Dergiyi pdf formatında okumak için tıklayın.

Transkript

Dergiyi pdf formatında okumak için tıklayın.
İş Sağlığı ISBN 1302-3519
Güvenliği
ÇALIŞMA
ORTAMI
İki Ayda Bir Çıkar / Sayı : 95
l
20 Kasım Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin 18. Yıldönümünde
Dünya Çocuklarının Durumuna Bir Kuşbakışı
l
Sosyal Politikayıy Böl ve Yönet
Yeni İşçinin Güvenlik Eğitimi
l
l
www.fisek.org.tr
l
l
l
Beyin Göçünü Anlamak
Kalite ve Verimlilikte İnsan İlişkilerinin Etkisi
Hocamız Prof.Dr. Cahit Talas
İşyerinde Şiddete Emek ve Cinsiyet Açısından Bir Bakış
l
Strasbourg St-Denis ve Seçilmiş Göçmenlik Üzerine
l
Hey Gidi Günler
l
l
PANTONE 169 U
ÇALIŞMA ORTAMI
Kasım - Aralık 2007
İŞÇİ SAĞLIĞI
İŞ GÜVENLİĞİ
ERGONOMİ
İŞ HİJYENİ
ÇEVRE
TOPLUM ÖRGÜTÇÜLÜĞÜ
ÇOCUK EMEĞİ
KADIN
SOSYAL POLİTİKA
NÜFUS
SOSYAL HEKİMLİK
l
Yeşil Bina
50. Yıla da Var mısınız?
Karşıt Duyguların Birlikteliği
İki Dakika Düşün: Tehlikeyi Tanıyalım
Baskı Makinesindeki Silindirin Temizlenmesi
l
Çalışan Çocuklara “Vefa Borcu”nuzu
Ödemek İster misiniz?
15
ıl
Y
. 1
Kasım-Aralık 2007
Çocuk
Haber
20 Kasım Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin
18. Yıldönümünde Dünya Çocuklarının Durumuna
Bir Kuşbakışı
Onur SUNAL*
B
ugün yaşadığımız dünyada 18 yaşın altındaki bütün
bireyler, çocuk olarak kabul ediliyor. Çocukların özel
olarak korunmaları gerektiği konusunda, bütün ülkeler aynı
düşüncede. Ne var ki, uygulamada bunun aynını görmek
olası değil. 20 Kasım 1989 tarihinde Birleşmiş Milletler
Genel Konseyi Çocuk Haklarına Dair Sözleşmeyi kabul
ettiğinden beri, çocuklar da kendilerine verilmiş olan haklardan faydalanmaya başladılar. Bugün 193 devlet, bu
sözleşmeyi onayladı. Dünyada sadece iki ülke-Somali ve
Amerika Birleşik Devletleri- sözleşmeyi imzaladıkları halde, yasal açıdan ülkelerinde bunun gereklerini yerine getirmemiştir.
Sözleşme, bugüne kadar en fazla sayıda devlet tarafından onaylanan belge durumundadır. Çocuklara verilen
haklar, 54 madde halinde sıralanmıştır. Bu önemli belge,
çocukların yetiştirilmesi ve topluma kazandırılması konusunda en önemli rolün ebeveynlere düştüğünü kabul eder.
Çocukların gelişimine koşut olarak, bu hakların çocuklara
verilmesi, öğretilmesi ve gerektiği zaman anlama düzeyine
uygun olarak aktarılması da yine 5.madde gereği anne ve
babanın görevleri ve sorumluluğu arasındadır. Çocukların
yaşına uygun olarak bu haklardan çocukların faydalanmalarını ve onların bu hakların varlığının bilincinde olarak olgunlaşmalarını sağlamak da yine de aileye düşmektedir.
Sözleşme; ırk, cinsiyet, din, köken ve dil gözetmeksizin
bütün dünya çocuklarının aynı haklardan faydalanmaları
gerektiği üzerine temellendirilmiştir. Çocuklar, bütün dünya toplumlarının korunmaya en muhtaç olan ve en kırılgan
bireyleridir. Bu nedenle, özel haklar çerçevesinde korunmalıdırlar.
Bütün çocuklar, haklarını öğrenmelidirler.
Peki bu haklardan çocuklar ne kadar yararlanabilmektedir?. Bunun yanıtını, dünyada çocukların farklı ülkelerde
karşı karşıya bulundukları durumları, kuşbakışı bir şekilde
sunarak verelim.
Birinci durak Botsvana. Afrika kıtasında yer alan ülkelerden biri olan Botsvana, tıpkı diğer Afrika ülkeleri gibi
anneden çocuğa geçen HIV/AIDS ile başı dertte olan ülkelerden biriydi. Sağlıklı olan çocukların bile temel ihtiyaçları
olan temiz su, yiyecek ve barınma gibi ihtiyaçlarının zor
karşılandığı bir ülkede, elbette çağımızın çocuklar için en
büyük tehlikelerinden biri olan HIV ile mücadele etmek oldukça zor görünüyordu.
Botsvana’da, 15-49 yaş arasında yer alan nüfusun %
25 gibi dev olarak kabul edilebilecek bir oranı, HIV taşımaktadır. Bu, hamile kadınların çocuklarına aynı virüsü bulaştırma oranını, %40 gibi kabul edilmesi olanaksız noktalara
çıkarıyordu. African Comprehensive HIV/AIDS Partnership
(ACHAP), yani Afrika Kapsamlı HIV/AIDS Ortaklığı oluşturulduktan sonra, Bill ve Melinda Clinton Vakfı ve Merck ilaç
firması ile birlikte ortak hareket eden ve konunun üstüne
ısrarla giden Botsvana hükumeti, anneden çocuğa HIV/
AIDS bulaşma oranını %5 gibi eskisi ile kıyaslanamayacak
*
2
Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Vakfı Gönüllüsü
ÇALIŞMA ORTAMI
oranlara geri çekmeyi başardı.
HIV/AIDS bugün için de, özellikle Afrika’da yer alan çocuklar için büyük bir risk oluşturmaya devam etmektedir.
Doğumdan sonra tahmini ortalama yaşam süresi, zengin
OECD ülkelerinde 78 iken, bu Afrika’da ne yazık ki 48’dir.
Zimbabve ve Zaire gibi ülkelerde bu beklenti, 33’e kadar
düşmektedir. Bu konuda en önemli etkenlerin başında,
HIV/AIDS gelmektedir. Zaten bu iki ülkede de, 15-49 yaş
arası nüfusun bu virüsü taşıma oranı, %25’lerin üstündedir.
İkinci durak Sudan. OMCT, (World Organisation
Against Torture- İşkenceye Karşı Dünya Organizasyonu)
Sudan’da yer alan SOAT (Sudan Organisation Against
Torture- İşkenceye Karşı Sudan Organizasyonu) tarafından yardıma çağrıldı. Hartum Mahkemesi tarafından bir
gazetecinin öldürülmesi nedeniyle yapılan mahkemede,
16 yaşında bir çocuk da idama mahkum edildi.
Verilen bilgilere göre, gazeteci Muhammed Taha Muhammed Ahmed’in öldürülmesi ile ilgili olarak yargılananlar arasında 16 yaşında bir çocuk bulunuyor. Gazetecinin
son zamanlarda yazdığı konular ve araştırmalar, toplumun bazı kesimlerini sinirlendirmiş ve tepki çekmişti. Darfur bölgesinden olduğu bilinen onlarca kişinin, gazetecinin
cinayeti ile ilgili olarak alıkonulduğu yargılama sürecinde
sonunda,10 kişi idama mahkum edildi. Savunma avukatının iddiasına göre, 16 yaşında bulunan çocuk, ağır işkence altında kaldıktan sonra olayı itiraf etti. Zorla suçlanan
ve masum olduğu halde şiddet uygulanarak suçu kabul
etmeye zorlanan çocuk da, eğer karar değişmezse idam
edilecek.
‘’Hiçbir çocuk, işkence veya diğer zalimce, insanlık
dışı veya aşağılayıcı muamele ve cezaya tâbi tutulmayacaktır. Onsekiz yaşından küçük olanlara, işledikleri
suçlar nedeniyle idam cezası verilemeyeceği gibi salıverilme koşulu bulunmayan ömür boyu hapis cezası
da verilmeyecektir. ‘’ (Çocuk Haklarına Dair Sözleşme
Madde 37/a)
Sudan, Çocuk Haklarına Dair Sözleşmeyi imzalayan
ülkelerden biridir. Bu sözleşmenin 37. maddesinde yer
alan hükümlerin gereği yerine getirilmelidir.
3. durak Yeni Zelanda. Bir baba, çocuğuna vurduğu
için yeni yasa uyarınca mahkemeye gönderildi. Yeni çıkartılan yasa gereğince, büyük olasılıkla cezalandırılacak.
Yeni Zelanda’da çocukların aileleri tarafından ne nedenle
olursa olsun fiziksel şiddete maruz bırakılmaları, yeni çıkartılan bir kanun ile yasaklandı. Buna göre tek bir tokat ya
da itme-kakma bile, cezalandırılmak için yeterli bir neden
olacak.
Okulda gösterdiği davranışlarından ötürü babası tarafından poposuna birkaç kere vurulan ve bu sırada kolu
moraran bir çocuğun annesi, fotoğraflar çekerek polise
başvuruda bulundu. Yeni yasa gereği babayı mahkemeye
çıkartan hakim, çocuğun birkaç tokat yemiş olmasının ve
kolunun morarmasının yeni yasa gereğince suç oluşturduğunu söyledi.
Kasım-Aralık 2007
Çocuk
Haber
Ülkede bu karar ve yeni yasa karşısında, toplumdan
farklı sesler yükseliyor. Yasanın çıkartılmasından son derece memnun olan insan haklarına duyarlı örgütler, bu yeni
düzenleme ile toplumsal şiddetin önleneceğini söylüyorlar.
Çocukların doğdukları andan itibaren ne şekilde olursa olsun fiziksel şiddete maruz kalmadan büyümelerinin ileride
insan haklarına duyarlı nesiller yaratılmasına çok önemli
katkılarda bulunacağı konusunda birçok insan aynı düşüncede.
Diğer taraftan daha tutucu çevreler bu yeni yasayı
saçma buluyor. Aile içinde bazen çocukların terbiye edilebilmeleri için çocuğa zarar vermeden uygulanan ve disiplin amaçlı olan bazı fiziksel hareketlerin bu kadar ağır
cezalandırılmaması gerektiğini söyleyen tutucu grupların
görüşleri, bu uygulamanın akılcı olmadığı yönünde.
‘’Taraf Devletler, çocuğun yetiştirilmesinde ve gelişmesinin sağlanmasında ana-babanın birlikte sorumluluk taşıdıkları ilkesinin tanınması için her türlü çabayı
gösterirler. Çocuğun yetiştirilmesi ve geliştirilmesi sorumluluğu ilk önce ana-babaya ya da durum gerektiriyorsa yasal vasilere düşer. Bu kişiler her şeyden önce
çocuğun yüksek yararını göz önünde tutarak hareket
ederler. ‘’ (Çocuk Haklarına Dair Sözleşme Madde
18/1)
Yukarıda görüldüğü gibi elbette çocuğun yetiştirilmesi
ve geliştirilmesinde ana-babaya birçok hak verilmiştir ancak çocuğun en yüksek yararının gözetilmesi de zorunludur.
‘’Bu Sözleşme’ye Taraf Devletler, çocuğun anababasının ya da onlardan yalnızca birinin, yasal vasi
veya vasilerinin ya da bakımını üstlenen herhangi bir
kişinin yanında iken bedensel veya zihinsel saldırı, şiddet veya suistimale, ihmal ya da ihmalkâr muameleye,
ırza geçme dahil her türlü istismar ve kötü muameleye
karşı korunması için; yasal, idari, toplumsal, eğitsel bütün önlemleri alırlar.’’ (Çocuk Haklarına Dair Sözleşme
Madde 19/1)
Ne var ki, ana-babaya çocuğu yetiştirmek konusunda
verilen hak ve ayrıcalıklarla birlikte büyük sorumluluklarda
yüklenmiştir. Çocuğa karşı işlenen suç ne olursa olsun ve
kimin tarafından yapılırsa yapılsın, devletler buna engel olmakla yükümlüdür.
4. ve son durak ise bütün dünya ülkeleri. Çocuk
Haklarına Dair Sözleşme’den söz ettikten sonra, bugün,
dünya çocuklarının karşı karşıya olduğu en büyük tehdit
olan yoksulluk konusuna değinmek gerekmektedir. Çocukların kendilerine verilen haklardan eşit koşullar altında yararlanabilmeleri için yoksulluğun ortadan kaldırılması gerekmektedir. Çağdaş sağlık hizmetlerinden, eğitimden ve
temel gereksinmelerinden yoksun büyüyen bir çocuk, ne
yazık ki en temel insancıl olanaklar kendine sağlanamadığı
için, büyürken kendine verilmiş olan uluslararası imzalarla
onaylanmış haklarından da haberdar olamayacaktır.
2003 yılında UNICEF’in tahminlerine göre 121 milyon
ilkokul çağındaki çocuk hiç okulla tanışamamıştır, gelişmekte olan ülkelerde yaşayan çocukların ise 1/3’ü 5 yıllık
eğitimini tamamlamamıştır.
Eğitim, yiyecek ve içecek gibi gereksinmelerin zor karşılandığı ülkeler için bir lüks tüketim gibi görülmektedir. Bu
ise yoksulluk-eğitimsizlik-yoksulluk sarmalından çıkılmasını olanaksız hale getirmektedir. Afrika ülkelerinde ortalama
eğitime yıllık 38$ harcanırken, bu rakam OECD ülkeleri
için 7,372$’ı bulmaktadır. Dünya silahlanmak için her yıl
yaklaşık 956 milyar $ gibi dev bir para harcamaktadır. Bu
harcamada sadece %1’lik bir azalma bile sağlamak -ki bu
sadece 1 yıl için- dünyada okuma-yazma bilmeyen çocuğun kalmamasını sağlayacak eğitime ayrılacak bir fon
oluşturmak için yeterli olacaktır.
Her şeyden önce çocukları bilinçlendirmeliyiz. Onlara
haklarını öğretmeliyiz. Onlara bu haklarını kullandırmayan
büyüklerinin “hak”sız olduğunu benimsetmeliyiz. Bunu başarırsak, onlar büyüdükçe, çocuğa yapılan “hak”sızlıklar
da azalacaktır.
Bu haklar konusunda bütün çocuklar şu temel ilkeleri
bilmeli ve öğrenmelidirler. Onlara şöyle demeliyiz :
• Ayrımcılık Konusu (madde 2): Hiçbiriniz renginiz, dininiz, etnik kökeniniz, dini inançlarınız, cinsiyetiniz, doğumda elde ettiğiniz maddi ve manevi varlıklarınızdan
ötürü ayrı tutulamazsınız ve bunlar sizin için bir avantaj
sağlayamaz ya da aleyhinize de kullanılamaz.
• Çocuğun En Yüksek Çıkarı (madde 3): Bütün kanunlar
ve uygulamalar sizin çıkarlarınızı ve haklarınızı en üst
düzeyde korumalı ve gözetmelidir.
• Yaşam Mücadelesi, Gelişme ve Korunma (madde 6):
Ülkenizdeki yasal yaptırım gücüne sahip olanlar, sizin haklarınızı korumalı, en ufak bir
ihlal durumunda sizi güvence
altına almalı; sosyal, bedensel ve ruhi gelişiminizi tamamlayabilmenizi sağlamalıdır.
• Katılım (madde 12): Sizi ilgilendiren konularda alınan
bütün kararlarda sizin de görüşünüzü belirtme hakkınız
vardır ve görüşleriniz mutlaka
dikkate alınmalıdır.
Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı
5. Çalışan Çocuklar Fotoğraf Yarışması Arşivi’nden (Ahmet ŞAHİN / Su doldururken / Renkli Baskı, 2006)
ÇALIŞMA ORTAMI
*Yukarıda ülkelere ait verilen haberler
Child Rights Information Network (CRIN)
adlı organizasyonun, www.crin.org adlı web
sitesinden alınmıştır.
**Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’den
yapılan alıntılar ise United Nations
Children’s Fund (UNICEF), www.unicef.org
adlı web sitesinden alınmıştır.
Kasım-Aralık 2007
3
Sosyal
Politika
Sosyal Politikayı Böl ve Yönet
A.Gürhan FİŞEK*
“Türkiye Cumhuriyeti demokratik, laik ve sosyal
bir hukuk devletidir”. Anayasamızın olmazsa olmaz, değişmez ve kilit değerdeki bu maddesi, devletin birbirinden
ayrılmaz dört niteliğini belirtmiştir; biri olmazsa diğeri de
anlamını yitirir. Onun için sosyal devlet dediğimiz zaman
yalnızca tek bir boyuttan söz etmiyoruz; sosyal yardım gibi
tek bir hizmet kalemiyle de bu maddenin gereklerini karşılama olanağımız yok.
“Demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti”ne ulaşma
ve onu sürdürebilmek amacıyla yapılan tüm çalışmalar
da “sosyal politika” şemsiyesi altında toplanmıştır. Sosyal
politika, eğitimden istihdama, çalışma ilişkilerinden sosyal
güvenliğe, sağlıktan sosyal hizmetlere kadar bir çok bağımsız politikanın bileşkesidir. Ne yazık ki, küreselleşme
aşamasına ulaşan ve dünyanın dengesini bozmaya kararlı
olan kapitalizm, tekelci sermayedarlar dışında kalanlara
tek tip hapishane giysisi giydirmekte kararlıdır. Böylece insan hakkı olarak kabul edilen ve herkese sunulması gereken “eğitimden istihdama, çalışma ilişkilerinden sosyal güvenliğe, sağlıktan sosyal hizmetlere kadar” sosyal devletin
yapmakla yükümlü olduğu ne varsa hepsini söndürmekle
kendini görevli saymaktadır.
