karatay sanat-edebiyat

Transkript

karatay sanat-edebiyat
KARATAY
SANAT-EDEBİYAT
BU SAYIDA
YIL:1 SAYI:4 * MAYIS-2014
1-Çıkarken (Mustafa CEYLAN)…………………..…………2
2-Şiir ve Deneme(M.Şevket ATALAY)………………….3
3-Sayilir mı?(Ozan Maksudi/Osman Dağlı)………..4
4-Hüdavendiigârca Tahmis-I Dua(M.Ceylan)………5
5-Halk Şiirinde Aşk ve Tepki(Aşık Sarıcakız)………..6
6-Yarnsız Adam (Yusuf BOZAN)………………………….8
7-Gel Ey Denizin nazlı Kızı(Rukiye ORHAN)………..9
8-Seven Cefakârdır (Osman ÖCAL)……………………..10
9-Konuk Üstad Rasim KÖROĞLU…………………………11
10-Benim Sevgim (Özlem ŞAHİN)………………………13
11-Aşk Doğuya-Ölüm Batıya(Harun YİĞİT)…………13
12-Kadindi Adı (Arzu Şen)…………………………………..14
13-Mahallenin Kızları (Ökkeş ÖZTÜRK)………………14
14-Karatay’dan Resim kareleri……………………………15
15-Konuk Üstad Sabit İNCE…………………………………16
16-Lavinya (Özdemir ASAF)………………………………..17
17-Sanatin Gücü (Harun YİĞİT)………………………….18
18-Ağladim (Mustafa CEYLAN)………………………….19
19-Sensiz Olmuyor (Ali İRŞİ)………………………………19
20-Haberin Olsun (Selingül KIZILTAN)……………….20
21-Temel Fıkraları……………………………………………..20
22-Bir Of çektim (Refika DOĞAN)……………………..21
23-Neler Gördüm (Prof. Dr İsmail YAKIT)…………..23
24-Git (İhsan ERTEM)…………………………………………24
25-Atom Çağı (Orhan BAHÇIVAN)……………………..25
26-Adalar Görünür (Muhsin DURUCAN)…………….26
27-Bendedir (İbrahim SAĞIR)…………………………….26
28-Basında Karatay…………………………………………….26
29-Rahmanla Rulet(Murtaza VURAL)………………..27
30-Ben Ankara’yım (Aşık Haydarî)……………………..28
31-Anadolu Kadınları (Nazmi ÖNER)…………………29
32-Aşk Bir Yular (Prof. Dr Asım YAPICI)……………..29
32-Romantik Test (A. Ünal ÇAM)……………………….30
33-Şair Tipleri (Coşkun KARABULUT)………………...31
34-Başimiz Sağolsun………………………………………….32
Konuklarımız :
Rasim KÖROĞLU-Sabit İNCE
Sahibi :
Bekir ÇAKAL
Yazı İşleri Müdürü:
Mustafa CEYLAN
[email protected]
0535 622 43 16
Genel Yayın Müdürü
Harun YİĞİT
İLETİŞİM :
KARATAY MEDRESESİ
MÜZE-CAFÉ
Karadayı Sokak No:3, 07020 Antalya
TEL: 0242 248 48 08
www.karatayfm.com
e-mail : [email protected]
ANTALYA’DA
Dergimiz, basın meslek ilkelerine uymaya söz
vermiştir.
SANATIN YENİ
Dergimiz, Antalya Karatay Medresesi Müze Café
Kuruluşunun kültür ve sanata yönelik bir çalışması
olup, ücretsizdir. Dergimize gönderilen her türlü
esere telif hakkı ödenmez. Yayınlanan eserlerin
hukuki sorumluluğu eser sahibine aittir.
Gönderilen eserler iade edilmez.
ADRESİ
KARATAY
MEDRESESİ
*
1
Gene bu ay içinde rahmete kavuşmuş
üstadlarımızı da minnet ve şükranla anacağız.
ÇIKARKEN- Mustafa CEYLAN
Antalya, Haziran-Temmuz-Ağustos aylarında
sıcakların içine girer. Hele ki “poyraz”I esmeye
görsün. Meltem serinliğini arar dururuz. Altın
kumsalımız yerli ve yabancı konuklarımızla
elbette dolup taşacak. Bu sene, bakalım yeni
Belediye yönetimimiz Konyaaltı sahilinde yeni
bir uygulamayı sunacağa benziyor. İnşallah
hayırlı ve güzel olur diyoruz. Bu yaz
sıcaklarında, her ayın onbeşinde yapmakta
olduğumuz etkinliklerimize ara vermeyi, Eylül
15 inden itibaren yeniden, yeni dönemde
şiirsel
yolculuğumuza
KARATAY
MEDRESESİ’nde
devam
etmeyi
düşünmekteyiz.
Karatay Medresesi’nde her ayın 15’inde saat
15:00 de başladığımız şiire dair yürüyüşümüz,
Mayıs ayında, Türk şiirinin iki güzide ustasını
konuk ederek devam edecek. Rasim KÖROĞLU
ve Sabit İNCE üstadlarımızı Karatay
Medresesinde ağırlayacağız. Elbette ki,
ustalarımızın sergileyeceği müthiş performans
hepimizin anılarında iz bırakacaktır. Fakat, bu
ay, ülkemizin yaşamakta olduğu SOMA
FACİASI hepimizi derinden üzmüştür. Şairler,
hep güzel ve iyi olanı söylemez, çıpırmaz.
ANADOLU AĞITLARI vardır asırların arasından
süzülüp gelir. Yüreğimizden, can evimizden. Ve
ülkemizin yaşamakta olduğu bu acıyı dile
getirecek, ihmal ve hataları söyleyecek,
acılarımızı anlatmaya çalışacağız. İşçilerimizin
önemli sorunlarından olan “iş güvenliği ve işçi
sağlığı” başta, çalıştırılma şartları, iş yerlerinin
insane sağlığına bakışı ve yaklaşımı, alınması
gereken zaruri ttedbirleri de söylemeden
geçmeyeceğiz. Acımız büyük. 301 şehidimiz
var. Yerin metreerce altında çalışıp, çoluk
çocuğuna aş ve ekmek parası götürmek için
çalışan madencilerimizi rahmetle anacağız,
dualar göndereceğiz, şiirler sunacak, ağıtlar
yakacak ve duygularımızı dile getireceğiz. Hiç
şüphesiz eğlence ve saz olmayacak ama
ozanlarımız ve şairlerimiz ile ülkemizin bu en
önemli konusuna hep birlikte parmak
basacağız.
KARATAY MEDRESESİ, bir Dünya Kenti olan
Antalya’da musikinin, şiirin ve gönül
dostlarının buluşma yeri olma özelliği ile lider
konumuna gelmek üzeredir. “Ben” yerine
“Biz” anlayışıyla yönetilen işletmede güleryüz
ve sevgi ön planda olduğu sürece de
MEDRESEMİZ Antalya Kültür ve Sanatına kalıcı
imzalar atmaya, anılar biriktirmeye devam
edecektir.
Antalya’mızda başta ANSAN olmak üzere,
ANŞOYAD, ANTALYA KÜLTÜR VE SANAT
GÖNÜLLÜLERİ VAKFI, DOLUNAY PLATFORMU,
DOLUNAY DOSTLARI gibi kuruluş ve girişimler
şiir öncelikli, fakat musiki ağırlıklı etkinlikler
düzenlemeye devam etmekteler. Mayıs ayı
içinde Ansan’ da ŞİİR GÜNLERİ’ nin olacağını ve
konuk şairin de AHMET TELLİ olacağını
şimdiden müjdelemek isteriz.
Bu arada Alanya’da “Güncel sanat Dergisi”
sahibi Arslan Bayır ve öğretmen dostumuz
Ahmet Ünal’ın çabalarını da görüyor, AlanyaAntalya birlikteliğinin kültür ve sanata
yansımasını da bekliyoruz.
Mayıs ayında anneler günü olduğu gibi, 29
Mayıslarda
İstanbul’un
fethini
de
unutmayacağız.
Gelecek sayılarda
selamlar, saygılar…
2
buluşmak
umudu
ile,
ŞİİR VE DENEME
desen ha keza. Kediden beklenmez
bile.
M. Şevket Atalay
Şiir tanımlamasına ise en çok aşk
yakışır. Aşkın dile gelişidir şiir ve aşk
üstünedir şiirlerin büyük bölümü. Aşık
içinse
sevgilinin
karşılık
verip
vermemesinin hiç mi hiç önemi yoktur.
İtilip kakılan "köpek gibi" tanımlaması
da biraz böyle değil midir aşıklar için?
Ya vatan şiirleri? Vatan şiirlerinin sesi
coşkusu yüksektir. Şiir yükseltmiştir
sesini ve haykırır "benim vatanım
burası, bana emanet, koruyacağım
kanımın son damlasına kadar."
Köpekte böyle korumaz mı sahibinin
bahçesini? Durun kızmayın, konu
edilen benzetilen vatan sevgisi değil
vatan şiirleridir. Konusuna ve sesine
göre diğer şiir türleri için çoğaltabiliriz
köpekli benzetmeleri. Haydi, şiir için bu
yaptığım
benzetmeleri
bir
kedi
üzerinden
yapın
bakalım
becerebilirseniz.
Ne çok dolanmıştır Salah Birsel, şiir ve
deneme arasında. Hem ikisinde de çok
güzel eserler vermiş hem de ikisini de
kendine göre tanımlamıştır. Bir tek
ikisinin farkını anlatırken zorlanmıştır.
Kıyısında dolanmış, ordan girmiş
burdan çıkmış lakin şiir ile denemenin
farkını bir türlü toparlayıp noktayı
koyamamış belki de özellikle ikisi
arasına bir nokta koyup bu ikiliyi
ayırmak istememiştir. Salah Birsel'i
okurken hissettiğim, kesin hatlarla bu
iki sevgilisini tanımlamak yerine biri bir
kolunda diğeri öteki kolunda birlikte
gezmek istediğidir.
Salah beyin bu konuda yazdıklarını
okurken hep aklıma takılıp durmuştur,
şiir ile denemenin farkı tanımlanabilir
mi? Kısa bir süre önce Ahmet Haşim'i
yeniden okurken (ki Ahmet Haşim,
Türkçe deneme yazanlar içinde Salah
Birsel'in en çok takdir ettiği kişidir)
düştü aklıma. Bunların ikisi de kedi
severdir. Ve bana göre ikisinin de
denemeleri şiirlerinin önündedir.
Deneme dediğinse özgürdür. Dolaşır
orda burda. Kuşkusuz aşk üzerine de
deneme yazmaya çalışanlar var.
Bence bunlar, denemeden çok şiirsel
metinlerdir. Aşk tutkudur ve tutkunun
olduğu yerde özgürlük tam öğle
güneşindeki gölge kadardır. Son
zamanlarda çoğaldı böyle metinler.
Televizyonlarda ve radyolarda sıkça
duyar olduk diksiyonu düzgün kulak
dolduran seslerden böylesi metinleri.
Şiir desen şiir değil ama şiirsel.
Şimdi, sözü fazla dolandırmadan asıl
konuya girelim ve geçelim bir kalem şiir
ve deneme için yapılmış sözlük
tanımlamalarını. Ben size şiir ile
deneme için iki mahlukatın doğuşsal
özelliklerinden
yola
çıkacağımı
söyleyip "biri kedi biri köpektir" desem,
biraz düşünüp benim gibi "öyleyse şiir
köpektir, deneme kedi " der misiniz?
Deneme dediğin dolaşmalı biraz evde,
biraz ciğercinin önünde. Aklına eserse
takılmalı köşedeki parka birkaç gün.
Sordurmalı "nerde şimdi bu kedi?"
Aslangillerden olduğundan olsa gerek
kuyruğunu
kıstırmaz
bacaklarının
arasına, kesinlikle çaresiz değildir. Ya
Hepimizin malumudur. Köpek aşıktır
sahibine ve sadıktır. Ya kedi? Kediden
tutkun bir aşık asla olmaz. Sadakat
3
da en azından gizlemeyi başarır. İyi
yazılmış bir deneme de böyledir söz
sıkışsa yazının bir yerinde, kalem
erbabı sıçratıverir okuyucuyu bir başka
konuya. Şiirde ise hakim duygu ve ses
egemendir esere, istediği kadar
serbest ölçü yazsın şair geçemez
başka duyguya. O geçse, okur
geçemez ve şiiri okurken başlar
söylenmeye
"dam
üstünde
saksağan..."
İyi bir köpek düşkünü ve kedi sevmez
olarak şiir yazmam gerekirken deneme
yazmam bir çelişkiyse de nitelediğim
bu tanımlamalar umuyorum ki beni bu
yolculuğa
çağıran
Salah
bey'in
paçasına sürünür ve miyavlar bir başka
zaman diliminde.
MAKSUDÎ /Osman DAĞLI
SAYILIR MI ?..
Havayı hevesle dervişim diyen
Derğahı alide er sayılır mı?..
Saç sakal bırakıp hırka şal giyen
Kamiller katında pir sayılır mı?
Her pazarda türlü renge uyanlar,
İkrar verip ikrarından cayanlar,
Kendin çoban halkı sürü sayanlar
Esiri’nefs olan hür sayılır mı?..
Sakiler dem sunar meyhanelerden
Yanmayı öğrendik pervanelerden
Er’olan vaz geçer evsanelerden
Her cebel sineyi tur sayılır mı?..
Pazarı aşk içre sadık olanlar
Mülkü süleymana hükmeder,onlar
Esrarıbilinmez imge tanrılar
Sırrı hakikatta var’sayılır mı?..
Dervişin sevdası pirine ayan,
Bu sırra eremez aşka yanmayan
Hayatı lebinden bade sunmayan
Sakiler içinde nur sayılır mı?
Dağlının nefesi alanlar için,
Bu yolun töresin bilenler için
Ölmeden eveli ölenler için,
Can alıp can vermek zor sayılır mı?.
