Önsöz Elinizdeki yapıt başsanığı olduğum “Bomba

Transkript

Önsöz Elinizdeki yapıt başsanığı olduğum “Bomba
Önsöz
Elinizdeki yapıt başsanığı olduğum “Bomba Davası”ndaki 10 klasörlük
savunmamın 7. klasöründe yer alan dilekçelerin eleştirisinden oluşmaktadır. Bu
savunmanın 1. ve 2. klasörleri özet olarak birkaç kez yayınlandı. En son olarak
da İleri Yayınları’ndan Ekim 2006’da Bomba Davası Savunma adıyla
okuyucularla buluştu. Aslında 1975 yılında İstanbul Sıkıyönetim Askeri
Mahkemesinde yapılan bu savunma aradan 34 yıl geçmiş olmasına karşın aynı
yöntemler günümüzde de uygulanmaya devam ettiği için güncelliğini
yitirmemiştir. Bunun yanında 12 Mart faşist darbesinin içyüzünü somut belgelerle
ortaya koyması nedeniyle tarihe not düşmek devrimci misyonumuzu da yerine
getirmeye çalışıyorum.(1)
Yapıtta göreceğiniz gibi 1972-1974 yılları arasında Selimiye Askeri Ceza ve
Tutuk Evi’nde kaldığım dönemde her konuda sürekli dilekçe vererek yasadışı bir
dönemin içyüzünü sergilemek için çaba sarfetmiş bulunuyorum. Nitekim
dilekçelerimin hiçbirine, biri istisna, yanıt verilmemiştir. Bu da göstermektedir ki, o
dönemde iktidar, yönetim ve yargı, faşist ve ABD işbirlikçisi bir anlayış içerisinde
hareket ettikleri için hapishanelere aldıkları ve ideolojik hasım saydıkları kişileri
muhatap almamış ve belge vermemişlerdir. Oysa ki bizim yazmış olduğumuz
dilekçelere anayasa ve yasalara rağmen yanıt verme cesareti göstermeyenler bir
anlamda kendilerini de ele vermiş olmaktadırlar.
1972 Yılı Temmuz ayında “Zihni Paşa (Ziverbey) İşkence Köşkü”ne alınarak bir
ay işkence gördüm ve sorgulandım. Bu konudaki ayrıntıyı Bomba Davası
Savunma adlı yapıtımda bulabilirsiniz. Daha sonra bir ay hücrede, üç ay ihtilattan
men koğuşunda, 21 Mayıs 1974 gününe kadar da Selimiye Askeri Ceza ve Tutuk
Evi’nde harp esirlerine bile uygulanmayacak işlemlere maruz kalarak süreci
tamamladım.
İşkence köşkünde bulunduğum sürede bir gün çamaşır değiştirirken bana verilen
çantamda bulunan jileti alarak yatağımın yanındaki sıva çatlağına yerleştirerek
birkaç gün intihar etmeyi düşündüğümü savunmamda açıklıyorum. Gene o
dönemde ellerim zincirli, ayaklarım prangalı, gözlerim bağlı bir durumda tuvalete
götürülüp somyama zincirle bağlandıktan sonra üzerime bir şarjör mermi
boşaltılarak gözdağı verilmeye çalışıldığı sırada kalp atışlarımı denetleyerek
özgüvenimi saptamaya çalıştım. Kalp atışlarımda değişiklik olmaması üzerine
intihardan vazgeçtiğim gibi direnmeye de karar verdim. Bu kararım
doğrultusunda işkence sonrasında Selimiye Askeri Ceza ve Tutuk Evi’ndeki
hücreye geldiğimde elime kağıt kalem geçince oranın çok ağır koşulları içinde
yaşadığım haksızlıkları ve hangi konularda mücadele etmemiz gerektiğini
saptayarak ilk görüşmede avukatıma aktardım. Bu suretle bir yandan ben bir
yandan müdafilerim, faşizme karşı yasal mücadele sürecine girmiş olduk.
Aslında yaptığımız bu mücadele kişisel değildi. İnsan onur ve haysiyetini paspas
gibi çiğneyen yasaları hiçe sayan yargıyı araç olarak kullanan bir zihniyete karşı
yapıldığı için bir bakıma toplumsal bir mücadele olarak da algılanabilir.
Selimiye’nin hücrelerinden başladığım antiemperyalist, antikapitalist ve tam
bağımsızlıkçı mücadelemi bugün de yayın hayatını sürdürerek devam etmeye
çalışıyorum.
CIA’nın “Temizlik Operasyonlar”ı
Aslında Bomba Davası diye ünlenen bu dava Türk Silahlı Kuvvetleri içerisinde
iktidar mücadelesi yapan Amerikancı ve daha az Amerikancı iki kanadın
hesaplaşmasını göstermektedir. Ancak iktidar mücadelesinde her yolu mübah
sayan Amerikancı zihniyet kendi çıkarlarına ters gelen suçlu olsun ya da olmasın
herkesi içeri alıp etkisiz konuma getirmeye çalışmaktadır. Bu yönteme CIA
kuramında “Temizlik Operasyonu” denilmektedir. 12’li faşist darbelerde ABD
çıkarlarına ters gelen tüm yurtseverler bu anlayışla yargılanmış ve sindirilmek
istenmiştir.
“Temizlik Operasyonu” deyimi aslında bir “Özel Harp” yöntemidir. Bu yöntemde
Anayasa ve yasalar geçerli sayılmaz. Önemli olan mümkün olduğu kadar ABD
karşıtı ve devrimci kişinin etkisiz hale getirilmesidir. İdare ve yargılama bu sürece
hizmet etmek durumundadır. Nitekim 1965 basımlı “ST 31-15 Gayri Nizami
Kuvvetlere Karşı Harekât” K.K.K.lığı Sahra Talimnamesinde şöyle yazmaktadır:
Madde 9 b: Bir Gayrinizami kuvvetin yeraltı unsurları kaide olarak, kanuni statüye
sahip değillerdir.
Madde 9 d: Tarih, kanuni statülerin gayrinizami kuvvet örgütlerini pek az
ilgilendirdiğini ve bunların gayri nizami faaliyetlere katılma kararlarında pek az
müessir olduğunu göstermektedir.
Bunun gibi 1965 yılında Genel Kurmay Basım Evi tarafından basılan David
Galula mahlas ismiyle yayınlanan “Ayaklanmaları Bastırma Hareketleri” adlı
kitabın 106. sayfasında şöyle denmektedir:
Ayaklanmaları bastırmakla görevli olan taraf harbi bir an evvel bitirmek isterse,
normal zamanlarda tatbik edilebilecek olan bazı kanuni telakkileri ihtilal
harplerinde nazari itibare almamalıdır.
Çoğunlukla emperyalist ülkelerin istihbarat örgütleriyle onunla işbirliği halinde
çalışan diğer ülkelerin istihbarat örgütleri de “Yasalara bağlı olmamak” kuralını
benimserler. Örneğin Alman BND istihbarat örgütü kurucusu CIA ajanı General
Reinhard Gehlen’in “Hitler’in Sığınağından Pentagon’a” adlı yapıtında şöyle der:2
“Bir istihbarat servisinin, devletin diğer kuruluşları için konulan kurallarla
yönetilmesi her zaman mümkün değildir.”
Açıklamalar 12’li darbelerde yaşama geçirilmiştir...
Gn. Reinhard Gehlen’in “Servis” adlı kitabı Milli İstihbarat Teşkilatı’nda ders kitabı
olarak okutulmakta olduğunu Mehmet Eymür, “Analiz” adlı kitabında
yazmaktadır. “Servis” adlı kitabı Hiram Abas’ın da kaynak olarak be-nim-sediği
Eymür tarafından “Analiz”de açıklanmaktadır. Gerek Hiram Abas gerekse
Mehmet Eymür, MİT içinde operasyonel kanatta yer alarak 12 Mart 1971 darbe
sonrası dönemde de eylemlere katılmışlardır.(2)
Bomba Davası-Savunma adlı yapıtımda MİT’in hakkımdaki tutuklama kararı
belge olarak yayınlanmıştı. Bu MİT belgesi var olduğu sürece o dönemde
demokratik hukuk devletinden ve yargının bağımsızlığından söz eden herkesi
sahtekar durumuna düşürmektedir. Çünkü bu MİT belgesi açıkça idarenin
yargıya müdahalesini göstermektedir. Şöyle ki; MİT tutuklama emri veremez. Bu
belgede verilmektedir. MİT Sıkıyönetim Komutanı emrinde olmasına rağmen bu
belgede emir verir konumdadır. Bunun gibi, MİT sorgulama yapamayacağı halde
bu belgede MİT de “Ziverbey İşkence Köşkü”nde sorgulandığım görülmektedir.
Bu yasadışı tutumun perde gerisine baktığımız vakit daha iğrenç bir tablo
görmekteyiz. Şöyle ki dönemin Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay ve Genelkurmay
Başkanı Org. Memduh Tağmaç beni şahsi hasım olarak kabul etmektedirler.(4)
Gene o dönemin MİT Başkanı Korg. Nurettin Ersin yukarıda adı geçen iki kişinin
adamı olarak tanınmaktadır. Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi’nde bir duruşmada
MİT İstanbul Bölge Başkanı Turan Deniz’i çok ağır sözlerle eleştirip iddiasını
ispata davet etmem üzerine, anılan kişi avukatım Hidayet Ilgar ile ilişkiye geçerek
“Kendisine böyle bir tertip yapmak için Nurettin Ersin’in emir verdiğini, eğer bu
emri yerine getirmeseydim benim akıbetime uğrayacağını” itiraf etmiştir.
Kuşkusuz adı geçen bütün kişilerin öldüğü günümüzde bu iddiamın kanıtlanması
olanaksızdır. Ancak, başta “Çeteleşme” olmak üzere yapıtlarımda Turan Deniz’i
ölmeden önce avukatıma söylediği sözleri açıklamaya davet etmiş olmama
karşın sessizliğini koruması karşısında 12 Mart 1971 darbe döneminde düzenin
nasıl çalıştığı ya da çalışmadığını takdirlerinize sunuyorum.
İşkencede Duyduğum “Kontrgerilla”yı Ortaya Çıkarmaya And İçmiştim
Zihni Paşa (Ziverbey) İşkence Köşkü”nde bize işkence yapan ABD’de eğitim
görmüş sado-mazoşist Amerikanofil işkenceciler “Burası kontrgerilla örgütü.
Burada anayasa-babayasa geçmez. Bizim esirimizsin. Ne söylersek yapmak
zorundasın. Yoksa seni öldürürüz.” şeklinde söze başlıyorlardı. Burada adı geçen
“kontrgerilla” deyiminin ne olduğunu saptamak için o günden günümüze kadar
durmaksızın çaba sarf etmekteyim.
Nitekim bir yıla yakın bir süre iddianame hazırlanmadan sorgu sualsiz
cezaevinde kaldıktan sonra, mahkemeye çıkartıldığımda vermiş olduğum ve
yapıtta bulacağınız 8 Haziran 1973 ve 12 Haziran 1973 tarihli dilekçelerimde,
İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Org. Faik Türün’ün zulüm ve baskısı bütün
ağırlığıyla devam ettiği bir dönemde, “Kontrgerilla Örgütü”nün açığa çıkartılması
için mahkemeden, Başbakanlıktan, Genelkurmay Başkanlığı ve Kara Kuvvetleri
Komutanlığı’ndan araştırma yapılmasını ve bu amaçla bir Parlamento Komisyonu
kurulmasını talep ettim. Bu Türkiye’de ilkti. O günden bugüne kadar bu konuda
Parlamento’daki tüm girişimlerden sonuç alınmamıştır. Buna karşın her geçen
gün öne sürdüğüm bu savlar haklılığımı ortaya çıkarmış bulunuyor.
Araştırmalarım sonucunda bu konuya açıklık getiren üç belgeye ulaştım:
- ST 31-15 Gayri Nizami Kuvvetlere Karşı Harekât (Kara Kuvvetleri Komutanlığı
Sahra Talimnamesi, 1965)
- FM 31-16 Counterguerilla Operations (ABD Sahra Talimnamesi, 1967)
- Ayaklanmaları Bastırma Hareketleri (David Galula, Genelkurmay Basım Evi
1965)
Bu üç resmi ve gayri resmi belgeyi 1975 yılında Sıkıyönetim Askeri
Mahkemesi’nde yapmış olduğum savunmada birer suretini mahkemeye vererek
savunmamın bir bölümü haline getirdim ve belgeleri kamuoyuna mal ettim. Daha
sonra başta “Özel Savaş, Terör ve Kontrgerilla” ve “Kontrgerilla Cumhuriyeti” adlı
kitaplarım olmak üzere konuya tüm kitaplarımda, yazılarımda, konferanslarımda,
TV konuşmalarımda açıklık getirdim.
O günden günümüze kadar aynı konuda yurtdışında ve yurtiçinde yayınlanan
kitaplarda yukarıda adı geçen kamuoyuna mal ettiğim üç belge kaynak olarak
gösterilmektedir. Ne yazık ki yayınlanan bu kitapların çoğunda, konu güncelliğini
koruduğu için ve günümüzde konunun hiçbir riski bulunmadığından kaynaklarıma
genellikle gönderme yapılmamaktadır. Oysaki gerek 1973 yılında idam istemiyle
yargılandığım davada vermiş olduğum dilekçelerle ve gerekse yukarıda
açıkladığım üç belge Türkiye’de ilk kez tarafımdan her türlü riski göze alarak
devrimci yapımın bir gereği olarak açıklanmıştır.
Geçtiğimiz aylarda (Ocak 2009) bir televizyon kanalında bu konudaki tartışmaya
katılan eski bir bakan, Kontrgerilla konusunu siyaseten ilk kez açıklayan kişinin
Bülent Ecevit olduğunu açıklamak suretiyle gerçeği gizlemeyi yeğlemiştir. Bu
konuya Bülent Ecevit’in dahil olması 1973 yılı sonlarındadır. Yapıtlarımda bu
konunun ayrıntısını bulabilirsiniz. Bu durumda asıl kaynağı saklayarak konuyu
kendine mal ederek yayın yapanlar eğer özel bir kast içinde değillerse gerçeği
gizlemek gibi etik olmayan bir duruma düşüyorlar. Bu açıklamamdan sonra hâlâ
aynı tavrı sürdürmekte ısrar edenleri intihalci olarak suçlamakta hak
kazanacağım. Oysaki Akademisyen Daniel Ganser’in oldukça kapsamlı ve özgün
yapıtı olan “NATO’nun Gizli Orduları” isimli kitabında Türkiye’deki Derin Devlet
yapılanmasını benim ortaya çıkardığım yazılmaktadır.(5)
ABD güdümlü tüm askeri darbelerde CIA yöntemleri uyarınca darbe öncesi bir
istikrarsızlık (destabilization) süreci yaşanır. Yapılan eylemler bir darbeye
gerekçe olacak kadar yeterli sayılırsa darbe sürecine geçilir. 12’li darbeler tıpatıp
bu modele uygun bir şekilde cereyan ettiğini biliyoruz. 12 Mart 1971 muhtırasal
askeri darbesi öncesi de Türkiye sathında bu tür eylemlere başvurulmuştur.
“Seferberlik Tetkik Kurulu” eski başkanlarından Tümg. Cahit Akyol, Silahlı
Kuvvetler Dergisi’nin Mart 1971 sayısında “Gayrinizami Kuvvetlere Karşı
Harekât” adlı yazısında şöyle demektedir:
Mukavemetin en verimli tohumunun zulüm olduğu bilinmelidir. Bazen
Gayrınizami Harp Kuvvetleri (GNHK) bu gerçeği bile bile sahte operasyonlarla
halkın mukavemet cephesine iltihakına çalışırlar.
Halkı mukavemetçilerden ayırmak için sanki ayaklanma kuvvetleri yapıyormuş
gibi mücadele kuvvetlerince zulme varan halka haksız muamele örnekleri ile
sahte operasyonlara başvurması tavsiye edilir.
Bazı okuyucular bu yöntemlerin savaşta geçerli olduğunu düşünebilir. Oysaki
“Temizlik Operasyonu” evresinde sorguya alınan herkes düşman olarak kabul
edilmekte. O nedenle “Zihni Paşa (Ziverbey) İşkence Köşkü” gibi yerlerde zulme
maruz kalmakta ve sorgulanmaktadır.
Yukarıda adı geçen “Ayaklanmaları Bastırma Hareketleri” adlı kitapta şöyle
yazılmaktadır:
Bu gibi şahısların sorgulanması profesyonel kimseler ve halkın yardımını
kazanmaya çalışan personelden ayrı bir teşkilat gayet dikkatli bir şekilde
yapılmalıdır. Mevcut polis teşkilatına itimat edilmiyorsa, sırf bu maksat için yeni
bir polis teşkilatı yaratılmalıdır.
Yeni Osmanlıcılık Tehlikesine 10 Yıl Önce Dikkat Çekmiştim
Günümüzde CIA ajanı Graham Fuller “Yeni Türkiye Cumhuriyeti” adlı kitabında;
Adalet ve Kalkınma Partisi’ni (AKP), Fethullah Gülen’i ve Emniyet örgütünü
övmesi ve Yeni Osmanlı modelinden söz etmesi üzerinde önemle durulmalıdır.
Örneğin,
1999 yılında yayınlanan “Çeteleşme” adlı yapıtımda Yeni Osmanlılık kavramını
değinmek gereksinimini duymuştum. 10 yıl sonra Türkiye’de CIA İstasyon Şefliği
yapmış olan Graham Fuller’in aynı konuyu işlemesi ve bu konudaki yayınların
günümüzde çoğalması üzerinde önemle durulmalı, emperyalistlerin Türkiye
üzerindeki niyetlerini doğru tanılar konulmalı. Yetkili ve sorumlu çevreler gereken
tedbirleri iş işten geçmeden almalıdırlar, diye düşünüyorum.
12 Mart 1971 darbesi öncesi MİT yazısında da görüldüğü gibi Türkiye’deki
“Memleket içindeki anarşik olayların planlayıcı olup, bir cunta faaliyeti içinde
bulundukları” suçlaması gereğince özel sorgu merkezlerinde MİT suçlaması
doğrultusunda sorgulanarak o dönemde İstanbul’da cereyan eden bombalama ve
terör eylemleriyle ilişkili gösterilerek suçlandım ve iddianamede bu eylemleri o
dönemde Kara Kuvvetleri Komutanı olan Org. Faruk Gürler (daha sonra Genel
Kurmay Başkanı), Hava Kuvvetleri Komutanı Org. Muhsin Batur, Deniz Kuvvetleri
Komutanı Ora. Kemal Kayacan’dan oluşan Marksist-Leninist (!) bir cuntaya
iktidar yolu açmakla suçlandım. Özel sorgulama yöntemleriyle...
İki yıllık yargılama sürecinde anarşi ve terörle ilgili olan bölümün gerçekle ilgisi
olmadığı mahkeme kararıyla hükme bağlandı. Cuntasal faaliyetlere gelince,
yukarıda adı geçen kişiler ek iddianameyle mahkeme getirilmek istenilmesine
karşın başarılı olunamadığı için yargılanamamış, dava üzerime kalmıştır. Bu
tarihsel hesaplaşmanın mutlaka yapılmasını ülkem adına zorunlu gördüğüm için
yapıtta bulacağınız affı reddetme dilekçemde yargılanmanın sonuna kadar
götürülmesini istedim. Bunun yanında Türk Ceza Kanunu 146. maddesi uyarınca
idamla yargılandığıma göre, “ya beni idam edeceksiniz ya da beraat
ettireceksiniz” şeklinde mahkemeye iki seçenek sundum. Bu tavrım eğer
yargılanma sürecinde hesaba katılsaydı yapılan bütün tertipleri gün yüzüne
çıkmış olacaktı. Oysa mahkeme bana zamanında yasa gereğince suç unsurunda
değişim olduğunu belirterek savunmamı Türk Ceza Kanunu 171. madde
gereğince yapmamı isteseydi sorun kalmazdı. Oysaki böyle bir tebligat
yapılmadığı için “Bomba Davası” Türk Ceza Kanunu 146. maddesi gereğince
açıldığı için bu maddeden savunma yaptım. Daha sonra mahkeme kararını
temyiz etmek istedimse de sanık aleyhinde temyiz yapamayacağı için sonuç
alamadım. Görüldüğü gibi, “Özel Savaş” yöntemlerinin tüm kurallarıyla sizi
suçluyorlar, sonra da suçsuzluğunuzu kanıtlamaya zorluyorlar. Bu misyonu
yerine getirmeye çalıştığınız zaman da önünüzü tıkıyorlar. Demokratik hukuk
devleti adına...
Aslında özel savaş kuramlarını bildikten sonra bu uygulamalara şaşmamak da
gerekir. Nitekim ST 31-15 Gayrinizami Kuvvetlere Karşı Harekat adlı
talimnamede “mukavemet hareketine karışmış kişilerin adi suçlarla suçlanılması”
önerilmektedir. Bu öneri uyarınca akıl almaz suçlarla suçlandım ve günah keçisi
olarak seçildim. Karşı devrimcilerin tüm bu çabalarını savunmamla ve bugüne
kadar süregelen yapıtlarımla yanıtlamış olduğumu kabul ediyorum. Burada
üzerinde durulması gereken husus ne yazık ki bugüne kadar bu insanlık dışı
uygulamalardan dolayı hiçbir kurum bizlerden özür dilememiştir.
12 Mart 1971 cuntasının başı Genel Kurmay Başkanı Org. Memduh Tağmaç
“Sosyal uyanma ekonomik gelişmeyi aştı” demişti. Bu cümle Tağmaç’a verilen
misyonu da gösteriyordu. Yani sosyal uyanma engellenecekti. Bu hedefe
ulaşmak için hiçbir yasal, anayasal ve ahlaki kural tanınmamış, işkence evlerinin
açılmasına göz yumulmuştur. Bu kişinin emekli olduktan sonra özel söktörü
finanse eden içinde ABD’nin en etkin casusluk örgütü olan AID’in de sermayesi
bulunan bir bankada yönetim kurulu üyesi olması bizi hiç şaşırtmamıştır.
Marmara Brifingi
O dönemde 3 Kasım 1972 günü kamuoyunda “Marmara Brifingi” olarak ünlenen,
aslında 3 Kasım 1972’de Org. Turgut Sunalp, Korg. Abdurrahman Ergeç, Tümg.
Recai Engin, Tümg. Memduh Ünlütürk, Tümg. Fazıl Polat, Kurmay Alb. Nahit
Arda, Kurmay Alb. Fikret Küpeli, Piyade Alb. Ali Pirgil, Deniz Hakim Alb. Turgut
Akan, Hava Alb. Ragıp Horozoğlu, Hakim Yrb. Sabahattin Ar ve Kurmay Binb.
Necdet Timur tarafından verilen “Devlet Brifingi” yönetsel ve yargısal bir açmazı
belgelemektedir. Şöyle ki aslında MİT elemanı olmayan bu kişiler bir MİT
köşkünde (MİT adına) brifing verebiliyorlar. Bunlardan iki kişi (Turgut Sunalp ve
Memduh Ünlütürk) adları “Zihni Paşa (Ziverbey) İşkence Köşkü” ile birlikte
anılıyor. Recai Engin, “Seferberlik Tetkik Kurulu” eski başkanıdır. Fazıl Polat o
dönemde, “İstanbul Merkez Komutanı” Turgut Akan, “Sıkıyönetim Adli Müşaviri”
idi…
Düşünebiliyor musunuz işkenceci olarak ünlenen kişilerle özel harpçiler ve
yargıçlar bir arada 12 Mart yönetiminin felsefesini açıklarken kendilerini de ele
vermiş oluyorlar. Yargıçla işkenceciyi bir araya getiren düzen faşist değilse
nedir? Şimdi de bu brifingte yer alan bazı bölümleri aktarmak suretiyle o dönemin
“Derin Devlet”inin içyüzünü sergilemek istiyorum:
(...) Cumhuriyet’e, rejime ve Anayasa’ya kast eden bu kızıl militanlarla, onlara
cesaret veren tahrik ve teşvikte bulunan, hatta müzaharet ve muavenet suretiyle
fillin icrasını kolaylaştıran çevrelerin temizlenmesi yürürlükte bulunan Ceza Usul
Kanunlarıyla normal yargı organlarınca süratle sağlanamaz. Milliyetçi bir cephe
halinde bu gereği inanılmadıkça, siyasi partiler ile basını ile aydın çevre ile bu
ortak inanç dile getirilmedikçe konu siyasi bir istismar ve rey avcılığı şekline
dönüştürülmeden halledilmedikçe sıkıyönetimlerin uzatılmasında gerekçe ve
zaruretler birbirini takip eder.
Türk Silahlı Kuvvetleri, hukukun üstünlüğüne ve anayasa hakimiyetine bağlılığını
sayısız defa ispat etmiştir.
Ama yurt bütünlüğüne karşı komünist cephenin haksız taarruzlarında aynı
bağlılık ve beraberliği Parlamentodan da beklemektedir.
Güvenlik Mahkemelerinin sakıncalarını işaret eden çevreler konuyu salt hukuk
açısından değil de, biraz da beynelmilel komünizmin dünyanın bazı bölgelerinde
yaptığı tahribatın, Türkiye’de aynen uygulanması amacını güden girişimler olarak
mütaala ettikleri takdirde Güvenlik Mahkemeleri konusunda hükümete samimi
olarak yardımcı hale gelmiş olacaklardır.
(...) Türkiyemiz için komünizmin, proleter bir ihtilalle işbaşına gelmesi zordur,
imkansızdır. Şu kadar ki, bu neticeyi bilen TKP’nin yukarı mihrakları Türkiye’yi
parçalamak suretiyle hedefe varmaya çalışmaktadırlar. Bu durumda Anayasa
kuruluşlarımızla, siyasi partilerimizle, basın ve ordumuzla, gençlik ve tüm
milletimizle müşterek cephede, milliyetçi bir cephede birleşmemiz gerektiğine
bugün daha çok inanıyoruz.
Yukarıda yer alan öneriler de 12 Mart faşizminin niteliği açıkça görülmektedir.
Uygulamada öneri halinde de kalmamış, daha sonra Parlamento’dan çıkarılan bir
yasa ile “Güvenlik Mahkemeleri” kurulmuş ve bu mahkemelere askeri yargıçlar
da dahil edilmek suretiyle Sıkıyönetim mahkemelerindeki anlayışın devamı
sağlanmaya çalışılmıştır.
Devlet brifinginde şöyle denmiştir:
(...) Sıkıyönetim adli organları görevleri kanunlara uygun olarak yürütürken, buna
tesir etmeye müsaati bazı konularda hassas davranılmasına işaret etmek
istiyoruz. Belki bu sorunların bir kısmı adli siyaset içinde de mütaala edilebilir.
Adaletin tecellisinde siyasetin yeri olmamalıdır da denilebilir. Karar verirken her
türlü siyasi cereyan ve telkinlerin dışında kanun ve vicdani ölçüler içinde kalması
gereken görevlilerin bunlardan söz açmasının zayit olduğu kararı ishar edilebilir.
Ancak Türkiye’nin bir bütün olarak vatanı ile birlikte Cumhuriyetine ve
Anayasasına karşı buthanda bulunanların yeraltı çalışmaları biraz evvel yüksek
takdir nazarlarınıza arz edildikten sonra milletçe beraberlik ve bütünlük, tasada,
kederde ve kıvançta ortak görüş içinde olmamız gerektiğine, bugün dünlerden
daha çok inandığımız için tekrarında fayda mülahaza etmekteyiz.
12 Mart 1971 faşist darbesinden arta kalan çok gizli “Marmara Brifingi”,
tarafımdan temin edilerek bastırılmış, basın toplantısı düzenleyerek
yayınlanmıştır. Kitabın önsözü tarafımdan yazılmıştır. O dönemin Derin Devletini
ismen açığa çıkartan bu belge aslında 12 Mart dönemi tüm uygulamaları
yasadışı bir konuma düşürmekte ve o dönemi yargılayabilmek için kesin kanıt
oluşturmaktadır. Bazı çevreler miladı 12 Eylül 1980’den başlatmayı yeğliyorlar.
Oysa ki tarihsel gerçek 12 Mart 1971 muhtırasal yarı askeri darbenin uzantısı 12
Eylül 1980 darbesidir. Bunları birbirinden ayırmak gerçekle bağdaşmaz. Darbeler
sürecinde 12 Mart döneminde yapılmak istenip de sonuçlandırılamayan “Temizlik
Harekatı” 12 Eylül 1980’de tamamlanmıştır.
“Devlet brifinginde” yer alan bazı görüşleri gözden geçirelim:
Bu ekip içinde brifingi hazırlarken tebellür eden fikir Anayasa’nın 30. maddesine
‘Sıkıyönetim hallerinde yakalanan kimseler 30 gün içinde hakim önüne çıkartılır’
şeklinde bir hüküm konulmasında ittifak halindedir.
Gerçekte hiçbir yetkisi olmayan bir ekip Anayasada yer alan gözaltı süresini
onaylamadığını açıkça ifade ediyor. Bu brifingten çok kısa bir süre sonra da
Anayasa’da yapılan değişiklikler içinde gözaltı süresi de 30 güne çıkarılıyor. Bu
somut olgu varken kuşkusuz TBMM’de “Egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur”
söylemi bir anlam ifade etmemektedir. Çünkü TBMM iradesi üzerinde 12 Mart
1971 derin devletini oluşturan bir kısım kişilerin iradesi doğrultusunda Anayasa
değiştirilmiş olmaktadır.
Marmara Brifingi’ne devam ediyoruz:
(…) yıkıcı faaliyetlerin bir müddet daha etkisini sürdüreceği ve sıkıyönetimlerin
kalkmasından hemen sonra yeniden yıkıcı faaliyetlerine hem de tecrübe
kazanmış olarak başlamaları çok muhtemeldir. İşte bu kuvvetli ihtimal karşısında
devlet olarak elbette ki tedbir düşünecek, Cumhuriyet’e ve Anayasa’ya ve yurt
bütünlüğüne kast edenlere ikinci bir tecrübe fırsatı verilmeyecektir. Devletin var
oluş felsefesi bunu böyle kabul etmiyor mu?
Ama belirli bir çevre Güvenlik Mahkemeleri kurulması sorununu değişik pür
hukuk açısından görmek istiyor.
Yukarıda görüldüğü gibi “Marmara Brifingi”ni veren kişiler hukuk literatürüne yeni
bir deyim eklemektedirler: “Pür hukuk!” Eğer mahkemeler bu kişilerin hasta
mantığına uyarlı karar vermezlerse bu şekilde suçlanabilmektedirler. Onlar için
demokrasi, özgürlük, hukuk devleti, yargı bağımsızlığı gibi kavramlar bir anlam
ifade etmemektedir.
Nitekim dönemin Sıkıyönetim Komutanı Org. Faik Türün’ün istediği doğrultuda
karar vermedikleri için 1 Numaralı Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi bir haftada
lağvedilmiş. Başta Yargıç Albay Remzi Şirin olmak üzere Doğu Anadolu
şehirlerine sürgün edilmişlerdir. Mahkemelerin lağvedilmesi Milli Savunma
Bakanlığı’nın yetkisindedir. O dönemde Milli Savunma Bakanı’nın gücü Org. Faik
Türün’ün gücünü aşamadığı için Türün’ün isteğine uyularak bu haksız tasarruf
gerçekleştirilmiştir.
Bu
koşullar
altında
Sıkıyönetim
Mahkemelerinin
bağımsızlığından kim söz edebilir? Yıllardan bu yana “geçmişten hesap sormak”
söylemi slogan halinde yinelenmektedir. “Marmara Brifingi” ve Sıkıyönetim
Mahkemesinin lağvı tek başına o dönemdeki tüm yargılamaları hukuken geçersiz
hale getirecek derecede önemlidir. Eğer gerçekten özlemini duyduğumuz
demokratik hukuk devleti hedefine ulaşmak istiyorsak darbe dönemindeki
davaları yeniden yargılayacaksak buradan başlamak kesin zorunluluktur.
12 Mart’tan Günümüze Değişmeyen İşkenceci Düzen
12 Mart 1971 döneminde ABD Büyükelçisi bile “Askeri mahkemeler aşırıya
kaçıyor” diye uygulamayı eleştirmektedir:
12 Mart döneminin baş-larında Ankara’da görev yapan ABD Büyükelçisi Handley,
Wa-shing-ton’a geçtiği telgraf-larda, sıkıyönetim mahkemelerinin özellikle toplu
davaları ‘yüzlerine gözlerine bulaştırdıkları’nı kaydediyor. Handley’ye göre, askeri
savcıların hazırladıkları iddianameler, Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı yaygın bir
komplonun varlığını kanıtlamakta yetersiz kalıyor. Handley’nin yerine tayin edilen
Macomber ise, “Sıkıyönetim mahkemelerinin verdiği aşırı cezaları çoğu zaman
Askeri Yargıtay düzeltiyor…(6)
Günümüzde de değişen bir şey olmadığı anlaşılıyor. ABD Dışişleri Bakanı Hillary
Clinton tarafından açıklanan ABD İnsan Hakları Raporu’nda, AKP’nin medyaya
baskısına yer verilirken hükümetin yolsuzlukla mücadelede yasaları
uygulamadığı vurgulanıyor ve işkencenin arttığı, kadınlara şiddetin yaygın bir
sorun olduğuna dikkat çekiliyor. Bunun yanında raporda polisin yargısız
infazlarından Ergenekon davasındaki gözaltıların uzunluğuna yer veriliyor(7)
Bunun benzeri bir haberde de, “ABD’nin 16 istihbarat örgütünün
koordinasyonundan sorumlu olan Ulusal İstihbarat Direktörlüğü’nün geçen yıl
hazırladığı gizli bir raporda holdinglerin ve tarikatların kontrolünde olduğu Türk
basını laiklik yanlısı ve İslamcı olarak iki bölümde incelendiği açıklanmakta” ve
“Yaygın medyada 2008’de iki ana grup oluştu. Birincisi laiklik taraftarı medya. Bu
grubun önde gelen temsilcileri, sahibi işadamı Aydın Doğan olan Doğan Yayın
Holding ve sahibi işadamı Mehmet Emin Karamehmet olan olan Çukurova
Medya Grubu’dur. Bu ilk grup ayrıca saflarında Kuvayı Milliye gazetelerini içerir.
Diğeri ise Fethullan Gülen tarikatı, Albayrak ve Çalık grupları ve liberal İkinci
Cumhuriyetçiler gibi çeşitli dini, ticari ve çevre adına , AKP taraftarlarının önayak
olmasıyla ortaya çıkan hükümet yanlısı İslamcı-liberal medyadır” yazmaktadır.(8)
Aslında Soğuk Savaş’tan bu yana NATO’ya bağlı ülkelerde o ülke halklarının
demokratik bilincinin elverdiği ölçüde derin bir yapılanma ABD tarafından
kurulmuş, CIA tarafından yönlendirilmiş ve bu amaçla CIA denetiminde olan
birçok işbirlikçi örgütlere üye yapılan kişiler ülkelerinde önemli makamlara
getirilmek suretiyle demokrasi paravanası ardında derin devlet hükmünü
sürdürmüştür. Soğuk Savaş’tan sonra bu yapılanmanın kaldırılması gerektiği
halde NATO daha da genişletilmiş, alan dışı görevler verilerek ABD tarafından
küreselleşmenin jandarmalığına getirilmiştir. Gerçekte ülkelerdeki derin
yapılanmalar NATO içinde bulunan ve ACC denilen “Allied Coordination Center”
tarafından yönetildiğine göre NATO var oldukça derin devletler de var olacak ve
“Özel Savaş” yöntemleri geçerliliğini sürdürecektir diyebiliriz.
Kontrgerilla Cumhuriyeti
1993 yılında yayınlanan bir kitabımın adını “Kontrgerilla Cumhuriyeti”
koymuştum. Aslında bu tanımlama geçmişe ve günümüze ışık tutmaktadır.
Nitekim bir gazetede yayınlanan bir dizi yazıda İtalyan derin devletinin liderliğini
yapmış olan eski Cumhurbaşkanı Cossiga kitaplarımda yer verdiğim Kontrgerilla
ve Gladio’ya ilişkin tüm iddiaları 36 yıl sonra motomot doğrulamaktadır. Bir
yabancı istihbarat örgütünden (CIA) para alarak yeraltında örgüt kurarsanız bu
örgütün kime hizmet edeceğini tartışmak abesle iştigaldir diye düşünüyorum.
Nitekim Cossiga 45 yıl CIA’dan para alarak örgütü yönettiğini itiraf etmektedir.
Bunun gibi Özel Harp Dairesi’nin eski başkanlarından Emekli Org. Kemal Yamak
da yazmış olduğu kitapta9 bu amaçla her yıl ABD’den 1 milyon dolar aldığını
açıklamaktadır.
Yabancı bir ülkenin (ABD) istihbarat örgütünden (CIA) para alarak yasalara bağlı
olmaksızın cinayet dahil her türlü terör yapmakla görevlendirilen bir yer altı
örgütü var olduğu sürece demokrasiden, hukuktan, adaletten söz etmek
olanaksızdır. Bu yapı var olduğu sürece de ülkemizde faili bulunamamış sayısız
cinayetler işlenmiş ve toplumsal provakasyonlarla darbe ortamları hazırlanmış ve
politik manipülasyon için kullanılmıştır. Cossiga’nın itiraflarının yer aldığı dizi
yazıda şunlar yazmaktadır(10)
İkinci Dünya Savaşı sonunda Soğuk Savaş’ın başladığı günlerdi. Özel bir
programla Avrupa’dan 5 genç siyasetçi ABD’ye gitti. Aralarında tek bir kadın
vardı. O da savaşın galiplerinden olan İngiltere’den Margareth Thatcher’di.
Helmut Schmidt ve Helmut Kohl yenilip ikiye bölünen Almanya’dan geliyorlardı.
Savaşın diğer galibi Fransa’dan Vallary Gisgard d’Estaing seçilmişti. Yenilen
İtalya’dan seçilen hukukçu ise Francesca Cossiga’ydı…
50 yıl sürecek Soğuk Savaş döneminde Avrupa’yı yönetecek olan 5 genç lider, ilk
kez ABD’nin liderlik programında tanıştılar. Ve beşi de Soğuk Savaş’ın kaderini
çizdiler.
Beşi de Sovyetler Birliği’nin ve Varşova Paktı’nın dağılmasında rol oynayan güçlü
liderler oldular. Cossiga 55 yıl boyunca İtalya’yı yöneten kilit isimlerden ve Soğuk
Savaş döneminde İtalya’da komünizme karşı savaşın en güçlü liderlerinden
biriydi.
Görüldüğü gibi Soğuk Savaş döneminde ABD kendi çıkarlarını korumak için
başta NATO ülkeleri olmak üzere yeraltı örgütleri kurmak, finanse etmek ve
yönetmekle yetinmemiş, o ülkelerden kendi felsefesine uygun liderleri seçerek
ABD’de özel eğitimden geçtikten sonra kendi ülkelerinde sürekli iktidarda
kalmalarını sağlamış ve neoliberal felsefeyi egemen kılmıştır.
Kuşkusuz Türkiye gibi bir ülkede farklı bir tavır sergilendiğini düşünemeyiz.
Nitekim 1954’ten itibaren Süleyman Demirel ve Bülent Ecevit ABD’de özel
eğitimden geçirildikten sonra Türkiye’de uzun yıllar lider olarak iktidarda kalmaları
sağlanmıştır. Bu iki kişinin 1975 yılında Çesme Altınyunus’ta yapılan “Bilderberg”
toplantısında üye olması kuşkusuz rastlantı değildi.
Yıllardan beri süregelen kontrgerilla tartışmalarında bu iki kişinin sürekli ikircikli
davranmalarının anlamı yukarıda açıklanmaktadır. Pek çok kitabımda gerek bu
iki kişinin ABD eğitimleri ve bağlı oldukları örgütlerin ve de kontrgerilla
konusundaki ikircikli tavrını ayrıntılarıyla sergiledim.
1973’te Başbakanlığa Verdiğim Kontrgerilla Dilekçesi
Biraz evvel sözünü ettiğimiz Nur Batur’un Cossiga söyleşisinde Gladio konusunu
zamanında bakan olarak görev yapmış Hüsnü Doğan, İsmet Sezgin, Hikmet
Çetin ve Hikmet Sami Türk’e Nur Batur sormuştur. Aslında bugün dahi bu kişiler
konunun özüne girmekten çekinmektedirler. Ancak İsmet Sezgin konuyu inkara
yönelik tutumunu sürdürmektedir. “Türkiye’de böyle bir örgütün varlığına
inanmıyorum.” dedikten sonra kendi kendiyle çelişkiye düşen bir cümleyle dolaylı
itirafta bulunmaktadır: “Ancak devletin yüce çıkarları gerektiği zaman dünyada
rutin dışına çıkıldığı da görülmüştür…”
1973 yılında kontrgerilla konusunda Başbakanlığa vermiş olduğum dilekçeyle
istediğim “TBMM Araştırması” yapılmadığı sürece ve de ülkemizde eski İtalya
Cumhurbaşkanı Cossiga kadar yürekli bir devlet adamı çıkmadığı sürece derin
devlet konusunda yapılan tüm girişimler ile geçmişten hesap sorma önlemleri
yasak savmaktan öteye geçemeyecektir diye düşünüyorum.
Özünde emperyalist güçler tarafından benimsetilen Neoliberal politikalarla
azgelişmiş ülke halklarının çıkarlarının tam karşıtı, dolayısıyla bizlere “tam
bağımsızlık, antiemperyalizm ve antikapitalizm”i öneren Büyük Atatürk’ün
ideolojisini dışlayan karşı devrimci uydu iktidarlar hıyanetlerini sürdürebilmek için
şiddet politikasını yeğlerler.
Örneğin ABD uydusu Demokrat Parti önde gelenlerinden Ethem Menderes 6-7
Eylül 1955 olayları üzerine vermiş olduğu bir demeçte “Bence tek çare suçu
kömünistlerin üstüne yıkıp birkaçını köprü üstünde sallandırmak” derken DP’nin
demokrasi anlayışını da sergilemektedir.11
Bunun gibi Demokrat Parti döneminin Cumhurbaşkanı Celal Bayar 27 Mayıs
1960 öncesi Tahkikat Komisyonu kurulması üzerine “Şiddet ve tenkilden (yok
etme) başka çare yoktur…” diyebilmektedir.
İşbirlikçi bir iktidarın önde gelen kişilerinin NATO derin devletinin egemen olduğu
bir ülkede haksız düzenlerini yaşatabilmek için de başka seçenekleri
bulunmamaktadır.
Yukarıda sözünü ettiğimiz ST 31-15 Gayrinizami Kuvvetlere Karşı Harekat
Talimnamesi’nde tutukluluk süresi ve yapay suçlarla insanların suçlanılması da
önerilmektedir. Şöyle ki:
Madde 18: Ele geçirilen gayrinizami kuvvet mensuplarının kendilerini gayrinizami
faaliyetlere katılmaya zorlayan tutumlarını devam ettirmeleri beklenebilir. Bu
sebeple:
1) Tutuklu bulunmalarına lüzum vardır ve bu hal uzunca bir süre devam edebilir.
2) Özel suçlarla suçlandırılabilecek durumdaki esirler, süratle adalet huzuruna
getirilmelidir. Suçlamaları mümkünse, şahıslara karşı işlenmiş, katil nevinden
suçlar olmalı, doğrudan doğruya mukavemet harekatına bağlanmış suçlardan
ileri gelmemelidir. Aksi halde bir kahramanlık mahiyetini kazanır ve gayrinizami
faaliyetlerin artması için bir bahane teşkil eder.
Nitekim Bomba Davası’nda ben bu tür adi suçlar yanında birkaç kişiyle birlikte
sadece o tarihte ayakları yapılmış olan 1. Boğaz Köprüsü’nü yapıldığı vakit
havaya uçurmayı düşünmek savıyla yargılandık. Gerçi mahkeme kararıyla bu
savın gerçek olmadığı ortaya çıkmış ise de özel savaş anlayışı gereğince “Çamur
at izi kalır” yöntemi uygulanmıştır. Bomba Davası’nda bir kısım medya
sıkıyönetim makamlarıyla birlikte çalışmış ve bu gerçek olmayan iddiaları sürekli
manşetlere çıkartmış ve bir anlamda sayısız “andıç” örnekleri vermiştir.
Günümüze bu anlayışa hizmet eden bazı medya mensuplarının “andıç”tan
şikayetçi olmaları ilginç bir örnek oluşturmaktadır.
Örneğin “Bomba Davası”nda yargılanırken kapağında genelkurmay başkanlığı
amblemi bulunan fakat içinde imzası bulunmadığı için hiçbir belge değeri
olmayan Kontrgerilla örgütünde işkence altında aleyhime alınan ifadeler kitaba
alınarak onbinlerce basılıp tüm askeri birliklere ve kamu kuruluşlarına dağıtılan
“ders alalım” adlı bu kitapta şahsıma karşı yargısız infaz yapılmış, mahkeme
kararı kitapta yer alan iddiaların hiçbirini doğrulamadığı halde bu broşürü yayan
çevreler hiçbir açıklama gereği duymamışlar ve hukuku katletmişlerdir...
Demokrat Parti’yle Başlayan Ülkeyi ABD’ye Pazarlama Süreci
Yukarıda sözünü ettiğimiz ABD uydusu liberal politikayı benimseyen Demokrat
Parti’nin cumhurbaşkanı bir Amerikan gezisinde “Memleketimiz el değmemiş
kaynaklara sahip tatlı bir pazardır, geliniz...” diyerek teslimiyetini
belgelemiştir.(12) Demokrat Parti’den sonra gelen darbeler döneminde büyük bir
kesimin umut bağladığı 27 Mayıs 1960 Hareketi daha ilk bildirisinde “NATO’ya ve
CENTO’ya... bağlı olduğunu” itiraf etmek suretiyle aslında ABD güdümündeki
politikada bir değişiklik olmayacağını itiraf etmek durumunda kalmıştır. Buna
karşın 1961 Anayasası’nın bugün dahi birçok çevre tarafından mükemmeliyeti
kabul edilen 1961 Anayasası Türk toplumuna her alanda geniş hak ve
özgürlükler tanımış ve sol politikanın önünü açmıştır.
Ancak çok kısa bir süre sonra yıkılan Demokrat Parti anlayışı iktidara gelmiş “Bu
anayasa ile devlet idare edilmez” söylemi ile Türkiye’deki sosyal ve siyasal
gelişmenin önünü kesmek için sürekli karşı devrimci bir çaba göstermiştir.
12 Mart 1971 Muhtırasal darbesinden sonra başbakan olan Nihat Erim, “61
Anayasasını lüks olarak” ilan etmiş, 12 Mart’ın yıktığı iktidarın zihniyetini
benimsemiştir. Darbe lideri Org. Tağmaç ise “Sosyal uyanma ekonomik gelişmeyi
geçti demek suretiyle baskı ve şiddet politikasını doruğa çıkartarak üç taksitte 61
Anayasası’nın 55 maddesini darmadağın etmiştir. Dolayısıyla 61 Anayasası’nın
vermiş olduğu haklar daha o tarihte geri alınmıştır.
Yukarıda 12 Mart döneminde Org. Turgut Sunalp’ın başkanlığını yapmış olduğu
MİT’in Marmara Köşkü’nde verildiği için “Marmara Brifingi” diye adlandırılan
belgede oradaki kişilerin gözaltı süresini 30 güne çıkartmayı uygun gördüklerini
belirtmiştir.
Yazı ve yapıtlarında bir ülkenin anayasasında gözaltı süresinde uzunluk ve
kısalığına göre o ülkenin anayasasının ne ölçüde demokrat olduğunu
saptayabilirsiniz diye yazıyorum. Bu örnekte Anayasa değişikliğini bir anlamda 12
Mart Faşist Darbesi’nin derin devletini oluşturan kişiler ilkönce Anayasa
değişikliğini öneriyorlar daha sonra da bu madde değiştirilen 55 maddenin
kapsamına alınıyor. 12 Mart 1971 Faşizminin somut örnekle açıkladığım
uygulamaları emperyalist ülkeleri tatmin etmediği için ABD güdümünde 12 Eylül
1980 darbesi tezgahlandı bu kez 1961 Anayasası’nın tümü 1982 yılında
değiştirildi.
Konumuz Anayasa tartışması olmamasına karşın bir örnekle günümüzde de
güncelliğini koruyan özelleştirmenin 1982 Anayasası’na nasıl girdiğini
örneklemek istiyorum:
Görüldüğü üzere, 61 Anayasası’ndaki “Devletleştirme” maddesi 1982’de
“Özelleştirme”ye dönüşmüş...
Turgut Sunalp Kimdir?
Önerisiyle anayasayı bile değiştirmek gücünü Org. Turgut Sunalp acaba nerden
alıyordu. Sunalp bir gazeteye vermiş olduğu demeçle:
“ABD ikinci vatanım!
Şimdi harp biter, ne olur? Çocuklar, ben Türk Harp Akademisi’nden sonra
Amerikan Harp Akademisi’nde okudum. Kore’de harbettim. Türkiye’de ilk NATO
subayıyım. NATO’ya hizmet ettim. Amerikalılarla haşır neşir oldum. Benim
akranım Amerikalılarla senli benliyimdir. Çok yakın dostlarım var. Amerika’yı çok
severim. Amerikalılar bana çok şeyler kazandırmıştır. Hatta ikinci vatanım
addederim. Ben Türkiye ile Amerika’nın ittifak içinde olmasına kaniim. Amerika ile
Türkiye ittifaka doğru giderken askeri sahada elli Amerikalı elli Türk çalışmış ve
bunlara rozet verilmiştir. Bu elli Türkten biriyim. Bu işe başladığım için kurmay
yüzbaşıyken beni Amerika’ya götürdüler, okuttular, getirdiler...”
