okumak için tıklayın

Transkript

okumak için tıklayın
İÇİNDEKİLER
5
Kâinatın Efendisi Peygamberimizin Çocukluk Yılları - II
(0-11 Yaş)
10
Ayın Sohbeti “Kutb-ul Aktâb Niyazi Baba Hazretleri” - II
Mehmet Emin Uzunosmanoğlu
On Bir Ayın Sultanı Ramazan-ı Şerif
14
/ Ömer Faruk Erdoğan
16
Neden Yapıcı Değiliz? / Tuğba Uzunosmanoğlu
18
Çocuklarımızı Oruç Tutmaya Nasıl Alıştırabiliriz?
/ Esra Erdoğan
20
Sanal Yalnızlık / Zeynep Uysal
22
Çocuklarla Büyümek / Hanife Kadiroğlu
24
Orucunu Tut Kaçırma / Ülkü Akmeşe
26
Çevremiz Evimizdir / Cüneyt Yusufoğlu
28
Fıkıh (İslam’da Hukuk İlmi) / Havvanur Şenduran
30
Ümmetin Kardeşliğe İhtiyacı Var / Pınar Cantekin
32
Helal Çizgisinde Hayat / Emine Can
34
Sağlık-Bilim
36
Yeniden Yapılmakta Olan “Niyaziye Camii”
41
Ayın İlahisi
Grafik Tasarım
Esra AKBURAK
Kapak Fotoğrafı
Kadir KOÇAK
Kapak Fotoğrafı: Niyaziye Camii
Editör: Ömer Faruk ERDOĞAN
Gsm: 0546 691 53 25
Mail: [email protected]
Baskı
Seçil Ofset
100. Yıl Mah. Matbaacılar Sitesi 4. Cad. No: 77
Bağcılar-İSTANBUL
Tel: 0212 629 06 15
www. secilofset.com
NİYAZİYE EĞİTİM KÜLTÜR VE DAYANIŞMA VAKFI
Dr. Mediha Eldem Sokak 58/1 Can Apt. 06420 Kızılay / ANKARA
Tel: 0312 433 02 69 - Gsm: 0533 685 64 65 - Faks: 0312 433 02 70
Mail: [email protected]
Web: www.niyaziyevakfi.org.tr
Facebook: facebook.com (İnciden Damlalar Dergisi)
Editörden
Bismillâhirrahmânirrahîm
“Allah’ın (c.c.) adı zikredilmeden başlanılan her önemli işin sonu bereketsiz olur.”
(Hadis-i Şerîf)
Selamun Aleyküm Sevgili Okurlarımız,
O’nun (cc) Adıyla! O’nun (cc) Esmaü’l-Hüsna’sıyla!
Dilimizle O’nun (cc) yüceliğini övüyor, bedenimiz ve ruhumuzla O’nun (cc) yüceliği ve
güzelliği karşısında eğiliyoruz. Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa’ya (sav) gönülden salât ve selamlar
olsun. Pirler Piri Abdulkâdir Geylâni’nin ve Büyüklerimizin himmetleri üzerimize olsun.
Sizleri saygı ile selamlıyor ve afiyette olmanızı temenni ediyorum.
Dergimizin yedinci sayısıyla bir kez daha aynı mutlulukla, aynı heyecan ile karşınızdayız. Yaz aylarına girdiğimiz şu günlerde mübarek üç ayların manevi atmosferini teneffüs
etmekteyiz. Hepimizin büyük bir özlemle ve sevinçle beklediği “Ramazan Ayı” gelmiş
bulunmakta. Bizler de bu doğrultuda İnci’mizde ayın konusunu “Ramazan ve Oruç” olarak belirledik. Dergimizin ana bölümünde Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa’nın
(sav) çocukluk dönemine devam ederken, Ayın Sohbeti bölümünde ise Niyazi Baba Hz.
ile alakalı yazıyı Emin Hocamızın dilinden devamını okuyacaksınız. Makalelerimizde
ise Orucun Fazileti, Oruçluyken Nelere Dikkat Etmeliyiz, Çocuklarımıza Oruç Tutma
Alışkanlığı Nasıl Kazandırabiliriz gibi konulara yer verdik. Ek olarak Çağımızın Gençlik
Problemleri, Sanal Bağımlılık, Çocuklarla Büyümek gibi güncel konulara da ağırlık vermeye çalıştık. Tüm yazılarımızı ilgiyle ve merakla okuyacağınızdan şüphem yoktur.
Makalelerimizden yararlanmanızı bekler ve içinde bulunduğumuz bu mübarek aylardan istifade etmenizi temenni ederim.
Bizlere göstermiş olduğunuz ilginize, hayır dualarınıza ve desteklerinize tüm ekibim
adına teşekkür ederim. Allah’a emanet olunuz. Yeni sayılarda buluşmak ümidi ile. Sizleri
dopdolu bir İnciden Damlalar ile baş başa bırakıyoruz…
Feyizli Okumalar…
Ömer Faruk ERDOĞAN
KÂİNATIN EFENDİSİ PEYGAMBERİMİZİN
ÇOCUKLUK YILLARI – II (0-11 yaş)
D
ergimizin bir önceki sayısında Efendimizin çocukluk
yıllarının bir kısmını paylaşmıştık.
Bu sayımızda
Efendimizin
muhterem
validesinin
vefatını, Peygamberimizin anne-babasının iman
meselelerini,
Efendimizin dedesine verilmesi,
muhterem dedesinin
vefatını ve son olarak
amcası Ebu Talib’in yanında
geçirdiği günleri işleyeceğiz.
Yaylanın havası ve suyu başkaydı. Çocukların sağlıklı ve hızlı gelişmesi için oldukça yararlıydı. Efendimiz böyle bir ortamda büyüdü
ve gelişti. Zaman su gibi akıp geçmişti. Yaylada tam dört yıl kaldı Kâinatın Efendisi. Artık
annelerin Annesine dönme vakti gelip çat-
Gün ölüm günüydü. Bir annenin biricik evladına veda edeceği gündü. Öyle bir gündü ki;
yer gök haykırıyor, hıçkırıyordu. Mekke’ye dönerken, kurak çölde üç şerefli yolcu: Hz.
Âmine, biricik evladı Kâinatın
Efendisi ve Ümmü Eymen…
mıştı. O Anne ki; İnsanlığın ufkundan kara bulutları kaldırıp,
kâinatı aydınlatacak
olan iki cihan güneşi Hz. Muh a m m e d
Mustafa’nın
v ü c u d a
gelmesinin
sebeb-i
hâssı ems a l s i z
Anne…
“Ol
sadeften doğdu
ol dür dânesi!”
Efendimiz bu dünyada güzeller güzeli anacığına doyamadı. Belki o küçüktü
ancak imtihanı pek ağırdı. Hayatın tüm gerçeklerine o minicik bedeniyle göğüs germeyi
öğrendi. Bu imtihanların en acıklı olanı şüphesiz muhterem validesinin vefat edişiydi.
Gün ölüm günüydü. Bir annenin biricik evladına veda edeceği gündü. Öyle bir gündü
ki; yer gök haykırıyor, hıçkırıyordu. Mekke’ye
dönerken, kurak çölde üç şerefli yolcu: Hz.
Âmine, biricik evladı Kâinatın Efendisi ve
Ümmü Eymen…
Rüzgâr bir başka esiyordu. Güneş bir başka aydınlatıyordu yeryüzünü. Bu farklılıkların
sebebi kuşkusuz ayrılık ateşi idi. Henüz yolu
yarılamışlardı ki Âmine validemiz rahatsızlandı. Efendimizi ve Ümmü Eymen’i bir telaş
kapladı. Hastalık ciddi idi ve gittikçe şiddetleniyordu. Ebva köyü yakınlarında bir ağacın
gölgesinde konaklamaktan başka çareleri
yoktu. Âmine validemiz hâlsiz bir şekilde yerde yatıyordu. Efendimiz son derece üzgün ve
5
Celâl ve bol ikram sahibi olan Allah tarafından âdemoğullarına
helal ve haramı bildirmek üzere peygamber gönderileceksin.
Sen ceddin İbrahim’in
teslimiyet ve dinini tamamlamak için gönderileceksin.
Allah,
seni milletlerle birlikte
devam edip gelen putlardan, putperestlikten
koruyacak ve alıkoyacaktır. Her yaşayan
ölür, her yeni eksilir,
yaşlanan herkes zevâl
bulur. Her şey faniAmine Validemizin kabrini gösteren eski bir resim / Ebva dir, gider. Evet, ben
Kaynak: Siyer Yayınları-Peygamber’in Albümü
de öleceğim. Fakat
ismim ebediyen yâd
telaşlı idi. Yerde ses yok, gökte sükût hâkim
edilecektir. Çünkü tertemiz bir evlat doğuridi. Efendimiz kendini toparlayarak, “Nasılsın
muş, arkamda hayırlı bir yâd edici bırakmış
anneciğim?” diye sordu. Annelerin en şereflibulunuyorum.”1
si biricik evladının üzülmesine dayanamadığı
için, şiddetli ağrılarına rağmen, “İyiyim canım
İstikbalden haber veren bu cümlelerin aroğlum, bir şeyim yok.” diye cevap verdi. Birdından Âmine validemiz orada ruhunu gökaç kelimeden sonra kendinden geçiverdi. Bir
revli meleğe teslim etti.
ara “su” dediği işitildi. Efendimiz şimşek hızıyYer, Mekke ile Medine arasında bulunan
la aziz annesine suyu yetiştirdi. Aziz anne suyu
Ebva
köyü.
içti. Efendimizin o mübarek ellerinden tutarak
okşadı. Efendimiz ağlıyordu. O mübarek gözTarih, Milâdi 576…
yaşları aziz annesinin omuzlarına nisan yağEfendimiz gözyaşlarına boğuldu. Ümmü
murları gibi dökülüyordu. O (sav) ağlıyordu
Eymen ise ne yapacağını şaşırdı adeta donayer gök titriyordu. Yeryüzünü hüzün ve keder
kalmıştı. Bir ara kendine gelen Ümmü Eymen
kaplamıştı. Nur yüzlü evladına doya doya
Aziz yavrunun gözlerini sildi. Sonra da bağrıbaktı. Bu şiddetli hastalıktan kurtulamayacana basarak teselli etmeye çalıştı.
ğını anlayarak dilinden şu mübarek cümleler
Dünyanın en şerefli en bahtiyar annesini
döküldü:
oracıkta toprağa defnettiler. Yolda Efendimi“Ey dehşetli ölüm okundan, Allah’ın yarzi bir an olsun yalnız bırakmayan Ümmü Eydım ve ihsanıyla yüz deve karşılığında kurtumen sık sık iki cihan güneşini teselli etti. O’nu
lan zâtın oğlu! Allah, seni aziz ve devamlı kıl(sav) öz evladı gibi bağrına bastı. Efendimiz
sın. Eğer rüyada gördüklerim doğru ise, sen
de, adeta onu bir anne kabul ederek, “Anne,
anne!” diye çağırırdı. Daha sonraları her gördüğünde ise, “Annemden sonra annem!” diyerek iltifatlarda bulunurdu.2
Yer, Mekke ile Medine arasında bulunan Ebva köyü.
Tarih, Milâdi 576…
6
1 İsfahani, Delâilü’n-Nübüvve, s. 119.
2 İbn Sa’d, Tabakat, c. 1, s. 116-117.
Yaşı epeyce ilerleyen muhterem dede bir gün aniden
rahatsızlandı. Ebedi âleme
göçeceğini anlayan dedenin tek derdi biricik torunu
idi. Efendimizi teslim edeceği emin kişiyi seçmek…
duralım: Hz. Abdullah ile Hz. Âmine,
Efendimize peygamberlik gelmeden
önce vefat etmişlerdir. Dolayısıyla fetret devrinde vefat edenlere azap yoktur. Efendimizin şu cümleleri bu konuya
rehber olacaktır, ”Ben, mütemadiyen
temiz babaların sulbünden, temiz anaların rahminden nakloluna geldim.”4
Kâinatın Efendisi, yıllar sonra Hudeybiye Umresi sırasında yine Ebva’dan
geçecektir. Allah’ın izniyle annesinin
kabrini ziyaret edip elleriyle düzeltecektir. Sonra da ağlayacaktır. O’nun (sav)
mübarek gözlerinden akan yaşları gören sahabeler de ağlayacaklar ve “Ya
Resulullah! Niçin ağladınız?” diye sorduklarında, Efendimiz, “Annemin benim
hakkımdaki şefkat ve merhametini düşündüm de ağladım” diye cevap verecektir.
Altı yaşında iken muhterem validesini
kaybeden Efendimizi, dedesi Abdulmuttalib himayesine aldı. Aziz dede Kureyş
kabilesinin reisi idi. Üstün ahlaka sahip
olan Abdulmuttalib, Allah’a ve ahirete
inanırdı.
Peygamberimizin Anne Ve Babasının İman Meselesi
İslam âlimlerine göre; “Hz.
İbrahim’den gelen ve Resul-i Ekrem’i
netice veren nurani silsilenin fertlerinin hiçbiri, hak dinin nuruna lakayt
kalmamışlar ve küfrün karanlıklarına
mağlup olmamışlardır. Hiçbirinin
temiz gönlü, şirk ve küfürle
kirlenmemiştir.”3 Bu cümlenin ışığında Efendimizin anne ve
babasının
iman
meselesi üzerine
Efendimiz Dedesi
Abdulmuttalib’in Yanında
Şefkatli dede aziz torununa son derece hassas idi. O’nu (sav) canı gibi seviyor ve nereye giderse gitsin yanından
ayırmıyordu. Efendimiz de dedesine son
derece saygılı idi. Dedesinin minderine
sadece Efendimiz otururdu. Amcaları
mani olmak istese de; “Oğlumu serbest bırakın! Vallahi, ilerde O’nun (sav) namı
ve şanı büyük olacaktır!”5
diye söylemiştir.
Yaşı epeyce ilerleyen
muhterem dede bir gün
aniden
rahatsızlandı. Ebedi
âleme göçece-
4 Kadı İyaz, c. 1, s. 183.
3 Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, s. 397; Tecrid
Tercemesi, c., s.537
5 İbn Hişam, Sire, c. 1, s. 178; Tabakat, c. 1, s. 118;
Belazuri, Ensab, c.1, s. 81.
