02.11.2015
Transkript
02.11.2015
1 Koalisyonda da koalisyon yok! SÖYLEŞİ Türkiye, toplumun siyasi tercihlerini ortaya çıkaracak ve siyasi yelpazenin yeni bir koalisyon sınavı vereceği günlerin başlangıcında. Yeni dönemde, siyasi aktörlerden uzlaşma ve mutabakat temenni edilirken, 1 Kasım sonrası istikrar ve demokrasi adına doğru derslerin çıkması inancı dile getirilmekte. Büyük heyecanın yaşanmadığı 1 Kasım seçimleri sonrası AKP-MHP, CHP-MHP ve AKP-CHP koalisyon ihtimalleri üzerinde duruluyor. Tablodan koalisyon çıkması kesin gözükürken taraflar koalisyon konusunda isteksizliğini ifade ediyor. 7 Haziran’da gerçekleşmeyen koalisyon hükümetinin 1 Kasım’da kaçınılmaz olduğu beklentisi istikrar tartışmalarına evrilirken, Kürd siyasetinin önümüzdeki dönemde de S06 muhalefet yapacağı net görülüyor. Prof İlter Turan: Koalisyon demokrasi kültürünün gereği Haftalık haber gazetesi - 2.5 TL Sayı:76 2 Kasım - 8 Kasım 2015 S08 - 09 basnews.com Şengal’de fırtına öncesi Dünyanın önemli ülkelerinden Kürdistan Bölgesi’ne siyasetçi, diplomat ve askeri heyetlerin akını devam ediyor. Yoğunlaşan askeri ve diplomatik ziyaretlerin yakın zamanda başlaması beklenen Şengal, Rakka ve Musul operasyonlarının hazırlıkları için olduğu bildiriliyor. Öte yandan Peşmerge güçleri Şengal ve Musul’daki stratejik bölgelere yığınak ve sevkiyata hız verdi. Darbe altında medya ve seçim 1 Kasım’dan sonra MESUT YEĞEN s04 Ezdi kadınlar taburu s13 FERHAT KENTEL s05 Geçtiğimiz hafta içinde Alman Savunma Bakanı Ursula von der Leyen, IŞİD’e karşı Uluslararası Koalisyon’un Koordinatörü Brett McGurk, ABD Merkez Kuvvetler Komutanı Lloyd Austin, Bağdat Büyükelçisi Stuart Jones ve Irak’taki üst düzey ABD askeri yetkilileri Barzani’yi ziyaret etti. Kürd askeri yetkililer de AP’nin konuğu olarak Brüksel’de bir dizi temas gerçekleştirdi. s02 - 03 - 04 - 05 1 Kasım sonrası Kürd sorunu BİLAL SAMBUR Suriçi’ne, surdışına gitmek s14 Kriz sürecek s11 HAKAN TAHMAZ s09 TBMM’de Kürdçe krizi s10 02 MANŞET BasHaber 2 SÖYLEŞİ 2 Kasım - 8 Kasım 2015 Erbil dünya siyasetinin ba D ünyanın önemli ülkelerinden Kürdistan Bölgesi’ne siyasetçi, diplomat ve askeri heyetlerin akını devam ediyor. IŞİD’in dünyayı tehdit eder bir şekilde Ortadoğu’da sahneye çıkması ardından süper güçlerinin bu tehdide karşı sığınabilecekleri tek liman olarak gördükleri Kürdistan Bölgesi (KBY) ve başkenti Erbil, dünya diplomasisinin en uğrak yeri olmaya devam ediyor. Alman Savunma Bakanı Ursula von der Leyen yıl içerisinde Erbil’e üçüncü ziyaretinde soluğu Peşmerge eğitim kampında alırken, ABD’li askeri ve siyasi yetkililerin mekik diplomasisi de kesintisiz devam ediyor. IŞİD’e karşı Uluslararası Koalisyon’un Koordinatörlüğüne ve ABD Başkanı Obama’nın Özel Temsilciliği görevine getirilen Brett McGurk’te göreve başlar başlamaz soluğu Erbil’de alırken, Paris Belediye Başkanı Anne Hidalgo Erbil’in altyapısına katkıda bulunmak üzere kente geldi. Öte yandan Kürd askeri yetkililer Avrupa Parlamentosu’nun konuğu olarak Brüksel’de bir dizi temas gerçekleştirdi. Öte yandan Bağdat yönetiminin ABD’deki Teksas Eyalet Mahkemesinde Kürdistan Petrolünün satışına yönelik itirazının reddedilmesi de Erbil’de sevinçle karşılandı. Teksas Eyalet mahkemesi, Kürdistan Bölgesi’nin doğrudan petrol satmasının ününde hiçbir engelin bulunmadığına karar verdi. Bu kararın ardından Kürd petrolü, ABD veya başka ülkelere doğrudan satılabilecek. Kürd-Alman ilişkileri bağımsızlığa onay işareti mi? Son yüzyıllık geçmişte Kürdler nezdinde olumsuz bir imajı bulunan Almanya’nın KBY ile 2010’da başlayan ticari ilişkileri, Şansölye Angela Merkel’in 2014 Eylül’ünde Almanya’nın KBY’ye askeri yardım ve silah göndereceğini beyan etmesiyle yeni bir evreye girdi. 2010’da Berlin’in Bağdat’ı es geçip Erbil’le RWE enerji şirketi üzerinden Kürdistan’da doğalgaz arama, çıkarma ve satışının yanı sıra bir dizi ticari anlaşma imzalaması ardından Irak Petrol Bakanlığı buna tepki göstermiş ve bu anlaşmaları ‘yasadışı’ ilan etmişti. IŞİD’in ortaya çıkması ardından hem Almanya’da hem de KBY’de Alman askeri uzmanlarının Peşmerge’ye yönelik eğitim faaliyetleri ve silah yardımları, Savunma Bakanı Leyen’in üçüncü Erbil ziyaretiyle zirve yapan KBY ile işbirliği atakları, Almanya’nın muhtemel Kürd bağımsızlığına göre konum alma hamleleri olarak da yorumlanıyor. Zira Peşmerge güçlerine gönderdiği silah ve mühimmat, Almanya’nın 2. Dünya Savaşı’ndan sonra bir çatışma alanına gönderdiği ilk silah sevkiyatı olma unvanını taşıyor ve bu karar, KBY Başkanı Mesud Barzani’nin Leyen ile görüşmesinden sonraki ortak basın açıklamasında vurguladığı ‘Almanya-KBY ilişkilerinde yeni bir dönemin başladığı’ yönündeki açıklamasıyla paralel, siyasi ciddiyetiyle bilinen Almanya’nın Kürdistan’a karşı tarihsel duruşunun değiştiğinin işareti olarak değerlendiriliyor. Leyen: Peşmerge, IŞİD’in heybetini yıktı Yıl içerisinde Erbil’e üçüncü ziyaretini gerçekleştiren Almanya Savunma Bakanı Ursula von der Leyen, Erbil’e iner inmez yoğun yağmura rağmen soluğu Alman askeri uzmanlarının eğitim verdiği Peşmerge Zêrevani Birlikleri eğitim kampında aldı. Kadın Peşmergeler tarafından karşılanan Leyen, Peşmergelerin tatbikatını izledikten sonra konuştu. Peşmerge için gerçekleştirdikleri yardımları artıracaklarını vurgulayan Leyen, “Peşmerge’nin IŞİD’e karşı verdiği mücadele azmi takdire şayandır. Bu, yıl içerisinde Kürdistan’a gerçekleştirdiğim üçüncü ziyaret ve her gelişimde Peşmerge’nin daha da profesyonelleştiğini görüyorum” dedi. Almanya’nın şu ana kadar Peşmerge’ye Milan anti-tank roketleri dahil 800 ton silah ve mühimmat yardımında bulunmasının yanı sıra 4 bin 700 Peşmerge’ye askeri eğitim desteği verdiği bilgisini paylaşan Leyen, yakın zamanda Peşmerge’ye yardımlarının üçüncü aşamasına geçeceklerini söyledi. Peşmerge güçlerine verilen eğitimleri gözlemlemek ve Kürdistan Bölgesi’nin ihtiyaçlarını öğrenmek için Erbil’e geldiğini aktaran Leyen, “Peşmerge, cesurca mücadelesi ile IŞİD’in heybetini kırmıştır. IŞİD’le mücadelelerinde inandırıcı olmaları için tüm devletlerin Peşmerge’ye destek vermesi gereklidir” dedi. Barzani: Kürd-Alman kardeşliğinin nişanesi Ardından KBY Başkanı Mesud Barzani tarafından kabul edilen Leyen, görüşme ardından Barzani’yle ortak basın toplantısında bir araya geldi. Basın toplantısında konuşan Barzani, Leyen’in yıl içerisindeki üçüncü ziyaretini Kürd-Alman kardeşliğinin nişanesi olarak tanımlarken, bu kardeşliğin pekişmesinde Leyen’in kişisel katkısından övgüyle bahsetti. Almanya’nın Peşmerge’ye gönderdiği silah yardımlarından dolayı teşekkürlerini ileten Barzani, bu silahların IŞİD’le karşı savaşta dengenin değişmesine vesile olduğunu söyledi. Silah yardımlarının yanı sıra Almanya’nın gönderdiği insani yardımların da takdire şayan olduğunu vurgulayan Barzani, Almanya’nın çok sayıdaki sığınmacıya kapılarını açan ilk ülkelerden olduğunun da altını çizdi. Basın açıklamasında Leyen de KBY ile ilişkilerinin eskiye dayandığını, IŞİD’e karşı mücadelede KBY ile örnek bir işbirliği sergilediklerini, bu süreçte iki taraflı karşılıklı güvenin güçlendiğini ve bu güvenin gelecekteki işbirliklerine iyi bir zemin oluşturduğunu dile getirerek Almanya’nın Peşmerge’ye yardımlarının devam edeceğini belirtti. Peşmerge’nin savaştaki başarılarından övgüyle bahseden Leyen, Almanya’nın savaş mağdurlarının durumlarının iyileştirilmesi için de büyük çaba sarf ettiğini ve tüm tarafların bu konuya da el atmaları gerektiğini söyledi. Barzani ile görüşmesinin ardından Başbakan Nêçirvan Barzani ile de bir görüşme gerçekleştiren Leyen, Erbil’e gelmeden önce Bağdat’ta Irak Cumhurbaşkanı Fuad Masum ve Parlamento Başkanı Selim el Cuburi ile de görüşmüştü. McGurk: Hawice’de Barzani’nin üstün komutası Erbil’deki diplomasi trafiğinin dikkat çeken bir diğer ayağı da ABD Başkanı Obama’nın IŞİD’e karşı savaştaki yeni Özel Temsilcisi Brett McGurk ziyaretiydi. Aynı zamanda İŞİD karşıtı Uluslarası Koalisyon’un Koordinatörü olan McGurk, KBY Başkanı Mesud Barzani ile görüşmesinde, “Hawice operasyonu Sayın Barzani’nin üstün komutası ve başarılı planı sonucu başarıya ulaşmıştır” dedi. Barzani ile görüşmesinde McGurk, Hawice operasyonunun Başkan Barzani’nin hazırladığı bir plan olduğunu ve onun üstün komutası ve doğru yönlendirmesi ile harekatın başarılı bir şekilde sonuçlandığını söyledi. 21 Ekim’deki Kürdistan Genel Asayiş’i Parastin’ın, ABD Özel Kuvvetleri destekli Hawice operasyonu ardından Pentagon’un bu tür operasyonların devam edeceğini açıklamasının hemen ardından Kürdistan’a gelen McGurk ve beraberindeki askeri komutanlar KBY Başkanı Barzani ve güvenlik bürokratlarıyla görüşme gerçekleştirdi. Başkanı Barzani, görüşmede Hawice operasyonunun IŞİD’in yenilmezlik algısına büyük bir darbe vurduğunu, bunun ABD ile KBY arasındaki işbirliğinin sonucu olduğunu vurgulayarak, “IŞİD’e ölümcül darbeler indirebileceğimizi gösterdik” dedi. İnsanların yaşamını kurtarma ve özgürleştir- Barzani Hawice’den kurtarılanlarla buluştu Parastin Anti-terör Gücü’nün ABD Özel Kuvvetlerinin desteğiyle Hawice’deki IŞİD hapishanesinden başarılı bir operasyonla kurtardığı 69 Arap esirle bir araya gelen KBY Başkanı Mesud Barzani, etnik veya dini aidiyeti ne olursa olsun, her insana değer verdiklerini ve bu operasyonu gerçekleştirmelerinin de bu anlayışlarının gereği olduğunu söyledi. Arap aşiret liderlerinin de katıldığı toplantıda Barzani, IŞİD’in tüm inanç ve halkların ortak düşmanı olduğunu, insana saygısı olan herkesin ona karşı mücadele etmesi gerektiğini belirtti. Barzani kurtarılan esirlere şöyle seslendi: “Özgürlük her şeyden daha değerlidir. Yeniden yaşama dönme mutluluğunu gözlerinizden görebiliyorum. İnsanı seven herkes IŞİD’e karşı mücadele vermelidir. Biz bu görevimizi yerine getirdik, çünkü en büyük mutluluk başkaları için de bir şeyler yapabilmektir. Hepiniz bizim kardeşimizsiniz ve burada bizim misafirimizsiniz.” Elde ettikleri bazı istihbaratlar sonucunda IŞİD’in bazı rehineleri infaz edeceği bilgisine ulaştıklarını ve bunun önüne geçebilmenin öneminden dolayı bu operasyonu yapmaya ikna olduklarını belirten KBY Başkanı Barzani, “Bu operasyon sizi kurtarmak için yapıldı ve siz IŞİD’in elinden kurtulan şanslı insanlarsınız. Ama maalesef bazı Kürd vatandaşlar ile Peşmergeler sizin kadar şanslı değillerdi ve onları savaşta kurban verdik.” Barzani’nin konuşmasının ardından kurtarılan rehineler, kendilerini kurtardıkları için Peşmerge’ye ve ABD askerlerine minnet duyduklarını ve Barzani şahsında cefakar ve misafirperver tavırlarından dolayı Kürdistan halkına teşekkür ettiler. MANŞET BasHaber 2 Kasım - 8 Kasım 2015 3 SÖYLEŞİ aşkenti menin, kutlu ve büyük bir iş olduğunu söyleyen Barzani, operasyonda hayatını kaybeden ABD askerinin insanlığın ortak değerleri için canını verdiğini ifade ederek, ailesine başsağlığı diledi. Kürdistan Bölgesi Güvenlik Ajansı Müsteşarı Mesrur Barzani ve Başkanlık Divanı Başkanı Fuad Hüseyn ile ABD’nin Bağdat Büyükelçisi Stuart Jones,’in de hazır bulunduğu görüşmede McGurk ise Barzani’nin Hawice operasyonundaki rolüne değinerek, “Başkan Barzani’nin üstün komutası ve planlamadaki yetkinliği operasyonun başarısında belirleyici olmuştur” dedi. McGurk bu tür operasyon ve işbirliklerinin devam edeceğini söyledi. CENTCOM Komutanı: Peşmerge büyük başarılara imza atacak Yoğun diplomatik görüşmelerin arasında ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı (CENTCOM) Komutanı Lloyd Austin, Bağdat Büyükelçisi Stuart Jones ve Irak’taki üst düzey ABD askeri yetkilileri ile KBY Genel Asayiş Müsteşarı Mesrur Barzani, İçişleri Bakanı Kerim Sincari, vekaleten Peşmerge Bakanlığı’na atanan Şêrwan Abdulrehman ve Peşmerge yetkilileri KBY Başkanlık ofisinde bir toplantı gerçekleştirdi. KBY Başkanı Mesud Barzani’nin de katıldığı toplantıda olası Musul ve Şengal operasyonu ve hazırlık çalışmaları, Enbar ve Beyci operasyonlarındaki son durum, Peşmerge güçlerinin savaş ihtiyaçları ve savaşla ilgili birçok farklı konu masaya yatırıldı. CENTCOM Komutanı Lloyd Austin, toplantıda Peşmerge sayesinde IŞİD’e kaşı savaşta ilerleme sağladıklarını ve bu uğurda Peşmerge’nin verdiği bedelleri unutmayacaklarını vurgulayarak, Hawice operasyonunun Peşmerge ile ABD ordusu arasındaki işbirliğini üst bir seviyeye taşıdığını ve ileriki zamanlarda Peşmerge’nin daha büyük başarılara imza atacağını söyledi. Operasyonel faaliyetler ve askeri yardımlar noktasında Peşmerge’ye desteklerinin devam edeceğini de vurgulayan CENTCOM Komutanı Lloyd Austin’in ardından konuşan KBY Başkanı Mesud Barzani ise Peşmerge güçleri ile ABD Özel Kuvvetleri’nin ortaklaşa gerçekleştirdiği Hawice’deki esir kurtarma operasyonunun IŞİD’de sonun başlangıcı korkusu saldığını söyledi. Paris Belediye Başkanı Hidalgo altyapı için Erbil’de Erbil’in alt yapı, teknoloji ve çevreci bir çehre kazanması ve kentsel tecrübelerini Erbil’e aktarmak için bir dizi görüşmeler gerçekleştirmek için kente gelen Paris Belediye Başkanı Anne Hidalgo da KBY Başkanı Mesud Barzani tarafından kabul edildi. Erbil’in altyapısının uzun vadede geliştirilmesi ve kent-teknoloji işlevselliğinin hayata geçirilmesi için kendi tecrübelerini Erbil’e yansıtmayı düşündüklerini belirten Hidalgo bunun iki kent arasındaki ilişkilerin gelişmesi için olumlu bir adım olacağını söyledi. Görüşmede Barzani de, Madam Danielle Mitterand’ı, KürdFransız dostluğuna katkılarından dolayı anarak, zor zamanda Kürdlere dostluk elini uzatan Fransa hükümetine de teşekkürlerini iletti. IŞİD’e karşı savaş ve bölgedeki gelişmelerin de ele alındığı görüşmede Barzani ayrıca, Paris-Erbil arasındaki tecrübe alışverişinin iki halk arasında dostluk köprüsünün kurulmasına vesile olacağını söyledi. Derbendi: KBY, Barzani diplomasinin meyvelerini topluyor Diplomatik trafik ve bölgedeki gelişmelerle ilgili BasHaber’in sorularını yanıtlayan KBY Başkanlığı Genel İlişkiler Sorumlusu Dr. Hamid Derbendi, Erbil’deki üst düzey diplomasi trafiğinin şaşılacak bir durum olmadığını, KBY Başkanı Mesud Barzani’nin yıllardır gerçekleştirdiği uluslararası diplomatik çalışmalarının meyvesini vermeye başladığını, krizlere rağmen Erbil’in dünyanın en önemli diplomasi merkezlerinden biri olmasının da Barzani’nin uluslararası alanda KBY için ne denli sağlam bir zemin yarattığının delili olduğunu söyledi. 91’de başlayan sağlam diplomatik zemin oluşturma hamlelerinin aralıksız devam etmesinin, Almanya gibi Kürdlere yaklaşımı negatif olan ülkeleri de ikna olma noktasına getirdi- ğini belirten Derbendi, şöyle konuştu: “Sayın Barzani defalarca Almanya ziyaretleri gerçekleştirdi. Bu ziyaretler neticesinde 2010 yılı itibariyle Berlin, Erbil ile ticari ilişki geliştirme noktasına gelmesine rağmen askeri ve siyasi konularda işbirliği geliştirilemedi. IŞİD’in Ortadoğu’ya karabasan gibi çökmesi ve bütün dünya için büyük bir tehlike oluşturması, ölüm çukuruna giren Ortadoğu’da yaşam vadeden tek kara parçası olarak Kürdistan ön plana çıktı. Bu süreçten sonra KBY’ne karşı mahcup durumuna düşen dünya devleri, mahcubiyetlerini gidermek için KBY ile derin ilişki ve işbirlikleri gerçekleştirmeye başladılar ve Erbil’in bugün dünyanın en önemli diplomasi merkezlerinden biri durumuna gelmesi de bu şekilde olmuştur.” Ortadoğu’da bıçak sırtındaki dengelerden dolayı KBY ile yoğun işbirliğini geliştiren Almanya ve ABD gibi devletlerin Kürdistan’ın bağımsızlığını dillendirmeseler de, gidişatın uygun zemin oluşması durumunda bunu desteklememeleri için hiçbir ekonomik, askeri ve siyasi gerekçelerinin kalmayacağını gösterdiğini de sözlerine ekleyen Derbendi, bağımsızlık konusunda temel sıkıntının Kürd iç barışı olduğunu söyledi. Peşmerge’den Avrupa atağı: NATO Kürdistan’da temsilcilik açsın Kürdistan’daki diplomasi trafiğinin yoğunlaştığı bir süreçte bir diplomasi atağı da Peşmerge’den geldi. Avrupa Parlamentosu’nun (AP) resmi davetiyle Belçika’nın başkenti Brüksel’e giden Peşmerge heyeti AP toplantısında Avrupalı devletlerden NATO’nun Kürdistan’da temsilcilik açmasını ve Peşmerge’ye doğrudan silah göndermelerini istedi. Peşmerge Güçleri 70. Birlik Komutanı Şêx Cafer Mistefa ve Giwer-Mexmur Cephesi Komutanı Sirwan Barzani’nin de aralarında bulunduğu cephe komutanları heyeti ile görüşme gerçekleştiren Belçikalı yetkililer, Peşmerge’ye doğrudan silah göndermeyi engelleyen yasanın değiştirilebileceği mesajını verdi. AP Parlamentosu’na da hitap eden Şêx Cafer Mistefa IŞİD’e karşı daha etkili mücadele yürütmeleri için gelişmiş silahlara ve kimyasal saldırılara karşı korunmak için gerekli araçlara ihtiyaç duyduklarını, Bağdat’ın KBY bütçesini göndermemesinden dolayı Peşmerge’nin zor şartlarda ve yetersiz silahlarla IŞİD’e karşı savaşmak zorunda kaldığını söyledi. Guwêr-Mexmur Cephesi Komutanı Sirwan Barzani ise Peşmerge’nin ağır silah ihtiyacına karşılık IŞİD’in elindeki uzun menzilli top bataryalarını yenilediğini belirterek AP’den IŞİD’in bu silahları nerden tedarik ettiğini araştırmasını istedi. Barzani, Paris Belediye Başkanı Ana Hidalgo ile Barzani,CENTCOM Komutanı Lloyd Austin ile Barzani,Obama’nın Özel Temsilcisi Brett McGurk ile Barzani,Almanya Savunma Bakanı Ursula von der Leyen ile 03 04 MANŞET 1 Kasım’dan Sonra MESUT YEĞEN Seçimler üzerine yazıp çizen kalem erbabının neredeyse ittifakla söylediği şey şu: 7 Haziran seçimlerinin cevaplaması beklenen büyük soru HDP’nin barajı aşıp aşamayacağıyken, 1 Kasım seçimlerinin cevap vereceği büyük soru Ak Parti’nin mecliste çoğunluğu elde edip edemeyeceği. Bütünüyle doğru olmakla birlikte, bu iki soru aynı kalibrede sorular değil. 