İnceleme ve Eleştiri Yazıları
Transkript
İnceleme ve Eleştiri Yazıları
İnceleme ve Eleştiri Yazıları Meryem Koray, 2011, Kapitalizm Küreselleşirken Ahvali, Metis Yayınları, İstanbul, 512s. Dünya Meryem Koray son kitabı „Kapitalizm Küreselleşirken Dünya Ahvali‟nde, 2008 yılında yaşanan ve etkileri tüm dünyada farklı yoğunluklarla hissedilen ekonomik krizden hareketle, yaşadığımız dönemin gerçekliklerini toplumsal, ekonomik, ekolojik ve siyasi açıdan değerlendirmektedir. Koray, daha adil bir dünyada yaşayabilmek için alternatif politikalara değinmeden önce yerkürenin iyi, kötü ve çirkin hallerinin tasvirini yapmaktadır. Günümüz kapitalizmi küreselleşirken, söz konusu küreselleşme süreci yaşadığımız dünyada farklı ahval biçimleri oluşturmakta ve bu süreçte kazananların kimler olduğunun tekrar gözden geçirilmesi ve alter(natif) çözüm yolları geliştirilmesi gerekmektedir. Bu kapsamda sorunların tespiti ve tespit edilen sorunlara çözüm önerilerinden hareketle kitap dört bölümden oluşmakta ve bölümlerde küreselleşmeden emeğin hallerine, kapitalizmden Avrupa Toplum Modeline ve sosyal adaletin yaşadığımız toplumda görünümlerine kadar birbiriyle ilişkili geniş bir düzlemde tartışmalar gerçekleştirilmektedir. Giriş bölümünde günümüzde sıkça duyulan bir ironi sesli olarak dile getirilmektedir. “Büyük umutlarla her derde deva ilan edilen serbest piyasa, şimdi devreden çıkarılmak istenilen devletten yardım ister haldedir.” (s. 14-15) Bu tespit, kitabın diğer bölümlerinde serbest piyasa odaklı neo-liberal ideolojinin toplumsaldaki farklı yansımaları ve (var ise) çözüm önerilerinin eleştirisini ortaya koyması bakımından önemlidir. Birinci bölümde „Küreselleşen Kapitalizmin Küresel Sosyal Gerçekliği‟ başlığı altında yeni dönemin kaçınılmaz risklerinin yeni kavramlar ile birlikte var olduğu tartışılmaktadır. Koray bu bölümde küreselleşme tartışmalarının var olduğu geniş bir literatürden hareketle küreselleşmenin anlam ve biçimlerini irdelemektedir. Yazara göre günümüzde küreselleşmenin anlam ve biçimleri, yaşanılan dünyada Avrupa-Amerikan merkezci bir görünüm kazanmakta ve bu süreç ekonomik temelli bir yapılanmanın ötesinde, birbiriyle ilişkili olarak siyasal ve kültürel boyutları kapsayan geniş düzlemli bir dönüşümü içermektedir. Bu bölümde kürselleşme ile bağlantılı bir diğer tartışma ise „serbest piyasa‟ efsanesinin hangi yaptırımların arkasında yer aldığıdır. Koray bu gerçekliği şu cümlelerle ifade etmektedir “…birkaç küresel devin elinde biriken büyük mali güç ve aynı zamanda birçok azgelişmiş ülkeyi geçen zenginliklerin yarattığı kural koyma gücü, ki bu güç, ortaya çıkan „oligopol-tekelci piyasaya‟ karşın serbest piyasayı küreselleşmenin bir efsanesi haline getirebilmekte.” (s. 51) Serbest piyasa güçlü birkaç devletin elinde tekelci piyasaya dönüşürken, az gelişmekte olan ülkeler için piyasanın serbestliği dayatma olarak ortaya çıkmaktadır. İnceleme ve Eleştiri Yazıları, Toplum ve Demokrasi, 4 (8-9-10), Ocak-Aralık, 2010, s. 205–216. İnceleme ve Eleştiri Yazıları, Toplum ve Demokrasi, 4 (8-9-10), Ocak-Aralık, 2010, s. 205–216. Gelişmekte olan ülkeler bu sistem içerisinde borç batağından, yabancı sermayeye bağımlılıktan kurtulamamakta, serbest olarak yaşanılan piyasa bir anda zorunluluklar/yaptırımlar piyasasına dönüşmektedir. Küreselleşme süreci, emeğin ülkeler arasındaki hareketliliğine büyük engeller çıkartırken, farklı işgücü piyasası içerisinde ise sermaye dolaşımını desteklemektedir. Bu durum emeğin yoksullaşmasını beraberinde getirirken, sermaye ile emek arasındaki anlaşmazlığı/çelişkiyi daha derin boyutlara taşımaktadır. Sermaye lehine ortadan kalkan sınırlar, ulus devletlerin ekonominin küreselleşmesine yaptığı katkı ile uluslararasılaşırken, daha kontrolsüz ve denetimden uzak yapılar ortaya çıkarmakta bu durum ise siyasal, toplumsal ve ekonomik olarak büyük riskleri beraberinde getirmektedir. Bu sürecin bir diğer boyutu ise özgürlüğün belirli devletlerin ve onların ekonomileri izin verdiği oranda yaşanmasına özgürlüğün anlam ve içeriğinin tekrar tekrar sorgulanmasını gerektirmektedir. Toplumsal olarak gözden geçirilen postmodernizm ile temellendirilen yeni toplumsal ve entelektüel boyut ise, daha büyük bir kavram kargaşasını ortaya çıkarmakta modernizmin savunduğu, daha katı toplumcu değerleri ve ilkeleri akışkan bir hale getirmekte, gerçek ile düş arasındaki sınır kaybolmaktadır. Koray kitabın ikinci bölümünde ise, Küreselleşmenin karşısına bir alternatif olarak Avrupalılaşma fikrinin uygulanabilirliğini koymaktadır. Avrupa Bütünleşmesi ve Avrupalılaşmanın küreselleşmeden farklı bir anlam kazanması için, ekonomik ve sosyal bütünleşme ile birlikte gerçekleşmesi durumunda başarılı olacağını ve bu yönde adımlar atılmasının önemli olduğuna dikkat çekmektedir. Avrupa Toplumunun bireylerini toplumsal risklere karşı koruma anlayışının somutlaşmış hali olan sosyal devlet ilkesinin güçlendirilmesi ve örnek teşkil etmesi, söz konusu toplumun küresel yeni bir alternatif olarak farklı bir bütünleşme modelinin öne çıkmasına katkı