2011 Arap Devrimleri III.Bölümü indirmek için tıklayın
Transkript
2011 Arap Devrimleri III.Bölümü indirmek için tıklayın
DÜBAM HAZIRLAYAN: ERTUĞRUL AYDIN 2011 ARAP DEVRİMLERİ – III DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Genel Yayın Yönetmeni Akif Emre Yayın Koordinatörü Ertuğrul Aydın Temmuz 2011 DÜBAM Yayınları Küresel ĠletiĢim Merkezi Barbaros Bulvarı, Balmumcu / BeĢiktaĢ Tel: (0212) 274 80 21 – 274 80 22 www.dunyabulteni.net 2 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Sunuş Muhammed Buazizi‟nin Tunus‟taki yoz kamu yönetimi yüzünden kendini yaktığı 17 Aralık 2010 tarihinden bu yana Arap dünyasında yaĢanan geliĢmeleri izliyoruz. Özne konumundaki siyasetçilerin hiç değilse olayların baĢında planlı bir eylem yürütemediklerini iddia edebiliriz. GeliĢmeleri onlar da seyrettiler ve sırası geldiğinde, çıkarları çerçevesinde ülke-ülke geliĢmelere müdahil olmaya çalıĢtılar, çalıĢıyorlar. Buradaki analizcilerin, gözlemcilerin ve yorumcuların yapabilecekleri, asgari, gözlemci kulesinden bu geliĢmeleri tahlil etmek, tasvir etmek-açıklamak ve yorumlamak, azami, yol göstermektir ancak gözlemci kulesi de akıntıda yüzdüğünden dolayı geriye dönüp bakan bir tarihçinin konforuna sahip değiller. Bu dosyadaki metinler, seyir halinde olan gözlemci kulelerinden yazıldığı için tarihte ileriye veya geriye doğru değerlendirme yaparken bu ayrıntıyı da dikkate almalıdır. Arap ülkelerinde yaĢananlar önce “Arap Devrimleri” sonra “Arap UyanıĢı” en son da “Arap Baharı”, olarak nitelendirildi. YaĢanmakta olanlar devrim mi değil mi? sorusu önemli bir sorudur ve bu soruyu soranlar arasında geliĢmelerin adını doğru koyma çabasında olanlar var Ģüphesiz. Ancak bu isimlendirmeler-nitelendirmeler belirli bazı tarafların bulundukları nokta-i nazardan ne gördüklerini değil neyi, nereden görmek istediklerini de ifĢa etmektedir. Biz, henüz tartıĢmalı da olsa ilk nitelendirmeye sâdık kaldık ve Dünya Bülteni çevirilerinden, haber analiz metinlerinden, makalelerinden oluĢan bu dosyanın adını “2011 Arap Devrimleri” koyduk. Toplam beĢ bölümden oluĢan dosya, 117 makalenin yanısıra 2 röportajdan oluĢuyor. Metinler sırf Arap Devrimlerini değil onun Türkiye dâhil bölgesel ve uluslararası politik etkilerini de konu edinmektedir. BaĢka kaynaklardan da istifade ederek geriye dönük inceleme yapanların iĢlerini kolaylaĢtırmak amacıyla metinler tarihi sırasına göre dizilmiĢtir. Böylelikle, okuyucu olayları gün be gün tarihi sürekliliği içerisinde takip edebilecektir. Ancak ceteris paribus, her iĢin baĢı iyi niyettir ve bu kaide “doğru bir okuma” için de geçerlidir. Faydalı olması dileğiyle… Ertuğrul Aydın DÜBAM 3 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM İçindekiler Libya için diplomatik seferberlik - Sinan Özdemir ..............................................................................5 Kaddafi‟nin Barbaros kodları – Mustafa Özcan ...................................................................................7 Libya iç savaĢında yeni dönem - Abdullah Aydoğan Kalabalık...........................................................9 Bahreyn'de sıkıyönetimin ardından kanlı müdahale - Yusuf Özhan ................................................... 11 Mezhep çatıĢması mı, menfaat çakıĢması mı? - Metin Ünlü .............................................................. 13 Mumyalar ve Ortadoğu‟ya yeni modeller - Pepe Escobar .................................................................. 15 Sudan‟da reform dönemi geçti ve devrim saati mi geldi? - Abdulvahab el-Efendi .............................. 21 Sarkozy Libya müdahalesinden ne bekliyor? - Sinan Özdemir ........................................................... 25 Saldırıyı niçin Fransa baĢlattı? Kongre niçin atlandı? -Ertuğrul Aydın ............................................... 27 De Gaulle mü? O yapmazdı - Arthur Goldhammer ............................................................................ 29 Libya‟daki savaĢın perde arkası - Peter Beinart ................................................................................. 32 Amerika, özgürlük ve iĢgal! –Ali Bulaç............................................................................................. 34 Libya, son Neocon BaĢkanımızı ifĢa etti - Richard M. Salsman ......................................................... 36 Bazı Araplar ve timsah üstünde parasız geçiĢ - Ertuğrul Aydın .......................................................... 39 Bahreyn'de Amerika ve Arabistan'ın rolü - Yusuf Özhan ................................................................... 42 Suriye‟deki krizin bölgesel sonuçları – Patrick Seale ......................................................................... 44 Yeni sömürgecilik - Paul Craig Roberts ............................................................................................ 47 Suriye rejimi çetin ceviz ama..- Ertuğrul Aydın ................................................................................. 49 Ġran, Suriye‟yi kaybedebilir - Ertuğrul Aydın .................................................................................... 52 Despot rejimleri Türkiye mi kurtaracak? - Abdullah Aydoğan Kalabalık ........................................... 54 Bahreyn 'Ortadoğu‟nun Küba‟sı' mı Oluyor? - Yusuf Özhan ............................................................ 56 Arap Devriminden sonra Ġslamcılar – Mustafa Özcan........................................................................ 57 Yeni bir haçlı saldırısı: Bu kez Libya‟ya - Zafer BangaĢ .................................................................... 59 4 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Libya için diplomatik seferberlik - Sinan Özdemir Libya iç savaĢı dördüncü haftasını doldurdu. Uluslararası toplum "çözüm" ararken, Kaddafi hem askeri hem de diplomatik seferberlik baĢlattı. Kaddafi gibi Bingazi'de muhalefetin kurduğu Libya Milli Konseyi'de Avrupa baĢkentlerini ikna etmek için yollara düĢtü. Brüksel'de PerĢembe günü hem NATO üyeleri hem de AB DıĢiĢleri Bakanları Libya konusunu görüĢmek için bir araya geldi. Cuma günü Devlet ve Hükümet BaĢkanları konuyu görüĢecekler. Cumartesi günü de Arap Birliği toplanacak. ABD BaĢkan Yardımcısı Biden de, Fransa ve Ġngiltere'nin uçuĢa yasak bölge ve müdahale izni konularında Güvenlik Konsey'ine sunulacak karar taslağı üzerinde çalıĢırken, Güvenlik Konseyi üyesi Rusya'yı ikna etmek için Moskova'da. Amerika, Rusya'nın sunulacak karar taslağını veto etmemesi karĢılığında Gürcistan ve Dünya Ticaret Örgütü üyeliği konularında pazarlık yaptığı gelen haberler arasında. Moskova'dan sonra Pekin yönetiminin de ikna edilmesi gerekecek. Arap Birliği'nin müdahaleyi desteklemesi durumunda Pekin yönetiminin yumuĢacağı düĢünülüyor. Bu yoğun diplomasinin amacı bütün tarafları kabul edilebilir bir çözümde buluĢturmak. Ne var ki yaĢananlar 2003 Irak savaĢı öncesinde yaĢanan manzaradan çok farklı değil. Lady Ashton ÇarĢamba günü yaptığı açıklamada müdaheleye karĢı olduğunu , önerilen uçuĢa yasak bölge konusunda çekinceleri olduğu ve Bingazi'de muhalefetin kurduğu Libya Milli Konseyi'nin Avrupa Birliği'nden istediği meĢru hükümet olarak tanınma isteğini red etti. Alman ve Ġngiliz DıĢiĢleri Bakanları Barones Ashton'a sundukları mektupta, Avrupa Birliği'nin güney sınırlarında yaĢananların Berlin Duvarı'nın yıkılmasından sonra ortaya çıkan belirsizliklerle aynı değerde olduğunu ifade ettikten sonra, Birliğin ortak bir deklarasyon yayınlayarak Kaddafi'nin istifa etmesi gerektiğini deklare etmesini istediler. Akdeniz'de yaĢananlar, baĢka bir tarihi hadiseyi hatırlattığını da söyleyebiliriz. Üç bin yıl boyunca Akdeniz'de egemenlik savaĢları yaĢandı. Bir dönem Yunanlılar, Romalılar, Hristiyanlar, Müslümanlar, Ġspanyollar, kısmi olarak Osmanlılar ve Ġngiltere-Amerika hakimiyet kurdu. Batı Roma Ġmparatorluğu'nun yıkılmasından sonra parçalanan Avrupa , 8. Yüz yılda Frank ve Lombard kralı ġarlman (742-814) tarafından tekrar bir araya getirildi. Ne var ki kurulan Kutsal Roma Cermen Ġmparatorluğu , Akdeniz'de Müslümanların kısmi egemenliği karĢısında , Akdeniz'de birliğini sağlayamayacağını anlayınca (mare nostrum) , siyasi ve iktisadi birliğini Kuzey Avrupa'da yeniden Ģekillendirmek durumunda kaldı. KüreselleĢen dünyada, Avrupa Birliği'nin Kutsal Roma Cermen Ġmparatorluğu gibi Akdeniz'e sırtını çevirmesi güç görünüyor. SüveyĢ Kanalı Akdeniz'in jeopolitik önemini artırıyor. Akdenzi'den Orta Doğu'ya ve Asya'ya ulaĢmak mümkün. Tanger'den Beyrut'a 4000 kilometre Cenova'dan Bizerte'ye 850 kilometre var. ÇeĢitli adalarıyla bir kıyıdan diğer bir kıyıya en fazla 350 kilometre sonra ulaĢılıyor. Özellikle son yirmi yılda Akdeniz'in önemi bir kat daha arttı. Dünya ticaretinin yüzde 30'u ve petrol'un yüzde 25'i Akdeniz'den geçerek Avrupa'ya ve Amerika'ya ulaĢıyor. Batı Avrupa'da kullanılan petrol ve doğal gazın yüzde 65'i buradan geçiyor. ManĢ denizinden sonra trafiğin en yoğun yaĢandığı ve dünyanın en fazla limanının bulunduğu bölge. DeğiĢen dengeler karĢısında Avrupa Birliği çözüm yolları arıyor. Almanya ve Ġngiltere'nin dengeli siyasetlerine karĢın, Fransa perĢembe günü Kaddafi ile bütün iplerini kopardı. 5 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Bingazi'den gelen delegasyonla görüĢtükten sonra, yapılan açıklamada, Sarkozy'nin Libya Milli Konseyi'ni Libyalıların yegane meĢru temsilcisi olarak kabul ettiğini ve yakın zamanda Bingazi'ye Büyükelçi atayacağı duyruldu. ġansölye Merkel, Sarkozy'nin bu tutumuna anlam veremediğini ve askeri müdahaleye karĢı olduğunu bir kere daha hatırlattı. Libya için istenilen ve Güvenlik Konsey'ine sunulan "uçusa yasak bölge" tasarısının ancak Libya savunma sistemlerinin çökertilmesiyle sağlanabileceği düĢünülüyor. Bunun da doğrudan müdahale etmeden gerçekleĢemiyeceği ifade ediliyor. NATO'nun müdahaleyi gerçekleĢtirmesi için Amerika için üç Ģartın yerine gelmesi gerekiyor: (1) tehdidin, müdahale öncesinde geçerliliğini koruması, (2) Güvenlik Konsey'i kararı ve (3) bölge ülkelerinin müdahaleyi desteklemesi. Amerika'nın ileri sürdüğü ikinci Ģart Sırbistan ve Irak müdahaleleri göz önünde bulundurulduğunda, Amerika'nın kararlarını her zaman uluslararası hukuka uygun olmasını beklemediği ve ifade edilse de gerektiğinde aramayacağı çok açık . ABD Savunma Bakı Gates iki hafta önce oluĢacak koalisyonun baĢını Ġtalya ve Fransa'nın çekmesini önermiĢti. Ancak her iki ülkeninde çekinceleri var. Ġtalya'nın çekinceleri göç ve enerjiye iliĢkin. Fransa askeri müdahaleyi destekliyor görünse de evdeki hesabın çarĢıya uymamasından korkuyor. Diplomatik hareketlilik yalnızca BM, NATO , AB ve Arap Birliği cephesinde yaĢanmıyor. Bunları etkilemek için Libya'dan Kaddafi'nin özel ve Libya Milli Konseyi'nin temsilcileri Lizbon'dan Atina'ya , Akdeniz'in kuzey ülkelerini kendi saflarına çekmek için mekik diplomasisi baĢlattılar. Kaddafi 22 ġubat'tan bu yana verdiği bütün söyleĢilerde ve yaptığı konuĢmalarda altını çizdiği Akdeniz'de istikrar, korsanlık ve göç konularını bir kere daha temsilcileri aracılığıyla hatırlatarak, verecekleri kararı etkilemeyi hedefliyor. Lady Ashton'un Libya Milli Konseyi'ni Libya'nın yegane meĢru temsilcisi olarak görmediklerini ifade etmesinin ardından Kaddafi'nin özel temsilcisi Brüksel'e ulaĢtı. Ancak Paris'in akĢam saatlerinde muhaliflerin kurduğu Libya Milli Konseyi'ni Libya halkının yegane meĢru temsilcisi olarak tanıdığını duyurması AB diplomasisini bir anda zor durumda bıraktı. AB üyesi 27 devletin 21'i aynı zamanda NATO üyesi. Kaddafi, Yunanistan, Ġtalya, Potekiz ve Ġspanya'yı safına çekmeyi baĢaramasa da çekimser kalmalarını sağlayabilir ; ancak bu da müdahaleyi engellemeye yetmeyecektir. Türkiye'nin Libya'ya müdahale konusunda ki tutumu biliniyor. Tutumunda bir değiĢiklik olmazsa BirleĢmiĢ Milletler'in kararına ihtiyaç duyulacak veya Amerika Irak müdahalesinde olduğu gibi bağımsız bir koalisyonla müdahalle etmeye seçeneğini gündeme getirecektir. 11 Mart 2011, Dünya Bülteni 6 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Kaddafi’nin Barbaros kodları – Mustafa Özcan Kaddafi giderayak dosta ve düĢmana ne menem bir adam olduğunu gösterdi ve açıktan Batılılara ve Ġsrail‟e sığındı. Libya‟nın yani kendi rejiminin Akdeniz barıĢını ve dünya barıĢını koruduğunu ve aksi taktirde kaos ve istikrarsızlığın ve devrim kıvılcımlarının Akdeniz üzerinden Batı ve Ġsrail‟e kadar uzanabileceğini savundu. TRT Türk‟e konuĢması El Cezire.net gibi haber sitelerinde Kaddafi‟nin koltuğunu korumak için Batı ve Ġsrail‟e kur yaptığı Ģeklinde algılandı ve yorumlandı. Dolayısıyla çoklarına yabancı olan Kaddafi‟nin gerçek sureti ve foyası olayların aynasında tamamen anlaĢılmıĢ ve vuzuha kavuĢmuĢ oldu. Kaddafi ısrarla Barbaros‟u korsan olarak takdim ederken korsan devlet olan ve son olarak Mavi Marmara ile korsanlığını bir kez daha tescillemiĢ bulunan Ġsrail‟i kuzu postunda gösterdi. Yani hem tarihi hem de hakikatleri tersyüz etti. Halbuki, Babaros kurt postunda bir kuzu iken Ġsrail kuzu postunda bir kurttur. Tersini düĢünenin kimyası bozuktur. „Biz gidersek Barbaros gelir‟ diyen Kaddafi esasen panzehirini söylemiĢtir. Kaddafi‟nin hitabı neden damardan ve Ģuur altına hitaptır? Zira, Batılıların Ģuur altına Barbaros korkusu ve nefreti sinmiĢtir. O ki, Akdeniz‟i ellerinden alan ve Kuzey Afrika‟nın HıristiyanlaĢtırılmasının yani yeni bir Endülüs olmasının önüne geçen çelik adamlardan ve kahramanlardan birisidir. Barbaros arkadaĢlarıyla birlikte Kuzey Afrika‟nın yeni bir Endülüs olmasına meydan vermemiĢtir. Öyleyse, Kaddafi‟nin sözleri ne anlama geliyor? Koltuğunu kurtarmanın ötesinde bir Haçlı Ģövalyesi veya neferi midir? Bu da cevaplandırılması gereken esrarengiz bir sorudur. * Barbaros ve çelik arkadaĢları o dönemin küresel gücü olan Portekiz ve Ġspanyolların deniz hakimiyetini kırmıĢ ve Kuzey Afrika‟ya sarkmalarının önüne geçmiĢtir. Onları adeta yerlerine mıhlamıĢtır. KıpırdatmamıĢtır. Bu ülkeler erken dönemlerin Fransa‟sı ve Ġngiltere‟si ve diğer bir zamanların da SSCB‟si ve ABD‟sidir. Durum böyle iken Kaddafi‟nin Batılıların Ģuur altlarına hitap etmesi anlamlıdır. Kaide gibi „ne idüğü belirsiz bir korkuluk sarmalını‟ bir yana bırakacak olursak Barbaros tarihin en önemli gerçeklerinden birisidir. Akdeniz‟de ve Kuzey Afrika‟da Haçlı dalgalarını kıran bir dalgakırandır. Sakalları kızıl olduğundan dolayı kendisine „Barbaros Hayrettin PaĢa‟ demiĢlerdir. Ġki lakapla anılmıĢ ve tarihe geçmiĢtir. Bunlardan birisi „korsanlık‟diğeri de „barbaros/kızıl‟ lakabıdır. Korsanlık kendisine ötekilerin atfettiği bir lakaptır. Hür bir serdengeçti olduğundan dolayı ona bu lakabı takmıĢlardır. Elbette bühtandır. Böyle bir levent Batılıların elinde olsaydı korsan değil kendisine haklı olarak tarihin yatağını değiĢtiren adam payesi verirlerdi. Tarihe „Barbaros‟ olarak geçmiĢtir bunda da Batılıların kendisine yönelik kini etkili olmuĢtur. Esasen, Batılılar nazarında bizim bütün dalgakıranlarımız korsan ve barbarostur. Misal mi istiyorsunuz? Yine Batı‟ya geçit ve aman vermeyen dalgı kıranlarımızdan birisi merhum cennetmekan Ġkinci Abdulhamit Han‟dır. Ermeni çetelere pabuç bırakmadığından dolayı ona da Barbaros lakabı verilmiĢ ve Kızıl Sultan lakabıyla anılmıĢtır. Maalesef içimizde kırma ve devĢirme aydınlar da Ermenileri takliden ona „Kızıl Sultan‟ demiĢlerdir. Halbuki, mazlum sultan olan ve Kızıl Sultan dedikleri Ġkinci Abdulhamit Han, almıĢ olduğu tedbirlerle Osmanlı‟nın ömrüne ömür katmıĢ ve ömrünü uzatmıĢtır. * Maalesef bizim mefahirlerimiz yani övünç kaynaklarımıza benzeri kulp ve lakap takmakta Batılılar çok mahirdir. Bunlardan birisi de Napolyan‟a aman vermeyen ve Akka önlerinde durduran ve bozguna uğratan Ahmet PaĢa‟dır ki, ona da „cezzar‟ yani kasap demiĢlerdir. 7 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Napolyon ilk hamlede bozguna uğratılmamıĢ olsaydı sömürgecilik tarihi 100 yıl öne çekilmiĢ olacaktı. Kimilerine göre, bu lakap ona heybetinden dolayı verilmiĢse de öteki ihtimaller de varittir. Halbuki, öteki milletler mefahirlerine önem vermiĢ, sahip çıkmıĢ ve bizim „deli‟ dediklerimize onlar büyük demiĢlerdir. Cücelerini bile büyütmüĢlerdir. Deli Petro buna en çarpıcı misaldir. Biz ona Deli Petro derken kendileri ve Batılılar Büyük Petro demektedirler. ġimdi Kaddafi kalkmıĢ koltuğunu sağlama alabilmek için Barbaros‟u kendisine siper yapıyor ve Barbaros sütresiyle Batılıları korkutmaya ve onun ötesinde „müĢterek düĢman‟ vurgusu üzerinden yaltaklanmaya ve rüĢvetle siyasi ömrünü uzatmaya çalıĢıyor. Lakin devrimbazın yani düzenbazın takkesi düĢmüĢ keli görünmüĢtür. 11 Mart 2011, Dünya Bülteni 8 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Libya iç savaşında yeni dönem - Abdullah Aydoğan Kalabalık Muhalifler tarafından Kaddafi'ye karĢı 17 Ģubatta baĢlatılan isyan, son günlerde iyice alevlendi. Son bir hafta içinde yaĢanan çatıĢmalar ülkeyi bir iç savaĢın eğine getirdi. Bu sürecin uzun sürmesinden endiĢe ediliyor. Kaddafi'ye bağlı silahlı birlikler, muhalifler tarafından ele geçirilen Ģehirleri geri almak için harekete geçti. Kaddafi'nin askerleri Petrol Ģehri Ras Lanuf ve Sirte Körfezi'nin en önemli Ģehri Brega'yı ele geçirmiĢti, dün ise Zuvara ve Ecdabya'ya bomba yağdırmaya baĢladı. Kaddafi'ye bağlı askeri güçlerin, bazı cephelerde üstündük sağladığı görülüyor. Uzmanlar, bu durumun orantısız güçten kaynaklandığı, bir sonraki aĢamada çatıĢmaların daha farklı bir boyut kazanarak, sokak aralarında gerilla savaĢı Ģeklinde devam edeceğini öngörüyor. Bu durum ülkede haliyle ciddi oranda can ve mal kaybına neden olacaktır. Kaddafi'nin paralı askerlerinin muhaliflerin ana merkezi konumundaki Bingazi'ye dahi girmelerinin ihtimal dahilinde olduğunu söyleyebiliriz. Ancak klasik askeri yöntemlerle Kaddafi'nin, ülkenin tamamında kontrolü sağlmasının mümkün olmadığı gözüküyor. Bingazi'nin Kaddafi askerleri tarafından iĢgal edilmesi durumunda bile kontrolün sadece önemli devlet binaları, spor salonları ve havaalanları gibi stratejik bölgelerle sınırlı ve kısa süreli olacağı tahmin ediliyor. Güvenlik Konseyi'nden Libya'ya uçuĢ yasağı getirilmemesi durumunda, bu hafta içerisinde Kaddafi'ye bağlık kuvvetlerin Bingazi'ye hava saldırısı düzenleyebileceği öngörülüyor. Çünkü dün Ecdebya'ya savaĢ uçaklarıyla saldırı düzenlendi. Kaddafi'nin Bingazi'yi ele geçirmesi durumunda, muhalifler ve halka karĢı ciddi bir katliam gerçekleĢtirilmesinden endiĢe ediliyor. Böyle bir durumda NATO'nun müdahalesi tekrar göndeme gelebilir. 12 ġubat 2011 tarihinde Mısır'ın baĢkenti Kahire'de toplanan Arap Birliğ ülkeleri dıĢiĢleri bakanları, BM'den sorumluluğunu yerine getirerek, Libya'ya uçuĢ yasağı uygulanmasını istedi. Arap Birliği Genel Sekreteri Amr Musa toplantıdan sonra yapmıĢ olduğu açıklamada, uçuĢ yasağı uygulanamasını BM Güvenlik Konseyi'nden resmen istediklerini ve muhalifler tarafından kurulan geçici Milli Konsey ile de temas kurma ve iĢ birliği yapmayı kararlaĢtırdıklarını söyledi. Çin ve Rusya'nın bu konudaki tutumu henüz netlik kazanmıĢ değil. Arap Birliği'nin talebinden sonra bu iki ülkenin de uçuĢ yasağına yeĢil ıĢık yakabileceği dikkate alındığında, önümüzdeki günlerde Libya'ya uçuĢ yasağı gibi bazı yapıtırımların baĢlatılabileceği söylenebilir. ÇatıĢmaların Ģiddetinin artması ve askeri müdahalenin kaçınılmaz hale gelmesi durumunda, Arap ülkeleri Ģartlı olarak müdahaleyi de onaylayabilir. Bu Ģarlar: Libya'da NATO askeri üstlerinin kurulmaması, sivil halka ve ülke altyapısına zarar verilmemesi, ülke bütünlüğünün korunması ve belli bir zaman sürecinden sonra NATO birliklerinin ülkeden ayrılması. 9 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Kaddafi'nin muhaliflere karĢı kullandığı savaĢ uçaklarının devre dıĢı bırakılması için Libya hava sahasının uçuĢa yaĢaklanması çağrısına karĢı çıkan Suriye gibi bazı Arap ülkeleri yönetimleri, haliyle olası NATO müdahalesine de itiraz edeceklerdir. Muhalifler son bir haftadır ciddi mevzi kaybına uğratıldı. UçuĢ yasağının baĢlatılması durumunda bu ülkedeki baĢkaldırı ve çatıĢmalar yeni bir boyut ve haliyle direniĢçi muhaliflere ciddi bir moral kaynağı olacaktır. Tunus ve Mısır'da gerçekleĢtirilen devrimler dikkate alındığında, Libya'da Kaddafi'nin muhaliflere karĢı son derece acımasız ve farklı bir tutum izlediği görülüyor. Aynı uygulamay 1982 yılında baba Esed Suriye'de Hama Ģehri halkına karĢı yapmıĢtı. Kaddafi'nin değiĢime fazla direnmesi mümkün gözükmüyor. Artık ok yaydan çıkmıĢ, 42 yıllık Kaddafi yönetimi ve her Ģehirde Kaddafi tarafından kurulan Devrim Konseyleri eliyle uygulanan baskı ve infazlara Libya halkı hayır demiĢtir. 