Why Have We Failed? How Can We Succeed

Transkript

Why Have We Failed? How Can We Succeed
BEŞERİ COĞRAFYA DERGİSİ, 1 (1), 14-38, 2013
Türk Coğrafyacılarının İç Hesaplaşması: Neden Başaramadık?
Nasıl Başarabiliriz?
An Essay on Self-Criticism of Turkish Geography: Why Have We Failed? How Can We
Succeed?
E.Murat ÖZGÜR, Nuri YAVAN
Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Coğrafya Bölümü, Ankara
[email protected], [email protected]
Özet: Türkiye’de akademik coğrafya yaklaşık 100 yıllık bir tarihi geçmişe sahiptir. Bu 100 yıllık geçmiş içerisinde
coğrafya disiplini üniversitelerde önemli bir yer edinmiş ve 1960'lara kadar da bilimsel bakımdan dünyaya paralel bir
gelişme seyri izlemiştir. Ancak 1960 sonrası Türk coğrafyası aynı gelişim başarısını koruyamamış ve özellikle 1980
sonrası hem felsefi ve bilimsel bakımdan hem de kurumsal örgütlenme açısından çağdaş batı coğrafyasından
kopmuştur. Gerçekten de Dünyada coğrafya disiplini son 50 yıl içinde önemli gelişmeler ve paradigma değişiklikleri
yaşamış olmasına rağmen, bunlar Türkiye’ye aynı düzeyde yansımamış ve Türk coğrafyası başarısız olmuştur. Bu
bağlamda bu makale, söz konusu sorunsalı yüksek sesle düşünmeye aracılık edecek iki soruya cevap aramaktadır: (1)
Neden başaramadık? (2) Nasıl başarabiliriz? İlk soruya cevap vermek için Türk coğrafyasının 100 yıllık geçmişi tarihsel
ve eleştirel bir perspektifle yeniden ele alınarak disiplinin yeterince başarılı olamamasının nedenleri tartışılmaktadır.
İkinci sorunun cevapları ise; ilk sorudan elde edilen bulgular çerçevesinde ve dünyadaki ve ülkedeki bilimsel eğilimlerin
ışığında, Türk coğrafyacıların bundan sonra neler yapması gerektiği üzerinde yoğunlaşmaktadır. Bu çerçevede mevcut
literatürün incelenmesi ve yeniden değerlendirilmesi sonucu, coğrafyanın dünü, bugünü ve geleceği hakkında
çıkarımlarda bulunulmuştur. Bu çalışma, “neden başaramadık?” sorusuna cevap olarak, bilinenin aksine, literatüre üç
önemli yenilik/katkı getirmektedir: (1) Türkiye'de akademik coğrafya kuruluşundan bu yana "gerçek bir bilim"
yapmaya değil, ulus-devletin inşa sürecinde vatanı kutsallaştırma görevini ifa etmek için okul coğrafyasına (coğrafya
eğitimine) odaklanmıştır. (2) Türk coğrafyası kuruluşundan bu yana Fransız ve Alman coğrafya yaklaşımlarının
etkisinde kalmış ve bu kıta Avrupası modelini eski haliyle sürdürmüştür. Bu durum Türk coğrafyasının 1950 sonrası
coğrafya bilimini çağdaş anlamda yapan ve sürükleyen Anglo-Amerikan coğrafyasındaki gelişmeleri (felsefi, teorik ve
yöntembilimsel) izleyememesine yol açmıştır. (3) Türkiye'deki coğrafyacıların uzmanlaşamaması (bölgesel yaklaşım ve
okul coğrafyası) nedeniyle değişen toplumsal taleplere cevap verememesi, diğer disiplinlerin coğrafyanın akademik ve
pratik çalışma alanlarını doldurmasına ve piyasada baskın hale gelmesine yol açmıştır. Sonuç olarak, tüm bu sorun ve
başarısızlıklara rağmen, son yıllarda bütün bu problemlerin farkında olan bir grup yeni nesil coğrafyacının yeni bir
dernek ve eleştirel bir yaklaşımla disiplini yeniden canlandırmaya başladığı görülmektedir.
Anahtar Kelimeler: Türkiye’de coğrafya, coğrafya tarihi, coğrafya felsefesi, coğrafyanın geleceği, Türk coğrafyacıları
Abstract: Turkish Academic geography has almost a 100-year history. During those 100 years, geography has been
well established throughout universities in Turkey and arguably until 1960s Turkish geography has developed in a
way that was parallel to the development of geography in the West. However, starting from the 1960’s Turkish
geography could not maintain the same success of development, and especially after 1980, it has been alienated from
modern western geography both in terms of philosophical approaches, scientific practice, and lack of institutional
organization. Indeed, in the last 50 years, although the discipline of geography in the west has experienced
significant developments and paradigm shifts, unfortunately the same level of success has not been reflected in
Turkish geography. In this context, this paper seeks to answers two questions: (1) why has Turkish geography failed?
(2) How can Turkish geography be successful again? To answer the first question, the paper deals with the historical
development of geography in Turkey by focusing on the reasons why geography has not been successful. Regarding
the second question, the paper focuses on what Turkish geography ought to do for a meaningful improvement. Using
critical perspectives and re-evaluation of the existing literature on Turkish geography, this paper provides a review of
the past, present and some inferences about the possible future of the discipline in Turkey. The paper contributes to
the literature in three ways, sometimes contrary to common belief, by answering the question "why we failed?": (1)
Turkish geography since its establishment have not focused on being/doing “real academic science”, instead
concentrated on “school geography” in order to instil the sense of homeland along with the sense of national pride on
the young generations in the process of building the nation state. Indeed, one of the basic characteristics of Turkish
geography is that geographers devoted themselves to serve the state in creating nation state and national identity
and making homeland through “geographic education”. (2) Turkish geography from its establishment to present
developed under the strong influences of French and Germany geographical traditions so-called continental European
approach. However, since the Anglo-American geography tradition started to dominate the discipline in the World
with new theoretical approaches and practices after 1950s and onwards, Turkish geography was unable to follow new
Özgür ve Yavan
Türk Coğrafyacılarının İç Hesaplaşması: Neden Başaramadık? Nasıl Başarabiliriz?
philosophical, theoretical, and methodological developments in contemporary geography. (3) Generally most
geographers perform their work in one or more particular fields of specialization within the geography profession in
the West. However, due to traditional regional approach and school geography, most of Turkish geographers have
not specialized in any fields of the discipline, so that do not respond to changing demands in the society. Therefore,
some other disciplines such as planning, landscape architecture and geology has filled the gap left by geographers
and became dominant in the market instead of geography. Despite all these problems and failures, recently new
generation of geographers who were aware of all these issues established a new association with a critical approach
to revive the discipline.
Key Words: Geography in Turkey, History of geography, Philosophy of geography, Future of geography, Turkish
Geographers
1. Giriş
Dünyada coğrafya disiplini son yüzyıl içinde önemli gelişmeler, özellikle de 50-60 yıl içinde çok önemli
paradigma değişiklikleri yaşamış (Arı, 2005; Işık, 1994; Tekeli, 2010) ve son yıllarda doğası gereği
disiplinler arası bir bilim özelliği taşıyan coğrafyanın mekâna yüklenen anlam nedeniyle akademik
değeri de artmıştır (Kaya, 2010; Yavan, 2007). Bilim dünyasında coğrafyaya bakışın değişmesi ve
coğrafyaya atfedilen değer, ne yazık ki Türkiye’ye aynı düzeyde yansımamıştır (Arı ve Köse, 2005;
Karabulut, 2012; Kaya 2010; Tekeli, 2012). Çeşitli faktörlerin etkisi altında gelişen bu durum,
Türkiye’deki coğrafyacı topluluğu, özellikle yeni nesil Türk coğrafyacılar tarafından yakın yıllarda daha
fazla tartışılmaya; ortaya çıkan iç huzursuzluğun ve gerilimin aşılma yolları aranmaya başlanmıştır
(Karabulut, 2012; Yavan, 2005a, 2012; Yavan ve Kaya, 2012). Bu makale, söz konusu sorunsalı
yüksek sesle düşünmeye aracılık edecek iki soruya cevap aramaktadır: (1) Neden başaramadık? (2)
Nasıl başarabiliriz? Bu sorulardan birincisine vereceğimiz cevaplar geçmişin muhasebesini yapmamızı
sağlayacak; fiziki coğrafya sayesinde fen bilimleri ve beşeri coğrafya aracılığıyla sosyal bilimler içinde
yeri olan coğrafya disiplininin Türkiye’de neredeyse yüzyılı bulan bir zaman diliminde yeterince
gelişememesinin ardında yatan faktörleri ortaya çıkarmamıza yardımcı olacaktır. İkinci sorunun
cevapları ise; Türk coğrafyacılarının bundan sonra yapması gerekenleri ana hatlarıyla tartışmayı
hedeflemektedir.
Bir disiplinin üyeleri için “zaman zaman geriye bakarak kat edilen yolları ve aşılan merhaleleri
mukayeseli bir şekilde gözden geçirmek” (Erinç, 1973:1), disiplinin gösterdiği performansı analiz etmek
(Yavan, 2005a) ve bilim yaşamındaki yerini ve katkılarını ortaya koymak (Akkan, 1998), kendi
topluluklarının ve disiplinlerinin değerlendirmesini yapmak, neredeyse bir zorunluluktur. Zira disiplinin
geçmişine eleştirel bir bakış açısıyla 1 bakılmazsa; kendini yenileme ve daha iyiyi gerçekleştirme
noktasından uzaklaşılabilir. Bununla birlikte, geçmişin gözden geçirilmesi uygun bir bağlamda
yapılmazsa; geçmişte hiçbir şey yapılmamış gibi bir izlenimin doğmasına yol açılarak önceki nesillere
haksızlık da edilmiş olunur. Bu nedenle eleştirel bakışın, olayların yaşandığı zamansal ve mekânsal
bağlamı göz ardı etmeden yapılması önemlidir. Bu makale, yeni kalem kavgaları yaratmaktan ziyade;
disipline nesnel bir öz eleştiri getirme ve buradan hareketle geleceğe yönelik strateji geliştirme arayışı
içinde yazılmıştır.
Bu çalışma iki ana bölümden meydana gelmektedir. Makale, ilk olarak literatürden alınan (Akyol,
1943a, 1943b ve 1943c; Erinç, 1973 ve 1997; Gümüşçü, 2012; Kayan, 2000; Koçman, 1999; Yavan,
2012) ve üzerinde bazı düzeltmeler yapılan dönemlere göre, Türk coğrafyasının gelişimini ele
almaktadır. Türk coğrafyası tarihsel bir perspektifle ele alınırken, daha önceki çalışmalarda olduğu gibi
sadece “içeriden” bakmak (Gümüşçü, 2012; Erinç, 1973; Kayan, 2000) yerine; coğrafya disiplininin
dünyadaki gelişimiyle paralellik kurarak aynı zamanda ona “dışarıdan” da bakma (Çalışkan, 1994;
Durgun, 2011; Hütteroth, 1992; Özkan, 2002; Özgen, 2011; Pérouse, 2012; Tekeli, 2012) yolu tercih
edilmektedir. Bu sayede Türkiye’deki coğrafya topluluğunun bir parçası olarak kaçınılmaz şekilde
ortaya çıkabilecek öznelleşmeyi en aza indirmek amaçlanmaktadır. Makalenin ikinci bölümü, birinci
bölümde elde edilen bulgular çerçevesinde ve dünyadaki eğilimlerin ışığında coğrafyacıların neler
yapması gerektiği konusunu işlemektedir. Bu bölümde üniversite kurumunda ve akademik yaşamında
yaşanan değişim ve dönüşümler kısaca gözden geçirilmekte, coğrafyanın Türkiye’deki diğer bilim
alanlarıyla birlikte hareket etme ve kendisine bir vizyon belirlemesi gerekliliği üzerinde durulmaktadır.
1
Coğrafyada eleştirel düşüncenin önemi ve böyle bir bakış açısının nasıl olması gerektiği konusunda kapsamlı bir değerlendirme
için bkz. Kaya (2008).
15
Özgür ve Yavan
Türk Coğrafyacılarının İç Hesaplaşması: Neden Başaramadık? Nasıl Başarabiliriz?
Böylece Türk akademik coğrafyasının iyi bir gelecek istiyorsa ileriye bakması gerektiğinin altı
çizilmektedir.
2. Yaklaşım ve Yöntem
Bu çalışma, yöntembilimsel açıdan Türk coğrafyasına ilişkin uzun dönemli yazının ve verilerin toplu bir
bakış açısıyla tarihsel ve eleştirel bağlamda analiz edildiği bir literatür değerlendirme araştırmasıdır ve
yaklaşım olarak hem pozitif-normatif perspektifi hem de iç tarih-dış tarih yaklaşımlarını
benimsemektedir.
Bilindiği gibi literatür değerlendirmesine dayalı bir araştırma yaklaşımının temel amaçları, seçilen konu
üzerine önceden yazılmış çalışmaların etkin bir şekilde incelenerek zenginleştirilmesi ve
derinleştirilmesi, bunun yanı sıra kritik tarzda değerlendirilerek sentezlenmesi ve/veya yeni bir bakış
açısı kazandırılmasıdır. Bir literatür değerlendirmesi çalışması, bir konuyu/problemi tarihsel bir bağlama
oturtarak konumlandıran, sonra da neye ihtiyaç olduğunu ve ne yapılması gerektiğini ortaya koyan
vizyoner bir yapıya sahip olmak durumundadır. Dolayısıyla iyi ve gerçek bir literatür değerlendirmesi,
sadece bir konu üzerine yazılanların bir taramasını, farklı yazarların veya görüşlerin dile getirilmesini,
listelenmesini ve tanıtılmasını değil, aynı zamanda konuyla ilgili argümanların tartışılmasını, kritik
fikirlerin ölçülüp tartılmasını ve mevcut literatürün analiz edilerek yeni bakış açılarının ve olası
etmenlerin ortaya koyulmasını içermelidir. Kısacası bir literatür değerlendirmesi, sadece betimleyici
değil, değerlendirici; olgular arasındaki ilişkileri tanımlayan değil, olası nedenleri dile getiren; önceki
araştırmaları listeleyen değil, kritik bir değerlendirmeye ve senteze tabi tutan; süreçler, kavramlar,
teoriler ve uygulamalar arasındaki bağlantıyı kuran ve ilişkiyi gösteren; sadece “olanı” değil, “olması
gerekeni” de söyleyen bir çerçevede olmalıdır. Bu bağlamda bu makalede yöntembilimsel açıdan,
öncelikle mevcut literatür tümüyle taranmış, içeriğine göre sınıflandırılmış, analitik ve çapraz okumalar
yoluyla seçilerek analiz edilmiş, elde edilen bulgular mevcut literatüre göre beyin fırtınası yapılarak
yeniden yorumlanmış ve sentezlenmiş, son aşamada da yeni bir bakış açısı geliştirilerek normatif
öneriler sunulmuştur.
Ayrıca çalışma, Türkiye'de coğrafya disiplininin durumuna ilişkin literatür değerlendirmesini yaparken
farklı iki yaklaşımı bir araya getirmeye gayret etmektedir. Bunlardan birincisi, pozitif-normatif yaklaşım2
(Barnes, 2009), ikincisiyse, iç tarih-dış tarih yaklaşımı’dır (Lakatos, 1971). “Pozitif yaklaşım”, bir
şeyin/olgunun mevcut durumunu inceleyerek, ne olduğunu belirlemeye çalışan bir değerlendirme
biçimidir. Pozitif yaklaşımda, “olanı” incelemek, “var olan mevcut durumu” verili gerçeklerle ortaya
koymak/açıklamak ve bunu yaparken de değer yargısı bildirmemek esastır ki bu bağlamda pozitif
yaklaşımın olabildiğince nesnel bir analize dayandığı ileri sürülebilir. “Normatif yaklaşım” ise, bir
şeyin/olgunun, “olması gerekeni”nin ne olduğuna yönelik bir değerlendirmeye işaret eder ki bu
nedenle değer yargıları içeren öznel bir bakış açısına sahiptir. Dolayısıyla normatif yaklaşım “var olan”
üzerine değil, “olması gerekene” yoğunlaşır ve bu çerçevede de bir tercihi yansıtır, değer bildirir, daha
da ötesi kural ya da hedef koyar. Bu bağlamda normatif yaklaşım, benimsenen paradigmaya, dünya
görüşüne ve politik bakış açısına bağlıdır; bireyden bireye, gruptan gruba değişir.
Bu noktada pozitif ve normatif arasındaki ilişkiyi doğru kurmak çok önemlidir. Zira bu ilişki tercih
gerektiren iki şekilde kurulabilir. İlk yol, “mevcut olanı” anlamak için “olması gereken”e başvurmaktır.
Böyle yapıldığında ikisi arasındaki ilişkiyi doğru kurmak, olandaki aksaklıkları tespit etmek ve bunların
giderilmesi için öneriler oluşturmak üzere normatif teoriye (olması gerekene) başvurmak şeklinde
olmaktadır. İkinci yol, “olması gereken”nin olduğu varsayımıyla “mevcut olan”ın bir sorun olduğunu
analiz etmektir. Bu, “normatif teori”nin önerdiği şekilde olması gerekenin işlediği, pratiğin gerçekleştiği,
“mevcut olanın” olması gerekenden bir sapma olduğu şeklinde bir ilişki biçiminin kurulmasıdır. Bizim
çalışmamız pozitif-normatif ilişkisini (olan ile olması gereken arasındaki ilişkiyi) ilk yolu izleyerek
kurmaktadır. Bu yolla çalışma, “olması gereken”i önermek için, “mevcut olan”ı anlama/açıklama yolunu
seçmektedir. Çalışmada ikinci yolun izlenmemesinin nedeni, bunun bizi olan ile olması gereken
arasında sorunlu bir ilişki kurmaya yöneltmesidir. Zira hem mevcut literatür hem de açık ampirik
göstergeler ve kanıtlar, Türkiye’de coğrafya disiplininin en azından günümüzdeki durumunun “olması
gereken”in olduğu şeklinde bir noktadan hareketle analiz edilemeyeceğini düşündürmektedir.
2
Pozitif-normatif ayrımı, literatürde “pozitif önerme” vs “normatif önerme” şeklinde veya coğunlukla “pozitif teori” vs “normatif
teori” şeklinde de ele alınmaktadır (Barnes, 2009). İçerik olarak aynı anlama sahip olmalarına rağmen, bu çalışma da “pozitif
yaklaşım” vs “normatif yaklaşım” kavramının kullanması tercih edilmiştir.
16
Özgür ve Yavan
Türk Coğrafyacılarının İç Hesaplaşması: Neden Başaramadık? Nasıl Başarabiliriz?
Şunu açıkça belirtmek gerekir ki, literatür değerlendirmesine dayalı, bir disiplinin geçmişine ve
geleceğine ışık tutmaya çalışan bir araştırmada, hemen her zaman pozitif yaklaşım ile normatif
yaklaşım iç içe geçer ve birbirinden ayrılması güçleşir. Bu bağlamda çalışmanın neden başaramadığımız
sorusunu ele alan ilk bölümünde daha çok pozitif bir yaklaşım egemen iken, nasıl başarabiliriz
sorusuna odaklanan ikinci bölümünde normatif bir yaklaşım öne çıkmaktadır. Bu nedenle söz konusu
çalışma, sadece “mevcut olanı” ortaya koymayı (pozitif) değil, aynı zamanda “olması gerekeni”
(normatif) söylemeyi hedeflemektedir.
Lakatos (1971:91) bir bilim alanının tarihinin yazılmasında veya incelenmesinde izlenebilecek iki yolun
olduğunu belirtir: İç tarih yaklaşımı ve dış tarih yaklaşımı. Lakatos’un ortaya koyduğu bu
kavramsallaştırmayı kullanan Tekeli’ye (2001) göre “ iç tarih”, bir disiplinin bizzat üyeleri tarafından
yapılan ve dolayısıyla bilim alanının kendi iç faaliyetleri, dinamikleri ve etkilenme biçimleriyle oluşan
tarihtir. Buna göre, bir ülkede bir disiplin içindeki bilim insanları, birbirlerinin çalışmalarından
etkilenerek, bilimsel gelişme gerçekleştirebiliyorlarsa, o ülkede o alanda bilimsel etkinliklerin bir iç tarihi
var demektir. Dolayısıyla bir disiplinin iç tarihin yazılması, o bilim alanındaki gelişmelerin hangi
etkilenmeler içinde, kimlerin katkılarıyla gerçekleştiğinin tarihini yazılması anlamına gelir. Bu
çerçevede, örneğin bir disiplinin üyelerinin akademik hayatını anlatan çalışmalar veya o disiplinin
bilimsel yayın performansını inceleyen araştırmalar, iç tarih üzerinde temellenir.
