grev ve mücadele günümüzle

Transkript

grev ve mücadele günümüzle
Seçimlerin ardından…
Bu partilerin her birinin birbirlerinden farklılıklarını göstererek girdikleri kampanya rekabetinde, biz hiçbirinin gündelik, olağan, her günkü çalışmaya, bu çalışmanın kapitalist niteliğine karşı çıkmadıklarının altını çizdik. Sol-sağ liberal, milliyetçi-faşist, Sünni-İslamcı seçim program ve söylemlerinin hiçbiri işçilerin patronlar tarafından normal kabul
edilen her günkü sömürüsünü tartışmaya açmıyor, buna karşı çıkmıyordu. Oysa Bursa’dan başlayıp ülkeye yayılan,
ardından giderek çözülen, ama geçtiğimiz aya bizce asıl damgasını vuran gelişme metal-otomotiv işçilerinin özgürlük
mücadelesi oldu. Çoğu geçmişte AKP’ye oy vermiş, çeşitli siyasi görüşlerden işçiler yıllar sonra bu ülkede yasadışı bir
grevi fiilen gerçekleştirdiler. “Meşhuriyet” çağının yaşandığı günümüzde meşhurluğun yolu görünür olmaktan, ekranlarda boy göstermekten, göz doldurmaktan geçtiği için Bursa’dan başlayan metal fırtınasından tüm Türkiye’nin yeterince haberi olmadı. '' 3
yaşasın
sosyalist
işçi demokrasisi
Sayı: 58 Mayıs 2015 1 TL
GREV VE MÜCADELE GÜNÜMÜZLE
TANIYAMAYACAKSINIZ BİZİ!
Neoliberalizm, işçi sınıfının sınıf olarak inkarına, yok sayılmasına
dayalıdır. Neoliberal kapitalizm, öncelikle işçilerin kolektif
örgütlenme ve mücadele yeteneğini tahrip ederek, işçi sınıfını
görünmezleştirir. Geri düzeyde burjuva neoliberal demokrasi
kurumlarında, kimlik siyasetine yer vardır:Sınıf siyasetine ise yer
yoktur! İşçi sınıfının gerçek sınıfsal talep, ihtiyaç ve özlemleriyle
kolektif müzakere ve temsiliyet hakkı, bu düzenin bırakalım düzen
partilerini, Meclisini, medyasını, sözde “işçi” sendikalarında bile
yoktur! Bu sistemde, işçi sınıfının sınıf olarak görünürleşmesi için
yalnızca iki yol bırakılmıştır: Ya Soma’daki gibi yığınlarla ölerek….
Ya da fiili kitle grev ve direnişleriyle, bu neoliberal despotik sınıf
kapanını sarsarak…İşte bu yüzden işçi sınıfı, ancak fiili kitle grev
ve direnişleriyle, ancak aşağıdan taban inisiyatif ve örgütlenmeleriyle, kendini yeniden sınıf olarak kurabilir. Metal işçilerinin fiili
grev ve direniş dalgası, neoliberalizmin sınıf kapanının sınırlarına
dayanıp sarsmaya başlayan bir tarihsel adımdır.
“Yaşasın tam bağımsız işçi kardeşliği!”
Otomotiv-metal işçilerinin büyük direniş hareketi, yalnız mevcut kabuklaşmış ve
tabutlaşmış sendikacılığı sarstığı için değil, işçi sınıfının mutlak örgütsüzlük içindeki
yüzde 90’ına, milyonlarla büyümüş yeni işçi kitlelerine tutulacak mücadele yolunu
gösterdiği için önemlidir. Bu yol, aşağıdan öz savaşım organlarına, işçi komite, meclis
ve kurullarına ve fiili kitle grevlerine dayalı sınıf savaşımı yoludur. Eğer sanayi işçileri
üsttenci, despotik, lobici, sözde TİS (satışcılığı) sendikacılığına sığmaz hale gelmişse…
" 8-9
2
işçi meclisi
Harranlı İşçİ öğrencİler:
Yaşasın metal işçisinin direnişi…
Türk Metal çetesinin varlığına yönelen bu sınıf öfkesi en çok patronları korkutmuştur.
Güvendikleri bir kale metal işçileri tarafından yıkılan burjuvazi şaşkına dönmüştür. Şimdi metal işçisi kendiliğindencilik sınırlarını aşan bir bilinçle onbinler olarak sektörün en büyük fabrikalarında kavgayı büyütüyor ve
geleceğe ışık tutuyor.
Olmaz dediler, yenildi dediler, varsa yoksa “kimlik” İşçi öğrencilerin bizlerin geleceği içinde dövüşüyor. Bugün meslek liselerinde okuyan, ünivervarsa yoksa “ezilenler” dediler. ”İşçi sınıfının çağı
sitelerde başta mühendislik fakültelerinde olmak
geride kaldı” dediler. Bugün yanılanlar yarının
kaybedenleri olacaklar. Onlar nederlerse desinler üzere yüzbinlerce işçi öğrencinin geleceği’de bu
direnişin zaferine bağlı. Metal işçisi kazanırsa
biz işçi öğrenciler geleceğin ne sandıkta ne ezilencilikte olmadığını biliyoruz. Geleceğimiz sınıf tüm işçi sınıfı kazanacaktır. Birkez daha sınıf
kavgasında, sınıfın ellerindedir. Aylardır Bursa’da isterse neleri yapabileceğini bize gösterecek ve
gericilikle kodlanmış bir kentte, Türk Metal çete- sınıf kaçkınlarına en güzel cevabı verecektir.
sinin şoven zehiriyle yıllardır zehirlenmiş metal
işçileri tabiri caizse kabuklarını değiştiriyor ve sınıf Öyleyse bu sesi, bu soluğu meslek liselerine ve
bilincini kazanıyorlar. Hemde bu çeteyi üzerlerin- üniversitelere taşıma zamanı. Kendi kavgamızda
kendi safımızda olma zamanı. Bugün meslek lisden ata ata, patronlara anladıkları dilden cevap
leri ve üniversitelerde bizleri ucuz iş gücü olarak
vere vere…
görenler metal işçisinin isyan ettiği bu ücretli
Aylardır taban insiyatifine dayalı, kolektif bir ira- kölelik düzenini yaratanlardır.
deyle geleceklerini teslim ettikleri bu satılmış 12
Bugün staj, ödev, proje sömürüsüyle, kampüslerEylül artığı sendikal anlayışa karşı öfkelerini örgütlüyorlar. İşçi sınıfı kendi kolektif bilinciyle işçi deki argelerdeki atölyelerde bedava kullandıkları
emeğimizi sömürünlerle, metal işçisinin geleceğini
kurullarını ve meclislerini kuruyor.
Bosch işçisinin Türk Metal’in MESS ile imzaladığı çalanlar aynı kapitalist düzenin sahipleridirler.
Bugün kazanılacak bir zafer sadece metal işçisinin
satış sözleşmesini delen tutumu bardağı taşıran
son damla olmuştur. İşçi sınıfı kendi geleceği hak- kendisini değil kolektif bir şekilde bütün sınıfın
kazanımı olarak yazılacaktır. Metal işçisi ile düşkında kendi kolektif bilinciyle söz söylemek için
Türk Metal çetesini tarih sahnesinden silmeye so- manımız ortaktır. Bu köhnemiş eskimiş kapitalist
düzen.
yunmuş ve bunu başarmıştır.
Türk Metal çetesinin varlığına yönelen bu sınıf
öfkesi en çok patronları korkutmuştur.
Güvendikleri bir kale metal işçileri tarafından yıkılan burjuvazi şaşkına dönmüştür. Şimdi metal
işçisi kendiliğindencilik sınırlarını aşan bir bilinçle
onbinler olarak sektörün en büyük fabrikalarında
kavgayı büyütüyor ve geleceğe ışık tutuyor. Metal
işçisinin kaybedecek hiç birşeyi yok bir işçinin dediği gibi ”Yaşamımız için hiç birşey kalmayıncaya
kadar çalışırsak, 1600 tl geçiyor elimize” ekonomik
krizi perdeleyenler işçi sınıfının yaşamında bu perdenin çoktan rayından çıktığını unutuyor.
Birileri seçim meydanlarında asgari ücreti şu seviyeye çıkaracağız diyor. Birisi asgari ücrete zam
sınıfa ihanettir diyor. Metal işçisi asıl asgari ücreti
insanca yaşayacak bir noktaya çekecek olanın sınıf
kavgası olduğunu şimdi bizlere kanıtlıyor.
Metal işçisi sadece kendi geleceği için dövüşmüyor.
Metal işçisinin bu direnişinin aslında bizimde
direnişimiz olduğunu görmeliyiz. Metal işçisinin
kavgası aslında bizimde kavgamızdır. Bugünden
başlıyoruz yarını sınıfsızlaştırmaya diyerek, metal işçisinin bu kavgası bizimde ortak kavgamızdır
deme zamanıdır. Geleceğimizi çalanlar, bize kölece
çalışmak dışında zaman vermeyenler. Yaşam alanımızı ev ile iş arasına hapsedenlere karşı, birlikte
mücadele ederek zamanı, mekanı ve yaşamı özgürleştirmezamanıdır..
yışa karşı gelişkin bir maya, yeni bir sendikal anlayış yaratıyor.
İşçi öğrenciler de bugün kendi örgütlülüklerini
bu anlayışla kurmak tabana dayalı kolektif bir işçi
öğrenci örgütü yaratmak zorundadırlar. Tarih ve
sınıf savaşı bunu gerektiriyor.
İşçi sınıfı şimdi bunun bilinciyle mücadeleyi yükseltiyor.
Metal işçisinin bu görkemli direnişine karşın yaşanacak bir saldırı ya karşıda işçi öğrenciler olarak
hazırlıklı olmalıyız.
Bu saldırının önüne geçmek için bugünden eylemli bir dayanışmayı örmek ve saldırı olursada metal
işçileri ile aynı anda kapitalizmin bu saldırısına
cevap vermeliyiz.
Kampüslerimizde rektör, polis ve ÖGB kıskacını
yaratanlar bugün Bursa’da vali, MESS ve polis kıskacını işçi sınıfına karşı kullanmaya çalışıyorlar.
Ama işçi sınıfı yorulmuyor, geri adım atmıyor ve
uzlaşmıyor. Ya kazanacağız, ya öleceğiz diyor.
Biliyoruz ya sınıf kavgası için dövüşeceğiz yada
çürüyeceğiz. Metal içisi bugün bize öğretiyor. Nasıl Harranlı işçi öğrenciler olarak metal işçisinin kavbir örgütte ihtiyacımız olduğunu bu direnişle bize gasını selamlıyor, kavgaları kavgamızdır, geleceği
birlikte yaratacağız diyoruz.
gösteriyor.
Ölmek var dönmek yok Yaşasın sınıf dayanışmaMetal işçileri taban insiyatifine dayalı. Çetesiyle,
bürokratiyla her renkten kokuşmuş sendikal anla- sı.
Yaşasın metal işçisinin direnişi…
Tarsus’ta metal işçileriyle sınıf dayanışması!
kitle Yarenlik Alanı boyunca Saat Kulesine yürüdü.
Eğitim-Sen Tarsus Şubesinin çağrısı üzerine bir
araya gelen işçi ve emekçiler, Metal işçilerinin direnişleriyle dayanışmak için 21 Mayıs günü bir eylem Çağrıcısının Eğitim-Sen olduğu eyleme, KESK
üyeleri, Halkevleri, İHD, PSAKD ve HDP üyeleri
düzenlediler.
destek verdi. “Metal işçilerinin haklı direnişini destekliyoruz, Metal işçisi kazanacak hepimiz kazanaİlk kıvılcımı Bursa’da Renault işçileri tarafından
cağız” yazılı pankartın taşındığı eylemde, yürüyüş
çakılan metal grevi fabrika fabrika, şehir şehir
boyunca “Metal İşçisi Yanlız Değildir”, “Yaşasın Sınıf
büyüyor. Farklı ülke, şehir ve sektörlerden işçi ve
emekçiler de yaptıkları açıklama ve eylemlerle me- Dayanışması”, “Zafer Direnen Emekçinin Olacak”,
“Dünyanın Bütün İşçileri Birleşin”, “Kurtuluş Yok
tal işçileri ile dayanışmalarını sürdürüyorlar.
Tek Başına Ya Hep Beraber Ya Hiç Birimiz”, “İnsanca
Bu eylemlerden biri de bugün Tarsus’ta gerçekleşti. Çalışmak, İnsanca Yaşamak İstiyoruz” sloganları
sıkça atıldı. Yürüyüş sırasında metal işçilerinin
18:30’da Halk Eğitim Merkezi önünde toplanan
eylemi ve talepleri ile ilgili açıklamalar yapılırken,
Tarsus’lu işçi ve emekçilere dayanışma çağrısı yapıldı.
Eğitim-Sen adına açıklama, yürütme kurulu üyesi
Eyüp Kızıl tarafından okundu.
Açıklamada, süren eylem ile ilgili gelişmeler aktarılırken, sınıf dayanışmasının önemine dikkat çekldi.
Yapılan açıklama ve atılan sloganların ardından
eylem sona erdi.
İşçi Meclisi - Yerel Süreli Siyasi Dergi - Sayı: 58- Fiyat: 1 TL
Pina Basım Yayım San. ve Tic. Ltd. Şti. adına sahibi Hüseyin Kezik Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Ali Filizler
Adres: İstiklal Caddesi Balo Sk. No: 32 Kat. 2 Daire No: 8 Beyoğlu/İstanbul - Email: [email protected]
Hesap No: İş Bankası Koca Mustafapaşa Şubesi 1105 0792812
Baskı: Özdemir Matbaası Adres: Davutpaşa Cad. Güven Sanayii Sitesi C Blok No:242 Topkapı/İstanbul Tel: 0212 577 54 92
Seçimlerin ardından…
3
işçi meclisi
biz kapitalist çalışmadan başlayarak toplumsallaşan, sermayenin işçi toplumunun boğazına geçirdiği yularları, kölelik zincirlerini, bu esas ve ama hiç sorgulanmayan, görünür olmayan çelişkileri çöze gevşete, göstere göstere koparana dek yürüyeceğiz.
Bir siyasal devrime, kapitalist devletinizi yıkıp yerine bir işçi devletini kurmaya doğru!
Biz insanlara öncelikle yaptıkları işten bakarız. İlk
olarak ve sadece siyasi görüşleri odağından bakıp
ona göre sınıflandırarak insanlara savundukları
şu veya bu partiye göre otomatik olarak değer biçmeyi doğru bulmayız. Bu görüşler farklı farklıdır.
Önemlidir. Fakat insan hayatının, insanın bir gününün büyük ve asıl kısmı aslında çalışarak geçer.
Siyasi görüşünün ne olduğundan, hangi partiye oy
verdiğinden bağımsız olarak insanlar önce çalışır,
ha babam de babam, bütün ömürleri boyunca, durmaksızın çalışırlar. Kendilerini değil, patronları
zengin etmek için! Yaşamlarındaki asıl ağırlık
noktası budur. Ne iş yaptıklarıdır. Hangi sınıfın
üyesi olduklarıdır.
Biz sınıf bilinçli devrimci işçilerin de elbette seçimlere giren çeşitli partilere ilişkin değerlendirmelerimiz olur. Son seçimlerde parlamentoya giren dört
siyasal partiye baktığımızda bunlardan hiçbirinin
doğrudan işçi sınıfının talep ve özlemlerini savunmadıklarını, bizi temsil etmediklerini tespit
ettik. Şu veya bu partiyi destekleme kararı almadık,
yeterli hazırlığımız olmadığı için bağımsız bir işçi
arkadaşı aday da göstermedik. Ancak bu partilerin
siyasi çizgilerine göre farklılıklar gösterdiklerinin
de farkındaydık, seçimlerle birlikte oluşan siyasal
ortamın da içerisindeydik. Bu partilerin her birinin
birbirlerinden farklılıklarını göstererek girdikleri
kampanya rekabetinde, biz hiçbirinin gündelik, olağan, her günkü çalışmaya, bu çalışmanın kapitalist
niteliğine karşı çıkmadıklarının altını çizdik. Solsağ liberal, milliyetçi-faşist, Sünni-İslamcı seçim
program ve söylemlerinin hiçbiri işçilerin patronlar
tarafından normal kabul edilen her günkü sömürüsünü tartışmaya açmıyor, buna karşı çıkmıyordu.
İslami söylem ve sloganlar temelinde ve yeni şeyler
vaat etmekten çok, diğer partilerin vaatlerini boşa
çıkarma çabasıyla geriden gelen bir kampanya
yürüttü. Kendileri açısından asıl düğüm noktası
HDP’nin baraj altında bırakılması yoluyla oy düşüşlerini perdelemek ve parlamentoda oy gücünün
ötesinde bir temsil hakkını gasp etmekti. Stratejisini
de bunun üzerine kurdu. Erdoğan ve Davutoğlu
giderek şovenist dozu artan bir söylem yürüttüler,
paralel olarak devlet cephesinden illegal vuruşlar da
’90’lı yılları hatırlatırcasına tekrar gündeme geldi.
