Yarım asırlık bir sıla türküsü
Transkript
Yarım asırlık bir sıla türküsü
Parlamento TPB Hakimiyet Milletindir Ocak 2015 Sayı: 21 Ayl ı k sürel i yay ı n Milletvekillerinden 2015 yılı mesajları Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Lütfi Elvan: Türkiye ulaşım ve bilişim projelerimizle gücüne güç katıyor Yarım asırlık bir sıla türküsü ALMANYA’YA İŞÇİ GÖÇÜ ISSN 2147-6616 9 772147 661000 21 TPB Ocak 2015 Sayı: 21 Fiyatı: 20 TL / Kurum ve kuruluşlar için: 30 TL Yerel süreli yayın ISSN 2147-6616 Büyükharf Bas. Yay. Tan. Dan. ve Org. Ltd. Şti. adına TPB Parlamento Dergisi Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü Eren Safi Yayın Koordinatörü Erbay Kücet Editör Songül Baş Yazı İşleri Çağla Taşkın Deniz Varol Elif Çelik Gökçe Doru İrem Coşkunseven Nehir Öztürk Nil Özben Pınar Ünsal Zeynep Yiğit TÜRK PARLAMENTERLER BİRLİĞİ GENEL BAŞKAN Nevzat PAKDİL Kahramanmaraş Milletvekili YAYIN KURULU Yahya AKMAN Şanlıurfa Milletvekili Cahit BAĞCI Çorum Milletvekili Katkıda Bulunanlar Dr. Ahmet Tetik Hakan Arslanbenzer Dr. Polat Safi Kadir Ramazan COŞKUN Genel Sekreter 19. Dönem İstanbul Milletvekili Tasarım Evrim Uluçay Sinan Günçiner İlknur İNCEÖZ Aksaray Milletvekili Genel Koordinatör İsmail Demir Alpaslan KAVAKLIOĞLU Niğde Milletvekili YAPIM Büyükharf Bas. Yay. Tan. Dan. ve Org. Ltd. Şti. Uğur Mumcu Cad. 89/8 Çankaya/ANKARA T: 0312 446 15 72 F: 0312 446 15 82 www.buyukharf.com.tr BASKI Özel Matbaası Basım Yeri: Matbaacılar Sanayi Sitesi 1514. Sokak No: 6 İvedik/Ostim/ANKARA Basım Tarihi: 01.01.2015 T: 0312 395 06 08 Nuri USLU Genel Sekreter Yardımcısı 23. Dönem Uşak Milletvekili Yayımlanan yazıların hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir. Makul alıntılar dışında izinsiz iktibas yapılamaz. O c a k 2 0 15 İçindekiler KAPAK 22 Yarım asırlık bir sıla türküsü: Almanya’ya işçi göçü 30 20 46 Milletvekillerinden 2015 yılı mesajları Söyleşiler Özcan Ulupınar Ali Öz Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Lütfi Elvan: Yeni Türkiye’nin “yol” haritası 42 Timurçin Savaş: 56 Mehmet Atilla Maraş: Demokrasinin sağlıklı işleyebilmesi için halk siyasette belirleyici rol oynamalıdır Siyasette yüksek performans sergileyebilmek için “düşünen adam” olmak gerekir 4 DÜNYAPARLAMENTOLARI Başkanın Mesajı 5Birlik’ten 8Haberler 14Dünyadan 18 Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Aralık 2014’te kabul edilen yasalar 72 Dişeti tedavisinde güvenilir uygulamalar, mutlu sonuçlar 74 Meclis Çalışanları: Basın, Yayın ve Halkla İlişkiler Başkanlığı 36 Latin Amerika’da neoklasik siyaset Kolombiya Parlamentosu 78 Tarih Sahnesi 86 Erbay Kücet: Bir sözlüğün yok mu? 88Kitap 50 60 68 Abdulkadir Emin Önen Lokman Ayva: 90Müzik 91Film 92 Vekiller ne okuyor / ne izliyor 94 Sosyal medya günlükleri 96Unutmayacağız Afrodit’le tanışıp Çingene Kızı’yla büyülenmek Zeugma Mozaik Müzesi 64 Kalemi nurefşan bir mebus Falih Rıfkı Atay ile Türkiye-Çin Parlamentolararası Dostluk Grubu üzerine 82 Uykudan önceki son kahkaha Adile Naşit Her tür engeli aşmak ve eğitimle cehalet karanlığını aydınlatmak için çalışıyoruz 95 Faik Tunay ile sosyal medya söyleşisi 4 Başkanın Mesajı Hoşgörü, farklılıkların uyumudur G Nevzat Pakdil Türk Parlamenterler Birliği Genel Başkanı, Kahramanmaraş Milletvekili Sorumluluk sahibi ve ahlaki değerleri olan bireyler yetiştirmek, toplumda her zaman huzur ve hoşgörüyü beraberinde getirir. Ocak 2015 eçtiğimiz Aralık ayında Hazreti Mevlâna’yı bir kere daha andık, bu yüce erdemli kişiliğin öğütlerini bir kere daha hatırladık. “Sevgide güneş gibi ol, dostluk ve kardeşlikte akarsu gibi ol, hataları örtmede gece gibi ol, tevazuda toprak gibi ol, öfkede ölü gibi ol…” sözleriyle sonsuz hoşgörüyü insanlığa öğütleyen Mevlâna, en çok bu kavramla adı anılan bir zat-ı muhterem değil midir zaten? Kavgaların ve çıkar çatışmalarının sonlanmadığı dünyamızda, özellikle “savaş” kavramı gündemden hiç düşmezken, belki de yeni güzelliklere; müjdeli, barış dolu haberlere gebe 2015 yılının ilk yazısının hoşgörüyle ilgili olmasını istedim. Hoşgörünün literatürde pek çok tanımı bulunuyor. En genel haliyle ise “Bir toplumda tüm farklılıklara rağmen bir arada yaşamayı mümkün kılan, karşılıklı sevgi, saygı, güven ve anlayış esasına dayalı olarak kurulan fonksiyonel bir iletişim” olarak tanımlanıyor araştırmacılar tarafından. Bir anlamda, başkalarının kendisinden farklı düşünme ve yaşayış biçimi olduğunu kabul etmek hoşgörünün gerekleri arasında yer alıyor. Görüldüğü gibi hoşgörü demokrasiyle de yakından ilişkili bir kavram. Demokrasiyle yönetilen ortamda bulunup gelişebilmesinin nedeni de bu. Bu kavramın ilişkili olduğu bir diğer konu eğitim. Doğru eğitim, hoşgörü üzerinde son derece olumlu bir etkiye sahiptir. Fikirlerin serbestçe ifade edilebilmesinin gerekli olduğunu, farklı olmanın kötü, olumsuz veya tehlikeli olmadığını öğrenen birey başkalarının fikir ve değerlerine saygılı olmayı bilir. Bu da hoşgörünün altın prensiplerinden birini oluşturmaktadır. Ayrıca sorumluluk sahibi ve ahlaki değerleri olan bireyler yetiştirmek toplumda her zaman huzur ve hoşgörüyü beraberinde getirir. Zira iyi vatandaş, haklarını ve sorumluluklarını bilen, başka insanların hak ve özgürlüklerine hoşgörü ile yaklaşan kişidir. Anayasamızdaki “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir” ve “Herkes kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir” maddeleri de topluma demokrasi ve hoşgörüyü benimsetmek adına oluşturulmuş ifadeler olarak algılanmalıdır. Cinsiyet ayrımcılığı, dinî baskı, emek sömürüsü, ırkçılık, faşizm, emperyalizm veya yabancı düşmanlığı gibi davranış ve akımların hakim olduğu toplumlarda hoşgörüden bahsetmek mümkün değildir. Ancak hoşgörü, çoğu zaman bireyler tarafından yanlış anlaşılabilen ve yorumlanan bir kavram olarak da karşımıza çıkmaktadır. Elbette hoşgörünün özünde anlayış gösterme, anlayışla karşılama yatar; fakat temel hak ve özgürlükleri kısıtlayan davranışlar, ülkemiz için tehdit oluşturan durumlar, toplumsal huzur ve barışımızı tehlikeye düşürecek olaylara karşı ne yöneticilerin ne de milletin hoşgörülü davranması mümkün olamaz. Toplumumuzda herkes aynı düşünce, duygu ve inançlara sahip değildir. Bu bir güçlük olarak düşünülmekten öte farklılıktan doğan güzellik olarak algılanmalıdır. İşte o zaman savaşlar, barışlara dönüşebilir; ülkemiz ve dünyamız huzur dolu yarınlara kavuşabilir. 2015 yılının tüm tazeliğiyle merhaba dediği bu günlerde, milletimize hoşgörünün hakim olduğu, barış, sevgi, saygı, huzur dolu bir yıl dilerim. Birlik’ten Nevzat Pakdil’den vesayet ve millet iradesi söyleşisi TÜRK Parlamenterler Birliği Genel Başkanı ve Kahramanmaraş Milletvekili Nevzat Pakdil, Birlik Vakfı Ankara Şubesi’nde “vesayet ve millet iradesi” konulu bir söyleşi gerçekleştirdi. Pakdil, Birlik Vakfı Konferans Salonu’ndaki söyleşide, Türkiye’nin yakın tarihinden verdiği örneklerle vesayet kavramı üzerinde durdu. Askerî darbelerin millet iradesine karşı yapıldığına işaret eden Pakdil, darbeler ve sonrasında hazırlanan anayasalarla vesayet kurumlarının oluşturulduğunu söyledi. Toplumu ve siyaseti kendi hedefleri doğrultusunda dizayn etmeyi, ülkede vesayet düzeni kurmayı isteyenlerin millet iradesini hiçe saydığını ifade eden Pakdil, Türkiye’de artık sandıkta cereyan eden millet vesayetinin dışında hiçbir vesayet olmadığını kaydetti. Nevzat Pakdil’in söyleşisi, katılımcılar tarafından ilgiyle dinlendi. Söyleşi programının sonunda Birlik Vakfı Ankara Şubesi Başkanı Muhittin Bal tarafından Nevzat Pakdil’e plaket takdim edildi. Alpaslan Kavaklıoğlu, Güvenlik ve İstihbarat Komisyonu’nun başkanlığına seçildi NIĞDE Milletvekili ve Türk Parlamenterler Birliği Yönetim Kurulu Üyesi Alpaslan Kavaklıoğlu, TBMM’de yeni kurulan Güvenlik ve İstihbarat Komisyonu’nun başkanlığına seçildi. Görevleri “millî güvenliğe ilişkin konularda görüş ve öneriler sunmak, güvenlik ve istihbarat konularında uluslararası alanda kabul gören gelişmeleri izlemek, kendi faaliyetlerine ilişkin rapor hazırlamak, güvenlik ve istihbarat hizmetleri sırasında elde edilen kişisel verilerin güvenliğini ve bireyin hak ve özgürlüklerini koruyucu öneriler geliştirmek” olarak belirlenen komisyon, 17 üyeden oluşuyor. Güvenlik ve İstihbarat Komisyonu’nda AK Parti’den Adana Milletvekili Fatoş Gürkan, Aydın Milletvekili Semiha Öyüş, İstanbul Milletvekili Harun Karaca, Şirin Ünal, Ahmet Kutalmış Türkeş, Kırıkkale Milletvekili Ramazan Can, Niğde Milletvekili Alpaslan Kavaklıoğlu, Rize Milletvekili Hasan Karal, Uşak Milletvekili Mehmet Altay ve Van Milletvekili Fatih Çiftci; CHP’den Afyonkarahisar Milletvekili Ahmet Toptaş, Gaziantep Milletvekili Mehmet Şeker, Isparta Milletvekili Ali Haydar Öner ve Muğla Milletvekili Ömer Süha Aldan; MHP’den Konya Milletvekili Mustafa Kalaycı ve Isparta Milletvekili Süleyman Nevzat Korkmaz ile HDP’den İstanbul Milletvekili A. Levent Tüzel yer alıyor. Komisyon’un yaptığı ilk toplantıda Alpaslan Kavaklıoğlu başkanlığa seçilirken; Şirin Ünal başkanvekili, Ramazan Can sözcü, Fatoş Gürkan ise katip üye oldu. Ocak 2015 5 6 Birlik’ten İstanbul Şubesi’nden 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e nezaket ziyareti TÜRK Parlamenterler Birliği İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e nezaket ziyaretinde bulundu. Huber Köşkü’nde gerçekleşen ziyarette, Türk Parlamenterler Birliği İstanbul Şubesi Başkanı Orhan Demirtaş, Başkan Yardımcısı B. Yaşar Öztürk, Genel Sekreter Dr. Azmi Ateş, Sayman Muammer Alıcı, Yönetim Kurulu Üyeleri Doğan Öztunç, Hayrettin Elmas, Resul Tosun, Hüseyin Aksoy, Recep Kaya ve İstanbul Şube Sekreteri Hakan Albayrak yer aldı. İzmir Şubesi’nin dikkat çekici konferansları devam ediyor TÜRK Parlamenterler Birliği İzmir Şubesi, farklı konuların ele alındığı konferans ve söyleşiler düzenliyor. Başkan Metin Öney, 2009 yılından bu yana Türk Parlamenterler Birliği İzmir Şubesi olarak çeşitli etkinlikler gerçekleştirdiklerini belirterek, “Bunlardan en önemlisi Türkiye’de Neler Oluyor? ana başlığı altında yaptığımız etkinliklerdir. Bu ana başlık altında bugüne kadar altmışa yakın konuda ilgili öğretim üyeleri ve uzmanlarca hem üyelerimize hem de yurttaşlarımıza konferans verilmiştir. Bu konferanslar kendi salonumuzda gerçekleştirilmektedir” diyor. 8 Kasım 2014 tarihinde “İçimizden Biri: Mustafa Kemal Atatürk” adlı konferansın Prof. Dr. Kemal Arı tarafından verildiğini ifade eden Metin Öney, “26 Kasım 2014 tarihinde ise Orta Doğu’da Neler Oluyor?, Uluslararası İlişkiler ve Türkiye konulu konferans Yrd. Doç. Dr. Kenan Kırkpınar tarafından sunulmuştur. Aynı günün akşamı üyelerimizle yemekte bir araya gelinmiş ve çeşitli konularda sohbet edilmiştir. Bu tarz çalışmalarımız önümüzdeki günlerde de devam edecektir” diye konuşuyor. Ocak 2015 Birlik’ten Türk Parlamenterler Birliği’nin üyesi olduğu FP-AP’den öneri: BM Parlamenterler Meclisi kurulmalı AVRUPA Konseyine Üye Ülkeler Eski Parlamenterleri Avrupa Derneği (FP-AP), 13 Kasım 2014 tarihinde Brüksel’deki Avrupa Parlamentosu’nda yapılan görüşmeler sonrasında bir deklarasyon yayımladı. Yaklaşık iki yıllık çalışmanın ürünü olan deklarasyon, Türk Parlamenterler Birliği (TPB) yönetimi ve FP-AP’deki TPB temsilcilerinin katkılarıyla hazırlandı. Türk Parlamenterler Birliği konuyla ilgili olarak geçtiğimiz yıl “Küreselleşme Çağında Demokrasiye Tehditler-Demokratik Kurumları ve Halkın Katılımını Nasıl Güçlendirebiliriz?” konulu bir çalıştay düzenlemiş ve hazırlanan raporu FP-AP üyelerine göndermişti. Avrupa Konseyine Üye Ülkeler Eski Parlamenterleri Avrupa Derneği’nin yayımladığı Brüksel Deklarasyonu’nda, küreselleşmenin demokratik süreçler üzerindeki etkilerine dikkat çekildi. Demokrasinin yalnızca bir hedef değil, aynı zamanda bir ideal olduğunun dile getirildiği deklarasyonda, bu idealin insan onurunun korunması, hukukun üstünlüğü, cinsiyet eşitliği, sosyal adalet, hoşgörü, dinî inanç özgürlüğü, azınlıklara saygı, kültürel zenginlik gibi temel ilkelere dayandığı vurgulandı. Bu bağlamda, hükümetlerin bu ilkelere saygı göstermesinin ve eksiksiz uygulamasının önemine vurgu yapıldı. Birleşmiş Milletler’le ilgili teklif dikkat çekti Brüksel Deklarasyonu’nda yer alan en dikkat çekici konulardan biri Birleşmiş Milletler Parlamenterler Meclisi’nin kurulması önerisi oldu. Konuyla ilgili şu ifadelere yer verildi: “Demokrasinin küreselleşmesi, kendini ekonominin küreselleşmesine kabul ettirmelidir. Eğer vatandaşların, doğrudan müdahale edemedikleri küresel seviyedeki olaylar üzerinde güç sahibi olabilmeleri isteniyorsa, uluslararası boyutta yeni siyasi teşkilatlanma şekilleri oluşturulmalı ve finans piyasalarının daha fazla demokrasi, şeffaflık ve bütünlük talep eden yeni sosyal gereklilikleri hesaba katılmalıdır. Her halükarda, Avrupa küresel boyutta ekonomik rekabetçiliği yeniden ele almayı önceliği olarak belirlemek zorundadır. Bu sebeple, üye ülkelerin, IMF ve Dünya Bankası gibi önemli finans kurumlarını denetleyecek ve böylece demokratik bir düzlemde küresel bir yönetim geliştirecek bir Birleşmiş Milletler Parlamenterler Meclisi kurulmasını desteklemelerini öneriyoruz. Dünya Ticaret Örgütü’nün oynadığı rol açık ve şeffaf bir şekilde denetlenmelidir. Ayrıca Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi, Avrupa Parlamentosu’nun yaptığı gibi Avrupa Yatırım Bankası’nı da denetlemelidir.” Deklarasyondaki öneriler arasında halkı ilgilendiren kararların seçilmemişlerce yani üzerinde halkın etkisi olmayanlarca değil, istişare ile alınması da yer aldı. “Demokrasinin kalbi meclistir” Brüksel Deklarasyonu’nda demokrasinin kalbinin meclis olduğu hatırlatıldı, meclisin siyasi ve kamusal müzakerelerin merkezi olması gerektiği vurgulandı. Bunun yanı sıra meclisin kanun çıkarma, bütçe görüşme, hükümeti denetleme gibi görevlerini etkili bir şekilde yerine getirmeye devam etmesinin önemi ifade edildi. Deklarasyonda, vatandaşların kendilerini ilgilendiren kararların alınma süreçlerine doğrudan müdahil olma hakkının da altı çizildi. Bu bağlamda, halkın kamu projeleri hakkında bilgilendirilmesinin ve bu projelere ilişkin bilgilerin erişime açık hale getirilmesinin önemi üzerinde duruldu. FP-AP, eksiksiz bir demokrasiden bahsedebilmek için hükümetlerin bazı denetimlere tabi olması gerektiğini savundu. Bu çerçevede siyasi parti örgütlenmelerinin, partilerin fonları ile finansal aktivitelerinin düzenlenip denetlenmesi gerektiği vurgulandı. Ocak 2015 7 8 Haberler 2015 yılı bütçesi yürürlüğe girdi 2015 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2013 Yılı Merkezi Yönetim Kesinhesap Kanunu Tasarısı, TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilerek yasalaştı. Açık oylamaya 424 milletvekili katıldı. 2015 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı 145 ret oyuna karşı 297 oyla, 2013 Yılı Merkezi Yönetim Kesinhesap Kanunu Tasarısı ise 141 ret oyuna karşı 293 oyla kabul edildi. 2015 bütçesinde 520,4 milyar lira gider, 499,5 milyar lira gelir öngörüldü. Genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerine 464 milyar 163 milyon 399 bin lira, özel bütçeli idarelere 53 milyar 69 milyon 588 bin lira, düzenleyici ve denetleyici kurumlara 3 milyar 212 milyon 692 bin lira olmak üzere toplam 520 milyar 445 milyon lira ödenek verildi. Genel bütçenin gelirleri 442 milyar 586 milyon 345 bin lira, özel bütçeli idarelerin gelirleri 7 milyar 789 milyon 211 bin lirası öz gelir, 45 milyar 894 milyon 85 bin lirası Hazine yardımı olmak üzere 53 milyar 683 milyon 296 bin lira olarak belirlendi. Düzenleyici ve denetleyici kurumların gelirleriyse 3 milyar 192 milyon 332 bin lira öz gelir, 20 milyon 260 bin lira Hazine yardımı olmak üzere toplam 3 milyar 212 milyon 692 bin lira olarak öngörüldü. Bütçede gelir toplamı 499 milyar 482 milyon lira olarak hesaplandı, özel bütçeli idarelerin net finansmanı ise 55 milyon 964 bin lira olarak tahmin edildi. “Tarım ve İnsan” fotoğrafları “TARIM ve İnsan” fotoğraf yarışmasının 6’ncısı Atatürk Orman Çiftliği Müzesi ve Sergi Salonu’nda düzenlendi. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ile Denizbank işbirliğinde gerçekleştirilen yarışmada dereceye girenler ödüllerini aldı. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) önerisi üzerine 2014 yılı Uluslararası Aile Çiftçiliği Yılı olarak ilan edilmişti. Açlık ve yoksullukla mücadele, doğal kaynakların korunması ve kırsal kalkınmanın etkin bir parçası olduğu vurgulanan “Aile Çiftçiliği” bu yılki yarışmanın teması olarak belirlendi. “Aile Çiftçiliği” kategorisinde Malatya’dan yarışmaya katılan amatör fotoğraf sanatçısı ve Ziraat Mühendisi Fuat Yetkin ‘‘Kunduru’’ isimli eseriyle ödüle layık görüldü. Ocak 2015 Haberler 23’üncü Dünya Enerji Kongresi 2016’da Türkiye’de TBMM TV 20 yıldır yayında TBMM faaliyetlerini ekrana taşıyan TBMM TV, yayın hayatın- 23’ÜNCÜ Dünya Enerji Kongresi’nin protokol imza töreni Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın katılımıyla gerçekleşti. Bakan Yıldız, “Türkiye’de yenilenebilir enerji kaynaklarından elde edilen enerji miktarı oransal olarak hem dünyanın hem de Avrupa Birliği üyesi ülkelerin yaklaşık 2 katıdır” dedi. 2015 yılında Dünya Enerji Piyasaları Düzenleyici Kongresi’nin, 2017 yılında da Dünya Petrol Kongresi’nin Türkiye’de düzenleneceğini anımsatan Yıldız, Mart 2015’te Akkuyu Nükleer Güç Santrali’nin liman kısmı ile Trans Anadolu Doğalgaz Boru Hattı Projesi’nin (TANAP) temel atma töreninin gerçekleştirileceğini söyledi. Dünya elektriğinin yüzde 41’inin kömürden sağlandığına dikkat çeken Yıldız, Türkiye’de yerli kömür kullanımının dünya ortalamasından düşük olduğunu belirtti. Almanya’nın kömürden elektrik üretiminin yüzde 43 seviyelerinde seyrettiğini ifade eden Yıldız, Türkiye’nin de çevreyi gözeterek ve yüksek teknolojiden yararlanarak kömür kullanması gerektiğini dile getirdi. Bakan Yıldız, Türkiye’nin geliştireceği projelerde çevreye zarar verilmeyeceğini vurgulayarak, “Dünya kirletiliyorsa, kirleten biz değiliz. Temizlemek içinse ne gerekiyorsa biz de kısmen yardımcı olacağız. Ama temizlemesi gerekenler gerçekten kirletenlerdir” diye konuştu. Dünya Enerji Konseyi Başkanı Marie-Jose Nadeau, açılış konuşmalarının ardından basın mensuplarının petrol fiyatlarındaki düşüşe ve Türkiye-Rusya arasındaki enerji projelerine ilişkin sorularını yanıtladı. Törenin sonunda 2016’da Türkiye’nin evsahipliğinde yapılacak 23. Dünya Enerji Kongresi’nin protokolü imzalandı. da yirminci yılını doldurdu. TBMM İdare Amiri Ömer Faruk Öz ile TBMM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Başkanı Necdet Ünüvar, TBMM TV’yi ziyaret ederek çalışanları kutladı. Ömer Faruk Öz, ziyarette yaptığı konuşmada, “Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde gerek komisyonlarda, gerek siyasi parti gruplarımızın toplantılarında, gerekse de Genel Kurul’da milletimizle ilgili, ülkemizle ilgili yapılan çalışmaların halkımıza duyurulması konusunda önemli bir görev ifa eden Meclis Televizyonu’nun kuruluşundan bu yana yirmi yıl geçti” dedi. Yirmi yıldan bu yana TBMM TV’nin gerek teknolojik olarak yenilenmesi, gerekse kalifiye elemanlarının artırılması konusunda önemli bir ivme kazandığını ifade eden Öz, TBMM TV’nin halka şeffaf ve tarafsız bir şekilde haberlerin iletilmesinde önemli bir görev ifa ettiğini söyledi. Ömer Faruk Öz, TBMM TV’nin kuruluşundan bu yana emeği geçen TBMM başkanları, parlamenterler, ilgili idare amirleri ve televizyon çalışanlarını tebrik etti. TBMM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Başkanı Necdet Ünüvar da TBMM TV’nin Meclis’teki çalışmaları hem seçim bölgelerine, hem Türkiye’ye, hem de dünyaya duyuran bir mecra olduğunu ifade ederek, “Bizim için çok önemli bir haber kaynağı, bilgi kaynağı, bizim iletişim birimimiz” dedi. Ocak 2015 9 10 Haberler Bakan Bozdağ: Avrupalı dostlarımızdan objektif yaklaşım bekliyoruz ADALET Bakanı Bekir Bozdağ, Ankara’da düzenlenen Türk Ceza Adalet Sisteminin Etkinliğinin Geliştirilmesi Projesi kapanış törenine katıldı. Bozdağ, Türkiye’de son yıllarda özellikle yargı alanında önemli reformlara imza atıldığını, Türk Ceza Kanunu başta olmak üzere birçok kanunda değişiklikler yapıldığını söyledi. Reformlar hakkında bilgi veren Bozdağ, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararları çerçevesinde pek çok değişiklik gerçekleştirildiğini, Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı tanındığını dile getirdi. Bakan Bozdağ, Türk hukukunda yer alan düzenlemelerin Avrupa Birliği üyesi ülkelerdeki düzenlemeler incelenerek yapıldığını vurgulayarak sözlerine şöyle devam etti: “Biz Avrupalı dostlarımızdan, hukukumuza dönük eleştirileri yaparken bu objektif yaklaşımı bekleme hakkına sahibiz. Türkiye, 23 ve 24. fasılla ilgili üzerine düşen yükümlülüklerin neredeyse tamamına yakınını yerine getirmiştir. Hukuk noktasında, özellikle 23. fasıl Bakanlığımızı yakından ilgilendiren fasıldır, 24 fasıl da değişik boyutlarıyla Bakanlığımızla ilgili fasıllar. Bunlarla ilgili henüz kapı açılmadı. Ama bu fasılların gayriresmi kriterleri neyse, sanki fasıllar açılmış gibi biz Türkiye olarak gereğini yerine getirdik. Bugün fasıllar açılmış olsa kriterlerin gereklerinin önemli bir kısmının, neredeyse tamamının yerine getirildiğini Avrupa Birliği üyesi dostlarımız yakından görüp tespit edecekler. Ancak fasıllar açılmayınca bunu görme imkanı da olmuyor, resmî tespit de yapılamıyor. Biz bu kapıyı çalmaya devam edeceğiz, ama Avrupa Birliği’nin objektif davranmadığını bir kez daha ifade etmekte fayda görüyorum. Türkiye’ye diğer Avrupa Birliği üyeliğine kabul edilen ülkelere nasıl muamele yapılıyorsa aynı muamelenin yapılmasını istiyoruz. Bir ayrıcalık istemiyoruz. Ama ayrıcalığın Türkiye’nin işini zorlaştıracak boyutta olduğunu tespit ediyoruz. Bu noktada samimi olarak kapının önünde durmaya devam edeceğiz.” Avrupa Birliği Bakanlığı’nın ikinci temsilciliği Antalya’da AVRUPA Birliği Bakanlığı’nın AB üyelik sürecine toplumun tüm kesimlerinin katılımının sağlanması, AB ve Türk kamuoyunun üyelik konusunda doğru bilgilendirilmesi ve mevcut önyargıların yıkılması amacıyla ekim ayında uygulamaya koyduğu “Yeni Avrupa Birliği İletişim Stratejisi” çerçevesinde, Avrupa Birliği Bakanlığı Antalya Temsilciliği’nin açılışı Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Volkan Bozkır’ın katılımıyla gerçekleştirildi. Temsilcilik, AB müktesebatına yerel düzeyde uyumun sağlanmasına ve mevzuatın doğru ve etkin olarak uygulanabilmesine rehberlik etmek, Antalya’nın tarihî, kültürel ve coğrafi zenginliklerini AB üyelik perspektifi açısından değerlendirecek projeler üretmek ve AB’nin bu süreçte sunduğu fırsatlardan yerel düzeyde en iyi şekilde faydalanmak amacıyla çalışmalar yapacak. Antalya Valiliği Yeni Hizmet Binası’nda hizmet verecek olan temsilciliğin, mali yardımların başarılı bir şekilde kullanılması da dahil AB ile Ocak 2015 ilgili yerel düzeyde yapılacak tüm faaliyetlerde sivil toplum örgütleri, belediyeler ve kamu kurumları ile yakın işbirliği içinde çalışması öngörülüyor. Avrupa Birliği Bakanlığı’nın ilk temsilciliği İstanbul’da bulunuyor. Haberler “Kişileri kendi geçimlerini sağlar hale getirmeyi amaçlıyoruz” AILE ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ile Boğaziçi Üniversitesi işbirliğinde gerçekleştirilen ‘‘Gelir Getirici Projelerin Değerlendirmesi Araştırması’’nın kapanış toplantısı yapıldı. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşenur İslam, sosyal yardım faaliyetlerinin etkin bir sosyal politika aracı olduğunu belirterek, ‘‘Gelir dağılımının iyileştirilmesi ve yoksullukla mücadele politikalarının başarılı olabilmesi için insanı ekonomik kalkınmanın merkezine koyarak çalışmalarımızı sürdürüyoruz’’ dedi. Yürüttükleri sosyal yardım politikalarında bir yandan yoksul vatandaşlara yardımlarla ulaşmayı hedeflerken, diğer yandan bu vatandaşların sürdürülebilir gelire kavuşmalarını hedeflediklerini vurgulayan İslam, sosyal yardımdan yararlanan çalışabilir durumdaki vatandaşları İŞKUR’a yönlendirdiklerini söyledi. Yoksul vatandaşların daha mutlu, müreffeh ve onurlu bir yaşam sürmesinin vazgeçilmez bir unsur olduğunu ifade eden Bakan İslam, ‘‘Bu bilinçle kurguladığımız yoksullukla mücadele politikalarını, kişilerin halihazırda yaşadıkları yoksulluk durumundan kurtulmalarının yanı sıra bilgi ve becerileri doğrultusunda yapabilirliklerini geliştirerek, kendi geçimlerini sağlar hale getirecek şekilde tasarlıyoruz’’ diye konuştu. Ayşenur İslam, gelir getirici projelerin yoksulları güçlendirmeye yönelik olarak tasarlanan araçlardan olduğunu ifade ederek, ‘‘Gelir getirici proje destekleri ile ailelerin kendi işlerinde geçimlerini sağlamalarına imkan tanıyıp kısa ve orta vadede insanımızın toplumda arzu ettiği güçlü statüye ulaşmasını hedefliyoruz. Ayrıca proje sürecinin her adımında onlarla birlikte yürüyüp devletin her zaman yanlarında olduğunu gösteriyoruz. Bu çerçevede yaklaşık 20 bin proje desteğiyle 71 bin ailenin kendi geçimlerini sağlamalarına katkıda bulunulmuş, bu amaçla yaklaşık 425 milyon TL kaynak aktarılmıştır” dedi. Meclis’te akıllı güvenlik sistemi oluşturuluyor MECLIS kampüsünde yeni kamera sistemi ile akıllı bir güvenlik ağı kuruluyor. Bu çerçevede TBMM ana binası, Yeni Halkla İlişkiler Binası, personel otoparkı ve bahçesi yeni bir akıllı güvenlik sistemiyle korunacak. Meclis’e toplam 640 yeni kamera kurulacak; bu kameraların 619’u full HD kamera, 15’i 5 megapiksel kamera, 6’sı da plaka tanıma kamerası olacak. Mevcut 128 kamera sisteme dahil edilirken kampüsteki 236 kamera kaldırılacak. Kameralar Ana Bina’da içeride olmayacak, sadece kapı girişlerine konulacak; nizamiye girişlerinde, bahçede, Yeni Halkla İlişkiler Binası otoparkında, yeni personel otoparkında, eski milletvekili kapalı otoparkında kullanılacak. Meclis kampüsü girişlerindeki kameralar, plaka tanıma özelliği taşıyor. Sistem, araç kartı ile plakayı eşleştirecek, eğer uymazsa izinsiz giriş olarak algılayacak. Nizamiyedeki polise “izinsiz giriş” uyarısı verecek ve polis hemen gerekli müdahaleyi yaparak aracı kontrol edecek. Aynı uyarı, sistemin izleme odasına da gidecek ve oraya sesli uyarı şeklinde düşecek. Sanal güvenlik çiti oluşturacak sistemde, kampüs içinde bir geçiş olduğunda sistem “izinsiz giriş var” uyarısı yapacak. Kişi, hayvan ya da başka bir şey geçtiğinde sistem alarm verecek, diğer kameralar oraya yönelecek ve orada ne olduğunu takip edecek. Kamera sistemi, içeriye girip çıkanları kayıt altına almaktan ziyade çevre güvenliğini sağlamaya yönelik olacak. Ocak 2015 11 12 Haberler Bakan Eker: Tarım Meclis’te Yasama Bilgilendirme Eğitimi kalıcı servettir GIDA Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker, Yalova’da kurulan Türkiye Geofit Bahçesi açılış törenine katıldı. Bakan Eker, Türkiye’de yetişen binlerce soğanlı bitkinin kurtarılması, kayıt ve muhafaza altına alınması, bunlardan yeni renk ve desenler üretilmesinin önemli olduğunu belirterek, “Biyoçeşitlilik bir coğrafyanın en büyük zenginliğidir” dedi. Bakan Eker, tarımı sadece kırsal alanda yaşayan köylü vatandaşların ihtiyaçlarını gidermek olarak görmediklerini kaydederek, “Biz tarıma hep stratejik baktık. Türkiye’nin bu sahadaki önemli servet alanını nasıl geliştirir, nasıl zenginleştirir, nasıl dünyanın önemli ülkeleri arasında yerleştiririz diye düşündük. Tarım milletlerin ebedi, kalıcı servet alanıdır. Çünkü diğer bütün sanayi ürünlerinin ömrü sınırlıdır, ama toprağın bereketi ve serveti ebedidir. Bizim bu servet alanını değerlendirmemiz ve korumamız gerekiyor” diye konuştu. Bakan Eker sözlerini şöyle sürdürdü: “Biz Geofit Bahçesi’ni Türkiye’nin biyoçeşitliliğinin korunması çerçevesinde düşündük. Geofit Bahçesi diyoruz, ama bir Ar-Ge merkezi. Burayı kurarken Anadolu coğrafyasındaki bütün değerli bitkilerin toplanmasını, muhafaza altına alınmasını, kaydedilmesini ve ıslah edilmek suretiyle çoğaltılmasının sağlanmasını, bununla da üretime daha çok katkı sağlayacak şekilde bir ticari ürüne dönüştürülüp dünya pazarlarında Türkiye’nin üreticileri, yetiştiricileri, çiftçileri, tüccarları tarafından değerlendirilmesini ve bunlardan daha yüksek bir ekonomik gelir elde edilmesini amaçladık.” TBMM İnsan Kaynakları Başkanlığı’nın eğitim faaliyetleri kapsamında “Yasama Bilgilendirme Eğitimi” programı düzenlendi. Yaşam Boyu Eğitim Planlama Merkezi işbirliği ile çeşitli üniversitelerden gelen ve