Yeni Divriği Gazetesi SAYI-50

Transkript

Yeni Divriği Gazetesi SAYI-50
1 MAYIS 2013
SAYFA 1
SAYI: 50
SĠVAS’TA GÜZEL ġEYLER KONUġUDU
İrtibat: [email protected]
NĠYE DĠVRĠĞĠ ĠLE ĠLGĠLĠSĠN DĠYORLAR!
-Çünkü Divriği, bugünkü durumuna layık değil,
-Çünkü Divriği, doğduğum ve ilk terbiyemi,
eğitimimi aldığım Ģehir,
-Çünkü Divriği, Selçuklu Beylerine BaĢkentlik
yapmıĢ nadide bir Ģehir,
Çünkü Divriği, bir tarafından tutulmaya değil
kucaklamaya layık bir Ģehir,
Sivas Ve Divriği’yi ziyaret eden Prof. Dr. Sayın Mahir
Tevrüz,sıcağı sıcağına İstanbul’da Divriği Çalışma
Grubunu toplayıp olan bitenler hakkında bilgi verdi.
Sivas Hizmet Vakfı İstanbul Şubesi’nin Taksim2deki
binasında yapılan toplantı aile sıcaklığı içinde geçti. Önce
Hocamızı dinledik sonra Onun da teşvik ve arzusuyla
farklı görüş ve önerileri de ortaya koyduk.
Mahir Tevrüz Hocamız Sivas’ta önce Sayın Vali ile
görüştü. Daha sonra da Milli savunma bakanı ve Sivas
Milletvekili İsmet Yılmaz’ın bulunduğu bir toplantıya
katıldı. Divriği ile ilgili hususlarda yardım ve desteğini
istediği Sayın Bakan’ın fazla vaktini almamak adına
konunun ayrıntısını beraberinde bulunan danışmanı
Sayın Hasan Canpolat’a anlatacağını söyledi.
Bilahare, Sivas eski valisi,MSB danışmanı,aynı zamanda
İçişleri Bakanlığı Müsteşar yardımcısı da olan Doç Dr.
Hasan Canpolat ile görüşüldü.Buradaki esas konu
“Çürek”idi.
Cürek’in Cumhuriyet Üniversitesi’ne devri konusunda
Üniversite Senatosu’nun sıcak bakmaması üzerine başka
alternatifler üzerinde duruldu:
BDP’YĠ CHP’YE
TERCĠH ETMEK
MUSTAFA
TARAKÇI*
CHP Genel Başkanı Kemal
Kılıçdaroğlu bir insanda
bulunması gereken bütün iyi
meziyetlere sahip birisi.
Dürüst, çalışkan,
alçakgönüllü, sevgi dolu,iyi
eğitim görmüş,her konuda
oldukça donanımlı,siyaseti
bütün saf ve temizliğiyle
yapan biri.Ama alışılagelen
siyasi kişilik mi?
Devamı s.8’de
1nci Seçenek;Cürek’in OYAK tarafından kullanılabilir
hale getirilip o haliyle Üniversite’ye devredilmesi,
2nci Seçenek,Cürek’in Kültür Bakanlığı projeleri
kapsamında değerlendirilip,Divriği’nin kültür ve
turizmine hizmet edecek hale getirilmesi,
Her iki konuda da Sayın Canpolat, gerekli çalışmaları
başlatacağının sözünü verdi.
Sayın Tevrüz, günü birlik Divriği ziyaretinin ardından
Sayın Divriği Kaymakamı ile birlikte Rektör Prof. Dr.
Faruk Kocacık’ı ziyaret etti.Her zamanki gibi sıcak
ilgiyle karşılandılar.
Rektör Kocacık’a önce hayırsever işadamımız Sayın
Mehmet Bıyık’ın Turizm ve Otelcilik MYO’ yapma
konusunda bitişikte görülen taahhütnamesi takdim
edildi.
Bir başka kıymetli hemşerimiz EVRUR’un sahibi Sayın
Hasan Kan’ın, Yeni hastane bitişiğindeki arsaya 4 yıllık
Sağlık Bilimleri Yüksek Okulu yapma arzusu yinelendi.
Bu konuda uygulanacak prosedürler gözden geçirildi,
ortak bir yol haritası belirlendi.
Buna göre Sayın Rektör önümüzdeki günlerde
İstanbul’a gelecek, Hasan Kan ile birlikte hazırlanacak
protokole imza atacaklar. Divriği’nin gerek sosyal
gerekse ekonomik geleceğinde çok önemli rol
oynayacak olan bu projenin ilk resmi adımında, Divriği
Çalışma Grubu da hazır bulunacak, tarihe tanıklık
edecek
SAYI: 50
sahipsiz duran bir Ģehir,
-Çünkü Divriği, imkânları çok olan fakat
bunları bir araya getirme becerisine sahip
birilerine muhtaç bir Ģehir,
-Çünkü Divriği, terk edilen değil, gidenin
dönmek istediği güzelliklere sahip bir Ģehir,
-Çünkü Divriği, derin kültürü olan, birlik ve
beraberlik içinde asırlardır bir arada yaĢamıĢ,
barıĢ ve kardeĢlik tarihi yazmıĢ bir Ģehir,
-Çünkü Divriği, ekmeğini yediğim suyunu
içtiğim, 7 kuĢak atalarımın mezarının
bulunduğu, vefa borcum olan bir Ģehir,
-Çünkü Divriği, Dünya mirası Ulu Cami, demirin
ana kaynağı, doğanın keĢfedilmemiĢ
güzelliklerinin bulunduğu bir Ģehir,
-Çünkü
en çok muhtaç olan bir Ģehir.
DUYURU