7
ğini anlayan dedenin tek derdi biricik
torunu idi. Efendimizi teslim edeceği
emin kişiyi seçmek…
Aklına Ebu Leheb geldi. Fakat katı
kalpli deyip “olmaz”
dedi. Abbas’ın ise
pek fazla evladı var
idi. Ancak onlarla
meşgul
olabilirdi.
Hz. Hamza’nın ise
yaşı gençti ve ava
meraklı idi. Pek fazla torunu ile ilgilenemezdi. Ebu Talib!
İşte, Nur TorunuEfendimiz’in s.a.v. dedesi Abdülmuttalib ve onun dedesi Abdümenaf’ın kabirlerini
nu teslim edeceği
gösteren eski bir resim - Kaynak: Siyer Yayınları-Peygamber’in Albümü
emin kişiyi bulmuştu. Muhterem dede,
palı tutuldu. Cenaze eller üstünde dolaştırıldı.
Efendimizin de görüşünü aldı. “Amcalarından
Hacun Kabristanı’na, dedesi Kusayy’ın yanıhangisinin himayesinde olmak istersin?” diye
na defnedildi.7
sordu. Sevgili Peygamberimiz yerinden kalkaTarih: Miladi, 578. Fil yılından sekiz sene
rak Ebu Talib’in boynuna sarılarak seçimini
sonra.
yaptı. Muhterem dede, bu isabetli seçime çok
Efendimiz cenaze ve defni esnasında gözyaşlarını tutamadı. Efendimiz ömrünün ilk sekiz yılını acılarla, üzüntülerle ve kederle dolu
geçirdi.
Ebu Talib’in eşi Fatıma
Hatun’un Efendimize olan sevgisi, şefkati sonsuzdu. O’nu
(sav) öz evladı gibi seviyor,
bakımına son derece dikkat
ediyordu.
sevindi ve oğluna tembihlerde bulundu.
Ve Abdulmuttalib tarafından, Efendimiz,
amcası Ebu Talib’e teslim edildi. Yakalandığı hastalığa dayanamayan muhterem dede
seksen yaşını aşkın bir ihtiyar olarak dünyaya
gözünü kapadı.6
Muhterem dedenin vefatı Mekke halkını
derinden üzdü. Günlerce Mekke çarşısı ka6 İbn Sa’d, Tabakat, c. 1, s. 110
8
İki Cihan Güneşi Amcası Ebu Talib’in
Yanında
Ebu Talib, son derece merhametli bir insandı. Fakat oldukça fakir idi. Bir devesinden
başka hiçbir mal varlığı yoktu. Hz. Ali, babası hakkında şöyle buyurmaktadır: “Babam,
Kureyş’in fakir, ancak ileri gelenlerinden şerefli biri idi. Hâlbuki kendinden evvel, böyle
yoksul olduğu halde kavminin ulu kişisi olmuş
bir kimse gelmemiştir.”
Ebu Talib, aynı zamanda kardeşi
Zübeyr’den kendisine geçen Kâbe perdedarlığı demek olan “rifade” ve hacılara su içirme
hizmeti demek olan “sikaye” vazifelerini de
yürütüyordu.
7 İbn Sa’d, a.g.e., c. 1, s. 119.
Efendimiz olmadan
Ebu Talib sofraya asla
oturmazdı. Sofra hazırlandığında Efendimizi
göremeyince
şefkatli
amca, “Muhammed’im
nerede? Çağırın, gelsin”
derdi. Çünkü onun bulunduğu sofrada herkes
doyarak kalkar ve yemek
yine artardı. Bulunmadığı sofrada ise, çok kere
sofradakiler doymadan
yemek bitiverirdi.8
Hz. Halime’nin evinin kalıntıları, Benî Sa’d /
Zaten, Efendimiz, ta o
Evtas - Kaynak: Siyer Yayınları-Peygamber’in Albümü
zamandan beri az yiyordimiz şöyle yanıtladı: “Ebu Talib’ten sonra,
du. Sofrada son derece
bu kadıncağız kadar bana iyilik eden hiçbir
ciddi ve nimetlere hürmetkâr bir tavır içinde
kadın yoktur. Ahirette, cennet elbiselerinden
bulunurdu. Diğer çocuklar kurulur kurulmaz
elbise giymesi için ona gömleğimi kefen yapsofraya saldırırken, Efendimiz büyükleri baştım. Kabre ısınması için oraya kendisiyle birlamadan lokmayı ağzına koymazdı. Hatta
likte uzandım.”11
bazı kere amcası, çocuklardan rahatsız olmasın diye O’nun için ayrı sofra kurdururdu.9
Efendimiz on yaşlarında bulunuyordu. Boş
durmayı sevmez ve amcasına yardım etmeyi
Dadısı Ümmü Eymen o günleri şöyle anlaçok severdi. Amcasının koyunlarını gütmek istıyor: “Resulullah’ın, çocukluğunda ne açlıktedi. Ebu Talib başta bu duruma razı olmadı
tan ne de susuzluktan şikâyet ettiğini görmeancak Efendimizin yoğun ısrarını kabul etti.
dim. Sabahleyin bir yudum zemzem içerdi.
Böylelikle, geçim sıkıntısı olan amcasını çoKendisine yemek yedirmek istediğimizde, ‘İsban masraflarından kurtarmak suretiyle yartemem, karnım tok’ derdi”.10
dımda bulunmuştur. Bir gün sahabeye: “Siz
Ebu Talib’in eşi Fatıma Hatun’un Efendimibu yabani yemişlerin karalarını tercih ediniz.
ze olan sevgisi, şefkati sonsuzdu. O’nu (sav)
Çünkü onun siyahı en lezzetlidir!” Sahabeler
öz evladı gibi seviyor, bakımına son deremerak içinde sordular, “ Ya Resulullah, bu
ce dikkat ediyordu. Böylece, Dürr-i Yetim’e,
yemişin iyisini kötüsünü çobanlar bilir. Siz de
annesiz kalmış olmanın ızdırap ve hasretini
koyun güttünüz mü?”
hissettirmemeye çalışıyordu. Efendimiz ise FaEfendimiz ise tebessümle şöyle yanıt verdi:
tıma Hatun’a saygı ve sevgide kusur etmiyor“Hiçbir peygamber yoktur ki koyun gütmemiş
du. Öyle ki Fatıma Hatun, vefat ettiğinde “Buolsun!”12
gün annem öldü!” diyerek ona karşı sevgisini
ifade etmişti. Sonra da gömleğini çıkararak
ona kefen yapmış ve beraberinde kabre ineBir sonraki sayımızda Efendimizin 12
rek bir müddet mezarında uzanmıştı.
yaşından 38 yaşına kadar olan hayatını
Bu hareket ashabın gözünden kaçmadı ve
işleyeceğiz.
hikmetini Efendimize sordular. Sebebini Efen8 İbn Sa’d, Tabakat, c. 1, s. 120
9 İ bn Sa’d, a.g.e., c. 1, s. 120.
10 Kadı İyaz, eş-Şifa, c. 1, s. 729-730
11 Süheyli, Ravdü’l-Ünf, c. 1, s. 112
12 İbn Sa’d, Tabakat., c. 1, s. 125-126.
9
MEHMET EMİN HOCAMIZIN NİYAZİ BABA HZ.
İLE İLGİLİ BAZI HATIRALARI - II
B
ir sefer Bakırlı Yaylalarına gidiyoruz.
Yaylaya gittik, hava öyle bulutlu ki,
hava ha çöktü ha çökecek. Herkeste bir telaş var; şu yemeğimizi bir yeseydik,
yemekte ortada kalacak diye. Rahmetullahi
Aleyh birden celalli bir şekilde; yağmur yağmayacak, zorla mı yağdıracaksınız yahu, hadi
yağdırın dedi. Yağmayacak, rahat olun, sıkıntılara girmeyin, dedi. Hakikaten de yağmur
yağmadı. O gün yemekler yendi, bulaşıklar
yıkandı, kazanlar falan toparlanıp, arabalara yüklendi. Cemaatin hepsi arabalara gitti.
En arkada Rahmetlik ile biz geliyoruz. Ondan sonra geldik Çankırı yoluna. Bindik mi,
binmedik mi? Bir yağmur başladı sanki gök
delindi. Hatta Şabanözü tarafında hayvanları
falan sel almış öyle bir yağmur. Ama arabaya
binene kadar Allah’ın izni kudretiyle, Niyazi
Baba’mın büyük himmetleriyle damla düşmedi. Onun için Rahmetullahi Aleyhin çok hatıraları vardı.
10
Bir seferinde de Çankırı’ya Hacı Murad-î
Veli Hz. ile Karatekin Hazretlerine gidiyoruz.
Ondan ona mı gidiyoruz yoksa tam tersine mi
gidiyoruz. Baba Hz.’nin arabasının üzerinde
Allah’ın büyük hikmeti, nurani şimşekler çakarken gördük. Hatta bir ara, Allah korusun
arabanın arkasında yangın çıkartır mı diye
de korktuk. Dolayısıyla bu güzellikleri Mevla gösterdi elhamdülillah. Baba Hz. Cenab-ı
Hakk’ın izni ile hakikaten de yeraltından ve
yerüstünden haber verecek derecede Allah
Baba Hz.’nin arabasının üzerinde Allah’ın büyük hikmeti, nurani şimşekler çakarken
gördük.
katında bir sevgisi, bir
dostluğu vardı. Cenab-ı
Allah öyle büyük bir
mürşidi bize nasip etmiş. Güzel, güzel, ne
güzel... Allah bizleri
Onlara layık etsin inşallah.
Babacığım onlar da İmam
Hüseyin’in kanı bir de Pir
Geylani’min gülü. Bir basamak O’nun kanından, bir basamak da O’nun gülünden.
Şenyurt’taki camimizin yapımı da tamamen
Allah’ın kudretiyle ve Niyazi Baba’mın himmeti ile olmuştur. Her ne kadar bizler arsayı alıp, işlerle alakadar olduysak da, hizmetinde bulunduysak da yapan da yaptıran da
hep Allah’tır. Allah ve Resul’ü adına da Niyazi
Babam rahmetullahi aleyhdir. Bir gün minare yapılıyor; minare yapılırken taşlar geldi.
Bizim de bazı deliliklerimiz varmış demek ki.
Minarenin bazı yerlerine, mahfilin altına ayna
döşettiriyorum. Taşları oydurup aynaları koyduruyoruz. Etrafını tutkallarla tutturup o taşı
oraya yerleştiriyoruz. Tam aynaları döşüyorduk bir de Rahmetullahi Aleyh birden geldi.
Bu ne Hacı, ne yaparsın sen dedi. Hem sinirlendi hem de azarladı. Niye yaptırıyorsun,
bunlar hangi minarede var, dedi. Baba her
minarede, her camide
Allah’ın tecelliyatı yok
ki dedim. Burada bu
aynalar senin kalp aynan; o aynaya bakanlar irşad olsun İnşallah,
deyince Rahmetullahi
Aleyh bir sevindi, ondan sonra da hüzünlendi. Bir şey demedi.
Peki, bu kırmızı taşlar
ne? Yukarıya doğru alaca, belece bu ne? Babacığım onlar da İmam Hüseyin’in kanı bir
de Pir Geylani’min gülü. Bir basamak O’nun
kanından, bir basamak da O’nun gülünden.
Hakikaten de o kırmızı taşları özel getirttim.
Kafamıza estiği gibi yaptırıyoruz. Kimseye de
danışmıyoruz. Ama niyetimiz bu yönde. O
Kadri Gülü, boyası İmam Hüseyin (ra) kanı;
Pir Geylani’min de gülü kırmızı. İşte onun için
Baba, bunlar kırmızı dedim. Ağlamaya başladım, baktım O da ağladı. Bir de aman Hacı
Efendi dikkat et kimsenin arsasına kimsenin
hakkı geçmesin. Aman geçme! Sakın geçme. Peki, başım üzerine Baba. Ama aşağıya
dolandığında o hanımların giriş kısmına bir
11
adam sığmıyor; yan geçse zor sığıyor. Bazıları Baba görmez dedi. Otuz santim çıkalım dediler; e peki çıkalım dedik. Çıktılar
tabi, yapıldı. Bir de öteden Baba Hz. geldi;
orası çıkmış dedi. O daha arabadan inmeden önüne koştum, eline sarıldım; vermedi,
ayaklarına kapandım. Ne oldu ya, tövbe
tövbe ne yaparsın sen yahu, başımı derde
mi sokacaksın dedi rahmetullahi aleyh nur
içinde yatsın. Baba bir gel hele, Babacığım
bir şey göstereceğim ne olur elini, ayağını
öperim bi gel hele; bak şuraya adam sığmadı, hafiften azcık şuraya kaydırıverdik.
Nasıl olsa yol orası deyince gönlü yumuşadı. Peki, hadi dedi. Tabi kardeşler büyüğün
ile iş yapması çok güzel ama çok tehlikeli.
Her an yanarsın da, her an kovulursun da,
her an Allah sana orayı vesile ederek tecelli
de eder. Ama edindiğim bilgiye göre kovulursun da, Allah sana oradan bir üst derece verebilir de, azarlanırsın da, dövülürsün
de. Ama ne olursa olsun siz, büyüklerin
sözünü şer dahi olsa ne olur yap diyorsa
yap, takdir Allah’ındır. Takdiri O verir. Daima O’nun sözünden Mevla konuşuyor bil.
Zaten bir mürşidin, müridine himmeti nasıl
olur. Onu bilmek lazım. Bu himmetler;
1-Severek
2-Döverek
3-Kovarak
Onun için bir ilahi var; Senden gelen ya
hilkat ya da kefen, kahrın da hoş, nurun da
hoş, yeter ki senden gele. Yeter ki senden gelsin. Ne gelirse gelsin. O güzel ahlakı Rabbim
cümlemize nasip eylesin. Bizi o nurlu sözden,
nurlu yoldan ayırmasın.
