Moskova`dan İzlenİmler
Transkript
Moskova`dan İzlenİmler
Mimar ve Mühendis Mayıs - Haziran 2015 Sayı: 83 83 SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI Sayı: 83 Mayıs - Haziran 2015 STK’LAR SADAKA TAŞI MI? ATLAMA TAŞI MI? MMG’NİN DÜNÜ, BUGÜNÜ VE GELECEĞİ BİR MEDENİYET KANDİLİ Süleymanİye Yazma Eser Kütüphanesİ Moskova’dan İzlenimler... MMG’yi farklı kılan teknolojiyi sorgulaması… Sadece mühendis bakışı değil, entelektüel bakışı… Bilim felsefesi olarak da bilimi sorgulaması… Tarih 1550 yılını gösterirken, Dersaadet = İstanbul’un ortasında fethin hicrî takvim itibariyle 100’üncü yılı anısına, adı daha sonra “Külliye” olarak anılacak olan bir imâretin temeli atılıyordu. Temmuz ayında ailecek Moskova’ya bir gezimiz oldu. Moskova’da sayısız müzeler bulunuyor, geniş caddeler parklar, aktiviteler ve hareketli bir şehir yaşamı… EDİTÖR Mehmet İpek Yayın Kurulu Ahmet Erdal Osmanlıoğlu, Mahmut Çelik, Osman Şahbaz, Ali Reyhan Esen, Ali Osman Öncel, Yavuz Sarı, Mehmet Kürşat Çapar Bu Sayıya Katkıda Bulunanlar Kadem Ekşi, Yakup Güler, Osman Arı, Avni Çebi, Dr. Ahmet Emindağ Yayın Danışma Kurulu Avni Çebi, Prof. Dr. Nazif Gürdoğan, Prof. Dr. İlhan Kocaarslan, Prof. Dr. Nizamettin Aydın, Prof. Dr. Zeki Çizmecioğlu, Yrd. Doç. Dr. Ömer Faruk Kültür, Mehmet Osmanlıoğlu, Yrd. Doç. Dr. Yalçın Boztoprak, Fatih Dönmez, Yrd. Doc. Dr. İbrahim Güneş, Yakup Güler İletİşİm Adresİ Kuştepe Biracılar Sok. No: 7 Mecidiyeköy/İstanbul Tel: 0 212 217 51 00 Fax: 0 212 217 22 63 Web: www.mmg.org.tr E-posta: [email protected] ABEMEDYA Yayın Koordİnatörü İsmail Şaşmaz [email protected] Edİtör Fatih Göksu Görsel Yönetmen Ersan Topuz Reklam Serdar Erikci [email protected] Kuştepe Mah. Biracılar Sok. No: 15 Şişli / İSTANBUL Tel: 0 212 273 27 50 Fax: 0 212 273 27 51 Web: www.abemedya.com Basım Bilnet Matbaacılık ve Ambalaj San. A.Ş. Dudullu Org. San. Bölgesi 1.Cad. No:16 Ümraniye-İST Tel: 0216 444 44 03 Faks: 0216 365 99 07-08 www.bilnet.net.tr Yayın Türü İki ayda bir yayınlanır. Yerel Süreli Yayın Ücretsizdir Yazı ve reklamların içerik sorumluluğu sahiplerine aittir. Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir. Küreselleşme ile birlikte, insanların giderek daha fazla iç içe yaşamaları ve kültürel açıdan yakınlaşmaları, toplumsal olarak daha örgütlü ve organize hale dönüşmüş kollektif yapılı bir toplum yapısını ortaya çıkardı. Belirli bir amaç doğrultusunda bir araya gelmiş insanların yaşadıkları problemlere çözüm bulabilmek ve mücadele ettiği yapılara karşı güçlü olabilmek için oluşturduğu Sivil Toplum Kuruluşları (STK’lar) da günümüzün en güçlü yapıları olarak adından sıkça ve güçlü bir şekilde söz ettirir hale geldi. İnsanların kendini en iyi şekilde ifade edebildiği, mücadelesi için birlikte yol alabileceği insanlarla bir arada olduğu yapılar olan STK’lar, küreselleşen dünyada artık toplumları yönlendiren, çalıştıran temel faktör konumuna gelmiş durumda. Çünkü insanlar örgütlü ve organize bir şekilde ekonomik, toplumsal, kültürel ve siyasal özellikli ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyor. Ekonomiden politikaya, kültürden sosyal hayatın bütün yönlerine kadar geniş bir yayılma alanına sahip olmaya başlayan STK’ların finans kuruluşları, çok uluslu şirketler ve medya ile beraber en önemli güç kaynaklarından biri olduğu gerçeği ile karşı karşıya olduğumuz bir dönemdeyiz. Katılımcı demokratik yapı ve çoğulcu bir toplumun oluşmasına katkıda bulunan STK’lar, bugün modern toplumların en etkin siyasi baskı ve toplumsal değişim aktörleri arasında bulunup ülkelerinin kamu diplomasisi faaliyetlerinde yer alırken vatandaşlık kültürünün kazanılmasında etkili olan yapılardır. Devletin gücünün yetmediği konularda araştırma, tesis ve hizmet sağlayarak devlet işlerindeki açığı kapamaya çalışan STK’lar, hiçbir zaman iktidar ve güç amaçlamaz. Yaptıkları sadece problemlere çözümler üretmek, fikir geliştirmek, bunları politikacılara sunup onların bu fikirleri gerçekleştirmeleri için gerekli olan baskı gruplarını oluşturmaktır. Günümüz sivil yaşamının bu etkin kurumu aslında bize uzak bir kavram değil. Efendimiz (S.A.V) ile başlayan, sahabe ile devam eden ve Osmanlı ile zirve noktaya ulaşan Vakıf kav- ramı, o dönemlerin en etkin STK’larıydı. Şu an güncel STK’lar ile yaşamaya devam eden Vakıflar, daha çok insanların zaruri ihtiyaçlarının (giyim, yiyecek, barınma, hastane vb) giderilmesine yönelik çözümler üreten kuruluşlar iken STK’lar güncel yaşamda ortaya çıkan sorunların çözümüne yönelik birlikte adım atılmasını sağlama yönelik adımlar atan kuruluşlar halinde çalışıyor. Birbiriyle benzer özellikleri olsa da aynı kavramlar olmayan Vakıf ve STK’lar bir toplumun yaşamı sürecinden çok önemli yere sahiptir. Bu nedenle, kurulmuş her Vakıf ve STK’nın amacına uygun hareket etmesi, insanların da bu kuruluşlara etkin destek vermesi büyük önem taşıyor. Günümüz sivil yaşamının bu etkin kurumu aslında bize uzak bir kavram değil. Efendimiz (S.A.V) ile başlayan, sahabe ile devam eden ve Osmanlı ile zirve noktaya ulaşan Vakıf kavramı, o dönemlerin en etkin STK’larıydı. Mimar ve Mühendis Mayıs - Haziran 2015 Sayı: 83 Sorumlu Yazı İşlerİ Müdürü Murat Alpay [email protected] EDitörden… 83 Sayı: 83 Mayıs - Haziran 2015 SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI İmtiyaz Sahibi Mimar ve Mühendisler Grubu adına Genel Başkan Murat Özdemir STK’LAR SADAKA TAŞI MI? ATLAMA TAŞI MI? MMG’NİN DüNü, BUGüNü VE GELECEĞİ BİR MEDENİYET KANDİLİ SüLEYMANİYE YAzMA ESER KüTüphANESİ MoSKoVA’DAN İzLENiMLER... MMG’yi farklı kılan teknolojiyi sorgulaması… Sadece mühendis bakışı değil, entelektüel bakışı… Bilim felsefesi olarak da bilimi sorgulaması… Tarih 1550 yılını gösterirken, Dersaadet = İstanbul’un ortasında fethin hicrî takvim itibariyle 100’üncü yılı anısına, adı daha sonra “Külliye” olarak anılacak olan bir imâretin temeli atılıyordu. Temmuz ayında ailecek Moskova’ya bir gezimiz oldu. Moskova’da sayısız müzeler bulunuyor, geniş caddeler parklar, aktiviteler ve hareketli bir şehir yaşamı… İçindekiler Mimar ve Mühendis 83 6 14 GİRİŞ KISA KISA STK SADAKA TAŞI MI? ATLAMA TAŞI MI? Birlik ve beraberlik kurmak, işleyişlerin dolayısı ile hayırların ve hizmetlerin derinliğini artırır. Tüm insanlığı birleştirmek için gereken her şeye sahip olan İslam, insanların birlik ve beraberlik duygusuyla oluşturduğu hayırlı hizmet için yarıştığı vakfetme anlayışının da temelini oluşturmuştur. Vakfetme anlayışıyla hizmet veren insanlar ayrıca bir arada olup yaşanılan güncel sorunları çözüme kavuşturma adına kurdukları STK'larla da etkin bir görev üstlenmiş durumda. MMG de kimseyi ayırmadan, ayrıştırmadan, ötekileştirmeden ve üzmeden herkese aynı sevgi ve muhabbeti gösterebilmek; samimiyet ve ihlasla ortaya bireyin gelişimini sağlamak ve toplumun faydalanabileceği akıl üretmek için çıktığı yolda tüm bu üretimleri de her şeyi göze alarak yaptı ve yapmaya devam ediyor... 18 ASR-I SAADET'TE VAKFİYELER VE MEDİNE ÇARŞISI Muhammed Emin Yıldırım 30 ÖZGÜN BİR STK OLARAK MMG OSMAN ARI 32 STK’LAR VE FİNANSAL DESTEKLER YASEMİN OK 36 SOKAKTA ÇALIŞAN ÇOCUKLAR VE HAYAT VAKFI ÇOCUKLAR SOKAKTA SOLMASIN PROJESİ TUBA GAVAZ 40 MMG’NİN DÜNÜ, BUGÜNÜ VEGELECEĞİ 52 SİVİL TOPLUM KURULUŞLARINI DESTEKLEYEN VE EĞİTEN BİR UYGULAMA HAMİLİK OKULU VAKFI STK YÖNETİMİ EĞİTİM PROGRAMI KAMİLE CANBAY 56 İNSANI YAŞATAN, HAYATI ZENGİNLEŞTİREN: VAKIF MEDENİYETİ AVNİ ÇEBİ BİZDEN HABERLER 62 YEREL KALKINMA ANLAYIŞI SÜRECİNDE KURUMLARA DÜŞEN GÖREVLER YEREL KALKINMA DERNEĞİ BAŞKANI AYHAN APAYDIN 66 YERYÜZÜ MÜHENDİSLERİ DERNEĞİ’NİN GAYESİ , ÇIKIŞ GEREKÇELERİ VE HİKAYESİ YRD. DOÇ. DR. ÖMER FARUK KÜLTÜR 69 ZAMANIN TANIĞI MMG KADEM EKŞİ 70 ÇABAMIZ GÜÇLÜ VE DEMOKRATİK BİR SİVİL TOPLUM TEZCAN ERALP ABAY 74 TGTV STK OKULU EĞİTİM PROGRAMI KEMAL KAYA 76 YENİ BİR MEDENİYET ARAYIŞINDA MMG’NİN SERÜVENİ YAKUP GÜLER 82 SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİNDE STRATEJİK İLETİŞİM YÖNETİMİ YRD. DOÇ. DR. BETÜL ÖNAYDOĞAN ETKİNLİK 94 BİR MEDENİYET KANDİLİ SÜLEYMANİYE YAZMA ESER KÜTÜPHANESİ EMİR EŞ 98 MOSKOVA’DAN İZLENİMLER… MİMAR A. GÜLESER EKŞİ STK’LARA KATKI VE KATILIM SOSYAL VE MANEVİ SORUMLULUĞUMUZDUR Mimar ve Mühendisler Grubu olarak çıkardığımız dergilerimizde seçtiğimiz dosya konularıyla ülkemizin gelişmesi için önemli gördüğümüz konuları işleyerek biz de ülkemizin kalkınma ve gelişme sürecine katkı koymaya çalışıyoruz. Bu kapsamda enerjiden, sanayileşmeye eğitimden şehirciliğe birçok konuyu işledik, işlemeye de devam edeceğiz. Toplumların gelişip kalkınmalarında, özgür ve bağımsız bir şekilde fikir üretebilmeleri önemli bir yer tutar. Bu da toplumların sivilleşmesi ve sivil toplum hareketlerinin güçlenmesi ile sağlıklı bir şekilde gerçekleşebilir. Toplumların gelişip kalkınmalarında, özgür ve bağımsız bir şekilde fikir üretebilmeleri önemli bir yer tutar. Bu da toplumların sivilleşmesi ve sivil toplum hareketlerinin güçlenmesi ile sağlıklı bir şekilde gerçekleşebilir. Sivil toplum hareketlerinin esasını teşkil eden sivillik genellikle askeri olmamak olarak anlaşılmakla birlikte aslında kavramın terimsel anlamı, İngilizce karşılığında da ifade edildiği gibi, “non-govermental organizations” yani hükümet dışı, iktidar gücünü elinde bulundurmayan örgütleri ifade etmektedir. Sivil toplum hareketleri hükümet dışı olmakla birlikte yapısında muhaliflik barındırsa da bazılarının bugün anlayıp kullandıkları gibi aslında hükümete veya devlete karşı olan örgütler şeklinde de anlaşılıp kullanılmamalıdır. STK’ların ayrıca, kimileri tarafından bu toprakların ürünü olmadığı ve ağırlıklı olarak batı kaynaklı bir yapılanma olduğu ifade edilse de aslında bana göre bu toprakların inanç ve kültür değerlerinin de bir ürünüdür. Bizde “Sivil Toplum Kuruluşu” olarak ifade edilmemiş olsa da, gerek geçmişteki ahilik teşkilatı gerekse günümüzde hala daha devam etmekte olan vakıflar gibi yapılanmalarımız, içerik ve işlev olarak bu günün STK’larının yerini tutmaktadır. İnanç değerlerimizde bir taraftan, “İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten men eden bir topluluk bulunsun” hükmü gönüllü yapılanmaları teşvik ederken, diğer taraftan da müttakilerden bahsedilirkenki “Onlar rızıklandırıldıkları şeylerden infak ederler” tarifi de bir nevi vakıf medeniyetini ifade etmektedir. Evet, kişinin rızıklandırıldığı şeyden infak etmesi. Yani, vakti olanın vaktini, nakti olanın naktini, aklı olanın aklını, çevresi olanın çevresini ve imkanlarını sadece kendisi için değil, toplum adına gönüllü olarak infak etmesi, vakfetmesi. Yani bir tür bir sivil toplum hareketinin içinde bulunması. Sivil toplu hareketleri, bir yönü itibariyle toplum içerisindeki dayanışmayı artırmakta, insanların kişisel ve manevi gelişimlerine katkı sağlamaktadır. Bunun yanı sıra, toplumun sağduyusu, ortak aklı ve vicdanı olarak da başta yöneticiler olmak üzere toplum kesimleri arasında yol gösterici, denetleyici ve ara bulucu işlevleri de görebilmektedirler. Günümüzde özellikle yeni yetişen nesilde, yapılan işlerden ziyade bu işlerin yapılma sürecine vatandaşların katılımları ve paydaşlığı daha önem kazanmaktadır. Vatandaşların yapılan işlere katılımlarında da sivil örgütlenmeler büyük yer tutmaktadır ve bu tür örgütlenmelerin önemi de gün geçtikçe artmaktadır. Başta eğitim, sağlık ve ihtiyaç sahiplerine yardım gibi, maddi yönü itibariyle bakıldığında devlet tarafından kolaylıkla yapılabilir gözüken birçok alanda sivil toplum hareketlerinin, gönüllülerinin niyetlerinin bereketinden olsa gerek, daha verimli ve etkili çalıştıkları görülmektedir. Sivil toplum kuruluşları ilgilendikleri konular ve muhataplıkları itibariyle yönetici kadrolarla ve siyasilerle bir şekilde ilişki içerisinde olmak durumundadır. Burada STK’ların özellikle hükümetlerle kuracakları ilişkinin şekli ve ölçüsü sivil kalma ile devletleşme arasındaki konumunu belirleyecektir. Asıl olan sivil toplum hareketlerinin siyasete ve yöneticilere yol göstermesi, toplum adına yapılanları kontrol ederek bir nevi hesap sorması, siyasetin de sivil toplumu güçlendirecek mekanizmaları kurarak ve işleterek sivil toplum hareketlerini rakip olarak görmeden desteklemesi, sivil toplum hareketlerinden beslenmesi gerekmektedir. Sivil toplum hareketleri, genellikle, eğitim, sağlık, toplumun dezavantajlı kesimlerine destek sağlama, gerek herhangi bir mağduriyete karşı gerek hemşerilik tabanında gerekse meslek ve iş alanlarında dayanışma veya belli bir ilgi alanında faaliyet göstermek üzere örgütlenmiş olabilir. Her ne amaçla örgütlenmiş olursa olsun, sivil toplum hareketlerinin en önemli özelliği gönüllü hareket olmaları ve iktidar gücünü elinde bulundurmasıdır. Ancak, kendi ayakları üzerinde duramayan, bir şekilde devletten beslenen, sırtını devlete yaslayan, yöneticileri veya mensupları siyasetten beklenti içerisinde olan STK’lar maalesef gerçek varlık sebeplerine uygun olarak davranamamakta, sivilleşmeye katkı sağlayamamakta, toplum adına uyarıcı ve yol gösterici olma görevini hakkıyla yerine getirememektedir. Bu manada STK’larımızın gerçek anlamda sivil örgütler olarak faaliyet gösterebilmeleri için sivil kişiler tarafından desteklenmesi ve denetlenmesi gerekmektedir. Toplumumuzda gördüğümüz eksikliklerin giderilmesi adına “pasif iyi” olarak tespit ve şikayet etmekten ziyade, “aktif iyi” olarak düzeltilmesi yönünde ilgili STK’larda faaliyet göstermenin veya bu yönde faaliyet gösteren STK’lara katkı ve katılım sağlayarak destek olmanın bir nevi sosyal ve manevi sorumluluğumuz olduğu hatırlatarak, bu sorumluluğumuzun gereğini hakkıyla yerine getirebilmek duasıyla… Murat ÖZDEMİR BİZDEN HABERLER MMG 12’NCİ OLAĞAN GENEL KURULU GERÇEKLEŞTİRİLDİ M imar ve Mühendisler Grubu (MMG) Genel Başkanı Murat Özdemir açılış konuşmasında, MMG’nin kuruluşundan bugüne kadarki olan sürecini; hikmet, imar ve ihsan kavramlarıyla ifade etti. MMG’nin şehirleşmeden bilişime, sanayileşmeden enerji verimliliğine birçok alanda şahitlik ve tanıklık yaptığını söyleyen Özdemir, Türkiye’ye nitelikli eleman kazandırılması için eğitimin önemli olduğunu, bilimde, sanayide, tarımda nitelikli eleman ihtiyacının karşılanmasının eğitimden geçtiğini belirtti. Eğitimin sadece üniversitelerin görevi olmadığını, üniversite öncesi ilgili kurumların çalışma yapması, üniversitelere destek vermesi gerektiğini aktaran Özdemir, “Ülkemiz bugün geldiği gelişmişlik noktasını hak etmemektedir. Daha yukarı seviyelere çıkabilmek için çok çalışmamız lazım” dedi. GELECEĞİN ENERJİSİNE ODAKLANMALIYIZ Türkiye’nin enerji ithal eden bir ülke olduğuna da değinen Özdemir, “Geç kaldığımız enerji yatırımları önceliklerimiz arasında olmalıdır. Nükleer enerji, 6 Mimar ve Mühendis MMG’nin 12’nci Olağan Genel Kurulu, 31 Mayıs Pazar günü Şişli Grand Cevahir Hotel’de yapıldı. geleceğimizin enerjisi değildir. Güncel enerjidir. Geleceğin enerji kaynakları güneş ve doğal kaynaklardır. Bir diğer enerji kaynağı da enerji tasarrufudur. Gerek evsel gerek sanayide tasarruflu enerji kullanmalıyız” değerlendirmesinde bulundu. MMG SÜREKLİLİĞİNİ BUGÜNE KADAR SÜRDÜRMÜŞTÜR Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSİAD) Genel Başkanı Nail Olpak da MMG’nin kuruluşundan bugüne kadar geçen süreç içinde görevini layıkıyla yerine getirdiğini söyledi. “Taşı delen damlaların gücü değil, sürekliliğidir” sözünü hatırlatan Olpak, “MMG bu sürekliliği kurulduğu günden bu yana sürdürmektedir. Bu güzel hizmetlerinden dolayı teşekkür ediyorum. Bizim güzel yapılanlara sahip çıkmamız ve teşekkür etmemiz gerekiyor. Eksik gördüklerimizi de kendi duruşumuz çerçevesinde ifade etmekten de kaçınmamamız gerekiyor” ifadelerini kullandı. İTO İLE MMG VERİMLİ VE İYİ ŞEKİLDE ÇALIŞIYOR İstanbul Ticaret Odası (İTO) Başkanı İbrahim Çağlar MMG’yi İTO’nun başkan yardımcılığı görevini üstlenen ve MMG’nin üçüncü dönem başkanlığını da yaptığı Murat Kalsın’dan dolayı tanıdığını, bundan duyduğu memnuniyeti ifade etti. İTO ile MMG’nin birlikte verimli ve iyi şekilde çalıştığını anımsatan Çağlar, bundan sonra da İstanbul ve Türkiye için güzel şeyler üreteceklerini vurguladı. ATIK YÖNETMELİĞİYLE İLGİLİ ÇOK ELEŞTİRİ ALDIK İmar Kanunu ve İmar Yönetmeliği’nin değişmesi gerektiğini, bu konularda ciddi çalışmalar yaptıklarını, üniversitelerle bilgi alışverişinde bulunduklarını söyleyen Çevre ve Şehircilik Bakanı İdris Güllüce, atık yönetmeliğiyle ilgili çok eleştiri aldıklarını anımsatarak şunları söyledi: “10 bin tane daha çevre mühendisi alırsanız bu sorun çözülür diyorlar. Hallolacaksa 20 bin tane daha çevre mühendisi alalım ancak durum böyle değil. Atık su ve baca denetimini de otomatik yapıyoruz. Çok fazla eleman istihdam etmiyoruz. Bilgisayar aracılığıyla yapıyoruz” diye konuştu. Selamlama konuşmalarından sonra Genel Kurul Toplantısına geçildi. Divan Heyeti ile yapılan oturumda, şu isimler önerildi ve kabul edildi: MMG 2015 Yönetim Kurulu Üyeleri Murat Özdemir Genel Başkan Prof. Dr. Ali Osman Öncel Genel Başkan Yardımcısı (Üniversite, Eğitim Ve Proje Komisyonları) Mahmut Çelik Genel Başkan Yardımcısı (Teşkilat Ve Kurumsallaşma) Prof. Dr. Ahmet Erdal Osmanlıoğlu Genel Başkan Yardımcısı (Enerji ve Maden Komisyonları) Ali Reyhan Esen Yönetim Kurulu Üyesi (Tanıtım, Basın-Yayın ve Dergi) Şehmus Yıldırım Yönetim Kurulu Üyesi (Kurumlarla İlişkiler ve Kurumsal Faaliyetler) Murat Seven Yönetim Kurulu Üyesi (İnşaat ve Ulaşım Komisyonları) Mehmet Kürşat Çapar Genel Başkan Yardımcısı (Mali Ve İdari İşler) Serkan Cantürk Yönetim Kurulu Üyesi (Sanayi, Tarım ve Teknoloji Komisyonları) Yasir Yılmaz - Yönetim Kurulu Üyesi (Genç MMG ve Kurumsal Faliyetler) Zinnur Büyükgöz - Yönetim Kurulu Üyesi (Çevre ve Şehircilik Komisyonları) Yönetim Kurulu ve Genel Başkan seçiminden sonra Komisyon Başkanları için şu isimler önerildi ve kabul edildi: MMG 2015 Komisyon Başkanları Arif Tezel Yerbilimleri Komisyon Başkanı Muhammed Sami Temiz Ulaşım Sistemleri Komisyonu Başkanı Harun Toksöz İnşaat Komisyonu Başkanı Ahmet Yılmaz Mimarlık Komisyonu Başkanı Yunus Emre Tozal Şehir Planlama ve Harita Komisyonu Başkanı Betül Maç Çevre Komisyonu Başkanı İbrahim Güneş Enerji Komisyonu Başkanı Cihan Çiftlikli Kaya Gıda ve Tarım Komisyonu Başkanı Sunullah Doğmuş İş Sağlığı ve Güvenliği Komisyon Başkanı Hasan Yaşar Bilişim ve Bilgisayar Teknolojileri Komisyonu Başkanı Yrd. Doç. Dr. Yalçın Boztoprak Proje Geliştirme Komisyonu Başkanı Murat Kutlu Makine Komisyonu Başkanı Program, plaket takdimi ve toplu fotoğraf çekimiyle sonlandı. Mayıs - Haziran 2015 7 BASIN AÇIKLAMASI | MMG: YEŞİL YOL KALKINMAYI HEDEFLİYOR K aradeniz Bölgesi’nde büyük tepkilere neden olan Yeşil Yol projesiyle ilgili, Yeşil Yol’un geçtiği illeri kapsayan teknik bir gezi düzenlediklerini belirten MMG Genel Başkanı Murat Özdemir ile Denetleme Kurulu üyemiz Kadem Ekşi, konuyla ilgili olarak açıklamalarda bulunarak, projenin kalkınmayı hedeflediğini ve iyi niyetle hazırlandığını belirtti. MMG Genel Başkanı Murat Özdemir, Yeşil Yol’u, bölgenin kalkınmasını sağlamayı amaçlayan ve iyi niyetle oluşturulan bir proje olarak değerlendirerek, “ Bazen işin pratiği ile teorisi birbirine uymayabilir. Bizim burada gördüğümüz yolların yapılması, insanların bir yerden bir yere erişiminin kolaylaştırılması yaylalarda yapılacak olan turizm ve ekonomik gelişmelerin hepsi önemli. Bunları uzun vadede düşünmemiz lazım. Bugün yapacağımız bazı yatırımların yüz yıllar sonra çocuklarımıza ve torunlarımıza nasıl etki edeceğini göz ardı etmememiz lazım. Bölge insanı ana unsurdur” dedi. BU PROJEYE KARŞI ÇIKMANIN GEREĞİNİ GÖRMÜYORUZ Bölge insanının bazı çekinceleri bulunduğuna dikkat çeken ve bu endişelerin de dikkate alınması gerektiğine vurgu yapan Özdemir şunları söyledi: “Teknik insanlar olarak bize düşen iş, projenin olumlu yönlerini artırmak ve olumsuz yönlerini minimize etmektir. Bir projeyi gönüllerde ve zihinlerde insanlarla şeffaf bir şekilde paylaştıktan ve ikna ettikten sonra uygulamaya soktuğunuz zaman, bugün karşılaştığımız, belki bilmeden manipülasyonlarla yönlendirilen olumsuz tepkilerin de önüne geçmiş olursunuz. Bölge insanının kalkınmasını kim istemez? Bölgede yapılabilecek projelerden dolayı bir sıkıntı varsa bu hepimizin zararınadır. Genel olarak bu projeye karşı çıkmanın bir gereğini görmüyoruz. Coğrafyanın bize müsaade ettiği şekilde, coğrafyayı fazla zorlamadan bu ulaşım yollarını açmamız lazım.” KADEM EKŞİ: “KORKU VE ENDİŞENİN YAPAY OLDUĞU BİR GERÇEKTİR” MMG Genel Başkan Yardımcısı Kadem Ekşi ise Yeşil Yol projesi ile Karadeniz’in sahil yoluna paralel yeni bir barış yolu inşa edileceğini söyledi. Yeşil Yol’da önemli fırsatlar bulunduğunu ifade eden Ekşi, şöyle konuştu: “Yeşil Yol 2 bin 600 kilometre 8 Mimar ve Mühendis Karadeniz Bölgesi’nde büyük tepkilere neden olan Yeşil Yol projesiyle ilgili açıklama yapan Mimar ve Mühendisler Grubu (MMG), projenin kalkınmayı hedeflediğini ve iyi niyetle hazırlandığını iddia etti. uzunluğunda bir yol. Bu yolun problemli geçiş noktası olarak görülen bölgesi 20-30 kilometreden ibaret. Vatandaşlarımızla yapmış olduğumuz söyleşilerde yüzde 95’inin Yeşil Yol’u desteklediğini ve projenin işine, aşına, büyümesine ve gelişmesine ciddi fırsatlar oluşturacağını söylüyor. Bölgede bazı endişelerde var. Buradaki korku ve endişenin yapay olduğu bir gerçektir. Tabii ki endişelerimiz olabilir. Yaylalarımızı açtığımızda küresel sermaye iştahla bölgeye gelmiş olabilir. Buraların sahibi biziz. İstemeyiz ve her şeye karşı oluş mantığı anlayışıyla burada geleceği inşa edemeyiz. Buradaki insanların mutlu olması ve kazanması gerekiyor. Problem sadece bir küçük alanda var.” “YAYLALAR KÖTÜ YAPILAŞMADAN ARINDIRILMALI” Çevre, ekoloji ve ekosistemin korunmasının herkesin önemli bir görevi olduğunu ifade eden Ekşi, “Yaylalardaki kötü yapılaşmanın fiili işgallerden arındırılması ve bölgenin ekoloji ve mimarisine uygun yapısal düzenlemelerin süratle ve Karadeniz elden uçmadan ve yaylalar betonlaşmaya mahkum olmadan yapılmalı. Üniversiteler aracılığı ile oluşturulacak ekipler tarafından hazırlanacak tip projelerle yaylalarda özgün mimariye ve geleneksel yapı taşlarına uygun projeler hayata geçirilebilir. Yaylaların hızla planlandırılması lazım. Yaylalardaki çirkin görüntüleri yok etmeliyiz. Vicdan ve ortak aklı ortaya koyacak bir çağrı yapıyoruz. Karadeniz yaylalarının beton kültürüne teslim olup yok olmasına vicdan dayanmaz. Bölge insanı turizmden ekmek yemek istiyorsa geleneksel tonların, kültürün ve yapının mutlak korunması gerekiyor. Başka bir çıkış yolu da yok” ifadelerini kullandı. İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi MMG Üyelerine Lisansüstü Programlar İçin %30 İndirim Sağlayacak M imar ve Mühendisler Grubu (MMG) üniversitelerle ortaklaşa çalışmaları kapsamında İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi ile yeni bir protokol imzaladı. Protokol Üniversite Rektörü Prof. Dr. Hüseyin Hüsnü Gündüz ve Mimar ve Mühendisler Grubu Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Ali Osman Öncel tarafından imzalanırken imza töreninde Yeni Yüzyıl Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Azmi Ofluoğlu, MMG Yönetim Kurulu Üyelerinden Prof. Dr. Ahmet Erdal Osmanlıoğlu, Mesut Uğur, MMG İş Sağlığı ve Güvenliği Komisyonu Başkanı Sunullah Doğmuş ve MMG Genel Sekreteri Murat Alpay’da yer aldı. İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi Rektörlük Binası’nda, lisansüstü programlar için MMG üyelerine, eş ve çocuklarına yüzde 30 indirim yapılacak anlaşmanın protokolünü imzalayan taraflar, ortak çalışma ve projelerin devam etmesi konusunda da birbirlerinden söz aldı. Gelecek dönemde MMG ile ortaklaşa eğitim, toplantı, panel, seminer vb. eğitim ve akademik faaliyetlerde bulunabileceklerini belirten Prof. Dr. Gündüz, imzalanan protokolün iki taraf için de faydalı olacağını dile getirdi. MMG Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Ali Osman Öncel ise protokolden sonra yeni dönemde üniversitelerle ortaklaşa çalışmaların devam edeceğini söylerken, projenin, iki taraf için de çok faydalı bir çalışma olacağını vurguladı. FSMVÜ İLE KARİYER GÜNÜ DÜZENLEDİK M imar ve Mühendisler Grubu (MMG) olarak Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi (FSMVÜ) Mühendislik, Mimarlık ve Tasarım Fakülteleri, Kariyer Girişimcilik ve Mesleki Test Merkezi işbirliği ile 21 Mayıs Perşembe günü FSMVÜ Haliç Yerleşkesi’nde “Mühendislik, Mimarlık ve Tasarım Fakülteleri Kariyer Etkinliği” adı altında etkinlik gerçekleştirildi. Söz konusu etkinlik öğleden önce saat 09.30 - 11.30 saatleri arasında FSMVÜ Rektörü Prof. Dr. Musa Duman, MMG Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Ali Osman Öncel, Gaziosmanpaşa Belediye Başkanı Yüksek Mühendis Hasan Tahsin Usta’nın da katıldığı protokol konuşmaları ile açıldı. İK Dernek Başkanı Ali Bektaş’ın mezuniyet sonrası iş hayatının öğrencilerden beklentileri üzerine gerçekleştirdiği seminer ile başlayan açılış programı sonrasında öğrenciler alanda kurulu olan MMG, Ericsson, Fujitsu, Elektromak, AVD Teknoloji, Vefa Prefabrik, Emsaş İnşaat, Acıbadem Hastaneler Grubu, Meditel, Astra Medikal, Evdema, AD Tasarım ve Pulsar Yaşam Alanları, İstanbul, İŞKUR firma ve kurumlarının stantlarını ziyaret ederek staj ve iş fırsatları hakkında bilgiler aldı. Bu tür faaliyetlerden büyük memnuniyet duyduklarını belirten öğrenciler öğleden sonra 13.30 - 15.30 saatleri arasında ise aynı anda dört amfide İnşaat Mühendisliği, Bilgisayar Mühendisliği, Biyomedikal Mühendisliği ve Mimarlık- İç Mimarlık Bölümleri’nde katılımcı firmaların konuş- macı olarak yer aldığı panel programlarına katıldılar. Oldukça faydalı olan söz konusu etkinlik, gelecek yıl düzenli olarak fakülteler bazında “workshop” (atölye çalışmaları) şeklinde yapılması hususlarında işbirliği ile sonuçlandı. Mayıs - Haziran 2015 9 BİZDEN HABERLER MİMAR SİNAN DİYARBAKIR’DA KONUŞULDU Mimar VE Mühendisler Grubu (MMG) Diyarbakır şubesi, Dicle Üniversitesi Mühendislik ve Mimarlık Fakültesi işbirliği ile Dicle Üniversitesi Kongre Merkezinde ‘Yaşayan Mimar Sinan’ı anmak-3’ konulu panel düzenledi. P anele, Dicle Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ayşegül Jale Saraç, Mimarlık Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Özgür Değertekin, MMG Diyarbakır Şube Başkanı Mesut Işık, alanında uzman akademisyen ve öğrenciler katıldı. Diyarbakır’a gelen misafirlerin güzel izlenimler edinerek memnun ayrılacak olmalarını temenni ettiğini dile getiren Rektör Prof. Dr. Ayşegül Jale Saraç, Diyarbakır’ın inanç turizmi bakımından zengin bir şehir olduğunu söyledi. Diyarbakır’ın, 33 medeniyete ev sahipliği yapmış bir kültür şehri olduğunu kaydeden Rektör Saraç, zamanında gülcülük, ipekçilik ve çinicilik denilince Diyarbakır’ın akla geldiğini belirtti. Mimar Sinan’ın Osmanlı'nın en görkemli döneminde, imparatorluğun gücünü yansıtan yapıları inşa eden mimar olduğunu anlatan Mimarlık Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Özgür Değertekin, Mimar Sinan’ın, Osmanlı İmparatorluğu mimarisini 16’ncı yüzyılda şekillendirmeyi başaran ender mimarlardan biri olduğunu ifade etti. ‘MİMAR SİNAN’IN BIRAKTIĞI MADDİ VE MANEVİ MİRASI ELE ALACAĞIZ’ Mimarlık tarihinde altın bir çağa imza atan, alanındaki başarısından dolayı yaşadığı devirde adına ‘ulu’ sıfatı eklenen Mimar Sinan Ağa veya ‘Koca Mimar’ diye anılan Mimar Sinan’ın hayatının inceliklerinden söz edeceklerini kaydeden MMG Diyarbakır Şube Başkanı Mesut Işık, kendisinden sonra gelen nesillere bıraktığı maddi ve manevi mirası ele alacaklarını belirtti. Açılış konuşmalarının ardından oturum başkanlığını Dicle Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Z. Fuat Toprak’ın yaptığı panele; Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Mimarlık Bölüm Başkanı Prof. Dr. Suphi Saatçı, Dicle Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mücahit Yıldırım, Mardin Artuklu Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Dekan Yardımcısı Yrd. Doç. Dr. Alidost Ertuğrul, AraştırmacıYazar-Yönetmen Mustafa Aksay panelist olarak katıldı. DİYARBAKIR VALİSİ HÜSEYİN AKSOY MAKAMINDA ZİYARET EDİLDİ M imar ve Mühendisler Grubu (MMG) Diyarbakır Şubesi, Diyarbakır valisi Hüseyin Aksoy’ u makamında ziyaret etti. Ziyarete MMG Diyarbakır şube başkanı Mesut Işık, Şube Başkan yardımcısı Doç.Dr. Z. Fuat Toprak, yönetim kurulu üyesi Haris Sabas, Mehmet Barış ve Gani Pür katıldı. Ziyarette MMG’nin çalışmaları, faaliyetleri, üniversiteler ve kamu kurum ve kuruluları ile ilgili münasebetleri ve çalışmaları anlatıldı. Ayrıca Diyarbakır’ın imar ve şehircilik anlayışının bundan sonraki süreçte sosyal huzurun artmasına katkıda bulunması, Diyarbakır’ın tarihi ve kültürel dokusunun korunması ve Sahabeler şehri olarak anılması ile ilgili yapılması gerekenler konusunda fikir alışverişinde bulunuldu. Vali Aksoy; MMG yönetimi ile tanışmaktan memnun olduğunu, ülkemizin gelişmesine katkıda bulunan ve yapıcı, imar edici misyonu bulunan MMG gibi STK’ların desteklenmesi gerektiğini, Diyarbakır’ın tarihi ve kültürel dokusunun korunması için çalıştıklarını söyleyerek bu ziyaretten duyduğu memnuniyeti ifade etti. Ziyaret MMG’nin dergisinin son sayısı hediye edilerek ziyarete son verildi. 10 Mimar ve Mühendis İ.Ü. Rektörü Prof. Dr. Mahmut Ak’a tebrik ziyareti gerçekleştirdik M imar ve Mühendisler Grubu (MMG) olarak 25 Mayıs’ta İstanbul Üniversitesi (İ.Ü.) Rektörlük görevine atanan Prof. Dr. Mahmut Ak’ı makamında ziyaret ettik. Ziyarete MMG Genel Başkan Yardımcısı Osman Şahbaz, MMG Eski Genel Başkanı Avni Çebi, MMG Genel Sekreteri Murat Alpay ve Yönetim Kurulu Üyelerinden Prof. Dr. Ahmet Erdal Osmanlıoğlu ile Prof. Dr. Ali Osman Öncel katıldı. MMG Genel Başkan Yardımcısı Osman Şahbaz, MMG’nin vizyon ve misyonu, çıkardığı dergiler, yaptığı etkinlikler, üniversiteler ile ortak gerçekleştirilen paneller, sempozyumlar, kahvaltılı toplantılar ve teknik geziler hakkında bilgiler verdi. İ.Ü. hakkında genel bilgiler paylaşan Prof. Dr. Mahmut Ak, “İ.Ü. Türkiye’nin değeridir. Üniversitemiz 177 bin öğrencisi, 17 bin personeli, 5 hastanesi 500 diploma programı ve 140 farklı ülkeden 6 bin uluslararası öğrencisiyle Türkiye’nin ilk büyük üniversitesidir” dedi. Dünya çapında yenilikçi ve girişimci üniversite olabilmek için bilimsel anlamda uygun stratejilerin geliştirilmesinde büyük önem taşıyan “Webometrics 2015 yılı Üniversiteler Sıralaması”nda İstanbul Üniversitesi’nin dünya sıralamasında 277, Avrupa’da 106 ve Türkiye’de 1. sırada yer aldığının altını çizen Rektör Ak, 2014 yılı itibariyle en çok patent başvurusu yapan üniversite unvanının da İ.Ü.’de olduğunu ayrıca belirtti. MMG ile her türlü işbirliğine hazır olduklarını belirten Prof. Dr. Mahmut Ak MMG'yi tanımaktan ve ziyaretten duyduğu memnuniyeti ifade etti. BEYLİKDÜZÜ BELEDİYESİYLE DEPREM KÖYLERİNE YÜRÜYÜŞ FİKRİ KONUŞULDU M imar ve Mühendisler Grubu (MMG) Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Ali Osman Öncel 19 Haziran’da Beylikdüzü Belediyesi Meclis 1. Başkan Vekili sayın Ömer Şatır’ı makamında ziyaret etti. 17 Ağustos 1999 tarihinde ülkemizde yaşanan deprem felaketine ve boyutlarına daha çok dikkat çekmek, halkı birebir somut örneklerle buluşturarak deprem gerçeği konusunda bilinçlendirmek hedefiyle Kuzey Anadolu Fay Zonu’nda Deprem Köylerine yürüyüş gerçekleştirilebileceği konusunda fikir alışverişi yapıldı. MMG’nin daha önce katkı verdiği ve paydaş olduğu çalıştaylar, paneller veya sempozyumlar ile ilgili olarak gerekli örnekler gösterildi ve bu hususta bilgiler aktarıldı. MMG YÖNETİM KURULU ÜYESİ A.ERDAL OSMANLIOĞLU PROFESÖRLÜĞE ATANDI M imar ve Mühendisler Grubu (MMG) Yönetim Kurulu Üyesi Doç. Dr. Ahmet Erdal Osmanlıoğlu; İstanbul Üniversitesi Maden Fakültesi’ne Profesör unvanı ile atanması vesilesiyle MMG yönetimini, İstanbul Üniversitesi’nin Baltalimanı’ndaki sosyal tesislerinde ağırladı. MMG yönetiminin hazır bulunduğu yemekte bir konuşma yapan Prof. Dr. Ahmet Erdal Osmanlıoğlu katılımları ve desteklerinden dolayı MMG yönetimine teşekkür etti. MMG Genel Başkanı Murat Özdemir’de Prof. Dr. Osmanlıoğlu’nun MMG yönetimine verdiği destek ve katkılarından dolayı şükranlarını belirterek yeni unvanı ile başladığı akademik görevinde başarı dilek ve temennilerini sunarak kendisine günün anısına bir plaket takdim etti. BİZDEN HABERLER MMG’DE İBN-İ HALDUN KONUŞULDU Mimar ve Mühendisler Grubu’nun (MMG) 13 Mayıs’ta düzenlediği Bizbize konuşmalar etkinliğinin konuğu, Makine Mühendisi Hasan Kaşıkçı oldu. Kaşıkçı “Birçok Arap aliminin aksine, İbn-i Haldun büyük dünya tarihi olan Kitâbu’l-İber dışında fazla bir eser kaleme almamıştır. Kendi otobiyografisinde de diğer yazılarından hiç söz etmemiş olması, bazı tarihçiler tarafından düşünürün tarihçi olarak ve Kitâbu’l-İber yazarı olarak tanınmak istediği şeklinde değerlendirilmiştir” ifadelerini kullandı. İ bn-i Haldun’un Mısır’da kaldığı dönem içerisinde ünlü eseri Mukaddime’yi kaleme aldığını, o güne kadar edindiği fikri, siyasi ve ilmi tecrübesiyle adeta muhteşem denilebilecek bir eser vücuda getirdiğini belirten Kaşıkçı şu açıklamalarda bulundu: “Bu eserinin birinci cildinde; önce tarihi olayları yani geçmişi gözler önüne serdi. İkinci cildinde; sosyal olayları tahlil etti ve İslam toplumunun güncel problemlerini ortaya koydu. Üçüncü cildinde ise geleceğe ışık tutacak önemli tespitlerde bulundu ve metotlar belirledi. Eserinde daima objektif, realist ve tecrübeci bir hareket tarzını benimsedi. Coğrafi şartlarla sosyal hayatın ilişkisini, cemiyet şekillerini, din ve devlet hayatının sınırlarını, şehir ve köy ilişkisini, iktisadi hayatı, bilgi nazariyesini, ilimlerin tasnifini ve edebiyat meselelerini ele aldı. Genel dünya tarihine yer verirken, özellikle Türk tarihine geniş bir bölüm ayırdı. Bu bölümde; ‘Bu Türklerin dünyadaki milletlerin en büyüğü olduğunu ve beşer cinsleri arasından onlardan başka ayrıca büyük bir cinsin bulunmadığını bil’ diyerek okuyucunun dikkatini çekiyordu.” “İBNİ HALDUN, DEVLET HAYATIYLA DİNİ HAYATIN SINIRLARINI ORTAYA KOYARKEN, BİR ÇEŞİT LAİK DEVLET SİSTEMİNİ SAVUNMUŞTU” İbn-i Haldun’un İslam bilimlerinin bütün dallarından, tabii ve sosyal bilimlere kadar, çağına ulaşan her konuda önemli tahlillerde bulunduğunu anlatan Kaşıkçı, “Bu nedenle, Tarih Felsefesi’nin ve İktisat Bilimi’nin kurucusu olarak kabul edildi. Ayrıca insanlık tarihinin ilk toplum bilimcisi ve sosyoloğu olma özelliğini kazandı. Sosyoloji ilminin birçok temel prensiplerini Batılı bilim adamlarından yüzlerce yıl önce ortaya koydu. Tarih, siyaset teorisi ve sosyal psikoloji alanlarında İtalyan Makyavelli’ye; Sosyal düzenin genel esaslarında Montesqu’ya; Tarih Felsefesi sahasında Rosseu ve Ouguste Comte’ye; Devletlerin çöküşü ilkesinde İngiliz Tarihçisi Gibban’a; Pedagoji dalında ise William James ve Spencer’e ışık tutan metodlar belirledi. İbn-i Haldun, devlet hayatıyla dini hayatın sınırlarını ortaya koyarken, bir çeşit Laik Devlet sistemini savunmuştu. 1406 yılında ölen İbn-i Haldun’un temel gayesi; İslam Medeniyetinin tarihi ve sosyolojik problemlerine ışık tutmak ve İslam kültürüne yeni bir canlılık kazandırmaktı” diyerek konuşmasını tamamladı. MMG KAYSERİ ŞUBEMİZ ‘KAYSERİ MAHALLESİ’NİN AÇILIŞ TÖRENİNE KATILDI K ayseri Büyükşehir Belediyesi'nin projelendirdiği ‘Kayseri Mahallesi’nin açılış törenine MMG Kayseri şubemiz katılım gösterdi. Kayseri’de tarihin canlandırıldığı, yerel kültürün ayrıntılarıyla işlendiği çalışmada yeni neslin bu alanlarda yakından incelemelerde bulunması amaçlanmış durumda. 12 Mimar ve Mühendis MADENCİLİK SEKTÖRÜNDE İŞ GÜVENLİĞİ TEDBİRLERİ NASIL ALINMALI? Mimar VE Mühendisler Grubu (MMG) ve İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi tarafından İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi Alev Ofluoğlu Konferans salonunda 15 Mayıs’ta “Mühendislik Kesitinde İş Sağlığı ve Güvenliği” konulu panel düzenlendi M MG Yönetim Kurulu üyelerinden Prof. Dr. Ali Osman Öncel, Mesut Uğur, MMG Genel Sekreteri Murat Alpay, Yeni Yüzyıl Üniversitesi Öğretim Görevlilerinin de katıldığı, moderatörlüğünü Yrd. Doç. Dr. Esin Tümer’in yaptığı panelin konuşmacıları, MMG Yönetim Kurulu Üyesi ve İstanbul Üniversitesi Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Ahmet Erdal Osmanlıoğlu, Yeni Yüzyıl Üniversitesi Öğretim Görevlisi Yrd. Doç. Dr. Alpaslan Kuzucuoğlu ve MMG İş Sağlığı ve Güvenliği Komisyan Başkanı Sunullah Doğmuş oldu. Prof. Dr. Ahmet Erdal Osmanlıoğlu Maden Mühendisliği, İş Sağlığı ve Güvenliği (İSG) ara kesitinde, mevzuat-eğitim-saha arasında mevcut durum ve olması gerekenler, Sunullah Doğmuş ise Mühendislik Vizyonu ve İş Sağlığı Güvenliği konusu hakkında tecrübelerini paylaştı.Yrd. Doç. Dr. Alpaslan Kuzucuoğlu ise Acil Durum Planlarinda Mevcut Durum ve Olmasi Gerekenler sunumuyla katılımcılara önemli bilgiler aktardı. “Çalışanların en temel hakları şüphesiz yaşama ve güvenli çalışma haklarıdır. Madencilik sektöründe iş güvenliği tedbirlerinin denetimi konusunda sistemden kaynaklanan sorunları çözecek yeterlilikte bir düzenlemeye ihtiyaç vardır” diyerek sunumuna başlayan Prof. Dr. Ahmet Erdal Osmanlıoğlu İSG ara kesitinde, mevzuat-eğitim-saha arasında mevcut durum ve olması gerekenler ve değerlendirmelerini şu şekilde sıraladı: Olması Gerekenler - Maden işletmelerinin denetimi, takibi ve kontrolü; yetkileri, bütçesi ve organizasyonu yasayla tanımlanmış olan Bağımsız Kurul (Üst Kurul vb.) tarafından sağlanmalıdır. Bu kurulda; akademisyenlere ve ilgili STK’lardaki uzmanlara yer verilmelidir. - Maden İşletmelerinde İSG Uzmanı ve Daimi Nezaretçi görevlileri ücretlerini işverenden değil bunun için ihdas edilmiş olan fonlarından almalıdır. Denetim görevi işverenden/ruhsat sahibinden tamamen bağımsız olarak yürütülebilmelidir. Denetçi, sadece bağımsız kurul tarafından kontrol edilerek denetlenebilmelidir. - Maden işletmelerinde İSG sisteminin en baştan ele alınarak güvenli ve alternatif yedekleme sistemleri ile yeniden yapılandırılmalıdır. Bunun için üniversitelerimizle yakın çalışma ortamı sağlanarak yeni teknolojiler uygulamaya geçirilmelidir. - Nitelikli İSG uzmanlarının yetişmesi ve toplumda İSG kültürünün yerleşmesi için üniversitelerimizin eğitim ve bilgilendirme faaliyetlerinin desteklenerek artırılmasına ihtiyaç vardır. - Son düzenleme ile maden işletmelerinde görev alacak İSG uzmanının hangi meslek gruplarından olacağı Bakanlık tarafından çıkarılacak olan usul ve esaslara göre belirlenecektir. Usul ve esaslarda; sadece meslek gruplarının belirlenmesi yeterli olmayacaktır. Sahip olunan madencilik tecrübesi ve almış olduğu madencilik alanındaki İSG eğitimlerinin niteliği de önemlidir. Değerlendirmeler - Bu hususların da göz önüne alınarak usul ve esasların düzenlenmesi gereklidir. Özellikle yeraltı kömür madenciliğinde çalışanların özlük haklarında önemli iyileştirmeler yapılmıştır. - Madencilik faaliyetinde bulunmak isteyenlere mali yeterlilik şartı getirilmiş ve rödovans kaldırılmıştır. - Madencilik sektöründeki sorumluluklar tanımlanarak, cezai yaptırımlar ve harçlar yeniden belirlenmiştir. - Teknik Nezaretçi kaldırılarak Daimi Nezaretçi getirilmek suretiyle maden faaliyetlerinde tam zamanlı maden mühendisi şartı getirilmiştir. - Tüzel kişilik kavramı getirilerek işletmelerin merkezden kontrol olanağı sağlanmıştır. - Maden işletmelerinde görev alacak İSG uzmanının hangi meslek gruplarından olacağı Bakanlık tarafından belirlenecektir. SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI GİRİŞ • MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ STK SADAKA TAŞI MI? ATLAMA TAŞI MI? Birlik ve beraberlik kurmak, işleyişlerin dolayısı ile hayırların ve hizmetlerin derinliğini artırır. Tüm insanlığı birleştirmek için gereken her şeye sahip olan İslam, insanların birlik ve beraberlik duygusuyla oluşturduğu hayırlı hizmet için yarıştığı vakfetme anlayışının da temelini oluşturmuştur. Vakfetme anlayışıyla hizmet veren insanlar ayrıca bir arada olup yaşanılan güncel sorunları çözüme kavuşturma adına kurdukları STK'larla da etkin bir görev üstlenmiş durumda. MMG de kimseyi ayırmadan, ayrıştırmadan, ötekileştirmeden ve üzmeden herkese aynı sevgi ve muhabbeti gösterebilmek; samimiyet ve ihlasla ortaya bireyin gelişimini sağlamak ve toplumun faydalanabileceği akıl üretmek için çıktığı yolda tüm bu üretimleri de her şeyi göze alarak yaptı ve yapmaya devam ediyor... 