Turgut Sunalp kendisini çok iyi tanımlıyor. Bu ilişkileri nedeniyle onu 12 Mart
faşizmi döneminde Ziverbey İşkence Köşkünde görüyoruz. Bir demecinde
makata cop sokma işkencesi üzerine “elimizde taş gibi oğlanlar varken niye cop
kullanalım” diye kendini sözde savunan bu kişi o tarihte bu tanımlanması ile
ünlendi ama Org. olmuş bir kişinin mantığını göstermesi bakımından da işkence
üzerinde araştırma yapan çevreler önemle durmalıdır diye düşünüyorum. Turgut
Sunalp 12 Mart döneminde “Sabatoj Davası” diye ünlenen Kültür Sarayı’nın
yakılması, Marmara Gemisinin batırılması, Eminönü Arabalı Vapurunun
batırılması eylemlerini içeren davanın arkasındaki kişidir. Bu davayla Marksizm
ve Leninizm suçlanılmak istenilmişse de idamla yargılanan 22 sanığın tümü
beraat etmiştir.
1972’li yıllarda ta Kurmay Yüzbaşılığından beri ABD’de yetiştirilmiş Demokrat
Parti’nin 10 yıllık iktidarı döneminde 7 yılını yurtdışı görevlerinde geçirmiş bu kişi
Genel Kurmay İkinci Başkanı’dır. Çünkü NATO Derin Devleti’nin Türkiye ayağını
oluşturan yapılar ve özellikle Özel Harp dairesi doğrudan Genel Kurmay
Başkanı’na bağlıdır. Bulunduğu görevde her yönden ikinci vatanının istemleri
doğrultusunda çaba sarfettiğini görüyoruz. Bu bağlamda İstanbul Sıkıyönetim
Komutanı Org. Faik Türün’ün Marksist Leninist olmakla suçladığı Org. Faruk
Gürler’in Genel Kurmay Başkanlığını engellemek görevi de bu kişiye verilmiştir.
Onun için Ziverbey İşkence Köşkü’nde Org. Faruk Gürler, Org. Muhsin Batur,
Ora. Kemal Kayacan aleyhinde alınan ifadeleri de bu kişi yönlendirmektedir. O
günün siyasal dengeleri içerisinde Bomba Davası’nda alınan bu ifadelere karşın
Org. Faruk Gürler’in Genel Kurmay Başkanı olması engellenememiştir. Başta
Turgut Sunalp olmak üzere karşıdevrimci güçler amaçlarına ulaşmak için
çabalarını sürdürmüşler bu arada kuşkusuz başat rol Genel Kurmay İkinci
Başkanı olan Turgut Sunalp’e verilmiştir. Bu kişi Genel Kurmay Başkanı Org.
Faruk Gürler’i Cumhurbaşkanı olmak üzere görevini terk etmeye ikna etmiş
sonuçta Faruk Gürler meclis tarafından seçilmeyerek dışlanmış hemen peşinden
de Bomba Davasında ek bir iddianame düzenlenerek bu üç orgeneral MarksistLeninist bir cuntanın başkanı ve üyeleri olarak ek iddianame ile suçlanılmışlardır.
O günün dengeleri içinde anılan kişiler Bomba Davası’na sanık yapılamadıkları
için dava benim üstümde kalmış ve bu tarihi hesaplaşmada yaptığım savunmayla
üzerime düşen görevi yerine getirdiğimi sanıyorum.
Peki, Faik Türün Kimdir?
Aslına bakarsanız ABD emperyalizmine hizmet eden ve onun kurduğu örgüte
üye olan karşı devrimciler hangi konumda olurlarsa olsunlar belirli bir birliktelik
içinde anti komünist bir koşullanma içerisinde sola hatta demokratik solu
komünizmle eşdeğerli görerek şiddet politikalarını sürdürmüşlerdir.
İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Faik Türün de 1950’li yıllarda Turgut Sunalp gibi
kurmay binbaşı olarak Kore’de savaşmış anti komünizm eşittir milliyetçilik
sarmalına dolanmış yaşamını bu anlayışla tamamlamıştır. Birçok kaynakla
belirttiğine göre Faik Türün’ün Turgut Sunalp’a nazaran bir artısı bulunmaktadır.
O da tarikatla olan bağlantısıdır. Bunun yanında gözü kara bir yanı da
bulunmaktadır. Örneğin 9 Mart 1971’de Org. Faruk Gürler liderliğinde bir sol
darbe gerçekleşse idi bu darbeyi kabullenmeyeceğini ve TBMM’yi İstanbul’da
toplayacağını itiraf edecek kadar gözü karadır.
Bu anlayışı inançlarından kaynaklansa belki kabul edilebilir. Ancak onun derdi
başkadır. Kendi anılarında söylediğine göre zamanın Genelkurmay Başkanı Org.
Faik Türün’e cumhurbaşkanlığı vaad etmiştir. Faik Türün bu hedefe ulaşmak için
önündeki engelleri (Org. Faruk Gürler, Org. Muhsin Batur, Ora. Kemal Kayacan)
temizlemek için kraldan ziyade kral taraftarı bir tavır sergilemektedir.
Faik Türün “Ziverbey Zihnipaşa İşkence Köşkü”nü Genel Kurmay Başkanlığı
koltuğunu kapmak için çalıştırmış orda bulunan tüm işkencecileri ve kamu
görevlilerini bu tarihi suçuna ortak etmiştir. Org. Faik Türün tüm çabasına rağmen
hasım saydığı Org. Faruk Gürler’in Genel Kurmay Başkanı olmasını
engelleyemediği için, onun hiyerarşisine girmemiş askerlikle bağdaşmamasına
rağmen bir yıla yakın süre zarfında yüz yüze gelmemeye çalışmıştır. Hatta, Faruk
Gürler’in İsviçre’de yaşayan oğlu yabancı eşiyle birlikte Türkiye’ye geldiğinde
hiçbir gerekçe göstermeksizin gözaltına alabilmiştir. Peki Türün bu gücü nereden
alıyor derseniz, çok açık olarak Amerikan yanlısı bir kişi olarak Amerikan yanlısı
bir partiden aldığını kesinlikle ifade edebiliriz. Nitekim bir gazeteye demeç veren
Süleyman Demirel: “12 Mart’ın rövanşını iki sene sonra aldık: Gürler
Cumhurbaşkanı olamadı.” (Tercüman, 21 Mart 1969)” diyebilmektedir.
Eğer 12 Mart 1971 Muhtırasal Darbesi sonucunda istifaya zorlanan Başbakan
Süleyman Demirel direnebilseydi o tavır devlet adamlığına daha yaraşır bir tutum
olurdu. Yıllar geçtikten sonra silahlı kuvvetlerle “rövanş aldığını” ifade etmek
ancak tarihsel bir yanılgıyı kayda geçirir.
Süleyman Demirel’in rövanş alırken kullandığı iki kişiyi (Org. Turgut Sunalp ve
Org. Faik Türün) açıkladım. Bu bölümde Faik Türün üzerinde durmak istiyorum.
Faik Türün emekli olur olmaz Adalet Partisi tarafından İstanbul’dan parlamentoya
sokulmak istenmiş, seçimde hezimete uğratıldıktan sonra bir kamu kuruluşunda
yönetim kurulu üyeliği alarak ödüllendirilmiş daha sonra da milletvekili yapılmış
ve Cumhurbaşkanı seçiminde Adalet Partisi’nden aday gösterilmiştir. Her şey ne
kadar açık değil mi? Demirel bir gazeteye vermiş olduğu demeçte “Komünizmle
mücadelede gerekirse şehadet mertebesine ulaşacağız” (Cumhuriyet, 2 Ağustos
1976).(13)
Derin Devlet’i Bir de Rockefeller’den Duyalım
Bilindiği gibi Soğuk Savaş döneminde ABD kendi çıkarlarını garanti altına almak
için ülkelerin her kademesinde seçtiği kişileri özel eğitimden geçirerek
örgütlenmeleri için finansman sağlayarak medyayı kullanarak bu işbirlikçileri
parlatarak kendi hegemonyasını garanti altına almıştır. Örneğin Uluslar arası
Basın Enstitüsü (IPI) 25. yıllık toplantısı, Philadelphia’da ABD Başkan Yardımcısı
Nelson Rockefeller tarafından yapılan konuşmayla açılmıştır(14)
İster beğenelim, ister beğenmeyelim, dünyayı üzerinde Sovyet güneşinin hiç
batmadığı yeni bir imparatorluk haline dönüştürmek için devamlı girişimler var.
Emperyalizmin bu yeni biçimi içinde, Moskova’dan yönetilen ve Moskova’nın
hâkim olduğu ideolojik, diplomatik, ekonomik, malî askerî ve siyasal yapılar rol
oynamaktadır. Sovyetlerin bu genişleme eğilimlerini karşılamak için dünyanın
bağımsız ülkeleri arasında daha yakın bir işbirliği gerekmektedir. Bağımsız
ülkeler ortak çıkarları için birlikte çalışmaktadırlar. Bu, dünyada insana saygının
ve özgürlüklerin gerçekleşmesi için en büyük umudumuzdur.
Nelson Rockfeller’in söyleminin tam tersine ABD’de neredeyse medyanın tümü
CIA ajanlarının denetimi altındadır. 2000 yılında Ankara kitap fuarında vermiş
olduğum “Medya ve Etik” konu başlıklı konferansa bu kişilerin isimlerini
açıklamıştım. 1950’li yıllardan bu yana “Küçük Amerika” sevdası içinde olan
iktidarlar kuşkusuz medyayı da çeşitli yöntemleri kullanarak Amerikan doğrularını
milliyetçilik ve dindarlık sayan bir anlayış ile şekillendirmişlerdir. Bu amaçla da
medya mensupları çeşitli burslar seminerler konferanslar vb. yöntemlerle ABD
çıkarlarına hizmet edecek şekilde yetiştirilmektedir. Örneğin Asya Ülkeleri Anti
Komünist Teşkilatı (APACL) 21. Genel Kurul toplantısı 8 Aralık 1975 günü
Tokyo’da yapılmış bu kongreye 30 Asya ülkesinden dörtyüz delege katılmıştır.
Bu kongreye davet edilen kişileri öğrenmek ister misiniz(15)
- Doktor Fethi Tevetoğlu
- Yazar Tekin Erer
- Tarihçi Yılmaz Özsuna
- Prof. İlhan Akün
- Prof. Mehmet Yardımcı
Kuşkusuz bu kişiler ABD emperyalizminin istekleri doğrultusunda Tokyo’da en
üst düzeyde (VIP) ağırlanmış ve ülkelerine döndüklerinde de görevlerini anti
komünizm doğrultusunda yerine getirmeye devam etmişlerdir.
12 Mart 1971 Faşizminin sözcülüğünü yapan gazetelerin birinde köşe yazarlığı
yapan Tekin Erer’e 1976 yılında rastgeldiğinde sütunlarında sık sık yer verdiği
“köprüyü havaya uçurma” iddiasında yer alan kişinin ben olduğumu bu iddianın
mahkeme kararıyla doğrulanmadığını söyleyip ne düşündüğünü sorduğumda
“Beyefendi biz askeri mercilerden gelen her türlü haberi doğru kabul ederiz
sütunlarımızda aynen yer veririz. Siz de açıklama gönderseydiniz onu da
yazardık” diye kendini savundu. Bunun üzerine kendisine Asya Ülkeleri Anti
Komünist Teşkilatı kongresine katılıp katılmadığını sorduğumda yüzü kızararak
hayretler içinde nerden bildiğimi sordu. Yanıtı verdim. Gerçekleri öğrenmek
istiyorsa evime gelebileceğini söyledim. Tabii hiçbir zaman gelemedi...
Basın özgürlüğüne sonuna kadar evet anganjmanlara sonuna kadar hayır
diyorum.
Prof. Nur Serter’in Babası Emin Aytekin’in CHP Düşmanlığı
Aslında karşı devrimcilerin yarım yüzyıldan fazla bir süredir süregelen bir
özleminden söz etmek istiyorum. Onlar CHP’yi kapatırlarsa Atatürk dönemini de
sonlandıracakları sanısını günümüzde bile sürdürmeye devam ediyorlar. 7 Kasım
1975 günü Anarşinin Stratejisi başlığı altında bir gazetede yer alan bir makaleye
yer vermek istiyorum:
Türkiye’de kurulmuş altı adet Marksist kökenli parti bulunmasına rağmen bunları
programları DİSK’in devrimci stratejisine uymasına karşılık DİSK’in tercihi bu
yönde olmamış siyasal gücü ağır ve etkin bir parti olan CHP ile bütünleşmesi
öngörülmüştür...
DİSK’in CHP’den ümitli olduğu görülmektedir. İşçi provakosyonunu siyasal
patlama ile sosyal bir sonuca ulaştıracak en etkili örgüt olarak CHP’de tercihte
kararlı oldukları anlaşılmaktadır. Bu tercihte, provakosyonun CHP yapısına
dayanması ayrıca bunun yanında gençlik ve aydın kesimine de dayanması
demek olacak ve güçlü bir Marksist ihtilal süreci yaratabilecektir.
Yurt içi anarşizminin bariz karakteri, 12 Mart Faşizmine(!) karşı bir tepki niteliği
göstermesidir. Katil Türün(!) parolası esasen CHP bünyesinde oluşturulmuş
dikkati çeken bir başlangıçtır. Bunan böyle katil iktidar(!) parolaları ile
geliştirilecektir.. Bu dönemde Faşist generallerin(!) tedibi ile ordunun sindirilmesi
için kriptolar bolca mürekkep harcamaktadırlar..
c) Türkiye’nin böyle bir ortamda Milli bekayı sağlayacak mutlaka güçlü ve etkili bir
hükümete sahip olması ve parlamento yapısını bu gibi provokasyonlara karşı
koruması şartı vardır. Bu şartlar içerisinde Milliyetçi hükümeti oluşturan partilerin
kendi çıkarlarını düşünmeye hakları da imkanları da yoktur!
O tarihte özetini çıkardığımız yukarıdaki makaleyi, M. Emin Aytekin isimli bir
yazar yazmış. Günümüze bu ismi çok kişinin tanıdığını sanmıyorum. Ancak
tanınmasında fayda olduğunu da düşünüyorum.
Emin Aytekin 1942 yılında topçu yüzbaşısıyken Samsun’da 15. Topçu Alayında
askerlik stajı dönemimde benim komutanım idi. 27 Mayıs 1960 günü İstanbul’da
kurmay albay rütbesiyle kurmay başkanlığı yapmıştır. Daha sonra da Talat
Aydemir ile dirsek temasına geçmiş 21 Mayıs 63 darbe girişiminden sonra da
geçmişinden kopmayı yeğlediği için bazı çevrelere yaranmak üzere “İhtilalin
Çıkmazı” adlı bir kitap yazmıştır. O kitaba “İnfazlarla ilgili açıklama” başlığı
altında gönderdiğim yazıyı basmış ancak yazı işine gelmediği için ismimi
belirtmemiştir. Bu yazıyı web sitemde bulabilirsiniz. Kitabından sonra 12 Mart
1971 faşizmine destek veren yayın organlarında “Durum Muhakemesi” gibi
yazılar yazmıştır. Bir örneğini yukarıda gördünüz.
Tabii bu dönüşümün karşılığı olarak da karşı devrimci çevrelerin kendisine
sağladığı olanaklarla da daha rahat bir yaşam sürerek ömrünü tamamlamıştır.
Cumhuriyet mitinglerinde milyonlarca kişi çok samimi ve iyi niyetlerle cumhuriyet
kazanımlarına, Atatürk devrimlerine, Atatürk’ün kişiliğine karşı süregelen iç ve dış
olumsuz davranışlara tepki olarak miting alanlarını doldurmuşlardır. Ancak bu
mitingleri düzenleyenlerin önceden düzenlenmiş bir plan ve projeleri olmadığı için
“solcular CHP’ye sağcılar MHP’ye oy versin” demek suretiyle bu potansiyeli
deşarj etmişlerdir. Oysa ki ne CHP solcu ne de MHP’nin bir anlamda sağcı
olduğu söylenebilir.
Bu mitingleri bahane eden karşı devrimci çevreler Atatürkçü düşünceyi suçlamak
için fırsat yakalamış ve bu fırsatı kullanmaya başlamış görünüyorlar. Kuşkusuz
cumhuriyet mitinglerinden nemalanmış birkaç kişinin de olduğunu bilmekteyiz.
Bunlardan biri Prof. Nur Serter’dir. 1975 yılında CHP’yi ve DİSK’i suçlayan Emin
Aytekin’in Nur Serter’in babası olduğunu biliyor musunuz?
Emin Aytekin’in 7 Kasım 1975 günü Son Havadis gazetesinde yayınlanan
“Anarşinin Stratejisi” başlıklı yazısının yayınlandığı günlerde ben İstanbul
Sıkıyönetim Mahkemesi’nde Bomba Davası’nda savunma yapıyordum.
Savunmamda küresel ve yerel düzeyde karşı devrimci çevrelerin Emin Aytekin’in
belirttiği CHP’ye yönelik niyetlerini bildiğim için mahkemeye vermiş olduğum bir
şemada ilerdeki bir tarihte “CHP’nin kapatılacağını” ve “Faşist bir düzenin
kurulmasından” söz ediyorum. Oysa ki 1975 yılında CHP en güçlü iktidar
dönemini yaşamaktadır.
1976 yılında CHP milletvekili Süleyman Genç’in evine bomba atılması üzerine
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Kontrgerilla’nın araştırılması için önerge
verilmiştir. Önergedeki öne sürülen argümanları yetersiz bulduğum için kendi
olanaklarımla Ankara’ya giderek Başbakan Bülent Ecevit’i bilgilendirmek istedim.
Ertesi gün Libya’ya gideceği için Özel Kalem Müdürü Galip Uzun’u bu konudaki
bilgi ve belgelerden haberdar ettim. Galip Uzun bu konuyu Ecevit’e açtığında
benim kendi adına Deniz Baykal’la görüşmemi önermiş. Bu öneri üzerine
Ecevit’in Libya’ya gittiği gün CHP Genel Merkezi’nde Kontrgerilla konusunda
saatlerce Deniz Baykal’la görüştüm. Sonuçta benden bu konuda bir rapor
yazmamı istedi. 1 Mart 1976 tarihli bu raporu internet sitemde bulabilirsiniz.
CHP’nin gücü o tarihte “Derin Devleti” aşabilseydi ne 12 Eylül 1980 faşist darbesi
olur ne de CHP kapatılırdı.
Faşizmin ve Kontrgerilla’nın CHP Düşmanlığı
Karşı devrimci çevrelerin CHP’ye yönelik önyargılı tutumları ilerdeki tarihlerde
devam etti. Nitekim Manisa milletvekili Faik Türün AP grubunda yapmış olduğu
konuşmada “CHP içinde bir ayağı Marksist Moskavalılar var” dedi:(16)
Türün: “Gerekirse ikinci bir kurtuluş savaşı verilir”
CHP, karma bir partidir. Bir koalisyondur. İçinde bir ayağı Moskova’da Marksist
hizipler vardır Tedhiş olayları şiddet ve yayılmasını artırarak devam etmektedir.
Aczimizin nedeni, bir tarihî siyasî partimizin bunlara arka çıkması, korumasıdır.
CHP’de aşırılıktan uzak olanlar partiyi kontrol edemezlerse sabotajlara, sırsal
bölgelerde yürütülecek ve dış gönüllü müdahalecilerle artık kontrol altına
alınamayacak kardeş kavgasına, bir iç savaşa hazır olalım. Hedef, siyasî
rejimimizi değiştirmek, komünist bir düzen getirmek, patron devletle
bütünleşmektir.
Yıllar sonra 12 Mart 71 ve 12 Eylül 80 darbelerinin ünlü savcısı askeri yargıç
Süleyman Takkeci 19 Temmuz 1992’de Nokta dergisine vermiş olduğu demeçte
“Bütün CHP’lileri hapse atacaktım” diyerek yıllardan beri süregelen karşı
devrimcilerin niyetlerini açığa vurmuştur.
Aslında derginin de belirttiği gibi “12 Mart döneminde “Bomba Davası” ile yıldızı
parlayan, 12 Eylül döneminde de “süperstar” olan askeri savcı Süleyman
Takkeci”yi yargılandığım süreç içinde tanımak fırsatını buldum. Sıradan bir
hukukçu olmasına karşın komutanlarından aldığı emirleri yerine getirmekte çok
becerikliydi. Sırası gelmişken Bomba Davası Savunma’da Süleyman Takkeci’yle
ilgili bir bölümü yinelemek istiyorum:(17)
Bilindiği gibi Takkeci, Gürler ili Batur ve Kayacan’ın sanık olarak mahkemeye
getirilmesini istemektedir.
Bomba Davası, “bir aysberg davadır.” Bu davanın zirvesinde görünmemin
nedenlerini savunmam da eleştiriyorum. Davaya çözüm getirmek için “aysberg”in
su altında kalan bölümünün sosyal, politik, ekonomik, kültürel ve hukuksal bir
yaklaşımla su yüzüne çıkarılması hem mahkemenizin hem de tüm yurtseverlerin
sürekli görevi olmalıdır... (...)
Politik etkenlerle açılan bu davanın ayrıntılarına girmeden önce, bu tip
davalardan birkaç örnek vermek isterim:
Tüm hukukçulara ve aydınlara bir soru yöneltsek; Meletos, Anytos, Lycon kimdir
diye sorsak, özellikle bu soruları askeri savcılar Selahattin Fırat, Nevzat Çizmeci
ve Süleyman Takkeci’ye yöneltsek, bu isimlerin kendilerine hiçbir şey
anımsatmadıklarını görürüz.
Bu düzen uşağı zavallı Meletos, Anytos ve Lycon’lar Sokrat’ı suçlayarak ölüme
mahkum ettiren savcıları. Onlar bugün leş olmak değerini bile yitirmiş olmalarına
karşın, binlerce sene önce düzene karşı çıktığı için adalet adına öldürülen
Sokrat, insanlık değerlerinin ve haysiyetinin seçkin bir örneği olarak yaşamaya
devam ediyor...
Bilmem ne demek istediğimi anlatabildim mi?
Ergenekon İddianamesi’nde Ziverbey İşkence Köşkü Nasıl Geçti?
Zamanın tarih boyunca birçok olayların aydınlığa kavuşturulmasında birincil
etmen olduğunu biliyoruz. Ergenekon davası nedeniyle basına yansıyan bir
yazıda eski MİT müsteşarı “Erenköy’de nöbetçi olduğu bir gecede bir sanığa
yardımcı olduğunu zincirlerini çözdürdüğünü istediği ilacı verdiğini” ifade
etmektedir.(18) Bugüne kadar bu konudaki yapılan tüm yayınlarda Şenkal
Atasagun’un Ziverbey Zihni Paşa İşkence Köşkü’nde görev yaptığını
bilmiyordum. Yayından sonra belleğimi yokladığımda Şenkal Atasagun’u
Ziverbey İşkence Köşkü’nde gördüğümü anımsadım. O tarihte çok temiz bir yüz
ifadesi olan bu kişinin bir işkence karargahında ne işi olduğunu kendi kendime
sorduğumu da anımsadım...
Şenkal Atasagun’un Ergenekon iddianamesinde yer alan bu ilişkisi Ziverbey Zihni
Paşa İşkence Köşkü’nün MİT’le ilişkisine ilişkin bugüne kadar gerek mahkemede
gerek yazılarımda öne sürdüğüm tüm iddiaları doğrulayıcı nitelikte olduğunu da
yeri gelmişken vurgulamak isterim.
AKP’nin Konumu
Bir yerel seçim geçirdik seçim sonuçları AKP’nin ve onun lideri başbakan Recep
Tayyip Erdoğan’ın öngörüleri doğrultusunda sonuçlanmadığı hususu
tartışılmaktadır. Bazı çevreler ekonomik krizden bazı çevreler Kürt sorunundan
bazı çevreler Erdoğan’ın üslubunun olumsuz etkilerinden bazı çevreler de
Ergenekon davasının yarattığı kamuoyu tepkisi nedeniyle seçimden istenilen
sonucun alınamadığını ifade etmektedirler.
ABD, Washington’daki muhafazakar düşünce kuruluşu Güvenlik Politikaları
Merkezi kurucusu ve eski bakan yardımcılarından Frank Gaffney’in yapılan bir
söyleşide Ergenekon davası için şu değerlendirmeyi yapmaktadır:(19)
Basından okuduğum kadarıyla... Bu da karmaşık bir iktidar oyunu gibi görünüyor.
Orduyu etkisizleştirme hedefinin yanı sıra, kendine düşman gördüklerini savunma
pozisyonuna koyma, 4 yıl önce gerçekleşmeyen bir darbe olasılığını güncel bir
tehdit olarak kullanarak daha baskıcı yöntemler haklı gösterilmeye çalışılıyor. Bu
klasik totaliter bir oyun.
AKP’nin asıl hedefi sizce ne sorusuna karşılık da:
Benim dışardan gördüğüm kadarıyla kaçınılmaz bir biçimde AKP’nin iktidarı tek
başına kontrol edeceği, kurumsal rakipleri veya denetimi olmayan ve şeriatın
farklı biçimlerinin Türk halkına dayatılacağı İslamlaşmış bir devlete doğru
gidiliyor. Umarım yanılıyorumdur çünkü bu Türk halkının hak etmediği bir Türkiye
olacak.
Daha önce Erdoğan için “islamofaşist” ifadesi kullanan Frank Gaffney objektif
olmayabilir ancak onun düşüncelerine okuyucularımla paylaşmak istedim.
Aylardan beri tüm dünyadaki dengeler ekonomik kriz nedeniyle allak bullak olmuş
durumda olduğunu yaşayarak biliyoruz. Kanımca bu tanımlama gerçeği
yansıtmıyor. Yaşanan kriz “Kapitalizmin krizidir.” Yüzyıllarca liberalizmi serbest
piyasayı özelleştirmeyi savunan çevreler düzenin çökmesini önlemek için bir
yandan piyasaya trilyonlarca dolar enjekte ederken bir yandan da
kamulaştırmaya gidiyorlar. IMF’nin sosyalist kökenli olduğu bilinen başkanı
Strauss-Kahn’a yöneltilen “Bu göreve geldikten sonra hala ‘Ben sosyalistim’
diyebiliyor musunuz?’ sorusuna “Tabii. Hatta her zamankinden daha çok
sosyalistim.” diye yanıt vermesinin üzerinde önemle durulmalıdır.(18)
Ülkemize gelince 20. yüzyılın başlarında Prens Sabahattin ile Osmanlı
İmparatorluğuna önerilen “teşebbüs-ü şahsicilik” (özel teşebbüsçülük) ve liberal
politikalar özellikle 1950’den günümüze kadar geçen neredeyse 60 yıllık süre
içinde iflas etmiş bulunmaktadır. Ülkemiz altından kalkamayacağı kadar bir borç
batağı içerisine itilmiş “Dünya Bankası” ve “International Monetary Fond” (IMF)
gibi tefeci örgütlerin insafına terk edilmiştir. Günümüzde IMF ile inatlaşan bir
zihniyetin iktidarda olduğunu görüyoruz. Buna karşın küresel işbirlikçi çevreler
sürekli IMF ile bir an önce anlaşmanın zorunluluğunu dile getiriyorlar ve anlaşma
geciktikçe ekonomik koşullarımızın daha da ağırlaşacağını açıklıyorlar. Böyle bir
ortamda ABD’deki düşünce kuruluşu stratejik ve uluslararası araştırma merkezi
CSIS’ın yayınladığı bir raporda şu değerlendirmeler yapılıyor(20)
Ülkenin geleceğini laiklerle dindarlar arasındaki savaşımın belirleyeceğini bildirdi.
Türkiye’nin geleceği belirsiz.
Erdoğan Milli Görüş’ün kalbinde olan Türk-İslam sentezini savunuyor. Zaman
içinde Türk milliyetçiliğini İslamdan daha fazla öne çıkaran yeni milliyetçi bir
politikacı ona kafa tutabilir.
Gülen hareketi ve AKP arasında farklılıklar var. Eğitim sisteminde, polis gücünde
ve medyada özellikle etkili olan Gülen hareketi uzun vadeli stratejisiyle meydan
okuma yerini sistem içeriden yavaş yavaş değiştirmeyi hedefliyor.
Liberalizmin Atatürk Düşmanlığı
Financial Times Gazetesinde “Büyüme hamlesi sona erdi” başlıklı yazıda The
Economist dergisinin 28 Mart-3 Nisan 2009 sayısı kaynak gösterilerek 2008’in
son çeyreğinde ülkelerin GSYH büyüme oranları grafik halinde gösterilmektedir.
Baktığımızda yeni ve eski sosyalist ülkelerin ön sıralarda olduğunu görürken hala
daha “Stratejik müttefik”i olmaya çalıştığımız ABD 23. sıradadır. Çin ise 1.
sıradadır. ABD bugün yaşadığı krizi Çin’le birlikte çözmek için çaba sarfedecek
duruma düşmüştür. Dünün işbirlikçi anti komünistlerine duyurulur. Bu tabloda
Türkiye sondan bir önceki sırada yer almıştır. Rakamlar yalan söylemez.
Türkiye’yi bu hale getiren işbirlikçi uydu teslimiyetçi, ödüncü, liberal, serbest
piyasacı, özelleştirmeci iktidarlar getirmişlerdir. Halkımızın başat olarak üzerinde
durması gereken sorun düştüğümüz bu durumdur. Kuşkusuz tarihçi de
değerlendirmesini yapacaktır.
2008 yılında “Mont Pelerin” adlı bir kitap yazdık. Bu kitapta liberal ekonominin
kuramını oluşturan bilim adamlarının 1947 yılında aynı adla kurmuş olduğu
örgütten ve aldıkları kararlardan söz ettik. Bugün yaşadığımız durum Mont
Pelerin örgütü kuramcılarının da bir anlamda fikirsel iflasını simgelemektedir.
Anılan örgütün Türkiye’deki tek üyesi Prof. Atilla Yayla Atatürk’e karşı olmakla
tanınmakta ünlü Abant toplantılarına katılmakta ve zaman zaman da zaman
gazetesinde yazıları yayınlanmaktadır. Kuşkusuz liberal düşünce kuruluşlarıyla
da yakından ilişkilidir. Liberalizmin kriz yaşadığı günümüzde benimsediği sistemi
mevcut nitelikleriyle savunması gereken tek kişi olması gerekir. Oysa ki sesi ve
sedası çıkmamaktadır.
60 yıldan beri ülkemizi yöneten işbirlikçi iktidarlar ve 12’li darbelerin iktidarları
döneminde uygulanan liberal politikalar bazı çevrelerce az gelmiş olacak ki
zaman zaman dışarıdan fonlanan “Liberal Parti” adıyla partiler kuruldu fakat
yaşatılamadı. Günümüzde finansmanı kesilmiş olmalı ki “Liberal Parti” tabela
partisi haline dönüşmüş bulunmaktadır. Atilla Yayla “Kemalizme Liberal Bir
Bakış” adlı kitabında “Kemalizm Bir İdeoloji, Bir Fikir Sistemi midir?” diye soruyor
ve şöyle yanıtlıyor:(21)
Kemalistlerin bir kısmı “Marks, Lenin, Stalin, Hitler çöktü, Mustafa Kemal Atatürk
dimdik ayakta” diyerek övünür veya bir savunma yaparken, aslında, belki
farkında olmadan, Kemalizmi otoriter-totaliter kampa yerleştirmektedir. Keza,
böyle yapmakla, bir bakıma, Kemalizmin güçlü bir ideoloji veya sistematik fikir
olduğunu ve hâlâ yaşadığını iddia etmektedir. Yanılgı şuradadır: Kemalizm bir
ideoloji veya bir fikir sistemi değildir. Zaten ideolojileri ve fikir sistemlerini devletsiyaset adamları değil, fikir adamları geliştirir. Devlet adamları bütün olarak veya
parçalı hâlde onları alır ve hayata aktarmaya ve uygulamaya çalışır. Kemalistlerin
hatası, mekân bakımından mahallî zaman bakımından konjonktürel olan
Kemalizmi mekân bakımından tüm dünyayı zaman bakımından bütün zamanları
kapsar zannederek gelişmiş bir ideoloji veya tekamül kabul etmiş bir fikir sistemi
seviyesine taşımaya çalışmalarıdır.
Atilla Yayla, Kemalizmin bir ideoloji bile olmadığını ortaya koyarak aslında büyük
bir çarpıtma yapıyor. Anglo Saksonlar tüm Kurtuluş Savaşlarını emperyal
çıkarlarına ters gördükleri için sürekli karşı tavır almışlardır. Bu nedenle Kurtuluş
Savaşı döneminde Mustafa Kemal’i Bolşeviklikle suçlamışlar Lozan’ı kabul
etmemişler Türk devletini yıllarca tanımamışlardır. Atatürk devrimcidir. Atatürk
devletçidir. Atatürk laiktir. Atatürk cumhuriyetçidir. Atatürk milliyetçidir. Atatürk
halkçıdır. Bu kavramlara karşı olan iç ve dış çevrelerin “Kemalizm”i boy hedefi
seçmeleri üzerinde önemle durulmalıdır.
Özelleştirme dayatmasıyla ülkemizin tüm değerlerini Batı emperyalizmine peşkeş
çeken iktidarların Atatürk’ün devletçilik ilkesini ve karma ekonomisi anlayışına
karşı olmalarından daha doğal ne olabilir?
1977 yılında bir dergide yayınlanan “Emniyet Örgütündeki Yayınlar ve Eleştirileri”
başlıklı dizi yazıda A. Faruki Bahşi adlı bir kişinin polise ders olarak okutulan
Propaganda adlı kitabında devrimciliğin ılımlılığa çevrildiğini hayretle gördüm.
Aradan 82 yıl geçti hiçbir kimseden ses seda çıkmadı. Eğer bugün ABD, AB ve
onun içteki bağlaşıkları söz birliği etmişcesine Atatürk’ü karşılarına alıyorlarsa
geçmişteki yaptığımız bu hataların özeleştirisini yapmak zorunluluğunda
olduğumuzu düşünüyorum.
90’lı yıllarda ABD Genel Kurmay Başkanlarımızı ve Kara Kuvvetleri
Komutanlarımızı ABD’ye davet edip Atatürk hakkında konferanslar verirlerdi. Bu
konferans veren kişiler de birer madalya vermeyi de ihmal etmezlerdi. Aslında
ABD’nin Mustafa Kemal’e karşı tutunduğu tavrın ayırdında olsaydık bu tuzağa
düşülmezdi. Günümüzde Atatürk ve Atatürkçülük özünden soyutlanmış dönemsel
törenler içine hapsedilmiştir. Bu gidişe dur demekle yükümlü çevreler çeşitli
yöntemlerle pasifize edildikleri için büyük liderimize gerçek anlamıyla sahip
çıkamamaktadır.
Bildiğimiz gibi Atatürk ilke ve devrimlerini nutkunda gençliğe emanet etmiştir.
Oysa ABD’nin ve AB’nin çeşitli burslarıyla sürekli fonlanan gençlerimiz ve öğretim
üyeleri emperyalist anlayışa göre koşullandırılmaktadır: Erasmus, Sokrates vb...
Bu bağlamda İleri dergisinde yayınlanan bir makalemizde AGEE’nin (Asosiation
General Des Etudian Europe) da çalışmalarını sürdürdüğünü açıklamıştık.(21)
Atatürk’ün ilke ve devrimleri emanet ettiği gençliğin beyinleri küresel değerler
doğrultusunda koşullandığı sürece Atatürk karşısında cepheleşen karşı devrimci
güçlerin cüretleri daha da artacaktır. Şu anda yapabileceğimiz tek şey milli eğitim
bakanlığı gerçekten milli hale getirmek olmalıdır diye düşünüyorum.
Atatürk döneminde yaşamak onur ve şerefine erişmiş bir kişiyim. Gerçekten de
her anlamda çok büyük sıkıntılar içinde bir yaşam sürmemize karşın bağımsız ve
onurlu bir ulusun üyesi olmaktan mutlu idik. Bugün eleştirilen onun iktidarı
döneminde Osmanlı İmparatorluğu’ndan kalan borçlar ödendi. Yatırımlar yapıldı.
Ölünceye kadar kamulaştırmaya devam etti. Ve gene o dönemde enflasyon hiç
oynamadı. Bu model elimizde varken onu geliştirerek günün koşullarına
uyarlamak gerekirken saflarına katıldığımız emperyalist çevreler kendi çıkarları
doğrultusunda Atatürk modelini yozlaştırdılar.
Atatürkçülüğün Bedeli
Bu tespitlerden sonra Atatürkçü devrimci, ilerici, demokrat, bağımsız, özgür,
antiemperyalist, antikapitalist çevrelere önemli görevler düştüğünü söyleyebiliriz.
1963-65 yılları arasında tıpkı bugünkü gibi Kemalizmi savunduğum için Mamak
Askeri Ceza ve Tutukevine konularak beş ay Ceza ve Tutuk Evinde kalmak
zorunda bırakıldım. Ve 3,5 yıllık bir yargılama sonucunda “Genç Kemalistler
Ordusu” adlı bir davada belki de ilk kez Askeri Ceza Kanununun 148. maddesi
uyarınca siyaset yapmaktan mahkum oldum.
O günden bu güne kadar darbe süreçleri dahil geçen zamanı incelediğimiz vakit
Silahlı Kuvvetler’in ne kadar politikayla iç içe olduğunu görmekteyiz. Ancak ne
yazık ki siyaset yapmaktan mahkum olan kişilerden üst rütbede olan tek subay
benim. 2005 yılında “Genç Kemalistler Ordusu” adlı kitabı yayınlayıncaya kadar
kendilerini Atatürkçü, Kemalist, devrimci diye niteleyen çevrelerin Kemalist
olduğum için mahkum olduğumdan haberleri yoktu. Mensubu olmakla her zaman
gurur duymaya devam ettiğim Türk Silahlı Kuvvetleri sürekli “Atatürk ilke ve
inklapları”ndan söz ederken bir mensubunun Kemalizmden mahkum olmasına 44
yıldan beri seyirci kalmaktadır. O mahkeme o günün koşulları içinde daha sonraki
dönemde faşist 12’li darbelerde öne çıkan generallerin bana karşı olan şahsi kin
ve husumetinin sonucunda açılmış sekiz mahkeme dolaştırılarak sürdürülmüş ve
karara bağlanmış askeri adalet tarihine bir hukuk garibesi olarak geçmeye aday
bir dava olduğunu iddia ediyorum.
O dönemdeki askeri Yargıtay üyesi Tümgeneral Rafet Tüzün’e karar
açıklandıktan sonra rastladığımda bu davayla ilgili olarak kendisine çok ağır
eleştiriler yönelttiğimde aldığım cevabı hiç unutamıyorum: “Ne yapalım Org.
Cemal Tural’ı siz sivrilttiniz, biz üzerine oturduk.”
Genç Kemalistler Ordusu Davası’nda Askeri Yargıtay’da davaya bakan beş üst
düzey yargıçtan sadece Refet Tüzün dostum idi. Ancak karar üç aleyhte iki lehte
çıkmıştı. Ne yazık ki hareket ettiğimde yukarıdaki cümleyi sarfeden kişi
aleyhimde olmasına karşın Kemal Gökçe ve Nahit Saçlıoğlu isimli üst düzey
yargıçlar muhalefet şerhlerinde bana övgü düzmüşlerdi.
Bir gün Ankara’da İzmir Caddesi’nde Gül Ağacı denilen bir mekanda bu
saygıdeğer iki yargıca (Kemal Gökçe, Nihat Saçlıoğlu) rastladım. Gittim kendimi
tanıttım büyük bir eziklik içinde yüzlerinin kıpkırmızı olduklarına tanık oldum.
Muhalefet şerhi yazmalarına karşın bu hukuk ayıbını içlerine sindirememişlerdi.
Kendilerine teşekkür ettim: “İnsanların hayatta çok müşkül anları olabilir. Öyle bir
an yaşamanızı temenni etmem ama böyle bir durumla karşılaştığınız vakit beni
mutlaka arayınız.” Bu iki değerli rahmete kavuşmuş yargıcın gözlerinden akan
yaşı görmek o davada yapılan tüm haksızlıkları unutturdu.
Ödün vermez kişiliğim Atatürk’e aşırı tutkunluğum karşı devrimci çevreler
tarafından hiçbir zaman hazmedilemedi. Genç Kemalistler Ordusu Davası
sürerken 39 yaşında Kurmay Yarbay rütbesiyle devre arkadaşlarımın içinde
birinci konumdayken ve uygun sicil almama karşın 15 gün sonra terfi edeceğim
albaylık engellenerek emekliye sevk edildim. Org. Cemal Tural’ın özel isteğiyle...
O dönemin koşulları içinde Danıştay’da yapmış olduğum yasal başvurularımın
hiçbirinden olumlu sonuç alamadım.
Bir gün Danıştay Kanun Sözcüsü arkadaşım Fevzi Tuzkaya’yı ziyarete gitmiştim.
İsmail adlı bir kanun sözcüsü büyük bir saygıyla ve düğmeleri ilikli olarak yanıma
geldi. “Talat Bey sizin orduya geri dönüş için yapmış olduğunuz başvuru dosyası
benim elimde. 20 yıldır bu mesleği yapıyorum. Sizin kadar şerefli, sicili temiz bir
insana rastlamadım. Sizi Türk Silahlı Kuvvetlerine iade etmekle hayatım en
değerli hizmetini yapmış olacağım.” dedi. Aslında bir yasa adamının “ihsası
rey”de bulunması doğru değildi. Ama o kadar samimi gözüküyordu ki
duygulandım ve teşekkür ettim. Bu tarihten üç ay sonra aynı kanun sözcüsü
aleyhimde mütalaa vermiş olduğunu hayretle gördüm.
Afyon’da emekli olduktan sonra orada benim için elverişli bir iş teklifi aldım.
Ancak bana iş teklif eden kişi şantaj ve tehdit yöntemleriyle uzaklaştırıldı. 1965
yılında İstanbul Kuzguncuk’a gelip yerleştiğimde altı polis üç yıl boyunca beni
izlemeye aldı. Her türlü yaşam hakkım elimden alınmaya çalışıldı. Yasa dışı bu
izlemeyi saptayıp zamanın dışişleri bakanına şikayet ettiğimde uygulama
kaldırıldı. Bakanla görüştüğümde olayın arkasında MİT ve Org. Cemal Tural’ın
varlığını saptadım. Bütün bu olayları Devrimci Bir Kurmay Subayın Etkinlikleri
adlı iki ciltlik kitabımda ayrıntılarıyla açıklıyorum.
Bugün nitelikleri bilinçli kamuoyu tarafından çok daha iyi bilinen Cumhurbaşkanı
Cevdet Sunay, Genel Kurmay Başkanı Org. Memduh Tağmaç, Org. Cemal Tural,
Org. Faik Türün ve yandaşlarıyla bana göre sırf karşı devrimci nitelikleri
nedeniyle sürekli çatıştım kavga ettim. Bu tavrımın ayrıntılarını da kitaplarımda
ve internet sitemde görebilirsiniz. Bu saydığım kişiler de elindeki yetkileri kötüye
kullanarak ve askeri yargıyı amaçlarına alet ederek beni etkisiz hale getirmeyi
denediler. Bugün de ne yazık ki hiç tanımadığım kişiler benzeri tavırları
sergilemeye devam ediyorlar.
Bomba Davası
Bu ilkel tutum sonucunda 12 Mart 1971 muhtırasal darbesinden sonra “günah
keçisi” seçilerek Türkiye’deki bütün suçların sorumlusu haline getirilerek Bomba
Davası’nın baş sanığı haline geldim. Zulüme karşı direnmek namuslu ve onurlu
her insanın doğal bir refleksidir. Bu anlayış sonucunda Bomba Davası’ndan 10
klasörden oluşan 4500 sayfalık bir savunmayla devrimci direncimi belgeledim.
Elinizdeki yapıt, bu savunmamın 7. klasörünü oluşturan “Dilekçelerin Eleştirisi”
bölümünü kapsamaktadır. 7 bölümden oluşan bu dilekçelerin birinci bölümü
“Hazırlık soruşturmaları ve işkence savlarımla ilgili dilekçeler”, ikinci bölümde
“sağlığımla ilgili dilekçeler” üçüncü bölümde de “TRT ile ilgili” dilekçe, dördüncü
bölümünde “Selimiye Askeri Ceza ve Tutuk Evi Müdürlüğü’ne verilen dilekçeler”,
beşinci bölümde “aramada alınan kitaplarımın geri verilmesini isteyen dilekçeler”,
altıncı bölümde “avukat görüşmesiyle ilgili” dilekçeler, yedinci bölümde
“mahkemeye verilen dilekçeler”i kapsamaktadır.
Gerçekte o dönemde bu kadar kapsamlı dilekçenin hiçbir sanık tarafından
verilmediğini bugün söylemekte sakınca görmüyorum. Kitapta da göreceğiniz gibi
gözaltına alındığım ilk günden beri yaşadığım haksızlıkları tarih sahnesinde
paylaşmak ezilen sömürülen horlanan işkence edilen infaz edilen tüm
mazlumların adına direnmemi tarih sahnesinde kanıtlamak için bu çaba
sarfedilmiştir. Kitapta göreceğiniz gibi aslında hiçbir dilekçeme de biri hariç
anayasal hakkım olmasına karşın yanıt verilememiştir. Bu olgu da 12 Mart
yönetiminin keyfiliğini göstermek için yeterlidir diye düşünüyorum.
Selimiye Askeri Ceza ve Tutukevi’nde yattığım bir dönemde basit bir hastalık
nedeniyle yedek subay teğmen olan doktora viziteye çıktım. Birkaç gün sonra
duruşmada “Yapılan muayenede işkence izine rastlanılmamıştır.” şeklinde bir
raporla karşılaştığımda hayret ettim. Bu konudaki tüm ısrarlı çabalarıma karşın
sonuç alamadım. Eğer o doktor yaşıyorsa namus ve şereften bir nebze nasibini
almışsa kendisini sahtekarlığa iten nedenleri açıklamaya davet ediyorum.
Bunun gibi Selimiye Askeri Ceza ve Tutuk Evi’nde yaşadığım kalp sorununda
geceden saat 1’den 4’e kadar büyük bir özveriyle başımda bekleyen ve iki kere
alet değiştirerek elektromu çeken Tbp. Bnb. Doğan Toraman’ı saygıyla sevgiyle
anıyorum.
Kitapta göreceğiniz nedenlerle Haydarpaşa Askeri Hastanesi’nde yatırıldığım
dönemde tedavi kabul etmedim. Ve o koşullarda bu devirde insanları bu ölçüde
alçaltan davranış sahiplerini yani o dönemdeki Haydarpaşa Askeri Hastanesi
yetkililerini kınıyorum.
Günümüzde bazı haddini bilmez kişiler GATA’ya (Gülhane Askeri Tıp Akademisi)
“Gatakulli” diyecek kadar cüret kazanmışlardır. Bu cüreti gösterenlere karşı
sessiz kalanları da kınıyorum.23
Oysa ki 12 Mart sonrası dönemdeki Haydarpaşa Askeri Hastanesi benim
gördüğüm kadarıyla 19. yy koşullarında olmasına karşın çok kısa bir sürede
GATA örnek çok değerli hocaların hizmet verdiği saygın bir kurum haline
dönüşmüştür. GATA’yı bu duruma getirenleri kutluyorum. Bu konuya katkım
olduğu için bu kısa değerlendirmeyi yapmakta kendimi haklı görüyorum. Şöyle ki
1961 yılında Ankara’daki GATA’nın yerinin seçilmesine görevim icabı ben vesile
oldum. Bu konudaki ayrıntıyı Çeteleşme adlı kitabımda açıklıyorum.
Dostum
Uğur
Mumcu’nun
Bomba
Davası
değerlendirmesine yer vererek sözlerimi bitiriyorum:23
Savunma
hakkındaki
12 Mart sonrasında, Kontr-Gerilla’cılar tarafından işkence edilen emekli Kurmay
Yarbay Talât Turhan, dörtbin beşyüz sayfayı bulan savunmasında bu belgeleri
birer birer mahkemeye vermiştir. Bu savunma, Türkiye’deki, CIA karargâhlarını,
matematik kesinlikle ortaya koymaktadır.
Sayın okurlarım,
Kitap hakkındaki her türlü görüş ve eleştiriniz bana güç katacaktır. Ancak yaşım
ve olanaklarım nedeniyle elektronik postalarınıza yanıt veremeyeceğim için beni
bağışlamanızı diler, saygılar sunarım.
