türkiye`de tasarruf eğilimi
Transkript
türkiye`de tasarruf eğilimi
2011 TÜRKİYE’DE TASARRUF EĞİLİMİ İktisat Uzmanları: Hatice Erkiletlioğlu Erhan Gül Kıdemli İktisat Uzman Yardımcıları: Aslı Göksun Şat Bora Çevik Türkiye İş Bankası A.Ş. İktisadi Araştırmalar Bölümü TÜRKİYE’DE TASARRUF EĞİLİMİ İçindekiler 1. Giriş ............................................................................................................................................... 3 2. Tasarruflara İlişkin Teorik Çerçeve .................................................................................. 4 3. Tasarruf Eğilimini Etkileyen Faktörler ............................................................................ 5 4. Türkiye’de Tasarruf Eğilimi ................................................................................................. 9 4.1. Tasarruf -Yatırım Dengesi .................................................................................................. 10 4.2. Tasarruf Açığına Verimlilik Çerçevesinde Bakış ....................................................... 11 4.3. Demografik Yapı ve Tasarruf Oranları .......................................................................... 16 4.4. Yurtiçi Yerleşiklerin Finansal Varlıkları ....................................................................... 20 4.5. Tasarruf Eğiliminin Artırılmasında Kurumsal Yatırımcıların Önemi ............... 21 5. Tasarruf Eğilimine İlişkin Uluslararası Kıyaslama ................................................... 26 6. Genel Değerlendirme ve Sonuç......................................................................................... 33 KAYNAKÇA ....................................................................................................................................... 37 EK: Üretim Fonksiyonuna Farklı Bir Bakış .......................................................................... 39 2 1. Giriş ABD’de başlayıp tüm dünyayı etkisi altına alan global krizin temelinde dünyadaki tasarruf-tüketim dengesizliklerinin yattığına ilişkin görüşler sıklıkla gündeme gelmektedir. Küresel dengesizliklerin; bazı ülkelerde tasarruf eğiliminin, bazı ülkelerde ise tüketim eğiliminin yüksek olmasından kaynaklandığı ileri sürülmektedir. Dünyada tasarruf fazlası bulunan ülke grupları, başta Çin olmak üzere gelişmekte olan Asya ülkelerinin yanı sıra Almanya, Japonya ve petrol ihraç eden ülkelerdir. Diğer yandan, tasarruf açığı bulunan başlıca ülkeler ABD, Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri ile cari açık veren bazı Avrupa ülkeleridir. Bu çerçevede, dünya ekonomisinde sürdürülebilir bir büyümenin yakalanması ve benzer bir krizle tekrar karşılaşılmaması için tasarruflara ilişkin dengesizliklerin azaltılması önem arz etmektedir. ABD Merkez Bankası (Fed) Başkanı Ben Bernanke, 2005 yılında henüz Fed Yönetim Kurulu üyesiyken yaptığı konuşmasında1, ABD ekonomisindeki cari açık sorununa işaret etmiş ve bu durumun gerekçesi olarak dünyadaki “tasarruf fazlası”nı (saving glut) göstermiştir. Bernanke, bu gelişmede gelişmiş ülkelerdeki yaşlı nüfusun çalışan nüfusa oranının hızlı bir şekilde artmasının rol oynadığını belirtmiştir. Söz konusu konuşmasında Bernanke, ABD’nin cari açığın azaltılmasının sorunsuz bir şekilde gerçekleştirilmemesi için bir neden görmediğini belirterek bu yönde bir kriz beklemediğini ifade etmiştir. Ancak, günümüzde ABD halen yüksek düzeylerde seyreden cari açığının finansmanında büyük ölçüde Asya ülkelerinin tasarruflarına ihtiyaç duymaktadır. Türkiye’nin artan yatırım ihtiyacını karşılamakta yurtiçi tasarruflar yetersiz kalmaktadır. Bu durum, ekonominin hızlı büyüdüğü dönemlerde dış kaynaklara olan ihtiyacı artırmakta ve cari açık sorununu ortaya çıkarmaktadır. Bu yapısal sorun ani sermaye çıkışlarında Türkiye ekonomisinin dış şoklara karşı kırılganlığını artırmakta ve ekonomide sürdürülebilir yüksek oranlı büyümenin sağlanmasına engel olmaktadır. Nitekim, 1994, 2001, 2008-2009 krizlerinde olduğu gibi sermaye 1 Bernanke, Ben S. (2005). "The Global Saving Glut and the U.S. Current Account Deficit," Sandridge Lecture at the Virginia Association of Economists, Richmond, March 10. 3 girişlerinin tersine dönmesi durumunda ekonomide yaşanan daralmalar bu durumu teyit etmektedir. Bu nedenle, Türkiye ekonomisinde yüksek ve istikrarlı bir büyümenin sağlanmasında yurtiçi tasarrufların artırılması önem arz etmektedir. Bu çerçevede, Türkiye’de tasarruf eğiliminin seyrinin ve bu gelişmede etkili olan faktörlerin üzerinde durulması yararlı görülmektedir. Çalışmada, öncelikle kısaca tasarruf eğilimine ilişkin teorik çerçeve üzerinde durulacak ardından tasarruf eğilimini etkileyen faktörlere değinilecektir. Üçüncü bölümde, Türkiye’de tasarruf eğiliminin izlediği seyir incelenecek ve gelişmeler verimlilik kapsamında da değerlendirilecektir. Dördüncü bölümde, tasarruf eğilimi uluslararası karşılaştırmalar ışığında analiz edilecektir. Son bölümde ise, Türkiye’de tasarruf eğiliminin artırılması için uygulanabilecek politika seçenekleri değerlendirilecektir. 2. Tasarruflara İlişkin Teorik Çerçeve Literatürde hanehalkı tüketim harcamalarına dolayısıyla tasarruflara yönelik hipotezlerden, sürekli gelir hipotezi ile yaşam döngüsü hipotezi öne çıkmaktadır. Sürekli Gelir Hipotezi (Friedman, 1957) Bu hipoteze göre, bireylerin tüketimi “sürekli gelir”in bir fonksiyonudur. Sürekli gelir, bireyin her yıl elde etmeyi planladığı uzun dönemli gelirini ifade etmektedir. Öngörülemeyen nedenlerle gelir, sürekli gelirden sapma gösterebilir. Geçici gelir, konjonktürel hareketler sonucu ya da piyango veya beklenmedik anda tanımadığı bir yakınından kalan miras gibi şekillerde ortaya çıkan ve önceden öngörülemeyen gelirdir. Yalnızca sürekli gelirdeki bir değişiklik tüketimde değişikliğe yol açar. Böylece, gelirdeki geçici değişiklikler harcama davranışını etkilemez. Diğer bir ifadeyle, uzun vadeli gelir beklentileri bireylerin tasarruf oranlarını belirler. Yaşam Döngüsü Hipotezi (Modigliani, Brumberg, 1950) Bu hipoteze göre tüketim, ömür boyunca elde edilmesi planlanan gelirin bir fonksiyonudur. Yaşam döngüsü hipotezinde, bireylerin yaşı tasarruf eğilimi üzerinde 4 önemli role sahiptir. Nitekim bireyin ömür boyu elde etmeyi planladığı gelir, yaşam evrelerine göre değişiklik göstermektedir. Bireyler yaşamları süresince önce artan, belirli bir yaştan sonra ise azalan bir gelire sahiptir. Bireylerin gelirleri çalışma hayatının başlarında düşük düzeylerde seyretmekte, ilerleyen zaman diliminde artarak tepe noktasına ulaşırken emeklilik döneminde ise azalmaktadır. Böylece, bireyler gençlik döneminde daha düşük bir oranda tasarruf etmekte veya tasarruf edemeyerek borç stoklarını artırmak durumunda kalmaktadır. Orta yaşlarında ise bireyler hem gençlik döneminde oluşan borçlarını ödemeye hem de emeklilikleri için tasarruf etmeye çalışırlar. Orta yaşlarda bireylerin tasarruf eğilimleri en yüksek düzeydedir. Böylece birey, hayatı boyunca istikrarlı bir tüketim düzeyini tutturur. Bireyler cari dönemde borçlanma imkanlarını kullanarak gelirlerinden daha fazla tüketim yapabilirler. Bu açıdan “likidite kısıtı” kavramı önem taşımaktadır. Likidite kısıtı, gelecek dönemler için daha yüksek bir gelir beklentisine sahip olsa bile bireylerin cari tüketimini karşılayabilmek için yeterince borçlanamaması durumunu ifade etmektedir. Likidite kısıtının olmaması; bireylerin gelecekteki gelirlerini teminat göstererek rahatlıkla borçlanabilmelerini ifade etmektedir. Likidite kısıtının geçerli olması durumunda ise cari tüketim büyük ölçüde cari gelirin bir fonksiyonu olmaktadır. 3. Tasarruf Eğilimini Etkileyen Faktörler Ülkelerin tasarruf eğilimini belirleyen faktörler arasında gelir düzeyi, büyüme, demografik yapı, enflasyon, krediler, reel faiz oranları ve maliye politikası vb. öne çıkmaktadır. 5 Ekonomik Büyüme Oranı ve Kişisel Gelir Düzeyi Milli gelirin artış hızı tasarruflar üzerinde etkili olmaktadır. Ancak, bu konu literatürde tartışma yaratmaktadır. Nitekim sürekli gelir hipotezine göre, daha yüksek bir büyüme oranı bireylerin gelecekte daha fazla gelir elde edeceklerine yönelik beklentilerini güçlendirerek bugün için daha düşük bir tasarruf oranına yol açabilir. Diğer taraftan, yaşam döngüsü hipotezine göre büyümenin tasarruflar üzerindeki etkisi belirsizdir. Nitekim, büyümeden hangi gelir gruplarının daha çok yararlanacağı, hanehalklarının gelir yapısı ve borçlanma imkanları bu noktada önem taşımaktadır. Ayrıca, ilişkinin yönü tasarruflardan büyümeye doğru da olabilir. Diğer bir ifadeyle, sermaye birikimi büyüme performansı üzerinde etkili olabilir. Bu nedenle yapılan çalışmalarda farklı sonuçlara ulaşılmıştır. Bireylerin gelir düzeyindeki yükseliş paralelinde tasarruf oranlarının da artması beklenmektedir. Yapılan çalışmalar, gelir düzeyinin tasarruf oranlarını belirlemede önemli bir etkiye sahip olduğunu göstermektedir. Ayrıca, gelir düzeyindeki artışın tasarruflar üzerindeki etkisinin gelişmekte olan ülkelerde gelişmiş ülkelere kıyasla daha fazla olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. Nitekim yapılan araştırmalara göre, diğer koşullar sabit tutulduğunda gelişmekte olan ülkelerde kişi başına milli gelirin iki katına çıkmasının tasarruf oranlarında yaklaşık %10’luk bir artış sağladığı hesaplanmıştır2. Demografik Yapı Genç ve yaşlı nüfusun toplam nüfus içindeki ağırlığı tasarruf eğilimi üzerinde önemli bir etkiye sahiptir. Nitekim, çalışan nüfus dışında kalan (bağımlı) nüfusun toplam nüfusa oranı olarak tanımlanan “bağımlılık oranı”nın artması, tasarruf oranlarının düşmesine neden olmaktadır. Bağımlı genç nüfusun toplam nüfus içindeki payının azalması, ilk aşamada tasarrufların artmasına neden olmaktadır. Ancak, sonraki aşamada nüfusun yaşlanması paralelinde yaşlı bağımlılık oranının artması nedeniyle tasarruflar azalmaktadır. 