sağlamaktadır. Bu bağlamda Koray, sosyal devlet ilkesi ve sosyal adalete yapılan vurgu nedeniyle Avrupa Bütünleşmesini, taşıdığı farklı potansiyel ve küreselleşme karşısında içerdiği iddialar ile birlikte devam etmesi gereken bir süreç olarak değerlendirilmesi gerektiğini ifade etmektedir. Kitabın üçüncü bölümünde ise emek-gelir-adalet-bölüşüm kavramları ekseninde günümüz toplumunun analizi yapılmakta ve yeni dönemin egemen görünümünün eşitsizlik olduğu farklı ülke örnekleri ve uygulanan neo-liberal politikalar çerçevesinde ortaya konulmaktadır. Koray, emeğin küresel koşullarının gün geçtikçe kötüye gittiğini ve insan emeğine ne olacağı sorusunu cevaplamaya kapitalizmin yanaşmadığını ifade etmektedir. Yazar emeğin daha ucuz ve daha kolay tahsis edildiği bir dünyada kitlelerin alım gücündeki artışın sadece teknolojiye bağlanmasının, gelir ve zenginliğin bölüşümünde adaletsizliğin emek aleyhine açılmasına neden olacağını belirtmektedir. Bu adaletsizlik hem işsizliğe hem de bireyler iş bulsalar dahi yoksulluk sınırının altında kalarak çalışan yoksul olarak yaşamlarını devam etme zorunluluğuna yol açmaktadır. Bu anlamda ILO‟nun raporların ışığında az gelişmiş ve gelişmekte olan bölgelerin istihdam ve çalışan yoksul verileri dikkat çekicidir: “Tüm dünyada 3 milyar dolayında istihdam, 190 milyon işsiz var; 1.200.000 kişi de günlük 2 doların altında bir ücretle çalışmakta. İşsiz sayısı 1998 yılında 165 milyon iken, 2008‟de 190 milyona çıkmış, 2 doların altında çalışanların oranı ise toplam istihdamda %54,2‟den %40,6‟ya inmiş. Ancak çalışan yoksullar Sahra Altı Afrika‟da %82‟ye, Güney Asya‟da %80‟e çıkmakta. Enformel istihdamı içeren korunaksız işlerin (vulnerable employment) oranı da 206 İnceleme ve Eleştiri Yazıları, Toplum ve Demokrasi, 4 (8-9-10), Ocak-Aralık, 2010, s. 205–216. dünya genelinde %56 dolayında. Bu oran Doğu Asya (%55), Güneydoğu Asya (%62), Güney Asya (%77) gibi hızla büyüyen ülkelerde daha da yükselmekte. Bu rakamlar, büyümenin nasıl istihdam yarattığı konusunda herhalde biraz fikir vermektedir.” (s. 286) Günümüzde farklı ülkelerin kentlerinde işsizlik sonucu çeşitli toplumsal sorunlar yaşanırken, göç bu toplumsal sorunların taşıyıcılığını üstlenen olgu olarak ortaya çıkmaktadır. Özellikle gelişmekte olan ülkelerin tarım sektöründe yaşanan çözülmeler sonucunda kentlerde yoğunlaşan vasıfsız işgücü için istihdama katılmak zorlaşmakta ve göçmen işçiler aileleri ile birlikte yoksulluk sarmalından kurtulamamaktadır. İçgöç kentlere yönelirken, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerden gelişmiş ülkelere doğru yoğun bir göçmen işçi hareketliliği de yaşanmaktadır. Bugün uluslararası göç 210 milyon insanı, yani dünya nüfusunun %3‟ünü kapsamakta ve göç edenlerin %48‟ini ise kadınlar oluşturmaktadır. Ekonomik amaçlı göç her iki taraf için karşılıklı yarar sağlamanın yanı sıra, çeşitli sorunları da beraberinde getirmektedir. Göç eden emek, ucuz işgücü ve çoğu kez ya enformel ya da kaçak olarak göç ettikleri ülkelerde çalışmakta, o ülke vatandaşlarıyla istihdam için yarışmakta ve bu süreçlerde sosyoekonomik dışlanmaya maruz kalmaktadır. Koray‟ın, emeğin dönüşümünü küreselleşen kapitalizm üzerinden okuduğu tartışmalarda dikkat çektiği bir diğer nokta ise; günümüzde liberal-gerçekçilerin dilinden düşürmediği sloganlar olan nitelik ve eğitim, esneklik, son olarak da sosyal sermaye‟dir. Esneklik, nitelik ve eğitim ve de sosyal sermaye kavramlarını özellikle 20. Yüzyılın son çeyreğinden itibaren, sosyal devletten (welfare), çalışma devletine geçişi (workfare) hızlandıran sürecin yeni ortakları olarak değerlendirmek mümkündür. Bu bağlamda tekno-kapitalizm veya geç-kapitalizm, toplumu kendi hedefleri için dönüştürülebilecek yatırım alanı olarak görmektedir. Yatırım alanı olarak görülen bir toplumda yoksulluk ya da vatandaşların düşük ücret ve sağlıksız çalışma koşullarında istihdam edilmeleri elbette ki serbest piyasanın sorunu olmayacağı gibi, bu sorunlara karşı devletin koruyucu rolünü oynaması da piyasa tarafından hoş karşılanmayacaktır. Bu süreç ile birlikte refah devleti geri çekilmekte, sendikal örgütlenmeler gücünü yitirmekte, emek ve sömürü görünmez kılınırken, insan-emeğe ne olduğu sorusu da ortadan kalkmaktadır. Kitabın dördüncü ve son bölümünde ise Koray, yaşanılan dünyadan daha adil bir dünyanın oluşturulmasının mümkünlüğünü farklı çözüm yolları ve alternatif politikalar ekseninde değerlendirmektedir. Dördüncü bölüm kitabın dikkat çeken bölümlerinden biri olarak ifade edilebilir. Zira var olan birçok soruna çözüm bulabilmek pek kolay olmamasına rağmen, yeni fikirler ekseninde insanların daha adil bir dünya umudunu korumalarına yardımcı olmaktadır. İnsan emek ilişkisinin adil bir şekilde ilişkilendirilmesi durumunda ise eğitim ve sağlık hizmetlerinin piyasalaşmasından, tarımın gerilemesi ve küresel tekellerin eline geçmesine, enerji ihtiyacı altında doğal hayatın yok edilmesinden, sendikasızlaştırma ve ev içi sömürüye kadar birçok soruna çözüm bulunabilecektir. Yeni alternatiflerin geliştirilmesi ise insan-emek ilişkisini gerçekçi bir şekilde ortaya koyabilen ve yukarıda yer alan sorunlara farklı çözümler önerebilen kapsayıcı bir sol yaklaşım ile mümkün olabilecektir. Dönüşüm süreci uzun bir yolu kapsadığından bu uzun yolu birkaç noktada ifade etmek yararlı olacaktır. Koray‟a göre bu doğrultu yapılması gerekenler ise şunlardır: 207 İnceleme ve Eleştiri Yazıları, Toplum ve Demokrasi, 4 (8-9-10), Ocak-Aralık, 2010, s. 205–216. “1-) Kuzey‟den yükselen/yükselecek muhalefetin güçlenmesi ve kozmopolitlik iddiasının gerçeklik kazanması için buna Güney‟in katılımı önemli. 