Yeni Divriği Gazetesi SAYI-43

Transkript

Yeni Divriği Gazetesi SAYI-43
15 OCAK 2013
SAYI: 43
SAYFA 1
İST’DAKİ SİVAS PLATFORMUNDA ÖNEMLİ BİR SUNUM:
“TARLALARIN BİRLEŞTİRİLMESİ PROJESİ”
PİLOT UYGULAMA SİVAS’TA!
İstanbul Sivas platformunun, Mecidiyeköy kültür
merkezinde, 06 Ocak 2013 günü düzenlediği proje tanıtım
toplantısına çok sayıda Sivas Merkez ve ilçelerinden
katılım oldu. Projeyi hazırlayan ve sunan Gıda, Tarım ve
Hayvancılık Bakanlığının 8 yıldır müsteşarlığını yapan
hemşerimiz, ziraat yüksek mühendisi Sn. Vedat
Mirmahmutoğulları.Heyecanlı sunumu dikkati çekti.
İnandırıcılık kazandırdı.
Konu özetle şöyle:Amaç, mevcut
yasalarda bölüne bölüne çok küçülmüş
olan tarım arazisinin, tarlaların tapusu
mal sahiplerinde kalmak üzere,
sınırlarının ortadan kaldırılarak komple
ekilip biçilmesi...Birbirleriyle sınırdaş, aynı ürün
ekilebilecek ne kadar tarla varsa birleştirilerek, tapuda 400500 parsel gözüken arazi 4-5 parsel olarak mütalaa
edilecek;şirketler aracılığı ile profesyonelce tarıma
kazandırılacak.Köyünde yaşayan vatandaş öncelikle
istihdam edilecek, gurbetteki mülk sahipleri de şirketin
yıllık kazancından payına düşeni alacak.
HADİ BAKALIM
MUSTAFA
TARAKÇI
2012’nin son gününde
Ulusal gazetelerin birinde
manşet olarak PKK/Kürt
meselesi verilmişti:
“Masada takvim var”
deniliyor, ardından da şu
ifadeler kullanılıyordu:
”İmralı’yla yürütülen ve ana
gündem maddesi PKK’nın
silah bırakması olan
temaslarda bir takvim
belirlendi.
(Devamı,s.8’de)
Hangi arazide en iyi hangi ürün yetişirse o ekilecek, ziraat
mühendisleri aracılığıyla modern tarım yapılacak.
Ekilmeyen arazi bu suretle ülke ekonomisine yeniden
kazandırılmış olacak.
Türkiye’nin öncelikle bir tarım ülkesi olduğu yeniden
hayata geçirilecek. Bu proje ülke çapınca 2. Büyük alana
sahip Sivas’ta ilk olarak hayata geçirilmek isteniyor.
Toplantıda hazır bulunan Ak Parti Genel Başkan
yardımcısı, Koyulhisarlı hemşerimiz Sn. Ekrem Erdem,
yaptığı kapanış konuşmasında bu projeye olan inancını ve
projenin arkasında olduğunu belirtti.
Bu proje, kurulacak şirketler vasıtasıyla hayata geçirilecek.
Bu şirketlere 6. Bölge teşvik primleri verilecek. Gerekirse
yabancı şirketlerde bu sahada çalışabilecekler.
Şirketlerin öncelikle yöre insanı tarafından kurulması ve
yönetilmesi özendirilecek.
Konunun hayata geçirilmesinde, gurbetteki köy
derneklerinin, federasyonların, Sivas Platformunun, diğer
sivil toplum kuruluşların önemine vurgu yapıldı.
Soru-cevap periyodunda söz alan hemşerimiz Prof. Dr.
Mahir Tevrüz; projeyi destekleyen ifadeler kullandı. Ayrıca
bu konunun yalnız tarımda değil, hayvancılıkta da
uygulanmasına dikkat çekti.
Akıncılar, Koyulhisar, Suşehri, Yıldızelili hemşerilerimiz
proje hakkında duydukları memnuniyeti ifade ettiler.
Ancak, bu projenin hayata geçirilmesi için yasal
düzenlemeler yapılmasını ihtiyaç olabileceğini
vurgulayanlar da oldu.
İrtibat: [email protected]
Ankara’da Temel Atma Töreni
Ankara’da DİVRİĞİ VAKFI İLE TAŞAL GRUP İNŞAAT LTD.
ŞTİ, 2012 yılının Eylül ayı gibi kat karşılığı inşaat
sözleşmesi yapmış, sözleşme sonrası gerekli yasal işlemler
sonucu inşaat ruhsatı alınmış,05/01/2013 tarihi itibari ile
değerli vakıf üyeleri ve hemşerilerimizin katılımı ile temel
atmakla, birlikte kurban kesilmiş ve törene katılan tüm
Divriğili dostlarımıza Karasar Köy Derneği’nde pilav ikram
edilmiştir.
Konu ile ilgili olarak Vakıf Başkanı Sayın Cemal Karahalil şu
bilgileri vermiştir:
“Tuzluçayır’daki arsamızda,her katta 2 daire olmak üzere
yapılacak toplam 10 dairenin 4 ü
Vakfımıza ait olacaktır. Dairelerin
satışından elde edilecek gelirle, Divriği
de Divriği Belediyemizin açmış olduğu
ihaleden aldığımız arsanın
(eski hastane yakını) üzerine bakıma
ihtiyacı olan yaşlılarımızın kalan
yaşamlarını huzur ve güven içerisinde
geçirecekleri YAŞLILAR EVİ, misafirlerimizin konaklayacağı
DİVRİĞİ KONUKEVİ yaptırmayı, kalacak parayla da
ANKARA da, gücümüz oranında Derneklerimizle ortak arazi
alıp, içerisinde sosyal tesislerimizin de olacağı DİVRİĞİ
ormanı ve Piknik alanı yapmayı planlıyoruz.”
Yeni Divriği Gazetesi olarak bu düşünce ve faaliyetin hayırlı
uğurlu olmasını diliyoruz.
Röportaj: MEHMET BIYIK
KÖMÜR YARDIMI
“Her insan kendi ismini taşıyan bir okul
olmasını ister. Divriği’ye bir okul daha
kazandırmak gayreti içindeyiz. Milli
eğitim ve üniversite ile görüşmelerimiz
devam ediyor. Henüz bir karara varmış
değiliz...”
Mehmet Bıyık
Divriği Kaymakamlığı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma
Vakfı tarafından ilçemiz köy ve mahallelerinde kayıtlı
ihtiyaç sahibi, yaşlı, özürlü, öğrenci, şehit ve gazi
ailelerinden oluşan 400 haneye 600 ton kömür yardımı
yapılmıştır.
* www.mustafatarakci.com Özgeçmiş
15 OCAK 2013
SAYI: 43
SAYFA 1
ÜCRETSİZDİR
15 OCAK 2013
SAYI: 43
Çarşamba Pazarı
SAYFA 2
DİVRİĞİ’DE KIŞ-2013
Akarsu Divriği’den bildiriyor
Akarsu Divriği’den Bildiriyor:
2012’de Divriği’ye iyi kar yağmıştı. Çarşı içinde 15-20 cm.
ye varan kar kalınlığı vardı. Arabalar yollarda kalmıştı.
Bu sene de kış kendini iyice gösterdi.7,8,9,10 Ocak 2013
günleri aralıklarla yağan kar bazı ağaç dallarının ağırlığa
dayanamayıp kırılmalarına sebep oldu.
Divriği'de yoğun kış şartlarının etkileri görülmeye devam
ediyor.
9 Ocak 2013 Çarşamba günü ilçe pazarı oldukça cansız geçti.
Yolların kapalı olması nedeniyle birçok pazar esnafı pazar
yerine gelemedi.
Satış yapan birkaç esnafın haricinde neredeyse kimse yoktu.
Alış-veriş için gelen insan sayısı da çok azdı.
Fiyatlarda bir hayli yükselme oldu.
Hamsi 5, marul 2,5, kestane 7,5-10, domates 3-4, portakal 11,5, muz 5, nar 2,5, salatalık 2, karnabahar 2 TL'den pazar
kasalarına çıktı.
Divriği'nin pazarı meşhurdur. Tıklım tıklım olan, yoğun alışverişlerin yaşandığı Çarşamba Pazarı'nın neredeyse boş
olması enteresan karşılandı...
Edinilen son bilgilere göre kar kalınlığının yer yer bir
metreye ulaştığı, Divriği’de adeta dayatın durma noktasına
geldiği doğrultusunda... Öğretime ara varildi. Araç trafiği
nerdeyse durdu.
Çoğu köyle irtibat kesildi. İlçe Özel İdare Müdürlüğü’nün
yoğun gayreti,ulaşıma kapanan 30 kadar köyün yollarının
kısa sürede açılacağına işaret gibi....
Sokaklarda insan görmek neredeyse imkansız.
Çarşı esnaflarından Yeşil Divriği Pide Fırını sahibi olan
Dağıstan Yıldırım’la yapmış olduğumuz sohbette pide
satışının yarı yarıya düştüğünü, işlerde azalma olduğunu
öğrenildi.
Çarşıdaki diğer dükkan esnaflardan Fuat
Dağdelen,Çarşı’nın boş olmasında köylerden gelenin
olmamasının da rolü olduğunu söyledi.
Şoför esnaflarından Naci Küpeli, yoğun kar yağışı
dolayısıyla taksilerle işe çıkamadıklarını, mahalle aralarına
araçlarla giremediklerini, hatta zaman zaman siftah etmeden
günü bitirdiklerini söyledi.
İrtibat: [email protected]
DİVRİĞİDE DOĞAYA YEM
BIRAKMA
Akarsu Divriği’den bildiriyor
Divriği İlçe Gıda, Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü
ekiplerince 08.01.2013 tarihinde ağırlaşan kış şartlarından
olumsuz etkilenen kuşlar ve diğer yabani hayvanlar için
doğaya yem bırakıldı.
Divriği İlçe Gıda, Tarım ve Hayvancılık Müdürü Hasan
Hüseyin Özdemir’ in yaptığı açıklamada; her yıl olduğu gibi
Maltepe Köyü anayol güzergâhı, Yazı Köyü anayol güzergâhı
ve çevresine ekiplerimizce olumsuz hava koşullarından
etkilenen kuşlar ve yabani hayvanlar için yem bıraktıklarını
söyledi.
Kış aylarında yaban hayvanlarının aç kalmaması için
ilçemizde yoğun bir şekilde çalışıyoruz. Yem bırakmak için
belirlenen noktalar var. Yem bırakma işlemini yerleşim
yerlerinden uzak, yaban hayvanlarının yoğunlukla yaşadığı
yerlerde yapıyoruz. Şu an yapılan bu çalışmalarda özellikle
geçmiş yıllara oranla azalan keklik populasyonunun
artacağını düşünüyoruz. Özdemir, sürdürülebilir bir yaban
hayatı için bu tür çalışmalara önem verdiklerini kaydetti.