SAYFA 1
Divriği, tüm bu güzellik ve
özelliklerine rağmen, çocuklarına
.
* www.mustafatarakci.com Özgeçmiş
1 MAYIS 2013
-Çünkü Divriği, sahibi çok olduğu halde
YAġI 50 VE ÜZERĠ “DĠVRĠĞĠLĠ Ġġ
ADAMLARI, OKUMUġ VE
BÜROKRATLARI”MIZI GAZETEMĠZĠN
UYGUN SAYFALARINDA KISA
ÖZGEÇMĠġLERĠYLE
HEMġERĠLERĠMĠZE TANITMAYI
DÜġÜNÜYORUZ. AMAÇ
BĠRBĠRĠMĠZDEN HABERDAR OLMAK.
BU KONUDA SĠZ DEĞERLĠ
OKURLARIMIZIN BĠLGĠLERĠNE
ĠHTĠYACIMIZ VAR. LÜTFEN BĠZĠMLE
YAZIġINIZ.
Ġrtibat:
[email protected]
ÜCRETSİZDİR
1 MAYIS 2013
SAYI: 50
Divriği, Sebzeciliği
kitabından öğreniyor
SAYFA 2
İrtibat: [email protected]
DĠVRĠĞĠ’DE 23 NĠSAN
23 NĠSAN KUTLAMASINDA
ULUSAL EGEMENLĠK VE
ALTERNATĠF ÇELENK
ÇOCUK BAYRAMI
KOYMA TÖRENĠ
KUTLAMALARI
Yüksek Plastik Tünelde Sebze Fidesi Üretimi ve Sebze
Yetiştiriciliği Projesi'nin Sivas İl Özel İdaresi'nin katkısıyla
hayata geçirilen 9 vatandaşın bahçesinde sera kontrolleri
yapıldı. Uzunbağ, Eğrisu, Çukuröz, Güresin köylerinde gidilip
İl Tarım Müdürlüğü elemanlarınca kontroller gerçekleştirildi.
İlçe Tarım Müdürlüğünce, İl Tarım Müdürlüğünden üretim
öncesi yararlı olacağını düşüncesiyle, sebzecilik ve meyvecilik
konularında önceden eğitim talep edilmişti. Bu önerinin
Divriği ve köylerinde sebze fide ve sebze üretimine katkıda
bulunacağı öngörülmüştü.
Hem sera kontrolleri köylerde gerçekleştirilirken hem de İl
Müdürlüğü elemanlarınca Eğrisu (Anzahar) da eğitim
düzenlendi. Eğrisu, Olukman, Çukuröz, Uzunbağ köylerinden
vatandaşlar Eğrisu‟daki eğitim toplantısına katıldılar.
Muhtarlık Binası olarak kullanılan alanda yapılan
bilgilendirme toplantısı soru cevap şeklinde devam etti.
Katılımcı üretici köylülerin çok yararlı olduğunu
değerlendirdikleri bu tür toplantıların devamı arzusu da dile
getirildi.
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı ülke
geneline göre oldukça görkemli ve coşku ile kutlandı.
Kaymakam, Sayın Mehmet Nebi KAYA ve eşi Zeynep
KAYA, Garnizon Komutan Vekili Üsteğmen Ahmet
OKATAN, Belediye Başkanı Hakan GÖK, Cumhuriyet
Başsavcısı Hüseyin Onur ALTINIŞIK, diğer daire amirleri,
siyasi partilerin temsilcileri ve halkın katılımı ile
Cumhuriyet Meydanı‟nda gerçekleştirilen tören yoğun ilgi
gördü.
Milli Eğitim Müdürü Sayın Kaya SEYYAR‟ın günün anlam
ve önemini vurgulayan güzel konuşmasının ardından,
öğrenciler şiirler okudu, şarkılar söyledi, gösterilerde
bulundu. Çeşitli yarışmalar ile tören alanı renklendirilmeye
çalışıldı...
Divriği‟de 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve çocuk Bayramı Çelenk
koyma töreni resmi olarak yalnızca Milli Eğitim Müdürlüğü
çelengiyle sınırlı kalınca CHP ve İşçi Partisi ilçe örgütleri
tarafından alternatif çelenk Koyma Töreni düzenlendi.
CHP İlçe Binası‟nda toplanan çok şık kıyafetli kadınlı erkekli
hemşerilerimiz burada yakalarına kâğıttan rozet takmayı ve
ikram edilen çaylardan yunulmamayı müteakip yürüyerek
Hükümet Binası karşısındaki Atatürk Heykeli önünde
toplandılar. Korteje İşçi Partisi Divriği örgütü de iştirak etti.
Burada Saygı duruşu, İstiklal Marşı‟nın okunmasının ardından
günün anlam ve önemini vurgulayan bildiri, CHP İlçe Yönetim
Kurulu üyesi Veteriner Hekim Mustafa Koçkaya tarafından
okundu.
Cumhuriyetin temellerinin atıldığı, Milli Mücadele‟nin
demokrasi ve hukuk içinde yönetilmesinin sağlandığı, Gazi
Mustafa Kemal‟in fikir babası ve mimarı olduğu TBMM‟nin ilk
defa toplandığı bugünün anlamlı törenlerle kutlanmasından daha
doğal bir şey olamazdı...
Demokrasi, demokrasiye inananların elleri ve gönüllerinde
yücelir, layık olduğu yeri bulur.23 Nisan 1920 Türk Demokrasi
tarihinin başlangıcı sayılır.
Genel Yayın Yönetmeni
ve
Yayın Koordinatörü
MUSTAFA TARAKÇI
Mizanpaj:
Mutlucan AYDIN
Bünyamin ŞAHİN
Halkla İlişkiler-Tanıtım:
Ayla YERLİKAYA
VERGİ DAİRESİ: Göztepe
VERGİ KİMLİK NO:
8.230.105.579
1 MAYIS 2013
SAYI: 50
SAYFA 2
ÜCRETSİZDİR
1 MAYIS 2013
SAYI: 50
SAYFA 3
İrtibat: [email protected]
DĠVRĠĞĠ KAPALI SPOR
ARINÇ’IN KONUġMASINI
BĠR ANALĠZ:
SALONUNDA DĠNĠ KUTLAMA
HATIRLATTI, SORULARA
DEVLET LAĠK OLUR
TÖRENĠ
CEVAP ĠSTEDĠ
ĠNSAN LAĠK
OLMAYABĠLĠR! Sonuç?
17 Nisan 2013 Çarşamba günü Divriği Kapalı Spor
Salonu'nda Kutlu Doğum Haftası programı icra edildi.
Kur'ân tilaveti ile başlayan programda İl Müftüsü Yusuf
ŞAHİN, Diyanet İşleri Başkanlığınca bu yıl için seçilen tema
doğrultusunda "Hz. Peygamber ve İnsan Onuru" konulu bir
konferans verdi. Birbirinden güzel ilahiler okundu, tören
sonunda bir de Mevlevi ritüeli “sema” gösterisi vardı.
Cumhuriyet Halk Partisi Sivas Milletvekili Malik Ecder
Özdemir soru önergelerine bir yenisini daha ekledi.
Özdemir Başbakan Recep Tayyip Erdoğan‟ın yazılı olarak
cevaplandırması kaydıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına verdiği soru önergesinde çözüm süreci ile
ilgili konulara yer verdi.
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç‟ın 1 Nisan 2013
tarihinde devletin resmi televizyon kanallarından gündeme
ilişkin değerlendirmelerde bulunduğunu hatırlatan Özdemir
“ Arınç PKK terör örgütünün sınır dışına çıkışıyla ilgili
olarak, ''Şüphesiz MİT yönetecek, emniyet de müdahil
olacak. Şüphesiz silahlı kuvvetlerin mensupları da yani
Kara Kuvvetleri ve Jandarma olarak kendilerine görev
verilirse verilmeyebilir de bu süreçte en azından bu çıkışa
nezaret edecekler açıklamasında bulunmuştur.
Bu açıklamanın ardından, TBMM‟nin açılışının 93‟üncü
yıldönümünde verilen resepsiyonda terör örgütünün,25
Nisan 2013 tarihinde yapılacak uluslararası bir basın
toplantısı ile üyelerini Türkiye Cumhuriyeti sınırlarının
dışına çıkma çağırısı yapacağı açıklanmıştır.
Yine aynı resepsiyona katılan Kara Kuvvetleri Komutanı
Org. Hayri Kıvrıkoğlu, konu hakkında “Bir şey
bilmiyorum. Hiçbir şey bilmiyorum” şeklinde açıklama
yapmıştır.
Bu bağlamda, Başbakan Yardımcısının açıklamasıyla, çıkış
sürecini yönetecek olan Milli İstihbarat Teşkilatı, sınır
güvenliğini sağlayan Kara Kuvvetleri Komutanlığı‟ndan
bilgi mi saklamaktadır?
Türkiye Cumhuriyeti Kara Kuvvetleri Komutanı‟nın, bu
önemli konuda bilgisinin olmaması, kurumlar arasında
bilgi alışverişinin olmadığı anlamına mı gelmektedir?
Tarafınıza bağlı olan MİT‟in, “çekilme sürecini” baştan
sona kendisi mi organize edecektir? Yoksa yardımcınızın
açıklamasında olduğu üzere Jandarma ve Kara Kuvvetleri,
bu işleme nezaret edecekler midir?” sorularını yönelterek
Başbakan Tayyip Erdoğan‟dan cevap istedi.
KAYNAK: Hürdoğan
Yeni Divriği İnternet Gazetesi eski
sayılarını okumak için
www.mustafatarakci.com
Sitesini tıklayınız.
1 MAYIS 2013
Bu konu üzerinde kısa bir analiz yapalım dedik.
Malum bizim devletimiz laiktir. Biz böyle diyor böyle
düşünüyoruz. Ancak,”insan laik değildir” yaklaşımı
ne gibi sonuçlar doğurur, onun üzerinde biraz duralım
istiyoruz:
Laikliğin genel kabul görmüş tanımı şöyledir: Din ve
devlet işlerinin ayrı ayrı yürütülmesi; devletin bütün
dinlere aynı mesafede durması, dinin devlet işlerinde
herhangi bir yaptırım gücünün olmamasıdır.
Bu tanım hepimiz tarafından bilinir. Yani devlet
dindar ile dinsizi aynı sevecenlikle bağrına basacak,
uygulamasını eşitlik içerisinde yapacaktır.
Peki insan laik olmazsa ne olur ?
İnsan çoğunlukla bir mesleğin mensubudur. Ya
serbest meslek mensubudur; kendi işini yapar, kendi
yaptıklarından veya yapmadıklarından sorumludur;
yada devlet görevinde memurdur, özel sektörde
yöneticidir, öğretmendir, subaydır, hakimdir, savcıdır
vs.
İnsan laik değilse bu görevleri yapar iken dindar ile
dinsize aynı mesafede olmaz ise bunun menfi
sonuçları olmaz mı?
Diyelim ki laik olmayan bir insan öğretmen olsun farz
edelim. Kılık kıyafeti, tutumu, davranışları ile dindar
bir aileden gelen öğrencisine daha yakın davranırsa,
ona daha bol not verirse ne yapacağız?
Laik olmayan bir hâkim dindar bir tutuklu ile dindar
olmayan bir tutukluya farklı davranması ve akabinde
farklı kararlar alması söz konusu olamaz mı? Aynı
şekilde polislerden örnek verelim. Karakolda sorguya
çekilen şüphelilerden dindar olanlardan veya dindar