MAKSUDÎ/ Osman DAĞLI
4
HÜDAVENDİGÂRCA TAHMİS-İ DUA
"İtme Yârab mücâhidîni telef
Yeter a'daya kılma bizi hedef"
Kalksın gayri bu ikilik aradan,
Alevi sünni bir olsunlar can, can
Bölünmekten koru bizi Yaradan;
"Âb-ı rûy-ı Habîb-i Ekrem içün
Kerbelâda revân olan dem içün"
Minareler susmasın, göğü sarsın
Bu ceylânın gülceyle yâre varsın
Tutup saatleri vuslata kursun;
"Çeşmimüz sakla gerd-i ma'rekeden
Cünd-i İslâmı cümle mühlikeden"
İki dilde neymiş, varken Türkçemiz
Bulaşmasın teröre gençlerimiz
Kürt-Türk diye bölünmesin ülkemiz;
"Şeb-i firkatde ağlayan göz içün
Reh-i aşkında sürünen yüz içün"
Mustafa CEYLAN
--------------------------------------------TAHMİS(Beşleme)
Sensin zât-ı mutlak, Evel, Âhir, Hak
Kara gökte nurun etsin infilâk
Yoksula, yetime muştular bırak;
"Ehl-i derdin dil-i hazîni içün
Câna tesîr iden enîni içün"
Tahmis başkasının yazdığı bir gazelin her
beytinin üstüne üçer mısra eklemek
suretiyle yapılan bir nazım şeklidir. Buna
beşleme (yani beşe çıkarma) de diyebiliriz.
Muzaffer et, kahraman ordumuzu
Bayraklaşsın yakalasın sonsuzu
Uyandır sehere şom uykumuzu;
"Eyle Yârabbi lutfunı hem-râh
Hıfzını eyle bize püşt ü penâh"
Bu şiirde,
Beşliğin son iki mısraı, Sultan I. Murad'ın
Kosova sahrasında savaştan evvel yaptığı
duadır ve edebiyat tarihimize mâl
olmuştur.
Milletimin sancağını eğdirme
Hilâlime namahrem el değdirme
Güç, kuvvet ver;ümitsizlik verdirme
"Ehl-i İslâma ol mu'în ü nasîr
Dest-i a'dayı eyle bizden kasîr"
Burada,
Sultan I. Murad'ın gazel tarzı duası aruz
vezni ile kaleme alınırken, biz her beytin
üstüne eklediğimiz üçer mısrada hece
veznini tercih ettik. Bu şekliyle, hece ve
aruzun bir şiirde bir araya gelmesine
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI, "Gülistan" adını
vermişti, biz de GÜLİSTAN-TAHMİS ortaya
koymuş bulunmaktayız...
Ocağımız yansın, bacamız tütsün
Kara zindan gece defolup gitsin
Anadolu yeniden bayram etsin;
"Bakma Yârab bizim günâhımuza
Nazar it cân u dilden âhımuza"
Türk illeri omuz omza versinler
Barış, dostluk çiçeğini dersinler
Düşman hilesini yere sersinler;
5
Hüdai, Nevcivan Bacı, Ferrahi, Mevlüt İhsani ve
daha pek çok ozanın gelip geçtiği bu yolun izini
sürer günümüz aşıkları.
HALK ŞİİRİMİZDE
Âşığı besleyen en önemli duyguların başında
SEVGİ vardır. Ana, baba, kardeş, evlat, dost,
sanat, doğa, vatan, sıla ve Tanrı sevgileri çok
yüce ve kutsaldır.
AŞK VE TEPKİ
İlkin MANYA(Âşık SARICAKIZ)
Yaratılışta canlılar sırasıyla bitkiler, hayvanlar ve
insanlar olarak yaratılmıştır. Tümünün ortak özelliği
doğma, büyüme
ve ölümdür. Birçok alanda
benzerliklerinin bulunmasının yanı sıra, olaylara
tepki vermeleri de ilginç bir durum arzeder.
Ama öyle bir sevgi vardır ki, insanı halden hale
sokar, gurbet gezdirir, diyar diyar dolandırır,
kıvrım kıvrım kıvrandırır. Kâh gökyüzüne çıkarır,
kâh indirir yerin dibine. Çoğu kez ağlatır, bazen
de güldürür. Rezil de eder, vezir de. İşte bu sevgi
,sevgiliye yönelirse bunun adı artık AŞKtır. Bazı
türleri , halk arasında “kara sevda” diye de
adlandırılır.
Bitkiler, basit bir deyimle bünyelerinde koruyucu
ilaveler üretip, yön değiştirebilirler.Hayvanlar
tepkilerini
seslerle,farklı davranış biçimleriyle
gösterirler.
Aşkı en derinlemesine duyan, yaşayan , sitemlerini
dizelerine yansıtan ozan ve şairlerdir. Asırlar
öncesinden sürüp gelen bu sanatı, yaşamın türlü
acılarına olan tepkileri , yaşadığı zaman diliminde
halkına sunan ve duyuranlar yine onlardır.
İnsanlar ise, olaylar karşısında sevinme, üzülme,
kızma, ağlama , vücut dili ile anlatma, vb.gibi birçok
farklı tepkilere başvururlar.Bazıları da , sinema,
tiyatro oynayarak, resim ,heykel yaparak, şiir
düzerek, ağıt, destan yazarak, türkü
yakıp
söyleyerek, enstrüman çalarak, öykü, roman
yazarak ve benzeri biçimlerde tepkilerini sanatsal
boyuta taşırlar.
AŞK, dünya’da her bir şeyin temelidir. Aşksız
yapılan hiçbir işte tat tuz olmaz.
AŞKı en güzel anlatan şairlerden biri Fuzuli’dir.
O, Azerbaycan Türk divan şairidir. Şiirlerinde,
bedensel zevklerden uzak, tasavvufi aşka
duyulan özlem, ayrılık acısı, bazen sitem ve tepki
konularına da değinmiştir.
Halkımızın pek çok duygularını, sitemlerini,
tepkilerini aşıklarımız, ozanlarımız
dile
getirmişlerdir.Halk şairlerimiz, zaman zaman
sınırlandırılmış duygu ve düşüncelerini ; türküler,
koşmalar destanlar, maniler, koçaklamalar,ağıtlar,
öğütler, taşlamalar,güzellemeler,masallar, ninnilerle
dile getirme çabası içinde olmuşlardır.
“Ya Rab bela-yı aşk ile kıl aşina meni
Bir dem bela-yı aşktan etme cüda (ayrı) meni”
Fuzuli , aşk konusunda yazdığı şiirlerin birinde;
“Aşk imiş her ne var ise alemde
İlm bir kıyl ü kal* imiş ancak” demiştir.
*Kıyl - ü kal : Dedikodu imiş.
İşte bu halkın gerçek sanatçıları, kendi
yaşantılarından ve içinde yaşadığı toplumun duygu
ve düşüncelerinden ilham alarak ortaya koyduğu
eserleri, saz çalıp söyleyerek yöre yöre gezip
sanatlarını dile getirirler.
Sevgiyi, çok tadında ve en yalın halde dile getiren
Derviş Yunus:
“İşidin ey yarenler / Aşk bir güneşe benzer
Aşkı olmayan gönül / Bir katı taşa benzer”
diyerek kuralı koymuş. Tanrıya olan sevgisini ise
Yunus’ça şöyle anlatır;
Aşkın aldı benden beni
Bana seni gerek seni
Ben yanarım dün ü günü
Bana seni gerek seni
Aşıklara sohbet gerek
Zahitlere cennet gerek
Mecnunlara Leyla gerek
Bu bir gelenektir. Aşık Garip,Köroğlu, Dadaloğlu,
Ferhat, Kerem, Mecnun, Yunus Emre, Pir Sultan
Abdal ,Karac’oğlan, Nesimi, Serdari, Gevheri, Hıfzı,
Aşık Şenlik,Erzurum’lu
Emrah, Erciş’li
Emrah,Kaygusuz
Abdal,Ruhsati,Kul
Himmet,
Abdal Musa, Dertli, Seyrani, Sümmani, Aşık
Veysel, Derdiment Ana, Reyhani, Murat Çobanoğlu,
6
Ko benim sevdiğim giysin karalar
Yaşamını Selbi’sinin uğruna feda eden Aşık
Emrah’ın yine sevdiği için yazdığı bir şiirin son
kıtası şöyledir;
Ezelden Emrah’a ad olan Selbi
Ateşi bağrımda od olan Selbi
Muhabbeti kalbimde bal olan Selbi
Şimdi eller ile gülüşür mola
Bana seni gerek seni
Cennet cennet dedikleri
Bir kaç köşkle bir kaç huri
İsteyene ver anları
Bana seni gerek seni
Aşık Talibi , aşkın çilesini çekenlerden olduğu
için bir şiirinde tepkisini şöyle ifade ediyor;
Güller açsam bağlar gibi
Gazel döksem çağlar gibi
Altın olsam dağlar gibi
Kıymetimi bilen olmaz.
AŞK, bulutlarda dolaşmaktır ,yağmur olup
gözyaşları ile yıkanmaktır, dağların doruklarına
çıkıp donmak yada ölmeden cehennemdeki gibi
yanmaktır.
Aşkı en güzel anlatan aşıklardan biri olan , Mut
ilçesinin Çukur köyünde mezarı olduğu söylenen
ve 17. Yüzyılda yaşadığı sanılan Karacaoğlan;
çok yer gezip dolanması, her gördüğü güzele
türkü yakması, çalıp çığırması ile ünlü
âşıklarımızdan biridir.
Pir Sultan Abdal; “Aşk deryasın boylayalım
Ummana dalmaya geldim”
diyerek aşkın uçsuz bucaksız bir deniz olduğunu
ifade ediyor.
“Ela gözlü benli dilber/ Koma beni el yerine
Altın kemeri olayım / Dola beni bel yerine
…………
Karac’oğlan der nolayım/Kolun boynuma dolayım
Nazlı yar kölen olayım /Kabul eyle kul yerine”
Dertli ise ‘’DERTLİ aşk yolunda olmuştur irşad”
sözleri ile Aşk yolunda pişip, doğru yolu bulduğunu
anlatıyor.Ama bu pişmenin hiçde kolay olmadığını
da şu mısralarla anlatmış;
“Aşk ehlinde derman sordum alemde
Ne Eflatun bilir, ne lokman yazar”
Dizeleri, bugünün en sevilen türkülerinden biridir.
Huzuri lâkaplı âşığımız,1887’de Artvin’in Yusufeli
ilçesine bağlı Zor köyünde doğmuştur.
Aşkın narına yananlardandır .Bir şiirinden iki dörtlük
şöyledir;
“Yarap, dertli gamlı bir zamanımdır
Sevdiceğim yari benden ayırma
Ümidim, emelim, tende canımdır
Tatlı canımı tenden ayırma
19. yüzyıl halk ozanlarından olan Dadaloğlu’nun dili
aşk şiirlerinde içli ve ince, kavga ve savaş
şiirlerinde ise oldukça sert ve katıdır.
“Dostun bahçesinden yad el geçmesin
Kurutur ha nazlı dilber kurutur
Senin sevdan yüreğimde yağ komaz
Eritir ha nazlı dilber eritir “
Garibim, eylerim ah –ü figanı
Bir gülşen besledi gözümün kanı
Habibin aşkına ey kerem kanı
Huzuri’yi bu gülşenden ayırma
Engin bir deniz olan Halk şiirimizden verilecek
pek çok değerli örnekler vardır.İlerideki aylarda
fırsat verilirse başka konu ve aşıklardan şiir
örneklerini siz değerli, sanatsever dostlarımıza
sunmaya devam edebilirim.
Erciş’li Emrah,Van’ın Erciş İlçesinde doğmuştur…
17. Yüzyılın ilk yarısında yaşamış, hayatı üzerine
“Emrah ile Selvi” adlı halk hikayesi oluşmuştur.
Selbi’sine kavuşamamanın tepkisini şöyle dile
getirir:
“Yine bahar oldu,coştu yüreğim
Akar boz bulanık selli dereler
Sıla derdi, vatan derdi, yar derdi
İflah etmez bu dert beni pareler
İtibar olmazmış yüze gülene
Canım kurban olsun kadir bilene
Kefen yetişmemiş garip ölene
Belki yarin çevresine saralar
Hayal oldu Aşık Emrah halları
Deyin yare gözlemesin yolları
Herkesin sevdiği giyer alları
Aşıklar, ozanlar, şairler, toplum içersinde ,olaylara,
gönül sorunlarına biraz fazla duyarlı, coşkun
yürekli kişilerdir. Bu yaşamı tercih edenlerden biri
de benim.
Değerli dostlar, her aşığın başına çeşitli biçimlerde
gelen bazı olaylar , bende oldukça farklı ve hazin
sonuçlar doğurdu. Şöyle ki;
Aşağı yukarı her insanın gençliğinde yaşadığı
küçük yada büyük bir sevdası olmuştur.Ben de
ortaokul yıllarımda komşumuzun erkek kardeşine
aşık olmuştum.Beni, sevgimizin karşılıklı olduğuna
çok inandırmıştı.Mersin’in Mut ilçesinden olan bu
delikanlının, profesyonel Silifke folklorcüsü olması
7
beni etkilemişti.Öğretmen okulunda öğrenci iken
arkadaşlarımın dışında okul idaresinin dahi haberi
vardı bu
aşktan.Beni tanıyan herkes onu da
tanıyordu. Derken , yaşanan pek çok olay
sonucunda , benden önce iki kez evlenince benim
dünyam allak pullak oldu.İşte benim Halk Ozanı
oluşumun nedeni budur.Adımın Sarıcakız
oluşu ise o’nun Karacaoğlan diyarından
Mut’tan oluşu nedeniyledir. Çok
sevdiğim
Karacaoğlan’ın “Karacakız” adındaki sevgilisine
karşın, sarışın olmam sebebiyle edebiyat
öğretmenimin bana verdiği bu ismi daha sonra
“ mahlas” olarak seçtim.
Tepkiler toplumsal olduğu zaman ayrı bir içerik
kazanır.Bir şiirimden üç dörtlük sunarak sizlere
veda ediyorum.
Fakir döven, mazlum soyan
İnsan mıdır, değil midir?
El hakkın cebine koyan
İnsan mıdır, değil midir?
Elin tarlasını eken
İş uyduran, para çeken
Mazlumun anını yakan
İnsan mıdır, değil midir?..
İstismarcı olur ise
Haraç, rüşvet alır ise
Fikren geri kalır ise
İnsan mıdır, değil midir?..