15 Mart 2011, Dünya Bülteni 10 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Bahreyn'de sıkıyönetimin ardından kanlı müdahale - Yusuf Özhan Bahreyn'de sular ne yazık ki durulmuyor. Pazartesi günü altı Arap ülkesinden oluĢan Körfez ĠĢbirliği Konseyi (GCC), adada yükselen tansiyon nedeniyle 2000 kadar askerini Bahreyn'e sevketmiĢti. Aynı gün anamuhalefet partisi Al-Wefaq'in lideri Ali Salman, bu müdahelenin Bahreyn'in egemenliğini ihlal ettiğini; bunun "apaçık iĢgal" olarak kabul edileceğini bildirerek, direniĢ çağrısında bulunmuĢtu. Aradan iki gün geçti ve bu sabah saatlerinde de beklenen müdahele Bahreyn "isyan polisi" tarafından gerçekleĢtirildi. Sünnî rejimin lağvedilmesini; yerine cumhuriyet demokrasisi kurulmasını isteyen ġii protestocular, 14 ġubat'ta ülkedeki ana eylem noktası olarak seçtiği Ġnci KavĢağı'ndan tank ve helikopterler eĢliğinde alandan uzaklaĢtırıldı. Müdahele sırasında göstericilerden ölen olmazken, Bahreyn ĠçiĢleri Bakanlığı 2 polisin kaçan kiĢilerce otomobillerin altında kalarak can verdiğini açıkladı. Aslında Ġnci KavĢağı düzenlenen operasyonların son safhasıydı. Önceki gece saatlerine kadar, özellikle adanın stratejik yerlerinde bulunan irili ufaklı ġii yerleĢim birimlerinde onlarca protestocu çıkan çatıĢmalarda öldürüldü, yüzlercesi de yaralandı. Buraların kontrolü sağlandıktan sonra ana stratejinin protestocuların Ġnci KavĢağı ve yerleĢim birimleri arasındaki bağlantıyı koparmak olduğu daha net anlaĢılmıĢ oldu. Kurulan yüzlerce kontrol noktasıyla, önce bu semtler kontrol altına alındı, ardından da Ġnci KavĢağı tamamen göstericilerden "arındırıldı". 16 Mart günü öğleden sonra geçerli olmak üzere, akĢam saat 16 ile sabah 4 arasında özellikle protestoların adada ticari hayatı vurduğu ve diplomatik misyonların yer aldığı noktalarda sokağa çıkma yasağı ilan edildi. BAHREYN: MEZHEP MÜCADELESİNDE 20 YIL Adada aslında yaĢanan problemler yeni değil. 90'larda da buna benzer ayaklanmalar yaĢanmıĢ; bir çok ġii lider hapsedilmiĢ ya da sürülmüĢtü. Bunlardan birisi de bugünkü hareketin liderlerinden Wefaq Partisi Genel Sekreteri ġeyh Ali Salman. Ġran'ın Kum kentinde "12 Ġmam" ekolüne göre eğitim gören Salman, özellikle genç yaĢı ve liderlik özellikleri ile gençlerin benimsediği önemli bir kiĢilik. Ali Salman adanın gayri resmi olarak Ġran politikalarını yürütüyor da denilebilir. ġubat ayının ortasında patlak veren eylemlerden önce politik zeminde yürütülen tüm aktivitelerde karĢı çıktığı genel konu; ġiilerin ülke yönetiminde daima çifte standarda uğradığı ve baĢbakanın kendilerine yönelik yaptırımları noktasındaydı. Fakat Afrika ve Orta Doğu'da esen "özgürlük rüzgarları" ile Wefaq da eylemlerini diğer hareketlerle birlikte siyaset tabanından uzaklaĢtırınca askeri müdahale devreye sokuldu. BAHREYN'İN SİYASİ AKTÖRLERİ ġu an ülkedeki en önemli direniĢ lideri ise hiç Ģüphesiz Haq Hareketi'nin lideri ve AlWefaq'in da kurucusu Hasan Mushaima. '94 ayaklanmalarının lideri konumundaki Mushaima; Lübnan'la ve dolayısıyla Hizbullah'la yakın iliĢkiler içerisinde olan Bahreynli ġii lider olarak biliniyor. Akciğer kanseri nedeniyle Ġngiltere'de tedavi görürken, sağlık masrafları önce Bahreyn tarafından karĢılanıyordu. Ancak artan "ayrılıkçı" çalıĢmaları nedeniyle bu ödenek kesildi. Bunun üzerine Ġran sağlık masraflarını üstlendiğini açıkladı. 26 ġubat 2011'de ise Kral'ın affıyla tekrar adaya geri dönüĢ yaptı. Bugün ise tutuklanacaklar listesinde en baĢta bulunanlardan birisi olacağına kesin gözüyle bakılıyor. 11 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Öte yandan seküler muhalif kanadın lideri, Waad Partisi baĢkanı Ġbrahim ġerif var. O da güçler dengesinde yer bulan bir diğer protestocu lider. Ancak Mushaima ve Salman'ın aksine; monarĢinin lağvedilmesini değil, Ġngiltere'yi model alan ve tam demokratik seçimle iĢ baĢına gelecek bir hükümetin kurulması fikrini savunuyor o. ġerif, diğer iki isme göre ülke içi siyasette ağırlığı en az olan isim durumunda. BUNDAN SONRA NE OLACAK? ÇarĢamba günü itibarı ile Bahreyn artık 3 ay boyunca sürecek "sıkıyönetim" günlerine geri döndü. Bahreyn Anayasası'nda aslında tam bir sıkıyönetim ilanının bir alt derecesine tekabül eden bu "ulusal güvenlik hali"; sıkıyönetimden anayasanın askıya alınmaması noktasında ayrıĢıyor. Yani pratikte kolluk kuvvetlerinin atacağı adımlarda değiĢen bir Ģey yok. Bundan sonra rejim istediği herkesin kolundan tutup asker ve polis marifetiyle dilediği tasarrufta bulunabilecek. Amerika BirleĢik Devletleri açısından adanın jeostratejik önemi ise; ABD'nin pozisyonunu en baĢından ortaya koymuĢtu zaten. Geçen Cuma günü ani bir kararla adayı ziyaret eden ABD Savunma Bakanı ile bu konunun görüĢülmediğini düĢünmek ise çok akıllıca olmaz. Bu nedenle, apaçık ihlaller yaĢanmadığı sürece, yani askeri birliklerin nüfus yapısına doğrudan ve insan haklarını yok sayacak Ģekilde müdahele etmediği sürece ABD'nin duruma yaptırım derecesinde müdahele etmesi olasılığı düĢük bulunmakta. Bir kaç uyarı mesajı ve geçiĢin sağlanması temennisi ile kartlar açılmaya baĢlanır; ileriki geliĢmelere göre ABD'nin de tavrı farklı boyutlara doğru taĢınır. Ancak özellikle Suudi Arabistan'ın Bahreyn'e gönderdiği askeri yardım karĢılığında, ABD'nin kendisinden özellikle Libya'ya dönük ne gibi karĢılıklar talep edebileceğinin üzerinde kafa yormak gerekiyor. Her ne kadar ABD için Bahreyn'in Körfez'deki önemi, Türkiye için Kıbrıs'ın Akdeniz'deki önemi birbirine yakın olsa da; Amerika hiç bir zaman bu kartını bu Ģekilde oynamadı. Her zaman garantör sıfatıyla, kendisinin Bahreyn'e olan ihtiyacından çok, Bahreyn'in ABD'ye olan ihtiyacı siyasete hakim kılındı. ġayet Ġran herhangi bir Ģekilde adaya dönük ciddi bir hamlede bulunursa, bunun ne kadar haklı olduğunu sınama fırsatımız olur. ġu ana kadar yalnızca Ġran Parlamentosu'nun Bahreyn müdahelesini inceleme kararı dıĢında Ġran kanadından ciddi bir açıklama gelmemiĢ olsa da, önümüzdeki günlerde bunun nasıl geliĢebileceğini kestirmek epey güç. Açık bir savaĢ ihtimali bulunmasa da, her ihtimalin göz önünde tutulması gerekiyor. Ġkinci bir Pearl Harbor vakasına çok yakın bir stratejik nokta burası... 16 Mart 2011, Dünya Bülteni 12 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Mezhep çatışması mı, menfaat çakışması mı? - Metin Ünlü Körfez ĠĢbirliği Konseyi Ģemsiyesi altında Bahreyn'e giren Suudi Arabistan ve BirleĢik Arap Emirlikleri birlikleri bölgede yeni bir dönemin temellerini atmıĢ oldu. Bu adım kaçınılmaz olarak problemin ulusal olmaktan çıkıp uluslararası bir hal almasını sağlayacaktır. Küçük resim Ġran'la Körfez ülkeleri arasında askeri seçeneğe kadar varabilecek bir gerginliğe iĢaret ederken, büyük resim iĢin içerisine ABD, AB, Rusya, Çin ve Türkiye'nin de dahil olduğu kaotik bir manzarayı yansıtıyor. Körfez ülkelerinin özellikle de Suudi Arabistan'ın Bahreyn'de böylesi bir askeri inisiyatife kalkıĢması aslında birçok insanı ĢaĢırttı. Çünkü Suudilerin çok yüzeye çıkmasa da benzeri bir problemle ciddi bir biçimde karĢı karĢıya olduğu biliniyor. Doğu bölgesindeki gerginlik yer yer gösterilere dönüĢüyor. Bahreyn'deki olaylara bu Ģekildeki bir müdahale kendi içerisindeki gerginliği tetikleyecektir. AnlaĢılan ülkelerinde yaĢadıkları gerginliğin kaynağı olarak Bahreyn'deki göstericileri görüyor Suudi Arabistan devleti. Burada ġiilerin dominant olduğu muhalefet susturulursa, kendi içerisindekilerin bundan dersler çıkaracağını düĢünüyor. Ayrıca Körfezdeki ġii azınlık/çoğunlukla Ġran'ın iliĢkisi bilinmeyen bir Ģey değil. Bu adımla Ġran'a ne denli 'ciddi' olduklarının mesajını da ulaĢtırmak istemiĢ olabilirler. Ġran'ın reaksiyonu gecikmedi doğal olarak. DıĢiĢleri bakanı Ali Ekber Salihi BM'yi göstericilerin taleplerinin yanında durmaya çağırdı ve olanlar karĢısında eli bağlı durmayacaklarını açıklarken Meclis baĢkanı Ali Laricani ise 'Amerikanın yönlendirmesiyle Bahreyn'e girenler bedelini ödeyeceklerdir' ifadelerini kullandı. Yani durum oldukça ciddi ve bölgeyi mezhebi anlamda ateĢ çemberine çevirme potansiyeline sahip. Temenni etmeyiz ama tutuĢması durumunda bu ateĢ herkesi içerisine çekecektir. Böyle bir konjonktür de bölgeyi yeniden dizayn etmek isteyen güçlere bulunmaz bir fırsat sağlayacaktır. Körfez ülkeleri bu kritik müdahale kararını salt kendi iradeleriyle mi aldılar? Yoksa fotoğrafın görünmeyen taraflarında baĢka Ģeyler mi var? Ġran meclis baĢkanının 'Amerikanın yönlendirmesiyle' ifadesi ne anlama geliyor? Suudi birliklerinin 14 Martta Bahreyn'e girmesinden iki gün önce (12 Mart Cumartesi) ABD savunma bakanı Robert Gates bu ülkeye bir ziyaret gerçekleĢtirdi ve kral Hamd bin Ġsa ElHalife ile görüĢtü. Bu bilgi, bölgede yaĢananların daha dikkatli okunmasını tekrar hatırlatıyor herkese. Körfezdeki Amerikan müttefiki, petrol zengini emirlerin kibirli ve kuĢkucu yaklaĢımları bütün uyarılara rağmen bölgeyi sonucunu kimsenin kestiremeyeceği ama kazananının emperyalist güçler olacağı Ģimdiden belli bir kosa ortamına sürüklüyor. Sünnilik maskesi altında saltanat ve zulümlerini gerekçelendirmeye çalıĢanlar yeni bir ihanete imza atıyorlar. ġii tehlikesini iĢaret ederek acziyet ve iğrençliklerini örtmeye çalıĢanlar Sünni ya da ġii hiçbir vicdanlı Müslümanı yanlarına çekemeyeceklerdir. Olayların gerçek sebebi; insanların en temel hak ve özgürlüklerinin yok sayılması ve hatta örtülü bir biçimde kast sistemi uygulanmasıdır. Meseleyi dini ve etnik temelden okumaya kalkıĢmak kesinlikle yanıltıcıdır. Ancak üzülerek söylemek gerekir ki birilerinin de 13 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM yönlendirmesiyle hakim algı bu yönde Ģekillenmeye baĢladı. Bu algının ortadan kaldırılması adına özellikle Arap dünyasındaki bağımsız alim ve aydınlara büyük bir görev düĢmektedir. Tabii olarak Ġran devletinin ve aydınlarının olaylara yaklaĢımda izleyecekleri yol ve takınacakları üslup da çok belirleyici olacaktır. Suudi birliklerinin ülkeye girmesinden sonra olaylar yatıĢmak yerine arttı ve daha da kanlı bir boyut kazandı. Gerginlik arttıkça bölge ve uluslararası aktörlerin müdahalesine daha açık hale gelecek Bahreyn. Mezhebi kılıf altında bölgesel ve uluslar arası çatıĢmanın yeni alanı olacakmıĢ gibi görünüyor. 16 Mart 2011, Dünya Bülteni 14 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Mumyalar ve Ortadoğu’ya yeni modeller - Pepe Escobar Mısır‟da Luksor‟daki bir yeraltı tapınağında üç mumya bulundu. Tercüme edilen hiyerogliflerde mumyaların Medeniyetler ÇatıĢması, Tarihin Sonu ve Ġslamofobi oldukları tespit edildi. Mumyalanmadan evvel 20. Yüzyılın ikinci on yılına kadar Batı bölgelerine hâkim olmuĢlardı. ĠĢin bu kısmı halledildi. Ortadoğu, onlar olmaksızın, yeni bir Ģekilde anlaĢılması gereken yepyeni bir dünya. Evvelce can çekiĢen istikrar ülkesi Mısır, ki Washington‟da her kim olursa olsun can ciğer kuzu sarması olmuĢtur, Ortadoğu‟nun yeni Büyük Oyunu‟na savruldu. Soru Ģu: Mısırın ve Ocak-ġubat aylarında sarsıcı, Ģiddet dıĢı gösteriler için sokaklara dökülen milyonlarca Mısırlıların kaderi ne olacak? Söylemesi zor tabi zira gölge oyunu bir kural; ve kuralın gerçeklerini ayırt etmek zor. “Siyasetin” onlarca yıl “ordu” anlamına geldiği bir ülkede “demokrasiye geçiĢi” güya koordine eden kilit Ģahsiyetin Firavun Hüsnü Mübarek‟in atadığı Yüksek Askeri Konsey üyesi MareĢal Muhammed Hüseyin Tantavi olduğunu kaydedelim. Halk baskısı hiç değilse Tantavi‟nin askeri cuntasını geçiĢ dönemi baĢbakanı olarak Tahrir Meydanı dostu eski ulaĢtırma bakanı Essam ġeref‟i atamaya mecbur etti. Unutmayın, Mübarek döneminin nefret edilen olağanüstü hal kanunları – Mısır‟daki ayaklanmayı teĢvik eden unsurlardan biridir – halen yürürlükte ve ülke aydınları, siyasi partiler, sendikalar ve medya, hepsi de bir karĢı devrimden korkuyorlar. Aynı zamanda, fırsatçıların Tahrir Meydanı devrimini ele geçirmeyeceklerinde veya isim değiĢikliğine gidemeyeceklerinde ısrar ediyorlar. Ülkedeki psikolojik Korku Duvarı çöktüğünde Liberalizm, sekülerizm ve Ġslamcılık arasında bölünme çözüldüğünden dolayı hukukçular, doktorlar, tekstil iĢçileri – yani sivil toplum yelpazesi – bir hususta mutabık: Bir teokrasiye veya askeri diktatörlüğe razı olmayacaklar. Tam demokrasi istiyorlar. Bunun zımnen ifade ettiği Ģeylerin Batılı diplomatik çevreleri titretmesine ĢaĢırmayın. SeçilmiĢ sivil bir hükümete karĢı az da olsa hesap veren bir Mısır ordusu Ġsrail‟in Gazzeli Filistinlileri kuĢatmasına veya CIA‟nin terör zanlılarını Mısır hapishanelerine atmasına yahut da Ġsrail-Filistin barıĢ süreci denilen ucube maskaralığa körü körüne iĢtirak etmeyecektir. Ayrıca, halledilmesi gereken pek çok sıkıcı mesele var. Mesela Eylül seçimlerine doğru Ordu yönetiminde ilerleyen geçiĢ süreci, ekonomik göstergeleri nasıl etkileyecek? Mısır‟ın ithalat faturası 2009 yılında 56 milyar dolar iken ihracatı sadece 29 milyar dolardı. Turizm, dıĢ yardım ve borçlanma yoluyla aradaki boĢluk kapandı. Ayaklanma, turizmi bunalıma soktu ve gelecek aylarda kimin, ne tür borç ve yardım vereceğini bilen yok. Bu arada, ülke, halkı yarı aç yarı tok da olsa beslemek için 2011 yılında en az 10 milyon ton (eğer fiyatlar yükselmeye devam etmezse 3,3 milyar dolarlık) tahıl ithal etmek zorunda. Mübarek‟in bayağı mirâsının küçük bir parçasıdır bu; günde 2 dolardan daha az bir gelirle yaĢayan 40 milyon Mısırlının yani nüfusun yarısının da içinde bulunduğu bu mirâstan bir gecede kurtulunmaz. Ortadoğu ve Kuzey Afrika‟daki (kısaltması: ORKA) barıĢçıl devrimlerin silindir gibi üzerinden geçtiği Washington ve yaĢlanan Avrupa Kalesi, korku dolu ve kafa bulanıklığı 15 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM içerisinde debeleniyor. Ortadoğu‟yu açıklamak için onlarca senedir kullanılagelen kültürel Ģablonların nasıl olup da kayıplara karıĢmayı baĢardığını Kuzey Afrika‟daki toz duman durulduktan sonra bile anlayacakları Ģüphelidir. 20111 Büyük Arap Devrimi‟yle ilgili en sevdiğim sözler Tunuslu Sarhan Duib‟e aittir: “Bu devrimler, Bush‟un Arap dünyasını Ģiddet kullanarak demokratikleĢtirme niyetine bir cevaptır.” Kiralık veya satılık modeller TESEV yedi Arap ülkesi ve Ġran‟da yapılmıĢ bir kamuoyu araĢtırmasının sonuçlarını 3 ġubat‟ta açıkladı. Katılımcıların yüzde 66‟sı Ortadoğu için ideal model olarak Ġran‟ı değil Türkiye‟yi görüyor. Le Monde‟dan Financial Times‟a kadar medya kalabalığı hemfikir Ģimdi. Neticede Türkiye câmi ve devlet ayrımının hüküm sürdüğü, çoğunluğu Müslüman bir ülke, iĢleyen bir demokrasidir. Oxford‟daki yıldız âlim Tarık Ramazan, Müslüman KardeĢlerin kurucusu Hasan el Benna‟nın torunudur, “Türk tarzını” “bir ilham kaynağı” olarak gördüğünü söyledi. Türk DıĢiĢleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ġubat ayı sonlarında yeni Türkiye‟nin emellerini güç bela gizleyen aĢırı bir tevazûyla, ülkesinin Ortadoğu için bir model olmak istemediğinde ısrar edip “ama ilham kaynağı olabiliriz” diyerek Tarık Ramazan‟a katıldı. Mısırlı Marksist ekonomist Samir Amin – geliĢmekte olan dünyada saygı duyulan bir isimdir – Türklerin, Mısırlıların ve diğerlerinin ümidi her ne olursa olsun, Mısır‟ın kaderi hakkında Washington‟ın baĢka bir fikri olduğundan Ģüphelendiğini söyledi. Samir Amin, Washington‟ın Türk modeli değil Pakistan modeli yani Ġslami iktidar ve askeri diktatörlük karması bir model istediğine inanıyor. Amin, “Mısır halkı artık iyice politize olduğundan dolayı” bu modelin tutmayacağına kani. Türkiye‟de 1950‟lerde baĢlayan gerçek demokratikleĢme süreci, uzun bir yol olduğunu ispatladı. Ama dönemsel askeri darbelere ve Türk ordusunun devam eden siyasi gücüne rağmen, seçimler serbestçe yapılmayı sürdürdü. ġu an iktidarda olan Adalet ve Kalkınma Partisi 2001 yılı Ağustos ayında Müslüman KardeĢlerinkine benzer daha muhafazakâr Ġslamcı bir grup olan Refah Partisi‟nin eski üyelerince kuruldu. AK Parti yumuĢadıkça, Ġslamcıların iĢ dünyası ve Avrupa Birliği yanlısı kanadı merkez siyasetçilerle karıĢtı ve en nihayet 2002‟de iktidara geldi. 1920‟lerden beri gücü elinde bulunduran ordunun ve Ġstanbul merkezli geleneksel laik seçkinlerin boğucu elleri iĢte ancak bundan sonra yavaĢça gevĢetilmeye baĢlandı. AK Parti, 1924‟te Mustafa Kemal Atatürk‟ün getirdiği laik sistemi parçalama rüyası görmedi. Atatürk‟ün yerleĢtirdiği medeni hukuk Ġsviçre‟den alınmıĢtı. Ülke ağırlıklı olarak Müslüman ama halkı Humeyni Ġran‟ı gibi dinin kılavuzluk ettiği bir sistemden hazzetmeyecektir. AK Parti, Avrupa‟daki 1950 sonrası Hıristiyan Demokratların muadili olarak görülmelidir – dinamik, iĢ-ticaret odaklı, dini kökenli muhafazakârlar. Mısır‟da, Müslüman KardeĢlerin ılımlı kanadı ile AK Parti arasında pek çok benzerlikler var ve ilham için AK Partiye 16 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM bakmaktadırlar. Yeni Mısır‟da, en nihayet meĢru bir siyasi parti olacaklar ve çoğu uzman, yeni dönemin ilk seçimlerinde yüzde 25-30 arası oy alacaklarına inanıyor. Her yol Tahrir’e çıkar Türk eleĢtirmenler – genelde Batı yönelimli teknik ve idâri bir kasttır – Ġslam ve demokrasinin örtüĢtüğü modelin baĢarılı bir pazarlama dalaveresi olduğu, daha kötüsü, Rusya‟nın Ortadoğulu versiyonu olduğu suçlamasını yapıyorlar. Her Ģeyden evvel ordu, devletin laik vasfının garantörü olarak perde gerisinde orantısız bir güç kullanmaktadır. Ülkedeki Kürt azınlık ise (Hıristiyanlara ve Kürtlere daha fazla haklar veren anayasa değiĢikliklerine Eylül 2010‟da yapılan referandumda evet dediler ama) sisteme gerçekte entegre edilmiĢ değillerdir. 2006‟da Nobel Edebiyat Ödülü alan Orhan Pamuk, muhteĢem Osmanlı geçmiĢi olan Türkiye‟nin hiçbir dünya gücü tarafından sömürgeleĢtirilemediğini, dolayısıyla da Ortadoğu ve Kuzey Afrika‟nın büyük bir kısmında “Batıyı yüceltmenin” veya “Batıyı taklit etmenin” Frantz Fanon veya Edward Said‟in tanımladığı küçümseyici çağrıĢımlarının bulunmadığını kaydediyor. 2002‟de Türkiye‟nin askerden arındırılmıĢ demokrasi yolu ile Mısır‟ın genç göstericilerinin ve yeni doğan siyasi partilerinin önündeki yol arasında büyük farklılıklar var. Türkiye‟deki kilit aktörler iĢ dünyasındaki Ġslamcılar, muhafazakârlar, yeni-liberaller ve sağcı ulusçulardır. Mısır‟da ise ĠĢçi yanlısı Ġslamcılar, solcular, liberaller ve sol ulusalcılardır. Tahrir Meydanı devrimi esasen iki gençlik grubu tarafından baĢlatıldı: 6 Nisan Gençlik Hareketi (grevlerde iĢçilerle dayanıĢma içine girmiĢlerdir) ve Hepimiz Halid Saidiz (polisin gaddarlığına karĢı seferber etmiĢtir). Daha sonra Müslüman KardeĢler eylemcileri – ve çok önemlidir – örgütlü emek, IMF‟nin “yapısal ayarlamalar” zehrinden çok çekmiĢ iĢçi (ve iĢsiz) kitleler de onlara katıldı (Bir IMF heyeti Nisan 2010‟da Kahire‟yi ziyaret etmiĢ ve Mübarek‟in kaydettiği ilerlemeleri övmüĢtü). Tahrir Meydanı‟ndaki devrim, gayet anlaĢılabilir bir Ģekilde gerekli tüm bağlantıları kurmuĢtur. Acınası derecede düĢük ücretleri, kitlesel iĢsizliği ve -Mübarek‟in ahbap çavuĢlarının (aynı zamanda müesses askeri nizâmın) kendilerini zenginleĢtirmelerine fırsat veren bir - yoksullaĢmayı birbirine bağlayarak meselenin özüne varmıĢtır. Er ya da geç kağıtlar açıldığında, ordunun ekonomiyi bu Ģekilde ve bu denli denetim altında tutuyor olması kaçınılmaz olarak gündeme gelecektir; mesela orduya ait Ģirketler su, zeytin yağı, çimento, inĢaat, otelcilik sektöründe ve petrol sanayisinde voliyi vurmaya devam ediyor; Nil Deltası‟nda ve Kızıl Deniz‟de büyük arazi parçaları - rejimin istikrarını garanti altına alan “hediyeler” - yine ordunun elindedir. Batı‟daki kilit sektörlerin Mısır‟da “güvenli” bir Türk modeli için bastırmalarında ĢaĢılacak bir yön yoktur. Ancak ülkedeki sefâlete bakınca, genç göstericilerin ve onlara destek veren iĢçi sınıfının Türk tarzı neoliberal, Ġslamo-demokratik sistem ihtimaliyle yatıĢtırılmaları bile olası değil. Bu solcu/Ġslamcı koalisyonu iĢçi dostu, bağımsız, bihhakın egemen bir demokrasi uğruna çarpıĢmaktadır. Bu yeni bağımsız manzaranın mevcut statüsko adına nasıl da sarsıcı olabileceğini görmek için Seyfül Ġslam‟ın satın aldığı gibi London School of Economics‟ten doktora almaya ihtiyaç yoktur. 