staj zorunluluğu bulunmayan öğrencilere yönelik gerçekleştirilen programa TBMM evsahipliği yaptı. Programın açılışında konuşan TBMM Genel Sekreteri Dr. İrfan Neziroğlu, eğitimin amacının çeşitli üniversitelerden gelen öğrencilerin yasamaya ilişkin bilgi kapasitelerini güçlendirmek olduğunu söyledi. Program süresince yasamaya ilişkin temel kavramlarla ilgili eğitim verileceğini belirten Neziroğlu, öğrencilere eğitim kariyerlerine yönelik çeşitli tavsiyelerde bulundu. İrfan Neziroğlu sözlerine şöyle devam etti: “Çeşitli üniversitelerde okuyan öğrenci arkadaşlarımıza ve kardeşlerimize TBMM’de birkaç defa yasama stajı yaptırdık. Meclis’in kurumsal yapısı nedir, yasama ve denetim süreçleri nasıl işler, kanunlar nasıl yapılır, komisyonlar nasıl çalışır, bu konulara dair öğrenci arkadaşlarımıza staj yapma imkanı sunduk. Sizlerin eğitimi bizler için çok önemli. Türkiye’nin gelecekteki yöneticileri sizlersiniz ve bizler en iyi şekilde eğitim almanız için sizlere yardımcı olmaya çalışıyoruz.” “Yasama Bilgilendirme Eğitimi” programında “Yasama İle İlgili Temel Kavramlar”, “Yasama İle İlgili Temel Kurumlar”, “Genel Olarak Kanun Yapım Süreci”, “Genel Kurul Çalışmaları ve Genel Kurul’da Kanun Yapım Süreci”, “Parlamenter Denetim”, “Kanun Yapım Tekniği”, “TBMM’nin Kamu Kaynaklarını Denetlemedeki Yeri ve Önemi”, “İhtisas Komisyonları ve Komisyonlarda Kanun Yapım Süreci”, “Özel Denetim Komisyonları”, “TBMM’nin Dış İlişkiler Faaliyetleri ve Parlamenter Diplomasi”, “TBMM’nin İdari Birimleri, Kütüphane ve Araştırma Hizmetleri”, “Elektronik Ortamda Yasama Hizmetleri”, “TBMM Birimlerinin Tanıtımı” gibi konularda eğitim verildi. Ocak 2015 Haberler Bakan Yılmaz: Savunma sanayiinde kendinize yeterli olamazsanız bağımsız da olamazsınız ASELSAN ve Bilkent Üniversitesi’nin ortaklığında kurulan; savunma, uzay, haberleşme ve enerji sektörleri için teknolojilerin geliştirileceği, Türkiye’nin ilk çip fabrikası “AB-MikroNano” şirketinin temel atma töreni Bilkent Üniversitesi yerleşkesinde gerçekleşti. Törene Millî Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, Savunma Sanayii Müsteşarı İsmail Demir, ASELSAN Yönetim Kurulu Başkanı Hasan Canpolat, TÜBİTAK Başkanı Prof. Dr. Yücel Altunbaşak, Bilkent Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Abdullah Atalar ve çok sayıda davetli katıldı. Ar-Ge’nin ürüne dönüşmesi ve ticarileşmesinin çok önemli olduğuna dikkat çeken Bakan Yılmaz, şu ifadelere yer verdi: “Bu fabrika hayata geçtikten sonra artık dışarı göndereceğimiz 100 milyon doların üzerindeki bir değer Türkiye’de kalacak. Bazen para verseniz de ürünü alamıyorsunuz. ‘Bu ürünü nerede kullanacaksınız’ diye soruyorlar. ‘Radarda, savunma sanayiinde’ deniyor. ‘Kusura bakmayın askerî amaçlı kullanılıyor, veremeyiz’ diyorlar. Bu şekilde bağımsız, güçlü ülke olabilir misiniz? İnşallah bu yapacağımız ürünlerle Türkiye’yi her alanda kendi kendine yeterli hale getirmeye çalışıyoruz. Öncelikle savunma sanayii alanında kendinize yeterli olamazsanız, o zaman bağımsız da olamazsınız. Tam bağımsızlığın olmazsa olmaz şartı savunma sanayiinde kendinize yeterli olabilmenizdir.” Bakan Yılmaz, şu anda Gayri Safi Millî Hasıla’nın yaklaşık yüzde 1’inin Ar-Ge’ye harcandığını, bunu kat kat artırmayı hedeflediklerini ifade ederek, “Genelde Ar-Ge’ye ve savunma sanayiine ayrılan pay, yaklaşık 1 milyar dolar. Savunma sanayiine ayrılan pay, kalemler içinde en önemlisi. Çünkü güvenliğe ne bedel öderseniz hakkıdır, yerindedir. Özgürlüğün de bedeli olmaz. Güvenlik var, o halde özgürlük var” diye konuştu. “Planımızın amacı mutlak yoksulluk sorununu çözmüş ülke konumuna gelmektir” KALKINMA Bakanı Cevdet Yılmaz, Tekirdağ’da ‘‘Onuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı Çerçevesinde Büyüyen Türkiye’’ konulu seminere katıldı. Her insanın, şirketin, bölgenin, ülkenin planlamaya ihtiyacı bulunduğunu, planlamanın nasıl yapılacağının da önemli bir unsur olduğunu ifade eden Yılmaz, ‘‘Bugünün şartlarına uygun stratejik bir çerçeveye sahip, herkesi kucaklayan, hem merkezde hem yerelde katkılarla şekillenen, insan odaklı bir planlama hepimizin arzu etmesi gereken bir süreç. Biz de bu anlayışla planlarımızı hazırlıyoruz. Özellikle küreselleşme süreci içinde belirsizliklerin arttığı bir ortamda planlamanın bir kat daha önem kazandığını vurgulamak istiyorum” diye konuştu. Onuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı hazırlanırken sadece ekonomik büyümenin hedeflenmediğini dile getiren Bakan Yılmaz sözlerine şöyle devam etti: “Nitelikli büyümeyi, kalkınmayı hedefleyerek, insan odaklı hazırladık. Bunu da bireylerin, yörelerin, değişik kesimlerin kalkınma sürecine katkı vermesine ve bundan bir şekilde faydalanmasına yönelik gerçekleştirdik. İki yıl boyunca çalışmaları sürdürdük ve o şekilde hazırladık. Planda kapsayıcı ve çok boyutlu bir bakış açımız var. Yüksek, istikrarlı ve kapsayıcı ekonomik büyümenin yanı sıra hukukun üstünlüğü, bilgi toplumu, uluslararası rekabet gücü, insani gelişmişlik, çevrenin korunması ve kaynakların sürdürülebilir kullanımı gibi unsurları kapsayacak şekilde bu planı hazırladık. Planımızın amacı uluslararası değer zinciri hiyerarşisinde üst basamaklara çıkmış, yüksek gelir grubu ülkeler arasına girmiş, mutlak yoksulluk sorununu çözmüş ülke konumuna gelmektir.’’ Ocak 2015 13 14 Dünyadan Avrupa Parlamentosu 2015 bütçesini onayladı AVRUPA Parlamentosu (AP), Avrupa Birliği (AB) Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker’ın sunduğu 315 milyar avroluk yatırım paketini içeren 2015 yılı bütçesini onayladı. AP Genel Kurulu’nda yapılan oylamada karar 250’ye karşı 443 oyla alınırken, 7 çekimser oy kullanıldı. Zirve kararlarında, 2015-2017 dönemini kapsayan yatırım paketine üye ülkelerin yapacakları katkılara AB’nin bütçe disiplini denetiminde esneklik tanınacağı belirtildi. Avrupa ekonomisini yeniden canlandıracağı öngörülen paketin hayata geçirilmesi halinde, AB ekonomisinde yüzde 1’e kadar büyüme sağlayacağı tahmin ediliyor. Paket dahilinde 21 milyar avroluk “Avrupa Stratejik Yatırım Fonu” oluşturulacak. Fon ile 240 milyar avro uzun vadeli yatırım, küçük ve orta büyüklükteki işletmeler (KOBİ) içinse 75 milyar avro yatırım sağlanması bekleniyor. 2015 yılının ortalarında faaliyete geçmesi planlanan yatırım paketinin finansmanı, AB ortak bütçesinden ve Avrupa Yatırım Bankası’ndan 21 milyar avro aktarılmasıyla sağlanacak. Avrupa Stratejik Yatırım Fonu (EFSI) olarak adlandırılan yatırım paketinde 21 milyar avroluk çekirdek sermayenin özel sektörün ve üye ülkelerin katılımıyla 15’e katlanması hedefleniyor. Yatırım paketinin yüzlerce enerji, ulaştırma, eğitim ile Ar-Ge projesinin finansmanında kullanılması ve AB genelinde 1,3 milyon istihdam sağlaması planlanıyor. Bosna Hersek’te Denis Zvizdiç dönemi BOSNA Hersek’te 12 Ekim’de yapılan devlet başkanlığı ve parlamento seçimlerini kazanan Demokratik Eylem Partisi (SDA), Genel Merkez’de gün boyu süren görüşmelerin ardından SDA Saraybosna Kantonu Başkanı Denis Zvizdiç’i devlet düzeyinde hükümeti kurmakla görevlendirdi. Parti genel merkezindeki görüşmelerin ardından gazetecilere açıklamada bulunan SDA Genel Başkan Yardımcısı ve Bosna Hersek Üçlü Devlet Başkanlığı Konseyi Boşnak Üyesi Bakir İzzetbegoviç, SDA yönetiminin Denis Zvizdiç ismi üzerinde karar kıldığını belirterek, “İyi bir iş çıkardığımızı düşünüyorum” dedi. Hükümet kurmakla görevlendirilen Zvizdiç ise yeni görevindeki hedeflerini şimdiden belirlediğini dile getirerek, “Bu görev benim için büyük bir onur olduğu gibi aynı zamanda büyük bir sorumlu- Ocak 2015 luk” diye konuştu. Zvizdiç, kurulacak yeni hükümetin öncelikli hedefleri arasında AB üyeliğinin, ekonomik kalkınmanın ve istikrarın olduğunu söyledi. Dünyadan AP’den Filistin’e destek Kosova Başbakanı İsa Mustafa göreve başladı AVRUPA Parlamentosu (AP), Filistin’in bir devlet olarak tanınmasını prensipte desteklediğini bildiren karar tasarısını kabul etti. AP Genel Kurulu’nda yapılan oylamaya 697 parlamenter katılırken, karar 88’e karşı 498 oyla alındı, 111 çekimser oy kullanıldı. AP’de yer alan siyasi grupların ortak sunduğu karar metninde şu ifadelere yer verildi: “Avrupa Parlamentosu, prensip olarak Filistin’in devlet olarak tanınmasını desteklemekte ve iki devletli çözüm temelinde İsrail-Filistin barış görüşmelerindeki gelişmeyle paralel bir şekilde gerçekleşmesi gerektiğini öngörmektedir.” Bağlayıcı nitelik taşımayan karar, Avrupa Birliği’ne (AB) üye ülkelerin hükümetlerinin de konuyu kendi gündemlerine taşıması açısından önem arz ediyor. Bugüne kadar 193 ülkeden 135’i Filistin’i devlet olarak tanıdı. Yakın dönemde İsveç’in Filistin’i bağımsız devlet olarak tanıma kararının yanı sıra İrlanda ve İngiltere parlamentoları bu yönde bağlayıcılığı olmayan kararlar almıştı. İspanya’da parlamento, hükümetin Filistin’i tanımasına yönelik tavsiye kararı alırken, Hollanda’da da iktidar ortağı İşçi Partisi, Filistin devletinin tanınması konusunun mecliste tartışılmasını istemişti. Fransa Meclisi’nde Filistin’in devlet olarak tanınmasını hükümetten talep eden karar tasarısının ardından, aynı konuya ilişkin karar tasarısı Fransa Senatosu’nda da kabul edilmişti. KOSOVA’DA 8 Haziran’da yapılan erken genel seçimlerden altı ay sonra kurulan yeni hükümette başbakanlık görevine seçilen Kosova Demokratik Birliği (LDK) Genel Başkanı İsa Mustafa, Kosova hükümet binası önünde düzenlenen törende Kosova eski Başbakanı Haşim Thaçi’den resmî olarak görevi devraldı. Yeni Başbakan Meclis’te yaptığı konuşmada, “Bana oy verene de vermeyene de teşekkür ediyorum. Kosova’nın geleceği için birlikte çalışacağız” dedi. Seçimlerden ikinci en güçlü parti olarak çıkan LDK, önce diğer muhalefet partileriyle koalisyon kurmaya çalışsa da başarısız olmuştu. Uluslararası toplumun da baskısıyla ülkedeki hükümet kurma çalışmalarına hız verilirken, seçimlerin en güçlü iki partisi Kosova Demokratik Partisi (PDK) ve LDK hükümet kurma konusunda anlaşmıştı. Varılan anlaşma gereği, İsa Mustafa başbakanlık koltuğuna otururken, rakibi PDK lideri Haşim Thaçi ise başbakan yardımcısı ve dışişleri bakanı olarak görevlendirildi. Yeni AB dönem başkanından Tusk’a destek AVRUPA Birliği dönem başkanlığını İtalya’dan 1 Ocak 2015 tarihinden itibaren altı aylığına devralacak Letonya Başbakanı Laimdota Straujuma, Avrupa Birliği Konseyi Başkanı Donald Tusk ’un Rusya’ya yönelik stratejisini desteklediklerini açıkladı. “Avrupa ülkelerinin birlik ve beraberlik içinde hareket ettiğini görmek mutluluk verici. Rusya ile Ukrayna arasındaki Minsk anlaşmasından olumlu sonuç çıkmazsa yaptırımlar kaldırılmayacak” diyen Straujuma, “Ukrayna’da yeni bir hükümet var ve bu hükümet birçok reform yapmalı. Ukrayna’da yapılacak reformlar ve Avrupa dahil diğer ülkeler tarafından yapılan insani yardım bütün bu sorunların gelecekte çözüme kavuşturulmasını sağlayacak” ifadelerine yer verdi. Ocak 2015 15 16 Dünyadan Japonya ikinci kez Şinzo Abe dedi JAPONYA’DA 14 Aralık’ta gerçekleşen erken seçimleri kazanan Şinzo Abe ikinci kez başbakan seçildi. Abe, Japonya parlamentosunun alt kanadı olan Diet’te yapılan oylamada 475 milletvekilinden 328’inin oyunu aldı. 142 milletvekilinin “hayır” oyu kullandığı oylamada 5 milletvekili çekimser kaldı. Japonya’da yapılan genel seçimi Başbakan Abe liderliğindeki Liberal Demokrat Parti ve uzun süreli koalisyon ortağı Yeni Komeito kazanmıştı. Liberal Demokrat Parti parlamentonun alt kanadında 291, koalisyon ortağı Yeni Komeito da 35 sandalyeyi alarak toplam 326 sandalyeyle 475 sandalyeli Diet’te üçte iki çoğunluğu elde etmişti. Japonya’da 2012 yılında göreve gelen Başbakan Abe, kamu harcamalarını artırıp para basarak ekonomiyi canlandırmaya çalışmıştı. Bu politikalar ilk etapta ekonomik büyümeyi sağlasa da Japonya, yılın ikinci yarısında tekrar ekonomik gerilemeye yenik düşmüştü. Abe, kamuoyunda “Abenomi” olarak bilinen politikalarının, Japon ekonomisini yeniden rayına sokacağı konusunda inançlı olduğunu dile getiriyor. Seçim kampanyası sırasında ayrımcılık karşıtı yasaları pekiştiren Abe, istihdam hedefleri koyarak daha fazla kadının iş hayatında yer almasına yardımcı olma taahhüdünde bulunmuş, ayrıca Japonya ordusunun tehdit altındaki müttefikleriyle kolektif meşru müdafaaya dahil olmasına izin veren yasayı değiştirme sözü vermişti. Şinzo Abe’nin kurduğu hükümetin yeni kabinesinde sadece Savunma Bakanı değişti ve Akinori Eto’nun yerini Gen Nakatani aldı. Moldova’da AB yanlısı koalisyon MOLDOVA’DA Rusya ve Avrupa Birliği yanlısı olmak üzere kutuplaşan halk belirsizlik ve polemiklerin gölgesinde sandık başına gitti. Doğu Avrupa’da yaşanan Ukrayna krizi ve siyasi gerilimin kritik bir noktaya getirdiği seçimlerde Moldovalılar, ülkenin Avrupa Birliği’ne ve NATO’ya katılmasından yana olan koalisyonu seçti. Seçimlere katılım yüzde 55,86’da kaldı. Yüksek Seçim Kurulu Başkanı Yuriy Çokan, “Seçimlerde ülke genelinde yüzde 55,86 oranında katılımla 1 milyon 565 bin kişi oy kullandı. En yüksek katılım oranı yüzde 62,47 ile Kişinev şehrinde oldu. En düşük katılım oranı yüzde 42,5 ile Bessarabya şehrinde gerçekleşti. Moldova’ya bağlı Gagauz Özerk Bölgesi’nde ise yüzde 49,8 oranında katılım sağlandı. Ülkenin kuzeyindeki Baltı şehrinde yüzde 58,59 oranında katılım gerçekleşti” dedi. Resmî sonuçlara göre seçimlerde Liberal Demokratlar, Liberaller ve Demokratik Parti’den oluşan AB yanlıları oyların yüzde 44’ünü aldı. AB yanlıları, bu oranla 101 sandalyeli Moldova Parlamentosu’nda koalisyon hükümeti kurabilecek çoğunluğa Ocak 2015 ulaştı. Rusya yanlısı politikalar izlenmesi görüşünü savunan Sosyalist Parti ise yüzde 21 oy oranıyla seçimlerden birinci çıkmasına rağmen kurulacak hükümetin dışında kaldı. Yüzde 6 seçim barajı bulunan ülkede meclise girebilecek iki Rusya yanlısı partinin toplam oy oranı yüzde 39’u geçemedi. Dünyadan Tunus’un yeni cumhurbaşkanı Sibsi oldu TUNUS Yüksek Seçim Kurulu Başkanı Şefik Sarsar, düzenlediği basın toplantısında cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turunda Nida Tunus Partisi lideri El-Baci Kaid es-Sibsi’nin 1 milyon 731 bin 529 oyla yüzde 55,68; geçiş dönemi Cumhurbaşkanı Muhammed el-Munsıf el-Merzuki’nin ise 1 milyon 378 bin 513 oyla yüzde 44,32 aldığını ifade etti. Seçime katılım oranının yüzde 60,11 olduğunu belirten Sarsar, 50 bin 585 oyun geçersiz sayıldığını, 28 bin 755 boş oy kullanıldığını söyledi. Muhammed el-Munsıf el-Merzuki Tunus resmî televizyonunda yaptığı konuşmada, “Seçime ilişkin ihlaller varsa Bağımsız Yüksek Seçim Kurulu’na sunacağız. Mahkemelere başvurarak itirazda bulunmayacağız. Biz, hükümetin kurulmasını istiyoruz” dedi. El-Baci Kaid es-Sibsi ise bazı bölgelerde seçim sonuçları nedeniyle meydana gelen gerginliklerle ilgili sağduyu çağrısında bulundu. Sibsi, ülkenin güneyinde meydana gelen seçim sonuçlarına yönelik protesto ve Nida Tunus Partisi’nin bazı merkezlerini hedef alan saldırılara değinerek, “Güneydeki tüm halkımıza sesleniyorum; gereksiz tahriklerden kaçının” dedi. Tahriklerden “kötü ellerin” sorumlu olduğunu ifade eden Sibsi, “Tunus’ta ikinci cumhuriyetin ilk cumhurbaşkanı ilan edilmekten büyük gurur duyuyorum. Bütün Tunusluların cumhurbaşkanı olacağım. Selefime teşekkür ediyorum. Tavsiyelerine ve kendisiyle medeni işbirliğine ihtiyacım var” ifadelerini kullandı. Avrupa Birliği (AB) Dışişleri Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini, Tunus’taki cumhurbaşkanlığı seçiminin galibi El-Baci Kaid es-Sibsi’yi tebrik ederek destek sözü verdi. Mogherini, AB ve Tunus arasındaki imtiyazlı ortaklığın ikili ilişkilerin güçlendirilmesinde uygun bir çerçeve sunduğunu ifade etti. Özbekistan’da genel seçim sonuçları açıklandı ÖZBEKISTAN’DAKI genel seçimler sonucunda Liberal Demokrat Parti 47, Millî Diriliş Partisi 28, Halk Demokrat Partisi 21, Adalet Sosyal Demokrat Partisi 17 milletvekilliği kazandı. 15 milletvekili ise Özbekistan Ekoloji Hareketi’ne ayrılan kontenjandan seçildi. Özbekistan Merkez Seçim Komisyonu Başkanı Mirza-Ulugbek Abduselamov, düzenlediği basın toplantısında seçimlerde 18 milyondan fazla seçmenin oy kullandığını ve katılım oranının yüzde 88’in üzerinde gerçekleştiğini kaydetti. Siyasi partilerin aldığı oy oranlarına ilişkin herhangi bir açıklama yapmayan Abduselamov, şimdiye kadar seçimle ilgili usulsüzlük ve seçim yasasının ihlal edildiğine dair herhangi bir şikayet veya başvurunun olmadığını dile getirdi. Senato ile Yasama Meclisi’nden oluşan Özbekistan parlamentosunun alt kanadı Yasama Meclisi’ndeki 150 sandalye için yapılan genel seçimde, dört siyasi partiden 535 aday yarıştı. Seçim yasasında yapılan son değişiklikle ilk kez en çok oy alan parti, başbakan adayını belirleyerek devlet başkanına takdim etme hakkını elde edecek. Seçimleri izleyen Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) Sınırlı Gözlem Misyonu Başkanı Daan Everts, Taşkent’te düzen- lediği basın toplantısında seçimin iyi organize edildiğini, ancak sürecin renkli geçmediğini ve siyasi tartışmaların olmadığını vurguladı. Everts, seçime katılan dört siyasi partinin birbirine rakip olmadığını, belki de birbirini tamamladığını kaydederek ülkedeki siyasi ortamın farklı görüşlerin oluşmasına katkıda bulunmadığını ifade etti. 17 18 Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Aralık 2014’te kabul edilen yasalar Kanun Numarası Kabul Tarihi Başlığı 6572 02/12/2014 Hakimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun 6573 03/12/2014 Dünya Posta Birliği Kuruluş Yasasına Yedinci Ek Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun 6574 03/12/2014 Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşmeye Ek İhtiyari Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun 6575 03/12/2014 Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Azerbaycan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Aile, Kadın ve Çocuk Politikaları Alanında İşbirliği Protokolünün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun 6576 03/12/2014 Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Ormancılık Alanında Yardım ve İşbirliği Protokolünün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun 6577 03/12/2014 Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Türkmenistan Hükümeti Arasında Arşiv Alanında İşbirliği Protokolünün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun 6578 03/12/2014 Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Kayıtlı Posta, On-Line Havale ve Tahsilat Hizmetlerinin Geliştirilmesine İlişkin Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun 6579 03/12/2014 Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kırgız Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Turizm İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun 6580 04/12/2014 176 Sayılı Maden İşyerlerinde Güvenlik ve Sağlık Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun 6581 04/12/2014 Nükleer Enerjinin Barışçıl Amaçlarla Kullanımına Dair Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Ürdün Haşimi Krallığı Hükümeti Arasında İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun 6582 10/12/2014 Askerlik Kanunu ile Sözleşmeli Erbaş ve Er Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun 6583 22/12/2014 2015 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu 6584 22/12/2014 2013 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Ocak 2015 Türk Parlamenterler Birliği’nden Üye aidatlarımız 16. Olağan Genel Kurul kararıyla 2014 yılında yıllık 120 TL’dir. Bankalar tarafından müşterilerine, Uluslararası Banka Hesap Numarası (IBAN) verilmektedir. Üyelerimizin aidatlarını yatırırken problem yaşamamaları için Birliğin IBAN Numarası aşağıda belirtilmiştir. Bilindiği gibi 2002’de yıllık 30 TL olan üye aidatları 2004 yılından beri 60 TL ve 2013 yılından itibaren 120 TL’dir. Geriye doğru aidat borçlarının buna göre hesaplanması ve Birliğimizin aşağıdaki hesap numarasına yatırılması, 5253 sayılı Dernekler Kanunu’na göre, alınan aidatların belgesine üyelerin TC Kimlik Numaralarının yazılması gerekmektedir. Üyelerimizin TC Kimlik Numaralarını mektup veya telefonla Birliğe bildirmeleri rica olunur. TPB Haber Portalı www.tpb.org.tr Fax Hattı: 0312 420 66 24 Sayın Üyelerimiz her konuda bize ulaşabilirsiniz. Türk Parlamenterler Birliği Ankara Konukevi: Ankara Hotel Pino Bayraktar Mahallesi Vedat Dalokay Caddesi Bayraklı Sokak No: 35 GOP/ANKARA Tel: 0312 446 36 86 Türk Parlamenterler Birliği TBMM Yeni Halkla İlişkiler Binası Zemin Kat No: 50-51 Bakanlıklar/ANKARA Tel: 0312 420 66 21 Fax: 0312 420 66 24 Türk Parlamenterler Birliği Ziraat Bankası TBMM Şubesi IBAN: TR 33 0001 0009 0303 296732 6001 20 Yeni Türkiye’nin “yol” haritası Lütfi Elvan Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı “Yol” Türkçedeki çağrışımlarıyla, özellikle tasavvufi derinliğiyle ve bunu bütünleyen diğer yan anlamlarıyla bizim binlerce yıllık geçmişimizi tanımladığı gibi geleceğimizi de şekillendirir. Ocak 2015 M illet olarak başka milletlere pek de nasip olmayan bir birikime/deneyime sahibiz. Çin, Hint, Mısır, Pers, İslam, Roma/Bizans uygarlıklarıyla ve bu uygarlıkların nüfuz alanındaki kültürlerle tanışarak, onları etkileyerek ve onlardan etkilenerek gelip yerleştiğimiz coğrafya Türkiye’dir. Dünyanın yetiştirdiği en büyük sosyal bilimcilerden biri kabul edilen İbn-i Haldun’un deyimiyle “Coğrafya kaderdir”; bu coğrafya da bizim kaderimizdir. Hareket halinde olan, ülkeler kuran, büyük bir uygarlığı yeşerten, yaşatan ve geleceğe taşıyan milletimizin bu deneyimi bir ölçüde “yolda olmak” metaforuyla da izah edilebilir. “Yol”, Türkçedeki çağrışımlarıyla, özellikle tasavvufi derinliğiyle ve bunu bütünleyen diğer yan anlamlarıyla bizim binlerce yıllık geçmişimizi tanımladığı gibi geleceğimizi de şekillendirir. Ait olduğumuz kültür, coğrafyadaki izi ve izleği itibarıyla da bir yol kültürü olarak tanımlanabilir. Diğer taraftan Türkiye fiziki coğrafyası ve konumu itibarıyla, kıtalararası kadim yolların sadece geçtiği değil, bu yollara yol olma vasıflarını kazandıran bir ülke olmuştur. Kıtalararası ekonomik ve ticari hareketlilik Türkiye üzerinden gerçekleşmiştir. Özetle Türkiye yalın tabirle ve doğal görünümüyle sadece bir “köprü” değildir, ulaşım bağlamında bir merkez ülkedir. Osmanlı’nın kervan yollarını aktif tutması, bu yolların imar ve bayındırlığından sorumlu özel birimler görevlendirmesi, deniz ticaret yollarının ve doğal kara geçiş noktalarının önemini fark ederek buraları açık tutması, “Türkiye” merkezli bir stratejinin yansımalarıdır. Dönemin yayılmacı devletlerinin niyeti ne olursa olsun, Anadolu-Bağdat ve Hicaz Demiryolu gibi koridor hüviyeti taşıyan büyük projelerin “irade” ile gerçekleşmesi de aynı hassasiyetledir. Bu projeler maalesef Birinci Dünya Savaşı’nda büyük ölçüde akamete uğramıştır. Millî sınırlar içinde kalan ve dönem itibarıyla önem arz eden demiryolu hatları ise ancak Cumhuriyet döneminde sürece sari olarak millîleştirilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında “ulaşabilir” olmayı hedefleyen heyecan verici atılımlar olmuş, özellikle demiryolu alanında bugün bile heyecan duyduğumuz adımlar atılmıştır. Geriye dönük olarak Cumhuriyet dönemi ulaşım politikaları elbette uzmanlarınca değerlendirilmektedir. Ülkeye döşenen her karış ray, açılan her tünel, yapılan her köprü, her karış karayolu, her havaalanı, her liman, her iskele ve her haberleşme ağı elbette yapanları takdir etmemizi gerektirmektedir. 21 Ancak bütünleyici, birbiriyle entegre, yerel, bölgesel ve küresel ölçekte ülkemizin rekabet potansiyelini güçlendiren, bir yandan kendi insanımızın ihtiyacını karşılarken bir yandan da Türkiye’nin bölgesel konumunu tahkim eden bir ulaştırma politikasından ve uygulamasından son yıllara kadar bahsetmek iyimserlik olacaktır. Ülkemizin kendi konumunu güncellemesi, ana koridorlara sahip olması, yeni koridorlar açması, kara, deniz, hava ve demiryolu ulaşımlarını güçlü kılması, bunları birbiriyle entegre etmesi, ülke içi üretim merkezlerini çok seçenekli ulaşım modlarına kavuşturması ve lojistik merkezler kurarak lojistik kabiliyetini artırması ülkemizin geleceği, tırnak içinde kaderi bağlamında hayatiyet arz etmektedir. İşte bundan hareketle, üniversite, sivil toplum, uygulayıcılar ve alanında uzman Bakanlık yetkililerince Ulaştırma Ana Plan Stratejisi hazırlanmış, buna uygun yol haritası geliştirilmiş, uluslararası katılımlı büyük şuralar yapılarak hedefler belirlenmiş, kamu-özel sektör işbirlikleri geliştirilmiştir. Türkiye haberleşmede, bilişimde, uydu ve uzay alanında, ulaştırmanın bütün kollarında politikası olan ve bu politikalar çerçevesinde büyük projeler geliştiren bir ülke konumuna yükselmiştir. Bugün Marmaray gibi, yüksek hızlı tren hatları gibi büyük projeler, bölünmüş yollar ve yeni otoyol projeleri, bölgesel havaalanları, büyük liman projeleri, millî tren, millî uydu gibi yakın zamana kadar hayal edilemeyen projelerin gerçekleşmiş yahut gerçekleşiyor olması bir iradenin tecellisi olduğu kadar, Türkiye’nin geçmişini iyi bilmenin ve geleceğini iyi kurma kaygısının bir sonucudur. Acil ve aktüel erişim ve ulaşım ihtiyaçlarının karşılanması elbette önemlidir. Bunu yaparken acil olanın önemli ve kalıcı olanı gölgede bırakmaması, ertelememesi, dengeli ve sağlıklı bir ulaşım altyapısı oluşturulması daha da önemlidir. Zira ulaşım ve erişim altyapısı sadece ulaşmakla, erişmekle veya istatistiki verilerle izah edilen bir şey değildir. Bütün bunları da içkin, sosyo- ekonomik, sosyo-kültürel sonuçlarıyla ve değişim etkisiyle, hayatın her alanını bire bir ilgilendirmektedir. Türkiye’nin 2023’te görmeyi hedeflediğimiz fotoğrafı, “Yeni Türkiye”nin fotoğrafıdır. Bu fotoğraftaki Türkiye, dünyanın ilk 10 ekonomisinden birine sahip, altyapısını tamamlamış, bölgesinde sadece gelişmiş ve kalkınmışlığıyla değil, huzur, istikrar ve güveniyle de örnek olan bir ülkedir. Demiryolunda Yeni Türkiye; yüksek hızlı tren ağını genişletmiş, hızlı tren koridorları oluşturmuş, mevcut yollarını adeta sıfırdan yapmışçasına yenilemiş, üretim merkezlerinin ve organize sanayi bölgelerinin demiryollarıyla limanlara bağlandığı, yerli bir demiryolu endüstrisi oluşturmuş, millî yüksek hızlı trenini kendisi üreten, lojistik merkezlerle ülkesinin rekabet kabiliyetini güçlendiren, İpek Demiryolu’nun merkez ülkesi konumuna gelen bir ülke olacaktır. Karayolunda Yeni Türkiye; bölünmüş yollarıyla, işlevsel hale getirdiği ve yeni açtığı koridorlarla, diğer ulaşım modlarıyla entegre karayolu yatırımlarıyla, Üçüncü Köprü, Avrasya Tüneli, İzmit Körfez Geçişi gibi büyük projelerle, otoyollarla, karayolu altyapısını tamamlamış bir Türkiye’dir. Kıyı yapılarıyla, üç denizde üç büyük limanıyla, bütün kıyılarımıza yayılan ve dünyada ülkemizi gemi inşasında marka yapan tersaneleriyle, küresel deniz ticaretinde elimizi güçlendiren deniz ticaret filomuzla ülkemize deniz ülkesi kimliğini yeniden hatırlatan bir Türkiye Yeni Türkiye’dir. Havacılıkta, yeni havaalanlarıyla ve tabii ki İstanbul üçüncü havaalanıyla sadece bölgesel değil kıtalararası konumunu güçlendiren, havacılık endüstrisinde söz sahibi olan bir ülke Yeni Türkiye’dir. Kendi millî uydusunu üreten bir Türkiye Yeni Türkiye’dir. Bilgi toplumuna geçen, bilişim teknolojilerinde ve yazılımda üretici vasfını haiz bir Türkiye Yeni Türkiye’dir. Türkiye gerçekleştirdiğimiz ve gerçekleştirmeyi hedeflediğimiz/planladığımız ulaşım ve bilişim projeleriyle gücüne güç katacaktır. Ocak 2015 Yarım asırlık bir sıla türküsü ALMANYA’YA GöÇ Onlarca yıl emek ve hasret köprüsü olan, gidenlere el sallayan, gelenlere kucak açan E-5’in keşke dili olsa. Hüznün ağırlığıyla aşınan yolları, bir avuç kavuşma umudu nasıl düzeltiyor en iyi o anlatırdı. Bir de Sirkeci-Münih tren hattı… 12 Ocak 1962’de ilk büyük gurbetçi kafilesini taşıdığı günden beri sıla çekmek nedir, gurbet zor mudur, memleket hasreti gerçekten boğazda mı düğümlenir, en iyi o bilir. Gökçe Doru Ocak 2015 Ocak 2015 24 Kapak M üttefik, dost, kardeş Almanya. Ta Osmanlı’dan beri bu böyle bilinmiş. Almanlar için de öyle olsa gerek. Meşhur Alman yazar Eduard von Keyserling 19. yüzyılda dememiş miydi “Türkler muhakkak ki Avrupa tarihinin ve yakın Asya tarihinin bildiği en halis efendi millettir” diye. Osmanlı ile Almanya arasında yüz yılı aşkın zamandır süregelen dostluğun hatırına kimi yanlışlar görmezden gelinmiş, kimi hatalar kolay affedilmiş... Osmanlıların I. Dünya Savaşı’nı kaybetme nedenleri arasında sıralanan “Almanlar yenildi diye biz de yenik sayıldık” cümlesi iki ülke arasındaki ilişkilerin de özeti gibi. Yakın ilişkiler, I. Dünya Savaşı çıkmadan önce gitgide güçlenen ve Asya’ya uzanma arzusunda olan Almanya’ya, Almanya-AvusturyaTürkiye İmparatorluğu adı altında bir devlet oluşturma hayali bile kurdurmuş. Belki de Almanya sağlıklı bireylerden oluşan, disiplinli, çalışkan, korkusuz ordusuna güveniyordu. Zira askerî yönden güçlü olan bu ülke dünya savaşlarının ikisinde de Avrupa’nın kaderini belirleyen bir pozisyonda bulunmuştu. Özellikle II. Dünya Savaşı mevzubahisken, Almanya yalnızca tarih kitaplarında yer almaz. Adı, tarih boyunca asla hatırlamak istenmeyecek olaylar ve izleri silinmeyecek isimlerle anılan Almanya, konuyla ilgili sayısız makale, araştırma ve dönemi yorumlayan yazılarla pek çok kitapta kendine yer bulur. II. Dünya Savaşı’nın dünya ekonomisine olumsuz etkisinden, savaşın başrol oyuncularından Almanya da nasibini alır. Belini doğrultmak içinse yoğun bir çalışma ve üretim temposuna girmelidir. Ancak ülkede on binlerce açık iş pozisyonuna rağmen yalnızca birkaç bin işsiz vardır. Çözümü işçi ithal etmekte bulan Alman Hükümeti, ilki 1955 yılında İtalya’yla olmak üzere işgücü alımlarına başlar. Peki, savaştan yeni çıkmış, ekonomik olarak sıkıntıda olması gereken bir ülke işçi ithal edecek parayı nereden bulacaktır? “Whatever the weather, we must move together” sloganı her şeyi açıklıyor bu noktada; Amerika’nın Marshall Planı… Savaşın hemen ardından Almanya işgücü açığını evvela Doğu Almanya ve Doğu Avrupa’dan gelen Almanlarla kapatmaya çalışmıştı. Yani ilk etapta Cermenlere kapılarını açmıştı. Bu göçmenler ülke ekonomisinin yeniden inşası için gerekli işgücünü sağlamış, ancak zamanla yetersiz kalmıştı. Bunun üzerine Almanya 1960’lı yıllarda, sekiz Akdeniz ülkesini kapsayan, hükümetlerarası işçi alım anlaşmaları yaptı. İşte, Türkiye’nin uzun ve acıklı gurbet kuşları romanı Alman Hükümeti’nin işçi alım anlaşmalarından sonra yazılmaya başladı. “Kaçın, Türkler geliyor” 13 Ağustos 1961, Berlin Duvarı’nın örülmeye başladığı tarih. Almanya doğu bölgesinde yaşayanların Batı Almanya’ya girmesini istemiyor. Halbuki işgücü sağlamak üzere yabancı ülkelerle yaptığı anlaşmalarla, 1960’lı yıllarda kilometrelerce öteden, denizaşırı gelen işçileri sevinçle, coşkuyla Ocak 2015 Kapak Almanya’nın işgücü talebinin nedeni belliydi, Türkiye’nin işçi göndermesinin ise pek çok nedeni var; tarımda sanayileşmenin yaygınlaşmasıyla büyüyen işsizlik sorunu, işçilerin getireceği veya ailelerine yollayacağı dövizin ekonomiye katkısının olacağının düşünülmesi, ileride kesin dönüş yapacakların çeşitli becerilere sahip birer birey olarak ülkeye faydası bulunacağının öngörülmesi… karşılıyor. Bunun nedeni belki de göçle gelenlerin gastarbeiter (konuk işçi) olarak görülmesi, kısa bir süre sonra geri döneceklerinin düşünülmesiydi. Tü rk iye’ den A l ma nya’ya göç te 1960’lı yıllar anılır daha çok. Zira iki ülke arasındaki işgücü anlaşması 30 Eylül 1961 yılında imzalanmış, Sirkeci-Münih hattı kurularak en büyük işçi kafilesi 12 Ocak 1962 yılında hareket etmişti. Ancak Türkiye’den ilk işçi alımları 1957’de oluyor. Alman yatırımcıların Türk iye’de açacakları firmalar için çalışacak ustaları A l ma nya’ da yet işt i rmek istemesi üzerine, 12 Türk aileleriyle birlikte Kiel’e gönderilmiş. 