Talat Turhan
Kuzguncuk 2 Nisan 2009
1. Bomba Davası’nın bütün klasörlerinin içindekileri Bomba Davası Savunma’da
sayfa 531 ve 532’de Ek-1 olarak yayınlanmıştı:
1. Klasör
I. Kısım: Politik Savunma ve Ekleri (Yayınlanan kısım)
II. Kısım: Kişisel Durum
III. Kısım: Hukuki Savunma (Savunma Avukatlarınca Hazırlanmıştır)
2. Klasör
I. Kısım: Hazırlık Soruşturmasının Eleştirisi ve Ekleri
II. Kısım: “İşkence Dosyası” (Yeni Halkçı-14 Kasım, 7 Aralık 1973)
III. Kısım: İşkence Konusundaki Makaleler
IV. Kısım: Avrupa Konseyi ve İşkence
V. Kısım: Dış Baskın ve İşkence
VI. Kısım: İşkence Konusunda Muhtelif Yazılar
VII. Kısım: İşkence İddiaları ve Soruşturması
VIII. Kısım: MİT ve Kontrgerilla’yla ilgili Yazılar
IX. Kısım: İşkence ve Sağ Basın
3. Klasör (Somut Hukuki Savunma - Giriş ve Ekleri)
1. Sav: Genç Kemalistler Ordusu
2. Sav: Göksenin Olayı
3. Sav: Örgütsel Amaçla Kişilerin Tanıştırılması (6. Kısım)
4. Sav: Örgütsel Amaçla Toplantılar (4. kısım) (Çoğunlukla Sivil Kişiler)
5. Sav: Örgütsel Amaçla İlişkiler ve Toplantılar (4. Kısım)
4. Klasör (Somut Hukuki Savunma)
6. Sav: Örgütün Ankara’da Bulunan Üst Kesimi (Askeri-Sivil)
7. Sav: Örgütsel Amaçlı Toplantılar (4. Kısım) (Çoğunlukla Asker Kişiler)
8. Sav: Ön Anayasa Taslağı ve Devrimci Kadro Listesi (2. Kısım)
9. Sav: 84 Sanıklı Dava ile İlişki (4. Kısım)
5. Klasör (Somut Hukuki Savunma)
10. Sav: Terörist İlişkiler ve Eylemler (4. Kısım)
11. Sav: Boğaz Köprüsü (2. Kısım)
12. Sav: Tutuklamaktan Endişe Duymak
13. Sav: Bomba Davası’nın Diğer Davalarla İlişkisi (2. Kısım)
6. Klasör (Esas Hakkında Mütalaa’ya Verilen Yanıt)
7. Klasör (Dilekçelerin Eleştirisi)
8. Klasör
1. Bölüm: Giriş
2. Bölüm: CIA
3. Bölüm: AID
4. Bölüm: Basından Seçmeler
9. Klasör
1. Bölüm: Giriş
2. Bölüm: Faik Türün
3. Bölüm: Türkiye’de İşkence
4. Bölüm: Dünya’da İşkence
5. Bölüm: Yargılanan İşkenceciler
6. Bölüm: Gürler Olayı
10. Klasör
2. Reinhard Gehlen, Hitler’in Sığınağından Pentagon’a, İleri Yayınları, 2005.
3. Bu konuların ayrıntısı Orhan Gökdemir’le birlikte kaleme aldığım “İç Savaşın
MİT’çisi Eymür” adlı yapıtta açıklanmaktadır.
4. Bu konuda “Genç Kemalistler Ordusu” adlı kitabımda ve internet sitemde
(http://www.talatturhan.com) ayrıntılı bilgi bulabilirsiniz.
5. Daniele Ganser, NATO’nun Gizli Orduları, Glaido operasyonları, Terörizm ve
Avrupa Güvenlik İlkeleri, Güncel Yayıncılık, Ekim 2005, Sf. 400:
“Türkiye’den çok az kişi meseleyi açıkça dile getirme cesaretini gösterebildi. Bu
cesareti gösterebilenlerden biri Talat Turhan’dı. Talat Turhan, 1960 darbesinde
yer alan isimlerden biriydi. Dört yıl sonra ordudan, Topçu Kurmay Yarbay
rütbesiyle emekliye sevk edildi. Türk emniyet sisteminin en karanlık sırları
hakkında konuşmayı sürdürdüğü için, 1971 Darbesi’nden sonra ordu, Talat
Turhan’ı ortadan kaldırmaya çalıştı ve Kont-Gerilla işkencesine maruz kaldı.
Daha o zamanlar Turhan şu açıklamada bulunmuştu: ‘Bu NATO ülkelerinin gizli
birimidir.’ Ancak, 1970’lerin soğuk savaş konteksinde kimse Turhan’ı dinlemeye
yeltenmedi. Kontrgerilla işkencesinden sağ kurtulan Turhan yaşamını,
kontrgerillanın gizli ordusunu ve Türkiye’deki örtülü faaliyetlerini araştırmaya
adadı...”
6. Sedat Ergin, 20 Yıl Sonra Amerikan Gizli Belgeleriyle 12 Mart, Hürriyet, 16
Mart 1991
7. Elçin Poyrazlar, Cumhuriye,t 26 Şubak 2009 ve Ahu Özyurt, Milliyet, 27 Şubat
2009
8. Engin Esen, Cumhuriyet, ---25 Şubat 2009
9. Kemal Yamak, Gölgede Kalan İzler ve Gölgeleşen Bizler, Doğan Kitap, 2006.
10. Nur Batur, Cossiga Söyleşisi, Sabah, 17 Şubat 2009
11. Mahmut Dikerdem, Bir Büyükelçinin Kıbrıs Dosyası, Günaydın, 10 Nisan
1977
12. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Bugünlere Nasıl Geldik, Cumhuriyet, 31 Temmuz
1975
13. Yazarın Notu: Süleyman Demirel 1954 yılında ABD’de lider yetiştiren
Eisenhower Change Gellowship (EEF)’de 9 ay eğitimden geçirilmiştir. 1975
yılında ise Çeşme Altın Yunus Oteli’ndeki Bilderberg toplantıları katılımcıları
arasındadır.
14. Milliyet, 11 Mayıs 1976
15. Son Havadis, 5 Aralık 1975
16. Son Havadis, 3 Şubat 1978
17. Bomba Davası Savunma, İleri Yayınları, s. 63-65
18. “28 Yıl Sonra Ziverbey Yüzleşmesi”, Radikal, 29 Mart 2009
19. Elçin Poyrazlar’ın haberi, Cumhuriyet, 2 Nisan 2009
20. ANKA, Milliyet, 29 Mart 2009. Çok önemsediğim bu raporun değerlendirmesi
için “CSIS Raporu Türkiye’nin Gelişen Dinamikleri”, Beril Köseoğlu ile Murat
Uyurkulak, Radikal 2-8 Nisan 2009
21. Atilla Yayla, Kemalizme Liberal Bir Bakış, Liberte Yayınları, Haziran 2008.
22. Talat Turhan, “Küresel Çeteleşmenin Gençlik Cephesi: AEGEE”, İleri dergisi,
sayı 25, Nisan-Haziran 2005.
23. Tutuklu olduğum sırada, bir üstteğmenin bana Türk Silahlı Kuvvetleri’nin
gelenek ve göreneklerine yakışmayan bir şekilde davranmasını içime
sindirememiştim. Dilekçe verip durumu “Kişiler değil, kurumlar baki kalır.
TSK bağrından çıkan bir kurmay subaya böyle davranırsa, kendi kurumsal
kişiliğine zarar vermiş olur.” diye bildirdim. Ancak bir sonuç alamadım.
Bugün üzülerek görüyorum ki, üstteğmenin hakaret ettiği kurmay yarbayına sahip
çıkamayan zihniyet, bugün de orgenerallerini koruyamamaktadır.
23. Uğur Mumcu, Cumhuriyet, 3 Nisan 1976.
Dilekçelerin Eleştirisi
(Bomba Davası Savunma - 7. Klasör)
1. Giriş
7. Klasörde toplatılan gerek değerli savunma avukatlarım gerekse benim
tarafımdan verilmiş dilekçeler; VII kısıma ayrılmıştır.
a. I. Kısım (Ek 1-23):
Hazırlık Soruşturması ve işkence savlarımızla ilgili dilekçeler ve notlar
b. II. Kısım (Ek 24-28):
Sağlığımla ilgili dilekçeler
c. III. Kısım (Ek 29-32):
TRT’yle ilgili dilekçe
d. IV. Kısım (Ek 33-36):
Selimiye Askeri Ceza ve Tutuk Evi Müdürlüğüne verilen dilekçeler
e. V. Kısım (Ek 37-38):
Aramada alınan kitaplarımın geri verilmesini isteyen dilekçeler
f. VI. Kısım (Ek 39-41):
Avukat görüşmesiyle ilgili dilekçeler
g. VII. Kısım (Ek 42-56):
Mahkemeye verilen diğer dilekçeler
2. İlgili Mevzuat:
İlgi:
a. Anayasa (Madde: 62)
b. İç Hizmet Kanunu (Madde: 30)
c. İç Hizmet Yönetmeliği
d. Tebligat Kanunu (7201 Nolu Kanun)
e. 353 Sayılı Yasa
f. Askeri Ceza ve Tutuk Evleri Talimatı
g. Ek-33 “Referanslar”a bakınız.
Anayasa, vatandaşlara “dilekçe hakkı” tanımış ve dilekçe sahiplerine “yazılı
olarak bildirimi” şart koşmuştur (Madde: 62).
7201 Nolu Tebligat Kanununun 8. maddesi de; Anayasa doğrultusunda dilekçe
sahiplerine yazılı yanıt verilmesini amir bulunmaktadır.
353 Sayılı Yasanın 10. maddesi Sıkıyönetim tarafından gözaltına alınanları
“asker kişi” saymaktadır.
“Asker kişiler”e; İç Hizmet Kanun ve Yönetmeliği hükümleri uygulanır, sözü
geçen kanun ve yönetmelik gereğince de herhangi bir konuda müracaat edenlere
en geç bir ay içinde yanıt verilmesi gerekmektedir.
3.
Anayasa, yasalar, yönetmelikler yazadursun; 12 Mart’tan sonra yasadışı
kurulmuş gizli örgütler, düzene egemen olmuşlardır. Bu gizli örgütlerde ise,
Anayasa ve yasalara küfürle sorgu başlamaktaydı. Doğal olarak Anayasa ve
yasalara küfredenlerden, yasalara uygun davranış beklenemez. Askeri Savcı
Süleyman Takkeci’nin de büyük bir öngörüşle saptadığı gibi, “Gizli örgütler vesika
bırakmadan çalışırlar.” Kural bu olunca, yazılı yanıt vermemek esastır.
Dilekçeyi alırken, herhangi bir kayıt yapmamak, belge vermemek ve müracaat
sahibine yanıt vermemek kuralı, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığına bağlı, Askeri
Ceza ve Tutuk Evleri başta olmak üzere birçok kurumlarında titizlikle uygulamaya
konulmuş bir yöntem olduğunu belgeleriyle açıklayacağım.
Yasadışı bu uygulama, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığına münhasır kalsaydı
eleştirmeye dahi gerek görmezdik. Çünkü, hiyerarşik gücü yanında, Sıkıyönetim
Komutanlığına verilen yasal gücünü de, egemen sınıfların hizmetine sunmayı,
işkencecibaşılığa kadar götürmüş Türün’den, yasa içi uygulama beklememiz
hayaldi.
Fakat ne yazık ki Başbakanlığa gönderdiğim, Türün’ün yasadışı tutumundan
haklı şikayetlerimi içeren iki dilekçem de Ek-19 ve Ek-25 Talû tarafından yanıtsız
bırakılmıştır.
Bu iki somut örnek; 12 Mart sonrası dönemde, yasa tanımayan bir anlayışın
“yürütme”nin en zirve noktasına kadar uzandığını belgelemektedir.
Gözaltına alındığım günden serbest bırakılıncaya kadar 687 günlük süreli
işkence döneminin yasadışı olarak 30 gün hücrede tutulduğum evresinde, toplam
olarak 12 saat havalandırmaya çıkarılmak hariç, kapalı yerde tutuldum. Yani
yaklaşık olarak iki senelik dönemin, 1 aylık evresindeki 12 saat hariç, güneş ve
havaya hasret bırakıldık ve gece gündüz elektrik ışığı altında tutulduk.
Ceza ve Tutuk Evi Müdürü Cemil Özşen ile yaptığım bir görüşmede kendisine
birkaç örnek vererek bazı şeyler anlatmak istedim. Yasal dileklerin dahi sonuca
ulaşmayacağını başlangıcından beri biliyordum.
Çünkü sonuçlar; Gizli Örgüt’ün elinde idi. Müdür Yarbayın gizli örgütle ilişki
derecesini bilemem ama, emrinde olan birkaç kişinin, direkt “Gizli Örgüt”
mutemet adamı olarak çalıştıkları belli idi…
Örneğin Binbaşıya müracaat yapılırken, ondan çok daha küçük rütbeli bir subay
Binbaşının yanında rahatlıkla, “Ne söyleyeceksen bana söyle, burada her şey
benden sorulur” diyebiliyor. Böyle bir durumda Ceza Evi görevlisi Binbaşı da
yutkunabiliyordu.
Bu bizim bildiğimiz askerlik anlayışına sığmazdı ama gerçekte ne yazık ki
böyleydi.
Türk Silahlı Kuvvetlerinden gelmiş bir kişi olarak, bu acı gerçeği iki yıl boyunca
izlemek benim için gerçekten üzücü olmuştur.
Ama CIA ajanı, David Galula’nın Ayaklanmaları Bastırma Hareketleri ad-lı
yapıtını1 görünce askerlikle bağdaştıramadığım bu tutumun nedenlerini daha iyi
algıladım...
Ajan David Galula diyor ki:
“Politika yok” vazifesi yalnız düşmanı mağlup etmek olan bir askerin normal
harpteki tabii bir reaksiyonudur, fakat ayaklanmaları bastırma hareketinde
askerin vazifesi halkın yardımını kazanmak olduğu için, asker pratik siyasetle
meşgul olmalıdır. (sh. 80)
Ayaklanmaları bastırmakla görevli olan tarafın personelini rütbe ve kapasitesi ne
olursa olsun nasıl aktif ve tesirli bir ajan yapabilmektir. (sh. 102)
David’in yapıtındaki görüşleri kişisel kanılar olarak sayamayız. Çünkü, ay-nı
görüşler ST 31-15 Talimnamesi’nde de yer almaktadır:2
Gayri Nizamı Kuvvetlere karşı harekâtta bulunan her askeri şahıs bir istihbarat
ajanı ve düşman istihbaratına karşı koyma vasıtasıdır... Sivil halk ve gayri nizami
kuvvet ile ilgili her türlü bilgi, ne derece manasız olursa olsun haber verilir. (sh.
44)
“Ayaklanma Bastırma Hareketi” veya “Gayri Nizami Kuvvet”ten kastın “Ulusal
Kurtuluş Savaşı”nı önlemek olduğunu ve gerilla, çete ve ihtilalcilerin bu tanım
içine girdiğini2, daha önce açıklamıştım.
Türk Ulusunun ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin geleneklerine ve Askeri Ceza
Kanunu ve 353 Sayılı Yasaya tamamen ters olan bu anlayışa itibar edilirse, her
askeri şahıs (subay, astsubay, er) siyaset yapacaktır, her askeri şahıs ajanlık
yapacaktır.
Ölçü bu olunca, kim daha iyi CIA ajanı David’in anladığı ve önerdiği anlamda
siyaset ve ajanlık yaparsa o ölçüde değerli olacak ve dolayısıyla mevcut hiyerarşi
yanında, bir de Gizli Örgüt hiyerarşisi kurulmuş olacaktır.
Nitekim, bu itibari hiyerarşiyi Ceza ve Tutuk Evinde izledik. Gizli Örgüt’le daha
yakın ilişki ve bağ içinde bulundukları her davranışından belli birkaç küçük rütbeli
subay Ceza Evinin mutlak hakimi olarak her türlü yasadışı baskı, terör, iç
provokasyon için tedbirleri almışlar ve komutanları bu tedbirlerin alınmasında
onlara yardımcı olmuştur.
Örneğin: Benim ülkemin yasaları Ceza ve Tutuk Evinde hücrede tutulmama
imkan vermediği halde, hücrede tutulmam için emir verenlerle bu emri
uygulayanlar suçludurlar.
Ceza ve Tutuk Evi Müdürüyle yaptığım bir görüşmede yasadışı tutumu
kanıtlamak için, bir örnek vermiştim.
1. Örnek: Havalandırmayla ilgiliydi.
Bir gazetede yayınlanan ve İsrail’de havaalanında halka ateş açan gerillaların
hapishanedeki havalandırılmasıyla ilgili bir fotoğrafı müdüre kıyas için
göstermiştim.3
2. Örnek: Kuzey Vietnam’da, Amerikan harp esirlerine, bir Amerikan ekibinin
konser verişini gösteren ve gene bir gazetede yayınlanan fotoğraftı.
Ceza ve Tutuk Evi Müdürü teşhisini koydu “Komünist propagandası olmasın?”
diye.
Oysa, haberin kaynağı Batı menşeliydi. Bunu hatırlattığımda söyleyecek bir sözü
kalmamıştı.4
I. Kısım:
Hazırlık Soruşturması ve İşkence Savımızla İlgili Dilekçeler
4.
Ek 1-23’te yer alan bu dilekçeleri iki grup halinde incelememiz mümkün. Birinci
grupta yer alan Ek 17’ye kadar olanları genellikle hazırlık soruşturması evresinde
savunma avukatlarımca ilgili makamlara verilen dilekçeleri içermektedir.
Ek-18’den 23’e kadar olan bölümde ise genellikle “son soruşturma evresi”nde
tarafımdan ilgili makamlara verilen dilekçeler yer almaktadır.
Bu dilekçelerin eleştirisi, 2. Klasör 1. Kısım’da “Hazırlık Soruşturmasının
Eleştirisi”nde ayrıntılarıyla yapılmıştır. Ayrıca; Ek-12’de yer alan yazı (Bu yazının
özeti 23 Şubat 1975 tarihli Hürriyet gazetesinde yayınlanmıştır.) ve ekleri Ek 8-910-11-13’te bu bölümün eleştirisi niteliğindedir.
Dilekçelerin incelenmesinden görüleceği gibi, yasadışı sorgulama ve uygulamalar
ile işkence konusunda yaptığımız müracaatların hemen hemen hiçbirine yanıt
verilmemiştir.
Özetle:
a. Yasalara göre sorgulama yetkisi bulunmayan MİT örgütünde işkence ile
sorgulandığıma dair başvurularımız ve işkence savlarımızın saptanması için
yaptığımız tüm istemler ve tespit talepleri yerine getirilmemiştir.
b. İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Türün, keyfi yönetiminin somut bir belgesi
olarak, benim hakkımda “sahte rapor” düzenleterek, işkence savlarımızı
karartmaya çalışmıştır. Oysa, alınan raporun sahteliğinin saptanılması için,
yaptığımız istemler de araştırılmış değildir.
c. 3 Ağustos 1972’den 2 Eylül 1972’ye kadar, yasadışı bir uygulama ile hücrede
tutulmamın yasalarımıza göre açıklanması olanaksızdır.
d. 4 Temmuz 1972’den 20 Ekim 1972’ye kadar olan 108 günlük sürede, gözaltı
süresi hariç “ihtilattan men” durumunda tutulmanın yasalarımıza göre inandırıcı
bir açıklaması da olanaksızdır.
e. Uzun bir dönem, 353 Sayılı Yasanın 90. maddesi hükümleri yerine
getirilmemiş ve Emniyet sorgu zabıtları müdafilerime gösterilmemiştir.
II. Kısım:
Sağlığımla İlgili Dilekçeler
5. Ek 24-28’de yer alan dilekçeler geçirdiğim bir hastalık nedeni ile tedavi
görmediğimi ve sağlık durumu saptamam için istediğim belgelerin bana
verilmediğini göstermektedir.
İlgililer 353 Sayılı Yasanın 10. maddesinde yer alan “Askeri yargı organınca
tutuklanmış veya hapsedilmiş veya askeri makamlarca muhafaza altına alınmış
veya göz edilmiş kişiler asker kişi sayılırlar” hükmünü sürekli olarak keyfi ve indi
bir yoruma tabi tutarak “er kişi” sayılır şekline dönüştürmüşler ve er olarak kabul
ettikleri kişiler üzerinde de her türlü zulmün uygulanmasını kendilerinde hak
görmüşlerdir.
Oysa, emekli bir subay olarak hüküm giyinceye kadar “masumiyet karinesi”
uyarınca her türlü kazanılmış haklarım saklı bulunuyordu. Değil tutuklu bulunmak
esir dahi olsaydım, Cenevre Sözleşmesi uyarınca (6020 Sayılı Kanun) daha
insani işlem görmem gerekirdi.
Nitekim, Cenevre Sözleşmesi’nin 12. maddesinde:
“Yaralı ve hasta olanlar her halükarda saygı görecekler ve korunacaklardır.”
hükmü yanında madde 44’te “Harp esiri olan subaylarla mümasillerine, rütbe ve
yaşlarına göre gösterilmesi gereken hürmetle muamele edilecektir.” kaydı da
bulunmaktadır.
Halbuki dilekçelerimde de belirttiğim gibi, Haydarpaşa Hastanesi’nde hastaların
konulduğu koğuşa bu devirde uygar olduğunu iddia eden uluslar hayvanlarını
dahi bağlamazlar… Bu iğrenç, vahşi uygulamanın aleti olmuş herkese teessüf
ederim. Nitekim Haydarpaşa Hastanesi’nde tutuklulara yapılan muameleleri dile
getirdikten çok kısa bir dönem sonra, tutuklu bir hanım ihmalin kurbanı olarak
gencecik yaşında vefat etti...
Gördüğüm sürekli işkence sonucu 3 Nisan 1973 günü kalbimden rahatsızlandım.
Gecesi Ceza ve Tutuk Evinde mütehassıs doktor tarafından elektrokardiyografim çekildi. Doktor elektrodan hastalığımın önemini anlamış olmalı ki 4
Nisan 1973 sabahı sedye ile hastaneye kaldırıldım. Anlayamadığım bir nedenle
ilk önce Çamlıca Askeri Hastanesi’nde elektrom çekildi sonra da Haydarpaşa
Askeri Hastanesi’ne yatırıldım. Sedye ile taşınmam birkaç saat sürdü. Nihayet
kendimi Haydarpaşa Askeri Hastanesi’nde bir izbede buldum. Bu izbede
yatmaktansa ölmeyi tercih ettiğim için, her türlü cezayı göze alarak ilgililere çok
ağır hakaret ettim. Bu hakaretlerime o anda aynı koğuşta bulunan başta Alp
Kuran dahil görevli kişiler de tanık oldular. Ne yazık ki, ilgililer, yasadışı
uygulamaları sahneye çıkmasın diye, hakaretlerime yutkunmayı yeğlediler.
Sonuçta tedavi görmeden Ceza ve Tutuk Evine gönderildim. İşkencecilerle
birlikte çalışan bir askeri hastanede tedavi görmek olanaksız olduğundan, sağlık
durumumun dışarıda kendi olanaklarımla saptayabilmek için çekilen üç elektro ile
tahlil sonuçlarını 12 Nisan 1973 tarihli bir dilekçe ile İstanbul Sıkıyönetim
Komutanlığından istemiştim. (Ek-25)
Tüm başvurmalar yanıtsız bırakıldığı için, bu dilekçeme de yasal süre olan bir ay
içinde, olumlu ya da olumsuz bir yanıt alamadım. Bunun üzerine, İç Hizmetler
Kanun ve Yönetmeliğinin “şikayet edilen makam atlanır” kuralından hareketle
durumu; 12 Haziran 1973 tarihli bir dilekçe ile (Ek-25) mahkeme aracılığı ile
“Başbakanlık” ve Kara Kuvvetleri Komutanlığına bildirmek istedim. Mahkeme
dilekçemi kabul etmedi ve bu hususu duruşma tutanağına da geçirmedi. Bunun
üzerine dilekçemin avukatıma verilmesini istedim. Bu dileğim kabul edildi.
Avukatıma verdiğim dilekçeler ilgili makamlara ulaştırıldı. (Hazırlık
Soruşturmasının Eleştirisi 2. Klasör I. Kısım’da belirttiğim gibi, aynı gün -12
Haziran 1973- işkence savlarımın incelenmesi için mahkeme kanalıyla
Başbakanlık ve Genel Kurmay Başkanlığına göndermek istediğim dilekçeler de
aynı yoldan ilgili makamlara ulaştırılmıştı.)
Sağlığım konusunda, gereği için Başbakanlık, bilgi için Kara Kuvvetleri
Komutanlığına gönderdiğim bu dilekçelerime de yasal süresi içinde yanıt
verilmedi. Ancak aradan bir ay geçtikten sonra 7 Temmuz 1973 günü, görevli bir
subay, “sağlığım konusunda şikayetim olduğu adli müşavirlikçe bildirildiğini, onun
için doktor asteğmene muayene olmam gerektiğini” bana bildirdi. Bu muayeneyi
kabul etmedim. Nasıl edebilirdim ki…
Hastanenin bakım ve tedavisinden şikayetçi olduğum için, savım ancak 353
Sayılı Yasanın 62. maddesi gereğince kurulacak bir bilirkişi ile incelenebilirdi.
Kaldı ki böyle bir mekanizma içinde her kuruma karşı güvencemi yitirdiğimden
ilgililerden sadece çekilen elektrolarla tahlil sonuçlarını istiyordum.
Bu durum üzerinde İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığına 9 Temmuz 1973 günü bir
dilekçe vererek (Ek-26) sağlığım konusundaki istemlerimi yineledim ve bu
konuda ihmali görülenler hakkında kanuni muamele yapılmasını istedim.
Ek-25’teki Başbakanlık ve Kara Kuvvetleri Komutanlığına gönderdiğim
dilekçeden de anlaşılacağı gibi, tüm işlemlerde olduğu üzere, bu konuda da baş
sorumlu Türün’dü; ben ise Ek-26’daki dilekçe ile kendisinden suçluluğunun
saptanılmasını istiyordum.
Kuşkusuz amacım bu olamazdı. Gayem onun ilkel yönetim tarzını belgesel
olarak tarih önünde saptamaktı.
18 Temmuz 1973 günü görevli subay; usulen belge vermemek kuralına bağlı
kalarak benimle bu konuda yeniden görüşmek istemesi üzerine 23 Temmuz 1973
günü, aynı konuda dördüncü dilekçeyi verdim. (Ek-27)
Ve sonuçta fotokopisi (Ek-28) sunulan 2 Ağustos 1973 tarihli raporu aldım.
Rapor istemimin karşılığı değildi. Çünkü; II. Kısım’da bulunan (Ek 24-28)
dilekçelerimde görüldüğü gibi, sadece çekilen elektrokardiyogramlar ile tahlil
sonuçlarını istiyordum.
Buna rağmen ilk müracaatımdan 4 ay sonra da olsa Faik Türün Sıkıyönetiminden
yazılı bir belge elde etmek benim için büyük bir başarıydı…
Alınan raporu elektrolarımı çektiği anlaşılan Kardiyolog Binbaşı Doğan Toraman
imza koymamış olmalı ki “izinli” kaydı ile yetinilmiş olduğu görülüyor. Oysa
dilekçelerimde de belirttiğim üzere, kardiyoloğun gösterdiği lüzum üzerine
hastaneye kaldırıldığım halde, aynı gün (4.4.1973) kardiovarkülen sistemin tabii
bulunduğu hakkındaki raporun doğru olduğunu kabul aklen dahi olanaksızdır.
Esasen yetkili tabibin de bu tertibe alet olmamak için imza koymadığı anlaşılıyor.
Rap orda imzası bulunan ikinci kişi; Cumhur Kayadelen adlı ruh ve sinir
hastalıkları mütehassısıdır. Değerli bir tabip ve şerefli bir kişi olduğunu duyduğum
bu kişi, halen İzmir’de sivil olarak hizmet vermektedir. Koşullar elverdiğinde bildiği
gerçekleri, Haydarpaşa Askeri Hastanesi’nin işkencecilerin hastanesi olduğunu,
açıklarsa tarihe hizmet etmiş olur.
Her işkence uygulanan ülkede, işkencecilerin hem doktorlarının hem de
hastanelerinin bulunmakta oluşu, tabiplik mesleği için tehlikeli bir gelişmedir.
Deontoloji okuyan ve Hipokrat’ın yemini ile mesleğe başlayan tabipler ve tabip
odaları, bu tehlikeli akıma karşı çıkmalıdır. Örneğin Ankara Tabip Odası bir
“işkenceci doktor”a karşı şerefli bir kavga vermesine karşın, ihmal sonucu tutuklu
kişilerin ölümüne neden olduğu halde Haydarpaşa Askeri Hastanesi ve onun
işkenceci tabipleri eleştirilmiş değildir.
İşkenceci tabiplerin kimler olduğunu öğrenmek mi istiyorsunuz? İşkence
iddialarıyla ilgili raporlara bakmak yeterlidir. Çoğunlukla aynı kişilerin imzasını
göreceksiniz ve onları saptamış olacaksınız…
Türkiye’de bu görev yapılmış değildir. Oysa Yunanistan’da 404 Nolu Askeri
Hastane işkencecilerin hastanesi olarak saptanılmış bulunmaktadır.
İlgililerin sağlık konusundaki yasal istemlerini ısrarla yerine getirmekten
kaçınmalarının nedeni işkence sonucu kalbimin rahatsızlandığını iddia etmemi
önlemek için başvurulmuş bir yöntemdi…
Ceza ve Tutuk Evinden çıkınca üniversitede çektirdiğim elektroradiyagramda
“kalp spazmı” geçirdiğim saptanılmıştır. Belgeleri bendedir. Bu durum, bile bile
ölüme terk edildiğimi ve kasti olarak tedaviye tabi tutulmadığımı göstermektedir.
III. Kısım:
Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu’yla İlgili Dilekçe
“Bomba Davası” duruşmalarının başladığı gün (4 Mayıs 1973) saat 19.00 “Haber
Bülteni”nde; yasalara, hukuka ve hatta ahlaka sığmayan bir anlayışla, mahkeme
hükmünden önce, kamuoyunu aleyhimde etkilemek amacı ile, mülga 1 Nolu
Mahkemenin kararları hiçe sayılarak suçlandım. (Ek-30)
Bu durum üzerine 7 Mayıs 1973 günü (Ek-29) mahkemeye bir dilekçe vererek
Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumunun yasalarımıza aykırı düşen yayınlarına
son verilmesi ve sorumluları hakkında yasal soruşturma yapılmasını istedim.
(Duruşma Tutanağı Sahife No: 11)
Mahkeme, dilekçemi Askeri Savcılığa göndermek kararı aldı. (Duruşma Tutanağı
Sahife No: 11)
TRT’yle ilgili dilekçem Başbakanlığa gönderilmiş olmalı ki 6.6.1973 tarih ve
Başbakanlık Müsteşarlığının 2/41 sayılı yazısıyla cevaplandırıldı.
Verdiğim dilekçeyi, haber bültenini ve Başbakanlık yazısının suretlerini takdim
ediyorum. Musa Öğün TRT’si ile Talû’nun Başbakanlık yönetim felsefesini
gösteren bu belgenin kendisi konuşmaktadır…
Mahkemeye çıkarıldığımız gün, hiçbir davaya nasip olmayacak ölçüde yayın
yapan TRT, tahliye olduğumuz gün sadece “Bomba Davasının tutuklu 8 sanığı
tahliye olundu” diye bildirirken, aynı gün bir başka davadan tahliye olunan kişileri
ismen açıklıyordu…
Böyle bir tavrı, İsmail Cem’in TRT’sine yakıştıramadığımdan, TRT gibi önemli bir
örgütte tüneyen, gizli örgütler mensuplarının marifeti olarak kabul ettim. Ve bu
durumu tahliyemin hemen ertesi günü (22 Mayıs 1974) bir mektupla TRT Genel
Müdürü Cem İpekçi’ye duyurdum.
IV. Kısım:
Ceza ve Tutuk Eviyle İlgili Dilekçeler
1963 yılında Mamak Askeri Ceza ve Tutuk Evinde yattım. O tarihlerde gene
Sıkıyönetim vardı ve Sıkıyönetim Komutanı Tural’dı.
O dönemde de Genç Kemalistler Ordusu’nun birkaç sanığının MİT’te işkence ile
sorgulanmasına karşın, 21 Mayısçıların sorgulanmasında yaygın bir işkence
iddiasında bulunulmamış ve ilkel bir anlayışla saç kesilmeye te-nezzül
edilmemiştir.
Mamak Cezaevinde bulunduğumuz sürece; gazete, kitap okumamıza ve radyo
dinlememize müsaade edilmediği gibi hasta dahi olsa ne tek kişiye ilaç verilmiş
ne de hastaneye gönderilmiştir. Buna karşın havalandırma muntazaman
yapılmış, sanıklar yönetmelikler gereğince sınıflandırılarak ayrı ayrı ko-ğuşlara
konulmuş ve onur kırıcı sırf rahatsız etmek amacı ile düzenlenmiş aramalar
yapılmamış ve avukat görüşmeleri dinlenilmemiştir.
Tural her ne kadar etrafına dehşet saçan bir kişi olarak görünüyorsa da, biz onun
“karanlıkta şarkı söyleyen” türden bir kişi olduğunu iyi bilirdik.5 Onun için, 27
Mayıs’ta hem vardır, hem yoktur. 27 Mayıs’tan sonra imzalanan protokollerdeki
durumu da hemen hemen aynıdır. 21 Mayıs gecesi Konya’daki durumun en
yakın tanığı Kurmay Başkanı Tümgeneral Nihat Aslantürk’tür. Herhalde
Aslantürk, Tural’ın 21 Mayısçılara karşı Sıkıyönetim Komutanı olarak gösterdiği
tavra epeyce gülmüştür. Neyse…
Sıkıyönetim Komutanı Tural’ın sorumluluktan kaçınan ve ürken bir kişi olduğunu
bildiğim için; onun da yasadışı tutumunu tarih önünde saptamak için sürekli
olarak dilekçeler veriyordum.
Bu dilekçelerimin birini aldığında dilekçeyi kendisine gönderen Ceza ve Tutuk
Evinde görevli Piyade Binbaşı Necdet Erzeren’i çağırarak, dilekçenin kendisine
neden gönderildiğini sorar.
Binbaşı davranışının yasal nedenlere dayandığını açıklaması üzerine Tural
kızarak bağırır:
“Bu heriflerin dilekçesini bana göndermek şöyle dursun, işkence edeceksiniz.”
diye...
Binbaşı şerefli bir kişidir. Uşak değildir. Yanıtını verir…
“Yassıada örneği yeni oldu. Böyle bir arzunuz varsa, yazılı emir veriniz.” diye...
Piyade Binbaşı Necdet Erzeren, 6 ay önce geldiği Ankara’dan ertesi gün
Amasya’nın Carcurum’una sürülmüştü ama şerefini korumuştu. Bugün de
kendisini hürmetle anıyorum…
Selimiye Ceza ve Tutuk Evinde ise; yemekler muntazaman er yemeği kalitesinde
çıkmış ve ilaç aksatılmadan verilmiş olmasına karşın, bir öc alma aracı sayılarak
herkesin saçları kesilmiştir. “Seçimlerden hemen sonra toplu saç kesme bunlar
arasındadır.” Havalandırma hiç yapılmamış; herkese kelepçe takılmış, tutukluları
rahatsız
etmek
amacı
ile
Türk
Silahlı
Kuvvetleri
mensuplarına
yakıştıramayacağımız toplu ve bireysel aramalar yapılmış, avukat gö-rüşmeleri
dinlenmiş, zaman zaman sanıkların bazıları tek tek idareye çağrılarak
dövülmüştür. Ben de dahil olduğum halde bazı kişiler kanunsuz olarak hücrede
tutulmuş, sanıkların yasal statüsü nazarı itibare alınmadığı gibi Ceza ve Tutuk
Evlerinde yapılması zorunlu olan sınıflandırma yapılmamış ve en önemli olarak
da personelin bazıları gizli örgütlerle çalıştığı için, içeriye soktukları ajanlarla ve
kendilerinin çeşitli gruplar ve kişiler arasında sürtüşme ve kavgalara neden
olmuşlar bu kavgaları ve bölünmeleri kendi amaçları doğrultusunda
kullanmışlardır. Bu tavrın nedenlerini bu bölümün başında ST 31-15 ve David
Galula’nın Ayaklanmaları Bastırma Hareketleri adlı yapıtlara dayanarak
açıklamıştım.1 2
Ceza ve Tutuk Evi idaresince, zaaflarından yararlanılarak kullanılmak istenilen bir
kişi intihara teşebbüs etmek durumuna düşürülmüştür.
İddialarımı kanıtlamak için Hasan Bal adlı sanığın dilekçesini ilişikte sunuyorum.6
10 Kasım 1972 günü, Ceza ve Tutuk Evi idaresince verilen talimatla bu kişi ile
üzerimde Atatürk’le ilgili bir konuda provokasyon düzenlenmiş, fakat uyanık
davrandığımdan başarılamamıştır.
Ayrıntılarıyla saptadığım bu olay ve benzerlerini zamanı gelince açıklayacağım.
Bütün bu iğrenç uygulamalardan dolayı görevli olan kişilerin tümünü suçlamıyor,
hatta bir bakıma büyük bir çoğunluğunu mazur görüyorum. Tüm kader ve
gelecekleri, bir kişinin kaleminden çıkacak olan bir miligram mürekkebe
bağlanmış, kişilerin tümünden Piyade Binbaşı Necdet Erzeren’in tavrını
beklemek yersizdir.
Biliyorsunuz 12 Mart’tan sonra, subay, astsubay ve asteğmen öğrenci sicil
yönetmeliklerinde yapılan bir değişiklikle sicil amirleri istediği anda subay,
astsubay ve askeri öğrencileri “yasadışı görüşleri benimsemek” gerekçesiyle
Türk Silahlı Kuvvetlerinden atabilmektedir.
Türk Silahlı Kuvvetlerinin bir zulmün aracı olmasını önlemek isteyen güçlerin
vermesi gereken ilk yasal kavga, sözü edilen yönetmeliklerin kaldırılması
olmalıdır. Böyle bir uygulama olan ülkede “hukuk devleti”nden söz edilemez.
Kendilerini mazur gördüğümüz büyük bir çoğunluk, sicil yönetmeliği baskısı ile
kontrol altına alınırken gizli örgütlerle ilişkili, o örgütlerle ilgili kurslardan
geçirilerek indoktrine edilmiş küçük bir azınlık her sanığı komünist dolayısıyla
düşman görerek, yasadışı yöntemleri büyük bir aşkla ve şevkle uygulamışlardır.
Örneğin, Ceza Evinde bu durumda olan birkaç küçük rütbeli subay, tüm yetkileri
kontrollerinde bulundurarak bu uygulamaları fiilen yürütmüşlerdir.
Bu karakterde ve vasıftaki kişilerin, safları arasında şerefle görev yaptığımız Türk
Silahlı Kuvvetlerine faydalı olduklarına ve olacaklarına inanmadığımız için
kendimizi hiçbir zaman affetmeyeceğiz.
Ceza ve Tutuk Evi yönetiminde saptadığım, yönetmelik dışı uygulamaların
düzeltilmesi için ilgili makamlara gereken müracaatların yapılması için,
hazırladığım notları Ek-33’te dinleyici subay önünde okuyarak avukatıma vermek
istedim. Müsaade edilmemesi üzerine yetkili bir kişi çağrılmasını istedim. Ceza
Evinde görevli Piyade Binbaşı karşıma geldi. Durumu kendisine anlattım ve ilgili
yasa maddesini hatırlattım. Ceza Evinden şikayetçi olduğumu ve yasa gereğince
şikayet edilen makamın atlanacağını buna rağmen notlarımın niteliğini ilgili
subayın öğrendiğini söyledim. Binbaşı kös dinliyordu. Sonuçta verilecek cevabı
kalmadığı için “burası hapishane” demekle yetindi... Bir binbaşının kendi rütbesini
14 sene önce taşıyan bir kişiye verdiği bu cevaptan ben utandım. Avukatım,
dinleyici subay ve iki nöbetçi er yanında Binbaşıya layık olduğu yanıtı verdim.
Binbaşı mazurdu. Gizli örgütün adamı olmadığı rütbe ve makamının görevlerini
kullanamamasından belli idi. Belki de dinleyici subay, gizli örgütün adamıydı.
Onun karşı çıktığı bir şeyi nasıl değiştirebilirdi…
Ek-34’teki dilekçe kelepçeyle ilgili olarak 7 Mayıs 1973 günü mahkemeye
verilmek istenmiş idari bir konu olduğu için alınmamıştır. Uygulamanın sorumlusu
olanlara dilekçe vermenin gereksizliğine inandığım için dilekçe bende kalmıştır.
Bir belge olarak sunuyorum.
Yasalarımız ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin 1000’lerce yıllık tarihinin gelenekleri
olarak vermemesine rağmen 140 kez elime kelepçe takılmıştır. Bu uygulamanın
sorumlularına da teessüf ederim.
Seçimlerden sonra nedense tüm sanıkların saçları kesildi. 353 Sayılı Yasanın 10.
maddesi uyarınca “asker kişi” sayıldığımdan ve “asker kişi” olarak da emekli
yarbaylık haklarımı koruduğumdan saçlarım ancak iç hizmet yönetmeliği ve
kıyafet yönetmeliklerinin subaylar için öngördüğü şekilde kesilebilirdi.
Bu durumu Ek-35’teki dilekçe ile Ceza Evi Müdürüne bildirdim. Yasalara göre
yazılı yanıt vermek zorunda olan Ceza Evi Müdürü sivil gardiyanını göndererek
saçımın kesilmesini istedi. Ceza ve Tutuk Evinde hemen hemen benden başka
saçını kesmeyen kalmamıştı.
Bu zulüm idaresinde daha müessif bir durumu önlemek için saçlarımı kestirdim.
Ceza Evi Müdürü bu davranışından utanmış mıdır bilmiyorum ama, ben onun
yerinde olsaydım, bu ölçüde vefasızlık ve haksızlığın aracı olmaya
katlanamazdım.
Ek-35’teki dilekçem Ceza Evinde dışardan gelen eşyaların sık sık kaybolduğunu
kanıtlamak için verilmiş ve tabii yanıtsız bırakılmıştır.
V. Kısım:
Kitaplarımla İlgili Dilekçeler
Evimde yapılan aramada, arayıcılar tamamen keyfi bir tutumla, 20-30 kitabımı
almışlar, buna karşılık bana belge vermemişlerdir. Alınan yapıtlar içinde, Genel
Kurmay Başkanlığı tarafından yayınlanan “Rus Harb Doktirini” ve Odalar
Birliğince yayınlanan “Komünizm Nedir” adlı yapıtların bulunması, arayıcıları
kitap toplamadaki keyfi ve indi tutumlarını kanıtlayan somut bir örnektir.
Evimden alınan kitaplar, Emniyet Müdürlüğünde tasnif edilerek Dosya Sıra No:
1269/1’deki belgeyle 4’ünün yasak olduğu belirtilerek Askeri Savcılığa
gönderilmiştir. Askeri Savcı bu konudaki Askeri Yargıtay ilamlarından habersiz
olmalı ki esas iddianamesinin 194. sahifesinde kitaplar için müsadere kararı
alınmasını istemiştir.
Bir kere evimden alınan suç unsuru bulunmadığı saptanılan kitaplarımı
kendiliğinden bana iade etmeyen İstanbul Emniyet Müdürlüğü bu tavrı ile gasıp
durumuna düşmüştür.
Askeri Savcı Çizmeci’ye gelince; Askeri Yargıtay’ın 2. Dairenin, 5.8.1971 tarih ve
1971/340 Esas, 1971/336 Karar, 4. Dairenin 6.8.1971 gün ve 1971/337 Karar,
1971/334 Sayılı ilamlarından habersiz olmalı ki (Ek-33), Lahika III’teki,
Cumhuriyet gazetesinde, 16 Eylül 1972 günü yayınlanan, Orhan Apaydın’ın
“yasak kitap sorunu”yla ilgili yazısına bakınız. Mahkemenizden kitapların
müsaderesini istemektedir.7
Yargıtay ilamı gereğince alınan tüm kitaplarımın tarafıma iadesini talep ediyorum.
Aynı konudaki istemde Mayıs1973’te bulunmak istemiştim çünkü bu kitaplara
savunmam için ihtiyacım vardı. Mahkeme duruşmanın daha ilerdeki evresinde
verirsiniz diye dilekçemi almadı. (Ek-37)
Daha sonra değerli müdafilerim 4 Eylül 1973’te aynı konuda Askeri Savcılığa bir
dilekçe vererek (Ek-38) el konulan kitaplarımın iadesini istediler. Fa-kat haklı olan
bu istemimin de gereği bugüne kadar yerine getirilmiş değildir.
Selimiye Ceza ve Tutuk Evinin koridorunun iç avluya bakan pencerelerinin
karşısında bir evrak yakma fırını vardı. Bu fırında kamyon kamyon kitapların
yakılmasının tanığı olmuş bir kişiyim.
Kitap düşmanı Türün tonlarca kitabı yakacağı yerde hiç olmazsa, İzmit’te
SEKA’ya gönderseydi, bu cinayeti bir ölçüde hafifletmiş olurdu.
Faik Türün’ün emrinde ve hiyerarşisinde bulunan ve onun her türlü, yasadışı
tutumuna hukuki kılıf hazırlamak yarışına giren Çizmeci’nin, kitap konusunda da
komutanının anlayışına uygun, el koyma istemlerine gereken yanıtını
mahkemece verileceğine inanıyorum.
VI. Kısım:
Avukat Görüşmesiyle İlgili Dilekçeler
Ceza Evinde bulunduğum son 1 ay hariç, avukat görüşmeleri devamlı dinlenilmiş,
dinleyici subaylar bazen not almış ve bazen de konuşmaya müdahale etmiştir.
353 Sayılı Yasanın 91. maddesine aykırı olan bu uygulama, ST 31-15
Talimnamesinin 33. maddesi c fıkrasına uygun bulunmaktadır. Onun için, yasa
yerine talimname esas alınarak uygulamaya tevessül edilmiştir.2
Bu konunun düzeltilmesi için, ilgili makamlara yaptığımız başvurulara verilen
yazılı yanıtlar, Ceza Evi idaresince yazılı olarak bizlere tebliğ edilmemiştir. Ek 3941’e bakınız.
Mahkemedeki duruşma arasında bile Asayiş Birliğinin görevli subay ve
astsubayları sanıkların müdafileriyle birkaç kelime ile dahi olsun görüşmesine
engel olmuşlardır.
Bu konuyla ilgili olarak bir subayla aramda geçen ve duruşma tutanağına
yansıyan tartışmayı eleştirimi tamamlamak için Ek 2’de8 sunuyorum. (Duruşma
Tutanağı Sahife No: 251, 252, 253, 254, 261, 262)
Duruşma Tutanağı Sahife 254’te de görüldüğü gibi, tartışmayla ilgili duruşma
tutanağı yasa gereğince 1. Ordu Komutanlığına gönderilmiştir. Komutanlık beni
haklı bulmuş olmalı ki; hakkımda soruşturma açmak şöyle dursun, benimle
tartışan subayı görevinden almıştır. O günden sonra tartıştığım subayı ne
duruşma salonunda ne de Selimiye’de görmedim.
VII. Kısım:
Mahkemeye Verilen Dilekçeler
Ek 42’deki dilekçe, Nuri Yazıcı’yla ilişkilerimin niteliğinin saptanılması için,
sorgum esnasında mahkemeye verilmek istenmiş, mahkeme tarafından
duruşmanın daha ilerdeki evresinde verilmesi önerilmiştir. Bu öneriye uyarak, 5
Eylül 1974 tarihinde mahkemeye verdiğim “duruşmadaki beyanlarımın
doğruluğunu saptayan belgeler”i içeren dosyanın Ek 4’ü olarak dilekçeyi ve eki
olan vekaletnameyi vermiş bulunuyorum. (Duruşma Tutanağı Sahife No: 570, St.
No: 5-7’e bakınız)
Bu konudaki beyanlar tarafımdan, belgesel olarak doğrulandığı gibi Nuri
Yazıcı’nın 3 Aralık 1973 tarihinde mahkemeye verdiği dilekçe ve eki ile de
aramızdaki ihtilafa neden olan dava konusu belgelenmektedir.
Yazıcı ile aramızdaki uyuşmazlığın tanığı olan iki kişi (Ek-42) dilekçede belirtilmiş
ve bu kişilerin dinlenilmesine gerek görülmemiştir.
Ek 43’teki dilekçe Numan Esin’in sorgusuna yanıt olarak verilmiştir. Duruşma
Tutanağı Sahife No: 382, St. 11-12, 13-18, 24-25 el yazılı dilekçenin 10-11. Ek
439’daki daktiloyla yazılı dilekçenin 7. ve 8. sahifelerinde, Memduh Eren’li
Kontrgerilla’da “Boğaz Köprüsü”yle ilgili olarak Memduh Eren’in evinde üç
toplantı yapıldığı beyan edilmiştir. Bu beyanlara ve sözü geçen yüzleştirmeye
rağmen, Memduh Eren’in ifadelerine “Boğaz Köprüsü”yle ilgili suçlamaların
katılmaması anlamlıdır. Bu durum tertibin özellikle, seçilmiş belirli kişileri hedef
aldığını kesinlikle kanıtlamaktadır.
Ek 44’teki dilekçe Saim Deliismailoğlu’nun sorgusuna karşı verdiğim yanıtı
içermektedir.
Anayasa konusunda benimle ilgili suçlamalar tertipçilerce az görülmüş olmalı ki,
hiç tanımadığım bir kişi olan Saim Deliismailoğlu’nun ifadesi ile bir “anayasa
toplantısı”na katılmış bulunuyorum.
Bu kişinin ifadelerinin gerçeği yansıtmadığını ve kendisini tanımadığımı
kanıtlamak için, kendisinden kişisel durumum hakkında sual sormamı veya
mahkemece soru sorulmasını istedim. Bu istemim yanıtsız bırakılmıştır.
