Yarım asırlık bir sıla türküsü

Transkript

Yarım asırlık bir sıla türküsü
Parlamento
TPB
Hakimiyet Milletindir
Ocak 2015 Sayı: 21
Ayl ı k sürel i yay ı n
Milletvekillerinden
2015 yılı mesajları
Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı
Lütfi Elvan:
Türkiye ulaşım ve
bilişim projelerimizle
gücüne güç katıyor
Yarım asırlık bir sıla türküsü
ALMANYA’YA
İŞÇİ GÖÇÜ
ISSN 2147-6616
9 772147 661000
21
TPB
Ocak 2015 Sayı: 21
Fiyatı: 20 TL / Kurum ve kuruluşlar için: 30 TL
Yerel süreli yayın
ISSN 2147-6616
Büyükharf Bas. Yay. Tan. Dan. ve Org. Ltd. Şti. adına
TPB Parlamento Dergisi Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü
Eren Safi
Yayın Koordinatörü
Erbay Kücet
Editör
Songül Baş
Yazı İşleri
Çağla Taşkın
Deniz Varol
Elif Çelik
Gökçe Doru
İrem Coşkunseven
Nehir Öztürk
Nil Özben
Pınar Ünsal
Zeynep Yiğit
TÜRK PARLAMENTERLER BİRLİĞİ
GENEL BAŞKAN
Nevzat PAKDİL
Kahramanmaraş Milletvekili
YAYIN KURULU
Yahya AKMAN
Şanlıurfa Milletvekili
Cahit BAĞCI
Çorum Milletvekili
Katkıda Bulunanlar
Dr. Ahmet Tetik
Hakan Arslanbenzer
Dr. Polat Safi
Kadir Ramazan COŞKUN
Genel Sekreter
19. Dönem İstanbul Milletvekili
Tasarım
Evrim Uluçay
Sinan Günçiner
İlknur İNCEÖZ
Aksaray Milletvekili
Genel Koordinatör
İsmail Demir
Alpaslan KAVAKLIOĞLU
Niğde Milletvekili
YAPIM
Büyükharf Bas. Yay. Tan. Dan. ve Org. Ltd. Şti.
Uğur Mumcu Cad. 89/8 Çankaya/ANKARA
T: 0312 446 15 72 F: 0312 446 15 82
www.buyukharf.com.tr
BASKI
Özel Matbaası
Basım Yeri: Matbaacılar Sanayi Sitesi 1514. Sokak No: 6
İvedik/Ostim/ANKARA
Basım Tarihi: 01.01.2015
T: 0312 395 06 08
Nuri USLU
Genel Sekreter Yardımcısı
23. Dönem Uşak Milletvekili
Yayımlanan yazıların hukuki sorumluluğu
yazarlarına aittir. Makul alıntılar dışında izinsiz
iktibas yapılamaz.
O c a k 2 0 15
İçindekiler
KAPAK
22
Yarım asırlık bir sıla türküsü: Almanya’ya işçi göçü
30
20
46
Milletvekillerinden
2015 yılı mesajları
Söyleşiler
Özcan Ulupınar
Ali Öz
Ulaştırma, Denizcilik
ve Haberleşme
Bakanı Lütfi Elvan:
Yeni Türkiye’nin
“yol” haritası
42
Timurçin Savaş:
56
Mehmet Atilla Maraş:
Demokrasinin sağlıklı
işleyebilmesi için halk
siyasette belirleyici
rol oynamalıdır
Siyasette yüksek
performans
sergileyebilmek için
“düşünen adam”
olmak gerekir
4
DÜNYAPARLAMENTOLARI
Başkanın Mesajı
5Birlik’ten
8Haberler
14Dünyadan
18 Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde
Aralık 2014’te kabul edilen yasalar
72 Dişeti tedavisinde güvenilir
uygulamalar, mutlu sonuçlar
74 Meclis Çalışanları: Basın, Yayın
ve Halkla İlişkiler Başkanlığı
36 Latin Amerika’da neoklasik siyaset
Kolombiya Parlamentosu
78 Tarih Sahnesi
86 Erbay Kücet: Bir sözlüğün yok mu?
88Kitap
50
60
68
Abdulkadir Emin Önen
Lokman Ayva:
90Müzik
91Film
92 Vekiller ne okuyor / ne izliyor
94 Sosyal medya günlükleri
96Unutmayacağız
Afrodit’le tanışıp Çingene
Kızı’yla büyülenmek
Zeugma Mozaik Müzesi
64
Kalemi nurefşan bir mebus
Falih Rıfkı Atay
ile Türkiye-Çin
Parlamentolararası
Dostluk Grubu
üzerine
82
Uykudan önceki son kahkaha
Adile Naşit
Her tür engeli aşmak
ve eğitimle cehalet
karanlığını aydınlatmak
için çalışıyoruz
95
Faik Tunay ile sosyal
medya söyleşisi
4
Başkanın Mesajı
Hoşgörü, farklılıkların uyumudur
G
Nevzat Pakdil
Türk Parlamenterler
Birliği Genel Başkanı,
Kahramanmaraş
Milletvekili
Sorumluluk sahibi
ve ahlaki değerleri
olan bireyler
yetiştirmek,
toplumda her
zaman huzur
ve hoşgörüyü
beraberinde getirir.
Ocak 2015
eçtiğimiz Aralık ayında Hazreti Mevlâna’yı bir kere daha andık, bu yüce erdemli kişiliğin öğütlerini bir kere daha hatırladık. “Sevgide güneş gibi ol, dostluk ve kardeşlikte akarsu gibi ol, hataları
örtmede gece gibi ol, tevazuda toprak gibi ol, öfkede ölü gibi ol…” sözleriyle sonsuz hoşgörüyü
insanlığa öğütleyen Mevlâna, en çok bu kavramla adı anılan bir zat-ı muhterem değil midir zaten?
Kavgaların ve çıkar çatışmalarının sonlanmadığı dünyamızda, özellikle “savaş” kavramı gündemden
hiç düşmezken, belki de yeni güzelliklere; müjdeli, barış dolu haberlere gebe 2015 yılının ilk yazısının
hoşgörüyle ilgili olmasını istedim.
Hoşgörünün literatürde pek çok tanımı bulunuyor. En genel haliyle ise “Bir toplumda tüm farklılıklara rağmen bir arada yaşamayı mümkün kılan, karşılıklı sevgi, saygı, güven ve anlayış esasına dayalı
olarak kurulan fonksiyonel bir iletişim” olarak tanımlanıyor araştırmacılar tarafından. Bir anlamda,
başkalarının kendisinden farklı düşünme ve yaşayış biçimi olduğunu kabul etmek hoşgörünün gerekleri
arasında yer alıyor. Görüldüğü gibi hoşgörü demokrasiyle de yakından ilişkili bir kavram. Demokrasiyle
yönetilen ortamda bulunup gelişebilmesinin nedeni de bu.
Bu kavramın ilişkili olduğu bir diğer konu eğitim. Doğru eğitim, hoşgörü üzerinde son derece
olumlu bir etkiye sahiptir. Fikirlerin serbestçe ifade edilebilmesinin gerekli olduğunu, farklı olmanın
kötü, olumsuz veya tehlikeli olmadığını öğrenen birey başkalarının fikir ve değerlerine saygılı olmayı
bilir. Bu da hoşgörünün altın prensiplerinden birini oluşturmaktadır. Ayrıca sorumluluk sahibi ve ahlaki
değerleri olan bireyler yetiştirmek toplumda her zaman huzur ve hoşgörüyü beraberinde getirir. Zira
iyi vatandaş, haklarını ve sorumluluklarını bilen, başka insanların hak ve özgürlüklerine hoşgörü ile
yaklaşan kişidir.
Anayasamızdaki “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri
sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir” ve “Herkes kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir” maddeleri de topluma demokrasi ve hoşgörüyü
benimsetmek adına oluşturulmuş ifadeler olarak algılanmalıdır. Cinsiyet ayrımcılığı, dinî baskı, emek
sömürüsü, ırkçılık, faşizm, emperyalizm veya yabancı düşmanlığı gibi davranış ve akımların hakim
olduğu toplumlarda hoşgörüden bahsetmek mümkün değildir. Ancak hoşgörü, çoğu zaman bireyler
tarafından yanlış anlaşılabilen ve yorumlanan bir kavram olarak da karşımıza çıkmaktadır. Elbette hoşgörünün özünde anlayış gösterme, anlayışla karşılama yatar; fakat temel hak ve özgürlükleri kısıtlayan
davranışlar, ülkemiz için tehdit oluşturan durumlar, toplumsal huzur ve barışımızı tehlikeye düşürecek
olaylara karşı ne yöneticilerin ne de milletin hoşgörülü davranması mümkün olamaz.
Toplumumuzda herkes aynı düşünce, duygu ve inançlara sahip değildir. Bu bir güçlük olarak düşünülmekten öte farklılıktan doğan güzellik olarak algılanmalıdır. İşte o zaman savaşlar, barışlara dönüşebilir;
ülkemiz ve dünyamız huzur dolu yarınlara kavuşabilir.
2015 yılının tüm tazeliğiyle merhaba dediği bu günlerde, milletimize hoşgörünün hakim olduğu,
barış, sevgi, saygı, huzur dolu bir yıl dilerim.
Birlik’ten
Nevzat Pakdil’den vesayet ve millet iradesi söyleşisi
TÜRK Parlamenterler Birliği Genel Başkanı ve Kahramanmaraş Milletvekili Nevzat Pakdil, Birlik Vakfı
Ankara Şubesi’nde “vesayet ve millet iradesi” konulu
bir söyleşi gerçekleştirdi.
Pakdil, Birlik Vakfı Konferans Salonu’ndaki söyleşide, Türkiye’nin yakın tarihinden verdiği örneklerle
vesayet kavramı üzerinde durdu. Askerî darbelerin
millet iradesine karşı yapıldığına işaret eden Pakdil,
darbeler ve sonrasında hazırlanan anayasalarla vesayet kurumlarının oluşturulduğunu söyledi. Toplumu
ve siyaseti kendi hedefleri doğrultusunda dizayn
etmeyi, ülkede vesayet düzeni kurmayı isteyenlerin
millet iradesini hiçe saydığını ifade eden Pakdil,
Türkiye’de artık sandıkta cereyan eden millet vesayetinin dışında hiçbir vesayet olmadığını kaydetti.
Nevzat Pakdil’in söyleşisi, katılımcılar tarafından
ilgiyle dinlendi. Söyleşi programının sonunda Birlik
Vakfı Ankara Şubesi Başkanı Muhittin Bal tarafından Nevzat Pakdil’e plaket takdim edildi.
Alpaslan Kavaklıoğlu, Güvenlik ve İstihbarat
Komisyonu’nun başkanlığına seçildi
NIĞDE Milletvekili ve Türk Parlamenterler Birliği Yönetim Kurulu Üyesi Alpaslan Kavaklıoğlu, TBMM’de yeni kurulan Güvenlik ve İstihbarat Komisyonu’nun
başkanlığına seçildi.
Görevleri “millî güvenliğe ilişkin konularda görüş ve öneriler sunmak, güvenlik ve istihbarat konularında uluslararası alanda kabul gören gelişmeleri izlemek,
kendi faaliyetlerine ilişkin rapor hazırlamak, güvenlik ve istihbarat hizmetleri
sırasında elde edilen kişisel verilerin güvenliğini ve bireyin hak ve özgürlüklerini
koruyucu öneriler geliştirmek” olarak belirlenen komisyon, 17 üyeden oluşuyor.
Güvenlik ve İstihbarat Komisyonu’nda AK Parti’den Adana Milletvekili Fatoş
Gürkan, Aydın Milletvekili Semiha Öyüş, İstanbul Milletvekili Harun Karaca,
Şirin Ünal, Ahmet Kutalmış Türkeş, Kırıkkale Milletvekili Ramazan Can, Niğde
Milletvekili Alpaslan Kavaklıoğlu, Rize Milletvekili Hasan Karal, Uşak Milletvekili Mehmet Altay ve Van Milletvekili Fatih Çiftci; CHP’den Afyonkarahisar
Milletvekili Ahmet Toptaş, Gaziantep Milletvekili Mehmet Şeker, Isparta Milletvekili Ali Haydar Öner ve Muğla Milletvekili Ömer Süha Aldan; MHP’den
Konya Milletvekili Mustafa Kalaycı ve Isparta Milletvekili Süleyman Nevzat
Korkmaz ile HDP’den İstanbul Milletvekili A. Levent
Tüzel yer alıyor.
Komisyon’un yaptığı ilk toplantıda Alpaslan Kavaklıoğlu başkanlığa seçilirken; Şirin Ünal başkanvekili,
Ramazan Can sözcü, Fatoş Gürkan ise katip üye oldu.
Ocak 2015
5
6
Birlik’ten
İstanbul Şubesi’nden 11. Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül’e nezaket ziyareti
TÜRK Parlamenterler Birliği İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e nezaket ziyaretinde bulundu. Huber
Köşkü’nde gerçekleşen ziyarette, Türk Parlamenterler Birliği İstanbul Şubesi Başkanı Orhan Demirtaş, Başkan Yardımcısı B. Yaşar Öztürk,
Genel Sekreter Dr. Azmi Ateş, Sayman Muammer Alıcı, Yönetim Kurulu Üyeleri Doğan Öztunç, Hayrettin Elmas, Resul Tosun, Hüseyin
Aksoy, Recep Kaya ve İstanbul Şube Sekreteri Hakan Albayrak yer aldı.
İzmir Şubesi’nin dikkat çekici konferansları devam ediyor
TÜRK Parlamenterler Birliği İzmir Şubesi, farklı konuların ele alındığı konferans ve söyleşiler düzenliyor. Başkan Metin Öney, 2009 yılından bu yana Türk Parlamenterler Birliği İzmir Şubesi olarak çeşitli
etkinlikler gerçekleştirdiklerini belirterek, “Bunlardan en önemlisi
Türkiye’de Neler Oluyor? ana başlığı altında yaptığımız etkinliklerdir.
Bu ana başlık altında bugüne kadar altmışa yakın konuda ilgili öğretim üyeleri ve uzmanlarca hem üyelerimize hem de yurttaşlarımıza
konferans verilmiştir. Bu konferanslar kendi salonumuzda gerçekleştirilmektedir” diyor.
8 Kasım 2014 tarihinde “İçimizden Biri: Mustafa Kemal Atatürk”
adlı konferansın Prof. Dr. Kemal Arı tarafından verildiğini ifade eden
Metin Öney, “26 Kasım 2014 tarihinde ise Orta Doğu’da Neler Oluyor?,
Uluslararası İlişkiler ve Türkiye konulu konferans Yrd. Doç. Dr. Kenan
Kırkpınar tarafından sunulmuştur. Aynı günün akşamı üyelerimizle
yemekte bir araya gelinmiş ve çeşitli konularda sohbet edilmiştir. Bu
tarz çalışmalarımız önümüzdeki günlerde de devam edecektir” diye
konuşuyor.
Ocak 2015
Birlik’ten
Türk Parlamenterler Birliği’nin üyesi olduğu FP-AP’den öneri:
BM Parlamenterler Meclisi kurulmalı
AVRUPA Konseyine Üye Ülkeler Eski
Parlamenterleri Avrupa Derneği (FP-AP),
13 Kasım 2014 tarihinde Brüksel’deki Avrupa Parlamentosu’nda yapılan görüşmeler
sonrasında bir deklarasyon yayımladı.
Yaklaşık iki yıllık çalışmanın ürünü olan
deklarasyon, Türk Parlamenterler Birliği
(TPB) yönetimi ve FP-AP’deki TPB temsilcilerinin katkılarıyla hazırlandı. Türk
Parlamenterler Birliği konuyla ilgili olarak
geçtiğimiz yıl “Küreselleşme Çağında Demokrasiye Tehditler-Demokratik Kurumları ve Halkın Katılımını Nasıl Güçlendirebiliriz?” konulu bir çalıştay düzenlemiş
ve hazırlanan raporu FP-AP üyelerine
göndermişti.
Avrupa Konseyine Üye Ülkeler Eski
Parlamenterleri Avrupa Derneği’nin yayımladığı Brüksel Deklarasyonu’nda, küreselleşmenin demokratik süreçler üzerindeki
etkilerine dikkat çekildi. Demokrasinin
yalnızca bir hedef değil, aynı zamanda bir
ideal olduğunun dile getirildiği deklarasyonda, bu idealin insan onurunun korunması, hukukun üstünlüğü, cinsiyet eşitliği,
sosyal adalet, hoşgörü, dinî inanç özgürlüğü, azınlıklara saygı, kültürel zenginlik
gibi temel ilkelere dayandığı vurgulandı. Bu
bağlamda, hükümetlerin bu ilkelere saygı
göstermesinin ve eksiksiz uygulamasının
önemine vurgu yapıldı.
Birleşmiş Milletler’le ilgili
teklif dikkat çekti
Brüksel Deklarasyonu’nda yer alan en dikkat çekici konulardan biri Birleşmiş Milletler Parlamenterler Meclisi’nin kurulması
önerisi oldu. Konuyla ilgili şu ifadelere yer
verildi: “Demokrasinin küreselleşmesi,
kendini ekonominin küreselleşmesine kabul
ettirmelidir. Eğer vatandaşların, doğrudan
müdahale edemedikleri küresel seviyedeki
olaylar üzerinde güç sahibi olabilmeleri isteniyorsa, uluslararası boyutta yeni siyasi teşkilatlanma şekilleri oluşturulmalı ve finans
piyasalarının daha fazla demokrasi, şeffaflık ve bütünlük talep eden yeni sosyal gereklilikleri
hesaba katılmalıdır. Her halükarda, Avrupa küresel boyutta ekonomik rekabetçiliği yeniden ele
almayı önceliği olarak belirlemek zorundadır.
Bu sebeple, üye ülkelerin, IMF ve Dünya Bankası gibi önemli finans kurumlarını denetleyecek ve böylece demokratik bir düzlemde küresel bir yönetim geliştirecek bir Birleşmiş Milletler
Parlamenterler Meclisi kurulmasını desteklemelerini öneriyoruz. Dünya Ticaret Örgütü’nün
oynadığı rol açık ve şeffaf bir şekilde denetlenmelidir. Ayrıca Avrupa Konseyi Parlamenterler
Meclisi, Avrupa Parlamentosu’nun yaptığı gibi Avrupa Yatırım Bankası’nı da denetlemelidir.”
Deklarasyondaki öneriler arasında halkı ilgilendiren kararların seçilmemişlerce yani üzerinde halkın etkisi olmayanlarca değil, istişare ile alınması da yer aldı.
“Demokrasinin kalbi meclistir”
Brüksel Deklarasyonu’nda demokrasinin kalbinin meclis olduğu hatırlatıldı, meclisin siyasi ve
kamusal müzakerelerin merkezi olması gerektiği vurgulandı. Bunun yanı sıra meclisin kanun
çıkarma, bütçe görüşme, hükümeti denetleme gibi görevlerini etkili bir şekilde yerine getirmeye devam etmesinin önemi ifade edildi. Deklarasyonda, vatandaşların kendilerini ilgilendiren
kararların alınma süreçlerine doğrudan müdahil olma hakkının da altı çizildi. Bu bağlamda,
halkın kamu projeleri hakkında bilgilendirilmesinin ve bu projelere ilişkin bilgilerin erişime
açık hale getirilmesinin önemi üzerinde duruldu.
FP-AP, eksiksiz bir demokrasiden bahsedebilmek için hükümetlerin bazı denetimlere tabi
olması gerektiğini savundu. Bu çerçevede siyasi parti örgütlenmelerinin, partilerin fonları ile
finansal aktivitelerinin düzenlenip denetlenmesi gerektiği vurgulandı.
Ocak 2015
7
8
Haberler
2015 yılı bütçesi yürürlüğe girdi
2015 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2013 Yılı Merkezi Yönetim Kesinhesap Kanunu Tasarısı, TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilerek yasalaştı. Açık oylamaya 424
milletvekili katıldı. 2015 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı 145 ret oyuna karşı 297
oyla, 2013 Yılı Merkezi Yönetim Kesinhesap Kanunu Tasarısı ise 141 ret oyuna karşı 293 oyla
kabul edildi. 2015 bütçesinde 520,4 milyar lira gider, 499,5 milyar lira gelir öngörüldü.
Genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerine 464 milyar 163 milyon 399 bin lira, özel bütçeli
idarelere 53 milyar 69 milyon 588 bin lira, düzenleyici ve denetleyici kurumlara 3 milyar 212
milyon 692 bin lira olmak üzere
toplam 520 milyar 445 milyon lira
ödenek verildi.
Genel bütçenin gelirleri 442 milyar 586 milyon 345 bin lira, özel
bütçeli idarelerin gelirleri 7 milyar
789 milyon 211 bin lirası öz gelir,
45 milyar 894 milyon 85 bin lirası
Hazine yardımı olmak üzere 53
milyar 683 milyon 296 bin lira
olarak belirlendi. Düzenleyici ve
denetleyici kurumların gelirleriyse
3 milyar 192 milyon 332 bin lira öz
gelir, 20 milyon 260 bin lira Hazine
yardımı olmak üzere toplam 3 milyar 212 milyon 692 bin lira olarak
öngörüldü. Bütçede gelir toplamı
499 milyar 482 milyon lira olarak
hesaplandı, özel bütçeli idarelerin
net finansmanı ise 55 milyon 964
bin lira olarak tahmin edildi.
“Tarım ve İnsan” fotoğrafları
“TARIM ve İnsan” fotoğraf yarışmasının 6’ncısı Atatürk Orman Çiftliği Müzesi ve Sergi Salonu’nda düzenlendi. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ile Denizbank işbirliğinde gerçekleştirilen yarışmada dereceye girenler ödüllerini aldı.
Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) önerisi üzerine 2014 yılı Uluslararası Aile Çiftçiliği Yılı olarak ilan edilmişti. Açlık
ve yoksullukla mücadele, doğal kaynakların korunması ve kırsal kalkınmanın etkin bir parçası olduğu vurgulanan “Aile Çiftçiliği” bu
yılki yarışmanın teması olarak belirlendi. “Aile Çiftçiliği” kategorisinde Malatya’dan yarışmaya katılan amatör fotoğraf sanatçısı ve Ziraat
Mühendisi Fuat Yetkin ‘‘Kunduru’’ isimli eseriyle ödüle layık görüldü.
Ocak 2015
Haberler
23’üncü Dünya
Enerji Kongresi
2016’da Türkiye’de
TBMM TV 20
yıldır yayında
TBMM faaliyetlerini ekrana taşıyan TBMM TV, yayın hayatın-
23’ÜNCÜ Dünya Enerji Kongresi’nin protokol imza töreni Enerji
ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın katılımıyla gerçekleşti.
Bakan Yıldız, “Türkiye’de yenilenebilir enerji kaynaklarından elde
edilen enerji miktarı oransal olarak hem dünyanın hem de Avrupa
Birliği üyesi ülkelerin yaklaşık 2 katıdır” dedi.
2015 yılında Dünya Enerji Piyasaları Düzenleyici Kongresi’nin,
2017 yılında da Dünya Petrol Kongresi’nin Türkiye’de düzenleneceğini anımsatan Yıldız, Mart 2015’te Akkuyu Nükleer Güç
Santrali’nin liman kısmı ile Trans Anadolu Doğalgaz Boru Hattı
Projesi’nin (TANAP) temel atma töreninin gerçekleştirileceğini
söyledi.
Dünya elektriğinin yüzde 41’inin kömürden sağlandığına
dikkat çeken Yıldız, Türkiye’de yerli kömür kullanımının dünya
ortalamasından düşük olduğunu belirtti. Almanya’nın kömürden
elektrik üretiminin yüzde 43 seviyelerinde seyrettiğini ifade eden
Yıldız, Türkiye’nin de çevreyi gözeterek ve yüksek teknolojiden yararlanarak kömür kullanması gerektiğini dile getirdi. Bakan Yıldız,
Türkiye’nin geliştireceği projelerde çevreye zarar verilmeyeceğini
vurgulayarak, “Dünya kirletiliyorsa, kirleten biz değiliz. Temizlemek içinse ne gerekiyorsa biz de kısmen yardımcı olacağız. Ama
temizlemesi gerekenler gerçekten kirletenlerdir” diye konuştu.
Dünya Enerji Konseyi Başkanı Marie-Jose Nadeau, açılış konuşmalarının ardından basın mensuplarının petrol fiyatlarındaki
düşüşe ve Türkiye-Rusya arasındaki enerji projelerine ilişkin
sorularını yanıtladı. Törenin sonunda 2016’da Türkiye’nin evsahipliğinde yapılacak 23. Dünya Enerji Kongresi’nin protokolü
imzalandı.
da yirminci yılını doldurdu. TBMM İdare Amiri Ömer Faruk
Öz ile TBMM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu
Başkanı Necdet Ünüvar, TBMM TV’yi ziyaret ederek çalışanları kutladı.
Ömer Faruk Öz, ziyarette yaptığı konuşmada, “Türkiye
Büyük Millet Meclisi’nde gerek komisyonlarda, gerek siyasi
parti gruplarımızın toplantılarında, gerekse de Genel Kurul’da
milletimizle ilgili, ülkemizle ilgili yapılan çalışmaların halkımıza duyurulması konusunda önemli bir görev ifa eden Meclis
Televizyonu’nun kuruluşundan bu yana yirmi yıl geçti” dedi.
Yirmi yıldan bu yana TBMM TV’nin gerek teknolojik olarak
yenilenmesi, gerekse kalifiye elemanlarının artırılması konusunda önemli bir ivme kazandığını ifade eden Öz, TBMM
TV’nin halka şeffaf ve tarafsız bir şekilde haberlerin iletilmesinde önemli bir görev ifa ettiğini söyledi. Ömer Faruk Öz, TBMM
TV’nin kuruluşundan bu yana emeği geçen TBMM başkanları,
parlamenterler, ilgili idare amirleri ve televizyon çalışanlarını
tebrik etti.
TBMM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Başkanı Necdet Ünüvar da TBMM TV’nin Meclis’teki çalışmaları
hem seçim bölgelerine, hem Türkiye’ye, hem de dünyaya duyuran bir mecra olduğunu ifade ederek, “Bizim için çok önemli bir
haber kaynağı, bilgi kaynağı, bizim iletişim birimimiz” dedi.
Ocak 2015
9
10
Haberler
Bakan Bozdağ: Avrupalı dostlarımızdan
objektif yaklaşım bekliyoruz
ADALET Bakanı Bekir Bozdağ, Ankara’da düzenlenen Türk Ceza Adalet
Sisteminin Etkinliğinin Geliştirilmesi Projesi kapanış törenine katıldı.
Bozdağ, Türkiye’de son yıllarda özellikle yargı alanında önemli reformlara imza atıldığını, Türk Ceza Kanunu başta olmak üzere birçok kanunda değişiklikler yapıldığını söyledi. Reformlar hakkında bilgi veren Bozdağ, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararları çerçevesinde
pek çok değişiklik gerçekleştirildiğini, Anayasa Mahkemesi’ne bireysel
başvuru hakkı tanındığını dile getirdi.
Bakan Bozdağ, Türk hukukunda yer alan düzenlemelerin Avrupa Birliği üyesi ülkelerdeki düzenlemeler incelenerek yapıldığını vurgulayarak sözlerine şöyle devam etti: “Biz Avrupalı dostlarımızdan, hukukumuza dönük eleştirileri yaparken bu objektif
yaklaşımı bekleme hakkına sahibiz. Türkiye, 23 ve 24. fasılla ilgili
üzerine düşen yükümlülüklerin neredeyse tamamına yakınını yerine getirmiştir. Hukuk noktasında, özellikle 23. fasıl Bakanlığımızı yakından ilgilendiren fasıldır, 24 fasıl da değişik boyutlarıyla
Bakanlığımızla ilgili fasıllar. Bunlarla ilgili henüz kapı açılmadı.
Ama bu fasılların gayriresmi kriterleri neyse, sanki fasıllar açılmış
gibi biz Türkiye olarak gereğini yerine getirdik. Bugün fasıllar
açılmış olsa kriterlerin gereklerinin önemli bir kısmının, neredeyse tamamının yerine getirildiğini Avrupa Birliği üyesi dostlarımız
yakından görüp tespit edecekler. Ancak fasıllar açılmayınca bunu
görme imkanı da olmuyor, resmî tespit de yapılamıyor. Biz bu
kapıyı çalmaya devam edeceğiz, ama Avrupa Birliği’nin objektif
davranmadığını bir kez daha ifade etmekte fayda görüyorum.
Türkiye’ye diğer Avrupa Birliği üyeliğine kabul edilen ülkelere nasıl muamele yapılıyorsa aynı muamelenin yapılmasını istiyoruz.
Bir ayrıcalık istemiyoruz. Ama ayrıcalığın Türkiye’nin işini zorlaştıracak boyutta olduğunu tespit ediyoruz. Bu noktada samimi
olarak kapının önünde durmaya devam edeceğiz.”
Avrupa Birliği Bakanlığı’nın ikinci temsilciliği Antalya’da
AVRUPA Birliği Bakanlığı’nın AB üyelik sürecine toplumun tüm kesimlerinin katılımının sağlanması, AB ve Türk kamuoyunun üyelik
konusunda doğru bilgilendirilmesi ve mevcut önyargıların yıkılması
amacıyla ekim ayında uygulamaya koyduğu “Yeni Avrupa Birliği İletişim
Stratejisi” çerçevesinde, Avrupa Birliği Bakanlığı Antalya Temsilciliği’nin
açılışı Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Volkan Bozkır’ın katılımıyla gerçekleştirildi.
Temsilcilik, AB müktesebatına yerel düzeyde uyumun sağlanmasına
ve mevzuatın doğru ve etkin olarak uygulanabilmesine rehberlik etmek,
Antalya’nın tarihî, kültürel ve coğrafi zenginliklerini AB üyelik perspektifi açısından değerlendirecek projeler üretmek ve AB’nin bu süreçte
sunduğu fırsatlardan yerel düzeyde en iyi şekilde faydalanmak amacıyla
çalışmalar yapacak.
Antalya Valiliği Yeni Hizmet Binası’nda hizmet verecek olan temsilciliğin, mali yardımların başarılı bir şekilde kullanılması da dahil AB ile
Ocak 2015
ilgili yerel düzeyde yapılacak tüm faaliyetlerde sivil toplum örgütleri, belediyeler ve kamu kurumları ile yakın işbirliği içinde
çalışması öngörülüyor. Avrupa Birliği Bakanlığı’nın ilk temsilciliği İstanbul’da bulunuyor.
Haberler
“Kişileri kendi geçimlerini sağlar hale
getirmeyi amaçlıyoruz”
AILE ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ile Boğaziçi Üniversitesi işbirliğinde
gerçekleştirilen ‘‘Gelir Getirici Projelerin Değerlendirmesi Araştırması’’nın
kapanış toplantısı yapıldı.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşenur İslam, sosyal yardım faaliyetlerinin etkin bir sosyal politika aracı olduğunu belirterek, ‘‘Gelir dağılımının
iyileştirilmesi ve yoksullukla mücadele politikalarının başarılı olabilmesi
için insanı ekonomik kalkınmanın merkezine koyarak çalışmalarımızı sürdürüyoruz’’ dedi.
Yürüttükleri sosyal yardım politikalarında bir yandan yoksul vatandaşlara yardımlarla ulaşmayı hedeflerken, diğer yandan bu vatandaşların sürdürülebilir gelire kavuşmalarını hedeflediklerini vurgulayan İslam, sosyal
yardımdan yararlanan çalışabilir durumdaki vatandaşları İŞKUR’a yönlendirdiklerini söyledi.
Yoksul vatandaşların daha mutlu, müreffeh ve onurlu bir yaşam sürmesinin vazgeçilmez bir unsur olduğunu ifade eden Bakan İslam, ‘‘Bu bilinçle
kurguladığımız yoksullukla mücadele politikalarını, kişilerin halihazırda
yaşadıkları yoksulluk durumundan kurtulmalarının yanı sıra bilgi ve becerileri doğrultusunda yapabilirliklerini geliştirerek, kendi geçimlerini sağlar
hale getirecek şekilde tasarlıyoruz’’ diye konuştu.
Ayşenur İslam, gelir getirici projelerin yoksulları güçlendirmeye yönelik
olarak tasarlanan araçlardan olduğunu ifade ederek, ‘‘Gelir getirici proje destekleri ile ailelerin kendi işlerinde geçimlerini sağlamalarına imkan tanıyıp
kısa ve orta vadede insanımızın toplumda arzu ettiği
güçlü statüye ulaşmasını hedefliyoruz. Ayrıca proje
sürecinin her adımında onlarla birlikte yürüyüp devletin her zaman yanlarında olduğunu gösteriyoruz.
Bu çerçevede yaklaşık 20 bin proje desteğiyle 71 bin
ailenin kendi geçimlerini sağlamalarına katkıda bulunulmuş, bu amaçla yaklaşık 425 milyon TL kaynak
aktarılmıştır” dedi.
Meclis’te akıllı güvenlik sistemi oluşturuluyor
MECLIS kampüsünde yeni kamera sistemi ile akıllı bir güvenlik ağı kuruluyor. Bu çerçevede TBMM
ana binası, Yeni Halkla İlişkiler Binası, personel otoparkı ve bahçesi yeni bir akıllı güvenlik sistemiyle korunacak. Meclis’e toplam 640 yeni kamera kurulacak; bu kameraların 619’u full HD kamera,
15’i 5 megapiksel kamera, 6’sı da plaka tanıma kamerası olacak. Mevcut 128 kamera sisteme dahil
edilirken kampüsteki 236 kamera kaldırılacak.
Kameralar Ana Bina’da içeride olmayacak, sadece kapı girişlerine konulacak; nizamiye girişlerinde, bahçede, Yeni Halkla İlişkiler Binası otoparkında, yeni personel otoparkında, eski milletvekili
kapalı otoparkında kullanılacak.
Meclis kampüsü girişlerindeki kameralar, plaka tanıma özelliği taşıyor. Sistem, araç kartı ile plakayı eşleştirecek, eğer uymazsa izinsiz giriş olarak algılayacak. Nizamiyedeki polise “izinsiz giriş”
uyarısı verecek ve polis hemen gerekli müdahaleyi yaparak aracı kontrol edecek. Aynı uyarı, sistemin
izleme odasına da gidecek ve oraya sesli uyarı şeklinde düşecek.
Sanal güvenlik çiti oluşturacak sistemde, kampüs içinde bir geçiş olduğunda sistem “izinsiz giriş
var” uyarısı yapacak. Kişi, hayvan ya da başka bir şey geçtiğinde sistem alarm verecek, diğer kameralar oraya yönelecek ve orada ne olduğunu takip edecek. Kamera sistemi, içeriye girip çıkanları kayıt
altına almaktan ziyade çevre güvenliğini sağlamaya yönelik olacak.
Ocak 2015
11
12
Haberler
Bakan Eker: Tarım Meclis’te Yasama
Bilgilendirme Eğitimi
kalıcı servettir
GIDA Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker, Yalova’da
kurulan Türkiye Geofit Bahçesi açılış törenine katıldı. Bakan Eker, Türkiye’de yetişen binlerce soğanlı bitkinin kurtarılması, kayıt ve muhafaza altına alınması, bunlardan yeni
renk ve desenler üretilmesinin önemli olduğunu belirterek,
“Biyoçeşitlilik bir coğrafyanın en büyük zenginliğidir”
dedi. Bakan Eker, tarımı sadece kırsal alanda yaşayan köylü
vatandaşların ihtiyaçlarını gidermek olarak görmediklerini
kaydederek, “Biz tarıma hep stratejik baktık. Türkiye’nin bu
sahadaki önemli servet alanını nasıl geliştirir, nasıl zenginleştirir, nasıl dünyanın önemli ülkeleri arasında yerleştiririz
diye düşündük. Tarım milletlerin ebedi, kalıcı servet alanıdır. Çünkü diğer bütün sanayi ürünlerinin ömrü sınırlıdır,
ama toprağın bereketi ve serveti ebedidir. Bizim bu servet
alanını değerlendirmemiz ve korumamız gerekiyor” diye
konuştu.
Bakan Eker sözlerini şöyle sürdürdü: “Biz Geofit Bahçesi’ni Türkiye’nin biyoçeşitliliğinin korunması çerçevesinde
düşündük. Geofit Bahçesi diyoruz, ama bir Ar-Ge merkezi.
Burayı kurarken Anadolu coğrafyasındaki bütün değerli bitkilerin toplanmasını, muhafaza altına alınmasını, kaydedilmesini ve ıslah edilmek suretiyle çoğaltılmasının sağlanmasını, bununla da üretime daha çok katkı sağlayacak şekilde bir
ticari ürüne dönüştürülüp dünya pazarlarında Türkiye’nin
üreticileri, yetiştiricileri, çiftçileri, tüccarları tarafından değerlendirilmesini ve bunlardan daha yüksek bir ekonomik
gelir elde edilmesini amaçladık.”
TBMM İnsan Kaynakları Başkanlığı’nın eğitim faaliyetleri kapsamında
“Yasama Bilgilendirme Eğitimi” programı düzenlendi. Yaşam Boyu
Eğitim Planlama Merkezi işbirliği ile çeşitli üniversitelerden gelen ve
staj zorunluluğu bulunmayan öğrencilere yönelik gerçekleştirilen programa TBMM evsahipliği yaptı.
Programın açılışında konuşan TBMM Genel Sekreteri Dr. İrfan
Neziroğlu, eğitimin amacının çeşitli üniversitelerden gelen öğrencilerin
yasamaya ilişkin bilgi kapasitelerini güçlendirmek olduğunu söyledi.