2-) Küresel muhalefetten gelen önerilerle küresel ortaklıklar tahsis edilmeli. 3-) Ortak paydaların bulunması açısından “insanlık ideali” önemli, “insan haklarından” yola çıkılmalı. 4-) Ekonomik adalet ilk sırada olmalı. 5-) Ekonomik adalet ekolojik kriz göz önünde bulundurarak değerlendirilmeli. 6) Ekonomik ve ekolojik adalet, “ekonominin yönetilmesi” ve denetlenmesiyle küresel düzeyde “yeniden-dağıtımın” gereğini dikkate almalı. 7-) Ekonomik sistem dönüştürülmeli. 8-) Dünya Sosyal Forumu gibi muhalefet alanlarının varlığı ve sürdürülmesi çok önemli. 9-) Teknoloji ve piyasa ütopyaları geri çekmeli ve karşılıklı bağımlılık ile karşılıklı dayanışmayı esas alan bir dünya, ben yerine bizi düşünen ütopyalar oluşturulmalı” (s. 468-475). Kapitalizm küreselleşirken toplumsal, siyasi, ekonomik ve ekolojik yaşamda görmezden geldiği birçok değerin sonucunda özellikle az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde yaşayan bireyleri ciddi riskler ile karşı karşıya bırakmaktadır. İstihdama katılmanın daha fazla vasıf ile özdeşleştiği ve bu vasıflara sahip olmamanız halinde istihdam piyasasının, dolaylı olarak da toplumsal yaşamın dışına itilmeniz mümkün, normal ve makul görülmektedir. Çalışanların örgütsüzlüğe zorlanmaları, sendikaların anlam ve işlevinin boşaltılması, yeni dönemde çalışanların risk ile yaşamak zorunda kalmalarının önemli bir nedeni ve göstergesidir. Bu doğrultuda insan-emek ilişkisinin değersizleştirildiği ve hatta toplumsal, ekonomik, siyasi ve ekolojik düzlemde yok sayılmasının yarattığı tahribat, yaşanan küresel ekonomik krizler, sosyal patlamalar ve ekolojik kriz ile ortaya çıkmaktadır. Bu sorunu görmesi gereken küresel birlikler ise sorunun çözüm yollarını bireylere yüklemekte ve kendi belirledikleri alternatifler üzerinden hareket etmektedirler. Sürecin bu şekilde devam etmesi halinde, yaşanılan olumsuzlukların artarak hissedileceğinden, acilen alternatif politikaların gündeme alınması gerekmektedir. Eser bu anlamda sürecin ciddiyetini gözler önüne sermenin ve betimlemenin ötesine geçerek, alternatif politikalar üretilmesi açısından çözüm önerilerini sıralamakta ve yeni bir dünya yaratma umuduna katkı yapmaktadır. Fatih Kahraman Araş. Gör., Süleyman Demirel Üniversitesi SBE Sosyoloji ABD E-posta: [email protected] H. Perihan Kiper, 2006, Küreselleşme Sürecinde Kentlerin Tarihsel – Kültürel Değerlerinin Korunması (Türkiye – Bodrum Örneği), 1. Basım, Sosyal Araştırmalar Vakfı, İstanbul, 311s. Bu eser, Dr. H. Perihan Kiper‟in doktora tezinden ortaya çıkmıştır ve küreselleşme sürecinin, kentlerdeki tarihsel – kültürel değerlerin korunması sorununa ve kent kimliği üzerindeki etkilerini ele almaktadır. Çalışmada kentsel ölçekte tarihsel – kültürel kimliğin korunmasının ulusal ve uluslararası düzlemdeki anlamları, gerekçe ve yaklaşımları ile geliştirilen politikalar çerçevesinde ele alınmaktadır. Bu çalışmanın ana teması, küreselleşme ile tarihsel – kültürel kimliklerin korunması arasındaki çelişki üzerine kurgulanmıştır. Koruma sorunu Seattle ve Bodrum örneklerinde irdelenmektedir. Çalışma üç bölümden oluşmaktadır. Birinci Bölümde; tarihsel – 208 İnceleme ve Eleştiri Yazıları, Toplum ve Demokrasi, 4 (8-9-10), Ocak-Aralık, 2010, s. 205–216. kültürel değerlerin korunması konusunda ele alınan koruma kavramı ve gerekçelerinin açıklanması ile farklı ülkelerde yer alan kentlerin tarihsel – kültürel değerlerin korunması politikalarının gelişimi anlatılmaktadır. Yazar bu bölümde koruma ile ilgili kısaca şu noktalara değinmektedir: Koruma; özünde geçmişi, bugünü ve geleceği kapsayan, toplumsal, ekonomik, politik ve mekânsal boyutları olan kültürel bir eylemdir. Yani yaşatma hedefli bir eylemdir. Korumada temel amaç; geçmişten bugüne gelen kültürel birikim ve değerleri, özgünlüklerinden bir şey kaybettirilmeksizin, zamanla farklılaşan değerler ile bütünleştirerek toplumlar için sağlıklı yaşam çevreleri oluşturmaktır (s. 18-19). Birinci bölümde koruma kavramının açıklanmasından sonra, tarihsel mirasın korunması politikalarının gelişim sürecini değerlendirebilmek için aşağıdaki sorular üzerine yoğunlaşılmaktadır: Neler korunmalıdır ve ne için korunmalıdır? Koruma nasıl ve kim için yapılmalıdır? Ya da, korumayı gerekli gören kesimler bunu ne için savunmaktadır? (s. 27). Bu sorular üzerinden yapılan tartışmada elde edilen yanıtlar, tarihsel – kültürel değerleri koruma politikalarının gelişimini sunmak için kullanılmaktadır. Koruma kavram ve yaklaşımlarının