Bunu yapabilmek için, kapitalizmin, çok eski ve ama
hala bayatlamamış bir yöntemini kullanmaktadır: “Böl ve
yönet”. İşte bugün sosyal devlet alanında bu oyun sahnelenmektedir; sosyal devletin aracı olan politikalar tek başlarına bırakılmakta (yalnızlaştırılmakta) ve sanki birbirleriyle ilişkileri yokmuşçasına yönetilmektedir.
“Böl ve Yönet”in, günümüzdeki en etkin uygulama
araçlarından biri de “özelleştirme” ve “yerele devretme”dir.
Böylece “tek tek bırakılmış” hizmetler de bin parça edilmektedir.
Sağlık hizmetlerinde “böl ve yönet” ...
Sağlık hizmetlerinin, aşama aşama gittiği nokta, sosyal politikanın sağlık alanında bin parçaya bölündüğünün
kanıtıdır. Önce, SSK’nın kendi hastanecilik ve hizmetlerini
üretme işlevi yok edilmiştir. Sonra aile hekimliği adı altında “sözde pilot” uygulamayla, özelleştirme, aşama aşama
yurt yüzeyine yayılmaktadır. Koruyucu hizmetler ve ekip
çalışması, uzunca bir süredir sağlık ocaklarında da askıya
alınmış olup; aile hekimliği uygulamasıyla iyice silinecektir.
SSK, hizmet satın almalarıyla zaten 2004 öncesinde özelleştirilmekteydi. Ama hastaneleri elinden gidince, tümüyle
hizmeti satın almaya başlamıştır. Parayı o verdiğine göre,
ister Sağlık Bakanlığı hastanelerinden alır; ister özel hastanelerden, isterse yabancılardan.
1960’lı yıllar, Prof.Dr. Cahit Talas da Çalışma Bakanı
olarak damgasını vurduğu, sosyal politika tarihimizin çok
özel dönemlerinden biriydi. 1961 yılında kabul edilen Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Yasası (6 Ocak 1961
tarih 224 sayılı), sağlığı, yalnızca hastalığın ve sakatlığın
olmayışı değil; bedensel, ruhsal ve sosyal yönden iyilik hali
olarak ele alıyordu. Bu insan hakları belgeleri ile de uyumluydu; gerçekten de, bu yasa, ülkemizde insan hakları sözcüğünün ilk kullanıldığı yasa olarak tarihteki yerini almıştır.
Sağlığı, sosyal iyilik halinin bir parçası olarak ele alan yak*
4
Prof. Dr. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fak. Öğr. Üyesi
Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı Genel
Yönetmeni
ÇALIŞMA ORTAMI
laşım, sosyal adaletten, sosyal kalkınmaya; eğitimde fırsat
eşitliğinde, çalışma barışına kadar tüm konuları bir yumak
içerisinde ele almak zorundaydı.
Bu geniş sosyal politika yelpazesini bireye indirebilmenin aracı olarak “sağlık ve sosyal” hizmet görülmüştür.
Burada da ikinci bir yumak meydana gelmektedir; sosyal
hekimlik politikaları olarak andığımız bu yumak, bu politika
ögelerini tek tek bırakmamakta, bütünleştirmektedir. Onun
içindir ki, 1963 yılında sosyal hizmet politikası, genel sağlık
politikasının bir parçası olarak ele alınmıştı.
1982 yılı bir çok bakımdan önemlidir. Prof.Dr. Cahit
Talas’ın büyük emekler verdiği “sosyal politika” bölümü ile
Prof.Dr.Nusret H.Fişek’in büyük emeklerle kurduğu Toplum
Hekimliği Enstitüsü, adları içinde olmak üzere büyük bir
başkalaşıma uğratılmışlardır. 1982 yılı sonbaharı, yalnızca
akademik yaprak dökümünü değil, sosyal devlet kurumlarının da yaprak dökümünü yansıtmaktadır.
Sosyal hizmete gelince...
“Genel”i “yerel”e indirebilmenin, eşitsiz konumdaki kişi
ve grupları yakalayabilmenin en önemli aracı olan sosyal
hizmetler, ülkemizin kuruluş günlerine kadar dayanan geniş bir deneyimin üzerinde yükselmektedir.
Cumhuriyetin en önemli anıt kurumlarından biri “Çocuk
Esirgeme Kurumu”dur. Kurtuluş Savaşı’nın en zor günlerinde, anasız babasız ve kimsesiz kalan çocukların korunması gereksinmesinden doğan (1921) bir toplum örgütü,
zamanla çocuklara yönelik sosyal politikanın temel taşı olmuştu. Ne zamana kadar? 12 Eylül yönetiminin 1981-1983
yılları arasındaki müdahalesine kadar.
1963 yılında Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı’na bağlı olarak Sosyal Hizmetler Genel Müdürlüğü kurulduğunda
Kasım-Aralık 2007
Sosyal
Politika
bile, Çocuk Esirgeme Kurumu’nun işlevi yadsınmamış ve
“yapılacaksa devlet yapar” denilmemiştir. Bu Cumhuriyet’in
ilk yıllarından beri sürdürülen, dev gibi sorunlarda, devletin,
toplumun yardımına başvurma geleneğinin sürdüğünün bir
göstergesiydi.
1982 yılında, Cumhuriyet’in anıt kurumlarının devletleştirilmesi furyası başlatılmıştı. En temel insan haklarına
ve Anayasal ilkelere aykırı olsa da, bir sivil toplum örgütü
olan Çocuk Esirgeme Kurumu devletleştirilmiş ve SEHÇK
adıyla Sağlık Bakanlığı’ndan bağımsız, tek başına bir genel müdürlük kurulmuştur. Sosyal politika ile bağı koparılmıştır. Kendi politikasını kendisinin üretmesi istenmiş; böylece dış etkilere karşı savunmasız bırakılmıştır.
Sosyal yardımlara gelince ...
Bir çok kurum tarafından ve öteden beri sosyal yardımlar verilirdi. Sosyal sigortalar sisteminin kapsayıcılığında
çıkan boşlukları örtbas etmek kadar, devlet için çalışanların ödüllendirme ve özendirme çabası da sosyal yardım
politikasına yön verirdi.
Ama 1986 yılından sonra, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu (Fak-Fuk Fonu) uygulaması, küre-
miktarı, 2006 yılında 5,7 milyar YTL’ye yükseldi. Böylece
sosyal yardımların mali gelire oranı yüzde 0,45’ten yüzde
1,5’a çıktı (AKP Seçim Beyannamesi, 2007).
Bütün bunlar, Türkiye’nin kendi kendine yeten, yurttaşıyla barışık bir konuma erişmesini engelleme planının
yansımalarıdır. Yurttaşıyla barışık olmayan yani sosyal politikanın yüceltilmediği toplumlarda, hem kar daha fazladır
ve hem de rekabet kıyasıya yürümektedir. Türkiye’nin götürülmek istendiği nokta budur. AKP Seçim Beyannamesi’nde
ve Hükumet Programı’nda söylenildiği gibi “insan odaklı”
değil, “para-küre” odaklı bir yaklaşım söz konusudur.
Böyle bir ortamda ne sosyal yardımlaşma kalır, ne
sosyal dayanışma... O zaman, ortada söz ve eylemin çeliştiği bir içtensizlik de söz konusudur. Bu kısır döngüden
çıkabilmenin tek yolu, ithal reçetelerin yerine ulusal gereksinmelerimize uygun yol haritaları çizmek ve “kar” odaklı
piyasacı mantığın yerine, sosyal politikaların yön verdiği
bütünleştirilmiş hizmet modellerinin konulmasıdır. “Koşullu sosyal yardım”larla uyuşturulmuş bireyleri, iş yaşamına
kazanarak rehabilite etmek en önemli hedef olarak konulmalıdır. Bunu başarabilmek için, soyut “işsizlikle mücadele
stratejileri” yerine, somut “tam istihdam” hedefini koyup gereklerini yerine getirmeliyiz.
Ne yapılmalı ?
İş güvenliği temel kurallarından biri temizlik
öncesinde makinenin tamamıyla durdurulmasıdır.
İşçiler koruyucuların yerine konup konmadığını kontrol
etmelidir. Döner parçalar mutlaka bir koruyucu muhafaza ile kapatılmalıdır. Makinelerin temizlenmesi
sırasında standart çalışma prosedürleri takip
edilmelidir.
> Sayfa 23’ün yanıtı
İKİ DAKİKA DÜŞÜN
KATKILARINIZ İÇİN
VAKIFLAR BANKASI
1- OSTİM Şb.
(YTL. Hesabı) No: 201 48 18
2- Çankaya Şb. (YTL. Hesabı) No: 202 58 08
3- Çankaya Şb. (USD Hesabı) No: 281-402 58 09
4- Çankaya Şb. (Euro Hesabı) No: 281-4032406
Prof.Dr. Nusret H. Fişek, Prof.Dr. Sadun Aren ve Prof.Dr.
Cahit Talas eşleriyle birlikte Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin
kuruluş yıldönümünde (4 Aralık 1989)
selleşmenin zorunlu bir sonucu olarak ortaya çıktı. Artan
yoksulluğu, sosyal yardımlarla hafifletme gereksinmesi,
yine sosyal politikadan bağımsız bir kurumun doğmasına neden oldu. “Nakit para transferleri”, dünya çapında,
Dünya Bankası politikalarının öyle ayrılmaz bir parçası
oldu ki, sosyal yardımların hacmi de gitgide büyümeye
başladı. Bunda, sosyal sigortalar sisteminin, hem normstandartlarının düşürülmesi, hem kayıt dışı çalışma ile
kapsamın daralması ve hem de işsizliğin artmasının belirleyici rolü oldu.
Sonuçta, 2002’de 1,4 milyar YTL olan sosyal yardım
ÇALIŞMA ORTAMI
5- Posta Çeki
PTT YOLU
: 102965 (Fişek Enstitüsü)
KREDİ KARTI
Kredi kartınızla katkıda bulunarak “çocuk
dostları”mız arasına katılabilirsiniz.
Kredi kartı numaranızı, “CVC2 (kartınızın
arkasındaki son üç rakam)” ve son kullanma tarihini
bildirmeniz yeterli.
Lütfen katkılarınız sonrası adresinizi bize bildiriniz.
Faks
: (0312) 425 28 01
e-posta : [email protected]
Kasım-Aralık 2007
5
İş Sağlığı
Güvenliği
Yeni İşçinin Güvenlik Eğitimi
Mustafa TAŞYÜREK*
([email protected])
S
osyal Sigortalar Kurumunun her yıl yayınladığı iş kazaları ve meslek hastalıkları ile ilgili istatistikleri incelendiğinde, iş kazalarının en çok ilk iş saatinde meydana
geldiği görülür. İş kazası geçirenlerin yaşı ya da işyerindeki kıdemi incelendiğinde de ölümlü olmayan iş kazalarına
en çok 24 yaşın altındaki genç işçiler maruz kalmaktadır.
Örneğin 2006 yılında SSK’ya bildirilen iş kazalarından (79
027), %29’unu (22 754 ) 24 ve altındaki yaşlarda olan işçiler geçirmiştir. Bu 79 027 iş kazasının 19 965’ini 18-24
yaşlarındaki genç, diğer bir ifade ile yeni işçiler geçirmiştir.
Hatta bu kazalar ilk iş günü veya işe başlamasının ilk ay’ı
içinde olmaktadır.
Eurostat verilerine göre ölümlü olmayan iş kazalarının
oranı, 18-24 yaş grubunda diğer yaş kategorilerine göre en
az %50 daha fazladır. Bunun en önemli nedenleri:
Eğitim, tecrübe, iş sağlığı ve güvenliği (İSG) bilincinin
eksikliği ve
Genç çalışanların içinde bulunduğu iş ve istihdam koşullarıdır.
İşyerinde iş güvenliği bilincini geliştirmek, iyi bir iş güvenliği tutum ve davranış göstermesini bekleyebilmek
ancak daha işin başında , dikkatli bir şekilde hazırlanmış
etkili bir iş güvenliği eğitim programı ile olasıdır. Bu da iş
verilirken , hatta işçinin çalışmaya başlamadan önce başlatılan iş sağlığı ve güvenliği eğitimi ile olmalıdır.
Etkili bir güvenlik eğitim programı, dikkatli bir şekilde
hazırlanmış olan şirketinin tanıtımının sunulmasını da içermelidir. Yeni bir işçi işyerine geldiğinde derhal öğrenme/
öğretme süreci başlamalı; şirketin, görevin, patronun ve
benzer işçilerin davranış biçimleri hakkında öncelikle işin
başında bilgi sahibi olmalıdır.
Her bir çalışan iş sağlığı ve güvenliği eğitimine iyi bir
başlangıç yaparken genellikle aşağıda belirtilen konuları
öğrenmeye gereksinim duyar. Fiilen çalışmaya başlamadan önce, ilk öğrenmesi gereken şirketin/kuruluşun iş
sağlığı ve güvenliği (İSİG) politikasıdır. Örneğin bu İSİG
politikası şöyle olabilir:
1.Yönetim iş kazalarının önlenmesi konusunda içtenlikle ilgili ve kararlıdır.
2.Kazalar olabilir, fakat onların önlenmesi mümkündür.
3.İşyerinde koruyucu ekipman eksiksiz sağlanır ve yönetim daha iyi yöntemleri bulmak ve uygulamak konusunda daima isteklidir.
4.Her bir işçiden/çalışandan, iş’de karşılaştığı tüm
güvensiz koşulları yöneticisine raporlaması beklenmektedir.
5.İlk amir (şef, uzman, mühendis, süpervizör vb.) yapacağın iş ile ilgili gerekli talimatları verecektir. İşi
öğretecektir. Hiçbir çalışandan ; işin nasıl yapılacağı
konusunda önceden eğitilmeden ve yöneticisi konusunda onu yapması konusunda yetkilendirmeden bir
iş yapması beklenmemektedir.
6.Bir iş güvensiz görülürse, çalışan o işi yapmadan
önce, gerekli yardımı almak için amirine durumu bildirecektir.
*
6
Kim. Müh., İş Sağlığı+İşletme Yönetimi Bilim Uzmanı
Çalışma Bakanlığı Eski İş Güvenliği Müfettişi (1978-1985)
İş Güvenliği Uzmanı (A Sınıfı Sertifikalı)
Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı Gönüllüsü
ÇALIŞMA ORTAMI
7.Eğer bir çalışan herhangi bir iş kazası geçirir veya
yaralanırsa, hatta çok hafif – küçük bir kaza bile olsa,
derhal raporlamalıdır.
8.Yukarıdaki konulara ilave olarak, her bir çalışma
koşulunun her bir iş güvenliği kuralını, örneğin göz
koruyucusu ve/veya baretini giymesi, çalışmanın ilk
günü anlaşılmış olmalıdır.
“İlk iş Sağlığı ve Güvenliği Eğitimi”nin konu başlıkları (en az) şunlar olmalıdır:
Genel Konular
Kuruluşun/ Şirketin İş Sağlığı & Güvenliği program &
Politikası
Organizasyon
Sorumlu saha yöneticileri
Sorumluluklar (çalışanların / işçilerin ve amirlerin)
Belirli konular
Çalışma sahalarına özgü belirli tehlikeler
- Elektrik güvenliği
- Yüksekte çalışma / düşmeden korunma
- Merdiven güvenliği
- El aletleri güvenliği
- Makina koruyucuları
- Makine güvenliği
- Malzeme taşıma vb.
Yangın güvenliği
Yangın ve acil durum & tahliye (boşaltma) prosedür ve
talimatları
Yangın ve acil durum toplanma yerleri
Kaçış / Tahliye yolları
Yangınla
mücadele
teçhizatları,
ilk
yardım
istasyonları’nın yerleri ve acil durum telefon numaraları
Sigara ve diğer yangın tehlikeleri
Olaylar ve kazaların raporlanması ve araştırılması
Doğrudan etki
Dolaylı etki
Raporlama
Araştırma
Kayıt
İlk yardım /CPR
Koruyucu giysiler ve kişisel koruyucu donanımların kullanılması
Hangi koruyucu donanım?
Sağlanması ve değiştirilmesi?
Çalışmasına izin verilen sahada kullanılacak koruyucular ?
Kişisel koruyucu donanımın bakımı ve muhafazası ?
Kişisel hijyen – temizlik önlemleri
Yıkanma, yeme – içme ve sigara içme yerleri vb.
Kimyasal Maddeler
Tehlikeleri belirleme ve raporlama prosedürleri
Sağlık riskleri
Boğulma / zehirlenme
Malzeme Güvenlik Bilgi formları’nın nerede bulunabileceği
Döküntü, sızıntı, saçıntı vb. ne yapılacak?
İşyerinde (en yaygın) kullanılan kimyasallar ?
Acil duş ve göz duşlarının yerleri
Atık yönetimi / işlemler ve bertaraf edilmesi
Kilitleme /Etiketleme /Emniyete Alma Prosedürü –
işlemi
Sınırlandırılmış / Kapalı alanlarda Çalışma ProseKasım-Aralık 2007
İş Sağlığı
Güvenliği
dürü / Yöntemleri
Genel İş Sağlığı ve İl Güvenliği Kuralları
Şirketin / kuruluşun iş güvenliği kuralları
Çalışılacak saha ile ilgili özel iş sağlığı ve iş güvenliği
kurallarının gözden geçirilmesi
Kapalı alanlara giriş ve çalışma prosedürü/talimatı
Trafik kuralları (sürücü güvenliği)
Çalışma izin sistemi
Verilecek / Gösterilecek / Okutulacak Dokümanlar
Şirketin /kuruluşun iş sağlığı ve güvenliği prosedürü,
talimatı
Diğer konular
ISO 9001:2000, ISO 14001, OHSAS 18001 vb. hakkında ön bilgi.
