C2527 yine
ALI0043 seri numaralı CD’de bulunduğu ileri sürülen bu belgelerin aynısının başka sanıklar ile
ilgili aramalarda da ele geçirildiği. Aynı şekilde 28. sayfada Kazakistan caddesindeki aramada
ele geçirildiği ileri sürülen Elba marka M2C527ALI0048 seri numaralı CD içerisindeki
belgelerden 2003 – 2004 yıllarında Sarı kız, Ayışığı, Yakamoz ve Eldiven kod adlı darbe planları
yapıldığı ve Jandarma Genel Komutanlığında Cumhuriyet Çalışma Grubu ile bu darbe planları
kapsamında faaliyetler icra edildiğinin anlaşıldığı belirtilmektedir. İddianame ve mütalaada sıkça
yer verilen Elba Marka söz konusu iki adet CD ne mudeko korumalı askeri lojmanımdaki
ikametgahımda ne de benimle ilgili başka adreslerde yapılan aramalarda bulunmamıştır.
27
T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ )
CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:28
Bulunduğuna dair dosyada tek bir somut delil mevcut değildir. Ne bende ne oğlumun
ikametgahında bulunmayan Elba marka iki adet CD içeriği olarak mütalaanın bazı sayfalarında
dijital veri bazılarında ise belge olarak tanımlanan bu düzmece delillere istinaden örgüt faaliyeti
kapsamında darbeye teşebbüs isnadıyla suçlanmaktayım. İddia makamı dosyaya imajı dahi
ibraz edilmemiş arama tutanaklarında yer almayan varlığı halen kanıtlanmamış düzmece bir
veriye dayalı olarak tarafıma nasıl suç isnat edebilir. Ben yok olan bir şeyin içeriği ile nasıl
savunma yapabilirim. Yoğa talep olur mu hiç? Şahsıma isnat edilen suçlamaların dayandırıldığı
Elba marka bu CD, DVD’ler aramaya ilişkin tutanaklarda yer almadıkları gibi İstanbul Emniyet
Müdürlüğünün şahsımla ilgili dört ayrı adreste yapılan aramada el konulan belge, doküman ve
CD, DVD’ler ile bilgisayarlara ait İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına gönderdiği 05.07.2008
tarihli ve B05 sonu 16 sayılı fezlekesinde de bunlar bulunmamaktadır. Şahsıma ait olduğu ileri
sürülen ve adli emanette bulunan CD, DVD’lerle ilgili talebimiz mahkemenizin 09.04.2010 tarih
ve esas 2009/191 sayılı yazısı ile cevaplanmış bu yazı ile adli emanette bulunan CD’lerin adı,
markası, üzerindeki numara ve seri numaraları ile fotoğrafları tarafımıza verilmiştir. İşte o zaman
hayretle görülmüştür ki 18 adet olması gereken CD sayısı 21 adettir. Yani 3 adet CD sizde
fazladır. Üstelik bununla kalsa iyi üstelik seri numaraları da farklıdır. Biraz önce altını çiziyorum
diye ifade etmiştim 0043. 0043 diye bir CD mevcut değildir verdiğiniz yanıtlarda ve fotoğraflarda
Elba M2C527ALI0048 ve Elba M2C527ARI, R ile yine 48’dir. Yani iddianamede ve mütalaada
sıkça belirtilen Elba M2C527ALI0043 seri numaralı bir CD’de mevcut değildir. Hayal ürünüdür.
Artık arama ve el koyma tutanakları ile oğlumun evinden yasa dışı arama ile el konulmuş olan
CD sayısının halen adli emanette 3 adet fazla olduğunun inkar ve tevil edilemeyecek bir gerçek
olduğu kabul edilmek zorundadır. Buna ilaveten adli emanetteki 3 adet fazla CD’nin bir taraftan
mahkemenizce imajı dahi bana verilmezken diğer taraftan iddia makamınca dosyaya ibraz
edilmeyen varlığı kanıtlanmamış bu düzmece CD’lere dayalı olarak cezalandırılmamın
istenilmesi savunma hakkımın kısıtlandığının bir diğer göstergesidir. Ayrıca mahkemenizce bu
düzmece suç delillerini yaratan sorumlular hakkında yasal işlem başlatılmaması da Türk Ceza
Kanunun 279. maddesinde düzenlenen kamu görevlisinin suçu bildirme yükümlülüğüne
aykırıdır. Nitekim avukatlarım tarafından İstanbul ve Ankara Cumhuriyet Savcılıklarına yapılan
suç duyurusu üzerine düzmece olduğu ileri sürülen delillerin huzurunuzda görülmekte olan
davaya konu olması nedeniyle bu görev ve sorumluluğun mahkemenize ait olduğu gerekçesiyle
kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmesi de bu gerçeği teyit etmektedir. Böylece
savunmamın başlangıç bölümünde de açıkladığım üzere varlığı ileri sürülen darbe planlarının
şahsımda olmadığı ve bu sorunun iddia makamınca Hasan Atilla Uğur’a sehven yöneltildiği
gerçeği de bir kez daha teyit edilmiş olmaktadır. Sonuç olarak benimle ilgili adreslerde yapılan
aramalarda bulunmadığı tutanaklarla sabit olan varlığı dahi halen kanıtlanmamış bu düzmece
CD’leri ve içeriğine ait olan her türlü bilgi, belge, doküman ve raporları ayrıca yine şahsımla ilgili
aramalarda bulunmadığı duruşma savcısı Sayın Mehmet Ali Pekgüzel’in 21.12.2009 tarihli
mütalaasıyla bir kez daha teyit edilen sözde darbe planlarını şiddet reddediyorum ve bu
düzmece CD’lerle ilgili sorumlular hakkında mahkemenizce derhal yasal işlem başlatılması
talebimi de tekrarlıyorum. Basın açıklamalarına ilişkin iddialar. Esas hakkındaki mütalaanın bazı
sayfalarında Ayışığı kod adlı darbe planlarında kuvvet komutanlarının arka arkaya sert
açıklamalar yapması gerektiğine ilişkin planlar kapsamında şahsımın da sık sık sert açıklamalar
yaptığım ileri sürülmüştür. Bu iddiaların da gerçekle uzak yakın hiçbir ilgisi yoktur. Nitekim
savunmamın önceki bölümlerinde de belirttiğim üzere şahsımla ilgili adreslerde yapılan
aramalarda Ayışığı adı verilen darbe planı da kesin olarak bulunmamıştır. Bulunmadığı da biraz
önce ifade ettiğim gibi Cumhuriyet Savcısı tarafından teyit edilmiştir. CD içeriğinin mütalaada
belge olarak tevil edilmesi de mümkün değildir. Zira hala adli emanette fazladan olan 3 adet
CD’nin menşei ile arama tutanaklarında yer almayan 2 adet Elba marka CD’nin nerede ne
şekilde kimler tarafından yaratıldığı halen daha açıklığa kavuşturulmamış varlığı dahi dahi
28
T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ )
CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:29
meçhul düzmece CD’lerdir. Ege ve 1. Ordu Komutanlıklarım sırasında özel günlerde 30
Ağustos, 10 Kasım, 29 Ekim, devir teslim törenleri gibi ya da güncel önemli bir konuda terör
olayı, çuval olayı gibi basın mensupları tarafından şahsıma yöneltilen sorulara o anki duygu ve
düşüncelerimi yansıtan şahsi yanıtlarım varlığı ile ileri sürülen planlarla hiçbir ilgisi yoktur. Türk
Silahlı Kuvvetlerinde görevli olduğum dönemde komutanlığıma bağlı birliklerin özel günlerinde
yaptığım konuşmalar ile medya mensuplarının sorularına vermiş olduğum yanıtlar basın yayın
kuruluşlarının ideolojik görüş ve duruşlarına göre değerlendirilip başlıklandırılarak kamuoyuna
yansıtılmıştır. Anayasanın 26. maddesindeki her ferde tanınan düşünce ve ifade özgürlüğü
kapsamında kamuoyuna yapmış olduğum açıklamalarımda cebir, şiddet, darbe ya da terör
örgütü terör unsuru içeren hiçbir ifade yer almamaktadır. Nitekim Türk Silahlı Kuvvetlerinde
görevli olduğum dönemde kamuoyuna yaptığım bu açıklamalarımla herhangi bir suç unsuru
bulunmadığı İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi Naip Hakimliğinin 14.10.2008 tarihli ve 12. Ağır
Ceza Mahkemesinin 21.10.2008 tarihli kararı ile de kesinleşmiştir. Esas hakkındaki mütalaanın
814, 816 ve diğer sayfalarında geçen şahsımın Ergenekon Terör Örgütünün merkezi yapısı ile
sivil toplum örgütleri arasındaki koordinasyonu sağladığım iddia edilmektedir. Söz konusu
iddiaların geçersizliği sözlü ve yazılı beyanlarımla mahkemeniz huzurunda somut delilleri ile
kanıtlanarak tamamen çürütülmüştür. Sözlü beyanlarım 142 nolu celse tutanağın 8, 9.
sayfalarında yer almakta ayrıca çapraz sorgu sırasında verdiğim ayrıntılı beyanlarım da
05.01.2002 tarihli 145 celse nolu tutanaklarda bulunmaktadır. Burada önemle belirtmek isterim ki
benim Türkiye Emekli Subaylar Derneğine üye olmam ya da Anadolu Ulusal Uyanış ve
Dayanışma Platformunun ve Türkiyem Topluluğunun birçok danışmanından biri olmam ve bu
çerçevede adı geçen sivil toplum kuruluşlarının yasal faaliyetlerine iştirak etmem Anayasanın
33. maddesinde düzenlenen sivil toplum faaliyetlerinde bulunma hürriyeti ile Anayasanın 34.
maddesinde düzenlenen toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde bulunma hakkı yanında Türkiye
Büyük Millet Meclisinde 4 Haziran 2003 tarihinde 4868 sayılı Kanunla kabul edilen Birleşmiş
Milletlerin Medeni ve Siyasal Hakları Uluslararası sözleşmesinin 21. maddesi ayrıca Avrupa
İnsan Hakları sözleşmesinin dernek, kurum ve toplantı hakkına ilişkin 11. maddesi kapsamındaki
yasal bir hakkın kullanımından ibaret olup suç teşkil etmemektedir. Nitekim danışmanı olduğum
sivil toplum örgütleri de üyesi olduğum TESUD’da resmi yazıları ile bu görevlerimi mahkemenize
teyit etmiştir. Dolayısıyla benim mütalaada ileri sürüldüğü gibi örgüt stratejisi doğrultusunda sivil
toplum faaliyetlerini geri plandan yürüterek darbeye zemin hazırladığım gibi bir durum da söz
konusu değildir. Kaldı ki söz konusu sivil toplum kuruluşları hakkında günümüze kadar herhangi
bir yasal işlem de yapılmamıştır. UPEK çok sorulmuştur. Ulusal Platformlar Güç Birliğini
oluşturan platformların temsilcilerinden oluşan 14 -15 kişilik bir yürütme kuruludur. Benim bu
kurulun sekretarya işleri ile ilgilendiğim doğru değildir. İlgilenmiş olsaydım dahi tamamen yasal
bir kuruluş olan UPEK’in sekretarya işlerinin yürütülmesinde suç teşkil eden herhangi bir yön
yoktur. Şayet suç teşkil etmiş olsaydı bu kuruluşlar hakkında da yasal işlem yapılırdı. UPEK’in
sekreterliğini de sözcülüğünü de toplumsal güç birliği platformu temsilcisi yürütmüştür. Bu durum
bana gönderdiği e-mailler ile de sabittir. Ulusal Birlik Hareketi Platformu ile danışmanı olduğum
Anadolu Ulusal Uyanış ve Dayanışma Platformu sadece ulusal platformlar güç birliği
platformunun düzenlediği tek bir etkinlikte birlikte olmuştur. O da 12 Nisan 2008 tarihinde
Ankara’da düzenlenen Ulusal Egemenlik Buluşması mitingidir. Bu etkinlikte de herhangi bir
yasadışı faaliyet olmayıp bu konuda hiçbir yasal işlem de yapılmamıştır. Resmi makamlardan
gerekli izin alınarak ve yine resmi makamların etkin denetimi gözetimi çerçevesinde icra edilen
12 Nisan 2008 Ulusal Egemenlik Buluşması mitingini tertip eden Ulusal Platformlar Güç Birliği
Platformunun bileşenlerinden biri olan Anadolu Ulusal Uyanış ve Dayanışma Platformlarından
Platformunun danışmanlarından biri olarak görev yapmam ve Ankara’da düzenlenen Cumhuriyet
Mitingine iştirak etmemin cebir ve şiddetle Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya
teşebbüs şeklinde nitelendirilmesi Anayasal hakların inkarı niteliğini taşıyan hukuki dayanaktan
29
T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ )
CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:30
yoksun ve son derece sübjektif bir ithamdan ibarettir. Bu bakış açısından hareket edildiği
takdirde söz konusu mitinglere katılan yüz binlerce kişinin de aynı suç isnadına maruz
bırakılması sonucuna ulaşılabilir ki böyle bir ithamın hukuken ve mantıken izahı mümkün
değildir. Kaldı ki şayet bu mitingler darbeye zemin hazırlamak için halkın hükümete karşı
kışkırtılmasına yönelik faaliyetler ise polis, vazife ve salahiyet kanunu gereği polis seyirci olmaz
müdahale ederdi. Şu hususta önemle belirtmek isterim ki çapraz sorgum sırasında şahsıma sık
sık yöneltilen sorular çerçevesinde yer alan Ulusal Birlik Hareketi Platformu, Atatürkçü Düşünce
Derneği ve Çay Yolu Platformu ile de benim herhangi bir bağım yoktur. Nitekim bu konuda Çay
Yolu Platformunun almış olduğum resmi yazı 13.01.2012 tarihli dilekçemiz ekinde mahkemenize
sunulmuş ve tanık sıfatıyla dinlenen Çay Yolu Platformu Yönetim Kurulu Başkanı Bayan İlhan
Tezel tarafından da burada aynen doğrulanmıştır. Buna ilaveten tanık 19.10.2012 tarihli
duruşmada benim Çay Yolu Platformu ve UPEK’te herhangi bir görevim bulunmadığını 12 Nisan
mitingi ile Cumhuriyet Mitinglerini düzenleyen tekrar ifade ediyorum 12 Nisan mitingi ile
Cumhuriyet Mitinglerini düzenleyen sivil toplum kuruluşlarının farklı kuruluşlar olduğunu nitekim
Cumhuriyet Mitinglerini Ankara’daki tüm sivil toplum kuruluşlarının bir araya gelerek
düzenlediklerini beyan ederek savunmalarımı teyit etmiştir. Ancak esas hakkındaki mütalaada
dosya kapsamındaki somut deliller ve savunma tanıklarımın beyanları ile mahkemenize verdiğim
sözlü ve yazılı ifadelerim tamamen göz ardı edilerek Ergenekon Terör Örgütün merkezi yapısı ile
sivil toplum örgütleri arasındaki koordinasyonu sağladığım iddia edilmektedir. Mütalaada ayrıca
doğrudan Ergenekon Terör Örgütü tarafından kurulduğu ya da içine sızıldığı ileri sürülen sivil
toplum örgütlerinden söz edilmesine rağmen bunların hangi sivil toplum örgütü olduğuna yönelik
tek bir örnek dahi gösterilmemiştir. Oysa söz konusu iddiaların gerçek olmadığının
kanıtlanmasını sağlayacak adı geçen sivil toplum kuruluşlarının yönetim kadrolarında bulunan
bir bölümü mahkemenizce de daha önce dinlenilmesine karar verilmiş savunma tanıklarımdan
avukat Sema Kendirci ve Selda Talay Tosun 18.02.2013 tarihli duruşmada Başbakan eski
müsteşarı Yaşar Yazıcıoğlu ise 11.03.2013 tarihli duruşmada burada hazır bulundurulmalarına
ve CMK’nın amir hükmüne rağmen mahkemeniz tarafından dinlenmemişlerdir. Sonuç olarak
dosya kapsamındaki veriler çerçevesinde Anayasa ile her ferde tanınan yasal haklar içinde
tamamen şeffaf bir biçimde yürütmüş olduğum sivil toplum faaliyetlerinin mütalaada cebir ve
şiddetle Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüs şeklinde
değerlendirilmesi hukuki dayanaktan yoksundur. Kaldı ki yürüttüğüm bu sivil toplum faaliyetleri
ile ilgili olarak 12. Ağır Ceza Mahkemesi Naip Hakimliğince verilen 14.10.2008 tarihli kesinleşmiş
kararında da söz konusu toplantıların konuşmaların ve bu toplantılarda gerçekleştirilen
faaliyetlerin Anayasal hakların icrası mahiyetinde olduğu ve herhangi bir suç unsuru içermediği
de açıkça ifade edilmiştir. Mütalaanın 1687. sayfasında Cumhuriyet Mitinglerinin organizasyonda
yer aldığım iddiası yer almaktadır. Ancak mütalaada bunların hangi Cumhuriyet Mitingleri olduğu
ne zaman nerede kimlerle birlikte gerçekleştirilmiş olduğu belirsizdir. Ankara’da yapılan 14 Nisan
2007 Cumhuriyet Mitinginin hazırlık toplantılarından birine ki bunu da mahkemenizde açıkça
ifade ettim. Danışmanı olduğum Anadolu Ulusal Uyanış Dayanışma Platformunu yürütme
kurulunun bazı üyeleriyle birlikte katılmış olmam dışında hiçbir Cumhuriyet Mitingi
organizasyonu toplantısında bulunmadım. Kaldı ki bulunmuş olsam ne olur, bu suç mudur?
Yetkili makamların izniyle düzenlenmiş ve hiçbir takibata uğramamış bir mitingin mütalaada bir
suç organizasyonu gibi yer alması her şeyden önce Anayasal bir hakkın inkarı anlamı taşır.
Semih Tufan Gülaltay ile irtibatlı olduğum ve Semih Tufan Gülaltay’ın başkanlığını yaptığı Ulusal
Birlik Platformu ile birlikte hareket ettiğim iddiası. Bu da mütalaanın 806, 807 ve 814.
sayfalarında yer almaktadır. Oysa yargılamanın bu aşamasına kadar toplanan tüm delillere
baktığımızda iddia makamının bu iddiasının tamamen çürütülmüş mesnetsiz bir ithamdan ibaret
olduğu açıktır. Bu mesnetsiz iddiayı da tümüyle reddediyorum. Semih Tufan Gülaltay ile 2006
yılının Mayıs ayında tamamen bir rastlantı sonucu karşılaşmamın mütalaada halen daha
30
T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ )
CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:31
örgütsel irtibat gibi gösterilmesinin gerçek dışı olduğu mahkemeniz huzurunda 12.10.2012 tarihli
244. celsede ifadesi alınan tanık İsmet Tuncer beyanları ile sübuta ermiştir. Mahkemenizce
savunma tanığı sıfatıyla dinlenen İsmet Tuncer de ifadesinde benimle Türk Silahlı
Kuvvetlerinden emekli olduktan sonra 2005 sonu ya da 2006 yılı başlarında o sırada siyasi parti
kurma çalışmalarını birlikte yürüttüğü Başbakanlık eski müsteşarı Yaşar Yazıcıoğlu vasıtasıyla
tanıştığını Anayasal bir hak olan siyasal siyasi parti kurma çalışmalarında benim açıkça ben
siyasetten anlamam ancak ülke için güzel görüşleriniz var yeni bir parti kurmak yerine bu
düşüncelerinizi mevcut partilerde değerlendirebilirsiniz şeklinde beyanlarda bulunduğumu, yine
İsmet Tuncer huzurunuzdaki beyanlarında ayrıca benim Semih Tufan Gülaltay ile 2006 yılında
Mayıs ayındaki karşılaşmamın tamamen bir rastlantı sonucu gerçekleştiğini söz konusu
görüşmeyi Çanakkale’deki bir konferans sonucu İstanbul’da yenilen bir öğle yemeği sırasında
Alaaddin Bayraktar isimli iş adamının Yaşar Yazıcıoğlu’na hitaben isim zikretmeksizin
Anadolu’nun Anadolu yakasını kastederek karşı tarafta da bir siyasi oluşum var sizlerle tanışmak
arzu ediyorlar şeklindeki daveti üzerine kabul etmek zorunda kaldığımızı hatta kendisinin ve
benim daha Ankara’ya döneceğiz geç kalmaz mıyız şeklindeki tereddütlerimizi bildirmemize
rağmen Alaaddin Bayraktar’ın zaten yolunuz üzerinde diye yanıt verdiğini buradaki görüşmenin
yaklaşık yarım saat kadar sürdüğünü çoğunlukla Başbakanlık eski müsteşarı Yaşar
Yazıcıoğlu’nun Semih Tufan Gülaltay ile konuştuğunu görüşmenin sonunda Semih Tufan
Gülaltay’ın zaten siyasi bir partinin lideri olduğunu öğrendiklerini ve bu nedenle çevresindekilerin
kendisine başkanım diye hitap ettiğini bu durum karşısında birlikte bir siyasi oluşum içerisinde
yer alamayacakları sonucuna vardıklarını görüşmenin bitiminden minibüse bindikten sonra
benim yanımdaki Yaşar Yazıcıoğlu’na kimdi bu bey diye sorum üzerine onun da minibüsün
gerisine sorarak oradan Mustafa Sagıt görüşmüş oldukları kişinin kim olduğuna ilişkin bilgi
verdiğini böylece Semih Tufan Gülaltay’ın kim olduğunu ilk kez orada öğrendiğimi burada beyan
etmiştim. Kendisine yöneltilen bir soru üzerine de Semih Tufan Gülaltay ile daha sonra benim
talimatım ile herhangi bir görüşme yapmadığını ya da bu kişiden aldığı mesajları bana kesinlikle
iletmediğini açıkça ifade etmiştir. Bu konuda ayrıca hem daveti alan hem bu görüşmeyi yapan
savunma tanığımız Başbakanlık eski müsteşarı Yaşar Yazıcıoğlu tanıklarımız arasında bulunup
huzurunuza 11.03.2013 tarihli duruşmada hazır bulundurulmasına rağmen yasanın amir
hükmüne rağmen tarafınızdan dinlenmemiş böylece bir savunma hakkımda böylece kısıtlanmış
olmuştur. Başbakanlık eski müsteşarı Yaşar Yazıcıoğlu’nun tüm taleplerimize rağmen
mahkemenizce dinlenmeyince aynı gün buradan çıkışta yaptığı ve 11 ve 12.03.2013 tarihlerinde
ulusal basında yer alan açıklamaları ile Semih Tufan Gülaltay ile karşılaşmamın tamamen bir
rastlantı olduğunu tüm açıklığı ile kamuoyuna ifade etmiştir. Semih Tufan Gülaltay ile sadece bir
kez tamamen bir rastlantıyla karşılaştığımız dışında hiçbir irtibatımız olmadığı dosya
kapsamındaki verilerle sabit olmasına rağmen mütalaada hala da sık sık irtibatlı olduğum ileri
sürülmesi tamamen hayal ürünüdür ve maksatlıdır. Ayrıca Semih Tufan Gülaltay’ın başkanı
olduğu ileri sürülen Ulusal Birlik Platformu ile birlikte hareket ettiğimiz iddiası da kesin olarak
gerçeklere aykırıdır. Şöyle ki 12 Nisan Ulusal Egemenlik Mitingine danışmanı olduğum Anadolu
Ulusal Uyanış ve Dayanışma Platformu da yer aldığı Ulusal Platformlar Güç Birliği Platformuna
bu miting için katılan merkezi Ankara’da bulunan Ulusal Birlik Hareketi Platformudur. Ulusal
Birlik Hareketi Platformunun o tarihteki yürütme kurulu başkanı aynı zamanda ADD genel
başkanı olan emekli Orgeneral Şener Eruygur’dur. Ulusal Birlik Hareketi Platformunun başat
kurucusu bileşeni kurucu bileşeni Atatürkçü Düşünce Derneğidir. Bildiğim kadarıyla Ulusal Birlik
Hareketi Platformu ile başında Semih Tufan Gülaltay’ın bulunduğunu sonradan bu dava
nedeniyle öğrendiğim merkezi İstanbul’daki Ulusal Birlik Platformu birbirinden farklı kuruluşlardır.
Benim ve danışmanı olduğum platformun Ulusal Birlik Platformu ile hiçbir irtibatı olmamıştır
yoktur. Esas hakkındaki mütalaada iki farklı oluşum bilinçli olarak birbirine karıştırıldığı çok açık
olarak görülmektedir. Esas Hakkındaki Mütalaanın 1766. sayfasında şahsımla ilgili aramada
31
T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ )
CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:32
bulunduğu ileri sürülen dinamik anti tez İstanbul 09 Aralık 2000 isimli sözde örgüt belgesinin
Doğu Perinçek tarafından kaleme alındığı iddia edilen Ulusal Gençlik Birliği üzerine görüşler 3
Aralık 2000 isimli yazıdaki öneri ve eleştirilere yanıt olarak hazırlandığı kısaca Doğu Perinçek ile
şahsım arasında fikir alışverişi yapıldığı iddiası yer almaktadır. Ancak hakkımdaki iddianamede
dahi olmayıp ilk kez mütalaada yer verilen bu iddianın da tabi ki hiçbir mesnedi yoktur. Şahsıma
ve şahsıma ait adreslerde dinamik anti tez İstanbul 9 Aralık 2000 isimli bir belge veya isimde
belgenin bulunduğu bir CD kesinlikle ele geçirilmemiştir. Söz konusu iddia yine Elba 4 marka
CD’den kaynaklanmaktadır böyle bir CD bende yoktur. Aynı mütalaanın 1768 ve 1687
sayfalarında sanık Doğu Perinçek’in şahsımla örgütsel irtibatı bulunduğu partisini şahsıma teslim
etmeye hazır olduğunu ifade ettiği Mehmet Şener Eruygur ve şahsımla organize olarak hareket
edip kontrolünde olan kitleleri yönlendirerek mitingler ve kitlesel eylemler yaptırdığı iddiası
bulunmaktadır. Doğu Perinçek ile örgütsel hiçbir irtibatım yoktur olmamıştır. Partisini teslim etme
konusu mütalaada tamamen çarpıtılarak yorumlanmıştır. Şahsımla genel seçimlerde
partilerinden aday olmam konusundaki öneriyi kabul etmeyerek bazı kişisel değerlendirmelerde
bulunmam ve eleştirilerimi ifade etmem üzerine o an alınganlıkla söylenmiş ve o zaman siz
partinin başına geçin de siz düzeltin bari şeklindeki beyanı mütalaada sanki örgütsel bir irtibatın
varlığıymış gibi gösterilmeye çalışılmıştır. Mütalaadaki bu hatalı bakış açısından hareket
edildiğinde iktidar partisi dışındaki tüm siyasi partilerinde neredeyse bir terör örgütü gibi
değerlendirildiği sonucuna ulaşılır ki demokratik bir rejimde böylesine hukuk dışı Anayasal
hakların inkarı niteliğindeki bir yaklaşımın kabul edilmesi kanaatimce mümkün değildir. Doğu
Perinçek ile bir kez benden randevu talep edip partisine davet etmesi nedeniyle bir kez
kamuoyuna açık diyalog grubu toplantısında Patalya otelinde ve bir defada Akdeniz
Üniversitesindeki bir konferansa gidişte karşılaşmamız dışında sosyal ortamda dahi herhangi bir
birlikteliğimiz olmamıştır. Ayrıca danışmanı olduğum Anadolu Ulusal Uyanış ve Dayanışma
Platformu ve Türkiyem topluluğunun Ulusal Platformlar Güç Birliği Platformu organizasyonu ile
düzenlenen 12 Nisan Egemenlik Buluşması mitingi ile de ne Doğu Perinçek’in ne partisinin ne
kuruluşunun ne iddia edilen etkinliği olan birliklerin bir irtibatı yoktur. Gerek 12 Nisan 2008 Ulusal
Egemenlik buluşması gerekse önce vatan mitingi ile ilgili ayrıntılı açıklamalarım ve yazılı
delillerim ile somut delilleriyle ortaya konulmuştur. Patalya oteli ve Kent oteli toplantıların gizli
örgüt toplantıları olmasına yönelik iddialar. Bu iddiada iddianamenin 52, 1092, 1687 ve diğer
sayfalarında yer almaktadır. Başlangıçta diyalog grubu ve bilahare Milli Egemenlik adını alan
siyasi oluşumun Kent otelde ve ardından Patalya otelinde kamuoyuna açık olarak
gerçekleştirdiği siyasi parti kurmaya yönelik yasal toplantıları ile bu toplantılardan bağımsız
olarak gazeteci yazar merhum İlhan Selçuk önderliğinde Kent otelde yine kamuoyuna açık
olarak gerçekleştirilen yemekli konferans şeklindeki toplantılar gizli örgüt toplantısıymış gibi
gösterilmiştir. İddia tümüyle maddi gerçeğe aykırıdır. Söz konusu toplantıların gizli örgüt
toplantısı olduğuna dair dosya kapsamında tek bir somut delil dahi yoktur. Söz konusu
toplantılar Anayasanın 25, 26 ve 68. maddelerindeki düşünce ve kanaat hürriyeti sivil toplum
faaliyetlerinde bulunma hürriyeti, parti kurma ve partilere girme ve partilerden ayrılma hakkı
kapsamında değerlendirilebilecek ve konusu suç teşkil etmeyen hukuka uygun fiillerden ibarettir.