Program süresince yasamaya ilişkin temel kavramlarla ilgili eğitim
verileceğini belirten Neziroğlu, öğrencilere eğitim kariyerlerine yönelik
çeşitli tavsiyelerde bulundu.
İrfan Neziroğlu sözlerine şöyle devam etti: “Çeşitli üniversitelerde
okuyan öğrenci arkadaşlarımıza ve kardeşlerimize TBMM’de birkaç
defa yasama stajı yaptırdık. Meclis’in kurumsal yapısı nedir, yasama ve
denetim süreçleri nasıl işler, kanunlar nasıl yapılır, komisyonlar nasıl
çalışır, bu konulara dair öğrenci arkadaşlarımıza staj yapma imkanı
sunduk. Sizlerin eğitimi bizler için çok önemli. Türkiye’nin gelecekteki
yöneticileri sizlersiniz ve bizler en iyi şekilde eğitim almanız için sizlere
yardımcı olmaya çalışıyoruz.”
“Yasama Bilgilendirme Eğitimi” programında “Yasama İle İlgili
Temel Kavramlar”, “Yasama İle İlgili Temel Kurumlar”, “Genel Olarak
Kanun Yapım Süreci”, “Genel Kurul Çalışmaları ve Genel Kurul’da
Kanun Yapım Süreci”, “Parlamenter Denetim”, “Kanun Yapım Tekniği”, “TBMM’nin Kamu Kaynaklarını Denetlemedeki Yeri ve Önemi”,
“İhtisas Komisyonları ve Komisyonlarda Kanun Yapım Süreci”, “Özel
Denetim Komisyonları”, “TBMM’nin Dış İlişkiler Faaliyetleri ve Parlamenter Diplomasi”, “TBMM’nin İdari Birimleri, Kütüphane ve Araştırma Hizmetleri”, “Elektronik Ortamda Yasama Hizmetleri”, “TBMM
Birimlerinin Tanıtımı” gibi konularda eğitim verildi.
Ocak 2015
Haberler
Bakan Yılmaz: Savunma sanayiinde kendinize
yeterli olamazsanız bağımsız da olamazsınız
ASELSAN ve Bilkent Üniversitesi’nin ortaklığında kurulan; savunma, uzay, haberleşme ve enerji sektörleri için teknolojilerin geliştirileceği, Türkiye’nin ilk çip fabrikası “AB-MikroNano” şirketinin
temel atma töreni Bilkent Üniversitesi yerleşkesinde gerçekleşti.
Törene Millî Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, Savunma Sanayii
Müsteşarı İsmail Demir, ASELSAN Yönetim Kurulu Başkanı Hasan
Canpolat, TÜBİTAK Başkanı Prof. Dr. Yücel Altunbaşak, Bilkent
Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Abdullah Atalar ve çok sayıda davetli
katıldı.
Ar-Ge’nin ürüne dönüşmesi ve ticarileşmesinin çok önemli olduğuna dikkat çeken Bakan Yılmaz, şu ifadelere yer verdi: “Bu fabrika hayata geçtikten sonra artık dışarı göndereceğimiz 100 milyon doların
üzerindeki bir değer Türkiye’de kalacak. Bazen para verseniz de ürünü alamıyorsunuz. ‘Bu ürünü nerede kullanacaksınız’ diye soruyorlar.
‘Radarda, savunma sanayiinde’ deniyor. ‘Kusura bakmayın askerî
amaçlı kullanılıyor, veremeyiz’ diyorlar. Bu şekilde bağımsız, güçlü
ülke olabilir misiniz? İnşallah bu yapacağımız ürünlerle Türkiye’yi
her alanda kendi kendine yeterli hale getirmeye çalışıyoruz. Öncelikle
savunma sanayii alanında kendinize yeterli olamazsanız, o zaman
bağımsız da olamazsınız. Tam bağımsızlığın olmazsa olmaz şartı
savunma sanayiinde kendinize yeterli olabilmenizdir.”
Bakan Yılmaz, şu anda Gayri Safi Millî Hasıla’nın yaklaşık yüzde 1’inin Ar-Ge’ye harcandığını, bunu kat kat artırmayı hedeflediklerini ifade ederek, “Genelde Ar-Ge’ye ve savunma sanayiine ayrılan
pay, yaklaşık 1 milyar dolar. Savunma sanayiine ayrılan pay, kalemler
içinde en önemlisi. Çünkü güvenliğe ne bedel öderseniz hakkıdır, yerindedir. Özgürlüğün de bedeli olmaz. Güvenlik var, o halde özgürlük
var” diye konuştu.
“Planımızın amacı mutlak yoksulluk sorununu
çözmüş ülke konumuna gelmektir”
KALKINMA Bakanı Cevdet Yılmaz, Tekirdağ’da ‘‘Onuncu Beş Yıllık
Kalkınma Planı Çerçevesinde Büyüyen Türkiye’’ konulu seminere
katıldı. Her insanın, şirketin, bölgenin, ülkenin planlamaya ihtiyacı bulunduğunu, planlamanın nasıl yapılacağının da önemli bir unsur olduğunu ifade eden Yılmaz, ‘‘Bugünün şartlarına uygun stratejik bir çerçeveye sahip, herkesi kucaklayan, hem merkezde hem yerelde katkılarla
şekillenen, insan odaklı bir planlama hepimizin arzu etmesi gereken
bir süreç. Biz de bu anlayışla planlarımızı hazırlıyoruz. Özellikle küreselleşme süreci içinde belirsizliklerin arttığı bir ortamda planlamanın
bir kat daha önem kazandığını vurgulamak istiyorum” diye konuştu.
Onuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı hazırlanırken sadece ekonomik
büyümenin hedeflenmediğini dile getiren Bakan Yılmaz sözlerine
şöyle devam etti: “Nitelikli büyümeyi, kalkınmayı hedefleyerek, insan
odaklı hazırladık. Bunu da bireylerin, yörelerin, değişik kesimlerin
kalkınma sürecine katkı vermesine ve bundan bir şekilde faydalanmasına yönelik gerçekleştirdik. İki yıl boyunca çalışmaları sürdürdük ve o
şekilde hazırladık.
Planda kapsayıcı ve çok boyutlu bir bakış açımız var. Yüksek, istikrarlı
ve kapsayıcı ekonomik büyümenin yanı sıra hukukun üstünlüğü, bilgi
toplumu, uluslararası rekabet gücü, insani gelişmişlik, çevrenin korunması ve kaynakların sürdürülebilir kullanımı gibi unsurları kapsayacak
şekilde bu planı hazırladık. Planımızın amacı uluslararası değer zinciri
hiyerarşisinde üst basamaklara çıkmış, yüksek gelir grubu ülkeler arasına
girmiş, mutlak yoksulluk sorununu çözmüş ülke konumuna gelmektir.’’
Ocak 2015
13
14
Dünyadan
Avrupa Parlamentosu 2015
bütçesini onayladı
AVRUPA Parlamentosu (AP), Avrupa Birliği (AB) Komisyonu Başkanı Jean-Claude
Juncker’ın sunduğu 315 milyar avroluk yatırım paketini içeren 2015 yılı bütçesini onayladı.
AP Genel Kurulu’nda yapılan oylamada karar 250’ye karşı 443 oyla alınırken, 7 çekimser oy
kullanıldı. Zirve kararlarında, 2015-2017 dönemini kapsayan yatırım paketine üye ülkelerin
yapacakları katkılara AB’nin bütçe disiplini denetiminde esneklik tanınacağı belirtildi.
Avrupa ekonomisini yeniden canlandıracağı öngörülen paketin hayata geçirilmesi halinde, AB ekonomisinde yüzde 1’e
kadar büyüme sağlayacağı tahmin ediliyor.
Paket dahilinde 21 milyar avroluk “Avrupa
Stratejik Yatırım Fonu” oluşturulacak. Fon
ile 240 milyar avro uzun vadeli yatırım, küçük ve orta büyüklükteki işletmeler (KOBİ)
içinse 75 milyar avro yatırım sağlanması
bekleniyor.
2015 yılının ortalarında faaliyete geçmesi planlanan yatırım paketinin finansmanı,
AB ortak bütçesinden ve Avrupa Yatırım
Bankası’ndan 21 milyar avro aktarılmasıyla
sağlanacak. Avrupa Stratejik Yatırım Fonu
(EFSI) olarak adlandırılan yatırım paketinde 21 milyar avroluk çekirdek sermayenin
özel sektörün ve üye ülkelerin katılımıyla
15’e katlanması hedefleniyor. Yatırım paketinin yüzlerce enerji, ulaştırma, eğitim ile
Ar-Ge projesinin finansmanında kullanılması ve AB genelinde 1,3 milyon istihdam
sağlaması planlanıyor.
Bosna Hersek’te Denis Zvizdiç dönemi
BOSNA Hersek’te 12 Ekim’de yapılan devlet başkanlığı ve parlamento seçimlerini kazanan Demokratik Eylem Partisi (SDA), Genel
Merkez’de gün boyu süren görüşmelerin ardından SDA Saraybosna
Kantonu Başkanı Denis Zvizdiç’i devlet düzeyinde hükümeti kurmakla görevlendirdi.
Parti genel merkezindeki görüşmelerin ardından gazetecilere
açıklamada bulunan SDA Genel Başkan Yardımcısı ve Bosna Hersek
Üçlü Devlet Başkanlığı Konseyi Boşnak Üyesi Bakir İzzetbegoviç,
SDA yönetiminin Denis Zvizdiç ismi üzerinde karar kıldığını belirterek, “İyi bir iş çıkardığımızı düşünüyorum” dedi.
Hükümet kurmakla görevlendirilen Zvizdiç ise yeni görevindeki
hedeflerini şimdiden belirlediğini dile getirerek, “Bu görev benim
için büyük bir onur olduğu gibi aynı zamanda büyük bir sorumlu-
Ocak 2015
luk” diye konuştu. Zvizdiç, kurulacak yeni hükümetin öncelikli hedefleri arasında AB üyeliğinin, ekonomik kalkınmanın ve istikrarın
olduğunu söyledi.
Dünyadan
AP’den Filistin’e
destek
Kosova Başbakanı İsa
Mustafa göreve başladı
AVRUPA Parlamentosu (AP), Filistin’in bir devlet olarak tanınmasını prensipte desteklediğini bildiren karar
tasarısını kabul etti. AP Genel Kurulu’nda yapılan oylamaya 697 parlamenter katılırken, karar 88’e karşı 498
oyla alındı, 111 çekimser oy kullanıldı.
AP’de yer alan siyasi grupların ortak sunduğu karar
metninde şu ifadelere yer verildi:
“Avrupa Parlamentosu, prensip olarak Filistin’in
devlet olarak tanınmasını desteklemekte ve iki devletli
çözüm temelinde İsrail-Filistin barış görüşmelerindeki
gelişmeyle paralel bir şekilde gerçekleşmesi gerektiğini
öngörmektedir.”
Bağlayıcı nitelik taşımayan karar, Avrupa Birliği’ne
(AB) üye ülkelerin hükümetlerinin de konuyu kendi
gündemlerine taşıması açısından önem arz ediyor.
Bugüne kadar 193 ülkeden 135’i Filistin’i devlet olarak
tanıdı. Yakın dönemde İsveç’in Filistin’i bağımsız devlet
olarak tanıma kararının yanı sıra İrlanda ve İngiltere
parlamentoları bu yönde bağlayıcılığı olmayan kararlar
almıştı. İspanya’da parlamento, hükümetin Filistin’i tanımasına yönelik tavsiye kararı alırken, Hollanda’da da
iktidar ortağı İşçi Partisi, Filistin devletinin tanınması
konusunun mecliste tartışılmasını istemişti.
Fransa Meclisi’nde Filistin’in devlet olarak tanınmasını hükümetten talep eden karar tasarısının ardından,
aynı konuya ilişkin karar tasarısı Fransa Senatosu’nda
da kabul edilmişti.
KOSOVA’DA 8 Haziran’da yapılan erken genel seçimlerden altı ay sonra
kurulan yeni hükümette başbakanlık görevine seçilen Kosova Demokratik Birliği (LDK) Genel Başkanı İsa Mustafa, Kosova hükümet binası
önünde düzenlenen törende Kosova eski Başbakanı Haşim Thaçi’den
resmî olarak görevi devraldı. Yeni Başbakan Meclis’te yaptığı konuşmada, “Bana oy verene de vermeyene de teşekkür ediyorum. Kosova’nın
geleceği için birlikte çalışacağız” dedi.
Seçimlerden ikinci en güçlü parti olarak çıkan LDK, önce diğer muhalefet partileriyle koalisyon kurmaya çalışsa da başarısız olmuştu. Uluslararası toplumun da baskısıyla ülkedeki hükümet kurma çalışmalarına
hız verilirken, seçimlerin en güçlü iki partisi Kosova Demokratik Partisi
(PDK) ve LDK hükümet kurma konusunda anlaşmıştı. Varılan anlaşma
gereği, İsa Mustafa başbakanlık koltuğuna otururken, rakibi PDK lideri
Haşim Thaçi ise başbakan yardımcısı ve dışişleri bakanı olarak görevlendirildi.
Yeni AB dönem başkanından
Tusk’a destek
AVRUPA Birliği dönem başkanlığını İtalya’dan 1 Ocak
2015 tarihinden itibaren altı
aylığına devralacak Letonya
Başbakanı Laimdota Straujuma, Avrupa Birliği Konseyi Başkanı Donald Tusk ’un
Rusya’ya yönelik stratejisini
desteklediklerini açıkladı.
“Avrupa ülkelerinin birlik ve beraberlik içinde hareket ettiğini görmek
mutluluk verici. Rusya ile Ukrayna arasındaki Minsk anlaşmasından
olumlu sonuç çıkmazsa yaptırımlar kaldırılmayacak” diyen Straujuma, “Ukrayna’da yeni bir hükümet var ve bu hükümet birçok reform
yapmalı. Ukrayna’da yapılacak reformlar ve Avrupa dahil diğer ülkeler
tarafından yapılan insani yardım bütün bu sorunların gelecekte çözüme
kavuşturulmasını sağlayacak” ifadelerine yer verdi.
Ocak 2015
15
16
Dünyadan
Japonya ikinci kez Şinzo Abe dedi
JAPONYA’DA 14 Aralık’ta gerçekleşen erken seçimleri kazanan
Şinzo Abe ikinci kez başbakan seçildi. Abe, Japonya parlamentosunun alt kanadı olan Diet’te yapılan oylamada 475 milletvekilinden 328’inin oyunu aldı. 142 milletvekilinin “hayır” oyu kullandığı oylamada 5 milletvekili çekimser kaldı.
Japonya’da yapılan genel seçimi Başbakan Abe liderliğindeki Liberal Demokrat Parti ve uzun süreli koalisyon ortağı Yeni Komeito
kazanmıştı. Liberal Demokrat Parti parlamentonun alt kanadında
291, koalisyon ortağı Yeni Komeito da 35 sandalyeyi alarak toplam
326 sandalyeyle 475 sandalyeli Diet’te üçte iki çoğunluğu elde etmişti.
Japonya’da 2012 yılında göreve gelen Başbakan Abe, kamu harcamalarını artırıp para basarak ekonomiyi canlandırmaya çalışmıştı.
Bu politikalar ilk etapta ekonomik büyümeyi sağlasa da Japonya,
yılın ikinci yarısında tekrar ekonomik gerilemeye yenik düşmüştü.
Abe, kamuoyunda “Abenomi” olarak bilinen politikalarının,
Japon ekonomisini yeniden rayına sokacağı konusunda inançlı
olduğunu dile getiriyor. Seçim kampanyası sırasında ayrımcılık
karşıtı yasaları pekiştiren Abe, istihdam hedefleri koyarak daha
fazla kadının iş hayatında yer almasına yardımcı olma taahhüdünde
bulunmuş, ayrıca Japonya ordusunun tehdit altındaki müttefikleriyle kolektif meşru müdafaaya dahil olmasına izin veren yasayı
değiştirme sözü vermişti. Şinzo Abe’nin kurduğu hükümetin yeni
kabinesinde sadece Savunma Bakanı değişti ve Akinori Eto’nun
yerini Gen Nakatani aldı.
Moldova’da AB yanlısı koalisyon
MOLDOVA’DA Rusya ve Avrupa Birliği yanlısı olmak üzere
kutuplaşan halk belirsizlik ve polemiklerin gölgesinde sandık
başına gitti. Doğu Avrupa’da yaşanan Ukrayna krizi ve siyasi
gerilimin kritik bir noktaya getirdiği seçimlerde Moldovalılar,
ülkenin Avrupa Birliği’ne ve NATO’ya katılmasından yana olan
koalisyonu seçti.
Seçimlere katılım yüzde 55,86’da kaldı. Yüksek Seçim Kurulu
Başkanı Yuriy Çokan, “Seçimlerde ülke genelinde yüzde 55,86
oranında katılımla 1 milyon 565 bin kişi oy kullandı. En yüksek
katılım oranı yüzde 62,47 ile Kişinev şehrinde oldu. En düşük
katılım oranı yüzde 42,5 ile Bessarabya şehrinde gerçekleşti.
Moldova’ya bağlı Gagauz Özerk Bölgesi’nde ise yüzde 49,8
oranında katılım sağlandı. Ülkenin kuzeyindeki Baltı şehrinde
yüzde 58,59 oranında katılım gerçekleşti” dedi.
Resmî sonuçlara göre seçimlerde Liberal Demokratlar, Liberaller ve Demokratik Parti’den oluşan AB yanlıları oyların yüzde 44’ünü aldı. AB yanlıları, bu oranla 101 sandalyeli Moldova
Parlamentosu’nda koalisyon hükümeti kurabilecek çoğunluğa
Ocak 2015
ulaştı. Rusya yanlısı politikalar izlenmesi görüşünü savunan
Sosyalist Parti ise yüzde 21 oy oranıyla seçimlerden birinci çıkmasına rağmen kurulacak hükümetin dışında kaldı. Yüzde 6
seçim barajı bulunan ülkede meclise girebilecek iki Rusya yanlısı
partinin toplam oy oranı yüzde 39’u geçemedi.
Dünyadan
Tunus’un yeni cumhurbaşkanı Sibsi oldu
TUNUS Yüksek Seçim Kurulu Başkanı Şefik Sarsar, düzenlediği
basın toplantısında cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turunda
Nida Tunus Partisi lideri El-Baci Kaid es-Sibsi’nin 1 milyon 731
bin 529 oyla yüzde 55,68; geçiş dönemi Cumhurbaşkanı Muhammed el-Munsıf el-Merzuki’nin ise 1 milyon 378 bin 513 oyla yüzde
44,32 aldığını ifade etti.
Seçime katılım oranının yüzde 60,11 olduğunu belirten Sarsar,
50 bin 585 oyun geçersiz sayıldığını, 28 bin 755 boş oy kullanıldığını söyledi.
Muhammed el-Munsıf el-Merzuki Tunus resmî televizyonunda
yaptığı konuşmada, “Seçime ilişkin ihlaller varsa Bağımsız Yüksek
Seçim Kurulu’na sunacağız. Mahkemelere başvurarak itirazda bulunmayacağız. Biz, hükümetin kurulmasını istiyoruz” dedi.
El-Baci Kaid es-Sibsi ise bazı bölgelerde seçim sonuçları nedeniyle
meydana gelen gerginliklerle ilgili sağduyu çağrısında bulundu. Sibsi,
ülkenin güneyinde meydana gelen seçim sonuçlarına yönelik protesto
ve Nida Tunus Partisi’nin bazı merkezlerini hedef alan saldırılara
değinerek, “Güneydeki tüm halkımıza sesleniyorum; gereksiz tahriklerden kaçının” dedi.
Tahriklerden “kötü ellerin” sorumlu olduğunu ifade eden Sibsi,
“Tunus’ta ikinci cumhuriyetin ilk cumhurbaşkanı ilan edilmekten
büyük gurur duyuyorum. Bütün Tunusluların cumhurbaşkanı olacağım. Selefime teşekkür ediyorum. Tavsiyelerine ve kendisiyle medeni
işbirliğine ihtiyacım var” ifadelerini kullandı.
Avrupa Birliği (AB) Dışişleri Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini,
Tunus’taki cumhurbaşkanlığı seçiminin galibi El-Baci Kaid es-Sibsi’yi
tebrik ederek destek sözü verdi. Mogherini, AB ve Tunus arasındaki
imtiyazlı ortaklığın ikili ilişkilerin güçlendirilmesinde uygun bir çerçeve sunduğunu ifade etti.
Özbekistan’da genel seçim sonuçları açıklandı
ÖZBEKISTAN’DAKI genel seçimler sonucunda Liberal Demokrat
Parti 47, Millî Diriliş Partisi 28, Halk Demokrat Partisi 21, Adalet
Sosyal Demokrat Partisi 17 milletvekilliği kazandı. 15 milletvekili
ise Özbekistan Ekoloji Hareketi’ne ayrılan kontenjandan seçildi.
Özbekistan Merkez Seçim Komisyonu Başkanı Mirza-Ulugbek
Abduselamov, düzenlediği basın toplantısında seçimlerde 18 milyondan fazla seçmenin oy kullandığını ve katılım oranının yüzde
88’in üzerinde gerçekleştiğini kaydetti. Siyasi partilerin aldığı oy
oranlarına ilişkin herhangi bir açıklama yapmayan Abduselamov,
şimdiye kadar seçimle ilgili usulsüzlük ve seçim yasasının ihlal
edildiğine dair herhangi bir şikayet veya başvurunun olmadığını
dile getirdi.
Senato ile Yasama Meclisi’nden oluşan Özbekistan parlamentosunun alt kanadı Yasama Meclisi’ndeki 150 sandalye için yapılan
genel seçimde, dört siyasi partiden 535 aday yarıştı. Seçim yasasında
yapılan son değişiklikle ilk kez en çok oy alan parti, başbakan adayını belirleyerek devlet başkanına takdim etme hakkını elde edecek.
Seçimleri izleyen Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT)
Sınırlı Gözlem Misyonu Başkanı Daan Everts, Taşkent’te düzen-
lediği basın toplantısında seçimin iyi organize edildiğini, ancak
sürecin renkli geçmediğini ve siyasi tartışmaların olmadığını
vurguladı. Everts, seçime katılan dört siyasi partinin birbirine
rakip olmadığını, belki de birbirini tamamladığını kaydederek
ülkedeki siyasi ortamın farklı görüşlerin oluşmasına katkıda bulunmadığını ifade etti.
17
18
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde
Aralık 2014’te kabul edilen yasalar
Kanun Numarası Kabul Tarihi
Başlığı
6572
02/12/2014
Hakimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
6573
03/12/2014
Dünya Posta Birliği Kuruluş Yasasına Yedinci Ek Protokolün Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun
6574
03/12/2014
Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşmeye Ek İhtiyari Protokolün Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
6575
03/12/2014
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Azerbaycan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Aile,
Kadın ve Çocuk Politikaları Alanında İşbirliği Protokolünün Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun
6576
03/12/2014
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Ormancılık Alanında Yardım ve İşbirliği Protokolünün Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun
6577
03/12/2014
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Türkmenistan Hükümeti Arasında Arşiv Alanında
İşbirliği Protokolünün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
6578
03/12/2014
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Hükümeti Arasında
Kayıtlı Posta, On-Line Havale ve Tahsilat Hizmetlerinin Geliştirilmesine İlişkin Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
6579
03/12/2014
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kırgız Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Turizm
İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
6580
04/12/2014
176 Sayılı Maden İşyerlerinde Güvenlik ve Sağlık Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun
6581
04/12/2014
Nükleer Enerjinin Barışçıl Amaçlarla Kullanımına Dair Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti
ile Ürdün Haşimi Krallığı Hükümeti Arasında İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
6582
10/12/2014
Askerlik Kanunu ile Sözleşmeli Erbaş ve Er Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun
6583
22/12/2014
2015 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu
6584
22/12/2014
2013 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu
Ocak 2015
Türk Parlamenterler
Birliği’nden
Üye aidatlarımız 16. Olağan Genel Kurul kararıyla 2014 yılında yıllık 120 TL’dir.
Bankalar tarafından müşterilerine, Uluslararası Banka Hesap Numarası (IBAN) verilmektedir.
Üyelerimizin aidatlarını yatırırken problem yaşamamaları için Birliğin IBAN Numarası aşağıda belirtilmiştir.
Bilindiği gibi 2002’de yıllık 30 TL olan üye aidatları 2004 yılından beri 60 TL ve 2013 yılından itibaren 120 TL’dir.
Geriye doğru aidat borçlarının buna göre hesaplanması ve Birliğimizin aşağıdaki hesap numarasına yatırılması, 5253 sayılı
Dernekler Kanunu’na göre, alınan aidatların belgesine üyelerin TC Kimlik Numaralarının yazılması gerekmektedir.
Üyelerimizin TC Kimlik Numaralarını mektup veya telefonla Birliğe bildirmeleri rica olunur.
TPB Haber Portalı www.tpb.org.tr
Fax Hattı: 0312 420 66 24
Sayın Üyelerimiz her konuda bize ulaşabilirsiniz.
Türk Parlamenterler Birliği Ankara Konukevi: Ankara Hotel Pino Bayraktar Mahallesi Vedat Dalokay Caddesi
Bayraklı Sokak No: 35 GOP/ANKARA Tel: 0312 446 36 86
Türk Parlamenterler
Birliği
TBMM Yeni Halkla İlişkiler Binası Zemin
Kat No: 50-51 Bakanlıklar/ANKARA
Tel: 0312 420 66 21 Fax: 0312 420 66 24
Türk Parlamenterler Birliği
Ziraat Bankası TBMM Şubesi
IBAN: TR 33 0001 0009 0303 296732 6001
20
Yeni Türkiye’nin “yol” haritası
Lütfi Elvan
Ulaştırma, Denizcilik ve
Haberleşme Bakanı
“Yol” Türkçedeki
çağrışımlarıyla,
özellikle tasavvufi
derinliğiyle ve bunu
bütünleyen diğer
yan anlamlarıyla
bizim binlerce
yıllık geçmişimizi
tanımladığı gibi
geleceğimizi de
şekillendirir.
Ocak 2015
M
illet olarak başka milletlere pek de nasip olmayan bir birikime/deneyime sahibiz.
Çin, Hint, Mısır, Pers, İslam, Roma/Bizans uygarlıklarıyla ve bu uygarlıkların
nüfuz alanındaki kültürlerle tanışarak, onları etkileyerek ve onlardan etkilenerek
gelip yerleştiğimiz coğrafya Türkiye’dir. Dünyanın yetiştirdiği en büyük sosyal bilimcilerden biri kabul edilen İbn-i Haldun’un deyimiyle “Coğrafya kaderdir”; bu coğrafya da bizim
kaderimizdir.
Hareket halinde olan, ülkeler kuran, büyük bir uygarlığı yeşerten, yaşatan ve geleceğe
taşıyan milletimizin bu deneyimi bir ölçüde “yolda olmak” metaforuyla da izah edilebilir.
“Yol”, Türkçedeki çağrışımlarıyla, özellikle tasavvufi derinliğiyle ve bunu bütünleyen
diğer yan anlamlarıyla bizim binlerce yıllık geçmişimizi tanımladığı gibi geleceğimizi de
şekillendirir.
Ait olduğumuz kültür, coğrafyadaki izi ve izleği itibarıyla da bir yol kültürü olarak tanımlanabilir. Diğer taraftan Türkiye fiziki coğrafyası ve konumu itibarıyla, kıtalararası kadim
yolların sadece geçtiği değil, bu yollara yol olma vasıflarını kazandıran bir ülke olmuştur.
Kıtalararası ekonomik ve ticari hareketlilik Türkiye üzerinden gerçekleşmiştir.
Özetle Türkiye yalın tabirle ve doğal görünümüyle sadece bir “köprü” değildir, ulaşım
bağlamında bir merkez ülkedir.
Osmanlı’nın kervan yollarını aktif tutması, bu yolların imar ve bayındırlığından sorumlu
özel birimler görevlendirmesi, deniz ticaret yollarının ve doğal kara geçiş noktalarının
önemini fark ederek buraları açık tutması, “Türkiye” merkezli bir stratejinin yansımalarıdır.
Dönemin yayılmacı devletlerinin niyeti ne olursa olsun, Anadolu-Bağdat ve Hicaz
Demiryolu gibi koridor hüviyeti taşıyan büyük projelerin “irade” ile gerçekleşmesi de aynı
hassasiyetledir. Bu projeler maalesef Birinci Dünya Savaşı’nda büyük ölçüde akamete uğramıştır. Millî sınırlar içinde kalan ve dönem itibarıyla önem arz eden demiryolu hatları ise
ancak Cumhuriyet döneminde sürece sari olarak millîleştirilmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında “ulaşabilir” olmayı hedefleyen heyecan verici
atılımlar olmuş, özellikle demiryolu alanında bugün bile heyecan duyduğumuz adımlar
atılmıştır. Geriye dönük olarak Cumhuriyet dönemi ulaşım politikaları elbette uzmanlarınca değerlendirilmektedir. Ülkeye döşenen her karış ray, açılan her tünel, yapılan her
köprü, her karış karayolu, her havaalanı, her liman, her iskele ve her haberleşme ağı elbette
yapanları takdir etmemizi gerektirmektedir.
21
Ancak bütünleyici, birbiriyle entegre, yerel, bölgesel ve küresel
ölçekte ülkemizin rekabet potansiyelini güçlendiren, bir yandan kendi
insanımızın ihtiyacını karşılarken bir yandan da Türkiye’nin bölgesel
konumunu tahkim eden bir ulaştırma politikasından ve uygulamasından
son yıllara kadar bahsetmek iyimserlik olacaktır.
Ülkemizin kendi konumunu güncellemesi, ana koridorlara sahip olması, yeni koridorlar açması, kara, deniz, hava ve demiryolu ulaşımlarını
güçlü kılması, bunları birbiriyle entegre etmesi, ülke içi üretim merkezlerini çok seçenekli ulaşım modlarına kavuşturması ve lojistik merkezler
kurarak lojistik kabiliyetini artırması ülkemizin geleceği, tırnak içinde
kaderi bağlamında hayatiyet arz etmektedir.
İşte bundan hareketle, üniversite, sivil toplum, uygulayıcılar ve
alanında uzman Bakanlık yetkililerince Ulaştırma Ana Plan Stratejisi
hazırlanmış, buna uygun yol haritası geliştirilmiş, uluslararası katılımlı
büyük şuralar yapılarak hedefler belirlenmiş, kamu-özel sektör işbirlikleri geliştirilmiştir.
Türkiye haberleşmede, bilişimde, uydu ve uzay alanında, ulaştırmanın bütün kollarında politikası olan ve bu politikalar çerçevesinde büyük
projeler geliştiren bir ülke konumuna yükselmiştir. Bugün Marmaray
gibi, yüksek hızlı tren hatları gibi büyük projeler, bölünmüş yollar ve yeni
otoyol projeleri, bölgesel havaalanları, büyük liman projeleri, millî tren,
millî uydu gibi yakın zamana kadar hayal edilemeyen projelerin gerçekleşmiş yahut gerçekleşiyor olması bir iradenin tecellisi olduğu kadar,
Türkiye’nin geçmişini iyi bilmenin ve geleceğini iyi kurma kaygısının bir
sonucudur.
Acil ve aktüel erişim ve ulaşım ihtiyaçlarının karşılanması elbette
önemlidir. Bunu yaparken acil olanın önemli ve kalıcı olanı gölgede
bırakmaması, ertelememesi, dengeli ve sağlıklı bir ulaşım altyapısı
oluşturulması daha da önemlidir.
Zira ulaşım ve erişim altyapısı sadece ulaşmakla, erişmekle veya istatistiki verilerle izah edilen bir şey değildir. Bütün bunları da içkin, sosyo-
ekonomik, sosyo-kültürel sonuçlarıyla ve değişim etkisiyle, hayatın her
alanını bire bir ilgilendirmektedir.
Türkiye’nin 2023’te görmeyi hedeflediğimiz fotoğrafı, “Yeni
Türkiye”nin fotoğrafıdır. Bu fotoğraftaki Türkiye, dünyanın ilk 10 ekonomisinden birine sahip, altyapısını tamamlamış, bölgesinde sadece
gelişmiş ve kalkınmışlığıyla değil, huzur, istikrar ve güveniyle de örnek
olan bir ülkedir.
Demiryolunda Yeni Türkiye; yüksek hızlı tren ağını genişletmiş, hızlı
tren koridorları oluşturmuş, mevcut yollarını adeta sıfırdan yapmışçasına yenilemiş, üretim merkezlerinin ve organize sanayi bölgelerinin
demiryollarıyla limanlara bağlandığı, yerli bir demiryolu endüstrisi oluşturmuş, millî yüksek hızlı trenini kendisi üreten, lojistik merkezlerle
ülkesinin rekabet kabiliyetini güçlendiren, İpek Demiryolu’nun merkez
ülkesi konumuna gelen bir ülke olacaktır.
Karayolunda Yeni Türkiye; bölünmüş yollarıyla, işlevsel hale getirdiği
ve yeni açtığı koridorlarla, diğer ulaşım modlarıyla entegre karayolu yatırımlarıyla, Üçüncü Köprü, Avrasya Tüneli, İzmit Körfez Geçişi gibi büyük
projelerle, otoyollarla, karayolu altyapısını tamamlamış bir Türkiye’dir.
Kıyı yapılarıyla, üç denizde üç büyük limanıyla, bütün kıyılarımıza
yayılan ve dünyada ülkemizi gemi inşasında marka yapan tersaneleriyle,
küresel deniz ticaretinde elimizi güçlendiren deniz ticaret filomuzla ülkemize deniz ülkesi kimliğini yeniden hatırlatan bir Türkiye Yeni Türkiye’dir.
Havacılıkta, yeni havaalanlarıyla ve tabii ki İstanbul üçüncü havaalanıyla sadece bölgesel değil kıtalararası konumunu güçlendiren, havacılık endüstrisinde söz sahibi olan bir ülke Yeni Türkiye’dir.
Kendi millî uydusunu üreten bir Türkiye Yeni Türkiye’dir.
Bilgi toplumuna geçen, bilişim teknolojilerinde ve yazılımda üretici
vasfını haiz bir Türkiye Yeni Türkiye’dir.
Türkiye gerçekleştirdiğimiz ve gerçekleştirmeyi hedeflediğimiz/planladığımız ulaşım ve bilişim projeleriyle gücüne güç katacaktır.
Ocak 2015
Yarım asırlık
bir sıla türküsü
ALMANYA’YA
GöÇ
Onlarca yıl emek ve hasret köprüsü olan, gidenlere el
sallayan, gelenlere kucak açan E-5’in keşke dili olsa. Hüznün
ağırlığıyla aşınan yolları, bir avuç kavuşma umudu nasıl
düzeltiyor en iyi o anlatırdı. Bir de Sirkeci-Münih tren hattı…
12 Ocak 1962’de ilk büyük gurbetçi kafilesini taşıdığı günden
beri sıla çekmek nedir, gurbet zor mudur, memleket hasreti
gerçekten boğazda mı düğümlenir, en iyi o bilir.
Gökçe Doru
Ocak 2015
Ocak 2015
24
Kapak
M
üttefik, dost, kardeş Almanya. Ta Osmanlı’dan beri bu böyle
bilinmiş. Almanlar için de öyle olsa gerek. Meşhur Alman
yazar Eduard von Keyserling 19. yüzyılda dememiş miydi “Türkler muhakkak ki Avrupa tarihinin ve yakın Asya tarihinin bildiği
en halis efendi millettir” diye. Osmanlı ile Almanya arasında yüz
yılı aşkın zamandır süregelen dostluğun hatırına kimi yanlışlar
görmezden gelinmiş, kimi hatalar kolay affedilmiş... Osmanlıların
I. Dünya Savaşı’nı kaybetme nedenleri arasında sıralanan “Almanlar yenildi diye biz de yenik sayıldık” cümlesi iki ülke arasındaki
ilişkilerin de özeti gibi.
Yakın ilişkiler, I. Dünya Savaşı çıkmadan önce gitgide güçlenen ve
Asya’ya uzanma arzusunda olan Almanya’ya, Almanya-AvusturyaTürkiye İmparatorluğu adı altında bir devlet oluşturma hayali bile
kurdurmuş. Belki de Almanya sağlıklı bireylerden oluşan, disiplinli,
çalışkan, korkusuz ordusuna güveniyordu. Zira askerî yönden güçlü
olan bu ülke dünya savaşlarının ikisinde de Avrupa’nın kaderini belirleyen bir pozisyonda bulunmuştu.
Özellikle II. Dünya Savaşı mevzubahisken, Almanya yalnızca tarih
kitaplarında yer almaz. Adı, tarih boyunca asla hatırlamak istenmeyecek
olaylar ve izleri silinmeyecek isimlerle anılan Almanya, konuyla ilgili
sayısız makale, araştırma ve dönemi yorumlayan yazılarla pek çok
kitapta kendine yer bulur.
II. Dünya Savaşı’nın dünya ekonomisine olumsuz etkisinden, savaşın başrol oyuncularından Almanya da nasibini alır. Belini doğrultmak içinse yoğun bir çalışma ve üretim temposuna girmelidir.