görünenlerle görünmeyenler bir olmazsa bu durum
adil sonuçlar doğurur mu?
Öyleyse şöyle bir sonuca varamaz mıyız: Tamam
insan laik olmaz, olması da zorunlu değildir. Ancak
bu insan kendinden menkul insan olmalıdır. Serbest
meslek sahibi esnaf veya işçi, köylü vs. olmalıdır.
Kamuda çalışan memur, subay, öğretmen, hakim ,
savcı , polis vs. laik olmak zorundadır. Olmadığı
durumlarda toplumda adalet yerini bulmaz,
huzursuzluklar baş gösterir, nifak doğar. Buda millet
olmayı olumsuz yönde etkiler.
Mustafa Tarakçı
Bilmak Güvenlik Teknolojileri A.ġ.
Hürriyet Mahallesi. Yurt Sokak. No:38
Kat:5 Çağlayan / Kağıthane / İSTANBUL
Tel: 0212 225 80 50 (Pbx) Fax: 0212 234 46
02 Mail: [email protected]
SAYI: 50
SAYFA 3
ÜCRETSİZDİR
1 MAYIS 2013
SAYI: 50
SAYFA 4
ĠSTANBUL Akil Ġnsanlar Marmara
Bölgesi Heyeti, Divriği Kültür
Derneği'ni ziyaret etti.
İrtibat: [email protected]
SULTANAHMETTE GÜZEL
SİYASETE DAİR:
BĠR MEKAN
SİYASET ER MEYDANIDIR.
SÖYLEYECEK SÖZÜ OLANLAR ORTAYA
ÇIKAR.
TOPRAĞA DAİR, İNSANA DAİR GÜZEL
HAYALLERİ, AYAĞI YERE BASAN
PROJELERİ OLANLAR ORTAYA ÇIKAR.
Derneğin Beyoğlu'ndaki binasında gerçekleşen ziyarete, Akil
İnsanlar Marmara Bölgesi Heyeti Başkan Vekili Mithat Sancar,
üyeler Levent Korkut, Ali Bayramoğlu, Yücel Sayman ve Mustafa
Armağan katıldı.
Sancar, yaptığı konuşmada, dernek girişinde şair Hasan Hüseyin
Korkmazgil'in bir portresini gördüğünü belirterek, şairin "Kandan
Kına Yakılmaz"şiirinin ilk dörtlüğünü okudu ve "Kandan kına
yakılmayacağını bilen insanlarız" dedi.
Akil İnsanlar grubunun kuruluş yöntemine, üyelerin her birinin
kendi açısından eleştirisi olduğunu dile getiren Sancar, buna
rağmen gelen davete "hayır" diyemediklerini söyledi.
Sancar, şöyle devam etti:
"Kandan kına yakmakla değil, konuşarak, karşı karşıya oturarak,
barış içinde sorunlar çözülebilir. Böyle bir süreç başladı. Hükümet
de Kürt tarafı da 'bu işi konuşarak çözmek istiyoruz' dediler. Bize
de bir çağrı geldi, zaten bu yöntemin doğru olduğunu savunan
insanlardık...
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Dolmabahçe Sarayı'nda
düzenlenen toplantıda kendilerine teminat verdiğini vurgulayan
Sancar, "Başbakan 'hiçbir şeyinize karışmayacağız ama her türlü
desteği sunacağız' dedi. Bugüne kadar bunun aksine hiçbir şey
yapılmadı. Bağımsız bir heyet olarak çalışmalarımızı
sürdürüyoruz. Grup üyeleri arasında çok farklı fikirler var.
Buluştuğumuz tek bir konu var, o da kandan kına yakılmaz"
ifadelerini kullandı.
Sancar'ın konuşmasının ardından Dernek Başkanı Cafer Çelik ve dernek
üyeleri görüşlerini aktardı. Barışa karşı olmadıklarını anlatan üyeler,
Ergenekon davası ve Alevi açılımı gibi konulara ilişkin düşüncelerini
dile getirdikten sonra çözüm sürecine yönelik kuşkularını aktardı.
Dernek üyelerinin eleştirilerini yanıtlayan Ali Bayramoğlu, konuşmaların
tek yönlü olduğunu ve haksız şekilde eleştirildiklerini söyledi.
BarıĢı halk kurar"Yücel Sayman da akil adam olmanın kendileri için bir fırsat olduğunu
söyledi. Halkın istemediği bir barışın gelmesinin imkansız olduğunu
ifade eden Sayman, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Silahlı mücadelenin terk edilmesi tartışması içindeyiz. Barışı halk kurar.
Fırsat geliyor ve biz seyirci konumdayız. Olayları belirleyecek konumda
değiliz. Şimdi bize bir fırsat verildi. Siyasetin türlü yolları vardır. Silahlı
mücadele, siyasetin bir türü ve en uç noktasıdır. Öyle bir yere geldik ki,
barış lafı altında silahlı mücadele terk edilsin mi, edilmesin mi onu
tartışıyoruz. Yani ölüm bitsin, yani ölümü şehit verdik diye ödül olarak
kullanmayalım. Süreç başarıya ulaşmazsa, ortaya çıkabilecek sistem
değişikliği otoriter devlet yapısı olacaktır."
Levent Korkut da Türkiye'de yaşayan grupların, geçmişteki
antidemokratik uygulamalar nedeniyle birbirinin halinden anlamadığını
söyledi.
Silahlı çatışmanın bitmesi halinde Türkiye'deki diğer sorunların da daha
kolay çözüleceğine işaret eden Korkut, "Silahlar susarsa Alevi meselesini
daha kolay tartışırız. Silahlar nedeniyle diğer sorunlarımızı
tartışamıyoruz. Olaylara çok yönlü bakmak gerekiyor. Doğruları
yanlışlardan ayırmak gerekiyor" diye konuştu.
Muhabir: Kenan Irtak / Erdal Turanlı
AA
1 MAYIS 2013
SAYI: 50
BEN DE VARIM DER.
BU HALK DA KENDİNE LAYIK OLANI
SEÇER.
ĠNSANLIK MI? PARA MI?
SORUSUNA
ABD “PARA” DEDĠ.
Silahlanmaya sınırlama getiren kanun tasarısı ABD
Senatosu‟nda reddedildi. Senatodaki görüşmeleri
ABD‟nin en büyük silah şirketi sahibi ve temsilcileri de
izledi.
Obama, bundan rahatsızlık duyduğunu söyledi. Ama ne
çare?
Gel de Amerika‟ya insan Hakları savunucusu de,
demokrasinin beşiği de, barış yanlısı de, ne dersen de!
Demek ABD demokrasisini temsil eden seçilmişler şu
veya bu şekilde silah şirket ve tüccarlarına göbek bağıyla
bağlılar. Yazık!
Divriği'de "Kaymakamlık Ormanı"
OluĢturuldu
Sultan Ahmet’te gezerken turistlere yönelik
onlarca yeme, içme , hediyelik eşya mekanı
arasında restore edilmiş tarihi bir binada farklı
bir mekan dikkatimi çekti. Türk Edebiyat Vakfı
Kıraathanesi ve Kütüphanesi.
Hoş bir mekân olmuş. Alt katta hizmet veriyor.
Turistlerinde yoğun ilgisi var. Hem tatlı hem de
çay, kahve servisi yapıyorlar. Oturma mekânları
tarihi geçmişimizi anımsatıyor. Büyük salona iki
ayrı oturma yeri açılmış, her ikisinin de
mobilyaları farklı farklı. Birine Ahmet Hamdi
Tanpınar salonu diğerine de Yahya Kemal Beyatlı
salonu adını vermişler. Mekânda alçak tonda
Türk Sanat müziği yayını yapılıyor.
Önce Sultan Ahmet köftecilerinin birinde köfte
sonrada bu mekânda tatlı veya çay, kahve.
Kendinizi küçük bir ödüllendirme olur. Aklınızda
olsun.
YOLUN AÇIK OLSUN
ECVET SAYER!
En büyük milliyetçilik bize göre Ekonomik ve
Kültürel alanda milliyetcilik.
Geçenlerde güzel bir haber okuduk; sizinle de
paylaşmak istedik. Güzel ve doğru şeyler
söylendikçe, dillendirildikçe çoğalır inancındayız.
Konu, kendi imkânlarımızla petrol üterimi.
Adıyaman, Diyarbakır ve Adana’da
günde ortalama1000 varil petrol
üreten Türk ġirketi’nin patronu
Ecvet Sayer
Divriği ilçesine bağlı Eğrisu köyünde, "Kaymakamlık
Ormanı" oluşturuldu.
Divriği Kaymakamı Mehmet Nebi Kaya, düzenlenen
törende yaptığı konuşmada, Eğrisu köyü muhtarlığının
çalışmalarının örnek olduğunu belirterek, muhtar
Mustafa Özdoğan'a, köy derneğine ve köy halkına
teşekkür etti. Kaya, ormanın yaşatılması için her türlü
desteği vereceklerini ifade etti.
Konuşmanın ardından Kaymakamlık Ormanı'nda 2 bin
fidan toprakla buluşturuldu.
Törene, Divriği Belediye Başkanı Hakan Gök, İlçe
Jandarma ve Garnizon Komutanı Yüzbaşı Aşkın Bozkurt,
İlçe Emniyet Müdürü Bekir Kahveci, İlçe Müftüsü Yusuf
Ay, İl Genel Meclis Üyeleri Sadık Güller ve Haydar
Kaplan, Eğrisu köyü muhtarı Mustafa Özdoğan da katıldı.
Muhabir: Mücahit Koç
SAYFA 4
Ecvet Sayer,Irak sınırına 700 metre mesafede artama
yapıyor. “3500 metreye kadar ineceğiz, eğer imkan olursa
6000metreye kadar da ineceğiz; petrol Türkiye için çok
önemli.3 ülkede tüm şirketler bu sondajı yakından izliyor.
Adıyaman da bir başka sondajımız da devam
ediyor”diyen Ecvet Sayer sözlerine şunları da ilave
ediyor:
“ Adıyaman‟da “Güney Yıldızı A.Ş.”yi kurduk. Babam
„da petrolcüydü. Kardeşim de aynı sektörde çalışıyor.
Tamamen yerli olan artama, üretim ve müteahhitlik
hizmeti yürütüyoruz.
Şu anda 16 adet sondaj kulesi olan bir şirketiz.1000 kişi
kadar çalışanımız var, bunların 700 ü Güneydoğu‟da
çalışıyor.
Şu anda Adana‟da 1, Adıyaman‟da 3, Diyarbakır‟da 3
sahada petrol çıkarıyoruz.
Yolun açık olsun Ecvet Sayer...
ÜCRETSİZDİR
1 MAYIS 2013
SAYFA 5
SAYI: 50
İrtibat: [email protected]
KÜLTÜR ADINA ESER VEREN
HEMġERĠLERĠMĠZDEN BĠRĠ
AV. ĠSMAĠL METĠN
ÖZGEÇMĠġĠ
Yazar 1961 yılında Çamşıh’ta doğdu. İlk okulu köyünde, orta okul ve liseyi de Divriği’de
bitirdi. 1983 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesine girdi. oradan 1988 yılında
mezun oldu. Mezuniyet sonrası İstanbul’da avukatlık yaptı. 2000 yılında Ankara’ya