Faşist saldırılar HDP bürolarının bombalanmasından yakılmasına, birkaç yerde araç ve kahve
taranmasından insan yakma girişimlerine ve en
son Diayrbakır mitinginin alçakça bombalanarak bir kitle kırımı hedeflenmesine dek çeşitli
Oysa Bursa’dan başlayıp ülkeye yayılan, ardından yöntemlere kadar vardı, hayatını kaybeden 10’a
giderek çözülen, ama geçtiğimiz aya bizce asıl dam- yakın HDP’li oldu.
gasını vuran gelişme metal-otomotiv işçilerinin
özgürlük mücadelesi oldu. Çoğu geçmişte AKP’ye CHP, adaylarının bir bölümünün önseçimle belirlenmesinden başlayarak yıllar sonra ilk defa kendisi
oy vermiş, çeşitli siyasi görüşlerden işçiler yıllar
sonra bu ülkede yasadışı bir grevi fiilen gerçekleş- açısından proaktif ve pozitif bir kampanya stratejisi
tirdiler. “Meşhuriyet” çağının yaşandığı günümüz- yürüttü. İşçilerin, emeklilerin yaşam koşullarına
değen sosyal liberal bir vaat kombinasyonu belirlede meşhurluğun yolu görünür olmaktan, ekranlarda boy göstermekten, göz doldurmaktan geçtiği yerek yer yer inisiyatifi ele almayı, konuşulmayı bile
başardı. Fakat bu kalıcı olmadı. Seçim esasen iki
için Bursa’dan başlayan metal fırtınasından tüm
parti (AKP-HDP) ve iki lider (Demirtaş-Erdoğan)
Türkiye’nin yeterince haberi olmadı. Bu yüzden
arasında geçti. CHP
dergimizde akıntının
açısından HDP’ye ve
tersine giderek sayfaliberal taleplere daha
larımızın ağırlığını bu
yakınlaştığı, bu kulvara
büyük direnişe verdik.
kalıcı şekilde yerleşmeye doğru ilerleyen
Seçimlerin en çarpıcı
bir hatta yürütülen bir
gelişmesi AKP’nin
kampanya oldu. Oyiktidarı kaybetmesi
larını koruması da bu
oldu. 13 yıldır iktisayede mümkün oldu.
darda olan bu işçi
düşmanı partinin oy
Hiçbir şey yapmadan
yükselişi artık durdu
siyaset yapmayı ilke
ve gerilemesi görünür
edinmiş, ’90’lı yıllardaoldu. Türkiye’deki
ki faşist toplumsal biburjuva demokrasirikimin
kaymağını
oya
çevirmeye
yeminli MHP’yi
sini en geri düzeyde tutmakta giderek zorlanan ve
geçiyoruz.
giderek daha fazla zora başvuran bu parti son iki
yılda karşısında iki büyük ayaklanma (Gezi ve Kobane) bulmuş, kampanyasına döktüğü milyonlarca Bu seçimin kazananı HDP oldu. Kürt siyasi hareketi 25 yıllık bir yasal mücadele deneyimine de
lira, harekete geçirdiği yüzbinlerce parti ve devlet
görevlisine karşın yüzde kaç oy alırsa alsın toplum- sahip, köklü bir hareket. Cumhuriyetin başından bu
sal meşruiyetini çok öncesinden kaybetmişti. Son yana hakları yok sayılmış, özerkliği elinden alınmış
kozunu bu seçimlerde oynadı. AKP seçimde kendi Kürt ulusunun artık eskisi gibi yönetilemeyeceği bu
seçimlerle bir kez daha tescillenmiş oldu. Türkiye
tabanından kaçışları önlemek üzerine kurulu bir
savunma stratejisi yürüttü. Kürt sorununa burjuva Kürdistanı’nın bütün illerinde AKP’yi sildiler, kendi bölgelerinde egemen parti konumlarının altını
çözüm sürecini (başlatmadan) askıya aldı. Fiilen
çizdiler, Kürt sorununa burjuva demokratik çözüm
taleplerinin arkasında durdular. Sol liberal demokratik içerikli bir kampanya yürüterek Türkiye burjuva demokrasisinin siyasal alanda geri dönülmezcesine yerleşikleşmesine en hazır parti olduklarını
gösterdiler. PKK ve HDP’nin Kürt ulusunun siyasal
temsilcisi oldukları bir kez daha görüldü, AKP’nin
kontrollü bir gerilimle PKK’yi oyalama politikaları
iflas etti. HDP aynı zamanda tarihsel olarak ömrünü doldurmuş bir dönemin antifaşist devrimci
örgütlerinin de çözülüşünü hızlandırdı, barajı
aşmasıyla birlikte bir yandan da kendisiyle birlikte bu çözülen grupları da burjuva demokrasisine
bağlama misyonunu yerine getirdi.
Saraylı saltanatlı uzun sefahat yıllarının ardından
AKP için çözülüşün seçim sonuçlarıyla da resmileşmesinden işçiler zerre kadar üzülmeyecek, bu
siyasi meftanın arkasından “iyi bilirdik” demeyeceği gibi, son dönemde daha açık ettiği sınıf düşmanı yüzü nedeniyle ancak bir küfür savuracaktır.
Burjuva demokrasisinde seçimlerin işlevi eskiyen
partilerin gönderilmesine, yenilerinin getirilerek
işçilerin sömürüsünün, kapitalist üretimin devam
ettirilmesine, sisteme rızanın yenilenmesine dayanır. Bu seçimlerde HDP barajı geçmeseydi tekelci
burjuvazinin köklü gruplarının da desteğini çektiği
AKP boşa düşerek bu kez muhtemelen seçimlerde
yaptığı hile vesilesiyle Türk-Kürt işçi ve emekçilerin
birleşik bir ayaklanmasıyla düşürülecekti. Barajın
yıkılması bu patlamayı önledi. Kazanan burjuva
demokrasisi oldu.
Ancak on yıllardır devlete çöreklenmiş ve herşeye
rağmen %40 oyunu koruyan AKPçelişkisiz bir teslim olmayla burjuva siyasal krizi sonlandırmayacaktır. Küçük burjuvazinin ham hayali “çelişkisiz,
krizsiz bir Türkiye” yok! AKP’nin gidiş sürecine
girildi, ancak bu kolay olmayacak. Burjuva siyasal
krizi hafifletme ve çözme umuduyla yeni aktörler
devreye girdi, HDP ve onun arkasında-içinde kümelenen küçük burjuva siyasi aktörlerin düzeniçi
yürüyüşleri devrimci olan ne varsa heybeden atılmaya devam ederek bundan sonra da sürecek.
Bizim de sınıf bilinçli devrimci işçiler olarak
yürüyüşümüz devam edecek. Orada da çelişkisiz,
çatışmasız, kolay bir yol yok. Ama yazımızın başına
dönersek, biz kapitalist çalışmadan başlayarak toplumsallaşan, sermayenin işçi toplumunun boğazına
geçirdiği yularları, kölelik zincirlerini, bu esas ve
ama hiç sorgulanmayan, görünür olmayan çelişkileri çöze gevşete, göstere göstere koparana dek yürüyeceğiz. Bir siyasal devrime, kapitalist devletinizi
yıkıp yerine bir işçi devletini kurmaya doğru!
4
işçi meclisi
Renault önünde işçilerle
sohbetler, izlenimler…
Reno işçileri, MESS, Bursa
Valisi, Türk Metal çetesi üçlüsüne karşı fabrika önünde
direnişlerini uzun süre devam
ettirdiler.
Reno’da Vali ve MESS’in entrikalarının farkında olan metal
işçisi direnişi diğer fabrikalarada yaydı. Reno işçisi Vali ve
MESS’in sözde “ortak temsilci
seçme” tuzağını red ederek,
“biz kendi temsilcimizi kendimiz zaten seçiyoruz, seçeriz de.
Biz artık Harranlıyız(!) Türk
Metal gitmeden, taleplerimiz
kabul edilmeden üretime başlamayız. İşten atılacağım diye de
korkacak bir şeyimiz yok; gider
markette çalışırız, zaten maaşları da aynı düzeyde.”cevabını
verdi.
Sermaye cephesinden kıskaca
alınan işçilerin iradesi çeşitli
taktiklerle kırılmak ve Türk
Metal çetesinin yeniden arka
kapıdan sokulması dayatılıyor.
Oysaki işçilere sopa gösteren,
tehdit eden bu mafyatik örgüt artık işçilerin kesin kararıyla fabrikadan atıldı.
Türk Metal çetesi işçilerin
içerisine soktuğu gerici faşist zehiri bugün harekete
geçiremeyince, vatan, millet
edebiyatının tutmadığı yerde
kudurmuşa dönüyor ve işçilere saldırıyor. İşçilerin kendi
iradesiyle ayağa kalkışını, şovenizmin klasik propagandası;
PKK, Kürt, terör ve bir takım
hesap ve komplolar üzerinden gerçek sınıfsal sorunları
gizlemeye çalışıyor. İşçilerin
fabrika fabrika direnişi büyüdükçe, kolektif bağları güçlendikçe fabrika ve sanayiler
gezi havasını andırıyor. İşçi
emekçilerin parasıyla zengin
olanlar, işçileri tehdit etmeye,
dövmeye başlayınca yeter diyerek işçilerin başlattıkları fiili
eylem, örgütlenme, dayanışma
ve mücadele örneği farklı boyuta ulaşıyor.
On yıllarca faşist çetelerin etkisi ve baskısı altında tutulan
gericilik elbette bir anda silip
atmak mümkün değil. İşçilerin
çoğunda milliyetçi muhafazakarlığın etkisi var, ancak bunu
kırmaya başlayan, sola ve devrimcilere daha açık davranmaya başlayan işçiler de var.
Renault önünde kendi güvenliklerini sağlamak için kimlik
kontrolü yapan işçiler, tüm
gelen destekçilere eski alışkan-
lıklarına uyarak temkinlilikle
bakıyor. Bunda MESS, Türk
Metal, Bursa Polisi, yerel sermaye basının dört bir koldan
yürüttüğü “provokasyon” vb
korkularının da etkisi var.
Ancak işçiler dayanışmayı,
kimlerin yanlarında olduğunu
da görüyor.
Tüm bunlara rağmen işçiler
fabrika önünde ve içinde çok
muazzam bir kararlı kenetleniş sergiliyor ara ara karşılıklı
sloganlarla içerde ve dışarda
karşılıklı sloganlar atıyorlar.
“Yaşasın işçi dayanışması”
“Türk Metal gidecek dertler
bitecek” “Pevrul pabucu yarım
çık dışarıya oynayalım!” slogan
atılıyor. Çay semaverleriyle
birlikte fabrika önündeki
çimlerde çadırlar kurulmuş
kimi yerlerde hararetli tartışmalarda kimi yerde uykusuz
kalanlar yatıyorlar. Yavaş yavaş
değişim gözlemleniyor. Gelin
arabalarını direnişe kabul ediyorlar. Yemek, içecekler işçiler
arasında toplanan parayla
sağlanıyor veya dışardan bazı
belediye, kurumlardan gelen
yardımlar alınıyor…
Bursa’dan doğal muhabir
Soluksuzdum. Şimdi ölüyüm!
THY Teknik Hangarı’nda
çalışırken, bakımını yaptığı
THY’nin Boeing B777’nin
flapları arasında sıkışan, kaldırıldığı hastanede ölen, teknisyen işçi kardeşimiz Tugrul
Tuna Beken’i yitirdik. Bugün
de uğurladık. İşçi kardeşimiz
Tuğrul’u yitirmemizin hemen ardından, yine Atatürk
Havalimanı’nda Turkish
Ground Services (TGS) işçisi
Nihat Çelik, bagaj yüklemesi
sırasında çekici traktör ve bagaj
konteyneri (AKH) arasında
sıkıştı. Hastaneye kaldırılan işçi
kardeşimiz Nihat’ın durumu
iyi; herhangi bir kırığı bulunmuyor…
Biz ürettik, biz onardık: Bizim kellemizi aldı!
Tuğrul’un çalıştığı THY’nin
Boeing 777 tipi uçağının bir an
önce sefere verilmesi gerekiyordu. Çünkü peşine bir başka
uçak gelecekti, o gidecek bir
başkası. Bir solukluk zaman
dahi yoktu! Aynı yerde tıpkı
olun gibi soluksuz sınıf kardeşleri, Tuğrul’umuzun gelişkin iş
disiplinini, özenini anlatıyorlar.
Ancak o gün, tümden soluksuzdu: O eğitimden koşarak
çalışmaya gelirken, sermayenin
Boeinglerinin ihtiyacı olan
emek yoğunluğu, emek şiddeti,
emek zaman terörünü bırakalım sınıf kardeşimiz Tuğrul’u,
kimse karşılayamazdı. Ha
bugün ha yarın… Sermayenin
flapları, asla Tuğrulumuzu
bekleyemezdi; beklemedi de:
Tuğrul’un başını aldı.
İnsan yiyerek sermaye biriktiren toplum
Birer birer, onar onar, yüzer
yüzer, biner biner öldüğümüz canavarlaşan bir toplum
içinde yaşıyoruz. İnşaatlardan
sapır sapır dökülüyoruz, gemi
inşaatları içinde patlamalarla
yanıyoruz, madenlerin dipsiz
kuyularında yüzlercemiz birden kömürleşiyoruz
Soma’yı unutmadık!
Önceki gün Soma’daydık on
binlerle. Soma’da katledilen
canlarımızı omuzlayıp eylemdeydik. İş kazası değil, iş
cinayeti demek için oradaydık.
Tugrul Tuna Beken’in haberini
aldık. Soma’daydık omuzlarımızda maden işçileri, demiryolu işçileri, inşaat işçileri, tersane
işçileri, havaalanı işçileri…
Çünkü Soma’yı unutmamak
demek, iş cinayetlerini durdurmak demektir! Her gün yeni
bir ölüm haberiyle içimiz yansa
da, yasımızı isyana, yasımızı
ölümleri durdurmaya dönüştürmek demektir. Yetmez! Dahası: Omuzlarımızda binlerce
ölümüz; MESS’i, Renault’u,
Tofaş’ı vb. dünya çapında bilimum emperyalist kapitalist
metal tekellerini, Türk Metal’i,
Türk İş’i, valisi, polisi, jandarması, Anayasa’sı, meclisi, hükümeti vb, hepsini karşısında
safa dizip hepsiyle bir bütün
olarak savaşan metal işçilerinin yanındayız: Omuz omuza,
yumruk yumruğa!
7.Alarm
%100 Kapİtal
Vücudun tam kullanımı,bulunduğumuz vurum
içi vücut durumu.Temel yaşam gereksinimi dışına
hemen hemen hiç çıkmayan kullanım durumu.Kapitalist için işçi emekçi kitlelerin yaşamını gerçekleştirmelerini (asgari düzeyde) ancak tek şartla imkan
tanır. Kendi yaşamını gerçekleştirme imkanı sağladığı
sürece.
Kapitalistlerin yeni dönem bilimsel arayışları ölen
bir vücüdu yeniden hayata kazandırmaya çalışmak.
Yaşadığı süre içerisinde, sermaye oluşumu ve onun
dolaşım durumunun seyrine kaptırmış olup yaşamın
uçup gittiğini düşünerek olsa gerek,yeniden yaşama
ihtiyacı veya vücudun %100 kullanım durumuna
ulaşmak.(yetenek,beceri,akıl,maximum asalaklık vs.)
Geri dödürülen işçi kitleleriyle tam bir köleler coğrafyası yaratma fikri de olabilir.
İşçi emekçi kitleler için vücut tam kasite kullanım
durumu ancak ve ancak emek-faydalanma biçimiyle
gerçekleşmektedir. O her zaman tek şey’dir(mühendis,
makinacı,tezgahçı,bilgisayar işçisi) ve her zaman başka
şeylere zaman,imkan kalmadan gün sonlanmıştır.
Sonra yeni gün,yine gün böyle devam etmekte.
Bir vücut olarak insan dayanaklıdır ama taşıdığı
düşünceye göre tahammülsüz ,sabırsız ve katlanmaksız durumuna son verebilir. Vücut müdahale eder
ama ilk önce fikirler durdurur,başlatır hareketi.Bir
sözcük,bir etki,bir temas titreşiği.
Metalde sınıf kavgası böyle başladı. Cemşit usta:
16’sında başladı sanayi havzasında yaşamaya, küçüklükten gelme alışkanlıkları var onun,o tahammülsüzlüğü öğrenmeye yokuş yukarı taşıdığı bisiklete neden
binememenin nedenlerile başladı,onun değildi ve
bitmek bilmeyen nedenleri sıralarken, daha sert,daha
kararlı adımlarıyla yürüdü.Kıstaslama biçimiyle neden-neden ben kavgası ama biz hep bir birimizden
öğrenmedik mi? zafere oluşan yolu.
Cemşit usta iri yarı vücudu ,kocaman elleriyle kavradığı 9-10’luk anahtarı parmaklarının ucundan usulca
bıraktı,kaygandı elleri yağdan,nasırdan. Daha o yere
düşmeden bakışlar doğruldu,yaklaşık 3 bin işçi.Yere
düşen anahtar anlattı sanki herşeyi tin,tin tin çin çin.
Çıt kesilmişti fabrika,gözler parıl parıl, 3 bin tane çift
bakışlı, topla 6 bin eder,bugün belli olacaktı acaba o
haber mi ulaştı?.Öyle babacan ki ne dese olur “fabrikayı boşaltıyoruz arkadaşlar” dedi. Saydım 5 kez yankılandı oda, oda, duvar, duvar, sonra 3 bin 9-10’luk
anahtar,saat 17:10 daha 2 saat 50 dk var paydos alarmına. Adım adım boşalıyor makine başları,hiç böyle
hissetmemiştim,duygusal ağırlıklı, duygu yoğunluklu.
Şimdi herkesler böyle mi hisediyor? Vücudum tir
tir,titriyor, korkudan değil ha! %100 insan olduğumunhis durumu mu.Şimdi birlik,birlikte,bir ne güzeliz biz.
Yazar, çizer takımı bir sürü laf kalabalığı ederler biliyorum. Ezilmek, sömürülmek cenderesinde bir sürü
Özgürleşmek istiyoruz
boğuk laflar. Gerek yok hemşerim!.Bu kavga yaşama
hisleriyle dolu,bir kaç kelime gerekirse: Bizler göİşçi kardeşimiz Tuğrul Tuna
rünmez olmaktan, stres aracınız olmaktan %100
Beken’i de bağrımıza basıyoruz. rahatsızız,%100 bunu hissediyoruz ve %100 bunu
sonlandıracağız.
Çalışmanın geçimlik yaşam
zorunluluğu ile ölmek arasında Metal’de durum budur diyor ve ekliyoruz: Bizi siz
sallandırıldığı bu korkunç ya- bir araya getirdiniz vücut birlikteliğini sağladınız.şimşantımızdan, birlikte mücadele di fikir birlikteliğimizi engelleyemezsiniz. Size karşı
ederek özgürleşmek istiyoruz. verilen kavga bizi bir-birimiz yapar,bilemezsiniz.İzole
etmeye çalışmanız boşuna,siz bile bizim birliktelik
gücümüzden faydalanıyorsunuz.Şimdi amaç edindiğinizi araç edinmenin zamanı. Birlik-birlikte-bir!
5
işçi meclisi
Reno işçilerinden anlaşma hakında açıklama
Arkadaşlar bizler 13 günlük direnişimizi
bu sabah 9 maddelik protokol ile kazanımla
sonuçlandırdık.
Bu protokol MESS ve ihanetçi TM sendikasına
rağmen kabul edilmiştir ve bir çok sendikanın
yapamadığı maddeleri içermektedir.
Gece üzerinde konuşulan protokolü kendi
aramızda tartışmaya başladık yöntem olarak
önce üet’e sözcüleri öncülüğünde üet’lerin
görüşlerini aldık orada bir eğilim ortaya v
çalıştık.
Buna göre,
Sonra bazı arkadaşların önerisi ile sandık kurma
kararı aldık niyetimiz evet diyenlerle hayır diyenler arasında bir ayrışmaya neden olmamak…
tı. Sandık konusu bizleri birleştirme konusunda
en iyi yöntemken bunu da iyi anlatamadık ve
sandık oylaması yerine 08-16 vardiyasının genel
eğilimi olarak protokolü kabul etme ve içeri
girme biçimimde ortaya çıktı ve sabah iş başı
yapıldı.