Ancak ülkede on binlerce açık iş pozisyonuna rağmen yalnızca
birkaç bin işsiz vardır. Çözümü işçi ithal etmekte bulan Alman
Hükümeti, ilki 1955 yılında İtalya’yla olmak üzere işgücü alımlarına başlar. Peki, savaştan yeni çıkmış, ekonomik olarak sıkıntıda
olması gereken bir ülke işçi ithal edecek parayı nereden bulacaktır? “Whatever the weather, we must move together” sloganı
her şeyi açıklıyor bu noktada; Amerika’nın Marshall Planı…
Savaşın hemen ardından Almanya işgücü açığını evvela
Doğu Almanya ve Doğu Avrupa’dan gelen Almanlarla kapatmaya çalışmıştı. Yani ilk etapta Cermenlere kapılarını açmıştı.
Bu göçmenler ülke ekonomisinin yeniden inşası için gerekli işgücünü
sağlamış, ancak zamanla yetersiz kalmıştı. Bunun üzerine Almanya
1960’lı yıllarda, sekiz Akdeniz ülkesini kapsayan, hükümetlerarası işçi
alım anlaşmaları yaptı.
İşte, Türkiye’nin uzun ve acıklı gurbet kuşları romanı Alman
Hükümeti’nin işçi alım anlaşmalarından sonra yazılmaya başladı.
“Kaçın, Türkler geliyor”
13 Ağustos 1961, Berlin Duvarı’nın örülmeye başladığı tarih. Almanya
doğu bölgesinde yaşayanların Batı Almanya’ya girmesini istemiyor. Halbuki işgücü sağlamak üzere yabancı ülkelerle yaptığı anlaşmalarla, 1960’lı
yıllarda kilometrelerce öteden, denizaşırı gelen işçileri sevinçle, coşkuyla
Ocak 2015
Kapak
Almanya’nın işgücü
talebinin nedeni
belliydi, Türkiye’nin
işçi göndermesinin ise
pek çok nedeni var;
tarımda sanayileşmenin
yaygınlaşmasıyla
büyüyen işsizlik sorunu,
işçilerin getireceği
veya ailelerine
yollayacağı dövizin
ekonomiye katkısının
olacağının düşünülmesi,
ileride kesin dönüş
yapacakların çeşitli
becerilere sahip birer
birey olarak ülkeye
faydası bulunacağının
öngörülmesi…
karşılıyor. Bunun nedeni belki de göçle
gelenlerin gastarbeiter (konuk işçi)
olarak görülmesi, kısa bir süre sonra
geri döneceklerinin düşünülmesiydi.
Tü rk iye’ den A l ma nya’ya göç te
1960’lı yıllar anılır daha çok. Zira
iki ülke arasındaki işgücü anlaşması
30 Eylül 1961 yılında imzalanmış,
Sirkeci-Münih hattı kurularak en büyük işçi kafilesi 12 Ocak 1962 yılında
hareket etmişti. Ancak Türkiye’den
ilk işçi alımları 1957’de oluyor. Alman
yatırımcıların Türk iye’de açacakları firmalar için çalışacak ustaları
A l ma nya’ da yet işt i rmek istemesi
üzerine, 12 Türk aileleriyle birlikte
Kiel’e gönderilmiş. 1960 yılına kadar
ufak kitleler halinde gerçekleştirilen bu alımlar sonuç vermemiş, çünkü eğitim
alan Türkler ülkelerine dönmek yerine Bremen ve Lübeck tersanelerinde çeşitli
branşlarda işler bulmuşlar.
Günümüze kadar hazırlanan anayasalar içinde en özgürlükçü ve demokratik
kabul edilen 1961 Anayasası, Türk vatandaşlarına yurt dışı seyahat hürriyeti de
tanıyordu. 1961 yılında “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Federal Almanya
Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Türk İşçilerinin Almanya’da İşe Yerleştirilmelerine Dair Anlaşma”nın imzalanmasının ardından da Almanya’ya büyük işçi göçleri
meydana geldi. Almanya’nın işgücü talebinin nedeni belliydi, Türkiye’nin işçi
göndermesinin ise pek çok nedeni var; tarımda sanayileşmenin yaygınlaşmasıyla
büyüyen işsizlik sorunu, işçilerin getireceği veya ailelerine yollayacağı dövizin ekonomiye katkı sağlayacağının düşünülmesi, ileride kesin dönüş yapacakların çeşitli
becerilere sahip birer birey olarak ülkeye faydası bulunacağının öngörülmesi…
1970’li yıllara gelindiğinde Almanya, yabancı işgücünün “kalıcı” olduğunu
anladı. İşçilerin birkaç yıl kalacağı düşünülmüş, tüm kurallar buna göre düzenlenmişti. Fakat Almanya ekonomisi büyüdükçe işçilere sürekli ihtiyaç duyuldu.
Bunun üzerine Almanya, iş kazaları durumunda kendi vatandaşlarına veya ai-
Ocak 2015
25
26
Kapak
lelerine sakatlık ve ölüm gibi hallerde hangi hakları sağlıyorsa göçmenlere de
aynılarını verdi. Ancak petrol krizi ve ekonomik durgunluk nedeniyle iktisadi
sıkıntıya düşen ülke, 1973 yılında işçi alımını durdurdu. Yine de o tarihte ülkedeki Türk kökenli işçilerin sayısı neredeyse bir milyondu. Almanya, kendi
kabul etmese dahi aslında bir göçmen ülkesiydi.
Türklerin hızla artması Alman medyasını korkutmaya başlamıştı. “Mafya”,
“cinayet” gibi kelimeleri içeren başlıklarda Türkler adeta bir terörist gibi gösteriliyordu. Almanlar bazen komşuluk, bazen arkadaşlık ettikleri Türklerden
sözümona korkuyordu. Ülkenin tirajı yüksek dergilerinden Der Spiegel’de
yayımlanan “Kaçın, Türkler geliyor!” başlıklı yazı hem hükümetin hem de
Alman medyasının Türklere bakışını özetleyen çarpıcı bir örnekti. Ayrıca
Türkler kastedilerek söylenen “Gestern Gast, heute Last” (Dün misafirdiler, bugün ise yük) sözü ülkede yaygınlaşmış, “Türken raus!” (Türkler
dışarı!) yazısı Berlin Duvarı’ndan lise binalarının duvarlarına kadar
inmişti. Halbuki Almanların çok meşhur bir atasözü vardı: “Beiß nicht
in die Hand, die dich füttert” (Seni besleyen eli ısırma).
Günah keçisi aranıyor
1960-70’li yıllarda Türklerin Almanya’da bulunma nedenlerinin
ilkini ve en büyük paya sahip olanını ekonomik sebepler oluşturuyordu. Yani o yıllarda yoğun bir emek göçü meydana gelmişti.
Günümüzde öğrenim görmek veya nitelikli bir personel olarak
iyi işlerde çalışmak için gidenlerin de sayısı az değil. Beyin göçü istemli
bir eylem. Ancak kırk-elli yıl önce Türkler için Almanya’ya gitmek para kazanma uğruna zorunlu bir eylemdi. Ülkeye geldiğinde eğilip toprağı öpen hiç
kimse elbette elin memleketinde güle oynaya yaşamıyordu. Almanların belki de
gözünden kaçan buydu; hiç kimsenin etnik veya kültürel yapıyı kasten bozma
gibi bir niyeti yoktu. Üstelik kültürel kimlik bunalımı başta olmak üzere dil
ve eğitim kaynaklı yabancılaşma, istihdam, yabancı düşmanlığı hatta ırkçılık
boyutuna varan çatışmalar, Almanların Türklere yönelik kimliksizleştirme
politikaları gibi sorunlar yaşadığı halde.
1973 yılında işçi alımının durdurulmasının ardından Almanya, ülkedeki
göçmenleri azaltmanın da yollarını aramaya başladı. Üç aydan daha uzun süre
Almanya’yı terk edenlerin çalışma izinlerinin iptal edilecek olması bunlardan
biriydi. Türklere vize zorunluluğu getirilmesi, aile birleşmelerinde yaş sınırının
16’ya indirilmesi gibi önlemler de vardı. Ancak umulmadık bir şey gerçekleşti ve
Türklerin ülkelerine dönmesini özendiren yasa,
gelenlerin başta uyum problemleri olmak
üzere çok sayıda sorun yaşamasına neden
oldu ve tecrübelerini Almanya’daki arkadaş ve
akrabalarına anlatmaları pek çok Türk’ü geri dönme
düşüncesinden vazgeçirdi.
Ocak 2015
Kapak
Almanya’da Türk nüfusu arttı.
Çünkü işçiler Türk iye’dek i
ailelerini de yanlarına alarak
Almanya’da yaşamaya karar
verdiler.
Dönemin Almanya Başbakanı Helmut Kohl önderliğinde, 28 Kasım 1983
tarihinde Türklerin
ü l keler i ne dönü şünü özendiren bir yasa
ç ı k a r ı ld ı . Bu na göre
Türkiye’ye dönen işçiye
10 bin 500 DM, çocuğu
başına ise 1500 DM para
verilecekti. Ayrıca işçiler
ça lıştı k ları süre boy unca
ödedikleri emeklilik kesintilerini iki yıl beklemeden geri
alacaktı. Bu yasayla Almanya’daki Türk işçilerin sayısında yaklaşık yüzde 5’lik
bir düşüş olmuş, bu sonuç Alman
Hükümeti’ni pek memnun etmemişti. Yasa, geri dönenlerin başta
uyum problemleri olmak üzere
çok sayıda sorun yaşamasına neden oldu ve tecrübelerini Almanya’daki arkadaş ve akrabalarına
anlatmaları pek çok Türk’ü
geri dönme düşüncesinden
vazgeçirdi.
Almanya’da kalan ailelerin 1990’lı yıllarda doğan çocukları Üçüncü Kuşak Türkleri oluşturdu. Onlar baba ve
büyükbabalarına oranla daha
şanslıydılar. Almanya’da Türkler benimsenmeye başlamış,
bu yeni neslin Almanca biliyor
olması dil sorununu da ortadan
kaldırmıştı. Ayrıca 1 Ocak 1991
tarihinde çıkarılan Yabancılar
Yasası’yla Türk toplumu siyasi ve
sosyal alanlarda söz sahibi olmaya
başlamıştı.
Yasa Türklere vatandaşlık hakkı
Almanya
her ne kadar
ekonomisi güçlü
bir ülke olsa da
Berlin Duvarı’nın
1989’da
yıkılmaya
başlamasının
ardından Doğu
ve Batı Almanya
birleşmiş,
Doğu’dan gelen
öteki Almanlar
nedeniyle işsizlik
baş göstermişti.
Ekonomik ve
sosyal tüm
problemlerin
kaynağı ise
yabancılar olarak
görülüyordu.
da tanıyordu; 16-23 yaş arasında bulunan, Almanya’da doğmuş ve okula
gitmiş, vatandaşlık talebinden önce
beş yıl boyunca orada yaşamış bir
Türk, Alman vatandaşı olabiliyordu.
Ancak Türk vatandaşlığından feragat
etmesi isteniyordu. Ayrıca Türk işçilerin sınır dışı edilmesi belli kurallara
bağ lanmıştı. Federa l A lmanya’ da
oturma iznine sahip, kesintisiz olarak
sekiz yıldan beri Almanya’da oturan,
geçimini kendi sağlayan, en az altmış
ay süre ile zorunlu emeklilik sigortasına primlerini ödemiş ve sabıkası
bulunmayan kişiler otuma hakkı elde
edebiliyordu. Yani Almanya bu yasayla
devlete yük olmayan ve uyum yeteneği
bulunan Türkleri gözetmişti.
A l ma nya her ne k ad a r ekonomisi güçlü bir ülke olsa da Berlin
Duvarı’nın 1989’da yıkılmaya başlamasının ardından Doğu ve Batı
Almanya birleşmiş, Doğu’dan gelen
öteki Almanlar nedeniyle işsizlik baş
göstermişti. Ekonomik ve sosyal tüm
problemlerin kaynağı ise yabancılar
olarak görülüyordu. Ülkede “Yabancılar/Türkler dışarı!” sloganı yayılmıştı; aşırı sağ Alman partiler çok
kültürlü toplum yapısının Almanya
için önemli bir tehdit olacağını düşünüyor, Almanya’nın Alman kültürü
ve halkından ibaret olması gerektiğini
söylüyor, yabancıların Almanya’nın
kaderini belirleyecek pozisyonlarda
bulunmasını istemiyor, Almanya’ya
yabancı akınının sınırlandırılmasının zorunlu olduğunu vurguluyor ve
yabancıların derhal sınır dışı edilmesi
gerektiğini ifade ediyordu. Ancak
Almanya’nın bir Nazi geçmişi vardı ve
ülke dünya kamuoyunda ırkçı bir pozisyona düşmek istemiyordu. Yine de
aşırı sağ gruplar özellikle yabancıların
yoğun olarak yaşadığı bölgelerdeki
şiddet eylemlerini yıllarca sürdürdü.
II. Dünya Savaşı’nın izlerini silmek
Ocak 2015
27
28
Kapak
isteyen Almanya’nın Avrupa Konseyi
İnsan Hakları Sözleşmesi’nin altında
imzası bulunuyordu ve yasalarında
Nazi geçmişinin izlerini silmek istercesine “Bütün vatandaşlar yargı
önünde eşittir; hiçbir vatandaş cinsiyeti, soyu, ırkı, dili, uyruğu, inancı,
dini veya siyasi görüşlerinden dolayı
geri plana itilemeyeceği gibi ön plana
da çıkarılamaz” maddesi yer alıyordu.
Parlamentoda Türkler
Türkler Almanya’ya gittikleri 1960’lı
yıllardan itibaren onları bir araya
getiren, istek ve sorunlarına çözüm
aradıkları dernekler altında toplanmışlardı. Ancak bu oluşumlar Alman
Hükümeti’nce hem desteklenmemiş
hem de ciddiye alınmamıştı. 1970 ve
80’li yıllarda Türkiye’deki partilere yö-
Ocak 2015
Seçme ve
seçilme
hakları olmasa
dahi Alman
siyasi partileri
içinde rol
almaya başlayan
Türkler zamanla
bunun olumlu
yansımalarını
da gördü.
nelik bir örgütlenme modeline gidildi ve kurulan federasyonlar bu partilerin birer uzantısı şeklinde olmaya başladı. Zira
Türkler, Alman Hükümeti tarafından ciddiye alınma işinin
ancak siyasetle mümkün olabileceğini anlamıştı.
Seçme ve seçilme hakları olmasa dahi Alman siyasi partileri
içinde rol almaya başlayan Türkler zamanla bunun olumlu
yansımalarını da gördü. 1980’li yılların sonunda Almanya
Sosyal Demokrat Partisi’nin (SPD/Sozialdemokratische Partei
Deutschlands) çabalarıyla Türklere yerel seçimlerde oy kullanma hakkı tanındı.
Siyaset sahnesinde aktif hale geldikçe hem bu alanda pek
çok hak kazanan hem de Almanya’da yaşayan Türklerin sorunlarının Alman Hükümeti’nce bilinmesini kolaylaştıran,
dolayısıyla orada yaşayan gurbetçilerin daha refah bir hayat
sürmesine yardımcı olan siyasiler sonraları belediye başkanlığı, siyasi parti eşbaşkanlığı, bakanlık gibi görevlere kadar yükseldi. İlk Türk milletvekili Hakkı Keskin’in ardından Avrupa
Parlamentosu’na seçilen ilk Türk kökenli vekil Leyla Onur
oldu; partisi ise SPD’ydi. Babası 1960’lı yıllarda Almanya’ya
işçi olarak gitmiş Aygül Özkan ise halen Hıristiyan Demokrat
Kapak
Birliği (CDU/Christlich Demokratische Union Deutschlands)
politikacısı ve Niedersachsen eyaletinin Sosyal İşler, Kadın,
Aile, Sağlık ve Uyum Bakanı olarak görev yapıyor. Bir gastarbeiter çocuğu olarak Almanya’da dünyaya gelen Aydan Özoğuz ise Almanya’da ilk federal bakan olma başarısı gösteren
Türk siyasetçi. Cem Özdemir, Lale Akgün, Sevim Dağdelen,
Vural Öğer gibi isimler birer Türk asıllı Alman parlamenter
olarak büyük başarılara imza attılar, atıyorlar.
Fikrimin ince gülü Türkiye
“Biz işçi istedik onlar insan gönderdi” şeklinde efsane bir
söz söylenmiş 1970’li yıllarda. Sözün sahibi İsviçreli yazar
Max Frisch. Sözü edilen ise yalnızca Türkler değil, II. Dünya Savaşı sonrası Avrupa’da yoğunlaşan göç hareketlerinin
mazlum aktörleri. Gidenler birer makine değildi elbette;
sevinçleri, heyecanları, geride kalan ailelerine duydukları
yoğun özlemleri vardı. Belki de dillerinde Bakarım bakarım
sılam görünmez / Ara yerde yıkılası dağlar var dizeleri, Sarı
Mercedes hayali taşıyordu çoğu.
1960-70’lerin Almanya’sında gözden kaçan, gelen işçilerin
işi bittiğinde düğmesi kapatılan birer makine olmadığıydı.
Onların geçici olduğunu düşünmek Almanların gerekli önlemleri almalarını engellemiş, bazı uygulamaları yapmayı geciktirmişti. Bunun bir hata olduğu ise yıllar sonra kabul edildi.
Berlin-Kreuzberg Belediye Başkanı Cornelia Reinauer’in 2005
1960-70’lerin Almanya’sında gözden
kaçan, gelen işçilerin işi bittiğinde
düğmesi kapatılan birer makine
olmadığıydı. Onların geçici olduğunu
düşünmek Almanların gerekli önlemleri
almalarını engellemiş, bazı uygulamaları
yapmayı geciktirmişti.
yılındaki ifadeleri de bu yöndeydi: “Almanya’nın göçmenleri
kabullenmekte yaşadığı sıkıntıların üstesinden gelmek için
yoğun çaba sarf edildi. Çünkü Almanya’daki işçi göçmenler
uzun yıllar ‘misafir’ olarak kabul edildi ve bundan dolayı da
ailelerin Almanca öğrenmesi gerekmediği düşünüldü. Çünkü işleri bitince nasıl olsa geri döneceklerini düşünüyorduk!
Kalıcı olduklarını göremediğimiz için, birlikte yaşam sürdürmenin de altyapısını hazırlamadık. Edindiğim gözlemlere dayanarak şunu kesinlikle belirtmek isterim ki birlikte yaşamayı
öğrenmemiz gerekiyor.”
Almanya Türklerle yaşamayı belki de artık öğrenmiştir.
“Türk asıllı Alman” nitelemesi literatüre geçmişse, Almanya
kendi ülkesinde doğmuş ve dünyaca ünlenmiş Türk yönetmen,
oyuncu, şarkıcı ve işadamlarıyla övünüyorsa elbette 1960’lardan bugüne çok şey değişmiştir. Onlarca filme, yüzlerce şiir
ve şarkıya konu olan Alamanya hikayesinin en acıklı kısımları
artık geride kaldı. Zira ne koşullar eskisi kadar güç, ne de yollar eskisi kadar uzun artık. Değişmeyen tek şey vatan hasreti
ve yakan ateşi.
Fotoğraflar Başbakanlık Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar
Başkanlığı’ndan alınmıştır. Katkıları için teşekkür ederiz.
Ocak 2015
29
30
KapakSöyleşi
Özcan Ulupınar:
Türkiye’nin kalkınması
ve dinamizmi
yurt dışındaki
vatandaşlarımıza da
olumlu yönde yansıyor
Söyleşi ve Fotoğraflar: Zeynep Yiğit
Almanya’daki ilk Türk işçi
ailelerden birinin çocuğu
olarak bu ülkede dünyaya
gelen AK Parti Zonguldak
Milletvekili Özcan
Ulupınar, yurt dışındaki
vatandaşlarla sık sık bir
araya geliyor. Sorunları
da çözümleri de bire
bir takip eden Ulupınar,
“Türkiye’nin kalkınması ve
dinamizmi yurt dışındaki
vatandaşlarımıza da olumlu
yönde yansıyor” diyor.
Ocak 2015
1970 Almanya doğumlusunuz. Ailenizin Almanya ile yolu ne zaman kesişiyor?
Babam 1963 yılında maden işçisi olarak Zonguldak’tan Almanya’ya gitmiş. On yıl Almanya’da kaldıktan sonra 1973’te çocuklarını okutmak
için Türkiye’ye dönmeye karar vermiş. Ben 1970 yılında Almanya’da
doğdum. Yani üç yaşımdayken Türkiye’ye gelmişiz. Zonguldak’ın Devrek ilçesinin Karakoçlu köyündeniz. Yurt dışında Türkiye’den daha
fazla akrabam var; mesela ablam, amcam, dayım, teyzem... Birçoğunu
babam Almanya’ya götürmüş veya sonradan yanına almış.
Siz üç yaşındayken Türkiye’ye döndüğünüz için anılarınızda Almanya pek
olmasa gerek...
Almanya çocukluk anılarımda pek yok, ama sonradan çok gittim,
hâlâ da gidiyorum. Mesela bir aksilik olmazsa 14 Şubat’ta yine orada
olacağım. Yurt dışında hemşehri derneklerimiz birtakım etkinlikler,
toplantılar, geceler düzenliyor, onlara katılıyorum. Cumhurbaşkanımız
Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatlarıyla başbakanlığı döneminde
kurulan Avrupalı Türk Demokratlar Birliği’nin (UETD) düzenlediği
KapakSöyleşi
programlarda da sık sık yer alıyorum.
Yurt dışında yaşayan altı milyon vatandaşımız var; üç milyonu Avrupa’da,
bu nüfusun üç yüz bini de Zonguldaklı. İlçem Devrek’te 65 bin kişi yaşıyor,
bir o kadar Devrekli de Almanya’da
bulunuyor. Yazın ilçemizin nüfusu
yurt dışından tatile gelenlerle birlikte
yüz binin üzerindedir. Dolayısıyla
hem akrabalarım hem de yurt dışı
faaliyetlerim dolayısıyla Avrupa’daki
vatandaşlarımızla ilgili konuları büyük oranda biliyorum.
Babanızın Almanya’ya gittiği yıllara dönersek... O günlere dair neler anlatır size?
Zonguldak’tan maden işçileri gidiyor
Almanya’ya. Babam da maden işçisi
ve 1963’te Almanya’ya ilk gidenler
arasında yer alıyor. Tabii dil bilmiyor,
öncelikle bunun sıkıntılarını yaşıyor;
mesela dişi ağrıyor, Türkçe kelimelerin
Almanca karşılığına sözlükten bakarak dişçiye derdini anlatmaya çalışıyor. O yıllarda yaşam şartları bugünkü
gibi değil, orada da ekonomik problemler var; geçinmeleri zor, kaldıkları
evler küçük, yolculuk lar sık ıntılı,
şimdiki gibi telefon, televizyon, radyo yok... Aynı zamanda örf-âdetleri,
dini, diyaneti yaşamak ve yaşatmak,
millî değerlere sahip çıkarak ona göre
çocukları yetiştirebilmek zor; cami
yok, Türk lerin toplanabileceği bir
sosyal tesis yok... Şimdi hepsi var tabii.
Artık Almanca öğrenmeye de gerek
yok neredeyse, Almanya sokaklarında
özellikle belli şehirlerde Türkiye’de
gibi hissedersiniz kendinizi; tabelalar
Türkçe, sokaklarda Türkçe konuşuluyor, kamu kurumlarının hemen
hepsinde çalışan Türkler var...
Babam zeki bir adam, Almanya’da
hem çalışıyor hem de kısa süre sonra
bir minibüs alıp işportacılık yapmaya
başlıyor; Almanya’da ilk ticaret müsaadesi alan Türklerden biri. O dönemde
“Türk
işçiler çok
çalışıyorlar,
dürüstler,
disiplinliler, iş
yapmaktan
kaçmıyorlar.
Dolayısıyla
Almanya’nın
ekonomisine ve
kalkınmasına
katkıları
büyük.”
bekar veya ailesini henüz Türkiye’den getirmemiş işçilerin
kaldığı yurtlar var. Babam o yurtlardaki işçilere radyo, halı
gibi çeşitli eşyalar, tespihler satıyor. İyi de para kazanıyor,
sürekli Türkiye’den yakınlarını yanına alıyor. İlk başlarda
bir müddet kendisi de bekar yurtlarında kalıyor, daha sonra
annem de Almanya’ya gidiyor. 1973’te çocuklarını okutabilmek için Türkiye’ye dönmeye karar veriyorlar.
Almanya’nın kalkınma hamlesi başlattığı dönemde bu ülkeye
çalışmaya giden Türk işçilerin Alman ekonomisine katkıları konusundaki değerlendirmelerinizi öğrenebilir miyiz?
Türk işçiler çok çalışıyorlar, dürüstler, disiplinliler, iş yapmaktan kaçmıyorlar; madenciliği ele alacak olursak, bu işi
iyi biliyorlar. Dolayısıyla Türk işçilerin Almanya ekonomisine, bu ülkenin kalkınmasına katkıları çok. O nedenle
Türkleri seviyorlar, oradaki ikinci, üçüncü, dördüncü kuşağın yaşamlarını kolaylaştırmak için ellerinden geleni yapıyorlar, özellikle bazı partilerin bu yönde güzel çalışmaları
var. Tabii ırkçı söylemler, ırkçı saldırılar, onları tetikleyen
birtakım girişimler de yok değil. Vatandaşlarımızın hak ve
özgürlükler bakımından bize ilettiği bazı konular var. Mesela Almanya’da Türk ailenin çocuğu evde şiddet gördüyse
devlet bu çocuğu alıyor, akrabasına veya bir Türk yakınına
değil, Alman aileye veriyor. Ece bebek olayını hatırlarsınız.
Ece bebek beş aylıkken düşüyor ve kolu inciniyor. Ailesi
hastaneye götürdüğünde “Siz bu çocuğa vurmuşsunuz”
deniliyor ve Ece bebek ikizinden de anne ve babasından da
koparılıyor. Bir evladın ailesinden alınması bu kadar kolay
mı? Ece’nin ailesi benim yakından tanıdığım kişiler ve ke-
Ocak 2015
31
32
KapakSöyleşi
toplantılar yaptım. Vatandaşlarımızın
hizmetlere yönelik memnuniyetlerini
ve taleplerini bire bir öğrenme fırsatım
oldu. Geçmişle bugün karşılaştırıldığında birçok sıkıntının geride kaldığı
görülüyor, vatandaşlarımız “Artık
göğsümüzü gere gere Türküz diyoruz.
Alnımız ak, başımız dik bir biçimde
geziyoruz” diyorlar. Türkiye’nin son
zamanlardaki ekonomik kalkınması,
yatırım hamleleri onları da olumlu
yönde etkiliyor. Şu anda Türkiye’deki
ekonomik canlılık, hareketlilik, dinamizm Avrupa’nın birçok ülkesinde
yok.
“Geçmişle bugün karşılaştırıldığında birçok sıkıntının
geride kaldığı görülüyor. Vatandaşlarımız ‘Artık
göğsümüzü gere gere Türküz diyoruz. Alnımız ak,
başımız dik bir biçimde geziyoruz’ diyorlar.”
sinlikle şiddet uygulayacak birileri değil. Ece’nin ailesine geri verilmesi için çok
uğraştım. Vatandaşlarımız orada yürüyüşler yaptılar, protestolarda bulundular,
hukuki çerçevede seslerini duyurdular. Sonunda Ece bebek ailesine kavuştu. Ortak
bir mücadele sergilemeseydik belki de bu sonuç elde edilemeyecekti.
Vatandaşlarımızın bize ilettiği konular arasında pasaport harçlarının yüksekliği, uçak biletlerinin pahalılığı, vize uygulamalarıyla ilgili sıkıntılar da yer alıyor.
Öte yandan ekonomi eskisi gibi değil, geçinmek zor, orada da işsizlik var. Bu konuda çarpıcı bir örnek vereyim: Zonguldak’ta kömür işletmeleri var, yerin beş yüz
metre altına iner, kömür çıkarırsınız, dünyanın en zor işidir. Türkiye Taşkömürü
Kurumu’na yüz kırk işçi alınacaktı, binlerce müracaat yapıldı, enteresandır yüz
elli kişi de Almanya’dan müracaat etti.
Yurt dışında yaşayan Türklerle ilgili yürütülen önemli çalışmalar var. Bu çalışmalar vatandaşlarımıza nasıl yansıyor?
Yurt dışında yaşayan vatandaşlarımıza yönelik hizmetleri AK Parti hükümetleri
öncesi ve sonrası olarak ele almak gerekir. Vatandaşlarımız hükümetlerimiz dönemindeki çalışmalardan, örneğin Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı ile Türk İşbirliği ve Kalkınma Ajansı’nın (TİKA) yapmış olduğu hizmetlerden
fevkalade memnunlar. Son üç buçuk yıl içinde Genel Merkez’in görevlendirmesiyle defalarca Avrupa’nın çeşitli kentlerine gittim ve konferanslar, söyleşiler,
Ocak 2015
Yur t dışında siyaset ten ekonomiye,
sanattan spora pek çok alanda başarılı
işlere imza atan Türkler var. Bu konudaki
gözlemleriniz neler?
Sizin de ifade ettiğiniz gibi siyasette,
ekonomide, diğer alanlarda çok aktif
konumda olan vatandaşlarımız var.
Mesela işveren olarak çok y üksek
oranda vergi verenler, istihdam yaratanlar bulunuyor. Türk işadamı, tüccar
ve esnaf, işini dürüst ve severek yaptığı, başarılı olduğu için tercih ediliyor.
Tabii tüm bu olumlu gelişmelerin
yanı sıra insanın olduğu her yerde,
hayatın akışı içinde yeni problemler
ortaya çıkacaktır. Biz vatandaşlarımızla irtibat halinde olarak sorunlarının
çözümü için çalışıyoruz. Ailelere ve
özellikle gençlere söylediğimiz gibi,
orada en önemli konulardan biri,
asimile olmadan, asimilasyona uğramadan entegre olabilmektir. Bugün
iki ülke vatandaşları arasında kuvvetli
bağlar var. Mesela iyi komşuluk ve
işçi-işveren ilişkileri bulunuyor, çok
fazla sayıda Türk-Alman evliliği var.
Bu ilişkileri olumsuz etkileyecek herhangi bir söyleme veya eyleme meydan
vermemek gerekiyor.
KapakSöyleşi
Ali Öz:
Türk işçilerin
Alman
ekonomisine
ciddi manada
katkıları
olmuştur
Söyleşi ve Fotoğraflar: Nehir Öztürk
MHP Mersin Milletvekili
Ali Öz, 1968 Almanya
doğumlu. Ailesi uzun
yıllar Almanya’da işçi
olarak çalışan Öz,
“Türk işçilerin Alman
ekonomisine ciddi manada
katkıları olmuştur” diyor.
Geçmişten bugüne pek çok
şeyin değiştiğine işaret
eden MHP’li milletvekili,
tecrübeleri ışığında dikkat
çekici değerlendirmelerde
bulunuyor.
Ailenizin Almanya öyküsü ne zaman ve nasıl başlıyor?
Babam önce 1966 yılında Belçika’ya gidiyor. Orada tanıştığı Yozgatlı
bir arkadaşı sayesinde Almanya’da bir iş imkanı olduğunu öğreniyor ve
Belçika’dan ayrılıp Almanya’ya geçiyor. Tabii o yıllarda Almanya’nın
ekonomik kalkınma için yurt dışından gelecek işgücüne ciddi manada
ihtiyacı var. Dolayısıyla ağır sanayi hamlesi yapmaya karar verildiği
andan itibaren göçmen işçilere kapı açılıyor ve özellikle sanayi alanındaki işçilik yurt dışından gelenlere yaptırılıyor. O dönemde Almanya’ya
gidenler sadece Türkler değil, Avrupa ve Orta Doğu’dan da çok sayıda
işçi çalışmak üzere bu ülkede bulunuyor. Tabii çok büyük kazanımları olmuyor o yıllarda, ancak kendilerine yetebilecek kadar bir ücret
karşılığında çalışıyorlar. Türkiye’de bugünkü taşeron sisteminin bir
benzerini düşünün, o şartlarda başlıyor.
Babanız ailesini ne zaman alıyor yanına?
Babam annemle evlendikten sonra onu da yanında götürüyor. Her ikisi
de çalışıyor. Ben 1968’de Almanya’da doğuyorum. O yıllarda vardiya
sistemiyle gece-gündüz yoğun bir çalışma ortamı var. Bu nedenle Türk
Ocak 2015
33
34
KapakSöyleşi
işçilerin büyük çoğunluğunun evlatları Türkiye’deki aile büyüklerinin yanında yetişiyor. Beni de henüz altı-yedi
aylıkken mecburen rahmetli dedemin
yanında bırakıyorlar. Annem bana o
günleri anlatır; yıllık izin döneminde
arabayla üç bin kilometre yol kateder
ve Mersin’in Gülnar ilçesine gelirler.
Bir ay kaldıktan sonra beni burada
bırakmaya karar verirler. Dönüş yolunda 60-70 kilometre gittikten sonra
annem “Ben çocuğumdan ayrı kalmaya dayanamıyorum. Geri dönüp oğlumu almak istiyorum” der. Babam bir
yandan annemi teselli etmeye çalışır,
bir yandan da Almanya’ya doğru arabayı sürmeye devam eder. Dolayısıyla
sadece eğitim yıllarım değil, çocukluk
yıllarım da anne-baba özlemiyle geçti.
Yılda bir ay izne geldiklerinde onları
görebiliyordum. Tabii 4-5 yaşına kadar
bu ayrılığı çok fazla hissetmiyorsunuz,
çünkü Türkiye’de bakımınızı üstlenen,
her tür ihtiyacınızı gideren aile büyükleriniz var. Yaşınız büyüdüğünde,
özellikle okula başladığınız dönemde
artık her şeyin farkında oluyorsunuz,
anne-babaya özleminiz artıyor. Ben
ortaokul birinci sınıfı bitirdiğimde
Almanya’ya gittim. Türk işçiler yıllık
izin için genellikle temmuz-ağustos
aylarında Türkiye’ye gelirler, o yıl
annem ve babam mayıs ayında izinlerini kullandı, bir ay burada birlikte
vakit geçirdik, sonra da beni üç aylık
yaz tatili döneminde Almanya’ya götürdüler. Karayoluyla gittik. O çocuk
yaşta benim ilk dikkatimi çeken şey,
yolların muazzam oluşuydu. Bir Türkiye’deki yollar aklıma geliyordu, bir
de orada gördüklerime bakıyordum,
gerçekten çok etkilenmiştim. “Demek
ki kalkınmışlık böyle bir şey” diye
düşünmüştüm, o çocuk yaşta.
Almanya’ya gittiğim dönem Türkiye’de 12 Eylül 1980 öncesiydi. Ülkemizdeki iç kargaşanın yoğunluğundan
Ocak 2015
“O yıllarda
Almanya’da
beni en çok
etkileyen
konulardan biri
eğitim sistemiydi.
Okulda
çocukların
kültürel ve sportif
yeteneklerinin
ortaya
çıkarılması
konusundaki
çalışmaları
görünce
‘Ülkemizde de
böyle olmalı’ diye
düşünmüştüm.”
dolayı ailem endişe ediyor, kardeşimle birlikte Almanya’da
kalmamızı istiyordu. Babam “Türkiye çok karışık, biz de
başınızda yokuz, en iyisi burada kalmanız” diyordu. Ben
Türkiye’ye geri dönmeyi çok istiyordum, ama ailem müsaade
etmiyordu. Zaten o dönemde, çocuklarını ebeveynlerinin
yanında bırakmış olan pek çok Türk aile yavaş yavaş evlatlarını yanlarına almaya başlamıştı, çünkü Türkiye’deki ortam
herkesi endişelendiriyordu. Sonuçta ailemin isteği üzerine
Almanya’da kaldım. Annemle okul kaydına gittik. Okul
müdürü Türk çocuklarının yoğunluğundan şikayet ediyor,
kayıt yapmak istemiyordu, hatta annemle sert bir şekilde
tartıştı; tabii ben ne konuştuklarını anlamıyorum, ama hal ve
hareketleri bunu gösteriyordu. Sonuçta istemeyerek de olsa
okula kaydımızı yaptı. Dil bilmediğim için yedinci sınıftan
başlatmadılar, “Altıncı sınıfı tekrar okuyacaksın” dediler.
Okulda hiç unutamadığım bir anım var. İlk bir ay içinde
matematik sınavına girdik. Oradaki puan sistemi bizdekinden farklı; örneğin 1,5 veya 1 almak bizdeki 9’a tekabül
ediyor. Dil bilmediğim ve işlemleri onlarınkinden farklı bir
yöntemle yaptığım halde 1,5 aldım, öğretmen de şaşırdı.
Hatta bir aylık sürenin sonunda okuldan ayrılıp Türkiye’ye
dönmem söz konusu olduğunda başlangıçta beni kayıt etmek
istemeyen okul müdürü anneme ricada bulundu; “Bu zeki bir
çocuk, burada da okur, istediği mesleği yapar, onu okuldan
almayın” diye. Tabii ben Almanya’da okula başlasam da
KapakSöyleşi
Türkiye’ye dönme isteğim hiç azalmamıştı. Ülkemde eğitim görmek ve doktor
olmak istiyordum. Sonuçta 12 Eylül ihtilalinden hemen sonra uçak biletimi alıp
Türkiye’ye geldim; o zaman daha 12 yaşındaydım. Mersin’in Gülnar ilçesinde
ortaokul hayatıma devam ettim.
O yıllarda Almanya’da beni en çok etkileyen konulardan biri eğitim sistemiydi.
Okulda çocukların kültürel ve sportif yeteneklerinin ortaya çıkarılması konusundaki çalışmaları görünce “Ülkemizde de böyle olmalı” diye düşünmüştüm.