geliştirilmesinde, genelde Batı dünyası etkili olmuştur. Buna kültürel ve tarihi mirasın korunması konusunda kurulan uluslararası örgütler örnek verilebilir (UNESCO [Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü], ICOMOS [Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi], ICCROM [Uluslararası Kültürel Varlıkları Araştırma ve Koruma Merkezi] gibi…). Çalışmanın İkinci Bölümünde; küreselleşme kavramı ve göstergeleri anlatılarak, küreselleşmenin gelişmiş ve azgelişmiş ülkeler açısından karşılaştırmalı bir analizi yapılmaktadır. Küreselleşmenin kentler üzerindeki etkisi konusunda yazar, iki farklı yaklaşım geliştirilebileceğini söylemektedir. Birinci yaklaşım; kentler zaten ilk ortaya çıktıkları andan beri sürekli bir değişim içindedirler ve zamanla da çağın gereklerine göre değişmeleri olağan olup, son dönemlerdeki gelişmeler de bu çerçevede değerlendirilmelidir! ifadesi ile ortaya konulmaktadır. İkinci yaklaşım ise; kentlerdeki değişim süreci özellikle küreselleşme ile farklı bir evreye girmiş olup, dünya kentleri küresel kapitalist ilişkiler çerçevesinde değiştirilmektedir şeklindedir (s. 87). İkinci bölümde ayrıca küreselleşme sürecinde kentlerde yaşanan gelişmeler ya da bu sürecin dünyadaki kentler üzerine etkileri; kent yönetim sistemi, kent fiziksel mekânı ve kent yaşantısı – kenttaşların tüketim alışkanlıkları üzerindeki etkileri çerçevesinde incelenmektedir. Çalışmanın Üçüncü Bölümünde ise, Türkiye örneğine yer verilmektedir. Ülkemizdeki koruma politikalarının tarihsel gelişimi Cumhuriyet öncesi dönem, Cumhuriyet sonrası dönem ve özellikle neo – liberal politikaların uygulanmaya başlandığı 1980 sonrası dönemi kapsayan bir şekilde ele alınmaktadır. Bu bölümde ayrıca küreselleşmenin gelişimi ve Türkiye kentleri üzerindeki etkileri aktarılmaktadır. Bu etkiler kent yaşantısı, toplumsal yapı ve kent fiziksel mekân 209 İnceleme ve Eleştiri Yazıları, Toplum ve Demokrasi, 4 (8-9-10), Ocak-Aralık, 2010, s. 205–216. da yaşanan değişimler çerçevesinde incelenmektedir. Ayrıca bu bölüm içersinde, küreselleşmenin Türkiye kentleri üzerindeki etkilerinin belirlenmesine yönelik olarak yapılmış olan iki ayrı alan araştırmasının sonuçlarına yer verilmektedir. İlk araştırma çerçevesinde, Bodrum Yarımadası örneği ile küreselleşme sürecinde turizme açık orta ölçekli bir kıyı yerleşmesinde yaşanan gelişmeler tartışılmaktadır. Diğer araştırmada ise, Tarihi Kentler Birliği üyesi belediyelerle yapılan ve toplamda 51 belediye ile gerçekleştirilen görüşmeler çerçevesinde bu yerleşimlerde ne tür değişimler yaşandığının belirlenmesi ve bu değişimlerin belediye yönetimlerince nasıl değerlendirildiğinin ortaya çıkarılmasına çalışılmaktadır. Çalışmanın sonuç bölümünde ise; küreselleşme sürecinde tarihsel – kültürel değerlerin korunması bağlamında kentlerimizi bekleyen tehlikeler açıklanarak, bu alanda alınması gerekli olan önlemlere yer verilmektedir. Çalışmada çıkan bazı sonuçlar şu şekildedir: Küreselleşme sürecinde, kentlerde yaşanan dönüşümlerin çoğu dışarıdan dayatılan politikaların sonucu ortaya çıkmıştır. Küreselleşme ile yerel kamu hizmetlerinin yerel yönetimlerce görülmediği, sunulan hizmetlerin kamu hizmeti olma anlayışından çok piyasa hizmeti olarak değerlendirildiği, kamu yararının yerini kazanç ve karlılık ölçütünün aldığı, vatandaş ya da kenttaş kavramının yerine müşteri kavramının kullanıldığı bir sürecin başladığından bahsedilmektedir. Kısa süreli kazançlar uğruna geri dönüşümü olanaksız olan, tarihi ve kültürel varlıkların gelir getirici işlevlere dönüştürülmesi sonucu değerlerini yitirmesi söz konusudur. Ülkemizde doğal, tarihsel – kültürel değerlerin yeterince korunamaması son dönemlerde yaşanan sorunlar arasındadır. Yüksek katlı yapıların (otel, plaza, iş ve alışveriş merkezleri) günümüzde çoğalmış küreselleşen kentlerin yeni simgeleri haline gelmiştir. Koruma alanında yaşanan bir başka sorunda, yasal ve kuramsal yapıdaki dağınıklıktır. Son olarak da ülkemizde koruma konularında genelde özendirmeden çok, yasaklama yaklaşımları izlenmektedir. Yazarın kentlerdeki tarihsel – kültürel değerlerin korunarak geliştirilmesi ve bunların geleceğe taşınması konusunda bazı önerileri de şu şekildedir: Sağlıklı ve dengeli yerleşme politikalarının temeli, tarihi ve kültürel değerlerin korunarak geliştirilmesi şeklinde olmalıdır. Mevcut planlama araçlarının tarihi dokuyu korumaya yönelik olması gerekmektedir. Korumanın katı kurallar yerine, temel evrensel ilkelere bağlı ve uygulanabilir olması söz konusu olmalıdır. Kentsel koruma, kent planlama süreci içinde ele alınmalıdır. Tarihsel kültürel değerlerin yok olmasını gerektirecek karar ve uygulamaların suç olarak kabul edilmesi gerekir. Kısacası uluslararası düzlemde geliştirilen tarihsel – kültürel değerlerin korunmasına yönelik sözleşme hükümlerinin hayata geçirilmesi için daha etkin araçlar geliştirilmelidir. Kentlerin sağlıklı gelişebilmesi için kentlerde var olan tarihsel – kültürel değerlerin korunarak yaşatılması ve bu değerlerin de çağdaş yaşam koşulları doğrultusunda