2 Loayza, N., Schmidt-Hebbel, K., and Serven, L., “Saving in Developing Countries: An Overview”, The World Bank, 2000. 6 Diğer bir faktör de kentleşme oranındaki değişimdir. Kentleşme oranı arttıkça tasarruf oranları düşmektedir. Kırsal kesimde yaşayanların gelirlerine ilişkin belirsizlik kentlerde yaşayanlara kıyasla daha yüksektir. Bu nedenle, kırsal kesimde yaşayanlar gelirlerinin daha fazla oranını tasarruf etmektedir. Enflasyon Belirsizlik artıkça tasarruf eğiliminin artması beklenmektedir. Gelecek dönem gelirine ilişkin belirsizliğin artması tasarrufların artmasını desteklemektedir. Belirsizlik göstergesi olarak ampirik çalışmalarda enflasyon oranları kullanılmaktadır. Ancak yapılan analizlerin önemli bir kısmında, enflasyonun özel tasarruflar üzerindeki etkisine dair anlamlı bir sonuca ulaşılamamıştır3. Krediler Kredi stokunun GSYH’ya oranı veya kredi stokundaki değişimin GSYH’ya oranının tasarruf eğilimi üzerindeki etkileri incelenmektedir. Bu noktada, likidite kısıtına yönelik gelişmeler tasarruf eğilimi üzerinde etkili olmaktadır. Nitekim, kredi kartlarına erişimin kolaylaşması gibi faktörler tasarrufların düşmesinde rol oynayabilmektedir. Reel Faizler Reel faizlerin tasarruf eğilimi üzerindeki etkisi belirsizdir. Reel faizlerin etkisi, ikame ve gelir etkisine göre şekillenmektedir. Reel faiz oranındaki düşüş hanehalkı açısından kredi maliyetlerini azaltırken, gelecek dönemlerdeki gelirlerin bugünkü değerinin artmasını sağlamaktadır. Öte yandan reel faizlerin düşmesi, hanehalklarının varlıklarının getirisinin azalmasına ve dolayısıyla borçlanma isteklerinin azalmasına neden olabilmektedir. Bu nedenle, net etki hanehalklarının yaşamlarının hangi evresinde bulunduklarına göre değişmektedir. Nitekim, gelecek dönemler için gelir beklentisi yüksek olan genç bireyler reel faizlerdeki düşüş nedeniyle tüketimlerini artırırken, yaşlı bireyler varlıklarının reel değerindeki azalış nedeniyle daha fazla tasarrufa yönelebilir. 3 Loayza, N., Schmidt-Hebbel, K., and Serven, L., “Saving in Developing Countries: An Overview”, The World Bank, 2000. 7 Yukarıda değinilen faktörlerin yanı sıra uygulanan ekonomi politikaları da tasarrufları doğrudan veya dolaylı olarak etkilemektedir. Maliye politikası, sosyal güvenlik politikası, finansal liberalizasyon ve yurtdışından borçlanma imkanları bu politikalara örnek olarak verilebilir. Maliye Politikası Ricardo’nun denklik hipotezine göre, kamu tasarruflarındaki azalmanın özel sektör tasarruflarında yaşanacak ters yönde birebir değişimle telafi edileceği belirtilmektedir. Yapılan çalışmalarda da, kamu tasarruflarının özel tasarruflar üzerindeki etkisi negatif bulunmuştur. Ancak kamu tasarruflarındaki değişim özel tasarruflara birebir yansımamakta, özel tasarruflardaki değişim kamu tasarruflarındaki değişimden daha düşük bir düzeyde gerçekleşmektedir. Bu kapsamda toplam tasarrufların sınırlı bir yükseliş ya da düşüş kaydedeceği öngörülmektedir. Kamu tasarruflarının kompozisyonu da bu açıdan önem taşımaktadır. Nitekim, vergi oranlarının artırılmasına kıyasla kamu harcamalarının azaltılması toplam tasarrufların artırılmasında daha fazla etkili olmaktadır. Sosyal Güvenlik Politikası Finansman açısından sosyal güvenlik sistemleri iki temel grupta değerlendirilmektedir. İlki, her neslin kendinden önceki nesli ve toplumun muhtaç bireylerini finanse ettiği “dağıtım sistemi” (pay-as-you-go), diğeri ise her neslin kendi sosyal güvenlik harcamalarının aynı dönem içinde elde edilen gelirlerle karşılanması esaslarına dayanan “fon sistemi”dir. Dağıtım sistemleri tasarruflar üzerindeki olumsuz etkide bulunmaktadır 4 . Çünkü sisteme katılanlar, alacakları emekli maaşlarının yatırdıkları primlerden daha yüksek olacağına yönelik beklentilerinin etkisiyle daha az tasarruf etmektedir. Son dönemde birçok ülke dağıtım sisteminden tasarruflar üzerinde olumlu etkide bulunması beklenen fon sistemine geçmektedir. Finansal Serbestleşme Finansal serbestleşme, faiz oranlarının serbest bırakılmasını, kredi tavanlarının kaldırılmasını, yabancı finansal kuruluşların piyasaya girmesine izin verilmesini, para 4 Samwick, Andrew. 2000. “Is Pension Reform Conducive to Higher Saving?” Review of Economics and Statistics 82(2):264–72. 8 piyasalarının derinleştirilmesini, denetleme ve düzenleme faaliyetlerinin güçlendirilmesini ve benzeri gelişmeleri kapsamaktadır. Finansal serbestleşmenin tasarruflar üzerindeki etkisinin kısa vadede olumsuz, uzun vadede ise olumlu olması beklenmektedir. Ancak yapılan çalışmalar incelendiğinde, finansal serbestleşmenin tasarruflar üzerindeki doğrudan etkisine yönelik kesin bir sonuca ulaşılamamıştır. Farklı ülke deneyimleri farklı sonuçlara işaret etmektedir. Bununla birlikte, finansal serbestleşmenin tasarruflar üzerindeki dolaylı etkisinin yadsınamayacağına ilişkin literatürde görüş birliği bulunmaktadır. Özellikle bankacılık sektörünün güçlenmesinin, finansal aracılık faaliyetlerinde etkinliğin artmasına ve bu durumun yatırımlarda benzer bir gelişmeye neden olması sonucunda büyüme performansı üzerinde olumlu bir etkide bulunması beklenmektedir. Böylece, orta ve uzun vadede tasarruf oranlarının artabileceği öngörülmektedir. Yurtdışı Borçlanma İmkanları Literatürde ilgi çeken konuların başında tasarruflar ile yurtdışı sermaye akımları arasındaki ilişki gelmektedir. Yurtdışından borçlanma imkanlarının artmasının yurtiçi tasarruflar üzerinde dışlama etkisi yaratıp yaratmadığı araştırılmıştır. Ancak yapılan çalışmalarda, bu konuda net bir sonuca ulaşılamamıştır. 4. Türkiye’de Tasarruf Eğilimi Türkiye’de tasarrufların gelişimi incelendiğinde, 2001 krizinin ardından özel sektörün tasarruf oranı azalırken kamu sektörünün tasarruf oranının arttığı görülmektedir. Kamu kesimindeki gelişmede, ekonomide sağlanan istikrar paralelinde enflasyon oranlarının düşmesi, reel faizlerin gerilemesi ve maliye politikasında disiplinin tesis edilmesi etkili olmuştur. 2001 krizinden önce %20’ler düzeyinde seyreden toplam tasarruf oranı son yıllarda %15’in altına inmiştir. Özel sektörün tasarruf oranlarındaki düşüş dikkat çekmektedir. 2001 yılında özel yurtiçi tasarrufların milli gelire oranı %25,5 seviyesinde gerçekleşirken, kriz sonrası oluşan iyimser ekonomik ortamda ihtiyati tasarruflardaki düşüşe ve kredi imkanlarındaki bollaşmaya bağlı olarak 2006 yılında %12,3 seviyesine kadar gerilemiş, 2007-2008 yıllarında bir miktar artış kaydetmiş, 2009 yılından itibaren ise tekrar düşüş eğilimi sergilemiştir. Bu gelişmede, faiz oranlarındaki düşüş ve dış kaynak girişi paralelinde 9 kredilerdeki genişleme ile tüketimde yaşanan hızlı artışın etkili olduğu düşünülmektedir. Yurtiçi Tasarruflar (%) 30 25 20 15 Toplam Yurtiçi Tasarruf/GSYH Kamu Tasarrufu/GSYH Özel Tasarruf/GSYH 10 5 0 -5 2011 (2) 2010 (1) 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 -10 (1)Tahmin, (2) Program Kaynak: DPT 4.1. Tasarruf -Yatırım Dengesi Tasarruf-yatırım dengesi incelendiğinde, özel sektörün net tasarruflarının hızla azaldığı ve 2005 yılından itibaren negatife döndüğü görülmektedir. Diğer bir ifadeyle, özel sektör bu tarihten itibaren tasarruf açığı vermeye başlamış ve sadece 2009 yılında tasarruf fazlası vermiştir. Kamu sektöründeki tasarruf açığının ise, 2006 yılına kadar azaldığı ve bu yılda fazla verdiği görülmektedir. İzleyen dönemde ise, kamu sektörü yeniden tasarruf açığı vermiş, ancak, açık 2000’li yılların başında yaşanan kriz dönemine kıyasla daha düşük düzeyde gerçekleşmiştir. 20 Kamu (Tasarruf-Yatırım) Farkı/GSYH (%) Özel (Tasarruf-Yatırım) Farkı/GSYH (%) 15 10 5 0 -5 -10 2011 (2) 2010 (1) 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 -15 (1)Tahmin, (2) Program Kaynak: DPT 10 2001-2006 döneminde özel sektörün net tasarruf dengesi incelendiğinde, net tasarruf dengesindeki bozulmada temelde yatırımlardaki yüksek oranlı artışın etkili olduğu görülmektedir. Bununla birlikte, özel sektör tüketiminin GSYH’ye oranı da tedrici bir şekilde artmıştır. Özel sektör yatırımlarındaki artışta büyük ölçüde makroekonomik görünümdeki iyileşme etkili olmuştur. 2001 krizi öncesinde reel faizlerin yüksek seviyesi, kamunun yüksek borçlanma ihtiyacı ve istikrarsız makroekonomik ortam nedeniyle şirketlerin faaliyet dışı gelirlerinin yüksekliği bilinen bir gerçektir. 