MIN YA TUR

Transkript

MIN YA TUR
ALIŞVERİŞ VE
YAŞAM KÜLTÜRÜ
DERGİSİ
KASIM-ARALIK 2013
YIL 8 / SAYI 93 / FİYATI 1 TL
SOĞUK KIŞ GÜNLERİNİN
SICAKKANLI İÇECEĞİ;
SALEP
ASIRI
KORUYUCU
ANNE BABA
OLMAK…
VÜCUDUNUZ
KONUŞUYOR!
dekorasyonda
VINTAGE
RÜZGARI
fatma
sevildi
İLE MODAYA DAİR
TARİHİN
SESSİZ TANIĞI
MIN
YA
TUR
CAHİDE SULTAN’DAN
BİRBİRİNDEN ÖZEL
YEMEK
TARİFLERİ
1
2
3
93. SAYI
İÇİ İÇİNDEKİLER
8
FAKİR
GIDASI DEĞİL
FİKİR GIDASIDIR
HAMSİ
26
22
42
TARİHİN SESSİZ
TANIĞI:
MİNYATÜR
DEKORASYONDA
VİNTAGE
MODASI
SOĞUK GÜNLERİN
SICAK KANLI
İÇECEĞİ: SALEP
46
48
EVDEKİ
YÜKÜNÜZÜ
HAFİFLETİN
YA ONA
BİR ŞEY
OLURSA?
TİDE EDİTÖRDEN
o iligves abahreM
.zuroyışay
Merhaba sevgili okurlar, 93’üncü sayımızda sizlerle tekrar buluşmanın sevincini
yaşıyoruz.
ıyay nızımıyas klİ
amaz reh nirelzis
nıtayah elyiğireçi
v rarak rib urğod
ög erelziB .kudlo
rib adzımıyas uB
le ikse ,rütayniM
yunok ,kamalkıça
lıçtanas rütayniM
ligziç ikatkılnılak
.rav ıralkacatalna
İlk sayımızın yayımlandığı tarihten bugüne kadar tam 8 yıl geçti. Yola çıkarken
sizlerin her zaman okuyabileceği, duygu ve düşüncelerinize hitap eden ve farklı
içeriğiyle hayatınıza renk katabilecek bir dergi olmayı amaçlamıştık. 8 yıldır ne kadar
doğru bir karar verdiğimizi sizlerden aldığımız bildirimlerle bir kez daha görmüş
olduk. Bizlere göstermiş olduğunuz ilgiden dolayı bir kez daha teşekkür ederiz.
Bu sayımızda birbirinden yine ilginç ve güzel dosyalar sizleri bekliyor.
Minyatür, eski el yazması kitaplarda ışık, gölge ve oylum verilmeden metni
açıklamak, konuyu ve ayrıntılarını betimlemek için yapılan özel resim tekniğidir.
Minyatür sanatçıları o kadar ustaydılar ki, bir tek samur kılı ile birbirinin aynı
kalınlıktaki çizgileri rahatlıkla çizebilirlerdi. Tarihin sessiz tanığı minyatürlerin sizlere
anlatacakları var.
nın’apurvA atrO“
,asrulo kacaluros
nitnek ”relüpop“
as uB .avalsitarB
natalna ızrat iksE
saroked edrelnüg
rutşulo refsomta
“Orta Avrupa’nın en çok tanınan ve en çok ziyaret edilen üç kenti hangisidir?” diye
sorulacak olursa, akla hemen Viyana, Prag ve Budapeşte gelecektir. Oysa bu üç
“popüler” kentin tam ortasında “gizli hazine” gibi duran bir kent var. O kentin adı,
Bratislava. Bu sayımızda objektiflerimizi Bratislava’ya çevirdik.
Eski tarzı anlatan ve nostalji olarak da bilinen tarza “vintage” deniliyor. Ve bu
günlerde dekorasyonda “vintage” adını çok duyuyoruz. Evinizde daha sıcak bir
atmosfer oluşturmak istiyorsanız “vintage” mobilyalar ve aksesuarlar tam size göre.
ad ,şamuk iletilaK
maşay ,eli idliveS
k enirezü ısadom
is ınısadom 4102
Kaliteli kumaş, dantel ve el işçiliği işlemeleriyle tasarımlarını buluşturun Fatma
Sevildi ile, yaşamında rahatlık ve şıklığı bir arada isteyen bayanlara abiye ve gelinlik
modası üzerine keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Fatma Sevildi, abiye ve gelinlikte
2014 modasını sizlerle paylaştı.
be ucuyurok ırışA
dzınışrak elkireçi
Aşırı koruyucu ebeveynlik, çocuk ve aktüalite dosyalarımızla bu ay da dopdolu bir
içerikle karşınızdayız. Hepinize huzur dolu günler diliyoruz.
4
Aydoğan Yüce
İmtiyaz Sahibi
Yeşilimsi Yayıncılık Ltd. Şti. Adına - Tekin Güner
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Tekin Güner
Editör
Aydoğan Yüce
Sanat Danışmanı
R. Yeşim Güner
YAPIM
GREENS DESIGN
Yayın Kurulu
Aydoğan Yüce, Ayşe Esra Atlı
Hasan Güvercinci, Hakan Başbuğ,
Salih Yılmaz,
Lider Anaç, Yıldız Liva,
Yönetim Yeri
Hoşdere Cad. Reşat Nuri Sok.
2/5 Y.Ayrancı / ANKARA
Tel: 0312 468 52 22 Fax: 0312 468 52 24
Baskı
Dumat Ofset Matbaacılık San. ve Tic. Ltd. Şti.
Bahçekapı Mah. 2477. Sok.
No: 6 Şaşmaz/ ANKARA
Tel: 0312 278 82 00
Baskı Tarihi 15. 11. 2013
Aylık yerel süreli yayındır. ISSN 1306-1739
[email protected]
[email protected]
Reklam Rezervasyon
Halil Arslanpınar
[email protected]
5
yaşında
6
Heyecanımız büyük!
Bundan tam 8 yıl önce kimi zaman heyecanlı kimi zaman da merakla takip edeceğimiz uzun
ama eğlenceli bir yola çıktık “Aile Dostu”ekibi olarak.
Mutfakta keyifli bir yemek hazırlarmışçasına biraz sağlıktan, biraz kültür sanattan, biraz
keyifli sohbetlerden, biraz dünyadaki görülesi şehirlerden ve biraz sahip olduğumuz
değerlerden ekledik “Aile Dostu”muza.
Bugün ise 93’üncü sayımızı sizlere sunmanın coşkusunu yaşıyoruz…
Her bir sayısı özel bir emek ve gayretle hazırlanan dergimiz, tam 8 yıldır okurlarımızın
gönlünden geçen duyguları ve samimi ifadeleri anlatan bir el emeği ve göz nuru... Farklı
konulara yer vererek 7’den 70’e her kesimin ilgisini çeken, okuyucularını her defasında
başka dünyalara götüren bir yol haritası…
Değerli Aile Dostlarımız;
Yaşadığımız dünyaya ışık tutmak ve alışveriş ve yaşam kültürümüze artı bir değer katmak
üzere, ekibimizin özgün çalışmalarıyla harmanladığımız ve her sayımızda olduğu gibi
tamamı Aile Dostu ekibinin emeği ile şekillenen dopdolu bir 7 yıl geçirdik.
Ülkemizin birçok noktasında okuyucusuyla buluşarak, her zaman zenginliğini ve canlılığını
koruyan, içeriği ile alanında önemli bir boşluğu dolduran Aile Dostu ekibi olarak, sizlerden
aldığımız destek sayesinde yolumuza devam ediyoruz.
7
BİZDEN HABERLER
ADESE’DE EYLÜL KAMPANYASI
TALİHLİLERİ ÇEKİLİŞLE BELİRLENDİ
ADESE’NİN, 22’NCİ YILINA ÖZEL OLARAK GERÇEKLEŞTİRDİĞİ ‘22. YILDA 22.222
HEDİYE’ KAMPANYASININ DÖRDÜNCÜ DÖNEMİ OLAN EYLÜL AYI TALİHLİLERİ BELİRLENDİ.
21 EKİM 2013 TARİHİNDE GERÇEKLEŞTİRİLEN ÇEKİLİŞLE 4.444 HEDİYE SAHİBİNİ BULDU.
Perakendenin yükselen değeri Adese,
Haziran ayında başlayan ve 5 ay boyunca devam eden ‘22. yılda 22.222
hediye’ kampanyası süresince Adese
Kart’larıyla alışveriş yapan Adese müşterileri her 25 TL’lik alışveriş için bir çekiliş hakkı elde ediyor. Kampanya kapsamında Adese müşterileri her ay 2
adet HYUNDAI İ20 başta olmak üzere birbirinden özel hediyeler kazanma
şansı elde ediyor. Haziran, Temmuz
ve Ağustos kampanyalarından toplam
13.332 şanslı Adese müşterisi birbirinden değerli hediyelerin sahibi oldu.
EYLÜL KAMPANYASININ
ÇEKİLİŞİ 21 EKİM’DE
KULESİTE’DE
GERÇEKLEŞTİ
Adese müşterilerinin yoğun ilgisiyle karşılaşan kampanyanın dördüncü
dönemi 30 Eylül 2013 tarihinde sona
erdi. 21 Ekim 2013 Pazartesi günü saat
11.00’de Kulesite Adese’de gerçekleşti-
8
rilen Eylül kampanyası çekiliş sonucu
toplam 4.444 hediye için şanslı Adese
müşteri belirlendi. Noter huzurunda ve
halka açık şekilde yapılan çekiliş sonucu Konya’dan FEHMİ SERT ve MEHMET
AVCİ 2013 model Hyundai İ20 otomobil kazanan isimler olurken Mut’dan RECEP ŞIK, Konya’dan RAMAZAN KULAÇ,
ZEKİ DURAN ve HASAN DOĞU ise Acer
Laptop kazanan şanslı Adese müşterileri oldular.
TALİHLİLERE
OTOMOBİLLERİ
TESLİM EDİLDİ
4.444 hediyenin talihlilerinin belirlendiği çekilişin ardından kampanyanın en
büyük hediyesi olan 2 adet 2013 model Hyundai i20 otomobil şanslı Adese
müşterilerine düzenlenen törenle teslim edildi. Kulesite Adese’de düzenlenen hediye teslim programında talihliler ve aileleri ile Adese yöneticileri hazır bulundu. Talihlilerden Mehmet Avcı,
otomobilinin anahtarını İttifak Holding
İnsan Kaynakları Direktörü Hasan Sancak Basa’nın elinden alırken, diğer talihli Fehmi Sert’e ise otomobilini Kulesite Adese Mağaza Müdürü Celal Ertan
teslim etti.
Düzenlenen törende kısa bir konuşma
yapan Celal Ertan, “22. Yıl’a özel düzenlenen ve 5 ay boyunca süren kampanyamız 31 Ekim 2013 itibariyle sona
erdi. Kampanyanın ilk dört aylık döneminde 8 adet 2013 model Hyundai i20
otomobil başta olmak üzere toplam
17776 hediye sahibini buldu. Toplam
22.222 kişinin hediye kazanacağı kampanyamızın son dönemi olan Ekim ayının çekilişi ise 11 Kasım’da gerçekleştirildi ve 4446 kişi daha hediyelerine kavuştu” dedi.
Hediyelerini teslim alan talihlilerin ve
ailelerinin de oldukça mutlu oldukları
gözlendi.
BİZDEN HABERLER
ÜNLÜ OYUNCULAR KULESİTE’DE
HAYRANLARI İLE BULUŞTU
Adese ve Kulesite’nin sponsorluğunda gerçekleştirilen “13. Kısa-ca Uluslararası Öğrenci Filmleri Festivali’ kapsamında, Kulesite 6 Kasım’da efsane dizi”
Asmalı Konak’ın ünlü oyuncuları Selda Alkor ve Nihal Menzil’i ağırlarken,
7 Kasım’da ise gençlerin sevgilisi Ahmet Kural ve Murat Cemcir ile son dönemin parlayan dizi oyuncusu Meltem
Miraloğlu’nu konuk etti.
Kulesite Alışveriş ve Eğlence Merkezi,
6 Kasım 2013 Çarşamba günü Kulesite
Etkinlik Alanı’nda gerçekleştirilen imza
günü ile ünlü oyuncular Selda Alkor ve
Nihal Menzil’i Konyalı hayranlarıyla buluşturdu. 7 Kasım 2013 Perşembe günü
ise renkli kişiliği ve oyunculuğuyla İşler
Güçler dizisinin sevilen oyuncuları Ahmet Kural ve Murat Cemcir ile Hayat
Devam Ediyor, Adını Kalbime Yazdım
gibi yapımların parlayan dizi oyuncusu
Meltem Miraloğlu Kulesite’de sevenleriyle bir araya geldi.
SELDA ALKOR
VE NİHAL MENZİL
Güleryüzleri ve pozitif enerjileriyle tüm
sevenleriyle teker teker ilgilenen Alkor
ve Menzil, hayranlarıyla bol bol fotoğraf çektirmeyi ihmal etmediler. Yaklaşık bir buçuk saat süren etkinliğe katılımları için sevenlerine teşekkür eden
ünlü oyuncular, Konya’da olmaktan
duydukları mutluluğu da ayrıca dile getirdiler.
AHMET KURAL, MURAT
CEMCİR VE MELTEM
MİRALOĞLU
Renkli kişiliği ve eğlenceli sohbetiyle Konyalıların yoğun ilgisiyle karşılaşan Ahmet Kural ve Murat Cemcir
Konya’da olmaktan duyduğu mutluluğu dile getirdi. ‘Hayat Devam Ediyor’
ve ‘Adını Kalbime Yazdım’ gibi ses getiren yapımların sevilen oyuncusu Meltem Miraloğlu ise kendilerine gösterdikleri ilgi nedeniyle Konya halkına teşekkür etti.
Etkinliğe yoğun ilgi gösteren Konyalılar, ünlü oyunculardan imza alabilmek
ve fotoğraf çektirebilmek için etkinlik
alanında uzun kuyruklar oluşturdu.
Bugüne kadar birçok eğlenceli etkinliğe
imza attıklarını ifade eden Kulesite
Alışveriş Merkezi Müdürü Mustafa Totan, “Kulesite olarak, ziyaretçilerimizi
memnun etmek ve kaliteli vakit geçirmelerini sağlamak için özel etkinlikler
gerçekleştirmeye özen gösteriyoruz.
Önümüzdeki döneme ilişkin planladığımız kültür-sanat etkinlerinde, ziyaretçilerimizi ünlü isimler ile bir araya getirmeye devam edeceğiz” dedi.
SELVA’DAN ‘DÜNYA MAKARNA GÜNÜ’NE ÖZEL KAMPANYA
İttifak Holding bünyesinde faaliyet gösteren, tüketicisinin yenilikçi markası
Selva Gıda, 25. yıldönümüne denk gelen 2013 ‘Dünya Makarna Günü’nde
250 bin paket bedava makarna kampanyası başlatıyor. Yıl sonuna kadar
devam edecek kampanya boyunca 2
paket Selva makarna alan herkes bedava makarna kazanacak.
Kuruluşunun 25. yıldönümünü de kutlayan Selva Gıda’nın 25 Ekim’de başlayan ve yıl sonuna kadar devam edecek
kampanyası kapsamında 2 paket Selva
makarna alan herkes, 1 paket makarna
kazanacak. Bu kampanya ile besin değeri yüksek ve katkı maddesi kullanılmadan üretilen Selva makarna tüm sofralara ulaşacak.
Tüm dünyada tüketicilerin makarnanın şişmanlattığı ve sağlıksız olduğuna yönelik yanlış bilgilerini değiştirmek üzere makarna üreticileri tarafından hayata geçirilen ‘Dünya Makarna Günü’, 1997 yılından bu yana her yıl
25 Ekim’de dünyanın farklı ülkelerinde
kutlanıyor. Bu yıl ilk kez İstanbul’da kutlanacak güne özel bir kampanya hazırlayan Selva, yaklaşık 250 bin kişiye makarna hediye edecek.
Kampanya ile alakalı Selva Gıda Genel
Müdürü Mehmet Karakuş, “2013 yılında, 25. kuruluş yıldönümümüze rastlayan ‘Dünya Makarna Günü’nde, 7’den
70’e herkesin çok sevdiği makarnayı tüm sofralara hediye etmek istedik. Beslenme uzmanlarının da belirttiği gibi; makarna, besin değeri oldukça yüksek ve sağlığa yararları azımsanmayacak bir gıda ürünüdür. Selva olarak sağlıklı nesiller yetiştirmeye verdi-
ğimiz büyük önemle koruyucu ve katkı maddesi içermeyen, yüzde yüz doğal
ürünlerimizi halkımızla buluşturmaktan
mutluluk duyuyoruz. Bu sağlıklı besin
kaynağının tüm sofralara ulaşması ve
geniş bir kültüre sahip olan Türk mutfağında hak ettiği yeri almasını arzuluyoruz” dedi.
9
FAKİR GIDASI DEĞİL,
FİKİR GIDASIDIR
Hamsi
HİÇ BİTMEYEN, ZORLU, SÜREKLİ AİLEDEN UZAK BİR İŞİNİZ OLSUN İSTER MİSİNİZ? O ZAMAN BALIKÇI OLUN…
BALIKÇILIK İŞİNDE ESAS GÖREV KAPTANIN; ŞAHİN GÖZLERİYLE DEVAMLI UFKA BAKIYOR. BİR TANE BALIK,
BALIKÇI DEYİMİYLE “OYNAK BALIK” BÜTÜN SÜRÜYÜ ELE VERİYOR. GÜNE ERKEN SAATLERDE “RASTGELE” DİYEREK BAŞLAYAN BALIKÇILAR, BEREKETLİ SULARDA TEKNELERİNİ DOLDURMAYA ÇALIŞIRKEN, GÜÇLÜKLERİ
DE YENMENİN MÜCADELESİNİ VERİYORLAR. ZORLUKLARLA KARŞI RASTGELE DİYORLAR.
10
Hamsi avı çok zevkli bir iştir; yalnız, bunun için sabırlı olmak, güçlüklerden yılmamak, zorlukları yenmekten zevk almak şarttır. Çünkü hamsi avı karada yapılan avlardan daha güç, daha yorucudur. Hamsi avcısı, yalnız hamsi ile değil, saati saatine uymayan Karadeniz’le
de uğraşmak, onu yenmek zorundadır.
Hamsi tutmak için özel olarak hazırlanan ince ağlar, balıkçı teknelerine bağlanarak, hamsinin en yoğun olduğu bölgelerde ava çıkılıyor. Ağlar el ile çekilirken büyük bir ağırlık oluşuyor. Hamsiler daha sonra kaplara doldurularak
üzeri buzlanarak satılmak üzere balıkçı
pazarlarına gönderiliyor. Soğuk ve karlı havalardan sonra vücudu yağlanan
hamsi, en lezzetli hamsi olarak biliniyor.
Marmara’ya yerleşmiş olan bu hamsi
sürüleri göç etmezler. Batı ve Doğu Karadeniz hamsilerine oranla daha küçüktürler. Kışın Gemlik, Bandırma ve İmralı
açıklarında gırgır ağlarıyla avları yapılır.
Zaman zaman yaz ortasında sardalya
sürülerine de karışırlar. Hamsinin oltayla avı yapılmamasına rağmen Boğaz’da
tesadüfen çok ince ve küçük çapari takımına atladıkları da olur.
HAMSİ BALIĞI, TEMMUZ
AYININ BAŞLARINDA
KARADENİZ’İN
KUZEY BATISINDA
TUNA VE DİNYESTER
NEHİRLERİNİN
DÖKÜLDÜĞÜ YERE
YUMURTA BIRAKIR.
Yaşam şekli Karadeniz’in insan yaşamıyla özdeştir. Karadenizli balıkçılar,
karada da hamsiden kopmadan yaşamak için otele dönüştürdükleri otobüslerde kalıyor. Radarla denizden hamsiyi takip eden meslektaşlarından haber
alan balıkçılar, otel otobüsleriyle hamsiyi izliyor. İçine konulan ranzalarla 15
yataklı otel haline getirilen ve hamsinin
gittiği yöne göre yer değiştiren eski model otobüsler tekne sahiplerine ait. Onlar hamsi koktukları için otellere alınmadıklarından otobüsü otel yaptıklarını
söylüyorlar ama bu, işin bahanesi. “Esasında denizden kopamıyoruz da ondan
otobüslerde yatıyoruz” diye de ekliyorlar. Otel otobüslerde mevsimlik işçi olarak çalışan balıkçılar da kalıyor. Otel
otobüslerde yemekhane ve kantin hizmetleri bile düşünülmüş. Her otel otobüsün yanına kurulan çadırlarda kendi
pişirdikleri yemeklerle karınlarını doyuran balıkçılar, kantinde de çaylarını yudumluyor.
Hamsi balığı, Temmuz ayının başlarında
Karadeniz’in kuzey batısında Tuna ve
Dinyester nehirlerinin döküldüğü yere
HAMSİ SADECE BİR BALIK DEĞİLDİR, TAMAM BALIKTIR, ANCAK; HAMSİ
BUNUNLA KALMAZ, AYNI ZAMANDA BİR KÜLTÜRDÜR.
yumurta bırakır. Neden oraya yumurta
bırakır bu balıklar, hala muamma ama
oraya bırakır. Yumurta bırakan hamsilerin çoğu ölür, zaten 2-3 senelik bir
ömürleri vardır. Yumurta Temmuz’dan
Ağustos sonuna kadar denizin üst kısmında öylece durur. Ağustos’un ortalarında yavaş yavaş çıkmaya başlayanlar vardır, yumurtadan çıkan larvalar,
diğer arkadaşlarının da çıkmasını bekler. Ortalama yüz bin bireylik bir sürü
oluşturduktan sonra başlarlar yüzmeye. Romanya, Bulgaristan gibi ülkelerin
kıyılarından geçtikten sonra Trakya’nın
Karadeniz kıyılarına ulaşırlar. Gelirken
beslene beslene gelirler, büyürler. Maalesef ki bu Batı Karadeniz ülkelerinin
sularından geçerken balıklar ufak olduğundan oralarda avcılığı yapılmaz,
hamsiler bize kalır. Hamsiler Eylül’ün
15’inde Sinop’a ulaşmış olurlar. Hemen
hemen de avlanılabilecek büyüklüğe
ulaşmış olurlar. Fakat Karadenizliler bi-
lir, hamsinin kulağına kar suyu kaçmadan yenilmeyeceğini. Eğer o tarihlerde
Sinop’a kar yağarsa, balıkçılar yaşadı
demektir. Hamsi su yüzeyine daha yakın yüzer, daha fazla beslenir, bir anda
boy atar. Hamsilerimiz Sinop’tan Doğu
Karadeniz’e doğru devam eder yüzmeye. Ocak 1 oldu mu, hamsiler Hopa’ya
ulaşmış olur; tabi kalırsa. Hamsi sürüsünün % 5’lik kısmı Hopa’dan yukarıya doğru devam ederek Rusya’ya gider.
Onlar artık Rus hamsisi olur. Rus’un
hamsisinden de bize hayır gelmez. Kalan % 95’lik kısım geldiği yoldan geri
döner. Mart başlarında Sinop’a kadar
gelir. Sinop’a gelince, Kastamonu, Bartın tarafına doğru yüzmesi gereken
hamsinin kafası karışır ve Sinop’tan yukarıya doğru başlar gitmeye. Yine üreme yerine gidiyordur ama yapılan araştırmalar, o tarihlerde Tuna Nehri ağzında pek hamsi bulunmadığını söylüyor.
Vücut iğ şeklinde hafif yassılaşmış olup
yanlarda yuvarlaktır. Alt dudak mevcut değildir, üst çene ise uzun olup, sırt
rengi koyu mavi siyahımsı, alt taraf açık
renklidir. Yan tarafları parlaktır. Sanılanın aksine hamsi Karadeniz’e has bir balık türü değildir. Büyük Okyanus’un güney kesimlerinde özellikle Şili ve Peru
açıklarında büyük sürüler halinde bulunabilirler. “Engraulidae familyası”ndan
bir balık türüdür. Bu familyaya has özellikleri gösterir.
Vücut az çok uzamıştır. Dorsal ve anal
yüzgeçler birer tanedir. Yüzgeç ışınları yumuşak ışındır. Vücut, sikloid pulludur. Yan çizgi yoktur. Burun, konik, öne
doğru çıkıntı yapmış ve alt çene burun
ucundan epeyce geridedir. Ağız büyüktür ve alttadır. Üst çenenin arka ucu
gözlerden oldukça geridedir. Üst çeneyi oluşturan kemikler burun ucuna erişmezler. Karnın orta hattında karina-
11
EVDE KIZARTMA
YAPTINIZ DİYELİM,
BUNUN KOKUSU
DA EVDEN GİTMEZ.
OLSUN AMA MİS
KOKULUDUR.