17 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Ayna, ayna söyle bana YanlıĢ anlamayın: Tahrir Meydanı‟ndaki eylemciler Türk sistemini Mısır‟da üretmeyi istesinler veya istemesinler, Türkiye Mısır‟da ve Arap dünyasında müthiĢ popüler bir ülkedir. George W. Bush‟un Irak‟ı iĢgal için Türk topraklarını kullanma talebini geri çevirerek bağımsızlıklarını tesis ettiklerinden dolayı ülkenin 2003 yılından beri yükseliĢte olan bölgesel liderliğini pekiĢtirmek için Ankara siyasetçilerine mükemmel bir tablo sunmaktadır. Ġsrail komandolarının Özgür Gazze Filosu fiyaskosunda öldürdüğü dokuz kurbandan sekizi Türk çıktığında bu popülarite daha da arttı. BaĢbakan Recep Tayyip Erdoğan “kanlı katliamdan” dolayı Ġsrail‟i Ģiddetle kınadığı anda artık Gazze Kralı‟ydı. Mübarek, 2011 cumhurbaĢkanlığı seçimlerine katılmayacağını ilan ederek Tahrir Meydanı gösterilerine karĢılık verdiğinde BaĢkan Obama pek bir Ģey söylemedi; Ġngiltere eski baĢbakanı Tony Blair Mısır‟ı “aceleyle seçime koĢturmama” yönünde zorladı. Erdoğan‟a gelince, El Cezire‟deki canlı yayında tüm Ġslam dünyasının gözü önünde Mübarek‟e cumhurbaĢkanlığından çekilmesini âdeta emretti. Washington, gönülsüzce ve karmakarıĢık Ģekilde de olsa, Mübarek‟in sağlam savunucuları Ġsrail ve S. Arabistan‟ın yanında, tarihin yanlıĢ tarafında oyalanırken, bölge siyasetinin akıllıca bir değerlendirmesini yapan Erdoğan kendi kaderlerini çizmek isteyen Mısırlıları desteklemeyi tercih etti. Ve amorti etti. Mesele Amerika‟nın Türkiye‟yi “kaybetme” meselesi değildir; bazı eleĢtirmenlerin itham ettiği gibi Erdoğan yeni-Osmanlı halifesi (o da ne demekse) olma rüyası görüyor da değildir. Burada anlaĢılması gereken, yeni bir Türk kavramıdır: Stratejik derinlik. Bunun için bir kitabın kapağını çevirmemiz lazım: “Stratejik Derinlik: Türkiye‟nin Uluslararası Konumu.” 2001 yılında Ġstanbul‟da yayınlanan kitabı Ģu an DıĢiĢleri Bakanı olan Ahmet Davutoğlu Marmara Üniversitesi uluslararası iliĢkiler bölümünde hocalık yaptığı zamanda kaleme almıĢtı. Davutoğlu bu kitapta – artık iyice yaklaĢan – bir geleceğe bakmıĢ ve Türkiye‟yi eĢmerkezli üç halkanın merkezine yerleĢtirmiĢti: 1) Balkanlar, Karadeniz havzası ve Kafkaslar; 2) Ortadoğu ve Doğu Akdeniz; 3) Basra Körfezi, Afrika ve Orta Asya. Türkiye‟nin gelecekteki nüfuz alanlarının en az sekiz tane olduğuna henüz 2001 yılında bile inanıyordu: Balkanlar, Karadeniz, Kafkaslar, Hazar, Orta Asya, Basra Körfezi, Ortadoğu ve Akdeniz. Türkiye bugün kilit bir oyuncu ve bu bölgelerin büyük bir çoğunluğunda halklar gözünü gerçekten de Türkiye‟ye çevirmiĢ bir haldeler. Ankara‟nın Ortadoğu‟da dikkate alınacak bir güç olacağına kâni olan Davutoğlu için fekalâde bir andır bu. Yeterince basit ifade ettiği üzere “burası bizim evimizdir.” Türkiye‟nin “stratejik derinlik” fikrini alın ve 2011 Büyük Arap Devrimiyle birleĢtirin; Erdoğan‟ın sadece Türk modelini Mısır‟ın hatta Ortadoğu‟nun modeli yapmaya değil aynı zamanda bölge ve Batı arasında müstakbel aracı olarak Mısır‟ı sahne gerisine atmaya niçin teĢebbüs ettiğini anlayacaksınız. Erdoğan ve Davutoğlu‟nun bu yönde ilerledikleri kendilerini Suriye ve Ġsrail arasında aracı olarak yerleĢtirmeye çalıĢmalarından ve Ġran‟a yönelik karmaĢık bir siyasi, diplomatik ve ekonomik açılım baĢlatmalarından bellidir. Tarihi ironilerden bahsedersek, Ġran‟ın köktenci liderleri kendilerine derin bir husûmet besleyen Mısır rejiminin yok olup gitmesini izlerken, Ġran‟ın YeĢil Hareketi protesto gösterileriyle Tahran‟ı aniden sarmaya baĢladı - tam da Türkiye CumhurbaĢkanı Abdullah 18 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Gül‟ün ülkeyi ziyareti sırasında. Gösterilere (Tahran standartlarına göre) kadife eldivenle muamele edildi zira molla diktatörlüğü, Arap kitle hareketleri için bir numaralı ilham kaynağı olma hususunda kendisini Türk müttefiki karĢısında kaybedebileceği bir rekabette buldu. Java: Kahvenizin yanında Demokrasi ister misiniz? ġayet Mısırlılar demokrasinin tesisi hakkında ders çıkarmak istiyorsa, Türkiye hiç de tek ilham kaynağı değildir. Örneğin, Latin Amerika‟ya bakabilirler. Güney Amerika 500 yıldır ilk kez tam demokratik. Soğuk savaĢ döneminde Mısır‟da olduğu gibi Latin Amerika‟da da diktatörler ve askeri düzen hâkimdi. Mesela Brezilya‟da askeri diktatörlüğü geride bırakan “yavaĢ, tedrici ve güvenli” siyasi açılım uygulamada bir on yıl aldı. Yani sabır gerekir. Aynı Ģey bir baĢka model için de geçerlidir: Endonezya. 32 yıl iktidar süren Amerika destekli yaĢlı bir diktatör, ġuharto, Kahire‟ye yaptığı ziyaretten döndükten sadece birkaç gün sonra istifa etti. Endonezya o vakitler 2011‟in Mısır‟ına benziyordu: Batı dostu, ağırlıklı olarak müslüman, solcu entelektüelleri ve siyasi Ġslam‟ı ezmiĢ mega-yolsuz bir askeri diktatörün fakirleĢtirdiği ve ondan yaka silken bir ulus. Aradan geçen 13 yıl sonra, Endonezya bugün dünyanın üçüncü büyük demokrasisi ve Güneydoğu Asya‟nın en özgürü; seküler bir hükümeti, hızla büyüyen bir ekonomisi var ve ordusu siyaset dıĢında duruyor. Hâlâ canlı anılarım var; 1998 Mayıs‟ında bir gün baĢkent Jakarta kelimenin tam anlamıyla yanıyorken, yükselen duman sütunlarında öfke patlaması yaĢanırken bisiklete biniyordum. Washington o vakitler müdahale etmemiĢti; Çin veya ASEAN‟ın 10 üyesi de. Endonezyalılar kendi baĢlarının çaresine baktılar. GeçiĢ süreci daha önce büyük ölçüde gözardı edilen anayasayı takip etti. (Mısır‟da ise anayasanın referandumla değiĢtirilmesi gerekiyor.) Doğru, Endonezyalılar bir süre ġuharto‟nun kendi elleriyle seçtiği baĢkan yardımcısı B.J.Habib ile birlikte yaĢamak zorunda kaldılar (Mübarek‟in kendi elleriyle seçtiği “ĠĢkence ġeyhi” meymenetsiz Ömer Süleyman‟ın tam aksine cana yakındı o.) Seçim çalıĢmaları, seçim kanunlarının değiĢtirilmesi, meclisteki atanmıĢ vekillerden kurtulmak bir yılı aldı. Ġlk baĢkanlık seçiminin yapılması için altı yıl geçmesi gerekti. Ve evet, yolsuzluk halen büyük bir sorun; zenginlik ve hak (bazılarının da dediği gibi, benzer Ģey ABD için de geçerlidir) konusunda daha kırk fırın ekmek yemek lazım. Ama bugün hukukun üstünlüğü hâkimdir. Bir Ġslam devletinin hiç Ģansı olmadı. Bugün Endonezyalıların sadece yüzde 25‟i oylarını Ġslamcı partilere veriyor; Müslüman KardeĢlerin ideolojisinden olan ama resmi olarak gayri Müslimlere de açık tutulan Refah ve Adalet Partisi, BaĢkan Yudhoyono‟nun kabinesindeki 37 sandalyeden sadece dördünü elinde bulunduruyor ve 2014 yılında yapılacak seçimlerde oyların yüzde 10‟nundan fazlasını da ummuyor. Endonezyalılar ABD‟ye yakın duruyor ve Washington, Çin‟e karĢı ağırlık olması için Endonezya‟ya kur yapıyorsa da, Brezilya büyük bir popülaritesi olan Lula da Silva döneminde daha bağımsız bir yol tutturdu (Latin Amerika‟nın büyük bir kesimi için de doğrudur bu). Bu süreç yaklaĢık 10 yıl aldı ve gelecekteki tarihçiler tarafından Berlin Duvarı‟nın yıkılıĢı kadar önemli görülebilecek bir olaydır. 19 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM 1989, Doğu Avrupa‟da, küresel pazara eriĢmek isteyen insanların ayaklanma zinciri olarak görülebilir kısmen de olsa. Büyük Arap Devrimine gelince, o daha ziyâde aynı pazarın diktatörlüğüne karĢı bir ayaklanmadır. Tunus‟tan Bahreyn‟e kadar tüm göstericiler sosyal katılım, yeni daha iyi sosyal ve ekonomik sözleĢmeler lehine yola düĢtüler. Latin Amerika‟da bu sarsıcı ayaklanmalara müthiĢ bir sempatiyle ve “biz yaptık, Ģimdi de onlar yapıyor” hissiyle bakılmasına ĢaĢmamalıdır. Gelecek elbette ki bilinmiyor fakat on veya yirmi yıl sonra Mısırlıların ve diğer Arap halkların Türk modeline veya Brezilya yahut Endonezya modeline değil de yepyeni bir yola koyulduklarını söyleyebiliriz. Gelecek, Kahire‟den Tunus‟a, Bingazi‟den Manama‟ya, Cezayir‟den (Allah‟ın izniyle) Suud hanedanı sonrası bir Arabistan‟a kadar, yeni bir siyasi kültürün icâdına ve yerli ve ümit o ki, yeni ve ĢaĢırtıcı Ģekillerde demokratik yeni ekonomik sözleĢmelere gebe olabilir. Bu bizi tekrar Türkiye‟ye getiriyor. Ġslam‟ın yepyeni, bugünden hiç kimsenin bir ipucuna bile sahip olmadığı, Avrupa‟daki din ve siyaset ayrımına benzeyecek Ģeyin yapıtaĢı olması pekâla mümkündür. 1968 ruhuyla, bir Arap Banksy [Banksy, duvar resimleriyle ünlü bir sanatçıdır] bile resmedebiliriz. Boydan boya Arap baĢkentlerine nakĢediyor: “Ġktidarda Muhayyile” Kaynak: Tomdispatch, 18 Mart 2011 Çeviren: M. Alpaslan Balcı 20 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Sudan’da reform dönemi geçti ve devrim saati mi geldi? - Abdulvahab el-Efendi 90'lı yılların baĢında 'Sudan'da devrim ve siyasal reform' kitabımın yayınlanmasından yaklaĢık iki ay sonra bir Avrupa baĢkentinde Afrika kıtasının liderlerinden biriyle karĢılaĢtım. KonuĢmamızda söz Etiyopya ve Eritre'deki devrimlere geldi. Bu anlamda Afrikalı lider, Etyopya'da birkaç devrimin meydana gelmesinden sonra uzun bir müddet Mengistu Haile Mariam rejimiyle diyalog kurmak için ciddi bir Ģekilde çabaladıklarını ve ondan gelecek herhangi bir görüĢme talebine hemen cevap vereceklerini hatta böyle bir çağrıyı zafer olarak kabul ettiklerini söyledi. Ancak Etiyopya diktatörü yüz çevirdi ve salt diyalog fikrini bile reddetti. Mengistu'nun inatçı kibri devrimciler peĢ peĢe zaferler kazanıp baĢkent Adisababa'nın kapılarına dayanıncaya kadar devam etti. Tam bu noktada Mengistu görüĢme yapmak için bir aracı gönderdi! Devrimciler olumlu cevap vermeyince devreye ABD girdi ve Etyopya'yı terk etmesini ve yetkilerini nispeten daha ılımlı olan baĢbakanına devretmesini dayattı. Amerikanın bu tasarrufunun hedefi tarihi olarak Amhara etnik hegemonyasına dayalı eski sitemin iskeletini korumak ve en az hasarla değiĢimi gerçekleĢtirmekti. Ancak devrimciler Amerika'nın yeni hükümetle Londra'da görüĢme teklifini reddettiler ve üç hafta içinde alternatif hükümeti düĢürdüler. Yemen Devlet BaĢkanı Ali Abdullah Salih'in muhalefetin talep ettiklerinden hatta hayal ettiklerinden kat kat fazlasını verdiği planını dinlerken bu olay aklıma geldi. Uzun yıllar boyunca muhalefetin en ileri talebi iktidar partisinin baskısının hafifletilmesi ve Ģaibesiz seçimlere izin verilmesiydi. Ancak baĢkan ve partisi geçen yıl bu talepleri daha da ulaĢılması zor hale getirmek için kanuni ve anayasal değiĢiklikler yapmada ısrar etti. Halk devriminin patlak vermesinden sonra devlet baĢkanı daha önce kulak tıkadığı muhalefetle diyalogu dillendirmeye baĢladı. Sonra tekrar devlet bakanlığına aday olmayacağından baĢlayarak görevi oğluna devretmeyeceğine (bunu planladığını itiraf ederek) kadar peĢ peĢe tavizler vermeye baĢladı. Son olarak, devlet baĢkanının yetkilerinin sınırlandırılmasıyla birlikte parlamenter cumhuriyet yönünde anayasal değiĢiklik planını açıkladı. Anayasa değiĢiklikleri ve seçimleri yapacak milli uzlaĢı hükümeti de bu kapsamdaydı. Muhalefet ve sokak, devlet baĢkanının hemen istifası talebinde ısrar ederek bütün bu önemli planları reddetti. Bu aynı zamanda diğer Arap hükümetlerinin de durumuydu. Mesela Bahreyn; muhalefetin talepleri uzun süre 1975 yılında askıya alınan anayasanın tekrar yürürlüğe girmesi ile sınırlıydı. Ancak taleplerin seviyesi gerçek bir demokrasinin kurulması seviyesine yükseldi, hatta bazıları cumhuriyet rejimi kurulması ve krallık ailesinin gönderilmesini dillendirmeye baĢladı. Libya, Tunus ve Mısır'da da durum bu Ģekildeydi. Bugün Suriye, Suudi Arabistan ve Kuveyt'te de böyle... Ancak Tunus, Mısır ve Libya'daki olaylar hızlı bir Ģekilde reform taleplerinin ötesine geçti. Kitleler ve siyasi güçler sistemi yıkmakla sonuçlanacak Ģümullü bir devrimden baĢkasını kabul etmez hale geldi. Yukarıda zikrettiklerimiz herhangi bir reform çabasında zamanlama unsurunun önemini vurguluyor. Burada önemli bir soru soralım: Bu anlamda Sudan nerede duruyor. Sistem hala reformları yürütebilecek bir pozisyonda mı? Yoksa bu merhale geçti ve kabul edilebilir reform için alan kalmadı mı? Bana ulaĢan ya da basılı ve elektronik gazetelerde yayınlanan ve Sudan'da reform talep eden yorumlarda ağırlıklı akım, Sudan rejiminin reform niyeti ve kabiliyetinin olmadığı ve her 21 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM halükarda reform vaktinin geçtiği çünkü köklü ve devrimci bir değiĢimin kaçınılmaz biçimde yolda olduğunu söyleyen akımdı. Öte yandan hala sistem içerisinden değiĢik düzey ve heyecanda acil ve önemli reformlar çağrısı yapan sesler yükselmektedir. KiĢisel değerlendirmeme gelince; sistemin kendisini ıslah etme gücü ile ilgili beklentim sürekli bir biçimde azalmakta, hatta sıfıra yaklaĢmaktadır. Burada Ģunu hatırlatmakta yarar var: Biz 1995 yılında 'Sudan'da devrim ve siyasal reform' kitabını yazarak açık bir Ģekilde reform çağırısı yapmaya baĢladığımızda, bunun öncesinde var olan iç diyalog kanalları yoluyla anlamlı bir değiĢimin gerçekleĢtirilmesinin mümkün olmadığı ve yönetimi elinde tutanların durumun önemini kavrayamadıkları ya da sürecin hatasını kabullenmedikleri noktasına varmıĢtık. Bundan dolayı katkıda bulunma çabası içerisindeki daha çok sayıdaki vatandaĢın tartıĢmaya katkıda bulunmasını sağlamak ve dolayısıyla reform yönünde baskı yapmak için diyalog dairesini geniĢletmeyi kararlaĢtırdık. O zamanlar Ģunu söylemiĢtik: Sudan'ın çağdaĢ tecrübeleri ve halihazırdaki tehditler ıĢığında ülkeyi doğru istikamete koyacak herhangi bir proje sonuç itibariyle demokratik olmalıdır ve bu temel üzerinde program yürütmeyen hiçbir siyasi hareketin geleceği yoktur. Ancak o zamanlar partilerin kapatılması, Ġslami hareketin bastırılması ve aĢırı bir biçimde devlet aygıtına ve güvenliğe yaslanma politikaları uygulandı. Bunların hepsi ülkeyi yanlıĢ yöne götürüyordu. Güney sorununun çağdaĢ devlet temellerinde çözülmesi, ekonomik reformlar ve yargı bağımsızlığı için hızlı ve kararlı bir Ģekilde harekete geçilmesini talep ettik. Aynı Ģekilde bazı siyasi güçlerin Sudan'ın sorunlarının barıĢçıl çözümü için sundukları plandan yüz çevrilmesini eleĢtirmiĢtik. Bu merhalede reform alanının hala açık olduğunu görüyorduk. O zamanlar krizin çözümünü hedefleyen (özellikle de güneydeki savaĢın sona ermesi için) birçok plan ortaya atmıĢtık. Zamanla konjonktür daha da karmaĢık bir hal aldı. Ve birkaç olumlu geliĢme yaĢanmasına rağmen reform çağrılarına cevap alma ümidi giderek zayıflamaya baĢladı. Mesela 1979'da güneydeki gruplarla imzalanan kısmi barıĢ anlaĢması ve bunun mucibince (en azından kağıt üzerinde) bölgesel yönetim, kendi geleceğini kararlaĢtırma ve yönetime ortak olma gibi Güneyin önemli bütün taleplerine cevap verilmesi bu olumlu geliĢmelere örnektir. Bu anlaĢma temelinde anayasa 1998 yılında özellikle de basında ve siyasal alanda hürriyetlere daha fazla yer verecek Ģekilde yeniden yazıldı. 1999 yılında Ümmet Partisi'yle Cibuti anlaĢması imzalandı. Aynı yıl petrol ihracatı baĢladı. Bu geliĢmenin geri kalmıĢ bölgelerde geliĢimi hızlandırması ve vatandaĢlara hizmetlerin iyileĢtirilmesine yol açması beklenirdi. 1999'da yönetimin en üst düzeyinde yaĢanan bölünmelerin özellikle özgürlükler alanında olumsuz etkileri oldu. Ancak Sudanın dıĢ iliĢkilerinde açılıma yol açtı. Güneyde barıĢ planının açıklanmasına, 2002'de MaĢaksu ve daha sonra 2005'te NafaĢa anlaĢmalarının imzalanmasına yol açtı. Bu anlaĢmalar bütün eksiklerine rağmen arzulanan reform yolunda önemli kazanımlardı. Özellikle Ümmet partisi ve sonrasında Demokratik Birlik ile imzalanan anlaĢmalar... Daha sonra 2006 yılında Darfurla ilgili Abuja AnlaĢması son olarak da doğudaki barıĢ anlaĢması... Bu anlaĢmaların çatısı altında Sudan halkı ilk kez razı oldukları bir siyasi sistem etrafında toplandı. Bu uzlaĢı, eğer tam olarak uyulsaydı ülkenin birliğini koruyan, bütün bölümlerinde adaleti gerçekleĢtiren istikrarlı bir demokratik sistemle ilk defa ülkeyi selamete çıkaracak potansiyeli taĢıyordu. Ancak fiiliyatta siyasi güçler arasındaki çatıĢma devam etti, iliĢkiler kötüleĢti, Darfur'da savaĢ yeniden baĢladı, siyasi güçlerin çoğunluğu seçimleri boykot etti ve 22 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM katılanlar da hilelerden Ģikâyet ettiler. Son olarak da Güneyin ayrılması, hükümetle muhalefetin arasındaki iliĢkilerin çıkmaz sokağa girmesine neden oldu. Bütün bu uyarıcı iĢaretlere rağmen krizin devam etmesi konusunda taraflar birbirini suçluyor. Ancak ne olursa olsun son tahlilde sorumluluk yönetimi elinde bulunduranların üzerindedir. Bu durumda sorumlular Ulusal Kongre Partisi'nin liderleridir. Çünkü sonuçta krizi çözmek, yönetimi elinde bulunduranların iĢidir. Bizim kanaatimize göre problemin sebebi uygulanan yöntemdir. Bu ise, yönetimin tamamen komplocu bir zihin taĢıyan küçük bir topluluğun tekelinde olmasıdır. Bunların içerisinde iktidar partisinin 'lider' ve yardımcıları da vardır. Diğer siyasi güçlere sundukları her hangi bir tavizde ondan bu tekellerine dokunmamasını bekliyorlar. Ancak iktidara bu Ģekilde yapıĢma, halk tabanının geniĢleyerek güçlenmesini ve kitlelerin politikalarını ve liderlerini desteklemesini sağlamıyor. Tam tersi oluyor. Partinin kendi içerisine daha çok kapandığını görüyoruz. Bunun yanında Ġslamcılar arasında bile desteğinin gerilediğini görüyoruz. Yönetimin artan bir Ģekilde güvenlik uygulamalarına dayanması, sürekli olarak ittifak ve taahhütlere sığınması yirmi iki yıllık tekelden sonra yönetimin krizinin hafiflemek yerine gittikçe derinleĢtiğine iĢaret etmektedir. Yönetimde bu denli uzun kalındıktan sonra beklenen olumlu iĢaretlerin, geniĢ halk kitlelerinin desteğini alması, yönetimin meĢruluğunu pekiĢtirmesi ve olağanüstü her hangi bir güvenlik tedbirini ortadan kaldırması gerekir. Ama eğer tersi gerçekleĢirse bu iniĢe geçiĢin bir kanıtıdır. Daha önce birçok platformda birçok konuĢmamda rejimin gerekli ölçüde reforma cevap vermesi konusundaki ümitsizliğimi dile getirdim ve "durumların Ģu haliyle devamının mümkün olmamasından dolayı köklü değiĢim kaçınılmaz hale geldi." dedim. Bu sonuca uzun yıllar nasihat, diyalog, teĢvik ve proje Ģeklinde süren reform mücadelemizden ve daha fazlasını yapacak alan kalmamasından sonra vardık. Bunun üzerine çoklarının, aksini gösteren bütün delillere (Biz de bunları kabul ediyorduk ve bunlara ilk dikkat çekenlerdendik) rağmen reform çağrıları yapmamdaki ısrarı sorgulayan yorumlar meĢru yorumlardır. Bunları söyleyenler adeta bazı sebt ehlinin öğüt verenlere söyledikleri söylemi tekrar ediyorlar: "Niçin Allahın helak edeceği ya da Ģiddetli bir azaba uğratacağı kavme vazediyorsunuz?" Tabii bizim cevabımız, Allah'ın kendilerini baĢarılı kıldığı gibi bizi de baĢarılı kılmasını temenni ettiğimiz kiĢilerin cevabı oldu: "Rabbimize sunacağımız bir mazeret olması için. Kim bilir belki de onlar dönerler." (Kuran-ı Kerim Araf suresi 164. ayet) Daha önceleri rahmetli arkadaĢımız Tayyip Salih sistemin baĢında akıllılar da var ama daha çok meczuplar var, demiĢti. Onlardan hangisiyle daha önce yüzleĢeceğini bilmiyordu. Maalesef uzun süre galibiyet ikinci sınıfın elindeydi. Ancak biz sistemin destekçilerinin az olan akil adamlarının görüĢlerine kulak vermesini ve gelen tsunaminin iki kesimi de alıp götürmeden durumlarını düzeltmelerini temenni ediyoruz. Eğer reform yapma gücü olanlar harekete geçmezse, iki durum bizi endiĢeye sevk ediyor: Ġlki ülkenin Libya ve Somali senaryoları arasında gidip gelmesi, ülkemizin yıkıma maruz kalması, parçalanması ve yıkımın yaygınlaĢması. Ġkincisi ise dinin cevaz vermediği uygulamalardan dolayı islamın imajının çarpıtılmaya maruz kalması. Bu, Ģimdiki durumun devamının Ġslam'a karĢı olduğunu ortaya koyuyor. Ve onun muhtemel yıkılıĢı bütün Ġslami yönelimler için büyük bir gerileme olacak. Çünkü kamuoyu nezdinde Ġslamcıların bütün sembolleri bu kötü uygulamalarla iliĢkilendirildi. 23 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Dolayısıyla diğerlerinden önce sistemin Ġslamcı destekçileri reform için harekete geçmeli ve saflarını yolsuzluk yapan, büyük hatalar irtikâp etmiĢ olanlardan temizlemelidirler. Kendilerini Ġslam davetçisi olarak vasıflandıranlar bırakın Müslümanları; kafirler, müĢrikler, fasıklar ve isyankarların indinde bile kötü karĢılanan iĢlerle anıldığı bir durumda iĢleri nasıl doğru yapabilirler ki? Bunu yapmazlarsa uğradıkları cezadan dolayı sadece kendilerini kınamalıdırlar. Zalimler ve onlara yaslananlar için ahiretteki azap daha Ģiddetli ve kalıcıdır. Kaynak: El Kuds'ül Arabi, 18 Mart 2011 Çeviren Metin Ünlü 24 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Sarkozy Libya müdahalesinden ne bekliyor? - Sinan Özdemir Libya‟ya müdahale Cumartesi günü baĢladı. Ġlk sahneye çıkan Fransa, ardından Ġngiltere ve Amerika oldu. Fransa uzun zamandır müdahalenin gerçekleĢmesi için çaba sarfediyordu. BM Güvenlik Konseyi‟nde Ġngiltere ile birlikte yoğun çaba göstererek çıkarttığı kararın ardından, Trablus yönetimiyle bütün ipleri kopararak ve Bingazi‟de bulunan geçici Konseyi Libya‟nın tek meĢru temsilcisi olduğunu kabul ettiğini deklare ettikten sonra bütün niyetini ortaya koydu. Öyleki Brüksel‟den toplanan Avrupa Birliği Devlet ve Hükümet BaĢkanlarının konuya iliĢkin daha dengeli bir karar almasını bu Ģekilde engelledi. Yarı baĢkanlık sistemiyle yönetilen Fransa‟da CumhurbaĢkanının görev ve yetkileri bir monarktan çok farklı değil. CumhurbaĢkanı içeride hükümete baĢkanlık eder, dıĢarıda ülkesini temsil eder. Eğer hükümetin baĢındaki kiĢi cumhurbaĢkanıyla aynı siyasi partiye mensup değilse, son olarak Chirac-Jospin döneminde olduğu gibi, bu durumda tarafların uzlaĢma yoluyla devlet iĢlerini yürütmeleri gerekiyor. 