1960 yılına kadar ufak kitleler halinde gerçekleştirilen bu alımlar sonuç vermemiş, çünkü eğitim alan Türkler ülkelerine dönmek yerine Bremen ve Lübeck tersanelerinde çeşitli branşlarda işler bulmuşlar. Günümüze kadar hazırlanan anayasalar içinde en özgürlükçü ve demokratik kabul edilen 1961 Anayasası, Türk vatandaşlarına yurt dışı seyahat hürriyeti de tanıyordu. 1961 yılında “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Federal Almanya Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Türk İşçilerinin Almanya’da İşe Yerleştirilmelerine Dair Anlaşma”nın imzalanmasının ardından da Almanya’ya büyük işçi göçleri meydana geldi. Almanya’nın işgücü talebinin nedeni belliydi, Türkiye’nin işçi göndermesinin ise pek çok nedeni var; tarımda sanayileşmenin yaygınlaşmasıyla büyüyen işsizlik sorunu, işçilerin getireceği veya ailelerine yollayacağı dövizin ekonomiye katkı sağlayacağının düşünülmesi, ileride kesin dönüş yapacakların çeşitli becerilere sahip birer birey olarak ülkeye faydası bulunacağının öngörülmesi… 1970’li yıllara gelindiğinde Almanya, yabancı işgücünün “kalıcı” olduğunu anladı. İşçilerin birkaç yıl kalacağı düşünülmüş, tüm kurallar buna göre düzenlenmişti. Fakat Almanya ekonomisi büyüdükçe işçilere sürekli ihtiyaç duyuldu. Bunun üzerine Almanya, iş kazaları durumunda kendi vatandaşlarına veya ai- Ocak 2015 25 26 Kapak lelerine sakatlık ve ölüm gibi hallerde hangi hakları sağlıyorsa göçmenlere de aynılarını verdi. Ancak petrol krizi ve ekonomik durgunluk nedeniyle iktisadi sıkıntıya düşen ülke, 1973 yılında işçi alımını durdurdu. Yine de o tarihte ülkedeki Türk kökenli işçilerin sayısı neredeyse bir milyondu. Almanya, kendi kabul etmese dahi aslında bir göçmen ülkesiydi. Türklerin hızla artması Alman medyasını korkutmaya başlamıştı. “Mafya”, “cinayet” gibi kelimeleri içeren başlıklarda Türkler adeta bir terörist gibi gösteriliyordu. Almanlar bazen komşuluk, bazen arkadaşlık ettikleri Türklerden sözümona korkuyordu. Ülkenin tirajı yüksek dergilerinden Der Spiegel’de yayımlanan “Kaçın, Türkler geliyor!” başlıklı yazı hem hükümetin hem de Alman medyasının Türklere bakışını özetleyen çarpıcı bir örnekti. Ayrıca Türkler kastedilerek söylenen “Gestern Gast, heute Last” (Dün misafirdiler, bugün ise yük) sözü ülkede yaygınlaşmış, “Türken raus!” (Türkler dışarı!) yazısı Berlin Duvarı’ndan lise binalarının duvarlarına kadar inmişti. Halbuki Almanların çok meşhur bir atasözü vardı: “Beiß nicht in die Hand, die dich füttert” (Seni besleyen eli ısırma). Günah keçisi aranıyor 1960-70’li yıllarda Türklerin Almanya’da bulunma nedenlerinin ilkini ve en büyük paya sahip olanını ekonomik sebepler oluşturuyordu. Yani o yıllarda yoğun bir emek göçü meydana gelmişti. Günümüzde öğrenim görmek veya nitelikli bir personel olarak iyi işlerde çalışmak için gidenlerin de sayısı az değil. Beyin göçü istemli bir eylem. Ancak kırk-elli yıl önce Türkler için Almanya’ya gitmek para kazanma uğruna zorunlu bir eylemdi. Ülkeye geldiğinde eğilip toprağı öpen hiç kimse elbette elin memleketinde güle oynaya yaşamıyordu. Almanların belki de gözünden kaçan buydu; hiç kimsenin etnik veya kültürel yapıyı kasten bozma gibi bir niyeti yoktu. Üstelik kültürel kimlik bunalımı başta olmak üzere dil ve eğitim kaynaklı yabancılaşma, istihdam, yabancı düşmanlığı hatta ırkçılık boyutuna varan çatışmalar, Almanların Türklere yönelik kimliksizleştirme politikaları gibi sorunlar yaşadığı halde. 1973 yılında işçi alımının durdurulmasının ardından Almanya, ülkedeki göçmenleri azaltmanın da yollarını aramaya başladı. Üç aydan daha uzun süre Almanya’yı terk edenlerin çalışma izinlerinin iptal edilecek olması bunlardan biriydi. Türklere vize zorunluluğu getirilmesi, aile birleşmelerinde yaş sınırının 16’ya indirilmesi gibi önlemler de vardı. Ancak umulmadık bir şey gerçekleşti ve Türklerin ülkelerine dönmesini özendiren yasa, gelenlerin başta uyum problemleri olmak üzere çok sayıda sorun yaşamasına neden oldu ve tecrübelerini Almanya’daki arkadaş ve akrabalarına anlatmaları pek çok Türk’ü geri dönme düşüncesinden vazgeçirdi. Ocak 2015 Kapak Almanya’da Türk nüfusu arttı. Çünkü işçiler Türk iye’dek i ailelerini de yanlarına alarak Almanya’da yaşamaya karar verdiler. Dönemin Almanya Başbakanı Helmut Kohl önderliğinde, 28 Kasım 1983 tarihinde Türklerin ü l keler i ne dönü şünü özendiren bir yasa ç ı k a r ı ld ı . Bu na göre Türkiye’ye dönen işçiye 10 bin 500 DM, çocuğu başına ise 1500 DM para verilecekti. Ayrıca işçiler ça lıştı k ları süre boy unca ödedikleri emeklilik kesintilerini iki yıl beklemeden geri alacaktı. Bu yasayla Almanya’daki Türk işçilerin sayısında yaklaşık yüzde 5’lik bir düşüş olmuş, bu sonuç Alman Hükümeti’ni pek memnun etmemişti. Yasa, geri dönenlerin başta uyum problemleri olmak üzere çok sayıda sorun yaşamasına neden oldu ve tecrübelerini Almanya’daki arkadaş ve akrabalarına anlatmaları pek çok Türk’ü geri dönme düşüncesinden vazgeçirdi. Almanya’da kalan ailelerin 1990’lı yıllarda doğan çocukları Üçüncü Kuşak Türkleri oluşturdu. Onlar baba ve büyükbabalarına oranla daha şanslıydılar. Almanya’da Türkler benimsenmeye başlamış, bu yeni neslin Almanca biliyor olması dil sorununu da ortadan kaldırmıştı. Ayrıca 1 Ocak 1991 tarihinde çıkarılan Yabancılar Yasası’yla Türk toplumu siyasi ve sosyal alanlarda söz sahibi olmaya başlamıştı. Yasa Türklere vatandaşlık hakkı Almanya her ne kadar ekonomisi güçlü bir ülke olsa da Berlin Duvarı’nın 1989’da yıkılmaya başlamasının ardından Doğu ve Batı Almanya birleşmiş, Doğu’dan gelen öteki Almanlar nedeniyle işsizlik baş göstermişti. Ekonomik ve sosyal tüm problemlerin kaynağı ise yabancılar olarak görülüyordu. da tanıyordu; 16-23 yaş arasında bulunan, Almanya’da doğmuş ve okula gitmiş, vatandaşlık talebinden önce beş yıl boyunca orada yaşamış bir Türk, Alman vatandaşı olabiliyordu. Ancak Türk vatandaşlığından feragat etmesi isteniyordu. Ayrıca Türk işçilerin sınır dışı edilmesi belli kurallara bağ lanmıştı. Federa l A lmanya’ da oturma iznine sahip, kesintisiz olarak sekiz yıldan beri Almanya’da oturan, geçimini kendi sağlayan, en az altmış ay süre ile zorunlu emeklilik sigortasına primlerini ödemiş ve sabıkası bulunmayan kişiler otuma hakkı elde edebiliyordu. Yani Almanya bu yasayla devlete yük olmayan ve uyum yeteneği bulunan Türkleri gözetmişti. A l ma nya her ne k ad a r ekonomisi güçlü bir ülke olsa da Berlin Duvarı’nın 1989’da yıkılmaya başlamasının ardından Doğu ve Batı Almanya birleşmiş, Doğu’dan gelen öteki Almanlar nedeniyle işsizlik baş göstermişti. Ekonomik ve sosyal tüm problemlerin kaynağı ise yabancılar olarak görülüyordu. Ülkede “Yabancılar/Türkler dışarı!” sloganı yayılmıştı; aşırı sağ Alman partiler çok kültürlü toplum yapısının Almanya için önemli bir tehdit olacağını düşünüyor, Almanya’nın Alman kültürü ve halkından ibaret olması gerektiğini söylüyor, yabancıların Almanya’nın kaderini belirleyecek pozisyonlarda bulunmasını istemiyor, Almanya’ya yabancı akınının sınırlandırılmasının zorunlu olduğunu vurguluyor ve yabancıların derhal sınır dışı edilmesi gerektiğini ifade ediyordu. Ancak Almanya’nın bir Nazi geçmişi vardı ve ülke dünya kamuoyunda ırkçı bir pozisyona düşmek istemiyordu. Yine de aşırı sağ gruplar özellikle yabancıların yoğun olarak yaşadığı bölgelerdeki şiddet eylemlerini yıllarca sürdürdü. II. Dünya Savaşı’nın izlerini silmek Ocak 2015 27 28 Kapak isteyen Almanya’nın Avrupa Konseyi İnsan Hakları Sözleşmesi’nin altında imzası bulunuyordu ve yasalarında Nazi geçmişinin izlerini silmek istercesine “Bütün vatandaşlar yargı önünde eşittir; hiçbir vatandaş cinsiyeti, soyu, ırkı, dili, uyruğu, inancı, dini veya siyasi görüşlerinden dolayı geri plana itilemeyeceği gibi ön plana da çıkarılamaz” maddesi yer alıyordu. Parlamentoda Türkler Türkler Almanya’ya gittikleri 1960’lı yıllardan itibaren onları bir araya getiren, istek ve sorunlarına çözüm aradıkları dernekler altında toplanmışlardı. Ancak bu oluşumlar Alman Hükümeti’nce hem desteklenmemiş hem de ciddiye alınmamıştı. 1970 ve 80’li yıllarda Türkiye’deki partilere yö- Ocak 2015 Seçme ve seçilme hakları olmasa dahi Alman siyasi partileri içinde rol almaya başlayan Türkler zamanla bunun olumlu yansımalarını da gördü. nelik bir örgütlenme modeline gidildi ve kurulan federasyonlar bu partilerin birer uzantısı şeklinde olmaya başladı. Zira Türkler, Alman Hükümeti tarafından ciddiye alınma işinin ancak siyasetle mümkün olabileceğini anlamıştı. Seçme ve seçilme hakları olmasa dahi Alman siyasi partileri içinde rol almaya başlayan Türkler zamanla bunun olumlu yansımalarını da gördü. 1980’li yılların sonunda Almanya Sosyal Demokrat Partisi’nin (SPD/Sozialdemokratische Partei Deutschlands) çabalarıyla Türklere yerel seçimlerde oy kullanma hakkı tanındı. Siyaset sahnesinde aktif hale geldikçe hem bu alanda pek çok hak kazanan hem de Almanya’da yaşayan Türklerin sorunlarının Alman Hükümeti’nce bilinmesini kolaylaştıran, dolayısıyla orada yaşayan gurbetçilerin daha refah bir hayat sürmesine yardımcı olan siyasiler sonraları belediye başkanlığı, siyasi parti eşbaşkanlığı, bakanlık gibi görevlere kadar yükseldi. İlk Türk milletvekili Hakkı Keskin’in ardından Avrupa Parlamentosu’na seçilen ilk Türk kökenli vekil Leyla Onur oldu; partisi ise SPD’ydi. Babası 1960’lı yıllarda Almanya’ya işçi olarak gitmiş Aygül Özkan ise halen Hıristiyan Demokrat Kapak Birliği (CDU/Christlich Demokratische Union Deutschlands) politikacısı ve Niedersachsen eyaletinin Sosyal İşler, Kadın, Aile, Sağlık ve Uyum Bakanı olarak görev yapıyor. Bir gastarbeiter çocuğu olarak Almanya’da dünyaya gelen Aydan Özoğuz ise Almanya’da ilk federal bakan olma başarısı gösteren Türk siyasetçi. Cem Özdemir, Lale Akgün, Sevim Dağdelen, Vural Öğer gibi isimler birer Türk asıllı Alman parlamenter olarak büyük başarılara imza attılar, atıyorlar. Fikrimin ince gülü Türkiye “Biz işçi istedik onlar insan gönderdi” şeklinde efsane bir söz söylenmiş 1970’li yıllarda. Sözün sahibi İsviçreli yazar Max Frisch. Sözü edilen ise yalnızca Türkler değil, II. Dünya Savaşı sonrası Avrupa’da yoğunlaşan göç hareketlerinin mazlum aktörleri. Gidenler birer makine değildi elbette; sevinçleri, heyecanları, geride kalan ailelerine duydukları yoğun özlemleri vardı. Belki de dillerinde Bakarım bakarım sılam görünmez / Ara yerde yıkılası dağlar var dizeleri, Sarı Mercedes hayali taşıyordu çoğu. 1960-70’lerin Almanya’sında gözden kaçan, gelen işçilerin işi bittiğinde düğmesi kapatılan birer makine olmadığıydı. Onların geçici olduğunu düşünmek Almanların gerekli önlemleri almalarını engellemiş, bazı uygulamaları yapmayı geciktirmişti. Bunun bir hata olduğu ise yıllar sonra kabul edildi. Berlin-Kreuzberg Belediye Başkanı Cornelia Reinauer’in 2005 1960-70’lerin Almanya’sında gözden kaçan, gelen işçilerin işi bittiğinde düğmesi kapatılan birer makine olmadığıydı. Onların geçici olduğunu düşünmek Almanların gerekli önlemleri almalarını engellemiş, bazı uygulamaları yapmayı geciktirmişti. yılındaki ifadeleri de bu yöndeydi: “Almanya’nın göçmenleri kabullenmekte yaşadığı sıkıntıların üstesinden gelmek için yoğun çaba sarf edildi. Çünkü Almanya’daki işçi göçmenler uzun yıllar ‘misafir’ olarak kabul edildi ve bundan dolayı da ailelerin Almanca öğrenmesi gerekmediği düşünüldü. Çünkü işleri bitince nasıl olsa geri döneceklerini düşünüyorduk! Kalıcı olduklarını göremediğimiz için, birlikte yaşam sürdürmenin de altyapısını hazırlamadık. Edindiğim gözlemlere dayanarak şunu kesinlikle belirtmek isterim ki birlikte yaşamayı öğrenmemiz gerekiyor.” Almanya Türklerle yaşamayı belki de artık öğrenmiştir. “Türk asıllı Alman” nitelemesi literatüre geçmişse, Almanya kendi ülkesinde doğmuş ve dünyaca ünlenmiş Türk yönetmen, oyuncu, şarkıcı ve işadamlarıyla övünüyorsa elbette 1960’lardan bugüne çok şey değişmiştir. Onlarca filme, yüzlerce şiir ve şarkıya konu olan Alamanya hikayesinin en acıklı kısımları artık geride kaldı. Zira ne koşullar eskisi kadar güç, ne de yollar eskisi kadar uzun artık. Değişmeyen tek şey vatan hasreti ve yakan ateşi. Fotoğraflar Başbakanlık Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı’ndan alınmıştır. Katkıları için teşekkür ederiz. Ocak 2015 29 30 KapakSöyleşi Özcan Ulupınar: Türkiye’nin kalkınması ve dinamizmi yurt dışındaki vatandaşlarımıza da olumlu yönde yansıyor Söyleşi ve Fotoğraflar: Zeynep Yiğit Almanya’daki ilk Türk işçi ailelerden birinin çocuğu olarak bu ülkede dünyaya gelen AK Parti Zonguldak Milletvekili Özcan Ulupınar, yurt dışındaki vatandaşlarla sık sık bir araya geliyor. Sorunları da çözümleri de bire bir takip eden Ulupınar, “Türkiye’nin kalkınması ve dinamizmi yurt dışındaki vatandaşlarımıza da olumlu yönde yansıyor” diyor. Ocak 2015 1970 Almanya doğumlusunuz. Ailenizin Almanya ile yolu ne zaman kesişiyor? Babam 1963 yılında maden işçisi olarak Zonguldak’tan Almanya’ya gitmiş. On yıl Almanya’da kaldıktan sonra 1973’te çocuklarını okutmak için Türkiye’ye dönmeye karar vermiş. Ben 1970 yılında Almanya’da doğdum. Yani üç yaşımdayken Türkiye’ye gelmişiz. Zonguldak’ın Devrek ilçesinin Karakoçlu köyündeniz. Yurt dışında Türkiye’den daha fazla akrabam var; mesela ablam, amcam, dayım, teyzem... Birçoğunu babam Almanya’ya götürmüş veya sonradan yanına almış. Siz üç yaşındayken Türkiye’ye döndüğünüz için anılarınızda Almanya pek olmasa gerek... Almanya çocukluk anılarımda pek yok, ama sonradan çok gittim, hâlâ da gidiyorum. Mesela bir aksilik olmazsa 14 Şubat’ta yine orada olacağım. Yurt dışında hemşehri derneklerimiz birtakım etkinlikler, toplantılar, geceler düzenliyor, onlara katılıyorum. Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatlarıyla başbakanlığı döneminde kurulan Avrupalı Türk Demokratlar Birliği’nin (UETD) düzenlediği KapakSöyleşi programlarda da sık sık yer alıyorum. Yurt dışında yaşayan altı milyon vatandaşımız var; üç milyonu Avrupa’da, bu nüfusun üç yüz bini de Zonguldaklı. İlçem Devrek’te 65 bin kişi yaşıyor, bir o kadar Devrekli de Almanya’da bulunuyor. Yazın ilçemizin nüfusu yurt dışından tatile gelenlerle birlikte yüz binin üzerindedir. Dolayısıyla hem akrabalarım hem de yurt dışı faaliyetlerim dolayısıyla Avrupa’daki vatandaşlarımızla ilgili konuları büyük oranda biliyorum. Babanızın Almanya’ya gittiği yıllara dönersek... O günlere dair neler anlatır size? Zonguldak’tan maden işçileri gidiyor Almanya’ya. Babam da maden işçisi ve 1963’te Almanya’ya ilk gidenler arasında yer alıyor. Tabii dil bilmiyor, öncelikle bunun sıkıntılarını yaşıyor; mesela dişi ağrıyor, Türkçe kelimelerin Almanca karşılığına sözlükten bakarak dişçiye derdini anlatmaya çalışıyor. O yıllarda yaşam şartları bugünkü gibi değil, orada da ekonomik problemler var; geçinmeleri zor, kaldıkları evler küçük, yolculuk lar sık ıntılı, şimdiki gibi telefon, televizyon, radyo yok... Aynı zamanda örf-âdetleri, dini, diyaneti yaşamak ve yaşatmak, millî değerlere sahip çıkarak ona göre çocukları yetiştirebilmek zor; cami yok, Türk lerin toplanabileceği bir sosyal tesis yok... Şimdi hepsi var tabii. Artık Almanca öğrenmeye de gerek yok neredeyse, Almanya sokaklarında özellikle belli şehirlerde Türkiye’de gibi hissedersiniz kendinizi; tabelalar Türkçe, sokaklarda Türkçe konuşuluyor, kamu kurumlarının hemen hepsinde çalışan Türkler var... Babam zeki bir adam, Almanya’da hem çalışıyor hem de kısa süre sonra bir minibüs alıp işportacılık yapmaya başlıyor; Almanya’da ilk ticaret müsaadesi alan Türklerden biri. O dönemde “Türk işçiler çok çalışıyorlar, dürüstler, disiplinliler, iş yapmaktan kaçmıyorlar. Dolayısıyla Almanya’nın ekonomisine ve kalkınmasına katkıları büyük.” bekar veya ailesini henüz Türkiye’den getirmemiş işçilerin kaldığı yurtlar var. Babam o yurtlardaki işçilere radyo, halı gibi çeşitli eşyalar, tespihler satıyor. İyi de para kazanıyor, sürekli Türkiye’den yakınlarını yanına alıyor. İlk başlarda bir müddet kendisi de bekar yurtlarında kalıyor, daha sonra annem de Almanya’ya gidiyor. 1973’te çocuklarını okutabilmek için Türkiye’ye dönmeye karar veriyorlar. Almanya’nın kalkınma hamlesi başlattığı dönemde bu ülkeye çalışmaya giden Türk işçilerin Alman ekonomisine katkıları konusundaki değerlendirmelerinizi öğrenebilir miyiz? Türk işçiler çok çalışıyorlar, dürüstler, disiplinliler, iş yapmaktan kaçmıyorlar; madenciliği ele alacak olursak, bu işi iyi biliyorlar. Dolayısıyla Türk işçilerin Almanya ekonomisine, bu ülkenin kalkınmasına katkıları çok. O nedenle Türkleri seviyorlar, oradaki ikinci, üçüncü, dördüncü kuşağın yaşamlarını kolaylaştırmak için ellerinden geleni yapıyorlar, özellikle bazı partilerin bu yönde güzel çalışmaları var. Tabii ırkçı söylemler, ırkçı saldırılar, onları tetikleyen birtakım girişimler de yok değil. Vatandaşlarımızın hak ve özgürlükler bakımından bize ilettiği bazı konular var. Mesela Almanya’da Türk ailenin çocuğu evde şiddet gördüyse devlet bu çocuğu alıyor, akrabasına veya bir Türk yakınına değil, Alman aileye veriyor. Ece bebek olayını hatırlarsınız. Ece bebek beş aylıkken düşüyor ve kolu inciniyor. Ailesi hastaneye götürdüğünde “Siz bu çocuğa vurmuşsunuz” deniliyor ve Ece bebek ikizinden de anne ve babasından da koparılıyor. Bir evladın ailesinden alınması bu kadar kolay mı? Ece’nin ailesi benim yakından tanıdığım kişiler ve ke- Ocak 2015 31 32 KapakSöyleşi toplantılar yaptım. Vatandaşlarımızın hizmetlere yönelik memnuniyetlerini ve taleplerini bire bir öğrenme fırsatım oldu. Geçmişle bugün karşılaştırıldığında birçok sıkıntının geride kaldığı görülüyor, vatandaşlarımız “Artık göğsümüzü gere gere Türküz diyoruz. Alnımız ak, başımız dik bir biçimde geziyoruz” diyorlar. Türkiye’nin son zamanlardaki ekonomik kalkınması, yatırım hamleleri onları da olumlu yönde etkiliyor. Şu anda Türkiye’deki ekonomik canlılık, hareketlilik, dinamizm Avrupa’nın birçok ülkesinde yok. “Geçmişle bugün karşılaştırıldığında birçok sıkıntının geride kaldığı görülüyor. Vatandaşlarımız ‘Artık göğsümüzü gere gere Türküz diyoruz. Alnımız ak, başımız dik bir biçimde geziyoruz’ diyorlar.” sinlikle şiddet uygulayacak birileri değil. Ece’nin ailesine geri verilmesi için çok uğraştım. Vatandaşlarımız orada yürüyüşler yaptılar, protestolarda bulundular, hukuki çerçevede seslerini duyurdular. Sonunda Ece bebek ailesine kavuştu. Ortak bir mücadele sergilemeseydik belki de bu sonuç elde edilemeyecekti. Vatandaşlarımızın bize ilettiği konular arasında pasaport harçlarının yüksekliği, uçak biletlerinin pahalılığı, vize uygulamalarıyla ilgili sıkıntılar da yer alıyor. Öte yandan ekonomi eskisi gibi değil, geçinmek zor, orada da işsizlik var. Bu konuda çarpıcı bir örnek vereyim: Zonguldak’ta kömür işletmeleri var, yerin beş yüz metre altına iner, kömür çıkarırsınız, dünyanın en zor işidir. Türkiye Taşkömürü Kurumu’na yüz kırk işçi alınacaktı, binlerce müracaat yapıldı, enteresandır yüz elli kişi de Almanya’dan müracaat etti. Yurt dışında yaşayan Türklerle ilgili yürütülen önemli çalışmalar var. Bu çalışmalar vatandaşlarımıza nasıl yansıyor? Yurt dışında yaşayan vatandaşlarımıza yönelik hizmetleri AK Parti hükümetleri öncesi ve sonrası olarak ele almak gerekir. Vatandaşlarımız hükümetlerimiz dönemindeki çalışmalardan, örneğin Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı ile Türk İşbirliği ve Kalkınma Ajansı’nın (TİKA) yapmış olduğu hizmetlerden fevkalade memnunlar. Son üç buçuk yıl içinde Genel Merkez’in görevlendirmesiyle defalarca Avrupa’nın çeşitli kentlerine gittim ve konferanslar, söyleşiler, Ocak 2015 Yur t dışında siyaset ten ekonomiye, sanattan spora pek çok alanda başarılı işlere imza atan Türkler var. Bu konudaki gözlemleriniz neler? Sizin de ifade ettiğiniz gibi siyasette, ekonomide, diğer alanlarda çok aktif konumda olan vatandaşlarımız var. Mesela işveren olarak çok y üksek oranda vergi verenler, istihdam yaratanlar bulunuyor. Türk işadamı, tüccar ve esnaf, işini dürüst ve severek yaptığı, başarılı olduğu için tercih ediliyor. Tabii tüm bu olumlu gelişmelerin yanı sıra insanın olduğu her yerde, hayatın akışı içinde yeni problemler ortaya çıkacaktır. Biz vatandaşlarımızla irtibat halinde olarak sorunlarının çözümü için çalışıyoruz. Ailelere ve özellikle gençlere söylediğimiz gibi, orada en önemli konulardan biri, asimile olmadan, asimilasyona uğramadan entegre olabilmektir. Bugün iki ülke vatandaşları arasında kuvvetli bağlar var. Mesela iyi komşuluk ve işçi-işveren ilişkileri bulunuyor, çok fazla sayıda Türk-Alman evliliği var. Bu ilişkileri olumsuz etkileyecek herhangi bir söyleme veya eyleme meydan vermemek gerekiyor. KapakSöyleşi Ali Öz: Türk işçilerin Alman ekonomisine ciddi manada katkıları olmuştur Söyleşi ve Fotoğraflar: Nehir Öztürk MHP Mersin Milletvekili Ali Öz, 1968 Almanya doğumlu. Ailesi uzun yıllar Almanya’da işçi olarak çalışan Öz, “Türk işçilerin Alman ekonomisine ciddi manada katkıları olmuştur” diyor. Geçmişten bugüne pek çok şeyin değiştiğine işaret eden MHP’li milletvekili, tecrübeleri ışığında dikkat çekici değerlendirmelerde bulunuyor. Ailenizin Almanya öyküsü ne zaman ve nasıl başlıyor? Babam önce 1966 yılında Belçika’ya gidiyor. Orada tanıştığı Yozgatlı bir arkadaşı sayesinde Almanya’da bir iş imkanı olduğunu öğreniyor ve Belçika’dan ayrılıp Almanya’ya geçiyor. Tabii o yıllarda Almanya’nın ekonomik kalkınma için yurt dışından gelecek işgücüne ciddi manada ihtiyacı var. Dolayısıyla ağır sanayi hamlesi yapmaya karar verildiği andan itibaren göçmen işçilere kapı açılıyor ve özellikle sanayi alanındaki işçilik yurt dışından gelenlere yaptırılıyor. O dönemde Almanya’ya gidenler sadece Türkler değil, Avrupa ve Orta Doğu’dan da çok sayıda işçi çalışmak üzere bu ülkede bulunuyor. Tabii çok büyük kazanımları olmuyor o yıllarda, ancak kendilerine yetebilecek kadar bir ücret karşılığında çalışıyorlar. Türkiye’de bugünkü taşeron sisteminin bir benzerini düşünün, o şartlarda başlıyor. Babanız ailesini ne zaman alıyor yanına? Babam annemle evlendikten sonra onu da yanında götürüyor. Her ikisi de çalışıyor. Ben 1968’de Almanya’da doğuyorum. O yıllarda vardiya sistemiyle gece-gündüz yoğun bir çalışma ortamı var. Bu nedenle Türk Ocak 2015 33 34 KapakSöyleşi işçilerin büyük çoğunluğunun evlatları Türkiye’deki aile büyüklerinin yanında yetişiyor. Beni de henüz altı-yedi aylıkken mecburen rahmetli dedemin yanında bırakıyorlar. Annem bana o günleri anlatır; yıllık izin döneminde arabayla üç bin kilometre yol kateder ve Mersin’in Gülnar ilçesine gelirler. Bir ay kaldıktan sonra beni burada bırakmaya karar verirler. Dönüş yolunda 60-70 kilometre gittikten sonra annem “Ben çocuğumdan ayrı kalmaya dayanamıyorum. Geri dönüp oğlumu almak istiyorum” der. Babam bir yandan annemi teselli etmeye çalışır, bir yandan da Almanya’ya doğru arabayı sürmeye devam eder. Dolayısıyla sadece eğitim yıllarım değil, çocukluk yıllarım da anne-baba özlemiyle geçti. Yılda bir ay izne geldiklerinde onları görebiliyordum. Tabii 4-5 yaşına kadar bu ayrılığı çok fazla hissetmiyorsunuz, çünkü Türkiye’de bakımınızı üstlenen, her tür ihtiyacınızı gideren aile büyükleriniz var. Yaşınız büyüdüğünde, özellikle okula başladığınız dönemde artık her şeyin farkında oluyorsunuz, anne-babaya özleminiz artıyor. Ben ortaokul birinci sınıfı bitirdiğimde Almanya’ya gittim. Türk işçiler yıllık izin için genellikle temmuz-ağustos aylarında Türkiye’ye gelirler, o yıl annem ve babam mayıs ayında izinlerini kullandı, bir ay burada birlikte vakit geçirdik, sonra da beni üç aylık yaz tatili döneminde Almanya’ya götürdüler. Karayoluyla gittik. O çocuk yaşta benim ilk dikkatimi çeken şey, yolların muazzam oluşuydu. Bir Türkiye’deki yollar aklıma geliyordu, bir de orada gördüklerime bakıyordum, gerçekten çok etkilenmiştim. “Demek ki kalkınmışlık böyle bir şey” diye düşünmüştüm, o çocuk yaşta. Almanya’ya gittiğim dönem Türkiye’de 12 Eylül 1980 öncesiydi. Ülkemizdeki iç kargaşanın yoğunluğundan Ocak 2015 “O yıllarda Almanya’da beni en çok etkileyen konulardan biri eğitim sistemiydi. Okulda çocukların kültürel ve sportif yeteneklerinin ortaya çıkarılması konusundaki çalışmaları görünce ‘Ülkemizde de böyle olmalı’ diye düşünmüştüm.” dolayı ailem endişe ediyor, kardeşimle birlikte Almanya’da kalmamızı istiyordu. Babam “Türkiye çok karışık, biz de başınızda yokuz, en iyisi burada kalmanız” diyordu. Ben Türkiye’ye geri dönmeyi çok istiyordum, ama ailem müsaade etmiyordu. Zaten o dönemde, çocuklarını ebeveynlerinin yanında bırakmış olan pek çok Türk aile yavaş yavaş evlatlarını yanlarına almaya başlamıştı, çünkü Türkiye’deki ortam herkesi endişelendiriyordu. Sonuçta ailemin isteği üzerine Almanya’da kaldım. Annemle okul kaydına gittik. Okul müdürü Türk çocuklarının yoğunluğundan şikayet ediyor, kayıt yapmak istemiyordu, hatta annemle sert bir şekilde tartıştı; tabii ben ne konuştuklarını anlamıyorum, ama hal ve hareketleri bunu gösteriyordu. Sonuçta istemeyerek de olsa okula kaydımızı yaptı. Dil bilmediğim için yedinci sınıftan başlatmadılar, “Altıncı sınıfı tekrar okuyacaksın” dediler. Okulda hiç unutamadığım bir anım var. İlk bir ay içinde matematik sınavına girdik. Oradaki puan sistemi bizdekinden farklı; örneğin 1,5 veya 1 almak bizdeki 9’a tekabül ediyor. Dil bilmediğim ve işlemleri onlarınkinden farklı bir yöntemle yaptığım halde 1,5 aldım, öğretmen de şaşırdı. Hatta bir aylık sürenin sonunda okuldan ayrılıp Türkiye’ye dönmem söz konusu olduğunda başlangıçta beni kayıt etmek istemeyen okul müdürü anneme ricada bulundu; “Bu zeki bir çocuk, burada da okur, istediği mesleği yapar, onu okuldan almayın” diye. Tabii ben Almanya’da okula başlasam da KapakSöyleşi Türkiye’ye dönme isteğim hiç azalmamıştı. Ülkemde eğitim görmek ve doktor olmak istiyordum. Sonuçta 12 Eylül ihtilalinden hemen sonra uçak biletimi alıp Türkiye’ye geldim; o zaman daha 12 yaşındaydım. Mersin’in Gülnar ilçesinde ortaokul hayatıma devam ettim. O yıllarda Almanya’da beni en çok etkileyen konulardan biri eğitim sistemiydi. Okulda çocukların kültürel ve sportif yeteneklerinin ortaya çıkarılması konusundaki çalışmaları görünce “Ülkemizde de böyle olmalı” diye düşünmüştüm. Örneğin beden eğitimi dersine büyük önem veriliyordu. İlgi alanınıza göre bir dal seçiyordunuz, ben futbolu tercih etmiştim. Sanıyordum ki önümüze bir top koyacaklar ve hemen oynamaya başlayacağız. Tabii öyle olmadı. Kültür fizik hareketlerinden yüzmeye kadar birçok aktiviteden sonra bizi yeşil sahaya çıkardılar. Bu sistemli çalışma ve disiplin, tabii başarıyı da beraberinde getiriyor. Almanya’da yaz tatili dönemi bizdeki gibi üç ay değil, yanlış hatırlamıyorsam kırk gündü. Eğitim-öğretim dönemi bir yıla yayıldığı için çocuklar da kısa süreler içinde sınavdan sınava koşturmak zorunda kalmıyordu. Almanya’da dikkatimi çeken bir başka konu daha oldu. Bir gün evimizin önünde cüzdan buldum. İçinde 75 veya 80 mark vardı, ama kimlik yoktu. Babam cüzdanı oturduğumuz yerden 90 kilometre uzaklıktaki kayıp bürosuna götürdü. Aradan altı ay geçti. O süre içinde cüzdanı kimse almadığı için bize geri verdiler, üstelik oturduğumuz yerle kayıp bürosu arasındaki mesafeyi dikkate alarak yaptığımız yol masrafını da ödediler. Sistemin güzelliğini görüyor musunuz? Vatandaşlık bilinci gelişmiş durumda. Vatandaş, bulduğu bir şeyi değersiz de olsa kayıp bürosuna götürüyor, devlet de bunu ödüllendiriyor; herhangi bir şeyi kaybolan kişi de nereye müracaat edeceğini biliyor. Ben Türkiye’de de böyle bir kayıp bürosu kurulmasını teklif ettim, ama maalesef karşılık bulamadım. İşçilerin çalışma koşullarıyla ilgili gözlemleriniz neler oldu? Tabii çok yoğun bir çalışma tempoları vardı. Babam elektronik ev eşyalarının üretildiği bir fabrikada çalışıyordu. Bir gün beni fabrikaya götürmüştü. Birçok yerde olduğu gibi orada da ilk dikkatimi çeken şeylerden biri iş güvenliğine yönelik tedbirler olmuştu. O çocuk yaşta, “Koca koca makinelerle çalışıyorlar, hiç iş kazası olmuyor” diye düşünürdüm, çünkü o yıllarda da ülkemizde iş kazaları sıkça yaşanırdı. Sene 1980, sene 2014… Türkiye’de maalesef hâlâ yeterli iş güvenliği sağlanmadığı için vatandaşlarımız hayatlarını kaybediyor. 