Dışişleri eski Bakanı Kamuran İnan önderliğinde Kent otelde ve bilahare Patalya otelinde diyalog
daha sonra Milli Egemenlik Hareketin kamuoyuna açık olarak gerçekleştirilen siyasi parti
kurmaya yönelik toplantıların sekretarya hizmetlerini yürüten eski Devlet Bakanı Ufuk Söylemez
bu toplantılara katılan Profesör Doktor Hasan Ünal, Taciyer Onuk ve Başbakanlık eski müsteşarı
Yaşar Yazıcıoğlu 18.01.2012 tarihli ve 2012/242 nolu kararda İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığının kararıdır bu Ergenekon Silahlı Terör Örgütü ve üyeleri ile irtibatları araştırılan
şüpheliler olmaları sebebiyle kendi üzerlerine kayıtlı veya diğerlerine kayıtlı telefonlarla yaptığı
görüşmeler 16.12.2007 tarihinden 06.08.2010 tarihine kadar yapmış oldukları telefon
32
T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ )
CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:33
görüşmelerinin kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. CMK’nın 137/3 maddesi uyarınca
da telefon görüşme kayıtlarının imhasına karar verilmiştir. O zaman bu d
urum üzerime atılı suçun ne derece hukuki dayanaktan yoksun olduğunu ortaya koyması
yanında aynı zamanda suçta ve cezada kanunluk ilkesi ve kanunlar önündeki eşitlik ilkesine de
açıkça aykırılık teşkil etmektedir. Bu konudaki açıklamalarım 142. celsede ve 145. celsede yer
almaktadır. Kent otelde yapılan yemekli konferans toplantıları ile ilgili olarak diğer sanıkların
savunmaları sunulan belgeler ve tanık beyanları ile birçok kez aydınlatılmış ve gizli örgüt
toplantıları olmadığı çok açık olarak kanıtlanmıştır. Mütalaadaki iddianın aksine ben Kent otel
toplantılarının ne öncüsü mütalaa öyle diyor ne artçısı ne de yancısı olmadım. Kent otel
toplantılarının gizli ve örgüt toplantısı olmadığı konusunda mahkemenize daha önce takdim
ettiğim gazetece Yavuz Donat ve Sabahattin Önkibar’ın köşe yazılarına ilaveten bir başka somut
delil de sözcü gazetesinin 10 Nisan 2013 tarihli nüshasında 5. sayfada Emin Çölaşan’ın yazdığı
nedir bu Ergenekon başlıklı köşe yazısıdır. Söz konusu köşe yazılarında bu toplantıların
düzenlenişi, kamuoyuna açıklığı ve konferans konuları çok net olarak kamuoyu ile paylaşılmıştır.
Kaldı ki soruşturma aşamasında İstanbul 12.Ağır Ceza Mahkemesi Naip Hakimliğince verilen
14.10.2008 tarihli kesinleşmiş kararda söz konusu toplantıların Anayasal hakların icrası
mahiyetinde olduğu ve herhangi bir suç unsuru içermediği açıkça ifade edilmiştir. Mütalaanın
1687. sayfasında bazı şehit cenazelerinde halkı hükümet aleyhine kışkırttığıma iddiasına yer
verilmiştir. Tamamen gerçeğe aykırı olan ve aramızda husumet bulunan tedarik edilmiş tanığın
iftiralarından oluşan beyanı dışında somut hiçbir delil yoktur. Mahkemenizin 15.05.2012 tarihli
duruşmasında yoğun itirazlarımıza rağmen maalesef tanık sıfatıyla dinlenen Müslüm Öztürk’ün
şahsım hakkındaki asılsız suç ithamları nedeniyle Ankara 4.Asliye Ceza Mahkemesi’nin
2011/715 dosyasında iftira suçundan dolayı sanık olarak yargılanmıştır. Adliye aleyhine işlenen
bir suçtan dolayı sanık olarak yargılanan ve bu nedenle şahsımla arasında ciddi husumet
bulunan birisini atfı cürüm niteliğindeki soyut iddialarının hukuken objektif bir tanık beyanı olarak
nitelendirilemeyeceği açıktır. Gerçek dışı ve yakışıksız bu iddianın nasıl iğrenç bir iftira olduğunu
mahkemeniz huzurunda 142 nolu celsede ayrıca yazılı olarak takdim ettiğim ifademde bütün
açıklığıyla belirtmiştim. Yüzlerce şehit vatan evladının naşını taşımış son yolculuklarına katılmış
biri olarak hiçbir şekilde hiçbir zaman ve hiçbir yerde şehit ailelerini hükümet aleyhine
kışkırtmadım, herhangi bir teşvik ya da telkinde bulunmadım. Bu talihsiz ve mesnetsiz iddiayı
burada şiddetle reddediyorum. TRT dahil pek çok resmi ve özel televizyon kuruluşu ile basın
mensuplarının hazır olduğu bu cenaze töreninde hükümet aleyhine herhangi bir gösteride
bulunulduğuna ya da slogan atıldığına dair Müslüm Öztürk’ün soyut iddialarını tevsik edebilecek
en küçük bir delil dahi yoktur. Mütalaada ise iddia makamı maksatlı olarak gerçek dışı iddianın
hangi cenaze töreninde olduğunu belirtemeden bazı şehit cenazeleri demekle ciddi bir hata
yapmıştır. Şehit Yarbay Alim Yılmaz’ın cenaze töreni yapıldığı Ankara Kocatepe Camiine
gelişimden itibaren sonuna kadar beraberimdeki koruma personeli ile ve protokol görevlilerinin
mihmandarlığında şehit ailesine taziyelerimi bildirdikten sonra Genelkurmay 2. Başkanı
Orgeneral Ergin Saygun ve Kara Kuvvetleri Komutanının eşi Filiz Büyükanıt arasında yer
aldığım dosyada mübrez fotoğraflarla sabittir. Tören sırasında koruma amaçlı olarak devamlı
yanımda bulunan Koruma Tim Komutanı Jandarma Kıdemli Astsubay Necdet Yılmaz ile yine
törene iştirak eden ve yakınımda olan emekli Tümgeneral Selahattin Dinçer tören sırasında
bulunduğumuz yere herhangi bir kimsenin gelmediğini benim protokolde yerimde iken herhangi
bir şahsın gelerek benimle konuşmadığını Ankara 4. Asliye Ceza Mahkemesinde görülen
2011/715 davanın soruşturma aşamasında görgü tanığı sıfatıyla alınmış beyanları mevcuttur.
Görgü tanıklarının bu beyanları da avukatlarım tarafından mahkemeniz dosyasına sunulmuştur.
Aynı şekilde müfteri Müslüm Öztürk huzurunuzdaki ifadesinde o tarihte Adalet Bakanı olan
Cemil Çiçek’in şehit Yarbay Alim Yılmaz’ın cenaze törenine katıldığını ve halk tarafından yoğun
şekilde protesto edildiğini ileri sürmesine rağmen gerçekte Cemil Çiçek’in söz konusu cenaze
33
T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ )
CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:34
törenine katılmadığı dosyaya ibraz ettiğimiz gazete kupürleri ve kamera kayıtlarıyla sabittir.
Nitekim bu gerçeğin avukatlarım tarafından kendisine hatırlatılması üzerine Müslüm Öztürk bu
kez acaba Cemil Çiçek değil de Abdulkadir Aksu muydu şeklinde beyanı ile ifadesine itibar
edilemeyeceğini bir kez daha tüm açıklığı ile gözler önüne sermiştir. Kaldı ki hükümet üyeleri
aleyhine yapılan tezahürat 2006 yılındaki Danıştay saldırısında yaşamını yitiren görev şehidi
rahmetli hakimin Kocatepe camiindeki cenaze törenidir. Buna ilaveten şehit Alim Yılmaz’ın
Ankara Kocatepe Camiindeki cenaze törenine sanık Mehmet Zekeriya Öztürk’ün katılmadığı ve
o sırada kendisinin Ankara’da değil İstanbul’da bulunduğu mahkemenizce TİB’den celp edilen
iletişim kayıtları ile de kesin olarak kanıtlanmıştır. Bir başkasına ait fotoğrafın Mehmet Zekeriya
Öztürk’e aitmiş gibi gösterilerek bu kişi ile şahsım arasında suni irtibat kurulmaya çalışılmasını
esefle kınıyorum. Kaldı ki bu konu ile ilgili olarak da savunma tanığım olarak 18.02.2013 ve
11.03.2013 tarihli duruşmalara getirmiş olduğumuz Ahmet Büyükburç ile Yaşar Yazıcıoğlu
duruşma salonunda hazır bulundurulmasına ve yasa gereği dinlenmesi gerektiğine rağmen
mahkemenizce dinlenmemiş savunma hakkım bir kez daha burada kısıtlanmıştır. Örgütsel
irtibatın delili olarak gösterilen telefon görüşmeleri, iddianamede şahsım ile ilgili olarak telefon
irtibatları başlığı altında 67 sayfada 197 tape örgütsel irtibat başlığı altında da bu 197 tape içinde
yer alan 45 adet tapeye yer verilmiştir ve onlarla ilgili 141 nolu celsede ayrıntılı olarak yanıt
vermiştim. Bu defa iddia makamı mütalaasında 29 isimle telefon irtibatım olduğunu ya da TİB ve
GSM kayıtlarına göre telefon irtibatlarımız arasında irtibat bulunduğunu ileri sürmüştür. Anlaşılan
o ki iddia makamı yazılı ve sözlü ifadelerimde yer alan ayrıntılı beyanlarımı avukatlarımın
savunmalarını yine görmezden gelerek Anayasa ile her ferde tanınmış olan düşünce ve ifade
özgürlüğü haberleşme özgürlüğü ve özel hayatın gizliliği çerçevesinde gerçekleştirilmiş konusu
suç teşkil etmeyen olağan telefon görüşmemi mütalaada suçmuş gibi göstermek konusunda
kararlıdır. Mahkemeniz şayet yeterli süre vermiş olsa idi bu konuşmaları da burada tek tek izah
edecektim. Mütalaada benim sözde Ergenekon Terör Örgütü üyeleri arasında ortaya çıkan
anlaşmazlıkları gidermeye örgütsel birlikteliğin bozulmasına engel olmaya çalıştığım ve telefon
görüşmelerimde de örgütsel gizliliğe riayet ettiğim ileri sürülmektedir. Tekraren belirtmek isterim
ki ömrümün ömrüm boyunca yasa dışı hiçbir bağım ve uğraşım olmadığı için herkesle her
zaman her yerde çok açık olarak konuştum. Konuşmada geçen her sözcük mutlaka örgütsel bir
şifre gibi konuşulduğu şeklinde yorumlanmıştır. Şöyle ki mütalaada aile dostumuz bulunan
gazeteci Emin Çölaşan’ın meslektaşı Tuncay Özkan ile arkadaşlığımı bildiği için çıkacağı bir TV
programında Mustafa Balbay’a serzenişte bulunmasının uygun olmayacağı konusundaki
ricasına ilişkin telefon konuşmamızın örgütsel bağ ve örgütsel birlikteliğin bozulmasının
engellenmesi şeklinde değerlendirmesi kesin olarak gerçeklere aykırıdır. Anılan şahıslarla
yaptığım telefon konuşmalarının sözlü ve yazılı ifadelerimde mahkemeye ayrıntılı olarak
sundum. Yine söz konusu telefon konuşmalarımda kullandığım saygılarımı arz ederim,
saygılarımı sunarım, emirleriniz olur, emrinize amadeyim, arz ederim, devletle gibi ifadeler
muhatabına karşı nezaket ve saygı ile kişisel üslubumun ve mesleki alışkanlığımın doğal bir
sonucudur. Benim genel konuşma üslubum gereğince sık sık kullandığım bu ifadeye adab-ı
muaşeret bugünkü dille görgü kuralı denir ve buna dayalı bir saygı ifadesi olması dışında
örgütsel bir anlam yüklenmesi de aklın hafızanın alabileceği bir iş değildir. Aynı şekilde yaptığım
telefon konuşmalarında Genelkurmay Başkanından bir numara ikinci başkandan iki numara diye
bahsetmem keza Genelkurmay Başkanı ile yaptığım bir görüşmede kendisini rahmetli Behiç
Kılıç ile Ufuk Büyükçelebi’nin patronlarını kastederek amcayı çağırdım görüştüm şeklinde
kullandığı hitap tarzını aynen Ufuk Çelebi’ye aktarmam amca sözcüğünü aktarırken amca
sözcüğünü kullanmam örgütsel bir gizlilik ile hiçbir ilgisi yoktur. Yine bunun gibi toplantıya katılan
siyasi parti veya sivil toplum kuruluşlarının önde gelenleri için bir numaralar iki numaralar üç
numaralar toplanacaklar ya da eski Dış İşleri Bakanı Kamuran İnan ile ilgili olarak bizim
büyüğümüz ya da muhterem büyüğüm tabirini kullanmam o sırada bilimsel faaliyetlerini gerekçe
34
T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ )
CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:35
göstererek Milli Egemenlik Hareketi toplantılarına katılmadığını söyleyen Profesör Doktor
Mehmet Haberal’a serzenişte bulunmak için ama öbür iş sizsiz olmuyor ifadesiyle Milli
Egemenlik Hareketinin siyasi parti kurmaya yönelik çalışmalarını kastettiğim konuşmanın
bütünlüğü içerisinde (bir kelime anlaşılamadı) mütalaanın sanki örgütsel irtibatım kanıtı olarak
şifreli konuşma gibi gösterilmiştir. Hatta iddianame ve mütalaada hayal gücü o kadar
zorlanmıştır ki komutanım bahçedeyim, şuanda peşinde koşuyorum yani diyerek bahçemizde
dolaştırdığım köpeğimden bahsetmeme rağmen mütalaada bu beyanım da sivil toplum
kuruluşlarının peşinden koştuğum ancak bunu gizleyerek şifreli olarak konuştuğum şeklinde
ifade edilmiştir. Kısa da olsa bir iki dakika ara verilmesini istirham ediyorum.”
Mahkeme Başkanı: “Saatin 15:50 olduğu görüldü.”
Duruşmaya kısa bir ara verildi.
Duruşmaya kaldığı yerden devam olundu.
Mahkeme Başkanı: "Son savunmaların alınması sırasında tutuklu sanıklardan Muzaffer
Tekin ve Bedirhan Şinal’ın cezaevinden getirildikleri görüldü bağsız olarak huzurdaki yerlerine
alındı. Ayrıca sanık Fikret Emek müdafii Av. Necip Kaçar, sanık Doğu Perinçek müdafii Av.
Hüseyin Çobanoğlu’nun geldikleri görüldü huzurdaki yerlerine alındı. Sanık Ahmet Hurşit Tolon
esas hakkındaki savunmasına kaldığı yerden devamla.”
Sanık Ahmet Hurşit Tolon: “Telefon tapeleri ile ilgili açıklamalarda bulunuyordum.
İddianamede yer almamakla birlikte mahkemenizce resen verilen birleştirme kararları ile aynı
davada yargılandığım bazı sanıklar ile ilgili mütalaada atıfta bulunan telefon görüşmelerine ait
kısa bir iki açıklama yapacağım. Ayrıntıları yazı olarak sunulacak. Zira mütalaada hakkıma isnat
edilen pek çok suçlamaya bu kısıtlı zaman içerisinde ne kadar acele edersem edeyim ne kadar
siz suhulet gösterirseniz gösterin cevap verme şansı yoktur. O kadar çok ilgisiz irtibatsız iddia
var dolayısıyla şöyle kısaca başlıklarla değineceğim. Mesela Mehmet Bora Perinçek ile hiçbir
görüşme yapmadığım HTS kayıtları ile sabittir. Şöyle sabittir. Onun görüştüğü kiminle
görüşüyorsa saatlerde ben aynı saatte Antalya’dayım benim şahsıma kayıtlı telefonum
Antalya’da baz veriyor Antalya’da konuşuyorum. O bir başkasına ait benim de bir zaman bir
vesileyle konuştuğum telefonla konuşuyor. Keza Mehmet Otuzbiroğlu ile şahsım arasında
yapıldığı ileri sürülen telefon konuşması var. Bu benim evimdeki sabit ev telefonu ile Mehmet
Otuzbiroğlu’nun şahsına kayıtlı ama eşi hanımefendinin kullandığı telefon arasında eşlerimizin
sosyal içerikli yaptığı konuşmalardır. Benimle bir gün dahi ne Mehmet Otuzbiroğlu ne eşi
görüşmemiştir. Keza Hasan Iğsız ile yaptığım görüşme ise dosyadaki ses kayıtları ile sabit
olduğu üzere hayırsever bir matbaacının bağışlamış olduğu ilkokul çözümlü test kitapları ihtiyacı
olan okullara dağıtılması talebimi ona söylememle ilgilidir. Telefon konuşmalarına ait ayrıntı da
her bir tape ile ilgili cevaplarımı zaten sözlü ve yazılı açıklamalarımda vermiştim. Özel hayata ve
hayatın gizliliği alanına karşı eylemlerle ilgili birtakım iddialar var. Bunları hem açıklamalarımda
belirtmiştim hem de bende bulunmayan CD’lerin içeriğine ait konulardır. Hükümet üyesi bir kısım
Bakanlar Milletvekilleri falan bunlara ait kayıtlar tuttuğum söyleniyor. Hangi CD’lerde bende
olmayan CD’lerde. Ben ısrarlı bir şekilde bu CD’ler bende yok bende bulunmadı diyorum iddia
makamı diyor ki bu CD’lerin içerisinde bu kişisel veriler var diyor. Bunların içerisinde en önemlisi
Yaşar Büyükanıt ile ilgili orada çok çarpıcı bir şey var. Ben Yaşar Büyükanıt’a ait Emniyette bana
sadece Gülhane Askeri Tıp Akademisi’nin tek bir sayfa kulak rahatsızlığı ile ilgili çizelge
gösterilmiştir ve itiraf ediyorum burada ben bilgisayar klasörü lafını ilk defa Sayın Hakim
Haşıloğlu’ndan duydum. Sonra öğreneceğim klasör kendileri bana klasör diyince ben dolaptaki
klasörü biliyorum. Ben bilgisayarın klasörünü sonradan bu klasörü avukatlarımdan öğreniyorum.
He böyle bir klasör görmedim böyle bir klasör bende yok. Klasör aldatmadır. Orada emniyette
klasör diye yazıp göndermişler soruşturma hakimimize. Ben bir tek yakın dostum olan ailece
görüştüğümüz Yaşar Büyükanıt’a ait kulak çizelgesini gördüm ona yanıt verdim Sayın Hakim
Haşıloğlu’na. Şimdi onu da geçiyorum bir de gizli belgeleri temin etmek meselesi var ki
35
T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ )
CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:36
mahkemenize sunduğum sözlü ve yazılı açıklamalarımda müdafilerim somut delillerle yapmış
olduğumuz ayrıntılı açıklamaların varlığına rağmen esas hakkındaki mütalaanın 539. sayfasında
halen daha tarafımda devlete ait gizli bilgi, belgenin bulunduğu ileri sürülmektedir. Gizlilik
derecesi tarafımdan verilmiş yazı ben yazmışım yazıyı kime Kuvvet Komutanı bir bilgi istemiş
şahsım yazmışım resmi belge kendi görüşümü gizlilik belgesi vermişim ya da makam ve
sorumluluğumdan dolayı şahsıma komutanlığa değil bir yazı gelmiş gizlilik derecesi o belgelerin
benim için gizliliği yoktur ve en önemlisi en çarpıcı temin etmek bu bilgilerin öğrenilmesi elde
edilmesi için çaba göstermek bu hususta vasıtalara başvurmak anlamına gelir ki ben böyle bir
usule başvurmadım. İddianame bunu da çevirmiş yasa koyucu yerine gelmiş koymuş kendisini
ve mütalaa bulundurmak diyor temin etmek başka şey bulundurmak başka şey suçta ve cezada
kanunilik ilkesi ile kıyas yasağına aykırı davranılarak tarafıma isnat edilen suçun maddi unsuru
temin etmek yerine bulundurmak şeklinde değiştirilmeye çalışılmıştır. Bunu kabul etmem
mümkün değildir. Kaldı ki buraya bu konuları da size en güzel yanıtları verecek tanıklarım. Özel
kalem müdürüm emekli topçu Albay Sadık Uçar ile emir subayım emekli topçu Albay Mehmet
Uçar yine duruşma salonunda hazır bulundurulmasına rağmen 18.02.2003 tarihli duruşmada
tarafınızdan dinlenmediği için yine savunma hakkım bir ölçüde kısıtlanmıştır. Şimdi bitireceğim
savunma hakkımın kısıtlanması neticesinde yapabildiğim sınırlı açıklamalar bunlar buraya kadar
yapabildim. Peki, ben bu gerçeklere rağmen hala neden suçlanıyorum. Son yıllarda Türkiye
Cumhuriyetinin Kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün ocağı Türk Silahlı Kuvvetleri Anayasal
konumu ve yasalar ile yüklendiği sorumluluklar göz ardı edilerek sistemli bir şekilde uğradığı
sözlü yazılı saldırıların sahte dijital verilerle çok sayıda tedarik edilmiş gizli tanığın yoğun
iftiralarının hedefi durumundadır. Özellikle bir dizi hayali örgüt davaları bu süreçte son derece
dikkat çekici boyutlara ulaşmıştır. Silahlı Kuvvetlerin kamuoyu nezdindeki itibarını düşürmeyi ve
onu etkisiz kılmayı amaç edinmiş olan yandaşlar ve beslemelerin koordineli bir şekilde ve koro
halinde Ergenekoncu, darbeci, çeteci, bombacı, terörist, azmettirici, casus sözcükleri ile asılsız
bir karalama kampanyası başlatılıp sürdürülmekte ve her geçen gün de dozunu arttırdıkları inkar
ve tevil edilemeyecek bir gerçektir. Durum böyle olunca ben de bu maksatlı karalama
kampanyasının özel seçilmiş bir mağduru durumuna getirildim bunu Türk olduğumu bildiğim
kadar emin olarak söylüyorum. Kalıtımsal olarak Cumhuriyeti kuranların kuşağından ve her bir
Türk evladı gibi Cumhuriyetin emanet edildiği kişilerden biriyim. Atatürkçülüğün ulusal bütünlüğü
ülkenin tümlüğünü Cumhuriyetin temel niteliklerini ve ulusal onuru korumaktan Lozan’ı ve tam
bağımsızlığı savunmaktan emperyalizme karşı olmaktan geçtiğine inanıyorum. Hizmet süremde
ve emeklilik dönemimde üstlendiğim her türlü faaliyetim yasaların bana yüklediği görev ve
sorumluluğun bilinci ve sınırları içerisinde yüce Atatürk’ün en büyük eseri olan Cumhuriyetin ve
onun temel nitelikleri ile demokratik laik sosyal bir hukuk devleti olan ülkemizin korunması
devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bir bütün olduğunun her ortamda yılmadan yorulmadan
anlatımı ve öğretimine ait yöneliktir. Silahlı Kuvvetlerdeki hizmet sürem içerisinde de en küçük
rütbemden başlayarak hep hakkın adaletin yasaların çizgisi içerisinde yürümüş olmama rağmen
bugün temel hak ve özgürlüklerimin hukuksal hiçbir gerekçe gösterilmeksizin kısıtlandığı bir
dava nedeniyle tutsağım. Ne yaptım ki tutsak edildim. Bunu anlamak için dönüp yarım asırlık
geçmişime bakıyorum. Kara Harp Okulundan, Harp Akademisinden ve Silahlı Kuvvetler
Akademisinde öğrenim görüp mezun oldum. Ankara Üniversitesinde tarih doktorası yaptım. Yeri
gelmişken burada huzurunuzda belirteyim doktora tezimin konusu ülkemizde ve bölgemizde
günümüzün gelişen olaylarına ışık tutması bakımından önem arz etmektedir. Birinci dünya
savaşı sırasında yapılan gizli antlaşmalar ve Türkiye’yi taksim planları benim tezimin konusu idi.
Daha sonra Sevr’e giden yol adıyla kitap oldu. Ülkemizde yıllardır yaşananlar Türkiye’nin
Jeopolitik ve Jeostratejik konumundan kaynaklanan önemi nedeniyle Anadolu’da uzun dönemli
öngörülmüş kanlı senaryolar geçmişteki uygulamalarından bugün farklı değildir. Türk Silahlı
Kuvvetlerinde yarım asra yaklaşan hizmet sürem içerisinde Cumhuriyet ordusuna başta rütbeli
36
T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ )
CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:37
personeli olmak üzere ülke savunması için on binlerce vatan evladı yetiştirdim. Meslek
hayatımın fiilen 15 yılı Başkomutanlık Karargahı Genelkurmay Başkanlığı’nda değişik rütbe,
makam ve sorumluluklar yüklenilerek idrak edildi. Bu sürecin sadece 5 yılında ki başka örneği
yoktur Tuğgeneral ve Tümgeneral rütbelerinde iki değişik zaman ve rütbede Genelkurmay Genel
Sekreterliği gibi son derece önemli bir görev üstlendim. Birleşmiş Milletler barışı sağlama ve
koruma kararları kapsamında Somali ve Bosna birliklerini hazırlayıp görev yerlerine sevk ettim.