“Dış tarih” yazım yaklaşımı ise, bir bilim alanındaki gelişmelerin toplumsal ihtiyaçlar, gereksinimler ve
gelişmelere paralel olarak anlatılmasıdır (Tekeli, 2001). Başka bir ifadeyle, eğer bir alanda çalışan bilim
insanları, kendi çalışma konularını içinde yaşadıkları toplumun dinamiklerinden, sorunlarından
etkilenerek seçiyorlarsa, bu disiplinin bir dış tarihinden söz edilebilir. Bu yaklaşım, bir disiplindeki
bilimsel faaliyetlerin hem o ülkenin yaşamakta olduğu sorunlarla ilişkisinin kurulmasını, hem de ülke
dışındaki koşulların değişiminin analize dahil edilmesini gerektirir. Böylece toplumsal ihtiyaçlar ve
gelişme ile disiplinin bilgi üretimi ve gelişimi arasında bir ilişkinin kurulması mümkün olabilir. Böylece
dış tarih yaklaşımı bir yandan bir bilim alanındaki araştırmaların topluma gömülü olduğunu ileri
sürerken (dolayısıyla toplumdaki gelişme ve dinamiklerle birlikte okunması ve analiz edilmesini salık
verirken), diğer yandan da bilimsel faaliyetin dışsal koşullarla verili olarak şekillendiğini ve bu anlamda
hem ülke içindeki koşulların ve imkânların hem de dış dünyadan kaynaklanan etkenlerin belirleyici
olduğunu vurgular.
Tekeli’nin Lakatos’dan yararlanarak geliştirdiği “iç tarih-dış tarih” kavramsallaştırması, bir disiplinin
bilimsel gelişiminin bilimin iç tarihiyle olduğu kadar dış tarihiyle de açıklanabileceğini ortaya koyar.
Buna göre, iç tarih bir nevi disiplinin “entelektüel tarihi” iken, dış tarihin onun “sosyal tarihi” olduğu
ileri sürülebilir. Dolayısıyla eğer bir bilim dalının gelişmesi tümüyle kendi içindeki dinamikler veya
Kuhn’un (1970) terminolojisiyle kendi içsel bunalımlarıyla oluyorsa; burada iç tarihin çok önemli olduğu
ifade edilebilir. Bu bize, bir bilim alanının iç tarih yaklaşımıyla yazılması için kendi içinden gelen
dinamiklere, özellikle de bunalımlara bakılması gerektiğini anlatır. Ancak eğer bir bilim dalının gelişimi
kendi içindeki bunalımlarla ortaya çıkmıyorsa, bu durumda söz konusu bilimin iç tarihiyle değil, dış
tarihiyle açıklanması gerekmektedir ki bu durumda dış tarih yaklaşımı, bir bilimin gelişme tarihinin
toplumun gelişme tarihi paralelinde yazılması demektir.
Türkiye’de coğrafya biliminin gelişimi ve tarihsel evrimi üzerine görece az da olsa bazı çalışmalar
yapılmıştır. Bu çalışmaların neredeyse tamamının ortak özelliği, içe bakış açısı taşıması, birbirini tekrar
eden şekilde bir yapıda dar bir çerçeveden gelişmeleri anlatmasıdır. Gerçekten de Türkiye’de
coğrafyanın gelişimini sadece iç tarihe göre yazan bu çalışmalar, kendi içinde ciddi problemler
barındırır. İç tarihi esas alan bu çalışmalar, daha çok bu anlayışı dar bir çerçevede yorumlayarak
“coğrafya bölümlerinin belli bir dönemdeki faaliyetlerine” indirgemektedir. İç tarih bakış açısıyla
yazılanların en temel problemi, dünyaya sadece Türkiye’den, coğrafyadan hatta bölüm sınırları
içerisinden yani en küçük yerelinde olup bitenden bakmasıdır. Öyle ki bu tip çalışmaların elde ettiği
sonuçlar bazen oldukça şaşırtıcı olabilmektedir. Örneğin bu sonuçlar, disiplinin “çok iyi durumda
olduğu”na, dünya standartlarında olduğu”na, “ekol oluşturduğu”na, “hiç bir sorunu olmadığı”na veya
kendi bölümünün tarihini yazanlar “bölümün büyük başarılara imza attığı”na, “önemli coğrafyacılar
yetiştirdiği”ne vurgu yapmaktadır. Değişik argümanlarla bunlardan bazıları doğru olarak kabul edilse
bile, bunun disiplin açısından ülkedeki gerçekliği yansıtmadığı çok açıktır.
Türkiye’de coğrafyanın tarihi, ülkenin toplumsal gelişimi, değişimi ve toplumun ihtiyaçları anlaşılmadan
yazmak mümkün değildir, yazılırsa da eksik ve hatalı olur. Bu bağlamda Türkiye’deki, coğrafi
17
Özgür ve Yavan
Türk Coğrafyacılarının İç Hesaplaşması: Neden Başaramadık? Nasıl Başarabiliriz?
araştırmaların nasıl geliştiği, coğrafya biliminin geçirdiği değişimler, ancak ülkedeki toplumsal gelişme
ve değişmeye paralel olacak şekilde dış tarih yaklaşımıyla anlatılabilir. Türkiye’de coğrafya disiplinin
gelişmesi için üç farklı dışsal tarihten söz edilebilir: (1) Ulus devletin yaratılmasında coğrafyaya verilen
görev nedeniyle dışsal bir tarihin varlığı, (2) Türkiye toplumundaki ihtiyaçlar ve gelişmelere cevap
veremeyen coğrafyanın bıraktığı boşluğu diğer disiplinlerin doldurması, (3) Anglo-Amerikan
coğrafyasındaki felsefi, teorik ve yöntembilimsel gelişmelerin dünyada coğrafi anlayışı, coğrafi bilginin
içeriğini ve coğrafyanın pratik edilme biçimini kökten değiştirmesi. Türkiye’de henüz dış tarih
yaklaşımını esas alınarak yazılmış bir coğrafya tarihinden söz etmek mümkün değildir. Bu yüzden bu
çalışmada dış tarih yaklaşımının benimsenmesi yerinde olacaktır. Bununla birlikte sadece dış tarihi esas
alan bir yaklaşım da, disiplin içindeki içsel dinamikleri, kişilerin rollerini, kurumsal tarihleri ve iç
çekişmelerin disiplininin gelişiminde oynadığı rolleri dışarıda bırakabilir. Bu bağlamda bu çalışma, söz
konusu eksiklikleri gidermek, daha kapsayıcı ve bütüncül bir bakış açısı yakalayabilmek için iç tarih ve
dış tarih yaklaşımlarını bir arada kullanmayı tercih etmektedir.
3. Türk Coğrafyasının Tarihsel Gelişimi: Neden Başaramadık?
Bu çalışmada modern Türk coğrafyası, dört evrede incelenmektedir:

Kuruluş ve Kurumsallaşma Evresi: Modern Türk Coğrafyasının Ortaya Çıkışı (1915-1949)

Sınırlı Gelişme Evresi: Atılım ve Duraklama (1950-1980)

Türk Coğrafyasının En Zor Yılları: Bilimsel Topluluktan Uzaklaşma (1981-2000)

Yeniden Canlanma Evresi: Yeni Arayışlar ve Uyum Çabaları (2001 Sonrası)
1950’ye kadar olan birinci evrede, ülkedeki coğrafi paradigma dünyadakilerle çevresel determinizm ve
bölgesel yaklaşım ekseninde az çok paralellik göstermektedir. 1950-1980 arasında Türk coğrafyası
pozitivist bakış açısına geçişi yakalayamamış; 1970’lerden itibaren ise hızla gelişen çok paradigmalı
coğrafyayı kucaklayamamıştır (Arı ve Köse, 2005; Karabulut, 2012; Kaya, 2010; Tekeli, 2010; Tuysuz
ve Yavan, 2012; Yavan, 2005a, 2005b). Bu durum bir sonraki evrede, ülkenin 1980 sonrasının iç politik
koşullarıyla birleşince; küresel ve ulusal bilimsel topluluktan büyük ölçüde kopuş sürecine
dönüşmüştür. 2000’lerden itibaren bu defa küreselleşme dinamikleri, Avrupa Birliği (AB) ve AngloAmerikan coğrafyasının Türkiye’deki etkileri sayesinde, coğrafyada yeniden bir canlanma belirmiştir
(Yavan, 2012). Bölümlenen evrelerin eşik yılları, genel hatlarıyla dünyada, Türkiye’de ve coğrafya
disiplininde yaşanan değişimler ve kırılma noktalarıyla da örtüşmektedir 3 (Türkiye’de çok partili yaşama
geçiş, kantitatif/sayısal devrim, sosyal bilimlerde çok paradigmalılık, 12 Eylül Darbesi, iletişim devrimi
ve küreselleşme dalgası; AB ve Bologna Süreci gibi).
3.1. Kuruluş ve kurumsallaşma evresi: Modern Türk coğrafyasının ortaya çıkışı (19151949)
Bu evre, modern Türk coğrafyasının ortaya çıktığı, kuruluş ve kurumsallaşma aşamasına karşılık
gelmektedir (Erinç, 1973 ve 1997; Gümüşçü, 2012; Kayan, 2000; Koçman, 1999; Yavan, 2012) ve
1915’ten 1950’ye kadar olan yılları kapsamaktadır. Bu dönemin tarihlenmesi, İstanbul (1915) ve
Ankara’da (1935) iki coğrafya bölümünün kurulması, E. Obst (1915-1918), T. Lefebre (1925-1928), E.
Chaput (1928-1939), H. Louis (1936-1943) ve W. J. McCallien (1944-1950) gibi yabancı bilim
adamlarının kuruluş aşamasında bu bölümlerde çalışması, Birinci Coğrafya Kongresi’nin toplanması
(1941), Türk Coğrafya Kurumu (TCK)’nun kurulması (1942), coğrafyacıların kurumsal ilk periyodiği
olarak Türk Coğrafya Dergisi’nin yayın hayatına girmesi (1943), kurumun başkanlığını 1949’a kadar
dönemin Milli Eğitim bakanlarının yapması ve aynı yıl TCK’nın Uluslararası Coğrafya Birliği’ne (IGU) üye
olması (Ertek, 2012) gibi kurumsallaşmada etkili olan olaylara dayanmaktadır. Aynı zamanda bu
dönemin bitişi ile dünyada coğrafyanın paradigma değişikliği (alansal farklılaşmaya dayalı tasviri
bölgesel yaklaşımından, mekânsal analize dayalı pozitivist yaklaşıma geçiş) yaşamaya ve sosyal bilimin
ayrı disiplinler olarak gelişmeye başlaması da neredeyse örtüşmektedir.
3
Hangi dönemleme yapılırsa yapılsın, mükemmeli yakalamak mümkün değildir. Zira “dönemleme” doğası gereği ister istemez
öznel bir bakış açısı barındırır. Dolayısıyla bir disiplinin tarihi yazılırken veya değerlendirilirken, hangi bilimsel gelişmelerin bu alan
içinde düşünülmesi gerektiğini saptamakta önemli zorluklar vardır.
18
Özgür ve Yavan
Türk Coğrafyacılarının İç Hesaplaşması: Neden Başaramadık? Nasıl Başarabiliriz?
3.1.1. Kuruluş yıllarında Türk coğrafyasının dönüm noktaları ve görünümü
Türk coğrafyasının evriminde 1915-1933 arasındaki yıllar, modern bilimsel coğrafyanın kuruluşu için ilk
adımların atıldığı bir devre olarak belirir (Erinç, 1973). 1915’te kurulan Darülfünun bünyesindeki
Edebiyat Fakültesi’nde Alman coğrafyacı E. Obst’un yöneticiliğine bir coğrafya şubesinin açılması bu
bakımdan önemlidir. Bu sayede Türk coğrafyası, bir yandan Obst aracılığıyla Humbolt ve Richtofen’in
temsil ettiği bilimsel fiziki coğrafya ile tanışmış, diğer yandan Ritter-Ratzel Okulu’nun etkisi altında
Almanya ve Fransa’da eğitim almış Türk coğrafyacılarını bu kurumda bir araya getirmiştir (Akyol,
1943c; Erinç, 1973; Tümertekin, 1971). Ama bu dönemde Türk coğrafyası üzerinde asıl önemli etki,
jeoloji ve fiziki coğrafya profesörü E. Chaput tarafından yapılmıştır. Erinç’in (1973:15) belirttiği gibi
coğrafya, Chaput ve ondan etkilenen Türk coğrafyacıları eliyle “ jeolojinin istila ettiği ve etkileri sonraki
(müteakip) yıllara da bulaşan” bir devre yaşamıştır. Bu devre içinde beşeri-iktisadi coğrafya nispeten
sönük kalmıştır.
1950 öncesi dönemin akademik coğrafya açısından önemli olaylarından biri, 1933 Üniversite
Reformu’dur. Reform, Türk coğrafyasına fiziki coğrafyanın Fen Fakültesi’ne, beşeri coğrafya’nın da
Edebiyat Fakültesi’ne bağlanmak suretiyle coğrafya bölümlerinin ikiye ayrılması yönünde
yapısal/kurumsal bir seçenek sunmuştur (Akyol, 1943c; Erinç, 1973; Kayan, 2000). Ancak
gerçekleşmeyen bu durum, belki de coğrafyanın gelişiminde kırılma noktalarından biri olarak
değerlendirilebilir. Bilindiği üzere coğrafyanın ikili yapısı içinde fiziki coğrafya fen bilimlerine, beşeri
coğrafya ise sosyal bilimlere yakındır (Yavan, 2005a). Türk coğrafyasının kuruluş yıllarında egemen
olan doğayı belirleyici kabul eden çevresel determinizm ve doğa ile insanın karşılıklı etkileşimini esas
alan sentezci bölgesel coğrafya yaklaşımları, iki (alt) disiplini bir arada tutmuştur.
Bunlarla birlikte 1950 öncesinde yaşanan üç olay, disiplinin tarihsel gelişimi açısından anlamlıdır:
Cumhuriyetin başkenti Ankara’da ikinci bir coğrafya bölümünün açılması (1935), Birinci Coğrafya
Kongresi’nin toplanması (1941), Türk Coğrafya Kurumu’nun kuruluşu (1942). Bu üç olay, aslında ulusdevlet inşasında coğrafyaya yüklenen görevle bağlantılı bir dizi gelişmedir. Ankara’daki coğrafya
bölümü, Atatürk’ün himayesinde, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin temel taşlarından biri olarak, Türk
dilini, Türk tarihini ve Türkiye coğrafyasını araştırmak suretiyle uluslaşma sürecinde özel bir görevi
yerine getirmek üzere kurulmuştur (Akkan, 1998; Doğanay, 1995; Hütteroth, 1992; Korkut, 2003).
İstanbul Üniversitesi’nin cumhuriyetin gerisinde kaldığı ve ondan beklenen atılımları yapamadığı
düşüncesi (Akşit, 2005:358) belki de bu gelişmede önemli rol oynamıştır. Bu bağlamda Birinci
Coğrafya Kongresi ve Türk Coğrafya Kurumu, coğrafi bilgi ve coğrafya eğitimi aracılığıyla devletin
ülkenin mekânsallığını inşa etmesinin (toprağı vatanlaştırmasının) yöntemlerini geliştiren bir mesleki
toplanmayı ve yapılanmayı temsil etmektedir (Durgun, 2011).
Kuruluş dönemi içinde fazla vurgulanmayan, ama Türk akademik coğrafyasının bir sonraki dönemdeki
gelişimi açısından önemli sayılabilecek bir başka gelişme de 1946 yılında çıkarılan Üniversiteler Kanunu
olmuştur. Bu kanun ile geniş çerçeveli bölümler, idari bakımdan yarı-bağımsız kürsülere
dönüştürülmüş; bu kürsüler de kendi programlarını oluşturma, öğrenci seçme ve diploma verme yetkisi
kazanmıştır (Erol, 1993:114). Aslında kürsü sistemi, Erinç’in (1973) “yükseliş dönemi” diye
isimlendirdiği ve ona atfen diğer araştırmacıların (Akkan, 1998; Doğanay, 1995; Gümüşçü, 2012;
Koçman, 1999; Yavan, 2012) işaret ettikleri, Türk coğrafyasının (özellikle fiziki coğrafya alanındaki)
atılım dönemine olumlu katkılar sağlamıştır (Erinç, 1973). Ancak kurulmasının gerekli olup olmadığı
tartışmalı Umumi Coğrafya, Strüktür ve Yeraltı Kaynakları gibi bazı kürsüler ilerleyen yıllarda sorun
yaratmıştır (Erinç, 1973; Kayan, 2000). Aynı kanun, iki büyük kentin dışında bölge üniversitelerinin
kurulmasını özendirmesine (Akşit, 2005; Korkut, 2003) rağmen, sonraki dönemde coğrafya bölümleri
çoğalamamış ve akademik topluluk sayısal olarak fazla büyümemiştir.
3.1.2. Türkiye Cumhuriyeti devletinin inşasında coğrafya’ya yüklenen görev
Kuruluş ve kurumsallaşma dönemini karakterize eden en önemli özelliklerden biri, Türkiye Cumhuriyeti
Devleti’nin ve modern Türk coğrafyasının kuruluşunun neredeyse aynı yıllara denk düşmesidir. Bu
durum, dünyada ulus-devletin mekânsallığı ile coğrafya disiplininin gelişimi arasındaki ilişkiyi ve Türk
coğrafyasının ulus-devletin kurumsallaşmasında eğitim aracılığıyla üstlendiği görevi, gözden geçirmeyi
gerekli kılmaktadır. Bu, hem Türk coğrafyasına yön veren ilk ve ikinci nesil coğrafyacıların yetiştiği
ülkeler ve okullar hem de ülkedeki ulus-devlet sürecinin yerleşmesinde coğrafya disiplininin ve okul
coğrafyasının (coğrafya eğitiminin) üstlendiği görev açısından anlamlıdır.
19
Özgür ve Yavan
Türk Coğrafyacılarının İç Hesaplaşması: Neden Başaramadık? Nasıl Başarabiliriz?
Ulus-devlet, coğrafi bağlamda doğmuş ve gelişmiş olduğundan onun iktidarının coğrafyası, yani ulusdevletin mekânsal varlığı ve organizasyonu, her zaman önemli bir konu olagelmiştir. Mekânsal
organizasyonu belirleyen toplumsal ilişkilerin varlığı, sivil toplumun tarihsel ve toplumsal örgütlenme
ilişkileri ile bağlantılıdır. Bu çerçevede toplumsal nesnelliğe ilişkin mekânsal ilişkiler kurulmakta ve ulusdevlet, belli sosyo-mekânsal ilişkiler olarak ortaya çıkmaktadır (Özdoğan, 2003). Mekânsal yapılanma
çerçevesinde ulus-devlet, toplumsal ilişkilerin varlığı ile birlikte kamu ilişkisi olarak, sınırları çizilmiş belli
bir alanda idari tekeli sürdüren, yönetim ve yasa ile birlikte iç ve dış şiddet araçlarını doğrudan
denetimiyle yaptırım altına alan kurumsal yönetim biçimidir (Giddens, 2000:208). Kapitalist ilişkilerin
toplumsallaşması çerçevesinde coğrafi bağlam kazanan ulus-devlet, içeride egemen kamu gücüne,
coğrafi saha bakımından kesin olarak sınırları çizilmiş ülke topraklarına ve toplumsal açıdan objektif
kültürel karaktere ve belli değerleri olan halka sahiptir (Özdoğan, 2003).