(Duruşma Tutanağı Sahife No. 47, 18 Haziran 1973)
Ek 45’teki dilekçe, Atamer Erol’un sorgusuna karşı verdiğim yanıtı içermektedir.
Bu dilekçede, 27 Mayıs’ta 147’lerle üniversitede, kız öğrencilere sarkıntılık
yapmakla tanındığı için, asistan olarak uzaklaştırılmış bir kişinin hukuk profesörü
olarak, Yedek Subay Okulu dönemindeki öğrenciliği dahil, İstanbul Sıkıyönetim
Komutanlığı Adli Müşavirliğine yön vermek için çalıştırıldığını, eline geçen bu
olanaktan yararlanarak, 27 Mayısçıları özellikle Milli Birlik Komitesi üyelerini her
çareye başvurarak suçlatılma tertiplerine katıldığını belirtmiş bulunuyorum.
Ayrıca bu dilekçede, genellikle Atamer Erol’un ifadelerinden kaynaklanan “ön
anayasa taslağı” ve “devrimci kadro listesi” suçlamalarının, hukuken değeri
bulunmadığını da ispatlamış bulunuyorum.
Nitekim daha sonra, tanık olarak dinlenilen İlyas Albayrak ve Emin Değer’in
ifadeleri, bu konudaki savla da ilgimin bulunmadığını ortaya çıkarmış
bulunmaktadır.
Ek 46’da sureti verilen 5 Şubat 1974 tarihli dilekçeye ekli olarak 169 sahifelik bir
dosyayı mahkemeye sundum. (Bölüm I ve III Duruşma Tutanağı Sahife No: 502,
St. No: 14-22.) Tutanağa sadece dilekçenin sahife adedi yazılmıştır. Bu dosyada
benimle ilgili tüm sanıkların ve benim ifadelerim paragraf paragraf eleştirilmiş ve
Askeri Savcı Çizmeci’nin iddialarının esasını teşkil eden ifadelerin, hukuki değeri
bulunmadığı belirtilmiştir. Ayrıca davada tanık durumunda bulunan kişilerin tümü
ifadelerin “adı geçenler” bölümünde gösterilmiştir. Ve bazı istemlerde bulunulmuş
ve MİT emriyle tutuklanmış olmamın hukuk devleti ilkesi ile bağdaştırılmasının
mümkün olmadığı belirtilmiştir.
Ek 47’deki dilekte, Numan Esin’in ifadelerinde yer alan, avukat ücretiyle ilgili
ödemenin yapıldığını göstermektedir.
Ek 48’deki dilekçe ile daha Af Kanununun esasları belli olmadığı bir dönemde “Af
Kanununun lehimde tecelli etmesi ihtimal dahilinde olan tüm hükümlerinden
yararlanmak istemediğimi” mahkemeye duyurmuş bulunmaktayım.
10 Nisan 1974 tarihli duruşmada mahkemeye sunulan ve Ek-49’da sadece
dilekçe sureti verilen 213 sahifelik dosyada (Bölüm: III) sorgu evresi sonunda
hukuki durumum eleştirilmiş ve bu amaçla istemlerde bulunulmuştur. (Duruşma
tutanağı sahife No. 526, St. No:31-37)
Askeri Savcı Süleyman Takkeci her nedense verdiğim dosyaları okumamıştır.
Zaman zaman verdiği mütealalarında bu gerçeği saptadığım için de kendisini
eleştirdim. Bu eleştirilerime rağmen okumamakta direndiği için, bu dosyada yer
alan soruşturma genişletilmesi istemlerini yanıtsız bırakmıştır. (Duruşma tutanağı
Sahife No: 544, St.No: 43-52, Sahife: 557, St. No: 42-46 ve Ek-52’ye bakınız.)
Bu dosyanın ilgili bölümlerini 3.ve 5. klasörlerde yer alan savunmamın “somut
hukuki savunma” bölümüne de katmış bulunuyorum.
Ek-50’de “kamu tanıkları dinlenilmesi evresi sonunda hukuki durumun eleştirisi”
yapılmıştır. (Bölüm: V) ekli çizelgelerde de görüldüğü gibi dinlenen tanıkların
tümü benim duruşmadaki beyanlarımı doğrulamış, buna karşın Askeri Savcı
Nevzat Çizmeci’nin benimle ilgili hiçbir savı doğrulanmamıştır. (Duruşma
Tutanağı Sahife No: 541, Satır No: 46-48)
Ek-51’de yer alan ve değerli savunma avukatlarım tarafından yazılan
“soruşturmanın derinleştirilmesi istemlerini kapsamaktadır”. Duruşma Tutanağı
Sahife No: 549 St. No: 14-17, 22-239 ve Duruşma Tutanağı Sahife No: 544,
St.No: 38-52, Sahife No: 550, St. No: 11-19 ve Sahife No:557, St. No.42-46)
Askeri Savcı Takkeci gerek bu dilekçede yer alan veya verdiğim diğer
dilekçelerde bulunan ve gerekse duruşmada yaptığım istemlerin hemen hemen
tümüne katılmıştır. (Duruşma Tutanağı Sahife No: 551-557)
Örneğin: İşkence konusu’nda saptama istemleri, Faik Türün’ün ve bu davada
sanık olarak gösterilen komutanların, hiç olmazsa tanık olarak dinlenilmeleri
istemleri bunlar arasındadır. Mahkeme ise istemlerin çoğunu incelemek gereğini
duymamıştır. (Duruşma Tutanağı Sahife No: 558-559-563-567-570-573-578)
Ek-51’deki dilekçe ile Askeri Savcı’nın “soruşturmanın genişletilmesi istemleriyle
ilgili mütalaası eleştirilmiş ve Ek-22’de suretini verdiğim 6 Mayıs 1973 tarihinde
yazılan ve fakat mahkemeye verilmeyen dilekçe (Ek-51) dilekçeye (Ek-1) olarak
sunulmuş rapor sahteliği konusu gördüğüm lüzum üzerine eleştirilmiştir.
Ek-53’deki dilekçeye ekli dosya ile “duruşmadaki beyanlarımın doğruluğunu
saptayan belgeler” mahkemeye sunulmuştur. (Duruşma tutanağı Sahife No: 570,
Satır No: 5-7)
Belgelerin; Askeri Savcı’nın iddialarının gerçekleri yansıtmadığını gösterecek
nitelikte olduğu incelendiğinde anlaşılacaktır.
Ek-54-56’da yer alan dilekçelerimde, savunma döneminde verirsiniz önerisiyle
mahkeme tarafından alınmamıştır.
(Ek-54) duruşma tutanağı düzeltmesi, (Ek-55) Askeri Savcı’ya yanıt ve (Ek-56)
ise ön anayasa taslağı sav’ının dinlenen tanık beyanlarına göre eleştirisi
yapılmıştır.
Bilindiği gibi, MİT’te sorgulandığımın tanığı bulunan Faruk Ateşdağlı’nın tanık
olarak dinlenilmesini istemiştim. Bu istemim kabul edilmemişti. Oysa benim
durumumun saptanılması için Faruk Ateşdağlı’nın tanıklığı çok önemliydi.
Zamanın Garnizon Komutanı Korgeneral Fikret Köknar ile Emniyet Müdürü Nihat
Aslantürk’ünde MİT’te sorgulandığımı bildiklerini ortaya çıkarıyordu. Bu nedenle,
noter kanalıyla alınan ifadesini bir dosya ile mahkemeye sunmak istedim. Bu
dosyada savunma döneminde verirsiniz diyerek kabul edilmemiştir.9 (Duruşma
Tutanağı Sahife No: 576-578) Adı geçen dosyaya, savunmamın, 2. Klasör, I.
Kısmında yer alan hazırlık soruşturmasının eleştirisi bölümünde Ek-5 olarak dahil
edilerek mahkemeye sunulmaktadır.
Kelimesi kelimesine İnsan Hakları Evrensel Beyannamesine Avrupa
sözleşmesine; yasalar, tüzükler, yönetmeliklere ve dava dosyasına, yüzlerce
yapıta ve binlerce belgeye dayanılarak yapılan savunmamda izlediğiniz gibi
suçsuzluğumu ispat çabasından daha çok, bu davayı düzenleyen örgüt ve
kişilerin suçluluklarını saptamaya çalıştım.
Bugün için tertipçilerin suçluluklarının saptanılma olanağı bulunmadığını da
biliyorum.
Mahkemeniz aracılığı ile tarihe tevdi etmiş olduğum savunmamla, tüm işbirlikçi
ve satılmış hainleri ve onların örgütlerini tarihin adil yargısına terk ediyorum.
Saygılarımla.
1-
Ayaklanmaları Bastırma Hareketleri (David Galula)
(15 No.lu kitap olarak mahkemeye verilmiştir.)
2ST 31-15 “Gayri Nizami Kuvvetlere Karşı Harekât” Talimnamesi
3Günaydın, 30.12.1972 tarihli (İsrail hapishanesine ait bir fotoğraf.)
4Günaydın, 4.1.1973 tarihli (Harp esirlerine verilen konseri gösteren
fotoğraf.)
5Akşam, 6 Aralık 1965 tarihli (Tural’a Selçuk Atakan ile yazdığımız açık
mektup.)
(1. Klasör, I. Kısım P. Savunma ekleri arasında bulunan yazılar dosyasına
bakınız.)
6Hasan Bal’ın Deniz Astsubay örgütü davasında mahkemeye verdiği 9
Kasım 1973 tarihli dilekçe şöyledir:
Birinci Ordu Komutanlığı 3 Nolu Askeri Mahkeme Başkanlığına
Açıklama Hakkında
Tutuklu bulunduğum sürede tutukluluğun verdiği moral bozukluğu daha evvelce
bende mevcut olan asabi rahatsızlığımı arttırmış ve beni sinir krizlerine
sürüklemiştir. Bu sinir krizleri anında ne yaptığımı ne de söylediğimi bilemeyecek
duruma geliyorum ve daha sonra yaptıklarımın büyük bir kısmını
hatırlayamıyorum. Hafızamda kaldığına göre bu kriz anlarından birinde Selimiye
Askeri Tutuk Evi Müdürü ile görüştürüldüm. Bu görüşmenin sonrasında neler
söylediğimi tafsilatı ile bilmiyorum fakat arkadaşlarıma bir atfi cürumda bulunmuş
olabilirim. Bu konuşmaların teyp bantlarına alınmış olabileceğini ve bu davanın
aleyhinde iddia makamı tarafından delil olarak öne sürülebileceğini göz önünde
tutarak bu açıklamayı yapma zorunluluğunu duyuyorum.
Hastalığım sebebi ile 6 aya yakın bir zaman Haydarpaşa Askeri Hastanesin’de
yattım. Bu esnada bir sürü sinir krizleri geçirdim. Bu krizler beni intiharın eşiğine
kadar getirdi ve hastanede üzerime kolonya dökerek kendimi yaktım.
Durumumun göz önüne alınarak eğer varsa arkadaşlarımı suçlar mahiyetteki
teyp bantlarının nazari dikkate alınmamasını mahkeme heyetinden 9 Kasım 1973
arz ve talep ederim.
Hasan Bal
7-
Cumhuriyet, 16 Eylül 1972 tarihli Yasak Kitap Sorunu, Orhan Apaydın.
(7. Klasör Ek-33, Lahika III’e bakınız.)
8Duruşma Tutanağı Sahife No: 251, 252, 253, 254, 261, 262’de yer alan
görevli subayla tartışma ile ilgili bölümü.
9Faruk Ateşdağlı’nın noter kanalıyla alınan ifadesi (2. Klasör, I. Kısım
hazırlık soruşturmasının eleştirisi Ek-5’deki dosyanın ekine bakınız.)
Ek 1-A
Hukuki Durumuma İlişkin İstekler ve NotlarAvukatlarım İçin (I. Bölüm)
1. Prensip
Şahsen ben, prensip olarak sonucunun mutlak olumsuz olacağını bilmemize
rağmen, kanun ve yönetmeliklerin hukuken tanıdığı bütün hakların
kullanılmasından yanayım.
Gayem, uygar insanın önde gelen niteliklerinden biri olan, hak arama hürriyetinin
kullanılmasıdır. Sonuç almak değil. Bu dahi beni tatmine yeter.
Bu düşüncemin sonucu olarak da bugüne kadarki uygulamada, kanun ve
tüzüklere aykırı olduğunu sandığım bazı hususları aşağıya çıkarmış
bulunuyorum. Son kararı takdirlerinize sunarım. (ACMUK: 196-198)
Bu konular, prensiplerimize uygun olarak hukuki incelemesi yapılır ve gene
kararlarınıza göre benim veya sizin tarafınızdan, hemen veya duruşmanın
herhangi bir safhasında (özellikle savunma) kullanılması hususu bugünden
kararlaştırıldı.
Ancak kurumların bir kısmı için bugünden bazı müracaatların yapılması, bize
ilerde kullanabilmemiz için malzeme olacağı hususu da göz önüne alınmalıdır.
2. Evde Arama
a. CMUK
94-103 madde
b. ACMUK 66-68 madde
c. Sıkıyönetim Yasası (1402 Sayılı Kanun) - madde-3
Bu üç kanun arasındaki ilişkinin hukuken incelenmesini arzularım.
d. Bu inceleme sonucu 3/4 Temmuz 1972 gecesi 24:00-01:00 arasında evimde
yapılan aramanın gayri ahlaki, vicdani, insani ve hukuki olduğunun açıklıkla
meydana çıkarılabileceğini sanıyorum.
Şöyle ki:
1- Arama Gece Yapıldı:
(1402 Nolu Kanunun 3. maddesinde zamanı belirleyen bir kayıt bulunmadığına
göre, CMUK ve ACMUK’unun bu husustaki maddelerinin uygulanması gerekir.
Bu takdirde de işlemin kanunlara aykırı olduğu meydana çıkar.) (CMUK - madde
- 96)
2- Arama Emri Yoktu:
“Asker kişiler, MİT ilgilileri ve polisten oluşan 20’den fazla şahıs, önce sokak
kapısını açıp, merdivenlerde yerleşiyorlar ve bu arada sokak kapısının lambasını
yaktıktan sonra zili çalıyorlar. Ben uyanıyorum, gece olduğu için kapıyı açmadan
pencereden bakıyorum ve durumu anlayıp, kapıyı açıyorum. Karşıma çıkan
şahsa arama emri soruyorum. Bu zat cevap olarak örfi idare diyor. Israr
ediyorum, gene örfi idare diyor ve hüviyetini gösteriyor, doğru ise Metin Bozbora
ve bütün ekip birden evin her tarafına aynı anda dalıyor. Eşim henüz giyinmiş bile
değil. Bu arada ekipte bir Piyade Albay görerek onu muhatap alıyorum. Örfi
idarenin de hukuka uyması gerektiğini keyfi idare olmadığını arama emri
bulunmamasının ve bu şekilde aramanın kanunlara aykırı olduğunu söyledimse
de nafile…
Bu şekilde bir arama CMUK - 97. maddeye aykırı olması gerekir.”
3- Aramanın Gayesi Bildirilmedi:
(CMUK - 97. madde) aykırı.
4- Aramayı 20’den Fazla Kişi Aynı Anda Yaptı:
(CMUK - 97. madde) aykırı.
5- Aramadan Sonra Belge Verilmedi:
(CMUK- 99. madde) aykırı.
6- Alınan Kitaplar:
Zabıt tutuldu, suret verilmedi.
3. Saç Kesme
a. Hapishane ve Tevkifhanelerin İdaresi Hakkında Kanun
(Kanun No: 1721 Kabul Tarihi: 14.6.1930)
Madde 226: Hükümlü ve tutukluların traşı:
Hükümlü ve tutukluların toplum içinde alışılmış hal dışında saç ve sakal
bırakmalarına izin verilmez. Bunlar sık sık traş ettirilir.
b. Ceza ve Tevkif Evi İç Yönetmeliği
(Resmi Gazete ile yayın tarihi: 19/12/1967)
Madde-20: Saç Kesme ve Berberlik İşleri
Toplum içinde alışılmış hal dışında saç ve sakal bırakanlar ile, saçlarının
temizliğine dikkat ve itina göstermedikleri idarece tespit edilen hükümlü ve
tutukluların saç ve sakal bırakmalarına izin verilmez. Bunlar sık sık traş ettirilir.
c. Türkiye ve Türkiye’nin çeşitli antlaşmalarla bağlı bulunduğu uygar batı aleminin
bu konudaki bugüne kadarki teamülü, aydın kişilerin saçının kesilmemesi
şeklinde belirlenmiştir.
d. Yukarıda 3. madde b fıkrasında açıklanan madde 20’deki saç kesmek için
“temizliğe dikkat ve itina göstermemek”in tespitini şart koşmuştur.
1- Gözaltına alınır alınmaz (4 Temmuz 1972’de) ilk defa ve
2- Selimiye’de hücreye alınmadan önce (4 Ağustos 1972’de) bir defa olmak
üzere, iki defa saçım 1 nolu makine ile kesildi.
f. Kanun ve tüzüklere aykırı uygulamanın da önlenilmesi için gerekli hukuki
incelemenin yapılmasını ve buna uygun müracaatların yapılmasını istirham
etmekteyim.
4. Tutuklanmanın Yakınlara Haber Verilmesi
Bu hususta yerine getirilmiştir.
a. Anayasa - madde: 30
b. ACMUK - madde: 73
c. CMUK - madde: 107
d. Tazminat Kanunu: (466 Nolu Ka-nun) madde: 5
e. Ceza İnfaz Hukuku ve İnfaz Müesseseleri (İstanbul Cumhuriyet Savcı
Yardımcısı A. Rıza Mengüç,1968, Sf. 15-16)
5. Tutuklama Kararına İtiraz ve Tahliye Talebi
a. 2 Nolu Sıkıyönetim Mahkemesi’nce verilen tutuklama kararına itiraz etmedik
ve tahliye talebinde bulunmadık. (ACMUK - madde: 74)
b. Neden olarak Askeri Savcı tarafından dosyanın incelenmesine müsaade
edilmediğini bildirdiniz. Bu takdirde Askeri Savcı, ACMUK - madde-90’ın 3.
fıkrasını ihlal etmiyor mu?
c. Eğer ediyorsa bu hususu tevsik için yazılı bir müracaat gerekmez miydi?
d. Tahliye talebinde bulunmamak ve tutuklama kararına itiraz etmemek zimmen
suçu kabullenmek anlamını taçammum etmez mi? Bu husustaki teamül nedir?
6. Tutukluluk Halinin İncelenmesi:
a. Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığının 8.8.1972 tarih ve 1972/278 NC
sayılı kararı ile tutuklama halinin devamına dair olan kararı tebellüğ ettim.
b. Bu karara göre yeniden inceleme tarihi 1 Eylül 1972’dir. Siz bu tarihe kadar
dosyayı inceleyecek misiniz?
c. Eğer dosyayı görmek imkanınız olursa Askeri Savcı’ya incelemek üzere bazı
hususların tesbiti talebinde bulunabilir miyiz?
d. ACMUK - madde-75 gereğince tutuklama halinin incelemesini isteyecek miyiz?
e. 1 Eylül 1972’de verilecek tutuklamanın uzatılması kararına itiraz edecek miyiz?
7. Avukatla Görüşme Meselesi
a. ACMUK - madde-91 gereğince bir tutuklunun avukatı ile her zaman görüşmesi
mümkün. İlgili maddede süre bakımından bir sınırlama yok. Halbuki bugünkü
uygulamada beş dakika oluyor, bu konuda askeri mahkeme nezdinde itiraz
etmekte fayda görür müsünüz?
b. Gene bu madde gereğince görüşmede Askeri Savcı ya da yardımcısı
bulunabilir kaydı vardır. Askeri Savcı yardımcısı olan şahıs As. Ad. Hak.
sınıfından olması gerektiğine göre tatbikatta bir usul hatası yapılmıyor mu? Bu
hususun belgelendirilmesinde bir fayda mülahaza eder misiniz?
8. Hücre Meselesi:
a. Tutukluların Tabi Tutulacağı İşlem:
1- ACMUK - madde-76 ve 143
2- CMUK - madde-116’da açıkça belirtilmiştir.
Bu kanunlara göre tutukluların odada bulundurulması gerekir.
3- Ceza ve İnfaz Kurumları ile Tevkif Evlerinin yönetimine ve cezaların infazına
dair tüzük.
(Yayın tarihi: 1.8.1967 - Karar Sayısı: 6/8517)
Bu tüzüğün 4. bölümü’nde hükümlü ve tutukluların disiplin işlemleri gösterilmiş ve
157. maddede de sadece hükümlülere verilecek cezalar içinde hücre hapsi
gösterilmiştir. Ayrıca aynı tüzüğün 161. maddesinde bu cezanın 15 günü
geçemeyeceği belirtilmiştir.
4- Tutukluların hakkında cezai tedbir olarak ACMUK - Madde-76 ve CMUK Madde-116 gereğince “demire vurma” dır.
5- Bu ceza ise Anayasa Mahkemesi’nin 15.6.1967 tarih ve 34/18 sayılı kararı ile
anayasaya aykırı bulunarak kaldırılmıştır.
6- Yukarıya çıkardığım mevzuat muvacehesinde tutukluyu vazii kanun azami
ölçüde korumayı öngörmüştür.
7- Gene yukarıdaki açıklamaya göre 3 hücre hapsi sadece hükümlülere ceza
mahiyeti’nde verilebilmektedir.
Bunun dışında da Türk Ceza Kanunu - madde-13’te hükümlülerin cezalarının ne
kadarını hücrede geçirileceği belirtilmiştir.
8- Bu duruma göre:
a- Ceza hukukunun ana kurallarından biri olan:
“Kanunsuz suç olmaz kanunsuz ceza olmaz”. kuralı açıkça ihlal edilmiyor mu?
b- Bu durum anayasamızın 33. maddesi 2. fıkrasına aykırı değil mi?
c- Bu durum, bir nev’i işkence değil midir? Anayasa’mızın 14. maddesine aykırı
değil mi?
d- Bu durum Türk Ceza Kanunu- 245. maddesi ve diğer ilgili maddelerine aykırı
değil midir?
e- Bu durum İnsan Hakları Evrensel Demeci madde 5 ve 11’e aykırı değil midir?
f- Elbette bu hükümlerin hepsine aykırı, o halde bu hususu hukuken tespit
edelim. Sonuç alınması mevzubahis değil.
9- Hücre Konusunda Özel Durumum:
a- Kaldığım Hücreler
I- 4-7 Ağustos 1972 E hücresi
II- 7Ağustos-3 Eylül 1972 G hücresi
b- Benim daha önce kaldığım E hücresinde yatan Avukat Nuri Yazıcı’yı 20
Ağustos 1972 Pazar günü akrep soktu. Bu hücre ile aramdaki mesafe sadece iki
metredir. Bu durumda haşarat sokması olasılığı her zaman için vardır ve hayati
tehlike mevcuttur.
c- Çok rutubetli bodrum katında yeni yapılmış beton bir zemin üzerinde ve
yatağın üst seviyesi yeri 15 cm olduğu halde yatıyorum. Bu durum sağlığım
yönünden ilerde telafisi mümkün olmayan sakıncalar doğurabilir.
d- Hücreye girdiğimden bugüne kadar kendi imkanlarım içinde çok özel tedbirler
almış olmama rağmen rutubeti kesmiş değilim. Esasen yazın en sıcak günleri
olmasına rağmen koridorlara sızan suları idare her gün talaş kullanarak almaya
çalışmaktadır.
e- Benim bulunduğum bölümde ben dahil sadece beş kişi bu tarz bir işleme tabi
tutulmaktayız aynı suçtan tutuklu bulunan diğer şahıslar, aynı şartlar altında
değillerse, o takdirde idarenin bu ayrıcalığında bir niyet aramak gerekir. Bu
niyetin tespiti dahi hizmettir bence… Esasen bugüne kadarki uygulamada mevcut
bu durum birbirlerini tamamlayıcı niteliktedir.
a- Yukardaki 9. madde b fıkrasındaki durum karşısında beni de haşarat sokması
ihtimali her zaman için mevcuttur.
(Nitekim, yukarıdaki bütün hususları 22 Ağustos 1972 de yazmıştım. 23 Ağustos
1972 günü ben de hücremde bir akrep bularak canlı olarak idareye gönderdim.)
9. Kitap Meselesi:
a. Evde arama yapılırken bir kısım kitaplarımı (20 kadar) aldılar. Bunları alanların
seçim yaparken bir kıstasları yoktu. Billarz alınan kitaplar içinde Türkiye Odalar
Birliği tarafından çıkarılan ve komünizmi yeren “Komünizm Nedir” adlı bir kitap
olduğu gibi, Genel Kurmay Başkanlığı tarafından yayınlanmış Sovyet Harp
Doktrini adlı kitapta vardır.
b. Benim bildiğim kadarıyla alınan kitaplar içinde sadece Sosyalizm ve Sosyal
Mücadeleler Tarihi adlı kitap için, Temmuz 1972’de Sıkıyönetim Komutanlığı
tarafından toplattırılma kararı verilmişti.
c. Evde kitap bulundurmanın suç olmadığını biliyorum.
d. Bu kitaplarımı CMUK - Madde-103 uyarınca ne zaman isteyeceğiz?
Talat Turhan
(22 Ağustos 1972’de G hücresinde yazdığım yukarıdaki notlarımı 10 Eylül
1972’de G koğuşunda temize çektim.
Durum Özeti
1-9 sahifeler için
22 Ağustos 1972’de G hücresinde iken hazırladığım 1-9 sahifelerdeki hususları
içeren günce’yi 23 Ağustos 1972’de Sayın Avukat Birsen Balcıkardeşler’e
vermiştim.
Kendileri, Sayın Avukat Alp Kuran’la arzularıma istinaden hazırladıkları
dilekçeleri 1 Eylül 1972’de ilgili makamlara sundular. (Ek-4 Ek-9)
(Sayın G. Çaylıgil’e verilen Dosya 3, I. Bölüm, Ek-1 ve Ek-2’ye bakınız.)
Bugün alınan sonuçları aşağıya sıralıyorum:
1. Prensip
2. Arama
a. İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığına, 1 Eylül 1972’de verilen dilekçe ile (Ek-6)
b. İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığına, 1 Eylül 1972’de verilen
dilekçe ile (Ek-7) intikal ettirildi ve:
c. İstanbul Baro Başkanlığına (Ek-6) ve (Ek-7) dilekçelerden birer suret ve (Ek-8)
d. c’de olduğu gibi Türkiye Barolar Birliği Başkanlığına birer suret gönderilmek
sureti ile (Ek-9) durumdan bilgi verildi.
3. Saç Kesme
Bu husustaki ısrarım devam etti. Bugüne kadar herhangi bir müracaat yapılmadı.
4. Yakınlara Tutuklanmanın Haber Verilmesi
Bu konu üzerinde sayın avukatlarca durulmadı. Esasen önemli bir konu değildi,
fakat ben bütün ayrıntıları açıklamak çabası içinde kaleme almıştım.
5. Tutuklamaya İtiraz ve Tahliye Talebi
6. Tutukluluk Halinin İncelenmesi
a. Bu iki konu; İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığının Askeri Savcılığına 1 Eylül
1972’de verilen (Ek-4) dilekçe ile ve,
b. Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemesine sunulmak üzere Sıkıyönetim
Komutanlığı Askeri Savcılığına, 1 Eylül 1972’de verilen, (Ek-59) dilekçe ile yetkili
mercilere intikal ettirildi.
7. Avukatla Görüşme Meselesi
Bu konu, görüşme süresi bakımından zamanla normale yöneldi.
8. Hücre Meselesi
a. İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığına, 1 Eylül 1972’de verilen dilekçe (Ek-6) ve,
b. İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığına, 1 Eylül 1972’de verilen
dilekçe (Ek-7) ile durum yetkili mercilere intikal ettirildi.
c. Yukarıda 2. madde c ve d fıkralarında açıklanan makamlara bilgi verildi. (Ek-8
ve Ek-9)
Bu müracaat üzerine (Ek-6 ve Ek-7) 3 Eylül 1972’de G hücresinden üst katta G
koğuşuna alındım. Bu suretle kanunsuz uygulamaya son verildiği gibi, geçmiş
hücre döneminin (4 Ağustos 1972 ve 3 Eylül 1971) kanunsuz bir uygulama
olduğu zimmen kabul edilmiş oldu.
9. Kitap Meselesi
Bu konu üzerinde bu güne kadar durulmadı.
Özet
1. Yukarıdaki açıklamama göre (10. ve 11. sahifeler)
a. 2., 5., 6., 8. maddeler ilgili mercilere duyuruldu
(2. arama ve 5. tutuklamaya itiraz ve tahliye talebi
6. Tutukluluk Halinin İncelenmesi 8. Hücre Meselesi
b. 3. madde saç meselesi üzerinde herhangi bir müracaatınız olmadı. Bu
husustaki ısrarım devam ediyor.
c. 7. madde (avukatlarla görüşme meselesi) zamanla süre bakımından normale
dönmüş bulunuyor.
d. 4. ve 9. maddeler (4. yakınlara tutuklamanın haber verilmesi 9. kitap meselesi)
üzerinde durulmadı.
2. Hücre konusunda sonuç alında. (8. madde)
3. (Ek-4: Ek-9’a) bakınız.
Ek 1-B
Hukuki Durumuma İlişkin İstekler ve NotlarAvukatlarım İçin (II. Bölüm)
I. Bölümden:
3. Saç Kesme:
a. 3. ve 4. sahifeye bakınız.
b. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin (TGS) İstanbul şubesinin hapse mahkum
olmuş “Türkiye” gazetesi yazı işleri müdürü Sabri Yılmaz’ın saçlarının kesilmesini
Adalet Bakanlığı nezdinde protesto etmesi.
c. 2 Eylül 1972 tarihli gazetelere bakınız.
d. Bu konu 5 Eylül 1972’de avukatlarım olan Sayın Birsen Balcıkardeşler ve
Sayın Recep Bayırlıoğlu’na yeniden izah edildi.
II. Bölüm:
1. Ceza ve Tutuk Evi Yönetmeliğinin Uygulanması:
a. Aşağıdaki çizelgede belirtilen eşyalar hizalarında gösterilen tarihlerde Ceza ve
Tutuk Evi Yönetmeliği’ne uymadığı gerekçesi ile içeri alınmadı.
b. Alınmayan eşyalarım daha sonra içeri girmesine izin verilmesi gerçeği dahi bu
konudaki ölçülerin objektifliği hakkında bir fikir verebilir. Bu şekilde bir uygulama
bir anlamda işkence anlamını tazammum ettiği gibi daha da önemlisi mukaddes
savunma hakkımı engelliyebileceğinden endişe duymaktayım. Bu nedenle
konunun ilgililere ulaştırılması dileğimi 5 Eylül 1972’de görüştüğüm avukatlarım
Sayın Birsen Balcıkardeşler ve Recep Bayırlıoğlu’na intikal ettirdim.
c. Bu görüşmeden (5 Eylül 1972), dört gün sonra, eşyaların bir kısmının alınmış
olması (tesbih ve cetvel) yapılan müracaattan veya görüşmeye nezaret eden
subayın duruma muttali olması sonucu bir ölçüde netice almamızı mümkün kıldı.
2. İlk Soruşturmanın Gizliliği Prensibi:
a. 3 Ağustos 1972’de Askeri Savcı Hakim Yarbay Nevzat Çizmeci tarafından
yapılan sorgulama sırasında başımda elinde jop bulunan bir erle, bir Piyade
Üsteğmen bekledi. Bu husus ilk tahkikatın gizliliği prensibini ihlâl etmiyor mu?
b. 9 Eylül 1972’de Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı Bir Numaralı Askeri
Mahkemesinde yapılan duruşmada Savcı Hakim Yarbay Keramettin Çelebi’nin
konuşması: (10 Eylül 1972 tarihli Tercüman gazetesi 7. Sahife)
Şu hususu açıklamak gerekir ki, Ceza Evi personeli bir sanığın savcılıkta ne
şekilde ifade verdiğini bilemez, çünkü gizlidir. Kaldı ki, biz ifade vermeyen
sanıklardan dahi ifade almadık. Bu sebeple sanığa Ceza Evinde baskı yapılması
söz konusu olamaz. Kaldı ki, baskı yapılmak gerekirse vasıta kullanmaya lüzum
bulunmamaktadır, kendimiz yaparız. Ancak bu ne insanlığa, ne de hukuka sığar.
c. Yukarıdaki b. fıkrası, a. fıkrasında sorduğum sorumun cevabı değil midir?
3. Mektup Meselesi:
a. Ceza İnfaz Kurumları ile TevkifevlerininYönetimine ve Cezaların İnfazına Dair
Tüzük (Karar sayısı: 6/8515, Yayımı tarihi: 1.8.1967) madde-147:
Mahalline gönderilmesi veya hükümlüye verilmesi sakıncalı görülen mektuplar,
en geç 24 saat içinde, disiplin kuruluna tevdi edilir. Disiplin kurulu, mektupların
aynen veya sakıncalı görülen kısımları okunmayacak surette çizdikten sonra
mahalline gönderilip gönderilmeyeceği veya aynı suretle hükümlüye verilip
verilmeyeceği hususunda karar verilir. Tamamen sakıncalı görülen mektuplar,
disiplin kurulu kararı ile yok edilir ve durum sahiplerine bildirilir.
b. 24 Ağustos 1972 günü kızım Feza Turhan’a bir mektup yazdım. Bu mektupta:
1- Bir babanın evladına yazacağı normal şeyler,
2- 8 sene evvelki savunmam’dan bazı parçalar,
3- Abdulhamit ve Mithat Paşa olayından,
4- Yaşantısı için direktif ve tavsiyelerde bulunmuştum.
c. Kızımın 3 Eylül 1972 tarihinde yazdığı ve 5 Eylül 1972’de aldığım mektuptan
bu mektubun yerine ulaşmadığını anladım. Çünkü 24 Ağustos 1972 ve 3 Eylül
1972 arasında 12 gün geçmişti.
d. Durumu yöneticilere sorduğumda üst kontrole gönderildiğini öğrendim.
Bir babanın 14 yaşındaki çocuğuna yazdığı mektup alıkonulmuştu.
Bu mektubun yerine gidip gitmeme meselesi gerçekte benim için önemli olmayan
bir ayrıntı.
Olaya bir başka açıdan baktığımda, Türkiye’nin düşün hayatına, böyle bir
zihniyetin, olumsuz etkisi olacağını hesaba kattığımdan geçiştiremedim.
Fikri ürünlerine bu ölçüde alerji duyan toplumlar çağdışı kalmaya mahkum
olmaya aday olduğu için müteessir oldum. Kaldı ki benim mektup için böyle bir
niteleme yapılması dahi mümkün değil.
e. Bunun gibi 4 Eylül 1972’de eşime yazdığım mektubun 9 Eylül 1972’de eline
geçmediğini öğrendim.
1- Bu mektupta bir çok isteklerde bulunmuştum. Evime gönderilmeyen mektup
arzularımın 15 gün gecikmesi sonucu doğuruyor ki bu dahi manevi bir baskıdır.
2- Aynı adreste bulunan anneme aynı tarihte yazdığım mektubun gitmiş olması
da bu mektubumun gönderilmediğini ortaya koyabilecek durumdadır.
f. Böylece, kızıma ve eşime gönderdiğim mektuplar yerine verilmediği gibi
yukarıda 3. madde a. fıkrasına çıkardığım 147. madde uyarınca mektubumun
alıkonulduğu bana bildirilmemiştir.
g. Diğer konularda olduğu gibi bu konuda da yapılması gerekeni tamamen takdir
ve arzularınıza terk ediyorum.
Ek 2
“Yasadışı Sorgulama, İşkence, Hücrede Tutulma, İhtilattan Men”in İlgililere
Duyurulması
İstanbul, 1 Eylül 1972
İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığına,
Türk Silahlı Kuvvetlerinde yıllarca Türk ulusuna şerefle hizmet etmiş bulunan
müvekkilimiz Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan, 3 ve 4 Temmuz 1972 gecesi
saat 24:00-01:00 arasında evinden alınmıştır. Eve gelen ekip bir anda evin bütün
odalarına dağılmış, müvekkilimiz Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan’ın eşinin
giyinmesine dahi izin ve imkan verilmemiştir. Kendi başına geldiğinde her insan
gibi, her subayı da derinden üzecek nitelikte olan bu olay, müvekkilimizin hayatı
boyunca hatırlayacağı devamlı bir işkence kaynağı etkisi yapmıştır.
Müvekkilimiz, evine gelenlere arama ve yakalama kararı bulunup bulunmadığını
sormuş, her seferine “Sıkıyönetim” cevabını almıştır.
Her ne kadar 1402 Sayılı Sıkıyönetim Yasasının 3. maddesi yargıç kararı
olmaksızın konutlarda arama yapmak yetkisini tanımışsa da, bu aramanın gerekli
tedbirler alınarak Türk törelerine uygun olarak gündüz gözüyle, aile
mahremiyetini ihlal etmeden ve buna saygılı olarak yürütülmesinin mümkün
olabileceği açıktır.
Müvekkilimiz Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan evinden belirttiğimiz biçimde
alındıktan sonra, kanunların emredici hükümleri uyarınca derhal Sıkıyönetim
makamlarına ve Askeri Savcılığına teslim edilmesi gerekirken, 1 Ağustos 1972
tarihine kadar (bir ay süre ile) meçhul yerlerde kanunlara yabancı sorgu ve
yaşama yöntemlerine tabi tutulmuştur.
Böylece müvekkilimiz Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan bir ay süre ile
kanunların öngörmediği yollardan ve kanundışı koridorlardan geçirildikten sonra,
1 Ağustos 1972 günü Selimiye’ye sevk ve tevdi edilmiştir. 3 Ağustos 1972 günü
Askeri Savcılıkça bu sefer kanunlara uygun resmi sorgusu yapılmış, 4 Ağustos
1972 günü ise hakkında tutuklama kararı verilmiştir.
Müvekkilimiz Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan hakkında hiç değilse, Selimiye
kışlasına sevk edildikten sonra kanunlara uygun işlem yapılması gerekirken şüphesiz Yüksek Komutanlığınızın bilgisi dışında olarak- kanunlara uygun
davranılmamıştır.
Tutuklama kararının bir sureti kendisine tebliğ edilmesi gerekirken ve tutuklama
kararına itiraz edebilmek için bunda zorunluluk varken, bu tebligat yapılmamış,
durum kendisine sözle bildirilmiştir. Böylece müvekkilimizin ve müdafilerinin eline
resmi belge verilmemesi hususunda itina gösterilmiş, eğer işlemlerde kanunlara
aykırı cihetler varsa, bunları belgelendirerek itiraz etmek olanağı ortadan
kaldırılmıştır.
Öte yandan müvekkilimiz Emekli Kurmay Yarbay Talat Turlan, kanunlara aykırı
olarak, kanuni hiçbir imkan ve sebep yokken 4 Ağustos 1972 günü E hücresine
hapsolunmuştur. 7 Ağustos 1972 günü G hücresine nakledilmiştir, ve o tarihten
beri bu hücrededir. Binanın bodrum katında bulunan bu karanlık yer rutubet
içindedir, yerden sular akmaktadır. Yatağın üst çizgisi yerden 15 santimetre
yüksekliktedir. Yaşam, her türlü sağlık koşullarına aykırıdır. Böylece 353 Sayılı
Yasanın 76. maddesine ve Askeri Ceza ve Tutuk Evleri Talimatının 58. ve
devamı maddelerine aykırı olarak bu yerlerde yaşamaya mahkum edilen
sanıklar, suçsuz olsalar ve dava sonunda beraat etseler bile mahkeme
kararından önce ömür boyu hasta yaşamaya mahkum edilmektedirler. Öte
yandan, müvekkilimizin kapatıldığı hücrede zehirli hayvanlar dolaşmakta ve
müvekkilimiz bunlarla birlikte uykusuz yaşamaya zorlanmaktadır. Müvekkilimizin
ilk kapatıldığı E hücresine sonradan getirilen Avukat Nuri Yazıcı’yı 20 Ağustos
1972 günü akrep sokmuştur. Müvekkilimiz Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan
halen kapalı bulunduğu G hücresinde, 23 Ağustos 1972 sabahı akreplerden birini
canlı olarak yakalamış, durumun Yüksek Komutanlığınıza arzedilmesi dileğiyle,
akrebi canlı olarak yetkililere vermiştir.
Ayrıca müvekkilimizin ayaklarında pranga izleri vardır.
Nihayet iki aydan beri kanunlara aykırı olarak ihtilattan men edilen ve hücreye
kapatılan müvekkilimiz Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan, ziyaretçi
kabulünden de yasaklanmıştır. Ailesi ile görüştürülmemektedir.
Bu nedenledir ki, müvekkilimiz Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan, İnsan
Hakları Evrensel Beyannamesine, anayasamızın 14. 30. ve 33. maddelerine,
Askeri Ceza ve Tutuk Evleri talimatının 58. ve devamı maddelerine aykırı
durumunun Yüksek Komutanlığınızın bilgilerine ve takdirlerine arz edilmesini
dilemiştir.
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin uymayı taahhüt ettiği uluslararası antlaşmalara,
anayasamıza ve kanunlarımıza aykırı olan bu durum ve koşulları bizzat görmek
ve tesbit etmek üzere, müvekkilimiz Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan’ın
kapatıldığı hücreyi teftiş etmenizi ve gereğini emirlerinize ve yüksek takdirlerinize
arz ve istirham ederiz.
Tutuklu Sanık Talat Turhan
Vekilleri Avukat Alp Kuran, Avukat Birsan Balcıkardeşler
Ek: Hücre hapsi ve ziyaretçi kabulünden mahrumiyet ile ilgili yasa hükümleri
karşısındaki durumumuzu ortaya koyan ve Sayın Askeri Savcılığa verilen dilekçe
sureti ilişikte arz olunmuştur.
Ek 3
“Yasadışı Sorgulama, İşkence, Hücrede Tutulma, İhtilattan Men”in İlgililere
Duyurulması (II)
İstanbul, 1 Eylül 1972
İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığına Askeri Savcılığına,
Müvekkilimiz Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan 3 ve 4 Temmuz 1972 gecesi
saat 24:00-01:00 arasında kanunlara aykırı bir biçimde evinden alınmış,
kanunlarımız uyarınca derhal askeri makamlara teslim edilmek ve sorgusu Askeri
Savcılıkça yapılması gerekirken, bir ay süre ile kanundışı koridorlardan
geçirilerek ve kanunların öngörmediği usullerle sorgusu yapıldıktan sonra, 1
Ağustos 1972 günü Selimiye Kışlasına getirilmiş, 3 Ağustos 1972 günü bu sefer
Askeri Savcılıkça resmi ifadesi alınmış, 3 Ağustos 1972 günü tutuklanmasına
karar verilmiştir.
Bir ay süre ile Anayasa ve kanundışı işlemlere ve yaşama koşullarına tabii
tutulan müvekkilimiz Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan’ın hiç değilse
Selimiye’ye sevkedildikten ve hakkında tutuklama kararı çıkarıldıktan sonra,
kanunlara uygun işlemlere ve yaşama koşullarına sahip kılınması beklenirken, bu
dahi yapılmamıştır.
Gerçekten, bilinir ki, hukukun genel ilkelerine ve İnsan Hakları Evrensel
Beyannamesi’nin 11. maddesine göre: “Bir suç işlemekten sanık herkes,
savunması için kendisine gerekli bütün tertibatın sağlanmış bulunduğu açık bir
yargılama ile kanunen suçlu olduğu tespit edilmedikçe masum sayılır”.
Bu nedenledir ki, bir kişinin suçluluğu ancak kesin mahkeme hükmünden sonra
sabit olabileceğinden ve o ana kadar sanık masum sayıldığından sanığın serbest
olarak kovuşturulması ve yargılanması ceza hukukunun temel ilkeleridir. Ve
sanık kaçma teşebbüsüne giriştiği veya suç delillerini değiştirip yok etmeye
kalkıştığını gösterir maddi belirtiler var ise, ancak ve ancak bu takdirde
tutuklanabilir. Tutuklu sanığın özgürlüğü ancak bu amaçları gerçekleştirecek
ölçüde kasıtlanabilir.
Nitekim 353 Sayılı Yasanın 76. maddesi de, ceza hukukunun bu temel ilkelerine
uygun olarak şu hükmü koymuştur:
“Tutuklanan kimse mümkün olduğu kadar hükümlülerden ayrı bir yere konur.
Tutuklu hakkında ancak tutuklama ile güdülen amacı ve Tutuk Evinin düzenini
sağlayacak kadar kayıtlamada bulunulur.
Tutuklu Tutuk Evinin düzen ve emniyetini bozmamak ve Tutuk Evindeki amaç ile
uygun olmak şartıyla servet durumuna göre kendisi masraf ederek istirahatını ve
meşgalesini düzenleyebilir. Bu hükümlere uymak şartıyla okumak ve yazmaktan
yoksun bırakılmaz.”
İşte Selimiye’ye getirilinceye kadar kanundışı işlemlere tabii tutulan müvekkilimiz
Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan hakkında, Selimiye’ye getirildikten ve
tutuklama kararı çıkarıldıktan sonra, bu madde hükümlerinin gerekleri dahi yerine
getirilmemiştir.
Gerçekten, müvekkilimiz Talat Turhan tutuklama kararından sonra 353 Sayılı
Yasanın 76. maddesinin belirttiği yaşama sahip kılınmak gerekirken, 4 Ağustos
1972 günü hiçbir sebep ve kanuni imkan yok iken Selimiye’nin bodrumundaki E
hücresine hapsolunmuştur. 7 Ağustos 1972 günü buradan alınarak G hücresine
kapatılmıştır ve o tarihten beri G hücresindedir. İlk günden beri ziyaretçi kabulü
yasaklanmıştır. İki aydan beri ailesiyle görüşememektedir.
Hücrede yatağın üst köşe çizgisi yerden 15 santim yüksekliktedir. Oda rutubet
içindedir, yerden sular akmaktadır, odada zehirli hayvanlar dolaşmaktadır.
Müvekkilimiz Talat Tarhan’ın daha önce konduğu E hücresinde bulunan sanık
Avukat Nuri Yazıcı’yı 20 Ağustos 1972 günü akrep sokmuştur. 23 Ağustos 1972
günü sabahı müvekkilimiz yakaladığı bir akrebi komutanlığın bilgisine arzedilmek
üzere canlı olarak yetkililere teslim etmiştir.
Anayasamızın 14. maddesi son fıkrasında: “İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan
ceza konulamaz”. emredici kuralı ile kesin mahkumiyet hükmü giymiş suçluların
dahi insanlık dışı işlemlere ve yaşama tabii kılınmasını yasaklamış iken masum
kişi sayılan tutuklulara reva görülen bu yaşama koşullarının hiçbir şeyle
bağdaşmayacağı açıktır.
Müvekkilimizin bu şekilde hücreye hapsolmasının, demire vurulmasının, ve
ziyaretçi kabulünden yasaklanmasının mevzuatımıza tamamen aykırı olduğu
muhakkaktır.
Nitekim, 353 Sayılı Yasanın 76. maddesinin ilk üç fıkrası tutuklunun
özgürlüğünün hangi ölçülerde ve amaçlarla kanıtlanabileceğini göstermiş,
dördüncü fıkrası ise tutuğun Tutuk Evinde hangi durumlarda bu ilk üç fıkradaki
özgürlüklerden
yoksun
bırakılabileceğini,
hücreye
kapatılıp
demire
vurulabileceğini tadadi olarak göstermiştir. Dördüncü fıkra hükmüne göre:
“Tutuk Tutuk Evinde ancak ciddi bir tehlike teşkil ettiği ve bilhassa diğer
tutukluların emniyeti için gerekli görüldüğü, intihara veya kaçmaya kalkıştığı
yahut bu hususta hazırlıkta bulunduğu takdirde demire vurulabilir.”
Oysa müvekkilimiz bu eylemlerden hiçbirini yapmamıştır, yapmaya teşebbüs
etmemiştir. Esasen tutuklama kararından sonra kendisi hiçbir zaman diğer
tutuklularla bir araya konmamıştır.
Tutuklama sadece sanığın kaçmasını veya suç delillerini değiştirmesini önlemeye
matuf bir “ihtiyati tedbir” olduğu halde, hücre hapsinin başlı başına bir ceza
olduğu, sanıklara ise suçlulukları sabit olmadığından ceza uygulanamayacağı
muhakkaktır.
Nitekim, mevzuatımızda hücre hapsi ancak ağır cezalı suçlardan kesin hüküm
giymiş mahkumlara uygulanması mümkün olan ve kendiliğinden uygulanan bir
ceza türüdür. (T.C.K. madde 13/A)
TCK’nın 13. maddesinin belirlediği koşullar dışında, kural olarak, hiç kimseye
“hücre hapsi” cezası uygulanamaz. Bu cezanın, 13. madde koşulları dışında
uygulanabilmesi için, hükümlünün Ceza Evi düzenini ağır surette ihlâl etmesi
gerekir. Ancak hükümlü Ceza Evi düzenini ve disiplinini bozan mahiyette
davranışlarda bulunduğu takdirdedir ki, kendisine 15 günü geçmemek kaydıyla
ve inzibati mahiyette olmak üzere hücre hapsi verilebilir. (647 Sayılı Yasa,
madde-15)
Müvekkilimiz Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan’a uygulanan “ziyaretçi
kabulünden mahrumiyet”, “hücre hapsi”, “demire vurma” tedbirlerinin ancak Ceza
ve Tutuk Evi düzenini bozanlara uygulanabilecek hapishane içi “inzibati cezalar”
olduğunun bir kesin delili de şudur.