Sonuçta 5 bin kişilik fabrikada daha iyisi olabilirdi diyenler olduğu gibi bu protokol kabul
edilsin diyenler de oldu.
Açıklanan protokol bizim direnişimiz sonucu
eksikleri olsada kabul edilen en iyi belge oldu.
1-TM sendikasına Allah rahmet eylesin bu
fabrikada bittiğinin ilanı olmuştur. Artık
kendi sözcülerimizle (seçimle yeni sözcülerde
seçilebilir ve mevcut temsilciler buna katılarak
güven tazeleyebilirler) haklarımızı aramaya
devam edeceğiz.
2- İçeride 3 ekipte eylemi değerlendirecektir.
Önemli olan aramızdaki birliği bozmadan
daha güçlü olarak protokolde yazılı ücret ve
diğer maddelerin takipçisi ve uygulayıcısı
olmalıyız. Bunu sağlayamadığımız anda
herkes bilmeli ki asıl o zaman TM yine
başımızda boza pişirmeye devam edecek.
sağlandığına göre bütün ekiplerde hızlı bir
biçimde bu maddeyi lehimize dönüştürmek
için hazırlık yapmalıyız. O zaman bu konudaki
kazanımlarımızı daha da artırmış olacağız.
Burukluk içerisinde olan ve daha iyisi olabilirdi diyen arkadaşlarımıza hak vermiyor değiliz.
Ancak kendi aramızda bazı kararları almak ve
uygulamak konusunda eksiklerimiz oldu.
Bütün Metal işçilerinin gözü bizim üzerimizde kimse bizim 13 gün önceki noktada
olduğumuzu söyleyemez.
Dişimiz tırnağımızla bu noktaya geldik daha
fazlasını mücadele ederek kazanacağız.
Oyak Renault İşçileri
3- Başından beri ortaya koyduğumuz 3 talep
dahada genişletilerek 9 maddeye çıkarılmış üzerinde anlaşamadığımız tek konu saat ücretlerine
yapılması gereken maddenin ucu açık ve henüz
belirsiz olmasıdır.
Sözcülerimizin muhatap kabul edilmesi
Metal direnişi: Neoliberalizme bir çizik daha!..
İşçi sınıfı, “vardık, varız, varolacağız” diyor. Biz,
sadece acılarıyla gördüğünüz bir sefiller ve cahiller
yığını değiliz…. Biz, herhangi bir ezilen kesimi
değiliz…. Biz bir iki vaatle arada kaynatacağınız
seçim kenar süsü değiliz…. Biz, üreten, mücadele
eden, artık toplumun da çoğunluğunu oluşturan
yıkıcı ve kurucu, en ileri sınıfız, diyor!
Neoliberalizmin işçi sınıfı inkarcılığına karşı
Neoliberalizm, işçi
sınıfının sınıf olarak
inkarına, yok sayılmasına
dayalıdır. Neoliberal kapitalizm, öncelikle işçilerin
kolektif örgütlenme ve
mücadele yeteneğini
tahrip ederek, işçi
sınıfını görünmezleştirir.
Geri düzeyde burjuva
neoliberal demokrasi
kurumlarında, kimlik
siyasetine yer vardır:
Sınıf siyasetine ise yer
yoktur! İşçi sınıfının
gerçek sınıfsal talep,
ihtiyaç ve özlemleriyle
kolektif müzakere ve
temsiliyet hakkı, bu
düzenin bırakalım düzen
partilerini, Meclisini,
medyasını, sözde “işçi”
sendikalarında bile yoktur!
Bu sistemde, işçi sınıfının sınıf olarak
görünürleşmesi için yalnızca iki yol
bırakılmıştır: Ya Soma’daki gibi yığınlarla
ölerek…. Ya da fiili kitle grev ve direnişleriyle,
bu neoliberal despotik sınıf kapanını sarsarak…
İşte bu yüzden işçi sınıfı, ancak fiili kitle grev ve
direnişleriyle, ancak aşağıdan taban inisiyatif ve
örgütlenmeleriyle, kendini yeniden sınıf olarak
kurabilir.
Metal işçilerinin fiili grev ve direniş dalgası, neo-
liberalizmin sınıf kapanının sınırlarına dayanıp
sarsmaya başlayan bir tarihsel adımdır.
Gezi’den Metal’e…
Gezi, insanların özel yaşamlarını bile devlet
zoruyla tepeden dizayn etmeye kalkışan neoliberal demokrasiye karşı, tabandan ilk büyük kitle
müdahalesiydi. Metal işçilerinin direnişi ise hem
Bu yüzden, Ford Otosan, Türk Traktör ve
Arçelik’te devam eden direnişler, artık Tofaş ve
Renault üzerine bir kaç kuruş fazla alma meselesi değildir. Tekçi, tek biçimli, tepeden inme,
işçi sınıfını sınıf olarak inkar eden ve hiçe sayan,
kölece TİS boyunduruğunun değiştirilmesi mücadelesidir. Göstermelik primler için değil, saat
ücretine zam istemiyle devam eden direnişlerin
asıl anlamı budur: Tek yanlı, kölece TİS oldu
bittisinin geçersiz ilan edilmesi ve sarsılması…
İşçilerin taban iradesinin, aktif katılım ve yer
almasının, yani sınıf olarak varlığının tanındığı
fiili TİS’ler için mücadele…
Gezi’den sonra Metal işçilerinin direnişi de yeni
bir dönemi, yeni bir mücadele ufkunu ortaya
koymaktadır. Neoliberalizmin dolaylı biçimsel
temsiliyet haliyle bile tümüyle etkisizleştirdiği
parlamento, eski tarz tek biçimli parti ve sendika, TİS gibi kurumsal mekanizmaların, burjuva
temsili demokrasinin krizi ve çürümüşlüğü
daha bir açığa çıkmaktadır. İşçilerin ve kitlelerin
doğrudan, kolektif, aktif olarak katılacakları ve
yer alacakları bir aşağıdan mücadele demokrasisi,
bir aşağıdan demokrasi mücadelesi belirimleri
artmaya başlamıştır.
Neoliberalizme bir çizik bir çizik daha…
bir yerde Gezinin sınıf ekseninden devamı hem
de bütünleyicisidir.
Metal işçileri, boyunlarındaki kat kat sermaye
prangalarından biri olan Türk Metal çetesini bir
dizi fabrikadan defetmekle kalmadılar. Kendilerinin hiçbir katılımı, onayı olmadan tek yanlı
sermaye tarafından tepeden inmeci katmerli
köleci TİS sistemine de hayır dediler. Bizim sınıf
olarak kolektif katılımımız ve yer alışımız olmadan, bizim sınıf olarak varlığımızı ve irademizi
tanımayan TİS sistemini biz de tanımıyoruz,
dediler.
Metal işçileri bunun farkında olsun veya olmasın,
mücadeleleri neoliberalizmin sınırlarına dayanan
ve zorlayan, işçi sınıfının sınıf olarak varlığını
kolektif mücadele yeteneğini canlandırarak
deklare eden, kendi sorunlarını kendi ellerine almaya başladığı ölçüde bu büyük eşiği
geçebileceğini gösteren yeni bir halkadır…
İşçi sınıfı, sınıf olarak bırakalım yok olmayı,
daha bir büyüdüğünü, güçlendiğini, özgüveninin yeniden canlanmaya başladığı gösterdi.
Ve bir şeyi daha: Yeni ve daha gelişkin işçi
sendikalarına, yeni ve daha gelişkin sendikal,
siyasal her düzeyde önderlik ve örgütlenme
biçimlerine, hepsinde daha doğrudan işçi
demokrasisine, bunun için mücadeleye olan
büyüyen ihtiyacını!
6
işçi meclisi
Renault’da ne oldu?
Aştığımız ve aşamadığımız eşİkler… Ve sonrası
Renault’daki fiili işbırakma ve fabrikayı terketmeme direnişimiz, 12. gününde kısmi
kazanımla sonuçlandı.
Renault işçileri, Tofaş, Mako, Ototrim’de
TM’nin gitmesi ve 1000 liralık prim ve belirsiz
iyileştirme vaadiyle bitirilen direnişlerle Bursa’da
yalnız kalmasına karşın, direnişini gerçek bir
sınıf inadıyla sürdürerek kazanımları bir adım
ileriye taşıdı.
Renault patronu, Renault işçilerinin direniş
iradesi karşısında, 1000 liralık primin üstüne
400 lira banka primi, yılsonu 600 lira performans priminin yanısıra, düşük ücretli işçilerin
durumunu bir nebze iyileştirmeye dönük kategori zammı vaadinde de bulundu.
Renault işçilerinin son andaki dağılmaya kadar
kararlılıklarını sürdürdükleri saat ücretine 1
Euro zam istemi ise, daha önce Renault idaresi
tarafından kabul edildiği halde MESS duvarına
çarpıp geri döndü. Renault direnişçi işçileri,
son ana kadar bu sınırları zorlamasına karşın
MESS’in çektiği saat ücreti zammı sınırlarını ek
primlerle bir nebze daha esnetse de, aşamadı.
Renault işçileri çok zor koşullarda, ağır baskılar
altında, son günlerde neredeyse aç susuz ve
nükseten sağlık sorunlarına karşın birliğini ve
direniş iradesini korumayı başarmıştı.
Renault idaresi adına işleri de artık, daha önce
işçilerin kararlılığı karşısında “yalpalayan”
Renault idaresi değil MESS merkezi olarak
yürütüyordu. Tıpkı Tofaş’ta yaptıkları gibi, baskı
ve tehditlerini artırdılar. Tofaş’taki uzlaşmaya
hayır diyen Renault işçisini paravanlarla
yalıtarak, kantini kapatarak, açlık ve hastalığa
mahkum ederek cezalandırmaya kalkıştı. Fabrika içindeki temsilcileri zorla dışarı çıkartarak,
işçileri avukat ve temsilcileri olmadan görüşme
yapmaya zorladılar. Renault işçileri buna da
hayır deyince, yine Tofaş’ta yaptıkları gibi
temsilcilerin iş akitlerini fesh, soruşturma,
savcılığa şikayet vb tehditlerini masaya koyarak
görüşmeye oturmaya zorladılar.
Fabrikada tecrit edilen işçiler, sağlık, temizlik,
gıda tedarik sorunlarının büyümesi nedeniyle dışarı çıkmak zorunda kaldılar, fabrika
kapısı önünde bekleyen işçi arkadaşlarına
katıldılar. Akşam işçi temsilcileri, bir ÇHD’li
avukatla birlikte MESS güdümlü Renault
CEO’su ile görüşmeye girerken, Renault işçilerin
çoğunluğunda halen ücret zammı olmayan
hiçbir patron teklifine hayır eğilimi ağır basmaya devam ediyordu. Özellikle, iki de bir
“etek” bahsiyle rencide edilen, fabrikadaki çok
az sayıdaki kadın işçi ve işçi eşi kadınların
kararlılığı, metaldeki erkek egemenliğine ders
verircesine müthişti: “Biz bunca bedeli bunun
için ödemedik, sonuna kadar gitmeliyiz!”
MESS/Renault patronlarının, ücret zammı
konusunda geri adım atmadan, bir iki ek küçük
taviz vererek görüşme sonucunu, ciddi biçimde
yıpranan ve yalpalayan birkaç temsilci üzerinden, Tofaş’ta oldu bittiye getirmeye çalışacağı
önceden belliydi. Bu yüzden görüşmelerin artık
kritik bir eşiğe doğru gittiğinin belli olduğu son
2 gündür, Coşkunöz ve Tofaş’tan çıkarttığımız
derslerle, elimizden geldiğince uyarmaya,
bu duruma hazırlamaya çalıştık: Son karar
taban iradesinin olmalı,
görüşmeden çıkacak
sonuç ne olursa olsun,
tabanda işçiler tarafından
enine boyuna tartışılıp
değerlendirmeden,
çoğunluk kararı tabandan çıkmadan adım
atılmamalı, dedik. Taban
iradesi ve demokrasisi böyle olmalıdır; işçi
temsilcileri tabana karşı
sorumludur. Patronun
son teklifi kabul de edilse,
red de edilse, önemli olan
bunun oldu bittiye getirilmeden, tabanda doğru dürüst tartışılması
ve belirgin taban çoğunluğuyla bu kararın
alınması, çoğunluk kararına da herkesin
uymasıdır. Direnişin ilk eldeki somut sonucu
ne olursa olsun, en az onun kadar önemlisi,
işçilerin birlikte kolektif karar alma ve uygulama
yeteneğini koruması ve sonrasında da devam ettirmesidir. İşte bunun için taban demokrasisi,
işçi demokrasisi hayati önemdedir.
Ne yazık ki bu konuda yine pek başarılı
olamadık. Görüşmeden çıkan sonuç işçiler
arasında geniş bir forum oluşturarak doğru
dürüst tartışılıp değerlendirilmeden alel
acele oylama yapılır gibi oldu olmadı,
görüşmeden çıkan işçi temsilcileri kendi
aralarında anlaşmazlığa düştü, bazıları taban
çoğunluğunun iradesi ve onayı olmadan kendi
bölümlerini işbaşı yapmaya çağırdı, işçiler
arasında ciddi bir karmaşa yaşandı, işbaşı
yapmama eğiliminde olanlar halen çoğunlukta
görünmesine karşın maalesef sonuç yine oldu
bittiye getirilmiş oldu.
Bu sonuçta: 1- 12 gündür çok ağır şartlar ve
baskılar altında sürdürülen fiili direnişin, aslında
ondan önce 1 aydır fabrikalarda eylemlerle
süren kitle direniş ve hareketinin yıpratıcılığı ve
yorgunluğu; 2- Özellikle de bu tür direnişlerde
hep olduğu gibi öne çıkan öncü işçi ve temsilcilerin sürekli patron, idare, devlet, yargıyla
yüzyüze muhatap olmaktan kaynaklanan ağır
sorumluluk ve baskılar altında yıpranması; 3Metal işçileriyle eylemli sınıf dayanışmasının
zayıflığı ve Renault işçilerinin Bursa’da Tofaş,
Mako vbde daha geri sözleşmelerin yapılıp
direnişlerin bitirilmesiyle geriye çekilmesi ve
yalnız kalması, 4- İlk kez bu çapta bir aşağıdan
taban inisiyatifi ve taban iradesinin, işçilerin öz
direniş kurullarının ortaya çıkmış olmasının
muazzam önemi ve ilerleticiliğine karşın,
bunların henüz ilkesel bir form kazanmamış
olması, fiili direnişlerde kazanılanın masada
kaybedilmemesi için gerekli iç ve taban denetimi
ve mekanizmalarından yoksunluk, deneyimsizlik… gibi bir dizi etken sayılabilir.
Metal işçileri direnişimizde, fiili grev ve
direniş, tabandan öz mücadele kurulları ve inisiyatifi gibi çok önemli bir eşiği aşmaya, sınıf
mücadelesini yeni bir düzeye doğru çıkarmaya
başladık. Henüz aşamayıp takıldığımız eşik
ise, temsilciler kurulları ile taban meclisleri
arasındaki ilişkiyi kuramamak oldu. Temsilcilerimizin kendi başına direnişi bitirmek
gibi kararları verecemeyeceği, tabana sorumlu
olduğu, bu gibi temel kararları ancak taban
demokrasisi ile verilebileceği ilkesini gerektiği
gibi uygulayamadık. Ancak bu gibi daha ileri
eşikleri aşmak için, çok önemli bir deneyim
kazanmış olduk.
Her şeye karşın sonuç, büyük bir zafer değilse
bile, yenilgi de değildir. Metal işçilerinin bu
süreçteki asıl kazanımı, üç beş kuruş prim
değil, Türk Metal’i defetmiş olması, onun yerine kendi öz kolektif karar ve eylem yeteneğini
geçirmeye başlamış olmasıdır. Şimdi sorun
kolektif öz karar organ ve mekanizmalarında
son andaki zaaf ve deneyimsizliklerden gerekli
sonuçları çıkarmak ve hızla bunları gidererek,
savaşımın yeni raundlarına hazırlanmaktır.
Renault işçisi kardeşlerimiz, son eşikte dağılan
işçi temsilcileri kurulu yerine gerçekten taban
çoğunluğunun sonuna kadar mücadele iradesini yansıtan yeni bir işçi kurulu belirlemelidir.
Tofaş’tan bir gömlek daha ileri “kategori zammı”
gibi işçilerin birliğini güçlendirecek vaatlerin
uygulatılabilmesi bile, işçilerin tabandan
birliğini bozmadan, tazeleyerek, savaşım deneyimlerinden geriye değil ileriye doğru dersler
çıkartarak birliğini güçlendirmesine bağlıdır.
Kaldı ki şimdi taban inisiyatif ve öncü işçi
komite ve kurullarına dayalı yeni bir sendikal
inisiyatif kanalının açılması, mücadelenin
daha zorlu ve yeni eşiğidir.
Toplamı 25-30 bin işçiyi bulan bir dizi kilit
fabrikadan Türk Metal çetesini defetmemiz,
MESS’i bizzat işçinin kendisini muhatap almak
zorunda bırakmamız, bu çapta bir fiili direnişe
karşın işten atma silahlarını büyük ölçüde
işlevsiz kılmamız, Renault-MESS’in kendi
içinde yaşadığı yalpalama ve yıpranma, Ford
Otosan’da Ali Koç’u ayağımıza getirmek zorunda bırakmamız, Renault-Fiat-Ford gibi küresel
tekellerin taa Amerika-Avrupa’daki yönetim
merkezlerini yerinden zıplatıp bize karşı
açıklamalar yapmak zorunda bırakmamız…
Bunların hepsi bizi oyalamak için önümüze koymak zorunda kaldıkları 3-5 kuruşluk primlerden
daha önemli kazanımlardır.
Fakat bundan sonra, kesinlikle rehavete
kapılmadan, bu kazanımlarla yetinmeden
mücadele inisiyatifini elimizde tutmaya devam etmeliyiz. MESS’e karşı saldırı fırsatı
vermeden, birliğimizi güçlendirerek, büyük
mücadelemizden doğru dersleri çıkartarak,
zayıflıklarımızı gidererek, Renault’da mücadelenin yeni evresine hazırlanmalıyız.
7
Kölece Çalışma ve Yaşam
Koşullarına İsyan!
işçi meclisi
Burjuva parlamento seçimlerinin tüm politik, ekonomik gündemi kapladığı bir sırada
ezilme ve sömürü ilişkilerine karşı “artık yeter”
diyerek ayağa kalkan Bursa metal işçileri sınıf
mücadelesinde son yılların en kitlesel çıkışını
gerçekleştirdiler.
