Moskova`dan İzlenİmler

Transkript

Moskova`dan İzlenİmler
Mimar ve Mühendis Mayıs - Haziran 2015 Sayı: 83
83
SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI
Sayı: 83 Mayıs - Haziran 2015
STK’LAR
SADAKA TAŞI MI?
ATLAMA TAŞI MI?
MMG’NİN DÜNÜ,
BUGÜNÜ VE GELECEĞİ
BİR MEDENİYET KANDİLİ Süleymanİye
Yazma Eser Kütüphanesİ
Moskova’dan
İzlenimler...
MMG’yi farklı kılan teknolojiyi
sorgulaması… Sadece mühendis bakışı
değil, entelektüel bakışı… Bilim felsefesi
olarak da bilimi sorgulaması…
Tarih 1550 yılını gösterirken, Dersaadet =
İstanbul’un ortasında fethin hicrî takvim itibariyle
100’üncü yılı anısına, adı daha sonra “Külliye”
olarak anılacak olan bir imâretin temeli atılıyordu.
Temmuz ayında ailecek Moskova’ya bir
gezimiz oldu. Moskova’da sayısız müzeler
bulunuyor, geniş caddeler parklar, aktiviteler
ve hareketli bir şehir yaşamı…
EDİTÖR
Mehmet İpek
Yayın Kurulu
Ahmet Erdal Osmanlıoğlu, Mahmut Çelik,
Osman Şahbaz, Ali Reyhan Esen, Ali Osman Öncel,
Yavuz Sarı, Mehmet Kürşat Çapar
Bu Sayıya Katkıda Bulunanlar
Kadem Ekşi, Yakup Güler, Osman Arı, Avni Çebi,
Dr. Ahmet Emindağ
Yayın Danışma Kurulu
Avni Çebi, Prof. Dr. Nazif Gürdoğan, Prof. Dr. İlhan
Kocaarslan, Prof. Dr. Nizamettin Aydın, Prof. Dr. Zeki
Çizmecioğlu, Yrd. Doç. Dr. Ömer Faruk Kültür, Mehmet
Osmanlıoğlu, Yrd. Doç. Dr. Yalçın Boztoprak, Fatih
Dönmez, Yrd. Doc. Dr. İbrahim Güneş, Yakup Güler
İletİşİm Adresİ
Kuştepe Biracılar Sok. No: 7 Mecidiyeköy/İstanbul
Tel: 0 212 217 51 00
Fax: 0 212 217 22 63
Web: www.mmg.org.tr
E-posta: [email protected]
ABEMEDYA
Yayın Koordİnatörü
İsmail Şaşmaz
[email protected]
Edİtör
Fatih Göksu
Görsel Yönetmen
Ersan Topuz
Reklam
Serdar Erikci
[email protected]
Kuştepe Mah. Biracılar Sok.
No: 15 Şişli / İSTANBUL
Tel: 0 212 273 27 50
Fax: 0 212 273 27 51
Web: www.abemedya.com
Basım
Bilnet Matbaacılık ve Ambalaj San. A.Ş.
Dudullu Org. San. Bölgesi 1.Cad. No:16 Ümraniye-İST
Tel: 0216 444 44 03
Faks: 0216 365 99 07-08
www.bilnet.net.tr
Yayın Türü
İki ayda bir yayınlanır.
Yerel Süreli Yayın
Ücretsizdir
Yazı ve reklamların içerik sorumluluğu sahiplerine
aittir. Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir.
Küreselleşme ile birlikte,
insanların giderek daha fazla
iç içe yaşamaları ve kültürel
açıdan yakınlaşmaları, toplumsal olarak daha örgütlü
ve organize hale dönüşmüş
kollektif yapılı bir toplum
yapısını ortaya çıkardı. Belirli
bir amaç doğrultusunda bir
araya gelmiş insanların yaşadıkları problemlere çözüm
bulabilmek ve mücadele
ettiği yapılara karşı güçlü
olabilmek için oluşturduğu
Sivil Toplum Kuruluşları
(STK’lar) da günümüzün en
güçlü yapıları olarak adından
sıkça ve güçlü bir şekilde söz
ettirir hale geldi. İnsanların
kendini en iyi şekilde ifade
edebildiği, mücadelesi için
birlikte yol alabileceği insanlarla bir arada olduğu yapılar
olan STK’lar, küreselleşen
dünyada artık toplumları
yönlendiren, çalıştıran temel
faktör konumuna gelmiş
durumda. Çünkü insanlar
örgütlü ve organize bir
şekilde ekonomik, toplumsal,
kültürel ve siyasal özellikli
ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyor. Ekonomiden politikaya, kültürden sosyal hayatın
bütün yönlerine kadar geniş
bir yayılma alanına sahip
olmaya başlayan STK’ların
finans kuruluşları, çok uluslu
şirketler ve medya ile beraber en önemli güç kaynaklarından biri olduğu gerçeği ile
karşı karşıya olduğumuz bir
dönemdeyiz.
Katılımcı demokratik yapı
ve çoğulcu bir toplumun
oluşmasına katkıda bulunan
STK’lar, bugün modern
toplumların en etkin siyasi
baskı ve toplumsal değişim
aktörleri arasında bulunup
ülkelerinin kamu diplomasisi faaliyetlerinde yer alırken
vatandaşlık kültürünün
kazanılmasında etkili olan
yapılardır. Devletin gücünün yetmediği konularda
araştırma, tesis ve hizmet
sağlayarak devlet işlerindeki
açığı kapamaya çalışan
STK’lar, hiçbir zaman iktidar
ve güç amaçlamaz. Yaptıkları
sadece problemlere çözümler üretmek, fikir geliştirmek,
bunları politikacılara sunup
onların bu fikirleri gerçekleştirmeleri için gerekli olan
baskı gruplarını oluşturmaktır.
Günümüz sivil yaşamının
bu etkin kurumu aslında bize uzak bir kavram
değil. Efendimiz (S.A.V) ile
başlayan, sahabe ile devam
eden ve Osmanlı ile zirve
noktaya ulaşan Vakıf kav-
ramı, o dönemlerin en etkin
STK’larıydı. Şu an güncel
STK’lar ile yaşamaya devam
eden Vakıflar, daha çok
insanların zaruri ihtiyaçlarının (giyim, yiyecek, barınma,
hastane vb) giderilmesine
yönelik çözümler üreten kuruluşlar iken STK’lar güncel
yaşamda ortaya çıkan sorunların çözümüne yönelik
birlikte adım atılmasını sağlama yönelik adımlar atan
kuruluşlar halinde çalışıyor.
Birbiriyle benzer özellikleri
olsa da aynı kavramlar
olmayan Vakıf ve STK’lar bir
toplumun yaşamı sürecinden çok önemli yere sahiptir.
Bu nedenle, kurulmuş her
Vakıf ve STK’nın amacına
uygun hareket etmesi,
insanların da bu kuruluşlara
etkin destek vermesi büyük
önem taşıyor.
Günümüz sivil yaşamının bu etkin
kurumu aslında bize uzak bir kavram
değil. Efendimiz (S.A.V) ile başlayan,
sahabe ile devam eden ve Osmanlı ile
zirve noktaya ulaşan Vakıf kavramı, o
dönemlerin en etkin STK’larıydı.
Mimar ve Mühendis Mayıs - Haziran 2015 Sayı: 83
Sorumlu Yazı İşlerİ Müdürü
Murat Alpay
[email protected]
EDitörden…
83
Sayı: 83 Mayıs - Haziran 2015
SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI
İmtiyaz Sahibi
Mimar ve Mühendisler Grubu adına Genel Başkan
Murat Özdemir
STK’LAR
SADAKA TAŞI MI?
ATLAMA TAŞI MI?
MMG’NİN DüNü,
BUGüNü VE GELECEĞİ
BİR MEDENİYET KANDİLİ SüLEYMANİYE
YAzMA ESER KüTüphANESİ
MoSKoVA’DAN
İzLENiMLER...
MMG’yi farklı kılan teknolojiyi
sorgulaması… Sadece mühendis bakışı
değil, entelektüel bakışı… Bilim felsefesi
olarak da bilimi sorgulaması…
Tarih 1550 yılını gösterirken, Dersaadet =
İstanbul’un ortasında fethin hicrî takvim itibariyle
100’üncü yılı anısına, adı daha sonra “Külliye”
olarak anılacak olan bir imâretin temeli atılıyordu.
Temmuz ayında ailecek Moskova’ya bir
gezimiz oldu. Moskova’da sayısız müzeler
bulunuyor, geniş caddeler parklar, aktiviteler
ve hareketli bir şehir yaşamı…
İçindekiler
Mimar ve
Mühendis
83
6
14 GİRİŞ
KISA KISA
STK SADAKA TAŞI MI? ATLAMA TAŞI MI? Birlik ve beraberlik kurmak,
işleyişlerin dolayısı ile hayırların ve hizmetlerin derinliğini artırır. Tüm
insanlığı birleştirmek için gereken her şeye sahip olan İslam, insanların
birlik ve beraberlik duygusuyla oluşturduğu hayırlı hizmet için yarıştığı
vakfetme anlayışının da temelini oluşturmuştur. Vakfetme anlayışıyla
hizmet veren insanlar ayrıca bir arada olup yaşanılan güncel sorunları
çözüme kavuşturma adına kurdukları STK'larla da etkin bir görev üstlenmiş
durumda. MMG de kimseyi ayırmadan, ayrıştırmadan, ötekileştirmeden ve
üzmeden herkese aynı sevgi ve muhabbeti gösterebilmek; samimiyet ve ihlasla
ortaya bireyin gelişimini sağlamak ve toplumun faydalanabileceği akıl
üretmek için çıktığı yolda tüm bu üretimleri de her şeyi göze alarak yaptı ve
yapmaya devam ediyor...
18
ASR-I SAADET'TE VAKFİYELER
VE MEDİNE ÇARŞISI
Muhammed Emin Yıldırım 30
ÖZGÜN BİR STK OLARAK MMG
OSMAN ARI
32
STK’LAR VE FİNANSAL DESTEKLER
YASEMİN OK
36
SOKAKTA ÇALIŞAN ÇOCUKLAR VE HAYAT VAKFI ÇOCUKLAR SOKAKTA SOLMASIN PROJESİ
TUBA GAVAZ
40
MMG’NİN DÜNÜ, BUGÜNÜ
VEGELECEĞİ
52
SİVİL TOPLUM KURULUŞLARINI DESTEKLEYEN VE EĞİTEN BİR
UYGULAMA HAMİLİK OKULU VAKFI STK YÖNETİMİ EĞİTİM PROGRAMI
KAMİLE CANBAY
56
İNSANI YAŞATAN, HAYATI
ZENGİNLEŞTİREN: VAKIF MEDENİYETİ
AVNİ ÇEBİ
BİZDEN HABERLER
62
YEREL KALKINMA ANLAYIŞI
SÜRECİNDE KURUMLARA DÜŞEN GÖREVLER YEREL KALKINMA
DERNEĞİ BAŞKANI AYHAN APAYDIN
66
YERYÜZÜ MÜHENDİSLERİ DERNEĞİ’NİN GAYESİ , ÇIKIŞ
GEREKÇELERİ VE HİKAYESİ
YRD. DOÇ. DR. ÖMER FARUK KÜLTÜR
69
ZAMANIN TANIĞI MMG
KADEM EKŞİ
70
ÇABAMIZ GÜÇLÜ VE DEMOKRATİK
BİR SİVİL TOPLUM
TEZCAN ERALP ABAY
74
TGTV STK OKULU EĞİTİM PROGRAMI
KEMAL KAYA 76
YENİ BİR MEDENİYET ARAYIŞINDA MMG’NİN SERÜVENİ
YAKUP GÜLER
82
SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİNDE
STRATEJİK İLETİŞİM YÖNETİMİ
YRD. DOÇ. DR. BETÜL ÖNAYDOĞAN
ETKİNLİK
94
BİR MEDENİYET KANDİLİ SÜLEYMANİYE
YAZMA ESER KÜTÜPHANESİ
EMİR EŞ
98
MOSKOVA’DAN İZLENİMLER…
MİMAR A. GÜLESER EKŞİ
STK’LARA KATKI VE KATILIM SOSYAL VE
MANEVİ SORUMLULUĞUMUZDUR
Mimar ve Mühendisler Grubu olarak çıkardığımız
dergilerimizde seçtiğimiz dosya konularıyla ülkemizin
gelişmesi için önemli gördüğümüz konuları işleyerek
biz de ülkemizin kalkınma ve gelişme sürecine
katkı koymaya çalışıyoruz. Bu kapsamda enerjiden,
sanayileşmeye eğitimden şehirciliğe birçok konuyu
işledik, işlemeye de devam edeceğiz.
Toplumların gelişip
kalkınmalarında, özgür
ve bağımsız bir şekilde
fikir üretebilmeleri önemli
bir yer tutar. Bu da
toplumların sivilleşmesi
ve sivil toplum
hareketlerinin güçlenmesi
ile sağlıklı bir şekilde
gerçekleşebilir.
Toplumların gelişip kalkınmalarında, özgür ve bağımsız
bir şekilde fikir üretebilmeleri önemli bir yer tutar. Bu da
toplumların sivilleşmesi ve sivil toplum hareketlerinin
güçlenmesi ile sağlıklı bir şekilde gerçekleşebilir. Sivil
toplum hareketlerinin esasını teşkil eden sivillik
genellikle askeri olmamak olarak anlaşılmakla
birlikte aslında kavramın terimsel anlamı, İngilizce
karşılığında da ifade edildiği gibi, “non-govermental
organizations” yani hükümet dışı, iktidar gücünü elinde
bulundurmayan örgütleri ifade etmektedir. Sivil toplum
hareketleri hükümet dışı olmakla birlikte yapısında
muhaliflik barındırsa da bazılarının bugün anlayıp
kullandıkları gibi aslında hükümete veya devlete karşı
olan örgütler şeklinde de anlaşılıp kullanılmamalıdır.
STK’ların ayrıca, kimileri tarafından bu toprakların
ürünü olmadığı ve ağırlıklı olarak batı kaynaklı bir
yapılanma olduğu ifade edilse de aslında bana göre
bu toprakların inanç ve kültür değerlerinin de bir
ürünüdür. Bizde “Sivil Toplum Kuruluşu” olarak ifade
edilmemiş olsa da, gerek geçmişteki ahilik teşkilatı
gerekse günümüzde hala daha devam etmekte olan
vakıflar gibi yapılanmalarımız, içerik ve işlev olarak
bu günün STK’larının yerini tutmaktadır. İnanç
değerlerimizde bir taraftan, “İçinizden hayra çağıran,
iyiliği emredip kötülükten men eden bir topluluk
bulunsun” hükmü gönüllü yapılanmaları teşvik ederken,
diğer taraftan da müttakilerden bahsedilirkenki “Onlar
rızıklandırıldıkları şeylerden infak ederler” tarifi de
bir nevi vakıf medeniyetini ifade etmektedir. Evet,
kişinin rızıklandırıldığı şeyden infak etmesi. Yani, vakti
olanın vaktini, nakti olanın naktini, aklı olanın aklını,
çevresi olanın çevresini ve imkanlarını sadece kendisi
için değil, toplum adına gönüllü olarak infak etmesi,
vakfetmesi. Yani bir tür bir sivil toplum hareketinin
içinde bulunması.
Sivil toplu hareketleri, bir yönü itibariyle toplum
içerisindeki dayanışmayı artırmakta, insanların
kişisel ve manevi gelişimlerine katkı sağlamaktadır.
Bunun yanı sıra, toplumun sağduyusu, ortak aklı ve
vicdanı olarak da başta yöneticiler olmak üzere toplum
kesimleri arasında yol gösterici, denetleyici ve ara
bulucu işlevleri de görebilmektedirler. Günümüzde
özellikle yeni yetişen nesilde, yapılan işlerden ziyade bu
işlerin yapılma sürecine vatandaşların katılımları ve
paydaşlığı daha önem kazanmaktadır. Vatandaşların
yapılan işlere katılımlarında da sivil örgütlenmeler
büyük yer tutmaktadır ve bu tür örgütlenmelerin önemi
de gün geçtikçe artmaktadır. Başta eğitim, sağlık ve
ihtiyaç sahiplerine yardım gibi, maddi yönü itibariyle
bakıldığında devlet tarafından kolaylıkla yapılabilir
gözüken birçok alanda sivil toplum hareketlerinin,
gönüllülerinin niyetlerinin bereketinden olsa gerek, daha
verimli ve etkili çalıştıkları görülmektedir. Sivil toplum
kuruluşları ilgilendikleri konular ve muhataplıkları
itibariyle yönetici kadrolarla ve siyasilerle bir şekilde
ilişki içerisinde olmak durumundadır. Burada STK’ların
özellikle hükümetlerle kuracakları ilişkinin şekli ve
ölçüsü sivil kalma ile devletleşme arasındaki konumunu
belirleyecektir. Asıl olan sivil toplum hareketlerinin
siyasete ve yöneticilere yol göstermesi, toplum adına
yapılanları kontrol ederek bir nevi hesap sorması,
siyasetin de sivil toplumu güçlendirecek mekanizmaları
kurarak ve işleterek sivil toplum hareketlerini
rakip olarak görmeden desteklemesi, sivil toplum
hareketlerinden beslenmesi gerekmektedir.
Sivil toplum hareketleri, genellikle, eğitim, sağlık,
toplumun dezavantajlı kesimlerine destek sağlama,
gerek herhangi bir mağduriyete karşı gerek hemşerilik
tabanında gerekse meslek ve iş alanlarında
dayanışma veya belli bir ilgi alanında faaliyet
göstermek üzere örgütlenmiş olabilir. Her ne amaçla
örgütlenmiş olursa olsun, sivil toplum hareketlerinin
en önemli özelliği gönüllü hareket olmaları ve
iktidar gücünü elinde bulundurmasıdır. Ancak, kendi
ayakları üzerinde duramayan, bir şekilde devletten
beslenen, sırtını devlete yaslayan, yöneticileri veya
mensupları siyasetten beklenti içerisinde olan STK’lar
maalesef gerçek varlık sebeplerine uygun olarak
davranamamakta, sivilleşmeye katkı sağlayamamakta,
toplum adına uyarıcı ve yol gösterici olma görevini
hakkıyla yerine getirememektedir. Bu manada
STK’larımızın gerçek anlamda sivil örgütler olarak
faaliyet gösterebilmeleri için sivil kişiler tarafından
desteklenmesi ve denetlenmesi gerekmektedir.
Toplumumuzda gördüğümüz eksikliklerin giderilmesi
adına “pasif iyi” olarak tespit ve şikayet etmekten ziyade,
“aktif iyi” olarak düzeltilmesi yönünde ilgili STK’larda
faaliyet göstermenin veya bu yönde faaliyet gösteren
STK’lara katkı ve katılım sağlayarak destek olmanın
bir nevi sosyal ve manevi sorumluluğumuz olduğu
hatırlatarak, bu sorumluluğumuzun gereğini hakkıyla
yerine getirebilmek duasıyla…
Murat ÖZDEMİR
BİZDEN HABERLER
MMG 12’NCİ OLAĞAN GENEL KURULU GERÇEKLEŞTİRİLDİ
M
imar ve Mühendisler Grubu
(MMG) Genel Başkanı Murat
Özdemir açılış konuşmasında,
MMG’nin kuruluşundan bugüne kadarki olan
sürecini; hikmet, imar ve ihsan kavramlarıyla
ifade etti. MMG’nin şehirleşmeden bilişime,
sanayileşmeden enerji verimliliğine
birçok alanda şahitlik ve tanıklık yaptığını
söyleyen Özdemir, Türkiye’ye nitelikli
eleman kazandırılması için eğitimin önemli
olduğunu, bilimde, sanayide, tarımda
nitelikli eleman ihtiyacının karşılanmasının
eğitimden geçtiğini belirtti. Eğitimin sadece
üniversitelerin görevi olmadığını, üniversite
öncesi ilgili kurumların çalışma yapması,
üniversitelere destek vermesi gerektiğini
aktaran Özdemir, “Ülkemiz bugün geldiği
gelişmişlik noktasını hak etmemektedir.
Daha yukarı seviyelere çıkabilmek için çok
çalışmamız lazım” dedi.
GELECEĞİN ENERJİSİNE
ODAKLANMALIYIZ
Türkiye’nin enerji ithal eden bir ülke
olduğuna da değinen Özdemir, “Geç
kaldığımız enerji yatırımları önceliklerimiz
arasında olmalıdır. Nükleer enerji,
6
Mimar ve Mühendis
MMG’nin 12’nci Olağan Genel Kurulu, 31 Mayıs Pazar günü
Şişli Grand Cevahir Hotel’de yapıldı.
geleceğimizin enerjisi değildir. Güncel
enerjidir. Geleceğin enerji kaynakları güneş
ve doğal kaynaklardır. Bir diğer enerji
kaynağı da enerji tasarrufudur. Gerek
evsel gerek sanayide tasarruflu enerji
kullanmalıyız” değerlendirmesinde bulundu.
MMG SÜREKLİLİĞİNİ BUGÜNE
KADAR SÜRDÜRMÜŞTÜR
Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği
(MÜSİAD) Genel Başkanı Nail Olpak da
MMG’nin kuruluşundan bugüne kadar
geçen süreç içinde görevini layıkıyla yerine
getirdiğini söyledi. “Taşı delen damlaların
gücü değil, sürekliliğidir” sözünü hatırlatan
Olpak, “MMG bu sürekliliği kurulduğu
günden bu yana sürdürmektedir. Bu
güzel hizmetlerinden dolayı teşekkür
ediyorum. Bizim güzel yapılanlara
sahip çıkmamız ve teşekkür etmemiz
gerekiyor. Eksik gördüklerimizi de kendi
duruşumuz çerçevesinde ifade etmekten de
kaçınmamamız gerekiyor” ifadelerini kullandı.
İTO İLE MMG VERİMLİ VE İYİ
ŞEKİLDE ÇALIŞIYOR
İstanbul Ticaret Odası (İTO) Başkanı
İbrahim Çağlar MMG’yi İTO’nun başkan
yardımcılığı görevini üstlenen ve MMG’nin
üçüncü dönem başkanlığını da yaptığı
Murat Kalsın’dan dolayı tanıdığını, bundan
duyduğu memnuniyeti ifade etti. İTO ile
MMG’nin birlikte verimli ve iyi şekilde
çalıştığını anımsatan Çağlar, bundan sonra
da İstanbul ve Türkiye için güzel şeyler
üreteceklerini vurguladı.
ATIK YÖNETMELİĞİYLE İLGİLİ ÇOK
ELEŞTİRİ ALDIK
İmar Kanunu ve İmar Yönetmeliği’nin
değişmesi gerektiğini, bu konularda ciddi
çalışmalar yaptıklarını, üniversitelerle bilgi
alışverişinde bulunduklarını söyleyen Çevre
ve Şehircilik Bakanı İdris Güllüce, atık
yönetmeliğiyle ilgili çok eleştiri aldıklarını
anımsatarak şunları söyledi: “10 bin tane
daha çevre mühendisi alırsanız bu sorun
çözülür diyorlar. Hallolacaksa 20 bin tane
daha çevre mühendisi alalım ancak durum
böyle değil. Atık su ve baca denetimini
de otomatik yapıyoruz. Çok fazla eleman
istihdam etmiyoruz. Bilgisayar aracılığıyla
yapıyoruz” diye konuştu.
Selamlama konuşmalarından sonra
Genel Kurul Toplantısına geçildi.
Divan Heyeti ile yapılan oturumda,
şu isimler önerildi ve kabul edildi:
MMG 2015 Yönetim Kurulu Üyeleri
Murat Özdemir Genel Başkan
Prof. Dr. Ali Osman Öncel Genel Başkan
Yardımcısı (Üniversite, Eğitim Ve Proje
Komisyonları)
Mahmut Çelik Genel Başkan Yardımcısı
(Teşkilat Ve Kurumsallaşma)
Prof. Dr. Ahmet Erdal Osmanlıoğlu
Genel Başkan Yardımcısı (Enerji ve Maden
Komisyonları)
Ali Reyhan Esen Yönetim Kurulu Üyesi
(Tanıtım, Basın-Yayın ve Dergi)
Şehmus Yıldırım Yönetim Kurulu
Üyesi (Kurumlarla İlişkiler ve Kurumsal
Faaliyetler)
Murat Seven Yönetim Kurulu Üyesi
(İnşaat ve Ulaşım Komisyonları)
Mehmet Kürşat Çapar Genel Başkan
Yardımcısı (Mali Ve İdari İşler)
Serkan Cantürk Yönetim Kurulu Üyesi
(Sanayi, Tarım ve Teknoloji Komisyonları)
Yasir Yılmaz - Yönetim Kurulu Üyesi
(Genç MMG ve Kurumsal Faliyetler)
Zinnur Büyükgöz - Yönetim Kurulu Üyesi
(Çevre ve Şehircilik Komisyonları)
Yönetim Kurulu ve Genel Başkan
seçiminden sonra Komisyon Başkanları için
şu isimler önerildi ve kabul edildi:
MMG 2015 Komisyon Başkanları
Arif Tezel Yerbilimleri Komisyon Başkanı
Muhammed Sami Temiz Ulaşım
Sistemleri Komisyonu Başkanı
Harun Toksöz İnşaat Komisyonu Başkanı
Ahmet Yılmaz Mimarlık Komisyonu
Başkanı
Yunus Emre Tozal Şehir Planlama ve
Harita Komisyonu Başkanı
Betül Maç Çevre Komisyonu Başkanı
İbrahim Güneş Enerji Komisyonu Başkanı
Cihan Çiftlikli Kaya Gıda ve Tarım
Komisyonu Başkanı
Sunullah Doğmuş İş Sağlığı ve Güvenliği
Komisyon Başkanı
Hasan Yaşar Bilişim ve Bilgisayar
Teknolojileri Komisyonu Başkanı
Yrd. Doç. Dr. Yalçın Boztoprak Proje
Geliştirme Komisyonu Başkanı
Murat Kutlu Makine Komisyonu Başkanı
Program, plaket takdimi ve toplu fotoğraf
çekimiyle sonlandı.
Mayıs - Haziran 2015
7
BASIN AÇIKLAMASI |
MMG: YEŞİL YOL KALKINMAYI HEDEFLİYOR
K
aradeniz Bölgesi’nde büyük
tepkilere neden olan Yeşil Yol
projesiyle ilgili, Yeşil Yol’un
geçtiği illeri kapsayan teknik bir gezi
düzenlediklerini belirten MMG Genel
Başkanı Murat Özdemir ile Denetleme
Kurulu üyemiz Kadem Ekşi, konuyla ilgili
olarak açıklamalarda bulunarak, projenin
kalkınmayı hedeflediğini ve iyi niyetle
hazırlandığını belirtti. MMG Genel Başkanı
Murat Özdemir, Yeşil Yol’u, bölgenin
kalkınmasını sağlamayı amaçlayan ve
iyi niyetle oluşturulan bir proje olarak
değerlendirerek, “ Bazen işin pratiği
ile teorisi birbirine uymayabilir. Bizim
burada gördüğümüz yolların yapılması,
insanların bir yerden bir yere erişiminin
kolaylaştırılması yaylalarda yapılacak olan
turizm ve ekonomik gelişmelerin hepsi
önemli. Bunları uzun vadede düşünmemiz
lazım. Bugün yapacağımız bazı yatırımların
yüz yıllar sonra çocuklarımıza ve
torunlarımıza nasıl etki edeceğini göz
ardı etmememiz lazım. Bölge insanı ana
unsurdur” dedi.
BU PROJEYE KARŞI ÇIKMANIN
GEREĞİNİ GÖRMÜYORUZ
Bölge insanının bazı çekinceleri
bulunduğuna dikkat çeken ve bu
endişelerin de dikkate alınması gerektiğine
vurgu yapan Özdemir şunları söyledi:
“Teknik insanlar olarak bize düşen iş,
projenin olumlu yönlerini artırmak ve
olumsuz yönlerini minimize etmektir. Bir
projeyi gönüllerde ve zihinlerde insanlarla
şeffaf bir şekilde paylaştıktan ve ikna
ettikten sonra uygulamaya soktuğunuz
zaman, bugün karşılaştığımız, belki
bilmeden manipülasyonlarla yönlendirilen
olumsuz tepkilerin de önüne geçmiş
olursunuz. Bölge insanının kalkınmasını
kim istemez? Bölgede yapılabilecek
projelerden dolayı bir sıkıntı varsa bu
hepimizin zararınadır. Genel olarak
bu projeye karşı çıkmanın bir gereğini
görmüyoruz. Coğrafyanın bize müsaade
ettiği şekilde, coğrafyayı fazla zorlamadan
bu ulaşım yollarını açmamız lazım.”
KADEM EKŞİ: “KORKU VE ENDİŞENİN
YAPAY OLDUĞU BİR GERÇEKTİR”
MMG Genel Başkan Yardımcısı Kadem
Ekşi ise Yeşil Yol projesi ile Karadeniz’in
sahil yoluna paralel yeni bir barış yolu
inşa edileceğini söyledi. Yeşil Yol’da önemli
fırsatlar bulunduğunu ifade eden Ekşi, şöyle
konuştu: “Yeşil Yol 2 bin 600 kilometre
8
Mimar ve Mühendis
Karadeniz Bölgesi’nde büyük tepkilere neden olan Yeşil
Yol projesiyle ilgili açıklama yapan Mimar ve Mühendisler
Grubu (MMG), projenin kalkınmayı hedeflediğini ve iyi
niyetle hazırlandığını iddia etti.
uzunluğunda bir yol. Bu yolun problemli
geçiş noktası olarak görülen bölgesi 20-30
kilometreden ibaret. Vatandaşlarımızla
yapmış olduğumuz söyleşilerde yüzde
95’inin Yeşil Yol’u desteklediğini ve
projenin işine, aşına, büyümesine ve
gelişmesine ciddi fırsatlar oluşturacağını
söylüyor. Bölgede bazı endişelerde var.
Buradaki korku ve endişenin yapay olduğu
bir gerçektir. Tabii ki endişelerimiz olabilir.
Yaylalarımızı açtığımızda küresel sermaye
iştahla bölgeye gelmiş olabilir. Buraların
sahibi biziz. İstemeyiz ve her şeye karşı
oluş mantığı anlayışıyla burada geleceği
inşa edemeyiz. Buradaki insanların mutlu
olması ve kazanması gerekiyor. Problem
sadece bir küçük alanda var.”
“YAYLALAR KÖTÜ
YAPILAŞMADAN ARINDIRILMALI”
Çevre, ekoloji ve ekosistemin korunmasının
herkesin önemli bir görevi olduğunu ifade
eden Ekşi, “Yaylalardaki kötü yapılaşmanın
fiili işgallerden arındırılması ve bölgenin
ekoloji ve mimarisine uygun yapısal
düzenlemelerin süratle ve Karadeniz
elden uçmadan ve yaylalar betonlaşmaya
mahkum olmadan yapılmalı. Üniversiteler
aracılığı ile oluşturulacak ekipler tarafından
hazırlanacak tip projelerle yaylalarda
özgün mimariye ve geleneksel yapı
taşlarına uygun projeler hayata geçirilebilir.
Yaylaların hızla planlandırılması lazım.
Yaylalardaki çirkin görüntüleri yok
etmeliyiz. Vicdan ve ortak aklı ortaya
koyacak bir çağrı yapıyoruz. Karadeniz
yaylalarının beton kültürüne teslim olup
yok olmasına vicdan dayanmaz. Bölge
insanı turizmden ekmek yemek istiyorsa
geleneksel tonların, kültürün ve yapının
mutlak korunması gerekiyor. Başka bir çıkış
yolu da yok” ifadelerini kullandı.
İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi MMG Üyelerine
Lisansüstü Programlar İçin %30 İndirim Sağlayacak
M
imar ve Mühendisler Grubu
(MMG) üniversitelerle ortaklaşa
çalışmaları kapsamında İstanbul
Yeni Yüzyıl Üniversitesi ile yeni bir protokol imzaladı. Protokol Üniversite Rektörü
Prof. Dr. Hüseyin Hüsnü Gündüz ve Mimar
ve Mühendisler Grubu Yönetim Kurulu
Üyesi Prof. Dr. Ali Osman Öncel tarafından
imzalanırken imza töreninde Yeni Yüzyıl
Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Azmi
Ofluoğlu, MMG Yönetim Kurulu Üyelerinden
Prof. Dr. Ahmet Erdal Osmanlıoğlu, Mesut
Uğur, MMG İş Sağlığı ve Güvenliği Komisyonu Başkanı Sunullah Doğmuş ve MMG Genel
Sekreteri Murat Alpay’da yer aldı. İstanbul
Yeni Yüzyıl Üniversitesi Rektörlük Binası’nda,
lisansüstü programlar için MMG üyelerine,
eş ve çocuklarına yüzde 30 indirim yapılacak
anlaşmanın protokolünü imzalayan taraflar,
ortak çalışma ve projelerin devam etmesi
konusunda da birbirlerinden söz aldı. Gelecek
dönemde MMG ile ortaklaşa eğitim, toplantı,
panel, seminer vb. eğitim ve akademik faaliyetlerde bulunabileceklerini belirten Prof.
Dr. Gündüz, imzalanan protokolün iki taraf
için de faydalı olacağını dile getirdi. MMG
Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Ali Osman
Öncel ise protokolden sonra yeni dönemde
üniversitelerle ortaklaşa çalışmaların devam edeceğini söylerken, projenin, iki taraf
için de çok faydalı bir çalışma olacağını
vurguladı.
FSMVÜ İLE KARİYER GÜNÜ DÜZENLEDİK
M
imar ve Mühendisler Grubu (MMG)
olarak Fatih Sultan Mehmet Vakıf
Üniversitesi (FSMVÜ) Mühendislik, Mimarlık ve Tasarım Fakülteleri, Kariyer Girişimcilik ve Mesleki Test Merkezi işbirliği
ile 21 Mayıs Perşembe günü FSMVÜ Haliç
Yerleşkesi’nde “Mühendislik, Mimarlık ve
Tasarım Fakülteleri Kariyer Etkinliği” adı
altında etkinlik gerçekleştirildi. Söz konusu
etkinlik öğleden önce saat 09.30 - 11.30
saatleri arasında FSMVÜ Rektörü Prof. Dr.
Musa Duman, MMG Yönetim Kurulu Üyesi
Prof. Dr. Ali Osman Öncel, Gaziosmanpaşa
Belediye Başkanı Yüksek Mühendis Hasan
Tahsin Usta’nın da katıldığı protokol konuşmaları ile açıldı. İK Dernek Başkanı Ali
Bektaş’ın mezuniyet sonrası iş hayatının
öğrencilerden beklentileri üzerine gerçekleştirdiği seminer ile başlayan açılış programı sonrasında öğrenciler alanda kurulu
olan MMG, Ericsson, Fujitsu, Elektromak,
AVD Teknoloji, Vefa Prefabrik, Emsaş İnşaat, Acıbadem Hastaneler Grubu, Meditel,
Astra Medikal, Evdema, AD Tasarım ve Pulsar Yaşam Alanları, İstanbul, İŞKUR firma
ve kurumlarının stantlarını ziyaret ederek
staj ve iş fırsatları hakkında bilgiler aldı.
Bu tür faaliyetlerden büyük memnuniyet
duyduklarını belirten öğrenciler öğleden
sonra 13.30 - 15.30 saatleri arasında ise
aynı anda dört amfide İnşaat Mühendisliği, Bilgisayar Mühendisliği, Biyomedikal
Mühendisliği ve Mimarlık- İç Mimarlık
Bölümleri’nde katılımcı firmaların konuş-
macı olarak yer aldığı panel programlarına
katıldılar. Oldukça faydalı olan söz konusu
etkinlik, gelecek yıl düzenli olarak fakülteler bazında “workshop” (atölye çalışmaları)
şeklinde yapılması hususlarında işbirliği ile
sonuçlandı.
Mayıs - Haziran 2015
9
BİZDEN HABERLER
MİMAR SİNAN DİYARBAKIR’DA KONUŞULDU
Mimar VE Mühendisler Grubu (MMG) Diyarbakır şubesi, Dicle Üniversitesi Mühendislik ve
Mimarlık Fakültesi işbirliği ile Dicle Üniversitesi Kongre Merkezinde ‘Yaşayan Mimar
Sinan’ı anmak-3’ konulu panel düzenledi.
P
anele, Dicle Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Ayşegül Jale Saraç, Mimarlık
Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Özgür
Değertekin, MMG Diyarbakır Şube Başkanı
Mesut Işık, alanında uzman akademisyen
ve öğrenciler katıldı. Diyarbakır’a gelen
misafirlerin güzel izlenimler edinerek
memnun ayrılacak olmalarını temenni
ettiğini dile getiren Rektör Prof. Dr. Ayşegül
Jale Saraç, Diyarbakır’ın inanç turizmi
bakımından zengin bir şehir olduğunu söyledi.
Diyarbakır’ın, 33 medeniyete ev sahipliği
yapmış bir kültür şehri olduğunu kaydeden
Rektör Saraç, zamanında gülcülük, ipekçilik ve
çinicilik denilince Diyarbakır’ın akla geldiğini
belirtti. Mimar Sinan’ın Osmanlı'nın en
görkemli döneminde, imparatorluğun gücünü
yansıtan yapıları inşa eden mimar olduğunu
anlatan Mimarlık Fakültesi Dekanı Prof. Dr.
Özgür Değertekin, Mimar Sinan’ın, Osmanlı
İmparatorluğu mimarisini 16’ncı yüzyılda
şekillendirmeyi başaran ender mimarlardan
biri olduğunu ifade etti.
‘MİMAR SİNAN’IN
BIRAKTIĞI MADDİ VE MANEVİ
MİRASI ELE ALACAĞIZ’
Mimarlık tarihinde altın bir çağa imza atan,
alanındaki başarısından dolayı yaşadığı
devirde adına ‘ulu’ sıfatı eklenen Mimar
Sinan Ağa veya ‘Koca Mimar’ diye anılan
Mimar Sinan’ın hayatının inceliklerinden
söz edeceklerini kaydeden MMG Diyarbakır
Şube Başkanı Mesut Işık, kendisinden
sonra gelen nesillere bıraktığı maddi ve
manevi mirası ele alacaklarını belirtti.
Açılış konuşmalarının ardından oturum
başkanlığını Dicle Üniversitesi Öğretim Üyesi
Doç. Dr. Z. Fuat Toprak’ın yaptığı panele; Fatih
Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Mimarlık
Bölüm Başkanı Prof. Dr. Suphi Saatçı, Dicle
Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mücahit
Yıldırım, Mardin Artuklu Üniversitesi
Mimarlık Fakültesi Dekan Yardımcısı Yrd.
Doç. Dr. Alidost Ertuğrul, AraştırmacıYazar-Yönetmen Mustafa Aksay panelist
olarak katıldı.
DİYARBAKIR VALİSİ HÜSEYİN AKSOY MAKAMINDA ZİYARET EDİLDİ
M
imar ve Mühendisler Grubu (MMG)
Diyarbakır Şubesi, Diyarbakır valisi
Hüseyin Aksoy’ u makamında ziyaret etti.
Ziyarete MMG Diyarbakır şube başkanı
Mesut Işık, Şube Başkan yardımcısı Doç.Dr.
Z. Fuat Toprak, yönetim kurulu üyesi Haris
Sabas, Mehmet Barış ve Gani Pür katıldı.
Ziyarette MMG’nin çalışmaları, faaliyetleri,
üniversiteler ve kamu kurum ve kuruluları ile
ilgili münasebetleri ve çalışmaları anlatıldı.
Ayrıca Diyarbakır’ın imar ve şehircilik
anlayışının bundan sonraki süreçte sosyal
huzurun artmasına katkıda bulunması,
Diyarbakır’ın tarihi ve kültürel dokusunun
korunması ve Sahabeler şehri olarak anılması
ile ilgili yapılması gerekenler konusunda fikir
alışverişinde bulunuldu. Vali Aksoy; MMG
yönetimi ile tanışmaktan memnun olduğunu,
ülkemizin gelişmesine katkıda bulunan ve
yapıcı, imar edici misyonu bulunan MMG
gibi STK’ların desteklenmesi gerektiğini,
Diyarbakır’ın tarihi ve kültürel dokusunun
korunması için çalıştıklarını söyleyerek bu
ziyaretten duyduğu memnuniyeti ifade etti.
Ziyaret MMG’nin dergisinin son sayısı hediye
edilerek ziyarete son verildi.
10 Mimar ve Mühendis
İ.Ü. Rektörü Prof. Dr. Mahmut Ak’a
tebrik ziyareti gerçekleştirdik
M
imar ve Mühendisler Grubu
(MMG) olarak 25 Mayıs’ta
İstanbul Üniversitesi (İ.Ü.)
Rektörlük görevine atanan Prof. Dr.
Mahmut Ak’ı makamında ziyaret ettik.
Ziyarete MMG Genel Başkan Yardımcısı
Osman Şahbaz, MMG Eski Genel Başkanı
Avni Çebi, MMG Genel Sekreteri Murat
Alpay ve Yönetim Kurulu Üyelerinden
Prof. Dr. Ahmet Erdal Osmanlıoğlu ile
Prof. Dr. Ali Osman Öncel katıldı. MMG
Genel Başkan Yardımcısı Osman Şahbaz,
MMG’nin vizyon ve misyonu, çıkardığı
dergiler, yaptığı etkinlikler, üniversiteler
ile ortak gerçekleştirilen paneller,
sempozyumlar, kahvaltılı toplantılar ve
teknik geziler hakkında bilgiler verdi. İ.Ü.
hakkında genel bilgiler paylaşan Prof. Dr.
Mahmut Ak, “İ.Ü. Türkiye’nin değeridir.
Üniversitemiz 177 bin öğrencisi, 17
bin personeli, 5 hastanesi 500 diploma
programı ve 140 farklı ülkeden 6 bin
uluslararası öğrencisiyle Türkiye’nin ilk
büyük üniversitesidir” dedi. Dünya çapında
yenilikçi ve girişimci üniversite olabilmek
için bilimsel anlamda uygun stratejilerin
geliştirilmesinde büyük önem taşıyan
“Webometrics 2015 yılı Üniversiteler
Sıralaması”nda İstanbul Üniversitesi’nin
dünya sıralamasında 277, Avrupa’da 106
ve Türkiye’de 1. sırada yer aldığının altını
çizen Rektör Ak, 2014 yılı itibariyle en
çok patent başvurusu yapan üniversite
unvanının da İ.Ü.’de olduğunu ayrıca
belirtti. MMG ile her türlü işbirliğine hazır
olduklarını belirten Prof. Dr. Mahmut Ak
MMG'yi tanımaktan ve ziyaretten duyduğu
memnuniyeti ifade etti.
BEYLİKDÜZÜ
BELEDİYESİYLE
DEPREM KÖYLERİNE
YÜRÜYÜŞ FİKRİ
KONUŞULDU
M
imar ve Mühendisler Grubu (MMG) Genel Başkan
Yardımcısı Prof. Dr. Ali Osman
Öncel 19 Haziran’da Beylikdüzü
Belediyesi Meclis 1. Başkan Vekili
sayın Ömer Şatır’ı makamında
ziyaret etti. 17 Ağustos 1999
tarihinde ülkemizde yaşanan
deprem felaketine ve boyutlarına
daha çok dikkat çekmek, halkı
birebir somut örneklerle buluşturarak deprem gerçeği konusunda
bilinçlendirmek hedefiyle Kuzey
Anadolu Fay Zonu’nda Deprem
Köylerine yürüyüş gerçekleştirilebileceği konusunda fikir
alışverişi yapıldı. MMG’nin daha
önce katkı verdiği ve paydaş
olduğu çalıştaylar, paneller veya
sempozyumlar ile ilgili olarak
gerekli örnekler gösterildi ve bu
hususta bilgiler aktarıldı.
MMG YÖNETİM KURULU ÜYESİ A.ERDAL OSMANLIOĞLU PROFESÖRLÜĞE ATANDI
M
imar ve Mühendisler Grubu
(MMG) Yönetim Kurulu Üyesi
Doç. Dr. Ahmet Erdal Osmanlıoğlu; İstanbul Üniversitesi Maden Fakültesi’ne
Profesör unvanı ile atanması vesilesiyle MMG yönetimini, İstanbul
Üniversitesi’nin Baltalimanı’ndaki
sosyal tesislerinde ağırladı. MMG yönetiminin hazır bulunduğu yemekte bir
konuşma yapan Prof. Dr. Ahmet Erdal
Osmanlıoğlu katılımları ve desteklerinden dolayı MMG yönetimine teşekkür etti. MMG Genel Başkanı Murat
Özdemir’de Prof. Dr. Osmanlıoğlu’nun
MMG yönetimine verdiği destek ve katkılarından dolayı şükranlarını belirterek
yeni unvanı ile başladığı akademik
görevinde başarı dilek ve temennilerini
sunarak kendisine günün anısına bir
plaket takdim etti.
BİZDEN HABERLER
MMG’DE İBN-İ HALDUN KONUŞULDU
Mimar ve Mühendisler Grubu’nun (MMG) 13 Mayıs’ta düzenlediği Bizbize konuşmalar
etkinliğinin konuğu, Makine Mühendisi Hasan Kaşıkçı oldu. Kaşıkçı “Birçok Arap aliminin
aksine, İbn-i Haldun büyük dünya tarihi olan Kitâbu’l-İber dışında fazla bir eser kaleme
almamıştır. Kendi otobiyografisinde de diğer yazılarından hiç söz etmemiş olması, bazı
tarihçiler tarafından düşünürün tarihçi olarak ve Kitâbu’l-İber yazarı olarak tanınmak
istediği şeklinde değerlendirilmiştir” ifadelerini kullandı.
İ
bn-i Haldun’un Mısır’da kaldığı dönem
içerisinde ünlü eseri Mukaddime’yi
kaleme aldığını, o güne kadar edindiği
fikri, siyasi ve ilmi tecrübesiyle adeta muhteşem denilebilecek bir eser vücuda getirdiğini
belirten Kaşıkçı şu açıklamalarda bulundu:
“Bu eserinin birinci cildinde; önce tarihi olayları yani geçmişi gözler önüne serdi. İkinci
cildinde; sosyal olayları tahlil etti ve İslam
toplumunun güncel problemlerini ortaya
koydu. Üçüncü cildinde ise geleceğe ışık tutacak önemli tespitlerde bulundu ve metotlar
belirledi. Eserinde daima objektif, realist ve
tecrübeci bir hareket tarzını benimsedi. Coğrafi şartlarla sosyal hayatın ilişkisini, cemiyet
şekillerini, din ve devlet hayatının sınırlarını,
şehir ve köy ilişkisini, iktisadi hayatı, bilgi
nazariyesini, ilimlerin tasnifini ve edebiyat
meselelerini ele aldı. Genel dünya tarihine
yer verirken, özellikle Türk tarihine geniş
bir bölüm ayırdı. Bu bölümde; ‘Bu Türklerin
dünyadaki milletlerin en büyüğü olduğunu
ve beşer cinsleri arasından onlardan başka
ayrıca büyük bir cinsin bulunmadığını bil’
diyerek okuyucunun dikkatini çekiyordu.”
“İBNİ HALDUN, DEVLET HAYATIYLA
DİNİ HAYATIN SINIRLARINI ORTAYA
KOYARKEN, BİR ÇEŞİT LAİK DEVLET
SİSTEMİNİ SAVUNMUŞTU”
İbn-i Haldun’un İslam bilimlerinin bütün
dallarından, tabii ve sosyal bilimlere kadar,
çağına ulaşan her konuda önemli tahlillerde
bulunduğunu anlatan Kaşıkçı, “Bu nedenle, Tarih Felsefesi’nin ve İktisat Bilimi’nin
kurucusu olarak kabul edildi. Ayrıca insanlık
tarihinin ilk toplum bilimcisi ve sosyoloğu
olma özelliğini kazandı. Sosyoloji ilminin birçok temel prensiplerini Batılı bilim adamlarından yüzlerce yıl önce ortaya koydu. Tarih,
siyaset teorisi ve sosyal psikoloji alanlarında
İtalyan Makyavelli’ye; Sosyal düzenin genel
esaslarında Montesqu’ya; Tarih Felsefesi
sahasında Rosseu ve Ouguste Comte’ye;
Devletlerin çöküşü ilkesinde İngiliz Tarihçisi
Gibban’a; Pedagoji dalında ise William James
ve Spencer’e ışık tutan metodlar belirledi.
İbn-i Haldun, devlet hayatıyla dini hayatın sınırlarını ortaya koyarken, bir çeşit Laik Devlet
sistemini savunmuştu. 1406 yılında ölen İbn-i
Haldun’un temel gayesi; İslam Medeniyetinin
tarihi ve sosyolojik problemlerine ışık tutmak
ve İslam kültürüne yeni bir canlılık kazandırmaktı” diyerek konuşmasını tamamladı.
MMG KAYSERİ ŞUBEMİZ ‘KAYSERİ MAHALLESİ’NİN AÇILIŞ TÖRENİNE KATILDI
K
ayseri Büyükşehir
Belediyesi'nin projelendirdiği ‘Kayseri Mahallesi’nin açılış
törenine MMG Kayseri şubemiz
katılım gösterdi. Kayseri’de tarihin
canlandırıldığı, yerel kültürün
ayrıntılarıyla işlendiği çalışmada
yeni neslin bu alanlarda yakından
incelemelerde bulunması amaçlanmış durumda.
12 Mimar ve Mühendis
MADENCİLİK SEKTÖRÜNDE
İŞ GÜVENLİĞİ TEDBİRLERİ NASIL ALINMALI?
Mimar VE Mühendisler Grubu (MMG) ve İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi tarafından
İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi Alev Ofluoğlu Konferans salonunda 15 Mayıs’ta
“Mühendislik Kesitinde İş Sağlığı ve Güvenliği” konulu panel düzenlendi
M
MG Yönetim Kurulu üyelerinden
Prof. Dr. Ali Osman Öncel, Mesut
Uğur, MMG Genel Sekreteri
Murat Alpay, Yeni Yüzyıl Üniversitesi Öğretim
Görevlilerinin de katıldığı, moderatörlüğünü
Yrd. Doç. Dr. Esin Tümer’in yaptığı panelin
konuşmacıları, MMG Yönetim Kurulu Üyesi
ve İstanbul Üniversitesi Öğretim Görevlisi
Prof. Dr. Ahmet Erdal Osmanlıoğlu, Yeni Yüzyıl
Üniversitesi Öğretim Görevlisi Yrd. Doç. Dr.
Alpaslan Kuzucuoğlu ve MMG İş Sağlığı ve
Güvenliği Komisyan Başkanı Sunullah Doğmuş
oldu. Prof. Dr. Ahmet Erdal Osmanlıoğlu Maden
Mühendisliği, İş Sağlığı ve Güvenliği (İSG)
ara kesitinde, mevzuat-eğitim-saha arasında
mevcut durum ve olması gerekenler, Sunullah
Doğmuş ise Mühendislik Vizyonu ve İş Sağlığı
Güvenliği konusu hakkında tecrübelerini
paylaştı.Yrd. Doç. Dr. Alpaslan Kuzucuoğlu ise
Acil Durum Planlarinda Mevcut Durum ve
Olmasi Gerekenler sunumuyla katılımcılara
önemli bilgiler aktardı. “Çalışanların en temel
hakları şüphesiz yaşama ve güvenli çalışma
haklarıdır. Madencilik sektöründe iş güvenliği
tedbirlerinin denetimi konusunda sistemden
kaynaklanan sorunları çözecek yeterlilikte bir
düzenlemeye ihtiyaç vardır” diyerek sunumuna
başlayan Prof. Dr. Ahmet Erdal Osmanlıoğlu
İSG ara kesitinde, mevzuat-eğitim-saha
arasında mevcut durum ve olması gerekenler
ve değerlendirmelerini şu şekilde sıraladı:
Olması Gerekenler
- Maden işletmelerinin denetimi,
takibi ve kontrolü; yetkileri, bütçesi ve
organizasyonu yasayla tanımlanmış
olan Bağımsız Kurul (Üst Kurul vb.)
tarafından sağlanmalıdır. Bu kurulda;
akademisyenlere ve ilgili STK’lardaki
uzmanlara yer verilmelidir.
- Maden İşletmelerinde İSG Uzmanı ve
Daimi Nezaretçi görevlileri ücretlerini
işverenden değil bunun için ihdas edilmiş
olan fonlarından almalıdır. Denetim görevi
işverenden/ruhsat sahibinden tamamen
bağımsız olarak yürütülebilmelidir.
Denetçi, sadece bağımsız kurul tarafından
kontrol edilerek denetlenebilmelidir.
- Maden işletmelerinde İSG sisteminin
en baştan ele alınarak güvenli ve
alternatif yedekleme sistemleri ile
yeniden yapılandırılmalıdır. Bunun için
üniversitelerimizle yakın çalışma ortamı
sağlanarak yeni teknolojiler uygulamaya
geçirilmelidir.
- Nitelikli İSG uzmanlarının yetişmesi
ve toplumda İSG kültürünün yerleşmesi
için üniversitelerimizin eğitim ve
bilgilendirme faaliyetlerinin desteklenerek
artırılmasına ihtiyaç vardır.
- Son düzenleme ile maden
işletmelerinde görev alacak İSG
uzmanının hangi meslek gruplarından
olacağı Bakanlık tarafından çıkarılacak
olan usul ve esaslara göre belirlenecektir.
Usul ve esaslarda; sadece meslek
gruplarının belirlenmesi yeterli
olmayacaktır. Sahip olunan madencilik
tecrübesi ve almış olduğu madencilik
alanındaki İSG eğitimlerinin niteliği de
önemlidir.
