Medeni Usul – Vize için notlar

Transkript

Medeni Usul – Vize için notlar
MEDENİ USUL VİZE NOTLARI
1. Hafta
HAK VE HUKUK TANIMI
Hak, hukuk düzenince korunan menfaattir. Hukuk, insanların birbirleriyle veyahut
oluşturdukları toplumla ilişkilerini düzenleyen bir kurallar bütünüdür. medeni usul hukukunun
devreye girmesi için hakkın ihlali gereklidir. Mesela, çok fazla gürültü yapıyorum, evde partiler
düzenliyorum. Komşumda rahatsız oluyor ve yukarı çıkıyor. Bu bir anlaşmazlıktır. Bu anlaşmazlık,
uyuşmazlık aşamasına gelip yargıya intikal ederse medeni usul hukuku devreye girer. Bu
uyuşmazlıkların tek çözüm yolu artık sadece devlet mahkemeleri değildir. Çünkü, arabuluculuk ve
uzlaşma denilen kurumlar devreye girmeye başlıyor. Bunlar yargının iş yükünü hafifletmek için
var. Yani sistem yalnızca devlet yargılaması değil, artık arabuluculuk da var. Amaç, yargıya intikal
etmeden uyuşmazlıkların çözümüdür. Fakat biz, olay yargıya intikal ederse ne olur kısmıyla
ilgileniyoruz.
Hak arama özgürlüğü, hukuki korunma talebi ve adalete erişim terimleri çok önemli.
Hak Arama Özgürlüğü Nedir?
Bizde hak ihlali olduğu zaman biz kendimiz bu ihlali giderebiliyor muyuz? Hayır. Biz, bir
ihlal olduğu zaman hakkımızı kendimiz tehsis edemiyoruz. Yargıya intikal etmek durumunda
kalıyoruz. Bu çerçevede toplumsal barışın sağlanması görevi devlette. Devlet, genel ve soyut
kurallar koymuyor; bunların uygulanmasını da sağlıyor. Bozulan dengenin tekrardan kurulmasıyla
da yükümlüdür. Hem hukuki alt yapıyı oluşturmak zorunda hem de fiili bir şekilde bunu yapmak
zorunda. Hem kurallar koyacak, hem de yargı sistemini devreye sokacak. Bununla beraber
bireylerin devlete karşı yargı hakkı bulunuyor. Yani ben, bu şekilde hakkımı arama özgürlüğüne
sahibim. Bu hak anayasada güvence altına alınmıştır. Medeni yargılama hukukunun amacı, maddi
hukuktan kaynaklanan subjektif hakların korunmasıdır. Yani, borçlar hukuku, medeni hukuk, aile
hukuku gibi maddi hukuk dallarından kaynaklanan hakları koruma yükümlülüğü medeni usul
hukukunu ilgilendiriyor. Bu koruma, hak aramayla yapılıyor. Hak aramayı devlet bireylere
sağlamakla yükümlü. Hak arama özgürlüğü AY 2. madde, 5. maddesiyle güvence altına alınmış.
Ayrıca 36. madde de çok önemli, çünkü burada da hak arama özgürlüğü teminat altına alınıyor.
A. Hak Arama Hürriyeti
HMK MADDE 36- (Değişik: 3/10/2001-4709/14 md.) Herkes, meşru vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargımercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil
yargılanma hakkına sahiptir.
Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz.
1
Günümüzde sadece hak arama özgürlüğüyle yetinilmiyor. Bunun yanında etkili veya etkin
hukuki koruma da gerekli. Bunun sonucunda etkin hukuki koruma için gerekli düzenlemelerin
yapılması gerekiyor. Etkin hukuki koruma, yargı organına başvurduğunuz andan itibaren ve hatta
kararın icrası aşamasında da benim etkin bir şekilde hukuki korumam olması gerekiyor ve bunu
yeniden sağlaması gereken de devlettir. Ayrıca hukuki koruma, nihai hukuki koruma ve geçici
hukuki koruma olarak ikiye ayrılıyor. Nihai hukuki koruma dediğimiz zaman; ben davayı
açıyorum. Davadan kesin hüküm alıyorum. Ben davayı aldım, bu şekilde benim hakkım korundu.
Geçici hukuki koruma dediğimiz zaman da, ihtiyati haciz; ihtiyati tedbir vardır. Mesela ben bir
gayri menkulume ilişkin bi tescil davası açtım. Dava 3,4 sene sürdü diyelim. Bu arada karşı taraf,
ben davacıyım, bu gayri menkulu başkasına satabilir. Böylece uyuşmazlık konusu gider. Ama ben
ihtiyati tedbir istersem, nihai hüküm verilinceye kadar o malın satılmasını engelleyebilirim. Geçici
olmasının sebebi de nihai kararın verilmemiş olmasıdır. Hak burda geçici olarak tedbir altına
alınıyor. Usul hukukunda ihtiyati tedbir ve devir tespiti kısmıyla ilgileneceğiz.
Bir de hak arama özgürlüğüne bağlantılı olarak adalet erişim diye bir kavram var. Adalet
erişim demek, hak arama konusundaki tüm yolların açık ve kullanılır olmasını hedefliyor. Bu
hakkın etkin olarak sağlanmasına yönelik üretilmiş mekanizmadır bir nevi.
Mahkemenin kanunlara uygun olarak görevini yapması gerekiyor. Dilekçeleri kabul etmek,
diğer tarafa tebliğ etmek, davacıya ispat hakkını kullanmayı sağlamak ve hüküm vermekle
yükümlüdür. Mahkemelere başvurulduğunda, uyuşmazlığın hangi kurallara göre, nasıl
çözümleyeceği, ne tür bir yöntem uygulayacağı usul hukukunun konusudur. Medeni usul hukuku,
özel hukuka ilişkin uyuşmazlıkların çözümüyle ilgileniyor. Mahkemelerin işleyişiyle, mahkeme ve
taraflar arasındaki işleyişi düzenleyen hukuk dalı medeni usul hukukudur.
Medeni usul hukukunun amacı, subjektif hakların korunması ve gerçekleşmesidir. Bunu
nasıl sağlıyor? Kesin hükümler var. HMK'unda düzenlenmiş olan bir sistem bu. Mahkeme
kararının, yargıtaydan da geliyor, onanmasıyla kesin hüküm oluşuyor. Kesin hüküm halini alan
karara karşı, aynı dava, aynı taraflar, aynı dava konusu, aynı hukuki sebebe dayanarak tekrardan
dava açılamıyor. Bununla hukuk düzeni ve hukuki barış sağlanıyor. Kesin hüküm HMK 303.
maddede bulunuyor.
HMK MADDE 303- (1) Bir davaya ait şeklî anlamda kesinleşmiş olan hükmün, diğer bir
davada maddi anlamda kesin hüküm oluşturabilmesi için, her iki davanın taraflarının, dava
sebeplerinin ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması gerekir.
(2) Bir hüküm, davada veya karşılık davada ileri sürülen taleplerden, sadece hükme bağlanmış
olanlar hakkında kesin hüküm teşkil eder.
(3) Kesin hüküm, tarafların küllî halefleri hakkında da geçerlidir.
(4) Bir dava dolayısıyla ortaya çıkan kesin hüküm, o hükmün kesinleşmesinden sonra dava konusu
şeyin mülkiyetini tarafların birisinden devralan yahut dava konusu şey üzerinde sınırlı bir ayni hak
2
veya fer’î zilyetlik kazanan kişiler hakkında da geçerlidir. Ancak, Türk Medenî Kanununun iyiniyetle
mal edinmeye ait hükümleri saklıdır.
(5) Müteselsil borçlulardan biri veya birkaçı ile alacaklı arasında yahut müteselsil alacaklılardan biri
veya birkaçı ile borçlu arasında oluşan kesin hüküm, diğerleri hakkında geçerli değildir.
Medeni Usul hukukunda her şey süreyle sınırlıdır. Mesela, bana karşı taraf dava açtı; cevap
dilekçesi vermem için benim iki hafta sürem var. Bunlar sıkı şekil kurallarıdır. Tabii, maddi
gerçeğin aranmadığı anlamına gelmiyor bu. Hem maddi gerçek hem adli gerçek kısmı birbiriyle
örtüşmelidir, medeni usul hukukunun amaçlarından biri de budur. Medeni usul hukukunda
delilleri taraflar getiriyor. Fakat, bu demek değil ki, medeni usul maddi gerçeği araştırmıyor. Böyle
bir yanılgıya düşülmemesi gerekiyor. Ayrıca, medeni usul hukuku özel hukuka aittir. Özel hukuka
ait uyuşmazlıklarda ne yapılması gerektiğini gösteriyor medeni usul hukuku bize.
Bazı temel kavramlar vardır.
Yargı: Devletin üstlendiği faaliyettir, ve bu alandaki görevi ifade eden bir kavram.
Yargılama: Bu görevin yerine getirilmesinde tüm süreç ve prosedürü içeren sistemdir.
Çekişmeli yargı: Davacı ve davalı üzerine kurulmuştur. Yani üçüncü bir kişi olmuyor.
Çekişmesiz yargı: Taraf sistemi üzerine kuruluyor. Sadece davacı ve davalı var diyemiyoruz.
Medeni Usul Hukukunda yer ve zaman itibariyle uygulanması
Taraflardan biri yabancıysa hangi hukuk kuralı uygulanacak? Bu devletler özel hukukunun
konusu. Fakat bunu bağlama kurallarıyla çözümlüyoruz. Bunlardan biri, hakkın doğduğu yer
hukukudur. Ama, usul kuralları bakımından asıl geçerli olan ilke hakimin bulunduğu yer
hukukudur. Buna göre uyuşmazlığın tarafları kim olursa olsun, hakim bulunduğu yerin usul
kurallarını uyguluyor. Fakat, ispat kuralları bakımından bir istisna söz konudur. Hak nerede ve
hangi ülkenin maddi kanunlarına göre doğmuşsa o uygulanıyor. Mesela, bizde senetle ispat kuralı
var. 2,500 TL üzerindeki uyuşmazlıklarda, siz senetle ispatlamak zorundasınız. Tanık dinlenmesi
kabul edilmiyor. Ama diyelim ki, uyuşmazlığınız Almanya'da doğdu. O halde, uyuşmazlık
Almanya'da doğduğu için siz oranın kurallarına göre uyuşmazlığı çözebiliyorsunuz. Yani orada
tanık dinleniyorsa, dinletebiliyorsunuz.
Kanunun zaman itibariyle uygulanması; 1 Ekim 2011'de değişti kanun. HMK 448. maddesi diyor
ki, tamamlanmış işleri etkilememek kaydıyla derhal uygulanır. Ben davamı 16 mart 2009'da açtım.
Davam süregeliyo. 1 ekim 2011'de de kanun değişti. Acaba, hangi kanunu uygulayacağım? Ben
eski kanunu uygulayacağım diyemem, çünkü tamamlanmamış bir işlem söz konusu. Tamamlanıp
3
tamamlanmaması her bir usul işlemi bakımından ayrıca eğerlendirmek durumundayım. Ben
davayı açtım. Cevap vermek için yeni kanuna göre 2 haftalık, eski kanuna göre 10 günlük sürem
var. Ben eski kanuna göre 10 gün süre içerisinde cevap verdiysem ve 10 günlük süre bitmişse bu
işlem tamamlanmış oluyor. Fakat bu 10 günlük süre bitmemiş ve ben cevap vermemişsem işlem
tamamlanmamış oluyor. Amaç, gereksiz yere masraf, emek harcanmaması. Açıp tekrar yeni
kanuna bakılmasına gerek yok eğer işlem tamamlanmışsa. Mesela diyelim, ben dava açıyorum.
Yargılama yapılıyor, dosyam yargıtaya gitti, dosyam yargıtayda bozuldu. Onanmadı ve kesin
hüküm olmadı. Bozma hükmünü 10 ekimde aldım. Dosyam yerel mahkemede ve burada yeniden
yargılama yapılıyor. Bu sefer yargılama yeni kanuna göre yapılacak. Yani kısaca, bir dava davanın
temeli olan, uyuşmazlık konusu olan olayın meydana geldiği tarih değil; uyuşmazlığın yargı önüne
getirildiği tarihteki yargı kurallarına tabiidir.
Görev, bir davanın nerede açılması gerektiğidir. Diyelim davayı asliye hukuk
mahkemesinde açtınız; ama kanun değişti ve o uyuşmazlık artık asliye hukuk mahkemesinde değil
de sulh hukuk mahkemesinde görülmeye başlandı. Yargıtayın ve hocalarımızın görüşü, avukatlar
davayı açarken öngöremezler kanunun değişeceğini. Bu yüzden siz davayı nerede açtıysanız,
kanun değişse de davanın açıldığı tarihteki kurallara bağlısınızdır.
Yargı yoluna ilişkin eski kanun uygulanıyor. Çünkü, bir torba kanun çıkarıldı. Henüz istinaf
mahkemelerinde fiili düzenlemeler yok. İstinaf mahkemeleri söz konusu ama henüz çalışmaya
başlamadı.
Medeni usul hukukunun kaynakları denildiğinde ilk olarak HMK var. İsviçre'den alınma bir
kanun. Yargıtay kanunu, noter kanunu vs. bunlar da kaynakları usul hukukunun.
Yargı çeşitleri: Türk yargısal sistemi dört ana bölüme ayrılıyor.
1- Anayasa Yargısı
2- Askeri Yargı
3- İdari Yargı
4- Adli Yargı
Bu yargı sistemlerinin temelinde Adli Yargı vardır. Adli yargının ceza ve özel hukuk alt
kolları vardır. Usul hukuku da özel hukuk kısmındaki uyuşmazlıklarda yer alıyor ama kamu
niteliği ağır basıyor.
Çekişmeli Yargı - Çekişmesiz Yargı
Çekişmeli yargı, iki taraf sistemi üzerine kurulmuş olan sistem. Davalı ve davacı var. Hep
çekişmeli yargı üzerinden gidilecek zaten. Fakat yeni kanunun 382. maddesinde çekişmesiz yargı
düzenlenmiş.
4
HMK MADDE 382- (1) Çekişmesiz yargı, hukukun, mahkemelerce, aşağıdaki üç ölçütten birine
veya birkaçına göre bu yargıya giren işlere uygulanmasıdır:
a) İlgililer arasında uyuşmazlık olmayan hâller.
b) İlgililerin, ileri sürülebileceği herhangi bir hakkının bulunmadığı hâller.
c) Hâkimin resen harekete geçtiği hâller.
(2) Aşağıdaki işler çekişmesiz yargı işlerinden sayılır:
a) Kişiler hukukundaki çekişmesiz yargı işleri:
1) Ergin kılınma.
2) Ad ve soyadın değiştirilmesi.
3) Ölüm karinesi sebebiyle (ilgili yerin mülkî amirinin emriyle) nüfus kütüğüne ölü kaydı düşülen
kişinin sağ olduğunun tespiti.
4) Gaiplik kararı.
5) Kişisel durum sicilindeki kaydın düzeltilmesi.
b) Aile hukukundaki çekişmesiz yargı işleri:
1) Henüz evlenme yaşında olmayanların evlenmesine izin verme.
2) Gaiplik nedeniyle evliliğin feshi.
3) Evlendirme memurunun, evlenme başvurusunu ret kararına karşı yapılan itiraz.
4) Yeniden evlenmede bekleme süresinin hâkim tarafından kaldırılması.
5) Terk eden eşin ortak konuta davet edilmesi.
6) Eşlerden birinin, evlilik birliğini tek başına temsil etmek konusunda yetkili kılınması.
7) Aile konutu ile ilgili işlemler için diğer eşin rızasının sağlanamadığı hâllerde hâkimin
müdahalesinin istenmesi.
8) Mevcut mal rejiminin eşlerden birinin veya alacaklıların talebiyle mal ayrılığına
dönüştürülmesi ve sebeplerin ortadan kalkması hâlinde mal ayrılığından eski rejime geri dönülmesi.
9) Paylaşmalı mal ayrılığında boşanma veya evliliğin iptali hâlinde, aile konutu ve ev eşyasını
hangi eşin kullanmaya devam edeceği hakkında karar verilmesi.
10) Sağ kalan eşe aile konutu üzerinde ve ev eşyası üzerinde mülkiyet veya intifa hakkı tanınması.
11) Mal ortaklığında eşlerden birinin mirası reddine izin verilmesi.
12) Ana babaya çocuğun mallarından bir kısmını çocuğun bakım ve eğitimi için sarf etme izninin
verilmesi.
13) Velayetin kaldırılması, velayetin eşlerden birinden alınarak diğerine verilmesi ve kaldırılan
velayetin geri verilmesi.
14) Hâkimin çocuğun mallarının yönetimine müdahale etmesi ve çocuğun mallarının yönetiminin
kayyıma devri.
15) Evlilik sona erince velayet kendisinde kalan eşin, hâkime çocuğun malları hakkında defter
sunması.
16) Aile yurdunun kurulmasına izin verilmesi, kuruluşun tebliğ ve ilanı, kapatılması hâlinde tapu
sicilindeki şerhin silinmesine izin verilmesi, taşınmazın bizzat malik veya ailesi tarafından
kullanılması şartına geçici olarak istisna tanınması.
17) 14/1/1998 tarihli ve 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanuna göre aile mahkemesi
hâkimi tarafından karar verilecek tedbirler.
5
18) Çocuk hâkimi tarafından, çocuğun anası, babası, vasisi, bakım ve gözetiminden sorumlu
kimse, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu ve Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya
resen çocuklar hakkında koruyucu ve destekleyici tedbir kararı alınması.
19) Vesayet işleri.
c) Miras hukukundaki çekişmesiz yargı işleri:
1) Sulh hâkimi tarafından resmî vasiyetname düzenlenmesi; el yazısı ile vasiyetnamenin sulh
hâkimi tarafından saklanması; sözlü vasiyetname tutanağının sulh veya asliye mahkemesine tevdiî.
2) Vasiyeti yerine getirme görevlisine görevinin bildirilmesi.
3) Vasiyeti yerine getirme görevlisinin tereke malları üzerinde tasarruf etmesine izin verilmesi.
4) Gaibin mirasçılarına, gaibe düşen miras payının teslim edilmesi.