Genel Yayın Yönetmeni
ve
Yayın Koordinatörü
MUSTAFA TARAKÇI
Mizanpaj:
Mutlucan AYDIN
Bünyamin ŞAHİN
Halkla İlişkiler-Tanıtım:
Ayla YERLİKAYA
VERGİ DAİRESİ: Göztepe
VERGİ KİMLİK NO:
8.230.105.579
15 OCAK 2012
SAYI:43
SAYFA 2
ÜCRETSİZDİR
15 OCAK 2013
SAYFA 3
SAYI:43
SİVAS-ANKARA, SİVAS-İZMİR,
SİVAS-ANTALYA
Müsteşar Soluk’tan yılın ilk müjdesi.
Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı
Müsteşarı hemşerimiz Habib Soluk, Sivaslılara yılın ilk
müjdesini verdi.
Sivas-İstanbul karşılıklı uçak seferlerinin halen devam
ettiğini ve vatandaşlardan ciddi bir talep gördüğü için
doluluk oranlarının yüzde yüzlere kadar çıktığını
belirten Soluk, 2013 yılında ilimizden yeni uçukların
başlayacağının da müjdesini verdi.
Hazırlanan uçuş programı
kapsamında Şubat veya
Mart ayında Sivas’tan daha
önce iptal edilen Ankara ile
birlikte Antalya ve İzmir’e
uçak seferlerinin başlayacağını
müjdesini veren Soluk,
“İstanbul’un yanı sıra en fazla
Sivaslı bulunan illerimizin
başında İzmir ve Antalya’da
geliyor. Buradaki hemşerilerimizin sılasına özlemini
gidermesi, ilimizdeki hemşerilerimizin ise gurbetteki
yakınlarını ziyaret edebilmesi için uzakları kısaltarak
uçuş planları hazırladık. Şubat ayının sonunda veya
Mart ayının başında Sivas’tan İstanbul’un yanı sıra
Ankara’ya, İzmir’e ve Antalya’ya uçak seferleri
başlayacak” dedi.
“UÇAĞINIZA SAHİP ÇIKIN”
Sivas’tan İstanbul, Ankara, İzmir ve Antalya’ya
yapılacak uçak seferlerinin aksatılmadan devam
etmesi halinde yurtdışı uçuşlarının da
başlayabileceğini dile getiren Soluk, Sivaslıların uçağa
sahip çıkmalarını istedi.
Soluk, uçakların doluluk oranına göre uçuşların devam
edip etmeyeceğine karar verildiğini belirterek, “Şirketler
uçakları boş olduğu durumda uçuşları iptal ediyor,
ancak talep olduğu takdirde yeni seferler dahi
koyabiliyor. Benim Sivaslı hemşerilerimden istediğim
uçağa talep ve ilgi göstermeleridir” dedi
İrtibat: [email protected]
İYİ Kİ BU GAZETEYİ
ÇIKARIYORUZ!
Yalnız din kardeşi değiliz!
HABER/ANALİZ: M.T.-İst.
Başbakan Erdoğan 29 Aralık 2013 günü Şanlıurfa’daydı.
Şanlıurfa’nın bağımsız bir belediye başkanı olmasına
karşın, çok kalabalık bir kitle Erdoğan’ı dinlemeye gelmişti.
Morali yerinde gözüken ve bazı kelimelerin üstüne basa
basa konuşan Başbakan, önemli bir tespit ve yaklaşımı dile
getirdi. Tartışmaya değer bu sözleri aşağıya aldım:
“Ne Arap’ın Kürt’e, ne Kürt’ün Türk’e, ne Türk’ün
Kürt’e üstünlüğü yoktur. Hepimiz kardeşiz. Birbirimizi
paradan, puldan, makamdan, ırktan dolayı
sevmeyeceğiz. Sadece Yaradan’dan ötürü seveceğiz.
Mesele budur. Bizi birbirimize bağlayan en güzel bağ,
mensubu olduğumuz İslam’dır, o kardeşliktir.”
Bu yaklaşımla Sayın Başbakan,
Türk-Kürt kardeşliğini yalnız
bir parametreye, yani İslam’a
İndirgemekle biraz haksızlık
eder gibi olmaktadır.
Kardeşliğimizin başka
gerekçeleri, başka nedenleri de
vardır. Mutlaka din kardeşliği
çok önemlidir ama bütünü
anlatmaya yetmez!
Kardeşliğimizin tam ifadesi “kültür” dür. Kültür
kardeşliğidir. Zira kültür’ün içinde kuşkusuz din vardır.
Ama dinden başka tarih, ortak geçmiş, gelenek görenekler,
güzel sanatlar, ahlak, hukuk, vatan sevgisi, yaratılan ortak
edebiyat, müzik, tiyatro, sinema, ortak hukuk içinde
yaşama, alınan benzer terbiye,ve eğitim; düşmana karşı
birlikte hareket etme... Tüm bu ve buna benzer özellikler
kültür olgusunun birer parçası...
Biz,”din, tarih ve kültür kardeşiyiz” dense mesele daha iyi
tanımlanmış olacak.
Tüm bu ortak özelliklerimiz varken, bu topraklar da 1000
yıldır ortak bir kaderi paylaşıyorken,ortak ticari
faaliyetler, hısımlık ilişkilerimiz varken,tüm bunları bir
kenara itip “din kardeşiyiz” demek uygun ve yeterli
değildir.
Bu yaklaşım her şeye din odaklı bakmayı da beraberinde
getirir ki bu da laik düşünmeye, laik yaşam biçimine
aykırıdır.”Din vardır ve lüzumludur.”Ancak, gerek
toplumların, gerekse ailelerin ilişkilerinde din her şey
değildir. O kadar çok insan var ki hiçbir dini eylem ve
söylem içinde olmadan yıllardır yaşayıp gidiyor...
06 Ocak 2013 günü Mecidiyeköy çok katlı otoparkın üst
katında, Sivaslı hemşerilerimizin pek çoğunun şu veya bu
nedenle gitmiş olduğu sosyal tesis konferans salonu
girişinde; “köylerde tarlaların birleştirilerek topluca ziraata
açılması konferansı” öncesi hemşerimiz Sn. Prof. Dr.
Mahir Tevrüz ile sohbet ediyoruz. Konuşmamızın bir
yerinde, güzel bir gazete çıkardığımı söyleyip, beni tebrik
ettikten sonra şu bilgiyi vermesi, onca emeğin heba
olmadığı konusunda güzel bir örnekti, bana büyük cesaret
ve mutluluk verdi:
Geçen sayımızda Divriği’ye yapılacak TOKİ evlerinin 8
kat olacağını belirtmiş, onun 4/5 kata indirilmesini
istemiştik. Mahir hocamız bu haberi okuduktan sonra
tutmuş Belediye Başkanını telefonla aramış; böyle
böyleymiş demiş. Ne güzel değil mi? İşte bu gazete
bunun için var. İyi ki bu gazeteyi çıkarıyoruz.
İyi ki sizlerde okuyorsunuz. Teşekkürler…
REKLAMIN ÖNEMİ!
Son günlerde İstanbul’un önemli
caddelerinde HABERTÜRK
GAZETE ve Televizyon’unun
yazarlarını ve ekran yüzlerini
gösterir afişler var.
İki yıldır ”Yeni Divriği İnternet
Gazetesi”ne emek verenler olarak,
bu reklamlarla, büyük küçük
bütün medya unsurlarının
dertlerinin ortak olduğunu
gördük.
Demek, TV olarak aldıkları reklam
gelirleri; Gazete olarak aldıkları
gazete ücret ve reklam gelirleri
yeterli gelmiyor ki, reklamla
reklam kazanma yoluna gidiyorlar!
ŞİİR YARIŞMASI
Yeni Divriği İnternet Gazetesi eski sayılarını
okumak için
www.mustafatarakci.com
Sitesini tıklayınız.
15 OCAK 2013
SAYI: 43
“DİVRİĞİ” Konulu şiir yarışması düzenlenmiştir.
Divriği’nin özellik ve güzelliklerinin yansıtıldığı,azami5 dörtlük veya 30
satırı geçmeyecek şiirler değerlendirilmeye alınacaktır.
Şairlerimizin Divriği doğumlu ve şiirin yeni kaleme alınmış, daha önce
hiçbir yerde yayınlanmamış olması aranacaktır.
1nci,2nci,3ncü seçilen şiirlere gazetemizde de yayınlanacak
“onur belgesi” verilecektir.
Yarışma Ocak 2013 ayı için geçerlidir.
Sonuçlar 1 Şubat 2013 tarihli sayımızda yayınlanacaktır.
ÖZEL NOT
Gazete yönetimi olarak aşağıdaki hemşerilerimizin özellikle katılımımı
arzu ediyoruz:
İsmail Aydoğmuş, Mahir peşken, Hasan Kocabaş, Arzu Karaca, Sefer
Kocakaya,Ahmet Yozgatlı, Mustafa Şekerci, Ali Höbek,Divriği’deki
Liselerin edebiyat öğretmenleri ve öğrencileri, MYO’nun Divriği doğumlu
öğretim üyeleri ve öğrencileri
DEĞERLENDİRME KURULU: Mustafa Akgün, İsmail Aydoğmuş, Ali
Haydar Yalçın, Ahmet Yozgatlı, Mustafa Tarakçı
SAYFA 3
ÜCRETSİZDİR
15 OCAK 2013
SAYI: 43
YARIM ASIRLIK GAZETE: YEŞİL DİVRİĞİ!
(İkinci ve son Bölüm)
Fatma Pekşen’den SÖYLEŞİ
“Muhakkak arşiviniz vardır. İlk çıkan gazete duruyor mu? Eski
sayılardan yararlandığınız oluyor mu?”
“Ne yazık ki ilk çıkan gazetemiz durmuyor. Üç dört yıllık arşivimiz, o
yıllarda Iğımbat’tan gelen ve birkaç kişinin boğulmasıyla neticelenen
selde yok oldu, suya kapılıp gitti. Ben şahsen çok merak ediyorum bu
ilk sayıları. İhsan Çalapverdi ağabey, kendisinde ciltlenmiş halde Yeşil
Divriği Gazetesi’nin eski sayılarının bulunduğunu söyledi çok mutlu
oldum. Bazı kütüphanelerde de ilk sayılardan varmış.”
“İlk günden beri aboneliğini sürdüren var mı?” “Vardır elbette. Birden
aklıma gelmiyor ama çok sadık okuyucularımız var. Kutlu Özen,
Samim Başbuğ, Necati Yüksel, Sabri Koz, Ahmet Yozgatlı bunlardan
bazıları. Ellerine gazete ulaşmadığı zaman, telefon açıp ahvalini
soranlar var. Hatta büyük şehirlerde, apartmanlardaki posta
kutularında bizim gazeteyi görünce, birbirleri ile hemşeri olduklarını
anlayıp dostluk kuranlar oluyormuş. Daha önce birbirini tanımazken,
gazete aracığıyla kaynaşmış olmaları bizi mutlu kılıyor elbette.”
“Ne gibi tepkiler alıyorsunuz? Olumlu ya da olumsuz…”
“Olumlu yönde oluyor ekseriyetle. Kötü bir durum yaşamadık şimdiye
kadar.”
“En uzak aboneniz nerede? Yani en uzak hangi şehre ya da ülkeye
gidiyor Yeşil Divriği?