Olaylar sonrası, okyanus ortasındaki bir küçük
botta hissettim kendimi. Artık dalgaların insafına
kalmıştı yaşamım.Bu nedenle peşpeşe üç Âşık
ile evlendim.Toplam yedi yıllık evlilik deneyimlerim
hüsranla sonuçlandı.Yaşamımın geri kalan
yıllarını bir başıma geçirdim. Kendimi ;
mesleğime, öğrencilerime, âşıklığıma, ve türlü türlü
yan uğraşılara verdim.
Sizlere sağlık ve esenliklerle dopdolu
günler dilerim. AŞKınız sizden ve
sevdiklerinizden hiç eksik olmasın.
İlkin MANYA (Aşık SARICAKIZ)
Bana her fırsatta “seni seviyorum” deyip, gidip
başkaları ile yaşamını geçiren bir başkasını ben
hiç ne görmüş ne de duymuştum.
Yarınsız Adam
Bu olayı ilk kez açıklıyorum.Benimle ilgili
yazılan çizilen kitap ,röportaj, tez çalışmalarında,
radyo televizyon programlarımda, bu olaydan hiç
bahsedemedim ama yaşadığım bu giz bazı
şiirlerimde yer almıştır.
Yaşayamadığım AŞK hakkında bir şiirimi
sizlere sunmak istiyorum:
Bir dünü vardı
Doyasıya yaşamadığı.
Acılarla yaşamıştı bunca zaman,
Acılar öğretmişti ona,
Acımasız olmayı.
Zaman zaman,
Bastı nârayı yarınsız adam;
Öfke dolu bakışları çakmak çakmak olur,
Aydınlatırdı zifiri karanlığı.
Bir dünü vardı yaşamadığı.
Fakir bir mahallede,
Fakir bir yaşantısı vardı.
Bir sevdiği vardı,
Mahalle mektebinde tanıdığı
Ve o aşkla büyüdü,
Büyüttü yüreğinde sevdayı.
O aşkla yaşadı,
O aşkla geçti delikanlılık çağları.
Yüreğinin bir parçası ezildi,
Bir parçası da dünde kaldı.
Yarınsız adam,
Bu yüzden istemedi
Yarınları yaşamayı.
Gönlünün sesine kulak ver, dinle
Ele uyma, takıl aşkın peşine
Sevda bahçesinde gül olmak için
Tohum ol da ekil aşkın peşine
Aşkı tatmayanın bil ki kalbi taş
Aşık sevgilidir, hem de arkadaş
Ayrı kalma aşktan gittikçe yaklaş
Uzak durma, sokul aşkın peşine
Bir aşk vardır , rezil eder cüceltir
Aşk vardır da , hem sarartır, kocaltır
Aşk odur ki, ihya eder yüceltir
İpin kopar, sökül aşkın peşine
Dünyanı zehretme dövüşmek için
Gül de var , bülbül de sevişmek için
Ahrette Kerem’e kavuşmak için
Aslı ol da, yakıl aşkın peşine
SARICA aşk ile bakan körüm ki
İçten içe yanan sönmez korum ki
Bir daha yaşasam gene derim ki
Gönül, fikir, akıl aşkın peşine
Yusuf Bozan
8
Okyanusu'nun tropikal sularında , Avustralya'nın
kuzey kıyısında ve Hindistan'ın batı sahillerinde
yaşarlar. Boyu 2.7 metre, ağırlığı 250-300 kg
civarındadır. Dugonglar'a deniz ineğinin yanı sıra,
bazen deniz domuzu veya deniz devesi de denir.
Dugong yüzyıllarca insanoğlu tarafından eti
ve yağı için avlanmıştır. Tatları sığır etine
benzediğinden günümüzde yasaklanmasına
rağmen Aborjinler tarafından günümüzde de
avlanmaktadırlar. Yavaş çoğalabilen deniz inekleri,
Avustralya kıyılarında 11 bin adet civarında
kalmıştır. Tüm dünyada ise 20 binin altına
inmiştir.Çok iyi hayvanlardır ve sadece bitkileri
yerler.
Dugong'lar yavrularını dişinin vücuunun çok
yukarılarında olan memelerinden beslerler. Bebeği
beslerken anne, emebilsin diye, yavruyu suyun
üzerinde tutar. Uzaktan, yavrusunu emziren bir
Dugong'un görünümü oldukça fazla bir biçimde
bebeğini emziren bir insan annesine benzer. Bu
nedenle, denizlerde rastlanılan böyle manzaraların
deniz kızı hikayelerinin ortaya atılmış olabileceği
düşünülmektedir.
DENİZ KIZI EFTALYA (1891- 1939)
(Eftaliya Yeorgiadi)
Babası bir subay olan babasının,
konuklarına saz çaldığı zamanlarda Eftalya hanım
sıcak yaz gecelerinde bazen babasıyla, bazen de
tek başına, Büyükdere'den sandalla denize açılırdı.
"mehtabiye" denilen musikili boğaz gecelerinin bu
yüzyıldaki bir uzantısı sayabileceğimiz bu sandal
safalarında Eftalya o incecik sesiyle gece boyunca
şarkılar söylerdi. Halk gece karanlığında yüzünü
göremediği, sadece sesini uzaktan duyabildiği bu
esrarengiz genç kıza "deniz kızı " adını takmıştı.
Eftalya,Yunanca kökenli bir sözcük ve deniz kızı
anlamında.
Daha sonraları Eftalya, çalgılı kahvelerde
sahneye çıkmaya başlar.Udi Yorgo Bacanos'un
ağabeyi müzisyen Aleko Bacanos, Eftalya'nın
sesinden etkilenerek "Gel ey denizin nazlı kızı nuş-i
şarab et" adlı dönemin ünlü şarkılarından birini
bestelemiştir.
Eftalya Hanım'ın Türk müziğinin önemli
bestecilerinden kemancı Sadi Işılay ile evliliğinden
sonra değişti. İlk plaklarını 1923-1926 yılları
arasında, eşiyle birlikte Fransa'da doldurdu. Aynı
dönem Avrupa ve Oeradoğu'da konserler verdi. Dar
Rukiye ORHAN
GEL EY DENİZİN NAZLI KIZI ”
Yüzyıllardır deniz kızlarının hikayeleri
anlatılır. Deniz Kızları, belinden yukarısı dişi bir
insan görünümünde olan, ama aynı zamanda bir
balık kuyruğuna sahip olan efsaneleşmiş düşsel
inanışlardır.
Dünya üzerinde birçok kültürde deniz kızları
farklı, ama birbirine çok yakın şekillerde
betimlenmiştir.
Sirenler gibi bazı deniz kızları denizcilere
şarkılar söyleyip onları büyülerler, işlerinden
alıkoyarlar ve güverteden denize yuvarlanmalarına
ya da daha kötüsü geminin batmasına neden
olurlar. Diğer hikâyelerde ise deniz kızları boğulma
tehlikesi geçiren erkekleri kurtaran iyi kalpli deniz
canlıları olarak betimlenmişlerdir. Aynı zamanda bu
erkekleri su altındaki krallıklarında yaşamaya da
davet ederler.
Hans Christian Andersen'in 'in Küçük Deniz
Kızı masalında ise deniz kızlarından bazılarının
erkekleri denizin altına doğru çekerken insanların su
altında nefes alamadıklarını unuttukları ya da
bilmedikleri söylenir.
Yunan Mitolojisinde ki Sirenler ise daha
sonraları deniz kızlarıyla bir tutulmuş, hatta bazı
dillerde iki yaratık için de aynı sözcük kullanılmıştır.
Deniz kızlarına benzeyen diğer mitolojik ve
efsanevî deniz yaratıkları ise su perileri (Nemfler
gibi) ve başka formlara (Başka hayvanlara ya da
diğer efsanevî hayvanlara) bürünebilen
hayvanlardır.
Deniz kızlarının öyküsünün Dugong'lardan doğmuş
olabileceği düşünülmektedir. Dugong'lar Hint
9
- ül Elhan (İstanbul Üniversitesi Devlet
Konservatuarı) adına plak dolduran ilk gayrimüslim
sanatçı olmasından dolayı tepki çekmemek
amacıyla, doldurduğu 30 kadar plakta kendi adı
yerine takma Türk isimleri kullandı. 1927 sonrası
doldurduğu plak sayısı 50'ye yaklaştı.
Atatürk'ün huzuruna çıkıp söylediği şarkılar
beğenildikten sonra sanatçı, 1930 yılından sonra
doldurduğu plaklarda adını gizlememiş, adı plâk
kapaklarında "Deniz Kızı Eftalya Hanım" biçimiyle
yer almıştır.
Eftalya Hanım'ın 25 yıla yakın bir dönem
boyunca sürdürdüğü sanat hayatı, 1936 yılında
adına düzenlenen ve dört adet Şirket_i Hayriye
vapuruyla yapılan jübile gecesi, mehtabiye(Ay Işığı
Gezisi) de üşüyüp hastalanmasından sonra, 1939
yılında yaşamını yitirmesiyle son buldu. Efsanevi
okuyucu taş plak döneminin bir efsanesi olarak hala
keyifle dinlenmekte.
Gel ey denizin nazlı kızı nûş-i şarab et
Çık sahile gel sinede bir âlem-i âb et
Mestane bakışlarla beni mest-ü harab et
Çık sahile gel sinede bir âlem-i âb et
Osman ÖCAL
SEVEN CEFAKÂRDIR
(GÜLCE-ÇAPRAZLAMA)
Duman duman eser başımda yeller,
Dört mevsim içinde çilem uyanır.
Durulmaz derdimiz hayli bir zaman,
Boyanır sevdaya bey oldum sanır.
Bir bahar akşamı üşürken odam,
Hayalin belirdi şen şakrak halin.
Gam doldu gönlüme taştı çaresiz,
Gül açtı perdeler döndü cemalin.
RUKİYE ORHAN
Ayın ondördüydü nurunu yayan,
Beni bende kora koydu ataşın.
Düş olduk içinde kırılan fayın,
Telaşın ok idi bağrımda taşın.
Bir gece içinde üç kurşun yedim,
Dünden helal edip canımı tenden.
Dedim dilber ayı gün ile oku,
Tutuşup ruhumuz kaynasın beden.
Her zehri dem ile çeker Vuslatî,
Gelişin boş idi gidişin ölüm.
Seven cefakârdır yürekten sever,
Zulüm beşiğinde sallansın ölüm.
Osman Öcal
10
genelgeleri uyarınca Eskişehir Milli Eğitim
Müdürlüğü’nün kurduğu komisyon tarafından
“Cumhuriyetin Kuruluşundan Günümüze İz Bırakan
yedi öğretmen” birisi olarak seçildi.
“Eskişehir Şairler Derneği” üyesi olan Şair Rasim
Köroğlu, Azerbaycan Cumhuriyetinde faaliyet
gösteren “Ulduz (yıldız) Aşıklar Birliyi”ne ozan-âşık
geleneğimizin, saz-söz sanatımızın yaşatılmasında
bütün dünyaya tanıtılmasında gösterdiği
hizmetlerden dolayı fahri üye olarak kabul edildi.
"Televizyon" adlı şiiri Prof. Dr. Erman Artun'un
"Âşıklık Geleneği ve Âşık Edebiyatı" adlı kitabında
toplumsal taşlamaya örnek olarak verilmiştir. Yine,
Ahmet Saraçoğlu'nun "Dil ve Edebiyat Terimleri
Sözlüğü" adlı eserinde "Futbol" şiiri yergiye,
"Sosyete Sofrası" adlı şiiri hicve örnek gösterilmiştir.
Rasim KÖROĞLU
Mart 1953 tarihinde Eskişehir ili, Beylikova ilçesi,
Halilbağı köyünde dünyaya geldi. İlkokulu ve
ortaokulu Beylikova'da bitirdi. Daha sonra 1974
yılında Ankara Erkek İlköğretmen Okulu’ndan
mezun oldu. Öğretmenliği sırasında. Anadolu
Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi Eğitim Ön lisans
bölümünü bitirdi. 25 yıl sınıf öğretmeni olarak
çalıştıktan sonra Şubat 2000 tarihinde kendi
isteğiyle emekliye ayrıldı.
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi'ndeki Fen
Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü
Son sınıf öğrencisi Soner Uğur bitirme tezi, Dokuz
Eylül Üniversitesi Buca Eğitim Fakültesi son sınıf
öğrencisi Zeynep Bulut seminer ödevi, Osman Gazi
Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi öğrencisi Seda
Bilgiçli “Rasim Köroğlu’nun Hayatı, Edebi Kişiliği ve
Şiirleri” adlı bitirme tezi ile hayatı ve eserleri
hakkında incelemelerde bulundular.
Şiir yazmaya öğretmen okulu yıllarında başladı.
Âşık Edebiyatı üzerine araştırma ve incelemelerde
bulundu. “Âşıklar Sohbeti" adı altında televizyon
programları yaptı.Yurt içinde bir çok ilde yapılan
şairler ve aşıklar programlarına katıldı, bir kısmını
yönetti. Fransa, Almanya, Hollanda, Belçika gibi
ülkelerde gerçekleştirilen şiir programlarında yer
aldı. Kendisine ait mizahi şiirlerden, çeşitli halk
hikâyelerinden, fıkralardan oluşturduğu “Taşlama
Şhow” adlı sahne programlarını yurt içinde ve yurt
dışında sergiledi. TRT başta olmak üzere bir çok
ulusal televizyonlarda çeşitli programlara konuk
oldu.
T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı'na Halk Şairi
olarak kayıtlı bulunan Rasim Köroğlu'nun "Körün
Taşı" ve "Kitabın Ortasından" adlı yayınlanmış iki
şiir kitabı bulunmaktadır.
ALDIĞI ÖDÜLLER
1998 yılında Türk Güreş Vakfı Adana Şubesi'nin
açtığı "Güreş" konulu şiir yarışmasında birincilik,
1998 yılında Aziziye Dergisi'nin açtığı "Emirdağ"
konulu şiir yarışmasında ikincilik,
1999 yılında Âşık Veysel Kültür Derneği'nin açtığı
"Âşık Veysel" konulu şiir yarışmasında plaketini
Cumhur Başkanlığı Köşkü’nde dönemin Cumhur
Başkanı Sayın Süleyman Demirel’in ellerinden aldı.