14 Mimar ve Mühendis Mayıs - Haziran 2015 15 SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI GİRİŞ • MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ TOPLUMSAL YAŞAMA AİDİYETİN TEZAHÜRÜ: STK VE VAKIFLAR Toplumun bağlarının güçlenmesine önemli katkılar sağlayan Sivil Toplum Kuruluşları (STK) ve Vakıflar’ın gelişimi ve geliştirilmesinin önemi her geçen gün kendini gösteriyor. Tarihsel süreç içinde var olan ve var olmaya devam edecek olan STK ve Vakıf’lar uzun soluklu amaçlarla toplumsal beklentileri giderme, sosyal sorumluluklarını daha profesyonel ve daha başarılı bir şekilde yapabilme gücüne sahiptir. D ünyadaki örneklerine göre ülkemizdeki STK’ların tarihçesi çokta eski değil. Nüfusa göre STK birçok dünya ülkesine göre oldukça az sayıda ve şu anda STK statüsündeki birçok derneğin aslında faaliyette olmayan lokal dernekler olduğunu da düşündüğümüzde bu alanda köklü bir değişim yaşamamız gerektiğini söylemem yanlış olmaz. Uluslararası STK’ların tarihi 19’uncu yüzyılın ortalarına kadar uzanıyor. Köleliğe karşı ve kadın haklarının kazanılması konularında çok önemli roller oynayan STK’ların etkinlikleri Dünya Silahsızlanma Konferansı’nda en üst düzeye ulaşmıştı. Ancak bugünkü manası ile STK kavramı ilk defa 1945 yılında Birleşmiş Milletler teşkilatının kuruluşu sırasında, kuruluş beyannamesinin 10’uncu bölümünün 71’inci maddesinde devlet ve üye ülkelere ait olmayan kuruluşların danışmanlık rolü ile ilgili tanımlamada kullanıldı. STK’LARIN KURUMSALLAŞMA YOLUNDA YAPMASI GEREKENLER Değişen dünya düzeni STK’ların önemle üzerinde durmaları gereken husus olarak kuruluştan itibaren tüm süreç analizlerini dikkatli yapmaları, belirleyecekleri, misyon, vizyon, hedef ve amaçları ile birlikte bu amaçlar için çizilecek doğru yol haritalarını belirlemeyi artık zorunlu kılıyor. Belirlenen stratejiler ile birlikte, kuruluşun yapısı ve çalışma birimlerine uygun (yönetim kurulu, müte- 16 Mimar ve Mühendis velli, icra, konsey, sektör, koordinatör, muhasebe, büro elemanları, müdür v.s.) yapıların çalışma detayları ile birlikte belirlenmesi ve bu birimlerin program, politika ve prosedürleri, profesyonel ve gönüllü yapıları da belirlenerek kurumsal altyapı çalışmalarının baştan şekillendirilmesi çok önemli. Organizasyon yapısının STK’nın kuruluş amacına göre baştan belirlenmesi çalışmaların başarıya ulaşmasına önemli katkılar sağlayacağı da aşikar. Bu noktada, içinde yer aldıkları topluma maddi bir beklenti içinde olmadan değer katmayı amaçlayan, bu amaç çerçevesinde seçilmişlerle birlikte kararların alınmasında rol oynayan STK’ların, kurum kimliği, kurumsal iletişim, kurumsal davranış ve kurumsal dizayn gibi kavramlarla bugünkü konumunu belirlemeleri ve ileriye yönelik olarak stratejik plan yapılanması gerçekleştirmeleri de zorunlu bir gereklilik artık. YENİ BİR GELECEĞİN İNŞASINDA VAKIF EDİLMİŞ HAYATLARA VE ADANMIŞ RUHLARA İHTİYACIMIZ VAR STK kavramı Türkiye’de şu an maalesef olması gereken güçte değilse de ve anlamına yönelik hareket etmiyorsa da İslam medeniyeti STK’ya aslında çok aşina. Bu aşinalık da Vakıf kavramından geliyor. “Allahın size verdikleriyle ahiret yurdunu arayın dünyadan nasibinizi unutmayın, Allahın size ihsan ettiği gibi sizde insanlara ihsan edin” ve “Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça iyiliğe eremezsiniz” ayetlerindeki ilahi emir gereği ve “İnsan ölünce üç şey dışında ameli kesilir. Sadaka-i cariye (sevabı devam eden eser), faydalanılan ilim ve kendisine dua eden hayırlı evlat” hadisi gereğince inanmış mümin birey hayatını hayra ve iyiliğe adayarak, infak anlayışını bir yaşam kültürüne dönüştürerek ve bunu kurumsal olarak vakıflarla inşa edip görünür kılarak gerçekleştirmiştir. Değişen dünya düzeni STK’ların önemle üzerinde durmaları gereken husus olarak kuruluştan itibaren tüm süreç analizlerini dikkatli yapmaları, belirleyecekleri, misyon, vizyon, hedef ve amaçları ile birlikte bu amaçlar için çizilecek doğru yol haritalarını belirlemeyi artık zorunlu kılıyor. Belirlenen stratejiler ile birlikte, kuruluşun yapısı ve çalışma birimlerine uygun (yönetim kurulu, mütevelli, icra, konsey, sektör, koordinatör, muhasebe, büro elemanları, müdür v.s.) yapıların çalışma detayları ile birlikte belirlenmesi ve bu birimlerin program, politika ve prosedürleri, profesyonel ve gönüllü yapıları da belirlenerek kurumsal altyapı çalışmalarının baştan şekillendirilmesi çok önemli. Osmanlı döneminde zirve noktaya ulaşan Vakıf anlayışı maalesef şu an beklenen düzeyde değildir. Ancak yeni bir geleceğin inşasında vakıf edilmiş hayatlara ve adanmış ruhlara ihtiyacımız var. Bir medeniyetin gücü de en zor şartlarda dahi olsa bu insanları çıkarmasında yatıyor. Vakıf medeniyeti üç kavram üzerine inşa edilebilir; Hikmet, İmar ve İhsan. Hayatı anlamak ve anlamlandırmak açısından “hikmet” ile bakan insan bilgi ve irfanın yolunda yürüyerek hakikatin peşinde olmuştur. Bilgiyi salt bilgilenmek olarak görmeyen, bilgiyi aşkla kuşanarak hayatı daha yaşanabilir ve kolay kılmak için yapıcı ve inşa edici işler içine girerek çevresini “imar” eder, kalıcı vakıf eserleriyle hayatı mamur eder. “İhsan” ile elde ettiği bütün edinimleri tevazu ve cömertlikle insanın hizmetine adalet ve güzellikle sunar. İnsan ile toplum, hayat ve çevre arasında diğerini önemseyen ve geliştiren bir yaşam felsefesi ve kültürü oluşturulur. Vakıf medeniyetinin üç temel umdesi olan Hikmet, İmar ve İhsan çok iyi anlamak ve hayatımızı ona göre şekillendirmeye çok muhtacız. Yeni bir medeniyetin taşıyıcısı ve yaşatıcısı olacak yeni nesillerin bunu fark etmeye, adanmış arı duru bir yaşam felsefesine ihtiyacı vardır. Mayıs - Haziran 2015 17 SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ ASR-I SAADET'TE VAKFİYELER VE MEDİNE ÇARŞISI Muhammed Emin Yıldırım Siyer Vakfı Kurucusu Muhammed Emin Yıldırım Temellerini, Allah’ın (CC) seçip insanlığa gönderdiği peygamberlerin attığı İslam Medeniyeti, bir vakıf medeniyetidir. Yaratılış amacı kulluk olan insan, kendisine bahşedilen sayısız nimetlerin sahibi değil, şahidi olduğu bilinci ile hareket edince; elbette hayır adına adımlar atacak ve nimetleri kendisine verenin yolunda harcayaraktır. Bu bilince sahip insanların oluşturduğu toplum, İslam toplumu olduğu için vakıf meselesi, bizde mühim bir müessese olmuş, tarih boyunca bu konuda çok güzel örnekler ortaya konmuştur. S özlükte “durmak; durdurmak, alıkoymak” anlamındaki vakıf (vakf) kelimesi terim olarak “bir malın mâliki tarafından dinî, içtimaî ve hayrî bir gayeye ebediyen tahsisi” şeklinde özetlenebilir.1 Temel kaynağımız olan Kur’an-ı Kerim içerisinde vakıf kavramını ya da müessesesini doğrudan çağrıştıracak herhangi bir ifade bulunmamaktadır. Ancak, onlarca ayette, vakıf müessesesinin temel azıkları olan infak, sadaka, tasadduk, iyilik yapma ve iyilikte yarışma, fakir, muhtaç ve yetimlere sahip çıkma gibi hayır yollarına değinilmektedir. Özellikle Allah’ın mescidlerini imar etmenin ve bunları imar edenlerin ne gibi niteliklerde olmaları gerektiğinin altı çizilir.2 Hz. Peygamber’in (SAS) kutlu beyanlarına ve uygulamalarına baktığımızda, gerek bizzat kendisinin vakfettikleri, gerek bu konuda Sahâbe’yi teşvik ederek onların yaptıkları, gerek bu konudaki teşvik içeren sözleri oldukça çoktur. Bunlardan birkaçını burada anmak gerekirse, ilk olarak Efendimiz’in (SAS) şu önemli beyanını hatırlamamız gerekir: “İnsanoğlu öldüğü zaman, bütün amellerinin sevabı da 18 Mimar ve Mühendis sona erer. Şu üç şey bundan müstesnadır: Sadaka-i câriye, istifade edilen ilim, kendisine dua eden hayırlı evlat.”3 Hadiste beyan buyrulan sevabı ölümden sonra da devam eden üç amelden biri, sadaka-i câriye yani hayrı devam eden iyiliktir. Herkesin faydalandığı ve varlığı devam ettiği müddetçe sevabı da devam eden hayırlardır. Câmi ve mescidler, mektep ve medreseler, yollar ve köprüler, çeşmeler ve sebiller, hanlar ve hamamlar, her çeşit hayır vakıfları bunun örneğidir. Bir başka hadiste Efendimiz (SAS) şöyle buyurur: “Sadece şu iki kimseye gıpta edilir: Biri, Allah’ın kendisine Kur’ân verdiği ve gece gündüz onunla meşgul olan (onunla yaşayıp tebliğ eden) kimse, diğeri de Allah’ın kendisine mal verdiği ve bu malı gece gündüz O’nun yolunda infâk eden kimse.”4 Hz. Peygamber’in (SAS) uygulamalarına gelince, O’nun (SAS) hayatının tamamı; Hz. Peygamber’in (SAS) kutlu beyanlarına ve uygulamalarına baktığımızda, gerek bizzat kendisinin vakfettikleri, gerek bu konuda Sahâbe’yi teşvik ederek onların yaptıkları, gerek bu konudaki teşvik içeren sözleri oldukça çoktur. Bunlardan birkaçını burada anmak gerekirse, ilk olarak Efendimiz’in (SAS) şu önemli beyanını hatırlamamız gerekir: “İnsanoğlu öldüğü zaman, bütün amellerinin sevabı da sona erer. Şu üç şey bundan müstesnadır: Sadaka-i câriye, istifade edilen ilim, kendisine dua eden hayırlı evlat.” zaten insanlığa bir vakıftı. Bunun yanında ganimetlerden ve hediyelerden eline ne geçerse vakfettiğini görmekteyiz. Öyle ki vefat ettiği zaman geriye sadece bu vakfettiği mallar kalmıştı.5 Fedek ve Hayber’den kendisine düşen payların birkısmını ailesine, geriye kalan kısmını ise Müslümanlara vakfetmişti.6 Hicretin ilk günlerinde Efendimiz (SAS) Müslü- manların içme sularını rahatlıkla temin edebilmeleri için yaptığı teşvik üzerine Hz. Osman’ın, Rûme Kuyusu’nu satın alıp vakfetmesi; Saadet Asrı’nın ilk vakfiyesi sayılabilir.7 Hicretin üçüncü yılında vuku bulan Uhud Gazvesi sırasında Müslüman olup savaşa katılan ve: “Eğer bugün öldürülürsem, bütün mallarım Muhammed’indir. O, onlar hakkında, Allah’ın kendisine gösterdiği şekilde, dilediğini yapar!”8 diyerek, o gün şehit olan Muhayrık’ın geride bıraktığı 7 bahçe; Efendimiz (SAS) tarafından vakfedilmişti. Muhayrık’ın vakfedilen bahçeleri Medine’nin en güzel bahçeleri idi. Şuan bile yerleri bilinen bu bahçeler; E’vaf, Sâfiye, Delâl, Meyseb, Berka, Hüsna ve Meşrebetü Ümmü İbrahim’dir.9 Sahâbe’nin vakfiyelerine de kısaca değinmek gerekirse, Ali İmran Sûresi’nin 92’nci ayeti nazil olunca büyük Sahâbe Hz. Ebû Talha (Zeyd b. Sehl) hemen Resûlullah’a gitti ve şöyle dedi: “Yâ Resûlallah! Cenâb-ı Hak, ‘Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe hayra, sevaba eremezsiniz.’ buyuruyor. Mallarımın içinde en fazla Beyrûhâ hurmalığını seviyorum. Onu Allah yolunda infak ediyorum. Allah indinde makbule geçmesini umuyorum.”10 Hz. Peygamber (SAS) Ebû Talha’nın bu sözlerinden çok memnun oldu ve o bahçeyi onun akrabalarına tahsis etti. Hz. Ömer, Hayber’de ganimet olarak sahip bulunduğu değerli bir arazisini, Hz. Peygamber’in (SAS): “Aslını alıkoy, gelirini tasadduk et!” yolundaki tavsiyesine uyup satılmamak, hibe edilmemek ve miras kalmamak şartıyla ihtiyaç sahipleri için tasadduk etmişti.11 Hz. Ali bir savaş sonrası kendi payına düşen arazisini ve Yenbu’da bir su kaynağını Mayıs - Haziran 2015 19 SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ Allah yolunda infak etmişti. Sahâbe’den, Câbir b. Abdullah’ın şu sözü, Saadet Asrı’nın vakıf konusundaki hassasiyetini anlamamız açısından yeterlidir. Diyor ki: “Ben muhacir ve ensardan mal sahibi olup da vakıf yapmamış bir kimse bilmiyorum.” vakfetmişti.12 Seyfullah lakaplı Hâlid b. Velîd ise tek sermayesi olan savaş aletlerini ve atlarını Allah yolunda infak etmişti.13 Sahâbe’den, Câbir b. Abdullah’ın şu sözü, Saadet Asrı’nın vakıf konusundaki hassasiyetini anlamamız açısından yeterlidir. Diyor ki: “Ben muhacir ve ensardan mal sahibi olup da vakıf yapmamış bir kimse bilmiyorum.”14 NEBEVÎ BİR ADIM: MEDİNE ÇARŞISI Efendimiz (SAS) Nübüvvetin 13’üncü yılında Yesrib’e (Medine’ye) hicret ettiğinde, orası 10 bin nüfuslu, o günün şartları içerisinde orta ölçekli bir şehirdi. Bu nüfusun yarısından biraz azı, yani 4 bin kadarı Yahudi, geri kalan 6 bini ise Arab-ı-Aribe diye bilinen has Araplardan oluşuyordu.15 Bu Araplarda kökenleri Yemen’e dayanan Ezd kabilesinin içerisindeki, 5 büyük kabilenin ikisinden müteşekkildiler. Tarihte isimlerini çokça duyduğumuz bu iki kabile Evs ve Hazrec’ti. Aynı babanın iki oğlunun soyundan gelen bu Araplar, ne yazık ki asırlık çekişmeleri ile birbirleriyle savaş halindeydi. 120 yıl süren bu savaşların en sonuncusu Medine’de bulunan Buâs mevkiinde geçtiği için Yevmû Buâs (M. 617) 20 Mimar ve Mühendis diye tarihe geçmiş ve öncesindeki savaşlarda bu isimle anılarak Buâs Savaşları diye ifade edilmişti. Elbette ki bu kardeş kavgalarından en memnun olanlar bölgedeki Yahudilerdi. Çünkü onlar birbirlerine düştükçe, güçleri zayıflıyor, etkinlikleri kırılıyor, bunun neticesinde de Yahudiler bu ortamdan çokça istifade ederek, onlar üzerinde her türlü hâkimiyeti çok daha rahat bir şekilde sağlıyorlardı. Bundan dolayı da bazen Evs ve Hazrec arasında bir ittifak ya da bugünün lisanı ile bir ateşkes ilan edilse, Yahudiler ne yapıp edip, bunu bozmaya çalışıyor, onları yine birbirlerine düşürüyorlardı. Orada yaşayan Yahudiler, aynen diğerleri gibi kendilerini hep seçilmiş ırk ve kutsal bir millet olarak görüyor; “Bizler Allah’ın oğulları ve dostlarıyız” diyor,16 kendi dışındakileri insanları ise Yehova’nın kendilerine hizmet için yarattığı varlıklar olduğunu iddia ediyorlardı. Böyle bir kutsal ırk mantığı onları; “Yahudi olunmaz, Yahudi doğulur” düşüncesine vardırmıştı. Özellikle anne Yahudi olmadıkça, asla Yahudi olunamayacağı fikri onlarda bir akide halindeydi. Böyle olmasına rağmen Medine Yahudilerinin bu temel akidelerine aykırı davrandıkları- nı tarihi kaynaklar bizlere nakletmektedir. Onların Medine’de, Arap çocuklarını yanlarına alıp Yahudileştirdiklerini, Yahudi olarak onları kabul ettiklerini görmekteyiz. Bunun en temel sebebi ise bölgeye sığınmacı olarak geldikleri için Araplar üzerinde hâkimiyetlerini kaybetmemek ve bundan siyasi çıkar elde etme adına, dinlerinin en temel akidesinden vazgeçmeleridir. Bu da gösteriyor ki aslında Yahudiler siyasi menfaatler adına çoğu zaman dinlerine ait bazı ilkeleri çiğneyebiliyorlardı. Medine’de nüfusları 4 bini bulan Yahudiler, bazı alt aileleri içerisinde barındırsa da, üç büyük kabileden oluşuyorlardı. Bunlar, Benû Kaynuka, Benû Nadir ve Benû Kurayza idi. Bu üç kabile adeta şehrin ticaretini kendi aralarında paylaştırmış bir haldeydiler. Şöyle ki; Benû Kaynuka, isminden de anlaşılacağı üzere kuyumculuk ile uğraşırlardı. Bunlar genellikle altın ticareti yapar ama bunun da ötesinde tefecilik yaparlardı. Çok yüksek faizlerle özellikle Araplara borç para verir ve onları bir ömür sömürürlerdi. Benû Kaynuka’nın yaptıkları iş, bugünün lisanı ile konuşursak bir yönü ile para/menkul değerler borsasını ellerinde tutmak ve bu borsayı kendi lehlerinde kullanmaktı. İkinci büyük kabile olan Benû Nadir’e gelince, onlar ise tarım ile uğraşırdı. Zaten nadir birçok anlamın yanı sıra yeşil ve çiçekli bir bitki demektir.17 Bunlar, özellikle Medine’nin en önemli geçim kaynağı olan hurma üreticiliği yaparlardı. Büyük hurma bahçelerinin sahipleri olarak o gün bile dışarıya ihraç edecek düzeyde bir pazar oluşturmuşlardı. Benû Kurayza’ya gelince bunlar ise debbağdılar; yani deri üretimi ve işletimi yaparlardı. Onlar bu alanda o kadar kendilerini geliştirmişlerdi ki başta çizme olmak üzere birçok mamulün üretimi ile uğraşırlardı. Bunlar da ürettikleri bu deri ürünlerini hem Medine pazarına hem de başka yerlere satarlardı. Yahudiler bu üç farklı, günümüzde bile ticaretin ana damarları olan bu sektörleri ellerinde tutukları için, ticarî sahada da söz onlarındı. Onlar pazarın kurallarını koyar, fiyatları belirler, tabiî ki şartları hep kendi çıkarları doğrultusunda oluştururlardı. O gün için Medine’de insanların ticaret yaptıkları dört büyük çarşı vardı. Bunlar, Zebâle mıntıkasındaki çarşı, Benî Kaynukâ semtindeki çarşı, Safâsif’teki çarşı ve İbn Huyeyn sokağının bulunduğu yerdeki çarşı idi. Bu İbn Huneyn sokağının bulunduğu yerdeki çarşı Câhiliye döneminde ve özellikle İslâm’ın ilk günlerinde en yoğun çarşı idi. Bundan dolayı o mevkiiye, Muzâhem/Rekabet edilen yer ve Mezâhim/ Kalabalık, sıkışık yer denilmiştir.18 Bu çarşıların ya da pazarların tüm ipleri/yönetimi de elbette Yahudilerin ellerinde idi. Mesela; meşhur pazarlarda kurulan dükkânların en işlek olanlarını ellerinde tutar, işe yaramaz kıyıda köşe de olanları ise Araplara yüksek paralarla kiraya verirlerdi. Pazardaki malların satış bedellerini kendi istedikleri şekilde belirler; satarken de alırken de hep kendileri kazançlı çıkarlardı. Onların temel mantığı şöyleydi: “Arapların mallarından ne kapsak kârdır ve bu hususta bizler mesul ve günahkâr olmayız. Zira onlar hak yolda değildirler.”19 Efendimiz (SAS) Medine pazarının bu halini çok iyi gözlemledi. Tabi sadece işin mahiyetini anlamakla kalmadı, kesinlikle bazı alternatiflerin geliştirilmesinin gerekliliğine karar verdi. Efendimiz (SAS) çok iyi fark etmişti ki eğer ticaret Medine’nin var olan, bu dört büyük çarşısında devam ettirilse, asla ipler Yahudilerin ellerinden alınamayacaktı. Çünkü işin başında pazarın şartlarını onlar koymuşlardı. Onların ellerinden bu şartları alıp Müslümanların lehlerine dönüştürmek çok da kolay değildi. Bu gerçeği çok iyi fark eden Efendimiz (SAS) ticarî sahadaki mücade- leye yeni alternatif bir pazar oluşturarak başlanması gerektiğinin kararına vardı. Bunun üzerine Sahâbe’nin içerisindeki tüccarlarla istişare ederek Müslümanlara has bir çarşı/pazar yeri oluşturmak için seferber olundu. Tabi bu ilk çarşı öyle çok büyük ve kapsamlı değildi; Yahudilerin çarşılarına yakın Bakîyü’z-Zübeyr diye bilinen bir bölgede idi. Efendimiz (SAS) buraya büyük bir çadır kurdurarak, orasını Müslümanların pazarı olarak ilan etti. Artık Müslümanlar ticaretlerini bu yeni çarşıda yapacaklardı. Çok kısa bir zaman zarfında bu çadırda kurulan çarşı, kendinden söz ettirmeye başlamıştı. Medine’de yıllardır Arapları sömürmeye alışmış Yahudiler, böyle bir gelişme karşısında büyük bir şaşkınlık geçirdi. Bir müddet bu yeni olayı sessizce ama sinsice izledikten sonra, kendilerine alternatif olacak olan bu pazarın bir an önce ortadan kaldırılması gerektiği kararına vardılar. Çünkü onlar çok iyi biliyorlardı ki Müslümanlar, ticarî sahada kendi ayakları üzerine durmaya başladıkları gün, sosyal ve siyasal hayatta da bunu başaracaklar ve artık kimselere ipleri vermeden izzet ve şeref üzere yaşayacaklardı. Böyle bir durum ise elbette Yahudileri oldukça endişelendiriyordu. Bu endişe ilerleyen günlerde büyük bir öfkeye dönüşmüştü. Yahudilerin en meşhur şair ve savaşçılarından biri olan ve ileride Müslümanlar tarafından yaptığı ihanetlerin bir karşılığı olarak öldürülecek olan, Ka’b b. Eşref bir gece adamlarını da yanına alarak Müslümanların pazar olarak kullandıkları bu çadırı yıkmak için harekete geçti. Onlar gecenin karanlığından istifade ederek önce çadırın iplerini keserek, sonra orayı ateşe vererek, bu çarşıyı yerle bir ettiler. Efendimiz (SAS) sabahın erken saatlerinde bu durumdan haberdar olunca, herkesin öfke ile ellerini sıktıkları bir zamanda, tebessüm etti. Sahâbe merakla bu tebessümün sebebini sorduklarında; Efendimiz (SAS) dedi ki: “Yaptığımız bu iş Yahudileri kızdırdı. Demek ki biz doğru bir iş yapmışız. Bundan sonra kendi çarşımızı öyle bir yere Mayıs - Haziran 2015 21 SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ taşıyacağız ki, onlar bu sefer daha fazla kızacaklar.”20 Efendimiz (SAS) bu olay üzerine ileride Hz. Ebû Bekir’in halife seçileceği yer olan Benû Saide Sakife’sinin hemen yanı başında büyükçe bir arsa satın aldı. Alınan bu arsanın üzerinde eski kabirler vardı. Böyle bir yerin çarşı olarak edinilmesinde de hikmetler olduğu muhakkaktır. Sanki Efendimiz (SAS) kabirlerin olduğu bu yere çarşıyı kurdurarak, ticarete dalıp ölümü unutmasınlar diye tüccarlara fiili bir nasihat ortamı oluşturmak istemiş gibidir. Efendimiz (SAS) çarşı için alınan bu arsayı kıyamete kadar Müslümanlara bu iş için vakfetti. Burada kalıcı bir çarşı inşa ederek, tüm Müslüman tüccarları buraya davet etti ve bu çarşının kurallarını bizzat kendisi koydu.21 Mesela; Efendimiz (SAS) bu çarşıda yaptığı dükkânları aynı kişilere kiraya vermek yerine, hiçbir kira bedeli almadan sabahın erken saatlerinde kim erken gelirse ona verilmesi gerektiği kararını çıkartmıştı. Buyurmuşlardı ki: “İşte bu sizin pazarınızdır, burada sabit köşeler, yerler edinmeyin.”22 Efendimiz (SAS) böyle yapmakla da ticaretin tekelleşmesini önledi ve tabi ki Müslümanlar arasında tatlı bir yarış oluşturarak, Yahudilerin ellerinde olan ticaret hacmini kademeli 22 Mimar ve Mühendis Efendimiz (SAS) Medine pazarının bu halini çok iyi gözlemledi. Tabi sadece işin mahiyetini anlamakla kalmadı, kesinlikle bazı alternatiflerin geliştirilmesinin gerekliliğine karar verdi. Efendimiz (SAS) çok iyi fark etmişti ki eğer ticaret Medine’nin var olan, bu dört büyük çarşısında devam ettirilse, asla ipler Yahudilerin ellerinden alınamayacaktı. Çünkü işin başında pazarın şartlarını onlar koymuşlardı olarak Müslümanların eline geçirtti. Yavaş yavaş Yahudiler ellerindeki imkânları kaybetmeye başladı ve çok değil 4 yıl içerisinde Medine’nin ticaretinin büyük bir bölümü Müslümanların eline geçti. KAYNAKLAR 1 Günay, Hacı Mehmet, TDV, İslam Ansiklopedisi, c. 42, s. 475 2 Tevbe 9/18-19 3 Müslim, Vasiyyet, 14; Ebû Dâvûd, Vasâya, 14; Tirmizi, Ahkâm, 36; Nesâî, Vasâyâ, 8 4 Buhârî, İlm, 15; Müslim, Müsâfirîn, 266 5 Bu konuda daha fazla bilgi için bkz: Yıldırım, Muhammed Emin, Asr-ı Saadet’te Ticaret ve Tüccar Sahâbiler, s. 73-74, 93-94 6 Buhârî, Veśâyâ, 1; Müslim, Cihâd, 51-55; Ebû Dâvûd, Harâc, 19 7 Tirmizî, Menâķıb, 18 8 İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 94, Beyhakî, Delâil, c. 3, s. 333-334 9 Vakıdi, Kitabü’l-Meğazi, c.1, s. 259 10 İbn Hacer, el-İsabe, c.1, s. 567 11 Buhârî, Vesâyâ, 22 12 Beyhakī, es-Sünenü’l-Kübrâ, c. 4, s. 160-161 13 Buhârî, Zekât, 49 14 Hassâf, Ahkâmü’l-Evķāf, s.15 15 Hamidullah, Muhammed; İslam Peygamberi, s. 162 16 Maide Sûresi, 5/18, Cuma Sûresi, 62/6 17 Hamidullah, Muhammed; İslam Peygamberi, s. 475 18 es-Semhûdî, Vefâu’l-Vefâ, c.1, s. 347 19 Taberi, Camiu’l-Beyan, c. 3, s. 226 20 Semhûdî, Vefâü’l-Vefa bi Ahbâri Dari’l-Mustafa, c. 1, s. 539, 540 21Bu konuda daha fazla bilgi için bkz: Yıldırım, Muhammed Emin, Asr-ı Saadet’te Ticaret ve Tüccar Sahâbiler, s. 43-64 22 Semhûdî, a.g.e., c. 1, s. 539 SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ SİVİL TOPLUM KURULUŞLARINDA KURUMSALLAŞMANIN ÖNEMİ Bahri ÇETİN Toplumun bağlarının güçlenmesine önemli katkılar sağlayan Sivil Toplum Kuruluşları (STK)’NIN gelişimi ve geliştirilmesinin ehemmiyeti her geçen gün kendini göstermektedir. STK’ların faaliyet alanlarındaki çeşitlilik ve bu faaliyetleriyle ilgili meydana gelebilen sorunlarına yönelik yaptıkları çalışmalar STK’ların başarılarını etkilemektedir. Tüm bu faaliyetlerle ilgili genel ve zorlu çalışmaların organize edilmesi, başarıyla neticelendirilmesinin yanında temel altyapının da muhafaza edilmesi gerekmektedir. K 24 Mimar ve Mühendis urucu ve gönüldaşlarının çalışma süreçlerinde, her zaman moral, motivasyon ve heyecan dolu katkılarının STK’ların tüm çalışma alanlarında artarak devam ettirebilmeleri başarının ana kaynağını oluşturmaktadır. Fakat profesyonel ve bilinçli bir grup ve ekip tarafından kurulup faaliyetlerine başlayan vakıf, dernek ve diğer STK’ların işe başlarken belirledikleri vizyon, misyon ve hedefler doğrultusunda yaptıkları çalışmaları arzulanan seviyede sürdürebilmeleri, başarılı örnek ve hikayeler ortaya koymaları o kadarda kolay olmamaktadır. Bencilliğin ve bireyselliğin artarak devam ettiği günümüzde, insanların ve toplumların manevi ihtiyaçlarını tatmin etmesine aracılık eden gönüllü hareketlerin toplanma yerleri STK’ların, ihtiyaç duyulan bu duyguları da tatmin etmek ve geliştirmek için kendi içlerinde katkı yapmaları ve bu konuda, ihtiyaç sahibi bu insanların manevi ihtiyaçlarını doyurabilme, yetebilme ve tatmin edebilme kanallarını da geliştirmeleri gerekmektedir. Sadece hedef ve iş odaklı STK çalışmaları, kurucu ve gönül dostlarını her zaman tatmin etmeyebilmektedir. Yönetim ekibinin bu tarafı da dikkate alarak, büyük bir oluşum zincirindeki bu kurum ve kuruluşlardaki bu halkalardan kopmalar değil, bu hizmet halkalarına ilaveler yapılarak büyümesi geliştirilmesi, gelecek nesillere aktarılabilecek yapılar olması için, daha profesyonel bir yapıya kavuşması, bu yapıların uzun soluklu sürdürülebilirliği yakalaması açısından önem ve gereklilik arz etmektedir. STK’ların bu faaliyetlerini yapması için, en önemli servet olan, beraberce yola çıkan kurucu insanlar ile bu fedakar insanlara yardım ve katkı sağlamak için, yanlarında yer almak isteyen “gönüllü “ olarak belirtilen insanlar topluluğunun hızlı entegrasyonu gerekmektedir. Bu ana kurucu kadro ve “gönüllü” grup insanların beraberce çalışması, moral ve motivasyonu artırarak, hedef odaklı çalışmalara yöneltilmeleri, etkin ve verimli olarak rol almaları her zaman mümkün olamamaktadır. Buradaki önemli etken; ana icra ve faaliyete başlayan profesyonel grup ile yine bilgili tecrübeli ve etkin gönüllü grupların çalışmalarının, pozitif ve başarılı değere dönüşmesi için baştan belirlenen hedeflerle ilgili ortak paydanın baştan anlaşılması ve asgari müşterekte fedakarca birleşebilmelerine bağlıdır. STK’larda yapılan ve yapılacak olan faaliyet, çalışma ve organizasyonların başarıya ulaşması için profesyonel ve kurumsal bir bakış açısıyla, belirlenecek ve karşılaşılabilecek olan tüm olumlu /olumsuz /fırsat /tehditlerin baştan ortaya konması önemlidir. STK’ların önemle üzerinde durmaları gereken husus, kuruluştan itibaren tüm süreç analizlerini dikkatli yapmaları, belirleyecekleri, misyon, vizyon, hedef ve amaçları ile birlikte bu amaçlar için çizilecek doğru yol haritalarıdır. Belirlenen stratejiler ile birlikte, kuruluşun yapısı ve çalışma birimlerine uygun (yönetim kurulu, mütevelli, icra, konsey, sektör, koordinatör, muhasebe, büro elemanları, müdür v.s. ) yapıların çalışma detayları ile birlikte belirlenmesi ve bu birimlerin program, politika ve prosedürleri, profesyonel ve gönüllü yapıları da belirlenerek kurumsal altyapı çalışmalarının baştan şekillendirilmesidir. Organizasyon yapısının STK’nın kuruluş amacına göre baştan belirlenmesi çalışmaların başarıya ulaşmasına önemli katkılar sağlayacaktır. Arşivleme ve yapılan/yapılacak olan işlerin kanun, yönetmelik, yönetim, dokümantasyon sistemlerine uygun raporlama ve belgelemeye sahip olma, çalışma şeffaflığına sahip olma, her zaman hesap verilebilir ve net program ve çalışma sistemlerine sahip olma STK’ların başarısını ve toplum nezdindeki genel kabul ve etkinliğini de artıracaktır. Beraber çalışma ruhu ve onuru ile manevi taraflarını ve ihtiyaçlarını giderebilmek için bir araya gelerek, toplumsal ve kişisel ihtiyaçları gidermeye yardımcı olmak, katkı sağlamak amacıyla kurulmuş olan STK’lar; kaynak oluşturamadığı, güçlü ekonomik fedakarlık yapılarını kuramadığı nitelikli ve yeterli idari kadroda insan kaynağını oluşturamadığı yazılı kültürü, arşivleme, dokümantasyon, raporlama ve mali bilanço nakit akışı ve yönetimini kuramadığı, faaliyetlerini raporlayıp tüm topluma olması gerektiği zaman ve zeminde sunamadığı sürece zorluklarla ve yönetimsel sıkıntılarla karşılaşması, problemlerle yaşaması her zaman mümkün olacaktır. Onun için kurucu fedakar yönetim ekibi, tüm bu eksikleri belirleyip onarmalı ve gerçek samimi çalışmalar yapmalı, ekip ruhunu geliştirerek samimi ve içten birliktelik ruhu ile toplumsal katkılarını geliştirmelidir. Belirli ve bilinen problemlerle birlikte STK’lar, üyeler ve gönüllüler arasında sorumluluk ruhunu, aidiyet duygusunu, birlikte çalışma ve faydalı olma isteğini geliştirmeli, STK’ların kendi içlerinde hızlı iletişim network ve sosyal ağlarla birlikte tanıtım ve sektörel katkı sağlayabilmeli, farkındalık ve kimlik, kişilik yapılarını samimi olarak ortak hedef için geliştirebilmeli, diğer STK’lar ve devletle ilişkileri toplumsal yarar için yapmalı, uzun, orta vadeli stratejik kalıcı hedefler belirlenmeli, kendi içinde köklü hiyerarşik yapıları kurup bu çerçevede profesyonel yapısıyla örnek teşkil edecek kurumlar haline gelebilmelidir. Kar amacı gütmeden, devlet, bürokrasi, hükümetlerle ilişkisi olmadan, beraberce başlanan ortak değer, ortak çıkar, toplumsal fayda, insan hak ve özgürlükleri ve diğer belirlenen amaçlar etrafındaki bu çalışmaların, istenen beklenen ve beğenilen sonucun başarılı bir şekilde ortaya konması için, tahmin edilenin de ötesinde, detaylı bilinçli ve fedakarca çalışmaların yapılması gerektiği ortaya çıkmaktadır. Sonuç olarak tarihsel süreç içinde var olan ve var olacak olan STK’lar uzun soluklu amaçlarla toplumsal beklentileri giderme, sosyal sorumluluklarını daha profesyonel ve daha başarılı bir şekilde yapabilme gücüne sahiptir. Sadece odaklanmayı bu doğrultuda tutmaları yeterli olacaktır. Mayıs - Haziran 2015 25 SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ KÜRESEL YOKSULLAŞMA VE STK’LARIN ÖNEMİ Dr. Ahmet Emin Dağ İHH İnsani ve Sosyal Araştırmalar Merkezi Koordinatörü Dünya nüfusunun önemli bir kesimiNİ, özellikle “üçüncü dünya halkları” olarak tabir edilen ve yakın geçmişte sömürü, işgal ve zayıf idarelere maruz kalma gibi süreçleri yaşayan halklar oluşturmaktadır. Dünya nüfusunun üçte ikisine denk gelen bu toplumların neredeyse tamamı, içinde bulunduğumuz 21’inci yüzyılda açlık, hastalık, eğitimsizlik, temiz içme suyuna erişememe, istihdam edilememe gibi sorunlarda da başı çekmektedir. Devletlerin makro politikaları içinde kamu sektörü olarak yapabilecekleri çok şey olsa da sosyal politikalar konusunda hiç iyi bir sınav vermedikleri de bir gerçektir. Birçoğu borç batağı içindeki bu ülkelerin, değil dezavantajlı gruplara yardım etmek, ülkesindeki işsizlere iş olanakları sağlama konusunda dahi yeterli olmadıkları açıktır. Bu da zorunlu olarak sivil toplum kuruluşlarına büyük bir rol dayatmaktadır. Y oksulluk kavramı tanımlanırken, iki farklı tanım kullanılmaktadır: “Mutlak yoksulluk” ve “görece yoksulluk”. Mutlak yoksulluk tanımına göre, kişi yaşamını devam ettirebilmek için gerekli olan minimum gıdaya, giyinme ve barınma gibi günlük yaşamını devam ettirebilecek bir gelire sahip değilse yoksuldur. Genelde bu gelir uluslararası ölçütlere göre günlük 1 Dolar ve altındaki bir rakamdır. Görece yoksullukta ise zorunlu ihtiyaçları karşılama sorunu olmamakla birlikte, içinde bulunduğu toplumun yaşam standardının gerektirdiği seviyenin gerisinde kalmış olan bir statü söz konusudur. Mutlak yoksulluk kavramı, kişiyi biyolojik bir varlık olarak kabul ederken, görece yoksulluk kavramı kişiyi sosyal bir varlık olarak görür. Bu yüzden, görece yoksulluk tanımına göre, kişinin içinde bulunduğu toplumda kişinin geçimi için gerekli olan minimum gelir düzeyinin altında kalan kişiler yoksuldur. Bu nedenle ihtiyaç içinde olma kavramı ülkeden ülkeye farklı- 26 Mimar ve Mühendis lık gösterebilir. Örneğin, Angola’daki bir ailenin ihtiyaç kalemleri ve gelir düzeyi ile Türkiye’deki bir ailenin karşılaştırılması söz konusu değildir. Yukarıda 1 Dolar’ı baz alan tanıma göre, dünya nüfusunun beşte biri günlük 1 Dolar’dan az bir gelire sahip olduğu için yoksul sayılmaktadır. 2,1 milyar çocuğun bulunduğu dünyamızda her iki çocuktan biri yoksulluğa bağlı sebeplerden mağdurdur. Yoksulluk, beraberinde hastalıkları, eğitim ve istihdam imkanlarına erişememeyi, altyapı yetersizliklerini getirmekte. Yoksulluğa bağlı gerçekleşen mağduriyetlerde 790 milyon kişi kronik olarak açlık çekerken; dünyada yaşayan her 6 kişiden biri okuma yazma bilmemekte; 115 milyon çocuk okula gitmemektedir. Son 10 yılda ishalden ölenlerin sayısı 13 milyondan fazladır. Bu rakam 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana gerçekleşen savaşlarda ölenlerin sayısından daha fazladır. Dünyada her yıl 10 milyon çocuk yoksulluğa bağlı sebeplerden ötürü 5 yaşına gelmeden yaşamını yitirmektedir. Tüm dünyada 42 milyon kişi AIDS’lidir ve bunların 39 milyonu gelişmekte olan ülkelerde yaşamaktadır. Güney Asya ve özellikle sahra altı Afrika, dünyada yoksulluğun ve yoksulluğa bağlı mağduriyetlerin yoğun olarak zemin bulduğu coğrafyalar olarak karşımıza çıkmaktadır. Güney Asya’da her dört kişiden biri, sahra altı Afrika’da ise her üç kişiden biri açtır. Gerek Güney Asya gerek sahra altı Afrika ülkeleri örneğinden yola çıkacak olursak, bu coğrafyalar yakın geçmişte sömürge olmuş, sömürge idareleri sonrasında iç savaşlarla yüz yüze bırakılmış ve halihazırda bağımlı zayıf idareler tarafından yönetilmektedir. Bu coğrafyalarda yoksulluğa neden olan veya yoksulluğa bağlı gerçekleşen birçok mağduriyet, yaşanan siyasi süreçlerin sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Halihazırda, küreselleşmenin Güney Asya ve özellikle sahra altı Afrika, dünyada yoksulluğun ve yoksulluğa bağlı mağduriyetlerin yoğun olarak zemin bulduğu coğrafyalar olarak karşımıza çıkmaktadır. Güney Asya’da her dört kişiden biri, sahra altı Afrika’da ise her üç kişiden biri açtır. eşitsizlikleri artırması, üçüncü dünya ülkelerinin bilinçli olarak geri bırakılması ve kaynaklarının sömürülmesi, adaletsizlikleri pekiştirmekte ve yoksulluğa neden olmaktadır. Yani, “üçüncü dünya ülkesi”, “güney ülkesi” gibi kavramlarla tanımlanan ülkelerde yoksulluk, siyasal sürecin ve işleyişin ürünü olarak ortaya çıkmaktadır. Bugün dünya nüfusunun yüzde 10’unu barındıran ülkeler dünya gelirinin yüzde 80’ini ellerinde bulundurmaktadır. Özel anlamda savaş, işgal, iç çatışmalar, zayıf idareler, yönetim sorunları gibi nedenlere bağlı olarak, ancak genel anlamda dünyadaki güçler dengesinin ve çıkar arayışının ürettiği konjonktüre bağlı olarak yoksulluk sorunu ile yüzleşen üçüncü dünya halkları, bilinçli olarak geri bırakılmakta, yoksulluğa bağlı mağduriyetler de bu sürecin devamı olarak görülmektedir. 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren yaşananlar uluslararası sistemin yapısında değişiklikleri beraberinde getirmiş; devletlerin uluslararası sistemin yegane aktörü olduğu varsayımının yerine devlet dışı aktörlerin de uluslararası sistemde yer alabilecekleri anlayışı gelişmiştir. Küreselleşen dünyada uluslararası STK’ların, devletlerin etkin olmadıkları/olamadıkları alanlarda önemli roller üstlendiği görülmektedir. STK’lar küresel çapta, kamu yararı gözeten politikaları teşvik edebilmekte; koordinasyon ve kriz bölgelerine hızlıca erişebilmektedir. STK’lar uluslararası karar alma mekanizmalarını yönlendirebilmektedir. Bugün Birleşmiş Milletler ve İslam İşbirliği Teşkilatı gibi uluslar arası ve bölgesel çatı örgütlerin neredeyse tamamı kendi bünyelerinde oluşturdukları sivil toplum yapılanmaları ile devletlerin yanında sivil kuruluşlara inisiyatif vermişlerdir. Örneğin Somali gibi neredeyse son 30 yılını savaşlarla yitirmiş ve devlet otoritesinin tamamen yok olduğu bir bölgede insanların günlük yaşamlarını sürdüren kurumlar tamamen sivil toplum kuruluşlarınca yürütülmektedir. Okullar, hastaneler, gıda dağıtımları, ulaşım, yetimhane vb. tüm hizmet kalemleri büyük oranda Mayıs - Haziran 2015 27 SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ STK'lar tarafından karşılanmaktadır. Bugün dünyamızda yaşanan tüm sosyal ve siyasal sorunlar, adaletsizliklere dayalı sömürü düzeninin bir uzantısıdır. STK’lar bu adaletsizliklerle mücadelede de kamuoyu oluşturabilmekte, siyasilerden daha başarılı biçimde toplumu yönlendirebilmektedir. Yine, yardıma bağımlı hale getirilen coğrafyalarda kalıcı projeleri önceleyerek bölge halklarının kalkınması sürecine destek olmanın yanı sıra, kronik sorunların ortadan kaldırılmasında köklü çözümler geliştirmektedir. STK’ların uzun yıllar yardıma bağımlı olarak yaşatılan coğrafyalarda eğitim tesisleri kurması, altyapı hizmeti vermesi ve istihdam olanakları sağlaması önemlidir; bölge insanının yardıma bağımlılıktan kurtulmasını hızlandırır. Ancak, sorunların nihai çözüme ulaşması için asıl yapılması gereken, sosyal sorunlara neden olan süreçlerin kamuoyuna deşifre edilmesi, kamuoyu oluşturulması, yerel ve uluslararası karar mekanizmalarının çözüm için harekete geçirilmesidir. Bunda da STK’ların hayati olduğuna kuşku yok. Türkiyeli bir yardım kuruluşu olarak dünyanın 140 ülke ve bölgesinde sosyal yardım çalışmalarını sürdüren İHH 28 Mimar ve Mühendis Bugün dünyamızda yaşanan tüm sosyal ve siyasal sorunlar, adaletsizliklere dayalı sömürü düzeninin bir uzantısıdır. STK’lar bu adaletsizliklerle mücadelede de kamuoyu oluşturabilmekte, siyasilerden daha başarılı biçimde toplumu yönlendirebilmektedir. İnsani Yardım Vakfı bu yönüyle “küresel etkilere sahip STK” kavramsallaştırmasının iyi bir örneğidir. Asya, Afrika, Ortadoğu ve Kafkasya gibi bölgelerde savaş, işgal ve doğal afetler nedeniyle oluşan mahrumiyetler karşısında, altyapı hizmetleri, eğitim kurumları inşası, sağlık hizmetleri sunulması gibi kalıcı projelerle ve dönemsel yardım projeleri ile bölge kalkınmasına destek olan kurum, sosyal rolünün de bilincini duymaktadır. Mağdur coğrafyalarında görülen sorunların deşifre edilmesi ve karar mekanizmalarının harekete geçirilmesi gibi iki önemli rol, geleneksel “hayır” ve “vakıfçılık” kavramlarına yepyeni boyutlar kazandırmıştır. Filistinli mültecilere yardım götürülürken, İsrail işgali ve ambargo gündeme getirilmekte; Irak’ta yardım projeleri sürdürülürken işgale karşı kamuoyu oluşturulması önemsenmekte; Afrika ülkelerinde projeler hayata geçirilirken sömürgecilik, misyonerlik ve zayıf idareler gibi süreçlere karşı kamuoyu oluşturulmakta; kriz bölgelerinde projeler hayata geçirilirken bu bölgelerde görülen misyonerlik, organ mafyası, insan tacirliği gibi vakalara dikkat çekilmektedir. Bugün dünyadaki yerleşik yapıya bakıldığında, yoksulluğa karşı mücadele ettiklerini iddia eden Batılı ülkelerin, aynı zamanda yoksulluğu körükleyen oldukları görülmektedir. Üzerinde önemle durulması gereken bu çelişki, STK’ların siyasi ajandalardan arındırılmış faaliyetleri sayesinde giderilebilecektir. Günümüz toplumlarındaki sorunların çözümünde STK’ların rolü, geleneksel hayır algısının ötesinde artık, siyaset oluşturma, ekonomik kalkınma, insan hakları aktivizmi ve sosyal barış gibi konuları da kapsayan geniş bir yelpazede yürütülmektedir. Mayıs - Haziran 2015 29 SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ ÖZGÜN BİR STK OLARAK MMG Osman ARI MMG Kurucu Gn.Sekreteri Eğitimlerini mühendislik fakültelerinde 1980’li yıllarda tamamlamış bir grup idealist gençlerdik. Henüz ne doğru dürüst bir işimiz ne de mesleki bir tecrübemiz vardı. Ancak üniversite yıllarında bizi bir arada tutan bir davamız ve her şeyi onun süzgecinden geçirdiğimiz bir inancımız ve ‘dünyayı değiştirmeye’ yetecek ideallerimiz vardı. Bu davamızı, ideallerimizi mezuniyet sonrası iş ve meslek hayatımıza nasıl taşıyacaktık? İnançlarımızın, ideallerimizin meslek hayatımıza yansıması nasıl olacaktı? Muhalif olduğumuz sisteme, hakim anlayışa inançlı bir mühendisin, mimarın cevabı ne olmalıydı? B izim kafamızdaki sorulara cevap verecek bir oluşum, organizasyon da mevcut değildi. Bütün kafamızı meşgul eden bu sorulara beraberce cevap aramanın bir yolu olarak, üniversite yıllarındaki hasbi beraberliğin; meslek hayatımızda güç birliğine dönüştürecek bir ortam, bir platform oluşturmaktan geçtiğine inanıyorduk. Bu inançla 1993 yılında (gayri resmi olarak) ağırlığını Yıldız Teknik Üniversitesi ve İstanbul Teknik Üniversitesi mezunu bir grup mühendis ve (bir adet) mimarın oluşturduğu arkadaşlarla Mimar ve Mühendisler Grubu (MMG) adıyla gündemli toplantılar yapmaya başladık. O yıllarda camiamızda yeni faaliyete başlayan MÜSİAD ve Bilim Sanat Vakfı bize ilham veren, ufkumuzu açan oluşumlardı. MÜSİAD 30 Mimar ve Mühendis camiamızdaki işadamlarının organizasyonunu üstlenmiş, cemaat ve gruplar üstü kuşatıcı bir dil ile Müslüman bir işadamı profili tanımlamaya çalışıyordu. Hele kapitalist sisteme karşı ‘Medine Pazarı’nı gündeme getirmesi bizi müthiş heyecenlandırıyordu. Bilim Sanat Vakfı ise bizim camianın keyfiyetten çok kemmiyete önem vermesine karşın; ilim, sanat alanındaki hayati boşluğu doldurmaya çalışıyor ve çağdaş Müslüman ilim adamlarının nasıl yetiştirilmesi gerektiğinin cevaplarını arıyordu. MMG de ilmi ve entellektüel boyutu olan, mevcut mesleki (mühendislik ve mimarlık) anlayış ve değerleri kritik eden, kendi inanç ve değerlerimizin süzgecinden geçirerek ülkemiz ve insanlık için hayırlı icraatlar yapacak mimar ve mühendislerin bir organizasyonu olmalıydı. Teknoloji, sanayileşme, mimarlık, şehirleşme yeni bir bakış açısıyla yeniden değerlendirilmeliydi. İlk faaliyetimiz Prof. Dr. Nazif Gürdoğan ve Prof. Dr. Nevzat Kor hocalarımızın yol göstericiliğinde organize ettiğimiz Prof. Dr. Veysel Eroğlu, Prof. Dr. Mustafa Öztürk ve Prof. Dr. Ferruh Ertürk hocaların katıldığı çevre sorunlarının tartışıldığı açık oturumdu. MMG kısa sürede yaptığı açık oturun ve toplantılarla mimar ve mühendisler arasında gündem oluşturmaya başladı. Faaliyetlerimiz artık tüzel kişilik olmamızı gerekli kılınca da 1996 yılında MMG dernek statüsüne geçti. Geriye dönüp baktığımızda 20 yılı aşkın bu süre zarfında MMG nereden nereye geldi? Kuruluş felsefesine bağlı olarak ülkemiz ve meslektaşlarımız hayrına neler üretti? Hakim sistem ve anlayışa muhalif nasıl bir söylem, dil ve tavır geliştirdi? Bütün bu sorulara cevap aramak bu yazının boyutlarını aşacaktır. Buradan MMG ve dergi yönetimindeki arkadaşlara kayda geçmesi açısında bir çağrıda bulunmak istiyorum. 