2004‟ten bu yana sağ, iktidarda olduğu için cumhurbaĢkanı bütün yetkileri kendi elinde topluyor. Fransız dıĢ politikasında son yıllarada ciddi kırılmalar yaĢandı. Son olarak Fransız diplomatları tepkilerini yayınladıkları yazılarla , içeride yaĢanan huzursuzluğı, kamuoyuyla paylaĢma gereği duydular. Fransa‟nın dıĢ politikasından söz ederken, aslında anlaĢılması gereken, CumhurbaĢkanı‟nın dıĢ politikasından baĢka birĢey değil. Sarkozy‟nin Chirac‟lı yıllardan ve de Gaulle‟dan miras kalan dıĢ politika anlayıĢından uzaklaĢmayı tercih ettiği anlaĢılıyor. Fransa, 2003 Irak savaĢı öncesinde takındığı tavır sebebiyle Amerika‟nın hıĢmına uğramıĢtı. De Gaulle çizgisinde olan bu duruĢtan, Sarkozy‟nin Fransa‟nın tekrar NATO‟ya dönmesini istemesiyle vazgeçtiği anlaĢılıyor. Sarkozy, aynı Ģekilde Ġngiltere ile olan iliĢkilerinde de yeni bir sayfa açmakta kararlı. Güvenlik Konseyi‟ne sunulan ve kabul edilen 1973 nolu kararın ardından Fransa‟nın yanı sıra Ġngiltere‟nin de bulunması bu sebepten. Fransa ve Ġngiltere arasında Kasım 2010‟da imzalanan savunma antlaĢması öncesinde ve sonrasında bakanlıklar ve askeriye arasındaki iletiĢim kanallarının sayısı artırıldı. Fransa‟nın Almanya ile olan iliĢkilerini Fransa‟dan çok Almanya belirliyor. Almanya, Fransa‟nın kibirli diplomasisinden rahatsızlık duyuyor. Son olarak Libya‟da tutulan Bulgar hemĢireler davasında Libya ile müzakereleri yapan Almanya‟nın Fransızlar tarafından saf dıĢı bırakılmaları ve Cecilia Sarkozy‟nin Fransa adına uçakla hemĢireleri alması Almanlar tarafından kızgınlıkla takip edilmiĢti. Alman diplomasisinin, Fransız diplomasisiyle mukayese edildiğinde daha gizli ve gösteriĢi pek sevmeyen bir diplomasi olduğunu söyleyebiliriz. Libya‟ya müdahale konusunda Almanya‟nın tutumunu daha en baĢından çok açık idi. Güvenlik Konseyi‟nde çekimser kalması da bu tutumunu sürdürdüğünü gösteriyor. Almanya‟nın Kuzey Afrika‟da en önemli iliĢkileri Cezayir ve Mısır‟la. Merkel 2005-2010 tarihleri arasında her iki ülkeyi ziyaret ederek bu iliĢkiyi pekiĢtirmeye çalıĢtı. Buna karĢılık Libya‟dan petrol almasına rağmen Libya‟yı ziyaret etmedi. Sarkozy‟nin Kuzey Afrika‟ya ama özellikle Mağrib ülkelerine dönük özel bir ilgisi var. Son olarak Kaddafi‟nin oğlu Seyfülislam verdiği bir söyleĢide, Sarkozy‟nin seçim kampanyasına maddi yardımda bulunduklarını belirtti, ama bu, gündemin yoğunluğu sebebiyle geçiĢtirildi. 25 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Ancak Akdeniz‟de sular durulduktan sonra konunun gündeme geleceği çok açık. CumhurbaĢkanlığı seçimlerine giden Fransa‟da konunun yakın zamanda yeniden tartıĢılacağını düĢünüyoruz. Sarkozy 2008‟de Akdeniz için Birlik projesini ortaya attığında da Akdeniz‟de kendi öncülüğünde, Brüksel‟i by pass ederek, bir birlik kurmayı düĢünmüĢtü. Ancak Merkel'in, Paris merkezli bir birlik fikrine sıcak bakmadığını ve bunun ancak AB çatısı aĢtında gerçekleĢebilecek bir proje olduğunu söylemesinin ardından, projede, Avrupa Birliği Barselona sürecine dahil edildi. Ne var ki Sarkozy‟nin Fransa‟nın Akdeniz‟de merkezi güç olma düĢüncesinden vaz geçtiğini söylemek zor. Fransa‟nın Kuzey Afrika ülkeleriyle olan iliĢkilerinde zayıf halkanın Libya olduğunu söylemek gerekiyor. Fransa‟nın Fas, Cezayir ve Tunus‟la kurduğu “tarihi iliĢkiler” Libya için geçerli değil. Kaddafi her ne kadar 2008‟de Fransa‟da ĢaĢalı bir Ģekilde karĢılandıysa da, her iki ülkenin iliĢkilerinin belirli bir alıĢ-veriĢ anlayıĢı içinde Ģekillendiğini söylemek gerekiyor. Fransa‟nın köprüleri kolaylıkla havaya uçurması da bu sebepten. Tunus ve Cezayir söz konusu olunca görmezden gelmesi, Mısır dosyasında nötr kalması ama Libya konusunda Ģahin kesilmesi, önceki tutumlarında ki yanlıĢı kavradığından veya Benard Henri Levy‟nin ifadesiyle “insan hakları geleneğine bağlı kalmasıyla” bağlantılı değil. ġekillenen yeni Akdeniz haritasında , kullanılmaya müsait yeni bir yönetim beklentisi içinde olmasıyla izah edilebilir. Fransa operasyonların baĢını çekmekten mutlu. Ancak Amerika‟nın sahnenin gerisinde kalması müdahaleye kısmi destek vermesinden değil. Irak ve Afganistan‟dan sonra Libya müdahalesinde en önde görünmeyi istememesinden kaynaklanıyor. Fransa ve Ġngiltere‟nin Amerika olmaksızın gerçekleĢtirmeleri mümkün olmayan bir müdahale olduğunu düĢünüyoruz. Fransa‟nın müdahaleye katılmasını da da bazı analistlerin aksine Avrupa Birliği projesini fiilen sonlandırdığı yorumlarına katılmıyoruz. Avrupa‟nın NATO‟nun dıĢında oluĢturmaya çalıĢtığı ordunun hayatiyet bulması için çok ciddi engellerin ortadan kalkması, en baĢında, Kıbrıs meselesinin çözülmesi gerekiyor. Fransa‟nın Libya‟da Ģahin kesilmesi Fransa‟nın Akdeniz‟de varlığını artırmayı istemesiyle ilintili. Fransa Akdeniz için bir çekim merkezi olmak istiyor. Ancak Libya müdahalesinin Arap basınındaki yansımalarına bakılırsa , Fransa‟nın özgürlük ve hürriyet adına baĢını çektiği operasyon, petrolün kana bulunması olarak yorumlanıyor. Operasyonun hedefleri konusunda yaĢanan belirsizlik ve zamana yayılması, bu kanıyı güçlendirecektir. Bu da Sarkozy‟nin Akdeniz‟de merkezi ülke olma beklentisini bir kere daha boĢa çıkaracaktır. 21 Mart 2011, Dünya Bülteni 26 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Saldırıyı niçin Fransa başlattı? Kongre niçin atlandı? -Ertuğrul Aydın Libya‟ya saldırının baĢlangıcı hakkında ilgi çekici iki nokta var. Birincisi, alıĢılmıĢın aksine, saldırıyı Fransa‟nın baĢlatması. Ġkincisi Fransa‟nın “aceleyle” saldırması ve römorkör gibi Amerika‟yı peĢinden çekmesi. Radikal'e bilgi veren diplomatik kaynaklara göre Türk büyükelçisi de durumu anlamaya değer bulup "Fransa'nın müdahalesi, NATO planlamasının neresinde? Fransa, NATO danıĢma mekanizmasından habersiz müdahale etti. Bunu, ani çıkıĢı yüzünden planlarını hayata geçiremeyen NATO'ya izah etmeli" demiĢ. Saldırıyı Fransa‟nın baĢlatması, sivil bir Müslüman Batı Asyalıya Amerika‟nın yeni bir azmanlığa imza atmak üzere olmadığını, askeri harekâtın bir iĢgal niyeti taĢımadığını telkin ediyor. Libya saldırısı, her ne kadar Amerika iĢtirak etse de, tarihte Amerika‟nın baĢlattığı bir diğer saldırı olarak yer almayacak bu yüzden. Katıldı ama hiç değilse baĢlatmadı. Dilerseniz gülebilirsiniz ama Amerika‟nın “tektaraflı saldırgan savaĢlar” sicili kabarmamıĢ olduğu gibi niyet bakımından harekâtın güvenilirliği de artmıĢ oluyor. Ancak Washington Post‟ta Pazar günü yayınlanan kızgın baĢyazıyı okuduğumda hepsi bu kadar değilmiĢ dedim. “Obama‟nın gayrimeĢru savaĢı” baĢlıklı yazı, Libya‟ya karĢı askeri güç kullanım yetkisini BM‟in değil Kongre‟nin verebileceğini hatırlatıyordu. ĠĢin Kongre tarafını unutmuĢuz. Hadi biz unuttuk. Obama‟ya ne oluyor da unutuyor? Obama “çok-taraflılığa”, uluslararası kurumlara ve kurallara önem verirken artık nedense Kongre‟yi atlamıĢ. George W. Bush tam tersini yapıyordu. SavaĢ kararını Kongre‟den alıyor ve baĢkan olarak savaĢı yürütüyordu. O, uluslararası kurumları atlıyor, atlatıyordu. ABD baĢkanları bu ikisinin ortasında bir yol tutturamıyor bir türlü. Belki de bu ikisi arasında bir tür gerilim vardır da o yüzden böyledir. Obama‟nın BM‟i önemseyip Kongre‟yi atla/t/ması azımsanacak bir Ģey midir? Doğrusu, George W. Bush‟unki kadar önemli bir usulsüzlüktür. Bush, uluslararası çok-taraflılıktan vazgeçmiĢti çünkü bunu sağlayamayacağını biliyordu. Obama niçin Kongre‟den “savaĢ kararı” çıkmasını beklemedi peki? Kavgacı tiplerle dolu Amerikan Kongresi‟nden bir savaĢ kararı çıkmaz diye mi korktu? Pek ihtimal vermiyorum. Sen yeter ki saldırmak iste, Kongre onaylasın. Libya‟ya müdahale konusu haftalardır tartıĢılıyor. BM gündemine taĢınırken Kongre‟nin de gündemine alınabilirdi elbette ama namazda gözü olmayanın ezanda da kulağı olmuyor iĢte. Pazarlıklar gereği. Galiba güvence vermek için. Çünkü Kongre‟nin Libya‟ya savaĢ ilan etmesi ve Amerikan baĢkanına savaĢ yetkileri tanıması, Ġslam dünyasını yeniden telaĢa sürüklerdi. Müslümanların bile içten içe Kaddafi Libyası‟na uluslararası müdahaleye sıcak baktığı bir zamanda ABD baĢkanının bu yetkileri nereye kadar kullanacağı hakkında duyulan kuĢkular diplomatik müzakereleri daha yolun baĢında kilitler ve Obama BM‟den, Arap Birliği‟nden ve Türkiye‟den bu desteği alamazdı. Desteği aldığına göre kuĢkuları hafifletmeyi baĢarmıĢ. Nasıl? Muhteris Sarkozy‟nin havalı bakıĢlarına aldırmayın, Kongre‟yi atlatarak ve saldırıyı baĢlatma sırasını Fransa‟ya vererek. 27 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Pazarlıklar belli ki sıkı geçmiĢ. Kafamdaki kurguya göre Obama‟nın Müslüman muhatapları “meraklanmayın dostum, iĢgal etmeyiz” sözüyle yetinmemiĢ, ilave güvenceler istemiĢler. Obama, Kongre‟den savaĢ kararı almayarak asla bir iĢgal niyeti taĢımadığını pazarlıklar sırasında teyid etmiĢ oluyor böylece. Libya topraklarına bir iĢgal gücü çıkarmak için en nihayetinde Kongre‟nin savaĢ ilan etmesi gerekirdi; “savaĢ yetkisi olmayan bir ABD baĢkanına” güvenilmeyecek de kime güvenilecek? Böylelikle BaĢbakan Recep Tayyip Erdoğan‟ın harekâtın “sınırlı tutulması” ve Libya‟nın iĢgal edilmemesi Ģartları yüzde yüz olmasa da “yeterince” teminat altında görünüyor. ABD baĢkanı yaptığı konuĢmada da “neler yapmayacaklarını” dünyaya açıkça izah ederek Amerika‟nın niyetini bu kez alenen “yeniden” teyid etti. “Amerika Libya‟ya kara ordusu konuĢlandırmayacak. Sivilleri koruma amacı ötesinde güç kullanılmayacak.” ĠĢin Kongreyi atlatma formülüne gelince, gözümüzün önünde gerçekleĢti. Sivil muhalifler “birdenbire” geriledi, Kaddafi‟ye bağlı güçler ilerlemeye baĢladı; hatta bir generalin kaçtığı haberi geldi; Kongre‟yi atlatmak için bu kadar âciliyet yeterli gelirdi ama hayrola herkes nereye gitti diye sormayan, zaferin bazen kaybetmek olduğunu unutan Kaddafi sarhoĢ gibi “acımak yok” diye nâra atıp “sokak sokak, ev ev arama yapılacak” diye anons edince yüreklere bir kıyım korkusu da düĢtü. Obama bu ikinci fırsatı tepmedi ve Kaddafi‟nin nâralarına konuĢmasında yer verdi. Yeterince âciliyet vardı ve “Fransa‟nın habersiz ve ani çıkıĢı” yüzünden zaman da kalmadı. Bunlara bir de “bu iĢin üstesinden gelmek için gerekli benzersiz ateĢ gücünün yalnızca ABD‟de olduğu” açıklamalarını ekleyin, ortada Obama‟nın baĢkanlık yetkilerini biraz sündürerek saldırıya “hava desteği” vermesi gerektiği fiili bir durum var demektir. Gerekli ateĢ gücü ABD‟nin elinde var diyen yetkililer istemeden de olsa Fransa‟yı kifayetsiz muhteris olarak nitelemiĢ oluyorlar. ĠĢin orasını Sarkozy‟i düĢünsün. 21 Mart 2011, Dünya Bülteni 28 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM De Gaulle mü? O yapmazdı - Arthur Goldhammer Libya‟daki ayaklanma, Fransa CumhurbaĢkanı Nicolas Sarkozy‟ye uzun zamandır can attığı bir fırsatı sundu: Nihâi zafer vaad eden riskli bir uluslararası harekâta liderlik etmek. Fransızların la grandeur (ihtiĢam) dedikleri Ģeyin peĢinde olmak, beĢinci cumhuriyetin kurucusu General Charles de Gaulle nazarında bir devlet baĢkanının baĢlıca var olma sebebidir. Fransa ulusal çıkarlarını ve bağımsızlığını inatla savunan halefleri, generalin bu görüĢünü büyük ölçüde paylaĢtılar. Ancak Sarkozy‟nin ihtiĢam fikri, “de Gaulle” veya “Mitterand‟ın” ihtiĢam fikrinden baĢkadır. Önceki iki cumhurbaĢkanı kendilerini tarih öğrencisi olarak, ulusal çıkarlar hakkında uzak görüĢlü adamlar olarak görürlerdi. Sarkozy ise ânın yaratığıdır, günlük haber çevrimleriyle yaĢar. Risk, nabzını artırır ve iĢtahını açar. Sarkozy, Neuilly belediye baĢkanı iken bombacı delinin teki bir anaokulu sınıfını rehin aldığında öne çıkmıĢtı. Sarkozy odaya girdi, bombacıdan teslim olmasını istedi ve elinde bir çocukla bekleĢen kameraların önüne çıktı. Kriz onun parçasıdır. 2008 yılında Rusya‟nın Güney Osetya‟yı iĢgal etmesiyle baĢlayan kriz sırasında AB dönem baĢkanlığıyla meĢgulken kendisini krizin ortasına attı, mekik diplomasisi estirdi, Gürcistan hükümetini devirme tehditlerini yerine getirmemeleri için Rusları ikna etti. Ancak risk üstlenme hırsı her zaman sonuç getirmedi. Sarkozy, Muammer Kaddafi‟nin can düĢmanı olmazdan evvel, 2007 Aralık ayında onu Paris‟e davet ederek Kaddafi‟yi yeniden uluslararası topluma kazandırmaya çalıĢmıĢtı. Bu jest, Sarkozy‟nin insan haklarından sorumlu yardımcısının eleĢtirisini çekti ve Kaddafi‟nin dengesiz davranıĢları yüzünden bir utanç halini aldı. Daha kötüsü, Sarkozy‟nin bu giriĢimi aynı yılın baĢlarında Kaddafi‟nin Libya‟da mahkum bulunan Bulgar hemĢireleri serbest bırakma kararına karĢılıktı galiba. Kaddafi bu lütfu karĢılığında Fransa‟dan 100 milyon avroluk silah satıĢ vaadi ve nükleer santral inĢası gibi baĢka haraçlar da almıĢtı. Libya lideri, bu tekliflerine rağmen, Sarkozy‟nin biricik projesi “Akdeniz Birliğine” katılmayı “Arap Birliğini” enkaza çevireceği gerekçesiyle daha sonra reddetmiĢti. Kaddafi, Sarkozy‟i kayal kırıklığına uğrattıysa, Arap Birliği‟de bu askeri harekâta katılarak Kaddafi‟yi kesinlikle hayal kırıklığına uğratmıĢ olmalıdır. Fransa CumhurbaĢkanı‟nın Libya diktatörüne karĢı askeri harekâtı desteklemek için hayal kırıklığından baĢka nedenleri de var. Sarkozy, tamamen meĢru olan insâni nedenleri ve ayaklanmacıların taraftarı oldukları ya da olmadıkları - “ortak demokratik değerleri” vurgulamayı sever. Fakat hükümetinin “Arap baharına” verdiği ilk tepkideki dağınıklığı örtbas etmeyi de ümit ediyor. Tunus‟taki göstericiler bir diğer diktatörün, Zeynel Abidin bin Ali‟nin silahlı güçleriyle karĢı karĢıya geldiklerinde o zamanın dıĢiĢleri bakanı Michèle Alliot-Marie Tunuslu meslektaĢlarına, kitle kontrol tekniklerini öğretmek için Tunus‟a Fransız çevik kuvvet polisi göndermeyi teklif etmiĢti. Ayaklanmanın ilk günlerinde Tunus‟ta tatil yapıyordu ve yaĢlı ebeveyninin iĢ anlaĢması yaptığı Zeynel Abidin‟in bir ahbabına ait özel jetiyle uçmayı kabul etmiĢti. Bu ifĢaatlar nihayetinde Alliot-Marie‟yi istifaya mecbur etti ve hem geniĢ bir tecrübesi bulunan hem de Sarkozy‟nin eski rakibi olan Alain Juppé dıĢiĢleri bakanı oldu. Fakat Sarkozy, Alain Juppé Brüksel‟de Avrupalı ortaklarıyla görüĢürken ayaklanmacıları tanıma ve Libya hava limanlarını bombalama kararı alarak dıĢiĢleri bakanını afallatı. Juppé bu karardan habersizdi ve durumu gazetecilerden öğrendiğinde küçük dilini yutmuĢtu. Yaraya tuz 29 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM basarcasına, Fransa‟nın politikası Élysée Sarayı‟nın merdivenlerinde playboy filozof ve avare insancıl Bernard-Henri Lévy tarafından duyuruldu; Lévy, Sarkozy‟nun dostu ve ayaklanmacılar kampında kendi özel bağlantılarını kurmuĢ. Haberlere göre Juppé makamına karĢı yapılan bu tahkir üzerine istifa tehdidinde bulunmuĢtu ama bu tarihe kadar koltuğunda oturmayı sürdürüyor. Sarkozy 2012 yılında yeniden seçilmek için zorlu bir mücadeleyle karĢı karĢıya. Sarkozy‟nin aldığı destek zirvesinde: Yüzde 25. ÇeĢitli kamuoyu araĢtırmaları, aĢırı sağcı Ulusal Cephe‟nin yeni lideri Marine Le Pen‟in ve bazı Sosyalist adayların gerisinde üçüncü sırada bulunduğunu gösteriyor. Sarkozy‟nin partisi, Libya saldırısının yolda olduğu geçen hafta sonu yapılan kanton seçimlerinde büyük bir mağlubiyet aldı. Böylesi Ģartlar altında, ülkesini savaĢa sokan bir liderin sandıkta avantaj elde etmeye çalıĢtığından Ģüphelenilir. Fransa savaĢ uçakları Libya‟ya saldırdığında cumhurbaĢkanı‟nın aldığı oylarda farkedilir bir destek dalgası oluĢmadı. Sarkozy‟nin gerçek amaçları hakkında Ģüphe varsa, bizzat cumhurbaĢkanı mesuliyetini kabul etmelidir. ÇeĢitli yetkililer, Fransa hükümetinin Libya‟daki kargaĢa hakkında duyduğu endiĢelerden birinin de devlet inkırazı durumunda teknelerle Avrupa‟ya girmeye teĢebbüs edecek mülteci akını olduğuna iĢaret ettiler. Le Pen, bu endiĢeyi abartmak için Ġtalya‟nın Libya kıyılarına kıĢkırtıcı derecede yakın olan Lampedusa adasına gitti ama cumhurbaĢkanı‟nın partisi de benzer korkulara oynadı. Geçen hafta, iktidar partisi milletvekili Chantal Brunel, Kuzey Afrikalı mülteciler Avrupa sahillerine çıktıklarında onları “tekrar teknelere bindirmekle” tehdit etti. Daha önce ise Avrupa ĠĢleri Bakanı Laurent Wauquiez Tunus‟taki ayaklanmalar sonrasında yasadıĢı göçe müsamaha gösterilmemesi uyarısında bulumuĢtu. Bu tür beyanatler, cumhurbaĢkanının yüksek insâni söylemine zarar vermekte ve art niyetli olduğuna dair Ģüphelere yol açmaktadır. Dahası, çöldeki savaĢ planlandığı gibi gitmezse “de Gaulcü ihtiĢam” kolay kolay ele geçmeyebilir. Bingazi çevresindeki hedefleri ilk önce Fransa uçakları bombaladı elbette; hatta Amerika cruise füzeleri hava savunma sistemlerini vurmadan önce. Fakat gerçek Ģu ki, saldırının ağır kısmını taĢıdıkları varsayılan Fransa ve Ġngiltere, ABD‟nin kuvvet intikal yeteneklerine sahip değildir. Askeri çarpıĢma, uçuĢa yasak bölge kararını uygulamanın ötesine geçti ve Libya zırhlılarına ve ağır silahlarına saldırmaya vardı. Askeri müdahale, Kaddafi‟nin paralı askerlerini savaĢmanın risklerinin faydasından daha fazla olduğuna ikna etmediği takdirde eğitimsiz ayaklanmacılar daha yakın bir desteğe ihtiyaç hissedebilirler. Fakat paralı askerler çekip gitseler bile sâdık Libya askerleri muharebe sahasında kalacaklar ve hava desteği alan ayaklanmacıların askerleri mağlup edip edemeyeceklerini bekleyip görmek gerekecektir. Son olarak da Kaddafi devrilse bile, Libya‟nın geleceği onun devrilmesinden sonra belirlenecek ve Fransa o süreç üzerinde söz sahibi olmak isteyen diğer taraflarla uğraĢmak zorunda kalacaktır. Kısacası, Fransa‟nın müdahalesi, Fransa‟nın küresel eriĢiminin hatta bir zamanlar hâkim oyuncu olduğu bölgedeki eriĢiminin sınırlarını göstermeye hizmet edebilir. Bu bizi Sarkozy‟nin kumarındaki önemli bir diğer cihete götürüyor. Fransa‟da çoğu Afrika‟dan gelmiĢ büyük bir göçmen nüfus var. Fransız müslümanlar, özellikle de genç müslümanlar kendilerini Tunus ve Kahire‟deki gençlikle ve seküler protestolarla özdeĢleĢtirdiler. Bingazi‟de bir kıyımı önleme çabası hoĢlarına gitmiĢ olabilir ama askeri 30 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM tırmanma protestolara yol açabilir. Askeri mâcera yanlıĢ bir dönemece girdiğinde, Fransız emperyalizminin acı hâtıraları kolaylıkla açık bir muhalefete dönüĢebilir. Bir de Sarkozy inisiyatifinin sorunlu olduğunu ispatladığı bir Avrupa Birliği meselesi var. Brüksel‟de Avrupalı ortaklarla yapılan görüĢmeler sürerken Sarkozy‟nin ayaklanmacıları aceleyle tanıması ve ayaklanmacıların liderlerinin tam olarak kimler olduğu ve hangi siyasi kuvvetleri temsil ettikleri hakkında açık göstergelerin olmayıĢı – Sarkozy‟nin Lizbon AnlaĢması uğruna haçlı mücadelesi verdiği günlerde müdaafa ettiği - ortak Avrupa dıĢ politikası fikrini gülünç duruma düĢürdü. DıĢ mâceralarının pek çoğunda Avrupa‟nın hassasiyetlerine umursamaz bir tavır takındı ve Libya‟ya askeri harekâta Ģevkle yaklaĢmayan ġansölye Angela Merkel‟i olumsuz duygu ve düĢüncelere itti. Sarkozy‟nin çabucak bir askeri harekâta baĢlama eğilimi Avrupa iĢbirliğini kısa veya orta vadede berbat etmiĢ olabilir. Fransa ve ingiltere‟nin bir uçak gemisini paylaĢmalarından belli olan uzlaĢmaları, Libya meselesiyle ilerledi; her ne kadar NATO‟nun operasyondaki rolü hakkında geçici anlaĢmazlığa düĢseler de Ġngiltere BaĢbakanı David Cameron ve Sarkozy genelde hemfikirler. Kaydetmeye değer olan bir fark ise Ģu: Cameron, savaĢa gitmeden önce Avam Kamarası‟ndan güvenoyu arayıĢına girdi. Sarkozy ise bu tür ayrıntılarla uğraĢma zahmetine girmedi. O, Fransa parlamentosunu kontrol ediyor. GeçmiĢin de son bon plaisir Borboun kralları gibi keyfine göre hareket etti. BaĢkanlığı Fransa‟daki yürütme makamına yaraĢır niĢân ve alâmetleri taĢımadığı varsayılan Barack Obama da aynısını yaptı. Egemenliğin olağanüstü hal ilan etme gücü olduğu söylenir. Eğer öyleyse, Libya müdahalesi Sarkozy‟nin MuhteĢem Ulus üzerindeki egemenliğinin çarpıcı bir göstergesidir. Libya‟da batı müdahalesi için bastırarak kendisini riske attı ve Ģimdi de askeri operasyonu tamamlamaya çalıĢıyor her ne kadar bu, Fransa ordusunun yeteneklerini kırılma noktasına kadar pekâla zorlayabilecek de olsa. Kaynak: Foreign Policy, 23 Mart 2011 Çeviren: M. Alpaslan Balcı 31 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Libya’daki savaşın perde arkası - Peter Beinart ġöyle bir düĢündüğünüz zaman durum gerçekten tuhaf. ABD, halihazırda Irak ve Afganistan'da derinden hayal kırıklıklarına yol açan iki savaĢ veriyor. Halk, tecrit politikası taraftarı bir halet-i ruhiye içinde; baĢkan tabiatı gereği ihtiyatlı, federal hükümet ise neredeyse meteliğe kurĢun sıkar vaziyette. Libya, temel Amerikan çıkarlarının dıĢında ve çoğu Amerikalı, üzerinde ismi yazılı olsa bile onu haritada bulmakta güçlük çeker. Öyleyse niçin orada savaĢıyoruz? Tamamen Bosna'dan dolayı, baĢka bir Ģey değil. Çoğu Amerikalıya sorun, Bosna savaĢı konusunda hep, Jay Leno'nun Ġngiltere SavaĢı'nı kimin kazandığına dair yoldan geçenlere sorduğu sorulara benzer cevaplar alırsınız. Halbuki dıĢ politika genelde elit bir meseledir ve Bosna, Amerikalı ve Avrupalı elitlerin kendi dünya görüĢlerini Ģekillendirdikleri bir potaydı. Batılı liberallerin, Saygon'un düĢüĢünden 20 sene sonra Batı'nın askeri müdahalelerinin hem ahlaki hem de tesirli olabildiğine karar verdikleri yerdi Bosna. Bosna, sivil elitlerin, sınırlı savaĢın mümkün olmadığına dair Pentagon'dan gelen uyarılardan Ģüphe duymayı öğrendikleri yerdi. NATO'nun Bosna'daki baĢarısı, çoğu kiĢide Batı'nın Ruanda'ya baĢarılı bir Ģekilde müdahale edebileceği kanaatine yol açtı ve 1999'da Kosova'da insani gerekçelerle gerçekleĢtirilen savaĢa ortam hazırladı. Hükümetlerinin Libya‟da uçuĢa yasak bölge kararını desteklemelerinde etkisi olduğu ifade edilen insanlara bir bakın: Beyaz Saray‟da Samantha Power, meslek hayatına Bosna‟da muhabirlik yaparak baĢladı. Fransa‟da Bernard-Henri Levy, 1994‟te Slobodan MiloĢeviç‟e karĢı askeri müdahale isteyen bir belgesel yaptı. The Economist de “Avrupa‟nın Balkanlar‟da soykırımı önlemedeki utanç verici baĢarısızlığı, Ġngiliz bakanlarda komple bir nesil için geleceğe Ģekil verecek bir tecrübe olmuĢtur. Balkanlardaki acıları yakından gözlemleyen bazıları Ģimdi günümüz koalisyon hükümetinde önemli pozisyonlarda bulunuyorlar” açıklamasında bulundu. Bosna‟da da olduğu gibi Batı‟nın Libya‟ya müdahalesi de sadece insani gayelerle olmadı. 