“Abonelerimiz arasında Türkiye dışında Almanya, Hollanda, Fransa
baş sırayı alıyor. Amerika bile var. Amerika’dan Ali Mansuroğlu’na her
sayısı muhakkak gidiyor.”
“Nerde basılıyor?”
“Siyah-beyaz olanı biz burada kendi matbaamızda basıyoruz. Renkli
olan özel basımları ise Ankara’da bastırtıyoruz.
“Kaçıncı kuşak gazeteye emek vermekte şimdi?”
“Babam gazetenin kurucusu ve emekçisi olarak halen çalışıyor. İki kız
kardeşim, eşim ve ben de emek veriyoruz. Dedem Mahmut Bozkurt da
1975’ten 1990’a kadar Divriği’nin Sesi Gazetesi’ni çıkardı. Dedemi de
hesaba katarsak üçüncü kuşağız şu anda. Kız kardeşlerimden Hâkime
Fazilet Özdoğan bizden emekli olmasına rağmen, hâlâ muhabirlik
yapıyor. Bolu Mudurnu’da evli olan, oradaki bir hastanede hemşirelik
yapan diğer kız kardeşim Adalet Elifhan Nural da evlenene kadar
gazeteye hizmet etti. Eşim Özlem Tan Bozkurt gazetenin yazı işleri
müdürlüğünü yürütüyor.”
“Torunlar içinde gazetecilik eğitimi gören, görmek isteyen var mı?”
“Henüz yok. Ama zaten otomatik olarak gazete havasını solumuş
oluyorlar. Eğitimini alsalar da almasalar da içinde bir şekilde yer
alıyorlar zaten.”
“Gazeteyi doldurmak zor olmuyor. Haberler, spor haberleri, köşe
yazarları, kayıp ilanları, duyurular, tebrikler, ihaleler vs derken bazen
yer yeterli gelmiyor bile. Yazarlarımız elbette ki sevilerek
okunuyorlar. Emek verilip hazırlanmış yazılar, geleceğe önemli bir
miras olarak kalacak düşüncesindeyim.”
“Gazete için haber yaparken başınıza gelmiş kötü bir olay var mı?”
“Çok ağır bir şey atlatmadık ama bir keresinde bir haber için Arege
Köyü’ne gidiyorduk. Mahmut Pancaroğlu’nun cipi içindeydik. Köye az
bir mesafe kala, coşkun akan derenin içinden geçerken cip takla
atarak devrildi. Herkes dışarı çıkabilmiş, ben çıkamadım. Kendimi de
kaybetmişim. ‘Muraaat… Muraaattt!’ sesleriyle kendime geldim.
Canımı dışarı zor attım.”
“Komik, unutamadığınız bir olay yaşadınız mı peki?”
“Bazen oluyor. Ben İzmir’de Belediye Gazetesi’ni çıkarırken bir gün
parkta oturuyordum. Baktım yan tarafta bir adam bulmaca çözüyor.
Çözdü çözdü, bir yere geldi takıldı kaldı. Uğraşıyor uğraşıyor
bulamıyor. Ben dayanamayıp cevabını söyledim. Ters ters baktı bana.
‘Sen nereden biliyorsun?’ dedi. Ben de ‘o bulmacayı hazırlayan benim’
dedim. Gülüştük.
01 OCAK 2013
SAYI: 42
SAYFA 4
İrtibat: [email protected]
Gene 70’li yıllarda bir köyde cinayet işlenmiş. Savcı,
jandarma, polis kalabalık bir ekiple olay mahalline gitmiş.
Babam Hayber Bozkurt da yanlarında tabii. Ölmüş olan adam
yerde yatıyormuş. İki kaşının ortasında da kurşun deliği
varmış. Kendilerini götüren şoför, saf saf ‘Allah gözünü
korumuş. Ya bir de gözüne isabet etseydi!’ deyince, cenaze
sahipleri de dâhil herkes kahkahalarla gülmüş.”
“Gazete haberi için en meşakkatli olarak nerelere gittiniz
peki? Endişe, korku yaşadığınız oluyor mu?
“Oluyor elbette. Eski dönemlerde teröristler tarafından yol
kesmeler yaşandı meselâ. Tünel içinde iki tren çarpışıyor.
Maden’de ağır bir kaza oluyor. Yangın, toprak kayması filan
oluyor. Hepsine de gitmek durumunda kalıyorsunuz.
Tehlikeyi göze alıyorsunuz ister istemez. Aslında Divriği
sakin bir yer. Ağır vakalar olmuyor.”
“Coşku da oluyordur muhakkak”
“Olmaz mı? Meselâ Sadık Özgür Hastanesi’nin temel atma
töreni çok görkemli, sevinçli oldu. Günün bitmesini
istemedik. Zaten tarihi bir yer olması sebebiyle ilçemizin
ziyaretçisi hiç eksik değil. Çeşitli toplantılara ev sahipliği
yapıyor. Ulucamii’yi, türbeleri, konakları, çeşmeleri görmeye
gelenler oluyor. Doğa turizmi, inanç turizmi ivme kazanıyor.
Böyle olunca da gazetemizin ziyaretçisi de eksik olmuyor.
Hepsine de yetişmeye çalışıyoruz. Matbaa da olduğu için
işlerimiz çok oluyor. Ben şahsen kimsenin hazır haberine
itibar etmiyorum. Gidip direkt kendim gözlemleyerek
yazıyorum.”
“Keşke başka meslekte olsaydım diye pişmanlık duyduğunuz
oldu mu hiç?”
“Hayır. Olmadı. Ama kolay bir mesleği icra etmediğimizi de
özellikle vurgulamak isterim. Gazetede yayınlanan yazı artık
sizden çıkmış oluyor. Sorumluluğunu taşımak
durumundasınız. Ayrıca matbaanın çalışmalarını yürütmek
durumundayız. Kartvizit, davetiye, ilân, broşür, katalog,
takvim filan hepsi de kafa yorulması gereken çalışmalar. İmlâ
hataları, bozuk ifadeler, yanlış tarihler olmamalı. Bunca
çalışmanın yanı sıra Divriğispor basın sözcülüğü var, TRT
muhabirliği var. Özellikle yaz aylarını daha yoğun yaşıyoruz.”
“Zaman zaman sizden, yani Bozkurt Matbaası’ndan çıkmış
olan kitaplara rast geliyoruz. Bu yönünüz de mi var?”
“Okul yıllarındayken edebiyatım iyiydi. Amcalarımdan birisi
şairmiş, genç yaşta vefat etmiş. Yazıya, kaleme yatkınlığımız
var. Divriği Kaymakamlığı’nın “Mâzi ve Âti’nin Gözdesi:
Divriği” kitabını çıkardık en son. Bunun gibi başka
çalışmalarımız da var.”
“Sizce gazetecilik erkek mesleği mi? Bayan eleman kalıcı
oluyor mu?”
“Öyle bir ayrım yapamam elbette. Bizimki biraz aile mesleği
gibi. Eşim ve kız kardeşlerim dışında bayan elemanımız
olmadı. Staj için gelen kız öğrenciler oluyor o kadar.
Ekseriyetle erkek çalışanımız oldu.”
“Haber mi sizi buluyor, siz mi haberi buluyorsunuz?”
“Ekseriyetle biz buluyoruz. Sayfa sayımız çok fazla değil
zaten, dolması zor olmuyor.”
“Gazete aracılığıyla kayıp bulma, eski dostunu bulma gibi
hayırlı işlere vesile oldunuz mu hiç?”
“Yakınlarda hatırlamıyorum ama olmuştur muhakkak”
“Kaç sefer özel sayı çıkardınız peki? Bu özel
günler nelerdi
acaba?”
“Haftalık 1500 adet Yeşil Divriği Gazetesi basıyoruz. Sekiz
tane ilçe kütüphanesine gönderiyoruz. Resmi dairelere
gönderiyoruz. Sivas’ta Vilayet’e, Karayolları’na, Vakıflar’a,
Devlet Su İşleri’ne, Divriğili bürokratlara, Sivas
milletvekillerine gönderiyoruz. Aboneler var zaten. Özel
sayılarda ise 4000’i aşkın okura ulaştırıyoruz. Özel sayılar,
gazetenin kuruluş yıldönümü, Demir-Çelik Madeni’nin
kuruluş yıldönümü, Maden Festivali gibi özel durumlarda
basılıyor daha çok. On ila yirmi sayfayı buluyor bu da.”
“Murat bey bizi misafir ettiğiniz için teşekkür ediyor, yeni
yaşınızı kutluyor, nice elli yıllara diyoruz.”
“Ben de size Yeşil Divriği Gazetesi adına teşekkür ediyorum.”
SAYFA 4
MEHMET BIYIK
Makine Müh./ İş Adamı
*Her insan kendi ismini taşıyan bir okul
olmasını ister. Divriği’ye bir okul daha
kazandırmak gayreti içindeyiz. Milli
eğitim ve üniversite ile görüşmelerimiz
devam ediyor. Henüz bir karara varmış
değiliz.
* Divriği’de sanayileşmekten çok tarım,
hayvancılık, turizm konusunda bir şeyler
yapmak lazım! Bu konuda Divriği’deki
hemşerilerimizle hemfikir olmamız lazım!
*Kaymakam Bey devletin temsilcisi. Onun
görevi ayrı. Bana göre Belediye Başkanı
Divriği’nin sahibi olmalı. Hepimizin önüne
düşmeli.
MUSTAFA TARAKÇI: Divriği’nin önde gelen iş
adamlarından Mehmet Bıyık, çokları tarafından
tanınır. İş dünyası içinde olduğunuz
bilinir.”Bıyık”soyadı Divriği’de saygın bir
soyad’dır. Sizinle epey bir süredir tanışıyoruz.
Okurlarımızın sizi tanıması açısından kendinizden
biraz söz eder misiniz? Divriği’den ne zaman
ayrıldınız, tahsil ve iş hayatınız,Aileniz?
MEHMET BIYIK: Divriğiliyim. Divriğili olmak bir
özelliktir, güzelliktir. Kara Mahmut Mahallesi’nde
doğdum.1948 doğumluyum. Ortaokul’u Nuri
demirağ orta Okulu’nde okudum.Sonra, sivas’ta
Sanat Okulu’nu bitirdim.İstanbul Yıldız teknik
Üniversitesi mezunuyum.Makine Mühendisiyim.
Mezun olduktan sonra bir süre Sivas’ta
Karayollarında çalıştım. Sonra İstanbul’da 5 yıl
kadar özel sektörde çalıştım. Daha sonra kendi
işimi kurdum. Sanayiciliğe başladım.
MUSTAFA TARAKÇI: Tarih verecek olursak?
MEHMET BIYIK: 1972’de mühendis oldum. 91
yılında yedek parçacılık üzerinde, Karaköy’de
serbest ticarete başladım.Daha sonra bir gurup,
çoğu Divriğili arkadaşla Düzce’deki ,İTO Kilit
Fabrikası’nı satın aldık. 16 yıl bu fabrikayı işlettik.
MUSTAFA TARAKÇI: Bizim Divriğililer daha çok
Kale Kilit’i tanır, İTO KİLİDİ pek tanımayız. Aynı
şeyler mi üretiyordunuz? Aranızda rekabet var
mıydı?