Rahmetullahi aleyh ile çok güzel anılarımız
olmuştu. Eski arkadaşlarımız hep toplanmışlar Baba Hz.leri’nin evinde. Benim de gönlüme düştü, bir gideyim diye içimden geçiriyorum. Gittik, bir de baktık ev dolu. Arkadaşlar
Daima birliği, beraberliği,
kardeşliği, saygıyı, sevgiyi
tavsiye eder; bunların üzerinde çok dururdu. Daima biz
de o ilhamdan aldığımızla
hep sevgiyi anlatırız. Sevelim
sevilelim.
12
söylüyorlar daha ben kapıyı vurunca aha
Emin Efendi geldi açın kapıyı demiş. Hep bizi
çağırırmış. Gönlümdeki, kalbimdeki sıkıntı o
yüzden olurmuş. Bazen insana böyle şeyler
olunca kalbine bir baksın rahmani ise derhal
gelsin. Baksın belki onun ona göre bir sıkıntısı
vardır.
Rahmetullahi aleyhnin son gecesinde
mânâ âleminde bize geldi. Hacı Efendi giyin
de bize gel dedi. Peki, Baba dedim. Hemen
giyindim, hemen saat sekiz miydi, dokuz muydu gittim. Necla Anne ile Sonay var. Rüyamda da kapıyı onlar açmışlardı. Geldi mi Hacı
Efendi dedi, geldi dediler. Öteden bir hanım
daha geldi, oturdu kalkmıyor. Baba Hz.leri
kâğıtla kalem al dedi. Defteri kalemi aldım,
Baba Hz.leri’nin ağzına bakıyorum ne diyecek diye. Ama o hanım gitmiyor. O hanıma,
“Bizim Baba Hz. ile görüşmemiz olacak, bize
müsaade eder misin” dedim. Kadın duymuyor da kalkmıyor da. Hâlbuki öyle bir hanım
değil, kendini bilen bir hanım. Baba Hz. sinirlendi, yüzü kızardı; o kadın gitmeyince de biz
de söze başlayamıyoruz. Baba Hz. ise vasiyet
mi ne yazdıracaksa bilemem tabi. Kadın gitmedi, Baba Hz.nin rahatsızlığı artınca, yata-
ğına götürdük. Yatırdık, kalbine masaj yaptık.
Necla Anne dedi ki; Hacı Efendi biraz bırakalım da yatsın, sonra İnşallah nasip olursa
görüşürsünüz dedi. Oradan bir işimiz vardı;
o işi göreyim de geleyim diye oradan çıkasıya Baba Hz.leri gözünü açmış. Emin Efendi
nerde demiş. Baba,
dışarı çıktı deyince hemen çağır gelsin demiş Sonay’a. Sonay
oraya bakıyor, buraya bakıyor biz yokuz
veya göremedi. Baba,
yok diyor. Eve geldim,
telefon ettim hemen;
Baba’m nasıl diye.
Çünkü durum kritik
yani. Durumu gayet
iyi, gayet güzel dediler.
Benimle konuştuktan
sonra Baba Hz. kim
o, kiminle konuştun
deyince; Emin Ağabey ile deyince. Niye telefonu bana vermedin, niye çağırmadın diyor
rahmetullahi aleyh. O son sözlerini bizatihi
alamadım. Vasiyetini de alamadım. Kalem
kâğıdı aldım, yamacına oturdum; emri üzerine amma lakin alamadım. Tabi kardeşler her
şey nasibe bağlı, nasip olmayınca olmuyor.
citmesin, onlara güler yüzlü davransın, daima iyi olsun
diye. Hanımlar da
beylerine güler yüzlü, tatlı dilli olsun,
onları incitmesin ki
Mevla incinmesin.
Hep böyle; sık sık
aile muhabbetinden
bahsederdi. Hakikaten de sonradan
baktık ki okuduğumuz yerlerde de erkeğin, hanımını sevmesi, değer vermesi
kadar güzel bir şeyin
olmadığını veya hanımın beyini sevmesi
dolayısı ile ona değer
vermesinden daha güzel bir şeyin olmadığı
inanın ki kitaplarda gördük.
Kardeşlerimden ricam ne olur günlük dualarınızı aksatmayın, Niyazi Babam Hz. kim bu
duaları okur, namazlarını kılar, haramın
her çeşidinden kaçarsa söyleyin onlara gideceği yer Cennet’tir
derdi. Yine nerde olursanız olun birbirinizi
sevin, sevin ki sevilesiniz. Sevmezseniz sevilmezsiniz. Allah ve
Resul’ünün sevmesini
istiyorsan Ehli Beyti; Fatıma Anne’min
sevmesini istiyorsan,
Pir Geylani’m, Hayri
Baba’m, Niyazi Babamların sevmesini istiyorsan sen ilk olarak
Onları sev. Seviyorum demekle olmaz; Onların sözünü tutacaksın, Onların nurlu izinden
gideceksin, Onlar ne diyorsa hayır olarak,
onları yapacaksın, Onlar ne yana gidiyorsa,
o yandan gideceksin. Yoksa kendimize göre
yol çizmek hoş olmaz, olsa olsa boş olur, hatta insanı dalalete götürür, İnşallah Allah-ü
Teâlâ bizi dalalete düşürmesin. Pirlerimizin,
mürşitlerimizin nurlu izinden nurlu sözünden
ayırmasın. Ol sultanlarımın sevgi şefaat ve
himmet nazarlarından bizleri mahrum etmesin. Onları nereye layık görüyorsa yine onlar
hürmetine bizleri de onları da ayırmasın.
Kardeşlerimden ricam ne olur
günlük dualarınızı aksatmayın, Niyazi Babam Hz. kim bu
duaları okur, namazlarını kılar, haramın her çeşidinden
kaçarsa söyleyin onlara gideceği yer Cennet’tir derdi.
Daima birliği, beraberliği, kardeşliği, saygıyı, sevgiyi tavsiye eder; bunların üzerinde
çok dururdu. Daima biz de o ilhamdan aldığımızla hep sevgiyi anlatırız. Sevelim sevilelim. Ne demişler sev beni, seveyim seni
sevmezsen beni nedeyim seni. İlle sevgi, ille
sevgi, ille sevgi. İki veya üç günde bir aile sevgisinden bahsederdi, aile hayatına çok önem
verirdi. Beyler, hanımlarını sevsin, onları in-
MEHMET EMİN UZUNOSMANOĞLU
13
ON BİR AYIN SULTANI
RAMAZAN-I ŞERİF VE ORUÇ
Ey kul! Tüm günahlardan ‘İmsak’ et
ki, cennette ‘İftar’ edesin…
llah’a kulluk, sadece düşünce ve
mânâdan ibaret olsaydı, oruç ve
namaza lüzum olmazdı. Bu yüzden, Oruç Allah’ın rızasını kazanmanın bir
yoludur. Orucun her öğesi böyle bir kazancı
sağlayıcı niteliktedir.
A
Orucu bir de şöyle tasvir edebiliriz. Bağlılık ve sevgiden bir eser olsun diye dostlar
birbirine armağan sunarlar. O armağanlar,
bağlılığın ve sevginin şahitleridir. Ve ebedi
âlemde bu armağanları hakkıyla değerlendirenlere, daimi huzur ve mutluluk vardır. Oruç
böyle bir ibadettir ve kuşkusuz bizlere armağandır.
Arapçası savm veya sıyâm olan oruç sözcüğü dilimize, “günlük” anlamına gelen Farsça “rûze” veya “urûze” sözlerinden geçmiştir.
Yaratılıştan bu yana Âdemoğulları oruç ibadetini yerine getirmiştir. Bozulmadan evvel diğer semavi dinlerde de oruç farz ibadeti idi.
Semavi dinlerin dışında putperestlikte dahi
oruç ibadeti yaygın idi. Yalnız zerdüştlükte oruç ibadetine rastlamıyoruz. Görüldüğü
üzere eski çağlardan bu yana, dünyanın belli
başlı bütün inanç sistemlerinde oruç ibadetini
görüyoruz.
Yeryüzünde Allah katında tek hak din
olan İslam’ın binası beş direk üzerine kurulmuştur. Bu direklerden en önemlilerinden
biri ise oruçtur. Bir Hadis-i Şerifte şöyle buyrulmaktadır: “Ramazan Ayı gelince cennet
kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır ve
şeytanlar zincire vurulurlar.”1 Görüldüğü gibi
oruç, mü’minler için son derece faziletli ve
önemli bir ibadettir.
1 Buhari, Savm, 5, II,227
14
Ve ebedi âlemde bu armağanları hakkıyla değerlendirenlere, daimi huzur ve mutluluk
vardır.
“Ramazan ayı ve oruç bizler için neden
önemlidir? Ramazan ayının diğer on bir aydan ne farkı vardır?” gibi sorular sormak,
detaylı öğrenmek açısından yararlıdır. Bu soruları şöyle yanıtlayalım: Oruç ruhun gıdasıdır. İki Cihan Serveri: “Oruç, sabrın yarısıdır.”
buyuruyorlar. Kısaca belirtmek gerekirse, oruç
bizleri takvaya ulaştıran kutlu bir ibadettir.
Oruç; ölü ruhları yeniden yeşerten, hasta ruhları iyileştiren, bizleri dinç ve dinamik kılan bir
ibadettir. Dünyevî olarak da pek çok faydası
olan oruç ibadetinin mükâfatını ancak Yüce
Allah (cc) verecektir. Diğer soruyu ise şöyle
yanıtlayayım: Ramazan Kur’an ayıdır. Çünkü
Allah’ın insanlığa son mesaj olarak gönderdiği Kur’an-ı Kerim Hz. Peygambere bu ayda
inmeye başlamıştır. Ramazan, Kur’an’ı getirdiği için kutlanmaya layık bir aydır. Ramazan’ı
mü’minler oruçlarıyla bir şükran ayına çevirirler. Oruç, Kur’an’ı gönderen Allah’a kulca
bir teşekkürdür. Oruç tutan her Müslüman
Kur’an’ın doğum gününü kutluyor demektir.
Ve bu ayın içinde bir gece vardır ki bin aydan
daha hayırlıdır ve gizlidir. Gizlenmesindeki
maksadı yalnız Yüce Yaratıcı (cc) bilir. Tüm bu
sebepler Ramazan ayını diğer aylardan farklı
kılmaktadır.
Ramazan ayı ve oruç ibadeti hakkında
Hz. Mevlana’nın görüşlerini Mesnevî-i Şerîf’ini
ve Dîvân-ı Kebîr’ini incelediğimizde şöylece
özetleyebiliriz: “Oruç sevdası bambaşka bir
sevdadır.” diyen Mevlânâ, orucu çok özledi-
ğinden ve hasretle beklediğinden bahseder.
Bazen ise orucu bir “ana” gibi görür. Oruç ayı
olan Ramazan’a neşeli olarak girilmeli, ona
kavuşulduğu için Cenâb-ı Hakk’a şükredilip
sevinilmelidir. Oruç; kişide imanın, Allah’ı sevmenin, O’na (cc) bağlanmanın, O‘ndan (cc)
sakınmanın, haramdan kaçınmanın varlığına şahitlik eder. Ramazan
ayında sadece yemek ve
içmekten kaçınmak değil,
kötü söz söylemekten ve
kötü iş işlemekten de kaçınmak, sabır göstermek
gerekir. Hz. Ali Ramazan
hakkında şöyle buyuruyor: “Yazın tuttuğum
orucun, kışın aldığım abdestin tadına
hiçbir zaman doyamadım.” Bu cümlelerin ışığında Ramazan ve orucun tam manasını
bilmek, anlamak ve yaşamak bizlerin ödevi
olmalı. Kuru kuru aç kalmak, akşam ezanıyla
beraber sofraya saldırmak değildir oruç. Bu
ibadet bizlere günün belli bir kısmı aç geçirelim diye de emredilmemiştir. Günümüzde bu
kutsal ayı değerlendiremeyenlere ne de güzel
söylemiş Üstad Necip Fazıl Kısakürek: “Mü-
ziğin sesini kısmaya üşendiğiniz ezanı, şimdi
dört gözle bekliyorsunuz!”
Sonuç olarak, Bizlere sayılamayacak kadar yarar sağlayan Ramazan’ı ve orucu
küstürmemeliyiz. Önemli olan bu mübarek
ayda kazandığımız güzel alışkanlıkları bu
aydan sonra da devam ettirebilmek. Dolayısıyla Ramazan’a elveda,
Ramazan’ın güzelliklerine
elvedaya dönüşmemelidir.
Unutmamalıyız ki Yüce
Yaratıcı yılın on iki ayı bizlere ibadeti ve O’nu (cc)
hatırlamamızı emretmiştir.
Makalemi İki Cihan Güneşi Efendimizin bu
mübarek cümleleri ile noktalamak istiyorum.
“Bu ayın başı rahmet, ortası mağfiret,
sonu da Cehennemden kurtuluştur. Bu
ayda kim kölesinin (işçi ve hizmetçisinin) işini hafifletirse, Allah da onu affeder ve Cehennemden uzak tutar.”
Oruç tutan her Müslüman
Kur’an’ın doğum gününü
kutluyor demektir.
Ömer Faruk Erdoğan
15
NEDEN YAPICI DEĞİLİZ?