Değerlendirmeler
- Bu hususların da göz önüne alınarak
usul ve esasların düzenlenmesi gereklidir.
Özellikle yeraltı kömür madenciliğinde
çalışanların özlük haklarında önemli
iyileştirmeler yapılmıştır.
- Madencilik faaliyetinde bulunmak
isteyenlere mali yeterlilik şartı getirilmiş ve
rödovans kaldırılmıştır.
- Madencilik sektöründeki sorumluluklar
tanımlanarak, cezai yaptırımlar ve harçlar
yeniden belirlenmiştir.
- Teknik Nezaretçi kaldırılarak Daimi
Nezaretçi getirilmek suretiyle maden
faaliyetlerinde tam zamanlı maden
mühendisi şartı getirilmiştir.
- Tüzel kişilik kavramı getirilerek
işletmelerin merkezden kontrol olanağı
sağlanmıştır.
- Maden işletmelerinde görev alacak İSG
uzmanının hangi meslek gruplarından
olacağı Bakanlık tarafından belirlenecektir.
SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI
GİRİŞ • MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
STK SADAKA TAŞI MI?
ATLAMA TAŞI MI?
Birlik ve beraberlik kurmak,
işleyişlerin dolayısı ile
hayırların ve hizmetlerin
derinliğini artırır. Tüm insanlığı
birleştirmek için gereken her
şeye sahip olan İslam, insanların
birlik ve beraberlik duygusuyla
oluşturduğu hayırlı hizmet için
yarıştığı vakfetme anlayışının
da temelini oluşturmuştur.
Vakfetme anlayışıyla hizmet
veren insanlar ayrıca bir arada
olup yaşanılan güncel sorunları
çözüme kavuşturma adına
kurdukları STK'larla da etkin
bir görev üstlenmiş durumda.
MMG de kimseyi ayırmadan,
ayrıştırmadan, ötekileştirmeden
ve üzmeden herkese aynı sevgi
ve muhabbeti gösterebilmek;
samimiyet ve ihlasla ortaya
bireyin gelişimini sağlamak ve
toplumun faydalanabileceği akıl
üretmek için çıktığı yolda tüm bu
üretimleri de her şeyi göze alarak
yaptı ve yapmaya devam ediyor...
14 Mimar ve Mühendis
Mayıs - Haziran 2015 15
SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI
GİRİŞ • MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
TOPLUMSAL YAŞAMA AİDİYETİN TEZAHÜRÜ:
STK VE VAKIFLAR
Toplumun bağlarının güçlenmesine önemli katkılar sağlayan Sivil Toplum Kuruluşları
(STK) ve Vakıflar’ın gelişimi ve geliştirilmesinin önemi her geçen gün kendini gösteriyor.
Tarihsel süreç içinde var olan ve var olmaya devam edecek olan STK ve Vakıf’lar uzun
soluklu amaçlarla toplumsal beklentileri giderme, sosyal sorumluluklarını daha
profesyonel ve daha başarılı bir şekilde yapabilme gücüne sahiptir.
D
ünyadaki örneklerine göre ülkemizdeki STK’ların tarihçesi çokta eski
değil. Nüfusa göre STK birçok dünya
ülkesine göre oldukça az sayıda ve
şu anda STK statüsündeki birçok
derneğin aslında faaliyette olmayan
lokal dernekler olduğunu da düşündüğümüzde bu alanda köklü bir değişim
yaşamamız gerektiğini söylemem
yanlış olmaz. Uluslararası STK’ların
tarihi 19’uncu yüzyılın ortalarına
kadar uzanıyor. Köleliğe karşı ve
kadın haklarının kazanılması konularında çok önemli roller oynayan
STK’ların etkinlikleri Dünya Silahsızlanma Konferansı’nda en üst düzeye
ulaşmıştı. Ancak bugünkü manası ile
STK kavramı ilk defa 1945 yılında
Birleşmiş Milletler teşkilatının kuruluşu sırasında, kuruluş beyannamesinin
10’uncu bölümünün 71’inci maddesinde devlet ve üye ülkelere ait olmayan kuruluşların danışmanlık rolü ile
ilgili tanımlamada kullanıldı.
STK’LARIN KURUMSALLAŞMA
YOLUNDA YAPMASI
GEREKENLER
Değişen dünya düzeni STK’ların
önemle üzerinde durmaları gereken
husus olarak kuruluştan itibaren tüm
süreç analizlerini dikkatli yapmaları, belirleyecekleri, misyon, vizyon,
hedef ve amaçları ile birlikte bu
amaçlar için çizilecek doğru yol haritalarını belirlemeyi artık zorunlu kılıyor. Belirlenen stratejiler ile birlikte,
kuruluşun yapısı ve çalışma birimlerine uygun (yönetim kurulu, müte-
16 Mimar ve Mühendis
velli, icra, konsey, sektör, koordinatör,
muhasebe, büro elemanları, müdür v.s.)
yapıların çalışma detayları ile birlikte
belirlenmesi ve bu birimlerin program,
politika ve prosedürleri, profesyonel ve
gönüllü yapıları da belirlenerek kurumsal altyapı çalışmalarının baştan şekillendirilmesi çok önemli. Organizasyon
yapısının STK’nın kuruluş amacına
göre baştan belirlenmesi çalışmaların
başarıya ulaşmasına önemli katkılar
sağlayacağı da aşikar. Bu noktada,
içinde yer aldıkları topluma maddi bir
beklenti içinde olmadan değer katmayı
amaçlayan, bu amaç çerçevesinde
seçilmişlerle birlikte kararların alınmasında rol oynayan STK’ların, kurum
kimliği, kurumsal iletişim, kurumsal
davranış ve kurumsal dizayn gibi kavramlarla bugünkü konumunu belirlemeleri ve ileriye yönelik olarak stratejik
plan yapılanması gerçekleştirmeleri de
zorunlu bir gereklilik artık.
YENİ BİR GELECEĞİN
İNŞASINDA VAKIF EDİLMİŞ
HAYATLARA VE ADANMIŞ
RUHLARA İHTİYACIMIZ VAR
STK kavramı Türkiye’de şu an maalesef olması gereken güçte değilse
de ve anlamına yönelik hareket etmiyorsa da İslam medeniyeti STK’ya
aslında çok aşina. Bu aşinalık da Vakıf
kavramından geliyor. “Allahın size
verdikleriyle ahiret yurdunu arayın
dünyadan nasibinizi unutmayın, Allahın
size ihsan ettiği gibi sizde insanlara
ihsan edin” ve “Sevdiğiniz şeylerden
Allah yolunda harcamadıkça iyiliğe
eremezsiniz” ayetlerindeki ilahi emir
gereği ve “İnsan ölünce üç şey dışında
ameli kesilir. Sadaka-i cariye (sevabı
devam eden eser), faydalanılan ilim ve
kendisine dua eden hayırlı evlat” hadisi
gereğince inanmış mümin birey hayatını
hayra ve iyiliğe adayarak, infak anlayışını bir yaşam kültürüne dönüştürerek
ve bunu kurumsal olarak vakıflarla inşa
edip görünür kılarak gerçekleştirmiştir.
Değişen dünya düzeni STK’ların önemle üzerinde durmaları gereken husus olarak
kuruluştan itibaren tüm süreç analizlerini dikkatli yapmaları, belirleyecekleri,
misyon, vizyon, hedef ve amaçları ile birlikte bu amaçlar için çizilecek doğru yol
haritalarını belirlemeyi artık zorunlu kılıyor. Belirlenen stratejiler ile birlikte,
kuruluşun yapısı ve çalışma birimlerine uygun (yönetim kurulu, mütevelli, icra,
konsey, sektör, koordinatör, muhasebe, büro elemanları, müdür v.s.) yapıların çalışma
detayları ile birlikte belirlenmesi ve bu birimlerin program, politika ve prosedürleri,
profesyonel ve gönüllü yapıları da belirlenerek kurumsal altyapı çalışmalarının
baştan şekillendirilmesi çok önemli.
Osmanlı döneminde zirve noktaya ulaşan Vakıf anlayışı maalesef şu an beklenen düzeyde değildir. Ancak yeni bir
geleceğin inşasında vakıf edilmiş hayatlara ve adanmış ruhlara ihtiyacımız var.
Bir medeniyetin gücü de en zor şartlarda
dahi olsa bu insanları çıkarmasında yatıyor. Vakıf medeniyeti üç kavram üzerine
inşa edilebilir; Hikmet, İmar ve İhsan.
Hayatı anlamak ve anlamlandırmak
açısından “hikmet” ile bakan insan bilgi ve
irfanın yolunda yürüyerek hakikatin peşinde
olmuştur. Bilgiyi salt bilgilenmek olarak
görmeyen, bilgiyi aşkla kuşanarak hayatı
daha yaşanabilir ve kolay kılmak için yapıcı
ve inşa edici işler içine girerek çevresini
“imar” eder, kalıcı vakıf eserleriyle hayatı
mamur eder. “İhsan” ile elde ettiği bütün
edinimleri tevazu ve cömertlikle insanın
hizmetine adalet ve güzellikle sunar. İnsan
ile toplum, hayat ve çevre arasında diğerini önemseyen ve geliştiren bir yaşam
felsefesi ve kültürü oluşturulur. Vakıf
medeniyetinin üç temel umdesi olan
Hikmet, İmar ve İhsan çok iyi anlamak ve
hayatımızı ona göre şekillendirmeye çok
muhtacız. Yeni bir medeniyetin taşıyıcısı
ve yaşatıcısı olacak yeni nesillerin bunu
fark etmeye, adanmış arı duru bir yaşam
felsefesine ihtiyacı vardır.
Mayıs - Haziran 2015 17
SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
ASR-I SAADET'TE VAKFİYELER
VE MEDİNE ÇARŞISI
Muhammed Emin Yıldırım Siyer Vakfı Kurucusu Muhammed Emin Yıldırım
Temellerini, Allah’ın (CC) seçip insanlığa gönderdiği peygamberlerin attığı İslam
Medeniyeti, bir vakıf medeniyetidir. Yaratılış amacı kulluk olan insan, kendisine
bahşedilen sayısız nimetlerin sahibi değil, şahidi olduğu bilinci ile hareket edince;
elbette hayır adına adımlar atacak ve nimetleri kendisine verenin yolunda
harcayaraktır. Bu bilince sahip insanların oluşturduğu toplum, İslam toplumu
olduğu için vakıf meselesi, bizde mühim bir müessese olmuş, tarih boyunca bu konuda
çok güzel örnekler ortaya konmuştur.
S
özlükte “durmak; durdurmak, alıkoymak” anlamındaki vakıf (vakf)
kelimesi terim olarak “bir malın mâliki
tarafından dinî, içtimaî ve hayrî bir
gayeye ebediyen tahsisi” şeklinde
özetlenebilir.1 Temel kaynağımız
olan Kur’an-ı Kerim içerisinde vakıf
kavramını ya da müessesesini doğrudan çağrıştıracak herhangi bir ifade
bulunmamaktadır. Ancak, onlarca
ayette, vakıf müessesesinin temel
azıkları olan infak, sadaka, tasadduk,
iyilik yapma ve iyilikte yarışma, fakir,
muhtaç ve yetimlere sahip çıkma gibi
hayır yollarına değinilmektedir. Özellikle Allah’ın mescidlerini imar etmenin ve bunları imar edenlerin ne gibi
niteliklerde olmaları gerektiğinin altı
çizilir.2 Hz. Peygamber’in (SAS) kutlu
beyanlarına ve uygulamalarına baktığımızda, gerek bizzat kendisinin vakfettikleri, gerek bu konuda Sahâbe’yi
teşvik ederek onların yaptıkları, gerek
bu konudaki teşvik içeren sözleri
oldukça çoktur. Bunlardan birkaçını
burada anmak gerekirse, ilk olarak
Efendimiz’in (SAS) şu önemli beyanını
hatırlamamız gerekir: “İnsanoğlu öldüğü zaman, bütün amellerinin sevabı da
18 Mimar ve Mühendis
sona erer. Şu üç şey bundan müstesnadır:
Sadaka-i câriye, istifade edilen ilim, kendisine dua eden hayırlı evlat.”3 Hadiste
beyan buyrulan sevabı ölümden sonra
da devam eden üç amelden biri, sadaka-i
câriye yani hayrı devam eden iyiliktir.
Herkesin faydalandığı ve varlığı devam
ettiği müddetçe sevabı da devam eden
hayırlardır. Câmi ve mescidler, mektep ve
medreseler, yollar ve köprüler, çeşmeler
ve sebiller, hanlar ve hamamlar, her çeşit
hayır vakıfları bunun örneğidir. Bir başka
hadiste Efendimiz (SAS) şöyle buyurur:
“Sadece şu iki kimseye gıpta edilir: Biri,
Allah’ın kendisine Kur’ân verdiği ve gece
gündüz onunla meşgul olan (onunla
yaşayıp tebliğ eden) kimse, diğeri de
Allah’ın kendisine mal verdiği ve bu malı
gece gündüz O’nun yolunda infâk eden
kimse.”4
Hz. Peygamber’in (SAS) uygulamalarına
gelince, O’nun (SAS) hayatının tamamı;
Hz. Peygamber’in (SAS) kutlu beyanlarına ve
uygulamalarına baktığımızda, gerek bizzat kendisinin
vakfettikleri, gerek bu konuda Sahâbe’yi teşvik ederek
onların yaptıkları, gerek bu konudaki teşvik içeren
sözleri oldukça çoktur. Bunlardan birkaçını burada
anmak gerekirse, ilk olarak Efendimiz’in (SAS) şu önemli
beyanını hatırlamamız gerekir: “İnsanoğlu öldüğü
zaman, bütün amellerinin sevabı da sona erer. Şu üç şey
bundan müstesnadır: Sadaka-i câriye, istifade edilen ilim,
kendisine dua eden hayırlı evlat.”
zaten insanlığa bir vakıftı. Bunun yanında
ganimetlerden ve hediyelerden eline
ne geçerse vakfettiğini görmekteyiz.
Öyle ki vefat ettiği zaman geriye sadece
bu vakfettiği mallar kalmıştı.5 Fedek ve
Hayber’den kendisine düşen payların
birkısmını ailesine, geriye kalan kısmını
ise Müslümanlara vakfetmişti.6 Hicretin
ilk günlerinde Efendimiz (SAS) Müslü-
manların içme sularını rahatlıkla temin
edebilmeleri için yaptığı teşvik üzerine
Hz. Osman’ın, Rûme Kuyusu’nu satın alıp
vakfetmesi; Saadet Asrı’nın ilk vakfiyesi
sayılabilir.7 Hicretin üçüncü yılında vuku
bulan Uhud Gazvesi sırasında Müslüman
olup savaşa katılan ve: “Eğer bugün öldürülürsem, bütün mallarım Muhammed’indir. O, onlar hakkında, Allah’ın kendisine
gösterdiği şekilde, dilediğini yapar!”8
diyerek, o gün şehit olan Muhayrık’ın
geride bıraktığı 7 bahçe; Efendimiz (SAS)
tarafından vakfedilmişti. Muhayrık’ın
vakfedilen bahçeleri Medine’nin en güzel
bahçeleri idi. Şuan bile yerleri bilinen
bu bahçeler; E’vaf, Sâfiye, Delâl, Meyseb, Berka, Hüsna ve Meşrebetü Ümmü
İbrahim’dir.9 Sahâbe’nin vakfiyelerine
de kısaca değinmek gerekirse, Ali İmran
Sûresi’nin 92’nci ayeti nazil olunca büyük
Sahâbe Hz. Ebû Talha (Zeyd b. Sehl)
hemen Resûlullah’a gitti ve şöyle dedi:
“Yâ Resûlallah! Cenâb-ı Hak, ‘Sevdiğiniz
şeylerden infak etmedikçe hayra, sevaba
eremezsiniz.’ buyuruyor. Mallarımın
içinde en fazla Beyrûhâ hurmalığını
seviyorum. Onu Allah yolunda infak ediyorum. Allah indinde makbule geçmesini
umuyorum.”10 Hz. Peygamber (SAS) Ebû
Talha’nın bu sözlerinden çok memnun
oldu ve o bahçeyi onun akrabalarına
tahsis etti. Hz. Ömer, Hayber’de ganimet
olarak sahip bulunduğu değerli bir arazisini, Hz. Peygamber’in (SAS): “Aslını
alıkoy, gelirini tasadduk et!” yolundaki
tavsiyesine uyup satılmamak, hibe edilmemek ve miras kalmamak şartıyla ihtiyaç sahipleri için tasadduk etmişti.11 Hz.
Ali bir savaş sonrası kendi payına düşen
arazisini ve Yenbu’da bir su kaynağını
Mayıs - Haziran 2015 19
SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
Allah yolunda infak etmişti. Sahâbe’den, Câbir b.
Abdullah’ın şu sözü, Saadet Asrı’nın vakıf konusundaki
hassasiyetini anlamamız açısından yeterlidir. Diyor
ki: “Ben muhacir ve ensardan mal sahibi olup da vakıf
yapmamış bir kimse bilmiyorum.”
vakfetmişti.12 Seyfullah lakaplı Hâlid b.
Velîd ise tek sermayesi olan savaş aletlerini ve atlarını Allah yolunda infak etmişti.13
Sahâbe’den, Câbir b. Abdullah’ın şu sözü,
Saadet Asrı’nın vakıf konusundaki hassasiyetini anlamamız açısından yeterlidir.
Diyor ki: “Ben muhacir ve ensardan mal
sahibi olup da vakıf yapmamış bir kimse
bilmiyorum.”14
NEBEVÎ BİR ADIM: MEDİNE ÇARŞISI
Efendimiz (SAS) Nübüvvetin 13’üncü
yılında Yesrib’e (Medine’ye) hicret ettiğinde, orası 10 bin nüfuslu, o günün şartları
içerisinde orta ölçekli bir şehirdi. Bu nüfusun yarısından biraz azı, yani 4 bin kadarı
Yahudi, geri kalan 6 bini ise Arab-ı-Aribe
diye bilinen has Araplardan oluşuyordu.15
Bu Araplarda kökenleri Yemen’e dayanan
Ezd kabilesinin içerisindeki, 5 büyük kabilenin ikisinden müteşekkildiler. Tarihte
isimlerini çokça duyduğumuz bu iki kabile
Evs ve Hazrec’ti. Aynı babanın iki oğlunun
soyundan gelen bu Araplar, ne yazık ki
asırlık çekişmeleri ile birbirleriyle savaş
halindeydi. 120 yıl süren bu savaşların en
sonuncusu Medine’de bulunan Buâs mevkiinde geçtiği için Yevmû Buâs (M. 617)
20 Mimar ve Mühendis
diye tarihe geçmiş ve öncesindeki savaşlarda bu isimle anılarak Buâs Savaşları
diye ifade edilmişti. Elbette ki bu kardeş
kavgalarından en memnun olanlar bölgedeki Yahudilerdi. Çünkü onlar birbirlerine
düştükçe, güçleri zayıflıyor, etkinlikleri
kırılıyor, bunun neticesinde de Yahudiler
bu ortamdan çokça istifade ederek, onlar
üzerinde her türlü hâkimiyeti çok daha
rahat bir şekilde sağlıyorlardı. Bundan
dolayı da bazen Evs ve Hazrec arasında
bir ittifak ya da bugünün lisanı ile bir ateşkes ilan edilse, Yahudiler ne yapıp edip,
bunu bozmaya çalışıyor, onları yine birbirlerine düşürüyorlardı. Orada yaşayan
Yahudiler, aynen diğerleri gibi kendilerini
hep seçilmiş ırk ve kutsal bir millet olarak
görüyor; “Bizler Allah’ın oğulları ve dostlarıyız” diyor,16 kendi dışındakileri insanları
ise Yehova’nın kendilerine hizmet için
yarattığı varlıklar olduğunu iddia ediyorlardı. Böyle bir kutsal ırk mantığı onları;
“Yahudi olunmaz, Yahudi doğulur” düşüncesine vardırmıştı. Özellikle anne Yahudi
olmadıkça, asla Yahudi olunamayacağı
fikri onlarda bir akide halindeydi. Böyle
olmasına rağmen Medine Yahudilerinin
bu temel akidelerine aykırı davrandıkları-
nı tarihi kaynaklar bizlere nakletmektedir.
Onların Medine’de, Arap çocuklarını yanlarına alıp Yahudileştirdiklerini, Yahudi
olarak onları kabul ettiklerini görmekteyiz. Bunun en temel sebebi ise bölgeye
sığınmacı olarak geldikleri için Araplar
üzerinde hâkimiyetlerini kaybetmemek ve
bundan siyasi çıkar elde etme adına, dinlerinin en temel akidesinden vazgeçmeleridir. Bu da gösteriyor ki aslında Yahudiler
siyasi menfaatler adına çoğu zaman dinlerine ait bazı ilkeleri çiğneyebiliyorlardı.
Medine’de nüfusları 4 bini bulan Yahudiler, bazı alt aileleri içerisinde barındırsa
da, üç büyük kabileden oluşuyorlardı.
Bunlar, Benû Kaynuka, Benû Nadir ve
Benû Kurayza idi. Bu üç kabile adeta şehrin ticaretini kendi aralarında paylaştırmış
bir haldeydiler. Şöyle ki; Benû Kaynuka,
isminden de anlaşılacağı üzere kuyumculuk ile uğraşırlardı. Bunlar genellikle
altın ticareti yapar ama bunun da ötesinde
tefecilik yaparlardı. Çok yüksek faizlerle
özellikle Araplara borç para verir ve onları
bir ömür sömürürlerdi. Benû Kaynuka’nın
yaptıkları iş, bugünün lisanı ile konuşursak bir yönü ile para/menkul değerler
borsasını ellerinde tutmak ve bu borsayı
kendi lehlerinde kullanmaktı. İkinci büyük
kabile olan Benû Nadir’e gelince, onlar
ise tarım ile uğraşırdı. Zaten nadir birçok
anlamın yanı sıra yeşil ve çiçekli bir bitki
demektir.17 Bunlar, özellikle Medine’nin en
önemli geçim kaynağı olan hurma üreticiliği yaparlardı. Büyük hurma bahçelerinin
sahipleri olarak o gün bile dışarıya ihraç
edecek düzeyde bir pazar oluşturmuşlardı. Benû Kurayza’ya gelince bunlar ise
debbağdılar; yani deri üretimi ve işletimi
yaparlardı. Onlar bu alanda o kadar kendilerini geliştirmişlerdi ki başta çizme
olmak üzere birçok mamulün üretimi ile
uğraşırlardı. Bunlar da ürettikleri bu deri
ürünlerini hem Medine pazarına hem de
başka yerlere satarlardı.
Yahudiler bu üç farklı, günümüzde bile
ticaretin ana damarları olan bu sektörleri
ellerinde tutukları için, ticarî sahada da
söz onlarındı. Onlar pazarın kurallarını
koyar, fiyatları belirler, tabiî ki şartları
hep kendi çıkarları doğrultusunda oluştururlardı. O gün için Medine’de insanların
ticaret yaptıkları dört büyük çarşı vardı.
Bunlar, Zebâle mıntıkasındaki çarşı, Benî
Kaynukâ semtindeki çarşı, Safâsif’teki
çarşı ve İbn Huyeyn sokağının bulunduğu
yerdeki çarşı idi. Bu İbn Huneyn sokağının bulunduğu yerdeki çarşı Câhiliye
döneminde ve özellikle İslâm’ın ilk günlerinde en yoğun çarşı idi. Bundan dolayı o
mevkiiye, Muzâhem/Rekabet edilen yer
ve Mezâhim/ Kalabalık, sıkışık yer denilmiştir.18 Bu çarşıların ya da pazarların tüm
ipleri/yönetimi de elbette Yahudilerin
ellerinde idi. Mesela; meşhur pazarlarda
kurulan dükkânların en işlek olanlarını
ellerinde tutar, işe yaramaz kıyıda köşe
de olanları ise Araplara yüksek paralarla
kiraya verirlerdi. Pazardaki malların satış
bedellerini kendi istedikleri şekilde belirler; satarken de alırken de hep kendileri
kazançlı çıkarlardı. Onların temel mantığı
şöyleydi: “Arapların mallarından ne kapsak kârdır ve bu hususta bizler mesul ve
günahkâr olmayız. Zira onlar hak yolda
değildirler.”19
Efendimiz (SAS) Medine pazarının bu
halini çok iyi gözlemledi. Tabi sadece işin
mahiyetini anlamakla kalmadı, kesinlikle
bazı alternatiflerin geliştirilmesinin gerekliliğine karar verdi. Efendimiz (SAS) çok
iyi fark etmişti ki eğer ticaret Medine’nin
var olan, bu dört büyük çarşısında devam
ettirilse, asla ipler Yahudilerin ellerinden
alınamayacaktı. Çünkü işin başında pazarın şartlarını onlar koymuşlardı. Onların
ellerinden bu şartları alıp Müslümanların lehlerine dönüştürmek çok da kolay
değildi. Bu gerçeği çok iyi fark eden
Efendimiz (SAS) ticarî sahadaki mücade-
leye yeni alternatif bir pazar oluşturarak
başlanması gerektiğinin kararına vardı.
Bunun üzerine Sahâbe’nin içerisindeki
tüccarlarla istişare ederek Müslümanlara has bir çarşı/pazar yeri oluşturmak
için seferber olundu.
Tabi bu ilk çarşı öyle çok büyük ve kapsamlı değildi; Yahudilerin çarşılarına
yakın Bakîyü’z-Zübeyr diye bilinen bir
bölgede idi. Efendimiz (SAS) buraya
büyük bir çadır kurdurarak, orasını
Müslümanların pazarı olarak ilan etti.
Artık Müslümanlar ticaretlerini bu yeni
çarşıda yapacaklardı. Çok kısa bir zaman
zarfında bu çadırda kurulan çarşı,
kendinden söz ettirmeye başlamıştı.
Medine’de yıllardır Arapları sömürmeye
alışmış Yahudiler, böyle bir gelişme karşısında büyük bir şaşkınlık geçirdi. Bir
müddet bu yeni olayı sessizce ama sinsice izledikten sonra, kendilerine alternatif olacak olan bu pazarın bir an önce
ortadan kaldırılması gerektiği kararına
vardılar. Çünkü onlar çok iyi biliyorlardı ki Müslümanlar, ticarî sahada kendi
ayakları üzerine durmaya başladıkları
gün, sosyal ve siyasal hayatta da bunu
başaracaklar ve artık kimselere ipleri
vermeden izzet ve şeref üzere yaşayacaklardı. Böyle bir durum ise elbette
Yahudileri oldukça endişelendiriyordu.
Bu endişe ilerleyen günlerde büyük bir
öfkeye dönüşmüştü.
Yahudilerin en meşhur şair ve savaşçılarından biri olan ve ileride Müslümanlar tarafından yaptığı ihanetlerin bir
karşılığı olarak öldürülecek olan, Ka’b
b. Eşref bir gece adamlarını da yanına
alarak Müslümanların pazar olarak
kullandıkları bu çadırı yıkmak için harekete geçti. Onlar gecenin karanlığından
istifade ederek önce çadırın iplerini
keserek, sonra orayı ateşe vererek, bu
çarşıyı yerle bir ettiler. Efendimiz (SAS)
sabahın erken saatlerinde bu durumdan
haberdar olunca, herkesin öfke ile ellerini sıktıkları bir zamanda, tebessüm etti.
Sahâbe merakla bu tebessümün sebebini sorduklarında; Efendimiz (SAS) dedi
ki: “Yaptığımız bu iş Yahudileri kızdırdı.
Demek ki biz doğru bir iş yapmışız. Bundan sonra kendi çarşımızı öyle bir yere
Mayıs - Haziran 2015 21
SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
taşıyacağız ki, onlar bu sefer daha fazla
kızacaklar.”20
Efendimiz (SAS) bu olay üzerine ileride
Hz. Ebû Bekir’in halife seçileceği yer
olan Benû Saide Sakife’sinin hemen
yanı başında büyükçe bir arsa satın
aldı. Alınan bu arsanın üzerinde eski
kabirler vardı. Böyle bir yerin çarşı olarak edinilmesinde de hikmetler olduğu
muhakkaktır. Sanki Efendimiz (SAS)
kabirlerin olduğu bu yere çarşıyı kurdurarak, ticarete dalıp ölümü unutmasınlar
diye tüccarlara fiili bir nasihat ortamı
oluşturmak istemiş gibidir. Efendimiz
(SAS) çarşı için alınan bu arsayı kıyamete
kadar Müslümanlara bu iş için vakfetti.
Burada kalıcı bir çarşı inşa ederek, tüm
Müslüman tüccarları buraya davet etti
ve bu çarşının kurallarını bizzat kendisi
koydu.21 Mesela; Efendimiz (SAS) bu çarşıda yaptığı dükkânları aynı kişilere kiraya vermek yerine, hiçbir kira bedeli almadan sabahın erken saatlerinde kim erken
gelirse ona verilmesi gerektiği kararını
çıkartmıştı. Buyurmuşlardı ki: “İşte bu
sizin pazarınızdır, burada sabit köşeler,
yerler edinmeyin.”22 Efendimiz (SAS)
böyle yapmakla da ticaretin tekelleşmesini önledi ve tabi ki Müslümanlar arasında
tatlı bir yarış oluşturarak, Yahudilerin
ellerinde olan ticaret hacmini kademeli
22 Mimar ve Mühendis
Efendimiz (SAS) Medine
pazarının bu halini
çok iyi gözlemledi.
Tabi sadece işin
mahiyetini anlamakla
kalmadı, kesinlikle
bazı alternatiflerin
geliştirilmesinin
gerekliliğine karar
verdi. Efendimiz (SAS)
çok iyi fark etmişti ki
eğer ticaret Medine’nin
var olan, bu dört
büyük çarşısında devam
ettirilse, asla ipler
Yahudilerin ellerinden
alınamayacaktı. Çünkü
işin başında pazarın
şartlarını onlar
koymuşlardı
olarak Müslümanların eline geçirtti. Yavaş
yavaş Yahudiler ellerindeki imkânları
kaybetmeye başladı ve çok değil 4 yıl içerisinde Medine’nin ticaretinin büyük bir
bölümü Müslümanların eline geçti.
KAYNAKLAR
1 Günay, Hacı Mehmet, TDV, İslam Ansiklopedisi, c.
42, s. 475
2 Tevbe 9/18-19
3 Müslim, Vasiyyet, 14; Ebû Dâvûd, Vasâya, 14; Tirmizi,
Ahkâm, 36; Nesâî, Vasâyâ, 8
4 Buhârî, İlm, 15; Müslim, Müsâfirîn, 266
5 Bu konuda daha fazla bilgi için bkz: Yıldırım,
Muhammed Emin, Asr-ı Saadet’te Ticaret ve Tüccar
Sahâbiler, s. 73-74, 93-94
6 Buhârî, Veśâyâ, 1; Müslim, Cihâd, 51-55; Ebû Dâvûd,
Harâc, 19
7 Tirmizî, Menâķıb, 18
8 İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 94, Beyhakî, Delâil, c. 3, s.
333-334
9 Vakıdi, Kitabü’l-Meğazi, c.1, s. 259
10 İbn Hacer, el-İsabe, c.1, s. 567
11 Buhârî, Vesâyâ, 22
12 Beyhakī, es-Sünenü’l-Kübrâ, c. 4, s. 160-161
13 Buhârî, Zekât, 49
14 Hassâf, Ahkâmü’l-Evķāf, s.15
15 Hamidullah, Muhammed; İslam Peygamberi, s. 162
16 Maide Sûresi, 5/18, Cuma Sûresi, 62/6
17 Hamidullah, Muhammed; İslam Peygamberi, s. 475
18 es-Semhûdî, Vefâu’l-Vefâ, c.1, s. 347
19 Taberi, Camiu’l-Beyan, c. 3, s. 226
20 Semhûdî, Vefâü’l-Vefa bi Ahbâri Dari’l-Mustafa, c.
1, s. 539, 540
21Bu konuda daha fazla bilgi için bkz: Yıldırım,
Muhammed Emin, Asr-ı Saadet’te Ticaret ve Tüccar
Sahâbiler, s. 43-64
22 Semhûdî, a.g.e., c. 1, s. 539
SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
SİVİL TOPLUM KURULUŞLARINDA
KURUMSALLAŞMANIN ÖNEMİ
Bahri ÇETİN
Toplumun bağlarının güçlenmesine önemli katkılar sağlayan Sivil Toplum Kuruluşları
(STK)’NIN gelişimi ve geliştirilmesinin ehemmiyeti her geçen gün kendini göstermektedir.
STK’ların faaliyet alanlarındaki çeşitlilik ve bu faaliyetleriyle ilgili meydana gelebilen
sorunlarına yönelik yaptıkları çalışmalar STK’ların başarılarını etkilemektedir.
Tüm bu faaliyetlerle ilgili genel ve zorlu çalışmaların organize edilmesi, başarıyla
neticelendirilmesinin yanında temel altyapının da muhafaza edilmesi gerekmektedir.
K
24 Mimar ve Mühendis
urucu ve gönüldaşlarının çalışma süreçlerinde, her zaman moral, motivasyon
ve heyecan dolu katkılarının STK’ların
tüm çalışma alanlarında artarak devam
ettirebilmeleri başarının ana kaynağını
oluşturmaktadır. Fakat profesyonel ve
bilinçli bir grup ve ekip tarafından kurulup
faaliyetlerine başlayan vakıf, dernek ve
diğer STK’ların işe başlarken belirledikleri
vizyon, misyon ve hedefler doğrultusunda
yaptıkları çalışmaları arzulanan seviyede
sürdürebilmeleri, başarılı örnek ve hikayeler ortaya koymaları o kadarda kolay
olmamaktadır. Bencilliğin ve bireyselliğin
artarak devam ettiği günümüzde, insanların ve toplumların manevi ihtiyaçlarını
tatmin etmesine aracılık eden gönüllü
hareketlerin toplanma yerleri STK’ların,
ihtiyaç duyulan bu duyguları da tatmin
etmek ve geliştirmek için kendi içlerinde
katkı yapmaları ve bu konuda, ihtiyaç
sahibi bu insanların manevi ihtiyaçlarını
doyurabilme, yetebilme ve tatmin edebilme kanallarını da geliştirmeleri gerekmektedir. Sadece hedef ve iş odaklı STK
çalışmaları, kurucu ve gönül dostlarını her
zaman tatmin etmeyebilmektedir. Yönetim
ekibinin bu tarafı da dikkate alarak, büyük
bir oluşum zincirindeki bu kurum ve kuruluşlardaki bu halkalardan kopmalar değil,
bu hizmet halkalarına ilaveler yapılarak
büyümesi geliştirilmesi, gelecek nesillere
aktarılabilecek yapılar olması için, daha
profesyonel bir yapıya kavuşması, bu
yapıların uzun soluklu sürdürülebilirliği
yakalaması açısından önem ve gereklilik
arz etmektedir.
STK’ların bu faaliyetlerini yapması için, en
önemli servet olan, beraberce yola çıkan
kurucu insanlar ile bu fedakar insanlara
yardım ve katkı sağlamak için, yanlarında
yer almak isteyen “gönüllü “ olarak belirtilen insanlar topluluğunun hızlı entegrasyonu gerekmektedir. Bu ana kurucu kadro
ve “gönüllü” grup insanların beraberce
çalışması, moral ve motivasyonu artırarak,
hedef odaklı çalışmalara yöneltilmeleri,
etkin ve verimli olarak rol almaları her
zaman mümkün olamamaktadır. Buradaki
önemli etken; ana icra ve faaliyete başlayan profesyonel grup ile yine bilgili tecrübeli ve etkin gönüllü grupların çalışmalarının, pozitif ve başarılı değere dönüşmesi
için baştan belirlenen hedeflerle ilgili ortak
paydanın baştan anlaşılması ve asgari
müşterekte fedakarca birleşebilmelerine
bağlıdır. STK’larda yapılan ve yapılacak
olan faaliyet, çalışma ve organizasyonların başarıya ulaşması için profesyonel ve
kurumsal bir bakış açısıyla, belirlenecek ve
karşılaşılabilecek olan tüm olumlu /olumsuz /fırsat /tehditlerin baştan ortaya konması önemlidir. STK’ların önemle üzerinde
durmaları gereken husus, kuruluştan itibaren tüm süreç analizlerini dikkatli yapmaları, belirleyecekleri, misyon, vizyon, hedef
ve amaçları ile birlikte bu amaçlar için
çizilecek doğru yol haritalarıdır. Belirlenen
stratejiler ile birlikte, kuruluşun yapısı
ve çalışma birimlerine uygun (yönetim
kurulu, mütevelli, icra, konsey, sektör,
koordinatör, muhasebe, büro elemanları,
müdür v.s. ) yapıların çalışma detayları
ile birlikte belirlenmesi ve bu birimlerin
program, politika ve prosedürleri, profesyonel ve gönüllü yapıları da belirlenerek
kurumsal altyapı çalışmalarının baştan
şekillendirilmesidir. Organizasyon yapısının STK’nın kuruluş amacına göre baştan
belirlenmesi çalışmaların başarıya ulaşmasına önemli katkılar sağlayacaktır.
Arşivleme ve yapılan/yapılacak olan
işlerin kanun, yönetmelik, yönetim, dokümantasyon sistemlerine uygun raporlama ve belgelemeye sahip olma, çalışma
şeffaflığına sahip olma, her zaman hesap
verilebilir ve net program ve çalışma
sistemlerine sahip olma STK’ların başarısını ve toplum nezdindeki genel kabul
ve etkinliğini de artıracaktır. Beraber
çalışma ruhu ve onuru ile manevi taraflarını ve ihtiyaçlarını giderebilmek için
bir araya gelerek, toplumsal ve kişisel
ihtiyaçları gidermeye yardımcı olmak,
katkı sağlamak amacıyla kurulmuş olan
STK’lar; kaynak oluşturamadığı, güçlü
ekonomik fedakarlık yapılarını kuramadığı nitelikli ve yeterli idari kadroda
insan kaynağını oluşturamadığı yazılı kültürü, arşivleme, dokümantasyon, raporlama ve mali bilanço nakit akışı ve yönetimini kuramadığı, faaliyetlerini raporlayıp
tüm topluma olması gerektiği zaman ve
zeminde sunamadığı sürece zorluklarla
ve yönetimsel sıkıntılarla karşılaşması,
problemlerle yaşaması her zaman mümkün olacaktır. Onun için kurucu fedakar
yönetim ekibi, tüm bu eksikleri belirleyip
onarmalı ve gerçek samimi çalışmalar
yapmalı, ekip ruhunu geliştirerek samimi
ve içten birliktelik ruhu ile toplumsal katkılarını geliştirmelidir.
Belirli ve bilinen problemlerle birlikte
STK’lar, üyeler ve gönüllüler arasında
sorumluluk ruhunu, aidiyet duygusunu,
birlikte çalışma ve faydalı olma isteğini
geliştirmeli, STK’ların kendi içlerinde
hızlı iletişim network ve sosyal ağlarla
birlikte tanıtım ve sektörel katkı sağlayabilmeli, farkındalık ve kimlik, kişilik
yapılarını samimi olarak ortak hedef
için geliştirebilmeli, diğer STK’lar ve
devletle ilişkileri toplumsal yarar için
yapmalı, uzun, orta vadeli stratejik kalıcı
hedefler belirlenmeli, kendi içinde köklü
hiyerarşik yapıları kurup bu çerçevede
profesyonel yapısıyla örnek teşkil edecek
kurumlar haline gelebilmelidir. Kar amacı
gütmeden, devlet, bürokrasi, hükümetlerle ilişkisi olmadan, beraberce başlanan
ortak değer, ortak çıkar, toplumsal fayda,
insan hak ve özgürlükleri ve diğer belirlenen amaçlar etrafındaki bu çalışmaların,
istenen beklenen ve beğenilen sonucun
başarılı bir şekilde ortaya konması için,
tahmin edilenin de ötesinde, detaylı
bilinçli ve fedakarca çalışmaların yapılması gerektiği ortaya çıkmaktadır.
Sonuç olarak tarihsel süreç içinde var
olan ve var olacak olan STK’lar uzun
soluklu amaçlarla toplumsal beklentileri
giderme, sosyal sorumluluklarını daha
profesyonel ve daha başarılı bir şekilde
yapabilme gücüne sahiptir. Sadece odaklanmayı bu doğrultuda tutmaları yeterli
olacaktır.
Mayıs - Haziran 2015 25
SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
KÜRESEL YOKSULLAŞMA VE STK’LARIN ÖNEMİ
Dr. Ahmet Emin Dağ İHH İnsani ve Sosyal Araştırmalar Merkezi Koordinatörü
Dünya nüfusunun önemli bir kesimiNİ, özellikle “üçüncü dünya halkları” olarak
tabir edilen ve yakın geçmişte sömürü, işgal ve zayıf idarelere maruz kalma gibi
süreçleri yaşayan halklar oluşturmaktadır. Dünya nüfusunun üçte ikisine denk
gelen bu toplumların neredeyse tamamı, içinde bulunduğumuz 21’inci yüzyılda
açlık, hastalık, eğitimsizlik, temiz içme suyuna erişememe, istihdam edilememe gibi
sorunlarda da başı çekmektedir. Devletlerin makro politikaları içinde kamu sektörü
olarak yapabilecekleri çok şey olsa da sosyal politikalar konusunda hiç iyi bir
sınav vermedikleri de bir gerçektir. Birçoğu borç batağı içindeki bu ülkelerin, değil
dezavantajlı gruplara yardım etmek, ülkesindeki işsizlere iş olanakları sağlama
konusunda dahi yeterli olmadıkları açıktır. Bu da zorunlu olarak sivil toplum
kuruluşlarına büyük bir rol dayatmaktadır.
Y
oksulluk kavramı tanımlanırken, iki
farklı tanım kullanılmaktadır: “Mutlak yoksulluk” ve “görece yoksulluk”.
Mutlak yoksulluk tanımına göre, kişi
yaşamını devam ettirebilmek için
gerekli olan minimum gıdaya, giyinme ve barınma gibi günlük yaşamını
devam ettirebilecek bir gelire sahip
değilse yoksuldur. Genelde bu gelir
uluslararası ölçütlere göre günlük
1 Dolar ve altındaki bir rakamdır.
Görece yoksullukta ise zorunlu ihtiyaçları karşılama sorunu olmamakla
birlikte, içinde bulunduğu toplumun
yaşam standardının gerektirdiği
seviyenin gerisinde kalmış olan bir
statü söz konusudur. Mutlak yoksulluk kavramı, kişiyi biyolojik bir
varlık olarak kabul ederken, görece
yoksulluk kavramı kişiyi sosyal bir
varlık olarak görür. Bu yüzden, görece yoksulluk tanımına göre, kişinin
içinde bulunduğu toplumda kişinin
geçimi için gerekli olan minimum
gelir düzeyinin altında kalan kişiler
yoksuldur. Bu nedenle ihtiyaç içinde
olma kavramı ülkeden ülkeye farklı-
26 Mimar ve Mühendis
lık gösterebilir. Örneğin, Angola’daki bir
ailenin ihtiyaç kalemleri ve gelir düzeyi
ile Türkiye’deki bir ailenin karşılaştırılması söz konusu değildir.
Yukarıda 1 Dolar’ı baz alan tanıma göre,
dünya nüfusunun beşte biri günlük 1
Dolar’dan az bir gelire sahip olduğu
için yoksul sayılmaktadır. 2,1 milyar
çocuğun bulunduğu dünyamızda her iki
çocuktan biri yoksulluğa bağlı sebeplerden mağdurdur. Yoksulluk, beraberinde
hastalıkları, eğitim ve istihdam imkanlarına erişememeyi, altyapı yetersizliklerini getirmekte. Yoksulluğa bağlı gerçekleşen mağduriyetlerde 790 milyon kişi
kronik olarak açlık çekerken; dünyada
yaşayan her 6 kişiden biri okuma yazma
bilmemekte; 115 milyon çocuk okula
gitmemektedir. Son 10 yılda ishalden
ölenlerin sayısı 13 milyondan fazladır.
Bu rakam 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana
gerçekleşen savaşlarda ölenlerin sayısından daha fazladır. Dünyada her yıl 10
milyon çocuk yoksulluğa bağlı sebeplerden ötürü 5 yaşına gelmeden yaşamını
yitirmektedir. Tüm dünyada 42 milyon
kişi AIDS’lidir ve bunların 39 milyonu
gelişmekte olan ülkelerde yaşamaktadır.
Güney Asya ve özellikle sahra altı Afrika, dünyada yoksulluğun ve yoksulluğa
bağlı mağduriyetlerin yoğun olarak
zemin bulduğu coğrafyalar olarak karşımıza çıkmaktadır. Güney Asya’da her
dört kişiden biri, sahra altı Afrika’da ise
her üç kişiden biri açtır. Gerek Güney
Asya gerek sahra altı Afrika ülkeleri
örneğinden yola çıkacak olursak, bu
coğrafyalar yakın geçmişte sömürge
olmuş, sömürge idareleri sonrasında iç
savaşlarla yüz yüze bırakılmış ve halihazırda bağımlı zayıf idareler tarafından
yönetilmektedir. Bu coğrafyalarda yoksulluğa neden olan veya yoksulluğa bağlı
gerçekleşen birçok mağduriyet, yaşanan
siyasi süreçlerin sonucu olarak ortaya
çıkmıştır. Halihazırda, küreselleşmenin
Güney Asya ve özellikle
sahra altı Afrika,
dünyada yoksulluğun
ve yoksulluğa bağlı
mağduriyetlerin yoğun
olarak zemin bulduğu
coğrafyalar olarak
karşımıza çıkmaktadır.
Güney Asya’da her dört
kişiden biri, sahra altı
Afrika’da ise her üç
kişiden biri açtır.
eşitsizlikleri artırması, üçüncü dünya
ülkelerinin bilinçli olarak geri bırakılması ve kaynaklarının sömürülmesi, adaletsizlikleri pekiştirmekte ve yoksulluğa
neden olmaktadır. Yani, “üçüncü dünya
ülkesi”, “güney ülkesi” gibi kavramlarla
tanımlanan ülkelerde yoksulluk, siyasal
sürecin ve işleyişin ürünü olarak ortaya
çıkmaktadır. Bugün dünya nüfusunun
yüzde 10’unu barındıran ülkeler dünya
gelirinin yüzde 80’ini ellerinde bulundurmaktadır. Özel anlamda savaş, işgal,
iç çatışmalar, zayıf idareler, yönetim
sorunları gibi nedenlere bağlı olarak,
ancak genel anlamda dünyadaki güçler
dengesinin ve çıkar arayışının ürettiği
konjonktüre bağlı olarak yoksulluk sorunu ile yüzleşen üçüncü dünya halkları,
bilinçli olarak geri bırakılmakta, yoksulluğa bağlı mağduriyetler de bu sürecin
devamı olarak görülmektedir.
20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren
yaşananlar uluslararası sistemin yapısında değişiklikleri beraberinde getirmiş; devletlerin uluslararası sistemin
yegane aktörü olduğu varsayımının
yerine devlet dışı aktörlerin de uluslararası sistemde yer alabilecekleri anlayışı gelişmiştir. Küreselleşen dünyada
uluslararası STK’ların, devletlerin etkin
olmadıkları/olamadıkları alanlarda
önemli roller üstlendiği görülmektedir. STK’lar küresel çapta, kamu yararı
gözeten politikaları teşvik edebilmekte;
koordinasyon ve kriz bölgelerine hızlıca
erişebilmektedir. STK’lar uluslararası
karar alma mekanizmalarını yönlendirebilmektedir. Bugün Birleşmiş Milletler
ve İslam İşbirliği Teşkilatı gibi uluslar
arası ve bölgesel çatı örgütlerin neredeyse tamamı kendi bünyelerinde oluşturdukları sivil toplum yapılanmaları
ile devletlerin yanında sivil kuruluşlara
inisiyatif vermişlerdir. Örneğin Somali
gibi neredeyse son 30 yılını savaşlarla
yitirmiş ve devlet otoritesinin tamamen yok olduğu bir bölgede insanların
günlük yaşamlarını sürdüren kurumlar
tamamen sivil toplum kuruluşlarınca
yürütülmektedir. Okullar, hastaneler,
gıda dağıtımları, ulaşım, yetimhane vb.
tüm hizmet kalemleri büyük oranda
Mayıs - Haziran 2015 27
SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
STK'lar tarafından karşılanmaktadır.
Bugün dünyamızda yaşanan tüm sosyal ve siyasal sorunlar, adaletsizliklere
dayalı sömürü düzeninin bir uzantısıdır.
STK’lar bu adaletsizliklerle mücadelede
de kamuoyu oluşturabilmekte, siyasilerden daha başarılı biçimde toplumu
yönlendirebilmektedir. Yine, yardıma
bağımlı hale getirilen coğrafyalarda kalıcı projeleri önceleyerek bölge halklarının kalkınması sürecine destek olmanın
yanı sıra, kronik sorunların ortadan
kaldırılmasında köklü çözümler geliştirmektedir. STK’ların uzun yıllar yardıma
bağımlı olarak yaşatılan coğrafyalarda
eğitim tesisleri kurması, altyapı hizmeti
vermesi ve istihdam olanakları sağlaması önemlidir; bölge insanının yardıma
bağımlılıktan kurtulmasını hızlandırır.
Ancak, sorunların nihai çözüme ulaşması için asıl yapılması gereken, sosyal
sorunlara neden olan süreçlerin kamuoyuna deşifre edilmesi, kamuoyu oluşturulması, yerel ve uluslararası karar
mekanizmalarının çözüm için harekete
geçirilmesidir. Bunda da STK’ların hayati olduğuna kuşku yok.
Türkiyeli bir yardım kuruluşu olarak
dünyanın 140 ülke ve bölgesinde sosyal yardım çalışmalarını sürdüren İHH
28 Mimar ve Mühendis
Bugün dünyamızda yaşanan
tüm sosyal ve siyasal
sorunlar, adaletsizliklere
dayalı sömürü düzeninin
bir uzantısıdır. STK’lar
bu adaletsizliklerle
mücadelede de kamuoyu
oluşturabilmekte,
siyasilerden daha
başarılı biçimde toplumu
yönlendirebilmektedir.
İnsani Yardım Vakfı bu yönüyle “küresel
etkilere sahip STK” kavramsallaştırmasının iyi bir örneğidir. Asya, Afrika,
Ortadoğu ve Kafkasya gibi bölgelerde
savaş, işgal ve doğal afetler nedeniyle
oluşan mahrumiyetler karşısında, altyapı hizmetleri, eğitim kurumları inşası,
sağlık hizmetleri sunulması gibi kalıcı
projelerle ve dönemsel yardım projeleri ile bölge kalkınmasına destek olan
kurum, sosyal rolünün de bilincini duymaktadır. Mağdur coğrafyalarında görülen sorunların deşifre edilmesi ve karar
mekanizmalarının harekete geçirilmesi
gibi iki önemli rol, geleneksel “hayır” ve
“vakıfçılık” kavramlarına yepyeni boyutlar kazandırmıştır. Filistinli mültecilere
yardım götürülürken, İsrail işgali ve
ambargo gündeme getirilmekte; Irak’ta
yardım projeleri sürdürülürken işgale
karşı kamuoyu oluşturulması önemsenmekte; Afrika ülkelerinde projeler hayata geçirilirken sömürgecilik, misyonerlik
ve zayıf idareler gibi süreçlere karşı
kamuoyu oluşturulmakta; kriz bölgelerinde projeler hayata geçirilirken bu
bölgelerde görülen misyonerlik, organ
mafyası, insan tacirliği gibi vakalara dikkat çekilmektedir.
Bugün dünyadaki yerleşik yapıya bakıldığında, yoksulluğa karşı mücadele
ettiklerini iddia eden Batılı ülkelerin,
aynı zamanda yoksulluğu körükleyen
oldukları görülmektedir. Üzerinde
önemle durulması gereken bu çelişki,
STK’ların siyasi ajandalardan arındırılmış faaliyetleri sayesinde giderilebilecektir. Günümüz toplumlarındaki
sorunların çözümünde STK’ların rolü,
geleneksel hayır algısının ötesinde artık,
siyaset oluşturma, ekonomik kalkınma,
insan hakları aktivizmi ve sosyal barış
gibi konuları da kapsayan geniş bir yelpazede yürütülmektedir.
Mayıs - Haziran 2015 29
SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
ÖZGÜN BİR STK OLARAK MMG
Osman ARI MMG Kurucu Gn.Sekreteri
Eğitimlerini mühendislik fakültelerinde 1980’li yıllarda tamamlamış bir grup idealist
gençlerdik. Henüz ne doğru dürüst bir işimiz ne de mesleki bir tecrübemiz vardı. Ancak
üniversite yıllarında bizi bir arada tutan bir davamız ve her şeyi onun süzgecinden
geçirdiğimiz bir inancımız ve ‘dünyayı değiştirmeye’ yetecek ideallerimiz vardı. Bu
davamızı, ideallerimizi mezuniyet sonrası iş ve meslek hayatımıza nasıl taşıyacaktık?
İnançlarımızın, ideallerimizin meslek hayatımıza yansıması nasıl olacaktı? Muhalif
olduğumuz sisteme, hakim anlayışa inançlı bir mühendisin, mimarın cevabı ne olmalıydı?
B
izim kafamızdaki sorulara cevap
verecek bir oluşum, organizasyon
da mevcut değildi. Bütün kafamızı
meşgul eden bu sorulara beraberce
cevap aramanın bir yolu olarak, üniversite yıllarındaki hasbi beraberliğin;
meslek hayatımızda güç birliğine
dönüştürecek bir ortam, bir platform
oluşturmaktan geçtiğine inanıyorduk.