7 Haziran seçimlerinin “HDP barajı aşıp aşamayacak mı?” sorusu aslında “AK Parti tek başına anayasa değiştirebilecek çoğunluğa ulaşıp Erdoğan’ı başkan yapabilecek mi” büyük sorusunun ön sorusuydu. Ve malum, 7 Haziran bu ilk soruya, etkileri bugün de devam eden ve büyük ihtimalle bu meşum soruyu bir daha sordurmayacak kadar net bir cevap verdi: Hayır! 1 Kasım seçimlerinin cevaplaması beklenen “Ak Parti mecliste çoğunluğu elde edecek mi?” sorusunun ardındaysa ilk sorunun açılışını yaptığı kalibrede bir soru yok. Sorunun ardındaki ikinci soru ancak ilki mesabesinde: “Ak Parti çoğunluğu elde edemezse kiminle koalisyon kuracak ya da üçüncü bir seçim mi olacak? Halbuki, naçizane fikrimce Türkiye’nin selametini gerçekten dert edenlerin 1 Kasım seçimlerini de büyük bir soruya cevap verir kılmaları gerekiyor. Türkiye’nin selametini dert edenler, Ak Parti çoğunluğu elde etsin etmesin, 1 Kasım seçimlerini şu büyük soru etrafında değerlendirmeliyiz diye düşünüyorum: Türkiye siyaseti, Türklerle Kürdleri ve sekülerlerle dindarları bir arada yaşatmayı becerebilecek yeni bir sözleşme, yeni bir anayasa yapabilecek mi? 1 Kasım’ın ardından bu büyük sorunun peşine düşmek, bu büyük soru etrafında siyaset yapmak yerine, “hükümette kalır, Erdoğan’ı ve dünyalığımızı kurtarır mıyız” ya da “restorasyon hükümeti kurup, Erdoğan’ı yargılar mıyız” sorularının peşine düşülürse, olacak olan düşük ihtimal bir Ak Parti hükümeti, yüksek ihtimal bir Ak Parti-MHP koalisyonu olur. Siyasetin bugünkü atmosferinden bakıldığında gerçekleşmesi en muhtemel görünen bu ihtimallerin her ikisi de Türkiye’yi bir arada tutacak yeni sözleşmeyi çıkarmak bir yana, son birkaç ayın kabusunu, büyük ihtimal kısa bir süre daha devam ettirmekten başka bir netice üretmez. 276 sınırında bir Ak Parti hükümetiyle ya da Ak PartiMHP koalisyonuyla Türkiye’nin meselelerinden kaçıp dünyalıklarını kurtaracaklarını düşünenler tahminim o ki çok geçmeden kendi cephelerindeki ihtilafların neticesinde işlerin arzuladıkları gibi gitmediğini görür. Beri yandan, 1 Kasım seçimleri, beklendiği üzere, bir Ak Parti hükümeti çıkarmadığı takdirde, “restorasyon hükümeti kurup, Erdoğan’ı yargılayalım” siyasetinin peşinde düşme niyetinde olanların da şunu görmesi gerekiyor: Bu türden bir maksimalist siyasetin zemini mevcut değil ve “yargılayacağız” motifinde ısrar etmek Ak Parti-MHP koalisyonunu kolaylaştırmaktan başka bir sonuç doğurmaz. Dolayısıyla, Türkiye siyasetinin ana aktörleri 1 Kasım seçimlerini yukarıda zikrettiğim büyük soru etrafında değil de “Erdoğan’ı ve dünyalığımızı kurtarır mıyız” ya da Erdoğan’ı yargılar mıyız” soruları etrafında değerlendirmekte ısrar ederlerse bizi bir tıkanmadan başka bir şey beklemiyor. Belli ki Türkiye’nin siyasi kompozisyonu ne ona ne ötekine cevaz veriyor. Öte yandan, tıkanmadan başka bir netice üretmesi imkansız görünen bugünkü siyasi kompozisyon, tam da bu hali itibarıyla Türklerle Kürdleri ve sekülerlerle dindarları bir arada yaşatmayı becerebilecek yeni bir sözleşme yapmanın zemini de kılınabilir. Tabii ki en az iki şeyi, Türkiye’nin önümüzdeki dönemde 2011-2015 arasındaki gibi yönetilemeyeceğini ve Erdoğan’ın kaderini siyasetin, diğer bir deyişle, 2019’daki cumhurbaşkanlığı seçimlerinin belirleyeceğini birlikte kabul edebilirsek. BasHaber 4 SÖYLEŞİ 2 Kasım - 8 Kasım 2015 Şengal ve Musul Peş Ş Mustafa Turan engal’de kanton kurma girişimleri nedeni ile PKK ve KBY arasında baş gösteren tartışmalar uzun bir sessizlikten sonra tekrar alevlendi. Şengal ile başlayıp Musul’un kurtarılmasıyla sonuçlanacak IŞİD’e karşı operasyonlar zincirinin hazırlıklarının yoğun bir şekilde devam ettiği ve bölgenin Peşmerge tarafından üç koldan kuşatmaya alındığı bu günlerde Şengal’in kurtarılmasından pay kapma hamleleri de başladı. Şengal kent merkezinin yarısından fazlası halen IŞİD işgali altında bulunurken, geçtiğimiz yıl başında yapılan operasyonda Eski Şengal denilen kentin önemli bir bölümü Peşmerge ve gerilla güçleri tarafından kurtarılmıştı. Peşmerge güçleri kış bastırmadan kentin kurtarılması için bir süredir bölgeye ağır silah ve takviye gönderiyor. ABD’li askeri danışmanların da yakından izlediği operasyon hazırlıklarının yakında bitmesi ve IŞİD birliklerinin bölgeden sökülmesi amaçlanıyor. PKK’nin Peşmerge Bakanlığı’ndan habersiz kendisine yakın Ezidi silahlı unsurları ortak komutanlık adı altında birleştirmesi ve Şengal’de IŞİD’e karşı saldırılara girişmesi, YPG’nin bu saldırılar için gönderdiği takviye birliklerin Kürdistan Bölgesi’ne geçişinin engellenmesi üzerinden başlayan tartışmalar ve karşılıklı suçlamalar huzursuzluklara sebep oluyor. Kürdistan Bölgesi’nde son haftalarda yoğunlaşan diplomasi trafiği, IŞİD’e karşı Kürdistan ve Irak’ta büyük operasyonların yakında başlayacağı yorumlarına yol açarken, Şengal’in kurtarılmasından pay kapma hamleleri de gelişmeye başladı. Ekim ayında gerçekleşen Barzani, Müslim, ABD üçlü görüşmesinde Roj Peşmergeleri’nin Rojava’ya geçişi dahil bir çok konuda mutabakat sağlanmasına rağmen Rojava Yönetimi, Peşmergelerin geçişini red etmişti. Şengal’in kurtarılması için hazırlıkların gündeme gelmesi ve PKK’nin hazırlıkların tamamlanmasını beklemeden atağa geçmesi ve YPG’nin takviye güç göndermesinin önüne geçilmesi ardından karşılıklı sert açıklamaların yapılmasına sebep oldu. Genelkurmay Başkanı Cemal Mihemed: PKK’den güç yığmamasını istedik Konuyla ilgili BasHaber’e konuşan Peşmerge Bakanlığı Genelkurmay Başkanı General Feriq Cemal Mihemed, Peşmerge’nin kendi başına Şengal’i kurtarma operasyonunun gerçekleştireceğini söyledi. Resmi olarak PKK’den Şengal’e güç göndermemesini gerektiğini bildirdiklerini vurgulayan Mihemed, Peşmerge’nin Şengal’in özgürleştirilmesi için gerekli tüm hazırlıkları yaptığını ve bu hazırlıkların sadece Peşmerge’nin bu operasyonu gerçekleştireceği bir çerçevede yaptığını söyledi. IŞİD’ten kurtarılan diğer bölgelerin operasyonlarını yürüten KBY Başkanı Mesud Barzani’nin Şengal operasyonunu da yürüteceğini belirten General Feriq Cemal Mihemed, başka güçlerin Şengal’de girişimlerde bulunmalarına izin vermeyeceklerini söyledi. Ali Awni: Operasyonun gecikmesinin sebebi PKK PKK’nin Kürdistan Bölge Yönetimini (KBY) Rojava’dan Şengal’e göndermek istedikleri güçlere engel olmakla itham etmesi ardından konuyla ilgili açıklamalarda bulunan PDK Politbüro Üyesi Ali Awni, Şengal’i kurtarma operasyonunun PKK’nin tavrından dolayı geciktiğini, buna rağmen operasyon hazırlıklarının devam ettiğini ve Peşmerge dışındaki hiçbir gücün bu operasyona katılmasına izin verilmeyeceğini söyledi. Musul operasyonundan önce Şengal’in kurtarılacağını, ardından Telafer, Başik ve Behsan gibi bölgelerin kurtarılmasından sonra Musul operasyonunun başlayabileceğini dile getiren Awni, Şengal operasyonunun sadece yeterli derecede gelişmiş silaha sahip Peşmerge tarafından gerçekleştirileceğini belirtti. Şengal operasyonunun gecikmesinin sebebinin PKK’nin bölgedeki hamleleri olduğunu savunan Avni, operasyon için destek sunmak isteyen güçlerin Peşmerge Bakanlığı nezdinde girişimlerde bulunarak talepte bulunabileceklerini ama kendini dayatma girişimlerini kabul etmeyeceklerini söyledi. PDK Dış İlişkiler Sorumlusu Hêmin Hawrami de PKK’nin bu girişimlerine tepki göstererek Şengal’de bir grup peşmerge YPG’nin Şengal’e takviye güç gönderme girişimini KBY’ye müdahale olarak değerlendirdi. Roj Peşmergelerinin Rojava’ya geçişine izin vermeyen YPG’nin Şengal’e takviye güç göndermeye yeltenmesinin tezat bir durum olduğunu vurgulayan Hawrami, “Peşmerge’nin Şengal’de YPG’ye ihtiyacı yok, onlar Rojava’da kalmalı” dedi. Kasım Şeşo: PKK basını kara propaganda yapıyor Şengal’deki Ezdî Peşmerge Komutanlarından Kasım Şeşo da konuyla ilgili yaptığı açıklamada PKK’ye yakın medya organlarında ortaya atılan PDK’nin Ezdi halkına yönelik yardımları engellediği iddialarına cevap verdi. Bu iddiaların asılsız ve yalan olduğunu dile getiren Şeşo, bu tür kara propagandayla fitne çıkarılmaya çalışıldığını ve bu tavırlarının Şengal’in IŞİD’in elinde kalmasına yol açtığını söyledi. Şeşo şöyle konuştu: “Yayın organlarında PDK’nin Şengal halkına yapılan yardımları engellediği ve Ezidilerin PDK’ye karşı silahlandığı MANŞET BasHaber 2 Kasım - 8 Kasım 2015 5 SÖYLEŞİ şmerge namlusunda bir tutum değil ve Kürdistani çıkarlara zarar veriyor. Peşmerge’nin, Rojava’dan gelen YPG takviye güçlerinin yolunu kapatmasının sebebi, yakında başlayacak operasyonun tekrar sekteye uğramaması için bir önlemdir. ABD’liler de PKK’nin bu tutumlarından rahatsızlar ve yakında başlaması muhtemel Şengal’i kurtarma operasyonunun sekteye uğramaması için bu tür tutumlarını terk edip Peşmerge’nin yapacağı planlama çerçevesinde hareket etmesini istiyorlar.” dedi. şeklinde kara propaganda yapılıyor. Bunlar iftiradır. Tam tersi Şengal’e koruyan, kollayan PDK’dir. Ben bizatihi, bir süre önce PKK ve YPG sorumlularıyla görüşüp onlara fitne çıkarmaya devam ederseniz sizi Şengal’den uzaklaştırır ve bir daha buraya gelmenize müsaade etmem dedim.” Kasım Şeşo, KBY Başkanı Mesud Barzani’nin Şengal’in kurtarılması için şartlara uygun güçlü bir plan yaptığını ve operasyon için kendisinden emir beklediklerini de söyledi. Nizamettin Taş: Şengal hizbi çelişkilere feda edilemez Musul’un kurtarılabilmesi için öncelikle Şengal’in özgürleştirilmesi gerektiğinden dolayı Şengal’in kurtarılması için uzun süreden beridir Peşmerge’nin yoğun bir hazırlık yaptığını bildiren PWD Genel Başkanı Nizamettin Taş, BasHaber’e PKK’nin bu operasyon ve hazırlıklarından haberdar olmasından dolayı hazırlıkların tamamlanmasını beklemeden göstermelik ataklara girişerek ‘Ben Şengal’in kurtarılmasına başladım’ imajını yaratmaya çalıştığını ve 10 bine yakın Peşmerge’nin katılımıyla gerçekleştirilecek asıl operasyondan sonra kurtarma operasyonunu kendisinin başlatıp sonuçlandırdığı izlenimi yaratmaya çalıştığını söyledi. Şengal’de operasyon başlattığı ve Rojava’dan YPG tarafından yapılmak istenen takviyenin Peşmerge tarafından engellendiği yönündeki PKK suçlamalarıyla ilgili de konuşan Taş, PKK’nin daha önce de bu tür davranışlar sergilediğini, Şengal’in çevresinin kurtarılması için operasyon başlatan Peşmerge’nin hamlesine karşılık Şengal’in içine doğru sızma girişimleri ile operasyondan kendine pay çıkarmaya çalıştığını ama aslında Peşmerge’nin operasyonunu sekteye uğratması ve kendilerinin birçok yerde gereksiz kayıplar vermesi ile sonuçlandığını dile getiren Taş “PKK, geçmişteki bu davranışlarına benzer bir hareket içerisindedir ve yakında başlayacak büyük Şengal operasyonundan kendine pay çıkarmaya çalışmaktadır. Bu doğru “Musul operasyonun ertelenmesinden Irak ordusu sorumlu” Şengal’in kurtarılmasının partiler arası çelişkilere kurban edilemeyecek kadar önemli olduğunun altını çizen Nizamettin Taş, Ezidilerin yaşadığı büyük katliam, göç ve trajedilerden sonra Şengal’in bu şekilde hizipçi anlayışa kurban edilemeyeceğini söyledi. Bu tutumların sergilenmemesi durumunda sayısı 300 cıvarında ifade edilen Gerilla gücünün de Peşmerge’nin Şengal’i kurtarma operasyonu kapsamına alınabileceğini, ama gelinen aşamada bunun da imkansız hale geldiğini belirten Taş, Şengal’in kurtarılması konusunun Rojava ve Irak’taki gelişmelerle de ilişkili olduğunu vurgulayarak şöyle konuştu: “Ekim ayında KBY Başkanı Mesud Barzani, PYD Eşbaşkanı Salih Müslim ve ABD’li üst düzey yetkililerinin Erbil toplantısında Roj Peşmergeleri’nin Rojava’ya geçişi dahil bir çok konuda mutabakat sağlandı ve kararlar alındı. Ama bu kararlar Kandil’den dündü. Bunun yanı sıra Şengal’in kurtarılması Musul operasyonu arifesinde yapılması gereken bir harekat. Şengal’den sonra Telafer, IŞİD’in ana üslerinden Kesk ve Musul çevresinin kurtarılması ardından büyük bir operasyonla Musul’un kurtarılması gerekli. Zincirleme bir şekilde gerçekleşmesi gereken bu harekatların başlamamasının sebebi Peşmerge’nin değil Irak ordusunun hazırlıksızlığından kaynaklanıyor. Yüzde 70’i Sünni Arap 3 milyonluk Musul’a Peşmerge’nin tek başına girmesi Sünniler nezdinde hoş karşılanmayacak bir durum yaratacaktır. Dolayısıyla IŞİD aşırı derecede güçten düşmesine rağmen Irak ordusunun hazır olmaması ve yine ordunun Şiilerden oluşuyor olması bu operasyonlar zincirinin önündeki en büyük engel.” 05 Darbe altında medya ve seçim FERHAT KENTEL Bu yazıyı yazarken seçimlere daha dört gün var. Kamuoyunu tepeden tırnağa kontrol altına almaya çalışan gergin ve geren bir iktidar altında seçimlere gidiyoruz. Rejimin sözcüleri ve sözcülerin kalkanları iştahla kendilerinin ve söylemlerinin ne kadar doğru; muhaliflerin ise ne kadar haksız olduğunu ispatlamaya çalışıyorlar. Bol retorik ve devletin sıfır “merhametiyle” güç gösterisi yapıyorlar... En çekirdek iktidarın kontrolundaki “sahibinin sesi” medya; göz yaşartıcı gazla muhalif TV kanalları “kayyumlanırken” (gerçekten çok başarılı bir kamuflaj; altından hiçbir şey sırıtmıyor!), korktuğu için kafasını başka tarafa çeviren ortanın medyası ve sesleri iyice kısılan, neredeyse sıfırlanan muhalif medyadan oluşan bir kamuoyumuz var seçim öncesinde... Özellikle halkımızın en temel haber alma kaynaklarından biri olan ve manipülasyon, tanımlama, kategorize etme gibi konularda başka hiçbir yöntemin eline su dökemeyeceği televizyon kanallarında oluşan mutlak bir dengesizlikle seçime gidiyoruz. Vesayet rejimi biterken ve darbecilerin artık darbe yapamayacağını düşünürken, toplumun haber alma kanallarının ne kadar çok çoğaldığını, sırf bu TV kanallarının çokluğunun bile kamuoyunun kontrolunu imkânsız kılacağını dile getirirdik. Eskiden TRT binasının kapısına tankı dayayan generalin haber spikeri olma ihtimalinin, çok kanallı ortamda çok komik bir seviyeye düşeceği çok barizdi. Onlarca kanalın hangi birine yetişecekti ki o generaller? 