Eûzü billâhimineşşeytânirracîm. Bismillahirrahmanirrahim…
ovulmuş şeytanın şerrinden Allah’a
sığınırım. Rahman ve Rahim olan
Allah’ın adıyla…
K
Bahsini edeceğimiz mevzuya her zaman
dilimizden eksik etmediğimiz Besmele ile başlamak istedim çünkü onu sadece dil ile ikrar
değil, gerçekten kalben tasdik ettiğimizde ve
manasını hayatımızın merkezine koyduğumuzda dünyevi ve uhrevi rotamızda dengeli
bir istikamet tutturmamız çok kolay. İnsan olmak, mahlûkatın en üstünü olmak zorlu bir
görev. Her Âdem’e bir şeytan musallat… Bu
yüzden dünya hayatımızda karşılaştığımız her
meselede, onun bize fısıldadığı kötü ilhamlar16
la baş etmek ve iyinin üstünlüğünü sağlamak
savaşındayız. Kendimizle olan ya da diğer kişilerle olan durumlarda hep aynı savaşı veririz. Başımıza bir hal geldiğinde, Allah bizi bir
sınava tabi tuttuğunda şeytan bize hep kötü
tarafları görmek, şükürden uzaklaşmak için
ilham verir. Arkadaşımızla, aileden biriyle ya
da komşu ile gelişen ufak bir mevzuyu büyüt-
Nefis, benlik ve şeytan üçgenine takılan insan her durumda
kendini haklı görüp, karşı tarafın haklı olabilme ihtimaline
aldırış etmiyor.
mek, hani derler ya incir çekirdeğini doldurmayan sorunları şeytanın vesveselerine kulak
asarak kopacak noktalara getirmek karşılaşmadığımız durumlar değildir. Peki, şeytan
bu noktada bizi nereden yakalıyor? Benliğimizden. Kendi benliğini yücelten insanoğlu
karşısındakini anlamada, olaylara objektif
bakmada, hüsnü zan etmede başarısız oluyor. Nefis, benlik ve şeytan üçgenine takılan
insan her durumda kendini haklı görüp, karşı
tarafın haklı olabilme ihtimaline aldırış etmiyor. Böylece yapıcılıkla düzelebilecek mevzular yıkıma sürükleniyor. Bağışlayıcı Rabbin
merhametsiz kullarına
dönüşüveriyoruz
bazen. Hâlbuki güzel
düşünmek, hoşgörülü
olmak, af ve merhamet sahibi olmak bir
mü’min olarak sahip
olmamız gereken hallerdir. İslamiyet’in özü
güzel ahlaktır. Güzel
ahlaka sahip olan
kişi güzel görür, güzel
davranır,
güzelliklere sebep olur. Abdulkadir Geylani Hz. bu
konuda şöyle nasihat
etmiştir: “Güzel huy ne
güzeldir! Sahibine de
başkalarına da rahatlıktır. Kötü huy ne çirkindir! Sahibine yük,
başkalarına eziyettir.
Mü’mine yakışan, nasıl
ki, diğer bütün taatler için nefsiyle mücahede
(nefsin istemediği şeyleri yapmak) ediyorsa,
öylece, huylarını güzelleştirme ve güzel huylarla bezenmek uğrunda da onunla mücahede etmektir. Nefsin özelliği kibir, gazap ve
insanları tahkir etmekdir. Mutmain oluncaya
kadar onunla mücahede edin. Nefis mutmain olunca tevazu sahibi olur, zillet sahibi olur,
huyları güzelleşir, ölçüsünü bilir, başkalarına
tahammül gösterir.”1 Kişi kendini güzel eylerse, fikrini zikrini güzele yönlendirirse, suizan-
nı bırakıp hüsnü zana yönelirse, hoşgörülü
ve ılımlı olursa hem kendi huzurlu olur hem
de çevresindeki insanlarla huzur içinde olur.
Güzel ve iyi bakan, meseleleri yokuş aşağı
yuvarlamak, ipleri koparmak yerine; yapıcı
olmayı, düzeltmeyi, ara bulmayı tercih eder.
Böyle yapmakla hem Allah katında hem insanlar katında sevilir, yüksek mertebelere
ulaşır. Bir mü’min olarak, Peygamber Efendimizin izinde gitmek en mühim görevimizdir.
O Peygamber ki merhamette, hoşgörüde, güzel düşünmede en iyi örnek bizlere. Hayatını
okuduğumuzda her davranışından birçok nasihat bulacağımız Kutlu Peygamber, bir gün
ashabı ile yürürken yol
kenarında ölü bir köpek görür. Bunu gören
sahabelerin kimisinin
yüzü buruşur, kimi leş
kokusundan
şikâyet
eder, genel itibariyle
her biri rahatsızlıklarını
ifade eder bir şekilde.
Bu durum karşısında
Resulullah (sav) Efendimizin tavrı ve tepkisi
bambaşka olmuştur.
Yüce Nebi, sahabeye
dönüp: “Köpeğin ne
güzel, inci gibi dişleri var” demiştir. Nasıl bir bakış açısı, ne
güzel bir görüştür bu.
Her kişinin harcı değildir lakin onun ümmeti
olarak bize de ona benzemeye çalışmak düşer. Olumsuzluklarda çıkış noktası aramak,
kötülüklerde güzellikler bulabilmek, yıkıcı değil yapıcı olmak amacımız olmalı. Bunun için
de benliğimizden, şeytanın vesveselerinden
kurtulup özümüzdeki iyiliğe yönelmeli, fena
huylarımızı törpülemeli, ahlakımızı Resul ahlakıyla bezemeliyiz. Ve şöyle bitirelim “Güzel
gören güzel düşünür. Güzel düşünen hayatından lezzet alır.”2 Selam ve dua ile…
1 Cilaü’l Hatır, Abdulkadir Geylani, 44.Sohbet.
2 Mektubat, Bediüzzaman Said Nursi.
Olumsuzluklarda çıkış noktası
aramak, kötülüklerde güzellikler bulabilmek, yıkıcı değil
yapıcı olmak amacımız olmalı.
Tuğba Uzunosmanoğlu
17
ÇOCUKLARIMIZI ORUÇ TUTMAYA
NASIL ALIŞTIRABİLİRİZ?
A
nne baba olarak bizler, çocuklarımızın geleceği için uğraşır, onların
hayatta mutlu olmaları için pek
çok fedakârlıkta bulunuruz. Bir anne babanın
sorumluluğu çocuklarına hayatı öğretmekle
bitmez, onları Allah rızası için, Allah’ın istediği şekilde hayata ve ahiret hayatına hazırlamalıdır. Bu yüzden de dinimizin gerekliliklerini
doğru bilmeli ve çocuklarımıza doğru şekilde
öğretmeliyiz.
İbadetlerin cemaatle yapılanlarına mutlaka onları da götürün. Göreceksiniz ki; oruç onlar
için arzu ile yerine getirmeyi
istedikleri bir ibadet haline
gelecektir.
“Çocuğuma
ibadetleri
nasıl öğreteyim, Çocuklarımı oruç tutmaya alıştırmak
için ne yapmalıyım?” diye
düşünen aileler için Ramazan ayı eşi benzeri olmayan
bir fırsattır. Çünkü Ramazan,
şeytanın zincire vurulduğu
ve kötülüklerin terk edildiği
aydır.
Çocuklara din eğitimi
verirken iki altın kuralı her
zaman rehber edinmeliyiz.
Birinci kural; çocuk eğitiminde davranışların sözlerden çok daha etkili olduğu
gerçeğinden yola çıkmaktır.
Çünkü çocuk yaşadığını öğrenir. Eğer Ramazan ayında
bizler yalan ve dedikodudan
kaçınıp orucumuzu tutar, camilere gidip teravih kılar ve
iyilik yaparsak çocuklarımız
da aynısını yapacaktır. Fakat
böyle davranmayıp sadece
nasihat vermekle yetinilirse
muhtemelen tesiri olmayacaktır.
18
Çocuklar “Niçin oruç tutmalıyım?” diye sorduğunda “Allah
böyle emrettiği için” şeklinde
bir cevap vermek yerine, onlara oruç hakkında açıklayıcı bilgi vermek gerekir.
Çocuklar gönüllerine hitap eden şeylerden
etkilenirler. Bu mübarek ayda, fakir ve yoksulları gözetirken, çocuklarınızı da bu faaliyetlere
ortak edin. İbadetlerin cemaatle yapılanlarına
mutlaka onları da götürün. Göreceksiniz ki;
oruç onlar için arzu ile yerine getirmeyi istedikleri bir ibadet haline gelecektir.
İkinci kuralımız ise ibadet alışkanlığı kazandırmak için korku yerine sevgiden yola
çıkmaktır. Çocuk eğitiminde en önemli prensibi Sevgili Peygamberimiz (sav) koymuştur:
“Sevdiriniz nefret ettirmeyiniz. Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız.” Fakat maalesef ülkemizde çoğu ailenin din eğitimi verirken
“sevgi” yerine “korku” faktörünü kullandığını
görmekteyiz.
Örneğin; Çocuklara zorla dua ezberletmeye çalışmak, ezberleyemediği zaman ise
onları cezalandırmak; kız çocuklarını baskı
ile kapanmaya zorlamak; yaramazlık yapan
çocuğa, Allah’ın onu cehennemde yakacağını söyleyerek korkutmak…
Bu şekilde davranan aileler, çocuklarını
dine yaklaştırmak yerine dinden uzaklaştırdıklarının farkında değildir.
Çocuklarımıza karşı Ramazan ayında diğer zamanlardan daha iyimser olmak için
çabalamalıyız. Bu güzel rahmet ayında çocuklarımıza karşı sinirli ve hoşgörüsüz davranmamalıyız. Aksi durumda ibadetlerin insan üzerinde uyandırdığı o güzel duygu ve
düşünceleri onlara kabul ettirmekte pek şansımız kalmayabilir.
Yaş Dönemlerine Göre Çocuklarımız
ve Oruç İbadeti
Okulöncesi yaşlardaki çocuklara oruç tutturmak uygun değildir. Ancak çocuklar sahura kaldırılabilir, 2-3 saatlik veya yarım günlük
denemeler yaptırılarak tam gün tutmuş gibi
sevindirilebilir. Ama ne olursa olsun, onlara
farz olmayan dönemde ufak alıştırmalarla bu
duyguyu yerleştirmenin bir yolu aranmalıdır.
Çünkü bu alıştırmaların da mutlaka bir hikmeti vardır. 7-10 yaşlarındaki çocukların sağlık durumları müsaitse birkaç gün oruç tutturulabilir. Sahurda sevdiği yemeklerden yapıp,
iyi beslenmelerini sağlayarak onları oruca hazırlayabilirsiniz. Gün içerisinde zorlandıkları
durumlarda çocukları ilgilerini çeken şeylerle
meşgul ederek oruçlarını tamamlamalarına
yardımcı olabilirsiniz. 10-13 yaşlarda ise oruç
ibadeti daha ciddiye alınmalıdır. Çünkü bu
yaşlar ergenliğin başlangıcıdır ve artık ibadet
sorumluluğu da başlamaktadır.
Çocuklar “Niçin oruç tutmalıyım?” diye
sorduğunda “Allah böyle emrettiği için” şeklinde bir cevap vermek yerine, onlara oruç
hakkında açıklayıcı bilgi vermek gerekir. Orucun kazandırdığı sabır, kendine hâkim olma,
paylaşma, şükretme gibi önemli özellikler
açıklanmalıdır. Bu değerleri hikâyeleştirerek
çocuklara anlatmak, onların oldukça hoşlarına gidecektir. Unutmamamız gereken bir şey
var ki; oruç kişiyi ahlaki güzelliğe yönelten bir
ibadettir. Dolayısıyla eline diline sahip olmaksızın tutulan bir orucun kişiye faydası olmadığı gibi çocuğa da faydası olmaz. Bu durum
çocuğa anlatılmalı ve oruç tutuyor diye evde
esip gürleyen biri olma hakkının bulunmadığı
da açıklanmalıdır.
Sonuç olarak, bu atasözü bizlere ışık olmalı: “Ağaç yaşken eğilir.” Yukarıda işlediğimiz
özellikler ne kadar önemsenirse, çocuklarımıza o kadar olumlu yansıyacak ve bu davranışları daha dirençli olacaktır. Allah hepimize
böyle nesiller yetiştirmeyi nasip eylesin. Ailece
verimli bir Ramazan geçirmeniz dileğiyle…
Esra Erdoğan
Psikolojik Danışman
19
SANAL YALNIZLIK
Y
azımıza başlarken öncelikle ‘Bağımlılık’ kelimesinin tanımını yapalım;
kişinin, bağımlı olduğu nesneden
uzak kalamaması ve bu nesneye ulaşamadığında yoksunluk belirtileri göstermesi, arama davranışı içine girmesi ile tanımlanabilir
bu kelime. ‘Bağımlılık’ kelimesi ile ‘Yalnızlık’
kelimesinin sanal dünyada bir araya gelmesi ilk bakışta ne kadar garip gelse de birbiri ile fazla bağlantılı kavramlar. Kişiler sanal
dünyaya bağımlı oldukça yalnızlaşıyorlar. Bu
yalnızlık ise insanların ruhunu günden güne
çöküşe sürüklüyor. Sanayi ve tarım devriminden sonra üçüncü büyük devrim olarak kabul
edilen internet, hızla yayılmaya ve artık kişileri
kendine bağımlı hale getirmeye başladı.
Bağımlılıklar arasında en yaygın olarak
adlandırılan ve günümüzde sık kullanılan
‘sanal bağımlılık‘ kavramı, soyut bir kavram
olduğu için tüm sorunun zihinde bitmesi bu
durumu daha da ciddileştiriyor. Tabii ki bu
durum sadece zihnimizi köreltmekle kalmıyor
vücudumuzu da köreltiyor. Sürekli internet,
20
bilgisayar başında geçirilen vakitte vücut gerekli görevleri yerine getiremiyor ve fiziki olarak da çöküşler başlıyor. Fast-food alışkanlığı
ve bunun tetiklediği obezite, kalp ve damar
hastalıkları ve diyabete yatkınlık gibi pek çok
organik hastalığa davetiye çıkarıyor. Bu da
demek oluyor ki, internet hem beden sağlığımızı hem ruh sağlığımızı tehdit ediyor.
Bir dünya düşünün; herkes ekrana kilitlenmiş, kimse kimsenin yüzüne bakmaz olmuş,
Bir dünya düşünün; herkes ekrana kilitlenmiş, kimse kimsenin yüzüne bakmaz olmuş,
aileler çocukları ile iletişimi
kesmiş, çocuklar arkadaşları
ile olan diyaloğunu internet
üzerinden kurar hale gelmiş...
Allah aşkından uzaklaştıkça
o boşluğun yerini huzursuzluk
alır ve kendilerine bir meşgale
bulmaya çalışırlar.
aileler çocukları ile iletişimi kesmiş, çocuklar
arkadaşları ile olan diyaloğunu internet üzerinden kurar hale gelmiş, evliliklerimiz internetle düzene girer, internet yüzünden bozulur
olmuş, işler aksamış, sağlık eşiği düşmüş…
Çok uzak değil bu sahte dünya, tam tersi çok
yakınımızda. Dostumuz olabilecek duruma
sahipken aynı zamanda düşmanımız da olan
bir oluşum; internet. Türkiye’de 34 milyonu
aşan internet abonesi mevcutken bunu bağımlılığa dönüştüren insanların sayısı hiç de
az değil.
