allah`ı okumak - WordPress.com
Transkript
allah`ı okumak - WordPress.com
ALLAH'I OKUMAK OKU YARATAN RABBİNİN İSMİNİ/İSMİYLE O Kİ SENİ ALAKA/İLGİ'DEN YARATTI, OKU. Arz'dan Arş'a, Arş'tan ALLAH'a... Akıl en büyük nimettir. Allah'ı tanıyan para-kozmik olguya akıl denir. Aklın görevi BİLİM yaparak KAYNAĞINA rücu etmek: Yani ALLAH'ı bilmekten ibaret olan TEK GÖREV > KULLUK. Aklın görevi ALLAH'ı "Oku"maktır. Hans von Aiberg 2005 [*] Sevgideğer okurlar, Belki şu an evlerinizdesiniz, belki yolculukta, belki tatilde. Kimbilir belki ışıklı salonlarda, belki televizyon seyreden aile bireylerinizle birliktesiniz. Belki insanların arasında, belki de tek başınıza, yapayalnız olarak bu satırları okumaktasınız. Her nerede ya da kaç kişi olursanız olun, kendinizi yalnız sandığınız her an, sizden bir fazla ve size şahdamarınızdan da yakın Allah vardır mekanlarınızda. O, hiçbir yere gitmemiştir ki, hep sizinledir, sürekli sizinle birliktedir! O, varoluşumuzun yegane sebebi, biricik Yaratıcımızdır. O, ebedi yalnızdır; fakat biz gibi yalnızlıktan sıkılmaz, çünkü sıkılmaktan da beridir. “Öyleyse Yaratan bizi ne için yaratmış olabilir?” İşte bu amansız soruyu kendinize sormaktan kurtulamazsınız. Düşündükçe tekrar ve tekrar sorarsınız. O’nun bize ihtiyacı var mıdır? Hayır, yarattığı hiçbir şeye muhtaç olmayandır, sadece Ruhundan üflemiştir. (Hicr 15/29 , Sad 38/72) “Öyleyse O’nun bize ne yönden ihtiyacı olabilir?” Düşününüz ki; anne (Rahim) ile baba (Rahman) bebeklerine (kullarına) hep verirler ve karşılığında hiçbir şey istemezler. Eğer anne olsaydınız, bebeğinizin biberonunu çalıp içmeyi düşünür müydünüz? Yoksa tam tersine kanınızdan, sütünüzden onu besler miydiniz? Örneğin altı aylık bebekten su isteyemezsiniz ya da bir yaşındaki çocuktan yemek yapmasını bekleyemezsiniz. O çocuğu armağanlarla (Cennet) sevindirirken, yeri geldikçe de cezayla (Cehennem) uyararak kontrol etmek istersiniz. Uyarılarınız onu ürkütebilir, üzebilir. Fakat “Rahmet”iniz öyle güzeldir ki, ezici çoğunlukla çocuğunuzu bağrınıza basar ve çok seversiniz. Allah ile ilişkilerimiz işte bunun misalidir. Çünkü Allah, bize çok düşkündür; anasız-babasız, tam yetim olan insanın babası (Rahman) ve anası (Rahim) gibidir. Gibidir demek, ana-baba demek değildir. Adem ile Havva'nın anası-babası gibidir, fakat bu bildiğimiz anne-baba anlamına gelmez. Annelerimiz O’nun Rahim adı için anne, babalarımız da O’nun Rahman adı talim edilerek baba olmuşlardır. Allah annemiz babamız gibidir, ama biz O’nun asla ve asla çocuğu falan değiliz. O bizim annemiz babamız gibi olunca, biz ise O’nun çocuğu olmayınca, bu özel ilişkiye kulluk (abd, ibad) denir. Bizler Allah'ın kullarıyız, çocuğu değiliz. (Üstelik kul kelimesi köle demek de değildir. Bizler Allah’ın kölesi değil, kuluyuz ve O’nu bilmekle sorumluyuz.) Ana O’nun merhametini ve şefkatini, baba ise esirgeyiciliğini alır. Hatta “Esirgeyen, bağışlayan” vb. kelimelerden çok daha ileri anlamlar içerir. Mesela yeni doğan bir bebek öldüyse, bu