28 Şubat darbesi aslında o imkansızlıktan ötürü, açıktan ve silahla-sopayla değil, medya vasıtasıyla yapılan bir darbe oldu. Bu yüzden adına “post-modern” dendi... Yani varolan biçimlerin “ötesine” geçen, klasik üst anlatıları bozan bir darbe... Bizzat kontrol altına alınmış beyazların desteğiyle yapılmış bir darbe... Sağolan büyüyor ve yaşayan görüyor... İlk siyah-beyaz darbelerden sonra imkansız gibi görünen darbelerin hâlâ olabileceğini ve darbecilikte sınır olmayacağını, 28 Şubat’ın renklerini hatırlayarak düşünmeliydik. Atlamışız... İşte bugünlere bakınca, darbecilerin nasıl darbe yapabileceklerini öğrenmiş oluyoruz. Ekonomik, siyasal, “hukuki” ve yaratıcılıkta sınır tanımayan, bilumum şantaj, göz yaşartıcı gaz, vatan-millet gazı, kullanışlı “aydın” halkaları ile birlikte farklı kanallara nasıl el konulduğunu görünce, bırakın generali, tek bir ere bile gerek olmadığını anlıyoruz. Yani, yarın öbür gün birileri darbe yapacak olursa ve onlara karşı koyamasak bile, şu anda rejimimizin sahipleri sayesinde darbenin nasıl olacağı konusunda tecrübe sahibi olacağız. Peki, böyle bir seçim sonucunda ne olur? En çok medyayı kontrol edenin etkisi en çok olur. O medyayla yaratılan gündemden çıkan yorumlar ve oylar güçlülerin gücüyle orantılı olur. Ama her ne kadar tek bir üst anlatı olmadığı için, çok yönlü, çok odaklı, çok teknikli bir kamuoyu ele geçirme operasyonu olmuş olsa da, ele geçirilememiş odaklar kalacaktır. Bu odaklar, egemen olandan uzakta, ancak alternatif kamuoyu mekanizmaları vasıtasıyla kendilerini koruyabilirler. Yani her halükarda, bir yanda sadece egemen dile maruz kalanlar, diğer tarafta kendi kendine beslenmeye, nefes almaya çalışan arasında irtibat sıfır kalır; haber alma hakkından ve özgürlüğünden nasiplenen kimse de kalmaz ortalıkta... Aslında bu seçimlerin sonuçları, bir yanda toplumun maruz kaldığı totaliter medya gücünü; diğer yanda gene aynı toplumun alternatif yollarla kendi haber alma kanallarının ne kadar güçlü olduğunu göstermiş olacak. Ama belki de toplumun esir alınamayan kesimlerinin gücü sayesinde, 12 Eylül generallerinin mirası olan “koalisyon bize uygun değil” veciz sözünün anlamsız olduğunu idrak edip, muhabbet eden bir siyasal kültüre doğru küçük bir adım atarız. Bu alternatif yollar güçlerini koruyabilirse, (Çetin Altan’a Allah’tan rahmet dileyerek) enseyi karartmamak için daha çok sebebimiz olacak demektir. 06 SEÇİM BasHaber 2 Kasım - 8 Kasım 2015 Türkiye seçim sonrasını tartışıyor Koalisyonda da koalisyon yok! 7 Haziran seçimlerine yoğun seçim kampanyaları ile hazırlanan siyasi partiler seçim sonrası geçici hükümetle 1 Kasım seçimlerine gitmeye karar verdiler. Daha seçim takviminin netleşmediği Temmuz ayının ortasında PKK’nin Kandil’deki kamplarının bombalanması, YDH’nin çatışmaları şehir merkezlerine taşıması ve bölgede ilan edilen sokağa çıkma yasakları ardından oluşan kaosla yeni bir seçime gidildi. Kaos, çatışma ve belirsizlik ile iç içe biten erken seçimi değerlendiren siyaset bilimci yazar ve akademisyenler 7 Haziran seçim sonuçlarının 1 Kasım’da da değişmeyeceğini, AKP ve CHP koalisyonun Türkiye’deki havayı yumuşatabileceğini ifade ediyorlar. AKP yetkilileri koalisyondan kaçmayacaklarını açıklarken CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da koalisyona destek vereceklerini ifade etti. 7 Haziran sonrasında kendisine muhalefet rolü biçen HDP ise gerilim ve şiddetin son bulması için üzerlerine düşen sorumluluğu almaya hazır olduklarını açıkladılar. Rezervlerinden vazgeçeceğini açıklayan MHP’nin tavrına da değinen analistler MHP’nin AKP ile koalisyon kurmaya yakın olduğu yönünde değerlendirmeler yapıyor. Çalışlar: AKP koalisyona razı olacaktır Türkiye’yi kaldırabilecek koalisyonun CHP-AKP koalisyonu olabileceğini savunan gazateci yazar Oral Çalışlar, Türkiye’nin zor bir süreçten geçtiğini ve seçim ortamının sabote edilebileceği bir durumun yaşandığını söyledi. AKP’nin tek başına iktidar olmadığı seçim sonuçları sonrasında koalisyona razı olacağını dile getirerek olası seçim tablosu için de görüşlerini şöyle ifade etti: “7 Haziran’da bir kez daha deneme fırsatı vardı, bu fırsatı yeniden yaşıyor. AK Parti, yeniden tek başına iktidar olabileceğini düşündü ve böyle bir fırsatı yeniden yakalamaya çalıştı. Olamadığı ortaya çıkarsa koalisyona razı olacaktır. HDP’nin dolaylı olarak desteklediği CHP’yle AK Parti arasındaki koalisyonun Türkiye’nin ihtiyaçlarını karşılayacağını ve Türkiye’nin bu sorunlarını çözmesinde bir imkân yaratacaktır.” Ilıcak: Her halükarda koalisyon denenecektir Gazeteci yazar Nazlı Ilıcak, AKP’li Davutoğlu’nun 7 Haziran seçimleri sonrasında CHP ile koalisyona yakın olduğunu ve CHPAKP koalisyonunu Cumhurbaşkanı tarafından engellendiğini söyleyen Ilıcak 1 Kasım seçim sonuçları sonrasında AKP-CHP koalisyonun kurulma ihtimalinin yüksek olduğunu belirtti. Seçime giren 4 partinin 7 Haziran seçim sonuçlarından çok farklı sonuçlar alamayacaklarını de belirten Ilıcak olası seçim sonuçlarını şu cümleler ile ifade etti: “Davutoğlu 7 Haziran’dan sonra bir koalisyona yatkındı; ama Aksaray doğru bulmadı. Genelde AK Parti-CHP koalisyonu olabilir diye düşünüyorum. Erdoğan bunu tekrar engellemeye çalışacaktır. Aşağı yukarı 7 Haziran’la aynı oy oranı çıkacaktır. Son anketler böyle bir sonuç veriyor. Her halükarda koalisyon denenecektir. AK Parti-CHP, AK Parti-MHP koalisyonu da kurulabilir.” Göktaş: AKP- MHP koalisyonu ağır basıyor Gazeteci yazar Kemal Göktaş AKP’nin oy oranının Ankara Katliamı sonrasında yükseldiğini söyledi. Ankara Katliamı’nın AKP’nin oy oranına büyük ölçüde etkide bulunacağını belirten Göktaş, “Ankara patlamasına kadar AKP’nin oyları yüzde 38 iken, bu patlamanın ardından ciddi bir yükseliş trendine girdiğini görüyoruz. Bunun çeşitli nedenleri var” dedi. AKP’nin oy oranının yükselmesi AKP’yi tek başına iktidar yapmayacağını savunan Göktaş, 1 Kasım seçim sonrasında AKP-MHP koalisyonun kurulacağını belirtti. CHP ve HDP’nin oy oranlarının koalisyon için yeterli olmadığını aktaran Göktaş seçim sonuçlarına dair de şunları söyledi: “AKP oylarını arttırsa da büyük olasılıkla sınırlı vekil çıkaracak, tek başına iktidar olamayacak. Tek başına iktidar için gerekecek vekil sayısına ne kadar yaklaşırsa o kadar güçlenecektir. Özellikle MHP’den alacağı vekil transferleriyle tek başına iktidarı zorlayacağını düşünüyorum. Bu koalisyon seçeneği MHP ile olacaktır. Yani bir savaş koalisyonuna doğru gidileceğini düşünüyorum. AKP’nin, CHP ile bir koalisyonu gündeme getirmeyeceğini düşünüyorum. CHP ve HDP’nin oylarının ise maalesef koalisyon için yeterli olamayacağını düşünüyorum.” Bayramoğlu: HDP’li koalisyon gündeme gelmeyecek Gazeteci yazar Ali Bayramoğlu da AKP’siz bir iktidarın mümkün olamayacağını ya iktidar olacağını ya da iktidarın ortağı olacağını belirtti. 1 Kasım sonrası için de AKP-CHP koalisyonun doğal olduğunu savunan Bayramoğlu HDP’siz bir koalisyonun tartışılacağını ifade etti. MHP’nin tavrının da önemli olduğunu söyleyen Bayramoğlu, sözlerine şu cümleler ile son verdi: “AK Parti tek başına iktidarı kuramazsa da iktidarın ortağı olacaktır. AK Parti’siz bir Meclis tahayyül etmek doğru değildir. En azından MHP’nin bu tavrı sürdükçe, HDP ile bir araya gelmekten kaçtıkça böyle bir ihtimal yoktur. Dolayısıyla HDP’siz bir koalisyon gündeme gelecektir. Yani AK Parti-MHP ve CHP arasında bir koalisyondur. Bana göre büyük ve doğal olan koalisyon AK Parti-CHP koalisyonudur.” Mert: Türkiye siyasi belirsizliği devam edecek Siyaset bilimci yazar Nuray Mert Türkiye’de görünen net tablonun belirsizlik olduğunu vurgulayarak 1 Kasım seçim sonuçlarının belirsizlik ortamına son vermeyeceğini açıkladı. Koalisyon ihtimalinin düşük olduğunu belirten Mert, belirsizliğin tehlike oluşturduğunu vurguluyor: “Seçimin sonucu ne olursa olsun Türkiye’deki bu belirsizlik ortamını bitirecek herhangi bir gelişme görmüyorum. Bu siyasal kriz devam edecektir. Koalisyon ihtimalini hala çok düşük görüyorum. Rakamlar bunu gösteriyor diyenlere verebilecek bir yanıtım yok. 7 Haziran’da da aynı sorun vardı, o zaman da koalisyonun olamayacağını düşünüyordum.” Özcan: Türkiye sürprizlere açık bir ülkedir Siyaset bilimci ve akademisyen Nihat Ali Özcan’da 1 Kasım seçim sonucunun siyasi partileri koalisyona zorlayacağını dile getirerek AKP-CHP koalisyonunu öngördüğünü ifade etti. Türkiye’nin sürprizlere açık bir ülke olduğunu aktaran Özcan, konu ile ilgili de “1 Kasım seçimlerinin ardından büyük bir ihtimalle bir koalisyon seçeneği karşımıza çıkacaktır. Koalisyonun da CHP-AK Parti arasında olabileceğini düşünüyorum. Koalisyonun önünde hem Türkiye ile ilgili bir takım sorumluluklar olacak. Cumhurbaşkanı faktörü burada belirleyici olacaktır. Cumhurbaşkanı’nın göstereceği tutum önemlidir. Koalisyonla Türkiye biraz daha sakin bir dönem geçirecektir” dedi. Işık: Erdoğan’ın tavrı belirleyecek AKP ve MHP’nin oy kaybedeceği bir seçim sonucu ile karşılacağını aktaran gazeteci yazar Fehmi Işık, HDP ve CHP’nin 7 Haziran seçim sonuçlarının üzerinde oy alacağını aktardı. Koalisyon hükümetinin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tavrına bağlı olduğunu dile getiren Işık olası seçim sonuçları sonrasında oluşabilecek tabloyu şöyle açıkladı: “Erdoğan MHP ile birlikte iktidarı zorlayacaktır. Batılı ülkeler, iş dünyası ve Türkiye’nin geniş bir kesimi AKP-CHP koalisyonuna yeşil ışık yakıyor. AKP-CHP koalisyonu ya da AKP’den ayrılanlarla birlikte HDP’nin desteklediği bir koalisyon matematiksel olarak mümkündür. Bunların birçoğunu Erdoğan’ın tutumu belirleyecektir.” Başlangıç: Belirsizlik devam edecek Gazeteci yazar Celal Başlangıç’ta seçim sonuçlarının Türkiye’deki belirsizliği sona erdiremeyeceğini ifade ederek meclise giren 4 büyük partinin yakın sonuçlar alacağını ve en çok oyu alan AKP’nin diğer partiler ile koalisyon hükümeti kurmayacağını söyledi. Başlangıç olası bir koalisyon seçeneğinin de MHP- AKP arasında olabileceğini vurgulayarak, “MHP’nin de katılımıyla MHP-AKP koalisyonu gündeme gelebilir; bu da Türkiye için belirsizlikten de öte bir savaş hükümetidir” dedi. Olası AKP-CHP koalisyonun oluşmasının ya CHP’nin ilkelerinden vazgeçmesi ya da AKP’nin Cumhurbaşkanı’ndan vazgeçmesi ile mümkün olabileceğini belirten Başlangıç AKP-CHP koalisyonu için de şunları söyledi: “Türkiye’deki tekelci burjuvazinin istediği AKP-CHP koalisyonunun gündeme gelmesi mümkündür. Bu büyük koalisyonun kurulması için ya CHP’nin kendi ilkelerinden vazgeçmesi gerekiyor, ya da AKP’nin Tayyip Erdoğan’dan vazgeçmesi gerekiyor.” BasHaber ROJAVA 2 Kasım - 8 Kasım 2015 07 Rojava’da fırtınaya hazırlık! K Mehmet Salih Batırhan BY ile Rojava’da gündem diplomasi ve IŞİD operasyonlarına odaklanmış. ABD Başkanı Barack Obama’nın IŞİD ile mücadeledeki özel temsilcisi Brett McGurk ve Almanya Savunma Bakanı Leyen’in Erbil’de KBY Başkanı Mesud Barzani ile yaptıkları görüşmenin Kürd cephesinde yaşanacak hareketlilik ile ilgili olduğunu gösteriyor. KBY’de aynı anda hem Musul hem de Şengal’de IŞİD’e karşı operasyon başlatan Peşmergeler, örgüte büyük zayiatlar vererek örgütün kimi bağlantı yollarını ele geçirdi. Erbil yoğun bir diplomasi trafiğine sahne olurken, Rojava’daki Kürd güçleri de Rakka ve Cerablus’a operasyon hazırlıklarını sürdürüyor. Öte yandan, Rojava’nın Girêspî kasabasının Kobanê’ye bağlanmasından rahatsız olan Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “gereği yapılacaktır” açıklamasından sonra TSK, Cerablus operasyonu hazırlığındaki YPG’ye saldırdı. Bu saldırıyı değerlendiren uzmanlar, saldırının PYD’ye destek veren ABD ve Rusya tarafından kabul edilemeyeceğini, Türkiye’nin PYD ve YPG’yi “terör örgütü” olarak kabul ettirme girişimlerinin sonuç vermeyeceğini savunuyor. “Saldırıların zamanlaması manidar” Bölgedeki gelişmeleri yakından takip eden Rus Sputnik ajansı muhabiri Hikmet Durgun BasHaber’e, TSK’nın Akçakale sınırında yoğun bir hareketlilik içerisinde olduğunu ve 24-25 Ekim’de YPG’nin Girêspî mevzilerini bombaladığını söyledi. TSK’nın saldırılarını seçim arifesinde gerçekleşmesinin manidar olduğunu vurgulayan Durgun, AKP’nin 1 Kasım seçimleri öncesi milliyetçi oyları devşirmek için bu tür saldırılar gerçekleştirdiğini iddia etti. Kürd güçlerinin TSK’nın saldırılarına cevap vermediklerini belirten Durgun, Türkiye’ye herhangi bir saldırının gerçekleşmeyeceğini belirtti. “Türkiye saldırgan bir tavır sergiliyor” Olayları yakından takip eden Yakındoğu ve Taha Haber ajanslarının muhabiri Ferhat Aktaş da BasHaber’e Türkiye’nin yeni Suriye politikasını değerlendirdi. Türkiye’nin Kürd güçlerini radikal İslamcı gruplar üzerinden tasfiye etmeye çalıştığını ve bunu başaramayınca Kürdlere saldırmaya başladığını belirtti. Türkiye’nin Suriye politikasının iflas ettiğini ve kurma hazırlıkları yaptığı “tampon bölge” ve “uçuşa yasak bölge” stratejisinin çöktüğünü söyleyen Aktaş, Türkiye’nin Suriye konusunda yalnızlaştığını ve Türkiye’nin Suriye’de rolünün kalmadığını söyledi. Türkiye’nin amacının selefist örgütlerle Suriye’de liderlik yapmak olduğunu belirten Aktaş, Türkiye’nin saldırgan bir tavır sergilediğini savundu. “ABD ve Rusya tepki gösterdi” Girêspî’nin IŞİD’ten alınmasından hemen sonra TSK’nın Rojava’ya saldırdığını ve YPG’yi proveke etmeye çalıştıklarını belirten Xelil, Kürd güçlerinin TSK’ya cevap vermeyeceğini, 1 Kasım seçimleri ile AKP hükümetinin iktidarı kaybedeceğini ve onların oyunlarına gelmeyeceklerini dile getirdi. ABD ve Rusya’nın, Türkiye’nin Kürd güçlerine saldırılarına tepki gösterdiğini belirten Xelil konu ile ilgili şunları söyledi: “IŞİD’i Kürdler yeniyor. Herkes Kürdlerin IŞİD’e son vereceklerini düşünüyor. Bölgeye yeni gelen Rusya’da PYD’ye desteğini açıkladı. ABD ve Rusya, Kürd güçlerine yapılan saldırılara tepki gösterdiler.” Bogdanov: ÖSO ve Kürd güçleri ile görüştüm Diğer taraftan Suriye’de operasyonlar gerçekleştiren Rus yetkililer, Kürd güçleri ve ÖSO ile görüştüklerini ifade ettiler. Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı Mihail Bogdanov, Özgür Suriye Ordusu ve Kürd güçlerinin de içinde olduğu bir dizi Suriyeli muhalif grupla görüşme gerçekleştirdiklerini söyledi. Konu ile ilgili konuşan Bogdanov, “Her gün telefonda görüşmelerimiz oluyor. Moskova, Paris ve İstanbul’da da birebir görüşmelerimiz oluyor. Suriyeli muhaliflerin neredeyse her grubuyla görüşüyoruz. Ulusal Koordinasyon Komitesi, Ulusal Koalisyon ve birçok demokratik, çoğulcu yapı ile görüşmelerimiz oluyor. Doğal olarak Kürd güçleriyle de görüşüyoruz” dedi. Bogdanov, Viyana’da Suriye gündemli gerçekleştirilen toplantıya Kürdlerin de katılması gerektiğini söyledi. ABD: YPG’ye yardım zor ve karmaşık ABD Başkanı Barack Obama’nın Özel Temsilcisi John Allen, bir taraftan Türkiye ile işbirliği yapıp öte yandan da YPG’ye verdikleri destekle ilgili, “karşı karşıya kaldığımız en karmaşık zorluk” ifadelerini kullandı. ABD Senatosu Dış İlişkiler Komitesi’nin düzenlediği “ABD’nin Ortadoğu Stratejisi” konulu oturumda konuşan Allen, IŞİD’in bir yılı aşkın bir süredir devam eden hava saldırılarından özgürce hareket edebileceği alan bulamadığını belirtti. ABD Rojava’ya asker gönderiyor Rusya’nın Suriye’de rejimi diriltme çabaları sürerken ABD’nin, IŞİD ile savaş kapsamında 20-30 kişilik özel bir birliği Rojava’ya göndereceği öğrenildi. ABD Başkanı Barack Obama’nın, IŞİD’le mücadeleyi yoğunlaştırmak için bir dizi karara imza attığı da belirtiliyor. Obama’nın onayladığı karara göre, ABD’nin 50’ye yakın askeri danışmanı IŞİD ile savaşan gruplara yardım etmek ve onları eğitmek üzere Rojava’ya gönderiliyor. “Kürdler milli bir strateji izlemeli” Rusya’nın Suriye’deki, ABD’nin Irak’taki Musul operasyonlarını BasHaber’e değerlendiren Yrd. Doç. Dr. Ekrem Önen, ABD’nin son 20 yılda Ortadoğu’da aktif bir politika izlediğini ve Kürdler ile ittifak yaptığını, Kürdlerin tek müttefiki olduğunu belirtti. Kürdlerin ABD’nin müttefikliğini iyi kullandıklarını ve Ortadoğu’da yaşanan gelişmeleri iyi izlemeleri gerektiğini ifade eden Önen, Kürdlerin milli bir strateji ve siyasete sahip olduğunu vurguladı. Rusya’nın Suriye’deki operasyonlarının Ortadoğu’da yeni gelişmeleri de beraberinde getireceğini kaydeden Önen, Kürdlerin yapacakları ittifaklar ile gelişme ve krizleri kendi lehlerine çevirme şanslarının olduğunu aktardı. Kobanêli Faysal Mustafa kendini yaktı! Öte yandan Rojava’da PYD’nin uygulamalarına karşı protesto eylemi yapan bir kişi, kanton yönetimi binası önünde kendini ateşe verdi. Faysal Mustafa isimli vatandaşın zorunlu askerlik kapsamında YPJ’ye alınan kızının geri verilmesi için bu eylemi gerçekleştirdiğini söyledi. Vücudunun çeşitli yerlerinde yanık oluşan Mustafa’nın Malatya Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde tedavi edildiği ve durumunun ciddi olduğu öğrenildi. Konuyla ilgili YPJ’den bir açıklama yapılmadı. Faysal Mustafa’nın 2 oğlunun da YPG saflarında olduğu kaydedildi. “Zorunlu askerlik göçe zorluyor” Diğer taraftan PYD’ye bağlı asayiş güçleri Rojava’nın Cezire bölgesinde “zorunlu askerlik” kanunu adı altında gençleri askere almaya devam ediyor. Asayiş güçlerinin en son Amûdê kentinde Berzan Qarno ve Omer Qarno isimli kardeşleri evden zorla alarak askere götürüldüğü öğrenildi. PYD’ye bağlı asayiş güçlerinin “zorunlu askerlik kanuna” dikkat çeken ve Rojava halkının asayiş güçlerine karşı rahatsızlığını aktaran gazeteci Emin, PYD asayiş güçlerinin Hasekê’nin Geraga, Taxa Xeto, ve Nasir bölgesinde 150 genci zorla askere aldığını ifade etti. Cezire bölgesindeki Kürd gençlerinin zorla askere alınmasının halkın tepkisine neden olduğunu ifade eden Emin, PYD’nin zorunlu askerlik ve vergi kanunlarının Kürd halkını göçe zorladığını vurguladı. PYD’den çoçuklara ideolojik müfredat PYD’nin zorunlu askerlik ve komün vergilerinin yanı sıra halka dayattığı ideolojik müfredatı da tepkiye yol açıyor. Girkê Legê’de protesto gösterisi yapan aileler Kürdçe’nin yanında Arapça ve İngilizce eğitimin verilmesini savunarak müfredata tepki gösterdi. Kürdçe eğitimi takdir eden bazı aileler de eğitimin ideolojik temellere oturtulduğunu ve PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın ideolojisinin çocuklara dayatılmasına tepki gösterdi. Girkê Legê’deki halk gösterisi hakkında konuşan Suriye Kürdistan Demokrat Partisi (PDKS) Kobanê yöneticilerinden Biradost Kemal halkın çocuklarını okula göndermek istemediklerini söyleyerek, “PYD’nin hazırladığı müfredat ideolojik. PYD’yi ve PKK Lideri Öcalan’ın öğretilerini dayatıyor. Kimi Arap ailelerin çocuklarına da zorla Kürdçe öğretiliyor. Bu yaklaşım kabul edilemez” diyerek tepki gösterdi. Öte yandan PYD’ye bağlı asayiş güçleri tarafından Til Temir kasabasındaki Suriye Kürd Birlik Partisi’nin (PYKS) ofisi kapatıldı. Partilerinin kapatılmasını BasHaber’e değerlendiren PYKS Til Temir Sorumlusu Behcet Şexo, PYD asayiş güçlerinin kendilerinden 24 saat içinde binayı kapatmalarını istediğini söyledi. Behcet Şexo, asayişin herhangi bir belge ve gerekçe göstermeden parti binalarını kapatmasına anlam vermediğini ve hukuksuz bir durum ile karşı karşıya olduklarını söyledi. 