BÜLTEN 66 tamamı - Bilim ve Sanat Vakfı
Transkript
BÜLTEN 66 tamamı - Bilim ve Sanat Vakfı
Küresel Araflt›rmalar Merkezi KAM BÜLTEN’DEN BÜLTEN Ocak-Nisan 2008 Y›l 19 Say› 66 Yay›n Kurulu Ali Pulcu, Faruk Deniz, Mustafa Demiray, Salih Pulcu, F. Samime ‹nceo¤lu, Nermin Tenekeci Foto¤raflar Cemil Akgül Bask› Elma Bas›m Keresteciler Sitesi 14. Blok No: 1 ‹kitelli-‹stanbul Bask› Tarihi May›s 2008 Vefa Cad. No. 35 34134 Vefa ‹stanbul Tel: 0212. 528 22 22 pbx Faks 0212. 513 32 20 e-posta [email protected] www.bisav.org.tr Ücretsizdir. Dört ayda bir yay›nlan›r. Kaynak gösterilerek al›nt› yap›labilir. Yay›nlanan yaz›lar›n sorumlulu¤u yazar›na aittir. ‹ Ç ‹ N D E K ‹ L E R BSV HAVAD‹S 2 K A M Küresel Araflt›rmalar Merkezi 6 MOLA ‹flaret Çocuklar› / Cahit Zarifo¤lu 13 M A M Medeniyet Araflt›rmalar› Merkezi 14 MOLA ‹flaret Çocuklar› / Cahit Zarifo¤lu 26 S A M Sanat Araflt›rmalar› Merkezi 27 MOLA ‹flaret Çocuklar› / Cahit Zarifo¤lu 38 TA M Türkiye Araflt›rmalar› Merkezi 39 SEYRÜSEFER Çin ‹zlenimleri / Kadir Temiz 53 MESNEV‹ Kaybetti¤iniz fleylere hay›flanmay›n 60 Bilim ve Sanat Vakf› yaklafl›k çeyrek as›rd›r bilim, kültür ve sanat alanlar›ndaki faaliyetleriyle Türkiye’nin kültür birikimine katk›da bulunmaya çal›fl›yor. Binlerce seminer ve yuvarlak masa toplant›s›, onlarca sempozyum, panel ve sergi, hat›r› say›l›r say›daki yay›nlar› ile bunu ortaya koymaya çal›flt›. Bilim ve Sanat Vakf› müteaddit defa, ilgisi ve aray›fl›n›n insano¤lunun temel ilgi ve aray›fl›n›n d›fl›nda olmad›¤›n›, Türkiye’de veya dünyan›n baflka bir co¤rafyas›nda bu ilgiye ve aray›fla, sorular› ve çal›flmalar› ile de¤er katan kalburüstü ilim adamlar›n› a¤›rlamaktan ve onlar› genç tecessüslerle buluflturmaktan onur duydu¤unu ifade etti; dahas› bu çaba ve ilginin öylesine bir heves olmad›¤›n› da. fiimdilerde Bilim ve Sanat Vakf› bütün bu çaba ve ilgisini bir üniversite kurarak taçland›r›yor. ‹stanbul fiehir Üniversitesi, e¤itim-araflt›rma gibi iki temel k›stas› esas al›yor. Bir üniversitenin ancak bu iki alan aras›nda kuraca¤› dinamik ve güçlü denge ile varolabilece¤i inanc›ndan yola ç›k›yor. ‹stanbul fiehir Üniversitesi farkl› düflünce, disiplin ve geleneklerin kendine yer buldu¤u, tart›flt›¤›, tekdüze bütün anlay›fl ve yaklafl›mlardan uzak duran, yap›c› nitelikteki her tür metodik ve teorik aç›l›ma öncülük etmeyi hedefliyor. Hay›r dileyin, hay›rda kal›n! 1 MECMUA Kamuoyu ve D›fl Politika ‹liflkisi: Lübnan Krizi Sürecinde ‹srail Abdullah Erbo¤a 62 BSV HAVAD‹S ‹stanbul fiehir Üniversitesi kuruluyor Bilim ve Sanat Vakf›’nda görev de¤iflimi Bilim ve Sanat Vakf›, ‘’‹stanbul fiehir Üniversitesi’’ ad›yla bir üniversite kuruyor. Bilim ve Sanat Vakf›’n›n 12 Haziran 2007 tarihli YÖK’e yapt›¤› ‹stanbul fiehir Üniversitesi baflvurusu, 16 Nisan 2008’de toplanan YÖK Genel Kurulu’nda görüflüldükten sonra 7 May›s 2008’de TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda kabul edildi, 22 May›s 2008 tarihinde ise 5765 say›l› kanun dahilinde TBMM Genel Kurulu’ndan geçti. 30 May›s 2008 tarihinde Cumhurbaflkan› Say›n Abdullah Gül taraf›ndan onaylanan bu yasa, son olarak 31 May›s 2008 tarihli Resmi Gazetede yay›mland›. Söz konusu yasa 9’u devlet 2’si vak›f olmak üzere 11 yeni üniversite kurulmas›n› öngörüyordu. ‹stanbul fiehir Üniversitesi, 2010-2011 döneminde e¤itim faaliyetine geçmeyi planl›yor. Üniversite rektörlü¤e ba¤l› olarak, Fen-Edebiyat, ‹ktisadî ve ‹darî Bilimler, Mühendislik ve ‹letiflim fakülteleri, Yabanc› Diller Yüksekokulu, Sosyal Bilimler ve Fen Bilimleri Enstitülerinden oluflacak. ‹lim ve fikir hayat›nda yaklafl›k çeyrek asr› bulan varl›¤›yla Bilim ve Sanat Vakf› gelenekselleflmifl düzenli seminer programlar› ve yetiflmesine katk›da bulundu¤u akademisyenleri, sempozyum, panel, tart›flmal› yuvarlak masa toplant›lar›, kütüphanesi, iki akademik dergisi ve di¤er yay›nlar›yla, zaman içinde belki de üniversite kurma liyakatine en fazla sahip ilim ve kültür kurumlar›ndan biri haline geldi. Ayr›ca, ‹stanbul fiehir Üniversitesi’nin Tophane’de açt›¤› irtibat bürosu hizmete bafllad›. Bilim ve Sanat Vakf› Genel Sekreterli¤ine, Vakf›n Genel Sekreter Yard›mc›l›¤› görevini yürüten Faruk Deniz getirildi. Bir önceki dönem Genel Sekreterlik görevini yürüten Akif Demirci ise ‹stanbul fiehir Üniversitesi Genel Sekreterli¤ine atand›. Dîvân’›n 23. say›s›nda da “Medeniyet ve Düzen” var! 2 Dîvân: Disiplinleraras› Çal›flmalar Dergisi geçen say›da oldu¤u gibi 23. say›s›nda da “Medeniyet” ve “Düzen” kavramlar›n›, felsefî, tarihî, ekonomik ve sosyal boyutlar›yla ele almaya devam ediyor. Falk’un “Jeopolitik Kargafla ve Medeniyet Ço¤ulculu¤u”, Gilpin’in “Küreselleflme Medeniyetler ve Dünya Düzeni”, Zielonka’n›n “Avrupa’da Yeni-Ortaça¤ Düzeninin Yükselifli”, Wang’›n “Kadim Çin Dünya Düzeninin Ça¤dafl Amerikan Dünya Düzeniyle Mukayesesi” bafll›kl› dosya yaz›lar› yan›nda, Türker’in “Kelam ‹lminin Metafizikleflme Süreci”, Tanr›verdi’nin “Arap Kültüründe Çeviri Çal›flmalar› ve Huneyn b. ‹shâk Ekolü” bu say›da yer alan makaleler. Dîvân’›n bu say›s›nda ayr›ca kitap tan›t›mlar› ve 9 Aral›k 2007’de aram›zdan ayr›lan Prof. Dr. Sabahattin Zaim’e dair bir vefeyât yaz›s› bulunuyor. BSV HAVAD‹S Prof. Dr. Ifl›n Demirkent Tarih Ödülü, Abdülhamit K›rm›z›’ya verildi. 2008 Bahar dönemi seminerleri sona erdi Vakf›m›z›n Türkiye Araflt›rmalar› Merkezi’nden Abdülhamit K›rm›z›’n›n Klasik taraf›ndan yay›nlanan Abdülhamid’in Valileri: Osmanl› Vilayet ‹daresi, 18951908 isimli kitab›, Dünya Gazetesi taraf›ndan düzenlenen yar›flmada Prof. Dr. Ifl›n Demirkent Tarih Ödülü’ne lay›k görüldü. 14 Mart-3 May›s tarihleri aras›nda, toplam sekiz hafta süren Bahar seminerleri, Genel Girifl, Girifl, Temel ve Özel olmak üzere 4 grupta ve 47 bafll›k alt›nda topland›. Sardunya ödül ald› SAM Hayal Perdesi Sinema Toplulu¤u’nun Mustafa Emin Büyükcoflkun’un yönetmenli¤inde çekti¤i Sardunya filmi 5. Y›ld›z K›sa Film Festivali’nde En ‹yi 3. Kurmaca Film ödülünü ald›. Ayr›ca 27. Uluslararas› ‹stanbul Film Festivali Hisar K›sa Film Seçkisi’ne seçilen film, ‹talya’da düzenlenen 16. Cittadella del Corto K›sa Film Festivali’nde de yar›flmal› bölüme seçildi. Geri Dönüflüm belgeseli Katar’da yar›flt› 3 SAM Hayal Perdesi Sinema Toplulu¤u’nun çekti¤i Geri Dönüflüm belgeseli Katar’da düzenlenen 4. Uluslararas› El Cezire Belgesel Film Festivali’nde profesyonel kategoride yar›flt›. Yaklafl›k yetmifl filmin kat›ld›¤› festivalde otuzdan fazla ülke yer ald›. BSV HAVAD‹S Notlar 8 ç›kt› Notlar 9 ç›kt› Ad› millî sinema ile özdeflleflen yönetmen Yücel Çakmakl›’y›, Sanat Araflt›rmalar› Merkezi sinema grubunun davetlisi olarak 28 Ocak 2004’te Vakf›m›zda a¤›rlam›fl ve kendisi ile sinema serüveni, Yeflilçam sinemas› ve millî sinema konular›nda uzun bir söyleflide bulunmufltuk. Söylefli, ‹hsan Kabil’in dönemin bask›n entelektüel sinema ak›mlar›n› ve Yücel Çakmakl›’n›n bu ak›mlar içindeki yerini özetleyen sunufl yaz›s› ile daha da zenginleflerek “Yücel Çakmakl› ve Millî Sinema Üzerine” bafll›¤›yla Notlar serisinden ç›kt›. Türkiye Araflt›rmalar› Merkezi’nin 2 Aral›k 2006’da düzenledi¤i “Babas›n›n K›z›: 70. Ölüm Y›ldönümünde Fatma Aliye Han›m” paneli Notlar-9 olarak kitaplaflt›. Fatma Aliye’yi yaln›z edebî kiflili¤iyle de¤il edebiyattan felsefeye, tarihe kadar genifl bir çerçevede ele alan panele Fatma Karab›y›k Barbaroso¤lu oturum baflkan› olarak kat›lm›fl, Ahmet Süruri, Nazife fiiflman ve ‹hsan Fazl›o¤lu, s›ras› ile “‹yi Efl, ‹yi Anne, ‹yi Müslüman: Bir Kad›n Filozof Olunca”, “Tarih’in ve Tahrir’in Öznesi Olarak Fatma Aliye” ve “Ben’in Tarihi ile Tarihteki Ben Çat›flmas›nda Ahmet Cevdet Pafla Okulu Baflar›s›z m› Oldu?” bafll›klar›nda birer sunum yapm›fllard›. XVIII. Yüzy›l Osmanl› Düflüncesinde Bunal›m ve Aray›fl Toplant›lar› Osmanl›ca seminerleri devam ediyor Türkiye tarihinin en önemli birincil kaynaklar› aras›nda yer alan yazma ve matbu Osmanl›ca kaynaklar›n genç araflt›rmac›lar taraf›ndan okunup anlafl›labilmesi amac›yla, TAM Osmanl›ca okuma grubu taraf›ndan verilen 4. dönem Osmanl›ca seminerleri fiubat-Nisan aylar› aras›nda 12 hafta sürdü. Türkiye Araflt›rmalar› Merkezi, XVIII. yüzy›l Osmanl› düflüncesinin bunal›m ve aray›fllar›n›n konu edilece¤i uzun soluklu yeni bir toplant› serisi bafllat›yor. Söz konusu toplant› serisinde literatürde görece ihmal edilen XVIII. yüzy›l Osmanl›s› tart›flmaya aç›lacak. ‹ktisattan siyasete, felsefeden tarih yaz›m›na, tasavvuftan sanata birçok sahada ve konuda tebarüz etmeye bafllayan tart›flmalar uzman konuklarla gündeme tafl›nacak. Mehmet Genç’in May›s ay›nda yapaca¤› ‹ktisat ve Siyaset bafll›kl› konuflma bu serinin ilk konuflmas› olacak. Birinci seviye (matbu), ikinci seviye (el yazmas›) ve üçüncü seviye (arfliv Osmanl›cas›) olmak üzere üç seviyede düzenlenen seminerlerin 5. dönemi ise 3 May›s 2008’de bafllayacak. 4 Seminerler ücretsiz olup devam flart› aran›yor. BSV HAVAD‹S Semih Kaplano¤lu Zeki Demirkubuz S›rr› Süreyya Önder Feyzi Tuna Halit Refi¤ Bilim ve Sanat Vakf›nda yönetmenler geçidi kalam›fl Beynelmilel’in yönetmeni S›rr› Süreyya Önder’le sinemada politik durufl konusunda bir söylefli yap›ld›. Nisan ay›nda Yeflilçam sinemas›n›n emektar yönetmenlerinden Feyzi Tuna konuk edildi ve Yeflilçam tecrübesi dinlendi. May›s ay›nda ise Türk Sinemas›n›n önemli yönetmenlerinden Halit Refi¤ ile millî sinema meselesi üzerine konufluldu. Sinema sohbetleri 12 Haziran’da Osman S›nav ile bu sezonu bitirmifl olacak. Sanat Araflt›rmalar› Merkezi Aral›k 2007’de bafllatt›¤› sinema sohbetleriyle yönetmenleri a¤›rlamaya devam ediyor. Ocak ay›nda, Yumurta adl› filmiyle ulusal ve uluslararas› alanda birçok ödül alan Semih Kaplano¤lu davet edildi; filmi ve sinemada zaman kavram› üzerine konufluldu. fiubat ay›nda Masumiyet adl› filmiyle ad›n› duyuran Zeki Demirkubuz a¤›rland›. Yönetmenle sinemada “kötü” fikri üzerine konufluldu. Mart ay›na sinemada gifle baflar›s› ya- TAM Okuma Grubu: Hat›ralarla Yak›n Tarih Türkiye Araflt›rmalar› Merkezi, Bizans Kronikleri okumalar›n›n ard›ndan yeni bir Tarih Okumalar› program›na bafllad›. Yak›n tarihe tan›kl›k etmifl tarihî flahsiyetlerin hat›ralar› üzerinden modern tarih okumalar› yap›lmas›n›n amaçland›¤› çal›flma boyunca, Emir fiekib Arslan’dan Cemal Pafla’ya, Hüseyin Kaz›m Kadri’den Çerkes Ethem’e, Zeki Velidi Togan’dan Ahmet 5 A¤ao¤lu’na, Ahmet Emin Yalman’dan Ali Fuat Cebesoy’a, Kaz›m Karabekir’den Hüsrev Gerede’ye kadar dönemin öne ç›kan flahsiyetlerinin hat›ralar› okunup tart›fl›lacak. Grubun 25 Nisan 2008’de düzenledi¤i ilk toplant›da Emir fiekib Arslan (1869-1946)’›n ‹ttihatç› Bir Arap Ayd›n›n Hat›ralar› bafll›kl› otobiyografik eseri ele al›nd›. Küresel Araflt›rmalar Merkezi KAM KAM Panel KAM Yuvarlak Masa Toplant›lar› Ekonomide Kriz Tart›flmalar› ve 2008’den Beklentiler KAM PANEL Oturum Baflkan›: Mustafa Özel Adnan Büyükdeniz-‹brahim Turhan Lokman Gündüz-‹brahim Öztürk 16 fiubat 2008 De¤erlendirme: M e l i h T o r l a k Ekonomide Kriz Tart›flmalar› ve 2008’den Beklentiler 16 fiubat 2008 TEZAT Türkiye ve ‹ran’›n Irak’a Yönelik Politikalar›n›n Mukayesesi Murat Yefliltafl 29 fiubat 2008 TERCÜMAN-I AHVAL ‹ran’›n ‹ç ve D›fl Politika Gündeminde Son Geliflmeler Yo¤un bir kar ya¤›fl›n›n oldu¤u ve Vefa salonunun neredeyse tamam›n›n doldu¤u bir k›fl akflam› “Ekonomide Kriz Tart›flmalar› ve 2008’den Beklentiler” bafll›kl› panel yap›ld›. Anlatt›¤› an› ve f›kralar ile dinleyenleri tebessüm ettiren Dr. Mustafa Özel’in oturum baflkan› oldu¤u panelde konuflmac›lar, Dr. Adnan Büyükdeniz, Dr. M. ‹brahim Turhan, Doç. Dr. Lokman Gündüz ve Doç. Dr. ‹brahim Öztürk idi. 2007 A¤ustos ay›nda ABD’nin ipotekli ev kredisi (mortgage) sektöründe ortaya ç›kan kriz ve bu krizin 2008 y›l›na yans›malar›n›n ele al›nd›¤› panelde ilk konuflmac› Adnan Büyükdeniz idi. Küresel piyasalardaki son dalgalanman›n ekonomi gündeminde bafllatt›¤› çeflitlilik ile iktisat tarihine geçece¤ine dikkat çeken Büyükdeniz, krizin malî piyasalarla ilgili temel varsay›mlar›m›z› geçersiz k›ld›¤›n› belirtti. Dünya ekonomisi son yirmi y›ll›k dönemde buna benzer dört kriz yaflad›: 1980’li y›llarda Japon hisse senedi piyasas›ndaki fliflkinlik, 1990’l› y›llar›n ortalar›nda Do¤u ve Güney Asya’da hisse senedi ve gayrimenkul krizi, 1990’l› y›llar›n sonunda Amerika ve Avrupa’da hisse senedi piyasalar›nda yaflanan kriz ve son olarak Hakk› Uygur 28 Mart 2008 6 2000’li y›llarda geliflmifl ülkelerde yaflanan kriz. Büyükdeniz’e göre, bu krizler aras›nda baz› ortak özellikler var: Finansal ekonominin reel ekonomiden ayr›flmas› ve kendi bafl›na ba¤›ms›z olarak hareket etme özelli¤i. Di¤er bir ifadeyle, hisse senedi ve menkullefltirilmifl gayrimenkul gibi piyasalarda fiyatlar›n ola¤anüstü fliflerek reel ekonomi ile ba¤lar›n› koparmas›. Sonuçta, finansal ve reel ekonominin birbirinden ba¤›ms›z hareket eder hale gelmesi. ‹ktisat tarihine bak›ld›¤›nda, bu tip ayr›flmalar›n uzun süreli olamayaca¤›n› ve piyasalar›n düzeltme yaparak finansal ekonomik de¤erlerini reel ekonominin de¤erlerine yaklaflt›raca¤›n› ifade eden Büyükdeniz, bugün yaflan›lan olay›n bir kriz de¤il ciddi bir düzeltme oldu¤una dikkat çekti. Büyükdeniz’e göre, 2000’li y›llarda özellikle Amerikan piyasas›nda gayrimenkul fiyatlar› artarken faiz oranlar› düfltü. Faiz oranlar›n›n düflmesi sonucu artan likidite, mortgage kredilerinde afl›r› bir art›fla neden oldu. Amerikan bankalar› yeni kredi enstrümanlar›, borçlanma ve likidite araçlar› oluflturdular (ipotekli Küresel Araflt›rmalar Merkezi KAM 2007 A¤ustos ay›nda ABD’nin ipotekli ev kredisi (mortgage) sektöründe ortaya ç›kan kriz ve bu krizin 2008’e yans›malar›n›n ele al›nd›¤› panele Dr. Mustafa Özel baflkanl›k etti. borç araçlar›, varl›¤a dayal› araçlar vs.). Bir birim reel varl›k karfl›l›¤› dört-befl birim finansal varl›k yarat›ld›. ABD’de 8 trilyon dolarl›k gayrimenkul piyasas›n›n 1 trilyon dolarl›k yüksek riskli kredi piyasas›ndaki bir problem, millî has›lan›n 40 trilyon dolara yaklaflt›¤› dünya ekonomisinde kredi piyasas›n› sars›yor. Bunu mümkün k›lan fley; tek bir üründen birkaç ürün ç›karan ve buna finansal inovasyon denilen yeni kredi araçlar›n›n oluflturulmas›. Finansal inovasyon (finansal yenilikçilik) ve türev ürünlerle kredinin ödenmeme riski, bankalar taraf›ndan milyonlarca kifliye da¤›t›ld›. “Düflük risk yüksek getiri” cazibesine kap›lan insanlar, giderek bu havuzu doldurmaya bafllad›. Amerikal›lardan Çinlilere kadar birçok kimse bu iflin içine girdi. Sonuçta çok küçük denilen bir piyasa, dünya finansal ekonomiyi etkiledi. Ayr›ca bu kriz, geliflmifl piyasalar›n “yeterince derin, yeterince oturmufl, yeterince yetkin” ve bu piyasalar›n san›ld›¤› kadar risksiz, Türkiye gibi geliflmekte olan piyasalar›n da san›ld›¤› kadar riskli olmad›¤›n› gösterdi. Büyükdeniz, yaflanan krizin Türkiye ekonomisini; reel ekonomi, sermaye hareketleri ve beklentiler kanal› ile etkileyebilece¤ine dikkat çekti. Dünyada Ocak ay›nda bir f›rt›na koptu ve ilk aflamada sermaye sahipleri piyasalardan çekildi. Ocak ay›nda Türkiye borsas›ndan 925 milyon dolar ile son sekiz y›l›n en büyük ç›k›fl› gerçekleflti. ‹kinci aflamada ise sermayedarlar›n seçici davranacaklar›n› ifade eden Büyükdeniz, Haziran ay›ndan sonra Türkiye’nin bu seçicilik faktörü ile fayda sa¤layaca¤›n› tahmin ediyor. Türkiye, bu durumda ç›k›fl veren de¤il girifl alan tarafta yer alacak. Geçmifl rakamlardan hareketle krizin analizini yapan Lokman Gündüz, bölgesel faktörlerin küresel faktörlere göre giderek daha fazla önem kazand›¤›na dikkat çekti. ABD ekonomisi 1980-90 y›llar› aras›nda dünya 7 ekonomisinde çok önemli bir konumdayken 2000’lerde Çin ve Hindistan gibi ülkeler çok önemli bir konuma geldi. Dünyan›n herhangi bir bölgesinde yaflanan ekonomik krizin, baflka bir bölgeyi eskiden oldu¤u kadar etkilemeyece¤ini, di¤er bir ifadeyle co¤rafyalar aras›nda bir ayr›flma oldu¤unu savunan decoupling (ayr›flma) teorisinin son zamanlarda giderek daha çok ifade edildi¤ine de¤inen Gündüz, bu teoriyi savunan kiflilerin dayand›klar› temel argümanlar olarak, Amerika ekonomisine herhangi bir fley olsa bile, büyüme oranlar› ile ortalamay› yükselten Kore, Malezya, Endonezya, Çin ve Hindistan gibi ülkeler sayesinde dünya ekonomisinde daralman›n olmayaca¤›n› ileri sürdü. Buna ek olarak, 1960-85 y›llar› için IMF’nin yapt›¤› çal›flmaya bak›ld›¤›nda, sanayileflmifl ülkelerde bölgesel faktörler küresel faktörlerden daha önemli hale geliyor. Buradan hareketle, tek bir ülkede ortaya ç›kan Küresel Araflt›rmalar Merkezi KAM ekonomik krizin di¤er ülkeleri etkileme gücünün azald›¤› ortaya ç›k›yor. Fakat dünya ekonomileri aras›ndaki ayr›flma iddialar› için vaktin henüz erken oldu¤unu söyleyen Gündüz, 2000 sonras› dönemde de ABD’nin dünyan›n bir numaral› ekonomisi oldu¤unu ifade etti ve ayr›ca ABD’nin, dünya ihracat›nda Avro bölgesinden sonra ikinci, ithalatta ise birinci s›rada yer ald›¤›na dikkat çekti. Gündüz, e¤er ABD ekonomisinde yavafllama olursa di¤er ülkelerin fazla etkilenmeyece¤ini fakat resesyon olursa dünya ekonomisinin ciddi anlamda olumsuz etkilenece¤ini vurgulad›. Türkiye ekonomisine son y›llarda yabanc› sermayenin büyük katk› sa¤lad›¤›n› belirten Gündüz, giderek artan yabanc› sermayenin orta ve uzun vadeli borçlar ile do¤rudan yap›lan yat›r›mlardan olufltu¤una dikkat çekti. Gündüz’ün yine bu dönem için dikkat çekti¤i bir di¤er husus, finans piyasalar›nda Türkiye’nin dünya ile bütünleflmesi idi. Geçmifl verileri esas alarak IMF’nin haz›rlad›¤› rapora göre, ABD ekonomisi %1 düflerse Türkiye ekonomisi %0,04, AB ekonomisi %1 düflerse Türkiye ekonomisi ise %0,25 küçülüyor. Gündüz, ABD ekonomisi krize girerse Meksika ve Kanada’n›n bundan ciddi anlamda etkilenece¤ini belirtti. Dünya ekonomileri giderek ABD’den ayr›fl›yor. Kendi bölgesindeki ticareti büyük ölçekte artt›¤› için Çin, giderek ABD’ye daha az ba¤›ml› hale geliyor. Türkiye ise bu krizden iki flekilde etkilenecek: Reel ve sermaye kanal›. Reel anlamda, Türkiye’nin ABD ile ticareti çok küçük miktarda oldu¤undan do¤rudan etkilenmeyecek. Fakat ABD-AB aras›ndaki ticaret ciddi boyutlara vard›¤› ve d›fl ticarette en büyük orta¤›m›z AB oldu¤u için, Türkiye’nin bu krizden dolayl› flekilde etkilenece¤ini belirten Gündüz, bu etkinin çok büyük olmayaca¤›n› tahmin ediyor. As›l etki ise sermaye kanal›ndan gelecek. Çünkü geçmifle oranla Türkiye’de 8 finansal entegrasyon oldukça yüksek görülüyor. ABD’de finansal piyasalardaki göstergeler ile Türkiye’deki de¤iflkenler aras›nda ciddi bir iliflki var. Dolay›s›yla bu iliflki sebebiyle Türkiye ekonomisi bu krizden etkilenecektir. Üçüncü panelist ‹brahim Öztürk, krizin Türkiye’nin reel ekonomisine nas›l yans›yaca¤› hakk›nda konufltu. Türkiye’deki en kritik konunun, beklentilerin iyi yönetilememesi oldu¤unu söyleyen Öztürk, baz› zümrelerin ülke beklentilerini düflürme gayretinde oldu¤unu belirtti. Yerli ile yabanc› senaryolar aras›ndaki farkl›l›¤a dikkat çeken Öztürk’e göre yerliler, Türkiye’nin son 10 y›ldaki kriz tarihine ve bas›nda kriz üzerine yazan baz› kiflilerin yaz›lar›na bakarak karar verirken yabanc›lar f›rsatlara odaklan›yor. Son y›llarda ekonomik istikrara inanan yabanc› sermaye, ülke beklentilerini düzgün tutabilecek bir duruma geldi. Yabanc› sermaye olmasayd› Türkiye ekonomisi için olumsuz senaryolar yaz›labilirdi. Bu dönem için yabanc› sermaye Türkiye’de önemli bir sigorta görevi üstlendi. Öztürk, Türkiye’nin gelecek senaryolar›n› iyi gören yabanc› sermayenin yüksek kârlar elde edebilece¤ini gördü¤ü için ülkeye yat›r›m yapt›¤›na dikkat çekerek, dünyada yaflanan kriz dolay›s›yla yabanc› sermayenin Türkiye’yi terk edip s›¤›naca¤› baflka bir liman bulunmad›¤›n› iddia etti. Beklentilerin muhafaza edilmesi gerekti¤ini söyleyen Öztürk, AB’ye üye olma yolunda ilerleyen Türkiye’nin 2013 y›l›nda millî gelirinin 800 milyar dolar› bulaca¤›n› ifade etti. Buna ek olarak, istikrar›n› muhafaza edip yat›r›m iklimini düzeltirse 2020 y›l›nda Türkiye’nin 1-1,5 trilyon dolarl›k bir ekonomi potansiyeline eriflece¤ini düflünüyor. Kifli bafl›na düflen millî gelir 5 bin dolardan 15 bin dolara ç›k›nca Türk insan›n›n bütçesini nereye harcayaca¤›n› öngörmek gerekti¤ini Küresel Araflt›rmalar Merkezi KAM Küresel piyasalardaki son dalgalanman›n ekonomi gündeminde bafllatt›¤› çeflitlilikle iktisat tarihine geçece¤ine dikkat çeken Büyükdeniz, krizin malî piyasalarla ilgili temel varsay›mlar›m›z› geçersiz k›ld›¤›n› belirtti. belirten Öztürk, onlarca yeni sektörün ortaya ç›kaca¤›n› ileri sürdü. Öztürk’e göre, nüfusu 70 milyonu aflan Türkiye’deki temel mesele, giderek büyüyen ülke ekonomisindeki pastay› Türklerin mi yoksa yabanc›lar›n m› yiyece¤i. Örne¤in, Türk ve yabanc›n›n iflbirli¤i yapt›¤› bir reel ekonomide 100 birimlik ç›kt›ya Türkiye 450 milyonluk iflgücü, ucuz arsa ve baz› vergi teflvikleri koyuyor. Yabanc›lar ise sermaye, teknoloji, teknik bilgi (knowhow), marka ve sahip oldu¤u küresel zinciri kat›yor. Sonuçta, kâr›n %80’ini yabanc›lar al›rken yerlilere %20’si kal›yor. Türkiye’nin bu bölüflümden daha fazla pay almas› için, teknik e¤itim reformunu yaparak nitelikli iflçi yetifltirmesi gerekiyor. Türkiye’de kaliteli, yetenekli ve kapasitesi yüksek ifl gücü bulunmad›¤›ndan yabanc›lar, Türkiye’ye yeni yat›r›mlar yapm›yor. Türkiye’de toplam araflt›rmac›lar›n say›s› Siemens firmas›ndan daha az. Bu araflt›rmac›lar›n yar›ya yak›n› da üniversitelerde çal›flt›¤› ve bu nedenle sanayiden kopuk oldu¤u için, Türkiye katma de¤eri yüksek ürünler üretemiyor. Türkiye, bir an önce sosyal güvenlik reformunu yapmal› ve enflasyonla mücadelesini toplam talep üzerinden de¤il, üretim eksenli, reel ekonomi odakl› bir süreci tetikleyerek yürütmeli. fiu anda, sürdürülebilir bir yol olmayan, tüketimi durdurmak eksenli bir mücadele veriliyor. Halbuki, yap›sal önlemlerle ve üretim ekonomisini devreye sokarak enflasyonla mücadele edilmeli. Son olarak Öztürk, önümüzdeki iki y›lda Hükümetin aç›klad›¤› reformlar baflar›l› bir flekilde uygulan›rsa, Türkiye’de reel ekonomi büyürken enflasyonu düflürmenin mümkün olaca¤›n› söyledi. Son konuflmac› ‹brahim Turhan, di¤er konuflmac›lar›n aksine yaflanan olaylar› “kriz” olarak nitelendirirken bu krizin asimetrik bilgi krizi oldu¤unu ifade etti. Yaflanan küresel krizin 1990’l› y›llar›n sonunda baflla- 9 d›¤›n› belirten Turhan, 1997 Asya krizinin dünya ekonomileri aç›s›ndan önemli bir k›r›lma dönemi oldu¤unu ifade etti. Bu kriz sonras› 1998’de Rusya, Brezilya ve Türkiye, 1999 sonunda ise ABD’de yaflanan ekonomik s›k›nt›lar sonucu dünya ekonomisinde bir çöküfl yafland› ve talep kalmad›. Bunun sonucunda, ortak hareket etmek zorunda kalan dünya merkez bankalar›, faiz oranlar›n› tarihin gördü¤ü en alt seviyeye düflürerek piyasaya para verdi. Faiz oran› ABD’de %1, AB’de %2’ye düfltü. Japonya ise faiz oranlar›n› s›f›r yaparak zorla bankalara borçlanma zorunlulu¤u getirdi. Düflük faizle likidite bollu¤u yafland›¤›n› belirten Turhan, 2,5 ila 5 trilyon dolar aras›nda ihtiyaç fazlas› likitide bulundu¤unu söyledi. Turhan, yaflanan krizin içyüzünü ayr›nt›l› bir flekilde anlatarak konuflmas›na devam etti. Finansal inovasyonla oluflturulan likidite bollu¤u bir yandan dünya ekonomisinde büyümeyi art›r›rken di¤er taraftan emtia ve gayrimenkul fiyatlar›n›n da artmas›na yol açt›. Küresel Araflt›rmalar Merkezi KAM Yefliltafl’a göre, bir k›r›lma olarak alg›lanan 11 Eylül Türkiye ve ‹ran’›n d›fl politikas›n› do¤rudan etkiledi. Bütün merkez bankalar› enflasyonla mücadele için faiz oranlar›n› art›rmaya bafllad›. ABD’de faiz oranlar› %1’den %5’e geldi. Faizler %1 iken kredi borcu için ayl›k 300 dolar ödeyen bir aile, faiz oranlar› %5’e ç›k›nca bu miktar 1.500 oldu. Ve bu riskli krediler geri ödenmemeye baflland›. Büyük konut kredisi kurulufllar› ciddi bir nakit s›k›nt›s›na düflerken yat›r›m ve tüketim harcamalar› giderek azald›. ‹flsizlik oran› düflük olmas›na ra¤men geçti¤imiz dönemde her ay ortalama 200 bin yeni ifl imkan› sa¤layan ABD ekonomisi, birden bire istihdam oluflturmamaya bafllad›. Bunun üzerine ‹ngiltere ve ABD Merkez Bankalar›, piyasaya likidite vererek krizin etkisini gidermeye çal›flt›. fiu anda dünya ekonomilerinde ne olup bitti¤inin tam olarak anlafl›lmad›¤›na dikkat çeken Turhan, Amerikan Merkez Bankas› (FED) Baflkan› Ben Bernanke’nin, bu krizin maliyetinin 500 milyar dolar› bulaca¤›n› söyledi¤ini fakat bu krizin 2,5 trilyon dolara kadar ulaflabilece¤ini tahmin ediyor. Öte yandan Turhan, ABD’de kriz olmas›na ra¤men paran›n neden ABD’ye gitti¤ini iki sebeple aç›klad›. Birincisi, mecburiyet; nakite s›k›flan, yükümlülüklerini yerine getiremeyen yabanc›lar›n ellerindeki her fleyi sat›p paray› ABD’ye götürmesi. ‹kincisi ise, geliflmekte olan ülkelere yat›r›m yapanlar›n, ABD’de resesyon olsa bile paralar›n›n dolar ile ödenece¤ini, dolar›n da tüm dünyada geçerli bir para birimi oldu¤unu düflünerek paralar›n› ABD’ye götürmeleri. Turhan’a göre, 2006 y›l›nda Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankas› ifllemeyen piyasay› ifller hale getirdi. Eylül ay›ndan beri TCMB faiz oranlar›n› düflürürken ayn› dönemde geliflmekte olan ülkeler ise faiz oranlar›n› artt›rd›. Bu dönemde Türkiye’de enflasyon ana e¤ilimi afla¤› yönlü iken, dünyada yukar› yönlü e¤ilim gösterdi. ‹lk heyecanlar at›ld›ktan sonra, Türkiye’nin getiri oranlar› belirgin olarak daha yüksek oldu¤u için, ya- banc›lar›n ilk ç›kt›klar› ülke Türkiye olsa bile ilk döndükleri ülke yine Türkiye olacak. Sonuç olarak Turhan, geliflmifl dünya ekonomileri için kötümser, Türkiye aç›s›ndan ise iyimser bir tablo ortaya koydu. KAM Tezat Türkiye ve ‹ran’›n Irak’a Yönelik Politikalar›n›n Mukayesesi Murat Yefliltafl 29 fiubat 2008 De¤erlendirme: Ali ‹hsan Kocatüfek 10 Küresel Araflt›rmalar Merkezi taraf›ndan düzenlenen Tezat toplant›lar›n›n fiubat ay›ndaki konu¤u Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararas› ‹liflkiler Bölümü’nde doktora yapan Murat Yefliltafl’t›. Toplant›da Yefliltafl’›n iki komflu ülke olarak Türkiye ve ‹ran’›n özellikle 11 Eylül sonras›, müflterek komflular› Irak’a yönelik politikalar›n› ele ald›¤› makalesi üzerinden tart›fl›ld›. Yefliltafl Türkiye ve ‹ran’›n Irak’a yönelik güvenlik ve istikrar politikalar›n› ilk olarak istikrar ve güvenli¤in kavramsal olarak ne ifade etti¤i, sonra 11 Eylül sonras› uluslararas› yap› ile iki ülkenin sürece nas›l cevap verdi¤i ve son olarak Türkiye ve ‹ran’›n Irak’a yönelik politikalar› olmak üzere üç bölümde ele ald›. Yefliltafl söz konusu politikalar›n anlafl›lmas› için hem 11 Eylül sonras› genel dünya siyasetini hem de genel olarak Ortado¤u siyasetini dört kavramsal düzlemde ele almak gerekti¤ini ifade etti. Buna göre tüm bu sü- Küresel Araflt›rmalar Merkezi KAM reçleri etkileyen temel unsurlar: Uluslararas› sistemik dönüflüm, kriz, tarihsel süreklilik ve iç siyasal mekanizmad›r. Yefliltafl ayr›ca argüman›nda düzen, güvenlik ve istikrar olmak üzere üç düzlem öngörüyor. Yefliltafl, Düzeni büyük güçlerin bölgeye yönelik uyumu olarak aç›klarken, düzenin z›dd›n›n düzensizlik olmad›¤›n› belirtti. 11 Eylül’ün sistemde bir k›r›lma oldu¤unu ancak düzen getirmedi¤ini ifade eden Yefliltafl düzenin büyük savafllardan sonra geldi¤ini; Napolyon, I. ve II. Dünya Savafllar› sonras›nda devletler aras›nda iliflkileri düzenleyen kurumsal bir yap› oluflturuldu¤unu, ancak 11 Eylül sonras› böyle bir yap›n›n kurulamad›¤›n› belirtti. Yefliltafl güvenlik kavram›n›n art›k tüketilen ve duruma göre de¤iflen bir kavram oldu¤unu, özellikle 11 Eylül sonras› devletlerin güvenlik al›p satmaya bafllad›¤›n› ifade etti. Yefliltafl düzen ve güvenlik kavramlar›ndan sonra son olarak istikrar kavram› üzerinde durdu. Güvenli¤i bölgesel çat›flmalar›n en aza indirilmesi ve aktörler aras›ndaki siyasal iliflkilerin normal bir seyirde devam etmesi olarak aç›klayan konuflmac›, olaylar›n farkl› gruplar taraf›ndan farkl› yorumland›¤›n› ve 11 Eylül sonras› ‹ran ve Türkiye’nin farkl› d›fl politika gündemlerine sahip olduklar›n› ifade etti. Buna göre, bir k›r›lma olarak alg›lanan 11 Eylül, Türkiye ve ‹ran’›n d›fl politikalar›n› do¤rudan etkiledi. ABD’nin Türkiye’ye do¤rudan, ‹ran’a ise tersten bask› uygulamas› sonucu, iki ülke de bask›y› dengelemek zorunda kald›. Konuflman›n son bölümünde Yefliltafl Irak’a Komflu Ülkeler toplant›lar› üzerinden iki ülkenin ABD’nin Irak iflgaline bak›fllar›n› ve politikalar›n› de¤erlendirdi. 23 Ocak’ta savafl bafllamadan önce yap›lan Birinci Irak’a Komflu Ülkeler Toplant›s›’nda öncelikle savafl›n ç›kmas›n›n engellenmesi ve özellikle uluslararas› meflruiyet sa¤lanmadan Irak’a yönelik bir harekât›n gerçeklefltirilmemesi gerekti¤i üzerinde duruldu. Savafl›n bafllamas›n›n ard›ndan yap›lan ‹kinci Irak’a Komflu Ülkeler Toplant›s›’nda ise, Irak’›n toprak bütünlü¤ünün korunmas›, tüm uluslararas› aktörlerin sürece dahil edilmesi ve Irak’ta istikrar›n sa¤lanmas› konular› öne ç›karken, ‹ran ve Türkiye aras›nda Amerika’n›n çekilmesi hususunda fikir ayr›l›klar› yafland›. Beflinci toplant›dan itibaren Irak’›n da kat›l›m›yla toplant›lar daha etkin hale gelmeye bafllad›. 4 May›s 2007’de yap›lan toplant›da Birleflmifl Milletler de sürece dahil edildi. Bu toplant›lar neticesinde Irak’ta olas› bir mezhep çat›flmas›n›n önüne geçilmeye çal›fl›ld›, ancak bu amaç nihai olarak gerçeklefltirilemedi ve toplant›larda al›nan kararlarla Irak’›n iç ifllerine müdahil olunmas› engellenmeye çal›fl›ld›. Toplant›n›n son bölümü dinleyiciler taraf›ndan sorulan sorular ve yorumlarla nihayete erdi. KAM Tercüman-› Ahval ‹ran’›n ‹ç ve D›fl Politika Gündeminde Son Geliflmeler Hakk› Uygur 28 Mart 2008 De¤erlendirme: Emrah Dokuzlu 11 Küresel Araflt›rmalar Merkezi’nin Tercüman-› Ahval kapsam›nda Mart ay›nda düzenledi¤i toplant›lar ‹ran’›n iç ve d›fl politika gündemindeki son geliflmeler üzerine idi. Bu konu üzerine Türkiye’deki önemli ‹ran uzmanlar›ndan olan Hakk› Uygur taraf›ndan bir de¤erlendirme ve sunum gerçeklefltirildi. Küresel Araflt›rmalar Merkezi KAM Uygur’a göre ‹ran’da Devrimden bu yana kat›l›m›n en düflük oldu¤u seçimlerden biri yafland›; bu da asl›nda siyasal bir tepki niteli¤i tafl›yordu. De¤erlendirmelerine ‹ran’daki son seçimlerle bafllayan Uygur’a göre, asl›nda bu seçimler birçok geliflmeye iflaret ediyor. Bilindi¤i üzere ‹ran’da son seçimler muhafazakârlar›n üstünlü¤ü ile sonuçland›. Bu sonuç birçoklar› için sürpriz de¤ildi. Ancak, Tahran gibi yo¤un nüfuslu bir flehirde dahi, kat›l›m›n %30 civar›nda seyretmesi hayli flafl›rt›c›yd›. ‹ran ‹slâm Devrimi’nden bu yana kat›l›m›n en düflük oldu¤u seçimlerden biri yafland›, ki bu da asl›nda siyasal bir tepki niteli¤i tafl›yordu. Kat›l›m›n düflük olmas› ise flu nedenlere ba¤lanabilir: 1- Toplumsal Güvenlik Projesi Kanununun ç›kart›lmas›. Bu kanun ile gerek erkekler gerekse kad›nlar üzerinde k›l›k k›yafet düzenlenmesine gidildi. 