Saha turu veya uygunsa harita üzerinde tanımlama
Başlangıçta “iş sağlığı ve güvenliği genel bilgileri”
verilirken en az şu konulara da değinilmelidir.
İş Güvenliği Kavramı ve Tanımı:
İnsanlığın son yüzyıllarda içine girdiği makinalaşma
ve sanayileşme akımı, çalışanların yaşamlarının büyük
bir bölümünü, hızla çoğalan ve genişleyen fabrikalarda
sürdürmelerine, buna paralel olarak da önceden rastlanmayan bir takım yeni tehlikelerle karşı karşıya kalmalarına
neden olmuştur.
Bu tehlikelerden bilinçli olarak savaşım gereksinimlerinin duyulması ve yayılması “iş sağlığı ve iş güvenliği”
kavramının da doğması ve gelişmesinin, hatta bir bilim dalı
haline gelmesinin temel nedenidir.
İş Güvenliği şu şekilde tanımlanabilir:
“İş yerinde işin yapılması ve yürütümü ile ilgili oluşan
tehlikelerden ve sağlığa zarar verebilecek koşullardan korunmak ve daha iyi çalışma ortamı sağlamak için yapılan
metotlu çalışmalara iş güvenliği denir. Kısaca, iş kazası,
meslek hastalığı meydana getiren şartların incelenmesi
ve önlenmesi demektir.
İş kazası ve meslek hastalıklarının azaltılabilmesi için
kuşkusuz bunların ne olduklarının, nasıl oluştukları ve hangi etkenler sonucu ortaya çıktıkları gibi konuların incelenmesi gerekir.
“Kaza ne demektir ? İş Kazası ne demektir ? “
Toplumsal bir düzen (oluşum) içinde;
a) Önceden planlanmayan, bilinmeyen,
b) Kontrol dışına çıkan,
c) Zarar verebilecek niteliği bulunan her olaya kaza
denir.
Bu tanım görüldüğü gibi tüm kazaları içermektedir. Kazalar tanımda belirtilen oluşumla ilgisine göre isim alırlar.
Spor kazası, trafik kazası, maden kazası gibi. İş kazasının
tanımı her ülkenin yasalarına göre başka şekillerde yapılmıştır.
Ülkemizde iş kazasının tanımı Sosyal Sigortalar
Kanunu’nda yapılmıştır.
İş kazsı, aşağıdaki hal ve durumlardan birinde meydana gelen ve çalışanı (sigortalıyı) hemen veya sonradan
bence veya ruhça arızaya uğratan olaydır.
a) Sigortalının işyerinde bulunduğu sırada,
b) İşveren tarafından yürütülmekte olan iş dolaysıyla,
c) Sigortalının, işveren tarafından görev ile başka bir
yere gönderilmesi yüzünden asıl işini yapmaksızın geçen
zamanlarda,
d) Emzikli (emziren) kadın sigortalının çocuğuna süt
vermek için ayrılan zamanlarda,
e) Sigortalının işverence sağlanan bir taşıtla işin yapıldığı yere toplu olarak götürülüp getirilmesi sırasında.
Meslek Hastalığı Nedir ?
Bir insanın sağlığının yaptığı işten zarar görmesi sonucu meydana gelen hastalığa “meslek hastalığı” denir.
ÇALIŞMA ORTAMI
Genel anlamda bir iş kazası da yaralanma ile sonuçlandığına göre sağlığa zarar vermektedir. Burada kaza ile
meslek hastalığının sağlığa zarar verme biçimindeki farklılığa dikkat etmek gerekir.
Kazanın Temel Nedenleri konusunda değişik teoriler,
kabuller ya da yaklaşımlar vardır. Bunlardan en eski ve en
çok kabul görenlerden biri Kaza Nedenleri Zinciri’dir. Bu
yaklaşım şu şekilde özetlenmektedir:
Her iş kazası beş tane temel nedenin arka arkaya dizilmesi sonucu meydana gelir.
1- İnsanın Doğa yada Sosyal Evrim Karşısındaki
Zayıflığı:
İnsanın doğa karşısındaki bünyevi zayıflığı olmasaydı
kaza olmazdı. Kanın ilk nedeni budur. Doğada kaza yapısal bir olaydır, kesinlikle önlenemez.
2- Kişisel özürler:
Dikkatsizlik, pervasızlık, önemsemezlik, sinirlilik, ihmalkarlık gibi kişisel özürler kazaların ikinci nedenidir. Her kazada bu faktörün bulunması da zorunludur.
3- Güvensiz Hareketler ve Şartlar / Koşullar:
Bir insanın, örneğin dikkatsiz çalışma alışkanlığının
/ huyunun bir kazaya neden sayılabilmesi için çalışması
sırasında dikkatsiz bir hareket yapmış olması gerekir. İşyerinde güvensiz bir durum olmazsa, çalışanın dikkatsiz
tabiatta olması, bir kazanın oluşması için yeterli olmaz.
4- Kaza olayı:
Yaralanma yada zararın meydana gelmesi, yani kazanın bütün unsurları ile gerçekleşmesi için “Kaza Olayı” da
mevcut olmalıdır.
5- Yaralanma (Zarar veya Hasar) :
Kaza zincirinin sonuncu halkasıdır. Kaza olayının yasal
kaza tanımındaki duruma gelmesi için bu aşamanın da
tamamlanması gereklidir.
Kasım-Aralık 2007
7
İş Sağlığı
Güvenliği
İş Güvenliğinin Temel İlkeleri:
- Kaza nedenleri dizisinin beş halkasından ancak üçüncüsüne etki edilebilir. İş güvenliğinin sağlanması, çalışmaları güvensiz koşulların ve hareketlerin ortadan kaldırılması konusunda yoğunlaşır. Bu yaklaşımda;
-İş kazalarının nedenlerinin %88’i güvensiz hareketler
(ancak bu ifadeden kusur büyük oranda işçiye aittir anlamı
çıkartılmamalıdır), %10’u güvensiz koşullardır. %2 oranı
nedeni bulunmayan kazaları oluşturur.
- Kaza sonucu meydana gelebilecek zararın büyüklüğü önceden kestirilemez. Bu tamamen şansa ve rastlantıya bağlıdır.
- Çok ağır veya ölümle sonuçlanan her bir kazanın temelinde, 29 uzuv kaybı ile sonuçlanan ağır ve 300 yaralanma meydana gelmeyen olay vardır. (1-29-300 oranı).
Bu yaklaşıma göre; kazalalrın %2’si önlenemez, %50’si
pratik olarak önlenebilir, %98’i de önlenebilir tipte’dir.
- Çalışanların güvensiz davranışlarının nedenleri;
a) Bünyeden, doğadan gelen kişisel özürler,
b) Bilgi ve ustalık yoksunluğu,
c) Fiziksel uygunsuzluk,
d) Kötü çevre koşulları (aşırı gürültü, zayıf aydınlata,
kötü hava koşulları vb.),
şeklinde dört ana guruba ayrılabilir.
-İş kazalarını önleyebilmek için yapılması gereken
çalışma(ların) alanları sırasıyla;
a) Makine ve tesisatta mühendislik revizyonu, diğer bir
ifade ile özellikle ve öncelikle teknik önlemleri almak,
b) İnandırma ve özendirme (ikna ve teşvik) dahil bir takım idari önlemler,
c) Ergonomiden yararlanma,
(Ergonomi: Çalışmanın yöntemli bir şekilde düzenlenmesi ve hem makinelerin hem de donanımın, çalışan insanın yatkınlıklarına göre hesaplanması amacıyla yapılan
inceleme ve araştırmaların tümü.)
d) (Son çare olan) Disiplin önlemlerine başvurma.
-Kazalardan korunma yöntemleri ile üretim kontrolü
8
ÇALIŞMA ORTAMI
(kalite kontrolü, fiyat kontrolü ve üretimin arttırılması) metotları her zaman birbirinin paralelindedir, çatışmaz.
- İş sağlığı ve güvenliği ile ilgili işyeri prosedür ve talimatları, iç yönetmelikleri üst düzeydeki yönetim tarafından
çıkarılırsa ve ödünsüz desteklenirse etkili olur. Üst kademe yöneticisi daima sorumluluğa katılmalıdır.
-Formen (ustabaşı) yani ilk yönetici kazalardan korunmada başta gelen en etkili kişidir.
-İnsancıl duygu yanında iş güvenliğinin sağlanmasında
itici iki paralel faktör vardır:
a) Güvenli çalışan işletmelerde üretim artar, maliyet
düşer,
b) Kazada görünen kayıpların (en az) beş katı kadarda görünmeyen zarar meydana gelir.
Güvensiz Hareketler
Evden İşyerine; Yaya da olsanız trafik kurallarına ve
işaretlerine kesinlikle riayet ediniz; işyerinize bisiklet, motorsiklet veya özel otonuzla gidiyorsanız, aracınızın daima
trafik güvenliği içinde olmasını kontrol ediniz.
İşyerinde Güvenli Davranışlar:
Daima sağdan gidiniz. İşaretli yaya yürüyüş yolları ve
geçitleri kullanınız. Motorlu araçların geçtiği kapılara dikkat
ediniz. Tehlike (acil çıkış) kapıları, yangın alarm düğmeleri ve yangın söndürücülerin önleri kapatılmamalıdır. İş
güvenliği ve kurtarma araçlarını kötü kullanmak ve yetkisi
olmadan aletlere müdahale etmek kesinlikle yasaktır. Sabit olmayan yüklerin altında durmak ve yürümekten kaçınınız. Meyve kabuklarını hiçbir zaman yerlere atmayınız.
İtişmeden, el şakalarından ve her çeşit kavgadan sakınınız. İşyerine sarhoş gelme ve işyerinde alkollü içki kullanma yasağını da hatırlatalım.
Tehlikeli Maddeler:
Bu gibi maddeleri kullanan kişi tehlikeleri hakkında bir
bilgiye sahip değilse en iyi koruyucu önlem dahi bir işe yaramaz.
İş Elbiseleri:
Yaptığınız işe uygun şekilde giyininiz. Makinalardaki
çalışmalarda saçlar uygun şekilde örtülü olmalıdır. Çalışma esnasında yüzük, bilezik ve kol saati taşımayınız. İşe
gelirken sağlam ve düzgün ayakkabı giyiniz. Ağır ve tehlikeli işlerin yapıldığı yerlerde standarlara uygun iş güvenliği
ayakkabısı giyiniz.
Kişisel Koruyucular:
Zararlı gazlardan, buharlardan ve tozlardan korunmak
için filtreli veya temiz hava verici maskeler kullanılır. Işınlardan, asit sıçramalarından , buharlardan, taşlama ve
polisajdan fırlayan parçacıklardan korunmak için çeşitli
nitelikte gözlükler vardır. Keskin kenarlı malzemeden, tahriş edici veya sıcak maddelerden ellerin zarar görmesini
Kasım-Aralık 2007
İş Sağlığı
Güvenliği
önlemek için lastik, asbest, deri ve sun’i deri maddelerden
yapılmış eldivenler kullanılmaktadır. Çalışma esnasında
derinizi etkileyen sıvılar veya maddelerle temas etmeniz
gerektiğinde cilt koruyucu kremler kullanınız. Kaynak işlerinde, sertleştirmede, asitle çalışmada ve benzeri işlerde
deri olmayan, örneğin sun’i maddeden yapılmış önlükler
kullanınız. Ayaklara yönelik tehlikelerin bulunduğu yerlerde
size verilecek olan güvenlik ayakkabılarını, tozluklarını ve
lastik çizmeleri giymek zorundasınız.
İlk İş Güvenliği Eğitiminin Gerçekleştirilmesi
İşe yeni giren personelin iş güvenliği kavramı ile ilk
tanışmaları çoğu zaman personel/insan kaynakları bölümünün tek tek ya da küçuk gruplar halinde verdiği ilk eğitimlerde olmaktadır. Bazen de iş güvenliği uzmanı ya da bir
yönetici ilk eğitimi vermektedir. Bu yöntem işçiler üzerinde
son derece olumlu bir etki yaratabilir. Ancak bu kişilerin vereceği eğitim işyerindeki yoğun iş baskısından dolayı sürekli olmayabilir.
Aslında eğitimin nasıl verildiği, kim tarafından verilmesinden daha önemlidir. Konuşmanın son derece iyi hazırlanması, özellikle görsel araç, gereç veya örneklerle iyi
bir şekilde sunulması (hatta eğitim gruplarının 20 kişiyi aşmaması, eğitimin gerçekleştirildiği yerin konfor şartlarının
uygun olması vb.) yeni işçi üzerinde iyi bir başlangıç etkisi
yaratır.
ÇALIŞMA ORTAMI
Şifahi (yüz yüze) eğitim olaya bir ciddiyet kazandırır
ve katılımcılarda arkadaşça bir işbirliğinin oluşturulmasına
önemli katkıda bulunur.
Her bir yeni işçiye anlatılan konularda eksiklik oluşturmamak, eğitim sürecini aksatmamak, mevcut görevlilerden
etkin yararlanmak için işyerine özgü hazırlanmış / hazırlatılmış (örneğin bir saatlik) bir “iş sağlığı , güvenliği ve çevre
eğitimi” filminden yararlanılabilir. Türkiye’de de bazı büyük
kuruluşların bu yöntemi başarı ile uygulamaktadır.
• Yeni işçinin işe başlamadan önce verilecek eğitim(in
yanı sıra),
• Bir işçide iş sağlığı ve güvenliği bilincinde eksiklik
görülmesi durumunda,
• Bir işçinin başka bir işe veya göreve transfer olmasında,
• Üretim yöntemlerinde değişiklik olduğunda,
• İşçi belirli bir süre işten uzak kaldığında,
iş sağlığı ve güvenliği eğitimi yinelenmeli , diğer bir ifade ile yenilenmelidir.
İşyeri hekimi ve hemşiresinin, İş sağlığı ve güvenliği eğitimlerinde yararlanılacak en önemli kişilerin başında
geldiği de unutulmamalıdır.
Kaynaklar
Reese, Charles D., Occupational Health and Safety Management Apratical Approach, Lewis Publishes,Washington, 2003
-, -, Accident Prevention Manual for Industrial Operations, Seventh Edition, National Safety Council, 1977, Chicago.
www.ssk.gov.tr
Laing. Patricia M. (Project Editor), Accident on Manual for Industrial Operations, Administration and Programs, Ninth Edition,
Volume I. Natioanl Safety Council, Chicago 1993.
Heinrich, H.W., Industrial Accident Prevention A Scientific
Approach, Fourth Edition, McGraw-Hill Book Company, London
1959
Kasım-Aralık 2007
9
Toplum
Beyin Göçünü Anlamak
Şenay GÖKBAYRAK*
([email protected])
G
enel anlamda, yüksek eğitim ve buna bağlı olarak
niteliğe sahip kişilerin, yetiştikleri ülkeler dışında,
başka bir ülkede çalışmak ve yaşamak amacı ile kalıcı
yerleşik hale gelmeleri, beyin göçü olarak kabul edilmektedir (Adams,1968; Lowell ve Findlay, 2001; Iradele,2001;
IOM,2005). Bu tanımda, göç, yüksek eğitim ve nitelik düzeyine sahip işgücünün, gönüllü bir eylemi bir başka deyişle, yaşamak ve çalışmak için alternatifler arasında en
uygun yeri seçme yönünde verdiği kararı yansıtmaktadır.
Beyin göçünün, en son aşamada, bireyin verdiği karar sonucunda ortaya çıktığı kabul edilmekle birlikte, bu kararın
ötesine geçerek olguya baktığımızda, beyin göçünün yapısal değişkenlerin sonucunda
ortaya çıktığını görürüz.
Literatürde, beyin göçünü
konu alan ilk çalışmalar, neoklasik iktisat ekolünün etkisiyle, analizlerini, göç kararı
veren rasyonel birey üzerine
odaklamışlardır. Rasyonel ve
tam bilgi sahibi olduğu kabul
edilen bireyler, maliyet-fayda
hesapları çerçevesinde, parasal olarak net kazanım elde
edecekleri sonucuna ulaştıkları noktada, göç etmeye karar
vereceklerdir(Borjas,1989).
Bireyler, yatırım yaptıkları nitelik düzeyini en verimli
olarak değerlendirebilecekleri yerlere, bir başka deyişle
insan sermayesine yapılan
yatırımdan en yüksek geri
dönüşü (ücreti) alabilecekleri yerlere göç etmektedirler
(Sjaastad,1962:86-87). Göçü,
bütünüyle, birey ve ekonomik
değişkenler çerçevesinde açıklayan, neo-klasik yaklaşımlar, indirgemeci anlayışları nedeniyle, eleştiriye uğramışladır. Her şeyden önce, göçmenlerin tam bilgiye sahip
olmaları, kuram içerisinde kalan ve gerçekte ortaya çıkmayan bir durumdur. İkinci olarak, kuramın varsayımları
çerçevesinde, dünyanın gelir düzeyi en düşük ülkelerinden, en yüksek ülkelerine doğru göç hareketlerinin olması
gerekirdi. Bugün, başlıca göç alan ülkeler, dünyanın en
gelişmiş ülkeleri olmakla birlikte, en fazla göç veren ülkelerin en düşük gelir düzeyine sahip ülkeler olmadığı, göç
alan ve veren ülkeler arasındaki ilişkinin, tarihsel bir takım
deneyimlerden etkilenen sürecin sonucunda ortaya çıktığı
görülmektedir. Neo-klasik yaklaşımlar çerçevesinde, hükümetlerin göçü düzenleme isteği ile piyasalara karışmaması gerektiği öngörüsüne karşın, günümüzde, en fazla göç
alan Amerika, Kanada ve Avustralya gibi ülkelerin, kendi
işgücü gereksinimleri doğrultusunda, seçici nitelikli politikalara sahip olduğu bilinmektedir (Salt ve Mclaughan,2002;
*
Dr. Arş. Gör. AÜ, Siyasal Bilgiler Fakültesi
Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı Gönüllüsü
10 ÇALIŞMA ORTAMI
Christian,2003). Bunun yanı sıra, mikro kuramlar olarak nitelendirdiğimiz yaklaşımlar, neden bazı belli ülkelerden kişilerin öncelikle belli ülkelere göç etme olgusunu açıklayamamaktadır (Faist,2003). Ücret ve istihdama ilişkin, ülkeler
arasındaki farklılıklar, beyin göçünde önemli bir belirleyici
olmakla birlikte, göç nedenlerine ilişkin resmin sadece bir
parçasını oluşturmaktadırlar. Dolayısıyla, bir adım daha
öteye giderek, ülkeler arasındaki bu farklılıkların nereden
kaynaklandığını ortaya koymak gerekmektedir.