(DEVAMI MÜTEAKİP SAYFADA)
ÜCRETSİZDİR
15 OCAK 2013
SAYI: 43
MEHMET BIYIK: İTO’NUN %90 ürünü “ Kale Kilit”
in ürünlerine benzerdi. Aramızda tatlı bir rekabet
vardı ama farklı pazarlara yönelik satış yapıyorduk.
Piyasada çeşitlilik yaratıyorduk. Sonra bu fabrikayı
elden çıkardık. Yabancı bir şirkete devrettik.
MUSTAFA TARAKÇI: Peki gelen parayı ne yaptınız?
Nereye yatırdınız? (Gülüşmeler)
MEHMET BIYIK: İthalata başladım. Uzak doğudan,
İtalya’dan ithalat yapıyoruz. 2 oğlumda işin içinde.
Asıl onlar işi yürütüyorlar. Ben koordinatörüm.
Kendi adımıza yurt dışında mobilya, metal mobilya
aksamı üretiyoruz. Yaylar, menteşeler, mobilya
aksesuarı... Çin’den ithal ettiğimiz mallarda oluyor.
Çoğunlukla yurt dışında ürettiğimiz kendi
mallarımızı pazarlıyoruz.
MUSTAFA TARAKÇI: Marka adınız ne Mehmet
Abi? Kusura bakma samimiyetimize sığınarak “Abi”
diyorum. “Bey” demek aramızı açıyor gibi!
MEHMET BIYIK: Yok, dediğin gibi ben memnun
oluyorum. Divriği’de biz “Abi”, “Dayı”, “Amca”
tabirlerini çok kullanırız. Markamızın adı “FORS”.
7-8 pazarlamacımız var. Gaziantep, Ankara, İzmir
Bölge Pazarlama sorumlularımız var. Onlara bağlı
elemanlar hırdavatçılara mallarımızı ulaştırıyorlar.
MUSTAFA TARAKÇI: Birden iş âlemine girdik. Ben
“Bıyık” ailesinden biraz daha söz etmek istiyorum?
MEHMET BIYIK: Babam şoför, Sabri Bıyık. Ben
Sabri Bıyık’ın oğluyum. Abim Yusuf Bıyık halen
Divriği’de nakliyecilik ve inşaat malzeme satışıyla
uğraşıyor.
MUSTAFA TARAKÇI: Ben Yusuf Abi’yi, marangoz
Fatih Bıyık’ı iyi tanıyorum. Yusuf Abi çay
ısmarlamadan bırakmazdı. Sohbeti tatlıydı.
Fatih’te Divriği’de yegâne marangozumuz.
MEHMET BIYIK: Mustafa Bey, Divriği’ler güzel
insanlardır. Birbirleriyle dalaşmazlar, kıymet
bilirler, hoşgörülü, geçimli insanlardır. Ben bir şeyi
söylemeyi unuttum: Mezun olur olmaz iş
bulamadım. Az parayla da çalışmak istemedim.
Divriği’ye eve döndüm. Kamyon şoförlüğü
yapmaya başladım. Annem bir gün bana: “Oğlum,
komşular senin için okulu bitirememiş, mühendis
olamamış diyorlar; git kendi işini yap!” dedi. Onun
üzerine Sivas’ta kara yollarında mühendis olarak
göreve başladım. Sonra İstanbul iş hayatı başladı. 2
oğlum var, 2’side işin başındalar. Evlendiler,
gelinimin biri Amerikalı, çocuklar Beykoz
Acarkent’te biz Erenköy’de oturuyoruz. İş yerimiz
Kurtköyde...
MUSTAFA TARAKÇI: Mehmet Abi, sizinle
İstanbul’da Divriği Çalıştay’ ında, Sivas Hizmet
Vakfında beraber oluyoruz. Divriği sevdanızı
yakından bilenlerdenim. Divriği sizin için ne ifade
ediyor?
MEHMET BIYIK: Divriği’de olmak bir ayrıcalıktır.
Divriği’nin her tarafı aynı özellik ve güzelliktedir.
Karamahmut, Arhusu, Erşün, Güllübağ, İmamoğlu,
Abuçimen fark etmez... Köylerimizde Divriği’den
ayrılmaz bir parçamız! Divriğililer kendilerini
memleketlerine borçlu hissederler. Bizde vefa
borcu gelişmiştir. Divriği’ye hizmet etmek yalnız
para vermekle de olmaz. Sizde önemli bir hizmet
veriyorsunuz. Büyük hizmet veriyorsunuz....
15 OCAK 2013
SAYI: 43
SAYFA 5
Divriği’yi bu günkü durumundan daha ileriye götürecek gayret ve uğraş
işinde olmalıyız diye düşünüyorum.
MUSTAFA TARAKÇI: Bu güzel düşüncelerinize katılmamak mümkün
değil. Aynı duygular içindeyiz. Bizimde Divriği’de evimiz, bahçemiz,
dükkânımız, babamızın, ecdadımızın mezarı var. Komşularımız,
akrabalarımız var. Bende elimden geldiği kadar, dilimin döndüğü,
kalemimin yazdığı kadar Divriği’ye hizmet etmek istiyorum.
MEHMET BEY: Divriği’de sanayileşmekten çok tarım, hayvancılık, turizm
konusunda bir şeyler yapmak lazım! Bu konuda Divriği’deki
hemşerilerimizle hemfikir olmamız lazım! Onlara bu konuda gerekirse
ilave eğitim vermek, yönlendirmek lazım. Sivas’ta epey bir süre
yaşadım. Sivas’a göre iklimimiz çok güzel. Tarım var hayvancılığa
iklimimiz müsait. Eskiden evlerde en az 1er inek, birkaç tavuk vardı;
bunlar tarihe karıştı. Ama bu eksikliği kapatacak yeni yöntemler
geliştirmeliyiz. Üretimden uzaklaşmamamız lazım.
MUSTAFA TARAKÇI: Divriği’nin ekonomik kalkınmasında motor güç
olarak halkı yönlendirme açısından Kaymakam Bey’i mi yoksa Belediye
Başkanı’nı mı önde görürsünüz?
MEHMET BIYIK: Kaymakam Bey devletin temsilcisi. Onun görevi ayrı.
Bana göre Belediye Başkanı Divriği’nin sahibi olmalı. Hepimizin önüne
düşmeli. Ne yapılacaksa ona önder olmalı. Sivas’taki kurum ve
kuruluşlarla irtibat halinde olmalı. Kaymakamlarda ilgili olabilirler, ama
bana göre Belediye Başkanları bu konuda daha ilgili olmalı.
MUSTAFA TARAKÇI: Bizde olabildiğinde Divriği’nin sorunlarına dikkat
çekmeye çalışıyoruz. Kamuoyunu yönlendirmeye gayret ediyoruz. Son
olarak zannederim okudunuz Yeni Divriği İnternet gazetemizde
TOKİ’NİN DİVRİĞİ’DE YAPACAĞI 8 KATLI APARTMANLARA DİKKATİ
ÇEKTİK.
MEHMET BIYIK: Okudum. Duyarlılığınızı tebrik ederim. Bana göre de
hem 8 kat, hem de seçim yeri problemli. İstasyon bölgesi, Arhusu
etekleri, Güllübağ bölgesi, TOKİ inşaatları için bana göre daha uygundu.
Arsa parası vermeyelim diye ulaşım sorunu yaratmaya gerek yok.
Zaman içinde vatandaşa o daha pahalıya mal olacak. Bademlik bölgesi
yamaç, kışın 5 derece soğuk, yazın 5 derece serin olan yerler.
SAYFA 5
İrtibat: [email protected]
Yol sıkıntısı var. Divriği’de üniversite ve yüksekokul
öğrencisi ağırlamakta çok önemli. 2000 öğrenci
kapasitesine ulaşılırsa çok iyi olur.
MUSTAFA TARAKÇI: 10 yıl sonra Maden verimli
olmaktan çıkacak. 500-600 kişi işsiz kalacak veya
başka yerde işine devam edecek. Bu nedenle
Divriği’nin eğitim ve kültür şehri, turizm şehri olması
önem arz ediyor. Bu konuda olumlu gelişmeler var.
CÜREK’in yeniden kazanılması, Sağlık Bilimleri Meslek
Yüksek Okulu açılması ve yeni hastane ile entegre
çalışması gibi önemli gelişmeler var. Turizm
konusunda da malumunuz Safranbolu, Beypazarı’nı
örnek alıyoruz. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
MEHMET BIYIK: Divriği’nin konaklama yerine, iyi bir
yemek yerine, temiz tuvaletlerine ihtiyaç var. Bazı iş
adamı dostlarım var. Onların misafiri olup
memleketlerine gidiyorum. Bende onları Divriği’ye
davet etmek istiyorum. Ama nerede yatacaklar?
Nerede yemek yiyecekler? Çarşıda tuvalet yeri olarak
mahcup olur muyum? Diye, düşünmeden
edemiyorum. Temiz ve bakımlı bir tuvalette çok
önemli.
MUSTAFA TARAKÇI: “Divriği Hizmet Vakfı”
gayretlerimiz var. Mahir Hoca’mızın önerisi ile bir
hazırlık başlattık. Böyle bir oluşumun fikri çatısını
oluşturuyoruz. Bu vâkıfa bağlı çarşı içinde konaktan
bozma güzel bir mekanda lokanta ile Cürek’te 5-6
lojmanı Apart Otel’e dönüştürerek bu vakfın
kontrolüne sokmayı düşünüyoruz.
Sizin de Divriği’ye okul yaptırma düşünceniz var. Bu
herhalde “Turizm Otelcilik Yüksek Okulu” olacak?
MEHMET BIYIK: Her insan kendi ismini taşıyan bir
okul olmasını ister. Divriği’ye bir okul daha
kazandırmak gayreti içindeyiz. Milli eğitim ve
üniversite ile görüşmelerimiz devam ediyor. Henüz
bir karara varmış değiliz.
MUSTAFA TARAKÇI: Bizde 2 yıldır “Yeni Divriği
İnternet Gazetesi” çıkarmanın gayreti içindeyiz.
Divriğilileri Divriği’den uzaklaştırmamaya çaba
gösteriyoruz. Görebildiğimiz sorunlara dikkati
çekiyor, has bel kader kimi zamanda çözüm önerileri
sunuyoruz. Sizde iyi bir Yeni Divriği İnternet Gazetesi
okurusunuz. Bu konuda değerlendirmenizi merak
ediyorum?
MEHMET BIYIK: Sizin bu hizmetiniz
küçümsenemeyecek bir hizmet, çok önemli. Divriği
ile ilgili önemli konuları gündeme getiriyor; halkımızı
bilinçlendiriyorsunuz. Sizinde bu gayretiniz bana göre
okul yaptırmak kadar önemli! Bu nedenle sizi
kutluyorum.
MUSTAFA TARAKÇI: Çok teşekkür ederim. Lütfedip
geldiniz, zaman ayırdınız, birlikte güzel bir akşam
yemeği yedik. Divriği için güzel düşüncelerinize bir
Divriğili olarak teşekkür etmeme lütfen izin veriniz. İyi
ki varsınız! Divriği için çarpan kalbiniz yorulmasın,
daha nice yıllar çalışmaya devam etsin...