2- Benzin tüketimine getirilen kota. Ahmedinejad benzin tüketimine getirdi¤i kota ile tarihî bir karara imza att›. Böylece benzin tüketiminde %30–40 civar›nda tasarruf sa¤land›. 3- Ekonomik geliflmelerin halk› memnun etmemesi. Özellikle enflasyonun yüksek olmas› halk›n memnuniyetsizli¤ine yol açt›. Uygur’a göre, ‹ran’›n siyasî arenas›nda iki kutup var: Reformistler ve Muhafazakârlar. Reformistler radikal bir niteli¤e sahip olmamakla beraber devlet yap›lar›nda daha demokratik ve liberal bir de¤iflimi öngörüyor. Bat› ile iliflkilerin daha fazla iyilefltirilmesini ve Devrimden bu yana gerilen iliflkilerin süreç içerisinde düzeltilmesini planl›yorlar. Bu amaca en uygun siyasetçi portresi belki Hatemi idi, lakin o da flu anda resmî görevde de¤il. Buna karfl›n Muhafazakârlar ise, son otuz y›l içerisinde daha devletçi hale geldi. Reformistlerin bütün taleplerine karfl› menfi bir tutum sergilememekle beraber, özellikle So¤uk Savafl sonras› fler güçler taraf›ndan çevrelenen ‹ran’›n böyle kritik bir dönemde de¤iflimi kald›ramayaca¤›n› vurgulayarak, bu zemin üzerinden kendi siyasî meflruiyetlerini devam ettiriyorlar. 12 Özellikle 11 Eylül sonras›, ‹ran gerek iç gerekse d›fl politikalar›n› güvenlik endeksli oluflturmaya bafllad›. Kendince hakl› nedenleri olan ‹ran, uranyum zenginlefltirme faaliyetlerine bu tarihten sonra h›z verdi. Bu noktada ‹ran, Körfez ülkeleri için asl›nda ciddi bir tehdit oluflturdu; Körfez ülkelerinin tamam›n›n nüfusunun ancak Tahran’›n nüfusu kadar etti¤i hat›rland›¤›nda tedirgin olmakta hakl›lar. Mahmud Ahmedinejad’›n siyasî portresine de de¤inen Uygur, onu ‹ran siyasetinin bafl aktörlerinden biri yapan iki noktaya dikkat çekti: Tahran Belediye Baflkanl›¤› dönemindeki mütevaz› yaflam› ve Hatemi döneminde düflük olan petrol fiyat›n›n yükselmesi. Petrol konusunda da, ‹ran’da petrolün öneminin anlafl›lmadan ‹ran siyasetinin de anlafl›lamayaca¤›n› belirtti. Zira ‹ran tarihindeki devrimlerden birço¤unun alt›nda yatan en önemli nedenlerden birini petrol politikalar› oluflturuyor. ‹ran’›n iç güvenli¤i konusunda ise iki unsurun alt›n› çizdi: Polis ve Devrim Muhaf›zlar›. Uygur son olarak ABD-‹ran gerginli¤ine de¤indi. Buna göre, savafl muhtemel seçenekler aras›nda bulunmuyor; fakat olas› bir savafl ‹ran topraklar› üzerinde de¤il, Lübnan ve Irak üzerinde yaflanacak. Ki son birkaç y›ld›r yaflanan hadiseler, bu sürecin k›smen de olsa bafllad›¤›n› gösteriyor. Özellikle ‹ran’›n Irak üzerindeki siyasî etkisi art›k ABD taraf›ndan bile göz ard› edilemiyor. Günümüz siyasî geliflmeleri için tek tarafl› çok merkezlilikten bahsedilse de, ‹ran’›n Rusya ile stratejik ortakl›¤›n›n yan› s›ra, fiangay ‹flbirli¤i Örgütüne gözlemci niteli¤inden sonra üyelik için de baflvurmas›, dünya siyasetinde yeniden bir denge aray›fl›n› ve çift kutuplu çok merkezlilik kavram›n› akla getiriyor. 13 Çarfl›lar ellerinde ekmek i¤neleri Cami avlular›na aç›lan Havuz sular›na kap›lan çocuklar Görmeden güneflin bütün renklerini Götürmezlerdi dükkândaki babalar›na Ocaktan akan kaynar yemekleri Nenelerinin koydu¤u avuç taslar›na Anam yeflil h›rkalar görürdü düflünde Daha ilk güzelli¤inde Aln›n› iki da¤›n aras›na germifl Bir devin gö¤süne benzer Gö¤sünden dualar geçermifl Yasin okunan tütsü tüten çarfl›lardan Geçerdi babam Bafl›nda ya¤mur halkalar› Cahit Zarifo¤lu ‹flaret Çocuklar› ☞26 MOLA Medeniyet Araflt›rmalar› Merkezi MAM nâ, kendisinden önceki birikimi bir üst noktaya tafl›- MAM Dîvan Toplant›lar› yarak felsefî bir sistem içinde tutarl› bir flekilde iflle- ‹ran’da ‹slâm Felsefesi (Dünü, Bugünü) meyi baflarm›flt›r.” Abuzer Diflkaya manlar›n›n hakikatinin elde edilebilece¤i düflüncesi Meflflâî felsefenin temel özelli¤inin, istidlalî ak›lla yani mant›k kurallar›na riayet eden ak›lla bütün varl›k katoldu¤unu söyleyen Diflkaya, bu felsefe gelene¤inin söz konusu özelli¤inden dolay› mutasavv›flar ve mü- 1 Mart 2008 De¤erlendirme: E r d a l Y › l m a z tekellimler taraf›ndan elefltirildi¤ini belirtti. Kelamc›lar›n elefltirilerinin gerekçelerini ise flu sebeplere da- Medeniyet Araflt›rmalar› Merkezi taraf›ndan tertip edilen Dîvan toplant›lar›n›n Mart ay› konu¤u olan ‹ran’da ‹slâm Felsefesi ve Kelam› alan›nda lüksek lisans yapan Abuzer Diflkaya, “‹ran’da ‹slâm Felsefesi (Dünü, Bugünü)” bafll›kl› sunumunu dinleyicilerle paylaflt›. Diflkaya, ‹slâm Felsefesi ibaresinin kullan›m› konusunda bir mutabakat oluflmamas› hasebiyle ihtiyatl› davranmak gerekti¤ini söyleyerek sözlerine bafllad›. ‹ran’da ‹slâm felsefesinin nas›l bir seyir takip etti¤ini anlatmadan önce genel olarak ‹slâm felsefesinin geçmifline dair k›sa bir de¤inide bulunman›n iyi olaca¤›n› ifade ederek flunlar› söyledi: “‹skenderiye’de Antik Yunan’dan kalan miras üzerine yap›lan çeflitli çal›flmalar, hicrî ikinci yüzy›lla birlikte ‹slâm dünyas›na aktar›lm›flt›r. Bu çevirilerin öncesinde, Mu‘tezile ad›yla an›lan Müslüman düflünürlerin, akl› temel alarak nass› aç›klama çabalar›n›n sonucunda oluflturduklar› birikim, felsefeyle meflgul olanlara önemli imkânlar sa¤lam›flt›r. Müslüman filozoflar›n ilki olarak kabul edilen Kindî, genellikle felsefe terimlerine Arapça karfl›l›klar bulmaya çal›flm›fl, Fârâbî ise Kindî’nin haz›rlad›¤› zeminde daha da ilerleyerek kendisinden sonra gelecek olan ‹bn Sînâ için uygun ortam› oluflturmufltur. Meflflâî felsefe gelene¤inin zirve ismi olan ‹bn Sî- MAM Yuvarlak Masa Toplant›lar› DÎVAN TOPLANTILARI ‹ran’da ‹slâm Felsefesi (Dünü, Bugünü) Abuzer Diflkaya 1 Mart 2008 TEZGÂHTAK‹LER Nurettin Topçu’nun Yaflam› ve Fikir Mücadelesi: Sosyolojik ve Felsefî Bir Analiz F›rat Mollaer 22 Ocak 2008 Bilim-Din ‹liflkisi Nas›l Ele Al›nabilir? ‹shak Arslan 16 fiubat 2008 Tesettürün Teoriklefltirilmesi Süheyb Ö¤üt 15 Mart 2008 14 TARTIfiMALI TOPLANTI D‹Z‹S‹ Modern Döneme Geçiflte ‹slâmî ‹limler Tasavvuru 2: Yenilikçilerin Klasik Kelam Alg›s› M. Sait Özervarl› ‹lyas Çelebi (Müzakereci) 5 Ocak 2008 Modern Döneme Geçiflte ‹slâmî ‹limler Tasavvuru 3: Modern Dönemde Kur’ân Tefsiri M. Suat Merto¤lu Ömer Türker (Müzakereci) 23 fiubat 2008 Medeniyet Araflt›rmalar› Merkezi MAM Diflkaya, Molla Sadra’dan sonra ‹ran’da ‹slâm felsefesinin iki yüz y›l boyunca duraklama devrine girdi¤ini, ancak Sadra flarihi Sebzevarî’nin çal›flmalar›yla tekrar bir canlanman›n yafland›¤›n› söyledi. yand›rd›: “Birincisi, Meflflâî felsefe gelene¤inin burhanî yöntemle, Allah’›n ilmi, âlemin kadim olup olmad›¤› ve cismanî haflr meselelerinde elde etti¤i sonuçlar›n kelamc›lar›n anlad›¤› dinle örtüflmemesi; bir di¤eri ise akl›n baz› metafizik hakikatleri elde etme yetisine sahip olmamas›d›r.” Gazzâlî’nin, istidlalî ak›l ile tüm varl›k mertebelerinin hakikatinin keflfedilemeyece¤i elefltirisinin Gazzâlî sonras› ‹slâm dünyas›nda gittikçe kabul görmeye bafllad›¤›n› belirten Diflkaya, bu elefltirinin dikkat çekti¤i eksikli¤i vahiy yoluyla tamamlamaya çal›flan Felsefî Kelam Okulu ile yine bu eksikli¤i keflf, flühûd ve müflahede yoluyla gidermeye çabalayan ‹rfanî Okul’un ortaya ç›kt›¤›n› dile getirdi. Bu iki okulun felsefeye d›flar›dan yapt›¤› elefltirilere içerden bir üçüncüsü, yani Sühreverdî’nin elefltirisinin de kat›ld›¤›n› belirtti. Diflkaya, Sühreverdî’nin temel görüflünü ise flöyle özetledi: “Sühreverdî, istidlalî ak›lla ulafl›lamayacak hakikatlere, nefsin, riyazet yoluyla günahlardan ar›nmas› sonucu ulaflabilece¤ini iddia etmifl, istidlalî ve k›yasî bir yöntem üzerine flühûdî bir felsefe kurmufltur.” Meflflâî felsefeye içeriden ve d›flar›dan yap›lan elefltirilere, bu gelene¤e mensup ‹bn Rüfld ve Nasîruddîn Tûsî gibi isimlerin cevaplar verdi¤ini ifade eden Diflkaya, ancak Tûsî’nin Konevî’ye istidlalî akl›n irfanî hakikatleri keflfetmede yeterli olamad›¤› fleklindeki itiraf›n›n da gösterdi¤i gibi, Gazzâlî taraf›ndan bu gelene¤e yap›lan elefltirinin iyice yerleflmifl oldu¤unun görüldü¤ünü belirtti. ‹slâm felsefesinin ‹ran’daki serüveninin özellikle on beflinci yüzy›lda fiiraz Okulu’nun ortaya ç›kmas›yla belirginlik kazand›¤›n› söyleyen Diflkaya, bu okuldan hassaten Saadeddin Defltekî, G›yaseddin Defltekî ve Celaleddin Devvânî’nin isimlerini zikretti ve bunlar›n ayn› zamanda din adam› olmalar›n›n önemini vurgulad›. ‹ran’da ‹slâm felsefesinin seyrinin, Safevî Röne- 15 sans› döneminde Sünnî ilim merkezleri olan Ba¤dat ve Niflabur’un karfl›s›na bir fiiî ilim merkezi haline getirilen ‹sfahan Okulu’nun ç›kar›lmas›yla de¤iflti¤ini söyledi. Çünkü ‹sfahan, birçok fiiî âlimin gelerek ders vermeye bafllad›¤› ve Molla Sadra’ya ortam haz›rlayan, özellikle Mir Damad, Mir Findiriskî ve fieyh Bahauddin gibi önemli isimlerin ikamet etti¤i bir yer olmufltur. Diflkaya, bu isimlerden Mir Damad’›n “mahiyet’in as›l vücûd’un itibarî oldu¤u” ilkesi ile hudûs-› dehrî (sonsuz yaratma) ö¤retisinin Molla Sadra aç›s›ndan önemli oldu¤unun alt›n› çizdi. Diflkaya’ya göre söz konusu okulun en önemli simas›, Gazzâlî ile bafllayan süreci kendi sistemi içinde nihai noktas›na ulaflt›rm›fl olan Molla Sadra’d›r. Çünkü Molla Sadra kendisinden önce yap›lamayan› yapm›fl; yani kelam, ak›l ve irfan› bir araya getirmifltir. Bunu nas›l baflard›¤›na gelince, iki bilim dal›n›n birbirinden ayr›m›n›n ya konusu ya yöntemi ya da amac› itibariyle olmas› gerekti¤i genel kural›n› aktaran Diflkaya, Molla Sadra’n›n kelam›, irfan› ve felsefeyi amaçta birlefltirdi¤ini ifade etti. Vahiyle bildirilen, istidlalî ak›lla kavranan ve flühûdla keflfedilen hakikatin ayn› hakikat oldu¤una inanan Molla Sadra, bu hakikati felsefesinin en temel ilkesi olan asalet-i vücûd ilkesi ile aç›klamaya çal›flt›. Diflkaya, bu ilkenin ne anlama geldi¤ini özetle flu flekilde aç›klad›: “Molla Sadra, buradaki mahiyet’i tamamen zihnî bir kavram olarak ele al›yor, vücûd’u da mutlak yoklu¤un karfl›t› olarak kullan›yor ve d›fl âlemde var olan fleyin de vücûd oldu¤unu, mahiyet olmad›¤›n› söylüyor. Hakikatin tek oldu¤unu onun da varl›k oldu¤unu, ama mutasavv›flar›n anlad›¤› anlamda bir de¤il, mertebelerden oluflan bir birlik oldu¤unu, bunun da k›saca çoklukta birlik ve birlikte çokluk ibaresiyle özetlenebilece¤ini zikrediyor.” Daha sonra Diflkaya, Molla Sadra’n›n cevherî hareket yani Medeniyet Araflt›rmalar› Merkezi MAM Mollaer’e göre Topçu, Cumhuriyet’in ilk y›llar›nda geliflen ve ‹slâmc›l›k ile Turanc›l›¤a karfl› Anadolucu milliyetçili¤i savunan elefltirel fikir ak›mlar›n›n etkisinde kald›. “Var olan her fley zat› itibariyle hareket ediyor” ilkesi ile “ittihad-› ak›l ve makûl (ak›l ve makûl birli¤i)” ilkesine de k›saca de¤indi. Molla Sadra’dan sonra ‹ran’da ‹slâm felsefesinin iki yüzy›l boyunca bir duraklama devri yaflad›¤›n› ifade eden Diflkaya, bu felsefede, Sadra flarihi ve bütün felsefe konular›n› ele alan Manzume adl› kitab›n müellifi Sebzevarî’nin çal›flmalar›yla birlikte tekrar bir canlanman›n yafland›¤›n› söyledi. Bu gelene¤in, sonraki dönemlerde Muhammed Hüseyin Tabatabaî eliyle Kum e¤itim müfredat›na sokuldu¤unu belirtti. Diflkaya, Tabatabaî’nin S. Hüseyin Nasr ve Murtaza Mutahharî gibi ö¤renciler yetifltirdi¤ini ve bunlar›n en önemli özelliklerinin Bat› felsefesiyle ‹slâm felsefesini mukayeseli olarak ele almalar› oldu¤unu ifade etti. Tabatabaî’nin bir di¤er ö¤rencisinin, günümüzde ‹ran Devrimi’nin resmî ideolojisinin yani velayet-i fakih ö¤retisinin ideolo¤u haline gelen Misbah Yezdî oldu¤unu dile getiren Diflkaya, yine geleneksel tarzda felsefe yapan bir baflka ismin Cemal Amulî oldu¤unu söyledi. Geleneksel tarzda felsefe yapanlar›n karfl›s›nda, üniversitelerde Abdulkerim Sürufl, Mustafa Melikyan ve Müçtehid fiebusterî gibi felsefecilerin bulundu¤unu, bunlar›n modernist olmalar›n›n yan› s›ra gelene¤i de bir flekilde önemseyen, ona modern hayatta bir yer verme kayg›s› tafl›yan isimler oldu¤unu söyleyen Diflkaya, bu anlamda üniversitede bulunup da ‹slâm felsefesini savunan ‹brahim Dinanî ve Tebrizli bir Azeri olan Yahya Yesribî’ye dikkat çekti. Bugünün ‹ran’›nda ‹slâm felsefesiyle ilgili kitaplar›n afla¤› yukar› ayn› içeri¤i yans›tt›¤›n› ve felsefenin kelama bir mukaddime olarak okutuldu¤unu belirten Diflkaya’n›n, ‹slâm felsefesinin özelde ‹ran havzas›ndaki serüvenini konu edinen keyifli sunumu, kat›l›mc›lar›n sorular› ve katk›lar›yla nihayete erdi. MAM Tezgâhtakiler Nurettin Topçu’nun Yaflam› ve Fikir Mücadelesi: Sosyolojik ve Felsefî Bir Analiz F›rat Mollaer 22 Ocak 2008 De¤erlendirme: M u h a m m e d T a l h a Ç i ç e k 16 Son dönem Türk düflüncesinin önde gelen isimlerinden Nurettin Topçu’nun de¤erlendirildi¤i sunumda, ilk olarak Topçu’nun içine do¤du¤u ortam ve bu ortam›n düflüncelerine olan etkisi ele al›nm›flt›r. Mollaer’e göre Cumhuriyet’in ilk y›llar›nda geliflen ve ‹slâmc›l›k ile Turanc›l›¤a karfl› Anadolucu milliyetçili¤i savunan elefltirel fikir ak›mlar›n›n etkisinde kalan Topçu, buna sosyalizmi de katarak Anadolucu sosyalist bir bak›fl aç›s› kazanm›flt›r. Topçu, co¤rafyaya dayanan vatan temelindeki iddialar›n› paylaflsa bile, Anadoluculu¤u felsefî aç›dan geniflletmifl; tasavvufî-mistik bir yaklafl›mla yeniden yorumlam›fl ve sosyalizmle buluflturarak daha toplumsal bir içerikle zenginlefltirmifltir. Sunumda Mollaer ikinci olarak Nurettin Topçu’nun Bat› karfl›s›ndaki tutumu üzerinde durarak bu tutumla hareket felsefesi aras›ndaki iliflkiyi vurgulad›. Modern bilimsel düflünceyi vatana getirmeye u¤raflan Promete idealizmine sahip Türk ö¤rencilerinden farkl› olarak o, vatanda eksik oldu¤unu düflündü¤ü metafizik hareket (felsefesi) üzerine odaklanm›flt›r. Mollaer’in sunumunda öne ç›kan ve Topçu’nun düflünce dünyas›nda etkili olan bir di¤er düflünür de Mehmet Akif’tir. Topçu’nun, ahlâk felsefecisi olma- Medeniyet Araflt›rmalar› Merkezi MAM dan önce ahlâk›n metafizik kökenlerini ve ahlâkî yaflay›fl›n örne¤ini Mehmet Akif’in ahlâkî yaflam tarz›nda, ahlâkç› ve lirik fliirlerinde buldu¤u söylenebilir. Ayr›ca, Topçu’nun politik tutumunda Âkif’in pay›n› özellikle vurgulamak gerekmektedir. Mollaer’in vurgulad›¤› bir di¤er nokta da Nurettin Topçu’daki Bat› etkisinin kayna¤›d›r. Fransa’da felsefe, ahlâk, sanat tarihi, sosyoloji ve psikoloji ö¤renimini tamamlay›p felsefe doktoras›n› Blondel’in yan›nda yapmas› Topçu’nun düflünceleri üzerinde belirleyici bir etki b›rakm›flt›r. Özellikle hareket felsefesinin oluflumunda Blondel’in do¤rudan bir etkisinin oldu¤u görülmektedir. Mollaer’in vurgulad›¤› bir di¤er nokta da Topçu’nun tasavvuf anlay›fl› üzerindeki Massignon etkisidir. Özellikle Hallac-› Mansur’u keflfetmesinde Massignon’un etkisi büyük olmufltur. Bununla birlikte Topçu, Massignon’un aksine tasavvufun ilk dönemleriyle ilgilenmekten ziyade Yunus Emre ve Mevlâna gibi Anadolu sufîli¤inin önde gelenleriyle daha fazla meflgul olmufltur. Topçu, Mehmet Âkif ve Hüseyin Avni’de buldu¤u yaflayan isyan ahlâkç›s› ve hareket adam› modelini Blondel, Bergson ve Massignon’un felsefî görüfllerinden yard›m ald›ktan sonra felsefî bir senteze kavuflturmufltur. Son olarak Topçu’nun Türk düflünce dünyas›ndaki yerine de¤inen Mollaer, onun Türkiye’de hareket ve metafizik konular›nda çal›flan ilk düflünür oldu¤unu ifade etti ve Türk düflünce dünyas›nda derin izler b›rakt›¤›n› vurgulad›. Topçu’nun ç›kard›¤› dergi çeflitli kesintilere u¤ramas›na ra¤men özellikle 1950 sonras› Türkiye’nin düflünce hayat›nda bir ekol olmufl, ço¤u zaman (gelifligüzel bir biçimde) sa¤ olarak an›lan bir ak›m›n entelektüellerini bir araya getirmifl ve Anadoluculuk, Anadolu Sosyalizmi, ‹slâm Sosyalizmi, yeni tasavvufçuluk gibi isimlerle an›lan bir ak›m›n temsilcili¤ini yapm›flt›r. Kat›l›mc›lar›n yorum ve elefltirileriyle renklenen sunum, canl› ve zevkli bir tart›flmayla nihayet bulmufltur. Bilim-Din ‹liflkisi Nas›l Ele Al›nabilir? ‹shak Arslan 16 fiubat 2008 De¤erlendirme: E y ü p S ü z g ü n 17 Medeniyet Araflt›rmalar› Merkezi taraf›ndan düzenlenen Tezgâhtakiler dizisinin fiubat ay› konu¤u Dr. ‹shak Arslan’d›. “Yirminci Yüzy›l Do¤a Tasavvurunda Bilim-Felsefe-Din ‹liflkisi” ad›yla Marmara Üniversitesi Felsefe ve Din Bilimleri Bilim Dal›’nda doktoras›n› tamamlam›fl olan Arslan, “Bilim-Din ‹liflkisi Nas›l Ele Al›nabilir?” ad›yla gerçeklefltirdi¤i sunumunda, günümüzde çok tart›fl›lan bir konuyu ayr›nt›l› bir flekilde masaya yat›rd›. Konuflmas›na, 20. yüzy›l do¤a tasavvurunda ortaya ç›kan iki büyük geliflmenin (makro ve mikro alanlarda var olan anlay›fllar› tamamen de¤ifltiren, s›ras›yla, Görelilik Teorisi ile Kuantum Fizi¤i) insan, tabiat ve Tanr› telakkisinden oluflan üst iliflkiler a¤›n› ciddi biçimde etkiledi¤ini belirterek bafllayan Arslan, yaflanan bu köklü dönüflümün bilim-din, siyaset-toplum, ekonomi-ahlâk, teknoloji-çevre iliflkisi vb. alt iliflkiler a¤›n› da kaç›n›lmaz biçimde dönüfltürdü¤ünü ifade etti. Medeniyet Araflt›rmalar› Merkezi MAM Arslan, “Neden bilim ve din aras›nda zorunlu bir çat›flmadan veya iliflkiden söz edelim?” sorusuna cevap arad›. Arslan, bu dönüflümlerin etkisiyle özellikle 1950 sonras›nda farkl› birçok yaklafl›m›n gelifltirildi¤ini, ancak sunumunda bunlar içinde sadece bilim-din eksenli olan tart›flmalara de¤inerek bilim-din iliflkisinin nas›l ele al›nabilece¤i hususunda yeni bir aç›klama tarz›n›n imkân› üzerinde duraca¤›n› vurgulad›. Belki de akla ilk gelecek soru, “Neden bilim ve din aras›nda zorunlu bir çat›flmadan veya iliflkiden söz edelim?” olacakt›r. Arslan’›n bu konudaki cevab› oldukça netti: Bilimin araflt›rma nesnesi ve araflt›rma sahas› zorunlu olarak tabiat iken, dinin özü ve kayna¤› olan vahiy muhataplar›yla yine tabiat zemininde ve tabiatla tutarl›l›k içinde buluflmak zorundad›r. ‹kisi de evrene ve do¤aya iliflkin bir fley söyledi¤i veya ayn› olguya her iki alandan farkl› cevaplar geldi¤i için aralar›nda (tabiat zemininde) zorunlu bir iliflki ortaya ç›kmaktad›r. 20. yüzy›lda, din ile bilim aras›ndaki bu zorunlu iliflkiyi aç›klayacak birtak›m modeller ortaya konulmufltur. Arslan bu modellerin flu ortak özelliklere sahip oldu¤unu belirtti: (1) Söz konusu modeller fizik baflta olmak üzere do¤a bilimlerinin sonuçlar›ndan yola ç›kmaktad›r. (2) Bilim ve din aras›nda zorunlu bir iliflki vard›r, din ad›na bilim alan› veya bilim ad›na din alan› devre d›fl› b›rak›lamaz. (3) Alana dair yorumlar/aç›klamalar eskiden sadece din adamlar› ve felsefeciler taraf›ndan yap›l›rken, 20. yüzy›lda art›k bilim adamlar› da bu halkaya kat›lm›flt›r. (4) Modellerin tümünde bilim ve dinden, s›ras›yla, modern bilim ve H›ristiyanl›k anlafl›lmaktad›r. Ard›ndan Arslan önemli olan modellerin birkaç›ndan k›saca söz ederek, bunlar› temsilen halen yayg›n olarak kullan›lan ve s›kça at›fta bulunulan Ian G. Barbour’un dörtlü tipolojisini içeren modelini örnek ola- 18 rak tart›flt›. Arslan’›n ifadeleriyle, bilim ve din iliflkisini “Çat›flma, Ba¤›ms›zl›k, Diyalog ve Entegrasyon” olarak dörtlü bir tipoloji çerçevesinde inceleyen Barbour, ça¤dafl do¤a tasavvurunun temel bulgular›n› tek tek uygulad›¤› bu tasnifte diyalog ve entegrasyona tekabül eden elefltirel realizmi kabul etmektedir. Süreç felsefesinin titiz bir kullan›m› ile do¤a teolojisine sempati duydu¤unu ifade eden Barbour, yönteminin öznel ve yanl› olabilece¤ini, s›n›fland›rma girifliminin sonuçta Bat›l› bir temayülü yans›tabilece¤ini ve Do¤u gelene¤ine mensup yazarlar›n farkl› bak›fl aç›lar› gelifltirebilece¤ini de belirterek alternatif yöntemlerin imkân›n› daha bafltan teslim etmektedir. Barbour’un modelinin dört ö¤esi olan çat›flma, ba¤›ms›zl›k, diyalog ve entegrasyonun hem tek bafllar›na birçok sorunlar tafl›d›¤›n› hem de ortak çeliflkiler bar›nd›rd›¤›n› belirten Arslan, konuflmas›n›n devam›nda bunlar›n genifl bir elefltirisini yapt›. Sunumun sonlar›ndaki flu sözleri adeta konuflma boyunca pefline düfltü¤ü soruya (Bilim-din iliflkisi nas›l ele al›nabilir?) verdi¤i cevab›n bir özeti gibiydi: “Alt iliflkiler grubuna dahil olan bütün ikincil alanlar gibi, bilim-din iliflkisi de ba¤l› bulundu¤u üst iliflkiler a¤›ndan (Tanr›, Evren, ‹nsan) yal›t›larak müstakil olarak incelenemez. Üst iliflkiler a¤› aras›ndaki iliflki biçimi ne kadar sa¤l›kl›ysa bilim-din iliflkisi de o kadar sa¤l›kl› veya tersi olur. ‹liflkisel çözümleme en üst mertebede tamamlan›p aflama aflama yatay ve dikey düzlemde bütün alt birimlere uygulanabilmelidir. Bilim-din iliflkisi analizinde ölçüt olarak, Barbour’da oldu¤u gibi çat›flma-uyum eksenli modeller yerine, ‘bir aç›klama teflebbüsünün üç ana kavram› (özgürlük, eylem/fiil ve adalet) eflzamanl› ve tutarl› olarak aç›klayabilme yetene¤i’ esas kabul edilmelidir. Buradaki bilimi ‘nisbi bilim’, dini ‘mutlak din’ ve insan› da ‘adil insan (insan-› kâmil)’ olarak ele alabiliriz.” Medeniyet Araflt›rmalar› Merkezi MAM Ö¤üt, sunumu boyunca, egemenli¤in, biri pornografik di¤eri tesettürlü olan iki uç noktada kendini nas›l ortaya koydu¤unu anlatt›. Arslan’›n bir saati aflan bu zengin konuflmas›n›n ard›ndan, yaklafl›k bir saat süren tart›flma bölümüne geçildi. Bilim-din iliflkisine dair de¤iflik alanlardan gelen sorularla daha da zenginleflen toplant›, kalabal›k bir dinleyici toplulu¤u taraf›ndan takip edildi. mülakattan aktard›¤› üzere, Agamben “Ben hayat-biçimleri ve hayat tarzlar› kavramlar› üzerine çal›flmak istiyorum. Bir hayat-biçimi olarak isimlendirdi¤im, kendi biçiminden hiçbir zaman ayr›lmayan bir hayatt›r; içinde ç›plak hayat gibi bir fleyi ay›rman›n asla mümkün olmad›¤› bir hayatt›r. Ve burada mahremiyet kavram› devreye girmekte” oldu¤unu söylemektedir. Agamben için mahremiyetin bu kadar önemli olmas›n›n nedeni (ki bu Ö¤üt’ün bütün sunum boyunca gelifltirerek ilerleyece¤i öz motife tekabül etmektedir), ilk siyasal etkinli¤in tam da mahrem olan üzerinden kendini ortaya koymas›d›r. Agamben’e göre Antik Yunan’da yaflam do¤al hayat (zoe) ve hayat›n cüzî bir flekli (bios) olarak ikiye ayr›l›yordu. Aristo basit do¤al hayat›, polisten yani flehrin -daha do¤ru bir ifadeyle politikan›n- kurulmas›ndan kat› anlamda d›fllamakta ve oikosun (evin) alan› içine hapsetmektedir. Böyle yaparak ise Aristo polisi, hayat (zen) ile iyi hayat (eu zen) aras›ndaki karfl›tl›k olarak tan›mlamaktad›r. Ö¤üt’e göre Agamben’in Aristo’dan yola ç›karak dile getirdi¤i bu fark önemlidir, zira egemenli¤e dair temel tart›flma bu farktan dolay› ortaya ç›kmaktad›r. Baflka bir ifadeyle söyleyecek olursak, iyi hayatla hayat aras›ndaki ayr›m›n oluflturdu¤u fark yahut yar›k/yar›lma, egemenin kendini konumland›rd›¤› o belirsiz m›nt›kad›r. Bu anlamda egemenin (devletin) iktidar›n›n do¤al hayat (zoe) üstündeki birtak›m güç kullanma durumlar›n› ihtiva eden biyosiyasal mekanizman›n kurulum an› bu hareketle birlikte ortaya ç›kmaktad›r. Daha do¤ru bir deyiflle, modern devlet ayg›t›, Aristo’nun bu ayr›m› üzerinden kendini tan›mlayarak modern devlet olman›n biyosiyasal ufkunu yerine getirmifl olacakt›r. Ö¤üt’e göre, bu anlamda egemen iktidar›n ilk hareketi iflte bu biyosiyasal bir beden yaratma eylemidir as- Tesettürün Teorikleflmesi Süheyb Ö¤üt 15 Mart 2008 De¤erlendirme: Ü m i t A k s o y 19 Medeniyet Araflt›rmalar› Merkezi’nin düzenledi¤i Tezgâhtakiler bafll›kl› toplant› serisinin Mart ay›ndaki konu¤u “Tesettürün Teoriklefltirilmesi” adl› sunumuyla Süheyb Ö¤üt’tü. Ögüt’ün haz›rlad›¤› sunum metninin alt bafll›¤› “Pornografi ve Tesettür: Egemenli¤in ‹ki Diferansiyeli” idi. Bu bafll›k önemliydi; zira Ö¤üt sunumu boyunca, egemenli¤in, biri pornografik di¤eri tesettürlü olan iki uç noktada kendini nas›l ortaya koydu¤unu anlatmaya çal›flt›. Bu anlamda Ö¤üt öncelikle pornografik olan›n ne oldu¤unu anlatarak bafllad› sunumuna. Buna göre pornografik olan tam olarak, bedenin mahrem olana ait nüanslar›n›n ihlal ya da teflhir edilmesi anlam›na gelmektedir. Baflka bir ifadeyle pornografi, bir kifli tekinin sadece kendisine ait bedensel uzuvlar›n›n korunmad›¤›, korunamad›¤›, mahrem olan›n ötelendi¤i yegâne etkinlik modudur. Buna mukabil tesettür ise, tam da bu mahrem olan›n korunmas›, onun bu kiflisel olana ait alan›n tekrar kendisine iade edilmesi anlam›na gelmektedir. Ö¤üt’ün, sunumuna temel teflkil eden Gorgio Agamben’nin, “Kutsal ‹nsan” adl› metni üzerine yap›lan bir Medeniyet Araflt›rmalar› Merkezi MAM set ç›plak kalmaktad›r. Bu anlamda Ö¤üt’ün sunumu her fleyden önce bu farka iflaret etmesi anlam›nda hayli önemli bir yerde durmaktad›r. l›nda. Modern demokrasi, bu anlamda, ta en bafl›ndan beri kendini zoe’nin do¤rulanmas› ve kurtuluflu olarak sunmakta, sürekli olarak kendi ç›plak hayat›n› bir hayat tarz›na dönüfltürmeye ve deyim yerindeyse, zoe’nin bios’unu bulmaya çal›flmaktad›r. Modern demokrasinin zoe’nin bios’unu bulmaya olan alâkas› ise, pornografiyi modern siyasetin temel özü ya da efli¤i haline getirmektedir. Buna göre modern egemenlik söz konusu oldu¤unda, egemen, neyin mahrem neyin pornografik oldu¤una verilen kararla birlikte ortaya ç›kmaktad›r. Bu meyanda pornografik olan›n ve ayn› flekilde mahrem olan›n pratik hayattaki anlam›n› da içine alacak bir flekilde fakat daha genifl bir anlama tekabül etti¤ini belirtmek gerekmektedir. Modern demokrasinin, bedenler üzerinden iflleyen bir siyaset etme tarz›, biricik amac›n›nsa cinselli¤in kurtuluflu ve özgürleflmesi olarak ortaya ç›kmas›n›n nedeni, mahrem olana yap›lan bu temel vurgudur. Buna göre, mahrem ile pornografik olan aras›ndaki ayr›ma karar verendir egemen. Ve modern hayat›n yahut siyasetin ufku tam da bu yüzden biyosiyasal bir ufukta kendini konumland›rmaktad›r. Ö¤üt bütün bunlardan sonra tesettürle ilgili s›k›nt›lar›n yahut meydana gelen durumlar›n, liberal bir eylem olarak kodlanan birtak›m özgürleflim hareketlerinin z›t noktas›nda durdu¤unu söylemekte; fakat bunun gerçek anlamda bir özgürleflim olmas› bir yana, egemenin, kendisini her defas›nda var k›ld›¤› bir mod olmaktan baflka bir anlama gelmedi¤ini vurgulamaktad›r. Baflka bir ifadeyle siyasetin yegâne kendini belirlenim noktas› olan mahremiyet ve bunun do¤al bir sonucu olan tesettürlü olma hali, tam da egemen yaflam modunun kendini iffla etti¤i yeri ortaya koymaktad›r. Tesettür var oldu¤u oranda modern devlet, siya- MAM Tart›flmal› Toplant›lar Dizisi Modern Döneme Geçiflte ‹slâmî ‹limler Tasavvuru-2: Yenilikçilerin Klasik Kelam Alg›s› M. Sait Özervarl› ‹lyas Çelebi (Müzakereci) 5 Ocak 2008 De¤erlendirme: A b d u l l a h Y o r m a z 20 Medeniyet Araflt›rmalar› Merkezi’nin düzenledi¤i Modern Döneme Geçiflte ‹slâmî ‹limler Tasavvuru bafll›kl› toplant›lar serisinin ikinci oturumunda kelam ilmi ele al›nd›. Her ay bir ‹slâmî ilmin de¤erlendirilece¤i toplant›lar serisi önümüzdeki aylarda s›ras›yla tefsir, hadis, f›k›h, tasavvuf ve siyaset-ahlâk bafll›klar›yla gerçeklefltirilecektir. “Yenilikçilerin Klasik Kelam Alg›s›” bafll›kl› kelam oturumuna Türkiye Diyanet Vakf› ‹slâm Araflt›rmalar› Merkezi’nden Doç. Dr. M. Sait Özervarl› konuflmac›, Marmara Üniversitesi ‹lahiyat Fakültesi’nden Prof. Dr. ‹lyas Çelebi ise müzakereci olarak kat›ld›. Özervarl› konuflmas›n›n bafl›nda yenilikçiler olarak adland›r›lan grubun, -daha öncesinde temsilcileri olmakla beraber- 19. yüzy›ldaki Osmanl›, Arap ve Hind Medeniyet Araflt›rmalar› Merkezi MAM Özervarl›, yenilikçilerin kendi ilim tarihlerine afl›r› elefltiriyle yaklaflmalar›n›, bir yönüyle kendi bindikleri dal› kestiklerinin fark›na varmamalar› olarak elefltirdi. dünyas›ndaki ulema oldu¤unu belirtti. Baflta ‹zmirli ‹smail Hakk›, Abdullatif Harputî, Filibeli Ahmed Hilmi, Muhammed Abduh, Ferid Vecdî, fiiblî Numanî, Ahmed Kelam Azad, Muhammed ‹kbal, Cemaleddin Kas›mî, Hüseyin el-Cisr olmak üzere yenilikçi âlimlerin kelam ile ilgili yeni bir tasavvurlar› vard›r. Bu tasavvurlar›n› desteklemek amac›yla kelam tarihine çok fazla baflvuruda bulunmay› bir yöntem olarak seçmifllerdir. Modern dönemlerde ilimlerin kendi tarihlerine yönelmesi genel bir yaklafl›md›r. Modern ilmin içinden ç›kt›¤› tarihin trajedisini vurgulayarak kendi önemini göstermesi, bu yöntemin sebebi olarak aç›klanabilir. Bu noktada Özervarl›, yenilikçilerin kendi ilim tarihlerine afl›r› elefltiriyle yaklaflmalar›n› bir yönüyle kendi bindikleri dal› kestiklerinin fark›na varmamalar› olarak elefltirmektedir. Yenilikçilerin klasik kelam ile ilgili görüflleri metinlerden örnekler verilerek ele al›nm›flt›r. Yenilikçilerin klasik kelam›n zeminini kaybetmifl oldu¤u görüflü ilk s›rada yer almaktad›r. Zeminini kaybetmifl bir ilimle meflgul olman›n da bir anlam› olmad›¤› vurgulanmaktad›r. Zemin kayb› kelam›n do¤ufl ve geliflme dönemlerinde kendilerine karfl› reddiye yaz›lan f›rkalar›n günümüzde art›k olmamas› fleklinde aç›klanmaktad›r. ‹bn Haldun’un ‹slâmî ilimler de¤erlendirmesinde yer alan kelama ihtiyaç olmad›¤› görüflünün özellikle Osmanl› ayd›nlar› üzerinde etkisi görülmektedir. Özervarl›, bu görüflün kelam ilmini tam anlam›yla tan›mamaktan ve bu ilmi sadece savunmac› bir yap› içinde görmekten kaynakland›¤›na iflaret etmektedir. Kelam ilminde savunmac› ve reddiyeci bir yön bulunmakla birlikte, özellikle mant›¤›n kelama dahil edilmesiyle teorik taraf›n›n daha belirleyici oldu¤u görülmelidir. 