Genel olarak göç hareketleri, özel olarak beyin göçünü açıklamada, küresel birikim rejimlerinin özelliğini ön
plana çıkaran, makro düzey kuramlar ise, göç analizlerinin merkezine, küresel birikim rejiminin özelliklerini ve sonuçlarını
koymaktadırlar. Wallerstein(1974),
dünya ekonomisini, farklı işlevlerin üstlenildiği merkez ve çevre
diye ayırmakta ve bu bölünmenin
mesleksel hiyerarşiyi de içerdiğini belirtmektedir. Buna göre; yüksek düzeyde niteliğe bağlı olarak
büyük oranda sermaye birikimini
gerektiren işler, dünya ekonomilerinin merkez bölgelerinde toplanmaktadır. Çünkü, kapitalist dünya
ekonomisi, insan sermayesi de dahil olmak üzere sermaye birikimini,
çevre ülkelerin işbölümünde kendine düşen vasıfsız işçilerin işlerine
göre, daha yüksek bir oranda ödüllendirmektedir. Bu mesleksel niteliklerin coğrafi anlamda dengesiz
dağılımı, kendi kendini sürdürme
yönünde güçlü bir eğilime sahiptir.
Bu varsayımdan yola çıkan makro
kuramlar, kapitalist ekonomik ilişkilerin, çevre ülkelerin içine nüfuz
ederek, bu toplumlarda akışkan bir nüfus yarattığını ileri
sürmektedirler (Portes, 1976; Massey vd,1993; Castles ve
Miller, 2003).Uluslararası göç, gelişmekte olan dünyadaki
kapitalist piyasa formlarının doğal bir sonucudur ve küresel
ekonominin merkezden çevreye yayılması, göç için bir katalizör görevi görmektedir (Massey vd, 1993:444-445). Bu
çerçevede, uluslararası işgücü akımları, mal ve sermaye
akımlarının tersi yönünde gelişmektedir. Kapitalist yatırım
dalgaları, çevre ülkelerde, köklerinden kopmuş nüfus grupları yaratırken, aynı zamanda uluslararası harekete neden
olan merkez ülkeler ile güçlü maddi ve kültürel bağlar kurulmasına neden olmaktadırlar. Özellikle, gelişmekte olan
ülkelerden gelişmiş ülkelere olan göçün eski sömürgeci
devletlere yöneliyor olması, bu kuram bağlamında rastlantısal bir sonuç değildir. Sömürgecilik döneminde bu ülkeler
ile kurulan kültür, eğitim, yönetim, yatırım, ulaşım ve iletişim
alanındaki bağlar, ulus ötesi spesifik piyasaların ve kültürel
sistemlerin oluşmasına neden olmaktadır. Bu çerçevede,
örneğin İngiltere Ulusal Sağlık Sistemi içinde yer alan tıp
personelinin yarıya yakın bir bölümünün Eski İngiliz Devletler Topluluğu’nun bir üyesi olan Hindistan geliyor olması
Kasım-Aralık 2007
Toplum
şaşırtıcı karşılanmamalıdır (Robinson ve Carey,2001). Bu
noktada, dünya ekonomisi temelde bankacılık, finans, yönetim ve profesyonel hizmetlerin yoğunlaştığı çok az sayıda kent merkezi tarafından yönetilmektedir. Bu küresel
şehirlerde yoğunlaşan faaliyetler, yüksek bir refah düzeyi
yaratırken, diğer yandan bu refahın yaratılmasında önemli
ölçüde etkide bulunan yüksek nitelikli insan gücünü de bu
merkezlere çekmektedir (Salt,1997). Dolayısıyla, beyin göçünün, açıklaması, bu yaklaşımlar çerçevesinde küresek
ekonominin gelişim dinamikleri ve bunun politiği içerisinde
yer almaktadır.
Genel olarak hem mikro hem makro düzey analizler,
uluslararası göç olgusunun belli bir zaman kesitindeki,
nedenleri üzerine yoğunlaşmaktadırlar. Oysa, uluslararası göç olgusu, geçmişten bu yana, süreklilik kazanan bir
olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Literatürde, bu süreklilik, son yıllarda hızlı bir gelişim sergileyen, ağ kuramları
ile açıklanmaktadır. Bu yaklaşım, göç alan ve veren ülkelerde, göçmenler, eski göçmenler ya da henüz göçmen
olmayanlar arasındaki, arkadaşlık, akrabalık, aynı köken
ve meslek temeline bağlı olarak kurulan kişisel bağ setlerinin göçe ve göçün süreklilik kazanmasına etkilerini
incelemektedir(Massey,1986). Ağ teorileri, söz konusu
bağların göçün ortaya çıkardığı maliyet unsurlarını dolayısıyla riskleri azaltma yönünde göç olasılığını artırdığını
ve göçte, ekonomik nedenlerin ötesinde, sosyal yapının
özelliklerinin ön plana çıktığını belirtmektedir. Göç alan
ülkelerde göçmenlerin sayısı kritik bir eşiğe ulaştığında,
bu ağlar ortaya çıkmakta ve sonraki göçlerin neden olduğu maliyet unsurlarını azaltarak, süreklilik kazanmasına
etkide bulunmaktadırlar. Günümüzde, Türkiye’den beyin
göçünün en fazla yoğunlaştığı ABD’deki üniversitelerde,
çalışan bilim insanlarının belli üniversitelerde ve bölümlerde toplandığı görülmektedir. Bu noktada, ağ kuramlarının
varsayımlarına uygun olarak, ilk giden göçmenlerin orada
belli bir yer ve statü kazandıktan sonra, sonradan gelenlere hem referans hem de çeşitli açılardan yardımcı olma anlamında, göçün sürekliliğinin sağlanmasında önemli bir rol
üstlendikleri görülmektedir. Göçmenlerin arasında oluşan
bağlar, göçmenlerin sosyal konumu, güç ve sınıf profiline
göre değişebilmektedir. Örneğin, beyin göçü kategorisinde
yer alan göçmen grupları, daha çok meslektaş ve meslek
örgütleri bağlamında ortaya çıkan ağ yapıları kullanırken,
niteliksiz işgücü kategorisindeki göçmenlerin, arkadaşlık,
akrabalık, tanıdık temellerine dayanan ağları kullandıkları
görülmektedir (Vertovec,2002). Hangi yapı kullanılırsa kullanılsın, kurama göre; göçmenler ile potansiyel göçmenler
arasında kurulan ağlar içinde geliştirilen ilişkiler, göçün süreklilik kazanmasında etkili olmaktadır.
Yukarıda özetlemeye çalıştığımız yaklaşımlar çerçevesinde, beyin göçünün tek bir düzleme indirgeyerek inceleme olanağının bulunmadığı ortaya çıkmaktadır. Bu
noktada, söz konusu yaklaşımları, birbirine karşıt görmek
yerine, olgunun farklı boyutlarını anlamamıza yardımcı
olacak çeşitli araçlar olarak algılamak daha etkin bir yaklaşım olacaktır. Bu çerçevede, beyin göçüne neden olan
unsurları öncelikle makro düzey yaklaşımların öngördüğü
gibi küresel sermaye birikim rejimlerinin özelliklerine uygun
olarak şekillenen yapısal bir takım değişkenler –sosyal,
kültürel, meslek ve eğitim sistemleri gibi– etrafında analiz
etmeye başlamak gerekmektedir. Ancak, analizi bu düzey-
ÇALIŞMA ORTAMI
de bırakmak yeterli değildir. Küreselleşme, neden olduğu
eşitsizlikle, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında,
aynı eğitim ve nitelik düzeyine sahip işgücünün, başta ücret
olmak üzere, çalışma koşulları arasındaki mesleksel farklılıkları önemli ölçüde açmaktadır. Dolayısıyla mikro düzey
yaklaşımların göçün temel nedeni olarak öngördüğü ücret
farklıkları, aslında makro düzeyde ortaya çıkan bir takım
değişimlerin sonucudur. Günümüzde artan iletişim ve ulaşım teknolojileri, uzak mesafeleri çok yakın hale getirmekte, insanlar arasındaki fiziki mesafeler anlamını yitirmekte,
özellikle göçmenler ile potansiyel göçmenler arasında oluşan ağlar, göçü kolaylaştırma açısından önemli bir belirleyici olmaktadırlar. Bu açıdan yaklaşıldığında, söz konusu
ağlar, göçün yönünü belirlemek ve sürekliliğini sağlamak
işlevi açısından önemli birer belirleyici konumundadırlar.
Sonuç olarak beyin göçünü, bireyin kişisel bir eylemi
olarak görmek olanaksızlaşmaktadır. Beyin göçü, küresel
üretim ve birikim rejiminin özelliklerinden etkilenen, söz konusu sistemi etkileyen ve belli bir süre sonra, çeşitli araçlar
ile süreklilik kazanmasına neden olan çok boyutlu bir olgu
olarak karşımıza çıkmaktadır.
Kaynakça:
Adams, W.(1968), The Brain Drain, The Mcmillan Company,
New York.
Borjas, G.(1989), “Economic Theory and International Migration”, International Migration Review, Vol:23, No:7, s:457- 485.
Castels, S ve Miller, M.J. (2003., The Age of Migration, Palgrave Mac Millan, Third Edition, England.
Christian, B.P. (2000), Facilitating High-Skilled Migration to
Advanced Industrial
Countries: Comparative Policies, Institute for Study of International Migration
Faist, T.(2003)., Uluslararası Göç ve Ulusaşırı Toplumsal Alanlar, çev: Azat Gündoğan, Can Nazar, Bağlam Yayınları, İstanbul.
IOM(2005)., World Migration 2005, Cenevre.
Iradele, R.(2001)., “The Migration of Professionals : Theories
and Typologies”, International Migration, Vol:39(5), s:7-26.
Lowell, L ve Findlay, A(2002)., Migration of Highly Skilled Persons from Developing Countries, Impact and
Policy Responses, Sythesis Report, ILO International Migration Papers No:44, Geneva.
Massey, D(1986)., “The Settlement Process among Mexican
Migrants to The United States”, American Sociological Review,
No:51, s:670-684.
Massey, D vd(1993)., “Theories of International Migration:
A Review and Appraisal”, Population and Development Review,
Vol:19, No:3, s:431-466.
Portes, A(1976)., “Determinants of The Brain Drain”, International Migration
Robinson, V ve Carey, M. (2000)., “Peopling Skilled International Migration: Indian Doctors
Salt, J. (1997)., International Movement of Highly Skilled”, Directorate For Education, Employment, Labour and Social AffairsInternational Migration Unit- Occasional Paper No:3, OECD.
Salt, J ve Mclaughan, G (2002)., Migration Policies Towards
Highly Skilled Foreign Workers, University of College London,
Migration Research Unit Report. Goergetown University.
Sjaastad, L(1962)., “ The Costs and Returns of Human Migration”, Journal of Political Economy, 70(S), s:80-93.
Vertovec, S (2000)., Transnational Networks and Skilled Labour Migration, Laden Burger iskurs “Migration”, 14-15 February
Ladenburg.
Wallerstein, I.(1974)., The Modern World System: Capitalist
Agriculture and Origins of The European World Economy in The
Sixteen Century, Academic Press. Review, Vol:10,No:4, s:489508. in The UK”, International Migration, Vol:38(1), s:89-108.
Kasım-Aralık 2007
11
Okur
Mektubu
Kalite ve Verimlilikte İnsan İlişkilerinin Etkisi
Servet ŞENGÜL
Ü
retim araçlarında, ileri teknoloji, makinaların baş
döndürücü gelişmesinin her gün yeni bir örneğinin yaşandığı günümüzde, her şeye karşın üretimde
insan etkisi gözardı edilemeyecek boyutta önem taşımaya devam ediyor. Bizim küçük ölçekli bir işyerimiz var. Kuruluş tarihi 1983. Şu anda, üçü mühendis,
toplam 14 kişi ile çalışmalarımızı sürdürüyoruz. 24
yıllık bu süreçte kendi işyerimizde ve ilişkide olduğumuz işyerlerindeki gözlemlerimden çıkardığım sonuçları sizlerle paylaşmak istedim.
OSTİM sanayi sitesinde günün koşullarında iyi
sayılabilecek bir mekanda başladı çalışmalarımız.
Ama yaşadıkça ortamın ne kadar yetersiz ve kötü
olduğunu gözlemlemeye başladık. Genelde, İskitler
ve Büyük Sanayi Siteleri'nin kötü koşullarından gelen
esnaf için çalışma ortamları yeterli hatta lüks sayılabilecek yerlerdi. Bu yerlerin çatıları, “eternit” ticari
adıyla anılan, çimento-asbest karışımı bir malzemeden yapılmıştı. Çalışanların oturabileceği bir oda
yoktu.
Hâlâ, yaz mevsiminde sıcaktan, kış mevsiminde
soğuktan içinde yaşayanları perişan eden bu tasarımlarda onbinlerce insan yaşam kavgası vermeye
devam ediyor.
2000 yılında yeni işyerimize taşındık. Betonarme,
yalıtılmış, çalışanların yaşam ve çalışma koşulları
dikkate alınarak düzenlenmiş çalışma ortamlarının
ne kadar önemli olduğu, içinde yaşayınca biraz daha
ortaya çıktı.
Eğitimi, kültürü ne olursa olsun her insan kendisine değer verildiğini, önemsendiğini duyumsamak
ister. Bir işyerinde çalışan insanlar, eve davet edilen
konukları andırır. Konuklara sunduklarımız yanında,
evin düzeni ve görünümü de, ona verdiğiniz değerin
göstergesidir. İşyerlerinde farklı olarak, bir de, sizden
mal veya hizmet alacak müşterinize de değer verdiğinizi göstermeniz sizin konumuzunu yükselten veya
düşüren bir etkendir.
Yeni işyerimizde yerleşim tamamlandığında hemen bir toplantı yaptık ve bundan sonraki iş yaşamımıza ilişkin yeni kararlar aldık. Birinci kural olarak, temiz bir ortamda çalışmak istiyorsak, kirletmemeliyiz.
Kirlettiysek bunu kanıksamamalı, derhal temizlemeliyiz. Sabah çalışma ortamınıza girerken kapıdan başlayarak mekanın temizliği insanı ferahlatan, kendini
değerli hissettiren bir başlangıçtır. Bunun bir ayrıcalık olduğunu başkaları da farkeder ve size söylerse,
daha bir gururlanırsınız. O zaman üretim sırasında
12 ÇALIŞMA ORTAMI
çıkan atıkların yere düşmeden atık deposuna gönderilmesine daha bir özen gösterirsiniz. artık yaşam
biçiminiz değişmiştir ve gittiğiniz işyerlerini kendinizle karşılaştırmaya hatta eleştirmeye başlarsınız. Göz
zevkiniz, güzellik anlayışınız değişmeye başlamıştır.
Ortamdaki her çalışan ve ziyaretçi sizin oluşturduğunuz ortama saygı duymaktadır.
Her çalışan o sistem için gerekli ve önemlidir.
Önemini ve değerini duyumsadığı ölçüde özenli ve
verimlidir. Üretirken onu üreten, kendinden bir şey
katmıyor ya da katamıyorsa, ya teknik ya da estetik
olarak bir şeyler eksiktir. Üreten mutlu ise ve yaptığı
işi seviyorsa o ürün tamdır.
Küçük mutluluklar yaratmak, mutlu insanların becerisidir. 2000 yılından bu yana her bireyin doğumgününde yarım saat önce paydos edilir; ortaklaşa
alınan bir pasta eşliğinde o gün doğumgünü kutlanır.
Güzel sözler ve küçük şakalarla gün tamamlanır. Bu
küçük ama hoş tören, insanlara mutluluk veren anlardır.
Çalışmamızın amacı, beslenme, barınma ve sevdiğimiz insanlara daha iyi bir yaşam sağlamaktır. Maaşımızın düzenli ve gününde ödenmesi, o işyerine
olan güven duygumuzu arttıran bir etkendir.
İşyerindeki verimlilik, sisteme olduğu kadar çalışanlara da yansımalıdır. Prim sistemleri çalışanlara
ek gelir sağlarken, üretimde de kalite ve sayının artırılmasını amaçlar. Sistemin kazançlarından yararlanamayan bireyler bir süre sonra yaptıkları işi sıradan
ve önemsiz görmeye başlarlar. 2003 yılında bir maaş
tutarında prim dağıttığımızda, gelecek yıllarda, aynı
hatta daha iyi kalitede ve daha çok üretebilirsek, primin iki, üç, dört maaş olabileceğini söylediğimizde,
fazla bir heyecan yaratmamıştı. İzleyen yıllarda, üç
maaş prim dağıtıldı. Bu süreçte, üretim hatalarımız
%1'lere düşerken, her birey, kendi alanında daha iyisini yapmak için özveriyle çalıştı ve çalışıyor.
Bireylerin ürüne kattıkları bir yenilik, estetik de
ödüllendirilmelidir. Yaptığı katkının ödüllendirileceğini bilmek, bireyi yeni arayışlara, zihinsel çabalara
yönlendirir. Yaptığının boşa gitmediğini bilmek, kimi
mutlu etmez ki.