Askeri Ceza ve Tutuk Evleri talimatının “hükümlüler hakkında inzibatı işlemler”
başlığını taşıyan 6. bölümünde, “Hükümlülere verilecek disiplin cezaları” başlığını
taşıyan 58. madde,
“Hükümlülere verilecek inzibati cezalar şunlardır:
1- Tevbih
2- Ziyaretçi kabulünden mahrumiyet
3- Mektup yazmak ve almaktan mahrumiyet
4- Hücre hapsi
5- Katıksız hapis
6- Demire vurma
Hükmünü koymuştur.
Görülüyor ki: “ziyaretçi kabulünden mahrumiyet”, “hücre hapsi”, “demire vurma”
esas itibariyle Ceza Evi disiplinini bozan hükümlülere uygulanabilecek inzibati
cezalardır. Bu cezalar ve tedbirler kural olarak hüküm giymemiş olan sanıklara
uygulanamaz.
Uygulanabilmesi için, tutuklunun Tutuk Evi düzenini ve disiplinini bozmuş olması
gerekir. (Talimat madde-71) Bu inzibati cezalar verilmeden önce, talimatın 72.
maddesinin emredici hükmü uyarınca, tutuklunun yazılı savunmasının alınması
gerekir.
Müvekkilimiz ise tutuklandığı andan itibaren hücreye konmuştur. Tutuk Evinin
düzenini ve disiplinini bozacak hiçbir hareketi olmamıştır. Buna rağmen
müvekkilimiz Talat Turhan ziyaretçi kabulünden yasaklanmış, hücre hapsine
konmuş, fakat bunun nedenleri gösterilmemiş ve yazılı savunması alınmamıştır.
Kaldı ki, müvekkilimiz Tutuk Evinin düzenini bozan bir eylemde bulunmuş olsaydı
da, kendisine usulüne uygun biçimde inzibati mahiyette hücre hapsi cezası
verilmiş olsaydı bile sözü geçen talimatın 62. maddesi uyarınca kendisinin 15
günden fazla hücrede tutulmaması gerekirdi.
Oysa kanunsuz uygulanan hücre hapsi müvekkilimiz hakkında bir aydan beri
sürdürülmektedir.
Sonuç
Müvekkilimiz Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan’ın ilk andan itibaren kanunun
öngörmediği usullerle koğuşturmaya ve yaşama şartlarına tabii tutulduğu
kanısındayız. İlerde büyük bir ihtimalle beraat edeceğine inandığımız
müvekkilimiz bugünden yasadışı usullerle cezalandırılmakta ve beraat ettiği
takdirde bütün bunların telafisi mümkün bulunmamaktadır.
Bugüne kadar yapılan işlemleri ve sonuçlarını düzeltmek her ne kadar mümkün
değilse de, hiç değilse bugünden sonra müvekkilimizin durumunun kanunlara
uygun biçime getirilmesini, hücreden çıkarılarak salıverilinceye kadar normal
tutukluluk şartlarının uygulanmasını, ziyaretçi kabulü yasağının kaldırılmasını arz
ve talep ederiz.
Saygılarımızla.
Tutuklu Sanık Talat Turhan
Vekilleri Avukat Alp Kuran ve Avukat Birsen Balcıkardeşler
Ek 4
“Yasadışı Sorgulama, İşkence, Hücrede Tutulma, İhtilattan Men”in İlgililere
Duyurulması (III)
İstanbul, 1 Eylül 1972
Türkiye Barolar Birliği Başkanlığına,
Ankara Müvekkilimiz Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan, Selimiye Askeri Tutuk
Evinde, yasalara aykırı olarak, bir aydan beri hücreye kapatılmıştır, ihtilattan men
edilmiştir, ailesi ile görüştürülmemektedir.
Konuyla ilgili olarak sayın İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığına ve Askeri
Savcılığına sunulan dilekçe suretleri ilişikte takdim edilmiştir.
Durumu bilgi ve ilgilerinize arz ederiz.
Saygılarımızla.
Tutuklu Sanık Talat Turhan
Vekilleri Avukat Alp Kuran ve Avukat Birsen Balcıkardeşler
Ek 5
“Yasadışı Sorgulama, İşkence, Hücrede Tutulma, İhtilattan Men”in İlgililere
Duyurulması (IV)
İstanbul, 1 Eylül 1972
Türkiye Barolar Birliği Başkanlığına,
Müvekkilimiz Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan, Selimiye Askeri Tutuk Evinde,
yasalara aykırı olarak, bir aydan beri hücreye kapatılmıştır; ihtilattan men
edilmiştir, ailesi ile görüştürülmemektedir.
Konuyla ilgili olarak sayın İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığına ve Askeri
Savcılığına sunulan dilekçe suretleri ilişikte takdim edilmiştir.
Durumu bilgi ve ilgilerinize arz ederiz.
Saygılarımızla.
Tutuklu Sanık Talat Turhan
Vekilleri Avukat Alp Kuran ve Avukat Birsen Balcıkardeşler
Ek 6
Yasadışı Sorgulama, İşkence, Hücrede Tutulma, İhtilattan Men”in İlgililere
Duyurulması (V)
İstanbul, 1 Eylül 1972
İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığına,
Yasalarımız gereğince tutuklama kararının tutuklanan kişiye yazılı olarak
bildirilmesi gerekirken (Anayasa madde 30 ve 353 Sayılı Yasa madde 69 vd.);
müvekkilimiz Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan açısından, yasaların bu
emredici hükmü yerine getirilmemiştir.
Tutuklama kararının kanuna uygun olup olmadığını anlayabilmek ve
belgeleyebilmek ve bu karara itiraz edebilmek için, tutuklama kararına ait
mahkeme tutanağının ve kararının tam olarak sanığa ve müdafiiye verilmesi
gerektiği açıktır.
Bu nedenle, müvekkilimiz hakkındaki tutuklama kararının tasdikli bir suretinin
tarafımıza tebliğini, ayrıca 353 Sayılı Yasanın 90. maddesi gereğince,
müvekkilimize ait bütün sorgu zabıtlarının incelememize izin verilmesini
saygılarımızla arz ve talep ederiz.
Tutuklu Sanık Talat Turhan
Vekilleri Avukat Alp Kuran ve Avukat Birsen Balcıkardeşler
Ek 7
2 Nolu Sıkıyönetim Mahkemesi Kararına İtiraz
İstanbul, 9 Eylül 1972
1. Ordu Askeri Mahkemesi Yüksek Katına Sunulmak Üzere
İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığına,
Sanık: Talat Turhan
Selimiye Askeri Ceza Evinde Tutuklu
Vekilleri: Avukat Birsen Balcıkardeşler ve Avukat Alp Kuran
İstiklal Caddesi Baro Han No: 510
Konusu: İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı 2 No.lu Askeri Mahkemesinin
tarafımızdan 6.9.1972 günü tebellüğ edilen 2.9.1972 gün ve Kayıt No: 972/2414,
Kararno: 9 972/100 sayılı kararına itirazdan ibarettir.
İtiraz sebepleri:
1- Müvekkilimiz Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan, 3 ve 4 Temmuz 1972
gecesi gözaltına alınmış, 4 Ağustos 1972 günü İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı
Askeri Mahkemesinin 4.8.1972 gün ve Kayıt No: 972/2383 sayılı kararıyla Türk
Ceza Kanununun 146. maddesini ihlâl ettiği gerekçesiyle tutuklanmıştır.
2- Tarafımızdan 1.9.1972 günü, Askeri Savcılık tarafından dikkate alınması ve
tutukluluk halinin devamına karar verildiği takdirde, Askeri Mahkemeye
arzedilmesi için, tutukluluk kararının geri alınması talebini havi bir dilekçe
verilmiştir.
Askeri Savcılık, 353 Sayılı Yasanın 75. maddesi uyarınca tayin olunan günde
tutukluluk halinin devamını gerekli görmüş ve bu konudaki yazılı düşüncesi ile
birlikte istemimizi yetkili Askeri Mahkemeye göndermiştir.
3- İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı 2 No.lu Askeri Mahkemesi 2.9.1972 gün ve
Kayıt No: 972/2414 Karar no: 972/100 sayılı kararıyla tevkif kararıyla ilgili
olmayan kanun maddelerinden tutuklama sebeplerinde henüz sanık lehinde bir
değişiklik görülmemek gerekçesiyle tutukluluk halinin devamına karar vermiştir.
353 Sayılı Yasanın 75. maddesi “Yetkili Askeri Mahkemenin vereceği karara
karşı sanık, üç gün içinde bu mahkemeye en yakın Askeri Mahkemede itiraz
edebilir”. hükmünü koymuştur.
Hukuk ilkeleri ve mevzuatımız hükümleri muvacehesinde, tutukluluk halinin
devamına karar veren Askeri Mahkemeye en yakın Askeri Mahkeme, Yüksek 1.
Ordu Askeri Mahkemesidir. Gerçekten 353 Sayılı Yasanın 73. maddesine tekabül
eden Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 299. maddesinin 3 No.lu bendi ve
uygulaması dikkate alındığında, İstanbul Adliyesinde yedi tane Ağır Ceza
Mahkemesi bulunduğu halde, bunlardan herhangi birinin kararına itiraz edildiği
zaman itiraz, -örneğin İstanbul 1. Ağır Ceza Mahkemesinin kararına karşı
yapılmışsa, bunun incelenmesi için İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesine
gönderilmemekte-, inceleme Kadıköy Ağır Ceza Mahkemesi tarafından
yapılmaktadır. Böylece mahkeme kararlarına itirazlarda, itirazı ya bir üst dereceli
mahkeme, ya da eğer karar ağır cezalık işlerden ise ayrı bir kaza dairesi
tarafından incelenmesi hukukun temel ilkelerinden biri olarak kabul edilmiştir. Bu
durumda ve uygulama karşısında, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı 2 No.lu
Askeri Mahkemesinin kararına itirazımızı incelemeye yetkili merci İstanbul
Sıkıyönetim Komutanlığı 3 No.lu Askeri Mahkemesi değil, fakat 1. Ordu
Komutanlığı Yüksek Askeri Mahkemesi olmak gerekir, inancındayız.
Bu nedenledir ki, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı 2 No.lu Askeri mahkemesinin
sözü geçen kararına Yüksek Askeri Mahkemenin nezdinde itiraz etmek
zorunluluğu hasıl olmuştur.
4 - Aşağıdaki nedenlerle, müvekkilimiz Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan
hakkındaki tutuklama kararının kaldırılması gerektiği yolundaki inancımızı yüksek
takdirlerinize arzetmemize izin vermenizi dileriz.
a- 1 Eylül 1972 tarihli dilekçemizde de belirttiğimiz gibi, “Türk Silahlı
Kuvvetlerinde yıllarca Türk ulusuna şerefle hizmet etmiş bulunan müvekkilimiz
Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan” ömrü boyunca Türk ulusuna hizmetten
başka bir amaç gütmemiştir. Kendisi suçsuzdur. Koğuşturma makamlarınca suç
delili sayılan herhangi bir şeyi değiştirmeye kalkışacak ahlakta olmadığı gibi Türk
mahkemelerinin adaletinden kaçacak mizaçta da değildir.”
Koğuşturma dosyası bize kapalı olduğundan, müvekkilimizle yaptığımız
konuşmalardan aldığımız sonuca göre, suçsuz olduğuna inandığımız
müvekkilimize isnat olunan fiiller ve deliller açısından tahliye konusunda
söyleyebileceklerimiz bundan ibarettir.
b- Müvekkilimiz Emekli Yarbay Talat Turhan, kendisi hakkındaki koğuşturmanın
ve tutuklamanın hukuksal amaçlara değil, fakat kendisini çok aşan operasyonlara
dayanak sağlamak üzere siyasal amaçlar güttüğü inanç ve iddiasındadır.
Müvekkilimizin dileğine uygun olarak bu konudaki iddiasını Yüksek Mahkemenize
arz ederken, müdafii olarak “tutuklama işleminin sadece hukuksal amaçlarla
yapılabileceğini, her hangi bir siyasal amaca ulaşmak için tutuklamaya
başvurulamayacağı” gerçeğinden hareketle, Yüksek Mahkemenizce koğuşturma
dosyasının bu açıdan da incelenmesini ve müvekkilimizin tahliyesine karar
verilmesini yüksek takdirlerinize arz ederiz.
c- Kaldı ki, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı 2 No.lu Askeri Mahkemesinin
2.9.1972 günlü tutuklama halinin devamına ait kararının aşağıdaki hukuksal
nedenle ve mutlaka kaldırılması ve müvekkilimizin tahliyesine karar verilmesi
gerekir inancındayız.
Gerçekten İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı 2 No.lu Askeri Mahkemesi 4.8.1972
günlü tutuklama kararında talep üzerine müvekkilimizin Türk Ceza Kanununun
146. maddesinden tutuklanmasına karar vermiştir.
Aynı mahkeme 2.9.1972 tarihli kararında ise, Müvekkilimizi ilk tutuklama
kararında gözükmeyen kanun maddelerinden, TCK’nın madde 141 ve 168.
maddelerini ihlal suçundan sorumlu tutmuş ve bu maddelerden tutukluluk halinin
devamına karar vermiştir.
Oysa tutuklama kararını inceleyen mahkemenin ancak ilk tutuklama kararında
yer alan kanun maddesine göre işlem yapmak ve bu maddenin uygulanması, bu
maddedeki suçun işlenmediği kanısına varıldığı takdirde tutuklama kararını
kaldırmak zorunda bulunduğu; ilk tutuklama kararında yer almayan yeni kanun
maddeleri ihdas etmekle yetkili olamayacağı muhakkaktır, hukukun bedahatidir.
Sadece bu hukuksal açıdan dahi, kanımızca müvekkilimizin tutukluluk haline son
vermek gerekmektedir.
Sonuç
Yukarıdaki nedenlerle müvekkilimiz Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan’ın
tutukluluk haline son verilmesini yüksek takdirlerinize saygılarımızla arz ve talep
ederiz.
Tutuklu Sanık Talat Turhan
Vekilleri Avukat Birsen Balcıkardeşler ve Avukat Alp Kuran
Ek 8
353 Sayılı Yasanın 90. Maddesi Uyarınca, Emniyet Sorgu Tutanaklarının
İncelenmesi İstemi (I)
İstanbul, 12 Eylül 1972
İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığına,
353 Sayılı Yasanın 90. maddesi gereğince müvekkilimiz tutuklu sanık Talat
Turhan’ın sorgularına ait tutanakları incelemek üzere 6.9.1972 tarihli dilekçemizle
savcılığınıza başvurmuştuk.
O gün tarafımızdan sadece Sayın Askeri Savcılığınızca tanzim kılınan sorgu
tutanağı incelenebilmiş, vaktin darlığı sebebiyle emniyette düzenlenen sorgu
tutanaklarının incelenmesi olanağı bulunamamıştır.
Sayın savcılığınızca alınan ifade tutanağında ise sık sık emniyetteki sorgu
tutanağına atıflar yapıldığı görülmektedir. Bunun sonucu sanığın savcılıktaki
sorgu tutanağı çok müphem kalmakta, sanığın sorgusu hakkında tam bir fikir
vermemekte, dolayısıyla bazı yasal haklarımızı kullanmamıza engel olmaktadır.
Oysa sanığın sorgusu bir bütündür, kaldı ki, 353 Sayılı Yasanın 90. maddesi
“sanığın sorgusuna ait tutanak” diyerek sanığın şu veya bu makam tarafından
yapılan sorgularına ait tutanakların müdafiller tarafından incelenmesi konusunda
herhangi bir ayrım gözetmemiş, ilk soruşturmanın her safhasında sanığın
sorgusuna ait istisnasız bütün tutanakları inceleme yetkisini vermiştir.
Bu nedenle:
Sayın Askeri Savcılığınızca uygun görülecek elverişli bir gün ve zamanda sanığın
emniyet makamlarınca düzenlenen sorgu tutanağını incelememize ve zamandan
tasarruf açısından fotokopisini (fotokopi makinesi makamınıza getirerek)
huzurunuzda almamıza izninizi arz ve talep ederiz.
Tutuklu sanık Talat Turhan
Vekilleri Avukat Alp Kuran ve Avukat Birsen Balcıkardeşler
Ek 9
353 Sayılı Yasanın 90. Maddesi Uyarınca, Emniyet Sorgu Tutanaklarının
İncelenmesi İstemi (II)
İstanbul, 3 Ekim 1972
İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığına,
353 Sayılı Yasanın 90. maddesinin müdafilleri tanıdığı hakka dayanarak İstanbul
Emniyet Müdürlüğü görevlilerince düzenlenen müvekkilimiz Emekli Kurmay
Yarbay Talat Turhan’a ait 14 sahifelik 19 Temmuz 1972 tarihli sorgu tutanağını
incelemek üzere bugüne kadar birçok defa savcılığınıza başvurmuş bulunuyoruz.
Bu istemimiz, bugüne kadar, sayın koğuşturma savcılığınca yasalarda yeri
olmayan çeşitli nedenler ileri sürülerek geri çevrilmiştir ve yasaların gereği yerine
getirilmemiştir.
Bu konudaki yasa hükmü bizce açık olduğundan ve müdafiin sanığın sorgusuna
ait tutanakları incelemesine hiçbir vakit ve hiçbir sebep ve bahane ile karşı
konulamayacağından, sözü geçen tutanağı incelememize izin vermenizi, izin
vermediğiniz takdirde, gereğinde kanuni sorumluluğunuza gidebilmemiz için ve
bunun sorumluluğunu üzerinize almak üzere hangi yasanın, hangi maddesine
veya hangi sebebe dayanarak sorgu tutanağını inceletmediğinizi işbu
dilekçemizin suretine meşruhat vermek suretiyle tarafımıza yazılı olarak
bildirmenizi talep ederiz.
Saygılarımızla.
Sanık Talat Turhan
Vekilleri Avukat Alp Kuran ve Avukat Birsen Balcıkardeşler
Ek 10
353 Sayılı Yasanın 90. Maddesi HakkındaMSB As. Ad. İşl. Bşk.lığının
Mütalaası
T.C.
MİLLİ SAVUNMA BAKANLIĞI
MÜSTEŞARLIK KARARGAHI
ANKARA
Ad: 1972/3553-4
Konu: Mütalaa
İstanbul, 10 Ekim 1972
Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığına
İstanbul
İlgi: 3.10.1972 gün ve 1972/354 N.Ç. sayılı yazıya.
İlgi yazı ile eki sanık müdafillerinin dilekçesi incelendi:
353 Sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluş ve Yargılama Usulü Kanununun 90.
maddesi esas itibariyle soruşturma safhasında müdafiin dosya incelemeye yetkisi
olduğunu ve ancak “soruşturmanın amacını bozması” hallerinde müdafiin evrak
ve belgelerin, incelenmesinin engellenebileceğini amir bulunduğundan; savcılıkça
müdafilerin, soruşturma dosyasındaki incelemeyi istedikleri evrak ve belgelerin,
incelenmesi halinde soruşturmanın amacının bozulacağı kanaatına varıldığı
taktirde müdafilere bu hususun tebliği ile 353 Sayılı Kanunun 91/2. maddesindeki
itiraz hakkının tanınmasının uygun olacağı mütalaa edilmektedir.
Bilgilerinizi rica ederim.
(İmza)
Haydar Tuncay
As. Ad. İşl. Bşk.
Aslı Gibidir
(İmza)
Orhan Artağan
Tnk. Kd. Bşçv.
S. Y. As. Sav. Başkatibi
Ek 11
Ek-10’daki Yazının Avukat Birsen Balçıkardeşler ve Avukat Kuran’a Tebliğ
Edilmesi için Askeri Savcılığın Yazısı
T.C.
SIKIYÖNETİM KOMUTANLIĞI
ASKERİ SAVCILIĞI
İSTANBUL
Sayı: 1972/354 N.Ç.
Konu: Tebliğ
İstanbul, 10 Ekim 1972
Emniyet İrtibat Müşavirliğine,
Selimiye
İlgi: MSB Müsteşarlığı 10.10.1972 gün ve AD.MÜŞ: 1972/3553-4 sayılı
mütalaası.
Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan vekilleri olarak Avukat Birsen Balcıkardeşler
ve Alp Kuran tarafından verilen 3 Ekim 1972 tarihli dilekçe ile (müvekkillerinin
güvenlik makamlarınca alınmış sorgu zaptının da taktik için kendilerine
gösterilmesi, aksi halde şikayet yoluna gidecekleri) mealinde ifadeler kullanıldığı
görülmüş.
İncelemeyi istedikleri sorgu zaptı bünyesinde, müvekkilimi bulunmadıkları
kimselerin adlarından ve çeşitli olaylardan bahseden bölümler bulunması
itibariyle, soruşturmanın amacının bozulacağı dikkate alınarak, Askeri Savcılıkça
dilekçe sahiplerine müspet cevap verilemeyeceği düşünülmekle beraber,
keyfiyetin bir defa da Milli Savunma Bakanlığından sorulmasına tevessül edilmiş,
ilgi’deki mütalaa ile bu konudaki Askeri Savcılık görüşüne iştirak edilmekle
beraber, müdafiller tarafından, 353 Sayılı Yasanın 91/2. maddesi gereğince, bu
tatbikata karşı itirazda bulunulabileceği bildirilmiştir.
Yukarıdaki hususların ve şikayet haklarını kullanmakta muhtar olduklarının,
dilekçelerine karşılık olmak üzere, İstanbul Barosuna mensup Avukat Birsen
Balcıkardeşler ve Alp Kuran’a ayrı ayrı teblig edilerek tebellüğ ilmühaberlerinin
gönderilmesini rica ederim.
Nevzat Çizmeci
Hakim Yarbay
Yrd. As. Savcı
(imza)
Ek 12
“Kutudaki Akrep” ve “Gizli Eller” Başlığı Altında Alp Kuran’ın Hürriyet
Gazetesine Basılmak Üzere Verdiği İki Yazı
İstanbul, 5 Şubat 1975
I. Kutudaki Akrep
Hürriyet gazetesinde bir süre önce yayınlanan “12 Mart Olayı” başlıklı yazı dizisi
Türk kamuoyunda, siyasal çevrelerde ve çeşitli devlet kademelerinde derin
yankılar uyandırdı. Bu yazı dizisinin birinci bölümünde ele alınan konular ve
ortaya atılan iddialar bugün de tartışma konusu olmakta, devletin ve rejimin
kaderine ilişkin yeni birtakım gizli çalışmalara malzeme hizmeti görmektedir.
Bu nedenle, “12 Mart Olayı” başlıklı yazının birinci bölümü ile ilgili olarak
doğrudan doğruya tanık olduğum bazı olayları ve gerçekleri -biraz gecikmeyle de
olsa- gazeteniz aracılığıyla Türk kamuoyuna ve ilgililerin dikkatine sunmayı
yerine getirilmesi gereken zorunlu bir görev saydım.
Bu gecikmenin nedeni, açıklamalarıma dayanak olan ve zamanın Genel Kurmay
Başkanı Sayın Orgeneral Faruk Gürler’e gönderilen 19 Eylül 1972 tarihli özel bir
belgeyi son günlerde temin etmiş olmamdır.
Bu belgede yer alan hususların doğruluğu, sonradan cereyan eden olaylarla
kesinlikle kanıtlanmıştır.
Yapacağım açıklamalar ise, benim Sayın Talat Turhan ile Dr. Memduh Eren’in
avukatı olarak - diğer meslektaşlarımla birlikte - doğrudan doğruya yaşadığım ve
tanığı olduğum olaylarla ilgilidir.
Bilindiği üzere, 1972 yılında gazeteler İstanbul’da bazı patlamalar yapıldığını
yazmış, sanıkların bir kısmı suçüstü yakalanmıştı. Aradan geçen uzunca bir
süreden sonra, aynı olaylarla ilgili sayılarak, Sayın Talat Turhan ile Dr. Memduh
Eren’de evlerinden alındılar. Meçhul yerlere götürüldüler. Kendilerini Devletin
bütün resmi dairelerinde aradık, izlerine rastlayamadık. Bir aylık gözaltı
süresinden sonra, Selimiye’ye getirildiler ve tutuklandılar. Artık kendileriyle
avukatları olarak görüşebilirdik, derhal ziyaretlerine gittik.
İşkence gördükleri her hallerinden belliydi. Tutuk Evinde, yasalara aykırı olarak,
birer hücreye kapatılmışlar, ihtilattan men edilmişlerdi. Talat Turhan, içinde gece
gündüz lamba yanan rutubetli bir zındana kapatılmıştı. Hücrede zehirli hayvanlar
ve akrepler vardı. Aynı hücreye daha sonra Avukat Nuri Yazıcı atılmış, kendisini
akrep sokmuş, hayatı zor kurtarılmıştı. Sayın Talat Turhan ise, hücresindeki
akreplerden birini canlı olarak yakalamış, bir kutuya koymuş, Komutana
sunulması dileğiyle görevlilere teslim etmişti.
(Ben ve değerli meslektaşım sayın Avukat Birsen Balcıkardeşler, durumu
kanıtlarıyla birlikte ilgililerin bilgisine sunduk. Bunun üzerine, Talat Turhan’ı
akrepli hücreden çıkarmak zorunda kaldılar.)
İşte bu koşullar altında yaşayan Talat Turhan ile Tutuk Evinde görüştük. Daha ilk
görüşmemizde Sayın Talat Turhan, gözaltı süresince kendisine işkence
yapıldığını, gerçekdışı birtakım beyanlar alınıp imzalatıldığını, patlama olayları ile
hiçbir ilgisi olmadığı halde kendisinin de bu olaylara zorla dahil edilmek
istendiğini, bana ve Sayın Avukat Birsen Balcıkardeşler’e Tutuk Evi görevlilerinin
önünde açıkça bildirdi. Ayrıca, sayın Kuvvet Komutanlarını, CHP Genel Başkanı
Sayın Bülent Ecevit’i, AP Genel Başkanı Sayın Süleyman Demirel’i ve partilerini
hedef alan bir tertibin hazırlandığını hapishane görevlilerinin yanında bize ifade
etmeyi başardı.
Sayın Talat Turhan, bu arada, Kontr-Gerilla örgütünde, biri kendi el yazısı ile
diğeri daktilo ile olmak üzere, iki ayrı içerikli ifade tutanağı düzenleyip
imzalattıklarını, birincisinde Kuvvet Komutanlarını ve diğer bazı Subayları da
suçlu duruma soktuklarını, ikincisinde ise Kuvvet Komutanlarının adlarının
geçmediğini belirtti.
Sayın Talat Turhan’ın anlattıklarından çıkan sonuçlara göre, sorgulamaları
yürüten gizli güçler kademe kademe ilerlemeyi ve orduda çok geniş bir tasfiyeyi
planlamışlardı. Eğer güçleri yeterse ve güçleri yettiği oranda, dava dosyasına
birinci ifade tutanağını koyacaklar, aynı davada sanık sandalyesine Sayın Talat
Turhan’ın yanına Orgeneral Faruk Gürler’i, Sayın Orgeneral Muhsin Batur’u,
Sayın Oramiral Kemal Kayacan’ı vb. da oturtacaklardı. Eğer işleri ters giderse ve
güçleri yetmezse, kendileri suçlu duruma düşmemek ve hapishaneleri
boylamamak için, daktilo ile yazılan ifade tutanağının -onun da bir kısmını- dava
dosyasına sokacaklardı.
Sayın Talat Turhan’dan aldığımız bu bilgiler üzerine, müdafilik görevinin doğal
gereği olarak, soruşturma savcısı Bay Nevzat Çizmeci’ye başvurduk. “Sanığın
sorgusuna ait tutanakların müdafii tarafından incelenmesine hiçbir vakit karşı
konulamaz”. Şeklindeki kanunun açık hükmüne dayanarak, Sayın Talat Turhan’ın
emniyet ve savcılık ifadelerini görmek istedik.
Savcı Nevzat Çizmeci bizi bir süre oyaladı. Sözlü ve yazılı dileklerimizi hep geri
çevirdi. Sonunda yalnızca Askeri Savcılık ifadesinin bir suretini vermeyi kabul etti.
Fakat önemli olan ve emniyet ifadesi adı verilen Kontr-Gerilla örgütünde işkence
altında düzenlenen ifade tutanakları idi. Birbirinden farklı iki tutanaktan hangisi
dava dosyasına girecekti? Davanın yapısı, niteliği ve genişliği buna göre
değişecekti. Bunu bilmeden ve görmeden savunma görevini yapma olanağı
yoktu.
Bu nedenle emniyet ifade tutanağını görmekte sonuna kadar ısrar ettik. Fakat
Bay Nevzat Çizmeci, kanunun açık hükmüne rağmen, bize hem emniyet ifade
tutanağını göstermiyor, hem de bu kanunsuz davranışının sorumluluğunu
yüklenmemek için her türlü çareye başvuruyor, bu konuda herhangi bir yazılı
belge vermekten dikkatle kaçınıyordu.
Bunun üzerine ben, durumu Sayın Talat Turhan’ın anlattıklarından edindiğim
intibaları, kendisinin de ısrarlı istemlerini dikkate alarak, zamanın Sayın Genel
Kurmay Başkanı Orgeneral Faruk Gürler’e 19 Eylül 1972 tarihli özel bir mektupla
bildirmek zorunda kaldım.
Bence tertip belliydi. Eğer gizli plan uygulanabilir ve adları geçen komutanlar
suçlu olarak söz konusu davaya dahil edilebilir ve orduda tasarlanan tasfiye
gerçekleştirilebilirse bundan sonrası kolaydı. Atatürk ilkelerine dayalı devlet
sistemine ve demokratik rejime son verilecekti. Başka türlü bir nizam kurulacaktı.
12 Mart öncesi bazı anarşik olaylarla ilgili olarak açılan davaların
iddianamelerinde 1950 yılı öncesi CHP iktidarının da bu olayların sorumlusu ve
suçlusu olarak gösterilmesi ve İsmet Paşa’nın bu suçlamalara karşı gösterdiği
sert tepki bundandı.
Sayın Orgeneral Faruk Gürler’e gönderilen bu mektuptan sonra da Sayın Avukat
Birsen Balcıkardeşler’le birlikte Savcı Nevzat Çizmeci’ye başvurarak, söz konusu
emniyet tutanaklarını görme çabalarımızı sürdürdük. Bir sonuç alamadık.
Sonunda, Bay Nevzat Çizmeci’yi bu konuda müspet veya menfi yazılı bir cevap
vermeye zorlayacak bir yöntem bulduk. Fotokopisini ilişikte sunduğum 3 Ekim
1972 tarihli dilekçeyi, resmi bir belge ile, kendisine ilettik.
Bu durumda Bay Nevzat Çizmeci artık dilekçemize yazılı bir cevap vermek
zorundaydı. Fakat bir kez daha sorumluluğu üzerinden atmak çaresini buldu.
Kendisi doğrudan doğruya cevap vermek yükümlülüğünde iken, dilekçemizin
içeriğini tahrif eder bir biçimde, Milli Savunma Bakanlığı Hukuk İşleri
Başkanlığından kendi istediği biçimde bir mütalaa almayı başardı ve bize bu
mütalaayı tebliğ ederek emniyet tutanağını göstermedi.
II. Gizli Eller
Şimdi 12 Mart sonrası çok önemli bir konunun ve tertibin açıklanmasına
geliyorum: Biz Sayın Talat Turhan’ın avukatları olarak, Sayın Cüneyt
Arcayürek’in yazı dizisinde yer alan ifade tutanağını, Hürriyet gazetesinde
yayınlanıncaya kadar, hiçbir zaman görmedik. Sayın Cüneyt Arcayürek yazısında
sayın Talat Turhan’dan “açık sözlü sanık” olarak söz etmekte ve yazıya dayanak
yapılan ifadelerin devletin resmi makamları önünde verildiğini belirtmektedir.
Fakat bir devlet düzeninde ve yasaların yürürlükte olduğu yerde sanığa ait sorgu
tutanaklarının tümünün dava dosyasında bulunması gerekmez mi? Oysa Hürriyet
gazetesinde yayınlanan ve Kontr-Gerilla örgütünde Talat Turhan’a sonradan
teybe de okutulan söz konusu ifade tutanağı hiçbir zaman dava dosyasına
konmamıştır ve bugün de dava dosyasında yoktur.
Yasaların bu konudaki emredici hükümleri bellidir: Sanığa ait tüm sorgu
tutanaklarını ve delilerin dava dosyasında bulunması gereklidir. Sorgulamayı
yapan memurlar bununla yükümlü ve görevlidir.
Bu durumda karşımıza çıkan çıplak gerçek şudur: Hürriyet gazetesinde kullanılan
ifade tutanakları dava dosyasına girmediğine göre, demek ki, söz konusu davada
sorgulamalar devlet ve yasadışı gizli birtakım güçler ve eller tarafından
yürütülmüştür. Bunlar hem komutanları suçlu gösterecek beyanlar almayı, hem
de gerektiğinde dava dosyasına sokmamayı başarmışlardır. Bu, devlet ve
yasadışı bir gizli güç ve el değildir de, nedir?
Söz konusu tutanakların adları geçen Kuvvet Komutanlarının aleyhinde
kullanılmak üzere düzenlendiği muhakkaktır. Bu noktada şu sorular karşımıza
çıkmaktadır: Sözü edilen gizli eller hangi olayların etkisi altında ve hangi
nedenlerle bu tutanakları dava dosyasına sokmamışlar veya sokmaktan
vazgeçmişlerdir? Aynı gizli eller hangi nedenlerle ve hangi ihtiyacın ürünü olarak
bu tutanakları 1974 yılının Aralık ayında -düzenlenme tarihinden iki yılı aşkın bir
süre sonra- yayınlanmak üzere Sayın Cüneyt Arcayürek’in eline geçmesini
sağlamışlardır?
Artık bu konuya açıklık getirmek zamanı gelmiştir: Sözünü ettiğimiz yasadışı gizli
eller tarafından Sayın Orgeneral Faruk Gürler’in Kara Kuvvetleri Komutanı
olduğu sırada 1972 yılının Ağustos ayında emekli edilmesi planlanmışken, Sayın
Gürler’in bilinen koşullar altında Genel Kurmay Başkanlığına gelmesi, söz
konusu ifade tutanaklarının dava dosyasına girmesini engellemiştir. Çünkü, bu
durumda, tertip sahipleri başkalarının kellelerini istemeye giderken oynamak
istedikleri oyunun ve işledikleri suçların açığa çıkmasından ve kendileri tutuklanıp
yargılanmaktan korkmuşlardır.
Bir süre sonra da, gene bilinen koşullar altında Cumhurbaşkanlığı seçimi ve
genel seçimler yapılmıştır. CHP ve MSP koalisyonu gerçekleşmiştir. Zamanı
gelince sanık sandalyesine oturtulması planlanan CHP genel başkanı Sayın
Bülent Ecevit Başbakan olmuştur. Sayın Ecevit’in iktidardaki başarılı politikası ve
Kıbrıs zaferindeki hizmetiyle sağladığı üstün prestij, bu tertipler zincirini büsbütün
kırar gibi olmuştur.
Ancak CHP ve MSP koalisyonu bozulunca, sözünü ettiğimiz gizli güçler ve eller
yeniden yuvalarından çıkmışlardır. Bunlar bir yandan 12 Mart öncesi ortamı ve
anarşik olayları yeniden yaratma tahrikleri içerisine girerek kamuoyunda yeni bir
muhtıra verilmesi özlemini uyandırmak; öte yandan bomba davasını ilk
düşünülen senaryoya uygun bir biçimde yeniden canlandırmak, davanın
boyutlarını adı geçen komutanları da kapsayacak bir biçimde büyütmek çabasına
girmişlerdir. Amaçları bu kanaldan yarıda kalmış oyunu ve tertibi tamamlamaktır.
Bu nedenle, dava dosyasına girmeyen sanık ifadelerinin Sayın Cüneyt
Arcayürek’in eline geçmesini sağlamışlardır. Nitekim söz konusu davada
duruşma savcısının okumaya başladığı esas hakkındaki mütalaa da bunun
kanıtıdır.
Böylece, Sayın Faruk Gürler’e gönderilen özel mektubun içeriği, bugüne kadar
cereyan eden olaylarla tamamen doğrulanmıştır.
Bizim bildiğimiz kadarıyla, eğer tertip sonuna kadar yürütülebilir ve hedefine
ulaşırsa, Atatürk ilkelerine dayalı devlet sistemine ve demokratik rejime son
verilecektir. Yalnız CHP değil, “milliyetçi cephe”yi oluşturan AP, MSP ve CGP de
katılacaktır. Tüm basına el konacaktır. Özgür basın susturulacaktır. Türkiye
çapında bir temizlik hareketine girişilecek nice masum kişiler ailelerinden ve
işlerinden koparılacak, bilinen yöntemlerle koğuşturmaya tabii tutulup
hapishanelere sokulacaktır.
Bu açıklama ise, benim ülkeme ve halkıma yapabildiğim belki son hizmet
olacaktır.
Fakat sonunda bu tertibe katılan ve katılmaya devam etmekte ısrar eden kişilerin
de mutlaka başları yenecektir. Bu akıbetten hiçbiri kendisini kurtaramayacaktır.
Avukat Alp Kuran
Ek 13
Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Faruk Gürler’e Alp Kuran’ın Gönderdiği
Mektup
İstanbul, 19 Eylül 1972
Sayın Faruk Gürler
Orgeneral
Genel Kurmay Başkanı
ANKARA
Müvekkilim Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan, 3 Temmuz 1972 günü gözaltına
alınmıştır. 4 Ağustos 1972 gününden beri tutuklu bulunmaktadır. Müvekkilim
Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan, gözaltına alındığı günden bugüne kadar
yasadışı işlemlerle tabi tutulmuştur ve tutulmaya devam etmektedir.
Bu yasadışı
arzedilmiştir.
işlemlerden
bir
kısmı
İstanbul
Sıkıyönetim
Komutanlığına
Müvekkilim Talat Turhan hakkında yapılan soruşturma, hukuksal amaçlar
gütmekten çok, siyasal iktidarı ele geçirerek Atatürk ilkelerine dayalı Türkiye
Cumhuriyetinin felsefi temellerini değiştirme politikası ile ilgili görünmektedir.
Müvekkilim Talat Turhan’ın beyanına göre, yarın yüksek askeri makamlarda
bulunan komutanlar aleyhinde kullanılmak üzere, sorgusu sırasında baskı ve
işkence ile, gerçekte olmayan olaylara ait bazı belgeler ve beyanlar kendisine
zorla imzalatılmıştır.
Bu belgeleri tamamı soruşturma dosyasında bulunmak gerekirken, bunlardan bir
kısmı muhtemelen dosyasına konmamış, zamanı gelince değerlendirilmek üzere
birtakım gizli kuvvetlerin hizmetine verilmiştir.
Soruşturma dosyasındaki sorgu tutanakları ise, 353 Sayılı Yasanın 90.
maddesinin “sanığın sorgusuna ait tutanakların müdafii tarafından incelenmesine
hiçbir vakit karşı konulamaz” emredici hükümlerine rağmen, müdafilere
gösterilmemektedir.
Böylece yapılan soruşturmanın hukuksal nedenlerle değil, fakat siyasal amaçlarla
yürütüldüğünü saptamamız, müvekkilimizle birlikte devletin kaderine ilişkin
yasadışı tertiplere itiraz etmemiz olanağı ortadan kaldırılmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin Atatürkçü temellerini tehdit eden tehlike şuradadır:
Sıkıyönetim soruşturma makamlarında görev alan bazı kişiler, yalnızca yasaların
emrinde olacak ve bütün işlemlerinde yasalara uygun davranacak yerde,
yasalara üstün tuttukları bir hedefe ulaşma çabasında gözükmekte ve bu hedefe
varmak için yasaları hiçe saymaktadırlar. Bunlar kendilerine “milliyetçi-toplumcu”
(Nasyonal -sosyalist) adını verenlerin ve bu doktrini benimseyen bir siyasal
partinin yerin altındaki siyasetinin bir aracı izlenimini uyandırmaktadırlar. Bunlar
“milliyetçi-toplumcu” partinin liderinin emrinde olmasalar bile, onun paralelinde
hareket etmektedirler kanısını, bizde ciddi olarak yaratmış bulunmaktadırlar.
Eski Türk törelerini ihya etmek iddiasında bulunanların sempatizanları olup
olmadıklarını kesin olarak bilmediğimiz bu kişilerin, yapısını ve tutumlarını ortaya
koymak açısından son bir olayı yüksek bilgilerinize ve takdirlerinize arz etmeyi bir
görev sayıyorum.
3 ve 4 Temmuz gecesi evinden alınan ve bir ay süreyle kanundışı koridorlardan
geçirilerek sorgusu yapılan ve gerçeklere dayanmayan birtakım “ikrarlar”
imzalatılan müvekkilim, tutuklama kararı çıkarıldıktan sonra Selimiye kışlasında
her türlü sağlık koşullarına aykırı ve zehirli hayvanların ve akreplerin yaşadığı bir
hücreye kapatılmıştır. Durum tarafımızdan sayın Sıkıyönetim Komutanlığına arz
edilmiş, komutanın emriyle müvekkilim derhal hücreden çıkarılmıştır.
Fakat bundan üç-beş gün sonra, koğuşu gezmeye gelen Cezaevi Müdürü Sayın
Binbaşının emrindeki bir heyette yer alan bir görevli, Türk törelerine ve Ordu
geleneklerine bağlılık derecesini ortaya koyacak bir biçimde, Binbaşının
bulunduğu yerde kendisine söz düşmezken, Emekli Kurmay Yarbay Talat
Turhan’ı da hedef alarak, “üç gün oldu hücreden çıkıp buraya geldiniz, kıçınız
kalktı.” Demek şecaatini göstermiştir.
Askeri Tutuk Evi görevlisinin, Kurmay Yarbay rütbesini taşımış eski bir askere bu
şekilde hitabının Türk töreleriyle ve Ordu gelenekleriyle ne derece bağdaşacağını
ve gereğini yüksek takdirlerinize arz ederim.
Bizim bütün bu olanlardan çıkardığımız kişisel sonuçlar şunlardır:
Bu tür zihniyet ve uygulama sahiplerinin, kolladıkları fırsat iktidar olmaları şansını
verirse, bugün emekli kurmay yarbaylara, albaylara reva gördükleri işlemleri ve
hitapları, yarın çok daha yüksek rütbedeki komutanlara da reva görmekten
çekinmeyecekleri muhakkaktır.
Bir kişinin yasaları, töreleri ve Ordu geleneklerini böylesine çiğneyebilmesi için,
bunların üstünde birtakım ilkeleri ve hedefleri kendisine hedef alması gereklidir.
Atatürkçü eski yarbaylara, albaylara reva görülen yasadışı işlemler, işkenceler,
hakaretler, rütbe atlayarak konuşma cüretleri ve bugün orduda görevli
bulunanlara yönelik tertip hazırlıkları endişesini uyandıran durumlar, ancak bu
şekilde izah edilebilir.
Durumu bilgilerinize, gereğini emirlerinize saygılarımla arz ederim.
Avukat Alp Kuran
Ek 14
Mahkeme Kararının Gözden Geçirilmesi ve Tavzihi İstemi
İstanbul, 14 Ekim 1972
İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı 3 No.lu Askeri Mahkemesine,
Sanık:
Talat Turhan.
Vekilleri:
Avukat Alp Kuran - Avukat Birsen Balcıkardeşler
Konusu:
27.9.1972 gün ve Kayıt No. 972/3538, Karar No.972/177
sayılı kararın gözden geçirilmesi ve tavzihi isteminden ibarettir.
İstemin Hukuksal Nedenleri
1- Müvekkilimiz Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan’ın tahliye talebini reddeden
İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı 2 No.lu Askeri Mahkemesinin 2.9.1972 gün ve
972/2414-100 sayılı kararına tarafımızdan “ilk tutuklama kararında yer almayan
maddelerden tutukluluk halinin devamına karar verildiği, oysa tahliye istemini
inceleyen mahkemenin ilk tutuklama kararında yer almayan yeni suçlar ihdas
ederek tutukluluk halinin devamına karar vermeye yetkili olmadığı” gerekçesiyle
itiraz edilmiştir.
2- İtirazımızı inceleyen Başkan Top.Kd.Alb. Orhan Bakioğlu, Duruşma Hakimi
Yb. Akdemir Akmut, Üye Hakim Yb. Hulki Bilgin’den kurulu İstanbul Sıkıyönetim
Komutanlığı 3 No.lu Askeri Mahkemesi 27.9.1972 gün ve 972/3538-177 sayılı
kararıyla itiraz konusu kararın “gerek esas ve gerekse usul yönünden kanuna
aykırı olmadığı, sanığa müsnet suçun mahiyeti, tutuklama sebepleri ve tutuklama
süresi yönünden isabetli bulunduğu” sonucuna varılmış; ancak tutukluluk halinin
devamına karar veren mahkemenin ilk tutuklama kararında yer almayan yeni
kanun maddeleri ve suçlar ihdas ederek ve bunlara dayanarak tutukluluk
konusunda kararlar vermeye yetkili olup olmadığı konusu yasaların aradığı
biçimde gerekçeli olarak ve hukuksal nedenler gösterilerek açıklanmamıştır.
3- Gerçekten 9.9.1972 tarihli itiraz dilekçemizde de belirttiğimiz gibi Başkan
Top.Kd.Alb. Mahmut Sayınlı, Duruşma Hakimi Albay Fahrettin Kibritçioğlu Üye
Hakim Kıdemli Binbaşı Metin Demirkaya’dan kurulu İstanbul Sıkıyönetim
Komutanlığı 2 No.lu Askeri Mahkemesi’nin 4.8.1972 tarihli ilk tutuklama kararında
müvekkilimiz Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan’ın sadece Türk Ceza
Kanununun 146. maddesinden tutuklanmasına karar verilmiştir. Yargıçlar
Kurulunda yapılan değişiklikle ve Duruşma Hakimi Sayın Albay Fahrettin
Kibritçioğlu’nun yerine Hakim Albay Ferruh Şenerdem’in gelmesiyle tahliye
talebini inceleyen aynı mahkemenin 2.9.1972 gün ve 972/2414-100 sayılı
kararında ise, müvekkilimizin ilk tutuklama kararında yer almayan TCK’nın 141.
ve 168. maddelerinden tutukluluk halinin devamına karar verilmiştir. Bu karar
bizim bildiğimiz hukuk ilkelerine, yasa hükümlerine, hukuk gelenekleriyle
uygulamaya aykırıdır. Bizim bildiğimize göre, tahliye istemini inceleyen yüksek
mahkemeler ancak ilk tutuklama kararında gösterilen kanun maddesi açısından
tutukluluğun devamına veya kaldırılmasına karar vermeye yetkili ve
yükümlüdürler.
Bu durumda müdafii olarak yüksek mahkemenizce çözümlenmesini talep
ettiğimiz hukuksal sorun şudur: Acaba tutukluluğun kaldırılması istemini
inceleyen mahkeme, ilk tutuklama kararında yer almayan yeni suç isnatlarında
bulunabilir ve ilk tutuklama kararında yer almayan yeni maddeler ihdas ederek
tutukluluk halinin devamına karar verebilir mi?
Dileğimiz yüksek mahkemenizin, yasaların öngördüğü biçimde bu sorunu
gerekçeli olarak müsbet veya menfi bir karara bağlamasından ibarettir.
Sonuç
a- Yukarıda belirttiğimiz nedenlerle ve yukarıda belirttiğimiz açılardan yüksek
mahkemenizce müttehaz 27.9.1972 gün ve 972/3536/177 sayılı kararın gözden
geçirilmesini;
b- Tahliye istemini inceleyen mahkemenin ilk tutuklama kararında yer almayan
yeni suçlar ihdas etmek yetkisinde olmadığı sonucuna varılırsa müvekkilimiz
Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan hakkında Türk Ceza Kanununun 141. ve
168. maddelerinden tutukluluk halinin devamına karar vermek hukuken mümkün
olamayacağından, itiraz konusu 2.9.1972 gün ve 972/2414-100 sayılı kararın bu
kısmının kaldırılmasını;
c- Müvekkilimiz Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan hakkında yukarıda
belirttiğimiz nedenlerle TCK’nın 141. maddesinden tutukluluk halinin kaldırılması
istememiz yüksek mahkemenizce reddedildiği takdirde, tahliye istemini inceleyen
mahkemenin hangi yasa hükümleri gereğince ve bilimsel ve yargısal içtihatlar
gereğince bir tutuklama kararında yer almayan yeni suçlar ihdas etmek ve
bunlardan ötürü tutukluluk halinin devamına karar vermek yetkesinde olduğunun
yasaların öngördüğü biçimde gerekçeli olarak açıklanmasını; Saygılarımızla arz
ve istirham ederiz.
Tutuklu Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan
Vekilleri Avukat Alp Kuran ve Avukat Birsen Balcıkardeşler
Ek 15
İhtilattan Men Kararının Kaldırılması Hakkında
İstanbul, 14 Ekim 1972
İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı
2 No.lu Askeri Mahkemesine Sunulmak Üzere
İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığına,
Sanık:
Talat Turhan
Vekilleri:
Avukat Alp Kuran ve Avukat Birsen Balcıkardeşler
Konusu:
İhtilattan men kararının kaldırılması konusunda
İstemin Hukuksal Nedenleri
1- Müvekkilimiz Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan hakkında 4.8.1972 tarihli
tutuklama kararıyla birlikte, Askeri Savcılığın istemi üzerine ve bu isteme uygun
olarak zuhulen “ihtilattan men” kararı da verilmiştir.