Bu inançla 1993 yılında (gayri resmi
olarak) ağırlığını Yıldız Teknik Üniversitesi ve İstanbul Teknik Üniversitesi
mezunu bir grup mühendis ve (bir
adet) mimarın oluşturduğu arkadaşlarla Mimar ve Mühendisler Grubu
(MMG) adıyla gündemli toplantılar
yapmaya başladık. O yıllarda camiamızda yeni faaliyete başlayan MÜSİAD
ve Bilim Sanat Vakfı bize ilham veren,
ufkumuzu açan oluşumlardı. MÜSİAD
30 Mimar ve Mühendis
camiamızdaki işadamlarının organizasyonunu üstlenmiş, cemaat ve
gruplar üstü kuşatıcı bir dil ile Müslüman bir işadamı profili tanımlamaya
çalışıyordu. Hele kapitalist sisteme
karşı ‘Medine Pazarı’nı gündeme getirmesi bizi müthiş heyecenlandırıyordu.
Bilim Sanat Vakfı ise bizim camianın
keyfiyetten çok kemmiyete önem vermesine karşın; ilim, sanat alanındaki
hayati boşluğu doldurmaya çalışıyor
ve çağdaş Müslüman ilim adamlarının
nasıl yetiştirilmesi gerektiğinin cevaplarını arıyordu. MMG de ilmi ve entellektüel boyutu olan, mevcut mesleki
(mühendislik ve mimarlık) anlayış ve
değerleri kritik eden, kendi inanç ve
değerlerimizin süzgecinden geçirerek
ülkemiz ve insanlık için hayırlı icraatlar yapacak mimar ve mühendislerin
bir organizasyonu olmalıydı. Teknoloji, sanayileşme, mimarlık, şehirleşme
yeni bir bakış açısıyla yeniden değerlendirilmeliydi.
İlk faaliyetimiz Prof. Dr. Nazif Gürdoğan ve Prof. Dr. Nevzat Kor hocalarımızın yol göstericiliğinde organize
ettiğimiz Prof. Dr. Veysel Eroğlu, Prof.
Dr. Mustafa Öztürk ve Prof. Dr. Ferruh
Ertürk hocaların katıldığı çevre sorunlarının tartışıldığı açık oturumdu.
MMG kısa sürede yaptığı açık oturun
ve toplantılarla mimar ve mühendisler
arasında gündem oluşturmaya başladı.
Faaliyetlerimiz artık tüzel kişilik olmamızı gerekli kılınca da 1996 yılında
MMG dernek statüsüne geçti.
Geriye dönüp baktığımızda 20 yılı
aşkın bu süre zarfında MMG nereden
nereye geldi? Kuruluş felsefesine bağlı
olarak ülkemiz ve meslektaşlarımız hayrına neler üretti? Hakim sistem ve anlayışa
muhalif nasıl bir söylem, dil ve tavır geliştirdi? Bütün bu sorulara cevap aramak
bu yazının boyutlarını aşacaktır. Buradan
MMG ve dergi yönetimindeki arkadaşlara
kayda geçmesi açısında bir çağrıda bulunmak istiyorum. 2016 yılı MMG’nin 20’nci
resmi kuruluş yılı. Bu vesileyle MMG’nin
dünü bugünü, yaptıkları yapamadıkları,
hataları sevapları, MMG’ye emek vermiş
isimsiz kahramanları vs. işleyen programlar yapılmasının MMG’nin yazılı tarihinin
oluşması açısından önemli ve elzem olduğunu düşünüyorum.
Bugün MMG’nin faaliyetlerine, geliştirdiği
dile ve duruşa baktığımızda; MMG’nin
ülkemizin TMMOB’den sonra en etkin ve
büyük mimar ve mühendislik organizasyonu olduğunu görürüz. Anadolu’daki 8
şubesi, düzenlediği kahvaltılı toplantılar,
sempozyumlar, açık oturumlar; üniversiteler ve ilgili bürokrasiyle geliştirdiği
yapıcı ilişkiler, çıkardığı iki aylık akademik
dergisiyle meslektaşlarımızın ve ülkemizin ufkunu açacak bir bakış açısıyla proje,
teklif ve önerilerini paylaşmaya devam
etmektedir. MMG bütün bunları yaparken
zaman zaman STK’ların olmazsa olmazlarından sivillik ve bağımsızlığın gereği
olarak (zülf-ü yare dokunan) muhalif bir
dil ve tavır geliştirmekten çekinmemiştir
(Zeytinburnu’nda silueti bozan kulelerle
ilgili sert tavrı ve TOKİ’nin uygulamaları
ile ilgili eleştirileri).
Bizim camiamızın alışık olmadığı içerden
(yapıcı, inşa edici) eleştirinin aslında ne
kadar önemsenmesi gereken bir tavır
olduğunun artık yavaş yavaş kavranmaya
başlandığını görmek bizim için sevindirici
bir durumdur. MMG’nin her türlü yanlış
anlaşılma ve değerlendirmelere rağmen
hayırlı işleri, doğru projeleri desteklemesi,
yapılan kimi eksik ve yanlış uygulama ve
icraatları da yapıcı, inşa edici bir dil, üslup
ve tavırla eleştirmesi, doğruyu işaret
etmesi de MMG’nin bir STK olarak varlık
şartlarındandır. MMG’nin yıllardır ısrarla
savunduğu şehircilik perspektifinin AK
Parti programında yer alması, Başbakan
Ahmet Davutoğlu’nun sık sık vurguladığı
yatay şehirleşme ve şehirlerin tarihi ve
kültürel dokusunun özenle korunması gibi
hassasiyetlerin, MMG’nin ısrarla savunduğu doğruların boşa gitmediğinin bir işareti
olsa gerek.
Bütün bu süreçlerden sonra MMG nerede
duruyor? Olması gereken yerle bulunduğu
yer arasındaki mesafe nedir? Yapması
gerekenlerin ne kadarını yapabildi? Bütün
bu soruların baktığımız yere göre değişen
cevapları vardır. MMG 1990’lı yılların en
zor ve karanlık şartlarında kurulmuş, 28
Şubat’ta takibata uğramış, bedeller ödemiş, 13 yıllık AK Parti döneminde de duruşunu değiştirmeden ülkemiz ve insanlık
için değerler üretmenin gayreti içersinde
olmuş ülkemizin saygın bir STK’sı olmayı
hak etmiş kuruluşudur. MMG’yi kuruluş
felsefesine bağlı olarak daha üretken ve
etkin bir STK olarak geleceğe taşımak da
genç meslektaşlarımızın görevi olacaktır.
Bizim camiamızın alışık olmadığı içerden
(yapıcı, inşa edici)
eleştirinin aslında
ne kadar önemsenmesi gereken bir
tavır olduğunun
artık yavaş yavaş
kavranmaya başlandığını görmek
bizim için sevindirici bir durumdur.
MMG’nin her türlü
yanlış anlaşılma ve
değerlendirmelere rağmen hayırlı
işleri, doğru projeleri desteklemesi,
yapılan kimi eksik
ve yanlış uygulama ve icraatları da
yapıcı, inşa edici bir
dil, üslup ve tavırla
eleştirmesi, doğruyu işaret etmesi de
MMG’nin bir STK olarak varlık şartlarındandır.
Mayıs - Haziran 2015 31
SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
STK’lar ve Finansal Destekler
Yasemin Ok Voytes Türkiye Finansal Çözümleme Kuruluşu
Sivil toplum kuruluşu (STK) resmi kurumlar dışında ve bunlardan bağımsız olarak
çalışan, politik, sosyal, kültürel, hukuki ve çevresel amaçları doğrultusunda lobi
çalışmaları, ikna ve eylemlerle çalışan, üyelerini ve çalışanlarını gönüllülük
usulüyle alan, kâr amacı gütmeyen ve gelirlerini bağışlar ve/veya üyelik ödemeleri
ile sağlayan kuruluşlardır. Sivil toplum örgütleri oda, sendika, vakıf ve dernek adı
altında faaliyet gösterir.
V
akıf ve dernekler topluma yararlı bir
hizmet geliştirmek için kurulmuş yasal
topluluklardır ve herkese yardım
etmek için kurulmuştur. Sivil Toplum
Kuruluşları’nın etkinlik alanları şunlardır;
• Eğitim
• Sağlık
• Sosyal Yardımlaşma
• İnsan Hakları
• Doğal Afetler
• Bilim ve Teknoloji
• Çevre
SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI
VE STK’LARIN TARİHÇESİ
Dünyadaki örneklerine göre ülkemizdeki Sivil Toplum Kuruluşları’nın
tarihçesi çok da eski değildir. Nüfusa
göre Sivil Toplum Kuruluşu bir çok
dünya ülkesine göre oldukça az sayıda
kalmakta ve şu anda STK statüsündeki
bir çok derneğin aslında faaliyette
olmayan lokal dernekler olduğunu da
düşündüğümüzde bu alanda köklü
bir değişim yaşamamız gerektiğini
söylemem yanlış olmaz. Uluslararası
STK’ların tarihi 19’uncu yüzyılın ortalarına kadar uzanmaktadır. Köleliğe
karşı ve kadın haklarının kazanılması konularında çok önemli roller
oynayan STK’ların etkinlikleri Dünya
Silahsızlanma Konferansı’nda en üst
düzeye ulaşmıştır. Ancak bugünkü
manası ile “Sivil Toplum Kuruluşu”
kavramı ilk defa 1945 yılında Birleşmiş Milletler teşkilatının kuruluşu
32 Mimar ve Mühendis
sırasında, kuruluş beyannamesinin 10.
bölümünün 71. maddesinde devlet ve
üye ülkelere ait olmayan kuruluşların
danışmanlık rolü ile ilgili tanımlamada kullanılmıştır. Sivil Toplum
Kuruluşları’nın sürdürülebilir kalkınma alanındaki hayati rolleri ilk defa
Birleşmiş Milletlerin STK’lar ile BM
arasında sıkı danışmanlık ilişkilerinin
düzenlendiği 21. ajandasının 27. başlığında dile getirilmiştir.
STK’ların en yaygın ve hayati ihtiyaçlarını aşağıdaki şekilde belirlemek mümkün görünmektedir:
• Ekonomik destek.
• Kalifiye insan kaynağı; eğitim ve
katılım.
• Demokrasi kültürü ve örgütsel kültür.
• İletişim, halkla ilişkiler ve yönetişim.
• Kurumsallaşma düzeyinde ilerleme;
arşivleme, dokümantasyon ve raporlama.
• Teknolojik ilerleme; bilgisayar, internet erişimi ve yabancı dil.
• Türkiye’nin sivil toplum alanını
destekleyecek dolaylı mekanizmalar;
STK’ların gelişimlerine destek sağlayacak kurumlar.
STK’ların sorun yaşadıkları alanlar
şu biçimde ortaya çıkmaktadır:
• Amaçları gerçekleştirmek için ekonomik yetersizlik.
• Örgütsel kültürün ve iç demokrasinin eksikliği.
• Yetkin kadroların eksikliği.
• Gönüllülerin ve üyelerin düşük katılım
düzeyi.
• İdari yetersizlik.
• Karar alma ve uygulamada yetersizlik.
STK’ların yukarıda bahsettiğimiz sorunlarına bakıldığında, en önemli kavram
“sürdürülebilirlik” olarak ortaya çıkmaktadır. STK’ların, sürdürülebilirliğin sadece
bir kuruluşun ekonomik olarak hayatta
kalmasıyla değil aynı zamanda kuruluşun sürekli bir yapı olarak kendisini,
eylemlerini, faaliyetlerini ve politikalarını
geliştirmesi için yöntemler, yollar, meka-
“Sivil Toplum
Kuruluşu”
kavramı ilk
defa 1945
yılında
Birleşmiş
Milletler
teşkilatının
kuruluşu
sırasında,
kuruluş
beyannamesinin
10. bölümünün
71. maddesinde
devlet ve
üye ülkelere
ait olmayan
kuruluşların
danışmanlık
rolü ile ilgili
tanımlamada
kullanılmıştır.
nizmalar, araçlar ve kaynaklar bulması ile
ilgili olduğunun fark edilmesi konusunda
desteklenmesi gerekmektedir. Bir politika, proje, faaliyet vb. tasarlanırken ilk iş
bunun sürdürülebilirliğini garanti etmek
olmalıdır. Yukarıda bahsedilen tüm hususlar bu kavramla sıkı sıkıya ilişkilidir.
İşbirliği Kuruluşları
tanımı ve STK’larla ilişkisi
İşbirliği Kuruluşu Nedir?: Türkiye İhracatçılar Meclisi, Türkiye Odalar ve Borsalar
Birliği, Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu,
İhracatçı Birlikleri, Ticaret ve/veya sanayi
odaları, organize sanayi bölgeleri, endüstri
bölgeleri, teknoloji geliştirme bölgeleri,
sektör dernekleri ve kuruluşları, sektörel
dış ticaret şirketleri, ticaret borsaları, işveren sendikaları ile imalatçıların kurduğu
dernek, birlik ve kooperatifleri, Ekonomi
Bakanlığı “İhracata Yönelik Devlet Yardımları Kararı” istinaden işbirliği kuruluşları
altında olan ve önemli teşvik ve hibe desteklerinden üyeleri ile birlikte yararlanabilecek önemli kuruluşlar arasında sektör
dernekleri ve kuruluşları ile imalatçıların
kurduğu dernekler de desteklenmektedir.
Türkiye kurum ve kuruluşları tarafından STK’lara Verilen Hibe ve Teşvikler
KOSGEB Tematik Proje Meslek
Kuruluşu Destek Programı Kapsamında: Meslek kuruluşu tarafından,
proje sonuçlarından yararlanabilecek
işletme sayısının büyüklüğü, ilin ve/veya
bölgenin öncelikli geçim kaynakları, yeni
girişimci potansiyeli gibi hususlar gözetilerek, bölgede oluşturulacak istihdam ve
pazara giriş imkânlarının sunulması, insan
kaynaklarının geliştirilmesi, çevre ve enerji
verimliliği, iş güvenliği, teknik mevzuat v.b.
konularda işletmelerin ve/veya girişimciliğin geliştirilmesi için hazırlanmış projelerin giderleri yüzde 50 oranında 150 bin
TL’ye kadar hibe olarak desteklenir.
Ekonomi Bakanlığı UR-GE Projesi
Kapsamında: İşbirliği kuruluşlarınca
STK üyesi şirketlere yönelik olarak yürütülen; amacı, kapsamı, süresi ile bütçesi
belirlenmiş ihtiyaç analizi, istihdam,
eğitim, danışmanlık, yurtdışı pazarlama
ve alım heyeti faaliyetlerinden oluşan ve
azami 3 yıl süreyi kapsayan projelerde
katılımcı sayısına göre asgari 3 milyon
500 bin dolar - 5 milyon dolar arasında
yüzde 75 oranında hibeler mevcuttur.
Dernekler Dairesi Başkanlığı
Program kapsamında: STK’ların
kapasitelerinin geliştirilmesi, kamu ile
olan ilişkilerinin artırılması ve karar alma
mekanizmalarına aktif katılım sağlanması
gibi amaçlar ile projeleri desteklemektedir. Derneklerin projelerine 150 bin TL
hibe desteği sağlamaktadır.
Gençlik ve Spor Bakanlığı
Projeleri: Gençlik ve Spor
Bakanlığı’nca, gençlerin ve gençlik gruplarının ihtiyaçlarını dikkate alarak, gençlerin
kişisel ve sosyal gelişiminin desteklenmesi, potansiyellerini gerçekleştirebilmelerine imkân sağlanması, karar alma
ve uygulama süreçleri ile sosyal hayatın
her alanına etkin katılımının artırılması,
gençlik ve spor hizmetlerine erişimlerinin
kolaylaştırılması ve yenilikçi fikirlerin
hayata geçirilmesine yönelik STK’ların
projeleri 250 bin TL’ye kadar hibe olarak
desteklenmektedir.
KALKINMA BAKANLIĞI – KALKINMA
AJANSLARI PROJELERİ: Türkiye kalkınma ajansları, yerel aktörler arasındaki
işbirliğini güçlendirmek, bölgelerin yapısal
dönüşümünü hızlandırıp sürdürülebilir
bölgesel kalkınma hedefine ulaşmak için
faaliyet gösterir. Kuruluş amaçları şunlardır:
• Bölgesel potansiyelin açığa çıkarılması;
bölgelerin ulusal ekonomiye katkılarının
arttırılması
• Bölgeler arasındaki kalkınma eşitsizliklerinin giderilmesi
• Kalkınmış bölgelerin rekabet güçlerinin
arttırılması
• Kalkınma ajansları, Kalkınma Bakanlığı
ile eşgüdüm halinde bölgesel ihtiyaç ve
sorunlara yönelik hibe programları yürütmektedir. 26 adet Kalkınma Ajansı olup
bölge kalkınma planlarına ve proje rehberlerine göre, Sivil Toplum Kuruluşları (STK)
projelerine 1 milyon 500 TL’ye kadar hibe
Mayıs - Haziran 2015 33
SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
desteği verilmektedir. Kalkınma Ajansları
Güdümlü Projeler kapsamında ise bu oran
5 milyon TL ile 10 milyon TL arasında
değişmektedir.
KRİZ CEVAP FONU (CRISIS RESPONSE
FUND): Sivil toplum sektörünü tehdit eden
durumlara karşı acil savunuculuk çalışmaları için fon, bireysel durumlarla ilgilenmek
yerine, sivil toplum sektörünü varoluşuna
yönelik sistematik tehditlerden korumayı
hedefler. Bu tehditlere örnekler: yeni çıkan
ya da kısıtlayıcı yasalar, insan hakları savunucularının sistemli olarak hedeflenmesi,
sivil toplum örgütlerinin sebepsizce kapatılması, sivil toplum örgütlerine yönelik
mali tehditler v.b. konulardaki projeleri
desteklemektedir.
KÜRESEL MİRAS FONU: Kültürel mirasın
korunması, arkeolojik alanların korunması, kültürel miras eğitimi, sürdürülebilir
turizm kalkınması, kültürel varlıklarının
çevresindeki toplulukların kalkınması
konularında projeye göre farklı miktarlarda hibe desteği vermektedir.
SABANCI VAKFI FONU: Toplumsal adalet,
ekonomik katılım, toplumsal katılım konularında Vakıf, kadınlar, gençler ve engellilere eşit fırsatların yaratılmasını ve topluma
aktif katılımlarını destekleyen ortamların
geliştirilmesine katkıda bulunmak amacıyla hibe programları, ortaklıklar, seminer ve
benzeri çalışmalar yapmaktadır.
TÜRK KÜLTÜR VAKFI FONU: Türk kültür
ve mirasını korumak ve tanıtmak, yurtdışındaki Türk mirasının korunması desteklemek, beşeri bilimler alanında ve çalışan
dezavantajlı öğrencilerin eğitimine destek
olmak için hibe destekleri vermektedir.
AVUSTURALYA BÜYÜKELÇİLİĞİ DOĞRUDAN YARDIM PROGRAMI: Toplum
sağlığı, eğitim, küçük ölçekli altyapı, kırsal
ve tarımsal kalkınma ve çevre konularında
hibe desteği vermektedir.
MATRA – DECENTRAL DESTEK PROGRAMI: Adalet ve içişleri (mevzuat ve kamu
düzeni kanunu, yönetişim, polis ve yolsuz34 Mimar ve Mühendis
lukla mücadele), insan hakları (azınlıklar
ve toplumsal bilinç oluşturma), medya ve
bilgi, eğitim konularında kurumsal kapasitenin güçlendirilmesi ve AB müktesebatına
uyumun desteklenmesi için hibe desteği
vermektedir.
JAPONYA BÜYÜKELÇİLİĞİ YEREL PROJELERE HİBE PROGRAMI: Koruyucu
sağlık hizmetlerinin geliştirilmesi, sağlık
merkezlerinin ekipmanlarının yenilenmesi
ve yeni ekipman sağlanması konularındaki
projelere hibe desteği vermektedir.
AVRUPA BİRLİĞİ (AB) HİBE PROGRAMLARI: AB, demokrasi, insan hakları ve
pazar ekonomisi konusunda aynı temel
değerleri paylaşan ülkelerle ortaklıklar
kurar. AB, bu ülkelerin ekonomik ve sosyal
gelişmelerine çeşitli mali araçlarla finansal
olarak katkı sağlar.
KATILIM ÖNCESİ YARDIM ARACI (IPA):
Beş bölüm halinde yapılandırılan IPA, geçiş
dönemi ve kurumsal yapılanma desteğinin
yanı sıra çevre, ulaştırma, bölgesel rekabet, insan kaynakları kalkınması ve kırsal
kalkınma olarak belirlenen yeni alanlarda
katılım öncesi mali hibe destekleri sağlamaktadır.
AB PROGRAMLARI
• Hayat Boyu Öğrenme Programı (AB
Eğitim ve Gençlik Programları Merkezi
Başkanlığı)
• Gençlik Programı (AB Eğitim ve Gençlik
Programları Merkezi Başkanlığı)
• Araştırma ve Teknolojik Gelişme Alanında Yedinci Çerçeve Programı (TÜBİTAK)
• Rekabet Edebilirlik ve Yenilik Programı
(Girişimcilik ve Bilgi Toplumu) (Sanayi ve
Ticaret Bakanlığı ile DPT Müsteşarlığı)
BAŞBAKANLIK YURTDIŞI TÜRKLER VE
AKRABA TOPLULUKLARI BAŞKANLIĞI
SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI KAPASİTE GELİŞTİRME PROGRAMI: STK’ların
örgütsel yapılarının ve teknik kapasitelerinin geliştirilmesi, siyasi karar alma mekanizmalarında sivil katılımın güçlendirilmesi, kampanya yürütme, savunuculuk ve
lobicilik becerilerinin artırılması, STK’lar
arası, STK-Uluslararası Kuruluşlar ve STKKamu arası işbirliği ve iletişim ağlarının
geliştirilmesi konularında hibe desteği
vermektedir.
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI YEREL
YÖNETİMLERİN, DERNEKLERİN VE
VAKIFLARIN PROJELERİNE YARDIM:
Kültür, sanat ve turizm değerlerini ve
zenginliklerini yaşatıcı, yayıcı, destekleyici,
geliştirici ve tanıtıcı, yerel, ulusal ve uluslararası nitelikteki şenlik, festival, anma
günleri, konser, sergi, gösteri, kongre, sempozyum, seminer, panel, güzel sanatlar,
fuar ve benzeri etkinlikler alanlarında hibe
destekleri vermektedir.
Diğer hibe projesi veren bazı vakıfların
isimleri aşağıda mevcuttur:
• Eti Burçak - Doğal Hayatı Koruma Vakfı
(WWF)
• Anadolu Sigorta Bir Usta Bin Usta Fonu
• Türkiye Vodafone Vakfı Güneydoğu
Anadolu Bölgesi Yaz Okulları, Aile Destek
Projesi
• Kadın Merkezi Vakfı (Kamer)
• Çöp (M) Adam Fonu
• Sivil Toplum Geliştirme Merkezi (STGM)
SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
SOKAKTA ÇALIŞAN ÇOCUKLAR VE HAYAT VAKFI
ÇOCUKLAR SOKAKTA SOLMASIN PROJESİ
Tuba Gavaz Hayat Sağlık ve Sosyal Hizmetler Vakfı Çocuklar Sokakta Solmasın Proje Yönetmeni
Hayat Sağlık ve Sosyal Hizmetler Vakfı Çocuk Hizmetleri Koordinatörlüğü tarafından
1998 yılından bu yana ‘Çocuklar Sokakta Solmasın’ projesi yürütülmektedir. Vakıf
proje çerçevesinde; ilköğretim çağında olup ailesiyle birlikte yaşayan ve sokakta
çalışan çocukları sokakta çalışmaya iten nedenleri araştırıp onlara yönelik
çözümler üretmeye ve ilerleyen zamanda çocukların sokak çocuğu olmalarını
engellemeye çalışmaktadır.
B
üyükşehirlerin toplumsal sorunlarından
biri; sokakta çalışan çocuklardır. Çocukların erken yaşta çalışma yaşamında yer
alması birçok ülkede olduğu gibi, ülkemizde de yaşanan temel problemlerden
biri haline gelmiştir. Göç, yoksulluk ve
kentleşme gibi nedenlerin sonucu olan
bu çocuklar, büyük bir sorun olarak
karşımıza çıkmaktadır. Kente gelen ve
maddi zorluk yaşayan aileler çocuklarının çalışmasını çözüm olarak görebilmektedir. Çocukların çalıştırılması, çocuk
işgücünün istismarı, sokakta çalışan
ve sokakta yaşayan çocuklar sorunu
günümüzde çözüm bekleyen sorunlardan biridir. Sosyo-ekonomik konumları
gereği herhangi bir faaliyette bulunan 18
yaş ve altındaki çocuklar “çalışan çocuk”
olarak adlandırılmaktadır. “Çocuk emeği”
ise yasal yaşın altında istihdam edilen iş
gücü olarak belirtilmektedir. 1
Sokakta çalışan çocuk; ailesinin geçimine
katkıda bulunmak ya da kendi masraflarını karşılamak amacıyla günün belirli
bir bölümünü sokakta çalışarak geçiren
çocuktur. Sokak çocukları kavramı ise
aileleriyle sınırlı ilişkisi bulunan veya
hiç ilişkisi bulunmayan ve genel olarak
zamanını sokakta geçirip geçimini de
sokaktan sağlayan çocukları ifade eder.2
Çocukların çalışmalarını engellemek
amacıyla pek çok uluslararası antlaşma
ve sözleşmeler yanında ulusal düzeyde
36 Mimar ve Mühendis
yasalar çıkarılmasına rağmen çocuk işçiliği tarih boyunca bilinen bir olgudur.3
Çocuk Haklarına Dair Birleşmiş Milletler
Sözleşmesi’nde (1989), çocuğun tehlikeli, eğitimine zarar verecek, bedensel,
ruhsal, zihinsel sağlığına ve ahlaksal,
toplumsal gelişimine zarar verecek
işlerde çalıştırılmalarından korunmaları
gerektiği belirtilmektedir. Ülkemizde ve
dünyada çalışan çocuk sayısına ilişkin
kesin istatistik verileri olmamakla birlikte sayılarının ciddi boyutlara ulaştığı
bilinmektedir. 2000 yılı verilerine göre
dünyada yaşları 5-14 arasında olan
yaklaşık 250 milyon çocuk çalışmaktadır.4 Türkiye’de her beş çocuktan biri
çalışmaktadır.5 Günlük yaşam içerisinde
sokakta etrafımıza dikkatli bir şekilde
baktığımızda bu sayının fazlalığı açık bir
şekilde fark edilmektedir.
Sokakta çalışan çocuk sorununun önde
gelen sebepleri arasında köyden kente
göçle birlikte kente ayak uyduramama,
yoksulluk, işsizlik, aile ve çocuğun eğitim
yetersizliği, ailede huzursuzluk, çözülme,
parçalanma ve boşanma, sosyal değişim
ve yabancılaşma, kentte okul hayatına
alışamama gibi çeşitli uyum sorunları;
evde sevgisizlik; istismar, baskı, şiddet,
dayak ve çatışma, anne babasızlık; ihmal
ve ilgisizlik; cinsel taciz, macera isteği,
yurtta kendini güvende hissetmeme,
okulda başarısızlık, evin fiziki yetersizliği; çocuğun sokakta çalışıp para kazanmasına teşvik edici kültürel değerler;
anne-babanın aile bilincinden yoksun
olması; arkadaş grubu; kendini kanıtlama isteği; medyadan etkilenme; sokağın
cazibesi sayılabilir.6 Tüm bu nedenler
sıralandığında görülmektedir ki yoksulluk ve eğitim eksikliği sokakta çalışan
çocuk sorunsalının temel kaynağıdır.
Özellikle de aile kavramının ve bağlarının sağlam zemine oturmamışlığı çocuğu
sokağa itmektedir.
Sokakta yaşayan ve çalışan çocuklar,
doğrudan suça yönelmenin dışında
ihmal ve istismara uğrama; bağımlılığa
yol açan maddeleri kullanma; eğitim ve
sağlık problemleri; zihinsel ve fiziksel
gelişimde gerileme; şiddet eylemlerine
maruz kalma; fuhşa yöneltme; psikolojik
sorunlarla yüz yüze gelme; cinsel taciz ve
tecavüze maruz kalma gibi olumsuzlukları yaşayabilmektedir.7 Tüm bu riskler
göz önüne alındığında çocukları sokakta
bekleyen tehlikelerin büyüklüğü daha iyi
anlaşılmaktadır.
Sokakta Çalışan Çocukların
Çalıştıkları Alanlar
Sokakta çalışan çocukların yaptıkları iş
türleri cinsiyete göre farklılaşabilmektedir. Kız çocukları daha çok mendil, peçete, sakız ve su satma gibi basit, beceri
ve fazla fiziksel güç gerektirmeyen işleri
yapmaktadır. Erkek çocukların ise sırasıyla en çok ayakkabı boyama, pazarda el
arabasıyla eşya taşıma, simit satma veya
bu iş türlerinden bir kaçını farklı zaman
diliminde birlikte yaptıkları görülmüştür.
Bu işleri kız çocuklarının pek yapmadığı
gözlenmiştir. Her iki çocuk grubunun
ortak yaptıkları iş türleri ise sakız, çekirdek, su, kâğıt mendil satma ve baskül ile
tartı yapmadır. Bazı çocukların da gün
içerisinde birden fazla iş yaptıkları gözlenmiştir.8
Sokakta Çalışan Çocuklarla
İlgilenen Kurumlar
Kamu Kurumları
Sokakta çalışan veya yaşayan çocuklar,
kimsesiz çocuklar, çocuk işçiler gibi
tanımlar bir ülkedeki toplumsal aksaklığı
ifade eden kavramsallaştırmalardır. Kısa
ve uzun vadede bu konu tüm toplumu ve
devleti yakından ilgilendirmektedir. Bu
anlamda hem toplum hem de devlet birtakım kurumlar ve projelerle bu aksaklığın giderilmesinde önemli görevler üstlenmek zorundadır. Bu anlamda devlet,
sağlıklı zeminini kaybetmiş her çocukla
yakından ilgilenmek adına bazı kurum ve
organizasyonlar oluşturmuştur. Milli Eğitim Bakanlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü,
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ve bu
bakanlığa bağlı Çocuk Hizmetleri Genel
Müdürlüğü bu çalışmaları içeren kamu
kurumlarıdırlar.
Özel Kurumlar
Toplumsal duyarlılığın oluşturulması ve
halk katılımının sağlanması yolunda Sivil
Toplum Kuruluşları modern dünyanın
en etkin unsurları olarak tüm ülkelerde
yerlerini alırken dünyadaki bu yükselişe
göre daha geç bir dönemde de olsa ülkemizde de bu alanda son yıllarda oldukça
hızlı gelişmeler yaşanmaktadır. Bu
anlamda Türkiye’de de sokak çocukları
ve sokakta çalışan çocukların sorunları
ve çözümlerine yönelik çalışan birçok
gönüllü vakıf ve dernekler vardır. Türkiye Sokak Çocukları Vakfı, Sokak Çocukları Gönüllüleri Derneği, Umut Çocukları
Vakfı gibi9 organizasyonlar yanında
bu vakıflardan bir diğeri de burada bir
örnek olarak ele alacağımız Hayat Sağlık
ve Sosyal Hizmetler Vakfı’dır.
Mayıs - Haziran 2015 37
SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
Çocuklar Sokakta Solmasın
Projesi ve Hayat Vakfı
Hayat Sağlık ve Sosyal Hizmetler Vakfı
Çocuk Hizmetleri Koordinatörlüğü tarafından 1998 yılından bu yana ‘Çocuklar
Sokakta Solmasın’ projesi yürütülmektedir. Vakıf proje çerçevesinde; ilköğretim
çağında olup ailesiyle birlikte yaşayan
ve sokakta çalışan çocukları sokakta
çalışmaya iten nedenleri araştırıp onlara
yönelik çözümler üretmeye ve ilerleyen zamanda çocukların sokak çocuğu
olmalarını engellemeye çalışmaktadır.
Bu amaçla, sokakta çalışan bu çocuklarla
sokakta ya da ilgili kurum ve kişilerin
önerisiyle tanışılmakta; aileden sorumlu
gönüllüler belirlenmekte ve bu gönüllülerle çocukların aileleri düzenli olarak
ziyaret edilmekte; gıda, giyim ve ev eşyası
ihtiyaçları karşılanmakta; eğitim ve sağlık
hizmeti desteği verilmektedir. Eğitim
hizmeti olarak, üniversite öğrencisi ve
diğer gönüllüler tarafından eksik ve geliştirilmesi gereken konularda etüt desteği
verilmektedir. Sağlık hizmeti kapsamında,
çocukların sağlığını, normal büyüme ve
gelişmesini etkileyebileceği öngörülen
durumları ve hastalıkları tespit edilip
gerekli olan tedavi ve rehabilitasyon
yaklaşımları önerilip uygulanması sağlanmaktadır. Ayrıca karne şenlikleri, geziler,
piknikler, yaz okulu, sosyal kulüp çalışmaları gibi etkinliklerle çocukların moral ve
motivasyonlarını artırmaya yönelik uygulamalar yapılmakta ve toplumsal uyum
kapasiteleri artırılmaya çalışılmaktadır.
Çocuklar Sokakta Solmasın
Projesi’nin benzer çalışmalardan en önemli farkları:
- Sokakta çalışan çocuğun kendisiyle
birlikte kardeşlerinin ve ailesinin de
desteklenmesi,
- Yapılan desteğin eğitim hayatları
devam ettiği sürece ve meslek sahibi
olana dek sürmesi,
- Ailelerin evlerinin gerekli fiziksel
ihtiyaçları giderilerek çocukların daha
çok benimseyip sevebilecekleri bir
yaşam alanı oluşturulmasıdır.
Projede bugüne kadar 152’si sokakta
çalışan olmak üzere 354 çocuk ve 70 aile
38 Mimar ve Mühendis
Sağlık hizmeti
kapsamında, çocukların
sağlığını, normal
büyüme ve gelişmesini
etkileyebileceği
öngörülen durumları
ve hastalıkları tespit
edilip gerekli olan
tedavi ve rehabilitasyon
yaklaşımları
önerilip uygulanması
sağlanmaktadır.
proje kapsamına alınmıştır. Çocukların
yaş ortalaması 10 (kız 9.9 erkek 10.2),
kardeş sayısı 5.4, memleketleri Doğu ve
Güneydoğu Anadolu (yüzde 34), yaptıkları iş çoğunlukla kâğıt mendil satıcılığıdır
(yüzde 50). Annelerin yaş ortalaması
35.4, babalarınınki ise 38.6’dır. Annelerin
yüzde 85’i, babaların yüzde 48’si okuryazar değil; annelerin yüzde 80’i, babaların
yüzde 50’si çalışmamaktadır, yüzde 6‘sı
vasıflı işçidir. Ailelerin yüzde 85’i 2 odalı,
yüzde 57’si apartman bodrum katı evlerde yaşamaktadır. Proje kapsamında yapılan çalışmalar sırasında çocuklar sokakta
çalışmayı bırakmış ve ailelere ve özellikle
annelere eğitim ve öğretimin önemi anlatılmış ve kavranması sağlanmıştır. Çocukların okul başarıları belirgin derecede
yükselmiştir. 8 çocuk tıp fakültesi dahil
olmak üzere üniversiteden mezun olmuş,
16 çocuk üniversitede okumaktadır. 5
çocuk meslek lisesinden mezun olarak
çalışma hayatına başlamıştır. İlköğretimden mezun olan 5 çocuk hem açık lisede
okumakta hem de çalışmaktadır. 8 çocuk
meslek lisesinde olmak üzere 22 çocuk
lise, 24 çocuk ilköğretim eğitimine devam
etmektedir. Eğitimlerini tamamlayamayan 2 erkek çocuk çırak olarak başladıkları erkek kuaförünü devralarak kendi işlerini kurmuşlardır. Proje, çocuk ve ailenin
yalnız maddi ihtiyaçlarını karşılayan bir
yardım programı olmayıp onların sosyal
ihtiyaçlarını her aile ve çocuk için farklı
tarzlarda ve farklı programlarla gidermeye çalışılmaktadır. Halen proje İstanbul ve
Adıyaman’da kurulu iki merkezde sürdürülmektedir.
Proje 2006 Vakıf Medeniyeti Yılı Uygulanmış Sosyal İçerikli Proje Yarışması’nda
ödül almıştır. Hayat Sağlık ve Sosyal
Hizmetler Vakfı’nın hedefleri arasında,
proje kapsamındaki çocuk ve çalışacak
gönüllü sayısını artırılması, sokakta çalışan çocuklara yönelik hem İstanbul’da
hem de Anadolu’nun farklı noktalarında
merkezler kurulması, ilgili diğer kurumlarla iş birliği yapılarak hizmetin yaygınlaştırılması yer almaktadır. Bu kapsamda
aynı amaç ve hedef doğrultusunda; 2012
yılında Adıyaman ilinde içerisinde bir
çocuk merkezi kurulmuştur. Adıyaman
Çocuk Merkezi’nde 10 aile ve 20 çocuk
ile ilgilenilmektedir. Projenin finansmanı
düzenli proje aidatları yanında bağışlar
ve düzenlenen hayır yemekleriyle karşılanmaktadır. Projeye yapılacak her türlü
yardımların yanında gönüllü desteği veya
çocuk gruplarının gönüllüler eşliğinde
misafir edilmesi hem çocukların sosyal
uyumlarını, hem gönüllü motivasyonunu
hem de vakfın kurumsal kapasitesini artırıcı yaklaşımlar olacaktır.
KAYNAKLAR
AnaBritannica, 2000.
Sayıta, Sevgi Usta, “Sokakta Yaşayan Çocuklar”.
Çocuklar ve Suç- Ceza’’ Ankara,Seçkin Yayıncılık, s.
285-301
3
DEK, 2004.
4
İLO, 2001.
5
Akt. Çırak, Çivitçi, 2004.
6
Bilgin, Fırat, Diyarbakır'da Sokakta Çalışan Çocuklar
Üzerine Sosyolojik Bir Araştırma, Elektronik Sosyal
Bilimler Dergisi
7
Güneş-Kalaycı: 2004: 7
8
Bilgin, Fırat, Diyarbakır'da Sokakta Çalışan Çocuklar
Üzerine Sosyolojik Bir Araştırma, Elektronik Sosyal
Bilimler Dergisi
9
Kucur, Fatih, ‘’Bir Toplumsal Gerçek: Sokakta Çalışan
Çocuklar’’, İstanbul, 2012
1
2
Yeni Nesil Mekansal Çözümler
EMİ GRUP TÜRKİYE’DE MOBİL LİDAR SİSTEMİNİN İLK KULLANICILARI VE UYGULAYICILARI ARASINDADIR
360O Panoramik Görüntüleme
ÇALIŞMAALANLARI
• ŞehirModelleme
• UlaşımveAltyapıGüzergahının
Haritalanması
• TemelHaritaÜretimi
• 360OPanoramikGörüntüleme
®
• EnerjiNakilHatları
• DemiryollarıveKarayolları
Haritalanması
• SelBaskınlarınınHaritalanması
• DoğalKaynakYönetimi/Sulama
EmiGrupBilgiTeknolojileriA.Ş.
Seyitnizam Mah. Mevlana Cad. No:88 İleri İş
Merkezi Kat:2-A Zeytinburnu-İstanbul-Türkiye
T:+90 212 665 41 41 F:+90 212 665 41 22
www.emigrup.com.tr
SM
Mayıs - Haziran 2015 39
SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
Oral Avcı:
AVNİ ÇEBİ
Murat Özdemir
Fatih Dönmez:
Mehmet Osmanlıoğlu
Osman Şahbaz:
Ömer Doğan:
Bülent Şen:
MMG’NİN
DÜNÜ, BUGÜNÜ VE
GELECEĞİ
Son zamanlarda sivil toplumun konumu Türkiye’de
epey tartışılmakta… Yeni gelişen Türkiye’de sivil
toplumun yerini MMG Kurucuları ve MMG Yönetim
Kurulu üyeleriyle değerlendirdik. Sivil toplum
nedir, nasıl olmalıdır? Sivil toplumun hedefleri ne
olmalıdır? Bir sivil toplum örneği olarak MMG’nin
dünden bugüne duruşu, konumu, ürettikleri ve
üretebileceği değerleri konuştuk…
40 Mimar ve Mühendis
Murat Özdemir: Sivil nedir? Öncelikle sivil’in nereden geldiğini ve ne olduğunu konuşalım biraz. Sivil
dediğimizde sadece askeri statü içinde olmayanı kast
etmiyoruz, İngilizcesine de baktığımızda NGO (Enciyo) “Non-Governmental Organisation” kavramının
kökeninde “Hükümet kontrolünde olmayan teşkilat”
anlamını görebiliriz. İktidardan uzak, devletle bir ilişkisi
olmamak, askeri statü içinde olmamaktan da öncedir.
Bir toplantıda bir il başkanı “Biz 6 milyon üyesi olan
bir STK’yız” demişti. Herhangi bir iktidar partisinin STK
olma imkânı ve zemini yoktur, çünkü parti ile STK varlıkları ve konumları itibariyle birbirlerinden farklıdır. Bu
minvalde Mimar ve Mühendis dergimizin son sayısını
hazırlarken, sivil toplumun Türkiye’deki yerini Mimar ve
Mühendisler Grubu (MMG) özelinde tartışalım istedik.
MMG ilk kurulduğunda, ilkeleriyle iktidar partisinin ilkeleri ve tavırları arasında herhangi bir benzerlik yoktu,
doğal olarak muhalif bir konumdaydı MMG. Şimdilerde MMG’nin üretmek istediği değerlerle iktidarın
da üretmek istediği değerler belli konumlarda aynı.
İktidarlar STK’lardan besleniyorlar mı peki? Bu sorunun
özeline gitmek gerekiyor, bunu konuşmamız gerekiyor.
MMG’nin ilk yıllarını konuşalım, MMG kurucularından
ağabeyimiz Oral Avcı ile başlayalım. MMG kurulurken
ilkesi, düşüncesi, konumu neydi, o ilkeler zamanla
değişti mi, MMG’nin bir STK olmak üzere kurulduğunu
bildiğimiz için bu soruyu özellikle soruyoruz.
“MMG Söz Söylemek İçin Kuruldu, Bizler
MMG’yi Minber Olarak Görürdük”
Oral Avcı: MMG kurulurken üç ya da dört maddede toplayabileceğimiz ilkeler üzerine çalışmalarımızı ve gelecek planlarımızı konuşuyorduk hep. Birinci ve belki de
en büyük çıkış adımı, 1980’li yıllardan sonra Türkiye’nin
yaşadığı o kaos ortamlarında biz öğrenciydik ve öğrencilik hayatımız boyunca en büyük eksikliğimiz bir araya
gelip değer üretmek için herhangi bir yerimizin, konumumuzun, teşkilat ya da toplumumuzun olmayışıydı. Değer
üretmek bedel ister, MMG ilk adımını o yıllarda tabir-i
caizse bedel ödeyerek attı ve bugünlere de o bedellerin
bereketiyle geldi. Neydi o bedel, kimseyi ayırmadan,
ayrıştırmadan, ötekileştirmeden ve üzmeden herkese
aynı sevgi ve muhabbeti gösterebilmek; samimiyet ve
ihlasla ortaya bireyin gelişimini sağlamak ve toplumun
faydalanabileceği akıl üretmek… Ve tüm bu üretimleri
de her şeyi göze alarak yapmak. O yıllarda Boğaziçi,
Yıldız Teknik ve İstanbul Teknik Üniversitesi’nde farklı
dernek ve ortamlarda herkesin ayrı ayrı gittiği yerler
vardı. Biz ortak bir çatı olsun istedik. Zaten az sayıda
öğrenciydik, 10 bin kişide belki 50 kişiydik… Bizim de
içinde bulunduğumuz bu az insanı bir arada tutmak ve
beraber çalışmak en büyük hedefimizdi. İkincisi, o yıllarda Makine Mühendisleri Odası, Şehir Bölge Planlama
gibi meslek odaları politize olmaya başlamıştı. İdeoloji, geçmemesi gereken bir biçimde ön plana geçmişti. Biz MMG’yi kurarken
mimar ve mühendis odalarının bu haline de
eleştirel bir tutum sergiledik ve özellikle odaların siyasetten arınması gerektiğini belirttik.
Üçüncüsü elbette İslami kaygılarımızdı… Bir
araya gelip bir şeyler yapabilir miyiz, bir şeyler söyleyebilir miyiz, söylem birliği de burada
önemli. MMG ve MMG gibi oluşumlar, bugün
nerede duruyor? Nerede durması gerektiğini
hepimiz biliyoruz ama teoriyi değil, pratiği
masaya yatıralım. Bizim zamanımızda çok
güçlü olan birçok STK, şu anda belki daha
büyük ve hemen her ilde şubeleşmiş durumda. Ama söyledikleri hiçbir şey yok. Neden?
Çünkü zaten geçmişte de bir muhalif tavırları
yoktu, MMG öyle değildi, söz söylemek için
kuruldu. Biz MMG’yi minber gibi görürdük…
MMG ilk kurulduğunda yaptığımız bir Çevre
Sempozyumu vardı, etrafımızda birçok kişi
ilk defa çevre konusuyla karşılaşıyordu; bu bir
ilkti birçok kurum için de… Çevre konusunda
uzmanlaşmış biri yoktu henüz. Bunun gibi
MMG, kurulduğundan bugüne hep ilklerin
adım atıldığı bir kurum olmaya gayret etti.
Murat Özdemir: Hani bir ayet var, “İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten
men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa eren onlardır (Ali İmrân Suresi, 104).”
MMG, bu ayeti vazife bilip gerçekten toplum
için insanlık için değer üreten insanların bir
araya geldiği bir zemin oldu diyebiliriz. Bu
hükmü STK’lar ne kadar uyguluyor, ne kadar
yapabiliyor ayrı ama MMG hep bu ayeti
vazife bildi. Bu anlamda üslup çok önemli,
muhalif olacağız, olmalıyız ama üslubu
asla kaybetmemeliyiz diye düşünüyorum.
Eleştirmek çok önemli, ama eleştiriyi nasıl
dengede tutacağız? Evet Avni Bey, sizle
devam edelim.
“İnsanların kafalarını kaldırıp
‘Ne olup bitiyor?’ diye düşünmeye başladıkları bir dönemde
MMG mayalanamaya başladı ve
1993’te kuruldu”
Avni Çebi: MMG, çok zor şartlarda bir araya
gelen, bir grup idealist, değer üretmek isteyen arkadaşların birlikte oluşturduğu bir
yapı. Tabi bu yapının kurulduğu zamanı iyi
algılamamız gerekiyor. 12 Eylül dönemiyle
birlikte Türkiye’de hemen her kurum ve yapı
zarar gördü. Bu zarar 12 Eylül döneminden ve yaptırımlarından uzaklaştıkça Türkiye
normalleşmeye başladı. İnsanların kafalarını
kaldırıp “Ne olup bitiyor?” diye düşünmeye
başladıkları bir dönemde MMG mayalanamaya başladı. MMG’yi kuran arkadaşlarımız,
bu yapıyı kurarlarken Mimar ve Mühendisler
Grubu ismi de belirlenmemişti. O dönemler
bizim okulda Yıldız Mezunları Derneği vardı,
çeşitli üniversitelerin kulüp bazında dernekleri de vardı ama bu oluşumlar hep üniversite
çevresinde yapılanan ve sadece üniversite
çevresine hizmet veren kurumlardı. Açıkçası
MMG gibi daha üst seviyede hem topluma
hem üniversiteye hem sivil hayata hizmet
verebilecek oluşumlara ihtiyaç vardı. Dün gibi
hatırlıyorum, Yıldız Mezunları Derneği’nin bir
pikniği olmuştu. Piknikte Fatih Şengül Bey
ve Ömer Doğan Bey de vardı. Fatih Beye
“Arkadaşlarla bir araya gelmemiz lazım, ne
yapalım, nasıl şekil verelim?” diye sordum.
Fatih’in o cevabını unutamam: “3K kuralını
uygulayacağız. İnsanoğlunun en önemli üç
alanına hitap edeceğiz; Kalbine, Kafasına ve
Karnına.” Bunu nasıl formüle edebiliriz peki?
Çünkü insanın kalbine, kafasına ve karnına
hitap edelim ki sürdürülebilir bir yapı inşa
edebilelim. İnsanın her yaş seviyesinde ihtiyaçları da farklılaşır; gençken ihtiyaçlarıyla
orta yaş dönemindeki ihtiyaçlar bir değildir.
O dönemler MMG’yi kuracağımız bir yerimiz de yoktu. Yıldız Mezunları Derneği’nin
ismi vardı ama yapısı yoktu, bir merkezi
yoktu yani. En büyük etkinliği de yazın piknik düzenlemekti. Biz MMG yapılanmamızı
başlatmak için Şentürk Mühendislik’in ofisini
kullandık bir süre. İlk yaptığımız çalışmalar
da, herkesin bildiğini paylaşma üzerine kurulu
dersler oldu. Örneğin Nejat Bey vardı, programlama dilleri hakkında bize Pascal, COBOL
gibi alanlarda dersler verdi. Öncelikle mimarlık ve mühendislikle ilgili bilgi paylaşımları
yapmaya başladık, ortak konular bulduk ve
katılımcı sayısını artırmak için çevremizdeki
arkadaşlarımızı teşvik ettik. Ardından yavaş
yavaş bu paylaşımlar arttı ve isim olarak
“Mühendisler Grubu” ortaya çıkarak zihinlerimizde de şekillenmeye başladı. Mehmet
Osmanlıoğlu kardeşimizin aramıza katılmasıyla birlikte tam ismimiz şekillendi: Mimar
ve Mühendisler Grubu…
Mayıs - Haziran 2015 41
SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
Oral Avcı: Hatta mimarlar öne çıktı,
Mimar ve Mühendisler Grubu olarak belirlendi.
Avni Çebi: Evet, biraz da Türkçe okunuşuna göre o şekilde belirlendi ama üzerinde
durmak istediğim şey şu; MMG kurulurken
insanın en temel ihtiyaçlarını öne alarak
kuruldu. Dolayısıyla MMG’nin söylemi de
kurulduğundan bugüne bu temel üzerine
oturmuştur ve bizim burada kuruluşunu
konuştuğumuz gibi MMG’nin söylemini de
konuşmamız gerekir. MMG kimlere hitap
ediyor, ne yapıyor, özellikle içinde bulunduğumuz zamanda bu konuları konuşmak
daha da zorlaştı.
Oral Avcı: Şu zamanda 3K’ya hitap etmediğimiz kesin (gülüşmeler). 2 K’ya döndü
karnına hitap etmiyoruz artık (gülüşmeler).
Avni Çebi: İşte bu noktada, zihinlerimizi
ve gönüllerimizi bir araya getirecek ve bu
beraberlikle ortaya çıkacak enerjiyle de
toplumda bir sinerji oluşturmamız gerekiyor. Arkadaşlarımızın kişisel, mesleki ve
ahlaki gelişimlerine katkıda bulunmamız
için de değer üretmemiz lazım. Bunu da
arkadaşlık, dostluk ve muhabbet çerçevesinde yapmamız gerekiyor. MMG, değişik
zamanlarda yaptığı etkinliklerle arkadaşlarımızı bir araya getiriyor, bilgi paylaşımının yapılmasına ortam hazırlayarak
da o zaman içerisinde üyelerin bir araya
gelmelerini sağlıyor. Birlik ve beraberlikler
insanların hem zihnini geliştiriyor hem
sıkıntılarını gideriyor hem paylaşımlarını
artırıyor hem de tabiri caizse iyileştiriyor,
tedavi ediyor aslında… Dostlukların sürekli
bir biçimde yenilenmesi, insanın kalbini ve
zihnini de yeniliyor. Mevlana’nın çok sevdiğim ve bir hayat düsturu edinmeye çalıştığım sözü vardır bu konuda, “Dostlarınızı
sıkça ziyaret ediniz. Zira üzerinden yürünmeyen yollar diken ve çalılarla kaplanır”
diyor. Gerçekten de öyle değil mi? Hakikaten bu ziyaret güzergâhında gitmeyen
yollarda arkadaşlarımızla aramızda dikenler
bitmeye başlıyor. Ya da yolunu kaybediyor
farklı yollara kayabiliyor insan. Çünkü yol
sürekli değişiyor, aynı çöldeki kumlar gibi…
Kumlar da sürekli yer değiştiriyor ya bu
42 Mimar ve Mühendis
MMG kurulurken insanın
en temel ihtiyaçlarını
öne alarak kuruldu.
Dolayısıyla MMG’nin
söylemi de kurulduğundan
bugüne bu temel üzerine
oturmuştur ve bizim
burada kuruluşunu
konuştuğumuz gibi MMG’nin
söylemini de konuşmamız
gerekir. MMG kimlere hitap
ediyor, ne yapıyor, özellikle
içinde bulunduğumuz
zamanda bu konuları
konuşmak daha da zorlaştı.
birlikteliklerimiz de bizim için bir hikmet
evi gibi… Duygu ve düşüncelerimizi hayata
geçirebileceğimiz bir imar, bir inşa alanının
yapıldığı merkez gibi… O yüzden MMG dün
ne yaptı, bugün ne yapıyor? sorularını bir
arada değerlendirelim burada. MMG’nin
dününü konuştuğumuz gibi bugününü daha
çok konuşalım, ‘Neredeyiz, ne yapıyoruz, ne
yapmamız gerekiyor?’ gibi soruları bu toplantıda masaya yatıralım.
Bülent Şen: Avni ağabey dediklerinize
tümüyle katılıyorum. Ben işimden ötürü
özellikle yeni yetişen mimar ve mühendisleri sürekli gözlemleme imkânı buluyorum,
gerek akademide gerek özel şirketlerde
yeni yetişen mimar ve mühendislerle bir
aradayım. Genel Kurulumuzda da fark
ettim, gençlerde sürdürülebilirlik yok.