Kölece çalışma ve yaşam koşullarına, neoliberalizmin ezme ve sömürü ilişkilerine karşı
birikmiş öfke sendikal ihanetin en pervasız
örneği olan Türk Metal çetesine karşı oluşan
tepkiyle birleşik olarak patladı. 12 Eylül’ün
ve MESS düzeninin işçi sınıfını kontrol etmek için kullandığı Türk Metal çetesi 98’deki
büyük direnişin ardından bir kez daha hedefe
çakıldı. Çalışma yaşamında kölelik koşullarını
yaşayan metal işçileri, sınıfın öz örgütlülüğü
olması gereken sendikalarında dahi bir mafya
ve kölelik düzeninin kıskacı altındaydı. Hiçbir
söz ve yetki hakkı bulunmayan, en ufak itiraz
da fiili şiddetle, işten atılmayla karşılaşan metal
işçileri en büyük güçlerinin birlikleri olduğunu
fark ederek Bursa’nın tüm otomotiv tekellerinde
ardı ardına iş bırakma, işgal eylemi yaparak
ücretlerinde iyileştirme ve Türk Metal çetesinin defedilmesi için mücadeleye giriştiler. Son
yılların en güçlü sınıf eylemi olarak şimdiden
yerini alan metal işçilerinin bu eylemli çıkışı
güçlü ve zayıf yanlarıyla birlikte birçok dersi de
içinde barındırıyor.
Neoliberalizmin kölelik koşullarında başta işçi
sınıfı olmak üzere tüm ezilen ve sömürülen
kesimler şurası kesin ki büyük bir mücadele
açlığı içindeler. En ufak bir patlama hiç hesapta olmayan, görünmeyen dip dalgaları, fay
hatlarını aynı anda harekete geçirebiliyor.
Çalışma ve yaşam koşulları gün be gün kötüye
giden, geleceğe dair hiçbir garantisi olmayan,
derin bir özgürlük ve demokrasi açlığı yaşayan,
insan yerine konulmak isteyen tüm emekçi
kesimler Haziran Direnişi’ni bir milat olarak
alırsak eğer derin bir kabarma, birikmiş sınıfsal
öfkeyi kanalize edecek bir örgütlülük arayışı
içindeler. Bir dönemin kapandığı ve artık hiç bir
şeyin eskisi gibi olmayacağı bilgisinden hareket
ederek söylersek eğer verili sistem tüm muhalif kurumlarıyla birlikte ömrünü tamamlamış
görünüyor. Demokrasi anlayışından, temsiliyet ilişkilerinin bürokratik tarzına kadar
kapanmış döneme ait olan tüm kurumlar,
ideoloji ve anlayışlar artık hükmünü yitirmekte, yerine yepyeni bir demokrasi anlayışı
yeşermektedir. Filizlenen bu özlem ve ihtiyaç
kendisini ifade edecek bir kurum, örgütsel
ideolojik zemin bulamadıkça da tepkiler anarko
bir liberterliğe savrulmaya dönüşebiliyor, ya
da kendini dış etkilere tamamen kapatarak
yalıtabiliyor. Kolektif bir demokrasi anlayışı,
tabandan başlayarak bürokrasiye boğulmadan
sosyalist bir işçi demokrasisi meclis-konseyler
aracılığıyla oluşturulabildiğinde, Pratik karşılığı
var edildiğinde bu savrulmalarda ortadan
kalkacaktır.
Bursa’da metal işçilerinin Türk Metal çetesine
karşı oluşan tepkinin bir direnişe dönüşmesiyle
ortaya çıkan demokratik bir sendika örgüt
arayışı da bu şekilde değerlendirilmelidir. Ağır
çalışma koşullarında, ücretli köleliğin tüm
musibetlerini iliklerine dek yaşayan işçilerin
öz örgütlülüğü olması gereken bir sendikanın
temsil ettiği işçiler yerine patronun-sermay-
enin haklarını savunan bekçi köpekliğine
soyunmasına karşı patlayan direniş bir onur ve
insan yerine konma mücadelesidir de aynı zamanda. İşçiler verdikleri mücadelenin “ekmek
mücadelesi” olduğunu söylerken ekmek ve onurun birliğini de belirtiyorlar aslolarak. Metal
işçilerinin direnişinin karakteri hedefe patronu
ve işbirlikçi sarı sendikayı koyarak sınıf bilincinin oluşması ve gelişmesi açısından sağlam
bir zemine kavuşyor. Tabi her şey bununla
başlayıp bitmiyor, işçiler kendiliğinden bilincin sınırlarını pratikte zorlayarak bir direniş
geliştirseler, her işçi direnişinin olmazsa olmazı
olan işçi komiteleri kursalar, temsilcilerini
kendi içlerinde öncüleşen arkadaşları arasında
seçseler de halen kendiliğindenliğin sınırları
içerisindedir.
Gericilik birikiminin yoğun olduğu, Türkiye
tekelci sermayesinin en güçlü patron örgütlerinden olan MESS’in kalesi olan Bursa gibi
bir şehirde, her ne kadar bir işçi şehri de olsa
burjuva ideolojisinin türlü sorunları, burjuva
denetim kurumları çok güçlüdür. Son direnişte
işçiler ileri örnekler yaratarak öne çıksa da,
devletin, sermaye patronlarının direnişi
yalıtma, toplumsal sahiplenmeyi kesmek için
destek halkalarını, sol sosyalist toplumsal kurum ve örgütleri teorize etmesine tepki vermemesi, dayanışmaya kendini kapatması zayıf
yanı olarak öne çıktı. Her fabrikanın kendi içine
darlaşması, fabrikalar arasında bir eşgüdüm
ve mücadele ortaklığının geliştirilememesini
de getirdi. Burjuvazinin, MESS’in “bölyönet” politikası burada direnişin güçten
düşürülmesini de doğurdu. (Bu yazı kaleme
alınırken Bursa’da Renault dışındaki fabrikalarda direnişler belli kazanımların ardından
bitirilmişti.) İşçi sınıfının sermayeye karşı
en temel dayanağı birliği ve yaratacağı sınıf
dayanışması ve ortak mücadelesidir. Sınıf
bilincinin en temel parametresidir bu. Metal
işçilerinin direnişinin hızla birbirini etkileyerek
başka şehirlere, büyük fabrikalara yayılması
yakalanması gereken temel sınıfsal halkayı
da gösteriyordu. Burjuva devletin seçim gündemiyle elinin zayıf olduğu bir kesitte birlik
ve dayanışmanın ortak mücadele ve talepler
zemininde sermaye terörüyle MESS’ in inşa
ettiği bu kölelik düzeni yıkılabilirdi. Hareket
bir kez daha kendiliğindenliğin dar sınırlarına
takılarak bu fırsatı kaçırdı. Güçlü bir savaşım
kararlılığı işçi sınıfının örgütsel zayıflığı
nedeniyle bir kez daha ulaşabileceği ileri
sonuçlardan mahrum kalacak gibi görünüyor.
Sınıf mücadelesi içinde her hareket, direniş
güçlü ve zayıf yönleriyle tarihe dersler
bırakmakta bir sonraki kalkışma için öğretici
olmaktadır. Metal işçileri birliğin önemini,
kendi yaşam ve çalışma koşullarıyla ilgili tüm
karar süreçlerinde aktif bir özne olmanın,
kendi kaderini eline alması gerektiğinin, işçi
kurul, komite ve meclislerinin, taban birliklerinin aktif kullanımının ne kadar can alıcı
olduğunu öğrendiler. Sendikal bürokratik
yapılara teslim olmayacaklarını gösterdiler.
İşçi sınıfı devrimcileri için burada bir fırsat
ve tehlike var. Fırsat işçi sınıfının bizzat işçi
demokrasisini tabandan kendi deneyim ve
çabalarıyla oluşturma süreci olurken, tehlike
işçi sınıfının kendi dar fabrika içi örgütlenmesi dışında örgütlülüklere kendini kapatması,
yani sermaye karşısında silahsızlanmaya kendi
ayaklarıyla gitmesidir. Örgütlenmenin önemi
basit bir kurum olmanın çok ötesindedir.
İşçi sınıfının yaşadığı köleleşme sürecinin
salt kendi patronuyla ve sendikasıyla ilgili
olmadığı bir sistem meselesi olduğu işçiyi
kendi dar sınırlarının dışına çıkararak ülkede
ve dünya da yaşanan tüm siyasal, ekonomik,
toplumsal, kültürel sorunlarla ilgili olduğu
ancak güçlü bir örgütlenme aracılığıyla
anlatılabilir. İşçi sınıfının üzerindeki sınıf
egemenliğine, bu egemenliğin tüm ideolojik formlarına karşı mücadeleyi de zorunlar.
Sınıfın geri, ürkek, kendiliğinden sınırlarına
karşı mücadeleyi de gerektirir. Öncülük anca
böyle, içerden müdahale-mücadeleyle kazanılır.
Küçük burjuva kimi örgütlerin yaptığı gibi
kendiliğindenliğin, onun bilinç ve pratiğinin
önünde eğilmekle, pratikte bu geri eğilimleri
derinleştirmeye çalışmakla, güzelleme
düzmekte değil.
Bursa metal işçileri, Gezi Direnişi’nden bugüne
bir ihtiyaç, özlem ve talep olarak çokça dile
getirilen neoliberal kapitalizme, onun ezme ve
sömürü ilişkilerine karşı isyanı bir kez daha
direnişle ifade ettiler. Ve bir şey daha çıktı
buradan; sınıfın emekçi kitlelerin tabandan
kurul, komite, meclis şeklinde örgütlenme
ihtiyacının önemi ve zorunluluğu. Verili kapitalist sistem burjuva ideolojik biçimlerin
hiçbiri bu ihtiyacı, özlemi karşılayamaz. Onun
varlık gerekçesi ezme ve sömürü ilişkilerini
korumaktır. Özgürlük ve demokrasi yaratmak
değil! Ki buradaki temel sorun yeni bir yaşama
olan açlık ve özlemdir, adı konsun, konmasın
bu komünizmin özgürlük dünyasıdır. Ve onun
yeryüzünün lanetlileri kuracaktır.
Ercan Akpınar
Sincan 1 No’ lu F tipi Hapishanesi
C-71 Sincan-Ankara
işçi meclisi
8
işçi meclisi
9
Otomotiv-metal işçilerinin büyük direnişi:
“Yaşasın tam bağımsız işçi kardeşliği!”
Otomotiv-metal işçilerinin büyük direniş hareketi, yalnız mevcut kabuklaşmış ve tabutlaşmış sendikacılığı sarstığı için değil, işçi sınıfının
mutlak örgütsüzlük içindeki yüzde 90’ına, milyonlarla büyümüş yeni işçi kitlelerine tutulacak mücadele yolunu gösterdiği için önemlidir.
Bu yol, aşağıdan öz savaşım organlarına, işçi komite, meclis ve kurullarına ve fiili kitle grevlerine dayalı sınıf savaşımı yoludur.
Otomotiv-metal işçilerinin büyük direnişi: “Yaşasın tam bağımsız işçi
kardeşliği!”
Türkiye’de 2000’li yılların en önemli işçi direnişi yaşanıyor. Bursa’da başta Renault, Tofaş olmak üzere 30 binin üzerinde otomobil ve yan sanayi fabrikası
işçisi fiili kitle grevine gitti. Fiili işbırakmalar, Eskişehir, Ankara, Gebze gibi
diğer büyük metal-otomotiv fabrikalarının olduğu şehir ve organize sanayi
bölgelerine doğru yayılıyor. Başta grevleri yasaklanan Birleşik Metal üyesi
metal işçileri olmak üzere, sınıf dayanışması ve eylemleri metal sektörünün
bütününe ve diğer işkollarına yayılma eğilimi gösteriyor.
Kabuklaşmış ve tabutlaşmış sendika taşları yerinden oynuyor!
Otomotiv-metal işçilerinin fiili kitle grevi, Türkiye işçi sınıfının lokomotif
gücü olan metal işçilerinin baş belası faşist Türk Metal çete “sendikası”nı
iliklerine kadar silkeleyip belini kırma noktasına getirdiği için önemlidir. Sermaye ve devlet güdümlü çürümüş “sendika” korucularına karşı işçilerin artan
tepki ve eylemlerini, daha önce Tekel, Antep Tekstil, Soma, Greif, Boydak gibi
bir çok işçi direnişinde gördük. Hatta Birleşik Metal üyesi metal işçilerinin
grev yasağı ve Birleşik Metal’in sınırlarını nasıl fiili grev ve işgal girişimleriyle
zorladığını gördük. Bu birikimden gelen metal işçileri çıtayı öyle bir yükseltti
ki, artık sarsılan yalnızca Türk Metal korucu çetesi olmakla kalmayacak. Zaten güçlü bir tarihsel birikim ve zemini olanbu fiili grevin şok dalgaları, Türkİş, Hak-İş ve hatta DİSK ve KESK’i de doğrudan ve dolaylı olarak etkileyecek.
Bundan sonra çürümüş, işbirlikçi, uzlaşmacı, kabuklaşmış, tabutlaşmış
sendika patronları, işçileri satmaya kalkışırken 3 kez yutkunacak!
Bu dalga kabuklaşmış ve tabutlaşmış sendikacılığı bir çırpıda süpüremeyecek olsa bile, ayaklarının altındaki zeminin giderek kaymaya başladığını
gösteriyor. İşçi sınıfı mevcut bürokratik sendika koruculuğu barikatını bir
hamlede tümden yıkamayacak olsa bile, artık bunun tek nedeni, gerçek taban
inisiyatifine ve fiili mücadele iradesine dayalı militan bir sınıf sendikacılığı
kanalının halen olmaması. Ancak onun da yolu böyle kanırta kanırta
açılacak. Türk Metal her zamanki gibi uzantısı olduğu MESS ve kapitalist
devlet efendilerine sığınarak ağır zaiyatla paçayı kurtarmaya çalışsa da, sınıf
mücadelesinde artık taşların yerinden oynamaya başladığı yeni bir dönem
açılıyor. Bundan sonra yapılması gereken, işçi sınıfının artık sığmayacağını
apaçık gösterdiği tabutlaşmış sendikacılığa veryansın etmenin ötesinde,
gerçek işçi komite ve meclislerine, bölgesel ve sektörel işçi kurullarına, işçi
sınıfının aşağıdan öz mücadele inisiyatifine, işçi demokrasisine dayalı ve bunu
bütünleyip geliştirecek gerçek bir toplumsallaşmış ve siyasallaşmış fiili sınıf
sendikacılığının ne ve nasıl olacağını -bizzat geniş işçi kitleleriyle birlikte ortaya koymak ve fiili mücadeleler içinde pratik olarak yolunu açmak, örneklerini yaratmaktır.
İşçi sınıfının öz savaşım organları, fiili eylem biçimleri
Otomotiv-metal işçilerinin büyük direniş hareketi, yalnız mevcut kabuklaşmış
ve tabutlaşmış sendikacılığı sarstığı için değil, işçi sınıfının mutlak örgütsüzlük içindeki yüzde 90’ına, milyonlarla büyümüş yeni işçi kitlelerine tutulacak mücadele yolunu gösterdiği için önemlidir. Bu yol, aşağıdan öz savaşım
organlarına, işçi komite, meclis ve kurullarına ve fiili kitle grevlerine dayalı
sınıf savaşımı yoludur. Eğer sanayi işçileri üsttenci, despotik, lobici, sözde TİS
(satışcılığı) sendikacılığına sığmaz hale gelmişse… Ofisleri, plazaları, hizmet
sektörünü, tarım alanlarını, üniversite ve meslek liselerini doldurmuş milyonlarca işçi ve yeni işçileşme sürecinde olan kesimler hiç sığmaz. Tüm bu işçi
kesimlerinin yapması gereken, zaten bürokratik bir kabuktan başka bir şey
olmayan bir tabela sendikasına “üye” olmak için didinip durmak değil, kendi
işyeri, işkolu ve bölgesinden başlayarak enformal ilişki ağları geliştirmek, işçi
komite ve meclislerini, işyerleri arası işçi kurullarını sabırla oluşturmak, adım
adım fiili grev ve direniş biçimlerine hazırlanmaktır. Bırakın sendikalaşma
arkadan gelsin!
İşçi komite ve kurullarına, fiili mücadele biçimlerine dayanmayan bir sendika
“İstediği kadar neoliberal kapitalizm, kentsel dönüşüm, çürümüş sendika
engelden başka bir şey değildir! Gerçek işyeri komite ve meclislerine, işçi
bürokratları, dahası antiemperyalist ulusalcılık ve antifaşist halkçı demokrakurullarına, bizzat işçilerin seçtiği ve gerektiğinde görevden alabildiği temtizm tarafından görünmezleştirilmiş olsun, işçi sınıfındaki mayalanmanın bu
silciler kurullarına dayanmayan sendika bürokratik bir engelden başka
(Gezi-bn) direniş ve isyanın üzerinde ve içinde bir etkisi olduğu gibi, Haziran
bir şey değildir! Eğer halen yaşam belirtisi gösteren sendikalar varsa bu
Direnişi de önümüzdeki süreçte işçi sınıfının fiili grev ve direnişlerine yeni bir
şekilde dönüştürülecek, ancak her halükarda yeni ve daha gelişkin bir işçi
yaygınlık ve derinlik kazandıracaktır.” (Ve Biz Bilmezdik Taksim’in Bu Kadar
sendikacılığının, yeni sendikaların yolu bu şekilde açılacaktır. Kendini hala
Özgür Olduğunu Yasaklanmadan Önce, 9 Haziran 2013. Devrimci Proletarya.
“sendikalı” ve “sendika üyesi” sanan işçi kesimlerinin de, kamu emekçileri
Aynı yazı, Gezi kitabımızdan da okunabilir: Derken Karanfil Elden Ele: Haziran
dahil, ilk yapması gereken, kendi temsilcilerini seçme, işyeri komiteleri
Direnişi, sayfa 96)
ve temsilciler kurullarından başlayarak taban örgütlülük ve inisiyatiflerOtomotiv-metal işçileri, adeta kendi Gezisini, daha bir proleterleşen Geziyi
ini fiilen, sendika bürokrasileriyle dişe diş mücadele ederek oluşturmaktır.
yaratmıştır. İşçilerin istemi yalnız ücret artışı değil, Türk Metal çetesinin
Bu yapılmadığı durumda, TİS dönemi yapılan bir iki göstermelik açıklama
fabrikalara girmesinin yasaklanması, işten atılmaların yasaklanması, kendi
ve eylem, sendika bürokratlarının iç bayıltıcı nutuklarını dinlemek için
seçtikleri temsilcilerin ve komitelerinin fabrika patron ve idareleri tarafından
çağrıldıkları “uyarı grev”lerine talim etmeye devam edeceklerdir. Otomotivtanınması, ücret ve
metal işçilerinin fiili grev
çalışma koşullarının
ve fiili TİS atılımından
belirlenmesine
sonra, halen bu küf kokan
aşağıdan kendi
bürokratik kukla tiyatroseçtikleri öz organ
sunu oynamaya devam
ve temsilcileriyle
eden “sendika üyesi” işçi ve
katılım, tepeden
kamu çalışanlarının artık
inme dayatmalara
yakınmaya hakkı yoktur!
karşı fiili işbırakma
Artık sendikal harekette
hakkıdır. Bu tarihsel
yalnız iki yol vardır: Ya
süreç, neoliberal
aşağıdan öz inisiyatif ve
despotik çalışma
fiili direnişlerle kendi
rejimi dayatmalarına
sorunlarını kendi ellerine
karşı, Gezi’nin,
alarak bir sınıf öznesi olma,
Somaların birikimya da çürümüş bürokratik
lerini özümseyerek,
tabutun bir parçası olma!