5) Tereke mallarının korunması ve hak sahiplerine ulaşmasını sağlamak için önlem alınması.
6) Mirasçılık belgesi verilmesi.
7) Terekenin yazımı işleminin sona erdiğinin mirasçılara bildirilmesi, mirasın reddi beyanının
tespiti ve tescili; mirasın reddinin, mirası reddeden kişiden sonra gelen mirasçılara bildirilmesi;
mirasın reddi süresinin uzatılması.
8) Terekenin resmî defterinin tutulması.
9) Sulh hâkiminin özellikleri olan eşyanın mirasçılardan birine tahsis edilmesi veya satılmasına
karar vermesi.
ç) Eşya hukukundaki çekişmesiz yargı işleri:
1) Taşınmaz üzerinde taraf oluşturulmasına ve hak ihlaline sebebiyet vermeyecek düzeltmelerin
yapılması.
2) Taşınmaz rehninde alacaklı için kayyım tayini.
d) Borçlar hukukundaki çekişmesiz yargı işleri:
1) Yetkisi sona eren temsilcinin temsil belgesini mahkemeye teslimi.
2) Borçluya ifa veya teminat göstermesi için süre verilmesi.
3) Tevdi mahalli belirlenmesi veya tevdi edilemeyecek eşyanın satılması.
4) Alacaklısı ihtilaflı olan borcun mahkemeye tevdiî.
5) Ayıplı hayvanın bilirkişi tarafından muayenesi.
6) Mesafeli satımlarda ayıbın tespiti veya ayıplı malın satılmasına izin verilmesi.
7) İşçiye kârdan hisse verilmesini öngören iş sözleşmesinde, mahkemenin işverenin hesaplarını
inceleyecek bir kişi tayin etmesi.
8) Eser sözleşmesinde eserin ayıplı olup olmadığının bilirkişiye tespit ettirilmesi.
9) Satılmak için komisyoncuya gönderilen eşyanın hasarının tespiti.
10) Komisyoncu elindeki malın açık artırma ile satışına izin verilmesi.
e) Ticaret hukukundaki çekişmesiz yargı işleri:
6
1) Ticari defterlerin zıyaı hâlinde belge verilmesi.
2) Acentenin müvekkili hesabına teslim aldığı malın Borçlar Kanununa göre satılması.
3) Kollektif şirketin tasfiyesinde tasfiye memuru tayini.
4) Komanditer ortağın talebiyle şirket hesaplarını incelemek için eksper tayini.
5) Anonim şirkette ayni sermaye konulması, tescilden itibaren iki yıl içinde sermayenin onda
birini aşan tutarda işletme devralınması ve sermaye azaltılmasında bilirkişi raporu alınması ve
mahkemenin izni.
6) Kıymetli evrakın iptali.
7) Eşya taşımada eşyanın hasar ve eksiğinin tespit edilmesi; teslim edilememesi hâlinde Borçlar
Kanunu hükümlerine göre satılmasına karar verilmesi; gönderilen eşyanın mahkeme marifetiyle
muayenesi.
8) Gemi ipoteğinde, malikin bulunamadığı hâllerde kayyım tayini.
9) Deniz raporu tanzimi.
10) Kırkambar sözleşmesinde geminin hareket gününün mahkeme tarafından tayini.
11) Navlun sözleşmesinde, boşaltma limanında malların hâl ve vaziyetinin, ölçü, sayı ve tartısının
ekspere tespit ettirilmesi.
12) Müşterek avaryalarda dispeççi tayini ve dispecin mahkemece tasdiki.
13) Denizcilik rizikolarına karşı sigortalarda zararın ve kapsamının belirlenmesi için bilirkişi
tayini.
14) Kooperatiflerde ayni sermayeye değer biçilmesi için bilirkişi tayini.
f) İcra ve iflas hukukundaki çekişmesiz yargı işleri:
1) İpotekli alacakta alacaklının gaipliği veya alacağı almaktan kaçınması hâlinde, borç
tutarının icra dairesine tevdi edilmesi üzerine icra mahkemesi tarafından ipoteğin fekkine karar
verilmesi.
2) Doğrudan doğruya iflas.
3) İflasın kaldırılması.
4) İflasın kapanmasına karar verilmesi.
5)
Reddolunmuş mirasın tasfiyesinin, mirasçılardan birinin mirası kabul talebi üzerine
mahkeme tarafından durdurulması.
6) Konkordato mühleti verilmesi ve komiserin atanması.
7) Konkordatonun tasdiki.
8) Sermaye şirketleri ve kooperatiflerin uzlaşma yoluyla yeniden yapılandırılmasında projenin
ilanı ve ara dönem denetçisinin atanması.
9) Fevkalade hâllerde, kusuru olmaksızın borçlarını yerine getiremeyen borçluya mühlet
verilmesi.
g) Çeşitli kanunlardaki çekişmesiz yargı işleri:
1) Nüfus kütüklerinin sayfa birleşim yerlerinin asliye hukuk mahkemesince mühürlenmesi.
2) Noterlerin göreve başlarken mahkemede yemin ettirilmeleri.
3) Noter evrak ve defterlerinden alınarak başka yere gönderilecek örneklerin mahkeme
tarafından tasdiki.
4) Kamu görevlilerinin mahkeme huzurunda kanunen yemin etme zorunluluğunun öngörüldüğü
diğer durumlar.
7
Çekişmesiz yargıda davacı, davalı yok. Burada taraflar var ve ilgililer de var. Ayrıca,
çekişmesiz yargıda hakim daha çok resen harekete geçiyor. Görevli mahkeme, sulh hukuk
mahkemesidir.
2. Ders
Maddi hukuk kuralı, ne kadar iyi düzenlenirse düzenlensin, uygulandığı anda kendini
gösterir. Bu alan da medeni usul hukukudur. Medeni usul hukukunun konusu, özel hukuk
alanındaki bütün yargısal faaliyetleri düzenlemesidir. Medeni kelimesi, kamu veya ceza
hukukunun karşıtı olarak kullanılıyor. Anasayamızda devletin 3 temel ilkesi düzenlemiştir. Bunlar
yasama, yürütme ve yargıdır. Yargı yetkisi bağımsız mahkemelerce Türk milleti adına kullanılır.
Yargı ve yargısal faaliyetin iki yönü vardır.
1- Biçimsel yönü: Mahkemelerin yaptığı her türlü işlem, yargısal faaliyet olarak tanımlanır. Fakat,
mahkemelerin kalem işleri de vardır mesela bu yargısal faaliyet değildir. Yani her işlemi yargısal
değil.
2- Maddi yönü: Maddi hukukta edindiğimiz bir takım soyut hukuk kurallarını, somut kurallara
uygulamaktır.
Türkiye'deki yargı çeşitleri dört tanedir.
1- Adli Yargı
2- İdari Yargı
3- Askeri Yargı
4- Anayasa Yargısı
Adli Yargı, medeni yargı ve ceza yargısı olarak ikiye ayrılıyor. Medeni yargı, bizim
konumuzu oluşturuyor. Çekişmeli ve çekizmesiz yargı vardır medeni yargıda. Biz bunları
inceleyeceğiz.
Hukukun görevi toplumsal yaşamı düzenlemek ve ilişkilerden doğan uyuşmazlıkları
çözmektir. Toplum halinde yaşayan insanlar arasında anlaşmazlık ve uyuşmazlık çıkması
mümkün. Anlaşmazlık daha çok bir menfaat zıtlığını ortaya koyar ve bu henüz dışa yansımamıştır.
Anlaşmazlığın ortaya koyulmasına ise, uyuşmazlık denir. Uyuşmazlığın çözülmesiyle bozulan
toplumsal barış tekrardan korunmalıdır. Uyuşmazlığın çözümünde iki yöntem var. 1- Barışçıl
yöntem: Alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemleri vardır. Mahkemeye gitmeden taraflar kendi
aralarında konuşup anlaşabilirler. Bu anlaşmazlık çözme yöntemidir. Bir de arabuluculuk kanunu
kabul edilmiştir. Bu da bu kategoridedir. Uzlaşma da vardır. 2- Çatışmacı yöntem: Bir yargı yerine
müracaat ederek çözülmesi çatışmacı yöntemdir. Eğer barışçıl yönteme başvurulmamışsa, iki türlü
yöntem kalır. Birisi tahkim yargısı, öteki devlet yargısıdır. Devlet yargısı, mahkemelere müracaat
edilmesidir.
8
Tahkim ise, taraflar hakemlere müracaat ederek uyuşmazlığın çözümünü istiyorlar. Tahkim
yargısında verilen karar mahkeme hükmüyle aynıdır. Burada da iki türlü tahkim vardır. 1- İhtiyari
tahkim 2- Mecburi tahkim. HMK 407-444 Maddeleri arasında düzenlenmiş.
Devlet yargısı için, ülkemizdeki mahkemeler teşkilatına bakacak olursak, en üstte yargıtay
vardır. Altında, istinaf veya bölge adliye mahkemeleri vardır. Fakat, hükümleri mevcut,
düzenlemeleri mevcut ve HMK'da da yer alıyor ama fiilen faaliyete geçmediği için istinaf
hükümlerini uygulamıyoruz. Daha altta da mahkemeler var. Bu mahkemeler de ikiye ayrılıyor.
1- Genel Mahkemeler: Kişiler veya konular yönünden sınırlandırma söz konusu değilse, genel
mahkemeler görevlidirler. Genel mahkemeler Türk Hukuk'unda Asliye ve Sulh Mahkemeleri
olarak sayabiliriz. Asliye Mahkemeleri de ikiye ayrılır. Bunlar, Asliye Hukuk Mahkemesi ve Asliye
Ticaret Mahkemesi'dir.
2- Özel Mahkemeler: Daha çok belli kişi veya belli konularda uzman hakimler tarafından
uyuşmazlık karara bağlanıyor. İş Mahkemeleri, Kadastro Mahkemesi, İcra Mahkemesi, Tüketici
Mahkemesi, Aile Mahkemesi, Fikri ve Sınai Haklar Mahkemesi özel mahkemelerdir.
Medeni Usul Hukuku'nun yer ve zaman bakımından uygulanması:
6100 sayılı HMK 1 Ekim 2011 tarihinde yürürlüğe girdi. 1086 sayılı HMK yürürlükten kalktı,
fakat bazı hükümlerinin uygulanmaya devam edeceği belirtildi. HMK'nın yer bakımından
uygulanmasında, mülkilik esası geçerlidir. Özellikle yabancı ve yabancı kusurlu uyuşmazlıklar
Türk mahkemelerinin yetkisinin nasıl olacağını belirler. Türkiye'de yabancılarla bir uyuşmazlık
olursa tabii ki HMK'yı uygulayacağız ama bunun dışında başka bir yerde HMK uygulanmaz.
Kanun yürürlüğe girdikten sonra, mevcut olaylara uygulanır. Bunun istisnaları vardır. Kamu
düzeni düşüncesiyle kanunun geçmişe uygulanacağı da kabul edilmiştir. Usul hukuku açısından ise
zaman itibariyle uygulanması özellik arz eder. 1086 sayılı HUMK 578. Maddesi HUMK’un zaman
itibariyle uygulanmasını düzenliyordu.
HMK Madde 578 – İşbu kanun müktesep hakları ihlal etmemek şartiyle makabline şamildir.
Bu kanunda tayin edilmiş olan müddetler içinde istimal edilmiyen haklar artık istimal
olunamaz. Şu kadar ki henüz müddeti içinde bulunan alakadar, bu kanunun neşri gününden
itibaren bu kanundaki müddetler içinde haklarını istimal edebilir
6100 sayılı HMK’nın 448. Maddesinde düzenleniyor bu husus.
HMK MADDE 448- (1) Bu Kanun hükümleri, tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla
derhâl uygulanır.
Bir kanun yürürlüğe girdiği zaman geçiş hükümleri olabilir. 6100 sayılı HMK’da da geçiş
hükümleri var. Mesela, yargı yolu ve görev konusunda yapılan bir düzenleme var. Diyor ki, daha
önce dava görevli mahkemede açılmışsa, yeni kanuna göre o mahkeme görevli olsa bile dava
açılan mahkeme görevli olmaya devam edecek görevsizlik kararı veremeyecek. Bu bir geçiş
9
hükmüdür ve bu uygulanır. Senetle ispat konusunda da böyle bir düzenleme vardır. Önceki
dönemde açılan davada, eski senet ispat sınırı uygulanır. 1086 sayılı kanun döneminde okuma
yazma bilmeyenler ya resmi şekilde yapardı seneti; ya da köy muhtarı tarafından senedin
imzalanması gerekiyordu. O dönemde böyle bir senet dava konusu yapılıyorsa bu senet
geçerliliğini koruyor. Fakat yeni kanunda diyor ki, okuma yazma bilmeyenler ancak resmi şekilde
yapmalıdır seneti. Fakat burada, yeni kanun yürürlüğe girmeden önce yapılan senet, geçerliliğini
koruyacak.
Tekrardan 448. Maddeye dönüyoruz. Tamamlanmış işlemi incelerken; cevap dilekçesini
verme süresi 10 gündür. 10 gün içinde cevap dilekçesini verdi. Bu arada yeni kanun yürürlüğe
girdi ve yeni kanuna göre 1 ayı geçmeden bir uzatma yapılabilir. Bundan yararlanılır mı,
yararlanılmaz mı bu birinci soru. İkinci mesele de, yetki sözleşmesinin şartları da yeni kanunla
değişmiştir; tarafları da değişmiştir. Örneğin, tacir değilse artık gerçek kişiler yetki sözleşmesi
yapamayacak. Daha önceki kanun döneminde yetki sözleşmesinin taraflarından biri gerçek kişidir.
Yetki sözleşmesinin tarafları yeni kanuna göre sadece tacirler veya kamu tüzel kişileri olabilir.
Fakat, burada işlem tamamlanmış; dava açılmış. Artık bu işlem tamamlandığı için yeni kanunu
uygulayamayız.
Türk Mahkeme Teşkilatı
Özel Mahkemeler
 İş Mahkemesi : 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu ile korunur. Özel mahkemelerdir. Bu
mahkemeler iş uyuşmazlıklarından ve iş hukukundan doğan dava ve işlere bakmak ve
uyuşmazlıkları çözmekle görevli mahkemelerdir. İş mahkemelerinin olmadığı yerlerde iş
mahkemesi görevini asliye hukuk mahkemesi yapar.
 Tüketici Mahkemesi: 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanunda düzenlenen
hususlara ilişkin uyuşmazlıkları karar bağlamak için kurulan bir mahkemedir. Tüketici
mahkemesinin özelliği tüketicilerin, tüketici örgütlerinin, sanayi ve ticaret bakanlığının tüketici
mahkemelerinde dava açabilmeleridir. Tüketiciler dava açabiliyor, tüketici örgütleri dava
açabiliyor. Yani aslında doğrudan hakkı ihlal edilebilen kişi değil, bir örgüt dava açabiliyor.
Topluluk davasına ilişkin önemli bir düzenleme bu tüketici örgütlerinin açtığı davalardır. Tüketici
mahkemeleri tek hakimlidir. Tüketici mahkemeleri bir yerde yoksa onun yerine asliye hukuk
mahkemeleri bakar.
 Kadastro Mahkemesi: 3402 sayılı Kadastro Kanunu ile korunur. Özel mahkemelerdir.
Görevleri Kadastro Kanunu 25. Maddede sayılmıştır. Kadastro ile ilgili uyuşmazlıkları çözer. Ayrı
kadastro mahkemesi bulunmayan yerlerde bu tür uyuşmazlıklara asliye hukuk mahkemesi bakar.
 Aile Mahkemesi: 4787 sayılı Aile Mahkemeleri’nin Kuruluş, Görev ve Yargılama Usullerine
Dair Kanun’una göre kurulmuştur. Aile mahkemeleri, aile hukukundan doğan dava ve işlere
bakmakla görevlidir. 4787 sayılı kanunun 4. Maddesinde aile mahkemelerinin özel mahkemeler
10
olarak hangi uyuşmazlıklarda görevli oldukları açıklanmıştır. Nişanlanma, evlenme, boşanma ve
mal rejimi gereğiyle ilgili uyuşmazlıkları ile soy bağına ilişkin uyuşmazlıkları karara bağlar.
 İcra Mahkemesi: İcra veza ve icra hukuk mahkemesi olarak görev yapıyor. İcra hukuk
mahkemeleri, başta icra ve iflas dairelerinin işlemlerine karşı yapılan itiraz, şikayet olmak üzere
icra-iflas hukukuna ilişkin uyuşmazlıkları çözmek ve karara bağlamakla görevlidir. İcra iflas
kanununda yer alan her uyuşmazlık icra mahkemelerinde görülmemektedir. Özel mahkemelerdir.
Bir yerd ayrı bi icra mahkemesi yoksa asliye hukuk mahkemesi onun yerine görev yapar.
 Fikri ve Sınai Haklar Mahkemesi: 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun
düzenlediği hukuki ilişkilerden doğan davalarda davanın konusunun miktarına bakılmaksızın
görevli olan bir özel mahkemedir. Yine bu kanundaki düzenlemeler haricinde başka bir kaç
uyuşmazlık da bu mahkemelerde çözümlenir.
Mahkemelerin Görevleri: Ancak kanunla düzenlenirler. 6100 sayılı HMK’nın 1. Maddesinde
belirtilmiştir. AY 142. Maddesinde de açıkça hükme bağlanmıştır. Mahkemelerin görevi bir
yönetmelikle düzenlenemez. Görev kurallarının bir özelliği vardır. Görev kuralları kamu
düzeninde kabul edilmektedir. Mahkemenin önüne gelen bir uyuşmazlıkta görev konusunu
kendiliğinden, resen dikkate almasıdır. Mahkeme kendisinin görevli olup olmadığını resen karara
bağlar.
Asliye Hukuk Mahkemesi: Görevi 6100 sayılı HMK’nın 2. Maddesinde düzenlenmiştir.
Asliye hukuk mahkemelerinin görevi
HMK MADDE 2- (1) Dava konusunun değer ve miktarına bakılmaksızın malvarlığı haklarına
ilişkin davalarla, şahıs varlığına ilişkin davalarda görevli mahkeme, aksine bir düzenleme
bulunmadıkça asliye hukuk mahkemesidir.