Yönetime birileri geliyor, iki yıl sonra bir
daha göremiyoruz. Bir başkası geliyor, 6 ay
sonra yok. Bunu da konuşalım.
“Bugün MMG’nin geldiği yer
önemlidir ama çok yetersizdir”
Avni Çebi: MMG şu an bir geçiş aşamasında… Dernekler de insanlar gibidir, insanların
da hayatlarında belli değişim zamanları
vardır. Örneğin ben şimdi kendi hayatıma
bakıyorum, hayatımın en keyif verici en
lezzet aldığım zamanlarının babamın ve
annemin hayatta olduğu yıllar aklıma geliyor. Evlendiğim, çocuklarımın da olduğu; bir
taraftan annem ve babam, diğer taraftan
çocuklarıma anlattığım hikâyeler, oynadığımız oyunlar ve dolayısıyla çocukların ortaya
çıkardığı neşe, sevinç… Böyle bir dönem var.
Ama bir süre sonra bakıyorsun, sen enerjini
kaybediyorsun, annen baban yavaş yavaş
gidiyor, çocuklar evlenip yuvadan uçuyor,
yalnızlaşıyorsun. Bütün bu dönem, insanların hayatlarında olduğu gibi kurumların
hayatlarında da var. MMG’nin ilk 20 yılına
baktığımızda aynı tabloyu görüyoruz. MMG
ile bir nesil yetişti, bir taraftan kurucuları
vefat etmeye başladı, bir taraftan yeni
insanlar gelmeye başladı. Yeni insanlarla
yeni algılar üretmek gerekiyor, bu döneme
ve bu çağa hitap edebilecek yeni iş sahaları
da açmamız gerekiyor. Yeni zihniyetlerle
zenginleştirmek gerekiyor MMG’yi… Şirketler için de bu durumlar aynı. Şirketler de
kendilerini yenileyemezse kapanıyor, aile
şirketleri dağılabiliyor. İşte o noktada kendi
açımdan başkan olduğum dönemde -2009
ve 2013- MMG’ye baktığımda, yeni arkadaşlara ulaşmaya hep çabaladık. Bu tabii
çok kolay bir şey değil. Çünkü eskinin getirdiği bir ağırlık var, yeninin getirdiği farklı
durumlar var. Önümüzdeki 10 yıl o yüzden
MMG için çok önemli. Şu anda MMG’nin
ilk gününden bugününe birçok mühendis
arkadaşımızla bir araya geldik. Bu arkadaşlarımızın da mimar ve mühendis çocukları
var, kendi çocuklarımızı dahi MMG’ye ne
kadar kazandırabildik mesela? Eskiden üniversitelerin birçoğu kamu üniversitesiydi.
Kamu ahlakı vardı, idealler daha farklıydı.
Şimdi özel üniversiteler de var, imkânlar
müthiş artmış. Ama imkânların büyümesine bağlı olarak özellikle Sivil Toplum
kuruluşları (STK) gelişememiş, bu kadar
imkân STK’lara aktarılamamış. Bu anlam-
STK-iktidar ilişkilerinde,
bizim geleneğimizde,
“Hükümdarın iyisi âlimin
ayağına gidendir, âlimin
kötüsü de hükümdarın
ayağına gidendir.” Yani bir
yere yamanma, yaranma,
oraya istinat etme gibi
bir takım çabalar içinde
bulunmaktır.
da zenginleştirememişiz, Bugün MMG’nin
geldiği yer önemlidir ama çok yetersizdir.
Şubeleşme noktasında, faaliyet ve toplumsal etki noktasında olsun; bizim özellikle
Türkiye’deki mimar ve mühendislikle ilgili
tüm yasalara müdahil olmamız lazım, fikir
vermemiz lazım, projeler önermemiz lazım.
Bazen insanların hayatına bakıyorsunuz,
belli bir yaştan sonra “Benim artık hizmet
etmem lazım” diyor ve gerek siyasette
gerek başka alanlarda çalışıyor. Bizim de
artık bunu söylememiz gerek. Arkadaşlarımız siyasette bulunabilir, başka alanlarda
da bulunabilir ama üretmeye devam etmek
zorunda, zorundayız. Biz sadece proje
önermemeli, sadece öneri ve tavsiyelerde
bulunmamalıyız. Kanunlaşabilecek metinler
de hazırlayabilmeliyiz, hata kanun yapma
komisyonlarında bulunmalıyız. Yani daha
öteye geçmemiz gerekiyor; bir enstitü gibi
çalışmak gerekiyor. Tecrübe, üniversite, iş
dünyası ve toplumu harmanlamamız gerekiyor.
Murat Özdemir: Şimdi tabi burada
STK’ların söz söyleyebilmesi, söylediklerinin
dinlenmesi ve uygulamaya konulabilmesi
için de bir yeri olması, bir ağırlığı olması
gerek. Bunun için de değer üretebilecek
insanların buraya vakitlerini geçirmesi,
tabiri caizse infak etmesi gerekiyor. İnfak
sadece parayla olmuyor, zamanınızla, fikrinizle, muhabbetinizle de infak edebilirsiniz.
Yani bildiklerimizin zekâtını aktarabilelim
ki az önce bahsettiğiniz değerler ortaya
çıkabilsin. Dergi için bir başlık belirlemiştik,
hani dergileri okutan başlıklar vardır ya, biz
de “STK Sadaka Taşı mı Atlama Taşı mı?”
diye bir başlık önerdik bu sayıya, meramımızı da anlatabiliriz diye düşündük.
Oral Avcı: Çok vurucu bir başlık olmuş
evet. Dergiyi okutur ama… (gülüşmeler)
Murat Özdemir: Evet bu konuda çok
eleştirildiğimiz de oluyor. MMG’den bazı
arkadaşlarımızın burayı bir atlama tahtası
olarak kullanıp kullanmadığı meselesi…
MMG atlama tahtası mı gibi… Bu konuda
şimdi Mehmet Abimizi dinleyelim.
Mehmet Osmanlıoğlu: Bismillahirrahmanirrahim. Öncelikle şu anda dahi
MMG’nin başında Murat kardeşimizin
MMG’nin ilk 20 yılına
baktığımızda aynı tabloyu
görüyoruz. MMG ile bir
nesil yetişti, bir taraftan
kurucuları vefat etmeye
başladı, bir taraftan yeni
insanlar gelmeye başladı.
Yeni insanlarla yeni
algılar üretmek gerekiyor,
bu döneme ve bu çağa hitap
edebilecek yeni iş sahaları
da açmamız gerekiyor.
Yeni zihniyetlerle
zenginleştirmek gerekiyor
MMG’yi… Şirketler için de bu
durumlar aynı. Şirketler de
kendilerini yenileyemezse
kapanıyor, aile şirketleri
dağılabiliyor. İşte o
noktada kendi açımdan
başkan olduğum
dönemde -2009 ve 2013MMG’ye baktığımda, yeni
arkadaşlara ulaşmaya
hep çabaladık. Bu tabii çok
kolay bir şey değil. Çünkü
eskinin getirdiği bir ağırlık
var, yeninin getirdiği farklı
durumlar var.
olduğunu görünce MMG’nin gençleşmekte
olduğunu görüyorum. En azından belki bir
10 yaş daha genç şu anda, bu iyiye işaret…
MMG’yi de sağ olsun sahipleniyor, bu da
aidiyet duygusunun geliştiğini gösteriyor.
Ben ümitliyim gelecek için… Murat işin
felsefî yönüne çok güzel değindi. STKiktidar ilişkilerinde, bizim geleneğimizde,
“Hükümdarın iyisi âlimin ayağına gidendir,
âlimin kötüsü de hükümdarın ayağına
gidendir.” Yani bir yere yamanma, yaranma, oraya istinat etme gibi bir takım
çabalar içinde bulunmaktır. Biz kendimizi
âlim pozisyonuna koymuyoruz tabi, ilimle
ve bilimle uğraşıp, bildiklerini iktidarla
paylaşma noktasında bulunan bir yapıyız.
Bu anlamda söylediklerimizin iktidar çev-
relerinde ve toplumda karşılığının bulması
gerekir, kimi zaman bulduğunu söyleyebiliriz.
Murat Özdemir: Şahıs olarak uygun
olmayabilir ama kurum olarak, kurumlarımızı “bilirkişi” gibi âlim pozisyonuna
koymalıyız.
Mehmet Osmanlıoğlu: “MMG kurulduğunda kendi ayakları üzerinde duran ama
sürekli de konumu itibariyle sorgulayan bir
yapıydı, halen de öyledir…”
Mehmet Osmanlıoğlu: Kişi de olabilir bu, alanında çok iyi bir profesör de
olabilir, örneğin önemli bir fizikçi olan
Şakir Kocabaş gibi… Bunlar ayrı ama biz,
cumhuriyet döneminden beridir STK’larla
İktidar çevrelerinde ciddi bir kırılma yaşayan bir toplumuz. Osmanlı toplumunun
cumhuriyetle birlikte yerle bir edilen sivil
yapısı ve o sivil yapıdan tamamen totaliter, merkeziyetçi, neredeyse sivil halkı
yok sayabilecek bir sürece girildi. Bu süreç
yarım asırdan beridir devam etti, halen de
izleri var. Bunları da öngörmek gerekiyor,
neden sivilleşemiyoruz, çünkü sivilleşmek
dahi devletten bekleniyor, devlet her şeyi
yapıyor. Bu açıdan da bakmak lazım… İlkeli,
güçlü ve müstakil sivil toplum müesseselerine ihtiyaç bugün her zamankinden fazla
elzem… İktidar sarhoşluğu bizi tenkid ve
teklif mesuliyetinden ari kılamaz... MMG’nin
ilk döneminde tam da fay kırıklarının üzerindeydik, Maraş olayları, İran devrimi, 12
Eylül dönemi, idamlar… Biz o dönemler
Ahmet Sarıoğlu hocamla ve halen Artvin
Üniversitesi Rektörü olan Mehmet Duman,
Ulvi Alacakaptan ve isimlerini hatırlayamadığım birçok akademisyenin katıldığı,
Bayrampaşa Muradiye Camii’nde sohbetler yapıyorduk. Bugünkü tarifiyle belki
bilimsel değil ama İslamî içerik açısından
ilmî sayılabilecek çalışmalar yapılıyordu.
Hocamızın 1985’te Hakk’a yürümesinden
sonra yeni bir arayışa girdik. O dönemler
İTÜ Mezunları diye bir grup vardı ama çok
güçlü değildi. Başka gruplar da vardı ama
yeterince aktif değillerdi. Ardından Turgut
Özal dönemine girdik ve STK’larda bir
hareketlilik görülmeye başlandı. O dönem
Yakup Bey (Güler) Yıldız Mezunları’nın
Mayıs - Haziran 2015 43
SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
oluşturduğu bir gruba seminer vermem
için çağırdı. Yıldızlılar Grubu ile Beşiktaş’ta
bir çatı katında bir seminerle çalışmaya
başladık, Yıldızlılar ile tanışmam da orada
oldu. Orada düşünen, entelektüel birikimi
oluşmuş, İnsan Yayınları gibi yayınevlerinin
kitaplarını takip eden, Cemil Meriç’in kitaplarını okuyan arkadaşlar vardı aramızda.
1989-1990’da “Mühendisler Grubu”nun toplantılarına katıldık ve Yıldızlı Mühendislerle
tanışmaya ve kaynaşmaya başladık. Tam
yerimizi bulduğumuzu düşündük ve MMG’nin
zemini o toplantılarda oluşmaya başladı.
MMG kendisine bir misyon yükledi, o misyon
da çok med-cezirlerle doludur, nedeni de
sivilleşmek ile sırtını bir yere dayayarak bir
yere gelmek isteyenler arasında sivilleşmeyi
tercih ettiği içindir. Radikal kesimden geldiğimiz için kimseye eyvallahımız yoktu. Dolayısıyla kendi ayaklarımızın üzerinde duran
ama sürekli de konumu itibariyle sorgulanan
bir yapıydı MMG. Halen de bu konumunu bu
toplantıda olduğu gibi sık sık sorgulamaktayız… Bu sorgulama iktidar imkânlarının
yakınımızda durduğu son dönemlerde
daha da önem kazanmakta… “MMG bugün
duruşuyla çizgi olarak çok büyük bir sapma
göstermemesine rağmen, beklediğimiz
noktaya gelemedi. Bu noktada hepimizin
sorumluluğu var.” Fay kırıkları üzerinde
olduğumuz için MMG ilk yıllarında kimsenin yanında olmadı ama daha kurulmadan
1990’lı yıllara geldiğimizde artık biz bu
yapıyı şekillendirelim düşüncesi hepimizde
oluşmuştu. Mecidiyeköy’de bir yer tutulması
konusu konuşuldu ama halen dernek değildi,
Mühendisler Grubu var ama yavaş yavaş
ben ve diğer mimarlar “Ya biz mimarız, nasıl
olacak?” gibi söylemler geliştirmeye başlamıştık. Mimarlık ayrı bir disiplin sonuçta,
“Ya biz ayrı bir yapı kuralım ya da Mimar ve
Mühendisler Grubu gibi bir şey olsun” der
gibi, espriyle karışık konuştuk ve “Mimar ve
Mühendisler Grubu” olarak herkesin katılımıyla yeni bir grup olarak hayata geçti.
Kurulmamızla birlikte entelektüel birikimi
yüksek, değer üreten, sürekli okuyan, araştıran ve kendisini geliştiren aydın insanlar
MMG’de toplanmaya başladı. Herkesin bir
çabası vardı, bal tatmak derdinde değildik,
bal oluşturmaya çalışıyorduk. İlk kuruluşumuzda Fuat Bey vardı, Fuat Bey’den sonra
tam da 28 Şubat’a giden o zorlu süreçte
44 Mimar ve Mühendis
Yayınevi kurmaları ve iyi kitaplar yayınlaOral Bey geldi. O dönemde MMG’nin, ilkeli
malarıyla da bir nesil yetiştirme derdindeler.
durmaya çalıştığı, iktidarlara uzakta durEkrem Hakkı Ayverdi’nin yaptığı Rumeli’de,
duğu, proje geliştirme noktasında da bir
Ege’de, Anadolu’da bulunan tarihi eserlerin
emekleme döneminde olduğunu görüyoruz.
rölevelerinin çıkarılması gibi çalışmalar,
Oral Bey ile atılan adımlardan sonra, önce
çok iyi projeler… Tabi o müesseselerin bir
yönetime sonra başkanlığa gelen Murat
hamisi var. Bizim müesseselerimiz üyelik
Kalsın Bey, ardından Avni Çebi dönemi ve
aidatlarıyla ayakta duruyor ama sonuçta
şimdi Murat Özdemir kardeşimizin dönemi…
hamilik çok kıymetli bir şey. Osmanlı’da da
MMG Türkiye’nin genel konjonktüründe,
hamilik vardır, şirketlerde de vardır meseOsmanlı döneminden bugüne STK’ların yerle
la. ‘Bizim müesseselerimizin hamisi kim
bir ediliş döneminden sonra, birçok zorluğa
olacak?’ Asıl soru bu.
rağmen ayakta durmayı
Osmanlı’da da hamilik
Bu apayrı bir başlık...
başarmış bir STK’dır.
vardır, şirketlerde de
Şimdi diyoruz ki eko28 Şubat’ta bombaların
vardır mesela. ‘Bizim
nomiden eğitime, dış
patladığı dönemlerden
politikadan sanayiye
geçti MMG, çok tedirgin müesseselerimizin
ülkemizin 20 yıldır
olmuştuk o dönemler…
hamisi kim olacak?’ Asıl
herhangi bir dalda
MMG kendi imkânıyla
soru bu. Bu apayrı bir
stratejisi yok. Peki kim
azımsanmayacak işler
başlık... Şimdi diyoruz ki
yapacak bu strateyapmaya gayret etti.
ekonomiden eğitime, dış
jileri? Bunları ancak
Şu anda MMG, geldiği
politikadan sanayiye
daha derin, alanında
noktadaki çizgi olarak
uzmanlaşmış, üst akıl
çok büyük bir sapma
ülkemizin 20 yıldır
oluşturabilen, bilgi ve
göstermemesine rağherhangi bir dalda
hikmetin peşinde olan
men, beklediğimiz nokstratejisi yok. Peki kim
kurumlar yapabilir.
taya da gelemedi. Daha
yapacak bu stratejileri?
İki yıl iktidarda kalıp
farklı yerlerde olabilirdik.
Bunları
ancak
daha
sonra giden partiler
Bu noktada hepimizin
derin, alanında
ülkeye nasıl vizyon
sorumluluğu var.
uzmanlaşmış, üst akıl
kazandırsın? Seçimle
gelip seçimle giden ve
Avni Çebi: Yani biz tek
oluşturabilen, bilgi ve
kaybolan yapılar ülketek büyüdüğümüz kadar
hikmetin peşinde olan
ye nasıl vizyon kazankurumlarımızı büyütekurumlar yapabilir.
dırabilsin? O yüzden
medik. En büyük sorunuİki yıl iktidarda kalıp
ülkelerin vizyonunu
muz bu aslında. MMG’yi
sonra
giden
partiler
gerçekten de kendi
de büyütebilmeyi
ülkeye nasıl vizyon
alanında uzmanlaşbaşarabilseydik gelecek
mış kişilerin bir araya
nesillere çok daha fazla
kazandırsın? Seçimle
gelerek oluşturduğu,
güzellikler aktarabilirdik.
gelip seçimle giden
bilgiyi harmanlayıp
Örneğin mühendis ve
ve kaybolan yapılar
odaklayacak yapılamimar, aynı zamanda
ülkeye nasıl vizyon
rın üretimine ihtiyaç
tarihçi olan Ekrem
kazandırabilsin? O
var. MMG bunun bir
Hakkı Ayverdi’nin kuryüzden
ülkelerin
bölümünü yapar,
muş olduğu Kubbealtı
vizyonunu gerçekten
başka bir STK farklı
Akademi gibi, hem çok
bir alanda tamamlar
güzel çalışmalar yapıde kendi alanında
ama bu üretimlerin
yorlar hem de Süheyl
uzmanlaşmış kişilerin
yapılabilmesi gerek.
Ünver gibi topluma
bir araya gelerek
MMG şimdiye kadar
değer katacak isimler
oluşturduğu,
siyasete uzak da
yetiştiriyorlar. Bir tarikat
bilgiyi harmanlayıp
durmamıştır yakın da
geleneğinden geliyorlar
odaklayacak
yapıların
durmamıştır; hakkın
ama ciddi bir enteve hakikatin yanında
lektüel birikimleri var.
üretimine ihtiyaç var.
olmuştur. Hiçbir cemiyet ve cemaatle ilişkisi yoktur, Türkiye için örnek ve özgün bir
modeldir MMG. Türkiye’de yeni dönemde
birçok alanda yeni açılımlar yapılabilmesi
için bu modellerin örnek alınması gerekiyor.
“Öğrencilik hayatından sonra
iyi mühendis olabilmek için
MMG’yi kurduk, şimdiki gençlerde böyle idealler göremiyorum
maalesef”
Ömer Doğan: Ben de MMG’nin şimdiye kadar
ortak akılla hareket ettiği için büyüdüğünü
belirterek sözlerime başlayacaktım. Konunun bu noktaya gelmesine sevindim. MMG,
hiçbir zaman hiçbir kurum, grup, cemaat,
tarikat ya da herhangi bir siyasi harekete
tutunmadan, ortak akılla ve ortak hareketle
bugünlere geldi. Benim MMG ile tanışmam
Fatih ağabey ile oldu, ayrıca Şentürk firmasını da biliyordum; MMG’nin ilk toplantıları
orada yapılıyordu. Bir araya geldiğimizde
bilgisayar programı bilen arkadaşımız bildiği programı, elektronik bilen arkadaşımız
elektroniği, Kur’an-ı Kerim bilen arkadaşımız Kur’an-ı Kerim okumayı öğretiyordu;
böylesine bir yardımlaşmamız ve aramızda
sinerji vardı. Aramızda birlik ve beraberlik
vardı. Herkes kendi öğretebileceği bilgiyi
paylaşıma açıyordu, hatta sadece bilgi değil,
hayatın her alanında birlikteydik. Mezuniyet
dönemimize baktığımızda, arkadaşlarımızın
hepsinin hedefi iyi birer mühendis olabilmekti, şimdiki gençlerde bu ideali göremiyorum.
Okuyup para kazanmaya çalışan bir gençlik
var, bizim zamanımızda da para kazanmak
önemliydi ama iyi bir mühendis olmak da
çok kıymetliydi… Bu yüzden de iyi mühendis
olabilmenin yollarını araştırırdık; bu düşünce
bizi bir araya getiriyordu. Bizler gidip de
bir yerlerde çalışamazdık, çünkü oralarda
ideolojik düşüncelerden ötürü dini vecibeleri
yerine getiremeyeceğimiz için bu bakış açısı
ve beklenti bizim bir arada tutunmamızı
sağlıyordu. Üniversitenin ilk zamanlarında
arkadaşlık ortamlarımız da bu şekilde oluştu, namaz kılan öğrenciler olarak bir araya
geliyorduk ve tanışıyorduk. Şimdiki gençlerde
bu algı ve şuur maalesef o günlerdeki gibi
değil; şu an üniversiteli gençlerin en büyük
eksikliği de bu olsa gerek… Dolayısıyla bizim,
okul sürecindeki bu gruplaşmamız, okuldan
sonraki süreçte de devam etti. MMG’de ilk
başkanımız Fuat Bey, ardından Oral Avcı ve
Murat Kalsın, yakın dönemde Avni Bey ve
şu anki başkanımız Murat Bey zamanında
da bu bereket üzerine kurulu yapımız, hiçbir
kurum ve kuruluş altına girmeden bugünlere
geldi. Bir araya geldiğimiz amaçlardan belki
de en önemlisi olan “iyi mühendis olabilme”
sebebiyle bir toplandık, hatta ilk sayılarımıza baktığınız zaman makine ve doğalgaz
üzerine çok fazla seminerlerimiz olmuştur,
dosya konuları yapmışızdır. Çünkü ilk zamanlarda çevremizde makine mühendisleri ve
İGDAŞ’ta çalışan doğalgaz mühendisleri çok
fazlaydı, dolayısıyla dergide dosya konularımız bile bu minvalde ilerlemiştir.
“MMG, mesleki endişelerle
bir araya gelmiş arkadaşların ortak aklın ne olduğunu
sorgulaması üzerine kurulduğu için, Türkiye’de iktidarlar
değişse de MMG zeminini kaybetmemiştir.”
“MMG’nin bana kalırsa en güzel taraflarından birisi olaylara objektif yaklaşabilmesidir.”
MMG’yi kuran arkadaşlarımızın hiçbiri, kendi
ideolojisini ya da dini anlayışını MMG’ye yansıtmamıştır. Çünkü MMG, mesleki endişelerle
bir araya gelmiş arkadaşların ortak aklın
ne olduğunu sorgulaması üzerine kurulduğu
için, Türkiye’de iktidarlar değişse de MMG
zeminini kaybetmemiştir. Doğal olarak MMG
söylemlerinde muhalif olmuştur, olmalıdır da,
çünkü yeni bir şeyler söylemektedir. Söyleme
tavrı bazen hoşlanılmasa da söyledikleri
gerçektir. Ben kendimi MMG’ye ait hissediyorum, bugün hâlen MMG’ye geldiğinizde kucaklamak istediğiniz dostların olması
buranın bu farkındalığını kaybetmediğinin
en büyük göstergesi… Gençlerin de şu anda
özendiği durum da bu, samimiyet, muhabbet
ve beraberlik… Ben Oral Bey ile iki dönem
yönetimde bulunmuştum, MMG’nin üzerinde
maddi ve manevi endişelerin bulunduğu 28
Şubat dönemi sonrasıydı. Şehircilik, enerji,
gıda, inşaat, makine gibi alanları biz elde
edilmesi gereken merhaleler olarak görüyorduk. Sadece amacımız bu alanlarda gelişmek
değildi; birinci derecede imanî ve mesleki
endişelerimizin yanında bizi bir arada tutan
samimiyet, uhuvvet vardı.
Oral Avcı: Saymış olduğunuz şehircilik,
enerji, gıda, inşaat, makine gibi alanlar
elbette kendimizi geliştirdiğimiz alanlar
olmuştur hep, ama bizim çok daha öncelikli
sorunlarımız vardı o dönemler, askeriye,
vesayet sistemi, eğitim gibi birçok alanda
Türkiye’nin ileriye dönük hedeflerinin olmadığı dönemlerdi. Dolayısıyla STK olarak da
özgün çalışmalar yapan kurumlar da yoktu,
Türkiye enerjisini kendi içinde tüketiyordu;
son yıllarda geleceğe dair neler yapabiliriz
sorusunun cevabını aramaya başladık.
Mehmet Osmanlıoğlu: Evet, şehrin
enstrümanlarının farkında değildik. Toplumumuz da farkında değildi, STK’ların
hizmet üretebileceği çok sonradan görüldü
ve onaylandı. Örneğin yardım yapılacağı
Mayıs - Haziran 2015 45
SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
araya getirdik. Şimdi de Fatih ağabeyimizi
dinleyelim.
Resmi başvurumuz 1996 ama kuruluşumuz 1992, bu
düşüncelerin ilk bir araya geldiği dönemler ise
1980’li yılların sonuydu… Osmanlılarda MMG’ye örnek
olarak verilebilecek en benzer çalışmaları Ahilik
teşkilatları yapıyordu, elbette o zamanlarla bu
zamanlar birbirlerinden çok farklı ama teşkilatların
sacayaklarının durduğu nokta aynı nokta; topluma
değer üretmek, birlik ve beraberlik ortamında
yardımlaşmaların yapılabilmesini sağlamak ve toplumun
geleceğine yatırımlar yapabilmek…
zaman sadece cami ve Kur’an-ı Kerim
kursları akıllara geliyordu; STK’larla da
yardım yapılabileceği, topluma değer üreterek aslıda toplumun geleceğine yatırım
yapılabileceği şimdilerde anlaşılan ve desteklenen bir anlayış.
Murat Özdemir: Bu anlayışın temelinde tabi siyasete ya da herhangi bir
düşünceye angaje olmamanın da etkisi
çok büyük. Çünkü bir hizmet yapılacaksa,
ayrım yapılmaması gerektiği, mazlumun
her yerde mazlum olduğu toplum tarafından da destek gören bir durum... Örneğin
Van Depremi’nde bir anda evleri başlarına
yıkılan binlerce vatandaşımıza STK’larca
destek çıkıldı, MMG olarak bizler de bölgeyi ziyaret edip rapor hazırlamıştık.
Ömer Doğan: Evet, tam da bu noktada Oral Bey döneminde, MMG’nin o zor
günlerde varlığını koruyabilmesi kurumsal
olarak da kimliğini devam ettirdi. Özgüve46 Mimar ve Mühendis
nimiz Murat Kalsın döneminde inşa edildi,
söylem ve duruşumuz Avni Çebi döneminde olgunlaştı diyebiliriz. Şimdi Murat
Özdemir döneminde de MMG’nin gençlerle
olan iletişimini güçlendirmesi ve şimdiye
kadarki çalışmaların yeniden ele alınması
önemlidir. Yani her başkanın döneminde MMG, kurumsal bütünlüğünde temel
bir dinamiğini inşa etmektedir. Şimdi o
dönemlere baktığımızda her şeyin Oral
Bey’in ifadesiyle “tabii seyrinde” geliştiğini
görüyoruz. Bu da bize MMG olarak sürdürebilirlik kazandırdı.
Murat Özdemir: Evet, ben başkan olduktan sonra da özellikle bir nevi mütevelli
heyeti tadında daimi bir istişare heyeti
oluşturduk. 28 Şubat dönemi gerçekten
de zordu ama MMG’nin duruşu ve tavrı
belliydi. Şimdilerde büyüdükçe bu yapıyı
ayakta tutmak ve kurumsal olarak büyütebilmek de bir o kadar meşakkatli… O
yüzden hamiliği başlattık ve MMG’yi dert
edinen ağabeylerimizi çeşitli heyetlerle bir
“MMG hayatın içinde olmayı
önceleyen bir camiadır.”
Fatih Dönmez: Bu güzel sohbetinizle
MMG’nin tüzüğünü imzaladığımız o 1996
yılını ve aramızdaki sinerji dün gibi gözümün önüne geldi. Resmi başvurumuz 1996
ama kuruluşumuz 1992, bu düşüncelerin
ilk bir araya geldiği dönemler ise 1980’li
yılların sonuydu… Osmanlılarda MMG’ye
örnek olarak verilebilecek en benzer çalışmaları Ahilik teşkilatları yapıyordu, elbette
o zamanlarla bu zamanlar birbirlerinden
çok farklı ama teşkilatların sacayaklarının
durduğu nokta aynı nokta; topluma değer
üretmek, birlik ve beraberlik ortamında
yardımlaşmaların yapılabilmesini sağlamak
ve toplumun geleceğine yatırımlar yapabilmek… Bizim şimdilerde bir grup entelektüel
sermayeleriyle bir araya gelip çalışmalar
yapmamız çok kıymetli bir nokta. Bu noktada ben MUSİAD örneğini de önemsiyorum.
Onlar da 1993’te ortaya çıkmasına rağmen
-Perşembe Pazarı’nda yaptıkları toplantılara bizler de katılıyorduk- Türkiye’de iş
dünyasına yaptıkları katkı çok önemlidir.
Onlar iş dünyasına hitap ettiler, biz teknik
elemanlara hitap ettik; hitap ettiğimiz kitleler farklı ama amaçlar birdi. MUSİAD ve
bazı STK’lar ile ortak çalışmalar da yaptık.
Bazı durumlarda beraber üretmemiz, çalışmamız gerektiğini o zamanlar çok seslendirmiştik. Bazı STK’ların bir tabela derneği
olduğu dönemleri çokça gördük ama MMG
özgün duruşundan hiçbir zaman taviz vermeden gerçek bir STK olmaya özen göstermiştir. STK’lar o dönemler resmi kurumların dışında kaldı. Politik, sosyal, kültürel,
siyasi ve çevresel amaçları doğrultusunda
ikna ve eylemlerle lobi çalışmaları yapan,
gönüllülük usulüyle çalışan, üye aidatlarıyla
ayakta duran meslek odaları, sendika, vakıf
ve dernekler oluşmaya başladı. O zamanlar kurulan grup ve kuruluşlar arasında
odalar belki dışarıda tutulabilir ama vakıf
ve dernekler dahi böyleydi. Gerek Adnan
Menderes dönemi, gerekse de 1960’lardan sonraki siyasi çalkantılarla darbelerle
bugünlere gelen Türkiye’de sivilleşme, o
yüzden toplumda tam olarak yerleşemedi.
MMG’nin buradaki fonksiyonu çok önemli,
MMG hayatın içinde olmayı önceleyen bir
camiadır. Nitekim ben çok iyi hatırlıyorum,
o dönemler MMG ve MMG gibi yapılardan
uzak kalmamak için “okulumu uzatayım da
arkadaşlarımdan kopmayayım” diye düşünen arkadaşlarımız oldu. Bu açıdan baktığınız zaman, üniversiteyi sırf bu yapılardan
uzak kalmamak için uzatan arkadaşlar,
okuldan sonraki hayatlarındaki endişeden
dolayı uzatmışlardır. O dönemler MMG’de
arkadaşlar bir araya gelerek KOBİ olarak
çalışmayı sürdürdü. İş hayatına baktığımız zaman, 1994’te yerel yönetimlerdeki
muhafazakâr camianın başarısı, MMG gibi
kurumları cesaretlendirmişti. Ben ve birçok
arkadaşım o dönemler yerel yönetimlerde
çeşitli kademelerde çalışmaya başlamıştık.
Daha sonra merkezi idareye taşındı yerel
yönetimler ama yerel yönetimlerdeki başarı gerçekleşmeseydi merkezi yönetimlerdeki süreçler de gelişmezdi. Devlet yönetimi
tabi farklı bir alandır, bu o dönemler için
aynı zamanda bir eleştiri konusuydu arkadaşlarımız arasında… İlk yıllarda bunu çok
hissetmesek de sonraki dönemlerde bunun
eksikliğini, hazır olamayışımızı çok hissettik. Bugünden o günlere bakınca diyorum
ki keşke o günlerden iktidara hazırlanabilseydik… Biraz aslında bu başarıyı da
beklemiyorduk, her ne kadar geçmişte 3-5
ay koalisyonlarda bulunmuş olsak da belki
de tek başına iktidar olabilmenin imkânını
ve kabiliyetini pek fazla düşünmedik. Bu
açıdan MMG gibi dernek ve vakıflar o
zorlu yıllarda hazır olabilseydi, bugünler
daha farklı olurdu. Hani doktora gidersin,
yaşadığın olaylar üzerinden tedavi ederler
insanı, yaşanmamış olaylar üzerinden herhangi bir işlemde bulunmazlar ya, belki de
yaşamamız gerekiyordu ki neyi nasıl tedavi
edebileceğimizi doğru bir açıdan görelim
ve teşhis koyalım. Bu konuşmalarımız da
bu yüzden çok kıymetli, ben çok memnun
oldum bu toplantıya… Sözü Osman ağabeyimize bırakalım.
“MMG’nin maddi kaygılardan ve
ekonomik sebeplerden ziyade
kendi bilgisi, tecrübesi ve hikmeti çerçevesinde büyümesi
gerektiğine inanmışımdır hep”
Osman Şahbaz: Çok teşekkür ederim,
ben MMG ile daha kurulmadan bir ara-
Biz icraat noktasında belki
zayıfız ama o günlerden
bugüne gerçekten
de önemli bir duruş
sergiliyoruz. Ortaklık
kültürümüz çok zayıf, geri
adım atmayı bilmiyoruz.
Hikmeti ancak tecrübelerle
ve yaşanmışlıklarla elde
ederiz. Bizim kültürümüz,
bir arada olmayı çok
önemseyen bir toplum,
geleneğimizde bir arada
olmak vardır. Hepimizin
ortaklık tecrübesi
olmuştur, ortaklık
kültüründe bereketin
kimden kaynaklandığı belli
değildir.
daydım. Beşiktaş’ta özellikle Yakup kardeşimle beraberdik, MMG daha oluşmadan
“Bizbize Konuşmalar”a katılıyorduk, bugün
Yıldızlılar Derneği’nin kullandığı yerde de
bir araya geliyorduk. Ben Fatih kardeşimin
açtığı konulara biraz değinmek istiyorum.
MMG’nin kuruluş yıllarında hem MMG’yi
hem MUSİAD ailesini yakından gözlemledim, MMG ile MUSİAD’ın kuruluş tarihleri
hemen hemen aynıdır ama her kurumun da
kendine özgü eğilimleri ve tavırları birbirinden farklı gelişir. MUSİAD’da Erol Yarar’ın
babasından dedesine sanayiyle olan ilişkisi,
etrafındakilerin önünü açıyordu ama MMG
bu anlamda tamamlanamamıştı. Ben bir
tek o dönem, Oral ağabeyin uluslararası
tecrübesinin oluşu sayesinde daraldığında
başka bir kapıdan çıkabildiğini görüyordum.
Onun dışında bizim arkadaşlarımızın kahır
ekseriyetini Anadolu’dan gelen, ideolojik
kaygılar sebebiyle bir araya toplandıklarını
görüyoruz.
Mehmet Osmanlıoğlu: Bir şey eklemek
istiyorum tam da bu konuda, Fuat Bey
“MMG toplantılarını otellerde yapmaya
başlayacağız, arkadaşlarımızı otellerle
tanıştırmaya başladık” deyişi üzerine
çok eleştiri almıştı. MMG toplantılarının
kurumsal olarak otellerde yapılmaya başlanması bile ilk başlarda çok farklı anlaşılmıştı. Farklı değerlendirilmişti. Beyaz
Türkleşme gibi.
Osman Şahbaz: Evet, burada ben
MMG’nin faaliyetlerinde lobicilik faaliyetinin yapıldığı için bir aradaydım, o
dönemler hem almak hem vermek istiyordum ama manevi amaçlarla buradaydım.
Hiçbir zaman maddi ve ekonomik sebepler
yüzünden MMG’nin ekseninin değişmemesi gerektiğini, MMG’nin gücünü kendi
içindeki birlik ve beraberlikten, samimiyet
ve muhabbetten aldığını görmüşümdür.
Eğer zaten maddi ve ekonomik kaygılarınız
varsa TUSİAD gibi MUSİAD gibi yapılarda
insanlar ideolojik görüşlerine göre bulunabilir ya da ek başka vakıf ve derneklere
katılabilir. MMG’nin maddi kaygılardan
ve ekonomik sebeplerden ziyade kendi
bilgisi, tecrübesi ve hikmeti çerçevesinde
büyümesi gerektiğine inanmışımdır hep.
Dün gibi hatırlıyorum, o dönemler Yıldızlılar
toplantılarına katılırdık. Bir toplantıda Fatih
Bey de vardı, başkan konuşma yapıyordu,
“MMG’nin yatay ve ekonomik ilişkiler geliştirmesi gerektiğini, arkadaşlarına ve üyelerine ekonomik kapılar açması gerektiğini”
anlatmıştı ama ben itiraz etmiştim. MMG,
elbette kendi ekonomisini var edecek ama
temel amaçlarından ve hedeflerinden de
vazgeçmeyecek. Biz icraat noktasında belki
zayıfız ama o günlerden bugüne gerçekten
de önemli bir duruş sergiliyoruz. Ortaklık
kültürümüz çok zayıf, geri adım atmayı
bilmiyoruz. Hikmeti ancak tecrübelerle ve
yaşanmışlıklarla elde ederiz. Bizim kültürümüz, bir arada olmayı çok önemseyen
bir toplum, geleneğimizde bir arada olmak
vardır. Hepimizin ortaklık tecrübesi olmuştur, ortaklık kültüründe bereketin kimden
kaynaklandığı belli değildir. Büyük fotoğrafta ortaklık kültüründe şunu görmemiz
gerekiyor, ortaklıkta bereket hiç tahmin
edemeyeceğiniz birisinden ötürü bile gelebilir. “Ben çok okudum, ben yaptım, ben
ettim” demeden, gerçekten alçakgönüllülükle yapmalıyız ortaklıklarımızı… Siz çalışırsınız ama muhabbetinden ötürü başka bir
ortağınız sayesinde bereket kazanırsınız…
İşte bu kültürü kazanabilmek o kadar kıyMayıs - Haziran 2015 47
SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
Şu anda metrosu olmayan
bir büyükşehrimiz yok,
asansörü olmayan bina
kalmadı, klima bile artık
her yerde var. Otomobili
otomatik vitesli olmayan
kalmadı gibi… Geçen gün bir
milletvekili arkadaşıma da
söyledim, Türkiye yaklaşık
30-40 yıldır yapılanmakla,
kalkınmakla uğraşıyor.
Geldiğimiz noktada,
Türkiye’nin şu son 30-40
yılda attığı adımlarının
ve kaliteli işlerinin
devamı için öncelikle iyi
bir işletmecilik yapması
gerekir. Batı, gelişirken
işletmeciliği de ön planda
tutuyor. İşlettikçe daha
çok teknoloji üretiyor.
metli ki… Kültür sonuçta dinin etkisiyle ve
tecrübeyle oluşmuştur, dinin bize emrettiği
kuralları sahada biz uygulayamazsak sıkıntı
yaşarız, bu da tecrübeyle ancak gerçekleşebilir. Biraz da geleceğe dönük konuşmak
istiyorum.
Avni Çebi: Evet, bizim geleceğe dair
konuşmalarımız bu toplantıda çok önemli, geçenlerde bir araya geldiğimizde de
MMG’nin kuruluşuna çok geniş temas
etmiştik ama geleceğe dair algılar da yapının nasıl bir algı izleyeceği ve nasıl değerler
üreteceği noktasında bir o kadar önemli…
Ömer kardeşimiz güzel bir açılım yaptı.
“Gelecekte ne olmalıyız, var mı aldığımız bir
model, üretilen değerlerimizin bireye, topluma yansıması nasıl olmalıdır?” gibi…
Osman Şahbaz: “MMG’yi oluşturan
arkadaşlar olarak birçoğumuzda kişisel
bir müreffeh seviye var ama MMG olarak
neden yok?” Sosyal hayatta, kültürel gelişimde ve birçok noktada ilerliyoruz ama söz
konusu MMG olunca cimri davranıyoruz.
Yönetimi de sıkıntısı şöyle, alma noktasında
sıkıntı yaşıyoruz. Siyasi olarak baktığımız
zaman, 1994’te Türkiye’de mevcut önceki
48 Mimar ve Mühendis
iktidarın hataları bizim iktidara gelmemizi
sağladı. Biz az önce de konuşulduğu gibi
hazırlıksızdık. Biz o dönem içinde samimi,
gerçek, şeffaf yapabildiklerimizi yaptık. Bu
süreç doğru bir şekilde yönetildi. Fakat daha
sonraki süreçte biz kendi içimizde MMG’ye
yatırım yapmadık belki de.
Murat Özdemir: Açıklamalarınız için
çok teşekkür ederim. Verimli bir toplantı
oldu. Şimdi ikinci bir tur yapalım. Kısa ve
öz olacak şekilde, 3’er dakika konuşmayla
MMG’nin geleceğini masaya yatıralım. Öneri
ve tavsiyelerinizi bekliyorum. Oral ağabeyimizden başlayalım yine.
Oral Avcı: Geçmişle bugün arasında en
başta söylem şekli ve söylem biçiminin
değiştiğini söylemek gerekiyor. Bugün şu
anda mesela, önünde cep telefonu olmayan
yok, hepimiz aynı zamanda What’s App
kullanıyoruz. Şu anda tweet atıyoruz. MMG
anonim olarak söylemini farklılaştırması
gerekiyor. Şu anda metrosu olmayan bir
büyükşehrimiz yok, asansörü olmayan bina
kalmadı, klima bile artık her yerde var. Otomobili otomatik vitesli olmayan kalmadı
gibi… Geçen gün bir milletvekili arkadaşıma
da söyledim, Türkiye yaklaşık 30-40 yıldır
yapılanmakla, kalkınmakla uğraşıyor. Geldiğimiz noktada, Türkiye’nin şu son 30-40 yılda
attığı adımlarının ve kaliteli işlerinin devamı
için öncelikle iyi bir işletmecilik yapması
gerekir. Batı, gelişirken işletmeciliği de ön
planda tutuyor. İşlettikçe daha çok teknoloji
üretiyor. O yüzden MMG’nin iki noktada çok
kritik sorumluluğunu vurgulamamız gerekiyor. Bu iki hususun birincisi işletmeciliktir,
mimarların ve mühendislerin teknik hususlarda işletmecilik noktasında söyleyeceği çok
şey vardır, söylemlidir, yanlışları ellerinden
geldiğince düzeltmeli… İkincisi de MMG’nin
çevrecilik ve şehircilik noktasında ufuk açıcı
projeler üretmesi lazımdır. Çünkü Türkiye, son
yıllara kadar belediye mantığıyla kontrolsüz
bir şekilde büyümüş, “Şurada boş bir arsa var,
boş kalmasın oraya da okul yapalım. Şuraya
500 yataklı mı 1000 yataklı mı hastane
yapalım? Ağabey 1000 yapalım da ne olur
ne olmaz. Şuraya havaalanı yapalım, ağabey
buraya günde 3 uçak iner ama yarın bir gün
30 uçak da inebilir ne yapalım? Önemli değil
biz 15 uçaklık yapalım da…” gibi hesapsız
kitapsız, fizibilite çalışmaları yapılmadan işler
yapılmış. MMG bu noktada sorumluluk almalı,
yeni fikirler söylemeli, yeni projeler üretmeli…
Buraya gelen insanlar da buraya gelmeden
emin olun MMG’yi araştırıyor; Mimar ve
Mühendis dergimizi okuyor, internet sitemize giriyor. Söylem birliğini görünce, kendi
fikirlerinin de yansıtıldığını ve konuşulduğunu
görünce MMG’ye aidiyet hissediyorlar. Ayrıca
bir de sosyal medyaya vurgu yapmak istiyorum. Sosyal medya müthiş ilerliyor, gelişiyor,
sosyal medyada hem anonim şeyler söyleyebiliyorsun hem de seçici olabiliyorsun. Bir
grubu seçiyorsun, o gruba başka bir şey söyleyebiliyorsun, başka gruba başka mesajlar
söyleyebiliyorsun. İstediğin kitleye istediğin
mesajı gönderebiliyorsun. Bunu iyi tasnif
edebilirsek, çok zengin kazanımlara sahip
olabiliriz. Bakın şöyle bir örnek vereyim size,
işletmecilik ve mühendislik açısından önemli,
bizim site bir What’s App grubu kurdu. Bu
sitede tartışılanların çoğu işletmeyle ilgili,
yani Türkiye’nin en gelişmiş ve kalabalık
sitelerinden birisi bizim sitedir, fakat bakıyorsun temel sorunlarımız güvenlik, güvenlik
kameraları, otopark giriş çıkışları vb. Yani
öyle karışmış ki her şey, artık mühendislerin
“Şu mesajımızı gönderin”. Nitekim gönderiliyordu, 5 bin kişiye gidiyordu. Ama her şey
söylenmiyor ki çok anonim şeyler bulman
lazım ama şimdi durum farklılaştı. Şu anda
sadece mesela inşaatla alakalı bültenini
inşaat sektöründeki kamu ve özel şirketlere
gönderebiliyorsun. Bu mesaj, özel iletilince
daha farklı oluyor.
Geçmişle bugün arasında
en başta söylem şekli
ve söylem biçiminin
değiştiğini söylemek
gerekiyor. Bugün şu
anda mesela, önünde
cep telefonu olmayan
yok, hepimiz aynı
zamanda What’s App
kullanıyoruz. Şu anda
tweet atıyoruz. MMG
anonim olarak söylemini
farklılaştırması
gerekiyor. Şu anda
metrosu olmayan bir
büyükşehrimiz yok,
asansörü olmayan bina
kalmadı, klima bile artık
her yerde var. Otomobili
otomatik vitesli
olmayan kalmadı gibi…
çözebileceği meseleler halini almış. Biz bu
tarz konuları mühendislere soralım seviyesine
getirebilirsek ve doğruyu söylersek, anonim
ve nereye söyleyeceğimizin bilincinde bir
şekilde, MMG’nin söyleyeceği çok söz var.
Belki herkesin bildiği şeyler ama MMG’nin
söylediğinde daha farklı olacağı konular…
“Abi tabii ki kapılar ahşap olmalı…” dediğimizde başka, bu cümleyi MMG söylediğinde
bir başka olur. Bu dönemi özellikle bu tarz
stratejik yaklaşımlarla geçirmemiz gerektiğini
düşünüyorum, bu bir dalga da oluşturur.
Murat Özdemir: Oral ağabeyin söyledikleri çok önemli, mesela bu yıl Şanlıurfa’dan
sosyal medya üzerindeki söyleme bakarak,
“Biz burada bir şube açabilir miyiz?” tekliflerinde bulundular. İnternetten ve sosyal medyadan araştırmışlar, söylem birliği içinde
olduğumuzu görünce, aidiyet hissetmişler.
Yine Ordu’da da aynı girişim söz konusu…
Orada da sosyal etkileşimden kaynaklanan
bir söylem birliği var.
Oral Avcı: Bakın bu nokta çok önemli.
Önceden bir yere mesaj göndereceğimiz
zaman, ben diyordum ki bizim arkadaşlara,
“1990’lı ve 2000’li yıllarda
MMG’nin ortak akıl üretebilmesi, biz yeni yetişen mühendisler
için çok kıymetliydi”
Bülent Şen: Bu noktada ben de eklemeler yapayım, ben 70 doğumluyum, Fatih
Karagümrük’te büyüdüm. Benim yaşadığımız dönemde biz askeri rütbelerdeki birçok
komutanın ismini ezbere bilirdik. Şimdiki
çocuklara ve gençlere baktığımızda, çok
farklı bir dil kullanıldığı aşikâr. Ülkenin sosyolojik, ekonomik ve siyasi dilinin de değiştiğini
görüyoruz. Toplum değişmiş, hatta ihtiyaçlar
dahi değişmiş durumda… Bizim zamanımızda, özellikle 1990’lı ve 2000’li yıllar arasında benim gibi düşünen, kendisini geliştiren,
sorumluluk sahibi insanlara ihtiyacımız vardı.
MMG’nin ortak akıl üretebilmesi çok önemliydi. Sosyal medya günümüz için önemli
bir fırsat. Ben İGDAŞ’ta Bursa bölgesinde
sahada çok çalıştım, MMG şubelerinin de
çalışmalarını genel merkez gibi yapabilmesi
Anadolu’da hareketlilik için çok önemli. Biz
MMG’yi Bursa’da kurmaya çalışırken çok
engellerle karşılaştık, bize “Ne gerek var?”
diyorlardı. Anlatıyorduk, farklarımız şöyle
diye… Şimdi Diyarbakır’da, Samsun’da, Kayseri ve İzmir’de de MMG şubeleri aynı dili
kullanmalı, aynı sinerjiyi yakalayabilmeliyiz…
Bizim en büyük eksikliğimiz teknik adam
yetersizliğiydi, belki halen öyle… Oda seçimlerinde de aynı şekilde, Avni ağabeyle birlikte
çok gayret ettik ama sandıklarda hep eksi
çıkıyorduk. Bu durum, yeni yetişen gençlikle
ilgili ilişkilerimizin çok da iyi olmadığının göstergesi… Gençlere belki tek tek ulaşamayız
ama sosyal medyayı etkin ve stratejik kullanarak ilişkilerimizi güçlendirebiliriz.
Ömer Doğan: Bülent kardeşimin bahsettiği sıkıntıyı biz de çektik, 2000’li yıllarda
bizler firmayı sevecek ve geliştirecek teknik
elemanlar bulamıyorduk. Okuldan stajyer
olarak alıp eğitimler vererek teknik adam
Mayıs - Haziran 2015 49
SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
Öyle bir potansiyel var
ki Türkiye’de, genişlik
ne kadar iyi olursa
etkinliğimiz ve etki
gücümüz de o derece
artar. Kaldı ki İstanbul
ve Ankara çok etkilidir
ama Anadolu’da da “Keşke
buralarda olsanız da sizle
beraber çalışsak” diyen
birçok meslektaşlarımız
var. Üçüncü olarak üye
beklentileri… Üyelerimiz
bizden ne bekliyorlar bu
çok önemli…
yetiştiriyorduk. İşletmecilikte böyle sürdürebilirlik kazanılıyor, dernekte de öyle. Bugün bu
sıkıntıyı cemaatler de yaşıyor, yaşamamak
için de liseden öğrenci yetiştiriyor. O yüzden
bizler de üniversiteden öğrenci beklememeliyiz, kendimiz de yetiştirmeliyiz. Kendi çocuklarımız dahi bizle uyuşuyor mu şu anda?
Osman Şahbaz: Uyuşmamalı zaten ama
boynuz kulağı geçmeli.
Ömer Doğan: İletişim kanalları, iletişim
şekli değişiyor ama bizim de gençlere baktığımız açıyı yeniden ele alma biçimimiz
değişmeli… Ben mesela herhangi bir konuda
Ar-Ge üzerine çalışacaksam artık gençlerden daha fazla faydalanmaya gayret ediyorum. Bir şeyi üretme heyecanı olmayan
insanla Ar-Ge yapamazsınız ki… Okul bittikten, üzerinden iki yıl sonra geçtikten sonra
Ar-Ge yapılamaz, Ar-Ge yapacak insan daha
okurken 1 ve 2’nci sınıfta zaten kendisini bu
alana veriyor. Bizim gençlik noktasında yaş
sürecini erkene çekmeliyiz, belki bu anlamda
üslubumuzu da yeniden bulabiliriz.
Fatih Dönmez: Ömer Bey’e katılıyorum,
gençlere hitap edecek yeni söylemler geliştirmeliyiz. Bizim zamanımızda kuşak farkı
bu kadar değildi, şimdi “Y Kuşağı” dedikleri
gençlik, kısa yoldan zengin olup rahatına
bakmak isteyen bir algıya sahip… Bizim
babalarımız çarıkla İstanbul’a geldi, belki
50 Mimar ve Mühendis
Üyelerimiz bizden ne
bekliyorlar bu çok önemli…
Sormak, sorgulamak lazım,
MMG o beklentilerin ne
kadarını karşılayabiliyor?
O beklentiler rasyonel
olabilir, tüzüğümüzle
uyuşmayabilir, onları
da görmüş oluruz. Ama
tüzüğümüzle uyuşan, bizim
yapamadığımız beklentiler
varsa, bu analizlerin
doğru bir şekilde yapılması
gerekir. Dördüncü olarak,
tesisleşme mevzusu… Biz
şu anda kiralık yerlerde
çalışıyoruz ama tesisleşme
çalışması yapmak çok
faydalı olur. MUSİAD
bunu çok iyi yapıyor.
Beşinci husus, araştırma
projeleri hazırlamak…
Dergi çıkarıyoruz,
dergide projelerimizi,
fikir ve düşüncelerimizi
yayınlıyoruz ama
araştırma stratejileri
hazırlamak da çok etkili
bir yol. Daha spesifik ve
konu odaklı araştırma
raporları hazırlamak
gerekiyor.
o kadar zengin hayallerimiz de yoktu ama
iyi bir mühendis olmayı hedef edinmiştik.