taşındı. 2009 yılı başında tekrar İstanbul’a döndü. Halen İstanbul’da avukatlık
yapmaktadır.
Yazarın doğduğu köy Çamşıh adeta Aleviliğin merkezidir. Mensubu olduğu aile tarihten
günümüze kadar Alevilikte çok önemli roller üstlenmesi nedeniyle kendisi de Aleviliğin
içinde aktif olarak rol aldı.
İstanbul’da avukatlık yaptığı dönemde hemen bütün Alevi davalarında avukat olarak
bulundu. Bir çok Alevi derneği ve vakıfının avukatlığını yaptı. Yaklaşık otuz kişi ile
birlikte İstanbul Dudullu’da “Anadolu Bilim Kültür ve Cem Vakfı”nı kurdu. Bu vakfın
kuruluşunda avukat olarak bulundu. Bu vakıf senedine Alevilik kelimesini koydu.
Mahkemenin ret etmesine rağmen Yargıtay’da davayı kazanarak Türkiye’de “Alevi”
kelimesinin yasal olarak ilk kez tanınmasını sağladı. Arkadaşları ile birlikte Çamşıh
Hüseyin Abdal Derneği’ni kurdu. Uzun dönem yöneticiliğini ve iki dönem de
başkanlığını yaptı. Çamşıh Hüseyin Abdal Cemevinin öncülüğünü yaptı ve Türkiye’nin
en büyük Cemevlerinden birisinin yapılmasında birincil derecede rol aldı. Uzun yıllar
Şahkulu Sultan dergâhının avukatlığını yaptı. Alevi Bektaşi federasyonunda altı yıl
yönetim kurulu üyeliği iki yıl başkan yardımcılığı yaptı.
Yaklaşık yirmi üç adet kitabı bulunan yazar aynı zamanda saz ve keman da
çalmaktadır. 1993 yılında Hukuk Fakültesinde öğrenci iken “Ruhi Su Türküleri”
isimli bir de resital verdi.
BASILMIġ ESERLERĠ
AV. SAYIN İSMAİL METİN’İN
VARLIĞINDAN, KÜLTÜRÜMÜZ ADINA
ÜRETTİĞİ ONLARCA ESER OLDUĞUNDAN
BİRKAÇ YIL ÖNCE KATILDIĞIM “ÇAMŞIH
FESTİVALİ”NDE HABERDAR OLMUŞTUM.
BİR TÜRLÜ TANIŞMAK YÜZ YÜZE
GÖRÜŞMEK KISMET OLMAMIŞTI.
MÜŞTEREK DOSTUMUZ, SAYIN ALİ
HAYDAR YALÇIN ARACILIĞIYLA
TELEFONLAŞIP BEYOĞLUNDEKİ OFİSİNE
UĞRAYIP HEM TANIŞIP HEM DE BOL BOL
SOHBET ETME İMKANI BULDUK.
ÇOK SICAK VE SAMİMİ BİR ZİYARET OLDU.
BU SAYFAMIZDA ONA DA YER VERMEK
İSTEDİM.
BUNU O ÇOKTAN HAKEDİYORDU.
KAPAĞINI DİJİTAL ORTAMDA
BULAMADIĞI ÇOK SAYIDA ÖZGÜN ESER
SAHİBİYDİ.
DÖRDÜNÜ ANCAK RESİMLEYEBİLDİK...
Mustafa Tarakçı
1 MAYIS 2013
SAYI: 50
Halk Mahkemeleri Cilt 1
Halk Mahkemeleri Cilt 2
Aleviliğin Anayasası
Alevilikte Tanrı Yok İnsan Var
Osmanlının Kanlı Tarihi
Osmanlı Sarayında Cinsel Eğilimler
BASILMIġ ÇAMġIH HALK KÜLTÜRÜ ESERLERĠ
Camşıh Tarihi Ve Hüseyin Abdal
Hüseyin Abdal Anı Defteri
Ozan Mehmet Ali Karababa
Ozan Ali Rıza Yalçın
Aşık Ali Ertekin
Ozan Garip Hıdır
Güzel Dost Ozan Sinemi
Çamşıh Aşireti Ve Soy Şeceresi
Seferberlik Anıları
BASILMAMIġ ESERLERĠ
Halk Mahkemeleri Cilt 3
Uzun Yol (Roman)
Gönüller Bir Olsun (Tv Dizisi)
İki Canlı Gelin (Tiyatro)
Halk Adaleti
(Film Seneryosu)
Mekanı Ahiret (Tiyatro)
Karanlık Geceye Döndü Gündüzler (şiir)
İstenmeyen Halk Aleviler (Gazi olayları. Kitap kayıp)
SAYFA 5
ÜCRETSİZDİR
1 MAYIS 2013
SAYI: 50
SAYFA 6
İrtibat: [email protected]
DEVAMI GELECEK SAYIDA...
1 MAYIS 2013
SAYI: 50
SAYFA6
ÜCRETSİZDİR
ÖZEL
1 MAYIS 2013
SAYI: 50
Orada Bir Köy Var Uzakta
Yazan Ġsmail AydoğmuĢ
Küçükken Türkçe Okuma kitaplarında okuduğumuz Ahmet
Kutsi Tecer'in bir şiiri hemen hemen herkesin belleğindedir.
"Orada bir köy var uzakta
O köy bizim köyümüzdür.
Gitmesek de gelmesek de
O köy bizim köyümüzdür."
Divriği'den uzakta yaşayan bizler ne kadar uzakta da olsak;
kalben Divriği'yle birlikte yaşamaktayız. Biz Divrikliler sosyal
konularda dayanışmayı sevdiğimiz için yurdumuzun her
köşesini memleketimiz bilip sahiplenmekteyiz.
İşte gönül verdiğimiz yurdumuzun bir köşesinde bir köyde
yine böylesi faaliyetlerin birinden yeni döndüm. Konu ağaç
dikmek, hem de Atatürk Ormanı oluşturup, Ozanlar adına
fidanlar dikmek olunca; inanın yapılan "Gelir misin?" teklifine
dayanamadım. Hem ozanlarımızı anacağız, hem ağaç
dikeceğiz, hem yeni yerler görüp yeni dostluklar edineceğiz.
Cebimizden paramızı, zamanımızı, uykularımızı harcasak da
buna değer bir çalışmaydı. Nihayetinde de öyle oldu. Gerek
biz gerekse köylü canlarımız hüzünlenip, ağlayarak gözyaşları
içinde ayrıldık.
Evet artık benim ikinci bir köyüm oldu. Adı; Kaşanlı Köyü,
Maraş'ın Afşin İlçesine bağlı Binboğa Dağları'nın yanında
üzeri çıplak kayalardan oluşan yoksul bir Anadolu Köyü. Kürt
ve Alevi yurttaşlarımızın yaşadığı bir köy. Geçimi tarım,
hayvancılık, arıcılık ve de Almancılık. Köyün çocu özellikle
Maraş Katliamı sonrasında İngiltere'ye gitmiş. Şimdilerde
bazıları modern evler yaptırıyorlar, genellikle sac çatılardan
oluşan bildiğimiz köylerden. Köyde iki market var. Markette
ekmek ve tavuk da satılıyor. Bütün çevreyi etkileyen Termik
Santralı kocaman devasa yapısı ve göçük sonucu toprağa diri
diri gömülen insanlarıyla teknolojinin acımasızlığını dayatan
bir yapı. Gündüzleri beyaz geceleri kara zehir kusan
dumanların bu köye ulaşması köylüyü rahatsız etmektedir.
Termik santral kaynaklı hastalıklara karşı yöresel duyarlılığa
dikkat çekmek ve ozanlar adına birer fidan dikmek için
İstanbul‟dan bir otobüs dolusu duyarlı insan ve çevre illerden
katılanlarla oradaydık. Bu etkinlik İstanbul Çevreci Çağdaş
Kadınlar Derneği ve Kaşanlı Muhtarı Yusuf Güzel'in
öncülüğünde yapıldı. Etkinliğe Başta Afşin Kaymakamı Faik
Arıcan olmak üzere Orman İşletmesi yetkilileri yerel basın Tv
10, Medya Tv ayrıca bizim bu etkinliğimize gülleriyle destek
veren Afşin hayır derneklerinden bir grup katıldı. Etkinlikte
1050 ağaç dikildi.Bu etkinliğe Umut Damlası Engelliler
Derneği, çok sayıda ozan, Alevi Dernek ve şahsiyetleri de
katılarak destek sundular. Saygı duruşu, İstiklal Marşı
konuşmalar ve plaket töreni ardından fidan dikim alanına
gelindi. Dağ rengarenk giysilerle fidan diken insanların
oluşturduğu gelincik tarlası gibiydi. Yöre ozanlarından Aşık
Meçhuli'nin mezarı başında yapılan anmanın ardından Köy
Konağı'nda türküler söylendi lokmalar yendi. Ve veda anı
gelmişti. Hanelerini bir gece de bizlere açan, bizleri yakından
tanıma fırsatı bulan köylülerin sıcak tavırları, gelen konukların
fedakârlığı yüksek sevgiye, sevgi sonucu oluşan gözyaşlarına
dönüştü. Dönüşte insan gönlü kazanmanın mutluluğu
katılımcıların gözlerinden okunuyordu ve kimse yolculuğun
eziyetini önemsemiyordu.
Not :Yer darlığı nedenliyle katılan ozan ve şahsiyetlerden
bahsedemedim.Sevgi ve saygılarımla...
TAM MANASI
Meyilli:eğik,gönül vermiş,
Albenili:alımlı, gösterişli,
Beyhude:Boşuna, yararsız,
Bizatihi:kendiliğinden, özünden,
Cüsse:insan gövdesi,
Cazibe.çekicilik, çekim,
Dalkavuk:yağcı, yalaka,yağdanlık,
Emrivaki:olup bitti
1 MAYIS 2013
SAYI: 50
SAYFA 7
İrtibat: [email protected]
EHLİ BEYT
İBRETLİK
Yazı Dizisi-2
HZ.ĠMAM HASAN
Hz. İmam Hasan ve kardeşi Hz. İmam Hüseyin Peygamberimizin kızı
Hz. Fatıma‟dan (a.s) dünyaya geldiler. Peygamberimiz defalarca
"Hasan ve Hüseyin benim oğullarımdır." Buyurmuştur.
Hz. İmam Hasan (a.s) hicretin üçüncü yılında Medine'de dünyaya
geldi. Yedi yıl kadar değerli büyük babası Peygamberimizin yanında
onun muhabbetli kucağında geçirdi.
Hz. Peygamber hutbe okurken Hz. Hasan ile kardeşi Hz. Hüseyin
üzerlerindeki uzun ve kırmızı elbiseleri ile düşe kalka yürüdüklerini
görünce, hutbesine ara verip, minberden inerek, torunlarım kucağına
aldığı ve önüne oturttuğu, daha sonra da “ Şu ikisini bu şekilde görünce
sabredemedim" diyerek hutbesine devam ettiği kaynak hadis
kitaplarında anlatılmaktadır.
Önce Peygamberimizi ve ondan üç ay ya da altı ay sonra vefat eden
annesini kaybedince, babasının terbiyesi altında büyüdü.
Babası Hz. Ali (a.s) şehit olunca, onun vasiyeti ve Allah'ın emriyle
imamet makamına ulaşıp zahiri hilafeti de üstlendi.
Hz. Hasan'ın hilâfette ne kadar kaldığı kaynaklarda farklı farklı
olmakla birlikte, 6 ay 5 gün olduğu konusundaki görüş en kuvvetlisidir.
Bu müddette Ali (a.s) ve evladına aşırı düşmanlık güden ve yıllarca
hilafet için savaşan Muaviye, İmam Hasan'ın hilafet merkezine karşı
ordu düzenleyip savaş açtı.
Aynı zamanda İmam Hasan'ın (a.s) ordu komutanlarını yüklü paralarla
satın alıp, O Hazretin aleyhine kışkırttı.
Bilahare İmam Hasan (a.s) barışı mecburen kabul edip zahiri halifeti