Örneğin beden eğitimi dersine büyük önem veriliyordu. İlgi alanınıza göre bir
dal seçiyordunuz, ben futbolu tercih etmiştim. Sanıyordum ki önümüze bir top
koyacaklar ve hemen oynamaya başlayacağız. Tabii öyle olmadı. Kültür fizik hareketlerinden yüzmeye kadar birçok aktiviteden sonra bizi yeşil sahaya çıkardılar.
Bu sistemli çalışma ve disiplin, tabii başarıyı da beraberinde getiriyor. Almanya’da
yaz tatili dönemi bizdeki gibi üç ay değil, yanlış hatırlamıyorsam kırk gündü. Eğitim-öğretim dönemi bir yıla yayıldığı için çocuklar da kısa süreler içinde sınavdan
sınava koşturmak zorunda kalmıyordu.
Almanya’da dikkatimi çeken bir başka konu daha oldu. Bir gün evimizin önünde
cüzdan buldum. İçinde 75 veya 80 mark vardı, ama kimlik yoktu. Babam cüzdanı
oturduğumuz yerden 90 kilometre uzaklıktaki kayıp bürosuna götürdü. Aradan
altı ay geçti. O süre içinde cüzdanı kimse almadığı için bize geri verdiler, üstelik
oturduğumuz yerle kayıp bürosu arasındaki mesafeyi dikkate alarak yaptığımız yol
masrafını da ödediler. Sistemin güzelliğini görüyor musunuz? Vatandaşlık bilinci
gelişmiş durumda. Vatandaş, bulduğu bir şeyi değersiz de olsa kayıp bürosuna
götürüyor, devlet de bunu ödüllendiriyor; herhangi bir şeyi kaybolan kişi de nereye
müracaat edeceğini biliyor. Ben Türkiye’de de böyle bir kayıp bürosu kurulmasını
teklif ettim, ama maalesef karşılık bulamadım.
İşçilerin çalışma koşullarıyla ilgili gözlemleriniz neler oldu?
Tabii çok yoğun bir çalışma tempoları
vardı. Babam elektronik ev eşyalarının
üretildiği bir fabrikada çalışıyordu. Bir
gün beni fabrikaya götürmüştü. Birçok
yerde olduğu gibi orada da ilk dikkatimi
çeken şeylerden biri iş güvenliğine yönelik tedbirler olmuştu. O çocuk yaşta,
“Koca koca makinelerle çalışıyorlar,
hiç iş kazası olmuyor” diye düşünürdüm, çünkü o yıllarda da ülkemizde
iş kazaları sıkça yaşanırdı. Sene 1980,
sene 2014… Türkiye’de maalesef hâlâ
yeterli iş güvenliği sağlanmadığı için
vatandaşlarımız hayatlarını kaybediyor.
12 yaşında Türkiye’ye döndükten sonra
Almanya’ya hiç gittiniz mi?
Birkaç defa yaz tatilinde gittim. Lise
dönemimde annem ve babam da çocuklarının eğitimiyle daha yakından
ilgilenebilmek için Türkiye’ye döndüler.
1980-85 arasında pek çok Türk işçinin
memleketine döndüğü bir süreç yaşandı. O dönemde Almanya da bunu
teşvik etti.
Gerek o yıllarda Türk işçilerin Almanya’nın
yeniden yapılanma sürecine katkıları
gerekse bugün Almanya’daki yurttaşlarımızın ulaştığı noktayla ilgili değerlendirmelerinizi öğrenebilir miyiz?
Tabii Türk işçilerin Alman ekonomisine
çok ciddi manada katkıları olmuştur.
Çalışmak üzere Almanya’ya gidenler
elbette çeşitli zorluklar yaşamışlardır,
“yabancı işçiler dışarı” yazılarını gördüğümüz yıllar vardır, ama şunu da belirtmek gerekir ki eğitimini ilerletmek,
çeşitli dallardaki yeteneğini geliştirmek
isteyen işçi çocukları için herhangi bir
engel çıkarılmamıştır, istisnalar vardır
tabii. Bugün siyasette, sporda, edebiyatta, iş dünyasında kendini kabullendirmiş pek çok vatandaşımız var, bu da
memnuniyet verici bir durum.
Ocak 2015
35
LATİN AMERİKA’DA NEOKLASİK SİYASET
KOLOMBİYA PARLAMENTOSU
Amerika’nın keşfini takip eden yıllarda İspanyol kolonilerine evsahipliği yapan
Kolombiya, bağımsızlığını uzun mücadelelerin ardından kazanan bir devlet.
Cumhuriyetin en simgesel yapılarından birini ise Kolombiya Parlamentosu oluşturuyor.
İnşası yaklaşık seksen yıl süren yapı, 1975 yılından bu yana ülkenin “Ulusal Anıtlar”
listesinde yer alıyor.
Elif Çelik
Ocak 2015
B
ulunduğu konum dolayısıyla Kolombiya Orta Amerika ve And Dağları ile Karayipler arasında gerçekleşen
göç dalgaları için yüzyıllarca koridor
işlevi görmüştü. Bölgedeki en eski arkeolojik bulgular Magdalena vadisinde
ortaya çıkarılmış ve MÖ 14.400 yılına
tarihleniyor. MÖ 10.500 dolaylarına ait
bulgular ise göçebe, avcı-toplayıcı ama
aynı zamanda birbiriyle ticaret yapan
yerli kabilelerin bölgede yaşadığını
gösteriyor. İlk siyasi yapılanmaların
oluşması MÖ birinci binyılı buluyor.
Amerika’nın keşfinden sonra İspanyol denizciler Kolombiya’da ilk kez 1499 yılında
Guajira yarımadasına gelir. Arkasından Kristof Kolomb dahil pek çok denizci buraya
seferler gerçekleştirir. Elbette “Altın Şehir” anlamına gelen efsanevi El Dorado’yu bulma hevesi, 16 ve 17. yüzyıllar boyunca İspanyollar başta olmak üzere Avrupalılar için
en önemli motivasyonlardan biri olur. Dağların, tepelerin, ovaların, çayırların hem
muazzam bir manzara hem de verim sunduğu bölgede limanlar da inanılmaz ölçüde
elverişlidir. Ayrıca büyük altın madenleri, baharatlar vardır. Yerli halk ise silahsız, hatta
kendilerine uzatılan kılıcı keskin yerinden tutarak ellerini kesecek kadar silah nedir
bilmeyen, kamıştan yapılmış mızraklarını sadece avlanmak için kullanan, gelişmiş ve
sağlıklı vücutlarıyla dikkat çeken insanlardı. Başlarına taktıkları kuş tüylerinden yapılmış başlıkların yanında altının ya da diğer madenlerin ve metallerin onlar için hiçbir
önemi yoktu. Sahip oldukları her şeyi değişmeye veya vermeye hazırlardı. Kolomb ve
diğerleri için boyun eğdirmeye, köle olarak çalıştırmaya oldukça yatkın görünüyorlardı.
Ocak 2015
38
Dünya Parlamentoları
Ocak 2015
Dünya Parlamentoları
Elbette Kızılderililerin yaşadığı bu muhteşem coğrafya ve
huzur, o dönem Avrupa’da Rönesans’ı yaşayan ülkeler için
pek de geçerli değildi. Modern bir devlet olma yolundaki
İspanya’da nüfusun büyük kısmını köylüler oluşturuyor,
bunlar da toprakların tamamına yakınını elinde tutan aristokrat azınlık için çalışıyordu. Avrupalılar daha önce Asya’ya
gerçekleştirilen seferlerle zenginlikler elde etmişti; İspanya
da topraktan daha değerli bir şey olan altın için bilinmeyen
okyanusları aşmaya hazırdı.
Amerika kıtasının keşfinden 50 yıl sonra, 1542 yılında
İspanyol kolonileri tarafından günümüz Kolombiya topraklarına Yeni Granada’nın kurulmasının ardından, bölgedeki Kızılderili
nüfusunda oldukça büyük bir düşüş
yaşanır. Bunda İspanyol istilaları
kadar Avrupa’dan Amerika kıtasına taşınan çiçek gibi bulaşıcı
hastalıklar da etkili olur. Ardından topraklar istilacılara tahsis
edilir, geniş çiftlikler ve maden
ocakları kurulur, çalıştırılmak
üzere Afrika’dan siyahi köleler
getirtilir.
Bölgede istila ve koloni döneminin başlamasından itibaren
İspanyol hakimiyetine karşı pek çok
ayaklanma da yaşanır, ancak ya çok
geçmeden bastırılırlar ya da koşulları değiştirmeye yeterli olmazlar. Bununla birlikte
1810 yılında Antonio Nariño önderliğinde meydana
gelen bir isyan, ertesi yıl bağımsızlık kazanılmasını sağlar.
Kolombiya, adını Amerika kıtasının fatihinden alan bir
ülke. Kristof Kolomb’un adının aslında tüm “Yeni Dünya”ya
verilmesi tasarlanır, ancak 1819 yılında günümüz Kolombiya,
Ekvador, Panama, Venezuela ve kuzeybatı Brezilya’sını kapsayan Yeni Granada Genel Valiliği’ne Kolombiya adı verilir.
İlk başkanlığını Simon Bolivar’ın yaptığı bu devletin ilk
anayasası 1821 yılında çıkarılır. Bugünkü adıyla Kolombiya
Cumhuriyeti ise 1886 yılında kurulur.
Tarih yazan isimler parlamentoda yaşatılıyor
Kolombiya Cumhuriyeti’nin parlamentosu, çift meclisli
yapıya sahip. 102 koltuklu Senato, 166 koltuklu Temsilciler
Meclisi’nden oluşan parlamentonun her üyesi eşit
haklar taşıyor. Hem senatörler hem de milletvekilleri dört yılda bir yinelenen seçimler
aracılığıyla göreve geliyor.
Günümüzde parlamento tarafından kullanılan binanın inşasından
önce Kolombiya Parlamentosu büyük salon, okul, kilise, manastır
gibi çeşitli geçici mekanlarda toplanıyordu. Bir meclis binasının
inşa edilmesi fikri ilk kez 1846
yılında ortaya çıkar ve dönemin
devlet başkanı Tomás Cipriano
de Mosquera mimar Dane Thomas Reed ile anlaşır. Anlaşmaya
göre yapının meclise, Yüce Divan’a,
Cundinamarca Eyalet Mahkemesi’ne ve
Başkanlığa evsahipliği yapması amaçlanır
ve sadece birkaç hafta sonra Reed’in tasarladığı
mimari meclis tarafından kabul edilir.
İnşasına 20 Temmuz 1848 tarihinde başlanan binanın
temel taşı da Tomás Cipriano de Mosquera ve Bogotá Başpiskoposu José Manuel Mosquera tarafından yerleştirilir.
Ocak 2015
39
40
Dünya Parlamentoları
Kolombiya Parlamentosu,
pek çok farklı etkinliğe
de evsahipliği yapıyor.
Devlet başkanları, meclis
başkanları, siyasetçiler ve
ünlü kişiler gibi ülke için
önem taşıyan insanların
cenaze törenleri bu
binada gerçekleştiriliyor.
Yapının inşası tam 78 yıl sürer, 1874’te
kullanılmaya başladığında hâlâ tam
anlamıyla bitirilmemiştir. 1 Nisan 1874
tarihinde, Manuel Murillo Toro’nun
başkanlık döneminde açılan parlamento binasında ilk yemini ise görevi
ondan devralan Santiago Perez eder.
Kolombiya Parlamentosu, kentin
tarihî köşelerinden birinde yükseliyor. Greko-Romen unsurların adapte
edildiği parlamento binası 19. yüzyılda yaygın olan Neoklasik mimarinin
önemli bir örneği. Üç katlı yapının,
ülke geçmişinde önemli roller oynayan Tomás Cipriano de Mosquera,
Jorge Gaitan, Rafael Núñez ve Alvaro
Gomez Hurtado’nun isimleri verilmiş
dört avlusu bulunuyor. Ön cephe ise
parlamentonun en görkemli kısımlarından birini oluşturuyor. Merkezdeki
portikonun iki yanında altı sıra di-
Ocak 2015
zilmiş üçlü İyon sütunları mimariye Yunan atmosferi katıyor. Yağmur sularının
boşaltıldığı ağızlar ise grotesk hayvan masklarıyla dikkat çekiyor.
Kolombiya Parlamentosu’nun merkez bloğunda bulunan Oval Oda, Senato ve
Temsilciler Meclisi’nin oturumları için kullanılıyor. Oval Oda’nın kuzeyinde bulunduğu Mosquera avlusunda, Alman heykeltıraş Ferdinand von Mueller tarafından 1883 yılında yapılan Tomás Cipriano de Mosquera’ın tunç heykeli yer alıyor.
Parlamentonun doğu kanadı Senato birimleri, protokol odası, basın odası ve
ziyaretçi salonlarına; batı kanadı ise Boyacá Salonu’na, meclis başkanı ile vekilinin
odasına, Temsilciler Meclisi birimleri ile protokol odalarına evsahipliği yapıyor.
Fransız mimar Gaston Lelarge’nin yapıya kubbe ekleme önerisi kabul edilmemiş,
zira bir kubbenin binanın yatay simetrisini bozacağı ve parlamentonun yüksekliğinin Kolombiya Katedrali’ne yaklaşmaması gerektiği düşünülmüş. Pek çok sanat
çalışması barındıran Kolombiya Parlamentosu’nun Oval Oda ve Boyacá Salonu
özellikle vitray süslemeli camlarıyla dikkat çekiyor. Yapıyı donatan heykeller
ve büstlerden en önemlileri arasında ise ana avluda yer alan Jorge Gaitan, Oval
Oda’daki Rafael Nanez, plazada bulunan Antonio Nariño ile Anayasa Salonu’ndaki
Guillermo Valencia, Alfonso Lopez ve Miguel Antonio Caro heykel ve büstleri
sayılabilir. Binanın çeşitli yerlerinde yine ülke tarihinde önemli yeri bulunan
General Santander, Francisco de Paula Santander, Achilles Parra, Camilo Torres
Tenorio, Rafael Uribe Uribe, Santos Acosta gibi isimlerin portreleri yer alıyor.
Timurçin Savaş:
Demokrasinin sağlıklı
işleyebilmesi için halk siyasette
belirleyici rol oynamalıdır
Röportaj ve Fotoğraflar: Songül Baş
1991-1995 yılları arasında
Meclis’te yer alan Kültür
eski Bakanı Timurçin
Savaş, geçmişte halkla
iç içe siyaset yapıldığını
ve adayların ön seçimle
belirlendiğini ifade ederek,
“Günümüzde her şeye
Ankara’dan karar verilmesi
doğru değil” diyor. Tecrübeli
siyasetçi, toplumdaki
farklılıklar yerine ortak
noktalar ön plana çıkarılarak
siyaset yapılması gerektiğini
de vurguluyor.
Ocak 2015
M
üzelerimizdeki her eser farklı bir hikaye fısıldıyor kulaklarımıza.
Onlarca uygarlığa ait izler, her karış toprağımızda karşımıza çıkıyor. Yüzyıllardır duygu ve düşüncelerini nakış gibi işliyor Anadolu
insanı; kâh bir kilime, kâh bir resme. Tiyatro perdesi her açıldığında
büyülüyor bizi, tıpkı 100 yaşındaki sinemamız gibi… Tarihi, kültürü,
sanatı, doğasıyla eşsiz değerdeki ülkemiz, sahip olduğu zenginliklerle
tüm dünyanın ilgisini çekiyor. Kültür ve sanat alanında politikalar
üreterek Türkiye’ye önemli katkılarda bulunmuş siyasetçiler arasında
Timurçin Savaş da yer alıyor. Kültür eski Bakanı Savaş ile siyaset
yolculuğunu, bakanlık dönemini ve ülke gündemindeki konuları
konuştuk.
Timurçin Savaş 1950 Adana doğumlu. Hayat yolculuğunun başladığı, siyasete ve eczacılık mesleğine adım attığı Saimbeyli ilçesi,
Savaş’ın yaşamında önemli bir yer tutuyor. Millî Mücadele döneminde vatan savunmasında etkin rol almış, siyasetle aktif biçimde ilgilenmiş bir ailenin çocuğu olarak ülke meselelerine sahip çıkmanın
önemini daha küçük yaşta kavrayan Savaş, “Siyasetle iç içe bir aile
ortamında büyüdüm. Adana Erkek Lisesi’nde okurken arkadaşlarımla sohbet konularımızın başında siyaset geliyordu. O dönemde
Röportaj
Cumhuriyet Halk Partisi ile Demokrat Parti vardı ve siyasi
tartışmalar sırasında benim de aralarında yer aldığım bazı
gençler İnönü’yü, bazıları da Menderes’i destekliyordu. Her
fırsatta ülke sorunlarını tartışıyor ve siyasi görüşümüz doğrultusunda düşüncelerimizi ifade ediyorduk. Siyasi parti üyeliğim ise üniversite döneminde gerçekleşti. İstanbul Eczacılık
Yüksekokulu’nda okuduğum sırada CHP Beşiktaş İlçe Gençlik
Kolu’na üye oldum. O dönemde başta sendikalarla ilişkiler
olmak üzere aktif bir siyasi çalışma dönemi geçirdim” diyor.
Timurçin Savaş, 1975 yılında mezun olunca ilk eczanesini
doğduğu ilçede açıyor. Bir yandan baba ocağındaki hastalara
şifa dağıtırken diğer yandan CHP çatısı altında siyasetle ilgilenmeye devam ediyor. 1978’de Adana’ya taşınan Timurçin
Savaş’ın siyaset yolculuğunda 1983 yılının ayrı bir önemi bulunuyor. Savaş, 12 Eylül askerî darbesinin ardından yasaklanan
siyasi faaliyetlerin 1983’te serbest bırakılması üzerine Sosyal
Demokrasi Partisi’nin (SODEP) kuruluş çalışmalarına katılıyor. Erdal İnönü’nün genel başkanlığındaki SODEP’in Adana il
teşkilatını kuran Savaş, “Yeni bir partinin siyasette yer alması o
dönemin koşullarında çok sıkıntılı bir süreçti. İlçe ilçe dolaşarak halkla toplantılar yapıyor, 12 Eylül’ü aşmamız gerektiğini
anlatıyor ve partimize üye kaydetmeye çalışıyorduk. Ne var ki
toplantı yaptığımız kahveler ertesi gün kapatılıyor, partimize
üye olanlar gözaltına alınıyordu. Tabii bana ve aileme yönelik
soruşturmalar, aramalar da oluyordu. Kahve sahiplerini mağdur etmemek için başka bir yol bulduk; Adana’nın ikliminin
de avantajıyla toplantıları meydanlarda yapmaya başladık.
“Bütün
siyasi
partiler
demokrasiyi
savunuyor, ama
bu konuda
inandırıcı
olabilmeleri
için önce
kendileri parti
içi demokrasiyi
hayata geçirmeli
ve adayları
halka danışarak
belirlemelidir.”
Sonuçta çeşitli sıkıntılara göğüs gererek
inandığımız yolda yürüdük ve Adana
teşkilatını kurduk” diye konuşuyor.
Tecrübeli siyasetçi, 1985 yılında SODEP ile Halkçı Parti’nin birleşmesiyle
Sosyaldemokrat Halkçı Parti’nin (SHP)
kurulduğunu, kendisinin de SHP Adana
İl Başkanı olduğunu belirtiyor.
Timurçin Savaş 1991 yılındaki genel
seçimlerin ardından SHP Adana Milletvekili olarak Meclis çatısı altında yer
alıyor. Savaş, milletvekilliği yıllarını
konuşmadan önce önemli bir noktanın
altını çiziyor. “Bizim dönemimizde ön
seçim vardı. 1991 yılındaki ön seçimde
Adana’da birinci sırada yer alarak milletvekili adayı oldum ve bu onurlu göreve seçildim” diyen tecrübeli siyasetçi,
sözlerini şöyle sürdürüyor: “Biz siyaset
hayatımızda her zaman halkla bir arada
olduk. Ön seçim, siyaset geleneğimizin çok önemli bir parçasıydı. Bugün
maalesef ön seçime başvurulmuyor,
adaylar konusunda siyasi parti genel
merkezleri belirleyici rol oynuyor. Bir
ilçedeki belediye meclis üyeliğinde bile
karar ilçe halkına bırakılmıyor. Böyle
olunca siyasetçiler Ankara’nın yolunu
tutuyor, tüm enerjilerini genel merkezde
kendilerini tanıtmaya harcıyor. Oysa
bu enerjiyi, bizim zamanımızdaki gibi
halkla bir arada olmak için harcamaları
gerekir. Halk siyasette tekrar belirleyici
hale getirilmeli, alınacak kararlara vatandaşın katılımı sağlanmalıdır. Bütün
siyasi partiler demokrasiyi, özgürlükleri
savunuyor, ama bu konuda inandırıcı
olabilmeleri için önce kendileri parti
içi demokrasiyi hayata geçirmeli ve
adayları halka danışarak belirlemelidir.
Vatandaş kendi ilinden seçilen milletvekilini tanımazsa TBMM ile halk
arasında kopukluk olur. Unutulmamalı
ki demokrasi halkın iradesine dayanır
ve ülkenin sorunlarının çözüm yeri halk
iradesiyle oluşan Meclis’tir.”
Ocak 2015
43
44
Röportaj
“1995 yılında Türk Dili Konuşan Ülkeler Kültür Bakanları
Nevruz Buluşması düzenleyerek çeşitli etkinlikler
gerçekleştirdik. O yıldan sonra toplumda Nevruz’la ilgili
algı değişti, bir bayram havasında kutlanmaya başladı.”
“Sanat etkinliklerini tüm yurda yaymayı hedefledim”
Timurçin Savaş 1991 yılında milletvekili seçildikten sonra İçişleri ile Plan ve Bütçe
komisyonlarında görev aldığını, 1994’te ise Kültür Bakanı olduğunu anımsatıyor.
“Yaz tatilinde olduğum bir gün Sayın Murat Karayalçın aradı ve ‘Kabinede Kültür
Bakanı olarak sizinle birlikte çalışmak istiyorum. Ne dersiniz?’ diye sordu. Ben de
‘Bakan olarak ülkeme hizmet etmekten onur duyarım’ cevabını verdim. Böylece
DYP ve SHP’nin koalisyon ortağı olduğu 50. Hükümet’te Kültür Bakanı olarak görev
yaptım” diyen Savaş, o dönemdeki çalışmalarından mutlulukla söz ediyor. Sanatsal
etkinlikler, tarihî eserler, kütüphaneler, yurt dışı tanıtımları gibi kültür ve sanatın her
alanında önemli faaliyetler gerçekleştirildiğini ifade eden Savaş, “Bakanlık yaptığım
dönemde terör olayları ülkenin en önemli sorunlarından biriydi. Böyle bir ortamda
kültür ve sanatın insanları birleştirme, kaynaştırma, hoşgörü ortamı yaratma gibi
yönlerinden yararlanarak sanatsal etkinlikleri tüm yurda yaymayı hedefledim. Bu
amaçla ilk aşamada 12 ili kapsayacak şekilde Anadolu Kültür ve Sanat Şöleni’ni organize ederek ilkini 2-9 Ekim 1994’te Van’da düzenledik. Sanatçılarımızın katkılarıyla
çok başarılı bir organizasyon oldu” diyor. 1995 yılını “Hoşgörü Yılı” ilan ettiklerini
anımsatan Savaş, o dönemdeki Nevruz kutlamaları için de ayrı bir parantez açıyor.
Tecrübeli siyasetçi, “18-22 Mart 1995 tarihinde ‘Türk Dili Konuşan Ülkeler Kültür
Bakanları Nevruz Buluşması’ düzenledik. O yıllarda Nevruz’la ilgili yanlış bir algılama vardı; Nevruz sanki etnik bir yapının bayramıymış gibi düşünülüyordu. Kültür
Ocak 2015
bakanları buluşmasında Nevruz’un bir
Türk geleneği olduğunu ve yüzyıllardır
kutlandığını belirttik. Ayrıca Bakanlığımızın uzmanlarına Nevruz’la ilgili
kapsamlı araştırmalar yaptırdık ve bunları kamuoyuyla paylaştık. Üç gün süren
etkinlik çerçevesinde Cumhurbaşkanı
Süleyman Demirel, TBMM Başkanı
Hüsamettin Cindoruk ve Başbakan
Tansu Çiller’i ziyaret ettik, Atatürk
Bulvarı’nda bir resmigeçit düzenledik.
O yıldan sonra toplumda Nevruz’la
ilgili algı değişti, bir bayram havasında
kutlanmaya başladı” diye konuşuyor.
Timurçin Savaş, bakanlık dönemine
değinirken yeni kitapların basımına,
tarihî eserlerin korunmasına, topluma
okuma alışkanlığının kazandırılmasına
ve sanatçıların daha özgür bir ortamda
ürünlerini ortaya koyabilmeleri için
gerekli düzenlemelerin yapılmasına
verdiği öneme de işaret ediyor.
Tecrübeli siyasetçi, bakanlık döneminden unutamadığı bir anısını ise
şöyle anlatıyor: “Kanunî Sultan Süleyman anıtının Macaristan’da dikilmesi
için tüm çalışmalar tamamlanmış,
açılış töreni için Zigetvar’a gitmiştik. Bize tercümanlık eden genç kız,
‘Efendim, anıtın dikilmesi Macaristan
Parlamentosu’nda tartışmalara neden
oluyor’ dedi. Bunu duyunca açılıştaki
konuşmamda amacımızın Macarları
yenmiş bir padişahın anıtını dikmek
olmadığını, iki ülke arasındaki dostluk ilişkilerine ve Macar toplumunun hoşgörüsüne dayanarak tarihî
bir gerçeği yansıtmak istediğimizi,
Macaristan’ın millî kahramanları Rakoczi ve Kossuth’un Türkiye’de kaldıkları evleri müze haline getirdiğimizi
söylemeye karar verdim. Tercümanımıza da ‘Konuşmamı Türkçe ve Macarca
yapmak istiyorum’ dedim. Bir metin
hazırlayarak Macarca okunuşunu birkaç akşam tercümanla birlikte çalıştım. Anıtın açılış töreninde Macarca
Röportaj
konuşma yapınca büyük alkış aldım. Törene katılan Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, akşam eşimi görünce gülerek
yanına gelmiş ve ‘Ayşe Hanım, bundan sonraki törende ben
de Macarca konuşacağım, bütün alkışı Bakan Bey aldı’ demiş.
Bu, unutamadığım hoş bir anıdır.”
“Tartışılarak alınan kararlar çok
daha isabetli oluyor”
Tecrübeli siyasetçinin Meclis çatısı altında yer aldığı yıllar
koalisyon hükümetleri dönemine denk geliyor. DYP ve
SHP’nin koalisyon ortağı olduğu 50. Hükümet’te Kültür
Bakanlığı yapan Timurçin Savaş, “Türkiye’de çok partili
dönemin başladığı 1946’dan itibaren mücadele eden iki
siyasi kanadın aynı hükümette yer alması hem ülke yönetiminin geldiği demokratik seviyeyi göstermesi hem de
toplumun kaynaşması açısından önemliydi” diyor. Koalisyon
hükümetleri döneminde başta istikrar olmak üzere çeşitli
konularda sorunlar yaşansa da kararların tartışma ve uzlaşı
sonrasında alınmasının ülke sorunlarının çözümüne büyük
katkı sağladığını vurgulayan Savaş, “Herkesin görüşlerini
ifade ettiği tartışma ortamından sonra alınan kararlar çok
daha isabetli oluyor. Bizim dönemimizde koalisyon ortakları
arasında anlayış vardı, çok önemli sorunlar yaşanmadan
uyumlu bir çalışma sergilendi. Bakan arkadaşlarımızın
yılların siyaset birikimine sahip olmaları da bu uyumun
sağlanmasında önemli bir faktördü” görüşünü dile getiriyor.
Timurçin Savaş’la sohbetimiz sırasında bir siyasetçinin
sahip olması gereken niteliklerden de söz ediyoruz. “Siyasetçi öncelikle dürüst, ilkeli, tutarlı olmalı ve örnek davranışlar sergilemelidir. Ülke menfaatlerini her şeyin üzerinde
tutmak ve her zaman halkla iç içe olmak da siyasette büyük
önem taşır. Ayrıca bir siyasetçinin ülkemizi temsil kabiliyetine sahip olması gerekir” diyen Savaş, sözlerini şöyle
sürdürüyor: “Muhalefette yer alan siyasetçiler, ülkeyi iktidar
partisinden daha iyi yönetecekleri güvenini halka verebilmelidirler. Bunun için de çok çalışmalı ve ülke sorunlarının
çözümü için somut önerilerini ortaya koymalıdırlar. Kısır
bir siyaset anlayışıyla iktidar olunamayacağını muhalefet
partilerinin tecrübeyle öğrenmiş olmaları gerekir.”
Timurçin Savaş, ülke gündemindeki konulara ilişkin değerlendirmelerini sorduğumuzda toplumsal hoşgörü, birlik
ve beraberliğin önemini vurgulayarak şu görüşleri dile getiriyor: “Siyaset yapan kişilerin ve ülke yönetiminde en üst
düzeyde görev alanların her zaman sorumluluk duygusuyla
hareket etmesi gerekir. Toplumdaki etnik köken, mezhep
gibi farklılıklar siyasete alet edilmemelidir. Demokrasi ve
insan haklarını öne çıkararak, herkese eşit davranarak, hiç
kimseyi ötelemeyerek hareket ettiğimizde toplumu kaynaştırırız, aksi halde ülke büyük zarar görür. Komşularımızla
ilişkilerimizi de Atatürk’ün çok güzel bir şekilde ifade ettiği
gibi ‘Yurtta sulh, cihanda sulh’ prensibiyle yürütmeliyiz.”
Timurçin Savaş, 1995 yılından bu yana Meclis’te yer almasa da siyasetten hiç kopmadığını belirtiyor. CHP’nin Adana
il delegesi olarak siyasi çalışmalarına devam eden Savaş,
yeniden milletvekili adaylığını düşünüp düşünmediğini
sorduğumuzda, “Ön seçim yapılırsa adaylığı düşünüyorum.
Konuşmamızın başında da belirttiğim gibi bizim siyaset
geleneğimizde ön seçim önemlidir. Halkın görüşüne başvurulması, katılımcılığın sağlanması demokrasinin daha
iyi işlemesine katkı sağlar. Her şeye Ankara’daki genel merkezden karar verilirse, liderlerin söylediği hiç tartışılmadan
kabul edilirse sağlıklı kararların alınması kolay olmaz”
yanıtını veriyor. Bir yandan siyasetle ilgilenmeye devam
ederken diğer yandan eczacılık ve çiftçilik yaptığını ifade
eden Timurçin Savaş, “En çok sevdiğim iki şey çalışmak ve
kitap okumaktır” diyor.
Ocak 2015
45
46
Şamil Tayyar
AK Parti Gaziantep Milletvekili
2015 yılında tarihî bir seçime gideceğiz. Bu seçim hem AK Parti hem de Türkiye açısından son derece
önemli. Yeni Türkiye’yi yeni bir anayasayla inşa etmek istiyoruz ve bunun için 330’un üzerinde milletvekili çoğunluğu arzu ediyoruz. Bugün Türkiye’nin en temel problemlerinden biri Kürt meselesi. Bu meselenin çözümüne ilişkin yürütülen görüşmeler 2015 yılında sonuçlanma aşamasına gelecek; o açıdan da
kritik bir döneme giriyoruz. 2015, eğer bir terslik yaşanmazsa, PKK’nın silah bırakacağı, barış ve kardeşlik ortamının tesis edileceği bir yıl olabilir. Aksi halde, çözüm sürecinin kesintiye uğraması durumunda,
Allah korusun tekrar o eski günlere dönme riskiyle karşı karşıya kalabiliriz. Onun için 2015’in kritik ve
önemli bir yıl olduğunu düşünüyorum. Geleceği inşa ederken herkes elini taşın altına koyarsa, sorumluluk duygusuyla hareket ederse geçmişte olduğu gibi bugün de bu problemleri çok rahat aşabiliriz. Zaten
toplumda da bu yönde güçlü bir arzu ve beklenti var. 2015’in kardeşlik projelerinin hayata geçeceği, Yeni Türkiye yolunda engellerin
aşılacağı bir yıl olmasını temenni ediyorum.
Ayşe Nedret Akova
CHP Balıkesir Milletvekili
2015 yılına girerken geçtiğimiz dönemlerin sıkıntılarının giderilmiş, sorunlarının çözülmüş olması,
temel insan hak ve özgürlüklerinin korunması ve gelişmesi hepimizin ortak dileğidir. Demokrasi ve hukukun üstünlüğünün egemen olduğu, herkese eşit fırsatların sunulduğu, işsizlik, yoksulluk, terör gibi sorunların çözüldüğü, büyüyen, üreten, refah içerisinde bir Türkiye’ye kavuşmak arzusuyla mücadelemize
2015 yılında da devam edeceğiz.
2014’te diğer yıllarda olduğu gibi halkımızın en önemli talepleri iş, atanma, burs ve yurt oldu. İşsizlik
ve yoksulluk Türkiye’nin en önemli sorunlarındandır. 2013 yılında Türkiye’de 21 milyon 923 bin yoksul
bulunmaktadır. Nüfusun %15’i yoksulluk riski altındadır. 2013 yılında sürekli yoksulluk riski altında
olanların oranı %13’tür, “maddi yoksunluk” oranı %49,7 olarak hesaplanmıştır. Bu çok önemli bir orandır; halkımızın yarısı ciddi bir maddi sıkıntı ile karşı karşıya olup en temel yiyecekleri bile alamıyor demektir. Gelir uçurumunun büyüklüğü,
nüfusun refahı eşit bir şekilde paylaşamaması hepimizin ortak akıl ile çözmesi gereken sorunlardır. Bu sorunlar, 2015 yılında yaşam
standartlarının yükselmesi, büyüyen ve kalkınan bir ülke olmak, gelişmiş ülkelerle arayı hızla kapatmak için çalışmalarımıza ağırlık
vereceğimizi göstermektedir. Halkımızın yeni yılını kutluyor, barış içinde, sağlıklı, mutlu ve refah dolu bir yıl diliyorum.
Ocak 2015
47
Ramazan Kerim Özkan
CHP Burdur Milletvekili
2014 yılı içerisinde devletimiz ve milletimiz için pek de parlak olmayan olaylara maruz kaldık. Düşüncelere zincir vuruldu, önlerine soğuk, paslı demirler çekildi. Özgürce düşünmek ayrı suç, düşünceleri
özgürce yayımlamak ayrı suç oldu. Üreticiler, uygulanan yanlış ekonomi politikalarıyla bankalara mahkum kılındı. Köylülerimize milletin efendisidir dendi, topraklarına ipotekle el konulup rant elde edildi.
Barışın simgesi dendi, zeytin ağaçları kesildi. Ülke ekonomisi ile övünüldü, 2002-2014 yılları arasında
yüzde 4,5 büyüdük, olmamız gereken noktaya ulaşamadık. Görüldüğü üzere çok parlak olmayan bir yıl
geçirdik, keşke daha güzel cümleler kurup, iyi işleyen bir hukuktan, özgür bir basından, güçlü bir çiftçiden veya iş sorunu olmayan gençlerin Türkiye’sinden bahsedebilseydik. Bizler bu durumu düzeltmek,
özgür, insan haklarına saygılı, de- mokratik bir Türkiye’de yaşamak için, güçlü üretici, güçlü çiftçi için 2015 yılında da durmadan çalışmaya
devam edeceğiz. Bizim ülkemiz hepimize yetecek kadar büyük bir ülke, yeter ki yolsuzluklar, haksızlıklar, hukuksuzluklar olmasın. Unutulmamalıdır ki gecenin en karanlık olduğu an, sabaha en yakın olan andır. Biz milletimizin aydınlık sabahı olmak için varız.
Zühal Topcu
MHP Genel Başkan Yardımcısı ve Ankara Milletvekili
2015 yılının tüm insanlığa huzur, barış, bereket, kardeşlik ve sağlık getirmesini temenni ederken, milletimizin birliğinin, bütünlüğünün ve dirliğinin daim olmasını Yüce Rabbim’den niyaz ederim.
Mustafa Gökhan Gülşen
AK Parti Kastamonu Milletvekili
TÜRKIYE önümüzdeki on yıllık süreçte en hızlı kalkınacak iki ülkeden biri konumundadır. Türkiye’nin
büyümesi ve kalkınması 2015 yılında da devam edecektir. Hükümetlerimiz döneminde bugüne kadar
gerçekleştirilen başarılı hizmetlere yenileri eklenecektir. 2015 yılına yönelik en önemli beklentilerimizden biri, çözüm sürecinin hayırlısıyla sonuçlanması, milletimizin kucaklaşması, Türkiye’nin ayağındaki
prangalardan kurtulmasıdır. Bilindiği üzere 2015 yılında seçimler yapılacaktır. AK Parti bugüne kadar
girdiği tüm seçimlerde olduğu gibi bu seçimde de başarıya ulaşacak ve iktidar olacaktır. Bizim beklentimiz, partimizin yeni anayasayı en azından referanduma götürecek bir çoğunlukla Meclis’te temsil
edilmesidir. Şimdiden bunun işaretleri de görülmektedir. 2015 yılının tüm vatandaşlarımıza sağlık,
mutluluk ve huzur getirmesini temenni ediyorum.