Eğitimimiz, kültürümüz, yaşımız ne olursa olsun
hepimiz, aslında birer çocuğuz. Güzel ortamlarda yaşamak, üretmek, sevilmek, önemsenmek, takdir edilmek, haksızlığa uğramamak, dostlarla, arkadaşlarla
yaşamı paylaşmak isteriz. Çok mu zor? Bence değil,
Yeter ki, içimizdeki çocuğa kulak verelim.
Kasım-Aralık 2007
Anımsa
Hocamız Prof.Dr. Cahit Talas
Alpaslan IŞIKLI*
H
ocamız Prof. Dr. Cahit
Talas’ı 2006 yılının Ekim
ayında sonsuzluğa yolcu ettik. Bir sosyal politikacı olarak
toplumsal hayatımızın değişik
alanlarında derin izler bırakarak
bu dünyadan ayrıldı.
Yalnızca mesleğinin gereği
olarak değil, doğuştan sosyal
politikacıydı. Her zaman zayıfın,
ezilmişin, kimsesizin sorunlarına ilgi duymak, çözüm bulmaya çalışmak, onun karakterinin
temel özelliği olmuştur.
Prof. Dr. Cahit Talas 1917’de
Trabzon’da orta halli bir ailenin
bireyi olarak doğdu. İlkokulu
ve Ortaokulu Ordu’da okumuş,
Lise öğrenimini Trabzon’da tamamlamıştır. 1935 yılında o
zamanki adıyla Mülkiye’ye girmiş, Mülkiye öğrenimini tam da
Atatürk’ün sonsuzluğa göçtüğü
1938 yılında tamamlamıştır.
Cahit hocanın yaşamı boyunca
eksik olmayan Atatürkçü heyecanının kaynağını o yıllardaki edinimlerinde aramak yanlış olmaz.
Yüksek öğrenimini bitirdikten sonra İsviçre’ye giden
Prof.Dr. Talas’ın, Cenevre Üniversitesinde Türkiye’de Çalışma İlişkileri Mevzuatı konusunda sunduğu doktora tezi
kabul edilmiş ve Fransızca olarak yayınlanmıştır.
Yurda dönünce, zorunlu hizmet bağlantısı nedeniyle
Maliye Bakanlığına giren Prof. Dr. Cahit Talas kısa
bir süre sonra yeni kurulan Çalışma Bakanlığına geçmiştir.
Böylece asıl ilgi duyduğu alanda çalışma fırsatı doğmuştur.
Daha sonra, akademik kariyeri seçen Prof. Dr. Talas,
1953 yılında mezun olduğu SBF’ye doçent olarak girdi.
SBF’de uzunca bir süre İçtimai İktisat dersini okuttu.
Bu ders daha sonra 60’li yıllarda Sosyal Politika ve İş
Hukuku kürsüsüne dönüştü. Böylece, İstanbul’da Prof.
Gerhard Kesler’in öncülüğünde temelleri atılmış bulunan
akademik yapılanmaya koşut bir gelişme, Ankara Üniversitesi bünyesinde de gerçekleştirilmiş oldu. SBF’de
1958’de profesörlüğe yükselen Prof. Dr. Talas, 60’lı yılların başında iki dönem aynı fakültenin dekanlık görevini
de yürüttü.
Talas hoca, 1960-­61 yıllarında 27 Mayıs hükümetlerinde
Çalışma Bakanlığı yaptı. Bu dönemde, sosyal politika alanında bazı önemli adımların gerçekleştirilmesine katkılar
sağladığını görüyoruz. Onun pek de uzun sürmeyen
Çalışma Bakanlığı döneminde gerçekleştirilen başarılardan bazılarını şöyle sıralayabiliriz: 27 Mayıs sonrasının
ilk kararlarından birisi olarak, başta Türk­İş olmak üzere,
sendikal örgütlerin uluslararası örgütlere üye olmalarını
engelleyen yasaklar kaldırıldı. Kapatılmış olan pek çok
sendika ve birliğin açılmasına olanak tanındı. Bugün
henüz çekince konulmadan onaylanması sağlanamamış
olan Avrupa Sosyal Şartı’nı 1961 yılında Torino’da Avrupa
Konseyinin diğer üyelerinin temsilcileri arasında Türkiye
adına imzalayan da Cahit Talas olmuştur. Ayrıca, gerek
*
Prof.Dr. AÜ, Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi
ÇALIŞMA ORTAMI
1961 Anayasasının sosyal
haklarla ilgili maddelerini, gerekse 1963 yılında yürürlüğe
giren Sendikalar ve Toplu İş
Sözleşmesi Grev ve Lokavt
yasalarını biçimlendiren birikimin oluşumunda da Talas hocanın önemli katkıları vardır.
1961’de Cahit hocaya
TİP’in kurucularından sendikacı Avni Erakalın tarafından TİP’in genel başkanlığı
önerilmişti. SODEP’le SHP ile
birlikteliği oldu. Ne var ki hiçbir
parti ile yoğun ve sürekli ilişki içinde olmadı. Ancak, her
zaman emekten ve ezilenden
yana bir arayış içinde olmuştur. Emekliliğinden sonra
ise Milli Birlikçi dostu Suphi
Karaman’ın da içinde yer aldığı İP’nin üyesi oldu.
Hoca, ayrıca, 1961­66
yıllarında Merkez Bankası
İdare Meclisi Üyeliğinde de
bulundu.
Bununla birlikte, Prof. Dr.
Talas’ın kendisi için öncelikli seçimi hocalık olmuştur.
1961 yılında seçimlerin yapılması üzerine bakanlık döneminin sona ermesiyle birlikte, Talas hoca, SBF’deki
görevine dönmüştür.
Prof. Dr. Talas, hoca olarak verdiği derslerle ve yayınladığı çok sayıda kitapla bugün toplumsal yaşamın değişik alanlarında görev yapan pek çok insanın yetişmesine çok önemli katkılar sağlamıştır. Özellikle, Toplumsal
Ekonomi, Toplumsal Siyaset ve İktisadi Sistemler gibi
konulara ilişkin yapıtları, ilgililerin öncelikle başvurma
gereğini duydukları temel nitelikte kaynaklar olarak işlevlerini sürdürmektedir. Dostoyevski, Gogol’un ünlü Palto isimli
eserini kastederek “biz hepimiz Gogol’un paltosundan
çıktık” dermiş. Bu anlamda, günümüzde sosyal politika
alanındaki pek çok bilim adamının ve uygulamacının
Cahit Talas’ın “İçtimai İktisat”ından çıktığını söylemek yanlış olmaz.
Ülkemizde genel olarak demokrasinin ve özellikle
de bilimsel yaşamın ağır baskılar altına sokulduğu dönemlerde, Cahit Talas hocanın karşılaştığı muameleler
hepimizi derinden üzmüştür. Hocamız, 12 Mart 1971’de
tamamen uydurma nedenlerle ve hukukla bağdaştırılması mümkün olmayan bir biçimde gözaltına alındı. Onun
gibi yurtsever bir Atatürkçüye bunlar nasıl yapılabilirdi!
12 Eylül ve YÖK, hocamızın bizim kürsüyü Sosyal Politika bölümüne dönüştürerek içeriğini zenginleştirip
büyüttüğü bir sırada geldi çattı. Talas hoca Bölüm Başkanlığından alındı. Meslektaşlarından bazıları, sorgusuz
sualsiz ve savunmasız bir biçimde kamuda çalışmaktan
men edildiler. Talas hoca için üniversite ortamı, dayanılır
olmaktan çıkmıştı. Birkaç yıl dayandıktan sonra emekliliğini
isteyerek ayrıldı.
Öğrencileri olarak, Cahit Talas hocaya çok şey borçluyuz.
Onun bize kazandırdıklarına layık olmak, başlıca sorumluluğumuzdur.
Kasım-Aralık 2007
13
Toplum
Düşünceden Eyleme:
İşyerinde Şiddete Emek ve Cinsiyet
Açısından Bir Bakış
Aanchal KAPUR (Çeviren : Yasemin ÜNAL)
B
u çalışma, işyerinde şiddeti, özellikle cinsel taciz açısından incelemek üzere hazırlanmıştır. Hindistan’da,
hem kadın hareketleri içinde, hem de emekçi destek gruplarında uzun yıllar çalışmış bir insan olarak, “şiddet” ve
“işyerinde şiddet” terimleri benim açımdan farklı anlamlar
taşır:
• Biri; sosyal farklılıklar ve ayırımcılık sonucu, özellikle
kadına karşı şiddetle ilgili, edindiğim anlayış ve deneyimlerim,
• Diğeri; güvenli bir işyerinde olması gereken fakat
sürekli kadın işçilerden esirgenen, takdir, koruma ve
terfi konularındaki eksikliğe tanıklığım.
Bu yazımda, yukarıda sözünü ettiğim her iki konuyu bir
araya getirmek, tartışma ve eyleme dönüştürmek için fikirler üretmeye çalışacağım.
“İşyerinde şiddet” deyimine, aşağıda sıralanan şekilde,
cinsel taciz açısından bakacağız:
• Kurban kadındır (1)1
• Fail erkektir
• Ortaya çıkan olay cinsel tacizdir
• Kullanılan yöntem veya nedenler sosyal sınıf, işten
atma tehdidi, yükselme veya maaş artışı
• Taciz süreklidir
• Taciz fiziksel, duygusal, psikolojik, sözel veya zihinsel olabilir
• Taciz işyerinde gerçekleşir.
Bu tanımlar, kadına karşı geniş çaplı tacizi önleme
çalışmalarının sonucunda ortaya çıkmıştır. Bu hareket
sonunda, uzun yıllar görmezden gelinen ve duyulmayan,
ülke çapında yaşanan kadına karşı tacizin farkedilmesi
sağlanmıştır.
İşte bu çabalar sonucunda, iş dünyası da, kadın işçilere
yapılan tacize karşı sessizliğini ve eylemsizliğini bozmaya,
işyerinde tacizin önlenmesi için çerçeve yasalar geliştirmeye başlamıştır. Yasal mücadele kazanılmış olsa da, gerçek
anlamda uygulama ve kadını işyerinde tacizden korumaya
yönelik önlemlere daha uzun bir yol görünmektedir.
İşyerinde tacizin özellikle kadın çalışanlara yönelik bir
cinsel taciz eylemi olduğunu tespit ettikten sonra, soruna
bütünsel bir şekilde yaklaşım benimsenirse, işyerinde tacizin biçimi, türü ve yok edilmesi için geliştirilmesi gereken
yöntemleri bulmamız kolaylaşacaktır.
Sadece sosyal hayatta değil, işyerlerinde ortaya çıkan
kadına karşı cinsel tacizin sebeplerini bulmak bu çalışmada ilk adım olmalıdır. Kadınlar halen, ekonomik olarak
zayıf konumda olduklarından, tacize ve sömürüye açık işlerde çalışmak zorunda kalmaktadır. İkinci adım ise, cinsel tacizin yanı sıra, örneğin, ücret eşitsizliği veya annelik
haklarının verilmemesi gibi, en az taciz kadar önemli diğer
konuların da ortaya konulması gereğidir.
İşyerinde sağlık ve güvenlik konularını ön plana alan
işçi hakları savunucusu gruplar, tartışmalarında, kadınların her gün karşılaştığı güvensiz ve garantisiz ortamları da
en az, zehirli kimyasal maddeler taşınırken gerekli olan,
eldivenler kadar önemsemelidir. Bu gruplar, işyerlerinde
1 Dikkat çeken nokta kurbanlar 6 yaşında kız çocuk işçiden 60
yaşında kadın işçiye kadar değişmesidir.
14 ÇALIŞMA ORTAMI
kadınların maruz kaldığı cinsel tacizin, işyeri sağlık ve güvenliğine ilişkin yönetmeliklerde yer alması gerektiğini de
saptamalıdır.
Aynı konuları irdelerken, kadın gruplarının işçi kuruluşları ve sendikalarıyla işbirliği yapmaları gereklidir. İşyerinde
cinsel taciz, sadece sosyal açıdan kadına karşı bir şiddet
gösterisi değil, aynı zamanda kadının ekonomik kimliğine
yapılmış bir aşağılama olarak kabul edilmelidir. Ayrıca, işyerinde şiddete cinsel kimlik açısından yaklaşan bir analiz
yapılmalı ve şiddetin sosyal yapısının ötesinde, ekonomik
ve politik açılardan, kadın işçi haklarını birden fazla yönden tehdit ettiği ispatlanmalıdır.
Bu konuda ilerleme kaydedebilmek, ancak kadın hakları ve işçi hareketi için çalışanlar kendi aralarında bir işbirliği köprüsü oluşturabilirse gerçekleşecektir. Bu sorumluluk
hem kadın, hem işçi hareketine düşmektedir. Her iki taraf
da, konuya ilişkin, sınıf, kast ve cinsiyet analizi yapmak
zorundadır. Örneğin, işyeri dendiğinde, akla hemen masasandalyeli ofisler ve orada çalışan belli bir sınıfa ait beyaz
yakalı çalışanlar gelmektedir. Oysa, düzenli olmayan ve
herhangi bir yer veya ortamda iş yapılan sektörler unutulmaktadır.
Bir diğer gerçek ise, kurbanın hemen hep kadın ve failin erkek olduğu söylenmekte ve erkek işçilerin de taciz ve
şiddete maruz kalma olasılığı göz ardı edilmektedir. Aslında işyerinde şiddetle, hem erkek hem kadın işçiler karşılaşmaktadır.
Bunun yanı sıra, en fazla alt sınıf ve kastlardan gelen
kadın işçiler şiddet ve tacizle karşılaşmakta ve onları korumaya yönelik geliştirilen destek stratejileri bu gerçeği kabul
etmekte zorlanmaktadır.
Oysa, işyerinde şiddet sorununa çözüm arayan işçi
hakları savunucuları, konuyu kadın açısından değil, sadece işçi sorunu olarak gördüklerinden, ciddiye almamakta,
kadının ekonomik ve üretme rolü göz ardı edilerek yalnız
sosyal açıdan, doğurganlık rolü ön plana çıkmaktadır.
Sorunun çözülmesi, ancak çok yönlü; sosyal, kültürel,
politik ve ekonomik çalışmalar sonunda gerçekleşecektir.
Sadece sosyo-kültürel etmenlerin işyerinde kadına tacize
yol açtığını savunan dar bakışlar, uzun dönemde çözümden uzaklaştıracaktır.
Şimdiye dek işyerinde şiddet ve taciz sorununun çözülebilmesi için yol alabilmek için, tecrübelerime dayanarak
inanıyorum ki, yukarıda saydığım eksiklikleri aşmak en gerekli adımdır.
Çalışmamın bu kısmında, karşılık vermenizi umduğum
ufak bir etkileşim faktörü ekleyeceğim.
İşe, kadın olarak gündelik hayatta sürekli karşılaştığımız sinsi taciz biçimlerini sayarak başlayacağım:
• Evde, sokakta yürürken, araba kullanırken veya toplu
taşım araçlarında, benliğimizi soyan erkek bakışları,
ruhumuzu inciten, saygısızca dillendirilen sözleri,
• Erkek cinsel zevkinin tatmini için içimize enjekte edilen doğum kontrol gereçleri,
• Haklarımıza tecavüz eden mahkeme duruşmaları,
• Erkek zevkine ve fantezilerine hizmet eden moda
gösterilerinde podyumlarda vücut gösterileri,
Kasım-Aralık 2007
Toplum
• Erkek tıraş kremlerini satabilmek için kameraların
karşısında sahte tebessümler,
• Bunlar her gün sorgusuz karşılaştığımız, sessiz
ölümlere sadece birkaç örnek, kulağa şairane geliyor ama gerçeğin ta kendisi.
Sonra da sanıyoruz ki, işyerleri tüm yukarıda saydığım
koşullardan uzak, evden gidilen ve en az ev kadar güvenli
bir dört duvar.. Ne yazık doğru değil. Şiddet, hiç farkına bile
varılmayan, anlaşılmayan ve görülemeyen şekillerde her
yerde kadının karşısında.
İşyerinde şiddeti saptayabilmek için size yardımcı olacak basit bir çalışma:
Seçenek I
Tek başınızayken yanıtlayın:
• İşyerinde şiddet sözcükleri aklınıza ilk nasıl bir görüntü getiriyor?
• Kendiniz için bunu çizebilir misiniz, kimi görüyorsunuz?
• Nedenini sorun, bu görüntü kendiniz veya başkasına
ait bir deneyim mi?
• Aile, arkadaş ve iş arkadaşlarınıza sorun, benzer
veya farklı görüntüler bulun
• Görüntüleri tartışın, nedenlerini arayın, çözümlemeye çalışın
• Sizce, işyerinde şiddet’in tanımı nedir?
• İşyerinde Şiddeti önleyecek veya savaşacak yöntemleri bulun
Şiddetin Tanımı – Çok Kolay ama Çok da Zor:
Aşağıda anlatacağım diyalog, sizin de Seçenek-I ‘e
alacağınız yanıtlardan biri olabilir. Burada önemli olan, işyerinde şiddet’i cinsel kapsamından soyutlayarak ve her iki
tarafı da haklı çıkarmadan nasıl tanımlayabilirsiniz?
Bir erkek arkadaşıma, işyerinde şiddetle ilgili aklına gelen ilk 3 imgelemi anlatmasını rica ettim. Önce, “hiçbir şey”
dedi. Arkasından, “arada 1-2 taciz olayı olabiliyor” dedi.
“Peki bu şiddet değil mi?” diye sorduğumda, “Hayır, şiddet
fiziksel bir saldırıdır” dedi. Fakat zaman zaman bezdirmek,
taciz etmek de fiziksel bir davranış değil mi, hatta şiddet
içermiyor mu” diye düşündüm. Yanıt, elbette bezdirmek,
rahatsız etmek de fiziksel bir tacizdir ve şiddet içerir.