MEHMET BIYIK: Divriği ve Divriğililere hizmet
ettiğiniz için bende size teşekkür ederim. Maddi,
manevi her konuda yanında olduğumu bilmenizi
isterim.
MUSTAFA TARAKÇI: Tekrar teşekkür ederim.
ÜCRETSİZDİR
15 OCAK 2013
15 OCAK 2013
SAYI: 43
SAYI: 43
SAYFA 6
SAYFA6
İrtibat: [email protected]
ÜCRETSİZDİR
15 OCAK 2013
SAYI: 43
SAYFA 7
NURİ DEMİRAĞ VE AİLESİ
(ÖNCEKİ ANLATIMIN DEVAMI)
GAZETECİ MEMET AMCA (9/1)
Aşağı çarşının renkli bir siması olma özelliğini uzun
yıllar korumuştu Gazeteci Memet Amca.
Ufak tefek bir adamdı ve başındaki kasketi nasıl
taşıdığına hayret edeceğiniz kadar da cansız
görünümlüydü. Divriği’nin tek gazetecisiydi ve bence
bu işe layık, bu işi en iyi yapabilecek insanda oydu.
İyi insanlar, kendiişlerini en iyi yapan insanlardır...
Boyacı, ayakkabıyı iyi boyuyor, çoraplara siyah dağıtan
süngerden pay ayırmıyorsa ve ayakkabılar yüz metre
öteden, ben buradayım dercesine pırıl pırıl parlıyorsa
boyacı hedefine ulaşmış demektir.
Gazeteci Memet Amca, bütün müşterilerin hangi
gazeteyi aldığını çocuğunun ismi gibi iyi bilir,müşteri
uzaktan göründüğünde gazetesini hazırlardı.
Gazeteleri, dergilerin birçoğunu okur, siyasetten,
tarihten, yeni keşiflere kadar birçok konuda fikrinden
istifade edilirdi. Bu kadar çok gazete ve dergi,
okumaktan bihaber insanların elinde olsaydı acırdım
doğrusu.Müşteri olmadığı zamanlar onu daima bir
şeyler okur vaziyette görürdünüz.Bu yüzden çok
okumaktan olsa gerek gözleri her zaman biraz
kanlı,kirpikleri seyrek ve cansız dururdu.
Küçücük dükkana çeşit çeşit gazete ve dergiyi
sığdıramaz, karışıklıktan kendini kaybedecek gibi
olurdu.Bir de gazete iadelerini zamanında yapmadığı
için midir nedir,dükkan bazı günler daha da dolu
olur,kendi bile içeri giremez dışarıdan satış yapardı.
Gazeteci deyince, Divriği’nin tek posta arabası sahibi
Fahri Amcayı, Kurugöllügilin Fahri Amcayı unutmamak
lazım. Divriği’ye öğlen saatlerinde gelen Posta Trenini
bekleyenlerin içinde mutlaka Fahri Amca da olurdu. En
az 1.90 boyunda, ince,sarı saçlı,yeşil veya mavi
gözlü,kırmızı yüzlü bir adamdı...Daha sonraları kovboy
filmi seyrettiğimde hep bu posta arabası ve Fahri Amca
aklıma gelmiştir.
Biriktirdiği 56 Osmanlı altınıyla sigara kâğıdı üretimi işine girdi. İlk Türk sigara
kâğıdını, "Türk Zaferi"ni üretti. İşgal İstanbul'unun acı ve karanlık günlerinde
"Türk Zaferi Sigara Kâğıdı" kalitesiyle çok beğenilip rağbet gördü ve Mehmet
Nuri Bey'e iyi bir gelir sağladı. Ama iş hayatında asıl başarıyı Cumhuriyet'in
ilanından sonra yakaladı. 1926 yılında, demiryolu yapımıyla görevlendirilen
Fransız şirketi üstlendiği işi bırakınca, girişimciliği sayesinde aslında hiç
anlamadığı bu işi üstlendi. Devlet memuru olarak çalışan kardeşi
Abdurrahman Naci Bey'i memurluktan istifa ettirdi ve birlikte çalışmaya
başladı.
1931 yılında, "Boğaz Köprüsü" projesini başlattı, bu iş için Amerika'dan konusunda
uzman mühendisler getirtti. Dört yıl sürecek çalışmalarının sonucunu yaver Salih
Bozok aracılığıyla Atatürk'e sundu. Ancak bu proje reddedildi. Bu durum bile
Mehmet Nuri Bey'i durduramadı. Önce Samsun'dan Erzurum'a kadar demiryolu
yaptı. Arkasından Fevzipaşa-Diyarbakır, Afyon-Antalya, Sivas-Erzurum, IrmakFilyos hatlarında 1012 kilometrelik demiryolu inşa etti. Bursa'da SümerbankMerinos Fabrikası'nın yapımına girişti. Aynı yıl Atatürk başarılarından dolayı ona ve
kardeşi Abdurrahman Naci Bey'e "Demirağ" soyadını verdi. Ardından İzmit Seka
Kâğıt Fabrikası'nın temeli atıldı. İstanbul'a yapılacak olan meyve-sebze hali inşaatı
da Demirağ kardeşlere verildi. Mesude Demirağ'la evlenen Mehmet Nuri
Demirağ'ın zaman içinde Galip ve Kayı Alp adlı iki oğlu, Mefkure, Şukufe, Süveyda,
Süheyla, Gülbahar ve Turan Melek adlarında kızları dünyaya geldi.
Havacılık literatürüne girdi
1936'da, Beşiktaş-Serencebey'deki evde "Nuri Demirağ Uçak Atölyesi"ni kurdular.
Fabrika için de doğdukları şehri, Divriği'yi düşündü. Ama hesapları tutmadı. İki
kardeş arasında siyaseten de bir ayrılık baş gösterdi. Mehmet Nuri Demirağ, Türk
havacılık sanayisinin ilk temellerini tek başına atmış oldu. Besiktaş-Barbaros
Hayrettin Paşa İskelesi'nin yanında Tayyare Etüd Atölyesi'ni kurdu. Bu atölye kısa
bir sürede dev bir fabrika haline geldi. Yeşilköy'de Elmas Paşa Çiftliği'ni havaalanı
yapmak üzere satın aldı. Burada 1000x1300 metre boyutlarında düz bir havaalanı
yaptırdı. Bunun bir benzeri sadece Hollanda Amsterdam'daydı. Türk Hava Kurumu
1937-38 yılı içinde yeni fabrikaya 10 okul uçağı ve 65 planör siparişi verdi ama
daha sonra bilinmeyen nedenlerle Mehmet Nuri Demirağ'ın fabrikalarına sipariş
vermiş olduğu bu uçakları almaktan vazgeçti. Bu arada üretilen uçaklar dünya
havacılık sektöründe, yolcu uçakları kategorisinde A sınıfına alınmıştı.
1942'de, sadece inşaatını üstlendiği Sivas Çimento Fabrikası hizmete girmişti.
Hükümetten gereken desteği alamayan Mehmet Nuri Demirağ'ın memleketi
Divriği'de yapmayı planladığı Gök Üniversitesi, 100 bin kişilik Sanayi Kenti, Örnek
Köy Projeleri hep kâğıt üzerinde kaldı. 1944 yılında, Demirağ'a ait uçak pisti,
fabrika ve etüd merkezinin bulunduğu alan istimlak edildi.
Bunun üzerine Mehmet Nuri Demirağ, 1945'te çok partili hayata geçişte Milli
Kalkınma Partisi'nin kurucuları arasında yer aldı ve genel başkanlığını üstlendi. Parti
1946'da, ilk çok partili seçimlere katıldı ancak başarı gösteremedi. Demirağ,
1948'de, Milli Kalkınma Partisi'nin propagandasını yapmak için bir radyo istasyonu
kurmak istedi fakat buna da izin verilmedi. Demirağ'ın partisi günden güne
eriyerek siyasi hayattan tamamen silindi. Milletvekilliği hevesinden vazgeçmeyen
Demirağ, 1954 seçimlerinde Demokrat Parti'den Sivas'tan bağımsız aday gösterildi.
Sivas milletvekili olarak TBMM'ne girdi.(son)
TAM MANASI
SAYI:43
İBRETLİK
BU GENÇLERİ EVLERİNE GÖTÜRSÜNLER,
DERSLERİNE ÇALIŞACAKLARMIŞ
Cumhuriyetin 10. yıl balosunda Atatürk çok güzel
dans eden genç bir çifte gıpta ile bakar. Danstan
sonra da bu çifti sohbet için yanına çağırır. Önce
hangi okulda okuduklarını sorar. Genç kız bir yabancı
okulda okuduğunu söyler, sonra delikanlı ile ilgilenir,
o da bir başka okulda okuyordur.
Daha sonra Atatürk malum sorularını sormaya
başlar:
Sakarya Savaşı ne zaman oldu? Kurtuluş Savaşı’nı kaç
döneme ayırabiliriz? Türk devriminin esası nedir?
vb. Gençler kem küm etseler cevap veremeseler
sorun kalmayacaktır; oysa gençler hem bilgisiz, hem
de bilgisizliğini önemsemeyen bir şımarıklık
içindedirler. “Efendim bize okulda yalnız
Fransız devrimini okuttular. Türk devrimini hiç
okutmadılar,” derler. Bunun üzerine Ata’nın yüzü
değişir. O an bir şey söylemez ama aradan zaman
geçtikten sonra gençleri tekrar yanına,
oldukça sakin bir köşedeki bara çağırır. Orada onlara
şunları söyler:
“Bütün bu şenlik ve eğlence Kurtuluş Savaşı’nı ve
Türk devrimlerini yapanların ya da bunlarda biraz
çaba ve fedakârlık payı bulunanların hakkıdır. Siz
savaşa katılmamış olabilirsiniz.
Yaşınız buna müsait olmayabilir, fakat o işi
yapanların arasına girebilmeniz için o işlerin nasıl
yapıldığını bilmeniz gerekmektedir.”
Daha sonra yaverine döner:
“Bu gençleri evlerine götürsünler, derslerine
çalışacaklarmış.”
Emir derhal ve kimseye sezdirilmeden yerine
getirilir
ONU BİLDİĞİM İÇİN BÖYLE KONUŞUYORUM
Atatürk bir akşam sofrasından aniden kalkar. Ankara
Palas’ın sağındaki lokantaya gitmeye karar verir.
Yanında Kılıç Ali de vardır. Lokantaya o günlerde
Ankara’da bulunan Fransa’nın komiseri Ponçet de
vardır. Kendisine hazırlanmış menüye oturmayarak
salonun ortasına doğru yeni bir masa hazırlanmasını
emreder. Masaya Ponçet’i de davet eder. Lokantaya
daha sonra Nuri Conker ve Diyarbakır milletvekili
Kazım Paşa da gelmişlerdir.
Onları da masaya buyur eder. O günlerde
Fransızların Hatay meselesinden dolayı zorluk
çıkarmaları Atatürk’ü üzmektedir.
Bir ara Fransız Ponçet’e dönerek “Hatay işi benim
şahsi davamdır.
Beni üzüyorsunuz, korkarım ki, beni bu meselenin
halli için başka tedbirler almaya mecbur
bırakacaksınız,” der.