Türk Metal çetesinin fabrikalara girmesinin yasaklanması, işten atılmaların ilerleyen süreçte,
işçi denetimi müİşçi demokrasisi
yasaklanması, kendi seçtikleri temsilcilerin ve komitelerinin fabrika patron ve cadelesine evrilme
idareleri tarafından tanınması, ücret ve çalışma koşullarının belirlenmesine potansiyeli de
Otomotiv-metal işçilerinin kitle grev
aşağıdan
kendi
seçtikleri öz organ ve temsilcileriyle katılım, tepeden inme dayatmalara taşımaktadır.
ve direniş hareketi, aşağıdan işçi sınıfı
demokrasisinin bir belirimi olduğu
karşı fiili işbırakma hakkıdır.
Toplumsallaşan işçi
için önemlidir. İşçiler en büyük otosınıfına doğru
mobil fabrikalarından başlayarak kendi
aralarında enformal ağlar oluşturmaya başlamışlardır. Yüzlerini sendika
bürokrasisinden birbirine çevirmeye başlamışlardır. Enformal yatay işçi ağları, Otomotiv-metal işçilerinin fiili kitle grev ve direniş hareketi, sıcak genel seçim
sürecine denk geldiği için, önemlidir. Daha siyasal bir anlam kazanmıştır.
Bosch’ta ne oldu, Birleşik Metal grevinde ne oldu, Boydak’ta ne oldu diye,
AKP Hükümeti’nin Gezi’den, Rojava’dan sonra, bir çizik de, çantada keklik
işlemeye, her bir direniş biri ötekinden güç almaya başlamıştır. Otomotiv
sandığı sanayi işçilerinin toplumsal emek üretkenliği en yüksek kesimlerinden
işçileri, Türkiye’nin son dönem işçi tarihinde hiç görülmeyen bir şeyi, hiçbir
sendika, kurum ve siyasetin öncülüğü, çağrısı, organizasyonu olmadan, Bursa yediği kesindir.
Kent Meydanı’nda bir kitlesel mitingi, Gezi’den esinlenerek, göstere göstere
Seçim popülizmiyle hemen metal işçilerine destek açıklaması yapan HDP
kendi kararlarını alıp kendileri organize ederek gerçekleştirmişlerdir. Gerisi
ve CHP’ye gelince, taşeronluk kalkacak ve asgari ücret 2 katına çıkacak gibi
de çığ gibi büyüyerek gelmiş, fabrikalar arası dayanışma köprüleri, ortak işçi
vaatlerinden önce, kendi yönetimlerindeki belediyelerde bile taşeronluğu
kurulları, birleşik eylemler, iş bırakmalar gelişmeye başlamıştır.
niye kaldırmadıklarını, asgari ücreti 2 katına çıkarmadıklarını açıklasınlar.
Kimse kendini ve işçileri kandırmaya çalışmasın, taşeronluğun kaldırılması
Otomotiv-metal işçilerinin aşağıdan örgütlenme ve fiili direniş dalgası,
da, asgari ücretin yükseltilmesi de, çalışma saatlerinin kısaltılması da, işçi
durgun gökte çakan şimşek değil, aşağıdan işçi demokrasisi ve fiili işgal,
sağlığı ve güvenliğine dönük gerçek kazanımlar da, taban inisiyatifine dayalı
grev, direniş örneklerinin yeni ve bir üst düzeye çıkmaya başlayan bir halkası
sınıf sendikacılığı da, ve tüm bunlar ve daha fazlası için daha güçlü ve fiili
olarak, bu yönde güçlenen bir tarihsel iç dinamizmin ifadesidir. “Demokrasi”
bir işçi hareketinin kendi yolunu açması da, toplumsallaşan ve siyasallaşan,
denince aklına gelen son “şey” işçi sınıfı olan sınıf kaçkınları, “demokrasi”yi
örgütlenen ve bilinçlenen işçi sınıfının, yeni bir temelden mücadele içinde
liberal parlamenterist ezilenci demokratik-toplumculukta araya dursun!
oluşum sürecinde olan işçi sınıfının kendi eseri olacaktır. Hiçbir hakkın
2013’deki metal eylemleri sürerken, Gezi patlayınca, hemen en büyük Gezi
lütfedilmeyeceği, bahşedilmeyeceği, iğne ucu kadar bir kazanım için bile ağır
şampiyonu olup uzlaşmaz emek-sermaye karşıtlığını ve ücretli kölelik
bedellerle, inatçı, sert ve fiili isyan ve direnişlerle yolun açılabildiği bir dönemkavramını defterden silmek için acele edenler, bulutların üstünde uyuya durdeyiz.
sun! Gezi, önceki bir dizi işçi grev ve direnişinden beslendiği ve kendi içinde
de yeni işçi kitlelerinin sınıf oluşum dinamiklerini taşıdığı gibi, işçi sınınıfın
Halen çok geniş bir kesim, tüm meseleyi AKP ve Erdoğan’dan ibaret görüp,
aşağıdan fiili mücadele ve örgütlenme inisiyatifine, despotik-bürokratik
liberal reformist parlamentarist hayallerini onun üzerinden aklamaya çalışsa
sermaye kurumlarına aşağıdan müdahalesine, yeni bir itilim kazandırmıştır.
da, meselenin AKP’den ibaret olmadığını, yaşananın salt bir hükümet
Daha Gezi sırasında bunu öngörmüş ve şöyle yazmıştık:
veya siyasal rejim krizi de olmayıp, bir sistem krizi olduğunu, kitlelerin
yalnız bu neoliberal siyasal rejime değil, neoliberal despotik çalışma
rejimine de sığmaz haline geldiğini, yıkıcı proleterleştirme ve çalışmayı
değersizleştirme süreçlerinin, yıkıcı geri dönüşünün de geleceğini kimbilir
kaç kez vurguladık. İşte o sürecin belirimleri de kendisini henüz sınırlı ve
mütavazi de olsa göstermeye başlıyor.
Eskiyi yıkmadan yeni ve daha yüksek bir sınıf oluşumunun önü açılamaz;
ve yeninin Gezi gibi belirimleri olmadan da eski yıkılamaz. Bu sınıf ve toplum, giderek kadın, kürt, genç, eğitimli yeni işçi kitleleriyle toplumsallaşan
işçi sınıfı, artık bu deli gömleğine sığmaz hale geliyor. Yalnız hükümetine
değil, seçim sistemine, mali oligarşik neoliberal demokrasisine, aile kurumuna, eğitim sistemine, sendikalarına ve hiçbir sömürü/egemenlik kurumuna sığmaz hale geliyor. Çünkü sınıfsal, toplumsal, cinsel, ulusal, bireysel
ihtiyaçlar ne kadar büyüyorsa, bu neoliberal despotik cendere o kadar
daralıyor… Bu ihtiyaçlar belki halen büyük zaferler kazanacak kadar geniş
ve şiddetli hissedilmiyor, ama Gezi gibi, Metal işçilerinin direnişi de, bu
yönde basıncın giderek arttığını gösteriyor.
Bugün için öne çıkan AKP-Erdoğan ve Türk Metal gibi en pervasız ve sivri
uçlar olabilir, onların bile kanırtılması için ne büyük bedeller ve mücadeleler
gerektiğini görmek gerekiyor.Fakat liberal ezilenci demokratik toplumculuğun
onca küçümsediği ve kenar süsü saydığı işçi sınıfının lokomotif metal işçileri
bölüğü, en azından sorunun sadece Türk Metal olmadığını, onun arkasında
Türkiye’nin en vahşi, en pervasız mali oligarşik sermaye örgütü MESS’in
olduğunu biliyor! MESS’le mücadele edebilmek için Türk Metal’i tepelemesi
gerektiğini, aşağıdan savaşım örgütlerini geliştirmesi ve fiili grev ve direnişler
örgütlemesi gerektiğini biliyor. Tüm sorunu AKP’ye indirgeyen, Gezi’nin
birikimini de parlamenterizme havale etmeye çalışan liberal reformizm ise,
AKP’nin arkasında ve içinde, veya hükümette kimler olacaksa, arkasında ve
içindeki burjuvazi ve mali oligarşisini, Koçları, Sabancıları, Doğuşları, Ülkerleri, TÜSİAD’ı ve MÜSİAD’ı, küresel tekelci kapitalizm ve mali oligarşisini bile
göremiyor!!
Metal işçilerine seçim popülizmiyle genel geçer “destek” açıklamaları yapan
HDP ve CHP, “Bu ülkede AKP kadar Koç grubunun, AB ve ABD merkezli emperyalist kapitalist tekellerin burnu sürtülmeden demokratik ilerleme
sağlanamaz” türünden bir açıklama yapsın da görelim!
Sınıf dayanışmasına, işçi komite ve meclislerine, fiili direnişleri
yaygınlaştırmaya
Otomotiv-metal işçilerinin mücadelesi çetin. Kolay bir zafer yolu yok. Dişle
tırnakla kopartılması gerekiyor. Kendiliğindenliğin iç sınırları da var. Sınıf
düşmanı, geri adım atsa bir türlü atmasa bir türlü, her zamanki cellat-papaz
taktiğini oynayacaktır. Şu anda en önemli şey, tam da Soma’nın yıldönümünde
olduğumuz, Gezi’nin yıl dönümüne yaklaştığımız, işçi sınıfının 12 Eylül karanlığının delinmeye başlamasında önemli rol oynayan Bahar Eylemlerini çağrıştıran bu süreçte, fiili, eylemli sınıf dayanışmasıdır. Fiili iş
bırakmaların yaygınlaşmasıdır. İşçi sınıfının öz savaşım organlarının, işçi
komitelerinin, kurullarının yaygınlaşmasıdır. Fiili kitle işgal, grev, direnişlerin
yaygınlaşmasıdır. İnsanca yaşanacak ücret, işçi sağlığı ve güvenliği, ve
“sermaye için değil işçiler için sendika” (Soma işçilerinin sloganıdır), sermaye demokrasisi değil işçi sınıfı demokrasisi sloganlarıyla eylemli sınıf
dayanışmasına! Yalnız metal işçilerine “destek” vermek için değil, tüm işçilerin
kendileri için sınıf olarak örgütlenmesi ve eylemine!
Yazımızı, fiili direniş sürecindeki bir otomotiv işçisinin Facebook’taki son
derece naif ama inanılmaz güzel sloganı ile bitirelim:
Yaşasın tam bağımsız işçi kardeşliği!
10
işçi meclisi
Fransa-Renault deneyİmİyle Bursa Renault
grevİ: “Sınıfın gücü somuttur”
Renault Flins işçisi, CGT şube sekreteri Ali Kaya Örgütlenme seviyesi… Mücadelede maaş masaya toplantıya, beni nasıl engellersin toplantıya
girmemi?”, “O olmaz,” dediler. Ben de dedim ki
koyuldu. Böyle zamanlarda ilkin işten atma
Bursa’ya ilişkin izlenimlerinin ne olduğunu
“Benim senden farkım ne, sen niye gidiyorsun?
olur. Kendi kararları vardı, biri atılırsa herkes iş
sorduk:
Onun için seçilmemiz lazım.”
durduracak diye. İlk istifalar başladığında her
vardiyada işçiler kapıda bekliyordu. Beraber
– Grev günü, hatta öncesi Cuma günü ben
– Bütün işçilerin katıldığı toplantılar oluyor
giremezsek, birinin kartı basmazsa hepimiz
gitmeye karar verdim. CGT’ye “N’apıyorsunuz”
muydu? Birlikte karar alınıyor mu? Görüşme
greve gidelim diye. Ayın 15’inde herkes içeriye
dedim, onlar adına gitmedim, onlar kararsızdı,
giremedi, işten çıkarma olunca girmiş olanlar da sonrası işçilere toplu iletilip onaylanıyor muykendi adıma gittim. Renault işçisi olarak. Ama
dışarı çıktılar, grev oldu. Önce sakal, çatal bıçak, du?
ben gidince CGT bunu resmileştirdi.
İki işyeri arasında işçi değişimi vardı. (Yılda or- sonra da bu. O zaman kurul yoktu.
Toplantı dedin ya, acil durumda telefonlarla
talama 15-25 işçi Fransa-Renault’ya formasyon
toplanma oluyor. Fabrika normalde 6000 kişi.
için geliyor.) Tanıdıklarım vardı oradan. Benim – Kurulun yapısı nasıldı? Nasıl oluşmuştu?
Ama orada en fazla 2000 kişi oluyor. Toplamak
bağım olan insanlar solcu ama militan değil. O
da zor. Vardiyalar her zaman durmuyor. DinlenKurulda kim olur, kim cesaretlidir, dürüsttür,
yüzden de anlatımlarında “filtre” yok. Fakat bu
meleri de gerekiyor. Bazı kararlar oylama ile, bazı
güvenilirdir… Seçim olmadı, doğal önderlikle
mücadelenin içinde militan oldular. Gittiğimde
kararlar bağırma ile alınıyor. Temsilciler işçilerin
oldu. Sonradan resmileşmiş gibi oldu. İlk karşı
BMİS (Birleşik Metal) beni kendi ilişkileriyle
kontrolü altında.
karşıya gelişlerde öne çıkanlar, söz söyleyenler.
tanıştırdı. Orada işçilerin moralini ve düşünce
Toplantı olunca kim gidecek konusu üzerinden
seviyesini gördüm. İşçilerle militanlar arasında
– Bunların içinde Türk Metal temsilcileri var
belirlendi. Grev başladı, sonra bunlar 10 kişi
kuyu vardı.
mı? Yoksa onlar eylemler başlayınca tasfiye
kadar, diğerlerini seçtiriyor. Vardiya ve atölye
edilmiş mi?
temsilcilerini seçtiriyor. Onlar daha resmi bir
BMİS’in greve yönelimi yok. Birkaç kişiyle
şekilde seçilmiş. Öncelikle bölümleri örgütlenbağları var, kontrolü yok. Ama temsilcilerin bir
Onlar likide olmuşlar, zaten 7-8 tanesi kendileri
kısmı, ve haksız da değiller, bir aşamada BMİS’e mek için. Mesela 8 kişi biz fabrika temsilcisiyiz
mecbur kalacağız diye düşünüyorlar. Yasal sebe- ama nasıl bağ kuracağız. Bir bölümden 8 kişi x 3 istifalarını vermişler. Bir zayıf yön de, grevin
vardiya = 24 kişi. 200 atölye var. Bazı bölümlerde fabrikalar arasında örgütlenmesi yok.
plerle. Şimdi ama daha erken. Kimse sendikaya
bir, bazı iki, bazı hiç temsilci yok. Başı çekenler
güvenmiyor.
– Fabrikalar arası kurul vardı, ortak
sol görüşlü birisi de gerici.
açıklamalar çıktı.
– Grev nasıl başlıyor, işçiler nasıl bir düşünüşle
Ben onlara görüşmelere gitmeden toplanıp
hareket ediyorlar?
Fabrikalar arası kurul dedin ama o formaltartışıyor musunuz, onaylanarak karar alıyor
ize olmadı. Tofaş temsilcileri ile görüşüyorsun.
– Bir alt örgütlenme yok. ’98 tecrübesi var. 2012 musunuz, işçilere oy verdiriyor musunuz, diye
O seçildi mi, sıradan biri mi? Günde kaç sefer
sordum. Gençler çoğu, ama militanlarda bile
daha canlı bir tecrübe. Sıradan işçi de biliyor
toplantı oluyor? Bunlar soru….
örgütlülük zayıflık. Tabii bu uzaktan ders vermücadeleye başlaması gerektiğini. Problem
mek gibi olmasın da!… Örneğin toplantıya
maaş; sendika değil. Türk Metal’e çarpması, 1)
– Fabrikalar tek tek görüşme ve anlaşmaya gitgitmeden önce 8 kişi konuşuyor, işçiler yok.
TM böyle olduğu için, 2) Mücadele çok siyasi
tiler. Üst bir örgütlenmeye gidemediler.
Ama toplantıda karar vermiyorlar. O, sonra.
olmadığı için. Yoksa direkt patrona çarpar. TM
it! İşçilerin itin sahibine saldırması lazım.. İşçiler Demokrasi işini formalize etmiyor yönetenler.
Koordinasyon olsaydı da böyle fabrikalar ayrı
“Ben geldim” dedim “mesela, pres bölümünde
doğrudan patronla karşı karşıya gelmek istemiayrı sözleşme yapabilirdi. Öbür fabrikaların temçalışıyorum, ben de gitmek istiyorum dedim
yorlar. Bilinçli olsalar direkt ona yönelirler.
Renault greve başlamadan önce birçok etap
geçti. Sakal bırakma, çatal kaşık vurma,
Yasal, onun da dışında örgütlenme okuludur sendikalar. Öyle kullanılabilir. İyi mi değil mi problem
servislere binmeme… Çoğu gerici, sarkık
değil. Örneğin Renault’da durum böyle devam ederse kötü olur. İşçiler arasında hangi sendika
bıyıklı işçilerin. Orada bana gel bize yardımcı
ol sendika kuralım diyenlerin face sayfalarına
tartışması var. Sendika, tartışılacak bir şey değil. Bir seviyeye kadar sermayeye yardımcı olur. İşçiler
baktım, öyleler. Temsilciler solcu, ama dinci
radikalleşirse sendika polis rolü oynar.
insanları yönetiyorlar.
11
işçi meclisi
silcisi de Renault idi.
– Renault’nun talebi hepsini arkasında topladı.
Bosch’ta yüzde 60 artış sağlandı, biz de bunu istiyoruz, dediler. Renault işçileri önceki mücadelelerde de hep ilk başlayan ve öncü olan. ’98’de de,
2012’de de ilk harekete geçen.
Bosch’un yüzde 60 değil, yüzde 14’le yüzde 60
arasında ama kıdeme göre de değişiyor. Aslında
talebin tek olması avantajdı, hala da avantaj…
Pratik organizasyon için işçilerin kendilerinin
örgütlenme yapması şart. Şu anda mücadele
belli bir seviyededir. İşçilerin talebi ekonomiktir,
siyasi değil. Bazı yorumlar var böyle ama ben o
ikisi arasındaki köprüyü öyle yapmıyorum.