Ocak 2015
48
Namık Havutça
CHP Balıkesir Milletvekili
2014 yılında, ne yazık ki hedeflediğimiz demokrasi standartlarına ulaşılamamış, çalışanlar ve emek-
lilerin istemlerine yanıt verilememiştir. İşsizlik Türkiye’nin en önemli sorunlarından biridir; iki buçuk
milyon işsiz yurttaşımız var. Bugün hâlâ barışçıl gösterilerde polis şiddetinin üst düzeyde olduğu bir
Türkiye’de yaşıyoruz. Tüm bunlara rağmen 55 İslam ülkesi arasında Türkiye’nin, demokrasisini geliştirme, daha özgürlükçü, adil, mutlu, müreffeh bir ülke yaratma konusunda umut vadettiğini düşünüyorum. Ülkemiz zengin doğal ve kültürel kaynakları, her şeyden önemlisi genç ve dinamik nüfusuyla
çok daha güçlü bir devlet olma yolunda azimle ilerleyecek potansiyele sahiptir. Burada bize düşen görev,
farklılıkları zenginlik kabul ederek birbirimize sevgi, saygı ve hoşgörüyle yaklaşmamızdır. 2015 yılında
bizi bu değerlerle buluşturacak en önemli güç, demokrasi standartlarımızı yükseltmek olacaktır. Önümüzdeki seçimler için
hedefimiz, Türkiye’de demokrasiyi, özgürlükleri, insan haklarını belirginleştirecek, işsizliği önleyecek, çalışanların haklarını sağlayacak,
emeklilerin hayat standartlarını yükseltecek bir CHP iktidarıdır.
Mustafa Erdem
MHP Ankara Milletvekili
2015 yılında barış, huzur, birlik ve dirlik olmasını temenni ediyoruz. 2014 yılı ve öncesine bakıldığında
terörün azdığını, Türkiye’nin komşularıyla ilişkilerini “sıfır sorun”a indirmiş değil, her tarafı sorun haline gelmiş bir ülke olduğunu görüyoruz. 2015 yılındaki seçimlerin başta PKK olmak üzere Türkiye’nin
tüm sorunlarından kurtuluşuna vesile olmasını diliyoruz. Bu manada 2015’i bir umut yılı olarak görüyor, Türk milletinin geleceğe güvenle bakabilmesi için herkesin üzerine düşen görevi yerine getirmesini
temenni ediyoruz.
Nesrin Ulema
AK Parti İzmir Milletvekili
ON iki yıl boyunca bu ülkede mevcut siyasi anlayışın ve siyasi geleneğin değiştiği bir süreç yaşadık.
2015’in, on iki yıllık birikimle vatandaşa hizmetin devam edeceği bir yıl olmasını temenni ediyorum.
Ülke olarak üzerinde en çok durmamız gereken iki konu var. Birincisi çözüm süreci, ikincisi ise vesayetçi anlayışlarla mücadele, yani millet iradesini her şeyin üzerinde tutma. Bu konularda umut ediyorum
ki muhalefetin de desteğiyle beraber ülkemiz başarılı sonuçlar elde edecektir. 2015 yılının hayırlı, uğurlu
olmasını temenni ediyorum.
Ocak 2015
49
Erkan Akçay
MHP Manisa Milletvekili
YENI bir yılın eşiğindeyiz. Geleceğe umutla bakmak için dünden ders çıkarmak gerekmektedir. Bütün
olumsuzluklara rağmen 2015 yılıyla ilgili beslediğimiz umutlarımız vardır. Yeni yılda ülkemizin hak ettiği
huzur, refah ve ilerlemeye ulaşmasını diliyorum. 2015’in Türk milletinin millî birlik ve beraberliğinin yeniden tesis edileceği, istismar ve gerilimden beslenen zihniyetlerin son bulmaya başlayacağı bir yıl olacağına
inanıyorum. Yeni yılda umutlar tazelenecek, ayrılık yerine kucaklaşma, çatışma yerine uzlaşma gelecek,
Türk milletinin özgüveni yeniden yükselecektir. 2015 yılının toplumu ayrıştırma gayretlerinin boşa çıkarıldığı, terör tehdidinin sona erdiği, dürüstlüğün onaylanarak yolsuzluk ve rüşvetin cezalandırıldığı
bir yıl olmasını temenni ediyor; yeni yılın ülkemize, milletimize ve bütün insanlığa huzur ve esenlik
getirmesini diliyorum.
A. Levent Tüzel
HDP İstanbul Milletvekili
İŞÇI sınıfı ve dünya halklarımızın emek, özgürlük ve barış mücadelesinde daha başarılı günlere yürümek dileğiyle, sağlıklı bir yeni yıl dilerim.
Burhan Kayatürk
AK Parti Van Milletvekili
2015’E baktığımızda öncelikle çok zor bir atmosfer görüyoruz; bir tarafta komşularımızın yaşadığı
problemler, diğer tarafta küresel ekonomik bunalım var. Türkiye bu olumsuzluklar içinde çok avantajlı
konuma geçebilir. Her şeyden önce bir yıl boyunca G-20’nin dönemsel başkanlığını yapacağız, bunun
da önemli bir avantaj olduğuna inanıyoruz. Türkiye 2002 yılından bu yana ekonomiden sağlığa, dış
politikadan eğitime kadar her alanda büyük mesafe kat etti. Bu ilerleme 2015’te de devam edecektir.
Türkiye’nin en büyük problemi olan Kürt meselesinin ise 2015 yılında çözüm yoluna gireceği umudu ve
beklentisi bütün vatandaşlarımızda vardır. Dolayısıyla ben yeni yılda daha müreffeh bir Türkiye bulabileceğimize inanıyorum. 2015 yılının ülkemiz ve bütün insanlık için hayırlı olmasını temenni ediyorum.
Ocak 2015
Afrodit’le tanışıp
Çingene Kızı’yla büyülenmek
ZEUGMA
Mozaik Müzesi
Renkli ve küçük taşları
kendi aralarında bir
ahenk ve renk uyumuna
göre dizerek geleceğe
bir miras bırakmak,
gelecektekilere bir
hikaye anlatmak istediler
sanki. Zeugma’nın
mozaik ustaları, çoğunun
adı bilinmiyor olsa da, iki
bin yıl öncesinin Picasso,
Dali, Van Gogh’larıydılar
aslında. Bu yüzden
o dönemde yerleri
süsleyen mozaikler,
bugün duvarlarda
sergilenmeye layık.
Pınar Ünsal
Ocak 2015
Müzeler
K
imi zaman nazlı nazlı süzüldü,
çoğu zaman çağlayarak aktı. Fırat
Nehri tarihin her döneminde kuru topraklara can verdi, insanları doyurdu,
susuzluğu giderdi. Bu koca ve uzun
nehir boyunca kurulan medeniyetler
yalnızca verdikleri taş ve toprak eserler, bronz heykellerle değil, mozaik
sanatına dair en güzel örneklerle de
anılır oldu. Belki de mozaik sanatı,
Fırat’ın renkli taşlarıyla doğdu.
Doğu sınırını Fırat Nehri’nin çizdiği
Kommagene, mozaik sanatına dair
benzersiz eserlerin sunulduğu bir krallıktı. Bugün Gaziantep, Adıyaman ve
Şanlıurfa illerinin bulunduğu topraklarda hüküm süren krallığın başkenti
Samosata’ydı (Samsat) ve dönemin en
meşhur mozaik ustaları bu şehirden
çıkıyordu.
Kommagene Krallığı’nın dört büyük
kentinden bir diğeri Zeugma ise Fırat
Nehri’nin geçilebilir en sığ yerinde bulunuyordu. Şehri Kommagene Krallığı
değil, Büyük İskender’in kumandanı
ve Selevkos Krallığı’nın sahibi I. Selevkos kurmuştu. Romalıların eline
geçmesinin ardından “Zeugma” olarak
değiştirilecek şehrin adı Selevkeya
Euphrates’ti. Roma İmparatorluğu
şehrin adını değiştirmekle kalmamış,
Zeugma’da kendinden sonra gelen tüm
uygarlıklarda hayranlık uyandıracak
izler bırakmıştı; mozaikler…
Ocak 2015
51
52
Müzeler
Zeminlerinin mozaik,
duvarlarının freskolarla
süslü olduğu evler
merkezî avlu, kabul
salonu ve bahçeden
oluşuyordu. Zemin
mozaikleri kimi zaman
Zeugmalıların yaşamından
kesitler, kimi zaman tanrı
betimlemeleri içeriyordu.
MS 1. yüzyılda Zeugma’da Roma
etkileri iyiden iyiye görülmeye başladı.
Kommagene Krallığı sınırları içindeyken doğu ve batı arasında bir kavşak
noktası, ticaretin yoğun olarak yapıldığı
bir yer olan Zeugma’da krallığın zengin
tüccarları yaşıyordu. Roma döneminde
asker ve sanatçıların yerleşmesi şehri
daha canlı hale getirdi.
Helen ve Pers geleneklerine göre
yaşamını sürdüren Zeugma, Roma
İmparatorluğu’na ait bir şehir olmasının
ardından bu geleneklerden yavaş yavaş
sıyrılıyor, gitgide Romalı oluyordu.
Bunun en büyük kanıtı da mimarideki
Ocak 2015
Müzeler
değişimdi. Romalıların, etrafı
sütunlarla çevrili avluya sahip
peristilli ev tipi, Fırat Nehri kenarındaki villalarda görülmeye
başladı. Zeminlerinin mozaik,
duvarlarının freskolarla süslü
olduğu evler merkezî avlu, kabul
salonu ve bahçeden oluşuyordu.
Zemin mozaikleri kimi zaman
Zeugmalıların yaşamından kesitler, kimi zaman tanrı betimlemeleri içeriyordu. Bu ufak taş parçaları, kendi aralarında bir ahenk ve
renk uyumuna göre dizildiğinde
elbette bir kompozisyon oluşturuyordu, ancak onları değerli kılan
diğer özellik usta ellerden çıkmış
birer sanat eseri olmalarıydı.
Müze muhafızları
Mars ve Athena
Zeugma’da bu derece önem taşıyan iki bin yıllık mozaiklerin
keşfi 19. yüzyılda olmuş. Ancak
o yıllarda Anadolu’nun pek çok
yerinden olduğu gibi Zeugma’dan
da yurt dışına eser kaçakçılığı
yapılmış. Ayrıca definecilerin
keşfettiği mozaikler bilinçsizce,
parça parça kesilerek çeşitli müzelere satılmış.
Zeugma’da ilk bilimsel ve yasal
kazılara 1971 yılında başlanmış;
onlarca yıl süren çalışmalar sonucu ele geçirilen mozaik, heykel,
bulla gibi eserler Gaziantep Arkeoloji Müzesi’ne taşınmış.
Birecik Barajı’nın yapımının
tamamlanmasının ardından Zeugma antik kenti su altında kalma tehlikesi yaşamış. Oluşturulan koruma bölgelerine rağmen kurtarılamayacak olan
mozaikler hummalı çalışmalar neticesinde çıkarılmış, Zeugma Mozaik Müzesi için çok önemli ve büyük bir kaynak
oluşturulmuş.
Zeugma Mozaik Müzesi’nin inşasına 2008 yılında başlanmış. Binanın resmî açılışı ise 2011 tarihinde yapılmış.
Türkiye’de arkeolojik zenginliklerin sergilendiği onlarca müze
bulunuyor. Ancak Zeugma Mozaik Müzesi’nin dünyanın en büyük
mozaik müzelerinden biri olma
özelliği var. Büyük bir bütçe ayrılarak inşa edilen müzede teknolojinin nimetlerinden olabildiğince
yararlanılmış. Hologramlı görsel
efektler, gezi güzergahı üzerinde
bulunan ve mozaiklerle ilgili
bilgi veren kiosklar, duvardaki
Zeugma şehri görseli, mozaiklerin eksik parçalarını tamamlayan
sinevizyon uygulamaları müze
ziyaretçilerini kültürel ve tarihî
bir yolculuğa çıkarıyor.
Zeugma Mozaik Müzesi’nin
girişinde Athena heykeli bulunuyor. Bu heykel Zeugma antik
kentindeki Athena Tapınağı’ndan
getirilmiş, ancak müze girişine
konulma nedeni yalnızca bu değil. Sanat, barış ve ilham tanrısı
Athena’nın Zeugma şehri için
özel bir yeri bulunuyor; inanışa
göre bu tanrı şehri düşmanlardan
ve kötülüklerden koruyordu.
Müzeye girildiğinde tanıdık bir
stel ziyaretçileri karşılıyor. Bazalt
taştan imal edilmiş bu stelde
tıpkı Nemrut Dağı’ndaki gibi,
Herakles ve Kommagene Kralı I.
Antiokhos’un tokalaşma sahnesi
betimlenmiş. Doğu ve batı uygarlıklarını birleştirerek genler topluluğu yaratma hayalindeki kral,
stelde kendi topraklarına geldiği
için Yunan kahraman Herakles’e
teşekkür ediyor. Bu stel, tarihteki
ilk tokalaşma sahnesini betimlemesi nedeniyle önem taşıyor.
Müzenin mozaikler haricindeki bir diğer önemli eseri Mars
heykeli. Roma Mitolojisi’nde savaş tanrısı olan Mars betimlemelerine, Roma İmparatorluğu’nun hakimiyet kurduğu pek
çok bölgede rastlanıyor. Zeugma’daki heykel ise işçiliğinin
yanı sıra bir elinde bahar dalı diğer elinde mızrak tutması
nedeniyle dünyadaki örneklerinden ayrılıyor. Mars (mart)
ayının Roma döneminde savaşların başladığı ay olması ve ba-
Ocak 2015
53
54
Müzeler
harı müjdelemesi nedeniyle tanrı Mars
bu şekilde tasvir edilmiş.
Müzede yer alan mozaikler yerleştirilirken Zeugma antik kentindeki coğrafi
konumları göz önünde bulundurulmuş.
Fırat Nehri’ne en yakın konumda bulunan mozaikler girişe, kentin teraslarına
doğru yükselenler birbirini izleyen sırada yerleştirilmiş. Müze ve Gaziantep’le
özdeşleşmiş, dünyaca ünlü “Çingene
Kızı” mozaiğini görmek içinse biraz sabırlı olmak gerekiyor. Mozaik müzenin
ikinci katında yer alıyor.
Her metrekare başka
bir efsane anlatıyor
Müzede sergilenen mozaiklerden bazıları iki bin yıl evvelinin birer fotoğrafı
adeta. Kimisiyse betimlediği efsane ve
masallarla dönemin tanrı ve inanışlarına ışık tutuyor; “Pasiphae Daidalos”
mozaiğinde olduğu gibi. Minos kralının karısı Pasiphae, kızı Ariadne, dadı
Ocak 2015
Müzenin mozaikler haricindeki bir diğer önemli eseri
Mars heykeli. Roma Mitolojisi’nde savaş tanrısı olan
Mars betimlemelerine, Roma İmparatorluğu’nun
hakimiyet kurduğu pek çok bölgede rastlanıyor.
Trophos, Daidalos, oğlu İkados, Minos Boğası ve Eros’un bulunduğu “Pasiphae
Daidalos” mozaiğinde Minos Boğası’nın öyküsü anlatılır. İnanışa göre Poseidon,
kurban etmesi için Minos kralına bir boğa gönderir. Kral boğayı kesmeyi ihmal
edince Poseidon, Pasiphae’yi boğaya âşık ederek kralı cezalandırır.
Bir efsanenin anlatıldığı eserlerden diğeri “Posedion ile Okeanos ve Tethys” mozaiği. 2000 yılında Gaziantep Müzesi tarafından yürütülen kazılarda ortaya çıkarılan
mozaikte deniz tanrısı Posedion, nehir tanrısı Okeanos ve karısı Tethys bulunuyor.
İnanışa göre Poseidon’un nüfuz alanı nehir ve ırmakların deniz ve göllere döküldüğü
yerde sona eriyordu. Bu mozaikte Okeanos’un Poseidon’dan daha küçük, yarım ve
aşağıda betimlenmesi deniz tanrısının etki alanına nehirlerin de dahil edildiğini
gösteriyor.
“Eros ile Psykhe”nin Poseidon villasının dinlenme odasına ait bir zemin mozaiği
olduğu düşünülüyor. İnanışa göre Psykhe, tanrıça Afrodit’ten daha güzel bir ölümlüdür. Güzelliği o kadar meşhurdur ki herkes onu Afrodit sanarak tapmaya başlar.
Buna sinirlenen Afrodit, oğlu Eros’u görevlendirir. Amacı Eros’un Psykhe’ye aşk oku
Müzeler
fırlatması ve onu dünyanın en çirkin adamına aşık etmesidir.
Ancak işler Afrodit’in umduğu gibi gitmez ve Psykhe’yi gören Eros ona âşık olur. Müzede sergilenen mozaikte Eros ve
Psykhe’nin kavuşması resmedilmiş. Bu resmin etrafında bulunan desenli çerçevede elma, armut, nar, üzüm gibi meyveler
ile bıyıklı ve sakallı bereket maskları yer alıyor.
Fenike Kralı Agenor’un kızı Europa’nın boğa kılığına girmiş Zeus tarafından kaçırılmasını betimleyen “Europa’nın
Kaçırılışı”; Odysseus’un, Skyros Adası’nın Kralı Lykomedes’in
sarayında Akhilleus’u arayıp bulması hikayesinin anlatıldığı
“Akhilleus Skyros Adası’nda”; Truva Savaşı’nda geçen bir öykünün betimlendiği “Paris’in Yargısı”; Samsatlı Zosimos ustanın
Afrodit’e ithafen yaptığı “Afrodit’in Doğuşu” mozaikleri mü-
zenin dikkat çeken eserleri arasında bulunuyor. Şarap ve doğa
tanrısı Dionysos ile Ariadne’nin düğününün tasvir edildiği
“Dionysos’un Düğünü” mozaiği de müzeye ait önemli eserler
arasında yer alıyor. Bu değerli mozaiğin, Zeugma antik kentinde sergilendiği sırada büyük bir bölümü çalınmış. Müzede bu
eksik kısım sinevizyon aracılığıyla tamamlanıyor.
Çalınan başka değerli mozaik parçaları “Çingene Kızı”na ait.
Mozaik Zeugma’da ilk bulunduğunda başlığı ve alnının kısalığı
nedeniyle bu isim verilmiş. Bazı arkeologlar bu figürün Büyük
İskender, bazıları ise yer tanrısı Gaia olduğunu iddia ediyor.
Ancak yaygın görüş, başının yanındaki asma filizleri nedeniyle
figürün Dionysos’un müridesi Menad olduğu yönünde. Mozaiği tamamlayan parçalar bulunamadığından “Çingene Kızı”nın
anlattığı hikaye bilinmiyor.
Zeugma Mozaik Müzesi’nde yaklaşık 1500 metrekarelik bir
restorasyon laboratuvarı bulunuyor. Bu alanın camla çevrili olması ziyaretçilerin yapılan işleri görmesine de olanak sağlıyor.
Restorasyonu bitirilip teşhir edilen yaklaşık 2 bin 500 metrekare mozaik, 140 metrekare duvar resmi, çeşme, sütun ve lahitler
müze içinde Zeugma’yı adeta yeniden yaratmış. Türkiye’nin
yanı sıra dünyanın da oldukça önem verdiği, her yıl pek çok
yerli ve yabancı turisti ağırlayan müze, Türkiye’nin müzecilik
alanındaki haklı gururları arasında yer alıyor.
Ocak 2015
55
Mehmet Atilla Maraş:
Siyasette yüksek
performans
sergileyebilmek için
“düşünen adam”
olmak gerekir
Röportaj ve Fotoğraflar: Songül Baş
2002-2007 yılları arasında
milletvekilliği yapan Mehmet
Atilla Maraş, “Yeni fikirler
ortaya koymadan, hiçbir şey
üretmeden yapılan siyaset
ülkeye fayda sağlamaz.
Siyasette yüksek performans
sergileyebilmek okumakla,
yazmakla, sanatla ilgilenmekle
mümkün olur. Siyasetçiler
tahsilli, kültürlü, birikimli
olduğu sürece siyaset yüksek
seviyede yapılır, bir başka
ifadeyle sanatsal bir siyaset
ortaya konulur” diyor.
Ocak 2015
S
iyaset ve edebiyat… Her ikisi de bilgi, birikim ve yetenek istiyor. Bu iki önemli alanda birden emek ve hizmet vermiş pek
çok değerli isim bulunuyor. Şair, yazar ve siyasetçi Mehmet Atilla
Maraş da bu isimler arasında yer alıyor. TBMM 22. Dönem Şanlıurfa Milletvekili Maraş, bu ayki röportaj sayfalarımıza konuk
oluyor. Maraş ile edebiyat ve siyaset yolculuğunu, milletvekilliği
dönemini ve ülke gündemindeki konuları konuştuk.
Mehmet Atilla Maraş 1949 Şanlıurfa doğumlu. İlk ve ortaöğrenimini tamamladığı “Peygamberler Şehri”ndeki çocukluk ve ilk
gençlik yılları ayrı bir yer tutuyor Maraş’ın hayatında. Unutamadığı o günleri Her sabah kuş sesleri doldururdu odamı / Uyanırdım
yorgun bir gecenin ağır uykusundan / Hazindi mersiyeler ezanlar
göğü yırtardı / Uyanır ağlardı çocuklar susamış dudaklarıyla / Sınırı
geçerdi kolcular üst üste mayınlar patlardı / Bozulurdu birdenbire o
tül sessizliği gecenin / Üzüm bağlarında uzun bir koşuydu çocukluğumuz / İnce bir hüznü dolu dolu yaşardık bütün güz... dizeleriyle
anlatıyor “Bir Eski Gece Şiiri”nde. Atatürk Üniversitesi Ziraat
Fakültesi’nde okuduğu yıllarda yüreğini saran hasret ise “Aney”
Röportaj
şiirinde dile geliyor: ... Aney / Hani yaz
geldi mi / Evimizin o küçücük penceresine / Bir çift Yusuftutan kuşu konar ya /
Hani asmamız üzüm bağlar, sumaklar
sakızlanır / İnsanlar çalışır harıl harıl kış için / Güneş yandırır o kavruk
yüzlerini / Hani sen elinde “sıtıl” suya
gidersin / İşte o zaman geleceğim / Bekle
beni...
Mehmet Atilla Maraş’ın edebiyata
ve siyasete ilgisi ilk gençlik yıllar ı nda başl ıyor. “Çocu k luğ u mda n
beri okumaya düşkünüm. Ortaokul
döneminde okul yönetimi önemli
günlerde bana şiir okuturdu. Bir gün
Cahit Sıtkı Tarancı’nın bir risalesi
elime geçti. Onu okuyunca dünyam
değişti, ben de şiir yazmaya başladım.
Tabii ilk başta karalama şeylerdi,
lise yıllarında işi daha sıkı tuttum,
Urfa’dak i gazetelerde şiirlerim ve
yazı larım yay ımlanmaya başladı”
diyen Maraş, üniversite döneminde
ise arkadaşlarıyla birlikte dergiler
çıkardığını, böylece kendisini tam
anlamıyla yazın hayatının içinde bulduğunu belirtiyor. O tarihlerde siyasi
görüşü de şekillenen Mehmet Atilla
Maraş, AK Parti’nin kurulduğu 2001
yılına kadar aktif siyasetin içinde yer
almıyor, ancak edebiyat yolculuğunu
sürdürüyor. Şiir kitapları yayımlanan,
yurt içi ve yurt dışında önemli ödüller
kazanan, eserleri birçok dile çevrilen
Maraş, çeşitli üniversitelerde lisans ve
yüksek lisans tezlerine konu oluyor.
1998-2000 yılları arasında ise Türkiye Yazarlar Birliği Genel Başkanlığı
yapıyor.
“Kişisel
çıkarları
değil,
memleketin
ve milletin
çıkarlarını
düşünmeyi,
diğergam
olmayı, milletin
vekilliğini
layıkıyla yerine
getirebilmeyi
hedefledik
ve bu yönde
uygulamalar
içinde olduk.”
“Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın daveti üzerine AK Parti’nin
Şanlıurfa teşkilatının kurucuları arasında yer aldım. Bir yıl
boyunca Şanlıurfa’da parti teşkilatının kurulması ve büyümesine yönelik çalışmalarda bulundum. O dönemde erken
seçim kararı alındı ve yeni kurulmuş bir parti olmamıza
rağmen iktidara geldik. Ben de Şanlıurfa’dan milletvekili
seçildim. İktidar partisi olarak millete hizmet yolunda
büyük bir heyecanla, aşkla, şevkle çalışmaya başladık.
Türkiye’yi her alanda ayağa kaldırmak için kolları sıvadık.
Acil eylem planları yaptık ve bunları hızla uygulamaya
koyduk. Mesela karayolları başta olmak üzere ulaşımda
önemli atılımlar gerçekleştirdik. ‘Madem iktidar olduk, o
halde muktedir olmaya çalışalım’ düşüncesiyle mesai mefhumu olmadan çalıştık, tüm bilgi ve birikimimizi ortaya
koyduk. Bunun sonucunda da muvaffak olduk. Şunu da
ifade etmek isterim, biz çalışmalarımızı yürütürken siyasi
klişelere itibar etmedik, yeni bir siyaset anlayışı ve siyaset
dili oluşturmaya özen gösterdik. Kişisel çıkarları değil,
memleketin ve milletin çıkarlarını düşünmeyi, diğergam
olmayı, milletin vekilliğini layıkıyla yerine getirebilmeyi
hedefledik ve bu yönde uygulamalar içinde olduk.”
Mehmet Atilla Maraş’ın milletvekilliği, Türkiye’de uzun
bir aradan sonra tek partinin iktidar olduğu döneme denk
geliyor. AK Parti ve CHP’nin Meclis’te yer aldığı TBMM 22.
Dönem’de görev yapan Maraş, “2002 yılında AK Parti’nin
tek başına iktidara gelmesi ülkemize her alanda istikrar
getirdi” diyor. Tecrübeli siyasetçi, o dönemdeki iktidarmuhalefet ilişkisini ise şu sözlerle değerlendiriyor: “Ülkemizdeki muhalefet anlayışı, iktidar doğru da yapsa yanlış
da yapsa eleştirmeye yöneliktir. Bizim dönemimizde de bu
şekildeydi. Muhalefet partisindeki arkadaşlarımıza ‘Niye bu
kadar sert muhalefet yapıyorsunuz?’ diye sorduğumuzda
‘Muhalefet olarak görevimizi yerine getiriyoruz’ diyorlardı.
“Siyasi klişelere itibar
etmedik, yeni bir siyaset
anlayışı getirdik”
2001 yılına gelindiğinde Mehmet Atilla Maraş AK Parti’nin kuruluş çalışmalarında yer alarak aktif siyasete giriyor. Maraş o günleri şöyle anlatıyor:
Ocak 2015
57
58
Röportaj
Mehmet Atilla Maraş’ın Doğudan Batıdan Orta Doğudan, Şehrayin, Aney, Zor Sözler, Child Dreams,
Merhaba Ey Hüzün, Künyemize Aşk Yazıldı, Adanmış Şiirler, Şair Milletvekilleri, Bulurum Ben Yar
Seni, Peygamberler Şehri Şanlıurfa, Beyaz Adamın Kutusu, Rüya Şehir Urfa ve Rüya Şehir’de Bir
Gün isimli eserleri bulunuyor.
Kendilerine olumlu muhalefet yapma imkanı da olduğunu hatırlatıyorduk. ‘Biz
yeni bir iktidar anlayışı getiriyoruz, siz de yeni bir muhalefet söylemi geliştirebilirsiniz’ diyorduk, fakat onlar eski alışkanlıklarını bırakmadılar. Tabii sert
ifadeler kürsüdeki konuşmalarla sınırlı kalıyordu, Genel Kurul Salonu dışında
iktidar ve muhalefet milletvekilleri arasında bir gerginlik yoktu. Bugün Meclis’te
yumruk yumruğa kavga edecek noktaya gelinmesini, iki milletvekilinin birbirine
küfür etmesini çok ayıplıyorum; bu durumu kabul etmek mümkün değil. Meclis’teki tartışmalar, kavgalar televizyon ekranından Genel Kurul çalışmalarını
izleyen vatandaşları da olumsuz etkiler. Milletvekilleri her yönden örnek olmaları
gerektiğini unutmamalıdırlar. İktidar ve muhalefet milletvekilleri nezaketi ve
mutabakat arayışını elden bırakmadan, yüksek bir performansla hizmet yarışını
devam ettirmelidir.”
“İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu’nda
çok güzel çalışmalar yaptık”
Mehmet Atilla Maraş, milletvekilliği sırasında beş yıl boyunca İnsan Haklarını
İnceleme Komisyonu’nda görev yaptığını hatırlatıyor. Türkiye Yazarlar Birliği
Genel Başkanı olduğu dönemde birçok sivil toplum örgütü başkanıyla birlikte
düşünce, ifade ve inanç özgürlüğü önündeki engellerin kaldırılması için eylem
Ocak 2015
başlattıklarını belirten Maraş, “Bir
yazı yazıyorsunuz, ‘suç işlediniz’ diye
ifadeniz alınıyor, hakkınızda dava
açılıyor. Bir ülkede düşünce özgür
olmazsa o ülke kalkınabilir mi? O dönemde sivil toplum örgütü başkanları
olarak savcılığa başvurduk ve ‘Biz suç
işliyoruz, gelin bizi tutuklayın’ dedik.
Özgürlüklerin önündeki engellerin
kaldırılması için mücadele vermiş
biri olarak Meclis’e geldiğimde İnsan
Haklarını İnceleme Komisyonu’nda
görev aldım. Komisyondaki milletvekili arkadaşımızla birlikte çok güzel
çalışmalar gerçekleştirdik” diye konuşuyor.
Tecrübeli siyasetçi, Meclis çatısı
altında unutamadığı bir günü ise şöyle
anlatıyor: “İstiklal Marşı’nın kabulünün yıldönümü dolayısıyla kürsüde
bir konuşma yaptım. Konuşmamı
bitirince ‘Sayın Başkan müsaade ederseniz İstiklal Marşımızın tamamını
okumak istiyorum’ dedim. Başkan’ın
müsaadesi üzerine gür bir sesle ve
heyecan duyarak on kıtayı okudum.
‘Allah bir daha milletimize İstiklal
Marşı yazdırmasın’ diyerek bitirdiğim
konuşmam Genel Kurul Salonu’ndaki
milletvekilleri tarafından alkışlandı.
Bildiğiniz gibi İstiklal Marşı 12 Mart
1921 tarihinde Hamdullah Suphi Tanrıöver tarafından Meclis kürsüsünde
dört defa okunmuş ve milletvekillerince ayakta alkışlanmıştır. O günden
sonra İstik lal Marşımızın tamamı
kürsüde okunmamıştır. Ben Hamdullah Suphi Tanrıöver’den sonra on
kıtayı Meclis kürsüsünde okuyarak bir
ilki gerçekleştirmiş oldum. Bu benim
için çok güzel bir anıdır.”
Mehmet Atilla Maraş’ın milletvek i l l iğ i y ı l la rı nda k i ça lışma la rı
arasında Şair Milletvekilleri isimli
kitap da dikkat çekiyor. Maraş, kitabın öyküsünü şu sözlerle anlatıyor:
“Meclisimizin kuruluşunun 85’inci
Röportaj
“Türkiye, ortaya koyduğu büyük hedeflere mutlaka
ulaşacaktır. Dünyada itibar ve söz sahibi bir ülke
olarak geleceğini şekillendirecektir. Bütün bunların
planlamaları yapılmıştır ve bu yöndeki çalışmalar
devam etmektedir.”
yıldönümünde, o güne kadar milletvekilliği yapmış şairlerle ilgili bir kitap hazırlamak istedim. Konya Senatörü Feyzi Halıcı’nın bu yönde bir çalışması vardı,
fakat aradan 20-25 yıl geçmişti. TBMM 22. Dönem’i de içine alacak şekilde yeni
bir kitap hazırlamayı düşündüm. TBMM Başkanı Sayın Bülent Arınç’a konuyu
ilettim. ‘Çok iyi olur, ne zaman hazırlarsın?’ dedi. ‘Üç ay içinde teslim ederim’
cevabını verdim. Ocak ayında çalışmaya başladım, martta tamamladım. Abdülhak Hamit Tarhan, Mehmet Akif Ersoy, Yahya Kemal Beyatlı, Faruk Nafiz
Çamlıbel, Arif Nihat Asya ve Bülent Ecevit’in de aralarında bulunduğu seksen
şair milletvekilinin şiirlerinin yer aldığı Şair Milletvekilleri kitabını hazırladım.
Bu çalışmayı Meclisimizin 85. yılına armağan olarak düşündüm ve telif ücreti
talep etmedim.”
“Hiçbir şey üretmeden yapılan siyaset
ülkeye bir şey kazandırmaz”
Mehmet Atilla Maraş, siyasetçilerin edebiyat ve sanatla ilgilenmeleri konusundaki düşüncelerini sorduğumuzda, “Siyasetle uğraşan kişilerin yeni fikirler ortaya
koyabilmesi, üretken olabilmesi için okuma-yazma ve düşünme eylemlerinin
fazla olması gerekir. Hiçbir şey üretmeden, sadece oylama sırasında elini kal-
dırıp indirerek yapılan siyaset ülkeye
bir şey kazandırmaz. Siyasette yüksek
performans sergileyebilmek ve ülkeye
fayda sağlayacak işlere imza atabilmek
için ‘düşünen adam’ olmak gerekir.
Bu da ancak okumakla, yazmakla,
sanatla ilgilenmekle mümkün olur.
Edebiyat ve sanatla beslenen siyasetçinin uf ku geniştir, dünyaya farklı
açılardan bakmayı bilir. Siyasetçiler
tahsilli, kültürlü, birikimli olduğu
sürece siyaset yüksek seviyede yapılır,
bir başka ifadeyle sanatsal bir siyaset
ortaya konulur. Neticede de siyasette
hem daha etkin olunur hem de ülkeye
çok daha faydalı işler yapılır” diyor.
Mehmet Atilla Maraş’la sohbetimiz
sırasında ülke gündemindeki konulara da değiniyoruz. Tecrübeli siyasetçi,
“Ülkemiz yeni bir yöne doğru evriliyor; eski Türkiye giderek geçmişte
kalıyor, yeni bir Türkiye doğuyor.
Genç bir nüfusa ve zengin yer altı-yer
üstü kaynak larına sahip ülkemiz,
potansiyelini harekete geçirerek 2023
hedef lerine doğru yol alıyor. Türkiye, ortaya koyduğu büyük hedef lere
mutlaka ulaşacaktır. Dünyada itibar
ve söz sahibi bir ülke olarak geleceğini şekillendirecektir. Bütün bunların
planlamaları yapılmıştır ve bu yöndeki çalışmalar devam etmektedir” diye
konuşuyor.
Mehmet Atilla Maraş, 2007 yılından bu yana Meclis çatısı altında yer
almıyor. Aktif siyasetten uzak olsa
da edebiyat alanındaki çalışmalarını
devam ettiren Maraş, Türkiye Dil ve
Edebiyat Derneği Başkan Yardımcısı
olarak çeşitli faaliyetler yürütüyor.
Mehmet Atilla Maraş’ın şiir sohbetleri
ise edebiyatla iç içe bir akşam geçirmek isteyenleri bekliyor.
Ocak 2015
59
60
Dostluk Grupları
Türkiye-Çin Parlamentolararası Dostluk Grubu Başkanı
Abdulkadir Emin Önen:
Türkiye ile Çin arasında
işbirliğinin geliştirilmesi
ve çeşitlendirilmesi için
büyük bir potansiyel
ve ortak irade vardır
Söyleşi: Elif Çelik
Türkiye-Çin Parlamentolararası Dostluk Grubu ne zaman kuruldu,
iki ülke ilişkileri açısından ne gibi hedefleri bulunuyor?
Bildiğiniz gibi parlamentolararası dostluk grupları her yasama
döneminde yeniden kurulmaktadır. Türkiye-Çin Parlamentolararası Dostluk Grubu 24. Dönem’de benim başkanlığımda
16 Kasım 2011 tarihinde kuruldu. Türkiye-Çin Parlamentolararası Dostluk Grubu, 351 milletvekili ile TBMM’de en fazla
üyesi olan dostluk gruplarından biridir.
İki ülke dostluk grubu parlamentolararası ilişkilerin geliştirilmesi yanında tarihî, kültürel ve ticari ilişkilere altyapı
hazırlanmasını da sağlamaktadır. Bunların yanında iki ülkenin çıkarları doğrultusunda hareket ederek parlamentolar
arasında bilgi alışverişi de yapılmaktadır.
Çin Parlamentosu’nda Türkiye Dostluk Grubu bulunuyor mu?
Başkanlık döneminizde yürüttüğünüz çalışmalardan bahseder
misiniz?
Çin Halk Cumhuriyeti parlamentosunda başkanlığını Xiqochu Wang’ın yaptığı Türkiye Dostluk Grubu vardır. Baş-
Ocak 2015
kanlığım döneminde Çin’e çok sayıda çalışma ziyaretinde
bulundum. Ayrıca bu ülkeden ülkemize gelen heyetlerle bir
araya geldim. Kısaca bunlara değinmek gerekirse:
7-12 Ocak 2012 tarihleri arasında Çin’de gerçekleştirilen,
inşaat ve altyapı konulu Türkiye-Çin 2. İş Forumu’na katıldım.
Burada hükümetimizi ve dostluk grubunu temsilen Türkiye’deki yatırım ortamını anlatarak, “rekabet değil işbirliği”
sloganıyla işbirliği yapılmasının Türkiye’nin menfaatine olacağını vurguladım.