BAŞKA BİR ŞEYDİR
HAMSİ.
lı pul yoktur varsa bile karinaları keskin
değildir. 10 cm boyunda koca bir devdir tavada kızaran, denizde oynaşan,
Of’’lu İdris’i, Boyabat’lı Hasan’ı, Sinop’lu
Kurtuluş’u denize döken hayat kavgasında. Aylarca kar kış demeden azgın
Karadeniz’in kucağına bırakandır, evden, sevdadan, sıcak yataktan uzaklaştırandır Karadeniz çocuklarını.
Yeri gelir kuyruklarından beşer beşer tutulup adını aldığı hamse şeklinde tavaya atılır, yeri gelir tarçına fıstığa boğulmuş pilavın içinde tüter buram buram, yeri gelir ekmeğin içine girer Karayel’den korkup. Ama nereye girerse girsin asla çıkmaz Karadenizlinin
gönlünden bu küçük cevahir.
Şenlendirdiği sofralarda, muhakkak bir
adet kılçığını ayıklayanla, o ayıklayan kişiye sanki evrenin sırrını veriyormuşçasına, “Hamsinin kılçığı mı çıkarılır yaa?
Böyle tek hamlede yutçan” diyen kişi
istihdam olunur. Sazan gibi alık bir balık değildir, kendi çapında karizması
olan sevimli bir balıktır. Karadeniz Bölgesi’nde hoşafı ve tatlısı da dâhil olmak
üzere bilinen 52 çeşit yemeği vardır.
Kılçığı çıkarılıp iki tanesi birbirine yapıştırılır, galeta ya da mısır ununa bulanır,
kızartılır yani en azından eşim öyle yapar ve balık sülalesinin tek lezzetli üyesi
haline gelir. Diğer balıkların yaptığı gibi
önümüze kılçık engeli koymayan, zahmetsiz ve sakin bir balıktır.
12
Özel kızartma tavası olan tek balıktır
hamsi. Kapağıyla çevirir Karadenizliler bunu, kızartırken mısır ununa bulan-
mış hamsilerin kafaları, ortaya kuyrukları kenara gelecek biçimde dizilir. Sonra kapak vasıtası ile çevrilir. Süper bir
lezzet olur. Ayrıca biber salçası, soğan
ve limon bulamacına batırılabilir. Adıyla bile iştah açar. Bunun bir de, hamsiler tavaya yan yana dizilerek ve üzerine çırpılmış yumurta+ince doğranmış
taze soğan+maydanoz dökülerek omlet gibi pişirileni vardır ki, “hamsi kaygana” denir.
Hamsi sadece bir balık değildir, tamam
balıktır, ancak; hamsi bununla kalmaz,
aynı zamanda bir kültürdür. Bir yaşam
mücadelesi, iyot kokusudur, bütün bir
Karadeniz Bölgesi’nin geçimidir, yemeğidir, ekmeğidir, savaşıdır hamsi.
Karadeniz’in göz yaşıdır hamsi.
Karadenizli arkadaşlar hamsiyi balık
olarak görmezler. O hamsidir çünkü…
En basit örneğini, herhangi bir restorana girip deneme yanılma suretiyle görebilirsiniz. Yaşayacağınız diyalog şöyle bir şey olacaktır:
Buyrun ne yiyeceğasinuz daa?
Ne var yiyecek?
Paluk var… Hamsi var… Pide var…
Bir süre düşünürsünüz… Ses tekrar yankılanır:
Ne diysun uşağum? Sipariş verceğasan ver daaa…
Tamam. Bize hamsi o zaman…
Mevsiminde çok ucuzdur hamsi. Avdan
dönen tekneden alınır, iki adım atmadan
poşet patlar, hamsi kedi maması olarak
etrafa yayılır, ama dönüp ayni iştahla 5
kilo daha alınır. O derece ucuz olur mevsiminde.
Kâğıtta yapılanı da pek makbuldür bunun. Dökme saplı, genellikle kare şeklinde olan özel bir tepsimsi tavası vardır,
yağlı kâğıt üzerine dizilmek suretiyle pişirilip afiyetle yenir.
En güzeli, en tazesi Sinop’ta yenir. Sabah çıkarılan hamsi öğleden sonra bayatlamıştır diyerek almazlar. Ve kışın,
ıslak Sinop akşamlarında bütün sokaklar çeşit çeşit pişirilmiş hamsi kokar. İşin
ilginci, ne bıkarsın, ne canın artık çekmez olur...
Hamsi fakir gıdası değil, fikir gıdasıdır.
Bolluğunda balıkçıların diğer balıkları devre dışı bırakıp, yüklendikleri balıktır. Köşe başları hamsi kasalarıyla dolar.
Izgara kokusu sarar her yeri. Çoğu menüye hamsili pilav, hamsili ekmek, hamsi buğlama, hamsi tava vs. yerleşir. Temizlemek için kullanılan eller otomatiğe
bağlanır. Kokusu uzunca bir süre elden
çıkmaz. Evde kızartma yaptınız diyelim, bunun kokusu da evden gitmez. Olsun ama mis kokuludur. Başka bir şeydir hamsi. Baktıkça gülesi gelir insanin.
Komiktir. Çağrıştırdıkları için mi bilmiyorum ama hamsi yerken mutlu olur insan. Bir elinize soğanı alıp, diğer elinizde mısır unuyla kızartılmış hamsi olunca, “Bu şekilde heykelim dikilsin, mutluluğun tanımı bu” diyesiniz gelir.
Hamsi mevsimi de geldi. Şimdiden afiyet olsun.
Hazırlayan: Aydoğan Yüce
13
KIŞ SEBZE VE
MEYVELERİ
”YAZ-KIŞ BİRBİRİNE KARIŞTI.” BÜYÜKLERİMİZİN DİLİNDEN SIKÇA DUYDUĞUMUZ BİR TABİRDİR. “YAZ
KIŞA, KIŞ YAZA KARIŞTI” DERKEN HER TÜRLÜ SEBZE VE MEYVEYE HER MEVSİM BULABİLMEMİZ. MEYVE
VE SEBZELERİ İSTEDİĞİMİZ HER AN BULABİLMEK ÇOK GÜZEL. ANCAK YAZ KIŞ HER TÜRLÜ MEYVE VE
SEBZEYE ULAŞIP TÜKETMEMİZ BERABERİN DE BİRTAKIM SAĞLIK SORUNLARINI DA GETİRİYOR. SAĞLIK
PROBLEMLERİNDEN KORUNMAK İÇİN MEYVE VE SEBZELERİ GERÇEK MEVSİMİNDE TÜKETMEMİZ ÇOK
ÖNEMLİ. İŞTE KIŞ MEVSİMİNDE TÜKETİLMESİ GEREKEN SEBZE VE MEYVELER…
KIŞ SEBZELERİ
Bal Kabağı: Yüksek A vitamini, fosfor
ve kalsiyum içeren bal kabağı sadece
tatlılarda değil; çorba ve mezelerde de
kullanılmalı. Ayrıca lifli yiyeceklerin sık
tüketiminin kolon kanserine karşı koruyucu olduğu yapılan çalışmalarla kanıtlanmıştır.
Brokoli: A vitamini ve potasyumdan
zengin, folik asit için iyi bir kaynak olan
brokolinin mineral kaybı en az olacak
şekilde pişirilmesi çok önemlidir. Bu nedenle az pişirilmeli ve haşlama suyu dökülmemelidir. Mide ve yemek borusu
kanseri tehlikesini azaltır.
Brüksel Lahanası: Kükürtlü sebzeler
grubunda olduğu için güçlü bir kanser
savaşçısıdır. Az pişirilmesi veya çiğ tüketilmesi gerekir.
Havuç: A, B1, B2 vitamini ve lif kaynağıdır. Enerji verir. Karaciğerin safra salgılamasına ve kolesterolü dengelemesine
yardım eder. Su içeriği yüksek olduğu
için şeker hastaları rahatlıkla tüketebilir. Ayrıca mide ve bağırsak rahatsızlıklarına iyi gelir. Ancak pişirildikten sonra içindeki maddeler çok kısa bir sürede
toksik maddelere dönüşebildiği için hemen tüketilmelidir.
Ispanak: Demir yönünden zengin olan
ıspanak, diğer yapraklı sebzelere nazaran daha çok protein içerir. Tansiyonu
düşürür, kan pıhtılaşmasını azaltır. Beta
karoten içerdiği için yaşla birlikte ortaya çıkan göz hastalıklarına karşı da etkilidir. Bazı mide kanserlerini önlediği ve
bağışıklık sistemini güçlendirdiği kanıtlanmıştır.
Kabak: 100 gram kabak günlük folik
asit ihtiyacının dörtte birini karşılayabilir. Haşlanmış kabakta bulunan karoten
maddesi etkili bir antioksidandır. Yüksek orandaki potasyum sıvı-tuz dengesini sağlar.
Karalahana: Kalsiyum, bakır, demir, potasyum ve C vitamini bakımından zengindir; ayrıca kükürt içerir. Çiğ olarak
yemek veya sıkarak suyunu içmek daha
faydalıdır. Kansızlığı giderir, idrar söktürür. Mide ve bağırsak yaralarını yumuşatır. Kabızlığı giderir. Kandaki şeker
miktarını düşürür. Vücudu hastalıklara
ve kansere karşı korur. Sarılık ve safra kesesi hastalıkları için iyidir. Astımda
faydalıdır. Romatizma, siyatik, lumbago
ve apsede yararlıdır. Ses kısıklığını giderir, iştah açar. Ancak guatr rahatsızlığı
olanlar tüketmemelidir.
Kereviz: Kükürtlü sebzelerdendir ve
kesildikten sonra en kısa sürede tüketilmesi faydalıdır. Sakinleştirici özelliğinin
yanı sıra kanı temizler, kilo almayı önler
ve böbrekler için çok yararlıdır.
Kırmızı ve Sarı Soğan: Sarı ve beyaz
olanların besin öğeleri biraz daha yoğun olmasına rağmen her ikisi de güçlü antioksidanlardır. Savunma sistemini güçlendirir. Grip, nezle, astım gibi
enfeksiyonlarda sarımsakla birlikte etkin bir role sahiptir. Öksürük söktürü-
14
cüdür; bronşları temizler. Kemik erimesine iyi gelir. Kandaki şeker seviyesinin
düşürülmesine yardımcı olduğu için şeker hastaları tarafından rahatlıkla kullanılabilir. İdrar söktürücüdür. Böbreklerde biriken kum ve taşların dökülmesine
yardımcı olarak böbrek ağrısını dindirir.
Egzama ve diğer cilt hastalıklarında kullanılır. Kalp damar sağlığı açısından faydalıdır. Çiğ olarak tüketildiğinde mideyi
güçlendirir, sindirim sistemini uyarır, idrarı artırır. Ancak mide rahatsızlığı olanlar çiğ olarak tüketmemelidir. Kırmızı
soğan sigara içenlerde biriken nikotinin
vücuttan atılmasında önemli bir role sahiptir. Kanda yükselmiş olan lipit miktarını düşürür. Safrayı incelterek, karaciğerin rahat çalışmasını sağlar.
Lahana: Yaşlanmayı önleyici mineral
olarak kabul edilen selenyum sağlıklı bir
cilt verir. Mide ve yemek borusu kanseri
tehlikesini azaltır. Sadece lahana çeşitlerinde bulunan U vitamini, mide ve bağırsakların iç yüzeyini koruyor, oralardaki yaraların iyileşmesini sağlıyor.
Marul: Su içeriği yüzde 95 civarındadır.
A vitamini içerir.
Mantar: Yüksek enerji, potasyum ve
protein içerir. Yağ oranı çok düşüktür.
Maydanoz: İdrar söktürücü olan maydanoz C vitamini açısından çok zengindir. Aynı zamanda A vitamini ve potasyum için iyi bir kaynaktır. Taze tüketilmesi, pişmiş haline göre daha besleyici
olmakla birlikte, ödem atıcı olarak, kaynatılıp suyu içilebilir. Yüksek tansiyonu
düşürür, kalbin yorulmasını önler, kansızlığı giderir, safra akışını kolaylaştırır.
Böbrek taşlarının düşürülmesine yardımcı olur. Böbrek iltihabı olanlar maydanoz yememelidir.
Patates: Yüksek miktarda nişasta, B ve
C vitamini içermesine rağmen, pişirme
esnasında ciddi kayıplara uğrar. Aynı
zamanda sinir sisteminin düzenli çalışmasını engelleyen bazı toksik maddeler de içerir ve bu toksik maddeler an-
cak çok iyi pişirildiğinde etkisiz hale gelir. Bu yüzden patatesin çok iyi pişirilmesi de gerekir. Kabuğunun çok ince
soyulması vitamin kaybını azaltmak için
çok önemlidir. Beyindeki serotonin adlı
kimyasal maddenin kendisini yenilemesini sağlar. Antioksidanlar yönünden
çok zengindir. Kandaki şeker seviyesini düşürerek kanı temizlediği için şeker
hastaları rahatlıkla tüketebilir. Susuzluğu ve karaciğer şişliklerini giderir. Sert
bir şey yutulduğunda yabancı maddenin
zarar vermeden çıkmasını sağlar. El ve
ayak çatlaklarında faydalıdır.
Rezene: Uçucu yağlar içerdiğinden kaynatılması yerine sıcak suda bekletilmesi
tercih edilmelidir. Anne sütünü artırma
konusunda önemli yardımcılardan biridir. Kalsiyum, potasyum gibi minerallerin yanı sıra B vitamini de içerir. Vücut
direncini artırır. Düzenli kullanıldığında
kolesterolü düşürür.
Sarımsak: Enerji verir. Kükürt ve sülfürden zengin olduğu için güçlü bir kanser savaşçısıdır. A, B, C, P vitaminleri
içerir. Yüksek tansiyonu düşürür. Kanı
temizler. İştah açar. Hazmı kolaylaştırır.
Kabızlığı giderir. Romatizma ve eklem iltihaplarında yararlıdır.
Şalgam: Kalsiyum, demir ve magnezyumdan zengindir. A, C ve B vitamini içerir. Kalsiyum, potasyum ve demir
içerir. Kemik ve dişleri güçlendirir. Daha
çok suyu tüketilir. İştahı açar. Vücuttaki
toksinleri atmak için hem yenmesi hem
de suyunun tüketilmesi oldukça sağlıklıdır. Mide ve karaciğere faydalıdır.
TURP POTASYUM
İÇİN İYİ BİR
KAYNAKTIR.
HALSİZLİĞE İYİ
GELİR. TOKLUK
HİSSİ SAĞLAR.
Tere: Yapısındaki madeni tuzlar ve vitaminler sayesinde, kanı mikroplardan temizler, hastalıklara karşı direncimizi artırır. Böbrek taşlarını eriterek düşmesini kolaylaştırır. Kandaki şeker oranını
düşürür. Güç vericidir, dermansızlık ve
halsizliğe iyi gelir.
Turp: Özellikle siyah turp, çok daha yüksek miktarda besin öğesi içerir ve böbrekler için yararlıdır. Potasyum için iyi
bir kaynaktır. Halsizliğe iyi gelir. Tokluk
hissi sağlar. Bağışıklık sistemini güçlendirir. Üst solunum yolu enfeksiyonlarının giderilmesinde iyi bir yardımcıdır.
15
C VİTAMİNİ VE
FOLİK ASİT KAYNAĞI
OLAN PORTAKAL
BAĞIŞIKLIK SİSTEMİNİ
GÜÇLENDİRİR
VE KANSIZLIĞA
İYİ GELİR.
KIŞ MEYVELERİ
Armut: Sulu ve tatlı bir meyve olan armut yemeklerden önce tüketilmelidir.
Zengin karoten içeriği nedeniyle sarı,
yeşil renge sahiptir. A, B1, B2, B3, B6 ve
C vitamininden zengindir. Kabuklu olarak tüketilmesi, bağırsak sağlığı açısından çok faydalıdır. Kabızlığı tedavi etmek için sık sık tüketilebilir. Kandaki üre
asidi ve üre tuzlarını dışarı atarak böbreklerin düzenli çalışmasını sağlar.
Ayva: Altın sarısı renginde hoş kokulu
bir meyve olan ayva A ve B vitaminleri, yüksek miktarda potasyum ile tanin
ve kireçli tuzlar içerir. Zindelik verir. Çekirdekleri yoğun pektin içerdiği için ishal önleyici olarak kaynatılıp suyu içilebilir. Bronşit, müzmin öksürük ve verem
tedavisinde kullanılır.
Elma: A ve C vitamini içeriği yoğundur.
Ayrıca çözünen ve çözünmeyen lifler
içermesi nedeniyle hem ishal hem de
kabızlık tedavisinde kullanılır. Yine kolon kanserlerinden korunmak adına sıklıkla tüketilmelidir. Bağışıklık sistemini
güçlendirir; sindirimi kolaylaştırır. Kolesterole iyi gelir. Kokusu rahatlatır ve
kan basıncını düşürür. Artrit, romatizma ve gut hastalıklarına karşı da yararlıdır.
Greyfurt: C vitamini açısından zengin
olan greyfurt bağışıklık sistemi için yararlıdır. Ancak ilaç kullanıyorsanız dikkatli olmanızda fayda var.
Kivi: C vitamini deposu olan kivi enfeksiyonlarla mücadele etmek ve cilt kusurlarını engellemek için faydalıdır.
Mandalina: Zengin C vitamini içeriğiyle, özellikle kış aylarında soğuk algınlığı, nezle ve gribe karşı savunma mekanizmamızı güçlendirir. Yüksek orandaki potasyum içeriğiyle yüksek tansiyonu düşürür.
16
Nar: Bağışıklık sistemini güçlendirdiği için sıklıkla tüketilmelidir. Folik asit,
A ve C vitaminleri içerir. Ayrıca selenyum, magnezyum, fosfor gibi mineralleri çok fazla içermesi nedeniyle, halsizlik
durumlarında da kullanılabilir.
Portakal: C vitamini ve folik asit kaynağı olan portakal bağışıklık sistemini güçlendirir ve kansızlığa iyi gelir.
17
Cahide Sultan’dan
LEZZET SIRLARI
www.cahidejibek.com
KÖZ
PATLICAN
ÇORBASI
::::: 6 KİŞİLİK::::::
Malzemeler
2 adet közlenmiş patlıcan
1 orta boy soğan
1 yemek kaşığı un
Zeytinyağı
Tereyağı
Kırmızı biber
Yeteri kadar su
18
Hazırlanışı
Közlenmiş patlıcanları soyup doğrayın. Bir tencerede doğranmış soğanları biraz
zeytinyağında soteleyin. Patlıcanları ekleyip karıştırın. Üzerine unu ilave edip, 2 dakika
kadar kavurun. Üzerine sıcak su ve tuzu ekleyin. Kaynamaya başladıktan sonra 10
dakika pişirin. Blender’dan geçirin. Tereyağını kızartıp içine kırmızı biberi ekleyin. İster
servis esnasında, isterseniz en başta çorbaya ekleyip karıştırın. Afiyet şifa olsun.
FIRINDA KABAK
DİZME
Malzemeler
2 büyük kabak (uzunca olacak)
4-5 adet domates
2 adet biber
1 iri soğan
3-4 diş sarımsak
6-7 yemek kaşığı zeytinyağı
Tuz, karabiber
Üzerine: Tercihen 1 su bardağı kadar
kaşar rendesi
::::: 6 KİŞİLİK::::::
Hazırlanışı
Kabakları yarım cm kalınlığında
dilimleyin. Diğer sebzeleri de dilimleyin.
Fırın tepsisine bir kabak, bir domates
ve soğan gibi, sebzeleri sırayla dizin.
Biberleri aralara sıkıştırın. Üzerine tuz ve
karabiberi serpin. Zeytinyağını gezdirip
tepsinin üzerini kapatın. 30 dakika kadar
üstü kapalı olarak, 15-20 dakika da
üstü açık olarak pişirin. Sebzeler hafif
kızarınca üzerine kaşar rendesini serpip
5 dakika daha fırınlayın. Hafif ılıyınca
servis edin. Afiyet şifa olsun.
DONUT
::::: 6 KİŞİLİK::::::
Malzemeler
3 su bardağı un
1 yumurta
100 g tereyağı
4 yemek kaşığı toz şeker
1 çay kaşığı tuz
1 tatlı kaşığı instant kuru maya
Yarım su bardağı kadar süt
Hazırlanışı
Kuru malzemeleri una ekleyip karıştırın. Oda
sıcaklığında yumuşamış tereyağını da una
katıp yoğurun. Kalan malzemeleri de ekleyip
yumuşak bir hamur elde edin. Ele yapışmayan
bir hamur olmalı. Üzerini örtüp mayalanmaya
bırakın. İki katına çıkan hamuru alıp elinizde hiç
oynamadan hafif unlanmış tezgâhın üzerine
koyun. Üzerine de hafif un serpip merdaneyle
6-7 mm kalınlığında açın. Hamuru önce bardakla
yuvarlaklara kesin. Daha sonra yuvarlakların
ortasını küçük bir kapakla veya sürpriz yumurta
kabıyla kesip küçük simitler oluşturun. Simitleri
bir tepsiye dizip üzerini örtün ve yeniden
mayalanmalarını bekleyin. Mayalanan simitleri
kızgın yağda arkalı önlü kızartın. Kızaran
halkaların üzerine bolca pudra şekeri serpip sıcak
sıcak servis edin. Üzerine erimiş çikolata veya
reçel de sürülebilir.
19
PATATESLİ
RULO POĞAÇA
::::: 8 KİŞİLİK::::::
Malzemeler
2 su bardağı süt (ılık olacak)
1.5 çay bardağı zeytinyağı
2 yumurta (birinin sarısı ayrılacak)
1.5 yemek kaşığı şeker
1 tatlı kaşığı tuz
6 su bardağı un (silme olacak)
1/3 paket yaş maya
Arasına sürmek için: 100 g eritilmiş
tereyağı
İç malzemesi
2 adet orta boy patates
100 g çökelek veya lor
100 g beyaz peynir
Yarım demet maydanoz
Varsa sucuk
20
Hazırlanışı
Hamur için sıvı malzemeleri, tuzu şekeri ve mayayı karıştırın. Unu
yavaş yavaş ekleyerek yumuşak bir hamur elde edin. Üzerini kapatıp
mayalanmaya bırakın. Bu sırada iç malzemesini hazırlayın. Haşlanmış
patatesi küp küp doğrayın. Maydanozu ince ince kıyın. Çökeleği ve
rendelenmiş peyniri ekleyin. Varsa sucuğu da doğrayıp karıştırın.
Mayalanan hamuru ikiye bölün. Parçalardan birini unlayarak merdaneyle
dikdörtgen şeklinde açın. Erittiğiniz tereyağından hamurun her yerine
sürün. İç malzemesinin yarısını üzerine serip, uzun kenarından başlayarak
rulo yapın. (İç malzemesi çok olursa dilimler dağılabilir!) Ruloyu elinizle
hafifçe bastırıp uzatabilirsiniz. 2 parmak genişliğinde dilimlere kesin.
Kesik kısımları alt ve üste bakacak şekilde tepsiye dizin. Her dilimin
üzerine hafifçe elinizle bastırın. Diğer ruloya da aynı işlemleri uygulayın.
Üzerlerine 1 yemek kaşığı tereyağıyla karıştırılmış yumurta sarısını sürüp
200 derecelik fırında kızarana kadar pişirin. Fırından alınca pamuklu bir
örtünün içine poğaçaları alıp sarmalayın. Ilıdıktan sonra bir poşete koyun
ki, kurumasın.
Malzemeler
125 g tereyağı, 1/2 su bardağı zeytinyağı
1 yumurta
1 su bardağı pudra şekeri
3 su bardağı + bir yemek kaşığı un
1 silme çay kaşığı zencefil
1 tatlı kaşığı portakal kabuğu rendesi
1/2 paket kabartma tozu
AYVALI
KURABİYE
::::: 12 KİŞİLİK::::::
Dolgu Malzemesi
1 adet iri ayva
1.5 çay bardağı şeker
1 çay bardağı su
1 çay bardağı hindistan cevizi, arzuya göre fıstık veya ceviz
Hazırlanışı
Öncelikle ayvayı rendeleyip bir tencereye alın. Üzerine şeker ve
suyu ekleyin. Kısık ateşte suyunu çekene kadar pişirin. Soğuduktan
sonra içine fıstık ve hindistan cevizini katıp karıştırın. 2 su bardağı
un ve dolaptan çıkmış soğuk tereyağını robota alıp karıştırın. Bir
yoğurma kabına alın. Üzerine kalan unu ve diğer malzemeleri
ekleyip yumuşak bir hamur elde edin. Unlar çeşitlerine göre
farklılık gösterebilirler. Eğer hamur ele yapışıyorsa biraz daha un
ilave edin. Katıysa unu azaltın. Hamurdan iri ceviz büyüklüğünde
parçalar alıp avucunuzda hafif açın. Avucunuza yapışıyorsa bir
parça streç filmi avuç içinizi kapatacak şekilde serin. Hamuru
bu streç filmin üzerinde açın. Ortasına ayvalı içten biraz koyup
streç film yardımıyla hamuru ortaya doğru büzerek kapatın.