2016 yılı MMG’nin 20’nci resmi kuruluş yılı. Bu vesileyle MMG’nin dünü bugünü, yaptıkları yapamadıkları, hataları sevapları, MMG’ye emek vermiş isimsiz kahramanları vs. işleyen programlar yapılmasının MMG’nin yazılı tarihinin oluşması açısından önemli ve elzem olduğunu düşünüyorum. Bugün MMG’nin faaliyetlerine, geliştirdiği dile ve duruşa baktığımızda; MMG’nin ülkemizin TMMOB’den sonra en etkin ve büyük mimar ve mühendislik organizasyonu olduğunu görürüz. Anadolu’daki 8 şubesi, düzenlediği kahvaltılı toplantılar, sempozyumlar, açık oturumlar; üniversiteler ve ilgili bürokrasiyle geliştirdiği yapıcı ilişkiler, çıkardığı iki aylık akademik dergisiyle meslektaşlarımızın ve ülkemizin ufkunu açacak bir bakış açısıyla proje, teklif ve önerilerini paylaşmaya devam etmektedir. MMG bütün bunları yaparken zaman zaman STK’ların olmazsa olmazlarından sivillik ve bağımsızlığın gereği olarak (zülf-ü yare dokunan) muhalif bir dil ve tavır geliştirmekten çekinmemiştir (Zeytinburnu’nda silueti bozan kulelerle ilgili sert tavrı ve TOKİ’nin uygulamaları ile ilgili eleştirileri). Bizim camiamızın alışık olmadığı içerden (yapıcı, inşa edici) eleştirinin aslında ne kadar önemsenmesi gereken bir tavır olduğunun artık yavaş yavaş kavranmaya başlandığını görmek bizim için sevindirici bir durumdur. MMG’nin her türlü yanlış anlaşılma ve değerlendirmelere rağmen hayırlı işleri, doğru projeleri desteklemesi, yapılan kimi eksik ve yanlış uygulama ve icraatları da yapıcı, inşa edici bir dil, üslup ve tavırla eleştirmesi, doğruyu işaret etmesi de MMG’nin bir STK olarak varlık şartlarındandır. MMG’nin yıllardır ısrarla savunduğu şehircilik perspektifinin AK Parti programında yer alması, Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun sık sık vurguladığı yatay şehirleşme ve şehirlerin tarihi ve kültürel dokusunun özenle korunması gibi hassasiyetlerin, MMG’nin ısrarla savunduğu doğruların boşa gitmediğinin bir işareti olsa gerek. Bütün bu süreçlerden sonra MMG nerede duruyor? Olması gereken yerle bulunduğu yer arasındaki mesafe nedir? Yapması gerekenlerin ne kadarını yapabildi? Bütün bu soruların baktığımız yere göre değişen cevapları vardır. MMG 1990’lı yılların en zor ve karanlık şartlarında kurulmuş, 28 Şubat’ta takibata uğramış, bedeller ödemiş, 13 yıllık AK Parti döneminde de duruşunu değiştirmeden ülkemiz ve insanlık için değerler üretmenin gayreti içersinde olmuş ülkemizin saygın bir STK’sı olmayı hak etmiş kuruluşudur. MMG’yi kuruluş felsefesine bağlı olarak daha üretken ve etkin bir STK olarak geleceğe taşımak da genç meslektaşlarımızın görevi olacaktır. Bizim camiamızın alışık olmadığı içerden (yapıcı, inşa edici) eleştirinin aslında ne kadar önemsenmesi gereken bir tavır olduğunun artık yavaş yavaş kavranmaya başlandığını görmek bizim için sevindirici bir durumdur. MMG’nin her türlü yanlış anlaşılma ve değerlendirmelere rağmen hayırlı işleri, doğru projeleri desteklemesi, yapılan kimi eksik ve yanlış uygulama ve icraatları da yapıcı, inşa edici bir dil, üslup ve tavırla eleştirmesi, doğruyu işaret etmesi de MMG’nin bir STK olarak varlık şartlarındandır. Mayıs - Haziran 2015 31 SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ STK’lar ve Finansal Destekler Yasemin Ok Voytes Türkiye Finansal Çözümleme Kuruluşu Sivil toplum kuruluşu (STK) resmi kurumlar dışında ve bunlardan bağımsız olarak çalışan, politik, sosyal, kültürel, hukuki ve çevresel amaçları doğrultusunda lobi çalışmaları, ikna ve eylemlerle çalışan, üyelerini ve çalışanlarını gönüllülük usulüyle alan, kâr amacı gütmeyen ve gelirlerini bağışlar ve/veya üyelik ödemeleri ile sağlayan kuruluşlardır. Sivil toplum örgütleri oda, sendika, vakıf ve dernek adı altında faaliyet gösterir. V akıf ve dernekler topluma yararlı bir hizmet geliştirmek için kurulmuş yasal topluluklardır ve herkese yardım etmek için kurulmuştur. Sivil Toplum Kuruluşları’nın etkinlik alanları şunlardır; • Eğitim • Sağlık • Sosyal Yardımlaşma • İnsan Hakları • Doğal Afetler • Bilim ve Teknoloji • Çevre SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI VE STK’LARIN TARİHÇESİ Dünyadaki örneklerine göre ülkemizdeki Sivil Toplum Kuruluşları’nın tarihçesi çok da eski değildir. Nüfusa göre Sivil Toplum Kuruluşu bir çok dünya ülkesine göre oldukça az sayıda kalmakta ve şu anda STK statüsündeki bir çok derneğin aslında faaliyette olmayan lokal dernekler olduğunu da düşündüğümüzde bu alanda köklü bir değişim yaşamamız gerektiğini söylemem yanlış olmaz. Uluslararası STK’ların tarihi 19’uncu yüzyılın ortalarına kadar uzanmaktadır. Köleliğe karşı ve kadın haklarının kazanılması konularında çok önemli roller oynayan STK’ların etkinlikleri Dünya Silahsızlanma Konferansı’nda en üst düzeye ulaşmıştır. Ancak bugünkü manası ile “Sivil Toplum Kuruluşu” kavramı ilk defa 1945 yılında Birleşmiş Milletler teşkilatının kuruluşu 32 Mimar ve Mühendis sırasında, kuruluş beyannamesinin 10. bölümünün 71. maddesinde devlet ve üye ülkelere ait olmayan kuruluşların danışmanlık rolü ile ilgili tanımlamada kullanılmıştır. Sivil Toplum Kuruluşları’nın sürdürülebilir kalkınma alanındaki hayati rolleri ilk defa Birleşmiş Milletlerin STK’lar ile BM arasında sıkı danışmanlık ilişkilerinin düzenlendiği 21. ajandasının 27. başlığında dile getirilmiştir. STK’ların en yaygın ve hayati ihtiyaçlarını aşağıdaki şekilde belirlemek mümkün görünmektedir: • Ekonomik destek. • Kalifiye insan kaynağı; eğitim ve katılım. • Demokrasi kültürü ve örgütsel kültür. • İletişim, halkla ilişkiler ve yönetişim. • Kurumsallaşma düzeyinde ilerleme; arşivleme, dokümantasyon ve raporlama. • Teknolojik ilerleme; bilgisayar, internet erişimi ve yabancı dil. • Türkiye’nin sivil toplum alanını destekleyecek dolaylı mekanizmalar; STK’ların gelişimlerine destek sağlayacak kurumlar. STK’ların sorun yaşadıkları alanlar şu biçimde ortaya çıkmaktadır: • Amaçları gerçekleştirmek için ekonomik yetersizlik. • Örgütsel kültürün ve iç demokrasinin eksikliği. • Yetkin kadroların eksikliği. • Gönüllülerin ve üyelerin düşük katılım düzeyi. • İdari yetersizlik. • Karar alma ve uygulamada yetersizlik. STK’ların yukarıda bahsettiğimiz sorunlarına bakıldığında, en önemli kavram “sürdürülebilirlik” olarak ortaya çıkmaktadır. STK’ların, sürdürülebilirliğin sadece bir kuruluşun ekonomik olarak hayatta kalmasıyla değil aynı zamanda kuruluşun sürekli bir yapı olarak kendisini, eylemlerini, faaliyetlerini ve politikalarını geliştirmesi için yöntemler, yollar, meka- “Sivil Toplum Kuruluşu” kavramı ilk defa 1945 yılında Birleşmiş Milletler teşkilatının kuruluşu sırasında, kuruluş beyannamesinin 10. bölümünün 71. maddesinde devlet ve üye ülkelere ait olmayan kuruluşların danışmanlık rolü ile ilgili tanımlamada kullanılmıştır. nizmalar, araçlar ve kaynaklar bulması ile ilgili olduğunun fark edilmesi konusunda desteklenmesi gerekmektedir. Bir politika, proje, faaliyet vb. tasarlanırken ilk iş bunun sürdürülebilirliğini garanti etmek olmalıdır. Yukarıda bahsedilen tüm hususlar bu kavramla sıkı sıkıya ilişkilidir. İşbirliği Kuruluşları tanımı ve STK’larla ilişkisi İşbirliği Kuruluşu Nedir?: Türkiye İhracatçılar Meclisi, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği, Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu, İhracatçı Birlikleri, Ticaret ve/veya sanayi odaları, organize sanayi bölgeleri, endüstri bölgeleri, teknoloji geliştirme bölgeleri, sektör dernekleri ve kuruluşları, sektörel dış ticaret şirketleri, ticaret borsaları, işveren sendikaları ile imalatçıların kurduğu dernek, birlik ve kooperatifleri, Ekonomi Bakanlığı “İhracata Yönelik Devlet Yardımları Kararı” istinaden işbirliği kuruluşları altında olan ve önemli teşvik ve hibe desteklerinden üyeleri ile birlikte yararlanabilecek önemli kuruluşlar arasında sektör dernekleri ve kuruluşları ile imalatçıların kurduğu dernekler de desteklenmektedir. Türkiye kurum ve kuruluşları tarafından STK’lara Verilen Hibe ve Teşvikler KOSGEB Tematik Proje Meslek Kuruluşu Destek Programı Kapsamında: Meslek kuruluşu tarafından, proje sonuçlarından yararlanabilecek işletme sayısının büyüklüğü, ilin ve/veya bölgenin öncelikli geçim kaynakları, yeni girişimci potansiyeli gibi hususlar gözetilerek, bölgede oluşturulacak istihdam ve pazara giriş imkânlarının sunulması, insan kaynaklarının geliştirilmesi, çevre ve enerji verimliliği, iş güvenliği, teknik mevzuat v.b. konularda işletmelerin ve/veya girişimciliğin geliştirilmesi için hazırlanmış projelerin giderleri yüzde 50 oranında 150 bin TL’ye kadar hibe olarak desteklenir. Ekonomi Bakanlığı UR-GE Projesi Kapsamında: İşbirliği kuruluşlarınca STK üyesi şirketlere yönelik olarak yürütülen; amacı, kapsamı, süresi ile bütçesi belirlenmiş ihtiyaç analizi, istihdam, eğitim, danışmanlık, yurtdışı pazarlama ve alım heyeti faaliyetlerinden oluşan ve azami 3 yıl süreyi kapsayan projelerde katılımcı sayısına göre asgari 3 milyon 500 bin dolar - 5 milyon dolar arasında yüzde 75 oranında hibeler mevcuttur. Dernekler Dairesi Başkanlığı Program kapsamında: STK’ların kapasitelerinin geliştirilmesi, kamu ile olan ilişkilerinin artırılması ve karar alma mekanizmalarına aktif katılım sağlanması gibi amaçlar ile projeleri desteklemektedir. Derneklerin projelerine 150 bin TL hibe desteği sağlamaktadır. Gençlik ve Spor Bakanlığı Projeleri: Gençlik ve Spor Bakanlığı’nca, gençlerin ve gençlik gruplarının ihtiyaçlarını dikkate alarak, gençlerin kişisel ve sosyal gelişiminin desteklenmesi, potansiyellerini gerçekleştirebilmelerine imkân sağlanması, karar alma ve uygulama süreçleri ile sosyal hayatın her alanına etkin katılımının artırılması, gençlik ve spor hizmetlerine erişimlerinin kolaylaştırılması ve yenilikçi fikirlerin hayata geçirilmesine yönelik STK’ların projeleri 250 bin TL’ye kadar hibe olarak desteklenmektedir. KALKINMA BAKANLIĞI – KALKINMA AJANSLARI PROJELERİ: Türkiye kalkınma ajansları, yerel aktörler arasındaki işbirliğini güçlendirmek, bölgelerin yapısal dönüşümünü hızlandırıp sürdürülebilir bölgesel kalkınma hedefine ulaşmak için faaliyet gösterir. Kuruluş amaçları şunlardır: • Bölgesel potansiyelin açığa çıkarılması; bölgelerin ulusal ekonomiye katkılarının arttırılması • Bölgeler arasındaki kalkınma eşitsizliklerinin giderilmesi • Kalkınmış bölgelerin rekabet güçlerinin arttırılması • Kalkınma ajansları, Kalkınma Bakanlığı ile eşgüdüm halinde bölgesel ihtiyaç ve sorunlara yönelik hibe programları yürütmektedir. 26 adet Kalkınma Ajansı olup bölge kalkınma planlarına ve proje rehberlerine göre, Sivil Toplum Kuruluşları (STK) projelerine 1 milyon 500 TL’ye kadar hibe Mayıs - Haziran 2015 33 SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ desteği verilmektedir. Kalkınma Ajansları Güdümlü Projeler kapsamında ise bu oran 5 milyon TL ile 10 milyon TL arasında değişmektedir. KRİZ CEVAP FONU (CRISIS RESPONSE FUND): Sivil toplum sektörünü tehdit eden durumlara karşı acil savunuculuk çalışmaları için fon, bireysel durumlarla ilgilenmek yerine, sivil toplum sektörünü varoluşuna yönelik sistematik tehditlerden korumayı hedefler. Bu tehditlere örnekler: yeni çıkan ya da kısıtlayıcı yasalar, insan hakları savunucularının sistemli olarak hedeflenmesi, sivil toplum örgütlerinin sebepsizce kapatılması, sivil toplum örgütlerine yönelik mali tehditler v.b. konulardaki projeleri desteklemektedir. KÜRESEL MİRAS FONU: Kültürel mirasın korunması, arkeolojik alanların korunması, kültürel miras eğitimi, sürdürülebilir turizm kalkınması, kültürel varlıklarının çevresindeki toplulukların kalkınması konularında projeye göre farklı miktarlarda hibe desteği vermektedir. SABANCI VAKFI FONU: Toplumsal adalet, ekonomik katılım, toplumsal katılım konularında Vakıf, kadınlar, gençler ve engellilere eşit fırsatların yaratılmasını ve topluma aktif katılımlarını destekleyen ortamların geliştirilmesine katkıda bulunmak amacıyla hibe programları, ortaklıklar, seminer ve benzeri çalışmalar yapmaktadır. TÜRK KÜLTÜR VAKFI FONU: Türk kültür ve mirasını korumak ve tanıtmak, yurtdışındaki Türk mirasının korunması desteklemek, beşeri bilimler alanında ve çalışan dezavantajlı öğrencilerin eğitimine destek olmak için hibe destekleri vermektedir. AVUSTURALYA BÜYÜKELÇİLİĞİ DOĞRUDAN YARDIM PROGRAMI: Toplum sağlığı, eğitim, küçük ölçekli altyapı, kırsal ve tarımsal kalkınma ve çevre konularında hibe desteği vermektedir. MATRA – DECENTRAL DESTEK PROGRAMI: Adalet ve içişleri (mevzuat ve kamu düzeni kanunu, yönetişim, polis ve yolsuz34 Mimar ve Mühendis lukla mücadele), insan hakları (azınlıklar ve toplumsal bilinç oluşturma), medya ve bilgi, eğitim konularında kurumsal kapasitenin güçlendirilmesi ve AB müktesebatına uyumun desteklenmesi için hibe desteği vermektedir. JAPONYA BÜYÜKELÇİLİĞİ YEREL PROJELERE HİBE PROGRAMI: Koruyucu sağlık hizmetlerinin geliştirilmesi, sağlık merkezlerinin ekipmanlarının yenilenmesi ve yeni ekipman sağlanması konularındaki projelere hibe desteği vermektedir. AVRUPA BİRLİĞİ (AB) HİBE PROGRAMLARI: AB, demokrasi, insan hakları ve pazar ekonomisi konusunda aynı temel değerleri paylaşan ülkelerle ortaklıklar kurar. AB, bu ülkelerin ekonomik ve sosyal gelişmelerine çeşitli mali araçlarla finansal olarak katkı sağlar. KATILIM ÖNCESİ YARDIM ARACI (IPA): Beş bölüm halinde yapılandırılan IPA, geçiş dönemi ve kurumsal yapılanma desteğinin yanı sıra çevre, ulaştırma, bölgesel rekabet, insan kaynakları kalkınması ve kırsal kalkınma olarak belirlenen yeni alanlarda katılım öncesi mali hibe destekleri sağlamaktadır. AB PROGRAMLARI • Hayat Boyu Öğrenme Programı (AB Eğitim ve Gençlik Programları Merkezi Başkanlığı) • Gençlik Programı (AB Eğitim ve Gençlik Programları Merkezi Başkanlığı) • Araştırma ve Teknolojik Gelişme Alanında Yedinci Çerçeve Programı (TÜBİTAK) • Rekabet Edebilirlik ve Yenilik Programı (Girişimcilik ve Bilgi Toplumu) (Sanayi ve Ticaret Bakanlığı ile DPT Müsteşarlığı) BAŞBAKANLIK YURTDIŞI TÜRKLER VE AKRABA TOPLULUKLARI BAŞKANLIĞI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI KAPASİTE GELİŞTİRME PROGRAMI: STK’ların örgütsel yapılarının ve teknik kapasitelerinin geliştirilmesi, siyasi karar alma mekanizmalarında sivil katılımın güçlendirilmesi, kampanya yürütme, savunuculuk ve lobicilik becerilerinin artırılması, STK’lar arası, STK-Uluslararası Kuruluşlar ve STKKamu arası işbirliği ve iletişim ağlarının geliştirilmesi konularında hibe desteği vermektedir. KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI YEREL YÖNETİMLERİN, DERNEKLERİN VE VAKIFLARIN PROJELERİNE YARDIM: Kültür, sanat ve turizm değerlerini ve zenginliklerini yaşatıcı, yayıcı, destekleyici, geliştirici ve tanıtıcı, yerel, ulusal ve uluslararası nitelikteki şenlik, festival, anma günleri, konser, sergi, gösteri, kongre, sempozyum, seminer, panel, güzel sanatlar, fuar ve benzeri etkinlikler alanlarında hibe destekleri vermektedir. Diğer hibe projesi veren bazı vakıfların isimleri aşağıda mevcuttur: • Eti Burçak - Doğal Hayatı Koruma Vakfı (WWF) • Anadolu Sigorta Bir Usta Bin Usta Fonu • Türkiye Vodafone Vakfı Güneydoğu Anadolu Bölgesi Yaz Okulları, Aile Destek Projesi • Kadın Merkezi Vakfı (Kamer) • Çöp (M) Adam Fonu • Sivil Toplum Geliştirme Merkezi (STGM) SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ SOKAKTA ÇALIŞAN ÇOCUKLAR VE HAYAT VAKFI ÇOCUKLAR SOKAKTA SOLMASIN PROJESİ Tuba Gavaz Hayat Sağlık ve Sosyal Hizmetler Vakfı Çocuklar Sokakta Solmasın Proje Yönetmeni Hayat Sağlık ve Sosyal Hizmetler Vakfı Çocuk Hizmetleri Koordinatörlüğü tarafından 1998 yılından bu yana ‘Çocuklar Sokakta Solmasın’ projesi yürütülmektedir. Vakıf proje çerçevesinde; ilköğretim çağında olup ailesiyle birlikte yaşayan ve sokakta çalışan çocukları sokakta çalışmaya iten nedenleri araştırıp onlara yönelik çözümler üretmeye ve ilerleyen zamanda çocukların sokak çocuğu olmalarını engellemeye çalışmaktadır. B üyükşehirlerin toplumsal sorunlarından biri; sokakta çalışan çocuklardır. Çocukların erken yaşta çalışma yaşamında yer alması birçok ülkede olduğu gibi, ülkemizde de yaşanan temel problemlerden biri haline gelmiştir. Göç, yoksulluk ve kentleşme gibi nedenlerin sonucu olan bu çocuklar, büyük bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Kente gelen ve maddi zorluk yaşayan aileler çocuklarının çalışmasını çözüm olarak görebilmektedir. Çocukların çalıştırılması, çocuk işgücünün istismarı, sokakta çalışan ve sokakta yaşayan çocuklar sorunu günümüzde çözüm bekleyen sorunlardan biridir. Sosyo-ekonomik konumları gereği herhangi bir faaliyette bulunan 18 yaş ve altındaki çocuklar “çalışan çocuk” olarak adlandırılmaktadır. “Çocuk emeği” ise yasal yaşın altında istihdam edilen iş gücü olarak belirtilmektedir. 1 Sokakta çalışan çocuk; ailesinin geçimine katkıda bulunmak ya da kendi masraflarını karşılamak amacıyla günün belirli bir bölümünü sokakta çalışarak geçiren çocuktur. Sokak çocukları kavramı ise aileleriyle sınırlı ilişkisi bulunan veya hiç ilişkisi bulunmayan ve genel olarak zamanını sokakta geçirip geçimini de sokaktan sağlayan çocukları ifade eder.2 Çocukların çalışmalarını engellemek amacıyla pek çok uluslararası antlaşma ve sözleşmeler yanında ulusal düzeyde 36 Mimar ve Mühendis yasalar çıkarılmasına rağmen çocuk işçiliği tarih boyunca bilinen bir olgudur.3 Çocuk Haklarına Dair Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nde (1989), çocuğun tehlikeli, eğitimine zarar verecek, bedensel, ruhsal, zihinsel sağlığına ve ahlaksal, toplumsal gelişimine zarar verecek işlerde çalıştırılmalarından korunmaları gerektiği belirtilmektedir. Ülkemizde ve dünyada çalışan çocuk sayısına ilişkin kesin istatistik verileri olmamakla birlikte sayılarının ciddi boyutlara ulaştığı bilinmektedir. 2000 yılı verilerine göre dünyada yaşları 5-14 arasında olan yaklaşık 250 milyon çocuk çalışmaktadır.4 Türkiye’de her beş çocuktan biri çalışmaktadır.5 Günlük yaşam içerisinde sokakta etrafımıza dikkatli bir şekilde baktığımızda bu sayının fazlalığı açık bir şekilde fark edilmektedir. Sokakta çalışan çocuk sorununun önde gelen sebepleri arasında köyden kente göçle birlikte kente ayak uyduramama, yoksulluk, işsizlik, aile ve çocuğun eğitim yetersizliği, ailede huzursuzluk, çözülme, parçalanma ve boşanma, sosyal değişim ve yabancılaşma, kentte okul hayatına alışamama gibi çeşitli uyum sorunları; evde sevgisizlik; istismar, baskı, şiddet, dayak ve çatışma, anne babasızlık; ihmal ve ilgisizlik; cinsel taciz, macera isteği, yurtta kendini güvende hissetmeme, okulda başarısızlık, evin fiziki yetersizliği; çocuğun sokakta çalışıp para kazanmasına teşvik edici kültürel değerler; anne-babanın aile bilincinden yoksun olması; arkadaş grubu; kendini kanıtlama isteği; medyadan etkilenme; sokağın cazibesi sayılabilir.6 Tüm bu nedenler sıralandığında görülmektedir ki yoksulluk ve eğitim eksikliği sokakta çalışan çocuk sorunsalının temel kaynağıdır. Özellikle de aile kavramının ve bağlarının sağlam zemine oturmamışlığı çocuğu sokağa itmektedir. Sokakta yaşayan ve çalışan çocuklar, doğrudan suça yönelmenin dışında ihmal ve istismara uğrama; bağımlılığa yol açan maddeleri kullanma; eğitim ve sağlık problemleri; zihinsel ve fiziksel gelişimde gerileme; şiddet eylemlerine maruz kalma; fuhşa yöneltme; psikolojik sorunlarla yüz yüze gelme; cinsel taciz ve tecavüze maruz kalma gibi olumsuzlukları yaşayabilmektedir.7 Tüm bu riskler göz önüne alındığında çocukları sokakta bekleyen tehlikelerin büyüklüğü daha iyi anlaşılmaktadır. Sokakta Çalışan Çocukların Çalıştıkları Alanlar Sokakta çalışan çocukların yaptıkları iş türleri cinsiyete göre farklılaşabilmektedir. Kız çocukları daha çok mendil, peçete, sakız ve su satma gibi basit, beceri ve fazla fiziksel güç gerektirmeyen işleri yapmaktadır. Erkek çocukların ise sırasıyla en çok ayakkabı boyama, pazarda el arabasıyla eşya taşıma, simit satma veya bu iş türlerinden bir kaçını farklı zaman diliminde birlikte yaptıkları görülmüştür. Bu işleri kız çocuklarının pek yapmadığı gözlenmiştir. Her iki çocuk grubunun ortak yaptıkları iş türleri ise sakız, çekirdek, su, kâğıt mendil satma ve baskül ile tartı yapmadır. Bazı çocukların da gün içerisinde birden fazla iş yaptıkları gözlenmiştir.8 Sokakta Çalışan Çocuklarla İlgilenen Kurumlar Kamu Kurumları Sokakta çalışan veya yaşayan çocuklar, kimsesiz çocuklar, çocuk işçiler gibi tanımlar bir ülkedeki toplumsal aksaklığı ifade eden kavramsallaştırmalardır. Kısa ve uzun vadede bu konu tüm toplumu ve devleti yakından ilgilendirmektedir. Bu anlamda hem toplum hem de devlet birtakım kurumlar ve projelerle bu aksaklığın giderilmesinde önemli görevler üstlenmek zorundadır. Bu anlamda devlet, sağlıklı zeminini kaybetmiş her çocukla yakından ilgilenmek adına bazı kurum ve organizasyonlar oluşturmuştur. Milli Eğitim Bakanlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ve bu bakanlığa bağlı Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü bu çalışmaları içeren kamu kurumlarıdırlar. Özel Kurumlar Toplumsal duyarlılığın oluşturulması ve halk katılımının sağlanması yolunda Sivil Toplum Kuruluşları modern dünyanın en etkin unsurları olarak tüm ülkelerde yerlerini alırken dünyadaki bu yükselişe göre daha geç bir dönemde de olsa ülkemizde de bu alanda son yıllarda oldukça hızlı gelişmeler yaşanmaktadır. Bu anlamda Türkiye’de de sokak çocukları ve sokakta çalışan çocukların sorunları ve çözümlerine yönelik çalışan birçok gönüllü vakıf ve dernekler vardır. Türkiye Sokak Çocukları Vakfı, Sokak Çocukları Gönüllüleri Derneği, Umut Çocukları Vakfı gibi9 organizasyonlar yanında bu vakıflardan bir diğeri de burada bir örnek olarak ele alacağımız Hayat Sağlık ve Sosyal Hizmetler Vakfı’dır. Mayıs - Haziran 2015 37 SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ Çocuklar Sokakta Solmasın Projesi ve Hayat Vakfı Hayat Sağlık ve Sosyal Hizmetler Vakfı Çocuk Hizmetleri Koordinatörlüğü tarafından 1998 yılından bu yana ‘Çocuklar Sokakta Solmasın’ projesi yürütülmektedir. Vakıf proje çerçevesinde; ilköğretim çağında olup ailesiyle birlikte yaşayan ve sokakta çalışan çocukları sokakta çalışmaya iten nedenleri araştırıp onlara yönelik çözümler üretmeye ve ilerleyen zamanda çocukların sokak çocuğu olmalarını engellemeye çalışmaktadır. Bu amaçla, sokakta çalışan bu çocuklarla sokakta ya da ilgili kurum ve kişilerin önerisiyle tanışılmakta; aileden sorumlu gönüllüler belirlenmekte ve bu gönüllülerle çocukların aileleri düzenli olarak ziyaret edilmekte; gıda, giyim ve ev eşyası ihtiyaçları karşılanmakta; eğitim ve sağlık hizmeti desteği verilmektedir. Eğitim hizmeti olarak, üniversite öğrencisi ve diğer gönüllüler tarafından eksik ve geliştirilmesi gereken konularda etüt desteği verilmektedir. Sağlık hizmeti kapsamında, çocukların sağlığını, normal büyüme ve gelişmesini etkileyebileceği öngörülen durumları ve hastalıkları tespit edilip gerekli olan tedavi ve rehabilitasyon yaklaşımları önerilip uygulanması sağlanmaktadır. Ayrıca karne şenlikleri, geziler, piknikler, yaz okulu, sosyal kulüp çalışmaları gibi etkinliklerle çocukların moral ve motivasyonlarını artırmaya yönelik uygulamalar yapılmakta ve toplumsal uyum kapasiteleri artırılmaya çalışılmaktadır. Çocuklar Sokakta Solmasın Projesi’nin benzer çalışmalardan en önemli farkları: - Sokakta çalışan çocuğun kendisiyle birlikte kardeşlerinin ve ailesinin de desteklenmesi, - Yapılan desteğin eğitim hayatları devam ettiği sürece ve meslek sahibi olana dek sürmesi, - Ailelerin evlerinin gerekli fiziksel ihtiyaçları giderilerek çocukların daha çok benimseyip sevebilecekleri bir yaşam alanı oluşturulmasıdır. Projede bugüne kadar 152’si sokakta çalışan olmak üzere 354 çocuk ve 70 aile 38 Mimar ve Mühendis Sağlık hizmeti kapsamında, çocukların sağlığını, normal büyüme ve gelişmesini etkileyebileceği öngörülen durumları ve hastalıkları tespit edilip gerekli olan tedavi ve rehabilitasyon yaklaşımları önerilip uygulanması sağlanmaktadır. proje kapsamına alınmıştır. Çocukların yaş ortalaması 10 (kız 9.9 erkek 10.2), kardeş sayısı 5.4, memleketleri Doğu ve Güneydoğu Anadolu (yüzde 34), yaptıkları iş çoğunlukla kâğıt mendil satıcılığıdır (yüzde 50). Annelerin yaş ortalaması 35.4, babalarınınki ise 38.6’dır. Annelerin yüzde 85’i, babaların yüzde 48’si okuryazar değil; annelerin yüzde 80’i, babaların yüzde 50’si çalışmamaktadır, yüzde 6‘sı vasıflı işçidir. Ailelerin yüzde 85’i 2 odalı, yüzde 57’si apartman bodrum katı evlerde yaşamaktadır. Proje kapsamında yapılan çalışmalar sırasında çocuklar sokakta çalışmayı bırakmış ve ailelere ve özellikle annelere eğitim ve öğretimin önemi anlatılmış ve kavranması sağlanmıştır. Çocukların okul başarıları belirgin derecede yükselmiştir. 8 çocuk tıp fakültesi dahil olmak üzere üniversiteden mezun olmuş, 16 çocuk üniversitede okumaktadır. 5 çocuk meslek lisesinden mezun olarak çalışma hayatına başlamıştır. İlköğretimden mezun olan 5 çocuk hem açık lisede okumakta hem de çalışmaktadır. 8 çocuk meslek lisesinde olmak üzere 22 çocuk lise, 24 çocuk ilköğretim eğitimine devam etmektedir. Eğitimlerini tamamlayamayan 2 erkek çocuk çırak olarak başladıkları erkek kuaförünü devralarak kendi işlerini kurmuşlardır. Proje, çocuk ve ailenin yalnız maddi ihtiyaçlarını karşılayan bir yardım programı olmayıp onların sosyal ihtiyaçlarını her aile ve çocuk için farklı tarzlarda ve farklı programlarla gidermeye çalışılmaktadır. Halen proje İstanbul ve Adıyaman’da kurulu iki merkezde sürdürülmektedir. Proje 2006 Vakıf Medeniyeti Yılı Uygulanmış Sosyal İçerikli Proje Yarışması’nda ödül almıştır. Hayat Sağlık ve Sosyal Hizmetler Vakfı’nın hedefleri arasında, proje kapsamındaki çocuk ve çalışacak gönüllü sayısını artırılması, sokakta çalışan çocuklara yönelik hem İstanbul’da hem de Anadolu’nun farklı noktalarında merkezler kurulması, ilgili diğer kurumlarla iş birliği yapılarak hizmetin yaygınlaştırılması yer almaktadır. Bu kapsamda aynı amaç ve hedef doğrultusunda; 2012 yılında Adıyaman ilinde içerisinde bir çocuk merkezi kurulmuştur. Adıyaman Çocuk Merkezi’nde 10 aile ve 20 çocuk ile ilgilenilmektedir. Projenin finansmanı düzenli proje aidatları yanında bağışlar ve düzenlenen hayır yemekleriyle karşılanmaktadır. Projeye yapılacak her türlü yardımların yanında gönüllü desteği veya çocuk gruplarının gönüllüler eşliğinde misafir edilmesi hem çocukların sosyal uyumlarını, hem gönüllü motivasyonunu hem de vakfın kurumsal kapasitesini artırıcı yaklaşımlar olacaktır. KAYNAKLAR AnaBritannica, 2000. Sayıta, Sevgi Usta, “Sokakta Yaşayan Çocuklar”. Çocuklar ve Suç- Ceza’’ Ankara,Seçkin Yayıncılık, s. 285-301 3 DEK, 2004. 4 İLO, 2001. 5 Akt. Çırak, Çivitçi, 2004. 6 Bilgin, Fırat, Diyarbakır'da Sokakta Çalışan Çocuklar Üzerine Sosyolojik Bir Araştırma, Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi 7 Güneş-Kalaycı: 2004: 7 8 Bilgin, Fırat, Diyarbakır'da Sokakta Çalışan Çocuklar Üzerine Sosyolojik Bir Araştırma, Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi 9 Kucur, Fatih, ‘’Bir Toplumsal Gerçek: Sokakta Çalışan Çocuklar’’, İstanbul, 2012 1 2 Yeni Nesil Mekansal Çözümler EMİ GRUP TÜRKİYE’DE MOBİL LİDAR SİSTEMİNİN İLK KULLANICILARI VE UYGULAYICILARI ARASINDADIR 360O Panoramik Görüntüleme ÇALIŞMAALANLARI • ŞehirModelleme • UlaşımveAltyapıGüzergahının Haritalanması • TemelHaritaÜretimi • 360OPanoramikGörüntüleme ® • EnerjiNakilHatları • DemiryollarıveKarayolları Haritalanması • SelBaskınlarınınHaritalanması • DoğalKaynakYönetimi/Sulama EmiGrupBilgiTeknolojileriA.Ş. Seyitnizam Mah. Mevlana Cad. No:88 İleri İş Merkezi Kat:2-A Zeytinburnu-İstanbul-Türkiye T:+90 212 665 41 41 F:+90 212 665 41 22 www.emigrup.com.tr SM Mayıs - Haziran 2015 39 SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ Oral Avcı: AVNİ ÇEBİ Murat Özdemir Fatih Dönmez: Mehmet Osmanlıoğlu Osman Şahbaz: Ömer Doğan: Bülent Şen: MMG’NİN DÜNÜ, BUGÜNÜ VE GELECEĞİ Son zamanlarda sivil toplumun konumu Türkiye’de epey tartışılmakta… Yeni gelişen Türkiye’de sivil toplumun yerini MMG Kurucuları ve MMG Yönetim Kurulu üyeleriyle değerlendirdik. Sivil toplum nedir, nasıl olmalıdır? Sivil toplumun hedefleri ne olmalıdır? Bir sivil toplum örneği olarak MMG’nin dünden bugüne duruşu, konumu, ürettikleri ve üretebileceği değerleri konuştuk… 40 Mimar ve Mühendis Murat Özdemir: Sivil nedir? Öncelikle sivil’in nereden geldiğini ve ne olduğunu konuşalım biraz. Sivil dediğimizde sadece askeri statü içinde olmayanı kast etmiyoruz, İngilizcesine de baktığımızda NGO (Enciyo) “Non-Governmental Organisation” kavramının kökeninde “Hükümet kontrolünde olmayan teşkilat” anlamını görebiliriz. İktidardan uzak, devletle bir ilişkisi olmamak, askeri statü içinde olmamaktan da öncedir. Bir toplantıda bir il başkanı “Biz 6 milyon üyesi olan bir STK’yız” demişti. Herhangi bir iktidar partisinin STK olma imkânı ve zemini yoktur, çünkü parti ile STK varlıkları ve konumları itibariyle birbirlerinden farklıdır. Bu minvalde Mimar ve Mühendis dergimizin son sayısını hazırlarken, sivil toplumun Türkiye’deki yerini Mimar ve Mühendisler Grubu (MMG) özelinde tartışalım istedik. MMG ilk kurulduğunda, ilkeleriyle iktidar partisinin ilkeleri ve tavırları arasında herhangi bir benzerlik yoktu, doğal olarak muhalif bir konumdaydı MMG. Şimdilerde MMG’nin üretmek istediği değerlerle iktidarın da üretmek istediği değerler belli konumlarda aynı. İktidarlar STK’lardan besleniyorlar mı peki? Bu sorunun özeline gitmek gerekiyor, bunu konuşmamız gerekiyor. MMG’nin ilk yıllarını konuşalım, MMG kurucularından ağabeyimiz Oral Avcı ile başlayalım. MMG kurulurken ilkesi, düşüncesi, konumu neydi, o ilkeler zamanla değişti mi, MMG’nin bir STK olmak üzere kurulduğunu bildiğimiz için bu soruyu özellikle soruyoruz. “MMG Söz Söylemek İçin Kuruldu, Bizler MMG’yi Minber Olarak Görürdük” Oral Avcı: MMG kurulurken üç ya da dört maddede toplayabileceğimiz ilkeler üzerine çalışmalarımızı ve gelecek planlarımızı konuşuyorduk hep. Birinci ve belki de en büyük çıkış adımı, 1980’li yıllardan sonra Türkiye’nin yaşadığı o kaos ortamlarında biz öğrenciydik ve öğrencilik hayatımız boyunca en büyük eksikliğimiz bir araya gelip değer üretmek için herhangi bir yerimizin, konumumuzun, teşkilat ya da toplumumuzun olmayışıydı. Değer üretmek bedel ister, MMG ilk adımını o yıllarda tabir-i caizse bedel ödeyerek attı ve bugünlere de o bedellerin bereketiyle geldi. Neydi o bedel, kimseyi ayırmadan, ayrıştırmadan, ötekileştirmeden ve üzmeden herkese aynı sevgi ve muhabbeti gösterebilmek; samimiyet ve ihlasla ortaya bireyin gelişimini sağlamak ve toplumun faydalanabileceği akıl üretmek… Ve tüm bu üretimleri de her şeyi göze alarak yapmak. O yıllarda Boğaziçi, Yıldız Teknik ve İstanbul Teknik Üniversitesi’nde farklı dernek ve ortamlarda herkesin ayrı ayrı gittiği yerler vardı. Biz ortak bir çatı olsun istedik. Zaten az sayıda öğrenciydik, 10 bin kişide belki 50 kişiydik… Bizim de içinde bulunduğumuz bu az insanı bir arada tutmak ve beraber çalışmak en büyük hedefimizdi. İkincisi, o yıllarda Makine Mühendisleri Odası, Şehir Bölge Planlama gibi meslek odaları politize olmaya başlamıştı. İdeoloji, geçmemesi gereken bir biçimde ön plana geçmişti. Biz MMG’yi kurarken mimar ve mühendis odalarının bu haline de eleştirel bir tutum sergiledik ve özellikle odaların siyasetten arınması gerektiğini belirttik. Üçüncüsü elbette İslami kaygılarımızdı… Bir araya gelip bir şeyler yapabilir miyiz, bir şeyler söyleyebilir miyiz, söylem birliği de burada önemli. MMG ve MMG gibi oluşumlar, bugün nerede duruyor? Nerede durması gerektiğini hepimiz biliyoruz ama teoriyi değil, pratiği masaya yatıralım. Bizim zamanımızda çok güçlü olan birçok STK, şu anda belki daha büyük ve hemen her ilde şubeleşmiş durumda. Ama söyledikleri hiçbir şey yok. Neden? Çünkü zaten geçmişte de bir muhalif tavırları yoktu, MMG öyle değildi, söz söylemek için kuruldu. Biz MMG’yi minber gibi görürdük… MMG ilk kurulduğunda yaptığımız bir Çevre Sempozyumu vardı, etrafımızda birçok kişi ilk defa çevre konusuyla karşılaşıyordu; bu bir ilkti birçok kurum için de… Çevre konusunda uzmanlaşmış biri yoktu henüz. Bunun gibi MMG, kurulduğundan bugüne hep ilklerin adım atıldığı bir kurum olmaya gayret etti. Murat Özdemir: Hani bir ayet var, “İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa eren onlardır (Ali İmrân Suresi, 104).” MMG, bu ayeti vazife bilip gerçekten toplum için insanlık için değer üreten insanların bir araya geldiği bir zemin oldu diyebiliriz. Bu hükmü STK’lar ne kadar uyguluyor, ne kadar yapabiliyor ayrı ama MMG hep bu ayeti vazife bildi. Bu anlamda üslup çok önemli, muhalif olacağız, olmalıyız ama üslubu asla kaybetmemeliyiz diye düşünüyorum. Eleştirmek çok önemli, ama eleştiriyi nasıl dengede tutacağız? Evet Avni Bey, sizle devam edelim. “İnsanların kafalarını kaldırıp ‘Ne olup bitiyor?’ diye düşünmeye başladıkları bir dönemde MMG mayalanamaya başladı ve 1993’te kuruldu” Avni Çebi: MMG, çok zor şartlarda bir araya gelen, bir grup idealist, değer üretmek isteyen arkadaşların birlikte oluşturduğu bir yapı. Tabi bu yapının kurulduğu zamanı iyi algılamamız gerekiyor. 12 Eylül dönemiyle birlikte Türkiye’de hemen her kurum ve yapı zarar gördü. Bu zarar 12 Eylül döneminden ve yaptırımlarından uzaklaştıkça Türkiye normalleşmeye başladı. İnsanların kafalarını kaldırıp “Ne olup bitiyor?” diye düşünmeye başladıkları bir dönemde MMG mayalanamaya başladı. MMG’yi kuran arkadaşlarımız, bu yapıyı kurarlarken Mimar ve Mühendisler Grubu ismi de belirlenmemişti. O dönemler bizim okulda Yıldız Mezunları Derneği vardı, çeşitli üniversitelerin kulüp bazında dernekleri de vardı ama bu oluşumlar hep üniversite çevresinde yapılanan ve sadece üniversite çevresine hizmet veren kurumlardı. Açıkçası MMG gibi daha üst seviyede hem topluma hem üniversiteye hem sivil hayata hizmet verebilecek oluşumlara ihtiyaç vardı. Dün gibi hatırlıyorum, Yıldız Mezunları Derneği’nin bir pikniği olmuştu. Piknikte Fatih Şengül Bey ve Ömer Doğan Bey de vardı. Fatih Beye “Arkadaşlarla bir araya gelmemiz lazım, ne yapalım, nasıl şekil verelim?” diye sordum. Fatih’in o cevabını unutamam: “3K kuralını uygulayacağız. İnsanoğlunun en önemli üç alanına hitap edeceğiz; Kalbine, Kafasına ve Karnına.” Bunu nasıl formüle edebiliriz peki? Çünkü insanın kalbine, kafasına ve karnına hitap edelim ki sürdürülebilir bir yapı inşa edebilelim. İnsanın her yaş seviyesinde ihtiyaçları da farklılaşır; gençken ihtiyaçlarıyla orta yaş dönemindeki ihtiyaçlar bir değildir. O dönemler MMG’yi kuracağımız bir yerimiz de yoktu. Yıldız Mezunları Derneği’nin ismi vardı ama yapısı yoktu, bir merkezi yoktu yani. En büyük etkinliği de yazın piknik düzenlemekti. Biz MMG yapılanmamızı başlatmak için Şentürk Mühendislik’in ofisini kullandık bir süre. İlk yaptığımız çalışmalar da, herkesin bildiğini paylaşma üzerine kurulu dersler oldu. Örneğin Nejat Bey vardı, programlama dilleri hakkında bize Pascal, COBOL gibi alanlarda dersler verdi. Öncelikle mimarlık ve mühendislikle ilgili bilgi paylaşımları yapmaya başladık, ortak konular bulduk ve katılımcı sayısını artırmak için çevremizdeki arkadaşlarımızı teşvik ettik. Ardından yavaş yavaş bu paylaşımlar arttı ve isim olarak “Mühendisler Grubu” ortaya çıkarak zihinlerimizde de şekillenmeye başladı. Mehmet Osmanlıoğlu kardeşimizin aramıza katılmasıyla birlikte tam ismimiz şekillendi: Mimar ve Mühendisler Grubu… Mayıs - Haziran 2015 41 SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ Oral Avcı: Hatta mimarlar öne çıktı, Mimar ve Mühendisler Grubu olarak belirlendi. Avni Çebi: Evet, biraz da Türkçe okunuşuna göre o şekilde belirlendi ama üzerinde durmak istediğim şey şu; MMG kurulurken insanın en temel ihtiyaçlarını öne alarak kuruldu. Dolayısıyla MMG’nin söylemi de kurulduğundan bugüne bu temel üzerine oturmuştur ve bizim burada kuruluşunu konuştuğumuz gibi MMG’nin söylemini de konuşmamız gerekir. MMG kimlere hitap ediyor, ne yapıyor, özellikle içinde bulunduğumuz zamanda bu konuları konuşmak daha da zorlaştı. Oral Avcı: Şu zamanda 3K’ya hitap etmediğimiz kesin (gülüşmeler). 2 K’ya döndü karnına hitap etmiyoruz artık (gülüşmeler). Avni Çebi: İşte bu noktada, zihinlerimizi ve gönüllerimizi bir araya getirecek ve bu beraberlikle ortaya çıkacak enerjiyle de toplumda bir sinerji oluşturmamız gerekiyor. Arkadaşlarımızın kişisel, mesleki ve ahlaki gelişimlerine katkıda bulunmamız için de değer üretmemiz lazım. Bunu da arkadaşlık, dostluk ve muhabbet çerçevesinde yapmamız gerekiyor. MMG, değişik zamanlarda yaptığı etkinliklerle arkadaşlarımızı bir araya getiriyor, bilgi paylaşımının yapılmasına ortam hazırlayarak da o zaman içerisinde üyelerin bir araya gelmelerini sağlıyor. Birlik ve beraberlikler insanların hem zihnini geliştiriyor hem sıkıntılarını gideriyor hem paylaşımlarını artırıyor hem de tabiri caizse iyileştiriyor, tedavi ediyor aslında… Dostlukların sürekli bir biçimde yenilenmesi, insanın kalbini ve zihnini de yeniliyor. Mevlana’nın çok sevdiğim ve bir hayat düsturu edinmeye çalıştığım sözü vardır bu konuda, “Dostlarınızı sıkça ziyaret ediniz. Zira üzerinden yürünmeyen yollar diken ve çalılarla kaplanır” diyor. Gerçekten de öyle değil mi? Hakikaten bu ziyaret güzergâhında gitmeyen yollarda arkadaşlarımızla aramızda dikenler bitmeye başlıyor. Ya da yolunu kaybediyor farklı yollara kayabiliyor insan. Çünkü yol sürekli değişiyor, aynı çöldeki kumlar gibi… Kumlar da sürekli yer değiştiriyor ya bu 42 Mimar ve Mühendis MMG kurulurken insanın en temel ihtiyaçlarını öne alarak kuruldu. Dolayısıyla MMG’nin söylemi de kurulduğundan bugüne bu temel üzerine oturmuştur ve bizim burada kuruluşunu konuştuğumuz gibi MMG’nin söylemini de konuşmamız gerekir. MMG kimlere hitap ediyor, ne yapıyor, özellikle içinde bulunduğumuz zamanda bu konuları konuşmak daha da zorlaştı. birlikteliklerimiz de bizim için bir hikmet evi gibi… Duygu ve düşüncelerimizi hayata geçirebileceğimiz bir imar, bir inşa alanının yapıldığı merkez gibi… O yüzden MMG dün ne yaptı, bugün ne yapıyor? sorularını bir arada değerlendirelim burada. MMG’nin dününü konuştuğumuz gibi bugününü daha çok konuşalım, ‘Neredeyiz, ne yapıyoruz, ne yapmamız gerekiyor?’ gibi soruları bu toplantıda masaya yatıralım. Bülent Şen: Avni ağabey dediklerinize tümüyle katılıyorum. Ben işimden ötürü özellikle yeni yetişen mimar ve mühendisleri sürekli gözlemleme imkânı buluyorum, gerek akademide gerek özel şirketlerde yeni yetişen mimar ve mühendislerle bir aradayım. Genel Kurulumuzda da fark ettim, gençlerde sürdürülebilirlik yok. Yönetime birileri geliyor, iki yıl sonra bir daha göremiyoruz. Bir başkası geliyor, 6 ay sonra yok. Bunu da konuşalım. “Bugün MMG’nin geldiği yer önemlidir ama çok yetersizdir” Avni Çebi: MMG şu an bir geçiş aşamasında… Dernekler de insanlar gibidir, insanların da hayatlarında belli değişim zamanları vardır. Örneğin ben şimdi kendi hayatıma bakıyorum, hayatımın en keyif verici en lezzet aldığım zamanlarının babamın ve annemin hayatta olduğu yıllar aklıma geliyor. Evlendiğim, çocuklarımın da olduğu; bir taraftan annem ve babam, diğer taraftan çocuklarıma anlattığım hikâyeler, oynadığımız oyunlar ve dolayısıyla çocukların ortaya çıkardığı neşe, sevinç… Böyle bir dönem var. Ama bir süre sonra bakıyorsun, sen enerjini kaybediyorsun, annen baban yavaş yavaş gidiyor, çocuklar evlenip yuvadan uçuyor, yalnızlaşıyorsun. Bütün bu dönem, insanların hayatlarında olduğu gibi kurumların hayatlarında da var. MMG’nin ilk 20 yılına baktığımızda aynı tabloyu görüyoruz. MMG ile bir nesil yetişti, bir taraftan kurucuları vefat etmeye başladı, bir taraftan yeni insanlar gelmeye başladı. Yeni insanlarla yeni algılar üretmek gerekiyor, bu döneme ve bu çağa hitap edebilecek yeni iş sahaları da açmamız gerekiyor. Yeni zihniyetlerle zenginleştirmek gerekiyor MMG’yi… Şirketler için de bu durumlar aynı. Şirketler de kendilerini yenileyemezse kapanıyor, aile şirketleri dağılabiliyor. İşte o noktada kendi açımdan başkan olduğum dönemde -2009 ve 2013- MMG’ye baktığımda, yeni arkadaşlara ulaşmaya hep çabaladık. Bu tabii çok kolay bir şey değil. Çünkü eskinin getirdiği bir ağırlık var, yeninin getirdiği farklı durumlar var. Önümüzdeki 10 yıl o yüzden MMG için çok önemli. Şu anda MMG’nin ilk gününden bugününe birçok mühendis arkadaşımızla bir araya geldik. Bu arkadaşlarımızın da mimar ve mühendis çocukları var, kendi çocuklarımızı dahi MMG’ye ne kadar kazandırabildik mesela? Eskiden üniversitelerin birçoğu kamu üniversitesiydi. Kamu ahlakı vardı, idealler daha farklıydı. Şimdi özel üniversiteler de var, imkânlar müthiş artmış. Ama imkânların büyümesine bağlı olarak özellikle Sivil Toplum kuruluşları (STK) gelişememiş, bu kadar imkân STK’lara aktarılamamış. Bu anlam- STK-iktidar ilişkilerinde, bizim geleneğimizde, “Hükümdarın iyisi âlimin ayağına gidendir, âlimin kötüsü de hükümdarın ayağına gidendir.” Yani bir yere yamanma, yaranma, oraya istinat etme gibi bir takım çabalar içinde bulunmaktır. da zenginleştirememişiz, Bugün MMG’nin geldiği yer önemlidir ama çok yetersizdir. Şubeleşme noktasında, faaliyet ve toplumsal etki noktasında olsun; bizim özellikle Türkiye’deki mimar ve mühendislikle ilgili tüm yasalara müdahil olmamız lazım, fikir vermemiz lazım, projeler önermemiz lazım. Bazen insanların hayatına bakıyorsunuz, belli bir yaştan sonra “Benim artık hizmet etmem lazım” diyor ve gerek siyasette gerek başka alanlarda çalışıyor. Bizim de artık bunu söylememiz gerek. Arkadaşlarımız siyasette bulunabilir, başka alanlarda da bulunabilir ama üretmeye devam etmek zorunda, zorundayız. Biz sadece proje önermemeli, sadece öneri ve tavsiyelerde bulunmamalıyız. Kanunlaşabilecek metinler de hazırlayabilmeliyiz, hata kanun yapma komisyonlarında bulunmalıyız. Yani daha öteye geçmemiz gerekiyor; bir enstitü gibi çalışmak gerekiyor. Tecrübe, üniversite, iş dünyası ve toplumu harmanlamamız gerekiyor. Murat Özdemir: Şimdi tabi burada STK’ların söz söyleyebilmesi, söylediklerinin dinlenmesi ve uygulamaya konulabilmesi için de bir yeri olması, bir ağırlığı olması gerek. Bunun için de değer üretebilecek insanların buraya vakitlerini geçirmesi, tabiri caizse infak etmesi gerekiyor. İnfak sadece parayla olmuyor, zamanınızla, fikrinizle, muhabbetinizle de infak edebilirsiniz. Yani bildiklerimizin zekâtını aktarabilelim ki az önce bahsettiğiniz değerler ortaya çıkabilsin. Dergi için bir başlık belirlemiştik, hani dergileri okutan başlıklar vardır ya, biz de “STK Sadaka Taşı mı Atlama Taşı mı?” diye bir başlık önerdik bu sayıya, meramımızı da anlatabiliriz diye düşündük. Oral Avcı: Çok vurucu bir başlık olmuş evet. Dergiyi okutur ama… (gülüşmeler) Murat Özdemir: Evet bu konuda çok eleştirildiğimiz de oluyor. MMG’den bazı arkadaşlarımızın burayı bir atlama tahtası olarak kullanıp kullanmadığı meselesi… MMG atlama tahtası mı gibi… Bu konuda şimdi Mehmet Abimizi dinleyelim. Mehmet Osmanlıoğlu: Bismillahirrahmanirrahim. Öncelikle şu anda dahi MMG’nin başında Murat kardeşimizin MMG’nin ilk 20 yılına baktığımızda aynı tabloyu görüyoruz. MMG ile bir nesil yetişti, bir taraftan kurucuları vefat etmeye başladı, bir taraftan yeni insanlar gelmeye başladı. Yeni insanlarla yeni algılar üretmek gerekiyor, bu döneme ve bu çağa hitap edebilecek yeni iş sahaları da açmamız gerekiyor. Yeni zihniyetlerle zenginleştirmek gerekiyor MMG’yi… Şirketler için de bu durumlar aynı. Şirketler de kendilerini yenileyemezse kapanıyor, aile şirketleri dağılabiliyor. İşte o noktada kendi açımdan başkan olduğum dönemde -2009 ve 2013MMG’ye baktığımda, yeni arkadaşlara ulaşmaya hep çabaladık. Bu tabii çok kolay bir şey değil. Çünkü eskinin getirdiği bir ağırlık var, yeninin getirdiği farklı durumlar var. olduğunu görünce MMG’nin gençleşmekte olduğunu görüyorum. En azından belki bir 10 yaş daha genç şu anda, bu iyiye işaret… MMG’yi de sağ olsun sahipleniyor, bu da aidiyet duygusunun geliştiğini gösteriyor. Ben ümitliyim gelecek için… Murat işin felsefî yönüne çok güzel değindi. STKiktidar ilişkilerinde, bizim geleneğimizde, “Hükümdarın iyisi âlimin ayağına gidendir, âlimin kötüsü de hükümdarın ayağına gidendir.” Yani bir yere yamanma, yaranma, oraya istinat etme gibi bir takım çabalar içinde bulunmaktır. Biz kendimizi âlim pozisyonuna koymuyoruz tabi, ilimle ve bilimle uğraşıp, bildiklerini iktidarla paylaşma noktasında bulunan bir yapıyız. Bu anlamda söylediklerimizin iktidar çev- relerinde ve toplumda karşılığının bulması gerekir, kimi zaman bulduğunu söyleyebiliriz. Murat Özdemir: Şahıs olarak uygun olmayabilir ama kurum olarak, kurumlarımızı “bilirkişi” gibi âlim pozisyonuna koymalıyız. Mehmet Osmanlıoğlu: “MMG kurulduğunda kendi ayakları üzerinde duran ama sürekli de konumu itibariyle sorgulayan bir yapıydı, halen de öyledir…” Mehmet Osmanlıoğlu: Kişi de olabilir bu, alanında çok iyi bir profesör de olabilir, örneğin önemli bir fizikçi olan Şakir Kocabaş gibi… Bunlar ayrı ama biz, cumhuriyet döneminden beridir STK’larla İktidar çevrelerinde ciddi bir kırılma yaşayan bir toplumuz. Osmanlı toplumunun cumhuriyetle birlikte yerle bir edilen sivil yapısı ve o sivil yapıdan tamamen totaliter, merkeziyetçi, neredeyse sivil halkı yok sayabilecek bir sürece girildi. Bu süreç yarım asırdan beridir devam etti, halen de izleri var. Bunları da öngörmek gerekiyor, neden sivilleşemiyoruz, çünkü sivilleşmek dahi devletten bekleniyor, devlet her şeyi yapıyor. Bu açıdan da bakmak lazım… İlkeli, güçlü ve müstakil sivil toplum müesseselerine ihtiyaç bugün her zamankinden fazla elzem… İktidar sarhoşluğu bizi tenkid ve teklif mesuliyetinden ari kılamaz... MMG’nin ilk döneminde tam da fay kırıklarının üzerindeydik, Maraş olayları, İran devrimi, 12 Eylül dönemi, idamlar… Biz o dönemler Ahmet Sarıoğlu hocamla ve halen Artvin Üniversitesi Rektörü olan Mehmet Duman, Ulvi Alacakaptan ve isimlerini hatırlayamadığım birçok akademisyenin katıldığı, Bayrampaşa Muradiye Camii’nde sohbetler yapıyorduk. Bugünkü tarifiyle belki bilimsel değil ama İslamî içerik açısından ilmî sayılabilecek çalışmalar yapılıyordu. Hocamızın 1985’te Hakk’a yürümesinden sonra yeni bir arayışa girdik. O dönemler İTÜ Mezunları diye bir grup vardı ama çok güçlü değildi. Başka gruplar da vardı ama yeterince aktif değillerdi. Ardından Turgut Özal dönemine girdik ve STK’larda bir hareketlilik görülmeye başlandı. O dönem Yakup Bey (Güler) Yıldız Mezunları’nın Mayıs - Haziran 2015 43 SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ oluşturduğu bir gruba seminer vermem için çağırdı. Yıldızlılar Grubu ile Beşiktaş’ta bir çatı katında bir seminerle çalışmaya başladık, Yıldızlılar ile tanışmam da orada oldu. Orada düşünen, entelektüel birikimi oluşmuş, İnsan Yayınları gibi yayınevlerinin kitaplarını takip eden, Cemil Meriç’in kitaplarını okuyan arkadaşlar vardı aramızda. 1989-1990’da “Mühendisler Grubu”nun toplantılarına katıldık ve Yıldızlı Mühendislerle tanışmaya ve kaynaşmaya başladık. Tam yerimizi bulduğumuzu düşündük ve MMG’nin zemini o toplantılarda oluşmaya başladı. MMG kendisine bir misyon yükledi, o misyon da çok med-cezirlerle doludur, nedeni de sivilleşmek ile sırtını bir yere dayayarak bir yere gelmek isteyenler arasında sivilleşmeyi tercih ettiği içindir. Radikal kesimden geldiğimiz için kimseye eyvallahımız yoktu. Dolayısıyla kendi ayaklarımızın üzerinde duran ama sürekli de konumu itibariyle sorgulanan bir yapıydı MMG. Halen de bu konumunu bu toplantıda olduğu gibi sık sık sorgulamaktayız… Bu sorgulama iktidar imkânlarının yakınımızda durduğu son dönemlerde daha da önem kazanmakta… “MMG bugün duruşuyla çizgi olarak çok büyük bir sapma göstermemesine rağmen, beklediğimiz noktaya gelemedi. Bu noktada hepimizin sorumluluğu var.” Fay kırıkları üzerinde olduğumuz için MMG ilk yıllarında kimsenin yanında olmadı ama daha kurulmadan 1990’lı yıllara geldiğimizde artık biz bu yapıyı şekillendirelim düşüncesi hepimizde oluşmuştu. Mecidiyeköy’de bir yer tutulması konusu konuşuldu ama halen dernek değildi, Mühendisler Grubu var ama yavaş yavaş ben ve diğer mimarlar “Ya biz mimarız, nasıl olacak?” gibi söylemler geliştirmeye başlamıştık. Mimarlık ayrı bir disiplin sonuçta, “Ya biz ayrı bir yapı kuralım ya da Mimar ve Mühendisler Grubu gibi bir şey olsun” der gibi, espriyle karışık konuştuk ve “Mimar ve Mühendisler Grubu” olarak herkesin katılımıyla yeni bir grup olarak hayata geçti. Kurulmamızla birlikte entelektüel birikimi yüksek, değer üreten, sürekli okuyan, araştıran ve kendisini geliştiren aydın insanlar MMG’de toplanmaya başladı. Herkesin bir çabası vardı, bal tatmak derdinde değildik, bal oluşturmaya çalışıyorduk. İlk kuruluşumuzda Fuat Bey vardı, Fuat Bey’den sonra tam da 28 Şubat’a giden o zorlu süreçte 44 Mimar ve Mühendis Yayınevi kurmaları ve iyi kitaplar yayınlaOral Bey geldi. O dönemde MMG’nin, ilkeli malarıyla da bir nesil yetiştirme derdindeler. durmaya çalıştığı, iktidarlara uzakta durEkrem Hakkı Ayverdi’nin yaptığı Rumeli’de, duğu, proje geliştirme noktasında da bir Ege’de, Anadolu’da bulunan tarihi eserlerin emekleme döneminde olduğunu görüyoruz. rölevelerinin çıkarılması gibi çalışmalar, Oral Bey ile atılan adımlardan sonra, önce çok iyi projeler… Tabi o müesseselerin bir yönetime sonra başkanlığa gelen Murat hamisi var. Bizim müesseselerimiz üyelik Kalsın Bey, ardından Avni Çebi dönemi ve aidatlarıyla ayakta duruyor ama sonuçta şimdi Murat Özdemir kardeşimizin dönemi… hamilik çok kıymetli bir şey. Osmanlı’da da MMG Türkiye’nin genel konjonktüründe, hamilik vardır, şirketlerde de vardır meseOsmanlı döneminden bugüne STK’ların yerle la. ‘Bizim müesseselerimizin hamisi kim bir ediliş döneminden sonra, birçok zorluğa olacak?’ Asıl soru bu. rağmen ayakta durmayı Osmanlı’da da hamilik Bu apayrı bir başlık... başarmış bir STK’dır. vardır, şirketlerde de Şimdi diyoruz ki eko28 Şubat’ta bombaların vardır mesela. ‘Bizim nomiden eğitime, dış patladığı dönemlerden politikadan sanayiye geçti MMG, çok tedirgin müesseselerimizin ülkemizin 20 yıldır olmuştuk o dönemler… hamisi kim olacak?’ Asıl herhangi bir dalda MMG kendi imkânıyla soru bu. Bu apayrı bir stratejisi yok. Peki kim azımsanmayacak işler başlık... Şimdi diyoruz ki yapacak bu strateyapmaya gayret etti. ekonomiden eğitime, dış jileri? Bunları ancak Şu anda MMG, geldiği politikadan sanayiye daha derin, alanında noktadaki çizgi olarak uzmanlaşmış, üst akıl çok büyük bir sapma ülkemizin 20 yıldır oluşturabilen, bilgi ve göstermemesine rağherhangi bir dalda hikmetin peşinde olan men, beklediğimiz nokstratejisi yok. Peki kim kurumlar yapabilir. taya da gelemedi. Daha yapacak bu stratejileri? İki yıl iktidarda kalıp farklı yerlerde olabilirdik. Bunları ancak daha sonra giden partiler Bu noktada hepimizin derin, alanında ülkeye nasıl vizyon sorumluluğu var. uzmanlaşmış, üst akıl kazandırsın? Seçimle gelip seçimle giden ve Avni Çebi: Yani biz tek oluşturabilen, bilgi ve kaybolan yapılar ülketek büyüdüğümüz kadar hikmetin peşinde olan ye nasıl vizyon kazankurumlarımızı büyütekurumlar yapabilir. dırabilsin? O yüzden medik. En büyük sorunuİki yıl iktidarda kalıp ülkelerin vizyonunu muz bu aslında. MMG’yi sonra giden partiler gerçekten de kendi de büyütebilmeyi ülkeye nasıl vizyon alanında uzmanlaşbaşarabilseydik gelecek mış kişilerin bir araya nesillere çok daha fazla kazandırsın? Seçimle gelerek oluşturduğu, güzellikler aktarabilirdik. gelip seçimle giden bilgiyi harmanlayıp Örneğin mühendis ve ve kaybolan yapılar odaklayacak yapılamimar, aynı zamanda ülkeye nasıl vizyon rın üretimine ihtiyaç tarihçi olan Ekrem kazandırabilsin? O var. MMG bunun bir Hakkı Ayverdi’nin kuryüzden ülkelerin bölümünü yapar, muş olduğu Kubbealtı vizyonunu gerçekten başka bir STK farklı Akademi gibi, hem çok bir alanda tamamlar güzel çalışmalar yapıde kendi alanında ama bu üretimlerin yorlar hem de Süheyl uzmanlaşmış kişilerin yapılabilmesi gerek. Ünver gibi topluma bir araya gelerek MMG şimdiye kadar değer katacak isimler oluşturduğu, siyasete uzak da yetiştiriyorlar. Bir tarikat bilgiyi harmanlayıp durmamıştır yakın da geleneğinden geliyorlar odaklayacak yapıların durmamıştır; hakkın ama ciddi bir enteve hakikatin yanında lektüel birikimleri var. üretimine ihtiyaç var. olmuştur. Hiçbir cemiyet ve cemaatle ilişkisi yoktur, Türkiye için örnek ve özgün bir modeldir MMG. Türkiye’de yeni dönemde birçok alanda yeni açılımlar yapılabilmesi için bu modellerin örnek alınması gerekiyor. “Öğrencilik hayatından sonra iyi mühendis olabilmek için MMG’yi kurduk, şimdiki gençlerde böyle idealler göremiyorum maalesef” Ömer Doğan: Ben de MMG’nin şimdiye kadar ortak akılla hareket ettiği için büyüdüğünü belirterek sözlerime başlayacaktım. Konunun bu noktaya gelmesine sevindim. MMG, hiçbir zaman hiçbir kurum, grup, cemaat, tarikat ya da herhangi bir siyasi harekete tutunmadan, ortak akılla ve ortak hareketle bugünlere geldi. Benim MMG ile tanışmam Fatih ağabey ile oldu, ayrıca Şentürk firmasını da biliyordum; MMG’nin ilk toplantıları orada yapılıyordu. Bir araya geldiğimizde bilgisayar programı bilen arkadaşımız bildiği programı, elektronik bilen arkadaşımız elektroniği, Kur’an-ı Kerim bilen arkadaşımız Kur’an-ı Kerim okumayı öğretiyordu; böylesine bir yardımlaşmamız ve aramızda sinerji vardı. Aramızda birlik ve beraberlik vardı. Herkes kendi öğretebileceği bilgiyi paylaşıma açıyordu, hatta sadece bilgi değil, hayatın her alanında birlikteydik. Mezuniyet dönemimize baktığımızda, arkadaşlarımızın hepsinin hedefi iyi birer mühendis olabilmekti, şimdiki gençlerde bu ideali göremiyorum. Okuyup para kazanmaya çalışan bir gençlik var, bizim zamanımızda da para kazanmak önemliydi ama iyi bir mühendis olmak da çok kıymetliydi… Bu yüzden de iyi mühendis olabilmenin yollarını araştırırdık; bu düşünce bizi bir araya getiriyordu. Bizler gidip de bir yerlerde çalışamazdık, çünkü oralarda ideolojik düşüncelerden ötürü dini vecibeleri yerine getiremeyeceğimiz için bu bakış açısı ve beklenti bizim bir arada tutunmamızı sağlıyordu. Üniversitenin ilk zamanlarında arkadaşlık ortamlarımız da bu şekilde oluştu, namaz kılan öğrenciler olarak bir araya geliyorduk ve tanışıyorduk. Şimdiki gençlerde bu algı ve şuur maalesef o günlerdeki gibi değil; şu an üniversiteli gençlerin en büyük eksikliği de bu olsa gerek… Dolayısıyla bizim, okul sürecindeki bu gruplaşmamız, okuldan sonraki süreçte de devam etti. MMG’de ilk başkanımız Fuat Bey, ardından Oral Avcı ve Murat Kalsın, yakın dönemde Avni Bey ve şu anki başkanımız Murat Bey zamanında da bu bereket üzerine kurulu yapımız, hiçbir kurum ve kuruluş altına girmeden bugünlere geldi. Bir araya geldiğimiz amaçlardan belki de en önemlisi olan “iyi mühendis olabilme” sebebiyle bir toplandık, hatta ilk sayılarımıza baktığınız zaman makine ve doğalgaz üzerine çok fazla seminerlerimiz olmuştur, dosya konuları yapmışızdır. Çünkü ilk zamanlarda çevremizde makine mühendisleri ve İGDAŞ’ta çalışan doğalgaz mühendisleri çok fazlaydı, dolayısıyla dergide dosya konularımız bile bu minvalde ilerlemiştir. “MMG, mesleki endişelerle bir araya gelmiş arkadaşların ortak aklın ne olduğunu sorgulaması üzerine kurulduğu için, Türkiye’de iktidarlar değişse de MMG zeminini kaybetmemiştir.” “MMG’nin bana kalırsa en güzel taraflarından birisi olaylara objektif yaklaşabilmesidir.” MMG’yi kuran arkadaşlarımızın hiçbiri, kendi ideolojisini ya da dini anlayışını MMG’ye yansıtmamıştır. Çünkü MMG, mesleki endişelerle bir araya gelmiş arkadaşların ortak aklın ne olduğunu sorgulaması üzerine kurulduğu için, Türkiye’de iktidarlar değişse de MMG zeminini kaybetmemiştir. Doğal olarak MMG söylemlerinde muhalif olmuştur, olmalıdır da, çünkü yeni bir şeyler söylemektedir. Söyleme tavrı bazen hoşlanılmasa da söyledikleri gerçektir. Ben kendimi MMG’ye ait hissediyorum, bugün hâlen MMG’ye geldiğinizde kucaklamak istediğiniz dostların olması buranın bu farkındalığını kaybetmediğinin en büyük göstergesi… Gençlerin de şu anda özendiği durum da bu, samimiyet, muhabbet ve beraberlik… Ben Oral Bey ile iki dönem yönetimde bulunmuştum, MMG’nin üzerinde maddi ve manevi endişelerin bulunduğu 28 Şubat dönemi sonrasıydı. Şehircilik, enerji, gıda, inşaat, makine gibi alanları biz elde edilmesi gereken merhaleler olarak görüyorduk. Sadece amacımız bu alanlarda gelişmek değildi; birinci derecede imanî ve mesleki endişelerimizin yanında bizi bir arada tutan samimiyet, uhuvvet vardı. Oral Avcı: Saymış olduğunuz şehircilik, enerji, gıda, inşaat, makine gibi alanlar elbette kendimizi geliştirdiğimiz alanlar olmuştur hep, ama bizim çok daha öncelikli sorunlarımız vardı o dönemler, askeriye, vesayet sistemi, eğitim gibi birçok alanda Türkiye’nin ileriye dönük hedeflerinin olmadığı dönemlerdi. Dolayısıyla STK olarak da özgün çalışmalar yapan kurumlar da yoktu, Türkiye enerjisini kendi içinde tüketiyordu; son yıllarda geleceğe dair neler yapabiliriz sorusunun cevabını aramaya başladık. Mehmet Osmanlıoğlu: Evet, şehrin enstrümanlarının farkında değildik. Toplumumuz da farkında değildi, STK’ların hizmet üretebileceği çok sonradan görüldü ve onaylandı. Örneğin yardım yapılacağı Mayıs - Haziran 2015 45 SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ araya getirdik. Şimdi de Fatih ağabeyimizi dinleyelim. Resmi başvurumuz 1996 ama kuruluşumuz 1992, bu düşüncelerin ilk bir araya geldiği dönemler ise 1980’li yılların sonuydu… Osmanlılarda MMG’ye örnek olarak verilebilecek en benzer çalışmaları Ahilik teşkilatları yapıyordu, elbette o zamanlarla bu zamanlar birbirlerinden çok farklı ama teşkilatların sacayaklarının durduğu nokta aynı nokta; topluma değer üretmek, birlik ve beraberlik ortamında yardımlaşmaların yapılabilmesini sağlamak ve toplumun geleceğine yatırımlar yapabilmek… zaman sadece cami ve Kur’an-ı Kerim kursları akıllara geliyordu; STK’larla da yardım yapılabileceği, topluma değer üreterek aslıda toplumun geleceğine yatırım yapılabileceği şimdilerde anlaşılan ve desteklenen bir anlayış. Murat Özdemir: Bu anlayışın temelinde tabi siyasete ya da herhangi bir düşünceye angaje olmamanın da etkisi çok büyük. Çünkü bir hizmet yapılacaksa, ayrım yapılmaması gerektiği, mazlumun her yerde mazlum olduğu toplum tarafından da destek gören bir durum... Örneğin Van Depremi’nde bir anda evleri başlarına yıkılan binlerce vatandaşımıza STK’larca destek çıkıldı, MMG olarak bizler de bölgeyi ziyaret edip rapor hazırlamıştık. Ömer Doğan: Evet, tam da bu noktada Oral Bey döneminde, MMG’nin o zor günlerde varlığını koruyabilmesi kurumsal olarak da kimliğini devam ettirdi. Özgüve46 Mimar ve Mühendis nimiz Murat Kalsın döneminde inşa edildi, söylem ve duruşumuz Avni Çebi döneminde olgunlaştı diyebiliriz. Şimdi Murat Özdemir döneminde de MMG’nin gençlerle olan iletişimini güçlendirmesi ve şimdiye kadarki çalışmaların yeniden ele alınması önemlidir. Yani her başkanın döneminde MMG, kurumsal bütünlüğünde temel bir dinamiğini inşa etmektedir. Şimdi o dönemlere baktığımızda her şeyin Oral Bey’in ifadesiyle “tabii seyrinde” geliştiğini görüyoruz. Bu da bize MMG olarak sürdürebilirlik kazandırdı. Murat Özdemir: Evet, ben başkan olduktan sonra da özellikle bir nevi mütevelli heyeti tadında daimi bir istişare heyeti oluşturduk. 28 Şubat dönemi gerçekten de zordu ama MMG’nin duruşu ve tavrı belliydi. Şimdilerde büyüdükçe bu yapıyı ayakta tutmak ve kurumsal olarak büyütebilmek de bir o kadar meşakkatli… O yüzden hamiliği başlattık ve MMG’yi dert edinen ağabeylerimizi çeşitli heyetlerle bir “MMG hayatın içinde olmayı önceleyen bir camiadır.” Fatih Dönmez: Bu güzel sohbetinizle MMG’nin tüzüğünü imzaladığımız o 1996 yılını ve aramızdaki sinerji dün gibi gözümün önüne geldi. Resmi başvurumuz 1996 ama kuruluşumuz 1992, bu düşüncelerin ilk bir araya geldiği dönemler ise 1980’li yılların sonuydu… Osmanlılarda MMG’ye örnek olarak verilebilecek en benzer çalışmaları Ahilik teşkilatları yapıyordu, elbette o zamanlarla bu zamanlar birbirlerinden çok farklı ama teşkilatların sacayaklarının durduğu nokta aynı nokta; topluma değer üretmek, birlik ve beraberlik ortamında yardımlaşmaların yapılabilmesini sağlamak ve toplumun geleceğine yatırımlar yapabilmek… Bizim şimdilerde bir grup entelektüel sermayeleriyle bir araya gelip çalışmalar yapmamız çok kıymetli bir nokta. Bu noktada ben MUSİAD örneğini de önemsiyorum. Onlar da 1993’te ortaya çıkmasına rağmen -Perşembe Pazarı’nda yaptıkları toplantılara bizler de katılıyorduk- Türkiye’de iş dünyasına yaptıkları katkı çok önemlidir. Onlar iş dünyasına hitap ettiler, biz teknik elemanlara hitap ettik; hitap ettiğimiz kitleler farklı ama amaçlar birdi. MUSİAD ve bazı STK’lar ile ortak çalışmalar da yaptık. Bazı durumlarda beraber üretmemiz, çalışmamız gerektiğini o zamanlar çok seslendirmiştik. Bazı STK’ların bir tabela derneği olduğu dönemleri çokça gördük ama MMG özgün duruşundan hiçbir zaman taviz vermeden gerçek bir STK olmaya özen göstermiştir. STK’lar o dönemler resmi kurumların dışında kaldı. Politik, sosyal, kültürel, siyasi ve çevresel amaçları doğrultusunda ikna ve eylemlerle lobi çalışmaları yapan, gönüllülük usulüyle çalışan, üye aidatlarıyla ayakta duran meslek odaları, sendika, vakıf ve dernekler oluşmaya başladı. O zamanlar kurulan grup ve kuruluşlar arasında odalar belki dışarıda tutulabilir ama vakıf ve dernekler dahi böyleydi. Gerek Adnan Menderes dönemi, gerekse de 1960’lardan sonraki siyasi çalkantılarla darbelerle bugünlere gelen Türkiye’de sivilleşme, o yüzden toplumda tam olarak yerleşemedi. MMG’nin buradaki fonksiyonu çok önemli, MMG hayatın içinde olmayı önceleyen bir camiadır. Nitekim ben çok iyi hatırlıyorum, o dönemler MMG ve MMG gibi yapılardan uzak kalmamak için “okulumu uzatayım da arkadaşlarımdan kopmayayım” diye düşünen arkadaşlarımız oldu. Bu açıdan baktığınız zaman, üniversiteyi sırf bu yapılardan uzak kalmamak için uzatan arkadaşlar, okuldan sonraki hayatlarındaki endişeden dolayı uzatmışlardır. O dönemler MMG’de arkadaşlar bir araya gelerek KOBİ olarak çalışmayı sürdürdü. İş hayatına baktığımız zaman, 1994’te yerel yönetimlerdeki muhafazakâr camianın başarısı, MMG gibi kurumları cesaretlendirmişti. Ben ve birçok arkadaşım o dönemler yerel yönetimlerde çeşitli kademelerde çalışmaya başlamıştık. Daha sonra merkezi idareye taşındı yerel yönetimler ama yerel yönetimlerdeki başarı gerçekleşmeseydi merkezi yönetimlerdeki süreçler de gelişmezdi. Devlet yönetimi tabi farklı bir alandır, bu o dönemler için aynı zamanda bir eleştiri konusuydu arkadaşlarımız arasında… İlk yıllarda bunu çok hissetmesek de sonraki dönemlerde bunun eksikliğini, hazır olamayışımızı çok hissettik. Bugünden o günlere bakınca diyorum ki keşke o günlerden iktidara hazırlanabilseydik… Biraz aslında bu başarıyı da beklemiyorduk, her ne kadar geçmişte 3-5 ay koalisyonlarda bulunmuş olsak da belki de tek başına iktidar olabilmenin imkânını ve kabiliyetini pek fazla düşünmedik. Bu açıdan MMG gibi dernek ve vakıflar o zorlu yıllarda hazır olabilseydi, bugünler daha farklı olurdu. Hani doktora gidersin, yaşadığın olaylar üzerinden tedavi ederler insanı, yaşanmamış olaylar üzerinden herhangi bir işlemde bulunmazlar ya, belki de yaşamamız gerekiyordu ki neyi nasıl tedavi edebileceğimizi doğru bir açıdan görelim ve teşhis koyalım. Bu konuşmalarımız da bu yüzden çok kıymetli, ben çok memnun oldum bu toplantıya… Sözü Osman ağabeyimize bırakalım. “MMG’nin maddi kaygılardan ve ekonomik sebeplerden ziyade kendi bilgisi, tecrübesi ve hikmeti çerçevesinde büyümesi gerektiğine inanmışımdır hep” Osman Şahbaz: Çok teşekkür ederim, ben MMG ile daha kurulmadan bir ara- Biz icraat noktasında belki zayıfız ama o günlerden bugüne gerçekten de önemli bir duruş sergiliyoruz. Ortaklık kültürümüz çok zayıf, geri adım atmayı bilmiyoruz. Hikmeti ancak tecrübelerle ve yaşanmışlıklarla elde ederiz. Bizim kültürümüz, bir arada olmayı çok önemseyen bir toplum, geleneğimizde bir arada olmak vardır. Hepimizin ortaklık tecrübesi olmuştur, ortaklık kültüründe bereketin kimden kaynaklandığı belli değildir. daydım. Beşiktaş’ta özellikle Yakup kardeşimle beraberdik, MMG daha oluşmadan “Bizbize Konuşmalar”a katılıyorduk, bugün Yıldızlılar Derneği’nin kullandığı yerde de bir araya geliyorduk. Ben Fatih kardeşimin açtığı konulara biraz değinmek istiyorum. MMG’nin kuruluş yıllarında hem MMG’yi hem MUSİAD ailesini yakından gözlemledim, MMG ile MUSİAD’ın kuruluş tarihleri hemen hemen aynıdır ama her kurumun da kendine özgü eğilimleri ve tavırları birbirinden farklı gelişir. MUSİAD’da Erol Yarar’ın babasından dedesine sanayiyle olan ilişkisi, etrafındakilerin önünü açıyordu ama MMG bu anlamda tamamlanamamıştı. Ben bir tek o dönem, Oral ağabeyin uluslararası tecrübesinin oluşu sayesinde daraldığında başka bir kapıdan çıkabildiğini görüyordum. Onun dışında bizim arkadaşlarımızın kahır ekseriyetini Anadolu’dan gelen, ideolojik kaygılar sebebiyle bir araya toplandıklarını görüyoruz. Mehmet Osmanlıoğlu: Bir şey eklemek istiyorum tam da bu konuda, Fuat Bey “MMG toplantılarını otellerde yapmaya başlayacağız, arkadaşlarımızı otellerle tanıştırmaya başladık” deyişi üzerine çok eleştiri almıştı. MMG toplantılarının kurumsal olarak otellerde yapılmaya başlanması bile ilk başlarda çok farklı anlaşılmıştı. Farklı değerlendirilmişti. Beyaz Türkleşme gibi. Osman Şahbaz: Evet, burada ben MMG’nin faaliyetlerinde lobicilik faaliyetinin yapıldığı için bir aradaydım, o dönemler hem almak hem vermek istiyordum ama manevi amaçlarla buradaydım. Hiçbir zaman maddi ve ekonomik sebepler yüzünden MMG’nin ekseninin değişmemesi gerektiğini, MMG’nin gücünü kendi içindeki birlik ve beraberlikten, samimiyet ve muhabbetten aldığını görmüşümdür. Eğer zaten maddi ve ekonomik kaygılarınız varsa TUSİAD gibi MUSİAD gibi yapılarda insanlar ideolojik görüşlerine göre bulunabilir ya da ek başka vakıf ve derneklere katılabilir. MMG’nin maddi kaygılardan ve ekonomik sebeplerden ziyade kendi bilgisi, tecrübesi ve hikmeti çerçevesinde büyümesi gerektiğine inanmışımdır hep. Dün gibi hatırlıyorum, o dönemler Yıldızlılar toplantılarına katılırdık. Bir toplantıda Fatih Bey de vardı, başkan konuşma yapıyordu, “MMG’nin yatay ve ekonomik ilişkiler geliştirmesi gerektiğini, arkadaşlarına ve üyelerine ekonomik kapılar açması gerektiğini” anlatmıştı ama ben itiraz etmiştim. MMG, elbette kendi ekonomisini var edecek ama temel amaçlarından ve hedeflerinden de vazgeçmeyecek. Biz icraat noktasında belki zayıfız ama o günlerden bugüne gerçekten de önemli bir duruş sergiliyoruz. Ortaklık kültürümüz çok zayıf, geri adım atmayı bilmiyoruz. Hikmeti ancak tecrübelerle ve yaşanmışlıklarla elde ederiz. Bizim kültürümüz, bir arada olmayı çok önemseyen bir toplum, geleneğimizde bir arada olmak vardır. Hepimizin ortaklık tecrübesi olmuştur, ortaklık kültüründe bereketin kimden kaynaklandığı belli değildir. Büyük fotoğrafta ortaklık kültüründe şunu görmemiz gerekiyor, ortaklıkta bereket hiç tahmin edemeyeceğiniz birisinden ötürü bile gelebilir. “Ben çok okudum, ben yaptım, ben ettim” demeden, gerçekten alçakgönüllülükle yapmalıyız ortaklıklarımızı… Siz çalışırsınız ama muhabbetinden ötürü başka bir ortağınız sayesinde bereket kazanırsınız… İşte bu kültürü kazanabilmek o kadar kıyMayıs - Haziran 2015 47 SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ Şu anda metrosu olmayan bir büyükşehrimiz yok, asansörü olmayan bina kalmadı, klima bile artık her yerde var. Otomobili otomatik vitesli olmayan kalmadı gibi… Geçen gün bir milletvekili arkadaşıma da söyledim, Türkiye yaklaşık 30-40 yıldır yapılanmakla, kalkınmakla uğraşıyor. Geldiğimiz noktada, Türkiye’nin şu son 30-40 yılda attığı adımlarının ve kaliteli işlerinin devamı için öncelikle iyi bir işletmecilik yapması gerekir. Batı, gelişirken işletmeciliği de ön planda tutuyor. İşlettikçe daha çok teknoloji üretiyor. metli ki… Kültür sonuçta dinin etkisiyle ve tecrübeyle oluşmuştur, dinin bize emrettiği kuralları sahada biz uygulayamazsak sıkıntı yaşarız, bu da tecrübeyle ancak gerçekleşebilir. Biraz da geleceğe dönük konuşmak istiyorum. Avni Çebi: Evet, bizim geleceğe dair konuşmalarımız bu toplantıda çok önemli, geçenlerde bir araya geldiğimizde de MMG’nin kuruluşuna çok geniş temas etmiştik ama geleceğe dair algılar da yapının nasıl bir algı izleyeceği ve nasıl değerler üreteceği noktasında bir o kadar önemli… Ömer kardeşimiz güzel bir açılım yaptı. “Gelecekte ne olmalıyız, var mı aldığımız bir model, üretilen değerlerimizin bireye, topluma yansıması nasıl olmalıdır?” gibi… Osman Şahbaz: “MMG’yi oluşturan arkadaşlar olarak birçoğumuzda kişisel bir müreffeh seviye var ama MMG olarak neden yok?” Sosyal hayatta, kültürel gelişimde ve birçok noktada ilerliyoruz ama söz konusu MMG olunca cimri davranıyoruz. Yönetimi de sıkıntısı şöyle, alma noktasında sıkıntı yaşıyoruz. Siyasi olarak baktığımız zaman, 1994’te Türkiye’de mevcut önceki 48 Mimar ve Mühendis iktidarın hataları bizim iktidara gelmemizi sağladı. Biz az önce de konuşulduğu gibi hazırlıksızdık. Biz o dönem içinde samimi, gerçek, şeffaf yapabildiklerimizi yaptık. Bu süreç doğru bir şekilde yönetildi. Fakat daha sonraki süreçte biz kendi içimizde MMG’ye yatırım yapmadık belki de. Murat Özdemir: Açıklamalarınız için çok teşekkür ederim. Verimli bir toplantı oldu. Şimdi ikinci bir tur yapalım. Kısa ve öz olacak şekilde, 3’er dakika konuşmayla MMG’nin geleceğini masaya yatıralım. Öneri ve tavsiyelerinizi bekliyorum. Oral ağabeyimizden başlayalım yine. Oral Avcı: Geçmişle bugün arasında en başta söylem şekli ve söylem biçiminin değiştiğini söylemek gerekiyor. Bugün şu anda mesela, önünde cep telefonu olmayan yok, hepimiz aynı zamanda What’s App kullanıyoruz. Şu anda tweet atıyoruz. MMG anonim olarak söylemini farklılaştırması gerekiyor. Şu anda metrosu olmayan bir büyükşehrimiz yok, asansörü olmayan bina kalmadı, klima bile artık her yerde var. Otomobili otomatik vitesli olmayan kalmadı gibi… Geçen gün bir milletvekili arkadaşıma da söyledim, Türkiye yaklaşık 30-40 yıldır yapılanmakla, kalkınmakla uğraşıyor. Geldiğimiz noktada, Türkiye’nin şu son 30-40 yılda attığı adımlarının ve kaliteli işlerinin devamı için öncelikle iyi bir işletmecilik yapması gerekir. Batı, gelişirken işletmeciliği de ön planda tutuyor. İşlettikçe daha çok teknoloji üretiyor. O yüzden MMG’nin iki noktada çok kritik sorumluluğunu vurgulamamız gerekiyor. Bu iki hususun birincisi işletmeciliktir, mimarların ve mühendislerin teknik hususlarda işletmecilik noktasında söyleyeceği çok şey vardır, söylemlidir, yanlışları ellerinden geldiğince düzeltmeli… İkincisi de MMG’nin çevrecilik ve şehircilik noktasında ufuk açıcı projeler üretmesi lazımdır. Çünkü Türkiye, son yıllara kadar belediye mantığıyla kontrolsüz bir şekilde büyümüş, “Şurada boş bir arsa var, boş kalmasın oraya da okul yapalım. Şuraya 500 yataklı mı 1000 yataklı mı hastane yapalım? Ağabey 1000 yapalım da ne olur ne olmaz. Şuraya havaalanı yapalım, ağabey buraya günde 3 uçak iner ama yarın bir gün 30 uçak da inebilir ne yapalım? Önemli değil biz 15 uçaklık yapalım da…” gibi hesapsız kitapsız, fizibilite çalışmaları yapılmadan işler yapılmış. MMG bu noktada sorumluluk almalı, yeni fikirler söylemeli, yeni projeler üretmeli… Buraya gelen insanlar da buraya gelmeden emin olun MMG’yi araştırıyor; Mimar ve Mühendis dergimizi okuyor, internet sitemize giriyor. Söylem birliğini görünce, kendi fikirlerinin de yansıtıldığını ve konuşulduğunu görünce MMG’ye aidiyet hissediyorlar. Ayrıca bir de sosyal medyaya vurgu yapmak istiyorum. Sosyal medya müthiş ilerliyor, gelişiyor, sosyal medyada hem anonim şeyler söyleyebiliyorsun hem de seçici olabiliyorsun. Bir grubu seçiyorsun, o gruba başka bir şey söyleyebiliyorsun, başka gruba başka mesajlar söyleyebiliyorsun. İstediğin kitleye istediğin mesajı gönderebiliyorsun. Bunu iyi tasnif edebilirsek, çok zengin kazanımlara sahip olabiliriz. Bakın şöyle bir örnek vereyim size, işletmecilik ve mühendislik açısından önemli, bizim site bir What’s App grubu kurdu. Bu sitede tartışılanların çoğu işletmeyle ilgili, yani Türkiye’nin en gelişmiş ve kalabalık sitelerinden birisi bizim sitedir, fakat bakıyorsun temel sorunlarımız güvenlik, güvenlik kameraları, otopark giriş çıkışları vb. Yani öyle karışmış ki her şey, artık mühendislerin “Şu mesajımızı gönderin”. Nitekim gönderiliyordu, 5 bin kişiye gidiyordu. Ama her şey söylenmiyor ki çok anonim şeyler bulman lazım ama şimdi durum farklılaştı. Şu anda sadece mesela inşaatla alakalı bültenini inşaat sektöründeki kamu ve özel şirketlere gönderebiliyorsun. Bu mesaj, özel iletilince daha farklı oluyor. Geçmişle bugün arasında en başta söylem şekli ve söylem biçiminin değiştiğini söylemek gerekiyor. Bugün şu anda mesela, önünde cep telefonu olmayan yok, hepimiz aynı zamanda What’s App kullanıyoruz. Şu anda tweet atıyoruz. MMG anonim olarak söylemini farklılaştırması gerekiyor. Şu anda metrosu olmayan bir büyükşehrimiz yok, asansörü olmayan bina kalmadı, klima bile artık her yerde var. Otomobili otomatik vitesli olmayan kalmadı gibi… çözebileceği meseleler halini almış. Biz bu tarz konuları mühendislere soralım seviyesine getirebilirsek ve doğruyu söylersek, anonim ve nereye söyleyeceğimizin bilincinde bir şekilde, MMG’nin söyleyeceği çok söz var. Belki herkesin bildiği şeyler ama MMG’nin söylediğinde daha farklı olacağı konular… “Abi tabii ki kapılar ahşap olmalı…” dediğimizde başka, bu cümleyi MMG söylediğinde bir başka olur. Bu dönemi özellikle bu tarz stratejik yaklaşımlarla geçirmemiz gerektiğini düşünüyorum, bu bir dalga da oluşturur. Murat Özdemir: Oral ağabeyin söyledikleri çok önemli, mesela bu yıl Şanlıurfa’dan sosyal medya üzerindeki söyleme bakarak, “Biz burada bir şube açabilir miyiz?” tekliflerinde bulundular. İnternetten ve sosyal medyadan araştırmışlar, söylem birliği içinde olduğumuzu görünce, aidiyet hissetmişler. Yine Ordu’da da aynı girişim söz konusu… Orada da sosyal etkileşimden kaynaklanan bir söylem birliği var. Oral Avcı: Bakın bu nokta çok önemli. Önceden bir yere mesaj göndereceğimiz zaman, ben diyordum ki bizim arkadaşlara, “1990’lı ve 2000’li yıllarda MMG’nin ortak akıl üretebilmesi, biz yeni yetişen mühendisler için çok kıymetliydi” Bülent Şen: Bu noktada ben de eklemeler yapayım, ben 70 doğumluyum, Fatih Karagümrük’te büyüdüm. Benim yaşadığımız dönemde biz askeri rütbelerdeki birçok komutanın ismini ezbere bilirdik. Şimdiki çocuklara ve gençlere baktığımızda, çok farklı bir dil kullanıldığı aşikâr. Ülkenin sosyolojik, ekonomik ve siyasi dilinin de değiştiğini görüyoruz. Toplum değişmiş, hatta ihtiyaçlar dahi değişmiş durumda… Bizim zamanımızda, özellikle 1990’lı ve 2000’li yıllar arasında benim gibi düşünen, kendisini geliştiren, sorumluluk sahibi insanlara ihtiyacımız vardı. MMG’nin ortak akıl üretebilmesi çok önemliydi. Sosyal medya günümüz için önemli bir fırsat. Ben İGDAŞ’ta Bursa bölgesinde sahada çok çalıştım, MMG şubelerinin de çalışmalarını genel merkez gibi yapabilmesi Anadolu’da hareketlilik için çok önemli. Biz MMG’yi Bursa’da kurmaya çalışırken çok engellerle karşılaştık, bize “Ne gerek var?” diyorlardı. Anlatıyorduk, farklarımız şöyle diye… Şimdi Diyarbakır’da, Samsun’da, Kayseri ve İzmir’de de MMG şubeleri aynı dili kullanmalı, aynı sinerjiyi yakalayabilmeliyiz… Bizim en büyük eksikliğimiz teknik adam yetersizliğiydi, belki halen öyle… Oda seçimlerinde de aynı şekilde, Avni ağabeyle birlikte çok gayret ettik ama sandıklarda hep eksi çıkıyorduk. Bu durum, yeni yetişen gençlikle ilgili ilişkilerimizin çok da iyi olmadığının göstergesi… Gençlere belki tek tek ulaşamayız ama sosyal medyayı etkin ve stratejik kullanarak ilişkilerimizi güçlendirebiliriz. Ömer Doğan: Bülent kardeşimin bahsettiği sıkıntıyı biz de çektik, 2000’li yıllarda bizler firmayı sevecek ve geliştirecek teknik elemanlar bulamıyorduk. Okuldan stajyer olarak alıp eğitimler vererek teknik adam Mayıs - Haziran 2015 49 SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ Öyle bir potansiyel var ki Türkiye’de, genişlik ne kadar iyi olursa etkinliğimiz ve etki gücümüz de o derece artar. Kaldı ki İstanbul ve Ankara çok etkilidir ama Anadolu’da da “Keşke buralarda olsanız da sizle beraber çalışsak” diyen birçok meslektaşlarımız var. Üçüncü olarak üye beklentileri… Üyelerimiz bizden ne bekliyorlar bu çok önemli… yetiştiriyorduk. İşletmecilikte böyle sürdürebilirlik kazanılıyor, dernekte de öyle. Bugün bu sıkıntıyı cemaatler de yaşıyor, yaşamamak için de liseden öğrenci yetiştiriyor. O yüzden bizler de üniversiteden öğrenci beklememeliyiz, kendimiz de yetiştirmeliyiz. Kendi çocuklarımız dahi bizle uyuşuyor mu şu anda? Osman Şahbaz: Uyuşmamalı zaten ama boynuz kulağı geçmeli. Ömer Doğan: İletişim kanalları, iletişim şekli değişiyor ama bizim de gençlere baktığımız açıyı yeniden ele alma biçimimiz değişmeli… Ben mesela herhangi bir konuda Ar-Ge üzerine çalışacaksam artık gençlerden daha fazla faydalanmaya gayret ediyorum. Bir şeyi üretme heyecanı olmayan insanla Ar-Ge yapamazsınız ki… Okul bittikten, üzerinden iki yıl sonra geçtikten sonra Ar-Ge yapılamaz, Ar-Ge yapacak insan daha okurken 1 ve 2’nci sınıfta zaten kendisini bu alana veriyor. Bizim gençlik noktasında yaş sürecini erkene çekmeliyiz, belki bu anlamda üslubumuzu da yeniden bulabiliriz. Fatih Dönmez: Ömer Bey’e katılıyorum, gençlere hitap edecek yeni söylemler geliştirmeliyiz. Bizim zamanımızda kuşak farkı bu kadar değildi, şimdi “Y Kuşağı” dedikleri gençlik, kısa yoldan zengin olup rahatına bakmak isteyen bir algıya sahip… Bizim babalarımız çarıkla İstanbul’a geldi, belki 50 Mimar ve Mühendis Üyelerimiz bizden ne bekliyorlar bu çok önemli… Sormak, sorgulamak lazım, MMG o beklentilerin ne kadarını karşılayabiliyor? O beklentiler rasyonel olabilir, tüzüğümüzle uyuşmayabilir, onları da görmüş oluruz. Ama tüzüğümüzle uyuşan, bizim yapamadığımız beklentiler varsa, bu analizlerin doğru bir şekilde yapılması gerekir. Dördüncü olarak, tesisleşme mevzusu… Biz şu anda kiralık yerlerde çalışıyoruz ama tesisleşme çalışması yapmak çok faydalı olur. MUSİAD bunu çok iyi yapıyor. Beşinci husus, araştırma projeleri hazırlamak… Dergi çıkarıyoruz, dergide projelerimizi, fikir ve düşüncelerimizi yayınlıyoruz ama araştırma stratejileri hazırlamak da çok etkili bir yol. Daha spesifik ve konu odaklı araştırma raporları hazırlamak gerekiyor. o kadar zengin hayallerimiz de yoktu ama iyi bir mühendis olmayı hedef edinmiştik. Gençlerle ilgili yeni vizyonlar kazanmamız gerektiğine ben de katılıyorum. Geçmiş dönemlerde vizyon çalışmaları hep yapılmıştır, şimdi de yapılmalıdır. Şu anki yönetime tavsiyem, stratejik amaçları gözden geçirmeliler, bu şu anki vizyonun yanlış olduğu anlamına gelmemeli ama sürekli bir biçimde de vizyonlar gözden geçirilmeli… Dolayısıyla stratejilerin güncellenmesinde fayda var. İkincisi MMG büyüyor, biz başladığımızda İstanbul merkezliydi, yarım yamalak Kayseri ve Bursa şubelerimiz vardı. Ben teşkilatlanma başkanı olduğumda hem bu iki ilimizdeki çalışmaları artırmış hem de 2 yılda şube sayısını 5-6 ya yükseltmiştik. Öyle bir potansiyel var ki Türkiye’de, genişlik ne kadar iyi olursa etkinliğimiz ve etki gücümüz de o derece artar. Kaldı ki İstanbul ve Ankara çok etkilidir ama Anadolu’da da “Keşke buralarda olsanız da sizle beraber çalışsak” diyen birçok meslektaşlarımız var. Üçüncü olarak üye beklentileri… Üyelerimiz bizden ne bekliyorlar bu çok önemli… Sormak, sorgulamak lazım, MMG o beklentilerin ne kadarını karşılayabiliyor? O beklentiler rasyonel olabilir, tüzüğümüzle uyuşmayabilir, onları da görmüş oluruz. Ama tüzüğümüzle uyuşan, bizim yapamadığımız beklentiler varsa, bu analizlerin doğru bir şekilde yapılması gerekir. Dördüncü olarak, tesisleşme mevzusu… Biz şu anda kiralık yerlerde çalışıyoruz ama tesisleşme çalışması yapmak çok faydalı olur. MUSİAD bunu çok iyi yapıyor. Beşinci husus, araştırma projeleri hazırlamak… Dergi çıkarıyoruz, dergide projelerimizi, fikir ve düşüncelerimizi yayınlıyoruz ama araştırma stratejileri hazırlamak da çok etkili bir yol. Daha spesifik ve konu odaklı araştırma raporları hazırlamak gerekiyor. Örneğin şehircilik çok önemli bir konu MMG için, özel sayılar da hazırlıyor ama araştırma raporu henüz yok, olması gerekir oysaki… Dergiye konan şey anonimleşmiştir ama özgün olması için bu tarz çalışmalar ihtiyaç var. Altıncı husus, biz üye odaklı çalışmalar yapsak da aslında üyelerimiz ve bizi takip edenler sadece meslektaşlarımız değil. Şu anda bizim meslektaşımız olsun olmasın, Türkiye’nin birçok sorununa da el atabilmeliyiz, bu dinamizmi yakalayabilmeliyiz. Değişim ve dönüşümler olmalıdır, değişik görüşlere zaten açığız. Zaman zaman hem üyelerimizi heyecanlandıracak hem de meslektaşımız olmayan arkadaşlarımızı da bir araya getirecek çalışmalar yapmalıyız. Şu anki başkanımızın vizyonu çok geniş, MMG’yi daha ileri taşıma noktasında bir gayreti var sağ olsun, bu bizi çok mutlu ediyor. Bu dinamizmi devam ettirmek gerekiyor. Mehmet Osmanlıoğlu: MMG’yi farklı kılan teknolojiyi sorgulaması… Sadece mühendis bakışı değil, entelektüel bakışı… Bilim felsefesi olarak da bilimi sorgulaması… MMG, bugün gerektiğinde yanlışın yanlış olduğunu da söyleyebiliyor. Bu açıdan MMG yaşadığımız şehre gerçekten farklı bakabiliyor, bağımsız olarak değerlendirebiliyor. Bu noktada MMG’nin bağımsız ve özgün bir duruş sergilemesinin zeminin oluşturuyor. Tüm bunlar ekonomik bağımsızlığa doğru bizi zorluyor tabi… Ekonomik olarak bir yere sırtımızı yaslamayacaksak eğer, MMG’de yapılan faaliyetlerin sürdürebilirliğini ekonomik açıdan da meşru bir şekilde sağlamalıyız. Biz bağımsız ve özgün olacağız ama ekonomimiz buna el vermiyor diyemeyiz. Ekonomik yeterlilik, gençlere yönelik faaliyetlerde de bize kaynak olabilmeli diye düşünüyorum. Biz gençlere liselerden itibaren MMG’yi anlatıp mimarlığı ve mühendisliği sevdirip yetiştirmek istiyorsak ekonomimizi de güçlendirmemize bağlı. Bir yapı kuralım. Öyle bir yapı olsun ki ne kadar ihtiyacımız varsa, o ihtiyacı behemehâl kendimiz karşılayalım. Biz de böylece her zaman durmamız gereken MMG’yi farklı kılan teknolojiyi sorgulaması… Sadece mühendis bakışı değil, entelektüel bakışı… Bilim felsefesi olarak da bilimi sorgulaması… MMG, bugün gerektiğinde yanlışın yanlış olduğunu da söyleyebiliyor. Bu açıdan MMG yaşadığımız şehre gerçekten farklı bakabiliyor, bağımsız olarak değerlendirebiliyor. Bu noktada MMG’nin bağımsız ve özgün bir duruş sergilemesinin zeminin oluşturuyor. Tüm bunlar ekonomik bağımsızlığa doğru bizi zorluyor tabi… Ekonomik olarak bir yere sırtımızı yaslamayacaksak eğer, MMG’de yapılan faaliyetlerin sürdürebilirliğini ekonomik açıdan da meşru bir şekilde sağlamalıyız. Biz bağımsız ve özgün olacağız ama ekonomimiz buna el vermiyor diyemeyiz. Ekonomik yeterlilik, gençlere yönelik faaliyetlerde de bize kaynak olabilmeli diye düşünüyorum. dik duruşu kaybetmeyelim ve söylememiz gerekenleri de söyleyelim. Osman Şahbaz: Ben de kısaca MMG’nin geleceğe yönelik perspektifine dair birkaç şey söylemek istiyorum. Birlik ve beraberliğin tam sağlanmış olmasını önemsiyorum. Hep dini söylemler söylüyoruz ama onun ötesinde insanlığın ortak duruşu ahlaki duruş. Bugün bir Müslümanın yapması gereken davranışta Hristiyan’ı dahi gördüğünüzde takdir ediyorsunuz. Dolayısıyla bizim hikmet, ilim ve irfan bizim söylememiz gereken bir şey değil, yapmamız gereken davranışlar… Dini şeyler söylememize gerek yok, ahlaklı davranmamız zaten bizi örnek gösterecektir. Bu nokta bizim kurucu fikrimize sadık kalmamızı da sağlayacaktır. Diğer bir husus, gençlerle ilgili üniversitelerde sıkı çalışmamız gerektiğini düşünüyorum. Avni Başkan döneminde çok fazla seminer ve konferans çalışmaları yaptık, oralarda kulüpler kurabiliriz. Öğrencilerin dikkatini çekecek, öğrencileri MMG’ye kanalize edecek çalışmalar yapabiliriz. Şu anda yönetimde en genç arkadaşımız 30’un üzerinde, parlamentoda şu anda 30’un altında milletvekili var. Türkiye’nin hızına bizim de yetişmemiz gerekiyor. 