21 Yenilikçilerin klasik kelam ile ilgili di¤er bir görüflü ise kelam›n ilk dönemde çok basit, anlafl›l›r bir yap› içindeyken zaman içinde teorik, felsefî ve girift bir yap›ya bürünmesidir. Mevâk›f, Makâs›d, Tevâli‘ gibi kelam kitaplar›n› çok az kimsenin anlamas› kelam ile halk›n aras›n›n aç›lmas›na yol açm›fl, kelam sadece Metn-i Akâid ve fierh-i Akâid metinlerine hasredilmifltir. Klasik kelama karfl› getirilen bu elefltiri temel itibariyle birinci görüflle çeliflmektedir. Özervarl›, teorik ve felsefî bir karaktere bürünen bir ilmin sadece savunmac› olarak de¤erlendirip elefltirilmesinin do¤ru bir yaklafl›m olamayaca¤›n› belirtmektedir. Ayr›ca, felsefî katk›larla zenginlefltirilmifl bir ilmî birikimi de¤erlendirecek insanlar›n olmay›fl› sebebiyle ortaya ç›kan kopukluk elefltirilece¤ine burada ilmin kendisi elefltirilmektedir. Klasik kelam› elefltiren görüfllerden bir di¤eri de kelam›n ihtilaf ve görüfl ayr›l›klar›yla dolu bir ilim olmas›d›r. Ehl-i Sünnet ile Mutezile aras›nda ve her bir ekolün kendi içinde birçok konuda farkl› görüfllerinin olmas› kötü bir durum olarak gösterilmektedir. Birço¤u kelam›n kendisinden kaynaklanmayan, dönemin siyasî yaklafl›mlar›, mezhep taassuplar›ndan meydana gelen ihtilaf konular› ilmin kendisine mal edilmektedir. Görüfllerin fazlal›l›¤› ve çeflitlili¤i de ilmî zenginlik olarak de¤erlendirilmelidir. Aristo felsefesinin Bat›’da geçerlili¤ini yitirdi¤i, bu sebeple Aristo mant›¤›na dayanan kelam ilminin de geçerlili¤ini kaybetti¤i görüflü yenilikçiliklerin en yayg›n görüflleri aras›nda yer almaktad›r. Yunan düflüncesinin, yerini modern Bat› düflüncesine b›rakt›¤› gibi kelam ilmi de yerini Yeni ‹lm-i Kelam’a terk etmelidir. Aristo mant›¤›n›n b›rak›l›p yerine ikame edilecek modern Bat› düflüncesinin kelam›n problemlerine çözüm getirece¤i fikri, Bat› düflünce dünyas›n›n tam ola- Medeniyet Araflt›rmalar› Merkezi MAM Toplant›ya müzakereci olarak kat›lan Çelebi’ye göre, günümüzde kelam ile u¤raflanlar›n misyonu, kelam yapmak de¤il, kelam yap›lacak ortam› haz›rlamak olmal›. rak tan›nmamas›ndan kaynaklanmaktad›r. Modern dönemde ‹slâmî ilimler aras›nda öncelikli olarak kelam ilminin yenileflmesi ve di¤er ‹slâmî ilimlerin Yeni ‹lm-i Kelam temeli üzerine infla edilmesi fikri vard›r. ‹zmirli ‹smail Hakk›’›n Yeni ‹lm-i Kelam’›, Abduh’un Risâletü’t-Tevhîd’i ve Hüseyin el-Cisr’in eseri Yeni ‹lm-i Kelam’›n ilk örnek eserlerini oluflturmaktad›r. Özervarl› son olarak ‹bn Haldun’un medeniyet ve tarih alan›ndaki görüfllerinin Osmanl› ayd›nlar› aras›nda revaç bulmas›n›n ‹slâmî ilimler ile ilgili eksik ve yetersiz görüfllerinin de elefltiriye tabi tutulmadan kabul edilmesine yol açt›¤›n› sözlerine ekledi. Toplant›ya müzakereci olarak kat›lan Prof. Dr. ‹lyas Çelebi ise modern dönemde kelamla ilgilenen insanlar›n üç gruba ayr›ld›¤›n› belirtmifltir. Aralar›nda Hüseyin Kaz›m, Musa Carullah gibi temsilcileri olan birinci gruptakilerin kelam› elefltirmek amac›yla kelamla ilgilendiklerini ifade eden Çelebi’ye göre bu grup halen Arap dünyas›nda yayg›nl›¤›n› devam ettirmektedir. ‹kinci grup, kelam üzerine konuflanlar›n oluflturdu¤u bir gruptur. Yeni dönemdeki kelamc›lar›n büyük ço¤unlu¤u bu gruba dahildir. Üçüncü grup ise bizzat kelam yapan mütekellimîn grubudur ve son dönemde bu gruba ihtiyaç duyulmaktad›r. Kelam yapman›n sorunlar› ve zorluklar›na gelince, kelam›n sistematik ve küllî bir ilim olmas› ayn› zamanda sorun ve zorlu¤un sebebini teflkil etmektedir. Kelam bafllang›çta zat, s›fatlar, Allah ile kul aras›ndaki iliflkiyi kurmak üzere tesis edilen bir ilim iken daha sonra mebde’ ve me‘âd bak›m›ndan mevcûd ilmin konusuna eklenmifltir. Çelebi’ye göre kelam ilminin konusuna getirilen bu ilavenin do¤ru olup olmad›¤› sorgulanmal›d›r. Kelam›n konular›n›n genifllemesi kelam›n sistematik vasf›n› de¤ifltirmifltir. Küllî olma vasf› ise di¤er ilimlerle iliflkisinde s›n›r›n çizilmesini zorlaflt›r- maktad›r. Çelebi günümüzde kelam ile u¤raflanlar›n misyonunun kelam yapmak de¤il, kelam yap›lacak zemini haz›rlamak oldu¤unu belirterek sözlerine son verdi ve toplant› soru-cevap bölümüyle devam etti. Modern Döneme Geçiflte ‹slâmî ‹limler Tasavvuru-3: Modern Dönemde Kur’ân Tefsiri M. Suat Merto¤lu-Ömer Türker 23 fiubat 2008 De¤erlendirme: H a l i t Ö z k a n 22 MAM taraf›ndan gerçeklefltirilen “Modern Döneme Geçiflte ‹slâmî ‹limler Tasavvuru” üst bafll›kl› toplant› dizisinin “Modern Dönemde Kur’an Tefsiri” konulu üçüncü oturumuna TDV ‹slâm Araflt›rmalar› Merkezi’nden Dr. M. Suat Merto¤lu ile Dr. Ömer Türker konuflmac› olarak kat›ld›. Dr. Suat Merto¤lu modern tefsir anlay›fl›n›n, hangi flartlar alt›nda do¤du¤u, ne gibi süreçlerden geçti¤i vb. konulara dair genel bir tasvir sunmay› hedefledi¤ini söyleyerek sözlerine bafllad›. Modern tefsir anlay›fl›n›n bafllang›c› olarak 18. yüzy›l sonras›na iflaret eden Merto¤lu, bu dönemin siyasî tarih aç›s›ndan Osmanl›lar için bir yenilgiler dönemi oldu¤unu ifade etti. Siyasî alandaki bu ma¤lubiyetlerin tecdid, tanzim ve ›slah gibi birtak›m yeni fikirlerin ortaya ç›kmas›na yol açt›¤›na iflaret eden Merto¤lu, ilk olarak askerî alanda giriflilen ›slahat hareketlerinin tek bafl›na yeterli olmad›¤›n›n zamanla anlafl›ld›¤›na, bu ›slahat hareketlerinin özellikle e¤itim kurumlar› vas›tas›yla Medeniyet Araflt›rmalar› Merkezi MAM “Modern Döneme Geçiflte ‹slâmî ‹limler Tasavvuru” üst bafll›kl› toplant› dizisinin üçüncü oturumuna TDV ‹slâm Araflt›rmalar› Merkezi’nden Dr. M. Suat Merto¤lu ile Dr. Ömer Türker konuflmac› olarak kat›ld›. desteklenmesi gerekti¤i anlay›fl›n›n ortaya ç›kt›¤›na de¤indi. Ancak e¤itim alan›ndaki ›slahat, modern/›slah edilmifl e¤itim kurumlar›ndan mezun olan genç nesilleri, klasik e¤itimden habersiz biçimde, modern düflünme tarz›na ve fikrî yap›ya sahip olarak yetiflmeleri ve bunun neticesinde kendi de¤erlerine ve kültürlerine yabanc›laflmalar› gibi ciddi bir sorunla karfl› karfl›ya b›rakt›. Mevzubahis yabanc›laflma neticesinde ise modern e¤itimden geçmifl nesiller kendi kültürleri hakk›nda daha önce al›fl›k olunmayan baz› sorular sormaya bafllad›lar. ‹flte bu durum, klasik formasyona sahip ilim adamlar›n›n, modern e¤itimden geçmifl gençlere hitap edecek ve özellikle onlar›n dini anlamas›na yard›mc› olacak yeni bir dil aray›fl›na girmelerine yol açt›. Merto¤lu’na göre modern tefsir anlay›fl›, asl›nda bu aray›fl›n bir sonucu olarak ortaya ç›km›flt›r. Merto¤lu modern tefsiri bu ba¤lamda “Kuran’›n modern de¤erlerle, modern ça¤›n talepleriyle uygun biçimde tefsir edilme çabas›” fleklinde tan›mlad›. Ona göre, esas itibariyle uleman›n birbirini muhatap kabul ederek telif etti¤i eserlerden meydana gelen klasik tefsir gelene¤inden modern tefsiri ay›ran en önemli özellik, modern tefsirin daha çok “popüler” olan› hedeflemesidir. Baflka bir deyiflle tefsirde klasikle modern aras›ndaki ay›r›m› belirleyen fley “muhatap” sorunudur. Bu ba¤lamda “‹slâm modernizmi” ile “modern tefsir” aras›nda da çok ciddi bir ba¤ vard›r; çünkü ikincisi birincisinin kendisini ifade arac› olmufltur. Merto¤lu’nun tespitlerine göre, ‹slâm modernistleri ve dolay›s›yla modern tefsir anlay›fl›n›n kurucular›, askerî yenilgiler, ekonomik ve siyasî geri kalm›fll›k gibi sorunlar›n ve genel anlamda “bozulma”n›n as›l müsebbibinin, Müslümanlar›n kendi dinlerinden uzak kalmalar› oldu¤unu düflünmektedir. Bu sebeple mo 23 dernistler aç›s›ndan “kaynaklara”, “Kur’an’a” ve “sadr-› ‹slâm’a” dönüfl flartt›r. Merto¤lu, ‹slâm modernistleri taraf›ndan aç›kça ifade edilmeyen fakat z›mnen benimsenen bir anlay›fla da iflaret etti. Buna göre ‹slâm modernistleri, Bat› medeniyetinde görülen Rönesans hareketi s›ras›nda Luther ve di¤erlerinin etkisiyle ortaya ç›kan Protestanl›k anlay›fl› sayesinde Bat›’n›n yanl›fl H›ristiyanl›ktan kurtulup gerçek ve saf H›ristiyanl›¤a dönmesini ve ancak bu sayede bilimsel ilerlemenin ve geliflmenin yolunun aç›lmas›n› kendilerine örnek alm›fllard›r. ‹slâm modernistleri, benzer bir dönüflümün ‹slâm dünyas›nda da gerçeklefltirilmesini arzulamaktad›r. Onlara göre nas›l ki (Luther’in ifadesiyle) “Kutsal kitab› her H›ristiyan anlayabilir” ise, Kur’an’› da her Müslüman anlayabilmelidir. Tefsirlerin “beyne’l-ulemâ ve li’l-ulemâ” telif edilmifl mahza ilmî metinler olmaktan ç›kar›l›p “Her Müslüman›n Kur’an’› anlama hakk› vard›r” anlay›fl›na uygun biçimde yeniden yaz›lmas› gerekmektedir. Üstelik Kur’an’›n halka aktar›m› ilmihaller, mevizeler vb. vas›talar sayesinde dolayl› olarak de¤il, do¤rudan gerçeklefltirilmelidir. Merto¤lu konuflmas›n›n devam›nda modern tefsir anlay›fl›n›n baz› belirgin özelliklerine iflaret etti. Buna göre, modern tefsir anlay›fl›n›n en önemli özelliklerinden birisi, klasik tefsir anlay›fl›n›n/gelene¤inin elefltirisidir. Çünkü modern anlay›fla göre klasik tefsir anlay›fl›n›n kendisi, Kur’an’›n anlafl›lmas›n›n önündeki engellerden biridir. Halk›n güncel ihtiyaçlar›na do¤rudan cevap vermeyen, nazarî meselelerle uzun uzad›ya meflgul olman›n gereksizli¤ine vurgu yap›lmas› da bu esaslardan biridir. Merto¤lu’nun bu ba¤lamda zikretti¤i örnek hayli dikkat çekiciydi: Muhammed Abduh, Câmiu’l-Ezher’de verdi¤i tefsir derslerine klasik eserlere bakmaks›z›n haz›rlanmaktad›r. Çünkü Medeniyet Küresel Araflt›rmalar› Araflt›rmalar Merkezi KAM MAM Modern tefsir anlay›fl›n›n bafllang›c› olarak 18. yüzy›l sonras›na iflaret eden Merto¤lu, bu dönemin siyasî tarih aç›s›ndan Osmanl›lar için bir yenilgiler dönemi oldu¤unu ifade etti. kendi yaklafl›m›n›n klasik yaklafl›m taraf›ndan “etkilenmesini” veya “zedelenmesini” istememektedir. Binaenaleyh, modern bir müfessir için, tefsirinin gelenekle yahut kaynaklarla uyum içinde olmas›n›n önemi yoktur. Ayetin metnine, kendisine, filolojik tahliline ve sebeb-i nüzûlüne önem veren klasik müfessirin aksine, modern müfessir ayetin kendisi ve “modern Müslüman” için ne ifade etti¤ine önem verir. Modern tefsirin bir baflka özelli¤i, ayetlerin ictimâî yorumuna önem vermesidir. Modern müfessir, Kur’an’dan hareketle mevcut modern durumu tahlil etmeye çal›fl›r ve çözüm yolu olarak Kur’an’›n önerileri nelerdir sorusunun cevab›n› arar. Ayetlerden yola ç›k›p, sosyal hayata do¤rudan göndermeler yapmayan klasik tefsirin aksine “Kur’an merkezli ›slah projesi”nin peflinde olan modern müfessir, ayetleri do¤rudan hayatla veya modern durumla irtibatl› olarak de¤erlendirmeye meyillidir. Merto¤lu’na göre Afganî ve Abduh’un yorumlar›nda buna dair birçok örnek bulmak mümkündür ve bu durum ayn› zamanda modern müfessirler taraf›ndan, görüfllerinin kabul görmesini sa¤lamak üzere bir tür meflruiyet kazand›rma vas›tas› olarak kullan›lm›flt›r. Merto¤lu’na göre aktüel olanla, yahut modern insan›n ihtiyaçlar›yla ilgili ayetlerin “seçilerek” de¤erlendirilmesi ve yorumlanmas› modern tefsir anlay›fl›n›n bir baflka karakteristi¤idir. Örnek olarak S›rat-› Müstakîm ve Sebilürreflâd dergilerinin alt› y›ll›k bir periyodu (1908-1914) hakk›nda yapt›¤› doktora tezine at›fta bulunan Merto¤lu, tespitlerine göre bu dönemde söz konusu dergilerde 5000 civar›nda ayetin konu edildi¤ini, ancak bunlar›n Kur’an’da sadece yüzde 10-15’lik bir orana tekabül etti¤ini belirtti. Baflka bir deyiflle burada, sürekli ayn› ayetler üzerinden gerçeklefltirilen bir tefsir ve yorumlama faaliyeti söz konusudur. Merto¤lu, ilgili ayetlerden baz› örneklerle sözlerini tamamlad›. 24 “Modern tefsirle klasik tefsirin iliflkisi”ni klasik tefsirin bak›fl aç›s›n› esas alarak konu edinen Dr. Ömer Türker ise, modern müfessirlerdeki en temel sorunun teorik çerçevenin yitirilmesi oldu¤unu tespit ederek sözlerine bafllad›. Bu ba¤lamda, öncelikle di¤er ‹slâmî ilimlerle birlikte klasik tefsirin hangi flartlar alt›nda ve ne flekilde ortaya ç›kt›¤›na de¤inen Dr. Türker, özelde tefsirin genelde bütün ‹slâmî ilimlerin, Hz. Peygamber’in vefat›ndan sonra kendisini belirgin biçimde hissettiren vahiyle hayat aras›ndaki kopuklu¤a bir çözüm çabas› olarak ortaya ç›kt›¤›na temas etti. Yine bu ba¤lamda tefsir ilminin di¤er ‹slâmî ilimler içinde kelam ilminden farkl› olmak kayd›yla küllî bir konuma sahip oldu¤una iflaret etti. Türker, klasik müfessirlerin, birikimlerini sistematik bir bütünlük içinde ifade etmelerinin ve baflar›yla aktarabilmelerinin, tefsirlerinin kabul görüp sonraki nesillere kalmas›nda belirleyici unsur oldu¤unu ifade etti. Mukâtil b. Süleyman örne¤ini gündeme getiren Türker, bu tefsirin bugün elimizde bulunan ilk metinlerden biri olmas›ndan çok, tutarl› ve kapsaml› bir epistemik çerçeve içinde haz›rlanm›fl olmas› sebebiyle önem kazand›¤›n› söyledi. Türker’e göre, bir müfessirin çabas›n›n vaaz kapsam›ndan ç›k›p “tefsir” kapsam›na girebilmesi için, bütünlüklü bir teoriye sahip olmas› gerekmektedir. Türker, modern dönemde yukar›da iflaret edilen klasik teorik zeminin kayboldu¤undan, genelde bütün âlimlerin, özellikle de müfessirlerin metafizik tutarl›l›klar›n› ve aç›klama kabiliyetlerini kaybettiklerinden bahisle sözlerine devam etti. Ona göre bu durum, modern tefsirlerin tefsirden çok vaaza dönüflmesine yol açm›flt›r. Metafizik tutars›zl›¤›n bunun kadar önemli bir di¤er sonucu ise “Kur’an merkezli tefsir okumalar›n›n” ortaya ç›kmas›d›r. Türker’in tespitine göre, tef- Medeniyet Küresel Araflt›rmalar› Araflt›rmalar Merkezi KAM MAM Türker, klasik müfessirlerin, birikimlerini sistematik bir bütünlük içinde ifade etmelerinin ve baflar›yla aktarabilmelerinin, tefsirlerinin kabul görüp sonraki nesillere kalmas›nda belirleyici unsur oldu¤unu ifade etti. sir ilmi klasik dönemdeki hiyerarflide en üst s›rada bulunan, yani di¤er ilimlerde belirli bir birikim elde ettikten sonra okunan bir ilim dal› iken, modern dönemde hiyerarflinin kaybolmas› sonucu bu özelli¤ini yitirmifltir. Türker, klasik dönemde tefsir usûlünü hadis usûlüne benzer biçimde bir tür “Terimler ‹lmi” olarak anlama/düzenleme genel e¤ilimine ve bu genel gidiflata ayk›r› bir örnek olarak Ebû Abdullah Muhyiddin Muhammed b. Süleyman el-Kâfiyeci’nin (ö. 879/1474) çabalar›na da iflaret etti. Ona göre Kâfiyeci müstakil bir ilim oldu¤unu iddia etti¤i tefsirin iki küllî kaidesi oldu¤unu ve bütün bir tefsir ilminin bu kaideler üzerine bina edilebilece¤ini iddia etmektedir. Mevzubahis küllî kaideler muhkem ve müteflâbihten ibarettir. Türker’e göre Kâfiyeci et-Teysîr fî ilmi’t-tefsîr’de bunu ortaya koymaya çal›flm›flt›r. Ancak bu iddia tefsir tarihinde kabul görmemifl, bunun yerine Kâfiyeci’nin talebesi Süyûtî’nin tefsir usûlünü hadis usûlüne benzer biçimde ele alan el-‹tkân fî ulûmi’l-Kur’ân’› tutulmufltur. Türker, Süyûtî’nin tervîc etti¤i tarzda devam eden tefsirin bu yar›-bilimsel vasf›n›, modern dönemdeki “teori kayb›”n› besleyen bir unsur olarak de¤erlendirdi. Teori kayb›ndan muzdarip Kur’an merkezli okumalar›n, incelenen meseleleri haz›r teorilerin içine yedirmesini de elefltiren Türker, bu olguyu “Kur’an’›n istintak›” olarak vasfetti. Klasik tefsirlerin çeflitli teorileri esas alarak taksim etmeye imkân oldu¤unu söyleyen Türker, ayn› fleyin modern tefsirler için geçerli olmad›¤›n›, onlar hakk›nda ancak konu esasl› taksimatlar yap›labilece¤ini söyledi. Örne¤in modern tefsir anlay›fl›nda önemli bir yere sahip olan ictimaî tefsir, belirli bir teoriye iflaret etmekten ziyade, müfessirin zihnindeki baz› konular› gösteren bir tan›mlamad›r. Türker bu durumu, “teori 25 kayb›”n›n modern tefsir yaz›m›ndaki en bariz göstergesi olarak telakki etti¤ini kaydetti. Tefsirlerin modern dönemde savunmac› yaklafl›mla yaz›lm›fl olmas›n›, sadece tefsirin de¤il, bütün ‹slâmî ilimlerin sorunu olarak gören Türker, modern tefsirde son bir problem noktas› olarak akademisyenlik gerçe¤ine iflaret etti. Akademik ortam›n, müfessir yetifltirmekten çok daha farkl› amaçlara sahip oldu¤unu söyleyen Türker, bir akademisyenin belirli pozisyonlara gelene kadar tefsirle ilgili çok fley ö¤rendi¤i halde, o güne kadar yaz›p çizdikleri sebebiyle klasik anlamda müfessir olma vasf›n› kaybetti¤ini söyleyerek sözlerine son verdi. Tart›flman›n soru-cevap bölümünde ise, Luther’in kiliseyle kavgas›na benzer bir kavgan›n modernistlerle ‹slâm dünyas›ndaki herhangi bir kurum aras›nda gerçekleflip gerçekleflmedi¤i, modernist tefsir anlay›fl›n›n en önemli örneklerinin yaflad›klar› dönemde klasik tefsir anlay›fl› cephesinden ne gibi tepkiler ald›klar› gibi konular üzerinde duruldu. 26 Anam kanlar› kuruyan Kavga ay›ran bir karg› elinde Kara oca¤›n tafllar›na ‹flaret koydu çocuklar›n› Belinde gezdiren babam›n Beyaz yaz›larla kazand›¤› adlar› Zaman dert getirdi sulara ‹çinde eski bal›klar›n yatt›¤› kayalar Savaflan insanlar›n elinde ‹nce yontulup tafl›nd› balta m›zrak flekline Sonra insan o ki denizde Küçük ve büyük nehirde Bedeni ›slatan afsunlu suda Önce niyet sonra y›kan›rd› Bafl› ve yüre¤i flahbaz Kaleleri a¤›rlayan kad›nlar›n Süslerini kemerlerini Bafllar›n› a¤›rlaflt›ran A¤›r siyah flelale saçlar›n› Tutunca gençleflirdi erkekler Cahit Zarifo¤lu ‹flaret Çocuklar› ☞38 MOLA Sanat Araflt›rmalar› Merkezi SAM “Sinema ve Din” bafll›kl› tezini sunan Lüleci, Türk sinemas›nda din ö¤esinin ne flekilde kullan›ld›¤›n› ve dindar kesimin sinemaya yaklafl›m›ndaki de¤iflimi ele ald›. SAM K›rkambar Sinema ve Din: Türk Sinemas› Örne¤i Yalç›n Lüleci 14 fiubat 2008 De¤erlendirme: M e m d u h M a n s u r fiubat ay›nda Sanat Araflt›rmalar› Merkezi’nin düzenledi¤i K›rkambar tez sunumu toplant›s›n›n konu¤u Yalç›n Lüleci’ydi. Din Psikolojisi Bilim Dal›’nda gerçeklefltirdi¤i “Sinema ve Din” bafll›kl› tezini sunan Lüleci, Türk sinemas›nda din ö¤esinin ne flekilde kullan›ld›¤›n› ve dindar kesimin sinemaya yaklafl›m›ndaki de¤iflimi ele ald›. Sanat ve din iliflkisini irdeleyerek sunumuna bafllayan Lüleci geçmiflten günümüze sanat›n dini konu edindi¤ini, dinin ise sanat› propaganda biçimi olarak kulland›¤›n› belirtti. maya karfl› hoflgörüyü art›rd›¤›n› belirten Lüleci, sinemaya karfl› olan tepkinin zamanla sinemayla iletilen fikirlere yöneldi¤inin alt›n› çizdi. Tiyatrocular dönemi 1923-39 y›llar›n› kapsayan dönemin “tiyatrocular dönemi” olarak adland›r›ld›¤›n› hat›rlatan Lüleci, bu dönemdeki yaklafl›m hakk›nda flunlar› belirtti: “Bu dönemde din, geçmifli simgeleyen bir ö¤e olarak kullan›l›yor. Örne¤in Aynaros Kad›s› ve Bir Kavuk Devrildi filmlerinde Osmanl› adalet kurumundan yola ç›karak din adamlar› yeriliyor. Bu dönemde dikkat çeken bir di¤er nokta, Muhsin Ertu¤rul filmlerinde Kuvayi Milliye karfl›t› din adamlar›n›n boy göstermesi. Tiyatrocular döneminin bir di¤er özelli¤i ise çekilen filmlerin baz›lar›nda 1930’lu y›llar›n ahlâk anlay›fl›na z›t müstehcenlikler bar›nd›rmas›. Kar›m Beni Aldat›rsa, Söz Bir Allah Bir filmleri o dönem için kad›n erkek iliflkileri bak›m›ndan son derece z›t bir çizgide bulunuyor.” 27 Sinematograf›n Gelifli Sineman›n icad›ndan bir sene sonra ülkemizde padiflah huzurunda ilk gösterim Y›ld›z Saray›’nda gerçeklefltirilmiflti. Ayn› zamanda halife de olan padiflah›n huzurunda ilk film gösteriminin gerçeklefltirilmesinin dinî bir meflruiyet sa¤lad›¤›n› belirten Lüleci, ilk gösterimin gerçeklefltirilmesinde din âlimlerinin sinematograf hakk›nda olumlu görüfl belirtmesinin etkisi oldu¤unu söyledi. Bu dönemde ilk defa 1903 y›l›nda Sinema Nizamnamesi’nin ç›kart›ld›¤›n› ve bu nizamnamede ahlâk ve edebe uygunluk ilkelerinin arand›¤›n› sözlerine ekledi. Karagöz ve meddah gösterilerinin yan›nda sinema gösterimlerinin de bafllamas›n›n sine- Sanat Araflt›rmalar› Merkezi SAM SAM Yuvarlak Masa Toplant›lar› S‹NEMA SOHBETLER‹–1 Sinemada Zaman Fikri ve Yumurta Semih Kaplano¤lu 17 Ocak 2008 Sinemada Kötü Fikri Zeki Demirkubuz KIRKAMBAR Ülkü Tamer fiiiri Ömer Erdem 28 fiubat 2008 1 fiubat 2008 Sinema ve Din: Türk Sinemas› Örne¤i Sinemada Politik Durufl Yalç›n Lüleci 27 Mart 2008 14 fiubat 2008 ‹ran ve Amerika’da Sinema Tecrübesi S›rr› Süreyya Önder Yeflilçam’a Bir Bak›fl Faysal Soysal Feyzi Tuna 17 Nisan 2008 10 Nisan 2008 HAYAL PE R D E S‹ B‹R B‹R‹K‹ME YEN‹DEN BAKMAK: Türk Roman›na Kritik Yaklafl›mlar–2 Ocak K›sa Filmler (Fransa, 1895-) Yön: Lumiere Kardefller Huzur’dan Mahur Beste’ye: Tanp›nar’›n Romanlar›ndaki Arzu Ekonomisine Psikanalitik Bir Bak›fl Süha O¤uzertem 31 Ocak 2008 Dr. Caligari’nin Muayenehanesi (1920, Almanya, 80’) Yön: Ingmar Bergman Potemkin Z›rhl›s› (1925, S.S.C.B., 75’) Yön: Sergei M. Eisenstein Metropolis (1927, Almanya, 120’) Yön: Fritz Lang Türk Roman›na Kritik Yaklafl›mlar-3 Cumhuriyet Dilinin Ötesinde Ne Var: Bir Muhalefet Biçimi Olarak O¤uz Atay Roman› fiubat Jale Parla 28 fiubat 2008 Pather Panchali (1955, Hindistan, 115’) Yön. Satyajit Ray Mart Ya¤murdan Sonraki Soluk Ay›n Öyküsü (1953, Japonya, 95?), Yön: Kenji Mizaguçi Türk Roman›na Kritik Yaklafl›mlar-4 Bir ‹mkan Olarak Politika: Türk Roman› ve Politik S›n›rlar› Sibel Irz›k 19 Mart 2008 Sonsuz Sokaklar (1954, ‹talya, 108’) Yön: Federico Fellini Yaban Çilekleri (1957, ‹sveç, 91’) Yön: Ingmar Bergman Türk Roman›na Kritik Yaklafl›mlar-5 12 Öfkeli Adam (1957, Amerika, 96’) Yön: Sidney Lumet Ak›n Tek 16 Nisan 2008 Nisan Dr. Garipaflk (1964, Amerika, 93’) Yön: Stanley Kubrick Ah Güzel ‹stanbul (1966, Türkiye, 97’) Yön: At›f Y›lmaz Kuyucakl› Yusuf (1985, Türkiye, 95’) Yön: Feyzi Tuna 28 Mutsuz Çocu¤un Masal›: Ahmet Mithat’tan ‹hsan Oktay Anar’a Üst-Kurmaca Denemeleri Sanat Araflt›rmalar› Merkezi SAM maz Güney filmde ekonomik s›k›nt›lar yaflayan bir iflçinin kurtuluflu metafizik yollarda aramas›n›n beyhudeli¤ini ortaya koymak isterken tamamen olumsuz bir din adam› portresi çiziyor. Buradaki din adam›, define bulma vaadiyle insanlar› kand›ran, bat›l inançlar› olan cahil bir adam. Bu haliyle devrimci sinemac›lar dine bak›fllar›n› ortaya koyuyor. Ulusal sinema ak›m›n›n temsilcileri ise toplumsal gerçekçi ak›m›n temsilcilerine göre daha iyimser bir noktada bulunuyor. Bu dönemde Halit Refi¤’in yönetti¤i Vurun Kahpeye filminin üçüncü versiyonu çok önemli. Önceki iki filme göre yönetmen, roman›n haricinde cahil din adam›n›n karfl›s›na iyi bir din adam› yerlefltiriyor ve Aliye ö¤retmen tiplemesi çok daha dindar birisi olarak karfl›m›za ç›k›yor.” Tiyatrocular döneminden sonraki y›llar› geçifl dönemi olarak niteleyen Lüleci, sinema ve din iliflkisinde en çok an›lan film olan Vurun Kahpeye filminin ilk versiyonunun bu dönemde çekildi¤ini hat›rlatt›. Geçifl döneminden sonra “sinemac›lar dönemi”nin geldi¤ini ve bu dönemde öne ç›kan filmin Kubilay oldu¤unu belirten Lüleci, ‹stanbul Kan A¤larken filminin ise Türk sinemas›nda cinsellik aç›s›ndan bir kilometre tafl› oldu¤unu ifade etti. Hazretli Filmler Hazreti Ömer rolündeki oyuncu önünde durdu¤u evin kap›s›n› çalar. Ev sahibi hâliyle “Kim o?” diye sorar. Ömer cevap verir: “Ben Hazreti Ömer radiyallahu anh.” 1950’lerin ortas›ndan bafllay›p 70’lere kadar uzanan dönemde çekilen “hazretli filmlere” de¤inen Lüleci, bu dönemde Hz. Yusuf, Hz. Süleyman, Hz. Ayfle gibi filmlerin çekildi¤ini, bu filmlerin teknik aç›dan kötü, ayn› zamanda da ticarî amaçl› filmler oldu¤unu söyledi. Millî Sinemac›lar Millî sinemac›lar›n dinî duyarl›l›klar› oldu¤unu hat›rlatan Lüleci, millî sinemac›lar›n dindar kimlikleriyle bu piyasada bulunmak istediklerini belirtti. Millî kültüre vurgu yapan millî sinemac›lar, sineman›n insanlar üzerindeki etkisini kullanmak istiyorlar. Lüleci, 1970 y›l›nda Birleflen Yollar filmiyle ilk meyvesini veren millî sinemac›lar›n söylemi ile dönemin siyasî söylemi aras›nda ba¤ kuran araflt›rmac›lar›n varl›¤›ndan bahsetti. Lüleci, bu ak›m›n fikir babas› Yücel Çakmakl› hariç, kendilerini millî sinemac›, beyaz sinemac› diye niteleyen yönetmenlerin bu ifadelerden vazgeçtiklerini hat›rlatt›. 1995-2005 y›llar› aras›nda 28 fiubat ve ekonomik krizlerin de etkisiyle eser veremeyen millî sinemac›lar 2005 y›l›nda Anne ya da Leyla, sonras›nda The ‹mam ve Anka Kuflu ile sinemaya geri dönüfl gerçeklefltirdiler. Lüleci, bu dönüfl döneminde millî sinemac›lar›n politik söyleminin metafizik bir söyleme dönüfltü¤ünün alt›n› çizdi. 29 Toplumsal Gerçekçi Ak›m 1960 darbesinden sonra toplumsal gerçekçi ak›ma dair Lüleci: “Bu dönemde Marksizm etkin. Bu dönem çekilen filmlerde din adam› haks›z ve güçlü olan›n yan›nda gösterilmifl, iflbirlikçi ve iktidar yanl›s› bir portre çizilmifl” dedi. Toplumsal gerçekçi ak›m›n kendi içinde de bir bölünme yaflad›¤›n› hat›rlatan Lüleci, bu ak›m›n parçalanmas›yla ortaya ç›kan “ulusal sinema” ve “devrimci sinema”n›n dine yaklafl›m hususunda farkl› noktalarda oldu¤unu ifade etti ve flunlar› ekledi: “Devrimci sinemac›lar toplumsal gerçekçi ak›ma göre daha uç bir noktada duruyorlar. Bu anlamda üzerinde durulmas› gereken, Y›lmaz Güney’in Umut filmi. Y›l- Sanat Araflt›rmalar› Merkezi SAM Millî sinemac›lar›n sinemaya girdikleri dönemde karfl›laflt›klar› en büyük problemin din adamlar›n›n bu konuda görüfl bildirmemesi oldu¤unu ifade eden Lüleci, millî sinemac›lar›n sineman›n toplumsal etkilerine vurgu yaparak meflruiyet aray›fl›na girdiklerini belirtti. Lüleci, millî sinemac›lar›n ilk ürünlerini verdikten sonra karfl›laflt›klar› sorunlar› ise flöyle s›ralad›: Kad›n imaj› ve cinselli¤in yans›t›lmas›, kötü eylemlerin özendirilmeden gösterilmesi, oyuncu ve senaryo seçimi, finans. Millî sinemac›lar›n filmleriyle dindar kesimin sinemay› içsellefltirdi¤ini belirten Lüleci, millî sinemac›lar›n yo¤unlaflt›¤› temalar› da flöyle s›ralad›: Baflörtüsü ve ‹mam Hatip Liseleri, din de¤ifltirme ve dindarlaflma, popüler kültür ve bat›l›laflma elefltirisi, politik sistem elefltirisi, tarihî olay ve kifliler, inanç meselesi, mistik ve ahlâkî konular. 2000 y›l›ndan sonra Türk sinemas›nda farkl› görüfllerden insanlar›n dinî konularda filmler çekti¤ini belirten Lüleci, sinemada geçmifle göre dinin daha yo¤un ve olumlu olarak yer ald›¤›n› ifade etti. Âdem’in Trenleri, Kurtlar Vadisi Irak, Dondurmam Gaymak ve Takva filmlerini örnek veren Lüleci, bu dönemde yaflam›n esas› olan din anlay›fl› yerine, yaflam›n parças› olan bir din anlay›fl›n›n yerleflti¤ini ve dinî konular›n sanatsal kayg›lardan ötürü ifllendi¤ini düflünüyor. Geçmiflten günümüze gelen ve özellikle son dönemde çekilen Takva gibi iddial› filmler hakk›nda ayr›nt›l› incelemelere yer verilmemesi ve derin bir çözümleme yap›lmamas›, tamamlanabilecek bir eksiklik olarak görülebilir. Lüleci’nin çal›flmas›, Türk sinemas› özelinde sinema ve din iliflkisine genel bir bak›fl aç›s› sunmas› aç›s›ndan referans niteli¤ini tafl›yor. SAM Bir Birikime Yeniden Bakmak Türk Roman›na Kritik Yaklafl›mlar-3: Cumhuriyet Dilinin Ötesinde Ne Var: Bir Muhalefet Biçimi Olarak O¤uz Atay Roman› Jale Parla 28 fiubat 2008 De¤erlendirme: S e l i m K a r l › t e k i n 30 Jale Parla’y› konuk etti¤imiz bu oturumda, Atay’›n Tutunamayanlar’› üzerine oyun ve noksanl›klar ba¤lam›nda konufltuk. Atay’›n anlat›lar›n›n oyun anlat›lar› olarak da okunabilece¤ini belirten Parla, metinlerdeki oyunun teflekkülünü inceledi. Düpedüz komikten kara mizaha seyreden anlat›, komi¤in ifrat noktas›nda as›l zeminini bulur: ‹ronide. Atay’›n ironisi hicivle kar›flt›r›lmamal›d›r.1 Atay ironisi, Parla’ya göre, mahiyeti itibariyle post-moderndir. Hakikat iddias›nda bulunmaz; özne sürekli konum de¤ifltirerek oyun alan›ndaki tüm konumlar› kullan›r, tüm bu ‘oyun’ hamleleri, anlam ve hakikat zeminini kayd›r›r. Tekrarlar, verili kurgunun hakikatini yaralad›¤› gibi, bu jestin failini de yaralar. Bu yaralanma ‘hayat acemisi’ olmaktan kaynaklan›r. Parla sunumunda, Atay’›n bu acemili¤i, kulland›¤› iki (edebî) takti¤iyle -eksik yap›tlar ve eksik yazarlarlaaç›ml›yor. Oyunun alt›nda yatan bu çapraz-dikifli (double-bind) metnin ikilemlerine bir geçit olarak okuyor. Turgut, Selim’in intihar›n› müteakiben Selim’i arar, Sanat Araflt›rmalar› Merkezi SAM Parla’n›n analizi, politik olan› dilin içinden okuyor ve siyaseti dil deneyiminden devfliriyor. Atay’›n jestini, ça¤a (epoch), ötekiye veya modernitenin s›n›r› olmakl›kla de¤il de, edebiyat çerçevesi üzerinden epistemolojik bir probleme cevap olarak kuruyor. evrak› metrukesine ulafl›r. Eksik metinler, formunu al(a)mam›fl ucube varl›klar -Selim’in yaflam› gibi- tamamlanmam›fll›¤›n ifadesidir. Tüm bu yar›m kalm›fll›k, küçük burjuva hayat›n›n rutin mükemmelli¤inin alt›n› oyar. Gündeli¤i yaralad›¤›, imkâns›z k›ld›¤› yerde, art›k Turgut için yar›m kalm›fll›klar›n noksanl›¤› varl›k zeminidir. Bu, Cumhuriyet modernleflmesinin zeminidir. Atay’›n eksik metinleri Türk modernleflmesinin eksik kalm›fl sayfalar›d›r. Noksanl›k Atay’› bu kapanmaz yaran›n ironisine götürür. ‹roni, metonimik2 olufluyla bu kültür dünyas›n›n foyas›n› ortaya ç›kar›r. Resmî tarihin, vazedilmifl/emredilmifl bir dünya resminin zeminsizli¤inin niflaneleridir. Yazar›n noksanl›¤› yaras›n›n telaffuzunda, yani yazmak zorunlulu¤unun aç›l›m›nda zuhur eder. Tanzimat’tan itibaren dil asra cevap vermek peflindedir; lâkin uygun kelimeleri bulamaz. Araba Sevdas›’n›n Bihruz Bey’i “kelime fleyi resmetmeye mecbur ise” ibaresini anlayamaz. Bihruz’un okuma yazmas› bile yoktur; tam da bu noktada, eflyaya isim vermekle aç›lan dünyan›n imkâns›zl›¤›, dilin dünyay› okuyamamas› sorunudur. Cumhuriyet’in kuruluflunda siyasî bir çözüm getirildi¤i düflünülen ve dolay›s›yla susturulan sorun, Atay’da dilden istikrah› getirir. ‹fadenin disipline edildi¤i bu kapal› sistem, hem Do¤u’dan hem Bat›’dan sarf› nazar etmifl bu menzil, art›k bar›nman›n imkân›n› yitirmifltir. Dilde bar›n›lamayan yerde “tek felsefe bireyin yok olufludur”. Dilin utanc› davaya sebeptir. “Babama Mektup”la belirginleflen fley, Kafka’daki (dinde ve hayatta) otorite olan bir baban›n aksine, kendisi de çocuk b›rak›lm›fl bir baban›n, kendi evinde bile memur b›rak›lm›fll›¤›n, yar›m kalm›fll›¤›n, her türlü temsilinin susturulmas›yla neticelenen bir epistemolojik engel. Bu engelle mücadele çerçevesinde; gelene¤i olmayan (ge- lene¤i reddetmifl) bir modernlik projesinde, dilin köklerinden kopar›larak ideolojinin emrine girmesiyle dilin zeminine -eflyan›n zat›n› ifade etmenin imkâns›zl›¤›nda temsilini kurarak- indirilmifl darbeyle (devlet eliyle dilin inflas›) sakat b›rak›lm›fl bir toplumun ac›lar› dile gelir. “Anlatamamaktan anlafl›lamamaya bir yolculuk”ta Atay’› okuyan Parla, Atay’›n bugün edebiyat›m›z›n köfle tafllar›ndan birisi olmas›n› onun sanat dilinin özerkli¤i yolunda mücadele ile edebiyat›m›z› yeni bir devre sokmas›na, edebiyat›m›za yeni ifade imkânlar› kazand›rmas›na ba¤l›yor. Parla’n›n analizi politik olan› dilin içinden okuyor ve siyaseti dil deneyiminden devfliriyor. Atay’›n jestini, ça¤a (epoch), ötekiye veya modernitenin s›n›r› olmakl›kla de¤il de, edebiyat çerçevesi üzerinden epistemolojik bir probleme cevap olarak kuruyor. Kurgusunda da eksik metin ve eksik yazar kavramlar›n› siyasî olan›n teflekkülüyle hesaplaflan de¤il, siyasî olana siyasetle cevap veren iki taktik olarak iflliyor. 31 1 Parla’n›n da belirtti¤i üzere ironi noktas›nda kendisi Nurdan Gürbilek’in “Kemalizmin Delisi O¤uz Atay” (Yer De¤ifltiren Gölge içinde, Metis Yay.) bafll›kl› metnine baflvuruyor. 