2000 yılında ANASAM'ın (Anadolu İlim ve
Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği) açtığı
"Öğretmen" konulu şiir yarışmasında ikincilik,
2001 yılında 36. Konya Âşıklar Bayramında
"Atatürk" şiiri ile "Yılın Yedi Şiiri" ödülü,
2001 yılında 36. Konya Âşıklar Bayramında
"Mizahi Şiir" dalında birincilik ödülü,
2005 yılında “Antalya Şair, Ozan, Yazar ve
Ressamları Kültür Derneği” Tarafından Antalya
İkinci Şairler Buluşması’nda “Şiir Büyük Ödülü”
Şiirleri yerli ve yabancı basında, çeşitli
gazetelerde, dergilerde yayınlandı. “Atatürk” şiiri
Milli Eğitim Bakanlığı Türkçe Ders Kitapları'nda yer
aldı. Fransa / Lyon Jean-Moulin Üniversitesi'nde
Türk Halk Şiirini; Ankara Gazi Üniversitesi ve
Eskişehir Osman Gazi Üniversitesi başta olmak
üzere bazı üniversitelerimizde âşıklık geleneğini
anlattı.
Cumhuriyetin 80. yılı kutlamaları çerçevesinde
Milli Eğitim Bakanlığı Müsteşarlık Makamının
30.09.2003 tarih ve 1872 sayılı (2003/83)
11
AŞÇI
2006 yılında Bursa Büyükşehir Belediyesi Yerel
Gündem 21 Sanatçılar Çalışma Grubu tarafından
“Türk Şiirine Hizmet Ödülü”
2007 yılında “Osmaniye Folklor Araştırma
Derneği”ince verilen “Geleneksel Aşık Feymani
Şenlikleri” kapsamında, Yüksel Özden anısına
“Karacaoğlan Ödülü”
Neler neler geçti bu garip baştan,
Dul kalınca yüzüm gülmedi gitti,
Kesildim ekmekten, kesildim aştan,
Karnım tıka basa dolmadı gitti.
Kap kacak aradım durdum mutfakta,
Menemen pişirdim çinko tabakta,
Yumurta yapıştı, biber ayakta,
Domates suyunu salmadı gitti.
ZİNCİRLEME VEZN-İ AHER
Haktan biçilmiş / aldan seçilmiş
Aldan seçilmiş / bir bir açılmış
Bir bir açılmış / yanakta güller
Yanakta güller / gelsin güzeller
Kompir aldım şöyle koca tas gibi,
İnce ince kıydım onu süs gibi,
Patates yağının sanki küs gibi,
İkisi yan yana gelmedi gitti.
Bir bir açılmış / yanakta güller
Yanakta güller / gelsin güzeller
Gelsin güzeller / kıvraksa beller
Kıvraksa beller / sarsın bu eller
Vurunca tokmağı kırdım havanı,
Fırladı sarımsak deldi tavanı,
Cücüklettim iki çuval soğanı,
Evde sebze meyve kalmadı gitti.
Sarsam da azdır / hep cilve nazdır
Hep cilve nazdır / kardan beyazdır
Kardan beyazdır / gerdanda aklar
Gerdanda aklar / benden mi saklar
Sever idim canlı balık işini,
Tava elde bekler iken leşini,
Oynattı kuyruğu dikti başını,
İnat etti hınzır ölmedi gitti.
Kardan beyazdır / gerdanda aklar
Gerdanda aklar / benden mi saklar
Benden mi saklar / öpsün dudaklar
Öpsün dudaklar / tatsın bu diller
Aşure pişirmek aklıma esti,
İki kaşık yiyen bir hafta kustu,
Verdiğim komşular selamı kesti,
Kimseler kapımı çalmadı gitti.
Gör hey Rasim gör / gel olma sen kör
Gel olma sen kör / aşk öyle nankör
Aşk öyle nankör / bak sen de kandın
Bak sen de kandın / çok geç uyandın
Yiyince hormonu değişti huyu,
Bir çilek doyurdu koskoca köyü,
Dolapta uzadı hıyarın boyu,
Bu işleri aklım almadı gitti.
Aşk öyle nankör / bak sen de kandın
Bak sen de kandın / çok geç uyandın
Çok geç uyandın / yandıkça yandın
Yandıkça yandın / savruldu küller
Ateşte durdukça imambayıldı,
Patlıcan toplandı kıyma yayıldı,
Rasimim dünyada namım duyuldu,
Üzerime aşçı gelmedi gitti.
Rasim KÖROĞLU
Rasim KÖROĞLU
12
Harun YİĞİT
Özlem ŞAHİN
BENİM SEVGİM
Kaç zamandır
....... Uykularımı bölüyor
...........Tenine duyduğum özlem.
Sevda yüklü gecelere hasretim
Kimi zaman öfkelendim
........Torosları aşamayan
..........Kuş kanatlarıyla!
Kimi zaman
.....Akdeniz'in sıcak şehrinde
.........Kabzası sevda yazılı
...........Bir bıçak saplandı ciğerime
Canımı acıtıyor
.......Gül yaprağı değse bile
Kahrediyor
.....Anlamını yitiriyor gecikmişlikler
Gecenin huzurunda
............Sevgi gezdirdim
Acının pazarında
.............Umut yazdırdım
Aşk doğuya
Ölüm batıya yol aldı.
Bazen, seni bir kayısı dalındaki
meyveye benzetiyorum.
Ne kayısı gibi olmuş, olgunlaşmışsın
Ne de çağla gibisin.
Belki de bir vişne dalında
yeni olgunlaşan bir vişnesin.
Ama akranların hep olgunlaşmış, kızarmış,
Sen hâlâ ne yeşil, ne kırmızı…
Sen, asmada olgunlaşan
üzümlerin arasında koruk kalansın.
Binlerce yaz geçse de,
sen hep koruk kalacaksın.
Hiç olgunlaşamayacak, koruk üzüm tanesisin
sen.
Ama benim sevgim ve aşkım,
seni öyle olgunlaştıracak ki;
Dalında olmuş sapsarı bir kayısı gibi
Belki kıpkırmızı bir vişne gibi
Asma dalında ilk olgunlaşan üzüm tanesi gibi
Olgunlaşacaksın sevgilim.
Benim sevgim ve aşkım,
Senin en çok ihtiyacın olan
Güneşe dönüşecek
Ve seni olgunlaştıracak.
Harun YİĞİT
Özlem Şahin
13
KADINDI ADI..
Töre uğruna canından olan..
Omzunda mermiler taşıyan..
Yüreği yuva kokan..
Dimdik ayakta duran..
KADINDI ADI..
Çöl ortasında kocaman bir gül bahçesi..
Eli ayağı öpülesi..
Varoluşun tarlası..
Yoktur onsuz hayatın ne anlamı ne gayesi..
KADINDI ADI..
Arzu ŞEN
Bir ana..
Bir kızkardeş..
Bir canyoldaş..
Bir kız evlat..
Ademin Havvası..
KADINDIR ADI....
Kadın olmak hiç kolay değil
aslında..Ilk annem olmak üzere,
tüm kadınlara...
Arzu Şen
KADINDI ADI..
Çaresizlikti savaşı..
Bir sıcak yuva, mutlu bir hayat tüm telaşı..
Yeri gelir gizler yarasını canı acıyarak..
Gözlerinden yaş yerine kan akıtarak..
Dövülen, sövülen, diri diri gömülen..
MAHALLENİN KIZLARI
Mahallenin kızları vardı
Emelleri,
Büyük Emel, küçük Emel
Ortancanın ne kadar güzeldi
Memeleri.
KADINDI ADI..
Derdi var, dermanı yok,
Sözü var, söyleyecek gücü yok..
Beklemekte mutluluğu..
Dile getiremez yılların yorgunluğunu..
KADINDI ADI..
Mahallenin kızları vardı
Laleleri, gülleri
Uzundu Lale'nin güzeldi bacakları
Tombul tombulda Gül'ün elleri
Yüreğinde yükselen feryatlar..
Yitip giden sayısız hayatlar..
Sessiz çığlıklar..solgun bakışlar..
Maç yapardık,
Futbol maçi Pazar günleri
Açılınca Songül'ün yırtmacı
İçim giderdi
Vakit geçti, yaş ilerledi
Neylemeli.
KADINDI ADI..
Özlediği hayatı düşlerken..
Şiddete mağruz kalan..
Gazetelerde manşet olan..
Hürriyeti kısıtlanmış..
Sokakta pazarlanan..
Ökkeş Öztürk
14
KARATAY’dan RESİM KARELERİ
Ahmet MEKİN ve ÇAKAL Ailesi
15
Kitabı, Anadolu hececileri-1, Anadolu Hececileri-2,
Anadolu Hececileri-3, Anadolu Hececileri-4,
Anadolu Hececileri-5, Anasam
Şiir Antolojisi-1 , Anasam Şiir Antolojisi-2 şiir
kitaplarını 2000 - 2001 yıllarında yayınladı.
Şiir dalında ozan dergisinden mansiyon, Bizim
Kuşak dergisinden mansiyon, makale dalında
üçüncülük ödülleri aldı. Türk halk müziği ile amatör
olarak ilgilenmekte, aşık türünde sözlerini yazıp
bestelediği 40 dan fazla türküsü vardır. Halen genel
Merkezi Kayseri de bulunan Anasam Anadolu İlim
ve Edebiyat Eseri Sahipleri meslek birliğini kurdu ve
genel başkanlığını ve Nevşehirliler Derneğinin
başkanlığını yapmaktadır. TBMM de Fikir ve Sanat
eserleri kanununda meclis alt komisyonunda ve
devlet planlama Teşkilatınca hazırlanan 8. beş yıllık
plan çerçevesinde Fikri ve Sınai Haklar özel ihtisas
komisyonunda üye olarak görev yaptı, Anasam
Bülteni adlı bir yayın organının sahipliğini yapmakta,
Anasam Yayınları tarafından yayınlanan 45 kitabın
editörlüğünü de yürütmektedir. Nurcan hanımla evli,
Muhammed ve Çağrı adlı iki oğlu, Nazende isimli bir
kız çocuk babasıdır.
Sabit İNCE
1954 yılında Nevşehir ili Kozaklı ilçesi Gerce
köyünde doğdu. İlkokulu köyünde, ortaokulu
Kozaklı'da, liseyi Kayseri Ticaret Lisesinde okudu.
1976 yılında İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler
Akademisinden mezun oldu.
Özel sektörde çeşitli görevlerde, Toprak Reformu
Kayseri Bölge Müdürlüğünde uzman, Toprak
Mahsulleri Ofisi Kayseri Bölge Müdürlüğü ve Urfa
Bölge Müdürlüğünde Uzman olarak çalıştı. 1999
yılında özel bir kuruluşun genel müdürlüğünden
emekli oldu. Vizyon dış ticaret a.ş.nin kuruluşunda
görev aldı ve genel müdürlüğünü yaptı.
***
Yazmadım mı?
Bizim Anadolu, Tercüman, Hergün ve Türkiye
Gazetelerinde yazar, muhabir, istihbarat şefi olarak
çalıştı. Töre ve Devlet dergilerinde yazılar yazdı.
Kayseri de yayınlanan "Kayseri Şairler antolojisi"ne
ve Adana da yayınlanan "Ozanlar Güldeste Şairler"
antolojisine katıldı. Kayseri de yayın yapan Erciyes,
Elif, Başak televizyonlarında, mahalli radyolarda şiir
ve edebiyatla ve "Bizim Aşıklarımız" adlı halk
aşıkları ile ilgili programlar yaptı konuk olarak bu
programlara katıldı. Kayseri de yayınlanan yeni
Kayseri, kayseri olay, Kayseri Anadolu Haber, Star
Haber, Kayseri Gündem ve Kayseri Hakimiyet
Gazetesi İnce Zımbalar köşesinde yazı ve şiirleri
yayınlanmaktadır. Gülpınar, Yesevi, Ozan, Bizim
Kuşak, Kayseri Çağdaş, Sevgi Yolu, Ana, Erciyes,
Çemen, Simav Anadolu, Yalaka gibi dergilerde
şiirleri halen yayınlanmaktadır.
Doğumdan bugüne dağı, bayırı,
Senin için gezmedim mi sevdiğim.
Bu sevdanın kime olmuş hayırı,
Bile bile azmadım mı sevdiğim.
Aşkın sarhoşudur divanelerde,
Yastığım taş oldu viranelerde,
Senin için içtim meyhanelerde,
Çoşup, taşıp sızmadım mı sevdiğim.
Her şeyimle sana sevdalandımsa,
Aşkın ile çok hayale daldımsa,
Bir kalemle bir kağıdı buldumsa,
Hep adını yazmadım mı sevdiğim.
İnce haykır duysun bu feryadını,
Özenerek yarattın o kadını,
Nerde bulduyusam aşkın tadını,
Mısra mısra dizmedim mi sevdiğim.
Ve Aynı Rüzgarla Savrulduk adlı ortak şiir
kitabından sonra Aşkın Ateşi adlı ikinci şiir kitabı
temmuz 1996 da yayınlandı. Sırlı Söz adlı şiir
Sabit İNCE
16
Anadolum
Anadolum, Anadolum
sensin benim güzel yurdum.
Bir karış toprak uğruna,
Yüzbinlerce şehit verdim.
Al Bayrağım, al bayrağım,
hep gönderde kal bayrağım.
Sen aşağı inmede tek,
şu canımı al Bayrağım.
Kayseri
Sabit İnce
Bundan Sonra
Hacer-ül Esveddi kara gözlerin,
Bakmam gayrı bundan sonra sevdiğim.
Baldan tatlıyıdı nazlımsözlerin,
Duymam gayrı bundan sonra sevdiğim.
Sen vefasız çıktın bel'oldu gayrı,
Sen bir başkayıdın hepsinden ayrı.
Düğün edecektim çifte halaylı,
Yapmam gayrı bundan sonra sevdiğim.
Lavinya
Ceylan bakışlıydı sürmeli gözün,
Ay gibi parlardı, nur muydu yüzün.
Ne çabuk unuttun verdiğin sözün,
Sormam gayrı bundan sonra sevdiğim.