Nasıl bir terör örgütü mensubu isem 1995 – 97 yılları arasında Güneydoğu’da bölücü terör ile
mücadelede fiilen görev aldım. 1999’da komutanlık sorumluluk bölgeme teslim edilen terörist
başının dünyanın gözü önünde ve çok kısa bir sürede devletimizin ve milletimizin saygınlığına
yaraşır bir yargılamanın yapıldığı ortamı, düzeni ve güvenliği sağlayan komutan idim. 17
Ağustos 99 depreminde 15. Kolordu Komutanı olarak Kocaeli, Sakarya, Yalova illerinde doğal
afetin ilk dakikalarından başlayarak devletin diğer görevlileri ve kurumları ile koordineli olarak
mevcut ve sonradan katılan birliklerle beraber depremzedelerin canını malını kurtarmak
yaralarını sarmak için seferber olup gece gündüz demeden göz kırpmadan bağrından çıktığımız
milletimizin emrinde ve hizmetinde olduk. Türk Silahlı Kuvvetlerinde en üst rütbe olan
Orgeneralliğe kendi devresinde ilk kişi olmaya layık görüldüm. Bu rütbede iki ordunun
komutanlığını yapma şerefine nail oldum. Şimdi ise ülkem ve milletim adına şerefle üstlendiğim
yürüttüğüm bu önemli görev ve sorumluluklar ile ilgili sürecin sonunda iddia makamının ortaya
koyduğu bu mesnetsiz mantık dışı ve gerçek dışı ithamlarla yüklü bir mütalaada sanki bir
Cumhuriyet, demokrasi ve Anayasa suçlusu olarak gösterilmeye çalışılıyorum. İddia makamı bu
asılsız çirkin ithamlarla şayet yürürlükten kalkmamış olsaydı idamımı isteyecekken mecburen
ağırlaştırılmış müebbet hapis ile cezalandırılmamı talep ediyor. Elbette ki ülkem ve milletime
şerefle verdiğim bu hizmetlerden sonra tarafıma yöneltilen bu haksız asılsız ve iftiraya dayalı
ithamlardan dolayı üzülüyor ve isyan ediyorum. İnsan suç işleyip işlemediğini hiç bilmez mi. O
nedenle burada şefaat dilenciliği yapmıyorum. İddianamede ve esas hakkındaki mütalaada ileri
sürülen asılsız ithamların hiçbir şekilde muhatabı olmadığım gerçeğini mahkemenize ben
suçsuzum hiçbir suç işlemedim diyerek bir kez daha yüksek sesle ifade ediyorum. Korku
imparatorluğunun yaratılması amacıyla Türk Silahlı Kuvvetlerini terörist yuvası gibi gösterip onu
yıpratma itibarsızlaştırma komutanlarını tutsak etme siyasileri aydınları akademisyenleri
gazetecileri susturma etkisizleştirme büyük projesinin ilk tutsaklarındanım. Mütalaaya göre Türk
Silahlı Kuvvetlerine mensup Orgeneral rütbesine kadar yükselmiş bir subay hatta pek çok subay
aynı zamanda muvazzaflık dönemlerinde de terör örgütü mensubudur. Ne var ki bu teröristin
sıralı amirleri ya yıllarca bunları görmemezlikten gelmişler çünkü onlarda örgüt mensubu ya da
kendilerini tenzih ederim onca yıldır gözleri görmez kulakları duymaz halde dünyadan vazgeçtik
kendi ocaklarından bile bihaber yaşayıp gitmişler şeklinde değerlendirmektedirler. Mahkemeniz
huzurunda tanık olarak ifade veren Genelkurmay Eski Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök
Ergenekon adlı bir örgüte ait bilgisi olmadığını kendisine dönemin MİT müsteşarı tarafından
sunulan şema ve sunumları da ciddiye almadığını açıkça burada ifade etmiştir. Türk Silahlı
Kuvvetleri içerisinde iken dahi Ergenekon Terör Örgütü mensubu olduğumu iddia eden iddia
makamının aksine şahsıma tebliğ edilen rütbe ve makamlar ile görev ve sorumluluklar ve
özellikle askerlik hayatımın üçte birini teşkil eden Başkomutanlık Karargahındaki görevlerim
elbette kazandığım başarılar üstlendiğim görevler ve bana duyulan haklı güvenden
kaynaklanmıştır. Yoksa terör örgütü üyesi olmamdan dolayı değil. Türk Silahlı Kuvvetlerince
yabancılar hariç Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına verilebilecek madalya sayısı beştir. Ben
Türk Silahlı Kuvvetlerindeki görev sürem içerisinde Türk Silahlı Kuvvetleri üstün cesaret ve
feragat madalyası, Türk Silahlı Kuvvetleri başarı madalyası ve Türk Silahlı Kuvvetleri üstün
hizmet madalyasına layık görüldüm. Özetle beni yetiştiren bana güven duyan ve önemli görevler
tevcih edenleri hiçbir zaman hayal kırıklığına ya da pişmanlığa uğratmadım. Hiçbir zaman
mesleğimin maskarası ya da meslek arkadaşlarımın yüz karası olmadım. Haksız, mesnetsiz,
37
T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ )
CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:38
iğrenç iftiralarla mağdur edilmiş silah arkadaşlarıma sırtımı dönmedim. Keza Türk Silahlı
Kuvvetlerine sızıp komutanlarımı aldatıp hiçbir zaman terör örgütü mensubu da olmadım. Bunun
aksini ileri sürmek bunca yıl onurla hizmet verdiğim Türk Silahlı Kuvvetlerinde bana komutanlık
yapmış hakkımda kanaat belirtmiş sıralı tüm komutanlarımı en hafif ifadeyle rencide eder. Bütün
bunlara rağmen neden suçlanıyorum. Suçum ne. Herkesin her bireyin bir ahlaki, vicdani ve
yasalarla teminat altına alınmış kişilik hakları vardır. Bu haksız suçlamalarla tüm bu değerlerim
çiğnenmiş ve adeta yok sayılmıştır. İnsanlık karşısında kamu vicdanında ve tarih önünde vahim
bir hukuk skandalı olarak nitelediğim şahsıma yönelik gerçek dışı suçlamaların sebebi nedir?
Neden bu yapay suç ve suçlu üretim sürecinin hedefindeyim? Neden tutsak alınmış bir Türk
Silahlı Kuvvetleri mensubuyum. Yıllardır ülkemizin en önemli sorunu olan bölücü terörün
teröristle mücadele boyutunda uzun yıllar sürdürdüğümüz mücadelede görev almış bir komutan
olarak üniversitelerimizde ve konuşmacı olarak katıldığım her platformda terör ve mücadele
yöntemleri ve bölgemizde çevremizdeki gelişmeler ile kuşatılan Türkiye konularında yurtiçinde
ve dışında verdiğim konferanslarda gençlerimize ve yerli yabancı binlerce insana terörün
ülkemize verdiği zararları alınması gereken önlemleri anlatıp öğretici bilgiler vermem mi suç?
Oluşan tehdit ve riskleri görmek günü gün etmek adam sende canım demek yerine yarınlarımız
için uyanık olmak mıdır suç? Ulus devlet, üniter devleti, laik devleti savunmak mıdır suç?
Terörist başının İmralı’ya teslim edildiği 17 Ağustos 99 tarihinde bölgeden sorumlu Kolordu
Komutanı olarak diğer kamu kuruluşları ile koordineli bir şekilde ve çok kısa bir sürede her türlü
tedbiri alarak duruşmaların zamanında ve ülkemizin yüzünü ağartacak Avrupa Birliği normlarına
uygun düzeyde ciddiyet ve güvenlik içerisinde gerçekleşmesini sağlamam mıdır suç? 2003
yılında Amerika Birleşik Devletlerinde yapılacak Irak’taki harekattan sorumlu merkezi kuvvetler
komutanının devir teslim törenine eşim ile birlikte Türk Silahlı Kuvvetlerini temsilen katılmak
üzere görevlendirildim. ABD’ye gittim ve Washington’a varışımda havaalanında aynı gün Türk
askerinin başına Irak’ta çuval geçirilmesi üzücü olayını öğrendiğimde ulusumun ve Türk Silahlı
Kuvvetlerinin onurunu rencide etmelerine tepki olarak söz konusu törene katılmadan ve bu son
derece çirkin davranışı da bir basın açıklaması ile orada kınayarak derhal ülkeme dönmem midir
suç? Yine aynı dönemde ABD Dışişleri Bakanı Colin Powel’ın, Irak, Türkiye ve Pakistan gibi
İslam Cumhuriyeti olacak söylemine de tepki göstererek 80 yıldır Türkiye Cumhuriyetinin temel
niteliklerini bilmiyorlarsa öğrenirler. Türkiye Cumhuriyetinin Anayasasında belirtilen temel
nitelikleri demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletidir açıklamam mı suç? Türkiye’nin sınır ötesi
operasyonuna izin vermiyoruz açıklaması yapan Washington’a sizden izin isteyen mi var diye
bağımsız bir ülkenin onurlu bir subayı olarak gereken cevabı vermem mi suç? Tüm hayatım
boyunca din ve vicdan hürriyetine her zaman saygılı olup ancak dinin siyasete alet edilmesine
ve din üzerinden toplumun gruplara ayrıştırılmasına da daima karşı çıkmış olmam mıdır suç?
Ordu komutanı olarak görev yaptığım dönemlerde hafta sonları da dahil olmak üzere toplumsal
gelişimi destekleme projesi kapsamında sorumluluk bölgemdeki köyleri adım adım dolaşarak
Türk Silahlı Kuvvetlerinin bağrından çıktığı milletimize olanaklar ölçüsünde hizmet desteği
sağlanmasına ve halkımızla bütünleştirilmesine katkıda bulunmam mıdır suç. Görüldüğü üzere
ben bulunduğum her yerde ülkemin, devletimin ve milletimin menfaatlerini düşünerek her zaman
ulusal onurun korunmasını, birlik ve bütünlüğün güçlenmesini hedefledim. Türk Silahlı
Kuvvetlerinin şerefli bir mensubu olarak tamamıyla yasal sınırlar içerisinde kalmak suretiyle
görevlerimi hakkıyla yerine getirdim. Ne Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli olduğum dönemde ne
de emekliye ayrıldıktan sonra cebir ve şiddet yöntemiyle hükümetin devrilmesine yönelik hiçbir
eylemim söz konusu değildir. Şimdi ise bu mütalaada da terör örgütü kurucusu darbeci hükümeti
devirmek ya da engellemek suçlamasıyla itham ediliyorum. Tarafıma yöneltilen tüm bu asılsız
suçlamalara isyan ediyor, bu haksız mesnetsiz ve çirkin iddiaları şiddetle reddediyorum. Bugün
sadece ülkenin menfaatini gözetip, hayatlarını bu çok onurlu hizmete adayanlar bu çirkin komplo
sayesinde yandaş medyanın da kirli ve iğrenç propagandası ile Ergenekoncu, demokrasi
38
T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ )
CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:39
düşmanı, darbeci, terörist gibi gösterilerek toplum nezdinde küçük düşürülmeye yargısız infaza
mahkum edilmeye çalışılmaktadırlar. Oysa ulusumuzu, ülkemizi, bağımsızlığımızı, laik
Cumhuriyetimizi son nefesimize kadar savunmak yerine getirilmesi ve asla vazgeçmeyeceğim
onurlu bir yurttaşlık görevimdir. Bu amaçta çete kurulmaz ya da bu ya da terörist olunmaz bunun
için sadece samimi bir Cumhuriyetçi, Atatürkçü, demokrasi aşığı gerçek bir yurtsever olunur.
Anlaşılan odur ki ülkem, milletim ve devletimin menfaati için bugüne kadar yapmış olduğum
hukuka uygun tüm bu faaliyetler ve açıklamalarım içte ve dışta bazı çevreleri rahatsız etmiş
olmalı ki asılsız iftiralar ve düzmece delillerle bir hukuk katliamına tabi tutularak huzurunuzda
bilinmeyen bir terör örgütünün yöneticisi sıfatıyla hükümete karşı darbeye teşebbüs
suçlamasıyla cezalandırılması istenen bir sanık konumuna getirildim. Bunu şiddetle ve nefretle
reddediyorum. Hiç yaşanmamış dış dünyada herhangi bir yansıması olmamış olayları
varsayımlara dayalı olarak cak’lı, cuk’lu ortaya koyan mütalaa ancak hayal gücü zenginliği ile
kader okuma olarak tanımlanabilir. Bu davada maruz bırakıldığım pek çok hukuk dışı uygulama
ile Anayasanın ikinci maddesinde belirtilen Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bir hukuk devleti
olduğu ilkesi ve Anayasanın 38. maddesi ile Türk Ceza Kanunun 2. maddesinde düzenlenen
kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesi açıkça ihlal edilmiştir. Samimiyetle söylemek isterim ki tüm
bu şerefli görev ve sorumlulukları yerine getirmekten ülkem, milletim ve devletim için doğru
bildiğim düşünceleri yasal zeminde açıklayıp hukuka uygun faaliyetlerde bulunmaktan yaşamak
zorunda bırakıldığım tüm bu ağır zulme rağmen hiçbir zaman pişman olmadım ve olmayacağım.
71 yıllık yaşantımda geriye doğru baktığım zaman açıkça söylemek gerekirse yapmaktan
utandığım, çekindiğim, hukuka ayrı hiçbir fiilim, işlediğim hiçbir suç olmadı. Bugüne kadar ülkem
milletim ve devletim için tüm müktesebatım ile inandığım doğrular ve değerlere uygun hareket
ettiğim için de suçlu addedilip cezalandırılmayı da asla hak etmedim. Sözlerime son vermeden
önce vatan şairi Namık Kemal’in ünlü beyitini burada tekrarlamak istiyorum. Ne mümkün zulm ile
bidat ile imhayı hürriyet, çalış idraki kaldır muktedirsen alemi alemiyetten diyor. Mahkemenizden
şahsımı tüm bu asılsız iddia ve iftiralardan bir an önce arındırıp masumiyetimin tescil edilmesi ile
ihlal edilen kişilik haklarımın, gasp edilen hürriyetimin iadesini talep ediyorum.”
Mahkeme Başkanı: “Evet, sanık Ahmet Hurşit Tolon müdafiinden.”
Salonda bazı izleyicilerin alkışlayarak gürültü çıkarttıkları görüldü.
Mahkeme Başkanı: "Lütfen efendim lütfen lütfen lütfen burası duruşma salonu lütfen alkış
yeri değil alkışlayan dışarı çıksın alkışlamak isteyen lütfen burada sanık savunma yapıyor siz de
dinleyeceksiniz sessiz sessiz lütfen. Buyurun Ahmet Hurşit Tolon oturabilirsiniz buyurun. Sanık
Ahmet Hurşit Tolon müdafiinden esas hakkındaki son savunması soruldu avukat bey 5 dakika
süreniz var ek bir süre süreye uyalım lütfen buyurun.”
Sanık Ahmet Hurşit Tolon müdafii Av. Köksal Bayraktar: “Sayın Başkanım değerli üyeler
ve Sayın İddia Makamı. Öncelikle şunu söylemek istiyorum. Sayın müvekkilimin müdafaasına
daha çok olaylara dayanan müdafaasına ve son olarak belirttiği kişisel özelliklerle ilgili ifadesine
aynen katılıyorum. Gerçekten Türkiye Cumhuriyeti Devletine 50 yılı aşkın bir şekilde şerefle
hizmet vermiş olan bir emekli Orgeneralin huzurunuzda bu sözleri söylemesi hem tarihidir hem
de büyük bir üzüntü vesilesidir. Bunu ifade edeyim. Usul yönünden şunları söyleyeceğim. Bu
davada özellikle müvekkilimiz Orgeneral Hurşit Tolon ile ilgili usul kanununun önemli kuralları
ihlal edilmiştir. Arama son derece basit Ceza Muhakemesi Kanununa bakarsanız kişinin evinde
ancak arama yapılır askeri mahallerde arama yapılmaz. Bu kurallara tamamen aykırı şekilde
hareket edilmiştir. Yıl 2008 kanuna aykırı bir şekilde arama sonucunda birtakım belgeler birtakım
CD’ler güya delil görüntüsü altında elde edilmiş huzura getirilmeye çalışılmıştır ama bu delillerin
pek çoğu kanuna aykırıdır ve daha da önemlisi bu deliller ekleme, ilave kanuna aykırı delillerdir.
Bu deliller Ankara’da gerek müvekkilimizin gerek oğlunun evinde çıkmamış olan delillerdir. Daha
sonra Emniyette ya da başka makamların aracılığı ile o makamlar hangi makamlardır bilmiyoruz
sokulmuş olan delillerdir ve o delillerle müvekkilimize maalesef suç isnat edilmiştir ve
39
T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ )
CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:40
edilmektedir. Müvekkilimizin bahsettiği Elba 2 Elba marka iki CD tamamen uydurma tamamen
sahte ve müvekkilimizin hiçbir ilgisi olmayan deliller niteliğindedir. Dolayısıyla bunlar son derece
önemlidir. Başka bir konu başka bir konu maalesef yargılama makamı da buna dahildir. Şunu
ifade etmek istiyorum. Bir emekli Orgeneral 71 yaşında önce tutuklanmış, 1 yıl tutuklu kalmış
arkasından tahliye edilmiş tahliye edilirken suçun delillerinin ve izlerinin ve eserlerinin olmadığı
gerekçe gösterilmiş. Arkasından bir iki sene müvekkilimiz tamamen tamamen tahliye kurallarına
riayet etmiş huzurunuza gelmiş, ifade vermiş daha sonra sorgusu sırasında gene huzurunuza
gelmiş ama daha sonra tutuklanmıştır. Nerede burada tutukluluk sebepleri usulen bunları yüksek
sesle müdafii olarak arz etmek istiyorum. Şimdi efendim sayın iddia makamı mütalaasında
bizimle ilgili olarak 312. maddenin ihlal edildiğini söylüyor. 312. maddenin ihlal edildiğinden
bahsederken sayın iddia makamı gene 314. maddedeki silahlı çetenin 312. maddenin içinde
eridiğini 313. maddedeki hükümete ve devlete karşı isyana teşvik silahlı isyana teşvik ve tahrikin
olayda olmadığının ve daha da ilginci 311. maddede yer alan Türkiye Büyük Millet Meclisine
karşı cebir ve şiddete dayanan bir hareketin olmadığını belirtiyor. Yani iddianamede yer alan
311, 313 ve 314. maddelerden sayın iddia makamı gene adeta lütfediyor cezalandırılmasına
mahal yoktur diyor ama aslında beraat edilmesi gerekir. Şimdi ben suçun unsurları yönünden
önemli iki nokta söyleyeceğim. Madem 311 yok 313 yok 314 yok ve bunlar hep cebir ve şiddete
dayalı peki 312. maddedeki cebir ve şiddet müvekkilimin fiillerinin hangisinde var Sayın
Başkanım ve değerli Üyeler. Bizzat esas hakkındaki mütalaada bu unsurların bulunmadığını
söylüyor iddia makamı arkasından da 312. madde diyor ve bakın şöyle söylüyor ikinci nokta.
Diyor ki dosya kapsamına göre Ergenekon Terör Örgütünün yürütme organına karşı olan eylem
ve faaliyetlerinin öne çıktığı.”
Mahkeme Başkanı: “Avukat bey süreniz doldu lütfen cümlenizi alalım buyurun.”
Sanık Ahmet Hurşit Tolon müdafii Av. Köksal Bayraktar: “Efendim biz burada Ceza
Muhakemesi Kanunun 2. maddesinin c fıkrasına dayanarak ki o c fıkrası hatırlatırım müdafii
şüphelinin savunmasını yapan avukattır diyor dolayısıyla ben burada sadece şahsen
konuşmuyorum müvekkilimin sözlerini tamamlayan bir kişi olarak konuşuyorum dolayısıyla bura
da son derece önemli bir noktadır ifade ediyorum gene. Nitelikli olduğu ve yürütme organına
karşı yürütülen eylem ve faaliyetlerinin içinde kaldığı anlaşıldığından bu suçtan ceza verilmesine
yer olmadığına yani iddia makamı diyor ki esasında Türkiye Büyük Millet Meclisine karşı bir
hareket yoktur esas hareket hükümete karşıdır. Efendim savunma olarak şu soruyu soruyorum.
Ergenekon adı verilen sözde dava Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini korumak için ihdas edilmiş
bir dava mıdır? Hayır, bu yanlış. Dolayısıyla olayımızda 312. maddede yok ama daha önemlisi
bir şey var.”
Mahkeme Başkanı: “Avukat bey verdiğimiz süre iki saat bir süreydi ve avukatlar da bu
süreye dahil idi. Müvekkiliniz iki saatini kullandı siz de ilave 5 dakika süre verdik. Daha önceki
savunmalarınızda sanık olarak Hurşit Tolon iki tam gün duruşma günü savunmasını yaptı. Bu
onlara verilmiş ilave bir süre son savunması için verilmiş bir süre lütfen bu sürelere uyalım
şimdiye kadar bir uygulamamız var buyurun son cümlenizi alalım.”
Sanık Ahmet Hurşit Tolon müdafii Av. Köksal Bayraktar: “Sayın Başkanım usulen 1 –
Savunma ancak bu celsede yapılan savunmadır. Daha önceki zamanlarda söylenen sözler
savunma değildir sorguya girer.”
Mahkeme Başkanı: “Efendim usul tartışmıyoruz efendim lütfen ara kararımız var bu
konuda hatta hatta toplam şimdiye kadar savunma süresi 32 saati buluyoruz müvekkilinizin.”
Sanık Ahmet Hurşit Tolon müdafii Av. Köksal Bayraktar: “İkincisi. Hayır yanlış efendim
yanlış şu yönden yanlış.”
Mahkeme Başkanı: “Bu son savunma daha önceki konuşmalarınız dosya ve esas
hakkında değil miydi? Başka bir şey hakkında mıydı? Buyurun.”
40
T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ )
CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:41
Sanık Ahmet Hurşit Tolon müdafii Av. Köksal Bayraktar: “Şimdi şunu da ifade etmek
istiyorum bu suçun meydana gelebilmesi için failde özel kast lazım. Nerede özel kast. Esas
hakkındaki mütalaada da belirtilmedi ve gene ayrıca şunu söyleyeceğim bunu da belirteceğim
312. maddede cebir ve şiddet olmadığına göre müvekkilimizin emekliliği zamanında yapmış
olduğu eylemlerin hepsi özgürlükler ile ilgilidir. Bizzat Anayasada ve yeni Ceza Kanununda
hüküm var bir kimse hak ve özgürlüğünü kullandığı zaman suç işlemiş sayılmaz. Çünkü hak ve
özgürlüğün kullanılması bir hukuka uygunluk sebebidir. Dolayısıyla 312. madde burada
meydana gelmiyor. Şunu belirteyim 334. maddeden ve 135 ve 135/6. maddelere aykırılıktan söz
ediliyor. Şimdi bizzat Genelkurmay Başkanlığının size yazdığı yazı var. 334. maddeyi ihlal edici
bir yön yok ama şunu da ifade edeyim savunma olarak 135 ve 136. maddelerinin ihlalinin
iddianamede buraya getirilmesi şimdi beni tepkiyle karşılayabilirsiniz komiktir. Neden komiktir 4
yıl önceki gazete haberlerini okuyorum eski Genelkurmay Başkanı ile müvekkilimizin arasındaki
ilişkileri zayıflatmak ve müvekkilimizi maalesef kamuoyu önünde itibarsızlaştırmak için getirilmiş
olan birtakım ihlal maddeleridir 135, 136. Bunların hepsi ekleme belgelerde bunların hepsi Elba
marka CD’lerin içinde uydurulan delillerdir. Bu nedenlerle Sayın Başkanım teşekkür ederim
sabrınız için son olarak şunu söyleyeceğim olayda 312. madde yoktur. Eğer biz burada hukuku
konuşuyorsak eğer biz hukuk safhaları içinde birlikte karşılıklı bir faaliyet gösteriyorsak 312
madde yoktur çünkü cebir ve şiddet yoktur. Bu nedenle müvekkilimiz hakkında beraat kararı
verilmesini istiyoruz. Ayrıca, ayrıca bu kadar hukuka aykırı bir tutuklama kararı olamaz.”
Mahkeme Başkanı: “Avukat bey lütfen son cümlenizi alalım kesmek zorunda kalacağım
lütfen.”
Sanık Ahmet Hurşit Tolon müdafii Av. Köksal Bayraktar: “Evet ben de son cümlemi
söylüyorum. Bu kadar hukuka aykırı çünkü iki yıldır bunun ızdırabını bizde yaşıyoruz. Siz siz
kayınvalidenizin cenazesine iki tarafınızda dört tarafınızda korumalarla hiç gittiniz mi. Evet o
kadar ağzınızı yüzünüzü buruşturmazına gerek yok.”
Mahkeme Başkanı: “Efendim bizimle ilgili örnek vermenize gerek yok. Başka bir örnek mi
bulamadınız bizim bizimle ilgili bir örnek veriyorsunuz.”
Sanık Ahmet Hurşit Tolon müdafii Av. Köksal Bayraktar: “Dolayısıyla tutuklama kararının
ne kadar haksız olduğunu belirtmek için bunu söylüyorum.”
Mahkeme Başkanı: “Anlaşıldı tamam.”
Sanık Ahmet Hurşit Tolon müdafii Av. Köksal Bayraktar: “Dolayısıyla tahliye kararının da
beraat kararı ile birlikte hatta daha önce verilmesini saygıyla arz ve talep ediyorum.”
Mahkeme Başkanı: “Anlaşıldı buyurun. Sanık Ahmet Hurşit Tolon’dan müdafiinin
beyanlarına katılıp katılmadığı soruldu. Buyurun. Hurşit Bey buyurun efendim.”
Sanık Ahmet Hurşit Tolon müdafii Av. İlkay Sezer: “Tarafıma talep edipte söz
verilmediğini zapta geçin.”
Mahkeme Başkanı: “Tamam zapta geçeriz evet. Sanık Ahmet Hurşit Tolon müdafii Avukat
İlkay Sezer söz istedi. Ancak süre dolduğundan verilmedi buyurun oturun efendim. Hurşit Bey
buyurun.”
Sanık Ahmet Hurşit Tolon müdafii Av. İlkay Sezer: “Dilek hanımda aynı şeyi söylüyorum
efendim onu da yazın.”
Mahkeme Başkanı: “Tamam aynı müdafiinin aynı sanığın müdafisi avukat Dilek Helvacı
için de söz verilmedi. Buyurun Hurşit Bey.”
Sanık Ahmet Hurşit Tolon: “Müdafiinin tüm sözlerine katılıyorum.”
Mahkeme Başkanı: “Evet.”
Sanık Mehmet İlker Başbuğ önceki kimliği tahtında huzura alındı.
Mahkeme Başkanı: "Mehmet İlker Bey avukatınız burada hazır size isnat edilen suçların
konularına göre iki saat son savunma yapma hakkınız var esas hakkında son savunma
yapmaya hazır mısınız?”
41
T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ )
CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:42
Sanık Mehmet İlker Başbuğ: “Esas hakkındaki mütalaaya ilişkin bazı düşünce ve
değerlendirmelerimi burada ifade edeceğim.”
Mahkeme Başkanı: “Evet. Buyurun sizi dinliyoruz sanık Mehmet İlker Başbuğ esas
hakkındaki son savunmasında.”