08 SÖYLEŞİ BasHaber 8 SÖYLEŞİ 2 Kasım - 8 Kasım 2015 Prof. İlter Turan: Koalisyon demokrasi kültürünün gereğidir 7 Haziran seçimlerinden 5 ay sonra tekrar sandık başına gidilecek. Araştırma şirketlerinin Ekim ayı sonuçlarına göre 1 Kasım seçimlerinde 7 Haziran’da ortaya çıkan tablonun bir benzerinin çıkacağı yönünde. AKP, CHP, MHP ve HDP’den oluşan 4 partili Meclis korunacak. AKP’nin yine birinci parti olacağı ancak tek başına iktidar olamayacağı beklentisi hakim. Önümüzde ya AKP-MHP koalisyonu yada CHPMHP koalisyonu görünüyor. Zayıf bir ihtimal olarak da AKP-CHP koalisyon Yeter Polat Koalisyon ne demek? Türkiye koalisyondan neden çekiniyor? İsterseniz koalisyon ne demek, onu açıklayarak başlayalım. Koalisyon birbirinden farklı planları ve programları olan siyasi partilerin birlikte hükümet etme işine girişmeleri demektir. Böyle bir girişimde tarafların her biri yapmak istediklerinin bir kısmından vazgeçmek, ortağının yapmak istediği ama kendisinin yapmak istemediği bazı şeyleri kabul etmek durumundadır. Aslında koalisyon bizim normal yaşamımızda da her zaman yaptığımız uzlaşmanın siyasi alandaki yansımasıdır. Dolayısıyla günlük yaşamımızın dışında bir olay değil. Kötü filan da değildir, tabiidir. Biz siyasi partileri sanki türdeş örgütlermiş gibi düşünüyoruz ama aslında partiler de türdeş olmayıp, muhtelif çıkar gruplarının kurdukları birer koalisyondur. Bunu hatırlayacak olursak, koalisyonların doğallığı daha da iyi anlaşılır. Toplumda koalisyonlardan neden rahatsızlık duyuluyor sorunuza cevap vermek gerekirse: Bu Türkiye’nin yaşadığı bazı kötü yönetim dönemlerinin bıraktığı bir mirastır. Yoksa, düşündüğünüz zaman Türkiye daha önce de koalisyonlar gördü. 1961-1965 yılları arasında Türkiye koalisyonlarla yönetilmişti. İyi ki de koalisyonlarla yönetilmişti; çünkü bir askeri yönetimden bir sivil yönetime geçişi, askerin tedricen siyasetten çekilmesini sağlayan değişen koalisyonlardı. 1974-1980 yılları arasında Milliyetçi Cephe diye bilinen hükümetler ve 1997 seçimlerinden sonra Türkiye’de göreve gelen koalisyonlar çok başarılı bir sınav vermediler. Bu sebeple de koalisyonların adı kötüye çıktı. Esas itibariyle koalisyonların adının kötüye çıkmış olması, bizatihi koalisyonun kendisinin kötü olmasından kaynaklanmıyor. Bir çoğunluk partisinin tek başına iktidar olması da zaman zaman çok kötü yönetimler getirebilir. Nitekim 1957-60 yılları arasındaki Menderes Hükümeti’ni hatırlayacak olursanız, son derece otoriterliğe yatkın, hoşgörüsüz, istikrarı koruyamayan, hatta bizzat istikrarsızlığa kaynaklık eden bir hükümetle karşı karşıyaydık. Sonuç olarak, koalisyonları kötülemek için elimizde ciddi seçeneği de söz konusu. HDP’nin ise her durumda muhalefette kalacağına kesin gözü ile bakılmakta. Partilerin açıklamalarına bakıldığında 2 Kasım’da koalisyon hükümeti kurulacağı nerdeyse kesin gibi. Bu AKP açısından bir dönemin kapandığının ispatı olsa da ikinci yeni dönemin koalisyonlara açık bir sisteme geçişin sağlandığı anlamını taşımakta. Bu yeni koalisyon dönemini demokrasi ve hukuk alanları ile Kürd meselesinde yeni bir dönem olarak okumak mümkün olacak mı? Bu soruyla birlikte Türkiye’de koalisyonlar bir sebep bulunmuyor. Belli dönemlerde toplumdaki uzlaşma zemininin zayıflaması, seçim sonuçları ister koalisyonu gerektirsin, ister tek partinin yönetimini mümkün kılsın, istikrarsızlığın temelini oluşturabilir. Bu da bizi “istikrarsızlık nedir” sorusuna itiyor. Zannediyorum istikrar dediğimiz olgu aslında yönetenlerin tahmin edilebilir şeyler yapmaları ve siyaset yarışmasının da belirli sınırlar içerisinde tutulabilmesidir. Mesela, bu açıdan baktığınız zaman, şu anda Türkiye’deki tek parti yönetimi olmakla birlikte siyasi istikrarın olduğunu söylememiz pek kolay gözükmüyor. Türkiye’de istikrardan ekonomik stabilizasyon anlaşılmakta. Ülkenin değişik siyasi eğilimlerinin bir arada ortak iş yapabilmeleri, demokratik ihtiyaçlara yanıt verebilmeleri, dış siyasette ortak çıkarlar edinilmesi meseleleriyle ilgisi yok mudur istikrarın? İstikrar ne demek? Sizin de sorunuzda ifade ettiğiniz gibi istikrarsızlık, sadece iktisadi konularla sınırlı kalan bir kavram değildir. İnsanlar istikrar dedikleri zaman çevredeki gelişmelerin bilinir, tahmin edilir olmasını istiyorlar. İnsanlar, istikrar dedikleri zaman aslında beklenmedik ve ani değişikliklerle karşılaşmak istemediklerini ifade ediyorlar. Bu da sadece iktisadi konularla sınırlı değil. Örneğin, siyasi gücün keyfi kullanılması da çok büyük bir istikrarsızlık nedenidir. Aynı şekilde dış politikada beklenmedik maceralara girişmek de bir istikrarsızlık sebebi olabilir. Bunları düşündüğünüz zaman istikrarın iktisattan çok daha kapsamlı olduğunu hemen göreceksiniz. Değişik siyasi eğilimleri yönetime yansıtma, bunlar arasında yine demokratik uzlaşma alışkanlıklarının doğması ve dolayısıyla siyasal kutuplaşma ve gerginlikleri giderici de bir işlevi olabilir mi koalisyon hükümetlerinin? Siyasal uzlaşmazlıkları barışçıl yollardan gidermek de istikrarın gelişmesine katkıda bulunur. Kutuplaşma ne demek? Kutuplaşma, ötekilerin sizden çok farklı ve tek parti hükümetlerinin yaşattığı sonuçlar karşılaştırıldığında hangisi daha demokratik hangisi daha otoriter? Olası AKP-MHP-CHP kombinasyonlarıyla oluşacak koalisyon hükümeti Kürd meselesinde nasıl bir uzlaşı yakalayacak? Yeni koalisyon hükümeti Türkiye’nin içinde ve dışında önemli gelişmeler kaydeden Kürdlerle nasıl bir siyaset izleyecek? BasHaber’in sorularını İstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Profesörü İlter Turan yanıtladı. olması ve birlikte çalışmanızın mümkün görülmemesi durumudur. Kutuplaşma, istikrarsızlığa kaynak teşkil eder, çünkü uzlaşmaz konumda olan kesimler birbiri üzerinde egemenlik kurmaya çalışarak, hiçbiri kendi istediğinden ödün vermeden onu bütün topluma dayatmaya çalışacaktır. Ancak, bu yola gidildiği zaman, otoriterleşme tabii bir sonuç olarak karşınıza çıkıyor. Türkiye siyasi yaşamında hakim anlayışı tarif etmek gerekirse; “Koalisyon istikrarsızlık getirir.” Bir diğer alışkanlık her gelen önce seçim barajını düşüreceğiz diyor sonra unutuyor bu vaadini. Bu geleneksel yaklaşımların kaynağında ne var? Türkiye’de seçimlerde bir ülke barajı yoktu, bu sonradan getirilen bir uygulama. Bunu getiren de askeri yönetimlerdir. 1980’e kadar çok parçalanmış olan Türk parti hayatında bir konsolidasyonu teşvik etmeyi arzulamışlardır. Ancak böyle bir sonuç ortaya çıkmamıştır. Yüzde 10 barajı konulduktan sonra da parlamentodaki parti sayıları 6’ya kadar çıkmıştır. Yüzde 10 barajı başka tuhaflıklar da yaratabiliyor. Partiler yüzde 10’u elde edebilmek için işbirlikleri oluşturabiliyorlar. Parlamentoya girdikten sonra herkes kendi yuvasına dönüyor. Esas problem seçim sisteminden kaynaklanmıyor, siyasetin çok sayıda bölünmeyi içermesinden ve bunların uzlaşmayı becerememesinden kaynaklanıyor. Partilerin lider yenilemekte karşılaştıkları güçlükler de kopmalara neden olabiliyor. Bu şekilde düşündüğünüz zaman, yüzde 10 barajı sadece yeni siyasi hareketlerin parlamentoya gidip gelişmesini engelleyen, eski partilere ayrıcalık tanıyan, bir anlamda vatandaşın tercihini saptırarak aslında daha az temsil edilecek partilere parlamentoda daha çok imkan sağlayan; özellikle de en çok oyu alan partilere büyük avantajlar sağlayan bir sistem. Böyle bir barajın olması kötüdür. Toplumda siyasi yenileşme, sadece mevcut partilerin kendilerini yenilemesi değil, aynı zamanda yeni partilerin devreye girmesiyle söz konusu oluyor. Bu partilerin birdenbire çok yüksek oy alması her zaman mümkün olmayabilir; ama parla- mentoya girerek oylarını kendilerini tanıtabilir, oylarını arttırabilirler. Toplumdaki daha az sayıda insanın benimsediği siyasi tercihlere parlamentoda kendilerini duyurma fırsatı verilmesi, kimsenin dışlanmışlık duygusuna kapılmamasını sağlar ve esas itibariyle toplumdaki bütünleşmeyi güçlendirir. Herkes kendi düşüncesini rahatça ifade ederek rekabet edip, kazandığı oy miktarını temsil edebilmelidir. Böylece herkesin oyunu sistem içinde oynaması teşvik edilmiş olacaktır. Demokrasinin gelişmesi, daha fazla yayılması ve benimsenmesine koalisyon modellerinin katkısıyla olduğu savunulmakta. Türkiye’nin demokratik bir ülke olduğu ise, daha az demokratik ülkelerle mukayese edilerek tarif edilmekte. Koalisyonun tahammül ve hoşgörüyü de geliştirebileceği iddia ediliyor. Daha huzurlu ve barışçıl bir toplum için bir yöntem ve araç olarak koalisyon hükümetleri işe yarar mı? Bu ülkeye huzuru getirebilecek, gerginlikleri giderebilecek kutuplaşmaya çare olarak görüyor musunuz koalisyonu? SÖYLEŞİ BasHaber 2 Kasım - 8 Kasım 2015 9 SÖYLEŞİ Koalisyon kurulması ihtiyacı, bir toplumda siyasi yarışma sonucunda ortaya çıkan bir durumdur. Sizin onaylamanız veya onaylamamanıza bağlı bir şey değildir. O zaman bu durumdan nasıl bir siyasi çözüm çıkaracaksınız? İki çözüm var: Ya bir azınlık hükümeti ya da bir koalisyon hükümeti kurulacak. Azınlık hükümetinin kurulması, diğer bazı partilerin azınlık hükümetini kuran partiye hiç olmazsa güvensizlik oyu vermemesi yoluyla destek vermesini gerekli kılmaktadır. Belki önemli olan partilerimizin koalisyonun sınırlarını iyi anlamalarıdır. Koalisyon aracılığıyla hiçbir parti kendi programını tamamen uygulayamaz. Bu Türkiye’de başka bir sorun da çıkarıyor. Mesela son koalisyon görüşmeleri sırasında iktidar partisi önemli telakki ettiği hiçbir bakanlığı ortağına vermeyeceğini söyledi. O zaman baştan koalisyonun kurulamayacağını ilan etmiş oluyorsunuz. Koalisyon demek yapmak istediğiniz bazı şeylerden vazgeçmek demektir. Milli Eğitim’i, İçişleri’ni, Dışişleri’ni vermem dediğiniz zaman bu koalisyon kurmak için yanlış bir söylemdir. Olası koalisyon hükümetine yönelik gelen yaklaşımlar neredeyse 7 Haziran’dakine benzer nitelikte. Kürdlerin olmadığı bir koalisyon Kürd meselesini çözmeye yeterli olur mu? HDP dışındaki 3 partinin bu meseleye yaklaşımları neredeyse taban taban zıt. Ne olur Kürd meselesi nereye evrilir? Seçim hükümetinde başlangıçta HDP’li bakanlara yer verilmesi Anayasa’nın emrinden kaynaklanan bir durumdur, yoksa AK Parti’nin bi- zatihi arzuladığı bir durum olduğunu söylememiz mümkün değildir. Bir seçim olmuştur, bu seçim sonrasında HDP de önemli oranda oy almıştır ve parlamentoda temsil hakkını kazanmıştır. Ancak bu sonuç parlamentodaki diğer partilerin HDP’yle bir koalisyon görüşmesi yapmasını zorunlu kılmamaktadır. Bir kere bunu görmemiz lazım. İkincisi, Türk siyasetinin şu andaki durumuna baktığınız zaman şöyle sorunlar var: MHP, HDP’yle herhangi bir biçimde işbirliği yapılmasını kabul etmemektedir. Bu, böyledir. AK Parti ise seçim stratejisini zaten HDP’ye karşı ve onun barajı aşmaması üzerine oluşturmuştur. Görünen o ki bu konuda pek başarılı olamamıştır. O zaman geriye bir tek CHP ve HDP kalıyor. Bildiğim kadarıyla iki parti arasındaki ilişkiler nezaket çerçevesinde devam etmektedir; ama ikisi hükümet kuracak bir çoğunluğa ulaşacağa benzemiyorlar. Koalisyon kurulması söz konusu olduğunda, MHP’nin tutumunda bir değişiklik beklemiyorum. AK Parti’nin sadece HDP ile bir hükümet kurmasını da pek muhtemel görmüyorum; çünkü neticede AK Parti, MHP’den oy çalarak çoğunluğunu perçinlemeye çalışmıştır. Dolayısıyla HDP’nin içinde yer alabileceği bir hükümet ortaklığının kendisini bir zaafa uğratacağını düşünecektir. 2 Kasım’da Türkiye’yle ilgili öngörünüz nedir? Benim şahsi öngörüm yine bir koalisyon ihtiyacının ortaya çıkmasıdır. Kamuoyu araştırmaları iktidar partisinin durumunun bıçak sırtında olduğunu söylüyor. Benim şahsi tahminim iktidar partisinin oylarını artıramayacağı istikametindedir. O bakımdan koalisyon ihtiyacı da olduğu gibi devam edecektir. Değişen bir şey olacaktır, o da şudur: Türkiye’yi yeniden seçime sürüklemek kararı Sayın Cumhurbaşkanı’nın böyle bir seçimde eski partisinin iktidar olacağı varsayımı üzerine inşa edilmişti. Bu gerçekleşmeyince Sayın Cumhurbaşkanı’nın, partisini yönlendirme ve yeni maceralara sürükleme gücü zayıflayacaktır. En son tahlilde kişinin kendisi siyasi gücü olmadığı konularda sürekli ısrar edip, istediğini elde etmesi de mümkün değildir. Buna karşı da çeşitli siyasi silahlar vardır. Büyük koalisyon diye tabir edilen AKP-CHP koalisyonu da birçok konuda farklı düşünüyor. Örneğin KYB ve Rojava konularında. Bu koalisyon hükümeti söz konusu olan meselelerde ortak bir yaklaşım içerisine girebilir mi? Kimin hükümet kurduğundan bağımsız olarak, Türk vatandaşı Kürdlerin dile getirdiği özlemler var. Bu özlemlerin görmezlikten gelinmesi mümkün olmuyor. Birlikte konuşarak ve uzlaşarak bazı çözümlerin oluşturulması lazımdır. Geçmişte Çözüm Süreci adı altında yapılan görüşmelerinde bir anlaşma sağlandı mı, sağlandıysa hangi konularda, bunları bilmiyorum, dolayısıyla sıfırdan mı başlanacak, yoksa mevcut bir çalışma mı esas alınacak kestiremem. Ama görmezlikten gelinemeyecek bir dert var. Dış politikaya geldiğiniz zaman bu politikanın gözden geçirilmesi zaten kimin iktidarda olduğuna bakılmaksızın önem arz etmektedir. Bu çerçevede düşündüğünüz zaman bir koalisyon hükümetinin kurulması, belki böyle bir değişimi gerçekleştirmek için bir fırsat olarak görülebilir. Şu anda Türkiye, Suriye’yle ilgili görüşmelere davet ediliyor, ama Türkiye’nin görüşlerini tamamen benimseyen bir ikinci ülke bilmiyorum. Demek ki, durumu iyi değerlendiremiyoruz. Koalisyon bir fırsat olarak değerlendirilmelidir. Bu değerlendirme sırasında hem Suriye’de bir geçişin nasıl olacağı, hem Suriye ile ilişkilerimiz nasıl olacağı, hem de sınırımızdaki Kürdler, Türkmenlerle ilgili ne gibi politikalar izleneceği kararlaştıracaktır. İlker Başbuğ’un yakın zamanda yaptığı bir açıklama var. 1-2 yıla kadar Kürdistan kurulacak dedi. Ortadoğu’ya baktığınız zaman KBY’nin bağımsızlık talebini nasıl değerlendiriyorsunuz? Sorun, Irak bütünlüğünü koruyabilecek mi, koruyamayacak mı? Irak’ta olmayacak bir şeyin başka bir yerde olması mümkün değildir. Görebildiğim kadar Irak’ın bütünlüğünü bozmak isteyen herhangi bir güç bulunmamaktadır. ABD, Irak’ı bir arada tutmaya çalışmaktadır. Rusya da bunu yapmaktadır. Dolayısıyla Irak’ta olmayacak bir gelişmenin başka yerde devam etmesinin mümkün olacağını düşünmüyorum. Muhtelif ülkeler içerisinde dağılmış Kürdlerin birleşmesi ve bir bağımsız Kürdistan özlemini barındıran insanlar var, bu bir sır değil. Bu hareketin başarılı olması için sadece bu insanların düşüncelerinin olması yeterli olmuyor. Tahmin ediyorum o yöndeki girişimler Irak, Türkiye, Suriye ve İran tarafından çok sert karşılanacaktır. Dolayısıyla haritanın bu şekilde yeniden şekillenmesini beklemiyorum. Söyleşinin tamamı basnews.com’da 09 Kriz sürecek HAKAN TAHMAZ Geçen haftaki yazımda Türkiye’nin içinde bulunduğu geçiş döneminin uzamasına hatta krizin dallanıp budaklanmasına yol açacak emarelerinden söz etmiştim. Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın İpek-Koza Holdinge kayyum atanmasıyla ilgi bir soruya verdiği “…Ancak bir güven bunalımı yaşandığı için herkesin aklına bir ‘acaba’ kuşkusu doğabiliyor. Bunu da yadırgamamak lazım” yanıt, durumu özetleyen bir açıklama. AK Parti’nin 7 Haziran sonrasında 13 yıllık tek parti hükümeti döneminin ardından koalisyona yanaşmaması diğer üç partinin ise birlikte koalisyon kurmalarının mümkün olmaması, krizin dışa vurumu oldu. 1 Kasım seçimleri öncesi bütün partiler, 7 Haziran seçimleri öncesindeki koalisyondan uzak durma tutumlarını değiştirdiler. Dört parti de ülkeyi hükümetsiz bırakmamak gerekçesiyle koalisyona yeşil ışık yaktılar, koalisyon şartlarını açıkladılar. Yanlış politikayı zorda olsa terk ettiler. AK Parti’nin tek başına hükümet olma olasılığının gerçekleşmemesi durumunda, ya AK Parti, MHP koalisyonu ya da AK Parti, CHP koalisyonu hayata geçecek. Bir başka üçüncü ihtimal ise çok fazla olası gözükmüyor. Her durumda kriz sürecek. Uluslararası siyasal çevreler, TÜSİAD ’ta temsil edilen sermaye çevreleri AK Parti, CHP ikilisini tercih ediyor görünüyor. Türkiye’nin normalleşmesini sağlayacak olan ve birçok yanı ile rayından çıkmış sistemi “yeni yerine” oturtacak bileşim olarak görülüyor. Küresel güçlerin Ortadoğu politikaları bakımında da ellerini rahatlatacak olan bu koalisyonda HDP’nin de dışardan/ dolaylı rolü olacağı varsayılıyor. Ancak, AK Parti’nin, bunu tercih etmesinin oldukça zor olduğu 7 Haziran sonrasında koalisyon tartışmalarında görüldü. Her iki partinin de geçmişleri ve korumaya çalıştıkları duyarlıkları AK Parti, CHP koalisyonunu zorlayacağa benziyor. AK Parti’n tercihi MHP gözüküyor. MHP kadroları da CHP kadrolarının en azından bir kısmı gibi devlet olanaklarında yararlanmaya susadıkları için bunun heyecanla gerçekleşmesini bekliyorlar. Gerçi geçici seçim hükümetine Tuğrul Türkeş’in monta edilmesinden kaynaklanan aşılması kolay olmayacak pürüzler yok değil. AK Parti’nin Kürd politikasındaki güvenlikçi anlayışa yönelmesi nedeniyle MHP lideri bunları “gördünüz mü bizim dediğimize geldiler veya devleti hükümetsiz bırakmayız gibi” söylemiyle aşabilir. Her iki parti arasında Türk milliyetçisi seçmen ekseninde oy geçişgenliği var. Bu, iki parti arasındaki siyasal rekabeti diri tutmanın gerekçesi yayılmaya devam ettikçe birçok konu ve alanda bugüne kadar olanda daha derin sorun ve kriz potansiyelidir. MHP, seçmenini AK Parti’ye daha fazla kaptırmamak için daha sert ve katı Türk milliyetçisi politika ve söyleme yönelecek. Bununla rekabet etmek istemek toplumsal gerilimi ve tansiyonu yükseltecektir. AK Parti de bunu yapıyor. Bu seçim döneminde ortaya çıkan doneler bu konuda iyimser olmamızı zorlaştırıyor. Unutmamalı ki, 2001 ekonomik krizi ardından yapılan 2002 seçimlerinde MHP’nin Meclis dışında kalması nedeniyle AK Parti’ye büyük oy gitti ve bunların bir kısmı bugüne kadar geriye dönmedi. AK Parti, merkez sağı bünyesinde toparlama aşamasında sürece damgasını vuran bu, Türk milliyetçisi oylar oldu. Zaten ümmetçiliği hamurunda güçlü olarak var olan Türk milliyetçiliği daha da belirginleşti. Bugün AK Parti liderine yön veren bu damarın olduğu söylenebilir. Dönemsel olarak AK Parti’den MHP’ye yönelen bu seçmen kitlesini partide tutmak için AK Parti de siyasal olarak daha fazla Türk milliyetçiliğine yaklaştıkça, söylem, eylem ve politikaları MHP’ye benzeştikçe sorun ve kriz alanları çoğalacaktır. Çözülmüş gibi görünen sorunlar ve krizler yeniden nüksedecektir. Her iki partinin birlikte kalıcı çözümlere yönelmeleri imkânsız denebilir. Son dönemde, iktidarın Türk milliyetçi söylemi tercih etmeleri rastlantı değil. AK Parti 2014 yılında belirlediği rotasında ilerlemek için arzusunu terk etmeyecek ve zamanından bir miktar erken seçimlere gitmenin hazırlıklarını yapacak. 10 HABER Aydın ve ülke gerçeği AHMET ÖZER ‘Bilmek sorumluluğu’ etrafında olan biteni anlamaya çalışırken, yanlış giden şeylere müdahale etmektir. Aydının dünyayı sadece yorumlayan değil, aynı zamanda onu değiştirmek için çaba sarf etmesi de bundandır. Aydın olmanın namusu bilmeyi yeterli görmez, müdahaleyi görev sayar. Bu yanıyla aydın, entelektüelden, uzmandan, bürokrattan ve akademisyenden ayrılır. Felsefeci M. Gökberk, “Aydının, toplumu aklın ışığı ile aydınlatmak yolunda eleştiri görevini yüklenen kişi olduğunu, geleceği biçimlendirmede aydınlara hem görev hem de sorumluluk yüklendiğini” söyler. Aydın yanlışa müdahalede bulunduğunda egemenlerin gazabına uğrayabilir. Bu durumda düzen ile çatışması başlayacaktır. Bu yüzden düzene muhaliftir, egemenlerle başı derttedir, onun için geri kalmış ülkelerin aydınları çoğunlukla ya hapiste ya da sürgündedir. Türkiye’de bunca faili meçhul cinayetlere, zülme “aydınım” diyenlerin sesi gereğince ve yeterince çıktı mı? Kürd sorunu başta olmak üzere Türkiye’de de birçok sorunun bunca büyümesinde yeterli bir aydın direncinin olmamasının payı büyüktür. Gramsci, “Aydın halkın tutkularını anlamazsa, onunla arasında duygusal bir bağ kuramazsa, halkla arasında bir mesafe olursa aydın değildir” der. Çünkü “böyle bir bağ olmayınca aydınlarla halk arasındaki ilişkiler bürokratik katı ilişkiler olacaktır. Böylece aydınlar bir kast kuracak ve halktan kopacaklardır”. Aydın ile ülke gerçeği hep çatışa gelen iki gerçek olmuştur. Özellikle çok kültürlü, çok dilli, çok dinli ülkelerde Barres’ın tespit ettiği gibi şöyle düşünenenler vardır: “Ülkemiz yanlış yapsa da doğru olduğunu düşünmemiz gerekir” diyerek açıkça yanlıştan yana tavır takınıyorlar. Hatta bazı “aydınlar” bununla da kalmayıp, düşünce ve söz özgürlüğünü savunanları “ulus haini” saymaktan geri durmamışlardır. Sosyolog E. Kongar da, “Bu ülkede ‘hain’ olmak istemiyorsanız, evrensel ölçülere göre aydın olmaktan vazgeçmeniz gerekir” derken, Türkiye gerçeğini dile getirmiştir. Emile Zola, Yahudi Yüzbaşı Dreyfus davasında takındığı tavır ile bugün Fransa’da büyük kutlamalarla anılıyor. Zola 1895 yılında haksız yere kürek cezasına mahkum edilen Yüzbaşı Dreyfus’un aklanmasını istiyordu. Bu amaçla ordu ve adalet bünyesinde kurulmuş olan komployu her türlü riski göze alarak teşhir ediyor, dönemin cumhurbaşkanını hedef alarak itham ediyordu. Komplocular bu yazısından dolayı Zola’yı yargıladılar ve ünlü yazar İngiltere’ye kaçmak zorunda kaldı. Çok geçmeden gerçek anlaşıldı, Dreyfus aklandı, Zola ise ünlü “İtham Ediyorum” makalesi ile yeni bir çağ başlattı ve tarihte yerini aldı. Bir başka örnek de bir Fransız bilim insanının Fransa’nın Cezayir’e uyguladığı tavır karşısında sergilediği tutumdur. 20. yüzyılda uygar Fransa’nın askerleri Cezayirlilere işkence ederlerken, Paris’te bir hukuk profesörü “Bağımsızlıklarını isteyen Cezayirlilere işkence eden bir yönetim altında profesörlük cübbemi giymekten utanıyorum” diyerek, tek başına bir bilim insanı olarak tarih önünde Fransa’nın namusunu kurtarmıştır. Kimi ülkelerde öyle dönemler olur ki bir profesör, bir sanatçı, bir yazar bir ulusun onurunu tarih önünde tek başına yüceltebilir. Peki Türkiye aydınları ne yapıyor? Bu soruya çok çeşitli yanıtlar almak mümkün. Ama genel olarak görülen tablo şudur: Yaşanan onca acıya, kana ve gözyaşına rağmen, birçok “aydın” genellikle susmayı tercih ediyor ya da muktedirlerin davulunu çalıyor. Oysa gerçek aydın tavrı suç ve suçlar karşısında susmak değil, Zola’nın yaptığı gibi “itham etmektir.” Savaşa, çatışmaya, anti-demokratik tutuma, tek adam yönetimine karşı durmaktır. Savaş, çatışma ve gerginlik insanın moral ve kültürel değerleri paramparça eder, insanı insan yapan değerleri ortadan kaldırır. Bu nedenlerle aydın savaşa, çatışmaya ve anti-demokratik tutuma karşı barış yanlısıdır. Bu da sadece lafla olmaz. BasHaber 2 Kasım - 8 Kasım 2015 TBMM’de “bilinmeyen dil” krizi 2 Macit Aslan 011’de açılan Artuklu Üniversitesi Kürd Dili ve Edebiyatı, daha sonra Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Muş Alparslan Üniversitesi, Bingöl Üniversitesi ve Tunceli Üniversite’nde açılan Kürdoloji bölümlerinden mezun olan binlerce Kürdçe öğretmenin ataması yapılmıyor. Konuya ilişkin defalarca basın açıklaması yapan ve atanma umudu olan öğretmenlerin umutlarının da “çözüm süreci” ile beraber rafa kalktığı görülüyor. Kuzey Kürdistan’daki Kürdlerin her zaman gündeme getirdiği anadilinde eğitim, Kürdçe’nin önündeki engel ve kısıtlamaların kaldırılmasına yönelik kampanya ve girişimler engellemelere rağmen devam ediyor. Geçen sene Demokratik Toplum Kongresi bünyesinde Diyarbakır’ın Sur, Yenişehir, Şırnak’ın Cizre ilçesinde açılan Kürdçe okullara yenileri ekleniyor. Geçen sene açılan Kürdçe okulların bir kısmı devlet tarafından mühürlenirken kimilerine de sınırlamalar getiriliyor. Son olarak Nusaybin’de açılan Ahmet Beyhan adlı Kürdçe okulda yasak ve mühürlemelerden nasibini alarak mühürlendi. HDP Siirt Milletvekili Prof. Dr. Kadri Yıldırım Kürdçe öğretmenlerin durumuna dikkat çekmek için TBMM’ye verdiği ilk Kürdçe soru önergesi de reddedildi. Konuya ilişkin BasHaber’e değerlendirmelerde bulunan Kadri Yıldırım, geçen ay hem Kürdçe öğretmenlerinin mağduriyetine hem de anadilde Kürdçe eğitime dikkat çekmek için ilk Kürdçe yazılı soru önergesini verdiğini söyledi. Kürdçe önergenin TBMM’nin Genel Evrak ve Arşiv Bölümü tarafından ilk başta kabul edildiğini ve ilgili bakanlığa gönderilmek üzere mühür basıldığını ifade eden Yıldırım, “Önergenin Kürdçe olduğu anlaşılınca apar topar parti grubuna sözlü olarak ‘Bir şey anlamadık’ gerekçesiyle” iade edildiğini söyledi. Anadilinde eğitimin, Anayasa’nın öğretimi düzenleyen 42’nci Maddesi’ne göre yasak olduğunu dile getiren Yıldırım, “Bu sadece okullarda Kürdçe’yi yasaklıyor. Şimdi bu maddeyi içeren en büyük dil yasağı aslında Anayasa’nın 3’üncü Maddesi!nden kaynaklanıyor” değerlendirmesinde bulundu. AKP’nin Kürdçe’ye çifte standart uyguladığını sözlerine ekleyen Yıldırım, Mardin Artuklu Üniversitesi Yaşayan Diller Enstitüsü’nde 5 yıl müdürlük yaptığını ve binlerce öğretmeni eğitim için hazırladıklarını söyleyerek, öğretmenlerin mağdur edilmesinin kabul edilemeyeceğini belirtti. TBMM’nin keyfi uygulamalar ile soru önergesini kabul etmediğini belirten Kadri Yıldırım, “TBMM keyfi bir şekilde Kürdçe soru önergesini kabul etmedi ve işleme koymadı. Devletin diğer resmi kurumlarına bağlı TRT Kurdî var. Devletin resmi ajansında Kürdçe yayın var. Birçok yerde Kürdçe bölümler var. Kürdçe soru önergesi neden olmasın?” diye sordu. “AKP sahtekârlık yapıyor” 24. Dönem milletvekilliği döneminde Meclis’e Kürdçe önerge verdiğini, meclis kürsüsünde Kürdçe konuştuğunu ifade eden HDP Van Milletvekili Adem Özcaner, “Ancak Kürdçe’nin Meclis tutanaklarına geçirilmediğini söyledi. Konu ile ilgili “Defalarca Kürdçe üzerine soru önergeleri verdik, Kürdçe konuştuk, mücadele ettik ama bütün bu süreçte tek bir Kürdçe kelime Meclis tutanaklarına geçmedi. Şimdi AKP Kürdçe’nin önündeki engellerin kaldırıldığını iddia Adem Özcaner Kadri Yıldırım Halil Aksoy ediyor, Kürdçe tv, Kürdçe propagandayı biz serbest ettik diyor. Bu çok büyük bir sahtekârlıktır. Bir soru önergesini kabul etmiyorsan ve buna rağmen biz serbest ettik diyorsanız sahtekârlık etmiş olursunuz. Dün Şırnak’ta da Kürdçe eğitim veren okulun kapısına kilit vurdular, soru önergesini kabul etmediler, bütün bunlar bir konseptin parçalarıdır” dedi. “Kürdçe’ye yasak hükmü” Milletvekillerinin görevlerinin seçmenleri adına, halk adına halkın talepleri doğrultusunda çalışmalar yapmak olduğunu söyleyen Özcaner, AKP’nin çalışmalarına izin vermediğini, Meclis’in durması için her şeyi devreye koyduğunu belirtti. Kadri Yıldırım’ın verdiği soru önergesine de değinen Özcaner, “Kadri Yıldırım hocanın Kürdçe öğretmenleri üzerine verdiği Kürdçe önergenin işleme konulmadan iade edilmesi AKP’nin uygulamaların en önemli örneğini ifade ediyor. Yine aynı şekilde bundan birkaç ay önce benim, Kürdçe yayın yapan televizyonlar üzerine verdiğim soru önergesi de cevapsız bırakıldı. Meclis daha doğrusu devlet, cevap vermeme gerekçesini ise verdiğimiz önergelerin Kürdçe olması ve yasalara göre Türkçe dışında bir dilin Meclis yazışmalarında kullanılamayacağı şeklinde ifade ediliyor. Bu yasalar tekçi zihniyet yasalarıdır. Burada uzun uzun anlatmamın bir manası yok çünkü bu devleti, yasalarını, uygulamalarını bilmeyenimiz yok. Devlet yetkilileri, hükümet yetkilileri konuşmalarında Kürdlerin haklarını tanıdıklarını, onları sahiplendiklerini iddia ediyor ama dediğim gibi bu söylemlerin hiçbirinin kıymeti harbiyesi, geçerliliği yoktur” dedi. “Kürdçe anlaşılmayan dil olarak kabul ediliyor” HDP Ağrı Eski Milletvekili Halil Aksoy’da Kürdçe’nin önündeki engel ve yasakların kalkması ve anadilinde eğitimin önünün açılması için TBMM’nin 23. döneminde Milli Eğitim Bakanı ve Adalet Bakanı’nın cevaplaması için Meclis’e önerge verdiklerini ve kabul edilmediğini söyledi. Kadri Yıldırım’ın verdiği Kürdçe önergenin kabul edilmemesine şaşırmadığını aktaran Aksoy, “Bugün sadece Meclis’te değil halkın kendi emeği ile kurduğu okullarına da eş zamanlı bir saldırı durumu söz konusu. Şırnak’ta okulun kapısına mühür vuruldu. Neden mühürlendi? Çünkü devlet de zorbalıkla, zalimlikle, öldürmekle bir halkı yok edemeyeceğini biliyor. Bugün anayasal çerçevede sorunlarımızın çözülmesini istemiyor, Kürdlerin bir statü kazanıp, bu statü çerçevesinde yapılanmaların önüne geçmek istiyor. İş böyle olunca daha basit olanı seçiyor, kandırma yolunu deniyor. Şahsi beyanlarla Kürdlerin haklarını tanıyoruz diyor, Kürdlerin gönlünü hoş tutuyor öte yandan asimilasyonu hızlandırıyor. Kürdçe okula mühür vurulması, Kürdçe önergeyi ‘anlaşılmayan bir dil’ olarak değerlendirip işleme koymaması bu çerçevededir” diye konuştu. “Rojava ve Güney örnek alınsın” Türkiye’nin Rojava ve Güney Kürdistan’daki çoğulcu yaşamı örnek alması gerektiğini belirten Aksoy sözlerine şöyle devam etti: “Devlet Kürdçe’yi Kürdçe eğitim kurumlarını kendisi için çok büyük bir tehlike olarak algılıyor. Devlet şunu anlamalı, eğer biz eşit demokratik, özgürlükçü bir anayasa yapamazsak, yapmaya yanaşılmazsa Kürdler sonsuza kadar Meclis kapısında beklemeyeceklerdir. Kendi çözümümüzü geliştiririz. Kendi öz gücümüzle, özerkliğimizi inşa ederiz. Okullarımızı, derneklerimizi kendimiz kurabiliriz, halkımızla beraber öz gücümüzle bunu yapabiliriz. Bizim önceliğimiz geniş ölçekte eşit, demokratik özgürlükleri güvenceye alan ve tüm topluma hitap eden bir anayasal çözüm. Türkiye buna yanaşmazsa Güney Kürdistan ve Rojava’dan kendisine ders alsın. Sadece Kürdler için değil, bütün haklar için, bütün renkler için kendisine örnek alsın.” BasHaber HABER 2 Kasım - 8 Kasım 2015 HAK-PAR Genel Başkanı Fehmi Demir’in zamansız ölümü “Kürd siyaseti yiğit bir evladını yitirdi” H Adem Özgür ayatını Kürdlerin hak ve özgürlük mücadelesine adayan ve geçtiğimiz gün geçirdiği bir trafik kazasında yaşamını yitiren HAK-PAR Genel Başkanı Fehmi Demir’in kaybı büyük üzüntüye neden oldu. Fehmi Demir 2 Şubat 1957 yılında Konya’nın Cihanbeyli ilçesinin Yeniceoba (İncow) kasabasında dünyaya geldi. İlkokulu Cihanbeyli’nin küçük kasabası olan Yeniceoba’da, ortaokul ve liseyi de Cihanbeyli’de okuduktan sonra Eskişehir Ticari İlimler Akademisi İktisat Fakültesi’nden mezun oldu. Demir, 12 Eylül 1980 askeri darbesinin ağır koşullarına, işkencelere ve Kürd halkı üzerindeki baskıları protesto etmek için 19 Ocak 1984 tarihinde Diyarbakır Cezaevi’nde bedenini ateşe vererek can veren Yılmaz Demir’in de kardeşi. Fehmi Demir, üniversite yıllarından itibaren siyasetle ilgilenmeye başladı ve Eskişehir Halkevi’nde aktif çalışmalar içerisinde yer aldı. Asırlar önce Orta Anadolu’nun bozkırlarına sürgün edilen Kürd bir ailenin çocuğu olan Fehmi Demir, Kürdlerin hak ve özgürlükleri için kesintisiz mücadele etmiş; legal ve illegal alanda siyaset yapmış birisiydi. 