21 Şubat 2012 günü Çin Devlet Başkan Yardımcısı Xi Jinping ve beraberindeki heyetin TBMM’de ve Cumhurbaşkanlığındaki kabulüne katıldım. On yıldır devam eden bu denli
yoğun işbirliğinin ardından, Çin Devlet Başkan Yardımcısı
Xi Jinping’in Türkiye ziyareti sırasında 3 milyar dolarlık altı
anlaşma imzalandı.
22 Şubat 2012 günü İstanbul’da gerçekleştirilen TürkiyeÇin Ekonomi, Ticaret ve Yatırım İşbirliği Forumu’na katıldım. Forumda şirketlerin kendi aralarında imzaladıkları
enerji, madencilik, inşaat, tekstil, hayvancılık, bankacılık
Dostluk Grupları
gibi başlıklar altındaki 28 anlaşmanın
tutarı 1,3 milyar dolardır. Toplamda
4,3 milyar dolar tutarındaki ticari
anlaşmalar, AK Parti’nin Asya-Pasifik
politikasının doğruluğunun yanı sıra
sürdürülebilirliğinin ve uygulanabilirliğinin göstergesidir.
Parlamentolararası Dostluk Grubu
Başkanı olarak 2012 yılı Ocak ayında
Çin’e yapmış olduğum çalışma ziyaretinde eksikliğini hissettiğim diplomatik
ilişkilerin gelişim sürecini anlatan ve
iki ülkenin kültürlerini tanıtacak bir
fotoğraf sergisinin TBMM’de açılmasını teklif ettim. Bu teklif her iki ülke
tarafından kabul gördü ve “Türk-Çin
Diplomatik İlişkilerinin 40. Yılı Fotoğraf Sergisi” 22 Mart 2012 günü TBMM
Şeref Holü’nde açıldı. Sergiye TBMM
Başkanvekili Mehmet Sağlam, Çin’in
Ankara Büyükelçisi Gong Xiaosheng,
Çin Halkı Siyasi Danışma Konferansı
Dış İlişkiler Komitesi Başkanvekili
Zhao Jinjun ve beraberindeki parlamento heyeti ile milletvekilleri katıldı.
Bir gün sonra 23 Mart 2012 günü Çin
Spor Bakanı Lu Hao’yı AK Parti Genel
Merkezi’nde ağırladım. Bu toplantıda
AK Parti’nin seçimlerde kazandığı
başarıların değerlendirilmesinin yanı
sıra Çin’in birçok spor dalında uluslararası alandaki başarı ve deneyimlerinden
faydalanılabilecek projelerin hayata
geçirilmesi üzerinde durduk.
Çin Başbakanı Wen Jiabao’nun daveti üzerine o dönemde Başbakanımız
olan Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip
Erdoğan ve beraberindeki heyet ile 7-11
Nisan 2012 tarihleri arasında Çin’e
resmî bir ziyaret gerçekleştirdik. Bu
ziyaretin en önemli özelliği Türkiye’den
Çin’e, Başbakan düzeyinde 27 yıl aradan sonra yapılan ilk ziyaret olmasıydı.
Ziyarete ticaret, enerji ve turizm alanlarında ulusal ve uluslararası alanda
faaliyet gösteren üç yüze yakın işadamının katılması, Türkiye’nin ekonomik
“İki ülke
arasında
2010 yılında
imzalanan
mutabakata
göre 2012
yılında
Türkiye’de
Çin Yılı, 2013
yılında ise
Çin’de Türk Yılı
ilan edilmişti.”
ve ticari açıdan Çin ile ilişkilerine ne kadar önem verdiğini
göstermektedir.
24-30 Nisan 2012 tarihleri arasında bu kez Çin Komünist
Partisi’nin (ÇKP) resmî davetlisi olarak, o dönem AK Parti
Genel Başkan Yardımcısı ve İstanbul Milletvekili Abdülkadir
Aksu ile beş kişilik milletvekili heyetiyle birlikte yeniden Çin’e
gittim. Bu ziyaretim sırasında Dostluk Grubu başkanı olarak,
ÇKP’nin mahalle örgütlenmesini inceledim ve üç büyük ilin
belediye başkanı ile görüştüm.
22 Mayıs 2012 günü Marmara Üniversitesi’nde gerçekleştirilen “Gelişen Dünyada Türkiye-Çin İlişkileri” sempozyumuna
katıldım. Sempozyumda yaptığım konuşmada Türkiye ile Çin
arasındaki tarihî İpek Yolu’nun canlandırılmasının teşvik
edilmesi ve İpek Yolu güzergahındaki diğer ülkelerle de işbirliğinin artırılması gerektiğini vurguladım.
28-29 Mayıs 2012 tarihleri arasında iki günlük resmî ziyaret
için İstanbul’a gelen Çin Ulusal Halk Kongresi Başkanı Wu
Bangguo’yu karşılayan heyet içerisindeydim. Bu ziyaretin
iki ülke arasındaki ticaretin, kültür ve turizmin gelişmesine
olumlu katkı yapacağını umuyorum. 12-14 Haziran 2012
tarihlerinde İstanbul’da gerçekleştirilen Türk-Çin Hukuk
Zirvesi’ne katıldım. Çin’den ve Türkiye’den akademisyen ve
hukukçuların katıldığı zirvenin açılış konuşmasını yaptım.
İki ülke arasında 2010 yılında imzalanan mutabakata göre,
2012 yılında Türkiye’de Çin Yılı, 2013 yılında ise Çin’de
Türk Yılı ilan edilmişti. 2012 Çin Kültür Yılı’nın açılışı, 12
Aralık 2011 tarihinde Kültür ve Turizm Bakanımız ve Çin
Kültür Bakan Yardımcısı’nın katılımıyla Ankara’da “İpek
Yolu’ndan Yeni Mesaj” isimli gösteri ve “Ünlü Çinli Ressamların Fırçasından İpek Yolu” isimli karma resim sergisiyle
gerçekleştirildi.
2012 yılı boyunca Çin tarafı, ülkemizin değişik şehirlerinde
çeşitli resim sergileri, geleneksel gösteriler (uçurtma, kukla,
gölge oyunu), tiyatro, dans ve bale gösterileri, moda defileleri,
çağdaş sanat sergileri, çay kültürü tanıtımı gibi etkinlikler
düzenledi. Hatta “Nanjing Sırma Dokuma Kumaş Sergisi ve
Defilesi” etkinliğini de 2012 Haziran ayı sonunda seçim bölgem Şanlıurfa’da gerçekleştirdik.
19-27 Mart 2013 tarihleri arasında ise Kültür ve Turizm
Bakanı Ömer Çelik ile birlikte Çin’e gittim. 21 Mart 2013 günü
Pekin’de, 25 Mart 2013 günü de Şanghay’da gerçekleştirilen
Türk Kültür Yılı açılışına katıldım.
2013 Türk Kültür Yılı ziyareti süresince gerek resmî yetkililerle, gerekse özel sektör temsilcileriyle gerçekleştirilen
görüşmelerde Türkiye ile Çin arasındaki kültürel ilişkiler ve
turizm alanındaki işbirliği tüm boyutlarıyla ele alındı.
Biz hem AK Parti olarak hem de TBMM Dostluk Grubu
Ocak 2015
61
62
Dostluk Grupları
“Çin, Türkiye’ye sanıldığı kadar uzak bir ülke değildir.
Başta Orta Doğu ve Afrika olmak üzere bölge
ülkelerine yaptığı yatırımlar ve kurduğu ilişkiler ile
Türkiye’nin yanı başındadır ve küresel bir aktör
pozisyonundadır.”
olarak 2013 yılının Çin’de Türk Kültür Yılı ilan edilmesini önemsiyoruz. Çünkü bu
etkinlik, Doğu ve Batı sentezinin uyumunu yansıtarak Türk kültürünü ve sanatını
tanıtıyor. Bu etkinlikle, iki ülke vatandaşlarının birbirlerini daha iyi tanımaları için
önemli bir adım atılmıştır.
Türkiye ile Çin arasındaki ilişkiler hangi düzeyde ve hangi alanlarda yürütülüyor? Bu ilişkilerin geliştirilmesi ve sürdürülmesi bölge siyaseti bakımından nasıl bir önem taşıyor?
Türkiye ile Çin arasındaki dostluk bin yıllık bir kültüre, tarihe ve İpek Yolu’na kadar
dayanır. Ancak diplomatik anlamda iki ülke arasındaki ilişkinin başlangıcı olarak
4 Ağustos 1971 tarihinde Türkiye’nin Paris Büyükelçisi Hasan Esat Işık ile Çin’in
Paris Büyükelçisi Huang-Chen arasında imzalanan protokol kabul edilmektedir.
2002 yılı sonrasında Devlet Başkanları düzeyindeki karşılıklı ziyaretlerde yapılan
anlaşmalar ve 2010 yılında ilişkilerin stratejik işbirliği düzeyine yükseltilmesi yatırımcıları yeni bir vizyon arayışına sevk etmiştir. 2001 yılında 1 milyon dolar olan
ticaret hacmi, 2013 yılı sonunda 28,3 milyar dolara ulaşan Çin, Asya’daki en büyük
ticaret ortağımızdır. Ayrıca, yapılan anlaşmalarda, iki devletin yanı sıra iki ülke özel
sektörleri arasında da işbirliği anlaşmalarının imzalanması iki boyutlu işbirliğinin
göstergesidir. Zira 2010 yılında iki ülkenin koyduğu ticaret hacminin 2015 yılında
50 milyar dolara, 2020 yılında ise 100 milyar dolara çıkarılması hedefine AK Parti
hükümetleri döneminde kararlı bir şekilde adım adım ilerlenmektedir.
Halen Türkiye pazarında, CMEC, CRCC, DEC, ZTE, Huewei, Chery, Geely,
BYD, Nuchtech gibi birçok Çinli firma faaliyet göstermektedir. Firmalar enerji,
madencilik, müteahhitlik, demir-çelik, altyapı, inşaat ve telekomünikasyon başta
Ocak 2015
olmak üzere birçok sektörde Türk
şirketleriyle önemli ortaklıklar kurmaktadır. Bu ortaklıklara Belarus’ta
1 milyar dolarlık bir termik santralin
(Kayı İnşaat-Harbin Power Energy)
ve Cezayir’de 2,5 milyar dolarlık bir
demiryolu projesinin (Özgen İnşaatChina Railway Construction Company/
CRCC) yatırımlarını örnek verebiliriz.
Ayrıca, işbirliğinin maddi yapısını
oluşturan İkili Para Takas Anlaşması,
Türk Lirası-Yuan (TL-R MB Swap)
şeklinde 21 Şubat 2012 günü imzalanmıştır. Bu anlaşma iki ülke arasında
bugüne kadar euro ve dolar üzerinden
gerçekleşen ticareti her iki ülkenin yerel
para birimine kaydıracak ve ticareti
kolaylaştıracaktır. Ayrıca para takası sırasında ortaya çıkan sorunları ortadan
kaldıracaktır.
Ekonomik alanda Çin ile ilişkiler
bu şekilde yürürken siyasi alanda da
önemli gelişmeler yaşanmaktadır.
Bugün dünya haritasına baktığınızda Çin’in Türkiye’ye uzak olduğunu
düşünebilirsiniz. Belki de bugüne
kadar siyasi ve politik nedenlerden
dolayı oluşturulan Uzakdoğu algısının
etkisi altında da kalabilirsiniz. Belki
de Osmanlı’dan bu yana ülkemizin
yönünün batıya çevrilmiş olması bizi
bu coğrafyadan uzaklaştırmış olabilir.
Ancak Çin, Türkiye’ye sanıldığı kadar
uzak bir ülke değildir. Başta Orta Doğu
ve Afrika olmak üzere bölge ülkelerine
yaptığı yatırımlar ve kurduğu ilişkiler
ile Türkiye’nin yanı başındadır ve küresel bir aktör pozisyonundadır.
Her ne kadar Çin, barış yanlısı ulusal
savunma politikası izlediğini ve herhangi bir ülkeye karşı tehdit oluşturmadığını ifade etse de BM nezdindeki veto
gücü sayesinde sınır komşumuz gibi,
bölgenin ve Suriye halkının geleceğini
tayin etmeye çalışmaktadır. Bunun nedeni, Orta Doğu ve Afrika ülkelerinden
başta petrol olmak üzere önemli ölçüde
Dostluk Grupları
hammadde sağlaması ve bölgede önemli yatırımlarının bulunmasıdır. Bu nedenlerle
Çin, yatırım yaptığı ülke ve bölgede ekonomik ve siyasi istikrara önem vermektedir.
Nitekim Çin BM Güvenlik Konseyi’nin 4 Ekim 2011, 4 Şubat 2012 ve 17 Şubat
2012 tarihlerinde sunmuş olduğu Suriye’ye yönelik yaptırım kararlarına karşı çıkarak, Suriye’de yönetim değişikliğini sağlayacak uluslararası yapının oluşmasına
engel olmuştur. Çin ayrıca 1 Mart ve 23 Mart 2012 tarihlerinde BM İnsan Hakları
Komisyonu’nda Suriye’deki insan hakları durumu ile ilgili karar taslağına da ret
oyu vererek karşı çıkmıştır.
Çin, Suriye’deki krizin çözümü noktasında Annan Planı’nı destekleyen ülkelerden
biri olsa da bu plan Çin’in BM’ye sunduğu çözüm teklifiyle örtüşmektedir. Çin,
Suriye’de devam eden sorunun, BM tüzüğünün amaçları ve ilkeleriyle, uluslararası ilişkilerin temel ilkeleri çerçevesinde çözülmesini istemektedir. Sonuç olarak
Asya’nın doğu ve batısındaki köklü medeniyetlerin mirasçısı iki ülke arasında
işbirliğinin geliştirilmesi ve çeşitlendirilmesi için büyük bir potansiyel ve ortak
irade vardır.
Türkiye’nin batıdan uzaklaşmadan yönünü doğuya çevirmesi başta ekonomik
ve siyasi nedenler olmak üzere bir nevi zorunluluk halini almıştır. Batı ile doğuyu
birbirine alternatif görmeden çok yönlü bir yaklaşımla işbirliği içindeki ülkelere
güven vermesi Türkiye’nin bölgesinde önemli bir oyun kurucu olmasını sağlamıştır.
Bu yeni yapı, Türkiye’ye kendi çıkar ve menfaatleri doğrultusunda çok boyutlu dış
politika izleme imkanını sağlamıştır. Tarihî İpek Yolu’nun sadece ticaret açısından
değil sosyal, hukuki ve politik açıdan da canlandırılması teşvik edilmelidir. İpek
Yolu güzergahındaki ülkelerle işbirliğinin artırılması geleceği çok daha aydınlık
bir Türkiye demektir.
Türkiye’nin başta Çin olmak üzere Uzak Doğu ülkeleri ile ilişkileri ne boyuttadır? TürkiyeÇin Parlamentolararası Dostluk Grubu’nun önümüzdeki dönemde ne gibi faaliyetleri
olacak?
Çin, çevresel ve jeopolitik çıkarlarını etkileyen ve uzun vadeli stratejik hedeflerini
gerçekleştirmek için ülkeler ve bölgesel işbirliği örgütleri ile ilişkilerini geliştirmektedir. İkili İlişkiler, Jeopolitik ve Stratejik düzeyde yürütülen ilişkilerde Türkiye’nin,
burada belirtilen üç değişik düzeydeki ilişki modelleri içerisinde yer aldığı açıkça
görülmektedir. Ayrıca Çin’in 2002
yılından bu yana sürdürdüğü dış politikasında Türkiye, esas ülkeler statüsünde bulunmaktadır. Dolayısıyla
iki ülkenin politikası birlikte hareket
ederek işbirliğinin güçlendirilmesi
temelinde olacaktır.
Türkiye olarak, Asya’nın en büyük
örgütlerinden olan Güneydoğu Asya
Ülkeleri Birliği (ASEAN) Dostluk ve
İşbirliği Anlaşması’nı 2010 yılında
imzaladık. ASEAN bölgesinde, başta
Endonezya, Malezya ve Tayland olmak
üzere bölgedeki diğer ülkelerle de ilişkilerimizi geliştirmeyi hedef liyoruz.
2012’de Şanghay İşbirliği Örgütü’yle
diyalog ortaklığını hayata geçirdik.
2010-2014 döneminde Asya’da İşbirliği ve Güven Artırıcı Önlemler
Konferansı’nın (AİGK-CICA) dönem
başkanlığını yürüttük.
Türk dünyasının ortak hedeflerini
gerçekleştirecek Türk Konseyi’ni yani
TÜRKPA’yı kurduk. Bu yüzyılın en
önemli enerji projelerinden biri olan
TANAP’ı hayata geçiyoruz. TİKA, Yunus Emre Enstitüsü, Yurtdışı Türkler
ve Akraba Topluluklar Başkanlığı gibi
resmî ve önemli kuruluşlar eliyle ya da
büyükelçilerimiz vasıtasıyla Asya’da
birçok önemli projeye imza atıyoruz.
Ortaya çıkan önyargı, yanlış algılama
ve kutuplaşmayı ortadan kaldırmak
için ortak siyasi bir irade oluşturulmasını hedefliyoruz.
Bu bağlamda işbirliği yaptığımız
başta ASEAN üyesi ülkeler olmak üzere
diğer ülkelerin parlamentoları ile parlamentolararası ilişkilerin ilerletilmesine ve karşılıklı ziyaretlerin devamına
önem veriyoruz. Bu ülkelerin ekonomik
durumunu, kültür ve yaşayışını Batılı
kaynaklardan öğrenmek yerine, daha
dostane ilişkiler ile tanıyoruz. Böylece
ülkelerin birbirlerine daha yakın olmasına katkıda bulunuyoruz.
Ocak 2015
63
64
Kalemi nurefşan bir mebus
Falih Rıfkı Atay
Küçük yaşlardan itibaren iyi bir gözlemci olan ve çevresindeki yanlışları tespit
eden Falih Rıfkı Atay, ta o zamanlarda büyük bir düşünce adamı olacağının ve
edebiyatı fikir ile harmanlayacağının sinyallerini vermişti.
İrem Coşkunseven
Ocak 2015
65
Falih Rıfkı
Atay, Cemal
Paşa’nın
karargahında
yedek subay
olarak görev
yaptığı yıllardaki
gözlemlerini
Ateş ve
Güneş ile
Zeytindağı isimli
kitaplarında bir
araya getirir.
F
alih Rıfkı Atay, Osmanlı Devleti’nin birçok yönden çökmeye başladığı bir dönemde dünyaya gelir. Egemen olduğu
toprakları yavaş yavaş kaybeden ve milliyetçilik akımının
etkisinde ortaya çıkan ayaklanmalarla boğuşan Osmanlı’da
sıkı bir yönetim söz konusudur. Babası bir din adamı, ağabeyi ise yasaklı yayınlara meraklı bir zabit olan Falih Rıfkı,
tıpkı yaşadığı dönem gibi gelenek ile yeniliklere açık iki ayrı
düşünce tarzının ortasında büyür. Hal böyleyken Falih Rıfkı,
ilk gençlik yıllarından itibaren eleştirel bir tavır takınarak
siyasi yazılar yazmaya başlar.
Falih Rıfkı, rüştiyeyi bitirdikten sonra dönemin saygın
okullarından biri olan Mercan İdadisi’nde eğitim hayatına
devam eder. Hüseyin Cahid’in müdürlük yaptığı bu okulda,
henüz on dört yaşındayken yazdığı bir kompozisyon, edebiyat hocası Celal Sahir tarafından Servet-i Fünun dergisinde
yayımlanır. Yazın hayatına başladığı bu ilk yazısında ağdalı
bir üslup kullanan Falih Rıfkı, daha sonra sadeleşmiş fakat
basitleşmemiş, çarpıcı bir üslup benimseyecektir.
İdadi yılları boyunca koyu bir İttihatçı olan yazar, II. Meşrutiyet döneminde fikir bakımından Ziya Gökalp’ten, edebi eserler bakımından ise
Yahya Kemal’den etkilendiğini ifade
eder. Mercan İdadisi’ni bitirdikten
sonra ağır edebi üslubunu terk edip
Türkçülük akımının etkisinde yazılar
yazmaya başlar.
Darülfünun’da eğitimini sürdürürken Tecelli dergisinde yazın hayatını
devam ettirir. Bu yıllarda Osmanlı’nın
içinde bulunduğu durumu, İttihat
ve Terak ki Cemiyeti ile muhalefet
arasındaki ilişkileri yalnızca Türk
basınından değil, yabancı basından da
takip eder. Balkan Savaşları sırasında
ise İttihat ve Terakki’nin yayın organı
olan Tanin gazetesinde yazılar yazmaya başlar. Yazılarında devletin içinde
bulunduğu durumdan kurtulmanın
yolunun “yeni Turancı gençlik” olduğunu belirtir. Bu kavramla anlatmak
istediği, Türkleri bir araya getirecek ve
topluma öncülük edecek eğitimli, taze
kanlardır. Kısa bir süre sonra da Tanin
gazetesinin kadrolu muhabirlerinden
biri olur ve ardından birlikte çalışacağı
Cemal Paşa’yla da bu sayede tanışır.
Koyu İttihatçı’nın aklında
şüphe tohumları ve
sorular filizleniyor
Birinci Dünya Savaşı’nın başladığı günlerde Bahriye Nazırı Cemal
Paşa’nın Kalemi Mahsus Müdür Muavini olarak çalışmaya başlar. Ülkede seferberlik ilan edilmesiyle birlikte Falih
Rıfkı, Kanal Cephesi’ne ve Suriye’deki
Dördüncü Ordu Komutanlığı’na gönderilir. Cemal Paşa’nın karargahında
yedek subay olarak görev yaptığı yıllardaki gözlemlerini Ateş ve Güneş ile
Zeytindağı isimli kitaplarında bir araya
getirir. Ateş ve Güneş kitabında daha
Ocak 2015
66
çok yakından tanıma fırsatı bulduğu
Anadolu insanını ve Türk askerinin
tüm zorluklar karşısında gösterdiği sebat, dirayet ve kahramanlıkları anlatır.
Kanal harekatı hususunda hükümetin
tavrını eleştirerek gittikçe İttihatçı çizgisinden uzaklaşan yazar, “hükümetin
Hakimiyet-i Milliye,
Ulus, Milliyet
gazetelerinde
başyazarlık yaparak
Batılılaşma fikrini
savunan yazar,
aynı zamanda Yeni
Türk Alfabesi’nin
hazırlanması için
oluşturulan dil
encümeninde görev alır.
Ocak 2015
savaşı” ile “milletin savaşı”nın birbirinden çok farklı olduğunu savunur. Zeytindağı eserinde anılarını yalın, çarpıcı, gerçekçi bir üslupla aktaran Falih Rıfkı, bu
eserde Cemal Paşa’ya yönelik eleştirilerine yer vermesinden dolayı kumandanına
saygısızlık yapmakla itham edilmiştir. Buna cevaben Zeytindağı’nın önsözünde
şöyle demiştir: “Hür bir fikir eğitimi görmeyenlerle anlaşmak imkanı var mıdır?
Onlar da gerçeğin yüzde yüz yergi ile yüzde yüz övgünün belki de tam ortasında
olduğunu bilmez değillerdir. Fakat eski zamanların kulluk ahlakına esirdirler.”
67
Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda
yurda dönen Falih Rıfkı, bozgun sonrasında Anadolu’nun hükümete olan
güveninin azalmasını ve giderek halk
ile hükümet arasında oluşan kopukluğu, Çankaya’da şu sözlerle tespit
etmiştir: “Anadolu hepimize hınç ve
güvensizlikle bakıyordu. Yüz binlerce
çocuğunu memesinden sökerek alıp
götürdüğümüz bu anaya şimdi kendi
pişmanlığımızı getiriyoruz.”
Savaşın ardından İstanbul’da kısa
bir süre öğretmenlik yapan Falih Rıfkı
Atay, Necmettin Sadak, Ali Naci Karacan, Kazım Şinasi Dirik ile birlikte
Akşam gazetesini çıkarmaya başlar. İlk
dönemlerde siyasi eleştirilere pek fazla
yer verilmeyen gazete zamanla Mustafa
Kemal’i ve Millî Mücadele’yi destekler.
Öyle ki, Akşam gazetesine yazdığı bu
yazılardan ötürü Atay, “şarkın huzur
ve sükununu ihlal etmek suçu ile behemehal idam edilmek üzere” Divan-ı
Harb’e verilir, fakat İnönü Zaferi’nden
sonra affedilir.
İzmir’in kurtuluşundan sonra yolları Atatürk ile kesişen Falih Rıf kı,
bundan sonra Atatürk ’ün yanında
kendine her daim yer bulur ve Mustafa Kemal’e dair birinci elden birçok
anı biriktirir. Kurtuluş Savaşı zaferinden sonra Atatürk ilke ve inkılaplarının ateşli bir savunucusu olur ve
hayatının sonuna kadar bu inkılapları
savunan yazılar yazmaya devam eder.
Devrimin fikrî misyonunu üstlenen,
eğitimin ilke ve inkılapların yerleşebilmesi için olmazsa olmaz olduğuna
inanan Atay, Atatürk ile ilgili yazdığı
anı kitaplarında ve köşe yazılarında
Kemalizm kavramını şekillendirir.
Hakimiyet-i Milliye, Ulus, Milliyet
gazetelerinde başyazarlık yaparak
Batılılaşma fikrini savunan yazar,
aynı zamanda Yeni Türk Alfabesi’nin
hazırlanması için oluşturulan dil encümeninde görev alır.
Türkçeyi
sadeleştirerek
süsten
uzak ve yalın
bir anlatım
benimseyen
yazar,
Cumhuriyet
dönemi Türk
basınının
en önemli
isimlerinden
biridir şüphesiz.
Farklı türde birçok eser, sayısız makale
Edebiyatı fikir ile harmanlayan bir yazar olan Falih Rıfkı,
1923 yılında Bolu milletvekili olarak girdiği Meclis’te başarılı
bir siyasetçi olduğunu da gösterir. Bolu’nun ardından siyaset
yaşamına Ankara milletvekili olarak devam eden ve şehrin
imarına özellikle önem veren Atay, kendisine yöneltilen neden
hep Ankara’dan milletvekili çıktığı sorusuna şu yanıtı verir:
“Ben evvelce Bolu mebusu idim ve o zaman bütün ormanların
tahrip edilme devri idi. İntihap dairemden her dönüşte ormanları müdafaa eder, şiddetli tedbirler isterdim (…) Halbuki
Bolu’nun nüfuzluları, hatta eski baltalık usulüne alışan köylüleri ‘bu adam bizim değil, ormanların vekili!’ diye şikayetlerini
sıklaştırmışlar (…) Atatürk: ‘Onu ağaçsız bir yerden mebus
yapalım!’ demiş. O zamandan beri Ankara mebusuyum.”
1971 yılında geçirdiği kalp krizi sonucunda hayata gözlerini yuman Falih Rıfkı Atay, ardında farklı türde birçok eser
ve sayısız makale bırakmıştır. Türkçeyi sadeleştirerek süsten
uzak ve yalın bir anlatım benimseyen yazar, Cumhuriyet dönemi Türk basınının en önemli isimlerinden biridir şüphesiz.
Birinci Dünya Savaşı anılarını anlattığı Ateş ve Güneş ile
Zeytindağı; Atatürk’e dair anılarına yer verdiği Çankaya ve
Atatürk Ne İdi? gibi anı kitaplarının yanında dünyanın pek
çok ülkesini gezerek gözlemlerini aktardığı Tuna Kıyıları,
Bizim Akdeniz, Yeni Rusya, Deniz Aşırı gibi gezi kitaplarını
da Türk Edebiyatı’na kazandırmıştır.
Ocak 2015
68
SiyasettenSivil Topluma
Lokman Ayva:
Her tür engeli aşmak ve
eğitimle cehalet karanlığını
aydınlatmak için çalışıyoruz
Söyleşi: Nehir Öztürk
2002-2011 yılları arasında görme
engelli ilk milletvekili olarak
TBMM’de görev yapan Lokman
Ayva’nın genel başkanlığını
üstlendiği Türkiye Beyazay Derneği,
Türkiye’de ve dünyada ilk olma
özelliği taşıyan pek çok projeye
imza atıyor. Lokman Ayva, “İnsanlar
engellileri ‘aciz’ olarak gördükleri
için birçok şeyi yapamayacaklarını
sanıyorlar ve denemelerine bile
fırsat vermiyorlar. Bu bakış açısı
değiştirilmelidir” diyor.
Ocak 2015
Genel Başkanı olduğunuz Türkiye Beyazay Derneği, hangi amaç ve hedefler doğrultusunda faaliyetlerini sürdürüyor?
Beyazay’a yüklediğimiz şiirsel anlam bunu
açıklıyor. Beyazay cehalet karanlığına bir hilal
gibi doğmuş ve bu karanlığı aydınlatmıştır.
Beyazay’ın kendi ışığı yoktur ve başkasından
aldığını yine başkalarına yansıtır. Bir başka
ifadeyle, her tür engeli aşmak ve ırkı, inancı,
siyasi görüşü, lisanı ne olursa olsun herkesin
eğitimini sağlamak için çalışır. Beyazay’ın
amacı bu olmakla beraber hedef leri sürekli
değişir. Şu anda yoğunlaştığı hedef ler, fiziksel
engellilerin zaman, mekan ve eğitimci sınırı
olmaksızın online olarak eğitime ulaşmalarını
sağlamaktır. Ayrıca yakında başlayacak olan
“Birlikte Daha Aktif ” kampanyası ile hem
toplumla bütünleşme hem de bedenin eğitimi
SiyasettenSivil Topluma
gerçekleştirilecektir. Beyazay’ın buna
benzer ulusal ve uluslararası seviyede
hedef leri bulunmaktadır.
Engelli vatandaşların eğitim, istihdam,
sağlık, erişim gibi sorunlarına yönelik
çeşitli projeler yürütüyorsunuz. Bu projelerle ilgili bilgi verebilir misiniz?
Resmî yaşı 22, gayriresmî yaşı 26
olan bir kuruluştan bahsediyoruz.
İf tiharla söyleyebilirim k i şu ana
kadar Türkiye ve hatta dünya için
yeni olan projeleri hayata geçirdik.
Türkiye’de görme engelliler için ilk
bilgisayar laboratuvarının kurulması, dışarıdan okul bitirme kursları
gibi pek çok projeyi daha başlangıç
yıllarında gerçekleştirdik. Beyazay,
eğitim kurumlarından Engelli Kadınlar Merkezi’ne, meslek kurslarından Engelli Kariyer Merkezi’ne
kadar çeşitli aktiviteleri aynı anda
yürütmektedir. Bu kadar çok projenin olmasının nedeni, her şubemizin
tüm Beyazay ailesinin katıldığı projeler yürütebildiği gibi farklı farklı
projeleri de hayata geçirebilmesidir.
Ulusal projeler arasında örnek olacak
çalışmalarımızın başında 2009-2012
yılları arasında gerçekleştirdiğimiz
“Eğitim Her Engeli Aşar” kampanyası gelmektedir. “Birlikte Okumamıza
Engel Yok ”, “Birli kte Yürüyoruz”
gibi projeler de başarıyla hayata geçirilmiştir. Engellilerin elektronik
ticaret yapma ları anlamına gelen
“Ee-ticaret” projemiz içerik ve büy ü k lü k ba k ı m ı nda n dü nyada bi r
ilktir. Türkiye’nin başarılı bir iyilik
teşkilatı olan Beyazay’ın yurt dışında gerçekleştirdiği faaliyetler de her
vatandaşımızın iftihar edebileceği
çalışmalardır. Şimdiye kadar dokuz
ülkede çalışma yaptık. Bunların altısında o ülkeyle “Engelliler Dostluk
Günü” düzenledik. Yurt dışında dört
şubemiz hizmet vermektedir. Ulusla-
“Ulusal
projeler
arasında
örnek olacak
çalışmalarımızın
başında
2009-2012
yılları arasında
gerçekleştirdiğimiz ‘Eğitim
Her Engeli Aşar’
kampanyası
gelmektedir.”
rarası kuruluşlarla yaptığımız hizmetler de oldukça fazladır; bunları sıralamaya kalksam sayfalar tutar, o nedenle
bu kadarını söylemekle yetineyim.
Nüfusumuzun yaklaşık yüzde 12’sini engelli vatandaşlarımız oluşturuyor. Siz de görme engelli ilk milletvekili olarak
TBMM’de görev yapmış bir kişisiniz. Kendi tecrübelerinizden
de yola çıkarak engelli vatandaşların ülkemizde en çok hangi
sorunlarla karşılaştığını belirtebilir misiniz?
Doğrusu, sorun bakış açısına sahip değilim. “Engelsizlerin
sorunları” gibi bir ifade olmadığı halde engelsizlerin pek çok
sorunu var. Mesela trafik sorunu, karanlıkta bir yerden bir
yere gidememe sorunu, gözlük sorunu, gürültülü ortamda
çalışamama sorunu… Dolayısıyla bunları bir sorun olarak
değil, geliştirilmesi gereken şartlar olarak değerlendiriyorum. Bu mantıkla bakarsak geliştirilmesi gereken üç saha var.
Bunlardan ilki, insanlar tarafından kurulan fiziksel ve sosyal
sistemlerin engellileri kapsar hale getirilmesidir. Fiziksel ve
sosyal sistemler engellileri de kapsarsa önemli ölçüde ilerleme
katederiz. İkinci konu, insanların engellileri nasıl gördükleriyle ilgilidir. İnsanlar engellileri “aciz” olarak gördükleri için
birçok şeyi yapamayacaklarını sanıyorlar ve denemelerine
bile fırsat vermiyorlar. O yüzden bu bakış açısı değiştirilerek
dışlayan değil, içeren; ayrışan değil, yardımlaşan bir bakış
açısı geliştirilmelidir. Bir taraftan kurulan sistemler engelli-
Ocak 2015
69
70
SiyasettenSivil Topluma
“Kurumlarımızı
meydana getiren
insanların,
zihinlerindeki engelli
kavramını yeniden
belirlemesine yardımcı
olmalıyız. Bu engelli
tarifi hem gerçeğe
uymuyor hem de
meseleyi iyileştirmiyor.
Engelsizi de ömür
boyu engelliye bakmak
zorunda bırakıyor.”
leri kapsamıyor, diğer taraftan engelsizler engellileri “aciz” görüyor, işte böyle bir
ortamda üçüncü problem ortaya çıkıyor; engelliler de yapabileceklerine inanmıyor,
kendilerini şanssız görüyorlar.
Engellilerin sosyal ve ekonomik hayata katılmaları konusunda gerek toplumda gerekse
çeşitli kurumlarda yeterli duyarlılığın gösterildiğini düşünüyor musunuz?
İnsanımız bu konuda kendi dünyasında en iyisini yapmaya çalışıyor aslında, ama
onun dünyasındaki engelli kavramının geliştirilmesi lazım. Mesela engellinin
eğitim alabileceğini bilmeyen insanımız ne yapıyor? Elindekini avucundakini
engelliyi desteklemek için kullanıyor. Halbuki onun eğitim görebileceğine inansa,
bu sefer engellinin eğitimi için var gücüyle çalışır. Kurumlarımızı meydana getiren insanların, zihinlerindeki engelli kavramını yeniden belirlemesine yardımcı
olmalıyız. Bu engelli tarifi hem gerçeğe uymuyor hem de meseleyi iyileştirmiyor.
Engelsizi de ömür boyu engelliye bakmak zorunda bırakıyor.
TBMM 22. ve 23. Dönem’de milletvekilliği yapmış biri olarak siyaset kurumunun engellilerle ve bu alandaki sivil toplum kuruluşlarıyla ilişkilerine yönelik değerlendirmelerinizi öğrenebilir miyiz?
Bu soru için çok teşekkür ediyorum. Geçtiğimiz on iki sene içinde siyaset kurumu engelliler konusunda en iyi çalışmayı yaptı. Belki başka hiçbir alanda bu
kadar mutabık hareket edilmedi. Aslında bir adım daha ileri gidilebilir ve siyasi
partiler, Türkiye bu işten daha kârlı çıkabilirdi. Siyasi partiler kendi ideolojik
Ocak 2015
yapılarına uygun engelli politikaları
üretemediler. Kendi politikalarının
dışında tamamen hizmet odaklı bir
yaklaşım gösterdiler. Tabii bu tarz bir
çalışma şekli dönemsel olmak zorunda. Eğer partiler kendi ideolojilerine
göre hareket etselerdi plan ve projeleri
daha uzun vadeli olurdu. Bugün sosyal demokrat, muhafazakar, milliyetçi
veya liberal bir partinin istihdam veya
eğitim konusunda ne tür projelerinin
ya da yaklaşımlarının olacağı bilinmez. Sivil Toplum Kuruluşları’nda da
(STK) durum farklı değildir. Bizde
ne medeniyetimiz paralelinde ne de
Batılı manada STK kavramı bilinir.
Öyle ki kimi STK’lar siyasi parti yan
kuruluşu gibi, kimi partiler de STK
gibi faaliyet gösterir. Bunlar belirsiz
alanlardır. Bu konuda felsefesi olan
her zaman kazanır. O nedenle gelin
bu iki alanda hep birlikte birer ufuk
çizelim.