2001 krizinin ardından iyileşen makroekonomik ortamla birlikte özel sektörün yatırımları hız kazanmıştır. Özel sektör yatırımlarının milli gelire oranı 2006 yılından itibaren gerilemiş, 2009 yılında ise tüm dünyayı etkisi altına alan global krizin etkisiyle önemli bir ivme kaybına uğramıştır. Nitekim, 2009 yılında Türkiye ekonomisi %4,8 oranında küçülmüştür. (%) (%) * (1) Tahmin, (2) Program (*) Sağ eksen Kaynak: DPT Yapılan araştırmalarda tasarruf eğilimi üzerinde çeşitli faktörlerin etkili olduğu görülmektedir. Türkiye ekonomisinin yapısı göz önünde bulundurulduğunda, verimliliğe ve demografik yapıya ilişkin gelişmelerin tasarruf oranlarının seyri açısından önemli birer unsur olduğu bilinmektedir. 4.2. Tasarruf Açığına Verimlilik Çerçevesinde Bakış Ekonomi literatüründe, ekonominin büyüme performansı kısa vadede “talep” bazlı gelişmeler (konjonktürel etkiler) nedeniyle trendinden sapmaktadır. Uzun vadede ise ülkenin büyüme performansı, yapısal gelişmeleri yansıtan toplam üretim kapasitesinden (arz) etkilenmektedir. 11 Büyüme Performansı Arz Talep Zaman Ekonomide büyümenin kaynakları (arz ve talep) ile söz konusu ülkenin iç (fiyat istikrarı ve istihdam) ve dış dengeleri (dış ticaret ve cari açık gibi) arasında yakın bir ilişki vardır. Bazı sektörlerde arz kapasitesinin yeterli düzeyde olmaması ihracat performansını olumsuz yönde etkilemekte, arz kapasitesindeki zayıflığın kalıcı duruma gelmesi ise sektörün üretimini ithalata bağımlı hale getirmektedir. Arz kapasitesinin düşük olduğu sektörler yurtiçi talep içerisinde önemli bir ağırlığa sahip ise, dış ticaret dengesi ve buna bağlı olarak verimlilik olumsuz bir görünüm sergilemektedir5. Nitekim, Türkiye ekonomisinde uzun yıllardır ara malı ithalatındaki artışın sınai üretim artışından çok daha hızlı olduğu, dolayısıyla ara malı ithalatının toplam üretim içerisindeki payının arttığı bilinmektedir. Bu durum, kısa vadede verimliliği düşürürken orta ve uzun vadede büyümenin sürdürülebilirliğine ilişkin belirsizlikleri artırmaktadır. Ara Malı İthalatı Endeksinin Sanayi Üretimi Endeksine Oranı (%) (%)(1994=100) Kaynak: TCMB Çalışma Tebliği No: 10/02 5 TÜSİAD-TCMB Küresel Ekonomiye Entegrasyon Sürecinde Büyüme Dizisi No:3, "Türkiye Ekonomisinin Büyüme Dinamikleri: 1987-2007 Döneminde Büyümenin Kaynakları Temel Sorunlar ve Potansiyel Büyüme Oranı", Haziran 2008. 12 Çalışmanın izleyen kısmında, 1990-2010 döneminde Türkiye ekonomisinde büyümenin dinamikleri analiz edilerek ekonomideki verimlilik düzeyi hesaplanacaktır. Ayrıca, verimlilik göstergelerindeki gelişmelerin tasarruf oranlarını ne yönde etkilediği incelenecektir. Türkiye Ekonomisine İlişkin Verimlilik Analizi Bir ülkenin büyüme performansını ve verimliliğini etkileyen faktörler genel olarak kısa ve uzun vadeli gelişmeler olarak iki ana başlık altında incelenmektedir. Kısa vadeli faktörler genel olarak konjonktürel gelişmeleri yansıtmaktadır. Kısa vadeli faktörler talep koşulları ile yakından ilişkili olduğu için bu faktörlerin büyüme ve verimlilik üzerindeki etkisinin dalgalı bir seyir izlediği bilinmektedir. Uzun vadeli faktörler ise, bir ülkedeki üretim kaynaklarının seviyesi ile ilişkili olduğu için büyümenin sürdürülebilirliğinin göstergesi olan arz koşullarını yansıtmaktadır. Uzun vadeli faktörler üzerinde etkili olacak yapısal dönüşümlerin verimliliği, rekabet gücünü ve refah düzeyini olumlu yönde etkilediği düşünülmektedir. Bu çerçevede, uzun vadeli faktörlerin verimlilik üzerindeki etkilerinin daha istikrarlı bir seyir izlediği tahmin edilmektedir. Talep bazlı konjonktürel etkilerin verimlilik üzerindeki etkisinin analiz edilmesi amacıyla oluşturulan sermaye birikimi ve işgücü verileri kapasite kullanım oranı ve çalışılan saat endeksleri ile ilişkilendirilmiştir. Nitekim, iki seride de yöntem farklılıkları nedeniyle kesintiler olması nedeniyle seriler işgücü verilerindeki düzeltmeye benzer bir şekilde yeniden hesaplanmıştır6,7. Oluşturulan serilerin 19902010 dönemindeki seyri incelendiğinde, kapasite kullanım oranı serisinin çalışılan saat endeksi serisine kıyasla daha yatay bir seyir izlediği görülmektedir. Diğer taraftan, krizin ardından kapasite kullanım oranındaki iyileşmenin çalışılan saat endeksindeki toparlanmaya kıyasla daha hızlı bir şekilde gerçekleştiği görülmektedir. 6 Kapasite kullanım oranına ilişkin verilerde 1990-2004 döneminde Devlet Planlama Teşkilatı’nın, 2005-2006 döneminde Türkiye İstatistik Kurumu’nun ve 2007-2010 döneminde ise Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın verileri kullanılmıştır. İmalat sanayiindeki yoğun sermaye birikimi nedeniyle imalat sanayiindeki kapasite kullanım oranı verisinin toplam sermayenin kapasite kullanım oranına yakınsayacağı varsayılmıştır. 7 Türkiye İstatistik Kurumu tarafından açıklanan çalışılan saat endeksi verilerinde 1990-2004 döneminde 1995 bazlı seri, 2005-2010 döneminde ise 2005 bazlı seri kullanılmıştır. 13 Çalışılan Saat Endeksi 80 130 75 120 70 110 65 100 60 90 1990Ç1 1991Ç3 1993Ç1 1994Ç3 1996Ç1 1997Ç3 1999Ç1 2000Ç3 2002Ç1 2003Ç3 2005Ç1 2006Ç3 2008Ç1 2009Ç3 85 140 1990Ç1 1991Ç3 1993Ç1 1994Ç3 1996Ç1 1997Ç3 1999Ç1 2000Ç3 2002Ç1 2003Ç3 2005Ç1 2006Ç3 2008Ç1 2009Ç3 Kapasite Kullanım Oranı (%) Türkiye ekonomisinde verimliliğin kaynaklarının daha iyi analiz edilmesi amacıyla oluşturulan kapasite kullanım oranı serisi sermaye birikimi ile, çalışılan saat endeksi ise işgücü verileri ile ilişkilendirilmiştir. Bu çerçevede, Cobb-Douglas üretim fonksiyonu aşağıdaki gibi yeniden düzenlenmiştir. (bkz: Ek) ln(Y)t= α*ln(KKO*K)t + β*ln(ÇSE*L)t + ln(T)t Y: Toplam Üretim Miktarı (GSYH) K: Sermaye Birikimi KKO: Kapasite Kullanım Oranı L: İşgücü Verileri ÇSE: Çalışılan Saat Endeksi T: Toplam Faktör Verimliliği Türkiye’de 1990-1999 döneminde verimliliğin genel olarak yatay bir seyir izlediği görülmektedir. Yüksek enflasyon ve makroekonomik istikrarsızlığın ekonomiyi olumsuz yönde etkilediği bu dönemde yapısal verimliliğin değişmediği, talebe yönelik gelişmeleri de yansıtan konjonktürel verimliliğin ise sınırlı bir artış kaydettiği hesaplanmaktadır. 2002-2007 döneminde konjonktürel ve yapısal verimlilik 1990’lı yıllara göre belirgin bir ivmelenme ile artmıştır. 2008 yılından itibaren ise küresel krizinin etkisiyle yapısal verimlilikteki artış hızı yavaşlamış; yapısal verimlilik ile konjontürel verimlilik arasındaki fark açılmaya başlamıştır. 14 Türkiye'de Verimlilik (1990=100) 140 125 Konjonktürel Verimlilik* Yapısal Verimlilik* Fark 1990-2001 105,5 98,7 6,8 2002-2007 117,9 107,7 10,2 2008-2010 133,2 113,8 19,4 Konjonktürel Verimlilik* Yapısal Verimlilik* 110 1990Ç1 1991Ç3 1993Ç1 1994Ç3 1996Ç1 1997Ç3 1999Ç1 2000Ç3 2002Ç1 2003Ç3 2005Ç1 2006Ç3 2008Ç1 2009Ç3 95 *Ortalama değer. *Trend 1990-2010 döneminde Türkiye için hesaplanan verimlilik serileri arasındaki fark ile dış ticaret verilerindeki gelişmeler incelendiğinde, her iki serinin de benzer bir seyir izlediği görülmektedir. Nitekim, bu dönemde iki seri arasındaki korelasyonun 0,86 ile yüksek bir seviyede gerçekleştiği hesaplanmaktadır. Bu çerçevede, özellikle 2007 sonrasındaki dönemde konjonktürel verimlilikteki artışla birlikte dış ticaret açığındaki gelişmeler dikkat çekmektedir. Türkiye'de Verimlilik ve Dış Ticaret Açığı 22 10 19 9 16 8 13 7 10 6 7 4 Dış Ticaret Açığı/GSYH** 5 4 3 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 1 Verimlilikler Arasındaki Fark* (*) Konjonktürel ve yapısal verimliliğin trendleri arasındaki fark (**) Sol eksen, dış ticaret açığının GSYH’ye oranının trendi, % Yapılan analizler ışığında, Türkiye ekonomisinin, 2000’li yılların ikinci yarısından itibaren daha çok konjonktürel etkiler nedeniyle büyüdüğü görülmektedir. Bu çerçevede, ekonomik aktivitedeki artış nedeniyle dış ticaret açığı üzerindeki yukarı yönlü baskılar da artmıştır. Geçtiğimiz dönemde, TCMB’nin finansal istikrara yönelik almış olduğu önlemler paralelinde kısa vadede etkilenmesi daha kolay olan talep 15 koşullarındaki gelişmelerin dış ticaret açığını azaltıcı yönde etki sağlayabileceği düşünülmektedir. Orta ve uzun vadede ise, yapısal verimliliğin artırılması dış ticaret açığının azaltılması ve finansal istikrarın güçlendirilmesi açısından önem taşımaktadır. Türkiye ekonomisinde konjonktürel ve yapısal verimlilik göstergeleri arasındaki farkın kapanmasıyla birlikte dış ticaret açığının daralacağı, böylece yaratılan katma değerin artacağı düşünülmektedir. Türkiye’de katma değer yaratma sürecindeki artışla birlikte hanehalkının refahının olumlu yönde etkileneceği ve tasarruf oranlarının da bu gelişmeye paralel olarak artacağı düşünülmektedir. 4.3. Demografik Yapı ve Tasarruf Oranları Yaşam döngüsü (life cycle) hipotezine göre nüfusun demografik yapısı ile tasarruflar ilişkilidir. Yaşam döngüsü hipotezine göre, bireylerin gençlik dönemlerinde düşük gelire sahip olmaları nedeniyle tasarruf etme eğilimlerinin düşük olduğu varsayılmaktadır. İlerleyen dönemlerde ise, bireylerin gelirlerinde kaydedilen artışlar nedeniyle tasarruf oranlarının yükselmesi beklenmektedir. Emeklilik ve yaşlılık döneminde ise, bireylerin gelirlerindeki düşüşe paralel olarak tasarruf oranlarının da düşeceği öngörülmektedir. Türkiye’de tasarruf oranlarına yönelik yapılan çalışma8 sonuçlarına göre, 0-24 yaş aralığındaki bireylerin gelirlerinin olmaması veya düşük seviyelerde olması nedeniyle genel olarak tasarruf yapamadıkları ve ailelerine bağımlı oldukları görülmektedir. Öte yandan, 25-40 yaş aralığında bireylerin gelirlerindeki yükselişe paralel olarak tasarruflarının artış eğilimi sergileyerek 40-45 yaşlarında en yüksek düzeyine ulaştığı hesaplanmaktadır. 