1990-93 yılları arasında faaliyet gösteren Halkın Emek Partisi’nin (HEP) ve 1991 yılında HEP’in kapatılabileceği ihtimaline karşı kurulan Demokrasi Partisi’nin (DEP) kurucuları arasındaydı. DEP’te Genel Sekreter Yardımcılığı görevinde bulunan Demir, aynı zamanda Demokrasi ve Değişim Partisi’nin (DDP) kuruluşunda yer aldı. DDP kapatıldıktan sonra Demokrasi ve Barış Partisi’nin kurucuları arasında da yer alan Demir, 2002’de kurulan HAK-PAR’da Genel Sekreterlik ve Genel Başkanlık görevini yürüttü. Fehmi Demir, Kemal Burkay’ın HAK-PAR Genel Başkanlığı görevini bırakmasının ardından 26 Kasım 2014 yılında yapılan parti kongresinde genel başkanı seçildi. Demir, görevine başladığı günden itibaren birçok Kürd kurum, parti ve sivil toplum örgütleriyle iyi ilişkiler kurarak parti çalışmalarını sürdürüyordu. Fehmi Demir, 1 Kasım seçimlerine parti olarak seçime girme kararı alan HAK-PAR’ın seçim çalışmaları kapsamında Mersin’de yapılan bir toplantıya gitmek üzere aracı ile tek başına yola çıktı. 25 Ekim Pazar günü yola çıkan Fehmi Demir, Mersin’in Tarsus ilçesi, Pozantı mevkiinde geçirdiği trafik kazası sonucu 58 yaşında hayatını kaybetti. Ankara’da HAK-PAR Genel Merkezi önünde düzenlenen törenin ardından cenazesi doğduğu kasaba olan Yeniceoba’da defnedilen Demir’in cenaze törenine Kürdistan’ın dört yanından siyasi parti temsilcileri, parti liderleri ile yüzlerce kişi katıldı. Fehmi Demir’in naaşı, kardeşi Yılmaz Demir’in yanına defnedildi. Dava arkadaşları Fehmi Demir’in mücadele ile dolu hayatını BasHaber Gazetesi’ne anlattı. Arif Sevinç: Birliği savunuyordu HAK-PAR Genel Başkan Yardımcısı Arif Sevinç, yıllardan beri Fehmi Demir’le her partide birlikte çalıştıklarını ve parti kuruluşlarında aktif roller üstlendiklerini belirerek,“Kürdler arasında birlik ve beraberliği, Kürd örgütlerinin birbirlerine yakınlaşmasında ve Kürdlerin haklarını siyasal alanda da savunacak güçlü örgütlerin kurulması gibi konularda atılan her adımda mutlaka Fehmi Demir’in bir emeği vardı” şeklinde konuştu. Bayram Bozyel: Bu mücadele için doğmuşlardı HAK-PAR’ın kurucularından ve eski genel başkanlarından Bayram Bozyel, Fehmi’nin abisi Yılmaz Demir’le aynı okulda okuduklarını ve birlikte aynı dönemde cezaevinde kaldıklarını belirtti. Yılmaz Demir’in mücadeleci bir ruha sahip olduğunu ve hem Fehmi, hem de Yılmaz’ın bu mücadele için doğmuş ve bu uğurda hayatını kaybeden yurtseverler olduklarını dile getirdi. Fehmi Demir’in gençlik yıllarından itibaren bu mücadelenin içerisinde yer aldığını söyleyen Bozyel, 1990’lı yıllardan itibaren Demir’le birlikte aktif siyaset içerisinde birlikte mücadele ettiğini ve Demir’in ani ölümünün çok acı olduğunu ifade etti. Kemal Burkay: Siyaseti iyi bilen biriydi Kemal Burkay, Fehmi Demir’in mezarı başında taziye dileklerini kabul ederken PSK ve HAK-PAR’ın kurucularından siyasetçi yazar Kemal Burkay da Fehmi Demir’i 25 yıldan fazla bir süredir tanıdığını, Demir’in mücadelesini yürütürken hayatını kaybettiğini ve tıpkı kardeşi Yılmaz gibi Kürd halkının değerli bir insanı olduğunu dile getirdi. Fehmi Demir’le çok yakından çalıştıklarını belirten Burkay, sözlerini şöyle sürdürdü: “Hem PSK’de, hem HAK-PAR’da başından beri yönetimdeydi, sonra Genel Başkan oldu. Onu çok erken bir yaşta yitirdik. Yetişkin bir insandı. Ülke ve dünya siyasetini iyi bilen bir insandı. Fehmi gibi insanlar çok zor yetişir. Yılmaz’ı da Diyarbakır zindanında kaybetmiştik, o bizim değerli bir şehidimizdi. Ülkemizin maalesef gerçekleri böyledir. İnsanlar genç yaşlarda şu veya bu şekilde hayatını kaybediyor.” Mesut Tek: Birlikteliğimiz hep devam etti 36 yıl sonra Türkiye’ye dönen PSK Genel Sekreteri Mesud Tek, de bu kaybın çok büyük bir acı olduğunu ve Fehmi Demir’in çalışkan, mücadeleci bir insan olduğunu belirtti. 22 yıldır Demir’i tanıdığını belirten Tek, “Fehmi hep Kürdistan’ın özgürlüğü için mücadele etti. 22 yıldır tanışıyorduk, bu mücadelede birlikte çalıştık. Ben yurtdışındaydım o buradaydı; fakat birlikteliğimiz hep vardı” dedi. Semra Günaydın: “Bağımsız Kürdistan’ı bir gün göreceğiz” derdi Fehmi Demir’in kız kardeşi Semra Günaydın da ağabeyinden bahsederken, “Ağabeyim dürüst, özü sözü bir olan; karakterli, son derece inançlı, yürüdüğü yolda asla taviz vermeyen, emeği boşa çıksa bile asla pes etmeyen biriydi. Bize göre dört dörtlüktü. Mücadelesinin uğrunda koşan, her zaman PSK’nin bayrağını dalgalandırmak isteyen birisiydi.” Fehmi Demir’in sürekli “Elbette bir gün Kürdistan’ın bağımsızlığını göreceğiz. Biz görmesek bile çocuklarımız görecektir” dediğini belirten Günaydın, ağabeyi Yılmaz Demir içinse “Çok özel birisiydi” dedi ve sözlerini şöyle sürdürdü: “Yılmaz çok özel idi, onu da çok genç yaşta kaybetmiştik. Yılmaz ağabeyimi kaybettiğimizde ben 15 yaşındaydım, onu asla unutamıyorum. İdealist bir insandı. İnandığı mücadele uğruna yaşamını yitirdi. Bu Kürd halkı için bir örnek olmalıdır. Onun mücadelesini bırakmayacağız.” Atilla Kart: Hep kendi gerçekleri peşinde koştu CHP eski Konya milletvekili Atilla Kart da arkadaşı ve köylüsü olan Fehmi Demir’le ilgili şunları söyledi: “Hemşerim, köylüm ve akrabam olan Fehmi, değerli bir insandı. Zamansız ölümü hepimizi derinden üzdü. Kendi inandığı ilkeler doğrultusunda gerçekten hiçbir ödün vermeden çalışan ve üreten birisiydi. Emeğiyle partisini bir yerlere getiren ve kendi içinde devamlılığı, tutarlılığı olan politik bir kişiliğe sahipti.” 11 1 Kasım sonrası siyaset ve Kürd Sorunu BİLAL SAMBUR 7 Haziran seçim sonuçlarını kendi parti çıkarıyla uyumlu görmeyen Ak Parti, 1 Kasım’da tekrar seçim yapılmasını sağladı. Ak Parti’ye göre, Türkiye’nin ve kendisinin kaderi ortaktır, bundan dolayı Ak Parti’nin tek başına iktidar olmasını sağlayacak bir seçim sonucu, Türkiye’de istikrarı sağlayacaktır. Ak Parti, hiçbir şekilde 1 Kasım sonrasında koalisyon ihtimalini düşünmeyi bile istememektedir. Ak Parti, 1 Kasım sonrasında kendisinin tek başına iktidar olduğu hakim parti modelinin devamının mücadelesini vermektedir. Ak Parti’nin hakim parti modeline Türkiye’nin evet deyip demeyeceği 1 Kasım akşamı belli olacaktır. Mevcut şartlar altında 1 Kasım sonrasında bir koalisyon hükümetini gerektiren bir siyasi tablonun ortaya çıkması çok güçlü bir ihtimaldir. Ak Parti, bir koalisyon hükümeti seçeneğini hiçbir şekilde kabul edememektedir. Ak Parti’nin koalisyon hükümeti seçeneğini sindirmesi ve kendisini koalisyona hazırlaması gerekmektedir 1 Kasım sonrasında Ak Parti’nin koalisyon hükümetine hayır deme lüksü bulunmaktadır. Ak Parti kadar diğer siyasi partiler de kendilerini Ak Parti’yle hükümet durumuna hazırlamalıdırlar. 1 Kasım seçimlerinden Ak Parti’nin birinci çıkacağını öngörebileceğimiz bir siyasi tabloda, 7 Haziran sonrası konuşulan Ak Parti’siz hükümet senaryolarıyla vakit kaybetmeye gerek yoktur. 1 Kasım sonrası koalisyon senaryoları içinde şimdiye kadar tüketilmiş en önemli seçenek Ak Parti-MHP formülüdür. 7 Haziran sonrası Ak Parti, en güçlü koalisyon ortağı olarak MHP’yi görüyordu. Ancak Ak Parti’nin MHP’yi öne çıkaran bu tutumu değişmiştir. 1 Kasım sonrasında öne çıkacak en güçlü formül, Ak Parti-CHP koalisyonudur. 7 haziran sonrasında istikşafi görüşmelerle birbirini keşfeden bu iki partinin koalisyon için bir araya gelmesi artık daha mümkündür. 1 Kasım, Ak parti-CHP koalisyonuna vize veren seçim olarak tarihteki yerini alabilir. Sol ve Kürd hareketini birbirinden ayırmak lazımdır. Sol oyları kendisinde toplayan Kemalist CHP, ortaya koyduğu etkili programa rağmen, kitlelerde güven uyandıramamakta ve şu an için güçlü bir iktidar adayı olmayı başarmış değildir.7 Haziran seçimlerinde sosyal ve siyasal çekim merkezi olmayı başaran Kürd siyasi hareketi HDP’dir. PKK-devlet çatışması, en çok HDP’ye zarar vermiştir. Çatışmalar olmasaydı HDP’nin 1 Kasım seçimlerinden daha güçlü çıkacağı şeklinde bir spekülasyonda bulunabiliriz. HDP, aldığı oy oranıyla Ak Parti’yle bölgesel iktidar, CHP ile de ana muhalefet konumu için mücadele etmektedir. Muhtemel bir Ak PartiCHP koalisyonuna HDP’nin bir şekilde destek vereceğini söyleyebiliriz.7 Haziran sonrasında başlayan çatışmalı süreç, Suruç-Ankara katliamları, genel merkez dahil olmak üzere HDP teşkilatlarına yapılan saldırılar, sandık birleştirmeler gibi olaylara rağmen HDP’nin barajın üstündeki oy oranını kemikleştirdiği görülmektedir. HDP’nin, 1 Kasım sonrasında da güçlü bir şekilde siyasette var olacağını söyleyebiliriz. 7 Haziran sonrasında PKK ve devlet arasında başlayan çatışmalar yoğun olarak sürmektedir. Son gelişmeler ışığında ortaya çıkan yeni durum, Türkiye ve PYD-YPG arasında fiilen çatışmanın başlamasıdır. PKK-Türkiye ilişkileri çatışmalı olduğu gibi, Türkiye-PYD ilişkileri de yoğun çatışmalara gebe bir şekilde ilerlemektedir. Türkiye’nin PYD’yi Fırat’ın batısına geçirtmeme söylemi, çatışmaların ve gerilimin önümüzdeki günlerde artacağının habercisidir. Rojava-Türkiye ilişkileri çatışmalı olduğu sürece, Türkiye’de yeni bir çözüm süreci başlatmak mümkün olmayacaktır. Türkiye, PKK-PYD’nin olmadığı kendi kontrolünde olacak şekilde Suriye ve Kürd sorununu çözmeyi istemektedir. Türkiye, Rojava ve PYD’nin Rusya ve ABD başta olmak üzere dünya devletleriyle ilişkiler kurmasını engellemek için 1 Kasım sonrasında yeni politikaları uygulamaya koyacak, elinde olan kartları kullanacaktır. Türkiye, HDP-PKKPYD’nin olmadığı bir çözüm süreci tasavvurunu oluşturmaya çalışmaktadır. 12 HABER BasHaber SÖYLEŞİ 2 Kasım - 8 Kasım12 2015 Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi: Kürd meselesinin bariyeri ifade özgürlüğü Y ıllarca, ifade özgürlüğü ilkesini savunma girişimlerinde pek çok farklı tez ileri sürülmüştür. Bütün bunlar içinde, ağırlıklı ve en devamlı olanı, ‘ifade özgürlüğünün gerçeğin keşfine yol açması’ sebebiyle, özellikle değerli olduğu tezidir. Bu tez, açık tartışmanın, fikirlerin serbestçe alışverişinin, araştırma özgürlüğünün ve eleştirme özgürlüğünün, gerçeğin araştırılması sürecinin etkin olarak işlemesi için vazgeçilmez haklar olduğu şeklinde devam eder. İfadenin, yalnızca insana özgü bir eylem oluşu ile değil, ayrıca düşünce ve vicdan özgürlüğüyle olan bağlantısı sebebiyle de önemli olduğu kuşkusuzdur. İletişimin artık zaman ve mekan boyutlarını adeta sıfırladığı bir süreçte, insanın kendi dışındaki dünyayla olan iletişiminin tek yolu olan ifadenin bir kat daha önem kazanması kaçınılmazdır. Ayrıca yöneten-yönetilen ilişkisi bağlamında düşünüldüğünde bireyin, bugünü ve geleceğine ilişkin olarak kendi dışında cereyan eden bütün karar alma süreçlerine katılmasının yegane yolu da, yine ifadedir. Bireyin artık toplumun bir üyesi olarak değil, kendinden önemli bir varlık olarak değer kazanıyor olması, önümüzdeki yüzyılın ekonomik, toplumsal ve özellikle siyasi profilini belirleyecek gibi görünüyor. Dolayısıyla, belki de ifadeyi bu kadar önemli kılan asıl husus, onun diğer bütün hak ve özgürlüklerin kullanılmasının en belirgin vasıtası olmasıdır. Geçtiğimiz günlerde Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi’nin bir televizyon programında ifade ettiği ‘PKK terör örgütü değildir’ sözleri nedeniyle kovuşturmaya uğraması yeniden Türkiye’de ifade özgürlüğü tartışmalarına yol açmıştır. 3 yıl “Çözüm Süreci” nedeniyle kısmen ara verilen ifade özgürlüğü tartışmaları Elçi’nin hukuksuz bir biçimde gözaltına alınması ve ardından süratle hazırlanan iddianame ile 7.5 yıla kadar hapis cezası istemiyle ağırlık merkezini bulmuş ve ‘suç’cezasız bırakılmamıştır. 2009 yılında PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yine bir televizyon programında ‘Sayın’ dediği için 2 yıl 6 ay hapis cezası verilen Sur Belediyesi Eski Başkanı Abdullah Demirbaş’ın yaşadıklarını hatırlatan bu olayda, benzer sonuçlara yol açmıştır. Medya olayı manşetten vermiş sivil toplum kurumları na alınan 3’üncü baro başkanı olduğunu ise sözlerine ekliyor. protesto düzenlemiş sonuç değişmemiştir. Türkiye’de ifade özgürlüğü yasal olarak güvence altına alınmış olmasına karşılık ne yazık ki resmi ideoloji ve hükümetlerin politikaları bu özgürlüğün kullanılması karşısında mahkemeleri, hapishaneleri ve işkenceyi tercih etmekte. İfade özgürlüğünün önündeki engellerin kaldırılması gerektiğini söyleyen insanlar bu cezalandırmaların Türkiye’de birçok sorunun konuşulması ve çözülmesi önünde engel olduğunu dile getiriyor. Tahir Elçi’de mahkeme sonrası yaptığı açıklamada bunu dile getirmiş ve kendisine karşı yapılan uygulamaların haksız olduğunu bunun yanı sıra, yaşadığı olayın yarattığı toplumsal etkiye vurgu yaparak, bir tabuyu yıktığını dile getirmişti. BasHaber’e değerlendirmeler de bulunan Tahir Elçi, “Türkiye toplumunun geneli bu meseleyi doğru anlamakta zorluk çekiyor. Bütün bunlar ifade özgürlüğünün olmamasından” kaynaklandığını söylüyor. 2009 yılında kullandığı bir kelime nedeniyle hapis cezası alan Abdullah Demirbaş ise, “İnsanlar PKK’nin terör örgütü olmadığına inanıyorsa bunu ifade edebilmelidirler. Siz düşüncenin ifade edilmesini engellerseniz hiçbir şeyi çözemezsiniz” diyor. “İfade özgürlüğü yaşamsal bir araçtır” Gözaltına alınma gerekçesinin “Terör örgütü propagandası” olduğunu bunun da mantık dışı olduğunu ifade eden Elçi, PKK’nin hem Türkiye tarafından son 3 yılda muhatap alınması hem ortaya çıkış nedenleri ve arkasındaki halk desteği ve uluslararası güçlerin karşılıklı diyalog çağrıları nedeniyle bir terör örgütü sayılamayacağını söyledi. Elçi, “Kimin kafasından ne geçiyorsa bunu açıkça ifade edebilmeli ki toplumda da doğru bir algı oluşsun. Ne yazık ki resmi görüşün ve toplumsal gerçekliğe aykırı siyaset yürüten kesimlerin ve medyanın oluşturduğu bir algı var Türkiye’de, bölgede yaşanan çatışmaları, toplumun beklentilerini öyle bir gerçeklikten uzak sunmuşlar ki Türkiye toplumuna bugün meseleyi doğru anlamakta zorluk çekiliyor. Bütün bunlar ifade özgürlüğünün tam olmamasından kaynaklanıyor. Bu bakımdan ifade özgürlüğü çok yaşamsal bir araçtır” diyor. Toplumun tamamının sorunları doğru anlamasının önünde ifade özgürlüğüne verilen cezaların olduğunu söyleyen Elçi, kendisine verilen destekle birlikte toplumun bu yönde bir beklentisi olduğunun da ortaya çıktığını belirtiyor. Milyonlarca insanın savunduğu bir düşünceyi gerçekliğe uygun bir şekilde dile getirmenin ifade özgürlüğünün bir gereği olduğunun altını çizen Elçi, “Eğer seni sarsan, rahatsız eden kavramlara hazır değilsen yaşadığın yerin demokratik olduğunu söylemezsin. Bu ülkede biz demokrasi meselesini tam çözmedik. 90’lı yıllarda bile bir baro başkanı bir görüşü veya ifadesi için” tutuklanmadığını ifade ediyor. Elçi, Türkiye tarihinde gözaltı- “Kürd meselesi özgürce tartışılmadı” Türkiye’de belli konularda ifade özgürlüğünün olduğunu ama resmi ideoloji ve hükümet politikaları konusunda ifade özgürlüğü üzerinde bir baskı olduğunu ifade eden Elçi, “Kürd meselesi gibi tarihi bir meselenin hala özgürce tartışılamadığı benim yaşadığım olayla da ortaya çıkmış oldu. Şüphesiz hala bir dizi tabu var bu konuda. Terör, terör örgütü, özerklik, federasyon veya Kürd statüsü gibi bir dizi tabu niteliğinde kavramlar var. Bütün bunlar ifade özgürlüğüne aykırı kavramlar olarak niteleniyor. Özellikle PKK ile ilgili onların kabul etmediği bir ifade kullandığımızda hemen karşımıza soruşturmalar, yakalama ve tutuklama gibi enstrümanlarla çıkarıyorlar” diyerek bunun Kürd meselesi önünde bir bariyer oluşturduğunu söylüyor. Çözüm Süreci’nde gelinen noktayı da değerlendiren Elçi, sürecin akıl almaz bir yola girdiğini ama hala umutlu olduğunu söylüyor. İçinde bulunulan sürecin daha geriye doğru gidebileceğini düşünmek bile istemediğini vurguluyor. “Bu saatten sonra Kürd meselesini şiddet, silah ve çatışmayla sürdürmek mümkün değil ve sürdürülemez. Ne Kürd toplumu bu süreci benimseyebilir ne de Türkiye toplumunun tümü bunu kaldırabilir. Dolayısıyla hem Türk hem de Kürd siyasetçilerin daha serinkanlı olmaları ve toplumsal beklenti ve gerçekliği görmeleri lazım. Etrafımızdaki inanç ve etnik tahammülsüzlük, kin ve nefretin nasıl sonuçlar ortaya çıkarabileceği Ortadoğu’da önümüzde duruyor” diyerek ifade özgürlüğünün burada kilit kavram niteliğinde olduğunu söylüyor. “Hükümet çelişkili tutum sergiliyor” Sur Belediyesi eski Başkanı Abdullah Demirbaş ise, Türkiye’nin düşüncelerini ifade ettiği için insanları cezalandıran bir ülke olmaktan çıkması gerektiğini, insanların düşüncelerini ifade etmekte özgür olması gerektiğini söylüyor. 