1990‟ların baĢları ve ortalarında ABD ve Avrupa‟daki liderler, Balkanlar‟da olanların, Doğu Avrupa‟yı yeniden Ģekillendiren daha geniĢ devrimin akıbetini belirleyebileceğine karar verdiler. MiloĢeviç‟in ehlileĢtirilmesinin sadece eski Sovyet Bloku‟nda demokrasi ve insan haklarının akıbeti için değil, Batı‟nın gücünün yayılması için de hayati ehemmiyette olduğuna karar verdiler. Bugün de Arapların demokrasi mücadelesinde doğru tarafta durmak isteyen ABD için de kaderleri Kuzey Afrika‟yla derinden bağlı olan Fransa ve Ġtalya gibi bilhassa Akdeniz ülkeleri için de durum aynı. Libya, Bosna gibidir fakat mesela Kongo gibi değildir, NATO‟nun kapısının eĢiğinde durur. Yine Libya, Bosna gibidir fakat mesela Bahreyn gibi değildir, düĢman bir bölge gücünün yörüngesinin yakınında bulunmaz. Peki Bosna ve bunu takip eden Batı'nın hava savaĢlarından alınacak dersler nelerdir? Birincisi, insani gerekçelerle yapılan savaĢlar sadece havada kazanılmıyor. Bosna'da olayların gidiĢatını değiĢtiren - en azından NATO bombardımanları kadar etkili olan-, silah sevkıyatı ve askeri eğitimdi. Bunlar, BoĢnak ve Hırvatların karada Sırp kuvvetlerini alt etmelerine imkan verdi. Vietnam'da ise aksine, Saygon ABD hava saldırılarına karĢı, yeterince motive olmuĢ askerlerini hiç cepheye sürmedi, bu da Amerikan askerlerinin büyük ölçüde kazançlı çıkmasına yol açtı. Libya'da da isyancılar çok motive olmuĢ görünüyorlar. Mesele, Amerika 32 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM ve müttefiklerinin kısa zaman içinde onlara ne kadar silah ve eğitim ulaĢtırabileceğidir. ABD'nin Ģansına Mısır, bu transferi kolaylaĢtırıyor görülüyor. Eğer Batılı ülkelerin Libya'da zaten askeri eğitimcileri yoksa bu beni ĢaĢırtır. Ġkincisi, hava saldırısı ne kadar baĢarılıysa Amerika‟nın karadaki müttefikleri üzerindeki kontrolü o kadar az olur. ABD, Kosova KurtuluĢ Ordusu'nun Sırp bölgelerini temizlemesi ya da bağımsızlık ilan etmesini istemedi. Fakat onlar her ikisini de yaptı. Biz, Taliban Ģehirden kaçarken Kuzey Ġttifakı'nın Kabil'de durmasını istedik. Kulak asmadılar. Talihimiz yaver giderse Libya'daki isyancılar yakında çok daha güçlü bir kuvvet olurlar, yine talihimiz gerçekten yaver giderse bunlar Libya'yı makul bir insani rejim altında birleĢtirmeyi baĢaracak bir kuvvet olurlar. Fakat ikincisi büyük ölçüde bizim dıĢımızda bir olay. Sonuncusu, Batı uçakları masum insanları öldürecek ve savaĢ, Batılı liderlerin arzu ettiğinden daha uzun sürecek. Ve er ya da geç, Barack Obama ve Avrupalı mevkidaĢları muhtemelen bu soruyla karĢı karĢıya kalacaklar: Kaybetmektense kara savaĢına girsek daha mı iyi olur? Obama'nın ikinci Ģıkkı dıĢarıda bırakmıĢ olmasının ise gerçekte hiçbir önemi yok. Çünkü söylentilere göre, Tony Blair'in MiloĢeviç'in Kosova'nın elden gitmesine müsaade edeceği düĢüncesiyle Bill Clinton da Kosova'da aynısını yapmıĢtı. Bir yere kadar mesele Ģu ki, Bosna'daki Ģahinler (kendimi de bu kategoriye dahil ediyorum) bir Ģekilde hep kurtulmayı baĢarmıĢlardır. MiloĢeviç Balkanlar'da iki kez tam zamanında pes etti. Hepimiz Kaddafi'nin de aynısını yapması için dua etmeliyiz. Çünkü, pes etmezse insanlık adına Ģahin olanlar Ģu acı hakikatle yüzleĢmek zorunda kalacaklar: Amerikalılar insani gayelerle yapılan savaĢta çok sayıda kayıp verilmesine tahammül edebilirler, ancak bu kayıplardan hiç birinin Amerikalı olmaması Ģartıyla. Kaynak: The Dailybeast, 23 Mart 2011 Dünya Bülteni için çeviren: Emin Arvas 33 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Amerika, özgürlük ve işgal! –Ali Bulaç Libya‟yı iĢgale hazırlanan Amerika, Ģimdilik kendini ikinci planda tutmaya çalıĢıyor. Asli ortakları Ġngiltere, Kanada ve diğer ülkelerin iĢtahını göz önüne aldığımızda bunu pek yürütmeyeceği anlaĢılıyor. Libya krizi aslında Amerika‟nın gizlemeye çalıĢtığı yüzünü ortaya çıkardı. Dünyada her ne savunuyorsa aslında pek de bu değerlere sadık değil. Pek gerilere gitmeye gerek yok. 2005 yılında deĢifre edilen bilgilere göre CIA‟nın paravan Ģirketlerine bağlı iĢkence uçakları ülkeden ülkeye uçuyordu. ABD, hukukun Ģeklini ihlal etmemek amacıyla iĢkenceyle sorgulamak istediği insanları uçaklara doldurup üçüncü ülkelere götürüyordu. Uçaklar sadece nakliye görevini yapmıyor, iĢkence mekanı olarak da kullanılıyordu. Pek medyada yer almasa da bu yüz kızartıcı uçakların en sık uğradıkları ülkelerden biri Türkiye idi. Bir iki kere değil, defaatle bu uçaklar Türk hava limanlarını kullanmıĢ. Uçakların güzergahı üzerinde sekiz ülke var. Avrupa Konseyi soruĢturma baĢlatmıĢtı, Hollanda büyük tepki göstermiĢti. Türkiye‟den baĢka belirgin Ģekilde zan altında olan diğer ülkeler Romanya ve Polonya‟ydı. Avrupa söz konusu olduğunda bu üç ülke aynı ligde. Yani üçüncü lig. Bu ülkeler (Türkiye, Romanya, Polonya) Amerikan‟ın Ģu veya bu yöndeki isteklerine -bunların bir bölümü hukuk dıĢı da olsa- karĢı koyabilecek durumda değiller. 2005‟ten sonra ABD iĢkence yapmak için zorlanmıyor, iĢkenceci ve iĢkence mağduru insanları uçaklara doldurup ülke dolaĢmak zorunda kalmıyor. Çünkü Bush zamanında Amerika‟da iĢkence “hukuki (?)” çerçeve içine alındı. Bu sayede iĢkence ABD için bir suçlama aracı veya bir yakıĢtırma olmaktan çıktı. Hararetli tartıĢmalara rağmen ABD yönetimi, “sorguda iĢkence yapılabileceği”ne iliĢkin bir yasayı kabul etmiĢti. Dick Ceheney‟in baĢını çektiği ve elbette yönetimde en etkili ekip, açıkça “Güvenlik söz konusu olduğunda iĢkencenin tolere edilebileceği” tezini savunuyordu. Yeni yasa “iĢkencede aĢırı gitme”ye izin vermiyordu (!) Tasarı halinde iken yasa mesela Gunatanamo ve baĢka yerlerdeki tutukluları iĢkenceye maruz bırakmayı yasal hale getiriyor, buna mukabil itiraz haklarını ellerinden alıyordu. Yeni Ģekliyle bunun nispeten önüne geçilmeye çalıĢıldı, ne var ki yasa açıkça “uluslar arası tanıma göre iĢkence sayılan davranıĢlar”ı yasal (!) hale getiriyordu. Obama, baĢlangıçta bu konuyu ele aldı ve iĢkenceye karĢı tavır koydu. Fakat sorun kökten çözülmedi, iddialara bakılırsa bir tür yeni Guantanemolar yasa dıĢı Ģekilde ve yollarla devam ediyor. Amerika‟ bu konuda sicilibozuk önemli ülkelerden biri. Bazı iddialara göre 1970-1990 yılları zarasında Amerika istihbarat örgütleri ve elemanları dünyada kendilerine muhalif olarak teĢhis ettikleri 3 milyon insanın ya öldürmüĢler ya da sakat bırakmıĢlar. Bazı siyaset bilimcilerin ve düĢünürlerin zihnini meĢgül eden bir soru var: Amerika, ülke iĢgal etmeye devam ettikçe acaba hızla bir faĢizme doğru mu kayıyor? Tabii ki iç siyasi sistemi ve iĢleyen demokrasisi açısından bakıldığında böyle bir hükme varmak mümkün değil. Ama dıĢ dünyaya gösterdiği yüzü son derece ürkütücü. Bunun vahim bir geliĢme olduğunu düĢüneneler var ve ABD‟de Irak‟ın iĢgali dahil olmak üzere Ġkiz Kuleler‟in saldırıya uğradığı 2001 yılından beri yönetimin icraatlarına Ģiddetle karĢı koyan güçlü gruplar, sivil toplum kuruluĢları, siyasetçiler, aydınlar var. Ancak yönetim kademelerinde bu yönde eğilimler giderek güçleniyor. Obama‟nın Amerikan demokrasisine herhangi bir derinlik getirdiğini kimse düĢünmüyor. 34 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Herkesin üzerinde ittifak ettiği noktalardan biri Ģu: Amerika‟da son 50 yılda “aĢırılaĢtırılmıĢ yorumları”yla Hıristiyanlık hızla geliĢti. Evanjeliklerin etkisi bariz olarak hissediliyor. Bunların yörüngesinde iki dönem görev yapan BaĢkan Bush, “Tanrı tarafından görevlendirildiği”ni söylüyordu. Huntington‟ın inĢa etmeye çalıĢtığı “yeni Amerikan kimliği” baskın dini çizgiler taĢıyordu. Sosyal bilimciler de kabul eder ki, eğer dünyada gerçek anlamda bir “dini fundamentalizm”den söz etmek gerekirse, bu geçen yüzyılın ilk çeyreğinde ABD‟de teĢekkül eden Portestan Hıristiyanlar için söz konusudur. Dinin bu Ģekilde fundamentalizm olarak formüle edilmesi politik, ekonomik ve askeri güçler tarafından suistimal edilmesini kolaylaĢtırıyor. Fundamentalizm, kabul görmediği yerde zorunlu olarak Ģiddete baĢvuruyor. Askeri iĢgal, yasallaĢtırılmıĢ iĢkence, dıĢlayıcı ve baskıcı yeni kimlik tanımı ile hoĢgörüsüzlük elele verdiğinde iç karartıcı bir tablo ortaya çıkmaktadır. Ġlginç olan Ģu ki, Irak‟ı iĢgal etmeden önce “Kutsal Haçlı savaĢı”ndan söz eden Bush‟u, Ģimdi Libya‟yı iĢgale hazırlanan Fransa‟nın tekrar etmesidir. Fransa ĠçiĢleri Bakanı Claude Gueant Ģöyle dedi: Tanrı‟ya Ģükür ki Sarkozy, Haçlı Seferi‟nin önderliğini yaptı.” Radikal laikliğiyle ün yapan Fransa‟nın bir Müslüman ülkenin iĢgali dolayısıyla “Haçlı Seferleri”ni hatırlaması atlanmaması gereken bir noktadır. 23 Mart 2011, Dünya Bülteni 35 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Libya, son Neocon Başkanımızı ifşa etti - Richard M. Salsman BaĢkan Obama Amerikan Anayasasını ihlal ederek Libya‟ya karĢı, Amerika‟ya saldırmamıĢ, onun çıkarlarına veya ulusal güvenliğine bir tehdit teĢkil etmemiĢ bir ulusa karĢı yarı-savaĢ ilan etti. Fakat Obama ve onun haksız askeri harekâtına ilham veren neocon savaĢ çığırtkanları Amerika‟yı ilk sıraya koyarmıĢ gibi bile yapmıyorlar. Amerika‟nın çıkarlarını, servetini, askerlerini ve hatta ulusal güvenliğini feda ettiği takdirde dıĢ politikanın ahlaken “asil” olduğunu farzediyorlar. Böylesi değerler ne kadar çok feda edilirse, “baĢarı” da o kadar fazladır diye düĢünüyorlar. Amerikan anayasası baĢkanı Amerikan ordusunun baĢkomutanı olarak tâyin ediyorsa da savaĢ ilanını yalnızca yasamaya yani Amerikan Kongresine vermiĢtir (I. Madde, sekizinci fıkra); meĢru Ģekilde açılmıĢ savaĢlara kaynak sağlamak için hazine tasarruf yetkisi de Kongre‟ye aittir. Aynı fıkrada, “isyanları bastırma ve iĢgalleri püskürtme” gücü de Kongre‟ye verilmiĢtir; diğer uluslar da benzer Ģeyi yapabilirler anlamına gelir bu. Fakat Obama gene de Libya‟ya hücum etti, Kongre‟den savaĢ kararı almaksızın; ve eĢdeğerde gayri liberal Araplar arasındaki bir sivil savaĢa müdahale ediyor ki taraflardan biri sadece “isyanı bastırmanın” derdinde. Amerika‟da gayri liberal Obama‟ya karĢı bir isyan, dıĢ güçlerin (mesela Kanada‟nın) bombalama harekâtıyla Amerikan savunma sistemlerini kırıp, Doğu kıyılarında uçuĢa yasak bölge ilan edip meĢru Ģekilde desteklenebilecektir anlamına mı geliyor bu? Obama‟nın askeri harekâtı BM, NATO veya Arap Birliği‟nden izin aldığı gerekçesiyle rasyonelleĢtirmesi gülünçtür. Amerikan anayasası bunu ne talep eder ne de izin verir; Obama‟nın Amerikan Kongresi‟nden izin almasını – açık bir savaĢ ilanını – Ģart koĢar. Obama ise bunu yapmadı. Selefleri aynı yanlıĢı yapsın ya da yapmasın, mazur değildir. Bu kurumlar ya zararsız ya da tehlikelidirler zira ya Amerika‟nın çıkarlarını baĢlıca amaçları olarak savunmazlar (NATO) veya Amerikan çıkarlarına, güvenliğine ve Anayasasına karĢı dururlar (BM, Arap Birliği). Truman, Bush I, Bush II ve Clinton gibi Obama da bu güzergâha bu yüzden girdi. Hepsi de Amerika‟yı ikinci sıraya ve son sıraya koydular, güya “ahlâki” duruĢtu bu. Böylesi bir belayı daha önce de görmüĢtük Demokrat baĢkanlar - bkz. Woodrow Wilson (I. Dünya SavaĢı), FDR (II. Dünya SavaĢı), Truman (Kore savaĢı), JFK and LBJ (Vietnam) - yalnızca Amerikan çıkarları adına değil “dünyayı demokrasi için güvenli bir yer kılmak” adına yani Amerika‟nın kurucu babalarının istemediği ve faal bir Ģekilde karĢı çıktıkları bir siyasi sistemi emniyete almak adına Amerika‟yı feci savaĢlara sürüklediler. Obama, Weekly Standard‟daki Neocon amigoların, The New Republic‟teki solcu “savaĢ karĢıtı” bahane üreticilerin alkıĢları arasında ve görünüĢte Amerikan halkının yüzde 70‟nin onayını alarak Libya‟yı iĢgalini ve istilasını savunuyor: Gerçek bir savaĢ değil de insâni misyon diyerek. Demek istiyor ki vahĢi bir siyasi rejimin kendi vatandaĢlarına zarar vermesini veya onları öldürmesini engellemek için Amerikan canı ve malı feda edilmeli meğerki o rejimin vatandaĢları eĢit ya da daha büyük bir vahĢiliğin “ayaklanmacıları” olsun. “Ġnsâni” veya ahlâki değil bu; Ģerli bir önermeye (yani fedâkarlık “asildir” önermesine) dayanan Ģerli bir eylemdir; karĢılığında bencil hiçbir kazanımın olmaksızın Amerikan canının ve özgürlüklerinin pis bir istismarıdır. 36 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Obama‟nın bu politikasını savunanlar Kaddafi‟nin geçmiĢte Amerika‟nın düĢmanı olduğunu hatırlatıyorlar bize. Yeterince doğrudur bu ama Kaddafi‟nin veya rejiminin hakkından gelmek için hiçbir Ģey yapılmadı değil mi? Niçin? ġimdi niçin baĢlamalı? Obama, Bush‟un (2003 yılından beri) Amerika‟nın düĢman listesinden çıkardığı ve meĢru diye nitelediği Kaddafi yönetimine bir ay öncesine kadar yine bu sıfatlarla yaklaĢtı. Birdenbire saldırmak neden? Libya‟da “kurbanların varlığı” gözlemlendiği için mi? Çin, Kuzey Kore, Küba, Venezüella, Yemen, Bahreyn, Ġran veya Sudan gibi bir düzine ülkede rejim ihlallerinin kurbanı olan milyonlar ne olacak? Obama‟nın ve neoconların/yenimuhafazakârların yanına kâr kalacaksa, daha pek çok ulusu iĢgal etmeleri gerekir – Batı değerlerini bencilce “dayatmak” için değil de (Irak ve Afganistan‟da olduğu gibi) yerli halkın [seçim makinelerinde] kolu çekmek gibi kutsal bir eylem için sandık baĢına gitmeleri ve hak ihlalcisi yeni bir lider grubuna oy vermesi için. Onlarca yıl alsa, binlerce Amerikalının hayatına ve trilyonlarca dolara mâl olsa da, “insancıllar” için bunun bir önemi yok, Amerika ne kadar zayiat verirse, kendilerini o kadar sofu ve ahlâken üstün hissediyorlar. Irak‟ta, Afganistan‟da veya Libya‟da, neocon/yeni-muhafazakâr yaklaĢım bellidir. Amerikan çıkarları saldırı altında olduğunda, Washington meĢru müdafaayla karĢılık vermez ama otokrat bir rejim “ayaklanmacılara” saldırı düzenlerse karĢılık verir, Amerikan canını ve malını feda ederek. Kendini geri planda tutan, kendini vuran bu yaklaĢım – ister Demokratlar isterse Cumhuriyetçiler tarafından uygulansın - tipik bir neocon dıĢ politikadır ve öz-çıkarı Ģerli kabul ettiğinden dolayı kendine karĢıdır/ben karĢıtıdır. Bu duruĢ Amerikan çıkarları, güvenliği riskte olduğunda ürkektir, yüreksizce apolojetiktir ve çekimserdir ama dıĢarıda, bizim için hiçbir Ģey ifade etmeyen kurbanlar (doğrusu, Müslüman KardeĢler ve el Kaide gibi ezeli düĢmanlardır) “kurban gittiklerinde” gözüpek, ateĢli, tek-taraflı ve savaĢ çığırtkanı kesilirler ve biz, onları “korumak” için fedâkarlık yaparız. John McCain de Obama‟dan farklı olmayacaktı; her ikisi de Amerikan askerlerinin ve hazinesinin Afganistan‟da nihayetsiz bir Ģekilde harcanmasını istiyorlar; her ikisi de her bir savaĢa daha fazlasını akıtmaya onay veriyorlar ve bu arada orduya insaflı davranması söyleniyor (yani fedâkarlık). McCain, daha derin ahlâki ve mâli iflas bataklığına düĢmeyi tercih etmiĢ tarihteki pek çok imparatorluk gibi Amerika da harcanmıĢ bir imparatorluğa dönene dek ABD‟nin – kendi beni hâricinde amaçlar izleyerek -kendini feda ettiği ve Kaddafi benzeri düzinelerce rejimle savaĢtığı “haydut devlet püskürtme” diye bilinen bir dıĢ politikayı yıllarca savundu. Siyasi sol, neoconları yurtdıĢında Amerikan çıkarlarını ilerletmeye niyetli “savaĢ Ģahinleri” diye anmayı sever ama hiçbir Ģey hakikatten bu kadar uzak olamazdı; neoconlar savaĢ çığırtkanıdırlar ama –gıda, barınak, emniyet veya seçim sandığı bakımından - sefâlet içerisindeki baĢkalarının yararına Amerika‟nın kendi çıkarlarını ve güvenliğini feda eden türden. Solun ve pek çok Demokratın savunduğu altruistik ahlâka benzerdir bu. Her iki taraf da aynı taraftadır, Obama‟nın Libya‟yı iĢgaline her ikisi de destek vermektedir. Siyasi sol, Obama‟nın mazur görülemez saldırısı karĢısında niçin sessiz? Obama onların özel sosyalistidir, dolayısıyla dokunulmazdır. Seçim vaatlerinin aksine, Obama Afganistan‟daki sözde savaĢa asker, para ve zaman tahsisini artırdı, Irak‟taki asker sayısını da azaltamadı, Bush‟un savunma bakanını koltuğunda muhafaza etti ve Ģimdi de Libya‟yı iĢgal ediyor – yol 37 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM boyunca yalan söylüyor. Ama sol halen dilsiz tıpkı 2001-2008 arasında Bush harcamaları ĢiĢirirken Cumhuriyetçilerin dilsiz olmaları gibi. Bazı bahane icatçıları gönülsüz savaĢçı veya baĢka hiçbir seçeneği yoktu gibi iddialar ileri sürerek Obama‟yı temize çıkarmaya çalıĢıyorlar. Düpedüz saçmalık. John Hopkins Üniversitesi Ortadoğu Profesörü Fuad Acemî – Obama iĢgalinin mütereddit destekçisidir – “Amerika yaptığında da yapmadığında lanetleniyor” diyor. “Arap ve Ġslam dünyasında ya kendi yöntemini dayatan emperyalistiz ya da berikinin ötekini öldürmesine izin verenleriz. BaĢkan Obama‟nın yüzyüze olduğu ikilem budur ve bundan kolay kolay kurtuluĢ yok. DıĢında kalmayı tercih ederdi ama içine çekildi de Müdahaleden baĢka seçeneği yoktu.” Fuad Acemî, Obama‟nın gerçek amaçları hakkında yanılıyor: BaĢkan, haçlı savaĢında kendisini “ahlâklı” hissediyor. Fakat Acemî, Ġslam dünyasının eylemlerimizden bağımsız olarak bize bela okuduğunu kaydederken haklıdır; fakat iĢte bu yüzden bırakalım Libyalılar (ve diğer Araplar) birbirlerini gebertsinler – ve bize saldırmaya cüret ettikleri takdirde onları geberteceğimize söz verelim. DıĢ politikada emperyalist ve pasifist olmak arasında seçim yapmak yanlıĢtır; ilgili alternatif, (McCain gibi) sonsuz savaĢın peĢine düĢmek olmadığı gibi (Dennis Kucinich gibi) asla savaĢmamak da değildir; kendini fedâ etmek için değil yalnızca meĢrû müdafaa ve öz çıkar adına haklı ve topyekûn savaĢmalı veya gerçek ve an meselesi olan bir tehdide önleyici saldırı düzenlemelidir. Bugünün “haklı savaĢ” teorisi, bir ulus askeri amaçlarının peĢinde menfaatçilik yaptığı takdirde adâlet olamayacağında ısrar ediyor. Bu teori hem neoconlara hem de Obama‟nın danıĢmanlarına canlılık kazandırıyor. Obama‟nın Libya‟yı iĢgali taktik olarak baĢarısız olacak zira felsefi olarak yanlıĢ. Afrika‟daki karargâhın komutanı General Carter Ham “misyonumuz sivilleri rejimin kara güçlerinin saldırısından korumaktır” diyor ve güya bunu sağlamanın yolu uçuĢa yasak bölge oluĢturmaktır, Amerikan kara gücü olmaksızın, Kaddafi‟yi devirmeksizin. Hâlbuki Obama “Amerikan politikası Kaddafi‟nin gitmesidir” demiĢti. Delilik