Modern siyasi iktidarlar, zamana ve mekâna egemen olmak suretiyle meşruiyetlerini bir zemine
dayandırmak isterken; tarih ve coğrafya, bu zeminin iki ana dayanağını oluşturmaktadır. Ulusun inşası
belirli bir insan topluluğunun ilişkilerini düzenlemek ve belirli bir yere olan aidiyetini tanımlamak olarak
alınırsa; ulus-devlet mekânsal bir proje halini almaktadır. Ulusçu düşünceye göre; mekân, ulus ile
birlikte inşa edilen ve toplumsal ilişkilerin taşıyıcı unsurlarından biridir (Durgun, 2012a). Bu bağlamda
düşünüldüğünde belirli bir toprak üzerinde kontrol sahibi olmak; o coğrafyanın sınırlarını çizmek ve
tarihinin yazımına egemen olmak; dahası coğrafyayı vatanlaştırmak, maddi ve manevi olarak yüceltilen
bir ulusal alan yaratmak anlamına gelmektedir (Durgun, 2011). Kabul etmek gerekir ki coğrafyadan bir
vatan yaratmanın en temel yolu, insanların mekânsal aidiyet hissine sahip olmalarını sağlamaktan
geçmektedir. Çünkü mekân, insanlara varoluşsal bir zemin kazandırarak, o yerde özel olmalarını
mümkün kılmaktadır. O nedenle de ulus-devlet ideolojisi, mekânı kolektif aidiyetin zemini haline
getirmektedir (Durgun, 2011 ve 2012a).
Bu noktada ulus-devlet ile coğrafya disiplini ilişkisini Almanya ve Fransa örnekleri üzerinden gözden
geçirmekte de yarar vardır. Zira coğrafya disiplininin Türkiye’deki uluslaşma sürecindeki rolünü
anlamada, bu iki ülkedeki süreçler kritik değerdedir. Bunlardan ilki Almanya’daki yaklaşımdır. Alman
coğrafya ekolünün kurucularından sayılan Ritter’in takipçisi Ratzel’in yaşam alanı ( Lebensraum) olarak
kavramsallaştırdığı, ülke coğrafyası ile ulusal aidiyet arasındaki organik temelli ilişki, burada önem
kazanmaktadır. Etnisiteyi merkeze alan bu yaklaşım, 19.yüzyıl sonlarından itibaren Almanya’da ayrışım
eksenli bir iktidar-mekân ilişkisi ve ulusun mekânsallaşmasına hizmet eden çok parçalı-dağınık bir
yapıdan ulus-devlete gidişi içeren bir coğrafya anlayışının gelişmesine yol açmıştır (Durgun, 2011 ve
2012a; Özdoğan, 2003). Bu bağlamda Almanya’da coğrafya disiplini ve coğrafya eğitimi devlet
tarafından toprağı vatanlaştırma uygulamasına kaynaklık etmiştir. Bu dönemin önemli
coğrafyacılarından Hettner’in coğrafyanın anavatanı öğrettiğini, onu daha fazla sevmeyi ve yabancı
ülkeleri öğrenmeyi sağladığını (Durgun, 2011:37) dile getirmesi, Almanya’daki devlet-coğrafya ilişkisini
yansıtmaktadır. Alman ekolünde etnisite, devlet ve toprak birbirinin organik parçaları olarak
görülmektedir. Bu, biraz da sorunlu şekilde Almanların yaşadığı her yerin gerektiğinde onların ülkesi
olabileceği düşüncesine işaret etmektedir.
İkincisi, kaynağını toprak temelli bir aidiyetten alan ve mekânın uluslaşması olarak nitelenen Fransa
örneğidir. Fransızların mekânı uluslaştırması, bir bakıma coğrafyadan yola çıkarak vatandaşlık esaslı bir
ortaklık zemini oluşturmak anlamına gelmektedir (Durgun, 2011:41). Fransa coğrafyası, Fransız
tarihçisi Michelet’nin deyişiyle “çeşitliliğin birliğini”, Vidal de la Blache’ın söylemiyle “bölgeler bütününü”
temsil etmektedir ki bu aynı zamanda bölgesel ve ulusal kimliğe ve Fransa’daki yurttaşlık temelindeki
ortaklığa; bölgesel kimliği görmezden gelmeyen ulusal kimliğe gönderme yapmaktadır. Fransız
kimliğini temsil eden parça-bütün ilişkisi ve ülke topraklarının siyasal bir aidiyet mekânı olarak
görülmesi, belki de Vidal de la Blache’ın öncülüğünde Fransız coğrafyasında bölgesel coğrafya
yaklaşımının kök salmasına yol açmıştır.
Türkiye’de cumhuriyetin kuruluş yıllarında Türk coğrafyasının, kıta Avrupa’sının bu iki ekolünden
etkilendiği bilinmektedir (Erinç, 1973; Koçman, 1999). Alman ekolü ( Ratzel, Humboldt), çevresel
determinizm yaklaşımıyla daha çok fiziki coğrafyada, Fransız ( Vidal de la Blache) ekolü ise bölgesel
yaklaşımla beşeri coğrafyada etkili olmuştur (Durgun, 2011). Nitekim İstanbul ve Ankara’daki coğrafya
enstitülerinin kuruluş aşamalarında yer alan Türk coğrafyacıların Fransa ve Almanya’da eğitim
almalarının (Erinç, 1973 ve 1997; Hütteroth, 1992; Pérouse, 2012; Tümertekin, 2001) yanı sıra, aynı
dönem görev yapan yabancı coğrafyacılar da çoğunlukla bu iki ülkeden gelmiştir (Erol, 1993;
Gümüşçü, 2012). Bu durum, ülkenin ulus-devlet inşası ve Türk coğrafyasının kuruluşunda Alman ve
20
Özgür ve Yavan
Türk Coğrafyacılarının İç Hesaplaşması: Neden Başaramadık? Nasıl Başarabiliriz?
Fransız modellerinin etkin olmasını sağlayan çok temel bir etmendir. Bu etmen, muhtemelen ileriki
yıllarda Kıta Avrupa’sı dışında gelişen ve çağdaş coğrafya perspektifini derinden etkileyen AngloAmerikan coğrafyasından uzak kalmanın da en önemli nedenlerinden biridir. Germanofil ve Frankofon
coğrafyacılar ve coğrafya anlayışı, Türkiye’de uzun yıllar varlığını güçlü şekilde sürdürmüş (Durgun,
2011) ve hatta halen sürdürmektedir. Bu gerçeklik, aynı zamanda 1950’li yıllardan itibaren gözlenen
sınırlı gelişim ve sonraki dönemlerdeki coğrafyanın dünyadan kopuş ve içine kapanma sürecinde de
(Tekeli, 2012) temel etmenlerden biri olarak değerlendirilebilir.
Öte yandan Tek Parti iktidarının gücünü pekiştirdiği ve meşruiyetini pozitif bilimsel verilere
dayandırmaya çalıştığı 1930’lu yıllar, coğrafyanın ve vatan tasvirinin şekillendiği, coğrafyanın eğitimde
önem ve ağırlığının arttığı yıllardır (Durgun, 2012a; Hütteroth, 1992; Özkan, 2002). Ulusun devlet
söyleminde belirli bir zaman ve zemine oturtulmak üzere araç olarak kullanılan Türk Tarih Tezi, hayal
ettiği etnik zeminin kolektif bellek tarafından taşınması için ikna edici ve bilimsel olmasını arzulamış, bu
çerçevede de coğrafya, arkeoloji ve antropoloji ulus inşasının hizmetine sokulmuştur (Durgun,
2011:170; Özkan, 2002). Bu nedenle de tarihi ve coğrafi analiz yöntemden uzaklaşma eğilimine
girmiştir.
Anlaşılan o ki daha başından beri Türk coğrafyasına ulus-devlet inşasında vatan bilgisi ve bunun
öğretilmesi görevi yüklenmiştir. Milli Eğitim Bakanlığı (Maarif Vekilliği) girişimiyle 1941 yılında toplanan
Birinci Coğrafya Kongresi’nin açılış konuşmasını yapan dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan-Ali Yücel’in
söyledikleri bu bakımdan anlamlıdır:
“Coğrafyanın ilk mevzuu, her saha ve cephesiyle kendi vatanımızdır, Türk memleketi ve Türk milletidir. Yurdumuzu,
müdafaa için canımızı esirgemeden verdiğimiz ve seve seve her varlığımızı yolunda feda edeceğimiz Türk vatanını ilim
gözüyle görmek ve aynı görüşle bizden sonraki nesillere göstermek vazifemizdir.” (Birinci Coğrafya Kongresi, 1941:8).
Kongrenin gündemi, her düzeydeki okulların coğrafya müfredatı, okutulan coğrafya kitapları, milli
kültürün birbirine bağlı unsurlardan oluşması ve geleceği için tehlikeli bir ahenksizlik olarak görülen ve
milletin yazgısına bile etki edecek yönleri olduğu düşünülen coğrafya terimleri ve Türkiye’nin coğrafi
bölge bölümlemesidir (Birinci Coğrafya Kongresi, 1941).
Ülkenin mekânsallığının inşası için coğrafyanın devlet söylemiyle uyumlu hale getirilme çabası olarak
değerlendirilebilecek bu gündemin satır aralarında, devletin coğrafyaya kendi damgasını vurmasına
yönelik ayrıntılar bulunabilir. Bunlardan ilki, ulus-devletin güç ve denetim göstergesi olarak gördüğü
yer adlarının değiştirilmesidir. Bu, ulus-devletin mekânı homojenleştirme ve egemenlik alanını ilan
etme yöntemlerinden biridir. Başka bir deyişle yeniden adlandırma, söylemsel bir mekân oluşturmak
yani coğrafyanın Türkçeleşmesi anlamına gelmektedir (Durgun, 2012a:213) ve Türkiye’de yer adlarının
değiştirilmesi, cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren üzerinde önemle durulan (Öktem, 2008; Tunçel,
2000) ve coğrafyacıların içinde olduğu bir konu ola gelmiştir. İkincisi, Birinci Coğrafya Kongresi’nde
ülkenin bölgelere ayrılmasıdır ki, böylece Fransa coğrafyasında olduğu gibi vatan birliğinin farklı
bölgelerden oluşan bütünlüklü bir yapı olduğunun altı çizilmektedir. Üçüncüsü, coğrafya eğitimi yoluyla
coğrafi bilginin ulusallaşması konusudur. Okul müfredatının ve okullarda okutulan coğrafya kitaplarının
standartlaştırılması ve vatan duygusuyla donatılması sayesinde; genç kuşakların mekân ile duygusal
bağ kurmalarının sağlanması, vatan imgesinin ve ulusal kimliğin güçlendirilmesi amaçlanmıştır
(Durgun, 2012a; Özkan, 2002). Muhtemeldir ki Türkiye’de coğrafya disiplini, üyelerinin uzun bir süre
ulus-devletin vatanlaştırma pratikleri ve bununla bağlantılı okul coğrafyası doğrultusunda yol alması
nedeniyle istenilen düzeyde gelişme gösterememiş; kendisini coğrafya öğretmeni yetiştirme alanına
hapsetmiş ve Türkiye’de ulus inşasındaki rol ile başlayan “muhafazakâr çizginin” (Tekeli, 2012:353)
ana eksen halini almasına neden olmuştur.
3.2. Sınırlı gelişme evresi: Atılım ve duraklama (1950-1980)
3.2.1. Sınırlı gelişmenin iç dinamikleri
Türk coğrafyasında 1950-1980 yılları arasındaki bu dönem, 1970’lere kadar atılımı, özellikle fiziki
coğrafya alanında nispeten hızlı, beşeri coğrafyada ise yavaş ve sınırlı bir gelişmeyi; fakat 1970’lerden
itibaren genel anlamda duraklamayı içerdiği için sınırlı gelişme evresi olarak isimlendirilmiştir.
1946 yılında çıkarılan Üniversiteler Kanunu sayesinde coğrafya bölümlerini oluşturan kürsüler, 1950
sonrasında kadrolarını geliştirme olanağı bulmuş ve akademik ilerlemeye ilişkin getirilen kurallarla da
bilimsel araştırma kapasitelerini yükseltmiştir (Erinç, 1973). Bu gelişme, aynı zamanda Türk coğrafyası
için okul coğrafyası bağımlılığından kısmen kurtulma ve coğrafyanın ikili yapısına uygun insan
21
Özgür ve Yavan
Türk Coğrafyacılarının İç Hesaplaşması: Neden Başaramadık? Nasıl Başarabiliriz?
yetiştirme fırsatı anlamına da gelmiştir. Bu çerçevedeki etkiler, kısa süreliğine de olsa bireysel ve
kurumsal olarak kendisini göstermiştir. Ancak dönemin ikinci yarısında çeşitli yapısal ve bağlamsal
nedenlerle disiplinde kötüleşme eğilimleri belirmiştir. Buna göre dönemin ilk yarısının belli başlı
özellikleri şu şekilde sıralanabilir: (1) Fransız ve Alman Coğrafyası ile etkileşimin sürmesi, İngiliz ve
Amerikan Coğrafyası ile oldukça sınırlı ilişki (Erinç, 1973), (2) Coğrafyacıların bilimsel araştırma ve
yayın kapasitesinin yükselmesi, (3) Fiziki coğrafyanın disiplin içinde etkinliğinin artması, (4) Ulusal
kongreler ve meslek haftalarının düzenlenmesi (Tunçel ve Üçeçam, 2000), (5) Uluslararası yayın
yapmak ve kongrelere katılmak suretiyle uluslararasılaşma çabaları (Yavan, 2005a) ve (6) Türk
Coğrafya Dergisi’ne ek olarak dört bilimsel coğrafya dergisinin yayına başlaması 4 (Kayan, 2000). Ancak
1960’ların ortalarından itibaren; (1) Yayınlanan coğrafya dergilerinin periyodikliğini yitirmesi, (2)
Coğrafya bölümlerine gündüz ve gece eğitimi için alınan öğrenci sayısındaki artışla (Akkan, 1998)
coğrafyanın “bilim yapan”, değil “bilim yayan” (öğretim) işlevinin yeniden belirginleşmesi, (3) Ulusal
toplantıların düzenlenememesi ve uluslar arası kongrelere gidilememesi, (4) Ama asıl önemlisi dünyada
coğrafya alanında yaşanan paradigma değişikliklerinden5 kopuş sürecinin başlaması (Tekeli, 2012) ve
(5) Ülkede diğer fen/mühendislik ve sosyal bilim alanlarındaki hızlı gelişme, coğrafya disiplininde yeni
bir evreye yaklaşıldığının habercisi gibidir.
1950-1980 döneminin en temel özelliklerinden biri, önceki dönemde olduğu gibi fiziki coğrafyanın,
baskın ve dikkat çeken, beşeri coğrafyanın ise bazı istisna bilim insanlarının faaliyetleri dışında, zayıf ve
silik olmasıdır. Türk coğrafyacıları tarafından yapılan ulusal ve uluslararası yayınların büyük bir
çoğunluğunun fiziki coğrafya, özellikle de jeomorfoloji konusunda olması, bunun kanıtı gibidir (Arı ve
Köse, 2005; Erinç, 1973; Tümertekin, 2001; Yavan, 2005a). Türkçe yayınlanan dört ulusal coğrafya
dergisinin içerik çözümlemesi, makalelerin yaklaşık %60’ının (Arı ve Köse, 2005; Avcı, 2010’dan
hesaplamak suretiyle) fiziki coğrafya konularına ilişkin olduğuna, hatta beşeri coğrafyacıların bile fiziki
coğrafya konularında yazılar yazdıklarına (Erinç, 1973) işaret etmektedir. Yavan, (2005a) Türk
coğrafyacılarının SCI ve SSCI’da endekslenen dergilerdeki yayınlarında da benzer bir durumu
belirlemektedir.
Bu dönem boyunca genelde fiziki coğrafyanın özelde jeomorfolojinin ülke içinde nispeten parlak bir
dönem yaşamasının bir sonucu olarak Jeomorfologlar Derneği adıyla yeni bir kurum doğmuştur. Bu
gelişme fiziki coğrafya mezunları için bir kazanım gibi görünse de ilerleyen yıllarda coğrafyanın
açmazlarından biri haline gelmiş, hatta tartışma konusu olmaya devam etmektedir (Kayan, 2013;
Şengör, 2013). Fiziki coğrafyanın konularından biri olan jeomorfoloji yerine, fiziki coğrafya, meslek
tanımı (fiziki coğrafyacı) için esas alınsaydı, bugün beşeri coğrafya için mesleki tanımlama ( beşeri
coğrafyacı) ve coğrafyanın yapısal sorunlarını aşma daha kolay olabilirdi.
Türkiye’de coğrafya biraz da sorunlu bir idari bölünmeye (kürsü sistemi) 6 ve bazı kurumsal ayrılma
girişimlerine7 rağmen günümüze kadar Erinç’in (1973:55 ve 60) “coğrafyanın esas konusu ve kalesi ”
olarak nitelendirdiği “bölgesel (mevzii) coğrafya” anlayışı ile “okul coğrafyası” eğiliminin baskınlığı
nedeniyle düşünsel ve edimsel (fiilî) olarak hep bir arada kalmıştır. Türkiye’de dönemsel/kişisel bazı
arayışlar olsa da disiplin içinde kurumsal, felsefi ve yöntemsel birlikteliğin belirgin bir farklılaşmaya
sahip olmaması nedeniyle ayrışma neredeyse yakın yıllara kadar yaşanmamıştır. Oysa coğrafyanın iki
ana kolu olan beşeri coğrafya ile fiziki coğrafya, gelişmiş dünyada yollarını zaman içerisinde özellikle de
kantitatif devrimden sonra kaçınılmaz bir biçimde ayırmıştır. Bazı konularda bir başarının ürünü olarak
belirmiş bu ayrışma ile fiziki coğrafya, fen bilimlerine taşınırken; beşeri coğrafya daha belirgin olarak
sosyal bilim haline gelmiştir (Thrift, 2002:295). Bu yüzden Batılı genç fiziki coğrafyacılar, ana akım fen
bilimleri dergilerinde yayın yapmayı tercih etmekte ve neredeyse hiçbiri beşeri coğrafya dergilerini
4
Sırasıyla İstanbul Üniversitesi Coğrafya Enstitüsü Dergisi (1951), Review of the Geographical Institute of the University of
Istanbul (1954), Ankara Üniversitesi Coğrafya Enstitüsü Coğrafya Araştırmaları Dergisi (1966), Jeomorfoloji Dergisi (1968) yayın
hayatına katılmıştır.
5
Dünyada coğrafya alanında yaşanan paradigma değişikliklerinin genel ve ayrıntılı bir değerlendirmesi için bkz. Arı (2005), Kaya
(2005), Özgüç ve Tümertekin (2000), Öztürk ve Karabağ (2013), Tekeli (2010) ve Yavan (2005b).
6
1981’e kadar İstanbul Üniversitesi Coğrafya Enstitüsü bünyesinde idari olarak yarı-bağımsız Fiziki Coğrafya, Umumi Coğrafya,
Strüktür ve Yeraltı Kaynakları, Beşeri ve İktisadi Coğrafya, Türkiye ve Ülkeler Coğrafyası kürsüleri; Ankara Üniversitesi Coğrafya
Enstitüsü’ndeyse Fiziki Coğrafya ve Jeoloji, Beşeri ve Ekonomik Coğrafya, Ülkeler Coğrafyası kürsüleri bulunmaktaydı.
7
1933 Üniversite Reformu sırasında fiziki coğrafyanın Fen Fakültesi’ne bağlanması, beşeri coğrafyanın Edebiyat Fakültesi
bünyesinde kalması girişimi dışında, 1960’lı yıllarda sosyal itibarı az olan Edebiyat Fakültesi mezuniyeti tatminsizliğini
mühendislik alanına yakın bir unvanla (Jeomorfolog) giderme arayışları (Kayan, 2000:16) burada belirtilebilir.
22
Özgür ve Yavan
Türk Coğrafyacılarının İç Hesaplaşması: Neden Başaramadık? Nasıl Başarabiliriz?
izlememekte; tersine olarak beşeri coğrafyacılar ise hala beşeri coğrafya dergilerinde yayın yapma
eğilimi göstermektedir (Thrift, 2002). Şüphesiz bu ayrışmada kurumsal nedenler de önemlidir. Yer
bilimlerinde olduğu gibi diğer fen bilimlerinin konularının içeriği ve araştırma yöntemleri, fiziki
coğrafyanınkilere daha fazla benzerken; sosyoloji gibi beşeri coğrafyaya yakın diğer sosyal bilim
alanları gözle görünür biçimde daha fazla mekânsal içerik kazanmakta, beşeri coğrafya paradigma ve
yöntem zenginleşmesi yaşanmaktadır. Bu nedenle her iki alt disiplin de, disiplin dışından müttefikler
aramaktadır (Thrift, 2002).