65 yaş sonrasında ise, tasarruflardaki gerileme belirginlik kazanmaktadır. 8 Van Rijckeghem, Caroline and Murat Ucer, “The Evolution and Determinants of Private. Saving in Turkey: What Lessons for Policy?,” ERF Research Report Series No. 09-01. 16 Kişi Başına Yıllık Tasarruf Miktarı* (TL) yaş *2005 yılı verileri kullanılmıştır. Ülkeler bazında demografik yapı ile tasarruf oranları arasındaki ilişki incelendiğinde, medyan yaş ile tasarruf oranlarının ilişkili olduğu görülmektedir. Nitekim, ülkelerde nüfusun belli bir seviyeye kadar yaşlanması ile tasarruf oranlarının artması yaşam döngüsü hipoteziyle de örtüşmektedir. 2005 yılında, 26,5’lik medyan yaş ile diğer ülkelere kıyasla daha genç nüfus yapısına sahip olan Türkiye’nin tasarruf oranı %15,9 ile düşük bir seviyede kalmıştır. Genç nüfus yapısının Türkiye’nin tasarruf oranının düşük seviyede gerçekleşmesinde etkili olduğu görülmekle birlikte, tasarruf oranlarının benzer bir demografik yapıya sahip olan Meksika ve Endonezya ile Tasarruf Oranları (Logaritmik) kıyaslandığında daha düşük seviyede olması dikkat çekmektedir. Medyan Yaş ve Tasarruf Oranları* Arasındaki İlişki (2005) Türkiye Medyan Yaş (Logaritmik) (*) 2005 yılı medyan yaş ve tasarruf oranları verisinde logaritmik dönüşüm yapılmıştır. Kaynak: Birleşmiş Milletler, Dünya Bankası Demografik yapıdaki değişiklikler beraberinde demografik fırsat penceresi (window of opportunity) tanımını da getirmektedir. Demografik fırsat penceresi, bir ülkenin 17 çalışma çağındaki nüfusunun demografik yapı nedeniyle tarihindeki en yüksek seviyeye ulaştığı durum olarak tanımlanmaktadır. Demografik fırsat penceresi kavramı Birleşmiş Milletler tarafından; 0-14 yaşları arasındaki nüfusun toplam nüfusa oranının %30’dan, 65 yaş üstündeki nüfusun toplam nüfusa oranının %15’ten az olması şeklinde tanımlanmıştır. Ülkelerin kendine özgü nüfus yapısına göre şekillenen demografik fırsat penceresi yaklaşık 35-40 yıllık bir dönemi kapsamaktadır. Birleşmiş Milletler tarafından hazırlanan nüfus istatistiklerine göre, Doğu Asya ülkeleri9 için 1985-2025 dönemi demografik açıdan avantajlı bir dönemi göstermektedir. Latin Amerika ülkeleri10 için ise, demografik fırsat penceresi 2000-2035 dönemini kapsamaktadır. 80 (*) 0-14 yaş aralığı ve 65 yaş üstü nüfusun toplam nüfusa oranı (**) 15-65 yaş aralığındaki nüfusun toplam nüfusa oranı Taralı alan demografik fırsat penceresi dönemini temsil etmektedir. Türkiye’nin demografik yapısı incelendiğinde, nüfusun Latin Amerika ve Doğu Asya ülkelerine kıyasla daha dinamik bir yapıya sahip olduğu görülmektedir. Türkiye’deki bağımlı nüfusun toplam nüfus içindeki payının gerilemesiyle birlikte demografik fırsat penceresi döneminin 2005 yılında başladığı görülmektedir. 2025 yılında 15-64 yaşları arasında çalışabilir nüfusun toplam nüfusa oranının %68,6 ile en yüksek 9 Çin, Japonya, Güney Kore, Kuzey Kore, Hong Kong ve Moğolistan Arjantin, Brezilya, Bolivya, Şili, Kolombiya, Ekvator, Paraguay, Peru, Panama, Venezuela 10 18 2050 2040 2030 2020 2010 2000 1990 1980 Çalışabilir Nüfus** 1960 20 Bağımlı Nüfus* 1950 20 2050 30 2040 30 2030 40 2020 40 2010 50 2000 50 1990 60 1980 60 1970 70 1960 70 1950 Latin Amerika Ülkelerinin Demografik Yapısı % 1970 Doğu Asya Ülkelerinin Demografik Yapısı % 80 seviyeye ulaşacağı tahmin edilmekle birlikte, bu dönemden itibaren nüfustaki yaşlanmanın hız kazanacağı öngörülmektedir. 2040-2045 döneminde 65 yaş üzerindeki nüfusun toplam nüfus içindeki payının %15’in üzerine çıkmasıyla birlikte demografik fırsat penceresinin sona ereceği hesaplanmaktadır. Türkiye'nin Demografik Yapısı % 70 60 50 40 Bağımlı Nüfus* 2050 2045 2040 2035 2030 2025 2020 2015 2010 2005 2000 1995 1990 1985 1980 1975 1970 1965 1960 1955 30 1950 Çalışabilir Nüfus** * 0-14 yaş aralığı ve 65 yaş üstü arasındaki nüfusun toplam nüfusa oranı ** 15-65 yaş aralığındaki nüfusun toplam nüfusa oranı Taralı alan demografik fırsat penceresi dönemini temsil etmektedir. Yaşam döngüsü hipotezine göre, bireylerin tasarruf oranları yaşamlarının farklı dönemlerinde değişiklik göstermektedir. Ülke genelinde bireylerin tasarruf eğilimindeki artış tasarruf oranının yükselmesinde etkili olacaktır. Türkiye’de tasarruf oranlarının düşük olmasının nedenleri incelendiğinde, genç demografik yapının bu gelişmede etkili olduğu görülmektedir. Dünya Bankası’nın çalışmasına göre, bağımlı nüfusun toplam nüfusa oranındaki %1’lik düşüş tasarrufları 0,7 puan artırmaktadır11. 2020-2025 yıllarına yaklaşıldıkça Türkiye’de çalışabilir nüfusun toplam nüfus içerisindeki payının artmasıyla birlikte tasarruf oranlarının da artacağı öngörülmektedir. Nitekim 2025 yılında, diğer değişkenler sabit tutulduğunda sadece demografik değişimlerin tasarruf oranlarını %2 ila %5 kadar artıracağı tahmin edilmektedir12. 11 Loayza, N., Schmidt-Hebbel, K., and Serven, L., “Saving in Developing Countries: An Overview”, The World Bank, 2000. 12 Van Rijckeghem, Caroline and Murat Ucer, “The Evolution and Determinants of Private. Saving in Turkey: What Lessons for Policy?,” ERF Research Report Series No. 09-01. 19 4.4. Yurtiçi Yerleşiklerin Finansal Varlıkları Türkiye’de hanehalkının finansal varlıkları ile yükümlülükleri incelendiğinde, genel olarak yükümlülüklerin varlıklardan daha hızlı bir artış eğilimi sergilediği görülmektedir. Bununla birlikte, hanehalkı yükümlülükleri 2008 ve 2009 yıllarında global kriz nedeniyle sınırlı bir artış kaydetmiştir. Bu çerçevede, kriz döneminde bir miktar azalan hanehalkının yükümlülüklerinin finansal varlıklarına oranı, 2010 yılında, global likidite koşullarındaki iyileşmenin yanı sıra Türkiye ekonomisinde iç talep koşullarının güçlü bir seyir izlemesi nedeniyle yükümlülüklerin varlıklardan daha hızlı artmasına bağlı olarak %39,7’ye, 2011 yılı Mart ayı itibarıyla ise %40,7’ye yükselmiştir. Son yıllarda hanehalkı yükümlülüklerinin varlıklardan daha hızlı artış sergilemesi Türkiye’de yurtiçi tasarrufların milli gelire oranındaki gerilemeyi açıklayan faktörlerden biri olarak görülmektedir. Hanehalkının toplam varlıkları 2009 yılında TL420 milyar iken, 2010 yılında TL482 milyara, 2011 yılı Mart ayı itibarıyla ise TL503 milyara yükselmiştir. Hanehalkının Varlıkları ve Yükümlülükleri (milyar TL) (%) Kaynak: TCMB, Finansal İstikrar Raporu Yurtiçi yerleşiklerin tasarruflarını değerlendirdikleri finansal araçlar incelendiğinde, yatırımcı tercihlerinde mevduatın ilk sırada yer aldığı görülmektedir. Nitekim, TL mevduat, DTH ve katılım bankalarında toplanılan fonların toplam finansal varlıklar içindeki payının 2010 yılsonu itibarıyla %77’ye ulaştığı görülmektedir. Mevduatın 20 ardından ikinci önemli tasarruf aracı olarak Devlet İç Borçlanma Senetleri (DİBS) gelmektedir. Yurtiçi yerleşiklerin tasarruflarını önemli ölçüde mevduata yönlendirmelerinde, gelenekselleşmiş davranış kalıplarının, sermaye piyasası ürünlerinde çeşitliliğin ve derinliğin az olmasının yanı sıra güven unsurunun da önemli rol oynadığı düşünülmektedir. Yurtiçi Yerleşiklerin Finansal Varlıklarının Dağılımı 31.12.2010 İtibarıyla (milyon TL) Emeklilik Yatırım Fonları; 12.018 Repo; 1.501 Yatırım Fonları; 30.980 Hisse Senedi; 56.048 Eurobond; 5.302 %52 DİBS; 61.199 Katılım Bankalarında Toplanan Fonlar; 33.695 %20 TL Mevduat; 380.517 DTH; 144.790 Kaynak: TSPAKB 4.5. Tasarruf Eğiliminin Artırılmasında Kurumsal Yatırımcıların Önemi Sermaye Piyasası Kanunu’na göre kurumsal yatırımcı kavramı, yatırım fonu, emeklilik yatırım fonu ve yatırım ortaklıklarını veya Sermaye Piyasası Kurulu tarafından uygun görülen diğer yatırımcıları kapsamaktadır. Bu kapsamda en genel tanımıyla kurumsal yatırımcı, ilgili sermaye piyasası mevzuatına uygun olarak halktan alınan ve katılımcılar adına ayrı hesaplarda izlenen katkıların, riskin dağıtılması ve inançlı mülkiyet esaslarına göre işletilmesi amacıyla oluşturulan malvarlığını ifade etmektedir. Benzer getiri ve risk profiline sahip olan bireysel yatırımcıların tasarruflarının bir araya getirilmesi suretiyle oluşturulan ve belirli bir yönetim stratejisiyle profesyonel olarak yönetilen kurumsal portföyler katılımcılarına kolektif yatırımın sağladığı ölçek ekonomisinden yararlanma imkanı sunmaktadır. Böylece, küçük tasarruf sahipleri katılım payı satın almak suretiyle yaptıkları yatırımlarla 21 dahil oldukları büyük bir portföy havuzunun getiri imkanlarından yararlanma fırsatına sahip olurlar. Bu açıdan kurumsal yatırımcılar, küçük tasarrufların etkin ve verimli bir şekilde ekonominin ihtiyaç duyduğu birikimlere dönüştürülmesinde önemli bir işleve sahiptir. 