(2) Bu Kanunda ve diğer kanunlarda aksine düzenleme bulunmadıkça, asliye hukuk mahkemesi
diğer dava ve işler bakımından da görevlidir.
1086 sayılı kanun döneminde malvarlığına ilişkin davalarda görevli mahkeme malvarlığının
değer ve miktarına göre belirleniyordu. Belli bir miktarın üzerindeki davalarda asliye hukuk
mahkemesi, altındakilerde ise sulh hukuk mahkemesi görevliydi. Ancak, intikal hükmünden dolayı
bu değer hususu henüz geçerliliğini korumakta. Sulh hukuk mahkemesindeki yargılama daha
kolaydır. Basit yargılama vardır, hızla çözülür. Kural olarak da şahıs varlığına ilişkin davalar da
asliye hukuk mahkemelerinde görülür. Fakat aksine bir düzenleme varsa, belirlenen mahkemede
görülür. Mesela, bir kişinin ötekine hakaret etmesi yüzünden açılan davada tazminat miktarı ne
olursa olsun bu dava asliye hukuk mahkemesinde görülür.
İcra iflas kanununda düzenlenen tasarruf iptali davaları vardır. Bunların amacı alacaklıdan
mal kaçırmak isteyen borçlunun yaptığı tasarruf işlemini iptal ettirerek alacaklının alacağını
almasını sağlamaktır. Bu davalarda taraflara bakılmaksızın görevli mahkemenin asliye hukuk
mahkemesi olduğu kabul edilmektedir.
11
Özel hukuk sigortasından kaynaklanan davalarda da görevli mahkeme asliye hukuk
mahkemeleri olarak kabul edilmektedir. Bu nasıl olur? Bir özel sigorta şirketi sigorta yaptığı kişiye
risk gerçekleşecek bir ödeme yapar. Bu riski eğer bir üçüncü kişi gerçekleştirdiyse, sigorta şirketi
bu üçüncü kişiye dava açar.
Banka kartları ve kredi kartları kanunu 44. Maddesinde diyor ki, eğer banka kartı veya kredi
kartı kullanımından dolayı davayı kredi kartını kullanan kişi açarsa, mahkeme tüketici
mahkemesidir; fakat, davayı açan banka ise veya finanas kuruluşu ise görevli mahkeme asliye
mahkemesidir.
Asliye hukuk mahkemesinin görevli olduğunu kabul eden başka bir düzenleme de vardı
fakat, iptal edildi. 6100 Sayılı HMK’nın 3. Maddesinde yer alıyordu.
MADDE 3- (1) Her türlü idari eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerin
yol açtığı vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine yahut kişinin ölümüne bağlı
maddi ve manevi zararların tazminine ilişkin davalara asliye hukuk mahkemeleri bakar. İdarenin
sorumluluğu dışında kalan sebeplerden doğan aynı tür zararların tazminine ilişkin davalarda dahi
bu hüküm uygulanır. 30/1/1950 tarihli ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu hükümleri saklıdır.
Fakat bu hüküm iptal edildi. İdarenin sorumlu olduğu bir sektörden dolayı ölüm vs. Söz
konusu ise artık asliye hukuk mahkemesi görevli değil. Artık idari yargı görevli. Bu hükmün
dayanak maddesi Türk Borçlar Kanunu’nun 55. Maddesidir. Bu madde, iptal edilmiş olsa dahi
kamu kurumlarına ait araçların neden olduğu trafik kazalarından dolayı meydana gelen zararın
tazmini yine asliye hukuk mahkemesinde yapılacak. Fakat, idarenin diğer işlemlerinden dolayı bir
zarar meydana gelmişse dava idari mahkemelerde görülür.
Sulh Hukuk Mahkemesi: 6100 sayılı HMK’nın 4. Maddesinde düzenlenmiştir. Kira
ilişkisinden doğan uyuşmazlıklarda kural olarak sulh hukuk mahkemeleri görev yapar. Kira
ilişkisinden doğan uyuşmazlıklarda, kira alacağının tahsili olacağı gibi, tahlili istemede olabilir
veya kira sözleşmesinin iptali de olabilir. Kira sözleşmesinden kaynaklanan her türlü
uyuşmazlıkta kural olarak sulh hukuk mahkemesi gereklidir. İstisnası 4. Maddenin 1. Fıkrasının 4.
Bendinde belirtilmiştir.
HMK MADDE 4- (1) Sulh hukuk mahkemeleri, dava konusunun değer veya tutarına
bakılmaksızın;
a) Kiralanan taşınmazların, 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununa göre ilamsız
icra yoluyla tahliyesine ilişkin hükümler ayrık olmak üzere, kira ilişkisinden doğan alacak davaları
da dâhil olmak üzere tüm uyuşmazlıkları konu alan davalar ile bu davalara karşı açılan davaları,
b) Taşınır ve taşınmaz mal veya hakkın paylaştırılmasına ve ortaklığın giderilmesine ilişkin
davaları,
c) Taşınır ve taşınmaz mallarda, sadece zilyetliğin korunmasına yönelik olan davaları,
ç) Bu Kanun ile diğer kanunların, sulh hukuk mahkemesi veya sulh hukuk hâkimini
görevlendirdiği davaları,görürler.
12
Ecrimisil: Haksız işgal tazminatıdır. Genellikle kamu kurumlarına ait olan yerlerin
kullanımında ortaya çıkar. Diyelim yerin sahibi veya kamu kurumu dava açtı. Ecrimisil istiyorum
diye. Davalı kiracıyım ben dedi. Eğer davalı bunu kanıtlarda sulh hukuk mahkemesi görevli,
kanıtlayamazsa asliye hukuk mahkemesi görevlidir.
Finansal kiralama sözleşmesinden kaynaklanan uyuşmazlıklarda görevli mahkeme ticaret
mahkemesidir.
Sulh hukukun görevli olduğu diğer bir uyuşmazlık türü, paylaştırma ve ortaklığın
giderilmesi davasıdır. Taşınır veya taşınmaz malın paylaştırılmasına veya ortalığın giderilmesine
ilişkin davalarda da değere bakılmaksızın görevli mahkeme sulh hukuk mahkemeleridir.
Sulh hukuk mahkemesinin görevine giren diğer bir dava türü, zilyedliğin korunmasıyla
ilgili davalardır. Taşınmaz mallarda yalnız zilyedliğin korunmasıyla ilgili davalarda da görevli
mahkeme sulh hukuk mahkemesidir. Bu davalarda sadece zilyedlik değilde mülkiyet hakkıyla
beraber ileri sürerse görevli mahkeme sulh mahkemesi olmaz. Sadece zilyedliğin korunmasına
yönelik olarka dava açmışsa bu takdirde görevli mahkeme sulh hukuk mahkemesidir. Bunun
yanında bir de TMK 985. Maddesinde zilyedliğe haklılık davası vardır. Burada zilyedliğe istihkak
davası ve zilyedliğin iadesi davası olarak isimlendirilen bu davalarda görevli mahkeme asliye
hukuk mahkemesidir.
Çekişmesiz yargı, taraf kavramı içermez. Davacı ve davalı yoktur. Talepte bulunan bir kişi
vardır. Taraf olmadığı için, uyuşmazlık da yoktur. Resen karara bağlanır. Eğer bu özellikler yoksa,
çekişmeli yargıdır. Çekişmeli yargıda taraf vardır. Davalı ve davacı falan. İflasın kaldırılması talebi,
çekişmesiz yargıdır. Bir kişi kendi hakkındaki iflasın kaldırılmasını istiyor mesela burada görevli
mahkeme ticaret mahkemesi. Çekişmesiz yargı işinde kural olarak sulh hukuk mahkemesi ama
kendi özel kanunlarında özel düzenleme varsa o takdirdi o mahkeme görevlidir.
3. ders: Yetki: Bir davaya hangi devlet mahkemelerince, veya belli bir devletteki hangi yerdeki
mahkemece bakılacağını ifade eder.
1- Milletler arası yargı yetkisi
2- Ulusal yetki
Ulusal yetki, bir davaya bir devlette bulunan hangi yerdeki mahkeme bakar. Asıl konumuz
bu. Dahili yetki veya iç yetki de denir. Örneğin asliye hukuk mahkemesinin yetkili olduğu bir
davaya İstanbul asliye hukuk mahkemesi mi bakacak yoksa Edirne asliye hukuk mahkemesi mi
bakacak; bunu belirleyen kurallara iç yetki kuralları diyoruz.
Yetkide uyuşmazlığın niteliğinin önemi yoktur. Doğrudan hangi yerdeki mahkemenin bir
davaya bakabileceğini düzenler. Görev gibi, yetkinin de kanunla düzenlenmesi gerekir. AY 142.
13
maddesi mahkemenn görev yetkisi ve yargılama usullerinin kanunla yapılmasını ifade eder. Yani
yetki kuralları da kanunla konulur. 6100 sayılı HMK 5. maddede de bu konu düzenlenmiştir.
HMK MADDE 5- (1) Mahkemelerin yetkisi, diğer kanunlarda yer alan yetkiye ilişkin
hükümler saklı kalmak üzere, bu Kanundaki hükümlere tabidir.
Bu yetkiye ilişkin kuralların kanunla düzenlenmesi görev kadar katı değildir. Çünkü bazı
hallerde yetkili olmayan bir mahkeme yetki sözleşmesiyle yetkili bir hale getirebilir. Kesin
yetkinin söz konusu olmadığı hallerde davalı yetki itirazında bulunmazsa aslında yetkili olmayan
bir mahkeme yetkili bir hale gelebilir. 6100 sayılı HMK'daki yetki kuralları ikiye ayrılarak
incelenir.
1- Genel yetkili mahkemeler
2- Özel yetkili mahkemeler
Genel yetkili mahkemeler, aksine bir düzenleme bulunmadıkça tüm dava ve işler
bakımından geçerlilik taşıyan yetki kurallarını ifade eder. 6100 sayılı HMK 6. madde de genel yetki
kuralları bulunmaktadır.
HMK MADDE 6- (1) Genel yetkili mahkeme, davalı gerçek veya tüzel kişinin davanın açıldığı
tarihteki yerleşim yeri mahkemesidir.
(2) Yerleşim yeri, 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu hükümlerine göre
belirlenir.
Yani, usul hukukunda genel yetkili mahkeme davanın açıldığı tarihte, davalı olan gerçek
veya tüzel kişinin yerleşim yeri mahkemesidir. Dava açıldıktan sonra davalının yerleşim yerinin
değişmesi önemli değildir. Mahkeme yetkisiz hale gelmez. Mahkemenin yetkisi devam eder.
Davalının birden fazla olması halinde yetkiliyi HMK 7. madde düzenlemiştir.
HMK MADDE 7- (1) Davalı birden fazla ise dava, bunlardan birinin yerleşim yeri
mahkemesinde açılabilir. Ancak, dava sebebine göre kanunda, davalıların tamamı hakkında ortak
yetkiyi taşıyan bir mahkeme belirtilmişse, davaya o yer mahkemesinde bakılır.
(2) Birden fazla davalının bulunduğu hâllerde, davanın, davalılardan birini sırf kendi yerleşim
yeri mahkemesinden başka bir mahkemeye getirmek amacıyla açıldığı, deliller veya belirtilerle
anlaşılırsa, mahkeme, ilgili davalının itirazı üzerine, onun hakkındaki davayı ayırarak yetkisizlik
kararı verir.
Yani birden fazla davalı varsa, dava herhangi birinin yerleşim yerinde açılabilir. Fakat,
bunun bir istisnai durumu var. Dava sebebine göre, kanunda davaların tamamı hakkında ortak
yetkiyi taşıyan bir mahkeme belirtilmişse, davaya o yer mahkemesi bakar. Davalılar birden fazla
ve hepsi için ortak yetkili bir mahkeme belirtilmişse bu takdirde dava, davalıların yerleşim yeri
mahkemesinde değil, kanunla ortak yetkili kılınan yer mahkemesinde bu davanın açılması gerekir.
Bu da, şöyle söz konusu olabilir; haksız fiillerde olabilir. Örneğin, haksız fiilin işlendiği veya
14
zararın meydana geldiği yerde dava açılabilir. Dolayısıyla haksız fiille bir zarar meydana gelmişse,
haksız fiilin meydana geldiği yer mahkemesinde açılır dava. Bir de, ben biri için davayı nerede
açıyorsam, diğeri için de orada açmak zorundayım. Hepsi için ayrı ayrı hepsinin yerleşim yerinde
açamam. Bir örnek daha, ödünç sözleşmesini üç müşterek borçlu imzalıyor. Müşterek borçlular
edimini yerine getirmiyor ve alacaklı kişi müşterek borçlular hakkında dava açmak istiyor. Ödünç
sözleşmesinde ifa yeri İstanbul denmişse, artık ifa yeri İstanbul'dur. Müşterek borçlular yönünden
ifa yeri İstanbul olarak kabul edilmiş; böylece ortak yetkili yer de İstanbul olmuştur.
7. maddede bir de dava sebebine göre diye bir ibare kullanılmış. Dava sebebi ve hukuki
sebep farklı kavramlardır. Dava sebebi, davanın açılmasına sebep olan davanın temelini oluşturan
maddi vakayı ifade eder. Örneğin araçların çarpışması bir maddi vakadır ve dava sebebidir.
Çarpışma sonucu müracaat edilecek yok veya çarpışma sonucu borçlar kanununda düzenlenen
sebepse hukuki sebeptir, bir haksız fiildir.
Özel yekili mahkemeler, belli uyuşmazlıklarda söz konusu edilen ve genel yetkili mahkemenin
yanında yetkili olan mahkemelerdir.
Bir yerde geçici olarak açılacak davalarda yetki: Memur, işçi, öğrenci, asker gibi bir yerde
geçici olarak oturanlara karşı açılacak alacak veya taşınır mal davaları için orada bulunmaları
uzunca bir süre devam edecekse, bulundukları yer mahkemesi de yetkilidir. Maddede belirtilen
kişiler sınırlı değildir. HMK 8. maddede belirtilmiştir. Ayrıca bir yerde geçici olarak ikamet eden
kişilere karşı, sadece alacak ve taşınır mal davaları orada açılabilir. Ancak taşınmaz mal davaları
ile sahış varlığına ilişkin davalar, geçici olarak oturulan yer mahkemesinde açılamaz.
HMK MADDE 8- (1) Memur, işçi, öğrenci, asker gibi, bir yerde geçici olarak oturanlara karşı
açılacak alacak veya taşınır mal davaları için, orada bulunmaları uzunca bir süre devam
edebilecekse, bulundukları yer mahkemesi de yetkilidir.
Bu hükmün uygulanabilmesi için üç koşul gerekiyor. Bir kişi bir yerde geçiçi olarak bulunacak,
bulunma epeyce uzun sürecek bir zaman kesitini kapsayacak, açılacak dava alacak davası veya
taşınır davası olacak. Bu üç koşul gerekiyor HMK 8. maddenin uygulanması için.
Türkiye'de yerleşim yeri bulunmaması halinde yetkili mahkeme: 6100 sayılı HMK 9.
Maddede düzenleniyor.
HMK MADDE 9- (1) Türkiye’de yerleşim yeri bulunmayanlar hakkında genel yetkili mahkeme,
davalının Türkiye’deki mutad meskeninin bulunduğu yer mahkemesidir. Ancak, diğer özel yetki
hâlleri saklı kalmak üzere, malvarlığı haklarına ilişkin dava, uyuşmazlık konusu malvarlığı
unsurunun bulunduğu yerde de açılabilir.
Eski kanunda 16. maddede düzenleniyordu bu konu. 9. maddeden epey farklıdır. Aşkın
yetki vardır o maddede. İç yetki kuralları milletler arası yetki kurallarını aşarsa bu aşkın yetkidir
ve eski maddede aşkın yetki vardır. Mutad mesken, kişinin hayat ilişkilerinin yoğunluk kazandığı,
hayatı ve geleceğiyle ilgili önemli kararlar aldığı çoğrafi parçadır.
15
Sözleşmeden doğan davalarda yetki: Sözleşmeden doğan davalarda yetkili mahkeme
sözleşmenin ifa edileceği yer mahkemesidir. Bu sözleşmeler, satım, kira gibi sözleşmelerdir.
Haksız fiiller ve sebepsiz zenginleşmeden doğan borçlar için bu yetki kuralı uygulanmaz.
Sözleşmeden doğan bir dava buradaki yetki kuralı kesin yetki olmadığı için davalının yerleşim
yerinde de açılabilir. Sözleşmede ifa yerinin neresi olduğu açıkca belirtilmişse, bu yer
mahkemesinde açılabilir. Sözleşmede ifa yeri açıkca yazılı değilse TBK 89. maddeye göre
belirlenir. Para borçları, ödeme zamanında alacaklının yerleşim yerinde ödenir. Yani para borçları
götürülecek borçlardandır. Kambiyo senedinden doğan borç aranacak borçlardandır. İfa yeri
borçlunun yerleşim yeridir. Sözleşmeden doğan para borçlar ve sözleşmeden doğan para
borçlarının ifa yeri farklıdır yani. 6100 sayılı HMK 10. maddesindeki yetki kuralı kambiyo
senetlerinden doğal borçlar yönünden uygulanmıyor.
HMK MADDE 10- (1) Sözleşmeden doğan davalar, sözleşmenin ifa edileceği yer
mahkemesinde de açılabilir.
1086 sayılı HUMK'un 10. maddesinde sözleşmenin yapıldığı yer mahkemesi de yetkili kabul
edilmiştir. Ancak, sözleşmenin yapıldığı yer mahkemesinin yetkili olabilmesi için davanın açıldığı
tarihte, davalı veya vekilinin sözleşmenin yapıldığı yerde bulunması gerekir. 6100 sayılı HMK'da
buna yer verilmemiştir. Yani artık yetkili değildir. Borçlar hukuku sözleşmeleri dışındaki
sözleşmelerde bu kural uygulanmaz.