3.2.2. Türkiye’de diğer disiplinlerin gelişiminin coğrafyaya etkileri
Türk coğrafyasında 1950-1980 dönemi için coğrafyaya ilişkin bazı iç etmenlerin yanında Türkiye’de fen
ve sosyal bilim ailesinin üyesi olan disiplinlerdeki gelişmeler de kritik önemdedir. Çünkü coğrafyanın
kendi içinde gelişim gösterdiği bu dönemde, diğer disiplinlerin ilerlemesi ve kurumsallaşması çok daha
etkileyici olmuştur. 1950’li yıllarda fakat özellikle 1960’lı yıllarda fen-mühendislik ve şehir ve bölge
planlama, demografi alanlarındaki gelişmeler, Türkiye’de coğrafya disiplinini ilgilendiren sonuçlar
doğurmuştur. Türk coğrafyasının genel olarak dünyadaki bilimsel felsefeyi ve araştırma
yöntemlerindeki değişimi izlemekte zorluk çektiği 1970’li yıllarda bu disiplinlerden bazıları, coğrafyanın
uluslararası ölçekte bilimsel topluluktaki boşluğunu doldurmuş ve ulusal ölçekteyse alanını genişleterek
öğretmenlik dışındaki uygulama alanlarında etkinliğini arttırmıştır.
Fiziki coğrafya, yeryüzündeki doğal olay ve süreçleri aynı zamanda insan faaliyetleriyle dönüşüme
uğrayan fiziksel ortamı inceleyen bir bilim alanı olarak bilinir. Fiziki coğrafyanın inceleme alanına giren
olgular, geleneksel olarak belirli kürelerle (toposfer, biyosfer, atmosfer, pedosfer, hidrosfer ve
krayosfer) ilgilidir ve fiziki coğrafya bu kürelerle organik bir ilişki içerisindedir. Bununla birlikte altı
kategorideki bu küreler, fiziki coğrafya dışındaki başka disiplinlerce de incelenmektedir. Toposfer
yeryüzünde ve yerin altında meydana gelen olaylar tarafından etkilendiği için jeoloji, jeofizik ve
jeokimya; atmosferin üst katlarında meydana gelen olaylar, meteoroloji ve atmosfer fiziği;
yeryüzündeki biyolojik canlı yaşamı (biyosfer) botanik, zooloji, biyoloji, ekoloji gibi farklı disiplinler,
tarafından da araştırılmaktadır (Bekaroğlu, 2013). Yeryüzünün toprak örtüsündeki ve özellikle toprak
gelişimindeki değişimleri ve bozulmaları inceleyen toprak coğrafyası, toprak bilimi (pedoloji) ile birlikte
pedosferi araştırma konusu yapmıştır. Yer-atmosfer-okyanus sistemindeki suyu inceleyen hidroloji,
özellikle hidrolojik döngüdeki süreçler ile yeraltı suları ve krayosferdeki suyu incelemektedir.
Jeokrayoloji ise, Yer’in kar, buz, buzul ve donmuş yüzeylerini inceleyen bir bilim dalıdır (Bekaroğlu,
2013).
Türkiye’deki ve dünyadaki bilim alanlarındaki hızlı gelişmeler nedeniyle Türk fiziki coğrafyası, ilgi
alanına giren konuları araştırmakta 1960’li yıllardan itibaren gittikçe artan sorun ve yetersizlikler
yaşamaya başlamış, fen/doğa bilimleri topluluğunun gelişimine ayak uydurmakta zorlanmış, zamanla
ortaya çıkan boşluk, mühendislik formasyonu ile yetişen uygulamacılar tarafından doldurulmuştur
(Kayan, 2000). Benzer bir durum beşeri coğrafya için söylenebilir ki, bütün bunlar yapısal ve bağlamsal
bazı nedenlere dayandırılabilir. İlki, Türk coğrafyasındaki dönemin hâkim paradigmaları (çevresel
determinizm ve bölgesel yaklaşım) ve hiçbir zaman ekseninden ayrılmadığı okul coğrafyasına
odaklanma durumudur. Bu, coğrafyacıların dikkatini başka bir yöne çekerek yeterince
uzmanlaşamamasına ve bilimsel bakımdan derinleşememesine yol açmıştır.
İkincisi, akademik kadro ve kapasite yeterliliği, alt yapı ve araştırma olanakları, kurumsal yapı ve
bilimsel konumlanmayı (toplumun yaygın kabulünü de) içerecek biçimde, çoğunlukla olumsuz yapısal
özelliklerdir. Zira belirtilen özelliklerin hiçbirisi Türkiye’deki coğrafya ile ortak ilgi alanlarına sahip diğer
disiplinlerdeki hızlı bilimsel, teknik ve mesleki gelişmelere ayak uydurmaya, bilhassa fen/mühendislik
alanlarıyla rekabet edebilmeye uygun bir yapı ortaya koymuyordu.
Üçüncüsü, Türk fiziki ve beşeri coğrafyası, dünyadaki coğrafyanın bilim felsefesindeki değişiklikleri de
yeterince izleyememiştir. Türk Fiziki coğrafyası, Batı’da 1950’lerden itibaren benimsenmeye başlayan
pozitivist yaklaşımı ihmal ederek, alt disiplin içinde meydana gelen bilimsel devrim ve süreç devrimini
güçlü biçimde kavrayamamıştır. Oysa dünyada fiziki coğrafya, 20. yüzyıl ortasından itibaren devrimsel
bir dönüşüm yaşamak suretiyle yeryüzündeki mekânsal örüntü ve bunu yaratan dinamikleri şekil olarak
değil, süreç ve mekanizma olarak incelemeye başlamış; önceki çalışmalardan farklı olarak,
yeryüzündeki olgular ve bunlarda rol oynayan süreçlerin ölçüm, gözlem, analiz ve modelleme yoluyla
23
Özgür ve Yavan
Türk Coğrafyacılarının İç Hesaplaşması: Neden Başaramadık? Nasıl Başarabiliriz?
açıklanmasına girişmiştir. Ayrıca özellikle 1980 sonrası fiziki coğrafya üzerinde sistem yaklaşımı8 ve
geçmişteki ortam değişimleri yaklaşımları da etkili olmuştur (Bekaroğlu, 2013; Karabulut, 2013). Beşeri
coğrafya ise gelişmiş dünyada felsefi açıdan neo-Kantist bir bakış açısından 1950’lerde neo-pozitivist,
1970’lerle birlikte de çok paradigmalılığa (Tekeli, 2010, 2012; Öztürk ve Karabağ, 2013; Yavan, 2005b)
doğru hızla yol almış; sosyal bilimlerin gereksinimleri ve varsayımları için gelişmiş matematiksel ve
istatistiksel yöntemleri aynı zamanda da etnografik ve odak grup gibi nitel araştırma yöntemlerini
kullanan yüksek beceri düzeyine sahip bir disiplin üretmiştir. Gelişmiş dünyada görünürlüğü artan
beşeri coğrafya, sosyal ve beşeri bilimler arasında varlığını hissettirmiştir. Bu sayede çok sayıda
disiplinlerarası dergide (Theory Culture and Society, Cultural Studies, Review of International Political
Economy ve Political Studies gibi) yayın yapabilme olanağı bulan beşeri coğrafyacıların kendi dergileri
de (Economic Geography, Progress in Human Geography, Transactions of the Institute of British
Geographers gibi) yüksek bir profil sergilemiştir (Thrift, 2002).
Son olarak coğrafyanın uğraş alanına giren konularla Türkiye’de 1960’larda belirginleşen, 1970’lerde
kurumsallaşan ve 1980 sonrası egemen hale gelen fen ve özellikle de mühendislik alanlarının
ilgilenmesi olgusu, coğrafyanın bugünkü konumunda belirleyici etmenlerden biri olmuştur (Tablo 1).
Bu konuyu Pérouse (2012) makalesinde kullandığı bir alt başlıkla açıkça ve çok iyi özetlemektedir:
“Hala Çoğunlukla Başkaları Tarafından Yapılan Bir Coğrafya ”. Pérouse (2012:4) makalesinde tıpkı
Fransa’da olduğu gibi, Türkiye’de de coğrafyanın kurumsal coğrafya alanının dışındaki kişilerce
yürütüldüğünü ve tartışmaların bölge planlamacıları, çevre mühendisleri, iktisatçılar ya da siyaset
bilimciler tarafından gerçekleştirildiğini belirtmektedir.
Tablo 1. Coğrafyanın alt dallarıyla ilgili fen ve sosyal bilim alanları
Fen Bilimleri
Jeoloji
Jeoloji Mühendisliği
Meteoroloji Mühendisliği
Fiziki Coğrafya
Jeomorfoloji
Sosyal Bilimler
İktisat
Beşeri Coğrafya
Ekonomik Coğrafya
Klimatoloji
Kentsel Coğrafya
İnşaat (Hidroloji)
Mühendisliği
Hidrografya
Biyoloji-Botanik
Orman Mühendisliği
Ziraat Mühendisliği
(Toprak Bilimi)
Çevre Mühendisliği
(Ekoloji) Peyzaj Mimarlığı
Bitki Coğrafyası
Şehir ve Bölge
Planlama
Siyaset Bilimi
Uluslararası İlişkiler
Demografi
Toprak Coğrafyası
Sosyoloji
Sosyal Coğrafya
Çevre Sorunları ve
Kırsal Çalışmalar
Kültürel Coğrafya
Jeodezi ve Fotogrametri
(Harita) Mühendisliği
Kartografya, Coğrafi
Bilgi Sistemleri ve
Uzaktan Algılama
Halk Bilim
Sosyal Antropoloji
Tarih
Arkeoloji
Siyasi Coğrafya
Nüfus Coğrafyası
Tarihi Coğrafya
Kaynak: Yazarlar
Türkiye’de fiziki coğrafyacılar için jeomorfoloji, bir süreliğine topluluk oluşturmaya (Erinç, 1973; Erol,
1993) ve meslek (jeomorfolog) tanımlamasına kadar varan en önemli direnç ve tutunma noktası
oluşturmuşsa da; fiziki coğrafyanın odağında yer alan kürelerdeki mekânsal örüntü ve bu örüntüleri
yaratan yerel, bölgesel ve küresel dinamikleri kavramaktan; daha da önemlisi küreler arasındaki
ilişkileri ve bunların zamana bağlı değişimini incelemekten uzaklaşıldığı için Türkiye’de genel olarak bu
coğrafya alanı kimlik aşınmasıyla karşı karşıya kalmıştır9. Bununla birlikte fizik, kimya, biyoloji ve
matematik tabanlı eğitim veren fen ve mühendislik alanları, kalkınmanın fen ve teknik sayesinde
olacağı ön kabulünün güçlü olduğu Türkiye gibi bir toplumsal yapıda, edebiyat fakültesinde
8
Birbirleriyle ilişkili olan bir dizi fenomenin yer aldığı birliktelik olarak tanımlanabilen sistemin odak noktasında, yalnızca
fenomenlerin yapısal bağlantıları değil, aynı zamanda bunların fonksiyonel olarak nasıl ilişkili olduğunun anlaşılması
bulunmaktadır.
9
Jeomorfolog adıyla fiziki coğrafyanın yeryüzü şekillerini inceleyen bir alt alanı (jeomorfolojiyi) esas alan bir meslek tanımı
yerine, fiziki coğrafyayı bütünüyle kapsayan tanımlama yoluna gidilseydi; belki bugün fiziki coğrafyanın tanınırlığı ve
kurumsallaşması daha ileri bir düzeye ulaşacak, aynı zamanda beşeri coğrafya için de bir kapı aralanmış olacaktı.
24
Özgür ve Yavan
Türk Coğrafyacılarının İç Hesaplaşması: Neden Başaramadık? Nasıl Başarabiliriz?
konumlanmış fiziki coğrafyanın araştırma konularını ve olası gelişme alanlarını kısa sürede
denetimlerine almıştır. Bugün fen ve mühendislik fakültelerinin jeoloji, meteoroloji, jeodezi ve
fotogrametri, çevre, ziraat, inşaat, biyoloji disiplinlerinde sözü edilen altı küreyi ayrıntılı biçimde
inceleyen programlar bulunmakta; jeoloji, meteoroloji, jeodezi ve fotogrametri (harita)
mühendisliklerinde fiziki coğrafyanın temel derslerinden olan jeomorfoloji, klimatoloji, kartografya, CBS
ve UA teknikleri dersleri okutulmaktadır. Hatta son yıllarda dünyadaki hızlı ve heyecanlı gelişmelere
paralel olarak (Pitman, 2005), Türkiye’de de bağımsız Yer Sistem Bilimi (Bkz. YSB, 2013) yer bilimleri
(Bkz. YB, 2013) ve çevresel bilimler (Bkz. ÇB, 2013) perspektifleri gelişmektedir.
Türkiye’de 27 Mayıs (1960) askeri müdahalesi sonrası oluşan yönetimin akılcılığa ve ülke kalkınmasını
bilgiye dayalı gerçekleştirecek bir kurum olarak Devlet Planlama Teşkilatı’nı (1961) kurduğu yıllarda,
henüz ülkenin planlama konusunda yetişmiş insan gücü yoktu (Tekeli, 2008). Bu gereksinimi
karşılamak üzere Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde (ODTÜ) Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nde 19611962 döneminde başlayan yüksek lisans ve bir yıl sonrasında lisans programlarının açılması, Türk
beşeri coğrafyasını yakından ilgilendiren bir diğer olaydır. Zira o yıllarda Türk beşeri coğrafyası,
genelde dünyada kendi alanında yaşanan gelişmeleri izlemekten ve uygulamaktan uzak şekilde
varlığını sürdürürken; bölge biliminin gelişmesinde de katkı sahibi olan (Yavan, 2007) ve neo-pozitif
coğrafyanın Amerika’da ortaya çıkan kantitatif devrimini benimsemiş bir planlama disiplini (Tekeli,
2010:2) Türkiye’de temelleniyordu. Şehir ve bölge planlama alanında bilimsel olma savı taşıyan bir
plancının düşüncelerine altlık oluşturacak bilim felsefesini büyük ölçüde beşeri coğrafya sağlamıştır. O
nedenle de neo-pozitivist ve 1970’lerden itibaren çok paradigmalı coğrafya anlayışları, Türk beşeri
coğrafyasından ziyade planlama alanında yankı bulmuştur. ODTÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nde
yirmi yıl boyunca verilen “Kent Planlama Araştırmasında Metot” isimli lisansüstü dersinin coğrafya
felsefesi çizgisinde gelişmesi (Tekeli, 2010:7) ve plancıların Amerikan coğrafyacısı Alonso’nun mekân
organizasyonu kuramlarından etkilenmiş olması (Tekeli, 2009:5) ve “ Mekân Organizasyonlarına Makro
Yaklaşım” konulu Türkiye’deki ilk makrocoğrafya çalışması (Tekeli, 2008:21) bu durumu açıkça
özetlemektedir. Bugün planlama disiplini beşeri coğrafyadan felsefi temellerini almanın yanında,
Türkiye’de sayıları yirmiyi bulan şehir ve bölge planlama bölümündeki akademisyenler, beşeri coğrafya
içeriğine sahip araştırmalar yapmakta10 ve dersler vermektedir.
Daha 19. yüzyıl sonunda dünyada analitik olmayan sentezci yönelimleriyle coğrafya, sosyal gerçekliği
araştırmak üzere aralarında açık bir işbölümü geliştirmiş olan diğer disiplinlerin gerisine düşmüştü
(Gülbenkian Komisyonu, 2011:31). İkinci Dünya Savaşı sonrasında ise; sosyal bilimlerin bir yandan
insana dayalı olmayan sistemleri inceleyen doğa bilimlerinden, diğer taraftan da uygar insan
toplumlarının kültürel, zihinsel ve manevi üretimlerini inceleyen insan bilimlerinden kesin olarak
ayrışmış, kendilerine özgü alanın diğer alanlardan konusal ve yöntemsel açıdan farklı olduğunu
göstermeye giriştiği (Gülbenkian Komisyonu, 2011:36) bir dönemde, politik ve akademik ilginin
ilerleme ve sosyal değişime odaklanması, sosyal yaşamın zaman boyutunu çok önemli hale getirirken
mekân, olayların meydana geldiği ve süreçlerin işlediği bir platform olarak kabul edildiği için
etkisizleşmiş ve anlamsızlaşmıştı. Türkiye’de hem bu nedenle hem de ülkedeki coğrafya anlayışıyla
ortak bir zemin bulunamamasından dolayı, ekonomi, sosyoloji, siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler,
demografi gibi diğer sosyal bilimler ile beşeri coğrafya arasında yakın yıllara kadar hep bir mesafe
olmuştur. Türk coğrafyasını çok yakından bilen ve 20 yıldır Türkiye ve İstanbul üzerine çalışan Fransız
coğrafyacı Pérouse (2012:3) bu durumu ”Türkiye coğrafyasının henüz sosyal bilimler ailesine dâhil
olmadığı” şeklinde çok açık ve çarpıcı biçimde ortaya koymaktadır. Ancak sosyal bilimler ile beşeri
coğrafya arasındaki uzak mesafe, son 10 yılda az da olsa aşılmaya başlanmıştır.
3.3. Türkiye’de coğrafyanın en zor yılları: Bilimsel topluluktan uzaklaşma (1981-2000)
Türk coğrafyası için en zor yılları içeren bu dönemin geçmiş dönemin duraklama evresinden devraldığı
olumsuzluklara ek olarak, ülke ve dünya bağlamında iki önemli olgusundan söz edilebilir: “12 Eylül
Askeri Müdahalesi” ve “Küreselleşme” dalgasıyla dünyada yaşanan değişim ve dönüşümün hız
kazanmaya başlaması.
1980 askeri müdahalesi ardından, milli eğitim sistemi ve Yükseköğretim Kurulu (YÖK) gibi yeni
kurumsallaşmalarla üniversite sistemi büyük çapta değişmiştir ki, bu durum coğrafya ve eğitiminde de
10
Gerçekten de SSCI indeksinde taranan uluslararası beşeri coğrafya dergilerinde 1945-2004 döneminde yapılan yayınlar (hem
yayın sayısı, hem alınan atıf sayısı bakımından) dikkate alındığında, Türkiye’deki beşeri coğrafyayı şehir ve bölge plancıların
coğrafyacılardan daha fazla ve güçlü bir biçimde temsil ettiği açıkça görülmektedir (Yavan, 2005).
25
Özgür ve Yavan
Türk Coğrafyacılarının İç Hesaplaşması: Neden Başaramadık? Nasıl Başarabiliriz?
önemli sonuçlar yaratmıştır. Bunlardan ilki ve kuşkusuz en önde geleni, edebiyat fakültelerindeki
coğrafya enstitüleri ve dolayısıyla yarı-bağımsız sertifika-kürsü programlarının işlevsizleştirilerek
anabilim dalı adıyla coğrafya bölümü çatısı altında birleştirilmesi; ikincisi, eğitim fakültelerinde coğrafya
eğitimi bölümlerinin açılması, üçüncüsü de orta dereceli eğitim kurumlarındaki coğrafya derslerinin
program ve içeriklerinin değiştirilmesidir.
Her ne kadar olması gerekenden daha fazla kürsü var idiyse de yarı-bağımsız kürsü sisteminin
kaldırılmasının kısa ve uzun vadeli olumsuz etkileri olmuştur. Bu uygulama, bir yandan fiziki coğrafya
ve jeoloji kürsüsünden lisans diploması alanların jeomorfolog unvanı kazanmasını ortadan kaldıran bir
sonuç doğurmuş (Erol, 1993), diğer yandan beşeri coğrafyanın bağımsız bir alan olarak gelişmesini
sekteye uğratmıştır. Araştırma konuları, paradigmaları ve metodolojileri bakımından birbirinden çok
farklı fiziki ve beşeri coğrafya alanlarının bölüm çatısı altında toplanması, dünyada mekân kavramının
yeniden keşfedildiği ve ona yeni anlamların yüklendiği bir döneme girilirken; Türk coğrafyasını ve tek
istihdam alanı olarak lisans mezunlarını bütünüyle okul coğrafyasına yöneltmiştir.