2010 yılsonu itibarıyla Türkiye’de kurumsal yatırımcıların portföy büyüklüğü $35,4 milyar seviyesinde olup milli gelire oran itibariyle %4,8 gibi oldukça düşük düzeyde kalmaktadır. Kurumsal yatırımcı portföyü içinde en yüksek paya %54 ile B tipi yatırım fonları sahipken, bunu %22 ve %20’lik payları ile sırasıyla emeklilik yatırım fonları ve gayrimenkul yatırım ortaklıkları izlemektedir. Türkiye’de yurtiçi tasarrufların artması açısından başta emeklilik fonları olmak üzere, kolektif yatırımı temsil eden kurumsal yatırımcıların portföy büyüklüğünün artması önem arz etmektedir. %20 %22 %54 %52 %52 Uluslararası bazda incelendiğinde, dünya genelinde toplam menkul kıymet yatırım fonu büyüklüğünün Eylül 2010 itibarıyla $24 trilyona ulaştığı tahmin edilmektedir. Türkiye’de ise yatırım fonlarının büyüklüğü $20 milyar düzeyinde olup söz konusu büyüklüğün GSYH’ye oranı %3 civarında seyretmektedir. 2010 yılında Türkiye’nin G20 ülkeleri içerisinde en büyük 16. ekonomi olmasına karşılık yatırım fonlarının büyüklüğü bakımından dünyada 30. sırada yer alması, sermaye piyasalarının ülkemizde yeterli düzeyde derinleşmediğine işaret etmektedir. 22 ABD Lüksemburg Fransa Avustralya İrlanda Brezilya İngiltere Japonya Kanada Çin Türkiye Yatırım Fonları (milyar $) 11.267 2.438 1.669 1.313 967 923 809 749 587 345 20 Yatırım Fonu/GSYH 77 4.437 65 106 473 44 36 14 37 6 3 Yatırım Fonları Açısından Dünya Sıralaması 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 30 GSYH* Açısından Dünya Sıralaması 1 95 9 17 56 8 7 3 14 2 16 (*) Satın alma gücüne göre GSYH, 2010 yılsonu verisi Kaynak: IMF, TSPAKB Yatırım fonlarının portföy dağılımı incelendiğinde, hisse senedi yatırımlarının en ağırlıkta olduğu ülkelerin Japonya ve İngiltere olduğu görülmektedir. Hisse senedine yatırım yapan fonların toplam yatırım fonları pazarındaki payı en düşük olan ülke ise %2 ile Türkiye’dir. Türkiye’de yatırım fonları portföyünün %78’ini repo yatırımlarının oluşturduğu; dolayısıyla yatırımcı tercihlerinde likit fonların ağırlıklı paya sahip olduğu görülmektedir. Yatırım Fonları Portföy Dağılımı (%) (Eylül 2010) Hisse Senedi Tahvil Para Piyasası ABD 46 23 25 Lüksemburg 31 30 17 Fransa 26 17 34 Avustralya 38 6 20 Brezilya 11 52 4 İngiltere 60 21 1 Japonya 83 14 4 Kanada 37 14 7 Çin 59 7 4 Türkiye 2 9 78 Diğer* 6 22 23 36 33 18 0 43 30 11 (*) Para piyasası ve yabancı menkul kıymetler gibi yatırımlar sınıflandırılmıştır. Kaynak: TSPAKB Yatırım fonu ile hisse senedi yatırımcıları yaş grupları itibarıyla incelendiğinde yatırım fonlarında nispeten daha genç bir yatırımcı profili olduğu görülmektedir. Söz konusu iki enstrüman arasındaki en önemli farkın yatırımcı bazında ortalama portföy büyüklüğünde gözlendiği; yatırım fonu yatırımcılarının daha küçük tutarlı ortalama portföy büyüklüklerine sahip olduğu görülmektedir. Ayrıca, yatırımcı sayısı açısından yatırım fonlarının daha geniş bir tabana yayıldığı dikkati çekmektedir. 23 Yatırım Fonu Yatırımcılarının Yaş Grupları İtibarıyla Dağılımı (31.12.2010) 6.000 5.000 4.000 3.000 2.000 1.000 1.500 100 1.000 50 0 0-19 75+ 70-74 65-69 60-64 55-59 50-54 45-49 40-44 35-39 30-34 25-29 0-19 500 0 0 20-24 0 2.000 150 75+ 20 200 70-74 40 2.500 65-69 60 3.000 250 60-64 80 3.500 300 55-59 100 4.000 350 50-54 120 4.500 400 45-49 140 Portföy Değeri (Milyon TL) 40-44 160 Yatırımcı Sayısı (Sol Eksen) 450 35-39 Portföy Değeri (Milyon TL) 30-34 180 bin kişi 25-29 Yatırımcı Sayısı (Sol Eksen) 20-24 bin kişi Binler Hisse Senedi Yatırımcılarının Yaş Grupları İtibarıyla Dağılımı (31.12.2010) Kaynak: TSPAKB Yaş grupları itibarıyla yatırımcı sayılarına bakıldığında, 0-19 yaş grubunda hisse senedinde yatırımcı sayısı 5 bin kişinin altında iken, bu sayının yatırım fonunda 250 bin kişiye yaklaştığı görülmektedir. Yatırım fonlarındaki 19 yaş altındaki yatırımcıların yaklaşık 200 bini Bankamızın kurucusu olduğu “Kumbara Fonu” katılımcılarından oluşmaktadır. Yaş Grupları İtibarıyla Yatırımcı Sayısı 31.12.2010 (bin kişi) 450 400 350 300 Hisse Senedi 250 Yatırım Fonu 200 150 100 50 75+ 70-74 65-69 60-64 55-59 50-54 45-49 40-44 35-39 30-34 25-29 20-24 0-19 0 Kaynak: TSPAKB Bireysel emeklilik tasarruf ve yatırım sistemi, bireylerin emekliliğe yönelik tasarruflarının yatırıma yönlendirilmesi suretiyle emeklilik döneminde ek bir gelir sağlanarak refah düzeyinin yükseltilmesine, ekonomiye uzun vadeli kaynak yaratarak 24 istihdamın artırılmasına ve ekonomik kalkınmaya katkıda bulunulmasına, sosyal güvenliğin kapsamının genişletilmesine, kamunun sosyal güvenlikten kaynaklanan yükünün azaltılmasına, mali sektörde uzun vadeli fonların artarak kurumsal yatırımcıların gelişmesine ve sermaye piyasalarının derinleşmesine olanak sağlayacak bir özel emeklilik sistemidir13. Bireysel emeklilik sisteminde 10 yıllık prim ödeme süresine ilave olarak 56 yaşında emekli olma koşulu öngörülmüş olmakla birlikte katılımcı dilediği an sistemden ayrılmakta serbesttir. Emeklilik Fonu, emeklilik şirket tarafından emeklilik sözleşmesi çerçevesinde alınan ve katılımcılar adına bireysel emeklilik hesaplarında izlenen katkıların, riskin dağıtılması ve inançlı mülkiyet esaslarına göre işletilmesi amacıyla oluşturulan malvarlığıdır. Türkiye’de 2003 yılında faaliyete geçen bireysel emeklilik sistemi, kuruluşuyla birlikte hızlı bir büyüme eğilimi sergilemiştir. 2010 yılsonu itibarıyla, 13 kurucu şirketin faaliyet gösterdiği emeklilik yatırım fonları piyasasında yaklaşık 2,3 milyon yatırımcı bulunmaktadır. Bireysel emeklilik fon sayısı 140’a, portföy büyüklüğü ise TL12 milyara ulaşmıştır. Emeklilik Yatırım Fonları Yatırımcı Sayısı (Bin) Portföy Değeri (Milyon TL) 2005 673 1.079 2006 1.074 2.815 2007 1.458 4.566 2008 1.742 6.323 2009 1.988 9.097 2010 2.281 12.012 Kaynak: Emeklilik Gözetim Merkezi OECD’nin emeklilik planlarına ilişkin yayımladığı istatistiklere göre, henüz beş yıllık bir geçmişe sahip olan Türkiye’deki emeklilik fonlarının milli gelire oranı %2 ile oldukça düşük bir seviyede bulunmaktadır. Bu durum, bu alanda önemli bir gelişme potansiyeline işaret etmektedir. Bu piyasanın gelişmesi uzun vadeli tasarrufların artması açısından önem taşımaktadır. Nitekim, uzun vadeli bir yatırım perspektifine sahip olan bu sistemdeki kurumsal yatırımcılar, birçok ülkede sermaye piyasasının önemli kurumları haline gelmiştir. Türkiye’de de sektörün gelişme potansiyelinin değerlendirilebilmesi için yatırımcıların bilinçlendirilmesi yanında işveren katkılı planların ilgili mevzuat düzenlemeleri ile teşvik edilmesi önem arzetmektedir. 13 Sermaye Piyasası Kurulu, “Bireysel Emeklilik Sistemi”; http://www.spk.gov.tr/displayfile.aspx?action=displayfile&pageid=70&fn=70.pdf 25 Özel Emeklilik Planlarında Toplam Aktif ler / GSYH (%) 2009 Kore Lüksemburg Türkiye Slovenya Belçika İtalya Avusturya Almanya Çek Cum. Slovakya Norveç Meksika İspanya İsveç Yeni Zelanda Macaristan Portekiz Polonya Danimarka İrlanda İsrail Kanada Şili ABD Finlandiya İngiltere Avustralya İsviçre İzlanda Hollanda 2,2 2,2 2,3 2,6 4,1 4,1 4,9 5,2 6,0 6,3 7,3 7,5 8,1 8,4 11,8 13,1 13,4 13,5 43,3 44,1 46,8 62,9 65,1 67,7 76,8 80,5 82,3 111,9 118,3 126,0 0,0 20,0 40,0 60,0 80,0 100,0 120,0 140,0 Kaynak: OECD 5. Tasarruf Eğilimine İlişkin Uluslararası Kıyaslama IMF tarafından hazırlanan Dünya Ekonomik Görünüm Raporu’nda (Nisan 2011) küresel dengesizliklerin sürdüğü dile getirilmiştir. ALM+JAP CAVDÜ PETROL ÇİN+UDA DİĞER ABD Kaynak: IMF Dünya Ekonomik Görünümü Raporu (Nisan 2011) ÇİN+UZAK DOĞU ASYA: Çin, Hong Kong, Endonezya, Kore, Malezya, Filipinler, Singapur, Tayvan ve Tayland ALM+JAP: Almanya ve Japonya CARİ AÇIK VEREN DİĞER ÜLKELER: Bulgaristan, Hırvatistan, Çek Cumhuriyeti, Estonya, Yunanistan, Macaristan, İrlanda, Letonya, Litvanya, Polonya, Portekiz, Romanya, Slovakya, Slovenya, İspanya, Türkiye ve İngiltere PETROL: Petrol ihracatçısı ülkeler; 26 Dünyada tasarruf fazlası bulunan ülke grupları, başta Çin olmak üzere gelişmekte olan Asya ülkelerinin yanı sıra Almanya, Japonya ve petrol ihraç eden ülkelerdir. Diğer yandan, tasarruf açığı bulunan başlıca ülkeler ABD, Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri ile cari açık veren bazı Avrupa ülkeleridir. Son 10 yılda, gelişmekte olan ülkelerin dünya ekonomisi içerisindeki payı artmıştır. Küresel krizin ardından gelişmiş ülke ekonomilerinin toparlanmakta zorlanmasına karşılık başta gelişmekte olan Asya ülkeleri olmak üzere gelişmekte olan ülkelerin hızla krizden çıkması söz konusu ülkeleri kriz sonrası toparlanma sürecinde küresel büyümenin lokomotifi haline getirmiştir. Benzer bir eğilim tasarruf oranlarında da görülmektedir. Gelişmekte olan ülkelerde tasarruf oranı artma eğilimindeyken gelişmiş ülkelerde tasarruf eğilimi özellikle hanehalkı tasarruflarındaki daralmaya bağlı olarak gerileme eğilimindedir. Tasarruf Oranı (% Dünya GSYH’si) Petrol İhraç Eden Ülkeler Gelişmekte Olan Ülkeler Gelişmiş Ülkeler Global Tasarruf Oranı Kaynak: McKinsey Global Institute Aşağıdaki tabloda görüleceği üzere, bazı gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler ile kıyaslandığında Türkiye’nin tasarruf oranının pek çok ülkenin gerisinde kaldığı görülmektedir. Son 30 yıllık döneme bakıldığında, Türkiye’de tasarruf oranlarının geçici yükselişlerle dalgalı bir seyir izlemesine rağmen özellikle 2000’li yıllarda gerileme eğilimine girerek 1980’lerdeki düşük seviyelere indiği dikkat çekmektedir. Tasarruf oranlarının Yunanistan ve Portekiz gibi kamunun tasarruf etmekte zorlandığı ülkelerde oldukça düşük düzeylerde seyrettiği görülmektedir. 