Sosyal medyanın hayatımıza nüfuz etmesi
ile birlikte sanal bağımlılığın derecesi de oldukça arttı. Ahlak sistemimiz gittikçe çökmeye
başladı. İnterneti doğru amaçlar çerçevesinde kullandığımızda dünyadaki her bilgiyi edinebilir hatta kişisel gelişimimize de oldukça
katkıda bulunabiliriz. Fakat bunu bağımlılık
haline getirmek ciddi sorunlara yol açabilir.
Okullarımızda, iş yerlerimizde oldukça sık
yararlandığımız internet, amacı dışına çıkıldığında modern bir silaha dönüşebilir. Nitekim
çevremizde şahit olduğumuz birçok olayda
da bunu algılayabiliriz.
Peki, dünyanın en yaygın ve en yararlı
iletişim aracı internet iken nasıl oluyor da bu
kadar zararlı hale gelebiliyor? Zaman geçtikçe çöken ahlak sistemimiz bu durumun en
büyük sebeplerinden biri. Batılılaşmaya özenti
ve maalesef ki batının kötü taraflarını alma
gafleti. Sanal bağımlılığın getirdiği psikiyatrik sorunların içerisinde yer alan sosyal fobi,
dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu,
depresyon ise günlük hayatımızı kötü bir yola
sürükleyebilir.
90’lı yılların bitimiyle teknoloji, dünyamıza fazlaca girmeye başladı. Sokaklarda oyun
oynayan çocuklar artık sokağa çıkmaz, internet başından kalkmaz oldu. Doğal olarak
günümüz çocukları kişisel gelişimini daha geç
tamamlıyor hatta çoğu zaman sosyofobik sorunlar ortaya çıkabiliyor. Evliliklerde ise sanal
bağımlılık, ilişkinin çatırdamasına yol açıyor.
İnsanlar sosyal medya üzerinden oluşturdukları sahte kişiliklerle kendilerini başka bir dün-
yanın içine itiyor ve bir zaman sonra kendi
hayatından bağımsız hale gelmeye başlıyor.
Kendi kişiliğinden uzaklaşıp internet ile oluşturduğu sahte kişiliğe ise bağımlı hale geliyor. Dünyada bu durumun yol açtığı ölümleri
de görebiliriz. Zira 2012 yılında intihar eden
15 yaşındaki Tallulah Wilson isimli genç kızın ölüm nedeni internette oluşturduğu sahte
kimliğe bağımlı hale gelmesi ve gerçek hayatında hiç arkadaşı olmamasıydı. Kısaca ölüm
nedeni, sanal bağımlılıktı. Aslında interneti
temizlik için kullanılan kimyasal deterjanlara
benzetebiliriz. Kıvamında ve kararında kullanıldığında tüm işimizi görür hatta gözümüzün
görebildiği her yeri tertemiz yapar fakat fazla
kullanıldığında zehirlenmeye yol açabilir bu
da ciddi sağlık sıkıntılarını doğurur. İnternet
de tıpkı o temizlik malzemeleri gibi doğru kullanılırsa birçok faydasını bizlere gösterebilir.
Fakat aksi bir durumda maalesef ki ruhumuzu ve psikolojimizi zehirleyebilir.
Bu tarz bağımlılıkların sebebini iç huzurun
eksikliğine de bağlayabiliriz. İnsanlar içindeki
Allah aşkından uzaklaştıkça o boşluğun yerini huzursuzluk alır ve kendilerine bir meşgale
bulmaya çalışırlar. Allah’tan uzaklaşıp metaya yakınlaşmak mutsuzluk getirir. Bu mutsuzluk kişileri farklı olgulara yönlendirir ve kimi
zaman bu olgu bir bağımlılık olabilir. Elbette
ki demek değildir; Allah aşkı olan kişi internetten uzak kalacak. Aksine, dinimiz nasıl ki
mantık çerçevesinde olan bir din ise internetten alacağımız yararlı bilgileri de hoş görecek
kadar vizyonu geniş bir dindir.
Peki, bu çerçevede düşünecek olursak, sanal bağımlılıktan kurtulmanın yolu nedir? Her
durumda olduğu gibi bu durumda da işin
başı eğitimdir. Aileden gelen, okulda öğretilen eğitim ile her şeyin dozunda kullanılması
öğretilebilir. İnsanlar, hayatlarına internet ve
bilgisayar almadan önce nasıl yaşadıklarını
unuttular. Evvela bunu hatırlamak, daha faydalı eylemlere doğru geçiş yapmayı sağlamak
etkili olabilir. İnterneti bilgi mabedi olarak görüp, gerekeni almalıyız ki sihirli kutu dediğimiz bilgisayar bizi kendisine köle yapmasın.
Çocuklarda sanal bağımlılığın önüne geçmek
için ise kontrolün ailelerde olması şart. Tabii
bilinçli ailelerin olması koşulu ile. Yazımıza
son verirken, içimizin Allah aşkı, Peygamber
bağımlılığı ile dolması muhtemel günlere inşallah…
Zeynep Uysal
21
ÇOCUKLARLA BÜYÜMEK
N
e kadar da çabuk büyür çocuklar.
Daha ne olduğunu anlayamadan,
oyunlarına eşlik etmeye fırsat bulamadan ve küçücük ellerini avuçlarımızda
tutmaya doyamadan yanı başımızda birer yetişkin olarak buluruz onları.
Hayatın vazgeçilmez unsuru olan insanoğlu bu hızlı gelişim sürecini takip etmekte
zorlanır çoğu zaman. Kendi çocukluğu bile
dün kadar yakınken var edilişine vesile olduğu yavrusunun büyüme sürecine inanamaz.
Sonrasında bir bakar ki canından bir parça
olanla uçurumlar vardır arasında.
huzurda olduğunu görürüz.
Dünya işlerine kendimizi kaptırdığımızda
bunların hiçbirini yaşayamayız. Çünkü hep
işimiz vardır. O kadar ki Rahman’ın emanetini bile unutur, kendi haline bırakırız. Kendi halinde yetişen ise yabandır, istenmeyen,
uzak tutulandır. Ya evladını böyle bir kadere
mahkûm eden, hesabı sorulduğunda acaba
hangi bahaneye sığınacaktır?
Çoğumuz ‘Bizim çocukluğumuzda böyle
şeyler mi vardı?’ deyip dertleniriz. Aslında
bu bile Mevla’dan bir fırsat bizlere. Bak, şimdi var. Çocuğunu tek
başına bırakmaktansa
onunla yeni gelişmeler eşliğinde yeniden
büyü, canlan, dirilik
kazan. Hem öğren
onun hayatını daha iyi
anlamak için, hem de
öğret yanı başında elini tutarken ve beraber
mutluluğu paylaşırken.
Her insanın içinde daima çocuk
kalan bir yan vardır. Bu yanımızı çocuklarımızı büyütürken
uyandırıp, onlarla birlikte yeniden büyüyebiliriz belki de.
Oysa
Cenab-ı
Hakk’tan
emanettir
onlar bizlere. Her gün
‘Yüzlerini gösterdin,
acılarını gösterme Ya
Rab!’ diye dua ettiklerimizdir. O halde ehl-i
emanet olmanın gereklerini de yerine getirmeye çalışmalıyız.
Her insanın içinde daima çocuk kalan
bir yan vardır. Bu yanımızı çocuklarımızı büyütürken uyandırıp, onlarla birlikte yeniden
büyüyebiliriz belki de. Evcilikte komşusu olup
misafire hürmeti, futbol maçında kaleci olup
gol yediğinde de gülebileceğini, oyuncak
arabaları sürerken diğer insanlara saygılı ve
hoşgörülü olunması gerektiğini daha kolay
anlatırız; parmağımızı sallayarak nasihatler
vermek yerine.
Böylece biz çocuklarımızla çocuk gibi büyümeye çalışırken onlar da bizimle yetişkin
gibi büyüme gayretine girer. Otururken bizim
gibi oturur, yerken bizim gibi yer, gülerken bizim gibi güler. Hatta alnımız secdeye vardığında yanı başımızda bir başın daha fısıltıyla
22
Çocuklarımızla yeterince zaman geçiremeyişimize mutlaka geçerli bahanelerimiz
var. Ama bir durup düşünmek lazım: hangimiz sorduk çocuğumuza ‘dünyaya gelmek
ister misin?’ diye. Allah’ın izni ile yaratılışa
vesile olmak mutlu etti bizi. İlk adımlarını izlemek, bize seslenişini duymak nasıl da güzeldi. Peki, elini tutmasaydık önce, adım atmayı
başarabilir miydi, öğretmeseydik anne- baba
demeyi söyleyebilir miydi? Ya büyümeyi ve
sorumluluk almayı, hayatı en anlamlı şekilde
yaşamayı ve mutlu olmayı, dünyadaki varlığının önemini ve insanı insan yapan değerleri;
adımlarımızı adımlarına uydurup birlikte yaşarken anlatmazsak nasıl öğrenecekler?
Yarın kadar yakın olan yaşlılık zamanı
Karşılarından öğüt vermek yerine yanlarından yaşamlarına
ortak olabildiysek, zor zamanlarımızda da yalnız kalmayacağız Allah’ın izniyle.
geldiğinde, birlikte büyüyebildiysek çocuklarımızla, onlar da yaşlanma sürecinde anlayacaklardır bizleri. Tutabildiysek ellerinden ve
hissedebildiysek hislerini ellerimiz ve yüreği-
miz boş kalmayacaktır inşallah. Karşılarından
öğüt vermek yerine yanlarından yaşamlarına
ortak olabildiysek, zor zamanlarımızda da
yalnız kalmayacağız Allah’ın izniyle.
Çocuklarımızla çocuk olmayı kendilerine yakıştıramayanlara Efendiler Efendisi, İki
Cihan Padişahı Hz. Muhammed’de (sav) ne
güzel örnekler vardır:
Torunları Hz. Hasan ve Hüseyin kendilerine ait bir develerinin olmasını çok istiyorlardı.
Bu dileklerine ulaşmanın yolunu dedelerinden istemekte buldular. Hz. Peygamber maddi olarak o an çocuklara
deve alacak durumda
değildi. Torunlarını üzmeden onlara istedikleri
deveyi unutturacak bir
çözüm buldu. Torunlarının önüne çökerek onlara seslendi: ‘Haydi binin.
Bundan daha iyi deve mi
olur?’ Çocuklar büyük bir
sevinçle dedelerinin sırtına bindiler. Artık deveyi
unutmuşlardı.
Hayatının her anını
kendimize örnek almamız gereken O Büyük İnsan bile çocukların mutluluğu için onların yaşına
kadar inme tevazusunu
göstermişken bizler ne
bekliyoruz? Haydi, emanetlerimize sahip çıkalım,
onlarla yeniden büyüyüp adımlarını sağlam
atmalarına, yaban değil
en sevilen en istenilen
insanlardan olmalarına,
varlık sürecini en anlamlı biçimde yaşamalarına
vesile olalım inşallah.
Hanife Kadiroğlu
23
ORUCUNU TUT KAÇIRMA
O
ruç, sadece yiyip içmemekten
ibaret değildir. Oruç, insanın
tüm bedeniyle tutulur. Orucu tutan bedendir; mide, ağız, dil, el, kulak, gönül,
beyin bütünüyle oruca dâhildir. Mide yemek
içmekten nasıl korunuyorsa; dil de yalandan,
kötü sözden, boş laftan ve gıybetten korunmalıdır. Kulak; gıybet, dedikodu, abes, malayani şeyler dinlememelidir. Gerçekten bütün
azalarıyla oruç tutamayan kimseyi, Peygamber Efendimiz (sav) bizlere şöyle anlatıyor:
“Nice oruç tutanlar vardır ki oruçtan onlara
kalan sadece açlık ve susuzluktur.” Düşünün
ki Ramazan ayının uzun yaz günlerine geldiği şu günlerde, akşama kadar zorluklarla
tuttuğumuz oruçlar heba olsun! Oruçlunun o
kadar çok mükâfatından, bize kala kala açlığımız ve susuzluğumuz kalsın! Ne kadar büyük bir kayıp değil mi? Böyle bir kayba uğramamak için sadece midemiz ile değil, bütün
azalarımız ile oruç tutmaya
gayret göstermeliyiz.
Gönül ehli kişiler, yalan
söylemenin ve başkasını
çekiştirmenin orucu bozacağını belirtirler. Başucu
24
kitaplarımızdan olan Müzekkin Nüfus kitabında da bu konuya yer verilmiştir. Kitabımızda
Enes b. Malik’ten şu hadis-i şerif aktarılmıştır:
“Dört şey orucu ve abdesti bozar, amele-i haseneyi (güzel ameli) iptal eder:
1) Yalan söylemek
2) Dedikodu etmek 3) İftira etmek
4)Genç kadınların yüzlerine şehvet kastı ile
bakmak” İlim ehli bize 3 çeşit oruçtan bahseder.
Ruhun orucu, aklın orucu ve nefsin orucu…
Ruhun orucu; aşırı ihtiraslardan uzak bulunmak ve kanaat sahibi olmaktır. Aklın orucu;
heva ve heveslere aykırı hareket etmektir.
Nefsin orucu ise yeme, içme ve harama karşı
perhizkâr olmaktır.
Gönül ehli kişiler, yalan
söylemenin ve başkasını
çekiştirmenin orucu bozacağını belirtirler.
‘Oruç kalkandır’ Hadis-i
Şerifini hepimiz biliriz.
Oruç; insan ile günah arasına perde olur, insanı günahlardan korur. Eğer oruç
layıkıyla tutulduysa öyle bir
kalkan olur ki, dünyalık
hiçbir şehvet, hiçbir boş iş o kalkanı delip ahibe ulaşamaz. Efendimiz (sav) oruçlunun kötü
söz ve fiillerden uzak durmasını, olgun ve nezaket sahibi, merhametli bir kimse olmasını
istemektedir. Nitekim hadis-i şeriflerde; “Kim
yalanı ve onunla iş yapmayı terk etmezse,
Allah’ın (cc) o kimsenin yemesini ve içmesini
bırakmasına ihtiyacı yoktur.”