2 “Metonimi terimini tamamlanmam›fl, bitmemifl, ça¤r›fl›mlar› kapat›lmam›fl metafor anlam›nda kullan›yorum.” Jale Parla, Don Kiflot’tan Bugüne Roman, ‹letiflim Yay›nlar›, 2007 (2000), s.108. Sanat Araflt›rmalar› Merkezi SAM Son zamanlarda darbe romanlar› üzerine çal›flan Irz›k, sözlerine, amac›n›n bu konuyu sadece sol muhalefet aç›s›ndan aktarmak de¤il, daha genifl bir perspektife araç k›lmak oldu¤unu söyleyerek bafllad›. fl›yor. Necip’in cesedini görünce kendini tutamay›p öpmesini polise, klifle bir ifadeyle gerekçelendiriyor Ka: “Çünkü onun çok saf bir kalbi vard›”. Suç ortakl›¤› ve karfl› olman›n do¤urdu¤u bölünmüfl ruh hâli, bilinciyle duygular›n›n örtüflmemesi önemli ipuçlar› da bar›nd›r›yor. Irz›k’›n tespitine göre, romanda Ka’n›n yazd›¤› fliirlerden hiçbirini okuyam›yoruz; demek ki karfl›m›zda flairlik bak›m›ndan sessizlefltirilmifl bir karakter var. Sadece ‹stanbullu, elit bir kifli olarak de¤il, edebiyatç› kimli¤iyle Ka’ya bakarsak, bu tutum, 12 Mart/12 Eylül sonras› edebiyat›n darbe karfl›s›ndaki durumuna benziyor. Irz›k, Ka’n›n olan bitene yönelik tavr›n›, fliddetle bast›r›lm›fl devrimci sol ile edebiyat›n tam olarak buluflamamas›n›n alegorisi olarak yorumluyor. Kar’da 12 Mart romanlar›na benzeyen taraf, masumiyete yap›lan vurgu; 12 Eylül romanlar›na benzeyen taraf ise 80 sonras› politikadan uzaklaflma, sessiz kalma, yüz çevirme fleklindeki tav›r. Sibel Irz›k, Murat Belge’nin 1970’lerde yazd›¤› bir makaleye at›fla, 12 Mart romanlar›n›n temelde, iflkenceyle suçluluk aras›nda kurulan dengeye ba¤l› oldu¤unu hat›rlat›yor. Belge’ye göre romanc›lar›n bunu yaparken benimsedikleri savunma, iflkence görenlerin masum oldu¤u, yasalar› uygulayanlar›n haks›zl›k yapt›klar› tezine dayan›yordu. Propagandaya dayanan bu edebiyatta ma¤durlar›n hem iyi hem kötü yanlar›n›n, hatalar›n›n da, iç çeliflkilerinin de bulundu¤u gerçe¤i arada kayn›yordu. Belge, bu hikâyenin “güzel” aktar›lamamas›n›, bu metinleri yazanlar›n asl›nda yaz›lan iflkenceleri yaflamad›klar›na, o yüzden meseleyi “içerideymifl” gibi anlayamad›klar›na ba¤l›yordu. Yaz›s›n› “Gerçekten 12 Mart’›n roman› yaz›lamad›” diye bitiriyordu. Irz›k, bugünden bak›nca bu gerekçenin k›smen do¤ru ama yetersiz kald›¤›n› düflünüyor, e¤er iddia edildi¤i gibiyse, “Niye içeriden biri bu manzaran›n roman›n› ya- Türk Roman›na Kritik Yaklafl›mlar-4: Bir ‹mkân Olarak Politika: Türk Roman› ve Politik S›n›rlar› Sibel Irz›k 19 Mart 2008 De¤erlendirme: N e s l i h a n D e m i r c i 32 Sabanc› Üniversitesi ö¤retim üyelerinden Prof. Sibel Irz›k, edebiyat-politika iliflkisini kendi seçti¤i dört roman ba¤lam›nda ele ald›. Son zamanlarda darbe romanlar› üzerine çal›flan Irz›k, amac›n›n bu konuyu sadece sol muhalefet aç›s›ndan aktarmak de¤il, daha genifl bir perspektife araç k›lmak oldu¤unu söyleyerek sözlerine bafllad›. As›l pefline düflülecek sorular flunlard›: Siyaset edebiyattan ne isteyebilir, edebiyat siyasete ne verebilir, siyaset edebiyatta nas›l temsil edilebilir? Sunum boyunca en ayr›nt›l› baflvurulan metin, Orhan Pamuk’un Kar adl› roman›, özellikle “Ama Hiçbirini Tan›m›yorum” bafll›kl› bölümüydü. Metnin alt bafll›¤›ysa: “Ka So¤uk Korkunç Odalarda”. Her iki bafll›¤› da dikkat çekici bölüm, ana karakter Ka’n›n darbe sonras›nda teflhis için ‘kulis’e götürülmesiyle bafll›yor.1 Ka duygusal yak›nl›k duydu¤u ‹slâmc› Necip’in cesedini gördü¤ünde tan›mad›¤›n› söyleyecektir. Polisin koluna girmesi de kendini aciz, zay›f hissetmesine sebep oluyor. Gözlerin acizli¤ine yap›lan vurgu kadar, Ka’n›n bir flair olarak so¤uk ve karanl›k odalarda bulunmas› da önemli bir ayr›nt›; çünkü gerçeklik düzleminde al›fl›lan, yazar ve sanatç›lar›n d›flar›da de¤il, içeride bulunmas›d›r. Ka suçluluk ve dehflet duygular›n›n oluflturdu¤u arada kalm›fll›¤› ya- Sanat Araflt›rmalar› Merkezi SAM zamad›?” diye soruyor. Meseleyi belirleyen çeflitli sosyal, kültürel, siyasî sorunlar mevcut; hem cumhuriyet gelene¤i hem toplumun yap›s›, bambaflka bir düzen alternatifinin temsilini imkâns›z k›l›yor. Halbuki Belge’nin 12 Mart roman› için söyledi¤i, 12 Eylül sonras› edebiyat için daha çok geçerlidir; nicelik aç›s›ndan bak›nca yay›nlanan romanlar mevcut ama bu ürünleri nitelik bak›m›ndan “iyi” edebiyata dahil etmek mümkün de¤il. 12 Mart’› yazan, yerleflik okur kitlesine sahip, kanonlaflm›fl, büyük yazarlar 12 Eylül sonras›nda sessiz kald›lar. Bu handikap›n sebeplerini inceleyen Irz›k, 80’lerin dünyas›yla önceki dönemin aras›ndaki derin uçurumun alt›n› çiziyor: Yaflanan travma sonras›nda yazarlar›n dertlerini anlatacak adresleri kalmam›flt›. Sanc› çekenlerle empati kuran Irz›k, hayat tarz›n›n, dilin, de¤erlerin de¤iflimi karfl›s›nda hapisten ç›kan bir yazar›n derdini “kim, kime, nas›l, neden anlats›n?” flaflk›nl›¤›n› yaflad›¤›n› söylüyor.2 12 Eylül ma¤durlar›n›n yaflad›¤› “yar›lma”n›n Kafka’n›n böce¤e dönüflen kahraman› Gregor Samsa’n›n -piyano sahnesinde- k›z kardefline yak›nlaflamay›nca içlenip a¤lad›¤› sars›c› ana benzetildi¤i örne¤ini veriyor.3 Irz›k, 80 sonras› dönemin analizini yaparken siyasetin dilini kaybetti¤i, hem yaflanamaz hem savunulamaz hâle geldi¤i bir ortamda edebiyat›n da kan kaybetti¤ini, kendisine meydan okuyan hayata cevap veremedi¤ini belirtiyor: “Bu dönemin yükselen de¤erleri aras›nda sanat, edebiyat ve felsefe yoktu. Piyasan›n bir ö¤esi hâline gelen edebiyat, siyasetle yollar›n› ay›r›rken kaderini de paylafl›yordu.” Belki de bu geçifl dönemi umulan›n aksine rüzgâr› edebiyat›n lehine çeviriyordu. “Edebiyat kendi içine döndü; temsiliyet sorununu gündemine ald›, siyasetle iliflkisini suçluluk üzerine kurdu. Metnin performans› yoluyla baflka bir ar›nmaya da aç›l›m arad›; kendi alt›n› oyarak ve imkânlar›n›n s›n›rlar›n› göste- rerek cevap veremedi¤i talebe kendini açmaya çal›flt›.” Söyleflide di¤er üç esere k›saca de¤inildi. Irz›k, Latife Tekin’in Gece Dersleri’nde aç›kça kendini belli eden suçluluk söylemi yan›nda daha arkaik bir beden dili gelifltirme çabas›ndan bahsetti. Bilge Karasu’nun Gece roman›n›n konuya yapt›¤› katk›, gecenin bask›c› güçlerine karfl› gündüzün savunusu biçiminde standart alegori gibi bafllayan anlat›da temel savunma noktas›n›n “elimizde kalan tek fleyin dil ve yazmak oldu¤u” vurgusuydu. Son olarak Irz›k, Murat Uyurkulak’›n Tol adl› roman›n›n siyasetle iliflkisini arzu kipinde kurdu¤undan dem vurdu. Roman›n temel derdi, sözün, yazman›n baflkas› üzerinde çarp›c› etki b›rakmas›na duyulan özlemdi; asl›nda bu en soyut düzlemde “siyaset”in de özlemiydi. Irz›k, “28 fiubat dönemini, niçin ma¤durlar› de¤il de Orhan Pamuk yazd›?” sorusuna cevaben durumun 12 Eylül’le paralellik kurulabilece¤ini söyledi. ‹slâmi harekete mensup olanlar›n durduklar› yerin edebiyat diline aktar›m›n›n k›s›tl› olabilece¤i ihtimalini dillendirdi. Belki edebiyat›n içinde gelene¤i bulunmayan, alternatif muhalif bir dil kurman›n zorlu¤u, bu kesimin önünde de bir engel teflkil ediyordu. Sibel Irz›k’›n edebiyat›n sorunlar›na genifl aç›dan bakma çabas›n› bizlerle paylaflt›¤› verimli ortam›n benzerlerinin yaflanmas› umuduyla akflama bir noktal› virgül kondu. 33 1 Tan›d›¤› hâlde tan›m›yor görünme, edebiyatta s›kça baflvurulan bir motif. (S. Irz›k) 2 Sibel Irz›k, Mesele Dergisi, 9. say›da fiükrü Arg›n’la yap›lan “Edebiyat 12 Eylül’ü Kalben Destekledi” bafll›kl› söylefliye gönderme yap›yor. Kafka’dan al›nan metafor da ayn› yazara ait. 3 Baflörtüsü sebebiyle hak etti¤i konumdan al›konulan kesimin de ayn› metaforu kullanmas› bu bak›fl aç›s›yla ilginç flekilde örtüflüyor. (N.D.) Sanat Araflt›rmalar› Merkezi SAM Yumurta adl› filmi ulusal ve uluslararas› yar›flmalarda birçok baflar› kazanan yönetmen Semih Kaplano¤lu ile sinemada zaman kavram› ve bunun Yumurta filmindeki izdüflümleri üzerine bir söylefli gerçeklefltirdik. de ve flimdiki zamanda, belki bulundu¤umuz ortamda çok mutlu oldu¤umuz, orada çok iyi oldu¤umuz da söylenmez. Belki o yüzden de taflra bir yan›yla nostaljik bir fleydir; yani geçmifl hayata, geçmifl de¤erlere, geçmifl kavramlara, geride b›rakt›¤›m›z fleylere asl›nda bir yönelifl, onlara tekrar bir göz atma meselesidir. Böyle bir durum oldu¤unu düflünüyorum bu konuda; yani bir tür aray›fl asl›nda. SAM Sinema Sohbetleri Semih Kaplano¤lu: “Sinema zaman›n sanat›d›r!” 17 Ocak 2008 De¤erlendirme: E s r a T i c e Soru: Niye dönülür taflraya, flehir niye yetmez insana? Sinema sohbetlerinin Ocak ay›ndaki konu¤u, Yumurta adl› filmi ile ulusal ve uluslararas› yar›flmalarda birçok baflar› kazanan yönetmen Semih Kaplano¤lu idi. Kendisiyle sinemada zaman kavram› ve bunun Yumurta filmindeki izdüflümleri üzerinden bir söylefli gerçeklefltirdik. Afla¤›da söylefliden bir bölüm sunuyoruz: Semih Kaplano¤lu: Çünkü flehirdeki hayat›n de¤erleri ya da durumu o insan› beslemiyordur, o insana yeterli de¤ildir, orada duram›yordur ya da durdu¤unu zannediyordur. Ama yaflad›¤› herhangi bir travma sebebiyle yaflad›¤› yerle içinde bulundu¤u durumun aras›ndaki mesafeleri görür. Fark›na var›r. Bu meselâ, önemli bir fley bence. Asl›nda her birimizin e¤er baflka bir yerde do¤up büyüdüysek ve sonra baflka bir yerde, baflka bir ülkede, baflka bir flehirde yaflamaya devam ediyorsak, bafllad›¤›m›z yerle bulundu¤umuz yer aras›nda bir mesafe var. Baz› insanlar için bu önemli olmayabilir; yani o kendince meseleyi aflm›fl olabilir ya da öyle bir s›k›nt› yaflam›yor olabilir. Ama genel olarak bizim Tanp›nar’›n yap›tlar›ndan tutun O¤uz Atay’a kadar asl›nda bütün anlam›yla taflra, daha do¤rusu merkez ve taflra (do¤ubat›, Anadolu-‹stanbul vs.) bizim kültürel oluflumumuzda, roman›m›zda, edebiyat›m›zda, sinemam›zda, genel olarak hikâyelerimizde hep var olan bir meseledir. Özellikle ayd›n karakterlerine, portrelerine dikkat edin bu mesele hep tart›fl›lagelmektedir. Asl›nda buradaki film ya da buradaki karakter de üç afla¤› befl yukar› oradan devam edegelen, oradan süzülmüfl, o birikimden süzülmüfl karakterdir; yani anlatabiliyor muyum? Demek ki biz son yüz senede ya da iki yüz senede bir merkez ve merkezin d›fl›nda -taflra diyelim- bir çat›flmay› ve bir çeliflkiyi yafl›yoruz ya da bir çat›flma yaflan›yor. O çat›flma- Soru: Türk sinemas›n›n son dönemde en çok beslendi¤i tezat, büyük flehir-taflra iliflkisi. Siz bu yönelimi neye ba¤l›yorsunuz? Sizin için taflra ne ifade ediyor? Yani biz ne kaybettik ve taflrada ne ar›yoruz? 34 Semih Kaplano¤lu: Bunu, san›yorum, taflradan büyük kente gelen insanlar›n film yapmaya bafllamalar› olarak düflünebiliriz. Asl›nda hepimizin, büyük kentlerde yaflayan nüfusun bir k›sm›n›n o büyük kente baflka bir yerden, taflradan gelmifl insanlar oldu¤umuzu düflünürseniz, her hâlde Türkiye’deki yo¤un göç, aradaki mesafeler -do¤du¤unuz yer, yaflad›¤›n›z yer, evimizle daha sonraki baflka yerler, bu ta aileden uzaklaflmaya kadar- onlardan uzakl›k, kendi ikliminden uzakl›k gibi bir temele oturuyor zannediyorum. Ama bir yandan da özü aray›flla ilgili bir fley oldu¤unu düflünüyorum bunun; yani yönetmenlerin bir flekilde burada metaforik bir anlat›m aramalar›n› kendi benliklerini, kendi varl›klar›n›, kendi hâllerini aray›fllar› oldu¤unu düflünüyorum. Belki bir yandan flu da var: Hani yaflad›¤›m›z yer- Sanat Araflt›rmalar› Merkezi SAM boyutuyla oraya dahil olmas› için çaba gösteriyorum. Tabii bu her zaman bafl›bofl b›rakabilece¤imiz bir fley de¤il ama belli bir plan çerçevesinde ilerleyecek fleyler. n›n d›flavurumu iflte Türk roman›n›n neredeyse bütün karakterlerine ve Türk sinemas›n›n belli karakterlerine kadar devam ediyor. Bu filmde, sizin taflrada diye adland›rd›¤›n›z filmlerin alt›nda bu tür meseleler yat›yor. Tabii ki bunu politik bir fleyin içerisine ne kadar yerlefltirebiliriz; onu bilemiyorum. Siz bir anda bu ülkede buna politik tabanl› derseniz, o da çok ilginç. Tanzimat Ferman› ç›km›fl, sonra Cumhuriyet gelmifl ve bir anda diliniz de¤ifliyor, bir anda bir merkezden baflka bir merkeze savruluyorsunuz. fiimdi bütün bu kopmalar, bütün bu uzaklaflmalar asl›nda benlik anlam›ndaki uzaklaflmalar… Bunlar›n metaforik karfl›l›klar› asl›na bakarsan›z modern edebiyat›n yap›s›nda var olan fleyler. Soru: Yusuf bafl karakterin ismiyle alâkal› çok güçlü bir metafor; Hz. Yusuf’la ba¤lant› kuruyor musunuz? Semih Kaplano¤lu: Kuruyorum; aç›kças› didaktik olmamaya özen göstermeden. Seyircinin ya da o olguya, meselâ Yusuf peygamber hikâyesine o mesele ne kadar gidiyorsa filmin içine alaca¤›, birtak›m fleyleri sorgulayaca¤› flekilde anlafl›laca¤›n›, farkl›laflaca¤›n›, de¤iflece¤ini düflünüyorum. Ama bunun da “‹flte bak›n, size flimdi Yusuf peygamberi, bir meseleyi anlat›yorum, buna dikkat edin” anlam›nda alt›n› çizmek bana çok do¤ru gelmiyor. Çünkü hayat›m›zda da bütün insanl›¤›n yaflad›¤› deneyimi ve birikimi asl›nda her birimiz hayat›n içinde her gün yafl›yoruz. Kendi yaflad›¤›m›z durumlar›n nerelere de¤di¤ini, nerelere tekabül etti¤ini alg›lamam›z› sa¤layacak fleylerden birinin de sinema, roman, fliir ya da müzik oldu¤unu düflünüyorum. Bunu didaktik bir flekilde filmin içine yerlefltirmek yerine, gerçek anlamda o k›ssan›n okunmas›n› tercih ederim. Filmin o kadar düz bir okumaya tâbi olmas› gerekti¤ini düflünmüyorum. Soru: Dergâh dergisindeki röportaj›n›z› okudu¤umda, bir kader anlay›fl›n›z var gibi gelmiflti bana. Mesela, ya¤mur ya¤d›¤›nda bunun sebepsiz bir ya¤mur de¤il, filme müdahale eden bir fley oldu¤unu, filmin organik bir flekilde flekillenmesi gerekti¤ini söylüyordunuz. Filmde kullan›lan zamanla gerçek zaman› eflitleme de var bir yandan. Kurgusal olanla gerçek olan›n aras›ndaki duvar›n kald›r›lmas› veya olabildi¤ince geçirgen olmas› gerekti¤ini düflünüyorsunuz gibi gelmiflti bana. Semih Kaplano¤lu: Buna kap›lar›m› açt›¤›m› san›yorum. Filmin her taraf›n› açmaya, kendimi de zihinsel olarak açmaya ve hayat oraya ne kadar s›zarsa -onun çok de¤erli oldu¤unu düflünerek asl›nda- mümkün oldu¤u kadar e¤ip bükmeye çal›fl›yorum. Film yap›m› süresince ortaya ç›kan, hikâyeye ve duruma müdahale edecek her fleyi o film içine katabilme aç›kl›¤›n› hedefliyorum. Çünkü belki de yap›, senaryo, filmi çekme biçimi, öyle söyleyeyim, bütün bunlarla ancak filmi oluflturabildi¤imi düflünüyorum. Yani mümkün oldu¤u kadar filmdeki yan karakterlerin, mekânlar›n ve durumlar›n filme -gerçeklik anlam›nda- hizmet etmesi ve gerçek 35 Soru: Mademki oturumun konusu “zaman”, özellikle “zaman metafizi¤i”, iflin biraz da felsefî boyutuna bakmakta fayda var. Bunu üçe ay›rabiliriz: Birincisi d›flsal zaman, do¤adaki zaman; ikincisi insan›n içindeki zaman, psikolojik zaman; üçüncüsü de insanlar›n eylemleriyle d›flsallaflt›rd›¤› zaman ki buna da tarih diyoruz. Üçüncüsünden bak›ld›¤›nda farkl› zaman alg›lar› var: döngüsel zaman, çizgisel zaman. Hegel’le birlikte en zirveye do¤ru daha farkl› bir zaman alg›s›na geçiliyor. Walter Benjamin süreksiz zaman anlay›fl›n› ve tarihsel olaylar› sürekli olarak birbirleriyle nedensel olarak iler- Sanat Araflt›rmalar› Merkezi SAM yorlar. Bir yandan zaman› parçalad›kça, zaman mefhumunu ortadan kald›rd›kça ölüm duygusunu uzaklaflt›rd›klar›n› ve hiç ölmeyecekmifl gibi hep bir an›n içersinde duran bir tasavvur olufltu¤unu düflünüyorum. Sanat›n, sineman›n bu alg›y› k›rmas› gerekti¤ini ve önemli bir silah oldu¤unu düflünüyorum. leyen bir süreç olarak okumuyor da sadece parlayan imajlar gibi birbirlerinden kopuk imajlar olarak görüyor. Biraz ‹slâm co¤rafyas›na girersek, mutasavv›flar›n, özellikle ‹bn Arabi’nin “an-day›m” dedikleri bir fley var; ne tümüyle döngüsel ne de tümüyle çizgisel. Bütün bu spektrum içerisinde izleyici aç›s›ndan sizin zaman anlay›fl›n›z nedir? Semih Kaplano¤lu: ‹bn Arabî’nin zaman anlay›fl›na yak›n bir fley söyleyece¤im: Sinema zaman›n sanat› asl›nda; çünkü ölçülen birimlerle yap›l›yor. Mesela bir metre film, faraza, yirmi saniyedir; yüz yirmi metre otuz befl mm’lik filmin süresi üç buçuk dakikad›r. Elinizde birtak›m zaman boyutlar› var. Bunlar› birlefltirirsiniz, bir film ortaya ç›kar. Demek ki bir zaman kuruyorsunuz asl›nda; bu zaman kurgulanm›fl zaman parças›. Bunun içinde, filmin iç zamanlar› olarak bir geçmifl ve gelecek de kuruyorsunuz. Hikâye kurdu¤unuz takdirde seyircinin oturdu¤u o andaki zaman kavram› da iflin içine dahil oluyor. Ve böylece asl›nda çok zamanl› bir durumla karfl› karfl›ya kal›yoruz. Ve tabii izleyici anlam›nda psikolojik zaman da devreye giriyor. Ama sinematografik anlamdaki zaman kavram›n›n, ‹bn Arabî’nin geçmifl, flimdi, gelecek (hepsi bir flimdi), flimdiki zamanda tasavvurunun do¤ru bir noktada oldu¤unu düflünüyorum. Ve üretkenlik anlam›nda her filmin -içerisindeki karakterler demeyeyim ama- zaman vurgusu içerisinde hissedilmesi gereken fleyin bu oldu¤unu düflünüyorum. Ama sinemada gerçek zaman› kullanabildi¤imiz oranda, yani zaman›, hareketi parçalamad›¤›m›z ve birebir insan zaman›na uygun bir boyutu yerlefltirdi¤imiz takdirde seyircide zaman alg›s› oluflturabilece¤imizi düflünüyorum. Çünkü sineman›n, televizyonun vs. yapt›¤› fley asl›nda zaman› parçalamak, zaman mefhumunu ve zaman duygusunu üzerimizden almak. Bizi asl›nda sürekli bir h›za ve ilerlemeye do¤ru güdümlü- Sinemada Politik Durufl S›rr› Süreyya Önder 27 Mart 2008 De¤erlendirme: M e h m e t A l i Ö z k a n 36 SAM sinema sohbetlerinin dördüncüsünde S›rr› Süreyya Önder’i konuk ettik. Sinema ve politik durufl aras›ndaki iliflkiyi temel alan sohbet, senarist-yönetmenin kendi hayat hikâyesini anlatmas›yla bafllad›. Oldukça keyifli ve esprili bir üsluba sahip olan Önder’i dinleyenler, yönetmen kendi bafl›ndan geçen ac› olaylar› anlat›rken bile gülümsemekten kendilerini alamad›lar. 1962’de Ad›yaman’da do¤an S›rr› Süreyya Önder 12 Eylül ma¤durlar›ndan. 1978’de Ad›yaman Lisesi’nde ö¤renciyken Marafl Katliam›’n› protesto etti¤i için ilk hapis cezas›n› al›r. Bu s›rada bafllad›¤› Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ndeki ö¤renimini 12 Eylül sonras›nda yüksekö¤renim hakk›n› kaybetti¤i için sürdüremez. Memleketi Ad›yaman onun için yaflanacak bir yer olmaktan ç›km›flt›r. ‹stanbul’a gelir, kamyon floförlü¤üne bafllar. Sonra kendi iflini kurar. Annesini Ad›yaman’dan getirip de onun elinden ç›kan yeme¤i yedi¤i günü hiç unutamaz; öyle ki y›llar sonra Beynelmilel’i onca zorluktan sonra çekmeyi baflard›¤›nda bile bu kadar sevinmeyecektir. ‹flleri bir süre iyi gider. Evlenir, bir k›z› olur. Ancak, dört y›l sonra iflleri tekrar bozulur. Bunun üzerine yurtd›fl›na Sanat Araflt›rmalar› Merkezi SAM Beynelmilel ’deki gevendeler gibi ötekiler üzerinden yazmay› seviyor Önder; çünkü kendisinin de öteki oldu¤unu düflünüyor. Bundan sonra yazacaklar›nda da ötekili¤in önemli yer tutaca¤›n› ekliyor. çok daha önemli. Ne yap›l›rsa aflk ile yap›l›r; burada kastedilen de fiziksel aflk de¤il.” Beynelmilel’deki gevendeler gibi ötekiler üzerinden yazmay› seviyor Önder; çünkü kendisinin de öteki oldu¤unu düflünüyor. Bundan sonra yazacaklar›nda da ötekili¤in önemli yer tutaca¤›n› ekliyor. Türkiye’de 12 Eylül ile toplumun tüm katmanlar›n› içine alan bir hesaplaflman›n henüz yaflanmad›¤›n›, bundan hâlâ geri duruldu¤unu, ancak baz›lar›n›n bu kadar a¤›r bir sorumlulu¤u sinemaya yüklemeye çal›flt›¤›n› düflünüyor. Sineman›n en nihayetinde bir sanat eseri oldu¤una, ondan böylesi a¤›r görevler beklenemeyece¤ine inan›yor. Yine de sinemac›n›n gösterdikleri kadar göstermediklerinden de sorumlu oldu¤unu belirtmeden edemiyor. Bu ba¤lamda üzerinde yaflad›¤›m›z co¤rafyada, muktedirlerin, tehlikeli bulduklar› fleyleri onlar›n içini boflaltmak suretiyle bertaraf ettiklerini, bu pis ifli de ço¤unlukla kendileri yapmak yerine içerideki ehliyetsizlere yapt›rd›klar›n› hat›rlat›yor. Araçla amac›n kolayl›kla yer de¤ifltirebildi¤i, dolay›s›yla, uyan›k olmak gerekti¤i, aksi takdirde bu de¤irmene herkesin su tafl›yaca¤› ikaz›n› yap›yor. Türkiye’deki senaryo yaz›m› konusuna da de¤inen Önder, bizde karaktere yeterince mesai harcanmad›¤›na dikkat çekiyor. Kendisinin bir karakterin filmde görünmeyecek pek çok yönüne bile kafa yordu¤unu, karakteri tan›man›n o karakterin kendi dilini gerçekten konuflabilmesi için elzem oldu¤unu söylüyor. Tasavvufla ilgili bir çal›flma düflünüp düflünmedi¤i sorusuna da, kendisinin dinî e¤itim ald›¤›n›, öyle bir film yapacak olursa “terki terk etmek” üzerine bir film yapmay› düflünece¤i cevab›n› veriyor. Sonuç olarak, S›rr› Süreyya Önder, hayat›n› samimiyet eksenine oturtuyor ve en çok da vicdan›n› yast›k yaparak huzurlu bir uykuya dalabilmeyi önemsedi¤ini her f›rsatta vurguluyor. 37 gider, Rusya’da, Ukrayna’da çal›fl›r, sonra tekrar Türkiye’ye döner. Bütün bu süre boyunca okumay› hiç b›rakmam›fl, yazmay› da sürdürmüfltür. Okuduklar›ndan ve yaflad›klar›ndan ö¤rendiklerini harmanlayarak büyük bir roman yazmaya koyulmufltur. Ayr›ca, senaryo ve sinemayla ilgili okumalar› da ciddî bir boyuta eriflmifltir. Hayat›n›n bu noktas›nda, bir ilân vas›tas›yla gitti¤i senaryo stüdyosunda Bar›fl Pirhasan’a ö¤renci olur. Çeflitli atölye çal›flmalar›n›n ard›ndan senaryo yazarl›¤›nda karar k›lar. Dizi senaryolar› yazmaktad›r; ama en çok istedi¤i, roman›n› senaryolaflt›rarak film yapmakt›r. Nihayet Beynelmilel’in senaryosunu yazar. At›f Y›lmaz senaryoyu okur, çok be¤enir ve onu kendisi dahil hiç kimseye vermemesini tembihler. Önder, yine de filmi çekebilecek birilerini arar. Bu amaçla baz› kiflilerle görüflür. BKM tam burada devreye girer, sonras› çok h›zl› geliflir. Teknik konularda çok iyi olan Muharrem Gülmez ile yönetmenli¤i paylaflmas›na karar verilerek proje bafllat›l›r. Beynelmilel, iki ay ön haz›rl›¤›n ard›ndan befl buçuk haftada tamamlan›r. Ancak çekim sonras›nda, hukukî mahzurlar nedeniyle filmin 26 dakikas› ç›kar›l›r ve yeni bir final çekilir. Film hem giflede iyi ifl yapar hem de pek çok festivalde ödüller al›r. Ancak S›rr› Süreyya Önder’in as›l ödülü, bu filmin “samimiyetine” yap›lan vurgudur. Önder, öç al›c›, köfleli fleyleri sevmedi¤ini, ancak yine de filme çok usturuplu flekilde yedirilmifl birkaç fiskeden kendini alamad›¤›n›, dikkatli aran›rsa filmde bunlar›n bulunabilece¤ini belirtiyor. Ancak sanat aç›s›ndan asl›nda bunu bile yapman›n do¤ru olmad›¤›na inan›yor. Filmdeki foto¤raf çektirme sahnesine dair bir soru üzerine, bu sahneye insanlar›n güldü¤ünü, oysa bu sahneyi yazarken kendisinin içinin yand›¤›n› belirtiyor. Bu sahnenin ayn› zamanda, içinden geldi¤i sol cenaha yönelik bir hiciv de tafl›d›¤›n› söylüyor. Zira ona göre “‹ki kiflilik bir aflktan ortaya ç›kacak bir rayiha, bütün devrimlerden 38 Hep kaçarm›fl flehirlerin Demir da¤lar›na Uyuyunca toprak befli¤imde Sahipsiz kalan Ellerimden kayan ayd›nl›k günlerim Yün ören at güden kad›nlar Ormanlara tepeden e¤ilen toprak evlerde Küçük pencereli karanl›k dar odalarda Uzaktan uzay›p gelen kurt seslerinin Uza¤a çekilip giden Ayazda donan gülmeler içinde Ormanlarda süt emziren anne Unuttu gittikçe uzayan çocu¤unu Yüre¤i korkuyla kuvvetlendi babam›n Unutup genç gelen günleri Zaman›n sürerken çekti¤i günleri Çetin bilmecelerle Sürdü at›n› flehirlere Cahit Zarifo¤lu ‹flaret Çocuklar› MOLA Türkiye Araflt›rmalar› Merkezi TAM Millî Saraylar Daire Baflkanl›¤›’n›n arfliv sorumlusu olarak görev yapan Göncü’yü, Beylerbeyi Saray›’n› araflt›rmaya iten saik, sarayda rehber iken bu görkemli yap›lara duydu¤u alakad›r. TAM Tez / Makale Sunumlar› Beylerbeyi Saray› Kullan›m› ve Teflkilat› Tuncay Cengiz Göncü 7 Ocak 2008 De¤erlendirme: Z ü l f i k a r K ü r ü m 1861-1865 tarihleri aras›nda Sultan Abdülaziz taraf›ndan yapt›r›lan, 18 Ocak 1925 tarihli Bakanlar Kurulu Kararnamesi ile Millî Saraylar Müdürlü¤ü yönetimine b›rak›lan Beylerbeyi Saray›’n› Ocak ay› Tez/Makale sunumlar›nda Tuncay Cengiz Göncü’nün, Beylerbeyi Saray› teflkilat› üzerine yapt›¤› yüksek lisans tezi çerçevesinde ele ald›k. Millî Saraylar Daire Baflkanl›¤›’n›n arfliv sorumlusu olarak görev yapan Göncü’yü, Beylerbeyi Saray›’n› araflt›rmaya iten saik, sarayda rehber iken bu görkemli yap›lara duydu¤u alakad›r. Göncü tezinde sadece Beylerbeyi Saray›’n› de¤il, XIX. yüzy›l Osmanl› saray teflkilat›n› da incelemektedir. Tez süresince karfl›laflt›¤› kaynak s›k›nt›s›n› 2003 y›l›nda Hazine-i Hassa arflivinin aç›lmas› üzerine aflan Göncü’nün temel hedefi, var olan arflivin titiz bir flekilde okunup do¤ru de¤erlendirilmesi ve nihayetinde önemli bir kaynak niteli¤i kazanmas›d›r. Göncü, elde etti¤i verileri esas alarak tezinin ilk bölümünde Beylerbeyi Saray› ile ilgili temel bilgi eksikliklerini gidermeye çal›flmakta; ikinci bölümünde ise Beylerbeyi Saray› özelinde XIX. yüzy›l saray tefriflat› ve mekân kullan›m›n› ele almaktad›r. yanl›fl oldu¤una iflaret eden Göncü, Hazine-i Hassa ebniye defterleri ile inflaat, teknik kadro ve zanaat gibi o günün konular›n› içeren on bin kadar evrak› tek tek inceleyip bu yanl›fll›klar› tespit etmifltir. Örne¤in Beylerbeyi Saray›’n›n, ilgili kroniklerde belirtildi¤i üzere, bitirilme tarihi 21 Nisan 1865’tir. Ancak bafllama tarihi 1861 de¤il, 1863’tür. Cengiz Göncü bu iddias›na temel teflkil edecek evraka tezinde yer vermektedir. Göncü’nün ulaflt›¤› bir di¤er sonuç, saray masraflar›n›n tefriflat hariç 38 milyon kurufl, tefriflatla beraber yaklafl›k 45 milyon kurufl oldu¤udur. Göncü’ye göre bu masraflar san›ld›¤›n›n aksine çok fazla de¤ildir. Saray, dönemin Avrupa saraylar›na nazaran gayet mütevaz› bir bütçe ile infla edilmekle birlikte flu da göz ard› edilmemelidir ki o dönemde padiflah han›mlar›n›n y›ll›k mücevherat gideri, 8 milyonu faiz olmak üzere 83 milyon kurufltur. Bu gider saray yap›m›na nispetle Beylerbeyi Saray›’na dair günümüze dek rivayet edilegelen bilgilerin kaynaks›z, kulaktan dolma ve -haliyle- 39 çok büyük bir mebla¤d›r. Günümüzde iddia edildi¤i- Türkiye Araflt›rmalar› Merkezi TAM TAM SOHBET TAM Yuvarlak Masa Toplant›lar› ‹nk›lâb Yay›nlar› Hasan Günefl 24 Mart 2008 P›nar Yay›nlar› Cevat Özkaya 14 Nisan 2008 TEZ / MAKALE SUNUMLARI Beylerbeyi Saray› Kullan›m› ve Teflkilat› Tuncay Cengiz Göncü TAM SOHBET-SEYRÜSEFER 7 Ocak 2008 Osmanl›’da Denizcilik fiam ‹zlenimleri Yusuf Alperen Ayd›n Önder Kaya 31 Mart 2008 4 fiubat 2008 Girit’e Veda! P›nar fien›fl›k ‹Z BIRAKANLAR (Bir Eser-Bir fiah›s-Bir Olay) Osmanl› Giriti’nin Son Y›llar› 3 Mart 2008 ‹hsan Fazl›o¤lu II. Abdülhamit Döneminde Davut Hut Musul Vilayeti 7 Nisan 2008 19 Ocak 2008 16 fiubat 2008 22 Mart 2008 19 Nisan 2008 B‹R K‹TAP / B‹R YAZAR II. Meflrutiyet Dönemi Klasik Paradigmalar› nin aksine saraylar›n yap›m›nda lükse ve debdebeye kaç›lmam›flt›r (Göncü bu tespitleri Ahmed Cevdet Pafla’n›n Tezakir’inden iktibas etmektedir). Mustafa Gündüz 1 fiubat 2008 Uluslararas› Sermaye ve Osmanl› Maliyesi Hüseyin Al Di¤er taraftan Osmanl›’n›n ihtiflam›n› sergileyen Topkap› Saray›’n›n protokol kayg›lar›ndan mütevellit bir mimarisi yoktu. Gerekti¤inde bir elçi alt› ay bekletilebilir, padiflaha her istenildi¤inde ulafl›lamazd›. 1815 25 fiubat 2008 Jön Türkler ve Makedonya Sorunu Mehmet Hac›saliho¤lu 28 Nisan 2008 Viyana Konferans›’ndan sonra Osmanl› Devleti’nin de kabul etti¤i Uluslararas› Protokol Düzeni’ne müsait bir saray ihtiyac› ortaya ç›k›nca Beylerbeyi Saray›’n›n infla edilmesine karar verildi. Asl›nda Beylerbeyi Saray›, t›pk› Dolmabahçe Saray› gibi, padiflah›n müdahil olmaktan ziyade temsil edildi¤i, Tanzimat dönemi TAR‹H OKUMALARI Bizans Kronikleri (4): Anagnostis’in Tarihi Abdulhamit K›rm›z› 21 Ocak 2008 Esra Güzel Erdo¤an ‹stanbul’un Fethi/Kritovulos 17 Mart 2008 Hat›ralarla Yak›n Tarih (1): M. Talha Çiçek ‹ttihatç› Bir Arap Ayd›n›n Hat›ralar› 25 Nisan 2008 bürokrasisini yans›tan bir protokol saray› iken Topkap› Saray› devletin tüm birimleriyle ifllevsel olarak kendini gösterdi¤i bir yükselifl dönemi saray›d›r. 40 Bizans Kronikleri (5): Türkiye Araflt›rmalar› Merkezi TAM 1701 tarihli Bahriye Kanunnamesi’nin, Osmanl› denizcili¤i için yeni bir dönemin bafllang›c› oldu¤unu söyleyen Ayd›n, bu dönemde Osmanl›’n›n denizcilik alan›nda yapt›¤› düzenlemelerin bir devlet politikas› olarak sürdürüldü¤ünü ifade etti. Saray II. Abdülhamid döneminde, bir ara kamu yarar›na da kullan›lm›flt›r. Saray›n pafla ve yaveran dairesine, ihtiyaca binaen II. Abdülhamid’in talimat›yla yang›nzedeler, depremzedeler ve savaflzedeler yerlefltirilmifltir. Osmanl›’da Denizcilik Tezin ikinci bölümünde öncelikle sarayla ilgili Mabeyn-i Hümayun, bina emini, mutemet, ebniye müdürü gibi baz› terimler tarif edilmektedir. Bu bölümde, daha sonra, saray›n mekân kullan›mlar›n› ve tefriflat›n› ele alan Göncü burada malzeme defterleri, tefrifl icmal defterleri ve inflaat onar›m icmal defterlerinden faydalan›yor. Ayr›ca malzeme defterlerinde geçen kalemlerin birim fiyatlar›n› tek tek yazarak iktisat tarihçilerinin istifadesine sunuyor. 4 fiubat 2008 De¤erlendirme: C u m h u r E r s i n A d › g ü z e l Yusuf Alperen Ayd›n Bilim ve Sanat Vakf› Türkiye Araflt›rmalar› Merkezi taraf›ndan düzenlenen Tez-Makale Sunumlar› program›na fiubat ay›nda, ‹stanbul Üniversitesi Tarih Bölümü’nde “Osmanl›’da Deniz” bafll›¤›yla tamamlad›¤› doktora tezi ile Yusuf Alperen Ayd›n konuk oldu. Tez bafll›¤› oldukça genifl bir flekilde düflünülmeye müsait ise de, esas itibariyle Ayd›n’›n tezi, kalyon özelinde 18. as›rda Osmanl› denizcili¤inin geçirdi¤i dönüflümü incelemekte ve kalyonun infla sürecini de ele alarak, kereste kesiminden kalyonun denize indirilip içerisine asker yerlefltirilene de¤in geçen sürecin hikâyesini vermektedir. ‹ncelemeleri sonucunda harem dairesi plan›n›n Topkap› Saray›’ndakine benzer oldu¤unu tespit eden Göncü, burada da padiflah›n odas›n›n hemen yan›nda valide odas›n›n bulundu¤unu, padiflah han›mlar›n›n odalar›n›n ise valide odas›ndan sonra s›raland›¤›n› kaydederek ilk defa kendilerinin keflfetti¤i bir durumun da alt›n› çizmektedir. Buna göre, Beylerbeyi Saray›’n›n haremi, saray ana binas› içinde de¤ildir. 1900’lü y›llar›n bafl›na kadar harem ayr› bir yap›d›r. XX. yüzy›l›n bafllar›nda muhtemelen çürüyerek y›k›lan harem, masrafl› olabilece¤i endiflesiyle tekrar infla edilmemifltir. Göncü iddias›n› Sedat Hakk› Eldem kaynakl› foto¤raflarla desteklemektedir. Ayd›n’›n tezine göre 1701 tarihli Bahriye Kanunnamesi, Osmanl› denizcili¤i için yeni bir dönemin bafllang›c› olmufltur. Bu dönemde Osmanl›’n›n denizcilik alan›nda yapt›¤› düzenlemelerin bir devlet politikas› olarak sürdürüldü¤ünü ifade eden Ayd›n, birbirini takip eden padiflahlar›n uygulamalar›n›n bu durumu destekler mahiyette oldu¤unu belirtti. II. Mustafa ve III. Ahmed dönemlerinde de birtak›m düzenlemeler yap›lmas›ndan hareketle, bahriyenin Osmanl› taraf›ndan önemli görülen bir alan oldu¤una ve kad›rgadan kalyona geçen Osmanl›’n›n donanmas› üzerinde önemle durmufl oldu¤una dikkat çekti. Göncü bu tez çal›flmas›yla mimarl›k tarihi ve XIX. yüzy›l saray tarihi aç›s›ndan önemli sonuçlara ulaflm›fl görünüyor. Bir saray rehberi iken büyük bir merak ve ifltiyakla araflt›rmaya koyulan Göncü, di¤er arfliv araflt›rmac›lar›na örnek olabilecek bir titizlikle çal›flmalar›na ‹stanbul Üniversitesi Tarih Bölümü’nde doktora yaparak devam etmektedir. 