geliştirilmesi gerekir. Arzu Erdinç Doktora Öğrencisi Süleyman Demirel Üniversitesi, Sosyoloji E-posta: [email protected] 210 İnceleme ve Eleştiri Yazıları, Toplum ve Demokrasi, 4 (8-9-10), Ocak-Aralık, 2010, s. 205–216. Burhan Asaf Belge, Üç Dönem Bir Aydın: (1899 – 1967), İletişim Yayınları, 2011, 326s. Cemal Kutay‟ın, Mehmet Şeref Aykut ve Fethi Okyar hakkında yazdığı eserlerine “Üç Devir” vurgulu başlıklar seçmesi belki de tarih yazımında biyografik bir isimlendirme geleneği başlatmıştır. Bu durum aynı zamanda İmparatorluktan ulus(al bir) devlete evrimle sancılarının entelektüel üzerinde derin izler bırakmış olduğuna işaret etmesi açısından da önemlidir. Murat Belge babasıyla olan ilişkisini anlatmaya çalıştığı “önsöz” de, “Aytaç Yıldız‟ın çalışması öncelikle Burhan Belge‟nin siyasientelektüel biyografisi biçimini alıyor. Değişik dönemlerinden en temsili ya da en anlamlı alıntıları seçerek bu kariyeri somutlaştırıyor” ifadesiyle eserin dönem vurgulu yaklaşımını özetlemiştir. (s.13) Çalışma, Belge‟nin düşünsel ve siyasi gelişimini Atatürk (1923-1928), İnönü (1938-1950), Menderes (1950-1960) dönemleri bağlamında ele almayı tercih etmiş, alt bölüm başlıkları da siyasi/kronolojik hassasiyetle düzenlenmiştir. Çalışma, hayatı boyunca “batılılaşarak modernleşme” fikrini savunan bir entelektüelin toplumsal/siyasi koşulların diyalektiğinde biçimlediği fikri esnekliğini ortaya koyabilme çabasıyla yazılmıştır. (s. 26) Eser Belge‟nin bu anlamda “inkılâbın hizmetinden”, “iktidarın hizmetine” evrilen mecrasının/macerasının temsili bir özeti olarak değerlendirilebilir. Burhan Asaf Belge, kurucu kadrodan bir sonraki nesli temsil eder ve Cumhuriyet‟in siyasi/entelektüel çehresinin şekillenmesinde rol almış önemli aktörlerden biridir. Aytaç Yıldız‟ın çalışması “resmi ideolojinin üretimi ve yayılımında” rol alan böylesi bir entelektüelin düşünce dünyasını netleştirmek amacıyla yapılmıştır. (s.v22, 23) Cumhuriyetin yaşadığı tarihsel deneyimi bir entelektüel aracılığıyla ortaya koymak araştırma için asıl sorunu oluşturmaktadır. Bu bağlamda eser üç açıdan ele alınabilir. İlki bir entelektüelin gözüyle inkılâbın değişim seyrini anlatması, ikincisi bunu biyografik malzemeyle ve aktörünün kritik anlardaki eylem/fikirlerini ayrıntılı şekilde ortaya koyarak yapmak istemesi, üçüncüsü ise çalışmanın cumhuriyetin siyasi ve düşünsel gelişimini bir entellektüelde somutlarken karşılaştığı sorun ve eksikler ile ilgilidir. İlk iki hususu birbirine bağlayan nokta da söylenmesi gereken: tarih yazımının nitelikli biyografi üretimi konusunda pek talihli/verimli olmadığıdır. (F.Georgeon‟un Yusuf Akçura‟yı, Ufuk Özcan‟ın Ahmet Ağaoğlu‟nu konu alan çalışmaları bu bağlamda nitelikli örnekler olarak zikredilir.) Nitelik, Cumhuriyet ile entelektüelinin paylaştıkları ortak bir misyon ve düşünce dünyasının tespit edilebilmesi ile ilgilidir. Kronoloji/konjonktür bağımlı şeklinde kavramsallaştırılabilecek cumhuriyet entelektüeli kendi döneminin/çağının ihtiyaçlarını giderebilme işleviyle tanımlanabilir. Her entelektüel bunu belirli patikalar(ı) izleyerek gerçekleştirmiştir; ama kendi özgünlüğünü savunma ihtiyacı da duymuştur. Belge örneğinde entelektüel faaliyetin 1950‟li yıllara kadar bu kalıbı koruduğu söylenebilir; ama Demokrat Parti ile başlayan süreçte düşüncenin siyasetin gölgesinde kaldığı çok açıktır. Çalışma bir entelektüelin yaşamını yapılandırarak tarihsel süreci yeniden okurken aynı zamanda yetkin bir biyografi ortaya koymaya çalışır. Bu yaşam düşünsel olarak – öğrencilik yıllarında Spartakist harekete duyulan yakınlıkla başlar. 1924 yılında “Aydınlık” dergisi ile başlayıp 1960 yılında “Zafer” gazetesi başyazarlığı ve “Radyo Gazetesi” programıyla sonlanmış, siyasi açıdan ise 211 İnceleme ve Eleştiri Yazıları, Toplum ve Demokrasi, 4 (8-9-10), Ocak-Aralık, 2010, s. 205–216. CHP-DP-CHP-DP geçişleriyle şekillenmiştir. Murat Belge babasının “DP‟ye geçmiş olmasını hiçbir zaman döneklik gibi görmemiş”tir; “Ama Spartakizmden buraya gelmek benim için kolay yutulur bir şey değildi.” tespitiyle sürecin anlamını açıklıkla ortaya koymuştur. Ayrıca Murat Belge düşünsel gelişiminin ekseninde baktığında, kendisinin yirmili yaşlarda sola yakınlaşırken babasının “liberal sağı da bırakıp faşizan bir sağa doğru da yöneldiğini” belirtmiştir. (s. 9) Yıldız‟a göre Belge‟nin batılılaşma/modernleşmeyi nihai hedef olarak görmesi, halkı aydınlatmayı bir misyon olarak kabul etmesi ve iktidarla ilişkilerine mesafe koyma endişesi taşı(ya)maması onu tipik bir cumhuriyet entelektüeli yapar. (s. 24, 26) Burhan Asaf Belge bu tipikliği kendine özgülükle belirlemiş/tamamlamış bir entelektüeldir. 