2- İhtilattan men kararının kaldırılmasına ilişkin 1.9.1972 tarihli istemimiz ise,
Başkan Top.Alb. Mümkaz Onay, Üye Hakim Yarbay Ferruh Şenerdem, Üye
Hakim Kıdemli Bihbaşı Metin Demirkaya’dan kurulu yüksek mahkemenizin
2.9.1972 gün ve kayıt No:972/2415, karar No:972/99 sayılı kararıyla ve “sanığa
müsnet suçun vasıf ve mahiyeti göz önüne alınıp henüz delillerin toplama safhası
durumunda bulunduğu” gerekçesiyle reddedilmiştir.
3- 1.9.1972 tarihli dilekçemizde belirttiğimiz nedenlerle yasalara ve hukuk
kurallarına aykırı düştüğü kanısını taşıdığımız sözü geçen “ihtilattan men”
kararının, aşağıdaki nedenlerle, yüksek mahkemenizce yeniden gözden
geçirilmesini ve kaldırılmasını talep etmek zorunluluğu doğmuştur.
a- Anayasamızın 33. maddesinin 2. fıkrası “cezalar ve ceza tedbirleri ancak
kanunla konulur” hükmünü, TCK’nın 1. maddesi ise, “kanunun sarih olarak suç
saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemez. Kanunda yazılı olandan başka bir
ceza ile de kimse cezalandırılamaz” hükmünü koymuştur.
Sözü geçen maddeler uyarınca, mahkemelerin yasaların açıkça göstermediği
cezaları ve ceza tedbirlerini uygulamaya yetkili olamayacakları bir ceza veya
tedbir uygulanırken bunu hangi yasanın hangi maddesinin tanıdığı yetkiye
dayanarak tertip ettiklerini kararlarında açıkça göstermeleri gerektiği ortadadır.
Yasalarımızda ise, mahkemelere “ihtilattan men” cezası veya tedbirleri uygulama
yetkisini veren bir hüküm yoktur. Yasalar mahkemelere böyle bir ceza vermek
veya tedbir almak yetkisini vermediğine göre, tutuklu sanıklar hakkında
mahkemelerin ihtilattan men kararı almaya yetkili olamayacakları açıktır.
b- Öte yandan “ihtilattan men”in başlı başlına bir “ceza” olduğu muhakkaktır.
Askeri Ceza ve Tutuk Evleri talimatının “Hükümlüler hakkında inzibati işlemler”
başlığını taşıyan 6. bölümünde yer alan 58. 60. ve 72. maddelerinin başlık ve
metinleri bunun kanıtıdır.
Nitekim sözü geçen talimatın 58. maddesi “Hükümlülere verilecek disiplin
cezaları” başlığını taşımakta, madde metni ise “Hükümlülere verilecek inzibati
cezalar şunlardır” dedikten sonra “Ziyaretçi kabulünden mahrumiyet”i bu cezalar
arasında saymaktadır.
Aynı talimatın 60. maddesinde “Ziyaretçi kabulünden mahrumiyet cezası üç ayı
geçemez” demek suretiyle “ihtilattan men”in başlıbaşına bir ceza olduğu bir kere
daha hiçbir tereddüde yer bırakmayacak bir biçimde ortaya koymaktadır.
Sözü geçen talimat hükümleri gereğince “ihtilattan men” halinin müstakil bir ceza
olduğu ve ancak ceza ve tutukevi düzenini ihlal eden hükümlü ve tutuklulara
uygulanabileceği muhakkaktır. Nitekim aynı talimatın 72. maddesinin “Hiçbir
inzibatı ceza ilgililerin yazılı savunması alınmadan verilemez” emredici hükmü de
bunun delilidir.
Müvekkilimiz Talat Turhan hakkındaki “ihtilattan men” kararı ise, kendisi daha
Tutuk Evine konmadan ve Tutuk Evi düzenini bozacak herhangi bir eylemi
bulunmadan verilmiştir.
c- Ayrıca bu cezanın ilgilinin savunması alınmadan verilmiş olması da, sözü
geçen ihtilattan men kararını bir kere daha hukuka aykırı kılmıştır.
d- Yukarıda belirttiğimiz maddeler karşısında, “sanığa müsnet suçun vasıf ve
mahiyeti göz önüne alınıp henüz delillerin toplama safhası durumunda
bulunduğu” gerekçesiyle yüksek mahkemelerin ihtilattan men kararı vermeye
yetkili olmadıkları, böyle bir kararın hukuka aykırı bulunacağı, bu nedenle
zuhulen verildiği anlaşılan “ihtilattan men” kararının kaldırılması gerekeceği
ortadadır.
Sonuç
Yukarıda belirttiğimiz nedenlerle:
1- Yüksek mahkemelerin “ihtilattan men” kararı almaya yetkisi bulunmadığından,
sözü geçen kararın kaldırılmasına, karar verilmesini,
2- Sözkonusu karar kaldırılmadığı takdirde, Yüksek mahkemeler ancak yasalarda
açıkça gösterilen hallerde ve belli yasa maddelerine dayanarak ve bu maddeleri
göstererek kararlar almak yetkisinde olduklarından sözkonusu kararın hangi
yasanın, hangi maddesine dayanılarak alındığının tarafımıza bildirilmesini; Arz ve
talep ederiz.
Tutuklu Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan
Vekilleri Avukat Alp Kuran ve Avukat Birsen Balcıkardeşler
Ek 16
Tutuklama Müzekkeresinin Geri Alınması ve Tutukluluk Haline Son
Verilmesi İstemi
İstanbul, 26 Ekim 1972
İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığına,
Sanık:
Talat Turhan
Vekilleri:
Avukat Alp Kuran ve Avukat Birsen Balcıkardeşler
Konusu:
Tutuklama müzekkeresinin geri alınması ve tutukluluk haline
son verilmesi isteminden ibarettir.
Tahliye Sebepleri
Malum olduğu üzere tutuklama müessesesi, koğuşturmanın selametle
yürütülmesini sağlamak amacıyla ve sadece bu amaçla kullanılmak üzere kabul
edilen bir “ihtiyati tedbir” müessesidir. Sanığın kaçması veya suç delillerini
değiştirip yok etmesi sözkonusu değilse, müsnet suç ağır cezalık olsa bile,
sanığın serbest olarak koğuşturulması ve yargılanması esastır. Nitekim isnat
olunan suçun mahiyeti ve ağır cezalık olmasının tutuklama ve tutukluluk halinin
devamı için tek başına yeterli sebep sayılmadığı ve sanığın serbest olarak
koğuşturulduğu, gerek sivil, gerekse askeri mahkemelerin bugüne kadarki
uygulama ve kararlarıyla sabittir.
Müvekkilimiz Talat Turhan ise, yıllarca Türk Silahlı Kuvvetlerinde şerefle hizmet
yapmış eski bir Subaydır. Kaçması hiçbir suretle düşünülemez, kaçması ihtimali
bulunduğu ileri sürülemez.
Öte yandan, İstanbul 2 No.lu Sıkıyönetim Askeri Mahkemesinin 28.10.1972 gün
ve 972/2446-137 sayılı kararıyla, müvekkilimin tutuklu kaldığı süre içinde,
“koğuşturmanın tekemmül etmiş olması gerekeceği” kabul edildiğine göre,
koğuşturmanın selametle yürütülmesi açısından kendisinin daha fazla tutuklu
bırakılmasında, herhangi pratik bir fayda kalmadığını da kabul etmek gerekir
düşüncesindeyiz.
Sonuç
Yukarıda belirtilen nedenlerle, müvekkilimiz Emekli Kurmay Yarbay Talat
Turhan’ın tutukluluk haline son verilmesi hususunu yüksek takdirlerinize arz
ederiz.
Tutuklu sanık Talat Turhan
Vekilleri Avukat Alp Kuran ve Avukat Birsen Balcıkardeşler
Ek 17
2 Nolu Askeri Mahkemesinin Kararına İtiraz
İstanbul, 13 Ekim 1972
İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı
3 No.lu Askeri Mahkemesine sunulmak üzere
İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığına,
Sanık:
Talat Turhan
Vekilleri:
Avukat Alp Kuran ve Avukat Birsen Balcıkardeşler
Konusu:
İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı 2 No.lu Askeri Mahkemesinin 28.10.1972 gün ve 972/2477-94 sayılı kararının gerekçesine
itiraz
ve tahliye isteminden ibarettir.
İtiraz Sebepleri
1- 27 Ekim 1972 tarihli dilekçemizde: İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı 2 No.lu
Askeri Mahkemesinin 18.10.1972 gün ve 972/2446-137 sayılı kararı uyarınca
müvekkilimiz hakkındaki kovuşturmanın tekemmül etmiş olması gerektiği göz
önünde tutularak,
“Müvekkilimiz emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan’ın yıllarca Türk Silahlı
Kuvvetlerinde şerefle hizmet yapmış eski bir subay olduğu, ordudan ayrılmış olsa
bile bir Türk subayının herhangi bir durumda ve koşulda kaçmasının sözkonusu
olamıyacağı, kaçması ihtimalinin düşünülemiyeceği ve ileri sürülemeyeceği”
nedeniyle, tahliyesine karar verilmesi talep olunmuştur.
2- İşbu tahliye talebimiz, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı 2 No.lu Askeri
Mahkemesinin 28.10.1972 gün ve 972/2477-94 sayılı kararıyla ve “353 Sayılı
Kanunun 71. maddesinde ağır cezalı işlerde sanığın kaçma şüphesinin var
olacağının kabul olunabileceğinin sarahaten belirtilmiş olması karşısında tahliye
talebinin yerinde görülmediği” gerekçesiyle reddolunmuştur.
Kararda, tahliyeye engel olabilecek başkaca bir neden ve gerekçe de
gösterilmemiştir.
Sözü geçen red kararı ve gerekçesi, aynı zamanda, “Ordudan ayrılmış da olsa
Türk Subayı hiçbir durumda ve koşulda kaçmaz” varsayımını reddeder nitelikte
bulunması ve aksi görüşü benimser ve savunur yapıda olması nedeniyle, işbu
karara itiraz ve kaldırılmasını talep etmek zorunluluğu duyulmuştur.
3- Bilindiği üzere, 353 Sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü
Yasasında, ağır cezalık suç isnadı altında bulunan sanığın mutlaka kaçacak
sayılması gerektiği söylenmemiş, bu konuda takdir yetkisi yüksek Mahkemelere
bırakılmıştır; her olayda sanığın özel durumunun dikkate alınması istenmiş ve
böylece sanığın hiçbir biçimde kaçması ihtimali yoksa,-sanık, kesin mahkeme
hükmüne kadar masum kişi sayılır- kuralı uyarınca serbest olarak kovuşturulması
ve yargılanması esası korunmuş ve kabul edilmiştir.
Nitekim, itiraz konusu red kararında da, 353 Sayılı Yasanın 71. maddesinde “ağır
cezalık işlerde sanığın kaçması şüphesinin var olacağının kabul bulunmadığının
da kabul edilebileceği” ortaya konmuş; bunun sonucu sanığın kaçması şüphesi
yoksa serbest olarak kovuşturulabileceği ve yargılanabileceği gerçeği kabul
edilmiştir.
Bu durumda, isnad olunan suç ağır cezalık olsa bile, sanığın kaçması ihtimali
yoksa, bu ihtimal ileri sürülerek sanığın tutuklu bırakılamayacağı ve “sanık, kesin
mahkeme hükmüne kadar masum kişi sayılır.” (İnsan Haklarını ve Ana
Hürriyetlerini Korumaya dair sözleşme, madde 6/2) kuralı uyarınca, sanığın
serbest olarak kovuşturulması ve yargılanması gerekeceği muhakkaktır.
Çünkü aksi görüş benimsenip uygulandığı takdirde, sadece kovuşturmanın
selametle yürütülmesi açısından sanığın kaçmasını ve suç delillerini yok etmesini
önlemek amacıyla “bir ihtiyati tedbir müessesesi” olarak kabul edilmiş bulunan ve
sadece bu amaçla kullanılabilecek olan “tutuklama müessesi”nin bu niteliğini
kaybedeceği ve hukukla bağdaşmayan “keyfi bir ceza müessesesi” haline
dönüşeceği bir gerçektir.
Sonuç
Yukarıda belirtilen nedenlerle, “Ordudan ayrılmış da olsa Türk Subayı hiçbir
durumda ve koşulda kaçmaz” varsayımını ve gerçeğini reddeder nitelikte bulunan
ve aksi görüşü benimser ve savunur yapıda olan itiraz konusu kararın
kaldırılmasını ve müvekkilimiz Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan’ın tahliyesine
karar verilmesini saygılarımızla arz ve talep ederiz.
Avukat Alp Kuran ve Avukat Birsen Balcıkardeşler
Ek 18
İşkence İddialarımızın Tespiti Hakkında
İstanbul, 8 Haziran 1973
İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı 3 No.lu Mahkeme Başkanlığına,
Sanık: M. Talat Turhan
Konusu: İşkence iddialarımızın tespiti hakkında
Olayın Açıklanması:
1- Sayın Askeri Savcı, gözaltında tutulduğumuz 30 günlük süre içinde
ifadelerimizin Emniyet Müdürlüğünde alındığını iddia etmektedir.
2- Oysa ben ve benimle ilişkili olan kişilerin çoğunun ifadeleri Emniyet
Müdürlüğünde alınmadı.
“Kontr-Gerilla” adı altında yasadışı olarak örgütlenmiş ve çeşitli güçlerden oluşan
bir sağ cuntaya hizmet ettiği anlaşılan bir yerde, yasalarımızda yeri olmayan
yöntemlerle sorgulamaya tabi tutulduk. Gördüğümüz ağır baskıdan kurtulmanın
tek yolu, hazırlanan senaryoları imzalamak olduğunu anladığımız için de, bir
yandan bizlere bazen telkini sorgu, bazen dikte ettirilen suç isnatlarını elle
yazarak verdik, önümüze ifade diye konan kağıtları imzaladık ve bu kağıtları
teyplere okuduk.
3- İlk anda İstanbul Emniyet Müdürlüğünde alınan ifadeler ile “Kontr-Gerilla
Örgütü’nde” alınan ifadeleri birbirinden ayırmak mümkündür.
Şöyle ki:
a- “Kontr-Gerilla Örgütü’nde” alınan ifadelerde (…………’nın, ……… tarihinde
alınan ifadesinde…………) kaydı olmasına karşılık.
b- İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde alınan ifadelerinde (………….’nın Emniyet 1
Şube Müdürlüğünde………… günü sanık olarak alınan ifadesinde) kaydı
bulunmaktadır.
c- Ayrıca, doğrudan doğruya Kont-Gerilla Örgütü’ne götürülen kişilerin parmak
izleri alınmadığı halde, Emniyet Müdürlüğünde ifade veren kişilerin parmak izleri
alınmıştır. Bu husus 2. Şube Parmak Kısmından tesbit edilebilir.
4- Daha sonra Askeri Savcılık’ta verdiğimiz ifadelerde “Kont-Gerilla Örgütü’ne”
götürülmek tehdidi altında bulunmak nedeni ile işkence altında verdiğimiz
ikrarların hepsini veya çoğunu kabul etmek zorunda kaldık.
5- Sayın Savcı eğer gerçekten bu örgütle bir ilişkisi yoksa, bizim bu isteğimizi
araştırmakla yükümlüdür.
İddialarımız doğrulandığı takdirde işkence altında verdiğimiz ifadeler hükümsüz
kalacak ve Sayın Savcı da tertipçilerin içinde bulunduğu intibaından kurtulmuş
olacaktır. Bu nedenle, bu hususun aydınlığa kavuşmasını bizden çok kendisinin
istemesi gerekir.
6. Fakat iddianamesinde böyle bir niyet görülmüyor. Çünkü bu takdirde ikrara
dayanan ve “Takriri delil” sisteminden fayda uman Sayın Savcının kurduğu bina,
iskambil kağıdından şatolar gibi çökecektir..
7- Bu konu mahkemenin yürütülmesi ile de yakınen ilgilidir. Çünkü, işkence
yapıldı-yapılmadı iddiaları, duruşmaların seyrini olumsuz yönde etkileyebilecektir.
8- İddialarımızı ispat edebilmek için, gözümüz kapalı bulundurulduğumuz bu
yerin, muhtelif sanıklarla yaptığımız görüşmelerden sonra tespit edebildiğimiz
özelliklerini ve tahmini planını ek’te takdim ediyorum. (Ek-1)
9- Tahminime göre, işkence gördüğümüz bu yer: Erenköy-Göztepe’de Erenköy
Kız Lisesi civarında bulunan Milli İstihbarat Teşkilatı’nın sorgulama bürosu veya
Anadolu yakasında bu maksatla kullanılan 3 katlı, büyük bir bahçe içinde bulunan
bir başka ahşap köşk olabilir.
Sonuç ve İstekler
1- İddialarımızın daha önce MİT’in en yüksek kademelerinde görev almış, şeref
ve haysiyetlerine kimsenin tek toz konduramayacağı, Sayın Emekli Tümgeneral
Naci Aşkun ile Emekli Kurmay Albay Faruk Ateşdağlı’nın da dahil bulunduğu bir
bilirkişi heyeti ile verdiğimiz planın Anadolu yakasında bu MİT binasına uyup
uymadığının, tiplerini tarif ettiğimiz kişilerin MİT’te görevli olup olmadıklarının
saptanmasını,
2- İfadelerimizin alındığı yerin Emniyet olup olmadığını tespit için, o zaman
İstanbul Emniyet Müdürü olan Emekli Tümgeneral Nihat Aslantürk’ün,
götürüldüğüm iddia edilen Şube Müdürünün, nöbetçi komiserlerin, geceleri orada
kaldığıma göre, Emniyet Nöbetçi Müdürü’nün dinlenmesini ve nöbet defterlerinin
derhal mühürlenip mahkemece el konulmasına ve ayrıca Emniyet 1. Şube
Müdürü personelinin, müdüründen memuruna kadar isim listelerinin ve
resimlerinin mahkemeye getirilmesini,
3- Emniyet ifadesi olduğu iddia edilen sorgu zaptında imzası olan iki kişiden birini
teşhis etmiş durumdayım. O şahısların celbi ile sorgu zaptındaki isimlerin ve
imzaların onlara ait olup olmadığının saptanmasını,
4. İfadelerin yazıldığı daktilo makinesi ile Emniyet’teki daktilo makinelerinin
karşılaştırılmasını,
5- Bu konudaki bilirkişi raporu verilinceye kadar Sayın Savcı’nın istinkaf etmesini,
6- Gözaltına alındığım 3/4 Temmuz 1972 günü gecesi “Kontr-Gerilla Örgütü”nde
çekilen fotoğrafım ile Selimiye Askeri Ceza ve Tutuk Evinde, hücrede
bulunduğum 14 Ağustos 1972 günü alınan fotoğraflarımın mukayese edilmesini
(Bu fotoğraf çekilirken yanımda Yüksel Çengel vardı) (Canlı cenazeye
benzediğim için en yakın arkadaşım beni gördüğünde tanımamıştı. Daha sonra
bu resmi ortadan kaldırmak için birkaç ay sonra koğuşta iken bir resmim daha
çekilmişti.)
7- Yüksek Mahkemeniz bu konuda kendisini yetkili görmezse, ilgili ve yetkili
mercilere dileğimi iletmesini,
8. Dilekçemin bir suretinin avukatıma verilmesinin karar alınmasını arz ve istida
ederim.
M. Talat Turhan
Ekler:
Ek-1 Erenköy MİT sorgulama evinin 3. kat planı.
“Kontr-gerilla örgütü”
Notlar:
1- Bu dilekçe, 8 Haziran 1973 günkü duruşmada mahkemeye verilmiştir.
2- Duruşma tutanağı Sahife No.ları:
a- Dilekçenin mahkemeye verilmesi: Sh. 19
b- Askeri Savcı Mütalaası: Sh. 20
“ileri sürülen işkence iddiaları varid değildir… Şimdi bu konuda
taleplerin isafına lüzüm yoktur… Talat Turhan’ın davadan istinkaf
etmemizi istiyen talebi de yersizdir.”
c- Dilekçenin İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığına gönderilmesi: Sh.
20-22-36
3- İşkence konusundaki tespit istemlerimizin isafına gerek olmadığını büyük bir
sorumsuzluk ve futursuzlukla isteyen Askeri Savcı Nevzat Çizmeci, 26 Haziran
1973 tarihli duruşmada, gene aynı rahatlıkla “mahkemeniz gerekli tespitler
yaptırmıştır.” diyebilmektedir (Sh. 62)
4- Oysa, bu dilekçem hiçbir sorumlu makam tarafından işleme konulmamıştır.
Çünkü iddialarım doğrudur.
5- İstemlerim isaf edildiğinde İşkence ile tertip düzenleyenlerin maskeleri ortaya
çıkacaktır. İdarenin şebekeleştiği ve gizli örgütler’in iktidara egemen olduğu bir
dönemde bu dilekçem elbette işleme konulamazdı.
6- Ama bu dilekçe ile tertipçileri tarih önünde mahkum etmiş olduğuma
inanıyorum.
Talat Turhan
Ek 19
Türk Devletinin Geleceğini Ağır Bir Tehlikeye Düşürecek NitelikteKanundışı
Gizli Örgüt Uygulamaları
İstanbul, 12 Haziran 1973
Başbakanlık ve Genel Kurmay Başkanlığına Sunulmak Üzere
İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı 3 No.lu Mahkeme Başkanlığına,
Sanık:
M. Talat Turhan (Emekli Kurmay Yarbay)
Konusu:
Türk devletinin geleceğini, ağır bir tehlikeye düşürecek nitelikte,
kanundışı gizli örgüt uygulamaları hakkında
Olayın Açıklaması
1- İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığınca düzenlenen, Sayı:
1973/5, Esas: 1973/79 ve İddia:1973/33 No.lu iddianamesi gereğince 3 No.lu
Sıkıyönetim Mahkemesi tarafından yargılanmaktayım.
2- 28 Mayıs 1973 günü sorgulamalarım esnasında ve mahkemeye sunduğum
yazılı sorgumun, 188. sahifesinde bazı açıklamalarda bulundum.
3. Bu açıklamalar, Türk devletinin geleceğini etkileyecek önemdedir. Bir ay,
anayasa, mevcut hukuk düzeni, uluslararası hak ve özgürlüklere ilişkin
bağlantılarımız hiçe sayılarak, işkenceye tabi tutuldum.
İşkence yapanların, hayatıma kasteden tutumlarından daha önemlisi, Türkiye’nin
kurulu düzenine, bütün güç ve organlarına açıkça küfür etmeleri olgusunun tanığı
olmam ve Türkiye’nin kaderinin, bir cunta eline geçtiğini bizzat gözlemlemenin
derin ıstırabı içindeyim. 12 Mart’tan sonra parlamento üzerinde baskı sürdürenler
ve anayasa’yı değiştirmeye zorlayanlar bu gizli örgüttür. Bu işlemlere tabi tutulan
tek kişi ben değilim. Binlerce kişi benzeri ve çok daha ağır işkence ve
komploların kurbanı edilmiştir.
4. Bütün bu kanundışı uygulamaların, tek sorumlusunun İstanbul Sıkıyönetim
Komutanı Sayın Orgeneral Faik Türün’ün olması iktiza eder. Çünkü, bu
işkencelerin yapıldığı yerin bir müddet 1. Ordu Komutanlığında görevli bulunan,
Tümgeneral Memduh Ünlütürk tarafından yönetildiğini işkence görenler
saptamışlardır.
5. 1402 Sayılı Sıkıyönetim Yasasının 6. maddesi gereğince
Sıkıyönetim Komutanı Başbakan’a karşı sorumludur.
açıklamalarım, Türk Silahlı Kuvvetlerini de ilgilendirmektedir.
Bunun
yanında
6. İç Hizmet Kanununun, 27. Maddesinde (Her şikayet edilen amir geçilir) hükmü
yer almaktadır. Bu kanun gereğince dileğimin Başbakanlık ve Genel Kurmay
Başkanlığına gönderilmesini talep ediyorum.
7. Kendilerini “Kontr-Gerilla Örgütü” olarak tanıtan bu kanundışı örgütte, sorgu ve
işkence esnasında:
a. Anayasa kanunlar ve parlamentoya,
b. O zaman Kara Kuvvetleri Komutanı olan Sayın Orgeneral Faruk Gürler’e Hv.
Org. Sayın Muhsin Batur’a ve o tarihte Donanma Komutanı olan Or. Am. Kemal
Kayacan ve aile efradına,
c. Komünizme ve Komünistlere,
d. MBK’sine ve MBK üyelerine,
e. CHP ve Sayın Ecevit’e,
f. AP ve Sayın Demirel’e,
g. Azınlıklara,
h. Masonlara,
ı. Alevilere
j. Vergi kaçakçılarına ve diğer kaçakçılara devamlı küfür edilmekte ve
k. 6 ok’un komünist prensiplerinden alındığı ile,
l. 27 Mayıs’ın Marksist-Leninist bir hareket olduğu iddia edilmektedir.
8. Bütün bunları yapanlar Türk Silahlı kuvvetleri mensupları olmadıkları halde,
Türk Silahlı Kuvvetlerinin adını ve rütbelerini pervasızca kullanmaktadırlar.
9. Bu tertipler İstanbul’un muhtelif yerlerindeki, MİT binalarında ve İstanbul
Emniyet Müdürlüğünde yapılmaktadır.
10. Benim götürüldüğüm binanın özelliklerini yazılı sorgumun 1.88. sahifesinde
belirtmiş bulunuyorum. Bu binanın Anadolu yakasındaki, Erenköy’deki MİT’in
sorgulama yuvası olduğunu sanıyorum. Aynı yakada MİT’in bir başka binası da
olabilir. İşkencehane olarak kullanılan ve benim 3/4 Temmuz 1972 den, 1
Ağustos 1972’ye kadar gözaltında kaldığım, bu yerin saptadığım nitelikleri
aşağıdadır:
a. Büyük bir bahçe içinde, bahçesinde yüksek çam ağaçları ve müştemilat olarak
hücreleri bulunan, bodrum katı hariç 3 katlı, ahşap, eski bir köşk,
b. Civarında birkaç cami var, bunlardan biri pek yakınında,
c. Bina yakınında olduğu anlaşılan, Boğazköy Şan Sineması’nın, ses ve
reklamları zaman zaman duyuluyor,
d. Civarından geçen demiryolundan tren sesleri duyuluyor,
e. Bazı geceler civardan martı sesleri geliyor,
f. Köşkün kurt köpeklerinden birinin adı Olga,
11. Gözaltına alınanlar bu binaya ya Kadıköy İnzibat Bölge Komutanlığı, ya da
Kadıköy
Kaymakamlığı,
Emniyet
Amirliği
önündeki
kamyonetlerle
götürülmektedirler.
12. Kanundışı tamamen cuntalaşmış ve çete yöntemlerine dahi taş çıkaran
uygulamalar ile, kurulu düzeni hiçe sayan, birçok değerlere açıkça küfür eden ve
bir kısım insanlar hakkında, kin ve intikam duyguları ile işkence yaparak, çeşitli
senaryolarla adaleti tesir altına almaya ve en azından adaleti saptırmaya çalışan
bu örgütün, gerçek mahiyeti ve sorumluları ortaya çıkarılmadan, Türkiye’de ne
haktan, ne hukuktan, ne adaletten, ne insan haklarından, ne demokrasiden
bahsedilemez. Bu örgüt, anayasa’ya dahi pervasızca küfür etmekte ve
Türkiye’deki kurulu düzeni hiçe saymaktadır.
13. Montesquieu; “Bir kişiye yapılan adaletsizlik umuma yöneltilen bir tehdittir.”
diyor. Türk Devletinin geleceği bu tehditten kurtarılmazsa vahim sonuçlarla
karşılaşılması mukadderdir.
Sonuç ve İstekler
1. İddialarımın bugüne kadar işkence konusunda, objektif tutum gösterdiğinin
tanığı olduğumuz Sayın Bülent Ecevit ve Sayın M. Ali Aybar’ın da dahil olduğu bir
parlamento heyetince tahkik edilmesini,
2. a. Trabzon’da öldürülen ve faili bulunmayan Kayıkçılar Kahyası Yahya için, 18
Temmuz 1922 tarihinde Bakanlar Kurulukararı ile beş kişilik parlamento tahkik
heyeti kurulmuş ve bu heyet 4 Ağustos 1922’den 12 Eylül 1922’ye kadar geçen
39 gün olay mahalli olan, Trabzon’da tetkikat yapmış idare ve yöneticiler
aleyhinde tecelli eden raporunu TBMM’ne sunmuştur. (İstiklal Harbimizde Enver
Paşa ve İttihat Terakki Erkanı - Kazım Karabekir Shf. 363:375)
b. Yarım asır önce, yüce parlamentonun bu kişinin öldürülmesi olayını, bu derece
hassasiyetle incelemek gereğini duyan parlamentonun, sayısız faili meçhul
cinayetlerin işlendiği ve insanların akıl, insanlık, vicdan ve ahlak dışı işkencelere
tabii tutulduğu bir dönemde duyarsız kalabileceğine inanmıyoruz.
c. Bütün dünya, Avrupa Konseyi, Batı basını ve televizyonu, işkence iddialarını
ortaya atarken, bunları yalanla suçlamak kimseye bir şey kazandırmaz. Bu
iddiaların tespit ve tahkiki Türkiye’nin geleceği için kaçınılmaz bir görev olduğu
inancıyla konunun Türk Silahlı Kuvvetleri açısından da incelenmesini,
3. Dilekçemin bir suretinin Avukatıma verilmesini arz ve talep ederim.
M. Talat Turhan.
Dağıtım:
Gereği için:
Başbakanlık
Gn. Kur. Bşk
Bilgi için:
3 No.lu Askeri Mahkeme Başkanlığı
Ek 20
Başbakan Bülent Ecevit’e Çekilen Telgraf
İstanbul, 11 Şubat 1974
ELT
Sayın Bülent Ecevit
Başbakan
ANKARA
1. 12 Haziran 1973 günü, gereği için Başbakanlığa, bilgi için Genel Kurmay
Başkanlığına birer dilekçe göndererek “Türk Devletinin geleceğini ağır bir
tehlikeye düşürecek” nitelikte, yasa ve ahlak dışı gizli örgüt uygulamaları olarak
işkenceler yapıldığını ve siz de dahil olduğu halde, devletin tüm kutsal değerleri
ve kişilerine küfür edildiğini belirttim. Ayrıca işkence gördüğüm yerin adresini
vererek, bu uygulamanın tek sorumlusu olan Faik Türün’le, işkencelerle yasadışı
bir hazırlık soruşturmasını fiilen yöneten kişinin Memduh Ünlütürk olduğunu da
açıkladım. İddialarımın saptanması için, sizin de içinde bulunduğunuz bir
Parlamento Heyeti’nin kurulması isteminde bulundum.
Sorgumda ilaveten işkence ve sorgu timi başkanının bir MİT elemanı olan Eyüp
Özalkan olduğunu ve uygulamanın amacının Sunay-Tağmaç ikilisinin iktidar hırs
ve kinleri doğrultusunda düzenin saptırılması olduğunu da belirttim.
2. Anayasal dilekçe hakkımın doğal bir sonucu ve demokratik parlamenter
düzene olan saygımın bir sonucu olarak, o günün koşulları altında her türlü
tehlikeyi göze alarak bulunduğum bu istemime bugüne kadar cevap almış
değilim. Aslında cevap verilmesine gerekte kalmamıştır. Çünkü 7-10 Şubat 1974
günleri Hürriyet gazetesi’nde yer alan Faik Türün’ün açıklamaları bir yandan
işkence yoktur diyen herkesi yalanlarken bir yandan da, dilekçemde aylarca önce
öne sürdüğüm iddiaları kelime kelime doğrulamış bulunmaktadır.
3. O zaman dilekçemi alan Başbakan Talu, hemen uçakla Yeşilköy’e gelmiş ve
Yeşilköy’den doğruca helikopterle, Selimiye Sıkıyönetim Karargahına uğrayarak
Faik Türün’le gizli bir görüşme gereğini duymuştur. Bu görüşmeden sonra,
üzerimde sürdürülen manevi baskı arttırılmış olmasına rağmen yasal özgürlük
kavramı bugüne kadar sürdürmeye devam ettim. Bugün Faik Türün’ün
açıklaması tüm Sıkıyönetim uygulamalarına gölge düşürmüş ve temelinde
gayrimeşruluk yatan bir hazırlık soruşturması sonucu açılan davaların niteliği
ortaya çıkmış bulunmaktadır. Bu gözlemi affın kapsamını tartışırken ve kararını
alırken hesaba katmak gereğini takdir buyuracağınızı umut ediyorum. Şu
kadarını arzedeyim ki bu beyanı bir genelleme olarak belirtmeyi uygun
buluyorum. Kendi açımdan bir affı kabul etmek kararında değilim.
4. Sayın Talu, bu tutumu ile işkencecileri himaye eder bir duruma düşmüş
bulunmaktadır. Konunun aktüel olduğu bu dönemde Talu’nun bu tutumunun tarih
ve yüksek makamınız önünde saptanılması gereğini duymaktayım.
5. Utanç verici işkence olayları karşısında 12 Mart’tan beri sürdürdüğünüz uygar
tutumun tanığı olarak, bugün kendilerini işkenceci olarak ilân etmek gafletine
düşen sorumlu kişiler hakkında hükümet olarak en doğru stratejiyi
saptayacağınıza olan tüm umudumuzu muhafaza ederek, saygılarımı sunarım.
Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan
Ceza ve Tutukevi Selimiye-İstanbul
Ek 21
Askeri Savcı Nevzat Çizmeci’yi İstinkafa Davet
İstanbul, 2 Ekim 1973
1. Ordu Komutanlığı
3 No.lu Askeri Mahkeme Başkanlığına
Selimiye İstanbul,
İlgi:
a. İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı 3 No.lu Askeri Mahkeme
Başkanlığına sunulan 8 Haziran 1973 günlü dilekçem.
b. İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı 3 No.lu Askeri Mahkeme
Başkanlığına 12 Haziran 1973 günü sunulmak istenen ve kabul
edilmemesi üzerine, gereği için Başbakanlığa ve bilgi için Genel
Kurmay Başkanlığı’na sunulan dilekçem.
Sanık:
Talat Turhan
Konu: Askeri Savcı Hakim
Olayın Açıklanması
1- 8 Haziran 1973 tarihinde ilgi (a)daki dilekçemi Yüksek Mahkemenize sunarak
işkence iddialarımızın doğrulanması için bazı tespiti delil taleplerinde
bulunmuştum. Bu arada işkence gördüğüm Erenköydeki, gerçekte MİT
sorgulama bürosu olan fakat kanundışı Kontr-Gerilla Örgütünce kendi
maksatlarına alet edilen binanın planını da takdim etmiştim.
2- Bu dilekçem Yüksek Mahkemenizce kabul buyurularak, 8 Haziran 1973 günlü
duruşma zaptında özetlenmiş ve gereği yapılmak üzere İstanbul Sıkıyönetim
Komutanlığına gönderilmiştir. Bu arada talep ettiğimiz tespitler yapılıncaya kadar
Askeri Savcıyı istinkafa davet etmişsem de kendisi buna lüzum görmediğini
beyan etmiştir.
3- 12 Haziran 1973 günlü duruşma zabtında görüleceği üzere bu dilekçem
İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığınca gereği için Askeri Savcılığa, bilgi için 3
No.lu Askeri Mahkeme Kıdemli Hakimliğine gönderilmiştir.
4- Yukarıdaki seyirden açıkça görüleceği gibi bizce olayların içinde ve hatta
tertiplerin yanında olduğu şüphesi bulunan Askeri Savcıdan şikayetimiz gereği
yapılmak üzere Askeri Savcılığa gönderilerek, şikayet edilenle şikayet konusu
tahkikle görevlendirilen makamın aynı olması gibi kanunlarımızın cevap
vermediği bir durumla karşı karşıya gelmiş bulunuyoruz.
5- Dilekçemin işlem görmemesi üzerine gerçekte, benim kanıma göre KontGerilla adlı kanundışı örgütün tüm insanlık dışı faaliyetlerinden sorumlu olarak
gördüğüm Sıkıyönetim Komutanı Orgeneral Faik Türün’ü, 1402 Sayılı Yasanın 6.
maddesi gereğince, yüksek mahkemenizi merci kabul ederek, 12 Haziran 1973
günlü bir dilekçe ile o günkü duruşma zabtında görüleceği üzere Başbakanlığa
şikayet etmek istedim. Mahkemenizce bu dilekçemin kabul edilmemesi üzerine
dilekçemi gereği için Başbakanlığa, bilgi için Genel Kurmay Başkanlığına
sundum. Bu dilekçemde de kanundışı Kont-Gerilla Örgütünün “Türk Devletinin
geleceğini tehlikeye düşürücü uygulamalarından” söz ederek, olayların
sorumluları olarak Orgeneral Faik Türün ile Tümgeneral Memduh Ünlütürk’ten
söz ederek işkence karargahının adresini verdim.
6- Duruşma zabtında görüleceği gibi işkence ve sorgulama timi başkanı olan
kişinin de Eyüp (Özalkuş) olduğunu belirtmiş bulunuyorum.
7- Benim ve diğer bütün sanıkların Kont-Gerilla Örgütü hakkındaki beyanlarımız
Askeri Savcı tarafından işkence edebiyatı olarak nitelenmektedir.
8- Oysa ki 1 Ekim 1973 gün ve 133 Sayılı “Yankı” dergisine atfen 1 Ekim 1973
günlü “Yeniortam” gazetesinde Kontr-Gerilla Örgütünün var olduğunu, kendi emir
ve direktifi ile kurulduğunu Emekli Orgeneral Faik Türün’ün ifade ettiğim konular
bizzat eski Sıkıyönetim komutanı tarafından doğrulanmış ve Askeri Savcı da
yalanlamış olmaktadır.
9- Bilindiği üzere hazırlık soruşturması tamamen Askeri Savcının sorumluluğu
altındadır. Emniyet teşkilatı Askeri Savcıya niyabeten soruşturmaya
katılmaktadır. 1402 Sayılı Yasanın 2. maddesi uyarınca Sıkıyönetim Komutanlığı
MİT’le işbirliği yapabilir. Milli İstihbarat Teşkilatının kuruluşu, görev ve yetkileri
hakkındaki kanuna göre bu örgütün sorgulama yetkisi yoktur.
Halbuki benim ve diğer birçok sanığın ifadelerimiz yasadışı bir örgütte işkence
altında, örgütün maksatlarını gerçekleştirmek üzere hazırlanmış senaryoya
uygun olarak alınmıştır. Gerçek bu olmasına rağmen Askeri Savcı ısrarla bu
gerçeği kabul etmemiş, ifadelerin Emniyet Müdürlüğünde normal koşullar altında
alındığını mussırren iddia etmiştir.
10- Hasıl olan bu durum karşısında Kontr-Gerilla Örgütü ifadelerimiz ve bu
ifadelere dayanan Askeri Savcılık ifadelerimizle bunlara dayanılarak düzenlenmiş
olan iddianame hukuken geçersiz olup, Askeri Savcı adalet mercilerini yanıltmak
ve gizli maksatlara hizmet etmek gibi bir suç altına itilmiş bulunmaktadır.
Sonuç ve İstekler
Eski Sıkıyönetim Komutanı Emekli Orgeneral Faik Türün’ün açıklaması
karşısında, yanlış beyanlarda bulunduğu meydana çıkmış olan Askeri Savcı
Nevzat Çizmeci’yi yeniden istinkafa davet ederim.
Saygılarımla
Talat Turhan
Notlar:
1. Bu dilekçe, 2 Ekim 1973 günkü duruşmada mahkemeye verilmiştir.
2. Duruşma Tutanağı Sahife No: 270: 274’e bakınız.
Ek 22
Benimle İlgili Yazılı Deliller Hakkında (Rapor Sahteliğinin Saptanılması
İstemi)
İstanbul, 6 Mayıs 1974
1. Ordu Komutanlığı,
3 No.lu Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi Başkanlığına
Selimiye-İstanbul,
Sanık: M. Talat Turhan
Konusu: Benimli ilgili bazı yazılı deliler hakkında (Bölüm VI) (Kısım: 1)
Konunun Eleştirisi
İlgi
a- Klasör II, Dizi:314 ve 315’teki Milli Emniyet Hizmetleri İstanbul Bölgesi
Başkanlığı’nın beni de ilgilendiren 1.7.1972 tarihli yazısı.
b- İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığına Avukatlarım Sayın Birsen Balcıkardeşler
ve Alp Kuran imzaları ile sunulan 1.7.1972 tarihli yazısı.
c- İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığına Avukatlarım Sayın Birsen
Balcıkardeşler ve Alp Kuran imzaları ile sunulan 1 Eylül 1972 tarihli dilekçe.
d- İlgi b ve c’deki dilekçelerin Türkiye Barolar Birliği Başkanlığı ve İstanbul
Barosu Başkanlığı’na bilgi için sunulan suretleri,
e- Mahkemeye sunduğum, 8 Haziran 1972 tarihli dilekçem. (Du. Tu. Sh. 19)
f- Gereği için Başbakanlığa, bilgi için Genel Kurmay Başkanlığına gönderdiğim
Ek-17’deki dilekçem.
g- İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığının, Sıkıyönetim 3 No.lu Mahkeme Kd.
Hakimliğine gönderdiği 11.6.1973 gün ve Ad. Müş 1973/3310-105 sayılı yazısı ve
bu yazıya ekli, benimle ilgili Sağlık Raporu (Ek-2) ve cevap (Ek-3)
h- Duruşma Tutanağı, Sahife 17,19,20:24,31,36,37,38.
ı- Başbakanlık tarafından 1973 yılında yayınlanan Türkiye Gerçekleri ve Terörizm
adlı Beyaz Kitap.
i- Mahkemeye sunduğum, 5 Şubat 1974 tarihli dilekçe ve bu dilekçeye ekli 169
sahifelik dosya, (I. ve II. bölüm)
j- Hürriyet gazetesi’nin 7, 8, 9, 10 ve 13 Şubat 1974 tarihli nüshalarında
neşredilen Faik Türün’ün açıklamaları,
k- Mahkemeye sunduğum 6 Mayıs 1974 tarihli 11 sayfalık dosya (Bölüm V)
m- Anayasa,
n- 353 Sayılı Yasa,
o- 211 Sayılı İç Hizmet Kanunu,
ö- İç Hizmet Yönetmeliği,
p- 7201 No.lu Tebligat Kanunu.
1. İlgi (g) Yazı Ek-2’deki Benimle İlgili Raporun Evveliyatı
a. 8 Haziran 1973 günkü duruşmada, sorgum esnasında, gözaltında bulunduğum
dönemde ve ondan sonraki dönemlerde maruz kaldığım yasadışı işlemlerin ilgi b
ve c dilekçelerle Sayın Avukatlarım tarafından, ilgili makamlara duyurulduğunu,
fakat herhangi bir işlem yapılmadığını, çünkü devletin tek yanlı işlediğini belirttim.
(D.Tu.Sh.17)
b. Bu beyanın zamanın Sıkıyönetim K.ı Faik Türün’ü uyarmış olacak ki, hemen
bir duruşma sonra, İlgi g’deki Sıkıyönetim Komutanlığı yazısı ve Ekleri
Mahkemeye gönderildi ve Ek-2’deki rapor 12 Haziran 1973 günkü duruşmada
okundu. (D.T.Sh.17)
c. Daha sonra, Askeri Savcı Nevzat Çizmeci söz alarak, aynı konu ile ilgili
görüşlerini beyan etti. Bu beyanda Sayın Avukatlarımın yazdığı ve makamına
sunduğu, İlgi c dilekçeyi almadığını ve fakat aynı konuda, İstanbul Sıkıyönetim
Komutanlığını muhatap alan, ilgi b dilekçenin gereğinin yapıldığını beyan etti.
(D.Tu.Sh.22)
d. Bu konuda Yüksek Mahkemeniz aldığı kararda “…Benzer işlemin sanıklardan
Talat Turhan bakımından da icra edildiği ve anılan komutanlık yazısı ekindeki
20.9.1972 tarihli rapor münderecatından anlaşılmıştır” ve “…Bu karara raporun
sahteliği hakkında bir iddia ileri sürülmediğini…” belirtti. (D.Tu.Sh.24)
e. 13 Haziran 1973 günkü duruşmada ise, anılan rapor İlgi g (Ek-2) hakkında,
sahtelik iddiasında bulunarak, Ceza Evindeki Sağlık Fişim hakkında tedbir kararı
alınarak, tespiti delail talebinde bulundum. (D.Tu.Sh.31)
f. Askeri Savcı Nevzat Çizmeci bu talebimize katılmadığını beyan etti.
(D.Tu.Sh.35) Başka türlü bir beyanda bulunmasına da esasen olanak yoktu.
Aşağıda ayrıntıları ile açıklayacağım üzere, o da bu suçun iştirakçisi ve
sorumluları içinde bulunuyordu.
g. Aynı konuda Yüksek Mahkemeniz yeniden aldığı kararda: “…Bu konu ile ilgili
Talat Turhan talepleri delillerin ikamesi veya soruşturmanın genişletilmesi
safhalarında dikkate alınmasını” hükme bağladı. (D.Tu.Sh.38)
h. Halen Yazılı Delillerin İkamesi safhasında bitmek üzere olduğundan, bu konu
kararınız doğrultusunda yeniden huzurunuza getirilmiştir.
2. İlgi (g) Ek-2’deki Benimle İlgili Rapor Konusunun Eleştirisi
a. Sayın Avukatlarımın, maruz kaldığım bazı kanunsuz işlemleri, ilgililere
duyurmak için yazdıkları, İlgi b, c, d dilekçelerden, bir an için Askeri Savcılık
makamını muhatap alan, İlgi c’deki dilekçenin, Askeri Savcı Nevzat Çizmeci
beyanları doğrultusunda eline geçmediğini kabul edelim. (Yukarıdaki 1. madde c
fıkrası. D.Tu.Sh.22’ye bak) bu durumda kendisinin de kabul ettiği gibi, aynı
konudaki İlgi b dilekçe, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığınca alınmış olmaktadır.
B. Gerçekte, İlgi b ve c’deki dilekçelerdeki istekler içinde, işkence arazları’nın
tespitine dair, bir istemde de bulunulmamıştır. Yalnız İlgi b dilekçenin 2. sahifesi
son satırında “Ayrıca müvekkilimizin ayaklarında pranga izleri vardır.”
denilmektedir.
1- Bilfarz, İlgi b ve c dilekçelerde Kanunsuz olarak hücrede tutulmamda ilgililere
duyurulmaktadır. İlgi g, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı yazısında bu hususa
cevap verilmemiştir. 4 Ağustos 1972’den 3 Eylül 1972’ye kadarki dönemde, bir ay
hücrede tutuldum. Yasalarımız böyle bir uygulamaya imkan vermemektedir. O
halde, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Faik Türün, neden İlgi b dilekçeyi ihbar
telakki ederek, beni hücrede tutanlar için gerekli kovuşturmayı yapmamıştır?
Çünkü uygulamanın baş suçlusu ve sorumlusudur. Bugün, yeniden ilgililerce
ihbar telakki edilerek, beni hücrede kanunsuz olarak tutanlar hakkında
kovuşturma açılmasını talep ediyorum.
2- Gene, bir an için İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı’nın İlgi b dilekçedeki bütün
istemleri yok varsayımından hareketle İlgi b dilekçeyi yalnız İşkence İhbarı
yönünden değerlendirdiğini kabul edelim:
c. Bu durumda, İlgi (n)’deki yasanın 62. maddesinin amir hükmünü
görmemezlikten gelmeye, yasal olanak yoktur. Çünkü, anılan madde, hazırlık
soruşturması döneminde bilirkişi tayin yetkisini, münhasıran Askeri Savcıya
bırakmaktadır. Bu durumda, ilgi (g) yazıdaki tüm işlem yasadışıdır. Askeri Savcı
Nevzat Çizmeci hangi hak ve yetki ile kendi yükümlülüğünü, Adli Müşavire veya
Sıkıyönetim Komutanlığına terk etmiştir? Yasadışı uygulamanın somut bir
örneğidir bu tutum. Nitekim, Yüksek Mahkemenin kararı ve uygulaması yasaya
uygun cereyan etmiştir. (D.Tu.Sh.24)
1- İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı İlgi (b) dilekçeyi, işkence ihbarı olarak kabul
ve telakki etmişse, bu dilekçeyi, Askeri Savcıya, gereğine tevessül etmesi için
göndermek yasal yükümlülüğü altında bulunmaktadır. (353 Sayılı Yasa, madde
62)
2- Askeri Savcı da aynı yasa gereğince bilirkişiyi seçecektir. Oysa Nevzat
Çizmeci, yasa adamı olduğu halde, yasaya saygılı olmak gereğini duymaksızın,
kendi yetkisini tecavüz eden, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı’nın savunmasını
yapmak gibi garip bir tutum içine girmiştir. (D.Tu.Sh.22)
d. Bu düşüncelerimizden daha önemlisi 353 Sayılı Yasanın 62. maddesindeki
hüküm, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı’ndaki uygulamada, daima bu konuda
Haydarpaşa Askeri Hastanesi’ndeki mütehassıslardan oluşan bir heyet bilirkişi
olarak seçilmiştir.