Bununla birlikte yeni dönemin eğitim politikalarındaki askeri ve ulusalcı/milliyetçi söylem, kısa sürede
coğrafyayı orta öğretim kurumlarında “milli coğrafya”ya dönüştürmüştür. Coğrafya derslerinde
Türkiye’ye siyasi, ekonomik ve askeri bakımdan yüklenen köprü göreviyle ülkenin jeopolitik önemi ve
çeşitli kimlikleri birbirine bağlama gücü, yurt metaforuyla da uğruna ölünecek vatan
kavramsallaştırması ön plana çıkarılmıştır (Çalışkan, 1994; Özgen, 2011). 1930’larda coğrafya, Anadolu
toprakları ile sınırlanan resmi ulusçuluk, coğrafi bir tarih okumasıyla yaşanılan ülke ile anavatanı
birbirine bağlamışken, (Durgun, 2012a ve 2012b) 1980’lerin milli coğrafyası, devletin milliyetçilik
ideolojisiyle bağlantılı olarak bireyi; “ülkelerden meydana gelmiş bir bütün olarak mümkün olabilen bir
dünyada, coğrafi konumu ile bir köprü özelliği taşıyan, iç ve dış tehditlerle daima yüz yüze olan bir
ülkenin sınırları içinde, toprakları kutsal bir yurtta yaşayan biri” (Çalışkan, 1994:167) olma eksenine
konumlandırmıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarından beri okul coğrafyasına yansıyan muhafazakâr
(milliyetçi) ideoloji, Türk coğrafyasının gelişen çok paradigmalı coğrafyada yer alamamasında (Tekeli,
2012) ve kutsadığı kendi coğrafyasını yaratmada etkili olmuştur.
12 Eylül’ün anarşiden sorumlu tuttuğu kurumlar arasında yer alan üniversite ve akademisyenler, yeni
rejimden genel olarak da olumsuz etkilenmiştir (Tekeli, 2004 ve 2009). Yeni anlayış, daha önce kendi
bütçeleri olan enstitülerin bu özerkliğini ellerinden almış, ödeneklerini kısmış, akademisyenlerin
araştırma ve yayın yapmalarını, üniversite destekli yurtdışına çıkışını durma noktasına getirmiş ve
uluslararası kitap ve periyodiklere ulaşmasını güçleştirmiştir. Oldukça pahalı bir alan olan coğrafyanın
(Hütteroth, 1992) mali kaynakların azalmasıyla yapılabilmesi daha da zorlaşmıştır. Henüz
bilgisayarların yaygınlaşmadığı ve internetin olmadığı bu dönemdeki gelişmeler, asıl etkisini
coğrafyacıların uluslararası toplulukla zaten zayıf olan bağlantısının kesilmesi şeklinde göstermiştir 11.
Ayrıca askeri yönetimin baskıcı uygulamaları, akademik özerkliğin de ihlal edilmesine yol açmıştır.
Üniversiteyi devlet dairesi/okulu, akademisyenleri memur/öğretmen (hatta araştırma görevlilerini
neredeyse bir hiç) olarak gören bir idari/akademik yapılanma, dönemsel olarak derin izler bırakmıştır.
Öyle ki bu yıllar, üniversite eğitim-öğretim programlarının standartlaştırıldığı, verilecek derslerin
belirlendiği (Tekeli, 2004), performans ölçütlerine dayanmayan sözleşmeli akademisyenliğin başladığı,
öğretim elemanlarının sıkıyönetim komutanlıklarının isteği doğrultusunda görevlerine kolayca son
verildiği ve hatta araştırma görevlilerinin koridor nöbeti tuttuğu bir döneme karşılık gelmektedir.
1980’li yıllarda akademik coğrafyada asker kökenli yöneticilerin telkiniyle Türkiye Coğrafyası; akademik
yapılanma (anabilim dalı), araştırma merkezi (Türkiye Coğrafyası Araştırma ve Uygulama MerkeziTÜCAUM, 1988), ders (eğitim fakültelerinde okutulan Türkiye Coğrafyası ve Jeopolitiği dersi gibi)
bağlamında önem kazanmıştır. Bugün coğrafya bölümü programlarındaki Türkiye coğrafyası ve
türevlerine ilişkin ders yoğunluğu (Kaya, 2010:235) biraz da bundan kaynaklanmaktadır. Bu yıllarda
İstanbul’da Deniz Bilimleri ve Coğrafya Enstitüsü’nün (1982), Ankara’da Atatürk Kültür, Dil ve Tarih
Yüksek Kurumu’nda bir Coğrafya Bilim ve Uygulama Kolu’nun (1988) kurulması, coğrafya adına olumlu
gelişmeler olmakla birlikte bu kurumlarda coğrafyanın varlığı kısa ömürlü olmuştur (Kayan, 2000).
Bu dönemin bir başka özelliği, Türkiye’de coğrafya (13) ve coğrafya eğitimi (8) bölümlerinin sayısının
artması (toplam 21) ve ülke sathına yayılmasıdır. Bu çoğalma ve yayılma, genel olarak akademisyenleri
11
Bu coğrafyacıların yaptıkları yayınlarda kullandıkları referanslarda bile gözlenmektedir. Zira yayınların çoğu eski modadır ve
çalışmaların atıflarında yabancı kaynakların oranı çok düşük ve eski tarihlidir.
26
Özgür ve Yavan
Türk Coğrafyacılarının İç Hesaplaşması: Neden Başaramadık? Nasıl Başarabiliriz?
(özellikle de birkaç öğretim üyeli bölümlerdekileri) aşırı ders yükleri altında ezilen öğretmenlere
dönüştürmüş; akademik coğrafyada ciddi nitelik sorunları yaratmış (Erinç, 1997; Gümüşçü, 2012;
Hütteroth, 1992; Kayan, 2000; Tümertekin, 2001) ve bilimsel nesnellikten uzaklaşmaya ve kalite
güvencesi eksikliğine (Yavan, 2012) yol açmıştır. Bu çerçevede Türk coğrafyacılarının büyük ölçüde
temel amacı, diğer sosyal ve fen bilimleriyle etkileşim halinde bilim yapmaktan ziyade, akademik unvan
almak ve öğretmen yetiştirmek olmuştur. Coğrafyanın atılım yaptığı yıllarda akademik yaşamlarına
başlayan üçüncü ve dördüncü kuşak coğrafyacıların emekliliği ile YÖK sisteminin fırsat yoksunu yeni
kuşağının belirmesi, aynı döneme denk gelmiştir ki, akademik coğrafyanın nitelik kaybında bu da bir
etkendir. Coğrafya eğitimi bölümlerinin açılması ise, coğrafya bölümlerinden mezun olan öğretmen
adaylarının çoğunluğunu istihdam sorunlarıyla karşı karşıya bırakmıştır (Kayan, 2000). Bu durum,
1990’ların sonunda 28 Şubat (1997) süreciyle daha da belirginleşmiştir. Bu durum idari kararlardaki
değişkenlik nedeniyle halen tartışma konusu olmaya devam etmektedir.
Bu dönemin zorluğunu arttıran ikinci temel olay, bilgi teknolojilerindeki ilerlemelerin etkilerinin
Türkiye’de hissedilmeye başlaması ve coğrafyanın buna uyum sağlayamamasıdır. Bu yıllarda bilgi
teknolojileri alanındaki ilerlemelerle coğrafyayı ilgilendiren bilgisayar destekli çizim ve analiz
programlarının ülkeye girişi söz konusu olmuştur. Bir bakıma mekânsal analiz geleneğinin yeni araçları
olarak Coğrafi Bilgi Sistemleri (CBS) ve Uzaktan Algılama (UA) teknikleri coğrafyaya şehir ve bölge
planlama, jeodezi ve fotogrametri, harita mühendisliği ve peyzaj mimarlığı gibi alanlardan çok daha
geç girmiştir ki bu coğrafyacılar için bir fırsatı daha kaçırma anlamına gelmektedir.
Özetle coğrafyanın bu dönem boyunca uluslararası, hatta ulusal bilimsel topluluktan ve normlarından
kopuşunda ve kendi coğrafyasını yaratmasında; coğrafyacıların hızla çoğalan coğrafya paradigmalarını,
gelişen bilimsel araştırma yöntem ve (CBS ve UA’yı da içeren) tekniklerini benimsemedeki
isteksizliğinin, iş dünyası, politika ve topluma bilgi üretme konusundaki yetersizliklerinin, dönemin
sosyo-politik olaylarının ve coğrafyanın akademik dünyasındaki çeşitli olaylarla ortaya çıkan nitelik
kayıplarının rolü büyüktür.
3.4. Yeniden canlanma evresi: Yeni arayışlar ve uyum çabaları (2001 sonrası)
2000’li yıllarla birlikte Türk coğrafyasının “yenilikçi coğrafyacılar” (Karabulut, 2012) arasında yeni
arayışların kendini gösterdiği bir evreye girilmiştir. Bu canlanma, aynı zamanda coğrafya için bir sorun
olduğunu düşünmeyen ve geleneksel coğrafya anlayışını sürdüren coğrafyacılarda da bir kıpırdanmaya
yol açmıştır. Türkiye’de coğrafya alanındaki bu uyanış rastlantısal değildir ve canlanma konusunda
önemli olabilecek birkaç temel noktanın altının çizilmesi gerekir.
Bunlardan ilki, son yıllarda dünyada, toplumların ve bilimin hızla değişmesine, dönüşmesine yol açan
bir geçiş döneminden geçilmesidir. Küreselleşme dinamikleri ve disiplinler arası çalışmaların bilim
alanlarını yeniden şekillendirdiği bu süreçte, mekân/coğrafya yeniden keşfedilmekte 12, coğrafi
yaklaşımların önemi fark edilmektedir (Kaya, 2010). Ayrıca yerel bilginin artan değeri de bu öneme
katkı sağlamaktadır. Böylece bir yandan ekonomi, sosyoloji, siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler,
demografi gibi disiplinlerin çalışmalarına mekânsal boyut katmaya başlamaları sayesinde Türkiye’de de
bu disiplinlerin beşeri coğrafyaya bakışı değişmiş, diğer yandan da 20. yüzyıl boyunca Türk
coğrafyasının ve sosyal bilimlerinin “uyuyan güzeli” rolündeki beşeri coğrafya, yeni yüzyılda uyanmış
ve sessizliğini bozmuştur.
İkincisi, bu sürecin aynı zamanda, ulaşım ve iletişim olanaklarının arttığı ve ucuzladığı, dünyayı
küçülten ilerlemeleri de içermesidir. Bu sayede insan ve fikir hareketliliğinde belirgin bir artış yaşanmış;
internet aracılığıyla bilimsel bilgiye ulaşma kolaylaşmıştır. Fakat asıl önemlisi, bu ilerlemelerle yurtdışı
deneyimi olmayan akademisyenlerin de farkındalıklarının ve motivasyonlarının yükselmiş olmasıdır.
12
Coğrafyanın/mekânın diğer bilim dalları tarafından keşfedilmesine en çarpıcı örnek iktisatçı Krugman’ın “ekonomik coğrafyaya
yaptığı katkıdan dolayı” 2008 yılından Nobel ödülünü almasıdır. Nitekim Krugman, coğrafyanın önemini keşfederek (Krugman,
1991) bunu İktisat bilimine taşımış ve “Yeni Ekonomik Coğrafya Modeli” adı verilen bir kuramsal çerçeve geliştirmiştir.
Krugman’a bu başarısından dolayı 2009 yılında da Amerikan Coğrafyacılar Birliği (AAG) “Honorary Geographer” (Fahri/Onursal
Coğrafyacı) ödülünü/üyeliğini vermiştir. Coğrafyanın yeniden keşfedilmesi sadece iktisat bilimine has değildir. Son yıllarda edebi
ve kültürel çalışmalar, sosyoloji, siyaset bilimi, antropoloji, tarih ve sanat tarihi gibi alanlarında ortaya konulan çalışmalar giderek
“mekânsal” hale gelmiştir. Warf ve Arias (2009) bu durumu “mekânsal dönüş” (spatial turn) olarak kavramsallaştırmaktadır.
27
Özgür ve Yavan
Türk Coğrafyacılarının İç Hesaplaşması: Neden Başaramadık? Nasıl Başarabiliriz?
Üçüncüsü, Avrupa’da ortak bir yükseköğretim alanı yaratma fikriyle doğan ve 2001 yılında Türkiye’nin
katıldığı Bologna Süreci’nin13 akademik coğrafyanın bilimsel gelişmesindeki katkılarıdır (Yavan, 2012).
Bu süreçle pek çok gelişme yaşanmakla birlikte temel etki, yükseköğretimde öğrencilerin ve öğretim
elemanlarının uluslararası hareketliliği ile kalite ve yeterlilik arayışlarında olmuştur. Böylece
küreselleşme ve AB süreçleri, bilim insanlarına geniş çerçeveli fiziksel ve sanal hareketlilikle yurtdışı
temas olanağı sağlamıştır.
Dördüncüsü ve belki de en önemlisi, 1990’ların ortalarından itibaren ABD ve İngiltere’ye lisansüstü
eğitim almak üzere yurtdışına giden genç coğrafyacıların, 2000’li yılların başında Türkiye’ye dönmesi,
buna ek olarak Avustralya, Kanada, Hollanda ve Güney Kore gibi ülkelere ziyaretçi araştırmacı olarak
giden coğrafyacıların sayısının artması sonucu, “Anglo-Amerikan coğrafya perspektifi”nin ülkeye
geçmişte hiç olmadığı kadar güçlü bir giriş yapmasıdır. Bu gruba, şehir ve bölge planlama, iktisat,
sosyoloji ve siyaset bilimi-uluslararası ilişkiler disiplinlerine mensup ancak yurtdışında coğrafya
alanında yüksek lisans, doktora ya da araştırmalar yapan araştırmacıları da katmak gerekir.
Beşincisi, bazı üniversitelerin akademisyenlere atama-yükseltilme kriterleri çerçevesinde SCI ve SSCI
endekslerinde taranan dergilerde yayın yapma zorunluluğu getirmesidir. Bu zorunluluk, yurtiçinde
lisansüstü eğitim almış coğrafyacıları motive etmiş ve onların uluslararasılaşma çabası içine girmelerine
yol açmıştır.
Yeni arayışlar ve uyum çabaları döneminin yukarıda ana hatlarıyla verilen olumlu gelişmelerinin Türk
coğrafyasında çok önemli yansımaları olmuştur:
(1) Özgüven sahibi “yenilikçi coğrafyacı”ların Türkiye’deki mevcut coğrafi anlayışı tartışmaya açmaları
bunlar arasında kuşkusuz en önemlisidir. 2000’li yılların başında Türk Coğrafya Tartışma Listesi isimli
bir e-posta platformunda (Arı, 2007), daha çok sanal ortamda ve görece cılız bir tonda başlayan
tartışmalar; kısa sürede bilimsel toplantılara (Arı ve Köse, 2005, Kaya, 2005, Yavan, 2005b), yayınlara
(Arı, 2005, Yavan, 2005a) ve projelere (Piri Reis Projesi, 2011) taşınmış, nihayet 2012 yılında bir
dernek (Coğrafyacılar Derneği, 2012) çatısı altında örgütlenme aşamasına ulaşmıştır. Bu dernek, 19-21
Haziran 2013 tarihlerinde İstanbul’da “Coğrafya: Yeni Yüzyılda Fırsatlar ve Tehditler ” adıyla
düzenlenen birinci yıllık kongresi ile bu örgütlenmeyi faaliyete dönüştürmüştür.
(2) Coğrafya, ülkenin değişik üniversitelerinde çalışan gittikçe artan sayıdaki akademisyen ile yeniden
uluslararasılaşmaya başlamıştır. Bu, geçmişteki uluslararasılaşma eğilimlerinden farklı olarak Amerikan
ve İngiliz coğrafya anlayışına bağlantılı şekilde ve daha çok genç akademisyenler aracılığıyla
gelişmektedir. Tüm dünyada bilim dilinin İngilizce olması ve iletişim olanakları da bu gelişmeye destek
olmaktadır. Artık coğrafya disiplinine hizmet eden pek çok akademisyen IGU, AAG, EAG, RSAI, ERSA,
EAPS, EUROGEO, INQUA, EGU, PAGES, EUCC, FLAG gibi mesleki örgütlenmelerin/grupların üyesi ve
aktif katılımcısıdır. Yeni nesil coğrafyacıların akademik faaliyetleri incelendiğinde; SCI ve SSCI’da
endekslenen dergilerde makale yayınladıkları ve hakemlik yaptıkları, uluslararası kitap/kitap bölümü
yazdıkları, sözü edilen ciddi meslek örgütlerinin kongrelerinde bildiri sundukları, çalışmaları için atıflar
ve ödüller aldıkları, Avrupa ve Amerikan üniversitelerinde ziyaretçi araştırmacı ve uluslararası projelere
yürütücü/araştırmacı olarak ortak oldukları saptanmaktadır.
(3) Harvey’i (1984:7) haklı çıkaracak şekilde; “coğrafyanın coğrafyacılara bırakılamayacak kadar önemli
olduğu”nun uzun yıllardır zaten farkında olan sosyal ve fen bilimciler, son zamanlarda coğrafyacılarla
işbirliği yapmaya ve onların toplantılarına katılmaya ve bilgi paylaşmaya başlamıştır. Bu, Türkiye’de
ulusal ve yerel kaldığı ifade edilen coğrafi düşüncenin, küresel düşünen diğer bilim alanlarıyla (Kaya,
2010:236) daha sağlıklı bir iletişim kurduğunu gösteren ve geçmişte ender rastlanan yeni bir
gelişmedir.
(4) Yenilikçi coğrafyacılar, akademik üretimlerinin sadece coğrafya öğretmeye yönelik olamayacağı
gerçeğinin farkındadır ve bu nedenle de birey, toplum, politika, ekonomi ve medyanın hizmetine
çağdaş coğrafi anlayışta ürünler verme gayreti içine girmiştir.
13
Bologna Süreci, tüm Avrupa'da lisans ve lisansüstü eğitimi ile akademik konularda standartlar geliştirmek ve ayrılıkları en aza
indirgeyerek eğitim sistemlerini bağdaştırmak ve Avrupa'da birbiriyle tam uyumlu bir yükseköğrenim alanı yaratmak amacıyla
oluşturulmuş bir programdır.
28
Özgür ve Yavan
Türk Coğrafyacılarının İç Hesaplaşması: Neden Başaramadık? Nasıl Başarabiliriz?
4. Türk Coğrafyası İçin Bir Öngörü/Vizyon Gereksinimi: Nasıl Başarabiliriz?
Günümüzde her bilim alanının ve kurumsal yapının kendisine küresel bir perspektiften bakması ve
performansını yükseltebilmek, hedeflerine ulaşılabilmek üzere yapılması gerekenlere yol göstermek
(Tekeli, 2010; Türkiye Bilimler Akademisi-TÜBA, 2007; Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma
Kurumu-TÜBİTAK, 2004), aynı zamanda kurumsal kültürünü ve kimliğini geliştirmek ve güçlendirmek
(Devlet Planlama Teşkilatı-DPT, 2006) için bir öngörü (vizyon) belirlemesi gerekmektedir. Bu yüzden
Türk coğrafyasının tüm dünyada ve üniversitede yaşanan değişim ve dönüşümleri bir ana çerçeve
olarak alması, temel hedeflerini ortaya koyduğu bir öngörü geliştirmesi ve ardından yapılması gereken
eylemleri belirlemesi ve uygulaması, başarıya ulaşmasında önemli adımlar olacaktır.