Yağlanmamış tepsiye dizin. 180 derecelik önceden ısıtılmış
fırına sürün. Kabarmaya başlayan kurabiyelerin yavaş pişmesi
için fırının ısısını 150 dereceye düşürün. Üzeri hafif pembeleşen
kurabiyeleri fırından alıp üzerine bolca pudra şekeri serpin. Eğer
mutfağınız nemli ise, kurabiyeler soğuyunca ağzı kapaklı bir kaba
alıp, ağzını kapatın.
KIYMALI
MAKARNALI
BÖREK
::::: 10 KİŞİLİK::::::
Malzemeler
2 adet yufka
1 paket makarna
200 g kıyma
1 orta boy soğan
2 adet biber
Yarım demet maydanoz
Pul biber
Karabiber
Tuz
Zeytinyağı
2 adet yumurta
50 g kadar kaşar peyniri
Üst sosu için
2 yemek kaşığı yoğurt
2 yemek kaşığı zeytinyağı
1 adet yumurta
Hazırlanışı
Makarnayı on dakika kadar haşlayın, fazla suyunu süzün fakat üzerine su tutmayın. Çünkü, tane tane olmaması lazım.
Tencereye küçük doğranmış soğan ve biberi alıp 6 yemek kaşığı zeytinyağında azıcık soteleyin. Üzerine kıymayı ekleyin.
Kıyma kavrulduktan sonra maydanozu, tuzu ve baharatları ekleyip karıştırın. Haşlanmış makarnayı kıymalı harcın içine
döküp harmanlayın. Soğuduktan sonra içine kaşar peyniri ve iki yumurtayı kırıp hafifçe karıştırın. Diğer tarafta 1 kaşık yağla
yağladığınız fırın tepsisine bir adet yufkayı kenarları dışa sarkacak şekilde serin. Makarnayı yufkanın içine döküp kaşığın
tersiyle bastırarak yerleştirin. En üste kalan yufkayı buruşturarak serin. Kenarları içe doğru katlayın. Son olarak, sos için
ayırdığımız, yoğurt, yağ ve yumurtayı çırpıp böreğin üzerine sürün. Yufkaya bıçağın ucuyla delikler açıp sosun içe akmasını
sağlayın. Önceden ısıtılmış 200 derecelik fırında böreğin üzeri kızarana kadar pişirin. Böreği 20 dakika kadar dinlendirip
öyle servis edin. Çok sıcakken dilimlemede sorun yaşayabilirsiniz.
21
ANANASLI
PASTA
::::: 12 KİŞİLİK::::::
Pandispanya Malzemeleri
4 adet yumurta
1 su bardağı şeker
1 silme su bardağı un
1 silme çay bardağı buğday nişastası
Yarım paket kabartma tozu
1 paket vanilya
Krema malzemeleri
3 su bardağı süt
4 yemek kaşığı şeker
2 yemek kaşığı nişasta
1.5 yemek kaşığı un
1 yumurta sarısı
2 yemek kaşığı hindistan cevizi
2 çay kaşığı vanilya
1 yemek kaşığı tereyağı
Üzeri için:
1 poşet sade krem şanti +1 su bardağı süt
Yarım poşet kakaolu krem şanti+1 çay bardağı süt
Sarı rengi verebilmek için yarım çay kaşığı zerdeçal
22
Hazırlanışı
Öncelikle kremayı hazırlayın. Tereyağı dışındaki bütün
krema malzemelerini tencereye alıp karıştırın. Tereyağını da
ilave edip ocağın altını yakın. Karıştırarak pişirin. Ocaktan
aldıktan sonra mikserle iyice çırpın ve soğumaya bırakın.
Pandispanya için; yumurta ve şekeri köpürene kadar çırpın.
Limon kabuğu rendesi, elenmiş un ve kabartma tozunu da
ekleyip karıştırın. Tereyağı ile yağlanıp unlanmış yuvarlak
teflon tepsiye hamuru dökün ve 180 derecelik fırına sürün.
Kürdan testi yapıp pandispanyayı fırından alın. Pandispanya
soğuyunca ortadan ikiye ayırın. Önce bir parçayı sütle
ıslatın. Kremanın üçte birlik kısmını ayırıp kalanını orta
kısma dökün ve yayın. İkinci pastayı da kremanın üzerine
kapatıp kalan sütle ikinci parçayı da ıslatın. Kalan kremayla
pastanın üzerini kaplayın. Süslemek için sade krem şanti ve
sütü çırpın. 2 kaşık kadar ayrı bir yere alıp içine zerdeçal
ekleyin. Diğer tarafta kakaolu krem şanti ve 1 küçük çay
bardağı sütü çırpın. Pastanın üzerine kürdanla göz kararı
ananas resmi çizin. Çizdiğiniz yerleri hazırladığınız renkli
kremalarla doldurun.
23
SOĞUK KIŞ
GÜNLERİNİN
SICAKKANLI
İÇECEĞİ;
SALEP
KIŞIN GELMESİYLE BİRLİKTE CANIMIN ÇEKMEYE BAŞLADIĞI, HER İÇİŞİMDE DAMAĞIMI YAKTIĞIM, YİNE DE İÇMEDEN DURAMADIĞIM TATLI VE SICAK İÇECEKTİR SALEP. SALEBİN ÜSTÜNDEKİ TARÇIN OLMAZSA OLMAZDIR
AMA SICAK SALEBİN ÜSTÜNE KONUNCA TABAKALAŞIR, FİNCANIN DİBİNE KADAR KAYNAŞMIŞ BİR KÜTLE OLARAK ÖYLECE KALIR. SON YUDUMLARDA İSE BÜTÜN HALİNDE AĞZA GELMEYE ÇALIŞIR; SICAK SÜTTEKİ KAYMAK GİBİ BİR NEVİ. KIŞI KUTLAMAK, KIŞA MERHABA DEMEKTİR ASLINDA...
Soğuk kış günlerinin sıcakkanlı içeceğidir salep. Eskiden camekânlı el arabalarında da satılırdı. Soğuktan yanakları,
burunları kızarmış, içe işleyen rüzgâra
siper olsun diye başları öne eğik okula
ya da iş yerlerine giden kalabalık, salepçinin önünde kuyruk olur; tarçının geniz
yakan, şekerli rahiyası ile semaya bakar, hayallerin buhar olup tüttüğü sıcak
salep fincanını iki elleriyle sıkıca kavrayarak, hayattan beş dakikalık bir mola
alırdı.
24
“Padişah içeceği” olarak da bilinir. Osmanlı padişahlarınınn kendilerini güçlü
tutmak için içtikleri özel hazırlanan içeceklerin içine de katılırmış salep.
En güzeli, yıllarca Topçular Eskihisar feribotlarında içilebilen, muhteşem sıcak
bir içecek. Hele bir de orta katta aldıysanız, Marmara’nın poyrazına karşı içinizi ısıta ısıta içerdiniz. Şimdilerde vapurlarda da satılıyor. Bir kıtadan diğerine geçerken kış gününde üşüye üşüye
salebi yudumlamak eşsiz lezzetlerden
bir tanesidir. Kışın içmeyi pek sevdiğim
ve fikrimce tadı en fazla bir BeşiktaşKadıköy ya da Kadıköy-Beşiktaş vapurunda Kızkulesi’ne bakarken içildiğinde
alınan, benim için İstanbul ve kış demek
olan sıcacık içecek. Aslında salebin İstanbul kar yağışlarının resmi sponsoru
olması gerekiyor.
Peki, siz hiç salep gördünüz mü? Ben
görmemiştim bugüne kadar ve hep merak ediyordum. Bu merakımı gidermek
için salep ticaretinin yüzde 90’ının gerçekleştirildiği Burdur’un Bucak ilçesine
gitmeye karar verdim. 4 saatlik bir araba yolculuğunun ardından Bucak ilçesinde 60 yıldır salep ticaretiyle uğraşan
Sabri Güzel’in oğlu Nuri Güzel’i buldum.
Aklımdaki soruları ona sordum.
ÜLKEMİZİN HEMEN
HEMEN HER YERİNDE
SALEP YETİŞİR.
AMA BUNUN YÜZDE
15-20’Sİ ANCAK
TOPLANIR.
AileDostu: Salebin merkezi neden Bucak ilçesidir?
Nuri Güzel: Salebin Bucak’ta bir merkez
olmasının ana sebebi, salebin toplanma
zamanı ile kullanma zamanı arasında bir
zaman farkının olması. Bu zaman farkını
biz dengeliyoruz. Yani salep bahar aylarında çıkar, yaz aylarında satın alınır, biz
bunu depolarız, bekletiriz, kış aylarında
satarız. Sıcak içecek olarak kış ayında kullanır, dondurma yapacak olan da yaz aylarında kullanır. Yani salep topraktan çıktıktan sonra dondurma veya kullanıcıya
en az 6 ay sonra ulaşır. İlçemiz bu konuda öncülük yapmaktadır. Ülkemizde 15 ton
civarında salep çıkmaktadır. Bu salebin de
yüzde 90’ının ticareti ilçemizde yapılır.
İlçemizde salep ticareti yüzyıllardır yapılmaktadır. Ülkemizin hemen hemen her
yerinde salep yetişir. Ama bunun yüzde
15-20’si ancak toplanır. Bu toplanan salepler, bulundukları bölgelerde yaş olarak
toplanır, kaynatılır, kurutulur ilçemize gelir. Kullanma zamanında ise soğuk kullanıcılar, dondurma olarak; sıcak kullanıcılar, sıcak içecek, kış içeceği olarak kullanırlar. Bunlar ilçemize gelirler, alırlar ve
değirmende öğütürler. Böyle bir ticareti
var. Ülkemizde iyi dondurma yapmak isteyenler salep kullanırlar. Dondurmanın ana
ham maddesi saleptir.
A.D.: Sevdiklerine hediye almak isteyenlerin de uğrak noktası Bucak ilçesi,
değil mi?
N. G.: Salep, ilçemiz için kendine özgü bir
ticari ürün olduğundan dolayı geleneksel
bir hediye noktasındadır. Salep her yerde bulunmaz. Gerçeği bizim Bucak’ta bulunur. Bucak ekonomisine mutlaka katkısı
var. Çünkü bu salep ürünü zor bulunan bir
ürün, kıymetli bir ürün. Bunun hem toplayıcı bazında, hem ticaret bazında bir ekonomik katkısı vardır ilçemize.
25
SALEP BİTKİSİ 2 YUMRUDAN OLUŞMAKTADIR. BUNUN KAZILDIĞI ZAMAN
KÜÇÜK OLAN YUMRUSU YENİDEN TOPRAĞA BIRAKILIP ÜSTÜ ÖRTÜLMELİ,
SENEYE 2 TANE ÇIKSIN DİYE.
A. D.: Salebin kilosu kaç lira?
N. G.:Bu yıl salebin kilogram fiyatı 250
TL civarındadır. Randımanı düşük olan
saleplerde fiyat biraz da aşağıdadır.
Ama tabi içecek olarak 100 gram salep
bir aileye bir kış boyunca yeter. Çünkü
az kullanılır. 1 kilogram süte dondurma
için 6 gram, evde içmek için 4 gram yeterlidir.
Nuri Bey’e salebin nasıl toplandığını merak ettiğimi söylediğimde salep üreticisi
Yavuz İzgi’yi aradı. Daha sonra birlikte
salep toplanan arazilere çıktık ve bana
salebin aslını gösterdiler. Salep, orkide
bitkisinin toprak altındaki sert yumrularının su veya sütle kaynatılıp güneşte veya fırınlarda kurutulmasıyla hazırlanıyor. Dövülüp toz haline getiriliyor
ve piyasaya sunuluyor. Bu süreci Yavuz
Bey’den dinleyelim…
“Biz salep üretimi yapmaktayız. Salep bitkisi, orkidegillerden bir bitkidir.
Türkiye’nin her yerinde yetişir. Bizim
bölgemizde de mayıs-haziran aylarında
çıkar, toplanır. Toplandıktan sonra kaynatma işlemi yapılır, kurutulur ve Türkiye geneline pazarlaması yapılır. Pazar
olarak da Bucak ilçemiz bu işte meşhurdur.”
AileDostu: Salep nasıl toplanır?
Yavuz İzgi: Salep bitkisi 2 yumrudan
oluşmaktadır. Bunun kazıldığı zaman
küçük olan yumrusu yeniden toprağa
bırakılıp üstü örtülmeli, seneye 2 tane
çıksın diye. Büyük olan yumrusu alınır,
suyla kaynatılır, kurutulur ondan sonra
da satışa arz edilir, daha sonra isteyen
değirmenlerde öğütür, salep veya dondurma ham maddesi olarak kullanır.
26
A.D.: Peki bu işlem nasıl yapılır? Nasıl kazılır? Bunun bir püf noktası var
mıdır?
Y.İ.: Salep bitkisi çok meşakkatli olduğu için tek tek toplanıyor. Çok geniş bir
araziye yayılmış durumda. Salep bitkisi
bulunduğu zaman dikkatlice eşilip, salep olan bölümü yani soğan kısmı değil
de salep olan kısmı alınır. Sonra soğan
kısmı yeniden aynı yere gömülür ki yeniden o kültür bitkisi gibi seneye çoğalarak çıksın. Bu bitkinin aslında aynı za-
manda çapalanmış olması, bitkinin veriminin daha da artmasını sağlıyor. Aslında eşilmezse bu kaybolup gider ama eşilirse bir sonraki yıl 2 yumru olarak tekrar çıkar, bir dahaki sene eşilirse 4-5-6…
katlanarak gider. Aslında bir yerde de
eşilmesi faydalı. Yani hem mamulü alınmış oluyor hem de bitkinin üreyip çoğalması sağlanıyor doğada. 10 kilo yaş
salebi kuruttuğunuz zaman 1 kilo 800
gram geliyor. Yani çok meşakkatli olduğu için biraz zor oluyor. Hasat süresi de
çok kısa; 15-20 gün, bazen de 1 ay sürüyor. Rekolte düşük de çıkabiliyor, yüksek de çıkabiliyor. Bu biraz da köylünün
toplamasına bağlı; ne kadar toplarsa o
kadar iyi olur, o da hasadın ve doğanın
verimine bağlı artık.
Salep özel bir değirmende öğütülüyor.
Hep birlikte salebin toz haline nasıl getirildiğini görmek için değirmenci Sedat
Tekerci’nin yanına gidiyoruz. Değirmenin taş olması dikkatimi çekiyor. Sedat
Bey de bu konuda bilgilendiriyor beni.
“Değirmenin özelliği genelde taş olması, taştan başka bir şeyde salebi öğütme şansımız hiç yok. Biz bunu birçok
kez denedik, fakat olmadı. En güzeli
taşta oluyor. Sürtünmeyle olduğu için,
zımpara taşı dönme devrini tutturmamızda önemli bir unsur. Salep çok sert
bir üründür. Bu nedenle taş değirmende öğütmek zorundayız. Taşın zımpara
taşından olmasından dolayı sürtünmeyle öğütebiliyoruz. Çünkü normal değirmenlerde silindir sistemi olduğu için yapışma meydana geliyor. Ve değirmenimiz su değirmeni devrinde dönmektedir. Bunun da nedeni ısınmayı engellemek. Eğer fazla ısınırsa salepleri yakma riski ortaya çıkar. Salepleri yakmadan öğütmemiz gerekiyor. Biz burada
çekirdek halindeki salebi öğütüyoruz
toz haline getiriyoruz ve eliyoruz. Çekirdek olarak gelen salep değirmene gelir, önce kırarız. Ondan sonra öğütürüz,
toz haline getiririz. Son olarak da eleme
işleminden geçirerek teslim ederiz. Çekirdek halde gelen salep ile toz haline
getirdiğimiz salep arasında herhangi bir
fire söz konusu değildir.”
karıştırırız. Kısık ateşte kaynayan sütün
içerisine yavaş yavaş dökeriz, bir taraftan da karıştırırız. 20 dakika sonra salep
erimiş olur, içime hazır hale gelir.”
Bir kış yetecek kadar yani 100 gram sa-
lebimi alıp yola tekrar çıktım. Yolunuz
Burdur’a düşerse siz de gerçek salepten edinin. Salep sıcağında tarçın kokulu nostaljik bir kış geçirmek istiyorsanız
bu tarifi siz de deneyin. Ben mutlaka deneyeceğim.
Özel bir tarif almadan yola çıkmak istemedim. Nuri Bey, içimlik salebin nasıl hazırlanması gerektiğinin inceliklerini kısaca anlattı.
“Evlerde yapılan içimlik salep için 4
gram, yani 1 çay kaşığı salep yeterlidir.
1 litre sütü önce kaynatırız. Kaynadıktan
sonra altını hafif kısarız. 1 çay kaşığı salep ile 100 gram şekeri kuru bir tabakta
Fotoğraflar: Savaş Bozkaya
Hazırlayan: Aydoğan Yüce
27
SE
SS
İZ
TA
R
TA İH
NI İN
ĞI
M
IN
YA
TÜ
R
28
I
AS
M
Z
YA E VE
L
G
E
İ
Kİ , GÖL ETN
S
E
M
K
,
ÜR A IŞI DEN
T
YA RD ME YU
MİN APLA ERİL ONU
K
V
KİT LUM AK, RINI
OY KLAM NTILA İÇİN
I
AÇ AYRI MEK L
VE İMLE ÖZE
T
BE PILAN
.
YA İM
S ĞİDİR
E
İ
R
KN
E
T
İtalyanca olan minyatür kelimesinin aslı
Osmanlı’da ‘’nakış’’tır. Minyatür çizen
sanatçılara da ‘’nakkaş’’ denir. El yazması kitapların içeriğini açıklamaya yönelik çizilen resimlerdir. Genel olarak
Osmanlı’da resim sanatını minyatürler
temsil eder. Minyatürlerde gerçek, olduğu gibi yansıtılır. Bu nedenle tarihsel
kaynak özelliği taşırlar. Minyatürlerde
derinlik, yani perspektif yoktur. Minyatürlerdeki kişilerin büyüklüğü, kişilerin
makamına göre değişir. Kişi makam olarak ne kadar büyükse diğer kişilere göre
büyüklüğü de fazla olur.
Minyatür sanatının başlama amacı, arşivciliktir. Moğolların yayıldıkça, yayıldığı alanları resmetmesi, haritalaması ve
savaşlarda yaşanan olayları resmetmesiyle başlamıştır. Sanılanın aksine, dini
inançlar yüzünden perspektifsiz çizimler gerçekleşmemiştir. Tam da aksine,
doğru arşivcilik için bu yöntem seçilmiştir. Arka planda olan kişiler ya da olaylar normalde perspektif yüzünden küçük ve ayrıntısız kalabilecekken, minyatür sanatında arkadaki kişi (ya da olay)
tüm ayrıntısıyla resmedilir. Böylece gelecek nesle kişi ya da olay tüm gerçekliği ile aktarılmış olur.
İnsanda hayret uyandıracak kadar güzeldir Osmanlı resim sanatı... Nakkaşlar
tarafından icra edilir. Işık ve renklerdeki
canlılık mükemmeldir. Minyatürün çizilmesi genel hatlarıyla şu şekilde gerçekleşirdi: Minyatürü yapılacak konu tespit edildikten sonra, konunun içeriğine
göre en önemli kişi veya objenin merkez
olduğu bir sistem içinde diğer elemanlar hiyerarşik bir düzende yerleştirilirdi.
Işık ve gölge kaygısı olmadan anlatılmak
istenen konudaki bütünlüğü bozmayacak şekilde tüm obje veya kişiler birbirini kapatmayacak düzende çizilirdi. Resmin ana çizgilerini ıslak fırça ile belirler,
sonra kırmızı veya siyah boya ile figürlerin çevresi çizilirdi. Yardımcı motiflerle (ağaç, çiçek, dağ, yer bitkisi gibi) zenginleştirilirdi. Bundan sonra iyice ezilmiş, koyu haldeki boyalar, küçük ve sert
fırçalarla resme tatbik edilirdi. Minyatür
boyanırken eğer altın sürme olarak yapılacaksa parlatma sırasından boyala-
rın bozulmaması için önce altın sürülür,
parlatılırdı. Ufuk hattı denilen dağ, tepe
gibi gökyüzü ile sınır teşkil eden bölümden başlanarak tercih edilen renklerle boyanmaya devam edilirdi. Minyatür
sanatçıları o kadar ustaydılar ki, bir tek
samur kılı ile birbirinin aynı kalınlıktaki
çizgileri rahatlıkla çizebilirlerdi.
Bugün kullanılan malzemeler eskiye oranla çok çeşitlidir. Fakat kimyevi malzemelerden elde edilen boya ve
kâğıtların dayanma süresi sınırlıdır. Eski
yazmaların günümüze kadar bozulmadan gelmesinin sebebi tamamıyla doğal malzemelerden yapılmış olmalarındandır.
Osmanlı devletini yönetenler başta sultan ve vezirler olmak üzere, Osmanlı topraklarına katılan ülkelerin zenginliklerinin, meydana getirilen sanat eserlerinin ve sanatçılarının değerini çok iyi
biliyorlardı. O ülkenin taşınabilen değerleri ve sanatçılarının bir kısmı Osmanlı
sarayına getirilmiştir. Özellikle Sultan I.
Selim döneminde (1512-1520) doğudan
29
MİNYATÜR SANATÇILARI O KADAR USTAYDILAR Kİ, BİR TEK SAMUR
KILI İLE BİRBİRİNİN AYNI KALINLIKTAKİ ÇİZGİLERİ RAHATLIKLA
ÇİZEBİLİRLERDİ.
getirilen sanatçıların Osmanlı nakkaş
hanesinin belirli bir düzeye ulaşmasında önemli rolleri olmuştur. Böylece Osmanlı ülkesine doğudan ve batıdan katılan yeni ülkelerden gelen katkıyla nakışçılığı az, doğalcı yönü ağır basan bezeme üslubuyla ve gerçeklere dayanan,
belgesel yönü ağır basan bir tasvir türüyle Osmanlı’ya özgü üslubun 1520 yıllarına doğru ortaya çıktığı görülür.
Osmanlı tasvir sanatında dingin, ağırbaşlı diziler halinde hazırlanan ve konuları tarih olan eserlerin ayrıcalıklı bir yeri vardır. Bu tür resimli kitapların başında Osmanlı padişahlarının tarihini manzum olarak anlatan ve “şehname” adı verilen eserler gelir. 15. yüzyıl sonlarında resimlendirildiği sanılan
“Şehname-i Meliki Ümmi” (Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi. h.1123) bu türün ilk örneği sayılabilir.
Kendisine Osmanlı padişahı tarafından resmen, Osmanlı padişahlarının tarihte görüldükleri dönemden başlayarak resimlenmek üzere manzum bir ta-
30
rih yazma görevi verilen ilk yazar şehnameci Fethullah Arif Çelebi’dir. Kanuni Sultan Süleyman’ın emriyle yazdığı Şehname’sini, Arif beş ciltte toplar.
Bu tarihin beşinci cildi olan Süleymanname, Sultan Süleyman’ın saltanatının
1520-1558 yılları arasında geçen olayları konu alır (Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi, h.1517) 1558 yılında hazırlanan ve içinde 69 resim bulunan eseri çıraklarıyla beraber beş nakkaş hazırlamıştır.
Enderun’da yetişen Nasuh b. 16.yüzyılın ilk yarısında yazdığı ve resimlediği tarih kitapları, yaptığı mimari maketler, silahşorluk gösterileriyle ün yapmış ve matrak oyunundaki becerisi dolayısıyla “Matrakçı Nasuh” olarak tanınmıştır. Nasuh, Sultan II. Bayezid ve I. Selim döneminde yapılan seferlerin kimi
menzillerini, Sultan Süleyman’ın İran
ve Macaristan seferlerinde ordunun izlediği menzilleri, Barbaros Hayreddin
Paşa’nın kumandasındaki Osmanlı donanmasının güney Avrupa limanlarına yaptığı seferde konaklanan limanla-
rı, insan figürlerine yer vermeden resimlemiştir. O topoğrafik manzaralara
gözü büyüleyen bir düzen vermiş, yazıyla anlatamadıklarını görsel dile aktarmış, İslam’da salt manzara ressamlığında çığır açmış, kentlerin 16. yüzyıldaki durumlarını sanki fotoğraf çeker gibi
belgelemiştir (İstanbul Üniversite Kütüphanesi. t.5469, Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi.h.1608, r.1272,).
Osmanlılarda yaygın olan bir tür resim
üslubu da Sultan I. Süleyman döneminde ortaya çıkmaktadır. Bu resimler hac,
töre ve yöntemlerini, Kudüs, Mekke ve
Medine şehirlerinin özelliklerini anlatan eserlerde veya hac vekâletnamesi
olarak hazırlanmış rulolarda yer alır.
Nasuh’un çizimleri gibi figürsüz, plan ve
kroki şeklindeki bu resimler salt kutsal
yerleri değil, eserlerin hazırlandığı dönemde hac yolu üzerindeki mimarlık örneklerini, Osmanlı sultanlarının kutsal
kentlerdeki imar faaliyetlerini de belgelemektedir (Topkapı Sarayı Müzesi
Kütüphanesi.a.3547, r.917, h.1812).