Oruçlunun yapmaması gerekenler bahsine
devam ettiğimizde, Peygamber Efendimiz’in
(sav) şu hadisiyle karşılaşırız: “Hiçbiriniz,
oruçlu olduğu gün çirkin söz söylemesin ve
kimse ile çekişmesin. Eğer biri kendisine söver
veya çatarsa ‘Ben oruçluyum’ desin.” buyurmaktadır.
Bizler de Peygamber Efendimiz’in (sav) bu
öğüdünü tutalım. Eğer oruçlu olduğumuz bir
günde bir kimse bize çatar veya söverse ‘Ben
oruçluyum’ diyelim. Yani bana kavga yakışmaz, ben şu an Allah için
azalarıma oruç tutturuyorum. Böyle ulvi bir ibadetin
içindeyken ben seninle vakit
kaybedip ağız dalaşı yapamam, hele bunun için orucumu heba edemem diye
düşünelim. Orucun maneviyatını hisseden bir kulun tavrı budur. Mü’min bilir ki, oruç sadece mideye
yemek sokmamak değildir. Aynı zamanda
günah ve kötü olan şeyleri azalara yaklaştırmamaktır.
kazandıracaktır.
Bütün bunların yanı sıra Ramazan ayında
şu hususlara da dikkat edilmelidir. Allah’u
Teâlâ Mü’minûn Suresi’nde mü’minlerin vasıflarından bahsederken ‘’Onlar boş şeylerden
yüz çevirirler’’ buyurmaktadır. Hak verirsiniz
ki bugün müslümanın hayatında boş diyebileceğimiz çok şey var. Televizyon ve internetin
zararlı kullanımı gibi.
Mübarek Ramazan ayı hatırına, zamanımızı öldüren bu alışkanlıklardan uzak durmalıyız. Bizi Allah’tan uzaklaştıran ve nefsi yönelişleri harekete geçirecek her türlü iş orucumuzu
zedeleyecektir. Ramazan ayı, kötü alışkanlıklarımızı bırakmak için güzel bir fırsattır. Televizyona, internete ayıracağımız gereksiz vakitleri, fırsat ayında ibadetlere ayırmalıyız.
Son bir husus daha! Ramazan bereketiyle geliyor. Hepimiz bu sözü söyleriz. Ama ne
olur; Ramazan bereketiyle gelip, israfıyla gitmesin!
Allah’u Teâlâ (cc) bizlere
yemeyi içmeyi helal kılarken
israfı haram kılıyor. Ramazan bereketi deyip deyip sofralarımızda yemek sayısını
arttırırken, çöpe attığımız yemeklerle Allah’ın ayetini çiğniyoruz! Ev işlerin
de sorumlu olan hanımlar bu hususa azami
gayret göstermelidirler. Allah’u Teâlâ’nın (cc)
ikramlarını çöpe atmak, hak verirsiniz ki Müslümana yakışan bir tavır değildir. Maddi sofralarımızı zenginleştirme adına yaptığımız bu
israflar, Allah korusun manevi sofralarımızın
bereketsizliğine sebep olabilir. İnşallah Müslüman bir hanımın iftar ve sahur vakitlerinde
israf etmemek adına atacağı her adım, ona
ayrı bir sevap kazandıracaktır.
Oruçluyken gelinebilecek en son nokta ise
Allah’tan gayrı şeyleri
kalbe sokmamaktır.
Oruç, nefsi temizlemek muradıyla tutulur.
Bunu yapan kişi de dilini çirkin sözden, kavgadan uzak tutmalıdır. Ayet olarak da bize emredilen bu hususiyet çok önemlidir: “İnanan
kullarıma söyle, en güzel şekilde konuşsunlar.
Doğrusu, şeytan aralarını bozmak ister. Şeytan şüphesiz insanın apaçık düşmanıdır.’”1
Oruçluyken gelinebilecek en son nokta
ise Allah’tan gayrı şeyleri kalbe sokmamaktır. Ramazan orucu boyunca kendini orucun
vesilesiyle, yalandan, gıybetten, kötü sözden,
boş konuşmaktan, kavgadan korumaya çalışan, inşallah bu meziyetleri, her sene girdiği
Ramazan eğitimiyle bir ömür boyu kendisine
Kendisine açlık ve susuzluk kalmayan makbul oruçlar tutmak, bol bereketli bir Ramazan
ayı geçirmek duasıyla...
Ülkü Akmeşe
1 İsra,53. Ayet
25
ÇEVREMİZ EVİMİZDİR
D
ünyamız Allah’ın bize verdiği en
önemli nimettir. Dünyada her
şey bir düzen içerisinde yaratılmıştır. Dünya insanoğlunun yaşaması için yaratılmış bir gezegendir. Dünyada insanların yaşadığı
minimalize alan ise çevremizdir.
Çevre, insanların yaşadığı, beslendiği, gündelik yaşamını sürdüğü, barındığı bir alanı oluşturur.
Nesilden nesile bu alan aktarılarak
insanoğlu yaşamını sürdürmeye devam etmektedir.
Çevre, insanlarla ortak bir yaşam alanı olduğu için bu alanı temiz tutmak, gerekirse temizlemek gerekmektedir. Yoksa diğer insanların kul hakkına girmemiz kaçınılmaz olur.
Ayrıca Dünyamız bize tıpkı vücudumuz gibi
Allah’ın emanetidir. Bu yüzden emanete hıyanetten kaçınmak için çevremizi kirletmekten
kaçınmalı ve temiz tutmalıyız. Çevre kirliliğini
4 basamak halinde toplayabiliriz. Bunlar, Su
kirliliği, Hava kirliliği, Toprak kirliliği, gürültü
kirliliğidir. Son zamanlarda çevre kirliliği dünyanın en önemli sorunu haline gelmiştir. Çevre kirliliğinin sebebi maalesef insandır. Dünya
4,5 milyar yıldır kendi kendini bazı döngüler
sayesinde temiz tutmuştur. İnsanoğlu dünyaya
geldiği andan itibaren doğanın dengesi değişmiş, günümüz şartlarında da çevrenin kirlenmesi hızlı bir şekilde artış göstermiştir.
Ayrıca Dünyamız bize tıpkı vücudumuz gibi Allah’ın emanetidir. Bu yüzden emanete hıyanetten kaçınmak için çevremizi
kirletmekten kaçınmalı ve temiz tutmalıyız.
26
Yüce Dinimiz İslam; bireysel ve toplumsal hayatın sağlığı, güvenliği ve huzuru açısından eğitim-öğretim, çalışma ve dürüstlük
gibi temizliğe de çok büyük önem vermiştir.
Kur’an’ın ilk inen ayetlerinde, “Okuma, eğitim
ve öğretim“, ikinci sırada inen ayetlerde ise
“Allah’ı yüceltme, temizlik ve sabır” gibi hususlar emredilmektedir.
Çevre temizliği; cadde, sokak ve parkların,
orman ve piknik alanlarının, deniz, göl, baraj
ve ırmakların temizliği; bu alanların her türlü
pislik, atık ve çöplerden korunmasıdır. Çevre,
Allah’ın bize lütfu ve emanetidir. Ancak bizler çevreyi temiz tutma konusunda maalesef
hiç hassas değiliz. Çevreyi kirletmenin nimete
nankörlük ve emanete ihanet olduğunu unuttuk. Elimizdeki çöpleri, çekirdek kabuklarını,
kâğıt parçalarını, sigara izmaritlerini, yere
atmaktan utanmaz hale geldik. Denizlerin
temizlenmesi aşamasında denizlerden çıkan
enteresan atıkları atanlar elbette ki bizleriz,
hiç vicdan azabı çekmeden denizleri kirletiyoruz. Piknik alanlarını, cadde, sokak ve parkları kirletmekten hiç çekinmiyoruz. Azıcık ucuz
Çevremizi temiz tutmak için
bütün insanlar bunu bir görevi
olarak algılamalıdır.
olsun diye, motorlu taşıtlarda kullandığımız
ucuz yağların, evlerde ısınmak için kullandığımız ucuz yakıt gereçlerinin çevreyi ne kadar
kirlettiğini hiç düşünmüyoruz. Evde kullandığımız atık yağları biriktirerek geri dönüşüme
kazandırmak yerine hiç umursamadan lavaboya döküyoruz. Yürüme mesafesindeki yerlere yürümek yerine arabayla gitmeyi tercih
ediyoruz ve böylece egzozdan çıkan kirli hava
ile çevremizi kirletiyoruz. Cadde üzerindeki
dükkânlarımızın içerisini temizledikten sonra
atık suyu sokağa dökmeye utanmıyoruz. Çevrenin insanların yaşadığı ortak alan olduğunu unutarak yere tükürmekten kaçınmıyoruz.
Bu hususa şu Ayet ile bağlamak istiyorum:
“İnsanların kendi işledikleri (kötülükler) sebebiyle karada ve denizde bozulma ortaya
çıkmıştır.”1 Peygamberimiz (sav) bir gün ashabına; her gün için sadaka verilmesi gerektiğinden bahseder. Ebu Zer (ra), her gün için
sadaka verecek imkânlarının olmadığını söyler. Bunun üzerine Peygamberimiz (sav) Ebu
Zer’e (ra) bir takım görevleri yaptığı zaman
sadaka vermiş olacağını açıklar ve bunların
arasında çevre temizliği ile ilgili görevleri de
zikredip: “İnsanların yolundan diken, taş ve
kemik (gibi eziyet verici her türlü nesneyi) kaldırman sadakadır”2 buyurur. Bu Hadis-i Şerif;
yoldaki bir dikenden, evdeki bacadan çıkan
kirlere; hayvan gübrelerinden, atılan her türlü çöpe; arabanın egzozundan, gürültüsüne;
bağırarak konuşmadan kavgaya; insanları
rahatsız eden her şeyi kapsamaktadır.
Günümüzde, insanların dinlenme ve piknik yeri olarak kullandıkları alanlara; yiyecek
ve atıklarını bıraktıklarını, bazı yerleri de tuvalet gibi kullanarak kirlettiklerini görünce;
Hz. Peygamber’in (sav) asırlar önce yaptı1 Rum Suresi, 41
ğı uyarının ne kadar önemli olduğunu görmekteyiz. İnsanımıza çevre temizliği bilincinin
kazandırılması anne-baba, öğretmen başta
olmak üzere herkesin görevidir. Çevremizi temiz tutmak için bütün insanlar bunu bir görevi
olarak algılamalıdır. Kendi evimize misafirliğe
gelen birinin halının üstüne çöp atması durumunda nasıl tepki gösterirsek, büyük evimiz
olan çevremize de aynı hassasiyeti göstermeliyiz. Bana ne! Dünyayı ben mi kurtaracağım
diyerek gaflete düşmemeliyiz. Çevremizi temiz tutmak için yapılması gereken bazı güzel
davranışlar;
• Kullanılan pilleri çöpe değil, özel pil atıklarına atmalıyız. Şarj edilebilir pilleri kullanmayı tercih etmeliyiz.
• Doğal bileşenli temizlik ürünlerini tercih
etmeliyiz.
• Herhangi bir ürünü alırken üzerinde geri
dönüşüm simgesinin olmasına dikkat etmeliyiz.
• Kağıtsal atıkları tutumlu kullanmalıyız.
Atık kâğıtları ayrı bir poşette toplayıp geri dönüşüme kazandırmalıyız.
• Bahçemizde kimyasal gübre yerine organik gübre kullanmayı tercih etmeliyiz.
• Gereksiz yere elektrik enerjisi kullanmamalıyız.
• Suyu israf etmemeliyiz.
• Sıvı yağları lavaboya dökmek yerine, bir
kapta biriktirerek belediyeye veya kampanyalı
şirketlere teslim etmeliyiz.
• Atık suları, çevreye bırakmamalı; kanalizasyon giderine dökmeliyiz.
Biz Müslümanlar çevremizi temiz tutarak
insanlara önderlik etmeliyiz. Allah’ın bizim
yaşamamız için bize sunduğu bu nimete sahip çıkmalıyız. Temiz bir yuvamızın, temiz bir
yüreğimizin olması duasıyla. Allah yar ve yardımcımız olsun.
Cüneyt Yusufoğlu
2 Ahmet b. Hanbel, Müsned, 5/15
Kaynakça: Adıyaman Müftülüğü İl Hutbe Komisyonu;
31.05.2013 Cuma Hutbesi
27
FIKIH BÖLÜMÜ
R
amazan ayı hiç kuşkusuz yüce mevlânın
kullarına bağışladığı bir fırsat iklimi, bir
hasat sezonu, bakım onarım zamanı. Ramazan; yaz aylarının sonunda ve güz mevsiminin
başında yağan ve yerdeki tozları temizliyen yağmur anlamındadır. Bu yağmur, nasıl yeryüzünü
yıkayıp tozlardan temizliyorsa, Ramazan ayı da
mü’minleri günahlardan öylece temizler. Ramazan orucu, Hicret’in ikinci senesinde, Şaban ayının kalan son ikinci gecesi olan Pazartesi gecesinde farz kılınmıştır. Arapçada “Ramdâ” kelimesi,
güneşten yanmış toprak anlamına gelir. Ramazan
orucu da genellikle aşırı sıcakta tutulduğu ve boğazları kurutup harareti artırdığı için bu ismi almıştır. İşte çekilen bunca zahmet ve meşakkatten
dolayı oruç çok önemli ve faziletlidir.