bu. Obama kısa bir süre zarfında harekâtın NATO‟ya, Fransa‟ya, Ġngiltere‟ye veya Arap Birliğine - herkese - devredileceğini söylüyor yeter ki Amerikan askeri özerkliği ve egemenliğini fedâ etsinler, dosta ve düĢmana bizim diğergam, hakkı olmayan, serf, kurbanlara yardım için göreve amâde olduğumuz ispatlansın, kurbanlar bizler olsak bile. Fakat Amerika‟nın amacı kurban edilmekse, Amerika kaybeder. Kaynak: Forbes, 24 Mart 2011 Çeviren: M. Alpaslan Balcı 38 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Bazı Araplar ve timsah üstünde parasız geçiş - Ertuğrul Aydın Libya‟ya yapılan saldırı karĢısında Türkiye‟nin tutumu kimi naif kimi art niyetli “bazı” Araplar tarafından yadırganıyor. Türkiye‟nin ayaklanmacıların yanında yer almasıyla ve Kaddafi‟ye karĢı bâriz bir muhalefet sergilemesiyle yetinmiyor, Türkiye‟ye ihtiyatlı davranmayı bile çok görüyorlar. Bu sonuncusu, tam bir hamâkat numunesidir. Kaddafi‟ye duydukları öfke hesaplı davranmalarını engelliyor. Kendileri hesapsız davrananlar Türkiye‟den de benzer bir tavrı beklediklerinde bu iĢ‟te bir tuhaflık hissetmezler elbette. Türkiye‟nin Arapların gönlünde yer edinmesi çok önemliydi; gönlü kazanan çoğu kez kafayı da kazanmıĢ sayılır. Ancak durum her zaman böyle değildir. Bazen “gönlüm sende ama…” denildiği de olur. Tersi de geçerli. Kafa sizinledir ama gönül baĢka yerde. Bu bazı Arap yazarlar Türkiye‟yi Arapların kalbinden çıkmakla tehdit ederken Türkiye‟yi daha yeni kazandıklarını unutuyorlar. Unuttukları baĢka Ģeyler de var: Ġslam dünyasındaki devrimlerin paradigması Türkiye üzerinde/n ĢekillenmiĢtir. Ve Ġsrail, Türkiye‟nin çözücülüğü sayesinde son iki yıldır kendi yandaĢları arasında bile safların dağılmasını engelleyemiyor. Türkiye Arapların kalbindeki yerini önemsemeli ama Araplar da Türkiye‟nin kalbindeki kendi yerlerini önemsemeliler ve bununla yetinmeyip birbirlerinin kafasını da kazanmaya bakmalılar; yoksa öyle ellerinde adamakıllı sağlam bir stratejik plan olmaksızın korkutmaya değil. ĠĢe baĢlamaları gereken en esaslı mesele Westfalya düzeni, ulus devlet ve ulusal egemenlik kavramlarıdır. Türkiye, Tahrir Meydanı‟ndaki gösterilere destek verip Hüsnü Mübarek rejimine çekilmesi gerektiğini söylediğinde yine bazı Arapların ilkel ulusçu kanı kaynamıĢ ve egemenlik kavramına sığınmıĢlardı. Bir karar versinler artık. ġimdi bu kavramlara öyle bir eleĢtiri getirsinler ki bir daha Türkiye‟ye “iç iĢlerine müdahale ettiği” söylenmesin ve egemenlik kavramı hatırlatılmasın. Hatırlatmaya kalkanlara da yine kendi içlerinden yetkin kiĢiler cevap versinler. Egemenlik kavramı, Türk-Arap iliĢkilerinde esasa taalluk eder. Zaten yapılması gereken ve uzun zaman alacak bir eleĢtiriye bu fırsatla baĢlayabilirler. Söz konusu olan Libya‟ya askeri saldırı ve Türkiye‟nin tutumu olduğunda da uzak görüĢlülük sergilemeliler. Türkiye “egemenlik”, “uluslararası çok taraflılık”, “hukuki meĢruiyet” çerçevesinde ve gücü nispetinde elinden geleni yapıyor. DeğiĢim ve dönüĢüm sicilinin temiz olması için “dıĢ ellerin” uzak olmasını arzu ediyor ve sırf iktidar iĢtahıyla kan dökülmesine sıcak bakmıyor. BM ve NATO‟yu devreye sokarak sadece Fransa‟nın değil oradaki güçlü odakların ülke 39 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM çıkarlarından bile bağımsız dar grup çıkarları ve/veya üçüncü bir ülke adına hareket etmesinin önünü almak veya sınırlandırmak istiyor. Sarkozy‟nin 2007 yılında Kaddafi‟yi Bulgar hemĢireleri serbest bırakmaya ikna etmesi ve onu Paris‟te ağırlaması, Kaddafi‟yi “uluslararası topluma” kazandırmak diye yorumlanır. Bu doğru olabilir ama eksik. Sarkozy bunu neoconlar istediği için yapmıĢ olmalıdır. Kaddafi‟yi “uluslararası topluma kazandırmak” için çalıĢan danıĢman Richard Perle olunca, Sarkozy‟i buna ikna edenlerin kimler olduğu da belli oluyor. Sarkozy, neoconların ikna edebildiği, onlar adına hareket eden bir isim. Sarkozy‟nin saldırgan Libya politikasında Fransız çıkarları olduğunu ancak türetme yoluyla baĢarabilirsiniz ama bu politikada neoconların etkisi olduğu mâkul bir Ģekilde tasavvur edilebilir. Baksanıza, Sarkozy‟nin ne yapacağını kendi dıĢiĢleri bakanı bile bilmiyor. Bu konuda Bernard Henry Levi kabine üyelerine nal toplatıyor. (Neoconların ayrıca bir de Avrupa Birliğine numara çevirip çevirmediği hakkında spekülasyon yapılabilir ancak buradaki konumuz Ġslam dünyası.) Birileri bir numara çeviriyor ve Ġslam dünyasının geçeceği nehir timsahlarla dolu. Askeri saldırı yerine baĢka seçenekler üzerinde durulabilirdi ama durulmadı. Askeri saldırı yerine baĢka türlü askeri destek verilebilirdi. Verilmedi. Doğu Avrupa‟da, Baltık Cumhuriyetlerinde izlenen politika Libya‟da da izlenebilirdi. Ġzlenmedi. Askeri seçenek dıĢında tüm yöntemler denenebilirdi. Kaddafi‟nin tarafında çözülme yaĢanması için rüĢvet bile teklif etmiĢe benzemiyorlar. Ahlakları mı müsaade etmedi? Hâlbuki Ordu bile bölünmüĢtü. Bu nedenlerden dolayı Saddam Halepçe‟de katliam yaparken seyirci kalmıĢlardı ama bu kez seyirci kalmadılar diyerek alkıĢ tutmamız gerektiğinden Ģüpheliyim. Kara gücüyle iĢgal etmeksizin Libya‟yı bölmenin mâliyet avantajı ortadayken Libya bölündükten sonra iĢgal edilmese ne çıkar? Her Ģeyden önce, Bernard Henry Levi‟nin el attığı iĢten ne hayır çıkar? Türkiye‟nin ihtiyatlı politikasından hoĢnut olma sıkıntısı yaĢayanlar bu neocon politikasından hoĢnut olmakta biraz fazla aceleciler. Libya iĢgal edilmese, serveti yağmalanmasa ve bu hengâmeden bölünmeden çıksa bile acele etmemelidir çünkü Libya timsahların üstünde nehri geçse bile bunu herkes baĢaramayabilir; yahut timsahlar asıl avlamak istediklerinin aklını çelmek için Libyalıların karĢı kıyıya geçmesine yardım edebilir. Kaldı ki timsahların daha bir Libya örneğinde bile nihâi tutumu henüz belli değil. Üstelik öyle bir yardım ediyor ki Libya‟nın “askeri ağırlıklarını” boĢaltarak, hava savunma sistemini ve ağır silahlarını tek tek yok ederek. Fransız neocon Sarkozy‟nin Libya‟daki seyri doğallığından çıkarması, önümüzdeki aylarda Ġran ve bu basiretle gittiği müddetçe Suriye için iyi haber değil. Bizim için de iyi haber değil. Tıpkı Libya‟da olduğu gibi Ģimdi de Suriye‟den ateĢ sesleri geliyor, ABD uyarıyor. Obama, Ġran‟a saldırmak için gün sayan Ġsrail‟e biraz diĢini sıkmasını söylerken rejim değiĢikliğine bel bağlıyordu. Ġslam dünyasındaki devrimler Kaddafi gibiler yüzünden Lieberman‟lara sürpriz bir fırsat sunuyor. Ġran‟daki YeĢil hareket Libya‟da olduğu gibi kimlerden destek alacağına aldırmazsa herkese geçmiĢ olsun. Elimizde pratik bir Libya emsali var. 40 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Türkiye‟nin hoĢnut edemediği bazı Arapların, Libya‟yı Ġran, Suriye ve daha geniĢ Ġslam dünyasıyla birlikte düĢünmelerini ve az da olsa uzak görüĢlülük sergilemelerini bekleyeceğimiz yer burasıdır. Aksi takdirde Suriye‟ye ve/veya Ġran‟a saldırı düzenlendiğinde Türkiye‟nin baĢına kolay kolay kurtulamayacağı müthiĢ dertler açılır. Ġslam dünyası, nehri timsaha yakalanmadan geçmelidir. Ama bakıyorum da bazı Araplar nehri Timsah‟ın üstünde parasız geçmeye çalıĢıyorlar. 26 Mart 2011, Dünya Bülteni 41 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Bahreyn'de Amerika ve Arabistan'ın rolü - Yusuf Özhan Mısır'ın, Hüsnü Mübarek'i yönetimden indirmeyi baĢarmasıyla, dikkatler de doğal olarak Ortadoğu ve Kuzey Afrika'daki diğer rejimlere çevrilmiĢti. Bu ilgiden Basra Körfezi'nin küçük ülkesi Bahreyn de önemli ölçüde payına düĢeni aldı. Ancak 14 ġubat'tan bu yana, ülkede yaĢanan tüm geliĢmeleri, 20 yıllık bir mücadelenin devamı niteliğinde düĢünmemiz gerekiyor. Doksanlar boyunca süren çatıĢmalar ve bunun sonucunda halkın elde ettiği bazı kazanımlar, bugün reformların daha yüksek sesle arzulanıĢını da beraberinde getiriyor. Fakat bu eğilim sürdükçe de, bölgesel dengeler açısından artık belirli eĢikler de zorlanmaya baĢlandı. Ülkenin tükenen petrol kaynakları ve karmaĢık demografisine rağmen, hala son derece önemli bir konuma sahip oluĢunu da hesaba katacak olursak, bu meselenin aslında yalnızca ġii halkın meselesi olmadığını, aynı zamanda Bahreyn kraliyet ailesi içerisinde yaĢanan görüĢ ayrılıklarının uzun vadede bilhassa Suud rejiminin de çıkarlarını tehlikeye atacağı endiĢesiyle, bölgesel bir sünnî yönetim krizine dönüĢtüğünü de iddia edebiliriz. Tabi ki Mısır'ın protestoların psikolojisine etki ediĢi de yadsınamaz bir gerçek. Özellikle ġii halk arasında, belli bir noktadan sonra, protestoların ibresi yavaĢ yavaĢ reform isteklerinden saparak, rejimin lağvedilmesine doğru kayması buna güzel bir örnek. Hem halkın devrim talepleri, hem de ılımlı Sünnî kesmin reformcu bakıĢ açısı birleĢtiğinde, durum Bahreyn BaĢbakanı'nın da açık daveti sayesinde Suudi Arabistan'ın kendi oyunu haline geldi. Amerika ise her iki koĢulda da herhangi bir çıkar tehdidi yaĢamayacağına güvenerek, hem Suud'un hamlelerini takip ediyor, hem de Veliaht Prens'in diyalog çalıĢmalarının diriltilmesi telkinlerini sürdürüyor. Bu noktada bir parantez açarak 14 Mart Yarımada Kalkanı müdahelesine tekrar geri dönmemiz gerekmekte... Bu askerlerin aslında görevinin ne olduğunu anlamamız için bu son derece önemli. Bahreyn rejiminin halk ayaklanmaları ile tek baĢına baĢ edemediği için adaya ek asker istediğini söylemek yüzeysel bir tespit olacaktır. Nitekim ülke nüfusunun yüzde 10'una yakın bir kesmi zaten ya polis ya da askeri üniforma taĢıyor. Polis birliklerinin de, göstericilere karĢı, gerektiği anlarda nasıl sertleĢebildiğini. Ġnci KavĢağı'na düzenlenen ilk müdahele esnasında görmüĢ olduk. Dolayısıyla, bu Ģekilde atılan sembolik bir adım ile, hem protestoculara, hem de Halifa ailesi içerisindeki ılımlı kanada karĢı ciddi bir mesaj gönderilmiĢ olundu. Bu, Suud'un bölgedeki statükosunu koruması ve siyasi tavizleri engellemesi için atmak zorunda olduğu bir adımdı. Bahreyn rejimi içerisinde ılımlı kanadın lehine yaĢanabilecek herhangi bir kırılmada ise, Ģüphesiz en çok Suud zor duruma düĢecekti. Yönetimdeki Halifa ailesi içerisindeki ayrıĢma ise, yukarıda da belirttiğim gibi, muhafazakar Ģahinler ve ılımlı reformcular arasında yaĢanıyor. Bir yanda, polis gücüne sahip Ģahin kanat ve BaĢbakan Halifa El-Halifa. Diğer yanda, ordu gücünü elinde bulunduran, reformcu kesim ve Veliaht Prens Selman El-Halifa. Amerika'nın son zamanlarda ilk kesim üzerinde kurduğu ciddi bir psikolojik baskı da bulunuyor. Ancak 11 Mart Riffa olaylarının patlak vermesi Ģüphesiz önemli bir geliĢmeydi. Rejimin bir tür "varlık korkusuna" düĢürüldüğü bu protestolar, hemen akabıninde de ılımlı politikaların rafa kaldırılmasına yol açtı ve Suud oyununun devreye girmesine sebebiyet 42 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM verdi. Bu sayede Prens'in elindeki ordu gücünün caydırıcılığı da muhafazakar kanadın lehine dengelenmiĢ oldu. Önceki yazılarımdan birinde, müdahelenin hemen arefesinde, Brüksel'de gerçekleĢtirilen NATO Savunma Bakanları zirvesinden ani bir kararla Bahreyn'e resmi ziyarette bulunan Amerikan Savunma Bakanı Robert Gates konusundan bahsetmiĢtim. Bu geliĢmeyi birçokları gibi ben de ilk anda müdahele adına bir "yeĢil ıĢık" olarak algıladığımı söylemiĢtim. Fakat yukarıdaki ihtimaller düĢünüldüğünde, Amerika'nın aslında baĢka bir politika takip ederken, ani bir adımla Suud tarafından avlandığı ihtimali de kuvvet kazanıyor. Prens Selman öncülüğündeki ılımlı kanadın muhafazakar kanadı, ordunun da gücünü arkasına alarak, Amerika'nın rızasıyla yakın bir zamanda siyaseten tasfiye edilebileceği düĢüncesi, bu koĢullar altında, Suud hamlesini kaçınılmaz kılmıĢ olacak ki, her Ģey bir anda oldu bittiye getirilmiĢ oldu. Bu sebeplerden, 2 bin dolayındaki Suud askerinin adaya intikalini bir de bu pencereden incelemek gerekiyor. Suudun aslında Amerika ile karĢı karĢıya kalmayı da göze alarak, Bahreyn rejiminin muhafazakar kanadı ile saf tutması, Veliaht'ın ileride atabileceği herhangi bir adımın da haliyle önünü tıkanmasına neden oldu. Amerika'nın tepkisinin sınırlı kalıĢı ise, her iki koĢul altında da, aslında uzun vadeli askeri ve politik açıdan çıkarlarının herhangi bir tehtit altında olmayıĢına bağlanabilir. Amerika adada daha ziyade uzun ve dönüĢtürücü bir role soyunmuĢken, rejimi de kendi istediği doğrultusunda düzenlemeyi hedeflediğini, bunun Ģu an için yalnızca sekteye uğradığını söylemek hatalı olmayacaktır. Önümüzdeki günlerde ise, protestocular ile rejim arasında bugüne kadar bir türlü baĢlatılamayan diyalog çalıĢmalarına, Kuveyt'in hakemlik yapmaya hazır olduğunu duyurması nedeniyle, reform çalıĢmalarının devam edilebileceğinin sinyalleri alınmaya baĢlandı. Bu süreç bölgesel tüm aktörlerin pozisyonlarını yeniden değerlendirdiği ve mevcut koĢullarını uzun vadeli çıkarları doğrultusunda iyileĢtirmeye çalıĢacağı taktiksel adımlarla devam edecektir. 28 Mart 2011, Dünya Bülteni 43 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Suriye’deki krizin bölgesel sonuçları – Patrick Seale 30 Mart ÇarĢamba günü BaĢkan BeĢĢar Esad, Suriye parlamentosu ve halkına uzun süredir beklenen konuĢmasını yaptı. Bu, dünyanın beklediği konuĢma değildi. KonuĢma radikal reformlara dair hiçbir çarpıcı duyuru, son günlerde bazı Ģehirleri savaĢ alanına çeviren protestocuları teskin edecek hiçbir teĢebbüs ihtiva etmedi. Bunun yerine, dıĢardan bir gözlemci olarak, konuĢmadaki en vurucu husus, BaĢkan BeĢĢar‟ın karakterine tuttuğu ıĢıktı. Besbelli ki o, ister içerden ister dıĢardan olsun baskılara boyun eğmek ya da bir kenara atılmaktan kalben hiç hazzetmeyecek biri. Bu inatçı karakter kuĢku yok ki Suriye‟yi 30 sene demir yumrukla yöneten babası, son baĢkan Hafız Esad‟dan aldığı mirastı. Dağınık bir performans sergilenen bu konuĢmada iki husus göze çarptı. Birincisi, Suriye‟de mezhep çatıĢmasını amaçlayan ve milli birliği tehdit eden tehlikeli bir komployla karĢı karĢıya olunduğu. Esad, bunu Suriye‟nin 2005‟te karĢı karĢıya kaldığı ve yenmeyi baĢardığı komployla kıyasladı. Bu, baĢta ABD ve Fransa olmak üzere bazı dıĢ güçlerin, eski Lübnan BaĢbakanı Refik Hariri suikastini kullanarak Suriye kuvvetlerinin Lübnan‟dan çekilmesi ve rejimin yıkılmasını hedefleyen giriĢime açık bir göndermeydi. Uzun olarak ele aldığı ikinci husus da, reform yapmayı 2000‟de baĢkanlık yemini ettiği andan itibaren tasarladığıydı. Lakin, Suriye‟yi tehdit eden harici olaylar onu meĢgul etmiĢ ve reform sürecini geciktirmiĢ. Sıraladığı bu olaylar arasında, New York‟a 11 Eylül saldırıları, Irak‟a saldırı ve iĢgal ki bu sırada Amerikan yönetiminin devrilme sırasının Suriye‟de olduğunu düĢündüğünü söyledi, listenin en baĢına koyduğu 2005 Lübnan krizi, Ġsrail‟in 2006‟da Lübnan‟a, 2008‟de Gazze‟ye saldırıları ve keza Suriye‟nin 4 senedir maruz kaldığı kuraklık vardı. Artık gecikme olmayacağını söylüyor görünüyordu fakat birinci önceliği Suriye‟de istikrarı muhafaza etmekti, ikincisi de vatandaĢların sosyal ve ekonomik ihtiyaçlarını görmekti. Reformlar zaruriydi, uzun zamandır planlanmıĢ ve yakında uygulanacaktı fakat bu, kriz sonucu getiriliyor olamazdı. Reformları tartıĢırken kısaca, siyasi parti kurulmasına izin verilmesini ve olağanüstü halin kaldırılmasını öngören kanunlardan bahsetti. Bir dizi ekonomik tedbir planlandığını ve yakında halka açıklanacağını da ilave etti. Tedrici yaklaĢımını da doğrularcasına „acele etmeliyiz fakat telaĢ da yapmamalıyız‟ dedi. Ülkenin karĢı karĢıya olduğu komplo büyüktü fakat Suriye, prensiplerini ve davasını savunmada tereddüt etmeyecekti. Suriye, Orta Doğu'daki girift iliĢkiler ağının merkezinde yer aldığı için, bu ülkedeki krizin bölgenin güç yapısı üzerinde bir tesirinin olmaması mümkün değil. Eskiden beri Suriye yönetimi hakkında endiĢe kaynağı olan dıĢ politikadaki problemlerin yerini aniden, acil ve uzun süredir ihmal edilen iç meseleleri gösteren halk protestosundaki patlama aldı. 44 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Eğer rejim, içerdeki huzursuzluğu gidermeyi baĢaramazsa Suriye'nin hariçteki tesirleri de kaçınılmaz olarak güç kaybeder, bunun da Ortadoğu boyunca yansımaları olur. Kriz derinleĢtikçe Suriye'nin müttefikleri sarsılır, düĢmanları birleĢir. Durum, genç protestoculara gerçek mermilerle ateĢ edilince de yeni ve daha tehlikeli bir boyut kazandı. Güvenlik kuvvetlerinin eliyle gerçekleĢen sivil ölümler ülke çapında nefrete yol açtı, tekelci Baas yönetimin temel özgürlükleri reddi ve imtiyazlı elit kesimin suistimalleri yüzünden var olan bastırılmıĢ öfkeyi tutuĢturdu. Bu hastalıklara diğer Arap ülkelerinde de olduğu gibi gençlerde olan Ģiddetli iĢsizlikle son dört senedir ülkenin kuraklıktan kavrulması ve sadece çalıĢan kesimin değil düĢük ücretler ve yüksek enflasyonla fakirleĢen orta sınıfın yaĢadığı zorluklar da ilave edilmeli. Protestolar Suriye‟deki güvenlik devletinin temellerine meydan okurken rejim, bazı siyasi tutukluları serbest bıraktı ve 1963‟ten beri yürürlükte olan olağanüstü hale son vereceği taahhüdünde bulundu. Denildiğine göre bu, rejim içinde sert tartıĢmalara ve sertlik yanlılarıyla reformcu olacaklar arasında giderek artan Ģiddette cepheleĢmeye yol açtı. Ġçteki bu mücadelenin neyle sonuçlanacağı ise henüz belli değil. Ġran Ġslam Cumhuriyeti ve Lübnan‟daki ġii direniĢ hareketi Hizbullah gibi iki ana müttefikiyle birlikte Suriye‟ye, Ġsrail ve onun müttefiki ABD tarafından büyük bir düĢmanlıkla bakılıyor. Suriye‟nin temel taĢı olduğu Tahran-ġam-Hizbullah ekseni, uzun zamandan beri Akdeniz‟de Ġsrail ve Amerikan hakimiyeti için baĢlıca engel olarak görülüyor. Washington‟un da desteğiyle Ġsrail, bilhassa 2006‟da Lübnan‟a yaptığı saldırıyla Hizbullah‟ı imha etmeye ve Suriye‟yi, bölgede en tehlikeli rakibi olarak gördüğü Ġran‟dan koparmaya çalıĢtı. Ġki hedefi de Ģu ana kadar tahakkuk etmedi. Fakat Ģimdi Suriye iç problemlerle zayıflarken bu eksenin de bir bütün olarak hayatiyeti tehlikededir. Uluslararası muhalefetten dolayı Suriye rejiminin kısa bir süre için bile olsa beli bükülürse Ġran‟ın ister Lübnan, Filistin toprakları olsun isterse Körfez olsun, Arap meselelerindeki etkisi kesin olarak azalacaktır. Lübnan‟da Hizbullah‟ın zaten savunma pozisyonuna itildiği görülüyor. Hizbullah halen tek baĢına en güçlü hareket olarak kalmaya devam etse de ülkedeki düĢmanları durumun kendi lehlerine döndüğü hissiyatı içindeler. Bu da Sünni Müslüman lider Saad El Hariri‟nin geçenlerde yaptığı ve açık bir Ģekilde mezhep kartını kullandığı sert konuĢmanın sebeb-i hikmetini açıklıyor. CoĢkulu taraftarlarının tezahüratları arasında, Hizbullah‟ın silahlarının Ġsrail‟e değil yabancı bir güç (Ġran) adına Lübnan‟ın özgürlüğü, bağımsızlığı ve egemenliğine tehdit olduğunu söyledi. Bundan dolayı, Suriye‟deki krizin ilk neticesi, zaten hassas olan Lübnan‟da istikrarın bozulması oldu. ġii-Sünni gerginliği de sadece Lübnan‟la sınırlı değil, bölgeyi boydan boya yakıyor, bilhassa da Sünni azınlığın ġii çoğunluğu yönettiği Bahreyn‟i. Fakat huzursuz bir ġii azınlık barındırmakla birlikte Suudi Arabistan gibi büyük ölçüde Sünni ülkede de gerginlik yaĢanıyor. Saddam Hüseyin Bağdat‟ta hüküm sürerken Irak ve Ġran kanlı bıçaklıydı, bu iki ülke 1980‟lerde sekiz sene Ģiddetli bir savaĢ verdiler. Saddam‟ın Sünni azınlık yönetiminin devrilmesiyle ġiiler iktidara geldiler. Bölgeyi kasıp kavuran mezhepçilik rüzgarı Ģimdi Ġran ve Irak‟ı Ģimdiye kadar hiç olmadığı kadar yakınlaĢtırıyor. 