– Direkt demokratik bir taleple çıkmıyorlar
ama dolayımdan o bağlantı oluşuyor.
Seçim dolayısıyla işçilerde illüzyon var. İşçiler
hükümet bizden taraf diyor. Talepleri MESS
kabul etmiyor diyorlar. Hükümet çözüm istiyor, yönetim istiyor, ama MESS istemiyor diye
düşünüyorlar. Ama bu sorun çabuk çözülür. Bak
şimdi de mücadele sürüyor zaten.
– Öncesinde Ali Babacan, dün Ekonomi Bakanı
“Çok zararımız oldu” diyorlar. “Seçim döneminde bu manidar” dediler. Dış mihrak söylemi
ile eylemi karartmaya çalışıyorlar. Hükümet ve
TÜSİAD geriliminden dolayı hükümet istiyor,
TÜSİAD istemiyor diye bir düşünce mi var?
Evet. CNNTürk aradı. Telefonda “Renault’nun
Fransa’dan yolladığı üretimi tekrar alacağı için
seviniyor musunuz?” diye sordu.
– Bakanların açıklamalarına işçiler ne diyor?
Hem de seçim döneminin etkisi nedir?
Diğerleri işçi lafı bile etmiyor. Oy ile mücadele
bağı direkt kurulamaz. AKP belediyeleri yardım
getirdi, Nilüfer Belediyesi (CHP) getirdi. Ama
işçiler gücünü anladı. Çok uzaktan geliyoruz,
çok geriden başlıyoruz. 2012’de 30 kişi atıldı,
hiçbir şey olmadı. 2 prim artı senelik zam
aldılar. Ben buradaki primleri anlattım onlara.
Şimdi her sene 12. ay 600 TL alacaklar. Temsilciler kabul edildi, resmileşti. Bu bir devrim.
Öbür fabrikalar işe başladı. Üstelik Renault’nun
problemi parayı vermek tamam ama her şeyi
de kabul etmek istemiyorlar. İşçiler biz burada
eyleme bir pause (ara) koyalım, biraz bu verilen
sözlerin sonucunu görelim diyor. Temsilcilere
kişisel baskılar da oldu. Savcılık, polis falan. Vali
görüşmede temsilcilerin gözüne bakarak “İlerde
problem yaşarsınız, siz sorumlu olursunuz, Sen
başlarsan işçi de başlar” demiş. Şimdi bunun
söylendiği kişi kendisini tehdit altında hissediyor.
– ’89 daki işçi eylemleri sendikalardan
doğmadı. İşyeri komiteleri oluştu, hareket
onların önderliğinde gelişti. Şimdi de yasadışı
grev sendikaların dışından başladı. Zayıf bir
işçi örgütlenmesine dayanıyor. Gelişkin bir sınıf
örgütlüğü bilinciyle değil bir zorunlulukla, Türk
Metal gibi temsilcileri seçtirmeyen, işçilere
saldıracak bir gücü hazırda tutan faşist,
mafyatik bir sendikaya karşı tavır alınarak.
Şimdi yeni bir sınıf örgütlenme biçimi doğuyor,
işçi kurulları. Avrupa işçi hareketinin deneyiminde de var bunlar. Sendikadan ayrı ama onu
sendikaların karşısına koymadan, sendikaları
reddetmeden onlar üzerinden ilerlemek hareketi
güçlendirir mi yoksa onu bırakıp sendikayla mı
devam etmeli? İşçiler arasında yeni bir sendika
kurma, Birleşik Metal’e geçme tartışmaları da
başladı…
Şimdi şöyle bakıyorum ben. Somut durum
budur. Mücadeleci işçilerin sendika dışından
olması bu kurulları inşa etmeye yardımcı
olur. Bu bizim seçtiğimiz bir şey değil. İşçinin
örgütlenme tecrübesini hızlandırıyor. Ama
burjuvazi şunu da anladı. Mücadele anlamında
işçilerin sendika dışında olması onlar için kötü.
Avrupa burjuvazisi daha tecrübeli Türk burjuvazisinden. O bu sendikaları daha bağımsız
bırakır. Onun için BMİS tam uygun. Şu anda
mücadele yükselirse sendikaya ihtiyaç yok. Ama
gerileme döneminde, normal dönemde, sendika
işçilerin kendini koruyabilmesi için gerekli bir
kurumdur.
– Yasal bir gereklilik olarak mı, TİS vb için?
Renault’da, Tofaş’ta …, işçiler fiilen kendi temsilciliklerini kabul ettirdiler.
Yasal, onun da dışında örgütlenme okuludur
sendikalar. Öyle kullanılabilir. İyi mi değil mi
problem değil. Örneğin Renault’da durum böyle
devam ederse kötü olur. İşçiler arasında hangi
sendika tartışması var. Sendika, tartışılacak bir
şey değil. Bir seviyeye kadar sermayeye yardımcı
olur. İşçiler radikalleşirse sendika polis rolü
oynar.
– BMİS’e giderlerse işçilerin sendikal demokrasi
basıncı olur mu? TİS süreçleri vb. işçiye sorulmadan karar alınmamasını sağlar mı? Yönetim
üzerinde kontrol, dönüşüm gerçekleşir mi?
Yoksa bir sonuca ulaşmış olmakla edilgenliğe mi
dönerler; mevcut sendikal yapı onları pasifize
eder ve olduğu gibi devam mı eder?
Bence TM tarzına dönmez ama işçilerin mücadele, mobilizasyon seviyesine bağlı. Karar
çiğneme şu an olmaz ama ilerde olur. Sadece siyasi militanlar faaliyet yürütürse ona karşı frenler. Ama maddi güç veriyorlar. BMİS’in olduğu
fabrikaları görüyoruz orada devrim mi oluyor!
– BMİS?
BMİS işçilere yaklaşamıyor. Bildiri dağıtamıyor.
Alternatif olmadığını biliyor. Burjuvazinin bu
tek sendika sistemi değişmedi. Bizim amacımız
sendika-işçi kopukluğunun olmaması.
– Çıkan haberlerde, anlatımlarda işçilerin
dışarıdan destek için gidenlere soğuk
davrandıkları, katı bir tutum aldıkları , “Neden
geldin?” diye sordukları yer alıyor? Oysa grev
ve direnişlerde işçiler dışarıdan gelen desteği
sevinçle karşılar, davalarını anlatmak ve duyurmak için bir fırsat sayarlar, yalnız olmadıklarını
hissederler, burada niye farklı oldu?
Ben Pazar akşamı gittim, beni içeri bırakmadılar.
İnsanı rahatsız eden bir durum… Ama ben
içerde olsam belki ben de yapardım. Eylemi
yürüten, işçilerdi. Sonra bana “Öyle yapmasak fabrika önü Gezi’ye dönerdi,” dediler, “tüm
solcular gelirdi”. İçeriye sadece Renault kartı
taşıyanları alıyorlardı, bunun üzerine Renault
yönetimi polislere kart yaptırdı. Onlara bir
yöntem önerdim, bölüm bölüm işçiler bir araya
gelin, toplanın, tanımadıklarınızı dışlayın diye.
Toplandılar bölümde, 6 kişi ortada kaldı, çünkü
onlar hiçbir bölümden değildi. İşçiler flic’leri
(polis) dışladılar böylece.
– “Solcular buraya gelirse anlaşmamız
güçleşir, bizim davamız ekmek davası, başka
bir yöne çekilmesine imkan vermeyelim” mi
düşünüyorlardı?
Solu bırakmama sebebi 1) Taban gerici 2) Mücadelenin çıkarları için. İkisi karışık bir durumda. Bu, mücadelenin düzeyi ile bağlantılı.
– Peki Gezi ile ilgili işçiler olumsuz mu
düşünüyorlardı?
Tabii. Gezi’de Aleviler, solcular, eski asker aileleri
katıldı, işçiler yoktu.
– İş kulelerinde çalışan beyaz yakalı işçiler,
semtlerden gelen genç işçiler vardı. Kendi
sınıf talepleri ile değil ama varlardı. Sanayi
proletaryası, Bursa, Gebze, bunlar Gezi’ye
uzaktı.
Benim arkadaşım Türkiye’de Renault’dan emeklidir, o, AKP’ye karşı katıldı. Ama işçi talepleri
ile katılmadı. Tek problem AKP oldu. O zaman
kimse işçi talebi konuşmuyordu.
– Renault’da temel konu ücretti dedin. Çalışma
koşulları ağır. Üretimin temposu hızlanmış
durumda. Dijital kontrol sistemleriyle birlikte
işçiler üzerindeki kontrol ve denetim artıyor. Eskiden az da olsa kaçamak yapabilirken şimdi onu
da yapamıyorlar. İşçiler 1 dakikada, 57 saniyede
araba çıkartılıyor diyor. Çalışma koşullarının
ağırlaşmasına, üretimin temposunun artmasına
karşı bir talep yok mu? Sen bunun ortaya
çıkardığı hastalıklardan söz ediyorsun…
Bu var ama onu geride tuttular. İş koşulları çok
zor. TM’e isyanın sebebi bir de odur. Bel fıtığı,
boyun fıtığı gibi hastalıkları hiç sorun etmiyorlar. Ama bu sorunlar yeryüzüne çıkmadı. Bence
o konuyu fazla öne sürmediler. Çünkü genel bir
talep olmadı. Grev ondan patlamadığı için o
konu geri planda kaldı. O şimdi bölüm bölüm
yaşanacak, genel talep yapamazsın. Bölümler
birbirinden farklı. Mesela bizim bölümde saatte
10 dakika pause var. Montajda daha farklı.
Günde 26 dakika pause. Ama bu sorun ikinci
etapta.
Ali, “İşçiler işbaşı yaptıktan sonra telefonla
konuştuğumda bana ‘Biz işe başladık, önceden
tenezzül edip merhaba demeyenler -fabrika
yöneticilerini kastediyor- bize işe başlamanızı
unutamayız diyorlar” diye anlatıyor.
– Bu işçilerin eylemle neyi kazandıklarının açığa
çıkması. Özgüven, işçi onuru. İşçilerin bundan
duydukları sevinci,ona verdikleri önemi gösteriyor.
Buradakiler onu bilir. (Fransadaki kapitalistleri,
yöneticileri kastediyor)
– Buradakiler neyi biliyor?
Grev yaşıyorlar, işçinin psikolojisini biliyorlar.
Bilek gücü ortamını daha iyi anlarlar. Yöntem,
böyle durumlarda iyi davranmak. Renault
yönetimi, buradakiler tecrübeli, oradakiler işten
atmaktan başka bir şey bilmiyor.
– Türkiye’de önceki faşist rejimin yöntem ve
tecrübeleriyle hareket ederler. Bastırma ve
zorbalıkla sonuç alma, fabrikalarda da ilk
uygulanan bu olur. İki gün önce bir röportajda
Türkiye’deki kapitalistlerden birisi, ana şirket
bize “80 cent için üretim mi durdurulur, verin”
diyor, biz onlara bu artışın neden verilmemesi
gerektiğini anlatıyoruz diyordu.
Şimdi işçiye başka türlü bakması lazım.
– Biraz burayı da konuşalım? İşçi hareketinin
Fransa’da güçlü deneyimleri ve mücadele
birikimi var. Eylemlerde bir devamlılık da var.
Ama CGT, geriye doğru tekrarlar yapıyor. 1
Mayıs geçen yıla göre zayıftı, okullardaki eyleme
katılım yüzde 25’te kaldı, sağlıkçıların eylemi de
12
işçi meclisi
istediğimizi
yapalım!
– Fabrika
sorunlarını
bütün işçilerle,
meclis tarzı birlikte konuşmak?
Yaptığınız grev
sırasında sizin
fabrikada da
gördük: Sendikalar var, işçilere
sendikalar olarak
ayrı ayrı gidiliyor.
Bu sendikalar
olarak gidişin
dışında fabrikadaki sorunları
işçiler olarak
bir araya gelerek, sendika
sınırlarına
hapsetmeden birlikte
konuşmak gibi
daha farklı bir
gidiş olamaz mı?
Daha dolaysız,
doğrudan
işleyecek bir
demokrasi,
yüzyüze.
benzer oranda kaldı. Siyasal düzeyde sağ partiler
UMP, FN yükseliyor, kriz-durgunluk etkisine
karşın sol bütün kesimleriyle geriliyor ve karşı
bir yükseliş yok.
Büyük problem, bizde işsizlik 10 yıldır artıyor.
Fabrikalar kapanıyor. Tüm işçi ailelerini etkiliyor
bu. Hiç kimse benim ailemde işsiz yok diyemez.
O riski herkes yaşıyor. İşçinin morali kırıldı.
Kaç senedir biz bununla yaşıyoruz. Sendikalar,
özellikle de CGT sendikası Sarkozy döneminden beri burjuvazinin ve hükümetin gözüne
iyi görünmeye çalışıyor. Kendi rolünü “sosyal
partner olmak” diye tanımlıyor. Sosyalist Parti
hükümette zaten. Sosyalist Parti geldikten sonra
ilk defa bu yıl 9 Nisan’da eylem oldu.
– Evet, bu yürüyüş 1 Mayıs’tan daha iyiydi. Daha
kalabalıktı.
O yürüyüşten önce CGT yönetimi yolsuzluk sebebiyle değişti. Yeni yönetici eski Renault işçisi,
benim merkez temsilcim. O kendini göstermek
için yürüyüşe çağırdı. Ama rutin geliyor. Sendikalar mücadeleci değil. Yapsalar başarırlar demiyorum ama onu da yapmıyorlar.
– Sendikalar böyle ama işçilerde bir mücadele
birikimi olmuyor mu?
İşçiler biz bir şey yapamayız, yönetenler çok
güçlü diyorlar. Sendikalar bir boka yaramıyor.
Biz de bunun ortasında mücadele veriyoruz.
– Ama Bursa da patladı böyle. İşçilerin çoğu İç
Anadolu bölgesinden göçmüşler. Toplumsal gericilik birikimi yoğun, bir şey olmuyor deniyordu.
Şartlar aynı değil. Türkiye’nin ekonomik durumu
10 senedir düzeliyor. İlerliyor. Hükümet, tamam
sizin sıranız da gelecek diyor. O şartlarda yaşıyor.
Bursa Renault’da ben 2012’de işten atmalar
olduğunda burası 5-10 sene kendine gelemez
demiştim.
– Otomotivde üretim artış halinde evet. İç pazarda da dış pazarda da satışlar yükseliyor. İşçiler
de bunları biliyorlar. Ama işçi mücadelerinde iki
durumda yükseliş olur. Birincisi, ekonominin
yükseliş dönemi, işçiler ücretlerde artış ve yeni
haklar talep ederler, ikincisiyse koşullar çok kötü
olduğu zaman hak kayıplarını azaltmak ve isyan
biçiminde patlamalar olabiliyor…
Bence ne o ne ikincisi, otomatik bir şey yok.
– Yok tabii otomatik.
Bilmiyorum… Sınıfın gücü somuttur. Gerçek
bir gücü vardır. Her an patlama olabilir yani,
burjuvaziye güvenebiliriz! Biz kendi çalışmamıza
bakalım…
– Sendika dışı örgütlenme ve işyeri meclislerinin Avrupa işçi hareketinde de bir yeri var. İşçi
meclisleri 1920’lerde yayılan bir örgütlenme
biçimi. Türkiye’de ’89 bahar işçi eylemleri
de sendikaların dışında işyeri komiteleri
önderliğinde gerçekleşti. Geriye doğru
baktığımızda işçi hareketi tek bir örgütlenme
biçimine bağlı değil. Sendikalar giderek öne
çıkıp kurumsallaşıyor. Sendikaları yok saymadan
işçi hareketinin bu örgütlenme biçimleriyle
yürümesi konusunda ne düşünüyorsun? Bence
CGT dahil sendikalar aşırı kurumlaşmış. Doğal
bir demokrasi ortamı olması…
Bence olmaz… Fransa’da ve fabrikalarda mücadeleci işçilerin hepsi sendikalara sığınıyor.
Sendika yönetimleri bürokratik. Ama taban mücadeleci, darbe yiyen, patrondan zulüm yaşayan
onlar. Yarın patlak olursa bu sendikalardan
geçiyor. Dışında olmaz. Kendini patrona karşı
öne sürenler hep mücadeleci insanlar. Hem
avantaj sendikalar, çünkü toplu bir birleşim.
Hem de dezavantaj, çünkü yönetimi bürokratik.
Yönetimin denetimi büyük değil. Ben sordum
“Türkiye için ne yapalım” diye. İşçiler “Boş ver
onları sen git” dediler. Sendikanın derdi aidatları
toplamak. Biz kirayı ödeyelim ama evin içinde
Biz her zaman
deniyoruz. Ama
işçiler çoğu
zaman gelmiyor. Biz her hafta bir bildiri koyuyoruz. Bu da mesela Bursa’yla ilgili bildiri.
(Dağıttıkları bildiriyi çantasından çıkartıp
veriyor.) 4000 işçiye haftada bir sefer bildiri
dağıtıyoruz.
– İşçilerde sosyalist düşünceye uzaklık neden?
Bizde 30 senedir sosyalistler iktidarda (gülüyor).
Bana “kırmızı” diyorlar. Militanların olduğu
yerde biz onların aralarındayiz. “Kırmızılara
güvenilir” diyorlar. Ama kendisini sorgulamıyor
bile.
– Fabrikayla sınırlamadan konuşursak, çünkü
işçiler, sadece fabrikadaki çalışma koşulları,
sadece sömürülme üzerinden düşünmüyorlar,
günlük yaşamın, ihtiyaçlarının içerisinden
düşünüyor ve ne yapacaklarına karar veriyorlar.
Kapitalizm altındaki yaşama, bugünki yaşama
nasıl bakıyorlar? Yeni bir yaşam’dan ne anlıyor
işçiler?
Kapitalizmin kötü olduğunu yaşıyorlar. Onun
dışında ne yapılabileceğini kimse düşünmüyor.
Eski işçiler biraz anlıyor ama imkansız diyor. Eskiden Komünist Partisi’nin her tarafta
militanı vardı. Her fabrikada, her kentte, köyde
vardı. Şimdi yok… Her birisi bireysel düşünüyor,
olanın içinde kendi için ne yapacağını belirliyor,
buna göre davranıyor.
Ben Türkiye’den döndüm, atölyede dolaşırken
arkadaşlar bana “Biz ne zaman böyle yapacağız”
dediler, “Ne oldu” diye sordular, “Gördün mü,
130 TL kazanmışlar, biz ne yapacağız” dediler.
Cesaret aldılar. Türkiye’deki mücadele buradaki
işçilere de cesaret veriyor. Sendikalar -yöneticiler- deforme olduğu için üretimin Fransa’ya
kaymasını düşünüyorlar. İşçiler ise “Bursa’da
işçiler ayda 500 Euro alıyor” diyorlar, milliyetçilikle hareket etmiyorlar. Kazanıma seviniyorlar.