zalimlik değildir. Allah indindeki bir gün, bize göre 50 bin yıldır. Siz-biz örneğin 75 yıl yaşadıksa, bunun ahıret takvimindeki karşılığı birkaç salisedir. Ölüm ise bir daha hiç ölmemek ve ebediyen (Cehennemde veya Cennetlerde) yaşamak üzere ölümsüzlüğe doğmaktır. Dünyadaki saliseler, bize ne kadar uzun gelirse gelsin çok kısadır. Hatta daha ve daha da kısadır. Hayat ebedidir; fakat ömür, doğmak-ölmek (neden-sonuç) kadar kısadır, birkaç salisedir. Ebediyen doğmak için bir kez ölmemiz gerekir. (Ayetler “iki kez doğum ve iki kez ölüm”den söz eder.) Bizler yoktan var edilmedik mi? Bu ilk doğum olayımızdır. Sonra Rahim’e üflendik. Bu bizim ikinci doğumumuzdur. “Rabbimiz! Bizi iki kez öldürdün, iki kez dirilttin. Artık kusurlarımızı itiraf ettik. ÇıkıĢ için bir yol (way-out) var mı? dediler.” (Mümin 40/11) Her doğan varlık otomatikman ölüme adaydır. O halde bir gün öleceğiz. Sonra yeniden dirileceğiz ve hiçbir zaman ölmeyeceğiz... Rabbimizin bizi yaratma amacını daha iyi anlamak için, Anadolu’nun gerçek erenleri olan (Hint, Arap ya da Endülüs değil) Türk tasavvufçularına da kulak vermemiz gerekir. Onlar, tasavvufun zevkini Dede Korkut’tan almışlardır. Korkut’un öğrencisi Ahmet Yesevi, onun öğrencilerinden Şemsi Tebrizi, Taptuk Emre ve Hacı Bektaş ile onların öğrencileri olan Mevlana, Yunus Emre ve Hacı Bayram’ın gerçek (Kur’an’dan) tasavvufuna göre (Muhanuf): “Bilinmeyen Yaratıcı bilinmek istemiştir.” Sadece biz insanları değil, herşeyi (külli şey*in’i) yaratan Rabbimiz, bilinmez bir gizli hazinedir ve bilinmeyi istemiştir. Bilmek de bilim ile olacağından buna abidlik demiştir. “Ben cinleri ve insanları, bana abidlik/kulluk etmeleri (beni bilmeleri) dıĢında bir Ģey için yaratmadım.” (Zariyat 51/56) Her ne kadar Kur’an’daki abid kelimesi (mealciler tarafından) ibadet olarak çevrilse de, tüm şeylerin (külli şey*in’in) yaratılış amacı işte bu abidlik borcudur, Allah’ı aklen bilmektir. Abidlik, bilinmeyi isteyen Rabbimizin bizden aldığı sözdür. (İnsan da külli şey*in’in bir parçası, yani paydanın payıdır.) (Haşa) Allah, bilinmeye muhtaç değildir. Çünkü O, herşeyin en öncesi, El Evvel’idir. Zamandan beridir. Zaman kavramı olmadığı için, ebediyen sıkılacak ve ezeliyen sıkılmış ya da yalnız kalmış da değildir. Allah kendine benzemez. Allah herşeydir. Sonsuz cemali vardır, her cemal O’nundur (Veche'si vardır). Allah’ı neye benzetebiliriz ki? Bilinen bir tek şey vardır: O çok güzel... Kelime aramayınız, bulamazsınız, sözlükler yetmez. Çok güzel deyiniz, yeter (El Birr). Çok (Sonsuz kez sonsuz kez sonsuz üstündeki sayıda) cemali vardır ve hiçbiri diğerine benzemez. Sadece O çok latif, letafetli, latifeli, lütuflu (El Latif) ve tüm güzelliklerin tasvircisidir (El Musavvir). Cennet onun güzelliğinin sadece bir gölgesidir. (Gölge teşbih anlamındadır. El Latif olanın elbette gölgesi olmaz. Gölge fotonların işlerindendir. Allah zaten fotonların da yaratıcısıdır. Allah için BİR (Ehad) ve TEK (Vahid) diyoruz. Oysa bir denen sayıyı da o