Atatürk bu sözleri oldukça yüksek sesle ve Türkçe
söyler, önündeki herkes bu sözleri duyar. Orada
bulunanlardan bir avuç ayağa kalkarak heyecanlı bir
sesle, “Atam, üzülme, arkanda biz varız,”
der. Bu sözleri işiten Atatürk sofradan gençlere
doğru bakar,kaşları kalkmış, bakışları
keskinleşmiştir.“Biliyorum çocuğum, onu
bildiğim için böyle konuşuyorum,”der.
Veranda: Ahşap çardak
Müzakere: görüşme
Vuslat: Sevgiliye kavuşma
Hicran: Ayrılığın verdiği büyük üzüntü, keder
Manidar: anlamlı
Promosyon: Özendirme
Delalet: kılavuzculuk, aracılık/iz
Darülfunun: üniversite
Ayaz: Kuru soğuk/avlu, açık arsa
Azmettirmek: bir suçu veya işi yapmasına karar
verdirmek
15 OCAK 2013
İrtibat: [email protected]
SAYFA 7
ÜCRETSİZDİR
15 OCAK 2013
SAYI: 43
SAYFA 8
MUSTAFA TARAKÇI
Yrd. Doç. Dr./ Em. Kur. Alb. Alb.
[email protected]
HADİ BAKALIM
2012’nin son gününde Ulusal gazetelerin birinde manşet olarak PKK/Kürt
meselesi verilmişti:
“Masada takvim var”deniliyor, ardından da şu ifadeler kullanılıyordu:”İmralı’yla
yürütülen ve ana gündem maddesi PKK’nın silah bırakması olan temaslarda bir
takvim belirlendi. Hedef 2013 yılının ilk aylarında kamuoyunun karşısına bir
çözüm bildirisiyle çıkmak”.
Öcalan’la 4 saat görüşülmüş;MİT yetkilileri hükümet adına örgüte silah
bıraktırılması hedefiyle masaya oturmuş,;Öcalan ise “Örgütle doğrudan temas
kurmam sağlanmalı, infaz koşullarım iyileştirilmeli”demiş...
Derken,3 Ocak 2013 günü BDP Milletvekilleri Ahmet Türk ve Ayla Akad, İmralı’ya
giderek Öcalan ile 2.5 saat görüştüler ve olup bitenleri Diyarbakır’da diğer
partililerle paylaştılar.
Büyük bir olasılıkla Ocak ayı içinde görüşmeler bir noktaya ulaşacak, Öcalan’ın
belirleyeceği bir isim Kamuoyuna bir açıklamada bulunacak.
Bu gelişmeler sağduyu sahibi, barış ve demokrasiden yana çoğu insanımızın
yüreğine su serpti.
“Anaların gözyaşları dursun, bunca kayıp yeter,1000 yıldır beraber yaşadığımız
bu topraklar hepimizin müşterek vatanı, şu veya bu gerekçelerle kardeş kardeşin
kanını döküyor. Bu ne dine ne de vicdana sığar. Emperyalistlerin kirli oyunlarına
daha fazla gelmeyeli m,o tuzaktan çıkalım artık! 30 yıldır dökülen kan, harcanan
para yeter ;” diyen insanlarımızın bu gelişmeleri memnuniyetle izlediğini tahmin
ediyorum. Bunlardan biri de benim.
AHMET YOZGATLI
Öğretmen (E)
Divriği Tabiat Varlıklarını
Koruma Derneği Bşk. Yrd.
DİVRİĞİ ÇALIŞTAYI
Divriği Çalıştayı 2013 yılının ilk toplantısında Ankara’daki
hemşehrilerimizle tanışma toplantısı yaptı. Toplantıya:
İstanbul grubundan: Prf.Dr. Mahir Tevrüz,Tarihçi yazarımız Necdet
Sakaoğlu, Mimar Basri Hamulu,Divriği Tabiat Varlıklarını Koruma ve Sosyal
yardımlaşma Derneği Bşk. İhsan Çalapverdi,Ahmet Yozgatlı, Divriği Kültür
Derneği eski başkanlarından Rıza Gürünlü,Divriği Gazetesi yayıncısı Yahya
Kemal Bayar.
Ankara grubundan: Divriği Vakfı Başkanı: Cemal Karahalil, Vakıf
üyelerinden Muharrem Köse, Mehmet Diktaş, Baki Karahan, Muharrem
Erdoğan.
Ankara Kültür Derneği yönetim kurulu üyelerinden: Başkan Metin Aktan,
Hasan Yıldız, Sencer Göktaş,Şahin Küçük, ve Akşam Gazetesi
Cumhurbaşkanlığı Muhabiri Ali Ekber Ertürk katılmışlardır.
Tanışmalardan sonra Prf.Dr. Mahir Tevrüz Divriği Çalıştayı neden
kurulduğu ve projeleri hakkında bilgi verdi,daha sonra Divriği’nin
yapılanması ve tarihi dokusu hakkında bilgi verdi.Divriği’nin geleceğinin
turizm ve eğitimle olacağını belirtti.kendisinin eğitime ağırlık verdiği bu
konuda Sağlık Bilimleri Meslek Yüksekokulu kurulması konusunda
çalışmalar yaptığını,yeni yapılan hastanenin de bu konuda kullanıma
açılabileceğini belirtti,ayrıca okul binasının yer konusunun halledilebilmesi
için yapılan çalışmaları bildirdi.
15 OCAK 2013
SAYI: 43
İrtibat: [email protected]
Yıllardır “Barış en büyük tasarruftur”,”Türk ve Kürt halkları kardeştir”diyorum.
Misak-ı Milli’de Türk Halkı olarak, Anadolu’da yeni bir devlet kurmak istediğimizde,
Kurucu Lider Gazi Mustafa Kemal, Kürtleri Araplardan ayrı tutmuş, onların bizim
sınırlarımız içinde kalmasında büyük çaba göstermiştir. Lozan görüşmelerinde
Kerkük- Musul bölgesinin milli sınırlarımız içinde kalma isteğinin temelinde bu
düşünce de vardır. Mamafih istenen olmamış, Kuzey Irak’o günlerde İngilizlerin
himayesine bırakılmıştır.
Ancak, bugün artık dün değildir. Şiddetle bir yere varılamayacağı anlaşılmıştır. Et
ile kemik gibi iç içe girmiş Türk ve Kürt halkı birbirinden ayrılmaz bir bütündür. Bir
bölgede ayrılık olsa diğer bölgelerdeki Kürt varlığının geleceği meçhuldür. Bu
gerçeğin herkes farkındadır.
Demokrasi ve özgürlük adına ne verilebilecekse verilebilir. Dağdan inme, silah
bırakma karşısında sembolik cezalar da anlayışla karşılanmalıdır.
Tüm bunları söylerken bunca şehit kanı ne olacak? Şehit analara ne diyeceğiz? Gibi
sorular akla gelebilir. Ancak şunu unutmayalım; bir dönem karşıdakilerin
kayıplarına da insafsızca davrandık,”kelle” dedik,”leş” dedik, bunlar da doğru
değildi.Onların kayıplar da bizim kayıplarımızdı.Kürtler şu veya bu şekilde
eğitimine, istihdamına el atmadığımız yurttaşlarımızdı...Bu bağlamda kendimizi,
kendi hükümetlerimizi sütten çıkmış ak kaşık göremeyiz.
Son tahlilde şu noktaya gidilirse çok daha isabetli olur diye düşünüyorum:
Sayın Başbakan sözün gelişi, BDP Milletvekillerini “kâğıttan kaplan” gibi görse de,
onları gaileye almasa da bu doğru değil. Onlar seçimle meclise girmiş, halk
temsilcileridir.
Öcalan’da seçeceği sözcüyü BDP’den seçse isabet olur diye düşünüyorum.Selahattin
Demirtaş veya Ahmet Türk bu temsil için uygun isimler.. Bu arada Kandil’i de ikna
etme yolları aranmalıdır.
Hadi Bakalım, kolay gelsin... Başınızı ağrıttım ama, bu konu üzerinde ne kadar
dursak az. Bu bizim en büyük sorunumuz...
İNANÇ, SİYASETİN KONUSU DEĞİLDİR.
mustafa tarakçı
Bu okulun yapılması için hemşerimiz Evkur şirketler gurubunun sahibi
Hasan Kan ile yaptıkları görüşmelerde mutabık kaldıklarını söyledi. Turizm
için, Turizm Meslek Lisesi ve Turizm Yüksek Okulu mutlaka açılmalı bu lise
için Ticaret Lisesinin uygun olduğunu bildirdi. Bütün bu okulların
öğrencilerinin yerleşecek yer olarak Cürek Öğrenci Yerleşkesi olarak
yapılanması konusunda bilgi verdi.
Basri Hamulu: Dünya 500 külliyesinin biri bizde, Türkiye’deki 16
Selçuklu camisinden biri bizde, Türkiye’de tek arslanbuçlu kalenin biri
bizde, yine Türkiye’de en çok Kümbetin bizde olduğu belirterek Divriği’nin
yapı dokusu hakkında bilgi verdi. Turizmin olabilmesi için o bölgede yatacak
ve yiyecek konularının mutlaka halledilmesi gerektiği, Divriği de yatacak ve
yiyecek yer konularının halledilmesi halinde zaten profesyonel turizm
şirketlerinin kimseye ihtiyaç duymadan turist getireceğini belirtti.
Necdet Sakaoğlu: Kümbetlerin Orta Asya da Kurgan kültüründen geldiği,
kümbetlerdeki 8 köşeli olmasının 8 cenneti temsil ettiğini Divriği’deki
kümbetlerin ve Kalelerin tarihçelerini günümüzdeki önemini anlattı
Divriği de kaybettiğimiz değerler nelerdir? Hangilerini geri kazanabiliriz?
Eldeki değerlerimizin korunması nasıl olmalı?
Divriği turizme nasıl kazandırılır? Konuları hakkında bilgi verildi
GÜZEL YURDUMUZUN ÜZERİNDE BARUT DUMANLARI DAĞILMALI,
ÇİÇEK KOKULARI OKŞAMALI YÜZÜMÜZÜ...
SAYFA 8
(Güneri Civaoğlu,Milliyet,13 Kasım 2012)
ÜCRETSİZDİR
15 OCAK 2013
SAYI: 43
SAYFA 9
ŞENGÜL DURAN GENÇDAL
Divriği ÖDP eski İlçe Bşk.
[email protected]
''BİZ'' ve ''ÖTEKİLER''
   ''BİZ'' ve ''ÖTEKİLER'' yaşamın her alanında tavırlarımızı belirleyen olgulardır.
Günden güne körüklenen ve gıdasını en çok da siyasilerden alan bu ayrışma
maalesef en çok yine ''BİZ'' ve'' ÖTEKİLERİ'' yaralıyor, bazen yaralamakla
kalmıyor birer, onar, yüzer yok ediyor...
              Öteden beri süregelen yanılgılar hiç değişmiyor. Tarihin tekerrürden ibaret
olduğu kadar nefretten de ibaret olduğunu düşünmeden edemiyor insan.