Bir diğer örnek olarak sordum, “İşyerinde bir kadın
veya erkek çalışanın elinde pornografik bir dergi görsen ne
düşünürsün?” “Bu kabul edilemez bir olay; ya kadın erkeği
ayartmaya veya kızdırmaya çalışıyor, ya da erkek kadını
taciz ediyor, diye düşünürüm” dedi.
Bu konuda fikrimi O’na şöyle açıkladım: Benliğime saldıran her davranış şiddettir, işyerinde veya sokakta hiç fark
etmez. Arkadaşım bu tanımı fazla sübjektif ve genel buldu.
Oysa, başkalarının haklarına saygı gösterirken kendi sınırlarınız nerede, bana saldırı gibi gözüken, onlar için hak
olabilir. Acaba bu konuşma sırasında bile, arkadaşımdan
şiddetin tanımını isterken O’nun bu konudaki fikir sahibi
olma hakkını da ben taciz etmiş olabilir miyim?
Seçenek 2
Bu çalışma tek başınızayken yapılmalı.
• Aşağıdaki olaylardan hangisi sizce işyerinde şiddeti
anlatır, seçin
• Seçtiğiniz olayları 1-10 arasında sınıflandırın, en
ağır olay için 1 verin.
- Erkek patron, erkek çalışana kızar ve tokatlar
- Kadın patron, erkek çalışana kızar ve tokatlar
- Erkek patron, kadın çalışandan fazla mesaiye kalmasını ister
- Kadın patron, kocası geç gelip onu alacağı için, erkek çalışandan ofiste birlikte kalmasını ister
ÇALIŞMA ORTAMI
- Erkek patron, kadın çalışana çok seksi göründüğünü
söyler
- Kadın çalışan erkek iş arkadaşına çok şık olduğunu
söyler
- Kadın patron /çalışan, iş arkadaşıyla flört eder
- Erkek patron/çalışan, birlikte çalışırken, kadın iş arkadaşının omzuna elini koyar
- Erkek çalışan, erkek/kadın iş arkadaşlarıyla iş konusunda kaba ve ağzı bozuk şekilde konuşur
- Erkek çalışan, masasının üstündeki “Playboy” dergisinin sayfalarını, her sefer bir kadın iş arkadaşı geçerken karıştırmaya başlar
• Yukarıdaki olayları sınıflandırdıktan sonra, her birinde sizin açınızdan şiddeti ne anlatıyor, tanımlayın.
Örneğin: Niyet, sözel dil, sözel olmayan davranış biçimleri, sahip olunan pozisyon, çalışanın cinsiyeti..
vs.
• Bu konuları not edin ve ortaya çıkış ve kullanılış nedenlerini anlamaya çalışın
• Bu konuları, aileniz, dostlarınız ve iş arkadaşlarınızla
tartışın
• Kendinize, şiddet olaylarının çoğunun kadına karşı
olup olmadığını ve nedenlerini sorun
• “İşyerinde şiddet” sözcüklerini duyduğunuzda, hemen aklınıza kadın gelmesi doğru mu, kendinize
sorun
• Yukarıdaki örneklere dayanarak, şiddetin ortak bir
tanımına varmaya çalışın
Şimdi bir başka çalışmaya hazırsınız:
• Aşağıda sıralanan işyerleri arasında “işyerinde
şiddet”i en çok sürdüren örnekler hangileridir seçin
• En ağır örnek için 1 kullanarak, 1-10 arası sınıflandırın
- Ücretli annelik izni vermeyen işyeri
- Erkek çalışanlara “babalık izni” vermeyen işyeri
- “İşte çocuk bakım ünitesi” olmayan işyeri
- Kadın ve erkek çalışanlar için ayrı tuvaleti olmayan
işyeri
- Tuvaletlerde çöp kovası bulundurmayan işyeri
- Bilgisayar ekran koruyucusu veya çalışma masalarında çıplak/yarı çıplak kadın resimleri kullanan çalışanlara mani olmayan işyeri
- İşyerinde cinsel şiddete karşı yasal sınırlama ve cezalarla çalışanlarını korumayan işyeri
- Kadın çalışana karşı, fiziksel, ruhsal veya duygusal
olarak tacizle suçlu bulunmuş bir çalışanın işine son
vermeyen veya geçici olarak uzaklaştırmayan işyeri
(aynı tavır erkek çalışan için de geçerli olur muydu?)
- İşten geç saatlerde çıkan kadınlar için evlere servis
sağlamayan işyeri
• Şimdi, kendi çalıştığınız işyerinin, yukarıda seçtiğiniz
konularla ilgili nasıl bir tavır sergilediğini saptamaya
çalışın.
Bu çalışmaların sonunda şimdi kendinize şu soruları sorun:
• İşyerinizde şiddetin ya kurbanı veya faili olduğunuzun farkında mısınız?
• Sizi işyerinde şiddetten koruyacak kanun veya yönetmeliklerin farkında mısınız? Bunların içinde özellikle kadın işçi haklarını koruyan kanunlar veya genel
işçi haklarını koruyan diğer kanunlar olabilir.
• İşyerinde karşılaştığınız şiddetin önlenemez oluşu
aşağıdaki nedenlerden birine mi bağlı?
- Mesleki bir tehlike,
- Sosyal bir sorun.
Kasım-Aralık 2007
15
Sosyal
Politika
Strasbourg St-Denis ve Seçilmiş Göçmenlik Üzerine
Can Umut ÇİNER*
F
ransa’da günlük konuşma dilinde sıkça kullanılan bir
deyim vardır: “Irkçı değilim ama Arapları sevmiyorum!”1.
Burada “Araplar”, Afrikalıları, Arapları, Orta Doğuluları ve
Türkleri anlatmak için söylenir. Paris’in 10. bölgesinde,
yani merkezinde, Strasbourg-St Denis, o “sevilmeyenlerin”
yaşadığı mahallelerden biridir. Türk Mahallesi olarak da bilinen bu bölge, Türkler, Kürtler, Araplar, Afrikalılar, Hintliler,
Pakistanlılar, Çinliler ve çeşitli Fransız sömürgelerinden
olanların, kısacası yabancıların mekânı. Mekânın ana eksenini Faubourg St Denis Sokağı ile ona paralel ve dik kesen sokaklar oluşturmaktadır. Bu sokak ve çevresinde yok
yok! Kuru naneden2 turşuya kadar her şeyi bulabileceğiniz
marketleri, manavları, siyasal ve sınıfsal olarak ayrılmış
kebapçıları, çorbacıları, dürümcüleri, kitapçıları, kahvehaneleri, klüpleri, seks shopları ile bir başka Paris. Sokakta
daha çok bizimkilerin dükkânları çoğunlukta olsa da, Hint
lokantalarından, Afrika müzikleri satan dükkânlara kadar
her türlü zenginlik mevcuttur. Burada, hazır giyim atölyeleri, altın ve elmas işleme yerleri genellikle, sokağın pek dikkat çekmeyen köşelerinde veya
dükkânların ikinci katlarında yer
almaktadır.
Göç edenlerin siyasal kimlikleri, duvarlardaki siyasi afişler,
zaman zaman gerçekleştirilen
eylemler, kahvehanedeki sohbetler, tartışmalar aracılığıyla
mekâna damgasını vurmaya
çalışsa da, buradaki hava ondan çok öte. St-Denis’deki sihir,
bir arada yaşama kültüründen
ileri geliyor. Normal olanı, yani
toleransı, işbölümünü, birlik ve
bütünlüğün gücünü anlatıyor.
Kısaca, St-Denis, öyle bir yer
ki, bir arada yaşama kültürünün
Batı’da değil Doğu’da gelişmiş
olduğunun, bu gelişmişliğin de,
Paris’te bir şekilde göçmen olma
paydasında buluşularak kurulabileceğinin güzel bir örneği.
Burada kafalardaki Paris imgesinden farklı bir Paris görmek
mümkün. Gaziantep’li bir lahmacuncunun deyimiyle “Paris içinde bir batak!”; kimine göre,
yaşamın zorluğunun, göçmen olmanın ağırlığının aynası.
Kısaca burası Amélie Poulain’in3 Paris’i değil! Ayrıca, kimin
Paris’i ya da hangisi Paris diye sormak abesle iştigal olur.
Bugünün Fransa’sında göçmenlik en önemli gerçekliklerden biri olduğuna göre asıl Paris burasıdır. Göçmenlerin
temsil ettikleri Paris, tarihinin her ayrıntısını ustalıkla satmayı başaran türlü mekânsal güzellikleri ve ayrıntıları, şık
bulvarları, entelektüel havasını yansıtan kahvelerinde görebileceğiniz, kısaca üç gece dört günlük yurtdışı turlarının
parıldayan Paris’inden çok farklı. Fransa’da, bu gerçeği
görenlerden biri de yeni başkan seçilen Nicolas Sarkozy.
*
Arş. Gör. AÜ, SBF, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü
Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı Gönüllüsü
16 ÇALIŞMA ORTAMI
Fransa her açıdan, bir gerileme içinde.4 Bunun sosyal
boyuttaki göstergelerinden biri, 2005 yılından beri çeşitli
zamanlarda alevlenen banliyö eylemleri. Temelinde işsizlik
ve yoksulluğun olduğu eylemlerin en şiddetli olduğu 2005
yılında, eylemcilere “pislik” sıfatını yakıştıran zamanın İçişleri Bakanı Sarkozy, başkanlık seçimlerinde seçim bürosunu Strasbourg-St Denis’e kurmuştur.5 Kabaca, Sarkozy’nin
göçmenlere ne kadar yakın olduğunu anlatmak, hatta onların gönüllerini almak için buraya mevzilendiği düşünülebilir.
Bu yorum, doğru da olabilir. Ancak, semtteki geniş güvenlik
önlemleri, köşe başlarında, metro (yeraltı treni) giriş ve çıkışlarındaki polis kontrolleri, semt sakinlerinin daha önce
pek alışık olmadığı bir durumdur. Fransa’nın genel olarak
yabancıları kontrol altına alma emelinin hem onlara yakın
olmak, hem de onların her nefesini kontrol etmek suretiyle
mekândaki izdüşümünü, anlatması bakımından oldukça
önemlidir. Söz konusu kontrol mekanizması ve abartılı güvenlik takıntısı, Fransa’da başkanlık seçimi sürecinde semt
sakinlerinin maruz kaldığı bir durum olmuştur.
Sarkozy, sadece seçim bürosu ile değil, uygulamak
istediği önemli bir politika ile de yabancılar tarafından tepkiyle karşılanmıştır. İçişleri Bakanı iken, kaçak göçmenlerin ülkeye girişini engellemek için bir yasa çıkarmıştır. Bu
yasanın ve ona bağlı alt politikaların, işgücü piyasasında
esnekliği ve güvencesizliği belirginleştirdiği zaten bilinmektedir. Ancak, burada kritik olan, Fransa’da sosyal tarafların da üzerinde halen tartıştığı, yeni kamu politikalarından
biri “seçilmiş göçmenlik” konusudur. “Atılabilir Göçmenliğe
Karşı” sosyal hareketler Fransa’da destek bulmuş, kamuoyunda sert toplumsal mücadelelerin ve tartışmaların öznesi olmuştur. Bu konuya ülkemiz basınından “Atılabilir genç,
atılabilir yabancı” başlıklı yazısı ile Prof. Dr. Ahmet İnsel
dikkati çekmiştir.6
26 Kasım 2003 tarihli Fransa’da yabancıların ikameti
Kasım-Aralık 2007
Sosyal
Politika
ve göçün yönetimine ilişkin Yasası’nın7 daha iyi uygulanmasını sağlamak amacıyla, 12 Mayıs 2005’de Fransız İçişleri Bakanlığı tarafından, kaçakların çalıştırılmasına karşı
bir mücadele planı yürürlüğe konulmuştur. Söz konusu
planın beş ana eksenini, Bakanlıkların kendi arasındaki
işbirliğinin güçlendirilmesi, göç polisinin oluşturulması, kaçak göçmenliğe ilişkin önlemlerin arttırılması (özellikle, anlaşmalı evlilikler konusunda), kaçak göçmenlikle mücadele
ile ilgili bir birimin kurulması ve son olarak kaçaklara karşı
Avrupa ölçeğinde işbirliklerinin geliştirilmesidir. Bu plan,
26 Mayıs 2005’de “Göçmenliğin Kontrolü Bakanlıklararası Komitesi’nin kurulması ile somutlaşmıştır. Komitenin,
ilk toplantılarından çıkan, en önemli sonuçlardan biri, göçmenlerin Fransa’nın yeni ekonomik gereklerine uyumunun
sağlanmasına ilişkin politikaların geliştirilmesi ve önlemlerin alınması yönünde olmuştur. Bunun anlamı, Fransa’nın
göç politikasındaki “günün gereği” olarak sunulan “seçilmiş
göçmenlik” politikasına doğru bir yönelimi anlatmasından
ileri gelir. Buradaki seçimin herhangi dil, din, etnik mezhep
ayrımından değil de, Fransız ekonomisinin ihtiyaçlarına
göre olması gerekliliği tartışılmış, bunun ölçütlerinin belirlenmesi çalışmalarına başlanmıştır. 2005 yılında, dönemin
Başbakanı Dominique de Villepin, “Katlanılan bir göçmenlikten seçilmiş bir göçmenliğe geçme”nin gerekliliğini
belirtmiş, ayrıca dönemin İçişleri Bakanı Sarkozy, her yıl
kategorilere göre, Fransa’da ikamet edebilecek göçmenle-
ÇALIŞMA ORTAMI
rin seçilmesi politikasının uygulanmasının yaşamsallığını
belirtmiş8, özellikle gelişmiş demokrasilerin hepsinde bu
politikanın varlığını vurgulamıştır.9
Seçilmiş göçmenlik tartışmasının birkaç önemli ayağı bulunmaktadır. Bunlardan birincisi, yabancı öğrenciler
arasından yapılacak seçimler aracılığıyla, onların çalışmalarını kolaylaştırıcı önlemler almak. İkincisi, yeteneklere göre bir oturma izni düzeni belirlenerek, Fransa’nın
ekonomik, entelektüel, kültürel ve sportif ihtiyaçlarını
karşılama yoluna gidilmesi düşünülmektedir. Üçüncüsü,
coğrafi ve sektörel durumlar göz önünde tutularak işgücü piyasasının ihtiyaçlarına göre eleman istihdam etmek
gelmektedir. Bu önlemlerden de açıkça görüleceği üzere,
kabaca Fransa kendi ekonomisinin ihtiyaçlarına yönelik
faydacı bir politikayı benimsemiştir.10
Fransa’nın bu politikası şaşırtıcı ya da bilinmeyen bir
durum değildir. Küreselleşme, istihdam ve göç ilişkisinde
sürekli karşımıza çıkan, gelişmiş ülkelerdeki göç politikasının değişimiyle ilgilidir. Göç konusuna bakışın, konunun
kavranışının değişimi ile ilgilidir. Seçilmiş göçmenlik, bir
beyin göçü politikasıdır ve beyin göçünün desteklenmesi
demektir. Fransa’nın kendi ihtiyaç alanlarında belirleyeceği “beyin”leri ülkeye kabul etmesi, kendi işine yaramayacak olanların ise sınırdan içeri alınmaması ve var olanların da başkaldırırsa sert müdahalelere maruz kalması,
belki de sınır dışı edilmesi anlamına gelmektedir. Bir tür
“ya sev ya da terk et” den de öte, sevsen de sevmesen de
eğer, niteliksizsen hiçsin anlamına gelmektedir.
Fransa’da göçmenler ve onları ilgilendiren her türlü
politika demeti nazik konulardan biri. Seçilmiş göçmenlik tartışmalarının nazikliği de, işin sadece ekonomik boyutuyla değil, milliyetçilik, ırkçılık ve toplumsal dışlanma
perspektifleri açısından düşünüldüğünde anlaşılabilecek
türdendir. Bu bağlamda, göçmenlerin seçilmesi, hukuk
aracılığıyla, niteliksizlerin dışlanabilmesi yolunu açabilme tehdidi nedeniyle oldukça kritik bir politikadır. Kısaca,
gelişmiş ülkelerin göçmen seçme tavrının, aynı zamanda
ötekilerin ayıklanması olduğunun kavranılması gerekir.
Dipnotlar
1. “Je ne suis pas raciste mais je n’aime pas les arabes!”
2. Önemli Not: Fransız mutfağında kuru nane pek bilinen ve kullanılan bir baharat değildir, onun için Fransa’da kuru nane bulmak
bir sorundur.
3. Paris’te mutluluk oyunu oynayan sempatik Fransız kızı
Amélie’nin öyküsünü anlatan film. Türkiye’de çok moda olan filmin
gösterime giren adı: Amélie. (Fabuleux Destin d’Amélie Poulain,
2001).
4. Bu gerileme, neye göre, kime göre sorularını beraberinde getirecektir. Yazının kapsamı ve konusu nedeniyle, söz konusu gerileme olgusunun neoliberalizmle ilişkilendirilmesi yerinde olacaktır.
5. << http://www.haberler.com/fransa-da-cumhurbaskanligisecimi-haberi/ >> , (02.08.2007).
6. Ahmet İnsel, “Atılabilir genç, atılabilir yabancı”, Radikal 2,
30.04.2006.
7. Loi no 2003-1119, 26 novembre 2003, relative a la maîtrise
de l’immigration, au séjour des étrangers en France et à la nationalité.
8. Cécile Veyrinaud, “La politique de l’immigration rupture, transition ou continuité?”, La France en 2006: Chronique Politique Economique et Sociale, La documentation française, 2006, s.131.