yaratmıştır. O sayı bile Allah’ımızı adet cinsinden ölçemez. Allah birdir derken, kendi yarattığı sayıyla zatını ölçümlemiş oluruz.) Sırf bunlar için Sübhan Allah deriz. Yani O’nu hiçbir şeye benzetmezsek, ki benzetemeyiz, adı Sübhanallâh’tır. Dolayısıyla Rabbimizin, bizim zannetmemizle ve sanrılarımızla hiçbir ilgisi yoktur. Çünkü O; kalın sesli, sakallı, vekarlı, heybetli, baba gibi bir yaşlı erkek ve/veya bunun tersi dişi de değildir. Tıpkı melekler gibi nötr, hatta nötr bile değil, sadece Samed’dir. Rabbimiz, sadece Ruhundan üflemek istemiştir. Ruhundan üflemenin kaynağı Samed, muhatabı ise Nimettir. Mıknatıstaki S ve N kutuplarını gözlerinizin önüne getiriniz: Mıknatısın güney kutbunun manyetik akıları, kuzeye doğru tek yönlü giden akılardır. Karşıtı ise kuzeydeki emisyon kutbu tarafından yutulan akılardır. Nasıl ki mıknatısın akılarından oluşmuş bir balon varsa, Allah’ımızın ruhundan üflemesi de mıknatıs akılarına özdeştir. (Rabbimiz, tüm insanlara hep böyle misaller verir, ama bu misalleri -Ankebut 29/43 uyarınca- sadece Alimler anlar.) Allah Ruhundan üflemiştir, yani yaratılmak zorunlu olmuştur! Ya da tek kutup (El Evvela) olan Rabbimiz, karşı kutup (yaratık) oluşturmuştur. Ruh üflenmeden önce (demir tozları misali) madde yaratılmıştır. Bunlar (bir kağıt gibi) evren balonunun (Dört boyutlu uzay-zamanın) yüzeyine konmuş, kağıdın altına mıknatıs yerleştirilmiş ve demir tozları, magnetik akıların olduğu üflemeyle dizilmişlerdir. (Madde bedeni sanal zaman boyutuna bağlayan ve de arayüz olan biyo-elektro-manyetik-plazmayı nefs, mıknatısı ise 5. boyuta uzanan akıl-zihin-bilinç bedenimiz olarak düşününüz.) Bir gün öleceğiz. Yani mıknatıs, kağıdın (Dört boyutlu evren uzay-zamanının) altından çekilecek, böylece demir tozları (hücreler, atomlar) yeniden dağılacaktır. Karadelik (mezar) yutacak, arkada akdelikten (ahırette) yeniden, kağıttan külah gibi (Mahşer meydanı) serpili duracağız. Ama Rabbimiz; Enbiya 21/104 ayeti gereğince bizi yeniden açacak, ne kadar demir tozu varsa serpecek (kuantum tanecikleri) ve yeniden yarattığında, mıknatısı nasıl doğduğumuz gün altımıza koyduysa yine koyacaktır. (Tekrar Enbiya 21/104.) Ve biz yeniden bu üflemeye uygun olarak (Sur, Allah’ın Ruhunu üfler) bir daha, yine ve yeniden, tekrar yaratılacağız... … Rabbimiz bizden ahit almıştır; imtihan sonucu bizi dünyada var etmiş ve ahdi bize unutturmuştur. İlk nefese kadar bildiğimiz bu söz, doğumumuzla birlikte bize unutturulmuştur. Hani doğarken ağlıyoruz ya, işte o andan itibaren (sıvı solunumundan akciğer solunumuna geçince) Allah’a verdiğimiz sözü unutuyoruz; ta ki son nefese değin. Son nefes, al-ver-al-ver dizgesinden, alınıp da verilemeyen veya verilip de alınamayan nefestir. İlk nefes ile son nefes arasında bize unutturulmuştur. Son nefesten sonra artık geriye dönüş yoktur. Her ne öğrenirsek, şu sınırlı ömürlerimiz süresince burada öğreneceğiz ya da öğrenemeden gideceğiz. Bilmekle yükümlüyüz. Orada türlü bahanelerin ardına saklanarak