Geçmişten ne aktarıldıysa ne anlatıldıysa hiç sorgulamadan doğruluğundan
emin olmadan, adeta babadan kalma miras düşüncelerle çocuklara bırakılacak
kadar değerli görüldü yanılgılar. O canım çocuklara aşılandı bu zehirli
düşünceler. Ne de olsa bugünün küçüğü ama yarının büyüğü olacaklardı.
Kalıtsal, ezberletilmiş, geleneksel düşmanlıklar yaratıldı. İnsanoğlu da galiba var
olduğundan beri en çok bu alışkanlıklarına ve geleneklerine sadık
kalabildi yüzyıllardır. ''Kendi gibi düşünmeyeni ''ÖTEKİ'' görme
yanılgısı...Kendinden olmayan her topluluğa her düşünceye her türlü zulmü,
zafer olarak gördü ''BİZ''.Bir yerde çoğunluk demekti, güç demekti ''BİZ''… Ve
bunun sarhoşluğunu hep sapıtarak yaşadı tarih boyunca. Akıl almaz davranışlar
içerisine girdi ve zulmün bütün fantezilerini yaşadı, yaşattılar. ''ÖTEKİ'' nin hep
sürgün yaşaması bundandır. Sürgün yaşamak istemeyenler boynu
bükük ''BİZ''oldular. Bu hep böyle sürdü sürüyor.
               Eleştirel bir çabaya kalkışmadan, yenilenme ve yorumlamadan çok uzak,
bütün gayretler kendi ''BİZ''imizin haklılığını ispatlamak için oldu hep. Tamamen
eşitlik anlayışından uzak kin ve nefret temelli, ''BİZ'' ve öteki olmanın aşırı
incinmişliği, kırılganlığını ve kızgınlığını içinde ve yüzünde taşıyan sahipsiz ve
savunmasız bırakılan ''ÖTEKİ''
KONUK YAZAR
Kışın Ortasından
Bakmayın siz kışın ortasından diye başlık attığıma; mevsim olarak tam ortasındayız ama
durum öyle anlı şanlı, eski zaman kışlarından gibi de görünmüyor. Hava durumu raporlarına
göre, kar yağışlı denilen günlerimizde bile, uzun süre, güneşle bulut, harmandalı oynayarak
dolandı tepemizde. Sanki böyle yaparak işinin uzmanı hava tahmincilerinin yalanını çıkaracak.
Mucidi kimdir bilemiyorum ama kış için, nicedir dikkatimi çeken bir ifade dolaşmaya
başladı medya dünyamızda: Beyaz kabus. Kar’a kabus. Beyaz zulüm. Olumsuz hava şartları.
Memleket kara teslim oldu, vs.
Sormak istiyorum bu ibareyi uyduranlara: Allahaşkına ocak ayında, şubat ayında şeftali
çiçekleri mi açmalı, güller tomurcuğa mı durmalı? Ekin mi derilmeli, denize mi girilmeli?
Öteden beri denilmez mi, kış kışlığını, kuş kuşluğunu yapar diye. Dört mevsim niye var
olmuş? Dünya var olalıberi şaşmaz bir nizamda süren baharlar, güzler, yazlar, kışlar, döneminin
getirdiği doğal halleri ortaya koymayacak da ne yapacak?
Bir başka deyişle, olumsuz hava şartları tabirinin doğru olması için bunun tam tersinin olması
gerekmez mi? Harmana kar yağar, ilkbaharda ayva yetişir, sonbaharda çiğdemler çiçeğe durur,
zemheride de gül şurubu kaynatılırsa işte o zaman durumda tuhaflık olur.
Ekranlarımızdan izliyoruz. Daha kar dört parmak kalınlığında olmadan üstteki anlattığım gibi
yaygaralar ortalığı kaplıyor. Beyaz kabus, olumsuz hava şartları, kara teslim ve benzerleri.
Dünyaya yaşamak için gelmiş cümle canlının ihtiyacı için lazım gelen suyun kış hali
değil de nedir kar? Yağmur da dolu da kar da suyun halleridir sonuçta. Dönemine, mevsimine
göre biçim biçim yeryüzünü öpecektir. İnsana da hayvana da nebatata da can suyu olacaktır.
Sorarım, barajlarımızın, ekinlerimizin, kış uykusuna yatanlarımızın yüzleri başka türlü nasıl
gülecektir ki?
Evet, öteden beri kış memleketinde yaşayanlar, altı ay karı buzu kalkmayanlar için durum pek
kolay değildi ama bu hiç de kabus haline getirilmezdi.
İrtibat: [email protected]
  Hem iktidar hemde muhalefet eliyle adeta beslenilip büyütülen bu iki kavram her
ikisinin de her daim işine geldi. Maksat ayrıştırarak, kutuplaştırarak daha rahat siyaset
alanları yaratmak. Bu iktidar içinde muhalefet içinde hep aynı oldu. Baskı altında tutulan
insanlar, davranışları kısıtlanan toplumlar ne kültürel, ne sanatsal ne de sosyal alanda
zenginlik gösteremezler. Kopyalanarak çoğaltılmış, birbirinin benzeri niteliksiz bir insan
yığınından öteye geçemezler. Gündelik şiddetin içinde boğulan insanlar birde
yönetimler altında ezilirler. Genele egemen olanlar kendi dışındaki düşünceleri, yaşam
biçimlerini kendi egemenlikleri için hep bir tehdit olarak görürler.''ÖTEKİ''nin düşman,
hain, istenmeyen olarak görülmesi bundandır. Böyle toplumlarda ''ÖTEKİ'' hiç bitmez.
Hal böyle olunca da ''BİZ'' her zaman ayrıcalıklı bir yerde durur, üst kimlik görür kendini.
Bu üst kimlik öyle bir beladır ki aslında kişiyi tüm değer yargılarından uzak tutar, bütün
sözcükler fütursuzca dökülür ağzından, hiçbiri yerini, anlamını bulamamış sözcükler.
Sevgiden, hoşgörüden uzak acıdan, gözyaşından bihaberdir. Yitip giden ''ÖTEKİ'' nin
bir değeri yoktur ''BİZ'' için, adeta bir böcek gibi görür onu, ezilmesi yok olması gereken
bir böcek. Hiç aklına bile gelmez oysa o da bir ananın çığlıklarıyla dünyaya gelmiş, bir
babanın alınteriye büyümüş, umut olmuş yarın olmuş, kardeşleriyle, sevdiğiyle yeni bir
bedene can olmuş...
              Aydınlık bir dünya için çok acil barış politikalarına ihtiyaç var fakat öyle görülüyor
ki tüm dünyayı etkisi altına alan bu zulüm dalgası her şeyi yok ederek hızla yol alıyor.
Geriye bir sürü yaşanmamışlıklar ,acı, gözyaşı ve kan bırakıyor. ''yaratılanı yaratandan
ötürü sevmek'' lafta kalmasın kimsenin kimseden yok bir farkı .Bu dünya ezelden beri
pek çekmiş insanoğlunun kahrını, asırlar süren savaşlar olmuş, insanlar hep göç etmek
zorunda kalmış gittiği yerde kimliğini gizlemek zorunda kalmış zulmün karşısında
hayatta kalabilmek için zalimin tarafına geçmiş. Taşlarla, sopalara başlayan tanklarla,
tüfeklerle, gaz bombalarıyla, odalarıyla devam eden şimdilerde daha teknolojik
aşamalarla yok etme politikalarına karşı söyleyecek bir tek sözüm var. Siz siz olun ne
''BİZ'' olun ne ''ÖTEKİ'' olun. İllaki bir saf tutacaksanız her zaman ezilenin, zorda olanın,
darda kalanın, medet umanın yanında olun. Dünyada tadılacak en güzel duygu bu
inanın. Geriye kalan herşey YALAN...
DÜRÜSTLÜK, BİR YÖNETİCİDE BULUNMASI GEREKEN EN ÖNEMLİ VASIFTIR.
GERİSİ TEFERRUATTIR
mustafa tarakçı
Odunun kurusunu, etin/bulgurun irisini de kışa saklamayı bilirdi insanımız, kış ortasında
kardan tünellerle mektebine çarşısına gitmeyi de.
Pekmezin en hasıyla kar helvası yapmayı da becerirdi, karın üstüne oturttuğu
leğenler dolusu tel helvasını çekip çoluk çocuğunun, eşinin dostunun yüzünü güldürmeyi,
ağzını tatlandırmayı da.
Köklü bir kış hazırlığı yapan insanımız için artık geleneksel hale gelmiştir kilerlerin,
odunlukların, kömürlüklerin -icap ettiğinden de fazla- doldurulması. Korkmaz öyle adam
kapan soğuklardan; otur otur bitmeyen, “tükendi söz, karardı köz, kalkın gidin siz, yatacağız
biz”li gecelerden. Tuzundan gazına, kemikli kıymasından çırasına her biri şeyini gücünün
yettiğince kış için saklamayı becermiştir.
Beyaz kâbus, kara kâbus ve benzerleri... Kenesinden domuzuna, kuş gribinden fare
virüsüne envai tür kâbusun (!) türetildiği, evhamlı insanlar yığınağı haline getirildiğimiz bir
zaman diliminde, canım kışa, canım kara dil uzatanları anlamakta zorlanıyorum.
Geniş ailelerin tarihe karışması, dededen, nineden toruna intikal eden sözlü kültürün
dumura uğramasıyla, iki adımlık okullara bile servis araçlarıyla gidilir hale gelinmişse,
çocuklarımızın geleceği açısından durup düşünmeli diyorum.
Ekran karşısına kilitlenip, sanal aileler, sanal dostlarla hemhal olalı, yirmilik oğlumuzun
bahtiyarlığından, seksenlik ninemizin telli duvaklı izdivacını görmeye değin uzanan
çizgideki çöpçatanlığımızın boyutlarını şöyle bir ele almalı diyorum.
N’oldu bize? Daha düne kadar rahmet yağıyor diye yere göğe sığdıramadığımız, bereket
diye bağrımıza bastığımız kara, yağmura nasıl dil uzatır olduk? Nasıl böylesine şikayetçi bir
toplum haline geldik. Şükrümüz sabrımız hangi kovuğa saklandı?
Kara kabus derken, masallarla, manilerle, bilmecelerle, şaşırtmacalarla bezeli sözlü
kültürün birebir yaşandığı soba/ocak başı sohbetlerini mi göz ardı etmeli, tam anlamıyla
doğal ürün olan kavurgaların, çirlerin, pestillerin resmi geçit yaptığı kış çerezlerini mi?
Kartopu oyunlarını, özellikle de erkek çocukların üstünden inmediği kızakları,
kardan adamları, eldivenleri, bereleri, atkıları, çilli yünle örülmüş hırkaları, su çekmiş
botları, kar tatillerinde bile içeride oturamayıp karla güreş tutanları nereye oturtmalı ki?
Ressamın tuvaline, fotoğrafçının objektifine, edibin kalemine, sevdalının yüreğine konuk
olan, kışın sakalları gibi saçaklardan sarkan buzları, sıyırgı denilen aletlerle kürünen karları,
bu mevsimde değil de ne zaman görmeli?
Fatma Pekşen
DİVRİĞİ’NİN KAYBEDECEK ZAMANI YOKTUR!