41 Baflta arfliv belgeleri olmak üzere çal›flmas› boyunca kulland›¤› kaynaklarda rastlad›¤› kalyonlar› ismen teker teker ortaya ç›karmaya çal›flt›¤›n› ifade eden Ay- Türkiye Araflt›rmalar› Merkezi TAM malzemelerin Frans›z ve ‹ngilizlerden sat›n al›narak ihtiyac›n karfl›land›¤›n› belirtti. Bir süre sonra kurulan bir bezhane ile yelken bezi ihtiyac›n›n, Dökümcü Ali Usta ad›nda bir dökümcü ustas› taraf›ndan yaklafl›k seksen kantarl›k bir lenger dökülmesi ile de lenger ihtiyac›n›n Osmanl›’n›n kendisi taraf›ndan karfl›lanmaya baflland›¤›n› ifade etti. d›n, her bir kalyonun yaklafl›k on befl-yirmi sene boyunca kullan›mda kald›¤›n› belirtti. Kalyonlar›n, önceleri kaptanlar›n›n isimleriyle, bir süre sonra tafl›d›klar› figürlerle, daha sonralar› ise müstakil olarak isimlendirildiklerini ifade etti. 1701 tarihli Bahriye Kanunnamesiyle birlikte yap›lan düzenlemeler ile Osmanl› donanmas›nda görülen yeniliklere temas eden Ayd›n, kalyon türleri ve nitelikleri hakk›nda bilgiler verdi. Kalyonun, Osmanl› donanmas›nda bir tür üst bafll›¤› ifade etti¤ini ve neredeyse bütün yelkenli gemiler için kullan›ld›¤›n› belirtti ve üç direkli bir gemi türü olan “karavele”nin belgelerde “karavele kalyon” olarak isimlendirildi¤ini bu duruma örnek olarak gösterdi. Çal›flmas›n› dayand›rd›¤› kaynaklar hakk›nda bilgiler veren Ayd›n, baflta arfliv belgeleri ve kronikler olmak üzere çal›flmas›nda kulland›¤› malzeme hakk›nda bilgiler verirken, söz konusu alanda araflt›rma yapan/yapacak araflt›rmac›lar için de çal›flmas› boyunca edindi¤i birikimi aktard›. Ayd›n, çal›flmas›nda kad›rga ile kalyon aras›ndaki farkl›l›klar› inceleme konusu etmemekle birlikte, sunum sonras›nda kendisine yöneltilen sorularla Osmanl› denizcili¤inin kalyona geçifl öncesindeki durumu hakk›nda birtak›m bilgiler de verdi. Program, kat›l›mc›lar›n soru ve katk›lar›yla sona erdi. Kalyonlar›n infla edildikleri mekânlar›n bafl›nda ‹stanbul’daki Tersane-i Âmire gelmekteyken, Midilli ve Sinop gibi liman flehirlerinde de kalyon infla edilmekteydi. Kalyon yap›m maliyet ve süreleri, kalyonun ölçülerine göre de¤iflmekteydi. Kalyon say›lar›yla ilgili baz› bilgiler de veren Ayd›n, bu say›lar›n deniz gücünün belirlenmesi için kesin bir fikir veremeyece¤i kanaatinde oldu¤unu ifade etti. Kalyonda en önemli vurucu kuvvet olan top say›s› ve kalyon mürettebat›, kalyonun büyüklü¤üne göre de¤ifliklik göstermekteydi. Kalyonlara, kalyondaki top say›s›yla orant›l› olarak barut verilmekteydi; bu ise kalyon isimlerine göre gerçeklefltirilmekteydi. Kalyon, sadece savafl için de¤il, ayn› zamanda mühimmat tafl›mak amac›yla da kullan›lmaktayd›. Bu dönemde, devletin bizzat kendisi taraf›ndan infla edilen kalyonlar›n yan› s›ra kalyon tüccarlar› taraf›ndan yap›lan kalyonlar da devlet taraf›ndan sat›n al›nmaktayd›. Ayr›ca Ruslardan da dört kalyon al›nm›flt›r. Girit’e Veda! Osmanl› Giriti’nin Son Y›llar› P›nar fien›fl›k 3 Mart 2008 De¤erlendirme: F a t m a S e l T u r h a n Türkiye Araflt›rmalar› Merkezi’nin ayl›k faaliyeti Tez/Makale sunumlar›n›n 60. toplant›s›nda, P›nar fien›fl›k’tan Bo¤aziçi Üniversitesi Tarih Bölümü’nde 2007 y›l›nda tamamlad›¤› “The Transformation of Ot- 42 Kalyona geçiflle birlikte yelken bezi ve lengere duyulan ihtiyac›n artt›¤›na iflaret eden Ayd›n, önceleri bu Türkiye Araflt›rmalar› Merkezi TAM Tezinde, Osmanl› Giriti’nin otonom Girit’e dönüflüm sürecini ele alan fien›fl›k’a göre, 1896-1897 isyanlar›, bu dönüflümde kilit rol oynad›. olan sosyoekonomik ve siyasî yap›y› de¤ifltirmek ve Osmanl› askerlerinin adadan çekilmesini sa¤layarak iktidar› ele geçirmek oldu¤unu belirtmektedir. Girit örne¤inin, Osmanl› ‹mparatorlu¤u’nun baflka vilayetlerinde ve di¤er çok etnikli imparatorluklarda meydana gelen de¤iflim ve ihtilaflarla karfl›laflt›r›labilece¤i üzerinde duran fien›fl›k, Giritli Müslümanlar ile H›ristiyanlar aras›ndaki iflbirli¤i veya çat›flman›n benzersiz olmad›¤› görüflündedir. Girit deneyimi, daha genifl bir bütünün parças›d›r. toman Crete: Cretans, Revolts and Diplomatic Politics in the Late Ottoman Empire, 1895-1898” adl› doktora tezini dinledik. Osmanl› Giriti’nin otonom Girit’e dönüflüm sürecini ele alan fien›fl›k’a göre hem d›flsal hem de içsel boyutlar› olan bu sürecin d›flsal boyutu Avrupa devletlerinin Girit’te yaflananlara müdahaleleri ve Osmanl› Devleti’nin Avrupa devletleri nezdinde giriflti¤i diplomatik mücadele iken, içsel boyutu bu dönüflümde meydana gelen olaylar ve yerel aktörlerin bu dönüflüme katk›lar›d›r. Tezin en önemli vurgusu 1896-1897 isyanlar›n›n, Osmanl› Giriti’nin otonom Girit’e dönüflümünde bir kilit rol oynad›¤›d›r. Bu isyanlar Osmanl› Giriti’ndeki içsel yap›y› de¤ifltirmekle kalmam›fl, Osmanl› sonras› dönemi de flekillendirmifltir. Bu isyanlar ayr›ca Girit H›ristiyanlar›n› birbiriyle daha çok bütünlefltirmifl ve Giritli Müslümanlar ile H›ristiyanlar aras›ndaki farkl›l›klar› öne ç›kar›p iki toplum aras›ndaki s›n›rlar› yeniden belirlemifltir. Bafllang›çta elitler taraf›ndan tahayyül edilen farkl›l›klar, genifl kitlelerin hareketi ile gerçekli¤e dönüflmüfltür. Bu çal›flma büyük ölçüde Osmanl› resmî görevlileri taraf›ndan üretilmifl arfliv materyaline dayanmaktad›r. Bu ba¤lamda a¤›rl›kl› olarak, Baflbakanl›k Osmanl› Arflivleri’nde bulunan Y›ld›z Tasnifi ve Girit ‹radeleri Tasnifi kullan›lm›flt›r. Özellikle Y›ld›z Perakende Tasnifi’nde ve Osmanl› Bankas› Arflivi’nde mevcut Girit ile ilgili belgeler, Osmanl› Giriti’ni ele alan bir tez çal›flmas›nda ilk defa kullan›lm›flt›r. Bu belgelerin yan› s›ra Amerikan ve ‹ngiliz elçilik raporlar› ile Osmanl›ca, Yunanca ve yabanc› bas›ndan baz› gazeteler de tezin ana malzemelerindendir. Tezinde, fetihten sonra adadaki Müslüman nüfusun sürgün politikalar›ndan ziyade yerli halk›n Müslümanlaflt›r›lmas›yla olufltu¤unun alt›n› çizen fien›fl›k, 1821 y›l›ndan sonra adadaki Müslüman nüfusta azalma görüldü¤ünü ve özellikle 1897’deki isyandan sonra bu durumun h›zl› bir düflüfle dönüfltü¤ünü belirtmektedir. May›s 1896’da adan›n bat› bölgesinde iç huzursuzluklar artm›fl, Müslüman ve H›ristiyan halk birbirlerini öldürmeye bafllam›flt›r. H›ristiyan isyanc›lar taraf›ndan Müslümanlar›n mallar› ya¤malanarak evleri ve zeytin a¤açlar› atefle verilmifltir. Öte yandan Girit’teki isyan› desteklemek üzere Yunanistan’dan adaya gönüllüler ve askerî mühimmat gönderilmifltir. fiu- 43 Tezdeki temel soru, ideoloji, isyan ve diplomasinin Giritlilerin hayat›n› ne ölçüde etkiledi¤idir. fien›fl›k’a göre XIX. yüzy›lda Girit H›ristiyanlar›n›n siyasallaflma ve milliyetçileflmeleri, Yunan milliyetçili¤ine referansta bulunulmadan aç›klanamaz. Bu ba¤lamda Yunan ulusal kimli¤inin nas›l imal edildi¤i ve Girit’e ne flekilde nüfuz etti¤i üzerinde duran fien›fl›k, süreçte Yunan devletinin yay›lmac› politikalar› ile ideolojik ve kültürel nüfuzunun çok önemli bir rol oynad›¤›na iflaret etmektedir. Girit’in Yunanistan’la birleflmesi, yani “enosis”in Giritli H›ristiyanlar›n mutlak ve yegâne arzusu oldu¤u fleklindeki standart görüflü elefltiren fien›fl›k, Giritli H›ristiyanlar›n as›l amaçlar›n›n adada var Türkiye Araflt›rmalar› Merkezi TAM rit’te huzur ve asayiflin yeniden sa¤lanabilmesi için Giritli H›ristiyanlara birçok ayr›cal›k verilmifl ve reformlar yap›lm›flt›r. Dolay›s›yla, fien›fl›k’a göre, Osmanl› Devleti’nin adadaki reformlar› engelledi¤i hususunda Avrupa devletlerinin ›srar› do¤rulu¤u yans›tmamaktad›r. Arfliv belgelerinden, Osmanl› devlet adamlar›n›n amac›n›n sadece savafl› bast›rmak olmad›¤›, adada huzur ve bar›fl› yeniden tesis etmek için büyük çaba harcand›¤› anlafl›lmaktad›r. bat 1897’de Yunan askerleri aday› iflgal eder. Bu isyan›n en fliddetli aflamalar›ndan biri adan›n do¤u bölgesinde bulunan Estiye’de gerçekleflir. 18 Mart 1897’de Girit, Avrupa devletlerinin donanmalar› taraf›ndan abluka alt›na al›n›r; ayr›ca Avrupa devletlerinin amiralleri adada otonomi idaresinin kuruldu¤unu halka ilan eder. Adan›n iç kesimlerinde yaflayan ve isyanc›lar›n sald›r›lar›na maruz kalan Müslüman halk Kandiye, Hanya ve Resmo gibi büyük flehirlere göç eder. Girit’te isyan devam ederken Yunan çeteleri Teselya’daki Osmanl›-Yunan s›n›r›nda provokasyonlara bafllar. Abdülhamid’in tüm savafl karfl›t› tutumu ve giriflimlerine ra¤men 12 Nisan 1897’de Osmanl›-Yunan s›n›r›nda savafl patlak verir ve otuz gün süren bu savaflta Yunan ordular› Osmanl› ordular› taraf›ndan a¤›r bir yenilgiye u¤rat›lmas›na ra¤men Osmanl› Devleti ile Avrupa devletleri aras›nda ‹stanbul’da yap›lan bar›fl görüflmelerinden kazançl› ç›kan taraf Yunanistan olur. Savafl›n Girit aç›s›ndan önemi, bu tarihten sonra Avrupa devletlerinin Osmanl›’n›n adadan çekilmesine yönelik bask›lar›n› aflamal› bir flekilde artt›rmalar›d›r. II. Abdülhamit Döneminde Musul Vilayeti Davut Hut 7 Nisan 2008 De¤erlendirme: E b u b e k i r C e y l a n Marmara Üniversitesi Tarih Bölümü’nde tamamlad›¤› “Musul Vilayetinin ‹darî, ‹ktisadî ve Sosyal Yap›s› (1864-1909)” bafll›kl› doktora tezi ba¤lam›nda Nisan ay› Tez/Makale sunumlar›nda misafirimiz Davut Hut idi. Daha önce ayn› bölümde XIX. yüzy›lda Basra gümrü¤ü üzerine yapt›¤› yüksek lisans tezi ile Irak co¤rafyas›na ilgisinin geliflti¤ini ifade eden Hut, inceledi¤i döneme Vilayet Nizamnamesi’nin ilan edilifl tarihi olan 1864 ile bafllamaktad›r. Midhat Pafla 1869’da Ba¤dat valili¤ine getirilinceye kadar ciddi bir ›slahat program›n›n uygulanamad›¤› Musul’da bu tarihten sonra Tanzimat reformlar› tedricen uygulanmaya çal›fl›lm›flt›r. Bu ba¤lamda Girit’te Osmanl› idaresinden otonomi idaresine geçiflin basit bir geçifl olarak adland›r›lamayaca¤›n› belirten fien›fl›k’a göre bu, hem siyasî ve demografik hem de sosyoekonomik bir dönüflümdür. Bu de¤iflimle birlikte adadaki Müslümanlar ellerindeki mallar› H›ristiyanlara satarak h›zla göç etmeye bafllam›flt›r. Göçle birlikte Girit daha homojen bir yap› arzetmeye bafllam›fl ve Girit Müslümanlar› az›nl›k durumuna düflmüfltür. Sonuçta, Osmanl› kaynaklar› üzerinde yapt›¤› detayl› incelemede fien›fl›k, dönemin Osmanl› devlet adamlar›n›n Girit’teki geliflmelere kay›ts›z kalmad›¤›n›n ve gereken çabay› gösterdiklerinin alt›n› çizmektedir. Gi- 44 Tezin as›l yo¤unlaflt›¤› II. Abdülhamit döneminde, Musul vilayeti geliflmesini sürdürmüfl ve 1879 y›l›nda Türkiye Araflt›rmalar› Merkezi TAM müstakil bir vilayet flekline dönüfltürülmüfltür. 187983 y›llar› aras›nda Kerkük flehri merkez yap›lm›flsa da daha sonraki y›llarda Musul flehri vilayet merkezi olma özelli¤ini korumufltur. Hut’un tezinde vurgulad›¤› önemli hususlardan bir tanesi hiç flüphesiz vilayetin sosyal dokusundaki bask›n afliret yap›s›n›n reformlar›n uygulanmas›n› yads›namaz bir flekilde engelledi¤idir. Bu nedenle II. Abdülhamit, devletin düvel-i muazzama ile yo¤un bir flekilde mücadele etti¤i bu dönemde baflka Arap vilayetlerinde oldu¤u gibi, Musul’un ileri gelenlerini, afliret reislerini ve dinî önderlerini maafl, unvan, maddî yard›m ve ifllenen suçlar›n aff› gibi çeflitli yöntemlerle kendi flahs›nda devlete ba¤lamaya çal›flm›flt›r. Asl›nda II. Abdülhamit’in eflraf-‹slâm siyaseti bu anlamda bölgede uygulanmak istenen Tanzimat reformlar›yla zaman zaman çeliflmekteydi. Örne¤in, yerel eflraf›n kayr›lmas› vilayet valisinin gücünün pekifltirilmesiyle ya da afliretlerin iskan›yla uyuflmamaktayd›. Sultan Abdülhamit, dönemin flartlar› çerçevesinde kiflilerin sadakati üzerinden genifl kitlelerin merkeze ba¤lanmas›n› hedeflemifl ve bunda da büyük ölçüde baflar›l› olmufltur. düzenin sa¤lanmas›nda baflar›l› olurken, Ömer Vehbi Pafla gibi sertlik yanl›s› valiler durumun daha da kötüleflmesine zemin haz›rlam›flt›r. Tezde incelenen dönem boyunca Musul valilerinin hizmet ortalamalar›n›n takriben 1.1 y›l gibi k›sa süreli olmas› vilayetteki istikrars›zl›¤›n önemli bir göstergesidir. ‹ktisadî aç›dan Musul’da yerleflik nüfusun temel geçim kayna¤› tar›m; göçebeli¤e en uygun maiflet tarz› da hayvanc›l›kt›. Musul’un iklim ve arazisinin uygunlu¤u bölgeyi bir tah›l merkezi yapm›fl, ihtiyaç fazlas› “art›k ürün” ise civar vilayetlerin ihtiyac›n› karfl›lam›flt›r. fiehrin iktisadî ve ticarî hayat›na iliflkin Hut önemli bir sonuca varmaktad›r: XIX. yüzy›l›n ortalar›ndan itibaren “Avrupa’dan gelen bol ve ucuz mallar›n el tezgahlar›na dayal› Osmanl› yerel sanayisini zay›flatt›¤›” fleklindeki genel yarg›n›n Musul için pek de geçerlili¤i yoktu. Çünkü, bir “emtia üretim ve da¤›t›m merkezi” konumundaki Musul’un ticaretinin yar›dan fazlas› vilayetteki sancak ve kazalarla yap›lmaktayd›. Davut Hut, Abdülhamit döneminin önemli unsurlar›ndan biri olan Hamidiye alaylar›n›n Musul vilayetinde de uyguland›¤›n›, Miran, Millî ve fiemmer afliretlerinden üç Hamidiye alay› teflkil edildi¤ini, fakat bu alaylar›n imtiyazl› statüsü nedeniyle zaman zaman asayiflsizliklere ve adalete olan güveni sars›c› geliflmelere yol açt›¤›n› kaydetmektedir. Yine Abdülhamit döneminin bir özelli¤i alayl›-mektepli rekabeti, bu dönem Musul’unda da kendini göstermekteydi. Tanzimat döneminde s›kl›kla uygulanan bir siyaseti bu dönem Musul’unda da görmek mümkün. Afliret fleyhlerinin kaymakam ve yöre ileri gelenlerinin vilayet idare meclislerine üye yap›lmas› eflraf› siyaset mekanizmas›na eklemlemenin önemli bir unsuruydu. Fakat Musul’daki sosyal yap›n›n kendine has niteli¤i ile yetiflmifl insan eksikli¤i (kaht-› ricâl), geleneksel idareci ve memurlar›n de¤iflmemesi, yani insan unsurunun ayn› kalmas›, eski al›flkanl›klar›n devam etmesine ve çeflitli konulardaki suistimallerin önünün al›namamas›na f›rsat vermifltir. Bu sebeple ›slahat tart›flmalar› devaml› Musul’un gündeminde kalm›flt›r. ‹smail Hakk› Pafla ve Tahsin Pafla gibi valiler asayifl ve 45 Tezde vurgulanan konulardan bir di¤eri II. Abdülhamit’in bölgede izledi¤i toprak politikas›d›r. Midhat Pafla’n›n Ba¤dat valili¤i döneminde baflar›yla uygulad›¤› bofl arazilerin (afliret fleyhlerinden ziyade) bireylere/ahaliye tapu karfl›l›¤›nda da¤›t›lmas› Abdülhamit döneminde durdurulmufltur. Petrol kayna¤› bak›m›ndan bu bölgelerin o tarihlerde öneminin anlafl›lmaya Türkiye Araflt›rmalar› Merkezi TAM Özcan, Türk Kültür ve Medeniyet Tarihinde Fatih Külliyesi adl› eserin “Hazîre” bafll›kl› ikinci cildinin yay›na haz›rlan›fl sürecini ve muhtevas›n› dinleyicilerle paylaflt›. mii Haziresi, hazirede medfun zevat aç›s›ndan önemli bir yere sahiptir. baflland›¤›n› göz önünde bulundurursak, Sultan Abdülhamit’in bu arazileri neden arazi-i seniyye statüsüne çevirmek suretiyle kendi tasarrufuna ald›¤› ve yabanc› nüfuzundan uzaklaflt›rd›¤› anlafl›lacakt›r. Türkiye Araflt›rmalar› Merkezi, Aral›k ay›nda düzenledi¤i Bir Kitap/Bir Yazar program›nda Mimar Sinan Üniversitesi Geleneksel Türk Sanatlar› Bölümü Hat Anasanat Dal› ö¤retim görevlisi Ali R›za Özcan’› konuk etti. Özcan, Türk Kültür ve Medeniyet Tarihinde Fatih Külliyesi adl› eserin “Hazîre” bafll›kl› ikinci cildinin yay›na haz›rlan›fl sürecini ve muhtevas›n› dinleyicilerle paylaflt›. fiimdi, konu¤umuzun sunumunu özetlemeye çal›flal›m: II. Meflrutiyetin ilan›na iliflkin tepkilere de de¤inen Hut, ulema ve eflraf›n statülerinin devam›ndan endiflelendikleri, eski yönetim taraftarlar›n›n da güçlerini kaybetmekten korktuklar› için genelde meflrutiyetin istenmeyen bir durum oldu¤unu ve flüpheyle karfl›land›¤›n› ifade etti. Hut’a göre neticede vilayetin sosyo kültürel yap›s›n›n do¤urdu¤u kaç›n›lmaz durum ile merkezin uygulad›¤› ve bazen reel-politikle pek de örtüflmeyen “zorunlu” politikalar, reform sürecinden beklenen olumlu sonuçlar›n elde edilmesini engellemifltir. Mezar, Arapça kökenli bir kelime olup, “ziyaret yeri, ziyaret edilen ve ölünün gömüldü¤ü yer” anlam›na gelir. Tarih içerisinde mezara, kabir, sin, makber, makbere, medfen, inziva-gâh, hâb-gâh gibi isimler verilirken, Mevlevîler de “susanlar, susmufllar” anlam›nda “hâmûflân” ifadesini kullanm›fllard›r. Toplu halde bulunan mezarlar ise mezarl›k, mezaristan, kabristan ve hazire olarak an›l›r. Hazireler; külliye, cami, tekke veya mescitlerin etraf›nda umumiyetle k›ble taraf›nda yer alan hususî mezarl›klard›r. TAM Bir Kitap Bir Yazar Kültür ve Medeniyet Tarihinde Fatih Haziresi Hazireler, içinde bulunan mezar tafllar›yla tarihe ›fl›k tutan bir aç›k hava müzesi fonksiyonunu icra ederler. Burada yatan zevat›n hayatlar› hakk›ndaki k›sa bilgiler kadar seyredenleri etkileyen ve her biri sanat eseri olan mezar tafllar›, dönemin flairlerini, hattatlar›n›, hakkâklar›n› ve estetik anlay›fl›n› günümüze tafl›yan önemli belgelerdir. XVIII. ve XX. yüzy›ldaki süsleme sanat›n›n en güzel örneklerini Fatih Camii Haziresi’ndeki mezar tafllar›nda bulabiliyoruz. Ayr›ca Hazire, içinde bulundurdu¤u tafllar›n estetik özelli¤i itibariyle, Türk-‹slâm medeniyeti ve tafl iflçili¤i aç›s›ndan ulafl›lan seviyeyi en güzel flekilde göstermektedir. Ali R›za Özcan 24 Aral›k 2007 De¤erlendirme: R e y h a n S a r › k a y a ‹stanbul’un en eski yerleflim merkezlerinden biri olan Fatih semti Osmanl›lara ve Bizans’a ait izleri bünyesinde tafl›r. Bu semte ad›n› veren Fatih Camii, II. Mehmed taraf›ndan fetihten sonra Havariyyun Kilisesi kal›nt›lar› üzerine infla edilen ilk selâtin camii olma özelli¤ine sahiptir. Bugün, Fatih, Bayezid ve Süleymaniye camileri büyük ve son derece de¤erli birer hazireye sahip selâtin camilerindendir. Bunlar içinde Fatih Ca- 46 XIX. yüzy›la gelinceye kadar camilerin hazirelerine sivil defin yap›lmazken, XIX. yüzy›l birçok aç›dan de¤i- Türkiye Araflt›rmalar› Merkezi TAM Gündüz, Osmanl› modernleflmesinin irtifa noktas› olarak gördü¤ü II. Meflrutiyet döneminde sadece siyasî alanda de¤il, toplumsal alanda da etkili de¤iflimlerin meydana geldi¤ini belirtti. mak üzere dört ana grupta de¤erlendirilip bu grubun d›fl›nda kalan sanatkârlar da ayr› bir bafll›k alt›nda ele al›nm›flt›r. Mezar tafllar› dil, flekil, mezar tipleri ve hat sanat› aç›s›ndan incelendi¤i gibi, kullan›lan semboller aç›s›ndan da bir tasnife tabi tutulmufltur. Ayr›ca kitapta, mezar tafllar›ndaki hattat imzalar› örnek resimlerle birlikte yer al›rken, Fatih Camii Haziresi’nin bugünkü vaziyetini gösteren bir plan da mevcuttur. flimlerin yafland›¤› dönem olur. Mezarl›k kültürü de bu de¤iflimden kendine düflen pay› al›r. Daha önceleri flehrin muhtelif yerlerinde türbe ve küçük hazirelere rastlan›rken XIX. yüzy›l ortalar›ndan itibaren bu anlay›fl de¤iflerek, cami hazirelerine daha çok defin yap›lmaya bafllan›r Fatih Camii’nin k›ble taraf›nda, Çorba kap›s› ve Türbe kap›s› aras›nda kalan Nakflidil Sultan Türbesi’ni ve küçük külliyesini de içine alan hazirenin teflekkülü, bu sahaya 1194/1780’den sonra yap›lan definlerle bafllar. Bu saha sonradan duvarlarla çevrilerek kapal› bir alana dönüfltürülür. Hazire, Münire Sultan Türbesi’nin hemen yan›ndan bafllayan ve Nakflidil Sultan Türbesi’nin giriflinin sol taraf›nda kalan binalar›n arkas›ndaki duvarla ikiye bölünür. Nakfl›dil Sultan Türbesi’nin ön k›sm›na saraya mensup erkek, kad›n ve çocuklar›n defnedilmesi, en eski definlerin burada bafllad›¤›n› göstermektedir. Sahan›n hazireye dönüflmesi, definlerin az say›da olmas› sebebiyle zaman içinde gerçekleflir. Oluflumu h›zland›ran en önemli sebep saray mensuplar› d›fl›ndakilerin de hazîreye gömülmeleridir. Hazireye defin için saraydan, yani padiflahtan izin almak gerekir. Günümüzde, hazirede medfun Gazi Osman Pafla, fieyhülislâm Mehmed Refik Efendi, Ahmed Midhat Efendi, Ahmed Cevdet Pafla, fiehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi, Hattat Sami Efendi, Gazi Ahmed Muhtar Pafla, Ali Emirî Efendi, Mehmed Esad Yesarî, Yesarîzâde Mustafa ‹zzet, Salih Zeki Bey, Bolâhenk Nuri Bey, Âbidin Pafla, Ahmed Amîfl Efendi ve daha nice tarihî flahsiyetler ziyaretçilerini bekliyor. II. Meflrutiyet Dönemi Klasik Paradigmalar› Mustafa Gündüz Fatih Camii Haziresi’nde 409 adet mezar tafl› bulunmakla beraber, bofl mezarlara ait oldu¤u varsay›lan flahidelerin de numaraland›r›lmas›yla rakam 425’e ulaflm›flt›r. 47 adet mezar›n sahipleri ise tespit edilememifltir. Bunlardan 113’ü kad›na, 177’si ise erke¤e ait mezar tafllar›d›r. Çal›flmada 425 adet mezar tafl›na numara verilirken, bunlar aras›ndan tarih, sanat ve kültürümüz aç›s›ndan çok önemli kabul edilen 99 adedi II. ciltte, di¤erleri ise III. ciltte resimleri ve Osmanl›ca metinleri, metinlerin Türkçe ve ‹ngilizce çevirileri ile okuyucuya sunulmufltur. Hazirede medfun zevat, mesleklerine göre ilmiye, seyfiye, kalemiye ve tarikat mensuplar› ol- 1 fiubat 2008 De¤erlendirme: S ü l e y m a n K a y a Türkiye Araflt›rmalar› Merkezi’nin Bir Kitap/Bir Yazar program›n›n fiubat ay›ndaki konu¤u Mustafa Gündüz’dü. Gündüz, Ankara Üniversitesi E¤itim Bilimleri Enstitüsünde 2005 y›l›nda doktora tezi olarak tamamlay›p II. Meflrutiyet’in Klasik Paradigmalar›: ‹çtihad, 47 Sebilü’r-Reflad ve Türk Yurdu’nda Toplumsal Tezler Türkiye Araflt›rmalar› Merkezi TAM Uluslararas› Sermaye ve Osmanl› Maliyesi ad›yla kitaplaflt›rd›¤› çal›flmas›n› dinleyicilere sundu. Gündüz, Osmanl› modernleflmesinin irtifa noktas› olarak gördü¤ü II. Meflrutiyet döneminde sadece si- Hüseyin Al yasî alanda de¤il, toplumsal alanda da etkili de¤iflimlerin meydana geldi¤ini belirtti. Gündüz’e göre Tan- 25 fiubat 2008 De¤erlendirme: K a z › m B a y c a r zimat y›llar›ndan itibaren oluflmaya bafllayan Bat›c›, Türkçü ve ‹slâmc› paradigmalar en yüksek düzeylerine bu dönemde ulaflm›fllard›r. O y›llarda bu üç para- Son dönem Osmanl› malî ve iktisadî tarihi üzerine çal›flmalar yapan Hüseyin Al, Bir Kitap Bir/Yazar program›na fiubat ay›nda konuk oldu. Programda, Al’›n, Osmanl› Bankas› yay›nlar›ndan ç›kan Uluslararas› Sermaye ve Osmanl› Maliyesi adl› kitab› çerçevesinde Osmanl› maliyesinin uluslararas› sermaye ile olan iliflkisini tart›flt›k. digman›n sözcülü¤ünü ise s›ras›yla ‹çtihad, Türk Yurdu ve Sebilü’r-Reflad dergileri yapm›flt›r. Dergilerin fikir babal›¤›n› yapan yazarlar›n, modernleflme ve toplumsal de¤iflmeye katk›lar›n› ele alan Gündüz, bu çerçevede dönemin ayd›nlar›n›n; toplum, toplumsal de¤iflme, e¤itim, dil, dilde sadeleflme, kad›n ve aile konular›n› esas alarak ileri sürdükleri fikirleri analiz Al, Osmanl›’n›n K›r›m Savafl› s›ras›nda ald›¤› borçlar› inceledi¤i bu çal›flmas›n›, yabanc› komiserlerin yabanc›lardan al›nan krediler üzerindeki kontrol mekanizmas› Osmanl›’n›n daha sonraki y›llara ait borçlanma süreçlerinde de benzer bir nitelik tafl›yor muydu, XIX. yüzy›lda uluslararas› finans piyasalar›ndan borçlanan di¤er ülkelerde buna benzer a¤›r flartlarla borçlanmalar söz konusu muydu, Osmanl› borçlanmas› di¤er ülkelerle karfl›laflt›r›ld›¤›nda nerede durmaktayd›, Osmanl›’n›n borçlanma koflullar› görece daha a¤›r ya da daha hafif miydi, gibi dikkati çeken sorular ba¤lam›nda ele almaktad›r. etmektedir. Üç ayr› dergide, bu konular üzerine yazan ayd›nlar›n fikirleri aras›nda detaylarda baz› farkl›l›klar görülmesine ra¤men asl›nda birbirlerine paralel düflündüklerini, benzer fleyler söylediklerini vurgulayan Gündüz, benzerliklere ›fl›k tutmak üzere yapt›¤› tablolardan örnekler gösterdi. Konu¤un bu hayli ilginç iddias›, flüphesiz, ayn› düflünürlerin siyasî fikirlerine dair daha önce yap›lan çal›flmalarla çeliflmektedir. Gündüz, söz konusu çal›flmalar›n sorununu, fikrî farkl›l›klar›n daha fazla öne ç›kart›lmas› ve önemli ölçüde fikir ayr›l›klar›n›n bulundu¤unun ileri sürülmesi olarak görmektedir. Araflt›rmas›nda gerek Türkiye’deki gerek yurtd›fl›ndaki -özellikle Osmanl› borçlar›na dair bilgi içeren ‹ngiliz Parlamentosunun yay›mlad›¤›- arfliv kaynaklar›ndan yararlanan; di¤er ülkelerin borçlanma koflullar›na ait bilgilerin toplanmas›nda ise yabanc› dillerde yay›mlanm›fl pek çok dergi ve gazete tarayan Al, birincil Gündüz son olarak, II. Meflrutiyet döneminde daha önceleri söylenemeyen, yaz›lamayan fikirlerin yaz›lmaya, tart›fl›lmaya bafllanmas›na ra¤men dönemin meselelerini çözecek çok orijinal, çok etrafl› çözüm önerilerinin 48 ortaya konulamad›¤›na da iflaret etmektedir. Türkiye Araflt›rmalar› Merkezi TAM Araflt›rmas›nda gerek Türkiye’deki gerek yurtd›fl›ndaki arfliv kaynaklar›ndan yararlanan Al, di¤er ülkelerin borçlanma koflullar›na ait bilgilerin toplanmas›nda ise yabanc› dillerde yay›mlanm›fl pek çok dergi ve gazete tarad› ülkenin müttefiki Fransa’dan borç talep etmifltir. Rus- ikincil kaynaklar› da yo¤un olarak kullanmaktad›r. ya Fransa’ya, ancak Ermenilere bir k›s›m haklar tan›- Öncelikle, XIX. yüzy›lda yat›r›mc›lar›n hangi kriterlere mas› karfl›l›¤›nda Osmanl›’ya borç verebilece¤ini bil- göre ülke tahvillerine para yat›rd›klar› sorusunu mer- dirmifltir. cek alt›na yat›ran Al’a göre, Osmanl› özelinde düflü- Öte taraftan, borçlanma flartlar› karfl›laflt›r›ld›¤›nda nüldü¤ünde borçlanmalar, spekülatif bir ülke konu- ülkeler aras›ndaki en büyük benzerlik her ülkenin en munda bulunan Osmanl› için oldukça zor flartlarda muteber kaynaklar›n› teminat göstermesidir. Borçla- yürüyen bir süreçtir. Bu noktada XIX. yüzy›lda yat›r›m- nan ülkeler bu yolla daha fazla yat›r›mc›y› çekmeyi c›lar›n, yat›r›m kararlar›n› nas›l ald›klar› sorusu, devlet hedeflemektedirler. Osmanl› Devleti’nin ilk dört borç- borçlar›n›n tarihini incelemeyi gerektirmektedir. lanma sürecine bak›ld›¤›nda, en az s›k›nt›n›n 1854 y›- Burada, yat›r›mc›lar›n bilgi edinme kanallar› ile yat›- l›ndaki borçlanmada yafland›¤› görülmektedir. Bura- r›m karar› verilirken bilgi edinme süreçlerinde ortaya da, M›s›r’dan al›nan verginin teminat olarak gösteril- ç›kabilecek asimetrik bilgi problemi ayr›ca önemlidir. mesi borcun al›nmas›nda kolayl›k sa¤lam›flt›r. 1855 Nitekim, ülkeler ço¤unlukla borçlanmaya ç›kt›klar›n- y›l›nda küçük çapl› say›labilecek bir sorun söz konu- da malî durumlar›n› oldu¤undan iyi göstermektedir- sudur. Osmanl›’n›n faiz ödemesini geciktirmesi ‹ngi- ler. Böyle bir spekülatif durumda yat›r›mc›lar›n imda- liz Parlamentosunda soruflturma konusu edilecek bo- d›na çeflitli arac› kifli, kurum, finans içerikli süreli ya- yuta gelmifl, ancak pazarl›klar sonucunda bu mesele y›nlar ya da el kitapç›klar› yetiflmektedir. Yine bu dö- de afl›lm›flt›r. Osmanl›, borçlar›n› a¤›r aksak da olsa nemde ülke riskinin belirlenmesi yat›r›mc›lar›n karfl›- geri ödeyebilmifl ve 1875’e kadar -Latin Amerika ülke- laflt›klar› mühim zorluklardan biridir. Bu hususta, ya- leri veya Yunanistan’a nispetle- borç ödemelerinde t›r›mc›lar›n esas alabilecekleri tek referans noktas› ciddi bir darbo¤aza girmemifltir. arac› kifli ya da kurulufllar›n itibar› ve kredibilitesidir. Ancak yine de, hem yat›r›mc›lar hem de borçlanan Ülkelerin risk derecelendirmesine yönelik XIX. yüzy›l Osmanl› Devleti aç›s›ndan bu süreç zorlu ve her iki ta- sonlar›nda yap›lan çal›flmaya göre Osmanl› Devle- raf›n da zaman zaman zarar etti¤i bir süreç olmufltur. ti’nin, afl›r› ve yüksek faizle borçlanan devletler ara- Osmanl› aç›s›ndan bak›ld›¤›nda ülke kredibilitesinin s›nda yer ald›¤›n› belirten Al, Osmanl› tahvillerinin düflüklü¤ü, yat›r›mc›lar›n Osmanl› Devleti hakk›ndaki marjlar›, trendleri, tahvil fiyatlar›n›n yükselifl ve düflüfl bilgilerinin yetersizli¤i, kamu maliyesine yönelik gös- nedenleri ve devlet borçlanmalar› ile uluslararas› po- tergelerin uzun aral›klarla yay›nlanmas› ve Osmanl› litika üzerinde de durmaktad›r. hakk›ndaki mevcut önyarg›lar devletin kredi çekmesi- Al’a göre, devlet müdahaleleri piyasa mekanizmas›n› ni güç hale getiren faktörlerdi. Krediler belli çekince- aksatan bir süreçtir. Çünkü bu, baz› ülkelerin daha ra- lerle verildi¤i için, Osmanl› nispeten yüksek faiz oran- hat veya daha düflük faiz oran›yla borçlanmalar›n› en- lar›yla ve ekstra teminatlar göstermek suretiyle borç- gellemifltir. Örne¤in Osmanl› Rusya ile savafl›rken, bu lanmay› gerçeklefltirebiliyordu. 49 kaynaklar›n d›fl›nda, konuyla ilgili teorik k›s›mlarda, Türkiye Araflt›rmalar› Merkezi TAM Borçlanma sürecinde Osmanl› tahvillerine yat›r›m yapanlar›n da ma¤duriyeti görülmektedir. Özellikle, devletlerin borçlar›n› ödeyemedikleri durumlarda, yapt›r›m gücü ve uluslararas› geçerlili¤i olan yasal kodlar›n ve mahkemelerin bulunmamas›, yat›r›mc›lar›n karfl›laflt›klar› en büyük zorluk olarak zikredilebilir. Böyle bir durumda yat›r›mc›lar, haklar›n› gözetebilmek ad›na kendi ülkelerinin hükümetlerinin kap›s›n› çalmakla beraber hükümetlerin o dönemde mevcut d›fl politik konjonktür üzerinden gelifltirdikleri politikalar, yat›r›mc›lar›n menfaatleriyle kimi zaman örtüflmedi¤i için zararlar›n› karfl›lamalar› mümkün olmuyordu. zenlenen TAM Sohbet program›n›n ikinci konu¤u olan ‹nk›lâb Yay›nlar›’n›n kurucular›ndan ve ayn› zamanda genel yay›n yönetmeni Hasan Günefl ile yay›nevinin tarihçesi, yay›n politikas›, sorunlar› ve gelece¤i üzerine konufltuk. Yay›nc›l›¤a 1983’te ilk kitab› olan ve flimdiye kadar 20 bask› yapan Hüsnü Aktafl’›n Kelimeler ve Kavramlar’›n› basarak ad›m atan ‹nk›lâb Yay›nlar›’n›n kurulufl hikayesini anlatan Günefl, öykülerinin çok profesyonelce, bir yay›nevi kural›m fleklinde bafllamad›¤›n›, bu serüvene lise y›llar›nda Millî Türk Talebe Birli¤i’nde ç›kard›klar› mecmua ile at›ld›klar›n›, üniversite y›llar›nda ‹stanbul Türk Oca¤›’n›n ç›kard›¤› ayl›k mecmua ile devam ettiklerini söyledi. Derginin darbe sonras› yay›nlanmad›¤› 80’li y›llarda, bir daha ayr›lmayacaklar› semt olan Fatih’te kurduklar› kitabevine, o günkü atmosferin etkisiyle verdikleri ‹nk›lâb ismi flimdiki yay›nevine isim babal›¤› yapm›flt›r. 80’li y›llar›n entelektüelleri için yay›nevleri buluflma yeridir ve bu y›llardan sonra meramlar›n› art›k mecmua ile de¤il kitap yoluyla anlatmaya çal›flm›fllard›r. Al’›n bu çal›flmas› yaklafl›k 25 y›ll›k, günlük bazda Londra’da ifllem gören tahvillerin fiyatlar›n› veren bir databasei içermesi bak›m›ndan da sahas›na önemli bir katk› sa¤lamaktad›r. Zira tahvil fiyatlar› özellikle günlük olaylar› takip etmede ve fiyatlar› düflüren veya yükselten iç ve d›fl etkenleri sorgulamada önemli bir göstergedir. TAM Sohbet Yay›nc›l›¤a bafllad›klar› dönemde Sebil, Dirilifl, Hilal, Ca¤alo¤lu, P›nar gibi az say›da yay›nevi bulunmaktad›r. Bu nedenle kitap tirajlar› oldukça fazlad›r (her bask› befl bin-on bin civar›nda). Türkiye’de yay›nc›l›k, özellikle kültür yay›nc›l›¤›, büyük kurulufllar›n vak›f ad› alt›nda destekleri ile ilerlemektedir. Cemaat yay›nc›l›¤› ve kiflisel yard›mlar meselenin bir baflka veçhesidir. Burada Günefl, kendi yay›nevlerinde bunlar›n hiçbirinin söz konusu olmad›¤›n› vurgulayarak kendilerinin flirket kurup ortaya koyduklar› sermaye ile dört befl kitap ç›kard›klar›n›, yeni kitap yay›nlamak için bunlar›n kâr›n›n toplanmas›n› beklediklerini ve bunun getirdi¤i s›k›nt›lar› aktard›. ‹nk›lâb Yay›nlar› Hasan Günefl 24 Mart 2008 De¤erlendirme: H a t i c e Ç o l a k Y e n t ü r k 50 Türkiye Araflt›rmalar› Merkezi, Türkiye araflt›rmalar› bünyesinde de¤erlendirilebilecek, Türkiye üzerine yay›n yapan dergi ve yay›nevleriyle Türkiye’ye dair yay›nc›l›k yapman›n problemlerini, bugününü ve gelece¤ini tart›flmaya devam ediyor. Bu minval üzere dü- Türkiye Araflt›rmalar› Merkezi TAM ‹nk›lâb Yay›nlar›’n›n kurucular›ndan ve ayn› zamanda genel yay›n yönetmeni Hasan Günefl ile yay›nevinin tarihçesi, yay›n politikas›, sorunlar› ve gelece¤i üzerine konufltuk. Yay›nevi için hâlâ belli s›k›nt›lar devam etmektedir. d›¤›, onlar›n afl›ld›¤› görüflüne kat›lmad›¤›n› belirten Günefl, istikameti düzgün olan bu tür düflünürlerin kitaplar›n›n günümüzde satmamas›n›n tek nedeninin nesil de¤iflikli¤i ile izah edilemeyece¤ini belirtip, önceden ö¤retmenlerin, çeflitli imamlar›n, kanaat önderlerinin bu kitaplar› tavsiye etti¤ini, bir noktaya kadar anlataca¤›n› anlatt›ktan sonra kiflileri bu kitaplara yönlendirdi¤ini, flimdi ise bu tür bir tavsiye ve bir fikir mücadelesi kalmad›¤›n› iddia ediyor. Bugün hoflgörümüsamaha ad› alt›nda kendi fikrimizi anlatma ve arkas›nda durabilme direncimizi yitirerek genel olarak as›l misyonumuzu da kaybettik diyen Günefl’e göre, misyon kaybedilince okunan kitaplar da, her fley de de¤iflmifltir. Art›k gemisini kurtaran kaptan, kiflisel geliflim tarz› yay›nlar revaçtad›r. Daha çok fikir kitab› yay›nlad›klar› için kampanya yapamayan yay›nevi, k›rtasiye sat›fllar›nda kitap hediye ederek kitaplar›n› yaymaya çal›flmaktad›r. Yay›nc›l›¤› gelir getiren bir sektör olarak görmedikleri için ticaret yaparak, k›rtasiye, fotokopi, dijital bask› gibi çok farkl› alanlarda oluflturduklar› hizmet sektöründen edindikleri art› geliri kitap haline dönüfltürmekte ve ancak sat›lmayacak da olsa “bu kitap mutlaka ç›kmal›” dedikleri kitaplar› yay›nlamaktad›rlar. Ço¤unlukla ilk dönem ‹slâm Tarihi, Hadis ve Kuran bilimlerine yönelik kitaplar› basan yay›nevinin halihaz›rda 93 kitab› mevcuttur. Bu ba¤lamda kaynak kitap say›labilecek ‹slâm Kültür Atlas› ile Mevdûdi’nin Tercüman-› Kuran kitaplar›n› çeviren yay›nevi günümüzün ihtiyac›na binaen Verimli Ders Çal›flma Notlar›, ‹fl Hayat›nda Baflar› gibi bu çizginin d›fl›nda kalan kitaplar› kendi anlay›fllar› çerçevesinde yay›nlamaya bafllam›flt›r. Ayr›ca, 1996 sonras› ara verilen ve yeni teklifle- TAM ‹z B›rakanlar re ra¤men baz› imkâns›zl›klar nedeniyle devam edilemeyen, 9 say› yay›mlanm›fl ‹slâmî Sosyal Bilimler Der- Her ay düzenlenen bu programda, Osmanl› co¤rafyas›nda medfun bilim ve düflünce hayat›m›za katk›da bulunan flah›slar, ölüm y›ldönümlerine göre an›lmakta; bu vesile ile tarihe iz b›rakanlar›n hat›rlanmas› hedeflenmektedir. 