Gençlerle ilgili yeni vizyonlar kazanmamız
gerektiğine ben de katılıyorum. Geçmiş
dönemlerde vizyon çalışmaları hep yapılmıştır, şimdi de yapılmalıdır. Şu anki yönetime tavsiyem, stratejik amaçları gözden
geçirmeliler, bu şu anki vizyonun yanlış
olduğu anlamına gelmemeli ama sürekli bir
biçimde de vizyonlar gözden geçirilmeli…
Dolayısıyla stratejilerin güncellenmesinde
fayda var. İkincisi MMG büyüyor, biz başladığımızda İstanbul merkezliydi, yarım
yamalak Kayseri ve Bursa şubelerimiz vardı.
Ben teşkilatlanma başkanı olduğumda hem
bu iki ilimizdeki çalışmaları artırmış hem de
2 yılda şube sayısını 5-6 ya yükseltmiştik.
Öyle bir potansiyel var ki Türkiye’de, genişlik ne kadar iyi olursa etkinliğimiz ve etki
gücümüz de o derece artar. Kaldı ki İstanbul
ve Ankara çok etkilidir ama Anadolu’da da
“Keşke buralarda olsanız da sizle beraber
çalışsak” diyen birçok meslektaşlarımız var.
Üçüncü olarak üye beklentileri… Üyelerimiz
bizden ne bekliyorlar bu çok önemli… Sormak, sorgulamak lazım, MMG o beklentilerin
ne kadarını karşılayabiliyor? O beklentiler
rasyonel olabilir, tüzüğümüzle uyuşmayabilir,
onları da görmüş oluruz. Ama tüzüğümüzle
uyuşan, bizim yapamadığımız beklentiler
varsa, bu analizlerin doğru bir şekilde yapılması gerekir. Dördüncü olarak, tesisleşme
mevzusu… Biz şu anda kiralık yerlerde
çalışıyoruz ama tesisleşme çalışması yapmak çok faydalı olur. MUSİAD bunu çok iyi
yapıyor. Beşinci husus, araştırma projeleri
hazırlamak… Dergi çıkarıyoruz, dergide
projelerimizi, fikir ve düşüncelerimizi yayınlıyoruz ama araştırma stratejileri hazırlamak
da çok etkili bir yol. Daha spesifik ve konu
odaklı araştırma raporları hazırlamak gerekiyor. Örneğin şehircilik çok önemli bir konu
MMG için, özel sayılar da hazırlıyor ama
araştırma raporu henüz yok, olması gerekir
oysaki… Dergiye konan şey anonimleşmiştir
ama özgün olması için bu tarz çalışmalar
ihtiyaç var. Altıncı husus, biz üye odaklı çalışmalar yapsak da aslında üyelerimiz ve bizi
takip edenler sadece meslektaşlarımız değil.
Şu anda bizim meslektaşımız olsun olmasın,
Türkiye’nin birçok sorununa da el atabilmeliyiz, bu dinamizmi yakalayabilmeliyiz. Değişim
ve dönüşümler olmalıdır, değişik görüşlere
zaten açığız. Zaman zaman hem üyelerimizi
heyecanlandıracak hem de meslektaşımız
olmayan arkadaşlarımızı da bir araya getirecek çalışmalar yapmalıyız. Şu anki başkanımızın vizyonu çok geniş, MMG’yi daha
ileri taşıma noktasında bir gayreti var sağ
olsun, bu bizi çok mutlu ediyor. Bu dinamizmi
devam ettirmek gerekiyor.
Mehmet Osmanlıoğlu: MMG’yi farklı
kılan teknolojiyi sorgulaması… Sadece
mühendis bakışı değil, entelektüel bakışı…
Bilim felsefesi olarak da bilimi sorgulaması… MMG, bugün gerektiğinde yanlışın yanlış olduğunu da söyleyebiliyor. Bu açıdan
MMG yaşadığımız şehre gerçekten farklı
bakabiliyor, bağımsız olarak değerlendirebiliyor. Bu noktada MMG’nin bağımsız
ve özgün bir duruş sergilemesinin zeminin
oluşturuyor. Tüm bunlar ekonomik bağımsızlığa doğru bizi zorluyor tabi… Ekonomik
olarak bir yere sırtımızı yaslamayacaksak
eğer, MMG’de yapılan faaliyetlerin sürdürebilirliğini ekonomik açıdan da meşru bir
şekilde sağlamalıyız. Biz bağımsız ve özgün
olacağız ama ekonomimiz buna el vermiyor diyemeyiz. Ekonomik yeterlilik, gençlere yönelik faaliyetlerde de bize kaynak
olabilmeli diye düşünüyorum. Biz gençlere
liselerden itibaren MMG’yi anlatıp mimarlığı ve mühendisliği sevdirip yetiştirmek istiyorsak ekonomimizi de güçlendirmemize
bağlı. Bir yapı kuralım. Öyle bir yapı olsun
ki ne kadar ihtiyacımız varsa, o ihtiyacı
behemehâl kendimiz karşılayalım. Biz de
böylece her zaman durmamız gereken
MMG’yi farklı kılan
teknolojiyi sorgulaması…
Sadece mühendis bakışı
değil, entelektüel bakışı…
Bilim felsefesi olarak
da bilimi sorgulaması…
MMG, bugün gerektiğinde
yanlışın yanlış olduğunu
da söyleyebiliyor. Bu
açıdan MMG yaşadığımız
şehre gerçekten
farklı bakabiliyor,
bağımsız olarak
değerlendirebiliyor. Bu
noktada MMG’nin bağımsız
ve özgün bir duruş
sergilemesinin zeminin
oluşturuyor. Tüm bunlar
ekonomik bağımsızlığa
doğru bizi zorluyor tabi…
Ekonomik olarak bir yere
sırtımızı yaslamayacaksak
eğer, MMG’de yapılan
faaliyetlerin
sürdürebilirliğini
ekonomik açıdan da meşru
bir şekilde sağlamalıyız.
Biz bağımsız ve özgün
olacağız ama ekonomimiz
buna el vermiyor
diyemeyiz. Ekonomik
yeterlilik, gençlere
yönelik faaliyetlerde de
bize kaynak olabilmeli
diye düşünüyorum.
dik duruşu kaybetmeyelim ve söylememiz
gerekenleri de söyleyelim.
Osman Şahbaz: Ben de kısaca MMG’nin
geleceğe yönelik perspektifine dair birkaç
şey söylemek istiyorum. Birlik ve beraberliğin
tam sağlanmış olmasını önemsiyorum. Hep
dini söylemler söylüyoruz ama onun ötesinde
insanlığın ortak duruşu ahlaki duruş. Bugün
bir Müslümanın yapması gereken davranışta
Hristiyan’ı dahi gördüğünüzde takdir ediyorsunuz. Dolayısıyla bizim hikmet, ilim ve
irfan bizim söylememiz gereken bir şey değil,
yapmamız gereken davranışlar… Dini şeyler
söylememize gerek yok, ahlaklı davranmamız zaten bizi örnek gösterecektir. Bu nokta
bizim kurucu fikrimize sadık kalmamızı da
sağlayacaktır. Diğer bir husus, gençlerle
ilgili üniversitelerde sıkı çalışmamız gerektiğini düşünüyorum. Avni Başkan döneminde
çok fazla seminer ve konferans çalışmaları yaptık, oralarda kulüpler kurabiliriz.
Öğrencilerin dikkatini çekecek, öğrencileri
MMG’ye kanalize edecek çalışmalar yapabiliriz. Şu anda yönetimde en genç arkadaşımız 30’un üzerinde, parlamentoda şu anda
30’un altında milletvekili var. Türkiye’nin
hızına bizim de yetişmemiz gerekiyor. 1940
ve 1950’li yıllarda CHP “Ben senin adına
düşünürüm” diyordu, bizim adımıza kimse
düşünmesin. Beraber düşünelim. Gençlerin
MMG içinde onun adına düşünüldüğünü
değil, onun da kendi düşüncesinin burada
varlığını hissettirebilecek şekilde adımlar
atabilmeliyiz.
Osman Şahbaz: Üniversitelerde seminer,
konferans yapıyoruz. Öğrenciler ve hocalarla da aramız iyi, artık konferanslarımızı
biraz daha nitelikli faaliyetler yaparak,
gençlerin söz sahibi olacağı çalışmalar
planlamamız lazım. Aynı zamanda yurtdışıyla da bağlantılar kurmamız gerekiyor.
Gençlik artık birkaç dil birden biliyor, yurtdışına da nasıl adım atabiliriz sorusunun
cevabını da aramaya başlamamız lazım.
Murat Özdemir: Hepinize geldiğiniz
için çok teşekkür ederim. Bugün burada
konuştuklarımız, MMG’nin geleceği için çok
önemli. İnşallah hep birlikte MMG’nin geleceğini de planlayacağız. Hepinize hayırlı
çalışmalar diliyorum.
Mayıs - Haziran 2015 51
SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
Sivil Toplum Kuruluşlarını Destekleyen ve Eğiten Bir Uygulama
Hamilik Okulu Vakfı STK
Yönetimi Eğitim Programı
Kamile Canbay Hamilik Okulu Vakfı
Hamilik Okulu Vakfı, ülkemizdeki sivil toplum yapısının geçmişteki özü ile bağını
kaybetmeden bugünün ihtiyaç ve beklentileri uyumlu başarılı çalışmalar ortaya
konulmasını sağlamak amacıyla 2014 yılında bir program başlatmıştır; Sivil Toplum
Kuruluşları Yönetimi Eğitim Programı’dır. Hamilik Okulu Vakfı bu programı da kuruluş
felsefesine uygun olarak “insan” çerçevesinde ele almaktadır.
S
ivil toplum kuruluşları konusu aslında
son zamanlarda ortaya çıkan ve Avrupa Birliği müktesebat programları ile
gelişmeye yüz tutmuş bir yapı değil
aksine Anadolu’da yüzyıllardır var
olan bir yapıdır. Vakfetme, temel olarak İslamiyet’le başlamıştır. Vakıflar
Allah’ın kutsal malı olarak da adlandırılır. Selçuklular ile birlikte 1048’de
vakıf işleyişleri yazılı hale getirilmiştir.
Osmanlı’da 35 bin vakıf kurulmuştur
ve vakıf işleyişi, toplumsal hayatın
düzenlenmesi ve adil işleyişin sağlanmasında zirveye çıkmıştır. Vakfetmek,
vakfedenin bir malı bir amaca süresiz
veya belli bir süre ile özgürlemesidir.
Bu sayede sürdürülebilirliği garanti
altına alınır ve “ebedilik maksadı”na
ulaşması için önü açılır.
Örneğin Kars’ta 1567’de kurulmuş
vakıf, Harekani Vakfı olarak yüzyıllar
sonra tekrar kurulmuştur. Halen ülkemizde 100 yılı aşkın süredir faaliyet
gösteren pek çok vakıf bulunmaktadır.
Bu köklü vakıfların oluşturduğu vakıf
kültürü de yeni vakıflara aktarılmayı
beklemektedir. Zira, kültür bir günde
oluşan bir mesele değildir.
HAMİLİK OKULU
Hamilik Okulu, “Fütüvvet ve Ahilik”
gelenek ve ahlakını korumak, “himaye
52 Mimar ve Mühendis
etmek” ve öncelikle kendi nefisleri
üzerinde tatbik etmek üzere genç
nesillere aktarılmasını sağlamak
amaçlarıyla bir araya gelen “Meslek
Adamları”nın (tecrübe edilmeye
çalışılan programdaki kodlaması ile
“Hami”lerin) kurmuş oldukları bir
vakıftır. Hamilik Okulu, tamamı iş
hayatında başarılı olmuş, kendi hayat
ve meslek kariyerlerinin tecrübesine
ziyadesiyle vakıf, “Vakıf İnsanlar” yani
Hamiler tarafından “akşam” saatlerinde seminer programları şeklinde
faaliyet göstermektedir. Kavramsal olarak “Hamilik”, muhtevasını,
tarihsel ve kültürel kimliğini, hülasa
“ruhunu” Osmanlı ve Selçuklu medeniyetlerinin Anadolu coğrafyasında
kurmuş ve müesseseleştirmiş olduğu
“Ahilik ve Mesleki Dayanışma (Esnaf)
Teşkilatları”ndan yani “kardeşlik ve
paylaşma” kültüründen almaktadır.
STK YÖNETİMİ EĞİTİM PROGRAMI
Her program, konusunda uzman,
herhangi bir STK çalışmasında yer
almış /almaya devam eden en az
bir eğitmen tarafından yürütülür. 8
Modülde, Toplam 48 saat, örnekler,
grup çalışmaları, gerçek olay anlatımları ile işlenir.
1 - Sivil Toplum Kuruluşları, Geli-
şim ve Değişim
2 - STK Yönetim ve Organizasyonu
3 - STK’larda Etik Yönetimi
4 - STKların Etkin İletişim ve Medya
Yönetimi
5 - STKlarda Finans Yönetimi, Kaynak
Artırma
6 - STKlarda Finans Yönetimi, Kaynak
Artırma
7 - Uluslararası STK Yönetimi
8 - Proje Döngüsü Yönetimi
Bu program Ekim - Aralık 2015
tarihlerinde sivil toplum kuruluşları
yöneticileri ve uzmanları için tekrar
açılacaktır. Daha fazla detay için www.
hamilikokulu.org sitesi ziyaret edilebilir.
Programda İnsan ve Mükellefiyetleri,
İnsan ve İnsanlık Faziletleri, İnsan Olma
Davası ve STK’ların Bu Davadaki Yeri,
STK’larda “Murad” Kavramı ; Faaliyetler ile Hedeflenen, Amaçlanan “Murad
Edilenler” Yaklaşımı, STK Çalışanlarının
“Murad”larına Karşı Sorumlulukları,
Vakıf Medeniyet Tarihi, Vakıf ile Batı
Tarzı “Foundation” arasındaki farklar
gibi konular temel konular olarak ele
alınmakta, yönetim ve teknik konular da bu temelin üzerine oturtularak
işlenmektedir. Bu açıdan, program son
yıllarda sivil toplum örgütlerini geliştirmeye yönelik güncel uygulamalardan da
oldukça farklıdır denebilir.
Aşağıdaki yazı, sivil toplum kuruluşlarının, güzide ülkemiz için ne kadar önemli
olduğunu bir kez daha somutlaştırmak
adına farklı bir dilde hazırlanmıştır;
İŞ PAYLAŞIMI VE SİVİL TOPLUM
KURULUŞLARI
Bu sabah yine yoğun bir güne başlamak
üzere evden çıktım. İşyerinde bir toplantı,
çalışanların maaş artışı ile ilgili duyuru,
yeni müşterinin yetiştirilmesi gereken
sipariş sevkiyatı, bir türlü tahsilatını yapamadığım 3 çekle ilgili avukat işlemleri beni
bekliyor. Akşam da işlerimi geliştirmek için
işadamları ile yemeğe katılacağım Uluslararası STK Yönetimi!..
Tıpkı yukarıdaki hal içindeymişsiniz gibi
akşam yorgun eve döndünüz, ailenizle kısa
bir vakit geçirdikten sonra yastığa başınızı
koydunuz ve yine kendinize sordunuz, ben
ne için çalışıyorum? Hani insanlığa faydalı
olma ideallerim? Bu sorgulama hali belki
de uzun yıllar, ta ki evinizin ve ailenizin
ihtiyaçlarını karşılayacak, çocuklarınızı
yetiştirecek ve kendi kariyerinizde ilerleme
arzunuzu tatmin edinceye dek sürecek.
Zaman gün içinde nasıl 24 saate kısıtlı ise
ömür de vefata kısıtlı. Günün bitişini biliyoruz ama ömrün bitişi her yeni başlayan
gün için muamma… Peki, “Her şeye yetemeyen biz, insan olma ideallerimizi nasıl
gerçekleştiririz?” “Bugünkü hayatımızda
evde iş paylaşımı var mı?” “İşyerinde iş
paylaşımı var mı?” Tabii ki “Evet”. “Siz hem
işyerinizin inşaatını yapıp hem de işinize
giden yolu asfaltlamak zorunda mısınız?”
“Hayır”. Bunları başkalarının yapması
gerekmekte ve bir iş paylaşımı var. “Aynı
mahallede park yapılmasını isteyen vatandaşa hizmet götürmeye aynı anda hem
belediye hem valilik hem çevre il müdürlüğü talip oluyor mu?” “Hayır”. Aralarında
bir iş paylaşımı var. Madem her şeyde bir
paylaşım var, o kadar çok sorumluluk,
hayal ve bir kısmı da popüler kültürün ve
yaşam tarzlarının bize bulaştırdığı bir yere
götürmeyecek heva ve hevesler arasında,
öğrencilik yıllarımızda en güçlü hissettiğimiz, çalışmaya başladığımızdan beri de
araya sıkıştırdığımız hayır işleme, insanlığa
hizmet ideallerimiz için de bir paylaşım
arayışında olabiliriz.
Bu arayıştaki adres, kimilerine göre hemen
yakınındaki eşidir, arkadaşıdır ama şu bir
gerçek ki bu konular da artık bir iş paylaşımına dönmek zorundadır. Bu iş paylaşımı
da iki türlüdür; Biri, birey olarak, sadece
Mayıs - Haziran 2015 53
SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
hayır işlemek ve iyilik yapmak üzere yol
giden bir sivil toplum kuruluşu ile ağ içinde olmamızdır. Diğerine geçmeden evvel
benzer soruları tekrar soralım; “Şehrin
yönetiminde bir iş paylaşımı var mıydı?”
Evet. “Sivil Toplum Kuruluşları’nın (STK)
arasında bir iş paylaşımı var mı? Cevap
bugün itibarı ile maalesef “Hayır”. Bir sel
felaketi oldu, onlarca yüzlerce STK yardım
için para ve eşya toplar -ki bunu bazan
işadamları dernekleri bile yapar -, felaket
yerine gidince bir bakarsınız herkes aynı
şeyi göndermiş ve kullanılmayan kenarda
bekleyen yardım malzemeleri… Bir açlık
oldu, pek çok STK gıda yardımı veya para
toplar, sonra da kendi yolları ile onları
ihtiyaç sahiplerine ulaştırmak için resmi
işlemleri, lojistik destekleri bulmaya çalışır… İki işadamı derneğine bakarsınız,
fakat görürsünüz ki birbiri ile birlikte
hareket etmesi gerekirken bu iki derneğin,
her biri ayrı ayrı kendi var olma savaşını
vermekte…
O zaman geldiğimiz noktada şunu söyleyebiliriz;
- Kişi olarak insan olma muradımızı
gerçekleştirmede bugünkü hayatın
yoğunluğunda bir ağ oluşturmamız ve
bu ağın bir parçası olmamız,
- STK olarak hayır ve iyilik yapma
muradımızı gerçekleştirme yolunda,
o hayır ve iyiliğin bereketini artırmak
için diğer STK’larla ağ oluşturmamız,
daha güzel bir ifade ile “birlik ve beraberlik kurmamız” ve bunun bir parçası
olmamız daha akıllı, daha güncel, hayrın ve iyiliğin bereketini artırmak için
kıymetlidir.
“STK’larla birlik ve beraberlik nasıl kurulmalı?” Bunu çok basit bir örnek üzerinden
açıklamak mümkün. Otomobil, bir işi
yapmak ve ürünü veya hizmeti bir yere
ulaştırmak için en önemli araçlardan biridir. Bu önemli araç, basit parçalardan değil
binlerce parçalardan oluşur. Dünyanın
hiçbir yerinde otomobilin bütün parçaları
tek bir fabrikada veya işletmede üretilmez.
Her biri başka başka tedarikçiler ve yan
sanayi tarafından üretilir ve tek bir yerde
monte edilir. Hatta parçaların bir kısmı
başka ülkelerde üretilir ve binlerce yol kat
ederek montaj yerine ulaşır. Bir otomobil,
54 Mimar ve Mühendis
bir işi yapmak ve ürünü veya hizmeti bir
yere ulaştırmak için iş aleminde en önemli
araçlardan biri ise STK’lar da toplumsal
bütünlüğü sağlamak, bireyden topluma
gelişimi sürdürmek için en önemli araçlardan biridir. Buna hiç kimsenin itirazı olmaz
her halde? STK’lar, toplumun “bütünsel
gelişimi” için en önemli araçlardan biri
olduğuna göre, bir ülke içindeki STK’lar bir
otomobilin kompleks yapısından daha mı
basittir? Tabii ki hayır. Durum böyleyken,
insandan bireye bütünsel gelişim için ne
STK’lar birbirinden ayrı çalışabilir, ne de
bu gelişimden sorumlu diğer yönetim
organları örneğin devlet organları, yerel
organlar ve STK’lar ayrı ayrı çalışabilir. Bu
organların tamamının mutlaka ve mutlaka
birlikte çalışması gerekir.
Yazımızın başında iş paylaşımından bahsettik. Buraya tekrar atıfta bulunursak,
STK’ların roller ve alanları belirleyerek,
birbirini tekrar eden işler yerine karmaşık
bir yapı olan toplum ve dolayısı ile ülkemiz
için “ağ içinde” diğer ifade ile “akıllı iş paylaşımları” içinde çalışması çok önemlidir.
Paylaşımları nasıl yapacağız? Bunun için
ilk adım, aynı muratlar, amaçlar için çalışan STK’ların bir araya gelip tartışmaları,
tekrarlı işleri aralarında paylaşmaları ve
karşılıklı protokoller, sözleşmeler, hatta
çatı kuruluşlar oluşturmalarıdır. Örneğin
acil durumlara yönelik hizmet veren yardım amaçlı kuruluşlar arasında bir sivil
toplum kuruluşu, yalnızca lojistik hizmetleri sağlamak ve yardımların en hızlı şekilde
muhtaçlara ulaşılması için çalışabilir,
bunun için sosyal sorumluluk çalışmalarında yer almak isteyen bazı lojistik firmaları,
konteynır üretim firmaları ve belediyeler
vb. ile her yıl çeşitli protokoller imzalayarak bir sistem kurabilir. Böylece küçük
yardım dernekleri herhangi bir yerde bir
doğal felaket olduğunda dahi bu yardım
ve acil müdahale sürecine dahil olabilir.
Veya “mühendis kökenli işadamlarına”
hizmet veren birkaç STK’dan biri üyelerine “teknoloji geliştirme” odaklı destek
verebilir, üyelerini bu kapsamda geliştirme
faaliyetleri yürütebilir. Bir diğeri ise “pazar
payı artırma, yeni iş alanları bulma ve yeni
girişimleri teşvik etme” odaklı çalışmalar
yapabilir. Aynı STK’nın -ne kadar güçlü
olursa olsun- birbirinden farklı konularda
bölünerek yol kat etmesi, her biri farklı bir
bakış açısı ve uzmanlık gerektirdiği için
daha zor olacaktır.
Tabii ki örnekleri çoğaltmak mümkün.
Fakat sözün özü, birlik ve beraberlik kurmak, işleyişlerin dolayısı ile hayırların ve
hizmetlerin derinliğini artırır. Bugün var
olan vakıf veya dernek onlarca hatta yüzlerce yıl varlığını sürdürür, kültürel aktarım nesilden nesile geçer.
Ömrünüzün ve hayırlarınızın bereketinin
artması duası ile…
Mayıs - Haziran 2015 55
SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
İNSANI YAŞATAN, HAYATI ZENGİNLEŞTİREN:
VAKIF MEDENİYETİ
AVNİ ÇEBİ MMG ESKİ BAŞKANI
Kendini aşmak ve geleceğe hayırlı bir iz düşÜRmek isteyen yüce ruhlu insanların
kurumsallaşmış yardım anlayışı “Vakıf “ müessesi olarak bu dünyada hayat bulur.
Vakıf herhangi bir kimsenin malını, mülkünü, parasını ve sahip olduklarını kendince
önemli gördüğü bir amaca hasretmesi ve adamasıdır. Vakıf, insanın tabiatında olan
yardımlaşma ve dayanışmanın, fedakârlık ve feragatin, diğerkâmlık ve adanmışlığın
kurumsallaşmış halidir.
İ
nsanın dünyadaki öyküsü kısa ve anlamlıdır. Evrenin
yaşı, insanın ömrü ve insanın isteklerini karşılaştırdığımız zaman çoğu zaman kısa bir hayat için bütün
evreni isteriz. Bizim ihtiyacımız ve isteklerimiz
arasında sağlıklı bir sağlama yaptıracak olan kendimizden geçerek diğeri için değer üretmemizdir. İnsan
kendisini aşan bir anlayışla hayatını anlamlı kılmaya
çalışır. Bize anlam katan diğeri için ürettiğimiz değer
ve sorumlulukta saklıdır. Kimi zaman bir düşünce,
kimi zaman bir abidevi eserle, kimi zaman da hayatımızı adadığımız bir kahramanlıkla birisi için, insanlık
için ve vatanımız için kendimizden fedakârlık yaparız.
Çağının şahidi, vicdan sahibi insanlar olarak büyük bir
ülkü için kendimizi feda eder, şehit oluruz. Kendimizi
sahip olduklarımızla değil de inançlarımız, değerlerimiz ve ülkülerimiz için vazgeçtiklerimizle inşa eder,
olgunlaşır, insanileşir ve vakıflaşırız.
İslâm’a göre her şey fani ve baki olan yalnız Allah'tır.
Mutlak hâkim O’dur. Mülk O’nundur. O Rahman ve
Rahim’dir. Kullarına karşı cömert ve merhametlidir, adil ve affedicidir. Bu sebeple Allah’ı seven kişi,
insan (kul) başta olmak üzere bütün yaratılanları
sever. Yunus Emre’nin deyimiyle “Yaratılanı hoş
gör Yaratan’dan ötürü.” Kulu seven hayatı onun için
kolaylaştırır. Bu anlayışla hareket eden kişi; “İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olan, malın en hayırlısı Allah yolunda harcanan, Allah yolunda harcananın
da en hayırlısı halkın en çok ihtiyaç duyduğu şeyi karşılayandır” düsturunu kendisine rehber edinir.
“Allahın size verdikleriyle ahiret yurdunu arayın dünyadan nasibinizi unutmayın, Allahın size ihsan ettiği
gibi siz de insanlara ihsan edin” ve “Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça iyiliğe eremezsiniz”
ayetlerindeki ilahi emir gereği “İnsan ölünce üç şey
dışında ameli kesilir. Sadaka-i cariye (sevabı devam
56 Mimar ve Mühendis
eden eser), faydalanılan ilim ve kendisine
dua eden hayırlı evlat” hadisleri gereğince
inanmış mümin birey hayatını hayra ve iyiliğe adar, infak anlayışını bir yaşam kültürüne dönüştürür ve bunu kurumsal olarak
vakıflarla inşa eder ve görünür kılar.
VAKIFLARIN GELİŞİMİ
Osmanlı, Vakıf işlerini ön plana çıkarmış
hem dünya hem de ahirete bir hizmet
vasıtası görmüştür. Vakıf müesseseleri
ile diğerkâmlılığın zirvesini yakalayan
Osmanlı 26 binden fazla vakıf kurarak
insanlarla birlikte hayvanlara da hizmet
etmiştir. “Hayırda yarışınız” emri, “İnsanların en hayırlısı, insanlara faydalı olanıdır”
prensibi gereği toplum birbiri ile yarışmış
ve günümüze kadar ulaşan muazzam eserler vücuda getirilmiştir. İnsanların ihtiyacına, çevrenin şartlarına göre değişen çok
farklı hizmet alanları olan Vakıf müessesesi Osmanlı’da bu açıdan dinamik bir yapıya
sahipti. Donuklaşmış, kalıplaşmış bir yapısı
yoktu. “İnsanların, canlıların yaşadığı
Osmanlı, Vakıf işlerini ön plana çıkarmış hem dünya hem de
ahirete bir hizmet vasıtası görmüştür. Vakıf müesseseleri ile
diğerkâmlılığın zirvesini yakalayan Osmanlı 26 binden fazla
vakıf kurarak insanlarla birlikte hayvanlara da hizmet
etmiştir. “Hayırda yarışınız” emri, “İnsanların en hayırlısı,
insanlara faydalı olanıdır” prensibi gereği toplum birbiri ile
yarışmış ve günümüze kadar ulaşan muazzam eserler vücuda
getirilmiştir.
yerlerde mutlaka onlara yapılacak bir yardım, bir hizmet vardır” anlayışı Osmanlı
Vakıfları’nın genel prensibi idi.
Vakıf yapmak isteyen şahıs bir vakfiye
yazarak kadıya müracaat eder. Vakıf Senedi denilen vesika mahkemece tescil edilir.
Vakıf Senedi’ne padişah da dâhil herkes
uymak zorundadır. İslâm hukukuna
göre. “Vâkıf’ın (vakfedenin) şartı şârii’nin
(kanun koyucunun) nassı gibidir” değiştirilemez. Bir vakfiyede kurucunun adı, künyesi, lakabı, şöhreti, unvanı gibi kendisini
iyice tanıtan bilgiler bulunur. Daha sonra
ne maksatla vakfı kurduğu, isteklerinin
neler olduğu, bu isteklerin yerine gelmesi için gelirin nereden ne kadar olduğu,
hangi oranda nerelere harcanacağı sonra
da bunu bozan ve değiştirenlere beddua
edilir. İlk vakfiye Osmanlı’nın erken döneminde padişah Orhan Bey’e aittir.
Başta padişahlar olmak üzere sadrazamlar,
bütün devlet ricâli ve varlıklı kişiler az
veya çok gücüne göre vakıf yapmışlardır. Ahiret inancını aklından çıkarmayan
Osmanlı, ölümünden sonra da devam
edecek sevaba önem vermiş, nâsla korunan ve “ebedî hayır” olan vakıfları ayakta
tutmuştur. Osmanlı bazı müesseselerde
olduğu gibi Vakıf konusunda da kendinden
önceki devletleri örnek almıştı. Daha ilk
beylikler zamanında başlayan, devletin
siyasî ve malî gücünün artması ile paralel
gelişen vakıfların ilk tesisi Orhan Gazi
zamanında olmuştur. Orhan Gazi İznik’te
ilk Osmanlı medresesini kurarken onun
idaresi için yeterli geliri temin edecek
gayrimenkul de vakfetmişti. Bu medrese
kısa sürede değerli ilim ve devlet adamları yetiştirdi. Orhan Gazi’nin Adapazarı,
Kandıra ve Bursa’da inşa ettirerek vakfettiği cami, medrese, zaviye, imaret, aşevi,
misafirhaneler ilk Osmanlı vakıfları olarak
anılmaktadır. Yıldırım Bayezid zamanında
da şahıslar tarafından kurulan vakıflar ise
“müfettiş-i ahkâm-ı şeriyye” tayin edilerek
teftiş ettiriliyordu. Özel şahıslar tarafından
kurulan vakıflar mütevelliler tarafından
yönetilmiş, kadılar vasıtası ile de teftiş
edilmişlerdir. Her kadı kendi bölgesindeki
vakıfları, emrindeki müfettişlere teftiş ettirir. Osmanlılar’da 1826’da kurulan Evkaf
Nezareti’nden önce vakıflar, vâkıfların
şartlarına göre idare ediliyor, bunlar ayrı
birimlerce izleniyordu. Bundan sonra
işleri Evkaf Nezareti’ne bağlanarak çalışmaları disiplin altına alınmaya ve kayıtları
tutulmaya başlanmıştır. Cumhuriyetin ilk
yıllarında her şeyi merkezi otoriteye bağlamaya çalışan idare 1924 yılında çıkarılan
429 sayılı kanunla Evkaf Nezareti kaldırılıp
Başbakanlığa bağlı bir genel müdürlüğe
havale edildi. Bundan sonra vakıfların sosyal hayatımızdaki canlı ve dinamik yönü
yavaş yavaş azalarak toplumdaki önemini
Mayıs - Haziran 2015 57
SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI
kaybetmeye başlamıştır.
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
VAKIFLARDA HİZMET ÇEŞİTLERİ
Osmanlılar döneminde devlet, vatandaşın
canını, malını korumak, asayişi sağlamak,
sınırları korumak devlet düzenini sağlamakla mükellefti. Günümüz modern
devlet anlayışında devlet görevlerinden
sayılan eğitim, sağlık, bayındırlık, diyanet,
sosyal yardım hizmetleri Osmanlı’da devlet görevleri arasında sayılmıyor, bütün
bu hizmetler şahısların kurduğu vakıflar
tarafından yürütülüyordu. Vakıflara bu
işleri ve hizmetleri yürütmeleri için zengin
akarları bağlanıyordu. Osmanlı’da devlet
anlayışı “Devlet-i Ebed Müddet” şeklinde
olduğu için vakıflara da ebedilik şartı konmuş, devlet yetkilileri de vakfın hizmetinin
devam edebilmesi için her türlü gayreti
sarf etmişlerdir.
18’inci yüzyılın sonlarında vakıf gelirlerinin tüm devlet gelirlerinin hemen hemen
yarısı olduğu göz önüne alınırsa, geleneksel kültürümüzde Osmanlı yönetiminin
halka yaklaşımının neden “Devlet Baba”
olarak yorumlandığı daha açık anlaşılır.
Vakıflar yalnız ibadet, eğitim, sağlık ve ulaşım gibi toplumdaki temel ihtiyaçları konu
almaz. Genelden özele doğru insanların
toplum hayatı içinde ihtiyacı olan, yolculara yardım etmek, esirleri âzad etmek,
mektep çocuklarının gezdirilmeleri, fakir
kızlara çeyiz temini, hayvanlar için çayır
temini, sel, yangın, depremler gibi afetlerde ihtiyaçların karşılanması, hastalık,
58 Mimar ve Mühendis
Osmanlı’da genelde şehirler
vakıf bir külliyenin;
mahalleler vakıf camilerin,
hamam, çeşme ve benzeri
yapıların etrafında
kurulmuştur. Bu şekilde
yapılan yüzlerce eser
Rumeli’de şehirlerin İslâmî
vecheye bürünmelerini
sağlamıştır.
fakirlik, borçluluk gibi zaruretlerin giderilmesi, acizlerin doyurulup giydirilmesi,
tedavi ettirilmesi, iş yapacaklara sermaye
bulunması, borçtan mahkûm olmuşların
borcunun ödenmesi için “avarız vakıfları”
gibi farklı amaçlar için vakıflar kurulmuştur. Bizzat padişah veya saray mensupları
tarafından kurulup yönetilen vakıflara ise
“Mazbut Vakıflar” bir diğer ismi ile “Selâtin
Vakıfları” denmiştir. Osmanlı hanedanının
son temsilcileri de ülke dışına çıkarılması
ile sahipsiz kalan “Selâtin Vakıfları” vakıf
bedduasından haberi olmayan, bedbahtlar
tarafından talan edilmişlerdir.
ŞEHİR, HAYAT VE VAKIFLARIMIZ
Osmanlı’da genelde şehirler vakıf bir külliyenin; mahalleler vakıf camilerin, hamam,
çeşme ve benzeri yapıların etrafında kurulmuştur. Bu şekilde yapılan yüzlerce eser
Rumeli’de şehirlerin İslâmî vecheye bürünmelerini sağlamıştır. Osmanlı bir iskân ve
kolonizasyon metodu olarak vakıflardan
faydalanmıştır. Sayıları binleri aşan vakıf
eserlerinden Selimiye, Süleymaniye, Beyazıt, Fatih külliyeleri bu konuda başka birer
misaldir. Şehirlerimizde 1856 yılına kadar
belediye hizmetleri vakıflar tarafından karşılanmaktaydı. Henüz belediye teşkilatları
oluşmamıştı. Vakfiyeler incelendiğinde,
bu tarihten önce su, ulaşım, aydınlatma,
temizlik, asayiş gibi belediye hizmetlerinin
hep vakıflar tarafından gerçekleştirildiği
görülür. Su kanalları, su kemerleri, maksemeler, çeşmeler, sebiller, kuyular, hamamlar tamamen vakıf kuruluşlardı. Fakirlerin
parasız yıkandıkları hamamlar mevcuttu.
Sebillerde buzlu su, hatta şerbet dağıtılırdı.
Yol, kaldırım ve köprü yapımını vakıflar
sağlıyordu. Bazı hayır sahipleri kurdukları
vakıflarla “kandilciler” tutuyor, yine vakıf
geliri ile kandil ve yağ alarak sokakları
aydınlatıyorlardı. Sokakların temizlenmesi
ve umumî helâlar için vakıflar kurulmuştu.
Bekçi ücretleri vakıflardan ödeniyordu.
Vakıf hastanelerde her din ve ırktan insan
tedavi ediliyor, gerekirse ücretsiz ilaç
veriliyor, doktor temin ediliyordu. İmaretlerde yoksullara, yolcu ve misafirlere
her gün bir veya iki öğün yemek yediriliyordu. İstanbul’u gezen bir seyyah olan
d’Ohsson’a göre İstanbul imaretlerinde
her gün parasız yemek yiyenlerin sayısı
30 bin idi. Böylece vakıflar bir yandan binlerce görevliye maaş ödüyor, öte yandan
yüz binlerce insana hizmet götürüyordu.
Böylece vakıflar yolu ile gelir dağılımındaki
dengesizlikler asgariye indirilirken, yine
aynı sebebe bağlı olarak ortaya çıkabilecek
sosyal patlamaların da önü alınmış oluyordu.
Vakıfların ülke ticaretine ve ekonomik
hayatın gelişmesine de olumlu etkileri
olmuştu. Hemen bütün şehirlerde vakıf
ticaret hanları vardı. Şehirlerarası yollar,
önemli stratejik mevkilere kervansaraylar
yaptırılarak sürekli işler halde tutulmuş,
böylece yolcu ve tacirlere yol güvenliği ve
konaklama imkânı sağlanmıştı. Kervansarayların vakfiyelerinden buralara yerliyabancı, hür-köle, erkek-kadın, müslimgayr-i müslim herkesin kabul edildiğini
yolcuların gıda, ilaç hatta ayakkabı ihtiyaçlarının karşılandığı ve hayvanlarına da
bakıldığını öğrenmekteyiz. Ücretsiz hizmet
sunan kervansaraylar vakfedenlerin bırak-
tığı gelirle bu fonksiyonlarını yüzyıllar
boyu sürdürmüştür. Ayrıca vakıflar büyük
sanat eserlerinin, hat, taş, ağaç, maden işçiliği, tezhip, çini, kitap, cilt, ebru gibi sanat
dallarının gelişmesine, şaheserler verilmesine katkıda bulunmuştur. Vakfiyelerin dil,
kültür, tarih, hukuk, iktisat tarihi, sosyoloji,
hatta folklar açısından taşıdığı önem ise
ayrıca hatırlanması gereken bir konudur.
Bundan olsa gerek ki vakıflar Selçuklu ve
Osmanlı medeniyetinde toplum yaşamının
neredeyse birçok alanını kapsamaktadır.
Eski medeni hukuk hocalarından Esat
Arsebük’ün şu satırları vakıfların yerini
bize anlatmaktadır: “Vakıflar sayesinde bir
adam vakıf bir evde doğar, vakıf beşikte
uyur, vakıf mallardan yer ve içer, vakıf
kitaplardan okur, vakıf bir okulda hocalık
eder, vakıf idaresinden ücretini alır, öldüğü
zaman vakıf bir tabuta konur ve vakıf bir
mezarlığa gömülürdü.”
Bir konuşmasında eski Vakıflar Genel
müdürümüz Yusuf Beyazıt “Bahsedildiği
gibi, insan şahsiyetini koruyan vakıflardan,
hasta leylekleri tedavi vakfına kadar binlerce vakıf kurulmuştur. Bu öyle hayranlık
uyandırıcı bir şuurdur ki amacımız bu
şuurun fark edilmesini sağlamaktır. Bugün
Medeni Kanun hükümlerine göre kurulmuş ve yeni vakıf olarak tabir ettiğimiz
vakıflarımız da hayır amaçlarının tamamını gerçekleştirebilseler, ülkemizde aç açık,
garip gurebâ insanımız kalmayacaktır”
diye ifade ediyor. Bu bilgiler ışığında baktığımızda vakfın Osmanlı insanı açısından
taşıdığı değer biraz daha belirginleşmektedir. Geçmişte sadece şehirlerde fakir
fukara için icat edilen sadaka taşlarını,
dükkânlara giderek veresiye yazdıranların
borçlarını sildirenleri (zimem defterleri
deniliyordu bunlara), sebilleri, kuyuları,
aşevlerini hatırlayarak vakfın bu toplumun
derin hayatında anlamını düşünmek gerekir. Bugün Anadolu köylerini gezdiğinizde
yol üzerindeki meyve ağaçlarının yolculara vakfedildiğini, yani tarla sahibinin bu
ağaçların meyvelerini yoldan geçenlerin
yemesi için ayırdığını ve onlardan ne kendisinin yararlandığını, ne de ailesini yararlandırdığını kolayca görürsünüz. Osmanlı
medeniyeti, ekonomisinin yaklaşık yüzde
15-20’sini emanet ettiği vakıfların omuzları üzerinde duran bir “vakıf medeniyeti”
olarak anılır.
ADANMIŞ HAYATLAR,
VAKIF İNSANLAR
Bu toplumda hayatını ilme, irfana, insan
yetiştirmeye, bir ihtiyaç ve hizmetin karşılanmasına adamış insanlarımız vardır.
Bunlar hayatlarını vakıflaştırmış barış ve
huzurumuzun, emniyet ve güvenliğimizin,
kültür ve medeniyetimizin ince işçileri
olan kimi adı bilinmeyen kimi de adı zamanı aşan gönlü geniş, eli açık erenleri olan
vakıf insanlardır. Bunlara ömürlerini bir
türbeye, bir aşevine, bir hastaneye, velhasıl topluma yararlı bir işe vakfeden ‘vakıf
insanları’ eklediğimizde Osmanlı toplumu-
nun adeta bir “vakıf toplumu” olduğunu
söylemek mecburiyetinde kalırız. Evet,
Osmanlı toplumu bir vakıf toplumu, insanı
da bir vakıf insanıdır. Vakıf insanı, bütün
yaşamını kendisinin değil insanların faydasına ayırmış, sadece insanlara hizmet için
yaşayan insan demektir. İslam medeniyeti,
işte bu özelliği ve güzelliği sayesinde “vakıf
medeniyeti” haline gelmiştir. Modern
İslâmî vakıfçılık, geçmişten çok az izler
taşıyor. Kimi zaman, asli fonksiyon öylesine unutuluyor ki vakıf “vakıf” olmaktan
çıkıp bir “parti”, bir “holding”, bir “işletme”
haline geliyor. Oysa ki vakıf, vâkfın (vakfedenin) Allah’a kurbiyyet maksadıyla bir
değeri karşılık beklemeksizin hizmete tahsis etmesidir. Vakfın vakıf olabilmesi için
esas olan işte bu niyettir. Bu niyetle yola
çıkanlar, yaptıkları karşılıksız hizmetlerle
insanların yüreğini fethetmişler, insanın
mutluluğunun diğer adı olan İslam’ı insana, insanı İslam’a taşımışlardır. Bu tür
samimi niyetlerle insana vakfedilen müesseselerin en değerli ürünü “vakıf insan”
yetiştirmektir. En değerli vakıf “vakıf
insanlardır”. Onlar, mallarını değil, hayatlarını Allah’a vakfederler ve insanlara bir
mutluluk sakası gibi, yürek yürek saadet
taşır. Onları, ganimet dağıtılırken ortalarda
göremezsiniz, onlar “hizmet” zamanlarında
öne çıkarlar “nimet” zamanlarında arkaya
geçerler.
Bediüzzaman Said Nursi gibi hayatını bir
milletin imanını kurtarmaya adayan, Fethi
Mayıs - Haziran 2015 59
SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
Gemuhluoğlu gibi bir nesile ağabey olan,
genç insanlara imkân sağlayan, Sezai Karakoç gibi bir diriliş neslinin yetişmesine
tek başına kendisini vakıf eden şairimiz,
Ekrem Hakkı Ayverdi gibi unutturulmaya
çalışılan bir medeniyetin birikimini şehir
şehir Balkanlar’dan Anadolu’ya gezerek
medeniyetimizin eserlerinin envanterini
çıkaran medeniyet işçisi büyüklerimiz bunlara birkaç örnektir. Onlar, kelimenin tam
anlamıyla üreticidir; insanları geliştirir ve
hayata hazırlar, onlara ufuk ve ideal aşılar.
Hem nitelik hem nicelik içeren uzun erimli,
sabırla ve aşkla süren arifane bir üretim
sürecidir onların yaşamları. Görünen hizmetlerin değil, görünmeyen himmetlerin
adamıdır onlar. Vakfederler ve unuturlar,
bir umudu ve ümidi adım adım gönüllerde
yeşertirler ve zihinlerdedirler. Onlar kısa
günün karının peşinde değil, ötelere azık
biriktirenlerdir. Gönülleri o kadar geniştir
ki bir neslin kurtuluşu için cehennem dahi
olsa göğüslerini siper ederler. Hz. Meryem
bir vakıftı, annesi Hanne ise vakfeden. Hz.
İsa işte bu vakfın bir ürünüydü. Hz. Zekeriya ise, bu güzel ürünün müstesna bahçıvanıdır. O halde, aklı başında her insana
düşen, ya vakfeden olmak Hanne gibi ya
vakfedilen olmak Meryem gibi ya da vakıf
insanlara bahçıvan olmak Zekeriyya gibi.
Osmanlı toplumu, sözün tam manasıyla
bir “sevgi, şefkat ve yardım toplumu”ydu.
Devlet, “hayat ve hayrat” devleti, insan
60 Mimar ve Mühendis
“hayrat ve hasenat” insanıydı. Vakıf anlayışı sistemleşmiş, tüm devlet ve millet neredeyse “vakıf devlet”, “vakıf insan”lardan
oluşmuş, “vakıf millet” statüsü kazanmıştır.
Vakıf Medeniyeti, devletlerin yapmadığını
veya yapamadığını gerçekleştiren hayırseverlerin oluşturduğu eser ve hizmetler
topluluğudur. Bu medeniyet bizim topraklarımızda kurumsallaşmış, dünyaya da
yine bizim kanalımızla yayılmıştır. Bugün
hâlâ vakıflar, devletin ilgi duymadığı, özel
sektörün kârlı bulmadığı alanlarda çalışan,
kılcal damarlar gibi bu alanlara uzanan
önemli kurumlardır.
HİKMET, İMAR VE
İHSAN İLE VAKIFLAŞMAK
Vakıf medeniyeti üç kavram üzerine inşa
edilebilir; Hikmet, İmar ve İhsan. Hayatı
anlamak ve anlamlandırmak açısından
“hikmet” ile bakan insan bilgi ve irfanın
yolunda yürüyerek hakikatin peşinde
olmuştur. Bilgiyi salt bilgilenmek olarak
görmeyen, bilgiyi aşkla kuşanarak hayatı
daha yaşanabilir ve kolay kılmak için yapıcı ve inşa edici işler içine girerek çevresini
“imar” eder, kalıcı vakıf eserleriyle hayatı
mamur eder. “İhsan” ile elde ettiği bütün
edinimleri tevazu ve cömertlikle insanın
hizmetine adalet ve güzellikle sunar. Bir
ve biricik olan insan ile toplum, hayat ve
çevre arasında diğerini önemseyen ve
geliştiren bir yaşam felsefesi ve kültürü
oluşturulur. Vakıf medeniyetinin üç temel
umdesi olan Hikmet, İmar ve İhsanı çok iyi
anlamak ve hayatımızı ona göre şekillendirmeye muhtacız. Yeni bir medeniyetin
taşıyıcısı ve yaşatıcısı olacak yeni nesillerin
bunu fark etmeye, adanmış arı bir yaşam
felsefesine ihtiyacı vardır. Adeta yitik cennetin peşinde olan bizler bu üç kavramın
sırrına ermeye ve bunları elle dokunur,
gözle görülür, kalple hissedilir, zihinle
anlaşılabilir kılmaya iş hayatımız, komşuluk ilişkilerimiz ve sokağımızda yaşanır
kılmaya çalışmalıyız. Adalet ve merhameti,
af ve barışı, sabır ve şükrü, güzellik ve
uyumu, sadelik ve tevazuyu hayatımızın
her alanına işlemek yolunda vakıf medeniyetimizden aldığımız ilham ve güçle
hayata, kurumlarımıza ve ilişkilerimize
taşımalıyız.
Yeni bir geleceğin inşasında vakfedilmiş
hayatlara ve adanmış ruhlara ihtiyacımız
vardır. Bir medeniyetin gücü en zor şartlarda dahi olsa bu insanları çıkarmasında
yatmaktadır. Bu topraklar çok mümbittir.
Umudun ve sevginin adı olan insanlar;
Ahmet Yesevi’ler, Mevlana’lar, Yunus
Emre’ler, Hacı Bayram Veli’ler bu ışığı çok
önceden yaktılar. Meşaleleri önümüzü
aydınlatmaktadır. Bugün bu ışığı yakacak
erenler gelmektedir. Bu medeniyetin
çocukları vakıf insanlar olarak inşa edici
olarak gelmektedir. Bu erenler; bilimden
sanata, kültürden edebiyata, hikmetten
felsefeye, teknolojiden medeniyete, şehircilikten çevreye kadar bütün insani, sosyal
ve fenni bilim alanlarını kuşatacak, insanı
yeniden ayağa kaldıracak yeni bir medeniyet ve yaşam kültürünü bu topraklarda
inşa edecek dirayet ve cesarete, bilgelik
ve erdeme sahiptir. Kaybettiğimiz vakıflar
üzerinde tekrar düşünmeye toplum olarak
muhtacız. Geçmişten aldığımız ilham ile
günümüz toplumunun yeni ihtiyaçlarına
cevap verecek dinamik ve üretken, sorumlu ve fedakâr yeni vakıf müesseseleri ile
yurdun her yanını donatmalıyız. İnsana
hizmet edenler geleceği inşa eder, hem
bu dünya hem de ahiret saadeti başkaları
için değer üreten ve vakıflar kuran vakıflaşan hayatlardadır. Paylaştıkça çoğalan
bir umudu yaymak ve insanlık adına ümit
olmak için vakıflar kurmalıyız ve vakıf
insanlar olmalıyız.
C
M
Y
CM
MY
CY
CMY
K
Mayıs - Haziran 2015 61
SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
YEREL KALKINMA DERNEĞİ BAŞKANI
AYHAN APAYDIN
YEREL KALKINMA
ANLAYIŞI SÜRECİNDE
KURUMLARA DÜŞEN
GÖREVLER
Gelir ve gidere dayalı enstrümanlardan oluşmuş
finans kaynağı, kent ekonomisini oluşturur.
Gelir getirici faaliyetler ve ekonomik değeri olan
doneler bu ekonominin bir parçasıdır. Kentsel
kalkınma kent ekonomisinin somut bir çıktısı
olarak değerlendirilebilir. İnsan kaynağı da bu
ekonominin bir parçasıdır. Kent ekonomisinde
sosyal olgular göz ardı edilmemelidir. Bir kentin
ekonomik geliri yüksek olabilir ancak bunu
hanelerde yaşayan bireylerin mutluluğu ve refahı
desteklemelidir. Çekirdek ailede huzur olmadıkça
kent ekonomisinin yüksek olması o kentin olması
gereken yerde olduğunu göstermez.
Yerelin kalkınması için kent ekonomisi
konusuna bakış açısı ne olmalıdır?
Kent ekonomisinin kalkınmasında birçok unsur var. Yaşanabilir kentler ön plana çıkmakta. Ancak kalkınma modelleri
genellikle merkez odaklı, bürokratik ve siyasi kararlar sonucu
doğuyor. Her ne kadar karar vericiler tavanda olsa da yerel
otoriteler karar alma ve uygulama sürecine dahil edilmediği
sürece yerel kalkınmadan bahsedemezsiniz. Özellikle insan
kaynakları ve yerel kaynakları harekete geçirme hususunda
yerel kalkınmadan bahsedebilirsiniz.
Kalkınmış ve ekonomisi güçlü kentler için yerel
yönetimler olan belediyelere nasıl görevler düşüyor? Türkiye’deki belediyeler bu konuda nasıl bir
yol izlemeli?
Belediyeler mevcut mevzuatı ile arzu edilen seviyeye gelebilir mi tartışılır. Mevcut büyükşehir ve belediye kanunları
belediyelere avam görevler yüklemekte ve adeta tüm
yetkiler merkezi otoritede gözükmektedir. Böyle bir sistemde yani yerel yönetimlerin etkin olmadığı ve avam işlerin
rolü verildiği bir sistemde belediyelerden çok fazla bir şey
beklemek doğru olmayabilir. Yapısal reformlara ihtiyaç var.
Belediyelerin bütçe payları güçlendirilmeli, yerel yönetimlere
etkin roller verilmelidir. Yerel kalkınma anlayışı sürecinde
ülkemizdeki belediyeler siyasi ve popüler davranmamalı ve
kent konseylerini daha aktif hale getirip yerel hakla birlikte
ortak hareket etmeli. Bunu söylerken işin hakkını veren
belediyeleri kastetmiyorum elbette. Belediyelerin karar alma
süreçlerinde halk merkezde olmalı.
Türkiye’de ciddi bir mesele olan işsizlik ve istihdam
sorununun kaynağı nedir?
Ülkemizde işsizlik ve istihdam sorununda belediyeler istihdam alanı olarak görülmemelidir. Bana göre en temel
işsizlik niteliksiz iş gücüdür. Muhtemelen bu durum mevcut
eğitim sisteminden kaynaklanıyor olabilir. Üniversiteler ve
62 Mimar ve Mühendis
mezun olan öğrenciler Türkiye ekonomisinin
gerçekleri, arz ve talepleri ile örtüşmemektedir. Nitelikli iş gücü; piyasa ihtiyaçlarına göre
oluşturulmalı. Üniversiteler kendi müfredatına
uygun sektör oluşmasını isterken reel ekonomide kendi ihtiyacına göre eğitim müfredatı
oluşturulmasını istiyor. Türkiye yıllardır bunu
tartışıyor. Üniversite sanayi iş birliği geliştiremedik. Herkes kendi dünyasında yaşıyor.