bazı şartlar altında (Muaviye hilafeti kendisinden sonra kimseye
bırakmak hakkı olmayıp, hilafetin tekrar İmamın kendisine verilme ve
Şialara taarruz edilmeme şartıyla) Muaviye'ye bıraktı.
Böylece Muaviye hilafeti ele geçirdi. Daha sonra Irak'a gelip umumi
bir konuşmasında barış şartlarını çiğnedi. Bütün yollara başvurarak
Ehl-i Beyt'i ve Şiileri çok zor durumlara maruz bıraktı.
ATATÜRK’ÜN HASTA
YATAĞINDA
CELAL BAYAR’I DĠNLEMESĠ
Atatürk, Dolmabahçe Sarayı’nda hastalığı
süresince kaldığı dönemde
zamanın Başbakanı Celal Bayar, sık olmayan
aralıklarlaNönemli konularda gelir, Atatürk’ü meclis
ve hükümet çalışmaları
konusunda bilgilendirirdi.
Hastalığın oldukça ilerlediği günlerden
birinde Celal Bayar ikinci beş yıllık planı arz etmek
üzere Dolmabahçe’ye gelmiştir. Bayar, Atatürk’e
özet dahi bile olsa
bilgi vermeden önemli konularda
kamuoyuna açıklama yapmak
istemiyordur.
15 dakikalık brifing için
müsaadealıp Atatürk’ün
hasta yatağının baş
ucuna gittiğinde durum
değişir. Celal Bayar’ın
açıklamalarıkarşısında
Atatürk ilave sorular
soruyor, çeşitli konularda
bilgiler alıyordur.
Oysa doktorlara göre hasta Atatürk’ün
yorulmaması,
sürekli istirahat halinde olması isteniyordu.
Bu arada Dolmabahçe’de uzun bir süredir refakatçi
olarak kalan Afet İnan içeriye girer.
Atatürk, “Ne için geldiğini anladım;
memleket meseleleri
beni yormuyor, bilakis hayat buluyorum,
otur da sen de dinle,”
der.
Hz. Hasan hilâfeti Muaviye'ye bıraktıktan sonra, geri kalan on yıllık
ömrünü Medine'de geçirmek üzere yola çıktı. Kufeliler onun şehirden
ayrılışı sırasında ağlaşıyorlardı. Fakat o kendilerine hiç
güvenilemeyeceğini söylemekten çekinmedi. Babası Hz. Ali'ye de
yaptıklarını kendilerine hatırlatarak, akıbetlerinin hiç iç açıcı
olmadığını belirterek hallerine acıdığını söyledi.
İmam Hasan (a.s) on yıl süren imamet müddetini çeşitli baskılar altında
geçirdi. Hatta evinde bile can güvenliği yoktu ve bilahare hicretin
ellinci yılında Muaviye'nin hilelerine uyan karısı vesilesiyle
zehirlenerek şehit edildi.
ANKARA VE ĠSTANBUL
ġEHĠRLERĠNDEN BĠRĠNĠN
ĠSMĠNĠN
“ATATÜRK”
OLMASI HAKKINDA
Falih Rıfkı Atay anlatıyor:
Ankara ve İstanbul şehirlerinden birinin ismini
“Atatürk” yapma
hakkında kanun teklifi hazırlanmış, Atatürk’ün
bilgisine sunulmuştu.
Kanun teklifini okuduktan sonra Atatürk
“Kendinizi
İmam Hasan insani değerlerde babasının hatırası ve ceddi Peygamberin
aynasıydı. Peygamber hayattayken Hasan ve kardeşi Hüseyin, devamlı
Peygamberimizin yanındaydılar.
zora sokmayın, bir ismin tarihe
mal olması için şehir adlarına sığınmaya
gerek yok. Tarih zorlamayı değil, fikirleri
daha çok benimser,”
demiştir.
Hz. Hasan'ın cenazesine Medine valisi de katıldı. Hz. Hüseyin, cenaze
namazını kıldırmayı valiye teklif etti. Vali de teklifi kabul etti ve
cenaze namazım kıldırdı. Cenazesine çok sayıda kişi katıldı, hatta
"iğne atsan yere düşmeyecek" kadar kalabalık vardı . Hz. Hasan vefat
ettiğinde 47 yaşında idi
Hz. Peygamber'in soyu torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'in
çocukları vasıtasıyla devam etmiştir.
SAYFA 7
ÜCRETSİZDİR
1 MAYIS 2013
SAYI: 50
SAYFA 8
MUSTAFA TARAKÇI
Yrd. Doç. Dr./ Em. Kur. Alb. Alb.
[email protected]
BDP’YĠ CHP’YE TERCĠH ETMEK
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu bir insanda bulunması gereken bütün iyi
meziyetlere sahip birisi. Dürüst, çalışkan, alçakgönüllü, sevgi dolu, iyi eğitim
görmüş,her konuda oldukça donanımlı,siyaseti bütün saf ve temizliğiyle yapan
biri.Ama alışılagelen siyasi kişilik mi?Kimine göre hayır.Onlar siyaseti fırsat
kolama,rakibini tuzağa düşürme,keseri daima kendi önüne yontma,kırıcı
konuşma,yandaş kollama olarak algılıyorlar...
Kürt meselesi konusunda, kendisi de Kürt kökenli olan Sayın Kemal Kılıçdaroğlu
baştan beri barıştan, çözümden yanaydı. Hatta bu konuda iktidar partisine ilk öneriyi
götüren de O oldu. Gelin şu meseleyi Meclis çatısı altında çözelim; yasal düzenlemeler
neyse onu birlikte yapalım, şu mesele bitsin” dedi. AK Parti bu öneriye sıcak bakmadı.
Bu mesele CHP-AKP işbirliğiyle çözülürse bundan CHP yarar görür gözüyle bakıldı.
AK Parti bu konuda, Kürt meselesinin çözümü konusunda CHP yerine BDP‟yi tercih
ederse, Onunla işbirliği yaparsa, BDP‟de bundan siyasi olarak nemalanır ama bu
nemalanma CHP‟ nin ki kadar AK Partiye zarar vermez. Diyelim 30 milletvekili 40
olur. Bu da AK Partinin siyasi geleceğini önemli ölçüde etkilemez.
Ama CHP bu konuda Halkın, özellikle de Doğu ve Güneydoğu‟nun teveccühünü
kazanır,oyunu 125‟den 200‟e çıkarırsa MHP ile koalisyon yaparak ciddi bir iktidar
alternatifi olabilirdi.
Bunun yanı sıra CHP ile işbirliğinin başka bir mahzurlu tarafı da vardı. O da
Başkanlık Sistemiydi.
İrtibat: [email protected]
Öcalan‟ın görüşme tutanağının Milliyet Gazetesine yansımasından öğrendiğimiz
kadarıyla Öcalan Kürt Meselesinin çözümü sonunda, alacağı tavizlere karşılık, özellikle
AKP Liderinin istediği Başkanlık Sistemine sıcak bakacaktır.Asıl AK Partiye çözüm
ortağı konusunda cazip gelen husus bu olsa gerek.
CHP‟nin Başkanlık Sistemine yanaşmaması, Parlamenter Sistemde kalınmasında ısrarcı
olması AK Partiyi BDP „ye yanaştırdı.
CHP iyi mi etti, kötü mü etti, başkanlık sistemi bu kadar kötü müydü yaşayıp göreceğiz.
Bir de şu var tabii, Çözümün AKP-CHP arasında olması halinde, BDP-PKK-İmralı buna
ne kadar uyabilirdi ki? Silahların bırakılması, dağdan inilmesi, çözümü siyasette arama o
kadar kolay olacak mıydı?
Tüm bu ve benzer muhakemelerden dolayı çözüm APO üstünden arandı.14 yıl
uykusunda uyuyan Öcalan uyandırıldı, ayağa kaldırıldı,”Sen n‟eymişsin be abi”
dedirttirildi ve bu günlere gelindi.
Korkarım Öcalan layık olduğundan fazla değere ulaşmaz!
ÖZEL NOT: Sevgili dostum Muharrem Karahan,bu sayıdaki köĢe yazısında
benden söz etmiĢ.Duyarsız kalmak saygısızlık olurdu. Ona kısa cevabımdır:
Muharrem Bey, elinize sağlık. Bir Tarakçı'yı övüp, diğer bir Tarakçı'yı yermiĢsiniz. Can
sağ olsun. Sizin tarafınızdan suçlansam bile ben bu yazıyı yayınlarım. Bu Gazetenin
yazarları özgürdür. Kalemleri, Milli Menfaatlerimiz halel getirmenin, yasalara ters
düĢmenin dıĢında her Ģeyi yazabilir. Ancak, Ģunu hatırlatmadan geçemeyeceğim. Maalesef
ben sizin kadar teoriye saplanıp kalmıyorum ve dahası yargıya da güven duymuyorum.
Yargı Balyoz davasında verdiği kararlarla beni hayal kırıklığına uğrattı.18 yıl dile kolay!
Kamu vicdanı isyanlarda olsa bile gerçek bu! Yargıya yasal müdahale ile dur diyen, MĠT
MüsteĢarını yargının önünden çeken BaĢbakan'dı. Yasamanın gücüydü. Ben Yasamanın
gücünü yargının önünde görüyorum. Malum, HSYK' daki ve diğer mevzuattaki
düzenlemeleri de nihayet Meclis yani yasama yapmıĢtır. Eskiden olsaydı belki ama yargı da
da çok Ģey değiĢti değil mi?
UYKU ÖLÜMÜN PROVASIDIR. LÜZUMUNDAN FAZLA UZATMA.
Çin Atasözü
AHMET YOZGATLI
Öğretmen (E)
Divriği Tabiat Varlıklarını
Koruma Derneği Bşk. Yrd.
BU İŞE DUR DEMELİYİZ
Tüm yurdumuzda son yıllarda elektrik ihtiyacımızın giderilmesi için bir HES (Hidro
Elektrik Santralleri) yapımı başladı. Divriği’de Mursal Barajı ile Kurteşen arasında
yapılmış santreller var.Öyle ki yazın hemşerilerimiz bahçelerini tarlalarını sulama
yazken biz onlara su veriyoruz,verilen suyuda Lıh Çayına tekrar vererek sulamada
kullanamadan geri çaya akıtıyoruz.Nedenine gelince bu kişiler bunları yaparken
yaptıkları sözleşmede su verme garantisi ile yapılmış.Yani bahçen tarlan susuzluktan
kurusa hiç önemli değil sadece önemli olan bu santrale su vermek.
Zamanında şehrin ortasından geçen bir çayımız vardı. Mındar Çayı bunun bazı
yerlerinde üzerini kapattık şimdi de Çift Köprünün ordan itibaren iki yanına beton duvar
yaparak kanal içerisine alınıyor. Bütün şehirlerde yapay dereler yapılırken biz tabi
deremizi kaldırdık. Bu da bizim ayıbımız.
Tüm Divriğililer olarak bu kalyondaki su yatağının değişimini engellemek için elbirliği
ile karşı koymalıyız. Çok istiyorlarsa eski barajımızı onararak yeniden faaliyete