Sana gitme demeyeceğim
Üşüyorsun ceketimi al.
Günün en güzel saatleri
bunlar,
Yanımda kal.
Ağlayı, ağlayı sel oldu yaşlar,
Başıma yağdırdın ummadık taşlar,
Seni soruyorlar yarenler, eşler,
Anmam gayrı bundan sonra sevdiğim.
Karacaoğlan gibi coşkun çağlarım,
Bu yüreğim ataşlarla dağlarım,
Veran oldu gitti gönül bağlarım,
Bakmam gayrı bundan sonra sevdiğim.
Sana gitme demeyeceğim.
Gene de sen bilirsin.
Yalan istiyorsan yalanlar
söyleyeyim.
İncinirsin.
İNCE inceldi de iplere döndü,
Aşkın ataşıyla kaynayıp yandı,
Senin için her renklere boyandı,
Yunmam gayrı bundan sonra sevdiğim.
Sana gitme demeyeceğim,
Ama gitme, Lavinia.
Adını gizleyeceğim
Sen de bilme, Lavinia.
Sabit İnce
Özdemir ASAF
17
Asya ülkelerinde inanılmaz rabetler görmesi bunun
en büyük örneklerinden birisidiri.
Türk belgeselleri, programları ve özellikle dizilerinin
izlenme rekorları kırdığı bilinmektedir. Bu nedenle
özel televizyonlarda yayınlanan bu diziler
Türkiye'nin buraya yönelik kültür ve yakınlaşma
politikalarının bir parçası olarak görülmeli ve bir
devlet politikası ve desteği şeklinde bunlarla ilgili
telif hakkı alınmadan bu yayınlar ücretsiz olarak
yayın izniyle verilmelidir
Harun YİĞİT
Dizi seyretmeyen ve sevmeyen birisi olarak ben
bunları görebiliyorsam yöneticiler çoktan görmüş
olmalılar diye düşünüyorum. Düşünmesine
düşünüyorum da aklıma başka şeylerde geliyor. Ya
bu güç önceden sezilmesine sezildi ama bilinçli
olarak üzerine gidilmiyor, yada gerçekten hala
olayları kavrayabilecek kapasitede düşünebilecek
beyinler işbaşında değil!
Sinama ve söz sanatlarının gücünü geçmişte
ülkemizde önce Frasız modası ardından Amerikan
aile modasıyla görmüştük. Hoş hala yoğun görmek
mümkün.
Bu konuyu geçmişte TRT gördüğüne inanıyorum.
Çünkü bundan 7, 8 yıl öncesi dünyanın pekçok
yerlerine ulaşabiliyordu. Hatta özellikle Asya
ülkelerine özel yayınlar yapılıyordu. Biryerlerde
okumuştum; sadece 200 bin dolar kira bedelini
ödemediği için Asya ülkelerine yayınını
durdurduğunu.
SANATIN GÜCÜ
Teknolojinin de başdöndürücü hızından
faydalanarak iletişim araçlarını, kullanarak görsel
sanatlar aracılığı ile dünya halklarını inanılmaz
derecede etkilediği kesin.
.
Bunların en başında sinama sanatı ve sinama
aracılığı ile söz sanatları gelmektedir.
Bu iki sanat dalının önemini yıllar önce kavrayan
ülkeler sinama aracılığı ile başta ABD olmak üzere
emperyalistler, kitleler üzerinde buyük psikolojik
savaş sağlamaktadır.
Amerikalılar özellikle görselliğin psikolojik etkisini ve
insanları belli kalıba sokmadaki başarısını bildikleri
için bir Hollywood kültürü de yaratarak sinamayı
kullanmaktadırlar. Bu vesile ile kendi kültürlerini
Rambo benzeri macera filmlerinin yanı sıra, CIA ve
Amerikan toplum yapısını ve sözde rüyasını konu
alan yüzlerce film her yıl dünyaya dağıtılmaktadır;
özellikle de islam ülkelerine. Özellikle Asya ve Afrika
gibi ülkelerdeki çeşitli televizyon kanallarıyla
gösterilerek insanların beyinlerini yıkama ve
etkilemede önemli rol oynuyor. Doğal olarak diğer
emperyalist ülkeler de stratejileri doğrultusunda
macera filmleri, tarihi ve teknolojik belgeseller ile
kültürleri için yeni pazarlar arıyorlar. Bu tür
sömürgeci ülkelere son zamanlarda palazlanan Çin
ve Kore’yi bile ekleyebiliriz. Yani sinama ve söz
sanatlarına Türkiye nin dışından her ülke büyük
paralar yatırarark kendi varlığını kanıtlamaya ve
kendi kültürünü empoze etmeye çalışmaktadır.
Aslında Türkiye de bu kültür emperyalizmin farkında
olmadan içerisinde. Belkide hiç farkında değil! Dış
menşeli de olsa birçok Türk dizilerinin Ortadoğu ve
Başta ABD,İngiltere, Fransa ya da Almanya ve
Rusya olamk üzere yeni palazlanan ülkelerin bile
devletlerin politikaları, televizyonları aracılığıyla
desteklenmektedir. Özellikle ulusal kanallarını
kültürel ilişkiler açısından bir amiral gemisi gibi
kullanmakta oldukları ve hele bunu kendi dillerinden
olmayanlara bile yönelttikleri düşünülürse bizim bu
tür bir strateji devlet olarak uygulamamızadaki
gereklilik ortaya çıkacaktır.
Hele de Avrasya dediğimiz bölgede milyonlarca
Türkçe konuşan Türki Cumhurişyetlerinin bulunduğu
bir corafyada Sinama sanatı aracılığı ile söz
sanatlarının ağırlığı ne ölçüde hayati önem taşıyor
varın siz düşünün.
Harun YİĞİT
18
Doksan günlük yola vardım, ağladım.
Yüzbin bıçak attım kendi derime,
Nice ilim kattım bildiklerime,
Şu küçük dünyada gördüklerime,
Hakikat mührünü vurdum, ağladım.
Canlar meclisine canan hoş geldin!
Kanayan yareme bir melhem oldun.
Ey miskin Ceylan’ ım ölmeden öldün
Gönül yarasını sardım, ağladım.
Mustafa Ceylan
Mustafa CEYLAN
Ağladım
Bütün yürekleri aydınlık tutan
Kudret kandilini gördüm, ağladım.
Bütün eğrileri nurla doğrultan
Işıktan giysiler ördüm, ağladım.
SENSİZ OLMUYOR
Cennet kapısından içeri baktım,
Irmaklar misali çağlayıp aktım,
Nefsimi iğneli fıçıya soktum,
Yüzümü toprağa sürdüm, ağladım.
Hayatın cilvesi, çilesi var;
Katlanmaya kalktım, sensiz olmuyor.
İnsanın vefası, hilesi var;
Katlanmaya kalktım, sensiz olmuyor.
Buldum Hak diyerek açan gülümü,
Düğün merasimi saydım ölümü,
Yavan hesaplardan çekip elimi
Bağlayıp divana durdum, ağladım.
Hücuma kalkınca gündüzle gece;
Birisi lâbirent, biri bilmece.
Anlatmaya yetmez şu birkaç hece
Katlanmaya kalktım, sensiz olmuyor.
Anladım sırrını, arşın, âlemin
Fâniyi, bâkiyi yazan kalemin.
Yunus ellerimden tuttu...Yetmiş bin
Hisardan içeri girdim, ağladım.
Derdi olan herkes bana boşaldı,
Onlar neşelendi dert bana kaldı.
Çöreklenen dertler aklımı aldı,
Katlanmaya kalktım, sensiz olmuyor.
Dost bağında bülbül oldum şakıdım,
Aşk halısın usta oldum dokudum,
Doksan bin kelâmı hemen okudum
Kudret lokmasına erdim, ağladım.
Acep gelir misin sana “Gel” desem,
Yeter ki sen konuş, ben beni kesem…
Zehrini reddetmem elinden yesem,
Katlanmaya kalktım, sensiz olmuyor.
Canan meclisinde coşan erlere,
Selâm verdim kutbu devran pirlere.
Yedi gök yüzüne, yedi yerlere
Ben’ i zerre zerre serdim, ağladım.
İrşâdi der: Suçum affa girmiyor,
Sevdiceğim sustu, beni yermiyor.
Her kime sorduysam akıl vermiyor,
Katlanmaya kalktım, sensiz olmuyor.
Perdeyi gözümden açtım kaldırdım,
Hikmet deryasına bin tas daldırdım,
Kâmil hayat ile testim doldurdum,
Dolmayan testiyi kırdım, ağladım.
Ali İRŞİ (İRŞÂDİ)
Gördüm güzelliği gördüm her yanda,
Solmayan çiçekler açtı dünyamda,
Atomdan hızlıca gittim bir anda
19
HABERİN OLSUN
Sensiz baharlarım döndü kışlara,
Sinemi oymuşum haberin olsun.
Dizlerin diyerek soğuk taşlara,
Gönlümü yaymışım haberin olsun.
Seni buluyorken yürek sızımda,
Çoğulum olmuşken kalma azımda.
Yangınlara daldım kış ayazında,
Tenimi soymuşum haberin olsun.
Hayalin karşımda aşkın içimde,
Gecenin renkleri türlü biçimde…
Gözlerin gözümde elin saçımda,
Şeytana uymuşum haberin olsun.
TEMAL FIKRALARI
Temel Makinist Olursa
Gönül otağında ağlayan kuzu,
Melül melül bakar eritir buzu.
Ebrüli gözlerin Zühre yıldızı,
Yerine koymuşum haberin olsun
Temel bir gün tren kullanırken treni devirmiş, 400
kişi ölmüş.
Amiri sormuş "Oğlum nasıl oldu ?", demiş.
Temel "Tren rayına bir adam çıktı, onun yüzünden
oldu.",demiş.
Amiri "Oğlum ezseydin o adamı da 400 kişi
ölmeseydi ,"demiş.
Temel de "Ben de öyle düşündüm , adam raydan
çıkınca onu ezmeye çalisurken tren devruldi ",
demis…
Yüksekten uçarken yoruldum bugün,
Coşkun akıyorken duruldum bugün.
Sevda pazarında soruldum bugün,
Hasrete doymuşum haberin olsun.
***
Şelaleler coşup dolsa da göle,
Faydası mı olur her selin güle?
Boşa çırpınmasın deyin bülbüle,
Canımdan caymışım haberin olsun.
Selingül KIZILTAN
Temel`in Keçisi
Temel günlerden bir gün keçisinin boynuna tasma
takıp yanında gezdiriyormuş. Yolda Dursun ona
rastlamış ve:
- Ula Temel ne yapaysun? demiş.
Temel:
- Köpeğimi gezdireyrum demiş.
Dursun:
– Ula Temel iyi de bunun boynuzları var demiş.
Temel:
– Ula Dursun, ben onun özel hayatuna
karışmayrum...
Temel Rusça Öğreniyor
Temel ile Fadime rusça dil kursuna yazılmışlar,
Bunu öğrenen meraklılar sormuşlar:
-"Ula Temel, niçun inciluzce kursina deyilde rusca
kursuna gidiysun da!"
-"Bir rus bebek evlat edindukda, uşak konuşmaya
başlayinca nasil anlaşacağuz da!"
20
boş yarışlarla bu gençlik savruldu oradan oraya,
ortada kaldı adeta, ne yapacağını bilemez halde...
Bir yanda yüksek eğitim gençliği; istediği okulda
istediği eğitimi alamayan, sağlıksız ve yığın halinde
temelsiz mezuniyetlerle üniversite kapılarında
sınavla umut bekleyen ve umutsuzluğa itilen
gençlik… Maddiyatın büktüğü boynuyla boyunu
aşan eğitim masraflarına yetişememekten, ailesine
gereğinden fazla yük olduğunu düşünürken bir
yandan da günden güne artarak değişen harç-borç
işleriyle dersten başka her şeyi düşünür hale
gelen... Siyatten asimile edilen, siyaset üretemeyen,
bu yüzden de ülke ve dünya gerçeklerinden uzak,
bencil ve bireysel beklentiler peşinde hâyâl kuran;
boş bir çuval gibi günü birlik ve magazinsel hevesler
peşinde ömür ve enerji tüketen, sömürülen
geleceğin teminatı gençlik... Gençlerini ciddiye
almayan, onların hâyâlleriyle, gelecekleriyle
oynayan, onlara eşit ve hakkaniyetli yaşam ve
eğitim koşulları sunmayan… Her şeyi maddi gücü
olana-paraya indirgeyen bir sistemin çarkları
arasında öğütülen… Bilimin ve gerçek bilim
adamlarının kapsama alanı dışına itildiği bir
toplumda, gençlikten neyi nasıl üretmesi beklenebilir
ki?
Refika DOĞAN
Bir Of Çektim Ama Karşıki Dağlar Yıkılmadı!
Evet, ne demeli şimdi bu durumda, nasıl demeli?
Son dinlediğim haberle daha da gerildi zihnim,
bulandı; bir an nereye, ne ile nasıl varmaya
çalıştığımızı, içine düştüğümüz bu derin girdabın
bizi nereye sürüklediğini düşündüm ama bir sonuca
varamadım! Gittikçe örümcek ağı gibi toplumu
kuşatan bu değer aşınması, bu kirlilik, bu
tahammülsüzlük ve pespayelik düşündürmekte ve
geleceğe yönelik tutunacak sağlıklı bir dal
aratmakta, ama... Sahi, tutunacak dal mı kaldı?
Öğretmen öğrencisine bir şey diyemiyor, öğrenci
öğretmenine... Veli öğretmene, öğretmen veliye...
Kimse kimseyi dinlemiyor, duymuyor, kaale
almıyor… Sistem yazboz tahtasına döndü; ne
öğrenci öğretmene saygı duymakta ne öğretmen
öğrenciye sevgi... Güven ve sorumluluk, ortak akıl,
ortak paydalar hak getire! Gençler en ufak bir
eleştiriye gelememekte, öğretmen ses
çıkaramamakta, korkudan!
Parası olanın ya da ya da borç harç kredilerle
çocuğunu isim yapmış / özel okullarda okutanın
kendisini -kısmen- şanslı saydığı bir anlayışla
nereye varılabilir?