Ramazan ayı, insanların hidayet bulmaları
için kendisinde Kur’ân’ın indiği mübarek bir
aydır. “Kendisinde Kur’ân inen Ramazan ayı
insanlar için bir hidayet ve Allah’tan bir belgedir. Her kim Ramazan ayına yetişirse oruç
tutsun”.1
Yüce Allah, önceki ümmetlere namazı farz
kıldığı gibi, orucu da farz kılmıştır. Yine onlara orucu farz kıldığı gibi bize de Ramazan
ayında orucu farz kılmıştır: “Ey iman edenler,
sizden öncekilere yazıldığı gibi, oruç, size de
yazıldı (farz kılındı). Umulur ki sakınırsınız”.2
Ebû Hureyre şöyle dedi: Rasûlullah Sallallahu aleyhi ve sellem: “Âdemoğlunun her ameli
katlanır. Bir iyilik on mislinden yedi yüz misline
kadar katlanır. Allah, “Yalnız oruç müstesna,
Çünkü o, benimdir, onun mükâfatını verecek
olan da benim. Kulum şehvetiyle yemeğini
benim için terk etti” buyurmuştur. Oruçlu için
iki sevinç vardır: “Biri iftar zamanındaki sevinci, diğeri de Rabbine kavuştuğu zamanki
sevincidir. Emîn olun oruçlunun ağız kokusu
Allah indinde misk kokusundan daha güzeldir” buyurdu.
1 Bakara/185
2 Bakara/183
28
Ramazan ayı, insanların hidayet bulmaları için kendisinde
Kur’ân’ın indiği mübarek bir
aydır.
Namaz ehli olanın cennete namaz kapısından çağrılacağı belirtilir. Cihâd ehli ‘Cihâd
Kapısından’ çağrılacaktır. Sadaka ehli olan
‘Sadaka Kapısından’ cennete davet olunur.
Ramazan sabır ayıdır. Sabrın
mükâfatı ise cennettir.
Siyam ehli olanlar ise ‘Reyyan Kapısından’
çağrılacaktır. Reyyan ismi ‘atşan’ ismine
karşılık olarak buraya verilmiştir. ‘Atşan’ susuz kalmış kimseye derler. ‘Reyyan’ ise suya
kanmış kimsedir. Dünyada aç ve susuz
kalmasına karşılık bu kapıdan girecek
olan oruç ehlinin artık sonsuza kadar
suya kanmış olacakları haber verilmiş
olmaktadır. Reyyan Kapısından girenler
için cennette açlık ve susuzluk bilhassa
yoktur. Çünkü amellerin karşılığı o
ameller cinsinden olur.
Bir başka açıdan baktığımız zaman; orucun günahlara kefaret olduğunu görmekteyiz... Hz. Aişe’den
gelen hadiste Hz. Aişe şunları nakleder:
“Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem
Ramazan’ın son on günü girince geceleri
ihya ederdi. Ailesini uykudan uyandırırdı.
İyi işler için kollarını sıvardı... Ramazan’ın
son on gününde Peygamberimizin itikaf
yaptığı da bilinmektedir. Çünkü son on
günün içinde Kadir Gecesi gizlidir. Kadir
Gecesi Kur’an’ın nazil olduğu bereketi
büyük bir gecedir. Son on günün tek sayılı geceleri yani 21. 23. 25. 27. ve 29.
gecelerinde gizlidir. O günü idrak etmek
ve değerlendirmek için itikafta bulunmak önem arz etmektedir. Hz. Peygamber vefat ettikleri sene ise yirmi gün itikafta kalmıştır.
Hz. Enes b. Malik’ten gelen hadiste Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
“Sahur yemeği yiyiniz; sahurda bereket vardır.” Bu bereket seher vaktinde
uyanmak, o vakitte dua ve zikirle meşgul
olmaktır. Çünkü seher vaktinde dua ve
zikirle meşgul olmak Kur’an’da da övülmüştür. “O mü’minler seher vakitlerinde istiğfar ederler” şeklinde özellikle seher vakitlerinde uyanık kalmaya işaret vardır...
Ramazan Orucu Kimlere Farzdır?
Akıllı, ergenlik çağına ulaşmış ve oruç
tutmasına engel bir mazereti olmayan her
Müslüman’ın Ramazan orucunu tutması farzdır.
Oruca Niyet
İbadetlerde niyet önemlidir. Asıl olan, lafzi
niyetten çok, kalben niyet etmektir. Bu bakımdan oruca niyet etmek insanın oruç tutmanın bilincinde olması anlamına gelmektedir.
Sahura kalkmak oruç için fiilî bir niyettir. Kişi
sahura kalkmamış olsa bile sabah bu bilinç
içinde ise niyetli sayılır. Oruç için niyetin vakti, akşam namazı vaktinin girmesiyle birlikte
başlar. Ramazan orucuna niyet öğle
namazına yaklaşık bir saat kalana
kadar devam eder. Bunların dışındaki, kefaret, kaza, günü belirlenmemiş adak oruçlarında ise imsakten
önce niyet edilmesi gerekir.
Orucun Zamanı
Oruç yasaklarının başladığı fecr-i sâdık,
yani tan yerinin ağarmaya başlaması, imsak
vaktidir. Bununla yatsı namazının vakti çıkmış,
sabah namazının vakti girmiş olur. Bu vakit
aynı zamanda sahurun sona erip, orucun
başladığı vakittir. Oruç yasaklarının sona erdiği, güneşin batma vaktine ise iftar vakti denir. Bu vakitle birlikte akşam namazının vakti
girmiş olur. Gündüz ve gecenin tam olarak
teşekkül etmediği yerlerde, imsak ve iftar
vakitleri, takdirle belirlenir. (6 ay gece 6
ay gündüz olan yerler)
“Ramazan sabır ayıdır. Sabrın
mükâfatı ise cennettir. Ramazan
eşitlik ayıdır, mü’minin rızkının çoğalacağı bir aydır. Kim bu ayda bir
oruçluya iftar verirse, bu davranışı günahlarının affedilmesine, kendisinin cehennemden kurtulmasına vesile olabilir.”
Bizler de bu şuur ve inanç içerisinde evveli rahmet, ortası mağfiret ve sonu da cehennem ateşinden kurtuluş ayı olan mübarek
Ramazan’ın, milletimiz, memleketimiz ve tüm
insanlık âlemi için hayırlara vesile olmasını
Yüce Mevla’dan dileyelim.
Havvanur Şenduran
29
ÜMMETİN KARDEŞLİĞE İHTİYACI VAR
“Mü’minler ancak kardeştirler.”
sselamu
Aleyküm
kardeşlerim!
Allah’u Teâlâ’ya insanı yaklaştıran
birçok yol ve vesileler vardır. Bu yolların içinde en kârlı ve kısa olanı muhabbet
ve sevgi yoludur. Resulullah (sav) buyurdular
ki: “Allah Tebâreke ve
Teâlâ Hazretleri şöyle hükmetti: “Benim
rızam için birbirlerini
sevenlere, benim için
bir araya gelenlere,
benim için birbirlerini ziyaret edenlere ve
benim için birbirlerine harcayanlara sevgim
vacip olmuştur.” buyruldu. İslam’ın emirlerinden biri de, “Mü’minler ancak kardeştirler.”1
hükmü gereğince, İslam kardeşliğidir.
E
Her sistem gibi İslâm da kendi cemiyetini belli esaslar üzerine kurmuştur İnançta
tevhidi; cemiyette de uhuvveti yani kardeşliği
esas almıştır. Dolayısıyla İslâm toplumu, sınırları İslâm imanıyla çizilmiş kardeşler topluluğudur. Bu topluluk ve
kardeşliğe imandan
başka hiçbir şey, mesela ne ırk, ne renk ne
de coğrafya sınır çizemez. Allah için Müslümanları sevmek ve din
için kardeşlik yapmak
en büyük ibadetlerdendir. Dostluk güzel
huyun meyvesidir. Ayrılık ise, kötü huyun neticesidir. Güzel ahlak, anlaşıp, sulh olup birlik
ve beraberliği, kötü ahlak ise, düşmanlığı ve
çekememezliği ve sonunda da birbirine sırt
çevirmeyi gerektirir.
Güzel ahlak; anlaşıp, sulh olup
birlik ve beraberliği, kötü ahlak ise, düşmanlığı ve çekememezliği ve sonunda da birbirine sırt çevirmeyi gerektirir.
1 Hucurat 10
30
Kardeşlikte en önemli unsurlar:
- “Birbirinizle iyilik ve takva üzere yardımlaşın. Sakın ha, günah ve düşmanlık üzere
yardımlaşmayın”2 hükmü gereğince, iyilik ve
takva üzerine yardımlaşmaktır.
-“Hepiniz Allah’ın ipine topluca sımsıkı sarılın ve tefrikaya düşmeyin”3 hükmü gereğince
Allah’ın kitabına sarılmak ve tefrika yolunu
terk etmektir. -“Mü’min erkeklerle, mü’min kadınlar birbirlerinin dostudurlar”4 hükmü gereğince, Allah için dostluk kurmaktır. -“Birbirinizin kusurunu araştırmayın”5 hükmü gereğince kardeşinin gizli taraflarını araştırmamaktır. “Bir topluluk, diğer bir topluluğu
alaya almasın”6 hükmü gereğince, onu memnun etmeyen davranışlardan uzak kalmak suretiyle, birbirine destek olmaktır. İşte kardeşlikteki en önemli unsurlar bunlardır.
Resulullah (sav) buyurdular ki: “Müslüman
müslümanın kardeşidir. Ona ne zulmeder, ne
de zulme teslim eder. Kim Müslüman kardeşinin ihtiyacını giderirse Allah (cc) onun ihtiyaçlarını giderir. Kim kardeşinin bir sıkıntısını
giderirse Allah (cc) da kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Kim bir müslümanın kusurunu örterse, Allah (cc) da kıyamet
gününde onun kusurunu örter.”
İslam’da kardeşlik denilince elbette ilk akla
gelen Ensar ve Muhacir kardeşliğidir. Bu kardeşlik bilinmeden, anlaşılmadan gerçek kardeşliği kavramamız zor olacaktır. O bakımdan bu kardeşliğin gerçekleşmesini sağlayan
mayanın ne olduğunu bir gözden geçirelim.
Allah rızası için Mekke’de her şeyini bırakıp
Medine’ye hicret etmiş bulunan, Muhacir
Müslümanlara, Medineli Müslümanlar muhabbet ve samimiyetle kucaklarını açmışlar,
ellerinden gelen her türlü yardımı onlardan
esirgememişler ve bütün insanlığa ibret olacak bir kardeşlik tablosu sergilemişlerdir.
Toplumun çeşitli tabakaları bu kardeşlik sa-
Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa
erenlerdir.
yesinde birbirleriyle kaynaştı, kabilecilik gurur ve düşmanlığı da ortadan kaldırmış oldu.
Niyetleri kutsi, içleri dışları nur, faziletli bir
toplumun meydana gelmesinde bu kardeşlik
rol oynamıştır. Kur’an onların bu durumunu
bir örnek ve model olarak seçip, gelecek insanlığa takdim etmek üzere: “Daha önceden
Medine’yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı
yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine göç
edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden
dolayı, içlerinde bir rahatsızlık hissetmezler.
Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile, onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin
cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa
erenlerdir”7 buyurmuştur. Kardeşliğin en güzeli Ashab arasında yaşanmıştır: Ashab-ı kiram arasında meydana
gelen kardeşlik anlayışı, asırlarca hiçbir milletin o zamana kadar meydana getiremediği en büyük bir destan olmuştur. İbn-i Ömer
(ra) derki: “Resul-i Ekremin ashabından birine
bir koyun kellesi takdim edildi. O zat, falanca benden daha açtır, kelleyi ona verin! dedi.
Öteki zat da aynı şekilde söyledi. Böylece kelle, yedi kişiyi dolaştıktan sonra, aynı adama
tekrar geri geldi. Çünkü en aç olanı o idi.”
Artık ümmet öyle bir hal aldı ki ne kimse komşusunu tanıyor, ne ihtiyaç sahiplerinden haberi var ne de zevki sefa düşünmekten
başka bir şey düşünemez hale geldi. Şu an
dünya üzerinde bulunan Muhammed ümmetinin kardeşliğe o kadar ihtiyacı var ki sanki solunacak hava, yiyecek ekmek, içecek su
gibi. Yüce Allah bizleri kardeşlerine karşı kör
olanlardan eylemesin. Allah her birimizi Hakk
için birbirlerini sevenlerinden eylesin… Selam
ve dua ile…
Pınar Cantekin
2 Maide 2
3 Al-i Imran 103
4 Tevbe 71
5 Hucurat suresi ayet 12
6 Hucurat suresi ayet 11
7 Haşr 9
31
HELAL ÇİZGİSİNDE HAYAT
H
elal dairesinde temiz bir hayat Rabbimizin emrettiği, Peygamberimizin
yaşadığı ve tavsiye ettiği hayat şeklidir. Yüce dinimizin temel amacı insanlara
hayatları boyunca kılavuzluk etmektir. Rabbimiz bizleri sevip yaratmıştır. Sevdiklerinin de
dünya ve ahirette mutlu olmalarını istemiştir.
Bizleri kötülük ve yanlışlardan korumak, huzur
içinde yaşamamızı sağlamak için bazı davranışları yasaklamış, bazılarını ise helal kılmıştır. Allah’ın açıkça yasakladığı şeylere haram,
yapılmasına izin verdiklerine de helal diyoruz.
Bir şeyi helal kılma yetkisi Cenab-ı Allah’a
aittir. Özgürlüğün sınırı helal dairesi olmalıdır. İnsan helal çerçevesinde yaşadığı zaman
mutlu, haram işlediği zaman da mutsuz olur.
Çünkü Yaratan onu öyle programlamıştır.
Rabbimizin hayatımızı haramlarla sınırlamasının sebebi, severek yarattığı bizleri koruması
içindir. İnsan dünyada, su ve hava gibi mutluluk arar. Kişilerin ve toplumun huzuru, mutluluğu elde etmesi ise Allah’ın emir ve yasaklarına uymalarından geçer. Emir ve yasaklara
uymayan hem bu dünyada, hem de ahirette
mutsuz olur. Emir ve yasaklara uyabilmemiz
için, diğer bir ifade ile helal dairesinde yaşayabilmemiz için helal lokma ile beslenmemiz gerekir. Ayet-i Kerimeler insanları ağızlarından giren lokmaların haram mı helal mi
olduğu konusunda dikkatli olmaya çağırıyor.
Ayet-i Kerimede: “Ey Peygamber, helal ve güzel şeyler yiyin ve salih amel işleyin”1 buyu-
İnsan helal çerçevesinde yaşadığı zaman mutlu, haram işlediği zaman da mutsuz olur.