geçirilebilir.
Şehrimizde mezarlıklarımızı kaybettik sesimiz çıkmadı, hamamlarımızı yıktık sesimiz
çıkmadı, kiliseleri yıktık sesimiz çıkmadı, Mındar Çayı üzerindeki tarihi köprüleri toprak
altına aldık sesimiz çıkmadı, şehrin ortasından geçen çayı kapattık yine sesimiz çıkmadı.
Bunlar hep kaybımız. Gelin el ele verelim hep birlikte hiç değilse kaybettiklerimizi göz
önüne alarak şu kalyonumuza sahip çıkalım o güzelim kalyonu kaybetmeyelim.
Elimizden ne gelirse onu yapalım. Hiç değilse sesimizi duyuralım bir şey yapmadık
demeyelim.
Şimdi Çetinkaya ile Burmahan arasında yedi tane HES yapımı planlanmış. Uzungilin
değirmenin önündeki demiryolu köprüsünü bilirsiniz işte oradan çayın suyu boru ile
veya Kestoğanı delerek suyu yükseğe çıkarıp Burmahan yakınlarına yapılacak olan
santrale su verilecek. Düşünsenize Kestoğan Kalesi önünde büyük su boruları geçecek
veya o kayaları delmek için patlayıcı kullanarak su geçirilecek. O tarihi kale
Anadolu’nun en eski kalesi önünde ne güzel bir manzara olur.
Bir de o kalyonu düşünmek gerek. Zaten bizim çayın suyu yazın tabiri caizse bir dere
misali su olmakta bu suyu da biz diğer tarafa aktarırsak o kalyon ne duruma gelir hiç
düşünmüyoruz. Çay boyunca otu, çöpü, börü, böcüğü düşünen kimse yok o kalyon
kaybolacak. Elektrik üretimine karşı değilim ama bunu yaparken tabiatı çevreyi
bozmadan yapmamız gerekmez mi?
ÇANAĞINA NE DOĞRARSAN KAŞIĞINA O ÇIKAR.
1 MAYIS 2013
SAYI: 50
SAYFA 8
ÜCRETSİZDİR
1 MAYIS 2013
SAYFA 9
SAYI: 50
İrtibat: [email protected]
Müslüman bir devlette ekonomi toplumun refahı için vardır. Temel ihtiyaç
maddelerinin fiyatını denetlemek halkı hayır işine yönlendirmek servetin toplum içinde
yeniden bölüşülmesini sağlamak devletin görevleri arasındadır. Yeniden bölüşümde
“bir tahsis merkezi” olarak vakıflar önemlidir. Sınırlıda olsa Osmanlı’da kar amacı
güdülerek yapılan tefecilik, bankacılık gibi kapitalist piyasa ekonomisi uygulamaları
görülür. Bu uygulamalar sınırlı kaldığından Batıdakine benzer bir gelişme Osmanlıda
yoktur.
Dr. Meral Avcı Delipınar
.
OSMANLIDA EKONOMİK ZİHNİYET
Osmanlı İmparatorluğu’nun ekonomide temel ilkesi kamu gelirlerini
ekonomi dışı amaçlarla azamiye çıkartmaktı. Bunun için de merkezi hazinede mümkün
olduğu kadar çok kıymetli maden biriktirmeyi amaçlıyordu. Osmanlı, bu gelircilik
(fiskalizm) anlayışının yanında askeri gücüde zenginliğin başlıca aracı olarak görüyordu.
Osmanlı âlimlerinden Kınalızâde; servet edinmede ticaret, zanaat ve
tarımın yanında emaretle dört sektörden bahsederken servet, edinen kişinin zulümden,
teaddiden, hayasız faaliyetten, kirli ve aşağılık meslekten uzak durması gerektiğini
belirtir. İktisadi faaliyetler bu sebeple âlâ, evsat ve edna olarak üç kategoriye ayrılır.
Osmanlıda en önemli ve gerekli ekonomik faaliyet tarımdır. Bu sebeple;
tarımsal üretimin artması ve köylünün korunması için çift hane sistemi geliştirilmiştir.
Batılı merkantilist hükümetler sanayi ve manifaktüre ağırlık vererek, kapitalist bir
sistemle, sanayi ve pazar aracılığıyla zenginleşirken Osmanlı fetihle toprak kazanmaya,
lonca sistemi ve toprak tasarrufu ile tarımda devlet kontrolüne önem veriyordu.
Merkantilizm Osmanlı ekonomik anlayışı ile tam bir tezat teşkil etmiştir. Batı
ekonomileri Osmanlı ekonomik anlayışından yararlanıp kendi merkantilist politikalarını
geliştirerek kapitalist çıkarlarına avantaj sağladılar. Osmanlı Avrupa ile ilişkilerinde
kendi geleneksel ekonomik yapısını muhafaza etmiş, Batılı tüccarların imparatorluk
ekonomisinin altını oyduğu 18.yy kadar yerli sanayiyi himaye etmemiştir. Osmanlı Batı
Merkantilizmi gibi bütünlüğü içinde ülke ekonomisini sistematik olarak düzenlemeyi
öngören bir ekonomik doktrine hiçbir zaman ulaşamadı.
Osmanlı, sınırlı pazarda sınırlı mal üretimini denetim altında tutarak sabit piyasada
müteşebbis ruhun ve üretimin gelişmesine engel olmuştur. Rekabetin olmadığı
piyasada halka ucuz ve kaliteli mal üreten yeni teknolojilere yer verilmemesi,
kapitülasyonlar sebebiyle Batıdan ithalatın artması Osmanlı Ekonomisinin
gerilemesinin sebebidir.
MUHALİF OLMAK MÜNAFIK OLMAK DEĞİLDİR.
Muharrem Karahan
Felsefe Öğretmeni ve Psikolog
93 yıl oldu
TBMM‟sinin 93. açılış yıldönümünü içimiz buruk bir şekilde heyecandan uzak, salonlarda,
okul bahçelerinde formalite icabı kutlamak zorunda kaldık. Geleceğimizi emanet
edeceğimiz çocuklarımıza Ata‟mızdan güzel bir armağan olan 23 Nisan Ulusal Egemenlik
ve Çocuk Bayramını da diğer ulusal bayramlarımız gibi yok etmek, unutturmak için
gereken her şey yapılmaktadır.
İşin acı yanı kendi ülkemizde, sanki işgal altındaymışız gibi Türk Bayrağı taşımak,
bayraklarla gösteri yapmak bile suç(!) oldu. Türkiye Cumhuriyetini simgeleyen T.C.
harfleri tüm kurumların tabelalarından silinmeye, tepki görünce de yeniden asılmaya
başlandı. Başbakanın, “bunlardan haberim yoktu(!), ama kaldıranların verdikleri kararların
arkasında durmaları gerekirdi” diye de üstü kapalı desteği vardı.
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı haftası, Diyanetin bir icadı olan ve
hiçbir İslam ülkesinde uygulaması olmayan “Kutlu doğum haftası” etkinlikleriyle gölgede
bırakılmak istendi. Yurtsever askerlerimiz, Üniversite hocalarımız, gazetecilerimiz ve nice
aydınlarımız, yaşına sağlık durumuna bakılmaksızın hapishanelerde ölmeye terk edildi. Ör.
28 şubat soruşturması kapsamında ilk tutuklamalar 12 nisan 2012 de başlamıştı. Ankara
Cumhuriyet Savcılığınca yürütülen soruşturmada 76 asker tutuklanmıştı. Hala iddianame
hazırlanıp da mahkemeye sunulacağı günü bekliyor. Bir seneyi geçti, tutuklu olan bu
insanlarımız hala suçlarının ne olduğunu bilmeden (fi) tarihindeki mahkeme gününü
bekliyorlar. Yazık, hem de çok yazık!. Adalet işkence haline dönüşmemeliydi. Çıkarılan
yargı paketlerinin çoğu terör örgütü yandaşlarına yönelik olarak uygulanmaya başlandı.
Birer birer tahliye ediliyorlar. Sincan Cezaevinde tutuklu olan bir meslektaşımız emekli
sosyolog Albay Alican Türk, cezaevinde yaşanan bir olayı şöyle anlatıyor:
“ Sincan‟daki bütün KCK‟lılar tahliye edildi. Üstelik giderlerken hapishane koridorunda
karşılaştıkları tutuklu bir komutanıma da takılmadan edememişler: Ohooo, siz daha
çoook yatarsınız! Bizim arkamızda siyasi güç var, ya sizin?...”
Divriği İnternet Gazetesinin 49.sayısında genel yayın yönetmenimiz sayın
Mustafa Tarakçı, Başbakana yönelik tutuklu ve hükümlü askerlerimiz için af dileğinde
bulunuyor! Af suçlu insanlar için istenebilir, bu insanlar af istemiyorlar Mustafa bey,
adalet istiyorlar adalet! Türk halkının önünde adilce yargılanmak istiyorlar. Çoğu ortak
mektuplarında şunları yazıyorlar:
“ Hiçbirimiz acındırılmayı, bağışlanmayı ve affedilmeyi beklemiyoruz.
Beklediğimiz kısa sürede mahkemeye çıkıp aklanmamızdır. Tutuklular, sağlık ve yaş
nedeni belirtip tahliye istemeyecek kadar sabırlı ve onurludur. Sabrımız;
suskunluğumuzla, yasal uygulamalarımızla ve ülkemize olan sevdamızla daha da
çelikleşti”.İşte böyle sevgili Mustafa Bey…!
“ Ne Mutlu Türküm Diyene” vecizesini söylerken kendimi mutlu hissetmiyorum. Ben
ancak halkın refah düzeyinin, okuryazar oranının yükselmesiyle kendimi daha çok mutlu
hissedebilirim”. Facebooktaki sayfasından kısaca özetlediğim kadim dostum Hüseyin
Tarakçı‟nın bu düşüncesine ve verdiği rakamlara aynen katılıyorum..75 milyonluk bir
ülkede hala 4 milyonun üzerinde okuma yazma bilmeyeni varsa, okur yazarlarının da
çoğu ilkokul düzeyinde ise, üniversite mezunlarından 500 bini iş bekliyorsa, 5 milyona
yakın insanı işsiz ise, ülkemizin ve Cumhuriyetimizin bütün kazanımları yok pahasına
eşe dosta ve yabancılara peşkeş çekilmişse, kendimizi nasıl mutlu hissedebiliriz ki
sevgili dostum..! Bir haziranda buluşmak dileğiyle tüm hemşerilerime Güzel
Aydın‟ımızdan selam ve sevgiler gönderiyorum….
İYİLİĞE İYİLİK HER KİŞİNİN KARI,
KÖTÜLÜĞE İYİLİK ER KİŞİNİN KARI
1 MAYIS 2013
SAYI: 50
SAYFA 9
ÜCRETSİZDİR