Halbuki, İlgi (g) yazının Ek-1’indeki uygulama, (Numan Esin raporu) yasaya
uygun şekil gösterdiği halde, aynı yasanın Ek-2’sindeki bana ait raporda, bu
koşula riayet edilmemesinin tek anlamı olabilir. Raporun sonradan zevahiri
kurtarmak için tanzim ettirildiği.
e. İlgi (g), Ek-2’deki rapor, 353 Sayılı Yasaya aykırıdır. Çünkü anılan yasanın, 62.
maddesi, ikinci fıkrası: “Askeri Tabipler bilirkişi olarak tayin edilir” diyerek, her
türlü tereddüdü önlemiştir. Bilirkişi çoğuldur ve birkaç kişiden teşekkül edecektir.
O halde benim için verilen rapor bu yönü ile de geçersizdir.
Nitekim, yüksek heyetiniz N. Esin, H. Yalçınkaya, M. Çınar’ı muayeneye
sevkederken yasa şartlarına uymuştur.
f. Bu konudaki uygulamaya Hazırlık Soruşturması döneminden bir örnek vermek
gerekirse: Madanoğlu davasında yargılanan, Necdet Düvencioğlu ve Hıfzı Kaçar
isimlerini verebiliriz. Bu iki kişi hakkında, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı’na
yapılan, İşkence Konusu’ndaki başvurma, tıpkı benim örnekte olduğu gibi,
yasaya aykırı olarak, 1. Ordu Karargahı Tabibince alınan raporla
değerlendirilmiştir. Fakat, daha sonra, aynı kişiler bu rapora rağmen, İstanbul
Sıkıyönetim
Komutanlığı’nca,
Haydarpaşa
Askeri
Hastanesi’nde
mütehassıslardan oluşan, bir bilirkişi tarafından muayene edilerek, haklarında
rapor verilmiştir. İlgi (i) kitabın 139. ve 140. sahifelerine bakınız.) Kaldı ki bu işlem
dahi, Askeri Savcılık kanalından geçmediği için usulsüzdür.
g. Bahse konu olan, benim örnekte ise, istisnai olarak, yetkisiz ve yasa
hükümlerine uymayan bir seçimle, tek tabibin raporuyla yetinilmiştir. Esasen, bu
işlemdeki anormallik Yüksek Heyetinizin dikkatinden kaçmadığı için, aldığı
kararda: “…Benzer işlemin sanıklardan Talat Turhan bakımından icra edildiği”
cümlesi kullanılmıştır. (D.Tu.Sh.24)
h. İlgi (g) yazıda ise, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı’nın aynı konudaki iki
değişik uygulaması ile karşı karşıyayız:
1- Ek-1’deki, N. Esin için alınan rapor yasanın, şekli koşullarına uygundur.
2- Ek-2’deki, benimle ilgili raporda ise, hiçbir kurala ve yasaya uyulmak gereği
duyulmamıştır. Bu durumda, uygulamanın sorumlusu, ister Faik Türün, ister adli
müşavir, ister Nevzat Çizmeci olsun, yasadışı bir durumla karşı karşıya
bulunuyoruz demektir.
a- Ben, bu raporun “Hakikate uygun” olmadığını duruşmada belirtmiştim.
(D.Tu.Sh.31) Evet, bu rapor hakikate uygun değildir ve benim duruşmadaki
beyanlarımdan sonra, alelacele uydurulmuştur. (D.Tu.Sh.17)
b- Buna tevessül eden kişilerin nitelikleri, daha bugünden anlaşılmıştır. Kişiler,
gelip geçici, kurumlar ölümsüzdür. Bu kişilerin, kurumlardaki tahribatı, Hukuk
Devleti kavramını tahrip etmiştir. Aynı zamanda bu kişiler, maruz bırakıldığım
tertibin ve sayısız yasadışı uygulamanın müşevvik, muharrik ve sorumlularıdırlar.
c- Bahse konu olan bu raporun, sahteliği saptanınca bu kişilerin, bundan önceki
dönemde, yasadışı emirlerle ilgi (a) hakkımda düzenlenen tertibin iştirakçileri
olduğu kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Şöyle ki:
i- Sayın Avukatlarım, İlgi (b) ve (c)’deki dilekçeleri, gereği yapılmak üzere
İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığına ve Akeri Savcılığa benimle ilgili birtakım
yasadışı uygulamaları duyurmuşlardır. Bu dilekçeyi, Komutanlık işkence ihbarı
olarak kabul etmiş ve gereğine tevessül etmiştir. O halde:
1- Anayasa madde 62 İlgi (a) kanun madde 25 İlgi (ö) yönetmelik, madde 42
gereğince, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı’nın, Avukatlarıma en geç bir ay
içinde, cevap vermesi gerekirdi. Bunun yanında, gerek İlgi (m) madde 62 ve
gerekse, İlgi (p) madde 8, gereğince, bu cevabın yazılı olması da zorunlu idi.
Bilindiği gibi İlgi (n) yasanın 52. madde 4. fıkrası “Tebligat Kanunu Hükümleri
Askeri Mahkemelerde uygulanır” hükmünü de kapsamaktadır.
2- Oysa Faik Türün’e, 1402 Sayılı Yasa ile verilen sınırsız yetki az gelmiş, belli
bir zihniyet içinde, emrinde ve hizmetinde olduğu çevrelerin hizmeti ve ihtirasları
doğrultusunda çaba sürdürmek dışında, hiçbir yasa ve kavram ile kendisini
bağımlı hissetmemiş ve maalesef sıkıyönetim görevleri dolayısı ile kendisiyle
ilgili, kurum ve kişiler onun yasa ve insanlık dışı tutumuna karşı durmak şöyle
dursun, tertiplerine yardımcı olmuşlardır. Teselli veren tek husus bu tutumda
olanların, azınlıkta bulunmalarıdır. Eğer Faik Türün anılan yasalara saygılı
olsaydı, Sayın Avukatlarım 1 Eylül 1972 tarihli, İlgi (b) dilekçelerine, en geç 1
Ekim 1972 de yazılı cevap almaları gerekirdi. Bu yapılmamış, aradan 9.5 ay
geçtikten sonra, benim sorgum üzerine, 8 Haziran 1973’te, İlgi (g) yazı ve eklerini
mahkemeye göndermek gereğini duymuşlardır. (D.Tu.Sh.22)
3- Bu arzettiğim anormal durumun bir an için ilgililerin ihmalinden doğmuş
olduğunu kabul edelim. O taktirde, raporun tarihine göz atmamız gerekir. İlgi (g)
yazı Ek-2’deki, benimle ilgili raporun tarihi, 20 Eylül 1972’dir. Yani İlgi (b) ve (c)
dilekçelerinin tarihi 1 Eylül 1972 olduğuna göre, aradan 20 gün geçmiştir. 20
Eylül 1972 tarihinde ise benim İşkence gördüğüm yasadışı Kontr-Gerilla
Örgütü’nden Selimiye’ye gelişimin 50. günüdür.
4- İşkence gördüğüm tarihten (3 Temmuz 1972 gözaltına alındığım tarih
olduğuna göre) 50-80 gün sonra (Avukatlarımın işkence tarihine göre)
İşkence’nin tespiti için, yasadışı bir tutumla, muayene edilmem söz konusu
olmaktadır.
5- Oysa, bu durumu İlgi (i) kitapta bir örnekle, karşılaştırırsak durum daha ilginç
bir hale dönüşecektir. (Sahife 139, 140’a bakınız)
a- Sayın Avukat Hidayet Ilgar 25 Ekim 1972 günü müvekkili Hıfzı Kaçar’ın
baskıya maruz kaldığını beyan eden, bir başvurmada bulunmuştur.
b- Bir gün sonra, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı adli müşavirliği, 26 Ekim
1972’de, Hıfzı Kaçar’ın, doktor muayenesine sevkini, Ceza ve Tutuk Evinden
istemiştir.
c- Bu tarihten bir gün sonra, 27 Ekim 1972’de, Ceza Evi idaresi Hıfzı Kaçar’ı
karargah tabibine muayene ettirmiştir.
d- Adli Müşavirlik, bu rapora rağmen, Hıfzı Kaçar için, 1 Kasım 1972’de
Haydarpaşa Askeri Hastanesi’nde, mütehassıs bir bilirkişi heyetinden rapor
istemiştir. (Aradaki günler Cumhuriyet Bayramı tatilidir.)
e- Diğer kişiler için de uygulama yukarıdaki örnekte olduğu gibidir. Bu örnekten
yararlanmamın nedeni, benim raporla hemen hemen aynı döneme rastlamasıdır.
Aynı komutanlığın, aynı tarihlerde, iki değişik uygulamasının bir nedeni olsa
gerektir.
j- Bu noktada, yeni bir olasılık ve soru akla gelmektedir. Benim hakkımda
hakikate aykırı rapor tanzim etmeye zorlanan ilgililer, neden 2, 3, 4 Eylül 1972
tarihini atmamışlardır da, bir anlamda sahteliği ortaya koyan, İlgi (b)’ deki
müracaat tarihinden 20 gün sonraki bir tarihi seçmişlerdir.
1- Ceza ve Tutuk Evinde bulunan kişiler için, birer sağlık fişi tutulmaktadır. Bu
fişe viziteye çıkış tarihleri ile teşhis ve verilen ilaçlar yazılmaktadır.
2- Ceza ve Tutuk Evinde bulunduğum her gün için, günce tutmaktayım. Bu
günceye göre:
a- 8 Ağustos 1972 Salı günü, kaldığım hücreye, diş tabibi ve tabib uğramış,
b- 17 Ağustos 1972 Perşembe günü, kaldığım hücreye tabib uğramış,
c- 22 Ağustos 1972 Salı günü, kaldığım hücreye tabib uğramış,
d- 1 Eylül 1972 Cuma günü, kaldığım hücreye tabip uğramış,
e- Bu uğrayışlar, genel ziyaretler olduğu için, sağlık fişlerine yazılmamış olması
gerekir. Esasen (a), (b), (c)’deki, uğramalarında bir talebim olmadığı günce’mde
görülüyor. Sadece 1 Eylül 1972 de (sırtımın sağ üstünün ağrıması ve başım
dönmesi şikayeti ile hücrede muayene oldum.)
f- 20 Eylül 1972, ilk defa kendi arzumla viziteye çıktığım gün olup, güncem’de
“Doktor’a ilaç yazdırdım” notu vardır.
3- Görüldüğü gibi Ceza ve Tutuk Evine geldikten sonra resmi olarak ilk viziteye
çıkış tarihim 20 Eylül 1972’dir. Onun için de ilgililerce rapor tarihinin 20 Eylül
1972 olması zorunlu görülmüştür.
4- Eğer Yüksek Mahkemeniz gerek görürse, günce’min doğruluğunun
saptanması için grafolojik bir inceleme yaptırmaya karar verirse, güncemi
sunmaya amadeyim.
5- Bunun gibi iddiamın ispatı için, D.Tu.Sh.31’de de belirttiğim gibi Ceza ve Tutuk
Evindeki sağlık fişinin, tarafsız bir kurul tarafından grafolojik incelemeye tabi
tutulmasına karar alınmasını talep ediyorum.
Esasen mahkemenizin bu konuda ilerde dikkate alınmaya öneren kararı vardır.
D.Tu.Sh.38 “…Bu konu ile ilgili Talat Turhan talepleri delillerin ikamesi veya
soruşturmanın genişletilmesi safhalarında dikkate alınmasına.”
j- Bu konuda bir husus daha açıklamakla iddialarıma kesin bir haklılık
kazandıracağım.
1- Dosya Sıra No: 388 deki Askeri Savcılık ifademin bu konuya ilişkin bölümü
aynen şöyle: “İfadem alınırken cebir ve şiddete maruz bırakıldım… Soruldu:
Vücudumda cebir ve şiddet asarı yoktur. Keza bahsettiğim şiddeti ispat etmek
durumunda değilim dedi.”
2- Bu ifadenin tarihi 3.8.1972’dir. Ve ben bu tarihte, yukarıdaki beyanlarda
bulunuyorum. 353 Sayılı Yasanın, 62. maddesi gereğince, hazırlık soruşturması
döneminde, bilirkişi tespit yetkisi, Askeri Savcıya ait olduğu halde, ifade
tarihinden 47 gün sonra bu beyanlarıma rağmen, İstanbul Sıkıyönetim K.ı Faik
türün, İlgi (a) Ek-2’deki raporu tanzim ettirebiliyor. Tüm ilgililerin bu gafletine pes
doğrusu.
k- Buraya kadar arzettiğim hususlar, raporun hakikate uymadığını, açıklıkla
meydana koymaktadır.
1- 1. ve 2. maddede açıkladığım hususları özetlersem:
1 İlgi (a) Ek-2’deki benimle ilgili rapor hakikate uymamaktadır. Çünkü:
2- Avukatlarımın bu konudaki İlgi (b) ve (c)’deki dilekçelerine, yasa ve
yönetmeliklere göre, verilmesi gereken cevap zamanında verilmemiştir.
Mahkemedeki okuma tarihi, müracaattan 9.5 ay sonradır.
3- Bilirkişi seçiminde, 353 Sayılı Yasanın 62. madde hükümlerine uyulmamıştır.
4- Askeri Savcı bu konudaki yetkilerine yapılan tecavüze seyirci kalmıştır.
5- Bilirkişinin yetkili Askeri Tabibler’den oluşması gerektiği halde rapor tek
tabipten alınmıştır.
6- Bu konudaki uygulama İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığının uyguladığı
yöntemlere de uymamaktadır.
a- İlgi (i) kitap, sahife 139:140’a bakınız.
b- İlgi (g)’ye bakınız. Aynı yazıya ekli olduğu halde, Ek-Rapor şeklen yasaya
uygun, Ek-2’deki benimle ilgili rapor yasa ve kural dışıdır.
7- Gerçekte ne benim, Askeri Savcı ifademin Dosya Sıra No:388’deki
beyanlarımdan anlaşılacağı üzere bu konuda bir talebim olmadığı gibi, Sayın
Avukatlarımın da İlgi (b) ve (c)’deki dilekçelerinde, İşkence asarı tespitine dair bir
talepleri bulunmamaktadır.
8- İlgi (b) dilekçe böyle bir talebi içerse dahi müracaattan 20 gün sonra İşkence
asarı tespit edilemez.
9- Kaldı ki, Dosya Sıra No: 388 deki Askeri Savcı ifademde, “Vücudumda cebir
asarı” yoktur diyen bir kişinin (ifade tarihi 3 Ağustos 1972) bu tarihten 47 gün
sonra İşkence Asarı’nı tespit için muayeneye tabi tutulması akla aykırıdır.
3- İstek:
1- 7. sahifelerde belirttiğim nedenlerle, zamanında tedbir kararı alınmaması
sebebi ile delil olan sağlık fişim üzerinde, gerekli değişikliklerin yapılmasını doğal
karşıladığımız için, fişin celbedilmesini talep ediyorum.
a- 20 Eylül 1972 tarihli verilen raporun, fişte kayıtlı olup olmadığının
saptanılmasını,
b- Raporda böyle bir kayıt varsa, bu kaydın, 20 Eylül 1972 tarihinde yazılıp
yazılmadığının, tarafsız bir kurulca grafolojik incelemeye tabi tutulmasını.
c. Bana rapor alınmasına dair, Sıkıyönetim Komutanlığının yazdığı emirle, Ceza
ve Tutuk Evince verilen yazılı cevapla, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Adli
Müşavirliği ve Ceza ve Tutuk Evi Evrak Kayıt ve Zimmet Defterleri üzerinde
tedbir kararı alınmasını.
d- c’deki yazılar ve defterlerde gerekli kayıtlar bulunursa, o takdirde bu belgelerin
de, Tarafsız bir kurulca grafolojik incelemeye tabi tutulmasını talep ediyorum. (İlgi
a, Ek-2’deki rapor) ve (D.Tu.Sh. 24,31,35,36:38’e bakınız.)
4- a Yüksek mahkemeniz bir kararında, D.Tu.Sh.24: “Askeri Yargıtay 2.
Dairesinin 10.1.1972 gün ve Esas 971/457-71/1 sayılı içtihadında: Sanığa
işkence yapılıp yapılmaması ve bunun tahkiki işkence yapanlar hakkında takibata
tevessül bakımından önem taşıyıp, bunun sanıkla ilgili dava ile münasebeti
yoktur” atıf yaparak bunu kararına almıştır.
Askeri Yargıtayın bu kararını tüm ayrıntıları ile bilmemekle beraber, bundan 20
sene önceki bir tarihte verilmiş bir Yargıtay kararını hatırlatmakta yarar
görüyorum.
b- Bu içtihatla, Y.İ.C.D.17.4.5.1953 T. Ve 892 ve K.1434 sayılı olup: “Sanıkların
hazırlıktaki ikrarlarının zorlanmaya dayandığı iddia edildiğine göre, zabıta
memurları hakkında soruşturma yapılıp yapılmadığının ve sonucunun tespiti
gerekir” demektedir.
c- Gene yüksek mahkemeniz D.Tu.Sh.24’deki kararda: “Mahkememiz Hükme
varırken şüphesiz ki bir sanık hakkında münhasıran emniyette yapılmış bir ikrara
müstenit bir karar verilmeyecek, lehte ve aleyhteki deliller hukuki ve vicdani
kanaate göre değerlendirilecek hüküm tesis edecektir” diye konuya aydınlık
getirmişse de, bu davanın özel bir durumu vardır. Çünkü delil yoktur.
1- Bu gerçeği ben değil, Askeri Savcı iddianamesinin 2. sahifesinde itiraf
etmektedir. Onun tek dayanağı Anayasa madde 33. 4. fıkrasına tamamen aykırı
olan, sanıkların kendi kendilerini ve diğer sanıkları suçlayan atfı cürümleridir.
2- Bu yasadışı ifadeler, itibar görmüş olmalı ki, 671 günden beri tutuklu
tutulmaktayım.
3- Hem de kelimesi kelimesine beni doğrulayan ve tüm iddiaları yalanlayan 16
kamu tanığının dinlenilmiş olmasına rağmen. İlgi (n)’ye bakınız.
4- Yazılı delillerin okunması evresinde delil bulunmadığı açıklıkla görülmüştür.
Aksine (a)’daki hakkımdaki MİT yazısı tertibi tüm açıklığı ile ortaya koymuştur.
(Bu yazının eleştirisi İlgi (ı) I. bölüm ve İlgi (k) III. bölümde yapılmıştır.
5- Sıkıyönetim yargılanan tüm sanıkların, hatta malum koridorlardan geçirilmiş
tanıklar, bütün Türkiye ve tüm dünya, Türkiye’de Sıkıyönetim döneminde yapılan
işkenceleri dile getirmektedir.
6- Bu takdirde, işkencenin kamu suçu olması nedeni ile ilgililerin re’sen harekete
geçmeleri şöyle dursun, tertiplerini sürdürdükleri yukarda arzettiğim, aksinin
ispatı mümkün olmayan, iddialarımda görülmektedir. Bunun yanında, mademki
bu davanın yegane dayanağı işkence ile alınan ikrardır, kararınıza müessir
olacak faktörlerden önde geleninin, işkence’nin var olup olmadığı hususunun
saptanması olması gerekir.
7- Bunun yanında, başından beri İşkenceciler olarak, Gn.M. Ünlütürk, MİT
elemanı Eyüp Özaltaş, Şükrü Balcı belirtilmiş olunmasına rağmen, ben baş
sorumlu olarak Faik Türün’ü gördüm. Faik Türün, bugün daha iyi anlaşıldığı gibi,
hizmetinde olduğu çevrelerle bütünleşmiş olarak, Türkiye kaderi üzerinde, o
çevrelerin arzusu ve kendi kişisel ihtirasları doğrultusunda, oynanan iktidar
kavgasında taraf olduğu için, İstanbul’u Nazi kamplarına rahmet okutan
işkencehanelerle donatmış, bu meyanda, benim üzerimde oynanan tertibin de
baş sorumlusu olduğu için, cür’etini sahte rapor düzenletmeye kadar
geliştirmiştir.
8- Yukarda istediğim tespitler, bu nedenle kanımızca esasa müessir olacak kadar
önemlidir.
9- Bunun yanında, her ne kadar, Mahkemeniz işkenceciler hakkında re’sen
harekete geçmek yetkisinde değilse de, ilk mercii olarak iddialarımı ilgili mercilere
intikal ettirme durumundadır.
d- Kimsenin arkasından konuşmuyorum. Faik Türün’ün Komutanlık döneminde,
her türlü terörünü sürdürürken söylediğim sözler teyp bantlarında duruyor. Bu
konuda, bazı tespitlerin yapılması isteği ile Yüksek Mahkemeye sunduğum 8
Haziran 1972 tarihli dilekçemde: (D.Tu.Sh.19)
1- Bu dilekçede, Hazırlık Soruşturmasının yasadışı yöntemlerle yapıldığını
Yüksek Mahkemeye bildiriyor. İddialarımın doğruluğunun saptanması için bazı
tespitlerde bulunulmasını talep ediyorum.
İlgi (b) de bu yöndedir.
2- Talebim, her ne kadar bu yönü ile mevzuata göre, İstanbul Sıkı Yönetim
Komutanlığı’nı ilgilendiriyorsa da, diğer yanı ile kararınıza müessir olacak ve
Hazırlık Soruşturması’nı hükümsüz kılacak bu önemli tespitler, Komutanlıkça is’af
edilmemiştir.
Dilekçemin işlem görmemesini de doğal karşılıyorum. Çünkü: suçludan suç
delillerinin tespiti istenemez.
3- Bunu bildiğim için ve Türk Devletinin hukuk devleti olma niteliğini, bozmaya
cüret edenlerin, bunda başarılı olamayacaklarına dair, kesin inanç sahibi
olduğum, bilinen kadı hikayelerine, itibar etmeksizin, uygar insan olmanın
gereklerini yerine getirmek için, Faik Türün’ün yasadışı tutumunu 1402 Sayılı
Kanuna göre, Başbakan’a karşı sorumlu olması nedeni ile 12 Haziran 1972 tarihli
dilekçe ile gereği için Başbakanlık ve bilgi için Genel Kurmay Başkanlığına
sunulmak üzere Yüksek Mahkemeye sunmak istedim. Mahkemeniz kabul
etmediği için, ben ilgili makamlara gönderdim. (dilekçe sureti Ek-1 dedir.)
4- İlgi (m), 62. madde, ilgi (n) 10. madde, ilgi (o) 25. madde, ilgi (ö) 42. madde,
ilgi (p) 8. maddelerdeki ve yönetmelik hükümlerine rağmen başbakan Talu’dan
da dilekçeme cevap almış değilim.
Bu durumda sadece iki olasılık düşünülebilir:
a- Başbakan Talu, bu tutumu ile Faik Türün mezaliminin iştirakçisi durumuna
düşmüştür. (Talu, 16 Haziran 1973’de uçakla İstanbul’a gelmiş Yeşilköy’den
Helikopter’le doğruca Selimiye’ye gelerek, bu konuyu Türün’le görüşmüştür.)
b- Talu’nun bu tavrını, tarih önünde saptamak için, 11 Şubat 1974 tarihinde,
Başbakan Ecevit’e, 380 kelimelik bir ELT telgraf çekmiş bulunuyorum. (Selimiye
postanesi makbuz No: 167)
b- Gerek, 8 Haziran 1972 ve gerekse 12 Haziran 1972 tarihli dilekçelerimin
cevapsız kalması bir yandan iddialarımın haklılığını ortaya çıkarırken, bir yandan
da, Türün ve Talu ikilisini, tarih önünde suçlu sandalyesine oturtmuştur.
e- Zaman beni kesinlikle doğrulmamış, benden 9-10 ay sonra yüce
Parlamento’da, 12 Haziran 1973 tarihli dilekçemde ve sorgumda varlığından söz
ettiğim, yasadışı, Kontr-Gerilla Örgütü’nün gerçek olduğunu, Sayın Başbakan
Ecevit Parlamento’da dile getirmiştir. (5 Şubat 1974 tarihli TBMM tutanak
dergisine bakınız.) 6 Şubat 1974 tarihli Hürriyet gazetesinin manşeti aynen şöyle
Demirel’e cevap veren Başbakan: “İşkence, Kontr-Gerilla iddialarını ispat etmek
için devlet arşivlerini karıştırmaya gerek yok.”
f. Bundan başka:
1- Klasör II, Dosya Sıra No: (Dizi Sıra No:) 314, 315 teki MİT yazısı, tek başına, 8
Haziran ve 12 Haziran 1973 tarihli dilekçelerde öne sürdüğüm iddiaların gerçek
olduğunu ve o dönemde tam aksini söyleyen tüm yetkililerin beyanlarının
gerçekdışıolduğunu ortaya koymaktadır.
2- Bilindiği gibi, 644 Sayılı Yasa gereğince sorgulama ve soruşturma yapmak
hakkı olmayan, MİT’te sorgumun yapıldığını İlgi (a)’daki belgenin ortaya koyması,
hazırlık soruşturmasını gayri meşru hale getirmektedir.
3- Faik Türün, Hürriyet gazetesine verdiği beyanatta, Hazırlık Soruşturmasının
yasadışı yöntemlerce, yasadışı örgütlerce yapıldığını itiraf etmiştir. Bu meyanda,
yardımcılarından önde gelen kişinin, Gn. Memduh Ünlütürk olduğunu da
açıklamıştır. (Hürriyet gazetesi, 7, 8, 9, 10, 13 Şubat 1972 tarihli nüshalarına
bakınız.)
Faik Türün’ün bu itirafları, benim bu konuda geçen sene, onun komutanlık
döneminde, öne sürdüğüm iddiaları doğrulamaktadır.
8 Haziran 1973 günkü duruşmadaki sorgumda şöyle diyordum: D.Tu.Sh.16
“Bugün İstanbul’da işkence şebekesi vardı. Şebeke Faik Türün tarafından
yürütülmektedir. Orada Gn. Ünlütürk de vardır. İşkencelerle tespit edilmiş
ifadelerle burada icrai adalet edilemez.”
g- Fakat bugün görüyorum ki, işkence ile alınmış, Emniyet ve Kontr-Gerilla
ifadeleri dışında aleyhimde tek delil bulunmamasına rağmen, tüm benimle ilgili
sanık ve tanık beyanları lehimde tecelli ettiği halde ve bir tedbir olan tutukluluk
müessesinden yararlanılarak, 671 günden beri içerde tutuluyorum. Türkiye
gerçeklerini bildiğim için, bunları doğal karşılıyorum. Eğer bu gerçeklere sırt
çevirseydim, şimdi başka yerlerde bulunurdum elbette. Atatürk’ün Bursa Nutku ile
verilen görevlerin takipçisi olarak müsterihim. Sıkıyönetim Savcılarından bazıların
Bursa Nutku’nun, Stalin’e ait olduğunu iddia edecek kadar cahil olduğu bir
dönemde, bir başka savcının talihsiz bir belgesi olan, Bomba Davası
İddianamesi’ne dayanılarak tutuklu tutulmam sadece inançlarımı kuvvetlendirir.
Sonuç ve İstekler
1. İlgi (a) Ek-2’deki benimle ilgili 20 Eylül 1972 tarihli rapor sahtedir. (D.Tu.Sh.31)
Bu hususta Yüksek Mahkemenin kararı (D.Tu.Sh.38) konunun delillerin ikamesi
veya soruşturmanın genişletilmesi safhalarında dikkate alınacağı şeklindedir. Bu
dava ile hakkımda tertipler düzenleyenlerin, yasadışı tutumunu ve gayri kanuni
bir hazırlık soruşturmasına tabi tutulduğumun saptanması için dilekçemde
belirttiğim tespitlerin yapılmasını talep ediyorum.
2- 8 Haziran 1973’te Mahkemeye sunduğum, 12 Haziran 1973 te Başbakanlık ve
Genel Kurul Başkanlığına sunduğum dilekçelerimdeki (Ek-1) iddialarım, İlgi
(a)’daki (Klasör II, Dizi 314, 315 deki) MİT yazısı ile resmen, Faik Türün’ün
Hürriyet’e verdiği demeci ile gayri resmi olarak doğrulanmış olmasına rağmen, 8
Haziran 1973 tarihli dilekçemde, istediğim tespitlerin yapılması için ilgili mercilere
yeniden başvurularak gereğinin yapılmasına yardımcı olunmasını saygı ile
arzederim.
Talat Turhan
Ekler
Ek-1 12 Haziran 1973 tarihli dilekçe sureti. (4 sahife)
Ek 23
Türün’ün Hürriyet Gazetesine Verdiği Beyanatın Eleştirisi
İstanbul, 18 Temmuz 1974
1. Ordu Komutanlığı
3 No.lu Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi Başkanlığına
Selimiye-İstanbul,
İçindekiler:
Dilekçe
13 Sahife
Ek-1:Ek-6
6 Sahife
Ek-7 3 Sahife
Ek-8 1 Sahife
Ek-9 1 Sahife
Ek-10 1 Sahife
Ek-11 1 Sahife
Ek-12 1 Sahife
Dilekçeyi Veren Sanık:
M. Talat Turhan
Konusu:
Eski Sıkıyönetim Komutanı Faik Türün’ün Sıkıyönetim uygulamaları ve Hazırlık Soruşturması
ile ilgili
olarak Hürriyet gazetesine vermiş olduğu
beyanatın eleştirisi.
Konunun İncelenmesi:
1- Genel:
Yüksek Mahkemeniz, 28 Haziran 1974 günkü duruşmada Hürriyet gazetesinde
yayınlanan Faik Türün beyanatında mahkeme celbine karar vermiştir.
(Du.Tu.Sh.559)
Bu beyanlar; gerçekte benimle ilgili iddialar, ifadelerim, sorgum ve muhtelif
tarihlerde mahkemeye ve diğer mercilere sunduğum dilekçelerle çok sıkı sıkıya
ilgilidir. Faik Türün açıklamalarıyla adeta beni doğrulayan önemli bir tanık
durumuna kendisini sokmuş bulunmaktadır. Çünkü duruşmanın bu evresine
kadar neyi iddia etmişsem, iddia makamı ve diğer yetkili makamlar tam aksini
iddia ettikleri halde, Faik Türün aradan bir sene geçtikten sonra değişen koşullar
içerisinde beni doğrular duruma girmiştir.
Beyanatı bir başka açıdan eleştirdiğimiz takdirde ise, Orgeneral rütbesine kadar
ulaşmış, Sıkıyönetim Komutanlığı yapmış bir kişinin hukuk devleti kavramıyla ters
düşen, hatta en ilkel hukuk kurallarına dahi uymayan anlayışını sergilemek ve bu
suretle de tarihe ışık tutmak olanağını bulacağımı umut ediyorum.
2- Eleştiri:
a. Ek-1 de sunduğum 6 Şubat 1974 tarihli Hürriyet gazetesinde Sayın Başbakan
Bülent Ecevit’in “İşkence ve Kontr-Gerilla iddialarını ispat etmek için arşivleri
karıştırmaya gerek yok” şeklindeki beyanatı manşette yer almıştır.
Sayın Başbakan’ın bu beyanatından hemen bir gün sonra, gene Hürriyet
gazetesinde yer alan Faik Türün’ün açıklamaları anılan beyanatla çelişmektedir.
(Ek-2 ile 6’daki 7,8,9,10,13 Şubat 1974 tarihli Hürriyet gazetelerine bakınız.)
Esasen, Sayın Ecevit muhalefette iken de, yasadışı Kontr-Gerilla örgütünü ağır
şekilde eleştirmiştir. Bu eleştirinin çıktığı 133 Sayılı Yankı dergisinin ilgili bölümü
(Ek-7) de sunulmuştur.
Bu açıklamamdan anlaşılacağı gibi, Türkiye’deki politik ortamın tutucu güçlerin ve
onların iç ve dış destekçisi çevrelerin planları dışında bir oluşum göstermesi
sonucu Sayın Ecevit; Erim, Melen, Talu’nun tam aksine, Kontr-Gerilla’nın ve
işkencenin varlığını gerek muhalefette gerekse iktidarda iken kabul etmiş
olmaktadır.
Bu kabulden sonra, Faik Türün açıklamalarının aynı gazetede neşri, eğer bir
tesadüf veya bir gazetecilik tekniği değilse, Faik Türün adına ciddi bir talihsizlik
olmuştur. Ve bu durumda değerli bir Başbakan tarafından yalanlanmış bir eski
Sıkıyönetim Komutanının tüm açıklamaları değersiz hale gelmiş bulunmaktadır.
b. Fakat, konu benim açımdan özel bir önem taşıdığından, Yüksek
Mahkemenizden, Faik Türün’ün tanık olarak dinlenmesini talep ettim. Kendisiyle,
sanık sandalyesinden diyalog kurarak, her önüne gelenin her konuda
konuşamayacağını tarih önünde saptamak istemiştim. Mahkemeniz, sadece bu
konudaki gazete nüshalarının celbine karar vermekle yetindiğinden, önemine
binaen görüşlerimi yazılı olarak sunuyorum.
Faik Türün’ün açıklamaları içinde en kayda değer olanı, Kontr-Gerilla konusudur.
Konuyu eleştirdikçe görüleceği gibi, ne yazık ki Türün kendi kendisiyle de
çelişmektedir.
1- 1402 Sayılı Sıkıyönetim Yasasının 2. maddesi: “Milli İstihbarat Teşkilatı
Sıkıyönetim Komutanlığı ile işbirliği yapar” hükmünü amirdir. Ne Milli İstihbarat
Teşkilatı Kanununda, ne de 1402 Sayılı Sıkıyönetim Yasasında, bu konuda
ayrıntılı bir açıklama olmamasına rağmen, işbirliği deyimi sınırlı bir ilişkiyi ifade
eder. Fakat Faik Türün ve onun anlayışındaki kişiler, bu kadarıyla yetinmeksizin,
Türkiye’deki sosyal uyanışı önlemek için, yasadışı, dışa bağımlı, gizli örgütler
kurarak çalıştırmışlardır.
2- Bu anlayıştaki kişiler, kavram kargaşası yaratarak, Türkiye’nin bir iç harbe
sürüklenmekte olduğu fikrini kamuoyunda oluşturmaya çalışmışlar ve bu amaçla
toplumun her sınıfında bireysel ve gruplar halinde tahrikler sürdürmüşler,
yaratmayı başardıkları ortamda, gayri nizami harp yöntemleri uygulamışlardır.
Halbuki (Ek-8’deki 1 Ekim 1973 tarihli Yeni Ortam gazetesinde açıklandığı gibi,
gerçekte: “Kontr-Gerilla; Hak, hukuk, kural tanımayan düşman ajanlarına karşı
aynı şartlar içinde savaşacaktı. Düşman ajanları öldürüyorsa, o da öldürecek,
düşman ajanları işkenceyle bilgi alıyorsa, o da alacak, düşman tedhiş yapıp
korkutuyorsa, o da yapacaktı. Kontr-Gerilla’nın görevleri bütün çarelere
başvurarak yurdu düşman karşısında savunmaktı.
Kontr-Gerilla düşman karşısında görev yapmak amacıyla kurulmuş bir örgüttür.”
3- Bu hususu saptadıktan sonra, Türk halkına yöneltilmiş hıyanet, tüm
boyutlarıyla aydınlığa kavuşmaktadır. Çünkü; Türkiye’de amacından
uzaklaştırılan, bir Kontr-Gerilla uygulaması, yasadışı yöntemlerle, kendisini Türk
sayan hainler tarafından, Türk Halkının her kesimindeki insanına uygulanmıştır.
4- 2 Ekim 1973 tarihli duruşmada Yüksek Mahkemenize Kontr-Gerilla konusunda
teorik bilgileri içeren, Sayın Başbakan Ecevit’in o zamanki görüşlerini yansıtan
beyanları ile bizzat Faik Türün’ün Erenköy’de Kontr-Gerilla örgütüne ait bir köşk
hazırlattığına ilişkin beyanlarını içeren (Ek-7)’deki 133 Sayılı Yankı dergisi ile (Ek8)’deki 1 Ekim 1973 tarihli Yeni Ortam gazetesi küpürü sunulmuştu.
Eğer Faik Türün okumak zahmetine katlansaydı, bu konuda bizzat kendi
beyanlarına ters düşen, bilgi ve yetenekleri hakkında olumsuz yankılar
uyandıran, Hürriyet gazetesindeki talihsiz beyanatını vermezdi.
Onun: Birtakım uygulamaları örtbas etmek çabasıyla ve bu konudaki
sorumluluğunu yaygın hale getirmek gibi bir savunma çabası içinde çırpındığını
görmemiz bizim için sürpriz olmadı.
5- Harp Akademisinde okutulan, bir çeşit Gayri Nizami harp yöntemi olan, KontrGerilla harekatını ve buna ait deyimi, Ordu Komutanlığı yapmış ve Orgeneral
rütbesine ulaşmış Türün’ün: “Kontr-Gerillla diye bir terim olduğunu ben
bilmiyorum… Başka memleketlerde kelimenin lügat manasına uygun düşen
örgütler olduğunu da bilmiyorum” şeklinde itirafta bulunmasını bir cehalet örneği
olarak kabul edemeyiz. Gerçekleri saklamak amacına yönelik bu tutumu, tarih
önünde sergilemekle kendimi görevli sayıyorum.
6- (Ek-7)’de sunulan Yankı dergisinde Faik Türün: “Ben Kadıköy’deki Köşkü
Kontr-Gerilla örgütüne özel olarak hazırlattım.” diye açıklamada bulunmuştur. (Bu
derginin tarihi 1-7 Ekim 1973 olup, anılan beyanat da tekzip edilmemiştir.)
Aynı Faik Türün, bu tarihten 5 ay sonra Hürriyet gazetesinde çıkan beyanatında
ise: “Kim buldu bu Kontr-Gerilla deyimini? Talat Turhan çıkarttı bunu. Bir faşist
örgütüdür” diye. Açıklamada bulunarak kendi kendisiyle çelişkiye düşmesinin
anlamı açıktır. (Ek-3) 8 Şubat 1974 tarihli Hürriyet.
7- Aslında bu konuda ne Türün’ün, ne de benim açıklamalarımızın Yüksek
Mahkemenizi bağlamayacağını biliyorum. Şimdilik sadece kapağının fotokopisini
takdimle yetindiğim belge, bu konudaki gerçeği ısrarla inkar eden zavallı kişilere,
birçok şeyi anlatacak kadar açıktır. (Ek-9) Amerikan talimname kapağı fotokopisi.
Bu belge, FM 31-16 (FM: Sahra talimnamesi demektir.) Sayılı ve Counterguerrilla
Operations (Kontr-Gerilla Hareketi) adlı talimnamenin kapağıdır.
Bu talimnamede, Kontr-Gerilla hareketi tüm ayrıntılarıyla açıklanmaktadır.
Talimnamenin basım tarihi ise 1967’dir.
Emekli olduktan sonra dahi, özel davetle Amerika’ya ziyaret yapacak kadar bu
ülkeyle sıkı fıkı ilişkilerde bulunduğundan söz edilen bir kişinin, Kontr-Gerilla
deyiminden habersiz olduğunu ifade etmesi ve daha da ileri giderek, bu tabirin
benim tarafımdan çıkarıldığını iddia etmesi, onun niteliğini ve uygulamalardaki
mantığının açık bir kanıtıdır.
8- Faik Türün talihsiz beyanatını bir gezi öncesi vermiştir. Bu beyanatın alınış
tarihi 18 Ocak 1974’tür. (Ek-2) (7 Şubat 1974) tarihli Hürriyet gazetesi, sahife 15)
(Ek-10)’da sureti sunulan, Nisan 1974 tarihli ve 5 Sayılı Yeni Dönem dergisinin
39. sahifesinde, “Bir portre” den söz edilmektedir. Metindeki meçhul kişinin,
Amerika seyahati tarihi 19 Ocak 1974’tür. Ummak isteriz ki bu portredeki kişi Faik
Türün olmasın.
9- Faik Türün açıklamalarına devam ediyor ve diyor ki: “Bildiğim kadarı ile
Gerilla-Gerillacı birer deyimdir. Kontr-Gerilla diye bir terim olduğunu ben
bilmiyorum. Bir yakıştırma olsa gerektir. Belirttiğiniz şekilde ilk defa bir sanık
tarafından (Daha önceki açıklamalarında bu sanığın Talat Turhan olduğunu
söylemişti.)
muhakemesi
sırasında
kullanıldığını
sanıyorum.
Başka
memleketlerde kelimenin lügat manasına uygun düşen örgütler olduğunu
biliyorum.” (Ek-6) (13 Şubat 1974 tarihli Hürriyet gazetesi, sahife 11)
10- Gerçekte Türün’ün bu konudaki kabullerini içeren belgeleri mahkemeye
sunarak, yukarıdaki bu açıklamalarını yalanlanmış bir duruma kendisini sokmuş
oluyorum. Bunun yanında Kontr-Gerilla pratiğinin, teorideki esasları hakkındaki
bilgisizliğini de ortaya koymuş oluyorum.
11- Teoride bir şekli bulunmasına rağmen, Kontr-Gerilla uygulamaları dünyada
ve Türkiye’de, iki tarzda uygulamaya konulmuştur. Bunlardan ilki, yukarda adı
geçen talimnamede yer alan yöntemleri içermekte ve işgal edilen bir ülkede
başlaması doğal olan gerilla faaliyetine karşı, işgal eden kuvvetin yöntemlerini,
yani Kontr-Gerilla usullerini göstermektedir. Diğeri ise emperyalizmin
boyunduruğu altındaki ülkelerde, sosyal uyanışı önlemek için CIA
koordinatörlüğünde yürütülen ve işgal edilen ülkelerde sürdürülen vahşet
yöntemleridir. Bu yöntemler Vietnam, Kamboçya gibi ülkelerde uygulanmıştır.
İkinci guruba dahil olmasına rağmen Türkiye ve Yunanistan’da uygulama farklı
olmuştur. Özellikle Türkiye’de 1961 Anayasal düzeninden gocunanlar, birtakım
kavramların ardına saklanarak, iç harp bahanesi, demokrasi ve hukuk devletini
korumak paravanası arkasında, dışa bağımlı olarak, yerli işbirlikçilerle sahneye
konulmuştur.
12- Kontr-Gerilla harekatı ile ilgili planlama ve uygulamalarını asıl amacı içinde
yönetmek üzere kurulmuş legal bir örgüt olan, STK’dan bahsetmeyi ülkemin
çıkarlarına aykırı bulduğum için üzerinde durmuyorum.
Fakat, bu legal örgüt ve benzeri örgütleri, illegal duruma sokarak, dışa bağımlı bir
hıyanet kliğinin, iktidar sürelerini uzatmak için, finans kapital ve onun yerli
işbirlikçilerinin çıkarları doğrultusunda kullananların, maskelerini düşürmeyi bir
görev sayıyorum.
13- İşbu illegal karma hıyanet örgütü, yukarda açıkladığım şekilde kendi ulusuna
yönelik bir uygulama sonucu amacından saptırılmış ve birçok tertipler
düzenlenerek, suni davalar ve bu davalar içinde, çeşitli nedenlerle düzenlenmiş
fişlerle, hesabı görülmesi istenen kişiler, suni sanık yapılarak davalara ithal
edilmiştir. Bu oluşum içerisinde, benim özel bir yerim bulunmaktadır. Diyebilir ki,
(ilerde bunu da ispat edeceğim) şahsımda Türk Silahlı Kuvvetlerinin bir kesiminin
zihniyetini mahkum etmek için özel bir dava tertiplenmiştir.
Sorgumda “bu balonu patlatmak şöyle dursun, kalbura çevireceğim” demiştim.
Yüksek Mahkemeniz, daha duruşmanın bu evresinde, Çizmeci’yi tarih önünde
mahkum edecek olan iddia balonlarını gerçekten kalbura çevirdiğimin tanığıdır.
14- 6 Aralık 1973 günkü duruşmada, yukarıdaki açıklamalarım paralelinde bir
dilekçeyi, Yüksek Mahkemeye sunarak, Kontr-Gerilla’nın bir yüzünü açıkladığımı
burada belirtmekte yarar görüyorum.
15- Dünyadaki Kontr-Gerilla uygulamaları için bir fikir verebilmek üzere (Ek11)’de sunduğum 23 Nisan 1974 tarihli Yeni Ortam gazetesinde çıkan Latin
Amerika’daki Kontr-Gerilla Okulları adlı çeviri ile (Ek-11)’de sunduğum 25 Nisan
1974 tarihli Yeni gazetesindeki Uğur Mumcu’nun “Bir Sorunumuz Var” adlı
makalesine bakınız. (Ek-12)
c- Kontr-Gerilla konusundaki bu açıklamalarımla, yüzde yüz kesinlikle, Faik
Türün’ü yalanlamış olmamla genel bir haklılık durumunu elde etmiş bulunuyorum.
Bu durumdan hareketle, şimdi de onun bu konudaki beyanlarının ayrıntılı
eleştirisine geçebilirim.
1- “Ben Kadıköy’deki köşkü Kontr-Gerilla Örgütü’ne özel olarak hazırlattım.” (Ek8) (1 Ekim 1973 tarihli Yankı dergisi ve (Ek-8) (1 Ekim 1973 tarihli Yeni Ortam
gazetesi) (Altı tarafımdan çizildi.)
2- “Ben görevde iken gazetecilerin bazılarına anlattım. Gerilla nedir, Kontr-Gerilla
ne olur diye. Gerilla müstevliye karşı silahlanan bizim deyimimize göre çetecedir.
Kontr-Gerilla ise, faşist metotlu ülkelerin, Şili’nin, Irak’ın benimsediği örgütler”
(Ek-2) (7 Şubat 1974 tarihli Hürriyet, sahife 15) (Altı tarafımdan çizildi.)
3- “Selimiye kışlası civarında, bir askeri jibe, Kontr-Gerillaya teslim etmişler.” (Ek3) (8 Şubat 1974 tarihli Hürriyet, sahife 10) (Altı tarafımdan çizildi.)
4- “Kim buldu bu Kontr-Gerilla deyimini?... Talat Turhan çıkardı bunu bir faşist
örgüttür diye” (Ek-3) (8 Şubat 1974 tarihli Hürriyet gazetesi, sahife 10) (Altı
tarafımdan çizildi.)
5- “Sivil giyinmiş olarak sorgu ekipleri, emniyetten de, MİT’ten de geliyordu. Ayrı
bir örgüt. Kontr-Gerilla, hayır deyim tamamen yanlış ve uydurma…” “MİT
teşkilatının İstanbul’da yerleri vardı. Ama bu teşkilata özel bir mahiyet verilmesi
doğru değil.” (Ek-4) (9 Şubat 1974 tarihli Hürriyet gazetesi, sahife 7)
6- “Gerilla, Gerillacı birer terimdir. Kontr-Gerilla diye bir terim olduğunu ben
bilmiyorum. Bir yakıştırma olsa gerektir. Belirttiğimiz şekilde ilk defa bir sanık
tarafından mahkemesi sırasında kullanıldığını sanıyorum.” (Bu sanığın Talat
Turhan olduğu daha önce açıklanmıştı.) (yukarıdaki 3. maddenin d. Fıkrasına
bakınız.) “Başka memleketlerde kelimenin lügat manasına uygun düşen örgütler
olduğunu da biliyorum.” (Altı tarafımdan çizildi.)
7- Yukarıda 3. maddede açıkça görüleceği gibi Faik Türün’ün 1. ve 2. fıkralardaki
beyanları, 4. ve 6. fıkralar ile çelişmektedir.
5- Ve 6. fıkralardaki beyanları ise 1. 2. ve 3. fıkralardaki beyanları ile
çelişmektedir.
Görüldüğü gibi Faik Türün bir çıkmaza, kendi kendini sokmuş bulunmaktadır.
d. Beyanattaki Kontr-Gerilla dışındaki hususların eleştirisi:
1- İşkence:
a- 8 Haziran 1973 tarihinde Yüksek Mahkemeye ve 12 Haziran 1973 tarihinde
gereği için Başbakanlığa ve bilgi için Genel Kurmay Başkanlığına sunduğum
dilekçemde, Erenköy’de bir köşkte işkence gördüğüm hususu, o zaman iddia
makamınca kabul edilmemiş, buna karşılık her iki dilekçem de işlem görmemiştir.
Halbuki Faik Türün (Ek-3,7 ve 8) de görüleceği gibi Erenköy’deki köşkü kabul
etmiş ve beni doğrulamıştır.
b- Dayak atma, prangaya vurma, saçkesme, dış dünya ile irtibatı kesme gözleri
bağlama konularındaki işkenceyi Türün kabul etmiştir. (Ek-3) (8 Şubat 1974
günlü Hürriyet gazetesi, sahife 10)
1- Bazı şeyleri kabul ederken onun kendini savunma gayesi ile iki gerekçeye
dayandığını görüyoruz.
aa. Dayak atmanın, prangaya vurmanın, saç kesmenin, dış dünya ile irtibatı
kesmenin Ceza Evi talimatlarında yeri ve hükmü olduğunu ifade etmektedir. (Ek3) (8 Şubat 1974 tarihli Hürriyet, sahife 10) Ceza Evleri ile ilgili hiçbir mevzuatta,
Türün’ü doğrulayacak hüküm yoktur. Esasen iddiaların çoğu Ceza Evi
öncesindeki döneme ait olduğu halde, Türün gayri kanuni bir kuruluşun hiç
değilse bir kısım uygulamalarını, beyanatı her okuyan nasıl olsa Ceza Evi
talimatlarını bilmez önyargısı ile kanuni imiş gibi göstermek gafletine düşmüştür.