21. yüzyılda evrensel hukuk normlarının şiddet içermeyen bütün düşüncelerin ifade edilmesini özgür kıldığını Türkiye’de ise devam eden bir ayıp olduğunu dile getiren Demirbaş, bu konuda da çelişkili bir tutum sergilendiğini belirterek, “Burada bir çelişki de var. Bazıları IŞİD bir terör örgütü değildir tepki hareketidir diyebiliyor ve bunun için ceza verilmiyor. Ama konu PKK olunca bu farklı oluyor. İnsanlar PKK’nin terör örgütü olmadığına inanıyorsa bunu ifade edebilmelidirler. Siz düşüncenin ifade edilmesini engellerseniz hiçbir şeyi çözemezsiniz. İnsanlar düşüncelerini ne kadar açık ifade ederlerse bu sorun o kadar çabuk çözülür, baskıyla bu sorun çözülmez” diyerek, bu özgürlüğün sağlanması durumunda Türkiye’nin birçok sorununu çözümünde önünün açılacağını ifade ediyor. HABER BasHaber 2 Kasım - 8 Kasım 2015 13 SÖYLEŞİ 13 Seçimlerimiz SENNUR BAYBUĞA Ezdi kadınlar Keçên Rojê taburu kurdu B Ayşe Yılmaz inlerce Ezdi Kürd kadınını Şengal’de kaçıran ve bölgedeki on binlerce insanın göçertilmesine neden olan IŞİD’e karşı Ezdi kadınlar direniş saflarına katılıyor. Bu bağlamda kurulan Keçên Rojê kadın taburuna çok sayıda Ezdi kadın katılarak, askeri eğitime başladı. Daha önce yaptıkları operasyonlar ile IŞİD’in elindeki Ezidi kadınları kurtaran özel Peşmerge birlikleri şimdi de IŞİD’i bölgeden tamamen çıkarmak için kapsamlı bir operasyon yürütüyor. Bölgedeki Peşmerge Komutanları IŞİD’in zor durumda olduğunun altını çizerek zaferin yakın olduğunu ifade etti. Peşmerge güçlerinin yanı sıra IŞİD’in kaçırdığı ve operasyonlar sonucu kurtarılan Ezdi Kadınlar Peşmerge içinde askeri örgütlenmeye giderek “Keçên Rojê / Güneşin Kızları Taburu’nu” kurdu. Şengal Operasyonu’na aktif katıldıkları öğrenilen Lîva Keçên Rojê kadın Peşmergelerinin IŞİD’in korkulu rüyası oldukları öğrenildi. Kobanê’de IŞID ile mücadelede ön plana çıkan Rojava’daki Kürd kadın güçlerinin başarılı mücadelelerinin Şengal operasyonunda tekrarlanacağı konuşuluyor. IŞİD’in geçen yıl 3 Ağustos’ta Şengal’i ele geçirmesi ardından Ezdi kadınları askeri eğitim alarak bir tabur kurdu. Peşmerge bünyesinde eğitim alan ve aktif bir şekilde savaşa katılması beklenen kadın taburu IŞİD’e karşı yürütülen operasyonlara katılacak. IŞİD’in 2014 yılının Ağustos ayında Şengal’e saldırısı sırasında 3 bine yakın Ezdi kadını kaçırılmıştı. İŞİD’den kaçıp kurtulan kadınların da içinde yer aldığı Güneşin Kızları Taburu, hem kendi topraklarını koruyacak hem de IŞİD’e karşı mücadele edecek. KBY’de IŞİD’e karşı silahlanan ve askeri örgütlenmesini gerçekleştiren Ezdi kadınların oluşturduğu “Güneşin Kızları Komutanlığı” Zerevani Peşmerge Komutanlığı bünyesinde askeri eğitim alıyor. 420 Ezdi kadından oluşan bu taburun dışında ilk Peşmerge kadın taburu daha olduğu ifade ediliyor. 2014 yılında IŞİD’in Şengal’e düzenlediği saldırıda yakınları katledilen, kaçırılan kadınların Peşmerge Bakanlığı’na başvurarak asker olmak istedikleri bildirilmişti. Başvuruyu değerlendiren Peşmerge Bakanlığı, Ezdi bölgelerinin korunması için kadınlardan oluşan bir birliğin kurulmasına karar vererek, “Keçên Rojê Taburu’nu” oluşturdu. Aralarında IŞİD’in elinden kaçıp kurtulmuş kadınların da bulunduğu yaşları 18 ile 30 arasında değişen 420 kadın bir an önce IŞİD’e karşı yürütülen operasyonlarda yer almak istiyor. Henüz askeri eğitimilerine devam eden kadınlara, şimdilik zinde kalma, zor arazi şartlarında ilerleme ve yakın dövüş ile öz savunma eğitimleri veriliyor. Bu eğitimlerini tamamlayan kadınlara ardından silahlı eğitim verilecek. “Kendi topraklarımızı ancak biz koruyabiliriz” Geçtiğimiz yıl 3 Ağustos’ta IŞİD’in Şengal’e saldırmasıyla beraber büyük bir insani krizin yaşandığını kaydeden Keçên Rojên’in kurucusu komutan Xatê Xidir, kendisinin de Şengal Dağı’nda 10 gün mahsur kaldıktan sonra kurtulduğunu belirterek, mahsur kaldığı dönemde çaresiz kalan Ezdileri korumaya karar verdiğini aktarıyor. Şengal’de IŞİD’in yaşattığı zulme tanık olan Xidir, örgütün saldırısının ardından yaklaşık 6 bin Ezdi’nin Peşmerge olmayı istediğini ifade ederek, “Kendi toprağımızı ancak biz koruyabiliriz ve uğrunda ölebiliriz” dedi. Kaçırılan kadınların silah kullanmayı bilmedikleri için kaçma fırsatı bulsalar da kaçamadıklarına işaret eden Xidir, “Kadınlarımız silah kullanmayı bilseydiler daha erken kurtulurlardı. Bu nedenle biz de kararımızı verdik ve cephede savaşabilecek kadar eğitim almak istediklerini” söyledi. Aralarında IŞİD’din elinden kurtulan kadınlar da var Xatê Xidir, kendilerini savunmaları gerektiğine işaret ederek, “Kendi toprağımızı ve şerefimizi korumalıyız. Ve dünyanın her yerinde erkeklerin yapabildiği işleri kadınların da yapabildiğini göstermeliyiz” diye konuştu. Oluşturulan taburda, IŞİD’in elinden kurtulmayı başaran kadınlarında yer aldığına dikkat çeken Xidir, bu kadınlar için geçirdikleri travmadan kaynaklı psiko-sosyal destek verildiğini sözlerine ekledi. Öte yandan Parastin Peşmerge Güçleri’ne bağlı birliklerin düzenlediği operasyonlarda kurtardıkları Ezidi kadınların Peşmerge Birliği’nde yer aldıkları öğrenildi. “IŞİD’in korkulu rüyası olacağız” Eğitimlerinin ardından Şengal’in kurtarılmasında ve korunmasında görev almak istediklerinin altını çizen Xidir, “Birliğimizin adı ‘Güneşin Kızları Komutanlığı’dır. Karanlığa gömülen topraklarımızı aydınlatmak, güneş gibi doğmak istiyoruz. Eğitimlerimizi sorunsuz tamamladığımız zaman IŞİD’in korkulu rüyası olacağız. Bütün kardeşlerimizin intikamını alacağız. Bir daha aynı şeylerin yaşanmaması için elimizden ne geliyorsa yapacağız” şeklinde konuştu. Güneşin Kızları Taburu’nda yer alan 23 yaşındaki Najwa ise Güneşin Kızları’na katılmasını, “Şengal’de kadınlarımızın kaçırılması, satılması, tecavüze uğraması ve öldürülmesi karşısında sorumluluk üstlendik ve bir şeyler yapmaya karar verdik” diye belirtiyor. AB’ye destek çağrısı Geçtiğimiz günlerde Peşmerge Komutanlarından bir heyet Belçika’da bulunan Avrupa Parlamentosu’nu ziyaret etmişti. Heyet içinde bulunan Güneşin Kızları Komutanı, “Hem bir komutan hem de Ezdi bir Kürd kadını olarak mesajımı, Ezdi ve tüm Kürd kadınları için Avrupa’ya ulaştırmak istiyorum. Peşmerge’ye silahları ve destekleriyle yardımcı olsunlar” diyerek çağrıda bulunmuştu. Güneşin Kızları Taburu Komutanı sözlerini şöyle sürdürdü: “Kürdistan Bölgesi’ne ve Başkan Mesud Barzani’ye biz Ezdi kadınlara Peşmerge olma ve topraklarını koruma şansı verdiği için teşekkür ediyoruz.” Epeyce bir zamandır, siyasetimizin dili, siyasetimizin bize vaat ettiği yarın düşü, siyasetimizin yarattığı genç insan neşesini kaybetti. İki gün sonra seçimlere gireceğiz, bir partinin tek başına iktidar olup olmayacağını tartışıyoruz, bir partinin tek başına iktidar olup, bu parti ile bağını koparmamış başımızda cumhurbaşkanı olarak bulunan şahsın da başkan olup olmayacağını. Herkes kendisi için, çocukları için güzel yarını düşler, gençler kendileri için ne olduğunu tam da tanımlayamadıkları ‘güzel’ yarını düşler, iyi gençler bu yarını herkes için düşler. Tahayyülü günden güne değişen soyut bir yarın kavramı hep olsa da esas olarak değişmeyen şey güzel olduğu ile ilgilidir. Peki bizim yarınımızı güzel yapacak olan şey nedir. İktidara gelmemiz mi, muktedirin gitmesi mi, savaşın son bulması mı, ölülerimizin yerlerinde rahat uyuması mı, artık kimsenin ölmemesi mi, bu ülkede herkesin eşit yurttaşlık temelinde, birbirinden korkmadan ve nefret etmeden ekonomik pastadan eşitçe pay alarak yaşamaları mı. Öç almak mı, ölenlerin hesabını sormak mı, nasıl soracağını kimsenin bize açıkça söylemediği bir hesabın peşine düşmek mi, kendi yanlışlarımızın hesabını da aynı koşullarda eşit yargılama koşullarında vermek mi. Adliye basarak, adil yargılama yapmıyor diye yargı organlarına saldırmak mı, yoksa kendimizi için temenni ettiğimiz yaşama ve yargılanma hakkını onlar için de istemek mi.Kendileri gibi düşünmediğimiz için yıllarca yediğimiz dayakların, yattığımız hapislerin ‘hesabını’ onlara da aynısı yaparak sormak mı, yoksa bizim de çocuklarımız için düşünü kurarak göze aldığımız onca acıyı kimse yaşamasın artık diye, sağlam temellere dayalı bir sistem kurarak, bu sisteme mağduru faili ikna ederek, hadi bu bahçede artık birlikte konuşarak kavga edelim sadece diyebilmek mi. Düşüncelerimize tahammül etmeyen ‘faşime’ karşı, taahammülsüzce, genç kızların dağıttığı seçim broşürlerini üzerinde yeşil haki kabanla yere atıp üzerine basan genç kıza, sen yanlış yapıyorsun, istediğimiz bu değil bizim deme cesaretini göstermek mi. Bir ‘diktatörü’ devirmek için oylarına muhtaç olduğunuz çok açıkça belli olan Kürdleri, sadece bunun için değil örneği 8 eylül gecesi yağmalanan dükkanlarında işyerlerinde, dağıtılan parti binalarında sessizce izlemek mi, iki hafta sonra ortalık sakinleşince tekrar yanlarına gidip seçim fotoğraflarında poz vermek mi. Ve örneğin %15 i bulmasını umud ettiğimiz oy oranımızla %85 lik bir kısmı gür çıkan sesimizle yeni bir tahakküme biz böyle istiyoruz en doğrusu budur diye mahkum etmek mi. Kadını, erkeği, genci, yaşlıyı ya da komşumuzu, oluşundan çok bizim istediğimiz gibi olmuş mu diye mizan terazisinde tartarak, herkese yoldaş dediğimiz yeni bir ülke yaratmak mı. Toplantı salonlarında ayağa kalkmadan konuşan herkese 21.yüzyılda saygısız demek mi. Erkek tacizine uğrayan her kadına önce neden sen diye sormak, hadi sormadın içinden bunu düşünerek geçirmek mi. Mesela bir kitle partisinde tornadan çıkmış gibi herkesin aynı şeyleri söylemesini bekleyerek, liberal olduğunu ısrarla söyleyen bir arkadaşı, bir diğerine tekrar yoldaş demeye, stalini övmeye zorlamak yoksa bakışlarıyla öldürmek mi. İki gün sonra seçimler olacak ve herkes neredeyse biliyorum ki aynı ruh hali içinde, kavganın bir tarafı, öldürmenin öldürülmenin bir tarafı, iktidarın iktidar karşısında olmanın bir tarafı olarak, ama genelde aynı öfke ile oy kullanacak. Gördüğüm kimsenin pembe düşleri için oy kullanmıyor olacağı. Hepimiz bir hırsın bir öfkenin peşinde oy kullanacağız, kimin ne düşündüğü elbette beni ilgilendiriyor ama ülkenin geldiği psikolojik ortam itibarı ile biz bu ülkenin ruhuna yeni bir bahar ekmedikçe seçimi herkes kazanacak ama herkes de kaybedecek gibi görünüyor. Oylar nasıl dağılırsa dağılsın, yüksek siyasetin kavgasız bir koalisyona ihtiyacı var, aşağıdaki parçalanma, bölünme git gide atomize olma halini, ekonomik geleceğimizi hiçe sayarak söylüyorum, bir koalisyon dili dışında kimse toparlayamaz. Bu kavga bitmeli. 14 YAŞAM BasHaber SÖYLEŞİ 2 Kasım - 8 Kasım14 2015 Suriçi’ne, surdışına gitmek! S Öztekin Çaçan uriçi Amed’in en fakir, en eski mahallesidir. Küçük odaların avluya açıldığı evlerle dolu olduğu için “ev” kiralamanıza gerek yoktur. Bir oda kiralarsınız olur biter. Çoluk, çocuk avluda, kapıya yakın ortak tuvalette hacet giderir, iç içe yaşayıp gidersiniz komşularınızla. İşçi semtidir Suriçi. Melik Ahmet, Balıkçılar, Dörtyol’daki dükkânların çoğu çalışanı buralarda oturur. Birde “lümpen proletarya” kırıklar. Her türlü “pisliğe” bulaşmak çok kolaydır buralarda. Atmacalar kaparlar, bir boş bıraktın mı kendini ucunun nereye çıkacağı belli olmaz. Babamın dediği gibi “her bela, her melanet fukarayı bulur” buralarda. ”Suriçi kimin dimağında ne anlama gelir, kimin düşüncesinde nereye oturur bilmem. Benim için kadim sokakların, tarihi yapıların, kara taşın adıdır Suriçi. Yani Amed’in kalbi bu sokaklardadır. Son zamanlarda yaşanan olaylar, kim haklı kim haksız benim derdim değil bu gün. Olan bitenin ve olacakların bana yansımaları, duygusal ve gerçekçi sonuçları ile cebelleşiyorum artık. “Suriçi’ne nefes ver” kampanyası çerçevesinde uğradım oradaki dostlarıma. Sokaklar ve insanlar, her yer tarumar. “Dört gün dükkânımı açamadım” diyor bir kuyumcu. “İçerisi mal dolu, biri girse, alsa kim vurduya gidecekti” diyor o da haklı kendince. Eczacı arkadaşım da aynı dertten muzdarip, onaylarcasına “yani” diyor. Bir diğeri “Abi her Yayın Yönetmeni - Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Faysal Dağlı Editör: Yeter Polat yeri taramışlar cami, mami bırakmamışlar, olur mu böyle saygısızlık”diyor. Ee istesek de istemesek de savaş bu. Eskiden uzaklarda, dağlarda olan bugün şehirlerde yaşanmaya başlamış. Başlamış da nasıl başlamış? “Bu dört gün boyunca Ulu Cami’de ezan okundu mu” diye soruyorum, “okunmadı, okundu” vb. sözcüklerle geçiştiriliyor. “Okunmamıştır” diyorlar sonra, “buralara dışarıdan kimse giremedi, içeridekiler de evden çıkamadı ki.” Ulu Cami’de ezan okunmamışsa durum vahim dostlar. Amed de vakit durmuş demektir. Ya “canlar ne alemde?” diye soruyorum. Eczacı arkadaşım “son günlerde en çok bandaj, tentürdiyot falan sattım” diyor. “Millet olaylar tekrar başlarsa yaralanmalarda evde bulunsun diye alıyor herhalde” deyip ekliyor. “Suriçi’ne sığınmış olanlar ve orda yaşayanlardan onlarca yaralı varmış” diye devam ediyorlar. Bir kadın avluda otururken iki yerinden kurşun yarası almış, keskin nişancılar çocuk emziren bir kadını yaralamış, damda güvercinlerini yemleyen bir ihtiyar öldürülmüş… Anlatılanların ardı arkası kesilmiyor. Anlayacağınız kadim kentin yarası yüz yıldır bir türlü kabuk bağlamadı. Durmadan, yeniden, yeniden kanıyor. Yeter artık bıktım bu savaşlardan… “Barış olacak mı” diye soruyorum cevabı önce tam bir sessizlik oluyor: “Barış olmayacak” diyorlar, ortak fikir bu. “Neden” diye üsteleyince de ekliyorlar “daha tam savaş olmadı ki nasıl barış olsun.” Bu hamur bu kafayla gidilirse daha çok su çeker. Hem “Barış olsa ne olur, millete olan olmuş zati.” Kardeşim herkes biri birine düşman, herkes biri birine yabancı, herkes can, herkes mal telaşında. Barış “bir nebze iyi gelir” diyorlar. O sırada, Çarşı Karakolu’nun önünde onlarca kamuflaj elbiseli, yüzü maskeli özel tim polislerine gözüm ilişiyor. Çıplak silahla volta atıyorlar. Çatışmalı bir geceye hazırlanıyorlar belli. Yine çocuklar, masumlar ölecek diye düşünüyorum. Keşke olmasa. “Bu karakol sen doğduğun günden beridir böyle” deyip teselli arıyorum Haber Merkezi: Mustafa Turan, Emin Kan, Salih Batırhan, Çimen Gümüş, Adem Özgür İmtiyaz Sahibi: Basnews Medya Ltd. Şti. adına Faysal Dağlı Sahibi: Botan Tahsin Hukuk Danışmanı: Av. Sennur Baybuğa Görsel Yönetmen: Alp Tekin Babaç, Hüseyin Ünal kendimce. Güvenliğin ancak bu koşullarla sağlanabildiği bir şehirde bu şehrin yerlisi olmak mümkün mü? Değil tabi. “Biz artık yabancısıyız bu şehrin” diyor dostlar. Haksızlar mı? Bence değiller çünkü “güvenlik” temel ihtiyaçtır. Malın, servetin, olsa da olmasa da bu böyledir. Burası benimdir demenin yeter şartı, ön koşulu güvende olmaktır. Elindekini, dilindekini koruyamıyorsan yoksun. Olayları konuşmaya devam ediyoruz ne oldu? Kime ne oldu? Kimde ne kaldı? Derken mesele nasılsa buralardan gitmek noktasına geldi. “Herkesin aklında gitmek var” diyorlar. Herkes gitmeyi düşünüyor. Eski siyasi, cezaevi çıkışlı konfeksiyoncu bir arkadaş konuşuyor: “Böyle devam ederse bir yıla kalmaz zenginler ve fakirlerin çoğu gider” diyor. “Olur mu öyle herkes gider mi” diyoruz, “herkes gitmez kalsa bir siyasiler bir de çaresizler kalır” diyor. Oyy Anam… “Seçim sonrası düzelmez mi” diyoruz “belki” diyor. Kimse bir şey bilmiyor fikri yok… Tablo çok karamsar. Çarşıları dolaşmaya devam ediyorum. Yakışanı, yakışmayanı herkesin ağzında “gitmek” var. Olsun, o da olsun, ya da neden olmasın? Çoğumuz ailesi bu yüzyılın başında yangın, tufan yıllarında göçmemiş miydi bu kente! Ya da bir kaç nesil öncesi Amedli olmayan ailelerin çocukları değil miydik? Öyleydik. Gitmek zaten yüzyıllardır buraların alın yazısı değil miydi? He vallah. İşte bu yüzden gitmek anlamsız gelmiyordu hiçbirimize. Anlaşılan içimiz çoktan gitmiş, geriye bir çıkın, et ile kemik kalmıştık zati. Coğrafyamızın kaderi böyle, biz lak-lak eden leyleklerin elinden ne gelirdi ki? Peki, “sizde durum ne olacak” diyoruz, onlar da “gideceğiz” diyorlar. Lafın gelişinden