12 yaşında Türkiye’ye döndükten sonra Almanya’ya hiç gittiniz mi? Birkaç defa yaz tatilinde gittim. Lise dönemimde annem ve babam da çocuklarının eğitimiyle daha yakından ilgilenebilmek için Türkiye’ye döndüler. 1980-85 arasında pek çok Türk işçinin memleketine döndüğü bir süreç yaşandı. O dönemde Almanya da bunu teşvik etti. Gerek o yıllarda Türk işçilerin Almanya’nın yeniden yapılanma sürecine katkıları gerekse bugün Almanya’daki yurttaşlarımızın ulaştığı noktayla ilgili değerlendirmelerinizi öğrenebilir miyiz? Tabii Türk işçilerin Alman ekonomisine çok ciddi manada katkıları olmuştur. Çalışmak üzere Almanya’ya gidenler elbette çeşitli zorluklar yaşamışlardır, “yabancı işçiler dışarı” yazılarını gördüğümüz yıllar vardır, ama şunu da belirtmek gerekir ki eğitimini ilerletmek, çeşitli dallardaki yeteneğini geliştirmek isteyen işçi çocukları için herhangi bir engel çıkarılmamıştır, istisnalar vardır tabii. Bugün siyasette, sporda, edebiyatta, iş dünyasında kendini kabullendirmiş pek çok vatandaşımız var, bu da memnuniyet verici bir durum. Ocak 2015 35 LATİN AMERİKA’DA NEOKLASİK SİYASET KOLOMBİYA PARLAMENTOSU Amerika’nın keşfini takip eden yıllarda İspanyol kolonilerine evsahipliği yapan Kolombiya, bağımsızlığını uzun mücadelelerin ardından kazanan bir devlet. Cumhuriyetin en simgesel yapılarından birini ise Kolombiya Parlamentosu oluşturuyor. İnşası yaklaşık seksen yıl süren yapı, 1975 yılından bu yana ülkenin “Ulusal Anıtlar” listesinde yer alıyor. Elif Çelik Ocak 2015 B ulunduğu konum dolayısıyla Kolombiya Orta Amerika ve And Dağları ile Karayipler arasında gerçekleşen göç dalgaları için yüzyıllarca koridor işlevi görmüştü. Bölgedeki en eski arkeolojik bulgular Magdalena vadisinde ortaya çıkarılmış ve MÖ 14.400 yılına tarihleniyor. MÖ 10.500 dolaylarına ait bulgular ise göçebe, avcı-toplayıcı ama aynı zamanda birbiriyle ticaret yapan yerli kabilelerin bölgede yaşadığını gösteriyor. İlk siyasi yapılanmaların oluşması MÖ birinci binyılı buluyor. Amerika’nın keşfinden sonra İspanyol denizciler Kolombiya’da ilk kez 1499 yılında Guajira yarımadasına gelir. Arkasından Kristof Kolomb dahil pek çok denizci buraya seferler gerçekleştirir. Elbette “Altın Şehir” anlamına gelen efsanevi El Dorado’yu bulma hevesi, 16 ve 17. yüzyıllar boyunca İspanyollar başta olmak üzere Avrupalılar için en önemli motivasyonlardan biri olur. Dağların, tepelerin, ovaların, çayırların hem muazzam bir manzara hem de verim sunduğu bölgede limanlar da inanılmaz ölçüde elverişlidir. Ayrıca büyük altın madenleri, baharatlar vardır. Yerli halk ise silahsız, hatta kendilerine uzatılan kılıcı keskin yerinden tutarak ellerini kesecek kadar silah nedir bilmeyen, kamıştan yapılmış mızraklarını sadece avlanmak için kullanan, gelişmiş ve sağlıklı vücutlarıyla dikkat çeken insanlardı. Başlarına taktıkları kuş tüylerinden yapılmış başlıkların yanında altının ya da diğer madenlerin ve metallerin onlar için hiçbir önemi yoktu. Sahip oldukları her şeyi değişmeye veya vermeye hazırlardı. Kolomb ve diğerleri için boyun eğdirmeye, köle olarak çalıştırmaya oldukça yatkın görünüyorlardı. Ocak 2015 38 Dünya Parlamentoları Ocak 2015 Dünya Parlamentoları Elbette Kızılderililerin yaşadığı bu muhteşem coğrafya ve huzur, o dönem Avrupa’da Rönesans’ı yaşayan ülkeler için pek de geçerli değildi. Modern bir devlet olma yolundaki İspanya’da nüfusun büyük kısmını köylüler oluşturuyor, bunlar da toprakların tamamına yakınını elinde tutan aristokrat azınlık için çalışıyordu. Avrupalılar daha önce Asya’ya gerçekleştirilen seferlerle zenginlikler elde etmişti; İspanya da topraktan daha değerli bir şey olan altın için bilinmeyen okyanusları aşmaya hazırdı. Amerika kıtasının keşfinden 50 yıl sonra, 1542 yılında İspanyol kolonileri tarafından günümüz Kolombiya topraklarına Yeni Granada’nın kurulmasının ardından, bölgedeki Kızılderili nüfusunda oldukça büyük bir düşüş yaşanır. Bunda İspanyol istilaları kadar Avrupa’dan Amerika kıtasına taşınan çiçek gibi bulaşıcı hastalıklar da etkili olur. Ardından topraklar istilacılara tahsis edilir, geniş çiftlikler ve maden ocakları kurulur, çalıştırılmak üzere Afrika’dan siyahi köleler getirtilir. Bölgede istila ve koloni döneminin başlamasından itibaren İspanyol hakimiyetine karşı pek çok ayaklanma da yaşanır, ancak ya çok geçmeden bastırılırlar ya da koşulları değiştirmeye yeterli olmazlar. Bununla birlikte 1810 yılında Antonio Nariño önderliğinde meydana gelen bir isyan, ertesi yıl bağımsızlık kazanılmasını sağlar. Kolombiya, adını Amerika kıtasının fatihinden alan bir ülke. Kristof Kolomb’un adının aslında tüm “Yeni Dünya”ya verilmesi tasarlanır, ancak 1819 yılında günümüz Kolombiya, Ekvador, Panama, Venezuela ve kuzeybatı Brezilya’sını kapsayan Yeni Granada Genel Valiliği’ne Kolombiya adı verilir. İlk başkanlığını Simon Bolivar’ın yaptığı bu devletin ilk anayasası 1821 yılında çıkarılır. Bugünkü adıyla Kolombiya Cumhuriyeti ise 1886 yılında kurulur. Tarih yazan isimler parlamentoda yaşatılıyor Kolombiya Cumhuriyeti’nin parlamentosu, çift meclisli yapıya sahip. 102 koltuklu Senato, 166 koltuklu Temsilciler Meclisi’nden oluşan parlamentonun her üyesi eşit haklar taşıyor. Hem senatörler hem de milletvekilleri dört yılda bir yinelenen seçimler aracılığıyla göreve geliyor. Günümüzde parlamento tarafından kullanılan binanın inşasından önce Kolombiya Parlamentosu büyük salon, okul, kilise, manastır gibi çeşitli geçici mekanlarda toplanıyordu. Bir meclis binasının inşa edilmesi fikri ilk kez 1846 yılında ortaya çıkar ve dönemin devlet başkanı Tomás Cipriano de Mosquera mimar Dane Thomas Reed ile anlaşır. Anlaşmaya göre yapının meclise, Yüce Divan’a, Cundinamarca Eyalet Mahkemesi’ne ve Başkanlığa evsahipliği yapması amaçlanır ve sadece birkaç hafta sonra Reed’in tasarladığı mimari meclis tarafından kabul edilir. İnşasına 20 Temmuz 1848 tarihinde başlanan binanın temel taşı da Tomás Cipriano de Mosquera ve Bogotá Başpiskoposu José Manuel Mosquera tarafından yerleştirilir. Ocak 2015 39 40 Dünya Parlamentoları Kolombiya Parlamentosu, pek çok farklı etkinliğe de evsahipliği yapıyor. Devlet başkanları, meclis başkanları, siyasetçiler ve ünlü kişiler gibi ülke için önem taşıyan insanların cenaze törenleri bu binada gerçekleştiriliyor. Yapının inşası tam 78 yıl sürer, 1874’te kullanılmaya başladığında hâlâ tam anlamıyla bitirilmemiştir. 1 Nisan 1874 tarihinde, Manuel Murillo Toro’nun başkanlık döneminde açılan parlamento binasında ilk yemini ise görevi ondan devralan Santiago Perez eder. Kolombiya Parlamentosu, kentin tarihî köşelerinden birinde yükseliyor. Greko-Romen unsurların adapte edildiği parlamento binası 19. yüzyılda yaygın olan Neoklasik mimarinin önemli bir örneği. Üç katlı yapının, ülke geçmişinde önemli roller oynayan Tomás Cipriano de Mosquera, Jorge Gaitan, Rafael Núñez ve Alvaro Gomez Hurtado’nun isimleri verilmiş dört avlusu bulunuyor. Ön cephe ise parlamentonun en görkemli kısımlarından birini oluşturuyor. Merkezdeki portikonun iki yanında altı sıra di- Ocak 2015 zilmiş üçlü İyon sütunları mimariye Yunan atmosferi katıyor. Yağmur sularının boşaltıldığı ağızlar ise grotesk hayvan masklarıyla dikkat çekiyor. Kolombiya Parlamentosu’nun merkez bloğunda bulunan Oval Oda, Senato ve Temsilciler Meclisi’nin oturumları için kullanılıyor. Oval Oda’nın kuzeyinde bulunduğu Mosquera avlusunda, Alman heykeltıraş Ferdinand von Mueller tarafından 1883 yılında yapılan Tomás Cipriano de Mosquera’ın tunç heykeli yer alıyor. Parlamentonun doğu kanadı Senato birimleri, protokol odası, basın odası ve ziyaretçi salonlarına; batı kanadı ise Boyacá Salonu’na, meclis başkanı ile vekilinin odasına, Temsilciler Meclisi birimleri ile protokol odalarına evsahipliği yapıyor. Fransız mimar Gaston Lelarge’nin yapıya kubbe ekleme önerisi kabul edilmemiş, zira bir kubbenin binanın yatay simetrisini bozacağı ve parlamentonun yüksekliğinin Kolombiya Katedrali’ne yaklaşmaması gerektiği düşünülmüş. Pek çok sanat çalışması barındıran Kolombiya Parlamentosu’nun Oval Oda ve Boyacá Salonu özellikle vitray süslemeli camlarıyla dikkat çekiyor. Yapıyı donatan heykeller ve büstlerden en önemlileri arasında ise ana avluda yer alan Jorge Gaitan, Oval Oda’daki Rafael Nanez, plazada bulunan Antonio Nariño ile Anayasa Salonu’ndaki Guillermo Valencia, Alfonso Lopez ve Miguel Antonio Caro heykel ve büstleri sayılabilir. Binanın çeşitli yerlerinde yine ülke tarihinde önemli yeri bulunan General Santander, Francisco de Paula Santander, Achilles Parra, Camilo Torres Tenorio, Rafael Uribe Uribe, Santos Acosta gibi isimlerin portreleri yer alıyor. Timurçin Savaş: Demokrasinin sağlıklı işleyebilmesi için halk siyasette belirleyici rol oynamalıdır Röportaj ve Fotoğraflar: Songül Baş 1991-1995 yılları arasında Meclis’te yer alan Kültür eski Bakanı Timurçin Savaş, geçmişte halkla iç içe siyaset yapıldığını ve adayların ön seçimle belirlendiğini ifade ederek, “Günümüzde her şeye Ankara’dan karar verilmesi doğru değil” diyor. Tecrübeli siyasetçi, toplumdaki farklılıklar yerine ortak noktalar ön plana çıkarılarak siyaset yapılması gerektiğini de vurguluyor. Ocak 2015 M üzelerimizdeki her eser farklı bir hikaye fısıldıyor kulaklarımıza. Onlarca uygarlığa ait izler, her karış toprağımızda karşımıza çıkıyor. Yüzyıllardır duygu ve düşüncelerini nakış gibi işliyor Anadolu insanı; kâh bir kilime, kâh bir resme. Tiyatro perdesi her açıldığında büyülüyor bizi, tıpkı 100 yaşındaki sinemamız gibi… Tarihi, kültürü, sanatı, doğasıyla eşsiz değerdeki ülkemiz, sahip olduğu zenginliklerle tüm dünyanın ilgisini çekiyor. Kültür ve sanat alanında politikalar üreterek Türkiye’ye önemli katkılarda bulunmuş siyasetçiler arasında Timurçin Savaş da yer alıyor. Kültür eski Bakanı Savaş ile siyaset yolculuğunu, bakanlık dönemini ve ülke gündemindeki konuları konuştuk. Timurçin Savaş 1950 Adana doğumlu. Hayat yolculuğunun başladığı, siyasete ve eczacılık mesleğine adım attığı Saimbeyli ilçesi, Savaş’ın yaşamında önemli bir yer tutuyor. Millî Mücadele döneminde vatan savunmasında etkin rol almış, siyasetle aktif biçimde ilgilenmiş bir ailenin çocuğu olarak ülke meselelerine sahip çıkmanın önemini daha küçük yaşta kavrayan Savaş, “Siyasetle iç içe bir aile ortamında büyüdüm. Adana Erkek Lisesi’nde okurken arkadaşlarımla sohbet konularımızın başında siyaset geliyordu. O dönemde Röportaj Cumhuriyet Halk Partisi ile Demokrat Parti vardı ve siyasi tartışmalar sırasında benim de aralarında yer aldığım bazı gençler İnönü’yü, bazıları da Menderes’i destekliyordu. Her fırsatta ülke sorunlarını tartışıyor ve siyasi görüşümüz doğrultusunda düşüncelerimizi ifade ediyorduk. Siyasi parti üyeliğim ise üniversite döneminde gerçekleşti. İstanbul Eczacılık Yüksekokulu’nda okuduğum sırada CHP Beşiktaş İlçe Gençlik Kolu’na üye oldum. O dönemde başta sendikalarla ilişkiler olmak üzere aktif bir siyasi çalışma dönemi geçirdim” diyor. Timurçin Savaş, 1975 yılında mezun olunca ilk eczanesini doğduğu ilçede açıyor. Bir yandan baba ocağındaki hastalara şifa dağıtırken diğer yandan CHP çatısı altında siyasetle ilgilenmeye devam ediyor. 1978’de Adana’ya taşınan Timurçin Savaş’ın siyaset yolculuğunda 1983 yılının ayrı bir önemi bulunuyor. Savaş, 12 Eylül askerî darbesinin ardından yasaklanan siyasi faaliyetlerin 1983’te serbest bırakılması üzerine Sosyal Demokrasi Partisi’nin (SODEP) kuruluş çalışmalarına katılıyor. Erdal İnönü’nün genel başkanlığındaki SODEP’in Adana il teşkilatını kuran Savaş, “Yeni bir partinin siyasette yer alması o dönemin koşullarında çok sıkıntılı bir süreçti. İlçe ilçe dolaşarak halkla toplantılar yapıyor, 12 Eylül’ü aşmamız gerektiğini anlatıyor ve partimize üye kaydetmeye çalışıyorduk. Ne var ki toplantı yaptığımız kahveler ertesi gün kapatılıyor, partimize üye olanlar gözaltına alınıyordu. Tabii bana ve aileme yönelik soruşturmalar, aramalar da oluyordu. Kahve sahiplerini mağdur etmemek için başka bir yol bulduk; Adana’nın ikliminin de avantajıyla toplantıları meydanlarda yapmaya başladık. “Bütün siyasi partiler demokrasiyi savunuyor, ama bu konuda inandırıcı olabilmeleri için önce kendileri parti içi demokrasiyi hayata geçirmeli ve adayları halka danışarak belirlemelidir.” Sonuçta çeşitli sıkıntılara göğüs gererek inandığımız yolda yürüdük ve Adana teşkilatını kurduk” diye konuşuyor. Tecrübeli siyasetçi, 1985 yılında SODEP ile Halkçı Parti’nin birleşmesiyle Sosyaldemokrat Halkçı Parti’nin (SHP) kurulduğunu, kendisinin de SHP Adana İl Başkanı olduğunu belirtiyor. Timurçin Savaş 1991 yılındaki genel seçimlerin ardından SHP Adana Milletvekili olarak Meclis çatısı altında yer alıyor. Savaş, milletvekilliği yıllarını konuşmadan önce önemli bir noktanın altını çiziyor. “Bizim dönemimizde ön seçim vardı. 1991 yılındaki ön seçimde Adana’da birinci sırada yer alarak milletvekili adayı oldum ve bu onurlu göreve seçildim” diyen tecrübeli siyasetçi, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Biz siyaset hayatımızda her zaman halkla bir arada olduk. Ön seçim, siyaset geleneğimizin çok önemli bir parçasıydı. Bugün maalesef ön seçime başvurulmuyor, adaylar konusunda siyasi parti genel merkezleri belirleyici rol oynuyor. Bir ilçedeki belediye meclis üyeliğinde bile karar ilçe halkına bırakılmıyor. Böyle olunca siyasetçiler Ankara’nın yolunu tutuyor, tüm enerjilerini genel merkezde kendilerini tanıtmaya harcıyor. Oysa bu enerjiyi, bizim zamanımızdaki gibi halkla bir arada olmak için harcamaları gerekir. Halk siyasette tekrar belirleyici hale getirilmeli, alınacak kararlara vatandaşın katılımı sağlanmalıdır. Bütün siyasi partiler demokrasiyi, özgürlükleri savunuyor, ama bu konuda inandırıcı olabilmeleri için önce kendileri parti içi demokrasiyi hayata geçirmeli ve adayları halka danışarak belirlemelidir. Vatandaş kendi ilinden seçilen milletvekilini tanımazsa TBMM ile halk arasında kopukluk olur. Unutulmamalı ki demokrasi halkın iradesine dayanır ve ülkenin sorunlarının çözüm yeri halk iradesiyle oluşan Meclis’tir.” Ocak 2015 43 44 Röportaj “1995 yılında Türk Dili Konuşan Ülkeler Kültür Bakanları Nevruz Buluşması düzenleyerek çeşitli etkinlikler gerçekleştirdik. O yıldan sonra toplumda Nevruz’la ilgili algı değişti, bir bayram havasında kutlanmaya başladı.” “Sanat etkinliklerini tüm yurda yaymayı hedefledim” Timurçin Savaş 1991 yılında milletvekili seçildikten sonra İçişleri ile Plan ve Bütçe komisyonlarında görev aldığını, 1994’te ise Kültür Bakanı olduğunu anımsatıyor. “Yaz tatilinde olduğum bir gün Sayın Murat Karayalçın aradı ve ‘Kabinede Kültür Bakanı olarak sizinle birlikte çalışmak istiyorum. Ne dersiniz?’ diye sordu. Ben de ‘Bakan olarak ülkeme hizmet etmekten onur duyarım’ cevabını verdim. Böylece DYP ve SHP’nin koalisyon ortağı olduğu 50. Hükümet’te Kültür Bakanı olarak görev yaptım” diyen Savaş, o dönemdeki çalışmalarından mutlulukla söz ediyor. Sanatsal etkinlikler, tarihî eserler, kütüphaneler, yurt dışı tanıtımları gibi kültür ve sanatın her alanında önemli faaliyetler gerçekleştirildiğini ifade eden Savaş, “Bakanlık yaptığım dönemde terör olayları ülkenin en önemli sorunlarından biriydi. Böyle bir ortamda kültür ve sanatın insanları birleştirme, kaynaştırma, hoşgörü ortamı yaratma gibi yönlerinden yararlanarak sanatsal etkinlikleri tüm yurda yaymayı hedefledim. Bu amaçla ilk aşamada 12 ili kapsayacak şekilde Anadolu Kültür ve Sanat Şöleni’ni organize ederek ilkini 2-9 Ekim 1994’te Van’da düzenledik. Sanatçılarımızın katkılarıyla çok başarılı bir organizasyon oldu” diyor. 1995 yılını “Hoşgörü Yılı” ilan ettiklerini anımsatan Savaş, o dönemdeki Nevruz kutlamaları için de ayrı bir parantez açıyor. Tecrübeli siyasetçi, “18-22 Mart 1995 tarihinde ‘Türk Dili Konuşan Ülkeler Kültür Bakanları Nevruz Buluşması’ düzenledik. O yıllarda Nevruz’la ilgili yanlış bir algılama vardı; Nevruz sanki etnik bir yapının bayramıymış gibi düşünülüyordu. Kültür Ocak 2015 bakanları buluşmasında Nevruz’un bir Türk geleneği olduğunu ve yüzyıllardır kutlandığını belirttik. Ayrıca Bakanlığımızın uzmanlarına Nevruz’la ilgili kapsamlı araştırmalar yaptırdık ve bunları kamuoyuyla paylaştık. Üç gün süren etkinlik çerçevesinde Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, TBMM Başkanı Hüsamettin Cindoruk ve Başbakan Tansu Çiller’i ziyaret ettik, Atatürk Bulvarı’nda bir resmigeçit düzenledik. O yıldan sonra toplumda Nevruz’la ilgili algı değişti, bir bayram havasında kutlanmaya başladı” diye konuşuyor. Timurçin Savaş, bakanlık dönemine değinirken yeni kitapların basımına, tarihî eserlerin korunmasına, topluma okuma alışkanlığının kazandırılmasına ve sanatçıların daha özgür bir ortamda ürünlerini ortaya koyabilmeleri için gerekli düzenlemelerin yapılmasına verdiği öneme de işaret ediyor. Tecrübeli siyasetçi, bakanlık döneminden unutamadığı bir anısını ise şöyle anlatıyor: “Kanunî Sultan Süleyman anıtının Macaristan’da dikilmesi için tüm çalışmalar tamamlanmış, açılış töreni için Zigetvar’a gitmiştik. Bize tercümanlık eden genç kız, ‘Efendim, anıtın dikilmesi Macaristan Parlamentosu’nda tartışmalara neden oluyor’ dedi. Bunu duyunca açılıştaki konuşmamda amacımızın Macarları yenmiş bir padişahın anıtını dikmek olmadığını, iki ülke arasındaki dostluk ilişkilerine ve Macar toplumunun hoşgörüsüne dayanarak tarihî bir gerçeği yansıtmak istediğimizi, Macaristan’ın millî kahramanları Rakoczi ve Kossuth’un Türkiye’de kaldıkları evleri müze haline getirdiğimizi söylemeye karar verdim. Tercümanımıza da ‘Konuşmamı Türkçe ve Macarca yapmak istiyorum’ dedim. Bir metin hazırlayarak Macarca okunuşunu birkaç akşam tercümanla birlikte çalıştım. Anıtın açılış töreninde Macarca Röportaj konuşma yapınca büyük alkış aldım. Törene katılan Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, akşam eşimi görünce gülerek yanına gelmiş ve ‘Ayşe Hanım, bundan sonraki törende ben de Macarca konuşacağım, bütün alkışı Bakan Bey aldı’ demiş. Bu, unutamadığım hoş bir anıdır.” “Tartışılarak alınan kararlar çok daha isabetli oluyor” Tecrübeli siyasetçinin Meclis çatısı altında yer aldığı yıllar koalisyon hükümetleri dönemine denk geliyor. DYP ve SHP’nin koalisyon ortağı olduğu 50. Hükümet’te Kültür Bakanlığı yapan Timurçin Savaş, “Türkiye’de çok partili dönemin başladığı 1946’dan itibaren mücadele eden iki siyasi kanadın aynı hükümette yer alması hem ülke yönetiminin geldiği demokratik seviyeyi göstermesi hem de toplumun kaynaşması açısından önemliydi” diyor. Koalisyon hükümetleri döneminde başta istikrar olmak üzere çeşitli konularda sorunlar yaşansa da kararların tartışma ve uzlaşı sonrasında alınmasının ülke sorunlarının çözümüne büyük katkı sağladığını vurgulayan Savaş, “Herkesin görüşlerini ifade ettiği tartışma ortamından sonra alınan kararlar çok daha isabetli oluyor. Bizim dönemimizde koalisyon ortakları arasında anlayış vardı, çok önemli sorunlar yaşanmadan uyumlu bir çalışma sergilendi. Bakan arkadaşlarımızın yılların siyaset birikimine sahip olmaları da bu uyumun sağlanmasında önemli bir faktördü” görüşünü dile getiriyor. Timurçin Savaş’la sohbetimiz sırasında bir siyasetçinin sahip olması gereken niteliklerden de söz ediyoruz. “Siyasetçi öncelikle dürüst, ilkeli, tutarlı olmalı ve örnek davranışlar sergilemelidir. Ülke menfaatlerini her şeyin üzerinde tutmak ve her zaman halkla iç içe olmak da siyasette büyük önem taşır. Ayrıca bir siyasetçinin ülkemizi temsil kabiliyetine sahip olması gerekir” diyen Savaş, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Muhalefette yer alan siyasetçiler, ülkeyi iktidar partisinden daha iyi yönetecekleri güvenini halka verebilmelidirler. Bunun için de çok çalışmalı ve ülke sorunlarının çözümü için somut önerilerini ortaya koymalıdırlar. Kısır bir siyaset anlayışıyla iktidar olunamayacağını muhalefet partilerinin tecrübeyle öğrenmiş olmaları gerekir.” Timurçin Savaş, ülke gündemindeki konulara ilişkin değerlendirmelerini sorduğumuzda toplumsal hoşgörü, birlik ve beraberliğin önemini vurgulayarak şu görüşleri dile getiriyor: “Siyaset yapan kişilerin ve ülke yönetiminde en üst düzeyde görev alanların her zaman sorumluluk duygusuyla hareket etmesi gerekir. Toplumdaki etnik köken, mezhep gibi farklılıklar siyasete alet edilmemelidir. Demokrasi ve insan haklarını öne çıkararak, herkese eşit davranarak, hiç kimseyi ötelemeyerek hareket ettiğimizde toplumu kaynaştırırız, aksi halde ülke büyük zarar görür. Komşularımızla ilişkilerimizi de Atatürk’ün çok güzel bir şekilde ifade ettiği gibi ‘Yurtta sulh, cihanda sulh’ prensibiyle yürütmeliyiz.” Timurçin Savaş, 1995 yılından bu yana Meclis’te yer almasa da siyasetten hiç kopmadığını belirtiyor. CHP’nin Adana il delegesi olarak siyasi çalışmalarına devam eden Savaş, yeniden milletvekili adaylığını düşünüp düşünmediğini sorduğumuzda, “Ön seçim yapılırsa adaylığı düşünüyorum. Konuşmamızın başında da belirttiğim gibi bizim siyaset geleneğimizde ön seçim önemlidir. Halkın görüşüne başvurulması, katılımcılığın sağlanması demokrasinin daha iyi işlemesine katkı sağlar. Her şeye Ankara’daki genel merkezden karar verilirse, liderlerin söylediği hiç tartışılmadan kabul edilirse sağlıklı kararların alınması kolay olmaz” yanıtını veriyor. Bir yandan siyasetle ilgilenmeye devam ederken diğer yandan eczacılık ve çiftçilik yaptığını ifade eden Timurçin Savaş, “En çok sevdiğim iki şey çalışmak ve kitap okumaktır” diyor. Ocak 2015 45 46 Şamil Tayyar AK Parti Gaziantep Milletvekili 2015 yılında tarihî bir seçime gideceğiz. Bu seçim hem AK Parti hem de Türkiye açısından son derece önemli. Yeni Türkiye’yi yeni bir anayasayla inşa etmek istiyoruz ve bunun için 330’un üzerinde milletvekili çoğunluğu arzu ediyoruz. Bugün Türkiye’nin en temel problemlerinden biri Kürt meselesi. Bu meselenin çözümüne ilişkin yürütülen görüşmeler 2015 yılında sonuçlanma aşamasına gelecek; o açıdan da kritik bir döneme giriyoruz. 2015, eğer bir terslik yaşanmazsa, PKK’nın silah bırakacağı, barış ve kardeşlik ortamının tesis edileceği bir yıl olabilir. Aksi halde, çözüm sürecinin kesintiye uğraması durumunda, Allah korusun tekrar o eski günlere dönme riskiyle karşı karşıya kalabiliriz. Onun için 2015’in kritik ve önemli bir yıl olduğunu düşünüyorum. Geleceği inşa ederken herkes elini taşın altına koyarsa, sorumluluk duygusuyla hareket ederse geçmişte olduğu gibi bugün de bu problemleri çok rahat aşabiliriz. Zaten toplumda da bu yönde güçlü bir arzu ve beklenti var. 2015’in kardeşlik projelerinin hayata geçeceği, Yeni Türkiye yolunda engellerin aşılacağı bir yıl olmasını temenni ediyorum. Ayşe Nedret Akova CHP Balıkesir Milletvekili 2015 yılına girerken geçtiğimiz dönemlerin sıkıntılarının giderilmiş, sorunlarının çözülmüş olması, temel insan hak ve özgürlüklerinin korunması ve gelişmesi hepimizin ortak dileğidir. Demokrasi ve hukukun üstünlüğünün egemen olduğu, herkese eşit fırsatların sunulduğu, işsizlik, yoksulluk, terör gibi sorunların çözüldüğü, büyüyen, üreten, refah içerisinde bir Türkiye’ye kavuşmak arzusuyla mücadelemize 2015 yılında da devam edeceğiz. 2014’te diğer yıllarda olduğu gibi halkımızın en önemli talepleri iş, atanma, burs ve yurt oldu. İşsizlik ve yoksulluk Türkiye’nin en önemli sorunlarındandır. 2013 yılında Türkiye’de 21 milyon 923 bin yoksul bulunmaktadır. Nüfusun %15’i yoksulluk riski altındadır. 2013 yılında sürekli yoksulluk riski altında olanların oranı %13’tür, “maddi yoksunluk” oranı %49,7 olarak hesaplanmıştır. Bu çok önemli bir orandır; halkımızın yarısı ciddi bir maddi sıkıntı ile karşı karşıya olup en temel yiyecekleri bile alamıyor demektir. Gelir uçurumunun büyüklüğü, nüfusun refahı eşit bir şekilde paylaşamaması hepimizin ortak akıl ile çözmesi gereken sorunlardır. Bu sorunlar, 2015 yılında yaşam standartlarının yükselmesi, büyüyen ve kalkınan bir ülke olmak, gelişmiş ülkelerle arayı hızla kapatmak için çalışmalarımıza ağırlık vereceğimizi göstermektedir. Halkımızın yeni yılını kutluyor, barış içinde, sağlıklı, mutlu ve refah dolu bir yıl diliyorum. Ocak 2015 47 Ramazan Kerim Özkan CHP Burdur Milletvekili 2014 yılı içerisinde devletimiz ve milletimiz için pek de parlak olmayan olaylara maruz kaldık. Düşüncelere zincir vuruldu, önlerine soğuk, paslı demirler çekildi. Özgürce düşünmek ayrı suç, düşünceleri özgürce yayımlamak ayrı suç oldu. Üreticiler, uygulanan yanlış ekonomi politikalarıyla bankalara mahkum kılındı. Köylülerimize milletin efendisidir dendi, topraklarına ipotekle el konulup rant elde edildi. Barışın simgesi dendi, zeytin ağaçları kesildi. Ülke ekonomisi ile övünüldü, 2002-2014 yılları arasında yüzde 4,5 büyüdük, olmamız gereken noktaya ulaşamadık. Görüldüğü üzere çok parlak olmayan bir yıl geçirdik, keşke daha güzel cümleler kurup, iyi işleyen bir hukuktan, özgür bir basından, güçlü bir çiftçiden veya iş sorunu olmayan gençlerin Türkiye’sinden bahsedebilseydik. Bizler bu durumu düzeltmek, özgür, insan haklarına saygılı, de- mokratik bir Türkiye’de yaşamak için, güçlü üretici, güçlü çiftçi için 2015 yılında da durmadan çalışmaya devam edeceğiz. Bizim ülkemiz hepimize yetecek kadar büyük bir ülke, yeter ki yolsuzluklar, haksızlıklar, hukuksuzluklar olmasın. Unutulmamalıdır ki gecenin en karanlık olduğu an, sabaha en yakın olan andır. Biz milletimizin aydınlık sabahı olmak için varız. Zühal Topcu MHP Genel Başkan Yardımcısı ve Ankara Milletvekili 2015 yılının tüm insanlığa huzur, barış, bereket, kardeşlik ve sağlık getirmesini temenni ederken, milletimizin birliğinin, bütünlüğünün ve dirliğinin daim olmasını Yüce Rabbim’den niyaz ederim. Mustafa Gökhan Gülşen AK Parti Kastamonu Milletvekili TÜRKIYE önümüzdeki on yıllık süreçte en hızlı kalkınacak iki ülkeden biri konumundadır. Türkiye’nin büyümesi ve kalkınması 2015 yılında da devam edecektir. Hükümetlerimiz döneminde bugüne kadar gerçekleştirilen başarılı hizmetlere yenileri eklenecektir. 