1940 ve 1950’li yıllarda CHP “Ben senin adına düşünürüm” diyordu, bizim adımıza kimse düşünmesin. Beraber düşünelim. Gençlerin MMG içinde onun adına düşünüldüğünü değil, onun da kendi düşüncesinin burada varlığını hissettirebilecek şekilde adımlar atabilmeliyiz. Osman Şahbaz: Üniversitelerde seminer, konferans yapıyoruz. Öğrenciler ve hocalarla da aramız iyi, artık konferanslarımızı biraz daha nitelikli faaliyetler yaparak, gençlerin söz sahibi olacağı çalışmalar planlamamız lazım. Aynı zamanda yurtdışıyla da bağlantılar kurmamız gerekiyor. Gençlik artık birkaç dil birden biliyor, yurtdışına da nasıl adım atabiliriz sorusunun cevabını da aramaya başlamamız lazım. Murat Özdemir: Hepinize geldiğiniz için çok teşekkür ederim. Bugün burada konuştuklarımız, MMG’nin geleceği için çok önemli. İnşallah hep birlikte MMG’nin geleceğini de planlayacağız. Hepinize hayırlı çalışmalar diliyorum. Mayıs - Haziran 2015 51 SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ Sivil Toplum Kuruluşlarını Destekleyen ve Eğiten Bir Uygulama Hamilik Okulu Vakfı STK Yönetimi Eğitim Programı Kamile Canbay Hamilik Okulu Vakfı Hamilik Okulu Vakfı, ülkemizdeki sivil toplum yapısının geçmişteki özü ile bağını kaybetmeden bugünün ihtiyaç ve beklentileri uyumlu başarılı çalışmalar ortaya konulmasını sağlamak amacıyla 2014 yılında bir program başlatmıştır; Sivil Toplum Kuruluşları Yönetimi Eğitim Programı’dır. Hamilik Okulu Vakfı bu programı da kuruluş felsefesine uygun olarak “insan” çerçevesinde ele almaktadır. S ivil toplum kuruluşları konusu aslında son zamanlarda ortaya çıkan ve Avrupa Birliği müktesebat programları ile gelişmeye yüz tutmuş bir yapı değil aksine Anadolu’da yüzyıllardır var olan bir yapıdır. Vakfetme, temel olarak İslamiyet’le başlamıştır. Vakıflar Allah’ın kutsal malı olarak da adlandırılır. Selçuklular ile birlikte 1048’de vakıf işleyişleri yazılı hale getirilmiştir. Osmanlı’da 35 bin vakıf kurulmuştur ve vakıf işleyişi, toplumsal hayatın düzenlenmesi ve adil işleyişin sağlanmasında zirveye çıkmıştır. Vakfetmek, vakfedenin bir malı bir amaca süresiz veya belli bir süre ile özgürlemesidir. Bu sayede sürdürülebilirliği garanti altına alınır ve “ebedilik maksadı”na ulaşması için önü açılır. Örneğin Kars’ta 1567’de kurulmuş vakıf, Harekani Vakfı olarak yüzyıllar sonra tekrar kurulmuştur. Halen ülkemizde 100 yılı aşkın süredir faaliyet gösteren pek çok vakıf bulunmaktadır. Bu köklü vakıfların oluşturduğu vakıf kültürü de yeni vakıflara aktarılmayı beklemektedir. Zira, kültür bir günde oluşan bir mesele değildir. HAMİLİK OKULU Hamilik Okulu, “Fütüvvet ve Ahilik” gelenek ve ahlakını korumak, “himaye 52 Mimar ve Mühendis etmek” ve öncelikle kendi nefisleri üzerinde tatbik etmek üzere genç nesillere aktarılmasını sağlamak amaçlarıyla bir araya gelen “Meslek Adamları”nın (tecrübe edilmeye çalışılan programdaki kodlaması ile “Hami”lerin) kurmuş oldukları bir vakıftır. Hamilik Okulu, tamamı iş hayatında başarılı olmuş, kendi hayat ve meslek kariyerlerinin tecrübesine ziyadesiyle vakıf, “Vakıf İnsanlar” yani Hamiler tarafından “akşam” saatlerinde seminer programları şeklinde faaliyet göstermektedir. Kavramsal olarak “Hamilik”, muhtevasını, tarihsel ve kültürel kimliğini, hülasa “ruhunu” Osmanlı ve Selçuklu medeniyetlerinin Anadolu coğrafyasında kurmuş ve müesseseleştirmiş olduğu “Ahilik ve Mesleki Dayanışma (Esnaf) Teşkilatları”ndan yani “kardeşlik ve paylaşma” kültüründen almaktadır. STK YÖNETİMİ EĞİTİM PROGRAMI Her program, konusunda uzman, herhangi bir STK çalışmasında yer almış /almaya devam eden en az bir eğitmen tarafından yürütülür. 8 Modülde, Toplam 48 saat, örnekler, grup çalışmaları, gerçek olay anlatımları ile işlenir. 1 - Sivil Toplum Kuruluşları, Geli- şim ve Değişim 2 - STK Yönetim ve Organizasyonu 3 - STK’larda Etik Yönetimi 4 - STKların Etkin İletişim ve Medya Yönetimi 5 - STKlarda Finans Yönetimi, Kaynak Artırma 6 - STKlarda Finans Yönetimi, Kaynak Artırma 7 - Uluslararası STK Yönetimi 8 - Proje Döngüsü Yönetimi Bu program Ekim - Aralık 2015 tarihlerinde sivil toplum kuruluşları yöneticileri ve uzmanları için tekrar açılacaktır. Daha fazla detay için www. hamilikokulu.org sitesi ziyaret edilebilir. Programda İnsan ve Mükellefiyetleri, İnsan ve İnsanlık Faziletleri, İnsan Olma Davası ve STK’ların Bu Davadaki Yeri, STK’larda “Murad” Kavramı ; Faaliyetler ile Hedeflenen, Amaçlanan “Murad Edilenler” Yaklaşımı, STK Çalışanlarının “Murad”larına Karşı Sorumlulukları, Vakıf Medeniyet Tarihi, Vakıf ile Batı Tarzı “Foundation” arasındaki farklar gibi konular temel konular olarak ele alınmakta, yönetim ve teknik konular da bu temelin üzerine oturtularak işlenmektedir. Bu açıdan, program son yıllarda sivil toplum örgütlerini geliştirmeye yönelik güncel uygulamalardan da oldukça farklıdır denebilir. Aşağıdaki yazı, sivil toplum kuruluşlarının, güzide ülkemiz için ne kadar önemli olduğunu bir kez daha somutlaştırmak adına farklı bir dilde hazırlanmıştır; İŞ PAYLAŞIMI VE SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI Bu sabah yine yoğun bir güne başlamak üzere evden çıktım. İşyerinde bir toplantı, çalışanların maaş artışı ile ilgili duyuru, yeni müşterinin yetiştirilmesi gereken sipariş sevkiyatı, bir türlü tahsilatını yapamadığım 3 çekle ilgili avukat işlemleri beni bekliyor. Akşam da işlerimi geliştirmek için işadamları ile yemeğe katılacağım Uluslararası STK Yönetimi!.. Tıpkı yukarıdaki hal içindeymişsiniz gibi akşam yorgun eve döndünüz, ailenizle kısa bir vakit geçirdikten sonra yastığa başınızı koydunuz ve yine kendinize sordunuz, ben ne için çalışıyorum? Hani insanlığa faydalı olma ideallerim? Bu sorgulama hali belki de uzun yıllar, ta ki evinizin ve ailenizin ihtiyaçlarını karşılayacak, çocuklarınızı yetiştirecek ve kendi kariyerinizde ilerleme arzunuzu tatmin edinceye dek sürecek. Zaman gün içinde nasıl 24 saate kısıtlı ise ömür de vefata kısıtlı. Günün bitişini biliyoruz ama ömrün bitişi her yeni başlayan gün için muamma… Peki, “Her şeye yetemeyen biz, insan olma ideallerimizi nasıl gerçekleştiririz?” “Bugünkü hayatımızda evde iş paylaşımı var mı?” “İşyerinde iş paylaşımı var mı?” Tabii ki “Evet”. “Siz hem işyerinizin inşaatını yapıp hem de işinize giden yolu asfaltlamak zorunda mısınız?” “Hayır”. Bunları başkalarının yapması gerekmekte ve bir iş paylaşımı var. “Aynı mahallede park yapılmasını isteyen vatandaşa hizmet götürmeye aynı anda hem belediye hem valilik hem çevre il müdürlüğü talip oluyor mu?” “Hayır”. Aralarında bir iş paylaşımı var. Madem her şeyde bir paylaşım var, o kadar çok sorumluluk, hayal ve bir kısmı da popüler kültürün ve yaşam tarzlarının bize bulaştırdığı bir yere götürmeyecek heva ve hevesler arasında, öğrencilik yıllarımızda en güçlü hissettiğimiz, çalışmaya başladığımızdan beri de araya sıkıştırdığımız hayır işleme, insanlığa hizmet ideallerimiz için de bir paylaşım arayışında olabiliriz. Bu arayıştaki adres, kimilerine göre hemen yakınındaki eşidir, arkadaşıdır ama şu bir gerçek ki bu konular da artık bir iş paylaşımına dönmek zorundadır. Bu iş paylaşımı da iki türlüdür; Biri, birey olarak, sadece Mayıs - Haziran 2015 53 SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ hayır işlemek ve iyilik yapmak üzere yol giden bir sivil toplum kuruluşu ile ağ içinde olmamızdır. Diğerine geçmeden evvel benzer soruları tekrar soralım; “Şehrin yönetiminde bir iş paylaşımı var mıydı?” Evet. “Sivil Toplum Kuruluşları’nın (STK) arasında bir iş paylaşımı var mı? Cevap bugün itibarı ile maalesef “Hayır”. Bir sel felaketi oldu, onlarca yüzlerce STK yardım için para ve eşya toplar -ki bunu bazan işadamları dernekleri bile yapar -, felaket yerine gidince bir bakarsınız herkes aynı şeyi göndermiş ve kullanılmayan kenarda bekleyen yardım malzemeleri… Bir açlık oldu, pek çok STK gıda yardımı veya para toplar, sonra da kendi yolları ile onları ihtiyaç sahiplerine ulaştırmak için resmi işlemleri, lojistik destekleri bulmaya çalışır… İki işadamı derneğine bakarsınız, fakat görürsünüz ki birbiri ile birlikte hareket etmesi gerekirken bu iki derneğin, her biri ayrı ayrı kendi var olma savaşını vermekte… O zaman geldiğimiz noktada şunu söyleyebiliriz; - Kişi olarak insan olma muradımızı gerçekleştirmede bugünkü hayatın yoğunluğunda bir ağ oluşturmamız ve bu ağın bir parçası olmamız, - STK olarak hayır ve iyilik yapma muradımızı gerçekleştirme yolunda, o hayır ve iyiliğin bereketini artırmak için diğer STK’larla ağ oluşturmamız, daha güzel bir ifade ile “birlik ve beraberlik kurmamız” ve bunun bir parçası olmamız daha akıllı, daha güncel, hayrın ve iyiliğin bereketini artırmak için kıymetlidir. “STK’larla birlik ve beraberlik nasıl kurulmalı?” Bunu çok basit bir örnek üzerinden açıklamak mümkün. Otomobil, bir işi yapmak ve ürünü veya hizmeti bir yere ulaştırmak için en önemli araçlardan biridir. Bu önemli araç, basit parçalardan değil binlerce parçalardan oluşur. Dünyanın hiçbir yerinde otomobilin bütün parçaları tek bir fabrikada veya işletmede üretilmez. Her biri başka başka tedarikçiler ve yan sanayi tarafından üretilir ve tek bir yerde monte edilir. Hatta parçaların bir kısmı başka ülkelerde üretilir ve binlerce yol kat ederek montaj yerine ulaşır. Bir otomobil, 54 Mimar ve Mühendis bir işi yapmak ve ürünü veya hizmeti bir yere ulaştırmak için iş aleminde en önemli araçlardan biri ise STK’lar da toplumsal bütünlüğü sağlamak, bireyden topluma gelişimi sürdürmek için en önemli araçlardan biridir. Buna hiç kimsenin itirazı olmaz her halde? STK’lar, toplumun “bütünsel gelişimi” için en önemli araçlardan biri olduğuna göre, bir ülke içindeki STK’lar bir otomobilin kompleks yapısından daha mı basittir? Tabii ki hayır. Durum böyleyken, insandan bireye bütünsel gelişim için ne STK’lar birbirinden ayrı çalışabilir, ne de bu gelişimden sorumlu diğer yönetim organları örneğin devlet organları, yerel organlar ve STK’lar ayrı ayrı çalışabilir. Bu organların tamamının mutlaka ve mutlaka birlikte çalışması gerekir. Yazımızın başında iş paylaşımından bahsettik. Buraya tekrar atıfta bulunursak, STK’ların roller ve alanları belirleyerek, birbirini tekrar eden işler yerine karmaşık bir yapı olan toplum ve dolayısı ile ülkemiz için “ağ içinde” diğer ifade ile “akıllı iş paylaşımları” içinde çalışması çok önemlidir. Paylaşımları nasıl yapacağız? Bunun için ilk adım, aynı muratlar, amaçlar için çalışan STK’ların bir araya gelip tartışmaları, tekrarlı işleri aralarında paylaşmaları ve karşılıklı protokoller, sözleşmeler, hatta çatı kuruluşlar oluşturmalarıdır. Örneğin acil durumlara yönelik hizmet veren yardım amaçlı kuruluşlar arasında bir sivil toplum kuruluşu, yalnızca lojistik hizmetleri sağlamak ve yardımların en hızlı şekilde muhtaçlara ulaşılması için çalışabilir, bunun için sosyal sorumluluk çalışmalarında yer almak isteyen bazı lojistik firmaları, konteynır üretim firmaları ve belediyeler vb. ile her yıl çeşitli protokoller imzalayarak bir sistem kurabilir. Böylece küçük yardım dernekleri herhangi bir yerde bir doğal felaket olduğunda dahi bu yardım ve acil müdahale sürecine dahil olabilir. Veya “mühendis kökenli işadamlarına” hizmet veren birkaç STK’dan biri üyelerine “teknoloji geliştirme” odaklı destek verebilir, üyelerini bu kapsamda geliştirme faaliyetleri yürütebilir. Bir diğeri ise “pazar payı artırma, yeni iş alanları bulma ve yeni girişimleri teşvik etme” odaklı çalışmalar yapabilir. Aynı STK’nın -ne kadar güçlü olursa olsun- birbirinden farklı konularda bölünerek yol kat etmesi, her biri farklı bir bakış açısı ve uzmanlık gerektirdiği için daha zor olacaktır. Tabii ki örnekleri çoğaltmak mümkün. Fakat sözün özü, birlik ve beraberlik kurmak, işleyişlerin dolayısı ile hayırların ve hizmetlerin derinliğini artırır. Bugün var olan vakıf veya dernek onlarca hatta yüzlerce yıl varlığını sürdürür, kültürel aktarım nesilden nesile geçer. Ömrünüzün ve hayırlarınızın bereketinin artması duası ile… Mayıs - Haziran 2015 55 SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ İNSANI YAŞATAN, HAYATI ZENGİNLEŞTİREN: VAKIF MEDENİYETİ AVNİ ÇEBİ MMG ESKİ BAŞKANI Kendini aşmak ve geleceğe hayırlı bir iz düşÜRmek isteyen yüce ruhlu insanların kurumsallaşmış yardım anlayışı “Vakıf “ müessesi olarak bu dünyada hayat bulur. Vakıf herhangi bir kimsenin malını, mülkünü, parasını ve sahip olduklarını kendince önemli gördüğü bir amaca hasretmesi ve adamasıdır. Vakıf, insanın tabiatında olan yardımlaşma ve dayanışmanın, fedakârlık ve feragatin, diğerkâmlık ve adanmışlığın kurumsallaşmış halidir. İ nsanın dünyadaki öyküsü kısa ve anlamlıdır. Evrenin yaşı, insanın ömrü ve insanın isteklerini karşılaştırdığımız zaman çoğu zaman kısa bir hayat için bütün evreni isteriz. Bizim ihtiyacımız ve isteklerimiz arasında sağlıklı bir sağlama yaptıracak olan kendimizden geçerek diğeri için değer üretmemizdir. İnsan kendisini aşan bir anlayışla hayatını anlamlı kılmaya çalışır. Bize anlam katan diğeri için ürettiğimiz değer ve sorumlulukta saklıdır. Kimi zaman bir düşünce, kimi zaman bir abidevi eserle, kimi zaman da hayatımızı adadığımız bir kahramanlıkla birisi için, insanlık için ve vatanımız için kendimizden fedakârlık yaparız. Çağının şahidi, vicdan sahibi insanlar olarak büyük bir ülkü için kendimizi feda eder, şehit oluruz. Kendimizi sahip olduklarımızla değil de inançlarımız, değerlerimiz ve ülkülerimiz için vazgeçtiklerimizle inşa eder, olgunlaşır, insanileşir ve vakıflaşırız. İslâm’a göre her şey fani ve baki olan yalnız Allah'tır. Mutlak hâkim O’dur. Mülk O’nundur. O Rahman ve Rahim’dir. Kullarına karşı cömert ve merhametlidir, adil ve affedicidir. Bu sebeple Allah’ı seven kişi, insan (kul) başta olmak üzere bütün yaratılanları sever. Yunus Emre’nin deyimiyle “Yaratılanı hoş gör Yaratan’dan ötürü.” Kulu seven hayatı onun için kolaylaştırır. Bu anlayışla hareket eden kişi; “İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olan, malın en hayırlısı Allah yolunda harcanan, Allah yolunda harcananın da en hayırlısı halkın en çok ihtiyaç duyduğu şeyi karşılayandır” düsturunu kendisine rehber edinir. “Allahın size verdikleriyle ahiret yurdunu arayın dünyadan nasibinizi unutmayın, Allahın size ihsan ettiği gibi siz de insanlara ihsan edin” ve “Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça iyiliğe eremezsiniz” ayetlerindeki ilahi emir gereği “İnsan ölünce üç şey dışında ameli kesilir. Sadaka-i cariye (sevabı devam 56 Mimar ve Mühendis eden eser), faydalanılan ilim ve kendisine dua eden hayırlı evlat” hadisleri gereğince inanmış mümin birey hayatını hayra ve iyiliğe adar, infak anlayışını bir yaşam kültürüne dönüştürür ve bunu kurumsal olarak vakıflarla inşa eder ve görünür kılar. VAKIFLARIN GELİŞİMİ Osmanlı, Vakıf işlerini ön plana çıkarmış hem dünya hem de ahirete bir hizmet vasıtası görmüştür. Vakıf müesseseleri ile diğerkâmlılığın zirvesini yakalayan Osmanlı 26 binden fazla vakıf kurarak insanlarla birlikte hayvanlara da hizmet etmiştir. “Hayırda yarışınız” emri, “İnsanların en hayırlısı, insanlara faydalı olanıdır” prensibi gereği toplum birbiri ile yarışmış ve günümüze kadar ulaşan muazzam eserler vücuda getirilmiştir. İnsanların ihtiyacına, çevrenin şartlarına göre değişen çok farklı hizmet alanları olan Vakıf müessesesi Osmanlı’da bu açıdan dinamik bir yapıya sahipti. Donuklaşmış, kalıplaşmış bir yapısı yoktu. “İnsanların, canlıların yaşadığı Osmanlı, Vakıf işlerini ön plana çıkarmış hem dünya hem de ahirete bir hizmet vasıtası görmüştür. Vakıf müesseseleri ile diğerkâmlılığın zirvesini yakalayan Osmanlı 26 binden fazla vakıf kurarak insanlarla birlikte hayvanlara da hizmet etmiştir. “Hayırda yarışınız” emri, “İnsanların en hayırlısı, insanlara faydalı olanıdır” prensibi gereği toplum birbiri ile yarışmış ve günümüze kadar ulaşan muazzam eserler vücuda getirilmiştir. yerlerde mutlaka onlara yapılacak bir yardım, bir hizmet vardır” anlayışı Osmanlı Vakıfları’nın genel prensibi idi. Vakıf yapmak isteyen şahıs bir vakfiye yazarak kadıya müracaat eder. Vakıf Senedi denilen vesika mahkemece tescil edilir. Vakıf Senedi’ne padişah da dâhil herkes uymak zorundadır. İslâm hukukuna göre. “Vâkıf’ın (vakfedenin) şartı şârii’nin (kanun koyucunun) nassı gibidir” değiştirilemez. Bir vakfiyede kurucunun adı, künyesi, lakabı, şöhreti, unvanı gibi kendisini iyice tanıtan bilgiler bulunur. Daha sonra ne maksatla vakfı kurduğu, isteklerinin neler olduğu, bu isteklerin yerine gelmesi için gelirin nereden ne kadar olduğu, hangi oranda nerelere harcanacağı sonra da bunu bozan ve değiştirenlere beddua edilir. İlk vakfiye Osmanlı’nın erken döneminde padişah Orhan Bey’e aittir. Başta padişahlar olmak üzere sadrazamlar, bütün devlet ricâli ve varlıklı kişiler az veya çok gücüne göre vakıf yapmışlardır. Ahiret inancını aklından çıkarmayan Osmanlı, ölümünden sonra da devam edecek sevaba önem vermiş, nâsla korunan ve “ebedî hayır” olan vakıfları ayakta tutmuştur. Osmanlı bazı müesseselerde olduğu gibi Vakıf konusunda da kendinden önceki devletleri örnek almıştı. Daha ilk beylikler zamanında başlayan, devletin siyasî ve malî gücünün artması ile paralel gelişen vakıfların ilk tesisi Orhan Gazi zamanında olmuştur. Orhan Gazi İznik’te ilk Osmanlı medresesini kurarken onun idaresi için yeterli geliri temin edecek gayrimenkul de vakfetmişti. Bu medrese kısa sürede değerli ilim ve devlet adamları yetiştirdi. Orhan Gazi’nin Adapazarı, Kandıra ve Bursa’da inşa ettirerek vakfettiği cami, medrese, zaviye, imaret, aşevi, misafirhaneler ilk Osmanlı vakıfları olarak anılmaktadır. Yıldırım Bayezid zamanında da şahıslar tarafından kurulan vakıflar ise “müfettiş-i ahkâm-ı şeriyye” tayin edilerek teftiş ettiriliyordu. Özel şahıslar tarafından kurulan vakıflar mütevelliler tarafından yönetilmiş, kadılar vasıtası ile de teftiş edilmişlerdir. Her kadı kendi bölgesindeki vakıfları, emrindeki müfettişlere teftiş ettirir. Osmanlılar’da 1826’da kurulan Evkaf Nezareti’nden önce vakıflar, vâkıfların şartlarına göre idare ediliyor, bunlar ayrı birimlerce izleniyordu. Bundan sonra işleri Evkaf Nezareti’ne bağlanarak çalışmaları disiplin altına alınmaya ve kayıtları tutulmaya başlanmıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarında her şeyi merkezi otoriteye bağlamaya çalışan idare 1924 yılında çıkarılan 429 sayılı kanunla Evkaf Nezareti kaldırılıp Başbakanlığa bağlı bir genel müdürlüğe havale edildi. Bundan sonra vakıfların sosyal hayatımızdaki canlı ve dinamik yönü yavaş yavaş azalarak toplumdaki önemini Mayıs - Haziran 2015 57 SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI kaybetmeye başlamıştır. MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ VAKIFLARDA HİZMET ÇEŞİTLERİ Osmanlılar döneminde devlet, vatandaşın canını, malını korumak, asayişi sağlamak, sınırları korumak devlet düzenini sağlamakla mükellefti. Günümüz modern devlet anlayışında devlet görevlerinden sayılan eğitim, sağlık, bayındırlık, diyanet, sosyal yardım hizmetleri Osmanlı’da devlet görevleri arasında sayılmıyor, bütün bu hizmetler şahısların kurduğu vakıflar tarafından yürütülüyordu. Vakıflara bu işleri ve hizmetleri yürütmeleri için zengin akarları bağlanıyordu. Osmanlı’da devlet anlayışı “Devlet-i Ebed Müddet” şeklinde olduğu için vakıflara da ebedilik şartı konmuş, devlet yetkilileri de vakfın hizmetinin devam edebilmesi için her türlü gayreti sarf etmişlerdir. 18’inci yüzyılın sonlarında vakıf gelirlerinin tüm devlet gelirlerinin hemen hemen yarısı olduğu göz önüne alınırsa, geleneksel kültürümüzde Osmanlı yönetiminin halka yaklaşımının neden “Devlet Baba” olarak yorumlandığı daha açık anlaşılır. Vakıflar yalnız ibadet, eğitim, sağlık ve ulaşım gibi toplumdaki temel ihtiyaçları konu almaz. Genelden özele doğru insanların toplum hayatı içinde ihtiyacı olan, yolculara yardım etmek, esirleri âzad etmek, mektep çocuklarının gezdirilmeleri, fakir kızlara çeyiz temini, hayvanlar için çayır temini, sel, yangın, depremler gibi afetlerde ihtiyaçların karşılanması, hastalık, 58 Mimar ve Mühendis Osmanlı’da genelde şehirler vakıf bir külliyenin; mahalleler vakıf camilerin, hamam, çeşme ve benzeri yapıların etrafında kurulmuştur. Bu şekilde yapılan yüzlerce eser Rumeli’de şehirlerin İslâmî vecheye bürünmelerini sağlamıştır. fakirlik, borçluluk gibi zaruretlerin giderilmesi, acizlerin doyurulup giydirilmesi, tedavi ettirilmesi, iş yapacaklara sermaye bulunması, borçtan mahkûm olmuşların borcunun ödenmesi için “avarız vakıfları” gibi farklı amaçlar için vakıflar kurulmuştur. Bizzat padişah veya saray mensupları tarafından kurulup yönetilen vakıflara ise “Mazbut Vakıflar” bir diğer ismi ile “Selâtin Vakıfları” denmiştir. Osmanlı hanedanının son temsilcileri de ülke dışına çıkarılması ile sahipsiz kalan “Selâtin Vakıfları” vakıf bedduasından haberi olmayan, bedbahtlar tarafından talan edilmişlerdir. ŞEHİR, HAYAT VE VAKIFLARIMIZ Osmanlı’da genelde şehirler vakıf bir külliyenin; mahalleler vakıf camilerin, hamam, çeşme ve benzeri yapıların etrafında kurulmuştur. Bu şekilde yapılan yüzlerce eser Rumeli’de şehirlerin İslâmî vecheye bürünmelerini sağlamıştır. Osmanlı bir iskân ve kolonizasyon metodu olarak vakıflardan faydalanmıştır. Sayıları binleri aşan vakıf eserlerinden Selimiye, Süleymaniye, Beyazıt, Fatih külliyeleri bu konuda başka birer misaldir. Şehirlerimizde 1856 yılına kadar belediye hizmetleri vakıflar tarafından karşılanmaktaydı. Henüz belediye teşkilatları oluşmamıştı. Vakfiyeler incelendiğinde, bu tarihten önce su, ulaşım, aydınlatma, temizlik, asayiş gibi belediye hizmetlerinin hep vakıflar tarafından gerçekleştirildiği görülür. Su kanalları, su kemerleri, maksemeler, çeşmeler, sebiller, kuyular, hamamlar tamamen vakıf kuruluşlardı. Fakirlerin parasız yıkandıkları hamamlar mevcuttu. Sebillerde buzlu su, hatta şerbet dağıtılırdı. Yol, kaldırım ve köprü yapımını vakıflar sağlıyordu. Bazı hayır sahipleri kurdukları vakıflarla “kandilciler” tutuyor, yine vakıf geliri ile kandil ve yağ alarak sokakları aydınlatıyorlardı. Sokakların temizlenmesi ve umumî helâlar için vakıflar kurulmuştu. Bekçi ücretleri vakıflardan ödeniyordu. Vakıf hastanelerde her din ve ırktan insan tedavi ediliyor, gerekirse ücretsiz ilaç veriliyor, doktor temin ediliyordu. İmaretlerde yoksullara, yolcu ve misafirlere her gün bir veya iki öğün yemek yediriliyordu. İstanbul’u gezen bir seyyah olan d’Ohsson’a göre İstanbul imaretlerinde her gün parasız yemek yiyenlerin sayısı 30 bin idi. Böylece vakıflar bir yandan binlerce görevliye maaş ödüyor, öte yandan yüz binlerce insana hizmet götürüyordu. Böylece vakıflar yolu ile gelir dağılımındaki dengesizlikler asgariye indirilirken, yine aynı sebebe bağlı olarak ortaya çıkabilecek sosyal patlamaların da önü alınmış oluyordu. Vakıfların ülke ticaretine ve ekonomik hayatın gelişmesine de olumlu etkileri olmuştu. Hemen bütün şehirlerde vakıf ticaret hanları vardı. Şehirlerarası yollar, önemli stratejik mevkilere kervansaraylar yaptırılarak sürekli işler halde tutulmuş, böylece yolcu ve tacirlere yol güvenliği ve konaklama imkânı sağlanmıştı. Kervansarayların vakfiyelerinden buralara yerliyabancı, hür-köle, erkek-kadın, müslimgayr-i müslim herkesin kabul edildiğini yolcuların gıda, ilaç hatta ayakkabı ihtiyaçlarının karşılandığı ve hayvanlarına da bakıldığını öğrenmekteyiz. Ücretsiz hizmet sunan kervansaraylar vakfedenlerin bırak- tığı gelirle bu fonksiyonlarını yüzyıllar boyu sürdürmüştür. Ayrıca vakıflar büyük sanat eserlerinin, hat, taş, ağaç, maden işçiliği, tezhip, çini, kitap, cilt, ebru gibi sanat dallarının gelişmesine, şaheserler verilmesine katkıda bulunmuştur. Vakfiyelerin dil, kültür, tarih, hukuk, iktisat tarihi, sosyoloji, hatta folklar açısından taşıdığı önem ise ayrıca hatırlanması gereken bir konudur. Bundan olsa gerek ki vakıflar Selçuklu ve Osmanlı medeniyetinde toplum yaşamının neredeyse birçok alanını kapsamaktadır. Eski medeni hukuk hocalarından Esat Arsebük’ün şu satırları vakıfların yerini bize anlatmaktadır: “Vakıflar sayesinde bir adam vakıf bir evde doğar, vakıf beşikte uyur, vakıf mallardan yer ve içer, vakıf kitaplardan okur, vakıf bir okulda hocalık eder, vakıf idaresinden ücretini alır, öldüğü zaman vakıf bir tabuta konur ve vakıf bir mezarlığa gömülürdü.” Bir konuşmasında eski Vakıflar Genel müdürümüz Yusuf Beyazıt “Bahsedildiği gibi, insan şahsiyetini koruyan vakıflardan, hasta leylekleri tedavi vakfına kadar binlerce vakıf kurulmuştur. Bu öyle hayranlık uyandırıcı bir şuurdur ki amacımız bu şuurun fark edilmesini sağlamaktır. Bugün Medeni Kanun hükümlerine göre kurulmuş ve yeni vakıf olarak tabir ettiğimiz vakıflarımız da hayır amaçlarının tamamını gerçekleştirebilseler, ülkemizde aç açık, garip gurebâ insanımız kalmayacaktır” diye ifade ediyor. Bu bilgiler ışığında baktığımızda vakfın Osmanlı insanı açısından taşıdığı değer biraz daha belirginleşmektedir. Geçmişte sadece şehirlerde fakir fukara için icat edilen sadaka taşlarını, dükkânlara giderek veresiye yazdıranların borçlarını sildirenleri (zimem defterleri deniliyordu bunlara), sebilleri, kuyuları, aşevlerini hatırlayarak vakfın bu toplumun derin hayatında anlamını düşünmek gerekir. Bugün Anadolu köylerini gezdiğinizde yol üzerindeki meyve ağaçlarının yolculara vakfedildiğini, yani tarla sahibinin bu ağaçların meyvelerini yoldan geçenlerin yemesi için ayırdığını ve onlardan ne kendisinin yararlandığını, ne de ailesini yararlandırdığını kolayca görürsünüz. Osmanlı medeniyeti, ekonomisinin yaklaşık yüzde 15-20’sini emanet ettiği vakıfların omuzları üzerinde duran bir “vakıf medeniyeti” olarak anılır. ADANMIŞ HAYATLAR, VAKIF İNSANLAR Bu toplumda hayatını ilme, irfana, insan yetiştirmeye, bir ihtiyaç ve hizmetin karşılanmasına adamış insanlarımız vardır. Bunlar hayatlarını vakıflaştırmış barış ve huzurumuzun, emniyet ve güvenliğimizin, kültür ve medeniyetimizin ince işçileri olan kimi adı bilinmeyen kimi de adı zamanı aşan gönlü geniş, eli açık erenleri olan vakıf insanlardır. Bunlara ömürlerini bir türbeye, bir aşevine, bir hastaneye, velhasıl topluma yararlı bir işe vakfeden ‘vakıf insanları’ eklediğimizde Osmanlı toplumu- nun adeta bir “vakıf toplumu” olduğunu söylemek mecburiyetinde kalırız. Evet, Osmanlı toplumu bir vakıf toplumu, insanı da bir vakıf insanıdır. Vakıf insanı, bütün yaşamını kendisinin değil insanların faydasına ayırmış, sadece insanlara hizmet için yaşayan insan demektir. İslam medeniyeti, işte bu özelliği ve güzelliği sayesinde “vakıf medeniyeti” haline gelmiştir. Modern İslâmî vakıfçılık, geçmişten çok az izler taşıyor. Kimi zaman, asli fonksiyon öylesine unutuluyor ki vakıf “vakıf” olmaktan çıkıp bir “parti”, bir “holding”, bir “işletme” haline geliyor. Oysa ki vakıf, vâkfın (vakfedenin) Allah’a kurbiyyet maksadıyla bir değeri karşılık beklemeksizin hizmete tahsis etmesidir. Vakfın vakıf olabilmesi için esas olan işte bu niyettir. Bu niyetle yola çıkanlar, yaptıkları karşılıksız hizmetlerle insanların yüreğini fethetmişler, insanın mutluluğunun diğer adı olan İslam’ı insana, insanı İslam’a taşımışlardır. Bu tür samimi niyetlerle insana vakfedilen müesseselerin en değerli ürünü “vakıf insan” yetiştirmektir. En değerli vakıf “vakıf insanlardır”. Onlar, mallarını değil, hayatlarını Allah’a vakfederler ve insanlara bir mutluluk sakası gibi, yürek yürek saadet taşır. Onları, ganimet dağıtılırken ortalarda göremezsiniz, onlar “hizmet” zamanlarında öne çıkarlar “nimet” zamanlarında arkaya geçerler. Bediüzzaman Said Nursi gibi hayatını bir milletin imanını kurtarmaya adayan, Fethi Mayıs - Haziran 2015 59 SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ Gemuhluoğlu gibi bir nesile ağabey olan, genç insanlara imkân sağlayan, Sezai Karakoç gibi bir diriliş neslinin yetişmesine tek başına kendisini vakıf eden şairimiz, Ekrem Hakkı Ayverdi gibi unutturulmaya çalışılan bir medeniyetin birikimini şehir şehir Balkanlar’dan Anadolu’ya gezerek medeniyetimizin eserlerinin envanterini çıkaran medeniyet işçisi büyüklerimiz bunlara birkaç örnektir. Onlar, kelimenin tam anlamıyla üreticidir; insanları geliştirir ve hayata hazırlar, onlara ufuk ve ideal aşılar. Hem nitelik hem nicelik içeren uzun erimli, sabırla ve aşkla süren arifane bir üretim sürecidir onların yaşamları. Görünen hizmetlerin değil, görünmeyen himmetlerin adamıdır onlar. Vakfederler ve unuturlar, bir umudu ve ümidi adım adım gönüllerde yeşertirler ve zihinlerdedirler. Onlar kısa günün karının peşinde değil, ötelere azık biriktirenlerdir. Gönülleri o kadar geniştir ki bir neslin kurtuluşu için cehennem dahi olsa göğüslerini siper ederler. Hz. Meryem bir vakıftı, annesi Hanne ise vakfeden. Hz. İsa işte bu vakfın bir ürünüydü. Hz. Zekeriya ise, bu güzel ürünün müstesna bahçıvanıdır. O halde, aklı başında her insana düşen, ya vakfeden olmak Hanne gibi ya vakfedilen olmak Meryem gibi ya da vakıf insanlara bahçıvan olmak Zekeriyya gibi. Osmanlı toplumu, sözün tam manasıyla bir “sevgi, şefkat ve yardım toplumu”ydu. Devlet, “hayat ve hayrat” devleti, insan 60 Mimar ve Mühendis “hayrat ve hasenat” insanıydı. Vakıf anlayışı sistemleşmiş, tüm devlet ve millet neredeyse “vakıf devlet”, “vakıf insan”lardan oluşmuş, “vakıf millet” statüsü kazanmıştır. Vakıf Medeniyeti, devletlerin yapmadığını veya yapamadığını gerçekleştiren hayırseverlerin oluşturduğu eser ve hizmetler topluluğudur. Bu medeniyet bizim topraklarımızda kurumsallaşmış, dünyaya da yine bizim kanalımızla yayılmıştır. Bugün hâlâ vakıflar, devletin ilgi duymadığı, özel sektörün kârlı bulmadığı alanlarda çalışan, kılcal damarlar gibi bu alanlara uzanan önemli kurumlardır. HİKMET, İMAR VE İHSAN İLE VAKIFLAŞMAK Vakıf medeniyeti üç kavram üzerine inşa edilebilir; Hikmet, İmar ve İhsan. Hayatı anlamak ve anlamlandırmak açısından “hikmet” ile bakan insan bilgi ve irfanın yolunda yürüyerek hakikatin peşinde olmuştur. Bilgiyi salt bilgilenmek olarak görmeyen, bilgiyi aşkla kuşanarak hayatı daha yaşanabilir ve kolay kılmak için yapıcı ve inşa edici işler içine girerek çevresini “imar” eder, kalıcı vakıf eserleriyle hayatı mamur eder. “İhsan” ile elde ettiği bütün edinimleri tevazu ve cömertlikle insanın hizmetine adalet ve güzellikle sunar. Bir ve biricik olan insan ile toplum, hayat ve çevre arasında diğerini önemseyen ve geliştiren bir yaşam felsefesi ve kültürü oluşturulur. Vakıf medeniyetinin üç temel umdesi olan Hikmet, İmar ve İhsanı çok iyi anlamak ve hayatımızı ona göre şekillendirmeye muhtacız. Yeni bir medeniyetin taşıyıcısı ve yaşatıcısı olacak yeni nesillerin bunu fark etmeye, adanmış arı bir yaşam felsefesine ihtiyacı vardır. Adeta yitik cennetin peşinde olan bizler bu üç kavramın sırrına ermeye ve bunları elle dokunur, gözle görülür, kalple hissedilir, zihinle anlaşılabilir kılmaya iş hayatımız, komşuluk ilişkilerimiz ve sokağımızda yaşanır kılmaya çalışmalıyız. Adalet ve merhameti, af ve barışı, sabır ve şükrü, güzellik ve uyumu, sadelik ve tevazuyu hayatımızın her alanına işlemek yolunda vakıf medeniyetimizden aldığımız ilham ve güçle hayata, kurumlarımıza ve ilişkilerimize taşımalıyız. Yeni bir geleceğin inşasında vakfedilmiş hayatlara ve adanmış ruhlara ihtiyacımız vardır. Bir medeniyetin gücü en zor şartlarda dahi olsa bu insanları çıkarmasında yatmaktadır. Bu topraklar çok mümbittir. Umudun ve sevginin adı olan insanlar; Ahmet Yesevi’ler, Mevlana’lar, Yunus Emre’ler, Hacı Bayram Veli’ler bu ışığı çok önceden yaktılar. Meşaleleri önümüzü aydınlatmaktadır. Bugün bu ışığı yakacak erenler gelmektedir. Bu medeniyetin çocukları vakıf insanlar olarak inşa edici olarak gelmektedir. Bu erenler; bilimden sanata, kültürden edebiyata, hikmetten felsefeye, teknolojiden medeniyete, şehircilikten çevreye kadar bütün insani, sosyal ve fenni bilim alanlarını kuşatacak, insanı yeniden ayağa kaldıracak yeni bir medeniyet ve yaşam kültürünü bu topraklarda inşa edecek dirayet ve cesarete, bilgelik ve erdeme sahiptir. Kaybettiğimiz vakıflar üzerinde tekrar düşünmeye toplum olarak muhtacız. Geçmişten aldığımız ilham ile günümüz toplumunun yeni ihtiyaçlarına cevap verecek dinamik ve üretken, sorumlu ve fedakâr yeni vakıf müesseseleri ile yurdun her yanını donatmalıyız. İnsana hizmet edenler geleceği inşa eder, hem bu dünya hem de ahiret saadeti başkaları için değer üreten ve vakıflar kuran vakıflaşan hayatlardadır. Paylaştıkça çoğalan bir umudu yaymak ve insanlık adına ümit olmak için vakıflar kurmalıyız ve vakıf insanlar olmalıyız. C M Y CM MY CY CMY K Mayıs - Haziran 2015 61 SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ YEREL KALKINMA DERNEĞİ BAŞKANI AYHAN APAYDIN YEREL KALKINMA ANLAYIŞI SÜRECİNDE KURUMLARA DÜŞEN GÖREVLER Gelir ve gidere dayalı enstrümanlardan oluşmuş finans kaynağı, kent ekonomisini oluşturur. Gelir getirici faaliyetler ve ekonomik değeri olan doneler bu ekonominin bir parçasıdır. Kentsel kalkınma kent ekonomisinin somut bir çıktısı olarak değerlendirilebilir. İnsan kaynağı da bu ekonominin bir parçasıdır. Kent ekonomisinde sosyal olgular göz ardı edilmemelidir. Bir kentin ekonomik geliri yüksek olabilir ancak bunu hanelerde yaşayan bireylerin mutluluğu ve refahı desteklemelidir. Çekirdek ailede huzur olmadıkça kent ekonomisinin yüksek olması o kentin olması gereken yerde olduğunu göstermez. Yerelin kalkınması için kent ekonomisi konusuna bakış açısı ne olmalıdır? Kent ekonomisinin kalkınmasında birçok unsur var. Yaşanabilir kentler ön plana çıkmakta. Ancak kalkınma modelleri genellikle merkez odaklı, bürokratik ve siyasi kararlar sonucu doğuyor. Her ne kadar karar vericiler tavanda olsa da yerel otoriteler karar alma ve uygulama sürecine dahil edilmediği sürece yerel kalkınmadan bahsedemezsiniz. Özellikle insan kaynakları ve yerel kaynakları harekete geçirme hususunda yerel kalkınmadan bahsedebilirsiniz. Kalkınmış ve ekonomisi güçlü kentler için yerel yönetimler olan belediyelere nasıl görevler düşüyor? Türkiye’deki belediyeler bu konuda nasıl bir yol izlemeli? Belediyeler mevcut mevzuatı ile arzu edilen seviyeye gelebilir mi tartışılır. Mevcut büyükşehir ve belediye kanunları belediyelere avam görevler yüklemekte ve adeta tüm yetkiler merkezi otoritede gözükmektedir. Böyle bir sistemde yani yerel yönetimlerin etkin olmadığı ve avam işlerin rolü verildiği bir sistemde belediyelerden çok fazla bir şey beklemek doğru olmayabilir. Yapısal reformlara ihtiyaç var. Belediyelerin bütçe payları güçlendirilmeli, yerel yönetimlere etkin roller verilmelidir. Yerel kalkınma anlayışı sürecinde ülkemizdeki belediyeler siyasi ve popüler davranmamalı ve kent konseylerini daha aktif hale getirip yerel hakla birlikte ortak hareket etmeli. Bunu söylerken işin hakkını veren belediyeleri kastetmiyorum elbette. Belediyelerin karar alma süreçlerinde halk merkezde olmalı. Türkiye’de ciddi bir mesele olan işsizlik ve istihdam sorununun kaynağı nedir? Ülkemizde işsizlik ve istihdam sorununda belediyeler istihdam alanı olarak görülmemelidir. Bana göre en temel işsizlik niteliksiz iş gücüdür. Muhtemelen bu durum mevcut eğitim sisteminden kaynaklanıyor olabilir. Üniversiteler ve 62 Mimar ve Mühendis mezun olan öğrenciler Türkiye ekonomisinin gerçekleri, arz ve talepleri ile örtüşmemektedir. Nitelikli iş gücü; piyasa ihtiyaçlarına göre oluşturulmalı. Üniversiteler kendi müfredatına uygun sektör oluşmasını isterken reel ekonomide kendi ihtiyacına göre eğitim müfredatı oluşturulmasını istiyor. Türkiye yıllardır bunu tartışıyor. Üniversite sanayi iş birliği geliştiremedik. Herkes kendi dünyasında yaşıyor. İşsizlik ve istihdamla mücadele aslında doğru planlamadan geçiyor. Bu planlamalar kısa, orta ve uzun vadeli olabiliyor. Nitekim ülkenin öncelikleri çok farklı. Henüz terör gibi temel sorunları çözemediğinden sosyal refaha esas sorunlara yeterince bütçe ayrılamıyor. Yerel kalkınma planları ve bunlara ayrılacak bütçe ile reel sektörün ihtiyaçlarına göre yetiştirilmiş iş gücü önemlidir. Türkiye’deki belediyelerin bu konuda yaptıkları çalışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz? Eksik ve yanlışlar ya da yaşanan sorunlar nelerdir? Belediyeler mevcut kanunla işsizlik alanında sadece katalizör görevi görebilir. Kanun koyuculara ciddi görevler düşmekte. Belediyeler adeta yatırımcı avına düşmeli. Yatırımcıları teşvik etmeli, altyapıları güçlendirmeli, mümkünse yatırımı teşvik edici ücretsiz arsalar oluşturmalı, OSB’lere destek vermeli, adeta yatırım destek ve teşvik ofisi gibi çalışmalı. Bir nevi belediyeler yatırımcı ve girişimcilere danışmanlık yapmalı. Bünyelerindeki teknik personelleri yatırım konularında eğitmeli. Bana göre her belediye bünyesinde yatırım destek ofisi oluşturmalı. Kadın ve genç girişimcilere rehberlik etmeli. Yardım istenirse dernek olarak biz desek verebiliriz. Son yıllarda belediyelere ait şirketlerin yaygınlaştığını görüyoruz. Özellikle de büyükşehirlerde. Bu şirketlerin bulundukları kentin kalkınmasına faydaları neler olmuştur? Belediyeler seçimle yani siyasi otoritelerle yönetiliyor. Başkanı ve meclisi seçilmiş. Hesabı halka vermeli. Bazı belediyeler işsizlik ve istihdam konusunda önemli rehberlik hizmetleri verdiğini biliyorum. Reklam olmazsa örneğin Nevşehir Belediyesi 10 yıldır istihdam ve mesleki odaklı bir proje yürütüyor. AB fonları ile kurulan bu merkezde her haneden en az bir kişi bu kurslara katıldı, önemli mesleki beceriler kazandı. 