Mirastan doğan davalarda yetkili mahkeme: Mirastan doğan davalarda yetkili mahkeme
ölenin son yerleşim yeri mahkemesidir. Ölmeden önceki son yerleşim yeri oluyor yani. Mirastan
doğan davalarda yetki bazı hallerde kesin yetki, bazı hallerde ise kesin olmayan yetkidir. 6100
sayılı HMK 11. maddesinin 1. fıkrasının a ve b bendinde belirtilen davalarda, ölen kimsenin son
yerleşim yeri mahkemesi kesin yetkilidir.
HMK MADDE 11- (1) Aşağıdaki davalarda, ölen kimsenin son yerleşim yeri mahkemesi kesin
yetkilidir:
a) Terekenin paylaşılmasına, yapılan paylaşma sözleşmesinin geçersizliğine, ölüme bağlı
tasarrufların iptali ve tenkisine, miras sebebiyle istihkaka ilişkin davalar ile mirasçılar arasında
terekenin yönetiminden kaynaklanan davalar.
b) Terekenin kesin paylaşımına kadar mirasçılara karşı açılacak tüm davalar.
(2) Terekede bulunan bir mal hakkında açılmak istenen istihkak davası, terekenin yazımı ve
tespiti zamanında mal nerede bulunuyorsa, orada da açılabilir.
(3) Mirasçılık belgesinin iptali ve yeni mirasçılık belgesi verilmesine ilişkin davalarda,
mirasçıların her birinin oturduğu yer mahkemesi de yetkilidir.
Ölümle bir kimseye ait olan hak ve borçlar kendiliğinden mirasçılarına intikal eder. Mirasın
açılmasından itibaren üç ay içinde mirasçılar mirası reddedebilirler. Reddederlere mirasçıların
artık borç sorumluluğu olmaz. Reddetmezlerse artık mirasçılar terekeyi bırakanın borçlarından
16
sorumlu olurlar. Ölüme bağlı tasarruf, vasiyetname veya miras sözleşmesi olarak örnek verilebilir.
Bu davalarda ölenin son yerleşim yeri kesin yetkili mahkemedir. Ölüme bağlı hak ve borçların
bütününe miras şirketi denir. Ölüme bağlı tasarrufların tenkisi, miras bırakan kendi mal varlığı
üzerinde serbestçe tasarrufta bulunabilir. Ancak bazı hallerde tasarrufu kanun sınırlamıştır. Buna
tasarruf misabı denir. Örneğin vasiyetnameyle tüm malvarlığını bir kişiye bırakamaz. Çünkü her
mirasçının bir saklı payı vardır. Bu saklı payına miras bırakan dokunamaz. Eğer dokunduysa,
mirasın tenkisi davası açılır. Bu davalarda ölenin son yerleşim yeri mahkemesinde açılır. A ve B
bendinde kesin yetki vardı. Şimdi, kesin olmayan yetkilere bakacağız. 2. ve 3. fıkra bunun için
düzenlenmiştir. İlk olarak 2. fıkra, miras bırakanın son yerleşim yeri mahkemesine ilave olarak
terekede bulunan bir mal hakkında açılmak istenen istihkak davası malın bulunduğu yerde de
açılabilir. İstihkak davası, hak sahipliğine dayanan bir davadır. Burada düzenlenen ise, terekede
bulunan bir mal hakkında açılmak istenen istihkak davasıdır. Örneğin, bir halıcı murise geçici
olarak bir halısını bıraktı. Bu arada da muris vefat etti. Terekede bulunan bu malı almak isteyen
halıcı, istihkak davası açabilir. Bu dava, murisin son yerleşim yerinde açılabileceği gibi malın
bulunduğu yerde de açılabilir. Miras sebebiyle de istihkak davası vardır. Bu dava murisin bir
malının üçüncü kişide olmasından kaynaklıdır. Bizim konuştuğumuz dava ise, üçüncü kişinin
malının terekeden çıkarmak için açılan davadır. Miras sebebiyle açılan istihkak davası, kesin
yetkilidir ve murisin son yerleşim yerinde açılmalıdır. 3. fıkrada ise, mirasçılık belgesinin iptali
davasında görevli mahkeme asliye hukuk mahkemesidir; yetkili yer ise ölenin son yerleşim yeri de
dahil olmak üzere mirasçılardan her birinin yerleşim yeri mahkemesidir. Yeni mirasçılık
belgesinin istemi çekişmesiz yargıdır. Noterden alınabilir.
Taşınmazın aynından doğan davalarda yetki: Taşınmaz üzerindeki ayni hakka ilişkin
veya ayni hak sahipliğinde değişikliğe yol açabilecek davalarda yetkili mahkeme ilk önce
taşınmazın bulunduğu yer mahkemesidir. Taşınmazın zilyedliğine veya alıkoyma hakkına ilişkin
davalarda yine aynı şekilde taşınmazın bulunduğu yer mahkemesi yetkilidir. Taşınmaz üzerinde
hak sahipliğinde değişikliğe yol açacaksa, bu davanın mutlaka taşınmazın bulunduğu yerde
görülmesi gerekir. İrtifak haklarına ilişkin davalar, taşınmazın bulunduğu yerde açılır. İrtifak
hakları ikiye ayrılır. Şahsa bağlı irtifak hakları ve eşyaya başlı irtifak haklarıdır. Eşyaya bağlı irtifak
haklarndan biri, geçit hakkıdır. Bir de mecra hakkı vardır. Bunların hepsine ait davalar, taşınmazın
bulunduğu yer mahkemelerinde görülür. Sınırlı ayni haklardan ipotekle ilgili olan taşınmaz
davaları var. İpoteğin iptaliyle ilgili dava açılabilir. Bunlarda da yetkili mahkeme taşınmazın
bulunduğu yer mahkemesidir. İstisnası vardır. İcra iflas kanunu 149. madde bunun istisnasıdır.
Burada icra takibinden sonra ipoteğin iptaline ilişkin bir dava açılacaksa, taşınmazın bulunduğu
yer dışında da davalar açılabilir. Bu davalar birden fazla taşınmaza ilişkinse, bu davalar
taşınmazlardan birinin bulunduğu yerde diğerleri için de açılabilir. Taşınmaz üzerinde şahsi hakka
ilişkin dava açılacaksa bu davalar da taşınmazın bulunduğu yer mahkemesinde açılmaz, yani
orada görülme zorunluluğu yoktur. Taşınmaz satış vaadi sözleşmesinin iptali istenirse,
sözleşmeyle ilgili kural uygulanır. Taşınmazın bulunduğu yerde değil, sözleşmeyle ilgili kurallar
uygulanır ve belirtilen yerde açılır. Normalde taşınmazın bulunduğu yer mahkemesinin yetkisi de
kesin yetkidir.
HMK MADDE 12- (1) Taşınmaz üzerindeki ayni hakka ilişkin veya ayni hak sahipliğinde
17
değişikliğe yol açabilecek davalar ile taşınmazın zilyetliğine yahut alıkoyma hakkına ilişkin
davalarda, taşınmazın bulunduğu yer mahkemesi kesin yetkilidir.
(2) İrtifak haklarına ilişkin davalar, üzerinde irtifak hakkı kurulan taşınmazın bulunduğu yer
mahkemesinde açılır.
(3) Bu davalar, birden fazla taşınmaza ilişkinse, taşınmazlardan birinin bulunduğu yerde,
diğerleri hakkında da açılabilir.
Karşı davada yetki: Kesin yetkinin söz konusu olduğu hallerde, mutlaka kesin yetkili
mahkemede açılmalı dava. Karşı dava, görülmekte olan bir davada, davalının da belirli koşullar
altında aynı mahkemede davacıya karşı dava açmasını ifade eder.
HMK MADDE 13- (1) Kesin yetkinin söz konusu olmadığı hâllerde, asıl davaya bakan
mahkeme, karşı davaya bakmaya da yetkilidir.
Karşı dava açılabilmesi için takas veya mahsup talebinin bulunması gerekir veya asıl dava
ile karşı dava ile bir irtibat olması gerekir.
Şubeler ve tüzel kişilerle ilgili yetki: 6100 sayılı HMK'nın 14. maddesinde
düzenlenmiştir.
HMK MADDE 14- (1) Bir şubenin işlemlerinden doğan davalarda, o şubenin bulunduğu yer
mahkemesi de yetkilidir.
(2) Özel hukuk tüzel kişilerinin, ortaklık veya üyelik ilişkileriyle sınırlı olmak kaydıyla, bir
ortağına veya üyesine karşı veya bir ortağın yahut üyenin bu sıfatla diğerlerine karşı açacakları
davalar için, ilgili tüzel kişinin merkezinin bulunduğu yer mahkemesi kesin yetkilidir.
Genel mahkemeli olan mahkemenin yanında şubenin bulunduğu yer mahkemesinin de
yetkili olduğu anlaşılıyor birinci fıkradan. Şubenin tüzel kişiliği bulunmamaktadır bu yüzden
şubeye karşı dava açılamaz. Fakat, şubenin yaptığı işlerden dolayı merkeze karşı açılacak olan
davalar merkezin bulunduğu yerde açılabileceği gibi şubenin bulunduğu yerde de açılabilir.
Mesela, banka olarak örnek verelim. Bankacılık işlemlerini bir şube yapmış oluyor. Bankacılık
işlemleri nedeniyle işlemden zarar gören kişi şubenin bulunduğu yerde dava açacağı gibi, o tüzel
kişinin merkezinin bulunduğu yerde de dava açabilir. 2. fıkraya değinecek olursak, tüzel kişilerle
yetkili davalarda anonim şirketin bulunduğu yer mahkemesi kesin yetkilidir; bir ortak şirkete
karşı dava açacaksa tüzel kiliğin veya anonim şirketin bulunduğu yer mahkemesidir. Burada da
mahkeme kesin yetkilidir.
Sigorta sözleşmelerinden doğan davalarda yetki : 6100 sayılı HMK'nın 15. maddesinde
düzenlenmiştir. Burada zarar sigortaları ve can sigortaları arasında bir ayrım yapılmıştır.
HMK MADDE 15- (1) Zarar sigortalarından doğan davalar, sigorta, bir taşınmaza veya
niteliği gereği bir yerde sabit bulunması gereken yahut şart kılınan taşınıra ilişkinse, malın
bulunduğu yerde; bir yerde sabit bulunması gerekmeyen veya şart kılınmayan bir taşınıra ilişkinse,
18
rizikonun gerçekleştiği yerde de açılabilir.
(2) Can sigortalarında, sigorta ettirenin, sigortalının veya lehtarın leh veya aleyhine açılacak
davalarda onların yerleşim yeri mahkemesi kesin yetkilidir.
(3) Bu hüküm deniz sigortalarından doğan davalarda uygulanmaz.
Zarar sigortalarından doğan davalarda yetki kuralı kesin yetki niteliğinde değildir. Can
sigortalarında sigorta ettirenin, sigortalının veya lehtarın leh ve aleyhine açılacak davalarda
bunların yerleşim yerinde açılır. Burada da kesin yetki kuralı vardır.
Haksız fiilden doğan davalarda yetki: HMK'nın 16. maddesinde düzenlenmiştir. Haksız
fiilden doğan davalar, haksız fiilin işlendiği veya zararın meydana geldiği yeri mahkemesi veya
zararın meydana gelme ihtimalinin bulunduğu yer mahkemesi ya da zarar görenin yerleşim yeri
mahkemesinde görülebilir.
HMK MADDE 16- (1) Haksız fiilden doğan davalarda, haksız fiilin işlendiği veya zararın
meydana geldiği yahut gelme ihtimalinin bulunduğu yer ya da zarar görenin yerleşim yeri
mahkemesi de yetkilidir.
Haksız fiilin birden fazla kişi tarafından işlenmesi ve bu kişilerin hepsine karşı dava
açılmasında ortak yetkili bir mahkeme belirlenmiştir.
YETKİ SÖZLEŞMESİ
Usul hukuku sözleşmesidir. Yetkilerini usul hukukunda doğuran sözleşmelerdir. İki
biçimde yapılabilir.
1- Olumlu yetki sözleşmesi
2- Olumsuz yetki sözleşmesi
Olumlu yetki sözleşmesiyle, bir genel veya özel yetkili mahkeme yanında başka bir
mahkeme yetkili kılınabilir. Olumsuz yetki sözleşmesi ise, sadece sözleşmede kararlaştırılan yer
yetkili kılınmışsa ve başka bir yerde dava açılması mümkün değilse, olumsuz yetki sözleşmesi söz
konusu olur. 1086 sayılı kanun döneminde tartışmalıydı. Ancak 6100 sayılı HMK'nın 17. maddesi
olumsuz yetki sözleşmesi yapılabileceğini kabul etmektedir. Yeni HMK ile yetki sözleşmesine
sınırlama getirilmiştir.
1- Kişi bakımından sınırlama
2- Konu bakımından sınırlama
Kişi bakımından sınırlama, yetki sözleşmesi tacirler ile tacirler; tacirler ile kamu tüzel
kişileri veya kamu tüzel kişileri ile kamu tüzel kişileri arasında yapılabilir. Tacir olmayan gerçek
kişiler yetki sözleşmesinin tarafı olamazlar. Böyle bir yetki sözleşmesi yapılmış olsa bile bu yetki
sözleşmesi geçersizdir. Yetki sözleşmesi, konu bakımından sınırlandırılmıştır. Tarafların üzerinde
19
serbestçe tasarruf edebilecekleri konularda yetki sözleşmesi yapılabilir. Örneğin, aile hukukundan
doğan uyuşmazlıklar tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyecekleri konular olduğu için
yetki sözleşmesi yapılamaz. Ayrıca, kesin yetkinin söz konusu olduğu hallerde de yetki sözleşmesi
yapılamaz. Örneğin, taşınmazın aynına ilişkin uyuşmazlıklarda yetki sözleşmesi ile taşınmazın
bulunduğu yerden başka bir yerdeki mahkeme yetkili kılınamaz.
HMK MADDE 17- (1) Tacirler veya kamu tüzel kişileri, aralarında doğmuş veya doğabilecek
bir uyuşmazlık hakkında, bir veya birden fazla mahkemeyi sözleşmeyle yetkili kılabilirler. Taraflarca
aksi kararlaştırılmadıkça dava sadece sözleşmeyle belirlenen bu mahkemelerde açılır.
Yetki sözleşmesi her ne kadar usul hukuk sözleşmesi olsa da TBK'daki genel işlem
şartlarına ilişkin hükümler yetki sözleşmeleri bakımından da uygulama yeri bulur. Ayrıca yetki
sözleşmesinin iptali de istenebilir. Yetki sözleşmesinin iradeyi fesada uğratan nedenlerden birinin
bulunduğu söylenerek iptalini istenebilir. Yetki sözleşmesi aylık yetki sözleşmesi şeklinde
yapılabilceği gibi yetki şartı şeklinde de yapılabilir. Yetki sözleşmesi başka bir sözleşmenin içinde
bir şart olarak düzenlenmişse, yetki şartı denir.
Yetki sözleşmesinin şartları
HMK MADDE 18- (1) Tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyecekleri konular ile
kesin yetki hâllerinde, yetki sözleşmesi yapılamaz.
(2) Yetki sözleşmesinin geçerli olabilmesi için yazılı olarak yapılması, uyuşmazlığın
kaynaklandığı hukuki ilişkinin belirli veya belirlenebilir olması ve yetkili kılınan mahkeme veya
mahkemelerin gösterilmesi şarttır.
Yetki sözleşmesine konu uyuşmazlık belirli olmalıdır. İşbu satım sözleşmesinden doğan
uyuşmazlıklarda, veya işbu kira sözleşmesinden doğan uyuşmazlıklarda İstanbul mahkemeleri
yetkilidir, gibi yer alır.
Yetkili kılınan mahkeme belirli olmalıdır. Örneğin İstanbul mahkemesi yetkili denmelidir.
TC'deki tüm mahkemeler geçerlidir diye bir ibare geçerli değildir.
Yetki sözleşmesi yazılı olmalıdır. Kanun koyucu yazılı şekli yeterli görmüştür. Resmi şekil
öngörülmemiştir. Yazılı olması yeterlidir. Resmi şekilde yapılması gereken bir sözleşmeyle ilgili
yetki şartı veya yetki sözleşmesi yazılı olarak yapılabilir bu durumda da yetki sözleşmesi
geçerlidir. Sözleşme resmi şekilde yapılacak, örneğin tapuda yapılması gereken taşınmaz satış
vaadi sözleşmesinin tapu sicil müdürlüğünde yapılması gerekir. Orada yapılmazsa geçerli değildir.
Ana sözleşme resmi şekle tabii olsa bile yetki sözleşmesinin tapu sicil müdürlüğünde yapılmasına
gerek yok. Yetki sözleşmesi yazılı şekilde yapılırsa yine de geçerli olur. Şekle tabii olmayan bir
sözleşme ifa edilmiş olsa bile eğer yetkililerin imzası yoksa, bu takdirde yetki sözleşmesi geçerli
değildir.
Yetki sözleşmesiyle genel ve özel mahkemelerin dılında başka mahkemeler de yetkili
kılınabilir. Ancak, yetki sözleşmesiyle bir mahkeme yetkili gösterilmişse, yetkili gösterilen
20
mahkemenin bulunduğu yer haricinde başka bi yerde dava açılamaz. Bir yer yetkili kılınmışsa, iki
görüş var. Birisi o yerin kesin yetkili olduğu yönündedir. Diğer bir görüş de kesin yetkili
olmadığıdır. Yargıtayın görüşü, kesin yetki olmadığı yönündedir. Mahkeme yetki sözleşmesini
resen gözetemez.
Yetkinin kesin olmasının bir takım sonuçları da vardır. Kesin yetki kuralının özellikleri
şunlardır. Kesin yetki varsa, genel yetkili mahkemenin yetkisi ortadan kalkar. Kanun ortak yetkili
mahkeme kabul etmişse dava sadece orada açılır bu da kesin yetkilidir. Yetki sözleşmesi yapılmış
ve aksine bir düzenleme getirilmemişse, bir görüşe göre buradaki kesin yetkidir; diğer görüşe göre
ki buna yargıtay da katılıyor bu kesin yetki değildir.