Türk Parlamenterler
Birliği’nden
Sağlık protokolü imzalanan hastanelerdeki TBMM Hattı
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: Medipol Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi:
Konya Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi:
Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Hastanesi :
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: 0312 202 44 91
0312 305 32 62-63
0312 508 30 03
0232 390 41 06
0242 249 65 91
0342 360 95 05
0212 534 86 86, 0212 631 20 50/4029, 0212 440 10 00/1212
0212 414 22 27
0212 414 34 54
0332 224 49 70
0462 377 54 22
0332 223 79 79
0312 291 27 01
0272 246 33 36
Sağlık Hattı: Sağlık uygulamaları, hastaneler ve anlaşmalı eczanelere ilişkin her türlü bilgi için 0312 420 0 112 ve 0312 420
72 24 numaralı telefonu arayabilirsiniz.
Türk Parlamenterler
Birliği
TBMM Yeni Halkla İlişkiler Binası Zemin
Kat No: 50-51 Bakanlıklar/ANKARA
Tel: 0312 420 66 21 Fax: 0312 420 66 24
Türk Parlamenterler Birliği
Ziraat Bankası TBMM Şubesi
IBAN: TR 33 0001 0009 0303 296732 6001
72
Sağlık
Dişeti tedavisinde
güvenilir uygulamalar, mutlu sonuçlar
Miadent Ağız ve
Diş Sağlığı Merkezi
Periodontoloji
Uzmanı Dr. Dt.
Umut Altay, dişeti
hastalıklarının
tedavisinin ağız
ve diş sağlığı
açısından büyük
önem taşıdığını
vurguluyor. Dişeti
ile ilgili sorunların
ihmal edilmemesi
gerektiğini
kaydeden Altay,
bilinçsiz antibiyotik
kullanımının
tedaviyi olumsuz
yönde etkilediğine
işaret ediyor.
Ocak 2015
Söyleşimizin başında periodontolojinin tanımını yapabilir misiniz?
Periodontoloji, diş ve çevre dokularının hastalıklarını ve tedavilerini inceleyen diş hekimliğinin bir bilim dalıdır.
Periodontolojiye kısaca dişeti hastalıkları diyebilir miyiz?
Dar anlamıyla diyebiliriz. Çünkü dişeti periodontolojinin ağız içinde ilgilendiği dokulardan sadece birini ifade etmektedir.
Bundan sonraki sorularda periodontal hastalıklar yerine dişeti hastalıkları terimini kullanırsak
herhalde hata yapmış olmayız. Dişeti hastalıkları kaç gruba ayrılır?
Temel olarak iki gruba ayrılır. Birincisi sadece dişeti ile sınırlı hastalıklar, ikincisi ise
hem dişetini hem de dişin çevresindeki bağları ve kemiği harap eden hastalıklardır.
Tecrübelerinize de dayanarak dişeti hastalıklarını değerlendirmeniz gerekirse ne söylemek
istersiniz?
Dişeti hastalıklarında genetik faktörlerin %10 ve civarı olduğu söylense de, binlerce hasta
ve vaka bu yüzdenin çok daha yüksek olduğunu bana gösterdi. Bir oran vermem belki
çok sağlıklı olmaz, ama dişeti hastalıklarının genetik faktörlerden çok fazla etkilendiğini
söyleyebilirim. Bununla birlikte çevresel faktörler genellikle hastalığın seyrini ve hızını
etkilemektedir veya tedaviye cevap noktasında yoğun bir etkiye sahiptir. Ayrıca dişeti
hastalıkları ne kadar erken yaşlarda başlarsa yıkım gücü de o kadar fazla olmaktadır.
Dişeti hastalıklarında hangi tür tedaviler uygulanmaktadır?
İki temel tedaviden bahsedilebilir; cerrahi ve cerrahi olmayan dişeti tedavileri.
Sağlık
Cerrahi kelimesi ister istemez insanı korkutuyor. Cerrahi işlemler hasta için çok sıkıntı
yaratıyor mu?
Dişeti tedavilerinin cerrahi işlemleri çok uzun süreli ağrılı şikayetlere neden olmaz,
piyasadaki ağrı kesicilerle kolaylıkla dindirilir. Zaten çoğu ameliyat tipinde hastalar
sadece bir veya iki gün ağızdan yutma yoluyla ağrı kesici kullanırlar.
Dişeti hastalıklarının vücuttaki diğer hastalıklarla bir bağı var mıdır?
Bu sorunun cevabı kesinlikle evet. Dişeti yapı itibarıyla diğer birçok organın içini
ya da dışını örten yapılarla benzerlik gösterir. Doğal olarak o organlardaki birçok
hastalık kendini bazı belirtilerle ağızda da göstermektedir. Dildeki renk ve şekil
değişimleri veya yanak ya da damaktaki bir yara önem arz edebilir.
Bilinçsiz antibiyotik kullanımının büyük bir sorun olmaya başladığını biliyoruz. Dişeti hastalıklarında da bilinçsiz antibiyotik kullanımı oluyor mu?
Maalesef evet. Bilinçsiz ilaç kullanımı hem ağızdaki hem de vücuttaki mikropların
o antibiyotiğe karşı direnç geliştirmesine neden olmaktadır. Bu da hastaların sonuç
verecek bir tedaviye ulaşamamasına yol açmaktadır.
Peki, dişeti hastalıklarında antibiyotik kullanımı nasıl olmalıdır?
Antibiyotik ancak doğru yerde ve doğru şekilde kullanılırsa faydalıdır. Antibiyotik
ve gargaralar ancak ve ancak dişeti tedavisini destekleyici olarak kullanılabilir; tabii
tedavi öncesi profilaksi yapılması gereken bazı hastaları bunun dışında tutuyorum.
Tedaviler hakkında bir fikrimiz oluştu. Peki, diyelim ki tedavimiz tamamlandı veya bir periodontoloğa muayene olduk ve “Dişetleriniz sağlıklı” dedi. Bu durumu devam ettirebilmek
için ne yapacağız, dişetlerimize nasıl bakacağız?
Öncelikle, ideal olan dişlerin günde 3 defa 3’er dakika fırçalanmasıdır. Ancak bu
yapılamıyorsa, günde en az 2 defa dişleri fırçalamak ve arayüz bakımı yapmak
gerekir. Tedavi olduysanız, hekiminiz tersini söylemediği sürece her 6 ayda bir
muayeneye gitmeniz doğru olacaktır.
Az önce diş fırçalamanın yanı sıra arayüz bakımından söz ettiniz. Arayüz bakımı nedir?
Diş fırçası ağızda her yere ulaşamaz. Özellikle iki dişin birbirine baktığı yüzeyleri
temizleyemez. İşte bu bölgeleri hem dişeti hastalıklarından hem de çürükten ko-
Dr. Dt. Umut Altay
ruyabilmek için arayüz temizliği yapmak gerekir. Arayüz bakımında farklı
dizaynları ve özellikleri olan arayüz
fırçaları ve diş ipleri kullanılmalıdır.
Peki, ağız çalkalama suları...
Etkinliği yok diyemem, ancak diş fırçasının, tedavide kullandığımız ağız
gargaralarının ya da arayüz temizlik
araçlarının yerine geçemez. Benim bu
konudaki tavsiyem alkolsüz olanların
tercih edilmesidir.
Miadent Ağız ve Diş Sağlığı Merkezi,
Oğuzlar Mahallesi Mevlana Bulvarı
(Konya Yolu) No: 143/A Balgat adresinde hizmet veriyor. Milletvekilleri
0 506 333 20 20 numaralı telefondan Miadent’e direkt ulaşabiliyor.
Merkez’le ilgili bilgi 444 5 642 numaralı telefon ile www.miadent.com
adresinden edinilebilir.
Ocak 2015
73
Basın, Yayın ve Halkla İlişkiler Başkanlığı
Söyleşi: Zeynep Yiğit
Meclis’e giden her vatandaşı önce
onlar karşılıyor, Genel Kurul’daki
görüşmeleri televizyon ekranından
onlar milyonlara ulaştırıyor. TBMM
ile ilgili en doğru haberin kaynağı
da, kamuoyuna Meclisimizi
tanıtan da onlar… Bu ay “Meclis
Çalışanları” köşemize TBMM
Basın, Yayın ve Halkla İlişkiler
Başkanlığı konuk oluyor. Meclis’in
bu önemli birimini Başkan Ali
Özer’le konuştuk.
Ocak 2015
Basın, Yayın ve Halkla İlişkiler Başkanlığı’nın görev ve sorumluluk alanına ilişkin bilgi verebilir misiniz?
1.12.2011 tarihli ve 6253 sayılı TBMM Başkanlığı İdari Teşkilatı
Kanunu ile Başkanlığımıza kapsamlı bir görev ve sorumluluk
alanı tanımlanmıştır. Basın-yayın işlerinden halkla ilişkiler ve
rehberliğe, televizyon yayıncılığından müzecilik faaliyetlerine
geniş bir yelpazeye yayılan ve Kurumumuzun tüm paydaşlarıyla
ilişkilerinde önemli yer tutan bu görevlerimiz, hiç şüphesiz bize
önemli bir sorumluluk da yüklemektedir.
Başkanlığımızın başlıca görevi, Meclis’in basın ve yayın işlerini
düzenlemek, tanıtım ve halkla ilişkiler faaliyetlerini yürütmek
olarak ifade edilebilir. Bu çerçevede, TBMM’ye ilişkin konularda
etkinlikler düzenlemek, bu etkinliklerle ilgili yayınlar yapmak ve
kamuoyunu bilgilendirmek önemli görevlerimizdendir. TBMM’de
görev yapan basın ve yayın mensuplarına teknik donanım desteği
Meclis Çalışanları
sağlamak ve akreditasyon hizmetlerini yerine getirmek de bizim
sorumluluğumuzdadır.
Bir diğer görev alanımız yasama ve denetim faaliyetleriyle
doğrudan ilgilidir. Genel Kurul görüşmeleri Başkanlığımıza
bağlı Meclis TV tarafından yayımlanmaktadır. Başkanlığımız
yasama ve denetim çalışmaları ile bunlara ilişkin faaliyetleri
izlemek, bunlarla ilgili programlar hazırlamak, yayınlar yapmak
gibi önemli hizmetleri yürütmektedir.
Altını çizmemiz gereken bir başka görevimiz ise halkla ilişkiler ve rehberlik faaliyetlerimizdir. Ülkemizin her yerinden
Meclis’i ve milletvekillerimizi ziyaret etmek üzere TBMM yerleşkesine gelen ziyaretçilerin giriş ve çıkış işlemlerini yapma görevi
Başkanlığımıza aittir. Yerleşkemizi ziyaret etmek isteyen grupların planlanması ve rehberlik hizmetleri de yerine getirilmektedir.
Bu bağlamda, Başkanlığımız personelinin Meclisimizin vatandaşlarımıza yönelik vitrini olduğunu söylememiz yanlış olmaz.
TBMM Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu’na sekretarya hizmeti
de veren Başkanlığımız, Birinci TBMM Binası olarak bilinen
Kurtuluş Savaşı Müzesi’nde müzecilik hizmetlerini yerine getirmekte, müzenin ulusal ve uluslararası tanıtımını yapmaktadır.
Ayrıca, 2008 yılından bu yana TBMM bünyesinde yer alan
Mustafa Necati Kültür Evi’nin idaresi ve kültürel faaliyetlerin
düzenlenmesi de görevlerimiz arasındadır.
Basın, Yayın ve Halkla İlişkiler Başkanlığımız yasama ve
denetim faaliyetlerine yönelik belgelerin, milletvekillerimizin
halkla ilişkiler, iletişim ve sekretarya faaliyetlerinde kullandığı
materyallerin, İdari Teşkilatımızın faaliyetlerinde kullandığı belgelerin ve TBMM ile ilgili tanıtıcı yayınların baskı hizmetlerini
de yerine getirmekte, ayrıca Bilgi Edinme Hakkı Kanunu çerçevesinde gelen başvurularla ilgili çalışmaları gerçekleştirmektedir.
Aylık olarak yayımlanan ve Ekim ayında 25. yayın yılını doldurarak 200. sayısına ulaşan Meclis Bülteni’nin yayını da görevlerimiz arasındadır. Önemli bir haber kaynağı olan Meclis Haber
portalı da Başkanlığımızın sorumluluğunda bulunmaktadır.
Başkanlığınız hangi birimlerden oluşuyor? Bu birimlerde görev yapabilmek için gerekli nitelikler arasında hangileri öne çıkıyor?
Az önce detaylı olarak ifade ettiğim görevlerimiz aslen birbiriyle
bağlantılı, ancak çok farklı uzmanlıklar gerektiren hizmetleri
tanımlıyor. Başkanlığımız, TBMM İdari Teşkilatı’nın yapısı
gereğince Bilgi ve Bilişim Hizmetlerinden Sorumlu Genel
Sekreter Yardımcılığı’na bağlı olarak çalışıyor. Bir Başkan ve üç
Başkan Yardımcısı olarak örgütlenen Başkanlığımız toplam 225
personelden oluşuyor. Başkanlığımızın ana görev alanları; BasınYayın, Basımevi ve Televizyon-Medya faaliyetleri. Bu alanlarda
farklı hizmetleri yürüten bürolar bulunuyor. Her büronun görevi
bizim için özel önem taşıyor. Ziyaretçi Kabul ve Yönlendirme
“Özel Hizmet
Bankosu
ile engelli
vatandaşlarımızın
TBMM’ye giriş
esnasında
beklemelerini
önlemeyi,
tekerlekli sandalye
gibi ihtiyaçlarını
karşılayarak
kendilerine
refakat etmeyi
hedefliyoruz.
Bankoda yaşlı
ve hamileler ile
şehit yakınları
ve gazilere de
öncelikli hizmet
veriyoruz.”
Bürosu’nda hizmet veren personelimiz
halkla ilişkiler ve iletişim konularında
yeteneklere sahipken, fotoğrafçılarımız
Meclisimizin her anını arşivlerimize en
iyi şekilde yansıtmak için çaba gösteriyor.
Basımevi’nde görev yapan musahhihlerimiz baskıya girecek her kelimeyi ayrı
ayrı okurken, Meclis TV’de görev yapan
haber yayın ekiplerimiz Meclisimizin tüm
faaliyetlerini en doğru şekilde yansıtmak
için çalışıyor. Dolayısıyla her büronun, her
birimin farklı özelliklere, farklı yeteneklere sahip çalışanları var. Bu noktada bizleri
birleştiren ortak paydayı vurgulamak isterim: Tüm bu hizmetleri yerine getirirken
bizler için anahtar kavramlar “Meclis’in
itibarını korumak, yükseltmek ve doğru
iletişim”.
TBMM’de haber ve ziyaretçi hareketliliği hiç
bitmiyor. Bu durum Başkanlığınızın faaliyetlerinin önemini katbekat artırıyor. Meclis’teki
haber ve ziyaretçi yoğunluğu çalışmalarınıza
nasıl yansıyor?
Meclisimizi geçtiğimiz yasama yılında
451 bin 752 kişi ziyaret etti. Dünya parlamentolarına baktığımızda, günlük olarak
bu kadar ziyaretçi ağırlayan bir başka
parlamento yok. Hatta bizim bir günde
ağırladığımız ziyaretçi sayısına bazı parlamentolar bir yılda bile ulaşamıyor. Günlük
ziyaretçilerimizin yanı sıra vatandaşlarımızın hafta sonu da TBMM yerleşkesini gezebilmeleri amacıyla başlattığımız
“Halk Günü” uygulaması da başarıyla
devam ediyor. Geçen yasama yılında bu
kapsamda 4 bin 191 konuğumuza rehberlik hizmeti verdik, TBMM’nin tarihçesi,
bina ve yerleşkesiyle ilgili sunumlar yaptık.
Ziyaretçilerimizin önemli bir kısmını
çocuklarımız, öğrencilerimiz oluşturuyor.
Biz özellikle öğrencilerimizin Meclis’e ve
Kurtuluş Savaşı Müzesi’ne gelmelerini çok
önemsiyoruz. Geçen yıl rehberlik hizmeti
verdiğimiz 91 bin 375 kişiden 83 bin 734’ü
öğrenci, 2 bin 81’i yabancı konuk, 5 bin
920’si ise milletvekillerimizin misafiri.
Ocak 2015
75
76
Meclis Çalışanları
Verdiğim bu rakamlar aslında yoğunluğumuzun ne kadar büyük olduğunu
da gösteriyor. Basın, Yayın ve Halkla
İlişkiler Başkanlığı olarak tüm ziyaretçi
gruplarımıza yönelik stratejiler belirliyor, yeni projeler üretiyoruz. Milletvekili
ziyaretçilerinin randevularına en kolay
ve hızlı şekilde ulaşmalarını sağlamak
amacıyla yeni sistemler devreye sokarken,
öğrencilerimize Meclisimizin tarihçesini
ve görevlerini anlatmak için broşürler, kitaplar hazırlıyor, yabancı konuklarımıza
ülkemizdeki parlamenter demokrasinin
tanıtımını yapmak amacıyla sunumlar
gerçekleştiriyoruz. Yine engelli ziyaretçilerimize yönelik olarak “Engelsiz Meclis” anlayışı çerçevesinde kolaylaştırıcı
hizmetler sunuyoruz. Takdir edersiniz ki
tüm bu hizmetler farklı farklı çalışmalar
gerektiriyor. Sekiz ayrı dilde yayımladığımız TBMM’yi tanıtım kitapları, İngilizce
tanıtım broşürleri, yeni ziyaretçi yaka
kartları, görme engellilere yönelik olarak
Braille alfabesiyle hazırlanan yaka kartları, yerleşke planı, milletvekili albümü
gibi hizmetler hep bu çalışmaların ürünü.
Haberlerle ilgili sayısal verilere değinmek gerekirse, geçtiğimiz yasama yılında
TBMM, yasama faaliyetleri, komisyonlar, milletvekilleri, TBMM Başkanlığı
İdari Teşkilatı ve gündemdeki siyasi
haberlerle ilgili yazılı basında toplam
840 bin 999 haber ve makalenin takibi
yapıldı ve internet ortamında “Basında
Bugün” başlığıyla yer aldı. Çalışmaların bu kadar yoğun bir şekilde “haber”
olarak kamuoyuna yansıdığı bir kurum
olmak aslında Meclisimizin ne kadar
“şeffaf ve hesap verebilir” olduğunun da
kanıtı. Yasama ve denetim faaliyetlerinin
yayımlanması, tüm milletvekillerimize
sunduğumuz medya takip hizmetleri,
milletvekillerimizin basın toplantılarının
programlanması, Meclis Haber Sitesi ve
Meclis Bülteni bizim basın-yayın ve medya faaliyetlerimizin en önemli ayaklarını
oluşturuyor. Bu noktada hassasiyetle
Ocak 2015
üzerinde durduğumuz konu; tüm bu faaliyetleri yerine getirirken teknolojinin sunduğu
yeniliklerden yararlanarak çıkan haberlere en hızlı ve doğru kaynaklardan ulaşmak,
milletvekillerimizin medya takiplerini kolaylaştırmak ve Meclisimizin yasama, denetim,
temsil ve yönetim faaliyetlerinin kamuoyunda doğru bir şekilde yer almasını sağlamak
amacıyla medya mensuplarımıza yardımcı olmaktır.
Basın, Yayın ve Halkla İlişkiler Başkanlığı’nda görev yapmanın güzellikleri ve zorluklarına ilişkin
değerlendirmeleriniz nelerdir?
Görevleri gereği hareketli ve dinamik bir Başkanlık burası. Güne gazetelerde yer
alan haberleri inceleyerek, değerlendirerek başlıyorum. Oldukça yoğun mesai gerektiren ve tempolu bir çalışma ortamımız var. Buna karşılık da uyumlu ve çalışkan bir kadroya sahibiz. Bu faktör işlerimizi kolaylaştırıyor elbette. Meclis’e gelen
ziyaretçiler ilk önce bizim arkadaşlarımızla muhatap oluyor. TBMM TV, Meclis
Haber Portalı, Meclis Bülteni kamuoyunu bilgilendirme görevini yerine getiriyor.
Basımevi tüm basılı dokümanları üretiyor. 23 Nisan, 1 Ekim dahil birçok organizasyon gerçekleştiriliyor. Bütün bu faaliyetlerin kusursuz, hatasız, doğru ve Meclis’e
yakışır kalitede yapılması gerekli. Bu anlamda titiz çalışma sorumluluğumuz var.
Bitirilen her faaliyet, tamamlanan her proje ve verdiğimiz hizmetin başarılı olması;
milletvekillerimizin, Meclis yönetiminin, ziyaretçilerimizin ve kamuoyunun memnuniyeti… Başkanlığımızda görev yapmanın güzelliği işte burada ortaya çıkıyor.
Gazeteciler TBMM gündemini yakından takip ediyor, adeta Meclis’te kuş uçsa haber oluyor.
Başkanlığınız ile basın mensupları arasında nasıl bir iletişim bulunuyor?
Basın, Yayın ve Halkla İlişkiler Başkanlığı olarak basın mensuplarının parlamentodaki
faaliyetlerini etkin bir şekilde sürdürebilmeleri için basınla ilgili tüm konularda organizasyon ve bilgilendirme aşamalarını gerçekleştiriyoruz. Başkanlığımız tarafından
Meclis’te görev yapan basın mensuplarına her yıl yenilenmek üzere parlamento giriş
kartları ve araç giriş kartları veriliyor.
Meclis Çalışanları
Aralık ayı başında hizmete açtığınız Özel Hizmet Bankosu’nun başta engelli vatandaşlar olmak
üzere TBMM ziyaretçilerine sağlayacağı kolaylıklarla ilgili değerlendirmelerinizi öğrenebilir
miyiz?
4 Aralık 2014 tarihinde, Dünya Engelliler Günü’nün hemen ertesinde bankomuzun
açılışını yaptık. Öncelikle Özel Hizmet Bankosu hakkında kısa bir bilgi vereyim:
Bu banko “Engelsiz Meclis” anlayışı çerçevesinde TBMM Ziyaretçi Kabul Binası
girişinde oluşturuldu ve Birleşmiş Milletler’in Engelli Hakları Sözleşmesi’nde yer
alan evrensel tasarım ilkesine uygun olarak hazırlandı. Kamu kurum ve kuruluşları
arasında bir ilk olma özelliği taşımaktadır, bundan dolayı da ayrıca mutluyuz.
Biz bu banko ile engelli vatandaşlarımızın TBMM’ye giriş esnasında uzun kuyruk
sıralarında beklemelerini önlemeyi, görme engelli vatandaşlarımıza refakat etmeyi
ve onları doğru bir şekilde yönlendirmeyi, fiziksel engelli vatandaşlarımıza ihtiyaçları doğrultusunda tekerlekli sandalye sağlamayı ve yine kendilerine refakat etmeyi
hedefliyoruz. Görme engelli vatandaşlarımız için ziyaretçi yaka kartlarını ve Meclis
tanıtım kitapçıklarını Braille alfabesiyle yazdık ve bu hizmeti bankoda kendilerine
sunmaktayız. Özel Hizmet Bankosu’nda yaşlı ve hamile ziyaretçilerimize de öncelikli
hizmet sunabilmeyi amaçlıyoruz. Tüm bunların yanı sıra şehit yakınlarına ve gazilere
de söz konusu bankoda özel hizmet veriyoruz.
Basın, Yayın ve Halkla İlişkiler Başkanlığı’nın çeşitli yayınları bulunuyor. Çocukların da unutulmadığı bu yayınlarla ilgili bilgi verebilir misiniz?
Bu yıl TBMM’de ilk kez www.tbmmcocuk.gov.tr adresinden ulaşılan TBMM Çocuk
portalını oluşturduk. Bu portalda Ali ve Ayşe adında iki küçük kahramanımız var.
Bu kahramanların serüvenlerini 23 Nisan 2014 tarihinde başlattık. İlk olarak Ali
ve Ayşe’nin Meclis’i gezerek TBMM’deki çalışmaların nasıl yapıldığını anlattıkları
Ali ve Ayşe ile Meclis’i Tanıyalım kitabını yayımladık. Ali ile Ayşe’nin bu hikayesini,
çizgi film olarak da TBMM Çocuk internet sitemize koyduk. Bu siteyi yaş gruplarına
göre düzenledik; her yaş grubuna göre
oyun, kitap, fotoğraflar, çizgi filmler ve
sanal turlara yer verdik. Örneğin masal
kahramanı Keloğlan Meclis’i, milletvekilinin nasıl seçildiğini, komisyonlar
ve Genel Kurul’un nasıl çalıştığını,
kanunların nasıl yapıldığını çizgi film
olarak anlatıyor.
Yine bu yıl 23 Nisan’a özel bir çocuk
kitabı daha hazırladık. Büyük Beyaz
Bulut isimli bu kitabı da 23 Nisan haftasında TBMM’yi ziyaret eden ilköğretim
okulu öğrencilerine dağıttık. Büyük
Beyaz Bulut’ta kuruluşundan günümüze Meclis’in anlatıldığı eğlenceli ve
bilgilendirici bir hikaye yer alıyor. Bu
iki kitabı Meclisimizi ziyaret eden öğrenci gruplarına hediye etmeye devam
ediyoruz.
Görevinizi yerine getirirken unutamadığınız bir anı bizimle paylaşabilir misiniz?
Meclis Halkla İlişkiler Binası’nın inşaatı
devam ederken inşaat firmasında işe
gireli henüz on gün olmuş bir işçi, sabah
işe gelirken metro için açılan galerinin
çökmesi sonucu feci şekilde hayatını
kaybetti. Kadir Sevim adındaki işçinin
ailesinin dramı da gazetelerde yer aldı.
Bunun üzerine Meclis Başkanımız ve
Genel Sekreterimizin desteği ile çalışanlar arasında bir yardım kampanyası
başlattık. Yoğun bir katılım oldu. Genel
Sekreterimiz Dr. İrfan Neziroğlu ve
birkaç arkadaşımızla birlikte Sincan’ın
uzak bir mahallesindeki evlerine gittik.
Ordu’dan birkaç ay önce Ankara’ya
gelen ve iki çocuklu tertemiz bir aile ile
karşılaştık. Sohbet esnasında 20 bin TL
borçlarının olduğunu öğrendik. Bizim
yardım kampanyasından topladığımız
rakam ise 20 bin 500 TL idi ve vereceğimiz çek borçlarının tümünü karşılıyordu. Hepimizi derinden duygulandıran
bu olay, aynı zamanda son derece mutlu
da etmişti.
Ocak 2015
77
I
S
E
N
H
A
S
H
I
R
A
T
1 Ocak 2009 - Türk Lirası yeni-
7 Ocak 1904 - Mors
den tedavüle girdi. 31 Ocak 2004
tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan kanunla para birimi 1 Ocak
2005’ten itibaren Yeni Türk Lirası
ve Yeni Kuruş olarak belirlenmişti.
Alfabesi’nde acil durum sinyali olan
“CQD” kabul edildi. Bu kod, yerini
yaklaşık üç yıl sonra “SOS”ye bıraktı.
2 Ocak
1935 - Soyadı Kanunu yürürlüğe girdi.
1
2
4
5
6
7
Ocak 2015
9
10
10 Ocak 1900 - Pehlivan
1 Ocak 1901 - 1700’lü yılların
sonunda İngilizlerin, takip eden
yüzyılda diğer Avrupalıların
göçüyle kıtada Avrupalı nüfusun
artmasının ardından Avustralya
Kraliyet Devleti kuruldu. Britanya Krallığı yönetimindeki yeni
devletin ilk başkanı Edmund
Barton’dı.
8
5 Ocak 1987 - Çernobil Nükleer
Santrali’nde meydana gelen patlama
nedeniyle yayılan radyasyonun Karadeniz Bölgesi’ne ulaşmasının ardından yaklaşık 60 bin ton çay toprağa
gömülerek imha edildi.
Kara Ahmed, Paris’te düzenlenen
güreş şampiyonasında dünya
şampiyonu olmuş güreşçilerle
yaptığı müsabakaları art arda
kazanarak “Şampiyonlar Şampiyonu” unvanı aldı. Kara Ahmed’in
bu başarısı, Sultan II. Abdülhamid
tarafından da devlet nişanıyla
ödüllendirildi.
21 Ocak
2012 - Dünyada yüzün
tamamının nakledildiği ilk başarılı
yüz nakli Antalya Akdeniz Üniversitesi
doktorları tarafından gerçekleştirildi.
13 Ocak 1785 - Dünya siyasetinin nabzını tutan ve uluslararası politikada kamuoyu oluşturmada büyük rol oynayan The
Times gazetesi, Daily Universal Register
adıyla yayın hayatına başladı.
11
12
13
15
17
21
25
25
27
31
31 Ocak 1876 - Amerika Birleşik
Devletleri, Amerikalı yerliler olan Kızılderililerin kendilerine ayrılmış özel
bölgelerde yaşamasını zorunlu kıldı.
13 Ocak 2012 - Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin
kurucusu ve ilk cumhurbaşkanı Rauf Denktaş vefat etti.
17 Ocak 1875 - Galata
ile Beyoğlu arasında Tünel
metrosu (füniküler) hizmete
girdi. 1863’te Londra’da
açılandan sonra dünyanın
ikinci en eski yeraltı toplu
taşıma sistemi olan Tünel’in
uzunluğu 573 metre ve hâlâ
kullanılıyor.
Ocak 2015
80
Tellere şarkı
söyleten
7
L
Mors Alfabesi
Ocak 1904
eonardo da Vinci’nin aslında bir mucitken ressam olarak anılması gibi, ressam olduğu halde
tarihe adını mucit olarak yazdıranlar da varmış
demek ki. Gerçi Da Vinci yazar, matematikçi,
anatomist, botanikçi, müzisyen, mimar, mühendis
veya astronom olarak da anılabiliyor yerine göre.
Başlıkta Mors Alfabesi var, yazı da Da Vinci’yle
başlıyor, ancak bu alfabeyi bulan kişi o değil; Amerikalı ressam Samuel Morse. İcatlara genellikle
Avrupa’dan aşinayızdır ya, 18 ve 19. yüzyıllarda bir
Amerikalının mucit olması kimseyi şaşırtmasın.
Ocak 2015
Pınar Ünsal
Bu öyle bir icat ki özellikle I. Dünya Savaşı sırasında kritik bir rol
oynamış. Burada telgrafın Fransız mucidi Claude Chappe’ın da
adını saygıyla anmalı.
Chappe, büyük keşfini 1792 yılında yapıyor ve adına telgraf
diyor. Telgraf sistemine göre tepelere kuleler kuruluyor ve bir ağ
oluşturuluyor, her kulenin üzerinde kırk dokuz değişik konuma
ayarlanabilen iki uzun kola sahip bir makine bulunuyor. Bu kırk
dokuz konumun her biri, bir harf veya rakamı karşılıyor. Yaklaşık
iki yüz yıl önce iletişim kurabilmenin bu kadar zor olduğunu ve
bu uğurda büyük çabalar sarf edildiğini günümüz şartlarında
tahayyül etmek oldukça güç. Ancak
telgraf o dönemin en başarılı ve insanlığa faydalı icatlarından biriydi.
1830 yılında, elektromanyetizma
alanında çalışmalar yapan Amerikalı Joseph Henry, elektrik akımını
teller vasıtasıyla uzaklara taşıyarak
elektromıknatısa bağlı bir zili çalıştırdı. Bu deneyin ardından elektromıknatısla ilgili hem Avrupa’da
hem de Amerika’da pek çok çalışma
gerçek leştirildi. Bu çalışmalardan
biri de yalnızca resimle değil, fizik
ve matematikle de ilgilenen Samuel
Morse’un 1835 yılında yaptığı elektrikli telgraftı; buluş yüzyıla damgasını
81
Telgrafın
icat edildiği
dönemde çok
büyük ihtimal
kimse onu hal
hatır sormak için
kullanmıyordu.
Özellikle
savaşlarda
önemli bir
iletişim aracı olan
telgrafta en çok
iletilen mesaj
hiç şüphesiz
acil durum
sinyalleriydi.
vurdu. Morse’un telgrafında bulunan elektromıktanıs başlı
kalem, gelen iletileri bir kağıt üzerine zigzaglar çizerek gösteriyordu. Yanlış deşifrelere de neden olabilen sistem, yine
Morse tarafından geliştirilerek nokta ve çizgilerden oluşan
bir kodlama sistemine dönüştürüldü.
Bugün dünyanın en ünlü müzelerinde tabloları sergilense
de Morse’un ressamlığını pek az kişi bilir. Uluslararası bir
kodlama sistemi kabul edilen ve uzakları yakın eden Mors
Alfabesi’ni ise tüm dünya.
Haber uçurur, kanatları yok
Mors Alfabesi geliştirildiği 1835 yılının
ardından tüm dünyada hızla yayıldı. Ameri ka Birleşi k Devlet leri’nde o y ı l larda
Kızılderililer kendilerine ait topraklarda,
gelenek ve göreneklerine göre, istedikleri
gibi yaşayabiliyorlardı. Her yere dikilen,
bazen köylerinin ortasından geçen telgraf
direkleri herkes gibi Kızılderilileri de şaşırtıyordu. Direkler arasına gerilen teller
ise rüzgar estikçe kulağa hoş gelen sesler
çıkarıyordu. Kızılderililer bu icada “şarkı
söyleyen tel” adını taktı.
Tellere şarkı söyleten rüzgar belki;
ancak o şarkının sözleri Mors Alfabesi
ile anlaşılır oluyor. Noktalar ve kısa çizgiler
yan yana gelerek kelimeler ve cümleler oluşturuyor. İlk kez Washington
ve Baltimore arasına çekilmiş telgraf
telleri İncil’den bir cümleyi taşımış
örneğin; “Tanrı neler yaptı?”
Telgrafın icat edildiği dönemde çok
büyük ihtimal kimse onu hal hatır
sormak için kullanmıyordu. Özellikle
savaşlarda önemli bir iletişim aracı
olan telgrafta en çok iletilen mesaj
hiç şüphesiz acil durum sinyalleriydi.
7 Ocak 1904 tarihinde kullanılmaya
başlaya n “CQD” kodu k imi lerine
göre “Come Quickly, Danger” (Çabuk
Gelin, Tehlike) anlamına geliyordu.
Bu kod yaklaşık üç yıl sonra “SOS” ile
değiştirildi. Rivayete göre o da “Save
Our Souls” (Ruhlarımızı Kurtarın)
anlamı taşıyordu. Telgrafın tarihçesini iyi bilen araştırmacılar ise bu
kodların herhangi bir şeyin kısaltması
olmadığını, bu akronimlere sözcükleri insanların yakıştırdığını söyler.
Yaşadığımız yüzyıl gereği telgraf
çok az kullanılan iletişim araçlarından biri. Bazı hayalperestler, bir gün
dünyamız uzaylılar tarafından işgal
edildiğinde bütün iletişim araçlarını
onların istila edeceğini, insanların
yalnızca telgraf kullanabileceğini ve
bu aletin yeniden önem kazanacağını
iddia ediyor. Onu uzaylılar dünyamızı
ele geçirdiğinde konuşuruz. Bugün
SOS denilince benim aklıma Arizona
sıcağında, bir taşın serin gölgesinde
şekerleme yapan Red Kit geliyor. Daha
doğrusu, yalnız kovboyu nasıl olup
da her seferinde çölün ortasında bulabildiğini anlayamadığımız haberci
çocuğun mesajı: “Daltonlar eyalet
hapishanesinden kaçtı STOP Acil
yardımınız gerekiyor STOP”.
Ocak 2015
82
Uykudan önceki son kahkaha
Yüz yaşına basan Türk Sineması’nın en güzel kadınları arasında sayılmıyor adı
gazetelerde, dergilerde. Kim demiş? Saçlarını savurmadı diye rüzgara, gözlerini
süzmedi, ceylan gibi sekmedi diye boyundan büyük rollerin kraliçesi olduğunu
inkar mı edelim? Bir de en güzel gülen, en çok güldüreni olduğunu…
Pınar Ünsal
Ocak 2015
83
B
abasını mı övmeli kızını mı? Türk
Tiyatrosu için oldukça önemli olan
“Naşit”lerden söz edilecekse, Naşit Bey’i
anmadan geçmemek gerek. Sergilediği
başarılı oyunculukla dönemine, tulûat
sanatına getirdiği yeniliklerle Türk
Tiyatrosu’na damgasını vuran Naşit
Bey, sarayda dahi tiyatro oyunu sergilemiş, Osmanlı döneminin ünlü oyuncularından biri. Hatta “Abdülhamid’i
güldüren adam” olarak anıldığı rivayet
edilir.
Naşit Bey’e kadar güldürüler, bilindik
tekerlemeler ve müstehcen esprilerden
öteye geçmezken o oyunculuk sanatına
ince mizahı ekleyerek, tulûatı kendi
anlayışıyla bir disiplin içine sokarak
ve onu farklı bir yere taşıyarak bir halk
komedyeni olmayı başarmış.
Bazı meslek grupları, farz-ı misal
ticaretle uğraşanlar veya doktorlar, çocuklarının mesleği devam ettirmesini
isterken her nedense tiyatrocular bunu
pek hoş görmez. Ne hikmetse, tiyatrocu
ailelerin de çocukları bu camiaya ucundan kıyısından bulaşıyor bir şekilde.
Ancak Naşit Bey’in ailesinde durum
böyle olmamış. Aynı tiyatroda görev
alan kantocu eşi Amelya ile birlikte ço-
Sinema ve
sonrasında
televizyonun
en sevilen
isimlerinden
Adile Naşit aslen
bir tiyatrocu.
Hem de ilk
defa bir buçuk
yaşındayken
sahneye çıkmış.
cuklarının tiyatro sevgisine karşı koymamışlar. Bizler babası
Naşit Bey’le pek tanışık değiliz yaşadığımız yüzyıl gereği; ancak kızını iyi biliriz. Hem de onu meşhur tuluât ustası Komik-i
Şehir Naşit’in kızı olarak değil, Adile Naşit olarak biliriz.