2005 yılında kuruculuğunu yaptığım bu projenin sürdürülebilir olması ve hala yürütülüyor olması aslında bir açıdan başkan ve halk arasındaki iletişimi güçlendiriyor. Belediyelerin şirketleşmesini tasvip eden biriyim. Ancak belediyenin hizmet alanına giren konular olmak şartıyla ve özel sektörle rekabet etmeyecek sektörler olması önemli. Belediye hiçbir özel sektörü rakip görmemeli. Örneğin özellikle Güneydoğu bölgesinde sınırlı yatırımlar olan bölgede kesimhane otel vb zaruri ihtiyaçlarda eğer o bölgede özel sektör yoksa belediyeler yatırım yapabilmeli. Aynı durum büyükşehirlerde de geçerli. Ulaşım vb. kamu yararına olan özel sektörün dinamik olmadığı alanlarda belediyelerin şirketleşerek faaliyette bulunmaları kaçınılmazdır. Küreselleşme ile yerel kalkınma konusu arasında nasıl bir bağ bulunuyor? Bizim felsefemiz küresel düşün yerel hareket et. Kapalı ekonomiyi savunmuyoruz. Uluslararası ticaret için öncelikle yerel düşünerek, yerel dinamikleri ve ürünleri değerlendirerek ve yerel kaynakları harekete geçirerek küreselleşme sağlanabilir. Malatya’nın kayısısı, Isparta’nın gülü, Siirt’in fıstığı gibi yerel ürünlerle markalaşma sağlanmalı ve ekonomi yerelden küresele yönelmeli. Dikkat ederseniz ulusal ve uluslararası tüm güçlü aktörler öncelikle kendi yerel alanlarında güçlenip daha sonra küresel firma olmuşlardır. Bu küresel hareketlilikte yerel ve merkezi otoritelerin destekleri söz konusudur. Örneğin Almanya-Bayer ilişkisi. Yerel yönetimlerin bugünkü durumlarından daha güçlü hale gelmeleri, sizce kentlerin kalkınması açısından nasıl bir etki oluşturacak? Yerel yönetimlerin güçlü hale gelmesi bana göre öncelikle göçü azaltacak hatta tersine göçü artıracaktır. Kırsal alandan kente göçen insanlar köylerinin, kasabalarının ve ilçelerinin hasreti ile yanıp tutuşuyor. Zorunluluklar kentsel alana olan göçe zorlamıştır. Eğer yerel yönetimlerin faaliyet alanları ve bütçeleri genişletilir, halkın katılımcılığı daha etkin hale getirilirse kentsel kalkınmanın hızlanacağını düşünüyorum. Ancak hali hazırda atılacak birinci adım belediye ve büyükşehir belediye kanunlarının halkın katılımcılığını da içine alacak şekilde değiştirilmesidir. Öte yandan birçok bakanlığın görev alanına giren konular belediyelere devredilmeli. Ancak bunun için belediyeler akredite olmalı yani asgari şartları taşımalı. Bu asgari şartlardan kasıt nitelikli idari ve teknik kadrosu ile hesap verebilirliliktir. AB Hibe fonlarından yararlanılarak yapılan projeler, bugün Türkiye’nin kentlerinin kalkınma sürecinde nasıl bir etkiye sahip? AB fonlarını çok önemsiyorum. Bu kaynaklar şehrin önemli ihtiyaçlarını karşılamaktadır. Örneğin biz Ağrı’da şehrin kanalizasyonunu, Nevşehir’de ise atık su arıtma tesisini AB fonları ile yaptık. Bu fonlar kentsel kalkınma odaklı ve çok sınırlı. Bence bu fon oranları daha çok artırılmalı. Kalkınma ajansları ve hibe programları, işsizliğin azalmasında ne kadar etkili? Kalkınma ajanslarını AB fonlarının yerel şekli gibi düşünebilirsiniz. AB fonları çekildi sanki Mayıs - Haziran 2015 63 SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ yerini kalkınma ajanslarına devretti. Aslında kurgu çok güzel, yerinde ve isabetli. Ülkemiz için kaynakların etkin ve verimli kullanılmasına esas yarışma usulü bir yöntemle destek sağlanıyor olması ümit verici. Ancak ajansların önemli açmazları var. Bunların başında atanmış ve seçilmişleri aynı masaya oturtmak ve ajansın karar mekanizmalarında rol alıyor olmaları üniter devlet yapısında alışılagelmiş bir durum mudur bunlar tartışılır. Kalkınma ajanslarını bütçeleri son derece sınırlı. KOSGEB ile ajansların aynı illerde faaliyet göstermeleri çok başlılığa işaret ediyor. Kalkınma ajanslarının potansiyel projelerde değerlendirme sürecinde hakem heyeti ve bağımsız değerlendiricilik sisteminin işleyişini de çok sağlıklı bulmuyorum. Ayrıca projelerin uygulanma sürecinde proje uygulama rehberini de yeterince açık ve anlaşılır bulmadığımı ifade etmek istiyorum. Ajanslar kendi satın alma ilkesini oluşturması gerekirken Kamu İhale Kurumu mevzuatına tabi bir satın alma rehberi ve uygulama rehberi oluşturulmuş. Bence çalıştaylarla bu karmaşıklıklar giderilip yeni bir değerlendirme ve uygulama rehberi oluşturulmalı. Sübjektif değerlendirmelere fırsat verecek cümleler bu rehberlerde yer almamalı. Türkiye’de daha kalkınmış kentler için, merkezi yönetime düşen görevler sizce nelerdir? Türkiye’de kalkınmış kentten bahsedemeyiz, kalkınmakta olan kentten bahsedebiliriz. Merkezi yönetim kendini yerel yönetimlerin üzerinde gören bir güç olmaktan çıkmalıdır. Atanmış seçilmişi yönetmemelidir. Yerelde toplanan vergilerin en az yüzde 50’si yerelde kalmalı, her bölge kendi yerel gücünü göstermeli. Bir ilin başarılı ekonomisi varsa başarısı düşük bir il bu ilin vergisi ile sübvanse edilmemeli. Merkezi otoriteler yetki devri yapabilir. Yerel yönetimlerin bütçe paylarını artırabilir. Kontrol mekanizması olarak daha verimli olabilirler. Çerçeve kanun ve yasalarla merkezi otorite çalışırsa yerel mekanizmalarda bunun içini dolduracak meclis kararları ile hızlı, etkin ve verimli çalışmalar söz konusu olacaktır. Çünkü yerel ekonomi hız kaybetmemeli. Yerel Kalkınma Derneği olarak nasıl bir misyon taşıyorsunuz? Hayata geçirmeyi planladığınız proje ve etkinlikler nelerdir? 64 Mimar ve Mühendis Yerel Kalkınma Derneği’nin misyonu küresel düşün yerel hareket et. Karar alma süreçlerinde halkın katılımcılığı sağlanmalı. Yerel Kalkınma Derneği’nin misyonu küresel düşün yerel hareket et. Karar alma süreçlerinde halkın katılımcılığı sağlanmalı. Kaynakların etkin ve verimli kullanılması için kar amacı gütmeyen kurum ve kuruluşlar, merkezi ve yerel otoriteler ve STK’lar işbirliği içerisinde olup herkes kendi hikayesini yazabilmeli. Yani biz kalkınma yerelde başlar ilkesini benimsiyoruz. Sürdürülebilir kalkınma için çevre ön planda olmalı. İnsanımıza değer vermeliyiz. Biz dernek olarak fikir ve düşünce üreten bir örgütüz. 19-22 Kasım 2015’te uluslararası bir kongreyi Antalya’da gerçekleştirmek istiyoruz. Bu noktada özellikle yerel yönetimler ağırlıklı olacak bu kongrede “yerel kalkınma ve finansman” ana temadır. Bu noktada özellikle belediyeler ve kilit personellerin bu kongrede yer almaları uluslararası arenada yerel kalkınmanın önemini bir kez daha ortaya koyacaktır. YEKAF 2015 Uluslararası Yerel Kalkınma ve Finansman Kongresi, Türkiye’den Kocaeli Üniversitesi ve Yerel Kalkınma Derneği (YerKa) ev sahipliğinde Çek Cumhuriyeti’nden Ostrava Teknik Üniversitesi, Türkiye’den Batman Üniversitesi ve İtalya’dan Piedmont Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Enstitüsü ile ortakla- şa düzenlenmektedir. Kongre, İngiltere’den International Journal of Politics and Economics (IJOPEC) ve ABD’den Research in Political Economy tarafından desteklenmektedir. YEKAF 2015 Türkiye gibi gelişmekte olan ekonomilerin yerel kalkınmasına katkı sağlamak amacıyla ilgili kurum ve kuruluşlarda, sürdürülebilir yerel kalkınma bilincinin oluşturulmasını, yerel kalkınma modellerinin geliştirilmesini, finansman yöntemlerinin tartışılmasını ve sürdürülebilir yerel kalkınma politikalarının kongre kapsamında geniş bir alanda ele alınmasını hedeflemektedir. Yerel kalkınma ile ilgili çalışan akademik kurumlar, kamu kuruluşları, sivil toplum örgütleri, belediyeler ve diğer ilgili birimlerin daha etkin, verimli ve sürdürülebilir bir yerel kalkınma modeli oluşturulmasına katkı sağlamak amacıyla, önemli uluslararası örnek ve deneyimlerin yerel dinamiklerle ve bu alanda çalışanlarla paylaşımı amaçlanmaktadır. Kongre bu amaçlara ulaşmak için üniversite ve araştırma kuruluşlarından bilim insanları ile belediyeler, il özel idareleri, kaymakamlıklar, kalkınma ajansları ve sivil toplum örgütleri gibi uygulamacıları bir araya getirmeyi, çözüm önerilerinin tartışıldığı bir ortak bilgi platformu oluşturmayı ve sonuçları kamuoyu ile paylaşmayı planlamaktadır. Kongre tam metin bildirileri IJOPEC tarafından uluslararası editörlü bir kitap olarak yayınlanacaktır. Kongre Konuları: • Sürdürülebilir Kırsal Kalkınma • Sürdürülebilir Kentsel Kalkınma • Yenilenebilir Enerji Kaynakları • Mali İşler ve Kaynak Oluşturma • Ar-Ge Girişimcilik ve İnsan Kaynakları • Kırsal Kalkınmada Kadının Rolü • Yerel Yönetimlerde Hukuksal Altyapı • Yaşlılar, Yaşlı Psikolojisi, Sosyal Yaşam ve Yerel Yönetimler • Türkiye’de ve Dünya’da Yaşlılık Politikaları • Kırsal Kalkınmada Mentörlük • Kırsal Turizm ve Alternatif Kırsal Turizm Hizmetleri • Yerel Kalkınma ve Göç • Engellilerin Eğitim ve Kültür Hakkı • Beşeri Kalkınma ve Yerellik • Yerel Kalkınma ve Uluslararası Yabancı Yatırımlar • Yerel Kalkınma ve Emek Politikaları • Yerel Kalkınma Politikalarında Çocukların Yeri • Küreselleşme ve Yerel Kalkınma • İklim Değişikliği ve Yerel Kalkınma • Kalkınma Politikalarında Dönüşüm • Kalkınmanın Retoriği • Neoliberalizm ve Yerel Kalkınma • Sivil Toplum Örgütleri ve Yerel Kalkınma • Sanayi Politikaları ve Yerel Kalkınma • Yerel Kalkınmada Finansman Modelleri • Mikro Krediler ve Kalkınma • Yeşil Ekonomi • Ekomüzecilik • Eğitim ve Kalkınma • İş Güvenliği, İşçi Sağlığı ve Kalkınma • Sendikal Örgütlenme ve Ekonomik Kalkın- ma İlişkisi • Bilişim Sektörü ve Kalkınma • Afet Yönetimi ve Yerel Kalkınma • e-Devlet Yerel kalkınma nedir ve sivil toplum kuruluşları neden yerel kalkınmaya eğilir? Yerel kalkınmaya dünya bankasının kullandığı tanımla açıklık getirebiliriz. Bu tanım; mevcut kaynakların etkin ve verimli olarak kullanılmasıdır. Yereldeki kaynakların sürdürülebilir kullanılması noktasında halkın da katılımcı olmasını sağlarken aynı zamanda çevreye zarar vermeden kaynakların etkin kullanılmasıdır. Biz de Yerel Kalkınma Derneği olarak bu tanım üzerinde çalışmalarımızı yürütüyoruz. Ne gibi çalışmalar örnek verebilirsiniz? Dernek olarak MMG ve Kocaeli Üniversitesi ile uluslararası bir kongre düzenliyoruz. Ayrıca girişimcilik eğitimleri veriyoruz. Bu eğitimler içinde geleneksel olarak bilinen bir restoran gibi girişimlerden ziyade inovasyon odaklı fikirleri önemsiyoruz. Katma değeri yüksek olarak fikirleri girişimcilere sunuyoruz ve finansman konusunda yardımcı oluyoruz. Derneğin finansal kaynakları nedir? Derneğimizin finansal kaynağı üyelerimizin katılım payları ile Avrupa Birliği formları, aynı zamanda kalkınma ajansları. Tüm dünyada ademi merkeziyetçilikten uzaklaşma var ve bu durum siyasette tartışmaya neden oluyor. Yerel kalkınma; yerel siyaset ve yerel demokrasiyi içinde barındıran bir kavram diyebilir miyiz? Şöyle düşünülmelidir ‘küresel düşün yerel hareket et.’ Bir bölgeyi kalkındırmak isterken kalkındırmaya katılımcı olacak olan kısmı ön plana çıkarmak istiyoruz. Yereldeki toplum kendi hikâyesini yazabilmeli, onların da fikri alınıp kullanılabilmeli, onların da bu kalkınma modellerine gayretleri olmalıdır. Halkın kalkınma modelleri içerisinde yer almalarını istiyoruz. Bu katılım sonucunda, halkın projeyi sahiplenmesi oluşuyor mu? Sahiplenme hissi olmadığında projelerden başarı doğmuyor o yüzden sahiplenme çok önemlidir. Proje ile ilgili çalışmaları yürütürken bazı yerlere zarar verilebiliyor. Herhangi bir çalışma sürdürülürken topraklara ya da kirli su atıkları zarar verebiliyor o yüzden anlatmak istediğimiz bir kalkınmadan bahsederken istediğimiz sonuç çevreye zarar verilmeden projenin sürdürülmesidir. Yerel Kalkınma Derneği Başkanı olarak sizce yerel kalkınma önünde gördüğünüz en büyük engel nedir? Bundan 7-8 yıl önce yurtdışına bir araştırma için gitmiştim, iki il arasında giderken yolda otomobillerin iki taraflı park ettiğini gördüm ve sordum; ‘Trafik cezası kesilmiyor mu?’ diye.’ ‘Bu yol çok daralıyor ve kaza ihtimali var’ diye de belirttim. Cevap ise; ‘Burada herhangi bir trafik amiri buna ceza kesemez’ Peki nasıl olur? Halkın bu tercihine karışılamayacağını aktardılar. Sonuç olarak Türkiye’deki en büyük eksiklik halkın katılım oranının az olmasıdır. Merkezi idareler ellerindeki gücü kimseye vermek istemez. Bu durum değişmeyen bir kural gibidir. Halk gördüğü aksaklığı dile getirip gündeme taşır ve bunu sivil toplum örgütleriyle beraber yaparsa üst mevkilerden hakkını alabilir. İkinci bir engel ise sistemin çarpık ilerlemesidir. Yerelde toplanan vergiler yerelde kullanılamıyor. Bir bölgede kullanılan kaynaklar merkezde toplanıyor merkez ise ilgili yerlere dağıtıyor. Bu noktada yerel yönetimlerin bütçelerinin artırılması gerektiğini düşünüyoruz. Örneğin, Almanya’da toplanan vergilerin yüzde 65’i yerelde kullanılmaktadır. Bağdat ve Irak’ta savaş öncesi toplanan vergilerin yüzde 17’si yerelde kullanılmaktaydı. Türkiye deki kaynak kullanım oranımız ise yüzde 10’dur. Bu oran yüzde 10 olunca yerel kalkınma için hizmeti ilerleyemiyor. Yerel yönetimlerin halkta yerleşmiş bir algısı var. Bu bahsettiğiniz sistem değiştiğinde bu algı değişir mi? Ekonomik anlamda yerel yönetim ile ilgili çok fazla başlık oluyor. Belediye bütçeleri, kurum kuruluş bütçeleri dağıtıldığı için kullanılamıyor. Belediyelerin önceliklerini çok iyi belirlemesi gerekiyor. Avrupa’dakilerin mantığı; kirleten öder. Eğer çevre sizin tarafınızdan kirletiliyorsa sizin tarafınızdan ödenmelidir diyorlar. Örneğin; Avrupa Birliği Komisyonu ‘Türkiye’deki su fiyatları çok düşük, nasıl çevre ve kalkınma politikası sağlayacaksınız?’ diye soruyor. Mayıs - Haziran 2015 65 SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ Yeryüzü Mühendisleri Derneği’nin Gayesi, Çıkış Gerekçeleri ve Hikayesi Yrd. Doç. Dr. Ömer Faruk KÜLTÜR Yeryüzü Mühendisleri Derneği Başkanı Sivil toplum kuruluşu (STK) resmi kurumlar dışında ve bunlardan bağımsız olarak çalışan, politik, sosyal, kültürel, hukuki ve çevresel amaçları doğrultusunda lobi çalışmaları, ikna ve eylemlerle çalışan, üyelerini ve çalışanlarını gönüllülük usulüyle alan, kâr amacı gütmeyen ve gelirlerini bağışlar ve/veya üyelik ödemeleri ile sağlayan kuruluşlardır. Sivil toplum örgütleri oda, sendika, vakıf ve dernek adı altında faaliyet gösterir. KURULUŞU Yeryüzü Mühendisleri’nin ilk nüvesi, Mimar ve Mühendisler Grubu (MMG) İnşaat Komisyonu’nun bir faaliyeti olarak 2007 yılında ortaya çıktı. Dönemin Komisyon Başkanı Dr. Ömer Faruk Kültür, insani yardım çalışması yapan İHH, Yeryüzü Doktorları, Deniz Feneri, Yardımeli gibi kuruluşlara çağrı yaparak mühendislik ve mimarlık alanına giren her türlü konuda gönüllü olarak onlara hizmet verebileceklerini bildirdi. İlk olarak İHH’nın sel felaketi sonrası Pakistan’da yapmak istediği eğitim yerleşkesinin projelerinin MMG üyesi Mimar Yavuz Sarı tarafından tamamlanmasıyla başladı. Bu çalışma akabin66 Mimar ve Mühendis de yine Yavuz Sarı’nın Deniz Feneri'ne fakir bölgeler için Okul Projeleri ile devam etti. Benzeri çalışmaların devamı ile artık kurumsal bir yapıda daha etkin daha fonksiyonel hareket edilebilecek bir yapıya ihtiyaç duyularak dernek olma fikri gelişti. Dernek, insani yardım kuruluşlarının temsilcilerinin de kurucusu olduğu kurucular kurulu İnşaat Yüksek Mühendisi Murat Özdemir başkanlığında Aralık 2012 yılında resmileşmiş oldu. ÇIKIŞ GEREKÇELERİ Son yüzyıl yeryüzü için hakkı üstün tutanların, gücü üstün tutanlara yenilmesi ile birlikte kan ve gözyaşı ile dolduğu bir gerçek oldu. Bu gerçeği gören mimar ve mühendislerin vicdani sesi bu yaraları kendi mesleki yeteneği ile sarmada kayıtsız kalmak istemedi. İnsani yardıma muhtaç olma sebepleri arasındaki en büyük etken emperyalist güçlerin çıkarmış oldukları savaşlar başı çekmektedir. Bunun ardından ise doğal afetler gelmektedir. Temel insani yardım çalışmalarını doğuran sebepleri sıralarsak; savaşlar sebebi ile göçler, sel, deprem, yangın, kıtlık vb. olaylar gelmekte ve bu kötü durumlar neticesinde susuzluk, gıdasızlık, evsizlik, gibi en temel insani ihtiyaçlar karşılanamaz olmaktadır. Son yüzyıl yeryüzü için hakkı üstün tutanların, gücü üstün tutanlara yenilmesi ile birlikte kan ve gözyaşı ile dolduğu bir gerçek oldu. Bu gerçeği gören mimar ve mühendislerin vicdani sesi bu yaraları kendi mesleki yeteneği ile sarmada kayıtsız kalmak istemedi. İnsani yardıma muhtaç olma sebepleri arasındaki en büyük etken emperyalist güçlerin çıkarDIĞI savaşlar başı çekmektedir. AÇLIK VE SUSUZLUK Yeryüzünün en ciddi sorunların biri kuşkusuz açlık ve bunun sebeplerinden olan kendisi dahi başlı başına sorun olan susuzluktur. Yoksulluk, sefalet ve ölümle birlikte açlık’Mahşerin Dört Atlısı’ndan biri sıfatıyla anılmıştır. Bunun gayet anlaşılabilir nedenleri vardır: İnsan, hayata tutunabilmek ve varlığını devam ettirebilmek için karnını doyurmak zorundadır. Dahası, sadece ölmeyecek kadar karın doyurmak yetmemektedir. İnsanın hayatını anlamlı kılacak ekonomik, siyasi, kültürel ve sanatsal faaliyetlere katılabilmesi, üretebilmesi ve değer ortaya koyabilmesi sağlıklı olmasına, sağlıklı olması da iyi beslenebilmesine bağlıdır. Diğer yandan açlık ve susuzluktan ölen insanların sayılarının savaşlarda ölen insan sayıları ile kıyaslanamayacak kadar çok olduğunu da düşündüğümüzde işin vahameti çok net ortaya çıkar. Bazı rakamlarla bunları ifade edecek olursak; dünyada 1 milyar dolayında insan temiz içme suyundan yoksun yaşıyor. 100 milyondan fazla kişi evsiz yaşamaktadır. Birleşmiş Milletler (BM) raporunda yayınlanan rakamlara göre, dünyada yaşayan her 8 kişiden en az biri, başka bir deyişle 7 milyar 125 bin olan dünya nüfusunun 800 milyondan fazlası aç. Bu durumdan en fazla etkilenen kesim ise çocuk ve kadınlar olmaktadır. Bu ise her türlü istismara yol açarak telafisi mümkün olmayan yaralar açmaktadır. Dünyadaki bulaşıcı hastalıkların ve enfeksiyonun en büyük sebebi temiz olmayan suların kullanımı olmaktadır. İnsani yardım çalışmalarında mühendislik ve mimarlık disiplinleri olmadığı takdirde kıt olan kaynakların yerinde kullanılmamasından dolayı israf olabilmekte bu da istenmeyen bir durum oluşturmaktadır. Mühendislik hizmetlerine ayrılmayan 1 birimlik kaynağın telafisi için 20 birimlik kaynak harcanması gerekebilmektedir. EVSİZLİK DUL VE YETİMLER Savaş, kıtlık ve göçlerin kaçınılmaz sonuçlarından biri de kuşkusuz yetimler, kimsesiz kalan çocuklar ve yaşlılardır. Buna mesleği olmayan yardıma muhtaç kadınları (dulları) da kattığımızda aslında geri kalan herkes bu sınıfa giriyor. Düşkünler deyince akla gelen ilk örneklerden ve bölgedeki zulmün vardığı boyutları, sınır tanımazlığı en güzel halde özetleyen Rachel Corrie olayıdır. Filistin’de hasta kadın ve çocuklara yardım eden doktorun evinin yıkılmasını önlemeye çalıştığı için öldürülen 23 yaşındaki, Amerikalı üniversite öğrencisi Rachel Corrie. 16 Mart 2003’te Washington’un Olympia kasabasından kalkarak, Filistin’de yaşanan zulme karşı direniş göstermek amacıyla Refah’a gelen genç kızın karşısında bir İsrail buldozeri altında son bulan bir hayat. “Evsizlik” olgusu evsizlerin toplumdan dışlanması, sokakta, şiddet, kaçırılma, istismar, yaralanma, öldürülme, fuhuş, suça zorlanma veya yönelme, alkol ve madde bağımlılığı, bulaşıcı ve ölümcül hastalıklara yakalanma gibi sorunlarla karşılaşabilmelerine sebep olur. Evsizler, doğrudan suça yönelmenin dışında ihmal ve istismara uğrama; bali, tiner, sigara gibi bağımlılığa yol açan maddeleri kullanma; dayak, yaralama, ölüm gibi şiddete maruz kalma veya maruz bırakma; adam öldürme, fuhuşa yöneltme; psikolojik sorunlarla Mayıs - Haziran 2015 67 SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ dis ve teknik insanlarla birlikte yardım kuruluşları ve diğer organizasyonlarla işbirliği ile sorumluluklarının bilincinde olarak insanlığa hizmet vazifesini yerine getirmektir. yüz yüze gelme; sağlık problemleri; cinsel taciz ve tecavüze maruz kalma veya maruz bırakma gibi olumsuzlukları yaşayabilmekte ya da yaşatabilmektedir. Evsizler, ayrıca uykusuzluk, güvenlik, hijyenik imkanlardan yararlanamama, banyo yapma, elbiselerini temizleme ve kurutma imkanlarından yoksunluk, yiyecek temin etme sıkıntısı, toplu taşıma araçlarından yararlanamama gibi durumları da yaşar. DOĞAL AFETLER Deprem, heyelan, kaya düşmesi, çamur seli, sel, aşırı kar, çığ, don, fırtına, tipi, yıldırım düşmesi, dolu, sis, kuraklık, orman yangını, kasırga, iklim değişiklikleridir. Doğal afetler sonrasında insani yardımın en çok gerektiği zamanlar olmaktadır. Ancak depremin meydana gelmesi, önlenemez. Fakat bu olayların olumsuz etkilerinin olabildiğince azaltılması mühendislik disiplini ile sağlanabilir. Bu amaçla alınacak önlemler; • Haberleşme, ulaşım ve trafik güvenliğinin sağlanması, • Can kaybının en aza indirilmesi (kurtarma), • Emniyet ve asayişi sağlama, • Ölü ve yaralıların yıkıntı altından 68 Mimar ve Mühendis tekniğine uygun çıkarılması, • Tıbbî ilk yardım, hasta ve yaralıların hastaneye nakli, • Ölenlerin gömülme işlemlerinin yürütülmesi, • Yangınların söndürülmesi, • Acil ve geçici barınmanın sağlanması, • Hastalıkları önleyecek sağlık koşullarının sağlanması, • Evsiz, barksız kalan insanların yiyecek, giyecek, ısınma ve barınma ihtiyacının karşılanması, • Elektrik, su ve kanalizasyon düzenlerinin işler duruma getirilmesi, karantina önlemlerinin alınması, • Yıkıntı kaldırma ve temizlemenin yapılması ve • Zararların saptanmasını kapsayan önlemler hepsi mühendislik alanına girmektedir. GAYESİ Yeryüzü Mühendisleri varoluş gerekçelerinin ilki olan insani değerleri yüceltme ve insanı merkez alan bakış açısı gereği dünyanın her yerinde; aldığı eğitimi, bilgiyi ve uzmanlığı insanlık yararına kullanma değerlerine sahip mimar, mühen- HEDEFLERİ Yeryüzü Mühendisleri uzman gönüllüleri bir araya getirerek ulusal ve uluslararası yardım kuruluşu ve organizasyonları ile birlikte atılacak doğru adımlarla yeryüzündeki yardıma muhtaç insanlara etkili ve kalıcı çözümler üretmek için, yeryüzünün neresinde mahrum ve muhtaç bir insan varsa, orada olmak üzere hazır bulunmaktır. Yeryüzü Mühendisleri, sivil toplum faaliyetlerinin etkinleştirilmesi ve geliştirilmesini sağlamak ve bu konuda çalışmalar yapan kişi ve kuruluşlara mühendislik, mimarlık, şehir ve bölge planlama hizmetleri ile destek vermek amacı ile faydalı olmak istemektedir. İnsani yardımda mimarlık ve mühendislik hizmetlerinin kurumsallaşması, biriktirilen mesleki hafızanın insanlık yararına kullanılması önemlidir. İnsanlığın mesleki noktada geldiği en son imkanların da bu alanda kullanılması, yardımların daha etkin ve verimli olmasını sağlayacaktır. Mühendislik disiplini, yapısı gereği en uygun çözümü bulup en uygun şekilde gerçekleştirme disiplinidir. İnsani yardım konusunda da hayır için ayrılan kaynakların israf edilmeden yerine ulaşması ve bunun sürekliliğinin sağlanması önemli olmaktadır. Planlama, maliyet kontrolü, verimlilik, güvenlik sağlamlık, fıtrata uygunluk prensiplerine göre çözümler üretmek mimar ve mühendislerin görevidir. ZAMANIN TANIĞI MMG Kadem Ekşi MMG Denetleme Kurulu Üyesi MMG bu ülkede umudun, barışın ve kalkınmanın adıdır. MMG yapı ustalarının işlediği granittir, mihenk taşıdır. Özü sözü bir olanların gönüllü buluşma noktasıdır. E ğilip bükülmeden, payanda olmadan, güçlü temeliyle yürüyen, gücünü kamudan değil kendi dinamiklerinden alan Mimar ve Mühendisler Grubu (MMG), özgün ve özgür duruşun adıdır. MMG aslında, Anadolu insanındaki bu toprağın değerlerini, bu toprağın insanlarına yeniden hatırlatmak ve evrensel ilkelerle ülkenin geleceğine katkı koyma iddiasıdır. Ülkenin şartları farklılaşsa da zamanın tanığı ve şahidi olan MMG’ye, ruhunu veren temel inanç ve değerler değişmez. Yüz akı bir buluşma noktası olan MMG’de fedakarlık, ekip çalışması ve hedefine odaklanmış mücadele vardır. Her yönetim kurulu girişimci ruhuyla, erdemle yoluna devam eder. MMG çeşmesine musluk takılmaz. O hikmet, imar ve ihsanla akarsu gibi çağlar ve bu nehir dur tabelasıyla da durmaz. Bereketli Anadolu toprağında genetiği bozulmamış MMG, 20 yıldır bu kutlu yürüyüşüne devam ediyor. Küçük adımlarla başlayan bu yürüyüş ürettiği değerlerle adından söz ettirmeyi başarmıştır. 20 yıldır devam eden kahvaltılı toplantı, sempozyum, fuar, panel, teknik geziler, biz bize toplantılar grubumuzun dışa yansıyan yüzüdür. Her etkinlik alanı, bir eylem plan üzerinde çözüm odaklı çıktısı olan kamuoyu ve basınla paylaşılmış kardeşliğimizi pekiştiren gönüllerin buluştuğu mekanlardır. Murat Özdemir başkanın güzel bir lafı var: "STK’lar sıçrama taşı değil sadaka taşı olmalı insanlar için." Benim MMG’ye katılmam Osman biz bize toplantı TEKNİK GEZİ ZİYARETLER 20 yıldır devam eden kahvaltılı toplantıLAR, sempozyum, fuar, panel, teknik geziler, biz bize toplantılar grubumuzun dışa yansıyan yüzüdür. Her etkinlik alanı, bir eylem planI üzerinde çözüm odaklı çıktısı olan kamuoyu ve basınla paylaşılmış, kardeşliğimizi pekiştiren, gönüllerin buluştuğu mekanlardır. Arı’nın Genel Sekreterliği’nde oldu. Yakup Güler aracılığıyla 1997 yılında MMG’nin 159 nolu üyesi oldum. Zamanla ortak arkadaşlarla dostluğumuzu pekiştirerek gruptaki komisyonlar ve yönetim kurullarında görev aldım. MMG hepimiz için bir okul aslında, iş dünyasında koşarken yoruluyoruz. Bir nefeslenme, tazelenme, arınma aslında bizler için. İnanıyorum ki tüm paydaşlarda da olumlu izler bırakmaktadır. Kazanırken, koşarken durmalı insan, nereye koştuğunu farkederek, dönüp özünü de aramalı. Tohum her dem toprakla buluşur, taze filiz verir. Çığlık, hak ve adalet içinse yankısını bulur, filizlenir. İyi ki milletin ortak aklı, vicdanı ve çığlığı olan bir MMG var. Mayıs - Haziran 2015 69 SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ Sivil Toplum Geliştirme Merkezi Derneği (STGM) Genel Koordinatörü Tezcan Eralp Abay ÇABAMIZ GÜÇLÜ VE DEMOKRATİK BİR SİVİL TOPLUM STGM’nin vizyonu ‘Güçlü ve Demokratik bir Sivil Toplum’dur. Güçlü ve demokratik bir sivil topluma ulaşılmasını hedefleyen STGM sivil toplum içinde katılımcılığın ve demokrasinin gelişimi, örgütlülüğün ve özerkliğin güçlendirilmesi, sivil toplumun karar alma süreçlerinde söz sahibi olması için kendi öncelik alanları içinde savunuculuk, kampanya, araştırma, eğitim ve lobi çalışmaları yürütmektir. STGM Türkiye’de örgütlülüğün ve sivil toplumun gelişimi, demokratik katılımın yani karar alma süreçlerinde sivil toplum örgütlerinin (STÖ) dahiliyetinin artması için çaba gösteriyor. sivil toplum örgütlerinin güçlendirilmesi için çalışmalar yürütüyor, destekler veriyor. STGM’nin amaçlarından bahseder misiniz? SRGM’nin amaçlarını şöyle sıralayabiliriz: 1. Sivil örgütlerin bilgi, ekonomik güç ve cesaret eksikliklerini giderecek çalışmalarla verimliliklerinin artırılmasına yardımcı olmak, 2. Sivil toplumun haritasını ve veritabanını oluşturmak, iletişim ağı kurmak; ulusal STÖ platformları oluşturma çabalarını desteklemek, STÖ’ler arasında her türlü bilgi ve deneyim paylaşımını teşvik edecek olanakları sağlamak, 3. Kitle iletişim araçlarını kullanarak sivil örgütlerin çalışmalarını duyurmak ve lobi faaliyetleri yürütmek; böylece sosyal girişimciliği özendirerek ve toplumsal farkındalığı artırarak, sivil inisiyatifi güçlendirmek, 4. STÖ’lerin karar alma süreçlerine katılımını teşvik etmeye, halkla olan diyaloglarını geliştirmeye, kurumsal gelişmelerini ve sürdürülebilirliklerini sağlamaya; ayrıca uluslararası işbirlikleri kurarak deneyim kazanmaları ve bu deneyimi aktarmalarına, birbirleriyle ağ oluşturma ve ağları sürdürebilmelerine ve kurumsal altyapılarını güçlendirmelerine yönelik olarak; örgütsel, yönetsel, finansal, hukuksal altyapıları ile iletişim ve insan kaynakları kapasitelerini geliştirmek, 5. Benzer amaçlı uluslararası kurumlarla işbirliği yapmak, kendi işlevini geliştirmeye hizmet edecek ağlara üye olmak, 6. STÖ’lere verilecek desteğin verimli, adil ve ilkelere uygun kullanımı için yöntemler geliştirmektir. Sivil toplum örgütlerinin siyasi karar alma süreçlerinde söz sahibi olması, dolayısıyla demokrasinin gelişimi için ne tür çalışmalar/ faaliyetler/projeler yürütüyoruz? STK’lara nasıl destek veriyoruz? STGM, hedef grubu olarak seçmiş olduğu toplumsal cinsiyet, çocuk, insan hakları, gençlik, çevre, engelli hakları ve 70 Mimar ve Mühendis kültürel haklar / kültür-sanat alanlarında faaliyet gösteren sivil toplum örgütlerine çalışmalarında destek verir. STGM, sivil toplumun ihtiyaçlarına göre desteklerini çeşitlendiriyor ve faaliyetlerini kurguluyor, ancak sivil örgütlerin kendi yapabilme kapasitelerinin artırılması, sivil toplumun sesinin yaygınlaşması, karar alma süreçlerine katılımının artması ve demokrasinin güçlenmesi alanlarında esas faaliyetlerimizi yürütüyoruz. STGM, yoğun kapasite geliştirme destekleri de sunar. Genel eğitimler ile savunuculuk, ayrımcılık karşıtı politikalar geliştirme, sosyal medya, kampanyacılık gibi başlıklarda tüm alanlardan aktivistleri ve STÖ’leri güçlendirir. Kurumsal koçluk ve yerinde kurumsal destekler ile örgütlere veya ağlara özelleştirilmiş kapasite geliştirme destekleri ile özel programlar da yürütür. Kapasite geliştirme desteklerimizin yanı sıra sivil ağların güçlendirilmesi; farklı alanlarda çalışan STÖ’ler arasındaki diyalogun artırılmasına yönelik, ayrıca sivil örgütlerin lobi ve kampanya faaliyetlerine verdiğimiz destekler sayılabilir. STGM’nin stgm.org.tr web sitesi de aktivistler için temel başvuru kaynağı olmasının yanında araştırmacılar için bir kılavuz işlevini görür. Aynı zamanda STGM web sitesi sivil toplum gündeminin takip edilebildiği en önemli sivil toplum portallarından birisidir. Web sitesini her ay 10 binlerce kişi ziyaret etmektedir. STGM çıkardığı onlarca yayınla da hem alanın bilgisini toplamakta, hem de farklı seviyelerdeki sivil toplum örgütleri için rehberler hazırlamaktadır. http:// stgm.org.tr/tr/icerik/goster/kitaplar-2 adresinden çıkardığımız kitaplara ulaşabilirsiniz. Ne tür faaliyetler düzenliyoruz? Hedef grubumuzdaki STÖ’lerle beraber onların kapasitelerinin güçlendirilmesinin yanında görünürlüklerini artırmaya dönük de çalışmalar yapıyoruz. Sivil toplumun sözünü, gündemini taşıyoruz. Açık Radyo’da 2 sene boyunca Bizsiz Olmaz isimli bir radyo programı yürüttük. Yakın zamanda sonlandı bu program. Sivil toplum örgütlerinden temsilcilerin katılımıyla geniş bir çerçevede gündemdeki konuları dinleyicilerle buluşturduk. STÖ’lerin kendi alanlarında yürüttüğü kampanyaları da bu perspektifle destekledik, desteklemeye devam ediyoruz. En önemli nokta şu ki biz örgütlere doğrudan maddi destekte bulunmuyor, onların kampanyasını güçlendirecek bir STÖ temsilcileriyle düzenli olarak bir araya gelerek sivil toplum gündemini konuştuğumuz, kendimize yol haritası çıkardığımız Danışma Kurulu toplantıları da yapıyoruz. 12’nci Danışma Kurulu’nu Aralık 2014’te 100’e yakın STÖ temsilcisinin katılımıyla gerçekleştirdik. Bunu daha küçük ölçekte yerellerde de gerçekleştiriyoruz. Yeni Anayasa sürecinde, örgütlenme özgürlüğünün alanının genişletilmesi ve anayasal güvenceye kavuşturulması noktasında da çalışmalar yürüttük. Bu konuda hazırladığımız ayrıntılı bir öneriyi sivil toplumun da görüşüne açtıktan sonra nihayetlendirerek Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na sunduk. Anayasa sürecinde daha çok STÖ’nün katılması, beklentilerini yazması için de “Bizsiz Anayasa Olmaz” kampanyası düzenledik. Türkiye’nin her bölgesinde gerçekleştirdiğimiz toplantıların ardından bir platform oluşturarak bir yandan süreci izlerken diğer yandan da sivil toplumun sürece daha etkin katılması için uğraş verdik. destek sunuyoruz. Hem kampanya kurgusu üzerinden detaylıca çalışıyor hem de üretmek istedikleri materyalleri profesyonel grafik tasarımcılarla beraber hazırlıyoruz. Hem biz hem onların beraberce öğrendiği bu süreç kampanyalarının görünürlüğünü, kurumsal kimliklerini de güçlendiriyor. Yine STÖ’lerin görünürlüklerini artırmak için her 2 yılda bir Sivil Sesler Festivali adıyla Türkiye’nin tek sivil toplum festivalini yapıyoruz. Türkiye’nin birçok farklı kentinden gelen aktivistler panel, konferans gibi etkinliklerin yanı sıra kendi önerdikleri atölyeleri, festival ziyaretçilerinin de katılacağı oyunları, gösterileri planlıyor. Son festival Soma’daki faciadan iki gün sonra olduğu için ona bir buluşma dedik ve bu etkinliklerin dozunu, görünürlüğünü biraz azalttık. STÖ temsilcileriyle düzenli olarak bir araya gelerek sivil toplum gündemini konuştuğumuz, kendimize yol haritası çıkardığımız Danışma Kurulu toplantıları da yapıyoruz. 12’nci Danışma Kurulu’nu Aralık 2014’te 100’e yakın STÖ temsilcisinin katılımıyla gerçekleştirdik. Bunu daha küçük ölçekte yerellerde de gerçekleştiriyoruz. Yeni Anayasa sürecinde, örgütlenme özgürlüğünün alanının genişletilmesi ve anayasal güvenceye kavuşturulması noktasında da çalışmalar yürüttük. Bu konuda hazırladığımız ayrıntılı bir öneriyi sivil toplumun da görüşüne açtıktan sonra nihayetlendirerek Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na sunduk. Anayasa sürecinde daha çok STÖ’nün katılması, beklentilerini yazması için de “Bizsiz Anayasa Olmaz” kampanyası düzenledik. Türkiye’nin her bölgesinde gerçekleştirdiğimiz toplantıların ardından bir platform oluşturarak bir yandan süreci izlerken diğer yandan da sivil toplumun sürece daha etkin katılması için uğraş verdik. Biliyorsunuz anayasa komisyonunun çalışmaları şimdilik durdu, ancak seçimlerin ardından yeni dönemde bu konunun en öncelikli gündem maddelerinden birisi olacağını öngörerek bu konuda da süreci takip etmeye hazırlanıyoruz. STÖ’lerin kendi yapabilme kapasitelerinin gelişmesinin, bilgi ve iletişim teknolojilerini etkili ve verimli şekilde kullanmalarından, bunun için de teknolojiye ve bilgiye erişim olanaklarının artmasından geçtiğine inanıyoruz. Bu bağlamda en önemli çalışmalarımızdan biri de sivil toplumun dijital kapasitesinin güçlendirilmesi. Farklı seviyelerde kurguladığımız programla sivil Mayıs - Haziran 2015 71 SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ toplumun dijital savunuculuk, yayıncılık ve örgütlenme konularında güçlenmesini, sözünü ve taleplerini yaygınlaştırmasını, bunlarla beraber alana ilişkin ürettiği bilgiyi de toplumsallaştırmasını amaçlıyoruz. Bunun ilk adımı olarak TechSoup Global ile birlikte TechSoup Türkiye Yazılım Bağışı Programı’nı hayata geçirdik. 50’nin üzerinde ülkeyi kapsayan TechSoup Global ağının bir partneri olarak STGM Türkiye’de, bilişim teknolojileri alanında çalışan şirketlerin kar amacı gütmeyen kuruluşlara yönelik teknoloji bağışı programlarını yürütüyor. Microsoft, Yazılım Bağışı Programı’nın ana bağışçısı, diğer bağışçımızsa Bitdefender. Zamanla bağışçılarımızın sayısı ve çeşitliliği artacak. Bağış programı kapsamında sivil toplum örgütleri işletim sistemi yazılımları, sunucu yazılımları, güvenlik 72 Mimar ve Mühendis Farklı seviyelerde kurguladığımız programla sivil toplumun dijital savunuculuk, yayıncılık ve örgütlenme konularında güçlenmesini, sözünü ve taleplerini yaygınlaştırmasını, bunlarla beraber alana ilişkin ürettiği bilgiyi de toplumsallaştırmasını amaçlıyoruz. yazılımları gibi şimdilik 200’e yakın ürün için bağış talebinde bulunabilecek. En önemlisi lisanslı yazılım kullanmanın avantajlarından yararlanırken korsan yazılım kullanmanın yol açabileceği cezai sonuçlar ve işletimle ilgili sorunlardan kaçınabilecek. Dijital dünyanın sivil toplum için açtığı savunuculuk ve örgütlenme imkanlarını daha etkin kullanabilecekleri dijital güçlendirme programları yürütmek için kolları sıvadık. Bu alanda yaptığımız öncü yayın çalışmaları (STÖ’ler İçin Bilişim Rehberi) ve sosyal medya eğitimlerini geliştirmek ve yaygınlaştırmak için hazırlıklarımızı sürdürüyoruz. Bunun dışında teknolojide yenilikçi uygulamaları paylaşarak ve yeni araçları göstererek örgütleri BİT alımları ve altyapıları konusunda daha donanımlı hale getirecek destekler sunmayı planlıyoruz. Mayıs - Haziran 2015 73 SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ TGTV STK OKULU EĞİTİM PROGRAMI Kemal Kaya Türkiye Gönüllü Teşekküller Vakfı Müdürü Türkiye Gönüllü Teşekküller Vakfı, bünyesinde bulunan 130 vakıf-dernek, 2 platform, 1 uluslararası birlik ile ülkemizin en önemli şemsiye kuruluşudur. Vakfımız, gönüllü kuruluşlarımızı ve STK’ları ülkemizin birlik ruhu içinde var olup yükselmesi, insanımızın huzur ve güven içinde başı dik olarak geleceğe bakması için desteklemekte ve kurumsal kapasitelerinin arttırılması için çalışmalar yapmaktadır. B u çalışmalardan bir tanesi olan TGTV STK Okulu Eğitim Programı, 2005 yılından itibaren STK’larımızın insan gücünün desteklenmesine yönelik bir eğitim destek programı olarak yapılmaktadır. Türkiye Gönüllü Teşekküller Vakfı’nın TGTV STK Okulu, STK çalışanlarını ve STK çalışanı olmayı düşünenleri başarılı birer STK profesyoneli olabilmeleri için gerekli bilgi, beceri, anlayış ve deneyim ile donatmayı amaçlamaktadır. Yılda iki kere yapılan eğitim programında teori ve uygulama birlikte yapılmaktadır. Konulu STK ziyaretleri, grup çalışmaları ile tecrübe aktarımının da gerçekleştiği eğitim programında katılımcılara “Sivil Toplum” ve “Gönüllü Toplum” anlayışı birlikte verilmektedir. TGTV STK Okulu Eğitim Programına katılmak için bir STK tarafından tavsiye edilme şartı aranmaktadır. Böylelikle alınan eğitimin STK’larımızın insan kaynağının gelişmesine katkı sağlaması hedeflenmektedir. Eğitim programı, katılımcıların STK ortamında karşılaştıkları güncel ve kullanılabilir konu başlıklarını içermektedir. Aşağıdaki programı belli bir katılım yüzdesi ile bitirenlere program sonunda katılım belgesi verilmektedir. GÖNÜLLÜ TEŞEKKÜLLERDE YÖNETİŞİM KURALLARI Gönüllü teşekkül yönetimince oluşturulan yönetim ilkeleri çerçevesinde kurum içi çalışanların ve personel çalışmalarını prosedüre edecek dokümantasyon oluşturulması ve işletilmesi 74 Mimar ve Mühendis sağlanacaktır. • Kurumsal Yönetim İlkeleri • Prosedür, talimat, görev tanımı • Performans Yönetimi • İş Sonuçlandırma ve Raporlama • Kurumsal Doküman Hazırlama (Kural İşletimi) GÖNÜLLÜ TEŞEKKÜLLERDE İSTİŞARE VE İSTİŞARE MEKANİZMALARI Gönüllü teşekküllerin en önemli özelliği olan istişare ve istişare ile iş yapma konusunda bilgilendirme yapılıp, istişare mekanizmalarının en verimli şekilde nasıl organize edileceği işlenmektedir. • Kurum Organı (yönetim kurulu, İcra Kurulu, Yüksek İstişare Kurulu vs.) Toplantıları ve Organizasyonu • Genel Kurul ve Organizasyonu • Çalıştaylar ve Organizasyonu STK’ların iş, işlem ve faaliyetleri kurum içi ve kurum dışı denetçilerin denetimine hazır olmalıdır. Denetimlere nasıl hazırlık yapılması ve denetçilerin STK denetimlerinde karşılaştıkları genel kusurlar aktarılmaktadır. STK ÇEŞİTLERİ VE HUKUKSAL ÇERÇEVELERİ Sivil toplum faaliyetleri, mevzuat ile çerçevesi çizilmiş kurumsal yapılar ile yapılmaktadır. Bu kurumsal organizasyonlarının işlevsel ve hukuki özellikleri katılımcılara tanıtılmaktadır. • Vakıf • Dernek • Uluslar arası Birlik • Platform • Federasyon • Konfederasyon STK FAALİYET MUHASEBESİ VE MALİ TABLOLARI OKUMA Gönüllü teşekküller, mali kaynaklarını mevzuatlarının gösterdiği doğrultuda oluşturmak ve harcamak zorundadır. Faaliyetlerin muhasebeleştirilmesi karar ve belgelendirme süreçleri ile mali tabloların değerlendirilmesi ile ilgili olarak katılımcılara uygulamalı eğitim verilmektedir. • Kasa İşlemleri • Banka İşlemleri • Gelir-Gider Belgelendirmesi • SGK İşlemleri • Bilanço • Demirbaş KURUMSAL HAFIZA OLUŞTURMA VE ARŞİV YÖNETİMİ Gönüllü teşekküllerin faaliyetlerinin kurumsal hafızaya alınması faaliyetlerin verimliliğinin artırılmasına ve geliştirilmesinde, strateji oluşturulmasında önem arz etmektedir. Kurumsal hafıza tutma yöntemleri ve teknolojileri tanıtılmaktadır. • Kurumsal Hafıza Nedir, Nasıl Tutulur? • Arşivleme • Dosyalama STK’LARDA DENETİME HAZIRLIK STK’ların iş, işlem ve faaliyetleri kurum içi ve kurum dışı denetçilerin denetimine hazır olmalıdır. Denetimlere nasıl hazırlık yapılması ve denetçilerin STK denetimlerinde karşılaştıkları genel kusurlar aktarılmaktadır. • İç Denetime Hazır Olma • Dış Denetime Hazır Olma STK’LARDA KURUMSAL DİL, TEMSİL VE DELEGASYONDAKİ TEMEL USULLER STK yöneticisi ve çalışanına gerek kurum içi gerekse kurum dışı protokol uygulamaları hakkında bilgilendirme yapılarak, STK- kamu kurumu ilişkilerinde yaşanabilecek muhtemel protokol krizleri hakkında farkındalık sağlanmaktadır. • Kurumsal Dil Kullanımı (görüşme ve yazışmalar ) • Randevu Alma, Randevu Verme • Protokol Karşılama ve Uğurlama • Program Protokol Kuralları (Takdim, Oturma Düzeni) RAPORLAMA TEKNİKLERİ VE RAPOR YAZIMI EĞİTİMİ STK’ların en önemli faaliyetleri toplantılardır. Toplantıların verimli bir şekilde takip edilmesi ve raporlanması hayati önem taşımaktadır. STK yönetiminin istifade edeceği şekilde toplantıların raporlaştırması eğitimi verilmektedir. • Toplantı Sonuç Raporu • İstişare Sonuç Raporu MEDYA İLİŞKİLERİ VE MEDYA YÖNETİMİ Kurumun, kurum faaliyetlerinin duyuru ve haber yönetimin nasıl yapılması ve medya ilişkilerinin yürütülmesi konusu işlenecektir. • Medya İşleyişi • Medya Kuruluşları • Basın İrtibat Teknikleri • Basın Toplantısı Organizasyonu • Basın Davet Yazısı • Haberleştirme MEDYA TARAMA USULLERİ • STK’larda Sosyal Medya Yayıncılığı • Katılımcılara sosyal medya ortamlarının aktif kullanılması ile ilgili teknikler anlatılacaktır. VEB SİTESİ, BLOG, YOUTUBE, FACEBOOK, TWİTTER STK Yayınları ve Görsel Sanat Yönetimi: Gönüllü teşekküllerin basılı tanıtım yayınları için görsel malzeme oluşturulması ve kurum algısını en iyi oluşturacak materyalin seçimi, teknik hazırlık ve tanıtım metinleri hakkında bilgilendirme yapılacaktır. • Bülten • Dergi • Kitap • Fotoğraf • Ödüller • Tanıtım Yazıları STK’LAR İÇİN OFİS TEKNOLOJİLERİ Gönüllü teşekküllerimizin işleyişini kolaylaştıracak ofis teknolojileri hakkında tanıtım ve bilgilendirme yapılmaktadır. • Ofis Yazılımları • Veri Tabanı Oluşturma • Bilgi İşlem Yönetimi • Bilgi Güvenliği Mayıs - Haziran 2015 75 SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ YENİ BİR MEDENİYET ARAYIŞINDA MMG’NİN SERÜVENİ YAKUP GÜLER MMG, 1986- 1987’li yıllarda mezun olmuş Yıldız Üniversiteli bir grup arkadaşımız ile okul sonrası ilişkilerimizin hem mesleki hem de fikri çerçevede sürdürülmesini, geliştirilmesini sağlamak gayesiyle yola çıkma serüvenimizdir. M imar ve Mühendisler Grubu (MMG) tarihine kayıt düşmek için bir hatırlatma yapmakta fayda var. MMG’nin bir fikri kurucuları vardır bir de resmi kurucuları vardır. Vefa gereği söylemeliyim ki fikri kurucularının başında Osman Arı Bey’in öncülüğünde Yıldız Teknik Üniversitesi (YTÜ) mezunu bir grup arkadaşımız vardır. Üniversite yıllarımızda yaşadığımız samimi ve güzel birliktelik ve yoğun fikri ortam bizleri, mezuniyet sonrası ticari ve mesleki faaliyetimizi sürdürürken mühendislik ve mühendislik felsefesi konularında kafa yorabileceğimiz bir ekip çalışması yapmaya yöneltmiştir. Bu yaklaşımı tartışırken, mevcut piyasa şartlarında faaliyet gösterecek olan mezun arkadaşlarımızın mesleki performanslarının yanında iyi bir entelektüel düzeye sahip olmaları ve farklı bir mühendislik algısı oluşturmaları gerekliliğine inanıyorduk. Farklılığın temelinde bizim dünya ve eşya ile ilişkimizin Müslümanca bir tavır ve çerçevede anlaşılması, bunun için ilkeli ve ahlaklı mühendislerin iş alanında farklı bir sorumluluk bilincinde olması zarureti yatıyordu. Bu düşünceleri ortaya koymamız içinde bir platform ve/veya bir dernek çatısı gerekiyordu. Ben mezuniyetten kısa süre sonra İngiltere’ye gittim ve bu süreçte okul arka- 76 Mimar ve Mühendis daşlarımla sadece mektup diyalogu ile görüşebildim. Ancak İstanbul’da Osman Arı Bey ve bir grup YTÜ mezunu arkadaşımız hem ticari olarak mühendislik faaliyetlerine hem de MMG’nin ilk adımları olan “beyin fırtınaları” şeklindeki toplantılara başlamışlardı. 