2015 yılına yönelik en önemli beklentilerimizden biri, çözüm sürecinin hayırlısıyla sonuçlanması, milletimizin kucaklaşması, Türkiye’nin ayağındaki prangalardan kurtulmasıdır. Bilindiği üzere 2015 yılında seçimler yapılacaktır. AK Parti bugüne kadar girdiği tüm seçimlerde olduğu gibi bu seçimde de başarıya ulaşacak ve iktidar olacaktır. Bizim beklentimiz, partimizin yeni anayasayı en azından referanduma götürecek bir çoğunlukla Meclis’te temsil edilmesidir. Şimdiden bunun işaretleri de görülmektedir. 2015 yılının tüm vatandaşlarımıza sağlık, mutluluk ve huzur getirmesini temenni ediyorum. Ocak 2015 48 Namık Havutça CHP Balıkesir Milletvekili 2014 yılında, ne yazık ki hedeflediğimiz demokrasi standartlarına ulaşılamamış, çalışanlar ve emek- lilerin istemlerine yanıt verilememiştir. İşsizlik Türkiye’nin en önemli sorunlarından biridir; iki buçuk milyon işsiz yurttaşımız var. Bugün hâlâ barışçıl gösterilerde polis şiddetinin üst düzeyde olduğu bir Türkiye’de yaşıyoruz. Tüm bunlara rağmen 55 İslam ülkesi arasında Türkiye’nin, demokrasisini geliştirme, daha özgürlükçü, adil, mutlu, müreffeh bir ülke yaratma konusunda umut vadettiğini düşünüyorum. Ülkemiz zengin doğal ve kültürel kaynakları, her şeyden önemlisi genç ve dinamik nüfusuyla çok daha güçlü bir devlet olma yolunda azimle ilerleyecek potansiyele sahiptir. Burada bize düşen görev, farklılıkları zenginlik kabul ederek birbirimize sevgi, saygı ve hoşgörüyle yaklaşmamızdır. 2015 yılında bizi bu değerlerle buluşturacak en önemli güç, demokrasi standartlarımızı yükseltmek olacaktır. Önümüzdeki seçimler için hedefimiz, Türkiye’de demokrasiyi, özgürlükleri, insan haklarını belirginleştirecek, işsizliği önleyecek, çalışanların haklarını sağlayacak, emeklilerin hayat standartlarını yükseltecek bir CHP iktidarıdır. Mustafa Erdem MHP Ankara Milletvekili 2015 yılında barış, huzur, birlik ve dirlik olmasını temenni ediyoruz. 2014 yılı ve öncesine bakıldığında terörün azdığını, Türkiye’nin komşularıyla ilişkilerini “sıfır sorun”a indirmiş değil, her tarafı sorun haline gelmiş bir ülke olduğunu görüyoruz. 2015 yılındaki seçimlerin başta PKK olmak üzere Türkiye’nin tüm sorunlarından kurtuluşuna vesile olmasını diliyoruz. Bu manada 2015’i bir umut yılı olarak görüyor, Türk milletinin geleceğe güvenle bakabilmesi için herkesin üzerine düşen görevi yerine getirmesini temenni ediyoruz. Nesrin Ulema AK Parti İzmir Milletvekili ON iki yıl boyunca bu ülkede mevcut siyasi anlayışın ve siyasi geleneğin değiştiği bir süreç yaşadık. 2015’in, on iki yıllık birikimle vatandaşa hizmetin devam edeceği bir yıl olmasını temenni ediyorum. Ülke olarak üzerinde en çok durmamız gereken iki konu var. Birincisi çözüm süreci, ikincisi ise vesayetçi anlayışlarla mücadele, yani millet iradesini her şeyin üzerinde tutma. Bu konularda umut ediyorum ki muhalefetin de desteğiyle beraber ülkemiz başarılı sonuçlar elde edecektir. 2015 yılının hayırlı, uğurlu olmasını temenni ediyorum. Ocak 2015 49 Erkan Akçay MHP Manisa Milletvekili YENI bir yılın eşiğindeyiz. Geleceğe umutla bakmak için dünden ders çıkarmak gerekmektedir. Bütün olumsuzluklara rağmen 2015 yılıyla ilgili beslediğimiz umutlarımız vardır. Yeni yılda ülkemizin hak ettiği huzur, refah ve ilerlemeye ulaşmasını diliyorum. 2015’in Türk milletinin millî birlik ve beraberliğinin yeniden tesis edileceği, istismar ve gerilimden beslenen zihniyetlerin son bulmaya başlayacağı bir yıl olacağına inanıyorum. Yeni yılda umutlar tazelenecek, ayrılık yerine kucaklaşma, çatışma yerine uzlaşma gelecek, Türk milletinin özgüveni yeniden yükselecektir. 2015 yılının toplumu ayrıştırma gayretlerinin boşa çıkarıldığı, terör tehdidinin sona erdiği, dürüstlüğün onaylanarak yolsuzluk ve rüşvetin cezalandırıldığı bir yıl olmasını temenni ediyor; yeni yılın ülkemize, milletimize ve bütün insanlığa huzur ve esenlik getirmesini diliyorum. A. Levent Tüzel HDP İstanbul Milletvekili İŞÇI sınıfı ve dünya halklarımızın emek, özgürlük ve barış mücadelesinde daha başarılı günlere yürümek dileğiyle, sağlıklı bir yeni yıl dilerim. Burhan Kayatürk AK Parti Van Milletvekili 2015’E baktığımızda öncelikle çok zor bir atmosfer görüyoruz; bir tarafta komşularımızın yaşadığı problemler, diğer tarafta küresel ekonomik bunalım var. Türkiye bu olumsuzluklar içinde çok avantajlı konuma geçebilir. Her şeyden önce bir yıl boyunca G-20’nin dönemsel başkanlığını yapacağız, bunun da önemli bir avantaj olduğuna inanıyoruz. Türkiye 2002 yılından bu yana ekonomiden sağlığa, dış politikadan eğitime kadar her alanda büyük mesafe kat etti. Bu ilerleme 2015’te de devam edecektir. Türkiye’nin en büyük problemi olan Kürt meselesinin ise 2015 yılında çözüm yoluna gireceği umudu ve beklentisi bütün vatandaşlarımızda vardır. Dolayısıyla ben yeni yılda daha müreffeh bir Türkiye bulabileceğimize inanıyorum. 2015 yılının ülkemiz ve bütün insanlık için hayırlı olmasını temenni ediyorum. Ocak 2015 Afrodit’le tanışıp Çingene Kızı’yla büyülenmek ZEUGMA Mozaik Müzesi Renkli ve küçük taşları kendi aralarında bir ahenk ve renk uyumuna göre dizerek geleceğe bir miras bırakmak, gelecektekilere bir hikaye anlatmak istediler sanki. Zeugma’nın mozaik ustaları, çoğunun adı bilinmiyor olsa da, iki bin yıl öncesinin Picasso, Dali, Van Gogh’larıydılar aslında. Bu yüzden o dönemde yerleri süsleyen mozaikler, bugün duvarlarda sergilenmeye layık. Pınar Ünsal Ocak 2015 Müzeler K imi zaman nazlı nazlı süzüldü, çoğu zaman çağlayarak aktı. Fırat Nehri tarihin her döneminde kuru topraklara can verdi, insanları doyurdu, susuzluğu giderdi. Bu koca ve uzun nehir boyunca kurulan medeniyetler yalnızca verdikleri taş ve toprak eserler, bronz heykellerle değil, mozaik sanatına dair en güzel örneklerle de anılır oldu. Belki de mozaik sanatı, Fırat’ın renkli taşlarıyla doğdu. Doğu sınırını Fırat Nehri’nin çizdiği Kommagene, mozaik sanatına dair benzersiz eserlerin sunulduğu bir krallıktı. Bugün Gaziantep, Adıyaman ve Şanlıurfa illerinin bulunduğu topraklarda hüküm süren krallığın başkenti Samosata’ydı (Samsat) ve dönemin en meşhur mozaik ustaları bu şehirden çıkıyordu. Kommagene Krallığı’nın dört büyük kentinden bir diğeri Zeugma ise Fırat Nehri’nin geçilebilir en sığ yerinde bulunuyordu. Şehri Kommagene Krallığı değil, Büyük İskender’in kumandanı ve Selevkos Krallığı’nın sahibi I. Selevkos kurmuştu. Romalıların eline geçmesinin ardından “Zeugma” olarak değiştirilecek şehrin adı Selevkeya Euphrates’ti. Roma İmparatorluğu şehrin adını değiştirmekle kalmamış, Zeugma’da kendinden sonra gelen tüm uygarlıklarda hayranlık uyandıracak izler bırakmıştı; mozaikler… Ocak 2015 51 52 Müzeler Zeminlerinin mozaik, duvarlarının freskolarla süslü olduğu evler merkezî avlu, kabul salonu ve bahçeden oluşuyordu. Zemin mozaikleri kimi zaman Zeugmalıların yaşamından kesitler, kimi zaman tanrı betimlemeleri içeriyordu. MS 1. yüzyılda Zeugma’da Roma etkileri iyiden iyiye görülmeye başladı. Kommagene Krallığı sınırları içindeyken doğu ve batı arasında bir kavşak noktası, ticaretin yoğun olarak yapıldığı bir yer olan Zeugma’da krallığın zengin tüccarları yaşıyordu. Roma döneminde asker ve sanatçıların yerleşmesi şehri daha canlı hale getirdi. Helen ve Pers geleneklerine göre yaşamını sürdüren Zeugma, Roma İmparatorluğu’na ait bir şehir olmasının ardından bu geleneklerden yavaş yavaş sıyrılıyor, gitgide Romalı oluyordu. Bunun en büyük kanıtı da mimarideki Ocak 2015 Müzeler değişimdi. Romalıların, etrafı sütunlarla çevrili avluya sahip peristilli ev tipi, Fırat Nehri kenarındaki villalarda görülmeye başladı. Zeminlerinin mozaik, duvarlarının freskolarla süslü olduğu evler merkezî avlu, kabul salonu ve bahçeden oluşuyordu. Zemin mozaikleri kimi zaman Zeugmalıların yaşamından kesitler, kimi zaman tanrı betimlemeleri içeriyordu. Bu ufak taş parçaları, kendi aralarında bir ahenk ve renk uyumuna göre dizildiğinde elbette bir kompozisyon oluşturuyordu, ancak onları değerli kılan diğer özellik usta ellerden çıkmış birer sanat eseri olmalarıydı. Müze muhafızları Mars ve Athena Zeugma’da bu derece önem taşıyan iki bin yıllık mozaiklerin keşfi 19. yüzyılda olmuş. Ancak o yıllarda Anadolu’nun pek çok yerinden olduğu gibi Zeugma’dan da yurt dışına eser kaçakçılığı yapılmış. Ayrıca definecilerin keşfettiği mozaikler bilinçsizce, parça parça kesilerek çeşitli müzelere satılmış. Zeugma’da ilk bilimsel ve yasal kazılara 1971 yılında başlanmış; onlarca yıl süren çalışmalar sonucu ele geçirilen mozaik, heykel, bulla gibi eserler Gaziantep Arkeoloji Müzesi’ne taşınmış. Birecik Barajı’nın yapımının tamamlanmasının ardından Zeugma antik kenti su altında kalma tehlikesi yaşamış. Oluşturulan koruma bölgelerine rağmen kurtarılamayacak olan mozaikler hummalı çalışmalar neticesinde çıkarılmış, Zeugma Mozaik Müzesi için çok önemli ve büyük bir kaynak oluşturulmuş. Zeugma Mozaik Müzesi’nin inşasına 2008 yılında başlanmış. Binanın resmî açılışı ise 2011 tarihinde yapılmış. Türkiye’de arkeolojik zenginliklerin sergilendiği onlarca müze bulunuyor. Ancak Zeugma Mozaik Müzesi’nin dünyanın en büyük mozaik müzelerinden biri olma özelliği var. Büyük bir bütçe ayrılarak inşa edilen müzede teknolojinin nimetlerinden olabildiğince yararlanılmış. Hologramlı görsel efektler, gezi güzergahı üzerinde bulunan ve mozaiklerle ilgili bilgi veren kiosklar, duvardaki Zeugma şehri görseli, mozaiklerin eksik parçalarını tamamlayan sinevizyon uygulamaları müze ziyaretçilerini kültürel ve tarihî bir yolculuğa çıkarıyor. Zeugma Mozaik Müzesi’nin girişinde Athena heykeli bulunuyor. Bu heykel Zeugma antik kentindeki Athena Tapınağı’ndan getirilmiş, ancak müze girişine konulma nedeni yalnızca bu değil. Sanat, barış ve ilham tanrısı Athena’nın Zeugma şehri için özel bir yeri bulunuyor; inanışa göre bu tanrı şehri düşmanlardan ve kötülüklerden koruyordu. Müzeye girildiğinde tanıdık bir stel ziyaretçileri karşılıyor. Bazalt taştan imal edilmiş bu stelde tıpkı Nemrut Dağı’ndaki gibi, Herakles ve Kommagene Kralı I. Antiokhos’un tokalaşma sahnesi betimlenmiş. Doğu ve batı uygarlıklarını birleştirerek genler topluluğu yaratma hayalindeki kral, stelde kendi topraklarına geldiği için Yunan kahraman Herakles’e teşekkür ediyor. Bu stel, tarihteki ilk tokalaşma sahnesini betimlemesi nedeniyle önem taşıyor. Müzenin mozaikler haricindeki bir diğer önemli eseri Mars heykeli. Roma Mitolojisi’nde savaş tanrısı olan Mars betimlemelerine, Roma İmparatorluğu’nun hakimiyet kurduğu pek çok bölgede rastlanıyor. Zeugma’daki heykel ise işçiliğinin yanı sıra bir elinde bahar dalı diğer elinde mızrak tutması nedeniyle dünyadaki örneklerinden ayrılıyor. Mars (mart) ayının Roma döneminde savaşların başladığı ay olması ve ba- Ocak 2015 53 54 Müzeler harı müjdelemesi nedeniyle tanrı Mars bu şekilde tasvir edilmiş. Müzede yer alan mozaikler yerleştirilirken Zeugma antik kentindeki coğrafi konumları göz önünde bulundurulmuş. Fırat Nehri’ne en yakın konumda bulunan mozaikler girişe, kentin teraslarına doğru yükselenler birbirini izleyen sırada yerleştirilmiş. Müze ve Gaziantep’le özdeşleşmiş, dünyaca ünlü “Çingene Kızı” mozaiğini görmek içinse biraz sabırlı olmak gerekiyor. Mozaik müzenin ikinci katında yer alıyor. Her metrekare başka bir efsane anlatıyor Müzede sergilenen mozaiklerden bazıları iki bin yıl evvelinin birer fotoğrafı adeta. Kimisiyse betimlediği efsane ve masallarla dönemin tanrı ve inanışlarına ışık tutuyor; “Pasiphae Daidalos” mozaiğinde olduğu gibi. Minos kralının karısı Pasiphae, kızı Ariadne, dadı Ocak 2015 Müzenin mozaikler haricindeki bir diğer önemli eseri Mars heykeli. Roma Mitolojisi’nde savaş tanrısı olan Mars betimlemelerine, Roma İmparatorluğu’nun hakimiyet kurduğu pek çok bölgede rastlanıyor. Trophos, Daidalos, oğlu İkados, Minos Boğası ve Eros’un bulunduğu “Pasiphae Daidalos” mozaiğinde Minos Boğası’nın öyküsü anlatılır. İnanışa göre Poseidon, kurban etmesi için Minos kralına bir boğa gönderir. Kral boğayı kesmeyi ihmal edince Poseidon, Pasiphae’yi boğaya âşık ederek kralı cezalandırır. Bir efsanenin anlatıldığı eserlerden diğeri “Posedion ile Okeanos ve Tethys” mozaiği. 2000 yılında Gaziantep Müzesi tarafından yürütülen kazılarda ortaya çıkarılan mozaikte deniz tanrısı Posedion, nehir tanrısı Okeanos ve karısı Tethys bulunuyor. İnanışa göre Poseidon’un nüfuz alanı nehir ve ırmakların deniz ve göllere döküldüğü yerde sona eriyordu. Bu mozaikte Okeanos’un Poseidon’dan daha küçük, yarım ve aşağıda betimlenmesi deniz tanrısının etki alanına nehirlerin de dahil edildiğini gösteriyor. “Eros ile Psykhe”nin Poseidon villasının dinlenme odasına ait bir zemin mozaiği olduğu düşünülüyor. İnanışa göre Psykhe, tanrıça Afrodit’ten daha güzel bir ölümlüdür. Güzelliği o kadar meşhurdur ki herkes onu Afrodit sanarak tapmaya başlar. Buna sinirlenen Afrodit, oğlu Eros’u görevlendirir. Amacı Eros’un Psykhe’ye aşk oku Müzeler fırlatması ve onu dünyanın en çirkin adamına aşık etmesidir. Ancak işler Afrodit’in umduğu gibi gitmez ve Psykhe’yi gören Eros ona âşık olur. Müzede sergilenen mozaikte Eros ve Psykhe’nin kavuşması resmedilmiş. Bu resmin etrafında bulunan desenli çerçevede elma, armut, nar, üzüm gibi meyveler ile bıyıklı ve sakallı bereket maskları yer alıyor. Fenike Kralı Agenor’un kızı Europa’nın boğa kılığına girmiş Zeus tarafından kaçırılmasını betimleyen “Europa’nın Kaçırılışı”; Odysseus’un, Skyros Adası’nın Kralı Lykomedes’in sarayında Akhilleus’u arayıp bulması hikayesinin anlatıldığı “Akhilleus Skyros Adası’nda”; Truva Savaşı’nda geçen bir öykünün betimlendiği “Paris’in Yargısı”; Samsatlı Zosimos ustanın Afrodit’e ithafen yaptığı “Afrodit’in Doğuşu” mozaikleri mü- zenin dikkat çeken eserleri arasında bulunuyor. Şarap ve doğa tanrısı Dionysos ile Ariadne’nin düğününün tasvir edildiği “Dionysos’un Düğünü” mozaiği de müzeye ait önemli eserler arasında yer alıyor. Bu değerli mozaiğin, Zeugma antik kentinde sergilendiği sırada büyük bir bölümü çalınmış. Müzede bu eksik kısım sinevizyon aracılığıyla tamamlanıyor. Çalınan başka değerli mozaik parçaları “Çingene Kızı”na ait. Mozaik Zeugma’da ilk bulunduğunda başlığı ve alnının kısalığı nedeniyle bu isim verilmiş. Bazı arkeologlar bu figürün Büyük İskender, bazıları ise yer tanrısı Gaia olduğunu iddia ediyor. Ancak yaygın görüş, başının yanındaki asma filizleri nedeniyle figürün Dionysos’un müridesi Menad olduğu yönünde. Mozaiği tamamlayan parçalar bulunamadığından “Çingene Kızı”nın anlattığı hikaye bilinmiyor. Zeugma Mozaik Müzesi’nde yaklaşık 1500 metrekarelik bir restorasyon laboratuvarı bulunuyor. Bu alanın camla çevrili olması ziyaretçilerin yapılan işleri görmesine de olanak sağlıyor. Restorasyonu bitirilip teşhir edilen yaklaşık 2 bin 500 metrekare mozaik, 140 metrekare duvar resmi, çeşme, sütun ve lahitler müze içinde Zeugma’yı adeta yeniden yaratmış. Türkiye’nin yanı sıra dünyanın da oldukça önem verdiği, her yıl pek çok yerli ve yabancı turisti ağırlayan müze, Türkiye’nin müzecilik alanındaki haklı gururları arasında yer alıyor. Ocak 2015 55 Mehmet Atilla Maraş: Siyasette yüksek performans sergileyebilmek için “düşünen adam” olmak gerekir Röportaj ve Fotoğraflar: Songül Baş 2002-2007 yılları arasında milletvekilliği yapan Mehmet Atilla Maraş, “Yeni fikirler ortaya koymadan, hiçbir şey üretmeden yapılan siyaset ülkeye fayda sağlamaz. Siyasette yüksek performans sergileyebilmek okumakla, yazmakla, sanatla ilgilenmekle mümkün olur. Siyasetçiler tahsilli, kültürlü, birikimli olduğu sürece siyaset yüksek seviyede yapılır, bir başka ifadeyle sanatsal bir siyaset ortaya konulur” diyor. Ocak 2015 S iyaset ve edebiyat… Her ikisi de bilgi, birikim ve yetenek istiyor. Bu iki önemli alanda birden emek ve hizmet vermiş pek çok değerli isim bulunuyor. Şair, yazar ve siyasetçi Mehmet Atilla Maraş da bu isimler arasında yer alıyor. TBMM 22. Dönem Şanlıurfa Milletvekili Maraş, bu ayki röportaj sayfalarımıza konuk oluyor. Maraş ile edebiyat ve siyaset yolculuğunu, milletvekilliği dönemini ve ülke gündemindeki konuları konuştuk. Mehmet Atilla Maraş 1949 Şanlıurfa doğumlu. İlk ve ortaöğrenimini tamamladığı “Peygamberler Şehri”ndeki çocukluk ve ilk gençlik yılları ayrı bir yer tutuyor Maraş’ın hayatında. Unutamadığı o günleri Her sabah kuş sesleri doldururdu odamı / Uyanırdım yorgun bir gecenin ağır uykusundan / Hazindi mersiyeler ezanlar göğü yırtardı / Uyanır ağlardı çocuklar susamış dudaklarıyla / Sınırı geçerdi kolcular üst üste mayınlar patlardı / Bozulurdu birdenbire o tül sessizliği gecenin / Üzüm bağlarında uzun bir koşuydu çocukluğumuz / İnce bir hüznü dolu dolu yaşardık bütün güz... dizeleriyle anlatıyor “Bir Eski Gece Şiiri”nde. Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nde okuduğu yıllarda yüreğini saran hasret ise “Aney” Röportaj şiirinde dile geliyor: ... Aney / Hani yaz geldi mi / Evimizin o küçücük penceresine / Bir çift Yusuftutan kuşu konar ya / Hani asmamız üzüm bağlar, sumaklar sakızlanır / İnsanlar çalışır harıl harıl kış için / Güneş yandırır o kavruk yüzlerini / Hani sen elinde “sıtıl” suya gidersin / İşte o zaman geleceğim / Bekle beni... Mehmet Atilla Maraş’ın edebiyata ve siyasete ilgisi ilk gençlik yıllar ı nda başl ıyor. “Çocu k luğ u mda n beri okumaya düşkünüm. Ortaokul döneminde okul yönetimi önemli günlerde bana şiir okuturdu. Bir gün Cahit Sıtkı Tarancı’nın bir risalesi elime geçti. Onu okuyunca dünyam değişti, ben de şiir yazmaya başladım. Tabii ilk başta karalama şeylerdi, lise yıllarında işi daha sıkı tuttum, Urfa’dak i gazetelerde şiirlerim ve yazı larım yay ımlanmaya başladı” diyen Maraş, üniversite döneminde ise arkadaşlarıyla birlikte dergiler çıkardığını, böylece kendisini tam anlamıyla yazın hayatının içinde bulduğunu belirtiyor. O tarihlerde siyasi görüşü de şekillenen Mehmet Atilla Maraş, AK Parti’nin kurulduğu 2001 yılına kadar aktif siyasetin içinde yer almıyor, ancak edebiyat yolculuğunu sürdürüyor. Şiir kitapları yayımlanan, yurt içi ve yurt dışında önemli ödüller kazanan, eserleri birçok dile çevrilen Maraş, çeşitli üniversitelerde lisans ve yüksek lisans tezlerine konu oluyor. 1998-2000 yılları arasında ise Türkiye Yazarlar Birliği Genel Başkanlığı yapıyor. “Kişisel çıkarları değil, memleketin ve milletin çıkarlarını düşünmeyi, diğergam olmayı, milletin vekilliğini layıkıyla yerine getirebilmeyi hedefledik ve bu yönde uygulamalar içinde olduk.” “Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın daveti üzerine AK Parti’nin Şanlıurfa teşkilatının kurucuları arasında yer aldım. Bir yıl boyunca Şanlıurfa’da parti teşkilatının kurulması ve büyümesine yönelik çalışmalarda bulundum. O dönemde erken seçim kararı alındı ve yeni kurulmuş bir parti olmamıza rağmen iktidara geldik. Ben de Şanlıurfa’dan milletvekili seçildim. İktidar partisi olarak millete hizmet yolunda büyük bir heyecanla, aşkla, şevkle çalışmaya başladık. Türkiye’yi her alanda ayağa kaldırmak için kolları sıvadık. Acil eylem planları yaptık ve bunları hızla uygulamaya koyduk. Mesela karayolları başta olmak üzere ulaşımda önemli atılımlar gerçekleştirdik. ‘Madem iktidar olduk, o halde muktedir olmaya çalışalım’ düşüncesiyle mesai mefhumu olmadan çalıştık, tüm bilgi ve birikimimizi ortaya koyduk. Bunun sonucunda da muvaffak olduk. Şunu da ifade etmek isterim, biz çalışmalarımızı yürütürken siyasi klişelere itibar etmedik, yeni bir siyaset anlayışı ve siyaset dili oluşturmaya özen gösterdik. Kişisel çıkarları değil, memleketin ve milletin çıkarlarını düşünmeyi, diğergam olmayı, milletin vekilliğini layıkıyla yerine getirebilmeyi hedefledik ve bu yönde uygulamalar içinde olduk.” Mehmet Atilla Maraş’ın milletvekilliği, Türkiye’de uzun bir aradan sonra tek partinin iktidar olduğu döneme denk geliyor. AK Parti ve CHP’nin Meclis’te yer aldığı TBMM 22. Dönem’de görev yapan Maraş, “2002 yılında AK Parti’nin tek başına iktidara gelmesi ülkemize her alanda istikrar getirdi” diyor. Tecrübeli siyasetçi, o dönemdeki iktidarmuhalefet ilişkisini ise şu sözlerle değerlendiriyor: “Ülkemizdeki muhalefet anlayışı, iktidar doğru da yapsa yanlış da yapsa eleştirmeye yöneliktir. Bizim dönemimizde de bu şekildeydi. Muhalefet partisindeki arkadaşlarımıza ‘Niye bu kadar sert muhalefet yapıyorsunuz?’ diye sorduğumuzda ‘Muhalefet olarak görevimizi yerine getiriyoruz’ diyorlardı. “Siyasi klişelere itibar etmedik, yeni bir siyaset anlayışı getirdik” 2001 yılına gelindiğinde Mehmet Atilla Maraş AK Parti’nin kuruluş çalışmalarında yer alarak aktif siyasete giriyor. Maraş o günleri şöyle anlatıyor: Ocak 2015 57 58 Röportaj Mehmet Atilla Maraş’ın Doğudan Batıdan Orta Doğudan, Şehrayin, Aney, Zor Sözler, Child Dreams, Merhaba Ey Hüzün, Künyemize Aşk Yazıldı, Adanmış Şiirler, Şair Milletvekilleri, Bulurum Ben Yar Seni, Peygamberler Şehri Şanlıurfa, Beyaz Adamın Kutusu, Rüya Şehir Urfa ve Rüya Şehir’de Bir Gün isimli eserleri bulunuyor. Kendilerine olumlu muhalefet yapma imkanı da olduğunu hatırlatıyorduk. ‘Biz yeni bir iktidar anlayışı getiriyoruz, siz de yeni bir muhalefet söylemi geliştirebilirsiniz’ diyorduk, fakat onlar eski alışkanlıklarını bırakmadılar. Tabii sert ifadeler kürsüdeki konuşmalarla sınırlı kalıyordu, Genel Kurul Salonu dışında iktidar ve muhalefet milletvekilleri arasında bir gerginlik yoktu. Bugün Meclis’te yumruk yumruğa kavga edecek noktaya gelinmesini, iki milletvekilinin birbirine küfür etmesini çok ayıplıyorum; bu durumu kabul etmek mümkün değil. Meclis’teki tartışmalar, kavgalar televizyon ekranından Genel Kurul çalışmalarını izleyen vatandaşları da olumsuz etkiler. Milletvekilleri her yönden örnek olmaları gerektiğini unutmamalıdırlar. İktidar ve muhalefet milletvekilleri nezaketi ve mutabakat arayışını elden bırakmadan, yüksek bir performansla hizmet yarışını devam ettirmelidir.” “İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu’nda çok güzel çalışmalar yaptık” Mehmet Atilla Maraş, milletvekilliği sırasında beş yıl boyunca İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu’nda görev yaptığını hatırlatıyor. Türkiye Yazarlar Birliği Genel Başkanı olduğu dönemde birçok sivil toplum örgütü başkanıyla birlikte düşünce, ifade ve inanç özgürlüğü önündeki engellerin kaldırılması için eylem Ocak 2015 başlattıklarını belirten Maraş, “Bir yazı yazıyorsunuz, ‘suç işlediniz’ diye ifadeniz alınıyor, hakkınızda dava açılıyor. Bir ülkede düşünce özgür olmazsa o ülke kalkınabilir mi? O dönemde sivil toplum örgütü başkanları olarak savcılığa başvurduk ve ‘Biz suç işliyoruz, gelin bizi tutuklayın’ dedik. Özgürlüklerin önündeki engellerin kaldırılması için mücadele vermiş biri olarak Meclis’e geldiğimde İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu’nda görev aldım. Komisyondaki milletvekili arkadaşımızla birlikte çok güzel çalışmalar gerçekleştirdik” diye konuşuyor. Tecrübeli siyasetçi, Meclis çatısı altında unutamadığı bir günü ise şöyle anlatıyor: “İstiklal Marşı’nın kabulünün yıldönümü dolayısıyla kürsüde bir konuşma yaptım. Konuşmamı bitirince ‘Sayın Başkan müsaade ederseniz İstiklal Marşımızın tamamını okumak istiyorum’ dedim. Başkan’ın müsaadesi üzerine gür bir sesle ve heyecan duyarak on kıtayı okudum. ‘Allah bir daha milletimize İstiklal Marşı yazdırmasın’ diyerek bitirdiğim konuşmam Genel Kurul Salonu’ndaki milletvekilleri tarafından alkışlandı. Bildiğiniz gibi İstiklal Marşı 12 Mart 1921 tarihinde Hamdullah Suphi Tanrıöver tarafından Meclis kürsüsünde dört defa okunmuş ve milletvekillerince ayakta alkışlanmıştır. O günden sonra İstik lal Marşımızın tamamı kürsüde okunmamıştır. Ben Hamdullah Suphi Tanrıöver’den sonra on kıtayı Meclis kürsüsünde okuyarak bir ilki gerçekleştirmiş oldum. Bu benim için çok güzel bir anıdır.” Mehmet Atilla Maraş’ın milletvek i l l iğ i y ı l la rı nda k i ça lışma la rı arasında Şair Milletvekilleri isimli kitap da dikkat çekiyor. Maraş, kitabın öyküsünü şu sözlerle anlatıyor: “Meclisimizin kuruluşunun 85’inci Röportaj “Türkiye, ortaya koyduğu büyük hedeflere mutlaka ulaşacaktır. Dünyada itibar ve söz sahibi bir ülke olarak geleceğini şekillendirecektir. Bütün bunların planlamaları yapılmıştır ve bu yöndeki çalışmalar devam etmektedir.” yıldönümünde, o güne kadar milletvekilliği yapmış şairlerle ilgili bir kitap hazırlamak istedim. Konya Senatörü Feyzi Halıcı’nın bu yönde bir çalışması vardı, fakat aradan 20-25 yıl geçmişti. TBMM 22. Dönem’i de içine alacak şekilde yeni bir kitap hazırlamayı düşündüm. TBMM Başkanı Sayın Bülent Arınç’a konuyu ilettim. ‘Çok iyi olur, ne zaman hazırlarsın?’ dedi. ‘Üç ay içinde teslim ederim’ cevabını verdim. Ocak ayında çalışmaya başladım, martta tamamladım. Abdülhak Hamit Tarhan, Mehmet Akif Ersoy, Yahya Kemal Beyatlı, Faruk Nafiz Çamlıbel, Arif Nihat Asya ve Bülent Ecevit’in de aralarında bulunduğu seksen şair milletvekilinin şiirlerinin yer aldığı Şair Milletvekilleri kitabını hazırladım. Bu çalışmayı Meclisimizin 85. yılına armağan olarak düşündüm ve telif ücreti talep etmedim.” “Hiçbir şey üretmeden yapılan siyaset ülkeye bir şey kazandırmaz” Mehmet Atilla Maraş, siyasetçilerin edebiyat ve sanatla ilgilenmeleri konusundaki düşüncelerini sorduğumuzda, “Siyasetle uğraşan kişilerin yeni fikirler ortaya koyabilmesi, üretken olabilmesi için okuma-yazma ve düşünme eylemlerinin fazla olması gerekir. Hiçbir şey üretmeden, sadece oylama sırasında elini kal- dırıp indirerek yapılan siyaset ülkeye bir şey kazandırmaz. Siyasette yüksek performans sergileyebilmek ve ülkeye fayda sağlayacak işlere imza atabilmek için ‘düşünen adam’ olmak gerekir. Bu da ancak okumakla, yazmakla, sanatla ilgilenmekle mümkün olur. Edebiyat ve sanatla beslenen siyasetçinin uf ku geniştir, dünyaya farklı açılardan bakmayı bilir. Siyasetçiler tahsilli, kültürlü, birikimli olduğu sürece siyaset yüksek seviyede yapılır, bir başka ifadeyle sanatsal bir siyaset ortaya konulur. Neticede de siyasette hem daha etkin olunur hem de ülkeye çok daha faydalı işler yapılır” diyor. Mehmet Atilla Maraş’la sohbetimiz sırasında ülke gündemindeki konulara da değiniyoruz. Tecrübeli siyasetçi, “Ülkemiz yeni bir yöne doğru evriliyor; eski Türkiye giderek geçmişte kalıyor, yeni bir Türkiye doğuyor. Genç bir nüfusa ve zengin yer altı-yer üstü kaynak larına sahip ülkemiz, potansiyelini harekete geçirerek 2023 hedef lerine doğru yol alıyor. Türkiye, ortaya koyduğu büyük hedef lere mutlaka ulaşacaktır. Dünyada itibar ve söz sahibi bir ülke olarak geleceğini şekillendirecektir. Bütün bunların planlamaları yapılmıştır ve bu yöndeki çalışmalar devam etmektedir” diye konuşuyor. Mehmet Atilla Maraş, 2007 yılından bu yana Meclis çatısı altında yer almıyor. Aktif siyasetten uzak olsa da edebiyat alanındaki çalışmalarını devam ettiren Maraş, Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği Başkan Yardımcısı olarak çeşitli faaliyetler yürütüyor. Mehmet Atilla Maraş’ın şiir sohbetleri ise edebiyatla iç içe bir akşam geçirmek isteyenleri bekliyor. Ocak 2015 59 60 Dostluk Grupları Türkiye-Çin Parlamentolararası Dostluk Grubu Başkanı Abdulkadir Emin Önen: Türkiye ile Çin arasında işbirliğinin geliştirilmesi ve çeşitlendirilmesi için büyük bir potansiyel ve ortak irade vardır Söyleşi: Elif Çelik Türkiye-Çin Parlamentolararası Dostluk Grubu ne zaman kuruldu, iki ülke ilişkileri açısından ne gibi hedefleri bulunuyor? Bildiğiniz gibi parlamentolararası dostluk grupları her yasama döneminde yeniden kurulmaktadır. Türkiye-Çin Parlamentolararası Dostluk Grubu 24. Dönem’de benim başkanlığımda 16 Kasım 2011 tarihinde kuruldu. Türkiye-Çin Parlamentolararası Dostluk Grubu, 351 milletvekili ile TBMM’de en fazla üyesi olan dostluk gruplarından biridir. İki ülke dostluk grubu parlamentolararası ilişkilerin geliştirilmesi yanında tarihî, kültürel ve ticari ilişkilere altyapı hazırlanmasını da sağlamaktadır. Bunların yanında iki ülkenin çıkarları doğrultusunda hareket ederek parlamentolar arasında bilgi alışverişi de yapılmaktadır. Çin Parlamentosu’nda Türkiye Dostluk Grubu bulunuyor mu? Başkanlık döneminizde yürüttüğünüz çalışmalardan bahseder misiniz? Çin Halk Cumhuriyeti parlamentosunda başkanlığını Xiqochu Wang’ın yaptığı Türkiye Dostluk Grubu vardır. Baş- Ocak 2015 kanlığım döneminde Çin’e çok sayıda çalışma ziyaretinde bulundum. Ayrıca bu ülkeden ülkemize gelen heyetlerle bir araya geldim. Kısaca bunlara değinmek gerekirse: 7-12 Ocak 2012 tarihleri arasında Çin’de gerçekleştirilen, inşaat ve altyapı konulu Türkiye-Çin 2. İş Forumu’na katıldım. Burada hükümetimizi ve dostluk grubunu temsilen Türkiye’deki yatırım ortamını anlatarak, “rekabet değil işbirliği” sloganıyla işbirliği yapılmasının Türkiye’nin menfaatine olacağını vurguladım. 