Röportaj için teşekkür ederiz.
Kapitalizm kanser ediyor
Halk sağlığı uzmanı, sağlık sosyoloğu ve iş
cinayetlerini oluşturan ortamlar konusunda
mücadeleci bir uzman olan Prof. Dr. Annie Thébaud-Mony İstanbul İşçi Sağlığı
ve İş Güvenliği Meclisi’nin davetlisi olarak
İstanbul’da bir forum çerçevesinde bizlerle oldu. 5 Haziran Cuma gecesi İstanbul
Tabip Odası’nda gerçekleşen etkinlikte Annie Thébaud-Mony “İş Cinayetlerinde faili
meşhurlar: Şirketler, Devlet ve Bilim Alanı”
başlıklı sunumunda kanser konusunda çok
çarpıcı bilgiler aktardı.
Kanser bilindiği üzere küresel olarak artış gösteren bir hastalık… Dünya Sağlık Örgütü’nün
tahminlerine göre dünyada 2012 yılında 14
milyon yeni kanser vakası teşhis edildi ve 8,2 milyon kişi kanserden yaşamını kaybetti. Fransa’da
son 20 yılda teşhis edilen kanser vaka sayısı 150
binden 355 bine yükseldi. Kanser vakalarının
dağılımında eşitsizliğin de iki yönden giderek
arttığı görülüyor: Sosyal sınıflar içerisinden
bakıldığında mavi yakalı işçilerde kanserden
ölüm riski üst düzey yöneticilere göre 10 kat
daha yüksek. Aynı eşitsizlik kanserin uluslar
arası dağılımında da görülüyor; tarım, madencilik ve endüstriyel üretim yapan ülkelerde, özellikle de son dönemde hızla kapitalistleşen ülkelerde daha fazla kanser vakasıyla karşılaşıyoruz.
Kanserin nedenleri konusunda egemen görüş ile
gerçekler arasında bir çelişki söz konusu. Hakim
modelde kanser bireysel davranışa (tütün, alkol)
ve genetiğe bağlanıyor. Bu modelin hakim hale
gelmesinde özel bir rolü olan İngiltere’den Profesör Doll, 40 yıl boyunca sanayi alanında çalıştı
ve uluslar arası epidemiyoloji camiasına yön verdi. Bu hakim modelden farklı olarak diğer çok
disiplinli ve kapsamlı yaklaşım ise kanserin nedenlerini iki yönden birden, geçmiş maruziyetler
odaklı ele alıyor: Birincisi bireyler açısından;
yaşam süresi içerisinde (anne karnından iş
hayatına ve yaşanılan çevreye dek) kanser
yapıcı maddelerin bulaşması ve bu hücresel
saldırılara karşı savunma mekanizmalarının
insan organizmasında kanser sürecini nasıl
değiştirdiğine odaklanılıyor. İkincisi nüfus
açısından
bakılarak,
dünya nüfusunda kanser
dağılımındaki
evrimin küresel
ekonomideki
toplumsal ve
uluslar arası
işbölümüyle
bağlantılı
sonuçlar
olduğu tespit
ediliyor.
Dolayısıyla
çokdisiplinli
ve kapsamlı
yaklaşım kanser dağılımındaki eşitsizlikleri
açıklayabilmekle kalmıyor, çevre ve halk sağlığı
açısından önceliği insanlara kanserojen madde
bulaşımının engellenmesine veriyor.
Paris’te 2002-2012 yılları arasında SeineSaint-Denis bölgesinde Paris XIII üniversitesi
tarafından yürütülen GISCOP araştırmasının
sonuçları da bu yaklaşımı doğruluyor. Kanser
hastası 1200 kişiyle daha önce çalıştıkları işler
temelinde yapılan kapsamlı ve çok disiplinli
araştırma çok çarpıcı sonuçlar veriyor: Kanser
hastalarının %84’ü çalışma yaşamlarında
kanserojen maddeler olan asbest, radyoaktiv-
ite, benzen, solvantlar vd. maruz kalmış. Farklı
maddelere çoklu maruziyetler sinerji etkisi
doğurmuş, etkiyi büyütmüş. Çoğu hastada
gerekli önlemler alınmadan uzun süreli maruziyet söz konusu. Peki öyleyse Fransa’daki
iş sağlığı kurumları, bakanlıklar neden bu
konuyla ilgilenmiyor? Thébaud-Mony’ye göre
bunun arkasında çokuluslu şirketlerin etkisiyle halk sağlığı alanında toplumsal olarak inşa
edilmişlik görünmezlik yatıyor. Sunumunun
ikinci bölümünde Thébaud-Mony şirketlerin
kanser konusundaki bilgi üretimi ve halk sağlığı
stratejileri üzerinde hakimiyet kurması örneği
olarak gemi yapım, bakım ve söküm döngüsünü
ele alarak bu durumu somutluyor; biz de kısaca
aktarmaya çalışalım:
Fransa’da 1950’li ve ’60’lı yıllarda Alsthom
gibi metalürji şirketlerinin yanı sıra asbestli
yalıtım konusunda uzman Wanner Isofi gibi
şirketlerin koçbaşlığında dev özel tersaneler ortaya çıktı. Bu tersanelerde yüzlerce büyük gemi
birden inşa edilirken özellikle taşeron ve geçici
sözleşmeli işçiler tehlikeli çalışma koşullarıyla
karşı karşıyaydılar. Türkiye’deki Tuzla örneğine
benzer şekilde iş kazaları gerçekleşiyor ve
işçiler çoğu kanserojen nitelik taşıyan (asbest,
kurşun, solventler, boyalar) zehirli maddelere
maruz kalıyorlardı.Ancak mesleki kanser teşhisi
yapılmıyor, bu alan görünmez kalıyordu. Nedeni
birincisi, maruziyet ile kanser semptomlarının
ilk görülmesi arasındaki yaklaşık 20 ila 40 yıllık
gecikmedir. İşçiler maruziyet zamanından çok
sonra ve genellikle emekli olduklarında kanser
hastası olurlar. Mesleki hastalıklar konusundaki
tazminat haklarını bilmezler. Bunu bilseler bile
doktorlar kanser tanı ve tespitinde hakim modelin etkisi yüzünden mesleğe-işe bağlı kanser
teşhisi koymazlar. Üstüne üstlük Alsthom ve
Wanner Isofi gibi çokuluslu şirketler 1930’lu
yıllardan bu yana asbest şirketlerinin yürüttüğü
stratejiye uygun olarak bu çalışmanın tehlikeli
bir çalışma olduğunu tümden reddederler. Asbest şirketlerinin uluslarararası kartelinin stratejisi esasen asbest ile kanser, asbest ile diğer solunum hastalıkları arasındaki bağlantının kamuya
duyurulmasının önlenmesine dayanmaktadır.
Araçlar çeşitlidir: Araştırmalar kontrol edilir;
şirketlerden bağımsız 1 araştırmacı varsa,
onun karşısına endüstrinin maaşını ödediği
ya da “desteklendiği” veya “fonladığı” 10
araştırmacı çıkarılır. Parlamentoda, hükümette,
bakanlıklarda önlem amaçlı yasaların çıkışına
karşı lobi yapılır. Kamuoyu yanlış bilgilerle yönlendirilir, “kontrollü asbest kullanımı” gibi bir
yalan ortaya atılır.
Gemi endüstrisinde ’70’li yıllarla ’90’lı yıllar
arası dönemde Fransız tersanelerinde gemi
bakım işleri ağırlık kazanmaya başlar. Güvencesiz işçilerin çalıştırılması giderek yerleşikleşir
13
işçi meclisi
ve aynı tehlikeli çalışma koşulları sürer. Aynı
dönemde gemi piyasasında küreselleşme de
başlamaktadır. Ulaşım-nakliye sektöründeki
sermaye birikimiyle bağlantılı olarak Asya’daki
(özellikle Kore, Japonya, Çin) tersanelerde
müthiş bir büyüme gerçekleşir.
2000’li yıllardan itibaren bu kez çok büyük bir
gemi söküm piyasasıyla karşı karşıya kalırız. Her
yıl gemi söküm tersanelerinde 1000’den fazla
büyük gemi Pakistan, Hindistan, Bangladeş
ve tahmin edebileceğiniz üzere Türkiye’de
sökülmektedir. Bu dünyadaki en fakir işçilere,
dünyadaki en güvencesiz koşullarda, devasa
bir zehirli madde transferi demektir. Aliağa
örneğinden giderek gemi söküm alanında
çalışma koşullarının bir fotoğrafı çekilebilir: İş
kazaları sıklıkla görülür (elle gemi parçaları
kesilirken, kırılırken yaşanan yaralanma ve
ölümler). Geminin içinde kalan zehirli maddelere maruz kalınır, ayrıca da gemi söküm
kaynaklı ortaya çıkan özel risk ve tehlikeler söz
konusudur (örneğin boya hatta diğer sağlığa
zararlı maddeler bile kaldırılmadan gemi
kesimi yapılır; kesim sırasında zehirli gaz çıkar,
aldırılmaz, çalışılır). İş kazalarına dönük hiçbir
tazminat yoktur (son yıllarda ölümlü kazalar
kayda geçmesine karşın). Bölgede kanserden
ölüm oranı çok yüksek olmasına rağmen mesleki hastalık tanısı olarak kanser teşhisi sıfırdır.
Türkiye’de de, Asya’da ve diğer yerlerde olduğu
gibi tersanelerde halk sağlığı dikkate alınmaz,
sendika yoktur, işçilerin örgütlenme hakları
yoktur.
Devletin (hükümetin, parlamentonun,
halk sağlığı bürokratlarının, mesleki sağlık
uzmanlarının) rolüne geldiğimizde de burada
sektördeki lobilerin başarısına tanıklık ederiz.
Koşulların zehirli, tehlikeli olup olmadığına dair
kuşku ve belirsizlik yeniden ve yeniden inşa
edilir. Tanıların tespiti ve bunlara ulaşılmasında
uluslar arası eşitsizlikler kullanılır; Hindistan
ve Brezilya nüfusunun çoğu için teşhis, tanı,
bilgilere ulaşım ve yayımı söz konusu değildir.
Lobiler sürekli asbestin ve diğer zehirli maddelerin zehirli olduğuna dair baştan yeni kanıtlar
isterler. Kanser
alanında bilimsel
araştırma siyasetini belirleyenler
ise; kanser ilaçları
üzerinde yükselen devasa ilaç
sektörü, lobilerin
finanse ve kontrol ettiği “yinelemeli” olarak
tekrar tekrar
yapılan araştırma
ve incelemeler
alanı, davranış
değişikliği
(“sigarayı bırak”
vs) stratejileri ve kesinlikle ve hiçbir şekilde
(GISCOP gibi) alternatif araştırmalara izin verilmemesi olarak özetlenebilir.
Özellikle işyeri hekimlerinin yoğun bir katılım
sergilediği etkinlikte karşılıklı deneyim
aktarımıyla devam eden paylaşımın ardından
katılımcılar Annie Thébaud-Mony’nin Ayşe
Güren’in çevirisiyle Ayrıntı Yayınları’ndan
2012 yılında yayımlanan “Çalışmak Sağlığa
Zararlıdır” adlı kitabını kendisine imzalatma ve
sohbet şansını da değerlendirdiler.
14
işçi meclisi
Telefonun karşı ucundaki “gülümseyen ses tonu”
Hayatımıza telefonun karşı ucunda bir ses
olarak giren, işlerinin gereği hep “gülümseyen
ses tonu” ile konuşan, her sorunumuzu çözmesini beklediğimiz, bin bir türlü sorun ve insan
ile muhatap olan Çağrı Merkezi İşçilerinden
Alper Alkuş ile Çağrı Merkezlerinde çalışma
koşullarına dair sohbet gerçekleştirdik.
-İşçi Meclisi: Merhaba, öncelikle biraz kendinizden bahsedebilir misiniz?
-Merhaba, ben Alper Alkuş, 25 yaşında üniversite öğrencisiyim. Bilgisayar Teknolojisi ve
Programlama bölümünü bitirdikten sonra işsiz
kaldım ve maddi koşullardan dolayı çalışmam
gerekti. Fakat askere de gideceğimden kısa
süreli çalışabileceğim bir iş arıyordum. En kısa
sürede çalışmaya başlayacağım en uygun yerin
bir Çağrı Merkezi olacağını düşündüm, tıpkı
diğer üniversite mezunu işsiz arkadaşlarım gibi.
Çalışmaya başladığım esnada Açık Öğretimden
öğrenimime de devam ettim. Kısa süreli girdiğim
bu işte maddi durumumdan dolayı 4 yıl çalıştım.
-Çağrı merkezinde işe girmek bu kadar kolay
mı? ya da sadece bu sebepten dolayımı Çağrı
Merkezinde çalışmaya başladınız?
-İş ilanlarına baktığımda hep çağrı merkezlerinin ilanlarını görüyordum ve daha
kolay girebileceğimi daha önce çalışmış
arkadaşlarımdan da biliyordum. Çünkü diğer
arkadaşlarım da benim gibi ya öğrenci yada yeni
mezun olmuş işsizlerdi. Ayrıca fiziki olarak çok
yorulmayacağımı ve ofiste çalışmanın daha iyi
olacağını düşündüm. Tabi ki her şey beklediğim
gibi olmadı fiziksel olarak
yorulmasam da günde 500
çağrı almaya başladıkça
fikrim değişmeye başladı
çünkü çağrı merkezinde zihnen yorulmanın ne demek
olduğunu böylece öğrendim.
mans priminin maaşlarımıza çok büyük etkisi
olmuyordu ve prim alabilmek için belirli bir
puanı almanız gerekiyor. Ve o puanları almak
çok zorlaştırılıyordu. Biraz daha açmak gerekirse
çalıştığım şirkette uygulanan performans sistemi
sayısal ve sözel olmak üzere ikiye ayrılıyordu.
Sözel performansımız; çağrı esnasındaki
konuşma kalitemiz (gülümseyen ses tonu), açılış
ve kapanış konuşmasını doğru yapmak gibi
kriterlerden oluşuyor. Sayısal performansımız
ise cevapladığımız çağrı sayısı, çağrı sürelerinin
süresi, mola sürelerine ve işe giriş-çıkış saatlerine
uymamız gibi kriterlerden oluşuyordu. Ayrıca
her kişi bir takım ile birlikte çalıştığı için takımın
toplam performansı ve kişinin performansı
birlikte değerlendiriliyordu. En çok sorun
yaşadığımız konulardan biri de buydu. Yönetim
hiyerarşisinde müdür’den başlayarak süpervisör,
takım lideri olmak üzere bir baskı mekanizması
mevcuttu. Hatta takım arkadaşları sürekli performans düşmesin diye birbirine baskı yapıyor
ve birbirimizle de yarışır hale geliyorduk. Rapor
aldığımızda yani hasta olduğumuzda bile performans puanımız düşürülerek prim almamız engellenmeye çalışılıyordu. Özcesi hasta olmayacaksın
günde 500’e yakın çağrı alacaksın, takımının performans puanın ortalamasının altında kalmayacak ve şirkette performans puanı olarak 500 kişi
içerisinden ilk 10’a gireceksin ki performans
primi almaya hak kazanabilesin. Ben tüm bunlardan dolayı Yöneticilerin bir şeyi unuttuğunu
düşünüyorum; insan olduğumuzu unutuyorlar,
makine gibi her istediklerini yapmamızı istiyorlar.
doğal olarak düşmüş oluyordu. Hem müşterinin
taleplerini karşılamamız istenirken hemde
1 dakikada çağrıyı bitirmemiz gibi çelişkili
bir durum söz konusu oluyordu. Bizde böyle
uzun süren çağrılarımızı puanımız düşmesinde
diye çok hızlı bitirmek için çabalardık fakat bu
seferde çağrıların dinlenmesinden dolayı kalite
puanımız yani konuşmamızdan dolayı puanımız
düşürülüyordu. Yazılı uyarı almamamız için
hiçbir engel yoktu giydiğimiz kıyafetten oturma
şeklimize kadar her şeyden uyarı alabiliyorduk. Benimde işten atılma sebebim aldığım bu
uyarılardan kaynaklanıyor.
-Performansınızın düşük olması sonucunda her-
Çağrı Merkezlerinde çalışanlara söylemek istedikleriniz var mı?
- İşten çıkarılma sürecinizden bahsedebilir misiniz hangi gerekçelerden dolay işten çıkarıldınız?
-Eğitim vermedikleri halde bilgi eksikliği
yaşadığım ve müşteriyi birkaç saniye
beklettiğim için iş akdim feshedildi. 4 yıllık
çalışmamın sonunda birkaç saniye bahane
edilerek haksız fesih ile tazminatsız olarak işten
atılmış oldum. Çalıştığım esnada verilen yazılı
uyarılar ve genel şirket politikalarından dolayı
çokta şaşırmadığım bir durum oldu. Çünkü daha
önce benim gibi aynı durumu yaşayanlar vardı.
Fakat iş mahkemeleri uzun sürdüğü için kimse
dava açmıyor ve uğraşmak istemiyordu. Ben ise
atıldığımda 4 yıllık emeğimi hiçe sayan bu şirkete
dava açarak hukuki mücadelemi uzunda sürecek
olsa başlattım. Ve dava süreci devam ediyor.
- Son olarak Çağrı Merkezi sektörünü nasıl
değerlendiriyorsunuz?
– Çağrı Merkezi sektörü genel
olarak genç işsizlerin ilk uğrak
yeri bence ve Türkiye’de Çağrı
Merkezleri bir hayli yaygınlaştı.
Liseyi bitiren ve üniversiteye hazırlananlar, üniversite
öğrencileri ve üniversiteden yeni
-Çalışırken ne gibi
mezun olan işsizlerden oluşuyor
koşullarda çalıştınız ve bu
çalışanların çoğu. Çalışma
sizi nasıl etkiledi?
koşullarından dolayı bir meslek
olarak görülmüyor. Genç kuşağın
-Benim çalıştığım şirkette
iş hayatındaki tecrübesizliğinden
hemen hemen diğer tüm
faydalanma durumu söz konusu.
çağrı merkezleri gibi asgari
Çalışma koşullarının pekte iç
ücrete çalıştırıyordu ve
açıcı olmadığı bu sektörde sirkülne yol ücreti ne de yemek
asyon çok fazla benim çalıştığım
ücreti veriyordu. Çalıştığım
şirkette her ay yaklaşık 10 kişi
şirketin en cazip yanı ise
ya kendisi çıkıyordu yada işten
yarı zamanlı çalışmanın
çıkartılıyordu. Ve işsizlik üni(part-time) olmasıydı.