1 MAYIS 2013
SAYI: 50
KONUK YAZAR
BENDE KALAN
Sekiz yıl önce başlayıp, henüz yeni bitirdiğim yayıma hazır kitabın
adını sekiz yıl önce koymuştum. “Dağın Ardı”.
Gidenlerin ardından hiç bir boşluğun dolmadığını henüz
bilmediğim yaşlardaydım. Ölenlerin bile dağların ardında bir
yerlere gizlendiğini sanırdım. Bu yüzden dağların ardını çok merak
ederdim. Orada masal kuşlarının olduğunu, orada çok başka bir
dünya olduğunu düşünürdüm. Daha doğrusu, sonsuzluğu, kapalı
kapıların ardını, duvarların içini, kuytu yerlerdeki derinliğin
gizemini ve kapalı olan her şeyi merak ederdim. O çocuk hâlâ
büyümedi ve masal kuşları da dağın ardında duruyor hâlâ.
Bazen içimden geçenleri sesli konuşmak isterim. Sonra kendimi
frenlerim birden. Tanrının bize çizdiği sınırları aşmak, dağları,
nehirleri aşmak gelir içimden. Tanrı bize de kanat taksaydı keşke
diye düşünürüm. Sonra tanrıya kızarım insanları neden eşit
yaratmadığı için. neden „engelli- engelsiz‟ neden „güzel- çirkin‟
neden „iyi-kötü‟ neden „varsıl-yoksul‟ gibi...sorularla dolar kafamın
içi.( Bu soruların yanıtını yıllar sonra öğrenmiştim). Bütün bunları
düşünürken, beynimin içinde yanmalar olur. Sonra telaşlanırım, ne
yapacağımı, nereye gideceğimi bilemem. Bazen bir yolculuğa
çıkarken içimi tarifsiz hüzün kaplar. Yanıma alacağım kitapları,
giysileri önceden hazırlar, sonra da unuttuklarımı birer birer
koyarım valize. Sonra odanın ortasında bir süre düşünürüm boş
gözlerle. Gitme vakti geldiğinde durur bir daha bakarım odaya,
eşyalara. Kitaplığın raflarını sırayla gezer gözlerim.Bir şehri, bir evi
ve uzun yıllar paylaştığın odayı ve eşyaları üç günlüğüne de olsa
bırakıp gitmek ne kadar zormuş meğer. Bütün bunları yaşarken bir
de özlenen olmak duygusunu düşünürüm. „Özlenen‟ olmak,
yokluğunun farkedilmesi nasıl bir duygu onu bilemiyorum. Işte o
zaman, tek başıma oynadığım bir oyun oluyor hayat. Işte tam da
onlardan birini yaşıyorum. Otobüsün penceresinden dışarıya
bakarken, ardımda bıraktığım evde zaman durdu sanıyorum. Ya da
bunun tersi. „iyi ki gitti. Oh be, ne kadar özgürüz! Kirlettin diyen
yok, şunu getir, bunu götür diyen yok... İç denizimde dolup dolup
boşalıyorum. „merak etme, döndüğünde her şeyi bıraktığın gibi
bulacaksın. Sen yokken de nehir akmaya devam edecek‟ diyen bir
ses yankı yapıyordu kulaklarımda. Özlenmek neydi? Kendin için
bir boşluğu doldurmak mı? Yoksa bir çatlağı kendiliğinden
kapatmak mıydı yoksa? Içimden geçenleri yalnızca rüzgâr
okuyordu. Kelimelerin çarmıhına gerilip duruyordum. Kelimeler
bazen ilmek oluyor, bazen kördüğüm oluyordu göğüs kafesimde.
Içimde yanan mumun eriyip söndüğünü kimse görmüyordu.
Içimdeki fırtına bir an duruyor. Dağın ardını ve masal kuşlarını
düşünüyorum yine...Gülümse, diyordu içimdeki çocuk. Hadi
gülümse. Bak, masal kuşları mektup dağıtıyor sevdiklerine.
Mor menekşeli bahçelerde gezinmek istedim bir an. Otobüs
hızla ilerliyor Içimdeki yalnızlık duygusunu bastırmak istiyordum.
Gözlerim acıyordu. Özleyen bir insanın gözleri acır en çok.
Özleyen bir insanın içi kurt girmiş elma gibidir. Kalabalığın
içinde yalnızlığımın bir anlamı olmalıydı. Böyle tek başıma
duruşumu ben seçmemiştim. Birileri benim adıma karar vermiş gibi
hayatın eşiğinde öylece bekliyordum. Kendimle öyle doluyum ki,
başka bir şeye yer yok. Bir ara durdum. Gelincikleri seyrediyorum,
mavi mor, sarı çiçekleri. Işte biz varız ya, der gibi bir ses
duyuyorum. Gülümsüyorum. Dalıp gidiyorum. Uzun bir yolculuğa
çıkıyorum kalbimde. Benim kalbimin ülkesinde sınır yok. Keşke şu
çiçeklerden biri olsaydım. Ressamlara konu olurdum belki. Ya da
yoldan geçen biri başını çevirip bana bakardı gülümseyerek.
Susarken kendi kendimi cezalandırıyorum
Otobüs birden durdu. Unuttuğum bir şeyi hatırlar gibi hızla
kalktım ayağa. Etrafıma baktığımda herkes oturuyordu yerinde.
Utanıp geri oturdum yerime. Yanımdakiyle göz göze geldik birden.
Gülümsedi. Ben de gülümsedim. Herkes gölgesini bir yerlerde
unutmuş, arkasına bakmadan yürüyüp gidiyor. Aslında herkesin
gövdesinde adım adım çukurlar oluşuyor farkına varmadan. Her
çukurda bir acı birikiyor. Aradan uzun yıllar geçse de hiç bir
yaranın üzeri kapanmıyor. Yalnızca kabuk bağlıyor o kadar.
Benim içim Divriği‟ydi özlem. ve güz hep ayrılıktı bende kalan.
15 NİSAN 2013
Arzu
49
KaracaSAYI:
Ayçiçek
SAYFA 10
İrtibat: [email protected]
EN BÜYÜK 10 SAVAŞIMIZ
( Özet Bilgi)
1.MALAZGİRT MEYDAN MUHAREBESİ (1071)
2.KÖSEDAĞ SAVAŞI (1243)
3.ANKARA SAVAŞI (1402)
4.İSTANBUL’UN FETHİ (1453)
5.ÇALDIRAN MEYDAN MUHAREBESİ (1514)
6.MOHAÇ MEYDAN MUHAREBESİ (1526)
7.93 HARBİ (1887-1788)
8.ÇANAKKALE SAVAŞI (1915)
9. SAKARYA MEYDAN MUHAREBESİ (1921)
10. DUMLUPINAR ZAFERİ( BÜYÜK TAARRUZ)
(1922)
Türk ordusu da bir yıllık hazırlık sonucunda
ordudaki asker sayısını 186.000'e yükselterek
Yunan birliklerine yaklaştı. Ancak Türk ordusu
tüm bu çabalara rağmen süvari birlikleri dışında
Yunan birliklerine bir üstünlük sağlanamamış,
ancak bir denge kurulabilmişti.
Saldırı zamanı yaklaştıkça 1 sene önce Sakarya
Meydan Muharebesi'nden önce çıkartılan ve üç
defa süresi uzatılan ve süresi 4 Ağustos'ta sona
erecek olan Başkomutanlık yasasının süresinin
yeniden uzatılması gündeme geldi. Bunun için
Mustafa Kemal Paşa 20 Temmuz'da Türkiye
Büyük Millet Meclisi'nde Ordunun maddi ve
manevi gücü milli gayeyi tam bir güvenle
gerçekleştirecek düzeye ulaşmıştır. diyerek
yasanın uzatılmamasını talep etti, yasa
meclisten geçti ve başkomutanlık yasası süresiz
uzatıldı,
DUMLUPINAR ZAFERİ
( BÜYÜK TAARRUZ)
(1922)
Büyük Taarruz (ya da Büyük Saldırı), Türk Kurtuluş
Savaşı sırasında Türk ordusunun Yunan Krallığı
kuvvetlerine karşı başlattığı genel saldırıdır. 21 Ağustos
1922'de saldırı emri verilmiş, 26 Ağustos'ta saldırı
başlamış, 9 Eylül'de Türk birlikleri İzmir'e girmiş ve 18
Eylül'de de Yunan ordularının İzmir'i terketmesiyle
saldırı sona ermiştir.
Saldırı öncesi hazırlıklar
Ağustos 1922 ortalarında savaşa
katılacak son birliklerin törenle
ve dualarla Ankara Ulus
Meydanı‟ndan cepheye
uğurlanışı.
Türk ordusu
Sakarya Meydan Muharebesi'ni
kazanmış olsa da Yunan
ordularını savaşa zorlayarak yok
edecek bir durumda değildi.
Türk ordusunun büyük bir saldırıya girişmesi için büyük
eksikleri vardı. Bunların giderilmesi için halktan son bir
kez özveride bulunması istendi. Bütün mâli kaynaklar son
sınıra kadar zorlandı ve hemen hazırlıklara başlandı;
subaylar ve askerler saldırı için eğitilmeye başlandı.
Ülkenin tüm kaynakları ordunun emrine verildi. Kapanan
Doğu ve Güney cephesindeki birlikler de Batı cephesine
kaydırıldı.
Öte yandan İstanbul'da da Türk Kurtuluş mücadelesine
destek veren dernekler İtilaf devletlerinin silah
depolarından kaçırdıkları silahları Ankara'ya gönderdiler.
Türk ordusu ilk kez saldırıya geçecekti ve bu yüzden
sayıca Yunan birliklerinden üstün olmak zorundaydı.
Anadolu'da bu dönemde 200.000 Yunan askeri vardı.
SAYFA 10
Saldırı sonrası
Büyük Taarruz'un başladığı günden 4 Eylül'e
kadar Yunan ordusu 321 kilometre geri
çekildi.[7] 7 Eylül'de Türk birlikleri İzmir'e 40
kilometre kadar yaklaşmıştı.[4] 9 Eylül 1922
tarihli New York Times gazetesi Yunan
ordusunun kayıplarının ve Türk ordusunun ele
geçirdiklerinin 910 savaş topu, 1.200 kamyon,
200 otomobil, 11 uçak[5], 5.000 makineli tüfek,
40.000 tüfek ve 400 vagonluk cephane
olduğunu yazdı.[8] Ayrıca 20.000 Yunan
askerinin de esir düştüğünü belirtti. Devamında
Yunan ordusunun savaşın başında 200.000
kişiden oluştuğunu ve şu anda yarısından
fazlasını kaybettiğini ve Türk süvarilerinden
dağınık halde kaçan Yunan asker sayısının
ancak 50.000'i bulabildiğini yazdı.
9 Eylül'de Türk birlikleri İzmir'e girdi. 11
Eylül‟de Bursa, Foça, Gemlik ve Orhaneli, 12
Eylül‟de Mudanya, Kırkağaç, Urla, 13 Eylül‟de
Soma, 14 Eylül‟de Bergama, Dikili ve
Karacabey, 15 Eylül‟de Alaçatı ve Ayvalık, 16
Eylül‟de Çeşme, 17 Eylül‟de Karaburun,
Bandırma ve 18 Eylül‟de Erdek Yunan
işgalinden kurtarıldı]
ÜCRETSİZDİR