İşsizlik ve istihdamla mücadele aslında doğru
planlamadan geçiyor. Bu planlamalar kısa,
orta ve uzun vadeli olabiliyor. Nitekim ülkenin
öncelikleri çok farklı. Henüz terör gibi temel
sorunları çözemediğinden sosyal refaha esas
sorunlara yeterince bütçe ayrılamıyor. Yerel
kalkınma planları ve bunlara ayrılacak bütçe
ile reel sektörün ihtiyaçlarına göre yetiştirilmiş
iş gücü önemlidir.
Türkiye’deki belediyelerin bu konuda
yaptıkları çalışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz? Eksik ve yanlışlar ya da
yaşanan sorunlar nelerdir?
Belediyeler mevcut kanunla işsizlik alanında
sadece katalizör görevi görebilir. Kanun koyuculara ciddi görevler düşmekte. Belediyeler
adeta yatırımcı avına düşmeli. Yatırımcıları
teşvik etmeli, altyapıları güçlendirmeli, mümkünse yatırımı teşvik edici ücretsiz arsalar
oluşturmalı, OSB’lere destek vermeli, adeta
yatırım destek ve teşvik ofisi gibi çalışmalı.
Bir nevi belediyeler yatırımcı ve girişimcilere danışmanlık yapmalı. Bünyelerindeki teknik personelleri yatırım konularında eğitmeli.
Bana göre her belediye bünyesinde yatırım
destek ofisi oluşturmalı. Kadın ve genç girişimcilere rehberlik etmeli. Yardım istenirse
dernek olarak biz desek verebiliriz.
Son yıllarda belediyelere ait şirketlerin
yaygınlaştığını görüyoruz. Özellikle de
büyükşehirlerde. Bu şirketlerin bulundukları kentin kalkınmasına faydaları
neler olmuştur?
Belediyeler seçimle yani siyasi otoritelerle
yönetiliyor. Başkanı ve meclisi seçilmiş. Hesabı
halka vermeli. Bazı belediyeler işsizlik ve istihdam konusunda önemli rehberlik hizmetleri
verdiğini biliyorum. Reklam olmazsa örneğin
Nevşehir Belediyesi 10 yıldır istihdam ve
mesleki odaklı bir proje yürütüyor. AB fonları
ile kurulan bu merkezde her haneden en az
bir kişi bu kurslara katıldı, önemli mesleki
beceriler kazandı. 2005 yılında kuruculuğunu
yaptığım bu projenin sürdürülebilir olması ve
hala yürütülüyor olması aslında bir açıdan
başkan ve halk arasındaki iletişimi güçlendiriyor. Belediyelerin şirketleşmesini tasvip eden
biriyim. Ancak belediyenin hizmet alanına
giren konular olmak şartıyla ve özel sektörle
rekabet etmeyecek sektörler olması önemli.
Belediye hiçbir özel sektörü rakip görmemeli.
Örneğin özellikle Güneydoğu bölgesinde sınırlı
yatırımlar olan bölgede kesimhane otel vb
zaruri ihtiyaçlarda eğer o bölgede özel sektör
yoksa belediyeler yatırım yapabilmeli. Aynı
durum büyükşehirlerde de geçerli. Ulaşım vb.
kamu yararına olan özel sektörün dinamik
olmadığı alanlarda belediyelerin şirketleşerek
faaliyette bulunmaları kaçınılmazdır.
Küreselleşme ile yerel kalkınma konusu
arasında nasıl bir bağ bulunuyor?
Bizim felsefemiz küresel düşün yerel hareket
et. Kapalı ekonomiyi savunmuyoruz. Uluslararası ticaret için öncelikle yerel düşünerek, yerel
dinamikleri ve ürünleri değerlendirerek ve yerel
kaynakları harekete geçirerek küreselleşme
sağlanabilir. Malatya’nın kayısısı, Isparta’nın
gülü, Siirt’in fıstığı gibi yerel ürünlerle markalaşma sağlanmalı ve ekonomi yerelden
küresele yönelmeli. Dikkat ederseniz ulusal ve
uluslararası tüm güçlü aktörler öncelikle kendi
yerel alanlarında güçlenip daha sonra küresel
firma olmuşlardır. Bu küresel hareketlilikte
yerel ve merkezi otoritelerin destekleri söz
konusudur. Örneğin Almanya-Bayer ilişkisi.
Yerel yönetimlerin bugünkü durumlarından daha güçlü hale gelmeleri, sizce
kentlerin kalkınması açısından nasıl bir
etki oluşturacak?
Yerel yönetimlerin güçlü hale gelmesi bana
göre öncelikle göçü azaltacak hatta tersine
göçü artıracaktır. Kırsal alandan kente göçen
insanlar köylerinin, kasabalarının ve ilçelerinin hasreti ile yanıp tutuşuyor. Zorunluluklar
kentsel alana olan göçe zorlamıştır. Eğer
yerel yönetimlerin faaliyet alanları ve bütçeleri
genişletilir, halkın katılımcılığı daha etkin hale
getirilirse kentsel kalkınmanın hızlanacağını
düşünüyorum. Ancak hali hazırda atılacak
birinci adım belediye ve büyükşehir belediye kanunlarının halkın katılımcılığını da içine
alacak şekilde değiştirilmesidir. Öte yandan
birçok bakanlığın görev alanına giren konular
belediyelere devredilmeli. Ancak bunun için
belediyeler akredite olmalı yani asgari şartları
taşımalı. Bu asgari şartlardan kasıt nitelikli
idari ve teknik kadrosu ile hesap verebilirliliktir.
AB Hibe fonlarından yararlanılarak
yapılan projeler, bugün Türkiye’nin
kentlerinin kalkınma sürecinde nasıl
bir etkiye sahip?
AB fonlarını çok önemsiyorum. Bu kaynaklar şehrin önemli ihtiyaçlarını karşılamaktadır.
Örneğin biz Ağrı’da şehrin kanalizasyonunu,
Nevşehir’de ise atık su arıtma tesisini AB
fonları ile yaptık. Bu fonlar kentsel kalkınma
odaklı ve çok sınırlı. Bence bu fon oranları
daha çok artırılmalı.
Kalkınma ajansları ve hibe programları, işsizliğin azalmasında ne kadar
etkili?
Kalkınma ajanslarını AB fonlarının yerel şekli
gibi düşünebilirsiniz. AB fonları çekildi sanki
Mayıs - Haziran 2015 63
SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
yerini kalkınma ajanslarına devretti. Aslında
kurgu çok güzel, yerinde ve isabetli. Ülkemiz
için kaynakların etkin ve verimli kullanılmasına esas yarışma usulü bir yöntemle destek
sağlanıyor olması ümit verici. Ancak ajansların
önemli açmazları var. Bunların başında atanmış ve seçilmişleri aynı masaya oturtmak
ve ajansın karar mekanizmalarında rol alıyor
olmaları üniter devlet yapısında alışılagelmiş
bir durum mudur bunlar tartışılır. Kalkınma
ajanslarını bütçeleri son derece sınırlı. KOSGEB ile ajansların aynı illerde faaliyet göstermeleri çok başlılığa işaret ediyor. Kalkınma
ajanslarının potansiyel projelerde değerlendirme sürecinde hakem heyeti ve bağımsız
değerlendiricilik sisteminin işleyişini de çok
sağlıklı bulmuyorum. Ayrıca projelerin uygulanma sürecinde proje uygulama rehberini de
yeterince açık ve anlaşılır bulmadığımı ifade
etmek istiyorum. Ajanslar kendi satın alma
ilkesini oluşturması gerekirken Kamu İhale
Kurumu mevzuatına tabi bir satın alma rehberi ve uygulama rehberi oluşturulmuş. Bence
çalıştaylarla bu karmaşıklıklar giderilip yeni
bir değerlendirme ve uygulama rehberi oluşturulmalı. Sübjektif değerlendirmelere fırsat
verecek cümleler bu rehberlerde yer almamalı.
Türkiye’de daha kalkınmış kentler için,
merkezi yönetime düşen görevler sizce
nelerdir?
Türkiye’de kalkınmış kentten bahsedemeyiz,
kalkınmakta olan kentten bahsedebiliriz. Merkezi yönetim kendini yerel yönetimlerin üzerinde gören bir güç olmaktan çıkmalıdır. Atanmış
seçilmişi yönetmemelidir. Yerelde toplanan
vergilerin en az yüzde 50’si yerelde kalmalı,
her bölge kendi yerel gücünü göstermeli. Bir
ilin başarılı ekonomisi varsa başarısı düşük
bir il bu ilin vergisi ile sübvanse edilmemeli.
Merkezi otoriteler yetki devri yapabilir. Yerel
yönetimlerin bütçe paylarını artırabilir. Kontrol
mekanizması olarak daha verimli olabilirler.
Çerçeve kanun ve yasalarla merkezi otorite
çalışırsa yerel mekanizmalarda bunun içini
dolduracak meclis kararları ile hızlı, etkin ve
verimli çalışmalar söz konusu olacaktır. Çünkü
yerel ekonomi hız kaybetmemeli.
Yerel Kalkınma Derneği olarak nasıl bir
misyon taşıyorsunuz? Hayata geçirmeyi planladığınız proje ve etkinlikler
nelerdir?
64 Mimar ve Mühendis
Yerel Kalkınma Derneği’nin
misyonu küresel düşün
yerel hareket et. Karar
alma süreçlerinde halkın
katılımcılığı sağlanmalı.
Yerel Kalkınma Derneği’nin misyonu küresel
düşün yerel hareket et. Karar alma süreçlerinde halkın katılımcılığı sağlanmalı. Kaynakların
etkin ve verimli kullanılması için kar amacı
gütmeyen kurum ve kuruluşlar, merkezi ve
yerel otoriteler ve STK’lar işbirliği içerisinde
olup herkes kendi hikayesini yazabilmeli. Yani
biz kalkınma yerelde başlar ilkesini benimsiyoruz. Sürdürülebilir kalkınma için çevre ön
planda olmalı. İnsanımıza değer vermeliyiz.
Biz dernek olarak fikir ve düşünce üreten bir
örgütüz. 19-22 Kasım 2015’te uluslararası
bir kongreyi Antalya’da gerçekleştirmek istiyoruz. Bu noktada özellikle yerel yönetimler
ağırlıklı olacak bu kongrede “yerel kalkınma ve
finansman” ana temadır. Bu noktada özellikle
belediyeler ve kilit personellerin bu kongrede
yer almaları uluslararası arenada yerel kalkınmanın önemini bir kez daha ortaya koyacaktır.
YEKAF 2015 Uluslararası Yerel Kalkınma ve
Finansman Kongresi, Türkiye’den Kocaeli Üniversitesi ve Yerel Kalkınma Derneği (YerKa) ev
sahipliğinde Çek Cumhuriyeti’nden Ostrava
Teknik Üniversitesi, Türkiye’den Batman Üniversitesi ve İtalya’dan Piedmont Ekonomik
ve Sosyal Araştırmalar Enstitüsü ile ortakla-
şa düzenlenmektedir. Kongre, İngiltere’den
International Journal of Politics and Economics (IJOPEC) ve ABD’den Research in Political Economy tarafından desteklenmektedir.
YEKAF 2015 Türkiye gibi gelişmekte olan ekonomilerin yerel kalkınmasına katkı sağlamak
amacıyla ilgili kurum ve kuruluşlarda, sürdürülebilir yerel kalkınma bilincinin oluşturulmasını,
yerel kalkınma modellerinin geliştirilmesini,
finansman yöntemlerinin tartışılmasını ve sürdürülebilir yerel kalkınma politikalarının kongre
kapsamında geniş bir alanda ele alınmasını
hedeflemektedir. Yerel kalkınma ile ilgili çalışan akademik kurumlar, kamu kuruluşları, sivil
toplum örgütleri, belediyeler ve diğer ilgili
birimlerin daha etkin, verimli ve sürdürülebilir
bir yerel kalkınma modeli oluşturulmasına
katkı sağlamak amacıyla, önemli uluslararası
örnek ve deneyimlerin yerel dinamiklerle ve bu
alanda çalışanlarla paylaşımı amaçlanmaktadır. Kongre bu amaçlara ulaşmak için üniversite ve araştırma kuruluşlarından bilim insanları
ile belediyeler, il özel idareleri, kaymakamlıklar,
kalkınma ajansları ve sivil toplum örgütleri
gibi uygulamacıları bir araya getirmeyi, çözüm
önerilerinin tartışıldığı bir ortak bilgi platformu
oluşturmayı ve sonuçları kamuoyu ile paylaşmayı planlamaktadır. Kongre tam metin bildirileri IJOPEC tarafından uluslararası editörlü
bir kitap olarak yayınlanacaktır.
Kongre Konuları:
• Sürdürülebilir Kırsal Kalkınma
• Sürdürülebilir Kentsel Kalkınma
• Yenilenebilir Enerji Kaynakları
• Mali İşler ve Kaynak Oluşturma
• Ar-Ge Girişimcilik ve İnsan Kaynakları
• Kırsal Kalkınmada Kadının Rolü
• Yerel Yönetimlerde Hukuksal Altyapı
• Yaşlılar, Yaşlı Psikolojisi, Sosyal Yaşam ve
Yerel Yönetimler
• Türkiye’de ve Dünya’da Yaşlılık Politikaları
• Kırsal Kalkınmada Mentörlük
• Kırsal Turizm ve Alternatif Kırsal Turizm
Hizmetleri
• Yerel Kalkınma ve Göç
• Engellilerin Eğitim ve Kültür Hakkı
• Beşeri Kalkınma ve Yerellik
• Yerel Kalkınma ve Uluslararası Yabancı
Yatırımlar
• Yerel Kalkınma ve Emek Politikaları
• Yerel Kalkınma Politikalarında Çocukların Yeri
• Küreselleşme ve Yerel Kalkınma
• İklim Değişikliği ve Yerel Kalkınma
• Kalkınma Politikalarında Dönüşüm
• Kalkınmanın Retoriği
• Neoliberalizm ve Yerel Kalkınma
• Sivil Toplum Örgütleri ve Yerel Kalkınma
• Sanayi Politikaları ve Yerel Kalkınma
• Yerel Kalkınmada Finansman Modelleri
• Mikro Krediler ve Kalkınma
• Yeşil Ekonomi
• Ekomüzecilik
• Eğitim ve Kalkınma
• İş Güvenliği, İşçi Sağlığı ve Kalkınma
• Sendikal Örgütlenme ve Ekonomik Kalkın-
ma İlişkisi
• Bilişim Sektörü ve Kalkınma
• Afet Yönetimi ve Yerel Kalkınma
• e-Devlet
Yerel kalkınma nedir ve sivil
toplum kuruluşları neden yerel
kalkınmaya eğilir?
Yerel kalkınmaya dünya bankasının kullandığı
tanımla açıklık getirebiliriz. Bu tanım; mevcut
kaynakların etkin ve verimli olarak kullanılmasıdır. Yereldeki kaynakların sürdürülebilir
kullanılması noktasında halkın da katılımcı
olmasını sağlarken aynı zamanda çevreye
zarar vermeden kaynakların etkin kullanılmasıdır. Biz de Yerel Kalkınma Derneği olarak bu
tanım üzerinde çalışmalarımızı yürütüyoruz.
Ne gibi çalışmalar
örnek verebilirsiniz?
Dernek olarak MMG ve Kocaeli Üniversitesi
ile uluslararası bir kongre düzenliyoruz. Ayrıca
girişimcilik eğitimleri veriyoruz. Bu eğitimler
içinde geleneksel olarak bilinen bir restoran
gibi girişimlerden ziyade inovasyon odaklı fikirleri önemsiyoruz. Katma değeri yüksek olarak fikirleri girişimcilere sunuyoruz ve
finansman konusunda yardımcı oluyoruz.
Derneğin finansal kaynakları nedir?
Derneğimizin finansal kaynağı üyelerimizin
katılım payları ile Avrupa Birliği formları, aynı
zamanda kalkınma ajansları.
Tüm dünyada ademi merkeziyetçilikten
uzaklaşma var ve bu durum siyasette
tartışmaya neden oluyor. Yerel kalkınma; yerel siyaset ve yerel demokrasiyi
içinde barındıran bir kavram diyebilir
miyiz?
Şöyle düşünülmelidir ‘küresel düşün yerel
hareket et.’ Bir bölgeyi kalkındırmak isterken
kalkındırmaya katılımcı olacak olan kısmı ön
plana çıkarmak istiyoruz. Yereldeki toplum
kendi hikâyesini yazabilmeli, onların da fikri
alınıp kullanılabilmeli, onların da bu kalkınma
modellerine gayretleri olmalıdır. Halkın kalkınma modelleri içerisinde yer almalarını istiyoruz.
Bu katılım sonucunda, halkın projeyi
sahiplenmesi oluşuyor mu?
Sahiplenme hissi olmadığında projelerden
başarı doğmuyor o yüzden sahiplenme çok
önemlidir. Proje ile ilgili çalışmaları yürütürken
bazı yerlere zarar verilebiliyor. Herhangi bir
çalışma sürdürülürken topraklara ya da kirli
su atıkları zarar verebiliyor o yüzden anlatmak istediğimiz bir kalkınmadan bahsederken
istediğimiz sonuç çevreye zarar verilmeden
projenin sürdürülmesidir.
Yerel Kalkınma Derneği Başkanı olarak
sizce yerel kalkınma önünde gördüğünüz en büyük engel nedir?
Bundan 7-8 yıl önce yurtdışına bir araştırma
için gitmiştim, iki il arasında giderken yolda
otomobillerin iki taraflı park ettiğini gördüm
ve sordum; ‘Trafik cezası kesilmiyor mu?’ diye.’
‘Bu yol çok daralıyor ve kaza ihtimali var’ diye
de belirttim. Cevap ise; ‘Burada herhangi bir
trafik amiri buna ceza kesemez’ Peki nasıl
olur? Halkın bu tercihine karışılamayacağını
aktardılar. Sonuç olarak Türkiye’deki en büyük
eksiklik halkın katılım oranının az olmasıdır.
Merkezi idareler ellerindeki gücü kimseye vermek istemez. Bu durum değişmeyen bir kural
gibidir. Halk gördüğü aksaklığı dile getirip
gündeme taşır ve bunu sivil toplum örgütleriyle beraber yaparsa üst mevkilerden hakkını
alabilir. İkinci bir engel ise sistemin çarpık
ilerlemesidir. Yerelde toplanan vergiler yerelde
kullanılamıyor. Bir bölgede kullanılan kaynaklar
merkezde toplanıyor merkez ise ilgili yerlere dağıtıyor. Bu noktada yerel yönetimlerin
bütçelerinin artırılması gerektiğini düşünüyoruz. Örneğin, Almanya’da toplanan vergilerin
yüzde 65’i yerelde kullanılmaktadır. Bağdat ve
Irak’ta savaş öncesi toplanan vergilerin yüzde
17’si yerelde kullanılmaktaydı. Türkiye deki
kaynak kullanım oranımız ise yüzde 10’dur.
Bu oran yüzde 10 olunca yerel kalkınma için
hizmeti ilerleyemiyor.
Yerel yönetimlerin halkta yerleşmiş
bir algısı var. Bu bahsettiğiniz sistem
değiştiğinde bu algı değişir mi?
Ekonomik anlamda yerel yönetim ile ilgili çok
fazla başlık oluyor. Belediye bütçeleri, kurum
kuruluş bütçeleri dağıtıldığı için kullanılamıyor.
Belediyelerin önceliklerini çok iyi belirlemesi
gerekiyor. Avrupa’dakilerin mantığı; kirleten
öder. Eğer çevre sizin tarafınızdan kirletiliyorsa
sizin tarafınızdan ödenmelidir diyorlar. Örneğin; Avrupa Birliği Komisyonu ‘Türkiye’deki su
fiyatları çok düşük, nasıl çevre ve kalkınma
politikası sağlayacaksınız?’ diye soruyor.
Mayıs - Haziran 2015 65
SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
Yeryüzü Mühendisleri Derneği’nin
Gayesi, Çıkış Gerekçeleri ve Hikayesi
Yrd. Doç. Dr. Ömer Faruk KÜLTÜR Yeryüzü Mühendisleri Derneği Başkanı
Sivil toplum kuruluşu (STK) resmi kurumlar dışında ve bunlardan bağımsız olarak
çalışan, politik, sosyal, kültürel, hukuki ve çevresel amaçları doğrultusunda lobi
çalışmaları, ikna ve eylemlerle çalışan, üyelerini ve çalışanlarını gönüllülük
usulüyle alan, kâr amacı gütmeyen ve gelirlerini bağışlar ve/veya üyelik ödemeleri
ile sağlayan kuruluşlardır. Sivil toplum örgütleri oda, sendika, vakıf ve dernek adı
altında faaliyet gösterir.
KURULUŞU
Yeryüzü Mühendisleri’nin ilk nüvesi,
Mimar ve Mühendisler Grubu (MMG)
İnşaat Komisyonu’nun bir faaliyeti olarak 2007 yılında ortaya çıktı. Dönemin
Komisyon Başkanı Dr. Ömer Faruk
Kültür, insani yardım çalışması yapan
İHH, Yeryüzü Doktorları, Deniz Feneri,
Yardımeli gibi kuruluşlara çağrı yaparak mühendislik ve mimarlık alanına
giren her türlü konuda gönüllü olarak
onlara hizmet verebileceklerini bildirdi.
İlk olarak İHH’nın sel felaketi sonrası
Pakistan’da yapmak istediği eğitim
yerleşkesinin projelerinin MMG üyesi
Mimar Yavuz Sarı tarafından tamamlanmasıyla başladı. Bu çalışma akabin66 Mimar ve Mühendis
de yine Yavuz Sarı’nın Deniz Feneri'ne
fakir bölgeler için Okul Projeleri ile
devam etti. Benzeri çalışmaların devamı ile artık kurumsal bir yapıda daha
etkin daha fonksiyonel hareket edilebilecek bir yapıya ihtiyaç duyularak
dernek olma fikri gelişti. Dernek, insani
yardım kuruluşlarının temsilcilerinin
de kurucusu olduğu kurucular kurulu
İnşaat Yüksek Mühendisi Murat Özdemir başkanlığında Aralık 2012 yılında
resmileşmiş oldu.
ÇIKIŞ GEREKÇELERİ
Son yüzyıl yeryüzü için hakkı üstün
tutanların, gücü üstün tutanlara
yenilmesi ile birlikte kan ve gözyaşı
ile dolduğu bir gerçek oldu. Bu gerçeği gören mimar ve mühendislerin
vicdani sesi bu yaraları kendi mesleki
yeteneği ile sarmada kayıtsız kalmak
istemedi. İnsani yardıma muhtaç
olma sebepleri arasındaki en büyük
etken emperyalist güçlerin çıkarmış
oldukları savaşlar başı çekmektedir.
Bunun ardından ise doğal afetler
gelmektedir. Temel insani yardım
çalışmalarını doğuran sebepleri
sıralarsak; savaşlar sebebi ile göçler,
sel, deprem, yangın, kıtlık vb. olaylar
gelmekte ve bu kötü durumlar neticesinde susuzluk, gıdasızlık, evsizlik,
gibi en temel insani ihtiyaçlar karşılanamaz olmaktadır.
Son yüzyıl yeryüzü için hakkı üstün tutanların, gücü üstün tutanlara yenilmesi
ile birlikte kan ve gözyaşı ile dolduğu bir gerçek oldu. Bu gerçeği gören mimar ve
mühendislerin vicdani sesi bu yaraları kendi mesleki yeteneği ile sarmada kayıtsız
kalmak istemedi. İnsani yardıma muhtaç olma sebepleri arasındaki en büyük etken
emperyalist güçlerin çıkarDIĞI savaşlar başı çekmektedir.
AÇLIK VE SUSUZLUK
Yeryüzünün en ciddi sorunların biri
kuşkusuz açlık ve bunun sebeplerinden
olan kendisi dahi başlı başına sorun
olan susuzluktur. Yoksulluk, sefalet
ve ölümle birlikte açlık’Mahşerin Dört
Atlısı’ndan biri sıfatıyla anılmıştır.
Bunun gayet anlaşılabilir nedenleri
vardır: İnsan, hayata tutunabilmek
ve varlığını devam ettirebilmek için
karnını doyurmak zorundadır. Dahası,
sadece ölmeyecek kadar karın doyurmak yetmemektedir. İnsanın hayatını
anlamlı kılacak ekonomik, siyasi,
kültürel ve sanatsal faaliyetlere katılabilmesi, üretebilmesi ve değer ortaya
koyabilmesi sağlıklı olmasına, sağlıklı
olması da iyi beslenebilmesine bağlıdır.
Diğer yandan açlık ve susuzluktan ölen
insanların sayılarının savaşlarda ölen
insan sayıları ile kıyaslanamayacak
kadar çok olduğunu da düşündüğümüzde işin vahameti çok net ortaya çıkar.
Bazı rakamlarla bunları ifade edecek
olursak; dünyada 1 milyar dolayında
insan temiz içme suyundan yoksun
yaşıyor. 100 milyondan fazla kişi evsiz
yaşamaktadır. Birleşmiş Milletler (BM)
raporunda yayınlanan rakamlara göre,
dünyada yaşayan her 8 kişiden en az
biri, başka bir deyişle 7 milyar 125 bin
olan dünya nüfusunun 800 milyondan fazlası aç. Bu durumdan en fazla
etkilenen kesim ise çocuk ve kadınlar
olmaktadır. Bu ise her türlü istismara
yol açarak telafisi mümkün olmayan
yaralar açmaktadır. Dünyadaki bulaşıcı
hastalıkların ve enfeksiyonun en büyük
sebebi temiz olmayan suların kullanımı
olmaktadır. İnsani yardım çalışmalarında mühendislik ve mimarlık disiplinleri
olmadığı takdirde kıt olan kaynakların
yerinde kullanılmamasından dolayı
israf olabilmekte bu da istenmeyen bir
durum oluşturmaktadır. Mühendislik
hizmetlerine ayrılmayan 1 birimlik kaynağın telafisi için 20 birimlik kaynak
harcanması gerekebilmektedir.
EVSİZLİK DUL VE YETİMLER
Savaş, kıtlık ve göçlerin kaçınılmaz
sonuçlarından biri de kuşkusuz yetimler, kimsesiz kalan çocuklar ve yaşlılardır. Buna mesleği olmayan yardıma
muhtaç kadınları (dulları) da kattığımızda aslında geri kalan herkes bu
sınıfa giriyor. Düşkünler deyince akla
gelen ilk örneklerden ve bölgedeki zulmün vardığı boyutları, sınır tanımazlığı
en güzel halde özetleyen Rachel Corrie olayıdır. Filistin’de hasta kadın ve
çocuklara yardım eden doktorun evinin
yıkılmasını önlemeye çalıştığı için öldürülen 23 yaşındaki, Amerikalı üniversite öğrencisi Rachel Corrie. 16 Mart
2003’te Washington’un Olympia kasabasından kalkarak, Filistin’de yaşanan
zulme karşı direniş göstermek amacıyla
Refah’a gelen genç kızın karşısında
bir İsrail buldozeri altında son bulan
bir hayat. “Evsizlik” olgusu evsizlerin
toplumdan dışlanması, sokakta, şiddet,
kaçırılma, istismar, yaralanma, öldürülme, fuhuş, suça zorlanma veya yönelme, alkol ve madde bağımlılığı, bulaşıcı
ve ölümcül hastalıklara yakalanma gibi
sorunlarla karşılaşabilmelerine sebep
olur. Evsizler, doğrudan suça yönelmenin dışında ihmal ve istismara uğrama;
bali, tiner, sigara gibi bağımlılığa yol
açan maddeleri kullanma; dayak, yaralama, ölüm gibi şiddete maruz kalma
veya maruz bırakma; adam öldürme,
fuhuşa yöneltme; psikolojik sorunlarla
Mayıs - Haziran 2015 67
SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
dis ve teknik insanlarla birlikte yardım
kuruluşları ve diğer organizasyonlarla
işbirliği ile sorumluluklarının bilincinde
olarak insanlığa hizmet vazifesini yerine
getirmektir.
yüz yüze gelme; sağlık problemleri;
cinsel taciz ve tecavüze maruz kalma
veya maruz bırakma gibi olumsuzlukları yaşayabilmekte ya da yaşatabilmektedir. Evsizler, ayrıca uykusuzluk,
güvenlik, hijyenik imkanlardan yararlanamama, banyo yapma, elbiselerini
temizleme ve kurutma imkanlarından
yoksunluk, yiyecek temin etme sıkıntısı, toplu taşıma araçlarından yararlanamama gibi durumları da yaşar.
DOĞAL AFETLER
Deprem, heyelan, kaya düşmesi, çamur
seli, sel, aşırı kar, çığ, don, fırtına, tipi,
yıldırım düşmesi, dolu, sis, kuraklık,
orman yangını, kasırga, iklim değişiklikleridir. Doğal afetler sonrasında insani yardımın en çok gerektiği zamanlar
olmaktadır. Ancak depremin meydana
gelmesi, önlenemez. Fakat bu olayların
olumsuz etkilerinin olabildiğince azaltılması mühendislik disiplini ile sağlanabilir. Bu amaçla alınacak önlemler;
• Haberleşme, ulaşım ve trafik
güvenliğinin sağlanması,
• Can kaybının en aza indirilmesi
(kurtarma),
• Emniyet ve asayişi sağlama,
• Ölü ve yaralıların yıkıntı altından
68 Mimar ve Mühendis
tekniğine uygun çıkarılması,
• Tıbbî ilk yardım, hasta ve yaralıların hastaneye nakli,
• Ölenlerin gömülme işlemlerinin
yürütülmesi,
• Yangınların söndürülmesi,
• Acil ve geçici barınmanın sağlanması,
• Hastalıkları önleyecek sağlık
koşullarının sağlanması,
• Evsiz, barksız kalan insanların
yiyecek, giyecek, ısınma ve barınma
ihtiyacının karşılanması,
• Elektrik, su ve kanalizasyon
düzenlerinin işler duruma getirilmesi, karantina önlemlerinin
alınması,
• Yıkıntı kaldırma ve temizlemenin
yapılması ve
• Zararların saptanmasını kapsayan
önlemler hepsi mühendislik alanına
girmektedir.
GAYESİ
Yeryüzü Mühendisleri varoluş gerekçelerinin ilki olan insani değerleri yüceltme
ve insanı merkez alan bakış açısı gereği
dünyanın her yerinde; aldığı eğitimi, bilgiyi ve uzmanlığı insanlık yararına kullanma değerlerine sahip mimar, mühen-
HEDEFLERİ
Yeryüzü Mühendisleri uzman gönüllüleri bir araya getirerek ulusal ve
uluslararası yardım kuruluşu ve
organizasyonları ile birlikte atılacak
doğru adımlarla yeryüzündeki yardıma muhtaç insanlara etkili ve kalıcı
çözümler üretmek için, yeryüzünün
neresinde mahrum ve muhtaç bir
insan varsa, orada olmak üzere hazır
bulunmaktır. Yeryüzü Mühendisleri,
sivil toplum faaliyetlerinin etkinleştirilmesi ve geliştirilmesini sağlamak
ve bu konuda çalışmalar yapan kişi ve
kuruluşlara mühendislik, mimarlık,
şehir ve bölge planlama hizmetleri
ile destek vermek amacı ile faydalı
olmak istemektedir. İnsani yardımda
mimarlık ve mühendislik hizmetlerinin
kurumsallaşması, biriktirilen mesleki
hafızanın insanlık yararına kullanılması önemlidir. İnsanlığın mesleki noktada geldiği en son imkanların da bu
alanda kullanılması, yardımların daha
etkin ve verimli olmasını sağlayacaktır.
Mühendislik disiplini, yapısı gereği en
uygun çözümü bulup en uygun şekilde
gerçekleştirme disiplinidir. İnsani yardım konusunda da hayır için ayrılan
kaynakların israf edilmeden yerine
ulaşması ve bunun sürekliliğinin sağlanması önemli olmaktadır. Planlama,
maliyet kontrolü, verimlilik, güvenlik
sağlamlık, fıtrata uygunluk prensiplerine göre çözümler üretmek mimar ve
mühendislerin görevidir.
ZAMANIN TANIĞI MMG
Kadem Ekşi MMG Denetleme Kurulu Üyesi
MMG bu ülkede umudun, barışın ve kalkınmanın adıdır. MMG yapı ustalarının işlediği
granittir, mihenk taşıdır. Özü sözü bir olanların gönüllü buluşma noktasıdır.
E
ğilip bükülmeden, payanda olmadan, güçlü temeliyle yürüyen, gücünü kamudan değil kendi dinamiklerinden alan Mimar ve Mühendisler
Grubu (MMG), özgün ve özgür duruşun adıdır. MMG aslında, Anadolu
insanındaki bu toprağın değerlerini,
bu toprağın insanlarına yeniden
hatırlatmak ve evrensel ilkelerle
ülkenin geleceğine katkı koyma
iddiasıdır. Ülkenin şartları farklılaşsa da zamanın tanığı ve şahidi olan
MMG’ye, ruhunu veren temel inanç
ve değerler değişmez. Yüz akı bir
buluşma noktası olan MMG’de fedakarlık, ekip çalışması ve hedefine
odaklanmış mücadele vardır. Her
yönetim kurulu girişimci ruhuyla,
erdemle yoluna devam eder. MMG
çeşmesine musluk takılmaz. O hikmet, imar ve ihsanla akarsu gibi
çağlar ve bu nehir dur tabelasıyla da
durmaz.
Bereketli Anadolu toprağında genetiği bozulmamış MMG, 20 yıldır bu
kutlu yürüyüşüne devam ediyor.
Küçük adımlarla başlayan bu yürüyüş ürettiği değerlerle adından
söz ettirmeyi başarmıştır. 20 yıldır
devam eden kahvaltılı toplantı, sempozyum, fuar, panel, teknik geziler,
biz bize toplantılar grubumuzun
dışa yansıyan yüzüdür. Her etkinlik alanı, bir eylem plan üzerinde
çözüm odaklı çıktısı olan kamuoyu
ve basınla paylaşılmış kardeşliğimizi pekiştiren gönüllerin buluştuğu
mekanlardır.
Murat Özdemir başkanın güzel bir
lafı var: "STK’lar sıçrama taşı değil
sadaka taşı olmalı insanlar için."
Benim MMG’ye katılmam Osman
biz bize toplantı
TEKNİK GEZİ
ZİYARETLER
20 yıldır devam eden kahvaltılı toplantıLAR, sempozyum,
fuar, panel, teknik geziler, biz bize toplantılar
grubumuzun dışa yansıyan yüzüdür. Her etkinlik
alanı, bir eylem planI üzerinde çözüm odaklı çıktısı
olan kamuoyu ve basınla paylaşılmış, kardeşliğimizi
pekiştiren, gönüllerin buluştuğu mekanlardır.
Arı’nın Genel Sekreterliği’nde oldu.
Yakup Güler aracılığıyla 1997
yılında MMG’nin 159 nolu üyesi
oldum. Zamanla ortak arkadaşlarla
dostluğumuzu pekiştirerek gruptaki
komisyonlar ve yönetim kurullarında görev aldım. MMG hepimiz
için bir okul aslında, iş dünyasında
koşarken yoruluyoruz. Bir nefeslenme, tazelenme, arınma aslında
bizler için. İnanıyorum ki tüm paydaşlarda da olumlu izler bırakmaktadır. Kazanırken, koşarken durmalı
insan, nereye koştuğunu farkederek,
dönüp özünü de aramalı. Tohum
her dem toprakla buluşur, taze filiz
verir. Çığlık, hak ve adalet içinse
yankısını bulur, filizlenir.
İyi ki milletin ortak aklı, vicdanı ve
çığlığı olan bir MMG var.
Mayıs - Haziran 2015 69
SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
Sivil Toplum Geliştirme Merkezi Derneği
(STGM) Genel Koordinatörü
Tezcan Eralp Abay
ÇABAMIZ GÜÇLÜ VE
DEMOKRATİK BİR SİVİL
TOPLUM
STGM’nin vizyonu ‘Güçlü ve Demokratik bir Sivil
Toplum’dur. Güçlü ve demokratik bir sivil topluma
ulaşılmasını hedefleyen STGM sivil toplum
içinde katılımcılığın ve demokrasinin gelişimi,
örgütlülüğün ve özerkliğin güçlendirilmesi,
sivil toplumun karar alma süreçlerinde söz
sahibi olması için kendi öncelik alanları içinde
savunuculuk, kampanya, araştırma, eğitim ve
lobi çalışmaları yürütmektir. STGM Türkiye’de
örgütlülüğün ve sivil toplumun gelişimi,
demokratik katılımın yani karar alma süreçlerinde
sivil toplum örgütlerinin (STÖ) dahiliyetinin
artması için çaba gösteriyor. sivil toplum
örgütlerinin güçlendirilmesi için çalışmalar
yürütüyor, destekler veriyor.
STGM’nin amaçlarından bahseder misiniz?
SRGM’nin amaçlarını şöyle sıralayabiliriz:
1. Sivil örgütlerin bilgi, ekonomik güç ve cesaret
eksikliklerini giderecek çalışmalarla verimliliklerinin
artırılmasına yardımcı olmak,
2. Sivil toplumun haritasını ve veritabanını oluşturmak, iletişim ağı kurmak; ulusal STÖ platformları
oluşturma çabalarını desteklemek, STÖ’ler arasında
her türlü bilgi ve deneyim paylaşımını teşvik edecek
olanakları sağlamak,
3. Kitle iletişim araçlarını kullanarak sivil örgütlerin
çalışmalarını duyurmak ve lobi faaliyetleri yürütmek;
böylece sosyal girişimciliği özendirerek ve toplumsal
farkındalığı artırarak, sivil inisiyatifi güçlendirmek,
4. STÖ’lerin karar alma süreçlerine katılımını teşvik
etmeye, halkla olan diyaloglarını geliştirmeye, kurumsal gelişmelerini ve sürdürülebilirliklerini sağlamaya;
ayrıca uluslararası işbirlikleri kurarak deneyim kazanmaları ve bu deneyimi aktarmalarına, birbirleriyle ağ
oluşturma ve ağları sürdürebilmelerine ve kurumsal
altyapılarını güçlendirmelerine yönelik olarak; örgütsel, yönetsel, finansal, hukuksal altyapıları ile iletişim
ve insan kaynakları kapasitelerini geliştirmek,
5. Benzer amaçlı uluslararası kurumlarla işbirliği yapmak, kendi işlevini geliştirmeye hizmet edecek ağlara
üye olmak,
6. STÖ’lere verilecek desteğin verimli, adil ve ilkelere
uygun kullanımı için yöntemler geliştirmektir.
Sivil toplum örgütlerinin siyasi karar alma
süreçlerinde söz sahibi olması, dolayısıyla
demokrasinin gelişimi için ne tür çalışmalar/
faaliyetler/projeler yürütüyoruz? STK’lara nasıl
destek veriyoruz?
STGM, hedef grubu olarak seçmiş olduğu toplumsal cinsiyet, çocuk, insan hakları, gençlik, çevre, engelli hakları ve
70 Mimar ve Mühendis
kültürel haklar / kültür-sanat alanlarında faaliyet gösteren sivil toplum örgütlerine çalışmalarında destek verir. STGM, sivil toplumun
ihtiyaçlarına göre desteklerini çeşitlendiriyor
ve faaliyetlerini kurguluyor, ancak sivil örgütlerin kendi yapabilme kapasitelerinin artırılması, sivil toplumun sesinin yaygınlaşması,
karar alma süreçlerine katılımının artması ve
demokrasinin güçlenmesi alanlarında esas
faaliyetlerimizi yürütüyoruz. STGM, yoğun
kapasite geliştirme destekleri de sunar. Genel
eğitimler ile savunuculuk, ayrımcılık karşıtı
politikalar geliştirme, sosyal medya, kampanyacılık gibi başlıklarda tüm alanlardan
aktivistleri ve STÖ’leri güçlendirir. Kurumsal
koçluk ve yerinde kurumsal destekler ile
örgütlere veya ağlara özelleştirilmiş kapasite
geliştirme destekleri ile özel programlar da
yürütür. Kapasite geliştirme desteklerimizin
yanı sıra sivil ağların güçlendirilmesi; farklı
alanlarda çalışan STÖ’ler arasındaki diyalogun artırılmasına yönelik, ayrıca sivil örgütlerin lobi ve kampanya faaliyetlerine verdiğimiz
destekler sayılabilir. STGM’nin stgm.org.tr
web sitesi de aktivistler için temel başvuru
kaynağı olmasının yanında araştırmacılar için
bir kılavuz işlevini görür. Aynı zamanda STGM
web sitesi sivil toplum gündeminin takip edilebildiği en önemli sivil toplum portallarından
birisidir. Web sitesini her ay 10 binlerce kişi
ziyaret etmektedir. STGM çıkardığı onlarca
yayınla da hem alanın bilgisini toplamakta,
hem de farklı seviyelerdeki sivil toplum örgütleri için rehberler hazırlamaktadır. http://
stgm.org.tr/tr/icerik/goster/kitaplar-2 adresinden çıkardığımız kitaplara ulaşabilirsiniz.
Ne tür faaliyetler düzenliyoruz?
Hedef grubumuzdaki STÖ’lerle beraber onların kapasitelerinin güçlendirilmesinin yanında
görünürlüklerini artırmaya dönük de çalışmalar yapıyoruz. Sivil toplumun sözünü, gündemini taşıyoruz. Açık Radyo’da 2 sene boyunca Bizsiz Olmaz isimli bir radyo programı
yürüttük. Yakın zamanda sonlandı bu program. Sivil toplum örgütlerinden temsilcilerin
katılımıyla geniş bir çerçevede gündemdeki
konuları dinleyicilerle buluşturduk. STÖ’lerin
kendi alanlarında yürüttüğü kampanyaları
da bu perspektifle destekledik, desteklemeye
devam ediyoruz. En önemli nokta şu ki biz
örgütlere doğrudan maddi destekte bulunmuyor, onların kampanyasını güçlendirecek bir
STÖ temsilcileriyle
düzenli olarak bir araya
gelerek sivil toplum
gündemini konuştuğumuz,
kendimize yol haritası
çıkardığımız Danışma
Kurulu toplantıları
da yapıyoruz. 12’nci
Danışma Kurulu’nu Aralık
2014’te 100’e yakın STÖ
temsilcisinin katılımıyla
gerçekleştirdik. Bunu daha
küçük ölçekte yerellerde
de gerçekleştiriyoruz.
Yeni Anayasa sürecinde,
örgütlenme özgürlüğünün
alanının genişletilmesi
ve anayasal güvenceye
kavuşturulması
noktasında da çalışmalar
yürüttük. Bu konuda
hazırladığımız ayrıntılı
bir öneriyi sivil toplumun
da görüşüne açtıktan
sonra nihayetlendirerek
Anayasa Uzlaşma
Komisyonu’na sunduk.
Anayasa sürecinde daha
çok STÖ’nün katılması,
beklentilerini yazması için
de “Bizsiz Anayasa Olmaz”
kampanyası düzenledik.
Türkiye’nin her bölgesinde
gerçekleştirdiğimiz
toplantıların ardından
bir platform oluşturarak
bir yandan süreci izlerken
diğer yandan da sivil
toplumun sürece daha
etkin katılması için uğraş
verdik.
destek sunuyoruz. Hem kampanya kurgusu
üzerinden detaylıca çalışıyor hem de üretmek
istedikleri materyalleri profesyonel grafik
tasarımcılarla beraber hazırlıyoruz. Hem biz
hem onların beraberce öğrendiği bu süreç
kampanyalarının görünürlüğünü, kurumsal
kimliklerini de güçlendiriyor. Yine STÖ’lerin
görünürlüklerini artırmak için her 2 yılda bir
Sivil Sesler Festivali adıyla Türkiye’nin tek
sivil toplum festivalini yapıyoruz. Türkiye’nin
birçok farklı kentinden gelen aktivistler panel,
konferans gibi etkinliklerin yanı sıra kendi
önerdikleri atölyeleri, festival ziyaretçilerinin
de katılacağı oyunları, gösterileri planlıyor.
Son festival Soma’daki faciadan iki gün
sonra olduğu için ona bir buluşma dedik ve
bu etkinliklerin dozunu, görünürlüğünü biraz
azalttık. STÖ temsilcileriyle düzenli olarak
bir araya gelerek sivil toplum gündemini
konuştuğumuz, kendimize yol haritası çıkardığımız Danışma Kurulu toplantıları da yapıyoruz. 12’nci Danışma Kurulu’nu Aralık 2014’te
100’e yakın STÖ temsilcisinin katılımıyla
gerçekleştirdik. Bunu daha küçük ölçekte
yerellerde de gerçekleştiriyoruz. Yeni Anayasa sürecinde, örgütlenme özgürlüğünün
alanının genişletilmesi ve anayasal güvenceye kavuşturulması noktasında da çalışmalar
yürüttük. Bu konuda hazırladığımız ayrıntılı bir
öneriyi sivil toplumun da görüşüne açtıktan
sonra nihayetlendirerek Anayasa Uzlaşma
Komisyonu’na sunduk. Anayasa sürecinde
daha çok STÖ’nün katılması, beklentilerini
yazması için de “Bizsiz Anayasa Olmaz”
kampanyası düzenledik. Türkiye’nin her bölgesinde gerçekleştirdiğimiz toplantıların
ardından bir platform oluşturarak bir yandan
süreci izlerken diğer yandan da sivil toplumun sürece daha etkin katılması için uğraş
verdik. Biliyorsunuz anayasa komisyonunun
çalışmaları şimdilik durdu, ancak seçimlerin ardından yeni dönemde bu konunun en
öncelikli gündem maddelerinden birisi olacağını öngörerek bu konuda da süreci takip
etmeye hazırlanıyoruz. STÖ’lerin kendi yapabilme kapasitelerinin gelişmesinin, bilgi ve
iletişim teknolojilerini etkili ve verimli şekilde
kullanmalarından, bunun için de teknolojiye
ve bilgiye erişim olanaklarının artmasından
geçtiğine inanıyoruz. Bu bağlamda en önemli çalışmalarımızdan biri de sivil toplumun
dijital kapasitesinin güçlendirilmesi. Farklı
seviyelerde kurguladığımız programla sivil
Mayıs - Haziran 2015 71
SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
toplumun dijital savunuculuk, yayıncılık ve
örgütlenme konularında güçlenmesini, sözünü ve taleplerini yaygınlaştırmasını, bunlarla beraber alana ilişkin ürettiği bilgiyi de
toplumsallaştırmasını amaçlıyoruz. Bunun ilk
adımı olarak TechSoup Global ile birlikte
TechSoup Türkiye Yazılım Bağışı Programı’nı
hayata geçirdik. 50’nin üzerinde ülkeyi kapsayan TechSoup Global ağının bir partneri
olarak STGM Türkiye’de, bilişim teknolojileri
alanında çalışan şirketlerin kar amacı gütmeyen kuruluşlara yönelik teknoloji bağışı programlarını yürütüyor. Microsoft, Yazılım Bağışı
Programı’nın ana bağışçısı, diğer bağışçımızsa Bitdefender. Zamanla bağışçılarımızın
sayısı ve çeşitliliği artacak. Bağış programı
kapsamında sivil toplum örgütleri işletim sistemi yazılımları, sunucu yazılımları, güvenlik
72 Mimar ve Mühendis
Farklı seviyelerde
kurguladığımız
programla sivil toplumun
dijital savunuculuk,
yayıncılık ve örgütlenme
konularında güçlenmesini,
sözünü ve taleplerini
yaygınlaştırmasını,
bunlarla beraber alana
ilişkin ürettiği bilgiyi de
toplumsallaştırmasını
amaçlıyoruz.
yazılımları gibi şimdilik 200’e yakın ürün için
bağış talebinde bulunabilecek. En önemlisi
lisanslı yazılım kullanmanın avantajlarından
yararlanırken korsan yazılım kullanmanın yol
açabileceği cezai sonuçlar ve işletimle ilgili
sorunlardan kaçınabilecek. Dijital dünyanın
sivil toplum için açtığı savunuculuk ve örgütlenme imkanlarını daha etkin kullanabilecekleri dijital güçlendirme programları yürütmek
için kolları sıvadık. Bu alanda yaptığımız
öncü yayın çalışmaları (STÖ’ler İçin Bilişim
Rehberi) ve sosyal medya eğitimlerini geliştirmek ve yaygınlaştırmak için hazırlıklarımızı
sürdürüyoruz. Bunun dışında teknolojide yenilikçi uygulamaları paylaşarak ve yeni araçları
göstererek örgütleri BİT alımları ve altyapıları
konusunda daha donanımlı hale getirecek
destekler sunmayı planlıyoruz.
Mayıs - Haziran 2015 73
SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
TGTV STK OKULU EĞİTİM PROGRAMI
Kemal Kaya Türkiye Gönüllü Teşekküller Vakfı Müdürü
Türkiye Gönüllü Teşekküller Vakfı, bünyesinde bulunan 130 vakıf-dernek, 2 platform,
1 uluslararası birlik ile ülkemizin en önemli şemsiye kuruluşudur. Vakfımız, gönüllü
kuruluşlarımızı ve STK’ları ülkemizin birlik ruhu içinde var olup yükselmesi,
insanımızın huzur ve güven içinde başı dik olarak geleceğe bakması için desteklemekte
ve kurumsal kapasitelerinin arttırılması için çalışmalar yapmaktadır.
B
u çalışmalardan bir tanesi olan TGTV
STK Okulu Eğitim Programı, 2005
yılından itibaren STK’larımızın insan
gücünün desteklenmesine yönelik bir
eğitim destek programı olarak yapılmaktadır. Türkiye Gönüllü Teşekküller
Vakfı’nın TGTV STK Okulu, STK çalışanlarını ve STK çalışanı olmayı düşünenleri başarılı birer STK profesyoneli
olabilmeleri için gerekli bilgi, beceri,
anlayış ve deneyim ile donatmayı
amaçlamaktadır. Yılda iki kere yapılan
eğitim programında teori ve uygulama birlikte yapılmaktadır. Konulu
STK ziyaretleri, grup çalışmaları ile
tecrübe aktarımının da gerçekleştiği
eğitim programında katılımcılara “Sivil
Toplum” ve “Gönüllü Toplum” anlayışı birlikte verilmektedir. TGTV STK
Okulu Eğitim Programına katılmak
için bir STK tarafından tavsiye edilme
şartı aranmaktadır. Böylelikle alınan
eğitimin STK’larımızın insan kaynağının gelişmesine katkı sağlaması
hedeflenmektedir. Eğitim programı,
katılımcıların STK ortamında karşılaştıkları güncel ve kullanılabilir konu
başlıklarını içermektedir. Aşağıdaki
programı belli bir katılım yüzdesi ile
bitirenlere program sonunda katılım
belgesi verilmektedir.
GÖNÜLLÜ TEŞEKKÜLLERDE
YÖNETİŞİM KURALLARI
Gönüllü teşekkül yönetimince oluşturulan yönetim ilkeleri çerçevesinde
kurum içi çalışanların ve personel
çalışmalarını prosedüre edecek dokümantasyon oluşturulması ve işletilmesi
74 Mimar ve Mühendis
sağlanacaktır.
• Kurumsal Yönetim İlkeleri
• Prosedür, talimat, görev tanımı
• Performans Yönetimi
• İş Sonuçlandırma ve Raporlama
• Kurumsal Doküman Hazırlama
(Kural İşletimi)
GÖNÜLLÜ TEŞEKKÜLLERDE
İSTİŞARE VE İSTİŞARE
MEKANİZMALARI
Gönüllü teşekküllerin en önemli
özelliği olan istişare ve istişare ile
iş yapma konusunda bilgilendirme
yapılıp, istişare mekanizmalarının en
verimli şekilde nasıl organize edileceği işlenmektedir.
• Kurum Organı (yönetim kurulu,
İcra Kurulu, Yüksek İstişare Kurulu vs.) Toplantıları ve Organizasyonu
• Genel Kurul ve Organizasyonu
• Çalıştaylar ve Organizasyonu
STK’ların iş, işlem ve faaliyetleri kurum içi ve
kurum dışı denetçilerin denetimine hazır olmalıdır.
Denetimlere nasıl hazırlık yapılması ve denetçilerin
STK denetimlerinde karşılaştıkları genel kusurlar
aktarılmaktadır.
STK ÇEŞİTLERİ VE
HUKUKSAL ÇERÇEVELERİ
Sivil toplum faaliyetleri, mevzuat ile
çerçevesi çizilmiş kurumsal yapılar ile
yapılmaktadır. Bu kurumsal organizasyonlarının işlevsel ve hukuki özellikleri
katılımcılara tanıtılmaktadır.
• Vakıf
• Dernek
• Uluslar arası Birlik
• Platform
• Federasyon
• Konfederasyon
STK FAALİYET MUHASEBESİ VE MALİ
TABLOLARI OKUMA
Gönüllü teşekküller, mali kaynaklarını
mevzuatlarının gösterdiği doğrultuda
oluşturmak ve harcamak zorundadır. Faaliyetlerin muhasebeleştirilmesi karar ve
belgelendirme süreçleri ile mali tabloların
değerlendirilmesi ile ilgili olarak katılımcılara uygulamalı eğitim verilmektedir.
• Kasa İşlemleri
• Banka İşlemleri
• Gelir-Gider Belgelendirmesi
• SGK İşlemleri
• Bilanço
• Demirbaş
KURUMSAL HAFIZA OLUŞTURMA VE
ARŞİV YÖNETİMİ
Gönüllü teşekküllerin faaliyetlerinin
kurumsal hafızaya alınması faaliyetlerin
verimliliğinin artırılmasına ve geliştirilmesinde, strateji oluşturulmasında önem arz
etmektedir. Kurumsal hafıza tutma yöntemleri ve teknolojileri tanıtılmaktadır.