MİNYATÜRLERİN ÇİZİM ANLAYIŞINDA GENEL BİR ŞEMALAŞTIRMA EĞİLİMİ
VARDIR. RESMİ YAPILAN KİŞİLERİN YÜZLERİ BELİRGİN OLDUĞU HÂLDE
HERHANGİ BİR ANLAM VERİLMESİNE ÇALIŞILMAZ.
Osmanlı saray nakkaş hanesinin teşkilatlanmaya başladığı ve henüz tarih kitaplarını resimlemenin yaygın bir gelenek olmadığı sıralarda, nakkaş hanenin
ilk çalışmaları edebi konulu eserlerdi. Ali
Şir Neva’nın Hamse’si ve Divan’ları, İslam klasiklerinin ünlü iki kitabı “Hamse-i
Nizami” ve “Şehname-i Firdevsi” nüshalarının Türkçe çevirileri resimlemek
için seçilen eserler olur. Bir perspektifle çizilen mimariler, vücutların nahif görüntüsüne aykırı iri sarıklı ve asker taburu gibi dizilmiş figürler, uçları sivrilerek kıvrılan küme çiçekler ve serviler bu
eserleri resimleyen musavvirlerin özellikleridir (Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi, h.1116, h.1115, h.802, r.804).
16. yüzyılın ilk yarısından sonra Osmanlı saray nakkaş hanesinde bu dönemin
veya önceki dönemlerin hattat, musavvir ve müzehhiplerinin tek yapraklar halinde olan çalışmalarını bir arada toplayan murakka (albüm) yapımcılığının yaygınlaşmaya başladığı görülür. Resimleri
bu tür albümlerde yer alan ressamlardan biri de Şah Kulu’dur. Onun imzası-
nı taşıyan veya ona atfedilen çalışmalar
gövdesinin ana çizgileri kalın hatla belirlenmiş ejderler, kıvrılan veya ani dönüşle kırılan dallar üzerindeki hançervari yapraklar, dizileri veya demetleri,
değerli bir kuyumcu yapıtı özeniyle bezenmiş giysili peri resimleridir (Topkapı
Sarayı Müzesi Kütüphanesi.h.2154, 2a.).
Şah Kulu’nun yarattığı bu resim üslubunu Osmanlı saray nakkaş hanesinde 16.
yüzyıl ikinci yarısından sonra sürdüren
ise ressam Veli Can olur.
Osmanlılarda padişahın yanı sıra vezirler, eyalet valileri, şehzadeler ve hanım
sultanlar, yüksek rütbeli devlet adamları sanatın koruyuculuğunu yapmış kişilerdir. Bu kişilerin zenginlikleri, ilgilerinin derecesi ve sonra sanatçının yeteneği, üretilen eserlerin kalitesinde etkin
rol oynamıştır.
Osmanlı Devleti’nin imparatorluk haline
gelmeye başladığı yıllardan sonra saray
yönetimi, Osmanlı Saray teşkilatı içinde
“Ehl-i Hiref” adı altında sanatçı topluluğunu oluşturmuştur. Sarayın her türlü
sanat ve zanaat işlerini gören ve saraydan maaş alan bu topluluk imparatorluğun politik gücünün üst düzeye ulaştığı
ve imparatorluk hazinesinin zengin olduğu dönemde kalabalık bir kadroya sahipti. Ehl-i Hiref Teşkilatı içinde kâtipler,
mücellitler ve nakkaşlar adı altında bölükler oluşturulmuştu.
Osmanlı Devleti zamanında yazılan kitaplarda minyatürler, Fatih Devri’nden
itibaren görülmeye başlar. Erken devirdeki Osmanlı sanatkârlarına, İranlı minyatürcülerin eserleri örnek teşkil etmiştir. Osmanlı minyatüründe İran tarzının
etkili olması, doğudan gelen sanatçıların tesiriyledir. Kanuni Sultan Süleyman
Han zamanında sarayın nakkâşbaşısı
olan Şah Kulu, Tebrizlidir. Daha önce
Nakkaşbaşı olan Veli Can da aynı şehirden gelip İstanbul’a yerleşmiştir. Topkapı Sarayı’nda, İranlı nakkaşların yanında Türk nakkaşlarının da bulunduğu
bilinmektedir. Hattâ bu nakkaşların iki
ayrı atölyede çalışarak Nakkaş-ı İranî,
Nakkaş-ı Rumî (Anadolu) olarak tasnif
edildikleri bilinmektedir. Osmanlı nak-
31
RA
N
N SO
E
D
İ’N
EVR ANESİ
D
N
HA
AN
MUD R ÇİZME İNE
H
A
NCİ M İNYATÜ UN YER
İ
K
İ
AN
AM
BUN
SULT TAPLAR MIŞ VE L
İ
K
E
İSE K EN KAL İÇİN ÖZ
K
AM
TAM RA ASMA ILMAYA
P
A
DUV LAR YA IŞTIR.
O
M
TABL BAŞLAN
kaş ve müzehhiblerinin aynı zamanda
usta birer minyatürcü oldukları söylenmekteyse de yalnızca bir kaçının resim
çizmekle meşgul oldukları, minyatürlerde bulunan imzalarından anlaşılmaktadır. Zamanla Osmanlı Türklerine has bir
tarz geliştirilmiştir. Bir süre batı tarzında daha realist minyatürler çizilmişse
de sonradan yine doğu ekolüne dönülmüştür.
Osmanlılar daha ziyade “hüsn-i hat”
(güzel yazı), tezhib ve tezyinata önem
verdiklerinden, minyatür sanatçıları on
altıncı asır civarında görülmeye başlar.
Bu asra kadar pek az minyatürcü vardır.
On altıncı asırda Sinan Paşa’nın Yemen
Seferi’ni anlatan tarih kitabı ile Özdemiroğlu Osman Paşa’nın seferlerini anlatan Şecâatnâme, tezhibi ve minyatürleri bakımından ince bir işçilik eseridir.
On yedinci asırda yaşayan meşhur minyatürcü Levnî’ye gelinceye kadar, birçok sanatçıya rastlanmaktaysa da, bu
sanatçı Osmanlı minyatürünün zirvesini
teşkil etmiştir. Sultan Üçüncü Ahmed’in
nakkaşbaşısı olan Levnî, Türk sanatında ayrı bir ekol olarak kabul edilir. O zamana kadar ulaşılamayan çizgi, şekil ve
renklendirme ahengi görülen Levnî’nin
eserlerinde renkler öncekilere göre
daha soluk olmakla beraber, figürler
32
daha zarif ve edalıdır. Zamanımızdaki
resim anlayışına daha yakın çizen Levnî,
bu itibarla ayrı bir ekoldür.
Levnî’den sonra, doğu tarzından uzaklaşan Osmanlı minyatür sanatı realizme meyleder. Tabiat unsurlarını stilize
eden nakkaşlar azalmaya başlar, manzara ve çiçek resimlerine merak artar.
Barok devrinde gittikçe bu temayül artar ve empresyonizme iyice yaklaşılır.
On dokuzuncu asırdan sonra Avrupa resimlerine meyil artmış ve binaların tavan, dolap ve duvarları manzara resimleri ile süslenmeye başlanmıştır. Sultan İkinci Mahmud Han Devri’nden sonra ise kitaplara minyatür çizme ananesi
tamamen kalkmış ve bunun yerine duvara asmak için özel tablolar yapılmaya
başlanmıştır.
On sekizinci yüzyılın yarısından sonra
Batı kültürüne karşı ilginin artması resim alanında da kendini gösterdi; bu sebeple minyatür sanatı da gitgide geriledi. On dokuzuncu yüzyılda önemini iyice yitirerek yerini batı resim sanatına
bıraktı.
Hazırlayan: İpek Bozbay
33
fatma sevildi
“SARAYLI HANIMEFENDİLERİN
ZARAFETİNDEN İLHAM ALIYORUM”
KALİTELİ KUMAŞ, DANTEL VE EL İŞÇİLİĞİ İŞLEMELERİYLE TASARIMLARINI BULUŞTURUN FATMA SEVİLDİ İLE, YAŞAMINDA RAHATLIK VE ŞIKLIĞI BİR ARADA
İSTEYEN BAYANLARA ABİYE GELİNLİK MODASI ÜZERİNE KEYİFLİ BİR SOHBET
GERÇEKLEŞTİRDİK. GELİNLİK KOLEKSİYONUNDA SİMLİ DANTELLER VE ALTIN BİYE DETAYLAR DİKKAT ÇEKİYOR. FATMA SEVİLDİ GELİNLİK TASARIMLARINDAKİ SADELİĞİYLE ASALETİ SUNARKEN ŞIKLIKTAN DA TAVİZ VERMİYOR.
ABİYELERDE İSE BORDO VE SAKS MAVİSİNİN UYUMU, ZÜMRÜT YEŞİLİNE İŞLENMİŞ TAVUS KUŞU DİKKAT ÇEKİYOR. SARAYLI HANIMEFENDİLERİN ZARAFETİNDEN İLHAM ALDIĞINI İFADE EDEN SEVİLDİ’NİN KOLEKSİYONDA PUDRA
TONLARINDA DANTEL İŞLEMELİ, PEPLUM DETAYLI ABİYELER DE VAR.
34
MODA YAŞAMA RENK KATAN TÜKETİM EĞİLİMİ, YENİLİK İSE MODANIN
VAZGEÇİLMEZ KOŞULUDUR. MODA, GÜNÜMÜZDE ARTIK BİREYLERİN YAŞAM
TARZINA VE İNANÇLARINA GÖRE DE ŞEKİL ALMAKTADIR.
AileDostu: Öncelikle biraz kendinizden bahseder misiniz? Bu alana yönelmeyi nasıl seçtiniz?
Fatma Sevildi: Ankara doğumluyum.
Lise öğrenimimi Kalaba Anadolu Kız
Meslek Lisesi Tekstil bölümünde birincilikle tamamladım. Yüksek öğrenimimi ise 2008’de Gazi Üniversitesi Mesleki Eğitim Fakültesi Moda Tasarımı Öğretmenliği bölümünde yaptım. Üniversiteyle eş zamanlı olarak Ankara Olgunlaşma Enstitüsü Stilistlik Bölümü’ne de
devam ettim.
dum. Çocukluğundan itibaren giysilere
ve dikişe karşı hep var olan ilgimi bugün
profesyonel bir platforma taşıyarak, kişiye özel abiye ve gelinlik üzerine çalışmalarımı sürdürmekteyim.
Eğitimimin ardından bir dönem serbest
tasarımlar çalıştıktan sonra 2010 senesinde İstanbul Fatih’te moda evimi kur-
A.D.: 2013 Kış aylarında abiye ve gelinlik giyimi tercih eden bayanları
hangi renkler, kumaşlar bekliyor? Bi-
A.D.: Moda sizce nedir? Giyim tarzına
göre farklılıklar gösterir mi?
F.S.: Moda yaşama renk katan tüketim
eğilimi, yenilik ise modanın vazgeçilmez
koşuludur. Moda, günümüzde artık bireylerin yaşam tarzına ve inançlarına
göre de şekil almaktadır.
raz bu senenin kış modasından bahseder misiniz?
F.S.: Bu kış zengin bir renk paleti bizleri
bekliyor diyebilirim. Kobalt mavi, zümrüt yeşili, bordo ve morun tonları, açık
tonlarda ise krem rengi ve beyaz tonları bu kış sık sık karşımıza çıkacak. Vazgeçilmez siyah ise bu sezon yine vazgeçilmez. 1950’li ve 60’lı yılların en önemli
desenlerinden olan puantiye, retro grafik desenleri, deri ve ekoseler mevcut…
Uzun etekler, ipek gömlekler, kaşe kabanlar ve pelerinleri de göreceğiz. Moda
evimizin önümüzdeki sezon abiyelerinde ise pastel tonlar ağırlıkta olacak. Üç
boyutlu danteller, volanlar, dökümlü
etekler ve uzun kuyruklar göreceksiniz.
35
DOĞRU RENK SEÇMEK
DEMEK SEVDİĞİNİZ RENK
DEĞİL! İŞİN SIRRI, GÖZ
RENGİNİZE VARINCAYA
KADAR SİZİNLE
UYUMLU RENKLERİ
KULLANABİLMEKTE...
A.D.: Bayanların en çok zorlandığı
konu abiye seçimi oluyor. Abiye kıyafetlerin seçiminde de zorluklar yaşanıyor mu? Abiye seçiminde hangi püf
noktalara değinmek gerekir?
F.S.: Evet. Bu durum özellikle abiye seçiminde oluyor. Bayanların en çok zorlandığı konu ise renk seçimi. Biz bu noktada ten rengiyle uyumuna, mekâna
ve sezona göre doğru tercihi yapmaları hususunda yardımcı oluyoruz. Doğru
renk seçmek demek sevdiğiniz renk değil! İşin sırrı göz renginize varıncaya kadar sizinle uyumlu renkleri kullanabilmekte...
Minyon bayanların abiye seçerken tek
renk tercih etmeleri özel tavsiyemdir.
Bir diğer önemli husus ise proporsiyonunuzdur. Vücudu sıkı sıkıya saran abiyeler uygun olmadığı için tercih edilmemelidir. Özellikle de balık etekten uzak
durulmalıdır!
A.D.: Kıyafetlerin en büyük aksesuarı başörtüsüdür. Başörtüsü ile kıyafet
arasında uyum sağlarken nelere dikkat etmek gerekir?
36
A.D.: Önceleri abartılı desenler ve işlemeler görürdük. Dünya modasına
baktığımızda ise 2013 modasında kıyafetler daha da sadeleşiyor. Bundan
sonra abiye ve gelinlik giyim nasıl olacak?
F.S.: Haklısınız, bayanlarımızın bir kısmında hala çok çok işleme ve renk kullanılırsa o kadar güzel olunacağı düşüncesi var. Bu doğru değil, güzel olayım
derken çok da arabesk olmamak lazım.
Günümüzde modayı takip eden özellikle de genç bayanlarımız daha yalın ve
modern çizgileri tercih ediyorlar artık.
Dünya modası yalınlaşırken bundan bizim giyimimiz de haliyle etkileniyor. Bugüne kadar benim de yapmaya çalıştığım, bayanlarımıza sade, şık ve elegan
sade, şık ve elegan
F.S.: Örtünmek, Allahü Teâlâ’nın emri
ve başörtümüz bizim kıyafetlerimizin
bir parçası, giysimizin ise tamamlayıcı
bir aksesuarı. Doğru kumaşı ve uyumlu
rengi seçmek, özel günlerde abiyemizle
bir bütün olmasını sağlamak, şıklığımıza
şıklık katacaktır. Bir de mümkünse aynı
renk bonesiyle ve en sade şekliyle bağlayalım ki kötü görünümlü bir kumaş topuna dönerek rüküş olmayalım.
37
mi nimalist
stiller
bir minimalizm şıklığı sunmaktı. Bundan sonrası için de sade ve abartıdan uzak, küçük dokunuşlarla tasarımları renklendirmek ve giyen kişinin kendini mutlu hissetmesini sağlamak olacak.
A.D.: Dünyadaki diğer Müslüman ülkelerle kıyasladığımızda bizim ülkemizin giyim tarzını
değerlendirir misiniz? Hangi ülkenin kadınları daha şık sizce?
F.S.: Ortadoğulu kadınlar bol işlemeli bol renkli çok taşlı, gösterişli modelleri tercih ederken
Avrupalı kadınlar daha elegant ve modern bir
çizgiyle kendilerini ifade ediyor. Biz bu coğrafyaların tam ortasındayız, haliyle etkileşim bu
doğrultuda oluyor. Ama bizde de artık daha yalın çizgiler ve minimalist stiller tercih edilmeye
başlandı. Ayırım yapmak istemem. Her ülkenin,
bölgenin mutlaka çok şık kadınları vardır.
A.D.: Modanın başkenti Paris ve İtalya derler. İstanbul bu başkentliğe ev sahipliği yapabilir mi?
F.S.: Evet… Sektörel anlamda modanın başkenti Paris ve İtalya’dır. Ülkemiz dışında Arap
dünyasında ve Malezya’da da güzel çalışmalar
oluyor ama tatmin edici değil. Ben Türkiye’nin
tekstildeki yıllanmış uzmanlığı ve yükselen marka değeriyle gelecekte bu kulvarda da etkin rol
üstlenebileceğini düşünüyorum. İstanbul’un giyimin başkenti olmaması için hiçbir engel yok.
Röportaj: Ayşe Esra Atlı
38
39
B
Hazırlayan ve Fotoğraflar:
Ayberk Yurtsever
Viyana-Prag-Budapeşte
Üçgeninde
AVRUPA’NIN
GÖBEĞİNDE
GİZLİ BİR HAZİNE
R
“Orta Avrupa’nın en çok tanınan ve en
çok ziyaret edilen üç kenti hangisidir?”
diye sorulacak olursa, akla hemen Viyana, Prag ve Budapeşte gelecektir. Oysa
bu üç “popüler” kentin tam ortasında
“gizli hazine” gibi duran bir kent var. O
kentin adı, Bratislava.
Gösterişli Viyana, gururlu Prag ve romantizmin başkenti Budapeşte üçgeninin tam ortasında yer almanın şanssızlığını yaşayan bir kent gibi görünebilir aslında Bratislava. Bu durumu kendilerine
çok da dert etmiyorlar olsa gerek. Slovakya Cumhuriyeti’nin bu şirin başkentinin sakinleri, Tuna Nehri’nin kıyısında
turistik kaygılardan uzak, mutlu ve hu-
40
ATISLAVA
zurlu bir yaşam sürüyorlar. Durum böyle olunca, 7 günde tüm Avrupa’yı paket
program olarak gezmeyi hayal eden ortalama bir turistin çok da zaman harcayacağı bir durak değil doğal olarak.
Bratislava’yı sevebilmek için biraz da
gezgin reflekslerine sahip olabilmek ve
küçük keşifler ile yeni heyecanlar yakalayabilmek gerekiyor aslında. İşte bu
özelliklere sahip yaklaşık bir buçuk milyon kişi her yıl Bratislava’yı ziyaret ediyor.
Türkiye’deki seyahat firmalarının düzenlediği Orta Avrupa paket turlarında
kendisine günübirlik yer bulabilen Bratislava, aslında bundan çok daha fazla-
sını hak ediyor. Tuna Nehri’nin ziyaret
ettiği şanslı yerlerden biri olma onurunu yaşayan kent, Avusturya’nın başkenti Viyana’nın sadece 50 kilometre
uzağında yer alıyor. “Dünyada birbirine
bu kadar yakın başka iki başkent olmasa
gerek” diye düşünüyor insan. Kentin bir
diğer ilginç yönü ise iki ülkeye -Avusturya ve Macaristan- birden komşu olma
özelliğine sahip dünyadaki iki başkentten biri olması.
450 bin nüfuslu kent, her başkentin sahip olduğu parlamento, devlet binaları, üniversiteler, müzeler ve tiyatroları
bünyesinde barındırırken, Orta Avrupa
mimarisine özgü bir zarafet taşıyor. Se-
SLOVAKYALILAR, TUNA NEHRİ’NİN KIYISINDA TURİSTİK KAYGILARDAN
UZAK, MUTLU VE HUZURLU BİR YAŞAM SÜRÜYORLAR.
kiz üniversitenin eğitim verdiği Bratislava, 60 bine yakın öğrenciye ev sahipliği yapıyor.
KOZMOPOLİT YAPI
Slovakların yanı sıra Almanlar, Macarlar, Avusturyalılar, Çekler ve Yahudilerin güçlü izler bıraktığı Bratislava, kozmopolit yapısını günümüzde de koruyor. Adı bir Slav prensin isminden türetilen kent, 11. yüzyılda Preslava ve Breslava, 12. yüzyılda ise Bresburg olarak
anılmış ve 1919 yılında şehir Bratislava
adını almış.
Kentin sembollerinden biri olan Bratislava Kalesi, ilk kez 907 yılında bir
Slav savunma şatosu olarak inşa edilmiş. Tuna Nehri’nin kenarında ve kente
hâkim bir konumda yer alan kale, 1741
yılında Bratislava’da taç giyen İmparatoriçe Marie Theresa’ya da ev sahipliği
yapmış. Uzun yıllar harabe halinde kalan kale İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra
restore edilmiş. Kalenin hemen girişinde Slovak Kralı Svatopluk’un şaha kalkmış atı üstündeki görkemli heykeli, meraklı ziyaretçileri selamlıyor…
Kalenin burçlarından kentin manzarasının tadını doya doya çıkartabilirsiniz. İlk
bakışta Tuna’nın üzerindeki Novy Most
Köprüsü (Yeni Köprü) modern mimarinin elit bir örneği olarak dikkat çekiyor.
Eski kenti yeni kente bağlayan Novy
Most, kentin modern ve dinamik yüzünün de bir sembolü aynı zamanda.
Kısa bir molanın ardından dar sokaklardaki merdivenleri takip ederek, pencerelerini rengârenk çiçeklerin süslediği
eski ama bakımlı evlerin arasından St.
Martin Katedrali’ne ulaşabilirsiniz. Görkemli bir iç mekâna sahip tarihi kilise,
aynı zamanda küçük bir müzeyi de bünyesinde barındırıyor. 2 Euro karşılığında
müzede yer alan tarihi el yazması İnciller, çeşit çeşit haçlar, kardinallerin giydikleri pelerinler ve altın işlemeli birçok
objeyi de yakından görme şansını bulabilirsiniz. Katedralin zemininde yer alan
tahta bir kapağın altındaki merdivenler
ise sizi kardinal ve soyluların “ebedi uykusunda” olduğu küçük bir mezarlığa
ulaştırırken, kendinizi –biraz da iç ürpertici- bir zaman tüneline girmiş gibi hissedebilirsiniz.
41
TUNA ÜZERİNDE
TEKNE KEYFİ
St. Martin’den beş dakikalık kısa bir yürüyüş mesafesinde Tuna sizi bekliyor
olacak… Tuna’nın bu tarafında çok fazla kafe ya da restoran olmasa da parklarda ve yürüyüş yolunda keyifli saatler geçirebilirsiniz. Sokak lambalarının üstündeki renkli çiçekler kent mimarisi adına
başarılı bir örnek olarak göze çarpıyor.
Tuna’nın kenarından hem kenti nehirden
görebilme imkânı sağlayan tekneler hem
de Budapeşte’ye kadar sizi ulaştırabilecek
küçük gemiler telaşsız bir şekilde Tuna’nın
üstünde salınıyor.
Eski kente girişteki etkileyici St. Micheal
Kapısı, mimarisi ile göz kamaştıran Tiyatro
Binası, 18. yüzyılda inşa edilmiş ve Slovaklar için kutsal olan 3 dağı sembolize eden
figürün yer aldığı bayrakların dalgalandığı
Başkanlık Sarayı, eski kent merkezi sokaklarındaki heykeller kentin görülmeye değer diğer yerleri. Heykellerin ilginç öyküleri de var. Logar kapağından çıkar gibi duran ve vücudunun yarısının yeryüzünde olduğu heykelin ismi Cumil… Eski şehrin yeniden inşasını sembolize ediyor. Turistler
Cumil ile fotoğraf çektirmek için birbiriyle
yarışıyor. Japon bir turist kafilesi ile aynı
anda Cumil’i ziyaret edince, fotoğraf çekmek için daha hızlı hareket etmeniz gerekiyor doğal olarak! Eski şehir meydanında
bir banka yaslanmış Napolyon heykeli ise
Slovaklara 1805 yılındaki Fransız işgalini
hatırlatmak için orada duruyor.
SOKAKTAKİ SÜRPRİZ:
CUMİL VE NAPOLYON
Kent içi ulaşımda kullanılan tramvaylar
İstanbul’u, troleybüsler ise bir zamanların Ankara’sını çağrıştırıyor. Dilerseniz
üstü açık, kırmızı renkli, sevimli minibüsler
ile de şehir turu atabilirsiniz. Otobüs terminalinde sergilenen ve emeklilik günlerinin tadını çıkartan kırmızı renkli Macar yapımı Ikarus’u görünce bir Ankaralı olarak
gülümsememek elde değil. Az kahrını çekmedik körüklü Ikarus’ların... Kışın soğukta,
yazın ise tozda dumanda az seyahat etmedik!
Bir kent hakkında fikir sahibi olmak için
kullanabileceğiniz en basit yöntemler taksicilerle sohbet etmek, kentin sokaklarında kaybolmak ya da gazete ve televizyonlardaki haberlere bir göz atmak olarak sıralanabilir. Bir kahve molasında gözümüz televizyondaki haberlere takılıyor.