4.1. Dünyada üniversite kurumunun ve akademik yaşamın değiştiğinin farkında olmak
Son yıllarda ulus-devletler dünyasının üniversitesinden bilgi toplumunun üniversitesine doğru bir geçiş
yaşanmaktadır (Tekeli, 2004:52). Bir başka ifade ile dünyada üniversiteler, Alman idealizmine dayalı
bilim için bilim yapan, bilimsel bilgi üretiminin ücretsiz olduğu ve dağıtıldığı, üniversitenin evrensel
eğitim ve kültür oluşturmayı hedeflediği von Humbolt tipi klasik modern üniversite modelinden, bir
nevi Amerikan modeli olarak adlandırılabilecek pratik sorunların çözümü ve fayda/para kazanmak için
öğretim ve araştırma yapan, piyasanın talep koşullarını merkeze alan ve adeta şirketler gibi yönetilen
girişimci üniversite modeline evrilmektedir. Açıkçası bilgi toplumuna ve bilgi ekonomisine doğru yol
alan bir dünyada, beklentilerin değişmesi nedeniyle üniversite ve bilim alanları yeniden yapılanmak ve
dönüşmek zorunda kalmaktadır (Tekeli, 2011a:212). Yükseköğretim, tüm dünyada yaşam boyu ve
yeniden eğitilmeyi de içeren bir yığınlaşma; ulusal olmaktan çıkarak öğrenci, program ve kurumsal
hareketliliği kapsayan bir uluslararasılaşma; kamudan sağlananlar dışında kaynak yaratma, bu
kaynakların çeşitlendirildiği bir mali (finansal) yapı oluşturma ve yine bu gerekçeyle özelleşme; hesap
verebilirlik, bağımsız kalite güvencesi, denklik (akreditasyon) ve özerkleşme süreçlerini yaşayan
“girişimci üniversite”ye doğru bir değişim yaşamaktadır (Tekeli, 2011a).
II. Dünya Savaşı sonrasında, Alman üniversitelerinin bilim alanındaki öncülüğü Amerikan
üniversitelerine devretmesi, entelektüalizm ile pragmatizmi bir araya getiren yeni bir üniversite tipi
doğurmuştur (Tekeli, 2004). Yeni üniversite, kendisini bilim dünyasına hapsetmeyen; dış dünyanın
taleplerine uyum sağlayan ve pratik sorunların çözümü için eğitim ve araştırma yapan bir hizmet
üniversitesi niteliği kazanmıştır. Bu yeni üniversite tipi aynı zamanda, disiplinler arası yeni alanları
geliştirmeye eğilimli, piyasa güçlerinin etkisi altında, bilginin metalaşması nedeniyle bir girişimci
mantığıyla piyasa malı olarak bilgi üreten yapıda, kamu, piyasa, öğrenci ve denklik kuruluşları
tarafından çoklu kalite denetimine tabi tutulan ve toplumla bütünleşmiş açık sistem özellikleri de
taşımaktadır. Bu çerçevede bilgi toplumunun üniversitesi, üniversitenin eğitim, topluma hizmet
sağlama ve araştırma işlevlerinin ayrıştığı, bilim dilinin İngilizceye dönüştüğü, öğrenciye uluslararası
geçerliliği ve saygınlığı olan bir diploma ve beceri kazandıran, dışarıdan akredite edilen,
akademisyenlerin çok yönlü performans değerlendirmesine tabi tutulduğu, azalan devlet finansmanı
nedeniyle öğrenci ve piyasadan kaynak sağlayan, eğitim programlarını tüketici eğilimlerine ve piyasa
koşullarına duyarlı hale getiren bir kurum olarak belirmektedir (Tekeli, 2004). Türkiye’de coğrafyanın
kendisine bir gelecek öngörüsünde bulunurken bu gerçekleri dikkate alması gerekmektedir.
4.2. Türkiye’de coğrafyanın diğer disiplinlerle birlikte hareket etme gerekliliği
Türkiye Bilimler Akademisi’nin Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu (BTYK) Aralık 2000 toplantısında, en
son bilim ve teknoloji politika çalışmasının 1993 yılında yapılmış olmasından hareketle, Türkiye
Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. yılı olan 2023’e uzanan bir döneme ilişkin olarak yeni bilim ve
teknoloji politikalarının belirlenmesi için Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu’nu
görevlendirmiştir (TÜBİTAK, 2004:7). Bu bağlamda BTYK’nın kararına dayanılarak 2001 yılından
itibaren birçok bilim alanında “Bilim Öngörüleri Çalışmaları” yapılmıştır (TÜBA, 2005 ve 2007). Ne yazık
ki coğrafya bu çalışmaların dışında kalmış, hatta bu gelişmelerin topluluk içinde tartışılması bile istisnai
bir durum (Özgür, 2010) olmuştur. Eğer coğrafya alanı, bilim dünyasında ve toplumsal olarak kabul
görmek, başarılı olmak ve bu doğrultuda geleceğine ilişkin bir strateji geliştirmek istiyorsa; dört temel
sorunun cevabını aramaya odaklanmak durumundadır:
(1) Disiplin olarak neredeyiz?
(2) Nereye gitmek istiyoruz?
(3) Gitmek istediğimiz yere nasıl ulaşabiliriz?
29
Özgür ve Yavan
Türk Coğrafyacılarının İç Hesaplaşması: Neden Başaramadık? Nasıl Başarabiliriz?
(4) Başarımızı nasıl izler ve değerlendiririz?
Bunlardan neredeyiz sorusuna bugüne kadar bu çalışma da dâhil olmak üzere dolaylı cevaplar verilmiş
olmakla birlikte Türk coğrafyasının asıl cevabı ayrı bir sistematik araştırmada araması gerekmektedir.
Bu bağlamda acilen coğrafya ve eğitimi bölümleri ile coğrafya meslek örgütlerinin temsilcileri bir araya
gelerek coğrafyanın geleceğini tartışacakları geniş katılımlı bir zemin yaratmak durumundadır.
Kurulacak çalışma grupları aracılığıyla çeşitli çözümlemeler yapılmalı, disiplinin kuvvetli ve zayıf yönleri
ile sahip olduğu fırsatlar ve tehditler gözden geçirilmelidir.
Gidilmek istenen yerin ne olduğu sorusunun cevabı, disipline bir öngörü belirlemeyi, bu yere nasıl
ulaşılabileceği sorusunun cevabı ise; bu öngörü çerçevesinde geliştirilecek stratejiler ve politikalara
ulaşmada yararlanılacak eylemleri içermektedir (Tekeli, 2010). Bu bağlamda bilimsel üretim ve eğitimi
de kapsayacak biçimde kamusal hizmet sunma potansiyelini ve performansını yükseltmek temel
hedefiyle coğrafya için yapılacak öngörü çalışması, disiplinin başarıya ulaşmasında yaşamsal derecede
yol gösterici olacaktır.
Günümüzde yükseköğretimden üç temel işlevi yerine getirmesi beklenmektedir: Eğitim, araştırma (bilgi
üretimi) ve kamusal hizmet işlevleri. Bu nedenle üniversitede yer alan her akademik birimin bu işlevleri
dikkate alarak kendisine stratejik bir öngörüde bulunması yerinde olacaktır.
4.2.1. Eğitim vizyonu
Bilgi toplumu olma yolunda ilerleyen bir dünyada, gençleri yeni dönemin koşulları içinde bilgi, beceri ve
potansiyellerle donatarak girişimci, sorumluluk sahibi ve eleştirel düşünebilen başarılı bireyler olarak
yetiştirmek, her disiplinin eğitim vizyonu olmalıdır (Tekeli, 2011b:265). Eğitim aracılığıyla bireylerde
yaratılmak istenen kapasitelerin sayısı ve çeşitliliği gittikçe artma eğilimindedir. Her disiplinin de
kendine özgü geliştirmeye çalıştığı kapasiteler mevcuttur. Coğrafya alanı için matematik ( istatistik), fen
bilimleri (fiziki coğrafya için fizik, kimya ve biyoloji), sosyal bilimler (beşeri coğrafya için temel iktisat,
sosyoloji, felsefe ve siyaset bilimi) ve bilgi teknolojilerinin (Coğrafi Bilgi Sistemleri-CBS ve Uzaktan
Algılama-UA) kullanımı becerisiyle birlikte günümüz toplumlarında bilgiye ulaşabilme, bilgiyi
çözümleyebilme ve yenileyebilme/geliştirebilme kapasitesi öne çıktığı için bireyin kendi başına öğrenme
ve yabancı dil (İngilizce) becerisinin geliştirilmesi öncelikli kapasitelerdir. Bilgi çağının ekonomisi,
bilgiye ve bilgi sahibi işgücüne dayanmaktadır. Böyle bir toplum yapısında yarışma, çoklu beceri ve
yaşam boyu öğrenme kapasitesi olan ve dünya standartlarına uygun yetişmiş bireylere gereksinim
vardır (Tekeli, 2011b:268). Bu, lisans ve lisansüstü eğitim14 programlarının çağın (piyasasının ve
toplumsal talebin) gereklerine uygun hale getirilmesi ve eğitimin uluslararası standartlarda olması ve
bunun geçerliliğinin ulusal ve uluslararası bağımsız kurumlar tarafından tanınması anlamına
gelmektedir.
4.2.2. Araştırma vizyonu
Üniversiteler eğitim kurumları olmanın yanında bilimsel araştırmalar yapmak suretiyle bilginin üretildiği
yerlerdir. Çağımızın bir gereği olarak bilgi üretiminin öneminin sürekli arttığı ve artık üniversite dışında
da büyük ölçüde bilgi üretildiği gerçeği göz önüne alınarak üniversitenin araştırma işlevinin de bir
öngörüsü olması gerekir. Disiplinin bilimsel üretim potansiyelini ve performansını yükseltmek ana amaç
olmakla birlikte; (1) Birbirlerinin çalışmalarından etkilenen ve bilimsel yaklaşım birliğine sahip bir
topluluk oluşturmak; (2) Kaynağını toplumsal dinamiklerden (beşeri coğrafya) ve doğayı anlamaktan
alan (fiziki coğrafya), toplum için anlamlı bir bilimsel faaliyet gerçekleştirmek (3) Gelişmiş dünyaya
uyum sağlamış, uluslararası düzeyde saygınlığı olan bilimsel bilgi üretmek, bu ana amacın üç alt hedefi
olabilir (Tekeli, 2010 ve 2011b; Tablo 2). Sosyal bilimler ve temel bilimler için bundan on yıl kadar
önce ortaya koyulmuş strateji ve politikaları belirlenmiş öngörü çalışmalarından (TÜBA, 2005 ve 2007)
coğrafya da yararlanabilir. Coğrafyacıların yapması gereken bu öngörülerin üzerinde çalışıp kendi
öncelikleri çerçevesinde disiplinlerine uyarlamak ve buna uygun eylemler geliştirmektir.
14
Akademik başarının kalbinde kaliteli bir lisansüstü eğitim süreci yatmaktadır. Gerçekten de dünyada en rekabetçi, yenilikçi,
yetenekli ve donanımlı coğrafyacıların ve coğrafya bölümlerinin ortak özelliği çok güçlü ve kaliteli bir yüksek lisans özellikle de
doktora programına sahip olmalarıdır. Bu bağlamda Türkiye’de coğrafyanın standartlarını yükseltmenin en önemli araçlarından
biri, lisansüstü eğitimi yeniden düzenlemek ve çağdaş hale getirmektir. Bu bağlamda Yavan ve Kaya’nın (2012) editörlüğünde
yayınlanan ve coğrafyada lisansüstü eğitimi yedi farklı ülke örneğinde (ABD, İngiltere, Avustralya, Almanya, İsveç, Romanya ve
Türkiye) inceleyen kitapta coğrafya alanında modern bir yüksek lisans ve doktora eğitiminin nasıl olduğu ve nasıl olması
gerektiği konusunda önemli tespitler ve öneriler getirmektedir.
30
Özgür ve Yavan
Türk Coğrafyacılarının İç Hesaplaşması: Neden Başaramadık? Nasıl Başarabiliriz?
Coğrafya bilim alanı için bilgi üretimi vizyonunun üç alt hedefinin gerçekleştirilmesi, bugün yaşanan
pek çok sorunun kendiliğinden ortadan kalkması anlamına gelecektir. Çünkü Türk coğrafyası,
epistemolojik bir topluluğun parçası haline gelememekte, uluslararasılaşmadaki yetersizlikleri nedeniyle
saygınlık aşınması yaşamakta15 ve her iki unsurun toplumsal anlamlılık bileşeniyle bir araya gelmesiyle
de disiplin toplum ve diğer disiplinler nezdinde büyük ölçüde kabul görmemektir. 16 Bu olumsuzluklar,
uzun yıllar boyunca toplumda okul coğrafyası eksenindeki bir coğrafya algısıyla kısır döngüye
dönüşmüş ve disiplinin sürekli zarar görmesine yol açmıştır.17
Tablo 2. Sosyal Bilimler için oluşturulmuş ve beşeri coğrafyaya uyarlanabilecek bir öngörünün ana hedef, strateji ve politikaları
Stratejiler
1. Toplumda Araştırma ve Bilgi Üretimi Talebinin Arttırılması
2.Araştırmaların Karar Süreçlerindeki Etkinliğinin Artırılması
3.Araştırma Talep ve Arzının Uyumu İçin Kurumsal Mekanizmaların Geliştirilmesi
4.Araştırma Alanının Dokusunun Yeni Aktörlerle Çeşitlendirilmesi ve İç-Dış Etkileşim Kapasitesinin Arttırılması
5.Araştırma Altyapısı ve Kolaylaştırıcı Kurumsallaşmanın Geliştirilmesi
6.Yayın Alanında Yeni Kurumsal Gelişmelerin Sağlanması
7.Araştırma Finansmanının ve Proje Yönetiminin Yeniden Örgütlenmesi
8.Küresel-Yerel Durumu Saptama ve Yorumlama Kapasitesinin Geliştirilmesi
9.Dış Dünya İle İlişki Kurma Kapasitesinin Geliştirilmesi
10.Küresel Bilim Ağlarının Parçası Olan Araştırma Alanı Aktörlerinin Sayısının Arttırılması
11.Bilim İnsanlarının Kapalı Çevrelere Hapsolmasını Engelleme ve İç-Dış Hareketliliği Arttırma
HEDEF 1
Kaynağını toplumsal dinamiklerden ve doğayı anlamaktan alan toplum için anlamlı bir bilimsel faaliyet gerçekleştirmek
S.1. Toplumda Araştırma ve Bilgi Üretimi Talebinin Arttırılması
P.1.Bilimsel Araştırma ile Siyasi Kararların Meşruiyetini İlişkilendirerek Bilimsel Bilginin Önemini Arttırma
P.2.İş Dünyasında Araştırmaların Öneminin Anlaşılmasını Sağlama
P.3.Toplumun Ezilen Kesimlerine Yönelik Olarak Muhalefetin Bilgi ve Araştırma Talebini Arttırma
P.4.Siyaset ve Piyasa Tarafından Yönlendirilmeyen Araştırma Programlarının Oluşturulması
S.2.Araştırmaların Karar Süreçlerindeki Etkinliğinin Arttırılması
P.1.Araştırmacı-Karar Verici Arasındaki Güdü, Zaman Perspektifi ve Dil Farklılıklarını Giderecek Diyalog Mekanizmalarının
Kurulması
P.2.Yeni Araştırma Talebi Yaratacak Uygulama-Araştırma, Geri Besleme Kanallarının Açık Tutulması
P.3.Profesyonel Araştırmacılık Eğitiminin Geliştirilmesi
S.3.Araştırma Talep ve Arzının Uyumu İçin Kurumsal Mekanizmaların Geliştirilmesi
P.1.Bilimsel Topluluk İçinde Araştırmaları Değersizleştiren Tutumlardan Kaçınılması
P.2.Savunucu Araştırma ve Muhalefetin Araştırma Taleplerine Kamu Fonlarının Ayrılmasını Sağlayacak Kanalların Açık Tutulması
P.3.Karar Vericilerin Zaman Perspektifi İçinde Araştırma Yapacak Şirketlerin Geliştirilmesi ve Araştırma Alanının
Kurumsallaştırılması
HEDEF 2
Birbirlerinin çalışmalarından etkilenen ve bilimsel yaklaşım birliğine sahip bir topluluk oluşturmak
S.4.Araştırma Alanının Dokusunun Yeni Aktörlerle Çeşitlendirilmesi ve İç-Dış Etkileşim Kapasitesinin Arttırılması
15
Örneğin Türkiye Bilimler Akademisi’nin (TÜBA) 200 üyesi içinde herhangi bir coğrafyacı bulunmamaktadır. Yine TÜBA
üyelerinin disiplinlere göre dağılımına bakıldığında, 36 bilim dalı/çalışma alanı içinde coğrafya bilimi yer almamaktadır (TÜBA,
2013). Mesela sosyal bilimler alanında İktisat’tan Halk Bilimi’ne, Felsefe’den Tarih’e kadar uzanan yelpazede 14 farklı bilim dalı
yer alırken, bunlar arasından coğrafya disiplini bulunmamaktadır. Benzer bir durum TÜBA’ya alternatif olarak kurulan ve birçok
üyesi eski TÜBA üyelerinden oluşan Bilim Akademisi içinde geçerlidir. Nitekim Bilim Akademisi’nin 159 üyesi arasında coğrafyacı
yoktur (Bilim Akademisi, 2013). Bunun anlamı coğrafya bilimi ne devlet kontrollü TÜBA’da içinde, ne bağımsız bir kurum olan
Bilim Akademisi içinde henüz temsil edilmemektedir. Bu durum bir tesadüf olamaz veya kimi coğrafyacıların iddia ettiği gibi
devletin, özel sektörün veya diğer disiplinlerin coğrafyayı anlayamaması! veya coğrafyaya özel bir karşı duruş içinde olması ile
açıklanamaz.
16
Türkiye’de 165 üniversite bulunmakta olup, bunun 62 tanesi özel vakıf üniversitesidir. Ancak 62 özel üniversitenin içinde
sadece 1 tane coğrafya bölümü bulunmaktadır. Oysa özel üniversitelerde coğrafya dışındaki hemen tüm sosyal bilim dallarının
(iktisat, sosyoloji, psikoloji, tarih, antropoloji, vb.) çok sayıda bölümü bulunmaktadır. Hiçbir özel üniversitede coğrafya
bölümünün bulunmaması açıkça, Türkiye’de mevcut coğrafyanın bu haliyle ne toplumda ve (özel) üniversitelerde, ne de iş
dünyasında ve piyasa da talebinin olmadığını en iyi şekilde göstermektedir (Yavan, 2012:117).
17
Bugün ortalama bir Türk vatandaşının gözünde coğrafya gerçekten bir “bilim” değil, ortaöğretim okullarında okutulan bir vatan
bilgisi dersi yani okul coğrafyasıdır.
31
Özgür ve Yavan
Türk Coğrafyacılarının İç Hesaplaşması: Neden Başaramadık? Nasıl Başarabiliriz?