27 Türkiye ve Bazı Gelişmiş ve Gelişmekte Olan Ülkelerde Tasarruf Oranları (%) Türkiye Brezilya Rusya Hindistan Çin Avusturya Fransa Almanya Yunanistan Hollanda Portekiz İspanya İngiltere ABD 1980 12,9 17,9 17,5 23,1 22,2 19,7 23,3 22,9 28,7 21,2 18,0 19,1 1990 21,6 18,9 22,3 39,5 24,5 20,8 23,0 17,5 25,5 26,9 22,5 15,5 15,0 1995 21,7 15,5 28,0 26,6 42,1 21,6 19,3 20,4 17,6 26,7 23,6 22,1 15,2 16,0 2000 18,1 13,9 36,2 25,1 36,8 23,6 21,7 19,8 12,8 28,1 18,3 22,6 14,6 17,9 2006 16,2 17,6 30,8 34,8 52,3 25,9 19,6 24,3 9,7 28,9 13,0 22,3 14,2 15,9 2007 15,6 18,1 30,2 36,3 52,4 27,3 20,2 25,9 7,7 28,2 13,3 21,3 15,6 13,4 2008 16,5 18,0 31,5 33,1 53,5 27,0 19,6 25,1 5,7 24,5 11,1 19,6 15,0 11,4 2009 12,9 14,6 22,7 33,6 53,6 24,2 16,4 21,5 3,3 22,1 10,0 19,5 12,2 9,8 Kaynak: Dünya Bankası Son 30 yılda, ABD’de tasarruf oranı %19’dan %10 seviyesine gerilemiştir. Öte yandan, Çin ve Hindistan gibi dünya ekonomisindeki önemi artan gelişmekte olan ülkelerde tasarruf oranlarının da arttığı görülmektedir. Nitekim 2008 yılında Çin, tutar bazında en yüksek tasarrufa sahip olan ABD’yi geride bırakarak dünyada ilk sırada yer almıştır. Bu durumun küresel dengesizlikleri artırdığı ve global büyümenin istikrar kazanmasının önündeki önemli engellerden biri olduğu kabul edilmektedir. Daha ayrıntılı bir analiz yapılabilmesi için tasarruf oranlarının ülke gruplarına göre değerlendirilmesinin yararlı olacağı düşünülmektedir. Bu kapsamda, gelişmekte olan Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri, Latin Amerika ülkeleri ile Asya ülkeleri incelenmektedir. Orta ve Doğu Avrupa Ülkeleri Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri, geçtiğimiz 20 yıl boyunca yaşadıkları dönüşüm ve entegrasyon sürecinin de etkisiyle yüksek büyüme oranlarına ulaşmışlardır. Bu dönemde tasarruf oranları ülkelerin yüksek büyüme oranlarını karşılamada yetersiz kalmış ve yüksek yatırım ihtiyacını karşılayabilmek için gereken kaynağı yurtdışından sağlamışlardır. Yüksek seviyelerdeki doğrudan yatırımlara rağmen yurtdışı borç stokunun da artması bu ülkelere ilişkin riskleri artırmıştır. 28 Türkiye’de olduğu gibi bu ülkelerde de tasarruflar, yatırımları karşılamada yetersiz kalmaktadır. Tasarruf oranları incelendiğinde, 2009 yılı haricinde Türkiye’nin bu ülke grubundan çok farklı bir görünüm sergilemediği görülmektedir. Türkiye İle Orta ve Doğu Avrupa Ülkelerinde Tasarruf Oranları (% GSYH) Türkiye Arnavutluk Bulgaristan Hırvatistan Çek Cumhuriyeti Estonya Macaristan Letonya Litvanya Makedonya Polonya Romanya Slovakya Slovenya 1995 21,7 20,5 15,4 11,7 29,1 23,6 17,1 13,9 12,0 20,1 19,0 27,0 23,1 2000 18,1 23,7 12,4 17,6 24,8 22,7 19,8 18,9 13,0 23,1 18,7 15,8 22,2 24,5 2005 15,6 17,0 16,3 20,7 24,6 23,6 18,1 22,5 16,9 20,5 18,0 15,8 20,2 25,6 2006 16,2 17,5 14,5 21,0 24,6 22,1 18,2 17,7 15,8 22,5 18,3 17,3 19,0 26,7 2007 15,6 15,4 9,0 21,2 24,2 22,9 16,5 18,3 16,4 21,1 19,8 20,7 22,0 27,2 2008 16,5 13,5 14,5 21,1 22,3 20,3 14,6 20,0 14,6 16,0 18,7 22,6 22,3 26,0 2009 12,9 17,4 16,0 21,8 20,4 23,5 28,5 18,4 18,6 29,0 28,9 22,1 Kaynak: Dünya Bankası Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinde tasarruf oranlarının seyrinde ekonomik yapının değişmesi diğer bir ifadeyle serbest piyasa ekonomisine geçiş süreci etkili olmuştur. Yüksek seviyelerde bulunan tasarruf oranları liberalleşme ile birlikte düşme eğilimine girmiş ve yüksek yatırım talebi nedeniyle yurt dışı tasarruflara olan gereksinim ve dolayısıyla cari açık artmıştır. Tasarruf eğilimi açısından her ne kadar Türkiye bu ülkelerle benzer bir görünüm sergilese de yatırım oranlarına göre değerlendirildiğinde Türkiye’nin bu ülke grubunun gerisinde kalmıştır. Türkiye İle Orta ve Doğu Avrupa Ülkelerinde Yatırım Oranları (% GSYH) Türkiye Arnavutluk Bulgaristan Hırvatistan Çek Cumhuriyeti Estonya Macaristan Letonya Litvanya Makedonya Polonya Romanya Slovakya Slovenya 1995 25,5 21,0 15,7 16,4 32,6 28,2 21,5 14,3 21,3 20,8 18,7 24,3 24,5 23,7 2000 20,8 24,7 18,0 18,7 29,5 28,4 26,9 23,7 18,9 22,3 24,8 19,5 26,0 27,3 2005 20,0 23,6 27,6 26,3 25,7 33,8 25,6 34,4 23,9 20,8 19,3 22,6 28,9 27,2 2006 22,1 25,0 32,1 28,1 26,8 38,7 25,1 39,7 26,3 21,9 21,1 23,7 26,8 28,9 2007 21,5 29,4 34,1 28,9 27,0 40,2 22,5 40,4 30,9 24,2 24,4 29,0 27,8 31,7 2008 21,8 32,1 37,5 30,7 25,3 29,7 22,0 32,3 27,0 27,7 23,7 31,4 28,8 32,2 2009 14,9 29,0 25,6 26,7 21,5 19,4 19,0 24,3 20,2 30,5 37,7 23,4 Kaynak: Dünya Bankası 29 Yatırımlara kıyasla tasarrufların düşük seviyede gerçekleşmesi, piyasa ekonomisine geçiş sürecinde olan ve yurt içi talebin güçlü olduğu ülkeler için beklenen bir gelişmedir. Yurt dışından sağlanan kaynağın kalitesi de önem taşımaktadır. Son 10 yıllık dönemde bu ülkeler milli gelirlerine oranla yüksek düzeyde doğrudan yatırım çekmişlerdir. Doğrudan yatırımların yüksek seviyesine rağmen yurtdışı borçların da artması global risk algılamasının bozulması durumunda bu ülkelerin büyümelerinde sorun yaşanabileceğine işaret etmektedir. Nitekim, tasarruf açığı yüksek olan bu ülkeler küresel krizden önemli ölçüde etkilenmiştir. Latin Amerika Ülkeleri Latin Amerika ülkeleri arasında Brezilya dışındaki ülkelerin tasarruf oranlarının yaklaşık %20 civarında olduğu görülmektedir. Türkiye’nin %13’lük tasarruf oranı ile Latin Amerika ülkelerindeki ortalamanın altında kaldığı ve Brezilya’dakine yakın bir görünüm sergilediği dikkat çekmektedir. Türkiye ile Bazı Latin Amerika Ülkelerinde Tasarruf Oranları (% GSYH) Türkiye Arjantin Brezilya Şili Kolombiya Ekvator Meksika Peru Venezuela 1995 21,7 15,9 15,5 25,0 18,5 16,6 19,4 16,0 21,0 2000 18,1 13,0 13,9 20,6 14,0 25,8 20,5 17,2 34,5 2005 15,6 24,0 17,3 23,4 17,5 24,8 23,2 19,4 40,6 2006 16,2 26,7 17,6 25,3 18,5 27,3 25,7 22,7 39,6 2007 15,6 26,6 18,1 25,6 18,1 27,5 25,0 23,8 34,7 2008 16,5 25,0 18,0 22,7 18,6 30,7 25,6 22,6 35,0 2009 12,9 23,2 14,6 21,6 18,4 23,6 21,7 22,5 21,6 Kaynak: Dünya Bankası Aşağıdaki grafikten de görüleceği üzere, 1990-1995 döneminde Türkiye’nin Latin Amerika’nın önde gelen ülkelerinden daha yüksek bir tasarruf oranına sahip olduğu anlaşılmaktadır. Ancak, sonraki dönemde Türkiye’de tasarruf oranlarında gözlenen düşüş eğiliminin yanı sıra 2000’li yılların başında özellikle Arjantin ile Meksika’da tasarruf eğiliminin artmasıyla birlikte Türkiye Brezilya ile birlikte geride kalmıştır. Latin Amerika ülkelerinin tasarruf oranlarındaki hızlı artışta emtia fiyatlarındaki hızlı yükselişler de etkili olmuştur. 30 Başlıca Latin Amerika Ülkeleri İle Türkiye'nin Tasarruf Oranları (%) 28,0 26,0 Arjantin Meksika 24,0 Brezilya Türkiye 22,0 20,0 18,0 16,0 14,0 12,0 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 1997 1996 1995 1994 1993 1992 1991 1990 10,0 Kaynak: Dünya Bankası Gelişmekte Olan Asya Ülkeleri Gelişmekte olan Asya ülkelerinde tasarruf oranlarının özellikle 2000 yılından itibaren oldukça hızlı bir şekilde artması dikkat çekmektedir. Tasarruflar ile yatırımlar birlikte incelendiğinde, tasarruf oranları artış eğilimi sergilerken yatırım oranlarının ülkeler bazında farklılaştığı görülmektedir. Diğer bir ifadeyle tasarrufların yatırıma dönüşme oranı ülkeler bazında farklı bir görünüm sergilemiştir. Örneğin, 2009 yılında Çin’de yatırımlar GSYH’nin %48’ine ulaşırken tasarrufların GSYH’ye oranı %54 seviyesinde gerçekleşmiştir. Birçok gelişmekte olan ülkede olduğu gibi, diğer Doğu Asya ülkelerinde de 1990’lı yılların ortalarından itibaren yatırım oranları yatay bir seyir izlemiştir. Çin, özellikle son 10 yılda tasarrufların ve yatırımların gelişimi açısından diğer Asya ekonomilerinden ayrışmıştır. Çin ekonomisi incelendiğinde, tasarruf oranının GSYH’ye oranının %50’lere ulaşması ile yatırım odaklı bir büyüme modelinin seçilmesinin ülkenin sergilediği güçlü büyüme performansında önemli role sahip olduğu görülmektedir. Tasarruf oranının yüksek düzeylerde gerçekleşmesinde, Çin ekonomisinde yaşanan yapısal dönüşüm sürecinin yanı sıra demografik faktörler ile kurumsal düzenlemeler etkili olmuştur. Çin’de 1980’lerde Başlayan Yapısal Dönüşüm Süreci Çin’de yaşanan ekonomik ve demografik gelişmeler paralelinde işgücünün tarım sektöründen verimliliğin ve katma değerin daha yüksek olduğu sektörlere aktarılması 31 sonucu tasarruf oranları yükselmiştir. Nitekim, artan verimlilik paralelinde özellikle özel sektörün tasarruflarının yüksek düzeye ulaşması dikkat çekmektedir14. Çin’de Tasarruf Oranı (GSYH’ye Oran Olarak) Çin’de uygulanan “tek çocuk” politikasının da tasarruf oranlarındaki artışta etkili olduğu düşünülmektedir. Nitekim, çocuk sayısındaki azalmasının etkisiyle aileler az harcama yapmaktadır. Ayrıca, ailelerin daha az çocuk sahibi olmaları, ebeveynlerin gelecek kaygısıyla yaşlılık dönemleri için daha fazla tasarruf etmesine neden olmaktadır. Kurumsal düzenlemeler 1990’lı yıllardan itibaren ekonomide büyük çaplı kurumsal reformlar yapılmıştır. Bu süreçte, kamu sektöründe istihdam edilenlerin bir kısmı işten çıkarılmış (bu kişilere ortalama düzeyde bir sosyal yardım verilmiş) ve kâr etmeyen kamu şirketleri kapatılmıştır. Ayrıca, 1997’de yapılan emeklilik reformu sayesinde emeklilere ayrılan ödenekler azaltılmıştır. Sistemdeki değişikliklerle birlikte giderek yaşlanan nüfus gelecek için daha fazla tasarrufa yönelmek zorunda kalmıştır. Bir diğer önemli değişim ise, bireysel ev sahipliği alanında yaşanmıştır. Devletin artık çalışanlarına konut sağlama sürecinden çekilmesi ile kişisel konut sahipliğinde ve buna yönelik olarak yapılan tasarruflarda artış yaşanmıştır. Bu dönüşüm oldukça ciddi bir etki yaratmıştır. Son 30 yılda Çin’de en hızlı büyüyen sektörler arasında inşaat ve hizmetler sektörlerinin yer alması da bu değişime işaret etmektedir. 