İlk haber bir cinayeti konu alıyor, ikinci haber ise sarhoş bir sürücünün neden olduğu ve sokaktaki 4 arabada çiziklere neden
42
CASTA ORMANLARINDAKİ
PATİKALARDA KEYİFLİ
DOĞA YÜRÜYÜŞLERİ
YAPABİLİR VE ÇİZGİ FİLM
KAHRAMANLARI ŞİRİNLER’İN
EVLERİNİ HATIRLATACAK
KADAR BÜYÜK VE KIRMIZI
RENKLİ MANTARLARI
GÖREBİLİRSİNİZ.
olan bir kaza, üçüncü haber komşu ülke
Macaristan’ın bir köyünde meydana gelen çevre felaketi, dördüncü haber ise bir
elma festivali. Küçük ve sevimli bir ülkeniz
olunca sorunlarınız da bizim ülkemizle kıyaslanınca oldukça küçük oluyor. Her ne
kadar yoğun gündemlere, büyük sorunlara ve adrenalin bombardımanına alışkın olsak da zaman zaman “Böyle bir ülkede huzur dolu bir yaşam sürsek” diye düşünmeden edemiyor insan.
SLOVAKYA’DAKİ
KARADENİZ
Bratislava’ya yaklaşık yarım saat mesafedeki Modra, Pezinok ve Casta kasabaları kentin dışındaki görülmeye değer alternatif rotaları… Modra ve Pezinok bağlara, Casta ise göz alıcı Chervery Kamen
Kalesi’ne ev sahipliği yapıyor.
Casta ormanlarındaki küçük, temiz ve sevimli hostel ile pansiyonlarda konaklayabilir, ormandaki patikalarda keyifli doğa yürüyüşleri yapabilir ve çizgi film kahramanları Şirinler’in evlerini hatırlatacak kadar
büyük ve kırmızı renkli mantarları görebilirsiniz.
Patikalardaki küçük tabelalar görülmesi
gereken yerlere kaç kilometre ve kaç dakika mesafede olduğunuz hakkında size
yardımcı olacaktır. Ayrıca ahşap gözlem
kulelerinden doyumsuz manzaranın tadını çıkartabilir, en üstteki korkuluklarda yer alan bölümden Viyana’ya sadece
69 kilometrede olduğunuzu görebilirsiniz.
Avrupa’nın tam ortasında kendinizi yeşilin
bin bir tonunun olduğu Karadeniz’de sanmanız işten bile değil.
Bratislava’ya kadar gitmişken bu alternatifleri de göz ardı etmezseniz pişman olmazsınız.
43
DEKORASONDA
“VINTAGE” RÜZGÂRI
ESKİ TARZI ANLATAN VE NOSTALJİ OLARAK DA BİLİNEN TARZA
“VINTAGE” DENİLİYOR. VE BU GÜNLERDE DEKORASYONDA VINTAGE
ADINI ÇOK DUYUYORUZ. SON ZAMANLARDA ADINI ÇOK FAZLA
DUYDUĞUMUZ VINTAGE KELİMESİ KALİTELİ YILI SİMGELEMEKTEDİR.
MOBİLYADA VINTAGE, ANTİKA İLE MODERN MOBİLYA KARIŞIMI OLARAK
TASARLANMAKTADIR. ANTİKA MOBİLYA 100 YAŞINI GEÇMİŞ İKEN,
VINTAGE MOBİLYA 100 YAŞINDAN DAHA GENÇ VE DAHA MODERN BİR
GÖRÜNÜME SAHİPTİR.
BU TARZ MOBİLYALAR BİRKAÇ İŞLEM SONRASI KULLANIMA
SUNULMAKTADIR. TADİLAT YAPILMASI GEREKEN YERLERİ VARSA
YAPILIR. ZATEN ÇOK KÖTÜ DURUMDA OLMADIKLARI İÇİN FAZLA İŞLEME
İHTİYAÇ DUYMAZLAR. HATTA BU İŞLEMİ BAZI BİLİNDİK MARKALAR BİLE
YAPMAKTADIR. ÇÜNKÜ GÜNÜMÜZDE VINTAGE MOBİLYA ÇOK TERCİH
EDİLEN BİR MOBİLYA ŞEKLİDİR. İNSANIN KENDİ TARZINI YARATMASINA
VE YANSITMASINA YARDIMCI OLUR. DİĞER MOBİLYALARDAN FARKLI
OLARAK DOĞRU OBJELERLE DE BİRLEŞTİRİNCE ÇOK TARZ BİR
DEKORASYONA DÖNÜŞÜR.
44
EVİNİZDE DAHA SICAK BİR ATMOSFER
OLUŞTURMAK İSTİYORSANIZ “VINTAGE”
AKSESUARLAR TAM SİZE GÖRE.
V
intage, bir moda
terimidir. Geçmiş yıllardaki döneme ait
tek ve özel parça ya da koleksiyonlara
verilen isim olarak bilinmektedir. Aslında vintage, bağbozumu anlamında kullanılmaktadır. Bu terim önce eşyalarda, sonra otomobillerde daha sonralarıysa modada kullanılmaya başlanmıştır. Bir eşyanın vintage olabilmesi için
belli bir geçmişi olması lazım, yani belli bir dönemi temsil edebilir, belli bir akıma ait olabilir ya da önemli bir tasarımcının ikonlaşmış tasarımı olabilir. Günümüzde, modern tasarımlarla vintage stili harmanlanarak, bir kent yaşam alanına dönüştürülebiliyor.
Temel olarak, vintage mobilyalar, 30100 yıllık mobilyalardır. 100 yıllıktan
daha fazla olan mobilyalar antika adını
alır. 100 yıllıktan daha az olan herhangi
bir mobilya normal mobilyalar gibi kullanılabilir. “Yüzyıl Ortası Modern Tarz”
oldukça popüler olarak kullanılan bir
vintage tarzıdır. Vintage dekorasyon,
genelde evlerde eski dönem eşyaları ile
oluşturulan köşelerle dikkat çeker. Vintage, iyi bir odak noktası yaratarak evdeki atmosferi değiştirmektedir.
EVDE VİNTAGE
STİL DEKORASYON
Ev dekorasyonunuzda ilk göze çarpan
alana antrenize vintage dolapları yerleştirerek işe başlayabilirsiniz. Antreler,
evinizin bütünlüğü ile ilgili ilk izlenimi
oluşturan yerlerdir. Daha çok eskimize
tahta eşyaların etkisi muhteşem oluyor.
Vintage eşyaların günümüze göre modernize edilmiş çeşitleri hayranlık uyandırıyor. İsterseniz farklı renklerde boyayarak değişik bir vintage etkisi de oluşturabilirsiniz. Vintage duvar süsleriniz,
vintage aksesuarlar, kitaplıklar ve sandalyeler ile de 2014 vintage ev dekorasyonu oluşturmanız mümkün.
Annenizden, anneannenizden size kalan eski bir abajur, cam şekerlikler, tablolar ve çeyiz sandıklarında olan dantelli örtüler kullanılabilir. Salonunuzda,
modern eşyalar arasında ipekli örtüler
üstünde cam bir abajur hoş ve nostaljik bir etki yaratacaktır. Yatak odalarında kullanılacak olan paravanlar, beyaz
raflar ve canlı çiçekler vintage etkisini tamamlayan unsurlardır. Vintage dekorasyonun belirli renk grupları vardır.
Pembe, beyaz, toprak tonları ile pastel yeşil ve maviler sıklıkla kullanılmaktadır. Mümkün olduğunca doğal ve yalın uygulanan bu dekorasyonda, sadece
çiçekli dokumalar ve danteller gösterişi yansıtmaktadır. Ailenizden kalan eski
dikiş makineleri ile kendinize bir tuvalet
masası yapabilir, üstüne beyaz çerçeveli eski resimleri asabilirsiniz. Eski paravanları yatak başlığı olarak kullanabilir ve bahçeden toplanan çalılar, beyaza
boyanarak yatak başınızın yanına yerleşebilir. Dalların üstüne eklenen, mumlar
ve ferforje şamdanlar ile vintage esintisi oluşturulur. Yataklarda, dantelli çeyiz
örtülerinden kullanabilir ve farklı renkler ile kombinleyebilirsiniz. Yatak başlığınızın üstüne yerleşen nişler ile vintage etkisi tam hissedilebilir.
Vintage stil dekorasyonda, evin tamamını değiştirmenize gerek yoktur. Küçük alıntılar ile yaratılan stil, evinizde
her şeyi etkileyecek ve atmosferi değiştirecektir. Vintage dekorasyon, son yılların en beğenilen dekorasyon tarzıdır.
Türkiye’de ortalama sekiz buçuk yılda
bir mobilya değiştiriliyor. Fakat vintage
mobilyaların çoğu ömürlük olduğundan
ortalama bir kullanım yılı verilemiyor.
Hazırlayan: Banu Öztürk
VİNTAGE MOBİLYA BİR HAYLİ
POPÜLER, ÇÜNKÜ:
SİZE EVİNİZİ KENDİNİZE ÖZGÜ BİR
TARZDA DEKORE ETME OLANAĞI
VERİR,
AYNI KALİTEDE YENİ MOBİLYA
SATIN ALMAKTAN DAHA AZ
MALİYETLİDİR,
EVİNİZİ DÖŞEMENİN EN ÇEVRECİ
YOLLARINDAN BİRİDİR, ÇÜNKÜ
MOBİLYALARIN ATILIP DA
ÇEVREDE YER KAPLAMASINA
ENGEL OLURSUNUZ VE YAPIMINDA
KULLANILAN TOKSİN MADDELER
BUHARLAŞIP HAVAYA DAHA FAZLA
KARIŞAMAYACAKTIR.
45
HANGİ GIDAYA VÜCUDUMUZUN OLUMSUZ TEPKİ GÖSTERDİĞİNİ BELİRLEYEN GIDA
İNTOLERANSI TESTLERİ BÜTÜN DÜNYADA GİDEREK DAHA BÜYÜK ÖNEM KAZANIYOR.
İNGİLTERE NÜFUSUNUN YÜZDE 40’I BU TESTLERİ YAPTIRMIŞ, HATTA TEST İNGİLTERE’DE
ARTIK CHECK-UP’A DÂHİL EDİLMİŞ DURUMDA. TÜRKİYE’DE DE GİDEREK YAYGINLAŞAN
BU TESTLER VÜCUDUMUZA OLUMSUZ ETKİLER YARATAN VE YILLARDIR SÜREN
KÜÇÜK- BÜYÜK PEK ÇOK SIKINTIYA, HASTALIKLARA, ŞİŞMANLAMANIZA, KENDİNİZİ
SÜREKLİ YORGUN VE HALSİZ HİSSETMENİZE YOL AÇAN GIDALARI ORTAYA ÇIKARIYOR.
O GIDALARI, ÖZELLİĞİNE GÖRE 3 AY YA DA BİR YIL ARASINDA DEĞİŞEN BİR SÜRE
YEMEZSENİZ OLUMSUZ ETKİSİ ORTADAN KALKIYOR.
46
Vücudunuz siz farkında olmadan bazı
besinlere karşı tepki vermektedir. Son
derece faydalı gözüken bir besin türü,
sindirim sisteminizde problemler oluşturabilir. Besinlerin neden olduğu düşünülen her türlü olumsuz etkiyi besin
alerjisi olarak kabul etmek yaygın olmasına rağmen her zaman doğru olmayan
bir tanımlamadır.
Besinlerin etkilerini iki gruba ayırabiliriz;
- Besin Alerjileri
- Besin Duyarlılığı (intoleransı)
Besin duyarlılığı, sağlıklı olduğunu düşündüğümüz bazı gıdaların kişisel olarak oluşturduğu zararlı etkilerin göstergesidir. Duyarlılık gösterdiğimiz besin maddesi bağışıklık sistemi üzerinde
sürekli baskı yaratır, öncelikle güçsüzlük ardından kronikleşen birçok problemin ortaya çıkmasına neden olur. Vücudumuzda uyuşmayan gıdalar tükettiğimizde rahatsızlık oldukça gecikmeli olarak ortaya çıkıyor. Bu nedenle gıda duyarlılığı ile belirli rahatsızlıklar arasındaki ilişki fark edilemiyor.
nak, hurma, zeytin, fındık, elma, yaban
mersini, brokoli, kırmızı mercimek, somon, tatlı patates, sebze suyu gibi mucize olarak topluma sunulan yiyecekler
sizin için zararlı olabilir. Farkında olmadan yıllarca tükettiğiniz bu yiyecekler
size kalıcı zararlar verebilir.
TEST NASIL YAPILIYOR?
Diğer kan alınarak yapılan testler antikorlara bakarak, alerjik sebep bulmakta ve sonrasında sindirilmeyen besin
var demektedir. Bu testte gıda intole-
GIDA İNTOLERANSI HANGİ
HASTALIKLARA YOL
AÇIYOR?
Herkesin metabolizması farklı olduğu için vücudunun tolere edebildiği ve
edemediği gıdalar da farklı. Bu testlerde size hangi gıdaların dokunduğu söyleniyor. Sonucunda da başta kilo problemi olmak üzere, migren, kronik yorgunluk, mide sorunları, ağrı problemleri, romatizma, sedef, egzama, akne,
gaz, şişkinlik, depresyon, uyku bozukluğu ve ishal gibi problemlerden kurtu-
GIDA İNTOLERANSI TESTİ İLE BÜNYENİZE ZARARLI
GIDALAR TEK TEK BULUNUYOR VE NELER
YİYECEĞİNİZ TESPİT EDİLİYOR.
Klasik alerjiler ise gıda tüketiminin hemen ardından ortaya çıkıyor. Kolayca
gıda alerjisi olup olmadığını anlayabilirsiniz (şiddetli cilt reaksiyonları, şişlik,
alerjik astım krizleri gibi). Alerji ve gıda
duyarlılığı (intoleransı) arasındaki fark
bu sebeplerden dolayı kolayca ayırt edilebiliyor.
Vücut bağışıklık sisteminin güçlü olması, bakteri, virüs, mantar ve parazitlerin yol açabileceği enfeksiyonların oluşmasını engeller. Fakat yediklerimizden
herhangi bir şey bünyeyi olumsuz olarak etkiliyor ise durum değişir. O zaman
vücut, yabancı maddeye karşı savunma sistemini harekete geçirir. Gıdalara
karşı duyarlılık normalde zararsız olarak bilinen besinler tüketildiğinde dahi
meydana gelebilir. Savunma sisteminin
harekete geçmesi, uzun vadede kronik
hastalıklara yol açarak, ruh ve beden
sağlığını bozar. Gıda duyarlılığına bağlı kronik reaksiyonlar yavaş fakat etkili
mekanizmalardır.
Kronik, yani sürekli olmaları uzun vadede verdikleri zararı arttırır. Tıpkı rüzgâr
ve suyun toprağı aşındırdığı gibi 10 sene
süren kronik bir durum geri dönüşü olmayan ruh ve beden bozukluklarına yol
açar.
Herkesin duyarlı olduğu gıdalar farklıdır ve çoğunluk için tavsiye edilen ıspa-
ransı doğrudan belirlenmekte olup, diğer kan alınarak yapılan testlerde olduğu gibi dolaylı sonuç vermemektedir. Kandan yapılan testler antikor seviyelerine baktığından iyi bir alerji testleridir. Fakat gıda intolerans testi iddiası
bulunmamaktadır. Bu testte parmaktan
kan alınıyor. Kan, Londra’daki merkezde test ediliyor. Sonuç 2 hafta içinde geliyor. Sonra beslenme uzmanı testi yaptıran kişiye, neleri yememesi, nasıl beslenmesi gerektiği üzerine bir seans danışmanlık veriyor.
luyorsunuz. İngiltere’deki York
Üniversitesi’nin 2009’da 5000 kişi arasında yaptığı araştırmaya göre, gaz ve
şişkinlik şikâyetlerinde yüzde 91, mide
sorunlarında yüzde 90, genel ağrılarda
yüzde 88, kolitte yüzde 88, kronik yorgunlukta yüzde 87, ürtiker, kaşıntı gibi
şikâyetlerde yüzde 84, romatizmada
yüzde 74 belirgin iyileşme sağlanmış.
Hazırlayan: Yıldız Livaoğlu
47
EVDEKİ YÜKÜNÜZÜ HAFİFLETİN
Bazı kadınlar evi çekip çevirme konusunda Allah vergisi bir yeteneğe sahip olabilirler. Ancak gelgelelim yeni neslin önemli
bir kısmı günlük hayatta uygulanabilecek birçok pratiklikten bi’haber şekilde yaşamlarını sürdürüyor. Hele de iş hayatının
acımasız yoğunluğuyla boğuşuyorsa bu hanımlar, “çok yoğunum” bahanesini, “zamanım yok” cümlesini hemen hazır bir kalıp
olarak karşımıza çıkartıveriyorlar.
Ama biraz araştırıldığında hem çalışan hanımlar hem de ev hanımları için bu yoğunluğun azaltılmasına yardımcı olacak o kadar
çok bilgi var ki…
Yorucu ev işlerinden bunalan hanımların imdadına, iş hayatı kadar ev hayatını da düzenlemek durumunda olan çalışan
hanımların yardımına, eskilerin diliyle püf noktalar yani günümüzde kullanılan “pratik bilgiler” yetişiyor.
Biz de hanımların imdadına yetişelim ve bilmeleri gereken temel şeyleri özetleyelim istedik. İşte, günlük hayatı kolaylaştıracak
püf noktalarından bazıları…
BANYO-MUTFAK
Lavabo ve banyo gibi fayans eşya, terebentine batırılmış bir bezle silinirse
pırıl pırıl parlar.
Sertleşmiş olan banyo süngerini tekrar işe yarar hale getirmek için hafif nişadır ruhunda bırakarak yağların erimesini temin edin. Bundan sonra 3-4 saat
sulandırılmış sütte bırakın ve sonrasında suda çalkalayın.
Krom musluklar zamanla kararır ve
parlaklığını kaybeder. Muslukları parlatmak için ıslak bir beze birkaç damla
parafin damlatın ve muslukları bununla
ovalayarak silin.
ÇAMAŞIRLAR
Kolalı çamaşırı, kolasız ve renkli çamaşırla birlikte ıslatmayın. Kola, sabunlu su
ile birleşince çamaşırların rengini açar.
Sertleşen havluları yumuşatmak için,
kuruduktan sonra tüylerinin ters yönünde sert bir fırçayla fırçalayın.
Beyaz çamaşır kaynatılan suya, birkaç
yumurta kabuğu atılırsa çamaşırların
kar gibi beyaz olmaları sağlanır.
Soğuk havada astığınız çamaşırların
donmaması için çamaşırları duruladığınız son suya tuz ilave edin.
HALI
Yeni aldığınız halıyı 6 hafta geçmeden
elektrik süpürgesi ile temizleyin. Bu arada fırça kullanmak daha emniyetlidir.
48
Bir kaba biraz tuzlu su hazırlayıp içine limon sıkın. Sonra eski bir saç fırçasını buna batırıp halılarınızı fırçalayın. Pırıl pırıl olurlar.
Halıya yapışan sakızın üstüne buz koyarsanız hemen çıkar.
KOKU
Evdeki boya kokusunu gidermek için,
odaya bir tabağın içinde kireç kaymağı koymanız yeterli olacaktır. Kireç kaymağı koyduğunuz odanın kapı ve pencerelerini kapalı tutun ve birkaç gün bekletin. Daha sonra havalandırın.
Boşalan parfüm ve kolonya şişelerini atmayın, gardırobunuzun bir köşesine kapağı açık olarak koyun. Dolabınıza
ve elbiselerinize güzel ve sürekli koku
siner.
PERDE
Fırfırlı, volanlı mutfak perdelerinizi yı-
kandıktan sonra ütülemeden düzgün
durmasını istiyorsanız, son durulama
suyuna bir çay bardağı tuz katın.
Pastalar için kullandığımız kabartma
tozu, sararmış perdeler ve danteller için
de kullanılabilir. Suyun içine koyacağınız kabartma tozunun içine, sararan
perde ve dantellerinizi batırıp 2-3 saat
bekletin.
PENCERE-CAM
Camların buğulanmasını önlemek için
camları gliserine batırılmış temiz bir
bezle silin.
Mutfak camlarındaki yağ lekelerini gidermek için çakmak benzinini beze döküp lekeli yeri silin. Temiz bir bezle de
parlatın.
Camlardaki zor lekeleri asla tel veya
benzeri cisimlerle çıkarmayın. Orlon bez
üzerine krem deterjan dökerek temizleyin. Böylece camlarınız çizilmemiş olur.
Ayna ve lambalar gibi cam eşyaları temizlerken üzerinde parmak izi kalmaması için daima iki toz bezi kullanın.
Camı bir bezle tutup diğeri ile silin.
ÜTÜ
Ütünüzün altı kirlendiyse, ütülerken
yapışıyorsa bir parça pamuğu sirkeye
batırın, yavaş yavaş ovun. Kirden eser
kalmayacaktır.
EKMEĞİN KÜFLENMEMESİ İÇİN EKMEK
KUTUSUNA UFAK BİR KABIN İÇİNDE
TUZ KOYUN.
MUTFAK
Balık alırken tazeliğini anlamak
için 3 duyunuzdan yararlanın. Taze
balık hafif deniz kokusu yayar. Eti
sıkı, sert ve elastik olmalıdır. Karnı ne yapışık ne de şişkindir, pulları yapışmış durumdadır. Görünüşü
diri, pullar parlak, gözler canlı, çıkıntılı ve parlak, solungaçları kırmızı olur.
Ekmeğin küflenmemesi için ekmek kutusuna ufak bir kabın içinde tuz koyun. Ekmek kutusunu 15
günde bir sirkeli suyla silin. Ekmek
kutusuna 1-2 adet kesme şeker koyun ve bu şekerleri arada bir değiştirin. Ekmeği ince tahtalardan yapılmış bir ızgara üzerine koyarsanız küflenme ortadan kalkar.
Etleri kemiklerden ayırmadan çiçek yağında bir müddet dinlendirin. Hem daha yumuşak hem de
daha lezzetli olacaktır.
Mantıyı haşlamadan önce çok
kısa süre fırına verirseniz haşlanırken dağılmaz ve tane tane olur.
Ayrıca birkaç gün bu şekilde saklanabilir.
Meyvelerin vitaminlerini bozmadan biraz daha uzun ömürlü olmaları için buzdolabında 4 derecede
saklanmalıdır.
SAĞLIK
Ağrıyan mideniz için haşlanmış
bir havucu ezip, bir kaşık balla karıştırarak yiyin.
Uyanık kalmak için kaynatılmış
nane için.
Cilde parlaklık vermek için 1 kaşık
bal ve 1 yumurta akı iyice çırpılır ve
yüze sürülür. 5 dakika bekletildikten sonra avuç içi ile yüze bastırıp
çekilir. Bu işlem 4-5 defa tekrarlanır, sonra soğuk suyla yıkanır.
GİYSİ
Kazakların tüylerinin dökülmesini önlemek için kazağı giymeden
önce bir naylon torbaya koyun. İkiüç saat buzdolabında bekletin.
Yüzleri çatlamış ayakkabılar, üstlerine badem ya da hint yağı sürülüp kalıba geçirildikten sonra su
buharına tutulmalıdır.
Okul önlüklerinin solmaması için
son durulama suyuna bir bardak
süt koyun.
Hazırlayan: Sevim Livaoğlu
49
Psk. Damla TİL
Uzman Psikolog
Çocuk ve Ergen Bölümü
“YA ONA
BİR ŞEY OLURSA?”
AŞIRI KORUYUCU ANNE BABA OLMAK…
DOĞDUĞU GÜN KOLLARINIZA ALDIĞINIZ KÜÇÜCÜK BEBEĞİN GÖZLERİNİZİN ÖNÜNDE YAVAŞ YAVAŞ
BÜYÜMESİ HİÇ KUŞKUSUZ HER ANNE BABA İÇİN BÜYÜLÜ BİR SÜREÇTİR. DOĞUMUNDAN İTİBAREN HER GEÇEN
GÜN YEPYENİ BİR ALANDA GELİŞİMİNE ŞAHİT OLDUĞUNUZ, İLK HAREKETLERİYLE HEYECANLANDIĞINIZ,
İLK KELİMELERİYLE DUYGULANDIĞINIZ ÇOCUKLUK YILLARI, GÜN GELECEK FOTOĞRAFLARDAN SİZLERE
GÜLÜMSEYECEK. DOĞUMUNU DÜN GİBİ HATIRLADIĞINIZ ÇOCUĞUNUZ KOSKOCAMAN BİR YETİŞKİN OLACAK.
PEKİ, İLK GÜNDEN İTİBAREN HER ANINA ŞAHİT OLDUĞUNUZ ÇOCUĞUNUZ NASIL BİR YETİŞKİN OLACAK?
BU SORUYA KESİN VE NET BİR YANIT VERMEK İMKÂNSIZ GÖZÜKSE DE, EBEVEYN OLARAK BENİMSEDİĞİNİZ
TUTUM VE SERGİLEDİĞİNİZ TAVIRLARIN ÇOCUĞUNUZ ÜZERİNDE KALICI OLUMLU VE OLUMSUZ ETKİLERİ
OLDUĞU BİR GERÇEK.