68 yıllık hareketli/yoğun bir yaşamı anlamlandırmaya çalışan bir eserde altı çizilen bazı noktaların üzerinde özellikle durmak gereklidir ki entelektüel bir portrenin tarihsel süreçteki siyasi ve düşünsel yeri daha anlaşılır kılınsın ve çalışmanın Belge‟yi ele alarak literatüre nasıl bir katkı yaptığı da anlaşılabilsin. Bu bağlamda ilk husus Belge‟nin “inkılâbın hizmetine” girmesiyle ilgilidir. Düşünsel faaliyeti sol bir çerçeve ve çevrede başlayan Burhan Asaf, hayatı boyunca sadık kalacağı modernleşme fikrine Kemalizmden/İnkılâptan önce aşinadır ve bu aşinalık rejimle uzlaşmasında çok etkili olmuştur. (s. 24) Onun iktidarın hizmetine girmiş olabilmesindeki farklılık burada aranmalıdır. Belge‟nin Aydınlık dergisindeki sol geçmişi entelektüel düzey ve faaliyetle sınırlanmıştır, solun örgütlenmesinde ve örgütsel girişimlerinde yer almamış ayrıca o dönemde etkili olmuş (Şevket Süreyya, Vedat Nedim, Nazım Hikmet vs.) isimler gibi Sovyetler Birliği‟ne gidip sosyalizmi yerinde görme fırsatı olmamıştır. (s. 78-79) 1927 tevkifatından –ki o dönemde Hariciye Vekâleti‟nde çalışmaktadır- Mustafa Kemal‟in araya girmesiyle kurtulmuştur. Belge bu dönemde “Çankaya Köşkü‟nün özel kalem kadrosunda mümeyyiz bir talebedir.” (s. 307) 1928 yılında Hâkimiyeti Milliye gazetesinde yazılar yazmaya başlar. İktidarla ilişkilerini sağlamlaştıran önemli unsurlardan biri kardeşi Leman Belge‟nin Yakup Kadri ile evlenmiş olmasıdır. (s. 80-81, 85) Bu dönemde Hâkimiyeti Milliye yazılarında halkın eğitilmesi, Asya ve Avrupa coğrafya ve mefhumları, milliyetçilik, dil tartışmaları ve İstanbul-Ankara çekişmesi gibi konular üzerine düşünmüştür, bu süreçte Belge‟nin inkılâbı anlamak ve anlatmak kaygısı ağır basmaktadır. (s. 94) Yoğun olarak güncel siyasi ve uluslararası sorunlara yönelimi 1930‟ların göreli özgürlük atmosferindeki tartışmalarla başlayacaktır. Burhan Asaf denilince akla ilk Zsa Zsa Gabor ile yaptığı evlilik –çalışma bu evliliğe çok az değinmiştir- ve Kadro Dergisi/Hareketi gelir. Dergi özelinde çalışmanın altını çizdiği husus Belge‟nin Kadro fikriyatının oluşturulmasındaki öncü rolüdür. (s. 107-109) Belge hem dergi çıkana kadar Hâkimiyeti Milliye‟de Kadrocu fikirleri tanıtmış hem de Ankara Türk Ocağı‟nda verdiği konferansla inkılâp ideolojisi tartışmalarının başlamasına zemin hazırlamıştır. Ş. S. Aydemir de ünlü İnkılâp ve Kadro metnini oluşturacak fikirleri bu konferansta kamuoyuyla paylaşabilmiştir. Belge bu dönemde 1930‟lu yılların entelektüel ikliminden nasiplenmiştir. Siyasi ve ekonomik liberalizm aleyhtarıdır, anti-emperyalisttir, milliyetçi ve devletçidir, tek partili bir yönetimi savunmaktadır, inkılâbın tamamlanması ve derinleştirilmesini istemektedir. Hepsinden önemlisi Türk İnkılâbı‟nın özgünlüğüne vurgu yapan bir yaklaşıma sahiptir. Belge, devlet-toplum özdeşliğinde bireyi ihmal eden devletçi bir kalkınma perspektifine sahip bir ideolojinin sözcülüğünü yapmaktadır. Belge‟nin de içinde bulunduğu grubun 212 İnceleme ve Eleştiri Yazıları, Toplum ve Demokrasi, 4 (8-9-10), Ocak-Aralık, 2010, s. 205–216. fikirlerinin gelişimi iktidarın ihtiyacını giderecek bir özgürlükle sınırlı olduğu için Kadro dergisi çok geçmeden kapanır. Yakup Kadri‟ye – Yakup Kadri “Zoraki Diplomat” olarak Arnavutluk‟a gönderilmiştir. Yazdığı bir mektupta kapatılma ile ilgili şunları söyler: “Arkadaşlar hep bir arada Kadro‟dan bahsederken sizi, sizden bahsederken Kadro‟yu düşünüyoruz. Çok tuhaftır ki her iki hadisenin de acısını duyuyoruz ama izaha kalkışmak istemiyoruz.” (s. 49) Belge 1930‟lu yılların sonuna doğru temel tezlerini değiştirmemekle beraber bunlara daha geniş ve eleştirel bir perspektiften bakmaya çalışmıştır. (s. 140) Belge Ulus gazetesindeki makro analizlerinde yeni ölçüt arayışı içindedir. Batının düşünsel kaynaklarına yönelik bir ilgi geliştirmiştir. Hümanizm, Kemalizm ve kültür ilişkisi bağlamında tartışmaları başlatmış ve bu Milli Şef dönemindeki Batı kaynaklarına yönelik hümanist hareketin zeminini oluşturmuştur. (s. 143-144) Bu noktada onun dış dünyadaki gelişmeleri algılamaya açık bir donanıma sahip olduğunun vurgulanması gerekir. Arapça, Farsça, İngilizce, Almanca ve Fransızca, Belge‟nin hakim olduğu diller arasındadır, 1933-1945 yılları arasında inkılap onu Matbuat Umum Müdürlüğü‟nde görevlendirerek bu vasıflarından en iyi şekilde yararlanmıştır. (s. 25, 136) İnkılâbın entelektüeli, rejimin kendine verdiği imkânları da kullanarak yavaş yavaş tek parti meşruiyetini sorgulamaya başlamıştır. Belge, 2. Dünya Savaşı yıllarında totaliter ve faşist rejimlere karşı bir tutum içindedir, demokratik bir yönetimi savunur, bunu 1939-1945 yılları arasında Ankara radyosunda “Günün Meseleleri” programında gerçekleştirir. Liberal değerleri benimseme/savunma isteği o dönemin mihver ve müttefik cephelerindeki zafer dalgalanmalarına göre değil 1930‟ların sonuna doğru başlayan tedrici bir zihni değişimle olmuştur. Bu durumu Burhan Asaf Yassıada mahkemesine verdiği savunmasında da açıkça belirtmiştir. (s. 154, 175, ek: 3, s. 297) Üzerinde durulması gereken diğer bir husus Belge‟nin “bir gazeteci-aydın” olarak eleştirel tavrını 1955-60 arası döneme kadar korumuş olmasıdır. 