1989 yılında İngiltere’den döndüm ve YTÜ’de MBA sınavını kazanıp kayıt yaptırdım. Yüksek Lisans öğrenciliğim devam ederken Osman Bey bu çalışmalardan bahsederek bizim de katkı sunacağımızı söyledi. Zaten epey mesafe alınmış toplantılara ben de katılmaya başladım ve çok heyecanlı ve verimli geçen beyin fırtınaları yaptık. Bu toplantıların bereketi olarak birkaç organizasyonu inceleme ve onları örnek alma fırsatı oluştu. Akabinde resmileşme sürecine doğru yelken açtık. Bu süreçte hiçbir siyasi angajman ve destek alınmamıştır. Zaten o günlerde yakın olduğumuz siyasi hareket birçok baskı ve yasaktan dolayı kendi derdiyle meşgul durumdaydı. Fikri oluşum sürecinde özellikle Prof. Dr. Ersin Nazif Gürdoğan Bey bize yol haritası konusunda çok emek harcamıştır, referans olmuştur. Bu süreçte Bilim Sanat Vakfı başkanı olan Mustafa Özel Bey ve birkaç değerli düşünce adamı ile görüşmeler yaptık. Bu istişari görüşmelere Osman Arı Bey ile birlikte katıldık ve çok istifade ettik. Özellikle Bilim Sanat Vakfı ve MUSİAD örneğinden yola çıkarak alanımızı ve platformumuzu belirlemeye çalıştık. Bu bizce çok önemliydi çünkü alan çatışması hem enerjinin dağılmasına hem de gereksiz faaliyet kargaşasına neden olabilirdi. Bu görüşmeler sonucunda bizim mesleki bir organizasyon olmamız gerektiği ve Mühendislik/Mimarlık alanında fikri – felsefi çalışmalar yapabileceğimiz, kendi aramızda dayanışma sağlayacağımız ve kendi kaynaklarımızla faaliyetlerimizi sürdüreceğimiz bir platform ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Fikri çalışmaların yapıldığı dönemde resmi olmamakla birlikte derneğimizin adı “MÜHENDİSLER GRUBU “ idi. Okul ve branş konusundaki açılıma karar verdikten sonra derneğimizin ismi “MİMAR VE MÜHENDİSLER GRUBU” olarak değişmiştir. Bu süreçte çok emeği geçen ve MMG kuruluş felsefesinin mimarları olan YTÜ’lü ekibi başta Osman Arı olmak üzere Fatih Dönmez, Halil İbrahim Leventoğlu, rahmetli Fahrettin Kültür, Sadık Bayrak, Recep Kırlı, Yılmaz Yıldız, Mehmet Çelen, Sedat Aydın, Adil Bayram, Mehmet Saraç, Ahmet Adem Girgin, Zinnur Büyükgöz ve ismini hatırlayamadığım diğer YTÜ’lü dönem arkadaşlarımızı vefa gereği yeniden anmak ve tekraren teşekkür etmek istiyorum. Ayrıca kuruluş ve sonrası süreçte Yazar Akif Emre, Ressam Peyami Gürel, Prof. Durmuş Günay, Bilge Mimar Turgut Cansever gibi değerlerimizden gerek fikri gerek tecrübi konularda istişarelerimiz olmuştur. Prof. Dr. Durmuş Günay hocamız ile yaptığımız Bilim Felsefesi ve Bilim Tarihi dersleri katılan üyelerimizin çok keyif aldığı ve bu alanda çok istifade ettiği eğitim çalışmalarımızın unutulmazıdır. KURULUŞ AŞAMASINDA YAŞADIKLARIMIZ Fikri temelin oluşmasından sonraki ikinci aşamada artık resmi kuruluş olma gerekliliği tartışmaya açıldı. Bu süreci Fikri oluşum sürecinde özellikle Prof. Dr. Ersin Nazif Gürdoğan Bey bize yol haritası konusunda çok emek harcamıştır, referans olmuştur. Bu süreçte Bilim Sanat Vakfı başkanı olan Mustafa Özel Bey ve birkaç değerli düşünce adamı ile görüşmeler yaptık. Bu istişari görüşmelere Osman Arı Bey ile birlikte katıldık ve çok istifade ettik. Özellikle Bilim Sanat Vakfı ve MUSİAD örneğinden yola çıkarak alanımızı ve platformumuzu belirlemeye çalıştık. birçok arkadaşımız hatırlayacaktır. Resmi dernek olma tartışmaları ile birlikte, yelpazeyi genişleterek YTÜ sınırlamasından çıkarak diğer üniversitelere de kapının açılacağı ve Türkiye genelinde mühendislik ve mimarlık formasyonu olan ve fikri kuruluş felsefesine uygun olan her meslektaşın katılabileceği geniş bir mesleki organizasyon olmasına karar verdik. İlerleyen süreçte derneğin faaliyetlerinin resmi olarak devam etmesi kararı kesinleşince ilk kadroya diğer üniversitelerden arkadaşları da ilave ederek resmi kurucuları belirledik ve resmi kuruluş için yola çıktık. Beşiktaş’ta bir mühendislik ofisinde yaptığımız toplantılara diğer üniversitelerden mühendis ve mimarlar davet ettik. Resmi kuruluş sürecinde özellikle Dursun Özcan ağabeyin, Rahmetli Fahrettin Kültür ve Rahmetli Hayati Üstün ağabeylerimizin çok emekleri geçmiştir. Yaptığımız toplantılarda MMG’nin çevresini genişleteceği isimler önermişlerdir. Bu toplantılarda onların vasıtası ile tanıdığımız ve ilk genel başkanımız olan Fuat Şengül Bey’in derneğe çok değerli katkıları olmuştur. Fuat Bey ile başlayan ve bugüne kadar istikrarlı bir şekilde devam eden faaliyetimiz olan aylık kahvaltılı toplantılara davet ettiğimiz konuşmacıların profili, toplantı konuları, ülke meselelerine bakışımız ve gündemi takip edişimiz, MMG’nin kendine özgü bir alan oluşturmasını sağlamıştır. Resmileşme sürecinde her bir arkadaşımız çevresinde MMG’ye değer katacağına ve MMG’nin kuruluş felsefesine sadık kalacağına inandığı isimleri, meslek erbabını derneğe davet etmeye başladık. Hatta daha sonra bu arkadaşlarımızdan bazıları resmi kurucular arasında da yer almıştır. Bu çalışmalar sonucu MMG, camiamızda ve mesleki platformlarda ismini duyurmaya başlamış, hatırı sayılır bir saygınlık kazanmıştır. Resmileşme süreci ve daha sonraki dönemlerde şahsımın gruba davet ettiği üyelerimizden bazı isimleri zikretmek istiyorum: Mehmet Osmanlıoğlu, Dr.Hayri Baraçlı, İbrahim Mirmahmutoğulları, Murat Özmen, Ali Rıza Arslan, Kadem Ekşi ve ismini sayamadığım çok değerli üyelerimizin derneğimize katılımına bizzat katkımız olmuştur. Mayıs - Haziran 2015 77 SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ KOnFeRans - Panel semPOZyumlaR teKniK GeZileRimiZ ŞuBeleRimiZ veFa hOlDinG - 2014 KENTsEL DÖNÜŞÜMÜN sOsYAL BOYuTu samsun KONYA DiyaRBaKIR KayseRi iZmiR SAKARYA BuRsa simGe GROuP TEKNİK GEZİ - 2015 21. YÜZYILDA YÜKsEK ÖĞRETİM VİZYONu ‘’DİYARBAKIR uLAŞIMININ DÜNÜ, BuGÜNÜ, YARINI; uLAŞIMDA PROBLEMLER VE ÇÖZÜMLER’’ ANKARA aKOm ERZİNCAN DEPREMİ ANMA KONFERANsI ENERJİ KAYNAKLARI VE POTANsİYELİ - 2015 iZmit KöRFeZ GeçiŞ KöPRüsü TEKNİK GEZİsİ -2013 YEREL YÖNETİMLER - 2014 ERZİNCAN DEPREMİ ANMA KONFERANsI THY TEKNİK A.Ş. - 2013 MARMARA ÜNİVERsİTEsİ-GİRİŞİMCİLİK PANELİ-2015 YAŞAYAN MİMAR sİNAN’I ANLAMAK (2) -2014 (BuRsA) Onların da bugüne kadar derneğimize yaptığı değerli katkıları olmuştur, kendi adıma teşekkür ediyorum. 28 ŞUBAT SÜRECİNDE MMG 28 Şubat süreci sadece siyaseti değil adeta ülkenin bütün iliklerini kurutmaya yönelik, halkı bütün sivil faaliyetlerden soyutlamayı amaçlayan bir süreçti. MMG yönetimi ve üyeler olarak bu süreçteki sınavımızı gerçekten iyi verdiğimizi düşünüyorum. Bürokrasiden arkadaşlarımızın sorgusuz içeriye alındığı ve hatta işkenceye tabii tutulduğu bu baskıcı dönemde hiçbir arkadaşımız MMG’yi terk etmedi. Yeşil sermaye (!) listesinde görünmek istemeyen bir-iki iş adamı üyemiz dışında kimse üyeliğini dondurmak veya üyelikten çıkma talebinde bulunmadı. Ancak bu ceberrut süreç faaliyet yapma heyecanımızı epeyce kırmıştır. Yönetim olarak hiç 78 Mimar ve Mühendis birimiz görevimizi bırakmadık ve yola devam ettik. HER YENİ BAŞKAN DEĞİŞİMİYLE YENİLENEREK BÜYÜME MMG’nin ilk kurucu başkanı Fuat Şengül’dür. Fuat Bey zamanında MMG, resmi yapılanmasını, üyelik altyapısını ve organizasyonel yapısını güçlendirmeye gayret etmiştir. İlk defa resmi bir dernek çatısı altında faaliyet yapan çoğumuz daha disiplinli çalışmayı, gönüllü bir kuruluşta aldığımız görevleri mevcut işlerimiz yanında yürütmeyi öğrendik. Fuat Bey döneminde aylık kahvaltılı toplantılar yanında genellikle İstanbul dışında uygun bir otelde ailece yaptığımız 3 günlük toplantılar üyelerimizin hala keyifle andığı toplantılardır. Fuat Bey ile Y.K. üyesi olarak çalışma imkanım oldu. İkinci başkanımız Oral Avcı Bey’dir. Oral Bey’in de kendine has bir yönetim üslubu vardı, hiperaktif, networkü güçlü bir başkandı Oral Bey. Konuşmacıları bizzat arar, ayarlar ve davet ederdi yani pek çok şeyi başkan olarak kendisi çözmeye gayret ederdi ve tek başına koştururdu. Kendisi ile Y.K. üyesi olarak çalıştım ve gerçekten onun dönemi şahsıma çok şey kazandırmıştır. Üç dönem başkanlık yapmış olan Oral Avcı Bey dönemine ait bazı arkadaşımızı özellikle hatırlamamız gerekiyor. Birincisi, kendisini MMG ile bizzat tanıştırdığım Dr. Hayri Baraçlı’nın gruba katkılarını ve derneğin kurumsallaşmasındaki çalışmalarını takdirle anmak gerekiyor. Hayri hocam akademisyen kimliği ve uzmanlık konusu olan yönetim/organizasyon çalışmaları ile gerek grup içi seminerler gerekse üyelerimize ve şirketlerinin organizasyonel yapılarına yönelik seminerler vererek misyonumuzu yerine getirecek hizmetler yapmıştır. Grubun bu yönünün kendi içinden hem de 5 dönem Y.K. üyesi olan bir akademisyen tarafından tamamlanması grup için önemli bir kazanım olmuştur. Bu süreçler de hem akademik çalışmalarını hem de MMG’de ki faaliyetlerini bir arada başarı ile sürdürdüğü için Hayri Bey de vefa borcumuz vardır. Bir de kaç yıl görev yaptı hatırlayamıyorum ama dernek müdürü/genel sekreter olarak görev yapan Ali Fırat’ı ve katkılarını unutamayız. Ali Fırat mühendis olmasının yanında medya/iletişim tecrübesi olan bir arkadaşımızdı aynı zamanda. Temsil yeteneği ile MMG’yi pek çok platformda başarı ile temsil etmiş, hem sunuculuk hem de organizasyonlardaki başarıları ile gerçekten MMG tarihine damgasını vurmuş bir genel sekreterdir. Burada sırası gelmişken kendisine derneğin çok şey borçlu olduğunu söyleyebilirim. Bir trafik kazasında kaybettiğimiz Numan Arıman kardeşimizde derneğimizde iz bırakanlardandır. Genç yaşına rağmen olgunluğu, vakarı ve şairliği ile tüm yönetimin sevgisini kazanmıştı Numan kardeşim. Takdir-i İlahi, aramızdan erken ayırdı. Allah’tan rahmet diliyorum. Üçüncü başkanımız Murat Kalsın Bey’dir. Murat bey ile de Y.K. üyesi olarak çalıştım ve özellikle Murat Bey’in işleri delege etme tarzı ve kollektif yönetim anlayışı benim en beğendiğim özellikleridir. Bu yönüyle Murat Bey MMG’ye bir gelenek bırakmıştır. MMG başkanlığından sonrada bulunduğu her platformda MMG’yi desteklemiş, 1. ligde olması için gayret etmiştir. İTO yönetiminde MMG’nin varlığı, Mimar Mühendis ve Ar-Ge komitesinin kurulup MMG’nin o komitede aktif görev alması Murat bey’in gayretleriyle olmuştur. Dördüncü başkanımız Avni Çebi Bey’dir. Avni Bey, bizim tabirimizle Avni abi YTÜ’den de tanıdığımız bir abimizdir. Avni Bey okul yıllarında da çok okuyan, sosyal ilişkileri oldukça güçlü olan bir abimizdi. İş hayatında profesyonel olarak devam ettiği yıllarda bir grup arkadaşımızla kendisine MMG başkanlığını teklif ettik ama adeta MMG’yi Avni bey’in omuzlarına yüklemiş olduk. Avni Bey çok çalışkan, hatta gece gündüz mesaisini MMG’ye vakfeden bir başkanımız oldu. Avni Bey gerçekten MMG’yi öz evladı gibi sahiplendi, her yere koştu, MMG’nin alanında marka olması “Mühendisler Grubu” adını kullanmaya için çok gayret gösterdi. Diğer STK’lar başladık, daha sonra halkayı genişletince ile olan ilişkiler, ülke genelinde oluşan mimar üyelerimizle birlikte Mimar ve STK platformlarına katılımlar, şubelerin Mühendisler Grubu olarak resmi isimde artması ve profesyonel karar kıldık. Bu ismin ortaya yönetime kavuşması çıkış yerini Beşiktaş’taki Fikri temelin Avni Bey dönemindeki ofis olarak hatırlıyorum, bu oluşmasından gayretler sonucu etkin süreçte bizzat bulundum, sonraki ikinci hale gelmiştir. İki dönem emeği geçen herkesten Allah aşamada artık başkanlık yapan Avni Bey’i razı olsun. MMG amblemi, MMG tabanı bırakmadı ve resmi kuruluş öğrencilik yıllarımızdan da olma gerekliliği derneğin İstişare Kurulu çok iyi dostluğumuz olan ve Başkanlığı görevinde ken- tartışmaya açıldı. halen bu dostluğu sürdürdisinden istifade etmeye düğümüz sanatçı Sabahattin Bu süreci birçok devam etmektedir. Murat Kayış tarafından hediye arkadaşımız Kalsın Bey ve Avni Çebi kabilinden yapılmıştır. Ambhatırlayacaktır. Bey döneminin değerli lemin felsefesi de yola çıkış Resmi dernek olma genel sekreteri olan Adem felsefemizle örtüşmektedir. tartışmaları ile Sarı kardeşimizi rahmetle birlikte, yelpazeyi TATLI ANEKDOTLAR anıyorum. MMG’nin yeniHabitat çalışmalarında den atağa geçtiği dönemler genişleterek YTÜ Mimar Turgut Cansever Bey idi. Adem Bey gerçekten sınırlamasından ile şehir ve mimari üzerine o günkü kıt imkanlara çıkarak diğer çalışma fırsatımız oldu. rağmen o kadar koştuüniversitelere Kendisi ile Nişantaşı’nda ruyordu ki MMG’ye olan de kapının inşa edilen Çocuk Vakfı bu aidiyet bizleri hayrete açılacağı ve projesinde bizzat çalıştım. düşürüyordu. Adem kardeProjenin mimarı Turgut Bey şimizin hastalık sürecinde Türkiye genelinde mühendislik olduğu için bütün süreçleri yaşadığı sıkıntılar hepikendisi bizzat yönetiyordu, mizi derinden üzmüştür, ve mimarlık bizde binanın tüm mekanik mekanı cennet olsun. formasyonu olan tesisat sistemlerinin proje Beşinci başkanımız Murat ve fikri kuruluş ve uygulamasını yapıyorÖzdemir Bey’i grubumuzla felsefesine duk. Mustafa Ruhi Şirin tanıştıran Mimar Emrullah uygun olan her Bey’in vasıtası ile tanıdığım Hamidi’dir. İlk dönemler meslektaşın değerli hocamız ile geçekGenç MMG’de görev alan katılabileceği ten çok keyifli ve burada Murat kardeşimiz kısa geniş bir mesleki yer veremeyeceğim güzel sürede çalışkanlığı ve hatıralarla dolu bir çalışma birikimiyle hepimizin sev- organizasyon yaptık. Mustafa Ruhi Şirin gisini kazanmış oldu. MMG olmasına karar Bey’in çok değerli desteği başkanlığına geleneğimiz verdik. ile Turgut hocamız, kendi gereği kendisine yapılan tezlerinden oluşan Habitat teklif sonucunda ikna çalışmalarına MMG’yi de dahil etmiştir ve edildi ve ikinci döneminde de MMG üyebu süreç MMG’nin dolaylı da olsa İstanleri tarafından yeniden başkanlığa aday bul ve şehir üzerine ilk somut faaliyeti gösterilerek seçilmiş oldu. Murat başkan diyebilirim, bu tespit MMG’nin bir beyanı MMG’nin çok kritik bir döneminde başdeğil, benim şahsi görüşümdür. kanlığını başarıyla sürdürmüştür. MMG İSMİ VE AMBLEMİ MMG adı yukarıda da ifade ettiğim gibi Yıldız tandanslı olarak devam ederken DERGİMİZİN SERÜVENİ Dergimizin temeli de MMG’nin fikri oluşum sürecine uzanmaktadır. O günlerde Mayıs - Haziran 2015 79 SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ Jotun Teknik gezisi tüketimine mesafeli durarak, MMG’nin asil duruşuna hizmet etmesi hedeflenmektedir. Çizgilerimizde aykırılık olduğu durumda, MMG’nin görüşünü yansıtmaması durumunda dergi yayın kurulu her türlü sansür yetkisine ve yayınlayıp yayınlamama tasarrufuna sahiptir. adı önce “Yıldız Kervan” olarak bir fasikül şeklinde çıkmaya başlamıştır. Yazarçizer kadrosu da çekirdek olarak MMG fikrinin ortaya atıldığı dönemdeki arkadaşlarımızdan oluşmaktaydı. MMG’nin kuruluşu ile birlikte birkaç sayı “Yıldız Kervan” tarzı fasikül geleneğini sürdürmüş olduk. Benim karikatür çizme serüvenim Yıldız Kervan ile başlayıp Fasikül olarak çıkmaya başlayan “Mimar ve Mühendis” dergisi ile devam etti. Halen yeni dergimizde de çizgilerimi sürdürmeye gayret etmekteyim. DERGİDE KARİKATÜRLERİMİZ Karikatürlerimde aslında çok aktüel olmayı hedeflemiyorum. Bazen denk düşse de genellikle aklıma gelen konuları çizmeyi tercih ediyorum. Çünkü 30 yıl evvel çizdiğim bir mimari, şehirleşme veya teknoloji eleştirisi içeren bir karikatür halen güncelliğini korumaktadır. Önemli olan MMG’nin yola çıkış felsefesine uygun düşmesi, popülizme kurban olmaması, siyasete alet olmaması. Günlük kısır tartışmalara ve siyasetin hızlı 80 Mimar ve Mühendis MMG’nin ilk kurucu başkanı Fuat Şengül’dür. Fuat Bey zamanında MMG, resmi yapılanmasını, üyelik altyapısını ve organizasyonel yapısını güçlendirmeye gayret etmiştir. İlk defa resmi bir dernek çatısı altında faaliyet yapan çoğumuz daha disiplinli çalışmayı, gönüllü bir kuruluşta aldığımız görevleri mevcut işlerimiz yanında yürütmeyi öğrendik. MMG BÜROKRASİ VE SİYASET İLİŞKİLERİ MMG’nin bürokrasi ve siyaset alanında tanımlanmış bir stratejisi bulunmamaktadır. Bu doğru da olmaz. Üye tabanımızda marjinal olmayan ve değerlerimiz ile sorunu olmayan bir üye profilimiz mevcuttur. Ne bir cemaatin ne de bir siyasi partinin öne çıkarılması, deklare edilmesi kuruluş ilkelerine aykırıdır. Ancak bireysel tercihleri gereği özellikle siyasette söz söylemek isteyen, rol almak isteyen arkadaşlarımız olmaktadır, bu üyelerimize parti ayırımı gözetmeksizin mimarlık ve mühendislik alanında katkı sağlamaları ümidiyle tanıtılmaları gibi kısmi katkılar sunulmaktadır. Ancak dernek bir parti bürosu gibi asla çalıştırılmamıştır. MMG gerçekten kurulduğu günden bugüne kadar ilkeli duruşunu ve kendi alanındaki iddiasını istikrarlı bir şekilde sürdürmeye devam etmektedir. Resmi dernek olmakla birlikte resmi ideolojiye hep mesafeli olmuş, STK olma özelliğini resmi sözcü olma eğiliminin daima üzerinde tutmuştur. Üye tercihlerinde ilke ve referanslarını dikkate almıştır. Y.K. oluşumları oldukça uzun soluklu istişareler ve katılımcı çalışmalar ile sürdürülmekte olup başkanlık ve Y.K. üyelikleri belli ilkelere bağlanmıştır. Yani MMG’nin kurulduğu günden beri şahıslara ve kurumlara endeksli olmadan kendi alanında doğru tespitlerini ortaya koyma konusundaki hassasiyeti devam etmekte olup bu yönüyle direkt/ endirekt ilişkili olduğu bütün kuruluşlara güven vermektedir. MMG geçmişine kısa bir yolculuk yapmış olduk, tabi ki burada emeği geçen herkesi anamadık ve sadece bazı özel anlara yer vermiş olduk. Bu yüzden tekraren bu hayırlı kervanda yer almış bütün kardeşlerimizin gayreti ve samimiyeti tartışmasız çok önemlidir ve değerlidir. Hepsine selam ediyorum, gayretlerinin devamını diliyorum. Mayıs - Haziran 2015 81 SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ Sivil Toplum Örgütlerinde Stratejik İletişim Yönetimi Yrd. Doç. Dr. Betül Önay Doğan İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Son dönemlerde sayısal bir artış ve niteliksel bir gelişme gösteren devlet dışı sosyal organizasyonların önündeki en büyük handikaplardan biri kurumsallaşma ve buna bağlı olarak sürdürülebilirlik ve iletişimin stratejik olarak kullanılmasıdır. S ivil toplum kuruluşları, içinde yer aldıkları topluma maddi bir beklenti içinde olmadan değer katmayı amaçlamakta, bu amaç çerçevesinde seçilmişlerle birlikte kararların alınmasında rol oynamaktadır. STK’lar aynı zamanda toplumu bilinçlendirme ve toplumsal algıyı yönetme gayreti içerisindedir. Kurumsal yapının içinde barındırdığı kurum kimliği, kurumsal iletişim, kurumsal davranış ve kurumsal dizayn gibi kavramlar STK’nın bugünkü konumunu belirlerken diğer yandan ileriye yönelik olarak stratejik plan yapılanmasını sağlayacaktır. Yerel, ulusal ve küresel düzeyde kamu politikalarına etkide bulunan STK’lar için stratejik iletişim; gönüllülerden, medyaya, devlete bağlı organizasyonlardan diğer STK’lara kadar çok geniş bir yelpazeyi içerisine almaktadır. STK’lar için diğer bir önemli nokta ise yürütülen projelerin bir ihtiyaca cevap verip vermemesidir. Verimlilik sorununu karşımıza çıkartan bu durum, STK’lar için kullanılan iyi niyet kavramının etkinliğini yitirmesine yol açmamakta, aksine ihtiyaç duyulan alanlara yeterli desteğin uzanmasına olanak sağlamaktadır. Yürütülen hiçbir gönüllü faaliyet boşuna değildir. Ancak halihazırda var olan bir boşluğun kapatılmasına yönelik çalışmalar yürütmek, verimli ve toplum yararına bir uygulama olacaktır. Ayakları yere sağlam basan ve geleceğe yönelik amaçlarını 82 Mimar ve Mühendis tespit etmiş ve bu yönde çalışmalar için en temelde yapılması gereken liliği de beraberlerinde getirecektir. iletiminden önce alıcıya ulaştır- veren sivil toplum kuruluşları tara- fından sürdürülen faaliyetler verimİletişim, kaynak tarafından oluşturulan mesajın en az kayıpla ve bir kanal aracılığıyla alıcıya ulaştırılmasıdır. Burada ifade edilen en az kayıp kaynak tarafından oluşturulan mesajın alıcı tarafından kaynağın arzu ettiği şekilde anlaşılmasıdır. Bunun gerçekleşebilmesi kurumların kimliklerini, hareket noktalarını ve amaçlarını mesaj mış olmasıdır. Tanıdığımız, aşina olduğumuz ve amacını bildiğimiz kurumların mesajlarını bu çerçevede ele alır ve değerlendiririz. En az kayıpla sağlıklı bir iletişimin ger- çekleşebilmesi için mesaj oluşturma süreci önem taşır. İletilecek mesajın bulanık, kafa karıştırıcı ifadelerden oluşması hem hedef kitle tarafından algılanılma sürecinde sıkıntı yaşanmasına neden olacak hem de gelecekteki iletişim çabalarında olumsuz bir ön kabulle kuruma yaklaşılmasına sebep olacaktır. Mesajın anlaşılması istenen sonucun yani hedef kitlenin harekete geçirilmesini sağlamayabilir. Mesajın anlaşılır olması kadar ikna edici olması da gerekmektedir. Bahsettiğimiz kurumsallaşmanın ve kurumsallaşmayla gözlemlenebilen stratejik iletişimin çerçevesini kurumsal kimlik oluşturmaktadır. Kurumsal kimlik bileşenlerine yaslanarak, doğru mesajla doğru hedef kitleye, doğru iletişim kanalıyla ulaşmak en az çabayla en yüksek verimin elde edilmesini sağlayacaktır. Kurumsal kimliğin temel bileşenleri arasında ilk akla gelenler misyon ve vizyondur. Misyon STK’ların var oluş nedenidir. Yola çıktığınız noktayı tam olarak belirleyemezseniz, kat ettiğiniz yol hakkında da değerlendirmede bulunamazsınız. Ayrıca başlangıç noktasının belirlenmesi, amacından sapmayı Kurum Kültürü (Başarılar ve Değerler) Kurumsal Davranış (Nasıl bir iletişim içindeyiz) (Nasıl davranıyoruz) Kurum Kimliği (Kimiz,ne yapıyoruz ve ne yapmak istiyoruz) Kurumsal İletişim (Kimiz,ne yapıyoruz ve ne yapmak istiyoruz) Public Relations da engellemektedir. Geliştirilebilecek ve sunulabilecek hizmetlerin sınırsızlığının, geriye dönüp bakıldığında farklı yollara sapmaya neden olduğu görülebilir. ‘Kimin için yapıyoruz, ne yapıyoruz, neden yapıyoruz?’ soruları misyonun belirlenmesinde önceliklidir. Vizyon ise misyondan farklı olarak insanların aklında geleceğe ait bir resim oluşturur ve bu resme ulaşma yolunda rehberlik eder. Kurum kimliğinin bir diğer belirleyicisi kurum kültürüdür. Kurumun ana değerleri ve çalışma felsefesi kurum kültürünü belirler. Güvenilir olmak bir değer olarak belirlenmişse bu kurumun hem iç ilişkilerinde hem de paydaşlarıyla ilişkilerinde üzerinde titizlikle durması gereken bir olgu olmalıdır. Değerler bir günde belirlenmez ve değişmez. Kurumun değerlerini belirlemek için bir dizi güzel kelime yazmak değil, ‘Kurumda hangi davranışlar ödüllendiriliyor, hangi davranışlar cezalandırılıyor?’ gibi soruları sorarak cevaplarıyla bir belirleme yapmak gerekmektedir. Aynı zamanda dışarıdan bakan gözlerin tahlillerine kulak vermek de yerinde olacaktır. Sosyal paydaşlar tarafından nasıl algılanıldığı, kurum kültürünün çerçevesini çizmekte bize yardımcı olacaktır. Kurum kültürü çalışanları bir arada tutar ve rutin içerisinde özellikle Sosyal Medya Kurum İmajı (Diğerleri tarafından nasıl algılanıyoruz) Kurumsal Dizayn (Kendimizi nasıl sunuyoruz) Kamusal Üslup Kurumsal kimliğin temel bileşenleri arasında ilk akla gelenler misyon ve vizyondur. Misyon STK’ların var oluş nedenidir. Yola çıktığınız noktayı tam olarak belirleyemezseniz, kat etiğiniz yol hakkında da değerlendirmede bulunamazsınız. Ayrıca başlangıç noktasının belirlenmesi, amacından sapmayı da engellemektedir. Geliştirilebilecek ve sunulabilecek hizmetlerin sınırsızlığı, geriye dönüp bakıldığında farklı yollara sapmaya neden olduğu görülebilir. gönüllülüğün esas olduğu STK’larda kurum için çalışmaya anlam katar. Bu yüzden kurumların değerleri ve bireylerin değerleri uyum içinde olmalıdır. STK’ların iletişim çalışmaları yukarıda kısaca bahsetmeye çalıştığımız kurumsal kimliğe yaslanmalıdır. Kurumsal Mayıs - Haziran 2015 83 SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ kimliğe yaslanan iletişim çalışmalarının stratejik olarak değerlendirilmesi için STK’ların hangi amaçla iletişim kuracağı ve iletişim gerçekleşirken hangi kanalları kullanacağı sorularına cevap verilebilir olması gerekmektedir. Stratejiyi belirlerken unutulmaması gereken tercihlerin getirileri olduğu kadar vazgeçilen bazı kazançların da olabileceğidir. Elde ettiğiniz kazançların kurum için daha iyi olduğuna kanaat getirir ve tercihlerinizi buna göre yaparsınız. STK’larda temel amaç hedef kitleyi harekete geçirmektir. Bunun için yapılması gereken ise hedef kitlenin ikna edilmesidir. İkna stratejik ve sürdürülebilir bir iletişimin sonucunda gerçekleşir. Stratejik iletişim sürecinde ele alınabilecek olan iç ilişkiler ve dış hedef kitle ile olan ilişkiler kendine has özelliklere sahiptir ve kendine özel kanalları içinde barındırır. Burada tüm iletişim kanallarını incelemek özet bir metin için fazlasıyla detaylı olacaktır. Ancak günümüzde tüm sosyal paydaşlarla ilişkilerde yer almaya başlayan sosyal medyaya kısaca değinmekte fayda bulunmaktadır. İnternet üzerinden sürdürülen tüm faaliyetler, kullanılan platformun özelliklerin göre şekillenmekte 84 Mimar ve Mühendis ve anlam kazanmaktadır. Örneğin kuruma ait web siteleri kurumun sanal uzamdaki ofisleri olarak düşünülebilir. Kurum hakkında doğru bilgiye ulaşmayı hedefleyen herkes web sayfalarını ziyaret etmektedir. Kurumun en aktif olması gereken bu alanlar çoğu zaman ihmal edilmekte ve kurum hakkında yer alan temel bilgilerden öteye gidilememektedir. Amerika’nın en büyük yardım kuruluşlarından United Way’in web sayfası yapılabileceklere örnek teşkil edebilir. Web sitesi içine yerleştirilen blog bir yandan gönüllüleri bir araya getirirken, diğer yanda gönüllüler yardımıyla tanıtım yapmakta, yardım kuruluşu ile ilgili çekilmiş videolar, deneyimler/hikayeler aidiyet duygusunu kuvvetlendirmekte, güncellenen raporlar ve rakamlar hesap verebilirliği göstermekte, gönüllü olunabilecek alanları yayınlamak organizasyonda yer almak isteyenleri teşvik etmekte, aynı zamanda ihtiyaçları en verimli şekilde gidermekte, ayrıca kurduğu telefon hattının tanıtımını yaparak acil durumlarda her an ihtiyaç sahiplerinin yanında olunacağının altı çizilmektedir. Tek bir örnek üzerinden verilenler başarılı STK’ların internet kullanımlarından yola çıkılarak çoğaltılabilir. Ancak asıl önemli nokta sosyal paylaşım siteleri (facebook, twitter vb.), sanal oyunlar, ortak projeler (örn. Wiki), bloglar gibi pek çok alanı içinde barındıran sosyal medyanın, web sitelerinin özelliklerine vakıf olunduğu ve hangi amaçla kullanılacağı stratejik iletişim çerçevesinde belirlendiği takdirde STK’lara önemli katkılar saylayacağı, güçlü bir taban oluşturacağı ve STK’ların seslerini istenilen sosyal paydaşlara duyurabileceğidir. Sadece yapılan etkinlikleri duyurmak günümüz internet kullanımında yetersiz kalmaktadır. Sonuç olarak stratejik iletişim denildiğinde sadece kaynaktan hedef kitleye mesaj aktarımını değil, mesaj oluşumundan kaynak ve hedef kitlenin belirlenmesine kadar çok detaylı bir ön çalışmadan ve bu detaylı çalışmanın yapılabilmesi için kurumsallaşmanın bir göstergesi olan çerçevesi çizilmiş bir kurum kimliğinden bahsetmek gerekmektedir. “Sektörün Değişimi ve Gelişimi Her Parçası ile Bu Fuarlarda...” FIRE RESCUE 19. ULUSLARARASI YANGIN, ACİL DURUM VE ARAMA KURTARMA FUARI 10-13 EYLÜL 2015 İSTANBUL FUAR MERKEZİ (İFM) SAFETY HEALTH 4. ULUSLARARASI İŞ GÜVENLİĞİ VE İŞ SAĞLIĞI FUARI www.isafshf.com Mayıs - Haziran 2015 Bu Fuar 5174 sayılı Kanun gereğ�nce TOBB (Türk�ye Odalar ve Borsalar B�rl�ğ�) denet�m�nde düzenlenmekted�r 85 SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ TÜRKİYE’DE “İSLAMİ SİVİL TOPLUM”UN DÖRT DÖNEMİ Yrd. Doç. Dr Lütfi Sunar İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Türkiye Gönüllü Teşekküller Vakfı, bünyesinde bulunan 130 vakıf-dernek, 2 platform, 1 uluslararası birlik ile ülkemizin en önemli şemsiye kuruluşudur. Vakfımız, gönüllü kuruluşlarımızı ve STK’ları ülkemizin birlik ruhu içinde var olup yükselmesi, insanımızın huzur ve güven içinde başı dik olarak geleceğe bakması için desteklemekte ve kurumsal kapasitelerinin artırılması için çalışmalar yapmaktadır. Devlet ve Sivil Toplum Sivil toplumun uzun tarihi Avrupa’da devlet ile mücadelenin tarihidir. Kavramın teorik bağlamında modern Avrupa’da sivil toplum, liberal gelenekle olan ilişkisinden dolayı devlet ve bireyin arasındaki çatışmaların dindirilmesi ve devletin birey üzerindeki baskılarının hafifletilmesine yapmış olduğu referansla tanımlanabilir. Bu sebeple siyasal düşünceler tarihi, devlet kuramı ve kamu hukuku literatüründe sivil toplum sık sık devlete yapılan göndermelerle kavramsallaştırılmış ve devlete referansla açıklanmıştır. Fakat bunun yanı sıra sivil toplumu devlet öncesi ya da devlet dışı/karşıtı olarak tanımlayan teorik çerçevelere de sıklıkla rastlanır. Doğal hukuk kuramları içerisinde karşımıza çıkan bu perspektif, doğa durumundaki toplumun devlete geçişi ile ilgilenmektedir (Bobbio, 1993). Daha çok sosyal sözleşmeci gelenek içerisindeki kuramlarda yer alan bu sivil toplum tanımlaması, yer yer medeni topluma yer yer de şehirli topluma referansta bulunmaktadır. Sivil toplumun devlet alanı dışında ayrı bir alan olarak kabul görmesi 18’inci yüzyıldan sonra olmuştur. Böylece sivil toplum bireylerin, kamusal alanda bir dizi hak ve yükümlülüklerle donatıldıkları bir alan olarak ortaya çıkmaya ve böylece bağımsız örgütlenmelere hayat vermeye başlamıştır. 1750’li yıllardan itibaren, sivil toplum, artık devlet kavramıyla ilişkilendirilmekten çıkmış, giderek devlete eşdeğer nitelikte ayrı bir kavramı temsil 86 Mimar ve Mühendis etmeye başlamıştır. Sivil toplumun anlamının bu şekilde dönüşümü Avrupa’daki hızlı değişim ve dönüşümlere de bir işaret olarak yorumlanmaktadır. Mardin (1990, s. 9-12) de sivil toplumun modern görünümünü kazanmasını feodalitenin çözülüşü ve burjuvazinin gelişmesi sürecinde, şehir adabı anlamını içerir hâle gelmesi sürecine bağlar. Böylece Avrupa’da bütün kavramsal formlar ve normların değişim geçirdiği bir süreçte sivil toplum düşüncesi var olan siyasi yapının değişimini işaret etmiştir. Bu durum, o dönemde liberal dünya görüşünü savunan burjuvazinin, sivil toplum kavramını, siyasi alandan bağımsız, toplumun özel yaşamına ve ekonomik pazara ayrılmış bir sosyal alan ile eş tutmasından kaynaklanmıştır. Bu noktada Hegel’in devletin hazırlayıcısı ve Smith’in piyasanın işleyişini sağlayan mekanizma olarak sivil toplum çerçeveleri son derece önemlidir. Marx’a göre ise sivil toplum burjuvazinin egemenliğini gizleyen bir kategoridir. Onun için sivil toplum, üretici güçlerin belli evrimsel gelişiminde ortaya çıkan ve bireyler arasındaki ekonomik ilişkilerin tümüdür. Türkiye’de Devlet ve Sivil Toplum İlişkisinin Sorunlu Tarihi Günümüzde “sivil” kavramına karşı İslami gruplarda ciddi bir çekince hâlen varlığını korumaktadır. Yusuf Adıgüzel’in (2015) yakınlarda belirttiği gibi Türk toplumunun sivil topumla hep mesafeli bir ilişkisi mevcut olmuştur. Ali Bulaç’a (2008) göre, Müslüman toplumlarda batılı bir tip olarak “sivil toplum” teşekkül etmese de sivil toplumun amaçladığı biçimde bir bağımsızlık, kısmi özerklik, toplumsal işlevlerde toplum inisiyatifi alınabilmesi söz konusudur. Bu bakımdan İslam tarihinde sivil geleneğin oldukça güçlü olduğu söylenebilir (Erkan, 2012). Gerçekten de Müslüman toplumlarda hayatın her alanını kuşatan vakıflar kurulmuş; temel eğitim, sağlık, bilimsel faaliyetler ve hata bazen güvenlik hizmetleri devletten özerk bu kuruluşlar eliyle gerçekleştirilmiştir. Sadece vakıflar değil, köy tüzel kişilikleri, ahilik, lonca ve gedik teşkilatları, medrese sistemi geniş alanların sivil inisiyatifler elinde bulunduğunu bize göstermektedir. Osmanlı Devleti bu manada adem-i merkeziyetçiliğin zirvesini teşkil etmektedir. Ancak bu derin tarihsel birikimin günümüze tam olarak aktarıldığını söylemek güç görünüyor. Bunda modernleşmenin kendine özgü yapısı kadar devlet ile toplum arasındaki gerilimler de rol oynamaktadır. Tanzimat ile birlikte bu “sivil” kuruluşların da sistem içindeki konumu değişmeye başlamıştır. Tanzimat, devletin adem-i merkeziyetçilikten vazgeçip çağdaş Avrupa’da görülen bürokratik merkezi devlet modeline bir geçiş yapmasını sembolize eder. Böylece devlet ile sivil alanlar arasında bir ayrışma da başlamıştır. Modernleşmenin merkezileşmeye denk düşmesi aynı zamanda toplumun alanı olan sivil kuruluşların da birer birer yok olması anlamına gelmekteydi. Artık geçmişte sivil alanın işi olan pek çok şey bürokrasi eliyle organize edilmeye başla- Günümüzde “sivil” kavramına karşı İslami gruplarda ciddi bir çekince hâlen varlığını korumaktadır. Yusuf Adıgüzel’in (2015) yakınlarda belirttiği gibi Türk toplumunun sivil topumla hep mesafeli bir ilişkisi mevcut olmuştur. Ali Bulaç’a (2008) göre, Müslüman toplumlarda batılı bir tip olarak “sivil toplum” teşekkül etmese de sivil toplumun amaçladığı biçimde bir bağımsızlık, kısmi özerklik, toplumsal işlevlerde toplum inisiyatifi alınabilmesi söz konusudur. mıştır. Zamanla loncalar, gedikler, vakıflar ve medreseler birer birer ya kaldırıldılar ya da klasik sistem içerisindeki konumlarını kaybettiler. Böylece Osmanlı modernleşmesi sivil toplumun devlet tarafından kontrolü ile tanımlanmaktaydı. Öte yandan modernleşme süreci bu geleneklerden ve kurumsal yapılardan bir kopuşu sembolize etmesinin yanı sıra; onlara yenilenmiş bir kamusal alanda ve yeni bir biçimde ortaya çıkabilme imkânını da oluşturmuştur. Bu var oluş ve imkânlar aynı zamanda devlet ile girilen uzun bir karşıtlık ilişkisinin dönüştürücü özelliklerini de bünyesinde barındırmaktadır. Türkiye’de bu tarihi devlet ile İslami sivil aktörlerin karşılıklı olarak birbirini dönüştürme süreci olarak okumak gerekir. Türkiye’de “İslami Sivil Toplum”un Dönemleri Yukarıda ele alınan devlet-toplum ilişkileri çerçevesinde modern Türkiye’de İslami sivil toplumun oluşumu, gelişimi ve dönüşümü çeşitli dönemlere ayrılarak ele alınabilir. Bu çerçevede İslami sivil toplumun değişim tarihini dört döneme Mayıs - Haziran 2015 87 SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ayırarak ele almak mümkündür: MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ 1. Kurumsal Olmayan İslami Sivil Gruplar Dönemi (1924-1950): Türkiye’de modernleşmenin tarihi devletin Osmanlı toplumsal modelindeki devlet dışında tanımlanan alanların devletin merkeziyetçi bürokratik yapısı tarafından içerilmesi sürecidir. Osmanlı modernleşmesinin devamında gelen daha radikal bir modernleşme girişimi olan Cumhuriyet uygulamalarında ise devlet dışı tüm aktörler devlete rakip olarak görülmeye başlanmıştır. Çözülmenin ve dağılmanın getirdiği refleksle modern Türkiye’de kendi karar mekanizmaları dışındaki özerk yapılara şüphe ile bakılmaya başlanmıştır. Modernleşmeci bürokrasi, merkeziyeti tehdit eden her oluşumu kaldırmayı bir beka meselesi olarak görmekteydi. Böylece sivil girişimin alanı, Cumhuriyetin ilk yıllarında neredeyse bitirilmiştir. Bu yıllarda sivil kuruluş olarak varlığını sürdüren kuruluşlar Türk Kadınlar Birliği, Halk Evleri, Türk Ocakları gibi devlet eliyle oluşturulmuş paravan kuruluşlardır. Bu dönemde tarikat, tekke ve zaviyelerin ve tüm dini grup ve aktivitelerin yasak ilan edilmesi ile birlikte İslami gruplar ve yapılar kamusal yaşamdan çekilmiş, daha temelde belirli etkili şahsiyetler etrafında bir dayanışma ağı olarak varlığını sürdürmüştür. Esasında henüz çok fazla araştırılmamış bu İslami dayanışma örüntülerinin 88 Mimar ve Mühendis daha sonra ortaya çıkacak tüm İslami kuruluşların ve cemaatlerin temelini teşkil ettiğini söylemek mümkündür. 2. Cemaatsel Oluşumlar ve Temsil Mekanizmaları Dönemi (1950-1980): Devlet dışı aktörlerin kamusal yaşama dönüşleri ancak tek partili dönemin baskıcılığının ortadan kalktığı 1950’li yıllarda olmuştur. Bu dönemde dünya siyasetindeki değişimlere paralel bir biçimde devletin kurumsal yapısındaki liberalizasyon sadece İslami sivil aktörlerin değil pek çok farklı aktörün kamusal yaşamda boy göstermeye başlamasına yol açmıştır. Ancak değişen sadece devletin kurumsal yapısı değildir. Yoğun sanayileşme, köyden kente yoğun göç, iktisadi ve toplumsal yapının ve kentsel alanın yeniden şekillenmesinin getirdiği pek çok sosyal sorunla birlikte şekillenen hızlı toplumsal değişim de 1950 sonrası Türkiye’sinin tanımlayıcı unsurlarındandır. Devletin tek başına bu kadar hızlı bir toplumsal değişimin taleplerini karşılayamaması ve ortaya çıkan sorunlara cevap üretememesi erken Cumhuriyet dönemindeki şahıslar etrafında oluşmuş İslami dayanışma ağlarının kurumsal bir mahiyet kazanmasına da alan açmıştır. Bugün köklü İslami aktörlerin kurumsal biçimler almaya başladıkları bu dönemde toplumsal sorunlara alternatif çözümler üretmek ve kimlik oluşturmak İslami sivil kuruluşların ana işlevlerinden birisi olmuştur. Bu dönemin kurumsal yapıları kendi başlarına bir aktör özelliği taşımaz. Bu kuruluşlar ağırlıklı olarak bir toplumsal grubun dışa bakan resmi yönünü teşkil etmiş ve temsil vazifesini üstlenmiştir. Bugün önde gelen pek çok kuruluşun tarihi bu döneme gitmektedir. 