İçinde yaşadığımız toplumda aşırı koruyucu ve kollayıcı ebeveyn tavırları iyi
çocuk yetiştirme belirtisi olarak algılanabiliyor. Çocuğunun bir dediğini iki etmeyen, gözünü ondan ayırmayan, ihtiyaçlarını o daha söylemeden sezip yerine getiren ebeveynler bu tavırlarının iyi
anne-babalık göstergesi olduğunu düşünerek övünebiliyorlar. Bu kişiler tarafından çocuğunu iyi yetiştirmek genellikle fazla koruma ve kollamayla eş değer tutuluyor.
50
Bu ebeveynler çocuğu düşecek diye
koşmasına izin vermeyerek, zarar görür
diye başından hiç ayrılmayarak, aç kalmasın diye yemeğini elleriyle yedirerek,
üşür diye gece boyu üstünü örtmeye
kalkarak, hasta olur diye dışarı bırakmayarak çocuklarını koruduklarını düşünü-
AŞIRI KORUYUCU,
KOLLAYICI VE
MÜDAHALECİ
EBEVEYNLER
ÇOCUKLARINI CAM BİR
FANUSTA YETİŞTİRİRKEN
ONLARA KENDİ
ELLERİYLE VERDİKLERİ
KALICI HASARDAN
HABERSİZ OLUYORLAR.
yorlar. Hâlbuki her konuda olduğu gibi
aşırıya kaçıldığında koruyuculuğun da
çocuğa yarardan çok zararı dokunuyor.
Aşırı koruyucu, kollayıcı ve müdahaleci
ebeveynler çocuklarını cam bir fanusta
yetiştirirken onlara kendi elleriyle ver-
dikleri kalıcı hasardan habersiz oluyorlar. Gün geliyor çocuk büyüyor, gelişiyor; anne-babasının elinin altında zapt
edilemeyeceği yaşa gelince cam fanusa
sığamamaya başlıyor. Sonunda yıllarca
özenle korunduğu fanus kırılıyor ve çocuk sudan çıkmış balığa dönüyor çünkü dışarıdaki ortam cam fanusun içindekinden çok daha farklı ve acımasız.
Hava her zaman aynı ısıda, hayat içerideki kadar kolay ve etrafındaki insanlar
anne babası kadar özenli ve hassas olmuyorlar. İşte o ilk yıllardaki anne-baba
tutumlarının ve cam fanustaki konforun
bedelini hayat boyu ödemeye mahkûm
olan da çocuğun ta kendisi oluyor. Peki,
ama neden?
Çocuk yetiştirmek hiç kuşkusuz hassas
ve bilinçli olunması gereken bir süreç,
ÜŞÜYÜP ÜŞÜMEDİĞİ
SORULMADAN
GİYDİRİLEN, DÜŞER
KORKUSUYLA OYUN
OYNAMASINA İZİN
VERİLMEYEN, ZARAR
GÖRÜR DİYE EVDEN
ÇIKARILMAYAN ÇOCUK
KENDİNİ DİNLEMEYİ,
İHTİYAÇLARINI FARK
EDİP GİDERMEYİ VE
KENDİNİ KORUMAYI
ÖĞRENMEDEN BÜYÜR.
emek ve özveri isteyen meşakkatli bir
iş. Çoğu hatalı tutum gibi aşırı koruyucu
ebeveynlik de çocuğa zarar verme değil
aksine özünde ona yararlı olma çabasından veya anne-babanın kendi çıkmazlarından doğar. Farklı ailelerde gözlemlenen aşırı koruyucu, kollayıcı ve müdahaleci anne-baba tutumlarının birbirinden
oldukça farklı sebepleri olabilmektedir.
Annelerin kendi hayatlarından ve ilişkilerinden tatmin olmadığı durumlarda çocuğuna karşı aşırı ilgili ve kollayıcı
davrandığı sıkça karşılaşılan bir durumdur. Bu gibi ailelerde anne kendi yalnızlığı ve mutsuzluğu sonucu tüm dikkat ve ilgisini çocuğuna yönlendirmekte ve çocuğuyla adeta iç içe geçmiş durumdadır. Bunun sonucu olarak her an
çocuğunun gözünün içine bakan, onun
ihtiyaçlarını ondan önce fark edip anında karşılayan, her fırsatta kendisini çocuğuna adadığını belirten bir anne modeli ortaya çıkar. Bu tür anneler çocuklarının büyüdüğünü kabul edemez, ona
sanki hala küçük ve kendisine muhtaç
bir bebekmiş gibi davranırlar. İleriki yaşlarda dahi çocuğunu kendi elleriyle besler, yıkar, giydirir, onunla uyur ve okul
ödevlerini yaparlar. Tüm bunların altında yatan kendi mahrumiyet ve ihtiyaçlarıdır aslında. Çocuklarının kendilerine
muhtaç ve bağımlı olması/kalması diğer
ilişkilerinde mahrum kaldıkları “önemli
olma” ve “ihtiyaç duyulma” hissini tatmin etmektedir.
Bir diğer örnekte ise çocuğa karşı benimsenen aşırı koruyucu ve müdahaleci tavırlar; çocuğun ailede konduğu yer
ve ebeveynlerin kendi kaygıları ile ilişkilidir. Yıllar sonra çocuk sahibi olunması, çocuğun bir tehlike atlatarak hayatta kalmış olması veya ailenin tek kız/erkek çocuğu olması, ailenin kaygı düzeyini önemli oranda yükseltebilen etkenlerden bazılarıdır. Bu gibi durumlarda
çocuğa yüklenen değer ve çocukla ilgili yaşanan kaygılar sonucu anne-baba
aşırı kontrolcü ve kollayıcı bir tutum içine girebilir. Her an çocuğa bir şey olacakmış ve onu kaybedeceklermiş gibi
hisseden anne-baba çocuğun üzerinden bir an olsun gözlerini ayırmayarak
her hareketini kontrol etmeye çabalarlar. Bu şekilde davranarak onu dış dünyanın tehlikelerine karşı koruduklarını
düşünürler.
Anne-babanın kendi çocukluk deneyimleri ve travmalarının da çocuk yetiştirme üslupları üzerinde belirleyici bir etkisi olabilmektedir. Kendi anne-babası ta-
rafından ihmal edildiğini veya korunup
kollanmadığını düşünen bir kişi “Ben annem/babam gibi olmayacağım, çocuğuma böyle hissettirmeyeceğim” şeklinde
bir kararla kendi çocuklarına karşı aşırı
koruyucu ve kollayıcı bir tutum içine girebilir. Bir diğer örnekte kendi ebeveynleri tarafından aşırı koruyucu ve müdahaleci bir tutum içinde yetiştirilen bir
kişi çocuk sahibi olduğunda kendi şahit
olduğu anne-baba modeline sadık kalarak çocuğuna kendisine davranıldığı şekilde davranabilir.
Örneklerde görüldüğü üzere aşırı koruyucu, kollayıcı ve müdahaleci annebaba tutumlarının özünde bir ihtiyacı
tatmin etme çabası, yaşanan korku ve
kaygılar veya nesiller arası aktarılan deneyimler yatmaktadır.
AŞIRI KORUYUCU ANNEBABA OLMANIN SONUÇLARI
Nefes aldırmayan kontrol ve denetleyiciliğin, aşırı koruma ve kollayıcılığın ya
da boğucu ilgi ve şefkatin çocuğun sağlıklı gelişimi üzerinde kalıcı olumsuz etkileri vardır. Bu etkiler ilk yıllarda fark
edilemese de zamanla geri dönüşü olmayan sonuçlar doğurabilir.
51
AŞIRI KORUYUCU
VE KONTROLCÜ
TAVIRLAR ÇOCUĞA
ZARAR VERDİĞİ
GİBİ ANNE-BABANIN
HAYATINI DA ÇOCUK
ODAKLI VE AŞIRI
YORUCU BİR HALE
GETİRİR.
52
Aşırı koruyucu anne-baba tavırları sonucu ebeveynler ve çocuk adeta iç içe
geçmiş bir yaşantı içine girerler ve çocuğun sağlıklı fiziksel, ruhsal ve sosyal
gelişimi sekteye uğrar. Anne-babanın
bu tür yanlış tavırları çocuğu ebeveynlerine bağımlı ve zorluklar karşısında
çaresiz kılar, özgüveninin gelişmesini
engeller, onun kendi kendine yetemeyen ve kendi kararlarını vermekten aciz
bir birey olmasına sebep olur. Üşüyüp
üşümediği sorulmadan giydirilen, düşer
korkusuyla oyun oynamasına izin verilmeyen, zarar görür diye evden çıkarılmayan çocuk kendini dinlemeyi, ihtiyaçlarını fark edip gidermeyi ve kendini korumayı öğrenmeden büyür. Düşer
diye her adımda engellenen çocuk hangi hareketin tehlikeli olduğunu öğrenemez çünkü anne-babası henüz olumsuz
koşul belirmeden önünü kesmiştir bile.
Oysa rahatça oynamasına izin verilen
çocuk önce defalarca düşer belki, fakat
zamanla nerde durması gerektiğini keşfeder. Zorluklar, engeller ve hatalar çocuğu hayata hazırlar çünkü her hata ve
çatışma öğretici bir deneyim, her engel
bir gelişim fırsatıdır. Aşırı koruyucu ve
kontrolcü tavırlar çocuğun kendi bedeninin sınırlarını keşfetmesine, çevresini tanımasına ve kendisini korumayı öğrenmesine fırsat vermediği için sağlıklı
gelişimi sekteye uğratır ve çocuğu ruhsal açıdan “sakatlar”.
Aşırı koruyucu tavırlar anne-baba tarafından çocuğa olumsuz mesajlar vermektedir. Her an anne-babası tarafından kontrol edilen, korunan, uyarılan
ve engellenen çocukta “Sen kendi başına yapamazsın”,”Her an benim yardımıma ve korumama ihtiyacın var” hissi
uyanır. Bu mesajlara sık sık maruz kalarak büyüyen çocuğun özgüven ve benlik
saygısında geri dönüşü olmayan hasarlar meydana gelir. Bu şekilde yetiştirilen çocuk bir yerden sonra gördüğü aşırı ilgi ve kontrole bağımlı hale gelir, her
adımında bunlara ihtiyaç duyar. Sonunda kendi başına hiçbir şey beceremeyeceğine inanan, başkalarına muhtaç ve
çaresiz bir birey haline gelir.
Aşırı korumacı ebeveynler her an çocuklarının gözlerinin içine bakar ve onlar daha ihtiyaçlarını dile getirmeden
harekete geçerler. Her istediği annebabası tarafından anında karşılanan çocuklar zamanla ihtiyaçlarını/isteklerini dile getiremeyen, çekingen veya savunmasız bireyler haline gelebilecekleri
gibi sert, çevresindekileri kendi ihtiyaçları için kullanmaya alışkın ve bencil bireyler haline de gelebilirler. Her iki durumda da kişilik gelişimi sekteye uğramış çocuğu baş etmesi zor bir yetişkinlik hayatı bekliyor demektir. Ne de olsa
hayatta karşılaşacağı kimse onu annebabası gibi el üstünde tutmayacak, ona
koşulsuz şartsız hizmet etmeyecektir.
Aşırı koruyucu ve kontrolcü tavırlar çocuğa zarar verdiği gibi anne-babanın
hayatını da çocuk odaklı ve aşırı yorucu
bir hale getirir. Sürekli çocuğuna kötü
bir şey olacakmış gibi kaygılanan annebaba çocukları etraftayken her an onu
takip eder, çocuğundan uzaktayken ise
yüksek endişe ve kaygı yaşayarak yaptıkları hiç bir şeye yoğunlaşamazlar. Bu
tür ebeveynlerin en yoğun uğraşları çocuklarını korumak, kollamak ve denetlemek haline gelir; kendi hayatlarını yaşayamaz olurlar.
PEKİ AMA NE
YAPABİLİRİM?
Büyürken çocuğunu desteklemek her
ebeveynin en doğal hakkı ve arzusudur elbette. Bu noktada dikkat edilmesi gereken yardımcı olmaya çalışırken
zarar vermemektir. Ebeveynlere düşen
en önemli sorumluluklardan biri çocuğa
destek olurken onu bir yandan da hayatın zorluklarına ve yetişkinliğe hazırlamaktır. Bu yolda çocuğa zaman zaman
küçük de olsa sorumluluklar vermek
ve yaşına uygun görevler üstlenmesini
sağlamak onda sorumluluk duygusunun
oluşmasına sebep olacaktır. Sorumluluk alması sağlanan ve kendi başına bir
şeyler başarmasına izin verilen çocuğun
kendine güveni de gelişecektir.
Çocuklara sınırları belli olan ve rahatça
hareket edebilecekleri bir yaşam alanı
vermek önemlidir çünkü kendilerini ve
çevrelerini keşfetmek için hem bu alana
hem de sınırlara ihtiyaçları vardır. Aşırı
koruyucu ve denetleyici anne-baba tavırları çocuklara hareket imkânı sağlamaz, onları köşeye sıkıştırır ve ruhsal
açıdan sakatlar. Bu tür tavırlar benimseyen ailelerde çocuklara genellikle söz
hakkı verilmez ve onlar adına kararlar
alınır. Oysaki aile kararlarında çocukların da fikrini sormak, aile içi süreçlere
onları da dâhil etmek, kendi duygu ve
düşüncelerini ifade etmelerine izin ver-
mek çocukların sağlıklı gelişimine büyük ölçüde katkıda bulunacaktır. Taşınma, okul seçimi gibi kritik kararlarda bunu yapmak daha zor olabilir fakat
eve alınacak küçük şeyler, ailece yapılacak aktiviteler gibi daha basit konularda karar verirken çocuğa söz hakkı tanımak onda fikrine kıymet verildiği ve
ailenin önemli bir parçası olduğu hissini uyandıracaktır.
Elbette ailelerin çocuklarını tehlikelerden korumaları ve bir noktaya kadar
onları denetlemeleri olağan ve gerekli-
dir. Öte yandan çocukların hareketlerini başlarına kötü bir şey gelecek korkusuyla sürekli kısıtlamak onları koruduğumuzu zannederken zarar vermemize
sebep olabilir. Büyük riskler taşımayan
durumlarda çocukları engellemek yerine onların küçük fiziksel zararlar görmek pahasına keşfetmelerine izin vermek uzun vadede daha yararlı olacaktır. Düşecek korkusuyla her adımında
uyarılan, her hareketi kontrol edilen çocuklar belki daha az düşer, dizleri daha
az yara olur ama aşırı koruyucu tavırların verdiği psikolojik zararların etki-
KORKU VE KAYGILARIN
YÖNETTİĞİ TAVIR
VE TUTUMLARINIZ
BU KORKULARIN
ÇOCUKLARINIZA DA
AŞILANMASINA SEBEP
OLABİLİR.
leri bir ömür sürebilir. Çocukların kendi hatalarını yapmalarına izin verin; bırakın düşsünler. Düştükçe dikkatli olmayı ve zamanla kendini korumayı öğrenecekler.
Kendi korku ve kaygılarınızı çocuklara yüklemeyin. Korku ve kaygıların yönettiği tavır ve tutumlarınız bu korkuların çocuklarınıza da aşılanmasına sebep
olabilir. Unutmayalım, korku ve kaygı
bulaşıcıdır! Çocukluğu boyunca korkutularak ve aşırı korumacı tavırlarla yetiştirilen çocuklar büyüdüklerinde artık
bıraksanız da kendi kendilerine hareket
etmeye cesaret edemeyecek ürkek ve
savunmasız bireylere dönüşebilirler.
Elinize geçen her fırsatta çocuğunuza
ona güvendiğinizi ve onun güzel şeyler
başarabileceğini düşündüğünüzü hissettirin. Böylece onun da kendisine olan
inancı artacaktır. Bu tür mesajlarla büyüyen çocuklar ilerde kendilerine daha
fazla güvenen ve değer veren bireyler
olurlar.
Her ebeveynin çocuğunun iyiliği için
onu koruması, denetlemesi ve zaman
zaman da engellemesi gereken zamanlar vardır elbette. Bu gibi durumlarda
kaldığınızda sadece “Hayır”,”Yapma”,
“Oradan uzak dur” demek yerine çocuğa neden engel olduğunuz, onun anlayabileceği bir dille açıklanmalı ve izin
vermemenizin sebebini anladığından
emin olunmalıdır.
Çocuk yetiştirmek hiç şüphesiz çok
emek isteyen zor bir iştir ve çocuğunuz
büyürken mahrum kaldığınız birçok şey
olabilir. Onun sağlığı için hayatınızdan
çıkardıklarınız, o zorluk yaşamasın diye
yaptığınız fedakârlıklar ve onun iyiliği
için vermek zorunda kaldığınız kararlar zaman zaman sizi zora sokabilir. Çocuğunuzun sağlıklı ruhsal gelişimini baltalamamak için yaptığınız fedakârlıkları
asla ona baskı yapmak, onu kontrol veya
ikna etmek için kullanmayın. Çocuğunuzu kendinize minnettar hissettirmeniz,
zaman zaman o an istediğinizi almanızı
sağlasa da uzun vadede onun psikolojisi ve ilişkiniz üzerinde kalıcı olumsuz etkiler bırakabilir.
53
VÜCUDUNUZ
KONUŞUYOR!
Ahmet Süha Koçel
Profesyonel Sertifikalı Koç
[email protected]
BEDEN DİLİ, SÖZSÜZ İLETİŞİM
OLARAK DA BİLİNİR. SÖZCÜKLER
VE ONLARIN İFADE ETTİĞİ ANLAMIN
ÖTESİNDE, SUNDUĞUMUZ İLETİŞİM
YOLLARININ EN ÖNEMLİSİDİR.
BEDEN DİLİ MESAJLARI YÜZ
İFADELERİ (MİMİKLERLE), EL, KOL
VE BEDENİMİZİN HAREKETLERİ
(JESTLER) VE VÜCUDUMUZUN
DURUŞUYLA OLDUĞU GİBİ SES
TONU, SESİN YÜKSEKLİĞİ VE
VURGULAMALARLA DA İLETİLİR.
Prof. A. Mehrabian (UCLA) 1971 yılında gerçekleştirdiği araştırmalarda ulaştığı sonuçlar o tarihte derin yankılar uyandırmıştır. Araştırma sonunda; insanlar arası iletişimde, kelimelerin etkisini %7, nasıl söylendiğini %38, bedenimizle verdiğimiz mesajların etkisi ise %
55 olarak bulunmuştur...
Davranışlarımız ve bedenimizi nasıl kullandığımız, duygularımızı ve
iç dünyamızı etkiler.
54
Katıldığım bir seminerde bedenimizle birlikte baş ve gözlerimizi nasıl kullandığımızın önemi vurgulanmıştı. Şimdi bir deney yapalım:
Derin bir nefes alın ve yavaşça boşaltın -burundan alıp burundan verin- . Başınızı dik duruma getirin ve gözleriniz yukarı ortaya baksın.
Bu nefes alış-veriş doğru şekilde yapıldığında kendinizi kötü hissetmeniz neredeyse imkânsızdır.
İç dünyamız da bedenimizi etkiler. Moralimiz bozuk olduğunda başımız yana eğilir, omuzlar sarkar, bakışlarımız donuklaşır vb. O zaman bu karşılıklı iletişimin farkına vararak, onu kendimizi güçlendirmek için kullanabilir, davranışlarımızı değiştirerek iç dünyamızı et-
kileyebilir ve ruh halimizi olumluya çevirebiliriz. Bu konuda yazılmış kitaplar,
çeşitli kurum ve kuruluşların tertiplediği
seminerler ve eğitimler “Beden Dili”ni
doğru anlamamızı ve kullanmamızı sağlayacaktır.
“Beden Dili”nde en önemli nokta bilgi
akışının sürekli oluşudur. İki ya da daha
çok insan bir araya geldiğinde bu mesajlar karşılıklı olarak gönderilmekte ve
alınmaktadır. Gönderdiğimiz mesajlar
sürekli olarak karşıdakine ulaşmakta ve
hakkımızda kanaat oluşmaktadır. Aynı
zamanda biz de karşıdan sürekli mesaj
almakta ve değerlendirmekteyiz.
Beden dili kolay kolay kontrol edilemez.
Bu yüzden zorlamayla yapılan hareketlerde mutlaka açık verilir ve sahte olarak algılanır. Kontrol, ancak bu konuda uzmanlaşacak kadar bilgi ve tecrübe sahibi olan kimselerce sağlanabilir.
Beden dili tek bir hareketten oluşmaz,
yüz, el kol, beden ve ses mesajı birlikte iletir. Bunlardan her hangi biri diğerleriyle tam uyum içinde olmazsa, karşımızdakinin hakkımızdaki kanaati olumsuz olacaktır.
Mimikler, jestler, vücut duruşumuz postür- ve sesimizin nasıl kullanılması gerektiği ile ilgili teknikler çeşitli kitaplar ve makalelerde resimlerle detaylı biçimde açıklanmaktadır. Her yönetici adayının ve yöneticinin olmazsa olmaz görevlerinden birincisi; beden dilini doğru okumayı ve kullanmayı bilmek
ve uygulamaktır.
Beden dilini doğru kullanmanın günlük
yaşantımızda önemi açık… Ama özellikle işe giriş mülakatları ve pazarlama ala-
nındaki önemi ve ağırlığı hayati önem
taşır. İş ve özel arkadaşlarımızla, karşılaştığımız bütün insanlarla olan ilişkimizin kalitesi ve toplum içindeki etkinliğimiz beden dilini doğru kullanmamıza
bağlıdır. Fakat işe giriş mülakatı ve pazarlama sırasında başarı veya başarısızlık, beden dilinin doğru kullanılıp kullanılamadığıyla bire bir ilişkilidir.
İnsan Kaynakları yöneticisi dostum işe
alınan ve kabul edilmeyen adaylarla ilgili şu ilginç anekdotu anlatmıştı. “İlk
yöneticiliğim döneminde işe müracaat
eden bir adayla konuşurken birden rahatsızlık duydum. Masanın önünde oturmakta olan aday masaya dirseğini dayamış, masaya yaslanarak oturmaktaydı.
Alan ihlali olarak tanımlanan bu hareketi beni huzursuz etti, aday durumun farkına varmadan mülakat sonuna kadar
da tavrını değiştirmedi. Adayın elenmesindeki en önemli faktörlerden biri bu
davranıştı” diye anlatmıştı. Beden dili
ile verilen yanlış mesajın benzerlerini farklı bağlamlarda - biz de tekrarlıyor
muyuz acaba?
İş yaşamında etkisi inkâr edilemeyen
beden dilinin özel hayatımızda da ne kadar önemli olduğunu biliriz. Bir partideki davranışlarımız, yeni insanlarla tanıştığımızda ilk intibanın kalitesi, başarılı ve kaliteli ilişkiler için olmazsa olmazlardandır.
Beden dilini doğru kullanmak sonuçtur.
Sonuçla değil, nedenle uğraşmak, onun
üzerinde çalışmak daha önemlidir. Bedenimizi ve sesimizi nasıl kullandığımızın farkına varmak kişisel değişim ve
gelişimimiz yolunda atacağımız etkili ilk
adımdır. Bedenini, mimikleri, jestleri ve
sesini kısaca beden dilini doğru kullanan
insan; inandıklarını söyleyen olduğu gibi
görünen insanlardır.
“Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün
gibi ol “ diyen Mevlana veya “İnsanların
hepsini bir zaman; hatta bazılarını her
zaman aldatabilirsiniz; ancak insanların hepsini her zaman aldatamazsınız”
diyen Abraham Lincoln, bu noktaya işaret ediyorlardı.
Kendine güvenen, inançlı ve aktif imajın
karşıdakilerce algılanmasını istiyorsak,
bu tutum ve davranışları destekleyen
inançların gelişmesi ve yerleşmesi için
sistemli bir biçimde çalışmalıyız. Kendine güvenen ve başarabileceğine inanan
insanların davranışları ve konuşmaları tutarlıdır. Beden dilinin teknik inceliklerini derinlemesine öğrenirken, kendine güven ve özgüvenimizi yükseltecek
çalışmalarımız, tutarlı ve sürdürülebilir
başarılarımızın garantisi olacaktır.
İŞYERİNDE BEDEN
DİLİ İÇİN BİRKAÇ ÖRNEK
İşyerinde sık sık karşılaşabileceğimiz bir
kaç davranışın ne anlama geldiğini inceleyelim.
PARMAKLAR BİR BİRİNE
DOKUNARARAK – PİRAMİT
KURARAK- ELLERİN
VÜCUDUN ÖNÜNDE
TUTULMASI
Bu genelde ast-üst ilişkisinde rastlanır.
Kendine güven ve ben her şeyi bilirim
mesajı verir.
Konuşurken eller yukarıdadır - göğüs hizası ve yukarı - parmaklar yukarı bakar .
BEDENİMİZİ VE
SESİMİZİ NASIL
KULLANDIĞIMIZIN
FARKINA VARMAK
KİŞİSEL DEĞİŞİM VE
GELİŞİMİMİZ YOLUNDA
ATACAĞIMIZ ETKİLİ
İLK ADIMDIR.
55
ELLERİNİ GERİDE KAVRAYARAK KARNINI,
GÖĞSÜNÜ VE BOĞAZ BÖLGESİNİ AÇAN
KİMSE HERKESE “BEN KORKUSUZUM,
SİZLERDEN ÜSTÜN DURUMDAYIM”
DEMEKTEDİR.