SANIK MEHMET İLKER BAŞBUĞ ESAS HAKKINDAKİ MÜTALAAYA KARŞI BEYANI
VE SON SAVUNMASINDA:
Sanık Mehmet İlker Başbuğ: “Ülkemizde yaşanan ve yaşanmakta olan bu olayları ileride
sebep sonuç ilişkilerine dayanarak yazacak tarihlere tarihçilere yardımcı olmak üzere ilk önce
bugün burada bazı düşünce ve değerlendirmelerimi tarihe not düşmek üzere ifade etmeyi bir
görev olarak kabul ediyorum. Yüce Türk Milleti Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları Türk
ordusunu senin askerine karşı duyduğun güven ve sevgi üzerine inşa etmişlerdir. Bu ordu senin
güven ve desteğinle adeta yoktan var edilmiştir. Bu ordu ordunun riskler ve tehditlerle dolu
Jeopolitiğinde İstiklal savaşından bugüne kadar geçen sürede canı ve kanı pahasına hiçbir
fedakarlıktan kaçınmayarak senin güvenliğini sağlamıştır. Bu ordu böylece senin güvenine
mazhar olmuş gönlünde de şerefli bir konum elde etmiştir. Türk ordusu milli ordudur. Çünkü
vatanın her karış toprağından gelen vatan evlatları bu orduda kendilerine yer bulurlar. Bu orduda
ehliyet ve liyakat esastır. Irk, din ve mezhep gibi farklılıklar asla gözetilmez. Bu ordunun bütün
personeli her türlü siyasi tesir ve düşüncelerin dışındadır. Bu orduda Er’den Orgeneral
Oramiral’e kadar herkes arasında silah arkadaşlığı, bağı, duygusu ve dayanışması vardır. Silah
arkadaşlığının göstergesi de karşılıklı olarak duyulan ve gösterilen sevgi, saygı, güven ve vefalı
davranıştır. Bu ordu bu ülkenin ürettiği harp silah ve araçları ile donatılmayı hedeflemiştir. Bu
ordunun varoluş nedeni sadece içinden geldiği Türk Milletine hizmet etmektir. Türk Milletine
hizmet etmek senin kurduğun ve yaşattığın devletin bağımsızlığını üzerinde yaşamakta olduğun
toprakların bölünmezliğini ve Türk Milletinin yani senin bütünlüğünün korunması demektir. Türk
ordusu kendisine tevdi edilecek bu görevlere her an başarıyla yerine getirmek üzere hazır olmak
zorundadır. Bu nedenle Türk ordusu kendisini güçlü ve özgün kılan Milli Ordu niteliğine ve kendi
içindeki bütünlüğüne olabilecek her türlü olumsuz etkilere karşı dikkatli bulunmak ve gerekli
görünen tedbirleri de zamanında almak mecburiyetindedir. Bu sorumluluk ve görevde öncelikle
Silahlı Kuvvetlerin Komutanı olan Genelkurmay Başkanına verilmiştir. Türk Ordusunun Milli Ordu
oluşundan rahatsızlık duyanlar dün vardı, bugün de varlar, yarın da olacaklardır. Onların
yapacağı ilk şey Türk Milletinin senin, orduna duyduğun tarihi güven ve sevgiyi tahrip etmektir.
Böylece Türk Ordusu senin gözünde itibar kaybedecek ve kalbindeki şerefli konumu da yok
olacaktır. Nasıl mı? Her şeyden önce senin gözünde bugün hala Türk Ordusunun darbe ile yatıp
kalkan bir ordu olduğu şeklinde bir algı oluşturulmalıdır. Türk Ordusunun geçmişinde yaşanan
bazı olaylarda bu açıdan bir avantajdır. Bu avantaj kullanılarak yürütülecek psikolojik harekat ile
istenilen olumsuz algı toplum üzerinde kolaylıkla yaratılabilir. Onlar için bugün Türk Silahlı
Kuvvetlerinin hataları örten suç ve suçluyu koruma durumunda olması hiç önemli değildir.
Aslında Türk Ordusuna karşı bugün bilinçli ve kasıtlı büyük bir haksızlık yapılmaktadır. 2008 ile
2010 yılları arasında Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı çok kapsamlı asimetrik psikolojik harekat
yürütülmüştür. Asimetrik psikolojik harekatta büyük bir eşitsizlik söz konusudur, asimetrik
denilmesinin nedeni budur Türk ordusu büyük bir kurumdur yani büyük bir hedeftir, faaliyetleri
açıktır, alenidir büyük bir kurum içinde manipüle edilebilecek, istismar edilebilecek olayların
bulunması zor değildir. Böylece karşı tarafın elinde çeşitli kanallardan kendisine servis edilen ve
istismar manipüle edilerek düzmece olaylar çıkartılmaya müsait pek çok bilgi olabilir. Karşı
tarafın elinde her dakika kullanabileceği sayısız derecede iletişim, araç ve imkanları vardır.
Bunlara karşı sizin ise hem iletişim imkanlarınız yok derecede kısıtlıdır, hem de her dakika
konuşma fırsatınız ve lüksünüzde yoktur. Asimetrik psikolojik harekatta size karşı yürütülen
taarruzu harekata savunmada kalarak istenilen sonuçları elde edemezsiniz bu bir gerçektir.
Ancak siz bir devlet kuruluşu olarak yalnız yasalar içinde kalmak zorunda kalmayıp aynı
42
T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ )
CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:43
zamanda etik ve ahlaki kurallara da uymak zorundasınız. Karşı taraf, karşı tarafın ise bu
konulara karşı zorunluluk duymadığı gibi saygısı da yoktur bu nedenle biliniz ki sıkı kuralları olan
bir dünyada yaşayıp kuralları olmayan bir dünya ile mücadele etmek hemen hemen imkansızdır
bu bir gerçektir. E sonra yürütülen psikolojik harekat ile istenilen algı oluşturulduktan sonra sapla
samanı karıştırarak asılsız, hiçbir somuta delile dayanmayan iddialar ileri sürülerek askeri
personele adli yargılama yolu da açılabilir işte böylece istenilenler tutuklanmış, istenilenler Türk
ordusundan yani senin ordundan tasfiye edilmişlerdir. Biraz önce ifade edilenleri sanki teyit
edercesine bu mahkeme tarafından tanık olarak dinlenmesi kararı alınan nedense sonradan
vazgeçilen bir kişinin 2008 yılı Ocak ayında bir gazetede çıkan yazısında şöyle deniliyordu;
darbe planı revize edildi. Tarih ile 2008 yılı Ocak, Ocak 2008. Darbe planı revize edildi, ne
olacakmış 2008 yılının Şura’dan sonraki yani Ağustos’tan sonraki, hemen sonraki ilk altı ayı
hazırlık evresi, peki sonra? 2009 yılının ilk çeyreğinden sonraki en uygun takvim de eylem planı.
Diyor ki bu yazıda yazar; ortada revize edilen bir darbe planı var ve Türkiye’de 2009 yılı
baharında, birileri darbe teşebbüsü amacıyla cebir ve şiddet eylemlerine başlayacaklar. Peki,
ortada revize edilen bir darbe planının varlığından bahseden bu kişi, bu mahkeme tarafından
tanık olarak dinlenilmesi kararı alınmasına rağmen, neden sonra vazgeçildi? Neden nerede bu
revize edilen darbe planı diye sorulmasından neden vazgeçildi? Bu soru, bu iddia, bu dava için
önemli değil midir? Yoksa Balyoz davası olarak bilenen davada, yaşanan ve iddia edilen Balyoz
darbe planı fiyaskosu gibi bir olayın tekrarlanmasından mı kaçınıldı? Bunları sormak bizim
hakkımız. Peki, 2009 yılı bahar aylarında neler yaşandı? Darbe amaçlı cebir ve şiddet eylemleri
yaşandı mı? Hayır. Ancak, 2009 yılı bahar aylarında başlayarak, giderek yoğunlaşan bir şekilde
ortalığa isimsiz, imzasız ihbar mektupları, düzmece dijital veriler, gizli tanık ifadeleri saçılmaya
başlandı. Bu durumu, gözaltılara alınmalar, ifadeler, tutuklamalar, sayısız iddianameler ve takibi
bile mümkün olmayacak mahkeme süreçleri takip etti. Günün hangi saatinde, hangi televizyonu
açarsanız, hangi gazeteye bakarsanız, mutlaka bu olaylara ilişkin bir habere rastlanıyordu. Bu
durum, maalesef bugün de devam etmektedir ama şu farkla o gün bu haberleri sayfalarında
sütun sütun yapan gazete ve televizyonlar bugün maalesef bu haberleri sadece birer sütun veya
ikişer dakika ayırmaktadır bu farklı durum bugünde aynen devam etmektedir, aynen değil farklı
şekilde devam etmektedir. Yaşanılanlara bakılınca, 2008 yılı Ocak ayından kaleme alınan yazı
ile kastedilenin, başka bir merkez tarafından tespit edilen bir eylem takvimi olup, olmadığı sorusu
haklı olarak insanın aklına geliyor, çünkü ne denildiyse o gerçekleşiyor ama farklı bir şekilde.
Gelin bu sorunun cevabı da bir köşe yazarının, 17 Kasım 2009 tarihli iddialı bir yazısında
arayalım. Yazı 2009 yılı Ekim ayının sonunda Cumhuriyet Başsavcısı’na gönderilen bir ihbar
mektubu hakkında idi. Hatırlayacaksınız bu ihbar mektubunun ne olduğunu, yazar aynen şöyle
söylüyor, ben size bir sır vereyim hepiniz, hepimiz, hatta belki siyaset kandırılıyor. Size
söyleyeyim, ortada ihbarcı bir subay falan yok. Belgelere bakınca, görüyorsunuz ki, bunlar uzun
zaman içinde toplanmış, farklı birimlerden, farklı dönemlerden belgeler. Bunları tek bir subay
toplamış olamaz. Çünkü belgeler uzun dönemde, sistematik bir çalışmanın ürünü. Belli ki bu
belgeler zaman içinde Türk Silahlı Kuvvetlerinden dışarı çıkarılıp toplanmış, biriktirilmiş,
dosyalanmış. Ama birileri toplum mühendisliği yapıyor ve bunları bize yavaş yavaş sızdırıyor,
gündemde diri tutuyor ve bence bu çalışmalar altını çiziyorum ben değil yazar söylüyor bir kişinin
ürünü falan da değil. Bütün bunları toplayan, hazırlayan ve yazan geniş bir ekip var. Bir ihbar
mektubuna yazılı, bir subay vatansever subay. Buradaki benim arkadaşlarım bu ihbar mektubu
nedeniyle burada, bu vatansever subay nerede bulun bunu, bulun çıksın gelsin. Buradaki bu
insanlar bu ihbar mektubu yüzünden burada ama yok yok.
Mahkeme Başkanı: “Mehmet İlker Bey bir hatırlatma yapmak istiyorum, mahkememizden
hesap sorar şekilde.”
Sanık Mehmet İlker Başbuğ: “Evet.”
Mahkeme Başkanı: “Savunma usule uygun değil.”
43
T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ )
CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:44
Sanık Mehmet İlker Başbuğ: “Yok ben soru (bir kelime anlaşılamadı).”
Salonda söz almandan konuşanlar oldu anlaşılamadı.
Mahkeme Başkanı: “Evet müdahale etmeyin efendim, lütfen efendim lütfen efendim.”
Salonda söz almadan konuşanlar oldu anlaşılamadı.
Mahkeme Başkanı: “Mahkememizden kimse hesap soramaz savunma kapsamında durun
buyurun.”
Salonda söz almadan konuşanlar oldu anlaşılamadı.
Mahkeme Başkanı: “Efendim burada yargılama yapılıyor lütfen. Usulde öyle bir şey yok
buyurun.”
Sanık Mehmet İlker Başbuğ: “Özellikle 2009 ve 2010 bu konuda soruşturma açıldı, benim
zamanımda Genelkurmay Başkanlığım zamanımda soruşturma açıldı ama nerede ben onun
sonucunu soruyorum, soruşturma açıldı İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı yetkisizlik verdi
Ankara’ya gönderdi nerede? Yok, ama herkes burada. Özellikle 2009 ve 2010 yıllarında, isimsiz
ve imzasız ihbar mektuplarına, bir yerlerde hazırlanmış düzmece dijital verilere, gizli tanık
ifadelerine dayanılarak, Türk Silahlı Kuvvetleri personeline yönelik ortaya iftiralar atılmış,
suçlamalar ileri sürülmüştür. Adeta hakarete varan ifadelerle Türk Ordusunun tümü suçlu olarak
gösterilmeye çalışılmıştır. Bu durum elbette personeli tedirgin etmiş ve moralini olumsuz yönde
etkilemiştir. Bu haksız saldırılar karşısında, Türk Silahlı Kuvvetlerinin korumasız bırakılması ve
kamuoyunun doğru bilgilerle donatılması görevi, Türk Ordusunun Komutanı olarak Genelkurmay
Başkanına aittir. Ben de, bu yapılan haksız saldırılara karşı sorumluğum ve yetkilerim içinde
kalarak, bütün gücümle mücadele ettim. Bu çerçevede 26 Haziran 2009 günü söylediğim gibi,
elde mevcut olan duyumlar ve bilgileri ilgili makamlarla paylaştım. Yapılması gereken hususlara
ilişkin düşünce ve önerilerimi de kendilerine ifade ettim. Ben yaptıklarımın bulunduğum makamın
bana yüklediği görev ve sorumluluklar içinde olduğunu düşündüm. Bugün de aynı düşünceyi
taşımaktayım. Bugün ben terörle mücadeleye etkin biçimde katılan çok sayıda askeri personelin
ve Cumhuriyetin kazanımlarının ve sorumluluklarının farkında olan çok sayıdaki aydının bu
davada sanık olarak yargılanmalarını bir tesadüf olarak görmüyorum. Bugün 457 emekli ve
muvazzaf asker tutukludur 457. Çeşitli dava ve soruşturmalarda 2000 civarında askerin ismi
geçmektedir. Balyoz isimli dava kullanılarak, Silahlı Kuvvetlerden çok sayıda askeri personelin
tasfiye edilmesini tesadüf olarak görmüyorum. Bu sayılar bazıları tarafından önemsenmeyebilir
ancak bu rakamın niteliği önemlidir. Bugünün ve yarının komuta kademelerinde yer alabilecek
niteliklere sahip olan bütün personel ordudan uzaklaştırılmıştır. Aziz milletim buraya kadar size
anlatmaya çalıştığım nokta şudur, Türk ordusunun zayıflatılması, Türkiye Cumhuriyeti’nin
bekasını ilgilendiren bir sorundur. Bu durum sadece ve sadece düşmanlarımızı memnun eder.
Bugün ülkemizin birçok yerinde, kanunla tasfiye edilmelerine rağmen, sadece seçilmiş davalara
bakmakla, bakmaya devam eden Özel Mahkemelerde yargılanan ve halen cezaevlerinde tutuklu
bulunan, görevlerini yasalar çerçevesinde kahramanca yapmış olan silah arkadaşlarım, sizlerin
çeşitli asılsız iddialarla suçlanmanız karşısında masum olduğunuza bütün kalbimle inanıyorum
ve yaşatılan bu haksızlıkların kamu vicdanında da büyük yaralar açtığını da düşünüyorum.
Değerli silah arkadaşlarım Türk askeri için namus, şeref, vicdan, ahlak, karakter, vefa, cesaret
vazgeçilmez niteliklerdir. Atatürk’ün dediği gibi, Türk askeri fedakarlar sınıfın en önünde olmak
zorundadır. Türk askerinin yaşamak için tek çaresi vardır o da şerefini korumak. Haksızlıklar
karşısında eğilmediniz, aksine davrananların haklarıyla beraber şereflerini de kaybedeceğini çok
iyi biliyorsunuz. Bizim şerefimiz ve onurumuz, yaşadığımız adaletsizlikler karşısında bizim en
büyük gücümüzdür, silahımızdır. Bizler ve ailelerimiz için yapılacak tek şey de şerefimizi
korumaktır. Türk milleti, Türk ordusuna karşı yapılan haksızlıkları artık fark etmiş ve anlamıştır.
Bütün yapılanlara rağmen, kamuoyu araştırmalarında, Türk Ordusu bugün de en çok güvenilen
kurumların başında gelmektedir. İşte bunun içindir ki dün olduğu gibi bugün de millet, ordusuna
sahip çıkacaktır. Bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın. Yüce Türk milleti, Türkiye
44
T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ )
CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:45
Cumhuriyeti’nin doğuşu ve gelişimi bir mucizedir, bir devrimdir. Bu mucize ve devrimi, Mustafa
Kemal Atatürk ve arkadaşları Anadolu halkına dayanarak, güçlerini oradan alarak
gerçekleştirmişlerdir. Onların kutsal amacı, Anadolu’da bağımsız bir devletin kurulması ve daha
sonra da kanları ve canları pahasına bu mucizeyi gerçekleştiren, Atatürk’ün kendi deyimiyle,
Türkiye halkından, bir milletin, Türk milletinin yaratılmasıdır. Anadolu topraklarında etnik, dilsel,
tinsel veya mezhepsel farklılıklarına rağmen kaynaşan, bütünleşen bu halk, Atatürk’ün
liderliğinde bir mucizeyi gerçekleştirerek, kendi arzusuyla, tarihte Türk milleti olarak yerini
almıştır. Üzerinde hür olarak nefes alınan ve verilen bir vatan parçasına ve bu topraklar üzerinde
kurulan bir bağımsız devlete sahip olunamadan millet olunamaz. Atatürk, Anadolu toprakları
üzerinde kurulan bu son devleti, ebediyen var oluşunu sürdürebilmesi için, üç temel üzerine inşa
etmiştir. Ulus devlet, üniter devlet ve laik devlet. Ulus devletin varlığı, Türk milletinin bütün
bireylerini bir araya getiren, birbirine sıkı sıkıya bağlayan, ortak paydaların korunması ve güçlü
tutulması ile devam ettirilebilir. Ortak kültür, ortak dil ve ortak menfaatler bizim ortak
paydalarımızdır. Bu ortak paydalar bizi, biz yapan değerlerdir. Ortak paydalar ortadan kalkarsa
veya zayıflatılırsa geriye sen ve ben kalır. Bunun adı yok olmadır, bölünmedir. Ortak kültür ve
dile sahip olunması, bireylerin kendi kültürlerine ve ana dillerine sahip çıkmalarını ve
geliştirmelerini engel olamaz, olmamalıdır. Etnik kimlikler her ne kadar şerefli ise, ortak kimlik de
aynı şekilde herkesin şerefidir, şerefi olmalıdır. Tarih boyunca kurulan ve yok olan ve varlıklarını
sürdüren bütün devletlerin ve milletlerin isimleri olmuştur. Anadolu’da bir güneş gibi doğan ve
parlayan devletimizin ismi Türkiye Cumhuriyeti’dir. Milletimizin ismi ise Türk milletidir. Bu isimler
üzerinde fırtına kopartılmaya çalışılmasını anlamak mümkün değildir. Bu fırtınayı kopartanlara
soruyorum, sizin gerçekten sorununuz bu isimlerle mi? Fransa’da vatandaşlara Fransız,
Almanya’da vatandaşlara Alman denildiğini neden görmezden geliyorsunuz? Bu isimlendirme
onların Fransız veya Alman milletinin bir ferdi, bireyi olduğunu göstermiyor mu? Türkiye için de
durum aynı değil mi? Yoksa sorununuz Türkiye’yi bölgesinde ve dünyada farklı ve güçlü konuma
getiren, Türkiye’ye özgün bir karakter kazandıran, Türkiye Cumhuriyeti’nin üzerinde yükseldiği
üç temel direk olan ulus devlet, üniter devlet ve laik devlet yapısıyla mı? Soruyorum, ortak
kültürel değerlerin, dil birlikteliğinin zayıflatıldığı, milli menfaatlerin ikinci plana, bireysel ve
küresel menfaatlerin öne çıktığı bir ülkenin geleceğinden nasıl emin olabilirsiniz?
Küreselleşmenin en güçlü aktörleri kendileri ulus devlet yapılarını korurken ve sağlamlaştırmaya
çalışırken, diğer ülkelerin ulus devlet yapılarını neden zayıflatmaya, ortadan kaldırmaya
çalışmaktadırlar? Soruyorum, dünyadaki federal devletlerin, bağımsız devletlerin birleşmesi ile
meydana geldiğini bilmiyor musunuz? Üniter devlet yapısından kendi içinde bölünerek federal
yapıya geçen, Belçika dışında başka bir örnek verebilir misiniz? Amacınız Türkiye’yi Belçika
yapmak mıdır? Bunu da soruyorum, Cumhuriyetin temel niteliklerinden birisi olan laiklik
konusuna gelince, bireysel değerler açısından din elbette önemlidir. Ancak Anayasanın 24.
maddesine göre kimse, devletin sosyal, ekonomik, siyasi ve hukuki temel düzenini kısmen de
olsa din kurallarına dayandıramaz. Bu düşünceler içinde, 25 Ağustos 2006, 7 yıl evvel 25
Ağustos 2006 günü Kara Kuvvetleri Komutanlığı devir ve teslim töreninde şu sözleri söylemeye
kendimi mecbur hissetmiştim, Her zaman olduğu gibi, Türkiye üzerinde iç ve dış kaynaklı
değişim projelerinin bulunduğunu görmekteyiz. Bu kesimler projelerinin önündeki en önemli
engel olarak da Türk Silahlı Kuvvetlerini görüyorlar. Ordunun ulus devlet, üniter devlet ve laik
devlete yapılan saldırılara kayıtsız kalmasını istiyorlar, 25 Ağustos 2006. Aslında bu sözlerim
yürürlükteki hali hazırdaki yürürlükteki Anayasa hükümlerinin savunulmasından başka bir şey
değildir. Çünkü yürürlükteki Anayasa, Cumhuriyet’in temel niteliklerini ve devletin temel
görevlerini net olarak açıklamıştır. Türkiye Cumhuriyeti, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk
devletidir. Anayasada kalın çizgilerle altı çizilen devletin temel görevi ise devletin bağımsızlığını,
ülkenin bölünmezliğini ve milletin bütünlüğünün korunmasıdır. Bugün yaşananlar ve yaşamakta
olduklarımız, bizlerin yaşamakta olduklarımız acaba 25 Ağustos 2006 günü yapmış olduğum
45
T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ )
CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:46
tespitlerin doğruluğunu kanıtlamıyor mu? Soruyorum, aziz milletim ulus devlet yapısını
koruyamadan, milletin bütünlüğünü koruyamazsınız. Üniter devlet yapısını koruyamadan,
ülkenin bölünmezliğini koruyamazsınız. Laik devlet yapısını koruyamadan, demokrasiyi, insan
haklarını koruyamazsınız. Sosyal devlet yapısını oluşturamadan, insanlarınızı layık oldukları
refah seviyesine taşıyamazsanız. Hukuk devleti niteliğini, hukukun üstünlüğünü koruyamadan,
devletin ve ülkenin geleceğini koruyamazsanız. Her şeyden önemlisi bağımsızlığınızı
koruyamazsanız, bugün sahip olduğunuz maddi ve manevi hiçbir şeyinizi koruyamazsınız.
Bugün sahip olduğumuz her şeyi, milletiyle bütünleşen Atatürk ve silah arkadaşlarının Kurtuluş
Savaşı’nda verdikleri mücadeleye borçlu olduğumuzu unutmamalıyız. Bugün sahip olduğumuz
maddi ve manevi her şeyi koruma görevi, egemenliğin tek hakimi olan 7'den 70'e Türk Milleti’ni
oluşturan, her Türk vatandaşına verilen bir vatandaşlık görevidir, vatan borcudur. Aziz milletim
yıllardır bölücü terör örgütünün neden olduğu terör olaylarından dolayı büyük acılar yaşadın,
büyük fedakarlıklarda bulundun. Senin yaşadığın bu acılara son verdirilmesi bizim için hem
birinci öncelikli bir görev hem de gönülden istediğimiz bir amaç oldu. Güvenlik, ekonomik,
sosyokültürel, psikolojik harekat, uluslararası alanlarda birbiriyle paralel ve koordineli olarak
yürütülecek faaliyetlerle bu amacın gerçekleştirileceğine yürekten inandık. Bu düşünceler
çerçevesinde, bölücü terör örgütüne karşı yürüttüğümüz mücadeleye büyük bir kararlılık ve
azimle devam ettik. Türk ordusu olarak biz bu yola baş koyduk. Binlerce can verdik, şehit verdik.
Aziz milletim dün olduğu gibi bugün de senin yaşadığın bu acılara bizi biz yapan ulus devlet,
üniter devlet ve laik devlet yapımıza zarar verilmeden, son verdirilmesini gönülden istemekteyiz.
Bunun aksinin düşünülmesi akıldışıdır. Unutulmasın ki, bu üç temel nitelik, Türkiye’yi bölgesinde
güçlü, etkin ve örnek kılmaktadır. Türkiye tarihin bütün dönemlerinde dünyanın odaklandığı kriz
bölgelerinin tam ortasında yer almıştır. Durum değişmeyecektir. Anadolu coğrafyasına ve bu
coğrafya üzerinde yaşanan tarihe bakarsanız, bu coğrafya üzerinde ancak güçlü devletlerin
varlıklarını sürdürdüklerini, güçsüzlerin ise kısa sürede tarih sahnesinden silindiklerini
görebilirsiniz. Unutulmamalı ki, tarih ilerisini göremeyenler için acımasızdır. Beni dinleyenlere
seslenmek ve onları bir an için düşünmeye davet etmek istiyorum. Sıçrayarak bir yerlere
yükselmek, tırmanmak istiyorsunuz. Her şeyden önce ayaklarınızın yere sağlam basması
gerekir. Zemin, yer sallantılı, dengesiz, dayanıksız ve güvenilmez ise sıçrayamaz, yükselemez,
büyük bir ihtimalle de tökezleyerek düşersiniz. Yaşanılan ülkedeki adalet sistemi ve
uygulamaları da ülkenin zeminini, temelini oluşturur. Mahkeme salonlarında, insanların gözüne
çarpan ilk şey nedir? Adalet mülkün, yani ülkenin, temelidir. Temelin, zeminin sallanması bir
ülkenin başına gelebilecek en büyük felakettir. Böyle bir durumda toplum belirsizlik duygusuna
kapılır, yarınlarına ilişkin güvensizlik ve emniyetsizlik duymaya başlar. Bu duygular içine girmek,
bir gemide sisler içinde yol alırken, her an sizi bekleyen aysberg olduğunu ve ona çarpıp
batacağınızı düşünmeniz gibidir. İşin kötüsü, siyasetçiler de bu denizde son hızla ilerlemekte
olan gemiye de pek hakim değildirler. Eğer bir ülkede, bir Genelkurmay Başkanı görevi başında
iken, görevi başında iken aynı zamanda terör örgütü yöneticisi olmakla da suçlanabiliyorsa, oldu
mu? Oldu, yapılan kamuoyu araştırmalarında, örneğin Balyoz ismiyle bilenen davada olduğu gibi
açıklanan mahkeme kararını adil bulmayanların ezici bir çoğunlukta olduğu, oldu mu ankette?