hesaptan kaçma ya da kurtulma şansımız olmayacaktır. İşte bu yüzden, Rabbimizin Kur’an’daki ilk emri, vahyettiği ilk kelimesi OKUdur. Bilinmek için bizleri yaratan Allah’ımızı bilmenin yani unutturulanı öğrenmenin tek yolu okumaktır. Okumadan nasıl anlayabiliriz ki? Okumazsak öğrenemeyiz, sorgulayamayız. Aklen bilmenin ilk şartıdır okumak. O halde lütfen, bu ilk ve en temel ibadeti yerine getiriniz. Ve bir an olsun “Ölmeden ölünüz” sırrını kendinizde test ediniz! Diriler için yalnızlık söz konusu değildir. Ama ölüler için evlerinizdeki ışık ve sesler yoktur. Onların bütün evrenleri kara toprak altıdır. Gözlerinizi kapayıp bir an için toprağın altında katalepsiyi deneyiniz. Bu, kömürlük veya mahzene kapanmaya hiç benzemez. Gerçek yalnızlığınızda ölmeden ölünüz. Ve biliniz ki, o kabirde sadece Allah vardır! Bir saniye ölmeden öldükten sonra diriliniz. Hazır sırtınız ürpermiş ve dünyaya dönmüşken, şimdi en yakınınızla ilgileniniz. Ailenizden yoksul bir üyenizin ya da yanıbaşınızdaki komşunuzun aç yatıp yatmadığından haberiniz var mıdır? Kimi insan onurludur. Mesela astronomik bir kira verir, maydanozu ise tuzlayarak ekmekle yer ve doymaya çalışır. Ya komşunuz böyle biriyse? Bu satırları komşunuzun tok olduğuna inandıktan sonra, mezar yalnızlığında, fakat Allah ile birlikte olduğunuzu düşünerek okuyunuz. Böylece amansız bir sorunun da hesabını vermiş olacaksınız: “Bugün Allah için ne yaptınız?” İyilikleriniz ve ibadetleriniz kendiniz içindir. Bunlarla kendinizi kurtarmış mı olacaksınız? Rabbinizin şan-şerefini arttırmış ya da eksiltmiş değilsiniz. Yani Allah için bugün bir şey yapmış değilseniz, işte size eşsiz bir fırsat! Gizli bir hazine iken bilinmeyi isteyen Yaratıcıya yöneliniz. Ama aşık-maşuk, karasevdalı, mecnun gibi değil, “Kulları içinde yalnızca alimler Allah‟tan haĢyet eder” (Fatır 35/28) ayeti uyarınca korkarak yöneliniz... Aşk ehli başka, ilim ehli başkadır. Aşk ehlinin korkusu dünyevi ölçütlerle sınırlıdır. İlim ehlinin korkusunu anlamak içinse, önce öğrenmeye niyet etmeli yani okumalısınız. Çünkü Allah, akıl sahiplerinin kendisini ilmen, soruşturarak bulmasını farz kılmaktadır. Bunun dışındaki taklidi/nakli iman ise çok sakıncalıdır. “Araplar „Ġman ettik‟ dediler. Onlara „Ġman etmediniz, topluca teslim olduk deyin, iman kalplerinize girmedi‟ de. Allah ve elçisine itaat ederseniz, yaptıklarınızdan hiçbir Ģey eksiltilmez. Allah Ğafur‟dur, Rahim‟dir.” (Hucurat 49/14) Ayet; taklidi, nakli, soruşturulmamış, körü körüne ve akla dayanmayan bir inancın “Arabesk” (sadece teslim olmak ve iman sahibi olamamak) riskini anlatmaktadır. Bu bağlamda Allah için yapılan ve Allah’ın hoşnut/razı olduğu uğraşların en başında bilim gelmektedir. Öyleyse, “Bugün Allah için bilim yapıyorum” diyerek, rahatlıkla sevgideğer Aiberg’i okuyunuz. Çünkü bilim, Allah uğrunda yapılanların en zahmetlisidir, gizli hazinenin bilinebilmesi için en önemlisidir. Akıl, bilgi, kültür, inanç sahibi aydın bir kişi olarak, dünyada her ne alırsanız, o