2006 A¤ustos ay›ndan itibaren tarihte iz b›rakan olaylar da programa dahil edilerek program›n çerçevesi geniflletilmifltir. Programda 2007 Ekim ay›ndan itibaren iz b›rakan eserlere de yer vermeye bafllad›k. Ocak ve Nisan aylar› aras›nda düzenlenen programlar s›ras›nda zikredilen flah›slar›n, ölüm tarihleri ile medfun olduklar› yerler, tarihte iz b›rakan ay›n olaylar› ve eserleri afla¤›da verilmektedir. Nefle Vona, Reyhan Sar›kaya ve Berra Kepekçi’nin gisi de yay›nevinin önemli çal›flmalar›ndan biridir. Di¤er taraftan çeviri çal›flmalar›na da önem veren yay›nevi için, Vahhabi ak›m›n hurafeci ak›mla çarp›flmas›ndan orta bir yol oluflmas› gibi, Türkiye d›fl›ndan kitaplar›n çevrilmesi ile kendilerine yeni aç›l›mlar sa¤lamalar› söz konusudur. Burada, yay›nevinin temel hedefi “Dünyan›n neresinde olursa olsun Müslüman düflüncesinin miras›ndan ne alabiliriz?” ve “Türkiye’deki entelektüele bunlar bir ›fl›k olabilir mi?” sorular›n›n izini sürmektir. Son olarak zaman de¤iflti¤i için Mevdûdi gibi baz› bü- 51 yük ‹slâm düflünürlerini art›k okumaya gerek kalma- Türkiye Araflt›rmalar› Merkezi TAM Ocak fiubat Mart Nisan katk›lar›yla haz›rlanan program›n yan›s›ra söz konusu ay içerisinde vefat etmifl baz› bilim ve düflünce adamlar›m›z ile ay›n önemli olaylar› ve eserlerinin foto¤raflar›ndan oluflan resim sergisi de Meryem Üke, Berra Kepekçi ve Reyhan Sar›kaya’n›n katk›lar›yla devam etmektedir. Bir Eser er-Risaletu’l-Muhammediye (Ocak-fiubat 1472) MART 2008 Bir Kifli Ahmet Avni Konuk (19 Mart 1938) Bir Olay OCAK 2008 I. G›yaseddin Keyhüsrev’in Antalya’y› fethi (5 Mart 1207) Bir Kifli Mehmed Süreyya (12 Ocak 1908) Bir Eser Bir Olay Rumeli Hisar›’n›n ‹nflas› (1452) I. ‹nönü Zaferi (10 Ocak 1921) Bir Eser N‹SAN 2008 Kapal› Çarfl›\Büyük Bedesten (1460) Bir Kifli Koca Rag›b Pafla (8 Nisan 1763) fiUBAT 2008 Bir Olay Bir Kifli 31 Mart Vakas› (13 Nisan 1909) Mehmet Emin Yaz›c› (3 fiubat 1945) Bir Eser Bir Olay Tophane [I. Mahmud Han] Çeflmesi (1732). 52 Fatih Sultan Mehmed’in II. Cülûsu (18 fiubat 1451) 53 fiehir kelimesinin anlam›n› Mustafa Özel’in Medine Pazar›’n› anlatt›¤› günlerde düflünmeye bafllam›flt›m. ‹slâmî bir gelenekle yo¤rulmufl Anadolu flehirlerinde yaflarken, modern dönem flehirlerinin özellikle Avrupa’da ortaya ç›kard›¤› insan tipini ve bu insan›n fiehir deyince… fie Çin gibi bir ülkede sadece befl alt› ayl›k bir tecrübenin ›fl›¤›nda hem mevcudu hem mümkünü hem muhayyeli anlamak çok kolay olmasa da böyle bir de¤erlendirme yaz›s›n› yazman›n vakti gelip geçiyordu. Bu sebeple en az›ndan yazmak istediklerimi toparlad›¤›ma inand›¤›m bir anda gitmeden önce muhayyilemde canland›rd›¤›m Çin ile gördükten sonraki izlenimlerimi bir araya getirmeye çal›flaca¤›m. Nitekim gurbet en saf anlam› ile uza¤›n tad›ndan bir tat almaksa ben de bu tad› sevdiklerimle paylaflmak isterim, ac›s›yla tatl›s›yla. Kadir Temiz Çin ‹zlenimleri SEYRÜSEFER 54 yaflam tarz›n› anlamaya çal›flmak çok kolay de¤ildi. Ancak hayat›mda bunun istisnai örne¤ini Habermas’›n Kamusall›¤›nYap›sal Dönüflümü adl› kitab›n› okurken yaflad›m. Habermas 19. yüzy›l Paris’ini anlat›rken, insanlar›n ufak cafélerde siyaset, ekonomi, felsefe, sanat hakk›nda konuflmaya bafllamalar›n› bir anlamda kamusall›¤›n bir dönüflümü olarak okur ve sonras›nda ise modern bir dönemin ad›mlar›n›n bu insan tipi üzerinden entellektüeli, tüccar› ve bürokrasisi ile at›lmaya bafllad›¤›n› söyler. Çok sonralar› benzer bir iletiflim a¤›n›n, bizim topraklar›m›zda belki yüzy›llardan beri fliir, hikâye, türküler veya mimarî arac›l›¤› ile geliflti¤ini farkettim. Bu fark›ndal›k, haliyle di¤er flehirlerin hangi iletiflim yöntemleri ile kendi iç dinamiklerini oluflturdu¤u sorusunu akl›ma getirdi. Pekin’e ayak basan hemen hemen bütün tan›d›¤›m Türklerin en büyük sorunu da bu iletiflim araçlar›n›n s›k› s›k›ya devlete ba¤l› olmas›ndan kaynaklan›yordu. Örne¤in Cuma namaz› ç›k›fl›nda cami önündeki birliktelikler bir çay oca¤›nda ya da cami kahvehanesinde devam edemiyordu. Bu sadece Müslümanlar için de¤il di¤er Çinliler için de geçerli. fiehir merkezlerinde sadece turistlerin oturup muhabbet edebilece¤i kafeler var ama flehrin di¤er bölgelerinde, üniversite kampüslerinde bile bu imkân çok s›n›rl›. Sadece bu örnekten SEYRÜSEFER 55 Pekin’i görmeden önce, nas›l bir flehirle karfl›laflaca¤›m› bilmiyordum; dört bin y›ll›k bir medeniyeti mi, yoksa altm›fl y›ll›k komünist rejimi mi yans›t›yordu? Çünkü neresinden bakarsak bakal›m ötekine kap›s›n› daha yeni açan bir devletin s›n›rlar› içine giriyorduk. Böylece bir medeniyetin kadim topraklar›na ayak bast›¤›m bilincini asla yitirmemeye çal›flt›¤›m Pekin’in, “Bir imparatorluk flehri nas›l olur acaba?” sorular› alt›nda beni karfl›layaca¤›n› umut ederken bir yabanc› olman›n verdi¤i duygusal hislerle ve ufak tefek aksiliklerle bafllad› ilk tecrübelerimiz. Israrla burada karfl›laflaca¤›m her yeni -iyi veya kötü- fleyle asl›nda farkl› tecrübeler edindi¤imi tekrarlad›m durdum zihnimde. Ve k›sa bir süre sonra flehir bize de¤iflmiflli¤ini, de¤iflkenli¤ini, sabitelerini göstermeye bafllad›. ‹lk geldi¤imiz günlerde özellikle havaalan›ndan flehir merkezine do¤ru yol al›rken gördü¤ümüz büyük ve ihtiflaml› binalar, olimpiyat çal›flmalar› ile birleflince ortaya gerçekten modern ve bir o kadar da görkemli bir flehir ç›km›fl. Ben hâlâ binlerce y›ll›k bir medeniyetin flehir kültürünü merak ediyordum, o da bana ›srarla modern yüzünü gösteriyordu. fiimdilik anlad›¤›m kadar› ile modernli¤i gelenekle nas›l birlefltirir ve özüme yak›n olabilirim telâfl› ile yo¤rulan bir flehir var karfl›m›zda. fiu ana kadar gezdi¤imiz ve gördü¤ümüz yerlerde bu ikisinin mezcedildi¤ine flahit olduk. Nitekim Tianenmen Meydan›’n›n ‹mparatorluk Saray› ile birleflen ihtiflaml› görüntüsü hemen yan›bafl›ndaki özgün Çin mimarisi ile birleflince Çinlilerin tabiri ile bir Ça¤dafl Dönem (Mao sonras›) tablosu ortaya ç›km›fl. fiehrin 30 kilometrelik bir alana yay›lm›fl popüler yerleflim yerleri var. Bu alan› Mecidiyeköy ve Levent ile K›z›lay ve Çankaya birleflimine benzetiyorum. Baflkent olmas› ile Ankara, kültürel miras› ile ‹stanbulla karfl› karfl›yay›z. Her ne kadar fianghay’›n methini çok duysak da henüz görmedi¤imiz için bu de¤erlendirmelerle yetinece¤iz. fiehrin varofllar› bir bak›ma mevcudu anlat›yor bizlere. Bu ihtiflam›n alt›nda yatan fakirlik, aradaki uçurumu göstermesi aç›s›ndan manidar. Ayr›ca burada eski Pekin’i ve komün yaflam tarz›n› görmek isteyenler için “Hutong” ad› verilen yerleflim bölgeleri bilinçli olarak korunuyor. Tabii flehrin merkezinden bunlar› kald›rmak için u¤raflanlar var ama “Ee can›m, o her yerde var!” deyip geçiyoruz. yola ç›k›p Mao sonras› oluflturulmaya çal›fl›lan insan tipi üzerinde yorum yap›labilir; ancak her zaman ak›lda tutulmas› gereken fley, mevcut otoritenin ulaflamad›¤› ve her türlü sosyal etkiye karfl› direnen gelenek ve kültürdür. K›saca büyük flehirlerde Hutong denilen bölgeler ve küçük flehirlerin hemen hepsinde çok genifl yer bulan Çin geleneksel sosyal hayat› birfleylerin ulaflamad›¤› sosyal bir dinamizm olarak okunabilir. SEYRÜSEFER 56 Burada tarihî sebeplerle aç›klanabilecek iki tip insandan söz etmek mümkün. Birincisi, imparatorluk gelene¤iyle yo¤rulmufl, onunla anlam bulmufl insan. Ki her türlü müdahaleye ra¤men kendi varl›¤›n› yaflatmaya devam ediyor. En önemli özelli¤i ise kendini di¤eri üzerinden de¤il yine kendi üzerinden tan›mlamas›. Yabanc›larla aras› en iyi kesim. Onlar›, iflgale gelen bir düflman de¤il de, sanki koskocaman bir medeniyet tafl›n›n içinde kaynamaya gelmifl insanlar gibi görüyor ve bir o kadar rahat tav›rlarla hareket ediyorlar. Komünist dönem boyunca ne yapt›klar›n› düflününce ayn› olgunluk ve sab›rla bunu da gö¤üsleyebildiklerini san›yorum. Nitekim, Mao’nun ölümünden hemen son- Psikolojik ve maddî flartlar› uygun olduktan sonra bir yabanc›n›n flehre k›sa sürede al›flmamas› için hiç bir sebep yok. Bu iki noktay› vurgulamam›n sebebi ise Çin’de bir Müslüman olarak yaflaman›n getirdi¤i zorluklar ve faydalar. Fayda, zorluklar afl›ld›kça zorluklar›n belki katbekat misli geri dönüyor. Örne¤in baharat kokusuna al›flt›ktan sonra, yemek sorununu çözüp huzurla çal›flmalar›n›za dönebiliyorsunuz. Ancak meseleler bununla bitmiyor. Benim tabirimle flehirde kapitalizmi köyde komünizmi veya evde komünizmi d›flarda kapitalizmi, yak›n çevresinde komünizmi di¤erlerine karfl› kapitalizmi yaflayan insanlar ahlâkî anlamda her türlü erozyona u¤ram›fl. Hâl böyle olunca, her ne kadar bizler kadar kafas› kar›fl›k olmasa da arada kalm›fl bir nesil ortaya ç›k›yor. Çal›flkanl›klar› ve tahammülleri ile direnmeye çal›flsalar da modern hayata eklemlenmifl hayat biçimleri ahlâkî bak›mdan çok y›prat›c› bir insan tipi ortaya ç›karm›fl. Bu söylediklerimi belki bizim yaflad›¤›m›z kültürel flokun alametleri olarak okuyabilir, hayat›n a’dan z’ye bütün alanlar›nda bunu fark edebilirsiniz. Sosyal Hayat m›, Sosyalist Hayat m›? Türkiye için ‹stanbul neyse Çin için de Pekin hemen hemen ayn› öneme sahip. Arada önemli bir fark var tabii: Baflkent Pekin siyasetin, ‹stanbul ise ekonominin merkezi. Pekin kozmopolit bir flehir ve bu özelli¤i ona ayn› zamanda birçok önemli unsur kat›yor. Bunlardan en önemlisi yüzleflmelerin gün geçtikçe h›zlanarak devam etmesidir. Bat› ile yüzleflme meselesi Türk akademyas›nda ilginç tart›flmalar› gündeme getirirken burada bu yüzleflme için kafa yoracak zaman bile yok. Örne¤in Senegalli Babaka’n›n ten renginin boya olup olmad›¤›n› merak eden Çinli ile, son model BMW’ye binip, sanat merkezlerinde tiyatro izleyen, opera dinleyen bir Çinli ayn› mekânda yafl›yor. SEYRÜSEFER 57 de¤iflen ve zenginleflen Çin, bütün bu at›l›m› ikinci kategoridekilerle yap›yor. yerde bu iki tip insan ve iki farkl› dönem gözünüze çarp›yor. Sonuç olarak bugün h›zla lar, floförler, yurt görevlileri, kasiyerler, tezgâhtarlar, taksiciler, polisler vs. Hemen her Bu iki örne¤i flehrin bütün sosyal mekânlar›nda, kesimlerinde görmek mümkün: Yolcu- garip tutumlar tak›nabiliyorlar. uydurmaya çal›fl›yorlar ve buna gerçekten iman ediyorlar. Bu sebeple yabanc›lara karfl› tif ve daha kararl›lar. ‹deolojinin sosyal hayat› flekillendirebildi¤i ölçüde düzenlerini ona ‹kinci tip insan, komünist dönemde, bu bilinçle yetiflenler. Birincilere nazaran daha ak- kap›lm›yorlar ve bir çözüm üreteceklerinden eminler. ra bafllat›lan ekonomik aç›l›mlar bunu göstermifltir. Yani hiç bir flekilde pani¤e, telâfla SEYRÜSEFER 58 E¤itimimize devam etti¤imiz “Peking Üniversity”, (üniversitenin ismini bu flekilde yazmam›n sebebi burada çok kar›flt›r›lmas›) Çin’in en iyi iki üniversitesinden biri ve hemen herkes bu ismi kullan›yor. Çincesi “Bei Jing Da Xue” burada kimse taraf›ndan kullan›lm›yor ama ad›n›n bafl›nda “Bei Jing” bulunan birçok üniversite var. Bu sebeple üniversitenin ‹ngilizcesinde böyle bir de¤iflikli¤e gitmifller. Üniversite befl yüz y›ll›k bir imparatorluk bahçesinin içine kurulmufl. Merkeze 22 kilometre uzakl›kta ve imparatorun Yazl›k Saray›’n›n hemen yan›bafl›nda. ‹mparatorun dinlenme mekânlar›ndan biri olan kampüsün içindeki göl ve di¤er düzenlemeler hakikaten bu zamana kadar kampüs hasreti içinde yan›p tutuflan benim için çok rahatlat›c› oldu. Genelde akflam üzeri ç›kt›¤›m gölün çevresinde gezerken Türkiye’deki flartlar›m›z› düflünmeden edemiyorum. Belki En az›ndan Türkiye’de kötülenen ezber yönteminin burada tek ve alternatifsiz oluflunu gördükçe kendi kendime gülüyorum. Her gün bir haf›z gibi metin, karakterler ve tonlamalarla Çince ö¤renmeye çal›flan birçok Avrupal›y› görmek manidar do¤rusu. Gazete okuman›n dahi ayr› bir e¤itim seviyesi gerektirdi¤i bir kültürde bisikletçinin, manav›n elindeki kal›n kitaplar› görünce insan flafl›rmadan edemiyor. Örne¤in günlük konuflma dili için en az 3000 karakter, gazete okuyabilmek için 7000 karakter ve akademik bir çal›flmay› hakk› ile yapabilmek için 10000 karakter bilmenin gerekti¤i söyleniyor. Her ne kadar dil zorlu¤un bir k›sm›n› gösterse de içimdeki anlama ve bir fleyler bulma merak› hâlâ devam ediyor. fiu ana kadar ö¤rendi¤im kadar› ile 80.000 karakteri olan bir dilin sadece günlük yaflant›s›n› çözmek bir senenizi alabilir. fiimdilik haftada 100 kelime ezberliyoruz. Geri dönüflü zor bir dil; kanaatimce böyle olmas›n›n sebebi ö¤renirken toplam üç meseleye odaklanmas›d›r. Birincisi kelime anlamlar›, ikincisi kelimelerin karakterleri ve üçüncüsü de tonlamalar. Hong Kong ve güney kesimlerin baz› yerlerinde on ton ile konufltuklar›n› ö¤renince dört tonlu Mandar›n diline flükrettim. fiunu da belirtmekte fayda var: Çinceyi nerede ö¤renece¤iniz de önemli. Modern e¤itimin zerresinden bahsedemeyece¤imiz bir sisteme al›flmak kolay de¤il tabii. Elçilikteki bayram resepsiyonunda konufltu¤umuz kâtipler burada Çince ö¤renip akademik çal›flma yapmak istedi¤imi duyunca hemen gülümsediler. Çünkü bu zamana kadar böyle bir çal›flma yapan Türk ne yaz›k ki yok. Son dönemde birçok kifli denemeye kalk›flsa da yol kazalar› buna pek imkân vermiyor. Çünkü Çin e¤itim sistemi içinde modern e¤itimin yeri büyük bir tart›flma konusu. Sadece verilenle yetinmeniz ve araflt›rmalar›n›zda politik kayg›lardan dolay› olabildi¤ince hassas davranman›z gerekir. Modern ile gelenek aras›nda E¤itim ve Çince SEYRÜSEFER 59 Son olarak yüzleflmeden bahsetmek istiyorum. Sadece Sar› Irma¤›n insanlar› ile de¤il di¤er ülke vatandafllar› ile de yüzlefliyoruz. Kendisini alternatif bir sistemik güç olarak görmek isteyen Çin Devleti, kendi dilini yaymak için baflkentte BM havas›nda bir ortam haz›rlam›fl. Bunun sonucunda ise ismini haritadan zorlukla an›msayabilece¤iniz ülkelerin insanlar› buraya gelmifl. Yüzleflme yüz de¤ifltirmeyi de¤il yüzünü korumay› esas al›r, kanaatindeyim. Yüzleflme meselesinin özellikle bizim için bir anlam ifade etmesi gerekiyor. Çünkü Türkiye’nin sömürülmemesinin belki de sömürülememesinin sonuçlar›n› rahatl›kla görebiliyorsunuz burada. Örne¤in herkesin rahatl›kla anlaflabilece¤i uluslararas› bir dile sahip oldu¤unu görmek çok ilginç bir durum. Sudanl›lar ‹ngiliz aksan› ile ‹ngilizce konufluyor; çünkü ‹ngiliz sömürgesinden kurtulmufllar. Kübal›lar ve Latin Amerikal›lar›n ço¤u birçok insanla ‹spanyolca anlaflabiliyor. Orta Asyal›lar›n hemen hepsi birbirleriyle Rusça ile anlafl›yor. Çin’i ve Çincenin etki alan›n› hiç düflünmeden Arapça bilen Kuzey Afrikal›lar, Farsçada birleflen Tacikler, Pakistanl›lar, ‹ranl›lar vs. Bütün bunlar olup biterken kendimize dönüp bak›yoruz. Ve hatta birbirimize soruyoruz: ‹ngilizcemiz Amerikan ‹ngilizcesi mi yoksa ‹ngiliz mi? Nijeryal› Abdüsselam “‹ngiliz, ‹ngiliz” dese de biz kendimizi “Türkiye ‹ngilizcesi” ekolüne uygun gördük. Ancak as›l soru hâlâ cevaplanmad›. Bunca insan anadili gibi bir yabanc› dil konuflurken bizim böyle bir aidiyet hissedemeyiflimizin sebebi ne? Bunun cevab›n› flimdilik sömürgelefltirilememizde buluyorum; dilimizi, en az›ndan zihnimizi ar›nd›rabilece¤imiz bir süzgeç olarak görüyorum. Soru flu: Ama nas›l bir dil? Son notlar bunu e¤itim kalitesi yüksek baflka bir ülkede de söyleyebilirdim ama Çin’deki üniversitelerde bu rahatl›¤› görmek biraz daha farkl›. SEYRÜSEFER 60 Sen “Kaybetti¤iniz fleylere hay›flanmay›n” diyen padiflahs›n. Diledi¤in fley, nas›l olmaz? Feryada eriflme zaman› da kadirsin, o zaman geçince de. Allah›m senden bir fley eksilmez ki! Sen de beyhude olsa, tats›z tuzsuz bulunsa bile yine feryad et, s›zlan; ey yüce ve üstün Tanr› de… Lûtfet, bu hor kiflilere bir bak. Beyhudedir ama yine de gaflete düflmek, feryad etmekten daha kötüdür ya. Kötü ve rüsva, fleytan, ömrünü zâyettikten sonra, “Euzü” çekmek, “Fâtiha” okumak beyhudedir. O zaman soluk bile alam›yordum. Fakat flimdi diledi¤iniz kadar feryad edeyim! Ben de korkumdan a¤z›m› kapad›m. Fakat flimdi istedi¤iniz kadar ba¤›r›p ça¤›ray›m. Dedi ki: Ba¤›rmak istedim ama tam o s›rada bana b›çak, k›l›ç gösterip, sus yoksa ac›madan seni keseriz demek istediler. Halk, pekâlâ dedi, savaflmayacakt›n bari uyan›n, kalk›n diye ba¤›rsayd›n. Dedi ki: Ben bir kifliydim. Onlar yi¤it, gürbüz, silâhl› bir alay adamd›. Halk, a kum tepesine benzeyen herif, a arda kalas›ca, sen ne yapt›n? Dedi. Dedi ki: Gece h›rs›zlar geldi. Gözümün önünde ne var ne yoksa hepsini al›p götürdüler. Bir kervan muhaf›z› uyumufltu. H›rs›z gelip kervan› soydu, ald›¤› mallar› topra¤a gömdü. Sabahleyin kervan halk› uyand›. Mallar›n, gümüfllerin, develerin yerinde yeller esiyordu. Mallar›m›z ne oldu yahu? Söyle bakal›m dediler. Kaybetti¤iniz fleylere hay›flanmay›n MESNEVÎ’DEN A U M C E M 61 Kamuoyu ve D›fl Politika ‹liflkisi: Lübnan Krizi Sürecinde ‹srail/ Abdullah Erbo¤a 62 Kamuoyu ve D›fl Politika ‹liflkisi: Lübnan Krizi Sürecinde ‹srail* politikada oldukça etkili oldu¤unu söylemek mümkündür. ‹srail örne¤ine bak›ld›¤›nda da yine kamuoyunun d›fl politika alan›nda tesiri bulundu¤u aç›kça görülmektedir. Bu makalede, kamuoyunun geçmiflten günümüze ihtiva etti¤i anlam ve de¤erler ele al›n›p, kamuoyunun d›fl politikayla olan iliflkisi teorik çerçeve içerisinde incelenecektir. Bunun yan›nda, kamuoyunun yap›s›n› etkileyen faktörler ve bunlar›n d›fl politika oluflumundaki rolleri üzerinde durulacakt›r. Ayr›ca ‹srail Devleti’nde kamuoyu yap›s› ve kapsam› irdelenmeye ve ‹srail’de kamuoyu ve d›fl politika iliflkisinin nas›l iflledi¤inin çerçevesi ortaya koyulmaya çal›fl›lacakt›r. Son olarak ‹srail kamuoyunun 12 Temmuz 2006’da bafllayan ve otuz dört gün süren Lübnan Krizi sürecinde ve sonras›ndaki tutum ve davran›fllar›n›n nas›l bir flekle büründü¤üne ve bu konu hakk›ndaki kamuoyu yoklamalar›na yer verilmeye çal›fl›lacakt›r. Abdullah Erbo¤a 1- Girifl Kamuoyu, bugüne kadar üzerinde oldukça genifl bir biçimde tart›fl›lan bir kavramd›r. Kamuoyu ve d›fl politika iliflkisi üzerine yap›lan araflt›rmalar özellikle 20. yüzy›l›n ikinci yar›s›ndan itibaren ortaya ç›kmaya bafllam›flt›r. Demokratik sistemlerin muhtevas› ve ifllevi bak›m›ndan temel yap› tafllar›ndan biri olan kamuoyu, So¤uk Savafl döneminin sona ermesiyle birlikte güvenlik eksenli korku psikolojisinin bertaraf edilmesi ve küreselleflmenin getirdi¤i muazzam iletiflim a¤› olanaklar› sayesinde siyaset ve d›fl politika üzerinde oldukça etkin bir rol sergilemesi bak›m›ndan önem arz etmektedir. Dünyan›n en önemli çat›flma sorunlar›ndan birine taraf olan ve kuruldu¤u günden itibaren dünya siyaset gündeminden hemen hemen hiç düflmeyen ‹srail Devleti, bünyesinde bar›nd›rd›¤› kendine has unsurlar ve takip etti¤i politik çizgisi sebebiyle özelde Ortado¤u genelde ise küresel siyasetinin dinamik bir parças› olarak görülmektedir. Yerleflti¤i co¤rafya itibariyle birçok sorunlu alan›n aç›lmas›na neden olan ‹srail Devleti’nin bünyesindeki insan unsuru ve bunun ‹srail siyasetine olan etkileri, irdelenmesi gereken mühim bir husustur. 2. Kamuoyu ve D›fl Politika 2.1 Kamuoyu Kavram›n›n Mahiyeti ve Geliflimi Kamuoyu kavram› tarihin de¤iflik evrelerinde benzer sözcük ve manalarla karfl›m›za ç›kmas›na ra¤men, günümüzde kullan›lan kamuoyu kavram›n›n siyasî, sosyal ve kültürel alanlar için ihtiva etti¤i de¤erden oldukça farkl›l›k arz etmektedir. Günümüzde kullan›lan kamuoyu kavram› 18. yüzy›ldan bafllayarak Avrupa’da yaflanan siyasî ve sosyal yap›n›n dönüflümlerinin tezahürüdür. Matbaan›n ortaya ç›kmas›, Rönesans ve Reform hareketleri, Amerikan ba¤›ms›zl›k mücadelesi, Frans›z ‹htilâli, gazetenin gündelik hayatta yerini almas›, felsefî canlanmalar ve bireyi merkeze alan bir siyasal sistem olarak demokrasinin yönetim biçimi olarak kabullenilmesi gibi faktörler modern anlamda kamuoyunun ortaya ç›k›fl›n›n temel dinamikleri aras›nda gösterilebilir.1 Demokrasiyi tam idrak edebilmifl siyasal sistemlerde kendi özgün koflullar›nda ve rahatça kendisine ifade alan› bulabilen kamuoyu ile, demokrasinin Kamuoyu ve d›fl politika iliflkisi üzerine günümüze kadar yap›lan çal›flmalar ›fl›¤›nda kamuoyunun d›fl 62 * Bu çal›flma, 8-9 fiubat 2008 tarihinde düzenlenen Bilim ve Sanat Vakf› 19. Ö¤renci Sempozyumu’nda tebli¤ olarak sunulmufltur. Kamuoyu ve D›fl Politika ‹liflkisi: Lübnan Krizi Sürecinde ‹srail Abdullah Erbo¤a Mackinnon, orta s›n›f›n siyasal geliflimdeki rolünü irdelemekte ve kamuoyunu soysal, kültürel ve kurumsal ba¤lamda ele almaktayd›.7 20. yüzy›l›n bafllar›ndan itibaren kamuoyu hakk›nda ciddi akademik çal›flmalar neflredilmeye bafllanm›flt›. Walter Lippmann 1922 y›l›nda neflretti¤i Kamuoyu adl› kitab›nda kamuoyu kavram›n› daha genifl bir de¤erlendirmeye tabi tutuyordu. “Lippmann’a göre kamuoyunun geliflimini etkileyen çevre, gerçekle her türlü iliflkisini kesmifl yapay bir çevredir. Lippmann buna sahte çevre (pseudo-environment) ad›n› vermektedir. Lippmann bu sahte çevrenin belirleyicisi olarak haberlerin ç›k›fl yerinde uygulanan sansürü, fiziksel ve toplumsal engelleri, anlat›m yetersizli¤ini, dalg›nl›k, yeknesakl›k, fliddet gibi psikolojik etkenleri görmektedir. Kendisi kamusal kan›n›n var olmad›¤›n›, olsa olsa ‘hayalet kamu’dan (phantom public) söz etmenin olas› oldu¤unu kabul etmektedir.”8 1937 y›l›nda kamuoyunu daha kapsaml› bir flekle büründüren Floyd. H. Allport, kamuoyu kavram›n›n içeri¤ini genifl bir tan›mlamayla izah etmekteydi: sadece araç olarak kullan›ld›¤› veya kendi demokratik perspektifini yaratan otoriter ve totaliter sistemlerde oluflturulan kamuoyu aras›ndaki fark›n dikkatlerden kaç›r›lmamas› gerekmektedir.2 Kamuoyu kavram›n› oluflturan “kamu” kelimesi, “Belirli bir durum veyahut soruna özgü olarak belirli bir zamanda oluflan gurup”; “oy” kelimesi ise “siyasal ya da toplumsal bir süreç içinde kiflinin tercihini belirten bir eylem, düflünce veya kanaat” manalar›n› tafl›maktad›r.3 Günümüz dünyas›nda her platformda rahatça karfl›laflabilece¤imiz bir kavram olan kamuoyunu k›saca, “belli bir zamanda, belli bir tart›flmal› sorun karfl›s›nda, bu sorunla ilgilenen önemli say›daki insan›n birleflmifl kanaatlerinin siyasî iktidar› belli bir oranda etkileyecek flekilde ifade edilmesi”4 olarak tan›mlamak mümkündür. Ortaya koyduklar› tan›mlamalarla kamuoyu kavram›n›n teflekkülünde önemli bir katk› sa¤layan düflünürler genel olarak kamuoyunu siyasal iktidarlar karfl›s›nda bir direnç merkezi olarak konumland›r›yorlard›. Örne¤in Rousseau, kamuoyunu tüm kanunlar›n dayanak noktas› oldu¤unu ve serbest ifadeyle birlikte despotizme karfl› koyabilecek bir güç olarak betimlemekteydi.5 XIV. Louis’in Finans Bakan› Jacques Necker ise kamuoyunu bir mahkemeye benzeterek iktidar sahibi olmak isteyenlerin kamuoyunun r›zas›n› kazanmas› gerekti¤ini vurguluyordu. Necker kamuoyunu flöyle tarif ediyordu: “‹çtimai hayatta hâkim olan zihniyet, itibar ve methüsenaya karfl› gösterilen ra¤bet, Fransa’da kalburüstü bütün flah›slar›n huzuruna ç›kmakla mükellef olduklar› bir mahkemeyi ihdas etmifltir. Bu mahkemenin ad› halk efkâr›d›r (kamuoyudur)! Yüksek bir tahta kurulmufl gibi duran mahkeme, kimisine taçlar, kimisine mükâfatlar da¤›t›yor. fiöhretler yaratmak veya onlar› unutturmak onun elindedir!”6 a. Kamuoyu kifli davran›fl›d›r. b. Kamuoyu ifadeye dayan›r. c. Davran›fl birçok kifliler taraf›ndan ortaya konur. d. Kamuoyu pek çoklar›nca bilinen bir durum veya konu taraf›ndan tahrik edilir. e. ‹lgili oldu¤u durum veya konu birçok kifli için önemlidir. f. Kamuoyu bir amac› onaylama ya da onaylamama ortak yönünde geliflir ve bir eylem ya da eyleme haz›r olma durumunu temsil eder. g. Çoklukla, di¤er kiflilerin de ayn› duruma benzer tepkiyi gösterdikleri düflüncesiyle yap›l›r. Kamuoyu hakk›nda ilk ciddi çal›flmalardan biri, William Mackinnon’nun On The Rise, Progress and Present State of Public Opinion in Great Britannia and Other Parts of the Wall (1828) adl› eseridir. 63 h. ‹çerdikleri tav›rlar ya da kanaatler ifade edilir veya hiç olmazsa kifliler bunlar› ifadeye haz›rd›rlar. Kamuoyu ve D›fl Politika ‹liflkisi: Lübnan Krizi Sürecinde ‹srail Abdullah Erbo¤a i. Bu davran›fllar› gösteren veya göstermeye haz›r olan kifliler birbirleriyle yan yana fizik temas içinde bulunmayabilirler. baflkanlar. Toplumlar›n kendilerine özgü yap›lar› dikkate al›nd›¤›nda yukar›da sayd›¤›m›z unsurlar›n her birinin farkl› aflamalarda farkl› etkilerinin oldu¤u aflikârd›r. Kamuoyunun gündemini belirleyen dinamiklere etkisi bak›m›ndan dikkat çekici unsurlar olan bireylerin tutumlar›, partiler ve liderler, sivil toplum kurulufllar› ve ç›kar gruplar›, kanaat önderleri ve medya, daha önemli roller oynamas› aç›s›ndan önem arz etmektedir. j. Hem sürekli hem geçici nitelikte sözlü kapsam içerirler. k. Uzun zamanlar›n yerlefltirdi¤i uyumluluk davran›fl› de¤il (yasa ve gelene¤in tersine) yeni bir fley elde etme, baflarma veya mevcuda karfl› ç›kma davran›fl›d›r. Kamuoyu, “Demokratik Bar›fl” teorisi içerisinde önemli bir yer tutmaktad›r. “Demokratik Bar›fl” teorisine göre kamuoyu, demokrasilerde liderlerin ve yöneticilerin savafla veya çat›flmaya giriflmesinin önlenmesi aç›s›ndan güçlü bir direnç merkezidir.10 Bu minvalde “Demokratik Bar›fl” teorisinin üç temel tespiti mevcuttur. ‹lk olarak demokrasilerde vatandafllar savafla karfl› konumdad›rlar. ‹kinci olarak demokrasilerde siyasetçiler siyasal konumlar›n› devam ettirebilmek için seçilmifl olmak gerekti¤inin fark›ndad›rlar. Ve son olarak ise bu fark›ndal›k, siyasetçilerin kamuoyunun hilaf-› r›zas›na savafla girme riskini alamayacaklar›n› ve bu aç›dan kamuoyunun k›s›tlay›c› rolünü vurgulamaktad›r.11 l. Ortak amaçlara yönelen çabalar olduklar›na göre, çoklukla, karfl›t taraflarda kümeleflmifl kifliler aras›nda çat›flma niteli¤ini tafl›r. m. Ortak davran›fllar, amac›n elde edilmesinde etkili olabilecek derecede kuvvetlidir ve çok say›da kiflilerce gösterilir.9 II. Dünya Savafl›n›n sona erip So¤uk Savafl›n bafllamas› ile birlikte, kamuoyu kavram› oluflan yeni flartlar çerçevesinde demokratik rejimlerin temel dinamiklerinden birisi olarak karfl›m›za ç›kmaktad›r. ABD’nin dünya siyasetindeki konumuna paralel olarak kamuoyunun hükümetler üzerindeki etkileri önem kazanmaktayd›. Bu ba¤lamda kamuoyu kavram› daha çok Amerikan akademik dünyas›nda tart›fl›lagelen bir saha oldu ve geliflen teknoloji ve haber a¤› sayesinde k›sa bir sürede kapsaml› bir flekle büründü. So¤uk Savafl›n nihayetlenmesi sonucu ideolojik hâkimiyetin kaybolmas› ve kitle iletiflim araçlar›nda yaflanan muazzam yenilikler art›k kamuoyunun, varl›¤›na ve etkinli¤ine hiç flüphe b›rakmayacak flekilde idrak edilmesini sa¤layan süreçler olmufltu. Elbette ki karar alma mekanizmas›n›n bafl›nda bulunan siyasal iktidarlar›n, kamuoyunun genel görüflü ile ters düflmeyecek ve onlar›n rahatça benimseyip kabul edebilecekleri veyahut onlar› ikna edebilecek politikalar üretmek sorumlulu¤u vard›r. Ancak kamuoyunun müspet görüflleri yan›nda çeflitli politikalarda menfi tepkileri görülebilir ve iktidar›n politikalar› kamuoyu nezdinde itibar görmeyebilir. Buna ra¤men, iktidarlar bu tip politikalarda tepkileri göz ard› ederek, seçtikleri politikalar›n› uygulamaya devam edebilmektedir.12 Ancak ülkelerin siyasal yap›s› da d›fl politikan›n flekillenmesine yön veren unsurlara sahiptir. Nispî temsil ile idare edilen ülkelerde çokpartili sistem genellikle koalisyonlar do¤urmaktad›r. Hükümet içinde birden çok partinin bulunuflu hükümetlerin, halk›n istek ve taleple- 2.2 Kamuoyunun Oluflumu ve Konumu 64 Oluflumu itibariyle de¤iflik etkenleri bünyesinde bar›nd›ran kamuoyunu kimin yönlendirdi¤ine dair yöneltilen sorulara farkl› bak›fl aç›lar› ile yaklaflmak mümkündür. Yorumcular, araflt›rmac›lar, gazeteciler, akademisyenler, medya, kanaat önderleri, sivil toplum kurulufllar›, ideoloji, inançlar, sosyal çevre, bask› gruplar› veyahut da bizzat hükümet liderleri ve Kamuoyu ve D›fl Politika ‹liflkisi: Lübnan Krizi Sürecinde ‹srail Abdullah Erbo¤a tike bir tutum gelifltirmek ve sürdürmek için yeterli bilgiye eriflememesi”15 gibi sorunlardan kaynaklanmaktad›r. Kamuoyunun d›fl politikada ihtiva etti¤i anlam So¤uk Savafl’›n sonuna kadar Gabriel Almond ve Walter Lippman’›n betimledi¤i flekilde alg›lanagelmifltir. rine ve halk›n haletiruhiyelerine hitap edecek tercihleri kullanmas›na sebep olmaktad›r. Ço¤ulcu modelde ise genellikle tek parti hükümetleri güçlü bir parlamento ço¤unlu¤u ve sa¤lam bir siyasal durufla sahip olabilmektedirler. Ve bu durum kamuoyu tercihleri ve bask›s› karfl›s›nda nispi temsile nazaran daha güçlü durabilmektedir. Dolay›s›yla halk›n her istedi¤ini yerine getirmemektedirler.13 Günümüzde devletler kendi iç kamuoylar› ile ilgilendikleri gibi ç›kar avantaj›n› maksimum düzeye ç›karmak istedi¤i herhangi bir yabanc› ülkenin kamuoyuyla da ilgilenmektedir. Ayr›ca bir yabanc› kamuoyunu bir baflka ülke üzerinde olumlu veya olumsuz spekülasyon ve politikalarla kendi yan›na çekmek için çaba sarf etti¤i gözlemlenmektedir.14 Almond-Lippman Konsensüsü olarak bilinen bu kavramsal biçim flu üç maddede izah edilmektedir: 2.3 D›fl Politikada Kamuoyunun Konumu g Kamuoyu çok çabuk de¤iflebilir. (Duygusald›r.) Dolay›s›yla verimli ve etkili bir d›fl politika zemini için kifayetsizdir. g D›fl politikada kamuoyunun tutumu sa¤lam bir bünyeden yoksun ve tutars›zd›r. g D›fl politika idaresi üzerinde kamuoyu çok s›n›rl› bir etkiye sahiptir. 