Var ve halen devam eden davalarda suçlananların büyüdüğü, adaletin ise küçüldüğü
görülüyorsa toplum ve yetkililer bu yapılanlara sıradan olay gibi bakmaya devam edemez. Biliniz
ki kötünün en iyi dostu sıradanlıktır. Bakın sıradanlaşmaya son örnek, 28 Şubat soruşturması
neticesinde hazırlanıp, ilgili Mahkemeye sunulan iddianamedir. Bu iddianame ile 103 kişi
hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istenilmiştir, 103 kişi. Türk adalet tarihinde, bu
kadar çok kişi hakkında Türk Ceza Kanununda yer alan en ağır cezanın talep edildiği başka bir
iddianame var mıdır? Ben bilmiyorum, her halde yoktur. Ancak işin önemli ve acıklı olan yanı, bu
haber 103 kişinin eski ceza kanunu idam kalkmasaydı 103 kişinin idam istenmesi haberi bir
iddianame ile bu haber o gün ben baktım büyük tiraja sahip gazetelerin birinci sayfalarında
46
T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ )
CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:47
hemen hemen hiç yer bulamamış, bazılarında birinci sayfalarda sadece bir sütunluk, küçücük bir
köşede, küçük bir haber olarak yer alıyor. E bu durum düşündürücü olmalıdır yani bu neden
acaba, sorgulanmalıdır bunu herkes sorgulamalıdır ama bunu ilk sorgulayacak kişi de adalet
sistemidir, yargıdır yani nedir bu? Şimdi acaba diyorum neden, yani niçin bu konu bu kadar
sıradanlaşmış, bunun nedeni acaba artık Türkiye’de kişiler hakkında ağırlaştırılmış müebbet
hapis cezasının istenilmesi kanıksanılmış, sıradanlaştırılmış bir olay haline mi gelmiştir? Böyle
gözüküyor, dün bakıyorum televizyonda 9 kişi hakkında müebbet hapis burada 103 kişi tabi çok
ciddi bir rakam demek ki müebbet hapis cezası istenilmesi Türkiye’de artık kamuoyu tarafından
gerçekten kanıksanmış, sıradanlaşmış bir noktadayız bir neden böyle olabilir veya ikinci neden,
istenilen ceza taleplerini kamuoyu ciddiye mi almamaktadır, ciddiye almıyor yani artık
ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istenilmesini bile kamuoyu ciddiye almıyor bu hakikaten çok
ciddi bir konudur ve her şeyden evvelde Türk yargı sistemi bunun nedenleri üzerinde durmalıdır,
mutlaka durmalıdır. Bu durumdan, yasama, yürütme ve yargı erkleri dersler çıkarmalıdır ve
üzerlerine düşen gerekli yasal sorumlulukları artık yerine getirmelidirler. Yargıda yaşanan
olağanüstü uygulamalara eğer toplum sıradan bir olay gibi bakıyor veya ciddiye almıyorsa
inanınız ki o ülkede adalete duyulan güven ve inanç yok olmuştur veya yok olmaktadır. E bu
nedir? Bu da açıkça o ülkenin bir uçuruma yaklaştığının bir göstergesidir. Onun için diyoruz ki
artık görünüz ve anlayınız, bu konuda Türkiye köprüden önceki son çıkışta, gidiyor. 5 Kasım
1925’te Ankara’da Adliye Hukuk Mektebinin açılış töreninde Atatürk şunları söylemişti,
hatırlamakta yarar var. Diyor ki milletimizi çöküşe mahkum etmiş olumsuz ve kahredici kuvvet
şimdiye kadar elimizde bulunan hukuk ve onun takipçileri olmuştur. Adaletin, zeminin
sallanmakta olduğu bir ülkede bizce herkese düşen bir ortak görev vardır, bu da şudur,
insanlarımıza sesleniyorum diyorum ki dünyanın adil mi, adaletsiz mi olup olmadığı fark etmez,
nasılsa öyle olduğuna göre, ben en iyi onun kurallarını en iyi işime gelecek şekilde kullanayım
düşüncesinden sıyrılınız. Adil olmayan uygulamalara, ahlaki hislerinizi zedelediğini
düşündüğünüz her şeye karşı, yasalar içinde kalarak, altını çiziyorum yasalar içinde kalarak
mücadele ediniz, sesinizi çıkarttınız, bağrınız ve deyiniz ki hukuk ne kadar istismar edilerek
kullanılarak kullanılsın, tarihin tekerleğini yargı marifetiyle tersine döndüremeyeceksiniz. 27 Mart
2012 günü yapılan duruşmada ileri sürülen iddianameye karşı neden savunma yapmayacağımı
şu sözlerle ifade etmiştim. 1,5 yıl evvel neredeyse. Ben, Türkiye Cumhuriyeti’nin 26.
Genelkurmay Başkanıyım. Dünyanın hiçbir ülkesinde hem ülkenin Silahlı Kuvvetlerinin
Komutanı, hem de bir silahlı terör örgütünün yöneticisi olan Genelkurmay Başkanı
görülmemiştir. Bu suçlama hiçbir zaman kişisel bir suçlama olarak kabul edilemez. Bu suçlama,
gerçekte şahsım üzerinden Türk Silahlı Kuvvetlerine de yöneltilen ağır bir suçlamadır. Bu
suçlama ile bir Genelkurmay Başkanı’nın görev süresinin iddianamede, hukuken bu şekilde tarif
edilmesi, siyasi açıdan da özel olarak düşünülmesi gereken bir sıra dışı durumdur. Bu suçlama,
bu nedenle siyaseten devlete de yöneltilen son derece ağır ve haksız bir ithamdır. Hayatımda
hiç hukuk dışı davranışım olmamıştır. Demokrasiye olan bağlılığım da kamuoyu ve beni yakinen
tanıyanlar tarafından da çok iyi bilinmektedir. Onun için 27 Mart 2012’de şunu demiştim bu
nedenlerle bu iddianameye hiçbir itibarım yoktur. Böyle bir iddianameyle, bir kişinin suçlanmaya
çalışılması sadece, yetersizliğin bir komedisidir. Bu nedenlerle huzurunuzda savunma yapmaya
zorlanmayı, işgal etmiş olduğum makama ve Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı çok ağır bir haksızlık
olarak görüyorum. Ben bu inançla bugün burada savunma yapmayacağım ve hiçbir soruya da
cevap vermeyeceğim. Türk ordusunun üniformasını onur ve gururla taşıdığım 53 yıl boyunca
vatanıma, milletime, devletime ve orduma sadakat ile hizmet ettim. Aksini iddia edenleri bugün
benim, yarın ise tarihin affetmeyeceğine inanıyorum demiştim, 27 Mart 2012. O günden bugüne
kadar bir yıldan fazla zaman geçti bu uzun süreçte sanıklar ifade verdi, bazı tanıklar dinlendi.
Savunma tarafının tanık dinletme taleplerinin büyük kısmı ise reddedildi. Avukat ve sanıklar kimi
zaman söz aldı kısıtlı sürede konuştu, kimi zaman ise hiç konuşamadı. Binlerce yeni belge geldi.
47
T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ )
CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:48
Naip Hakim tarafından hazırlanan binlerce sayfalık rapor gibi. Beyanlar alındı. Binlerce sözlü ve
yazılı talepler oldu. Dava dosyası birbiriyle irtibatsız 23 iddianamenin birleşmesiyle, 100 milyon
sayfayı aştı. Peki, bütün bunlardan sonra ne oldu? 18 Mart 2013 günü, savcılar hazırladıkları
mütalaayı mahkemeye sundular. Genel olarak bakıldığında görüldü ki mahkemeye sunulan
mütalaa adeta iddianamelerin bir tekrarıdır. Yapılan savunmalar, savunmayı doğrulayan deliller
iddianamelerde ileri sürülen iddialarda bir değişikliğe neden oldu mu? Hayır. Bırakın değişiklik
olmasını, sabahtan beri dinlediğimiz gibi sanıkların lehlerine olabilecek ifade ve belgelere bile
mütalaada yer verilmediği görüldü ve hukuk devletinde, hakim ve savcılar da dahil hiç kimse,
hukuka aykırı, keyfi işlem ve kararları nedeniyle sorumsuz değildir. Bu salonda ilgisiz birçok
iddianamenin birleştirilerek bir torba davanın yaratıldığını, bu şekilde sadece duruşma
tutanağının bile on binlerce sayfayı oluşturulduğunu, gerek kişiler gerekse tarihler itibariyle birbiri
ile hiçbir ilgi ve irtibatı olmayan hususların bilinçli bir şekilde bir araya getirildiğini, böylelikle de
savunma hakkının kullanılmasının güçleştirildiğini adeta fiilen yok edildiğini, yine bu salonda
yasama organının iradesinin dikkate alınmadığını, yasama organına karşı çıkan ve yeni
düzenlemelerin amir hükümlerine karşı keyfi bir biçimde adeta direnen bir iradenin olduğunu
sadece tutuklamaların devamı hususundaki soyut gerekçelere bakıldığında dahi bu
saptamamızın ne kadar doğru olduğunu, ciddi sağlık sorunları bulunan bir profesörümüz burada,
arkadaşımız ve telafisi mümkün olmayacak derecede zararlar görmüş insanların tahliye
edilmediğini, aslında sadece bu tutumun bile, deyim yerinde ise bu davada öfke ve kızgınlığın
hakim bir görünüm arz ettiğini, Yargıtay Onursal Başkanı Profesör Doktor Sami Selçuk, Profesör
Doktor Ergün Özbudun ve Profesör Doktor Fatih Selami Mahmutoğlu’nun da aralarında
bulunduğu konunun uzmanı birçok kişinin hakkımda bir yargılama yapılacak ise yerinin Yüce
Divan olduğuna dair değerlendirmelerine ve hakkımdaki suçlamalar karşısında tepkisi çok açık
şekilde akıl tutulması bunlar savcılık ve hakimlik göreviyle bağdaşmaz şeklinde ortaya koyan
Profesör Doktor İzzet Özgenç’in beyanlarına karşı adeta kulakların tıkandığını, yine bu salonda
görevim nedeniyle şahsımı yakinen tanıyabilecek kişilerin gerek mahkemedeki gerekse
kamuoyuna beyanlarının, iddia edilen, cebir ve şiddet kullanılarak Türkiye Cumhuriyeti
Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye
teşebbüs suçunun yanlışlığını ve mesnetsizliği ortaya koymuş olmasına rağmen, bunların da
ısrarla görmezden gelindiğini, yine bu salonda devletimize ve ordumuza husumeti herkesçe
bilinen, elinde Mehmetçiğin kanı olan, terör örgütü yöneticisi ve onların üyelerinin gizli tanık
olarak dinlendiği, bu surette onların tanık, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ise sanık yapıldığını, huzura
getirilen veya gerek üstlendikleri görevler gerekse çalıştıkları dönem itibariyle dava konusu
olayların açıklığa kavuşturulmasında ciddi katkıları olabilecek üst seviyedeki komutanların tanık
olarak dinlenmesine yönelik talebin yasanın amir hükmüne rağmen reddedildiğini, geçmişte
yaşananları her fırsatta kullanarak, Türk Ordusunun her zaman siyasete müdahale eğiliminde
olduğunu, Ordunun bir suç örgütü gibi davrandığı, personelinin ise bu nedenlerle suça
bulaştıkları veya bulaşabileceklerine dair kamuoyunda algı yaratılmaya çalışıldığını, bu iddiaları
destekleyebilmek için isimsiz ve imzasız ihbar mektuplarına, gizli tanık ifadelerine, bir yerlerde
hazırlanmış düzmece dijital verilere, yasadışı dinlemeye dayalı ve tahrif edilmiş telefon
konuşmalarına, sorgusuz sualsiz büyük bir güvenle itimat edildiğini, yine bu salonlarda elde
bunların da bulunmadığı durumda ise kanıtların olup olmadığına bakılmaksızın sadece niyet
okumaları, varsayımlar ve yorumlardan hareket edilerek insanların suçlanmasından bile
çekinilmediğine, en vahimi de, 26. Genelkurmay Başkanı olarak benim bazılarına hoş görünmek
için bugün burada değil, bazıları onu da yapar ama ben bu sözlerimi bugün burada değil
görevim başında iken 25 Ağustos 2010 günü inanarak ve samimiyetle şu sözleri söyledim dedim
ki, Türkiye 1960'lardan beri olaylar yaşadı. Bugün artık o olayların geride kaldığını düşünüyoruz.
Bu yaşananlardan herkesin kendi payına gerekli dersleri de çıkardığını görmekteyiz. Biz diyoruz
ki, demokraside en önemli olan husus, iktidarların seçimlerle, demokratik yöntemlerle el
48
T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ )
CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:49
değiştirmesidir. Ne zaman söylüyorum? 25 Ocak 2010 ve bugün 312’den suçlanarak bu sözleri
söyleyen kişi olarak ben 312’den suçlanıyorum. Bu tip konuşmalarım çok, bunların hiçbirisi hiçbir
mütalaada yer alma değeri bile görmedi çünkü iddiaya ters ancak buna rağmen Genelkurmay
Başkanlığı yapmış olan benim görevim başında iken terörist, Türk Silahlı Kuvvetlerinin ise terör
yuvası, amacının ise hükümeti ortadan kaldırılması veya görevlerini kısmen veya tamamen
engelleme olduğunun iddia edildiğini hep gördük, işittik, yaşadık. Aslında, bir akıl tutulması
şeklinde bu iddiayı ileri sürenlerin ve kabul edenlerin yaptıkları ile Türklerin bin yıllık devlet
geleneklerini yerle bir ettiklerinin farkına bile varamadıklarını, maalesef ve maalesef büyük bir
ibret, şaşkınlık ve üzüntü içinde gördük. Bütün bu yaşananlar, 27 Mart 2012 günü savunma
yapmamaya karar vermemin ne kadar doğru olduğunu bana bir kez daha gösterdi. Bugün de,
aynı noktadayım. İddianameye ilişkin düşüncem, mütalaa için de geçerlidir. Bir Genelkurmay
Başkanı ve Türk Ordusu hakkında iddianame ve mütalaa ile ileri sürülen suçlamaların, siyaseten
devlete de yöneltilen son derece ağır ve haksız ithamlar olduğu aklıselim sahibi herkes
tarafından görülmüş ve kabul edilmiştir. Gerçek durumu bütün çıplaklığı ile bilmelerine rağmen,
çıkar ilişkilerindeki dengeleri koruma pahasına bugün ortadaki bu vahim durumu, sonuçları ile
birlikte anlamamakta ve görmemekte ısrar edenler, onlara da şunu soruyorum en azından
vicdanen nasıl huzura kavuşabileceksiniz? Bütün bu nedenlerle bu mütalaaya da hiçbir itibarim
yoktur. Bütün bunlara rağmen benden hala savunma yapmamı mı istiyorsunuz? Böyle bir dava
sebebiyle karşınıza çıkarılmış olmam, benim için cezaların en büyüğüdür. Bu konuda size
söyleyeceğim başka bir şey yoktur. Aziz milletim 29 Ekim 1938 günü Cumhuriyet Bayramı
nedeniyle ebedi başkomutanımız Mustafa Kemal Atatürk’ün Türk ordusuna gönderdiği mesajda
yer aldığı şekilde, Türk vatanının, Türk milletinin şan ve şerefini her türlü tehlikelere karşı
korumakla görevlendirilen Türk ordusunun, kendisine verilen vazifeleri her an ifaya hazır ve
amade bulundurmak üzere, etmiş olduğum yemine sadık kalarak tüm varlığımla çalıştım.
Bundan da asla pişmanlık duymadığım ve duymayacağım. Her zaman doğruların yanında
olduğum ve hareket ettiğim için vicdanım rahattır. Gerçekleri bugün olsa da tarih haykıracaktır.
Tarih sussa, hakikat susmayacaktır. Sözlerimi, tarihe bir not düşerek tamamlayacağım. Bunu da
zorunlu bir görev olarak görmekteyim. Eğer internet andıcı adlı sanal davanın asıl amacı ki ben
öyle olduğunu düşünüyorum Genelkurmay Başkanlığı karargahında benim komutam altında
çalışan ve sadece yasal bir belge olan internet andıcı üzerinde parafeleri bulunan sivil
memurundan orgeneraline kadar olan personelin adeta üzerlerine basarak Genelkurmay
Başkanına yani bana ulaşmak ise bu silah arkadaşlarımı bırakınız gitsinler ne yapacaksanız
bana yapınız, buradayım ve dimdik ayaktayım.”
Mahkeme Başkanı: “Evet buyurun.”
Salonda izleyicilerin alkışlayarak gürültü çıkardıkları görüldü.
Mahkeme Başkanı: “Dışarı çıkaralım, alkışlayanları dışarı çıkaralım. Lütfen öndeki birkaç
seyirci onları dışarı çıkaralım. İlker Bey buyurun efendim, İlker Bey buyurun efendim, İlker Bey
buyurun oturabilir misiniz, oturabiliriz buyurun. Buyurun alkışlayanları dışarı çıkaralım buyurun.
Alkışlayan seyirciyi dışarı çıkaralım buyurun, burası alkış yeri değil duruşma salonu.”
Salonda izleyicilerin, sanıkların ve bir kısım sanık müdafilerinin alkışlayarak gürültü
çıkardıkları görüldü.
Mahkeme Başkanı: "Sanık Mehmet İlker Başbuğ yerine otururken sanıklar Serdar Öztürk,
Zekeriya Öztürk, Oktay Yıldırım, Sevgi Erenerol, Fatih Hilmioğlu, Durmuş Ali Özoğlu, Alaettin
Sevim ve bir kısım sanıkların alkışladıkları görüldü. Evet, buyurun, sanık Durmuş Ali Özoğlu’nun
bağırdığı görüldü. Durmuş Ali Özoğlu’nu dışarı alalım, sanık Durmuş Ali Özoğlu’nu çıkaralım.”
Salonda bir kısım sanıkların, bir kısım sanık müdafilerinin ve izleyicilerin bir kısmının
alkışladıkları bir kısmının ise marş söyleyerek gürültü çıkarttıkları görüldü.
Mahkeme Başkanı: "Sanık Erkan Önsel’in marş söylemeye başladığı görüldü. Erkan
Önsel’i çıkaralım, Erkan Önsel’i çıkaralım lütfen komutanlar bakın bir şey söylüyorum bakın bir
49
T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ )
CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:50
şey söylüyorum uyun Durmuş Ali Özoğlu’nu çıkaralım evet Sevgi Hanım Sevgi Hanım buyurun
Sevgi Hanımı alalım, Sevgi Hanımı alalım sanık Veli Küçük müdafi Avukat Zeynep Küçük’ün de
alkış tutarak ve marşa katıldığı görüldü efendim buyurun efendim buyurun.”
Sanık Veli Küçük müdafi Avukat Zeynep Küçük söz almadan konuştu anlaşılamadı.
Mahkeme Başkanı: “Burası duruşma salonu efendim sanıkların savunma.”
Sanık Veli Küçük müdafi Avukat Zeynep Küçük söz almadan konuştu anlaşılamadı.
Mahkeme Başkanı: “Marş söylenecek yer değil efendim burası duruşma salonu, savunma
yapıyor, hukuki bir yargılama yapıyoruz buyurun. Efendim bağıranlar hakkında işlem yapalım
haklarında tutanak tutalım buyurun. Evet, sanık Mehmet İlker Başbuğ müdafilerinden esas
hakkında son savunması soruldu buyurun, buyurun efendim, buyurun efendim devam edin bir
müddet devam edin daha sonra ara veririz buyurun.”
Sanık Mehmet İlker Başbuğ müdafi Av. İlkay Sezer: “Hazırlık yapmamız, teknik hazırlık
yapmamız gerekiyor.”
Mahkeme Başkanı: “Efendim buyurun hazır değil mi?”
Sanık Mehmet İlker Başbuğ müdafi Av. İlkay Sezer: “İlker Başbuğ müdafi Avukat İlkay
Sezer, Sayın Başkanım bilgisayarda teknik bir hazırlık yapmamız gerekiyor bir iki dakika ara
verelim.”
Mahkeme Başkanı: “Efendim daha önceden verebilirdiniz müvekkiliniz, sanık herhangi bir
şey sunmadı dijital olarak, evet buyurun saati durduralım, durduralım saati buyurun verin.
Duruşma disiplinini bozanlar hakkında tutanak tanzim edelim, buyurun.”
Salonda söz almadan konuşan oldu anlaşılamadı.
Mahkeme Başkanı: “Tamam, tamam efendim ara uygun bir zamanda ara veririz efendim
buyurun efendim buyurun.”
Salonda söz almadan konuşanlar oldu anlaşılamadı.
Mahkeme Başkanı: “Biraz biraz sonra ara veririz buyurun Avukat Bey buyurun, Ali Rıza
Dizdar buyurun.”
Bir kısım sanıklar müdafii Av. Ali Rıza Dizdar söz almadan konuştu anlaşılamadı.
Sanık Mehmet İlker Başbuğ müdafi Av. İlkay Sezer: “Avukat İlkay Sezer, öncelikle
tutanakta şunun doğru olarak geçmesini isterim ki müvekkilim açıkça son savunma
yapmayacağını beyan etmiş olmasına rağmen siz tutanağa geçerken son savunma yaptığını
beyan ettiniz böyle bir husus yok müvekkilim savunma yapmadı onun ilk iddianameye ilişkin
görüşünden 27 Mart’tan itibaren bu tarafa ilişkin bir değişiklik yok, öncelikle adil yargılama
ilkesini ihlal eden uygulamalardan biri olan hukuka aykırı bir ara kararla savunmaya tanınan 2
saatlik süreye itirazımı yineliyor bu sürede bir savunma ya da bir açıklama, bir hazırlık
yapılamayacağını bunun atılı suçlamaya yönelik olarak bir avukat olarak beni bir kronometre
eşliğinde bir koşuya çıkarmaktan başka bir şey olmadığını bende tutanaklara geçmek istiyorum
mahkemeniz görevsizdir bunu daha önce de dile getirmiştik mahkemenizin müvekkilimiz
açısından görevsiz olduğuna dair 2010/106 esas sayılı dosyanın 26 Mart 2012 tarihli 57.
duruşmasında belirttiğimiz üzere Anayasanın 148. maddesinde yer alan açık hüküm nedeniyle
görevsiz, görev ve yetki itirazını tekrar ediyorum malum olduğu üzere müvekkilimiz Sayın
Başbuğ 30 Ağustos 2008 ile 30 Ağustos 2010 tarihleri arasında Genelkurmay Başkanı olarak
görev yapmıştır müvekkilimiz 1324 sayılı Genelkurmay Başkanının görev ve yetkilerine ait
kanunun birinci maddesine göre de barışta ve savaşta silahlı kuvvetlerin komutanıdır ceza
muhakemeleri kanununun 250/3. maddesindeki Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay’ın
yargılayacağı kişilere ilişkin hükümler saklıdır şeklinde düzenlenmiş olan kişi sınırı getiren bu
cümle bugüne kadar halen daha görmezden gelinmektedir. Soruşturmanın yapıldığı ve
yargılamanın başladığı dönemde yürürlükte bulunan 5271 sayılı ceza muhakemeleri kanununun
250/3. maddesinde yer alan birinci fıkrada belirtilen suçları işleyenler sıfat ve memuriyetleri ne
olursa olsun bu kanun ile görevlendirilmiş Ağır Ceza Mahkemelerinde yargılanırlar cümlesi 6352
50
T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ )
CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:51
sayılı kanunla yapılan değişiklik sonucu çıkarılmış Anayasa Mahkemesinin yargılayacağı kişilere
ilişkin hükümlerin saklı olduğuna dair hüküm terörle mücadele kanununun 10. maddesine
geçirilerek muhafaza edilmiştir konuya ilişkin olarak ceza muhakemeleri kanununun 67.
maddesinin son fıkrasına göre almış olduğumuz bilimsel görüş ki Profesör Doktor Fatih Selami
Mahmutoğlu’na ait olup dosyada mübrezdir bu mütalaaya göre 250. madde 3. fıkrada, fıkrasında
yüce divanın yargılama yetkisine giren kişilerin istisna olarak bırakılması görev kavramının
yukarıda aktardığımız tarzda anlaşılması gerektiğinin şeklinde özetleyebileceğim bir
değerlendirme ile bitirilmiştir bu değerlendirme ve Yargıtay eski başkanı Sami Selçuk, Bilkent
üniversitesi öğretim üyesi Profesör Doktor Ergün Ozbudun ve Türkiye Barolar Birliği eski
başkanı Avukat Ahsen Coşar’ın müvekkilimiz hakkında şayet bir yargılama yapılacak ise yüce
divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesinin görevli olduğuna dair beyanları malumunuzdur dava
konusu edilen andıç tamamlanmamış bir karargah çalışmasıdır, andıç nedeniyle bir suç işlendiği
iddia ediliyorsa müvekkilimiz dışındaki kişiler hakkında kanaatimce 353 sayılı askeri
mahkemeleri kuruluş ve yargılama usul kanunu uyarınca askeri mahkemeler görevli olup
mahkemeniz görevsizdir. Uyuşmazlık mahkemesi kanunu uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı
çıkarılmasına yönelik talepler usul ve yasaya açıkça aykırı ara kararlar ile ya reddedilmiş ya da
cevap verilmemiştir mahkemeniz aynı zamanda yetkisizdir yargılamanın geldiği bu aşamada bir
kez daha görülmüştür ki internet andıcı davası olarak bilinen dava ile yargılanan kişilerin
birleştirilen davalarda yargılanan kişilerle Yargıtay içtihatlarının aradığı nitelikte hiçbir örgütsel
irtibatı bulunmamaktadır tamamlanmamış ancak yasal bir karargah çalışması olan andıçla
Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya
tamamen engellemeye teşebbüs ettiği iddia ediliyor ise andıcın hazırlandığı karargahın
Ankara’da bulunması nedeniyle Ankara mahkemeleri yetkili olup mahkemeniz yetkisizdir.