21 Şubat 2012 günü Çin Devlet Başkan Yardımcısı Xi Jinping ve beraberindeki heyetin TBMM’de ve Cumhurbaşkanlığındaki kabulüne katıldım. On yıldır devam eden bu denli yoğun işbirliğinin ardından, Çin Devlet Başkan Yardımcısı Xi Jinping’in Türkiye ziyareti sırasında 3 milyar dolarlık altı anlaşma imzalandı. 22 Şubat 2012 günü İstanbul’da gerçekleştirilen TürkiyeÇin Ekonomi, Ticaret ve Yatırım İşbirliği Forumu’na katıldım. Forumda şirketlerin kendi aralarında imzaladıkları enerji, madencilik, inşaat, tekstil, hayvancılık, bankacılık Dostluk Grupları gibi başlıklar altındaki 28 anlaşmanın tutarı 1,3 milyar dolardır. Toplamda 4,3 milyar dolar tutarındaki ticari anlaşmalar, AK Parti’nin Asya-Pasifik politikasının doğruluğunun yanı sıra sürdürülebilirliğinin ve uygulanabilirliğinin göstergesidir. Parlamentolararası Dostluk Grubu Başkanı olarak 2012 yılı Ocak ayında Çin’e yapmış olduğum çalışma ziyaretinde eksikliğini hissettiğim diplomatik ilişkilerin gelişim sürecini anlatan ve iki ülkenin kültürlerini tanıtacak bir fotoğraf sergisinin TBMM’de açılmasını teklif ettim. Bu teklif her iki ülke tarafından kabul gördü ve “Türk-Çin Diplomatik İlişkilerinin 40. Yılı Fotoğraf Sergisi” 22 Mart 2012 günü TBMM Şeref Holü’nde açıldı. Sergiye TBMM Başkanvekili Mehmet Sağlam, Çin’in Ankara Büyükelçisi Gong Xiaosheng, Çin Halkı Siyasi Danışma Konferansı Dış İlişkiler Komitesi Başkanvekili Zhao Jinjun ve beraberindeki parlamento heyeti ile milletvekilleri katıldı. Bir gün sonra 23 Mart 2012 günü Çin Spor Bakanı Lu Hao’yı AK Parti Genel Merkezi’nde ağırladım. Bu toplantıda AK Parti’nin seçimlerde kazandığı başarıların değerlendirilmesinin yanı sıra Çin’in birçok spor dalında uluslararası alandaki başarı ve deneyimlerinden faydalanılabilecek projelerin hayata geçirilmesi üzerinde durduk. Çin Başbakanı Wen Jiabao’nun daveti üzerine o dönemde Başbakanımız olan Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan ve beraberindeki heyet ile 7-11 Nisan 2012 tarihleri arasında Çin’e resmî bir ziyaret gerçekleştirdik. Bu ziyaretin en önemli özelliği Türkiye’den Çin’e, Başbakan düzeyinde 27 yıl aradan sonra yapılan ilk ziyaret olmasıydı. Ziyarete ticaret, enerji ve turizm alanlarında ulusal ve uluslararası alanda faaliyet gösteren üç yüze yakın işadamının katılması, Türkiye’nin ekonomik “İki ülke arasında 2010 yılında imzalanan mutabakata göre 2012 yılında Türkiye’de Çin Yılı, 2013 yılında ise Çin’de Türk Yılı ilan edilmişti.” ve ticari açıdan Çin ile ilişkilerine ne kadar önem verdiğini göstermektedir. 24-30 Nisan 2012 tarihleri arasında bu kez Çin Komünist Partisi’nin (ÇKP) resmî davetlisi olarak, o dönem AK Parti Genel Başkan Yardımcısı ve İstanbul Milletvekili Abdülkadir Aksu ile beş kişilik milletvekili heyetiyle birlikte yeniden Çin’e gittim. Bu ziyaretim sırasında Dostluk Grubu başkanı olarak, ÇKP’nin mahalle örgütlenmesini inceledim ve üç büyük ilin belediye başkanı ile görüştüm. 22 Mayıs 2012 günü Marmara Üniversitesi’nde gerçekleştirilen “Gelişen Dünyada Türkiye-Çin İlişkileri” sempozyumuna katıldım. Sempozyumda yaptığım konuşmada Türkiye ile Çin arasındaki tarihî İpek Yolu’nun canlandırılmasının teşvik edilmesi ve İpek Yolu güzergahındaki diğer ülkelerle de işbirliğinin artırılması gerektiğini vurguladım. 28-29 Mayıs 2012 tarihleri arasında iki günlük resmî ziyaret için İstanbul’a gelen Çin Ulusal Halk Kongresi Başkanı Wu Bangguo’yu karşılayan heyet içerisindeydim. Bu ziyaretin iki ülke arasındaki ticaretin, kültür ve turizmin gelişmesine olumlu katkı yapacağını umuyorum. 12-14 Haziran 2012 tarihlerinde İstanbul’da gerçekleştirilen Türk-Çin Hukuk Zirvesi’ne katıldım. Çin’den ve Türkiye’den akademisyen ve hukukçuların katıldığı zirvenin açılış konuşmasını yaptım. İki ülke arasında 2010 yılında imzalanan mutabakata göre, 2012 yılında Türkiye’de Çin Yılı, 2013 yılında ise Çin’de Türk Yılı ilan edilmişti. 2012 Çin Kültür Yılı’nın açılışı, 12 Aralık 2011 tarihinde Kültür ve Turizm Bakanımız ve Çin Kültür Bakan Yardımcısı’nın katılımıyla Ankara’da “İpek Yolu’ndan Yeni Mesaj” isimli gösteri ve “Ünlü Çinli Ressamların Fırçasından İpek Yolu” isimli karma resim sergisiyle gerçekleştirildi. 2012 yılı boyunca Çin tarafı, ülkemizin değişik şehirlerinde çeşitli resim sergileri, geleneksel gösteriler (uçurtma, kukla, gölge oyunu), tiyatro, dans ve bale gösterileri, moda defileleri, çağdaş sanat sergileri, çay kültürü tanıtımı gibi etkinlikler düzenledi. Hatta “Nanjing Sırma Dokuma Kumaş Sergisi ve Defilesi” etkinliğini de 2012 Haziran ayı sonunda seçim bölgem Şanlıurfa’da gerçekleştirdik. 19-27 Mart 2013 tarihleri arasında ise Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik ile birlikte Çin’e gittim. 21 Mart 2013 günü Pekin’de, 25 Mart 2013 günü de Şanghay’da gerçekleştirilen Türk Kültür Yılı açılışına katıldım. 2013 Türk Kültür Yılı ziyareti süresince gerek resmî yetkililerle, gerekse özel sektör temsilcileriyle gerçekleştirilen görüşmelerde Türkiye ile Çin arasındaki kültürel ilişkiler ve turizm alanındaki işbirliği tüm boyutlarıyla ele alındı. Biz hem AK Parti olarak hem de TBMM Dostluk Grubu Ocak 2015 61 62 Dostluk Grupları “Çin, Türkiye’ye sanıldığı kadar uzak bir ülke değildir. Başta Orta Doğu ve Afrika olmak üzere bölge ülkelerine yaptığı yatırımlar ve kurduğu ilişkiler ile Türkiye’nin yanı başındadır ve küresel bir aktör pozisyonundadır.” olarak 2013 yılının Çin’de Türk Kültür Yılı ilan edilmesini önemsiyoruz. Çünkü bu etkinlik, Doğu ve Batı sentezinin uyumunu yansıtarak Türk kültürünü ve sanatını tanıtıyor. Bu etkinlikle, iki ülke vatandaşlarının birbirlerini daha iyi tanımaları için önemli bir adım atılmıştır. Türkiye ile Çin arasındaki ilişkiler hangi düzeyde ve hangi alanlarda yürütülüyor? Bu ilişkilerin geliştirilmesi ve sürdürülmesi bölge siyaseti bakımından nasıl bir önem taşıyor? Türkiye ile Çin arasındaki dostluk bin yıllık bir kültüre, tarihe ve İpek Yolu’na kadar dayanır. Ancak diplomatik anlamda iki ülke arasındaki ilişkinin başlangıcı olarak 4 Ağustos 1971 tarihinde Türkiye’nin Paris Büyükelçisi Hasan Esat Işık ile Çin’in Paris Büyükelçisi Huang-Chen arasında imzalanan protokol kabul edilmektedir. 2002 yılı sonrasında Devlet Başkanları düzeyindeki karşılıklı ziyaretlerde yapılan anlaşmalar ve 2010 yılında ilişkilerin stratejik işbirliği düzeyine yükseltilmesi yatırımcıları yeni bir vizyon arayışına sevk etmiştir. 2001 yılında 1 milyon dolar olan ticaret hacmi, 2013 yılı sonunda 28,3 milyar dolara ulaşan Çin, Asya’daki en büyük ticaret ortağımızdır. Ayrıca, yapılan anlaşmalarda, iki devletin yanı sıra iki ülke özel sektörleri arasında da işbirliği anlaşmalarının imzalanması iki boyutlu işbirliğinin göstergesidir. Zira 2010 yılında iki ülkenin koyduğu ticaret hacminin 2015 yılında 50 milyar dolara, 2020 yılında ise 100 milyar dolara çıkarılması hedefine AK Parti hükümetleri döneminde kararlı bir şekilde adım adım ilerlenmektedir. Halen Türkiye pazarında, CMEC, CRCC, DEC, ZTE, Huewei, Chery, Geely, BYD, Nuchtech gibi birçok Çinli firma faaliyet göstermektedir. Firmalar enerji, madencilik, müteahhitlik, demir-çelik, altyapı, inşaat ve telekomünikasyon başta Ocak 2015 olmak üzere birçok sektörde Türk şirketleriyle önemli ortaklıklar kurmaktadır. Bu ortaklıklara Belarus’ta 1 milyar dolarlık bir termik santralin (Kayı İnşaat-Harbin Power Energy) ve Cezayir’de 2,5 milyar dolarlık bir demiryolu projesinin (Özgen İnşaatChina Railway Construction Company/ CRCC) yatırımlarını örnek verebiliriz. Ayrıca, işbirliğinin maddi yapısını oluşturan İkili Para Takas Anlaşması, Türk Lirası-Yuan (TL-R MB Swap) şeklinde 21 Şubat 2012 günü imzalanmıştır. Bu anlaşma iki ülke arasında bugüne kadar euro ve dolar üzerinden gerçekleşen ticareti her iki ülkenin yerel para birimine kaydıracak ve ticareti kolaylaştıracaktır. Ayrıca para takası sırasında ortaya çıkan sorunları ortadan kaldıracaktır. Ekonomik alanda Çin ile ilişkiler bu şekilde yürürken siyasi alanda da önemli gelişmeler yaşanmaktadır. Bugün dünya haritasına baktığınızda Çin’in Türkiye’ye uzak olduğunu düşünebilirsiniz. Belki de bugüne kadar siyasi ve politik nedenlerden dolayı oluşturulan Uzakdoğu algısının etkisi altında da kalabilirsiniz. Belki de Osmanlı’dan bu yana ülkemizin yönünün batıya çevrilmiş olması bizi bu coğrafyadan uzaklaştırmış olabilir. Ancak Çin, Türkiye’ye sanıldığı kadar uzak bir ülke değildir. Başta Orta Doğu ve Afrika olmak üzere bölge ülkelerine yaptığı yatırımlar ve kurduğu ilişkiler ile Türkiye’nin yanı başındadır ve küresel bir aktör pozisyonundadır. Her ne kadar Çin, barış yanlısı ulusal savunma politikası izlediğini ve herhangi bir ülkeye karşı tehdit oluşturmadığını ifade etse de BM nezdindeki veto gücü sayesinde sınır komşumuz gibi, bölgenin ve Suriye halkının geleceğini tayin etmeye çalışmaktadır. Bunun nedeni, Orta Doğu ve Afrika ülkelerinden başta petrol olmak üzere önemli ölçüde Dostluk Grupları hammadde sağlaması ve bölgede önemli yatırımlarının bulunmasıdır. Bu nedenlerle Çin, yatırım yaptığı ülke ve bölgede ekonomik ve siyasi istikrara önem vermektedir. Nitekim Çin BM Güvenlik Konseyi’nin 4 Ekim 2011, 4 Şubat 2012 ve 17 Şubat 2012 tarihlerinde sunmuş olduğu Suriye’ye yönelik yaptırım kararlarına karşı çıkarak, Suriye’de yönetim değişikliğini sağlayacak uluslararası yapının oluşmasına engel olmuştur. Çin ayrıca 1 Mart ve 23 Mart 2012 tarihlerinde BM İnsan Hakları Komisyonu’nda Suriye’deki insan hakları durumu ile ilgili karar taslağına da ret oyu vererek karşı çıkmıştır. Çin, Suriye’deki krizin çözümü noktasında Annan Planı’nı destekleyen ülkelerden biri olsa da bu plan Çin’in BM’ye sunduğu çözüm teklifiyle örtüşmektedir. Çin, Suriye’de devam eden sorunun, BM tüzüğünün amaçları ve ilkeleriyle, uluslararası ilişkilerin temel ilkeleri çerçevesinde çözülmesini istemektedir. Sonuç olarak Asya’nın doğu ve batısındaki köklü medeniyetlerin mirasçısı iki ülke arasında işbirliğinin geliştirilmesi ve çeşitlendirilmesi için büyük bir potansiyel ve ortak irade vardır. Türkiye’nin batıdan uzaklaşmadan yönünü doğuya çevirmesi başta ekonomik ve siyasi nedenler olmak üzere bir nevi zorunluluk halini almıştır. Batı ile doğuyu birbirine alternatif görmeden çok yönlü bir yaklaşımla işbirliği içindeki ülkelere güven vermesi Türkiye’nin bölgesinde önemli bir oyun kurucu olmasını sağlamıştır. Bu yeni yapı, Türkiye’ye kendi çıkar ve menfaatleri doğrultusunda çok boyutlu dış politika izleme imkanını sağlamıştır. Tarihî İpek Yolu’nun sadece ticaret açısından değil sosyal, hukuki ve politik açıdan da canlandırılması teşvik edilmelidir. İpek Yolu güzergahındaki ülkelerle işbirliğinin artırılması geleceği çok daha aydınlık bir Türkiye demektir. Türkiye’nin başta Çin olmak üzere Uzak Doğu ülkeleri ile ilişkileri ne boyuttadır? TürkiyeÇin Parlamentolararası Dostluk Grubu’nun önümüzdeki dönemde ne gibi faaliyetleri olacak? Çin, çevresel ve jeopolitik çıkarlarını etkileyen ve uzun vadeli stratejik hedeflerini gerçekleştirmek için ülkeler ve bölgesel işbirliği örgütleri ile ilişkilerini geliştirmektedir. İkili İlişkiler, Jeopolitik ve Stratejik düzeyde yürütülen ilişkilerde Türkiye’nin, burada belirtilen üç değişik düzeydeki ilişki modelleri içerisinde yer aldığı açıkça görülmektedir. Ayrıca Çin’in 2002 yılından bu yana sürdürdüğü dış politikasında Türkiye, esas ülkeler statüsünde bulunmaktadır. Dolayısıyla iki ülkenin politikası birlikte hareket ederek işbirliğinin güçlendirilmesi temelinde olacaktır. Türkiye olarak, Asya’nın en büyük örgütlerinden olan Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği (ASEAN) Dostluk ve İşbirliği Anlaşması’nı 2010 yılında imzaladık. ASEAN bölgesinde, başta Endonezya, Malezya ve Tayland olmak üzere bölgedeki diğer ülkelerle de ilişkilerimizi geliştirmeyi hedef liyoruz. 2012’de Şanghay İşbirliği Örgütü’yle diyalog ortaklığını hayata geçirdik. 2010-2014 döneminde Asya’da İşbirliği ve Güven Artırıcı Önlemler Konferansı’nın (AİGK-CICA) dönem başkanlığını yürüttük. Türk dünyasının ortak hedeflerini gerçekleştirecek Türk Konseyi’ni yani TÜRKPA’yı kurduk. Bu yüzyılın en önemli enerji projelerinden biri olan TANAP’ı hayata geçiyoruz. TİKA, Yunus Emre Enstitüsü, Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı gibi resmî ve önemli kuruluşlar eliyle ya da büyükelçilerimiz vasıtasıyla Asya’da birçok önemli projeye imza atıyoruz. Ortaya çıkan önyargı, yanlış algılama ve kutuplaşmayı ortadan kaldırmak için ortak siyasi bir irade oluşturulmasını hedefliyoruz. Bu bağlamda işbirliği yaptığımız başta ASEAN üyesi ülkeler olmak üzere diğer ülkelerin parlamentoları ile parlamentolararası ilişkilerin ilerletilmesine ve karşılıklı ziyaretlerin devamına önem veriyoruz. Bu ülkelerin ekonomik durumunu, kültür ve yaşayışını Batılı kaynaklardan öğrenmek yerine, daha dostane ilişkiler ile tanıyoruz. Böylece ülkelerin birbirlerine daha yakın olmasına katkıda bulunuyoruz. Ocak 2015 63 64 Kalemi nurefşan bir mebus Falih Rıfkı Atay Küçük yaşlardan itibaren iyi bir gözlemci olan ve çevresindeki yanlışları tespit eden Falih Rıfkı Atay, ta o zamanlarda büyük bir düşünce adamı olacağının ve edebiyatı fikir ile harmanlayacağının sinyallerini vermişti. İrem Coşkunseven Ocak 2015 65 Falih Rıfkı Atay, Cemal Paşa’nın karargahında yedek subay olarak görev yaptığı yıllardaki gözlemlerini Ateş ve Güneş ile Zeytindağı isimli kitaplarında bir araya getirir. F alih Rıfkı Atay, Osmanlı Devleti’nin birçok yönden çökmeye başladığı bir dönemde dünyaya gelir. Egemen olduğu toprakları yavaş yavaş kaybeden ve milliyetçilik akımının etkisinde ortaya çıkan ayaklanmalarla boğuşan Osmanlı’da sıkı bir yönetim söz konusudur. Babası bir din adamı, ağabeyi ise yasaklı yayınlara meraklı bir zabit olan Falih Rıfkı, tıpkı yaşadığı dönem gibi gelenek ile yeniliklere açık iki ayrı düşünce tarzının ortasında büyür. Hal böyleyken Falih Rıfkı, ilk gençlik yıllarından itibaren eleştirel bir tavır takınarak siyasi yazılar yazmaya başlar. Falih Rıfkı, rüştiyeyi bitirdikten sonra dönemin saygın okullarından biri olan Mercan İdadisi’nde eğitim hayatına devam eder. Hüseyin Cahid’in müdürlük yaptığı bu okulda, henüz on dört yaşındayken yazdığı bir kompozisyon, edebiyat hocası Celal Sahir tarafından Servet-i Fünun dergisinde yayımlanır. Yazın hayatına başladığı bu ilk yazısında ağdalı bir üslup kullanan Falih Rıfkı, daha sonra sadeleşmiş fakat basitleşmemiş, çarpıcı bir üslup benimseyecektir. İdadi yılları boyunca koyu bir İttihatçı olan yazar, II. Meşrutiyet döneminde fikir bakımından Ziya Gökalp’ten, edebi eserler bakımından ise Yahya Kemal’den etkilendiğini ifade eder. Mercan İdadisi’ni bitirdikten sonra ağır edebi üslubunu terk edip Türkçülük akımının etkisinde yazılar yazmaya başlar. Darülfünun’da eğitimini sürdürürken Tecelli dergisinde yazın hayatını devam ettirir. Bu yıllarda Osmanlı’nın içinde bulunduğu durumu, İttihat ve Terak ki Cemiyeti ile muhalefet arasındaki ilişkileri yalnızca Türk basınından değil, yabancı basından da takip eder. Balkan Savaşları sırasında ise İttihat ve Terakki’nin yayın organı olan Tanin gazetesinde yazılar yazmaya başlar. Yazılarında devletin içinde bulunduğu durumdan kurtulmanın yolunun “yeni Turancı gençlik” olduğunu belirtir. Bu kavramla anlatmak istediği, Türkleri bir araya getirecek ve topluma öncülük edecek eğitimli, taze kanlardır. Kısa bir süre sonra da Tanin gazetesinin kadrolu muhabirlerinden biri olur ve ardından birlikte çalışacağı Cemal Paşa’yla da bu sayede tanışır. Koyu İttihatçı’nın aklında şüphe tohumları ve sorular filizleniyor Birinci Dünya Savaşı’nın başladığı günlerde Bahriye Nazırı Cemal Paşa’nın Kalemi Mahsus Müdür Muavini olarak çalışmaya başlar. Ülkede seferberlik ilan edilmesiyle birlikte Falih Rıfkı, Kanal Cephesi’ne ve Suriye’deki Dördüncü Ordu Komutanlığı’na gönderilir. Cemal Paşa’nın karargahında yedek subay olarak görev yaptığı yıllardaki gözlemlerini Ateş ve Güneş ile Zeytindağı isimli kitaplarında bir araya getirir. Ateş ve Güneş kitabında daha Ocak 2015 66 çok yakından tanıma fırsatı bulduğu Anadolu insanını ve Türk askerinin tüm zorluklar karşısında gösterdiği sebat, dirayet ve kahramanlıkları anlatır. Kanal harekatı hususunda hükümetin tavrını eleştirerek gittikçe İttihatçı çizgisinden uzaklaşan yazar, “hükümetin Hakimiyet-i Milliye, Ulus, Milliyet gazetelerinde başyazarlık yaparak Batılılaşma fikrini savunan yazar, aynı zamanda Yeni Türk Alfabesi’nin hazırlanması için oluşturulan dil encümeninde görev alır. Ocak 2015 savaşı” ile “milletin savaşı”nın birbirinden çok farklı olduğunu savunur. Zeytindağı eserinde anılarını yalın, çarpıcı, gerçekçi bir üslupla aktaran Falih Rıfkı, bu eserde Cemal Paşa’ya yönelik eleştirilerine yer vermesinden dolayı kumandanına saygısızlık yapmakla itham edilmiştir. Buna cevaben Zeytindağı’nın önsözünde şöyle demiştir: “Hür bir fikir eğitimi görmeyenlerle anlaşmak imkanı var mıdır? Onlar da gerçeğin yüzde yüz yergi ile yüzde yüz övgünün belki de tam ortasında olduğunu bilmez değillerdir. Fakat eski zamanların kulluk ahlakına esirdirler.” 67 Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda yurda dönen Falih Rıfkı, bozgun sonrasında Anadolu’nun hükümete olan güveninin azalmasını ve giderek halk ile hükümet arasında oluşan kopukluğu, Çankaya’da şu sözlerle tespit etmiştir: “Anadolu hepimize hınç ve güvensizlikle bakıyordu. Yüz binlerce çocuğunu memesinden sökerek alıp götürdüğümüz bu anaya şimdi kendi pişmanlığımızı getiriyoruz.” Savaşın ardından İstanbul’da kısa bir süre öğretmenlik yapan Falih Rıfkı Atay, Necmettin Sadak, Ali Naci Karacan, Kazım Şinasi Dirik ile birlikte Akşam gazetesini çıkarmaya başlar. İlk dönemlerde siyasi eleştirilere pek fazla yer verilmeyen gazete zamanla Mustafa Kemal’i ve Millî Mücadele’yi destekler. Öyle ki, Akşam gazetesine yazdığı bu yazılardan ötürü Atay, “şarkın huzur ve sükununu ihlal etmek suçu ile behemehal idam edilmek üzere” Divan-ı Harb’e verilir, fakat İnönü Zaferi’nden sonra affedilir. İzmir’in kurtuluşundan sonra yolları Atatürk ile kesişen Falih Rıf kı, bundan sonra Atatürk ’ün yanında kendine her daim yer bulur ve Mustafa Kemal’e dair birinci elden birçok anı biriktirir. Kurtuluş Savaşı zaferinden sonra Atatürk ilke ve inkılaplarının ateşli bir savunucusu olur ve hayatının sonuna kadar bu inkılapları savunan yazılar yazmaya devam eder. Devrimin fikrî misyonunu üstlenen, eğitimin ilke ve inkılapların yerleşebilmesi için olmazsa olmaz olduğuna inanan Atay, Atatürk ile ilgili yazdığı anı kitaplarında ve köşe yazılarında Kemalizm kavramını şekillendirir. Hakimiyet-i Milliye, Ulus, Milliyet gazetelerinde başyazarlık yaparak Batılılaşma fikrini savunan yazar, aynı zamanda Yeni Türk Alfabesi’nin hazırlanması için oluşturulan dil encümeninde görev alır. Türkçeyi sadeleştirerek süsten uzak ve yalın bir anlatım benimseyen yazar, Cumhuriyet dönemi Türk basınının en önemli isimlerinden biridir şüphesiz. Farklı türde birçok eser, sayısız makale Edebiyatı fikir ile harmanlayan bir yazar olan Falih Rıfkı, 1923 yılında Bolu milletvekili olarak girdiği Meclis’te başarılı bir siyasetçi olduğunu da gösterir. Bolu’nun ardından siyaset yaşamına Ankara milletvekili olarak devam eden ve şehrin imarına özellikle önem veren Atay, kendisine yöneltilen neden hep Ankara’dan milletvekili çıktığı sorusuna şu yanıtı verir: “Ben evvelce Bolu mebusu idim ve o zaman bütün ormanların tahrip edilme devri idi. İntihap dairemden her dönüşte ormanları müdafaa eder, şiddetli tedbirler isterdim (…) Halbuki Bolu’nun nüfuzluları, hatta eski baltalık usulüne alışan köylüleri ‘bu adam bizim değil, ormanların vekili!’ diye şikayetlerini sıklaştırmışlar (…) Atatürk: ‘Onu ağaçsız bir yerden mebus yapalım!’ demiş. O zamandan beri Ankara mebusuyum.” 1971 yılında geçirdiği kalp krizi sonucunda hayata gözlerini yuman Falih Rıfkı Atay, ardında farklı türde birçok eser ve sayısız makale bırakmıştır. Türkçeyi sadeleştirerek süsten uzak ve yalın bir anlatım benimseyen yazar, Cumhuriyet dönemi Türk basınının en önemli isimlerinden biridir şüphesiz. Birinci Dünya Savaşı anılarını anlattığı Ateş ve Güneş ile Zeytindağı; Atatürk’e dair anılarına yer verdiği Çankaya ve Atatürk Ne İdi? gibi anı kitaplarının yanında dünyanın pek çok ülkesini gezerek gözlemlerini aktardığı Tuna Kıyıları, Bizim Akdeniz, Yeni Rusya, Deniz Aşırı gibi gezi kitaplarını da Türk Edebiyatı’na kazandırmıştır. Ocak 2015 68 SiyasettenSivil Topluma Lokman Ayva: Her tür engeli aşmak ve eğitimle cehalet karanlığını aydınlatmak için çalışıyoruz Söyleşi: Nehir Öztürk 2002-2011 yılları arasında görme engelli ilk milletvekili olarak TBMM’de görev yapan Lokman Ayva’nın genel başkanlığını üstlendiği Türkiye Beyazay Derneği, Türkiye’de ve dünyada ilk olma özelliği taşıyan pek çok projeye imza atıyor. Lokman Ayva, “İnsanlar engellileri ‘aciz’ olarak gördükleri için birçok şeyi yapamayacaklarını sanıyorlar ve denemelerine bile fırsat vermiyorlar. Bu bakış açısı değiştirilmelidir” diyor. Ocak 2015 Genel Başkanı olduğunuz Türkiye Beyazay Derneği, hangi amaç ve hedefler doğrultusunda faaliyetlerini sürdürüyor? Beyazay’a yüklediğimiz şiirsel anlam bunu açıklıyor. Beyazay cehalet karanlığına bir hilal gibi doğmuş ve bu karanlığı aydınlatmıştır. Beyazay’ın kendi ışığı yoktur ve başkasından aldığını yine başkalarına yansıtır. Bir başka ifadeyle, her tür engeli aşmak ve ırkı, inancı, siyasi görüşü, lisanı ne olursa olsun herkesin eğitimini sağlamak için çalışır. Beyazay’ın amacı bu olmakla beraber hedef leri sürekli değişir. Şu anda yoğunlaştığı hedef ler, fiziksel engellilerin zaman, mekan ve eğitimci sınırı olmaksızın online olarak eğitime ulaşmalarını sağlamaktır. Ayrıca yakında başlayacak olan “Birlikte Daha Aktif ” kampanyası ile hem toplumla bütünleşme hem de bedenin eğitimi SiyasettenSivil Topluma gerçekleştirilecektir. Beyazay’ın buna benzer ulusal ve uluslararası seviyede hedef leri bulunmaktadır. Engelli vatandaşların eğitim, istihdam, sağlık, erişim gibi sorunlarına yönelik çeşitli projeler yürütüyorsunuz. Bu projelerle ilgili bilgi verebilir misiniz? Resmî yaşı 22, gayriresmî yaşı 26 olan bir kuruluştan bahsediyoruz. İf tiharla söyleyebilirim k i şu ana kadar Türkiye ve hatta dünya için yeni olan projeleri hayata geçirdik. Türkiye’de görme engelliler için ilk bilgisayar laboratuvarının kurulması, dışarıdan okul bitirme kursları gibi pek çok projeyi daha başlangıç yıllarında gerçekleştirdik. Beyazay, eğitim kurumlarından Engelli Kadınlar Merkezi’ne, meslek kurslarından Engelli Kariyer Merkezi’ne kadar çeşitli aktiviteleri aynı anda yürütmektedir. Bu kadar çok projenin olmasının nedeni, her şubemizin tüm Beyazay ailesinin katıldığı projeler yürütebildiği gibi farklı farklı projeleri de hayata geçirebilmesidir. Ulusal projeler arasında örnek olacak çalışmalarımızın başında 2009-2012 yılları arasında gerçekleştirdiğimiz “Eğitim Her Engeli Aşar” kampanyası gelmektedir. “Birlikte Okumamıza Engel Yok ”, “Birli kte Yürüyoruz” gibi projeler de başarıyla hayata geçirilmiştir. Engellilerin elektronik ticaret yapma ları anlamına gelen “Ee-ticaret” projemiz içerik ve büy ü k lü k ba k ı m ı nda n dü nyada bi r ilktir. Türkiye’nin başarılı bir iyilik teşkilatı olan Beyazay’ın yurt dışında gerçekleştirdiği faaliyetler de her vatandaşımızın iftihar edebileceği çalışmalardır. Şimdiye kadar dokuz ülkede çalışma yaptık. Bunların altısında o ülkeyle “Engelliler Dostluk Günü” düzenledik. Yurt dışında dört şubemiz hizmet vermektedir. Ulusla- “Ulusal projeler arasında örnek olacak çalışmalarımızın başında 2009-2012 yılları arasında gerçekleştirdiğimiz ‘Eğitim Her Engeli Aşar’ kampanyası gelmektedir.” rarası kuruluşlarla yaptığımız hizmetler de oldukça fazladır; bunları sıralamaya kalksam sayfalar tutar, o nedenle bu kadarını söylemekle yetineyim. Nüfusumuzun yaklaşık yüzde 12’sini engelli vatandaşlarımız oluşturuyor. Siz de görme engelli ilk milletvekili olarak TBMM’de görev yapmış bir kişisiniz. Kendi tecrübelerinizden de yola çıkarak engelli vatandaşların ülkemizde en çok hangi sorunlarla karşılaştığını belirtebilir misiniz? Doğrusu, sorun bakış açısına sahip değilim. “Engelsizlerin sorunları” gibi bir ifade olmadığı halde engelsizlerin pek çok sorunu var. Mesela trafik sorunu, karanlıkta bir yerden bir yere gidememe sorunu, gözlük sorunu, gürültülü ortamda çalışamama sorunu… Dolayısıyla bunları bir sorun olarak değil, geliştirilmesi gereken şartlar olarak değerlendiriyorum. Bu mantıkla bakarsak geliştirilmesi gereken üç saha var. Bunlardan ilki, insanlar tarafından kurulan fiziksel ve sosyal sistemlerin engellileri kapsar hale getirilmesidir. Fiziksel ve sosyal sistemler engellileri de kapsarsa önemli ölçüde ilerleme katederiz. İkinci konu, insanların engellileri nasıl gördükleriyle ilgilidir. İnsanlar engellileri “aciz” olarak gördükleri için birçok şeyi yapamayacaklarını sanıyorlar ve denemelerine bile fırsat vermiyorlar. O yüzden bu bakış açısı değiştirilerek dışlayan değil, içeren; ayrışan değil, yardımlaşan bir bakış açısı geliştirilmelidir. Bir taraftan kurulan sistemler engelli- Ocak 2015 69 70 SiyasettenSivil Topluma “Kurumlarımızı meydana getiren insanların, zihinlerindeki engelli kavramını yeniden belirlemesine yardımcı olmalıyız. Bu engelli tarifi hem gerçeğe uymuyor hem de meseleyi iyileştirmiyor. Engelsizi de ömür boyu engelliye bakmak zorunda bırakıyor.” leri kapsamıyor, diğer taraftan engelsizler engellileri “aciz” görüyor, işte böyle bir ortamda üçüncü problem ortaya çıkıyor; engelliler de yapabileceklerine inanmıyor, kendilerini şanssız görüyorlar. Engellilerin sosyal ve ekonomik hayata katılmaları konusunda gerek toplumda gerekse çeşitli kurumlarda yeterli duyarlılığın gösterildiğini düşünüyor musunuz? İnsanımız bu konuda kendi dünyasında en iyisini yapmaya çalışıyor aslında, ama onun dünyasındaki engelli kavramının geliştirilmesi lazım. Mesela engellinin eğitim alabileceğini bilmeyen insanımız ne yapıyor? Elindekini avucundakini engelliyi desteklemek için kullanıyor. Halbuki onun eğitim görebileceğine inansa, bu sefer engellinin eğitimi için var gücüyle çalışır. Kurumlarımızı meydana getiren insanların, zihinlerindeki engelli kavramını yeniden belirlemesine yardımcı olmalıyız. Bu engelli tarifi hem gerçeğe uymuyor hem de meseleyi iyileştirmiyor. Engelsizi de ömür boyu engelliye bakmak zorunda bırakıyor. TBMM 22. ve 23. Dönem’de milletvekilliği yapmış biri olarak siyaset kurumunun engellilerle ve bu alandaki sivil toplum kuruluşlarıyla ilişkilerine yönelik değerlendirmelerinizi öğrenebilir miyiz? Bu soru için çok teşekkür ediyorum. Geçtiğimiz on iki sene içinde siyaset kurumu engelliler konusunda en iyi çalışmayı yaptı. Belki başka hiçbir alanda bu kadar mutabık hareket edilmedi. Aslında bir adım daha ileri gidilebilir ve siyasi partiler, Türkiye bu işten daha kârlı çıkabilirdi. Siyasi partiler kendi ideolojik Ocak 2015 yapılarına uygun engelli politikaları üretemediler. Kendi politikalarının dışında tamamen hizmet odaklı bir yaklaşım gösterdiler. Tabii bu tarz bir çalışma şekli dönemsel olmak zorunda. Eğer partiler kendi ideolojilerine göre hareket etselerdi plan ve projeleri daha uzun vadeli olurdu. Bugün sosyal demokrat, muhafazakar, milliyetçi veya liberal bir partinin istihdam veya eğitim konusunda ne tür projelerinin ya