14 Bayoumi, T., Tong, H. and Wei, S. (2010), “The Chinese Corporate Savings Puzzle: A Firm-level Cross-country Perspective”, IMF Working Paper, WP/10/275. 32 Ayrıca, Çin’deki şirketlerin banka fonlamasını tercih etmemeleri nedeniyle yatırımlarını kendi tasarruflarıyla finanse etme eğilimleri de tasarrufları artırıcı bir etki olarak görülmektedir. Bu durum, tasarruf/yatırım alışkanlıkları ile açıklanabilecek bölgesel bir olgudur. 6. Genel Değerlendirme ve Sonuç Son dönemde gerek uluslararası platformda gerekse yurtiçinde gündemdeki konuların başında tasarruflar gelmektedir. İstikrarlı bir büyüme performansının yakalanması açısından küresel dengesizliklerin azaltılması önem taşımaktadır. ABD’de gözlenen aşırı tüketim eğilimine karşılık Çin’deki yüksek tasarruflar söz konusu dengesizliğin temel kaynağı olarak öne çıkmaktadır. Bu konuda bölgeler arasında gözlenen ayrışmalar da dikkat çekici boyutlara ulaşmıştır. Bu sorunun ancak orta ve uzun vadede atılacak adımlar neticesinde çözülebileceği bilinmektedir. Nitekim, bu süreç küresel ekonomideki dengelerin yeniden kurulmasını da beraberinde getirecektir. Tasarruf eğilimi üzerinde etkili olan faktörlere ilişkin yapılan ampirik çalışmalarda farklı sonuçlara ulaşılmıştır. Bu durum tasarruf eğiliminin şekillenmesinde ülkelere özgü koşulların etkili olduğuna işaret etmektedir. Diğer bir ifadeyle birçok faktörün bu konuda etkili olması net bir sonuca ulaşılmasını zorlaştırmaktadır. Bu nedenle, tasarrufların artırılması amacıyla oluşturulacak politikalar da ülkeden ülkeye farklılık gösterecektir. Türkiye’de tasarrufların milli gelire oranının son 30 yıllık dönemde genel olarak düşüş eğilimi sergilediği görülmektedir. Nitekim, 2010 yılı itibarıyla %12,6 düzeyinde gerçekleşen tasarruf oranı ile Türkiye, ekonomik koşullar açısından benzer özellikler sergileyen diğer gelişmekte olan ülkelere kıyasla dış kaynaklara daha fazla bağımlı bir ülke profili çizmektedir. Tasarruf oranlarının gelişmekte olan Asya ve Latin Amerika ülkelerinin birçoğunun gerisinde kaldığı, Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri ile benzer bir seyir izlediği gözlenmektedir. Tasarruf oranlarının düşük seviyesi, Türkiye 33 ekonomisinde büyümenin sürdürülebilirliği açısından yabancı sermayeye bağımlılığı artırmakta ve ekonomiyi dış şoklara karşı kırılgan bir hale getirmektedir. Türkiye ekonomisi, 2001 krizinin ardından uygulanmaya başlanan makroekonomik politikalarla birlikte güçlü bir büyüme performansı sergilemiştir. Ancak, bu dönemde yakalanan yüksek büyüme rakamları ile birlikte Türkiye’nin dış ticaret açığındaki artış dikkat çekici bir boyuta ulaşmaktadır. Nitekim, bu çalışmada yaptığımız verimlilik analizleri de özellikle 2005 yılından sonra Türkiye’deki büyümenin daha çok konjonktürel olarak nitelendirilen kısa dönemli talep gelişmelerine bağlı olduğunu göstermektedir. Yurtiçindeki tüketimin, üretimin (arzın) oldukça üzerinde gerçekleşmesi ve bu sürecin ivme kazanmasının etkisiyle tasarruf oranlarının gerilediği görülmektedir. Yapılan çalışmalarda, tasarruf oranlarının yükseltilmesi açısından bazı faktörlerin öne çıktığı görülmektedir: Türkiye’de tasarruf eğiliminin artması, gelir artışı eşliğinde güven ortamının oluşmasıyla birlikte ihtiyati tasarruftan ziyade yaşlılık dönemine yönelik düzenli birikimlerin ön plana çıkmasıyla yakından ilişkilidir. Tasarruf konusu bireyler, şirketler ve kamu tarafından sosyal sorumluluk çerçevesinde değerlendirilmeli ve toplumda tasarruf bilincinin geliştirilmesi için eğitime önem verilmelidir. Hükümet kişi başı geliri artırmak için verimlilik seviyesini ve istihdam oranlarını yükseltecek yapısal değişiklikleri de hayata geçirmeye devam etmelidir. Artan gelir düzeyleri, tasarruf oranlarına da olumlu etkide bulunacaktır. Maliye politikasındaki disiplinin sürdürülmesi önem taşımaktadır. Bununla birlikte, kamu tasarruflarındaki artışın toplam tasarruflara aynı ölçüde yansımadığı bilinen bir olgudur. Ayrıca, tasarrufların seyri açısından önem arz eden makroekonomik istikrarın sürdürülmesinde mali disiplinin rolü göz ardı edilmemelidir. Önerilen politika seçeneklerinden biri de vergilerin gelir vergilerinden tüketim vergilerine kaydırılmasına yönelik düzenlemelerin yapılmasıdır. Böylece, 34 harcanabilir gelirdeki artışla birlikte tasarrufların da olumlu yönde etkileneceği bilinmektedir. Ancak, Türkiye’de kayıt dışı ekonominin yüksekliği nedeniyle toplam vergilerin yaklaşık 2/3’ünün dolaylı vergilerden oluşması, bu politikanın ülkemizde uygulanabilirliğini zorlaştırmaktadır. Bu çerçevede, kayıt dışı ekonomiyle mücadele de tasarrufların artırılması bakımından önem taşımaktadır. Ekonomik büyüklüğü göz önünde bulundurulduğunda Türkiye’de finansal piyasaların aynı ölçüde gelişmediği bilinmektedir. Finansal piyasaların yeterince gelişmiş olmadığı ülkelerde, bireylerin tasarruflarını finansal sistem dışındaki yatırım araçlarına yönlendirdikleri gözlenmektedir. Nitekim, 2010 yılında Türkiye’de yapılan bir ankete göre15, bireylerin %36’sının altını, %22’sinin ise gayrimenkulü öncelikli yatırım aracı olarak değerlendirdiği sonucuna ulaşılmıştır. Türk yatırımcılarının geleneksel yatırım araçlarını tercih etmeleri, finansal piyasalarda ürün çeşitliliğinin ve derinliğin istenilen düzeyde olmadığını teyit etmektedir. Benzer ülke deneyimleri de göz önünde bulundurulduğunda, Türkiye’de finansal piyasaların gelişmesinin tasarruflara olumlu katkıda bulunacağı yadsınamaz bir gerçektir. Bu kapsamda, İstanbul’un uluslararası finans merkezi olması da önem taşımaktadır. Türkiye’de hayat sigortası, yatırım fonları ve bireysel emeklilik gibi uzun vadeli yatırım perspektifine sahip kurumsal yatırımcıların portföy büyüklüğü ve katılımcı sayısı düşük seviyede bulunmaktadır. 2010 yılı itibarıyla bireysel emeklilik sistemindeki fonların GSYH’ye oranı %2,3 ile %67,1 olan OECD ortalamasının oldukça altındadır. Gelişmiş bir bireysel emeklilik sisteminden bahsedilebilmesi için bu oranın %20’ye ulaştırılması gerekmektedir. Bu nedenle Türkiye’de bireysel emeklilik sistemi geliştirilmeli, kurumsal katılım özendirilmeli, katılımcılar bilinçlendirilmeli, sigorta sistemi güçlendirilmeli ve vergi avantajları sağlanarak sigorta ürünleri aracılığıyla tasarruf teşvik edilmelidir. Yastık altı tasarrufların başta altın olmak üzere finansal sisteme aktarılması sağlanmalıdır. Faiz kazandıran işlemlere hassas kesimlerin fonlarının mali sisteme çekilmesini sağlayacak finansal enstrümanlar geliştirilmelidir. 15 “Sermaye Piyasası Algı ve Yatırım Potansiyeli Belirleme Araştırması”, TSPAKB, Nisan 2011. 35 Bankaların ve özel sektör firmalarının bono ve tahvil ihraçlarının yaygınlaştırılması sağlanmalıdır. Vergi düzenlemelerinde yapılacak değişikliklerle nüfusun farklı segmentlerine yönelik (kumbara fon gibi) yenilikçi ve uzun vadeli tasarrufu teşvik eden birikim amaçlı yatırım ürünleri geliştirilmelidir. Uzun vadeli tasarruf ürünlerine vergi teşvikleri getirilmelidir. Demografik yapı tasarruf oranlarının seyri açısından önemli bir faktör olarak değerlendirilmektedir. Türkiye’nin dinamik bir nüfus yapısına sahip olması nedeniyle tüketim eğiliminin yüksek olduğu bilinmektedir. Ayrıca, istihdam edilenlerin toplam nüfus içerisindeki payı %32 ile oldukça düşük bir seviyedir. Nüfus yapısına yönelik çalışmalardan elde edilen sonuçlara göre, Türkiye için 2005 yılında başladığı ifade edilen ve çalışan nüfusun toplam nüfus içerisindeki payının artış eğilimine girdiğini gösteren demografik fırsat penceresinin 2040-2045 yıllarına kadar süreceği tahmin edilmektedir. Bu dönemde, tasarruf oranlarının %2-5 puan arasında artacağı hesaplanmaktadır. Ancak, Türkiye’de tasarruf oranlarının istenilen düzeye ulaşmasında demografik fırsat penceresinin yapacağı katkının tek başına yeterli olmayacağı bir gerçektir. Yapılan çalışmalarda, ülkelerin sahip olduğu kültürel yapının da tasarruf oranları üzerinde belirleyici olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Nitekim, Çin başta olmak üzere gelişmekte olan Asya ülkeleri bu duruma örnek teşkil etmektedir. Bu kapsamda, uzun dönemli makro ekonomik istikrarın vazgeçilmez bir ön koşul olarak kabul edildiği bir ortamda, bireylere tasarruf bilincinin kazandırılmasına yönelik faaliyetler yanında kurumsal yatırımcıların da teşvik edilmesi suretiyle sermaye piyasasına derinlik kazandırılması orta ve uzun vadede tasarruf eğilimini artırıcı yönde etkide bulunacaktır. 