Ücra bir bölgemizde açılan ve adından başka bir
vasfı olmayan… Hakkaniyete dayanmayan sınav
anlayışı ile makul bir eğitimin gerektirdiği fizikî ve
idari donanımdan yoksun bir üniversite veya ilk ve
orta eğitim kurumundan mezun olan bir genç, hangi
fırsat eşitliği ile batıda ya da coğrafyanın herhangi
bir yerindeki donanımlı bir okula gitme ya da iş
sahibi olma olanağını yakalayabilir?
Hep birileri birilerine sırtını dayamış, korku
salmakta, emeksiz bir yerlere gelmekte; hak eden,
emek veren, usulüyle isteyen tenhalara salınmakta,
aynı coğrafyanın bir bölgesine ceza mahiyetinde
sürülmekte ya da işinden, elindekinden, aşından
edilmekte!
Salt Yüksekokul diploması almakla adam
olunacağına inanılan ve insana, gençliğe yatırımın
yapılmadığı bir ülkede, içi boşaltılmış bu gençlikle
hangi değerleri savunarak ve hangi adamlık libasını
giydirerek ülke yararına hizmet bekleyeceksiniz?
Ne oluyor, neler oluyor bize? Geleceğin gençliğini
kim ya da kimler nereye sürüklüyor? Adı üstünde,
gençlik! Kanın kaynadığı, kavak yellerinin estiği
narin, hassas, girişken, tahammülsüz, tehlikeli bir
kavşakta iken yaş itibariyle; bu gençleri bu sistem,
bu köhne yapı nasıl bu hale getirdi? Anlamsız ve içi
Millî birliğin, kardeşliğin, toplum ve ulus olmanın
sembolü bayram ve özel günleri ortadan kaldırarak;
geleceğin teminatı, bu ülkenin asıl sahibi çocukları,
21
O gün bugündür bu kargaşa durumu, bu bulanıklık
birilerinin pek hoşuna gitti, birilerinin hep cebini ve
midesini doldurdu, birilerinin ellerini pis bir iştaha ile
ovuşturmasına vesile oldu! Ve o gün bugündür ne
gençlik, ne toplum, ne ebeveynler ne de kurum ve
kurallar doğrultamadı belini!
gençleri o coşkudan, o idrakten, o kenetlenişten
uzak kılarak hangi birlik ve beraberlikten, hangi
gelecek ve kardeşlikten hatta ilim-bilim ve
uygarlıktan söz edebiliriz? Of ki of…
Korkunun hâkim kılındığı yerde sevgi ve barış,
saygı ve tahammül yeşermez, dolayısıyla; bu genç
beyinler, bu genç bedenler de erkenden körelir,
kirlenir, tutsak olur! Böyle bir gençlikten ilim irfan mı
beklenir? Yönünü şaşırmış ya da yanlış
yönlendirilmiş, insani hasletlerden uzak, büyük
küçük bilmeyen, tahammülsüz, gelecek kaygısıyla
yelkenleri indirmiş, içi boşalmış, hedefi olmayan,
günü kurtarma derdinde ve adeta patlamaya hazır
barut misali bu potansiyel, sormaz mı; ne verdiniz
de ne bekliyorsunuz bizden? Diye…
Düşününüz! On dört yaşında hayatının baharında
bir çocuk, salt “niye ödevini yapmadın” ya da; “niye
geç kaldın” dedi diye öğretmenini öldürmeye
teşebbüs edebiliyor! Bu durum asla kanıksanır,
normal bir durum olamaz! Mutlak dayandığı
paranoyak bir sebebi vardır. O yaşta bir çocuk, öyle
böyle biliyor olmalı, yaptığı ya da yapacağı şeyin
onun nelerine mal olacağını, nelerden mahrum
bırakacağını! Yahut da; bu yaşta bir çocuk
“öldürme” duygusunu yaşamamalı, aklına bile
getirmemeli! Getiriyorsa, orada sistemi, toplumsal
dinamikleri sorgulamak gerekir, çocuğu değil! Bu
marazi durumlar arttıkça artmakta, bunun sonu
nereye gitmekte, düşünüldü mü hiç? İllâ ki bu
vakaların sayısal orana vurulması, sayının artması
mı beklenilmeli bir şeyler yapabilmek için? En
başında düşünülmeliydi bu gibi olayların dayanağı,
yaptırım gücü ve önlemi!
Elbette statükodan yana değilim. Değişimden yana
olmak, yeniliklere açık olmak toplumu ileri taşır.
Fakat biz nedense her şeyi tersinden anlıyoruz ya
da; değişime direnirken, özenti ve öykünmeci
yanımızla yarım yamalak alıyoruz bir şeyleri
dağarcığımıza, ilerliyoruz kör topal.
Zamanımızda evet yokluk yoksulluk vardı ama en
azından idealist öğretmenler, idealist memurlar,
işçilerle devletin devletliğini, velinin veliliğini,
öğrencinin öğrenciliğini bildiği, insanın insana değer
verdiği bir değer anlayışı, bir dik duruş vardı; huzur
ve güven içinde, saygı ve sevgiyle dolu… Eğitimin
önemine inanılır, çaba gösterilerek ve bir ölçüde
devletin desteğiyle gençlik kollanırdı; sosyal,
kültürel, sportif ve diğer aktivitelerle doğru yerlere ve
uğraşılara yönlendirilir, enerjisi doğru yere kanalize
edilirdi. Diplomalar bileğinin hakkıyla alınır-verilirdi.
Okullarda durum çok ama çok vahim, şiddet,
bireysel şiddet gittikçe toplumu kuşatmakta; kadına
şiddet, çocuğa şiddet, öğretmene, öğrenciye,
doktora keza…
Şu bir gerçek; toplumda her yaştan insanlarımızda
bir linç anlayışı yeşertildi! Oysaki adalete inancın,
güvenin olduğu yerde linç anlayışı olmaz. Ne zaman
ki hak gasp edilerek adalet kavramı sekteye uğrar,
işte o zaman toplum kendi adaletini kendi
sağlamaya çalışır. Bu da sokak kabadayılığından,
mafyalığa kadar her türlü kanunsuzluğu geçerli kılar
ve korku dağları aklın, mantığın, hakkaniyetin,
adaletin yerini alır. Eskiden kirlilik bu derece yokken,
çok az sayıda yüz kızartıcı suçlarda toplum tepkisini
gösterir, kirliliği temizleme, ayıklama yolunu seçerdi
adalete inanarak. Oysa şimdi tersine akan bir su
söz konusu! Şimdi siyasetle birlikte kirlenen toplum,
yaşam koşullarının da getirdiği külfetle daha da
tahammülsüz bir noktaya geldi. Ve artık eskiden
yadırganan kanunsuzluklar, kötülükler, haksızlıklar
şimdi kanıksanır oldu!
Bayramlar vesile olurdu o kardeşliğin pekişmesine,
o millî duyguların coşkuyla aynı ırmağa akmasına!
Öğretmen korkmazdı devletten ya da veliden.
Çünkü velinin öğretmene, öğretmenin veliye, her
ikisinin de devletine inancı, itimadı, bağlılığı vardı o
“TEK DUYGU - TEK COŞKU” ile. Kimse kimsenin
koynunda yılan aramıyor, düşünmüyordu nereden
nasıl hançerleneceğini! Ta ki, o meşum yıllar, o
ihanet odaklı kardeşin kardeşe düşürüldüğü,
toplumun siyasete acımasızca alet edildiği,
gençliğin göz göre göre harcanıp istismar edildiği ve
nice hayâllerin elinden alınıp yıkıldığı, çalındığı
güne değin!
22
İşte, bu kadar basitmiş demek ki! Biri,
dizginleyemediği anlık öfke ile hayatını kararttı,
henüz hayatının baharında ömrünü cezaevinde
geçirecek. Diğeri ise, iki minik evlâdını yetim
bırakarak kara toprağa gitti. Peki, hal yoluna
konulan, adaleti sağlanan, çözümlenen sorun
ortadan mı kalktı böyle davranınca, her şey güllük
gülistanlık mı oldu, bir görev mi yerine getirildi?
Nedir yani? Elbette bütün bu soruların yanıtı yok,
bomboş! Gerçek olan tek şey; biri mezara biri
karanlık ve -belki de daha da kötü olacağı- bir yere,
cezaevine gitti!
Bu gidiş gidiş değil! Eğitimle, sağlıkla, adaletle,
gençlikle oynayan el yanar, kendi eliyle…
Refika Doğan
***
ATASÖZLERİ
Ön tekerlek nereye giderse arka tekerlek de
oraya gider.
Cömert derler maldan ederler, yiğit derler candan
ederler!
NELER GÖRDÜM ”
İlahiyat'ta çok sarık, cübbe giyeni gördüm
Çalışmadan yatıp, maaşını yiyeni gördüm
"Allah namına doğru söyler misin?" dediğimde :
"O'nun adına yalan söylerim" diyeni gördüm.
Prof.Dr. İsmail YAKIT
23
Bencil yüreğin ile
Zümrüt sırçamı,
Tombul bedenin ile
Minik serçemi,
Boyalı saçlarınla
İpek perçemi,
Ben pekiştirdim.
Yanakların üstüne,
Cennet gülleri.
Kusurların üstüne,
Pembe tülleri.
Bıkmadan usanmadan
Ben çekiştirdim.
İhsan Ertem
Gidiyorsun öyle mi?
Hadi git, durma.
Ahde vefa böyle mi?
Hal hatır sorma.
Bu ayrılık eylemi,
Git, beni yorma..
GİT (gülce)
Gidiyorsun öyle mi?
Hadi, git durma.
Ahde vefa böyle mi?
Hal hatır sorma.
Bu ayrılık eylemi,
Git hadi, durma.
İhsan Ertem
***
Fakat unutma,
Havva ile Âdem’i,
Sana ve bana.
Sevgimdeki erdemi,
Allah aşkına.
Gözlerine bademi,
Ben yakıştırdım.
Attığın her adıma,
Ceylan sekmesi.
Hilal, karakaşlara,
Hattat kakması.
İnce uzun boynuna,
Kuğu yaftası,
Ben yapıştırdım.
24
Anlıyor musun?
Vagonlar kömür dolu
Kitaplar bilgi
Babam bir işçi ozandı
Onun sözleri benim ezgilerimdir
Benim ezgilerim onun sözleri
Onun küreği kalemdi
Benim kalemim kürek
Dayan ey yorgun yürek
Dost görsün
Düşman görsün seni
Dayan
Orhan BAHÇIVAN
Atom çağı yaşanırken
Maden işçisiydi babam
Ezgileri kürekle yazardı
Maden ocaklarına
Kürek kaleme benzer mi?
Vagonlar kitaplar gibi mi?
Ne olacak şimdi?
Atom Çağı
Atom çağı yaşanırken
Yazmışlar süslü püslü kitaplara
Gözü kanlı eşkıyaları
Vurguncuyu soyguncuyu
Kaçakçıyı haini
İşçi Babama Saygıyla...
Atom çağı yaşanırken
Maden işçisiydi babam
Ben
Tam tersine öğretmen oldum
Buna çok sevindi anam
Hiç bir yerde bulamadım
Yazmamışlar babamın yaşamını
Babamın umudunu
Babamın sevincini
Babamın özlemini
İşçi diye es geçmişler
Ne desem ki
Açlığı bilir misiniz?
Çıplaklığı anadan üryan
Sömürülmüş bir yaşamın kalıntısı
Gün boyu
Sekiz saat işgücü
Karın doyurmuyor bilesin
Hal böyleyken yalnızlığı
Boşlukta tükenen bir nefes gibi
Duyar mısınız?
Ezgi dolu bir yaşamın içinde
Güneşin doğuşunu söyleyen
Emektar insan
Umudumsun inancımsın gücümsün
Alın terim göz nurumsun
Emekçi baba
Atom çağı yaşanırken
Gizli bir ozandı babam
Ezgi deryasıydı
Kendi içinde durgun
Söz ile yorgun
Eti etten sökercesine
Göze göz
Dişe diş
Emek uğruna verilen savaş
Senin mirasındır
Sırtımda taşıyorum
Onurla
Atom çağı yaşanırken
Babam vagonlardan kömür indirdi
Bense raflardan kitap
Biliyor musun?
Orhan Bahçıvan.
Kitap vagon kalem kürek
İşçi öğretmen baba oğul
25
Adalar Görünür
BASINDA KARATAY
Fenerbahçe’den adalar görünür;
Masmavi atlastan bir örtü deniz,
Martı kanadında sorular gelir:
Beyniniz ve siz şimdi neredesiniz?
Fenerbahçe’den adalar görünür;
Gözlerde mavi, yeşil ve bembeyaz,
Büyük, Burgaz, Kınalı eşiktedir
Ulaşmalı, kucaklamalı bu yaz.
Fenerbahçe’den adalar görünür;
Büyümede yürek yeşerten umut
Duygular dansında el eledir
Mart sonlarında kar, güneş ve bulut.
Muhsin DURUCAN
***
Bendedir ”
Kâlû Beladan beri İlâhi sır bendedir,
Eşrefi mahlûkatım, varlıklara sultanım
Ahsen-i takvim üzre bir hub yansır bendedir.
Kâinat denizinde en nadide mercanım.
Eşrefi mahlûkatım, varlıklara sultanım,
Emaneti yüklenip gelmişim bu cihana,
Kâinat denizinde en nadide mercanım,
Değerim sığmaz benim dünyada bir mizana.
Emaneti yüklenip gelmişim bu cihana,
Sırr-ı aşkın babında ol canana kurbanım.
Değerim sığmaz benim dünyada bir mizana.
Bu âlem-i fenada fır fır dönen pervanım.
Sırr-ı aşkın babında ol canana kurbanım,
Sebil ettim ömrümü rıza-ı Hakk adına.
Değerim sığmaz benim dünyada bir mizana.
Sığındım Azrail’in şefkatli kanadına.
Sebil ettim ömrümü rıza-ı Hakk adına,
Ahsen-i takvim üzre bir hub yansır bendedir.
Sığındım Azrail’in şefkatli kanadına.