da yaklaşımlarının olacağı bilinmez. Sivil Toplum Kuruluşları’nda da (STK) durum farklı değildir. Bizde ne medeniyetimiz paralelinde ne de Batılı manada STK kavramı bilinir. Öyle ki kimi STK’lar siyasi parti yan kuruluşu gibi, kimi partiler de STK gibi faaliyet gösterir. Bunlar belirsiz alanlardır. Bu konuda felsefesi olan her zaman kazanır. O nedenle gelin bu iki alanda hep birlikte birer ufuk çizelim. Türk Parlamenterler Birliği’nden Sağlık protokolü imzalanan hastanelerdeki TBMM Hattı Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: Medipol Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi: Konya Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Hastanesi : Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: 0312 202 44 91 0312 305 32 62-63 0312 508 30 03 0232 390 41 06 0242 249 65 91 0342 360 95 05 0212 534 86 86, 0212 631 20 50/4029, 0212 440 10 00/1212 0212 414 22 27 0212 414 34 54 0332 224 49 70 0462 377 54 22 0332 223 79 79 0312 291 27 01 0272 246 33 36 Sağlık Hattı: Sağlık uygulamaları, hastaneler ve anlaşmalı eczanelere ilişkin her türlü bilgi için 0312 420 0 112 ve 0312 420 72 24 numaralı telefonu arayabilirsiniz. Türk Parlamenterler Birliği TBMM Yeni Halkla İlişkiler Binası Zemin Kat No: 50-51 Bakanlıklar/ANKARA Tel: 0312 420 66 21 Fax: 0312 420 66 24 Türk Parlamenterler Birliği Ziraat Bankası TBMM Şubesi IBAN: TR 33 0001 0009 0303 296732 6001 72 Sağlık Dişeti tedavisinde güvenilir uygulamalar, mutlu sonuçlar Miadent Ağız ve Diş Sağlığı Merkezi Periodontoloji Uzmanı Dr. Dt. Umut Altay, dişeti hastalıklarının tedavisinin ağız ve diş sağlığı açısından büyük önem taşıdığını vurguluyor. Dişeti ile ilgili sorunların ihmal edilmemesi gerektiğini kaydeden Altay, bilinçsiz antibiyotik kullanımının tedaviyi olumsuz yönde etkilediğine işaret ediyor. Ocak 2015 Söyleşimizin başında periodontolojinin tanımını yapabilir misiniz? Periodontoloji, diş ve çevre dokularının hastalıklarını ve tedavilerini inceleyen diş hekimliğinin bir bilim dalıdır. Periodontolojiye kısaca dişeti hastalıkları diyebilir miyiz? Dar anlamıyla diyebiliriz. Çünkü dişeti periodontolojinin ağız içinde ilgilendiği dokulardan sadece birini ifade etmektedir. Bundan sonraki sorularda periodontal hastalıklar yerine dişeti hastalıkları terimini kullanırsak herhalde hata yapmış olmayız. Dişeti hastalıkları kaç gruba ayrılır? Temel olarak iki gruba ayrılır. Birincisi sadece dişeti ile sınırlı hastalıklar, ikincisi ise hem dişetini hem de dişin çevresindeki bağları ve kemiği harap eden hastalıklardır. Tecrübelerinize de dayanarak dişeti hastalıklarını değerlendirmeniz gerekirse ne söylemek istersiniz? Dişeti hastalıklarında genetik faktörlerin %10 ve civarı olduğu söylense de, binlerce hasta ve vaka bu yüzdenin çok daha yüksek olduğunu bana gösterdi. Bir oran vermem belki çok sağlıklı olmaz, ama dişeti hastalıklarının genetik faktörlerden çok fazla etkilendiğini söyleyebilirim. Bununla birlikte çevresel faktörler genellikle hastalığın seyrini ve hızını etkilemektedir veya tedaviye cevap noktasında yoğun bir etkiye sahiptir. Ayrıca dişeti hastalıkları ne kadar erken yaşlarda başlarsa yıkım gücü de o kadar fazla olmaktadır. Dişeti hastalıklarında hangi tür tedaviler uygulanmaktadır? İki temel tedaviden bahsedilebilir; cerrahi ve cerrahi olmayan dişeti tedavileri. Sağlık Cerrahi kelimesi ister istemez insanı korkutuyor. Cerrahi işlemler hasta için çok sıkıntı yaratıyor mu? Dişeti tedavilerinin cerrahi işlemleri çok uzun süreli ağrılı şikayetlere neden olmaz, piyasadaki ağrı kesicilerle kolaylıkla dindirilir. Zaten çoğu ameliyat tipinde hastalar sadece bir veya iki gün ağızdan yutma yoluyla ağrı kesici kullanırlar. Dişeti hastalıklarının vücuttaki diğer hastalıklarla bir bağı var mıdır? Bu sorunun cevabı kesinlikle evet. Dişeti yapı itibarıyla diğer birçok organın içini ya da dışını örten yapılarla benzerlik gösterir. Doğal olarak o organlardaki birçok hastalık kendini bazı belirtilerle ağızda da göstermektedir. Dildeki renk ve şekil değişimleri veya yanak ya da damaktaki bir yara önem arz edebilir. Bilinçsiz antibiyotik kullanımının büyük bir sorun olmaya başladığını biliyoruz. Dişeti hastalıklarında da bilinçsiz antibiyotik kullanımı oluyor mu? Maalesef evet. Bilinçsiz ilaç kullanımı hem ağızdaki hem de vücuttaki mikropların o antibiyotiğe karşı direnç geliştirmesine neden olmaktadır. Bu da hastaların sonuç verecek bir tedaviye ulaşamamasına yol açmaktadır. Peki, dişeti hastalıklarında antibiyotik kullanımı nasıl olmalıdır? Antibiyotik ancak doğru yerde ve doğru şekilde kullanılırsa faydalıdır. Antibiyotik ve gargaralar ancak ve ancak dişeti tedavisini destekleyici olarak kullanılabilir; tabii tedavi öncesi profilaksi yapılması gereken bazı hastaları bunun dışında tutuyorum. Tedaviler hakkında bir fikrimiz oluştu. Peki, diyelim ki tedavimiz tamamlandı veya bir periodontoloğa muayene olduk ve “Dişetleriniz sağlıklı” dedi. Bu durumu devam ettirebilmek için ne yapacağız, dişetlerimize nasıl bakacağız? Öncelikle, ideal olan dişlerin günde 3 defa 3’er dakika fırçalanmasıdır. Ancak bu yapılamıyorsa, günde en az 2 defa dişleri fırçalamak ve arayüz bakımı yapmak gerekir. Tedavi olduysanız, hekiminiz tersini söylemediği sürece her 6 ayda bir muayeneye gitmeniz doğru olacaktır. Az önce diş fırçalamanın yanı sıra arayüz bakımından söz ettiniz. Arayüz bakımı nedir? Diş fırçası ağızda her yere ulaşamaz. Özellikle iki dişin birbirine baktığı yüzeyleri temizleyemez. İşte bu bölgeleri hem dişeti hastalıklarından hem de çürükten ko- Dr. Dt. Umut Altay ruyabilmek için arayüz temizliği yapmak gerekir. Arayüz bakımında farklı dizaynları ve özellikleri olan arayüz fırçaları ve diş ipleri kullanılmalıdır. Peki, ağız çalkalama suları... Etkinliği yok diyemem, ancak diş fırçasının, tedavide kullandığımız ağız gargaralarının ya da arayüz temizlik araçlarının yerine geçemez. Benim bu konudaki tavsiyem alkolsüz olanların tercih edilmesidir. Miadent Ağız ve Diş Sağlığı Merkezi, Oğuzlar Mahallesi Mevlana Bulvarı (Konya Yolu) No: 143/A Balgat adresinde hizmet veriyor. Milletvekilleri 0 506 333 20 20 numaralı telefondan Miadent’e direkt ulaşabiliyor. Merkez’le ilgili bilgi 444 5 642 numaralı telefon ile www.miadent.com adresinden edinilebilir. Ocak 2015 73 Basın, Yayın ve Halkla İlişkiler Başkanlığı Söyleşi: Zeynep Yiğit Meclis’e giden her vatandaşı önce onlar karşılıyor, Genel Kurul’daki görüşmeleri televizyon ekranından onlar milyonlara ulaştırıyor. TBMM ile ilgili en doğru haberin kaynağı da, kamuoyuna Meclisimizi tanıtan da onlar… Bu ay “Meclis Çalışanları” köşemize TBMM Basın, Yayın ve Halkla İlişkiler Başkanlığı konuk oluyor. Meclis’in bu önemli birimini Başkan Ali Özer’le konuştuk. Ocak 2015 Basın, Yayın ve Halkla İlişkiler Başkanlığı’nın görev ve sorumluluk alanına ilişkin bilgi verebilir misiniz? 1.12.2011 tarihli ve 6253 sayılı TBMM Başkanlığı İdari Teşkilatı Kanunu ile Başkanlığımıza kapsamlı bir görev ve sorumluluk alanı tanımlanmıştır. Basın-yayın işlerinden halkla ilişkiler ve rehberliğe, televizyon yayıncılığından müzecilik faaliyetlerine geniş bir yelpazeye yayılan ve Kurumumuzun tüm paydaşlarıyla ilişkilerinde önemli yer tutan bu görevlerimiz, hiç şüphesiz bize önemli bir sorumluluk da yüklemektedir. Başkanlığımızın başlıca görevi, Meclis’in basın ve yayın işlerini düzenlemek, tanıtım ve halkla ilişkiler faaliyetlerini yürütmek olarak ifade edilebilir. Bu çerçevede, TBMM’ye ilişkin konularda etkinlikler düzenlemek, bu etkinliklerle ilgili yayınlar yapmak ve kamuoyunu bilgilendirmek önemli görevlerimizdendir. TBMM’de görev yapan basın ve yayın mensuplarına teknik donanım desteği Meclis Çalışanları sağlamak ve akreditasyon hizmetlerini yerine getirmek de bizim sorumluluğumuzdadır. Bir diğer görev alanımız yasama ve denetim faaliyetleriyle doğrudan ilgilidir. Genel Kurul görüşmeleri Başkanlığımıza bağlı Meclis TV tarafından yayımlanmaktadır. Başkanlığımız yasama ve denetim çalışmaları ile bunlara ilişkin faaliyetleri izlemek, bunlarla ilgili programlar hazırlamak, yayınlar yapmak gibi önemli hizmetleri yürütmektedir. Altını çizmemiz gereken bir başka görevimiz ise halkla ilişkiler ve rehberlik faaliyetlerimizdir. Ülkemizin her yerinden Meclis’i ve milletvekillerimizi ziyaret etmek üzere TBMM yerleşkesine gelen ziyaretçilerin giriş ve çıkış işlemlerini yapma görevi Başkanlığımıza aittir. Yerleşkemizi ziyaret etmek isteyen grupların planlanması ve rehberlik hizmetleri de yerine getirilmektedir. Bu bağlamda, Başkanlığımız personelinin Meclisimizin vatandaşlarımıza yönelik vitrini olduğunu söylememiz yanlış olmaz. TBMM Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu’na sekretarya hizmeti de veren Başkanlığımız, Birinci TBMM Binası olarak bilinen Kurtuluş Savaşı Müzesi’nde müzecilik hizmetlerini yerine getirmekte, müzenin ulusal ve uluslararası tanıtımını yapmaktadır. Ayrıca, 2008 yılından bu yana TBMM bünyesinde yer alan Mustafa Necati Kültür Evi’nin idaresi ve kültürel faaliyetlerin düzenlenmesi de görevlerimiz arasındadır. Basın, Yayın ve Halkla İlişkiler Başkanlığımız yasama ve denetim faaliyetlerine yönelik belgelerin, milletvekillerimizin halkla ilişkiler, iletişim ve sekretarya faaliyetlerinde kullandığı materyallerin, İdari Teşkilatımızın faaliyetlerinde kullandığı belgelerin ve TBMM ile ilgili tanıtıcı yayınların baskı hizmetlerini de yerine getirmekte, ayrıca Bilgi Edinme Hakkı Kanunu çerçevesinde gelen başvurularla ilgili çalışmaları gerçekleştirmektedir. Aylık olarak yayımlanan ve Ekim ayında 25. yayın yılını doldurarak 200. sayısına ulaşan Meclis Bülteni’nin yayını da görevlerimiz arasındadır. Önemli bir haber kaynağı olan Meclis Haber portalı da Başkanlığımızın sorumluluğunda bulunmaktadır. Başkanlığınız hangi birimlerden oluşuyor? Bu birimlerde görev yapabilmek için gerekli nitelikler arasında hangileri öne çıkıyor? Az önce detaylı olarak ifade ettiğim görevlerimiz aslen birbiriyle bağlantılı, ancak çok farklı uzmanlıklar gerektiren hizmetleri tanımlıyor. Başkanlığımız, TBMM İdari Teşkilatı’nın yapısı gereğince Bilgi ve Bilişim Hizmetlerinden Sorumlu Genel Sekreter Yardımcılığı’na bağlı olarak çalışıyor. Bir Başkan ve üç Başkan Yardımcısı olarak örgütlenen Başkanlığımız toplam 225 personelden oluşuyor. Başkanlığımızın ana görev alanları; BasınYayın, Basımevi ve Televizyon-Medya faaliyetleri. Bu alanlarda farklı hizmetleri yürüten bürolar bulunuyor. Her büronun görevi bizim için özel önem taşıyor. Ziyaretçi Kabul ve Yönlendirme “Özel Hizmet Bankosu ile engelli vatandaşlarımızın TBMM’ye giriş esnasında beklemelerini önlemeyi, tekerlekli sandalye gibi ihtiyaçlarını karşılayarak kendilerine refakat etmeyi hedefliyoruz. Bankoda yaşlı ve hamileler ile şehit yakınları ve gazilere de öncelikli hizmet veriyoruz.” Bürosu’nda hizmet veren personelimiz halkla ilişkiler ve iletişim konularında yeteneklere sahipken, fotoğrafçılarımız Meclisimizin her anını arşivlerimize en iyi şekilde yansıtmak için çaba gösteriyor. Basımevi’nde görev yapan musahhihlerimiz baskıya girecek her kelimeyi ayrı ayrı okurken, Meclis TV’de görev yapan haber yayın ekiplerimiz Meclisimizin tüm faaliyetlerini en doğru şekilde yansıtmak için çalışıyor. Dolayısıyla her büronun, her birimin farklı özelliklere, farklı yeteneklere sahip çalışanları var. Bu noktada bizleri birleştiren ortak paydayı vurgulamak isterim: Tüm bu hizmetleri yerine getirirken bizler için anahtar kavramlar “Meclis’in itibarını korumak, yükseltmek ve doğru iletişim”. TBMM’de haber ve ziyaretçi hareketliliği hiç bitmiyor. Bu durum Başkanlığınızın faaliyetlerinin önemini katbekat artırıyor. Meclis’teki haber ve ziyaretçi yoğunluğu çalışmalarınıza nasıl yansıyor? Meclisimizi geçtiğimiz yasama yılında 451 bin 752 kişi ziyaret etti. Dünya parlamentolarına baktığımızda, günlük olarak bu kadar ziyaretçi ağırlayan bir başka parlamento yok. Hatta bizim bir günde ağırladığımız ziyaretçi sayısına bazı parlamentolar bir yılda bile ulaşamıyor. Günlük ziyaretçilerimizin yanı sıra vatandaşlarımızın hafta sonu da TBMM yerleşkesini gezebilmeleri amacıyla başlattığımız “Halk Günü” uygulaması da başarıyla devam ediyor. Geçen yasama yılında bu kapsamda 4 bin 191 konuğumuza rehberlik hizmeti verdik, TBMM’nin tarihçesi, bina ve yerleşkesiyle ilgili sunumlar yaptık. Ziyaretçilerimizin önemli bir kısmını çocuklarımız, öğrencilerimiz oluşturuyor. Biz özellikle öğrencilerimizin Meclis’e ve Kurtuluş Savaşı Müzesi’ne gelmelerini çok önemsiyoruz. Geçen yıl rehberlik hizmeti verdiğimiz 91 bin 375 kişiden 83 bin 734’ü öğrenci, 2 bin 81’i yabancı konuk, 5 bin 920’si ise milletvekillerimizin misafiri. Ocak 2015 75 76 Meclis Çalışanları Verdiğim bu rakamlar aslında yoğunluğumuzun ne kadar büyük olduğunu da gösteriyor. Basın, Yayın ve Halkla İlişkiler Başkanlığı olarak tüm ziyaretçi gruplarımıza yönelik stratejiler belirliyor, yeni projeler üretiyoruz. Milletvekili ziyaretçilerinin randevularına en kolay ve hızlı şekilde ulaşmalarını sağlamak amacıyla yeni sistemler devreye sokarken, öğrencilerimize Meclisimizin tarihçesini ve görevlerini anlatmak için broşürler, kitaplar hazırlıyor, yabancı konuklarımıza ülkemizdeki parlamenter demokrasinin tanıtımını yapmak amacıyla sunumlar gerçekleştiriyoruz. Yine engelli ziyaretçilerimize yönelik olarak “Engelsiz Meclis” anlayışı çerçevesinde kolaylaştırıcı hizmetler sunuyoruz. Takdir edersiniz ki tüm bu hizmetler farklı farklı çalışmalar gerektiriyor. Sekiz ayrı dilde yayımladığımız TBMM’yi tanıtım kitapları, İngilizce tanıtım broşürleri, yeni ziyaretçi yaka kartları, görme engellilere yönelik olarak Braille alfabesiyle hazırlanan yaka kartları, yerleşke planı, milletvekili albümü gibi hizmetler hep bu çalışmaların ürünü. Haberlerle ilgili sayısal verilere değinmek gerekirse, geçtiğimiz yasama yılında TBMM, yasama faaliyetleri, komisyonlar, milletvekilleri, TBMM Başkanlığı İdari Teşkilatı ve gündemdeki siyasi haberlerle ilgili yazılı basında toplam 840 bin 999 haber ve makalenin takibi yapıldı ve internet ortamında “Basında Bugün” başlığıyla yer aldı. Çalışmaların bu kadar yoğun bir şekilde “haber” olarak kamuoyuna yansıdığı bir kurum olmak aslında Meclisimizin ne kadar “şeffaf ve hesap verebilir” olduğunun da kanıtı. Yasama ve denetim faaliyetlerinin yayımlanması, tüm milletvekillerimize sunduğumuz medya takip hizmetleri, milletvekillerimizin basın toplantılarının programlanması, Meclis Haber Sitesi ve Meclis Bülteni bizim basın-yayın ve medya faaliyetlerimizin en önemli ayaklarını oluşturuyor. Bu noktada hassasiyetle Ocak 2015 üzerinde durduğumuz konu; tüm bu faaliyetleri yerine getirirken teknolojinin sunduğu yeniliklerden yararlanarak çıkan haberlere en hızlı ve doğru kaynaklardan ulaşmak, milletvekillerimizin medya takiplerini kolaylaştırmak ve Meclisimizin yasama, denetim, temsil ve yönetim faaliyetlerinin kamuoyunda doğru bir şekilde yer almasını sağlamak amacıyla medya mensuplarımıza yardımcı olmaktır. Basın, Yayın ve Halkla İlişkiler Başkanlığı’nda görev yapmanın güzellikleri ve zorluklarına ilişkin değerlendirmeleriniz nelerdir? Görevleri gereği hareketli ve dinamik bir Başkanlık burası. Güne gazetelerde yer alan haberleri inceleyerek, değerlendirerek başlıyorum. Oldukça yoğun mesai gerektiren ve tempolu bir çalışma ortamımız var. Buna karşılık da uyumlu ve çalışkan bir kadroya sahibiz. Bu faktör işlerimizi kolaylaştırıyor elbette. Meclis’e gelen ziyaretçiler ilk önce bizim arkadaşlarımızla muhatap oluyor. TBMM TV, Meclis Haber Portalı, Meclis Bülteni kamuoyunu bilgilendirme görevini yerine getiriyor. Basımevi tüm basılı dokümanları üretiyor. 23 Nisan, 1 Ekim dahil birçok organizasyon gerçekleştiriliyor. Bütün bu faaliyetlerin kusursuz, hatasız, doğru ve Meclis’e yakışır kalitede yapılması gerekli. Bu anlamda titiz çalışma sorumluluğumuz var. Bitirilen her faaliyet, tamamlanan her proje ve verdiğimiz hizmetin başarılı olması; milletvekillerimizin, Meclis yönetiminin, ziyaretçilerimizin ve kamuoyunun memnuniyeti… Başkanlığımızda görev yapmanın güzelliği işte burada ortaya çıkıyor. Gazeteciler TBMM gündemini yakından takip ediyor, adeta Meclis’te kuş uçsa haber oluyor. Başkanlığınız ile basın mensupları arasında nasıl bir iletişim bulunuyor? Basın, Yayın ve Halkla İlişkiler Başkanlığı olarak basın mensuplarının parlamentodaki faaliyetlerini etkin bir şekilde sürdürebilmeleri için basınla ilgili tüm konularda organizasyon ve bilgilendirme aşamalarını gerçekleştiriyoruz. Başkanlığımız tarafından Meclis’te görev yapan basın mensuplarına her yıl yenilenmek üzere parlamento giriş kartları ve araç giriş kartları veriliyor. Meclis Çalışanları Aralık ayı başında hizmete açtığınız Özel Hizmet Bankosu’nun başta engelli vatandaşlar olmak üzere TBMM ziyaretçilerine sağlayacağı kolaylıklarla ilgili değerlendirmelerinizi öğrenebilir miyiz? 4 Aralık 2014 tarihinde, Dünya Engelliler Günü’nün hemen ertesinde bankomuzun açılışını yaptık. Öncelikle Özel Hizmet Bankosu hakkında kısa bir bilgi vereyim: Bu banko “Engelsiz Meclis” anlayışı çerçevesinde TBMM Ziyaretçi Kabul Binası girişinde oluşturuldu ve Birleşmiş Milletler’in Engelli Hakları Sözleşmesi’nde yer alan evrensel tasarım ilkesine uygun olarak hazırlandı. Kamu kurum ve kuruluşları arasında bir ilk olma özelliği taşımaktadır, bundan dolayı da ayrıca mutluyuz. Biz bu banko ile engelli vatandaşlarımızın TBMM’ye giriş esnasında uzun kuyruk sıralarında beklemelerini önlemeyi, görme engelli vatandaşlarımıza refakat etmeyi ve onları doğru bir şekilde yönlendirmeyi, fiziksel engelli vatandaşlarımıza ihtiyaçları doğrultusunda tekerlekli sandalye sağlamayı ve yine kendilerine refakat etmeyi hedefliyoruz. Görme engelli vatandaşlarımız için ziyaretçi yaka kartlarını ve Meclis tanıtım kitapçıklarını Braille alfabesiyle yazdık ve bu hizmeti bankoda kendilerine sunmaktayız. Özel Hizmet Bankosu’nda yaşlı ve hamile ziyaretçilerimize de öncelikli hizmet sunabilmeyi amaçlıyoruz. Tüm bunların yanı sıra şehit yakınlarına ve gazilere de söz konusu bankoda özel hizmet veriyoruz. Basın, Yayın ve Halkla İlişkiler Başkanlığı’nın çeşitli yayınları bulunuyor. Çocukların da unutulmadığı bu yayınlarla ilgili bilgi verebilir misiniz? Bu yıl TBMM’de ilk kez www.tbmmcocuk.gov.tr adresinden ulaşılan TBMM Çocuk portalını oluşturduk. Bu portalda Ali ve Ayşe adında iki küçük kahramanımız var. Bu kahramanların serüvenlerini 23 Nisan 2014 tarihinde başlattık. İlk olarak Ali ve Ayşe’nin Meclis’i gezerek TBMM’deki çalışmaların nasıl yapıldığını anlattıkları Ali ve Ayşe ile Meclis’i Tanıyalım kitabını yayımladık. Ali ile Ayşe’nin bu hikayesini, çizgi film olarak da TBMM Çocuk internet sitemize koyduk. Bu siteyi yaş gruplarına göre düzenledik; her yaş grubuna göre oyun, kitap, fotoğraflar, çizgi filmler ve sanal turlara yer verdik. Örneğin masal kahramanı Keloğlan Meclis’i, milletvekilinin nasıl seçildiğini, komisyonlar ve Genel Kurul’un nasıl çalıştığını, kanunların nasıl yapıldığını çizgi film olarak anlatıyor. Yine bu yıl 23 Nisan’a özel bir çocuk kitabı daha hazırladık. Büyük Beyaz Bulut isimli bu kitabı da 23 Nisan haftasında TBMM’yi ziyaret eden ilköğretim okulu öğrencilerine dağıttık. Büyük Beyaz Bulut’ta kuruluşundan günümüze Meclis’in anlatıldığı eğlenceli ve bilgilendirici bir hikaye yer alıyor. Bu iki kitabı Meclisimizi ziyaret eden öğrenci gruplarına hediye etmeye devam ediyoruz. Görevinizi yerine getirirken unutamadığınız bir anı bizimle paylaşabilir misiniz? Meclis Halkla İlişkiler Binası’nın inşaatı devam ederken inşaat firmasında işe gireli henüz on gün olmuş bir işçi, sabah işe gelirken metro için açılan galerinin çökmesi sonucu feci şekilde hayatını kaybetti. Kadir Sevim adındaki işçinin ailesinin dramı da gazetelerde yer aldı. Bunun üzerine Meclis Başkanımız ve Genel Sekreterimizin desteği ile çalışanlar arasında bir yardım kampanyası başlattık. Yoğun bir katılım oldu. Genel Sekreterimiz Dr. İrfan Neziroğlu ve birkaç arkadaşımızla birlikte Sincan’ın uzak bir mahallesindeki evlerine gittik. Ordu’dan birkaç ay önce Ankara’ya gelen ve iki çocuklu tertemiz bir aile ile karşılaştık. Sohbet esnasında 20 bin TL borçlarının olduğunu öğrendik. Bizim yardım kampanyasından topladığımız rakam ise 20 bin 500 TL idi ve vereceğimiz çek borçlarının tümünü karşılıyordu. Hepimizi derinden duygulandıran bu olay, aynı zamanda son derece mutlu da etmişti. Ocak 2015 77 I S E N H A S H I R A T 1 Ocak 2009 - Türk Lirası yeni- 7 Ocak 1904 - Mors den tedavüle girdi. 31 Ocak 2004 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan kanunla para birimi 1 Ocak 2005’ten itibaren Yeni Türk Lirası ve Yeni Kuruş olarak belirlenmişti. Alfabesi’nde acil durum sinyali olan “CQD” kabul edildi. Bu kod, yerini yaklaşık üç yıl sonra “SOS”ye bıraktı. 2 Ocak 1935 - Soyadı Kanunu yürürlüğe girdi. 1 2 4 5 6 7 Ocak 2015 9 10 10 Ocak 1900 - Pehlivan 1 Ocak 1901 - 1700’lü yılların sonunda İngilizlerin, takip eden yüzyılda diğer Avrupalıların göçüyle kıtada Avrupalı nüfusun artmasının ardından Avustralya Kraliyet Devleti kuruldu. Britanya Krallığı yönetimindeki yeni devletin ilk başkanı Edmund Barton’dı. 8 5 Ocak 1987 - Çernobil Nükleer Santrali’nde meydana gelen patlama nedeniyle yayılan radyasyonun Karadeniz Bölgesi’ne ulaşmasının ardından yaklaşık 60 bin ton çay toprağa gömülerek imha edildi. Kara Ahmed, Paris’te düzenlenen güreş şampiyonasında dünya şampiyonu olmuş güreşçilerle yaptığı müsabakaları art arda kazanarak “Şampiyonlar Şampiyonu” unvanı aldı. Kara Ahmed’in bu başarısı, Sultan II. Abdülhamid tarafından da devlet nişanıyla ödüllendirildi. 21 Ocak 2012 - Dünyada yüzün tamamının nakledildiği ilk başarılı yüz nakli Antalya Akdeniz Üniversitesi doktorları tarafından gerçekleştirildi. 13 Ocak 1785 - Dünya siyasetinin nabzını tutan ve uluslararası politikada kamuoyu oluşturmada büyük rol oynayan The Times gazetesi, Daily Universal Register adıyla yayın hayatına başladı. 11 12 13 15 17 21 25 25 27 31 31 Ocak 1876 - Amerika Birleşik Devletleri, Amerikalı yerliler olan Kızılderililerin kendilerine ayrılmış özel bölgelerde yaşamasını zorunlu kıldı. 13 Ocak 2012 - Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanı Rauf Denktaş vefat etti. 17 Ocak 1875 - Galata ile Beyoğlu arasında Tünel metrosu (füniküler) hizmete girdi. 1863’te Londra’da açılandan sonra dünyanın ikinci en eski yeraltı toplu taşıma sistemi olan Tünel’in uzunluğu 573 metre ve hâlâ kullanılıyor. Ocak 2015 80 Tellere şarkı söyleten 7 L Mors Alfabesi Ocak 1904 eonardo da Vinci’nin aslında bir mucitken ressam olarak anılması gibi, ressam olduğu halde tarihe adını mucit olarak yazdıranlar da varmış demek ki. Gerçi Da Vinci yazar, matematikçi, anatomist, botanikçi, müzisyen, mimar, mühendis veya astronom olarak da anılabiliyor yerine göre. Başlıkta Mors Alfabesi var, yazı da Da Vinci’yle başlıyor, ancak bu alfabeyi bulan kişi o değil; Amerikalı ressam Samuel Morse. İcatlara genellikle Avrupa’dan aşinayızdır ya, 18 ve 19. yüzyıllarda bir Amerikalının mucit olması kimseyi şaşırtmasın. Ocak 2015 Pınar Ünsal Bu öyle bir icat ki özellikle I. Dünya Savaşı sırasında kritik bir rol oynamış. Burada telgrafın Fransız mucidi Claude Chappe’ın da adını saygıyla anmalı. Chappe, büyük keşfini 1792 yılında yapıyor ve adına telgraf diyor. Telgraf sistemine göre tepelere kuleler kuruluyor ve bir ağ oluşturuluyor, her kulenin üzerinde kırk dokuz değişik konuma ayarlanabilen iki uzun kola sahip bir makine bulunuyor. Bu kırk dokuz konumun her biri, bir harf veya rakamı karşılıyor. Yaklaşık iki yüz yıl önce iletişim kurabilmenin bu kadar zor olduğunu ve bu uğurda büyük çabalar sarf edildiğini günümüz şartlarında tahayyül etmek oldukça güç. Ancak telgraf o dönemin en başarılı ve insanlığa faydalı icatlarından biriydi. 1830 yılında, elektromanyetizma alanında çalışmalar yapan Amerikalı Joseph Henry, elektrik akımını teller vasıtasıyla uzaklara taşıyarak elektromıknatısa bağlı bir zili çalıştırdı. Bu deneyin ardından elektromıknatısla ilgili hem Avrupa’da hem de Amerika’da pek çok çalışma gerçek leştirildi. Bu çalışmalardan biri de yalnızca resimle değil, fizik ve matematikle de ilgilenen Samuel Morse’un 1835 yılında yaptığı elektrikli telgraftı; buluş yüzyıla damgasını 81 Telgrafın icat edildiği dönemde çok büyük ihtimal kimse onu hal hatır sormak için kullanmıyordu. Özellikle savaşlarda önemli bir iletişim aracı olan telgrafta en çok iletilen mesaj hiç şüphesiz acil durum sinyalleriydi. vurdu. Morse’un telgrafında bulunan elektromıktanıs başlı kalem, gelen iletileri bir kağıt üzerine zigzaglar çizerek gösteriyordu. Yanlış deşifrelere de neden olabilen sistem, yine Morse tarafından geliştirilerek nokta ve çizgilerden oluşan bir kodlama sistemine dönüştürüldü. Bugün dünyanın en ünlü müzelerinde tabloları sergilense de Morse’un ressamlığını pek az kişi bilir. Uluslararası bir kodlama sistemi kabul edilen ve uzakları yakın eden Mors Alfabesi’ni ise tüm dünya. Haber uçurur, kanatları yok Mors Alfabesi geliştirildiği 1835 yılının ardından tüm dünyada hızla yayıldı. Ameri ka Birleşi k Devlet leri’nde o y ı l larda Kızılderililer kendilerine ait topraklarda, gelenek ve göreneklerine göre, istedikleri gibi yaşayabiliyorlardı. Her yere dikilen, bazen köylerinin ortasından geçen telgraf direkleri herkes gibi Kızılderilileri de şaşırtıyordu. Direkler arasına gerilen teller ise rüzgar estikçe kulağa hoş gelen sesler çıkarıyordu. Kızılderililer bu icada “şarkı söyleyen tel” adını taktı. Tellere şarkı söyleten rüzgar belki; ancak o şarkının sözleri Mors Alfabesi ile anlaşılır oluyor. Noktalar ve kısa çizgiler yan yana gelerek kelimeler ve cümleler oluşturuyor. İlk kez Washington ve Baltimore arasına çekilmiş telgraf telleri İncil’den bir cümleyi taşımış örneğin; “Tanrı neler yaptı?” Telgrafın icat edildiği dönemde çok büyük ihtimal kimse onu hal hatır sormak için kullanmıyordu. Özellikle savaşlarda önemli bir iletişim aracı olan telgrafta en çok iletilen mesaj hiç şüphesiz acil durum sinyalleriydi. 7 Ocak 1904 tarihinde kullanılmaya başlaya n “CQD” kodu k imi lerine göre “Come Quickly, Danger” (Çabuk Gelin, Tehlike) anlamına geliyordu. Bu kod yaklaşık üç yıl sonra “SOS” ile değiştirildi. Rivayete göre o da “Save Our Souls” (Ruhlarımızı Kurtarın) anlamı taşıyordu. Telgrafın tarihçesini iyi bilen araştırmacılar ise bu kodların herhangi bir şeyin kısaltması olmadığını, bu akronimlere sözcükleri insanların yakıştırdığını söyler. Yaşadığımız yüzyıl gereği telgraf çok az kullanılan iletişim araçlarından biri. Bazı hayalperestler, bir gün dünyamız uzaylılar tarafından işgal edildiğinde bütün iletişim araçlarını onların istila edeceğini, insanların yalnızca telgraf kullanabileceğini ve bu aletin yeniden önem kazanacağını iddia ediyor. Onu uzaylılar dünyamızı ele geçirdiğinde konuşuruz. Bugün SOS denilince benim aklıma Arizona sıcağında, bir taşın serin gölgesinde şekerleme yapan Red Kit geliyor. Daha doğrusu, yalnız kovboyu nasıl olup da her seferinde çölün ortasında bulabildiğini anlayamadığımız haberci çocuğun mesajı: “Daltonlar eyalet hapishanesinden kaçtı STOP Acil yardımınız gerekiyor STOP”. Ocak 2015 82 Uykudan önceki son kahkaha Yüz yaşına basan Türk Sineması’nın en güzel kadınları arasında sayılmıyor adı gazetelerde, dergilerde. Kim demiş? Saçlarını savurmadı diye rüzgara, gözlerini süzmedi, ceylan gibi sekmedi diye boyundan büyük rollerin kraliçesi olduğunu inkar mı edelim? Bir de en güzel gülen, en çok güldüreni olduğunu… Pınar Ünsal Ocak 2015 83 B abasını mı övmeli kızını mı? Türk Tiyatrosu için oldukça önemli olan “Naşit”lerden söz edilecekse, Naşit Bey’i anmadan geçmemek gerek. Sergilediği başarılı oyunculukla dönemine, tulûat sanatına getirdiği yeniliklerle Türk Tiyatrosu’na damgasını vuran Naşit Bey, sarayda dahi tiyatro oyunu sergilemiş, Osmanlı döneminin ünlü oyuncularından biri. Hatta “Abdülhamid’i güldüren adam” olarak anıldığı rivayet edilir. Naşit Bey’e kadar güldürüler, bilindik tekerlemeler ve müstehcen esprilerden öteye geçmezken o oyunculuk sanatına ince mizahı ekleyerek, tulûatı kendi anlayışıyla bir disiplin içine sokarak ve onu farklı bir yere taşıyarak bir halk komedyeni olmayı başarmış. Bazı meslek grupları, farz-ı misal ticaretle uğraşanlar veya doktorlar, çocuklarının mesleği devam ettirmesini isterken her nedense tiyatrocular bunu pek hoş görmez. Ne hikmetse, tiyatrocu ailelerin de çocukları bu camiaya ucundan kıyısından bulaşıyor bir şekilde. Ancak Naşit Bey’in ailesinde durum böyle olmamış. Aynı tiyatroda görev alan kantocu eşi Amelya ile birlikte ço- Sinema ve sonrasında televizyonun en sevilen isimlerinden Adile Naşit aslen bir tiyatrocu. Hem de ilk defa bir buçuk yaşındayken sahneye çıkmış. cuklarının tiyatro sevgisine karşı koymamışlar. Bizler babası Naşit Bey’le pek tanışık değiliz yaşadığımız yüzyıl gereği; ancak kızını iyi biliriz. Hem de onu meşhur tuluât ustası Komik-i Şehir Naşit’in kızı olarak değil, Adile Naşit olarak biliriz. Bebekken sahne tozu yutmak Hafize Ana olmasaydı Türk Sineması yine olurdu, ama tadı başka… Keza 1980’lerin Masalcı Teyze’si olmasaydı da televizyon için geçerli aynı şey. Sinema ve sonrasında televizyonun en sevilen isimlerinden Adile Naşit aslen bir tiyatrocu. Hem de ilk defa bir buçuk yaşındayken sahneye çıkmış. O yaşında yeteneğini sergileyebileceği bir durum söz konusu olamazdı mutlaka; babasının kucağında çıkmış seyirci önüne, ancak sahne tozunu yutmuş bir kere. Adile Naşit, “Beni meslek sahibi yapan, tiyatrocu, oyuncu yetiştiren babama minnet borçluyum” diyor. Anlattığına göre tiyatroya âşık babası, Adile Naşit henüz 5-6 yaşlarında bir Ocak 2015 84 çocukken ondan kendi taklidini yapmasını istermiş. Taklidin başarısı karşısında da kahkahalarla gülermiş. “Benim ilk tiyatroculuğum babamı taklit ederek başladı. Daha sonra tiyatro oyuncusu olmak istediğimde babamdan her zaman destek gördüm” şeklinde anlatıyor oyunculuk hayatına atılmasını. Taklit başarısı, gözlem yeteneği ve sevimliliği de onun küçük yaşlarda tiyatroya başlamasında etkili olmuş. Önce İstanbul Şehir Tiyatroları Çocuk Tiyatrosu, ardından Muammer Karaca Tiyatrosu’nda oyunculuk yapan Adile Naşit, bir zaman sonra dönemin komedi tiyatrosunun vazgeçilmez oyuncuları Muammer Karaca ve Vahi Öz ile birlikte kurdukları tiyatro topluluğu için çalışmaya başlamış. 