4.hafta
Yetki İtirazı
Mahkemenin yetkisi konusunda kesin yetki kuralı varsa, mahkeme yetkili olup olmadığını
resen inceler. Tarafların bu konuda, yetki itirazında bulunmuş olmalarının bir önemi yoktur. Yetki
itirazında bulunulmasa dahi mahkeme o dava yönünden kendisinin yetkili olup olmadığını
inceleyip yetkili değilse, yetkisizlik kararı vermesi gerekir. Ancak yetkinin kesin olmadığı
durumlarda davalı cevap süresi içerisinde yetki itirazında bulunmadığı sürece mahkeme
kendisinin yetkili olup olmadığını inceleyemez. Yetkinin kesin olmadığı durumlarda davalı
kesinlikle yetki itirazı yapmalıdır. Davaya cevap süresi, dava dilekçesinin tebliğinden itibaren iki
haftadır. Davalının bu süre içinde yetki itirazında bulunması gerekir. Cevap süresinin uzatılması
mümkündür, yazılı yargılama usulunde cevap süresi 1 ay, basit yargılama usulünde 2 hafta
uzatılabilir. Eğer, cevap süresi bu şekilde uzatılmışsa, davalı uzatılan cevap süresi içerisinde de
yetki itirazında bulunabilir. Yetki itirazı, ilk itirazlardandır. Süresinde yapılmaması halinde, o dava
içinde bir daha ileri sürülmemesi mümkün değildir. Islahla dahi süresinde yapılmayan yetki
itirazının ileri sürülmesi mümkün değildir. 1086 sayılı HMK döneminde, kesin olmayan yetki
itirazının sadece cevp süresi içerisinde ileri sürülebileceği, cevap süresinin uzatılması halinde bile
uzatılan süre içerisinde cevap verilmesi kabul edilmiyordu. Bu sonuca, HMK'nın 189.
maddesindeki kanuni cevap süresi içerisinde yetki itirazında bulunulması gerektiğine ilişkin
ifadeden varılmaktaydı. Ancak yeni düzenlemede artık kesin olmayan yetki itirazı uzatılan cevap
süresi içerisinde ileri sürülebilir. Davalının yetki itirazını esasa ilişkin cevap vermeden ileri
sürmesi gerekir. Dava dilekçesinin niteliğinden itibaren, beşinci günde davanın esasına cevap
veren davalı, onuncu günde ayrı bir dilekçe ile yetki itirazına bulunamaz. Çünkü davanın esasına
cevap verdi bir kere. Ancak, aynı dilekçe içerisinde önce esasa ilişkin savunmasını yapıp sonra
yetki itirazı yapması mümkün. Yetki itirazında bulunan davalı birden fazla yetkili mahkeme varsa
seçtiği mahkemeyi belirtmelidir. Aksi halde yetki itirazı dikkate alınmaz. Yetki kuralları kanunla
düzenleniyor ama bazı hallerde yumuşatılmıştır.
Yetkisizlik kararı üzerine yapılacak işlemler
6100 sayılı HMK'nın 20. maddesinde düzenlenmiştir.
Dosyanın yetkili mahkemeye gönderilmesi için 2 haftalık süre vardır. Karar verildiği anda
21
kesinse süre o anda başlar. Eğer karar kesin değil ama kanun yoluna başvurulmamışsa kararın
tebliğinden itibaren, temyiz süresinin sonunda yani kesinleştiği anda o tarihten itibaren 2 hafta
içinde. Kanun yoluna gidilmişse de bu başvurunun reddi kararının tebliğinden 2 hafta içinde
kararı veren mahkemeye başvurulması gerekir.
HMK MADDE 20- (1) Görevsizlik veya yetkisizlik kararı verilmesi hâlinde, taraflardan birinin,
bu karar verildiği anda kesin ise bu tarihten, süresi içinde kanun yoluna başvurulmayarak
kesinleşmiş ise kararın kesinleştiği tarihten; kanun yoluna başvurulmuşsa bu başvurunun reddi
kararının tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde kararı veren mahkemeye başvurarak, dava
dosyasının görevli ya da yetkili mahkemeye gönderilmesini talep etmesi gerekir. Aksi takdirde, bu
mahkemece davanın açılmamış sayılmasına karar verilir.
(2) Dosya kendisine gönderilen mahkeme, kendiliğinden taraflara davetiye gönderir.
Bazı hallerde iki mahkeme de yetkisizlik kararı verebilir ve bu kararlar kesinleşebilir. Ortada
iki yetkisizlik kararı var ve birinin kalkması gerekiyor. Eğer kaldırılmazsa bu takdirde dava açan
kişi kanunda yapılan düzenlemeye, yargı yeri belirlemesine göre talep halinde dosya yargıtaya
gönderilir. Yargıtayın ilgili dairesi hangi mahkemenin yetkili olduğunu belirtir. Bu karara da
uyulmak zorundadır. Tabii, bölge adliye mahkemeleri fiilen faaliyete geçmediği için yargıtay
oluyor. Eğer, fiilen faaliyete geçerse, bunun inceleme yeri bölge adliye mahkemeleri olacaktır.
Yargı yerinin belirlenmesine ilişkin inceleme dosya üzerinden yapılır. Bu konuda yargıtay bi karar
vermişse ve şu yer yetkilidir demişse, o yer yetkilidir. Mahkeme itiraz edemez, başka karar
vermez, dosyaya bakmakla yükümlüdür. Ancak, şöyle bir şey de var. Diyelim yetkisizlik yönünden
bir karar verildi. Yargıtaya gidildi, yargıtay sen yetkilisin dedi. Direnebilir fakat, tekrardan
yetkisizlik kararı veremez.
Hakimin Yasaklılığı ve Reddi
Anayasanın 9. maddesine göre yargı yetkisi Türk milleti adına bağımsız mahkemelerce
kullanılır. Yargı yetkisini kullanan kişi, mahkemelerde görevli olan hakimlerdir. Hakimler
yargılamanın en önemli unsurudur. Hakimler adaleti gerçekleştirmek için, son kararı verirler. Bu
nedenle, hakimlerin statüsü diğer devlet memurlarının statüsünden farklıdır. Hakimler ve savcılar
kanununda ayrıca düzenlenmiştir. Hakimlerin mesleğe alınmaları, meslekte ilerlemeleri,
görevlerine son verilmesi kanunla düzenlenir. HSK bu konuda düzenleme yapmıştır. Hakimlerin
görevlerinde bağımsız olmaları gerekir. AY 138. maddede hakimlerin bağımsızlığı teminat altına
alınmıştır. Hakimlerin bağımsızlığı sadece yasama organına karşı değil aynı zamanda yürütme
organına karşı da bağımsızdır. Ayrıca, medyaya, diğer kurum ve kuruluşlarına karşı da hakimler
görevlerinde bağımsızdır. Hiçbir organ, makam, mercii ve kişi yargı yetkisinin kullanılmasında
hakimlere talimat veremez; genelde gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz. Görülmekte olan
bir dava hakkında yasama meclisinde tartışma yapılamaz. Yasama ve yürütme organı mahkeme
kararlarına uymak zorundadır. Yasama ve yürütme organı, mahkeme kararlarını hiçbir şekilde
değiştiremez ve kararı ortadan kaldıramaz.
Hakimler aynı zamanda tarafsız da olmalıdır. Hakimlerin tarafsız olması davanın
22
taraflarından herhangi birine karşı, koruyucu yola başvurmaması onun lehine kanunun verdiği
sınırlar dışında bir takım işlemler yapmamasını ifade eder. Fakat, kanun koyucu hakimlerin bazı
hallerde tarafsız olamayacağını kabul etmiştir. Bu nedenle, hakimin yasaklılığı diye bir kurumu
kanuna koymuştur. Bazı hallerde de hakimin tarafsızlığı konusunda şüphe duyulabilir demiştir;
bunun için de hakimin reddi kurumunu kanuna koymuştur.
Hakimin Yasaklılığı: Bazı hallerde, hakimin tarafsız olamayacağı kabul edilerek, hakimin
kanunda belirtilen ileri görmesi yasaklanmıştır. 6100 sayılı HMK'nın 34. maddesinde hakimin
hangi hallerde yasaklı olduğu sayılmıştır. Hakimin bu durumlardan birinin varlığı halinde davaya
bakamaz. Taraflar ileri sürmemiş olsa bile davadan çekinmek zorundadır. Taraflar anlaşsa bile bu
konuda, hakim bu davaya bakamaz; çekinmek zorundadır.
HMK MADDE 34- (1) Hâkim, aşağıdaki hâllerde davaya bakamaz; talep olmasa bile çekinmek
zorundadır:
a) Kendisine ait olan veya doğrudan doğruya ya da dolayısıyla ilgili olduğu davada.
b) Aralarında evlilik bağı kalksa bile eşinin davasında.
c) Kendisi veya eşinin altsoy veya üstsoyunun davasında.
ç) Kendisi ile arasında evlatlık bağı bulunanın davasında.
d) Üçüncü derece de dâhil olmak üzere kan veya kendisini oluşturan evlilik bağı kalksa dahi
kayın hısımlığı bulunanların davasında.
e) Nişanlısının davasında.
f) İki taraftan birinin vekili, vasisi, kayyımı veya yasal danışmanı sıfatıyla hareket ettiği davada.
Hakimin çekinmesine ilişkin karar nihai karardır. Çekinme kararı kanun yoluna
götürülebilir. Eğer doğru bulunursa, hakimin yasaklanma sebebinin doğduğu tarihten itibaren bu
hakimin huzuruyla yapılmış bütün işler iptal edilir. Hüküm ve kararlar da iptal edilir. Yasaklı bir
hakimin davaya bakmasının sebebi yargılanmanın yenilenmesi istemini ortaya çıkarabilir.
Hakimin Reddi: Bazı hallerde hakimin tarafsızlığında şüphe duyulur. Bu şüphe duyulan
hallerde hakimin reddi söz konusu olabilir. Bunlar kanunda sayılmıştır. 6100 sayılı HMK'nın 36.
maddesinde sayılmıştır. Fakat, oradakilerle sınırlı değildir. Başka sebepler de hakimin reddine
sebep olabilir.
HMK MADDE 36- (1) Hâkimin tarafsızlığından şüpheyi gerektiren önemli bir sebebin
bulunması hâlinde, taraflardan biri hâkimi reddedebileceği gibi hâkim de bizzat çekilebilir. Özellikle
aşağıdaki hâllerde, hâkimin reddi sebebinin varlığı kabul edilir:
a) Davada, iki taraftan birine öğüt vermiş ya da yol göstermiş olması.
b) Davada, iki taraftan birine veya üçüncü kişiye kanunen gerekmediği hâlde görüşünü
23
açıklamış olması.
c) Davada, tanık veya bilirkişi olarak dinlenmiş veya hâkim ya da hakem sıfatıyla hareket etmiş
olması.
ç) Davanın, dördüncü derece de dâhil yansoy hısımlarına ait olması.
d) Dava esnasında, iki taraftan birisi ile davası veya aralarında bir düşmanlık bulunması.
Hakim, geçici hukuki koruma tedbirleri talebini kabul edince davayı da kabul etmiş sayılmaz.
Hakim, bu sebeplerden birini barındırdığı halinde reddedilebileceği gibi, çekile de bilir. Taraflar
ileri sürmese bile hakim çekilmek zorundadır, red sebebi varsa.
Ret usulü: Taraflar hakimleri belli bir süre içinde reddedebilirler. Bu süre de hak düşürücü
süredir. Hakimin reddi sebebini davadan önce bilen taraf en geç ilk duruşmaya kadar red sebebini
ileri sürmelidir. Eğer red sebebi davaya bakıldığı sırada öğrenildiyse, en geç öğrenilmeden sonra
ilk duruşmada yeni işlem yapılmadan önce bu sebebi bildirmek durumundadır. Hakimin reddi bir
dilekçeyle yapılır. Bu dilekçede ret talebinin dayandığı sebep, delil ve emareler açıkça
gösterilmelidir. Hakimi reddeden taraf dilekçesini diğer tarafa tebliğ ettirir. Karşı taraf 1 hafta
içinde cevap verebilir. Bu süre geçtikten sonra yazı işleri tarafından redd dilekçesi varsa karşı
tarafınki de dosyaya eklenip ve hakime verir. Ardından reddi istenen hakim 1 hafta içerisinde
dosyayı inceler; ret sebeplerinin kanuna uygun olup olmadığı hakkındaki düşüncesini yazı ile
bildirerek dosyayı merciiye göndermek üzere yazı işleri müdürlüğüne verir. Hakim taraflardan
birinin ret talebi üzerine veya kendisi çekilmeyi bildirirse ret talebini incelemeye yetkili mahkeme
bu çekilmenin kanuna uygun olup olmadığına karar verir. Hakimin reddi talebi, reddi istenen
hakim katılmaksızın mensup olduğu mahkemece incelenir. Red talebi o yerde asliye hukuk
hakimliği görevi yapan diğer mahkeme veya hakimi tarafından incelenir. Mesela, tamamı
reddedilirse, üç hakimliyse üçü birden reddedilirse bu takdirde asliye hukuk hakimi karar
verecek. Asliye hukuk hakimi reddedilirse de aynı yerdeki asliye ceza hakimi varsa onun
tarafından incelenir, eğer yoksa en yakın asliye hukuk mahkemesince incelenir ve karara bağlanır.
Sulh hukuk hakimi reddedilirse HMK 40. Madde 3. fıkrada inceleme vardır.
HMK MADDE 40- (1) Hâkimin reddi talebi, reddi istenen hâkim katılmaksızın mensup olduğu
mahkemece incelenir.
(2) Reddedilen hâkimin katılmamasından dolayı mahkeme toplanamıyor ya da mahkeme tek
hâkimden oluşuyor ise ret talebi, o yerde asliye hukuk hâkimliği görevini yapan diğer mahkeme veya
hâkim tarafından incelenir. O yerde, asliye hukuk hâkimliği görevi tek hâkim tarafından yerine
getiriliyorsa, o hâkim hakkındaki ret talebi, asliye ceza hâkimi varsa onun tarafından, yoksa en yakın
asliye hukuk mahkemesince incelenir.
(3) Sulh hukuk hâkimi reddedildiği takdirde, ret talebi, o yerdeki diğer sulh hukuk hâkimi
tarafından incelenir. O yerde, sulh hukuk hâkimliği görevi tek hâkim tarafından yerine getiriliyorsa, o
hâkim hakkındaki ret talebi, bulunma sıralarına göre; o yerdeki sulh ceza hâkimi, asliye hukuk
hâkimi, asliye ceza hâkimi, bunların da bulunmaması hâlinde, en yakın yerdeki sulh hukuk hâkimi
24
tarafından incelenir.
(4) Bölge adliye mahkemesi hukuk dairelerinin başkan ve üyelerinin reddi talebi, reddedilen
başkan ve üye katılmaksızın görevli olduğu dairece karara bağlanır. Hukuk dairelerinin
toplanmasını engelleyecek şekildeki toplu ret talepleri dinlenmez.
Bazı hallerde ret talebi geri çevrilebilir.
Red Talebinin Geri Çevrilmesi:
HMK MADDE 41- (1) Hâkimin reddi talebi, aşağıdaki hâllerde kabul edilmeyerek geri çevrilir:
a) Ret talebi süresinde yapılmamışsa.
b) Ret sebebi ve bu sebebe ilişkin inandırıcı delil veya emare gösterilmemişse.
c) Ret talebinin davayı uzatmak amacıyla yapıldığı açıkça anlaşılıyorsa.
(2) Bu hâllerde ret talebi, toplu mahkemelerde reddedilen hâkimin müzakereye katılmasıyla;
tek hâkimli mahkemelerde ise reddedilen hâkimin kendisi tarafından geri çevrilir.
(3) İlk derece mahkemesinin bu kararlarına karşı istinaf yoluna, bölge adliye mahkemesi hukuk
dairelerinin başkan ve üyeleri hakkındaki kararlarına karşı da temyiz yoluna ancak hükümle birlikte
başvurulabilir.
Yukarıdaki sebeplerden ötürü ret talebi geri çevrilebilir. Burada disiplin para cezası var.
İtirazı ve temyizi mümkün değildir.
Ret talebine ilişkin kararlara karşı istinaf;
HMK MADDE 43- (1) Esas hüküm bakımından istinaf yolu kapalı bulunan dava ve işlerde,
hâkimin reddi talebiyle ilgili merci kararları kesindir.
(2) Esas hüküm bakımından istinaf yolu açık bulunan dava ve işlerde ise ret talebi hakkındaki
merci kararlarına karşı tefhim veya tebliği tarihinden itibaren bir hafta içinde istinaf yoluna
başvurulabilir; bu hâlde 347 nci madde hükmü uygulanmaz. Bölge adliye mahkemesinin bu
husustaki kararları kesindir.
(3) Ret talebinin reddine ilişkin merci kararının bölge adliye mahkemesince uygun
bulunmayarak kaldırılması veya ret talebinin kabulüne ilişkin merci kararının bölge adliye
mahkemesince uygun bulunması hâlinde, ret sebebinin doğduğu tarihten itibaren reddedilen
hâkimce yapılmış olan ve ret talebinde bulunan tarafça itiraz edilen esasa etkili işlemler, davaya
daha sonra bakacak hâkim tarafından iptal olunur.
Ret talebine ilişkin kararların temyizi;
HMK MADDE 44- (1) Esas hüküm bakımından temyiz yolu kapalı bulunan dava ve işlerde,
bölge adliye mahkemesi başkan ve üyelerinin reddine ilişkin bölge adliye mahkemesi kararları
25
kesindir.
(2) Esas hüküm bakımından temyiz yolu açık bulunan dava ve işlerde ise ret talebi hakkındaki
karar, tefhim veya tebliği tarihinden itibaren bir hafta içinde temyiz edilebilir. Bu hâlde 347 nci
madde hükmü uygulanmaz. Yargıtayın bu husustaki kararı kesindir.
(3) Bölge adliye mahkemesi hâkiminin reddine ilişkin talebin reddi konusundaki kararın
temyizi üzerine Yargıtayca bozulması veya ret talebinin kabulüne ilişkin kararın Yargıtayca
onanması hâlinde, ret sebebinin doğduğu tarihten itibaren reddedilen hâkimce yapılmış olan ve ret
talebinde bulunan tarafça itiraz edilen esasa ilişkin işlemler, davaya daha sonra bakacak olan bölge
adliye mahkemesi tarafından iptal olunur.