Kâlû Beladan beri İlâhi sır bendedir,
İbrahim Sağır
26
RAHMANLA RULET
Ben demeden biz demeyi öğrendin
Asi rüzgârların rehberi ozan amcadan
Rahmine şivan düşürdün kavganın
Işkın çağında çarpıldın şahlanışına
Şiarı komün olan paris proleteryasınn
Sevda ile sarıldın bu son kavgamıza
Amansız yolculukların azimli neferi
Rahmanla rulet oynadın yenildin
Pasaportsuz çıktın bu son yolculuğuna da
Ah Barış ah çocukların yetim kaldı neyledin
MURTAZA VURAL
27
GÖRÜLMEYE DEĞER ÖREN YERLERIM
BEN ANADOLU’YUM, BEN ANKARA’YIM
YIĞIT ANKARALIM, KORURSAN EĞER
GAZI ÇIFTLIĞIMIZ GÖRMEYE DEĞER
BINLERCE CANLIYA MEKÂNIM YER YER
BEN ANADOLU’YUM, BEN ANKARA’YIM
HACI BAYRAM GIBI CAN ERENLERIM
BU GÜNEŞ IŞIKTIR GEÇMIŞ GÜNLERIM
ANIT TEPEDEKI ULU ÖNDERIM
BEN ANADOLU’YUM, BEN ANKARA’YIM
Aşıık HAYDARİ
BEN ANKARA’YIM
ALA KARLI, BOZ MEŞELI DAĞLARIM
TIFTIĞIM, ARMUDUM, SEYRAN BAĞLARIM
ŞEHIDIM, YETIMIM, DULUM, SAĞLARIM
BEN ANADOLU’YUM, BEN ANKARA’YIM
NICE KÜLTÜRLERE BEŞIKLIK ETTIM
BEN ANADOLU’YUM, BEN ANKARA’YIM
BAŞKENTIN BURCUNA BAYRAĞI DIKTIM
BEN ANADOLU’YUM, BEN ANKARA’YIM
MISKETLE HÜDAYDA BIZIM TÜRKÜMÜZ
SEĞMENIYLE COŞAR, YOKTUR KORKUMUZ
ÇAĞDAŞ DÜŞÜNÜRÜZ, BUDUR FARKIMIZ
BEN ANADOLU’YUM, BEN ANKARA’YIM
ANKARA KOŞMASI TÜRKÜLERIMLE
BIRLIKTE SARILAN YARALARIMLA
TURISTIK BELDELER YÖRELERIMLE
BEN ANADOLU’YUM, BEN ANKARA’YIM
SEN BIR ANKARALI KESKINLI HAYDAR
YÜREĞI SEVDALI OĞLUM, KIZIM VAR
ATASINDAN TÜRK HALKINA YADIGÂR
BEN ANADOLU’YUM, BEN ANKARA’YIM…
ÇALINDI DAVULLAR TÜRKÜ ÇAĞRILDI
DIKMEN SIRTLARINDA DÜĞÜN KURULDU
MUSTAFA KEMALCE KARAR VERILDI
BEN ANADOLU’YUM, BEN ANKARA’YIM
KESKINLI AŞIK HAYDARI
ÇANKAYA, KIZILAY, BAKANLIKLARIM
YÖNETIM YERIMIZ DÜN, BUGÜN, YARIN
OPERA, MÜZELER, KÜLTÜR PARKLARIM
BEN ANADOLU’YUM, BEN ANKARA’YIM
***
KOL KOL TUTUŞTU BIZIM SEĞMENLER
GÖKKUŞAĞI OLDU BIRER HEP BIRER
YÜREĞIM KUMANDA, BEDENIMSE ER
BEN ANADOLU’YUM, BEN ANKARA’YIM
ULUS MEYDANINA MECLIS KURULDU
BAĞIMSIZLIK IÇIN KARAR VERILDI
EGEMENLIK HAKKI HALKA VERILDI
BEN ANADOLU’YUM, BEN ANKARA’YIM
YIRMI BEŞ ILÇEMLE GÜZEL KÖYLERIM
ŞIFALI SULARIM, KAPLICALARIM
28
gördüğüm kadının bizden birisi olduğuna hiç
şüphem yoktu. Nitekim biraz sonra yanımdan
geçerken çocuk “Ana” deyince, kendisinden
telefon için yardım istedim. Yıllarca birbirine
hasret baba kız gibiydik. Oturup dertleştik.
Daha doğrusu derdini anlattı. Maraşlıydı.
Anadolu’daki çilesi burada da devam ediyordu.
“Teyzemin oğluydu… el de değil be amca…
ama her gün dövüyordu. Komşular şikayet
etmiş, polis onu alıp hapse götürdü; beni de
çocuklarımla bu otele yerleştirdiler.” Diye
başlayıp tüm dertlerini anlatarak odasına gitti.
Fakat kızlar ben odama çekilene dek benden
ayrılmadılar. Büyüğü 11 yaşındaydı. Derslerini,
öğretmenlerini, arkadaşlarını anlattı, anlattı,
anlattı. Dokuz yaşındaki küçüğü de, bir şeyler
anlatmak için sık sık ablasının sözünü kesse
de, o anlatmaya devam ediyordu. Ve eminim ki,
böyle bir manzara, Anadolu halklarından başka
hiçbir halkın arasında yaşanamazdı.
Kafamdan hiç silinmez
Yinelenir durur hep aynı soru…
Ne işin var senin
Bırakıp güzel yurdunu
Köln Sokaklarında
Sevgili Anadolu?
Nazmi ÖNER
Anadolu Kadınları
2002’de Frankfurt’tan Strazburg’a
günübirlik gelmiştim. Fakat bu şehri çok
beğendiğim için bir gün kalmak isteyince, bir
Kürt dönercinin yardımıyla, Ren kıyısında ucuz
bir otele yerleştim.
Fakat Strasburg’da kaldığımı Frankfurt’taki
arkadaşıma bildirmem gerekiyordu. Telefon
kartını sokunca uyarılar Fransızca geldiği için
ne yapmam gerektiğini bilemiyordum. Yardım
istediğim otel görevlileri de, ne sorarsan sor,
yanıtı Fransızcaydı. Yani orada kriz geçirseniz,
Fransızca bilmiyorsanız ölümünüze seyirci
kalacak kadar dil milliyetçiliği virüsüyle
arızalıydı beyinleri Fransızların.
Çocukluğumdan beri okuduğum Fransız yazar
şair ve ressamlarının etkisiyle en çok
beğendiğim ulus Fransızlardı, fakat o gün,
nefret ettim Fransızlardan.
Otelde Almanya’dan gezmeye gelen kalabalık
bir öğrenci grubu vardı. Başörtülü bir kadın
yanında iki çocukla telefona gelip gidiyorlardı.
Ben ilk görüşte bu kadının Anadolu’ya ait
olduğunu anladım.
Oysa Fransa Avrupa’nın en çok Müslüman
nüfusuna sahip olmasına rağmen,
Hollanda’d
aki kadar
Türkiyeli
Aşk Bir Yular
yoktur.
Fransa’dak
Dilsiz umutlar söndü
i
Doğum yaptı korkular
Müslüman
Ne mahşeri bir gündü!
nüfus
genellikle
İsyan aşığa niyaz
Cezayir,
Buz tutunca duygular
Fas ve
Siyaha döndü beyaz
Tunuslular
dır.
Arzular arşı aştı
İşte buna
Aşk kalbimde bir yular
rağmen,
Gün geceye karıştı…
Prof. Dr. Asım YAPICI
Amsterdam’da, Strasburg’da
Soğuk kutup rüzgarlarının hasadı
Belki biraz para…
Ama bilmem aradığın bu mu?
Anadolu’nun kara kafalı
Pala bıyıklı yiğidi.
Anadolu’nun esmer güzeli
Çileli bozkır çiçeği…
Fransa’da çilen doldu mu?
Oysa bilirim ve eminim ki
Yanık bir gurbet havasında
Kemirir içini şimdi Anadolu.
Nazmi ÖNER
***
29
koşacağım.
-Koşabilirseniz.
-Rica ediyorum insaflı olunuz, biraz yavaş
koşunuz.
-Olmaz, hızlı olacaksınız. Aslan koşuyorsa,
ceylana rica eder mi "Biraz yavaş ol" diye
-Aslında peşinizden koşabilmek için ardımdan
aslanın koştuğunu hayal etmiştim.
-Ben sizi aslan yaparken, siz kendinizi aslandan
kaçar ceylan yaptınız.
-Ama siz de kendinizi ceylan yaptınız, nasıl
yetişeceğim.
-Ceylanlığı bana layık görmediniz. Sayın aslan,
park gerişde kaldı, artık mahallemize geldik.
Lütfen peşimi bırakınız. Üstelik aslandan
kaçtığını düşünen korkar birinin peşimden
geldiğini düşünmek hoşuma gitmedi.
-Aaaa... burada mı oturuyorsunuz. Burası
benim de mahallem. Eminim tanıştıkça daha
çok benzer özelliklerimiz çıkacaktı. Mesela
Fransa futbol 2.liğini takip etmem. Siz ?
-Ben de takip etmem, bu da ortak yanımız ama
sayın aslandan korkan, ben evli biriyim.
-Bakın şimdiden ortak yanlarımız artıyor. Ne
güzel ben de evliyim.
-Ben şaka yapmıyorum beyfendi. İşte evime
geldim. İki çocuğum var, büyük olanın
yumruğu serttir.
-Benim de iki çocuğum var, ne güzel tesadüf.
-Ben eşimi çok seviyorum.
-Aaaa...! İnanın ki ben de.
Ahmet Ünal ÇAM
ROMANTİK TEST
Parkta yürüyüş yapan ve koşan gençler vardı.
Genç bir adam biraz hızlanarak öndeki genç
kıza yetişti.
-Merhaba, size bir şey söyleyebilir miyim?
-Buyurun.
-Sizinle koşabilir miyim?
-Hayır.
-Niçin ?
-Çünkü benimle koşacak kadar hızlı
görünmüyorsunuz.
-Hımmm ! Ben öyle olduğunu sanmıyorum.
-Hem niye benimle koşacaksınız ki ?
-Belki iki laf ederim, tanışmış oluruz.
-Ooooo...! Siz, benimle koşmak değil,
peşimden koşmak istiyorsunuz.
-Peşinden koşmak mı?
-Evet, bu söylediğiniz o manaya gelir.
-Ama ben böyle şeyler yapamamam.
-"Peşimden koşmaya değmez" mi demek
istiyorsunuz ?
-Öyle demedim, ben kişilik olarak genç bir
bayanın pşinden koşamam.
-Ne yani, ben mi peşinizden koşayım?
-Aslında kadın-erkek eşitliği açısından fena
fikir değil ama böyle de demek istemedim ki.
Ben böyle biri değil dedim sadece.
-"Sizin bildiğiniz erkelerden değilim" mi demek
istiyorsunuz ?
-Demek !.. Ne demek... öyle diyelim bari.
-Birini severseniz peşinde koşmak gerekmez
mi? Ben bile sevdiğimin peşinde koştum.
-Aslında bu sözlerinizden sonra ben de sizin
peşinizde koşmak ister oldum, hatta
Genç kadın evinin kapısını açtı, kaşlarını
çatarak kapıdaki genç adama baktı;
-Madem eşini çok seviyorsun, koşarak markete
git, 2 ekmek, 4 yumurta al.
-Oooo... niye ben gidiyorum.
-Eşini çok sevdiğini söyledin ya.
-Beraber koşuyoruz ama hep markete ben
gidiyorum.
-Söylenme de, çocukları uyanmadan koş eşini
çok seven kocacığım.
-Ya aslında düşündüm de o kadar da
sevmiyorum olabilirim.
-Kısa bir test yapalım mı?
-Tekten seçmeli test ha! Tamam tamam
kızma, oklavaya gerek yok aşkım, koştum.
30
ŞAİR TİPLERİ
anlatıyor. Okuyacağı şiir için ayrılan
süre üç dakika, hikayesi onüç dakika.
Adam üç dakikalık bir şiir okuyacak.
Yedi dakika gözlüğünü arıyor.
Bulduktan sonra da yaşlılık falan filan
üzerine gereksiz bir konuşma. Beş
dakika da bu yaptı etti mi onbeş
dakika. Gözlüğü takıyor gözüne.
Takmayla çıkarması bir oluyor. Elinde
gözlük başlıyor şiir okumaya.
Kardeşim o kadar niye aradın.
Madem aradın, buldun peki niye
takar takmaz çıkarıyorsun. Madem
gereksizdi milleti o kadar niye
bekletiyorsun.
Program belli. Her şairin ne zaman
şiir okuyacağı belli. Kimin kimden
sonra çıkacağı belli. Hazırlansana be
kardeşim. Kürsüye çıkana kadar beş
dakika geçiyor. Aralardan onun
bunun ayağına basa basa.
Bunlar bir karizma veriyor demek ki,
her yerde görüyorum bu tipleri. Öyle
sanıyorlar yani.
Okudukları şiir olsa eyvallah. Şiir
dinletisini inletiye çeviriyorlar. Millet
inledikçe de daha büyük keyif
alıyorlar ve işkenceyi uzattıkça
uzatıyorlar. Bir de demezler mi halk
şiir okumuyor. Kimse şiiri sevmiyor
diye. Sizi gördükçe nasıl okusun be
güzel kardeşim.
Üç saatlik bir dinleti. Otuz şair var.
Her şair iki şiir okusa üçer dakikadan
altı dakika eder. Otuz şair yüzseksen
dakika yani ikibuçuk saat. Yarım saat
da öylesine kürsüye çık in durumları.
İkişer şiir okunduğunda ara
vermeden üç saat ancak ucu ucuna
yetecek. Herkesin okuyacağı iki şiir.
Adam çıkıyor ağır ağır. Önce ona
teşekkür buna teşekkür. Üç dakika
daha baştan gidiyor. Sonra kağıtlar
arasından şiirini arıyor. Üç dakika
sonra buluyor ve başlıyor okumaya.
Mübarek en uzun şiiri seçmiş ki
kürsüde biraz daha kalsın. Altı dakika
şiirden once on dakika da şiir toplam
onaltı dakika. Otuz şair onaltı
dakikadan ne yapar: Dörtyüzseksen
dakika yani sekiz saat. Daha ikinci
şiire de geçmedi. Onu
hesaplamıyorum artık.