Çağrı
Merkezi
sektörü
genel
olarak
genç
işsizlerin
ilk
uğrak
yeri
versite mezunları arasında çok
Bundan dolayı üniversite
bence ve Türkiye’de Çağrı Merkezleri bir hayli yaygınlaştı. Liseyi
yaygın olduğu için işçi bulma
öğrencilerinin yoğun olarak
bitiren ve üniversiteye hazırlananlar, üniversite öğrencileri ve üniverssıkıntısı yaşamıyorlar. Yerinize
çalıştığı bir şirketti. Parttime çalışanlar günde 5-6
iteden yeni mezun olan işsizlerden oluşuyor çalışanların çoğu. Çalışma ertesi gün birini bulabiliyorlar. Son olarak şuan Sektörde
saat çalışıyorlar, tam zamanlı
koşullarından dolayı bir meslek olarak görülmüyor... Ve işsizlik üniçalışanlara şunu söylemek istiçalışanlar ise haftada 45 saat
versite mezunları arasında çok yaygın olduğu için işçi bulma sıkıntısı
yorum; Ben işten çıkarılmadan
çalışıyor ve haftada bir gün
yaşamıyorlar. Yerinize ertesi gün birini bulabiliyorlar.
önce Sektörde çalışma yürüten
tatilimiz vardı. Vardiyalı olarak
bir sendika olduğunu bilmiçalıştığımız için izin günlerimiz sürekli
yordum ve tek başıma mücadele etmek duruhangi bir yaptırım söz konusu muydu peki?
değişiyordu. Birde performans primi alıyorduk
munda kaldım. İşten çıkarıldıktan sonra Sekmaaştan ayrı olarak.
törde çalışma yürüten bir sendikanın olduğunu
-Bazı günlerde kişisel olarak sıkıntılı olduğumuz
öğrendim.
için yada moralimiz bozuk olduğu için ses tonu-Asgari ücretle geçinmenin hiçte mümkün
olmadığı bir şehirde yaşıyorsunuz peki aldığınız muz insani olarak “gülümseyerek” çıkmıyordu.
Şuan hala Çağrı Merkezinde çalışan
“Performans Primi” neye göre belirleniyordu ve Çağrılarımız dinlendiği için ses tonumuz uygun
arkadaşlara en büyük tavsiyem Devrimci
görülmeyerek yazılı uyarı (Feedback) alıyorduk
maaşınıza ciddi bir etkide bulunuyormuydu?
İletişim ve Çağrı Merkezi Çalışanları Sendikası
ve savunma yapmamız isteniyordu. Ya da bisektörde çalışma yürütüyor sendikalı olarak
-Ben ailem ile yaşadığım için biraz daha avantajlı zden aldığımız çağrıyı bir dakika içerisinde
maruz kaldıkları baskılara karşılık verebilirler.
bitirmemizi ve müşterinin talebini bir dakikada
sayılabilirim. Fakat daha öncede belirttiğim gibi
Yanınızda çalışan arkadaşınız ile performans
karşılamamızı istiyorlardı. Bazı müşterilerin
çalışanların büyük bir kısmı üniversite öğrencisi
olduğu için vardiyalı çalışarak eğitim masraflarını işlemleri 15 ya da 30 dakika sürebiliyordu ve öyle yarışına girmek yerine örgütlü olarak baskılara
müşteriler olunca o günkü performans puanımız karşı mücadele edebilirsiniz.
bir şekilde hafifletmeye çalışıyorlardı. Perfor-
15
işçi meclisi
Ev işçiliği yasası:
“Lütfen cİddİ olanlar arasın”
Türkiye’de pek çok kadın işçinin artan sayılarda
çalıştığı ve sektörde giderek şirketlerin kurulduğu
ev işçiliğine dair, 1 Nisan 2015’te bir yasal düzenleme yapıldı.
Çıkarılan tebliğde, ev işçiliği 10 gün ve altı ile
10 günden fazla şeklinde tasnif edildi. Tebliğ, iş’i
temizlik, yemek, çamaşır, ütü, alışveriş, bahçe,
çocuk, yaşlı, özel bakım’ın aile bireyleri dışında
ücretli olarak yapılması şeklinde tanımlıyor. Aile
bireyleri’ne 3. derece akrabalar dahil ediliyor, 3.
dereceden sonrasına sigorta yapılma zorunluluğu
getiriliyor.
İşçi ≥ 10 gün çalışıyorsa, bildirimi aynı ay içinde SGK’ya bildirge ile yapılarak sigorta+işsizlik
sigortası ödenecek. Birden fazla işyerinde çalışılıyorsa, ayrı ayrı bildirgeler düzenlenecek ve çalışılan gün sayısı ile sigortalıya ödenen brüt ücret
yazılacak. Bu yasal sürede yapılmazsa patronlara
asgari ücret tutarında, yasal süre dışında yapılırsa
her bir işyeri için asgari ücretin 1/8’i tutarında,
bildirim hiç yapılmadıysa asgari ücretin 2 katı, işten atıldı da bildirilmediyse asgari ücretin 1/10’u
ceza kesilecek. Aynı anda birden fazla yerde çalışılıyorsa aynı anda birden fazla yerde sigortalı
olunabilecek.
“ciddi olduğu” belirtiliyor.
Ev işleri sektöründe Fransa’da önde gelenlerinden
biri olan Shiva’nın ülke çapında 85 şubesi, 4.800
işçisi var. Shiva, yılda 1.600.000 saatten fazla hizmet uyguladığını belirtiyor. Bir diğer firma olan
olan O2, broşüründe 36.500 ailenin kendilerini
seçmesine gerekçe olarak 166 şubesi, 10.000 işçisi
ile hizmet verdiğini duyuruyor. Her semtte, ev
işleri, çocuk, yaşlı ve engelli bakım konulu zincirlere ait birden fazla ofis görmek mümkün.
Türkiye’de ev işçiliği, toplumsal işbölümünün ağır
cinsiyetçi yapısı, eğitim düzeyinin düşüklüğü, gerekse de iç göç (giderek göçmen işçilik)* nedeniyle
girilebilecek neredeyse tek mecra olması nedeniyle emekçi kadınların yöneldiği bir işkolu. Kadın araştırmalarının ağırlıkla konu edindiği ev içi
emek olgusunun da (ücretli emek ve ücretsiz aile
işçiliği) odaklandığı alanlardan biri. Osmanlı’ya
doğru tarihsel bir izleği, yakın zamanlara dek
gelen, akrabalık ilişkileri ile de örtülmüş türlü
biçimleri var.
Biz de 3 ayrı evde çalışan bir göçmen kadın işçi
arkadaş ile iş koşulları ile ilgili konuştuk. Fatma,
İsteğe bağlı sigortalı olan işçi 10 günden fazla
çalışıyorsa sigortası sona erecek. Yaşlı ve emekli
aylığı alanlar >10 gün çalıştırılabilecekler. Ama
yaşlı aylığı ile bu çalışmanın ücreti arasında tercih yapmak zorunda olacaklar. Eğer >10 gün çalışıyorlarsa sigortalarını patron ödeyecek. Sürekli
iş göremez raporu olanlar >10 gün çalışıyorlarsa
gelirleri kesilmeyecek ama malullerse kesilecek.
Bu tarz çalışan işçiler için giriş+ayrılış+prim bildirgesi istenmiyor. Uzun vadeli sigorta ile GSS’yi
(ki 400 TL buluyor) sigortalının kendisi ödeyecek. Hastalık ve analık sigortası da uygulanmayacak.
Göçmen işçiler için ise, yalnızca ≥10 gün çalıştırılabilir, <10 gün çalıştırılamaz koşulu var. Böyle
çalıştırıldıkları tespit edilenlerin çalışma gün sayısı 30 gün sayılacak.
“Lütfen ciddi olanlar arasın”
Fransa’da çok sayıda ev temizlik ve evde bakım
şirketi bulunuyor. Özellikle göçmen işçi kadınların gerek şirketler, gerekse de kendi duyuruları ile
bu işe yöneldiği görülüyor. Kadim “baby-sitting”
işinin yanı sıra, öğrenci genç kadınlar da duvarlara, fırınlara astıkları duyurularla ders verme, okul
öğrencisi çocukları karşılama ve aile gelene kadar
refakat etme, derslerine yardım gibi işlere yöneliyorlar. Duyurularda, bir sözcük hemen göze çarpıyor. Türkiye’de ev işleri için ilan veren, duyuru
yapan kadınlar potansiyel tacizcileri caydırmak
için mutlaka “Lütfen ciddi olanlar arasın” yazarlar. Fransa’da asılan duyurularda da iş arayanın
(Bordrosunu getiriyor, bakıyoruz) Bak mesela bu
ay 144 Euro kazanmışım 12 saat çalışıp. Patrona
278 Euro’ya gelmişim.
Anahtarım var, eve girdiğimde oraya şu saatte
girdim diye not yazıyorum. Yok, bu konuda bir
hile yapmazlar, hangi saatte gittiysem yazarım,
onu değiştirmezler…
İşveren bana ödediğini Vergi Dairesine gösteriyor. Ödediğinin yüzde 50’sini vergiden düşebiliyor. Çıkarırsa beni, chomage’a giderim (işsizlik
sigortası).
Bak bu kişiye de ayda 4 gün gidiyorum. 3’er saat.
Deneme yapılıyor işe girişte. 3 gün deneme süresi
var.
Yasal çalışma süresi 35 saat biliyorsun. Ben ama
17 saat çalışıyorum. Bununla ben emeklilik primimi dolduramam. 63 yaşında emekli olacağım.
Analık sigortasıyla prim ödeme süren çocuk başına 2 yıl azalıyor. Bu durumda ben 3 çocuktan
dolayı 58 yaşında emeklilik isteyebilirim.
Türkiye’de çıkan yeni yasayı biliyorum. Orada
10 gün çalışan, 10 günden fazla çalışan ayrımı
koyulmuş. Burada öyle değil. Parayı kendin yatırmıyorsun burada.
Çalışmak bana ne getiriyor? Gelir kazanmak,
maddi özgürlük oluyor. Kendine daha çok güveniyorsun. Kendi param, karışan olmaz. Hem
çalışmak güzel. Ben evde kalınca sıkılıyorum,
zamanım geçiyor böyle.
İş kazası ve meslek hastalığı bildirimleri
e-turkiye’den yapılacak. Primin %34,5’u+%3 işsizlik primini patron ödeyecek. Son 1 yıl içinde
toplam 30 gün prim ödenmiş olma koşuluyla
GSS’den yararlanacaklar.
Ya <10 gün çalışanlar? <7,5 saat çalışma = 1
gün sayılıyor. Onlar sadece iş kazası ve meslek
hastalıkları sigortası kapsamında olacaklar. Çalıştıran kişi “işveren” sayılmayacak. Sadece %2 iş
kazası primi ödeyecek.
(SGK’ya bildirilmesini). Tamam dediler.
Patron işe girdiğimde ayın 15’ine kadar bildirmesi gerekiyor. Ben sigorta numaramı patrona
veriyorum.
Şirket olsa? O zaman saat ücreti 9 Euro. Şirket
19-20 Euro kazanıyor, sen 9 Euro alıyorsun. Biz
ama direkt diyalog kuruyoruz.
kendi işkolu olmasından dolayı Türkiye’de yeni
çıkan yasaya da göz atmıştı.
“19 yıldır Fransa’dayım. 7 yıldır temizlik şirketinde çalışıyorum. İlk geldiğimde sigortam açıldı.
Oturumumu aldıktan sonra temizlik, ekmek gibi
işlerde çalışır göründüm. Türkiye’de iki konfeksiyonda çalışmıştım, bir de bankada çaycılık yapmıştım. Türkiye’de 3 yıl sigortam vardı.
Bu işi nasıl buldum? Ekmekçilere (fırınlara) not
bıraktım, afiş astım, ev sahipleri görüp beni aradılar.
Şu anda üç patronum var. Birinde 2 gün, birinde
2 gün, birinde 1 gün, yani toplam haftada 5 gün
çalışıyorum. Sabah gidip 3-3,5 saatte çıkıyorum.
Ne kadar kalacağın yaptığın anlaşmaya bağlı.
Yaptığım iş: Ütü, temizlik zorunlu. Pencere, halı,
kanape silme yok. Çalıştığım evlerden birinde
mesela kadın göz doktoru, eşi direktör. Diğer
evde kadın formasyoncu ve elbise mağazası var,
eşi direktör. Bana davranışları iyidir. Çocukları
bana bonjour demezse hemen uyarırlar.
Saat ücretim 12 Euro. Patrona 19 Euro’ya geliyor.
Sigorta+7 Euro işsizlik sigortası yatırdıkları için.
Daha önce bu evlerde kaçak çalışıyordum. 2 yıl
kaçak çalıştım. Kimsenin haberi olmadı, devletin
de. Kaçak olunca… Hiç hakkın yok. Ben evde
böyle 2 yıl çalıştım. 2 yıl sonra deklare istedim
Bu işte ne kadar çalışırım? Dayanabildiğim kadar yapacağım, sonra bıracağım. Çalışmayınca
zorlanırım ben. Eşime bana 5-10 lira ver demeye
zorlanırım. Sendika? CGT? Yok, olmadı hiç.
Bu yasa bu haliyle bile Türkiye’de işler mi? Yıllarca Türkiye’deki fabrikalarda, madenlerde SGK
olmadan çalıştık. Belki, belki 5 yıl sonra…
Bu Pazar çalışması gibi şeyler… Sarkozy de ‘Fazla çalışın, fazla kazanın’ diyordu! Temizlik, yemek,
evdeki işler. Bu işler hep üzerimizde olmasın isterim, ama mecburum. Her şey benim üzerimde.
Görüyorsun, bizim evde işbölümü bile yok.”
*İstanbul’da, ev işçisi bir kadın, çalıştığı yerde yatılı kalıyordu. Özbekistan’da sekreterlik yaparken
ayda 50 dolar kazandığını, ekonomik koşullar
nedeniyle ailesinin pek çok ferdinin İtalya, Türkiye ve başka ülkelerde ev işçisi olarak çalıştığını
anlattı. Çocuğuna ülkesindeki annesi bakıyordu.
Gedikpaşa’da ayakkabıcılıkta çalışan eşi ve yine
ülkesinden başka bir aile ile birlikte Kumkapı’da
yaşarken bulmuştu bu işi. Haftada bir, izin gününde eşiyle görüşmek üzere ayrılmıştı o evden.
Küçük bir çocuğa bakıyordu. Patronları ondan
izin gününü 2 haftada bir’e seyreltmesini istemişlerdi. Eşinin çamaşırlarını yıkaması gerektiğini
söyleyerek itiraz etmiş, patronları da çamaşırlarını burada da yıkayabileceğini söylemişler. Buna
rağmen ayda 500 dolar kazanıyordu, paranın
büyük kısmını da ülkesine gönderiyordu.
İşçi Sınıfının Yeni Anayasası
MADDE I
Bu yasaya göre
önemli olan dayanışmadır
önemli olan araba değil insandır
el ele verip
üretenlerin gerçek ihtiyaçları için direnilecektir.
MADDE II
Bu yasaya göre, iş günlerinin
gece mesailerinin bile
bir Pazar sabahı olmaya hakkı vardır.
MADDE II’ye ek
Bu yasaya göre
hep birlikte fiili greve çıkınca işçiler
sermayenin eskisi gibi buyruğu yoktur artık tepelerinde
Meksika dalgası bile yapabilirler
hem de iş saatinde.
MADDE III
Bu yasaya göre
işçi, işçiyle rekabet etmeyecektir.
İşçi, işçiyle birlik olacaktır artık.
Biraraya gelip
kendi mücadele kararlarını hep birlikte alacak,
birlikte uygulayacaklardır.
MADDE IV
Bu yasaya göre, kurtulmuştur işçiler
yalanların ve korkuların bir nebzesinden.
Kimse kuşanmak zorunda değildir direnişte
sessizliğin zırhını,
bilip de konuşamamanın kahrını.
Direniş sofrasında
yemekten önce gerçekler konuşulacaktır.
MADDE V
Bu yasaya göre
işçilerin doğrudan katılımı, onayı ve denetimi olmadan
imzalanan TİS’ler hükümsüzdür.
MADDE V’in a-bendi
Bu yasaya göre
fiili grevlerle belirtilecektir gerçek istemler
her fabrikada sloganlar ve pankartlar olacaktır.
Reklam panolarına değil ama
işçi pankartlarına tanınacaktır haykırma hakkı.
Fabrikalar bütün gün açık tutulacaktır
dayanışma için gelen sınıf kardeşlerine.
MADDE VI
MADDE VII
Bu yasaya göre
grevi olanaksız kılan iş yasası da hükümsüzdür.
Fiili grevler, direnişler, işgaller
Taban inisiyatifi
İşçi kurulları
Bunlara dayalı yeni bir sendikacılık
Mücadelenin yeni döneminin yeni yasalarını yapacaktır.
MADDE VIII
Bu yasaya göre
salt TİS zamanı göstermelik mitingler için değil
işçiler ne zaman isterlerse giyebileceklerdir
direniş giysilerini.
MADDE IX
Bu yasaya göre
Ne kadar çok ihtiyacı olsa işçinin
üç kuruş fazla ücrete
Değildir üç kuruş fazla asıl mesele.
Parayla ölçülemez işçinin onuru,
ve isyanı köleliğe.
MADDE X
Bu yasaya göre
halen işçinin çalışma yeteneğini satın alsa da sermaye
satın alamayacaktır artık benliğini.
İşçi kendi sınıf benliğini direnişlerle kendi yaratacaktır.
MADDE XI
Bu yasaya göre
üretimde ve ihracatta mucize yaratanın
Kolektif emek ve akıl olduğunu bilip de
Emeği ve aklı yok sayan bir üretim tarzı
Enine boyuna sorgulanacaktır artık
Büyüyen ve inatçılaşan mücadelelerle.
SON MADDE
Bu yasaya göre
Yasaklanmıştır demokrasi kelimesini yerli yersiz kullanmak.
Bu kelimenin duyulduğu yerde
Hangi sınıf için demokrasi? diye sorulacak
Ardından, sermaye al demokrasini başına çal, diye alaya
alınacaktır.
Bu yasanın yürürlüğe girmesiyle birlikte
Başka bir demokrasi tüm işçi direnişlerinde
gündemleştirilecektir.
Fiili grevlerde, direnişlerde, işgallerde
İşçi toplantılarında
İşçi kurullarında
Sermayenin benzinin atmasında
Soluk alıp veren bir şey olacaktır demokrasi.
Bu yasaya göre
gerçekleşecektir işçilerin düşlerinden binde biri
sendikacı kılığındaki çakallar fabrikadan gidecektir.
İşçi kurulları gelecektir yerine.
(Brezilyalı şair Thiago de Mello’nun “İnsan Yasası” şiirinden esinlenerek yazılmıştır.)
devrimcİproletarya.net