P.1.Araştırma Alanına Üniversite İçi-Dışı-Üstü Yeni Aktörlerin Sokulması, Saydamlığın ve Rekabetin Güçlendirilmesi
P.2.Üniversitenin Araştırma Kapasitesi ve Etkinliklerinin Arttırılması, Liyakata Dayalı Değerlendirmelerin Etkin Kılınması
P.3.Araştırmacıların Bireysel Kapasitelerinin Kurum İçinde ve Dışında Geliştirilmesi
P.4.Üniversitede Araştırmayı Esas Alan Bir Örgütlenme ve Akademik Yaşam Kültürünün Geliştirilmesi
S.5.Araştırma Altyapısı ve Kolaylaştırıcı Kurumsallaşmanın Geliştirilmesi
P.5.Elektronik Kütüphane Hizmeti Temin Etme ve Elektronikleşmeye Uyum Sağlama
P.6.Güçlü Bir Araştırma Kütüphanesi Oluşumunu Sağlama
P.7.Arşivlerin Geliştirilmesi, Elektronikleşmesi ve Erişilebilirliklerinin Arttırılması
P.8.Alanla İlgili Bilgilerin Araştırmacıların Kullanımına Açık Veri Tabanlarında Toplanması
P.9.Tarih-Toplum İlişkisini Sağlayan Müzecilik Anlayışının Geliştirilmesi
S.6.Yayın Alanında Yeni Kurumsal Gelişmelerin Sağlanması
P.1.Bilimsel Yayınların Kalitesinin Geliştirilmesi
P.2.Türkiye'de Sosyal Bilimler Yayın Endeksinin Kurulması
P.3.Alanla İlgili Dergilerin Uluslar Arası Endekslerde Yer Almasının Sağlanması
S.7.Araştırma Finansmanının ve Proje Yönetiminin Yeniden Örgütlenmesi
P.1.Araştırma Fonlarının Çeşitlendirilmesi
P.2.Araştırma Konusu Seçimi ve Fon Dağıtımında Akılcı ve Saydam Karar Verilmesi
P.3.Araştırmacı Kapasitelerinin Geliştirilmesi
P.4.Araştırma Projesi Üretme Potansiyelinin ve Etiğinin Geliştirilmesi
HEDEF 3
Gelişmiş dünyaya uyum sağlamış, uluslararası düzeyde saygınlığı olan bilimsel bilgi üretmek
S.8.Küresel-Yerel Durumu Saptama ve Yorumlama Kapasitesinin Geliştirilmesi
P.1.Evrensel, Yerel, Durumsal, Gizli Bilginin Farklılıklarını ve Ülkenin Gelişiminde Oynayabileceği Rollerin Farkındalığını Arttırma
P.2.Küresel-Yerel Etkileşimi, Bunların Göreli Belirleyicilikleri ve Otonomileri Konusunda Değerlendirmelere Sahip Olma
P.3.Dünyadaki Bilimsel Gelişmeleri Yakından İzleme, İçselleştirme ve Küresel Düşünce Alanının Katılımcısı Olma
S.9.Dış Dünya İle İlişki Kurma Kapasitesinin Geliştirilmesi
P.1.Araştırmacıların İngilizce Bilgilerinin Geliştirilmesi
P.2.Çevre Ülkelerin Dillerini Öğrenen Akademisyen Sayısı ve Bu Ülkelere İlişkin Araştırmaların Arttırılması
P.3.Ülkede Uluslar Arası Bilimsel Toplantı Düzenleme Konusunda Uzmanlaşmış Hizmet Kuruluşlarının Oluşturulması
S.10.Küresel Bilim Ağlarının Parçası Olan Araştırma Alanı Aktörlerinin Sayısının Arttırılması
P.1.AB Araştırma Alanında Projelere Katılma ve Yürütücülük Yapılan Proje Sayısını Arttırma
P.2.Dünya STK'ları ve Muhalefet Ağları İle Kurulan İlişkileri Destekleme
P.3.AB Çerçevesinde ve Türkiye'nin Komşu Ülkeleriyle Bilim İnsanı Ağları Oluşturma
S.11.Bilim İnsanlarının Kapalı Çevrelere Hapsolmasını Engelleme ve İç-Dış Hareketliliği Arttırma
P.1.Akademisyenlerin AB'nin ve Uluslar Arası Kuruluşların Eğitim ve Araştırma Programları İçinde Yer Almasını Sağlama
P.2.Türkiye Dışından Gelecek Akademisyenlerin Sayısını Arttırma, Onlara Fonlar Sağlama
P.3.Bütünleşik Doktora ve Post Doktora Programlarını Etkin Şekilde Kullanma ve Kaynaklarını Arttırma
P.4.Desteklenen Araştırma Programları İçinde Yabancı Araştırmacıların Yer Almasını ve Birlikte Araştırmayı Özendirme
Not: S harfi stratejileri, P harfi de politikaları göstermektedir.
Kaynak: TÜBA, 2007
4.2.3. Kamusal hizmet vizyonu
Üniversitelerden gerçekleştirmesi beklenen üçüncü işlev, toplumsal hizmet üretimidir. Ön lisans ve
lisansüstü düzeylerde üniversitenin topluma sağladığı eğitim dışında, sürekli eğitim, kurs ve sertifika
programları vb. etkinlikler eğitimsel kamu hizmeti çerçevesinde değerlendirilebilir. İkinci olarak iş
dünyası, üniversitelerden tarım, ticaret, sanayi, hizmet sektörlerinde kullanılmak üzere bilgi ve yenilik
üretmesini talep etmektedir ve iş dünyasıyla kurulan bu türden bir hizmet ilişkisi üniversitenin piyasaya
açılmasına yardımcı olmaktadır. Ayrıca üniversite, kamu kurumları ve politika alanlarını danışmanlıklar
yoluyla desteklemektedir. Bazen de üniversite yerel kalkınmada rol üstlenen sivil toplum kuruluşu
olarak aktör durumuna geçmektedir. Bununla birlikte üniversiteden toplumun güçsüz kesimlerinin
haklarının savunması ve yaşam kalitesinin yükseltilmesine yardımcı olması, doğal ve kültürel mirasın
korunması gibi savunmacı işlevleri yerine getirmesi de beklenmektedir (Tekeli, 2011b:271). Son olarak
iletişim çağının doğası gereği akademisyenler medya aracılığıyla toplumu bilgilendirmekte, güncel
olayların toplum tarafından daha iyi anlaşılmasına katkı sağlamaktadır. O halde üniversitenin eğitim ve
32
Özgür ve Yavan
Türk Coğrafyacılarının İç Hesaplaşması: Neden Başaramadık? Nasıl Başarabiliriz?
araştırma işlevlerini yerine getirebilmesi ve içinde bulunduğu toplum için yararlı olabilmesi için farklı
alanlarda kamu hizmeti üretme vizyonuna da sahip olması gerekir. Kamu hizmeti üretimi, disiplinlerin
ve üyelerinin popülerleşmesini, aynı zamanda da onlara ek kaynak/gelir sağlamaktadır. Bu yüzden
kamu hizmeti, disiplinlerin toplum katında yararlılık algısını değiştiren ve mezunlarına istihdam
olanakları yaratan bir işlev görmektedir.
4.2.4. Başarımızı nasıl izler ve değerlendiririz?
Uygulanacak stratejinin başarısını belirleyebilmek için, “Öngörü Çalışması”ndaki strateji ve politikaların
sonuçlarının izlenerek değerlendirilmesi gerekecektir. Bu değerlendirmedeki başarı ölçütü her yıl bazı
göstergeler açısından ilerleme sağlanması olacaktır. Bu konuda şu göstergeler önerilebilir (Tablo 3):
Tablo 3. Coğrafya bilimi için başarı performansının izlemesi ve değerlendirilmesi konusunda önerilen bazı kriterler
SCI ve SSCI’da yer alan endekslerde taranan coğrafya dergilerinin sayısı
SCI ve SSCI’da endekslenen dergilerdeki coğrafya alanında yapılan toplam bilimsel yayın sayısı
Öğretim elemanı başına düşen SCI ve SSCI’da endekslenen dergilerdeki bilimsel yayın sayısı
SCI ve SSCI’da endekslenen dergilerdeki coğrafya alanında alınan toplam atıf sayısı
Öğretim elemanı başına düşen SCI ve SSCI’da endekslenen dergilerdeki bilimsel atıf sayısı
Etki faktörü yüksek dergilerde yayın yapabilme kapasitesi (C sınıfından A sınıfına yönelme)
Önde gelen uluslararası yayınevlerince (Wiley, Routledge, Springer vb.) yayınlanan kitap ve kitap bölümü sayısı
SCI ve SSCI’da endekslenen uluslararası dergilerde hakemlik/editörlük yapan öğretim üyesi sayısı
Uluslararası mesleki kuruluşlarda görev alan öğretim elemanı sayısı
Alanında önde gelen uluslararası bilimsel toplantıları düzenleme kapasitesi
Alanında önde gelen uluslararası bilimsel toplantılara bildiri ile katılan öğretim elemanı sayısı
Alanında önde gelen uluslararası bilimsel toplantılara izleme amaçlı katılan öğretim elemanı sayısı
Misafir öğretim üyeliği yapan kişi sayısı
Kısa süreli öğrenci ve akademisyen değişim programlarından yararlanan kişi sayısı
Yürütücü ve araştırmacı olunan uluslararası proje sayısı
Yürütülen ve araştırmacı olunan TÜBİTAK projesi sayısı
Diğer disiplinlerin üyeleriyle yapılan proje sayısı
Sağlanan uluslar arası parasal kaynak miktarı
IGU, AAG, RSAI, ERSA, EUROGEO ve EAPS gibi önde gelen uluslararası mesleki kuruluşlara üye akademisyen sayısı/oranı
Üniversite dışından sağlanan ulusal parasal kaynak miktarı
Özel sektörde mesleğini yapan mezun sayısı
Kamu kurumlarında mesleğini yapan mezun sayısı
Öğretmenlik alanında çalışan mezun sayısı
Belirli bir süre içinde mezunların işe yerleşme oranı
Kamu veya özel sektöre danışmanlık yapan öğretim elemanı sayısı/oranı
Toplumu medya aracılığıyla bilgilendiren öğretim elemanı sayısı/oranı
Uluslararası öğrenci sayısı ve toplam öğrenci sayısına oranı
Uluslararası akredite olan bölüm sayısı
Kaynak: Yazarlar
5. Sonuç Yerine
5.1. Neden başaramadık?
Tarihsel değerlendirmenin ışığında, “Türk coğrafyası neden yeteri kadar başarılı olamadı” sorusuna
verebileceğimiz çok sayıda cevap, hatta cevaplar bileşimi olmakla birlikte, temel bazı noktaların öne
çıktığını ileri sürebiliriz:
(1) Coğrafya, diğer disiplinlere göre ülkedeki sosyo-politik bağlamdan çok daha fazla etkilenen ve
kırılgan bir alan olarak karşımıza çıkmaktadır. Ülkede yaşanan ekonomik ve toplumsal olaylar, politik ve
33
Özgür ve Yavan
Türk Coğrafyacılarının İç Hesaplaşması: Neden Başaramadık? Nasıl Başarabiliriz?
idari kararlar coğrafyayı çok daha derinden etkilemiş, disiplinin kuruluş ve gelişimindeki kırılma
noktaları büyük ölçüde bu olaylarla paralellik göstermiştir. Bu durum, coğrafyanın toplumda ve bilimsel
toplulukta nereye konumlandırıldığını belirlediği için kritik önemdedir. Çünkü Türkiye’de coğrafya
başından beri kendisini devlet eksenli ve eğitime yönelik bir alan olarak konumlandırmıştır. Belki bu
cumhuriyetin kuruluşunda doğal ve bilinçli bir seçim olmuşsa da daha sonraları verili kabul edilen
değiştirilme gereği duyulmadan yerleşen bir imaja ve gerçekliğe dönüşmüştür.
(2) Modern Türk coğrafyasının etkilendiği 20. yüzyıl başına özgü Fransız ve Alman coğrafya
yaklaşımlarını eski haliyle sürdürmesi ve Anglo-Amerikan coğrafyasındaki gelişmeleri yeterince
izlememesinin de disiplinin tarihi açısından sonuçları olumsuz olmuştur. Bu durum, dünyada coğrafya
alanında yaşanan paradigma ve araştırma tekniklerindeki değişikliklerin zamanında kabulünü
güçleştirmiştir ve böylece uluslararası topluluktan uzaklaşmada bağımsız bir etmen halini almıştır. Kaldı
ki Türk coğrafyası, zaten dünyada yaşanan paradigma değişikliklerini belirli bir zamansal gecikmeyle
geriden izlemiştir. Kuruluş ve kurumsallaşma evresinde kıta Avrupası geleneğine sıkı şekilde bağlılık,
akademik ilişkinin de bu bölgeyle sürdürülmesi; pozitivist coğrafyaya ve çoklu paradigmaya zamanında
geçişi engellemiştir. Batıda coğrafya disiplini paradigma krizleri yaşamaya başlarken ve yeni
paradigmalar geliştirilirken Türk Coğrafyası eskisiyle yeni tanışmıştır. Örneğin modern Türk coğrafyası
Kıta Avrupası’ndan aldığı ve (çevresel determinizmi de içerecek biçimde) bölgesel yaklaşıma göre
şekillendiği kuruluş ve kurumsallaşmasını tamamlarken Anglo-Amerikan coğrafyasında pozitivist bakış
açısı gelişmeye başlamıştır. Dünya coğrafyası 1950-1970 arasında bu paradigmayı tanımaya çalışırken
bu defa da 1970’lerle birlikte pozitivizm ötesi çoklu paradigmalılık durumu ortaya çıkmıştır ki Türk
coğrafyasının dünyadan kopuşu muhtemelen bu birikimli sürecin bir sonucu, fakat aynı zamanda da
ulus-devletin coğrafyasını ürettiği için bölgesel yaklaşımdan ayrılamamasıyla ilgilidir.
(3) Coğrafya disiplinine ulus-devlet inşasında coğrafyayı vatanlaştırma görevi yüklenmiştir. Akademik
coğrafyacıların zamanla bu görevi içselleştirmesiyle disiplinde muhafazakâr/milliyetçi bakış açısı güçlü
bir gelenek halini almıştır. Bu durumun en önemli sonuçları, Türk akademik coğrafyasının büyük ölçüde
okul coğrafyasına ve öğretmen yetiştirmeye odaklanması ve dış dünyaya kapanarak adeta “kendi
coğrafyasını yaratması” olmuştur.
(4) Türk Coğrafyası, coğrafyanın 20.yüzyıl boyunca belirginleşen ikili yapısına uygun bir yapılanmayı
(kurumsallaşmayı) da sağlayamamıştır. Bu, 1950’lerden itibaren dünyada konusu ve araştırma
yöntemleri gittikçe birbirinden ayrılan fiziki ve beşeri coğrafyanın gelişiminde çok önemli olumsuz bir
faktör olmuştur. Fizik, kimya, biyoloji, astronomi, jeoloji, jeofizik gibi temel bilimlerden beslenmesi ve
araştırmalarında onlarla birlikte hareket etmesi gereken fiziki coğrafya ile; iktisat, sosyoloji, siyaset
bilimi, uluslararası ilişkiler, demografi, sosyal psikoloji, sosyal antropoloji, tarih, arkeoloji ve felsefe gibi
sosyal bilim alanlarıyla iletişim ve etkileşim halinde olması gereken beşeri coğrafya, ne yazık ki
Türkiye’de bu büyük bilimsel toplulukların güçlü bir parçası olamamıştır.
(5) Coğrafyanın Türkiye’deki toplumsal taleplere cevap vermede yetersiz kalması, fen-mühendislik ve
sosyal bilim alanlarının coğrafyanın ilgilendiği konularda akademik alanda ve uygulamada baskınlığı ile
sonuçlanmıştır. Zira coğrafya mezunları, okul öğretmenliğine, zamanla da dershane öğretmenliğine razı
olmuş; kamu kurumlarında ve özel sektörde kendisine istihdam alanı bulamamış ve değişen piyasa
koşullarına uyum gösterememiştir.
(6) Coğrafya disiplininin yeterince başarılı olamamasında akademik nitelik sorunlarının da rolü
büyüktür. Bu nitelik sorunu iki yönlüdür. Birincisi, coğrafyanın interdisipliner yapısıyla uyumlu fen ve
sosyal bilim temeli olan bir akademik topluluk oluşturamamasıdır. İkincisi, özellikle Türk coğrafyasının
dünyadan kopuş döneminde bilimsel nesnellik ve etikten uzaklaşmış, unvan almak için uğraş veren bir
coğrafyacı kuşağının ortaya çıkmasıdır. Bu zaman içerisinde kendi kendini üreten bir yapıyı da
doğurmuştur.
(7) Son olarak coğrafya topluluğunun örgütsüzlüğü ve meslek örgütlerinin işlevini yitirmesi üzerinde
durulabilir. Bu noktada, Türkiye’deki coğrafya bölümlerinin birbirinden kopuk şekilde, yerel birimler
olarak iş görmesi, akademisyenler arası kişisel sorunların mesleki konuların önüne geçmesi, mesleki
konuların tartışıldığı, sorunlar için çözümlerin arandığı, epistemolojik bir bilimsel topluluk olmanın
gereği olarak araştırmaların paylaşıldığı ve tartışıldığı ortak zeminlerin ortadan kalkması, yakın
zamanlara kadar neredeyse tek meslek örgütü olan Türk Coğrafya Kurumu’nun çeşitli nedenlerle
işlevini yerine getiremez duruma gelmesi gibi olumsuzluklar sıralanabilir. Üniversite kurumunun küresel
görünümünden kendisini büyük ölçüde eğitim sektörüne bağlamış coğrafyanın da çıkarması gereken
34
Özgür ve Yavan
Türk Coğrafyacılarının İç Hesaplaşması: Neden Başaramadık? Nasıl Başarabiliriz?
pek çok ders bulunmaktadır. Bunların başında disiplinin dış dünyanın talepleriyle uyumlu ve pratik
sorunların çözümü için eğitim ve araştırma yapacak, hizmet sunacak biçimde yeniden yapılandırılması
gelmektedir.
5.2. Nasıl başarabiliriz?
(1) Türk coğrafyası mutlaka ikili yapısına uygun bir yeniden yapılanmayı gerçekleştirmek
durumundadır. Yeni yapılanma ile aynı çatı altında veya değil; ama kaynağını matematik-fen tabanlı
öğrenci kitlesinden alan, fen bilimlerinin esaslarına göre iş gören ve bu büyük topluluğun bir parçası
olan fiziki coğrafya ile; matematik-sosyal tabanlı öğrencilerin tercih ettiği, sosyal bilimler ailesinin bir
üyesi olarak toplumsal bakış açısına sahip, çok paradigmalı bir beşeri coğrafya oluşturulmalıdır.
Tablo 4. Coğrafya biliminin ve coğrafyacıların gelişimi için önerilen bazı temel öncelikler
Coğrafya Alanının Gelişimi İçin Temel Öncelikler
1
Coğrafyacıların iç bağlarının güçlendirilmesi ve epistemolojik yönünün geliştirilmesi
2
Coğrafyacıların mesleki örgütlenme ve işbirliğinin arttırılması
3
Coğrafyacıların bir ağ topluluğu oluşumunun sağlanması
4
Coğrafyanın ikili yapısına uygun bir yeniden yapılanmanın tartışılması: Beşeri ve Fiziki Coğrafyanın farklılığı
5
Coğrafyanın her iki alanı için durum tespiti ve vizyon çalışmaları yapılması
Coğrafya Bilimi İçin Kurumsal Öncelikler
1
Coğrafyacıların bireysel kapasitelerinin kurum içinde ve dışında geliştirilmesi
2
Toplumda coğrafi araştırma ve bilgiye olan talebin arttırılması
3
Araştırmayı esas alan bir örgütlenme ve kurumsal kültür geliştirilmesi
4
Bilimsel yayınların kalitesinin yükseltilmesi
5
Liyakate dayalı akademik değerlendirmenin etkin hale getirilmesi
Coğrafyacıların Gelişimi İçin Bireysel Öncelikler
1
Coğrafyacıların İngilizce bilgilerinin geliştirilmesi
2
Topluluk üyelerinin dış dünya ile ilişki kurma kapasitesinin geliştirilmesi
3
Küresel bilim ağlarının parçası olan coğrafyacı sayısının arttırılması
4
Coğrafyacıların ülke içinde ve dışında hareketliliğinin arttırılması
5
Coğrafyacıların dünyadaki bilimsel gelişmeleri yakından izlemesi ve içselleştirmesi
Kaynak: Yazarlar
(2) Coğrafyanın toplumla bütünleşmesi gerektiği açıktır. Bu biraz da coğrafyanın toplumsal değişimi ve
talepleri anlamasına; toplumu tanımasına ve sorunlarının çözümüne katkı sağlamasına bağlıdır (Kaya,
2010:227). Coğrafya, farklı toplumsal gruplar için yoksullukla, eşitsizlikle, dışlanmayla, çevresel
bozulma sorunlarıyla uğraşmak suretiyle bu sorunlara çözüm üretmek ve çözümlerini toplumla
paylaşmak durumundadır.
(3) Disiplinin üyeleri toplumun güçsüz kesimlerinin haklarının savunmayı ihmal etmeden, “piyasa” ile
daha güçlü ilişkiler geliştirmek ve piyasa malı olarak bilgi üretmek zorundadır. Coğrafyacılar bunu hem
araştırmaları için kaynak sağlamak hem de yetiştirdikleri öğrencilerin iş bulabilirliğini arttırmak adına
yapmalıdır. Mesele sadece bilim ve teknolojiye egemen olmaktan ibaret değildir. Bu egemenliği
mutlaka ekonomik ve toplumsal faydaya dönüştürmek; yani, bilim ve teknolojideki gelişmelerden
hareketle yeni ürün ve hizmetler, yeni üretim ve dağıtım yöntemleri, yeni sistemler yaratabilme
yetkinliğine de kavuşmak gerekir. Aksi takdirde Akşit’in (2005:356) klasik üniversiteler için belirttiği
küçülme ve yok olma tehlikesi kendisine talep yaratmakta zorlanan bir disiplin olarak coğrafyanın
kapısını çok daha erken çalacak gibi görünmektedir.