45 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Türkiye, tutkulu Arap politikasında köĢe taĢı olması dolayısıyla Suriye‟deki karıĢıklıklardan derin endiĢe duyuyor. Türk-Ġsrail iliĢkileri zayıflar ve soğurken son senelerde Türkiye-Suriye iliĢkileri geliĢti. BaĢbakan Recep Tayyip Erdoğan ve onun hiperaktif dıĢiĢleri bakanı Ahmet Davutoğlu, yerel ihtilaflarda aktif bir Ģekilde arabuluculuk yapmaya ve yakın ekonomik bağlar tesis ederek bölgeye çok ihtiyacı olan istikrarı getirmeye çalıĢtılar. Bunların en cesur projelerinden biri Türkiye-Suriye-Lübnan ve Ürdün arasında bir ekonomik bir blok kurmaktı ki bu, vizelerin kaldırılması ve Türk yatırım ve teknolojik becerilerinin akmasıyla bir Ģekilde tahakkuk etmiĢti zaten. Suriye'deki bir iktidar mücadelesi bu projeye sekte vurabilir, Türklerin bundan sonraki teĢebbüslerini sınırlayabilir. Bununla beraber, Suriye'nin kaybedilmesi Mısır'ın kazanılmasıyla telafi edilebilir. Eski BaĢkan Hüsnü Mübarek'in durağan idaresinden kurtulan Kahire'nin Arap meselelerinde daha aktif bir rol oynaması bekleniyor. Gazze'nin cezalandırılması ve oradaki Hamas hükümetinin tecrit edilmesinde Ġsrail'le suç ortaklığı yaparak Mübarek'in politikalarına devam etmek yerine Mısır'ın Ģimdi rakip Filistinli gruplar Hamas ve Fetih arasında uzlaĢma sağlanması için harekete geçeceği bildiriliyor. Eğer baĢarılı olursa bu, bir yandan Ġsrail diğer yandan Hamas ve Gazze'de çok daha radikal olan Filistinli gruplar arasındaki Ģiddet olaylarında mevcut tehlikeli tırmanıĢın önlenmesine yardım eder. Hiç kuĢkusuz, barıĢ sürecindeki baĢarısızlık Filistinli militanlar arasında derin hayal kırıklıklarına yol açtı. Bu militanlardan bazıları dikkatleri Arapların demokratik dalgasından yeniden Filistin meselesine çekmek için Ģiddetli bir Ģok gerektiğini düĢünebilirler. Bunlar, barıĢ sürecinin uzun sürecek bir komaya girmesine müsaade edilmesi tehlikesine karĢı ABD ve Avrupa'yı uyarmaya çok istekliler. Ġsrailli sertlik yanlıları da kısa sürecek bir savaĢın amaçlarına hizmet edebileceğini hesap edebilirler. Ġsrail BaĢbakanı Benjamin Netanyahu‟nun aĢırı sağ hükümetinin çoğu taraftarı, Hamas'ın bir seferde tümden bitirilmesi hayalini kuruyor olabilir. Suriye; Ġran, Irak, Türkiye, Lübnan, Filistin, Ġsrail gibi tüm cephelerde önemli bir oyuncudur. Onun iç problemlerle meĢgul olması bölgesel kartların yeniden karılmasına yol açar ve genel anlamda güvensizliğe ve Ģiddete katkı yapar. Bir diğer Arap-Ġsrail çatıĢmasından da daha büyük olmak üzere bölgenin karĢı karĢıya kaldığı tehditlerin en büyüğü, mezhepçiliğin yayılmasıdır. Bu, ülke içi ve ülkeler arası iliĢkileri zehirler; nefret, müsamahasızlık ve güvensizliğe yol açar. Suriye de istisna olmamak üzere Ortadoğu'daki bazı modern devletler, merkezi hükümetler tarafından zorla ve bazen de rahatsız edici bir Ģekilde bir arada tutulan eski dinler, mezhepler ve etnik gruplar mozaiği üzerine inĢa edilmiĢlerdir. Fakat hükümetler tarafsızlıktan çok uzak olmuĢlar ve bir topluluğu diğerine tercih etmiĢlerdir. Devletin gücüne meydan okunurken kana susamıĢ mezhepçi Ģeytanların da ortaya çıkması riski vardır. Kaynak: Agence Global, 1 Nisan 2011 Çeviren: Emin Arvas 46 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Yeni sömürgecilik - Paul Craig Roberts Libya‟da Ģahit olduğumuz Ģey sömürgeciliğin yeniden doğuĢudur. Ancak bu kez münferit Avrupa devletlerinin imparatorluk ve kaynak rekabetine girdiği bir sömürgecilik değil bu. Yeni sömürgecilik “dünya toplumu” (NATO ve onunla iĢbirliği yapan ülkeler ) adı altında faaliyet yürütüyor. NATO, Sovyetlerin Batı Avrupa‟yı iĢgal etme ihtimaline karĢı kurulmuĢ bir savunma ittifakıydı bir zamanlar. Bugün ise Amerikan hegemonyası adına Avrupalı askerler temin ediyor. Washington seçici “insâni müdahale” ve “baskı altında ezilen halklara özgürlük ve demokrasi götürme” kılıfı altında dünya hegemonyasının peĢinde. Washington fırsatçı bir biçimde “uluslararası ortaklarından” olmayan ülkeleri hedefe koyuyor. Tunus ve Mısır‟daki halk ayaklanmalarının gafil avladığı Washington‟ın fırsatçı bir tepki verip Libya‟daki ayaklanmayı cesaretlendirdiğine dair bazı iĢaretler var. 20 yıldır CIA için çalıĢtığından Ģüphelenilen Halife Hifter isyancı ordusunun baĢına geçmek üzere Libya‟ya döndü. Kaddafi, Batı emperyalizmine karĢı çıktığı için hedefe konulmuĢtu. Amerika‟nın Afrika Komutanlığı olmayı reddetmiĢti. Kaddafi, Washington‟ın sömürgeci böl-yönet entrikasını görmüĢtü. ABD Afrika Komutanlığı (AFRICOM) BaĢkan Bush tarafından 2007 yılında kuruldu. AFRICOM, amacını Ģöyle tarif etmektedir: “YaklaĢımımız, BaĢkan‟ın, DıĢiĢleri ve Savunma Bakanlarının Ulusal Güvenlik Stratejisinde ve Ulusal Askeri Stratejide telaffuz ettikleri Afrika‟daki Amerikan ulusal çıkarlarını desteklemek üzerine kuruludur. ABD ve Afrika ulusları, Afrika kıtasında, Afrika‟daki ada devletlerinde ve Afrika‟nın deniz sahasında güvenlik ve istikrarın teĢvikinde ortak çıkarlara sahiptirler. Bu çıkarların yürütülmesi, diğer Amerikan kurum ve kuruluĢlarının ve Afrikalı ve diğer uluslararası ortaklarımızın çabalarını bütünleĢtiren ortak bir yaklaĢımı zorunlu kılar.” AFRICOM‟da kırkdokuz ülke var ama Libya, Sudan, Eritre, Zimbabwe ve FildiĢi Sahilleri yok. Zimbabwe hâriç üye olmayan bu ülkelere askeri müdahale yapılıyor. Amerika‟nın bir ülkeye nüfuz etmek ve onu kontrol etmek için kullandığı geleneksel araçlar, o ülkenin askeri ve bürokratik yetkililerini eğitmektir. Bu programa Uluslararası Askeri Eğitim ve Talim Programı (IMET) deniliyor. AFRICOM “2009 yılında 44 ülkeden yaklaĢık 990 askeri ve sivil öğrencinin ABD‟de veya kendi ülkelerinde eğitim ve talim aldıklarını”, “pek çok subayın ve askere alınan IMET mezunlarının askeri ve bürokratik kurumlarda kilit mevkilerde görev aldıklarını” belirtiyor. AFRICOM, kilit stratejik amaç olarak “el Kaide Ģebekesini” mağlup etmeyi gösteriyor. ABD Trans-Sahra Terörle Mücadele Ortaklığı (TSCTP)teröristlerin güvenli barınaklar kurmasını 47 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM engellemek için “ortak ulus kuvvetlerine” eğitim ve teçhizat desteği sunmakta ve “bölgedeki aĢırılık yanlısı örgütleri mağlup etmeyi amaçlamaktadır.” Terörle on yıl süren savaĢtan sonra kadir-i mutlak el Kaide Ģimdi Afrika boyunca Cezayir, Burkina Faso, Çad, Mali, Moritanya, Fas, Nijer, Nijerya, Senegal ve Tunus‟ta; Ortadoğu‟da, Afganistan, Pakistan ve Ġngiltere‟de; ABD‟de öyle bir tehdit ki “ülke güvenliği” için yıllık 56 milyar dolar bütçe talep ediyor. El Kaide tehdidi Washington‟ın diğer ülkelerin iç iĢlerine karıĢmak ve Amerikan sivil özgürlüklerini yıkmak için en iyi bahanesi haline geldi. II. Dünya SavaĢı‟nın sona ermesi üzerinden 66 yıl, Sovyet çöküĢünün üzerinden ise 20 yıl geçti ve Amerika‟nın dokuz askeri komutanlığından ve altı bölgesel komutanlığından biri olan Avrupa Komutanlığı olduğu yerde duruyor. BaĢka hiçbir ülke dünyada askeri mevcudiyet ihtiyacı hissetmiyor. Washington, kıt kaynaklardan yılda 1.1 trilyon doları askeri ihtiyaçlara tahsis etmenin iyi bir Ģey olduğunu niçin düĢünüyor? Washington paranoyasının bir iĢareti midir bu? DüĢmanı olanın sadece Washington olduğunun mu iĢaretidir? Yoksa Washington‟ın imparatorluğa büyük bir değer atfettiğinin, milyonlarca Amerikalı evlerini ve iĢleri kaybederken vergi mükelleflerinin paralarını ve ülkenin kredi değerliliğini askeri mevcudiyet göstermek için har vurup harman savurduğunun mu iĢaretidir? Washington‟ın Irak ve Afganistan‟daki pahalı baĢarısızlıkları emperyal emellerini yatıĢtırmadı. Washington baĢarısızlıklarını örtmek ve gündemini saklamak için görsel ve yazılı medyaya güvenmeye devam edebilir fakat pahalı baĢarısızlıklar pahalı baĢarısızlıklar olarak kalacaktır. Washington, imparatorluk peĢinde olmanın ülkeyi iflas ettirdiğini er ya da geç kabul edecektir. Washington ve Avrupalı “ortakları” yabancı ülkeleri kontrol etme arayıĢındayken göçün ABD ve Avrupa kültürünü ve etnik yapısını dönüĢtürmesi bir paradokstur. Hispanikler, Asyalılar, Afrikalılar ve çeĢitli etnik kökenden Müslümanlar “Birinci Dünya” nüfusunun her geçen daha büyük bir parçasını teĢkil ediyor ve beyaz adamın imparatorluğuna verilen destek azalıyor. Eğitim isteyen, gıda, barınak ve sağlık hizmetlerine ihtiyaç duyan insanlar, köklerinin olduğu ülkelerdeki askeri karakolların mevcudiyetine husûmet besleyeceklerdir. Gerçekte kim kimi iĢgal ediyor? Amerikan toprakları Meksika‟ya dönüyor. Örneğin, ABD Nüfus Bürosu eski müdürü ve demografi uzmanı Steve Murdock, Teksaslı çocukların üçte ikisinin Hispanik olduğunu ve “Anglo-Amerikanlardan fazla olduklarını” bildiriyor. Komik değil mi? Washington ve onun NATO kuklaları dünyayı iĢgalle meĢgulken, dünya onları iĢgal ediyor. Kaynak: Counterpunch, 3 Nisan 2011,Çeviren: M. Alpaslan Balcı 48 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Suriye rejimi çetin ceviz ama..- Ertuğrul Aydın Suriye rejimi çetin cevize benziyor. Ama çetin ceviz Kaddafi‟nin durumuna ve yol açtığı felâkete bakınca, BeĢĢar Esad‟ın çetin ceviz olduğunu ispatlamasının kendisi dâhil hiç kimseye bir faydası olmayacağı ortada. Kuveyt‟ten kalkıp ġam‟ı ziyaret eden el Sabah‟a veya Hillary Clinton‟ın “Suriye ile Libya‟daki durumlar ayrı” sözlerine bakıp politika belirlememek gerekir. Clinton bu sözleriyle Suriye rejimine “ayaklanırlarsa dilediğin sayıda insanı öldürebilirsin” mesajını; göstericilere de “ayaklanırsanız karıĢmayız, sizi gebertirler” mesajını vermiĢ oluyor. YanlıĢ anlamanın çok pahalı olduğu bir süreçte aydınlatılmaya muhtaç sözler sarfeden Hillary Clinton‟dan bu sözlerinin bir hesabını isteyen henüz çıkmadı. Bir an için Suriye‟nin ağır silahlarla göstericileri acımasızca ezdiğini ama yine de Batılı bir askeri müdahale veya saldırı yapılmayacağını düĢünelim. Diğer tedbirlerin alınmayacağının bir garantisi mi var? Obama‟nın kara harekâtından uzak durma “lûtfu” bile Libya‟nın bölünmesini, iç savaĢın uzamasını, alt ve üst yapının imhasını garantiye almaktan baĢka bir iĢe yaramıyor. Ben Ģimdilik onun Suriye‟yi hataya sevkettiğini, Suriye‟nin Amerika veya Avrupa‟nın “lûtfundan” bile uzak durması gerektiğini düĢünüyorum. Saddam Hüseyin‟e de “Araplar arasındaki ihtilafa Amerika‟nın müdahil olmayacağı” söylenmiĢ ve Kuveyt‟i iĢgale sevkedilmiĢti. Hillary Clinton‟ın “Suriye ile Libya‟daki durumlar ayrı” diyerek “Suriye rejimi dilediği sayıda insan öldürebilir, biz karıĢmayız” mesajına inanmamak için elimizde baĢka iyi nedenimiz de mevcut: Amerika‟nın iĢler iyice karıĢıp dolaĢmadan müdahil olmamak gibi bir geleneği var. I ve II. Dünya SavaĢlarında böyle hareket etmiĢtir. Geleneğine sâdık kalırsa, sonuç alıcı Ģekilde müdahale etmesi için taraflardan birinin öteki üzerinde hâkimiyet sağlayacağı eĢikte, alevlerin ve çığlıkların semâya yükseldiği bir vakitte harekete geçer. Peki, alevler ve çığlıklar vicdanını etkilediği için mi harekete geçer? Hayır. Alevler ve çığlıklar, yükseldiği yerdeki insanları dıĢ taleplere karĢı daha bir esnek kılar ve böylelikle Amerika daha geniĢ bir hareket alanına sahip olur. Mesela Libya rejiminin direnci, hem zaferin hem de yenilginin bedelini artırdı, gitgide üçüncü tarafların elini güçlendirdi ve bu ihtilafta kendilerine bahse değer bir hareket alanı açmalarına imkân verdi. Hem rejim hem de rejim karĢıtları ciddi tavizlere zorlandı Her iki tarafın geri çekildiği her alana üçüncü taraflar kondu. *** Suriye rejimi, olağanüstü hali ve serbest seçimlerin önündeki engelleri kaldırmak yerine elini çabucak tetiğe götürdüğüne göre içinde bulunduğu Ģartları idrak etmemiĢ. Vehmi, hiss-i müĢtereke kulak vermesini engelliyor. Tribünlerde kiĢi, grup ve devlet aktörlerinden devrimlere sempati duyanlar da var öfke duyanlar da: Amerikalı Cumhuriyetçiler-Yeni-muhafazakârlar-Ġsrailciler, Demokratlarliberaller, ABD-Avrupa ve Ġslam dünyasındaki liberaller-küreselleĢmeciler-uluslararasıcılar, Ġslamcılar-muhafazakârlar; yoklama kâğıdında ismi yazılı herkes burada. 49 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Suriye rejimi, Bahreyn tecrübesini tekrarlayacağını umuyor olmalı ama o ya Mısır‟a benzeyecek ya da Libya‟ya. Apayrı bir Suriye tecrübesi mümkünse de o tecrübede rejime teselli yok; ama rejim, sınırsız güç kullandığı takdirde onu parça pinçik etmek üzere tribünlerden sahaya inecek bir izleyici kitlesi var. Tarafların hepsinin de kendilerine ait bir gündemi var. Cumhuriyetçiler-Yeni-muhafazakârlarĠsrailciler “hava nagila” eĢliğinde “egemen devlet çıkarlarının” peĢinden koĢtururken ABDAvrupa ve Ġslam dünyasındaki liberaller-küreselleĢmeciler-uluslararasıcılar küresel AVM ve “küreselci mefkûre” adına koĢturuyor, ayaklanmaları uluslararası kurumların kaza yetkisini “egemen devlet” aleyhine geniĢletecek Ģekilde kullanıyorlar. Devrimler, demokrasi ve insan hakları bahanesiyle ne zaman saldıracağı belli olmayan Amerika‟nın askeri harcamalarından muzdarip Amerikalılar için de bir umut çünkü bu bahanelerle saldırılacak Ortadoğu ülkelerinin sayısı azalıyor. BRIC ülkeleri gibi sahaya inmeyenler var ama onların tribünde oturmayı tercih ediĢleri bile sonuçları itibariyle devrimler lehine bir tavır alıĢtır. Ġslamcılarmuhafazakârlar; bölge halkları ise “küreselci mefkûrenin” ayaklarına basmadan zalimin zulmüne son verme umudu olarak görüyorlar. Rejim değiĢikliği hakkında taraflardan birinin çekincesi olsa bile diğerleri aynı çekinceyi paylaĢmadıkları takdirde hep birden sahaya çullanmak zorunda kalıyorlar çünkü süreci yönlendirme fırsatını kaybetmekten korkuyorlar. Türkiye baĢta “NATO‟mu? Ne NATO‟su? NATO‟nun Libya‟da ne iĢi var?” derken BM Ģemsiyesi altında NATO müdahalesini mumla arar hale geldi zira daha beteri var: Ġlgili diğer taraflar münferiden hareket edebiliyorlarmıĢ. Türkiye‟nin çekincesini yıllardır öfke biriktirmek zorunda kalan Libyalı ayaklanmacılar bile paylaĢmadı. O halde BeĢĢar Esad, tercihini ezmekten yana kullandığı takdirde Türkiye‟ye bel bağlamasa iyi olur. Türkiye‟de BeĢĢar Esad‟a karĢı sempati duyulduğu açık bir gerçekse de Türk hükümeti sırf hatır için sömürge döneminden mirâs kalan çeliĢkilerin devamından yana tavır almakta zorlanacaktır çünkü bunu yaptığı takdirde kendisini inkâr etmiĢ olur; Arap halklarında hüsran duygusu yaratır; Suriye‟nin bölünmesinden kaynaklanan serpintiye maruz kalır ve sekiz yıllık jeopolitik düzenlemeler heba olma riskiyle karĢılaĢır. *** Suriye‟nin petrol ve doğalgaz ülkesi olmaması Batılı ülkelerin, kiĢi ve grupların ilgisiz kalacağının göstergesi sayılamaz; rejimin Ġsrail‟e karĢı dik duruĢu ayaklanmacıların rejim değiĢikliğinden vazgeçmelerini sağlamaz veya ayaklanmacılara karĢı Ġslam dünyasında ve Batı‟daki bazı kesimlerde duyulan sempatiyi yok etmez; rejimin askeri gücü ayaklanmacıları ezebilir ama kararlılıklarını ezemediği takdirde dıĢ müdahale kaçınılmaz hale gelebilir çünkü insâni müdahale ve koruma yükümlülüğü gibi tribünlerin sahaya sarkmasına imkân tanıyan yeni kavramlar ve bu kavramları kullanmaya hevesli uluslar, kiĢi ve gruplar var. *** Suriye rejimi Bahreyn‟e bakıp 1968‟i hatırlıyor ve 1968 Devrimlerinin bastırılması gibi 2011 Arap Devrimlerinin de bastırılabileceğini hayal ediyor olabilir. Batılı birkaç isim de böyle düĢünüyor. Ben aksini düĢünüyorum çünkü 1968, dünya sistemine de bir meydan okumaydı. Arap Devrimleri ise bazı tereddütler olsa da öyle ya da böyle dünya sistemine eklemlenme sürecidir. Siz Tunus‟ta ve Mısır‟da dünya sistemine kafa tutanı gördünüz mü? Peki, Türkiye‟de gördünüz mü? 1968‟in lüks Ģartları 2011‟de yok. An, devrim anı. Suud Hanedanı‟nın veya Ġran‟ın yahut baĢka bir ülkenin ne düĢündüğü sadece belli bir yere kadar önemlidir; belirleyici olan, Suriyeli ayaklanmacıların azmi ve kararıdır. Suriyeli 50 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM ayaklanmacılar hariç herkes bağımlı değiĢken hükmündedir ve tutumlarını ayaklanmacıların tutumuna göre belirleyeceklerdir. Suriye‟deki isyan Ģiddetini artırdığı takdirde Hillary Clinton daha birkaç hafta önce ne söylediğini bile hatırlamaz veya yanlıĢ anlaĢıldığını söyler. Herkes gitse “küreselci mefkûrenin mümesilleri” ve “Küresel AVM‟nin mimar ve mühendisleri” göstericilere nezarette ısrarlı olacaklardır. Gecikmeler olabilir ama devrimlerden kaçıĢ yok. GeliĢi birkaç yıl uzasa ne çıkar? Suriye rejimi Mısır‟ın (veya Türkiye‟nin) izinden gitmezse tıpkı Kaddafi gibi karĢısında geçici bir ittifak bulacak ve Batı bildiği en iyi çözümü uygulayacaktır. O da ampütasyon. Balta ve testereyle. Ve de narkozsuz. 4 Nisan 2011, Dünya Bülteni 51 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM İran, Suriye’yi kaybedebilir - Ertuğrul Aydın Ġsrail'in Gazze'ye düzenlediği saldırıların bir izahı olmalı. Niyet okumak güçse de herhangi bir öznenin muhtemel niyetlerinin/amaçlarının hem sınırlı bir sayısı hem de alâmetleri vardır. Malum, Ġsrail Filistinlileri öldürmekten hem zevk alır hem de bu cinayette fayda olduğuna inanır. Ona göre bu dünyadan kaç Filistinli gönderilirse kârdır. Gazze'ye düzenlediği saldırı bu haz-fayda algısına bakarak açıklanabilir. Ancak bununla yetinemeyiz çünkü Ġsrail, tırmandıracağı bu saldırıyı bölgede siyasi dönüĢümlerin olduğu bir zamanda yaptı. Haz üstüne haz, fayda üstüne fayda istiyor: Yeni Mısır'ı sınıyor; Libya'da savaĢa çekilen Avrupa'yı çatıĢmanın derinliklerine sürüklüyor ve Amerika'nın elini rahatlatıyor; en önemlisi, Ortadoğu'da, Kuzey Afrika'da hassaten de Suriye'de ayaklanmalar yaĢanırken gerilimi tırmandırması, Ġsrail'in Ġran ve Suriye gibi iki meselesini yahut en azından ikisinden birini kendince çözeceği bir vasat doğuruyor. Ġsrail, geçmiĢte olduğu gibi Gazze'ye (Hamas'a) ve Lübnan'a (Hizbullah'a) ağır saldırılar düzenleyerek kendisine füze saldırısı olarak dönen misillemelerin bedelini Ġran ve ayaklanmalarla boğuĢan Suriye'ye ödetmenin hesabını da yapıyor olmalı. Ġçeride ayaklanmalarla boğuĢan Suriye rejimi bir de askeri saldırı riskiyle karĢılaĢırsa bekâsını korumak için daha önce hiç düĢünmediği tavizleri vermek zorunda kalır. Mesela, Suriye'ye Ġran-Hamas-Hizbullah'la arasına mesafe koyması kaydı Ģartıyla Batıdan bir hayat elinin uzanması ve Suriye rejiminin bu eli tutması kuvvetle muhtemeldir. (Bu geliĢmenin bir de Filistin davası aleyhine sonuçlarını hayal edin.) Ġran-Suriye-Hamas-Hizbullah ekseni ciddi bir yara aldığında hem Ġran'ın hem de Hamas ve Hizbullah'ın savunmasızlığı artar. Hillary Clinton "Suriye ile Libya'daki durumlar ayrı" diyerek Suriye'ye askeri müdahaleye sıcak bakmadıklarını ima etmiĢti. Ben bunu Suriye rejimine "ayaklanırlarsa dilediğin sayıda insanı öldürebilirsin"; göstericilere de "ayaklanırsanız karıĢmayız, sizi gebertirler" mesajı olarak okumuĢtum. Geçen hafta Obama da "Suriye hükümetinin barıĢçıl protestoculara karĢı bugün ve geçen bir hafta içerisinde uyguladığı iğrenç Ģiddeti Ģiddetle kınıyorum";"protestocuların da her hangi bir güç kullanımını kınıyorum" dedi. Obama ve Clinton Suriye'yi Libya'dan ayrı bir yere koyuyorlarsa, bunun bedeli Suriye'nin Ġran-Hamas-Hizbullah ekseninden çekilmesidir. Ayaklanmacıları öldürmesine yahut ayaklanmaları ikincil önemde birkaç reformla atlatmasına baĢka türlü göz yumulmayacak. Suriye'nin direniĢ ekseninde kalması hatrına ayaklanmacıları ezmesine göz yummak zorunda olanlar Batılılar değildir. Tam tersi, Batılılar, Suriye rejiminin direniĢ ekseninden çıkması karĢılığında ayaklanmaları bastırmasına veya atlatmasına göz yumacak gibi duruyorlar. Kapısını tıklattıkları seçenek de Ģimdilik bu. Olaylar bu doğrultuda geliĢirse, Ġran'ın Suriye rejimine verdiği destek biraz ileride kendi önüne takoz olup çıkacak. Halbuki Suriye rejiminin bu kadar özgüvenli olmaması için ona verilen desteğin azalması gerekir. Ama bölgedeki hanedanlar Suriye rejimine destek veriyor ve Ġran'la aynı safta yer alıyorlar. Türkiye de Suriye'nin yanında ama o ayaklanmacıları da gözetiyor. Hanedanlar olmasa Suriye'yi sadece Ġran destekliyor görünecek. Daha sonra terk edecekleri bir yerde kalabalık yaptıklarını düĢünüyorum. Varlıklarıyla Suriye rejimini hataya sürüklüyor, Ġran'ın Suriye rejimine destek vermek hakkında iki kere düĢünmesinin önüne geçiyorlar. 52 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Suriye'nin Ġran-Hamas-Hizbullah ekseninden çıkmadığını farzedelim. Bu durumda Suriye, ayaklanmacıları öldürmenin bedeliyle yüzyüze getirilir; Suriye karıĢtığında hanedanlar hemen uzaklaĢacak, tüm parmaklar Suriye'deki kıyımın suç ortağı olarak Ġran'ı gösterecek ve çoktandır bekletilen saldırının önü yine açılacaktır. Netanyahu ve Merkel ikilisi Gazze ve Lübnan'dan yapılan füze saldırılarının asıl suçlusunun Ġran olduğunu daha Ģimdiden ilan ettiler. Benzerini Suriye'de yaĢanacak muhtemel daha büyük kıyımlar için de yaparlar. Merkel Ġran nükleer programının önceden olduğu gibi bir tehdit olmayı sürdürdüğünü, Ġran'ın atom bombası yapmasını engellemek için herĢeyi yapacaklarını söyledi ve Arap dünyasındaki demokratik direniĢ hareketlerine benzer ilk hareketin Ġran'da baĢladığını iddia etti; Ġran'da bu hareketin çok sert bir Ģekilde bastırıldığını ve bunun kabul edilemez olduğunun açık bir Ģekilde söylenmesi gerektiğini de ileri sürdü. Bingazililere "kalkın ey ehli vatan" dediler hepsi birden kalktı. Döndüklerinde oturacak yer bulabilirlerse ne âla. Batı müdahalesi yüzünden hiç kimse umduğunu bulamayabilir. Ġran, Suriye rejimini desteklese de desteklemese de onu kaybetmekle karĢı karĢıya. Üstelik Libya ve Suriye'de silahların oluĢturduğu toz duman dindiğinde baĢka bir Ġran görme ihtimalimiz geçmiĢe kıyasla bugün daha yüksek. Ġran'a karĢı bir saldırıyı Amerika "baĢlatmasa" da olur. Sadece görünüĢte de olsa Libya'da baĢı o çekmedi zaten. En doğru yaklaĢım, Türkiye-ĠranMısır'ın ortak hareket etmesi, Suriye rejiminin ayaklanmacıların taleplerini kabul etmesini sağlamalarıdır. 