kişilikle gideceksiniz. Herkes kaldığı yerden devam etmek üzere, şehitse akan kanıyla dirilecektir. Dünyadaki bilgi-görgü düzeyiniz ve şimdiki düşünceniz neyse onunla dirileceksiniz. Orada kişilik değişikliği yoktur; “Canı çıkmış ama huyu çıkmamış” olarak siz sizsiniz! Kopan film böylece yeniden bağlanmış olacak; kaldığınız yerden, iyi-kötü mizacınız neyse o davranışı sürdüreceksiniz. O halde dünyadan bilim, irfan ve görgü götürmeye bakmalısınız... Bilim, size Allah’ı düşündürür. İçinize sinmeyen olayları, yasakları, günahları yapmaktan alıkoyar. Bilim odur ki; imansızı, dinsizi ya da batıl dindeki kimseyi, ebedi Cehennemden ebedi Cennete götürecek kadar büyük bir sırdır. Bilim olmasaydı -kendi payımıza söylüyoruzbiz ne olurduk? Bilim adamı nedir, kimdir, neyi nasıl düşünür? Evren nedir? Sırları ve sınırları nelerdir? Niçin ve nasıl yaratılmıştır? Nasıl yok olacaktır? Yaratan, yaratmadan önce ne yapmaktadır? Nasıl bir varlıktır ya da varlık mıdır? Niteliği ve niceliği nedir? İyi, kolay ve sabırlı yoldan bir akış içinde, sorgulayarak (aklen, tahkiken) okuduğunuzda, tüm sorularınızın yanıtlarını, Aiberg’in yazılarında [KAWLİ MERAMULLAH] bulacağınızdan emin olabilirsiniz sevgideğer okurlar... Evren çok ama çok geniştir. Dışındaki evren ondan milyonlarca kez geniştir ve trilyonlarca yıl boyunca oraya ulaşılamaz. İnsan aklı ise evrenden de geniştir. İnsan aklının genişlemesi bilimle olmaktadır. Evrendeki görünmeyen maddeyi gören, ayrı boyutlardan sayısız evren dizisi olduğunu bulan, uzayın kuvvet alanlarının ve görünmeyen karanlık gök kapılarının erişilmez bölgelerine uzanan, Omni Bilimsel düşünce yeteneğidir. Böyle bir düşünce, en büyük nimetimiz aklın, harika ve hassas bir sonucu olan bilim ile mümkündür. Allah, kalemle yazmayı ve insana bilmediğini öğreten El Alim’dir. Biliminin öğrenilmesini ve öğretilmesini emretmiştir. Evreni dolaysız keşfedenlere susmak, dolaylı olarak bilimle keşfeden bilginlere ise susmamak emri getirilmiştir. Paylaşımlarımızın bir başka amacı işte bu yükümlülüktür. Bilim, aynı zamanda bir sonsuzluk kulesidir. O kulenin Arş denen tavanında ne olduğunu merak ediyoruz; Arz denen tabanında küçük irade sahibi kimseler olmamıza rağmen... İmkansızın ardına geçmek için elimizdeki tek kılavuzumuz, bilimin yol göstericisi Kur’an’dır. Fakat Allah’ın bilimi öyle kolay sanılmamalıdır. Bu zorluğu kolaylaştırmak bilenlerin görevidir. Bilgin eğer Allah’a teslim olmuşsa, artık Alim olmaya soyunmuş demektir. Allah’a teslim olan bilginlerin ana kitabı kuşkusuz Kur’an’dır. Kur’an’ı anlamanın yolu da O’NUOKUmaktır. “Denizler mürekkep olsa…” (Kehf 18/109) uyarınca, bitmez tükenmez bir deryadır Kur’an, sonu gelmez bir bilim kitabıdır (Ana Kitab“LevhiMahfuz”dandır). Allah’ın kelamıdır; Bilinçli, Akıllı ve El Alim Yaratanımızın adeta bizimle konuşmasıdır; hatta biz gibi canlıdır! İşte o dipdiri kelama kulak veriniz, Rabbinizin seslenişini dinleyiniz. OKU’nmak için indirilmiştir Kur’an, lütfen onunla konuşunuz. Yüzlerce