1930 yılında Ali Naci Karacan‟ın İnkılâp gazetesinde –ki gazete, Serbest Fırka‟nın tezleri ile mücadele etmek için yayın hayatına başlamıştır– SCF‟den daha çok CHP‟ye eleştirilerini yöneltmiştir. (s. 102-104) İç ve dış koşulların etkileşimi mevcut düzenin değişimi yönünde sinyaller vermeye başlayınca Belge‟nin tek partiye yönelik eleştirileri artmış hem partiden hem de resmi görevinden istifa etmiştir. Bu, Belge için siyaseten daha hararetli bir dönemin başlangıcına işaret eder. DP‟ye girdikten sonra da bu tavrını korumuş, partinin demokrasi davasına hizmet etmesini –zamanında CHP‟ye yönelttiği eleştiriler gibiDP‟nin de iç örgütlenme ve yapılanmasında demokratik süreçleri işletmesi gerektiğini savunmuştur; bu sebeple, Demokrat Parti‟yi İzmir de Demokrat İzmir gazetesi aracılığıyla sosyalleştirirken Menderes ve Köprülü tarafından tasfiye edilmiştir. Belge, 1953 yılında yeniden DP‟ye dönmüş, 1957 yılında Muğla‟dan milletvekili seçilmiş, akabinde Menderes‟in yakınında yer alarak partinin bir anlamda kalemşörlüğünü yapmıştır. CHP ile DP arasındaki en önemli uzlaşma konularından biri olan komünizm düşmanlığı Belge‟nin siyasal kariyerinde mazinin diriltilmesi şeklinde ortaya konmuş, Belge solla kesişen geçmişinden kaynaklanan ağır eleştiri ve suçlamalarla mücadele etmek zorunda kalmıştır. Demokrat İzmir ve Zafer gazetelerinde yazdığı dönemlerde bunun örneklerine sıkça rastlanabilmektedir. CHP ve DP siyasi elitleri ve basındaki diğer 213 İnceleme ve Eleştiri Yazıları, Toplum ve Demokrasi, 4 (8-9-10), Ocak-Aralık, 2010, s. 205–216. aktörler bu “sol geçmişi” ona karşı mücadelelerinde kullanmaktan çekinmemişlerdir ve bu bir bakıma Belge‟nin iki parti arasındaki savrulmalarını da açıklamaktadır. Son olarak çalışma ulaşabildiği bütün arşiv kaynaklarına ek olarak Burhan Asaf Belge‟nin özel arşivindeki belgeleri de kullanmıştır. Arkasında bir hatırat bırakma ihtiyacı duymamış böylesi bir entelektüelin arşivindeki belgeler - özellikle mektupları/mektuplaşmaları – biyografinin/çalışmanın zenginleşmesi ve derinleşmesine önemli katkı sağlamıştır. A. Yıldız‟ın Burhan Asaf Belge‟yi çok genel bir sorunsal (cumhuriyet tarihini bir aydının penceresinden ele almak) içine yerleştirmesi doktora tezi olarak hazırladığı çalışmasının bir eksikliği olarak kabul edilebilir. Özellikle çok partili hayata geçiş sürecinden, Demokrat Parti‟nin iktidarda olduğu yıllara uzanan kronolojide Belge‟nin entelektüel olarak silikleştiği rahatlıkla söylenebilir; süreç/konjonktür entelektüelin imkanlarını belirlese de – Bu dönemde Belge, Matbuat Müdürlüğü‟ndeki görevinden ayrılır, Ankara Radyosu‟ndaki işini de bırakarak politik hayata atılır. Yakup Kadri hayatının bundan sonraki dönemini “hazin, korkunç ve çetin macera” olarak betimler. (s. 310) Çalışma yukarıda zikredilen süreçleri yeniden kurarken az da olsa entelektüeli ihmal etmektedir. Belge‟nin özellikle Demokrat Parti‟nin son iktidar dönemindeki yoğun siyasal faaliyeti olgusal bir gerçeklik olsa da iki parti arasındaki geçiş kararlarının ve DP‟nin savunulması noktasındaki fikirlerinin anlaşılması bir parça zorlaşmaktadır. Burada belki sorulması gereken soru entelektüelin neden hep bir siyasi alternatif peşinde koşmak zorunda olduğudur, bu çalışmanın anlatmak/göstermekte yer yer zorlandığı bir sorun olsa da aynı zamanda bu alanı genişletecek pek çok soru ve metin üretilmesini de tetikleyeceği açıktır. Bununla bağlantılı diğer bir sorun entelektüel ve iktidar arasında kurulan ilişkilerin -cumhuriyet özelinde- doğası hakkında geniş/kuramsal bir çerçeve oluşturulmamış olmasıdır; ama alanın eksikleri dikkate alındığında kitabın ihmal edilmiş bir entelektüelin eylem ve fikirlerinin belirginleştirilmesindeki katkısı büyüktür. Nihayetinde çalışma Cumhuriyetin entelektüel biyografisinin –geniş sentezlere ulaşabilmek adına –daha zenginleşmesi gerekliliğini açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Sedat Gencer Araş. Gör. Süleyman Demirel Üniversitesi SBE Tarih ABD Songül Sallan Gül, 2011, Kadına Yönelik Şiddetle Mücadelede Toplumsa Cinsiyet Eğitim Rehberi, Cantekin Matbaası, Ankara, 76s. Prof. Dr. Songül Sallan Gül tarafından hazırlanan “Kadına Yönelik Aileiçi Şiddetle Mücadelede Toplumsal Cinsiyet Eğitim Rehberi,” sığınmaevlerinde kalan kadınların, sığınmaevi yöneticilerinin, konuyla ilgili paydaşların ve alanda çalışan uzmanların yararlanabileceği bir çalışma özelliği taşıyor. Bu alanda yapılan ilk çalışmalardan biri ve 214 İnceleme ve Eleştiri Yazıları, Toplum ve Demokrasi, 4 (8-9-10), Ocak-Aralık, 2010, s. 205–216. tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de çok daha yaygın olarak yaşanan kadına yönelik şiddetin azaltılmasına katkı yapacak önemli bir eser. Bu rehber, kadına yönelik şiddetle mücadelede önemi bir yeri olan kadın sığınmaevlerinin daha etkin ve kaliteli hizmet sunmasına, kadını tekrardan normal yaşamına döndürebilmesine katkı sağlamak amacıyla hazırlanmış. Sallan Gül çalışmanın Önsöz‟ünde, “şiddetin kadın hakları ihlalinin ötesinde bir insan hakları ihlali olduğu” saptamasını yapmaktadır. (s. 2) Ona göre “aileiçi şiddeti önlemek toplumsal bir sorumluluktur.” Ancak “aileiçi şiddetin kadının ve çocukların evden ayrılmasına yol açmadan çözülmesinin mümkün olmadığı durumlarda koruyucu ve destekleyici mekanizmalara ve önlemlere ihtiyaç vardır.” (s. 2) Sallan