Zabıt kâtibinin yasaklılığı ve reddi;
HMK MADDE 45- (1) Davada görevli zabıt kâtibi hakkında 34 ve 36 ncı maddelerde
düzenlenen sebeplerden birisiyle ret talebinde bulunulabilir. Ret talebi, zabıt kâtibinin görev yaptığı
mahkeme tarafından karara bağlanır. Bu konuda verilecek kararlar kesindir.
(2) Zabıt kâtibi 34 üncü maddedeki sebepleri bildirerek görevden çekinebilir. Bu hâlde gereken
karar, görev yaptığı mahkeme tarafından verilir.
(3) Zabıt kâtibinin aynı işte hâkim ile birlikte reddi veya çekinmesinin istenmesi hâlinde, hâkim
hakkında ret veya çekinmeyi inceleyecek olan merci, her ikisi hakkında karar verir.
Yeni bir hüküm bu 1086 sayılı kanunda buna benzer bir hüküm yoktur.
Hakimin Hukuki Sorumluluğu
Kanunkoyucunun yapacağı tercih önemlidir. Her eylem ve işlemden sorumlu olursa, hakim
çekinebilir. Hakim görev yaparken cesur davranmaz; istediği gibi görev yapamaz. Hakimin görev
yapamaması gibi bir sorun ortaya çıkar. Ama hiçbir şeyden de sorumlu tutulmazsa keyfilik ortaya
çıkar. Belirli hallerde kanunda sayılan sınırlı sebeplerle sorumlu sayılmıştır. Hakimin hukuki, cezai
ve disiplin sorumluluğu vardır. Hukuki sorumluluk HMK'da düzenlenmiştir. Bu sorumluluğun
kapsamına, ceza hakimleri, idari yargıdaki hakimler, askeri yargıdaki hakimler tamamı bu hukuki
sorumluluğun kapsamındadır. Hakimin hukuki sorumluluğuna giren bir mevzuda zarar gören
kişinin gideceği yer hukuk mahkemesidir.
HMK MADDE 46- (1) Hâkimlerin yargılama faaliyetinden dolayı aşağıdaki sebeplere
dayanılarak Devlet aleyhine tazminat davası açılabilir:
a) Kayırma veya taraf tutma yahut taraflardan birine olan kin veya düşmanlık sebebiyle
hukuka aykırı bir hüküm veya karar verilmiş olması.
b) Sağlanan veya vaat edilen bir menfaat sebebiyle kanuna aykırı bir hüküm veya karar
verilmiş olması.
c) Farklı bir anlam yüklenemeyecek kadar açık ve kesin bir kanun hükmüne aykırı karar veya
26
hüküm verilmiş olması.
ç) Duruşma tutanağında mevcut olmayan bir sebebe dayanılarak hüküm verilmiş olması.
d) Duruşma tutanakları ile hüküm veya kararların değiştirilmiş yahut tahrif edilmiş veya
söylenmeyen bir sözün hüküm ya da karara etkili olacak şekilde söylenmiş gibi gösterilmiş ve buna
dayanılarak hüküm verilmiş olması.
e) Hakkın yerine getirilmesinden kaçınılmış olması.
(2) Tazminat davasının açılması, hâkime karşı bir ceza soruşturmasının yapılması yahut
mahkûmiyet şartına bağlanamaz.
(3) Devlet, ödediği tazminat nedeniyle, sorumlu hâkime ödeme tarihinden itibaren bir yıl içinde
rücu eder.
Savcılar bu düzenlemede yer almıyor. Savcılar aleyhine açılacak davalar, devlet aleyhine
açılıyor. Devlet aleyhine açılan bu davada hukuk mahkemesi görevli olacak. Görevle bir bağlantısı
olmalı, yargılama yaparken mesela birine tokat attı veya vurdu. Bu görevle ilgili. Fakat, mesela
köpeğini gezdirirken biri ısırdı. Burada sorumlu olan devlet değildir. Çünkü buradaki haksız fiil
görevle alakasızdır. Hakimin hukuki sorumluluğunun söz konusu olduğu hallerde dava devlete
yöneltilecek. Davacı, hakimin yargılama faaliyetinden dolayı zarar gören kişidir. Davalı da
devlettir.
Açık bir kanun hükmü görülmesine rağmen davaya devam eden hakimin sorumluluğuna
gidilebilecek. Hakimin sorumluluğunun sınırlı tutulmasının sebebi hakimin çekinmemesi içindir.
HMK MADDE 47- (1) Devlet aleyhine açılan tazminat davası, ilk derece ve bölge adliye
mahkemesi hâkimlerinin fiil ve kararlarından dolayı, Yargıtay ilgili hukuk dairesinde; Yargıtay
Başkan ve üyeleri ile kanunen onlarla aynı konumda olanların fiil ve kararlarından dolayı Yargıtay
Hukuk Genel Kurulunda açılır ve ilk derece mahkemesi sıfatıyla görülür. Yargıtay ilgili hukuk
dairesinin tazminat davası sonucunda vermiş olduğu kararlara ilişkin temyiz incelemesi Yargıtay
Hukuk Genel Kurulunca; bu Kurulun ilk derece mahkemesi sıfatıyla tazminat davası sonucunda
vermiş olduğu kararlara ilişkin temyiz incelemesi ise Yargıtay Büyük Genel Kurulunca yapılır.
(2) Devletin sorumlu hâkime karşı açacağı rücu davası, tazminat davasını karara bağlamış
olan mahkemede görülür.
Bayramdan Öncesinin Özeti: Bayramdan önceki hafta, hakimin bağımsızlığı bu bağımsızlığın
anayasa ile güvence altına alındığı, bunu sağlamak için anayasada bir takım hükümler sevk
edildiği, 65 yaşından önce hakimlerin emekliye sevk edilemeyeceği, kadro boşaltılarak ?
konularında açıklamalar yapmıştırk. Ondan sonra hakimin tarafsızlığından bahsetmiştik. Ancak
bazı durumlarda, hakimin tarafsız kalamayacağını; kanun koyucunun açıkça bazı durumlarda
hakimin davaya bakmasını yasakladığını söylemiştik. Bazı hallerde ise, tarafsızlığın çok kesin
27
olmadığı, şüphe bulunan durumlar olduğu hallerde hakimin davayı reddedilebileceğini
söylemiştik. Nişanlılığın, üçüncü dereceye kadar hısımların yasak kapsamındadır. Red yönünden
de dördünce dereceye kadar yasak kapsamındadır. Dereceleri nasıl bulacağız?
Üçüncü dereceyi bulmak için hakimi esas alacaksınız. Örneğin hakimin eşinin halası olsun. Bu
kaçıncı dereceye tekabül eder? Hakimin eşimin doğumuna 1 denir. Eşinin babasının doğumuna 2
denir. Babasının kız kardeşinin doğumuna 3 denir. Demek ki, hakimin eşinin halası üçüncü
dereceden akraba bulunduğundan dolayı yasaklıdır.
Eğer eşinin halanın oğlu olsaydı: o zaman da dördüncü doğum söz konusu olacağından, eşin
halasının oğlu dördüncü dereceden akrabadır. Burada yasak söz konusu değil ve fakat red söz
konusu olabilir. Yani, hakim davaya bakmayı reddedebileceği gibi, davaya bakmaya isterse devam
edebilir.
Kayınbirader kaçıncı derecedir? Eşinin doğumu 1; eşinin kardeşinin doğumu 2. Demek ki,
kayınbirader ikinci dereceden yan hısmı bu nedenle kayınbirader yasak kapsamındadır. İkinci
derece, zabit katibi açısından önemlidir. Zabit katibi açısından bu aşamada red söz konusu olabilir.
Sonra hakimin sorumluluğundan bahsetmiştik. Hakimin sorumsuz tutulması halinde keyfi
davranışlara neden olacağı; ancak her kararından da sorumlu tutulması hakimin karar vermesi
etkileyecektir. Bu nedenle hakim ancak kanunda belirtilen bir nedenle sorumlu tutulabilir. Söz
konusu sebepler, HMK 46’ncı maddede düzenlenmiştir:
Hâkimin Hukuki Sorumluluğu
Devletin sorumluluğu ve rücu
MADDE 46- (1) Hâkimlerin yargılama faaliyetinden dolayı aşağıdaki sebeplere dayanılarak
Devlet aleyhine tazminat davası açılabilir:
a) Kayırma veya taraf tutma yahut taraflardan birine olan kin veya düşmanlık sebebiyle
hukuka aykırı bir hüküm veya karar verilmiş olması.
b) Sağlanan veya vaat edilen bir menfaat sebebiyle kanuna aykırı bir hüküm veya karar
verilmiş olması.
c) Farklı bir anlam yüklenemeyecek kadar açık ve kesin bir kanun hükmüne aykırı karar veya
hüküm verilmiş olması.
ç) Duruşma tutanağında mevcut olmayan bir sebebe dayanılarak hüküm verilmiş olması.
d) Duruşma tutanakları ile hüküm veya kararların değiştirilmiş yahut tahrif edilmiş veya
söylenmeyen bir sözün hüküm ya da karara etkili olacak şekilde söylenmiş gibi gösterilmiş ve buna
dayanılarak hüküm verilmiş olması.
e) Hakkın yerine getirilmesinden kaçınılmış olması.
(2) Tazminat davasının açılması, hâkime karşı bir ceza soruşturmasının yapılması yahut
mahkûmiyet şartına bağlanamaz.
(3) Devlet, ödediği tazminat nedeniyle, sorumlu hâkime ödeme tarihinden itibaren bir yıl
içinde rücu eder.
Yine hakimin sorumluluğuna ilişkin olarak, davanın devlete karşı açılacağını; ancak hakime resen
ihbar edileceğini; ihbar üzerine hakimin davaya tehil? Müdahil olarak katılacağını, davanın
açılacağı yer ise, eğer birinci derece veya yerel mahkeme yargıtayıysa, yargıtay ilgili hukuk
28
dairesinde; yargıtay üye ve hakimleri açısından ise yargıtay hukuk genel kurulunda; yine idari
yargı ve ceza yargısı açısından da yine yargıtay dördüncü hukuk dairesinde açılacağını; savcılar
için bir hüküm olmasa da bu son yerde açılır. Hoca’ya göre, savcılar hakkında bu dava asliye hukuk
mahkemesinde açılmalıdır; zira kanunda öngörülmemiş olup, yorum yoluyla görev kuralı
getirilemez. Ancak, yargıtay dördüncü hukuk dairesinde açılması gerekir demiş.
Hakimin cezai sorumluluğu ve disiplin sorumluluğu da vardır. Cezaya ilişkin olan sorumluluk ceza
hukukunda düzenlenmiştir. Bunlar ceza mahkemelerinde görülür. Disiplin sorumluluğu açısından
ise, Adalet Bakanlığı HSYK’dan müfettişler inceleme yapar. Sunulan rapora göre HSYK’daki 1, 2,
3üncü daireler raporu inceler ve kınama, uyarma, yer değiştirme ve hakimlikten çıkarma
cezalarını verebilir. Bunlardan sadece hakimlikten çıkarmaya karşı idare yargı yolu açıktır. Hocaya
göre, tüm cezalara karşı dava yolu açılmalıdır; çünkü hukuk devleti onu gerektirir. Ben de hocaya
katılıyorum: Bkz. Anayasa m. 125. İki defa yer değiştirme cezası alırsanız bu meslekten çıkarma
anlamına gelir. Bu halde yargı yoluna da başvurmak mümkün değildir. Oysa direkt çıkarmaya
karşı yargı yoluna başvurulabiliyordu.
Davada Taraflar:
Dava: Subjektif bir hakkı ihlal edilen veya tehlikeye düşürülen veya kendisinden haksız bir talepte
bulunulan kimsenin mahkemeden, hukuki koruma istemesi davadır. Mahkemeden hukuki koruma
talep eden kişi davacı; kendisine karşı hukuki koruma talep edilen kişi ise davalıdır. Bir subjektif
hakkın mahkemeler vasıtaysıyla ileri sürülmesi yetkisine dava hakkı denir. Bu anayasada yer alan
hak arama özgürlüklerinin bir biçimidir. Bkz. Anayasa m. 38. Ancak, bir kişi kendi lehine dava
açmaya zorlanamaz. Dava açıp açmama konusunda kişinin tasarrfu yetkisi vardır. Dava hakkının
da sınırları vardır. 2 sınırı: Birincisi, dava açmak için davacının hukuki yararı olması gerekir.
Hukuki yarar bir dava şartıdır yani. İkinci sınır ise, hakkın kötüye kullanılmasıdır. MK’da ikinci
maddesindeki bir yansıması olarak, dava hakkı dürüstlük kuralına aykırı olarak kullanılamaz.
Davada Taraflar: Davada kimlerin taraf olacağı konsunda temel olarak iki görüş vardır. Birinci
olan maddi taraf görüşüne göre, maddi hukuk bakımından hak sahibi olan davacı, yükümlü olan
ise davalıdır. Ancak, bu teoride, sıfat konusu açıklanamamaktadır. Çünkü bu teorinin kabul
edilmesi halinde, işin esasına girilip bir kişinin taraf olup olmayacağını maddi hukuk açısından
incelenmesi gerekir. Ayrıca bu teori, dava takip yetkisini açıklayamamaktadır. Bazı hallerde,
maddi hukuk bakımından hak sahibi olmayan kişilerin de dava açıp davayı devam ettirme veya
sonuçlandırma
yetkisini sahip olduğu kabul edilmiştir. Ancak bu görüş bunu da
açıklayamamaktadır; bu nedenle doktrinde de pek kabul görmez. Kabul gören şekli taraf teorisidir.
Bu teoriye göre, bir davada davacı olarak gösterilen kişi davacıdır; davalı olarak gösterilen kişi ise
davalıdır. Burada maddi hukuk açısından haklı olup olunmadığına bakılmaz. Bizim sistemimizin
kabul ettiği görüş de budur. Özellikle dava takip yetkisini açıklama açısısından da bu görüş daha
uygundur. Örneğin iflas halinde, müfrisin yerine iflas idaresi davayı takip edebilir.
Taraf Ehliyeti: Medeni haklardan yararlanma ehliyetine sahip olan davada taraf ehliyetine de
sahiptir. Medeni haklardan yararlanma ehliyeti, hak ehliyetidir. Taraf ehliyeti, bir davada taraf
olarak gösterilebilme yeteneği olup, maddi hukuktaki hak ehliyetinin medeni usul hukukundaki
29
görünüm biçimidir. Hak ehliyetine sahiplik konusunda da, gerçek ve tüzel kişiler açısından iki
yönlü inceleyebiliriz. Gerçek kişiler bakımından, MK’da açık düzenleme vardır. Tam ve sağ doğmak
koşuluyla taraf ehliyetine sahiptir (cenin de ana rahmine düştüğünden itibaren, sağ doğmak
koşuluyla, hak ehliyetine sahiptir). Tüzel kişiler, özel hukuk ve kamu tüzel kişileri olmak üzere
incelenir. Özel hukuk tüzel kişileri, ticaret şirketleri, dernekler, vakıfları vb. Bunlar da tüzel
kişiliğini kazandığı andan hak ehliyetine; hak ehliyetine sahip olduklarında ise taraf ehliyetine
sahip olurlar. Gerçek kişiler yönünden şuna değinmekte fayda var: Ölmüş kişinin taraf ehliyeti
bulunmadığı için davada taraf olamaz. Dava sırasında ölüm ayrıca düzenlenmiştir. Kural olarak,
davadan önce ölüm olmuşsa, ne ölen kişi adına ne de aleyhine karşı dava açılabilir. Ancak bunun
istisnaları vardır: Kadostro Kanunu m. 29. Eğer kodastro tespiti sırasında kişi ölmüş, mirasçıları
bilinmiyorsa, ölü kişi adına tespit yapılabilir.
Üzerinde durulması gereken bir diğer mevzu: Adi ortaklık. Adi ortaklık taraf ehliyetine sahip
değildir. Adi ortaklık aleyhine dava açılamaz. Adi ortaklığına mensup tüm ortaklar aleyhine
aleyhine veya bunların birlikte dava açması gerekir. Demek ki, burada, davacılar adi ortaklığı
oluşturan kişiler veya firmaların hepsidir. (Burada örnek veriyor, detaya gerek yok bence). Adi
ortaklık aleyhine dava nasıl açılır? Hepsine ayrı ayrı dava açılması gerekir. Eğer alacak, para
alacağı ise, örneğin kira bedeli söz konusu, burada her bir ortak borcun tamamından müteselsilen
sorumludur. Dava açan kişi, bunlardan herhangi birine karşı dava açabilir. Ama tahliye ya da
müdahelenin meni isteniyor, her biri için dava açılması gerekir.