• Kurumsal Hafıza Nedir, Nasıl Tutulur?
• Arşivleme
• Dosyalama
STK’LARDA DENETİME HAZIRLIK
STK’ların iş, işlem ve faaliyetleri kurum
içi ve kurum dışı denetçilerin denetimine
hazır olmalıdır. Denetimlere nasıl hazırlık
yapılması ve denetçilerin STK denetimlerinde karşılaştıkları genel kusurlar aktarılmaktadır.
• İç Denetime Hazır Olma
• Dış Denetime Hazır Olma
STK’LARDA KURUMSAL DİL,
TEMSİL VE DELEGASYONDAKİ TEMEL
USULLER
STK yöneticisi ve çalışanına gerek kurum
içi gerekse kurum dışı protokol uygulamaları hakkında bilgilendirme yapılarak,
STK- kamu kurumu ilişkilerinde yaşanabilecek muhtemel protokol krizleri hakkında farkındalık sağlanmaktadır.
• Kurumsal Dil Kullanımı (görüşme ve
yazışmalar )
• Randevu Alma, Randevu Verme
• Protokol Karşılama ve Uğurlama
• Program Protokol Kuralları (Takdim, Oturma Düzeni)
RAPORLAMA TEKNİKLERİ
VE RAPOR YAZIMI EĞİTİMİ
STK’ların en önemli faaliyetleri toplantılardır. Toplantıların verimli bir şekilde takip
edilmesi ve raporlanması hayati önem
taşımaktadır. STK yönetiminin istifade edeceği şekilde toplantıların raporlaştırması
eğitimi verilmektedir.
• Toplantı Sonuç Raporu
• İstişare Sonuç Raporu
MEDYA İLİŞKİLERİ
VE MEDYA YÖNETİMİ
Kurumun, kurum faaliyetlerinin duyuru ve
haber yönetimin nasıl yapılması ve medya
ilişkilerinin yürütülmesi konusu işlenecektir.
• Medya İşleyişi
• Medya Kuruluşları
• Basın İrtibat Teknikleri
• Basın Toplantısı Organizasyonu
• Basın Davet Yazısı
• Haberleştirme
MEDYA TARAMA USULLERİ
• STK’larda Sosyal Medya Yayıncılığı
• Katılımcılara sosyal medya ortamlarının
aktif kullanılması ile ilgili teknikler anlatılacaktır.
VEB SİTESİ, BLOG, YOUTUBE,
FACEBOOK, TWİTTER
STK Yayınları ve Görsel Sanat Yönetimi:
Gönüllü teşekküllerin basılı tanıtım yayınları için görsel malzeme oluşturulması ve
kurum algısını en iyi oluşturacak materyalin seçimi, teknik hazırlık ve tanıtım metinleri hakkında bilgilendirme yapılacaktır.
• Bülten
• Dergi
• Kitap
• Fotoğraf
• Ödüller
• Tanıtım Yazıları
STK’LAR İÇİN OFİS TEKNOLOJİLERİ
Gönüllü teşekküllerimizin işleyişini kolaylaştıracak ofis teknolojileri hakkında tanıtım ve bilgilendirme yapılmaktadır.
• Ofis Yazılımları
• Veri Tabanı Oluşturma
• Bilgi İşlem Yönetimi
• Bilgi Güvenliği
Mayıs - Haziran 2015 75
SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
YENİ BİR MEDENİYET
ARAYIŞINDA
MMG’NİN SERÜVENİ
YAKUP GÜLER
MMG, 1986- 1987’li yıllarda mezun
olmuş Yıldız Üniversiteli bir grup
arkadaşımız ile okul sonrası
ilişkilerimizin hem mesleki hem de
fikri çerçevede sürdürülmesini,
geliştirilmesini sağlamak gayesiyle
yola çıkma serüvenimizdir.
M
imar ve Mühendisler Grubu (MMG) tarihine
kayıt düşmek için bir hatırlatma yapmakta
fayda var. MMG’nin bir fikri kurucuları vardır
bir de resmi kurucuları vardır. Vefa gereği
söylemeliyim ki fikri kurucularının başında
Osman Arı Bey’in öncülüğünde Yıldız Teknik
Üniversitesi (YTÜ) mezunu bir grup arkadaşımız vardır. Üniversite yıllarımızda yaşadığımız samimi ve güzel birliktelik ve yoğun
fikri ortam bizleri, mezuniyet sonrası ticari ve
mesleki faaliyetimizi sürdürürken mühendislik ve mühendislik felsefesi konularında kafa
yorabileceğimiz bir ekip çalışması yapmaya
yöneltmiştir. Bu yaklaşımı tartışırken, mevcut
piyasa şartlarında faaliyet gösterecek olan
mezun arkadaşlarımızın mesleki performanslarının yanında iyi bir entelektüel düzeye
sahip olmaları ve farklı bir mühendislik algısı
oluşturmaları gerekliliğine inanıyorduk.
Farklılığın temelinde bizim dünya ve eşya ile
ilişkimizin Müslümanca bir tavır ve çerçevede anlaşılması, bunun için ilkeli ve ahlaklı
mühendislerin iş alanında farklı bir sorumluluk bilincinde olması zarureti yatıyordu.
Bu düşünceleri ortaya koymamız içinde bir
platform ve/veya bir dernek çatısı gerekiyordu. Ben mezuniyetten kısa süre sonra
İngiltere’ye gittim ve bu süreçte okul arka-
76 Mimar ve Mühendis
daşlarımla sadece mektup diyalogu ile görüşebildim. Ancak İstanbul’da Osman Arı Bey
ve bir grup YTÜ mezunu arkadaşımız hem
ticari olarak mühendislik faaliyetlerine hem
de MMG’nin ilk adımları olan “beyin fırtınaları” şeklindeki toplantılara başlamışlardı. 1989
yılında İngiltere’den döndüm ve YTÜ’de MBA
sınavını kazanıp kayıt yaptırdım. Yüksek
Lisans öğrenciliğim devam ederken Osman
Bey bu çalışmalardan bahsederek bizim
de katkı sunacağımızı söyledi. Zaten epey
mesafe alınmış toplantılara ben de katılmaya
başladım ve çok heyecanlı ve verimli geçen
beyin fırtınaları yaptık. Bu toplantıların bereketi olarak birkaç organizasyonu inceleme
ve onları örnek alma fırsatı oluştu. Akabinde
resmileşme sürecine doğru yelken açtık. Bu
süreçte hiçbir siyasi angajman ve destek alınmamıştır. Zaten o günlerde yakın olduğumuz
siyasi hareket birçok baskı ve yasaktan dolayı
kendi derdiyle meşgul durumdaydı.
Fikri oluşum sürecinde özellikle Prof. Dr.
Ersin Nazif Gürdoğan Bey bize yol haritası
konusunda çok emek harcamıştır, referans
olmuştur. Bu süreçte Bilim Sanat Vakfı
başkanı olan Mustafa Özel Bey ve birkaç
değerli düşünce adamı ile görüşmeler
yaptık. Bu istişari görüşmelere Osman
Arı Bey ile birlikte katıldık ve çok istifade
ettik. Özellikle Bilim Sanat Vakfı ve MUSİAD örneğinden yola çıkarak alanımızı ve
platformumuzu belirlemeye çalıştık. Bu
bizce çok önemliydi çünkü alan çatışması
hem enerjinin dağılmasına hem de gereksiz faaliyet kargaşasına neden olabilirdi.
Bu görüşmeler sonucunda bizim mesleki
bir organizasyon olmamız gerektiği ve
Mühendislik/Mimarlık alanında fikri –
felsefi çalışmalar yapabileceğimiz, kendi
aramızda dayanışma sağlayacağımız ve
kendi kaynaklarımızla faaliyetlerimizi
sürdüreceğimiz bir platform ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Fikri çalışmaların yapıldığı
dönemde resmi olmamakla birlikte derneğimizin adı “MÜHENDİSLER GRUBU “
idi. Okul ve branş konusundaki açılıma
karar verdikten sonra derneğimizin ismi
“MİMAR VE MÜHENDİSLER GRUBU”
olarak değişmiştir. Bu süreçte çok emeği
geçen ve MMG kuruluş felsefesinin
mimarları olan YTÜ’lü ekibi başta Osman
Arı olmak üzere Fatih Dönmez, Halil
İbrahim Leventoğlu, rahmetli Fahrettin
Kültür, Sadık Bayrak, Recep Kırlı, Yılmaz
Yıldız, Mehmet Çelen, Sedat Aydın, Adil
Bayram, Mehmet Saraç, Ahmet Adem
Girgin, Zinnur Büyükgöz ve ismini hatırlayamadığım diğer YTÜ’lü dönem arkadaşlarımızı vefa gereği yeniden anmak ve
tekraren teşekkür etmek istiyorum. Ayrıca kuruluş ve sonrası süreçte Yazar Akif
Emre, Ressam Peyami Gürel, Prof. Durmuş Günay, Bilge Mimar Turgut Cansever
gibi değerlerimizden gerek fikri gerek
tecrübi konularda istişarelerimiz olmuştur. Prof. Dr. Durmuş Günay hocamız ile
yaptığımız Bilim Felsefesi ve Bilim Tarihi
dersleri katılan üyelerimizin çok keyif
aldığı ve bu alanda çok istifade ettiği eğitim çalışmalarımızın unutulmazıdır.
KURULUŞ AŞAMASINDA
YAŞADIKLARIMIZ
Fikri temelin oluşmasından sonraki
ikinci aşamada artık resmi kuruluş olma
gerekliliği tartışmaya açıldı. Bu süreci
Fikri oluşum sürecinde
özellikle Prof. Dr. Ersin
Nazif Gürdoğan Bey bize
yol haritası konusunda
çok emek harcamıştır,
referans olmuştur. Bu
süreçte Bilim Sanat Vakfı
başkanı olan Mustafa
Özel Bey ve birkaç
değerli düşünce adamı
ile görüşmeler yaptık.
Bu istişari görüşmelere
Osman Arı Bey ile
birlikte katıldık ve çok
istifade ettik. Özellikle
Bilim Sanat Vakfı ve
MUSİAD örneğinden
yola çıkarak alanımızı
ve platformumuzu
belirlemeye çalıştık.
birçok arkadaşımız hatırlayacaktır. Resmi
dernek olma tartışmaları ile birlikte, yelpazeyi genişleterek YTÜ sınırlamasından
çıkarak diğer üniversitelere de kapının
açılacağı ve Türkiye genelinde mühendislik ve mimarlık formasyonu olan ve
fikri kuruluş felsefesine uygun olan her
meslektaşın katılabileceği geniş bir mesleki organizasyon olmasına karar verdik.
İlerleyen süreçte derneğin faaliyetlerinin
resmi olarak devam etmesi kararı kesinleşince ilk kadroya diğer üniversitelerden
arkadaşları da ilave ederek resmi kurucuları belirledik ve resmi kuruluş için
yola çıktık. Beşiktaş’ta bir mühendislik
ofisinde yaptığımız toplantılara diğer
üniversitelerden mühendis ve mimarlar
davet ettik. Resmi kuruluş sürecinde
özellikle Dursun Özcan ağabeyin, Rahmetli Fahrettin Kültür ve Rahmetli Hayati
Üstün ağabeylerimizin çok emekleri geçmiştir. Yaptığımız toplantılarda MMG’nin
çevresini genişleteceği isimler önermişlerdir. Bu toplantılarda onların vasıtası ile
tanıdığımız ve ilk genel başkanımız olan
Fuat Şengül Bey’in derneğe çok değerli
katkıları olmuştur. Fuat Bey ile başlayan
ve bugüne kadar istikrarlı bir şekilde
devam eden faaliyetimiz olan aylık
kahvaltılı toplantılara davet ettiğimiz
konuşmacıların profili, toplantı konuları,
ülke meselelerine bakışımız ve gündemi
takip edişimiz, MMG’nin kendine özgü
bir alan oluşturmasını sağlamıştır. Resmileşme sürecinde her bir arkadaşımız
çevresinde MMG’ye değer katacağına ve
MMG’nin kuruluş felsefesine sadık kalacağına inandığı isimleri, meslek erbabını
derneğe davet etmeye başladık. Hatta
daha sonra bu arkadaşlarımızdan bazıları
resmi kurucular arasında da yer almıştır.
Bu çalışmalar sonucu MMG, camiamızda
ve mesleki platformlarda ismini duyurmaya başlamış, hatırı sayılır bir saygınlık
kazanmıştır. Resmileşme süreci ve daha
sonraki dönemlerde şahsımın gruba
davet ettiği üyelerimizden bazı isimleri
zikretmek istiyorum: Mehmet Osmanlıoğlu, Dr.Hayri Baraçlı, İbrahim Mirmahmutoğulları, Murat Özmen, Ali Rıza Arslan, Kadem Ekşi ve ismini sayamadığım
çok değerli üyelerimizin derneğimize
katılımına bizzat katkımız olmuştur.
Mayıs - Haziran 2015 77
SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
KOnFeRans - Panel
semPOZyumlaR
teKniK GeZileRimiZ
ŞuBeleRimiZ
veFa hOlDinG - 2014
KENTsEL DÖNÜŞÜMÜN sOsYAL BOYuTu
samsun
KONYA
DiyaRBaKIR
KayseRi
iZmiR
SAKARYA
BuRsa
simGe GROuP
TEKNİK GEZİ - 2015
21. YÜZYILDA YÜKsEK ÖĞRETİM VİZYONu
‘’DİYARBAKIR uLAŞIMININ DÜNÜ, BuGÜNÜ, YARINI; uLAŞIMDA
PROBLEMLER VE ÇÖZÜMLER’’
ANKARA
aKOm
ERZİNCAN DEPREMİ ANMA KONFERANsI
ENERJİ KAYNAKLARI VE POTANsİYELİ - 2015
iZmit KöRFeZ GeçiŞ KöPRüsü TEKNİK GEZİsİ -2013
YEREL YÖNETİMLER - 2014
ERZİNCAN DEPREMİ ANMA KONFERANsI
THY TEKNİK A.Ş. - 2013
MARMARA ÜNİVERsİTEsİ-GİRİŞİMCİLİK PANELİ-2015
YAŞAYAN MİMAR sİNAN’I ANLAMAK (2) -2014 (BuRsA)
Onların da bugüne kadar derneğimize
yaptığı değerli katkıları olmuştur, kendi
adıma teşekkür ediyorum.
28 ŞUBAT SÜRECİNDE MMG
28 Şubat süreci sadece siyaseti değil
adeta ülkenin bütün iliklerini kurutmaya yönelik, halkı bütün sivil faaliyetlerden soyutlamayı amaçlayan bir süreçti.
MMG yönetimi ve üyeler olarak bu
süreçteki sınavımızı gerçekten iyi verdiğimizi düşünüyorum. Bürokrasiden
arkadaşlarımızın sorgusuz içeriye alındığı ve hatta işkenceye tabii tutulduğu
bu baskıcı dönemde hiçbir arkadaşımız
MMG’yi terk etmedi. Yeşil sermaye (!)
listesinde görünmek istemeyen bir-iki
iş adamı üyemiz dışında kimse üyeliğini dondurmak veya üyelikten çıkma
talebinde bulunmadı. Ancak bu ceberrut süreç faaliyet yapma heyecanımızı
epeyce kırmıştır. Yönetim olarak hiç
78 Mimar ve Mühendis
birimiz görevimizi bırakmadık ve yola
devam ettik.
HER YENİ BAŞKAN DEĞİŞİMİYLE
YENİLENEREK BÜYÜME
MMG’nin ilk kurucu başkanı Fuat
Şengül’dür. Fuat Bey zamanında MMG,
resmi yapılanmasını, üyelik altyapısını ve
organizasyonel yapısını güçlendirmeye
gayret etmiştir. İlk defa resmi bir dernek
çatısı altında faaliyet yapan çoğumuz
daha disiplinli çalışmayı, gönüllü bir kuruluşta aldığımız görevleri mevcut işlerimiz
yanında yürütmeyi öğrendik. Fuat Bey
döneminde aylık kahvaltılı toplantılar
yanında genellikle İstanbul dışında uygun
bir otelde ailece yaptığımız 3 günlük
toplantılar üyelerimizin hala keyifle
andığı toplantılardır. Fuat Bey ile Y.K.
üyesi olarak çalışma imkanım oldu. İkinci
başkanımız Oral Avcı Bey’dir. Oral Bey’in
de kendine has bir yönetim üslubu vardı,
hiperaktif, networkü güçlü bir başkandı
Oral Bey. Konuşmacıları bizzat arar, ayarlar ve davet ederdi yani pek çok şeyi başkan olarak kendisi çözmeye gayret ederdi
ve tek başına koştururdu. Kendisi ile Y.K.
üyesi olarak çalıştım ve gerçekten onun
dönemi şahsıma çok şey kazandırmıştır.
Üç dönem başkanlık yapmış olan Oral
Avcı Bey dönemine ait bazı arkadaşımızı
özellikle hatırlamamız gerekiyor. Birincisi,
kendisini MMG ile bizzat tanıştırdığım
Dr. Hayri Baraçlı’nın gruba katkılarını ve
derneğin kurumsallaşmasındaki çalışmalarını takdirle anmak gerekiyor. Hayri
hocam akademisyen kimliği ve uzmanlık
konusu olan yönetim/organizasyon
çalışmaları ile gerek grup içi seminerler
gerekse üyelerimize ve şirketlerinin organizasyonel yapılarına yönelik seminerler
vererek misyonumuzu yerine getirecek
hizmetler yapmıştır. Grubun bu yönünün
kendi içinden hem de 5 dönem Y.K. üyesi
olan bir akademisyen tarafından tamamlanması grup için önemli bir kazanım
olmuştur. Bu süreçler de hem akademik
çalışmalarını hem de MMG’de ki faaliyetlerini bir arada başarı ile sürdürdüğü için
Hayri Bey de vefa borcumuz vardır. Bir
de kaç yıl görev yaptı hatırlayamıyorum
ama dernek müdürü/genel sekreter olarak görev yapan Ali Fırat’ı ve katkılarını
unutamayız. Ali Fırat mühendis olmasının
yanında medya/iletişim tecrübesi olan
bir arkadaşımızdı aynı zamanda. Temsil
yeteneği ile MMG’yi pek çok platformda
başarı ile temsil etmiş, hem sunuculuk
hem de organizasyonlardaki başarıları ile
gerçekten MMG tarihine damgasını vurmuş bir genel sekreterdir. Burada sırası
gelmişken kendisine derneğin çok şey
borçlu olduğunu söyleyebilirim. Bir trafik
kazasında kaybettiğimiz Numan Arıman
kardeşimizde derneğimizde iz bırakanlardandır. Genç yaşına rağmen olgunluğu,
vakarı ve şairliği ile tüm yönetimin sevgisini kazanmıştı Numan kardeşim. Takdir-i
İlahi, aramızdan erken ayırdı. Allah’tan
rahmet diliyorum. Üçüncü başkanımız
Murat Kalsın Bey’dir. Murat bey ile de Y.K.
üyesi olarak çalıştım ve özellikle Murat
Bey’in işleri delege etme tarzı ve kollektif
yönetim anlayışı benim en beğendiğim
özellikleridir. Bu yönüyle Murat Bey
MMG’ye bir gelenek bırakmıştır. MMG
başkanlığından sonrada bulunduğu her
platformda MMG’yi desteklemiş, 1. ligde
olması için gayret etmiştir. İTO yönetiminde MMG’nin varlığı, Mimar Mühendis
ve Ar-Ge komitesinin kurulup MMG’nin
o komitede aktif görev alması Murat
bey’in gayretleriyle olmuştur. Dördüncü
başkanımız Avni Çebi Bey’dir. Avni Bey,
bizim tabirimizle Avni abi YTÜ’den de
tanıdığımız bir abimizdir. Avni Bey okul
yıllarında da çok okuyan, sosyal ilişkileri
oldukça güçlü olan bir abimizdi. İş hayatında profesyonel olarak devam ettiği
yıllarda bir grup arkadaşımızla kendisine
MMG başkanlığını teklif ettik ama adeta
MMG’yi Avni bey’in omuzlarına yüklemiş
olduk. Avni Bey çok çalışkan, hatta gece
gündüz mesaisini MMG’ye vakfeden bir
başkanımız oldu. Avni Bey gerçekten
MMG’yi öz evladı gibi sahiplendi, her yere
koştu, MMG’nin alanında marka olması
“Mühendisler Grubu” adını kullanmaya
için çok gayret gösterdi. Diğer STK’lar
başladık, daha sonra halkayı genişletince
ile olan ilişkiler, ülke genelinde oluşan
mimar üyelerimizle birlikte Mimar ve
STK platformlarına katılımlar, şubelerin
Mühendisler Grubu olarak resmi isimde
artması ve profesyonel
karar kıldık. Bu ismin ortaya
yönetime kavuşması
çıkış yerini Beşiktaş’taki
Fikri temelin
Avni Bey dönemindeki
ofis olarak hatırlıyorum, bu
oluşmasından
gayretler sonucu etkin
süreçte bizzat bulundum,
sonraki ikinci
hale gelmiştir. İki dönem
emeği geçen herkesten Allah
aşamada artık
başkanlık yapan Avni Bey’i
razı olsun. MMG amblemi,
MMG tabanı bırakmadı ve resmi kuruluş
öğrencilik yıllarımızdan da
olma gerekliliği
derneğin İstişare Kurulu
çok iyi dostluğumuz olan ve
Başkanlığı görevinde ken- tartışmaya açıldı.
halen bu dostluğu sürdürdisinden istifade etmeye
düğümüz sanatçı Sabahattin
Bu süreci birçok
devam etmektedir. Murat
Kayış tarafından hediye
arkadaşımız
Kalsın Bey ve Avni Çebi
kabilinden yapılmıştır. Ambhatırlayacaktır.
Bey döneminin değerli
lemin felsefesi de yola çıkış
Resmi dernek olma
genel sekreteri olan Adem
felsefemizle örtüşmektedir.
tartışmaları
ile
Sarı kardeşimizi rahmetle
birlikte, yelpazeyi
TATLI ANEKDOTLAR
anıyorum. MMG’nin yeniHabitat çalışmalarında
den atağa geçtiği dönemler genişleterek YTÜ
Mimar Turgut Cansever Bey
idi. Adem Bey gerçekten
sınırlamasından
ile şehir ve mimari üzerine
o günkü kıt imkanlara
çıkarak diğer
çalışma fırsatımız oldu.
rağmen o kadar koştuüniversitelere
Kendisi ile Nişantaşı’nda
ruyordu ki MMG’ye olan
de kapının
inşa edilen Çocuk Vakfı
bu aidiyet bizleri hayrete
açılacağı ve
projesinde bizzat çalıştım.
düşürüyordu. Adem kardeProjenin mimarı Turgut Bey
şimizin hastalık sürecinde Türkiye genelinde
mühendislik
olduğu için bütün süreçleri
yaşadığı sıkıntılar hepikendisi bizzat yönetiyordu,
mizi derinden üzmüştür,
ve mimarlık
bizde binanın tüm mekanik
mekanı cennet olsun.
formasyonu olan
tesisat sistemlerinin proje
Beşinci başkanımız Murat ve fikri kuruluş
ve uygulamasını yapıyorÖzdemir Bey’i grubumuzla
felsefesine
duk. Mustafa Ruhi Şirin
tanıştıran Mimar Emrullah
uygun olan her
Bey’in vasıtası ile tanıdığım
Hamidi’dir. İlk dönemler
meslektaşın
değerli hocamız ile geçekGenç MMG’de görev alan
katılabileceği
ten çok keyifli ve burada
Murat kardeşimiz kısa
geniş bir mesleki
yer veremeyeceğim güzel
sürede çalışkanlığı ve
hatıralarla dolu bir çalışma
birikimiyle hepimizin sev- organizasyon
yaptık. Mustafa Ruhi Şirin
gisini kazanmış oldu. MMG olmasına karar
Bey’in çok değerli desteği
başkanlığına geleneğimiz
verdik.
ile Turgut hocamız, kendi
gereği kendisine yapılan
tezlerinden oluşan Habitat
teklif sonucunda ikna
çalışmalarına MMG’yi de dahil etmiştir ve
edildi ve ikinci döneminde de MMG üyebu süreç MMG’nin dolaylı da olsa İstanleri tarafından yeniden başkanlığa aday
bul ve şehir üzerine ilk somut faaliyeti
gösterilerek seçilmiş oldu. Murat başkan
diyebilirim, bu tespit MMG’nin bir beyanı
MMG’nin çok kritik bir döneminde başdeğil, benim şahsi görüşümdür.
kanlığını başarıyla sürdürmüştür.
MMG İSMİ VE AMBLEMİ
MMG adı yukarıda da ifade ettiğim gibi
Yıldız tandanslı olarak devam ederken
DERGİMİZİN SERÜVENİ
Dergimizin temeli de MMG’nin fikri oluşum sürecine uzanmaktadır. O günlerde
Mayıs - Haziran 2015 79
SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
Jotun Teknik gezisi
tüketimine mesafeli durarak, MMG’nin
asil duruşuna hizmet etmesi hedeflenmektedir. Çizgilerimizde aykırılık olduğu
durumda, MMG’nin görüşünü yansıtmaması durumunda dergi yayın kurulu
her türlü sansür yetkisine ve yayınlayıp
yayınlamama tasarrufuna sahiptir.
adı önce “Yıldız Kervan” olarak bir fasikül
şeklinde çıkmaya başlamıştır. Yazarçizer
kadrosu da çekirdek olarak MMG fikrinin
ortaya atıldığı dönemdeki arkadaşlarımızdan oluşmaktaydı. MMG’nin kuruluşu
ile birlikte birkaç sayı “Yıldız Kervan”
tarzı fasikül geleneğini sürdürmüş olduk.
Benim karikatür çizme serüvenim Yıldız Kervan ile başlayıp Fasikül olarak
çıkmaya başlayan “Mimar ve Mühendis” dergisi ile devam etti. Halen yeni
dergimizde de çizgilerimi sürdürmeye
gayret etmekteyim.
DERGİDE KARİKATÜRLERİMİZ
Karikatürlerimde aslında çok aktüel
olmayı hedeflemiyorum. Bazen denk
düşse de genellikle aklıma gelen konuları
çizmeyi tercih ediyorum. Çünkü 30 yıl
evvel çizdiğim bir mimari, şehirleşme
veya teknoloji eleştirisi içeren bir karikatür halen güncelliğini korumaktadır.
Önemli olan MMG’nin yola çıkış felsefesine uygun düşmesi, popülizme kurban
olmaması, siyasete alet olmaması. Günlük kısır tartışmalara ve siyasetin hızlı
80 Mimar ve Mühendis
MMG’nin ilk kurucu
başkanı Fuat Şengül’dür.
Fuat Bey zamanında MMG,
resmi yapılanmasını,
üyelik altyapısını ve
organizasyonel yapısını
güçlendirmeye gayret
etmiştir. İlk defa resmi
bir dernek çatısı altında
faaliyet yapan çoğumuz
daha disiplinli çalışmayı,
gönüllü bir kuruluşta
aldığımız görevleri
mevcut işlerimiz yanında
yürütmeyi öğrendik.
MMG BÜROKRASİ VE
SİYASET İLİŞKİLERİ
MMG’nin bürokrasi ve siyaset alanında
tanımlanmış bir stratejisi bulunmamaktadır. Bu doğru da olmaz. Üye tabanımızda marjinal olmayan ve değerlerimiz ile
sorunu olmayan bir üye profilimiz mevcuttur. Ne bir cemaatin ne de bir siyasi
partinin öne çıkarılması, deklare edilmesi
kuruluş ilkelerine aykırıdır. Ancak bireysel tercihleri gereği özellikle siyasette söz
söylemek isteyen, rol almak isteyen arkadaşlarımız olmaktadır, bu üyelerimize
parti ayırımı gözetmeksizin mimarlık ve
mühendislik alanında katkı sağlamaları
ümidiyle tanıtılmaları gibi kısmi katkılar
sunulmaktadır. Ancak dernek bir parti
bürosu gibi asla çalıştırılmamıştır. MMG
gerçekten kurulduğu günden bugüne
kadar ilkeli duruşunu ve kendi alanındaki
iddiasını istikrarlı bir şekilde sürdürmeye
devam etmektedir. Resmi dernek olmakla birlikte resmi ideolojiye hep mesafeli
olmuş, STK olma özelliğini resmi sözcü
olma eğiliminin daima üzerinde tutmuştur. Üye tercihlerinde ilke ve referanslarını dikkate almıştır. Y.K. oluşumları oldukça uzun soluklu istişareler ve katılımcı
çalışmalar ile sürdürülmekte olup başkanlık ve Y.K. üyelikleri belli ilkelere bağlanmıştır. Yani MMG’nin kurulduğu günden beri şahıslara ve kurumlara endeksli
olmadan kendi alanında doğru tespitlerini ortaya koyma konusundaki hassasiyeti
devam etmekte olup bu yönüyle direkt/
endirekt ilişkili olduğu bütün kuruluşlara
güven vermektedir. MMG geçmişine kısa
bir yolculuk yapmış olduk, tabi ki burada
emeği geçen herkesi anamadık ve sadece
bazı özel anlara yer vermiş olduk. Bu
yüzden tekraren bu hayırlı kervanda yer
almış bütün kardeşlerimizin gayreti ve
samimiyeti tartışmasız çok önemlidir ve
değerlidir. Hepsine selam ediyorum, gayretlerinin devamını diliyorum.
Mayıs - Haziran 2015 81
SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
Sivil Toplum Örgütlerinde
Stratejik İletişim Yönetimi
Yrd. Doç. Dr. Betül Önay Doğan İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi
Son dönemlerde sayısal bir artış ve niteliksel bir gelişme gösteren devlet dışı sosyal
organizasyonların önündeki en büyük handikaplardan biri kurumsallaşma ve buna
bağlı olarak sürdürülebilirlik ve iletişimin stratejik olarak kullanılmasıdır.
S
ivil toplum kuruluşları, içinde yer
aldıkları topluma maddi bir beklenti içinde olmadan değer katmayı
amaçlamakta, bu amaç çerçevesinde
seçilmişlerle birlikte kararların alınmasında rol oynamaktadır. STK’lar
aynı zamanda toplumu bilinçlendirme ve toplumsal algıyı yönetme gayreti içerisindedir. Kurumsal yapının
içinde barındırdığı kurum kimliği,
kurumsal iletişim, kurumsal davranış ve kurumsal dizayn gibi kavramlar STK’nın bugünkü konumunu
belirlerken diğer yandan ileriye
yönelik olarak stratejik plan yapılanmasını sağlayacaktır. Yerel, ulusal ve
küresel düzeyde kamu politikalarına
etkide bulunan STK’lar için stratejik
iletişim; gönüllülerden, medyaya,
devlete bağlı organizasyonlardan
diğer STK’lara kadar çok geniş bir
yelpazeyi içerisine almaktadır.
STK’lar için diğer bir önemli nokta
ise yürütülen projelerin bir ihtiyaca
cevap verip vermemesidir. Verimlilik sorununu karşımıza çıkartan bu
durum, STK’lar için kullanılan iyi
niyet kavramının etkinliğini yitirmesine yol açmamakta, aksine ihtiyaç
duyulan alanlara yeterli desteğin
uzanmasına olanak sağlamaktadır.
Yürütülen hiçbir gönüllü faaliyet
boşuna değildir. Ancak halihazırda
var olan bir boşluğun kapatılmasına
yönelik çalışmalar yürütmek, verimli
ve toplum yararına bir uygulama
olacaktır. Ayakları yere sağlam
basan ve geleceğe yönelik amaçlarını
82 Mimar ve Mühendis
tespit etmiş ve bu yönde çalışmalar
için en temelde yapılması gereken
liliği de beraberlerinde getirecektir.
iletiminden önce alıcıya ulaştır-
veren sivil toplum kuruluşları tara-
fından sürdürülen faaliyetler verimİletişim, kaynak tarafından oluşturulan mesajın en az kayıpla ve
bir kanal aracılığıyla alıcıya ulaştırılmasıdır. Burada ifade edilen
en az kayıp kaynak tarafından
oluşturulan mesajın alıcı tarafından
kaynağın arzu ettiği şekilde anlaşılmasıdır. Bunun gerçekleşebilmesi
kurumların kimliklerini, hareket
noktalarını ve amaçlarını mesaj
mış olmasıdır. Tanıdığımız, aşina
olduğumuz ve amacını bildiğimiz
kurumların mesajlarını bu çerçevede ele alır ve değerlendiririz. En az
kayıpla sağlıklı bir iletişimin ger-
çekleşebilmesi için mesaj oluşturma
süreci önem taşır. İletilecek mesajın
bulanık, kafa karıştırıcı ifadelerden
oluşması hem hedef kitle tarafından
algılanılma sürecinde sıkıntı yaşanmasına neden olacak hem de gelecekteki
iletişim çabalarında olumsuz bir ön
kabulle kuruma yaklaşılmasına sebep
olacaktır. Mesajın anlaşılması istenen
sonucun yani hedef kitlenin harekete
geçirilmesini sağlamayabilir. Mesajın
anlaşılır olması kadar ikna edici olması
da gerekmektedir.
Bahsettiğimiz kurumsallaşmanın ve
kurumsallaşmayla gözlemlenebilen
stratejik iletişimin çerçevesini kurumsal kimlik oluşturmaktadır. Kurumsal
kimlik bileşenlerine yaslanarak, doğru
mesajla doğru hedef kitleye, doğru iletişim kanalıyla ulaşmak en az çabayla
en yüksek verimin elde edilmesini sağlayacaktır.
Kurumsal kimliğin temel bileşenleri
arasında ilk akla gelenler misyon ve
vizyondur. Misyon STK’ların var oluş
nedenidir. Yola çıktığınız noktayı tam
olarak belirleyemezseniz, kat ettiğiniz
yol hakkında da değerlendirmede bulunamazsınız. Ayrıca başlangıç noktasının belirlenmesi, amacından sapmayı
Kurum Kültürü
(Başarılar ve Değerler)
Kurumsal Davranış
(Nasıl bir iletişim içindeyiz)
(Nasıl davranıyoruz)
Kurum Kimliği
(Kimiz,ne yapıyoruz ve ne
yapmak istiyoruz)
Kurumsal İletişim
(Kimiz,ne yapıyoruz ve ne
yapmak istiyoruz)
Public Relations
da engellemektedir. Geliştirilebilecek
ve sunulabilecek hizmetlerin sınırsızlığının, geriye dönüp bakıldığında
farklı yollara sapmaya neden olduğu
görülebilir. ‘Kimin için yapıyoruz, ne
yapıyoruz, neden yapıyoruz?’ soruları
misyonun belirlenmesinde önceliklidir.
Vizyon ise misyondan farklı olarak
insanların aklında geleceğe ait bir resim
oluşturur ve bu resme ulaşma yolunda
rehberlik eder.
Kurum kimliğinin bir diğer belirleyicisi kurum kültürüdür. Kurumun ana
değerleri ve çalışma felsefesi kurum
kültürünü belirler. Güvenilir olmak bir
değer olarak belirlenmişse bu kurumun
hem iç ilişkilerinde hem de paydaşlarıyla ilişkilerinde üzerinde titizlikle durması gereken bir olgu olmalıdır. Değerler bir günde belirlenmez ve değişmez.
Kurumun değerlerini belirlemek için
bir dizi güzel kelime yazmak değil,
‘Kurumda hangi davranışlar ödüllendiriliyor, hangi davranışlar cezalandırılıyor?’ gibi soruları sorarak cevaplarıyla
bir belirleme yapmak gerekmektedir.
Aynı zamanda dışarıdan bakan gözlerin
tahlillerine kulak vermek de yerinde
olacaktır. Sosyal paydaşlar tarafından
nasıl algılanıldığı, kurum kültürünün
çerçevesini çizmekte bize yardımcı
olacaktır. Kurum kültürü çalışanları bir
arada tutar ve rutin içerisinde özellikle
Sosyal Medya
Kurum İmajı
(Diğerleri tarafından nasıl
algılanıyoruz)
Kurumsal Dizayn
(Kendimizi nasıl
sunuyoruz)
Kamusal Üslup
Kurumsal kimliğin temel
bileşenleri arasında ilk
akla gelenler misyon
ve vizyondur. Misyon
STK’ların var oluş
nedenidir. Yola çıktığınız
noktayı tam olarak
belirleyemezseniz, kat
etiğiniz yol hakkında
da değerlendirmede
bulunamazsınız.
Ayrıca başlangıç
noktasının belirlenmesi,
amacından sapmayı
da engellemektedir.
Geliştirilebilecek
ve sunulabilecek
hizmetlerin sınırsızlığı,
geriye dönüp bakıldığında
farklı yollara sapmaya
neden olduğu görülebilir.
gönüllülüğün esas olduğu STK’larda
kurum için çalışmaya anlam katar. Bu
yüzden kurumların değerleri ve bireylerin değerleri uyum içinde olmalıdır.
STK’ların iletişim çalışmaları yukarıda
kısaca bahsetmeye çalıştığımız kurumsal kimliğe yaslanmalıdır. Kurumsal
Mayıs - Haziran 2015 83
SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
kimliğe yaslanan iletişim çalışmalarının stratejik olarak değerlendirilmesi
için STK’ların hangi amaçla iletişim
kuracağı ve iletişim gerçekleşirken
hangi kanalları kullanacağı sorularına
cevap verilebilir olması gerekmektedir.
Stratejiyi belirlerken unutulmaması
gereken tercihlerin getirileri olduğu
kadar vazgeçilen bazı kazançların da
olabileceğidir. Elde ettiğiniz kazançların
kurum için daha iyi olduğuna kanaat getirir ve tercihlerinizi buna göre
yaparsınız. STK’larda temel amaç hedef
kitleyi harekete geçirmektir. Bunun
için yapılması gereken ise hedef kitlenin ikna edilmesidir. İkna stratejik ve
sürdürülebilir bir iletişimin sonucunda
gerçekleşir.
Stratejik iletişim sürecinde ele alınabilecek olan iç ilişkiler ve dış hedef kitle
ile olan ilişkiler kendine has özelliklere sahiptir ve kendine özel kanalları
içinde barındırır. Burada tüm iletişim
kanallarını incelemek özet bir metin
için fazlasıyla detaylı olacaktır. Ancak
günümüzde tüm sosyal paydaşlarla
ilişkilerde yer almaya başlayan sosyal
medyaya kısaca değinmekte fayda
bulunmaktadır. İnternet üzerinden sürdürülen tüm faaliyetler, kullanılan platformun özelliklerin göre şekillenmekte
84 Mimar ve Mühendis
ve anlam kazanmaktadır. Örneğin
kuruma ait web siteleri kurumun sanal
uzamdaki ofisleri olarak düşünülebilir.
Kurum hakkında doğru bilgiye ulaşmayı hedefleyen herkes web sayfalarını
ziyaret etmektedir. Kurumun en aktif
olması gereken bu alanlar çoğu zaman
ihmal edilmekte ve kurum hakkında yer
alan temel bilgilerden öteye gidilememektedir.
Amerika’nın en büyük yardım kuruluşlarından United Way’in web sayfası
yapılabileceklere örnek teşkil edebilir.
Web sitesi içine yerleştirilen blog bir
yandan gönüllüleri bir araya getirirken,
diğer yanda gönüllüler yardımıyla tanıtım yapmakta, yardım kuruluşu ile ilgili
çekilmiş videolar, deneyimler/hikayeler
aidiyet duygusunu kuvvetlendirmekte, güncellenen raporlar ve rakamlar
hesap verebilirliği göstermekte, gönüllü
olunabilecek alanları yayınlamak organizasyonda yer almak isteyenleri teşvik
etmekte, aynı zamanda ihtiyaçları en
verimli şekilde gidermekte, ayrıca
kurduğu telefon hattının tanıtımını
yaparak acil durumlarda her an ihtiyaç
sahiplerinin yanında olunacağının altı
çizilmektedir. Tek bir örnek üzerinden
verilenler başarılı STK’ların internet
kullanımlarından yola çıkılarak çoğaltılabilir. Ancak asıl önemli nokta sosyal
paylaşım siteleri (facebook, twitter
vb.), sanal oyunlar, ortak projeler (örn.
Wiki), bloglar gibi pek çok alanı içinde barındıran sosyal medyanın, web
sitelerinin özelliklerine vakıf olunduğu
ve hangi amaçla kullanılacağı stratejik iletişim çerçevesinde belirlendiği
takdirde STK’lara önemli katkılar saylayacağı, güçlü bir taban oluşturacağı
ve STK’ların seslerini istenilen sosyal
paydaşlara duyurabileceğidir. Sadece
yapılan etkinlikleri duyurmak günümüz
internet kullanımında yetersiz kalmaktadır.
Sonuç olarak stratejik iletişim denildiğinde sadece kaynaktan hedef kitleye
mesaj aktarımını değil, mesaj oluşumundan kaynak ve hedef kitlenin
belirlenmesine kadar çok detaylı bir
ön çalışmadan ve bu detaylı çalışmanın
yapılabilmesi için kurumsallaşmanın
bir göstergesi olan çerçevesi çizilmiş
bir kurum kimliğinden bahsetmek
gerekmektedir.
“Sektörün Değişimi ve Gelişimi
Her Parçası ile Bu Fuarlarda...”
FIRE RESCUE
19. ULUSLARARASI YANGIN, ACİL DURUM
VE ARAMA KURTARMA FUARI
10-13 EYLÜL 2015
İSTANBUL FUAR MERKEZİ (İFM)
SAFETY HEALTH
4. ULUSLARARASI İŞ GÜVENLİĞİ
VE İŞ SAĞLIĞI FUARI
www.isafshf.com
Mayıs - Haziran 2015
Bu Fuar 5174 sayılı Kanun gereğ�nce TOBB (Türk�ye Odalar ve Borsalar B�rl�ğ�) denet�m�nde düzenlenmekted�r
85
SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
TÜRKİYE’DE “İSLAMİ SİVİL
TOPLUM”UN DÖRT DÖNEMİ
Yrd. Doç. Dr Lütfi Sunar İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü
Türkiye Gönüllü Teşekküller Vakfı, bünyesinde bulunan 130 vakıf-dernek, 2 platform,
1 uluslararası birlik ile ülkemizin en önemli şemsiye kuruluşudur. Vakfımız, gönüllü
kuruluşlarımızı ve STK’ları ülkemizin birlik ruhu içinde var olup yükselmesi,
insanımızın huzur ve güven içinde başı dik olarak geleceğe bakması için desteklemekte
ve kurumsal kapasitelerinin artırılması için çalışmalar yapmaktadır.
Devlet ve Sivil Toplum
Sivil toplumun uzun tarihi Avrupa’da devlet ile mücadelenin tarihidir. Kavramın
teorik bağlamında modern Avrupa’da sivil
toplum, liberal gelenekle olan ilişkisinden
dolayı devlet ve bireyin arasındaki çatışmaların dindirilmesi ve devletin birey
üzerindeki baskılarının hafifletilmesine
yapmış olduğu referansla tanımlanabilir.
Bu sebeple siyasal düşünceler tarihi, devlet kuramı ve kamu hukuku literatüründe
sivil toplum sık sık devlete yapılan göndermelerle kavramsallaştırılmış ve devlete referansla açıklanmıştır. Fakat bunun
yanı sıra sivil toplumu devlet öncesi ya da
devlet dışı/karşıtı olarak tanımlayan teorik çerçevelere de sıklıkla rastlanır.
Doğal hukuk kuramları içerisinde karşımıza çıkan bu perspektif, doğa durumundaki toplumun devlete geçişi ile
ilgilenmektedir (Bobbio, 1993). Daha çok
sosyal sözleşmeci gelenek içerisindeki
kuramlarda yer alan bu sivil toplum
tanımlaması, yer yer medeni topluma yer
yer de şehirli topluma referansta bulunmaktadır. Sivil toplumun devlet alanı
dışında ayrı bir alan olarak kabul görmesi
18’inci yüzyıldan sonra olmuştur. Böylece
sivil toplum bireylerin, kamusal alanda bir
dizi hak ve yükümlülüklerle donatıldıkları
bir alan olarak ortaya çıkmaya ve böylece
bağımsız örgütlenmelere hayat vermeye
başlamıştır. 1750’li yıllardan itibaren,
sivil toplum, artık devlet kavramıyla ilişkilendirilmekten çıkmış, giderek devlete
eşdeğer nitelikte ayrı bir kavramı temsil
86 Mimar ve Mühendis
etmeye başlamıştır. Sivil toplumun anlamının bu şekilde dönüşümü Avrupa’daki
hızlı değişim ve dönüşümlere de bir işaret
olarak yorumlanmaktadır.
Mardin (1990, s. 9-12) de sivil toplumun
modern görünümünü kazanmasını feodalitenin çözülüşü ve burjuvazinin gelişmesi
sürecinde, şehir adabı anlamını içerir
hâle gelmesi sürecine bağlar. Böylece
Avrupa’da bütün kavramsal formlar ve
normların değişim geçirdiği bir süreçte
sivil toplum düşüncesi var olan siyasi
yapının değişimini işaret etmiştir. Bu
durum, o dönemde liberal dünya görüşünü savunan burjuvazinin, sivil toplum
kavramını, siyasi alandan bağımsız,
toplumun özel yaşamına ve ekonomik
pazara ayrılmış bir sosyal alan ile eş tutmasından kaynaklanmıştır. Bu noktada
Hegel’in devletin hazırlayıcısı ve Smith’in
piyasanın işleyişini sağlayan mekanizma
olarak sivil toplum çerçeveleri son derece
önemlidir. Marx’a göre ise sivil toplum
burjuvazinin egemenliğini gizleyen bir
kategoridir. Onun için sivil toplum, üretici
güçlerin belli evrimsel gelişiminde ortaya
çıkan ve bireyler arasındaki ekonomik
ilişkilerin tümüdür.
Türkiye’de Devlet ve Sivil Toplum İlişkisinin Sorunlu Tarihi
Günümüzde “sivil” kavramına karşı İslami
gruplarda ciddi bir çekince hâlen varlığını
korumaktadır. Yusuf Adıgüzel’in (2015)
yakınlarda belirttiği gibi Türk toplumunun sivil topumla hep mesafeli bir ilişkisi
mevcut olmuştur. Ali Bulaç’a (2008)
göre, Müslüman toplumlarda batılı bir
tip olarak “sivil toplum” teşekkül etmese
de sivil toplumun amaçladığı biçimde bir
bağımsızlık, kısmi özerklik, toplumsal
işlevlerde toplum inisiyatifi alınabilmesi
söz konusudur. Bu bakımdan İslam tarihinde sivil geleneğin oldukça güçlü olduğu
söylenebilir (Erkan, 2012). Gerçekten
de Müslüman toplumlarda hayatın her
alanını kuşatan vakıflar kurulmuş; temel
eğitim, sağlık, bilimsel faaliyetler ve hata
bazen güvenlik hizmetleri devletten özerk
bu kuruluşlar eliyle gerçekleştirilmiştir.
Sadece vakıflar değil, köy tüzel kişilikleri,
ahilik, lonca ve gedik teşkilatları, medrese
sistemi geniş alanların sivil inisiyatifler
elinde bulunduğunu bize göstermektedir.
Osmanlı Devleti bu manada adem-i merkeziyetçiliğin zirvesini teşkil etmektedir.
Ancak bu derin tarihsel birikimin günümüze tam olarak aktarıldığını söylemek
güç görünüyor. Bunda modernleşmenin
kendine özgü yapısı kadar devlet ile
toplum arasındaki gerilimler de rol oynamaktadır.
Tanzimat ile birlikte bu “sivil” kuruluşların da sistem içindeki konumu değişmeye
başlamıştır. Tanzimat, devletin adem-i
merkeziyetçilikten vazgeçip çağdaş
Avrupa’da görülen bürokratik merkezi
devlet modeline bir geçiş yapmasını
sembolize eder. Böylece devlet ile sivil
alanlar arasında bir ayrışma da başlamıştır. Modernleşmenin merkezileşmeye
denk düşmesi aynı zamanda toplumun
alanı olan sivil kuruluşların da birer birer
yok olması anlamına gelmekteydi. Artık
geçmişte sivil alanın işi olan pek çok şey
bürokrasi eliyle organize edilmeye başla-
Günümüzde “sivil”
kavramına karşı İslami
gruplarda ciddi bir
çekince hâlen varlığını
korumaktadır. Yusuf
Adıgüzel’in (2015)
yakınlarda belirttiği gibi
Türk toplumunun sivil
topumla hep mesafeli
bir ilişkisi mevcut
olmuştur. Ali Bulaç’a
(2008) göre, Müslüman
toplumlarda batılı bir
tip olarak “sivil toplum”
teşekkül etmese de sivil
toplumun amaçladığı
biçimde bir bağımsızlık,
kısmi özerklik, toplumsal
işlevlerde toplum
inisiyatifi alınabilmesi
söz konusudur.
mıştır. Zamanla loncalar, gedikler, vakıflar
ve medreseler birer birer ya kaldırıldılar
ya da klasik sistem içerisindeki konumlarını kaybettiler. Böylece Osmanlı modernleşmesi sivil toplumun devlet tarafından
kontrolü ile tanımlanmaktaydı.
Öte yandan modernleşme süreci bu geleneklerden ve kurumsal yapılardan bir
kopuşu sembolize etmesinin yanı sıra;
onlara yenilenmiş bir kamusal alanda
ve yeni bir biçimde ortaya çıkabilme
imkânını da oluşturmuştur. Bu var oluş ve
imkânlar aynı zamanda devlet ile girilen
uzun bir karşıtlık ilişkisinin dönüştürücü
özelliklerini de bünyesinde barındırmaktadır. Türkiye’de bu tarihi devlet ile İslami
sivil aktörlerin karşılıklı olarak birbirini
dönüştürme süreci olarak okumak gerekir.
Türkiye’de “İslami Sivil
Toplum”un Dönemleri
Yukarıda ele alınan devlet-toplum ilişkileri çerçevesinde modern Türkiye’de
İslami sivil toplumun oluşumu, gelişimi
ve dönüşümü çeşitli dönemlere ayrılarak
ele alınabilir. Bu çerçevede İslami sivil
toplumun değişim tarihini dört döneme
Mayıs - Haziran 2015 87
SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI
ayırarak ele almak mümkündür:
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
1. Kurumsal Olmayan İslami Sivil
Gruplar Dönemi (1924-1950):
Türkiye’de modernleşmenin tarihi devletin Osmanlı toplumsal modelindeki devlet
dışında tanımlanan alanların devletin
merkeziyetçi bürokratik yapısı tarafından
içerilmesi sürecidir. Osmanlı modernleşmesinin devamında gelen daha radikal
bir modernleşme girişimi olan Cumhuriyet uygulamalarında ise devlet dışı tüm
aktörler devlete rakip olarak görülmeye
başlanmıştır. Çözülmenin ve dağılmanın
getirdiği refleksle modern Türkiye’de
kendi karar mekanizmaları dışındaki
özerk yapılara şüphe ile bakılmaya başlanmıştır. Modernleşmeci bürokrasi, merkeziyeti tehdit eden her oluşumu kaldırmayı bir beka meselesi olarak görmekteydi. Böylece sivil girişimin alanı, Cumhuriyetin ilk yıllarında neredeyse bitirilmiştir.
Bu yıllarda sivil kuruluş olarak varlığını
sürdüren kuruluşlar Türk Kadınlar Birliği,
Halk Evleri, Türk Ocakları gibi devlet eliyle oluşturulmuş paravan kuruluşlardır.
Bu dönemde tarikat, tekke ve zaviyelerin
ve tüm dini grup ve aktivitelerin yasak
ilan edilmesi ile birlikte İslami gruplar ve
yapılar kamusal yaşamdan çekilmiş, daha
temelde belirli etkili şahsiyetler etrafında
bir dayanışma ağı olarak varlığını sürdürmüştür. Esasında henüz çok fazla araştırılmamış bu İslami dayanışma örüntülerinin
88 Mimar ve Mühendis
daha sonra ortaya çıkacak tüm İslami
kuruluşların ve cemaatlerin temelini teşkil ettiğini söylemek mümkündür.
2. Cemaatsel Oluşumlar ve Temsil
Mekanizmaları Dönemi (1950-1980):
Devlet dışı aktörlerin kamusal yaşama
dönüşleri ancak tek partili dönemin baskıcılığının ortadan kalktığı 1950’li yıllarda
olmuştur. Bu dönemde dünya siyasetindeki değişimlere paralel bir biçimde devletin kurumsal yapısındaki liberalizasyon
sadece İslami sivil aktörlerin değil pek
çok farklı aktörün kamusal yaşamda boy
göstermeye başlamasına yol açmıştır.
Ancak değişen sadece devletin kurumsal yapısı değildir. Yoğun sanayileşme,
köyden kente yoğun göç, iktisadi ve toplumsal yapının ve kentsel alanın yeniden
şekillenmesinin getirdiği pek çok sosyal
sorunla birlikte şekillenen hızlı toplumsal
değişim de 1950 sonrası Türkiye’sinin
tanımlayıcı unsurlarındandır. Devletin tek
başına bu kadar hızlı bir toplumsal değişimin taleplerini karşılayamaması ve ortaya
çıkan sorunlara cevap üretememesi erken
Cumhuriyet dönemindeki şahıslar etrafında oluşmuş İslami dayanışma ağlarının
kurumsal bir mahiyet kazanmasına da
alan açmıştır. Bugün köklü İslami aktörlerin kurumsal biçimler almaya başladıkları bu dönemde toplumsal sorunlara
alternatif çözümler üretmek ve kimlik
oluşturmak İslami sivil kuruluşların ana
işlevlerinden birisi olmuştur. Bu dönemin kurumsal yapıları kendi başlarına
bir aktör özelliği taşımaz. Bu kuruluşlar
ağırlıklı olarak bir toplumsal grubun dışa
bakan resmi yönünü teşkil etmiş ve temsil
vazifesini üstlenmiştir. Bugün önde gelen
pek çok kuruluşun tarihi bu döneme gitmektedir.