Ankara’da da özel yetkili mahkemeler varken mahkemenizin düzenlenen iddianameleri kabul
etmesini ve birçok iddianameyi birleştirmesini anlamak mümkün değildir. Müvekkilimize isnat
edilen suçlamalar Cumhuriyet Savcılarımız Mahkemeye sunmuş oldukları mütalaada Türkiye
Cumhuriyetinin 26. Genelkurmay Başkanını yani müvekkilimi şu şekilde suçlamaktadırlar
mütalaa 1529 ve 2038. sayfalarında; Mehmet İlker Başbuğ’un iddianamede belirtildiği ve
mütalaanın ilgili bölümlerinde anlatıldığı şekilde Ergenekon terör örgütünün yöneticilerinden
olduğu ve Ergenekon terör örgütünün amaçları doğrultusunda askeri bir darbe ortamı
oluşturmak amacıyla belirtilen internet siteleri ve bu siteleri meşrulaştırmak amacıyla düzenlenen
andıç vasıtasıyla kara propaganda ve dezenformasyon faaliyetlerini icra ve organize ederek
örgütün amaçları doğrultusunda yapmış olduğu basın açıklamaları ve değişik faaliyetlerle devam
eden Ergenekon terör örgütüne yönelik soruşturmaları ve kovuşturmaları etkilemek amacıyla
sözlü veya yazılı beyanda bulunmak, devlet yöneticilerini baskı altına almak, devlet otoritesini
zaafa uğratmak ve bu hususta gerektiğinde kamu düzenini bozup ülkede kaos ve düzensizlik
ortamı oluşturmak ve halkı devlet yöneticilerine karşı kışkırtmak ve anarşi ortamı oluşturmak ve
Ergenekon terör örgütünün nihai hedefi olan cebir ve şiddet yöntemleriyle Türkiye Cumhuriyeti
hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye
teşebbüs etme suçunu işlediği anlaşılmaktadır ve müvekkilim hakkında 314. madde nedeniyle
Yargıtay’ın içtihatlarına dayanılarak ceza verilmesine yer olmadığına 312. maddeden dolayı da
cezalandırılması talep ediliyor. Türk ordusunun komutanına yöneltilen bu suçlama Genelkurmay
Başkanlığı karargahında onun emrinde görev yapmış olan silah arkadaşları için de ileri sürülmüş
ve bu kişiler hakkında da Türk ceza kanununun 312/1. maddesine göre ağırlaştırılmış müebbet
hapis cezası istenmiştir. Mütalaada açıkça görüleceği gibi terör örgütü yöneticiliği suçlaması
aynen durmaktadır sadece yapılan biraz önce söylediğim gibi Yargıtay içtihatları göz önünde
tutularak terör örgütü yöneticiliği suçlamasından dolayı yani 314/1 gereğince ceza verilmesine
yer olmadığı kararı talep edilmiştir. Terör örgütü yöneticiliği iddiasına ilişkin olarak Türk Ceza
Kanununun 314. maddesinde tanımlanan suçu devletin güvenliğine karşı suçlar ile Anayasal
51
T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ )
CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:52
düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçları işlemek amacıyla silahlı örgüt kurma ve yönetme
fiilleri oluşturmaktadır. Yönetici örgüt üyeleri arasındaki disiplini oluşturma, teşkilatlandırma,
örgütün faaliyet planını yapma, diğer yönetici ve üyelere görev ve talimat verme koordinasyon
gibi görevler üstlenmektedir. Fiilin icrası yöneticiliğin devam ettiği süreç boyunca devam
etmektedir. Belli bir amaç etrafında suç işlemek amacı ile kurulan örgüt, güdülen amaç
bakımından yapısı, üye sayısı, araç ve gereç itibariyle elverişli olmalıdır. Devletin güvenliği ile
Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçları işlemek amacıyla örgütü yönetme ve
örgüte üye olma suçu kasten işlenebilen bir suçtur. Bu suçun oluşumu için doğrudan kasıt
gerekmektedir zira örgütü kuran, yöneten ya da üye olan kişiler devletin güvenliği ile Anayasal
düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçları işlemeyi amaçlamaktadırlar. Örgütün varlığı için
suç işlemek amacıyla açık bir şekilde ortaya konulmalıdır amaç. Silahlı örgüt suçunun oluşumu
için örgüt mensuplarının ortak amacı belirlemesi gerekmektedir. İddia makamı mütalaada
müvekkilimi şu şekilde tanımlamaktadır 2036. sayfa; sanık Mehmet İlker Başbuğ Türk Silahlı
Kuvvetleri içerisine sızan ve burada üst düzey konumlara kadar ilerleyen Ağustos 2008, 2010
tarihleri arasında Genelkurmay Başkanlığı görevini yapan Ergenekon terör örgütünün üst düzey
yöneticisidir 30 Aralık 2011 günü mahkemeniz müvekkilim hakkında suç duyurusunda bulunmuş
Cumhuriyet Savcılığı tarafından 5 Ocak 2012 günü ifadeye çağrılmış, 6 Ocak günü tutuklanmış
ve hakkında hazırlanan iddianame 2 Şubat 2012 günü mahkemenize gönderilmiştir. Aslında
soruşturmayı yürüten Cumhuriyet Savcısı müvekkilim hakkında mütalaada yer alan iddiayı
müvekkilim hakkında suç duyurusunda bulunulmasının üzerinden bir hafta bile geçmeden
tutuklama talebinde ortaya koyabilmiştir. Anayasanın 117. maddesine göre Genelkurmay
Başkanı silahlı kuvvetlerin komutanıdır, Genelkurmay Başkanı bakanlar kurulunun teklifi üzerine
Cumhurbaşkanınca atanır ve görev ve yetkilerinden dolayı Başbakana karşı sorumludur. İddia
makamının müvekkilim hakkında ileri sürdüğü iddia doğru ise ki bu iddiaya göre müvekkilim
silahlı kuvvetlerine çok önceden sızan bir kişidir bakanlar kurulu da böyle bir terör örgütü
yöneticisini Genelkurmay Başkanı olmak üzere Cumhurbaşkanına teklif etmiş ve
Cumhurbaşkanı da bu teklifi kabul ederek atamayı yapmıştır. Müvekkilim 30 Ağustos 2002’de
orgeneralliğe terfi ettirilmiştir, Kasım 2002’de ise siyasi iktidar değişmiştir bu siyasi iktidar,
mevcut siyasi iktidar müvekkilimi yalnız 2008 yılında Genelkurmay Başkanlığına getiren atamayı
değil 2003 yılından itibaren Genelkurmay 2. Başkanlığına, 1. ordu komutanlığına ve Kara
Kuvvetleri Komutanlığına getiren atamaları da yapan siyasi iradedir. İddia makamının iddiası
açıktır ve nettir atamaları gerçekleştiren siyasi iktidara nerede ise 7 yıl içinde müvekkilimin bir
terör örgütünde yönetici olduğunu tespit etmekte aciz kaldığını söylemektedir. Bu iddiayı ileri
süren savcıların iddialarını destekleyecek somut delillere sahip olduğu var sayılırsa bu önemli
bilgilerin Bakanlar Kurulunda ve Cumhurbaşkanlığı makamında bulunmadığını düşünebilir
miyiz? Bu durum sadece Sayın Başbakan Erdoğan’ın 6 Haziran 2012’de söylediği şekilde
mümkün olabilir. Şöyle ki; demek ki bu madde CMK 250 maddesi haddinden fazla bir yetki
doğuruyor ve adeta biz devlet içinde devletiz havasına bu işi sokuyor yani devlet bilmiyor ancak
devlet içindeki devlet olanlar bilebiliyor. Türkiye Cumhuriyeti köklü bir devlettir eksiklerine
rağmen bir devlet yapısı ve tecrübeleri vardır böyle bir iddiayı ileri sürmek Profesör Doktor İzzet
Özgenç’in dediği gibi Türkiye’de Genelkurmay Başkanlığı görevini yapmış ve bu görevden yaş
haddinden emekli olarak ayrılmış bir kişinin görevi başındayken terör örgütünün yöneticisi olarak
faaliyet icra ettiğini iddia etmek bir akıl tutulmasının yansımasıdır ve Özgenç’e göre bu iddia
Cumhuriyet Savcılığı görevi ile bağdaşır bir yaklaşım çerçevesinde değerlendirme sonucu
varılan bir kanaat ürünü değildir. Aynı değerlendirme söz konusu iddianın yer aldığı iddianameyi
kabul eden Hakimlerin kararı bakımından da geçerlidir diyor Özgenç bu nedenle baştan beri şu
hususu özellikle belirtmeye çalıştım bu suçlamanın kişisel sınırda kaldığı düşünülemez, bu
suçlama Türk Silahlı Kuvvetlerine yöneltilebilecek en ağır suçlamadır, bu suçlama siyaseten
devlete de yöneltilen son derece ağır ve haksız bir ithamdır. Özgenç, Profesör Özgenç bu
52
T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ )
CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:53
hususu şöyle değerlendirmekte bir Genelkurmay Başkanını görevi başında terör örgütü
yöneticisi olarak suçlarsanız Türkiye Cumhuriyeti devletinin ve bu devletin kurum ve kuruluşları
arasındaki uyumlu çalışmayı sağlamakla görevli kamu otoritesinin varlığını da inkar etmiş
olursunuz. Sayın Özgenç’in görüşüne göre varlıkları inkar edilen kamu otoriteleri kimdir,
kimlerdir bunlar bakanlar kurulu ve Cumhurbaşkanlığı makamı. Sayın Profesör Doktor Sami
Selçuk ise bu konuya değişik bir bakış açısı getirdi görüşü şöyleydi şimdi siz Genelkurmay
Başkanı terör örgütünün başıdır, yöneticisidir diye tutuklar ve böyle bir dava açarsanız bu
sadece hukuki sonuçlar değil, siyasal sonuçlar da doğurur. Genelkurmay Başkanlığı yapmış
birinin terör suçunu işlemesi bir düştür kastedilen siyasi sonuçlar ne olabilir? Anayasa göre
Genelkurmay Başkanı görev ve yetkilerinden dolayı Başbakana karşı sorumlu. Bir Genelkurmay
Başkanı gelmemesi gereken bir makama getirilmiş ve o kişi de bu makamda iken devlete karşı
işlenen suçları işlemiş ve bu durumda fark edilmemiş, kişinin emekli olmasından neredeyse 1,5
yıl sonra, bu kadar süre geçtikten sonra Cumhuriyet Savcıları böyle bir iddia ile ortaya
çıkmışlarsa gerçekte ortada o devlet için trajikomik bir durum var demektir. Bu hafife alınıp,
gülünüp geçilecek bir konu değildir. Nitekim bu ileri sürülen iddianın vahametini anlayan Sayın
Başbakan 5 Ağustos 2012 günü şu sözleriyle İlker paşamızla alakalı olarak ben yapılan
benzetmeleri ve yakıştırmaları asla doğru bulmuyorum, Türk Silahlı Kuvvetlerinde Genelkurmay
Başkanlığı makamına gelmiş bir insan için bu tür bir yakıştırmanın, bu tür bir benzetmenin doğru
olmadığını ve insaf dışı olduğunu kesinlikle düşünüyorum 1 Şubat 2013 tarihinde ise şu
sözleriyle yani Türk Silahlı Kuvvetleri bir örgüttür ama terör örgütü değildir, generallerimiz emekli
olsun, muvazzaf olsun yani hiçbirisine bir defa kalkıp da yani alışılmış anlamda bir terör örgütü
mensubu demek bir defa çok çok ciddi bir yanlıştır yani bu affedilemez. Yani şu anda kendileri
bulundukları makam itibariyle yani kendilerini sağlamda görseler bile tarih onları affetmez
diyerek duruma müdahale etmek zorunda kalmıştır. Profesör Doktor Özgenç bu konuya salt
hukuk açısından bakarak şu değerlendirmeyi de yapmıştır; bir kamu kurumundaki hiyerarşinin
gerektirdiği ilişkiler örgütsel ilişki sayılamaz. Bir suç işlenmiş olsa bile bu örgüt suçu değil iştirak
halinde bir suç olur. Konuya tekrar salt hukuk açısından bakmaya devam edersek mütalaada
Yargıtay ceza genel kurulunun ve Yargıtay 9. ceza dairesinin kararlarına ve içtihatlarına göre
örgüt yöneticiliğine ilişkin aranan hiçbir koşul burada bulunmamaktadır. İddia makamı
müvekkilimi iddia olunan silahlı örgüt adına, Türk silahlı kuvvetlerine sızdığını ve Genelkurmay
Başkanlığına kadar yükseldiğini, örgütün üst düzey yöneticisi olduğunu ileri sürmektedir
mütemadi bir suç olan silahlı örgütü yönetmek suçlamasına ilişkin silahlı örgütün hiyerarşik
yapısı içerisinde örgütün amacına uygun biçimde işleyişini sağlayan, örgüt üyelerine görev veren
ve genel stratejiyi belirleyen kimse örgüt yöneticisi olarak nitelendirildiğine göre müvekkilimin
Türk silahlı kuvvetlerinin komutanı olmasının dışında gösterilebilen hiyerarşik bir pozisyonu var
mıdır? Hayır. Yargıtay 9. ceza dairesine göre yöneticiyi tespitte örgütün hiyerarşik yapısı,
organizasyon şeması ve kişilerin yüklendikleri görevler önemlidir. İddia olunan silahlı örgütün
amacı dahi ortaya konulamamıştır. Kayıtlara göre silahlı örgütlerin amacı ya Anayasal düzeni
değiştirmek ya da ülkemizin bir bölümünde başka bir devlet kurmak amacı tespit edilmişken
huzurdaki dosyada iddia olunan örgütün amacının yalnızca hükümeti ortadan kaldırmaya veya
görevlerini tamamen veya kısmen yapmasını engellemeye teşebbüs etmek olarak ileri sürülmesi
örgüt iddiasının zorlama olduğunu gösteren başka bir olgudur. Neticede bir Genelkurmay
başkanının silahlı terör örgütü yöneticisi olarak suçlanmasını Türk milletinin ezici çoğunluğu
kabul etmemekte ve bu durumdan büyük bir rahatsızlık duymaktadır. Sayın Başbakan böyle bir
suçlamayı yapanları tarihin affetmeyeceğini söylememektedir. Hukuk alanında otorite sayılacak
bilim adamları bu duruma şiddetle karşı çıkmaktadır. Yargıtay içtihatları hukuken böyle bir suçun
veya suçlamanın yapılamayacağını açıkça göstermektedir. Bu durumda geriye sadece bir ümit
kalıyor o da mahkemenizin bu konuda alacağı sağlıklı bir kararla bu vahim hatayı düzeltmesidir.
Umarım bu tarihin bile affedemeyeceği hatanın devam ettirilmesini önler, buna izin vermezsiniz.
53
T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ )
CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:54
Mütalaada silahlı terör örgütü iddiasına ilişkin olarak ileri sürülen iddialar öncelikle iddia edilen
irtica ile mücadele eylem planı 12 Haziran 2009 günü basında yer aldı o esnada müvekkilim yurt
dışında bulunmakta kendisine dönemin kara kuvvetleri komutanı vekalet etmekteydi. Aynı gün
Genelkurmay askeri savcılığı tarafından konuya ilişkin soruşturma açıldı, soruşturma emrinin
verilişi mütalaada şu şekilde değerlendirilmiştir sayfa 1529, Genelkurmay Başkanının yasal
temsilcisi karar kuvvetleri komutanı Işık Koşaner’den doğrudan emir alarak soruşturma
açılabilecekken dönemin 2. başkanı Hasan Iğsız’ın yurtdışında bulunan İlker Başbuğ’u arayarak
onay alması ve bu yolla resmi hiyerarşi dışında hareket etmesi askeri hiyerarşi dışında örgütsel
hiyerarşinin bir göstergesidir. Yine bu durum karargahta yürütülen tüm benzer faaliyetlerin İlker
Başbuğ’un bilgi ve gözetiminde gerçekleştirildiğinin bir göstergesidir. Sayın Taha Akyol Adalet
Bakanı Sayın Sadullah Ergin’e bir sohbet esnasında şöyle bir soru sormuş bunu da köşesinde
yazmış. Sayın Başbakan yurtdışına gitse siz önemli bir konu için onu bekler veya telefonla
görüşür müsünüz yoksa onun vekili ile mi çözersiniz meseleyi, cevap bakandan gayet açık ve
net tabi Başbakan ile görüşürüm asli yetkili odur. Sayın Akyol’un dediği gibi devlet hayatında
durum böyledir, devlet hayatında durum gerçekten böyledir bu durumu ya bu iddiayı ileri
sürenler dinlemektedir ya da bilmelerine rağmen onlar için bu konu ileri sürdükleri iddialarını
destekleyebilecek bir somut delildir. Bu gerekçeyi bir kenara bırakalım eğer iddia makamı 18
Şubat 2013 günü duruşma salonunun kapısına kadar gelen Genelkurmay eski başkanı Işık
Koşaner’in tanık olarak dinlenilmesi talebimizin reddi yönünde mütalaa vermemiş olsaydı ve
mahkeme hazır edilen tanığı dinleseydi bu iddianın ne kadar asılsız olduğunu tarafımıza verilen
ve 14 Mayıs 2013 günü dosyaya sunulan Işık Koşaner’in yazılı yanıtından da görülebileceği
üzere anlaşılırdı. Hani maddi gerçeği ortaya çıkarmaktı amaç ve görev o halde neden hazır
ettiğimiz tanık dinlenilmedi? Neden dinlenilmemesi yönünde mütalaa verildi? Kuşkusuz bunu
izah etmesi gerekenler biz değiliz. Sayın Koşaner yazılı beyanında bu konuya ilişkin
Genelkurmay Başkanları resmi nedenler nedeniyle yurtdışında olacakları süreler için askeri
hiyerarşinin gereğine uyarak kendilerinden sonra gelen kıdemli kuvvet komutanını kendilerine
vekaletle görevlendirirler bu vekaletin anlamı vekil olarak görevlendirilen komutanın
Genelkurmay Başkanı ile aynı statüde olması değil, Genelkurmay Başkanı emirleri ve onayları
çerçevesinde yokluğunda onun yetkilerini onun adına kullanabilme yetkisidir. Bilindiği üzere
Genelkurmay Başkanları Bakanlar Kurulunun teklifi ve Cumhurbaşkanının onayı ile
atandırılmaktadır. Bu şekilde ismen atanan Genelkurmay Başkanları Cumhurbaşkanı ve
Başbakan ile periyodik veya gerektiğinde her zaman görüşmeler yapmakta ve pek çok konuda
bilgi alışverişinde bulunmaktadırlar ayrıca Genelkurmay Başkanları yetkili ve yerli ve yabancı
resmi makamlarla olan temasları nedeniyle yerlerine vekil olarak bırakabilecekleri
komutanlardan çok daha fazla ve çeşitli bilgilere sahiptir bu nedenle bazı önemli ve detayına
sadece kendilerinin vakıf olduğu konularda karar yetkisinin de kendilerinde olması
gerekmektedir, Genelkurmay Başkanları resmi görev kapsamında yurtdışına çıktığında yerine
vekalet edenler önemli ve detaylarına kendilerinin vakıf olduğu konulara ilişkin olarak
Genelkurmay Başkanlarıyla bazen günde bir defadan görüşmek ve direktif almak
durumundadırlar emekli orgeneral Sayın Başbuğ’dan, İlker Başbuğ’dan önceki Genelkurmay
Başkanları tarafından da uygulamanın bu şekilde yapıldığının tanığıyım, emekli orgeneral Sayın
İlker Başbuğ’un Genelkurmay Başkanlığı döneminde de aynı uygulama yapılmıştır. 2010–2011
döneminde Genelkurmay Başkanı olarak bende aynı uygulamayı yaptım. Emekli orgeneral
Sayın İlker Başbuğ’un resmi bir görev nedeniyle yurtdışında bulunduğu 12 Haziran 2009
tarihinde bir gazetede iddia olunan irtica ile mücadele eylem planına ilişkin bir haberin çıkması
üzerine yaptığımız bir değerlendirme sonucunda soruşturma açılmasının uygun olacağını
düşündüm ve Genelkurmay 2. başkanı emekli orgeneral Hasan Iğsız’a Sayın Genelkurmay
Başkanına ulaşarak bu konudaki direktifi alması emrini verdim. Emekli orgeneral Sayın Iğsız
dönemin Sayın Genelkurmay Başkanına ulaştığını ve soruşturma açılmasının uygun gördüğünü
54
T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ )
CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:55
söyledi bunun üzerine soruşturma açılması için ben emir verdim. Olay tamamen bu şekilde
cereyan etmiş olup farklı şekilde yorumlamanın ve farklı anlamlar yüklemenin bir gerekçesi
yoktur diyor Sayın Koşaner. Görüldüğü gibi Sayın Koşaner askeri teamüller gereği olarak
Genelkurmay 2. başkanı Sayın Iğsız’a müvekkilimi arayarak müvekkilimin direktifini almasını
kendisinin emrettiğini açıkça söylemektedir şimdi bu iddiayı ileri sürenlerin ne düşündüğünü,
mahkemenizin de bu konuyu nasıl değerlendireceğini gerçekten merak ediyorum. Tanığımızın
dinlenilmesinin reddedilmesinin ne kadar yanlış olduğunu bu konu bile başlı başına ortaya
koymuyor mu? Ya reddedilen diğer tanıklarımızın huzura gelmeyen beyanları? Bunlar için ne
diyeceğiz, mütalaada müvekkilimin Genelkurmay 2. başkanı iken Sayın Mustafa Balbay ile
görüşmesi şu şekilde yer almıştır. Mütalaa 1526. sayfa sanığın Genelkurmay 2. başkanı iken
Mustafa Balbay ile görüşmelerinin olduğu, bu görüşmelerden birisinde sanığın Türk silahlı
kuvvetlerinden sızdırılan bazı bilgilerin kurumu zor durumda bıraktığı Balbay’dan haber
kaynağını öğrenmeye çalıştığını, Balbay’ın söylemediği sanığın buna karşılık Cumhuriyeti
seviyoruz, sizlerin yurtsever insanlar olduğunu konuşuyoruz, Cumhuriyetle karşı karşıya
gelmeniz istenmeyen bir durum haberler çıkıyor biz çok yaralanıyoruz beyanlarıyla kurumun
menfaatlerin savunamaması ve Mustafa Balbay ve Cumhuriyet gazetesine yönelik olarak dile
getirdiği hususların sanığın örgütsel ilişki ve irtibatının bir sonucu olduğu anlaşılmıştır. Şimdi
Savcıların bu ilginç, üzerinde düşünülmesi gereken iddiasını değerlendirelim. Cumhuriyet
gazetesini sevmek örgütsel bir ilişkinin göstergesidir, Cumhuriyet gazetesi muhtemelen örgüte
ait veya kontrolünde olan bir gazetedir ancak örgüt nedense Cumhuriyet gazetesine el
bombaları ve Molotof kokteylleri attırarak ikaz etme yolunu seçmiştir. Örgütün kontrolündeki bu
yayın organı örgütün üst düzey yöneticisini zor durumda bırakan haberleri rahatlıkla yapmaktadır
ya da yazarlar kendilerine sorulduğunda haber kaynaklarını açıklarlar ancak nedense bir örgüt
üyesi arkadaşı örgüt üyesinden bu anlamda bulunmuş, ricası reddedilmiştir bu ne biçim örgütsel
dayanışmadır bu ne biçim örgütsel ilişkidir ki müvekkilim Cumhuriyet gazetesi ile karşı karşıya
gelebiliriz diye adeta örgüt arkadaşı Sayın Balbay’ı kapalı olarak uyarmaktadır. Sanırım yalnızca
bu açıklamalarım bu konunun açıklığa çıkarılması için yeterli olmuştur. Müvekkilim Genelkurmay
2. başkanı iken 3 Mart 2004 günü Ankara Ticaret Odasında yapılan hilafetin ilgası ve tevhidi
tedrisat paneline katılmıştır, bu panele katılım mütalaaya şu şekilde yansımış yine 1526. sayfa
sanık 3 Mart 2004 günü Ankara Ticaret Odasında yapılan bu panele katılmıştır, müvekkilimin
panele katılımı bir örgütsel ilişki, bağ olarak gösterilmeye çalışılmaktadır. Müvekkilimin bu
panele katılımı şu şekilde olmuştur 3 Mart 2004 günü sabahı Genelkurmay Başkanlığına vekalet
eden Kara Kuvvetleri Komutanı müvekkilimi telefonla arayarak panele katılıp katılmayacağını
sormuştur. Müvekkilim de panel ile ilgili olarak kendisine davetiye gelmediğini ancak durumu
değerlendireceğini söylemiştir. Panele Ankara’da bulunan, devam edeyim mi efendim panele
Ankara’da bulunan bütün orgeneral ve oramirallerin katılacağını öğrenince de panele katılım
kararı almıştır. Bu şekilde panele katılmak nasıl örgütsel bağ olarak ileri sürülebilmektedir?
Panelde konuşmacıların ve katılımcıların yasalara göre suç teşkil eden bir eylemi olmuş mudur?
Eğer olmuş ise ne işlem yapılmıştır? Panel hakkında önceden hiç bilgisi olmayan, kendisine
panel davetiyesi bile gönderilmeyen müvekkilimin bu panele katılması nasıl örgütsel ilişkiye delil
olarak ileri sürülebilir? Panele katılan diğer askeri personel hakkında da aynı iddialar ileri
sürülmüş müdür? Başka bir iddiayı değerlendirmeye geçeceğiz ara verecekse bir 5 dakika.”
Mahkeme Başkanı: “Evet bir ara verelim. Saatin 18:12 olduğu görüldü.”
Duruşmaya ara verildi.
Duruşmaya kaldığı yerden devam olundu.
Mahkeme Başkanı: "Sanık Semih Tufan Gülaltay müdafi Avukat Ayşe Çiğdem Tezeller’in
geldiği görüldü. Sanık Mehmet İlker Başbuğ müdafi Avukat İlkay Sezer esas hakkındaki
savunmasına kaldığı yerden devamla. Buyurun Avukat Bey.”
55
T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ )
CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:56
Sanık Mehmet İlker Başbuğ müdafi Av. İlkay Sezer: “Avukat İlkay Sezer, panelle bitirmiş
idim 3 Mart 2004 tarihinde yapılan panel şu cümleyi de ilave etmek isterim bu paneli
düzenleyenler, düzenleme komitesi bu panele katılan panelistler ve katılımcılardan hiçbiri ile ilgili
bir soruşturma yapıldığına dair bile bu dosyaya gelen bir bilgi yoktur, iddia makamı bu yönde bir
husus ortaya koyamamıştır. Burada yine bir şey bilgi olarak şunu söyleyebiliriz Genelkurmay
Başkanlığına o dönem için vekalet eden Kara Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Aytaç
Yalman idi. Mütalaada Fatma Cengiz ile İbrahim Şahin arasındaki dosya sanıklarımız arasında
geçen telefon konuşmalarında da müvekkilimin adı geçtiğinden bahisle bir bölüm bulunuyor.
Mütalaanın 2036. sayfasında yer alıyor bu bir örgütsel ilişkinin varlığı gibi değerlendirilmiş ve
sunulmuş. İlk önce şunu söylemeliyiz bu 2 kişi arasında geçen konuşmalarda sadece
müvekkilimin adı geçmiyor, Çevik Bir, Yaşar Büyükanıt, Hilmi Özkök gibi kişilerin isimleri de
geçiyor hatırlayacaksınız Sayın Özkök burada tanık olarak dinlenirken bu kişileri sormuştuk
onun cevabı da tutanaklarda var tanımadığını, görüşmediğini söylemiştir. Ancak o telefon
kayıtlarındaki görüşmelere bakarsanız Sayın Özkök’le çok yakın bir görüşme, irtibat varmış
havası var. 2 kişi arasında geçen telefon konuşmalarına göre sanık İbrahim Şahin’in kamu
güvenliği müsteşarlığına atanması üzerinde durulmakta, sanık İbrahim Şahin hatırlanacağı
üzere sağlık sorunları nedeniyle cezası Cumhurbaşkanı tarafından affedilen bir kişi, her şeyden
önce bu durumdaki bir kişinin böyle bir göreve atandırılması bir hukuk devletinde
düşünülebilecek bir konu değil. Ayrıca sanık Fatma Cengiz’in duruşmalarda kendisinin
kullanıldığından bahsetmiş olmasını da heyetin dikkatine sunmak isterim. Telefon görüşmelerine
ilişkin incelemeye gelince şunu söylemeliyiz dosyamız sanığı Özel Harekat dairesi eski başkanı
Sayın İbrahim Şahin’in müvekkilimizle herhangi bir görüşmesi hiçbir şekilde olmamıştır.
Mahkemenizin 30 Mayıs 2012 tarihli 45 nolu ara kararı uyarınca Genelkurmay Başkanlığına
müzekkere yazılmış ve 30 Temmuz 2012 ile 5 Ekim 2012 tarihinde 2 yazı cevabı dosyaya
gelmiştir. 5 Ekim 2012 tarihli yazının ekinde yer alan 2008 yılına ait İbrahim Şahin ismi için
Genelkurmay karargahına bir İbrahim Şahin’in girdiği bilgisi bulunmakta. Hemen söylüyorum
14.10.2008’de bir giriş görülüyor bu saat 16:17’de karargaha girilmiş, İbrahim Şahin isminde biri
karargaha girmiş ancak dosyamız sanığı İbrahim Şahin’in HTS kayıtlarını incelediğimizde
dosyamız sanığı İbrahim Şahin’in yarım saat sonra bu saatten yarım saat sonra İstanbul
Küçükyalı Bostancı gösteri merkezi Maltepe İstanbul’dan baz veriyor ve bu baz verme işi saat
18’e kadar devam ediyor yine listede yer alan 2 ve 3. kayıtlar olan 17 Ekim 2008, 2 Aralık 2008
tarihli görüşmelerde de karargaha giren İbrahim Şahin ile dosyamız sanığı İbrahim Şahin’in
telefon kayıtları incelendiğinde karargaha giren İbrahim Şahin’in dosyamız sanığı İbrahim Şahin
olmadığını söyleyebiliriz. Ayrıca yine 5 Ekim 2012 tarihli yazının ekinde yer alan 2006 yılına ait
bir kayıt var ben onu da inceledim, onu da inceleme ihtiyacı hissettim ne olur ne olmaz diye
orada da şunu gördüm karargaha giren 2006 yılında karargaha giren İbrahim Şahin’in TC kimlik
numarası 501 ile başlıyor ve devam ediyor dosyamız sanığı İbrahim Şahin’in TC kimlik numarası
3. iddianamenin 147. ek klasörü pdf 69 ve 72. sayfalarında yer alıyor 615 ile başlıyor. Yani TC
kimlik numarası açısından yaptığımız incelemede de 2006 yılında giren de o değil. Yalnızca bu
bilgiler dahi çizelgede yer alan İbrahim Şahin’in dosyamız sanığı olmadığını göstermekte işte
iddianame ve mütalaa bu şekilde eksik, inceleme ve değerlendirme ile huzura getirilmiştir.