(4) Akademik coğrafya neredeyse her düzeyde ve çoğu zaman eğitim ağırlıklı bir yapı ortaya
koymuştur. Bu işlevin ağırlığının azaltılması ve fakülteler/bölümler arası işbölümü çerçevesinde
çeşitlendirilmesi uygun olabilir. Eğitim fakültelerinin ve az öğretim üyeli fen-edebiyat fakültelerinin
coğrafya bölümlerinin, coğrafya öğretmeni yetiştirmek veya toplumun diğer coğrafi eğitim taleplerini
karşılamak; uluslararası araştırma kapasitesi yüksek bölümlerin ise lisansüstü eğitim, bilgi ve hizmet
üretimine ağırlık vermek üzere yapılandırılabilir. Araştırma bölümleri de akademik personel durumuna
göre uzmanlaşma eğilimi gösterebilmelidir.
35
Özgür ve Yavan
Türk Coğrafyacılarının İç Hesaplaşması: Neden Başaramadık? Nasıl Başarabiliriz?
(5) Coğrafyanın hedeflerine ulaşabilmesi için “Sosyal Bilimler Öngörü Çalışması”nda yer alan stratejiler
ve politikalar büyük ölçüde yol göstericidir. Ancak coğrafya disiplininin diğer disiplinlerden farklı olarak
bazı önceliklerinin ve ön koşullarının olması da doğaldır. Her şeyden önce Türk coğrafyacıları devlet
eksenli geliştirdikleri çok boyutlu tutucu topluluk yapısından uzaklaşarak genel olarak dünyadaki ve
özelde de disiplinleriyle ilgili gelişmelere ve değişime açık olmak ve rekabet edebilirlik kapasitelerini
yükseltmek durumundadır. Bunun dışında aşağıdaki hususların coğrafya alanının gelişimi için öncelikli
olduğu düşünülmektedir (Tablo 4). Bu çerçevede bu çalışma coğrafya alanı için temel, kurumsal ve
bireysel düzeyde olmak üzere bazı öncelikler ortaya koymuştur. Kuşkusuz burada önerilen öncelikler
kişisel ve öznel bir değerlendirme olup, aynı konuda çok daha farklı görüşler de ortaya konabilir.
Kaynakça
Akkan, A. (1998). Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin kuruluşunun 60. yıl dönümünde coğrafya bölümü. Türkiye’de Sosyal
Bilimlerin Gelişmesi ve Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Sempozyumu Bildiriler Kitabı içinde, Ankara: Ankara Üniversitesi
Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Yayınları.
Akşit, B. (2005). Bilgi toplumuna geçiş ve üniversiteler: Şu andaki durum ve yeniden yapılanma konusunda bazı söylem ve
tartışmalar. İ. Tekeli, S.Ç. Özoğlu, B. Akşit, G. Irzık ve A. İnam (Eds). Bilgi Toplumuna Geçiş içinde (s. 343-370).
Ankara: Türkiye Bilimler Akademisi Yayınları.
Akyol, İ. H. (1943a). Son yarım asırda Türkiye’de coğrafya I: Mutlakıyet devrinde coğrafya. Türk Coğrafya Dergisi, 1, 3-15.
Akyol, İ. H. (1943b). Son yarım asırda Türkiye’de coğrafya II: Meşrutiyet devrinde coğrafya. Türk Coğrafya Dergisi, 2, 121-136.
Akyol, İ. H. (1943c). Son yarım asırda Türkiye’de coğrafya III: Cumhuriyet devrinde coğrafya. Türk Coğrafya Dergisi, 3-4, 247276.
Akyol, İ.H. (1944). Ölümlerinin yıl dönümü münasebetiyle Müderris Faik Sabri Duran ve Prof. Ernest Chaput. Türk Coğrafya
Dergisi, 5- 6, 143-152.
Arı, Y. (2005). 20. yüzyılda Amerikan coğrafyası: genel bir değerlendirme, Y. Arı (Ed.). 20. Yüzyılda Amerikan coğrafyasının
gelişimi içinde (s.3-19). Konya: Çizgi Kitabevi.
Arı, Y. (2007). Disseminating geographic knowledge through electronic listserves: the case of Turkish geography discussion list.
Paper presented at Heredot Working Conference: Geography for Society: Putting Bologna into Action. 19 Eylül 2007
tarihinde http://www.herodot.net/ conferences/stockholm/HERODOT-Stockholm.html adresinden erişildi.
Arı, Y. ve Köse, A. (2005). İnsan-çevre etkileşimini yorumlamada yeni bir alternatif: Kültürel coğrafya, Ulusal Coğrafya Kongresi
2005 (Prof.Dr. İsmail Yalçınlar Anısına) Bildiriler Kitabı içinde (s. 51-59). İstanbul: Türk Coğrafya Kurumu.
Avcı,
S.
(2010).
Makaleler
kaynakçası
1
coğrafya
dergileri.
http://www.istanbul.edu.tr/turkiyecografyasi/pdfs/Kaynakca.pdf adresinde erişildi.
11.03.2012
tarihinde
Barnes, T. (2009). Normative theory. , D. Gregory, R. Johnston, G. Pratt, M. Watts ve S. Whatmore (Eds.). The dictionary of
human geography. (5. Baskı, s. 505-506). Oxford: Wiley-Blackwell.
Bekaroğlu, E. (2013). Modern coğrafyada bilimsel yaklaşım değişiklikleri: fiziki coğrafya. 14.06.2013
http://www.geography.humanity.ankara.edu.tr/?bil=bil_icerik&icerik_id=111 adresinde erişildi.
tarihinde
Bilim Akademisi. (2013). Bilim Akademisi asli üyeler, 16.07.2013 tarihinde http://bilimakademisi.org/uyeler/ adresinden erişildi.
Birinci Coğrafya Kongresi. (1941). Birinci coğrafya kongresi: Raporlar, müzakereler, kararlar. Ankara: Maarif Vekilliği.
Coğrafyacılar Derneği. (2012). Kuruluş ve tüzük. 05.06.2013 tarihinde http://www.cd.org.tr/?dernek-tuzugu adresinden erişildi.
Çalışkan, G. (1994). 1980 sonrası okutulan coğrafya ders kitaplarında mekân ve birey kurguları. Toplum ve Bilim, 64-65, 158180.
ÇB. (2013). Çevresel bilimler. 15.06.2013 tarihinde http://www.esc.boun.edu.tr/main/indextr.aspx adresinden erişildi.
Devlet Planlama Teşkilatı-DPT. (2006). Kamu idareleri için stratejik planlama kılavuzu. (İkinci sürüm) 07.06.2013 tarihinde
http://www.sp.gov.tr/tr/kutuphane/s/55/ adresinden erişildi.
Doğanay, H. (1995). Cumhuriyetin 70. yılında Atatürk Üniversitesi’nde coğrafya araştırmaları ve eğitimi. Doğu Coğrafya Dergisi,
1, 28-66.
Durgun, S. (2011). Memalik-i Şahane’den Vatan’a. İstanbul: İletişim.
Durgun, S. (2012a). Yer bilgisinden ulusal coğrafyaya. S.G. Ayman (Ed.). Mekân, Kimlik, Güç ve Dış Politika içinde, İstanbul:
Yalın Yayıncılık.
Durgun, S. (2012b). Okul coğrafyasında “Topophilia”. TÜCAUM VI.Coğrafya Sempozyumu Bildiriler Kitabı içinde (s. 406-412).
Ankara: TÜCAUM.
Erinç, S. (1973). Cumhuriyetin 50. yılında Türkiye’de coğrafya, Ankara: Başbakanlık Kültür Müsteşarlığı Cumhuriyetin 50.
Yıldönümü Yayınları.
36
Özgür ve Yavan
Türk Coğrafyacılarının İç Hesaplaşması: Neden Başaramadık? Nasıl Başarabiliriz?
Erinç, S. (1997). Coğrafya. Cumhuriyet Döneminde Türkiye’de Bilim: Sosyal Bilimler I içinde (s. 51-56). Ankara: TÜBA Yayınları.
Erol, O. (1993). Türkiye’de jeomorfoloji. Cumhuriyetin 70. Yılında Türkiye’de Bilim II, Bilim ve Teknik Dergisi Özel Eki içinde,
(s.112-118).
Ertek, A. (2012). Hasan Âli Yücel ve Birinci Coğrafya Kongresi (1941). Türk Coğrafya Dergisi, 57, 11-19.
Giddens, A. (2000). Tarihsel materyalizmin çağdaş eleştirisi. (Ü. Tatlıcan, Çev.). İstanbul: Paradigma Yayınları.
Gülbenkian Komisyonu. (2011). Sosyal Bilimleri Açın: Sosyal Bilimlerin Yeniden Yapılanması Üzerine Rapor. (Ş. Tekeli, Çev.) (8.
Basım). İstanbul: Metis Yayınları.
Gümüşçü, O. (2012). Katip Çelebi’den günümüze Türkiye’de coğrafyanın tarihi serüveni. TÜCAUM VI. Coğrafya Sempozyumu
Bildiriler Kitabı içinde (s.355-389). Ankara: TÜCAUM.
Harvey, D. (1984). On the history and present condition of geography: An historical materialist manifesto. Professional
Geographer, 36 (1), 1-11.
Hütteroth, W. (1992). Cumhuriyet döneminde coğrafya biliminin gelişmesine dışarıdan bir bakış. Selçuk Üniversitesi Ata Dergisi,
2, 21-28.
Işık, O. (1994). Değişen toplum/mekân kavrayışları: Mekânın politikleşmesi, politikanın mekânsallaşması. Toplum ve Bilim, 6465, 7-38.
Karabulut, M. (2012). 20. yüzyılda coğrafi düşüncede medyana gelen değişimler. TÜCAUM VI. Coğrafya Sempozyumu Bildiriler
Kitabı içinde (s.413-417). Ankara: TÜCAUM.
Karabulut, M. (2013). Fiziki coğrafya tarihi ve felsefesi. A. Demirci ve Y. Arı (Eds). Coğrafyacılar Derneği Yıllık Kongresi Bildiriler
Kitabı içinde (S. 428-433). Balıkesir: Coğrafyacılar Derneği Yayınları.
Kaya, İ. (2005). Sosyal teori ve beşeri coğrafya, Ulusal Coğrafya Kongresi 2005 (Prof.Dr. İsmail Yalçınlar Anısına) Bildiriler Kitabı
içinde (s. 257-266). İstanbul: Türk Coğrafya Kurumu.
Kaya, İ. (2008). Eleştirel düşünce, sosyal teori ve coğrafya eğitimi, R. Özey ve A. Demirci (Eds). Coğrafya öğretiminde yöntem
ve yaklaşımlar içinde (s. 337-356). İstanbul: Aktif Yayınları.
Kaya, İ. (2010). Değişen sosyal ve bilimsel bağlam ve coğrafyanın sorumlulukları. Coğrafya Eğitiminde Kavram ve Değişimler
içinde (s. 227-242). Ankara: Pegem Akademi.
Kayan, İ. (2000). Türkiye üniversitelerinde coğrafya eğitimi: amaç, yeni hedefler, sorunlar ve öneriler. Ege Coğrafya Dergisi, 11,
7-22.
Kayan, İ. (2013). Celal Şengör’ün jeomorfoloji konusundaki yazısı üzerine. 17.05.2013 tarihli Cumhuriyet Bilim Teknoloji Eki,
Sayı:1365.
Koçman, A. (1999). Cumhuriyet döneminde yükseköğretim kurumlarında coğrafya öğretimi ve sorunları. Ege Coğrafya Dergisi,
10, 1-14.
Korkut, H. (2003). Türkiye'de Cumhuriyet döneminde üniversite reformları. Milli Eğitim Dergisi, 160. 05.06.2013 tarihinde
http://dhgm.meb.gov.tr/yayimlar/dergiler/Milli_Egitim_Dergisi/160/korkut.htm adresinden erişildi.
Krugman, P. (1991). Geography and trade, Cambridge: MIT Press.
Kuhn T.S. (1970). The Structure of scientific revolutions. ( 2. Baskı). Chicago: University of Chicago Press.
Lakatos, I. (1971). History of science and its rational reconstruction. Boston Studies in the Philosophy of Science, 8, 91-136.
Öktem, K. (2008) The Nation’s Imprint: Demographic Engineering and the Change of Toponymes in Republican Turkey.
European Journal of Turkish Studies, Thematic Issue, No. 7, Demographic Engineering - Part I, 05.06.2013 tarihinde
http://www.ejts.org/document2243.html adresinden erişildi.
Özdoğan, A. (2003) Ulus-Devlet ve Coğrafyasının İnşaası. Ankara: Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Yönetimi
Kent ve Çevre Bilimleri Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi.
Özgen, H.G. (2011). Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan günümüze coğrafya ders kitaplarında vatanın sonu gelmez kurguları.
Toplum ve Bilim, 121, 48-79.
Özgüç, N. ve Tümertekin, E. (2000) Coğrafya: Geçmiş, Kavramlar ve Coğrafyacılar, İstanbul: Çantay Kitabevi.
Özgür, E.M. (2010). Coğrafya İçin Öngörü Çalışması. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Coğrafya Bölümü Güz
Dönemi
Seminerleri,
13
Ekim
2010,
Ankara.
http://www.geography.humanity.ankara.edu.tr/?bil=bil_icerik&icerik_id=151. Erişim Tarihi: 05.06.2013.
Özkan, H. (2002). Türkiye'de tek parti dönemi coğrafya ve mekân anlayışları: Yatay bir dönemlendirme denemesi. Toplum ve
Bilim, 94, 143-174.
Öztürk, M. ve Karabağ, S. (2013). Coğrafyada paradigmalar. Journal of European Education, 3 (1), 8-32.
Pérouse, J.F. (2012) Türkiye’de coğrafyanın yansımaları. (N. Yavan ve S. Acar, Çev.) Coğrafi Bilimler Dergisi, 10 (1), 1-8.
Piri Reis Projesi. (2011). About project. 12.03.2013 tarihinde http://pirireis.dicle.edu.tr/ adresinden erişildi.
Pitman, A.J. (2005). On the role of Geography in Earth System Science. Geoforum, 36, 137–148.
37
Özgür ve Yavan
Türk Coğrafyacılarının İç Hesaplaşması: Neden Başaramadık? Nasıl Başarabiliriz?
Şengör, C. (2013). Türkiye’de can çekişen bir yerbilim dalı: Jeomorfoloji. 12.04.2013 tarihli Cumhuriyet Bilim Teknoloji Eki,
Sayı:1360.
Tekeli, İ. (2001). Kent planlaması ve kent araştırmaları. Cumhuriyet Döneminde Türkiye’de Bilim: Sosyal Bilimler II içinde (s. 97159). Ankara: TÜBA Yayınları.
Tekeli, İ. (2004). Eğitim üzerine düşünmek. (2. Baskı). Ankara: Türkiye Bilimler Akademisi Yayınları.
Tekeli, İ. (2008). Türkiye’de bölgesel eşitsizlik ve bölge planlama yazıları. İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
Tekeli, İ. (2009). Türkiye’de üniversitelerin YÖK sonrasındaki gelişme öyküsü (1981-2007). T. Çelik ve İ. Tekeli (Eds.).
Türkiye’de üniversite anlayışının gelişimi II (1961-2007) içinde, (s. 55-225). Ankara: Türkiye Bilimler Akademisi.
Tekeli, İ. (2010). Mekânsal ve toplumsal olanın bilgibilimi yazıları. İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
Tekeli, İ. (2011a). Yükseköğretim sistemlerinden beklentiler: Dünyada ve Türkiye’deki yeni eğilimler. Türkiye için eğitim yazıları
içinde (s.211-251). İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
Tekeli, İ. (2011b). Türkiye’nin yükseköğretim stratejisinin geliştirilmesinde göz önüne alınacak yaklaşımlar. Türkiye İçin Eğitim
yazıları içinde (s.252-273). İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
Tekeli, İ. (2012). Türkiye'de coğrafyacıların çok paradigmalı bir bilim dünyasında yaşamayı öğrenmesi gerekiyor. TÜCAUM VI.
Coğrafya Sempozyumu Bildiriler Kitabı içinde (s.348-354). Ankara: TÜCAUM.
Thrift, N. (2002) The future of geography. Geoforum, 33, 291–298.
Tunçel, H. (2000). Türkiye’de ismi değiştirilen köyler. Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 10 (2), 23-34.
Tunçel, H. ve Üçeçam, D. (2000). Türk Coğrafya Kurumu meslek haftaları. Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 10 (2), 231251.
Tuysuz, S. ve Yavan, N. (2012) Bölgesel coğrafya yaklaşımı ve Türk coğrafyasındaki etkileri üzerine kritik bir değerlendirme.
TÜCAUM VI. Coğrafya Sempozyumu Bildiriler Kitabı içinde (s.390-405). Ankara: TÜCAUM.
TÜBA.
(2013). TÜBA üyelerinin dağılımı. 16.07.2013
dagilimi/id/425/pid/4/mid/68/ adresinden erişildi.
tarihinde
http://www.tuba.gov.tr/content/tuba-uyelerinin-
TÜBA, (2005). Temel bilimler öngörü çalışması. Ankara: TÜBA Yayınları.
TÜBA, (2007). Sosyal bilimler öngörü çalışması, 2003-2023. Ankara: TÜBA Yayınları.
TÜBİTAK. (2004). Ulusal bilim ve teknoloji politikaları, 2003-2023 strateji belgesi. Ankara: TÜBİTAK Yayınları. 16.07.2013
tarihinde http://www.tubitak.gov.tr/tubitak_content_files//vizyon2023/Vizyon2023_Strateji_Be lgesi.pdf adresinden
erişildi.
TÜCAUM . (1988). Ankara Üniversitesi Türkiye Coğrafyası uygulama ve araştırma merkezi yönetmeliği. Türkiye Cumhuriyeti
Resmi Gazete Sayısı: 20030, Tarihi: 25.12.1988. Ankara: TÜCAUM.
Tümertekin, E. (1971). Türkiye’de beşeri coğrafyanın gelişmesi. E. Tümertekin, F. Mansur ve P. Benedict (Eds). Türkiye: Coğrafi
ve Sosyal Araştırmalar içinde (s. 1-16). İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayını.
Tümertekin, E. (2001). Beşeri Coğrafya. Cumhuriyet döneminde Türkiye’de bilim: sosyal bilimler II içinde, Ankara: TÜBA
Yayınları.
Warf, B. ve Arias, S. (Eds). (2009). The Spatial turn: Interdisciplinary perspectives. London: Routledge.
Yavan, N. (2005a). SCI ve SSCI bağlamında Türkiye’de coğrafya biliminde uluslararası yayın performansının karşılaştırmalı
analizi: 1945-2005. Coğrafi Bilimler Dergisi 3 (1), 27-55.
Yavan, N. (2005b). Bilim felsefesi bakımından coğrafyada pozitivist yaklaşım. Ulusal Coğrafya Kongresi 2005 (Prof.Dr. İsmail
Yalçınlar Anısına) Bildiriler Kitabı içinde (s.405-414). İstanbul: Türk Coğrafya Kurumu.
Yavan, N. (2007). Bölge Bilim’in gelişiminde coğrafyacıların rolü. Bölge Biliminde Yeni Yaklaşımlar Bildiriler Kitabı içinde (s.109126). İstanbul: BMTMK Yayınları.
Yavan, N. (2012). Postgraduate geography education in Turkey. N. Yavan ve İ. Kaya (Eds). International perspectives on
postgraduate education and training in geography (s. 111-157). Diyarbakır: Turkish Association of Geographers.
Yavan, N. ve Kaya, İ. (Eds) (2012). International perspectives on postgraduate education and training in geography. Diyarbakır:
Turkish Association of Geographers.
YB. (2013) Yer bilimleri. 15.06.2013 tarihinde http://www.eies.itu.edu.tr/ adresinden erişildi.
YSB. (2013) Yer sistem bilimi. 15.06.2013 tarihinde http://ess.metu.edu.tr/ adresinden erişildi.
38

Benzer belgeler