16 Realist görüfle göre “d›fl politikada halk›n önemli bir nüfuza sahip olmas›, etkili bir diplomasi için elzem olan gizlilik, esneklik ve di¤er hususiyetleri ciddi flekilde tehlikeye sokar”.17 Realist ak›m›n savunucular› d›fl politika gibi her zaman için rasyonaliteden dem vurulan bir alanda kamuoyunun duygusal yap›s›n›n karar aflamas›nda zafiyetlere yol açaca¤› görüflündedir.18 Realist teori, uluslararas› iliflkilerin anarflik yap›s› gere¤i her ülkenin kendi güvenli¤ini ön planda tutaca¤› için devletleraras› iflbirli¤inin çok k›s›tl› olaca¤› vurgusunu ön plana ç›kar›rken, liberaller ise devletleraras› iflbirli¤inin birbirleri ile olan münasebetleri ile daha uygun hale getirece¤ini öngörmektedir.19 Liberaller, d›fl politika yap›m›nda demokratik prensipler dahilinde hareket edilmesini, demokratik ülkeleri totaliter olanlardan farkl›laflt›ran bir unsur olarak kabul etmektedirler. Dolay›s›yla kamuoyunun d›fl politika yap›m sürecinde katk›s›n› önemsemektedirler.20 D›fl politikan›n yap›s› gere¤i s›radan bireyler için kavranmas› zor bir uzmanl›k sahas› oldu¤u hususunda öteden beri hâkim bir kanaat mevcuttur. ‹flte bu kanaat, devlet sistemati¤inin süreklili¤i aç›s›ndan kamuoyunun d›fl politikada gerekli olan bilgi ve tecrübeden yoksun olmas› sebebiyle herhangi bir etki ve yönlendirmenin do¤ru olmayaca¤› görüflündedir. Dolay›s›yla kendi özgün yap›s› içerisinde tamamen elit bir karar alma mekanizmas› sistemati¤i benimsenmeye çal›fl›lmaktad›r. “D›fl politika yap›m› alan›nda halk›n büyük ço¤unlu¤u, fiili veya önemli bir etki uygulamaktan uzak tutulmaktad›r. Bunun bafll›ca sebebi de herhangi bir etkide bulunabilmek için onlar›n ne olup bitti¤i, ne zaman olup bitti¤i hakk›nda yeterli bilgiye sahip olmamalar›ndan kaynaklanmaktad›r. Bunlar, d›fl politika veya devlet yönetme sanat›n›n, devlet sisteminin bafllang›c›ndan beri geleneksel olarak yöneticilere ait bir imtiyaz olarak görülmesi, uzmanl›k bilgisine sahip olunmas› gerekti¤i, baz› durumlarda çok k›sa süre içinde karar al›nmas› zorunlulu¤u ve seçmenlerin d›fl politika meseleleri hakk›nda sofis- 65 Karar al›c›lar›n kamuoyuna nas›l bakt›klar› önemli bir soru olarak ortaya ç›kmaktad›r. Kamuoyu, karar al›c›lar taraf›ndan iyi bir d›fl politika için pek mühim olarak görülmüyorsa, d›fl politika yap›m sürecinde Kamuoyu ve D›fl Politika ‹liflkisi: Lübnan Krizi Sürecinde ‹srail Abdullah Erbo¤a me zihniyetine sahip olmaktan uzak oldu¤u önermesini getiren öncülerinin tam tersi görüfller ortaya koyup, asl›nda kamuoyu ile d›fl politika aras›nda kuvvetli bir ba¤›n bulundu¤unu ayr›ca kamuoyunun pekâlâ d›fl politikada etkileyici bir potansiyelinin bulundu¤unu ifade etmektedirler.25 Ancak genel olarak liderler ulusal güvenlik ve d›fl politika gibi konularda karar al›rken halk›n herhangi bir yönlendirmesinden kaç›n›rlar.26 ihmal edilebilir. Veyahut da karar al›c›lar kamuoyunun herhangi bir d›fl politika seçene¤ine muhalif olmalar› hasebiyle önemli s›k›nt›lar›n yaflanabilece¤ini düflünüyorlarsa, kamuoyu faktörünü göz önünde bulundurmalar› gerekecektir.21 Douglas Foyle, karar al›c›lar›n kamuoyu hakk›ndaki inançlar›n› iki düzlemde incelemektedir. g g Normatif ‹nançlar: Kamuoyunun d›fl politika tercihlerini etkilemesinin arzu edilebilirli¤i hakk›nda bireysel yarg›. Kamuoyunun d›fl politikada etkin olabilmesi için zaruri olan hususlardan birisi de siyasal sistemin yap›s› ve buna ba¤l› olarak kurumlar›n merkezileflme yo¤unlu¤udur. Güçlü bir bürokratik yap› sayesinde merkeziyetçi sistemlerde kamuoyunun etkileri s›n›rl› olurken, daha ademimerkeziyetçi ve bürokrasi d›fl› yap›lanmalar›n etkilerine aç›k bir sistemde kamuoyu daha aktif ve etkili olabilmektedir.27 Kamuoyunun d›fl politika alan›nda tutarl› olabilmesinin koflullar› da yine kendi ülkesinin küresel siyasetteki rolü ve konumuna, siyasal sistemin yap›s›na ve medyan›n sahip oldu¤u potansiyele göre de¤ifliklik göstermektedir.28 Kamuoyunun d›fl politika aç›s›ndan di¤er önemli bir etkisi de uluslararas› müzakerelerde göstermifl oldu¤u k›s›tlay›c› ve engelleyici rolüdür. Müzakere edilen konuda halk›n tercihleri ile karar al›c›lar›n›n tercihleri aras›nda bir uyum yoksa kamuoyu, müzakereleri veya uluslararas› anlaflmalar›n onay› gibi konular› engelleyebilecek bir tav›r tak›nabilir.29 Pratik ‹nançlar: D›fl politikada baflar›ya ulaflmak için halk deste¤i gereksiniminin karar al›c›lar taraf›ndan de¤erlendirilmesi. Böylece elitler içerisinde de kamuoyu hakk›nda farkl› inançlara sahip kifliler bulundu¤una, yekpare bir yap›dan söz etmenin zorlu¤una iflaret etmektedir.22 Örne¤in ABD baflkanlar›ndan Eisenhower, d›fl politikada kamuoyu müdahalesinin s›n›rl› olmas›n› ve kendi inisiyatifi ile oluflturdu¤u politikalar› desteklemeleri için halk›n yönlendirilmesini savunurken, Eisenhower’›n D›fliflleri Bakan› John Foster Dulles, genifl ölçekte gelifltirilecek tüm d›fl politika seçeneklerinde mutlaka Amerikan kamuoyunun r›zas›n›n gözetilmesi gereklili¤ini vurguluyordu.23 2.4 Kamuoyunun D›fl Politika Üzerindeki Etkisi Ole R. Holsti, kamuoyunun II. Dünya Savafl›ndan beri alg›lanageldi¤i gibi de¤iflken, tutars›z ve etkisiz oldu¤u iddias›na ciddi bir biçimde elefltirerek, kamuoyunun do¤as›n›, yap›s›n› ve etkisini yeniden bir de¤erlendirmeye tabi tutar. Ona göre kamuoyu, duygusal hareket etmek bir yana d›fl politikada oldukça istikrarl› ve tutarl› bir görüfle sahiptir. ‹kinci olarak kamuoyu san›lan›n aksine d›fl politika hakk›ndaki tutumlar› aç›s›ndan dengeli ve rasyonel görüntüler çizmektedir. Ve nihayet, Vietnam örne¤ini de vererek asl›nda kamuoyunun d›fl politikada çok etkili bir rolü oldu¤unu savunmaktad›r.24 Kamuoyunu d›fl politikada yönlendiren di¤er bir faktör ise güvendir. Kendi devletlerinin di¤er devletlere duydu¤u güven derecesi kamuoyunun d›fl politikada benimsedi¤i kal›plardan birisidir. Uluslararas› güven olarak adland›r›lan bu hissiyat, insanlar›n di¤er devletlere duydu¤u güven nispetinde kendi devletlerinin izlemesi gerekti¤i tutumu da do¤rudan etkilemektedir. Ayr›ca güven unsurunun oluflumunda etkili olan medyan›n d›fl politikadaki etki alanlar›ndan birisi de yabanc› ülke ve toplumlar hakk›nda olumlu veya olumsuz oluflturdu¤u imajlard›r. 30 66 Kamuoyu ve d›fl politika üzerine çal›flan akademisyenler özellikle So¤uk Savafl sonras› dönemde kamuoyunun rasyonel ve uzun vadeli stratejik düflün- Kamuoyu ve D›fl Politika ‹liflkisi: Lübnan Krizi Sürecinde ‹srail Abdullah Erbo¤a 2.5 Güç Kullan›m› ve Kamuoyu olarak ortaya ç›kacakt›r. Genelde al›nan savafl kararlar›n›n, yöneticilerin iktidar süresinin ilk dönemlerinde gerçekleflmeleri bu bak›m›ndan manidard›r. 34 Karar al›c›lar›n, d›fl politika gelifltirme sürecinde tüm dengeleri gözetmek zorunda olduklar› aflikârd›r. ‹ster savafl veya kriz dönemlerinde olsun ister sulh zamanlar›nda olsun bir d›fl politikan›n uluslararas› alandaki hassasiyetleri göz önünde bulunduraca¤› gibi, iç politikada da bunun kabul edilebilirli¤ini sa¤layacak ad›mlar›n at›lmas› gerekecektir. Zira genelde kendi iç kamuoyunun, özelde baz› liderlerin yapt›¤› gibi dünya kamuoyunun ikna edilmeye çal›fl›lmas›, gelifltirilen d›fl politikan›n en etkili bir biçimde eyleme geçirilmesine olanak sa¤lar. Yetersiz bir iç politik destekle verimli d›fl politikalar›n eyleme geçirilmesi ise pek olanakl› de¤ildir.31 Son dönemlerde kamuoyu özellikle güç kullan›m›na karfl› ciddi bir engelleyici unsur olarak karfl›m›za ç›kmaktad›r. Nihaî karar al›c›lar›n olas› bir müdahalenin muhtemel sonuçlar›n›n pozitif yans›malar›ndan herhangi bir flüphe veya özgüven eksikli¤ine düflebilmesi ihtimalinden dolay›, duyarl› halk›n böyle bir d›fl politikadan karar al›c›y› engelleyebilece¤i yönünde görüfller mevcuttur.32 Tabii burada askerî müdahalenin kapsam› ve yo¤unlu¤uyla halk›n konuya olan e¤ilimi aras›ndaki iliflki karar al›c›n›n politika gelifltirirken daha ihtiyatl› davranmas›na yol açmaktad›r. E¤er kamuoyu nezdinde çokça zikredilmeyen veyahut kamuoyunun dikkatini celbetmeyecek müdahaleler söz konusu ise halk›n buna karfl› pek duyarl› olmad›¤› görülmektedir. Tabii kamuoyu, konunun medyadaki veya siyasî arenadaki tansiyonuna göre de kendisini yeniden konuflland›rmaktad›r. Tehlike düzeyi düflük olan müdahalelerde ise karar al›c›lar›n›n müdahale sonuçlar› hakk›nda güvensizlikleri mevcut olmas›na ra¤men halk duyars›zca davran›yorsa karar al›c›lar genelde güç kullan›m›n› uygun bulurlar.33 Demokratik ülkelerdeki siyasetçilerin kamuoyuna karfl› duyarl›l›klar›nda yaflanabilecek herhangi bir geliflme, büyük bir ihtimalle bir sonraki seçim hesaplar›n›n tezahürü 3. ‹srail Kamuoyunun Yap›s› ‹srail nüfusunun son aç›klanan verilere göre 7.150.000 civar›nda bir rakama ulaflt›¤› görülmektedir. Nüfusun %76’s›n› Yahudiler, %20’sini Araplar ve %4’ünü de di¤erleri (‹srail ‹çiflleri Bakanl›¤› taraf›ndan Yahudili¤i henüz tan›nmayan Rus göçmenler) oluflturmaktad›r.*35 Bu oran dünya Yahudi nüfusunun yaklafl›k %40,6’s›na denk düflmektedir.36 ‹srail nüfusu farkl› etnik gruplardan gelen Yahudiler ve dinî aç›dan farkl›laflan Arap az›nl›klardan müteflekkildir. Yahudiler içerisinde Aflkenaz ve Sefarad olmak üzere iki ana etnik kol karfl›m›za ç›karken, Araplar içerisinde Müslümanlar, H›ristiyanlar ve Dürzîler mevcuttur. 19. yüzy›l›n son çeyre¤inden itibaren Yahudi nüfusun Filistin topraklar›na yönelik göçlerinin artarak devam etmesiyle birlikte, gereken tüm koflullar›n sa¤lanmas› ve Yahudi mevcudiyetinin korunmas›na yönelik sosyal, siyasal, ekonomik ve militarist kurumsallaflmalar›n altyap›s› 20. yüzy›l›n bafllar›nda oluflturulmaya bafllanm›flt›. ‹srail Devleti, 1948’de ba¤›ms›zl›¤›n› ilan ettikten sonra devlet içinde birli¤in sa¤lanmas› ve farkl› güç merkezlerinin oluflmamas› için zarurî bir hale gelen merkezileflmenin sa¤lanmas›na yönelik büyük çabalar sarfetti. 1950’li ve 1960’l› y›llar elitler taraf›ndan gerçeklefltirilen bu merkezileflme politikalar›n›n sürdürülmesiyle geçti. Ancak Yom Kippur Sava- 67 * Yahudi nüfusun %8’i Haredim (afl›r› dinci), %9’u dinci, %39’u gelenekçi ve %44’ü seküler kesimden müteflekkildir. %39’lik Arap nüfusun yap›s›na bak›ld›¤›nda ise, %12’si Müslümanlar, %3,5’i H›ristiyanlar, %1,5’i Dürzîler ve %0,5’i de di¤erlerinden meydana gelmektedir. Detayl› bilgi için bkz. http://www.jewishvirtuallibrary.org/jsource/anti-semitism/relisrael06.html (05.09.2007) Kamuoyu ve D›fl Politika ‹liflkisi: Lübnan Krizi Sürecinde ‹srail Abdullah Erbo¤a fl› (1973)’n›n halk nezdinde yaratt›¤› tedirginlik, farkl› teflekküllerin ortaya ç›kmas›na yol açan ilk geliflme olarak alg›lanmaktad›r. Zira bu süreçten sonra sivil inisiyatifin çeflitli kurulufllar vas›tas›yla sosyal ve siyasal alanda daha fazla rol ald›¤›na rastlamaktay›z.37 dukça net tutumlar içerir. Örne¤in dindar Aflkenaz Yahudiler, Sefaradlar›n haz›rlad›klar› yemeklerden veya kestikleri hayvanlar›n etinden yemezler. Sefaradlar ise Aflkenazilerle evlenmeyi ve onlarla bir arada bulunmay› reddetmektedirler.41 Ayr›ca her birinin kendilerine ait ayr› sinagoglar› vard›r. 3.1 Etnik Farkl›l›klar Ülke nüfusunun %20’lik kesimini oluflturan Arap az›nl›k ise s›n›rl› imkânlar›yla yaflamlar›n› sürdürmeye çal›flmaktad›r. Arap az›nl›k toplumdaki konumlar› itibariyle demokratik bir ülkede olmamas› gereken uygulamalarla karfl›laflmaktad›r. Bu durum ‹srail demokrasisinin de tart›flmal› bir konuma sürüklenmesine neden olmaktad›r. Bu minvalde Smooha, ‹srail demokrasisi için farkl› bir tasvirde bulunmaktad›r. Smooha, hiçbir ayr›ma tahammül göstermeksizin tüm vatandafllar›na eflitlik prensibiyle yaklaflan ve sosyal ve siyasal kurumlar›n› buna göre düzenleyen liberal demokrasiden ziyade, ortak kanba¤›, dil ve kültürü paylaflan bir etnik grubun oluflturdu¤u ba¤›ms›z devletin, tüm kurum ve kurulufllar›n› bu etnisitenin ç›kar ve faydas›na göre düzenleyip mevcut farkl› unsurlar› d›fllay›c› ve kendi varl›¤›na bir tehdit olarak gören ve bu unsurlar ile aras›nda kesin bir ayr›m›n oluflmas›n› betimleyen Etnik Demokrasi’nin, ‹srail demokrasisini izaha kavuflturmakta daha faydal› olaca¤›n› düflünmektedir.42 Oren Yiftachel ise ‹srail siyasî yap›s›n› etnokrasi kavram›yla aç›klaman›n daha uygun düflece¤i kan›s›ndad›r. Siyasal, kültürel, ekonomik ve co¤rafi imkânlar› kahir ekseriyetle hâkim bir etnisitenin hizmetine sunan, az›nl›klar›n ve di¤er farkl› unsurlar›n haklar›n›n korunmad›¤›, demokratik bir de¤er olan eflit vatandafll›k ilkesinin göz ard› edildi¤i ve etnik milliyetçili¤in merkeze al›nd›¤› bir yap› olarak aç›klamaktad›r etnokrasiyi.43 Bu ba¤lamda, ‹srail’in Arap vatandafllar›n› d›fllay›c› tavr›n› bir örnekle aç›klamak kâfi olacakt›r. Lübnan Krizi sürecinde hayat›n› kaybeden asker ve sivillerin ailelerine Yahudi lobileri taraf›ndan yap›lan 300 milyon dolarl›k yard›m›n ölen 23 Yahudi sivilin ve 116 askerin aile- 68 Pozitivizmin etkisinde kalan Aflkenaz Yahudileri, ‹srail Devleti’nin kuruluflunda etkin olan ve uzunca bir müddet tek bafllar›na devleti yönetme imkân›n› elinde bulunduran seküler kesimin ço¤unlu¤unu oluflturmaktad›r.38 Ekonomik ve kültürel bak›mdan di¤er Yahudilere nazaran daha iyi konumda olan Aflkenaziler, Merkezî ve Bat› Avrupa’dan gelen -özellikle Almanya ve Avusturya kökenli- Yahudi akademisyen, doktor, hukukçu, müzisyen ve sanatç›lar›n da önemli bir bölümünü oluflturmaktad›r ki, bu kesim ‹srail’in devletleflme ve kurumsallaflma sürecinde çok önemli katk›lar yapm›flt›r.39 Dinî sadakat aç›s›ndan daha muhafazakâr olan ve gelenekle ba¤lar›n› koparmayan Sefaradlar ise, ‹srail’in kurulufl y›llar›nda ekonomik aç›dan Aflkenazilere göre daha düflük seviyedeydiler. Ço¤u Sefarad Yahudisi geçimini iflçi olarak veya zanaatkârl›kla u¤raflarak sürdürmekteydi.40 Günümüzde ise Sefarad Yahudilerinin birçok bak›mdan kendilerini toplum içerisinde gelifltirdikleri görülmektedir. Yeni nesillerle birlikte ekonomik olarak eskiye oranla daha iyi bir konuma gelen Sefaradlar, sosyal ve siyasal kurumsallaflma zemininde de kayda de¤er geliflmeler göstermektedirler. Asl›nda Aflkenaziler ve Sefaradlar birbirlerinden pek hazzetmemektedirler ve bu durum sosyal ve siyasal hayat›n tüm dilimlerinde kendisini göstermektedir. ‹srail Devleti’nin kurulufl y›llar›na müteakip imtiyaz sahibi Aflkenazlar›n, e¤itim ve gelir aç›s›ndan daha zay›f durumda olan Sefaradlara yönelik ayr›mc›l›klar› iki kesim aras›ndaki temel tart›flmalar›n bafl›nda gelmekteydi. Asl›nda birbirleri haklar›ndaki bu alg›lamalar uzun bir süreç içerisinde oluflmufl flartlar›n tezahürüdür ve ol- Kamuoyu ve D›fl Politika ‹liflkisi: Lübnan Krizi Sürecinde ‹srail Abdullah Erbo¤a sine verilip, hayat›n› kaybeden 18 ‹srailli Arap›n ise görmezden gelinerek ailelerine hiçbir yard›mda bulunulmamas› bu ayr›mc›l›¤›n göstergelerinden sadece bir tanesidir.44 hudiler içerisinde en afl›r› ucu temsil etmektedirler. Yahudi dinî kurallar› olan Halaka’ya harfiyen uymaya gayret gösteren Afl›r› Dinciler, küçük bir yüzdeye sahip olmalar›na ra¤men toplum içerisinde istedikleri her fleyi bir flekilde empoze edebilmektedirler. Bunun sebebi ise ‹flçi ve Likud partilerinin politik ç›kmazlardan kurtulmak amac›yla bu kesimin ekonomik, sosyal ve hukukî alandaki isteklerini büyük ölçüde yerine getirmelerinden kaynaklanmaktad›r.47 Afl›r› Dinciler aras›nda da yekpare bir yap›ya rastlamak mümkün de¤ildir. Kendi içlerinde çeflitli gruplar bar›nd›rmaktad›rlar.48 3.2 Dinsel Tutumlar›na Göre Yahudiler ve Siyasal Bölünme Aflkenaz kökenlilerin ço¤unlu¤unu oluflturdu¤u sekülerlerin e¤itim düzeyleri oldukça yüksektir; ekonomik aç›dan daha sa¤lam bir altyap›ya ve kültürel ba¤lamda hâkim bir konuma sahiptirler. ‹srail siyaset dünyas›nda, Arap az›nl›¤›n durumunun iyilefltirilmesini ve bar›fl içinde bir arada yaflanmas› gerekti¤ini, ‹srail’in Filistinlilerle ve di¤er Arap komflular›yla bar›fl giriflimlerinde bulunmas›n› ve d›fl politikada daha yumuflak tav›rlar sergilenmesini her zaman için vurgulayan, seküler kesimin taban›n› oluflturdu¤u sol partilerdir. Seküler kesim ‹srail’in sosyal ve siyasal alan›nda dinin konumu üzerine birkaç konuda afl›r› dincilerle problemler yaflamaktad›r.45 Gelenekçiler, tarihsel dinî geleneklere sayg› duyulmas›na, gelene¤in ö¤retilmesine ve korunmas›na büyük önem vermektedir. Yahudi kültürünün bu tarihsel dinî gelenekler çerçevesinde olufltu¤u, seküler kesimin tutum ve davran›fllar›n›n bu hassasiyetlere zarar verdi¤i, dolay›s›yla Yahudileri ve ‹srail Devleti’ni tehdit etti¤i görüflünde birleflirler. Yahudi kimli¤inin korunmas› için Yahudi ö¤retilerinin ve de¤erlerinin yaflat›lmas›na ve yeni nesillere aktar›lmas›na özen göstermektedirler.46 Dinci Yahudiler ise Siyonizmin siyasî boyutlar›yla ilgilendikleri kadar dinî bir boyutla da yaklaflmay› tercih etmektedirler. ‹srail Devleti’nin vaat edilmifl topraklar (Eretz Israel) inanc› ›fl›¤›nda hareket edilmesi ve Yahudiler bu topraklar›n yegâne hâkimi olduklar›ndan herhangi bir bar›fl için asla bu topraklardan taviz verilmemesi kanaatini tafl›maktad›rlar. Bununla birlikte d›fl politikada flahin bir tav›r içerisinde olunmas›n› ‹srail Devleti’nin bekas› için kaç›n›lmaz görmektedirler. Afl›r› Dinciler ise dinî sadakat aç›s›ndan Ya- ‹srail kamuoyunun de¤er öncelikleri hiç flüphesiz toplumun, devletin ve siyasî hayat›n flekillenmesine yönelik görüfllerini biçimlendirmektedir. Örne¤in 1990 y›l›nda, üke kamuoyunun en öncelikli de¤eri %39 ile ‹srail Devleti’nde Yahudi Ço¤unlu¤u’nun korunmas› olarak gösterilirken, ikinci s›ray› %35 ile Bar›fl, üçüncü s›ray› %14 ile Büyük ‹srail ve son olarak %12 ile Demokrasi almaktad›r.49 Yahudi Ço¤unluk, ‹srail siyasî yelpazesinin hem sa¤ hem de sol cenah›n›n ortak hassasiyeti olarak karfl›m›za ç›karken, Büyük ‹srail genelde sa¤ ve din eksenli partiler taraf›ndan desteklenmekte, buna mukabil Bar›fl ve Demokrasiye deste¤in en fazla geldi¤i taraf ise sol kesim olmaktad›r.50 4. ‹srail Kamuoyu ve D›fl Politikas› “Yaflad›klar›m bana flunu ö¤retti: Müzakere ederken, asl›nda iki tarafla müzakere ediyorsunuz. Biri düflman, di¤eri kendi halk›n›z. Bazen kendi halk›n›z› ikna etmek daha zor oluyor. Çünkü toprak veriyorsunuz, taviz veriyorsunuz ve insanlar bundan hofllanm›yor.”51 (fiimon Peres) 69 D›fl politika karar alma süreci, her ülkenin kendi özgün koflullar› çerçevesinde oluflturulmaktad›r. Kuruldu¤u co¤rafya ve yüzleflti¤i dinamikler aç›s›ndan ‹srail Devleti, tüm d›fl politika seçeneklerinin güvenlik ve savunma eksenine oturmas›n› elzem görmek- Kamuoyu ve D›fl Politika ‹liflkisi: Lübnan Krizi Sürecinde ‹srail Abdullah Erbo¤a tedir. Siyasal sistemde ise bunun yans›malar›n› ‹srail Savunma Gücü’nün sosyal ve siyasal hayat üzerindeki mühim etkileriyle görmekteyiz. ‹srail Savunma Gücü sa¤lam kurumsal yap›s› ve sahip oldu¤u stratejik planlama düzeyindeki alternatifsizli¤i ile özellikle d›fl politika karar alma sürecinin en bafl›ndan itibaren tüm süreçte ‹srail siyasî hayat›n› yönlendirmekte ve neredeyse siyasilere hareket alan› b›rakmamaktad›r.52 Karar alma mekanizmas› aç›s›ndan d›fl politikan›n bu kadar askerî eksenler çerçevesinde olmas›n›n temel sebeplerinden bir tanesi de ‹srail siyasî yap›s›n›n getirdi¤i çözümsüzlüklerdir. Bugüne kadarki iktidarlar›n tümünün koalisyon hükümetlerinden oluflmas›, koalisyon hükümetlerinin kapsaml› ve stratejik bir d›fl politika izlemekten yoksun olmalar› ve sivil bürokraside d›fl politikan›n gereksimi olan stratejik planlamay› yapabilecek salahiyete sahip personelin bulunmay›fl› gibi faktörler ‹srail Savunma Gücü’nün pozisyonunun güçlenmesinde mühim bir rol oynam›flt›r.53 hissetmesi, ‹srail vatandafl› olan Araplara duyulan afl›r› güvensizlik ve son olarak anti-semitizm ve kültürel tehlikelere karfl› Diasporadaki Yahudilerin varl›klar›n›n korunmas› gibi konular önem arz etmektedir.54 Bu sebeplerden dolay› ‹srail kamuoyu ve bas›n› d›fl ülke kamuoylar›nda ‹srail hakk›nda oluflan kanaatler karfl›s›nda do¤al olarak hassast›r. Bu durumun do¤al bir yans›mas› olarak, d›fl ülkelerdeki herhangi bir ‹srail muhalefetini anti-semitist olarak nitelendirme yolu seçilmekle birlikte, ilginçtir ki pek de¤er atfedilmemeye çal›fl›lmaktad›r.55 ‹srail kamuoyu ve d›fl politika iliflkisi üzerine yap›lan analizler irdelendi¤inde, kamuoyunun genelde rasyonel ve tutarl› oldu¤u gözlemlenmektedir. ‹srail kamuoyunun d›fl politika üzerindeki etkisi ise oldukça yüksektir. Bu etkinin izlerine ise ‹srail siyasî yaflam›n›n hemen hemen her döneminde rastlanabilinir. 1993’te imzalanan anlaflmay› kabullenemeyen bir afl›r› dinci ‹sraillinin el-Halil Camiinde 29 kifliyi öldürmesi örne¤i bunlardan bir tanesidir. Ancak etkisi daha çarp›c› olmas› bak›m›ndan önem arz eden olay, 1995’te Rabin ve Arafat taraf›ndan imzalanan anlaflmay› kutsal Yahudi topraklar›na ihanet olarak de¤erlendiren ve Rabin’i Filistinlilere yeni tavizler vermesini engellemek için öldürdü¤ünü söyleyen, dinî bir üniversite olan Bar Ilan ö¤rencisi 27 yafl›ndaki Yigal Amir örne¤idir. ‹srail kamuoyu, maddî ve manevî maliyeti yüksek baflar›s›zl›klara ve kay›plara asla tahammül göstermemektedir. Yaflanabilecek en ufak menfi sonuç medya ve kamuoyu taraf›ndan oldukça sert bir flekilde elefltirilmektedir. ‹srail kamuoyunun siyasî olaylara ve özellikle hayatî derecede önem atfettikleri d›fl politikaya gösterdi¤i ilgi ve alaka, içinde bulundu¤u özel flartlar›n bir gere¤i olarak hayli yüksek seviyelerdedir. 1973 y›l›nda yap›lan Yom Kippur Savafl›nda sergilenen baflar›s›zl›ktan ötürü Golda Meir hükümetine yönelik protesto gösterileri düzenlenmesi ve bu protestolar›n dozunun yükselmesi sonucunda Baflbakan Golda Meir’in istifa etmek zorunda kalmas› bu dikkatin Herhangi bir ülkede kamuoyunun d›fl politikaya atfetti¤i önem derecesi o ülke karar al›c›lar›n›n politika yap›m›nda kamuoyunu ne denli hesaba kat›p katmayacaklar›n›n iflaretlerini vermektedir. ‹srail kamuoyu ise nevi flahs›na münhas›r yap›s› gere¤i sosyal, kültürel, ekonomik, d›fl politika ve di¤er birçok konuda karar al›c›lar› ve siyasî karar mekanizmas›n› do¤rudan veya dolayl› yoldan etkileyebilmektedir. ‹srail’in içinde bulundu¤u co¤rafyan›n do¤al bir yans›mas› olan güvenlik sorunu ve d›fl etkiler gibi konular günlük yaflam› do¤rudan etkileyebilmekte ve oldukça duyarl› olan kamuoyunun karar al›c›lar için sürekli göz önünde bulundurulmas› ve dikkate al›nmas› gereken bir husus olarak ortaya ç›kmas›na sebep olmaktad›r. 70 Yahudi zihnî yap›s›n› oluflturan güvensizlik idraki, ‹srail d›fl politikas›nda da kendisini afl›r› flüphecili¤e ve dolay›s›yla sürekli tehdit alg›lamas›na itmektedir. ‹srailli Yahudilerin tehdit alg›lamas›nda Müslüman devletlerle çevrili bölgede kendisini sürekli güvensiz Kamuoyu ve D›fl Politika ‹liflkisi: Lübnan Krizi Sürecinde ‹srail Abdullah Erbo¤a göstergelerinden bir tanesidir. Ayr›ca Sabra ve fiatilla katliamlar› sonras› 400.000 ‹sraillinin savafla karfl› “fiimdi Bar›fl” gösterilerinde bulunmas›56 ve bunun Hükümetin Lübnan politikalar›n› direkt etkilemesi bir baflka dikkat çekici unsurdur. Sharon hükümetinin planlad›¤›, Gazze ve Bat› fieria’dan çekilme plan›n›n uygulanmaya konmas› safhas›nda yaflananlar da ‹srail kamuoyunun tetkikinde ›fl›k tutucudur. Yahudi yerleflimciler vaat edilmifl topraklardan feragat olarak de¤erlendirdikleri bu giriflimin engellenmesi için uzun u¤rafllar verdi. Bu tek tarafl› geri çekilme plan› ‹srail siyasetinde ve hükümet içinde de derin ayr›l›klara neden oldu.61 Tahliye ifllemleri s›ras›nda özellikle radikal yerleflimcilerin okullara ve sinagoglara s›¤›narak polis ve askerlere karfl› direnifl göstermeleri, kendilerini yakma teflebbüsünde bulunmalar› ve zorla tahliye edilenlerin gözyafllar› içerisindeki görüntüleri dünya medyas› gündemini meflgul etmiflti. Kamuoyu anketlerinin de gösterdi¤i gibi ‹srail kamuoyunun kanaatleri ile ‹srail’in d›fl politika tercileri aras›nda mühim paralellikler bulunmaktad›r. Örne¤in 1979 y›l›nda ‹srail’in M›s›r’la yapt›¤› antlaflmay› kamuoyunun %85’i desteklerken, 2000 y›l›nda ‹srail’in Lübnan’dan tek tarafl› çekilmesini kamuoyunun %74’ü onaylamaktayd›.57 Ayr›ca I. ‹ntifada’n›n bafllamas›n›n hemen ard›ndan yap›lan bir araflt›rma, kamuoyunun %72,7’sinin ‹srail’in Arap ülkeleriyle savaflmay› önlemek için bar›fl görüflmelerini bafllatmas› gerekti¤ini ve %63,2’sinin büyük güçlerle birlikte uluslararas› bar›fl konferans›n›n oluflturulmas›n› destekledi¤ini ortaya koymaktayd›.58 Oslo Süreci olarak adland›r›lan y›llar aras›nda (1992–2001) sürdürülen müzakerelerin ‹srail toplumunun ana gündem maddesi oldu¤u bir dönemde ‹srail d›fl politikas›n›n sergileyece¤i tutumlar›n flekillenmesinde kritik rol oynayacak olan seçimlere halk›n çok yüksek bir oranda kat›l›m› toplumun d›fl politikaya olan bak›fl aç›s›n› ve dikkatini yans›tmaktad›r.59 5. Lübnan Krizi Sürecinde ‹srail Kamuoyu 5.1 Kriz Sürecine K›sa Bir Bak›fl Krizin bafllamas›na zemin haz›rlayan olay, 12 Temmuz 2006’da Hizbullah militanlar›n›n ‹srail’in kuzey s›n›r›ndan s›zarak iki ‹srail askerini kaç›rmas› ve ç›kan çat›flmada da sekizini öldürmesi üzerine bafllad›. ‹srail Baflbakan› Ehud Olmert, bu olay› savafl eylemi olarak nitelendirdi ve Lübnan hükümetini de bundan sorumlu tuttu.62 Hizbullah, ‹srail hapishanelerinde tutuklu bulunan mahkûmlar›n serbest b›rak›lmas› halinde kaç›rd›¤› iki ‹srail askerini serbest b›rakaca¤›n› aç›klad›. Ancak ‹srail bu iste¤i reddetti ve askerlerin derhal sal›verilmesini istedi. Hizbullah’›n bu talebi yerine getirmemesinin ard›ndan ‹srail, operasyonlar›n devam› yönünde karar ald›. Krizin beflinci gününde Knesset’te bir konuflma yapan Olmert, operasyonlar›n durdurulmas› için Ehud Goldwasser ve Eldad Regev adl› kaç›r›lan iki askerin serbest b›rak›lmas›n›, tam bir ateflkes olmas›n›, Lübnan ordusunun tüm Güney Lübnan’a konuflland›r›lmas›n›, bölgeden Hizbullah’›n kovulmas›n› ve BM’nin 1558 say›l› karar›n›n yerine getirilmesini ön flart olarak ortaya koyuyordu.63 Otuz dört gün süren kriz, 11 A¤ustos 2006’da BM Güvenlik Konseyinde 71 ‹srail’deki Arap az›nl›k da kendi imkânlar›nca ve çizilen s›n›rlar dahilinde hükümetler üzerinde etkili olmaya çal›flmaktad›r. Örne¤in on iki ‹srailli Arap vatandafl›n, Filistin ayaklanmas›na destek verilmesi için düzenlenen gösterilerin bast›r›lmas› esnas›nda polisler taraf›ndan öldürülmelerinin ard›ndan, ‹srail vatandafl› Araplar 2001 y›l›ndaki seçim sistemine göre baflbakan›n belirlenmesi için yap›lacak seçimin boykot edilmesi yönünde karar alarak bir flekilde etkin olmaya çal›flmaktad›rlar.60 Bunun bir sonucu olarak, Yahudilerin %74’ü II. ‹ntifada esnas›nda çeflitli protestolarla Filistinlilere destek vermeyi amaçlayan ‹srailli Araplar›n, vatana ihanet ettiklerini düflünmekteydiler. Kamuoyu ve D›fl Politika ‹liflkisi: Lübnan Krizi Sürecinde ‹srail Abdullah Erbo¤a çat›flmalar›n sona erdirilmesi ve bölgeye bar›fl gücü gönderilmesine iliflkin 1701 say›l› karar›n oybirli¤iyle al›nmas›, 12 A¤ustosta Lübnan ve Hizbullah’›n, 13 A¤ustosta da ‹srail’in ateflkesi kabul etmesi ve 14 A¤ustosta da (karar›n) uygulanmaya bafllanmas›yla nihayete erdi. Karar›n Cuma akflam› al›n›p Pazartesi uygulanmaya konmas›ndaki sebep ise ‹sraillilerin fiabat tatilini gerekçe göstermesi idi.64 olarak karfl›m›za ç›kmaktad›r.67 Ateflkesin kabul edilmesinden itibaren ise ciddi bir hüsran yafland›¤›na dair ‹srail’de oluflan hava ve bunun akabinde meydana gelen tart›flma ve elefltiriler özellikle Baflbakan Ehud Olmert, Savunma Bakan› Amir Peretz ve Genelkurmay Baflkan› Dan Halutz üzerinde yo¤unlaflmaktayd›. Kriz sürecinde yaflanan zafiyetleri soruflturmak için komisyonlar kurulmas› yönünde karar al›nd›. Ehud Olmert ve Dan Halutz’u Lübnan Savafl›yla ilgili olarak elefltirip istifalar›n› isteyen tümgeneral Yiftah Ron Tal, 5 Ekim 2006 tarihinde görevinden azledildi.68 Kriz sürecinde baflar›s›z performans› ve hisse senetleriyle yapt›¤› oynamalar sonucu kamuoyu nezdinde yo¤un bir elefltiriye maruz kalan Dan Halutz, Winograd Komisyonunun ön raporunu aç›klanmas›na bir ay kala Ocak 2007’de istifa etti.69 ‹srail kamuoyunda oldukça a¤›r elefltirilere tabi tutulan ‹flçi Partisi lideri ve Savunma Bakan› Amir Peretz ise hem parti liderli¤ini hem de bakanl›k koltu¤unu eski baflbakanlardan Ehud Barak’a kapt›rd›. 30 Ocak 2008’de aç›klanan Winograd Komisyonu Nihai Raporu, al›nan karar›n do¤rulu¤una dikkat çekerken sürecin baflar›s›zl›klarla dolu bir yönetimle idare edildi¤ini belirtmekteydi.70 Baflbakan Olmert ise yap›lan tüm istifa ça¤r›lar›na ra¤men hâlihaz›rda görevini sürdürmekte ›srarl› gözükmektedir. Bu kriz süresince meydana gelen maddî ve manevî y›k›mlar ise oldukça trajikti. Binlerce masum insan›n ölmesine sebep olmas›n›n yan›nda bir o kadar›n›n a¤›r yaralanmas›na yol açmas›, milyar dolarl›k maddî hasarlar ve sivillerin yaflam alanlar›nda yaratt›¤› fizikî tahribat bu trajedinin görünen boyutlar›n› sergilemekteydi. Kriz süresince ‹srail taraf›nda 18’i Müslüman ve H›ristiyan Arap olmak üzere 41 sivil ve 116 asker, Lübnan taraf›nda ise 1088 sivil ve 93 asker hayat›n› kaybetti.65 Savafl›n maddî boyutlar› ise her iki taraf için y›k›m›n bir baflka göstergesiydi. Savafl›n Lübnan’a olan maliyeti yaklafl›k 2,5 milyar dolar› bulurken, ‹srail taraf›nda ise bu rakam 1,1 milyar dolar olarak ifade edilmekteydi.66 Kriz sürecinden kimin daha güçlü ç›kt›¤›n› söylemek, kesin bir ifade ile kazanan taraftan bahsetmek pek mümkün görünmemektedir. Ancak kaç›r›lan iki ‹srail askerinin kurtar›lamamas›, çok say›da sivil ve askerî kay›p verilmesi, kesin bir netice al›nmadan ateflkesin kabul edilmesi, çat›flman›n bu kadar uzun sürmesine ra¤men Hizbullah’a ciddi bir darbe indirilememesi, hükümetin ve kabine üyelerinin askerî donan›mdan uzak olmas› gibi konular ‹srail’de en çok dile getirilen hususlardan baz›lar›yd›. Buna mukabil Hizbullah cephesi ise bu krizden tam bir zaferle ayr›ld›¤›n› vurgulamaktayd›. Yenilmez ‹srail ordusunun dize getirildi¤i ve ateflkese muhtaç b›rak›ld›¤› yönünde kanaatler hâkimdi. Yine de kriz sonucunda askerî kayb›n yüksek oluflu ve Lübnan’da çok büyük bir ekonomik ve insanî kayba yol açmas› Hizbullah’›n hanesine olumsuzluk getiren unsurlar 5.2 ‹srail Kamuoyunda Krizin Yans›malar› 72 Taraflar aras›nda ateflkesin sa¤lanmas›ndan sonra, ortaya ç›kan yeni durum Hizbullah karfl›s›nda net bir sonuç sa¤layamayan bir ‹srail resmetmekteydi. Kuzey s›n›r›nda ad› konmam›fl bir belirsizli¤in yaratt›¤› güvensizlik hissiyat› hiç flüphesiz ‹srail kamuoyunun tepkisinin ana nedenlerindendir. ‹srail kamuoyu, Hizbullah’›n iki ‹srail askerini kaç›rmas› ve akabinde gerçekleflen ‹srail sald›r›lar› s›ras›nda, var olan tehdidin bertaraf edilmesi gerekti¤in ve bu yönde yap›lmas› gereken her fleyin meflru say›laca¤› kanaatini tafl›maktayd›. 31 Temmuz-1 A¤ustos Kamuoyu ve D›fl Politika ‹liflkisi: Lübnan Krizi Sürecinde ‹srail Abdullah Erbo¤a de ciddi hayal k›r›kl›¤›n›n ortaya ç›kt›¤› anlafl›lmaktad›r. Ayr›ca yukar›daki tabloda görüldü¤ü gibi sekiz ay gibi k›sa bir süre içerisinde, sald›r›lar› hakl› bulanlar›n oranlar›nda bu denli bir dalgalanma yaflanmas›, hiç flüphesiz ‹srail kamuoyunun duruflunda yap›sal gücün ne kadar mühim bir unsur oldu¤unu göstermektedir. 