9. Sarkozy justifie l’immigration «choisie»,28 avril 2006,
<< http://www.lefigaro.fr/france/20060428.FIG000000036_sarkozy_justifie_l_immigration_choisie.html >>
10. Contrôle de l’immigration : vers une immigration « choisie » ?, 23 juin 2005,
11.http://www.vie-publique.fr/actualite/dossier/controleimmigration/controle-immigration-vers-immigration-choisie.html >>,
(02.03.2007)
Kasım-Aralık 2007
17
Toplum
Hey Gidi Günler...
Erdoğan BOZBAY
[email protected]
Y
eni evime gelişimi görmenizi isterdim.
O ne candan karşılayıştı öyle. Uzun
zamandır dört gözle beklendiğim, beni
bağırlarına basışlarından belliydi. Yerimi
hiç yadırgamadığım gibi, uykuyu mayalandıran tatlı sıcaklığı da, yaşamım boyunca
unutamam. Oysa ilk gecemin, en huzurlu,
en sessiz son gecem olacağını nereden
bilebilirdim ki?
Ertesi sabah ev halkı, erkenden ayaklanmıştı. Anlaşılan ben ne kadar derin
uykulara daldıysam, onlar da o kadar sığ
sularda gezinip durmuşlardı. Kahvaltının
ardından beni hem okşadılar, hem de sabunlu sularla bir güzel temizleyip pakladılar. Rahatlamış, gözleri ışıl ışıl parlayan
bayram çocuklarına dönmüştüm. Sonra
da ne allah verdiyse, bir güzel karnımı
doyurdular. Doğrusu uzun yıllar, pek öyle
açlık maçlık çekmedim. Babayla annenin
konuşmalarından duyabildiğim kadarıyla
enfilasyom muymuş, hayat pahallılığı mıymış neymiş, işte onun yüzünden, zaman
zaman bazı şeyleri az aldığımız oluyormuş.
Yine de haklarını ödeyemem. Bana ne verdilerse, kendileri
de onu yediler. Beni hep aileden saydılar. Yalnız küçük bey
yesin diye aldıklarına kendileri bile dokunmazlardı. Ben
nasıl el, göz sürebilirdim ki.
Küçük bey dedim de aklıma geldi. Uslu çocuktu neme
lazım. Pek öyle tutturma mutturma huyları yoktu, ya da ben
hiç görmedim. Belki de annesine, babasına gizliden gizliye yapardı nazını. Kafasına koyduğu şeyleri, sessiz sedasız hallettiğini söyleyebilirim. Beni de öyle hoş tutardı ki,
çocuksu yaramazlıklarını kimselere söylemek ne mümkün.
Laf aramızda, kakaolu kremaya, kremalı pastaya bayılırdı.
Hele yaş günlerinde ya da konuklarımızın geleceği günlerde, ne eder eder gönlüme girer, belli olmayacak şekilde pastaların kenarından mıncıklayarak, el çabukluğuyla
midesine indiriverirdi. Dudağının kenarına bulaşanları yaladıkça, ağzımın suyunun sessizce aktığını hissederdim.
Akşam olup da bu masum kaçamakları annemiz fark ettiğinde ne diyeceğimi bilemez, öylece susar kalırdım. Tabii
annenin kızgınlığı bir süre sonra geçer, küçük beyi azarladığına üzülür, tekrar yapacağına söz vererek gönlünü
alırdı.
#
Anlayacağınız,iyi kötü yanlarıyla mutlu bir şekilde yaşayıp gidiyorduk. Keşke hep öyle gitseydi diyorum geriye bakıp düşündükçe. Neler görmedik, neler yaşamadık
ki kardeş. Bir sabah, garip müziklerle uyandık. Bir telaş,
bir heyecan sormayın. Benden bile soğuk ortalık. Bu ordunun el koyması işi de ne ola ki? Sonra, acı olaylar peş
peşe gelmeye başladı. Önce babaanne, pençesine düşen
herkesi Kurtdereli gibi yere seren hastalığa yenik düştü.
Ardından dede, ona yakışır biçimde (sporcu muymuş
neymiş), kısa süre için de çekip gitti. Zaman içinde, küçük
bey de büyük bey olmaya, olgunlaşmaya başladı. Seneler
yaşlandıkça boy attı, okulları da büyüdü. Bu arada evden
sıkılmaya başlamıştık. Zaten annemiz
ilk gördüğünden beri nedense, bu eve
pek ısınamamış. Derken, bir gün babamız beklenen müjdeyi verdi. Yeni kurulmakta olan bir semtteki ev işi tamamdı.
Valla kulaklarımla duyduğumda ben bile
heyecanlandım. Karoliferi neyim bile
varmış. Neydi bu pasaklı sobadan çektiğimiz. Pışpışlarsın olmaz, dürtüklersin olmaz, kulağını bükersin olmaz. Bir
naz, bir eda. Hele, ara sıra efkarlanıp,
bir kaç paket sigara birden tüttürmez mi,
allaah. En çok da babamız adına sevindim bu işe. Hafta içi kömürcülük, hafta
sonu odunculuk oynamaktan kurtulacak
adamcağız.
#
Beklenen gün geldi. Acı, tatlı tüm
anılar da eşyalarla birlikte derlendi, paketlendi. Soba hariç, oh ya. Üç beş işçi,
bir kaç saat içinde yıllarımızın geçtiği evi
tamtakır bırakıverdi. Ayrılırken, ya komşularımızın ilkbahar yağmuru gözlerinde
ıslanırsak korkusuyla, arkamıza dönüp
bakamamıştık bile.
Övünmek gibi olmasın, artık yeni evimizdeydik. Alışmak
kolay olmasa da sevmiştik burayı. Her şey gıcır gıcırdı. İlk
günler bakmaya doyamıyorduk. Tek kötü yanı, eskisine
göre biraz küçük oluşuydu. Tuvaletle banyo da bir aradaydı. Benim için pek sorun değildi, ama sabahları evin içinde
sıkışan trafiği gördüğünüzde sanırım siz de hak verirdiniz.
İstanbul caddeleri bile kıskanırdı bu durumu. Tuvalet kapanın elinde... Her şeye rağmen keyfimize diyecek yoktu.
Yine benim için pek önemli olmasa da kışlar, sobayı çatlatırcasına sıcak geçiyordu. Yalnız kışlar mı? Ya ilkbahar.
Her yer yeşile bürünüyordu bir anda. Aradaki boşluklara
ekilen renk renk çiçekler, cennette gibiydik inan olsun.
#
Her şey yolunda gidiyordu gitmesine ya, evin darlığı içten içe ev halkını olduğu gibi, beni de huzursuz ediyordu.
Doludan boşa, boştan doluya aktara aktara bir gün baktım
ki, bizim evin de aktarılması kapıya gelmiş dayanmış. Bu
arada, tek dayanağımız, sevgilerimizi cömertçe sunduğumuz, pamuk ninemiz, anneannemiz de bizi yaşam kavgasında yalnız bırakmıştı. Ev değiştirmenin bir nedeni de anılardan kaçma, onları silme çabası mıydı acaba? O günlerde babamız emekli mi olmuş, emeklemeye mi başlamış,
ne olduysa olmuş, biraz paralanınca, yeni bir evin peşine
düşmüştü. Bu seferki daha büyük, tuvaleti de illaki iki tane
olmalıymış. Sonunda o da oldu. Herkese birer oda düşen,
iki tuvaleti olan, önü açık kartpostal manzaralı bir ev alındı. Bir süre sonra gene toplanmalar, taşınmalar, sıkıntılar,
yerleşmeler, alışmalar... Her şeye rağmen evden ayrılmak,
inanın bize çok zor geldi. Çünkü o, hepimizin ufak tefek,
vefalı, kalender, şirin sevgilisiydi. Yerim dar olmasına rağmen, ben bile yakınmamıştım. Kaderde ayrılık varmış, ne
diyelim.
> Devamı 19. sayfada
18 ÇALIŞMA ORTAMI
Eylül-Ekim 2007
Sosyal
Politika
Yeşil Bina
Cihat UYSAL*
Ç
evre sorunları dünya gündeminde yerini alınca, sürdürülebilirlik kavramı ile birlikte yeşil kavramı da örneğin
ABD’de çevre ile ilgili bir çok kavramın adlandırılmasında
kullanılır oldu; yeşil bina, yeşil ev, yeşil uygulama (green
application) gibi... Sürdürülebilirlik ile ilgili olarak bazı ön
bilgileri ve genel yaklaşımı daha önceki bir yazıda özetlemeye çalışmıştım. Aşağıda özetlemeye çalışacağım bilgileri, ABD’de hazırlanmış ve de daha çok pazarlamaya
yönelik bir çalışmadan aldım. Tüketiciyi bilinçlendirmeye
yönelikmiş gibi görünen bu tanıtım çalışması, konunun yapım sektöründe ileride büyük ölçekte bir dönüşümün habercisi olabilir.
Yapı ve yerleşim bölgeleri için öngörülenler aslında
bugüne değin zaten dikkate alınması gereken ve de okullarda öğretilen ancak, insanoğlunun meydanı boş bularak
rasgele uygulamaya giriştiği konular. Örneğin:
1- Yerleşim bölgelerinde yapıların (yakıt tüketimini
azaltmak amacı ile) en uygun güneş ışığından yararlanmak üzere konumlandırılması,
2- Sel ve benzeri afetlere karşı doğru yerleşim ve peyzaj kararları verilmesi,
3- Yapı konstrüksiyonunun daha iyi düzenlenmesi ve
geliştirilmesi,
4- Daha sağlıklı yapıların tasarlanmasında toksik
malzeme üremesi, iç mekan hava kalitesinin bozulması, toz, rutubet, çürüme gibi oluşumların dikkate
alınması,
5- Yapı konstrüksiyonunun tasarımında daha az enerji
tüketen seçeneklerin geliştirilmesi, rüzgar, güneş
gibi alternatif enerji kaynaklarından yararlanan sis-
*
Mimar Y.Müh.
> Baştarafı 18. sayfada
#
Yeni eve taşındık taşınmasına ya, uzun süre dertler
bir türlü bitmek bilmedi. Uğursuzluk mu vardı ne? Sular
yapılsa, elektrikler arızalı, fırın çalışsa, çamaşır makinesi
kudurma krizine girmiş ağzı burnu köpük içinde, bulaşık
makinesi yediğini bir türlü hazmedememiş habire kusar,
gömme dolabın kapağı dalında duramayan meyve misali sürekli yerde. Off. Çıldırmak işten değil. Neyse ki,
babamız birazcık becerikli de işleri zaman içinde halledebildi, bizler de rahat birer nefes alabildik. Her şey
yoluna girince fark ettik ki; evin keyfine diyecek yokmuş.
Gerçi bulunduğum yerden pek görülmese de, söylendiğine göre, güneşin batışı bir harikaymış
Taşınmamızın üstünden çok geçmedi ki, son günlerde bana bir haller olmaya başlamıştı. Öksürürken bir
hayli ses çıkarır olmuştum. Sanki ciğerlerim sökülüyor,
elim ayağım buz gibi yanıyordu(!). Nerde o yüreğimi
serin tuttuğum günler? Yaşlandıkça çekilmez mi oluyordum ne? Kendimi iyiden iyiye güçsüz, bitkin hissetmeye
başlamıştım. Bu yorgunluğumu evdekiler fark etmekte,
düşündüklerim de başıma gelmekte gecikmedi. Fısıltıyla
konuştukları halde, her şeyi bir bir duyduğum an yüreğime ine yazdı. Benim yerime daha alımlı, boylu poslu,
daha güçlü, genç birini getirmenin zamanı gelmişmiş.
Birliktelik bu kadarmış, onlar da çok üzülüyorlarmış. Ama
ÇALIŞMA ORTAMI
temlerin seçilmesiyle ısıtma, havalandırmanın sağlanması,
6- Daha sağlam ve az bakım gerektiren yapılar tasarlanması.
Betonarme yapıların çevre dostu olarak önerildiği bu
çalışma betonu sürdürülebilir bir malzeme olarak öngörüyor. Bu konu, ABD koşullarına göre, yaygın olarak üretilen
ve kullanılan ahşap evlerin (her bir evin kırk ağacın kesilip
tüketilmesine neden olduğu vurgulanarak) ormanlara verdiği zarar dile getirilerek, betonun sürdürülebilir olma gerekçelerini şöyle sıralıyor,
1-Girdi malzemelerinin teminindeki kolaylık,
2-Sağlamlık,
3-Yansıtıcılığı (ısı,ışık)
4-Su taşkınlarına karşı durdurucu karakterde olması.
Yukarıda adı geçen girdi malzemelerinden özellikle betonarmeyi oluşturan tüm girdiler kastediliyor. Kum, çakıldan
(agrega) başlayarak, çimento üretimine kadar türetilen bir
dizi girdinin denetim süreci de bu kapsamda ele alınıyor.
Yukarıda ana çizgileri ile özetlemeye çalıştığım konular
ışığında konutlar denetim firmaları tarafından denetlenerek
sertifika konusu edilecek. Diğer yandan, sertifikalı konutlar,
tüketici için bir denetlenmiş ürün olarak değerlendirileceği
için tüketiciyi koruma kapsamına eklemlenecektir. Ancak,
sanırım ortaya konan koşullar bir süre daha tartışmaya
açık kalacak ve de koşullar ağırlaştıkça, yazının başında
belirttiğim gibi yapı sektörünün tasarımdan üretime kadar
bütün yapım süreci yepyeni bir kimliğe dönüşeceğe benziyor. Bu son düşüncelerin işaretleri ABD’de sunulan tanıtımının sonunda yer alıyor. ABD nasıl olsa oldukça uzakta...
Konu kulaktan kulağa buraya gelinceye kadar beklesek mi
acaba? Ya son anda düşüncelerini değiştirirlerse, biz de
boşuna yormayalım kendimizi.
ne yapsınlarmış. Bağırıp, isyan edesim geldi. Ama hiç
birini yapamadığım gibi, gıkımı bile çıkaramadım. Çaresiz, kendini beğenmiş tazenin geleceği günü beklemeye
başladım.
Nihayet o gün de gelip çattı. Evdeki telaş, aynen
benim yıllar önce geldiğim ilk güne benziyordu. Demek
birimizin mutluluğu için diğerimizin kurban edilmesi gerekiyormuş. Onu, beni kapıdan çıkarırlarken yan gözle
şöyle bir süzdüm. Gerçekten alımlı görünüyordu haspa.
Hakkında söylenmedik şey kalmamıştı. Yok iki kapılıymış. Yok derin donduruculuymuş. Yok karlanma, buzlanma yapmazmış. Sessizmiş, miş, miş. Kıskansam da
kıskanmasam da benden daha marifetli olduğuna hiç
kuşkum yok ama… Acaba bu aileyi benim kadar sevip
benimseyebilecek miydi? İyi günde, kötü günde onlarla
kader birliği edebilecek miydi? Tanık olduğu tüm sırlarını
saklayabilecek miydi? İşte bunda kuşkuluydum.
Olsun. Yine de huzurluyum. Şimdilik, gün yüzü görmeyen karanlık bir köşede, açlıktan içim kıyılsa da,
sessiz, ılık, sakin, insan yüzüne hasret, kendi halinde
yaşayıp gidiyorum. Duyduğuma göre beni, durumu pek
iyi olmayan, yeni evli bir çifte göndereceklermiş. İçime
buz serpildi valla. Ne sevindim, bilemezsiniz. Hiç olmazsa, bir süre daha yaşama, yeni sahiplerimle küçük mutluluklar paylaşma şansım olacak. Aksi halde azman bir
presin altında pastırmaya dönmek de vardı, n’aber?
Eylül-Ekim 2007
19
Vakıf
Haberleri
50. Yıla da Var mısınız?
Erdoğan BOZBAY
E
şimle birlikte salona girdiğimizde hemen herkes yerini
almış. Ortalığı sarıp sarmalayan huzur, daha ilk bakışta insanın yüreğini rahatlatmaya yetiyor. Dile kolay, Fişek
Enstitüsü’nün kuruluşundan, Varlık Mahallesi’nde maraton benzeri Düşünce Atölyelerinden -ne yazık ki benim
için kayıp yıllar- bu güne tam 25 koca yıl geçmiş. Sadece
geçmekle kalmamış devasa adımlarla yol almış, serpilmiş,
yeni katılımcılarla gönüllü ailesi giderek büyümüş, yapılan
çalışmalar daha bir çeşitlenmiş. İşte bu gece, yorucu olmasına yorucu, ama bir şeyler ortaya koymanın huzuruyla
bir araya gelen bu kocaman aile başarılarını kutlayacak,
toplumsal sorumluluklarını yerine getirmenin gururunu yaşayacak, bir araya gelişin keyfini doyasıya çıkaracak.
***
Gece, genel koordinatör A.Gürhan FİŞEK’in, yüzünden hiç eksik etmediği
gülümsemeyle süslediği içten konuşmasıyla başladı.
Başkan Oya FİŞEK’in özlü
sözlerle vakıf etkinliklerini
özetleyişinin ardından sıra,
“Fişek Enstitüsü Çalışan
Çocuklar Bilim ve Eylem
Vakfı”na on yıl ve üzeri katkı
ve destek sağlayan gönüllülere verilecek plaket törenine geldi. Birkaç arkadaşa
20 ÇALIŞMA ORTAMI
ödül sunumunun peşinden adım anons edildiğinde şaşırmadım desem yalan olur. Yerimden kalkışımı, karmaşık
duygular eşliğinde plaketi alışımı, tekrar yerime dönüşümü
düşle gerçek gelgitinde yaşadığımı itiraf etmeliyim. Plaket
sunulurken benimle ilgili, çalışmalarımla ilgili neler söylendi, inanın hiç yaşamamış gibiyim. Bir an zaman durdu sanki. Yerime dönerken duygularım giderkenkinden çok daha
karmaşıktı. Biraz nefeslenip rahatladığımda, gözümü mavi
renkli kutudan ayıramadığımı fark ettim. Sağlığında tanışma şansını yakalayamadığım, dostlardan, öğrencilerinden
ve yakınlarından dinledikçe, kişiliğine, ülke için yaptıklarına
hayranlığım artan, kendisine çok şeyler borçlu olduğumuz,
sayın Prof. Dr. Nusret Fişek’in, o değerli, o saygın cumhuriyet aydınının izinden yürümek, adını taşıyan vakfın
ödülünü almak anlatılmaz bir
onurdu benim için. Bu ödülle
birlikte sorumluluğumun giderek arttığı gerçeğinin de
bilincindeydim. Gurur, huzur,
sorumluluk bakalım daha ne
kadar kol kola yürüyecek,
beni, dolayısıyla yurdumu
yeni umutlara, yeni sevinçlere
taşıyacaktı. Böylesine yoğun
duyguların yaşandığı bir ortamda hızla zaman tüneline
sürüklenmem kaçınılmazdı
elbet.