11 Nisan 2011, Dünya Bülteni 53 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Despot rejimleri Türkiye mi kurtaracak? - Abdullah Aydoğan Kalabalık 25 Ocak 2011 tarihine kadar kimsenin kendisi ve ailesi hakkında konuĢmaya cesaret edemediği, ülkeyi 30 yıldır tek adam olarak yöneten Mübarek, bu gün mal varlığı sebebiyle sorgulanmak üzere savcılığa çağrıldı. Çağrıya uymaması durumunda tutuklanabileceği de belirtildi. Öte yandan, Tunus devrik Lideri Bin Ali'nin kardeĢi Salah bin Ali, 10 Nisan 2011 tarihinde tutuklandı. Bir gün sonra ise, Bin Ali'nin partisi'nin genel sekreteri Muhammed el Ğaryani hakkında tutuklama kararı çıkarıldı. Önce Tunus, sonra da Mısır'da yaĢanan devrimlerin ateĢinin ilk önce bu iki ülkenin ortasında yer alan Libya'ya sıçraması tahmin edilebilir bir geliĢmeydi. Ancak, Kaddafi'nin sıra dıĢı tutumu tahminlerin ve hayal sınırlarının ötesine geçerek, feci boyutlara ulaĢtı. Ġsyancıları önce uyuĢturucu kullanmakla itham eden Kaddafi, sonra onları fare'ye benzeterek hepsini yakalayacağını söyledi. Oğlu Seyfulislam ise: ''Petrolü unutun!'' diyerek, Avrupalı dostlarına petrol tehdidinde bulundu. BaĢkaldırının ilk günlerinde halkına karĢı savaĢ uçakları, roket atar ve tanklarla saldırmayı planlayan Kaddafi rejimi, vijdan sahibi iki plotun Malta'ya sığınmasıyla uluslar arası arenada ilk skandalın ĢaĢkınlığını yaĢadı. Ardından Libya'nın BM temsilcisinin istifası ve diğer bazı ülkelerdeki büyükelçilerin istifalarıyla darbe yiyen Kaddafi rejimi, Bingazi'ye tank ve Rus yapımı roket atarlarla saldırma planını harekete geçirdi. Ecdebya ile Bingazi arasındaki 148 km.lik mesafeyi yüzlerce savaĢ makinesi, cephane ve Libya halkının, ''Kaddafi'nin zebanileri'' dediği paralı askerlerle doldurdu. Arap Birliği'nin çağrısı ve BM'nin 1973 sayılı Libya hava sahasını uçuĢa kapalı bölge ilan etme kararının ardından Fransız bombardımanı baĢlamasaydı eğer, adını 1450 yılında ölen dini bütün bir hayırsever olan Sidi Gazi'den alan Bingazi halkı, bu günlerde Misrata Ģehrinde yaĢanan katliama maruz kalacaktı. Türkiye'nin Libya konusundaki tutumu, genel olarak Libya ve Arap dünyasında, Kaddafi'nin yanında yer alıyormuĢ görüntüsü veriyor. Bu durum hala değiĢmiĢ değildir. Davutoğlu'nun 10 Nisan 2011 tarihinde Mısır'a yapmıĢ olduğu günü birlik ziyaret aslında, Türkiye'nin Kaddafi tarafında yer alıyormuĢ imajını gidermeye matuftu. Ancak, Türkiye tarafından ''Libya yol haritası'' olarak isimlendirilerin giriĢim, Kaddafi'yi kurtarma operasyonu olarak algılandı. SavaĢ ve çatıĢma ortamı göz ardı edilerek kaleme alınmıĢ olan yol haritası, muhalifler tarafından Kaddafi veya oğullarından birini iĢ baĢında bırakma giriĢimi olarak yorumlandı ve ciddi tepki topladı. Davutoğlu'nun Mısır ziyaretinden bir gün sonra Türkiye'nin Ġskenderiye Konsolosluğu önünde toplanan Libya Gençlik Birliği, Türkiye'yi ''Libya Yol Haritası'' giriĢiminden dolayı protesto etti. 54 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Gençlik Birliği sözcüsü Nasır El Havari yapmıĢ olduğu açıklamada: ''Türiye tarafından önerilen çözüm, Libya halkı tarafından reddedilmektedir. Türkiye'nin bu planı, verilen binlerce Ģehide rağmen, Kaddafi ve oğullarının yönetimden uzaklaĢtırılmasını önermemektedir.'' Dedi. Türkiye'nin Libya halkının yanında yer alması yönünde çağrıda bulunan göstericiler, Türk hükümetinin Bingazi'deki geçici Ulusal Meclisi tanımasını istedi. Libya halkı daha önce Bingazi konsolosluğumuz önünde de gösteri düzenlenmiĢ, ardından Türk yardım gemisi Bingazi Limanı'na sokulmamıĢtı. Libya halkı Türkiye'ye ''Gölge etme falza ihsan istemem.'' Diyor. Suriye'de baĢlayan isyan konusunda Türkiye'nin son derece dikkatli ve hassas olduğu muhakkak. Türk dıĢ politikası Suriye rejiminin yanında yer alıyor görüntüsü vermemeli, Yemen'de olduğu gibi itidalli davranmalıdır. Ortadoğu değiĢecek, eninde sonunda halklar iktidar olacaktır. Eğer Türkiye halkları dikkate almaz, Libya'da olduğu gibi geliĢmeleri iyi okuyamaz, komplo teorileri ve derin stratejilere takılmaya devam ederse, Birinci Dünya SavaĢı sonrasında olduğu gibi bölgeyi tekrar kaybeder. GerçekleĢtirdiği reformlarla, bölgede yaĢanan bu son geliĢme ve kargaĢadan Türkiye'yi dıĢarıda tutmayı baĢaran hükümet, halklara rağmen Ortadoğu'ki despot rejimleri destekliyor görüntüsü veremez. 13 Nisan 2011, Dünya Bülteni 55 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Bahreyn 'Ortadoğu’nun Küba’sı' mı Oluyor? - Yusuf Özhan 14 Mart'ta gerçekleĢtirilen askeri müdaheleden bu yana, Körfez'in küçük ülkesi Bahreyn, hızla Soğuk SavaĢ döneminin Küba'sı olma yolunda ilerliyor. Bir tarafta Ġran ile iliĢkilendirilerek afaroz edilen muhalif öncüler, diğer tarafta iĢkencelerde hayatını kaybeden prostocuların görüntüleri... Bahreyn'de, askeri müdahelenin ardından gelen sıkıyönetim ile beraber, muhalefetin tüm kademelerine ülke çapında eĢ zamanlı olarak ağır darbeler indiriliyor. Halk nezdinde, protestolarda yer aldığı tespit edilen tüm vatandaĢlar, teker teker çalıĢtıkları kamu kurum ve kuruluĢlarından uzaklaĢtırılarak, sokağa atılıyor. ġii muhalifler için hususi önem taĢıyan Bahreyn Ġnsan Hakları Merkezi gibi stratejik noktalarda ise durum benzer Ģekilde ilerliyor. Örgütün Ģimdiki ve bir önceki baĢkanları hali hazırda zaten göz altında bulunuyorlar. Bu iki isimden adı Wikileaks belgelerinde de sıklıkla geçen önceki baĢkan Nebil Recep, nezarette ölen bir ġii vatandaĢın fotoğrafını 'üzerinde oynama yaparak' yayınladığı gerekçesiyle hakim karĢısına çıkmayı beklerken, Ģu anki baĢkan Abdulhadi el-Havaca'nın durumu ise hala belirsiz. Kızlarından Zeynep'in, 3 gün önce babasının serbest bırakılması için baĢlattığı açlık grevi ise sürüyor... Hepsinden daha da önemlisi, son iki hafta içerisinde önce seküler muhalefetin merkezi Vaad partisi, Ģimdi ise ġii muhalefetin ana konumundaki el-Vifak ve Emel partilerinin kapatılması için kollar sıvanmıĢ vaziyette... Özellikle el-Vifak'ın durumu çok kritik... Dini olarak Iraklı lider Ali Sistani'nin, siyasi olarak ise Ġran'dan Hamaney'in takipçisi olduğu iddia edilen parti yönetimi, ġii lider Ġsa Kasım'ın öncülüğünde, eğer geçmiĢte bünyesinde bulunduğu Hak Hareketi'nin içerisine geri dönerse, bu durumda olabilecekler çok daha ciddi sonuçlar doğurabilir. BarıĢçıl söylemlerle giriĢilen, ancak özellikle Hak Hareketi'nin provokasyonu nedeniyle kontrolden çıkarak rejimi tehtit boyutuna ulaĢan 14 ġubat ayaklanmalarının bu son geliĢmelerden sonra ne yönde geliĢebileceğini kestirebilmek güç. Fakat eğer Hak Hareketi'nin metodlarına dönülürse, o zaman ülkede Ģiddet eylemlerinin tekrar tırmanıĢa geçmesini bekleyebiliriz. Ülkede bir donanma üssü de bulunan ABD tarafında ise Ģimdilik sessizlik devam ediyor. Yalnızca yaĢanan insan hakları ihlalleri nedeniyle, DıĢiĢleri Bakanı Hilary Clinton, Washington'da düzenlenen ABD-Ġslam Forum'unda eleĢtirilerinin dozunu arttırmıĢtı. Ancak BaĢkan Obama'nın özel talimatıyla, Suudi Arabistan ve BirleĢik Arap Emirlikeri'ne hafta içerisinde ziyarette bulunacak olan ulusal güvenlik danıĢmanı Tom Donilon'un yapacağı muhtemel açıklamalar ile ABD'nin tavrını daha iyi anlama fırsatımız olabilir. Ülkenin mevcut gidiĢatına bir dur denmezse Ģayet, Ġran ile Suudi Arabistan arasında süren 'soğuk savaĢ'ın adaya getirdiği yük her güçün daha da artacaktır.14 Nisan 2011, Dünya Bülteni 56 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Arap Devriminden sonra İslamcılar – Mustafa Özcan Mısır‟da devrim bitti siyasi mücadele ve çekiĢme yeni baĢladı. Buna kızıĢma da diyebiliriz. Bu çekiĢmenin bir ucunda laik kesimler diğer kesiminde ise Ġslamcılar var. Laik kesimlerin ortakları ise genelde dini azınlıklar. Mısır‟da laik kesimler ile Hıristiyan kesimler sanki ortak bir cepheyi temsil ediyorlar. Veya ittifak halindeler. Davos gediklisi ve The Washington Post yazarı David Ignatius, „ Egypt‟s unlikely„fonding fathers‟ yani „Mısır‟ın benzersiz kurucu babaları‟ baĢlıklı yazısında Devrim sonrasında baĢkan olabilecek Ģanslı isimleri tadat ve analiz ediyor. Bunları Amerikan kurucu babalarına benzetiyor. Bu kurucu babalardan ikisi Müslüman. Arap Birliği Genel Sekreteri Amr Musa ve Uluslar arası Atom Kurumu eski BaĢkanı Muhammed elBaradey. Üçüncüsü ise bir Kıpti ve adı Negip Sawiris. Musa ve ElBaredey Türkiye‟de ve dünyada tanınan isimler. Sawiris ise daha ziyade Mısır ve Arap dünyasında tanınıyor. Mısır‟ın Aydın Doğan‟ı sayılabilir. Kıpti iĢadamı sadece basınla ilgilenmiyor tabiiki. Musa ve el Baradey potansiyel aday. Sawiris ise daha ziyade perde gerisinde hareket ediyor ve bundan dolayı king‟s maker olarak anılıyor. Yani kral atayan bir pozisyonda. Mübarek döneminde güçlenen Ortadoks isimlerden birisi. Kendisi cumhurbaĢkanlığı için aday olmayacağını söylediği gibi bir Kıptinin de aday olmaması gerektiğini savunuyor. Bunu yaparak zaten seçilemeyecek bir makamdan feragat etmekle pazarlık zemini de kazanıyorlar. Bu bağlamda, kutuplar birbirini nötr hale getiriyor ve bu zeminde de zımni bir mutabakat oluĢuyor. Centilmenlik mutabakatı gereği, Mısır‟ı gelecek cumhurbaĢkanı ne Ġhvan‟dan ne de Kıptilerden olacak! * Ġhvan da bu hususta önceden kendisini bağlamıĢ durumda. BaĢkanlık seçimlerine aday göstermeyeceklerini ilan etmiĢlerdi. Reformcu kanattan Abdulmünim Ebu‟l Futuh‟un kendisini aday olarak ilan etmesi cemaat içinde hoĢnutsuzluk meydana getirdi ve tepki çekti. Desteklenmeyeceği söylendi. ġu anda Mısır‟da güçlü iki kitle var. Bunlardan birisi, Ġhvan yanlısı parti olarak görülen Özgürlük ve Adalet Partisi (ki, bu parti AKP‟nin Mısır versiyonu olarak kabul ediliyor). Ġkincisi de Sawirus‟un perde arkasından yönettiği ve öne çıkmadığı Mısır Ahrarları Partisi. Kurucuları arasında Cemal Gaytani ve Muhammerd Selmavi gibi isimler var. El Hayat Yazarı Cihad el Hazin‟e göre kitleleri mobilize ederek yüzde 20 oy çıkarabilecek yegane kitle hareketi Müslüman KardeĢler görünüyor. Ġkinci büyük parti ise Sawiris‟in Mısırlı Ahrarlar Partisi ve bu partiye de Ģans tanınıyor. Orascom‟un sahibi olan Sawiris partinin Kıpti partisi olarak da görülmesini istemiyor. Bu sıfatının perde gerisinde kalmasını istiyor. Akıllıca bir siyaset izliyor. Aksine partiye üye olacak her Kıptinin yanında iki Müslümanı daha getirmesi gerektiğini söyleyerek dini tabanının da tepkisini çekiyor. Akıllı davrandığı aĢikar. Ürkütmeden yumuĢak zeminde Kıptilerin kazanımlarını artırmak istiyor. Mübarek‟in son günlerindeki rejim ile muhalefet arasındaki diyalog toplantılarına da nüfuzundan dolayı davet edilmiĢ ve katılmıĢtı. Hatta Sabah Yazarı Erdal ġafak‟a göre, Devrim sırasında halkın taleplerinde ileri gittiğini bile söyleyebilmiĢti. ġimdi ise reformcuların veya devrimcilerin önde gideni! Ignatius‟un ismini verdiği bu kurucu babaların üçü de Ġhvan konusunda alarm zilleri çalıyorlar. Üçünün de hakiki rakibi Ġhvan. Mısır demokrasisinin Ġslamcılar tarafından ele geçirilmesinden ve çalınmasından endiĢe ediyorlar! Demek ki, Mübarek endiĢelerini bunlara devretti. Hatta bunlar Müslüman KardeĢler evet ediği için referanduma hayır demiĢlerdi. BaĢka bir aday adayı olan televaiz Amr Halit de diğer adaĢı gibi referanduma hayır demiĢ ama anayasa değiĢikliği referandumu yüzde 77 ile 57 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM geçmiĢti. Sawiris :”En büyük korkum ülkemin bir gün Ġran tipi rejim tarafından yönetilmesidir” diyor. * Ġhvan‟ın önemli isimlerinden ve eski dostumuz Kemal Helbawi, Tunus‟lu GannuĢi gibi 22 yıl Londra‟da gönüllü sürgünde kaldıktan sonra ülkesine döndü ve ayağının tozuyla bir Kıpti‟nin cumhurbaĢkanı olmasına kendince bir mani görmediğini söyledi ve hatta aday da gösterdi. „Tercihim George Ġshak olur‟ dedi. Özgürlük ve Adalet Partisi ise her Mısırlının aday olabileceğini lakin kendilerinin bir Kıpti veya bir bayanı aday göstermeyeceklerini ilan etti. Cihad el Hazin‟in söylediği gibi Ġslamcılar sokağı, halkı ve laik kesimleri ürkütmek istemiyorlar. Bundan dolayı Tunus‟da da Fas AKP‟si gibi Nahda hareketi her seçim bölgesinde aday göstermeyerek kendilerini sınırlayacaklarını duyurdu. Devrimden sonra Ġslamcıların hali pür melali bu. 15 Nisan 2011, Dünya Bülteni 58 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Yeni bir haçlı saldırısı: Bu kez Libya’ya - Zafer Bangaş Batı‟nın Libya‟ya saldırısı, halkı koruma bahanesiyle Müslüman bir ülkeye yapılan son bir haçlı saldırısıdır. Papa Urban II, Clermont Konsili‟ndeki vaazının üzerinden yaklaĢık bin yıl sonra müritlerinin iyi “Hıristiyan askerler” olarak Ġslam dünyasındaki bir diğer putperest grubun üstüne yürüdüklerini bilse mutlu olurdu. Albay Muammer Kaddafi gözde zorbamız olmak zorunda değil ama Saddam Hüseyin gibi o da yıllarca Batının desteğini aldı. Kaddafi‟nin ham petrolü Batılı çok-ulusluların salyalarını akıtıyor. Artık iyice tıkınabilirler. Ġlginçtir, 17 Mart‟ta BM Güvenlik Konseyi görünüĢte Libya halkını korumak amacıyla 1973 sayılı uçuĢa yasak bölge kararını geçirmek için seferber edildi. Yirmi yıl önce benzer bir uçuĢ yasağı Irak‟a uygulanmıĢtı hem de BM Güvenlik Konseyi gibi resmi süreçlerden geçmeksizin. Müeyyidelerin ve Batının uçuĢ yasağının sonucunda tahminen 1.5 milyon Iraklı öldü. 12 Mayıs 1996‟da CBS‟de yayınlanan 60 Minutes adlı programda Leslie Stahl o vakitler Amerika‟nın BM büyükelçisi Madeleine Albright‟a Saddam‟ı devirmenin bedeli olarak 560.000 çocuğun hayatını kaybetmesine değip değmediğini sorduğunda Albright hiç tereddüt göstermeksizin “buna değdiğini” söylemiĢti. Durum Libya‟da farklı olur mu? Libya‟ya saldıran ülkelerin safına bakalım: ABD, Ġngiltere, Fransa, Ġtalya ve Kanada. Ġtalya, Libya‟yla imzaladığı dostluk anlaĢmasını tanımadı; ABD baĢkanı Obama, Kaddafi‟nin meĢruiyetini yitirdiğini söyledi. Kaddafi‟nin hiç meĢruiyeti var mıydı ki? Cevap evet ise, ne zaman ve nasıl kaybetti? Cevap hayır ise, aynı batılı güçler daha bu son olaylar patlak vermezden önce evvel niçin Kaddafi‟nin hakkından gelmemiĢlerdi? Ġngiltere eski BaĢbakanı Tony Blair 2004 Mart‟ında Kaddafi‟yi ziyaret etmiĢti. Libya diktatörü 2008 yılında ABD DıĢiĢleri Bakanı Condoleezza Rice‟ı da kabul etmiĢ, onu “siyahi kadın” diye anmıĢtı. Fransa CumhurbaĢkanı Nicolas Sarkozy ve Ġtalya BaĢbakanı Silvio Berlusconi, Ortadoğu‟daki ayaklanmalar baĢlamadan aylar önce Kaddafi‟yi baĢkentlerinde ağırlamıĢlardı. O halde Kaddafi‟yi bu kadar çabuk bir Ģekilde Ortadoğu‟nun kötü çocuğu yapan da nedir? Doğru, Saddam gibi Kaddafi‟nin de Batıyla sorunlu bir iliĢkisi vardı. Batının sevgilisiyken kudurmuĢ köpeğine döndü sonra tekrar iyi kitap hanesine yazıldı, pek çok iniĢ çıkıĢ yaĢadı. Kaddafi‟nin bugünkü parya statüsünün Libyalıların hayatını kurtarma amaçlı “insâni müdahale” argümanıyla hiçbir ilgi ve alâkası yoktur. Batılı yöneticiler Libyalıların veya Müslümanların ahvalini ne zamandan beri dert eder oldular? Kendi dostlarının hayatlarını umursamazken – Afganistan ve Irak‟ta fakir ailelerin çocuklarının nasıl kurban gittiğine bir bakın – Libyalıların hayatlarını niçin umursasınlar? Libya‟da olup biteni anlamamız lazım. Aksi iddialar olsa da, batılı askerler, batılı diplomatları koruma bahanesiyle Libya‟da ayaklanmacıları eğitiyorlar. Libya kara kuvvetlerine veya tank gibi zırhlı araçlara saldırma yetkisi vermeyen uçuĢa yasak bölge kararıyla – ki özürlü bir karardır – saldırarak yaptıkları tam da budur. Dünyanın dikkati Japonya‟daki felâkete odaklanmıĢken Libya‟nın adım adım iĢgalidir bu. Batının son haçlı saldırısının nedeni ne olabilir? DüĢük sülfürlü olduğu için çok istenen Libya petrolünden halihazırda bahsedildi. Benzer Ģekilde, Libya‟nın Amerika‟daki 32 milyar dolarlık mal varlığı donduruldu. Washington Post‟ta 23 Mart 2011 tarihinde yayınlanan bir habere göre dondurulan mal varlığı, Libya‟nın ulusal servetinin önemli bir dilimini temsil ediyor. “2009 yılında Libya‟nın GSYH‟sı 62 59 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM milyar dolardı; egemen fonun miktarı tahminen 40 milyar dolar, Libya merkez bankasının rezervi ise 110 milyar dolar. Amerikan saldırısından iki hafta sonra AB, uyguladığı müeyyidelere merkez bankasını, egemen fonun ve baĢka üç Libya kurumunu daha ilave etti.” Ġngiltere de arkada kalmadı ve Libya‟nın 19 milyar dolarlık servetine el koydu. Libya‟nın yağmalanması, soygun ve yağma yetenekleri asırlar içerisinde iyice bilenen hırsızlarca büyük bir ciddiyetle baĢlatıldı. Ne Kaddafi ne de halefi bir rejim – bu rejimin Ģekli ve rengi ne olursa olsun - bu parayı bir daha görmeyecek. Amerikalıların da baĢkalarının servetini çalma alıĢkanlıkları var; ya mal varlığını dondurarak ya da doğrudan iĢgal ve istila yoluyla yağmalayarak. ABD, Ġran‟ın 40 milyar dolarlık servetini 1980 yılında dondurmuĢ ve birkaç milyon dolarını saymazsak hepsini gaspetmiĢti. Suudiler Amerikan ekonomisine bir trilyon dolardan daha fazla miktarda bir para yatırdılar. Bu parayı onların da görmesi muhtemel değildir hassaten de Amerikan ekonomisinin riskli durumuna bakınca. Ancak Batının haçlı saldırısının daha sinsi bir gâyesi var.Libya, Batının Sahraaltı Afrika‟ya nüfuzunun köprü baĢı olarak hizmet görecektir. Çad, Nijer ve Sudan‟da Batının istediği geniĢ mineral yatakları var. Bu, Obama‟nın ABD baĢkanı seçilmesine de uygun düĢmektedir. Beyaz Saray‟da siyahî bir adamın olması sayesinde Afrika halkı ve Afro-Amerikalılar ABD‟nin saldıracağı veya Afrika topraklarını iĢgal edeceği endiĢesini pek taĢımayacaklardı. Her Ģeyden evvel, hiç kimse Obama‟yı ırkçılıkla suçlayamazdı. Amerikan müesses nizâmı her Ģeyi nefis bir Ģekilde hesaplayıp çözdü. Batı askeri müdahalesinin sürekliliği hakkındaki ipucunu Amerikan Savunma Bakanı Robert Gates Libya‟da askeri harekâtın süresiyle ilgili kesin bir cevabın olmadığını söyleyerek vermiĢti. Fakat Gates, olup bitenleri ifĢa etmiĢti. Libya üzerinde uygulanan uçuĢ yasağı kararı hakkında “dobra dobra konuĢalım” demiĢti.” UçuĢa yasak bölge, hava savunma sistemlerini yok etmek üzere Libya‟ya saldırmakla baĢlar. UçuĢ yasağı böyle uygulanır.” Gates‟in neyi ifĢa ettiğine yakından bakınca bir sonunun olmadığı anlaĢılır. Eski BaĢkan yardımcısı Dick Cheney‟in “terörle savaĢ” hakkında söylediklerini hatırlayalım. 50 ila 100 yıl sürebileceğini söylemiĢti. Batılı politikacıların düĢünce Ģekline bakabiliriz artık. SavaĢlar zorunlu olarak insâni kriz yaratır. ġu an Libya‟dan kaçmak için yaklaĢık 100.000 kiĢi çabalıyor. Bunlar arasında Mısırlılar, Tunuslular, Cezayirliler ve Sahraaltı Afrika ülkelerinin vatandaĢları da var BangladeĢliler, Hintliler ve Pakistanlılar da. Batı, insâni yardım ve insâni yardım çalıĢanları göndermenin bahanesi olarak bu insanların içinde bulundukları zor durumu kullanacak. Sonra da insâni yardım çalıĢanlarının “korunması” bahanesiyle çok sayıda kara askeri gönderilecek. Libya bir kez daha doğrudan sömürgeleĢtirilecek. UçuĢa yasak bölge kararını BM Güvenlik Konseyi aldı ama askeri harekât Fransa ve Ġngiltere tarafından baĢlatıldı ve harekât NATO uhdesine alındı. Böylelikle NATO güçleri kendilerini bir kez daha “dünyanın müĢterek hayrının yetkili hâkimleri” olarak tesis ettiler. Kaddafi‟yi devirmede kendilerine yardım etmesi için feryâd ederek Batıdan destek talep eden Libyalılar uyandıkları vakit dizlerini dövecekler. DıĢ müdahale hiçbir halka kurtuluĢ getirmemiĢtir. AFRICOM üzerine kitap hazırlayan Syracuse Üniversitesi‟nden siyaset bilimci ve Afrika-Amerika çalıĢmaları Profesörü Horace Campell Ģöyle diyor: Libya‟nın bombalanmasındaki Amerikan dahli, ARFICOM için halkla iliĢkiler manevrasına döndü. 60 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM AFRICOM, Dyncorp, MPRI ve KBR gibi Afrika‟da faaliyet gösteren Amerikalı askeri taĢeronlar için bir paravandır. SavaĢın özelleĢtirilmesinden çıkar elde eden Amerikalı askeri planlamacılar Libya‟ya müdahale kisvesiyle AFRICOM‟a güvenilirlik verecek bu fırsattan büyük bir keyif aldılar. Hiçbir Afrika ülkesi ARFICOM‟un kıtada bulunmasına rıza göstermemiĢti. AFRICOM‟un 1.500 çalıĢanı Almanya‟da Stuttgart‟ta bulunuyor. Eğer Libya bölünürse, yeni devlet AFRICOM‟a bir üs temin edebilir.” Libyalılar, ne kadar kötü olursa olsun Kaddafi döneminden daha berbat bir güne uyanmazdan önce kendilerine gelmeliler. KurtuluĢ için dıĢ yardımdan daha iyi yollar vardır. DıĢ yardım, beraberinde uzun iplerle gelir ve halkı özgürleĢtirmek yerine köleleĢtirmekle neticelenir. Kaynak: Crescent Online, 18 Nisan 2011 Çeviren: M. Alpaslan Balcı 61