Dava ehliyeti: Medeni hukuktaki fiil ehliyetinin medeni usuldeki görünüm biçimidir. Kimler fiil
ehliyetine sahipse o kişiler dava ehliyetine sahiptir. Bir kimsenin kendisinin veya yetkili kılacağı
bir vekil aracılığıyla bir davayı takip etme ve usul işlemlerini yapabilme ehliyetidir. Medeni
hukukta fiil ehliyetine kimler sahiptir konusunda ayrım yapılır: birincisi tam ehliyetliler. Bunlar
dava yetkisine sahip olup burada herhangi bir sorun yoktur. Tam ehliyetsizler ise ancak kanuni
temsilcileri aracılığıyla davada temsil edilebilirler. Sınırlı ehliyetsizler ise ehliyetsizlik asıldır; ama
bazen hallerde ehliyete sahip olduğu kabul edilmiştir. Örneğin küçükler, temyiz kudretine sahipse,
sınırlı ehliyetsiz olarak kabul edilirler. Bir diğer örnek, kısıtlılardır. Kısıtlılık nasıl olur: Akıl
hastalığı veya zayıflığı varsa; bir günü aşkın ceza almışsa vasi tayin edilir ve dava ehliyeti vasi
tarafından kullanılır. İstisnaları nelerdir: Sınırlı ehliyetsizler, şahsa sıkı sıkıya bağlı haklarla ilgili
olarak dava açabilir ve takip edebilirler. Örneğin, velayete ilişkin dava açabilir. Yine bir meslek
veya sanatla uğraşması için izin verilenler de, izin verilen konu ile sınırlı olmak üzere, dava
açabilirler; sadece davacı değil, davalı da olabilir. Yine, küçüğün tasarruf alanına bir mal
bırakılmışsa, bu malla sınırlı olarak, küçük dava ehliyetine sahip olur. Sınırlı ehliyetsizlerin dava
açabilmeleri için, mutlaka vasinin sulh mahkemesinden izin alması gerekir. Yani sadece vasi
olması yeterli değildir, mahkemeden izin alması gerekir (MK. 462). Sulh mahkemesinden izin
belgesi aldıktan sonra dava açabilir. Eğer izin belgesi olmaksızın dava açılmışsa, bir süre verilir ve
o süre içinde izin belgesi alınıp getirilmesi istenir. Sınırlı ehliyetlerde ise ehliliyetlik asıl;
ehliyetsizlik istisnadır. Yasal danışmanlık:
30
Yasal danışmanlık
MADDE 429.- Kısıtlanması için yeterli sebep bulunmamakla beraber korunması bakımından fiil
ehliyetinin sınırlanması gerekli görülen ergin bir kişiye aşağıdaki işlerde görüşü alınmak üzere bir
yasal danışman atanır:
1. Dava açma ve sulh olma,
2. Taşınmazların alımı, satımı, rehnedilmesi ve bunlar üzerinde başka bir aynî hak kurulması,
3. Kıymetli evrakın alımı, satımı ve rehnedilmesi,
4. Olağan yönetim sınırları dışında kalan yapı işleri,
5. Ödünç verme ve alma,
6. Ana parayı alma,
7. Bağışlama,
8. Kambiyo taahhüdü altına girme,
9. Kefil olma.
Aynı koşullar altında bir kimsenin malvarlığını yönetme yetkisi, gelirlerinde dilediği gibi tasarruf
hakkı saklı kalmak üzere kaldırılabilir.
Oy danışmanlığı: Bunun özelliği, bizde dava açamaz. Yani, danışman doğrudan dava açamaz
sadece izin verebilir. Diğeri ise yönetim danışmanlığıdır. Yönetim danışmanlığı yapan kimse, bazı
hallerde bir kimsenin malvarlığı yönetme yetkisi geri verme ve dilediği gibi tasarruf yetkisi
tamamen kaldırılabilir. Bu halde bir yönetim danışmanı atanır. Yönetim danışmanı, dava ile ilgili
işlemleri yapabilir. Yönetim danışmanı dava açabilir ama dava açması için vasiden izin gerekir mi
hususunda tartışma var. Bir taraf gerek yok; diğer taraf var diyor. Eğer izin gerekseydi maddede
öngörülürdü deniyor; dolayısıyla yönetim danışmanı doğrudan, vasiden izin almaksızın dava
açabilmelidir.
Dava ehliyeti, dava şartıdır. Hakim dava ehliyetinin bulunup bulunmadığını resen gözetir. Dava
ehliyeti açısından, temsilcisin açması gereken bir davayı küçük, davayı açarsa – hoca açıkça
söylemiyor ama sanırım dava devam ederken 18 yaşını doldurmuş olursayı soruyor- ve de hem
hakim fark etmez hem de taraflar itiraz etmezse, davaya devam edilir mi? Dava görülürken eksik
olan dava şartı tamamlanmışsa, dava görülmeye devam edilir. TMK 115. Maddesi. Tabi bu genel
bir hükümdür, tüm dava şartlarına ilişkindir. Eksiklik giderilmişse, dava şartı artık karşılandığı
için dava reddedilmez.
Davada kanuni temsil: Bir davada iradi ve kanuni temsil söz konusu olur. İradi temsil, vekalet
akdi ile olur. Kural olarak vekalet bizde, avukata verilir. Avukat dışındaki kimseler, iradi temsil
yetkisi yoktur. Bunun istisansı da vardır. Örneğin kadastro davasında eşler birbirini temsil
edebilirler. Özel düzenlemeler istisnadır yani. Kanuni temsil ise, tam ehliyetsizler ve sınırlı
ehliyetsizler bakımından geçerli olup, dava haklarını kullanamayan kanunu temsilcileri; tüzel
kişiler ise yetkili organları tarafından temsil edilir. Eğer dava küçük ile velinin menfaati
çatışıyorsa, kayyum tayin edilir; çocuğu kayyum temsil edilir. Tüzel kişiler ise, yetkili organları
31
tarafından temsil edilirler. Yetkili organ, şirketler açısından TTK’daki hükümlere tabidir. Anonim
şirketi, yönetim kurulu temsil eder. Ticari temsilcinin de davada temsilci olarak kabul ediyor
yargıtay, her ne kadar bu konuda tartışma olsa da. Tüzel kişilik, dava sırasında sona ermişse nasıl
olur? Artık böyle bir şirket yok, ne olacak, ne yapılır? Uygulama şöyle: Eğer o davada, davacının
yararı varsa, davacıya süre ve yetki belgesi veriliyor ve deniyor ki git bu şekilde ihyasını sağla, sicil
kaydını bu davaya özgü olarak sağla, şirket yeniden sicile kayıt ediliyor ve dava, tasfiye olduğu için
şirketi temsilen bir kayyum atılır ve bu şekilde dava görülür. Kanuni temsil hallerde, dava ehliyeti
olmayan kişi dava açmışsa bu dava hemen iptal edilmez, gerçek kanuni temsilciye bir süre verilir
ki icazet versin. Buna göre dava ya görülür ya da dava usulden reddedilir.
Dava takip yetkisi: Dava takip yetkisi, aslında talep sonucu hakkında hüküm alabilme yetkisidir.
6100 sayılı HMK ile usul kanununa girmiştir. Aslında türk hukukunda benzer hükümler vardı.
HMK 53. Maddede düzenlenmiştir bunlar. Bu yetki, kanunda belirtilen istisnalar dışında, maddi
hukukta tasarruf yetkisine göre tayin edilir. Bir kişi iflas etti. İflas eden kişinin aslında tasarruf
ehliyeti vardır; ancak kanun bunu sınırlandırmış ve dolayısıyla tasarruf yetkisini ortadan
kaldırmıştır. İşte bazı durumlarda, kanun koyucu, aslında eee o hak üzerinde, mesela, o davanın
tarafı olarak o dava konusu üzerinde hak sahibi olmamasına rağmen bazı kişilere o davayı takip
etme hakkı tanımıştır. Örnek: İcra iflas 245. M: iflasın açılmasıyla müflisin malvarlığı iflas masasını
oluşturur. İflas masasına konu olacak hak ve borçlar bir bütün olarak intikal eder. Bu bütünlük
içerisinde müflise karşı bazı taraf açabilir ya da müflis bazı dava açabilir. Bu konuda alacaklılar
karar verir: Müflisin taraf olduğu şu şu davaları takip edelim veya etmeyelim. Veya müflis yerine
biz dava açalım diyebilirler. Müflisin bir malvarlığı vardığıdır başkasında, istihkak davası açıp o
malvarlığının iflas masasına geri dönmesini isteyebilirler. İflas masası temsilcisi bu davayı acsın
diyebilir. Ama bazen de, davayı kazanma şansı çok zayıf, bu davayı alacaklılardan biri istermi diye
sorarlar. Biri kabul eder, elde ettiği şeylerden kendisi alır, kalan masaya gider. İşte burada aslında,
dava kanusu üzerinde hak sahibi müflis. Ama kanun kendisine böyle bir yetki verdiği için artık o
davayı takip edebiliyor. Taraf ve dava ehliyeti olan kişinin zaten davayı takip yetkisi vardır. Dava
takip yetkisi, dava şartıdır; hakim bunu resen gözetir.
Temsil ve izin belgesinin verilmesi: 54. Maddede konu düzenlenmiştir. Kanunun temsilcinin
gerekli niteliğe sahip olması dava şartıdır. Temsil ve izin belgeleri dava başında ibraz edilebileceği
gibi, ibraz edilmeyebilir de. Edilmezse 54e bak:
Temsil veya izin belgelerinin verilmesi
MADDE 54 - (1) Kanuni temsilciler, davanın açılıp yürütülmesinin belli bir makamın iznine
bağlı olduğu hâllerde izin belgelerini, tüzel kişilerin organları ise temsil belgelerini, dava veya cevap
dilekçesiyle mahkemeye vermek zorundadırlar; aksi takdirde dava açamaz ve yargılamayla ilgili
hiçbir işlem yapamazlar. Şu kadar ki, gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde mahkeme, kanuni
temsilcilerin veya tüzel kişilerin organlarının, yukarıda belirtilen eksikliği gidermeleri şartıyla dava
açmalarına yahut davayla ilgili işlem yapmalarına izin verebilir.
(2) İzin belgesinin alınması için mahkemeye müracaat edilmesi gerekiyorsa ilgiliye, müracaatı
için kesin süre verilir. Bu süre içinde mahkemeye başvurulması hâlinde bu konuda karar verilinceye
kadar beklenir.
(3) Süresi içinde belgelerin ibraz edilmemesi veya mahkemeye başvurulmaması hâlinde, dava
açılmamış veya gerçekleştirilen işlemler yapılmamış sayılır.
32
Demek ki belge açılması gerekiyorsa, bu davanın açılması için mahkeme izin verebilir. Verilen
süreye rağmen diğer mahkemenin vereceği kararı beklemek gerekir. Burada süre aşsa da
temsilcinin sorumluluğu yoktur. İkinci mahkemenin izne dair kararını beklemek gerekir.
Davada taraflardan birinin ölümü: Dava sırasında dava taraflarından biri ölür ve davaya konusu
mirasçılara geçmeyecek bir hak ise, dava konusuz kalacaktır. Ancak mirasçılara geçen bir hak
olup, mirasçılar da mirası reddetmezse, davayı birlikte devam ettirmeleri gerekir yani zorunlu
dava arkadaşlığı söz konusudur. Ölen davalı tarafta ise, mirasçılarda mirası reddetmedi ve bir para
borcu söz konusu ise, davalar arasında para borçlarda ihtiyari dava arkadaşçılığı; bunlar dışındaki
zorunlu dava arkadaşlığı vardır.
Ölü kişiler alehine dava açılmış ve öldüğü bilinmiyorsa, acaba mirasçılara karşı davaya devam
edilebilir mi? HMK 124’üncü maddesinde buna ilişkin bir düzenleme yapıldı:
Tarafta iradî değişiklik
MADDE 124- (1) Bir davada taraf değişikliği, ancak karşı tarafın açık rızası ile mümkündür.
(2) Bu konuda kanunlarda yer alan özel hükümler saklıdır.
(3) Ancak, maddi bir hatadan kaynaklanan veya dürüstlük kuralına aykırı olmayan taraf
değişikliği talebi, karşı tarafın rızası aranmaksızın hâkim tarafından kabul edilir.
(4) Dava dilekçesinde tarafın yanlış veya eksik gösterilmesi kabul edilebilir bir yanılgıya
dayanıyorsa, hâkim karşı tarafın rızasını aramaksızın taraf değişikliği talebini kabul edebilir. Bu
durumda hâkim, davanın tarafı olmaktan çıkarılan ve aleyhine dava açılmasına sebebiyet vermeyen
kişi lehine yargılama giderlerine hükmeder.
4. fıkra uyarınca, mirasçılarına dava yöneltilebilir ve davaya devam edilebilir.
Dava arkadaşlığı: Bir davada davacı veya davalı tarafta birden fazla kişi bulunabilir. Birden çok
kişi birlikte dava açabilecekleri gibi aleyhlerine de birlikte dava açılabilir. Davacılar ve davalılar
arasında dava konusu olan hak veya borcun elbirliği ile mülkiyet dışındaki bir sebeple ortak
olması. Yine, ortak bir işlemle hepsinin bir hak doğmuş olması veya kendilerinin bu şekilde
yükümlülük altına girmesi. Demek ki, birden çok kişi bazı hallerde birlikte dava açabilecekleri gibi,
kendilerine karşı da birlikte dava açılabilir.
İhtiyari dava arkadaşlığı
MADDE 57- (1) Birden çok kişi, aşağıdaki hâllerde birlikte dava açabilecekleri gibi aleyhlerine
de birlikte dava açılabilir:
a) Davacılar veya davalılar arasında dava konusu olan hak veya borcun, elbirliği ile mülkiyet
dışındaki bir sebeple ortak olması.
b) Ortak bir işlemle hepsinin yararına bir hak doğmuş olması veya kendilerinin bu şekilde
yükümlülük altına girmeleri.
c) Davaların temelini oluşturan vakıaların ve hukuki sebeplerin aynı veya birbirine benzer
olması.
33
İhtiyari dava arkadaşlarının davadaki durumu
MADDE 58- (1) İhtiyari dava arkadaşlığında, davalar birbirinden bağımsızdır. Dava
arkadaşlarından her biri, diğerinden bağımsız olarak hareket eder.
Örneğin, müşterek mülkiyet söz konusu ise, iştirak halinde mülkiyet değilse (bu ölüm halinde
terekenin durumu iştirak halinde mülkiyet hükümlerine tabi) ve adi ortaklık. A kişisi öldü,
terekesi iştirak halinde, henüz intikal yapılmadı, iştirak halinde olduğu için mirasçıların hepsinin
birlikte davaya taraf olması zorunludur. Diyelim ki, taşınmazla ilgili bir dava var: Bu taşınmazla
ilgili veraset ilanını koydular ve tapuda işlem yaptılar. Üç mirasçılar ise, herbiri 1/3 miras hakkına
sahiptir. Bu müşterak mülkiyet anlamına gelir. Burada aralarındaki dava arkadaşlığı ihtiyari dava
arkadaşlığıdır. İhtiyari dava arkadaşlığında, hepsine karşı dava açılabileceği ayrı ayrı davalar da
açılabilir. Birden fazla kimse, birlikte dava açmak zorunda olmadığı durumlarda söz konusu
olabilir. Bunlar isterlerse birlikte açabilir ya da birlikte dava edebilir. İhtiyari dava arkadaşlığının
söz konusu olması, ancak kanunda açıkça öngörülmesi gerekir. İhtiyari dava arkadaşlığı rastgele
kimselerin bir araya gelip dava açması anlamına gelmez. Örneğin, bir kimseden değişik sebeplerle
alacakları var, bunların bir araya gelip dava açması olmaz. Ama davanın temelini oluşturan maddi
vaka ve hukuk sebebi aynı ise rastgele kişiler bir araya gelip dava açabilirler. Mesela, işçilerin iş
akdi feshedilmiş. Bu işçiler de dava açılıyor. Eğer aynı sebeple feshedilmişse, birlikte açabilir. Ama
hiç ilgisi yoksa, bunlar birlikte dava açamazlar, davayı sürdüremezler. Uygulamada bu alanda
gevşek yaklaşımlar vardır. Dava arkadaşlığı, usul ekonomisi ilkesine uygundur. Ayrı ayrı dava
açılması yerine tek bir dava ile sonuç alınabileceği için usul ekonomisi ile uygundur. Dava
arkadaşlarının en önemli özelliği, ihtiyari dava arkadaşlığında dava arkadaşlığı birbirinden
bağımsızdır; dava arkadaşlarından herbiri diğerinden bağımsız olarak hareket eder. İhtiyari dava
arkadaşları, davacılar tek bir dilekçe ile dava açarken; davalarda aynı dilekçede davalı olarak
gösterilirler. Kural olarak ihtiyari dava arkadaşları birlikte hareket ederler. Duruşmada birinin
yaptığı açıklamaya diğerleri muvafakat edebilir ancak etmek zorunda değildir. Dava arkadaşları
sadece biçimsel, şekli anlamında davada birlikte taraf olarak yer alırlar. Esas bakımından dava
arkadaşlarının davaları birbirinden bağımsızdır. Bunun en önemli sonucu, her dava arkadaşı kendi
davası bakımından diğerinden bağımsız olarak hareket edebilir. Dava arkadaşlarından biri
davasından feragat edebilir örneğin. Dava arkadaşlarından birinin ileri sürdüğü kişisel savunma
aracından, sadece bunu ileri süren yararlanabilir; diğerleri bunu ileri sürmemişse bundan
yararlanamaz. Örneğin, üç tane ihtiyari dava arkadaşı var, üçü hakkında dava açıldı, birisi zaman
aşımı definde bulundu, diğerleri bulunmadı. Zaman aşımı defininde bulunan bundan yararlanılır;
diğerleri için zaman aşımı defini bulunulmamış gibi dava görülmeye devam edilip sonuçlandırılır.
Dava arkadaşlarından herbiri yalnız başına vakayı inkar edebilirler. İlk itirazda bulunabilir, yemin
teklif edebilir. İhtiyari dava arkadaşlığında, tahkikat ve delilerin değerlendirilmesi safhası tektir;
yani tüm taraflar yönünden birlikte değerlendirilir deliler. Hükümde her dava arkadaşı için verilen
karar ayrıca gösterilir; mahkeme dava arkadaşları için aynı hükmü vermek zorunda değildir; farklı
farklı hükümleri verebilir. Dava arkadaşlarından herbiri hükme karşı tek başına kanun yoluna
başvurabilir. Herbiri için kanun yolu süresi, hükmün kendisine tebliği ile başlar. Süre boyunca
kanun yoluna başvurulmazsa, o hüküm kesinleşir.
34
Zorunlu dava arkadaşlığı: Elbirliği mülkiyetinin geçerli olduğu hallerde zorunlu dava arkadaşlığı
söz konusu olur. Elbirliği mülkiyetine, iştirak halinde mülkiyet de denir.
Mecburi dava arkadaşlığı
MADDE 59- (1) Maddi hukuka göre, bir hakkın birden fazla kimse tarafından birlikte
kullanılması veya birden fazla kimseye karşı birlikte ileri sürülmesi ve tamamı hakkında tek hüküm
verilmesi gereken hâllerde, mecburi dava arkadaşlığı vardır.