Gergin durumdayken elleri tutmak gerginliği azaltır, sakinleştirir ve durumu
kontrol altına almamızı kolaylaştırır.
Dinleme pozisyonunda eller aşağıda tutulur parmaklar aşağı bakar.
Bu hareketi doğru yorumlamak için öncesine bakmak gerekir. Eğer önce olumlu işaretler alındıysa – açık avuç içi, öne
eğilme – sonuç olumlu olacaktır.
Eğer piramit, olumsuz işaretleri takip
ederse – bacaklar çapraz, kollar göğüste kavuşmuş – sonucun olumsuz olacağını bekleyebiliriz.
BURADA EN ÖNEMLİ
HUSUS KARŞIDAKİNİ
MAYMUN GİBİ
TAKLİT EDİYOR
GÖRÜNMEMEKTİR.
KOLLARIN GÖĞÜSTE
KAVUŞTURULMASI
En çok tartışılan pozisyonlardan biridir.
Genelde, olumsuz veya savunmacı bir
durumu bildirir. Pek çok insan duyduklarıyla mutabık olmadıklarında bu pozisyonu seçerler. Sizi onaylasalar da, size
karşı olumsuz tavır içinde olduklarını
düşünebiliriz. Bu durumda en iyisi, hangi konularda ayrıldığınızı sormak ve çözümlemektir. Eller çözüldüğünde olumsuz tavır gevşeyecektir.
HAREKETLERİ AYNALAMAK
BİR ELLE DİĞER
ELİ ARKADA KAVRAMAK
Filmlerde ve eski tablolarda Napolyon
bu pozisyonda gösterilir. Günümüzde
Prens Charles bu görünüşle adeta özdeşleşmiştir. Baş yukarıda, çene kalkık,
bir el diğerini arkada kavramış olarak
dik duruş.
Bu duruş kendine güven ve üstünlüğün
işaretidir. Bu durumda, karnını, göğsünü ve boğaz bölgesini açan kimse herkese “ben korkusuzum, sizlerden üstün
durumdayım” demektedir.
56
Eğer birisiyle uyum ve birlikteliğinizi
göstermek istiyorsanız, onun hareketlerini tekrarlayın. Kısa zamanda samimi
ve sıcak bir ortam doğacaktır. Birbirleriyle uyum içinde ve aynı fikirde olan insanlar bir süre sonra birbirlerinin hareketlerini kopyalamaya başlarlar.
Bu karşıdakini rahatlatır ve iletişimi güçlendirir. (Burada en önemli husus karşıdakini maymun gibi taklit ediyor görünmemektir.) Bazen bu çapraz aynalamak
olarak da ortaya çıkabilir. Karşıdakinin
sağ el, kol, bacağıyla yaptığını sol el, kol
ve bacağımızla yansıtmak. Bu durum da
aynalamak kadar etkilidir ve anlaşılması daha zordur.
57
NE ZAMAN
NEFROLOĞUMUZA
MUAYENE OLALIM?
NEFROLOJİ YAN DAL OLARAK İÇ HASTALIKLARINDAN AYRILMASININ
ÜZERİNDEN YILLAR GEÇSE BİLE HALEN NEFROLOJİNİN NE İLE İLGİLENDİĞİ, HANGİ DURUMLARDA NEFROLOJİ TAKİBİNE GİRİLMESİ GEREKTİMedicana Konya Hastanesi v
Hipertansiyon ve Nefroloji Uzmanı
Ğİ KONUSUNDA ÇEKİNCELER YAŞANMAKTADIR. NEFROLOJİ POLİKLİNİĞİ HASTALARININ BÜYÜK BİR KISMI DİĞER POLİKLİNİKLERDEN REFERANSLA GELİRLER YA DA AMELİYAT, KRONİK BİR HASTALIK İÇİN YATIŞI ESNASINDA BÖBREK DEĞERLERİ İÇİN KONSÜLTASYONLAR ESNASINDA NEFROLOJİ İLE TANIŞIRLAR. EN İLGİNÇ TABLO DA DÂHİLİYE POLİKLİNİĞİNDEN HİPERTANSİYONUN NEDENİNİN ARAŞTIRILMASI ÜZERİNE NEFROLOJİ POLİKLİNİĞİNE GELEN HASTA GRUBUDUR.
Doktor
Kadir Gökhan ATILGAN
Nefrolojinin İlgilendiği Hastalıklar Nelerdir:
1- Akut (ani gelişen, kısa süreli) Böbrek Yetmezliği:
Daha önce kontrollerinde böbrek fonksiyonları normal olan ve ameliyat, radyolojik girişim, ilaç kullanımı, böbrek tutulumu yapabilen başka bir hastalığın
takibi esnasında tespit edilen tablodur.
Genellikle tablo yüz güldürücüdür. Enfeksiyon veya yoğun bakım takibi gerekliliği olursa kliniği güçleştirmektedir.
2- Kronik (kalıcı, uzun süreli) Böbrek
Yetmezliği:
Nefroloji, takibinin zorunluluğu en iyi bi-
58
linen kliniktir. Hatta sadece diyaliz tedavisi görenlerin takibinin yapıldığını düşünenlerin sayısı az değildir. Üre:
45mg/dl’nin üzerinde, Kreatinin: 1,2mg/
dl’nin üzerinde olan herkesin böbrek
yetmezliği tanısı ile nefroloji takibinde
olmasında yarar vardır. Amerika kılavuzları her ne kadar kreatinin için 2’nin
üzeri dese de erken müdahale önem arz
etmektedir.
3- Glomerulonefritler:
İdrarda protein atılımı (Proteinüri) 300
mg/gün’e kadar ve albumin atılımı 150
mg/gün’e kadar normal kabul edilir. Bunun üzerinde bir protein atılımı “Nefro-
tik Sendrom”; bu tabloya eşlik eden idrarda kan varlığının da görüldüğü (Hematüri) tabloyu “Nefritik Sendrom” alt
başlığı ile takip ederiz.
Bunun dışında glomerulo nefritler:
a) Asemptomatik (şikâyete neden olmayan) Proteinüri
b) Asemptomatik(şikâyete neden olmayan) Hematüri
c) Hızlı İlerleyen Glomerulonefrit olmak
üzere de kliniklerde de tezahür edebilir.
4-Hipertansiyon:
Çoğu hastamız başta bahsettiğimiz gibi
hipertansiyon için nefrolojiye geldiğin-
İDRAR YOLU ENFEKSİYONLARI ÖZELLİKLE KADINLARIN,
KIZ ÇOCUKLARIMIZIN CİDDİYE ALMASI GEREKEN BİR KLİNİK TABLODUR.
de şaşkınlıklarını gizleyemezler, hatta
bir kısmı “Size gönderdiler ama...” şeklinde şaşkınlıklarını dile getirirler. Hastalarıma da aktardığım gibi hipertansiyonun % 90 gibi büyük bir bölümünü
“Primer” diye adlandırdığımız sebebi bilinmeyen hipertansiyon vakaları oluşturur. Kalan % 10’luk kısmın büyük bir bölümünü böbrek dokusuna ait ya da böbrek damarlarının durumuna ait nedenler oluşturmaktadır. Ayrıca kontrolsüz
tansiyona bağlı olarak gelişen uç organ hasarlarının en ciddi ve hayati olanı
böbrek tutulumudur.
5-İdrar Yolu Enfeksiyonları:
Basit geçici idrar yolu enfeksiyonları,
sistit ve pyelonefrit gibi mesanede ya
da böbrekte kalıcı hasarda bırakabilen
iltihabi durumları da tedavi etmektedir.
İdrar yolu enfeksiyonları özellikle kadınların, kız çocuklarımızın ciddiye alması
gereken bir klinik tablodur. Evde sıcak
uygulamaları (termofor, sıcak kompres, çift çorap giyme, kat kat battaniye ile yatma) sadece ağrıyı, sancıyı alır.
Enfeksiyonu temizlemez. Bu nedenledir
ki hala diyaliz alan hastaların büyük çoğunluğunu kadınlar oluşturmaktadır.
6- Soliter Böbrek:
Bir böbreği doğuştan ya da çeşitli nedenlerle küçülen veya operasyonla alınmış hasta grubunu kapsar.
7- Yukarıda saydığımız büyük başlıkların da kapsadığı ve özel adları ile biyopsi, ultrason ya da kronik hastalık
takibinde tespit edilen hastalıklara da
bakmaktadır.
AkkizKistik Böbrek Hastalıkları
Polikistik Böbrek Hastalığı
(Otozomal Dominant kalıtımsal geçişli)
Amiloidozis (Primer ve Sekonder
nedenlere bağlı)
Diyabetik Nefropati
Hipertansif Nefropati
HANGİ
ŞİKÂYETLERİMİZ
OLURSA
NEFROLOĞUMUZA
BAŞVURALIM?
İdrarda yanma hissi, üşüme titreme,
karında sancı eşlik eder.
İdrarda kan görmek, idrar tahlilinde
mikroskopik kan varlığına rastlanması.
Bacaklarda, özellikle dizaltı bölgede,
göz çevresinde, ellerde ödem dediğimiz
şişme hali.
3. maddede bahsettiğimiz şişmeler olmaksızın idrar tahlilinde protein atıldığının görülmesi.
Sık idrara çıkma, idrar miktarında gözle görülür artma ya da azalma ya da idrar yokluğu.
Gece uyku sonrası 2 ve daha fazla idrara çıkma.
Böbrek fonksiyon testleri yüksekliği bilinen hastalarda bulantı-kusma, kaşıntı,
iştah kaybı varlığı.
ŞİKÂYETİ OLMAYIP
NEFROLOĞA MUAYENE
OLMASI GEREKEN KİMSE
VAR MIDIR?
Ailede kronik böbrek yetmezliği tanısı
almış ve/veya hemodiyaliz, periton diyalizi ya da böbrek nakli olmuş yakını
olanlar, diyabet, romatizmal hastalıklar
gibi kronik zeminde hastalıkların; polikistik böbrek hastalığı, FMF gibi genetik geçişli hastalık varlığı olan hastaların
aralıklı olarak nefroloji kontrolü olmalarında fayda vardır.
59
KIŞ HAVASI
BAŞ AĞRISI
YAPIYOR
BAŞ AĞRISI EN ÇOK MİGREN VE GERİLİM
TİPİ ŞEKLİNDE ORTAYA ÇIKIYOR. GERİLİM TİPİ BAŞ AĞRILARI DAHA ÇOK SİNİRSEL NEDENLERLE OLUYOR VE HAFİF GEÇİYOR. SIKIŞTIRICI BİR AĞRI OLMUYOR, ZONKLAMIYOR, BULANTI YAPMIYOR, BAŞI OYNATMAKLA ARTIŞ GÖSTERMİYOR, ÇOK ŞİDDETLİ GEÇMİYOR.
BU TİP AĞRILAR STRESLE BAĞLANTILI.
SADECE GERİLİM TİPİ BAŞ AĞRISI YAŞAYANLAR MİGREN AĞRISI YAŞAYANLARDAN DAHA AZ.
Baş ağrısı bazen bütün bir gününüzü mahvedebilir. Uykusuz, sinirli, stresli bir günde, moralinizi bozan bir şey olduğunda baş gösterebilir. Basit baş ağrıları daha çok stres, hava
durumu, tansiyon ve kanda oksijenin azalmasından ileri gelir. Ki en çok sinirsel ağrılar
olarak da tanımlanabilen, gerilimli ortam ve
stresten ileri gelen gerilim tipi baş ağrıları görülür. Zonklayıcı bir ağrıdır bu. Genellikle boyundan veya alın bölgesinden başlayan ağrı,
yukarı doğru çıkar ve tüm başa yayılır.
60
Baş ağrılarını ciddiye alıp doktora başvurmak gerekir. Çünkü baş ağrısı vücudunuzda bir şeylerin eksikliğini haber
veren bir işarettir. Bu eksiklik sadece
kısa bir süre dinlenmek bile olsa önemsemelisiniz. Aksi takdirde baş ağrınız
kronikleşebilir.
Karanlık ve Sessizlik: Strese dayalı
baş ağrısıyla mücadele etmenin ilk yolu
olarak aklınıza hemen bir ağrı kesici ilaç
içmek gelmesin. Çünkü ağrının önüne
geçmenin doğal yolları var ilaçtan önce.
Migrene dayalı bir ağrı ise yaşadığınız,
karanlık ve sessiz bir odada yatarak krizi atlatmayı tercih edin.
Açık Hava Yürüyüşü: Stres ve gerilimden uzak bir ortamda dinlenmeye çalışın. Bulunduğunuz yerin havadar olmasına özen gösterin. Ağrıdan dolayı ışığa karşı duyarlılığınız arttıysa karanlıkta dinlenin. Kendinizde o gücü buluyorsanız, açık havada yürüyüş yapmak da
baş ağrısına iyi gelir.
Masaj: Şakaklarınıza, kaşlarınızın arasından alnınıza doğru ve burun deliklerinin üzerinden başlayarak göz kenarlarına doğru cildinizi gererek masaj yapın.
Sıcak Duş: Sıcak duş, vücudunuzda
gevşeme hissi yaratır. Duşa girmezseniz, ayaklarınızı sıcak su dolu bir kapta bekletin. Ardından su ılık olana kadar soğuk su ekleyin. Ayak banyosundan sonra çorap giyin ve dinlenmek
üzere yatın. Beyinde yükselen kan akışı
bu şekilde ayaklara aktarılır ve baş ağrısı sona erebilir.
Sık tekrarlayan ve uzun süren baş ağrısı şikayetiniz varsa sağlıkla ilgili her konuda olduğu gibi, bu durumda da uzman
bir doktora başvurmak en doğrusudur.
BU KURALLARA UYUN,
BAŞ AĞRISINDAN
KORUNUN
Soğuk ve rüzgârlı havalarda başınıza
bere, atkı gibi koruyucu bir şeyler örtün.
Sabah banyo yapıp sokağa çıkmayın.
Gece banyo yaptığınızda saçınızı iyice
kurutun. Banyo yapıp dışarı çıkarsanız
başınız, soğuğu ve esintiyi daha çok hissedecektir.
Rüzgârda durmayın; başa doğrudan
gelen rüzgârı önlemek çok önemli.
Ev veya araçta klimayı doğrudan yüzünüze üfletmeyin. Çok şiddetli çalıştırmayın.
Migreninizi lodos tetikliyorsa o gün dışarı çıkmamaya çalışın. Kapıyı bile açıp
o havayı içeri aldığınızda evinizde lodosun etkisini yaşama ihtimaliniz var.
Araba yolculuğunda pencereyi esintiyi hissedeceğiniz şekilde açmayın. Kapalı ortam migren için tetikleyici olabilir. Ama yine de arabada içeri hava girsin diye doğrudan yüzünüze esecek şekilde pencereyi açmayın.
Saç kurutma makinesini ılık ayarda
kullanın. Ne çok sıcak ne de çok soğuk
olmalı. Vücut ısısına yakın olmalı ve hızlı üflememeli.
Jöle sürmeyin. Çünkü jöle iletkenliği
arttırıyor.
KIŞIN BAŞ AĞRISI
GÖRÜLME
SIKLIĞINDA ARTIŞ
OLDUĞUNU
BELİRTEN
UZMANLAR,
ÖZELLİKLE
SOĞUKLA
TETİKLENEN
MİGRENE DİKKAT
ÇEKİYOR.
Hazırlayan: Fatma Kantar
Soğuk Kompres: Bir bezi soğuk suyla
ıslatarak veya poşete buz koyarak başınıza soğuk kompres yapın.
Muz, Makarna, Balık Yağı: Beslenme
uzmanları, muz, makarna ve balık yağının baş ağrısına iyi gelen besinler olduğunu söylüyor. Ayrıca, acı kahveye bir
iki damla limon suyu karıştırarak içmek
de baş ağrısına iyi gelebiliyor.
İlaç: Ağrı kesici kullanmadan önce mutlaka doktorunuza danışın. Ancak, her
ağrıda ilaç kullanmayı alışkanlık haline
getirirseniz, bir süre sonra ilaç ağrıları
yaşamaya başlarsınız. Yani ilaç bağımlısı olduğunuz için ilacı almadığınızda
ağrı başlar. Dolayısıyla mümkün olduğunca ağrı kesici almamakta fayda var.
61
G
UZELLESIYIM
DERKEN KEL KALMAYIN!
SAÇLARIMIZI BİLİNÇSİZCE ŞEKİLLENDİRMEK CİDDİ SAĞLIK SORUNLARINA YOL AÇABİLİYOR. KADINLARIN SIK
SIK SAÇLARINA SICAK MAŞA TATBİK ETMESİ, SIKI BAĞLAMASI, TOPUZ YAPMASI SAÇLARIN DÖKÜLMESİNE,
SEYRELMESİNE YOL AÇABİLİYOR. ERKEN DÖNEMLERDE DE BAŞLAYABİLEN SAÇ DÖKÜLMELERİNE KARŞI UZMANLAR ÖNCELİKLE GENLERİ SORUMLU TUTSA DA, ALACAĞINIZ BAZI ÖNLEMLER İLE BU DÖKÜLMELERİ YAVAŞLATABİLİRSİNİZ.
Saç dökülmesine
neler yol açar?
Günde 50-150 arası saç telinin dökülmesi normal. Dökülen saçın yerine yeni saç
çıkmıyorsa bu durumda bir anormallik
olabilir. Ateş, bazı ilaçlar, gebelik, beslenme bozukluğu, aşırı diyet, cerrahi girişim, demir, çinko, biotin ve esansiyel
yağ asit eksikliği, hipotiroidizm, hipertiroidizm, böbrek yetmezliği, ağır metal zehirlenmesi de saç dökülmesine sebebiyet verir. Bunların büyük bir kısmı
tedaviye cevap veriyor. Saçlar geri çıkıyor. Kadınların sık sık saçlarına sıcak
maşa uygulaması, saçlarını sıkı sıkı bağlaması ve topuz yapması da saçların dökülmesine, seyrelmesine yol açabiliyor.
Her ne kadar saç dökülmesinde suçlu anne ya da babadan gelen genler ise
de önlenebilen başka nedenler de var.
Yetersiz beslenme, enfeksiyon, reçete-
62
li ilaçlar, kimyasal saç ürünleri ve hatta
duygusal stres de saç dökülmesine yol
açabiliyor.
Daha canlı ve parlak saçlara sahip olmayı her kadın ister, ancak çoğu kadın saç
bakımı konusunda ne yapması gerektiğini bilmez. Mesela, seçtiğimiz şampuanın saçımızın ihtiyacını karşılayıp karşılamadığına kaçımız özen gösteriyoruz? Maalesef bu sayı çok değil. Peki,
saç kremini kullanırken dikkat edilecek
hususlardan ne kadar haberdarız? İşte,
saç bakımında dikkat edilmesi gereken
hususlar ve merak edilen konular...
Doğru Şampuan Nasıl Seçilir?
Normal saçlar için şampuanlar, saçlı derinin nem ve yağ oranını dengede tutar.
Sebum üretimi fazla olmayan saç tipleri için uygundur. Saçlarınızı yıkadıktan
sonra 24 saat içinde yağlanma olmuyorsa normal saç tipine uygun şampuan
kullanılmalıdır. Yağlı saçlar için şampuanlar, saç derisindeki sebum oranı fazla olan kişiler için uygundur. Her gün ya
da gün aşırı kullanılması halinde saçtaki yağ oranını dengeler. Saçtaki sebum
dengesini sağlayan bu şampuanlar aynı
zamanda statik elektriği de azaltır.
Kuru, yıpranmış, boyalı saçlar için şampuanlar, kalıcı saç boyaları, renk açıcılar, perma solüsyonları, kimyasallar,
aşırı fön gibi işlemlerle fiziksel olarak
zarar görmüş saçlar için uygundur. Yenileme ve bakım özelliği açısından geliştirilmiş formülleriyle saçın kaybettiği
nem dengesini yeniden sağlarlar.
Zayıf ve yıpranmış saçlar için şampuanlar, çeşitli nedenlerle sağlığını koruya-
mayan ya da kaybetmiş yoğun bakım isteyen saç tipleri için uygundur. Kremli
formülleri sayesinde saçların kolay açılmasını sağlarken onarıcı ve canlandırıcı özellikleri ile saça yoğun besleyici bakım sağlarlar. Kepek şampuanları, kepeğe karşı etkinliği kanıtlanmış aktif maddeler içerirler. Her gün düzenli olarak
kullanıldığında gözle görülür kepek oluşumunu engeller.
Yağlı Saçlara
Kremsiz Şampuan
Kremli şampuanlar, yağlı saçlar dışında
her saç tipinin çeşitli ihtiyaçlarına göre
formüle edilen ve bakım özelliği ön plana çıkarılan ürünlerdir. Yağlı saçlara sahip olan kişilerin kremli şampuan kullanması saçlarının daha çabuk yağlanmasına neden olur.
Haftada Bir Maske
Saç maskeleri, onarıcı proteinler, saçın
kolay taranmasını sağlayan, parlaklığını
artıran ya da nemlendiren etken maddeleri içerirler. Banyo sırasında saçta 2-3 dakika bekletilerek uygulanırlar.
Haftada bir uygulanması yeterli olacaktır.
HERHANGİ BİR ZAMAN DİLİMİNDE SAÇLARINIZIN
YÜZDE 85’İ BÜYÜME, GELİŞME DÖNEMİNDEYKEN
YÜZDE 15’İ DE SON ÖLÜM AŞAMASINDADIR.
Saç Kremi Nasıl Uygulanmalı?
Şampuan kullanımının devamında en
çok ihtiyaç duyduğumuz ürünler saç
bakım kremleri, maskeler, sıvı saç kremi ve saç şekillendiricileridir. Genel olarak, bu ürünlerin pH değeri saç derisine
uyumlu değildir. Bu sebeple sadece saç
uçlarına uygulanabilen ürünlerdir. Saç
diplerine uygulanması tavsiye edilmez.
pH değeri ve yüzde 100 bitkisel içeriği
nedeniyle saç dökülmesine karşı etkili bakım kremlerini özellikle saç diplerine uygulamak, saçları kökten uca besleyerek ihtiyacı olan bakımı sağlayacaktır.
Bu tip kremler, saçlara eski gücünü geri
kazandırır ve saçları yumuşatarak daha
kolay taranmasını sağlar.
Saç Bakım Önerileri
Yaşlandıkça vücudumuz da bizimle birlikte yaşlanıyor. Bu durumdan erkekler
de nasibini alıyor. Özellikle erkeklerin
35 yaşına geldiklerinde üçte ikisinin saçının dökülmeye başladığını belirten uzmanlar, saç dökülmesini önlemenin yollarını şöyle anlatıyorlar:
Daha fazla balık tüketin: Balık sadece protein ve minerallerle dolu değildir.
Aynı zamanda balık iyi bir Omega-3 ve
D vitamini kaynağıdır. Bu iki besin maddesi de kemoterapi hastalarında saç dökülmesini önlemede faydalıdır.
Demir seviyenizi kontrol altında tutun: Kadınlar arasında daha yaygın olan
demir eksikliğine bağlı kansızlık, saç dökülmesinin bilinen nedenidir. Fakat saç
dökülmesi sizin fark edebileceğinizden
az olabilir. Beslenmenize kabak çekirdeği, kinoa ya da tofu gibi demir bakımından zengin yiyecekler eklerseniz, bu
gıdalar saç dökülmesini önlemede yardımcı olabilir. Ancak kırmızı et ya da yumurtadan uzak duran vejetaryenler için
yeterince demir almak daha zordur.
B vitaminini unutmayın: Biyotin, B2 ve
B12 vitaminleri saç gelişimi için önemlidir. B vitaminine ya da demire ihtiyacınız olduğunu düşünüyorsanız, ilaç kullanmaya başlamadan önce doktorunuza danışın. Daha basit bir çözüm olarak
ise beslenmenizi bu eksikliğe uygun olarak yapılandırabilirsiniz.
Stresinizi kontrol altına alın: Herhangi bir zaman diliminde saçlarınızın yüzde 85’i büyüme, gelişme dönemindeyken yüzde 15’i de son ölüm aşamasındadır. Stresli olaylar ise saçlarınızın yüzde
30-40’ının ölmesine yol açan doğal döngüye yol açan bir şok oluşturabilir. Sonuç olarak 3 ay sonra köpeklerin tüylerini dökmesi gibi siz de saçlarınızı dökmeye başlayabilirsiniz. Bu nedenle saç
kaybını önlemek için stresle mücadele
etmenin yollarını arayın.
Reçeteli ilaçların prospektüslerini okuyun: Birçok insan kemoterapinin
saç dökülmesini hızlandırdığını biliyor.
Fakat reçeteli ilaçlar da saçlarınızı dökebilir. Örneğin, kan inceltici ya da psikiyatrik ilaçlar saç dökülmesini hızlandırıyor. Bu nedenle ilaçları içmeden önce
prospektüslerini iyice okuyun.