1 Mü’minun 51. ayet
32
ruyor. Peygamberimizin şu hadisi şerifleri bu
konunun önemine dikkat çekmektedir: “İnsan
yediğinden ibarettir”, “Haramla beslenen hiçbir beden cennete giremez, cehennem ona
daha layıktır”. Peygamberimiz (sav) her konuda olduğu gibi bu konuda da bizlere en güzel
örnek olmuştur. Bilindiği gibi Peygamberimiz
ve ailesine zekât ve sadaka malı yemek haramdı, bu konu ile ilgili
Peygamberimizin torunu
Hz. Hasan (ra) efendimiz şu hatırasını anlatır:
“Zekât hurmasından bir
tane alıp ağzımda çiğnerken Hz. Peygamber
gördü hemen onu ağzımdan çıkardı ve hurma kümesinin içine attı.
Ey Allahın Peygamberi!
Şu yavrucuğun aldığı
bir tek hurmadan, sana
ne sorumluluk olacak
ki denildi. Allah Rasulu: Biz Muhammed ailesiyiz bize zekât helal
değildir”2 buyurdu. Diğer bir örnek de şöyledir:
“Medine’de
festivaller
olurdu. Peygamberimiz
Aişe Annemizi festivale
götürmüştü. Aişe Annemiz eğlence yerini görememişti, Peygamberimiz
Aişe Annemizi sırtına
alıp, yoruluncaya kadar onun eğlence yerini
seyretmesine yardımcı
olmuştur”. Günümüzde bu gibi davranışlarla karşılaştığımızda ne
düşünürüz acaba. Bizim
dinimiz sadece yasaklar
dini değildir. Helal dairesinde eğlenceye de
müsaade edilmiştir. Bunu Peygamberimizin
hayatında da görüyoruz. Dünyada helal dairesi geniştir. Hepimizin ihtiyaçlarını hatta keyiflerini karşılamaya yeter. Bu nedenle, harama yönelmeye hiç gerek yoktur. Yine Pirimiz
Abdulkadir Geylani Hazretleri haram lokma
ile ilgili şu tavsiyelerde bulunmuştur. “Daima
helal lokma ye, senin kalbini nurlandırır, ruhunu aydınlatır ve onu bulunduğu zulmet ve
karanlıktan aydınlığa çıkarır. Bunlarla meşgul
ol. Vesvese ile meşgul olma” bu sırada dinleyenlerden birisi sordu: Bunun ilacı çaresi
nedir? Pirimiz Abdulkadir Geylani Hazretleri:
“Bunların birinci ve baş
ilacı, yediğin lokmaya
haram karıştırmamandır. Şüpheli şeylerden
sakınmandır. Helal kazançla beslenmendir”
diye cevap vermiştir.
Çünkü kalbin katili haram lokmadır. Müslüman yerken içerken
diğer insanlarla ilişkilerinde, bireysel hayatında
Allah’ın koyduğu haram
helal sınırına uymalıdır.
Haram ve helallere dikkat etmeden yaşarsak
zamanla haramlar helal gibi olur. Hz. Ömer
Efendimiz şöyle buyurmuştur: “İnandığınız gibi
yaşamazsanız, yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız”.
Haramda ısrar edildiği müddetçe şeytan
ve nefis haramları tatlılaştırır. Bizleri haram
ve günahtan koruyacak
olan en güzel ibadet zikrullahtır, Allah sevgisidir.
Emin Hocamız her sohbetinde bizlere bunları
tavsiye eder. Allah’ı Peygamberimizi, İmam Ali,
Hüseyin Efendilerimizi,
Pirimizi,
Mürşitlerimizi
çok sevmemizi söyler. Çünkü sevenin en çok
korktuğu şey sevdiklerini üzmektir. Helal bir
hayat Allah ve Resulüne itaattir, helal bir hayat başkalarına saygıdır, edeptir, nezakettir,
inceliktir, zarafettir. Helal bir hayat sevdiklerimizi üzmemektir, helal bir hayat dünya ve
ahiret mutluluğudur. Sevdiklerimizle dünya ve
ahrette mutlu olmak dileğiyle…
Emine Can
Hz. Ömer Efendimiz şöyle
buyurmuştur: “İnandığınız
gibi yaşamazsanız, yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız”.
2 ibn-i Hanbel I,200
33
SAĞLIK-BİLİM
Beyaz Ekmeği Hayatınızdan Çıkarın!
“İki nimet vardır ki, insanların çoğu
bunda aldanmıştır: Sıhhat ve boş vakit”
ürkiye’de günde 77 milyon ekmek yeniyor. Kişi başı günlük ekmek tüketimi
333 gramdır. Yapılan araştırmalara
göre en çok yenilen yiyecek ekmektir. Kültürümüzde ekmeksiz yemek yeme alışkanlığı olmadığından ekmek, özellikle Anadolu’da en
fazla tüketilen besin maddesidir. Bu durum
o kadar vahim hale gelmiştir ki, pilavla ve
makarna ile ekmek yiyen azımsanmayacak
kadar insan mevcuttur. Eskiden köylerde tam
buğday unundan ekmek yapılırken bugün bu
alışkanlık terk edilmiş ve köylerin çoğunda fırınlar açılarak beyaz ekmek tüketimi hızla artmıştır. T
Beyaz ekmek hiçbir besleyici değeri olmayan, posa, vitamin ve minerallerden yoksun
bir ekmektir. Buğdayın içindeki tüm değerli
besin maddeleri ayrıştırılarak atılmıştır.
Bu ekmekle sadece mide dolmakta, açlık bastırılmakta, buna karşılık da kan şekeri
yükselmekte, bağırsaklarda hastalıklar ortaya
çıkmakta ve gerekli vitamin ve mineraller alınamamaktadır.
Yaklaşık 6 bin yıldır buğdayla yapılan ve
mineral ve vitamin açısından zengin olan esmer ekmeğin yerine Türkiye’de eskiden beri
beyaz ekmek üretiliyor.
Beyaz ekmeğin başlıca zararları şunlardır:
- Buğday içermediği için vitaminsiz olması
- Sadece un, su, maya ve tuzdan oluşması
- Esmer ekmeğin aksine; kalsiyum, demir
ve çinkoya sahip olmaması
- Kadınlarda demir ve folik asit eksikliğine sebep olması
- Çocuklarda vitaminsizliğe sebep
olması
Beyaz ekmeğin zararlarının çok net
olmasına rağmen hala esmer ekmek kullanmak istemeyen toplumumuz, gün geçtikçe daha vitaminsiz
ve zararlı maddelerin çoğunlukta
olduğu bir vücuda sahip olmaktadır. Sizlere tavsiyemiz, en kısa zamanda beyaz ekmeğin zararlarından kurtulmak için esmer ekmeği
tercih etmenizdir.
34
Tam buğday unundan yapılan ekmekte
çinko, iyot, E vitamini, omega 3 ve omega 6
yağ asitleri, kalsiyum, D vitamini, protein ve
karbonhidratlar vardır. Bu ekmekle beslenen
kişilerde şeker hastalığı, şişmanlık, kalp ve
damar hastalıkları ve kanser daha az görülür.
Ayrıca tam buğday ekmeğinde posa ve kepek
olduğundan kabızlığa da yol açmaz.
Tam tahıllı ekmeğin faydaları ise saymakla bitmez. Sağlığımız için bir hazine gibi olan
tam tahıllı ekmeklerin başlıca faydalarını şunlardır:
* Stresi önler, depresyona karşı yatkınlığı
azaltır.
* Maya ve lif içerdiği için sindirim sisteminin düzenli çalışmasını sağlar.
* Mide sağlığınız için koruyucudur.
* Bitkisel kaynaklıdır, kolesterol içermez.
* Tam tahıllı ekmekler B12 hariç tüm B grubu vitaminlerinin temel kaynağı olduğu için tiroit rahatsızlığı olanlar için ideal bir besindir.
* Tam tahıl ekmeğinde yer alan B grubu
vitaminler metabolizmada anahtar rol oynar.
* Kan dolaşım bozukluğu ve yüksek tansiyon hastalıklarına karşı etkilidir.
* Kolon kanseri ve hemoroid hastalıklarına
karşı koruyucu etkisi vardır.
* Kandaki ürik asit miktarını kontrol altına
almaya yardımcıdır.
Tam Buğday Ekmeği Yiyin
Harvard Üniversitesi tarafından yapılan
araştırmanın sonuçlarına göre aşırı ekmek
yemenin kanser riskini artırdığı açıklandı. Ekmeğin de aşırı tüketilmesi doğru değil. Farklı
gruplardan gıdaları tüketerek yeterli ve dengeli beslenme en doğru yaklaşım. Avrupa’da
önceki senelerde ekmek ve hububat ürünleri
tüketiminde azalma görülürken, son 15-20
yılda artış kaydedilmektedir. Ayrıca ekmek
ve hububat ürünleri tüketimini arttırmak için
çeşitli araştırmalar ve projeler yapılmaktadır.
Ancak arttırılmaya çalışılan beyaz ekmek değil, kepekli undan, tam buğday unundan, karışık tahıl unlarından yapılan ekmek ve diğer
hububat ürünleridir.
Sonuç olarak, bu bilimsel verileri dikkate
alarak sıhhatimiz için en yararlı besini tercih
etmeliyiz. Sağlıklı yaşam için sağlıklı beslenin,
hastalıklar kapınızı çalmadan…
35
YENİDEN YAPILMAKTA OLAN
“NİYAZİYE CAMİİ” İNŞAATI
TAMAMLANMAK ÜZERE
N
iyazi Baba Hazretlerinin önderliğinde ve Emin Hocamızın “Niyaziye Camii Yaptırma ve Yaşatma
Derneği” başkanlığını üstlenmesi ve büyük
gayretleri ile 1988 yılında tamamlanan ancak Kuzey Ankara Kentsel Dönüşüm Projesi
kapsamında kaldığı için yıllar önce yıkılmış
olan Niyaziye Camii’nin aynı yerde yeniden
yapımına 06 Mayıs 2013 tarihinde başlanılmıştı.
Çok titiz bir şekilde yapımı
sürdürülen cami inşaatı tamamlanmak üzere. Şu anda dış giriş
merdivenleri yapılıyor ve çevre
düzenleme çalışmaları devam
ediyor. Etrafı çok güzel şekilde
çok sık olarak dikilen güllerle
taçlandırılmış durumda. Adeta
gül tarlası ile çevrilmiş durumda.
Yakın zaman içinde de cami içi
yazı ve süsleme çalışmaları başlayacak. Bitimini ve açılışını sizlere ayrıca duyuracağız. Manevî
yönü ve atmosferi oldukça yüksek olan bu camiimizin açılışına
sizleri davet edeceğiz. Gelenler
Niyazi Baba Hazretlerinin “Merkez Şenyurt” dediği bu yeri, eski
Şenyurt’un yeni halini görmüş
olacak. Ayrıca, eski arkadaşlar
Niyazi Baba Hazretlerinin neden “Merkez Şenyurt” dediğini
ve böyle söylemekle neyi işaret
buyurduklarını hatırlasınlar ve
36
yeni kardeşlerimize izah etsinler. Gelelim tekrar konumuza. Caminin kıble tarafında kalan
ziyaretgâhımız da nerede ise bitmek üzere.
Etrafı ve yolu yapılıyor. Bu yazıyı okuduğunuz
zaman tamamen bitmiş olacak.
Camiimiz projesi özenle ve titizlikle çizilmiş
özel bir proje. Başkaca hiçbir yerde uygulanmamış bir proje. İstanbul’da bulunan Mihri-
37
mah Sultan, Dolmabahçe ve Ortaköy Camilerinden esinlenilmiş klasik Osmanlı Mimarisi
tarzında. Direksiz ve tek kubbeli. Çift minareli.Minare yüksekliği 41 m. Kubbe yüksekliği, 3
m. olan alem yüksekliği ile birlikte toplam 25
m. Ana kubbe, minarelerin külahları ve minareler çelik. Minarelerin alemleri 2,5 m. boyunda. Kubbenin alemi 3 m. boyunda ve 300
kg’dan ağır. Özel ve çok pahalı olan malzemeden yapılmış.
Altına konan çamur hem kurşunu koruyor ve
hem de yalıtımı sağlıyor.
Çatı aslan göğsü ve sundurma özel kurşun
kaplama olarak Osmanlı tarzında yapılmış.
Halı serilecek alan 450 m2 ve halılar döşenmiş durumda. Hanımlar için düşünülen
38
Bütün doğramalar saf meşe. Vitraylar özel
ve kestane. Kapılar çift taraflı kündekâri (geçmeli ahşap). Kapı kolları antik özel. Mihrap,
minber ve kürsü Marmara Beyazı mermer.
İnşaat alanı 960 m2. 100 m2 kapalı sundurması var. 600 m2 kullanılabilecek açık
alan, meydan var.
üst kat 80 m2. Ayrıca kendi kapalı avlusu var.
Yerden ısıtma sistemli. Cami içindeki her
dört kolonda, dört köşede görünmeyen dört
kule içinde merkezî klima sistemi, mekanik cihazlar ve havalandırma sistemi var.
Hanımlar kısmı bağımsız ayrı girişli. Abdesthaneleri de bağımsız. 6 hanım abdestliği
ve 5 WC’si var. Erkeklerin ise 16 abdestlik ve
12 WC’si var. Alt katta bulunan bu abdesthaneler Osmanlı tarzı ve abdest alma yerleri
Hacıbayram Camiindeki yeni abdesthanelerden daha güzel.
Gelecek sayımızda Niyaziye Camiimizin
ve Ziyaretgâhın tamamen bitmiş hali ile ilgili
bilgileri ve Camiimizin açılışla ilgili haberleri
sizlere aktarmak istiyoruz.
Hiçbir şeyi esirgemeyen Şirket yetkililerine,
proje müellifine, maddî ve manevî emeği geçenlere ve yüklenici firmaya teşekkür ediyoruz, hep beraber duâ ediyoruz. Yüce Rabbimden kendilerine kolaylıklar ve başarılar niyaz
ediyoruz. Rabbim yâr ve yardımcıları olsun.
39
40

Benzer belgeler