Acaba heyetiniz yanıltılmak mı istenmiştir? Aynı şekilde Fatma Cengiz hakkında ileri sürülen
iddialar da kısa süreli benzer bir incelemeye tabi tutulur ise asılsız olduğu görülür
kanaatindeyim. HTS kayıtlarına göre müvekkilimin kullandığı değerlendirilen telefon
numaralarından Mustafa Koç, Mehmet Zekeriya Öztürk ve Mustafa Levent Göktaş ile de sınırlı
sayıda görüşme kaydı bulunmaktadır. Bu görüşmeler müvekkilimin 2004–2010 yılları arasında
kendisine emir subayı olarak görev yapan emekli albay, şu anda emekli olan emekli Albay Afiyet
Gözel tarafından yapılmış Afiyet albayın bu konuya ilişkin bize iletmiş olduğu yazılı beyanını
mahkemenize sunuyorum. Bu Afiyet albay 6 yıl süre ile müvekkilimin emir subaylığını yapmış
56
T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ )
CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:57
birisi bu yazılı beyandan da anlaşılabileceği üzere irtibat iddiası olarak ileri sürülemeyecek söz
konusu görüşmeler müvekkilimiz tarafından ya da bilgisi dahilinde yapılmamıştır. Talebimiz
kabul edilse idi ve Afiyet Gözel tanık olarak dinlenilebilse idi kendisi tarafından da bu konu
açıklığa kavuşturulabilirdi. Telefon konuşmalarının içeriğine gelince dosyaya alınan HTS kayıtları
malumunuz olduğu üzere bize tamamı verilmedi kısıtlı miktarı verildi bu nedenle beyanım sınırlı
kalmakta. Değişik ara kararlarla dosyaya müvekkilim ile ilgili değerlendirilen 0532 4653915 ve
532 6318428 numaralı hatlara ilişkin HTS kayıtları incelendiğinde dosyamız sanıkları ile bir
irtibatının, bir görüşmesinin olmadığı görülür. Yine yine o ara kararlarla istenen 533 7658316,
532 2802867 numaralı hattan biraz önce söylediğim gibi Mustafa Koç, Mehmet Zekeriya Öztürk
ve Mustafa Levent Göktaş ile yapılmış görüşme ya da SMS kayıtları 2004 yılından itibaren
müvekkilimizin emekli olduğu güne kadar emir subaylığını 6 sene süreyle yaptığına emir subayı
Albay Afiyet Gözel tarafından yapılmıştır. Şurada şurada şunu da söylemeliyim ki bu HTS
kayıtlarında yer alan bir görüşme 7 tane görüşme olarak arka arkaya sıralanmıştır heyetiniz
incelerse heyetinizi de bu yanıltmasın aynı dakika aynı saniye de yapılmış 7 görüşmeyi alt alta
göreceksiniz. Sanık Serdar Öztürk’ün Genelkurmay Başkanlığına hitaben gönderdiği kayda
alınmış ve bir kısmı adli makamlara yapılan suç duyuruları ve müracaat dilekçeleri müvekkilim
hakkında örgütsel irtibatı gösteren delil olarak ileriye sürülmesi sadece zorlama bir iddiadan
başka bir şey olamaz. Ufuk Akkaya ile ilgili olarak yine dosyamız sanığı bilgi notu isimli bir
belgeden bahsediliyor sadece şunu söyleyebilirim burada dosya sanığı olan gazeteci Ufuk
Akkaya ifadesinde gazetecilik mesleği kendisi, gereği kendisine ulaşan bilgiler olduğu beyan
ettiği ancak itibar etmediğini ve bu nedenle haberde yapmadığını beyan ettiği bu bilgiler kayıtlı
bunlar bir suç unsuru olarak ileri sürülüyor müvekkilin adının geçtiği asılsız bir iddiadan ibarettir.
Netice olarak, müvekkilimin silahlı terör örgütü ile olan ilişki iddia olunan örgütle ilişkisi biraz
önce ifade etmeye çalıştığım iddia makamının ileri sürdüğü temelsiz, asılsız ve gerçek dışı
iddialara dayanmaktadır. Doktrinde yer alan savcılık görevi ile bağdaştıramadığı akıl tutulması
olarak değerlendirdiği bir düş olarak nitelendirme şeklinde özetleyebileceğimiz değerlendirmeler
ile siyasi iktidarın 7 yıldır birlikte çalıştığı ve emekliliğinin üzerinden 1,5 yıl geçtikten sonra iddia
makamınca ortaya atılan iddialara ilişkin açıklama ve değerlendirmeleri başta müvekkilim ile
Sayın Iğsız arasındaki görüşme olmak üzere Sayın Işık Koşaner’in bilgi ve görgüsüne dayalı
beyanlarını bir bütün olarak değerlendirdiğimizde ileri sürülen iddiaları ciddiye almak bir hukuk
devletinde hukukun üstünlüğünün hakim olduğu bir ortamda mümkün değildir. İddia makamının
bu durumda yapması gereken en doğru hareket tarzı aslında müvekkilimin terör örgütü
yöneticiliği suçlamasından dolayı beraat talebinde bulunmasıydı. Siyasi iktidarın 7 yıl birlikte
çalıştığı halde bir Genelkurmay Başkanının terörist olduğunu fark etmediğini ileri sürerek devlet
mekanizmasını yok sayan iddia makamı müvekkilimizin iddia olunan örgütün üst düzey
yöneticiliğinden emeklilik yoluyla ayrılıp ayrılmadığına ilişkin bir değerlendirme yapmamıştır.
Tayin yolu ile katınılan bu örgütten emeklilik yoluyla ayrılmak mümkün müdür? Müvekkilimizin
Sayın Balbay ile yaptığı görüşme örgütsel irtibatın olmadığını göstermekte iken atılı suçun delili
olarak ileri sürülmesi, Ankara’da bulunan tüm orgeneral ve oramirallerin katılmış olduğu Ankara
Ticaret Odasında düzenlenen panele katılımın atılı suçun delili olarak ileri sürülmesi, Fatma
Cengiz ve İbrahim Şahin arasında geçen telefon görüşmelerinde adının geçmesi ve bunun atılı
suçun delili olarak ileri sürülmesi hukuka aykırı ve haksız bir değerlendirmenin sonucudur. Kaldı
ki suçun manevi unsuru dikkate alındığında böyle bir iradenin ortaya çıkmadığı görülecektir.
Biraz sonra arz edeceğim üzere Türk Ceza Kanunu 312. maddesi açısından da yapılacak
inceleme sonrası Türk Ceza Kanunu 314 yani terör örgütü yönetmek suçlamasına ilişkin
iddiaların gerçekleşmediği bir kez daha ayrıca görülecektir. Diğer suçlamaya gelince cebir ve
şiddet yöntemleriyle Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini
yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etme iddiasına ilişkin olarak bu
suçlamada Türk Ceza Kanunu 312. maddesinde düzenlenen hükümete karşı suç ile korunan
57
T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ )
CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:58
hukuki değer malum olduğu üzere millet iradesine dayanan demokratik rejimdir söz konusu
suçun oluşumu için icra hareketlerine en azından başlanmış olmalıdır. Ancak suçun oluşabilmesi
için başvurulan icra hareketlerinin güdülen amacı gerçekleştirmeye elverişli olması
gerekmektedir. İcrai hareketler, güdülen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmalıdır hatta elverişli
vasıtalarla zorlayıcı eylemlere girişilmelidir. Zira neticeyi doğurmaya elverişli olmayan bir hareket
Türk Ceza Kanunu 312. maddesi kapsamında bir fiil sayılamayacaktır. Hükümete karşı suç
kasten işlenebilen bir suçtur. Failin cebir ve şiddet kastıyla hareket etmesi gerekmektedir bunun
yanı sıra fail cebir ve şiddet kullanırken Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmayı veya
görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeyi amaçlayarak icra hareketlerini
gerçekleştirmelidir. İddia makamına göre 26. Genelkurmay Başkanı ve silah arkadaşları
Genelkurmay karargahında yasadışı örgütlenen teröristlerdir. Ergenekon terör örgütünün
amaçları doğrultusunda da askeri darbe ortamı oluşturulmaya çalışmışlardır. Türk Ceza
Kanunun 312. maddesi gereğince cezalandırılmalıdırlar. Hemen belirtilmelidir ki Türk Ceza
Kanununda askeri darbe ortamı oluşturmak gibi bir suç yoktur. Ayrıca iddia makamı askeri darbe
ortamının oluşturulmaya çalışıldığını söylemekte ancak bu faaliyetin hangi darbe planına
dayandığını, müvekkilimin bu plana olan ilişkisinin ne olduğunu ortaya koyamamaktadırlar.
Hemen belirtmeliyim ki iddia olunan böyle bir plan yoktur. Hemen şunu da söyleyelim böyle bir
eylem var mı, zorlayıcı eylem var mı, teşebbüsü var mı bunların hiçbirisi yok. Teşebbüs ile
ilişkilendirilen eylem nedir gördünüz mü? Hayır, bu mütalaada görmedik, mütalaada hükümete
karşı suçun meydana gelmesi için gerçekleştirilen fiiller 2 husus olarak ileri sürülmekte internet
siteleri üzerinden kara propaganda ve dezenformasyon faaliyetlerinin icra edilmesi, internet
andıcı ile Ergenekon terör örgütüne yönelik soruşturma ve kovuşturmaları etkilemek amacıyla
alenen sözlü veya yazılı beyanlarda bulunmasıdır. Peki bu fiillerin icra edilmesi ile ne veya neler
amaçlanmakta yine mütalaadan hareket ederek bu soruyu cevaplandırmaya çalışayım devlet
yöneticilerini baskı altına almak. Şimdi yöneltilen suçlamaya hem maddi gerçekler hem de
üzerinde durulan hukuki çerçeve açısından bakalım. Mütalaada Ağustos 2008, Ağustos 2010
döneminde internet üzerinden yapıldığı tespit edilen bir tek kara propaganda veya
dezenformasyon faaliyeti gösterilmemiştir, böyle bir iddianın ileri sürülmesi mümkün değildir.
Çünkü Ağustos 2008’den önce açılmış olan siteler Şubat 2009’da kapatılmıştır. İnternet andıcı
ile kurulması planlanan 4 adet siteye ilişkin hazırlık çalışmaları da Haziran 2009’da son
verilmiştir. Dolayısıyla Şubat 2009’dan Ağustos 2010’a kadar ki süreçte iddia edildiği şekilde
kullanılabilecek internet sitesi bile yoktur. Buradan net olarak görülüyor ki iddia olunan suçun
oluşumu için gerekli fiil yoktur. Fiilin olmadığı bir yerde de suçun oluşmasını düşünmek akıl
dışıdır. Bu gerçeğin dışında iddia edilen fiillerin söz konusu suçun meydana gelmesi açısından
elverişli olup olmadığı da ayrı bir tartışma konusudur. Somut fiilleri ortaya koyamayan iddia
makamı çaresizlik içinde başka nedenlere sarılmış olmalı, örneğin daha önce açılan siteleri
göreve başlar başlamaz neden kapatmadınız, siteleri deşifre olduktan sonra kapatmış olmanız
suçtan kurtulma amacıyla yapılmıştır açılması planlanan 4 adet site kapatılmasa idi sizde bu
siteler aracılığıyla suç işleyecektiniz. Eğer iddia makamı elleri altındaki polis tespit tutanağına,
tutanağında yer alan Kasım 2008 tarihli andıca baksalardı Naip Hakim incelemesi ile de sunulan
bu andıçta sordukları ilk sorunun cevabını kolaylıkla bulabilirlerdi. Andıç şu paragraf ile
başlamaktaydı Kasım 2008’de taslak halde Genelkurmay Başkanı bilgi destek dairesinin
lağvedilmesi ile lağvedilen şubelerin terörle mücadeleye öncelik verilerek yeniden
teşkilatlanması ve ilgili dairelerin bünyesine birer şube olarak dahil edilmesi direktifini vermiştir.
Direktif Genelkurmay Başkanlığı görevine başlar başlamaz müvekkilimizce verilmiştir. Bilgi
destek dairesinin lağvedilmesini istemektedir. Bu bir anlamda Ağustos 2008’den önce açılmış
olan sitelerin de kapatılması demektir bundan sonra soruşturma safhasında da verilen ifade de
söylendiği gibi sadece 4 alanda bilgi destek faaliyetlerine devam edilecektir planlama böyledir.
Sitelere 4 Şubat 2009’da kapatmakla, eski sitelere eski tarihten itibaren yayın yapan siteleri
58
T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ )
CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:59
kastediyorum sanıklara yöneltilen suçtan kurtulma iddiasını anlamak mümkün değildir.
Müvekkilimizin döneminde gerçekleşen bir fiil yoktur. Yeni açılacak sitelerde suç işleneceğine
ileri sürmek ise sadece ve sadece kötü niyet okuyuculuğudur bunun da hukukta hiçbir yeri
yoktur. Ayrıca şu soruyu sormakta bizim hakkımız değil midir? İnternet üzerinden kara
propaganda ve dezenformasyon faaliyetlerinde bulunmaya niyetlenen birisi göreve başlar
başlamaz elinde mevcut olan ve kendisine büyük imkanlar bahşeden o tarihe kadar da kesintisiz
kullanılmış, hiçbir konuda sorun çıkmamış bilgi destek dairesinin yalnız karargahı ile değil bilgi
destek taburları ile de beraber kapatmayı neden düşünsün? Bunu bizlere birileri izah etmelidir
mütalaada ileri sürülen 2. fiil ise Ergenekon terör örgütüne yönelik soruşturma ve kovuşturmaları
etkilemek amacıyla alenen sözlü veya yazılı beyanlarda bulunulmasıdır. İddia makamı
tarafından da yazıldığı gibi alenen sözlü veya yazılı olarak yapılan beyanların ilk önce hedefi
hükümet değildir. Müvekkilimizin beyanlarından bir tanesinde hükümete yönelik bir beyan bu
mütalaada bulunmamaktadır varsa savcımız, iddia makamı söylesin bizde görelim bir beyanımız
varsa onu da anında gerçekleştirelim. Bu konuşmalarda hükümeti hedef alan, tehdit oluşturan
bir cümle bile yoktur. İnternet siteleri andıcına gelirsek, andıç bir konuya ilişkin komutanın
kararını almak üzere karargah tarafından hazırlanan bir çalışmadır andıç tek başına bir emir
değildir, komutanın kararı alındıktan sonra mutlaka bir uygulama emrinin yayınlanması gerekir
burada bunu birçok sanık birçok kez söyledi. Andıç ile Genelkurmay Başkanının kararı
alındıktan sonra bu kararın uygulamaya geçmesi için mutlaka bir emir yazması gerekir. İnternet
andıcının biraz önce açıkladığım daha önce açılmış olan sitelerle bir ilişkisi yoktur. Bu andıca
andıcın kamuoyundaki kötü imajına dayanılarak kolaylıkla bir suç belgesi muamelesi yapılmış,
yapılabilir bir kere çıkmış adı bine inmez bire misali önceden işlendiği iddia edilen bir suçun
daha sonra başka bir idari işlemle hukuki koruma altına alınması hukuken mümkün değildir.
Ayrıntılı olarak burada Genelkurmay adli müşaviri olarak görev yapan Sayın Hıfzı Çubuklu
tarafından da izah edilmiştir. Hukukta geçmişte işlenen bir suçtan kurtulmanın sadece 2 yolu
vardır biri af, biri de o fiili ceza olmaktan çıkaracak bir işlem yapmaktır, idari işlem değildir. Kaldı
ki 2 sayfadan ibaret bu andıç metninin hiçbir yerinde suç işlendiği iddia edilen 42 adet internet
sitesinden hiçbir şekilde bahsedilmemektedir yani 4 adet yeni internet sitesi kurulmasına ilişkin
onay almak amacıyla hazırlanmış bir andıç ile kapatılan 42 adet internet sitesine hukuki koruma
sağlandığını iddia etmek zorlama ile de olsa bir hukukçunun yapmaması gereken bir isnattır.
Burada hemen internet sitesi kurma Genelkurmayın işi gibimi bir soru akla gelebilir bu geçen
günde tutanaklara geçirilmiş. Konunun geçmişine bakıldığında dava dosyasına intikal eden
resmi yazılar, Başbakanlık direktifleri, Milli Güvenlik Kurulunda verilen görevler Dışişleri
bakanlığında kurulan asılsız soykırım iddiaları ile benzer çalışmalar ve görevler böyle bir işlevin
1998 yılından itibaren Genelkurmay başkanlığında uygulamaya konulduğunu göstermektedir.
Nitekim yargılama sırasında mahkemeniz tarafından Milli Güvenlik Kurulu genel sekreterliğinden
getirtilen 2006 tarihli ve bizzat Sayın Başbakan’ın imzaladığı Başbakanlık direktifi incelendiğinde
bilgi destek harekatı kapsamında Genelkurmay Başkanlığına internet sitesi kurulması
konusunda direktif verildiği görülmektedir. Ne yazık ki gerçek böyle olmasına rağmen
Başbakanlık güvenlik işleri genel müdürlüğü işin daha en başında yeterli bir inceleme
yapmaksızın İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına bu konuda verilmiş bir direktif olmadığını
bildirebilmiştir. Ama nedense yok denilen bu direktifler Başbakanlığın 14 Aralık 2010 tarihli
2010/27 sayılı genelgesinde yürürlükten kaldırılmıştır. Direktif çok açık yetki verdiği halde esas
hakkındaki mütalaanın 1422. sayfasında da bu husus göz ardı edilmiş ve bu direktife rağmen
Genelkurmaya bu konuda görev verilmediği ısrarla mütalaaya yazılmıştır. Tanık olarak dinlenilen
Genelkurmay eski başkanı Sayın Özkök’ün 2 Ağustos tarihli duruşma tutanağının 56. sayfasına
geçen beyanında bu sitelerin açılması bizim yetkimiz dahilindedir, biliyorsunuz zaten milli
savunma bakanına gönderiyoruz orası tarafından onaylanıyor demiştir. Gerçekten internet sitesi
kurmayı engelleyen veya izne bağlayan bir mevzuat bulunmamaktadır. Sayın Özkök beyanının
59
T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ )
CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:60
devamında kendi döneminde kurulan ve işletilen irtica.org isimli sitenin kurulması için
Başbakanlık veya başka bir makamdan izin alınmış mıdır şeklindeki soruya hayır alınmamıştır
şeklinde cevap vermiştir. Görüleceği üzere yıllar önce kurulup işletilen bu siteler içinde bir direktif
bulunmamaktadır esasen direktifler açıklandığı üzere tek tek neyin nasıl yapılacağını göstermez.
Genel olarak görevi belirtir maalesef Sayın Özkök’ün bu beyanları da mütalaada yer almamıştır.
Esasen şunu da açıklamam gerekir ki internet andıcı iddianamesinin kabul edilmesi, yakalama
emrinin çıkarılması ve tutuklamalar başladığında müvekkilim dava konusu andıcın yasal ancak
tamamlanmamış bir karar çalışması olduğuna dair basın açıklaması yapmayı düşünmüş hatta
bir metin de hazırlamıştır. Ancak biz hukukçuların kendisine açıklama, hukuka müdahale olarak
nitelendirilebilir şeklinde yaptığı tavsiyeler üzerine bu düşüncesinden, kararından vazgeçmiştir. 7
Eylül 2012 günü yapılan duruşmada üye hakim açıkça ortaya şu hususu koymuştur internet
andıcı dosya sanıklarının hemen hemen ortak bir beyanı oldu komutana arz ibaresinin komutana
bu belgenin arz edildiği şeklinde anlaşılması gerektiği yönünde beyanda bulundular,
mahkememizde bu beyanlar üzerine gereğinin takdir ve ifası için Cumhuriyet Savcılığına bir ara
kararla durumu aktardı üye hakimin beyanından da açıkça görüleceği gibi müvekkilim hakkında
suç duyurusunda bulunulması internet andıcının müvekkilime arz edildiği şeklinde anlaşılması
gerektiği yönünde son derece hatalı bir yoruma dayandırılmıştır. Nitekim dosya sanıklarından
Mehmet Otuzbiroğlu’nun soruşturma aşamasında müvekkilimin onayına ilişkin beyanının bilgisi
ve görgüsüne dayanmadığının o şekilde duyduğunu konunun düzeltilmesi için duruşmalarda
beyanda bulunmuş ancak nedense Sayın Otuzbiroğlu’nun bu düzeltme talibi de mütalaada yer
almamıştır. Sanık Mehmet Eröz de yapmış olduğu son savunmada Mustafa Bakıcı onay
konusunda bana tekmil verdikten sonra kendisine yayınlayacağımız emir konusunda ana fikrimi
söyledim ifadesinde bulunmuştur. İnternet andıcının müvekkilim tarafından onaylandığı konusu
Mustafa Bakıcı’nın Mehmet Eröz’e yapmış olduğu sadece bu beyana dayanmaktadır. Bu
beyanın doğruluğu ise sorgulamaya açıktır bu noktada önemli ve ilginç olan husus ise böyle bir
beyanda bulunduğu belirtilen Mustafa Bakıcı’ya soruşturma Savcılığında verdiği ifade esnasında
internet andıcının müvekkilimin onayına sunulup sunulmadığının hiçbir şekilde sorulmamış
olmasıdır. Netice olarak dava konusu andıç açılması düşünülen 4 adet yeni internet sitesine
ilişkin hazırlanmış ancak tamamlanmamış yasal bir karargah çalışmasıdır. İnternet andıcına bir
suç belgesi gibi bakmak gerçekten akıl dışı bir davranış olur aslında başlangıçta iddia makamı
bu gerçeği önce kabul ederek hazırladıkları iddianamenin 67. sayfasında bu konuyu şöyle
değerlendirmiştir; planlama ve kurum içi onay aşamalarına uygun olarak bir andıç hazırlanması
ve bunu şeklen hukuka uygun olması amacının da hukuka uygun olduğunu göstermez. İddiaya
göre andıç aslında şeklen hukuka uygundur ama amaçları karanlıktır. İddia makamınca andıcın
amacı başlangıçta belirttiğim gibi daha önce açılmış olan siteleri meşrulaştırmak böylece
muhtemel bir suçtan kurtulma çabasıdır şeklinde görülmektedir. İddia makamı ayrıca eğer bu
yeni 4 sitenin açılması ve yayına geçmesi gerçekleşse idi bu sitelerde de suç unsuru taşıyacak
yayınların yapılabileceği tahmininde bulunmaktadırlar. Bir açıdan böyle bir niyetin var olduğunu
akıl okuma yoluyla da, yoluyla ortaya çıkarmakta ve gelecekteki hayali niyetlere dayalı olarak
eylemlerin şimdiden cezalandırılması talep edilmektedir. Bu tezin, görüşün hukuk fakültelerinde
incelenmeye ve tartışmaya değer olduğu düşünülmektedir. İnternet andıcı konusuna ilişkin
olarak son değinmek istediğim nokta mütalaanın 1531. sayfasında yer alan bir değerlendirmedir
Dursun Çiçek’in Hasan Iğsız’ın parafından sonra İlker Başbuğ’un olurunu sözlü alarak da almış
olabileceği her hal ve şartta bu durumun sanık Dursun Çiçek’in örgütsel konumu bakımından
askeri rütbedeki üstlerinden daha etkili olduğunu gösterir bir durum olduğu. İddia makamının bu
görüşüne göre deniz piyade kurmay albay rütbesindeki Dursun Çiçek örgütsel konum
bakımından Genelkurmay Başkanı orgeneral İlker Başbuğ’dan daha üst ve etkili konumdadır.