2006 tarihi itibariyle ‹srail kamuoyunun %91’i hava kuvvetlerinin Lübnan’da altyap› y›k›mlar›na ve sivillerin ölmesine sebep olmas›na ra¤men hakl› oldu¤unu belirtirken, bu oran Meretz Partisi seçmeninde %53’lere düflmekte ve Meretz seçmeninin %47’si bu sald›r›lar› haks›z bulmaktayd›.71 Tablo 5.1: Hizbullah’a karfl› yürütülen sald›r›lar› hakl› buluyor musunuz? (%) Yediot Ahronot72 18.07.06 Evet Hay›r Fikrim Yok 86 14 ... Tablo 5.2: Sizce savafl› kim kazand›? (%) ‹srail Hizbullah Hiçbiri Di¤er Maariv 04.08.0679 54.8 3.5 37.7 4 80 30 30 36 4 56 81 Maariv 15.08.06 18 15 66 —- 44 INSS, Mart 200782 24 24 51 —- 83 23 26 51 —- Genel Kadima Seçmeni 28 35 24 14 36 43 12 8 Likud Seçmeni 27 32 35 6 ‹flçi Partisi Seçmeni 39 12 39 10 Yisrael Beiteinu Seçmeni 31 25 35 9 Genel 13 37 39 11 Kadima Seçmeni 35 14 35 16 Likud Seçmeni 8 41 34 17 19 31 44 6 3 39 40 18 Maariv 73 Peace Index 74 Peace Index Yediot Ahronot75 Dahaf76 21.07.06 31.07-01.08 31Tem-1A¤u 10.08.06 01.03.07 (Arap Az›nl›k) 2006 95 4 ... 93 5 ... 17 68 15 90 10 ... Dahaf 15.08.06 NSPOP Mart 2007 ... Maagar84 16.8.06 Kaynak: www.imra.org.il, www.ynetnews.com, www.tau.ac.il sitelerinden derlenmifltir (12.09.2007). Detayl› bilgi için dipnotlara bkz. Maagar85 05.7.07 ‹srailli Araplar›n %7’si ‹srail operasyonlar›n› sürmesini desteklerken, %71’i derhal ateflkesin sa¤lanmas› gerekti¤ini ve %22’si fikri olmad›¤›n› belirtiyordu. Ayr›ca ‹srailli Araplar›n %79’u hava sald›r›lar›n› haks›z bulurken, %6’s› hakl› bulmakta ve %15’i fikri olmad›¤›n› belirtmekteydi.77 21 Temmuz 2006’da, ‹srail kamuoyunun %90’› Hizbullah’a yönelik mücadelenin devam etmesi gerekti¤ini vurgularken, %8’i müzakerelerin bafllamas› gerekti¤ini ifade etmekteydi.78 31 Temmuz’da ise kamuoyunun %79’u operasyonlar›n devam›ndan yana tav›r al›rken, %16,5’i uluslararas› düzeyde müzakerelerin bafllamas› gereklili¤ini vurgulamaktayd›. Ayr›ca Yisrael Beiteinu, Torah Judaism ve Meretz partisi seçmeninin bir bölümü hükümetin aç›k bir hedefinin olmamas›n› elefltirmekteydi. Araflt›rmalar incelendi¤inde ‹srail kamuoyunun çat›flmalar devam ederken sürecin sonunda ‹srail’in yeni bir zafer kazanaca¤›ndan emin oldu¤unu göstermektedir. Ancak ateflkesin kabul edilmesinin ard›ndan bu görüfller- ‹flçi Partisi Seçmeni Yisrael Beiteinu Seçmeni Kaynak: www.imra.org.il, www.ynetnews.com, www.jewishvirtuallibrary.org sitelerinden derlenmifltir (12.9.2007). Detayl› bilgi için dipnotlara bkz. 73 ‹srail kamuoyunun, sürecin sonunda ‹srail’in yeni bir zaferle ayr›laca¤› konusunda büyük bir inanca sahip oldu¤u görülmektedir. Ateflkesin sonras›nda ise genel olarak asl›nda bu krizin bir galibinin bulunmad›¤› yönünde kanaatler hâkimdi. Yukar›daki tabloda da görüldü¤ü gibi, ‹srail’in pozisyonunu za- Kamuoyu ve D›fl Politika ‹liflkisi: Lübnan Krizi Sürecinde ‹srail Abdullah Erbo¤a rilerin yan›nda kriz bafllamadan hemen önce borsadaki hisse senetlerini satmas›, kamuoyunun tepkisine neden olan bir baflka sebep idi. fer olarak nitelendirilmesine yönelik kamuoyunun zay›f olan inanc›, yaklafl›k bir y›l sonra daha da zay›flam›fl olarak karfl›m›za ç›kmaktad›r. ‹ktidar partisi seçmenlerinin tutumlar›nda genel olarak de¤ifliklik olmazken, muhalefet partisi seçmeninde zafere olan inanç çok düflük oranlarda destek bulmaktayd›. Tablo 5.3: Ordunun performans›n› nas›l buluyorsunuz? (%) Yediot Ahronot91 18.07.06 5.3 ‹srail Kamuoyunun Performans De¤erlendirmesi ‹srail kamuoyunun ateflkes sonras› yaflad›¤› flokun bir baflka göstergesi de sorumluluk konumundaki liderler hakk›ndaki kanaatleridir. Bunda en büyük sorumluluk sahibi konumunda olan Baflbakan Olmert’in, kamuoyu nezdinde oldukça kötü bir izlenime sahip oldu¤u ve prestij kayb›na u¤rad›¤› görülmektedir. 21 Temmuz 2006 itibariyle ‹srail kamuoyunun %78’i Olmert’in performans›ndan memnun olduklar›n› belirtirken, %20’si z›t görüfller bildirmekteydi.86 Ateflkesin kabul edilmesinden hemen sonra, 15 A¤ustos 2006 tarihinde, kamuoyunun %47’si Olmert’in ve %14’ü hükümetin performans›n› iyi olarak de¤erlendirirken, %51’i Olmert’in ve %84’ü de hükümetin performans›n› kötü olarak nitelendirmekteydi.87 Kriz sürecinde ‹srail Devleti’nin eski baflar›lar›na nazaran nispeten zay›fl›¤› ve kamuoyunun bu zafiyete gösterdi¤i afl›r› tepki sonucu Ocak 2007’de kamuoyunun %77’sinin Olmert’ten duydu¤u memnuniyetsizlik anketlerde belirmekteydi.88 Krizin birinci y›ldönümünü doldurmas›na az bir süre kala yap›lan bir baflka anket ise, kamuoyunun sadece %15’inin Olmert’in performans›ndan memnun oldu¤unu belirtirken, %74 aksi yönde görüfl bildirmekteydi.89 Hizbullah roketlerinin ‹srail flehirlerinde kaosa neden olmas›, halk›n s›¤›naklarda yaflamaya bafllamas› ve evlerini terk ederek güney bölgelerine gitmek zorunda kalmalar› kamuoyunda çok büyük elefltirilere sebep oldu.90 Yaflanan süreçten baflar›s›zl›kla ç›k›ld›¤›n› düflünen ‹srail kamuoyunun hedefindeki di¤er isimler ise Savunma Bakan› Amir Peretz ve Genelkurmay Baflkan› Dan Halutz idi. Halutz’un performans›na yönelik eleflti- Dahaf 92 28.07.06 Genel Peace Index93 31.07-01.08 Maariv94 16.08.06 Yahudiler içinde ‹yi 87 80 90 87 81 Kötü 9 17 8 9 18 Kaynak : www.imra.org.il, www.ynetnews.com, www.tau.ac.il sitelerinden derlenmifltir (12.9.2007) Detayl› bilgi için dipnotlara bkz. 15 A¤ustos itibariyle kamuoyunun %47’si Halutz’un performans›n› be¤enirken, %49’u olumsuz görüfl bildirmekteydi.95 25 A¤ustos’ta ise, Halutz’un kriz sürecinde gösterdi¤i performans› be¤enenlerin oran› %35, be¤enmeyenlerin oran› ise %63 olarak belirmekteydi.96 Buna mukabil ‹srail kamuoyunun her ne flekilde olursa olsun kurum olarak orduya olan güveninin krizde gösterilen baflar›s›zl›klara ra¤men de¤iflmedi¤i gözlemlenmektedir. Performans› aç›s›ndan oldukça elefltirilen ve hatta en olumsuz görüfllerin üzerinde topland›¤› bir baflka isim de Savunma Bakan› Amir Peretz idi. Peretz’in askerî tecrübelerden yoksun oldu¤u kamuoyunun genel kanaatleri aras›ndayd›. Kriz sürecinde ve sonras›nda gösterdi¤i performans ise kamuoyu nezdinde hiçbir teveccüh görmemekteydi. Tablo 5.4: Savunma Bakan›n›n performans›n› nas›l buluyorsunuz? (%) Yediot 97 Ahronot 18.07.06 ‹yi 72 Maariv 98 Dahaf 99 Haaretz 100 Dahaf 101 Maariv 102 Dahaf 103 Haaretz 104 21.07.06 28.07.06 10.08.06 15.08.06 16.08.06 25.08.06 03.11.06 61 64 37 36 28 20 74 Kaynak: www.imra.org.il, www.ynetnews.com, www.jewishvirtuallibrary.org sitelerinden derlenmifltir (12.9.2007). Detayl› bilgi için dipnotlara bkz. 14 Kamuoyu ve D›fl Politika ‹liflkisi: Lübnan Krizi Sürecinde ‹srail Abdullah Erbo¤a ‹srail kamuoyunun hiç beklenmedik bir biçimde güvenlik problemi ile karfl› karfl›ya kalmas› ve devletin bu sorunu çözmedeki baflar›s›zl›¤› ciddi bir psikolojik bunal›m›n yaflanmas›na sebep oldu. Yaflanan tüm bu olumsuzluklarla ilgili devlet soruflturmas› yap›lmas› önerisi ise ‹srail kamuoyu taraf›ndan desteklenmekteydi. düflünmesi yüzünden kaybetti¤ini”111 iddia etmekte ve bundan da hükümeti sorumlu tutmaktayd›lar. Dolay›s›yla bu koflullar›n oluflmas›na neden olan sorumlular›n istifa etmesi kamuoyunun kahir ekseriyetinin görüflü olarak karfl›m›za ç›kmaktad›r. Tablo 5.6: Sizce Olmert, Peretz ve Halutz istifa etmeli mi? (%) Tablo 5.5: Devlet soruflturmas›n› destekliyor musunuz? (%) Evet Hay›r Dahaf 105 15.08.06 Maariv 106 16.08.06 Maagar107 17.08.06 Maagar108 30.08.06 60 28 67 28 67 25 64 18 Baflbakan Ehud Olmert Evet Kaynak: www.imra.org.il, www.ynetnews.com sitelerinden derlenmifltir (12.9.2007). Detayl› bilgi için dipnotlara bkz. Bu süreçten kamuoyu nezdinde itibar kazanan nadir isimlerden birisi Rus milyarder Arkady Gyadamak’t›r. Hizbullah füzelerinden ma¤dur olanlara yapt›¤› cömert yard›mlar sayesinde kamuoyunda oldukça sayg›n bir konuma yükseldi. Bu popülaritesini siyasî platforma tafl›may› tasarlayan Gyadamak toplumun de¤iflik kesimlerinden destek sa¤lamay› baflarabilmifl görünmektedir. Zira Sovyetlerden göç etmifl olan Yahudilerin %30’u, Yisrael Beiteinu seçmeninin %40’›, Kadima seçmeninin %19’u, Likud seçmeninin %8’i ve Shas seçmeninin %13’ü Arkady Gyadamak’›n yeni kuraca¤› partiye oy verebilece¤ini ifade ediyorlard›. Böylelikle Gyadamak’›n Knesset’te 14 sandalyeye ulaflabilece¤i öngörülmekteydi.109 ‹srail’in, arzulad›¤› hedefleri tamamen gerçeklefltiremedi¤ine kanaat getiren kamuoyunun, hemen hemen her kesiminden tepkiler 盤 gibi büyümekteydi. Emekli generaller sadece hava sald›r›s›na dayal› bir sald›r›n›n yeterli olmayaca¤› ve Peretz’in yeterli dikkati göstermeden karar vermesinin yanl›fl oldu¤u görüflündeydiler ve izlenen yolu yo¤un bir biçimde elefltirdiler.110 Rabbi Eliyahu ve Drori gibi muhalif isimler, “‹srail’in, savafl› Lübnanl› sivilleri çok fazla Hay›r Savunma Bakan› Amir Peretz Genelkurmay Baflkan› Dan Halutz Evet Hay›r Evet Hay›r Dahaf 15.08.06112 41 56 57 41 42 54 Dahaf 25.08.06113 63 29 74 20 54 38 Dahaf 22.09.06114 54 39 72 24 55 36 14.11.06115 53 33 59 26 62 21 Maariv 24.11.06116 51 42 78 17 — — 17.01.07117 50.2 42.9 70.9 26 — — Dahaf 26.01.07118 74 24 84 16 — — Maagar 30.04.07119 69 15 74 12 — — Haaretz 02.05.07120 68 23 85 9 — — Geocartographia Geocartographia Kaynak: www.imra.org.il, www.ynetnews.com, www.haaretz.com sitelerinden derlenmifltir (10.9.2007). Detayl› bilgi için dipnotlara bkz. 75 Bu tepkilerin ard›ndan daha sonraki süreçte önce Halutz sonra Peretz görevlerini b›rakmak zorunda kald›. Winograd Komisyonu ön raporunun aç›klanmas›ndan sonra ise Olmert üzerinde baflta D›fliflleri Kamuoyu ve D›fl Politika ‹liflkisi: Lübnan Krizi Sürecinde ‹srail Abdullah Erbo¤a olan Amir Peretz’in tutumlar›ndan çok rahats›zl›k duymaktayd›lar.125 Genel olarak kamuoyu yoklamalar›na bak›ld›¤›nda, ‹srail kamuoyunun bu kriz sürecinde baflar›s›zl›klar›yla öne ç›kan liderlerden ötürü partilerine olan desteklerini ciddi bir biçimde azaltt›¤› gözlemlenmektedir. bakan› Livni olmak üzere yo¤un bir istifa talebi bulunmaktayd›. Ayr›ca krizin sonuçlar›ndan kim sorumlu tutulmal› sorusuna ‹srail kamuoyunun %37’si, 2000 bafl›ndan bu süreye kadar olan liderleri (Barak/Sharon/Mofaz/Yaalon) sorumlu tutarken, %53’ü krizi yöneten liderleri (Olmert/Peretz/Halutz) ve %7’si her iki kesimi birden sorumlu tutmaktayd›.121 Krizdeki baflar›s›zl›klar›n sorumlusu olarak kamuoyunun %33’ü Olmert’i, %15’i Halutz’u, %14’ü Peretz’i ve %29’u her üçünü birden iflaret etmekteydi.122 Tablo 5.7: ‹srail siyasî partileri hakk›nda kamuoyu yoklamalar›. (Sandalye say›s›) Kadima 5.4 Krizin ‹srail Siyasî Hayat›nda Yaratt›¤› Etki Likud lideri Netanyahu ise hükümete karfl› oldukça öfkeliydi. Netanyahu: “Hiçbir hükümet yapt›¤›m›z savafllara arkas›nda daha büyük bir destekle girmedi. Ben ve muhalefetteki arkadafllar›m savafl s›ras›nda ve hemen ertesinde hükümete genifl destek verdik. Uluslararas› toplumdan, daha da önemlisi al›fl›lmad›k flekilde Arap dünyas›ndan destek görüyorduk. Bir hükümet nadiren bir savafla bu kadar yüklü bir kredi ile girip bu kadar bariz bir aç›k vererek ç›km›flt›r.”123 Krizin ve sonuçlar›n›n ‹srail kamuoyu için ne anlama geldi¤ini Efrahim Syne çarp›c› bir biçimde özetlemektedir. Syne: “Burada y›k›ma u¤rayan morallerimiz oldu. Moralimiz aç›s›ndan çarp›c› bir zafer elde edemememiz, bir sonraki savafl› kazan›p kazanamayaca¤›m›z konusunda flüphelerin oluflmas›na yol açt›. Sorun da bu, biz kendimizi h›zl› ve ezici zaferlerle fl›martm›fl›z. Burada ise hal baflkayd›. Tüm hedeflerimize ulaflamad›k. Bu da hayal k›r›kl›¤› yaratt›. Bizim için ‹srail Silahl› Kuvvetleri sizin her Pazar izledi¤iniz ve her maç›n› kazanan bir futbol tak›m› gibi. Bu kez galibiyet olmay›nca insanlar da düfl k›r›kl›¤›na u¤rad›.”124 Lübnan Krizinin en çok hasar yaratt›¤› kesim ise ‹srail solu ve liderleri Amir Peretz idi. Geleneksel olarak bar›flç›l politikalar izleyen ‹flçi Partisinin, krizde kendi vizyonuyla yak›flmayacak bir biçimde sertlik yanl›s› hareket eden liderleri ve ayn› zamanda Savunma Bakan› ‹flçi Partisi Likud Shas Yisrael Britenau Ulusal Birlik NRP Gil Meretz Yahadut Hatorah Arap Partileri Gaydamak 2006 Seçim Sonuçlar› 29 19 12 12 11 9 7 5 6 10 — Maariv 16.08.06126 29 15 20 10 12 9 5 5 5 10 — Dahaf 25.08.06127 19 3 23 11 19 8 3 6 6 11 — Maagar 25.08.06128 23 12 20 13 15 12 4 5 6 10 — Dahaf 22.09.06129 16 16 27 11 18 7 3 6 6 11 — Dahaf 13.10.06130 16 16 24 11 22 5 4 4 5 11 — Haaretz 03.11.06131 17 14 28 11 15 9 2 6 7 11 — Maariv 10.11.06132 16 15 29 10 14 9 5 6 5 11 —— Yediot Ahronot 15 15 20 11 10 9 3 8 6 10 13 22.11.06133 Maariv 24.11.06134 18 12 29 10 14 9 6 7 5 10 — Haaretz 12.01.07135 12 18 29 10 14 9 4 6 7 11 — Maagar 12.02.07136 11 14 27 10 8 10 5 5 6 10 14 Maagar 27.03.07137 15 16 32 12 10 10 4 5 6 10 — Maagar 04.05.07138 16 15 33 9 12 9 3 6 6 10 — Dahaf 15.06.07139 9 25 27 11 9 8 3 6 6 10 — Haaretz 08.07.07140 11 25 31 9 10 7 3 8 6 10 — Shvakim Panorama141 7 25 32 10 10 7 3 5 7 10 4 26.07.07 Kaynak: www.imra.org.il,www.ynetnews.com,www.haaretz.com sitelerinden derlenmifltir (09.07.2007 ve 10.9.2007). Detayl› bilgi için dipnotlara bkz. 76 Bu süreçten en çok zarar› gören partiler ise Kadima ve ‹flçi Partisi olarak belirmektedir. Ancak Peretz’in istifas› sonras› ‹flçi partisinde toparlanma gözükürken, Kadima’n›n düflüflü devam etmektedir. Süreçten en kârl› ç›kan partiler ise sa¤ blok ve tabii ki Likud Partisi olarak gözlemlenmektedir. Lübnan Krizinin ‹srail kamuoyunda nas›l alg›land›¤›n› yukar›daki tablo çok iyi bir biçiminde resmetmektedir. Hizbullah’a karfl› verilen mücadelede iktidar partisi Kamuoyu ve D›fl Politika ‹liflkisi: Lübnan Krizi Sürecinde ‹srail Abdullah Erbo¤a vaflta baflar›s›z olan liderler iktidar kayb›na u¤ramaktad›rlar ki, Golda Meir bunun en aç›k örne¤idir. Ancak bunun tersi durumlarla da karfl›lafl›lmas› mümkündür. Lübnan Krizi sonras›nda görüldü¤ü gibi, ‹srail kamuoyunun bask›s›yla Savunma Bakan› ve Genelkurmay Baflkan› istifa ederken Baflbakan Olmert’in istifa etmemesi kamuoyu etkisinin s›n›rlar›n› göstermesi bak›m›ndan önemlidir. Yukar›da verilmeye çal›fl›lan olaylarda ve Lübnan Krizinde de görüldü¤ü gibi ‹srail kamuoyunun d›fl politika üzerinde son derece etkili oldu¤u gözlemlenmektedir. Burada de¤inilmesi gereken hususlar›n bafl›nda ‹srail kamuoyunu oluflturan unsurlar›n devletin kuruluflundan önce sosyal, siyasal ve askerî yap›lar› oluflturdu¤u, ancak ‹srail Devleti’nin kuruluflunun hemen akabinde devletleflme sürecine girildi¤i için bizzat devlet taraf›ndan sindirilmifl olmalar›d›r. ‹srail kamuoyunun tekrar aktif hale gelmesinde ve sivil inisiyatiflerin ve kurumlar›n örgütlenmesinde 1973 Yom Kippur Savafl› ve sonuçlar› önemli bir dönüm noktas›d›r. ‹srail kamuoyu ve d›fl politikas›nda bir di¤er önemli husus ise güç kullan›m› meselesidir. Lübnan Krizinde de görüldü¤ü gibi ‹srail kamuoyu Yahudi varl›¤›n›n ve ‹srail Devleti’nin gelece¤i için giriflilecek her türlü askerî operasyonu istisnas›z meflru görmekte ve desteklemektedir. Ancak bu sald›r›lar›n gerçekten gerekli olup olmad›¤› ancak al›nan baflar›s›z sonuçlar sonras›nda sorgulanmaktad›r, ki 1982 ve 2006 Lübnan örnekleri bunun en güzel timsalidir. Lübnan Krizi, ‹srail kamuoyunun d›fl politikada etkinli¤inin ölçülmesi bak›m›ndan iyi bir örnek oluflturmaktad›r. Krizin bafl›nda ve sonras›nda kamuoyunun operasyonun meflrulu¤una, hükümete ve karar al›c›lara, orduya ve performans›na yönelik tutumlar› genel olarak ‹srail kamuoyunun d›fl politikaya yönelik takdirlerinin ipuçlar›n› vermektedir. Lübnan Krizi bir kez daha göstermifltir ki ‹srail kamuoyu güvenlik problemiyle yaflamak istememekte ve böyle bir endifleye mahal vermeyecek flekilde ‹srail Devleti’nin var olan tehditleri önceden Kadima’n›n ve onun lideri Olmert’in sergiledi¤i performans› kamuoyunun be¤enmedi¤ini aç›kça ortaya koymaktad›r. 6. Sonuç 77 Günümüzde sahip oldu¤u etki potansiyeli ve iktidarlar› s›n›rlay›c› fonksiyonu ile kamuoyu, ülkelerin siyasî mekanizmalar› içinde mühim bir yer ifltigal etmektedir. Özellikle So¤uk Savafl sonras› dönem merkeze al›nd›¤›nda kendine özgü ve elit bir yap›s› olan d›fl politikada kamuoyunun etkili olup olamayaca¤› konusunda yap›lan tart›flmalar göstermifltir ki, kamuoyu kendisini tetikleyici unsurlar ile birlikte karar alma mekanizmalar›n› etkileyebilme gücüne sahiptir. ‹srail kamuoyunu oluflturan unsurlara bak›ld›¤›nda birbirinden çok farkl› yap›lar ortaya ç›kmaktad›r. Hem etnik farkl›l›klar›n yaratt›¤› gerilimler hem de dinî hassasiyetlere gösterilen sayg› derecesinde yaflanan uyuflmazl›klar kamuoyunun d›fl politikaya olan yaklafl›mlar›nda da kendisini hissettirmektedir. ‹srail’de kamuoyu ve d›fl politika iliflkisine bak›ld›¤›nda yukar›da belirtti¤imiz kavramsal çerçeveye uygun veya z›t taraflar mevcuttur. ‹srail’de seçim baraj› %2 oldu¤u için birçok parti meclise girme imkân› bulmaktad›r. Ancak bu durum nispî temsilin sebep oldu¤u çok partili koalisyonlara zemin oluflturmakta ve kamuoyunun hükümetler üzerinde etki edebilme flans›n› yükseltmektedir. Yine demokratik rejimlerde kamuoyunun daha bar›fl yanl›s› ve iktidarlar›n savafla meyilli olmalar› durumunda onlar› frenleyecek bir ifllevinin olmas› özelli¤i ‹srail örne¤inde incelendi¤inde, bunun tam tersi bir durumla karfl›laflmaktay›z. ‹srail kamuoyu do¤rudan savafl yanl›s› bir tav›r sergilemese de giriflilen savafllarda kazan›lan baflar›lara kutsall›k atfetmekte ve herhangi bir baflar›s›zl›k sonras›nda ise hükümetlere yönelik a¤›r elefltiriler yöneltmektedir. Ayr›ca demokratik sistemlerde savafla giriflen liderler genelde iktidar kayb›na u¤rarken, ‹srail örne¤inde sa- Kamuoyu ve D›fl Politika ‹liflkisi: Lübnan Krizi Sürecinde ‹srail Abdullah Erbo¤a ortadan kald›rmas›na büyük destek vermektedir. Sonuç olarak yap›lan tüm analizler irdelendi¤inde görülmektedir ki ‹srail kamuoyu d›fl politikada son derece etkilidir. ‹srail d›fl politikas›ndaki karar al›c›lar için ‹srail kamuoyu asla göz ard› edilemeyecek olan bir unsurdur. Bu ba¤lamda ‹srail Devleti hem uluslararas›, hem de ikili müzakerelerde mutlaka kamuoyunun kabullenebilece¤i ad›mlar atmay› tercih etmektedir. ces in Britain and Denmark”, Political Studies, 53 (2005), s. 384-385. 14 Ben D. Mor, “Public Diplomacy in Grand Strategy”, Foreign Policy Analysis, 2 (2006), s. 160-161. 15 Graham Evans, Jeffrey Newnham, Uluslararas› ‹liflkiler Sözlü¤ü, Gökkubbe Yay›nlar›, ‹stanbul 2007, s. 337. 16 Ole R. Holsti, “Public Opinion and Foreign Policy: Challenges to the Almond-Lippmann Consensus Mershon Series: Research Programs and Debates”, International Studies Quarterly, XXXVI/4 (Dec. 1992), s. 442-445. 17 Holsti, a.g.m., s. 440. 18 Thomas Knetch, M. Stephen Weatherford, “Public Opinion and Foreign Policy: The Stages of Presedential Decision Making”, International Studies Quarterly, 50 (2006), s.707. Dipnotlar 19 Thomas Mowle, “Worldviews in Foreign Policy: Realism, Liberalism, and External Conflict”, Political Psychology, XXIV/3 (2003), s. 561. 1 Ça¤›n Ergin, “Kamuoyu ve Bask› Gruplar›”, Mümtaz’er Türköne (ed.), Siyaset, 5. bsk., Lotus Yay›nevi, Ankara 2006, s. 320. 2 Arsev Bektafl, Kamuoyu, ‹letiflim ve Demokrasi, 2. bsk., Ba¤lam Yay›nlar›, ‹stanbul 2000, s. 9. 3 Bektafl, a.g.e., s. 48-50. 4 Ergin, a.g.e., s. 317. 5 W. Philips Davison, “Public Opinion”, David L. Sills (ed.), International Encyclopedia at the Social Sciences, Vol. XIII, The Macmillian Company & The Free Press, 1968 USA, s. 192. 6 Nermin Abadan, Halk Efkar› Mefhumu ve Tesir Sahalar›, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yay›nlar›, No: 50-32, Ankara 1956, s. 8. 7 Aktaran, William Anthony Hay, “What Is Democracy? Liberal Institutions and Stability in Changing Societies”, Orbis, L/1 (Winter 2005), s. 143-144. Dönem itibariyle Türkleri de orta s›n›f insanlar olarak tabir eden Mackinnon, ‹ngiltere’yi Osmanl› ile mukayese etmekte ve Osmanl›’da kamuoyunun etkisini göstermeye bafllad›¤›nda despotizmin y›k›laca¤› öngörüsünde bulunmaktayd›. 8 Bektafl, a.g.e., s. 31. 9 Floyd H.Allport, “Toward a Science of Public Opinion”, Public Opinion Quarterly, 1, (1937), s. 13, aktaran, Duygu Sezer, Kamuoyu ve D›fl Politika, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yay›nlar›, Ankara 1972, s. 9-10. 10 Steve Chan, William Safran, “Public Opinion as a Constraint against War: Democracies’ Responses to Operation Iraqi Freedom”, Foreign Policy Analysis, 2 (2006), s. 138. 11 Steve Chan, William Safran, a.g.m., s. 139. 12 Bektafl, a.g.e., s. 189. 13 Sara Binzer Hobolt, Robert Klemmemsen, “Responsive Government? Public Opinion and Government Policy Preferen- 20 Jan Stuchlik, “Public Opinion and Foreign Policy Discourse in the United Kingdom and France during the Iraq Crises (September 2002-March 2003)”, Perspectives, 23 (2005), s. 8. 21 Douglas C. Foyle, “Public Opinion and Foreign Policy: Elite Beliefs as a Mediating Variable”, International Studies Quarterly, XLI/1 (March 1997), s. 144. 22 Foyle, a.g.m., s. 145. 23 Foyle, a.g.m., s. 150-154. 24 Holsti, a.g.m., s. 446-455. 25 Thomas Knetch, M. Stephen Weatherford, a.g.m., s. 707. 26 Philip J. Powlick, Andrew Z. Katz, “Defining the American Public Opinion/Foreign Policy Nexus”, Mershon International Studies Review, XLII/1 (May 1998), s. 45. 27 Thomas Risse-Kappen, “Public Opinion, Domestic Structure, and Foreign Policy in Liberal Democracies”, World Politics, XLIII/4 (July 1991), s. 484. 28 Pierangelo Isernia, Zoltan Juhasz, Hans Rattinger, “Foreign Policy and the Rational Public in Comparative Perspective”, The Journal of Conflict Resolution, XLVI/2 (April 2002), s. 204. 29 Peter F. Trumbore, “Public Opinion as a Domestic Constraint in International Negotiations: Two-Level Games in the AngloIrish Peace Process”, International Studies Quarterly, 42 (1998), s.549-550. 30 Paul R.Brewer vd., “International Trust and Public Opinion About World Affairs”, American Journal of Political Science, XLVIII/1 (January 2004), s. 93-95. 78 31 Barbara Farnham, “Impact of the Political Context on Foreign Policy Decision-Making”, Political Psychology, XXV/3 (2004), s. 445. Kamuoyu ve D›fl Politika ‹liflkisi: Lübnan Krizi Sürecinde ‹srail Abdullah Erbo¤a 53Yoram Peri, “The Political–Military Complex: The IDF’s Influence Over Policy Towards the Palestinians Since 1987”, Israel Affairs, XI/2 (April 2005), s. 330. 54 Smooha, a.g.m., s. 486-487. 55 Alan Dowty, “Israeli Foreign Policy and The Jewish Question”, Middle East Review of International Affairs (MERIA), III/1 (March 1999), s. 8-9. 56 Clieve Jones, Emma C. Murphy, a.g.e., s. 107. 57 Asher Arian, “Israeli Public Opinion on National Security 2001”, Jaffee Center for Strategic Studies, Memorandum no. 60 (August 2001), s. 24. 58 Asher Arian, Michal Shamir, Raphael Ventura, “Public Opinion and Political Change: Israel and the Intifada”, Comparative Politics, XXIV/3 (April 1992), s. 320. 59 Tamar Hermann, Ephraim Yuchtman-Yaar, “Divided Yet United: Israeli-Jewish Attitudes toward the Oslo Process”, Journal of Peace Research, XXXIX/5 (September 2002), s. 598. 60 Smooha, a.g.m., s. 484. 61 Z. Tuba Kor, “Gazze de ‹flgal Sona Ererken”, Anlay›fl, sy. 28 (Eylül 2005), s. 63. 62http://www.bbc.co.uk/turkish/news/story/2006/07/060712_h izbullah-update.shtml. (23.08.2007) 63 http://www.knesset.gov.il/docs/eng/olmertspeech2006_eng.htm (25.08.2007) 64 BBC’nin haz›rlad›¤› “Lübnan’da S›cak Yaz” belgeselinden aktar›lm›flt›r. Bkz, http://www.bbc.co.uk/turkish/indepth/story/2007/08/070806_summerwar_lebanon.shtml (23.08.2007) 65 Petras, a.g.m., s.68. 66http://www.bbc.co.uk/turkish/news/story/2006/08/060814_ lebanon_israel.shtml (01.09.2007) 67 Paul Salem, “The Future of Lebanon”, Foreign Affairs, LXXXV/6 (Nov/Dec 2006), s. 18. 68 http://www.ntvmsnbc.com/news/387098.asp(04.09.2007) 69 http://www.ntvmsnbc.com/news/397195.asp(04.09.2007) 70http://www.mfa.gov.il/MFA/MFAArchive/2000_2009/2008/Winograd%20Committee%20submits%20final%20report%2030-Jan-2008 (15.03.2008) 71 http://www.spirit.tau.ac.il/xeddexcms008/download.asp?did=peaceindex2006_7_3(12.9.2007) 72 http://www.ynetnews.com/articles/0,7340,L-3277594,00.html 73 http://www.imra.org.il/story.php3?id=30218 74 http://www.spirit.tau.ac.il/xeddexcms008/download.asp?did=peaceindex2006_7_3 75 http://www.ynetnews.com/articles/0,7340,L-3289506,00.html 76 http://www.ynetnews.com/articles/0,7340,L-3347970,00.html 79 32 Matthew A. Baum, “How Public Opinion Constrains the Use of Force: The Case of Operation Restore Hope”, Presidental Studies Quarterly, XXXIV/2 (June 2004), s. 188. 33 Baum, a.g.m., s.188-192. 34 Steve Chan, William Safran, a.g.m., s. 140. 35 http://www.jewishvirtuallibrary.org/jsource/Society_&_Culture/newpop.html (05.09.2007) 36 http://www.jewishvirtuallibrary.org/jsource/Judaism/jewpop.html (05.09.2007) 37 Guy Ben-Porat, Shlomo Mizrahi, “Political Culture,Alternative Politics and Foreign Policy:The Case of Israel”, Policy Sciences, 38 (2005), s.182-184. 38‹brahim Mazlum, “‹srail Siyasal Yaflam›n›n Temel Dinamikleri”, Fulya Atacan (ed.), De¤iflen Toplumlar De¤iflmeyen Siyaset: Ortado¤u, Ba¤lam Yay›nlar›, ‹stanbul 2004, s. 90, 102. 39 Norman Bentwich, “Judaism in Israel”, A.J. Arberry (ed.), Religion in the Middle East, Vol. I, Cambridge University Press, 1969, s. 69. 40 Clieve Jones, Emma C. Murphy, Israel, Challenges to Identity, Democracy and the State, Routledge, London 2002, s. 36-37. 41 Israel Shahak, Norton Mezvinsky, ‹srail’de Yahudi Fundamentalizmi, çev. Mehmet Emin Da¤, Ankara Yay›nlar›, ‹stanbul 2002, s. 92. 42 Sammy Smooha, “The Model of Ethnic Democracy: Israel as a Jewish and Democratic State”, Nation and Nationalism, VIII/4 (2002), s. 475-503. 43 Oren Yiftachel, “Ethnocracy and its Discontent: Minorities, Protest, and the Israeli Polity”, Critical Inquiry, XXVI/4 (Summer 2000), s. 730. 44 James Petras, “Yahudi Lobisi ve ‹srail’in Var Olma Miti”, (çev.) Hüseyin Ali U¤ur, Anlay›fl, sy. 41 (Ekim 2006), s. 68. 45 Mazlum, a.g.e., s. 97. 46 Zvi Bekerman, Marc Silverman, “Israeli Traditionalists and Liberals: A Social-Constructivist Perspective”, Israel Studies, IV/2 (Winter 1999), s. 93-95. 47 Israel Shahak, Norton Mezvinsky, a.g.e., s. 41. 48 Detayl› bilgi için bkz., Mehmet Y›lmaz, Mafdal-Radikal Sa¤›n ‹srail D›fl Politikas›na Etkisi, Zaman Kitap, ‹stanbul 2003. 49 Michal Shamir, Asher Arian, “Competing Values and Policy Choices: Israeli Public Opinion on Foreign and Security Affairs”, British Journal of Political Science, XXIV/2 (April 1994), s. 255. 50 Michal Shamir, Asher Arian, a.g.m., s. 258. 51 Abdülhamit Bilici’nin fiimon Peres ile yapt›¤› röportaj için bkz, http://www.zaman.com.tr/webapp-tr/haber.do?haberno=583161 ( 02.09.2007) 52 Avraham Sela, “Civil Society, the Military, and National Security: The Case of Israel’s Security Zone in South Lebanon”, Israel Studies, XII/1 (Spring 2007), s. 54-55. Kamuoyu ve D›fl Politika ‹liflkisi: Lübnan Krizi Sürecinde ‹srail Abdullah Erbo¤a 111 Petras, a.g.m., s. 69. 112 http://www.ynetnews.com/articles/0,7340,L-3291898,00.html 113 http://www.ynetnews.com/articles/0,7340,L-3295576,00.html 114 http://www.imra.org.il/story.php3?id=31033 115 http://www.imra.org.il/story.php3?id=31585 116 http://www.imra.org.il/story.php3?id=31720 117 http://www.imra.org.il/story.php3?id=32524 118 http://www.imra.org.il/story.php3?id=32667 119 http://www.imra.org.il/story.php3?id=34085 120 http://www.haaretz.com/hasen/spages/854675.html 121 http://www.imra.org.il/story.php3?id=31033 122 http://www.imra.org.il/story.php3?id=32667 123 BBC’nin haz›rlad›¤› “ Lübnan’da S›cak Yaz” belgeselinden aktar›lm›flt›r. Bkz, http://www.bbc.co.uk/turkish/in depth/story/2007/08/070806_summerwar_lebanon.shtml 124 BBC’nin haz›rlad›¤› “ Lübnan’da S›cak Yaz” belgeselinden aktar›lm›flt›r. Bkz, http://www.bbc.co.uk/turkish/indepth/story/2007/08/070806_summerwar_lebanon.shtml 125 Behar, a.g.m., s. 39. 126 http://www.imra.org.il/story.php3?id=30637 127 http://www.ynetnews.com/articles/0,7340,L3295576,00.html 128 http://www.imra.org.il/story.php3?id=30738 129 http://www.imra.org.il/story.php3?id=31033 130 http://www.imra.org.il/story.php3?id=31230 131 http://www.imra.org.il/story.php3?id=31412 132 http://www.imra.org.il/story.php3?id=31524 133 www.ynetnews.com/Ext/Comp/ArticleLayout/CdaArticlePrintPreview/1,2506,L-3331207,00.html 134 http://www.imra.org.il/story.php3?id=31721 135 http://www.imra.org.il/story.php3?id=32421 136 http://www.imra.org.il/story.php3?id=33153 137 http://www.imra.org.il/story.php3?id=33659 138 http://www.imra.org.il/story.php3?id=34144 139 http://www.imra.org.il/story.php3?id=34791 140 http://www.haaretz.com/hasen/spages/879404.html 141 http://www.imra.org.il/story.php3?id=35424 80 77 http://www.spirit.tau.ac.il/xeddexcms008/download.asp?did=peaceindex2006_7_3 78 http://www.imra.org.il/story.php3?id=30218 79 http://www.imra.org.il/story.php3?id=30466 80 http://www.ynetnews.com/articles/0,7340,L-3291898,00.html 81 http://www.imra.org.il/story.php3?id=30637 82 http://www.jewishvirtuallibrary.org/jsource/Politics/ispopal.html 83 http://www.jewishvirtuallibrary.org/jsource/Politics/golanpo.html 84http://www.imra.org.il/story.php3?id=35129 85 http://www.imra.org.il/story.php3?id=35129 86 http://www.imra.org.il/story.php3?id=30218 87 http://www.ynetnews.com/articles/0,7340,L-3291898,00.html 88 http://www.ynetnews.com/articles/0,7340,L-3347970,00.html 89 http://www.haaretz.com/hasen/spages/879404.html 90 Hayim Behar, “‹srail Solunun Krizi”, Birikim, (Aral›k 2006), s. 41. 91 http://www.ynetnews.com/articles/0,7340,L-3277594,00.html 92 http://www.imra.org.il/story.php3?id=30351 93 http://www.spirit.tau.ac.il/xeddexcms008/download.asp?did=peaceindex2006_7_3 94 http://www.imra.org.il/story.php3?id=30637 95 http://www.ynetnews.com/articles/0,7340,L-3291898,00.html 96 http://www.ynetnews.com/articles/0,7340,L-3295576,00.html 97 http://www.ynetnews.com/articles/0,7340,L-3277594,00.html 98 http://www.imra.org.il/story.php3?id=30218 99 http://www.imra.org.il/story.php3?id=30351 100 http://www.imra.org.il/story.php3?id=30578 101 http://www.ynetnews.com/articles/0,7340,L3291898,00.html 102 http://www.imra.org.il/story.php3?id=30637 103 http://www.ynetnews.com/articles/0,7340,L3295576,00.html 104 http://www.imra.org.il/story.php3?id=31412 105 http://www.ynetnews.com/articles/0,7340,L3291898,00.html 106 http://www.imra.org.il/story.php3?id=30637 107 http://www.imra.org.il/story.php3?id=30651 108 http://www.imra.org.il/story.php3?id=30797 109 http://www.imra.org.il/story.php3?id=33172 110 Behar, a.g.m., s. 41.