anlaşılan, “gitmek” herkesin yıllardır aklının bir köşesinde sakladığı zulası. Başlıyorlar son birkaç ayda gidenleri anlatmaya. “Doktor falankes, esnaf filankes, bilmem kim gitti” diyorlar… Daralıyorum, atıyorum kendimi doğduğum mahalleye, kendi küçeme. Tel: +90 212 243 27 60 Fax: +90 212 243 27 79 E-mail: [email protected] www.basnews.com Meşelik Sk. No:22 D/3 Beyoğlu/İST Baskı: İhlas Matbaası-Yenibosna/İST BasHaber/BasNûçe Gazetesi’nde yayınlanan haber, yazı ve fotoğrafların her türlü telif hakkı Basnews Medya Limited Şirketi’ne aittir. Bir başka açıdan gitmek Suriçi’nde eski mahallemde dolaşıyorum, yanımda büyük ustam; yani yüreğim var. “İnsan içinde ne taşır” diye soruyorum ustaya, cevap veriyor; “geçmişini.” Ben Ali Paşa Mahallesi, Çukur Sokak 7 numaralı evde doğmuşum. Şimdi bu sokak, sokak olmaktan çıkmış, gerek define arayıcıları gerekse olaylar sırasında çıkan çatışmalardan harap olmuş. Hemencik araladım evimin küçe kapısını, bir de ne göreyim yerde bir çocuk cesedi. Kaçarken vurulmuş her halinden belli. Doğduğum evde şimdi ölü buldum kendimi. Sordum ustaya; “insan içinde ne taşır” diye. “Çocukluğunu” diye yanıtlıyor. “Benim içimde bir çocuk yok artık usta” dedim, gömdüm kendimi. Hem de bizim mahallede doğan diğer çocuklar gibi Suriçi olaylarında faili belliye kurban gittim. Kürd’ün kaderi ne kadar benziyor usta, birimizin kıyıya vuruyor küçük bedeni, diğerimizin kara taşta serili cesedi. Açtığım her kapının ardında hepimizin ama hepimizin cenazesi. On beşlerde, otuzlarda, kırklarda, ellilerde, yüzlerde, binlerde doğan, beni ben yapan bütün hemşerilerim öldü. Anam, babam, dedem, nenem hepsi öldü. Geçmişim öldü usta. Sur içi deyip geçmeyin olanlar o kadar basit değil. Medeniyet taştır dostlar taşları taramışlar… Onlar da yok artık. “İnsanı ne öldürür?” diye soruyorum ustama, cevap veriyor: “Cesareti.” Sonra “İnsanı ne katil yapar?” diyorum onda da cevap aynı; “cesareti.” Bütün Amedli’ler kendi gözlerinde yaşamayı ne kadar hak ediyorlarsa, başkalarının gözünde de de ölmeyi hak ediyorlarmış demek ki. Haramiler kenti sarmış “oluk oluk” kan istiyorlar. “Gitmek” diyor arkadaşlar “bir yerlere gitmek.” Bir ölü, kime ne verebilir. Kim ne yapsın beni, bizi? Binlerce ölüyüz artık. “Gittiğin yerden de gideceksin” diyor usta. “Nereye” diyorum cevap veriyor: “Bir başka ölüme.” El bizi ne yapsın dostlar? En kısa sürede, hepimizi bir daha asarlar. Buradan sesleniyorum yaşayan hemşerilerime: Mahal yok artık, başınız dik dolaşamazsınız, her gün geçmişimiz kurşuna diziliyor, siz artık yaşayamazsınız. Geçmişi olmayanın geleceği olur mu? Ben gittim Suriçi’ne dostlar, ne varsa içimde bizlere ait, inanın onlar da benden gitti. Başka bir âleme götüreceğim ne varsa… EKONOMİ BasHaber 2 Kasım - 8 Kasım 2015 15 SÖYLEŞİ 15 Ticaret ve Sanayi Odaları: Bölgede ekonomik afet ilan edilmeli S Çimen Gümüş üreç ile canlanan bölge ekonomisi, 7 Haziran seçimleri ardından başlayan çatışmalarla birlikte büyük bir kriz ile karşı karşıya. Bazı alanların özel güvenlik bölgesi ilan edilmesi, ardından eş zamanlı olarak çıkan orman yangıları ve sokağa çıkma yasakları bölge ekonomisi felce uğrattı. Bölgedeki ticaret ve sanayi odaları yetkilileri endişelerini belirtirken, kepenklerin yavaş yavaş inmesi ile karşı karşıya kalacaklarını ve bu anlamda afet bölgesi ilan edilmesi gerektiğini düşünüyor. Türkiye ekonomisi iki seçim arasında zor bir dönemden geçiyor. Zaman zaman politik gerginliklere bağlı olarak doların yükselmesi ithalatı ve ihracatı ciddi oranda etkilerken, alım gücünü oldukça düşürdü. Ülke genelinde ciddi bir ekonomik sıkıntı yaşanırken, Kürdistan’da tam bir ekonomik çöküş yaşanıyor. Çözüm Süreci ile birlikte 30 yıllık çatışmalı süreci geride bırakan Kürdler az da olsa ekonomik olarak bir rahatlama yaşarken, 7 Haziran sonrası yeniden başlayan çatışmalar, bölgede hem can kaybına, hem de ekonomik krize neden oldu. Tüm sektörlerde kayba yol açan çatışmalı süreç özellikle küçük esnaf açısından tam bir afet durumu olarak ifade ediliyor. Çatışmaların başlamasıyla birlikte bazı bölgelerin özel güvenlik bölgesi ilan edilmesi ve eş zamanlı olarak peş peşe başlayan orman yangınları hayatı olumsuz etkilemekle kalmamış özellikle ekonomisi tarıma ve hayvancığa dayalı bölge halkını yaşamını idame edemeyecek duruma getirmişti. Ardından çatışmaların artarak devam etmesi ile birlikte ilan edilen sokağa çıkma yasakları sadece kırsal bölgelerde değil aynı zamanda kentlerde yaşamını günlük kazancı ile sağlayan küçük esnafı felç etti. Bölgenin ticaret ve sanayi odaları başkanları çözüm ile birlikte canlanmaya başlayan ekonomik durumun şimdilerde geçmişten daha da kötü bir hal aldığına vurgu yapıyor. Ekonomi gündemden çıktı Türkiye’nin 81 ilinin sosyo-ekonomik durumunda gelişme olmasına rağmen, bölgede yaşanan 30 yıllık çatışma sürecinin ciddi bir gerilemeye neden olduğunu kaydeden Diyarbakır Sanayi ve Ticaret Odası Başkanı Ahmet Sayar, Çözüm Süreci ile bu durumun yavaş yavaş aşıldığını ancak 7 Haziran sonrası yeniden ekonomik küçülmenin yaşandığını belirtti. Çözümle birlikte oluşan moral ve motivasyonunu yarattığı ekonomik canlanmanın 7 Haziran sonrası yaşanan çatışmalarla birlikte ters yüz olduğunu kaydeden Sayar, “Bu durum iş dünyasının moral ve motivasyonunu olumsuz yönde etkiledi. Cenazelerin tekar gelmesi, çatışmaların şehir merkezlerine sıçraması ve sokağa çıkma yasaklarının ilan edilmesiyle birlikte deyim yerindeyse ekonomi artık konuşulmaz oldu. Ve pozitif yönde ilerleme kaydeden veriler yerini negatif bir tabloya bıraktı. Bu hem gelen turist sayısında mevcut organizasyonların iptal edilmesi, yeni yatırım yapmayı planlayan yatırımcıların yatırımlarını askıya alması ve ihracat rakamlarına kadar yansıyan negatif bir olumsuzluk oldu. 7 Haziran sonrası süreç ekonomiyi gündemden çıkardı. Bu verilere de olumsuz yansıdı. Böyle devam ederse, istatistiklere çok daha olumsuz sonuçlar yansıyacak” diyor. Ekonomik küçülme işsizliği de getirdi Esnafın, sanatkarın, tüccarın ve sanayicinin çok kısıtlı imkanlarla iş yapmaya çalıştıklarını ancak iş hacminin düşmesi ve kendi öz kaynaklarının bulunmamasından dolayı küçülmeye gittiğine dikkat çeken Sayar, “Firmaların küçülmesi maliyetlerin düşmesine bu da işçilerin işten çıkarılmasına neden oldu. Özellikle üretici firmaların küçülmeye giderek tedbir amaçlı işçi çıkarıyor” diyor. Ekonominin konuşulabilmesi, ekonomik faaliyetlerin yapılabilmesi ve bölgenin ekonomik potansiyelinin ortaya çıkabilmesi için öncelikle huzura ve barışa ihtiyaç olduğunun altını çizen Sayar, “1 Kasım sonrası Çözüm Süreci yeniden başlarsa bu yaralar sarılır. Ancak bunun uzun sürmesi durumunda uzun yıllar sosyo-ekonomik alandaki tahribatın toparlanması çok daha zor olacak” diye konuşuyor. Haziran ayından bu yana yaşananlardan tüm sektörlerin etkilendiğini ancak direk olarak etkilenen sektörün turizm olduğunun altını çizen Sayar, “Bu alanda işten çıkarmalar yaşandı. Sayısal olarak açıklanan bir veri yok. Fakat pratikte iş hacminde bir küçülme olduğunu ve rakamlarda bir gerileme olduğunu rahatlıkla ifade edebiliriz” diyor. “Ekonomik afet programı talep ettik” Sokağa çıkma yasaklarının küçük esnafta büyük sıkıntı yarattığını kaydeden Sayar şöyle devam ediyor: “Diyarbakır’ın şehir merkezinde tarihi ilçelerinden biri Sur’da esnaf 4-5 gün işyerlerini kapatmak zorunda kaldı. Bu aynı zamanda alışverişi de, tüketimi de olumsuz etkiledi. İnsanlar alım kararlarını askıya aldılar veya ötelemek durumunda kaldılar. Dolaylı olarak bütün sektörlerde bir gerileme olduğu aşikar.” Günübirlik kazançlarıyla yaşamlarını idame etmeye çalışan küçük esnafların bundan çok olumsuz etkilendiğinin altını çizen Sayar şöyle devam etti: “Şu anda kendi çeklerini, kredi ödemelerini ödemekte zorlanıyorlar. Biz hem oda olarak hem de iş çevreleri olarak yaptığımız istişarelerde, esnafın, sanayicinin ve sanatkarın bir afet programına alınması gerektiği tesbitini yaptık. Bununla ilgili yapmış olduğumuz bir takım çalışmalar var. Hazırladığımız raporları ilgili bakanlıklara sunduk. Yani afet programına alınıp özellikle esnafa faizsiz olarak bir can suyu kredisinin verilmesi ve desteklenmesi konusunda taleplerde bulunduk. Seçim sonrasında bunu gündemleştirmeyi planlıyoruz.” “Küçük esnaf kepenk kapatacak” Mardin Ticaret Odası Başkanı Mehmet Ali Tutaşı da, bölgenin ekonomik olarak her sektör ve kalemde büyük bir sıkıntı yaşadığını kaydederek, “Ekonomik olarak dibe vurmuş durumdayız. Turizm, ihracat, nakliye gibi alanlarda dipteyiz” diyor. Turizm konusunda büyük bir ekonomik merkez haline gelen Mardin’de yaşanan sokağa çıkma yasakları ve çatışmaların ekonomiye büyük bir darbe vurduğunu ve küçük esnafın çok zor durumda olduğunun altını çizen Tutaşı, “yakında küçük esnafımızın hepsinin ya da yüzde 70’nin kepenk kapattığını göreceğiz. Kepenkler kapatılmasa da esnaf satış yapamıyor.” 7 Haziran öncesi ve sonrasında ekonomik olarak bölgede büyük farklılıklar yaşandığını kaydeden Tutaşı, ekonomik olarak durumu iyi olanların ise daha huzurlu yaşayabilecekleri alanlara göç etmeye başladığına dikkat çekiyor. “Umutla bekliyoruz” Şırnak Ticaret Odası Başkanı Osman Geliş ise özellikle sokağa çıkma yasağından sonra sınırda bulunan ve bölgenin ekonomik olarak en hareketli yerlerinden biri olan Şırnak’ta iç açıcı bir durum olmadığına işaret ederek, “Ekonomik olarak ciddi bir sıkıntı var. Bizler yaşadığımız onca sıkıntıya rağmen seçimlerden sonra düzeleceği konusunda umutluyuz ve bekliyoruz” diyor. 16 SİNEMA BasHaber SÖYLEŞİ 2 Kasım - 8 Kasım16 2015 Ararat’ın kayısı ağaçları belgesel oldu K Zerya Nergis ayısı ağacının biyografisini filme çeken Kürd yönetmen Yakup Kamay, çıktığı öykü yolculuğunda gittiği Ağrı Dağı’nın etekleri ve Erivan’da kayısı ağacı ile ilgili anlatılanlar ve Ermenilerin yaşamındaki anlam ve önemini öğrendikten sonra bu filmi yapmaya karar verdiğini söylüyor. Kayısının tarihçesi, nereden geldiği, kimler tarafından dünyaya yayıldığı ve özellikle Ermeniler için önemini konu alan belgesel film, alışılmışın dışında insanlarla ilgili değil bir ağaçla ilgili yapılan bir biyografik belgesel. Hemen hemen her konuyla ilgili belgesel yapımına tanık olmuş olsak da bir ağacın belgesel biyografisi birçoğumuzun ilk kez karşılaştığı bir şey. Geçmişten günümüze nasıl bir evrim geçirdiği ne tür aşamalardan geçtiği, daha çok nerede yetiştiği, hangi halklar için ne anlama ifade ettiği gibi konuların yer aldığı “Tree Of Ararat / Ararat’ın Ağaçları” isimli kayısı ağacının belgeseli, birçok belgesel ve film festivalinde de ilgi çeken çalışmalar arasında yer aldı. Kürd Yönetmen Yakup Kamay’ın hem senaristliğini hem de yönetmenliğini yaptığı Ararat’ın Ağaçları belgeselinde aynı zamanda Ermenilerin hayatındaki önemine de vurgu yapılıyor. Kürdistan’ın en görkemli dağı olan Ararat Dağı’nın eteklerinde ve Ermenistan’ın başkenti Erivan’da yapılan çekimlerin yanı sıra kayısı ağacının kökenleri ile ilgili birçok botanikçi ile de görüşmeler yapılarak hazırlanan belgeselde yöre halkından da birçok kişiyle yapılan röportajlara yer veriliyor. Kayısı ağacı ile ilgili söylenen şarkıları, Erivan halkı için önemini, ağacın gölgesini, enerjisini, sesi ele alan bir belgesel. Filmde bir meyve ağacının biyografisi ve o coğrafyada yaşayan insanlarla olan ilişkisi yöre halkının doğal anlatımları ve günlük yaşamları ile anlatılıyor. İletişim konusunda görsel daha hızlı ve etkili Fotoğrafçı olan ve 10 yıldır siyasi mülteci olarak gittiği İsviçre’de fotoğrafçılık yapan Kamay, sokak fotoğrafçılığı da yapıyor. İlk belgesel filmi olan Tree Of Ararat’tan önce birçok senaryo yazan ve Mahmur’da henüz yayınlanmamış bir film çeken Kamay, sinemaya ve belgesele geçmesinin nedenini şöyle izah ediyor: “Görsele geçmemin nedeni kendimle yaptığım bir iç tartışma idi. Yazı mesajları insanlara ulaştırmanın yavaş bir yolu. Bu konuda görsel daha hızlı ve etkilidir.” ‘Esmer Eman’ öyküsünden kayısı ağacı belgeseline İbrahim Rojhilat’ın seslendirdiği Seyadê Samê’nin öyküsünün anlatıldığı ‘Esmer Eman’ şarkısından etkilenerek Ağrı’nın ve oradan da Erivan’ın yolunu tutan yönetmen Yakup Kamay, yeni öyküler için çıktığı yolculukta kayısı ağacının öyküsünü yazmaya karar verir. Ağrı isyanından sonra o bölgede yaşanan öykülerin çok etkileyici olduğunu ve bunlardan birini filme çekmek için oraya gittiğini aktaran Kamay, oradaki yaşamın, kültürel yapının ve kayısının öneminin doğal olarak onu bu ağacın belgeselini çekmeye yönlendirdiğini belirtiyor. Planlananın dışında bir belgesel Kamay , Tree Of Ararat belgeselinin planlanmadığını, tamamen doğaçlama geliştiğini söylüyor: “Amacımız Ağrı Dağı’nın eteklerinde yaşanan Kürdler ve Ermenilerin kayıp öykülerini bulmaktı. Gittiğimizde kafamızda foto-belgesel, fotoportre türü işler yapmaktı. Ama kendimizi birden kayısı ağacının çevresinde bulduk. Çünkü her köşe başında, herkesin hayatında kayısı ağacı vardı. Araştırdıkça ilgimizi çekti ve senaryolaştırdık. Ardından doğaçlama çekimlerle bu belgesel ortaya çıktı. Yani daha önceden üzerinde hazırlanmış, yazılmış, çizilmiş, senaryosu bitirilmiş ve gidilip çekilmiş bir belgesel değildi.” ‘Amacım farkındalık yaratmak’ Günümüzde insanın tüm yaşamının hiyerarşik bir düzen içine girdiğini ve kendi bedeniyle birlikte ruhuna da yabancılaştığını sözlerine ekleyen Kamay, yaptığı çalışmalarla ilgili esas amacının “farkındalık” yaratmak olduğunu söylüyor: “Amacımız, insanın kendine dair yitirdiği ne varsa elimizden geldiği kadarıyla ifade etme çabasıdır. Bu belgeselde de amacımız bir meyveyi şirin bir şekilde sunmak değildi. Kayısının nerede, nasıl, ne zaman ortaya çıktığı, ne zaman aşılanmaya başladığı ve ne zaman kim tarafından dünyaya yayılmaya başladığı ile ilgilidir. İnsan 10 bin yıl önce aynı insan değildi. Meyveler ve ağaçlar da 10 bin yıl önceki değil. Onlar da değişerek geliyorlar. Biz insanlar bu duruma yabancıyız ve doğaya hiyerarşik yaklaşıyoruz. İnsan dışındaki her şeye hatta kendimize ve bedenimize bile hiyerarşik yaklaşıyoruz. Hayatımızdaki şeylerin önemini pek bilmeyiz. Çünkü üretim çok fazla artmış ve buna paralel olarak da tüketim artıyor. Fakat farkındalık dipte, bazı şeyleri bile sırf bizden öncekiler yapmış diye yapıyoruz. Merak etme ve soru sorma kabiliyetimiz yok oluyor.” Bütçesiz çekildi Amerika’da açılış belgeseli oldu Belgeseli çok kıt imkanlarla çeken ve bu nedenden dolayı uzun yıllara yayılan bu çalışmaya ilişkin henüz eleştiri almadıklarını aktaran Kamay, “Kendi kendimize yaptığımız eleştirilerimiz muhakkak ki var. Öncelikle, daha iyi imkanlar temelinde çekilmiş olsaydı belki daha iyi bir sonuç elde edilebilirdi. Ama çok kısıtlı bir bütçe, 20’şer günlük çekimler sonucunda montajlandı. Teknik anlamda eksiklerimiz olsa da bugüne kadar bize bu anlamda ifade edilen herhangi bir şey yok” dedi. Belgeselin bütçesini 5 kişi ile kendi imkanlarıyla oluşturduklarını dile getiren Kamay, “Bazen ikinci kamerayı bile bulamıyorduk” diyerek müziğinin de stüdyo yerine bir arkadaşının evinde kaydedildiğini belirtti. Belgeselin en büyük sponsorunun Erivan halkı olduğu kaydeden Kamay, “Biz gittik, onlar da kapılarını ve gönüllerini açtı. Neredeyse bütçesiz yaptık. Zordu ama filmi bitirdiğimiz için bütçeli çalışanlardan daha mutluyuz” diyor. Çekimleri 2012-13’te yapılan Tree Of Ararat’ı bu yıl içinde Amerika, Estonya, Ermenistan, Hindistan gibi dünyanın çeşitli yerlerindeki festivallere gönderdiklerini dile getiren Kamay şöyle diyor: “Gönderdiğimiz festivallerde beğenildiğine dair yorumlar alıyoruz. Amerika’daki festivalde belgesel bölümü açılış filmi olarak kabul edildi. Erivan’daki festivalde ise özel bölüme ayrıldı. Belki konusu ya da konuyu ele alış şekli beğenildi. Çünkü bir ağacın belgeselini yapmak insanlara tuhaf gelebiliyor. İnsanlarımız, acının, ölümün ve kayıpların, hastalıkların belgeselini yapmaya alışmış. Bize göre en büyük hastalık yabancılaşmaydı. İnsanların kendilerine ve doğaya yabancılaşmalarıdır.”
Benzer belgeler
04.04.2016
neden olan bağımsızlık talebi, Ortadoğu ve Avrupa’nın da gündeminde. Ankara, Tahran’ın mesafeli durduğu, ancak Bağdat’ın net olarak karşı çıktığı bağımsızlık talebine İsrail, Çek Cumhuriyeti, Slova...
Detaylı