3. Girişimci İslami Sivil Kuruluşlar Dönemi (1980-2000): Bu dönemin başlangıcı her ne kadar bir askeri darbe ile tanımlansa da asıl belirleyici etken ekonomik yaşamdaki dönüşümdür. Bu dönemde bir taraftan askeri yönetimin uygulamaları İslami sivil aktörleri baskıya uğratırken, diğer taraftan da onlara yeni bir alan açmaktadır. Özellikle 1983 yılından itibaren İstanbul ve civarında artan İslami STK’ların o dönem çalışma alanlarını 1982 Anayasası oldukça daraltmaktaydı (Kadıoğlu, 2005, s.28-29). 1995’te yaşanan yasa dönüşümü bu alanı bir nebze de olsa rahatlatmıştır. 1950 sonrası Türkiye’sinin göç ve hızlı kentleşme ile tanımlanan dayanışmacı toplumsal ilişkileri yerini liberal ekonomi politikaları ile tanımlanan bireyci girişimciliğe bırakmıştır. Bu girişimcilik sadece iktisadi alanı değil, siyasal ve sosyal yaşamı da ciddi biçimde dönüştürmüştür. Bireysel girişimcilik çerçevesinde bu dönemde bir önceki dönemin geleneksel İslami gruplarının yanı sıra daha ideolojik, kimlik yapı- ları olan yeni kuruluşların ortaya çıktığını görmekteyiz. Ağırlıklı olarak 1970’lerin sonunda kendisini yayıncılık faaliyetleri ile şekillendiren çeşitli üniversite grupları 1980’lerin sonlarından itibaren oluşturdukları faaliyetlerini, mal varlıklarını ve ilişkilerini sürdürebilmek ve devlet karşısında bunları garanti altına alabilmek için yoğun bir vakıflaşma sürecine girmişlerdir. Böylece İslami sivil aktörler gittikçe bir grubun sadece bir kamusal yüzü olmaktan çıkarak kendi başına bir varlığı ve aktivitesi olan kurumlara dönüşmeye başlamışlardır. Bu dönemin ikinci yarısı olan 1990’larda yeni kurumsallaşmalarının eskileri de dönüştürdüğünü ve sivil toplum kuruluşu mantığının yavaş yavaş cemaatsel aktivitelerin yerine geçtiğini görmekteyiz. 4. Kurumsallaşma ve Profesyonelleşme Dönemi (2000 sonrası): 1980’lerde başlayan liberalizasyon büyük bir sosyo-ekonomik değişim oluşturmuştu; bu değişim 2000 sonrasında hızlanarak devam etmiştir. 28 Şubat sürecinin baskıcı ve anti-demokratik uygulamalarının geleneksel yapı ve ilişkileri dağılmaya zorlaması İslami sivil kuruluşların 2000’lere daha dağınık bir biçimde girmesine neden olmuştur. Aynı zamanda 1990’lı yılların ikinci yarısında duraklayan liberalleşme ve küresel entegrasyon 1999 sonrasında bir taraftan Dünya Bankası denetiminde uygulanan ekonomi politikaları diğer taraftan da Avrupa Birliği adaylık süreci ile şekillenen siyasi ve hukuki değişimlerle yeniden hızlanmıştır. Küresel entegrasyon çerçevesinde bu dönemde Türkiye’de ciddi bir sosyo-ekonomik değişim yaşanmış ve pek çok toplumsal yapıyla birlikte İslami cemaat yapıları da dönüşmeye başladı. Hemen hemen her alanda kurumsal yapıların öne çıktığı ve güçlendiği bu dönemde İslami kuruluşlarda da belirgin kurumsallaşma eğilimleri ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Aynı zamanda bu dönemde yasalardaki farklılaşma, demokratikleşme, devletin bürokratik dönüşümü, siyasette uzun süren bir muhafazakar ağırlık İslami sivil aktörlerin kamusallaşmasının da önünü açmıştır. Henüz içinde yaşadığımız Devlet dışı aktörlerin kamusal yaşama dönüşleri ancak tek partili dönemin baskıcılığının ortadan kalktığı 1950’li yıllarda olmuştur. Bu dönemde dünya siyasetindeki değişimlere paralel bir biçimde devletin kurumsal yapısındaki liberalizasyon sadece İslami sivil aktörlerin değil pek çok farklı aktörün kamusal yaşamda boy göstermeye başlamasına yol açmıştır. bu dönemin en belirgin özelliği eski tür cemaatsel zeminlerin dönüşmesi ve yeni kurumsal yapıların daha fazla öne çıkması olmuştur. İçinden geçmekte olduğumuz bu dönemde İslami sivil kuruluşların kurumsallaşma arayışlarında belirgin bir artışın olduğunu söyleyebiliriz. 1990’ların sonunda işletme dünyasında yaygınlaşan organizasyonel revizyon arayışlarının sivil kuruluşlara aktarıldığını görmekteyiz. Bunun neticesinde bütünüyle kurumsallaşan sivil kuruluşlar olduğu gibi bu süreci denemiş, yarım bırakmış ve etkilenmiş pek kuruluş da bulunmaktadır. Bu dönemde rahatlayan dernekler ve vakıflar hukuku sivil kuruluşların kurumsallaşmasına katkı sağlayan bir unsur olmuştur. Bu kurumsallaşmanın temel bileşenleri belirli alanlarda uzmanlaşma, gönüllülere göre profesyonellerin, erkeklere göre kadınların daha fazla öne çıkmasıdır. Bu dönemde geleneksel faaliyet biçimlerine göre proje temelli çalışmaların sayısı artış göstermektedir. Bu artış aynı zamanda mali kaynakların da değişimini imlemektedir. İslami sivil kuruluşların mali kaynakları arasına son 15 yılda devlet ve özel proje fonlarından sağlanan gelirler, proje sponsorlukları ve kamu destekleri girmiştir. Mali kaynaklardaki bu değişimin diğer tüm alanlara ciddi etkileri olduğunu görmekteyiz. Bu dönem aynı zamanda uluslararası faaliyetlerin gittikçe nicelik bakı- mından çoğalması, nitelik bakımından da gelişmesidir. Neredeyse bütün İslami sivil kuruluşlar son 15 yılda uluslararası alanda aktif olmaya başlamıştır. Bu gelişmelerin yanı sıra İslami sivil kuruluşların dördüncü döneminde yaşanan en temel değişim devlet ile olan ilişkilerde yaşanmıştır. Yukarıda tartışıldığı üzere Türkiye’de İslami sivil kuruluşların tarihi devlet ile olan karşılıklı bir mücadelenin tarihidir. Bu tarih iki tarafın birbirine olan güvensizlikleri ile şekillenmiştir. Devletin her türlü sivil aktiviteyi kendisine rakip olarak görmesi ve özellikle İslami sivil kuruluşları engellemeye ayarlı sistematiği bu ilişkiyi ciddi bir biçimde sorunlu kılmıştır. Mukabilinde İslami sivil kuruluşlar da devlet eliyle tahrip edildiğini düşündükleri İslami bilinci yeniden geliştirmek üzere faaliyetlerini şekillendirmişlerdir. Ancak son dönem içerisinde İslami sivil kuruluşların bir sosyal refah müessesesine dönüştüğünü ve temelde devlete yardımcı bir konuma doğru evrildiğini görmekteyiz. Bu kuruluşların önemli bir grubunun artık devleti kendisinin rakibi olarak görmemekte hatta karşılıklı yardımlaşabileceği bir kurumsal yapı olarak algılamaktadır. Bu dönüşümdeki en önemli etken son 2002’den itibaren devam eden AK Parti hükümetleriyle birlikte devlette yaşanan değişimken, diğer taraftan kuruluşların yapılarında ve faaliyetlerinde yukarıda açıklanan değişimler de bunda rol oynamıştır. KAYNAKLAR Adıgüzel, Y. (2015). Türk toplumunun sivil topumla mesafeli ilişkisi. Anadolu Gençlik, sayı 182, 24-37. Bobbio, N. (1993). Thomas Hobbes and the natural law tradition. Chicago: University of Chicago Press. Bulaç, A. (2008) Osmanlıda yukarıdan emredilen modernleşme projesi sivil hayatı daraltan ana faktördür. Sivil Toplum Kavramı Tartışmaları içinde (ss. 19-42). M. Şentürk, A. Erdoğan (Haz.), İstanbul: Kaknüs Yayınları Erkan, E. (2012). Müslüman toplumlarda sivil toplumun imkanı. Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, 12(2), 195-206. Kadıoğlu, A. (2005). Civil society, Islam in Turkey. The Muslim World, 95(1), 23-41. Mardin, Ş. (1990). Türkiye’de toplum ve siyaset (Makaleler), M. Türköne, T. Önder (Der.). İstanbul: İletişim Yayınları Mayıs - Haziran 2015 89 SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ TOPLUM–SİYASET İKİLEMİNDE STK’LARIN HUKUK DENETMENLİĞİ Av. Muharrem Balcı Sivilleşme, herhangi bir otoritenin etkisinde kalmaksızın ve belirli kalıplara sığmayacak şekilde esnek ve farklılıklara açık olma hali… Sivil Toplum Kuruluşları, hukuka ve kendi sivil vicdanına karşı sorumlu, kamu vicdanınca denetlenen örgütlenmeler... Y ukarıdaki sivilleşme tarifinden yola çıkarak oluşturulduğu varsayılan Sivil Toplum Kuruluşları, gönüllülük esasına dayanan ve toplumsal bir sorunu ortadan kaldırmayı/kaldırtmayı amaçlayan toplulukladır. Modern öncesi veya modern sosyal-hukuk devletlerinde sivil toplum, sosyal dayanışmayı gerçekleştirebilmek için örgütlü olarak toplumsal yaşamda yerini alır. Sivil toplum kavram ve olgusunu Batı’dan tevarüs ettiği şekilde veya kadim kültürümüz içinde bir biçim olarak yaşayabilmek, STK’ların varlığına ve varlık nedenlerine uygun faaliyetlerine bağlıdır. STK’lar bir yandan toplumsallığı temsilen yönetime katılma ve talep etme fonksiyonlarını icra ederken, diğer yandan hükümet dışı (non government) olmalarına uygun olarak toplumsal muhalefet ve hukuk denetmenliği fonksiyonlarını da ifa eder/ etmelidir. HUKUKUN YAYGINLAŞTIRILMASI Türkiye’de araştırmalar bireyin temel yöneliminin devlet odaklı olduğunu göstermektedir. Devletin yüce ve kutsal bir güç olmasına dayanan ve onun sonsuz bir kaynak olarak görülmesini de beraberinde getiren bu algılama, devletin, ‘kendi kendine var olan, bireyin etki ve katkısına muhtaç olmayan bir mekanizma’ tanımını da içselleştirmektedir. Oysa ki günümüzde devletin her alanda 90 Mimar ve Mühendis yapmaya mecbur olduğu kadar yap- herkes tarafından bilinebilir ve hatta ninde devlet ile birey arasında oluşan lebilirdir. İşte bu hakların oluşturduğu maktan imtina etmesi gereken işlem ve eylemler vardır. Anayasal hukuk düzebu hak ve ödevler aslında bir karşılıklı sözleşme niteliği taşımakta ve devletin yapması gerekenler bir lütuf olarak değil devletin birey ile yaptığı sözleşme gereği ifa mecburiyetinde olduğu yükümlülüklerdir. Bu duruma birey yönünden bakıldığında ise bu mecburi ifaların edasını isteme, bir haktır. Bu hak yasalar aracılığı ile de tescil edil- miştir. Bir şeyin tescillenmesi demek biliniyor olması demektir. Tescil edilen bir hak artık herkese karşı ileri sürü- karşılıklı ortama hukuk düzeni diyoruz. Öte yandan, özgürlük ve temel haklar sadece siyasal bir mesele değildir, aksine sadece siyasal alana bırakılamayacak kadar da hassas konulardır ve demokrasilerde gerçek anlamda özgürlük ve hak temelli yaşam, devletin hukuku tavandan tabana yaygınlaştır- ması, sivil toplumun da hukuku tabandan tavana bilinç düzeyine çıkartma- sıyla mümkündür. Hukuku yaygınlaştırma temel hakları keyfi şekilde yaralanmak- çok hukuku denetlemekle gerçekleşeceği yapmıyorsa ya da demokrasi oyunundan ve bilinç oluşturmanın, toplumun hukuku birlikte yaşayarak/uygulayarak ve daha ortaya çıkmaktadır. HUKUK DENETMENLİĞİ VE YASAL ÖRNEKLER Hukuki denetimci olma, sivil toplum kuruluşları için devlet erkine katılma yöntemlerinden biridir. Biliyoruz ve devamlı şikâyet ediyoruz ki devlet erki aslında sivil alanda despotça kullanıldığında özgürlük denilen kutsal başta olmak üzere insanların tadır. Kuvvetler ayrılığının hâkim olduğu yönetimlerde eğer tüm aktörler görevini danışıklı dövüş oyununa geçilmişse kimin uyarıcı ve müdahil olacağı sorusu gündeme gelir. İşte bu noktada ortaya atılan fikir ombudsmanlık kurumu, halk mahkemeleri veya halk savcılığı kurumları olmuştur. Bizde halk savcılığı ve halk mahkemeleri örnekleri yoktur. Ombudsmanlık da yeni kurulmuştur. Ombudsmanlığın amacı, idare üzerinde denetim uygulamaktır. Ombudsmanlık kurumu bağımsız bir kurumdur. Ancak verdiği kararlar bağlayıcı nitelikte olmayıp tavsiye niteliğindedir. Bu nedenle ombudsmanlık kurumu da aradığımız çözümü yeterli olarak vermemektedir. Bu noktada çözüm, hukuki denetimin STK’lar aracılığı ile yapılabilmesidir. Bir başka ifadeyle STK’ları birer hukuki denetimci olarak düşünmek, daha da ileri giderek her vatandaşın bu denetimciliğe katılımını sağlamaktır. İşte o zaman danışıklı dövüşe engel olunabilecektir. STK’lar ülkemizde genel olarak dernek, vakıf, birlik, platform vs. tüzel kişilikleriyle yürütülmektedir. Sivil toplum bu tüzel kişilikler altında ülkenin hukukunu üç türlü denetleme imkânına sahip olacaktır: İlk olarak hemen akla gelen ve sıkça uygulanan yöntem, hukuki bir yanlışa veya zararlı bir sonuca karşı baskı grubu oluşturma yoluyla hukuka aykırılığın giderilmesidir. Bu yöntemde amaç hukuk tarafından tanınan toplantı, gösteri, yürüyüş, basın açıklaması, boykotlar ve kampanyalar yapma hakkı kullanılarak hukuki yanlışlığın düzeltilmesini sağlamaktır. Burada hemen belirtmeliyiz ki bu eylemlerin hiç biri siyasilerin, kamu yöneticilerinin, valilerin, emniyet müdürlerinin kanunu çarpıttığı, bazı STK’ların da teslimiyetle anladığı gibi hiçbir surette izne tabi değildir. İkinci olarak, tüzel kişiliğe sahip STK’ların toplumsal menfaatler söz konusu olduğunda tüzel kişilikleri ve/veya üyeleri adına kanunen tanınan dava açma haklarını kullanmalarıdır. Üçüncüsü, STK’ların hukuki denetim mercilerine katılmalarıdır. Modern tüketici bilinci ve tüketici haklarının kullanılmasına ilişkin yasal düzenlemeler belirli kurumlara katılım imkânlarını tanımaktadır. Örnekler: Tüketici Hakem Heyetleri, Reklam Kurulu, İnternet Üst Kurulu, İl ve İlçe İnsan Hakları Kurulları, Ceza İnfaz Kurumları ve Tutukevleri İzleme Kurulları, Hasta Hakları Kurulları, farklı alanlarda oluşturulmuş Etik Kurullar vb. STK’LARIMIZ HUKUKİ DENETİM GÖREVLERİNİ YERİNE GETİREBİLİYORLAR MI? Ülkemizde gönüllülük esası üzerine kurulu sivil toplum çalışmaları sadece belirli alanlardaki çalışmalarda teşvik edilmektedir. İktidarlar, yandaşları olabilecek sosyal ve hayır amaçlı kurumları fonlayarak Mayıs - Haziran 2015 91 SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ (nem’alandırarak) büyütebilmektedir. Böylece gerçekte hükümet dışı kuruluş olarak kendini tanımlayan bu yapılanmalar bir müddet sonra sadece bir hayır kurumu olarak sistemin kurumlarını meşrulaştırmada kullanılabilmektedir. Aynı şekilde bazı baskı grupları da siyaset kurumuna yandaş STK’lar oluşturabilmektedir. Bu belki de sivil toplum kavramını üreten modernitenin ulus devlet bağlamında gerçekleşmesini istediği sonuçtur. O halde soru şudur: ‘STK’larımız hukuki denetim görevlerini yerine getirebiliyorlar mı?’ Kadim kültürümüzün güzide kurumu ahilik, hiçbir şekilde devletten nem’alanmak veya siyasi ve ekonomik rant elde etmek gayesiyle değil, hatta bir meslek dayanışmasının da ötesinde toplumsal yaşamı kolaylaştırmayı insanlığa göstermesi bakımından örnek sivil toplum kuruluşu idi. Sadece üyeleri için değil, toplumun tümüne yönelik faaliyetleri vardı. Vakıflar, toplumsal ihtiyaçları gidermenin yanı sıra, hukuka aykırılıkların tespit ve raporlanmasında, siyasi/bürokratik otoriteye yardımcı olarak top-lumsal sorunların çözümüne katkı yapmak üzere konuşlandırılmışlardır. Batı menşeli sivil toplum örgütlenmesi de dernekler ve platformlar şeklinde, kuruluş gayelerine uygun olarak, hükümet dışı fakat siyasetten uzak olmamak, ancak politik zaaflarla da malul olmamak üzerine konuşlandırılmışlardır. TOPLUM – SİYASET İKİLEMİNDE SİVİLLEŞME VE HUKUK Toplum-Siyaset ilişkilerini sivil toplum temelinde konuşurken, geçmişten örnekler yerine, son yaşananlar önceliğini koruyor. Zaten (uzak geçmişimizde sağlıklı olmasına rağmen) yakın geçmişimizde sağlıklı örnekler bulabilmemiz de mümkün görünmüyor. Sivilleşmenin "sivil toplum"un güçlen(diril) mesi ile mümkün olabileceğini henüz kavrayamadık. Sivilleşme, siyasilerimizin olduğu gibi, cemaatleşmiş veya politize olmuş sivil toplum örgütlerimizin gündeminde de yer almıyor. Hâlbuki güçlü bir sivil toplum özgürlüklerin teminatı olma yolunda çok önemli bir adım olacaktı. Kendi olamayan ve kendisini her daim devletin ianesine muhtaç hisseden yardım kuruluşları, dernek, vakıf, oda, platform gibi sivil top92 Mimar ve Mühendis Toplum-Siyaset ilişkilerini sivil toplum temelinde konuşurken, geçmişten örnekler yerine, son yaşananlar önceliğini koruyor. lumu çağrıştıran zeminler, siyasi kültürün gelişimine ve arzu edilen sivilleşmeye de katkı sağlayamayacaklarını kavrayamadı. Devletin icraatları sivil toplumun gözü önünde gerçekleşmekte, STK’ların ise bu icraatlara karşı bir sözü bulunmamaktadır. Devletin, idarenin icraatlarına karşı hakkı dile getirmeye çalışanlar, cılız da olsa sivil itaatsizlik eylemleri, ‘sen yapma bari’ veya ‘büyük harita’ ötelemeleriyle susturuldu. Oysaki sivil top-lumun varlığı, insanların ve STK’ların devlet ile olan ilişkilerinde aranır. Örnek olarak; vakıfların birer sivil toplum kuruluşu kurumları olmalarına karşılık, vakıf üniversitelerinin YÖK’e bağımlı ve devletin iki dudağı arasında olmaları sivil toplumda gelinen aşamanın göstergesidir. Yine birçok mesleki/ticari kuruluşun ve medyanın da ‘yandaş’, ‘candaş’ şeklinde vasıflandırılmaları ve bu vasıflandırılmanın bu kuruluşlar tarafından da içselleştirilmesi sivil toplumda hangi aşamaya geldiğimizin işaretleridir. Hâlbuki hem ülke yönetimine katkı hem de özgürlüklerin teminatı olması bakımından güçlü ve devletten bağımsız bir sivil toplum çok önemli bir açılım olabilirdi. Sivilleşme bakımından da devletten bağımsız, kendi göbeğini kendisi kesebilen, ülkenin gündeminde yer alabilen sivil toplum olgusu anlamında büyük adımlar atılabilirdi. Aksine, yıllarca mücadelesini verdiğimiz, “millet iradesinin TBMM ve yargı dışında hiçbir kurum tarafından temsil edilememesi” kuralı çiğnendiğinde, MGK, YÖK ve Olağanüstü Mahkemeler STK’larımızın ilgi alanına girmeliydi. Ancak tersi oldu ve yeniden nur topu gibi bir MGK’mız ve Kırmızı Kitap algımız oluştu. O halde, Türkiye’de varlığı arzu edilen sivil toplum olgusunun, yeni bir bakış açısı üzerinden yeni bir anayasa ve hepsinden önemlisi halk kitlelerinde idarenin işlem ve eylemlerine karşı bir sivil itaatsizlik bilincinin yerleştirilmesinden geçtiği açıktır. Devlete, idareye ve siyasilere düşen görev, sivil toplumun kapı kulu ve yanaşma zihniyetinden soyutlanmasını sağlayacak tavırlar takınmalarıdır. Mahkemenin kadıya mülk olmaması özdeyişi, iktidarların bir gün kendilerini de vurabilecek işlem ve eylemlere tevessül edebileceğini anımsatır. STK temsilcilerimiz ve aktivistlerimize düşen de rengi ve vasfı ne olursa olsun, hukuk denetmenliği görevlerini yerine getirmeleri olacaktır. SONUÇ: MEŞRUİYET ALGISI VE ALAN ÇALIŞMALARI Beklentilerimizin muhatapları, sadece devlet değil, devleti oluşturan kurum ve kuruluşların aramızdan çıkan yöneticileri olmakla birlikte; STK’larımız açısından da sivil toplumunun ‘meşruiyet algısı’, hukuka ve kendi sivil vicdanına karşı sorumlu, kamu vicdanınca denetlenen örgütlenmiş zeminler olmaktır. STK’ların meşruiyet algılarını, bizzat sivil toplumun ihtiyaçları belirlemektedir. Modern sosyal-hukuk devletinde bu alanlar; Hukuk, Siyaset, Eğitim-Öğretim, Sağlık ve Ekonomi’dir. Kadim kültürümüzdeki 5 temel ihtiyacı (makasıd-ı hamse – Dinin, Nefsin, Malın, Aklın, Neslin korunması) gözetmeyen otoriteye devlet denemeyeceği gibi, bu temel ihtiyaçlar için çalışmalar ve hukuk denetmenliği yapmayan topluluklara da sivil toplum kuruluşları (dernek-vakıf vb) denemez. Mayıs - Haziran 2015 93 MAKALE BİR MEDENİYET KANDİLİ Süleymanİye Yazma Eser Kütüphanesİ Tarih 1550 yılını gösterirken, Dersaadet = İstanbul’un ortasında fethin hicrî takvim itibariyle 100’üncü yılı anısına, adı daha sonra “Külliye” olarak anılacak olan bir imâretin temeli atılıyordu. Süleymaniye İmâreti… Emir EŞ Türkiye Yazma Eseler Kurumu İstanbul Bölge Müdürü T amamlanması kabaca 1557 tarihine denk düşen imâretin merkezinde, Osmanlı’nın gelecekte resmi birtakım merasim ve muayedelerinin tertiplenecek olması itibariyle birinci sınıf protokol camii olarak tavsif edilebilecek bir “Mescid” vardır. Etrafında ise Mekteb-i Sıbyân ile Evvel, Sânî, Sâlis ve Râbi’diye adlandırılan Medreseler, Tıb Medresesi, Dâru’ş-Şifâ, Dâru’z-Ziyâfe, Tâbhâne, Dâru’l-Hadîs, Dâru’l- Kurrâ, Dâru’l- Mülâzimiye, Hamâm ve Mimâr Sinân Hazretleri’nin mütevazı türbesi bulunmaktadır. Avlu giriş kapıları üzerindeki bekçi evleri ile câminin kıblesinde bulunan Kânûnî Sultân Süleymân’ın ve zevcesi Hürrem Sultân’ın türbeleri ve kabristandan oluşan hazîre, imâretin mütemmim unsurlarıdır. MEDRESEDEN KÜTÜPHANEYE GEÇİŞ SÜRECİ İstanbul’un çeşitli semtlerinde daha çok sâhibu’lhayrât eliyle kurulmuş olan vakıf kütüphaneleri, 1915 yılından itibaren Külliye’nin birinci ve ikinci medreselerinde bir araya getirilerek, medreseden kütüphaneye geçiş süreci başlamıştır. Çeşitli ve değişik kullanımlardan sonra, bugün kullanılmakta olan adını câmi içinde batı yönündeki dökme pirinç şebeke ile çevrili özel bölmede bulunan ve bu süreçte medreseye nakledilen koleksiyondan alan kütüphanemiz, aslında 1583 tarihinde oluşturulmuştur. Daha sonra sağlanan bağışlarla birlikte elde edilen koleksiyon sayısı, 120 tanesi Osmanlı dönemine ait olmak üzere bu gün 144’e ulaşmış bulunmaktadır. Bunlar arasında çok sayıda 94 Mimar ve Mühendis İstanbul’un çeşitli semtlerinde daha çok sâhibu’l- hayrât eliyle kurulmuş olan vakıf kütüphaneleri, 1915 yılından itibaren Külliye’nin birinci ve ikinci medreselerinde bir araya getirilerek, medreseden kütüphaneye geçiş süreci başlamıştır. Padişah, Sadrâzam, Şeyhu’l-İslâm, Kazasker, Vâlide Sultân, Ağa, Paşa, Reisü’l-Küttâb, Medrese, Tekke, Dergâh, Vakıf, özel şahıs ve câmilere mahsus kütüphane bulunmaktadır. Müslüman Türk milletinin yazılı kültürünün ana kaynaklarından yazma ve kıymetli basılı eserleri bünyesinde barındıran, yerli ve yabancı araştırmacılara uluslararası düzeyde hizmet sunan bir kurum olan Süleymaniye Kütüphanesi, yakın geçmişte Kültür ve Turizm Bakanlığı Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü’ne bağlı çalışmakta olduğu halde; şimdi okumakta olduğunuz bu satırların yazarı eliyle, bürokratik merciler nezdinde 2010 yılının son günlerinde başlatılan teşebbüsler neticesinde yasalaşarak kurulan Türkiye Yazma Eserler Kurumu bünyesindeki İstanbul Bölge Müdürlüğü’ne bağlı olarak faaliyetini sürdürmektedir. Kütüphanemiz cilt, tezhip, minyatür, hat, ebru ve levha gibi gelenekli kitap sanatlarımızın en nadir örneklerini barındırmaktadır. FARKLI BRANŞLARDAN İLK BAKIŞTA DİKKATİ ÇEKEN BİRKAÇ ESER Kütüphanemizi sıradan kütüphanelerden ayıran özelliklerden birisi de eskiden “Hazîne” yahut “Hızâne” denilen depolarında bir medeniyet kütüphanesi olduğunu ispatlar nitelikte çok sayıda eseri bulun- durmasıdır. Saymakla bitiremeyeceğimiz kadar çok olan bu eserler arasında farklı branşlardan ilk bakışta dikkati çeken birkaç tanesini zikretmekte fayda var: - Mimari hakkında Cafer Efendi’nin kaleme aldığı Risâle-i Mi’mâriyye, - Mühendislik dalında Eflatun’dan tercüme Kitabu’l- Mahrûtât, - Tıp bilimleri konusunda, İbn-i Sînâ’nın El Kânûn fi’t-Tıb, - Denizcilikte, Pîrî Reis’in Kitâb-ı Bahriye, - Seyahat kaynakları konusunda, Evliyâ Çelebî’nin Seyahatnâme, - Teknoloji hakkında, Ebu’l- İzz’in Kitâbu’l- Hiyel, - Matematik ile ilgili, Ali Kuşcu’nun Risâle fi’l-Hisâb, - Eczacılıkta, Dieskorides’in Kitâbu’lHaşâyiş, - Edebiyatta, çeşitli dîvanlar, kasideler, gazeller, hikayeler, cönkler. Kütüphanemizi sıradan kütüphanelerden ayıran özelliklerden birisi de eskiden “Hazîne” yahut “Hızâne” denilen depolarında bir medeniyet kütüphanesi olduğunu ispatlar nitelikte çok sayıda eseri bulundurmasıdır. Mayıs - Haziran 2015 95 MAKALE Ve bu yazının özel konusu olan mimari hendese dalında ise yazımıza tahsis edilen sayfalara, yüzde 0.1’inin bile sığmayacağının idrakinde olmakla birlikte, birkaç eser ismine yer vermemizin yararlı olacağını umarak aşağıdaki eserleri, haklarındaki çok muhtasar malumat ile birlikte kaydetmiş olalım: - 17’nci yüzyılın önemli matematikçilerinden Müneccimbaşı Ahmed Dede (1113/1702), geometri alanında Öklides’in Ele-menfier’inin Nasîrüddîn-i Tûsî tarafından yapılan tahririne doğrudan Nasıruddin-i Tûsî ve Ahmed el-Mevlevî adlı kişilerle hocalarının düştükleri notları Ta’lîkât ‘alâ Ök-lîdis adıyla bir araya getirmiş, ayrıca kendisi de esere önemli notlar ilâve etmiştir. Bu eser Tahrirü’l-fevâ’id olarak da bilinmektedir (Beyazıt Yazma Eser Ktp, nr 4590/1 de kayıtlıdır). - Dönemin ileri gelen âlimlerinden Yanyalı Esad Efendi, Grek ve İslâm matematiğinin önemli problemlerinden olan bir dairenin alanına, eş alana sahip bir kare tesbit etme, diğer bir ifadeyle dairenin kareleştirilmesi konusunda Kitâbü ‘Ameli’l-Murabba’i’l-Müsâvîed-Dâ’ire adlı bir çalışma yapmıştır. Oğlu tanınmış geometrici Bedreddin Muhammed’in ise geometri alanında bir dar açının üç eşit, dairenin ise 7 eşit parçaya taksimi ve bir dairenin içine yedigen çizme gibi konularda risaleleri vardır. ‘Amelü’l-Müsebba’ ve Ğayrihî Min Zevâti’l-Edlâh li-kesîreti’ddâire, Teslîsü’z-Zâviye ve Tesbî’ı’dDâ’ire adlarını taşıyan bu risaleler henüz incelenmemiştir. - Bedreddin Muhammed’in zamanımıza gelen en önemli geometri eseri, Osmanlı matematiğinde Öklid geometrisi üzerine yapılmış başlıca çalışmalar96 Mimar ve Mühendis dan biri olan Şerhu Ba’zi’l-Makâlâ-ti’1Öklîdisiyye adlı müellif nüshası eser, yine Beyazıt Yazma Eser Ktp. nr. 9787 da bulunmaktadır. Nuhbetü’t-Tulâha li İlmi’l- Mesâha adlı, Süleymaniye Kütüphanesi nr: 3680 de kayıtlı eser ile; Râsıt Takıyyüddin Efendi’nin Fizik ve Optik üzerine yazdığı NevruHadikati’l-Ebsâr ve Nûru Hakikati’l- Enzâr isimli mühim eser, Sül.Ktp. Muhammed Nuri Efendi Kısmı 163 numarada kayıtlıdır. Bu eserde ondalık kesirlerin trigonometriye uygulanmasının metodik araştırması konusu işlenmektedir. Daha fazla bilgi isteyen okuyucularımın, bilimsel bir metni okuyabilecek seviyede Arapça, Farsça ya da Osmanlı Türkçesine vâkıf olmaları halinde, bu yazının nâsirine müracaat ettikleri takdirde kendileriyle ilgilenilecektir, inşâallah. Tabii, bu yazıyı yazarken biz, değerli okuyucularımızın “mimari” ve “hendese” kelimelerinin birbirinin eş anlamlısı olarak uzun yüzyıllar boyunca kullanıldığını bildiklerinden hareket etmekteyiz. Yani kitap isimlerine bakarak toplumda sadece matematik ya da hendese veya cebir ya da mimari gibi birtakım teknik detayları beyan ettiği sanılan “mühendislik”i; bu dar anlamdan öte, astronomi hatta optik ve fizik vs. türden temel tüm teknik konuları da kapsayan bir alan olarak algılamamız gerekir. HAYATIN TÜM ALANLARIYLA İLGİLİ FAKAT FARKLI ORANLARDA KİTAPLARDAN OLUŞAN ESERLER Süleymaniye Kütüphanesi’ndeki eserler, hayatın tüm alanlarıyla ilgili, fakat farklı oranlarda kitaplardan oluşur. Buna hadis- ait internet ağının ilgili sayfasında, bu eserlerin ait oldukları kodları yazılmak suretiyle bibliyografik künye bilgilerine ulaşmak mümkündür. Ancak yukarıda da işaret edildiği üzere bu yazmaların yüzde 70’i Arapça, yüzde 25’i Osmanlı Türkçesi ve yüzde 5’i Farsça olması hasebiyle ilgilenenlerin, bilimsel metin okuma seviyelerinin, bu dillere “vukufiyet” derecelerinin iyi olması gerekir. Zira çok değil, daha günümüzden 100 küsur sene öncelerde, Arapça, ilmi eserlerin en yoğun şekilde yazıldığı dünya dilleri listesinin başlarında yer alıyordu. ten kimyaya, psikolojiden spora, musikiden coğrafyaya, eczacılıktan tefsire, hijyenden mimariye, astronomiden mühendisliğe, edebiyattan tıbba, optikten kelamî konulara ya da vakfiyelerden fetvâlara kadar sayılamayacak kadar çok çeşitli eserleri de dahil etmek mümkündür. Eserlerimiz Sibirya’dan, Afganistan’dan Hindistan’a, Yemen’den Güney Afrika’ya; yine Afrika’nın doğu ve batı sahillerinden Müslüman unsurun yoğun olarak bulunduğu kuzey bölgelerine; İspanya’dan, Portekiz’den, Bosna’ya; bugün Rusya sınırları içinde kalmış olan ve Türkî devletlerin bulunduğu topraklara; Turan’dan İran’a kadar eski dünya denilen coğrafyanın tüm beldelerinden bir şekilde gelerek, getirilerek, İslam dünyasının tarih boyunca en önemli kültür başkentlerinden birisi olan İstanbul ve yakın çevresinde ilim adamları- nın istifadesine sunulmuş, önemli alimlerin yetişmesine vesile olmuştur. Tabii bu arada eserlerin yazıldığı ya da toplandığı bölgeler arasında, hatta başında, bugün “Ortadoğu” olarak adlandırılan bölgenin anılmasına, Şam’ın, Bağdat’ın, Kahire’nin, Isfahan’ın, Şîraz’ın zikredilmesine gerek bile yoktur. YAZMALARIN YÜZDE 70’İ ARAPÇA, YÜZDE 25’İ OSMANLI TÜRKÇESİ VE YÜZDE 5’İ FARSÇA Süleymaniye Kütüphanesi’nde bulunan yazmalar arasında hendese, matematik, geometri, mimari ile ilgili eserlerin sayısı ve oranı genel yekün içerisinde çok önemli bir yer tutar. Alanında önemli kabul edilen, en çok ilgilenilen eserler, hiç şüphesiz yukarıda isimleri serdedilenlerden binlerce kat fazladır. Türkiye Yazma Eserler Kurumu’na BÖLGELERE GÖRE FARKLI ARAYIŞLAR SÖZ KONUSU Kütüphanemizde bulunan mimâri ve hendesî eserler içinde, Türkiyeli araştırmacıların ilgilendiği kitaplar ile yabancıların üzerinde durduğu eserler arasında farklılık elbette vardır. Bizde şimdilik, uzun soluklu profesyonel araştırmacı sayısı maalesef oldukça azdır. İlgili araştırmacılarımız genellikle akademik tezlerini tamamlayıncaya kadar yazma eserlerle ilgilenmekte, işleri bitince de çoğu yarıştan kopmaktadır. Dolayısıyla araştırmayı tüm hayatına yayan bilim adamımızın adedi bu nedenle oldukça azdır. Bu sebeplere, ülkemizde ilmi araştırmalara gerekli maddi desteğin ve moral takviyenin, bilhassa devlet kurumlarında ve üniversitelerde halen sağlanamamış olmasını da eklememizi, vicdani bir sorumluluğu ifa ve hakkı teslim olarak ilave etmemiz gerekir. İslam coğrafyasından gelen ve Türk vatandaşı olmayan araştırmacılarımız genellikle, tahkik (edisyon kritik) ve güncel sorunlara fıkıh temelli çözümler üretme amacıyla mezhepler arası mukayeseli İslam hukuku konularında yoğunlaşmaktadır. Bir kültür coğrafyası olarak “Batı” diye adlandıracağımız bölgelerden gelenler ise daha ziyade mukayeseli dini hukuk konusunda ya da semavi dinlerin hukuk anlayışı ile beşeri dinlerin hukuk anlayışını karşılaştırmak için araştırma yapmak üzere kaynaklarımıza başvurmaktadır. Ancak bir kısım araştırmacıların da hendese konulu eserler üzerinde çalışmakta olduklarını söylemenin bir kadirşinaslık gereği olduğunu belirtmeden de geçemeyeceğim elbette. Mayıs - Haziran 2015 97 GEZİ MOSKOVADAN İZLENİMLER Moskova’dan İzlenimler... Mimar A. Güleser Ekşi Temmuz ayında ailecek Moskova’ya bir gezimiz oldu. Rusya, disiplinler ülkesi, komünizmin getirdiği paylaşımcı ruh, disiplin hala devam ediyor. Moskova’da sayısız müzeler bulunuyor, geniş caddeler parklar, aktiviteler ve hareketli bir şehir yaşamı… Mimari açıdan çeşitlilik arz etmekte. Metroda insanlar inip binerken birbirini itip kakmıyor… Marketlerde sıra beklerken öndeki kişiye saygı gösteriliyor. Yolların ara arterleri dahi 6 şeritten oluşuyor, trafik problemi mevcut demek zor, yayalar karşıdan karşıya geçerken öncelikli ve sakin biçimde hareket ediyor. Oradan oraya kimse bağrışmıyor. Her şey bir ahenk içerisinde işliyor. Moskova’da 98 Mimar ve Mühendis yüksek binalar sadece Putin’in isteği üzerine şehrin merkezine birkaç tane yerleştirilmiş. 7 kız kardeşin anısına yapılmış olan 7 ayrı bina şehrin her yerinden görülebiliyor. Şehrin en yüksek noktasından kayak tramplenlerini, yükselen kuleleri görmek mümkün. Zamanında komünizm ihtilallerinin gerçekleştiği Kızıl Meydan ise şimdi mükemmel bir şekilde çiçeklendirilip turistlerin ilk durakları haline getirilmiş. Günlük yaşam bu meydanın etrafında şekillenmekte, müzeler önemli caddeler ve kafe restoranlar meydanın etrafına dizilmiş durumda. Korkunç Ivan’ın ellerinde mum tutturup söndüğünde insanların kellelerini aldığı kuyu hala mevcut ve ibretle gösteriliyor. Hiçbirimiz ne barbarlarmış demeden ibret ile izledik. KIZIL MEYDAN Rengarenk soğan başlı kubbelerin de yer aldığı Kızıl Meydan oldukça etkileyici, sarayın karşısında Bosco Cafe’de kahvenizi yudumlarken Kremlin Sarayı’nı da inceleyebiliyorsunuz. Kremlin şehir içinde kale manasına geliyor. Özel bir giriş biletiyle girdiğimiz sarayın içi de keza özel süslemeler ile dolu. Duvarlarla çevrili olan sarayın içinde 5 saray,4 kilise ve çeşitli kuleler bulunmakta. St. Basis Katedrali, History Museum, Lenin mozolesi meydan da yer almakta. Varak ve ahşap işçilikleri mükemmel. Hele Korkunç Ivan’ın tahtına imrenmemek elde değil. Sarayın iç bahçesinde çok bakımlı havuzlar ve katedraller var.Çarlık döneminden bugüne kadar saray olarak kullanılmış, Putin hala burayı başkanlık sarayı olarak kullanıyor. Lenin’in mumyalanmış mozolesi de bu meydan da bulunmakta. St. Basilis Katedrali 16. yüzyılda yapılmış bir sanat harika- sı. İhtişamdan uzak, eldekini değerlendiren Rus halkı bir Ruble’nin dahi kıymetini biliyor. Şehrin 6-8 şeritli ana yollarında limuzinlerin yanında 1970’lerden kalma otomobilleri kullanan Rus halkını da gördük, benzinin litresi 1.45 TL gibi. Sudan ucuz diye tabir edilebilecek kadar ucuz. BOLSHOY VE PARKLAR Bolshoy Tiyatrosu’nun yapıldığı mekan büyük bir bulvar üzerinde yer alıyor. Etrafına çeşitli kafeler dizilmiş, karşıdan karşıya mutlaka yeşil ışıkta geçiliyor ya da alt geçidi kullanıyorsunuz, kesinlikle kural ihlali yok! Barok ve gotik tarzı binalar birbirinden güzel, hiçbiri yıkılmamış olduğu gibi renovasyona tabi tutularak restore Mayıs - Haziran 2015 99 GEZİ MOSKOVADAN İZLENİMLER edilmiş. Oğlumun ısrarıyla 2 metro değiştirerek gittiğimiz şehrin merkezine yakın olan Gorky Parkı’nın donanımlarına inanamadım. 40-50 dönüm arazi üstüne yapılmış olan park muazzam. Şehir ve planlamacılarımızın, mimarların ve özellikle belediye yöneticilerinin görmesi gereken bir mekan. Bir noktadan bakıldığında yeşil alan sonsuz olarak gözüküyor, gözünüz hiçbir şeyle kesişmiyor. Ortada büyük bir havuz etrafında gençler paten yapıyor, bebekli hanımlar bebek arabalarını ağaçların arasından dolandırıyor. İleride oyun parkları mevcut; dönme dolaplar, salıncaklar, renkli balonlar çok çeşitli. Çiçekleri koparan vatandaşlar yok, çöpleri yere atanlar yok. Akşamüstü amatör gitarist gençler çalgılarıyla mekânı şenlendiriyor. Ruslar genel olarak neşeli ve mutlu, asık yüzlü kişiler az. CAMİİ Kışın soğuktan dolayı olsa gerek kapalı mekân aktivite ve eğlenceleri çok fazla. Biz de sirke gitmek için bilet almaya çalışsak da nafile, her yer dopdolu. Sanata burada ayrı bir önem veriliyor. Çocuklar doğuştan balet, balerin sanki. Aynı zamanda burada Diyanet’in yapımında rol aldığı büyük ve güzel bir camii de mevcut. Bu cami şehrin merkezine yakın, olimpiyat stadının yanında, inşaatı hala devam ettiğinden iç kısmını sizlere sunamıyorum. METRO Moskova metroları yerin oldukça altında ve tek seferde, yani tek merdivenle iniliyor. Savaş döneminden kalan metrolar oldukça eski fakat hızlı da. Metronun 100 Mimar ve Mühendis istasyonları heykeller ve vitraylar ile süslenmiş. İmrenmemek elde değil, her istasyon farklı bir sanat eseri. Dünyada bır tek Moskova yerin altında vitraylar bulunan bir metroya sahip. 1917-1937 yıllarına ait o dönemi yansıtan heykeller yer almakta. Novoslobodskaya, Kievskaya, Ploshad Revolutsi bu eserlerin bulunduğu metro istasyonlarından bazıları. Müzik sesiyle iniyor, müzik sesi ile yukarı çıkıyorsunuz. Metro da kitap okuma oranı oldukça yüksek. MÜZE Moskova’da aşırı sayıda müze var, Darvin müzesi, Votka Tarihi müzesi, Matruşka Müzesi, biz ise bazılarını gezebilmeye fırsat bulduk. Uzay müzesi olan Kozmonot Müzesi bunlardan biri. Uzaya tarih boyunca fırlatılan araçlar bir arada. İçine bilet ile girip dolaşılabiliyor. Ruslar uzaya çıkmak için iyi bir sermaye harcamışlar ve başarılılar da. Basınç tankları, füzeleri, giydikleri elbiseler ve kullandıkları malzemeleri yakınen görmek etkileyici bir şanstı bizler için. ST. PETERSBURG Moskova’dan St. Petersburg yani Peter’in şehrine 1 saat 30 dakikalık bir uçuştan sonra vardık. Buranın da alabildiğince yeşil ve tek katlı evleri olduğunu görüyoruz. Parklarında gezinirken yine yeşilin bolluğu ve düzeni dikkat çekiyor. Lüks yaşamıyorlar fakat mutlu ve huzurlular. St. Petersburg için kanallar şehri denebilir. Motorlara binip şehrin siluetine yakından bakabilirsiniz. Ağaçların altında, nehir kenarlarında yeni evlenen çiftler size coşkuyla selam veriyor. Güneş burada sadece 2 ay var, yani yok denecek kadar az, bu yüzden güneşi gören parklara atıyor kendini. Buradaki Hermitage Müzesi’nde oldukça değerli tablolar mevcut, sanat tarihçilerinin ve ressamların, mimarların bu şehri gezmesini tavsiye ediyorum. Birbirinden güzel desenlerle işlenmiş Matruşkaların bolca satıldığı mağazalardan eşe dosta aldığımız hediyelerle gezimizi tamamladık. En çok beğendiğim tarafları eski eserleri korumaları, restorasyona önem vermeleri ve yeşil alanların bolluğu, caddelerin geniş ve rahat olması. Disiplin, insan doğasının vazgeçilmez bir parçası, sanat ve bilgi ile bütünleşiyor, doğayı eşsiz kılıyor. Güneş ışıltısıyla bizleri aydınlatıyor, nimetler sunuyor, insanoğlu bunları işleyerek hayatını kolaylaştırıyor. Mayıs - Haziran 2015 101 OBJEKTİFİN GÖZÜNDEN MÜHENDİSİN GÖRDÜĞÜ Vekil Camii ŞİRAZ / İRAN FOTOĞRAF: OSMAN ARI KİTAPLIK OSMANLI DEVLETİ’NDE HAREMEYN VAKIFLARI YAZAR: MUSTAFA GÜLER YAYINEVİ: ÇAMLICA BASIM YAYIN Mekke-i Mükerreme ve Medîne-i Münevvere şehirleri, Müslümanlar nazarında yeryüzünün en mukaddes mekânlarıdır. Haremeyn diye isimlendirilen bu iki şehir her asırda merkezî idârelerin ve şahısların fevkalâde ilgisine mazhar olmuştur. Bu kitap; başta Haremeyn’e hizmet için kurulan vakıfları, vakıfların idâresini ve devlet adamlarının başta padişahlar ve aileleri olmak üzere hususî yardım ve bağışlarını konu almaktadır. Birinci bölümde Mısır ve Hicaz’ın Osmanlı idaresine katılması, vakıflar sayesinde Hac yolunda ve Haremeyn’de yapılan hizmetlere yer verilmiştir. İkinci bölümde, fukarâ ve mukaddes mekânlara hizmet edenler için kurulan vakıflar ve hususî tahsîsât ele alınmıştır. Üçüncü bölümde Haremeyn vakıfları çeşitlerine göre tasnif edilip bu konuda doyurucu malumat verilmiştir. Dördüncü bölümde vakıfların Mekke ve Medîne’ye irsâl ameliyesi olan surre ve vakıf kurucuları anlatılmıştır. OSMANLI VAKIF MEDENİYETİ YAZAR: ZİYA KAZICI YAYINEVİ: BİLGE YAYINCILIK Yardımlaşma temeline dayanan, dini ve medeni bir müessese olan vakıf, sosyal dayanışmanın en eski hukuki müesseselerinden biridir. Sosyal müesseselerin kurulup gelişmesinde büyük derecede rol oynayan ve sadece geniş halk kitleleri değil, çevre ve hayvanlara da hizmet götüren vakıf teşkilatı, milletlerin sahip olduğu manevi güç ve değerlerin tanımlanmasına yardımcı başlıca eserlerdendir. İslam dinini kabul etmelerinden sonra Türklerin, ekonomik, sosyal ve dini hayatlarında asırlar boyu müessir bir rol oynayan vakıf kurumu, sadece fakirlere yardım etmek gibi dar bir çevrede kalmamış; aynı zamanda fikir, irfan ve imar gibi müesseseler üzerinde de derin izler bırakmıştır. Nitekim bu yüzden Osmanlı İmparatorluğu’nun umumi hayatında bir iskan ve imar metodu olarak vakıfların oynamış olduğu büyük rolden kimse şüphe etmemektedir. ANADOLU’DA XII-XIII. YÜZYIL TÜRK HAMAMLARI TÜRK HANLARININ GELİŞİMİ VE İSTANBUL HANLARI MİMARİSİ YAZAR: SADİ BAYRAM YAYINEVİ: VAKIFLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ YAZAR: DR. CEYHAN GÜRAN YAYINEVİ: VAKIFLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ Türk kültür tarihimizde önemli bir boşluğu dolduran eser; XII-XIII. yüzyıl hamamları hakkında genel bilgiler, mimari ve kompozisyon özellikleri, su tesisatı, dam örtü şekilleri ve malzemeleri, aydınlatma, tezyinat, ısıtma sistemleri ve bunlardan çıkartılan sonuçları belirtiyor. Bu kitap uzun araştırmaların, çeşitli bilgi ve dokümanların sentezinden doğmuş, 19’uncu yüzyıl ilk yarısına kadar İstanbul’da ortaya çıkmış, 43 adet eski karakterini muhafaza etmiş, 59 adet tamamen kaybolmuş veya değişmiş olan, toplam 102 han üzerinde çalışma ve araştırma yapılmıştır. TÜRKİYE’DE VAKIF ABİDELER VE ESKİ ESERLER 4 CİLT TAKIM YAZAR: SABİH ERKEN YAYINEVİ: VAKIFLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ Vakıfların Türk Medeniyet tarihine kazandırdığı Abide ve sanat eserlerini, orijinal zenginliğine, sanat değerlerine zarar vermeden gelecek nesillere ulaştırmak gibi çok önemli ve kutsal bir vazifeyi üstlenmiş olan Vakıflar Genel Müdürlüğü; çalışmaları ile Türk mazisinin haşmetini yeni nesillere bütün değerleriyle intikal ettirmek şans ve bahtiyarlığına sahiptir. Her vilayetimizde bulunan vakıf eski eserlerin tespit ve tescili alfabetik sıraya göre yapılmakta ve bu hizmet yayın yoluyla ilim dünyasının istifadesine sunulmaktadır. Mayıs - Haziran 2015 103 ÇİZGİ YORUM YAKUP GÜLER 104 Mimar ve Mühendis YENİLİK TECRÜBE, TEKNOLOJİ VE KARBON KATAMARAN YOLCU FERİBOTU YENİ NESİL YOLCU GEMİSİ ARAMA KURTARMA BOTU