1960 yılında ise eşi Ziya Keskiner ve kardeşi Selim Naşit Özcan ile Naşit Tiyatrosu’nu kurmuş. Bu tiyatronun dağılmasının ardından, 1963-1975 yılları arasında Gönül Ülkü-Gazanfer Özcan Tiyatrosu’nda oyunculuğunu sürdürmüş. Türk izleyicinin sinema vesilesiyle tanıştığı Adile Naşit ilk filmi “Yara”yı 1947 yılında çekmiş. Ancak görülüyor ki Naşit’in sinemaya geçişi bu yıllarda olmuyor, zira 1975’e kadar tiyatro oyunculuğunu sürdürüyor. Biz de 40’lı, 50’li yıllarda onun filmlerine pek rastlamıyoruz. 1960 darbesinin tiyatroya yaptığı vurgundan olsa gerek, o yıllardan sonra değerli pek çok oyuncu gibi sinemaya ağırlık veriyor. Sahnede komik roller üstlenen Adile Naşit, sette dram da oynuyor. Herkesin Hafize Ana’sı Adile Naşit, belki fiziksel özellikleri gereği belki kendi öyle istediği için çoğunlukla komedi filmlerinde rol almış. Öyle ki hiçbir filminin sonunda ölmemiş mesela; oyunculardan birinin rol gereği hayatını kaybettiği bir filmi bile yok neredeyse. Onun rol aldığı aile komedileri ile “Hababam Sınıfı” serisi hâlâ büyük bir keyifle izleniyor; filmdeki çoğu replik ezbere biliniyor. Ocak 2015 85 Adile Naşit, 1960 darbesinin tiyatroya yaptığı vurgundan olsa gerek, o yıllardan sonra değerli pek çok oyuncu gibi sinemaya ağırlık veriyor. Sahnede komik roller üstlenen sanatçı, sette dram da oynuyor. Tiyatro bu, bir yüzü ağlıyor, diğeri gülüyor. Türk seyircisini yıllarca kahkahalara boğan Adile Naşit’in gerçek hayatında, yıllar yılı kan ağladığını kim biliyordu? Hatta belki bir çocuk sahibi olduğu bile bilinmiyordu. 1966 yılında bir gazete “Büyük Naşit’in Küçük Torunu Ölmeyecek” başlığını attığında, Adile Naşit’i sinemada görmeye de alışkın değildi Türk izleyici. Komik-i Şehir Naşit Bey, Türk Tiyatrosu için o denli önemliydi ki gazeteler ölümünün ardından yirmi yıl geçse dahi onun torunuyla ilgili haber yapmıştı. Habere göre kalp hastası Ahmet Naşit Keskiner’in Amerika’da ameliyat olması için o zamanın parasıyla yüz bin lira gerekiyordu. Adile Naşit ve eşi Ziya Keskiner varını-yoğunu da satsa bu parayı toparlaması mümkün değildi. İstanbul’da bulunan tiyatrolar bir günlük gelirlerini Naşit Bey’in torununa armağan ettiler. Geceyarısı tiyatroları ile gazetelerin başlattığı kampanyalarla para denkleştirildi ve küçük Ahmet Amerika’ya yolcu edildi. Ameliyatın başarılı geçtiği söylenmişti, ancak Ahmet Naşit Keskiner 15 yaşında hayata veda etti. Bu ölüm Adile Naşit’i derinden etkiledi mutlaka; “Çocuğunu kaybeden bir anne için her gün ilk gündür, bu ıstırap ihtiyarlamaz” dediği gibi Victor Hugo’nun. O tarihten sonra tiyatroya daha da yoğunlaşan, sinema güldürülerine de ağırlık veren Adile Naşit seyirciyi kahkahalara boğdu, unutulmaz filmlere imzasını attı; sahne ve setlerde acısı kadar komikti. Sadece Hababam’ın değil hepimizin Hafize Ana’sıydı, turşu muhabbetinin geçtiği sofralarda adı anılır, “Bağa girdim bağ budanmış” ile başlayan türküde “Tosun Paşa”nın hamam sahnesi akıllara gelir oldu. 1970’li yıllarda çekilen aile ve komedi filmlerinin, özellikle “Ah Nerede”, “Süt Kardeşler”, “Hababam Sınıfı”, “Neşeli Günler” filmlerinin, aradan geçen yaklaşık kırk yıla rağmen her seferinde keyifle izlenme nedenlerinden biridir Adile Naşit. Ve biliyoruz ki sirke konulmamış turşu pek bir şeye benzemez. Ocak 2015 Erbay Kücet M edeniyetimiz, değerlerimiz ve siyasi konular üzerine yaptığımız tartışmalarda fikir hayatımız ve dilimizi bu tartışmaların odak noktasına koyduğumuz çok olmaktadır. Çünkü dilin düşünceyle olan ilişkisi insanın ailesiyle olan ilişkisi gibidir. Bir başka ifadeyle “Fert bir aile ocağında hayatını sürdürürken oradan aldığı değerler ile şahsiyetini kazanır”. İşte, dil de düşüncenin toplumun değeri olmasını sağlayan bir araçtır. Bu nedenle düşünce farklılıkları konuşulan dile de tesir eder. Dilin yaşayan bir varlık olduğunu söyleyenleri ve bugüne kadar dil konusunda yapılan tartışmaları da bir kenara atmamak gerekmektedir. Bir dile ait kelimelerin anlamlarını iyi bilmeliyiz ki konuşmalarımız ve yazılarımız önem kazansın. Anlamlarını bilmediğimiz kelimelerin karşılığını bulabileceğimiz tek araç güvenilir bir sözlüktür. Türkiye’de son yıllarda yapılan konuşmaları şöyle bir yokladığımızda çoğunun kısıtlı kelimelerle meramını ifade etmeye çalıştığını görürüz. Hatta yeni nesil, sosyal medyada bildiği kelimeleri de kısaltarak iletişim kurmaktadır. Sokak röportajlarında “Kelime hazneniz nasıl?” diye bir soru sorulmaya kalksa birçok insanın “Benim hazinem falan yok, o da nereden çıktı?” diyerek tepki göstereceğine eminim. Tarih sürecinde değişen birçok Türkçe kelimeyi bugün anlamıyoruz. Bu nedenle okuyan herkesin sözlüğe ihtiyacı olduğuna inanıyorum. Sadece okuduğumuz kitaplarda karşılaştığımız bilmediğimiz kelimeler için değil, konuşmalarımızda geçen kelimeler için de gerekli olan sözlükler başucu kitaplarımız olmalıdır. “Daha güzel konuşmak, okuduğumu veya söyleneni daha iyi anlamak için ne yapmalıyım” diye sorarsanız en kısa sürede bir sözlük temin ederek işe başlayabileceğinizi söylemek isterim. Piyasada pek çok güvenilir sözlük bulunuyor. Cumhuriyetin ilk yıllarında dahi, sayıları sınırlı olmakla beraber, basılmış sözlükler var. Hayat Yayınevi’nin Büyük Türk Sözlüğü, Kemal Demiray’ın Temel Türkçe Sözlük’ü, Türk Dil Kurumu’nun komisyon marifetiyle gerçekleştirdiği iki ciltlik Türkçe Sözlük’ü, Ferit Devellioğlu’nun Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat’ı, Mustafa Nihat Özön’ün OsmanlıcaTürkçe Sözlük’ü aklıma gelenlerdir. Ocak 2015 87 “Sözlük en temel müracaat kitabıdır. Kitaba olan alaka zayıf ladıkça, sözlüğe olan ilgi de azalmaktadır. Zengin bir dille konuşur ve yazarsanız sözlüğe ihtiyacınız olur. Çünkü o zaman hafızanızla yetinmeniz mümkün olmaz. Sözlüğe sadece bilmediğiniz kelimeler için değil, bildiğiniz kelimeler için de bakmak ihtiyacını hissedersiniz. Çünkü bildiğiniz kelimelerin de bilmediğiniz anlamları olabilir. Eskiden ilköğretimde manzum sözlükler ezberletilirmiş. Bunların yabancı dil öğretmek için olanları da varmış. Bu sözlük alışkanlığı kazanmak ve bel li bir keli me ha znesi ne küçü k yaşlarda sahip olmak için güzel bir başlangıçmış aslında” diyerek sözlük konusunu ülke gündemine getirdiğine inandığım D. Mehmet Doğan’ı ayrıca değerlendirmek istiyorum. Onun hazırladığı ve bugün yeni ilavelerle yüz on binin üzerinde kelime, deyim-terkip, kalıp söz ihtivasıyla oluşan Doğan Büyük Türkçe Sözlük, sahasında özgün bir eserdir. Bir dilin bütün veya belli bir çağda kullanılmış sözcük ve deyimlerinin a lfabet i k sıraya göre ta nı m la r ı nı veren, açı k laya n ya da ba şk a bi r dildeki karşılığını veren sözlüklere aynı zamanda “lügat” veya “kamus” Dili doğru ve yanlışsız konuşup yazmak isteyenlerin, kelimelerin anlamlarını veya hangi anlamda kullanıldıklarını öğrenmek amacıyla başvurdukları sözlükler aynı zamanda yazıldıkları dilin de aynasıdır. denilmektedir. Bir dilin kelime hazinesini çeşitli bakış açılarından düzenleyen ve açıklayan sözlüklerin en önemli özelliği temel başvurma kitapları arasında yer almalarıdır. Dili doğru ve yanlışsız konuşup yazmak isteyenlerin, kelimelerin anlamlarını veya hangi anlamda kullanıldıklarını öğrenmek amacıyla başvurdukları sözlükler aynı zamanda yazıldıkları dilin de aynasıdır. Tarihteki ilk sözlüğün kim tarafından, hangi yüzyılda hazırlandığı, hangi dili konu edindiği konusunda kesin bilgi olmamakla birlikte, coğrafyamızdaki ilk sözlüğün Divanü Lûgat-it Türk (1072-1074) olduğu bilinmektedir. Türkçenin ilk dilbilimcisi olarak tarihe geçmiş olan Kaşgarlı Mahmud’un bu dilin farklı lehçelerini öğrenerek Türk boylarının kültürlerini tanımasının, sözlü edebiyatlarını öğrenmeye başlamasının, bir etnograf gibi Türk kavimleriyle ilgili malzeme toplamasının ardından Arapça yazdığı Divanü Lûgat-it Türk ile tanışmamız 1914 yılında, İstanbul’da bir sahafta olmuştur. Divanü Lûgat-it Türk’ün bulunma hikayesi oldukça ilginçtir. Rivayete göre, Meşrutiyet’in ilk yıllarında eski maliye nazırlarından Nazif Paşa’nın akrabası bir kadın elyazması kitabı sahaflar çarşısında sahaf Burhan Efendi’ye satar. Burhan Efendi kitabı Maarif Nezareti’ne götürür, ancak Nezaret istenilen parayı çok bularak kitabı satın almaz. Ali Emiri Efendi adında bir zat elyazmasını inceler incelemez istenilen 30 altın lirayı öder ve kitabın sahibi olur, üstelik zarar görmemesi için kimselere göstermez. Ancak Ali Emiri Efendi’nin saadeti uzun sürmez. Sadrazam Talat Paşa’nın çabalarıyla elyazması kitap Maarif Nezareti’ne devredilir ve böylelikle “ilk Türkçe sözlük” toplumda önemli bir yere kavuşur. Kitabın dünyadaki tek nüshası Millet Yazma Eser Kütüphanesi’nde muhafaza edilmektedir. Ocak 2015 Kitap Türkiye’nin Sanayileşme Serüveni Sanayicilik Anılarım ve Sanayiciliğin Tarihçesi Doç. Dr. Kahraman Emmioğlu Elips Kitap Ankara, 2013 350 s. Âşık Edebiyatı Araştırmaları Prof. Dr. Saim Sakaoğlu Kömen Yayınları İstanbul, 2014 704 s. Modern Siyasal Düşüncenin Temelleri Quentin Skinner Çeviri: Barış Yıldırım, Eren Buğlalılar Phoenix Yayınevi İstanbul, 2014 304 s. Ocak 2015 TBMM 20. Dönem Gaziantep Milletvekili Kahraman Emmioğlu’nun kaleme aldığı Türkiye’nin Sanayileşme Serüveni-Sanayicilik Anılarım ve Sanayiciliğin Tarihçesi, akıcı bir üslupla Türkiye’nin sanayileşme öyküsünü anlatıyor. Avrupa’nın sanayileşme sürecini, Osmanlı’nın ve Türkiye Cumhuriyeti’nin sanayileşme konusundaki gayretlerini dönemler halinde ve rakamsal veriler eşliğinde sunan Emmioğlu, anlatımını anılarla da zenginleştiriyor. Devlet Planlama Teşkilatı, Sanayi Bakanlığı, TEMSAN, TÜPRAŞ gibi önemli kurum ve kuruluşlarda üstlendiği görevlerde ve kendi işyerinde edindiği bilgi ve tecrübeler ışığında dikkat çekici bir çalışma ortaya koyan Emmioğlu, Türkiye’nin 2010 yılına kadarki sanayileşme gayretlerini ve bu alandaki seyri kitabına aktarıyor. TÜRK halk bilimi üzerine çalışan akademisyenlerden biri olan Prof. Dr. Saim Sakaoğlu, bu alanda verdiği eserlere bir yenisini ekliyor. Âşık Edebiyatı Araştırmaları, Sakaoğlu’nun on bir yaşındayken tanıştığı âşık edebiyatının detaylı bir incelemesini sunuyor. Daha önce de Ercişli Emrah ve Karacaoğlan üzerine kitaplar yayımlayan Prof. Dr. Saim Sakaoğlu, son kitabıyla Anadolu kültürünün en kıymetli unsurlarından birine ışık tutuyor. QUENTIN Skinner’ın ilk olarak 1978 yılında yayımlanan ve siyasi düşünce tarihinin temel taşları arasında yer aldığı kabul edilen eseri Modern Siyasal Düşüncenin Temelleri, siyasi ideolojileri tarihsel bir gelişim çizgisi üzerinden takip eden kapsamlı bir analiz içeriyor. Eseri benzerlerinden ayıran en önemli özelliği ise siyasi düşüncenin yalnızca meşhur isimleri üzerinde değil, bu isimlerin daha az tanınan çağdaşları üzerinde de durması ve böylece bu düşünce insanlarını tarihsel ve sosyal bir boyuta yerleştirmesi. Skinner’ın eseri hem siyasi düşüncenin meraklıları hem de alanın profesyonelleri için rehber niteliğinde. Kitap İKI Gözüm Galibem-Malta Sürgününden Mektuplar, I. Dünya Savaşı’ndan sonra Osmanlı Devleti ile İtilaf Devletleri arasında imzalanan ve başkent İstanbul’u bir nevi işgal alanına çeviren Mondros Mütarekesi’nin ardından tutuklanan birçok asker, aydın ve sivil arasında yer alan Fethi Okyar’ın sürgün günleri mektuplarının bir derlemesi niteliğinde. 21 Kasım 1924’ten 6 Mart 1925’e kadar Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığı yapan Okyar’ın eşiyle yazışmalarını içeren kitap, aile özleminin ötesinde eski başbakanın yaklaşık üç senelik sürgün hayatının günlük rutinlerini, bu süredeki duygu ve düşüncelerini de yansıtıyor. İki Gözüm Galibem Malta Sürgününden Mektuplar Fethi Okyar İş Bankası Kültür Yayınları İstanbul, 2014 272 s. TARIHÎ Kentler Birliği Kurucu Başkanı ve Bursa Büyükşehir Belediyesi eski Başkanı Erdoğan Bilenser tarafından hazırlanan Prusia’dan Bursa’ya-8500 Yıldır Üreten Kent, yerleşim tarihi MÖ 6500’lere kadar uzanan Bursa’nın yüzyıllar boyunca kaybetmediği ticari önemi ve bu önemin ekonomik etkilerini inceliyor. Birçok akademisyenin katkısıyla, bireysel ve kurumsal arşivlere başvurularak hazırlanan kitap, içindeki görsel malzemeyle de okuyucunun ilgisini çekiyor. Prusia’dan Bursa’ya ALANLARINDA uzman iki akademisyen Mesut Uyar Osmanlı Askeri Tarihi ve Edward J. Erickson’ı bir araya getiren Osmanlı Askeri Tarihi, Osmanlı Devleti’nin kuruluş döneminden başlayarak I. Dünya Savaşı’nın sonuna kadarki askerî tarihinin detaylı bir araştırması niteliğinde. Yazarların “dünyanın ilk askerî kurumu” olarak niteledikleri Osmanlı ordusunun gelişim çizgisini bütün hatlarıyla inceleyen kitap, yalnızca savaş teknolojisi veya askerî tarih odaklı bir araştırma sunmakla kalmıyor, ordu içindeki sosyal dinamikleri de gözler önüne seriyor. 8500 Yıldır Üreten Kent Erdoğan Bilenser Yapı Kredi Yayınları İstanbul, 2014 384 s. Mesut Uyar, Edward J. Erickson İş Bankası Kültür Yayınları İstanbul, 2014 673 s. Ocak 2015 Müzik Bach: The Complete English Suites Murray Perahia Sony Müzik Doğumunun 120. Yılında Yeniden Aşık Veysel Aşık Veysel Dokuz Sekiz Müzik Tell ‘Em I’m Gone Yusuf İslam Sony Müzik Ocak 2015 AMERIKALI konser piyanisti ve orkestra şefi Murray Perahia, Bach: The Complete English Suites’te ünlü Alman besteci Johann Sebastian Bach’ın 1715 senesinde yazdığı düşünülen “İngiliz Süitleri”ni yorumluyor. Bach’ın yanı sıra Chopin ve Mozart’a da büyük hayranlık duyduğunu dile getiren “Sir” unvanlı ve Grammy Ödüllü Murray Perahia, kendine has yorumu ve abartısız vurgularıyla dünyanın en önemli müzisyenleri arasında gösteriliyor. Bach: The Complete English Suites, aynı zamanda altı süite dair Almanca, Fransızca ve İngilizce açıklamalar bulunduran bir de kitapçık içeriyor. BU toprakların yetiştirdiği en kıymetli sanatçılar- dan olan ünlü halk ozanı Âşık Veysel Şatıroğlu’nun eserleri, doğumunun 120’nci senesinde orijinaline sadık kalan düzenlemelerle dinleyiciyle buluşuyor. İzzet Öz’ün prodüktörlüğünde hazırlanan albüm, Âşık Veysel’in kendi sesinden yaptığı bir konuşmayla açılıyor. Ardından “Bülbül Ne Ötersin Dertli Dertli”, “Uzun İnce Bir Yoldayım”, “Kara Toprak”, “Dostlar Beni Hatırlasın”, “Ömür Kervanı” gibi unutulmaz eserlerle devam ediyor. Büyük ozanın sesinin ve sazının özüne dokunulmadan hazırlanan albümün kartonetinde ise ünlü fotoğrafçı Ara Güler’in çalışmaları yer alıyor. KARIYERINE 1960’lar İngiltere’sinde bir folk müzisyeni olarak başlayan, 1970’lerde ise dünya çapında ün elde eden Cat Stevens, veya sonradan seçtiği ismiyle Yusuf İslam, Tell ‘Em I’m Gone ile beş yıl aradan sonra dinleyiciyle buluşuyor. Albümde “I Was Raised in Babylon”, “Gold Digger”, “Doors” gibi parçaların yanı sıra beş adet de cover çalışması yer alıyor. Yusuf İslam, Rolling Stones, The Daily Telegraph gibi prestijli basın organlarından yüksek puan alan albümün yayımlanmasının ardından 1976 senesinden beri ilk defa bir Kuzey Amerika turnesine çıktı. Film Özgürlük Dansı Jimmy’s Hall Senaryo: Paul Laverty, Donal O’Kelly Yönetmen: Ken Loach Oyuncular: Barry Ward, Jim Norton, Andrew Scott, Francis Magee, Simone Kirby Yapım: 2014, İngiltere-İrlanda-Fransa Tür: Dram, Tarih İRLANDALI aktivist James Gralton’ın hayatından bir kesit sunan “Özgürlük Dansı”, Gralton’ın (Barry Ward) 10 senelik zorunlu Amerika sürgününün ardından İrlanda’ya geri dönüşüyle başlıyor. Jimmy’nin annesi ve arkadaşları bu dönüşten son derece memnunken, durumdan hoşnut olmayan bir kesim de vardır. Jimmy’nin memleketine dönmesinin hemen ardından uzun süredir kapalı duran bir dans salonunu yeniden açmasıyla daha da alevlenen bu hoşnutsuzluk, Jimmy’yi giderek zor durumda bırakacak ve kasabanın papazıyla (Jim Norton) aralarında ciddi bir anlaşmazlık yaratacaktır. Birbirine zıt iki dünya görüşünün çatışmasını anlatan film, bunu yaparken yerel kasaba dinamikleri ile kişisel ilişkilerin etkileri üzerinde de duruyor. Kırımlı Senaryo: Atilla Ünsal, Nil Güleç Ünsal Yönetmen: Burak Arlıer Oyuncular: Murat Yıldırım, Selma Ergeç, Gülçin Santırcıoğlu, Bülent Alkış, Burç Kümbetlioğlu Yapım: 2014, Türkiye Tür: Aksiyon, Gerilim, Savaş KIRIM Türklerinin sesi olarak bilinen yazar Cengiz Dağcı’nın Korkunç Yıllar isimli kitabından uyarlanan “Kırımlı”, II. Dünya Savaşı devam ederken Alman kamplarında esir düşen Kırımlı Türklerin hikayesini anlatıyor. Bu esirlerden biri olan Sadık’ın (Murat Yıldırım), Almanca bildiği için istihbarat görevlisi olarak çalışmasına izin verilir. Sadık, bir süre sonra Almanların Kırım’ı Rus hakimiyetinden kurtarma vaadine kanarak Alman ordusuna katılır. Fakat bunun bir oyun olduğunu anlaması uzun sürmeyecektir. Sadık, bundan sonra Kırım’ın kurtuluşu için harekete geçer ve bu sırada Maria (Selma Ergeç) ile tanışır. Olaylar artık daha ilginç bir hal alacaktır. Ocak 2015 92 Vekiller okuyor izliyor Ömer Faruk Öz TBMM İdare Amiri ve AK Parti Malatya Milletvekili GENELLIKLE yakın siyasi tarihimiz ve gündemdeki konularla ilgili kitaplar ile araştır- ma-inceleme eserlerini takip ediyorum. Dünya siyasetine yön vermiş kişileri konu alan kitaplar da ilgimi çekiyor. Şu sıralar Prof. Dr. Mahmud Es’ad Coşan’ın Hacı Bektâş-ı Velî ve Bektâşîlik adlı eseri ile İnönü Üniversitesi Niyâzi-i Mısrî Araştırma ve Uygulama Merkezi’nin yayımladığı İrfân Sofraları adlı kitabı okuyorum. Sinemada daha çok tarihî ve biyografik filmleri tercih ediyorum. Filmleri vakit buldukça evde DVD’den seyrediyorum, çok sık olmamakla birlikte sinema salonuna da gidiyorum. Şu sıralar Çanakkale Savaşı’nda kaybolan oğullarını arayan Avustralyalı bir babanın Türkiye’ye gelişini anlatan “Son Umut” filmini izlemeyi planlıyorum. Müzik tercihimin ilk sıralarında Türk Sanat Müziği, Türk Halk Müziği, tasavvuf müziği ve özgün müzik yer alıyor. Malatyamızın yöresel türkülerini büyük bir beğeni ve keyifle dinliyorum. Sakine Öz CHP Manisa Milletvekili MESLEĞIM olan mimarlık ve Meclis çalışmalarımda kentlerin gelişiminin nasıl plan- lanabileceğine dair önemli saptamalardan biri olarak gördüğüm, “kentsel dönüşüm” kavramı ve uygulamasının ötesine geçmeyi öneren, “kentlerin yenilenmesi”nin nasıl olabileceği üzerine tartışma yürüten yeni bir vizyon da içeren Kentsel Yenileme adlı kitabı okudum. Pelin Pınar Özden’in kitabı İmge Kitabevi Yayınları arasında yer alıyor. Yoğun çalışma programımız nedeniyle sinemaya ne yazık ki yeterli zamanı ayıramıyorum. Beni derinden etkileyen filmlerden biri “Babam ve Oğlum”dur. Daha çok Türk Halk Müziği dinlerim. Günümüzün çoğu yolda geçtiği için arabamızda genellikle Ege türküleri çalar; ben de yöremin ezgilerine keyifle, kimi zaman da hüzünle eşlik ederim. Celal Adan MHP Genel Başkan Yardımcısı ve İstanbul Milletvekili GENELLIKLE iki veya üç kitabı aynı anda okumayı tercih ediyorum. Özellikle gece- leri kitap okuyorum. Nihal Atsız, Sina Akşin ve İlber Ortaylı şu sıralar okuduğum yazarlar. Bazen çok etkilendiğim bir kitabı ikinci kez okuyabiliyorum. Sinemaya çok fazla gitme fırsatı bulamıyorum. Müzik konusunda pek ayrım yapan birisi değilimdir, fakat son zamanlarda “Türkiyem” türküsünü daha fazla dinliyorum. Ben Ağrı Tutaklıyım, dolayısıyla türküleri ayrı bir heves ve önemle dinliyorum. Öğrencilik yıllarımızdan itibaren memleketimizden uzak düşmemiz nedeniyle benim için türkülerin yeri ayrıdır. Ocak 2015 93 Seyit Sertçelik AK Parti Ankara Milletvekili SON dönemde ağırlıklı olarak siyasi tarih kitapları okuyorum. Şu sıralar elim- de birkaç kitap birden bulunuyor. Jack A. Goldstone, Eric P. Kaufmann ve Monica Duffy Toft’un editörlüğünü yaptığı Political Demography, Clair Wills’in Dublin 1916: The Siege of the GPO ve Jared Diamond’ın Tüfek, Mikrop ve Çelik adlı kitaplarını okuyorum. Son zamanlarda sinemaya gitmeye pek fırsat bulamadım. Geçmişte beni en çok etkileyen filmlerden biri, Umberto Eco’nun aynı adlı romanından sinemaya uyarlanan “Gülün Adı”dır. İtalyan yazarın bu eserini birkaç kez okumuşumdur. Müzik konusundaki tercihim ise klasik müzik, Türk Sanat Müziği ve Türk Halk Müziği’dir. Mustafa Moroğlu CHP İzmir Milletvekili ÇAĞIN sorunlarına ilişkin inceleme-analiz kitapları, felsefe ve şiir kitapları ile roman okuyorum. Amin Maalouf’un Çivisi Çıkmış Dünya ile Mehmed Uzun’un Yitik Bir Aşkın Gölgesinde isimli eserleri son okuduğum kitaplar arasında yer alıyor. Sinemaya ara sıra gidiyorum, sıkça film izlemek için pek fırsat bulamıyorum. Halk türküleri dinliyorum. Aynı zamanda saz çalar, türkü söylerim. Özellikle “Cemalım” türküsünü çok seviyorum. Aydın Şengül AK Parti İzmir Milletvekili DAHA çok tarih, siyaset ve felsefe kitapları okuyorum. Şu anda elimde Algı Yönetimi isimli kitap bulunuyor. Hemen her hafta sonu veya iki haftada bir sinema salonlarına giderek film izlemeye gayret ediyorum. Genellikle tarihî ve bilim kurgu/fantastik filmler izlemeyi tercih ediyorum. Bugüne kadar beni en çok etkileyen filmleri “Bir Zamanlar Amerika”, “Braveheart” ve “Eşkıya” olarak sıralayabilirim. Beğenerek izlediğim filmler ise “Benjamin Button”, “Kanlı Elmas”, “Kuzuların Sessizliği”, “Yeşil Yol”, “Matrix”, “Forrest Gump” ve “Baba” serisidir. Müzikteki ilk tercihim türküler. Bununla birlikte klasik müzik dinlemekten hoşlanırım. En son İstanbul’da Andre Rieu konserini zevkle izlediğimi belirtmek isterim. Ocak 2015 94 @BelmaSatir HER kadın bir denizyıldızıdır. Denizden sahile vurmuş denizyıldızlarının çetelesini tutmak yerine onları denize, hayata kazandırmalıyız. @Mv_Akdag @AysenrlslamASPB ÜÇ bilinenli bir denklemdir hayat: Sabır, şükür ve dua. UMUT, hiç bitmeyen bahar mevsimidir. İçinde kar da yağar, fırtına da kopar. Ama çiçekler açmaya hep devam eder. @LutfuTurkkan GÖRÜNCE bu resmi, insan üşümeye utanır... @mkulunk KAINATTA kaos ve düzende birlik vardır. Hayret etmek ne güzeldir, Allah’ın hükmünün tecelli ettiğini bilmek ise huzurdur. Endişe yok, gayret var. @selcukozdag CESARET ve metanet genetiktir. @nacibostanci EN geniş anlamda siyaset tüm hayatı kucaklar, fakat tüm hayatını dar anlamda siyaseti kucaklamaya adayanlar yanılsamaları yaşarlar. instagram.com/turgutdibekchp EN güzel andır paylaşmak. Neyin var neyin @drvuralkavuncu MÜCADELE, yaşamın bir gerçeği. Ocak 2015 yok düşünmeden... #yasam #paylaşım #sevgi #ekmek #mutluluk #dostluk @zkarahanuslu EBRU sanatımız UNESCO Dünya Miras Listesi’ne giren 12. ürünümüz. Kültürümüz tüm dünyayı etkilemeye devam ediyor. 95 Faik TUNAY @FaikTUNAY CHP İstanbul Milletvekili, Member of the Turkish Parliament Twitter’ı aktif biçimde kullanan siyasetçilerimiz arasında ilk sıralarda yer alıyorsunuz. Twitter’ı ne zamandır ve gün içinde hangi sıklıkla kullanıyorsunuz? Sosyal medya ve özellikle Twitter çok önemli bir mecra. Fakat siyasilerin topluma vereceği mesajlar haricinde gün içerisinde sürekli olarak, biraz da magazinsel olarak kullanılmasını doğru bulmuyorum. Sosyal medya sizin için ne ifade ediyor, Facebook veya diğer sosyal paylaşım ortamları da ilgi alanınıza giriyor mu? 21. yüzyılda iletişim için en etkin araç sosyal medya. Şöyle düşünün, 50 bin kişiye ulaşmak için günler öncesinden duyuru yapıyorsunuz, insanlar bir yere toplanıyor. Facebook ve Twitter sayesinde yüz binlere mesajınızı bir tıkla iletiyorsunuz. Sizce siyasetçilerin sosyal paylaşım sitelerini etkin ve doğru bir şekilde kullanması ne bakımdan önemli? Sosyal medyayı etkili ve doğru kullanmayan bir siyasetçinin 21. yüzyılda başarılı olması çok mümkün değil bence. Sosyal paylaşım ortamında ilginç anılarınız oldu mu? Yaşadığım en ilginç şeyler insanların attığı tweetlere direkt cevap vermem üzerine oluyor. TBMM’de yapılan bir istatistikte takipçileri ile en çok etkileşimde bulunan milletvekillerinden biri olduğum söylenmişti. Takipçiler direkt cevap verince kolay kolay inanmıyor sayfanın benim tarafımdan yönetildiğine; şaşkınlık yaşıyorlar. Ocak 2015 Unutmayacağız... Talat Sait Halman Kültür eski Bakanı Talat Sait Halman, 1931 İstanbul doğumludur. Yüksek öğrenimini Columbia Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü’nde tamamlayan Halman, Bilkent Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanlığı ve Bilkent Üniversitesi İnsani Bilimler ve Edebiyat Fakültesi Dekanlığı yaptı. Talat Sait Halman için 8 Aralık 2014 tarihinde TBMM’de tören düzenlendi. Halman’ın cenazesi 9 Aralık 2014’te İstanbul Teşvikiye Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi. Misbah Ongan 13. Dönem Siirt Milletvekili Misbah Ongan 1925 Siirt doğumludur. Yüksek öğrenimini İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde tamamlayan Ongan, gazeteci, serbest avukat, Kasımpaşa ve Vefa takımları profesyonel futbolcusu olarak görev yaptı. Misbah Ongan için 16 Aralık 2014 tarihinde TBMM’de tören düzenlendi. Ongan’ın cenazesi Kocatepe Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi. Abbas Gökçe Danışma Meclisi Kars Üyesi Abbas Gökçe 1926 Meydancık doğumludur. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi, Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü ve Paris Uluslararası Amme İdaresi Enstitüsü’nde öğrenim gören Gökçe, Erciş ve Ünye Hakimi, Danıştay Üyesi, Raportörü ve Başyardımcısı, Yüksek Seçim Kurulu Üyesi olarak görev yaptı. Abbas Gökçe’nin cenazesi 22 Aralık 2014 tarihinde İstanbul Şakirin Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi. Ali İhsan Akpolat Cumhuriyet Senatosu Muş Üyesi Ali İhsan Akpolat 1920 Muş doğumludur. Yüksek öğrenimini Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Edebiyat Bölümü’nde tamamlayan Akpolat, Samsun 19 Mayıs Lisesi ve Van Lisesi edebiyat öğretmeni, Ağrı Naci Gökçe Lisesi, Bilecik Ertuğrul Gazi Lisesi ve Muş Lisesi edebiyat öğretmeni ve müdürü, Yeni Türkiye Partisi Kurucu Üyesi olarak görev yaptı. Ali İhsan Akpolat’ın cenazesi 24 Aralık 2014 tarihinde İzmir Karşıyaka Bostanlı Beşikçioğlu Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi. Hüsamettin Atabeyli 15. Dönem Erzincan Milletvekili ve Devlet eski Bakanı Hüsamettin Atabeyli 1922 İstanbul doğumludur. Yüksek öğrenimini İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde tamamlayan Atabeyli, Erzincan Belediye Başkanı, serbest avukat, Pancar Kooperatifi Müdürü, Denizcilik Bankası ve TC Merkez Bankası Yönetim Kurulu Üyesi olarak görev yaptı. Hüsamettin Atabeyli’nin cenazesi 30 Aralık 2014 tarihinde İstanbul Karacaahmet Şakirin Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi. Aralık ayında aramızdan ayrılan arkadaşlarımız için Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyor, kederli aileleri için kalpten duygularla sabr-ı cemîl niyaz ediyoruz.