Bebekken sahne tozu yutmak
Hafize Ana olmasaydı Türk Sineması yine olurdu, ama tadı
başka… Keza 1980’lerin Masalcı Teyze’si olmasaydı da televizyon için geçerli aynı şey. Sinema ve sonrasında televizyonun
en sevilen isimlerinden Adile Naşit aslen bir tiyatrocu. Hem
de ilk defa bir buçuk yaşındayken sahneye çıkmış. O yaşında
yeteneğini sergileyebileceği bir durum söz konusu olamazdı
mutlaka; babasının kucağında çıkmış seyirci önüne, ancak
sahne tozunu yutmuş bir kere.
Adile Naşit, “Beni meslek sahibi yapan, tiyatrocu, oyuncu
yetiştiren babama minnet borçluyum” diyor. Anlattığına göre
tiyatroya âşık babası, Adile Naşit henüz 5-6 yaşlarında bir
Ocak 2015
84
çocukken ondan kendi taklidini yapmasını istermiş. Taklidin başarısı karşısında
da kahkahalarla gülermiş. “Benim ilk tiyatroculuğum babamı taklit ederek başladı. Daha sonra tiyatro oyuncusu olmak istediğimde babamdan her zaman destek
gördüm” şeklinde anlatıyor oyunculuk hayatına atılmasını. Taklit başarısı, gözlem
yeteneği ve sevimliliği de onun küçük yaşlarda tiyatroya başlamasında etkili olmuş.
Önce İstanbul Şehir Tiyatroları Çocuk Tiyatrosu, ardından Muammer Karaca
Tiyatrosu’nda oyunculuk yapan Adile Naşit, bir zaman sonra dönemin komedi tiyatrosunun vazgeçilmez oyuncuları Muammer Karaca ve Vahi Öz ile birlikte kurdukları
tiyatro topluluğu için çalışmaya başlamış. 1960 yılında ise eşi Ziya Keskiner ve kardeşi Selim Naşit Özcan ile Naşit Tiyatrosu’nu kurmuş. Bu tiyatronun dağılmasının
ardından, 1963-1975 yılları arasında Gönül Ülkü-Gazanfer Özcan Tiyatrosu’nda
oyunculuğunu sürdürmüş.
Türk izleyicinin sinema vesilesiyle
tanıştığı Adile Naşit ilk filmi “Yara”yı
1947 yılında çekmiş. Ancak görülüyor
ki Naşit’in sinemaya geçişi bu yıllarda
olmuyor, zira 1975’e kadar tiyatro oyunculuğunu sürdürüyor. Biz de 40’lı, 50’li
yıllarda onun filmlerine pek rastlamıyoruz. 1960 darbesinin tiyatroya yaptığı
vurgundan olsa gerek, o yıllardan sonra
değerli pek çok oyuncu gibi sinemaya
ağırlık veriyor. Sahnede komik roller
üstlenen Adile Naşit, sette dram da
oynuyor.
Herkesin Hafize Ana’sı
Adile Naşit, belki fiziksel özellikleri
gereği belki kendi öyle istediği için
çoğunlukla komedi filmlerinde rol
almış. Öyle ki hiçbir filminin sonunda
ölmemiş mesela; oyunculardan birinin
rol gereği hayatını kaybettiği bir filmi
bile yok neredeyse. Onun rol aldığı aile
komedileri ile “Hababam Sınıfı” serisi
hâlâ büyük bir keyifle izleniyor; filmdeki çoğu replik ezbere biliniyor.
Ocak 2015
85
Adile Naşit, 1960
darbesinin tiyatroya
yaptığı vurgundan
olsa gerek, o yıllardan
sonra değerli pek çok
oyuncu gibi sinemaya
ağırlık veriyor.
Sahnede komik roller
üstlenen sanatçı, sette
dram da oynuyor.
Tiyatro bu, bir yüzü ağlıyor, diğeri gülüyor. Türk seyircisini yıllarca kahkahalara
boğan Adile Naşit’in gerçek hayatında, yıllar yılı kan ağladığını kim biliyordu?
Hatta belki bir çocuk sahibi olduğu bile bilinmiyordu. 1966 yılında bir gazete “Büyük Naşit’in Küçük Torunu Ölmeyecek” başlığını attığında, Adile Naşit’i sinemada
görmeye de alışkın değildi Türk izleyici.
Komik-i Şehir Naşit Bey, Türk Tiyatrosu için o denli önemliydi ki gazeteler ölümünün ardından yirmi yıl geçse dahi onun torunuyla ilgili haber yapmıştı. Habere göre
kalp hastası Ahmet Naşit Keskiner’in Amerika’da ameliyat olması için o zamanın
parasıyla yüz bin lira gerekiyordu. Adile Naşit ve eşi Ziya Keskiner varını-yoğunu
da satsa bu parayı toparlaması mümkün değildi. İstanbul’da bulunan tiyatrolar bir
günlük gelirlerini Naşit Bey’in torununa armağan ettiler. Geceyarısı tiyatroları ile
gazetelerin başlattığı kampanyalarla para denkleştirildi ve küçük Ahmet Amerika’ya
yolcu edildi. Ameliyatın başarılı geçtiği söylenmişti, ancak Ahmet Naşit Keskiner
15 yaşında hayata veda etti.
Bu ölüm Adile Naşit’i derinden etkiledi mutlaka; “Çocuğunu kaybeden bir anne
için her gün ilk gündür, bu ıstırap ihtiyarlamaz” dediği gibi Victor Hugo’nun. O
tarihten sonra tiyatroya daha da yoğunlaşan, sinema güldürülerine de ağırlık veren
Adile Naşit seyirciyi kahkahalara boğdu, unutulmaz filmlere imzasını attı; sahne ve
setlerde acısı kadar komikti. Sadece Hababam’ın değil hepimizin Hafize Ana’sıydı,
turşu muhabbetinin geçtiği sofralarda adı anılır, “Bağa girdim bağ budanmış” ile
başlayan türküde “Tosun Paşa”nın hamam sahnesi akıllara gelir oldu.
1970’li yıllarda çekilen aile ve komedi filmlerinin, özellikle “Ah Nerede”, “Süt
Kardeşler”, “Hababam Sınıfı”, “Neşeli Günler” filmlerinin, aradan geçen yaklaşık
kırk yıla rağmen her seferinde keyifle izlenme nedenlerinden biridir Adile Naşit. Ve
biliyoruz ki sirke konulmamış turşu pek bir şeye benzemez.
Ocak 2015
Erbay Kücet
M
edeniyetimiz, değerlerimiz ve siyasi konular üzerine yaptığımız tartışmalarda fikir hayatımız ve dilimizi bu tartışmaların odak noktasına
koyduğumuz çok olmaktadır. Çünkü dilin düşünceyle olan ilişkisi insanın
ailesiyle olan ilişkisi gibidir. Bir başka ifadeyle “Fert bir aile ocağında hayatını sürdürürken oradan aldığı değerler ile şahsiyetini kazanır”. İşte, dil
de düşüncenin toplumun değeri olmasını sağlayan bir araçtır. Bu nedenle
düşünce farklılıkları konuşulan dile de tesir eder. Dilin yaşayan bir varlık
olduğunu söyleyenleri ve bugüne kadar dil konusunda yapılan tartışmaları
da bir kenara atmamak gerekmektedir.
Bir dile ait kelimelerin anlamlarını iyi bilmeliyiz ki konuşmalarımız
ve yazılarımız önem kazansın. Anlamlarını bilmediğimiz kelimelerin
karşılığını bulabileceğimiz tek araç güvenilir bir sözlüktür. Türkiye’de
son yıllarda yapılan konuşmaları şöyle bir yokladığımızda çoğunun kısıtlı
kelimelerle meramını ifade etmeye çalıştığını görürüz. Hatta yeni nesil,
sosyal medyada bildiği kelimeleri de kısaltarak iletişim kurmaktadır. Sokak
röportajlarında “Kelime hazneniz nasıl?” diye bir soru sorulmaya kalksa
birçok insanın “Benim hazinem falan yok, o da nereden çıktı?” diyerek
tepki göstereceğine eminim.
Tarih sürecinde değişen birçok Türkçe kelimeyi bugün anlamıyoruz. Bu
nedenle okuyan herkesin sözlüğe ihtiyacı olduğuna inanıyorum. Sadece
okuduğumuz kitaplarda karşılaştığımız bilmediğimiz kelimeler için değil,
konuşmalarımızda geçen kelimeler için de gerekli olan sözlükler başucu
kitaplarımız olmalıdır.
“Daha güzel konuşmak, okuduğumu veya söyleneni daha iyi anlamak
için ne yapmalıyım” diye sorarsanız en kısa sürede bir sözlük temin ederek
işe başlayabileceğinizi söylemek isterim. Piyasada pek çok güvenilir sözlük bulunuyor. Cumhuriyetin ilk yıllarında dahi, sayıları sınırlı olmakla
beraber, basılmış sözlükler var. Hayat Yayınevi’nin Büyük Türk Sözlüğü,
Kemal Demiray’ın Temel Türkçe Sözlük’ü, Türk Dil Kurumu’nun komisyon
marifetiyle gerçekleştirdiği iki ciltlik Türkçe Sözlük’ü, Ferit Devellioğlu’nun
Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat’ı, Mustafa Nihat Özön’ün OsmanlıcaTürkçe Sözlük’ü aklıma gelenlerdir.
Ocak 2015
87
“Sözlük en temel müracaat kitabıdır. Kitaba olan alaka zayıf ladıkça,
sözlüğe olan ilgi de azalmaktadır.
Zengin bir dille konuşur ve yazarsanız
sözlüğe ihtiyacınız olur. Çünkü o zaman hafızanızla yetinmeniz mümkün
olmaz. Sözlüğe sadece bilmediğiniz
kelimeler için değil, bildiğiniz kelimeler için de bakmak ihtiyacını hissedersiniz. Çünkü bildiğiniz kelimelerin de
bilmediğiniz anlamları olabilir. Eskiden ilköğretimde manzum sözlükler
ezberletilirmiş. Bunların yabancı dil
öğretmek için olanları da varmış.
Bu sözlük alışkanlığı kazanmak ve
bel li bir keli me ha znesi ne küçü k
yaşlarda sahip olmak için güzel bir
başlangıçmış aslında” diyerek sözlük
konusunu ülke gündemine getirdiğine
inandığım D. Mehmet Doğan’ı ayrıca
değerlendirmek istiyorum. Onun hazırladığı ve bugün yeni ilavelerle yüz
on binin üzerinde kelime, deyim-terkip, kalıp söz ihtivasıyla oluşan Doğan
Büyük Türkçe Sözlük, sahasında özgün
bir eserdir.
Bir dilin bütün veya belli bir çağda
kullanılmış sözcük ve deyimlerinin
a lfabet i k sıraya göre ta nı m la r ı nı
veren, açı k laya n ya da ba şk a bi r
dildeki karşılığını veren sözlüklere
aynı zamanda “lügat” veya “kamus”
Dili doğru
ve yanlışsız
konuşup
yazmak
isteyenlerin,
kelimelerin
anlamlarını veya
hangi anlamda
kullanıldıklarını
öğrenmek
amacıyla
başvurdukları
sözlükler aynı
zamanda
yazıldıkları dilin
de aynasıdır.
denilmektedir. Bir dilin kelime hazinesini çeşitli bakış
açılarından düzenleyen ve açıklayan sözlüklerin en önemli
özelliği temel başvurma kitapları arasında yer almalarıdır.
Dili doğru ve yanlışsız konuşup yazmak isteyenlerin, kelimelerin anlamlarını veya hangi anlamda kullanıldıklarını
öğrenmek amacıyla başvurdukları sözlükler aynı zamanda
yazıldıkları dilin de aynasıdır.
Tarihteki ilk sözlüğün kim tarafından, hangi yüzyılda
hazırlandığı, hangi dili konu edindiği konusunda kesin
bilgi olmamakla birlikte, coğrafyamızdaki ilk sözlüğün
Divanü Lûgat-it Türk (1072-1074) olduğu bilinmektedir.
Türkçenin ilk dilbilimcisi olarak tarihe geçmiş olan Kaşgarlı Mahmud’un bu dilin farklı lehçelerini öğrenerek Türk
boylarının kültürlerini tanımasının, sözlü edebiyatlarını
öğrenmeye başlamasının, bir etnograf gibi Türk kavimleriyle ilgili malzeme toplamasının ardından Arapça yazdığı Divanü Lûgat-it Türk ile tanışmamız 1914 yılında, İstanbul’da
bir sahafta olmuştur.
Divanü Lûgat-it Türk’ün bulunma hikayesi oldukça ilginçtir. Rivayete göre, Meşrutiyet’in ilk yıllarında eski maliye nazırlarından Nazif Paşa’nın akrabası bir kadın elyazması kitabı sahaflar çarşısında sahaf Burhan Efendi’ye satar.
Burhan Efendi kitabı Maarif Nezareti’ne götürür, ancak
Nezaret istenilen parayı çok bularak kitabı satın almaz. Ali
Emiri Efendi adında bir zat elyazmasını inceler incelemez
istenilen 30 altın lirayı öder ve kitabın sahibi olur, üstelik
zarar görmemesi için kimselere göstermez. Ancak Ali Emiri
Efendi’nin saadeti uzun sürmez. Sadrazam Talat Paşa’nın
çabalarıyla elyazması kitap Maarif Nezareti’ne devredilir
ve böylelikle “ilk Türkçe sözlük” toplumda önemli bir yere
kavuşur. Kitabın dünyadaki tek nüshası Millet Yazma Eser
Kütüphanesi’nde muhafaza edilmektedir.
Ocak 2015
Kitap
Türkiye’nin
Sanayileşme
Serüveni
Sanayicilik Anılarım ve
Sanayiciliğin Tarihçesi
Doç. Dr. Kahraman Emmioğlu
Elips Kitap
Ankara, 2013
350 s.
Âşık Edebiyatı
Araştırmaları
Prof. Dr. Saim Sakaoğlu
Kömen Yayınları
İstanbul, 2014
704 s.
Modern Siyasal
Düşüncenin Temelleri
Quentin Skinner
Çeviri: Barış Yıldırım, Eren Buğlalılar
Phoenix Yayınevi
İstanbul, 2014
304 s.
Ocak 2015
TBMM 20. Dönem Gaziantep Milletvekili Kahraman
Emmioğlu’nun kaleme aldığı Türkiye’nin Sanayileşme
Serüveni-Sanayicilik Anılarım ve Sanayiciliğin Tarihçesi, akıcı bir üslupla Türkiye’nin sanayileşme öyküsünü
anlatıyor. Avrupa’nın sanayileşme sürecini, Osmanlı’nın
ve Türkiye Cumhuriyeti’nin sanayileşme konusundaki
gayretlerini dönemler halinde ve rakamsal veriler eşliğinde sunan Emmioğlu, anlatımını anılarla da zenginleştiriyor. Devlet Planlama Teşkilatı, Sanayi Bakanlığı,
TEMSAN, TÜPRAŞ gibi önemli kurum ve kuruluşlarda
üstlendiği görevlerde ve kendi işyerinde edindiği bilgi ve
tecrübeler ışığında dikkat çekici bir çalışma ortaya koyan
Emmioğlu, Türkiye’nin 2010 yılına kadarki sanayileşme
gayretlerini ve bu alandaki seyri kitabına aktarıyor.
TÜRK halk bilimi üzerine çalışan akademisyenlerden
biri olan Prof. Dr. Saim Sakaoğlu, bu alanda verdiği
eserlere bir yenisini ekliyor. Âşık Edebiyatı Araştırmaları,
Sakaoğlu’nun on bir yaşındayken tanıştığı âşık edebiyatının detaylı bir incelemesini sunuyor. Daha önce de Ercişli
Emrah ve Karacaoğlan üzerine kitaplar yayımlayan Prof.
Dr. Saim Sakaoğlu, son kitabıyla Anadolu kültürünün en
kıymetli unsurlarından birine ışık tutuyor.
QUENTIN Skinner’ın ilk olarak 1978 yılında yayımlanan ve siyasi düşünce tarihinin temel taşları arasında
yer aldığı kabul edilen eseri Modern Siyasal Düşüncenin
Temelleri, siyasi ideolojileri tarihsel bir gelişim çizgisi
üzerinden takip eden kapsamlı bir analiz içeriyor. Eseri
benzerlerinden ayıran en önemli özelliği ise siyasi düşüncenin yalnızca meşhur isimleri üzerinde değil, bu
isimlerin daha az tanınan çağdaşları üzerinde de durması ve böylece bu düşünce insanlarını tarihsel ve sosyal
bir boyuta yerleştirmesi. Skinner’ın eseri hem siyasi düşüncenin meraklıları hem de alanın profesyonelleri için
rehber niteliğinde.
Kitap
İKI Gözüm Galibem-Malta Sürgününden Mektuplar, I.
Dünya Savaşı’ndan sonra Osmanlı Devleti ile İtilaf Devletleri arasında imzalanan ve başkent İstanbul’u bir nevi
işgal alanına çeviren Mondros Mütarekesi’nin ardından
tutuklanan birçok asker, aydın ve sivil arasında yer alan
Fethi Okyar’ın sürgün günleri mektuplarının bir derlemesi niteliğinde. 21 Kasım 1924’ten 6 Mart 1925’e kadar
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığı yapan Okyar’ın
eşiyle yazışmalarını içeren kitap, aile özleminin ötesinde
eski başbakanın yaklaşık üç senelik sürgün hayatının
günlük rutinlerini, bu süredeki duygu ve düşüncelerini
de yansıtıyor.
İki Gözüm Galibem
Malta Sürgününden Mektuplar
Fethi Okyar
İş Bankası Kültür Yayınları
İstanbul, 2014
272 s.
TARIHÎ Kentler Birliği Kurucu Başkanı ve Bursa Büyükşehir Belediyesi eski Başkanı Erdoğan Bilenser
tarafından hazırlanan Prusia’dan Bursa’ya-8500 Yıldır
Üreten Kent, yerleşim tarihi MÖ 6500’lere kadar uzanan
Bursa’nın yüzyıllar boyunca kaybetmediği ticari önemi
ve bu önemin ekonomik etkilerini inceliyor. Birçok
akademisyenin katkısıyla, bireysel ve kurumsal arşivlere
başvurularak hazırlanan kitap, içindeki görsel malzemeyle de okuyucunun ilgisini çekiyor.
Prusia’dan Bursa’ya
ALANLARINDA uzman iki akademisyen Mesut Uyar
Osmanlı Askeri
Tarihi
ve Edward J. Erickson’ı bir araya getiren Osmanlı Askeri
Tarihi, Osmanlı Devleti’nin kuruluş döneminden başlayarak I. Dünya Savaşı’nın sonuna kadarki askerî tarihinin detaylı bir araştırması niteliğinde. Yazarların “dünyanın ilk askerî kurumu” olarak niteledikleri Osmanlı
ordusunun gelişim çizgisini bütün hatlarıyla inceleyen
kitap, yalnızca savaş teknolojisi veya askerî tarih odaklı
bir araştırma sunmakla kalmıyor, ordu içindeki sosyal
dinamikleri de gözler önüne seriyor.
8500 Yıldır Üreten Kent
Erdoğan Bilenser
Yapı Kredi Yayınları
İstanbul, 2014
384 s.
Mesut Uyar, Edward
J. Erickson
İş Bankası Kültür Yayınları
İstanbul, 2014
673 s.
Ocak 2015
Müzik
Bach: The
Complete
English Suites
Murray Perahia
Sony Müzik
Doğumunun 120.
Yılında Yeniden
Aşık Veysel
Aşık Veysel
Dokuz Sekiz Müzik
Tell ‘Em I’m Gone
Yusuf İslam
Sony Müzik
Ocak 2015
AMERIKALI konser piyanisti ve orkestra şefi Murray Perahia, Bach: The Complete English Suites’te
ünlü Alman besteci Johann Sebastian Bach’ın 1715
senesinde yazdığı düşünülen “İngiliz Süitleri”ni
yorumluyor. Bach’ın yanı sıra Chopin ve Mozart’a
da büyük hayranlık duyduğunu dile getiren “Sir”
unvanlı ve Grammy Ödüllü Murray Perahia, kendine has yorumu ve abartısız vurgularıyla dünyanın
en önemli müzisyenleri arasında gösteriliyor. Bach:
The Complete English Suites, aynı zamanda altı süite
dair Almanca, Fransızca ve İngilizce açıklamalar
bulunduran bir de kitapçık içeriyor.
BU toprakların yetiştirdiği en kıymetli sanatçılar-
dan olan ünlü halk ozanı Âşık Veysel Şatıroğlu’nun
eserleri, doğumunun 120’nci senesinde orijinaline
sadık kalan düzenlemelerle dinleyiciyle buluşuyor.
İzzet Öz’ün prodüktörlüğünde hazırlanan albüm,
Âşık Veysel’in kendi sesinden yaptığı bir konuşmayla
açılıyor. Ardından “Bülbül Ne Ötersin Dertli Dertli”,
“Uzun İnce Bir Yoldayım”, “Kara Toprak”, “Dostlar
Beni Hatırlasın”, “Ömür Kervanı” gibi unutulmaz
eserlerle devam ediyor. Büyük ozanın sesinin ve
sazının özüne dokunulmadan hazırlanan albümün
kartonetinde ise ünlü fotoğrafçı Ara Güler’in çalışmaları yer alıyor.
KARIYERINE 1960’lar İngiltere’sinde bir folk
müzisyeni olarak başlayan, 1970’lerde ise dünya
çapında ün elde eden Cat Stevens, veya sonradan
seçtiği ismiyle Yusuf İslam, Tell ‘Em I’m Gone ile beş
yıl aradan sonra dinleyiciyle buluşuyor. Albümde
“I Was Raised in Babylon”, “Gold Digger”, “Doors”
gibi parçaların yanı sıra beş adet de cover çalışması
yer alıyor. Yusuf İslam, Rolling Stones, The Daily
Telegraph gibi prestijli basın organlarından yüksek
puan alan albümün yayımlanmasının ardından
1976 senesinden beri ilk defa bir Kuzey Amerika
turnesine çıktı.
Film
Özgürlük Dansı Jimmy’s Hall
Senaryo: Paul Laverty, Donal O’Kelly
Yönetmen: Ken Loach
Oyuncular: Barry Ward, Jim Norton, Andrew Scott, Francis Magee, Simone Kirby
Yapım: 2014, İngiltere-İrlanda-Fransa
Tür: Dram, Tarih
İRLANDALI aktivist James Gralton’ın hayatından bir kesit sunan “Özgürlük Dansı”, Gralton’ın (Barry Ward) 10 senelik zorunlu Amerika sürgününün ardından
İrlanda’ya geri dönüşüyle başlıyor. Jimmy’nin annesi ve arkadaşları bu dönüşten
son derece memnunken, durumdan hoşnut olmayan bir kesim de vardır. Jimmy’nin
memleketine dönmesinin hemen ardından uzun süredir kapalı duran bir dans
salonunu yeniden açmasıyla daha da alevlenen bu hoşnutsuzluk, Jimmy’yi giderek
zor durumda bırakacak ve kasabanın papazıyla (Jim Norton) aralarında ciddi bir
anlaşmazlık yaratacaktır. Birbirine zıt iki dünya görüşünün çatışmasını anlatan
film, bunu yaparken yerel kasaba dinamikleri ile kişisel ilişkilerin etkileri üzerinde
de duruyor.
Kırımlı
Senaryo: Atilla Ünsal, Nil Güleç Ünsal
Yönetmen: Burak Arlıer
Oyuncular: Murat Yıldırım, Selma Ergeç, Gülçin Santırcıoğlu, Bülent Alkış, Burç Kümbetlioğlu
Yapım: 2014, Türkiye
Tür: Aksiyon, Gerilim, Savaş
KIRIM Türklerinin sesi olarak bilinen yazar Cengiz Dağcı’nın Korkunç Yıllar isimli
kitabından uyarlanan “Kırımlı”, II. Dünya Savaşı devam ederken Alman kamplarında esir düşen Kırımlı Türklerin hikayesini anlatıyor. Bu esirlerden biri olan Sadık’ın
(Murat Yıldırım), Almanca bildiği için istihbarat görevlisi olarak çalışmasına izin
verilir. Sadık, bir süre sonra Almanların Kırım’ı Rus hakimiyetinden kurtarma
vaadine kanarak Alman ordusuna katılır. Fakat bunun bir oyun olduğunu anlaması
uzun sürmeyecektir. Sadık, bundan sonra Kırım’ın kurtuluşu için harekete geçer ve
bu sırada Maria (Selma Ergeç) ile tanışır. Olaylar artık daha ilginç bir hal alacaktır.
Ocak 2015
92
Vekiller
okuyor
izliyor
Ömer Faruk Öz
TBMM İdare Amiri ve AK Parti Malatya Milletvekili
GENELLIKLE yakın siyasi tarihimiz ve gündemdeki konularla ilgili kitaplar ile araştır-
ma-inceleme eserlerini takip ediyorum. Dünya siyasetine yön vermiş kişileri konu
alan kitaplar da ilgimi çekiyor. Şu sıralar Prof. Dr. Mahmud Es’ad Coşan’ın Hacı
Bektâş-ı Velî ve Bektâşîlik adlı eseri ile İnönü Üniversitesi Niyâzi-i Mısrî Araştırma ve Uygulama Merkezi’nin yayımladığı İrfân Sofraları adlı kitabı okuyorum.
Sinemada daha çok tarihî ve biyografik filmleri tercih ediyorum. Filmleri vakit
buldukça evde DVD’den seyrediyorum, çok sık olmamakla birlikte sinema salonuna da gidiyorum. Şu sıralar Çanakkale Savaşı’nda kaybolan oğullarını arayan
Avustralyalı bir babanın Türkiye’ye gelişini anlatan “Son Umut” filmini izlemeyi
planlıyorum. Müzik tercihimin ilk sıralarında Türk Sanat Müziği, Türk Halk Müziği, tasavvuf müziği ve özgün müzik yer alıyor. Malatyamızın yöresel türkülerini
büyük bir beğeni ve keyifle dinliyorum.
Sakine Öz
CHP Manisa Milletvekili
MESLEĞIM olan mimarlık ve Meclis çalışmalarımda kentlerin gelişiminin nasıl plan-
lanabileceğine dair önemli saptamalardan biri olarak gördüğüm, “kentsel dönüşüm”
kavramı ve uygulamasının ötesine geçmeyi öneren, “kentlerin yenilenmesi”nin nasıl
olabileceği üzerine tartışma yürüten yeni bir vizyon da içeren Kentsel Yenileme adlı
kitabı okudum. Pelin Pınar Özden’in kitabı İmge Kitabevi Yayınları arasında yer
alıyor. Yoğun çalışma programımız nedeniyle sinemaya ne yazık ki yeterli zamanı
ayıramıyorum. Beni derinden etkileyen filmlerden biri “Babam ve Oğlum”dur. Daha çok
Türk Halk Müziği dinlerim. Günümüzün çoğu yolda geçtiği için arabamızda genellikle Ege
türküleri çalar; ben de yöremin ezgilerine keyifle, kimi zaman da hüzünle eşlik ederim.
Celal Adan
MHP Genel Başkan Yardımcısı ve İstanbul Milletvekili
GENELLIKLE iki veya üç kitabı aynı anda okumayı tercih ediyorum. Özellikle gece-
leri kitap okuyorum. Nihal Atsız, Sina Akşin ve İlber Ortaylı şu sıralar okuduğum
yazarlar. Bazen çok etkilendiğim bir kitabı ikinci kez okuyabiliyorum. Sinemaya
çok fazla gitme fırsatı bulamıyorum. Müzik konusunda pek ayrım yapan birisi
değilimdir, fakat son zamanlarda “Türkiyem” türküsünü daha fazla dinliyorum.
Ben Ağrı Tutaklıyım, dolayısıyla türküleri ayrı bir heves ve önemle dinliyorum.
Öğrencilik yıllarımızdan itibaren memleketimizden uzak düşmemiz nedeniyle benim için türkülerin yeri ayrıdır.
Ocak 2015
93
Seyit Sertçelik
AK Parti Ankara Milletvekili
SON dönemde ağırlıklı olarak siyasi tarih kitapları okuyorum. Şu sıralar elim-
de birkaç kitap birden bulunuyor. Jack A. Goldstone, Eric P. Kaufmann ve Monica Duffy Toft’un editörlüğünü yaptığı Political Demography, Clair Wills’in
Dublin 1916: The Siege of the GPO ve Jared Diamond’ın Tüfek, Mikrop ve Çelik
adlı kitaplarını okuyorum. Son zamanlarda sinemaya gitmeye pek fırsat bulamadım. Geçmişte beni en çok etkileyen filmlerden biri, Umberto Eco’nun aynı
adlı romanından sinemaya uyarlanan “Gülün Adı”dır. İtalyan yazarın bu eserini
birkaç kez okumuşumdur. Müzik konusundaki tercihim ise klasik müzik, Türk
Sanat Müziği ve Türk Halk Müziği’dir.
Mustafa Moroğlu
CHP İzmir Milletvekili
ÇAĞIN sorunlarına ilişkin inceleme-analiz kitapları, felsefe ve şiir kitapları
ile roman okuyorum. Amin Maalouf’un Çivisi Çıkmış Dünya ile Mehmed
Uzun’un Yitik Bir Aşkın Gölgesinde isimli eserleri son okuduğum kitaplar
arasında yer alıyor. Sinemaya ara sıra gidiyorum, sıkça film izlemek için
pek fırsat bulamıyorum. Halk türküleri dinliyorum. Aynı zamanda saz
çalar, türkü söylerim. Özellikle “Cemalım” türküsünü çok seviyorum.
Aydın Şengül
AK Parti İzmir Milletvekili
DAHA çok tarih, siyaset ve felsefe kitapları okuyorum. Şu anda elimde Algı
Yönetimi isimli kitap bulunuyor. Hemen her hafta sonu veya iki haftada
bir sinema salonlarına giderek film izlemeye gayret ediyorum. Genellikle tarihî ve bilim kurgu/fantastik filmler izlemeyi tercih ediyorum.
Bugüne kadar beni en çok etkileyen filmleri “Bir Zamanlar Amerika”,
“Braveheart” ve “Eşkıya” olarak sıralayabilirim. Beğenerek izlediğim
filmler ise “Benjamin Button”, “Kanlı Elmas”, “Kuzuların Sessizliği”,
“Yeşil Yol”, “Matrix”, “Forrest Gump” ve “Baba” serisidir. Müzikteki ilk
tercihim türküler. Bununla birlikte klasik müzik dinlemekten hoşlanırım. En
son İstanbul’da Andre Rieu konserini zevkle izlediğimi belirtmek isterim.
Ocak 2015
94
@BelmaSatir
HER kadın bir denizyıldızıdır. Denizden
sahile vurmuş denizyıldızlarının çetelesini
tutmak yerine onları denize, hayata kazandırmalıyız.
@Mv_Akdag
@AysenrlslamASPB
ÜÇ bilinenli bir denklemdir hayat: Sabır,
şükür ve dua.
UMUT, hiç bitmeyen bahar mevsimidir.
İçinde kar da yağar, fırtına da kopar. Ama
çiçekler açmaya hep devam eder.
@LutfuTurkkan
GÖRÜNCE bu resmi, insan üşümeye utanır...
@mkulunk
KAINATTA kaos ve düzende birlik vardır.
Hayret etmek ne güzeldir, Allah’ın hükmünün tecelli ettiğini bilmek ise huzurdur.
Endişe yok, gayret var.
@selcukozdag
CESARET ve metanet genetiktir.
@nacibostanci
EN geniş anlamda siyaset tüm hayatı
kucaklar, fakat tüm hayatını dar anlamda
siyaseti kucaklamaya adayanlar yanılsamaları yaşarlar.
instagram.com/turgutdibekchp
EN güzel andır paylaşmak. Neyin var neyin
@drvuralkavuncu MÜCADELE, yaşamın bir gerçeği.
Ocak 2015
yok düşünmeden... #yasam #paylaşım
#sevgi #ekmek #mutluluk #dostluk
@zkarahanuslu EBRU sanatımız UNESCO Dünya Miras
Listesi’ne giren 12. ürünümüz. Kültürümüz
tüm dünyayı etkilemeye devam ediyor.
95
Faik TUNAY
@FaikTUNAY
CHP İstanbul Milletvekili,
Member of the Turkish Parliament
Twitter’ı aktif biçimde kullanan siyasetçilerimiz arasında ilk
sıralarda yer alıyorsunuz. Twitter’ı ne zamandır ve gün içinde
hangi sıklıkla kullanıyorsunuz?
Sosyal medya ve özellikle Twitter çok önemli bir mecra.
Fakat siyasilerin topluma vereceği mesajlar haricinde
gün içerisinde sürekli olarak, biraz da magazinsel olarak
kullanılmasını doğru bulmuyorum.
Sosyal medya sizin için ne ifade ediyor, Facebook veya diğer
sosyal paylaşım ortamları da ilgi alanınıza giriyor mu?
21. yüzyılda iletişim için en etkin araç sosyal medya.
Şöyle düşünün, 50 bin kişiye ulaşmak için günler öncesinden duyuru yapıyorsunuz, insanlar bir yere toplanıyor.
Facebook ve Twitter sayesinde yüz binlere mesajınızı bir
tıkla iletiyorsunuz.
Sizce siyasetçilerin sosyal paylaşım sitelerini etkin ve doğru
bir şekilde kullanması ne bakımdan önemli?
Sosyal medyayı etkili ve doğru kullanmayan bir siyasetçinin 21. yüzyılda başarılı olması çok mümkün değil bence.
Sosyal paylaşım ortamında ilginç anılarınız oldu mu?
Yaşadığım en ilginç şeyler insanların attığı tweetlere
direkt cevap vermem üzerine oluyor. TBMM’de yapılan
bir istatistikte takipçileri ile en çok etkileşimde bulunan
milletvekillerinden biri olduğum söylenmişti. Takipçiler direkt cevap verince kolay kolay inanmıyor sayfanın
benim tarafımdan yönetildiğine; şaşkınlık yaşıyorlar.
Ocak 2015
Unutmayacağız...
Talat Sait Halman
Kültür eski Bakanı Talat Sait Halman, 1931 İstanbul doğumludur. Yüksek öğrenimini Columbia Üniversitesi Siyaset Bilimi
Bölümü’nde tamamlayan Halman, Bilkent Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanlığı ve Bilkent Üniversitesi
İnsani Bilimler ve Edebiyat Fakültesi Dekanlığı yaptı.
Talat Sait Halman için 8 Aralık 2014 tarihinde TBMM’de tören düzenlendi. Halman’ın cenazesi 9 Aralık 2014’te İstanbul
Teşvikiye Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi.
Misbah Ongan
13. Dönem Siirt Milletvekili Misbah Ongan 1925 Siirt doğumludur. Yüksek öğrenimini İstanbul Üniversitesi Hukuk
Fakültesi’nde tamamlayan Ongan, gazeteci, serbest avukat, Kasımpaşa ve Vefa takımları profesyonel futbolcusu olarak
görev yaptı.
Misbah Ongan için 16 Aralık 2014 tarihinde TBMM’de tören düzenlendi. Ongan’ın cenazesi Kocatepe Camii’nde öğle
namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi.
Abbas Gökçe
Danışma Meclisi Kars Üyesi Abbas Gökçe 1926 Meydancık doğumludur. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi, Türkiye ve
Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü ve Paris Uluslararası Amme İdaresi Enstitüsü’nde öğrenim gören Gökçe, Erciş ve Ünye
Hakimi, Danıştay Üyesi, Raportörü ve Başyardımcısı, Yüksek Seçim Kurulu Üyesi olarak görev yaptı.
Abbas Gökçe’nin cenazesi 22 Aralık 2014 tarihinde İstanbul Şakirin Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze
namazının ardından toprağa verildi.
Ali İhsan Akpolat
Cumhuriyet Senatosu Muş Üyesi Ali İhsan Akpolat 1920 Muş doğumludur. Yüksek öğrenimini Ankara Üniversitesi Dil ve
Tarih-Coğrafya Fakültesi Edebiyat Bölümü’nde tamamlayan Akpolat, Samsun 19 Mayıs Lisesi ve Van Lisesi edebiyat öğretmeni, Ağrı Naci Gökçe Lisesi, Bilecik Ertuğrul Gazi Lisesi ve Muş Lisesi edebiyat öğretmeni ve müdürü, Yeni Türkiye
Partisi Kurucu Üyesi olarak görev yaptı.
Ali İhsan Akpolat’ın cenazesi 24 Aralık 2014 tarihinde İzmir Karşıyaka Bostanlı Beşikçioğlu Camii’nde öğle namazını
müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi.
Hüsamettin Atabeyli
15. Dönem Erzincan Milletvekili ve Devlet eski Bakanı Hüsamettin Atabeyli 1922 İstanbul doğumludur. Yüksek öğrenimini İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde tamamlayan Atabeyli, Erzincan Belediye Başkanı, serbest avukat, Pancar
Kooperatifi Müdürü, Denizcilik Bankası ve TC Merkez Bankası Yönetim Kurulu Üyesi olarak görev yaptı.
Hüsamettin Atabeyli’nin cenazesi 30 Aralık 2014 tarihinde İstanbul Karacaahmet Şakirin Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi.
Aralık ayında aramızdan ayrılan arkadaşlarımız için Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyor,
kederli aileleri için kalpten duygularla sabr-ı cemîl niyaz ediyoruz.

Benzer belgeler