36 KAYNAKÇA Pınar Yaşar, “Alternatif Hasıla Açığı Tahmin Yöntemleri ve Phillips Eğrisi: Türkiye Üzerine Bir Çalışma”, Temmuz 2008, Uzmanlık Tezi. Bayoumi, T., Tong, H. and Wei, S. (2010), “The Chinese Corporate Savings Puzzle: A Firm-level Cross-country Perspective”, IMF Working Paper, WP/10/275. Bernanke, Ben S. (2005). "The Global Saving Glut and the U.S. Current Account Deficit", Sandridge Lecture at the Virginia Association of Economists, Richmond, March 10. Guonan Ma, Wang Yi, “China’s High Saving Rate: Myth and Reality”, BIS Working Papers, Haziran 2010 Dünya Bankası Veritabanı Ferrucci, Gianluigi, Miralles, Cesar, “Saving Behaviour: The Role of Emerging Market Economies and Global Imbalances”, Aralık 2007 IMF, Dünya Ekonomik Görünümü Raporu, Nisan 2011 IMF, Dünya Ekonomik Görünümü Raporu, Eylül 2005 IMF, World Economic Outlook Database Loayza, N., Schmidt-Hebbel, K., and Serven, L., “Saving in Developing Countries: An Overview”, The World Bank, 2000. McKinsey Global Institute, “Farewell to cheap Capital? The Implications of Long-term Shifts in Global Investment and Saving”, Aralık 2010. Samwick, Andrew. 2000. “Is Pension Reform Conducive to Higher Saving?” Review of Economics and Statistics 82(2):264–72. “Sermaye Piyasası Algı ve Yatırım Potansiyeli Belirleme Araştırması”, TSPAKB, Nisan 2011. TCMB, Finansal İstikrar Raporu, Mayıs 2011. 37 TSPAKB, Sermaye Piyasasında Gündem, Sayı:105, Mayıs 2011. TÜSİAD-TCMB Küresel Ekonomiye Entegrasyon Sürecinde Büyüme Dizisi No:3, "Türkiye Ekonomisinin Büyüme Dinamikleri: 1987-2007 Döneminde Büyümenin Kaynakları Temel Sorunlar ve Potansiyel Büyüme Oranı", Haziran 2008. Van Rijckeghem, Caroline and Murat Ucer, “The Evolution and Determinants of Private. Saving in Turkey: What Lessons for Policy?,” ERF Research Report Series No. 09-01. 38 EK: Üretim Fonksiyonuna Farklı Bir Bakış Cobb-Douglas üretim fonksiyonuna göre, bir ülkede üretim miktarı sermaye birikimi, işgücü miktarı ve teknolojik gelişme ile ilgilidir. Yt=Ktα * Ltβ * Tt Y: Toplam Üretim Miktarı (GSYH) α: Sermaye Birikiminin Üretim Esnekliği K: Toplam Sermaye β: İşgücünün Üretim Esnekliği L: İşgücü T: Toplam Faktör Verimliliği (TFV) t: Dönem Cobb-Douglas üretim fonksiyonunda yer alan sermaye birikiminin ve işgücünün üretim esnekliğini temsil eden α ve β terimleri sabit getiri varsayımı altında incelenmiştir. Sabit getiri yaklaşımına göre, her bir girdi %1 oranında artarsa, çıktı düzeyinin de aynı oranda artacağı kabul edilmekte ve sermaye birikimi ile işgücünün üretim esnekliklerinin toplamının 1’e eşit olduğu varsayılmaktadır. Nitekim sabit getiri varsayımı, özellikle ülke düzeyinde yapılan analizlerde yaygın olarak kullanılmaktadır. Bu varsayım tahmin edilecek katsayı adedini azaltması nedeniyle üretim faktörleri arasındaki ilişki nedeniyle ortaya çıkabilecek istatistikî sorunların asgari düzeye indirilmesini amaçlamaktadır. Cobb-Douglas üretim fonksiyonunda kullanılan sermaye birikiminin ve işgücünün üretim esnekliği katsayılarına yönelik tartışmalar devam etmektedir. Nitekim, bu katsayılar ülkeler arasında farklılık gösterebilmekte ve örneklem dönemine göre de farklı sonuçlar verebilmektedir. Dolayısıyla, ekonomi literatüründe bu parametrelerin hangi büyüklükte olacağı yönünde görüş birliği bulunmamaktadır. Türkiye ekonomisi için de sermaye birikiminin ve işgücünün üretim esnekliklerine ilişkin farklı görüşler bulunmaktadır. Örneğin, İsmihan ve Özcan’ın (2005) çalışmasında, Türkiye ekonomisi için sermaye birikiminin katsayısının diğer bir ifadeyle α parametresinin 0,35 ile 0,65 arasında olabileceği belirtilmiştir. Buna istinaden, İsmihan ve Özcan (2006) çalışmasında 1960-2004 dönemi için yapılan büyüme muhasebesi analizlerinde α parametresinin değeri 0,35 ile 0,65’in aritmetik 39 ortalaması olan 0,50 olarak varsayılmıştır. Saygılı, Cihan ve Yavan (2006) eğitim ve verimlilik ilişkisini inceledikleri çalışmalarında, sermayenin büyüme esnekliğini 0,51 olarak öngörmüşlerdir. Bununla birlikte, 2008 yılında yaptıkları çalışmada ise sermayenin büyüme esnekliğini 0,57 olarak belirlemişlerdir. Bosworth ve Collins (2003), büyüme muhasebesi analizinde Türkiye’nin de dahil olduğu tüm ülkeler için α değerini, diğer bir ifadeyle sermaye birikiminin üretim esnekliğini, 0,35 olarak varsaymıştır. Bu çalışmada, sermaye birikimi esnekliğinin, α parametresinin, 0,57 olduğu varsayılmıştır. Bu çerçevede, diğer değişkenler sabit tutulduğunda sermaye birikimindeki %1’lik artışın toplam üretimde %0,57’lik artışa neden olacağı hesaplanmaktadır. Benzer şekilde işgücündeki %1’lik artışın da toplam üretimde %0,43’lük artışa neden olacağı öngörülmektedir16. Esneklik katsayıları ile üretim fonksiyonu yeniden düzenlendikten sonra denklemin her iki tarafında da logaritmik dönüşüm uygulandığında üretim fonksiyonu aşağıdaki gibi ifade edilmektedir. ln(Y)t= α*ln(K)t + β*ln(L)t + Sermaye Birikiminin İşgücünün Toplam Üretime Katkısı Toplam Üretime Katkısı α: 0,57 β: 0,43 ln(T)t Toplam Faktör Verimliliği Üretim Fonksiyonunun Bileşenlerine Yönelik Metodolojik Açıklama Bir ülkenin refah düzeyi ile yakından ilişkili olan verimliliği analiz etmek amacıyla Cobb-Douglas üretim fonksiyonun oluşturulması için toplam sermaye birikimi tahmini yapılmıştır. Bir ülkenin toplam üretim kapasitesi ile ilişkili olan sermaye birikimi tahmini yapılırken Saygılı ve Cihan tarafından oluşturulan serinin 1987-2007 dönemindeki seyri baz alınmıştır. 2008-2010 döneminde ise; 16 Alternatif Hasıla Açığı Tahmin Yöntemleri ve Phillips Eğrisi: Türkiye Üzerine Bir Çalışma. Pınar YAŞAR. Ankara: DPT, EMSAGM Temmuz 2008, Uzmanlık Tezi 40 sermayenin ortalama ömrünün 25 yıl olduğu ve bu çerçevede toplam sermayenin çeyreklik bazda yaklaşık %1 oranında aşınmaya uğrayacağı ve yatırımların toplam üretim sürecine 4 çeyrek gecikmeyle yansıdığı varsayımları altında tahmin edilmiştir. Sermaye birikiminin 1990-2010 dönemindeki seyri incelendiğinde, sermaye birikimindeki artışın 1990-2000 döneminde yatay bir seyir izlediği görülmektedir. Söz konusu dönemde kamu borcunun ve faiz oranlarının yüksek düzeylerde seyretmesi sermaye birikimindeki artışı sınırlandırmıştır. 2000-2004 döneminde ise, sermaye birikiminin artış hızındaki yavaşlamıştır. Bu gelişmede, 2001 krizinin etkilerinin daha önceki krizlere kıyasla daha uzun bir süre boyunca hissedilmesi ve krizin bankacılık sektörü kaynaklı olması etkili olmuştur. 2005-2007 döneminde olumlu makroekonomik görünümün etkisiyle yıllık bazda ortalama %2,1 oranında gerçekleşen sermaye birikimi artış hızının 2008 yılında ortaya çıkan küresel krizle birlikte gerilediği görülmektedir. Nitekim, 2005-2010 döneminde sermaye birikimindeki artışın %1,9 düzeyinde olduğu hesaplanmaktadır. Sabit Sermaye Yatırımları ve Yıllık Artış Hızı* (milyar TL) (%) 1,95 320 1,9 280 1,9 1,9 240 200 1,85 160 1,8 120 2010Ç1 2008Ç4 2007Ç3 2006Ç2 2005Ç1 2003Ç4 2002Ç3 2001Ç2 2000Ç1 1998Ç4 1997Ç3 1996Ç2 1995Ç1 1993Ç4 1992Ç3 1991Ç2 1,75 1990Ç1 80 (*) Sağ eksen İşgücüne ilişkin verilerde, Saygılı ve Cihan tarafından oluşturulan seriler kullanılmıştır. Nitekim, TÜİK’in 2005 yılından itibaren nüfus ve işgücü istatistiklerinde revizyon yapması nedeniyle 1990-2004 dönemine ilişkin işgücü 41 verisinde düzeltme yapılmıştır17. Nitekim, iki serinin de genel olarak benzer bir seyir izlediği görülmektedir. 1990-2000 döneminde yıllık bazda ortalama %1,5 düzeyinde gerçekleşen işgücü artış hızı 2000-2004 döneminde bir miktar ivme kaybetmiş 20052010 döneminde ise tekrar %1,5’lik trendine (1990-2000 dönemindeki) yakınsamıştır. Türkiye'de Toplam İşgücünün Gelişimi* (milyon kişi) 25 23 21 19 İşgücü 17 Düzeltilmiş İşgücü Verisi 2010Ç1 2008Ç4 2007Ç3 2006Ç2 2005Ç1 2003Ç4 2002Ç3 2001Ç2 2000Ç1 1998Ç4 1997Ç3 1996Ç2 1995Ç1 1993Ç4 1992Ç3 1991Ç2 1990Ç1 15 (*) Mevsimsellikten arındırılmış seri Bir ülkenin refah düzeyi ile yakından ilişkili olan toplam faktör verimliliğinin Türkiye’de ölçülmesi amacıyla “Solow artığı” yöntemi kullanılmıştır. Bu yönteme göre, bir ülkenin üretim seviyesindeki artışın esas kaynağı sermaye birikimi ve işgücündeki değişimler olmakla birlikte, bunların dışındaki diğer faktörler toplam faktör verimliliğini, bir başka deyişle Solow artığını, doğrudan etkileyen faktörler olarak tanımlanmaktadır. Verimliliğin teknolojik ilerlemeyi temsil ettiği kanısı ekonomi literatüründe yaygın olmakla birlikte, birçok çalışmada (Bosworth ve Collins, 2003) toplam faktör verimliliğinin teknolojik ilerlemenin yanı sıra politik istikrarsızlık, savaş, makroekonomik politika ve yapısal değişimler gibi ekonominin etkinliğini belirleyen diğer faktörleri ile ölçüm hatalarını temsil ettiği vurgulanmaktadır18 (İsmihan ve Özcan, 2006). 17 TUİK, 2004 yılında Türkiye’nin nüfusunu 70,9 milyondan 66,4 milyona revize etmiştir. İki veri seti arasında kesintilerin yanı sıra son açıklanan verilerin Türkiye’nin demografik yapısını daha iyi bir şekilde temsil edeceği varsayımı altında 1990-2004 dönemine ilişkin işgücü verisi aşağı yönlü revize edilmiştir. 18 Alternatif Hasıla Açığı Tahmin Yöntemleri ve Phillips Eğrisi: Türkiye Üzerine Bir Çalışma. Pınar YAŞAR. Ankara: DPT, EMSAGM Temmuz 2008, Uzmanlık Tezi 42 Solow artığı çerçevesinde değerlendirilen toplam faktör verimliliği, sermaye birikimi ve işgücü serilerinin toplam üretim miktarından çıkarılması sonucunda oluşturulmuştur. ln(Y)t – 0,57*ln(K)t – 0,43*ln(L)t = ln(T)t 43