15 OCAK 2013
SAYI: 43
SAYFA 9
ÜCRETSİZDİR
15 OCAK 2013
SAYI: 43
Türkiye'de Bulunan 11
UNESCO Dünya Mirası
11/1 Kapadokya ve Göreme Milli Parkı
(1985)
Göreme ve Kapodokya Milli Parkı, 6 Aralık 1985 tarihinden bu
yana doğal ve kültürel varlık olarak Dünya Miras Listesi'nde yer
almaktadır.Kapadokya 60 milyon yıl önce; Erciyes, Hasandağı ve
Güllüdağ’ın püskürttüğü lav ve küllerin oluşturduğu yumuşak
tabakaların milyonlarca yıl boyunca yağmur ve rüzgar tarafından
aşındırılmasıyla ortaya çıkmıştır.İnsan yerleşimi Paleolitik döneme
kadar uzanmaktadır.
SAYFA 10
İrtibat: [email protected]
EN BÜYÜK 10 SAVAŞIMIZ
( Özet Bilgi)
1.MALAZGİRT MEYDAN MUHAREBESİ
(1071)
2.KÖSEDAĞ SAVAŞI (1243)
3.ANKARA SAVAŞI (1402)
4.İSTANBUL’UN FETHİ (1453)
5.ÇALDIRAN MEYDAN MUHAREBESİ
(1514)
6.MOHAÇ MEYDAN MUHAREBESİ (1526)
7.93 HARBİ (1887-1788)
8.ÇANAKKALE SAVAŞI (1915)
9. SAKARYA MEYDAN MUHAREBESİ (1921)
10. DUMLUPINAR ZAFERİ( BÜYÜK
TAARRUZ) (1922)
ANKARA SAVAŞI
Hititler'in yaşadığı topraklar daha sonraki dönemlerde
Hristiyanlığın en önemli merkezlerinden biri olmuştur. Kayalara
oyulan evler ve kiliseler, bölgeyi Roma İmparatorluğu'nun
baskısından kaçan Hristiyanlar için devasa bir sığınak haline
getirmiştir. Kapadokya bölgesi, başta Nevşehir olmak üzere
Kırşehir, Niğde, Aksaray ve Kayseri illerine yayılmış bir bölgedir.
Volkanik tüften oluşmuş ilgi çekici manzara yapısı içerisinde
Bizans Kilise mimarisi ve hristiyan tarihinden önemli bir devri
sergilemektedir. Bölgenin özelliklerinden burada yaşayanlar
savaşların etkilerinden, merkezi idarenin otoritesinden uzak
kalmayı başarabilmişlerdir.
Ana ulaşım yollarına uzaklığı ve engebeli bir alan olması,
gizlenmek isteyen veya dini inzivaya çekilenler için uygun
korunma yeri olmuştur. Manastır hayatı 3. yüzyıl sonları ile 4.
yüzyıl başlarında başlamış ve hızla yayılmıştır. Manastırlar,
kiliseler, şapeller, yemekhaneler ve keşiş hücreleri, depo ve şarap
yapım yerleri bulunan mekanlar oyulmuş, duvar resimleri ile
süslenmiştir.
15 OCAK 2013
SAYI: 43
Osmanlı sultânı Yıldırım Bâyezîd ile Tîmûr Han’ın 1402 senesinde
Ankara’da yaptıkları muhârebe. Yıldırım Bâyezîd Han; Niğbolu
zaferiyle Rumeli’de Osmanlı hâkimiyetini tesis ettikten sonra,
Anadolu’da birliği sağlamak için harekete geçti. Bu niyetle Aydın,
Menteşe, Karaman ve İsfendıyaroğulları beyliklerine son verdi.
Ancak, bu beyliklerin başındaki beyler, Asya’da kuvvetli bir devlet
kurup, batıya yönelen Tîmûr Han’a sığındılar. Aynı şekilde Tîmûr
Han’ın hükümdarlığına son verdiği Karakoyunlu beyi Kara Yûsuf ile
Tebriz hükümdarı Ahmed Bey de Yıldırım Bâyezîd’e sığınmıştı.
Tîmûr Han’a sığınan Anadolu beyleri, Osmanlı sultânı hakkında;
Tîmûr Han’ın önünden kaçan beyler de Yıldırım Bâyezîd’e Tîmûr’la
ilgili olmadık şeyler söyleyip kötüleyerek, her İki müslüman Türk
hükümdarının arasını açtılar. Tîmûr Han, Yıldırım Bâyezîd’e
mektup göndererek kendisine sığınanların iadesini istedi. Yıldırım
Bâyezîd, Tîmûr Han’ın isteğini kabul etmeyince savaş kaçınılmaz
oldu.
Tîmûr Han, kuvvetli bir ordu ile, Anadolu içlerine doğru harekete
geçti. Bunu haber alan Yıldırım Bâyezîd de, İstanbul kuşatmasını
kaldırarak, kuvvetlerini Bursa’da toplamaya başladı. Bursa’dan
hareket eden Osmanlı ordusu, iki koldan yürüyerek Ankara önüne
geldi. Bu sırada Tîmûr Han Sivas’ı ele geçirmişdi. Onun, Sivas’da
olduğunu haber alan Yıldırım Bâyezîd, Akdağmadenî ve Kadışehri
dağlık mıntıkasında mevzi almak istedi. İki ordunun öncü
kuvvetleri Sivas ve Tokat bölgelerinde karşılaştılar. Tîmûr Han
Kayseri’ye doğru yürüdü. Tîmûr Han, Bâyezîd’î kendisine doğru
çekmek istediyse de duruma vâkıf olan Yıldırım Bâyezîd bu oyuna
gelmedi ve yapacağı taarruzun zamanını bekledi.
Tîmûr Han, Kırşehir üzerinden hızla Ankara önlerine gelerek kaleyi
kuşattı. Kale muhafızı Yâkûb Bey, kaleyi şiddetle müdâfaa etti.
Tîmûr Han, Osmanlı ordusunun geleceğini tahmin ettiği yolu iyice
tahkim etti. Osmanlı ordusu ise onun hiç beklemediği taraftan ve
tahmininden çok erken Ankara önlerine geldi.
Osmanlı ordusunun merkezinde sultân Yıldırım Bâyezîd
bulunuyordu.Sağ cenahta bulunan Anadolu birliklerine vezir
Tîmûrtaş Paşa, sol cenahta yer alan Rumeli birliklerine şehzâde
Süleymân Şah kumanda ediyordu. İhtiyat kuvvetlerinin başında da
Şehzâde Mehmed Çelebi bulunuyordu. Osmanlı askerinin sayısı
yetmiş binden fazla idi.
SAYFA 10
Tîmûr Han, ordusunun merkezinde yer almıştı. Sağ
cenaha üçüncü oğlu Mîranşah, sol cenaha ise
dördüncü oğlu Şahruh Mirza kumanda ediyordu.
Zırhlı otuz iki fil, ordunun önünde dizilmişti. İkiye
ayrılmış olan merkez kuvvetlerin sağ tarafına Tîmûr
Han’ın ikinci oğlu Ömer Şeyh Mirza, sol tarafına ise
Emir Celâl İslâm kumanda ediyordu. Akkoyunlu
sultânı Osman Bey ile Emîr Cihân Şah’ın tümenleri
sağ cenahın önünde yeralmıştı. Mutahharten Bey,
Karamanoğlu, Aydınoğlu, Menteşeoğlu,
Germiyanoğlu, Saruhanoğlu ve Candaroğlu, sağ
cenahta yer almışlardı. Çağatay sultânı Mahmûd
Han, Timur’un yanında idi.
Muhârebe günü sabah namazından sonra Yıldırım
Bâyezîd, askerlerine veciz bir hitabede bulundu.
Fakat karşı taraf da sünnî müslüman ve Türk
olduğu için, askerin, hıristiyan ordularına karşı
gösterdiği başarıyı gösteremiyeceği ortada idi.
İki ordu, Ankara’nın kuzey doğusundaki Çubuk
ovasında 28 Temmuz 1402 târihinde karşılaştı.
Burada, o devrin en büyük kumandanlarından ikisi
arasında târihin en büyük savaşlarından biri oldu.
Fil görmemiş Osmanlı atları ürktü. Osmanlı
ordusundaki Kara tatarların aniden Tîmûr tarafına
geçmesi taarruz gücünü kırdı. Bu sırada Osmanlı
ordusundaki Karaman, Candar, Germiyan, Aydın,
Menteşe ve Saruhanlı sipahileri karşı tarafta bayrak
açmış olan beylerini görünce, Tîmûr Han’ın tarafına
geçtiler. Yıldırım Bâyezîd’in yanında az bir asker
kaldı. Osmanlı ordusunun bir kısmı geri çekildi.
Yıldırım Bâyezîd gün batarken üç bin kişi ile
Çataltepe’de muhârebeye devam ediyordu. Burada
süren üç saatlik vuruşmadan sonra mağlûbiyeti
anlayınca etrafındaki askerleri yararak kurtulmak
istedi. Yıldırım Bâyezîd’in atı yaralanınca oğlu ile
beraber esir alındı.
Tîmûr Han kendisini iyi karşıladı ve tesellide
bulundu. Bir Osmanlı pâdişâhına yaraşır şekilde, izzet
ve ikrâmda bulundu.Ancak, esaret zilletini çekemeyen
Yıldırım Bâyezîd Han, kederinden ve nefes darlığından
kırk dört yaşında vefât etti. Tîmûr Han ölüm haberini
alınca; “Yazık oldu, büyük bir mücâhid kaybettik”
demekten kendini atamadı.
Ankara savaşı ortaçağın en büyük meydan
muhârebesidir. İki yüz binden fazla Türk askeri birbiri
ile savaşmıştır. Anadolu topraklarında iki müslüman
devlet arasında yapılmış olan büyük meydan
muhârebelerindendir. Ankara savaşının önemli
neticeleri arasında; Anadolu-Türk birliğinin
parçalanması, Bizans ve İstanbul fethinin elli yıl daha
uzaması ve Osmanlı Devleti’nin gelişmesinin en
azından yarım asırdan daha fazla gecikmesi sayılabilir.
ÜCRETSİZDİR

Benzer belgeler

Yeni Divriği Gazetesi SAYI-50

Yeni Divriği Gazetesi SAYI-50 geçmiş yıllara oranla azalan keklik populasyonunun artacağını düşünüyoruz. Özdemir, sürdürülebilir bir yaban hayatı için bu tür çalışmalara önem verdiklerini kaydetti.

Detaylı

Yeni Divriği Gazetesi SAYI-25

Yeni Divriği Gazetesi SAYI-25 Ama dinden başka tarih, ortak geçmiş, gelenek görenekler, güzel sanatlar, ahlak, hukuk, vatan sevgisi, yaratılan ortak edebiyat, müzik, tiyatro, sinema, ortak hukuk içinde yaşama, alınan benzer ter...

Detaylı

Yeni Divriği Gazetesi SAYI-42

Yeni Divriği Gazetesi SAYI-42 Ulucamii ve Şifaiye için yazılır, kapı tokmakları için yazılır, çeşmeler için yazılır, tavanlar için yazılır… Dağları, Maden’i, taş kültürü için yazılır. Yetmez, türbeler için, konaklar için, sokak...

Detaylı