Kişisel hijyene önem verin: Saçınızın derisini ve saçınızı temiz tutmak,
saç derinizde oluşabilecek herhangi bir
mantar enfeksiyonu oluşumunu engeller. Böylece saçlarınız dökülmez. Fakat
saç derinizi çok fazla şampuanlamayın,
çünkü bu durum saç derinizdeki sebase
bezlerinin hasarına yol açabilir.
Düzenli egzersiz yapın: Düzenli egzersiz kelliği önlemede önemlidir. Egzersiz
stresi yatıştırır ve derideki kan dolaşımını düzenler. Egzersiz yaptığınızda oluşan ter de deri üzerindeki zararlı maddelerin atılmasına yardım eder.
Hazırlayan: Ayşegül Sevinçli
63
EL BECERİMİZİ
GELİŞTİRELİM
KARTONDAN GÖZLÜK
Renkli kartonlardan farklı
tasarımlarda gözlükler
yapın. Üstlerini boyayıp
süsleyin.
Aşağıda verilen kesirlerin değerlerini bulalım. Kesirleri küçükten büyüğe doğru sıralayarak şifreyi oluşturalım.
ŞİFRE
64
BULMACA
BİLMECE
Sözcükleri alfabetik sıraya göre
dizerek bulmacaları yerleştirelim.
KEKLİK- KİRPİ-KARTAL-KURT
AK
L-DUD
K-OKU
-IŞI
HIRKA
1
1
4
4
3
3
2
Ülkem
afetl izde de m
e
bulal ri, ipuçlar eydana g
ım
e
ı
HEYE ve bulm ndan yar len doğa
a
l
DEPR LAN, SEL acaya ye lanarak
r
,
le
EM, E
Ç
ROZ IĞ, HORT ştirelim.
YON
, YAN UM,
GIN
-NERGİS-GÜL
AK
LALE- ZAMB
4
3
E
R
2
H
N
1
65
Çölde kar yağar mı?
Çöllerin genellikle kurak ve sıcak bölgeler olduğu düşünülür. Bu, bazı çöller için doğrudur. Ancak
hepsi için değil. Dünyanın sıcak bölgelerindeki çöller yıl boyu sıcak olur. Ancak bu çöllerde bile geceleri çok soğuk olur. Dünyanın daha serin bölgelerindeki çöllerde de geceler soğuk olur; bu bölgelerde soğuk kış mevsimleri de söz konusudur. Birçok soğuk bölgede de çöl bulunur. Örneğin Grönland. İster sıcak ister soğuk olsun tüm çöllerde
yağmur yağar. Yağmur yalnızca birkaç dakika sürer. Hatta yağış yılda bir kez bile olabilir. Kışın so
ğuk çöle düşen yağış kara dönüşebilir.
Develerin hörgüçlerinde
ne bulunur?
Genelde develerin hörgüçlerinde su olduğu ve uzun
yolculuklarda bu suyu kullandıkları söylenir ama
doğru değildir. Develerin hörgüçlerinde 30-35 kg
kadar yağ bulunur. Yiyecek bulamadıkları zaman
bu enerjiyle hareketlerini sağlarlar. Ayrıca yağ, çöl
sıcağına karşı koruma görevi de yapar.
Evet- hayır kelimeleri
Türkçe’ye nereden gelmiştir?
Bu iki sihirli sözcüğün aslında hayatımızın
gidişatında çok önemli etkisi vardır. Bir eylemi
onaylama anlamında kullanılan evet sözcüğü, orta
Farsça’nın 3. yüzyılından 10. yüzyıla dek kullanılan
biçimi olan Pehlevi dilinden dilimize geçmiştir.
Pehlevice “avad”, Asya Türkçesi’ne “uvat”, “ovat”
biçiminde geçmiştir. “Hayır” sözcüğü ise Arapça
“hayr”dan gelmektedir. Bu sözcük Türkçe’de biri
olumlu biri olumsuz iki anlam olarak karşımıza
çıkmaktadır.
66
Şahinler ya da kartallar gibi
iyi görebilen hayvanların da
gözleri bozulabilir mi?
Hayvanlarda da göz bozukluklarına rastlanabilir.
Herhangi bir nedenle göz küresinin şeklinin
bozulması ya da göz merceğinin saydamlığını
yitirmesi, tüm canlılarda benzer etkilerle
sonuçlanır. Bazı hayvanların gözleriyse, insan göz
sağlığı ölçülerine göre doğuştan hipermetroptur.
Yani, bazı hayvanlar belli bir mesafeden daha
yakını net göremezler. Ancak doğal yaşamlarında
görme yetenekleri ön planda olan avcılarda, göz
bozukluklarının görülme oranı oldukça düşüktür.
Doğada göz bozukluğu ciddi bir dezavantaj olduğu
için avlanamama ya da avcıdan yeterli verimlilikte
kaçamama gibi koşullardan ötürü ölüm nedeni
olabilir.
İnsan bir günde
veya yılda kaç
kirpik döker?
Gözlerimizi kaşıdığımız zamanlarda hepimiz
kirpiklerimizin döküldüğünü fark ederiz.
Saçlarımız kadar olmasa da kirpik elimize
düşer. Ancak ne kadar kirpik döktüğümüzü
kesin olarak söylemek oldukça zordur. Ancak
doğal olan veya olmayan nedenlerle günde
2-3 kirpik döktüğümüz kesindir. Ortalama
olarak günde iki kirpik döktüğümüzü
varsayarsak yıl içersinde ortalama 730 adet
kirpik dökülmektedir.
Ay dünyaya çarparsa
ne olur?
Böyle bir çarpışmanın olası
etkisi, yaşamı yok etmenin
dışında gezegenimizin dönme
ekseni ve hızında ve dolayısıyla
yörünge hareketinde olağanüstü
değişimler olarak kendini beli
edebilir. Ancak çok yoğun
asteroit bombardımanına
maruz kalmasına karşın Dünya
çevresindeki yörüngesinde bilinen
bir değişim göstermemiş olan
Ay’ın, yörüngesinden herhangi bir
nedenle çıkıp Dünyamıza çarpma
olasılığı son derece düşüktür.
67
E
D
N
İ
M
E
L
A
R
A
L
N
A
V
M
I
HAY
L
A
Y
I
N
A
T
İ
N
E
U
G
N
PE
Ben Kimim?
Kanatlı olmama rağmen uçamayan bir kuş türüyüm. Ömrüm
15-20 yıldır. Genellikle Antarktika gibi çok soğuk yerlerde
yaşamayı sevsem de, sıcak iklimde yaşayan birkaç penguen
türü de vardır. Siyah beyaz tüylerim nedeniyle insanlar
bana smokinli kuş derler. Sevimli görünüşüm ve paytak
yürüyüşüm nedeniyle karikatürlere ve fıkralara sıkça konu
olurum.
Türlerimiz
18 penguen türü vardır. En küçük türümüz, 35 cm’lik
Küçük Mavi Penguen ya da diğer adıyla Peri Penguen, en
büyüğümüz ise 1 metre boyundaki İmparator Penguen’dir.
Büyük penguenler soğuğa daha dayanıklıdırlar. Küçük
olanlarımız ise daha sıcak iklimlerde yaşayabilirler.
68
Nasıl Hareket Ederiz?
Kanatlarımız uçmak için değil, yüzmek içindir. Bu sayede
çok iyi ve hızlı yüzebiliriz. Zaten uçan kuşların aksine bizim
kemiklerimiz daha ağırdır. Bu da bizim suya dalabilmemizi
ve suyun altında kalabilmemizi sağlar. Son derece kaygan
olan tüylerimizin bu özelliği yüzmemizi çok kolaylaştırır.
Tüylerimizin yapısı, aralarında hava birikmesini ve böylelikle
çok soğuk ve buzlu sularda üşümememizi sağlar. Sıcak
iklimde yaşayan türlerimizin tüyleri daha incedir. Soğuk
havaya dayanabilmek için de vücudumuz kalın bir yağ
tabakasıyla kaplıdır. Karadayken dengede kalabilmek için
kanatlarımızı ve kuyruğumuzu kullanırız. Buna rağmen
bazen kayıp düşeriz. Bazen de hızlı ilerleyebilmek için bilerek
göbeğimizin üzerinde kayarız, böylece gereksiz yere enerji
de harcamamış oluruz. Zaten bir adımda sadece 10 cm
ilerleyebiliriz. Ama çok hızlı adım atarız. Su altında da çok
rahat ve hızlı hareket ederiz. Küçük olanlarımız fazla derine
dalamaz. Ama İmparator Penguen, 260 metre derinliğe
dalabilir ve su altında 18 dakika kalabilir.
Avlanma ve Tehlikelerden Korunma
Hayatımızın yarısını suyun içinde, yarısını da dışında
geçiririz. Suda avlanırız. Yakalayabildiğimiz balıkları ve
diğer küçük su canlılarını yiyerek besleniriz. Karadayken
de buzda açılan deliklerden gördüğümüz balıkları tutarız.
Duyma yeteneğimiz çok gelişmiştir. Su altında bile çok
iyi duyabiliriz. Böylece hem daha iyi avlanırız, hem de
tehlikelerden daha iyi kaçabiliriz. Karadayken uzağı çok
iyi göremeyiz ama suda böyle bir derdimiz yoktur. Koku
alma yeteneğimizin de iyi olduğu pek söylenemez. Zaten
kuşlar genel olarak iyi koku alabilen canlılar değildirler.
Siyah-beyaz tüylerimiz düşmanlarımızdan saklanmamızı
kolaylaştırır. Örneğin suyun altında bizi avlamak isteyen ayı
balıkları, renklerimizle suyun yansımasını karıştırırlar ve bizi
göremezler.
Yavrularımıza Nasıl Bakarız?
Yavrularımıza etraftan bulduğumuz taş, tahta parçaları ve
otlardan yaptığımız yuvalarda bakarız. Dişilerimiz bir ya
da iki yumurta yapar, bundan sonrasını ise erkek üstlenir
ve kuluçkaya o yatar. Kuluçka süresi 4 aydır. Bu durumda
yiyecek bulma işi dişinindir. Yavrular yumurtadan çıktığı
zaman dişi penguen gelip onları besler. Yavrulara iyi bakmak
için elimizden geleni yaparız. Gerekirse onları soğuktan
korumak için ayaklarımızın üstüne koyup karnımızla ısıtırız.
Yavrular biraz büyüyünce onları yaşlı penguenlere teslim
ederek yiyecek bulmaya gideriz. Yaşlılar aynı zamanda
yavrulara yüzmeyi de öğretir. Ama bunun için en az iki aylık
olmaları gerekir.
Davranışlarımız
Suyu ve yüzmeyi bizim kadar seven kuş yoktur. Buna
rağmen denize girmekten biraz korkarız, çünkü foklar bizi
avlamak için suda bekliyor olabilir. Bu nedenle girmeden
önce suyun kenarında toplanıp bekleriz. En cesur olanımız
girdikten sonra tehlike olmadığını anlarsak onu takip ederiz.
Zaten her zaman grup halinde olmayı severiz.
2 resim
arasındaki
5
fark
nedir?
Canlı koşar,
cansız kovalar
Ayakları su içer
üstünden gelen
geçer
(AT ARABASI)
Ben yazarım
o bozar, hep
zararlı çıkar
Yeşil koydum,
al çıktı.
(KÖPRÜ)
(SİLGİ)
(KINA)
Ufacık mermer taşı,
ne kulpu var ne başı,
Pişirirsen aş olur,
pişirmezsen kuş olur
(YUMURTA)
Tarlada yeşil,
bakkalda siyah,
evde kırmızı
(ÇAY)
Başı
topuz,
saçı otuz
69
(SÜPÜRGE)
REYONDAKİLER
HAZELLA KAKAOLU
FINDIK KREMASI
Kahvaltı sofralarının vazgeçilmezi olan fındık kreması, yepyeni bir
marka ve eşsiz bir lezzetle Adese reyonlarında sizlerle buluşuyor.
Ordu ve Giresun ilinin eşsiz 13-15 mm kavrulmuş fındıklarının, enfes
kakao parçacıklarıyla birleşiminden elde edilen ve içeriğinde % 15
oranında fındık bulunan Hazella, 350 gramlık cam kavanozu ile tüketicinin beğenisine sunuldu. Fındığın kakaoya doyduğu bu lezzet
damaklarda inanılmaz bir haz ve mutluluk bırakacak…
VİVİDENT 45 DAKİKA
Vivident 45 Dakika, eşsiz formülü ve içeriğindeki özel aromalar ile
ferahlığı 45 dakikanın üzerine taşıyor. Hem draje formuyla şık metal kutusunda, hem de şerit sakız formuyla zarf ambalajında yer
alan yeni ürün sizlere en az 45 dakika süren kesintisiz ferahlık sunuyor.
SOFRALARDA
GÜLLER AÇACAK
Papia Yeni Dekor Peçete serisi ile sofralara renk katmaya devam
ediyor. Papia Dekor Peçete serisinin özel tasarımlarından Gül Bahçesi, doğadan ilham alınarak tasarlanmış renkli gül desenleri ile sofralarınıza güneşin neşesini katacak. Bahçenizde, balkonunuzda ya
da deniz kenarında sevdiklerinizle buluşacağınız sofralarınızda Papia Dekor Peçete Gül Bahçesi ile farklı bir tarz ortaya koyabilirsiniz.
NİVEA’DAN BİR İLK
Nivea, yeni ürünüyle, cilt bakımını pratik ve keyifli kılıyor. Beiersdorf uzmanlarının cilt bakımıyla ilgili ihtiyaçlardan yola çıkarak geliştirdiği Nivea Duşta Vücut Kremi, Türkiye’de ilk kez, banyo sonrası yapılan cilt bakım uygulamasını duşun altına taşıyor. Nivea Duşta
Vücut Kremi, her zamanki gibi yıkandıktan sonra, henüz duştayken
ıslak cilde uygulanıyor. Islak cilt, özel formülüyle nemi cilde anında
hapsediyor. Daha sonra suyla durulanan cilt, kurulanma sonrası yapışkanlık ya da yağlı bir his bırakmadan, pürüzsüz, parlak ve nemli
görüntüsüne kavuşuyor.
70
*Yetişkinlerin dişlerine kıyasla.
Çocuğunuzun
dişleri
%50 daha
incedir.*
Bu yüzden uzman korumamıza
ihtiyaçları var.
Tüketici Sağlığı ürünlerinin de dahil olduğu tüm GSK ürünleri ile ilgili istenmeyen
etkileri veya görüşlerinizi GSK Türkiye Çağrı Merkezi‘ni (444 5 GSK - 444 5 475) arayarak iletebilirsiniz.
71
BÜ
M
AL
GELENEKSEL MAKAMLAR
CAZ İLE BÜTÜNLEŞTİ:
“HİJAZZ 2”
İlk albümü “Hijazz”ı 2003 yılında yayınlayan Hijazz Project, uzun bir
aradan sonra tekrar müzikseverlerle buluşmanın heyecanını yaşıyor.
Geleneksel makamlarımızın caz ile bütünleştiği “Hijazz 2” geçmişten
geleceğe uzanan bir zaman yolculuğu gibi... Türkiye’nin çok önemli
müzik insanlarının besteleri ve icraları ile çok özel bir müzikalite
yakalayan “Hijazz 2”, değerli müzisyenler Alper Berksü, Artun
Sürmeli, Birol Yayla, Ercüment Ateş, Eylem Pelit, Erkan Kenç, Şenol
Filiz, Şenova Ülker ve Volkan Öktem’den oluşuyor.
Tüm bu değerli müzisyenlerin sevgi ve samimiyetini ortaya koyduğu
ve müzikseverlerin keyifle dinleyeceği “Hijazz 2” tüm müzik
marketlerde.
MİRKELAM:
“DENİZİN ARKA YÜZÜ”
Kendine has yorumu ve sözleriyle Türk pop müziğinde çok farklı
bir yer edinmiş olan Mirkelam, 3 senelik birikimini, yaşadıkları
anları, gözyaşları ve alın terini biraz da kendini anlatıyor “Denizin
Arka Yüzü”nde. Hepimizin hayatında “hayatımı yazsam kitap olur”
demişliğimiz vardır; bunu diyen şarkı yazan, beste yapan ve söyleyen
bir sanatçıysa bu kitap sizin karşınıza hikaye anlatan bir albüm
olarak çıkar. “DENİZİN ARKA YÜZÜ” tam da böyle bir albüm.
Albümde yer alan tüm şarkıların söz ve müziği Mirkelam imzası
taşırken “Priz220” şarkısının bestesinde Mirkelam ve albümün aynı
zamanda prodüktörü de olan Yves Jongen imzası bulunuyor.
ZEYNEP: “YALAN DOLAN”
Türk pop müziğinin başarılı ismi Zeynep, yoğun stüdyo çalışması
sonucunda 2013 Mayıs ayı içerisinde çıkardığı “Deli Gülüm” isimli
single çalışmasının üzerinden iki ay geçmeden yeni albüm “Yalan
Dolan” ile yeniden müzikseverlerin karşısına çıktı. “Deli Gülüm” ile
iyi bir çıkış yakalayan sanatçı “YALAN DOLAN” albümüyle de aynı
başarıyı devam ettireceğe benziyor.
“Memedim” ve “İnadı Bırak” şarkılarıyla tanınan Zeynep, 90’lardan
günümüze yükselişini aralıksız devam ettiriyor.
Zeynep, albüm için yaptığı açıklamada “Çok çalıştık. 2013 yılı benim
için müzik dolu bir yıl oldu. Birbirinden değerli isimlerle stüdyoya
kapandım. Yalan Dolan ile zirveyi zorlamaya kararlıyım. Hiç bir
şarkıyı bu kadar bıkmadan aralıksız dinlememiştim. ‘YALAN DOLAN’
içime çok sindi. Umut ediyorum halkımın da gönlüne sinecektir.”
dedi.
72
TEKNOLOJİ
Tasarım: Bar Tipi
Boyutlar: 68,4 x 137 x 7,59 mm
Ağırlık: 125 gram
Pil: Li-Ion, 1800 mAh
Ekran: 720 x 1280 px / 4,7” (11,94 cm)
Teknoloji: Super IPS, 16 mil. renk
Kontrol: Dokunmatik (Multitouch)
Gelişmiş: Dinamik Parlaklık, Gorilla Glass 2
Sistem: Android İşletim Sistemi (4.2 Jelly bean)
İşlemci: 1,2 GHz (Dört Çekirdekli)
Bellek: 1 GB RAM
Genişletme: MicroSD Kart Yuvası (32 GB’a kadar destekli)
Kamera : 8 Megapiksel, LED Flaşlı
Çözünürlük : 3264 x 2448 px’e kadar
Video: HD Video Oynatıcı HD Video Kaydedici
Oynatıcı: MP4/DivX/XviD/WMV/H.264/H.263
Ses Gücü: Eller Serbest, 3D Ses, Çift Hoparlör
GSM Bant: 4 Bant (QuadBand) 850-900-1800-1900 MHz
Çift SIM Kart: Çift SIM Yuvası
3G İletişim: 3G Hızında internet,
Bluetooth: Bluetooth 4.0, A2DP (Çoklu bağlantı)
GPS Uydu: GPS Uydu Bağlantısı (A-GPS Destekli)
Wireless: Kablosuz Ağ Bağlantısı (802.11 b/g/n)
Diğer: Wi-Fi Direct, Wi-Fi hotspot
GENERAL MOBILE
DISCOVERY CEP
TELEFONU 16 GB
HATTRICK SAPHIRE
X5 KOŞU BANDI
Motor Gücü Sürekli: 3.0 hp. DC MOTOR
Motor Gücü Max. : 6.0 hp.
Hız: 1-16 km./Saat
Gösterge Bilgileri: Hız, zaman, mesafe, nabız, eğim, kalori
ve body fat.
Gösterge Tipi: 3 pencereli LED ekran
Program Sayısı: 1 Manuel, 25 Hazır program
Eğim : 0-16% otomatik eğim
Taşıma Kapasitesi: 135 kg
Yürüyüş Alanı: 45x130 cm
Zemin Türü: Flex Zemin (Darbe emici tartan zemin)
Diğer Özellikler: Tekerlekleri sayesinde kolayca
taşınabilir,
Katlanabilirliği sayesinde yer kaplamaz. Güvenli kilit
sistemi mevcut, USB, MP3, SD KART giriş özelliği
bulunmaktadır.
Air shock sistemi ile diz kapaklarına yapılan baskıyı
engelleme. Ana konsolda su ve telefon bölmesi,
Elden nabız ölçme özelliği mevcuttur. Amortisörlü
(Emniyetli Yavaş Açılma EFS Sistemi),
Tutunma kollarında hız, eğim arttırma-azaltma tuşları
bulunmaktadır. Body fat ile vücut yağı ölçülebilmektedir.
UFO BLACK LINE YENİ
NESİL ISITICI
Güç ( W ) 1300 ~ 2600
Ebat ( cm ) 19.6X8.4X87.7
Yaklaşık Isıtma Alanı
Kapalı Alan: 13 ~ 26 m2
Açık Alan: 10 ~ 20 m2
Filament: Karbon Black
Renk Seçeneği: Siyah / Silver
Kademe Sayısı: 5 (1300 / 1700 / 2000 / 2300 / 2600 Watt )
Kontrol Şekli: Uzaktan Kumanda ile
Kullanım Şekli: Yatay, dikey veya eğimli
Teknoloji Reyonlarında...
50 TL VE ÜZERİ ALIŞVERİŞLERE KREDİ KARTINA 10 TAKSİT
73
ER
Kİ
L
DA
ZY
ON
Vİ
HÜKÜMET KADIN 2
Tür
: Komedi
Süre
: 105 dakika
Yönetmen: Sermiyan Midyat
Oyuncular: Demet Akbağ, Sermiyan Midyat,
Mahir İpek, Gülhan Tekin, Burcu Gönder
Senaryo : Sermiyan Midyat
Hükümet Kadın 2’de ilk filmde yaşananların 7 yıl öncesine gidiyor; Xate
ve kocası Aziz Veysel’in Faruk ile olan azılı mücadelesine tanık oluyoruz.
Xate’in Güneydoğu’nun ilk kadın belediye başkanı olmasına henüz yedi yıl
vardır ve şimdilik belediye başkanı Aziz Veysel’in eşi olarak yaşamaktadır.
Faruk’un bitmek bilmeyen koltuk sevdasının kökeni de bu günlere
dayanmaktadır. Xate, sıradan sabahlardan birinde Aziz Veysel’i evden
uğurlarken beklenmedik bir sürprizle karşılaşır. Bu kötü sürpriz de Xate ve
Faruk’u bir kez daha karşı karşıya getirir. Daha da beklenmedik olanı ise
tüm kasabalıyı şaşkına çeviren “erken seçim” kararıdır.
Ünlü oyuncu Sermiyan Midyat’ın kendi babaannesinin yaşamından
esinlenerek kaleme aldığı Hükümet Kadın filminde, Güneydoğu’nun ilk
kadın belediye başkanı olan Zekiye Midyat’ın hikayesini izlemiştik. Devam
filminin başrollerinde bir kez daha Demet Akbağ ve Sermiyan Midyat yer
alıyor.
DÜĞÜN DERNEK
Tür
: Aile, Komedi
Yönetmen: Selçuk Aydemir
Oyuncular: Ahmet Kural, Murat Cemcir, Binnur Kaya,
Rasim Öztekin, İnan Ulaş Torun
Senaryo : Selçuk Aydemir
İddialı projelerinden biri olan Düğün Dernek’in çekimleri yaz sezonunda
gerçekleşti. Çekimleri Sivas’ta yapılan komedi filmini, televizyon
sektörünün başarılı yapımlarından biri olan İşler Güçler dizisinin yönetmeni
Selçuk Aydemir yazıp yönettti. Başrolleri ise aynı dizide yer alan Ahmet
Kural ve Murat Cemcir paylaşırken, ikiliye Binnur Kaya eşlik etti.
BENİM DÜNYAM
Tür
: Dram
Yönetmen: Uğur Yücel
Oyuncular: Beren Saat, Uğur Yücel, Ayça Bingöl,
Yasemin Conka, Hazar Ergüçlü
Senaryo : Can Yücel, Uğraş Güneş
8 yaşına kadar hayatla ilgili hiçbir şey bilmeden yaşayan Ela ile aynı
durumdaki ablasını trajik bir biçimde yitirdikten sonra hayatını engellilere
adayan Mahir Hoca’nın yollarının kesişmesiyle siyahtan beyaza giden
bu yolculuğunda sadece bir kelimeye yer yoktur: İmkânsız. Film, Mahir
Hoca’nın karanlığın içindeki Ela’nın elinden tutarak onu üniversite
sıralarına kadar taşıyışını ve Ela’nın umut ve vefa hikâyesini anlatıyor.
74
75
76

Benzer belgeler

cenevre parıs

cenevre parıs İmtiyaz Sahibi Yeşilimsi Yayıncılık Ltd. Şti. Adına - Tekin Güner Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Tekin Güner Editör Aydoğan Yüce Sanat Danışmanı R. Yeşim Güner YAPIM GREENS DESIGN Yayın Kurulu Aydoğan ...

Detaylı