Mecburi dava arkadaşlarının davadaki durumu
MADDE 60- (1) Mecburi dava arkadaşları, ancak birlikte dava açabilir veya aleyhlerine de
birlikte dava açılabilir. Bu tür dava arkadaşlığında, dava arkadaşları birlikte hareket etmek
zorundadır. Ancak, duruşmaya gelmiş olan dava arkadaşlarının yapmış oldukları usul işlemleri,
usulüne uygun olarak davet edildiği hâlde duruşmaya gelmemiş olan dava arkadaşları bakımından
da hüküm ifade eder.
Örneğin, terekeye ilişkin davaların bütün mirasçılar tarafından birlikte açılması zorundadır. Para
borcu dışındaki taleplerin bütün mirasçılara karşı birlikte yürütülmelidir. Kira sözleşmelerinde,
birden fazla kiracı veya kiralayan bulunması halinde açılacak tahliye davasında taraflar arasındaki
ilişki zorunlu dava arkadaşlığıdır; zira tahliye borcu bölünemeyen bir borçtur. Burada maddi
hukuktan kaynaklanan bir zorunluluk söz konusudur. Dava arkadaşları arasındaki ilişki çok
sıkıdır. Zorunlu dava arkadaşları ancak birlikte dava açabilir veya aleyhlerine birlikte dava
açalıabilir. Bu tür davalarda, dava arkadaşları birlikte hareket etmek zorundadır. Sadece birine
karşı dava açılırsa, hakimin davayı hemen reddetmeyip, diğerlerine davaya gelmesi için süre
vermesi gerekir. Zorunlu dava arkadaşlığında, ortada tek bir dava vardır. Bu nedenle dava
arkadaşlarının birlikte hareket zorunludur. İçlerinden bazılarının yapacağı işlemler sonuç
doğurmaz. Bu kişiler dava konusu üzerinde ancak hep birlikte tasarruf edebilirler. Feragat, kabul,
sulh gibi işlemleri birlikte yapmaları gerekir. İkrar ve yemin gibi işlemleri ancak hep beraber
yerine getirilmesi gerekir. Sadece birinin ikrarı örneğin, sonuç doğurmaz. Yine burada tek bir dava
söz konusu olduğu için, dava sonunda bütün arkadaşlar için tek bir hüküm verilir. Biri hakkında
davanın kabulen; diğeri için reddine karar verilemez. Bu tür davada, hakim davaların ayrılmasına
karar veremez. Dava arkadaşları hükmü, ancak hep birlikte kanun yoluna götürebilirler. Zorunlu
dava arkadaşlığında, duruşmaya gelen dava arkadaşlarının usul işlemleri, usulune uygun olarak
duruşmaya davet edilen fakat gelmeyen dava arkadaşları hakkında da hüküm ifade eder.
Davanın İhbarı: Taraflardan biri davayı kaybettiği takdirde, üçüncü kişiye rücu hakkı olduğunu
veya üçüncü kişinin kendisine rücu edeceği hallerde o taraf üçüncü kişiye davayı ihbar edebilir.
Davayı ihbarının söz konusu olması için, derdest bir dava olmalı, ihbar edilecek kişi davanın tarafı
olmamalı, rücu hakkı bulunmalı ve ihbar tahkikat sonuçlanıncaya kadar yapılmalıdır. İhbarın söz
konusu olabilmesi, ya üçüncü kişinin tarafa ya da tarafın üçüncü kişiye rücu hakkı olmalıdır. Dava
ihbar edilen kişi de bu davayı başka bir kişiye dava edebilir. İhbar, mahkemece tahkikatın bitimine
kadar yapılabilir. Niye ihbar edilir? Bir trafik kazası nedeniyle zarara uğrayan kişi trafik kazasına
karışan aracın işleteni hakkında tazminat davası açabilir. Bu davayı açtı ve kendisi kendi aracıyla
giderken münübüse çarptı hem kendisine hem de aracına zarar geldi. Araç sahibi, işleten şirkete
(şoförün çalıştığı şirket) dava açtı. Burada davalı işleten şirket, şoföre davayı ihbar ediyor ki,
davada gelsin de savunmada yer alsın da düşük ceza alalım. Rücunun mümkün olduğu yerde, ihbar
35
söz konusudur. İhbar yazılı olarak yapılır. İhbar sebebenin gerekçeli olarak yazılması ve davanın
hangi aşamada olduğunun belirtilmesi gerekir. İhbar için, adi yazılış/yazılı olması geçerlilik
şartıdır. İhbarin illa da mahkeme aracılığıyla yapılması zorunlu olmayıp, noter aracılığıyla da
yapılabilir. İhbarda bulunulan kişi, davayı kazanmasında hukuki yararı olan taraf olan yanında
davaya katılabilir. Yani mutlaka ihbarı yapan kişinin yanında davaya katılması gerekmez; menfaati
varsa diğer tarafın yanında davaya katılabilir. İhbar edilen davada sadece feri müdahil olarak yer
alabilir. İhbarın usul hukukuna bağlı sonuçlarının doğması için şekil şartının yerine getirilmesi
gerekir. Davanın ihbarı sebebiyle yargılama bir başka güne bırakılamaz ve ihbarın tevali
etmesi(ihbar edilenin bir başkasına ihbar etmesi) gibi zorunlu olan durumlar dışında süre
verilemez.
İhbar ve şartları
MADDE 61- (1) Taraflardan biri davayı kaybettiği takdirde, üçüncü kişiye veya üçüncü kişinin
kendisine rücuedeceğini düşünüyorsa, tahkikat sonuçlanıncaya kadar davayı üçüncü kişiye ihbar
edebilir.
(2) Dava kendisine ihbar edilen kişinin de aynı şartlarda bir başkasına ihbarda bulunması
mümkündür ve bu şekilde ihbar tevali ettirilebilir.
İhbarın şekli
MADDE 62- (1) İhbar yazılı olarak yapılır; ihbar sebebinin gerekçeleriyle birlikte açıklanması
ve yargılamanın hangi aşamada bulunduğunun belirtilmesi gerekir.
(2) Davanın ihbarı sebebiyle yargılama bir başka güne bırakılamaz ve ihbarın tevali etmesi gibi
zorunlu olan durumlar dışında süre verilemez.
İhbarda bulunulan kişinin durumu
MADDE 63- (1) Dava kendisine ihbar edilen kişi, davayı kazanmasında hukuki yararı olan taraf
yanında davaya katılabilir.
İhbarın etkisi
MADDE 64- (1) İhbar edilen davada verilen hükmün ihbar eden kişiye etkisi hakkında 69 uncu
maddenin ikinci fıkrasıhükmü kıyasen uygulanır.
Davaya Müdahiller:
Asli müdahale
MADDE 65- (1) Bir yargılamanın konusu olan hak veya şey üzerinde kısmen ya da tamamen
hak iddia eden üçüncü kişi, hüküm verilinceye kadar bu durumu ileri sürerek, yargılamanın
taraflarına karşı aynı mahkemede dava açabilir.
(2) Asli müdahale davası ile asıl yargılama birlikte yürütülür ve karara bağlanır.
Fer’î müdahale
MADDE 66- (1) Üçüncü kişi, davayı kazanmasında hukuki yararı bulunan taraf yanında ve ona
yardımcı olmak amacıyla, tahkikat sona erinceye kadar, fer’î müdahil olarak davada yer alabilir.
Fer’î müdahale talebi ve incelenmesi
MADDE 67- (1) Müdahale talebinde bulunan üçüncü kişi, yanında katılmak istediği tarafı,
müdahale sebebini ve bunun dayanaklarını belirten bir dilekçeyle mahkemeye başvurur.
(2) Müdahale dilekçesi, davanın taraflarına tebliğ edilir. Mahkeme, gerekirse taraflarla birlikte
üçüncü kişiyi de dinlemek üzere davet eder, gelmeseler dahi müdahale talebi hakkında karar verir.
Fer’î müdahilin durumu
36
MADDE 68- (1) Müdahale talebinin kabulü hâlinde müdahil, davayı ancak bulunduğu
noktadan itibaren takip edebilir. Müdahil, yanında katıldığı tarafın yararına olan iddia veya
savunma vasıtalarını ileri sürebilir; onun işlem ve açıklamalarına aykırı olmayan her türlü usul
işlemlerini yapabilir.
(2) Mahkeme, katıldığı noktadan itibaren, taraflara bildirilen işlemleri müdahile de tebliğ eder.
Fer’î müdahalenin etkisi
MADDE 69- (1) Müdahilin de yer aldığı asıl davada hüküm, taraflar hakkında verilir.
(2) Fer’î müdahilin, tarafla rücu ilişkisinde, asıl davadaki uyuşmazlık hakkında yanlış karar
verildiği iddiası dinlenilmez.Ancak, müdahil, zamanında ihbar yapılmadığı için davaya geç
katıldığını veya yanında katıldığı tarafın iddia ve savunma imkânlarını kullanmasını engellediğini ya
da kendisince bilinmeyen iddia ve savunma imkânlarının, tarafın ağır kusuru sebebiyle
kullanılamadığını belirterek, yanında katıldığı tarafın yargılamayı hatalı yürüttüğünü ileri sürebilir.
1. Davaya feri müdahale: ihbar edilen veya edilmeyen üçüncü bir kişi, davayı kazanmasında
hukuki yararı bulunan kişinin yanında ve ona yardımcı olmak amacıyla tahkikat sona erinceye
kadar davaya feri müdahil olarak katılabilir. Feri müdahil olmanın şartları:
1. Derdest bir dava bulunmalıdır.
2. Davanın taraflarından bağımsız üçüncü bir kişi olmalıdır
3. Feri müdahilin davaya müdahale etmekte hukuki yararı bulunmalıdır. Yani kendisine karşı
rücu hakkı söz konusu olmalıdır. Ancak bu takdirde hukuk yararı olduğu kabul edilir.
4. Feri müdahele tahkikat sona erinceye kadar mümkündür. Sona erince feri müdahil olarak
davaya katılmak mümkün değildir.
5. Üçüncü kişi, kimin tarafında katılacağını, müdahele sebebini ve bunun dayanaklarını bir
dilekçeyle mahkemeye başvuracaktır.
Uygulamadaki problem: Dahili davalı: Aslında bizim sistemimizde, sonradan bir kişinin davaya
dahil edilmesi, kanunda açıkça öngörüldüğü hususlar dışında mümkün değildir. Müdahale
talebinin reddi ilişkin karar, tek başına kanun yoluna götürülemez. Müdahale talebini mahkeme
reddedebilir. Ancak esas hükümle birlikte, müdahale talebinin reddine ilişkin karar da kanun
yoluna götürülebilir. [Davanın esasına ilişkin bir karar verilmişse hüküm anlamına gelir; usulen
bir karar verilmişse, şekli anlamda karar verilmişse buna karar denir.]
Feri müdahilin bir özelliği vardır: hükmü tek başına temyiz edemez. Ancak, yanında katıldığı kişi
temyiz etmişse, feri müdahilin de temyiz hakkı doğar.
Feri müdahil talebi kabul edilirse ne olur? Artık kimin yanında davada yer alırsa, onunla birlikte
iddia ve savunmada bulunma hakkını elde eder. Taraf konuma geçmez, ancak tarafın yardımcısı
olarak davayı sürdürebilir. Yanında bulunulan kişinin yapamayacağı işlemleri feri müdahilin
yapmasının mümkünü yoktur. Feri müdahil davanın tarafı olmadığı için onun lehine veya aleyhine
hüküm kurulamaz. Ancak kurulmuşsa, bu hükmü tek başına temyiz edebilir. Hüküm aleyhine
kurulan herhangi bir kişi de hükmü temyiz edebilir.
37
Feri müdahil tek başına davanın konusu üzerinde tasarrufta bulunamaz. Davadan feragat edemez,
kabul edemez ve sulh gibi işlemleri yapamaz. Ayrıca feri müdahil davayı tek başına ıslah edemez,
çünkü ıslah sadece davanın taraflarına tanınmış bir haktır. Feri müdahil davayı ancak katıldığı
yerden itibaren davayı takip edebilir; daha önceki işlemlere itiraz edemez.
Feri müdahilin etkisi: Müdahilin yer aldığı davada hüküm taraflar hakkında verilir. Müdahil ile
taraf arasında görülecek rücu davasında, ilk davada verilen kararın etkisi düzenlenmekte, m. 69.
Feri müdahil asıl tarafa yardımcı olmasına rağmen davayı kaybetmiş olabilir. Bu durumda, asıl
taraf feri müdahile rücu edebilir. İşte bu anda, feri müdahilin davada yaptığı savunma ve
mahkemenin kararı önemli olacaktır, zira bunların açılacak rücu davasında etkisinin ne
olacağı/ölçüde sorgulanacaktır.
Feri müdahilin önemi yetki konusu açısından önemlidir. İleride rücu davası açıldığında, ilk
davada tespit edilen hususlar, gerekçede yer alan hususlar rücu davasını derece etkiler, geçerliliği
var mıdır yok mudur, etki derecesi nedir, bu açıdan önemlidir. Kesin hüküm davanın tarafları
açısından hüküm ifade eder. Feri müdahil davanın tarafı olmadığı için, kesin hükümün etkisi söz
konusu değildir. Ancak özellikle mahkemenin gerekçesinde yer alan hususlar, sonradan açılacak
rücu davasında da geçerliliğini koruyabilir. Trafik kazası örneğinde, olayın meydana gelmesinde
ilk mahkeme kusur oranını tespit etsin ve bunu gerekçede yer veriyor. Eğer kusur taraflar
bakımından yarı yarıya olsun. İşleten, çalışanına karşı rücu edeceği zaman, ilk davada tespit edilen
kusur oranı dikkate alınacak mı, bağlayıcı mı? Feri müdahil olan kişi ilk davada yer almış ve
savunma imkanı elde etmişse, ilk davada tespit edilen hususlar yeni açılan davada da bağlayıcı
olaraktır. Yarı yarıya olan kusur oranı rücu davasında da geçerli olacaktır. Dolayısıyla, rücu
davasında feri müdahil, benim kusurum yok diyemeyecektir. Feri müdahilin yetkisi, önceki davada
verilen hükmün sadece hüküm fıkrasıyla değil hükmün dayandığı maddi ve hukuki unsurlarla da
geçerli olacaktır. Bu açıdan müdahilin yetkisi, kesin hükme göre daha geniştir. Kesim hükümde,
hüküm fıkrası temel teşkidir; oysa feri müdahilde bu daha geniştir. Feri müdahil ilk davada verilen
hükmün ve hükmün dayandığı vakaların yanlış olduğunu ileri süremeyecektir. Kesin hükmün
aksine müdahilin yetkisi mutlak değildir. Feri müdahil, davaya etki edebildiği ölçüde müdahale
edebilecektir. Feri müdahil önceki işlemlere itiraz edemez. MADDE 69 (2) Fer’î müdahilin,
tarafla rücu ilişkisinde, asıl davadaki uyuşmazlık hakkında yanlış karar verildiği iddiası
dinlenilmez.Ancak, müdahil, zamanında ihbar yapılmadığı için davaya geç katıldığını veya yanında
katıldığı tarafın iddia ve savunma imkânlarını kullanmasını engellediğini ya da kendisince
bilinmeyen iddia ve savunma imkânlarının, tarafın ağır kusuru sebebiyle kullanılamadığını
belirterek, yanında katıldığı tarafın yargılamayı hatalı yürüttüğünü ileri sürebilir.
Müdahilin etkisi, mahkeme tarafından kendiliğinden gözönünde tutulmalıdır; çünkü bu etki
çelişkili kararlar verilmesini önleyeceği gibi usul ekonomisi açısından da faydası olacaktır.
Asli müdahale:
MADDE 65- (1) Bir yargılamanın konusu olan hak veya şey üzerinde kısmen ya da tamamen
hak iddia eden üçüncü kişi, hüküm verilinceye kadar bu durumu ileri sürerek, yargılamanın
taraflarına karşı aynı mahkemede dava açabilir.
(2) Asli müdahale davası ile asıl yargılama birlikte yürütülür ve karara bağlanır.
Feri müdaahaleden farklıdır, çünkü burada bir dava açılıyor, bir dava şeklinde ileri
sürülebiliyor. Davacı ve davalı arasında bir dava var, bu dava devam ederkenüçüncü bir kişi
38
çıkıyor ve diyorki dava konusu olan şey benimdir bunun üzerinde ben hak iddia ediyorum. Bunu
ayrı bir dava yolu ileri sürecek ve asli müdahil bu davayı, ilk davanın taraflarına karşı sürecek.
Doktrinde buna mecburi/şekli dava arkadaşlığı denmektedir. Şartları:
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
Görülmekte olan bir yargılama bulunması gerekir.
Asli müdahil üçüncü bir kişi olacak.
Asli müdahil ayrıca bağımsız bir dava açmalıdır.
Asli müdahil, önceki dava konusu üzerinde hak iddia etmelidir.
Asli müdahil, ilk davanın görülmekte olduğu mahkemede bu davayı açmalıdır
Bu dava, önceki davanın taraflarına karşı açılması gerekir.
Asli müdahil dava açaken, dava harcını ödemek zorundadır.
İlk dava ile asli müdahale davası birbirinden bağımsızdır. Davalardan birinden feragat diğerinden
feragat sonucu doğurmaz. Asli müdahil davanın tarafı olduğundan davası üzerinde tek taraflı
olarak tasarruf edebilir. Davasından feragat edebilir. Mahkeme asli müdahale davası hakkında ayrı
hüküm verir. Asli müdahil bu hükmü dava yoluna tek başına götürebilir. Burada üstünde
durulması gereken bir husus da, bir diğerinin sonucu beklemek gerekir mi gerekmez mi olabilir,
bekletici sorun var mıdır? Böyle bir dava açılmışsa, bu davanın kabulu halinde önceki davanın
önemi kalmaz, asli davanın sonucu beklenmelidir.
Cumhuriyet savcısının davada yer alması: MADDE 70- (1) Cumhuriyet savcısı, kanunda açıkça
öngörülen hâllerde, hukuk davası açar veya açılmış olan hukuk davasında taraf olarak yer alır.
Bunun temelinde kamu düzenin korunması amacı yatar. Ancak kamu düzenini ilgilendiren her
halde cumhuriyet hukuk davasında yer alma hakkı verilmemiştir; bunun için kanunda açıkça
yazması gerekir.
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
57
58
59
60
61
62
63
64
65
66
67

Benzer belgeler