yıldır, “Kur‟an‟da herĢeyin olmadığı, hadisler olmadan onun anlaĢılamayacağı” YALANI insanlığa yutturulmuştur. Müslümanlar, ilk inen kelime OKU olduğu halde, Kur’an’ı ellerine alıp okumaya çekinmişlerdir! İnsanların yazdıkları/uydurdukları masallardan yakayı kurtarmak istiyorsanız, Allah’ın indirdiği Kur’an’ı tek kılavuz edinmelisiniz. Ancak bu yolla (Başöğretmeniniz Rabbiniz olduğu sürece) gerçeklerle her geçen gün biraz daha yüzleşirsiniz. Aksi takdirde; Allah’ın haram kılmadıklarını haramlaştırır, helal kılmadıklarını helalleştirirsiniz; O’nun emrettiklerini yerine getirmeksizin yaşayıp gidersiniz. Ve son nefeste hatırlatıldığında, artık o hatırlayışın size faydası olmaz. Dünya hayatı, birkaç saliselik hayal, rüyadır (hologram). Baliğ olduğunuz andan itibaren dünya yaşamındaki amellerinizden sorumlusunuz. Kur’an’daki ismi mesuliyettir; yani tüm yaptıklarınızdan sual olunacaksınız, sorguya çekileceksiniz. Hal böyle iken, işte o son nefes gelmeden önce Kur’an’la yüzleşiniz; insanların değil, Rabbimizin ne dediğini anlamaya çalışıp, bu yolda okuyunuz... Allah’ın ilk emri olan OKUmak; Allah’ın adıyla, yani Allah’ı tahkiken/aklen bulma yolunda okumaktır. O halde O’nun ismi ile OKUmaya başlayınız. Ama sadece “Bismillâh” diyerek değil. Çünkü Allah’ımızın emri şudur: Kur’an’a BESMELE ile değil, EUZU-BESMELE ile başlanacaktır. “fe izâqara‟ te l qur‟âne fe iste~ızb‟ĠLlâhimin eĢ Ģeytân ir racîm” “Kur‟an okuduğunda (okuma sırasında) artık racim ġeytandan Allah‟a sığın.” (Nahl 16/98) Burada “este~îzüb’İLlâh” (Allah’a sığınmayı istiyorum/isterim) yerine, “e~ûzüb’İLlâh” (Allah’a sığınırım) deriz. “e~uzüb’İLlâhimin eş şeytan ir racim” ya da kısaca “e~uzüb’İLlâh” (EUZÜ BİLLÂH). Devamında ise “Besmele” vardır. (Kur’an’da “Besmele” TEK yerde geçmektedir ve 113 tanesi aslında yoktur.) “qâletyâeyyühâ el mele‟üinnîulqıyeiley ye kitâbünkerîmüninnehüminSüleymâneweinnehüb’ism’İLlâhi r Raxmâni r Raxîmi” “Ey ileri gelenler! Bana kerim bir kitap/yazı ulaĢtırıldı. O (yazı), Süleyman‟dandır ve o Rahman Rahim Allah‟ın adı iledir, dedi.” (Neml27/29,30) “b’ism’İLlâhi r Rahmani r Rahim” ya da kısaca “b’ism’İLlâh” (BİSMİLLÂH). Sizler de Allah’ın adıyla, Allah’ı tahkiken (aklen) bulma yolunda okuyunuz sevgideğer okurlar. Kısaca “euzübİllâhbismİllâh” (Euzü Billah Bismillah) deyiniz, ama illa ki oku emrini yerine getiriniz... Birlikte, asırlardır okunmayanları okumak, tümden gelerek sorgulamak ve öncelikli olarak HANİF İMAN’da (Allah’ın TEK dostu HALİL İbrahim’in MİLLETİ’nde) buluşmak dileğiyle. Saygı ve sevgilerimizle, RZİ RZİ RZİ … [*] Üstteki yazı, Hans von Aiberg'in okurları-öğrencileri tarafından, o'nun kitapları ve internet ortamındaki yazıları kaynak edinilerek (hatta mot-a-mot alıntılar yapılarak) 2005 yılında hazırlanmıştır (5 bölümlük bir çalışmanın giriş kesimidir). pS. 26 Ağustos bloğu’nca, 2005’deki yazının aslına sadık kalınarak, tafsilata yönelik kısmi eklemeler yapılmıştır. https://26august.wordpress.com/2015/06/13/allahi-okumak/