3. Girişimci İslami Sivil Kuruluşlar
Dönemi (1980-2000): Bu dönemin
başlangıcı her ne kadar bir askeri darbe
ile tanımlansa da asıl belirleyici etken
ekonomik yaşamdaki dönüşümdür. Bu
dönemde bir taraftan askeri yönetimin
uygulamaları İslami sivil aktörleri baskıya uğratırken, diğer taraftan da onlara
yeni bir alan açmaktadır. Özellikle 1983
yılından itibaren İstanbul ve civarında
artan İslami STK’ların o dönem çalışma alanlarını 1982 Anayasası oldukça
daraltmaktaydı (Kadıoğlu, 2005, s.28-29).
1995’te yaşanan yasa dönüşümü bu alanı
bir nebze de olsa rahatlatmıştır. 1950
sonrası Türkiye’sinin göç ve hızlı kentleşme ile tanımlanan dayanışmacı toplumsal
ilişkileri yerini liberal ekonomi politikaları ile tanımlanan bireyci girişimciliğe
bırakmıştır. Bu girişimcilik sadece iktisadi
alanı değil, siyasal ve sosyal yaşamı da
ciddi biçimde dönüştürmüştür. Bireysel
girişimcilik çerçevesinde bu dönemde bir
önceki dönemin geleneksel İslami gruplarının yanı sıra daha ideolojik, kimlik yapı-
ları olan yeni kuruluşların ortaya çıktığını
görmekteyiz. Ağırlıklı olarak 1970’lerin
sonunda kendisini yayıncılık faaliyetleri
ile şekillendiren çeşitli üniversite grupları
1980’lerin sonlarından itibaren oluşturdukları faaliyetlerini, mal varlıklarını ve
ilişkilerini sürdürebilmek ve devlet karşısında bunları garanti altına alabilmek için
yoğun bir vakıflaşma sürecine girmişlerdir. Böylece İslami sivil aktörler gittikçe
bir grubun sadece bir kamusal yüzü
olmaktan çıkarak kendi başına bir varlığı
ve aktivitesi olan kurumlara dönüşmeye
başlamışlardır. Bu dönemin ikinci yarısı
olan 1990’larda yeni kurumsallaşmalarının eskileri de dönüştürdüğünü ve sivil
toplum kuruluşu mantığının yavaş yavaş
cemaatsel aktivitelerin yerine geçtiğini
görmekteyiz.
4. Kurumsallaşma ve Profesyonelleşme Dönemi (2000 sonrası): 1980’lerde
başlayan liberalizasyon büyük bir sosyo-ekonomik değişim oluşturmuştu;
bu değişim 2000 sonrasında hızlanarak
devam etmiştir. 28 Şubat sürecinin baskıcı ve anti-demokratik uygulamalarının
geleneksel yapı ve ilişkileri dağılmaya zorlaması İslami sivil kuruluşların 2000’lere
daha dağınık bir biçimde girmesine neden
olmuştur. Aynı zamanda 1990’lı yılların
ikinci yarısında duraklayan liberalleşme
ve küresel entegrasyon 1999 sonrasında
bir taraftan Dünya Bankası denetiminde
uygulanan ekonomi politikaları diğer
taraftan da Avrupa Birliği adaylık süreci
ile şekillenen siyasi ve hukuki değişimlerle yeniden hızlanmıştır. Küresel entegrasyon çerçevesinde bu dönemde Türkiye’de
ciddi bir sosyo-ekonomik değişim yaşanmış ve pek çok toplumsal yapıyla birlikte
İslami cemaat yapıları da dönüşmeye
başladı. Hemen hemen her alanda kurumsal yapıların öne çıktığı ve güçlendiği bu
dönemde İslami kuruluşlarda da belirgin
kurumsallaşma eğilimleri ortaya çıktığını
söyleyebiliriz. Aynı zamanda bu dönemde
yasalardaki farklılaşma, demokratikleşme,
devletin bürokratik dönüşümü, siyasette
uzun süren bir muhafazakar ağırlık İslami
sivil aktörlerin kamusallaşmasının da
önünü açmıştır. Henüz içinde yaşadığımız
Devlet dışı aktörlerin
kamusal yaşama dönüşleri
ancak tek partili dönemin
baskıcılığının ortadan
kalktığı 1950’li yıllarda
olmuştur. Bu dönemde
dünya siyasetindeki
değişimlere paralel bir
biçimde devletin kurumsal
yapısındaki liberalizasyon
sadece İslami sivil
aktörlerin değil pek çok
farklı aktörün kamusal
yaşamda boy göstermeye
başlamasına yol açmıştır.
bu dönemin en belirgin özelliği eski tür
cemaatsel zeminlerin dönüşmesi ve yeni
kurumsal yapıların daha fazla öne çıkması
olmuştur.
İçinden geçmekte olduğumuz bu dönemde İslami sivil kuruluşların kurumsallaşma arayışlarında belirgin bir artışın
olduğunu söyleyebiliriz. 1990’ların
sonunda işletme dünyasında yaygınlaşan
organizasyonel revizyon arayışlarının sivil
kuruluşlara aktarıldığını görmekteyiz.
Bunun neticesinde bütünüyle kurumsallaşan sivil kuruluşlar olduğu gibi bu
süreci denemiş, yarım bırakmış ve etkilenmiş pek kuruluş da bulunmaktadır. Bu
dönemde rahatlayan dernekler ve vakıflar
hukuku sivil kuruluşların kurumsallaşmasına katkı sağlayan bir unsur olmuştur.
Bu kurumsallaşmanın temel bileşenleri
belirli alanlarda uzmanlaşma, gönüllülere
göre profesyonellerin, erkeklere göre
kadınların daha fazla öne çıkmasıdır. Bu
dönemde geleneksel faaliyet biçimlerine
göre proje temelli çalışmaların sayısı artış
göstermektedir. Bu artış aynı zamanda
mali kaynakların da değişimini imlemektedir. İslami sivil kuruluşların mali kaynakları arasına son 15 yılda devlet ve özel
proje fonlarından sağlanan gelirler, proje
sponsorlukları ve kamu destekleri girmiştir. Mali kaynaklardaki bu değişimin diğer
tüm alanlara ciddi etkileri olduğunu görmekteyiz. Bu dönem aynı zamanda uluslararası faaliyetlerin gittikçe nicelik bakı-
mından çoğalması, nitelik bakımından da
gelişmesidir. Neredeyse bütün İslami sivil
kuruluşlar son 15 yılda uluslararası alanda aktif olmaya başlamıştır.
Bu gelişmelerin yanı sıra İslami sivil kuruluşların dördüncü döneminde yaşanan en
temel değişim devlet ile olan ilişkilerde
yaşanmıştır. Yukarıda tartışıldığı üzere
Türkiye’de İslami sivil kuruluşların tarihi
devlet ile olan karşılıklı bir mücadelenin
tarihidir. Bu tarih iki tarafın birbirine olan
güvensizlikleri ile şekillenmiştir. Devletin
her türlü sivil aktiviteyi kendisine rakip
olarak görmesi ve özellikle İslami sivil
kuruluşları engellemeye ayarlı sistematiği
bu ilişkiyi ciddi bir biçimde sorunlu kılmıştır. Mukabilinde İslami sivil kuruluşlar
da devlet eliyle tahrip edildiğini düşündükleri İslami bilinci yeniden geliştirmek
üzere faaliyetlerini şekillendirmişlerdir.
Ancak son dönem içerisinde İslami sivil
kuruluşların bir sosyal refah müessesesine dönüştüğünü ve temelde devlete
yardımcı bir konuma doğru evrildiğini
görmekteyiz. Bu kuruluşların önemli
bir grubunun artık devleti kendisinin
rakibi olarak görmemekte hatta karşılıklı
yardımlaşabileceği bir kurumsal yapı
olarak algılamaktadır. Bu dönüşümdeki
en önemli etken son 2002’den itibaren
devam eden AK Parti hükümetleriyle birlikte devlette yaşanan değişimken, diğer
taraftan kuruluşların yapılarında ve faaliyetlerinde yukarıda açıklanan değişimler
de bunda rol oynamıştır.
KAYNAKLAR
Adıgüzel, Y. (2015). Türk toplumunun sivil topumla
mesafeli ilişkisi. Anadolu Gençlik, sayı 182, 24-37.
Bobbio, N. (1993). Thomas Hobbes and the natural
law tradition. Chicago: University of Chicago Press.
Bulaç, A. (2008) Osmanlıda yukarıdan emredilen
modernleşme projesi sivil hayatı daraltan ana
faktördür. Sivil Toplum Kavramı Tartışmaları içinde
(ss. 19-42). M. Şentürk, A. Erdoğan (Haz.), İstanbul:
Kaknüs Yayınları
Erkan, E. (2012). Müslüman toplumlarda sivil
toplumun imkanı. Dinbilimleri Akademik Araştırma
Dergisi, 12(2), 195-206.
Kadıoğlu, A. (2005). Civil society, Islam in Turkey. The
Muslim World, 95(1), 23-41.
Mardin, Ş. (1990). Türkiye’de toplum ve siyaset
(Makaleler), M. Türköne, T. Önder (Der.). İstanbul:
İletişim Yayınları
Mayıs - Haziran 2015 89
SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
TOPLUM–SİYASET İKİLEMİNDE
STK’LARIN HUKUK DENETMENLİĞİ
Av. Muharrem Balcı
Sivilleşme, herhangi bir otoritenin etkisinde kalmaksızın ve belirli
kalıplara sığmayacak şekilde esnek ve farklılıklara açık olma hali…
Sivil Toplum Kuruluşları, hukuka ve kendi sivil vicdanına karşı
sorumlu, kamu vicdanınca denetlenen örgütlenmeler...
Y
ukarıdaki sivilleşme tarifinden yola
çıkarak oluşturulduğu varsayılan Sivil
Toplum Kuruluşları, gönüllülük esasına
dayanan ve toplumsal bir sorunu ortadan kaldırmayı/kaldırtmayı amaçlayan
toplulukladır. Modern öncesi veya
modern sosyal-hukuk devletlerinde sivil
toplum, sosyal dayanışmayı gerçekleştirebilmek için örgütlü olarak toplumsal
yaşamda yerini alır. Sivil toplum kavram
ve olgusunu Batı’dan tevarüs ettiği
şekilde veya kadim kültürümüz içinde
bir biçim olarak yaşayabilmek, STK’ların
varlığına ve varlık nedenlerine uygun
faaliyetlerine bağlıdır. STK’lar bir yandan
toplumsallığı temsilen yönetime katılma
ve talep etme fonksiyonlarını icra ederken, diğer yandan hükümet dışı (non
government) olmalarına uygun olarak
toplumsal muhalefet ve hukuk denetmenliği fonksiyonlarını da ifa eder/
etmelidir.
HUKUKUN YAYGINLAŞTIRILMASI
Türkiye’de araştırmalar bireyin temel
yöneliminin devlet odaklı olduğunu göstermektedir. Devletin yüce ve kutsal bir
güç olmasına dayanan ve onun sonsuz
bir kaynak olarak görülmesini de beraberinde getiren bu algılama, devletin,
‘kendi kendine var olan, bireyin etki ve
katkısına muhtaç olmayan bir mekanizma’ tanımını da içselleştirmektedir.
Oysa ki günümüzde devletin her alanda
90 Mimar ve Mühendis
yapmaya mecbur olduğu kadar yap-
herkes tarafından bilinebilir ve hatta
ninde devlet ile birey arasında oluşan
lebilirdir. İşte bu hakların oluşturduğu
maktan imtina etmesi gereken işlem ve
eylemler vardır. Anayasal hukuk düzebu hak ve ödevler aslında bir karşılıklı
sözleşme niteliği taşımakta ve devletin
yapması gerekenler bir lütuf olarak
değil devletin birey ile yaptığı sözleşme gereği ifa mecburiyetinde olduğu
yükümlülüklerdir. Bu duruma birey
yönünden bakıldığında ise bu mecburi
ifaların edasını isteme, bir haktır. Bu
hak yasalar aracılığı ile de tescil edil-
miştir. Bir şeyin tescillenmesi demek
biliniyor olması demektir. Tescil edilen
bir hak artık herkese karşı ileri sürü-
karşılıklı ortama hukuk düzeni diyoruz.
Öte yandan, özgürlük ve temel haklar
sadece siyasal bir mesele değildir,
aksine sadece siyasal alana bırakılamayacak kadar da hassas konulardır ve
demokrasilerde gerçek anlamda özgürlük ve hak temelli yaşam, devletin
hukuku tavandan tabana yaygınlaştır-
ması, sivil toplumun da hukuku tabandan tavana bilinç düzeyine çıkartma-
sıyla mümkündür. Hukuku yaygınlaştırma
temel hakları keyfi şekilde yaralanmak-
çok hukuku denetlemekle gerçekleşeceği
yapmıyorsa ya da demokrasi oyunundan
ve bilinç oluşturmanın, toplumun hukuku
birlikte yaşayarak/uygulayarak ve daha
ortaya çıkmaktadır.
HUKUK DENETMENLİĞİ
VE YASAL ÖRNEKLER
Hukuki denetimci olma, sivil toplum
kuruluşları için devlet erkine katılma yöntemlerinden biridir. Biliyoruz ve devamlı
şikâyet ediyoruz ki devlet erki aslında sivil
alanda despotça kullanıldığında özgürlük
denilen kutsal başta olmak üzere insanların
tadır. Kuvvetler ayrılığının hâkim olduğu
yönetimlerde eğer tüm aktörler görevini
danışıklı dövüş oyununa geçilmişse kimin
uyarıcı ve müdahil olacağı sorusu gündeme
gelir. İşte bu noktada ortaya atılan fikir
ombudsmanlık kurumu, halk mahkemeleri
veya halk savcılığı kurumları olmuştur.
Bizde halk savcılığı ve halk mahkemeleri
örnekleri yoktur. Ombudsmanlık da yeni
kurulmuştur. Ombudsmanlığın amacı, idare
üzerinde denetim uygulamaktır. Ombudsmanlık kurumu bağımsız bir kurumdur.
Ancak verdiği kararlar bağlayıcı nitelikte
olmayıp tavsiye niteliğindedir. Bu nedenle
ombudsmanlık kurumu da aradığımız
çözümü yeterli olarak vermemektedir. Bu
noktada çözüm, hukuki denetimin STK’lar
aracılığı ile yapılabilmesidir. Bir başka ifadeyle STK’ları birer hukuki denetimci olarak
düşünmek, daha da ileri giderek her vatandaşın bu denetimciliğe katılımını sağlamaktır. İşte o zaman danışıklı dövüşe engel olunabilecektir. STK’lar ülkemizde genel olarak
dernek, vakıf, birlik, platform vs. tüzel kişilikleriyle yürütülmektedir. Sivil toplum bu
tüzel kişilikler altında ülkenin hukukunu üç
türlü denetleme imkânına sahip olacaktır:
İlk olarak hemen akla gelen ve sıkça uygulanan yöntem, hukuki bir yanlışa veya zararlı
bir sonuca karşı baskı grubu oluşturma
yoluyla hukuka aykırılığın giderilmesidir. Bu
yöntemde amaç hukuk tarafından tanınan
toplantı, gösteri, yürüyüş, basın açıklaması,
boykotlar ve kampanyalar yapma hakkı kullanılarak hukuki yanlışlığın düzeltilmesini
sağlamaktır. Burada hemen belirtmeliyiz
ki bu eylemlerin hiç biri siyasilerin, kamu
yöneticilerinin, valilerin, emniyet müdürlerinin kanunu çarpıttığı, bazı STK’ların da teslimiyetle anladığı gibi hiçbir surette izne tabi
değildir. İkinci olarak, tüzel kişiliğe sahip
STK’ların toplumsal menfaatler söz konusu
olduğunda tüzel kişilikleri ve/veya üyeleri
adına kanunen tanınan dava açma haklarını
kullanmalarıdır. Üçüncüsü, STK’ların hukuki
denetim mercilerine katılmalarıdır. Modern
tüketici bilinci ve tüketici haklarının kullanılmasına ilişkin yasal düzenlemeler belirli
kurumlara katılım imkânlarını tanımaktadır.
Örnekler: Tüketici Hakem Heyetleri, Reklam
Kurulu, İnternet Üst Kurulu, İl ve İlçe İnsan
Hakları Kurulları, Ceza İnfaz Kurumları ve
Tutukevleri İzleme Kurulları, Hasta Hakları
Kurulları, farklı alanlarda oluşturulmuş Etik
Kurullar vb.
STK’LARIMIZ HUKUKİ
DENETİM GÖREVLERİNİ
YERİNE GETİREBİLİYORLAR MI?
Ülkemizde gönüllülük esası üzerine kurulu
sivil toplum çalışmaları sadece belirli alanlardaki çalışmalarda teşvik edilmektedir.
İktidarlar, yandaşları olabilecek sosyal
ve hayır amaçlı kurumları fonlayarak
Mayıs - Haziran 2015 91
SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
(nem’alandırarak) büyütebilmektedir. Böylece gerçekte hükümet dışı kuruluş olarak
kendini tanımlayan bu yapılanmalar bir
müddet sonra sadece bir hayır kurumu olarak sistemin kurumlarını meşrulaştırmada
kullanılabilmektedir. Aynı şekilde bazı
baskı grupları da siyaset kurumuna yandaş
STK’lar oluşturabilmektedir. Bu belki de
sivil toplum kavramını üreten modernitenin ulus devlet bağlamında gerçekleşmesini istediği sonuçtur. O halde soru şudur:
‘STK’larımız hukuki denetim görevlerini
yerine getirebiliyorlar mı?’ Kadim kültürümüzün güzide kurumu ahilik, hiçbir
şekilde devletten nem’alanmak veya siyasi
ve ekonomik rant elde etmek gayesiyle
değil, hatta bir meslek dayanışmasının da
ötesinde toplumsal yaşamı kolaylaştırmayı
insanlığa göstermesi bakımından örnek
sivil toplum kuruluşu idi. Sadece üyeleri
için değil, toplumun tümüne yönelik faaliyetleri vardı. Vakıflar, toplumsal ihtiyaçları
gidermenin yanı sıra, hukuka aykırılıkların
tespit ve raporlanmasında, siyasi/bürokratik otoriteye yardımcı olarak top-lumsal
sorunların çözümüne katkı yapmak üzere
konuşlandırılmışlardır. Batı menşeli sivil
toplum örgütlenmesi de dernekler ve platformlar şeklinde, kuruluş gayelerine uygun
olarak, hükümet dışı fakat siyasetten uzak
olmamak, ancak politik zaaflarla da malul
olmamak üzerine konuşlandırılmışlardır.
TOPLUM – SİYASET İKİLEMİNDE
SİVİLLEŞME VE HUKUK
Toplum-Siyaset ilişkilerini sivil toplum
temelinde konuşurken, geçmişten örnekler
yerine, son yaşananlar önceliğini koruyor.
Zaten (uzak geçmişimizde sağlıklı olmasına
rağmen) yakın geçmişimizde sağlıklı örnekler bulabilmemiz de mümkün görünmüyor.
Sivilleşmenin "sivil toplum"un güçlen(diril)
mesi ile mümkün olabileceğini henüz kavrayamadık. Sivilleşme, siyasilerimizin olduğu gibi, cemaatleşmiş veya politize olmuş
sivil toplum örgütlerimizin gündeminde de
yer almıyor. Hâlbuki güçlü bir sivil toplum
özgürlüklerin teminatı olma yolunda çok
önemli bir adım olacaktı. Kendi olamayan
ve kendisini her daim devletin ianesine
muhtaç hisseden yardım kuruluşları,
dernek, vakıf, oda, platform gibi sivil top92 Mimar ve Mühendis
Toplum-Siyaset ilişkilerini
sivil toplum temelinde
konuşurken, geçmişten
örnekler yerine, son
yaşananlar önceliğini
koruyor.
lumu çağrıştıran zeminler, siyasi kültürün
gelişimine ve arzu edilen sivilleşmeye de
katkı sağlayamayacaklarını kavrayamadı.
Devletin icraatları sivil toplumun gözü
önünde gerçekleşmekte, STK’ların ise bu
icraatlara karşı bir sözü bulunmamaktadır.
Devletin, idarenin icraatlarına karşı hakkı
dile getirmeye çalışanlar, cılız da olsa sivil
itaatsizlik eylemleri, ‘sen yapma bari’ veya
‘büyük harita’ ötelemeleriyle susturuldu.
Oysaki sivil top-lumun varlığı, insanların ve
STK’ların devlet ile olan ilişkilerinde aranır.
Örnek olarak; vakıfların birer sivil toplum
kuruluşu kurumları olmalarına karşılık,
vakıf üniversitelerinin YÖK’e bağımlı ve
devletin iki dudağı arasında olmaları sivil
toplumda gelinen aşamanın göstergesidir.
Yine birçok mesleki/ticari kuruluşun ve
medyanın da ‘yandaş’, ‘candaş’ şeklinde
vasıflandırılmaları ve bu vasıflandırılmanın
bu kuruluşlar tarafından da içselleştirilmesi
sivil toplumda hangi aşamaya geldiğimizin
işaretleridir. Hâlbuki hem ülke yönetimine
katkı hem de özgürlüklerin teminatı olması
bakımından güçlü ve devletten bağımsız
bir sivil toplum çok önemli bir açılım olabilirdi. Sivilleşme bakımından da devletten
bağımsız, kendi göbeğini kendisi kesebilen,
ülkenin gündeminde yer alabilen sivil
toplum olgusu anlamında büyük adımlar
atılabilirdi. Aksine, yıllarca mücadelesini
verdiğimiz, “millet iradesinin TBMM ve
yargı dışında hiçbir kurum tarafından
temsil edilememesi” kuralı çiğnendiğinde,
MGK, YÖK ve Olağanüstü Mahkemeler
STK’larımızın ilgi alanına girmeliydi. Ancak
tersi oldu ve yeniden nur topu gibi bir
MGK’mız ve Kırmızı Kitap algımız oluştu.
O halde, Türkiye’de varlığı arzu edilen
sivil toplum olgusunun, yeni bir bakış açısı
üzerinden yeni bir anayasa ve hepsinden
önemlisi halk kitlelerinde idarenin işlem ve
eylemlerine karşı bir sivil itaatsizlik bilincinin yerleştirilmesinden geçtiği açıktır. Devlete, idareye ve siyasilere düşen görev, sivil
toplumun kapı kulu ve yanaşma zihniyetinden soyutlanmasını sağlayacak tavırlar
takınmalarıdır. Mahkemenin kadıya mülk
olmaması özdeyişi, iktidarların bir gün
kendilerini de vurabilecek işlem ve eylemlere tevessül edebileceğini anımsatır. STK
temsilcilerimiz ve aktivistlerimize düşen
de rengi ve vasfı ne olursa olsun, hukuk
denetmenliği görevlerini yerine getirmeleri
olacaktır.
SONUÇ: MEŞRUİYET
ALGISI VE ALAN ÇALIŞMALARI
Beklentilerimizin muhatapları, sadece
devlet değil, devleti oluşturan kurum ve
kuruluşların aramızdan çıkan yöneticileri
olmakla birlikte; STK’larımız açısından da
sivil toplumunun ‘meşruiyet algısı’, hukuka
ve kendi sivil vicdanına karşı sorumlu,
kamu vicdanınca denetlenen örgütlenmiş
zeminler olmaktır. STK’ların meşruiyet
algılarını, bizzat sivil toplumun ihtiyaçları
belirlemektedir. Modern sosyal-hukuk
devletinde bu alanlar; Hukuk, Siyaset, Eğitim-Öğretim, Sağlık ve Ekonomi’dir. Kadim
kültürümüzdeki 5 temel ihtiyacı (makasıd-ı
hamse – Dinin, Nefsin, Malın, Aklın, Neslin
korunması) gözetmeyen otoriteye devlet
denemeyeceği gibi, bu temel ihtiyaçlar için
çalışmalar ve hukuk denetmenliği yapmayan topluluklara da sivil toplum kuruluşları
(dernek-vakıf vb) denemez.
Mayıs - Haziran 2015 93
MAKALE
BİR MEDENİYET KANDİLİ
Süleymanİye
Yazma Eser Kütüphanesİ
Tarih 1550 yılını gösterirken, Dersaadet = İstanbul’un ortasında fethin hicrî takvim
itibariyle 100’üncü yılı anısına, adı daha sonra “Külliye” olarak anılacak olan bir
imâretin temeli atılıyordu. Süleymaniye İmâreti…
Emir EŞ Türkiye Yazma Eseler Kurumu İstanbul Bölge Müdürü
T
amamlanması kabaca 1557 tarihine denk
düşen imâretin merkezinde, Osmanlı’nın
gelecekte resmi birtakım merasim ve muayedelerinin tertiplenecek olması itibariyle
birinci sınıf protokol camii olarak tavsif
edilebilecek bir “Mescid” vardır. Etrafında
ise Mekteb-i Sıbyân ile Evvel, Sânî, Sâlis
ve Râbi’diye adlandırılan Medreseler, Tıb Medresesi,
Dâru’ş-Şifâ, Dâru’z-Ziyâfe, Tâbhâne, Dâru’l-Hadîs,
Dâru’l- Kurrâ, Dâru’l- Mülâzimiye, Hamâm ve Mimâr
Sinân Hazretleri’nin mütevazı türbesi bulunmaktadır.
Avlu giriş kapıları üzerindeki bekçi evleri ile câminin
kıblesinde bulunan Kânûnî Sultân Süleymân’ın ve zevcesi Hürrem Sultân’ın türbeleri ve kabristandan oluşan
hazîre, imâretin mütemmim unsurlarıdır.
MEDRESEDEN KÜTÜPHANEYE GEÇİŞ SÜRECİ
İstanbul’un çeşitli semtlerinde daha çok sâhibu’lhayrât eliyle kurulmuş olan vakıf kütüphaneleri, 1915
yılından itibaren Külliye’nin birinci ve ikinci medreselerinde bir araya getirilerek, medreseden kütüphaneye
geçiş süreci başlamıştır. Çeşitli ve değişik kullanımlardan sonra, bugün kullanılmakta olan adını câmi içinde
batı yönündeki dökme pirinç şebeke ile çevrili özel
bölmede bulunan ve bu süreçte medreseye nakledilen koleksiyondan alan kütüphanemiz, aslında 1583
tarihinde oluşturulmuştur. Daha sonra sağlanan bağışlarla birlikte elde edilen koleksiyon sayısı, 120 tanesi
Osmanlı dönemine ait olmak üzere bu gün 144’e
ulaşmış bulunmaktadır. Bunlar arasında çok sayıda
94 Mimar ve Mühendis
İstanbul’un çeşitli semtlerinde
daha çok sâhibu’l- hayrât
eliyle kurulmuş olan vakıf
kütüphaneleri, 1915 yılından
itibaren Külliye’nin birinci
ve ikinci medreselerinde bir
araya getirilerek, medreseden
kütüphaneye geçiş süreci
başlamıştır.
Padişah, Sadrâzam, Şeyhu’l-İslâm, Kazasker,
Vâlide Sultân, Ağa, Paşa, Reisü’l-Küttâb,
Medrese, Tekke, Dergâh, Vakıf, özel şahıs ve
câmilere mahsus kütüphane bulunmaktadır.
Müslüman Türk milletinin yazılı kültürünün
ana kaynaklarından yazma ve kıymetli basılı eserleri bünyesinde barındıran, yerli ve
yabancı araştırmacılara uluslararası düzeyde
hizmet sunan bir kurum olan Süleymaniye
Kütüphanesi, yakın geçmişte Kültür ve Turizm
Bakanlığı Kütüphaneler ve Yayımlar Genel
Müdürlüğü’ne bağlı çalışmakta olduğu halde;
şimdi okumakta olduğunuz bu satırların yazarı eliyle, bürokratik merciler nezdinde 2010
yılının son günlerinde başlatılan teşebbüsler
neticesinde yasalaşarak kurulan Türkiye
Yazma Eserler Kurumu bünyesindeki İstanbul
Bölge Müdürlüğü’ne bağlı olarak faaliyetini
sürdürmektedir. Kütüphanemiz cilt, tezhip,
minyatür, hat, ebru ve levha gibi gelenekli
kitap sanatlarımızın en nadir örneklerini
barındırmaktadır.
FARKLI BRANŞLARDAN İLK BAKIŞTA
DİKKATİ ÇEKEN BİRKAÇ ESER
Kütüphanemizi sıradan kütüphanelerden ayıran özelliklerden birisi de eskiden
“Hazîne” yahut “Hızâne” denilen depolarında bir medeniyet kütüphanesi olduğunu
ispatlar nitelikte çok sayıda eseri bulun-
durmasıdır. Saymakla bitiremeyeceğimiz
kadar çok olan bu eserler arasında farklı
branşlardan ilk bakışta dikkati çeken birkaç
tanesini zikretmekte fayda var:
- Mimari hakkında Cafer Efendi’nin
kaleme aldığı Risâle-i Mi’mâriyye,
- Mühendislik dalında Eflatun’dan tercüme Kitabu’l- Mahrûtât,
- Tıp bilimleri konusunda, İbn-i Sînâ’nın
El Kânûn fi’t-Tıb,
- Denizcilikte, Pîrî Reis’in Kitâb-ı Bahriye,
- Seyahat kaynakları konusunda, Evliyâ
Çelebî’nin Seyahatnâme,
- Teknoloji hakkında, Ebu’l- İzz’in
Kitâbu’l- Hiyel,
- Matematik ile ilgili, Ali Kuşcu’nun
Risâle fi’l-Hisâb,
- Eczacılıkta, Dieskorides’in Kitâbu’lHaşâyiş,
- Edebiyatta, çeşitli dîvanlar, kasideler,
gazeller, hikayeler, cönkler.
Kütüphanemizi sıradan
kütüphanelerden ayıran
özelliklerden birisi de eskiden
“Hazîne” yahut “Hızâne” denilen
depolarında bir medeniyet
kütüphanesi olduğunu ispatlar
nitelikte çok sayıda eseri
bulundurmasıdır.
Mayıs - Haziran 2015 95
MAKALE
Ve bu yazının özel konusu olan mimari hendese dalında ise yazımıza tahsis edilen
sayfalara, yüzde 0.1’inin bile sığmayacağının idrakinde olmakla birlikte, birkaç eser
ismine yer vermemizin yararlı olacağını
umarak aşağıdaki eserleri, haklarındaki çok
muhtasar malumat ile birlikte kaydetmiş
olalım:
- 17’nci yüzyılın önemli matematikçilerinden Müneccimbaşı Ahmed
Dede (1113/1702), geometri alanında
Öklides’in Ele-menfier’inin Nasîrüddîn-i
Tûsî tarafından yapılan tahririne doğrudan Nasıruddin-i Tûsî ve Ahmed
el-Mevlevî adlı kişilerle hocalarının
düştükleri notları Ta’lîkât ‘alâ Ök-lîdis
adıyla bir araya getirmiş, ayrıca kendisi
de esere önemli notlar ilâve etmiştir.
Bu eser Tahrirü’l-fevâ’id olarak da
bilinmektedir (Beyazıt Yazma Eser Ktp,
nr 4590/1 de kayıtlıdır).
- Dönemin ileri gelen âlimlerinden Yanyalı Esad Efendi, Grek ve İslâm matematiğinin önemli problemlerinden olan
bir dairenin alanına, eş alana sahip
bir kare tesbit etme, diğer bir ifadeyle
dairenin kareleştirilmesi konusunda
Kitâbü ‘Ameli’l-Murabba’i’l-Müsâvîed-Dâ’ire adlı bir çalışma yapmıştır.
Oğlu tanınmış geometrici Bedreddin
Muhammed’in ise geometri alanında
bir dar açının üç eşit, dairenin ise 7
eşit parçaya taksimi ve bir dairenin
içine yedigen çizme gibi konularda
risaleleri vardır. ‘Amelü’l-Müsebba’ ve
Ğayrihî Min Zevâti’l-Edlâh li-kesîreti’ddâire, Teslîsü’z-Zâviye ve Tesbî’ı’dDâ’ire adlarını taşıyan bu risaleler
henüz incelenmemiştir.
- Bedreddin Muhammed’in zamanımıza gelen en önemli geometri eseri,
Osmanlı matematiğinde Öklid geometrisi üzerine yapılmış başlıca çalışmalar96 Mimar ve Mühendis
dan biri olan Şerhu Ba’zi’l-Makâlâ-ti’1Öklîdisiyye adlı müellif nüshası eser,
yine Beyazıt Yazma Eser Ktp. nr. 9787
da bulunmaktadır.
Nuhbetü’t-Tulâha li İlmi’l- Mesâha adlı,
Süleymaniye Kütüphanesi nr: 3680 de
kayıtlı eser ile; Râsıt Takıyyüddin Efendi’nin
Fizik ve Optik üzerine yazdığı NevruHadikati’l-Ebsâr ve Nûru Hakikati’l- Enzâr
isimli mühim eser, Sül.Ktp. Muhammed
Nuri Efendi Kısmı 163 numarada kayıtlıdır.
Bu eserde ondalık kesirlerin trigonometriye
uygulanmasının metodik araştırması konusu işlenmektedir. Daha fazla bilgi isteyen
okuyucularımın, bilimsel bir metni okuyabilecek seviyede Arapça, Farsça ya da
Osmanlı Türkçesine vâkıf olmaları halinde,
bu yazının nâsirine müracaat ettikleri takdirde kendileriyle ilgilenilecektir, inşâallah.
Tabii, bu yazıyı yazarken biz, değerli okuyucularımızın “mimari” ve “hendese” kelimelerinin birbirinin eş anlamlısı olarak uzun yüzyıllar boyunca kullanıldığını bildiklerinden
hareket etmekteyiz. Yani kitap isimlerine
bakarak toplumda sadece matematik ya da
hendese veya cebir ya da mimari gibi birtakım teknik detayları beyan ettiği sanılan
“mühendislik”i; bu dar anlamdan öte, astronomi hatta optik ve fizik vs. türden temel
tüm teknik konuları da kapsayan bir alan
olarak algılamamız gerekir. HAYATIN TÜM ALANLARIYLA İLGİLİ
FAKAT FARKLI ORANLARDA KİTAPLARDAN OLUŞAN ESERLER
Süleymaniye Kütüphanesi’ndeki eserler,
hayatın tüm alanlarıyla ilgili, fakat farklı
oranlarda kitaplardan oluşur. Buna hadis-
ait internet ağının ilgili sayfasında, bu
eserlerin ait oldukları kodları yazılmak
suretiyle bibliyografik künye bilgilerine
ulaşmak mümkündür. Ancak yukarıda da
işaret edildiği üzere bu yazmaların yüzde
70’i Arapça, yüzde 25’i Osmanlı Türkçesi ve
yüzde 5’i Farsça olması hasebiyle ilgilenenlerin, bilimsel metin okuma seviyelerinin, bu
dillere “vukufiyet” derecelerinin iyi olması
gerekir. Zira çok değil, daha günümüzden
100 küsur sene öncelerde, Arapça, ilmi eserlerin en yoğun şekilde yazıldığı dünya dilleri
listesinin başlarında yer alıyordu.
ten kimyaya, psikolojiden spora, musikiden
coğrafyaya, eczacılıktan tefsire, hijyenden
mimariye, astronomiden mühendisliğe,
edebiyattan tıbba, optikten kelamî konulara
ya da vakfiyelerden fetvâlara kadar sayılamayacak kadar çok çeşitli eserleri de dahil
etmek mümkündür. Eserlerimiz Sibirya’dan,
Afganistan’dan Hindistan’a, Yemen’den
Güney Afrika’ya; yine Afrika’nın doğu ve
batı sahillerinden Müslüman unsurun
yoğun olarak bulunduğu kuzey bölgelerine;
İspanya’dan, Portekiz’den, Bosna’ya; bugün
Rusya sınırları içinde kalmış olan ve Türkî
devletlerin bulunduğu topraklara; Turan’dan
İran’a kadar eski dünya denilen coğrafyanın tüm beldelerinden bir şekilde gelerek,
getirilerek, İslam dünyasının tarih boyunca
en önemli kültür başkentlerinden birisi olan
İstanbul ve yakın çevresinde ilim adamları-
nın istifadesine sunulmuş, önemli alimlerin
yetişmesine vesile olmuştur. Tabii bu arada
eserlerin yazıldığı ya da toplandığı bölgeler
arasında, hatta başında, bugün “Ortadoğu”
olarak adlandırılan bölgenin anılmasına,
Şam’ın, Bağdat’ın, Kahire’nin, Isfahan’ın,
Şîraz’ın zikredilmesine gerek bile yoktur.
YAZMALARIN YÜZDE 70’İ ARAPÇA,
YÜZDE 25’İ OSMANLI TÜRKÇESİ
VE YÜZDE 5’İ FARSÇA
Süleymaniye Kütüphanesi’nde bulunan yazmalar arasında hendese, matematik, geometri, mimari ile ilgili eserlerin sayısı ve
oranı genel yekün içerisinde çok önemli bir
yer tutar. Alanında önemli kabul edilen, en
çok ilgilenilen eserler, hiç şüphesiz yukarıda isimleri serdedilenlerden binlerce kat
fazladır. Türkiye Yazma Eserler Kurumu’na
BÖLGELERE GÖRE FARKLI
ARAYIŞLAR SÖZ KONUSU
Kütüphanemizde bulunan mimâri ve
hendesî eserler içinde, Türkiyeli araştırmacıların ilgilendiği kitaplar ile yabancıların
üzerinde durduğu eserler arasında farklılık
elbette vardır. Bizde şimdilik, uzun soluklu
profesyonel araştırmacı sayısı maalesef
oldukça azdır. İlgili araştırmacılarımız
genellikle akademik tezlerini tamamlayıncaya kadar yazma eserlerle ilgilenmekte,
işleri bitince de çoğu yarıştan kopmaktadır. Dolayısıyla araştırmayı tüm hayatına
yayan bilim adamımızın adedi bu nedenle
oldukça azdır. Bu sebeplere, ülkemizde
ilmi araştırmalara gerekli maddi desteğin ve moral takviyenin, bilhassa devlet
kurumlarında ve üniversitelerde halen
sağlanamamış olmasını da eklememizi,
vicdani bir sorumluluğu ifa ve hakkı teslim olarak ilave etmemiz gerekir. İslam
coğrafyasından gelen ve Türk vatandaşı
olmayan araştırmacılarımız genellikle,
tahkik (edisyon kritik) ve güncel sorunlara
fıkıh temelli çözümler üretme amacıyla
mezhepler arası mukayeseli İslam hukuku
konularında yoğunlaşmaktadır. Bir kültür
coğrafyası olarak “Batı” diye adlandıracağımız bölgelerden gelenler ise daha ziyade
mukayeseli dini hukuk konusunda ya da
semavi dinlerin hukuk anlayışı ile beşeri
dinlerin hukuk anlayışını karşılaştırmak için
araştırma yapmak üzere kaynaklarımıza
başvurmaktadır. Ancak bir kısım araştırmacıların da hendese konulu eserler üzerinde çalışmakta olduklarını söylemenin bir
kadirşinaslık gereği olduğunu belirtmeden
de geçemeyeceğim elbette.
Mayıs - Haziran 2015 97
GEZİ MOSKOVADAN İZLENİMLER
Moskova’dan
İzlenimler...
Mimar A. Güleser Ekşi
Temmuz ayında ailecek Moskova’ya bir gezimiz oldu. Rusya,
disiplinler ülkesi, komünizmin getirdiği paylaşımcı ruh,
disiplin hala devam ediyor. Moskova’da sayısız müzeler
bulunuyor, geniş caddeler parklar, aktiviteler ve hareketli
bir şehir yaşamı…
Mimari açıdan çeşitlilik arz etmekte. Metroda insanlar
inip binerken birbirini itip kakmıyor… Marketlerde sıra
beklerken öndeki kişiye saygı gösteriliyor. Yolların ara
arterleri dahi 6 şeritten oluşuyor, trafik problemi mevcut
demek zor, yayalar karşıdan karşıya geçerken öncelikli ve
sakin biçimde hareket ediyor. Oradan oraya kimse bağrışmıyor. Her şey bir ahenk içerisinde işliyor. Moskova’da
98 Mimar ve Mühendis
yüksek binalar sadece Putin’in isteği
üzerine şehrin merkezine birkaç tane yerleştirilmiş. 7 kız kardeşin anısına yapılmış
olan 7 ayrı bina şehrin her yerinden görülebiliyor. Şehrin en yüksek noktasından
kayak tramplenlerini, yükselen kuleleri
görmek mümkün. Zamanında komünizm
ihtilallerinin gerçekleştiği Kızıl Meydan
ise şimdi mükemmel bir şekilde çiçeklendirilip turistlerin ilk durakları haline
getirilmiş. Günlük yaşam bu meydanın
etrafında şekillenmekte, müzeler önemli
caddeler ve kafe restoranlar meydanın
etrafına dizilmiş durumda. Korkunç
Ivan’ın ellerinde mum tutturup söndüğünde insanların kellelerini aldığı kuyu
hala mevcut ve ibretle gösteriliyor. Hiçbirimiz ne barbarlarmış demeden ibret ile
izledik.
KIZIL MEYDAN
Rengarenk soğan başlı kubbelerin de yer
aldığı Kızıl Meydan oldukça etkileyici,
sarayın karşısında Bosco Cafe’de kahvenizi yudumlarken Kremlin Sarayı’nı da
inceleyebiliyorsunuz. Kremlin şehir içinde
kale manasına geliyor. Özel bir giriş biletiyle girdiğimiz sarayın içi de keza özel
süslemeler ile dolu. Duvarlarla çevrili olan
sarayın içinde 5 saray,4 kilise ve çeşitli
kuleler bulunmakta. St. Basis Katedrali,
History Museum, Lenin mozolesi meydan
da yer almakta. Varak ve ahşap işçilikleri
mükemmel. Hele Korkunç Ivan’ın tahtına
imrenmemek elde değil. Sarayın iç bahçesinde çok bakımlı havuzlar ve katedraller var.Çarlık döneminden bugüne
kadar saray olarak kullanılmış, Putin hala
burayı başkanlık sarayı olarak kullanıyor.
Lenin’in mumyalanmış mozolesi de bu
meydan da bulunmakta. St. Basilis Katedrali 16. yüzyılda yapılmış bir sanat harika-
sı. İhtişamdan uzak, eldekini değerlendiren Rus halkı bir Ruble’nin dahi kıymetini
biliyor. Şehrin 6-8 şeritli ana yollarında
limuzinlerin yanında 1970’lerden kalma
otomobilleri kullanan Rus halkını da gördük, benzinin litresi 1.45 TL gibi. Sudan
ucuz diye tabir edilebilecek kadar ucuz.
BOLSHOY VE PARKLAR
Bolshoy Tiyatrosu’nun yapıldığı mekan
büyük bir bulvar üzerinde yer alıyor.
Etrafına çeşitli kafeler dizilmiş, karşıdan
karşıya mutlaka yeşil ışıkta geçiliyor ya da
alt geçidi kullanıyorsunuz, kesinlikle kural
ihlali yok! Barok ve gotik tarzı binalar birbirinden güzel, hiçbiri yıkılmamış olduğu
gibi renovasyona tabi tutularak restore
Mayıs - Haziran 2015 99
GEZİ MOSKOVADAN İZLENİMLER
edilmiş. Oğlumun ısrarıyla 2 metro
değiştirerek gittiğimiz şehrin merkezine
yakın olan Gorky Parkı’nın donanımlarına
inanamadım. 40-50 dönüm arazi üstüne yapılmış olan park muazzam. Şehir
ve planlamacılarımızın, mimarların ve
özellikle belediye yöneticilerinin görmesi
gereken bir mekan. Bir noktadan bakıldığında yeşil alan sonsuz olarak gözüküyor,
gözünüz hiçbir şeyle kesişmiyor. Ortada
büyük bir havuz etrafında gençler paten
yapıyor, bebekli hanımlar bebek arabalarını ağaçların arasından dolandırıyor.
İleride oyun parkları mevcut; dönme
dolaplar, salıncaklar, renkli balonlar çok
çeşitli. Çiçekleri koparan vatandaşlar yok,
çöpleri yere atanlar yok. Akşamüstü amatör gitarist gençler çalgılarıyla mekânı
şenlendiriyor. Ruslar genel olarak neşeli
ve mutlu, asık yüzlü kişiler az.
CAMİİ
Kışın soğuktan dolayı olsa gerek kapalı
mekân aktivite ve eğlenceleri çok fazla.
Biz de sirke gitmek için bilet almaya
çalışsak da nafile, her yer dopdolu. Sanata
burada ayrı bir önem veriliyor. Çocuklar doğuştan balet, balerin sanki. Aynı
zamanda burada Diyanet’in yapımında
rol aldığı büyük ve güzel bir camii de
mevcut. Bu cami şehrin merkezine yakın,
olimpiyat stadının yanında, inşaatı hala
devam ettiğinden iç kısmını sizlere sunamıyorum.
METRO
Moskova metroları yerin oldukça altında
ve tek seferde, yani tek merdivenle iniliyor. Savaş döneminden kalan metrolar
oldukça eski fakat hızlı da. Metronun
100 Mimar ve Mühendis
istasyonları heykeller ve vitraylar ile süslenmiş. İmrenmemek elde değil, her istasyon farklı bir sanat eseri. Dünyada bır tek
Moskova yerin altında vitraylar bulunan
bir metroya sahip. 1917-1937 yıllarına ait
o dönemi yansıtan heykeller yer almakta.
Novoslobodskaya, Kievskaya, Ploshad
Revolutsi bu eserlerin bulunduğu metro
istasyonlarından bazıları. Müzik sesiyle
iniyor, müzik sesi ile yukarı çıkıyorsunuz.
Metro da kitap okuma oranı oldukça
yüksek.
MÜZE
Moskova’da aşırı sayıda müze var, Darvin
müzesi, Votka Tarihi müzesi, Matruşka
Müzesi, biz ise bazılarını gezebilmeye
fırsat bulduk. Uzay müzesi olan Kozmonot Müzesi bunlardan biri. Uzaya tarih
boyunca fırlatılan araçlar bir arada. İçine
bilet ile girip dolaşılabiliyor. Ruslar uzaya
çıkmak için iyi bir sermaye harcamışlar
ve başarılılar da. Basınç tankları, füzeleri,
giydikleri elbiseler ve kullandıkları malzemeleri yakınen görmek etkileyici bir
şanstı bizler için.
ST. PETERSBURG
Moskova’dan St. Petersburg yani Peter’in
şehrine 1 saat 30 dakikalık bir uçuştan
sonra vardık. Buranın da alabildiğince
yeşil ve tek katlı evleri olduğunu görüyoruz. Parklarında gezinirken yine yeşilin
bolluğu ve düzeni dikkat çekiyor. Lüks
yaşamıyorlar fakat mutlu ve huzurlular.
St. Petersburg için kanallar şehri denebilir. Motorlara binip şehrin siluetine yakından bakabilirsiniz. Ağaçların altında, nehir
kenarlarında yeni evlenen çiftler size coşkuyla selam veriyor. Güneş burada sadece
2 ay var, yani yok denecek kadar az, bu
yüzden güneşi gören parklara atıyor
kendini. Buradaki Hermitage Müzesi’nde
oldukça değerli tablolar mevcut, sanat
tarihçilerinin ve ressamların, mimarların
bu şehri gezmesini tavsiye ediyorum. Birbirinden güzel desenlerle işlenmiş Matruşkaların bolca satıldığı mağazalardan
eşe dosta aldığımız hediyelerle gezimizi
tamamladık. En çok beğendiğim tarafları
eski eserleri korumaları, restorasyona
önem vermeleri ve yeşil alanların bolluğu,
caddelerin geniş ve rahat olması. Disiplin,
insan doğasının vazgeçilmez bir parçası,
sanat ve bilgi ile bütünleşiyor, doğayı
eşsiz kılıyor. Güneş ışıltısıyla bizleri
aydınlatıyor, nimetler sunuyor, insanoğlu
bunları işleyerek hayatını kolaylaştırıyor.
Mayıs - Haziran 2015 101
OBJEKTİFİN GÖZÜNDEN MÜHENDİSİN GÖRDÜĞÜ
Vekil Camii ŞİRAZ / İRAN
FOTOĞRAF: OSMAN ARI
KİTAPLIK
OSMANLI DEVLETİ’NDE
HAREMEYN VAKIFLARI
YAZAR: MUSTAFA GÜLER
YAYINEVİ: ÇAMLICA
BASIM YAYIN
Mekke-i Mükerreme ve
Medîne-i Münevvere şehirleri, Müslümanlar nazarında
yeryüzünün en mukaddes
mekânlarıdır. Haremeyn
diye isimlendirilen bu iki
şehir her asırda merkezî
idârelerin ve şahısların
fevkalâde ilgisine mazhar
olmuştur. Bu kitap; başta
Haremeyn’e hizmet için
kurulan vakıfları, vakıfların
idâresini ve devlet adamlarının başta padişahlar ve
aileleri olmak üzere hususî
yardım ve bağışlarını konu
almaktadır. Birinci bölümde
Mısır ve Hicaz’ın Osmanlı
idaresine katılması, vakıflar sayesinde Hac yolunda
ve Haremeyn’de yapılan
hizmetlere yer verilmiştir.
İkinci bölümde, fukarâ
ve mukaddes mekânlara
hizmet edenler için kurulan
vakıflar ve hususî tahsîsât ele
alınmıştır. Üçüncü bölümde
Haremeyn vakıfları çeşitlerine göre tasnif edilip bu
konuda doyurucu malumat verilmiştir. Dördüncü
bölümde vakıfların Mekke
ve Medîne’ye irsâl ameliyesi
olan surre ve vakıf kurucuları anlatılmıştır.
OSMANLI VAKIF MEDENİYETİ
YAZAR: ZİYA KAZICI
YAYINEVİ: BİLGE
YAYINCILIK
Yardımlaşma temeline
dayanan, dini ve medeni bir
müessese olan vakıf, sosyal
dayanışmanın en eski hukuki
müesseselerinden biridir.
Sosyal müesseselerin kurulup gelişmesinde büyük derecede rol oynayan ve sadece
geniş halk kitleleri değil, çevre ve hayvanlara da hizmet
götüren vakıf teşkilatı, milletlerin sahip olduğu manevi
güç ve değerlerin tanımlanmasına yardımcı başlıca
eserlerdendir. İslam dinini
kabul etmelerinden sonra
Türklerin, ekonomik, sosyal
ve dini hayatlarında asırlar
boyu müessir bir rol oynayan
vakıf kurumu, sadece fakirlere yardım etmek gibi dar
bir çevrede kalmamış; aynı
zamanda fikir, irfan ve imar
gibi müesseseler üzerinde
de derin izler bırakmıştır.
Nitekim bu yüzden Osmanlı
İmparatorluğu’nun umumi
hayatında bir iskan ve imar
metodu olarak vakıfların oynamış olduğu büyük rolden
kimse şüphe etmemektedir.
ANADOLU’DA XII-XIII. YÜZYIL
TÜRK HAMAMLARI
TÜRK HANLARININ GELİŞİMİ VE
İSTANBUL HANLARI MİMARİSİ
YAZAR: SADİ BAYRAM
YAYINEVİ: VAKIFLAR
GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
YAZAR: DR. CEYHAN
GÜRAN
YAYINEVİ: VAKIFLAR
GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
Türk kültür tarihimizde
önemli bir boşluğu dolduran eser; XII-XIII. yüzyıl
hamamları hakkında genel
bilgiler, mimari ve kompozisyon özellikleri, su tesisatı, dam örtü şekilleri ve
malzemeleri, aydınlatma,
tezyinat, ısıtma sistemleri
ve bunlardan çıkartılan
sonuçları belirtiyor.
Bu kitap uzun araştırmaların, çeşitli bilgi ve dokümanların sentezinden doğmuş,
19’uncu yüzyıl ilk yarısına
kadar İstanbul’da ortaya
çıkmış, 43 adet eski karakterini muhafaza etmiş, 59
adet tamamen kaybolmuş
veya değişmiş olan, toplam
102 han üzerinde çalışma ve
araştırma yapılmıştır.
TÜRKİYE’DE VAKIF ABİDELER VE ESKİ ESERLER 4 CİLT TAKIM
YAZAR: SABİH ERKEN
YAYINEVİ: VAKIFLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
Vakıfların Türk Medeniyet tarihine kazandırdığı
Abide ve sanat eserlerini,
orijinal zenginliğine,
sanat değerlerine zarar vermeden gelecek
nesillere ulaştırmak gibi
çok önemli ve kutsal bir
vazifeyi üstlenmiş olan
Vakıflar Genel Müdürlüğü; çalışmaları ile Türk
mazisinin haşmetini yeni
nesillere bütün değerleriyle intikal ettirmek şans
ve bahtiyarlığına sahiptir.
Her vilayetimizde bulunan
vakıf eski eserlerin tespit
ve tescili alfabetik sıraya
göre yapılmakta ve bu
hizmet yayın yoluyla ilim
dünyasının istifadesine
sunulmaktadır.
Mayıs - Haziran 2015 103
ÇİZGİ YORUM YAKUP GÜLER
104 Mimar ve Mühendis
YENİLİK
TECRÜBE,
TEKNOLOJİ VE
KARBON KATAMARAN
YOLCU FERİBOTU
YENİ NESİL
YOLCU GEMİSİ
ARAMA
KURTARMA
BOTU

Benzer belgeler