Benzer belgeler

Yeni Divriği Gazetesi SAYI-5

Yeni Divriği Gazetesi SAYI-5 Bu tanım hepimiz tarafından bilinir. Yani devlet dindar ile dinsizi aynı sevecenlikle bağrına basacak,

Detaylı

Yeni Divriği Gazetesi SAYI-54

Yeni Divriği Gazetesi SAYI-54 günün anlam ve önemini vurgulayan bildiri, CHP İlçe Yönetim Kurulu üyesi Veteriner Hekim Mustafa Koçkaya tarafından okundu. Cumhuriyetin temellerinin atıldığı, Milli Mücadele‟nin demokrasi ve hukuk...

Detaylı

Yeni Divriği Gazetesi SAYI-8

Yeni Divriği Gazetesi SAYI-8 sivil bir anayasa yapılması söz konusudur. Biz bugün kaba hatlarıyla siz değerli Yeni Divriği İnternet Gazetesi okurlarına mevcut anayasanın hangi konuları içerdiğini hatırlatmak istedik. Yeniyi ka...

Detaylı

Yeni Divriği gazetesi SAYI

Yeni Divriği gazetesi SAYI Hocamızı dinledik sonra Onun da teşvik ve arzusuyla farklı görüş ve önerileri de ortaya koyduk. Mahir Tevrüz Hocamız Sivas’ta önce Sayın Vali ile görüştü. Daha sonra da Milli savunma bakanı ve Siva...

Detaylı

Yeni Divriği Gazetesi SAYI-55

Yeni Divriği Gazetesi SAYI-55 beklememizin daha uygun olacağını ifade etti. Sayın Malik Ecder Özdemir’de bu konuda bağlayıcı bir şey söylemeye yetkili olmadığını ifade ile, en adil ve en uygun bir yöntemin geçmişte olduğu gibi ...

Detaylı

Yeni Divriği Gazetesi SAYI-31

Yeni Divriği Gazetesi SAYI-31 Palanga’nın sulanması için Baraj talebinde bulunur. Bu talep 1993 yılında Mursal Barajı ile hayata geçer. Ancak, DSİ tarafından yapılan sulama kanallarında aksaklıklar, eksiklikler olduğundan Divri...

Detaylı

Yeni Divriği Gazetesi SAYI-32

Yeni Divriği Gazetesi SAYI-32 arazinin azlığı, artan aile nüfusu nedeniyle arazilerin bölünmesi, küçük baş hayvancılığın tama yakın yok olması, 1938lerde kurulan Divriği Demir Madenlerinin işletme ömrünün ve verimliliğinin azal...

Detaylı

Yeni Divriği Gazetesi SAYI-6

Yeni Divriği Gazetesi SAYI-6 Sayın Divriği Kaymakamı ile birlikte Rektör Prof. Dr. Faruk Kocacık’ı ziyaret etti.Her zamanki gibi sıcak ilgiyle karşılandılar. Rektör Kocacık’a önce hayırsever işadamımız Sayın Mehmet Bıyık’ın Tu...

Detaylı

Yeni Divriği Gazetesi SAYI-23

Yeni Divriği Gazetesi SAYI-23 günün anlam ve önemini vurgulayan bildiri, CHP İlçe Yönetim Kurulu üyesi Veteriner Hekim Mustafa Koçkaya tarafından okundu. Cumhuriyetin temellerinin atıldığı, Milli Mücadele‟nin demokrasi ve hukuk...

Detaylı

Yeni Divriği Gazetesi SAYI-43

Yeni Divriği Gazetesi SAYI-43 günün anlam ve önemini vurgulayan bildiri, CHP İlçe Yönetim Kurulu üyesi Veteriner Hekim Mustafa Koçkaya tarafından okundu. Cumhuriyetin temellerinin atıldığı, Milli Mücadele‟nin demokrasi ve hukuk...

Detaylı