Kasım-Aralık 2007
Vakıf
Haberleri
mayan bir geceydi doğrusu. Hani, hiç bitmesin diyeceğimiz
türden. Ama zaman durmamakta kararlıydı. Şarkıların, türkülerin, oyunların, halayların, keyifli söyleşilerin, anıların,
kahkahaların birbirine karıştığı buluşma, hızlı adımlarla
sona doğru yaklaşırken teker teker dostlarla vedalaşma
zamanı gelmişti. Salonun çıkışında ışıltılı bakışları, huzur
dolu yüzüyle bizleri uğurlama inceliği gösteren, salonumuzun en genci! saygıdeğer büyüğümüz, sevgili Hediye
GÜRTUNA’nın, (hepimizin sevgili Hediş’i O) coşkusuna
katılmamak, yürekten dileğini “evet”lememek mümkün
değildi. “50. yıla da var mısınız? Hiç zaman yitirmeden,
sıcağı sıcağına “evet” diyerek yanıtladığım o güzelim dileği, şu sözcüklerle bir kez daha yanıtlama gereğini duyuyorum. “Varız sevgili Hediş, 50. yıla da, 100. yıla da
varız. Hem de tüm kalbimizle, umudumuzla, inanmışlığımızla.”
On yıl kadar önceydi. Sevgili dost Leyla Üstel’den bir
yazı teklifi almıştım. Konusu “Gönüllülük Üstüne” olacaktı.
Kitaplığımı altüst ettim. Sözlükleri karıştırdım, deyimlere,
atasözlerine göz attım. Deneme yazan düşünürleri şöyle
bir taradım. Dişe dokunur bir şeyler bulamadım. Doğrusu moralim de hayli bozuldu. Sevgili Üstel’e durumu aktardım. O da her zaman ki hazır cevaplığıyla sorunumu
çözümleyiverdi. “Madem bu konuda bir şeyler bulamadınız, yaptıklarınızı anlatın o zaman!” Gerçi ben yaptıklarıma pek değinmedim o yazıda, ama yine de ortaya bir
şeyler çıkarıp, 1998 martında “ÇALIŞMA ORTAMI” nda
yayımladım. Başta sayın A.Gürhan FİŞEK olmak üzere
dostların desteği ve yüreklendirmesiyle yazılar birbirini
kovaladı. Bugüne değin ellinin üzerinde anı, anlatı, öykü,
deneme, değinme türü diyebileceğimiz yazılar okurla buluştu. Umarım amacına ulaşmış, sayfa doldurmanın ötesinde bir işlev yüklenmiştir.
Ürettiklerimi paylaşmanın ötesinde, bir çok güzellikler de yaşadım vakıf ortamında. Atölye çalışmaları,
Perşembe Buluşmaları, sergiler, tiyatro etkinlikleri, arkadaşlarımızın sonsuz sabır, bitmeyen enerjiyle ürettiklerini
sergiledikleri kermesler, Genç Kız Evi çalışmaları, Çırak
çocuklarla ilgili etkinlikler, sağlık taramaları, yaz tatilleri,
fotoğraf yarışmaları vb. Özellikle de kazanılan dostlar,
pekiştirilen dostluklar…
***
Tekrar 25. Kasım 2007 gerçeğine dönecek olursak,
her anı yudum yudum yaşanan, sözcüklerle tanımlanaÇALIŞMA ORTAMI
Kasım-Aralık 2007
21
Anımsa
Karşıt Duyguların Birlikteliği
C
umhuriyet’in anıt kurumlarını
miyorsanız, Nusret Fişek Halk Sağlığı
araştırdıkça, Cumhuriyet’i kuranÖdüllerini kazanan sağlık ocağı çalışanların ve onun gelişimine emek verenlarını izleyin.
lerin yaşamlarını inceledikçe, içimizi
Bu yıl ödül kazanan üç sağlık ocağıbir korku sarıyor. “Biz ne yapıyoruz?”,
nın çalışanları da yaptıklarına inanmış,
“Bayrak yarışında onların devrettiğini
Nusret Fişek’in sosyal hekimlik alanında
ne ölçüde taşıyabiliyoruz?”
yaktığı meşaleyi taşımanın bilinciyle dipNusret Fişek’i anma etkinlikleri de,
diri ayaktalar. Bu kararlılıklarını, yalnızböyle bir kendi kendine hesaplaşmaca duruşlarıyla ve söylemleriyle ortaya
nın yaşandığı yerler oluyor. Hem mekoymamışlar; sağlık ocağı uygulamazarbaşında, hem de ödül törenindeki
larıyla da tüm topluma örnek oluyorlar.
anma konuşmalarında buna tanık oluToplum hekimliği ilkelerini, günlük çalışyoruz. Türk Tabipleri Birliği Başkanı
malarıyla birleştiriyorlar ve hizmet sunBarış Dinletisi’nden
Prof.Dr. Gencay Gürsoy, sağlık alanındukları halkla paylaşmaya çalışıyorlar.
daki yoğun gerici saldırıları anlatırken,
Bunları görmek gerek.
aynı zamanda, başarısızlıkların altını da çiziyordu. Yine
Aynı heyecanı, her yıl olduğu gibi, düzenlenen Barış
TTB’de yapılan “Sağlıkta Dönüşüm” başlıklı forumda, genç Dinletisi’nde de yaşayabilirsiniz. Genç müzikçiler, çağdaş
doktorlar, “aile hekimliği”ni yaşama geçirmek için Sağlık müziğin en güzel örneklerini sunarak size birer başarı öyBakanlığı’nın uyguladığı baskıları ve sağlık çalışanlarının küsü sergiliyorlar. Onların kendilerini aşma savaşımlarını
nasıl adım adım gerilediğinden söz ediyorlardı. Bu geri gi- ve başarma istemlerini gördükçe, karamsarlık ve yılgınlık
dişe karşı neler yapılması gerektiğini tartışıyorlardı.
bulutlarının dağıldığını görüyorsunuz.
Bütün bu karamsar ve ezik tablonun ortasında öyle
Nusret Fişek’in 93.Doğumgünü ve 17. Ölüm Yıldönümü
dinamik, öyle kararlı gençler var ki, insan onları kıvançla etkinlikleri, işte yılgınlık içine düşen ve karamsarlığına tesizlemeden edemiyor. Eğer karamsarsanız, geleceği göre- lim olanlar için bir ilaç gibi. Gelecek yıl sizi de bekliyoruz.
2007 Kasım – Prof.Dr.Nusret H.Fişek'i 93. Doğumgünü
ve 17.Ölüm Yıldönümünde Anma Etkinlikleri
Mezarbaşı Konuşması: Prof.Dr.Zafer Öztek
Anma Konuşmaları :
Düzenleyenler : Türk Tabipleri Birliği, Hacettepe
Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Prof.Dr.Nusret H.Fişek Halk Sağlığı Ödülleri
Düzenleyen : Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi
Sağlık Ocağı Ödülünü Kazananlar:
- Muğla-Ovakışlacık Sağlık Ocağı,
- Aydın-Koçarlı Sağlık Ocağı,
- Balıkesir 3 No.lu Merkez Sağlık Ocağı
Bilim Ödülünü Kazananlar: Doç.Dr.İlker Belek - Doç.
Dr.Ender Ergönül
Hizmet Ödülünü Kazananlar: Aile Hekimliğine Geçmeleri
için Sağlık Bakanlığı’nın Dayatmasına Boyun Eğmeyen
Tüm Hekimler
Barış Dinletisi
3 Kasım 2007 Cumartesi Saat 19:00
Düzenleyenler : Sevda Cenap And Vakfı, Çankaya
Belediyesi, Nükleer Tehlikeye Karşı Barış ve Çevre İçin
Sağlıkçılar Derneği (NÜSED).
Katılımcılar:
Ayça Nur Kip (soprano)
Çiçek Cihan Tek (piyano)
Gülnihal Cihan (obua)
9. Sağlıkçı Ressamlar Sergisi
1) Yer, Zaman : Büyük Anadolu Oteli (22-26 Ekim
2007)*
“Uluslararası Katılımlı 3.Acil Sağlık Hizmetleri
Kongresi ve Ambulans Rallisi”* kapsamında
Düzenleyenler: Sağlık Bakanlığı, Ankara Valiliği İl
Sağlık Müdürlüğü, Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar
22 ÇALIŞMA ORTAMI
Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı
2) Yer, Zaman : Prof.Dr.Nusret H.Fişek Bilim ve
Sanat Ortamı (5-30 Kasım 2007)
Düzenleyen : Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim
ve Eylem Merkezi Vakfı
Alper Çanga
Arzu Odabaşıoğlu
Aysu Koçak
Ayşe Saray
Başak Soyluoğlu
Bilge Heper
Bülent Aytaç
İclal Karaçete
Neslihan Eroğlu
Ömür Demirezer
Rana Güven
Sema Efe
Zeliha Akdemir
Zeynep Erdem
Barış Dinletisi’nden
Konferans
Düzenleyen : Türk Tabipleri Birliği
Konu : Çevre Sorunları ve Kapitalizm
Konuşmacı : Prof.Dr.Göksel Demirer
Tartışma Forumu
- Sağlıkta Dönüşüm
- Neredeyiz ? Bizi Neler Bekliyor ?
Nasıl Bir Mücadele ?
(Forum Yöneticileri : Doç.Dr.Muzaffer Eskiocak,
Prof.Dr.Feride Aksu,
Yer : Türk Tabipleri Birliği Toplantı Salonu)
Kasım-Aralık 2007
Bulmaca
İKİ DAKİKA DÜŞÜN
Tehlikeyi tanıyalım
Baskı Makinesindeki Silindirin Temizlenmesi
Mustafa TAŞYÜREK*
Durum: İşçi bir bez ile çalışır durumdaki makinada bir silindiri temizliyor.
İşçilerin bu çalışma sırasında karşılaşabileceği tehlikeyi tanımlayabilir misiniz ?
Neler Olabilir ?
1. Silindir bezle birlikte işçinin elini kapabilir.
2. İşçi elini kaptırabilir çünkü durmakta olduğu pozisyondan silindiri iyi göremiyor.
> Yanıtı 5. sayfada
*
Kim. Müh., İş Sağlığı+İşletme Yönetimi Bilim Uzmanı
Çalışma Bakanlığı Eski İş Güvenliği Müfettişi (1978-1985)
İş Güvenliği Uzmanı (A Sınıfı Sertifikalı)
Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı Gönüllüsü
ÇALIŞMA ORTAMI
Kasım-Aralık 2007
23
ÇALIŞMA ORTAMI DERGİSİ
BİLİMSEL DANIŞMA KURULU
İş Sağlığı
Güvenliğiİ Çİ NDEK İ LER
ÇOCUK HABER
20 Kasım Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin 18. Yıldönümünde
Dünya Çocuklarının Durumuna Bir Kuşbakışı......................................... 2
Onur SUNAL
l SOSYAL POLİTİKA
Sosyal Politikayıy Böl ve Yönet .............................................................. 4
A.Gürhan FİŞEK
l İŞ SAĞLIĞI GÜVENLİĞİ
Yeni İşçinin Güvenlik Eğitimi...................................................................... 6
Mustafa TAŞYÜREK
l TOPLUM
Beyin Göçünü Anlamak .......................................................................... 11
Şenay GÖKBAYRAK
l OKUR MEKTUBU
Kalite ve Verimlilikte İnsan İlişkilerinin Etkisi ........................................... 12
Servet ŞENGÜL
l ANIMSA
Hocamız Prof.Dr. Cahit Talas . ................................................................ 13
Alpaslan IŞIKLI
l TOPLUM
İşyerinde Şiddete Emek ve Cinsiyet Açısından Bir Bakış........................ 14
Aanchal KAPUR (Çev.: Yasemin ÜNAL)
l SOSYAL POLİTİKA
Strasbourg St-Denis ve Seçilmiş Göçmenlik Üzerine ............................. 16
Can Umut ÇİNER
l TOPLUM
Hey Gidi Günler ...................................................................................... 18
Erdoğan BOZBAY
l YAŞAM
Yeşil Bina ................................................................................................ 19
Cihat UYSAL
l VAKIF HABERLERİ
50. Yıla da Var mısınız? .......................................................................... 20
Erdoğan BOZBAY
l ANIMSA
Karşıt Duyguların Birlikteliği .................................................................... 22
Erdoğan BOZBAY
l BULMACA
İki Dakika Düşün: Tehlikeyi Tanıyalım
Baskı Makinesindeki Silindirin Temizlenmesi . ........................................ 23
Mustafa TAŞYÜREK
l
Prof. Dr. Şeyda AKSEL
End. Müh. Müfit AKYOS
Prof. Dr. Okan ATAY
Prof. Dr. Yasemin GÜNAY BALCI
Jeom. Erdoğan BOZBAY
Prof. Dr. Ayşen BULUT
Ecz. Dr. Ayçe ÇELİKER
Prof. Dr. Murat DEMİRCİOĞLU
Prof. Dr. Necati DEDEOĞLU
Dr. Seyhan ERDOĞDU
Mak. Y. Müh. Aykut GÖKER
Prof. Dr. Bahar GÖKLER
Dr. Uğur GÖNÜL
Prof. Dr. Güler Okman FİŞEK
Prof. Dr. A. Gürhan FİŞEK
Prof. Dr. Hamit FİŞEK
Prof. Dr. Kurthan FİŞEK
Oya FİŞEK
Prof. Dr. Alpaslan IŞIKLI
Prof. Dr. Ali Esat KARAKAYA
Prof. Dr. Muammer KAYAHAN
Prof. Dr. Zeki KILIÇARSLAN
İsmail Hakkı KURT
Prof. Dr. Ahmet MAKAL
Prof. Dr. Oğuz OYAN
Prof. Dr. Ferhunde ÖZBAY
Prof. Dr. Nevzat ÖZGÜVEN
Prof. Dr. Şerife Türcan ÖZŞUCA
Prof. Dr. Mümtaz PEKER
Prof. Dr. Sarper SÜZEK
Kim. Müh. Mustafa TAŞYÜREK
Dr. Engin TONGUÇ
Prof. Dr. İsmail TOPUZOĞLU
Mim. Y. Müh. Cihat UYSAL
Prof. Dr. İsmail ÜSTEL
Dr. Ecz. Leyla ÜSTEL
GENÇ KIZ EVI
Kadınlar Eliyle Topluma Sunulan Can Simidi
• Sahibi: Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi
Vakfı Adına
A. Gürhan FİŞEK (e-posta: [email protected])
• Sorumlu Yazı İşleri Müdürü:
A. Gürhan FİŞEK (e-posta: [email protected])
• Yönetim Yeri: Selanik Cad. Ali Taha Apt. 52/4
Kızılay 06650 ANKARA (e-posta: [email protected])
• Tel: (312) 419 78 11 • Faks: (312) 425 28 01 - 395 22 71
• Web sayfası: www.fisek.org.tr
• Çalışma Ortamı Dergisi’nde
yayınlanan yazılar, resimler kaynak gösterilerek kullanılabilir.
• Bu dergide yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Bu bir HAKEMLİ dergidir.
24 ÇALIŞMA ORTAMI
• Çocuk Dostu’muz olanlara dergi ve kitaplarımız düzenli olarak
gönderilmektedir. Sizleri de Çocuk Dostu’muz olarak
görmek isteriz.
• Çalışma Ortamı Dergisi iki ayda bir yayınlanır.
(Yerel Süreli Yayın)
• ISSN 1302-3519
• Sayı: 95, Kasım - Aralık 2007
• Ücretsizdir
• Tasarım ve Baskı : Yücel Ofset Matbaacılık
Turizm San. Ltd. Şti. Kazım Karabekir Cad. Kültür Çarşısı 7/12
06060 İskitler/ANKARA Tel: (312) 342 31 11 - 12
e-posta: [email protected]
Basım Tarihi : 25 Eylül 2007
Kasım-Aralık 2007

Benzer belgeler

Dergiyi pdf formatında okumak için tıklayın.

Dergiyi pdf formatında okumak için tıklayın. çocukların yetiştirilmesi ve topluma kazandırılması konusunda en önemli rolün ebeveynlere düştüğünü kabul eder. Çocukların gelişimine koşut olarak, bu hakların çocuklara verilmesi, öğretilmesi ve g...

Detaylı

Dergiyi pdf formatında okumak için tıklayın.

Dergiyi pdf formatında okumak için tıklayın. Uluslararası Kadın Araştırmaları Merkezi‘nin 2007 yılında yayınladığı bir rapora göre Yemen, çocuk yaşta kızların en çok evlendirildiği 20 ülke içinde 13. sırada yer alıyor. Evli kadınların %48,4’ü...

Detaylı

Dergiyi pdf formatında okumak için tıklayın

Dergiyi pdf formatında okumak için tıklayın Bunu yapabilmek için, kapitalizmin, çok eski ve ama hala bayatlamamış bir yöntemini kullanmaktadır: “Böl ve yönet”. İşte bugün sosyal devlet alanında bu oyun sahnelenmektedir; sosyal devletin aracı...

Detaylı