Gül, “Kadına yönelik şiddetin önlenmesinde yasal düzenlemelerin oldukça önemli” olduğunu vurgulamakta ve “ülkemizde bu konuda önemli adımların atıldığına” işaret etmektedir. “Ancak şiddete maruz kalan ya da bu riski taşıyan kadınların başvurabilecekleri uygun mekanizmaların oluşturulmasının ve onların hayata yeniden tutunmalarını sağlayacak destekleyici hizmetlerin geliştirilmesinin” gerekli olduğunu belirtmektedir (s. 2). Sallan Gül‟e göre “Birçok ülkede olduğu gibi Türkiye‟de de şiddete uğrayan kadınların korunması ve desteklenmesi amaçlı mekanizmaların başında kadın sığınmaevleri gelmektedir. Ülkemizde fiziksel, duygusal, cinsel ve ekonomik şiddeti yaşamış kadınların, psiko-sosyal ve ekonomik sorunlarının çözümlenmesine ve bu süreçte varsa çocuklarıyla birlikte yatılı olarak kalabilmesine olanak sağlayan kadın sığınmaevlerinin açılması artık yasal bir gereklilik ve toplumsal bir ihtiyaçtır.” (s. 2-3) Bugün Türkiye‟de SHÇEK‟e bağlı 41, valiliklere bağlı 2, belediyelere bağlı 21 ve gönüllü kadın kuruluşlarına bağlı 5 olmak üzere toplamda 69 kadın sığınmaevi vardır. “Ancak sığınmaevlerinin daha kaliteli hizmet sunabilmesi, kadınların ve çocuklarının ihtiyaçlarını daha iyi karşılayabilmesi ve kadınları güçlendirebilmesi için, hizmet standartlarının yükseltilmesi gerekmektedir. Bunun yanında, çalışanların, süreçte yer alan bürokratların ve gönüllülerin şiddet mağduru kadınlara yaklaşımlarını, özellikle ataerkilliklerini dönüştürme kapasitelerinin de artırılması bir zorunluluktur.” (s. 3) Prof. Dr. Sallan Gül‟e göre “Sığınmaevlerinin kadına yönelik şiddetin önlenmesindeki yerinin anlaşılması ve etkin işleyebilmesi için, konuya toplumsal cinsiyet duyarlılığıyla, hatta kadın bakış açısıyla bakılmalıdır. Diğer bir deyişle, zihniyet değişimine hazır olunması, kadını anlama ve şiddeti önleme fikrinin, inancının ve samimiyetinin oluşması gereklidir. Ayrıca, kadınların şiddetten uzak bir hayatın 215 İnceleme ve Eleştiri Yazıları, Toplum ve Demokrasi, 4 (8-9-10), Ocak-Aralık, 2010, s. 205–216. olabileceğini görerek, eşit ve insan onuruna yakışır bir yaşam sürmeleri ve güçlenmeleri için, sığınmaevlerinin hem sayılarının hem de hizmet kalitelerinin artırılarak, sürdürülebilirliklerinin sağlanması hedeflenmelidir. Bunun yanında, ulusal ve uluslararası standartları sağlayan, şiddet mağdurlarına yaklaşım tarzını değiştiren, kadın deneyim ve ihtiyaçlarını göz önüne alan sığınmaevleri politikalarının geliştirilmesi de gerekmektedir.” (s. 2) Bu bağlamda, kadınların ve sığınmaevi yönetimlerinin destek alabilecekleri kuruluşları bilmeleri ve tanımaları, yasal hakları ve yapabilecekleri hakkında bilgi sahibi olmaları, kadına yönelik şiddetle etkin mücadele için büyük önem taşımaktadır. Bu bağlamda rehber, “kadına yönelik, özellikle aileiçi şiddetle mücadele sürecinde; şiddetin ve türlerinin neler olduğunu belirtecek, şiddetle mücadele ve sığınmaevleri için gerekli yasal dayanak ve olanaklarla ilgili ihtiyaç duyulan bilgi ve donanımı sağlayacak ve sığınmaevlerinin günlük işleyişinde karşılaşılan ya da karşılaşılabilecek sorunları çözmede yardımcı olacak” bir toplumsal cinsiyet eğitim rehberidir. (s. 3) Rehber, TÜBİTAK tarafından desteklenen ve 2009-2011 yılları arasında yürütülen “Türkiye‟de Kadın Sığınmaevleri: Destek, Güvenlik, Paydaş ve Yaşam Stratejilerinin Araştırılması” başlıklı proje çalışması kapsamında hazırlanmıştır. Rehberde ilk olarak kadına yönelik şiddet ve eviçi şiddeti anlama ve tanıma çabası bir dizi soru eşliğinde ele alınmaktadır. İkinci bölümde kadına yönelik eviçi şiddetle mücadelede, şiddet gören kadınların sığınmaevlerine erişimini kolaylaştırmak, güvenliklerini sağlama planlarına yardımcı olmak, yasal hakları hakkında bilgilendirerek güçlendirilmelerini sağlamak amaçlanmaktadır. Üçüncü bölümde ülkemizdeki şiddetle mücadele çalışmalarının ve çabalarının tarihsel gelişim süreci ana hatlarıyla kısaca sunulmaktadır. Dördüncü bölümde sığınmaevi yönetimleri ve / veya açmak isteyen kuruluşlar için gerekli yasal ve kurumsal destek mekanizmaları hakkında bilgi verilmektedir. Kadınların ve aileiçi şiddetle mücadelede yer alan aktörlerin sığınmaevi sürecinde karşılaştıkları sorunları çözmelerinde yardımcı olacak bilgi, beceri ve donanımlar, bazı sorular ışığında değerlendirilmektedir. Böylece çalışmanın ilk iki bölümünde şiddet gören ya da risk altında olan kadınlara yönelik gerekli bilgiler sunulmaktadır. Diğer iki bölümde ise, sığınmaevleri sürecinde yer alan yönetici, çalışan ve gönüllülerin şiddetle mücadelede devletle birlikte çok taraflı bir yaklaşımla, hizmet sunmalarının önemi ve gerçekleştirme yol ve yöntemleri açıklanmaktadır. Rehber, içerdiği bilgilerle sığınmaevlerinde kalan kadınlara, sığınmaevi yöneticilerine, konuyla ilgili paydaşlara ve alanda çalışan uzmanlara, kısacası kadın konusunda çalışan herkese katkı sağlayacak bir el altı kitapçığı özelliği taşımakta ve alandaki önemli bir eksikliği gidermektedir. Eylem Kaya Yard. Doç. Dr. Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyoloji Bölümü [email protected] 216