Şaka maka bu işe bir el atmak gerek
diye düşünüyorum. Herkesin kendi
insafına, kendi anlayışına
bırakıyorsun olmuyor ne yazık.
İyi şairler ve iyi şiirler güme gidiyor
bunların arasında. Acaba diyorum Şiir
Muhafız Alayı mı kursak. Şiir
yazamadığı halde şairim diye
ortalıkta dolananlara, üstelik
başkalarına da fırsat vermeyenlere,
şiir dinletilerinde milleti inletenlere
karşı
şiiri ve iyi şairleri korumak için görev
yapacak bir Şiir Muhafız Alayı’ na ne
dersiniz acaba?
Daha da beterleri var. Adam okuyor
iki şiirini. Herkes inip kürsüden
gidecek beklerken ve bunun için
alkışlarken, bir şiir daha okumak
istiyorum demez mi? Milleti
alkışladığına bin pişman edercesine.
O da öyle yiyip bitiriyor üç beş
dakikayı daha.
Coşkun KARABULUT
Bazıları da başlıyor yazdığı şiirin
hikayesini anlatmaya. Nerede ve
kime ve de ne zaman yazıldığını
31
EMİN ÇÖLAŞAN: Soma'daki maden
faciasında can veren 240'tan fazla
madencimize Allah rahmet eylesin.
Yakınlarının ve Türk Milleti'nin acılarını
paylaşıyoruz ama ateş düştüğü yeri yakıyor.
BAŞIMIZ SAĞOLSUN !
MELİH AŞIK: Başbakanın şu sözleri
baştaki tespitimizi doğruluyor: "Bunlar
olağan şeylerdir.Bunun yapısında fıtratında
bunlar var. Tabi işin boyutunun bu kadar
fazla olması bizi derinden yaralamıştır.
Kontrollerde de burası gerçekten gerek işçi
sağlığı gerek işçi güvenliği açısından iyi
noktada kömür ocaklarından birisi olarak
değerlendirmesi yapılmış..." Başbakanın
maden sahibini savunur gibi bir hali var...
Kontrollar gerçekten yapılsa ve önlem alınsa
bu facia yaşanır mıydı?
21.Yüzyılda bir ülke ve bu ülke bizim
ülkemiz. İş güvenliği, işçi sağlığı meselesini
maalesef çözememişiz. Çok üzgünüz, çok...
Giden canlar bizim canlarımız. Bu hadiseye
"ihmal" demek bile yakışmıyor. Çağın
yüzüne, hepimizin yüzüne, yönetenlerin
yüzüne bu emekçi bakışı her şeyi anlatmaya
yetiyor. Başımız sağolsun... Çok üzgünüz
çok...
ASLI AYDINTAŞBAŞ: Nasıl oluyor da
"Sosyal güvenlik haftası" kömürden,
yangından kapkara olmuş yüzlerce cansız
bedenle anılıyor? Nasıl oluyor da el âlem
uzayda koloni kurarken, bizler hâlâ 19'uncu
yüzyıldan kalma maden kazalarıyla yaşamak
zorunda kalıyoruz? Ama o gün geldiğinde,
ister istemez Enerji Bakanı'na dönüp
soracağız: Sahi, niye o madene gitmiştin?
**********************************
Yazarlardan can alıcı noktalar...
Türkiye'yi yasa boğan Soma'daki maden
faciasında 284 vatandaşımız hayatını
kaybetti. Bu üzücü haber herkesi derinden
üzerken olayda ihmal olup olmadığı, işçi
güvenliği ve çalışma şartları en çok tartışılan
konular oldu. Tüm bu sorular cevap ararken
yazarlar bu konu hakkında izlenimlerini
paylaştı. İşte yazarların o yazılarından can
alıcı noktalar...
MURAT YETKİN: Türkiye iki gündür
acılar içinde. Üç günlük yas ilan edildi,
bayraklar yarıda. Erdoğan 120 işçinin
‘tahminen' ocakta mahsur kaldığını
söylüyordu; ümitler her geçen saat
azalıyordu. Bir gazeteci, bu felakette şirket
ya da hükümet yetkililerinin bir sorumluluğu
olup olmadığını sordu. Erdoğan çıkıştı;
herhalde gazeteci kömür madenlerindeki
çalışma koşullarını hiç bilmiyordu. Daha
önce ölümlü kazaların madenciliğin
‘fıtratında' olduğunu söylemişti zaten.
MUSTAFA BALBAY: Soma tipi kazalar,
kaderin değil ihmalin eseridir. Yıllardır adım
adım yükselen maden ocağı kazaları önceki
gün tüm ülkeyi sarsan facia ile birlikte
tarihin en yüksek noktasına ulaştı.Soma
faciası bu gerçeğin yüzümüze vurulmasıdır.
Türkiye'de hayat pahalıdır, can ucuzdur.
SEZİN ÖNEY: Ateş sadece düştüğü yeri
değil, her yeri yakıyor. Faciaya yol açan
ihmaller şu veya bu; ama varlar. Kaza
önlenebilir miydi; evet. Sadece madenlerde
değil, inşaatlarda, fabrikalarda,
imalathanelerde. 15 yaşında çocukları,
madene indiren bir ülke burası, daha ne
diyeyim? Zorlukla hayatını kurtaran
madenci, arkadaşlarını kurtarmak için tekrar
madene iniyor; ölüyor.
EMRE KONGAR: Bu satırlar yazılırken,
yüreğimizi dağlayan Soma felaketinde
kaybettiğimiz evlatlarımızın sayısı 205'i
aşmıştı... Tam bu sırada, Gezi Parkı
protestolarında Mersin'de, ağzına biber gazı
sıkılmış olan Mehmet İstif'in de ölüm haberi
geldi...Yüreğimiz, emek, insan hakları ve
demokrasi için kanıyor!
32
ÇİĞDEM TOKER: TKİ tabelasını geçince,
başka kentlerden otobüsler dolusu taşınan
çevik kuvvet ekiplerinin arasına karışıyoruz.
Başbakan'ın protesto edilişinin üzerinden
henüz yarım saat geçmiş. Omuza, kola değen
silahların metal soğukluğu, "Ayaklanma
korkusu"nu sonuna kadar hissettiriyor.
Beyaz bir ip misali dizili ambulans ordusu...
Jandarma tok sesiyle yukarıdan bağırıyor,
"Gelen vaaar."
RUŞEN ÇAKIR: Dün de Erdoğan bütün
ülkeyi yasa boğan facianın ardından, Van
depremindeki kadar hızlı olmasa da, 24 saat
dolmadan Soma'ya gitti. Ama yaptığı basın
toplantısında söyledikleri derin bir hayal
kırıklığı yarattı. Gezi, 17 Aralık gibi
süreçlerde kendisinen sahip çıkan, ona
kalkan olan pek çok kişi, Erdoğan'ın bu bariz
"iş cinayeti"ni, İslami söyleme başvurup,
hele Soma faciasının 1800'lü yıllar
İngiltere'sindeki maden kazalarıyla
karşılaştırılmasına kimse anlam veremedi.
Kaynak: www.haberler.com
CÜNEYT ÖZDEMİR: Soma'da madenin
girişinin önündeyim. Maden girişi dediğim
küçücük bir tünelin ucu. Etraf mahşer yeri.
Polisler, askerler, itfaiyeciler, ilkyardım
ekipleri ve madenciler. Madenci yakınları…
Viiiüüüütt diye bir ses duyuluyor. Bu normal
şartlarda içeriden dışarıya kömür taşıyan
bantın birazdan çalışacağı anlamına geliyor.
Bant bu sefer madencilerin emeği kömürü
değil, ölü bedenlerini taşıyor.
************************************
ŞAHİN ALPAY: Kimse bu trajedide
hükümetin, yönetimin sorumluluğu
olmadığını iddia edemez; "takdir-i ilahi"
deyip geçemez. En açık delil ise, Türkiye
Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı'nın,
2010 tarihli raporuna göre, milyon ton taş
kömürü üretimi başına can kayıpları
karşılaştırıldığında, 2008 yılında bu sayı,
büyük üreticiler olan ABD'de 0,02; Çin'de
1,27 iken Türkiye'de 7,22! Yani, insanlarının
canına hemen hiç kıymet vermeyen, işçi
haklarının en sınırlı olduğu sanayi
ülkelerinin başında gelen, tek–parti yönetimi
altındaki Çin'in bile 5 katı!
1. 26 Nisan 1942 - Benxihu, Çin
En Büyük Madencilik
Faciaları
16.05.2014
Madencilik, en çok can yakan
mesleklerden biri.
26 Nisan 1942'de Çin'in Benxihu kentinde
Japonların kontrol ettiği Benxihu kömür
ocağında meydana gelen patlama sonucu
madende çalışan işçilerin %34'ü olan 1,549
işçi hayatını kaybetti. İşçilerin cesetlerinin
madenden çıkarılması 10 gün sürdü.
2. 10 Mart 1906 - Kuzey Fransa
Kuzey Fransa'daki Courrières maden
ocağında 10 Mart 1906 meydana gelen
kömür tozu patlamasında 1,099 madenci
öldü. Ölenlerin 3'te ikisinin 18 yaşın altında
olduğu belirtilen kazadan 13 madenci 20 gün
göçük altında kaldıktan sonra kurtulmuştu.
FEHMİ KORU: Tek bir kişinin ölümü
ocaklara ateş düşürürken, 200'den fazla
maden işçisinin hayatını kaybetmesine yol
açan Soma'daki fâcianın, kaç haneyi, kaç eşi,
kaç çocuğu, kaç anne-babayı, kaç kardeşi
derin üzüntülere gark ettiğini varın sizler
hesap edin... Aslında "Bütün ülkeyi"
demeliydim...22 yıl önce Kozlu'da 263
canımızı yine bir kömür madeni kazasında
kaybetmiştik; şimdiyse, acılı yürek sayısı
tahammül edilemez boyutlarda...
3. 15 Aralık 1914 - Kyushu, Japonya
Japonya'nın Kyushu kentindeki Mitsubishi
Hojyo kömür ocağında 15 Aralık 1914 günü
meydan gelen gaz patlamasında 687 madenci
yaşamını yitirdi. Bu kaza Japon tarihine en
ölümcül maden kazası olarak geçti.
4. 9 Kasım 1963 - Omuta, Japonya
33
Yine Japonya'nın Omuta kentindeki Mitsui
Miike kömür madeninde 9 Kasım 1963'te
patlama meydana geldi. 438'i
karbonmonoksit zehirlenmesinden olmak
üzere 458 madenci yaşamını yitirdi. Mitsui
Miike madeni 1997 yılına kadar işletildi.
Batı Virginia'daki Monongah kömür
madeninde meydana gelen kazada içinde
çocukların da bulunduğu, çoğunluğu İtalyan
göçmenlerden oluşan 352 kişi öldü. Ancak o
yıllarda kayıtların düzenli tutulmamasından
dolayı aslında ölü sayısının 500 civarında
olduğu düşünülmektedir.
5. 14 Ekim 1913 - Galler, Birleşik Krallık
Kaynak: onedio.com
************************************
Birleşik Krallık'taki Senghenydd maden
kazası 14 Ekim 1913'te meydana geldi. 439
madenci hayatını kaybetti.
Ünlü İsimler Acımızı
Paylaştı
6. 21 Haziran 1960, Güney Afrika
Güney Afrika tarihindeki en ölümcül maden
kazalarından biri olan 21 Haziran 1960'daki
Coalbrook faciasında büyük bir kayanın
madenin üzerine yuvarlanması sonucu göçük
altında kalan 437 madenciden kurtulan
olmadı.
Dünyaca ünlü pek çok isim, sosyal
medyada, Türkiye'nin acısını
paylaştığını gösteren mesajlar
yayımladı.
Soma'da yüzlerce maden emekçisinin
ölümüyle sonuçlanan katliamın ardından,
dünyaca ünlü pek çok isim, sosyal medyada,
Türkiye'nin acısını paylaştığını gösteren
mesajlar yayımladı.
7. 6 Haziran 1972, Wankie, Zimbabwe
6 Haziran 1972 tarihinde Zimbabwe'nin
Wankie kömür madenindeki kazada 426
madenci hayatını kaybetti.
Ünlü aktör Russell Crowe, Twitter
sayfasında "Türkiye'den gelen trajik haberi
şimdi duydum. Aileler için çok üzgünüm"
mesajını yayımladı. Aktör James Franco
Instagram hesabına Soma'yla ilgili bir
fotoğraf yüklerken, ünlü modeller Lara Stone
ile Cara Delevingne de Instagram da benzer
görsellerle Soma’ya duyarsız kalmadıklarını
gösterdi.
8. 28 Mayıs 1965 - Dhanbad, Hindistan
Hindistan'ın Dhanbad kentindeki kömür
madeninde çıkan yangında 375 madenci
yaşamını yitirdi.
9. 27 Aralık 1975 - Chasnala, Hindistan
Yine Hindistan'ın Chasnala şehrindeki
kömür madenindeki patlama sonucunda 372
madenci öldü.
Dün de Rihanna Twitter sayfasının kapak
fotoğrafına, üzerinde madenci kaskı olan
"Soma" yazısı koymuş, önceki gün
Türkiye'de verecekleri konser yas nedeniyle
iptal edilen rock grubu Aerosmith'in solisti
Steven Tyler da Twitter sayfasında "Bu
sabah Soma Manisa'daki madende
gerçekleşen korkunç kazanın haberiyle
uyandım. Dualarım hayatını kaybedenler,
hâlâ mahsur kalanlar ve aileleri ile. Türk
insanlarını kalbimizde tutuyor, oldukça
üzgün bir ulusun üç günlük yasını saygıyla
karşılıyoruz" mesajı yayımlamıştı.
10. 12 Aralık 1866 - Yorkshire, İngiltere
İngiltere'deki en kötü maden kazası
Yorkshire'daki Barnsley yakınlarındaki Oaks
madeninde 12 Aralık 1866 tarihinde
meydana geldi. Patlamada 388 madenci
yaşamını yitirdi.
11. 6 Aralık 1907, Virginia, Amerika
Amerika tarihindeki en büyük maden
kazalarından birisidir. 6 Aralık 1907 yılında
34

Benzer belgeler