Belli ki burada Türk ordusunun yapısı, teşkilatı, çalışma şekilleri, disiplin anlayışı başka
oluşumların sık sık duymaya alıştığımız yapısı, astlık, üstlük ilişkileriyle karıştırılmakta, bu
60
T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ )
CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:61
konunun takdirini dinleyenlerin sağduyusuna bırakıyorum. Örgütün amaçları doğrultusunda
yapılan basın açıklamaları ve değişik faaliyetler ile devam eden Ergenekon terör örgütüne
yönelik soruşturmaları ve kovuşturmaları etkilemek amacıyla alenen sözlü veya yazılı beyanda
bulunma iddiasına ilişkin olarak bu iddiaya göre müvekkilim hakkında yapılan bir diğer suçlama
şöyle; örgütün amaçları doğrultusunda yapmış olduğu basın açıklamaları ve değişik faaliyetlerle
devam eden Ergenekon terör örgütüne yönelik soruşturma ve kovuşturmaları etkilemek
amacıyla alenen sözlü veya yazılı beyanlarda bulunmak. Bazı savcılar böyle bir durumun
olabileceğini çeşitli nedenlerle düşünebilirler ancak bu düşündüklerini bir hukuki belgeye yazma
noktasına gelmişlerse bir hukuk devletinin gereği olarak yazdıklarının dayandığı somut verileri
de ortaya koymak zorundadırlar kanaatindeyim. En azından şunu söylemek gerekir, söylemeleri
gerekir müvekkilim bir türlü somut olarak ortaya konulamayan örgütün amaçları doğrultusunda
bu şekilde hareket etme talimatının kimden, ne zaman, nerede, nasıl almıştır? Mütalaada iddia
edilen örgüte ilişkin hiçbir yapılanma bilgisi olmadığı gibi elbette bu soruya cevap olarak da
hiçbir şey yoktur. Müvekkilimi Türk silahlı kuvvetlerine karşı yürütülen haksız ve asılsız psikolojik
harekata sessiz kalması düşünülemezdi. Yapmış olduğu aleni veya sözlü veya yazılı beyanları
müvekkilimin Genelkurmay başkanı olarak görev ve yetkileri içerisindedir. Görgüye ve bilgiye
dayalı yazılı beyanları dosyaya sunulan Genelkurmay eski başkanı Sayın Işık Koşaner’de bu
konuda şu ifadeleri, ifadelerde bulundu. Silahlı kuvvetlerimizin personeli hakkında çeşitli
nedenlerle ortaya atılan iftiralar kaynağı belirsiz belgelere ve gizli tanıklara itibar edilerek açılan
soruşturmalar gizli kalması gereken soruşturma bilgilerini basına sızdırılması suretiyle kamuoyu
yönlendirilmesi bazı basın organlarının bunları fırsat bilerek ve konuları saptırarak Türk silahlı
kuvvetlerinin bütünüyle suçlu göstermeye çalışması bilen, bilmeyen, anlayan, anlamayan, yetkili,
yetkisiz birçok kişinin hakarete varan ifadelerle Türk silahlı kuvvetleri personelini hedef alması ve
olaylarla hiç ilgisi bulunmayan birçok personelin de anlaşılmaz nedenlerle suçlanması doğal
olarak Türk silahlı kuvvetleri personelini tedirgin etmiş bu yoğun, asimetrik, psikolojik saldırı
karşısında Türk silahlı kuvvetlerinin korumasız bırakılması personelin moralini olumsuz yönde
etkilemiş, personelin doğru bilgilerle bilgilendirilmesine ve iftiralara karşı savunulmasına ihtiyaç
doğmuştur. Türk silahlı kuvvetlerinde bu görev Genelkurmay Başkanının görev alanına
girmektedir. Emekli orgeneral Sayın İlker Başbuğ’da basına yansıyan veya yansımayan ancak
şahit olduğum tüm konuşmalarında sadece yurt savunmasına daima en üst seviyede hazır
olması gereken ve teröre karşı mücadeleyi özveriyle sürdüren Türk silahlı kuvvetleri personelinin
moralini yüksek tutma amacıyla doğruları söylemiş, endişeleri gidermeye çalışmış, iftiraları
açıklığa kavuşturmayı ve çürütmeye gayret etmiştir. İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin bu
salonda görülen Balyoz adı verilen davada 2 Mart 2012 tarihinde tanık olarak dinlenilen
müvekkilimize basın açıklamaları ile ilgili soru sorulmak istendi, soruya itiraz edilince Mahkeme
Başkanı Ömer Diken sizin yerinizde oturduğu halde duruşma tutanağının 111. sayfasına geçen
şu beyanda bulundu; o dönemde Genelkurmay Başkanımızdı sizin sorularınızla ilgili bu görevi
Genelkurmay Başkanı olarak zaman zaman basını bilgilendirme kapsamında yaptı biz onu
soramayız şu anda o, o göreviyle ilgiliydi. Bir Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesi Başkanının
müvekkilimin alenen yaptığı sözlü veya yazılı beyanları görevi ile ilgili görürken diğer bir Özel
Yetkili Ağır Ceza Mahkemesinin Savcıları ve Hakimlerinin söz konusu sözlü veya yazılı
beyanlarını bu şekilde açıklamaya bizi mecbur bırakmasını bir çelişki olarak, büyün bir çelişki
olarak görüyorum. Müvekkilimin 3 basın toplantısı ve 2 röportajındaki bazı söylemleri adeta
cımbızla seçilerek bu sözlerde suç unsuru vardır diye gösterilmeye çalışılmaktadır. Bunlardan
birincisi 17 Aralık 2009 günü Trabzon’da yapılan konuşmadır bu konuşmadan sadece şu cümle
alınmıştır Türk silahlı kuvvetlerine karşı yürütülmekte olan asimetrik, psikolojik harekata
değinmek için özellikle Oruç Reis firkateynini seçtim, bunun özel bir anlamı vardır herhalde bunu
herkes açıkça ne demek istediğimi anlamaktadır. Ceza Muhakemesi Kanunun 160. maddesine
göre iddia makamının hem lehte hem de aleyhte olan delilleri toplamakta sorundur ama
61
T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ )
CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:62
maalesef bu hukuki sorumluluğun yerine getirildiğine dair mütalaada bir şey göremedik. İddia
makamı eğer Trabzon konuşmasına ceza muhakemeleri kanununun 160. maddesine göre
baksa idi ne kadar anlamsız bir işle uğraşıldığını görürdü. Müvekkilimin konuşmada söyledikleri
şöyledir; son zamanlarda artan toplumsal olaylarda şiddete başvurulduğunu görmekteyiz bu
olaylar hiçbir şekilde kabul edilemez herkes itidal ile hareket etmelidir toplumsal çatışma hiç
kimseye ve ülkemize fayda sağlamaz Türk silahlı kuvvetlerine karşı yürütülmekte olan asimetrik
psikolojik harekete ilişkin bazı hususlara değinmek istiyorum ciddi hukuk devletinde imalı
konuşmalara, dedikodulara yer yoktur Türk silahlı kuvvetlerini haksız yere her gün gündemde
tutarak gerçek dışı olaylara, yalanlara dayalı önyargılı olacak bazı çevreler tarafından asimetrik,
psikolojik harekat yürütülmektedir. Adli makamlar ihbar mektuplarına özellikle itirafçıların ve gizli
tanıkların verdikleri ifadelere karşı daha duyarlı ve daha dikkatli hareket etmelidirler. Türk silahlı
kuvvetlerinde hiçbir zaman hataları örtmeyen, suçluları koruma durumu olmamıştır gün birlik,
beraberlik ve bütünlük günüdür. Şimdi ifade budur bu ifadelerde ne hükümet adına söylenmiş bir
söz ne de yargılamayı etkilemeye yönelik bir beyan vardır. Aksine itidal, duyarlı ve dikkatli
hareket edilmesini tavsiye ve işbirliği önerisi vardır. Gerçekten o günlerde deniz kuvvetleri
personeline yönelik olarak yürütülen soruşturmalar, kafes eylem planı iddiaları bunların daha
soruşturma aşamasında basında yer alması evet bu durumlara karşı, bu durumlara karşı bir
Genelkurmay Başkanının sessiz kalması düşünülemez. Oruç Reis firkateyninde 17 Aralık günü
bir konuşma yapılmasından da doğal bir şey olamaz, mütalaada yer alan suç unsuru olarak
görülmeye çalışılan ikinci konu ise gazetede yapılan bir röportajdır. İddia makamı mütalaada
ama işte bunlar sabrı taşırıyor bütün bunlar benim askerimin moralini bozuyor ben askerimin
moralini bozan herkesle savaşırım. Müvekkilim 11 Şubat 2010 tarihinde yapılan röportajda şu
konulara değindi, eğer tamamına bakılsaydı bunlar görülürdü, deniz kuvvetleri sürekli gündemde
kendi komutanına suikast yapmayı planlayan bir yapı olur mu? Deniz kuvvetleri üzerinde ciddi
bir karalama kampanyası var aşırı maksatlı 5. iddianamede suikast suçlamasına yönelik ceza
istenilmesi var mı, yok aylarca suikast diye bağırdılar yokmuş yeter. Karadeniz’in önemi gittikçe
artıyor Doğu Karadeniz’deki zaten malum denizler önemli benim kaygım yok. Deniz
kuvvetlerimiz çok güçlü modern ama son olaylarda Deniz Kuvvetlerindeki personelimizin moral
durumunda ciddi sıkıntılar, ciddi sorunlar var hepsinin komutanı olarak bu beni rahatsız ediyor
askerin morali sadece benim sorunum değildir bu ülkenin sorunudur morali bozuk bir ordu
ülkenin sorunudur ben askerimin moralini bozan herkesle savaşırım. Oruç Reis firkateyninin de
neden konuşulduğu açıktır buna başka anlamlar yüklenilmeye çalışılması da iyi niyetli değil,
olamaz. Milliyetin, Milliyet gazetesinin internet sitesinde yer alan bu konuya ilişkin yorum konuyu
en iyi açıklamaktadır. Orgeneral Başbuğ’un özellikle bir savaş gemisini basın toplantısına mekan
olarak seçmesi son dönemde özellikle Ergenekon soruşturmasının deniz kuvvetleri komutanlığı
üzerinde yoğunlaşması ve burada bir cunta oluşumu iddialarına cevap olarak değerlendirildi.
İddia makamına göre yapılan bu konuşmalarda iki suç işlenmişti birincisi Ergenekon terör
örgütüne yönelik soruşturma ve kovuşturmaların etkilenmek istenildiği ikincisi böylece devlet
yöneticileri baskı altına alınmaya çalışıldı. Bu konuşmalar ortadadır 2 iddiada temelsizdir ama
hala bu konuda ısrar edilmek isteniyor şu sorulara cevap verilmesi gerekir. Eğer bu konuda,
eğer bu konuşmalarda iddia makamı düşündüğü gibi iddia edilen suçlar işlenmiş ise
konuşmaların akabinde neden ilgililer tarafından gerekli yasal yaptırımlara başvurulmamıştır?
Çünkü bu konuşmalar doğrudan kamuoyuna aksetmiş, aleni şekilde yapılmış konuşmalardır
neredeyse 4 sene geçtikten sonra belirli amaçla bu konuşmalara 4 elle sarılmaya çalışılıyor
görüntüsü bir hukuk devletinde olacak bir iş değildir. Bu kapsamda Türk Ceza Kanunu 312.
maddesi kapsamında iddia edilen suçlama ile ilgili olarak ileri sürülen diğer iddialar iddia edilen
irtica ile mücadele eylem planı vaktin az kalması nedeniyle bazı bölümleri atlamak
durumundayım ancak parça parça gidecek. Fotokopinin ofisinde bulunduğu iddia edilen sanık bu
iddiayı ifadesinde ve savunmasında reddetti, üzerinde tarih bulunmayan bu fotokopinin ele
62
T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ )
CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:63
geçirildiği tarih adeta bir delil olarak değerlendirildi iddia edilen plan 5 gün sonra bir gazetede
haber oldu aynı gün 12 Haziran 2009 günü Genelkurmay askeri savcılığından soruşturma
açılması emri verildi, soruşturma ile iddia edilen planın Genelkurmay karargahında hazırlanıp,
hazırlanmadığı haberin yayınlandığı gün orijinalinin imha edilip, edilmediği bilgisayar kayıtlarının
temizlenip, temizlenmediği ve bu suretle delillerin karartılıp karartılmadığının ortaya çıkarılması
istendi. Belki de bu Genelkurmay Başkanlığında yaşanan bir ilkti, askeri savcılık 6 general, 32
subay, 2 astsubay, 13 sivil memur ve 6 er başın ve erin şüpheli veya tanık olarak ifadesini aldı.
Soruşturma neticesinde böyle bir planın hazırlanmasına ilişkin sıralı amirler tarafından emir
verilmediği ve bilgi destek dairesinde böyle bir planın hazırlanmadığı sonucuna askeri savcılık
vardı bu sonuca şüphe ile bakmak ağır bir bühtandır. Savcılık bilgisayarları incelemiş, imajlarını
almış gerekli gördüğü personelin ifadesini almıştır. Askeri savcılıktan emanete alınan, askeri
savcılıkça emanete alınan bilgisayar hard disklerini mahkemeniz istedi ve bunların incelemesini
Naip Hakimden yaptırdı. Yaklaşık 3 milyon belge incelendi, incelemeleri yapan Naip Hakim 11
Şubat 2013 tarihli bir inceleme tutanağı hazırladı. Buna göre iddia edilen irtica ile mücadele
eylem planı bulunamadı, birinci klasör inceleme tutanağı sayfa 2’de böyle yazıyor bu bir
anlamda Naip Hakim’in askeri savcılığın tespitini doğrulamış olmuyor mu? Bunu göstermiyor
mu? Ancak bu raporda tespit edilen bazı belgelerle ile iddia edilen plan ve bu planın taslağı
mahiyetinde kabul edilen proje ile proje isimli dijital veri ile ilgili benzer yönlerin olduğu
değerlendiriliyor bunların incelenmesi yapılıyor projenin bulunduğu yer olan Gölcük bu iddiaya
ilişkin olan bunun tutarsızlığına, emniyetin bildirdiği tarihlerin donanma komutanlığı bilirkişi
raporunda yer alan tarihlerle çelişkilerini tekrar ben hatırlatarak bu bölümü atlamak durumunda
kalıyorum bunu mecburen yapıyorum. İddiaya göre proje isimli dijital veriyi Alaettin Sevim’in
hazırladığı iddia ediliyor ancak Sayın Sevim’in bunu hazırlamadığına ilişkin olarak Genelkurmay
Başkanlığının dosyaya yazdığı yazılar tanık olarak gelen kişinin beyanları bu hususu, bu
iddianın doğru olmadığını çok açık bir şekilde ortaya koyuyor müvekkilim 26 Haziran 2009 günü
yapılan basın toplantısında bu konuya ilişkin olarak şunları söylemiştir; Yargıtay içtihatlarına
göre belge hukuki hüküm ifade eden bir hakkın doğmasına ve bir olayın ispatına yarayan bir
yazıdır şu anda elimizde olan hukuki anlamda bir kağıt parçasıdır askeri savcılık bu açıklamadan
kovuşturmaya yer olmadığı kararını, bu açıklamadan önce kovuşturmaya yer olmadığı kararını
verdi bunu tekrar bilginize sunuyorum. Askeri savcılığın kovuşturmaya yer olmadığı kararını
verdiği tarihte elde edilen bir fotokopiydi daha sonra bunun ıslak imzalısı 4,5 ay sonra
istenmesine rağmen, istendikten 4,5 ay sonra askeri savcılığa ısrarlı taleplere rağmen 4,5 ay
sonra gönderildi ve burada o plan, iddia edilen plan ile ilgili yargılanan kişinin ısrarlı taleplerine
rağmen talep ettiği şekilde parmak izi aramasının neden yapılmadığını hala anlayamıyoruz.
Savcılık proje isimli bu dijital veriyi başka bir şekilde teyit etmeye ihtiyaç duymadan ortada
iddialarını doğrulayacak hiçbir maddi gerçek ve somut delil olmadan bir kanaate ulaşarak bu
iddiayı ileri sürmektedir bu hususların hiçbirisi de mütalaada açıkça yer almamaktadır. 12 Ocak
2011 tarihli duruşmada alınan 3 nolu ara karar uyarınca Genelkurmay Başkanlığından
gönderilen Hard Disklerle ilgili olarak hazırlanan rapor 18 Şubat 2013 tarihinde okunarak
dosyaya alınmış bu raporun büyüklüğü malumunuz 5,5 gigabayt büyüklüğünde 3 tane burada
tespit raporu var birinci klasörde yer alan tespit tutanağı 7 ve 11. klasörde yer alan tespit
tutanakları tüm bu belgelere bakıldığında terör örgütü üyeliği ve yöneticiliği ile darbe yapmak ya
da darbe ortamı hazırlamaya ilişkin hiçbir veri bulunmamaktadır bu net olarak ortadadır.”
Mahkeme Başkanı: “Avukat Bey 5 dakika daha ilave süre veriyorum buyurun.”
Sanık Mehmet İlker Başbuğ müdafi Av. İlkay Sezer: “İddia edilen irtica ile mücadele eylem
planına ilişkin olarak hazırlanan tespit tutanağının değerlendirilmesi bölümünde sayılan
belgelerin yalnızca tarihlerine bakılır ise hiçbirisinin özelliklede iddia olunan planlarla benzerliği
olduğu belirtilenlerin müvekkilimiz Sayın Başbuğ’un Genelkurmay Başkanlığı görevini yaptığı
döneme ilişkin olmadığı görülebilir tutanağın adı, sitelere eklenen haberlere ilişkin olduğu için
63
T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ )
CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:64
şimdi soruyorum hangi haber kara propaganda içeriyor yani gerçek dışı ve yalan, hangi yalan
haber karargahta oluşturulmuş, hangisi müvekkilimizle ilişkilendirilmiş buna ilişkin hiçbiri yok,
hiçbir bilgi yok müvekkilimizin görev döneminde konulduğu iddia olunan ya da değerlendirilen
hükümete yönelik kara propaganda içeren yayın hangisi, biz göremedik yok bu soruların
mütalaada bir cevabı bulunmamakta, bu veya eski sitelerde yayınlandığı ileri sürülen yayınlara
ilişkin müvekkilimizin onayının alınmış olduğuna dair bir bilgi var mı yok. 51 nolu DVD’ye ilişkin
olarak içinden çıktığı iddia edilen bir dijital veriye ilişkin iddialar dile getirildi malum bu kırıktı,
imajı istendi gelmedi yedeği geldi, yedeğinin tarihi bulunduğu söylenen tarihten bir hafta
öncesine ait olduğu anlaşıldı. Buna ilişkin olarak 11 Eylül günü tanık olarak dinlenen Mutlu
Arıkan’a Cumhuriyet Savcımız şu soruyu sordu Turgut Ak sizin şubede çalışan birisi midir, bu
bilgi notu hazırlanmış mıdır? Bilgi notu dijital bir veridir, üzerinde imza yoktur deniz kurmay Albay
Turgut Ak ismi bulunmaktadır. Tanık huzurda şu cevabı verdi biz bu araştırmayı yaptığımız
zaman hem onun şubesindeki bütün bilgisayarlara baktık, tek tek incelettik hem de kendisini
çağırarak böyle bir şey var mı diye sorduk kendisinden aldığımız cevap hayır böyle bir belge
hazırlanmadı dedi. Ayrıca 3 Haziran 2011’de bu bilgi notu gazetede haber olunca Genelkurmay
Başkanlığı ve bilgi notunda adı geçenler aynı gün yaptıkları açıklamalarla bilgi notunu
yalanladılar ne soruşturma, ne kovuşturma aşamasında bu kişilerin tanıklıklarına başvurulmadı
bütün lehte bilgiler mütalaada, bütün lehte olan bu bilgiler maalesef mütalaada yok bilgi notu
ama savcılarımıza göre bir suç belgesi devam ediyorum Türk Ceza Kanunu 312. maddesi
kapsamında yapılan suçlamaya ilişkin olarak tanık ifadeleri, tanık olarak dinlenilmeleri talep
edilen istenilen ancak tanıklıkları reddedilen bu kişilerin beyanlarını özetle geçiyorum. Sayın
Başbakan 5 Ağustos 2012 günü bir televizyon kanalında müvekkilimize yöneltilen suçlama ile
ilgili olarak Hilmi Paşanın döneminde gerek, Büyükanıt Paşamızın döneminde, gerek Başbuğ
Paşamızın döneminde hepsi ile çalışmalarımızı biz gayet başarılı yürüttük. Ha birbirimizin
düşüncelerini kabul etmediğimiz, katılmadığımız zamanlar olmuş olabilir doğrudur ama
çalışmalar gayet başarılı bir eksende yürüdü, başarılı yürüdü. İddia makamı müvekkilimin
hükümeti ortadan kaldırmaya veya hükümetin görevlerini tamamen veya kısmen engellemeye
teşebbüs ettiğini ileri sürmekte, iddia etmekte durum gerçekten böyle olsa idi iddia edilen bu
teşebbüsün mağduru durumunda olan Başbakan müvekkilim hakkında biz Başbuğ Paşamızın
döneminde de çalışmaları başarılı bir şekilde yürüttük diye açıklamalarda bulunabilir mi? Buna
evet diyebilmek insanın aklından zoru olması gerekmez mi? ayrıca iddia edilen ıslak imzalı irtica
ile mücadele eylem planının soruşturma makamlarına ulaşmasına müteakip Sayın Başbakan’ın
8 Kasım 2009 günü Başbuğ ile güven sorunumuz yok başlıklı bir konuşmasının olduğunu da
hatırlatmak isterim Sabah gazetesinin kupürünü dosyanıza sunmuştum hatırlatmakta yarar var
kendisine karşı güvensizlik duyulan bir Genelkurmay Başkanının Başbakan ile Cumhurbaşkanı
arasında sağlanacak bir mutabakat ile görevinden alınması an meselesidir Sayın Hilmi Özkök
duruşmada huzurda burada şunu söyledi müvekkilimin yasal ve demokratik düzene ilişkin hiçbir
düşüncesine şahit olmadığını, kendisinin çalışmasından, kendisini yönlendirmediğini doğru
kararlar vermesi için doğru bilgiler toplayan çok düzgün bir insandır Başkan olarak kendisinden
çok istifade ettim demiştir Sayın Işık Koşaner’de yazılı beyanında müvekkilimizle ilgili olarak
sürülen bütün iddiaların tamamını yalanlayan çok açık ve net beyanlarda bulunmuştur bunlardan
sadece bir bölümünü okumak istiyorum Sayın Başkan.”
Mahkeme Başkanı: “Avukat Bey süreniz dolmak üzere, buyurun son cümlenizi alalım.”
Sanık Mehmet İlker Başbuğ müdafi Av. İlkay Sezer: “Arkasında talebimi sunacağım,
emekli orgeneral İlker Başbuğ ile birlikte katıldığım Yüksek Askeri Şura ve Milli Güvenlik Kurulu
gibi devletimizin ve hükümet üyelerinin de katıldığı üst düzey toplantılarda emekli orgeneral İlker
Başbuğ’un devlet yöneticileri veya hükümet üyelerini baskı altına almak olarak tanımlanabilecek
herhangi bir söz veya eylemine tanık olmadım. Emekli orgeneral İlker Başbuğ’un astlarıma
devletin iç ve dış güvenliğine kamu düzenini bozmak, kaos yaratmak amacıyla herhangi bir
64
T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ )
CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:65
iması, düşünce, açıklaması, söylemi veya vermiş olduğu bir emir talebi olmadı aksine emekli
orgeneral Sayın İlker Başbuğ’u gerek Kara Kuvvetleri Komutanlığı ve gerekse Genelkurmay
Başkanlığı dönemlerinde ülke güvenliği idamesini ve teröre karşı yürütülen mücadelede daha
başarılı olunması gerek düşünce gerekse eylem bazında daima ön planda tutmuş as
kademelerde emir ve direktifleriyle bu istikamette yönlendirmiştir. Sayın Aslı Aydıntaşbaş 25
Eylül’de mahkemenizde tanık olarak dinlendi devlet yöneticileri baskı altına almak olarak
nitelendirecek hiçbir iddiaya tanık olmadığını söyledi. Talebime geçiyorum.”
Mahkeme Başkanı: “Avukat Bey savunmanızı tamamlayın buyurun.”
Sanık Mehmet İlker Başbuğ müdafi Av. İlkay Sezer: “Talebime geçiyorum. Elbette bu
örnekler çoğaltılabilir. Şimdi burada mahkemenin herkesin dikkatini bir husus üzerine çekmek
istiyorum. İfade etmeye çalıştığım bu tanık ifadeleri, tanıklığı reddedilenlerin çeşitli şekillerde
müvekkilim hakkında yapmış oldukları açıklamalar mütalaada neden yer almadı? Bu ifadelerin
müvekkilim açısından hayati öneme haiz olduklarını kimse reddedemez. O zaman mütalaayı
hazırlayan iddia makamı bu konuyu açıklık getirmek gibi bir zorunluluğu yok mu? Bende bunu
sormadan geçemiyorum mütalaada müvekkilim hakkında Türk Ceza Kanunun 312. maddesine
dayanılarak ileri sürülen iddialar, ortaya koyduğumuz savunmalar çerçevesinde daha önce
yaptığımız açıklamalar objektif ve adil bir gözle incelenirse ileri sürülen iddiaların asılsız, yetersiz
ve haksız olduğu bütün çıplaklığıyla görülür.”
Mahkeme Başkanı: “Avukat Bey taleplerimiz var diyorsunuz onları alalım buyurun.”
Sanık Mehmet İlker Başbuğ müdafi Av. İlkay Sezer: “Evet müvekkilimizin düzeltiyorum,
basına verdiği mülakatlardan önce 30 Mayıs 2013 havale tarihli dilekçeyle tanıklığını talep
ettiğimiz ancak talimat zoruyla da olsa beyanları alınmayan Sayın Başbakan’ın bir kısmını biraz
önce verdiğim ve müvekkilimize isnat edilen tüm suçlamalar asılsız olduğu açık ve net beyanları
Sayın Özkök’ün duruşmada geçen beyanları, İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin
müvekkilimizin basın açıklamalarına ilişkin yaptığı değerlendirmeler ve tespitlere rağmen
iddianamenin tekrarı niteliğindeki mütalaanın müvekkilim gibi birisine böyle suçlamaların
yöneltilmesi gerçekten büyük bir haksızlık ve acımasızlıktır yapılacak değerlendirme konusunda
ümitli olmak istiyorum bugüne kadar dosyaya gelen müzekkere cevapları, tanık beyanları ile
tanıklığı tarafımızdan talep edilen kişilerin kamuoyuna yansıyan açıklamaları bir bütün halinde
değerlendirildiğinde aleyhine tanık beyanı bulunmayan müvekkilimize isnat edilen terör örgütü
üst düzey yöneticisi olan yönetme ile cebir ve şiddet yöntemleri kullanılarak Türkiye Cumhuriyeti
Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye
teşebbüs etme suçlaması asılsızdır, gerçek dışıdır aslında müvekkilimizin yargılanmasını
gerektiren herhangi bir suçunun olmadığı bu dosyada müvekkilimize atılan suçlamalara ilişkin
her türlü şüpheden uzak, somut ve inandırıcı delil bulunmaması nedeniyle 5271 sayılı Ceza
Muhakemeleri Kanunu 223. madde 2B fıkrası uyarınca beraat kararı ve derhal tahliye kararı
verilmesini arz ve talep ediyorum ancak şunu da söylemeden geçemeyeceğim görüyorum ki
kovuşturmanın genişletilmesine dair tüm taleplerin reddi ile en kısa zamanda karara gidilecek,
dosyaya giren delillerin tamamı savunma tarafına verilseydi verilenlerin bir kısmı gibi yıllar sonra
verilmeseydi bazıları deliller kanunda yazılı olduğu şekliyle değerlendirilebilseydi kısaca
buradaki yargılama hukuki olsa idi bugüne kadar kanun değişiklikleri dosyaya gelen müzekkere
cevapları ile tanık beyanları kişilerin hukuki durumuna etki ederdi bende bu durumda 2 saatlik
süreye bile itiraz etmez, talepte bulunmaz takdir mahkemenin der geçerdim.”
Mahkeme Başkanı: “Evet. Sanık Mehmet İlker Başbuğ’dan müdafiinin beyanına katılıp
katılmadığı soruldu. Katılıyor musunuz Avukatınıza?”
Sanık Mehmet İlker Başbuğ: “Aynen katılıyorum.”
Mahkeme Başkanı: “Evet tamam. Sanık Mehmet İlker Başbuğ müdafi Avukat İlkay
Sezer’in soruları üzerine, yazılı soruları üzerine bu soruları cevaplayan Afiyet Özer’in.”
Sanık Mehmet İlker Başbuğ müdafi Av. İlkay Sezer: “Gözel efendim Gözel.”
65
T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ )
CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:66
Mahkeme Başkanı: “2 sayfadan ibaret.”
Sanık Mehmet İlker Başbuğ müdafi Av. İlkay Sezer: “Gözel.”
Mahkeme Başkanı: “2 sayfadan ibaret cevap dilekçesini sanık müdafi Avukat İlkay
Sezer’in mahkememize sunduğu görüldü. Sanık Muzaffer Tekin’in 29 Nisan 2013 tarihli
duruşmada yaptığı son savunmasında ki beyanlarında bazı bölümlerinin anlaşılamadığı, tam
netlik kazanamadığını bildiren dilekçe verdiği ve bunları düzeltilmesini, düzeltilmesi için duruşma
zabıtlarında yaptığı değişiklikleri mahkememize savunma amaçlı sunduğu görüldü. Bugünkü
oturumda sanık Mehmet İlker Başbuğ’un savunmasına müteakiben bir kısım sanıkların alkış
tutması ve dışarı çıkarılması ile ilgili salon görevlilerince tutanak tanzim edildiği görüldü. Şimdi
bir açıklama yapmak istiyorum burada bir Türk Silahlı güçleri yargılanmıyor sadece iddianamede
sanık olarak adı geçen kişiler yargılanıyor iddianame sanıkları arasında sadece bir kısım
subaylar değil başka mesleklerden olanlarda var mesela rektörlerden olanlar var, Avukatlardan
olan var, Polislerden olanlar var bunlar da sanık olarak dosyada yargılanıyor dolayısıyla
ordumuzun yargılanması söz konusu değil. Evet, saatin, 19:41 olduğu görüldü oturuma bugüne
mahsus olmak üzere son verildi.”
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
1-)Her ne kadar Sanık Hasan Atilla Uğur dilekçesinde belirttiği ve tarif ettiği savcılar
hakkında suç duyurusunda bulunmasını talep etmiş ise de, CMK 205. maddesi dikkate alınarak
talebinin reddine, bizzat kendisinin suç duyurusunda bulunmakta muhtariyetine,
2-)Her ne kadar bir kısım sanıklar bazı dava dosyalarının bu davadan tefriki yönünde
talepte bulunmuş iseler de, bu konuda aşamalarda verilen kararlar ve bu kararların gerekçeleri
dikkate alındığında bu yöndeki taleplerin reddi ile yeniden karar verilmesine yer olmadığına,
3-)Bir kısım sanıklar müdafi Av. Celal Ülgen’e, dosyada müdafiliğini yaptığı sanıkların
esas hakkındaki mütalaaya karşı ortak beyanları içerir savunmalarını Mahkemeye yazılı olarak
sunmakta serbest olduğunun bildirilmesine,
4-)Önümüzdeki oturumda başka suçtan tutuklu sanık Yalçın Küçük ile atılı suçtan tutuklu
sanık Özkan Kurt’un esas hakkındaki savunmasının tespiti için gerekli işlemin yapılmasına,
5-)Sözlü ve yazılı olarak dile getirilen mükerrer ve davaya katkısı bulunmayan sair
taleplerin reddine,
Duruşmanın 10 Haziran 2013 günü saat 09.00’a bırakılmasına oybirliği ile karar
verildi.07.06.2013
BAŞKAN 28298
ÜYE 37266
ÜYE 39995
KATİP 146848
66

Benzer belgeler