Bunu demekle Türün dönemindeki Ceza Evi uygulamalarının kanuni olduğunu
iddia etmiyorum. Onun yönetiminde Ceza Evinde her türlü işkence yapılmıştır.
bb. Onun ikinci savunma aracı da: “İşkence olarak dün ne yapıldıysa bugün de
onlar olmuştur” yollu ikrarıdır. Demokratik hukuk devleti anlayışı içinde, bir
yetkilinin, kanunsuz bir uygulamayı emsal göstererek kendisini savunmaya
kalkması onun sorumluluğunu azaltmaz. Aksine arttırır.
c- Yargı organlarını etkileme:
1- Faik Türün’ün (Ek-2) (7 Şubat 1974 günlü Hürriyet gazetesinin 15.
sahifesinde) bu konuda bir beyanatı yer almaktadır.
“Solmazer’in bomba davasında içerdekiler derhal tahliyelerini sağlamadıkları
takdirde, konuşacaklarını iletmişler, başarı da sağlamışlar ve Solmazer de olduğu
gibi, tahliyeler gerçekleşmiştir.”
2- Eğer Faik Türün’ün Anayasa’nın 132. maddesinden haberi olsaydı veya en
azından kanunlara saygı duymak alışkanlığı bulunsaydı, böyle bir beyanat
vermesi mümkün değildi.
3- Beni konunun bu yönünden daha çok, Faik Türün’ün bu yasadışı anlayışına
kılıf uydurmak için, namussuz ve şerefsiz işkencecilerce şahsıma uygulanan
yöntemler ilgilendirmektedir. Nitekim (Dosya 176/23) bu konuya ilişkin beyanlar,
bu amaçla dahil edilerek, bunlar (Dosya sıra No: 383/14-1, 384:388, 404/1-7,
404/1-11) aktarılmış ve Askeri Savcı iddianamesine de malzeme teşkil etmiştir.
Faik Türün’den alınan icazetle, gizli örgütler yargı kararlarını soruşturma konusu
yapmak cüret, gaflet ve hıyanetine düşmüşlerdir.
4- Bu konuya ait ayrıntılı eleştiriyi, sorgumda ve 5 Nisan 1974 tarihinde
mahkemeye sunduğum dosyada (Bölüm III) (Sahife 100:102) eleştirmiş
bulunuyorum.
5- Her ne kadar bu konuda Faik Türün, tevili tazammun eden bir mektup
yazmışsa da, bu onun bu konudaki anlayışına yeni bir boyut getirmemektedir.
(Ek-6) (13 Şubat 1974 tarihli Hürriyet gazetesi, sahife 11)
f. Yasadışı sorgulama yöntemlerine bir örnek:
Hasan Yalçınkaya’nın sorgulanması:
1- Faik Türün 8 ve 10 Şubat 1974 günlü Hürriyet gazetelerinde (Ek-3 ve 5) bu
konuda vermiş
olduğu beyanatta bir Emekli Levazım Albayının
sorgulanmasından söz ederken: “Bomba olaylarından sonra bir Albay
tutuklanmış daha doğrusu gözaltına alınmıştı. Alkolikti. Sorgu sırasında almışlar
karşılarına masaya içkiyi koymuşlar, konuştuğu sürece vermişler içkiyi…”
2- Bilindiği gibi, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığınca tutuklanmış tek Levazım
Albayı Hasan Yalçınkaya’dır. Bu kişinin ifadesi beni fazlasıyla ilgilendirmektedir.
Tüm davaya yeni bir boyut getirmek amacıyla alınmıştır. Ve bu ifade ile davaya
Gürler-Kayacan-Batur’un dahil edilmesine tevessül edilmiş, bu husus Askeri
Savcı Nevzat Çizmeci’nin ek iddianamelerinde yer almıştır.
3- Yasalarımızda içki vererek sorgulama yöntemi olmadığına göre, Faik Türün’ün
bu ikrarı, tüm hazırlık soruşturmasını bu yönden de geçersiz hale getirmiş
olmaktadır.
4- Esasen Askeri Yargıtay 2. Ceza Dairesinin 974/44 esas, 974/54 karar Sayılı
ilamı ile MİT’in yapamayacağını veya yapılan sorgulamalarda MİT mensuplarının
hazır bulunamayacağını tescil etmiştir. (6 Haziran 1974 tarihli Yeni Ortam
gazetesi)
5- Oysa Faik Türün, sorgulamalarda MİT elemanlarının bulunduğunu ve bunların
tanınmaması için sanıkların gözleri bağlı olarak sorgulandıklarını ikrar ederek,
kendi dönemini mahkum etmiştir. (Ek-3) (8 Şubat 1974 tarihli Hürriyet gazetesi,
Sahife 10)
g. General Memduh Ünlütürk:
1- 8 Haziran 1973 günlü duruşmada ve Faik Türün’ün tüm kanunsuz ve keyfi
uygulaması ve terörünün devam ettiği bir dönemde aynen şöyle diyordum:
“Bugün İstanbul’da işkence şebekesi vardır. Şebeke Faik Türün tarafından
yönetilmektedir. Orada General Ünlütürk de vardır. İşkencelerle tespit olunmuş
ifadelerle burada icrai adalet yapılamaz.” (Du.Tu.Sh.16)
2- Sorgumdaki bu beyanın ne tekzip edilmiş, ne de soruşturma konusu
yapılmıştır.
3- Benden sonra ifade veren diğer sanıklar da Ünlütürk’ün davranışlarını dile
getirmişlerdir.
4- Bu kişinin, işkenceler içindeki rolünü de, 8 ve 12 Haziran tarihli dilekçelerimde
ve 5 Şubat 1974 tarihinde mahkemeye sunduğum 169 sahifelik dosyada (Bölüm
III) açıkça belirttim. b (Bölüm II, Ek-5’e bakınız.)
5- Faik Türün benden bir sene sonra benim iddialarımı doğrulamakta, Gn.
Memduh Ünlütürk’ün bu konulardaki rolünü ifşa etmektedir. (Ek-3) (8 Şubat 1974
tarihli Hürriyet gazetesi, sahife 10)
6- Yasadışı davranışları eski Sıkıyönetim Komutanı olan Türün tarafından
açıklanan Memduh Ünlütürk’ün, hala görev ve olanaklarını sürdürmesi ve Türk
Silahlı Kuvvetleri içinde tutulmasını anlamak mümkün değildir.
h. İhtilal kararı ve 40 kişilik cunta toplantısına ait beyan:
1- 8 Haziran 1973 günkü duruşmadaki sorgumda: “9 Mart günü Türk Silahlı
Kuvvetlerine mensup, 50 yüksek rütbeli Subay ihtilal kararı almıştı. Ben bu
kararda yoktum. Ancak kabul edilse idim tereddütsüz giderdim.” (Du.Tu.Sh 16 )
diyordum.
2- Faik türün ise 9 şubat 1974 tarihli Hürriyet gazetesine verdiği beyanatta (Ek-4):
“Mart başında kırk kişilik cunta toplantısında… tepeden inmeciler arasında bir
ayrılık çıkmıştı. Asker kesimi darbenin 30 Haziran’dan önce yapılmasını
kararlaştırmış ve İstanbul’a iletmişti. Sivil kanat ve bir kısım asker cuntacılar
derhal harekete geçmek kararına varmışlardı. Bir de geçici Anayasa
hazırlamışlardı.”
3- Faik Türün’ün beyanatı benden 9 ay sonra verilmiştir ve beni doğrulamaktadır.
4- Bilindiği gibi Faik Türün’ün beyanatında yer alan iddialarla Bomba Davası
arasında büyük bir paralellik vardır.
5- Bu noktada tertipçilerin niyeti de sırıtmaktadır. Türün’ün emri ile politik koşullar
elvermediği için başlangıçta yumurtasız omlet yapılmış, ihtilal kararı alan 40 veya
50 kişilik Türk Silahlı Kuvvetlerine mensup gruplar yok varsayımından hareketle,
onların yerine Talat Turhan ikame edilmiş, her türlü terör ve işkenceyi onlar adına
çekerken, büyük bir çoğunluğun kılı bile kıpırdamamıştır.
6- Fakat aradan bir sene geçtikten sonra, politik koşulların değişmesi sonucunda,
Türün ve çevresinin niyetleri sahneye konulmuş ve Askeri Savcı Nevzat Çizmeci
hazırladığı ek iddianamesinde Faruk Gürler’i cunta başı olarak baş sanık
mevkiine oturtmuştur. Sayın Gürler 12 Mart Muhtırasına imza koyan
Generallerden biri olduğuna göre, onun başsanık sandalyesine oturtulması bir
yandan Faruk Gürler’in şahsında, 12 Mart’ı ve Türk Silahlı Kuvvetlerini suçlamak
anlamını tazammun ettiği halde, meselenin bu yönünü ne Faruk Gürler’ini, ne de
bu tutumdan muazzep olması gereken çevrelerin anladığına dair bugüne kadar
herhangi bir tepki gelmemiş olması, teessüfe şayan bir olay olsa gerek. Genel
Kurmay Başkanlığı yapmış bir Orgenerali, bu makamdan ayrıldıktan kısa bir
müddet sonra, hem de senatör iken, uydurma Bomba Davasının başsanığı
yapan Askeri Savcı Çizmeci hizmetinin mükafatını görmüş ve Güvenlik
Mahkemesine atanmıştır.
7- Ne de olsa, bir Sıkıyönetim Komutanı 40 kişilik bir Türk Silahlı Kuvvetleri
grubunun cunta ve ihtilal kararı toplantılarından söz edip de onların yerine Talat
Turhan’ı ikame etmek için, emrindeki yasadışı örgütlere emir verecek kadar cüret
gösterir ve bunun hesabı sorulmazsa, o ülkede bir düzenin varlığından söz eden
kişilere biz güleriz. Sadece gülmekle kalmayız günün birinde, 12 Mart sonrası
döneminin tüm uygulamalarının onların da başına gelmesinden endişe duyarız.
1- Erenköy’deki köşk:
1- 10 Şubat 1974 tarihli Hürriyet gazetesi Erenköy’deki işkence köşkünün resmini
yayınlamıştır. (Ek-5)
2- 8 Haziran 1973 ve 12 Haziran 1973 tarihli dilekçelerimde (2. dilekçe Faik
Türün’ün yasadışı tutumunu Başbakanlık ve Genel kurmaya duyurmak üzere o
makamlara sunulmuş, maalesef anayasal dilekçe hakkıma rağmen, müracaatım
cevapsız bırakılmıştır. Haklılık içinde bulunduğumun bundan açık kanıtı
olmaması bir yana, benden bir sene sonra, aynı konuda bir kısım parlamenterler
önerge vermek gereğini duymuşlardır.) Erenköy’deki köşke ait verdiğim kroki,
plan, adres ve hatta işkence yapan ve yürüten kişilerin adlarını belirterek, köşkte
bir keşif yapılmasına dair istemim, yüksek mahkemeniz tarafından gereğine
tevessül edilmek üzere, Sıkıyönetim Komutanlığına gönderildiği halde, ne yazık
ki işlem görmemiştir. Çünkü suçlu, suçluya şikayet ediliyordu. Bilindiği üzere,
suçlu da Faik Türün’dü. Bundan başka, 11 Haziran 1974 tarihinde, sayın
müdafilerim, Yüksek Mahkemeye sundukları soruşturmanın genişletilmesi
talepleri arasında Erenköy’deki köşkte daha önceki iddialarımız paralelinde keşif
yapılmasını talep etmişler, bu talep de, Mahkemenizce kabule şayan
görülmemiştir. Esasen, benim Erenköy’e götürüldüğüm klasör 2, dizi sıra
numarası 347’de, İstanbul MİT Bölge Başkanlığının Sıkıyönetim Komutanlığına
hitaben yazmış olduğu yazıda, hiçbir tereddüde mahal kalmayacak şekilde
açıklanmıştır. Bunun yanında artık mızrağın çuvala girmeyeceği şekilde
işkencelerin Türk ve dünya kamuoyuna yansıdığı bir dönemde, Faik Türün
Erenköy’de bir köşk hazırlattığını itiraf da etmiştir. (Ek-7 ye bakınız.)
3- Yukarıdaki açıklamalarımla da belirttiğim gibi, sorgulama hakkı bulunmayan bir
kuruluş olan MİT’te, hem de işkence altında alınmış olan ifadelerin geçersiz
olduğu, Askeri Yargıtay tarafından verilen bir kararla da tescil edilmiştir.
Gerek benim, gerekse bana atfı cürümde bulunan kişilerin hemen hemen
hepsinin ifadelerinin MİT’te de değil, fakat gerektiğinde Emniyeti, MİT’i ve diğer
devlet güç ve örgütlerini, kendi aşağılık çıkarları için kullanan bir gizli örgüt olan,
Kontr-Gerilla’da alındığı Yüksek Mahkemenizin esasen malumudur.
4- Yukarıdaki açıklamalarımda görüleceği üzere yüzde yüz kesinlikle, yetkisiz kişi
ve kuruluşlarca sorgulandığım ortaya çıkmıştır. Bu kadarıyla da yetinmeksizin
Emniyet’ten bir başka yere gittiğime dair, Sayın Faruk Ateşdağlı’nın 16 Temmuz
1974 günü Beşiktaş Üçüncü Noterliğince tespit edilen ifadesi sayın avukatlarımca
mahkemenize sunulacaktır. Bu tanıklıktan açıkça anlaşılacağı gibi, yalnız Faruk
Ateşdağlı değil, Korgeneral Fikrek Köknar ve zamanın Emniyet Müdürü Nihat
Arslantürk de sorgulandığım yerin Emniyet Müdürlüğü olmadığının tanıkları
olarak gösterilmektedir. Bin senelik devlet mazisi olan Türk Devletini babalarının
çiftliği gibi idare etmeye kalkan, en aşağılık çete uygulamalarıyla, Türk Milletinin
örf ve ananesine saldıran, Türk anasının, kızının ve gencinin bazı yerlerine
coplar sokacak kadar, adi uygulamalara tevessül eden bir avuç sadomazoşistin,
bu tutumunu sergileyerek, toplumu nispeten huzura kavuşturmak tarihi göreviyle
mahkemeniz kendisini yükümlü addeder ise, o taktirde anılan kişilerin
dinlenmesine de karar verir.
3. Sonuç:
a. Açıklamalarım ile Faik Türün’ün talihsiz beyanatını şimdilik eleştirmiş
bulunuyorum. Vatan hizmeti yapıyorum diye bir yandan insanlık dışı yöntemleri,
kendi ulusuna reva görürken, bir yandan da Boyacıköy’de, Valde Cami civarında
ayinlere katılan, bir yandan Emirgan sırtlarında, İstanbul’un çeşitli yerlerinde
milyonluk arsalar kapatan, bir yandan da özel sektör arpalıklarında otlayan
kişilerin maskelerini düşürmek için önümüzde daha çok zamanımız olacaktır.
Haysiyetimizi kurtarmak için mücadelemiz yasa sınırları içersinde ölüme kadar
sürecektir.
b. 12 Mart’tan sonra Türkiye’de kurulan düzenin gayrı meşru olduğunu
Uluslararası Hukukçular Birliğinin Türkiye Raporu (1971-1973 adlı yapıtında da
dile geldiğini bir kez daha görmekteyiz. (Ek-13) Dolayısıyla bu bilimsel rapora
göre, bu dönemin diğer uygulamaları da bilimsel olarak batıl hale gelmiş
olmaktadır. Nitekim bir kısım Sayın Parlamenterler anayasal düzenin 1961
Anayasası’na yeniden dönüştürülmesi için çaba sarf etmektedirler. (Ek-139’da)
sunduğum Uluslararası Hukukçular Birliğinin raporunda Faik Türün’ün Mahkeme
lağvına kadar varan ve “kanun benim” diyen tavrı da eleştirilmektedir. Bilindiği
gibi bu mahkemenin lağvı ile benimle ilgili iddialar birbirine çok sıkı sıkıya
bağlıdır. Eğer Yüksek Mahkemeniz Faik Türün’ün bu tavrını tarih önünde
saptamak isterse, o zaman değerli yargıç Remzi Şirin’i de tanık olarak dinler ve
ilerde kuvvetler ayrılığı prensibinden nasibedar olmamış bir kısım yetkililerin bu
tip keyfi davranışlarını önlemiş olur.
Saygılarımla.
M. Talat Turhan
Ekler Çizelgesi
Ek-1 6 Şubat 1974 tarihli Hürriyet gazetesi
Ek-2 7 Şubat 1974 tarihli Hürriyet gazetesi
Ek-3 8 Şubat 1974 tarihli Hürriyet gazetesi
Ek-4 9 Şubat 1974 tarihli Hürriyet gazetesi
Ek-5 10 Şubat 1974 tarihli Hürriyet gazetesi
Ek-6 13 Şubat 1974 tarihli Hürriyet gazetesi
Ek-7 1-7 Ekim 1973 tarihli ve133 Sayılı Yankı dergisinin 4, 5, 6. sahifelerinin
fotokopisi.
Ek-8 Yeni Ortam gazetesinin 1 Ekim 1973 tarihli nüshasında çıkan Uluslararası
Hukukçular Komisyonu Raporu başlıklı yazısının fotokopisi.
Ek-9 Counterguerrilla Operations (Kontr-Gerilla harekatı) adlı Amerikan Sahra
Talimnamesinin kapağının fotokopisi.
Ek-10 “Bir portre” adlı yazısının sureti. (Yeni Dönem sayı 5, sahife 39)
Ek-11 23 Nisan 1974 tarihli Yeni Ortam gazetesinde çıkan ve “Latin Amerika’daki
Kontr-Gerilla Okulları” başlığını taşıyan The Guardian gazetesi çevirisi.
Ek-12 25 Nisan 1974 tarihli Yeni Ortam gazetesinde çıkan Uğur Mumcu’nun “Bir
Sorunumuz Var” adlı yazısının fotokopisi.
Ek-13 Uluslararası Hukukçular Birliği’nin “Türkiye Raporu 1971-1973” adlı kitabı.
Notlar:
1- Dosya halinde, 18 Temmuz 1974 günkü duruşmada mahkeme’ye verilmiştir.
2- Bu bölüme konulmayan ekler için “Dilekçeler Dosyası”na bakınız.
3- Duruşma Tutanağı Sahife No: 562-563’e bakınız.
Ek 24
Sağlığım Hakkında (Haydarpaşa Hastanesinin
Elektrolarla
Tahlillerimin Sonucunun Bildirilmesi İstemi)
İstanbul, 12 Nisan 1973
Durumu
ve
Çekilen
İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığına
Selimiye-İstanbul,
İstekte Bulunan:
M. Talat Turhan. (Emekli Kurmay Yarbay)
Halen Selimiye Askeri Ceza ve Tutuk Evinde tutuklu.
Konu: Sağlığım hakkında.
İsteğin açıklanması:
1- 6 Mart 1973’ten beri göğsümde bir ağırlık, genel bir isteksizlik, yemeklerden
sonra bir halsizlik ve uyumak isteği belirdi. 3 Nisan 1973 günü saat 18:30
sularında kalp bölgemde duyduğum şiddetli bir ağrı yüzünden yatmak zorunda
kaldım. Bu ağrı iki saat içinde boynuma sol omzuma ve sol koluma da yayılarak
her geçen gün şiddetini arttırdı ve beni hareketsiz duruma soktu. Ağrı
yaygınlaşırken ileri derecede terleme oldu, ölüm duygusuyla bir titreme başladı.
Bildiğim kadarıyla ve koğuştaki tutuklu doktor arkadaşların gözlemlerine göre tam
bir “infraktüs” krizi içindeydim. Eğer o sırada koğuştaki kalp hastası arkadaşlarda
“trinitrin”, “equanit” gibi ilaçlar bulunmasaydı ölmemem olanağı yoktu.
2- Durumum idareye haber verilmiş bulunmalı ki 4 Nisan 1974 saat 01:00
sularında dışardan bir doktor getirildi. Koğuşa beş metre ötede priz olduğu ve bu
durumdaki bir hastanın kıpırdatılması zorunluluğu kural iken en az 50 metre
yürütüldüm ve böylece gardiyan koğuşuna götürüldüm. Bir kalp hastasının
kımıldatılmayacağını herkes bilir. Gardiyan koğuşuna getirilen bir aletle elektro
kardiyografi çekildi. Ne var ki anlaşılmayan bir nedenle bu elektro kardiyografa
güvenilmeyerek eperce bekletildikten sonra ikinci bir aletle yeniden elektro
kardiyografim alındı.
Dışardan gelen doktor “luminal” iğnesi yapılmasını salık verip gitti, ama beni
herhangi bir muayeneye tabi tutmadı. Doktorun salık verdiği işlemlerin hiçbiri de
yapılmadı. Daha sonra gene 50 metre kadar yürütülerek koğuşa geri getirildim,
kalp krizi bütün gece devam etti.
3- 4 Nisan 1973 günü saat 09:30 sularında bir sedyeyle ambulansa konuldum.
Beraberimde hapishanedeki görevli doktor, sağlık memuru ve görevli Üsteğmen
ile muhafız erler olduğu halde hastaneye götürüldüm. Ne var ki üç saat ambulans
içinde tutuldum ve hastane hastane dolaştırıldım. Oysa acıyla kıvranıyordum. Bu
durumdaki bir kalp hastasına ivedilikle tıbbi müdahalenin yapılması gerekirdi.
Böyle bir uygulamanın nedenini hala kavramış değilim.
4- Bu süre içinde, Çamlıca Askeri Hastanesi olduğunu sandığım bir yerde
yeniden elektro kardiyografim alındı.
5- Buradan ayrıldıktan sonra Haydarpaşa Askeri Hastanesi’nin Asabiye uzmanı
olduğunu sandığım bir hekimce muayene olundum ve hastanedeki koğuşa yine
sedye ile sevk edildim. Yatağa 12:30 da konuldum.
6- Sıraladığım işlemlerin “insani” ve “yasalara uygun olmadığı” açıktır. Oysa
bununla da yetinilmedi. Hastanede konulduğum yerin hasta psikolojisiyle en ufak
bir ilgisi yoktu. Karanlık koridorlara açılan bir izbe olarak nitelenebilirdi. İki toplum
polisi, bir sivil polis, bir onbaşı oturuyordu. Demir kapısında bir nöbetçi, demir
pencerelerde iki nöbetçi olmak üzere sağlam insanları bile hasta edecek dekor,
bir atmosfer vardı. Çağımızda böyle bir uygulamanın yeri olmaması gerekir.
Anayasamız, yasalarımız buna izin vermez.
Benim “sanık” statüsünde olmam da sanırım bu tutumu haklı kılamaz. İnsanın
insan olmaktan ileri gelen doğal haklarının var olduğu bilinir. Suçu sabit oluncaya
değin herkesin masum sayılması, kısacası masumluk karinesi hukukun en temel
ilkelerinden biridir. Kaldı ki ben mahkum olsam bile yine bu uygulama hukuka
uygun sayılmaz. Masumluk karinesini yıkmanın her şeyi yıkmak demek olacağı
bilim adamlarınca belirtilmiştir. (Örneğin: Prof. Dr. Faruk Erem “Yargı
bağımsızlığını kaldırmanın anlamı”, Cumhuriyet, 30 Mart 1973) Bundan çıkan
kaçınılmaz sonuç şudur: Hüküm giymedim ve hukuki statüm Üst Subaydır;
öyleyse Üst Subay koğuşuna yatırılmam gerekirdi.
Nitekim bu hukuki gerçeği sıkıyönetim ilgililerine iletmesini beni hastaneye
götüren Mete adlı Üsteğmene rica ettim. “Aksi halde” dedim, “sonucu ölüm bile
olsa haysiyetimle ölmeyi yeğ tutacağım.”
7- Acım devam ediyordu, aynı gün viziteye gelen (saat 14:30 sularında) asabiye
uzmanları ile hastanedeki görevli Üsteğmene yukarıdaki dileğimi tekrarladım. Ne
var ki, Türk Ordusunun geleneği, Anayasa ve yasalar gereği olan hakkımı elde
etmem olanağını yine bulamadım. Ve gelen doktorlar birkaç dozaj ağrı dindirici,
birkaç dozaj da “müsekkin” iğnesi yaparak beni uyuttular.
8- Ertesi gün uyandığımda ağrım nispeten hafiflemişti. Ne var ki arazlar tümden
geçmemişti. Bu kez de “traksin” vb. uyuşturucu ilaçlarla uyutuldum. Bu arada
gelen Subaya da statüm uygun davranılmasını talep ettim, ama herhangi bir
olumlu cevap alamadım.
9- 6 Nisan 1973 ve 9 Nisan 1973 günleri kan tahliline götürüldüm. Tahlillerini
sonucu alınmaksızın ve son üç gün içinde ilgili doktoru görmeksizin yalnızca
uyuşturucu maddeleri içeren bir reçete elime tutuşturuldu. Böylece 9 Nisan günü
taburcu edildim.
10- Oysa bu tip olaylarda ilk krizden sonra (en geç 24 ya da 48 saat sonra)
çekilecek elektro kardiyografiyle beraber teşhis konulması tıbben zorunludur.
Özet:
I- Gözaltına alındığımdan bu yana geçen 282 günden beri insan idrakinin
kabulde güçlük çekeceği işlemlere, gözaltı süremde de işkencelere maruz
bırakıldım. Ne var ki Türkiye’nin bir bunalım içinde olduğu inancından yola
çıkarak bunları dile getirmeyi zait saydım. Bu yüzden şimdiye değin hiçbir
başvurmada bulunmadım. Ta ki ölümüme yol açacak uygulamalar yapıldığı,
hayatıma kastedildiği için susamadım.
II- 282 günlük ruhsal birikimin yanında güneşten, havadan, ışıktan ve gıdadan
yoksun bırakılan 48 yaşındaki bir insanın “infraktüs” olmasından başka bir
sonucun meydana gelemeyeceği açıktır.
III- Tedavi edilmiş değilim.
IV- “İnfraktüs” endişesine karşın asabiye uzmanına teslim edildim. Tıpkı bir eşya
teslim edilir gibi. Oysa hiçbir asabi şikayetim yoktu. Yalnızca bu nokta bile
ilgisizliğin, görevi ihmalin, ya da kötüye kullanmanın, ölüme yol açacak işlemlerin
en açık seçik kanıtıdır.
V- Tıp mevzuatının, Anayasa’nın, Yasaların, Türk Ordusunun gelenek ve
göreneğinin, vefa duygusunun böyle bir uygulamaya izin vermediği açıktır. Türk
Ceza Yasası kasten ya da taksirle adam öldürmeyi, ölüme sebebiyet vermeyi
müeyyidelendirmiştir.
Sonuç:
a- İlerde doğması muhtemel giderilmesi olanaksız durumların sağlığımla ilgili yeni
sakıncaların önlenmesi yönünden hukuki statüm ve geçmişimdeki düzeyime
uygun, Türk Silahlı kuvvetlerinin gelenek, görenek ve vefa duygusuna yaraşacak
tarzda geçirdiğim rahatsızlığımın saptanabileceği bir hastane bakım ve
denetimini talep ediyorum.
b- 3/4 Nisan gecesi çekilen iki elektro kardiyografi ve 4 Nisan 1973 günü Çamlıca
Askeri Hastanesinde çekilen elektro kardiyografi ile hastanede kaldığım sürece
tutulan tabelayı ve yapılan kan tahlillerinin sonuçlarının aslını yada örneklerini ve
raporları özel doktoruma inceleteceğimden ve gerekli kanuni başvurmaları
yapacağımdan ve görevlerini yapmayanlar aleyhine yargı organlarına
gideceğimden istemekteyim.
c- Haydarpaşa Askeri Hastanesinde bir kez olsun elektro kardiyografimin
çekilmeyişini ve iç hastalıkları ya da kalp uzmanına gösterilmeyişimi manidar
bulur, bu durumu sayın makamınıza iletmeyi görev sayarım.
d. Hipokrat’ın andını içerek mezun olan doktor için “anarşist”, “komünist”,
“Moskof”, “zenci”, “beyaz”, “suçlu”, “suçsuz”, “düşman”, “dost” gibi ayrımların söz
konusu olamayacağı açıktır. Oysa Haydarpaşa Askeri Hastanesinde sanıklara
yapılan insanlık dışıdır. Çağdaş uygarlık düzeyine erişen ya da erişmeyi
amaçlayan ülkelerde hasta sanığa yalnızca hasta işlemi yapılır. Gördüğüm
işlemler, sağlam insanı hasta edecek kadar ilkeldir.
e- Öyle ki gözüken yerleri her gün beş kez paspas ettiren ilgililerin tutuklulara
ayrılan yerleri gördüklerini sanmam. Tuvaletlerin durumu utanç ve tiksinti
veriyordu. Uygar bir Türkiye’de buna yer olup olmadığını bilemiyorum. Şahsen
dünyanın bu en pis yerinde en doğal ihtiyacımı gideremeyecek denli iğrenme
duydum.
f- Eğer Yüksek Komutanlığınızca hukuki statüme yaraşacak tarzda ve sağlığım
hakkında kapıldığım endişelerden kurtarılmam düşünülüyorsa Askeri Ceza ve
Tutuk Evleri Talimatının 55. maddesi ve ayrıca Adalet Bakanlığının bu konuda
aldığı karar uyarınca, kelepçesiz olarak getirilip götürülmem kaydıyla ihtiyacım
olan sağlık bakım ve denetimini kabul edeceğim.
g- Şunu da belirtmem de yarar vardır. Hastalığımın seyri boyunca Ceza ve Tutuk
Evi yetkililerinin ellerindeki olanaklarla üzerlerine düşen görevleri büyük bir ilgi ve
içtenlikle yerine getirmeye özendiklerini gözlemledim. Bu gerçeği açıklamayı
vicdani bir borç sayarım.
Yukarda sıraladığım hususları bilgilerinize sunar, gereğine emir buyrulmasını
saygıyla arzeder, tarihi, hukuki ve vicdani olanakları en iyi biçimde
kullanacağımızı umarak peşinen teşekkürlerimi belirtirim.
Talat Turhan
Ek:
Talat Turhan’ın 12 Nisan 1973 günü akşam yoklamasına gelen nöbetçi heyeti ve
koğuş huzurunda bu dilekçenin aynısını üsteğmen Nejat’a vermiş olduğunu
gördük.
M. Ali Parlakışık (imza)
Memduh Eren (imza)
Cevat Zamanoğlu (imza)
Rafet Kaplangı (imza)
Adnan Çakmak (imza)
Ekrem Topla (imza)
Rasih Nuri İleri (imza)
Feyzullah Bigalı (imza)
İlhan Sülen (imza)
Nuri Yazıcı (imza)
Ersin Ertekin (imza)
Abdülvahap Mutlugün (imza)
Muharrem Dündar (imza)
Metin Çakmak (imza)
Selahattin Uzunismail (imza)
İbrahim Er (imza)
Selim Şenay (imza)
Yüksel Çengel (imza)
Mahmut Dondurmacı (imza)
Ek 25
Sıkıyönetim Komutanlığına Verdiğim Sağlığımla İlgili Dilekçeye Yasal
Süresi İçinde Cevap Alamadığım ve Şikayetçi Olduğum Hakkında
İstanbul, 12 Haziran 1973
Başbakanlık ve Kara Kuvvetleri Komutan’lığına Sunulmak Üzere
İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı 3 No.lu Mahkeme Başkanlığına,
Sanık: M. Talat Turhan.
Konusu: Sağlığım Hakkında.
Olayın Açıklaması:
1- Gözaltında bulunduğum sürece yapılan işkenceler, Ceza ve Tutuk Evinde
bulunduğum sürece yapılan kanundışı uygulamalar sonucu, 3/4 Nisan 1973
gecesi bir kalp krizi geçirdim. Aynı gece Ceza ve Tutuk Evine getirilen doktor
tarafından çekilen iki elektrokardiyografi sonucu, durumumun Hastaneye yatmayı
gerektiği anlaşılmış olmalı ki Ceza ve Tukuk Evi’nden sedye ile alınarak yeniden
bir elektrokardiyografim çekilerek Haydarpaşa Askeri Hastanesine yatırıldım.
2- Bu hastanede tedavi edilmediğime dair ait olan şikayetlerimi muhtevi
müracaatımı 12 Nisan 1973 günü (İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığına) verdiğim
bir dilekçeyle duyurdum, sağlığım yönünden bazı isteklerde bulundum.
3- Hastalık araz ve sıkıntılarımın devam etmesi üzerine de 16 Nisan 1973 günü
Ceza ve Tutuk Evi’nde viziteye çıkarak, doktordan sağlık durumumun tespitini
istedim.
4- O günden bu yana geçen dönem içinde kalp hastası arkadaşlarımın ilaçlarını
kullanarak hayatımı idame ettirmekteyim.
5- Bu durum hakkında verdiğim dilekçe (Ek-1) de sunulmuştur. İç Hizmet
Kanunu’nun 30. maddesi gereğince, özellikle sağlıkla ilgili bir konu olduğu için
dilekçemin (en kısa zamanda) ki (bu müddet hiçbir halde bir ayı geçemez) amir
hükmü olduğu için de, en geç dilekçemin 12 Mayıs 1973’te cevaplandırılması
gerekirdi.
İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı’nca dilekçeme cevap verilmemiş, Anayasa’nın
62. Maddesi ve Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’nun 30. maddesi ihlal
edilmiş, hayatıma ve sağlığıma açıkça kast edildiği tebeyyün etmiştir.
6- 1402 Sayılı Sıkıyönetim Yasa’sının 6. maddesi de Sıkıyönetim Komutanı (Bu
kanunla kendisine verilen görev ve yetkilerden dolayı Başbakan’a karşı
sorumludur.) hükmünü ihtiva eder.
Türk Silahlı Kuvvetleri hiyerarşisi içinde de 1. Ordu Komutanlığı ve Kara
Kuvvetleri Komutanlığına bağlıdır.
7- Şu anda merciim Yüksek Mahkemenizdir.
İç Hizmet Kanunu’nun 27. maddesi uyarınca da (her şikayet edilen amir geçilir.)
hükmünü kapsamaktadır.
Sonuç ve İstekler:
1- İdarenin süregelen kanundışı eylemlerinin somut bir örneği olan bu durumun
Yüksek Mahkemenizce de saptanmasını,
2. Sıkıyönetim Komutanlığı’ndan şikayetçi olduğumdan, ilk merciim olan
mahkemenizin İç Hizmet Kanunu’nun 27. maddesi gereğince bu makamı
atlayarak dileğimin Başbakanlık ve Kara Kuvvetleri Komutanlığına duyurulmasını,
3- Dilekçemin bir suretinin avukatıma verilmesine karar alınmasını,
Arz ve istida ederim.
M. Talat Turhan
Ek 26
Sağlığım Hakkında (Çekilen Elektro ve Tahlil Sonuçları İsteminin Tekrarı ve
Dr. Asteğmenle Muayene Edilmek İstenilişimi Kabul Etmemem)
İstanbul, 9 Temmuz 1973
Sıkıyönetim Komutanlığı
İstanbul,
Sanık: M. Talat Turhan
Konusu: Sağlığım hakkında
Olayın Açıklanması:
1- Anayasa’nın 62. ve Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Yasasının 30.maddesinin
tanıdığı yasal hakkın gereği olarak, 12 Nisan 1973 günü, Komutanlığınıza bir
dilekçe sunarak, sağlığım ve hayatım yönünden, maruz bırakıldığım işlemlerin
yasalarımıza ve Türk Silahlı kuvvetlerinin törelerine uymadığını belirtip, bu
konuda bazı yasal dileklerde bulunmuştum.
2- Dileğimin, insan sağlığı ile ilgili olması nedeni ile ivedi olmak özelliği bir yana İç
Hizmet Yasasının 30. maddesinin amir hükmü gereğince, bir ay içinde dilekçeme
cevap almam gerekirken, aradan 3 ay geçtiği halde olumlu, ya da olumsuz bir
cevap almış değilim.
3- 7 Temmuz 1973 günü sabahı, Ceza ve Tutuk Evi ilgililerince çağırıldım.
Görevli Subay, Üsteğmen Halit Selçuk ve görevli doktor Asteğmen: “Sağlığım
konusunda şikayetim olduğunu ve Adli Müşavirlikçe bu durumun intikal
ettirilmediğini ve beni muayene edeceğini” beyan edince doğrusu şaşırdım ve
muayene kabul etmediğim gibi, bu dilekçeyi yazmak mecburiyetinde kaldım.
4- Bu durumda, Adli Müşavirliğin, 12 Nisan 1973 tarihli dilekçemi okumamış
olduğu anlaşılıyor. Dilekçemin sonuç kısmındaki isteklerim açıktır. Bu bölümde;
Haydarpaşa Askeri Hastanesinde uygulanan çağdışı yöntemleri dile getiriyor,
bilginiz dışında olduğunu tahmin ettiğim “Kazanılmış Haklar” ve “Masumluk
Karinesi”nin ilgilerce büyük bir fütursuzluk içinde hiçe sayıldığını, olayları
ayrıntıları ile açıklayarak belirtiyorum. Bunun yanında, sağlığım konusunda
statüme yaraşan bir tutumla, hastane bakım ve denetimi talep ediyordum. Bu
talebim, bir anlamda; yetkilerini kötüye kullanan, sanık hastalara gayri insani
muamele yapan, onları tedavi etmeyen, Haydarpaşa Askeri Hastanesini şikayeti
manasını tazammum ettiği için, dileğim Komutanlığınızca makbul addedilirse, ya
bir başka Askeri Hastanede ya da Üniversite Hastanelerinden birinde geçirdiğim
kalp krizi ve bunun sağlığım üzerindeki etkisi ve alacağım tedbirlerin tespit ve
tayini gerekirdi.
5- Hastanenin üzerinde, tıbbi ve hukuki bir statüsü bulunmayan, yetkisiz ve
mütehassıs olmayan bir kişinin, her türlü tıbbi alet ve laboratuar imkanlarından
yoksun olarak geçirdiğim kalp krizinden tam 3 ay sonra beni muayene ederek
sağlık durumumu tespite kalkması, gerek tıbben ve gerekse hukuken
olanaksızdır.
6- 353 Sayılı Yasa’nın 62. maddesi, CMUK’nun 66. maddesi ve bu maddelerin
gerekçeleri ile konuya ilişkin Askeri Yargıtay ve Yargıtay kararları ile bu gibi
durumlarda Komutanlığınızca uygulanan tarzda, aykırı bu tutumu bilginize
sunuyorum.
7- Komutanlığınızca yürürlükteki uygulama tarzı daima, işkence vesair konularda
karar organı ve yetkili kişiler olarak hastanelerdeki tabiplerden teşekkül eden bir
kurul, bilirkişi gibi rapor verdiği halde, bana ait tespitlerde, yetkisiz bir kişi olan
Ceza ve Tutuk Evi tabibinin raporuna başvurulması, hem uygulamaya ve hem de
kanunlara aykırıdır. Bilirkişinin mütehassıs olması ve bir heyetten oluşması
yukarda adı geçen kanunlarda (Askeri Tabibler) diye çoğul yapılarak belirtilmiştir.
8- Bunun yanında, 12 Nisan 1973 tarihli dilekçemde, ikinci istek olarak:
Çekilen üç eletrokardiyogram ve tüm tahlil sonuçlarının asıllarını veya suretlerini,
tanıdığım hekimlere inceletmek ve durumumu tespit ettirebilmek için istemiştim.
Çünkü: Hastaneden taburcu edilirken, ne taburcu kağıdımı bana göstermişler, ne
de konulan teşhisi bana bildirmek gereğini kimse duymamıştır. Kaldı ki, bir şüphe
dahi olsa ilgililerin ilk krizden 24 veya 48 saat sonra birer elektrokardiyogram
daha çekildikten sonra bu gibi vak’alarda doğru teşhis konulabilmesi kabilken bu
da yapılmamış, hayat ve sağlığım kadere terkedilmiş bulunmaktadır. Böyle bir
durumda hayatım hakkında duyduğum endişeleri kendi olanaklarım ile tespite
çalışmaktan, daha doğal bir tutum olamaz.
9- Hastaneden, taburcu edildikten sonra da, hastalık arazlarım devam ettiği için
16 Nisan 1973 günü viziteye çıkarak, Komutanlığınıza sunduğum dilekçemden
Ceza ve Tutuk Evi tabibini mealen haberdar ederek durumun tesbitini istedim. Bu
muayenenin sonucundan da haberdar edilmedim. Adli Müşavirliğin aradan 3 ay
geçtikten sonra benim için hayati bu konuya yeniden eğilmeye kalkmasını
anlamak mümkün değildir.
Sonuç:
1- 12 Nisan 1973 tarihli dilekçeme, bugüne kadar bir cevap almadığıma göre
mahiyetinizde bulunan ve konunun incelenmesi, gerçekleştirilmesi veya talebin
reddi ile görevli kişilerin, insan sağlığına ne kadar bigane kaldıkları, bu olayla bir
daha açıklığa kavuştuğu gerçeğini bilgilerinize sunarım.
2- İhtisaslaşan bir dünyada, bir hastaneden ve mütehassıs kişilerden yapılan bir
şikayetin, bir yetkisiz kişi olan Ceza ve Tutuk Evi hekimince incelenilmeye
kalkışılması, kanunlarımıza, Yargıtay kararlarına ve Sıkıyönetimin bugüne
kadarki bu konulara ilişkin uygulamalarına aykırıdır. Belirttiğim aksaklıklar bir
gerçek olduğuna göre, bu konudaki sorumlulara gereken işlemin tayini
Komutanlığın takdirine bağlıdır.
3- Sağlığım konusunda kapıldığım endişeleri muhafaza ediyorum. Askeri tabipler
ve Askeri Hastanelerdeki uygulamalara yaşantımla tanık olduğum için buralarda
gerçek bir tespitin yapılabileceğine inanmıyorum.
Bu nedenle, üç
ay önceki dileğimi tekrarlıyorum.
Çekilen üç
elektrokardiyogram’ın ve tahlil sonuçlarının, konulan teşhisle birlikte bildirilmesini
ve
4. Bu konuda ihmali görülenler hakkında gerekli kanuni muamelenin yapılmasını
arz ve talep ederim.
M. Talat Turhan
Ek:
Bu dilekçenin bir sureti 9 Temmuz 1973 sabahı yoklama sırasında P. Ütğm. Mete
….’ye verilişinin tanığı olduk.
Ersin Ertekin (imza)
Mahmut Dondurmacı (imza)
Rafet Kaplangı (imza)
Kemal Akbaş (imza)
Selim Şenay (imza)
Feyzullah Bigalı (imza)
Ek 27
Sağlığım Hakkında(Çekilen Elektrolarla, Tahlil Sonuçlarının İstemi)
İstanbul, 23 Temmuz 1973
İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığına,
Sanık: M. Talat Turhan
Konusu: Sağlığım hakkında
Olayın Açıklanması:
İlgi: (a) Anayasa madde: 62
(b) Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu Madde: 30
(c) Tebligat Kanunu Madde:8 (7201 No.lu Kanun)
(d) 12 Nisan 1973 tarihli dilekçem
(e) 9 Temmuz 1973 tarihli dilekçem
1- 3/4 Nisan 1973 gecesi geçirdiğim “kalp krizi” sonucu yatırıldığım, Haydarpaşa
Askeri Hastanesi’nde, tıpla bağdaşmayan ve şu andaki hukuki durumum gereği
“masumluk karinesi” ve “kazanılmış haklar”ımla, ilgisi olmayan ve Türk Silahlı
Kuvvetlerinin törelerine uymayan uygulamayı, İlgi (d) dilekçeyle arz etmiş ve bazı
dileklerde bulunmuştum.
2- Bu dilekçem, İlgi (a), (b), (c) yasalar çiğnenerek, bugüne kadar
cevaplandırılmadı.
3- Aradan, 3 ay geçtikten sonra, yetkisiz bir kişi olan, Ceza ve Tutuk Evi
tabibince, 7 Temmuz 1973 günü muayene edilmem istenilmesi üzerine de, İlgi (e)
dilekçeyi vermek zorunda kalmış ve İlgi (d) dilekçemdeki isteklerimi tekrarlamak
durumunda kalmıştım.
4- Bu kere, 18 Temmuz 1973 günü, Ceza ve Tutuk Evi yetkililerince çağrıldım.
İs.Ütğm.Halit Selçuk, dilekçemle ilgili olarak benimle görüştü. Tabii bu görüşme,
2. maddede arz ettiğim, yasadışı durumu değiştirmiyordu. İlgi (c) yasa, hiçbir
tefsire ihtiyaç duyulmayacak ölçüde açıktır.
5- Yukarıda belirttiğim durum karşısında, dilekçem üzerinde işlem yapmaktan
sorumlu olan, karargah personelinin ve hastane yetkililerinin, insan sağlığına
ilişkin bir konudaki umursamazlığının somut bir örneğini, bilgilerinize teyiden
sunmak zorunda kaldım.
Sonuç ve İstekler:
I- Sağlık durumumu, kendi olanaklarımla, tayine çalışacağımdan, İlgi (d) ve (e)
dilekçelerimdeki isteğimi tekrarlıyorum.
II- Çekilen (3/4 nisan 1973 gecesi ve 4 Nisan 1973 günü) üç elektrokardiyogram
ile, tüm tahlil sonuçlarının, asılları veya suretleri ile, konulan teşhisin bana
verilmesini,
III- İlgi (a), (b), (c), kanun hükümlerindeki haklarımı ve hayatımı hiçe sayan,
sorumlu kişiler hakkında, gerekli yasal kovuşturmanın yapılmasını arz ve talep
ederim.
Talat Turhan
Ek:
Bu dilekçenin aslının 23 Temmuz 1973 günü sabahı yoklamaya gelen P. Ütğm.
Mete…..’ye verilmesinin tanığı olduk.
Rafet Kaplangı (imza)
Ersin Ertekin (imza)
Memduh Eren (imza)
Salih Z. Yılmaz (imza)
Ek 28-A
Haydarpaşa Askeri Hastanesinden Verilen Rapor Sureti (I)
İstanbul, 2 Ağustos 1973
Askeri Hastanesi Baş Tabipliğine
Haydarpaşa,
Tutuklu hasta Talat Turhan Kardiyoloji protokol defterine göre Kardiyoloji
polikliniğinde (4.4.1973 tarihinde 945 protokol numarası ile) muayene edilerek
Kavdiovarküler sistem tabii bulunmuş ve Asabiye servisine sevk edilmiştir.
Doğan Toraman
Tabip Binbaşı
H. Paşa As. Hst.
Kardiyoloji Mütehassısı
(İmzada izinli)
Onay
İ. Nevzat Sekban
Tabip Albay
H. Paşa As. Hst. Baş. Tbp. V.
Ek 28-B
Haydarpaşa Askeri Hastanesinden Verilen Rapor Sureti (II)
İstanbul, 3 Ağustos 1973
Askeri Hastane Baş Tabipliğine
Haydarpaşa/ İstanbul
Tutuklu Talat Turhan’ın incelenen kayıtlarına göre 4 Nisan 1973 tarihinde
Kardiyoloji şubesinden naklen servisimize yatırılmış, Anksiete reaksiyon
teşhisiyle ve selan ile 9 Nisan 1973 tarihinde geldiği Ceza Evine taburcu
edilmiştir.
Servisimizde yattığı bu süre içinde göz şubesince muayene ettirilmiş gözlük
reçetesi verilmiştir. Kulak burun boğaz şubesince muayenesi yaptırılmış Rina
Farenjit teşhisiyle reçetesi verilmiştir.
Cumhur Kayadelen
Tabip Yüzbaşı
H. Paşa As. Hst.
Ruh ve Sinir Hastalıkları Mütehassısı
Onay
İ. Nevzat Sekban
Tabip Albay
H. Paşa As. Hst. Baş. Tbp. V.
Ek 29
TRT’nin Şahsımı Hedef Alan Yayınlarına Son Verilerek Sorumluların
Hakkında Kanunu Soruşturma İstemi
İstanbul, 7 Mayıs 1973
İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı
3 No.lu Mahkeme Başkanlığına,
Sanık:
Konusu:
M. Talat Turhan
Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu’nun yasalarımıza aykırı
düşen yayınlarına son verilerek, sorumluları hakkında kanuni
takibat yapılması hakkında.
Olayın Açıklanması:
1- Yüksek Hakimler, elinizdeki kutsal adalet terazisini tutuyorsunuz. Bu terazinin
bir kefesinde iddia makamının bulunmasına karşılık, öteki kefesinde biz sanıklar
bulunuyoruz.
Duruşmalar esnasındaki gözlemlerimin de iddiaya yer verdiğiniz kadar,
müdafaaya da değer verdiğinizi görerek bir adalet mercii önünde bulunmanın
huzurunu duymuş olduk.
2- Ama, eğer Türkiye’de gerçekten demokratik hukuk devleti varsa, kamuoyu
oluşturan araçlardan önde olan, Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu ve Türk
Basınının da aynı anlayışı beklemek hakkımızdır.
3- Halbuki, Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu’nun özellikle, 4 Mayıs 1973
günü saat 19:00 da yayınlanan haber bülteninde Anayasa’nın 132. maddesine,
TRT yasasına, basın yasasına aykırı olarak, sayın mahkemenizi, Askeri
Yargıtay’ı etkileyici ve sanıkları ön yargı içinde suçlayıcı, yayın yapılmış ve bu
yayın diğer günlerde de sürdürülmüştür.
4- Anayasa’nın 132. maddesi açıktır:
Madde-132: Hakimler görevlerinde bağımsızdırlar, Anayasaya, kanuna, hukuka
ve vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler.
Hiçbir organ, makam, merci veya kişi yargı yetkisinin kullanılmasında
mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez, genelge gönderemez,
tavsiye ve telkinde bulunamaz.
Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclislerinde yargı yetkisinin
kullanılması ile ilgili soru sorulamaz. Yasama ve yürütme organları ile idare,
mahkeme kararlarına uymak zorundadırlar. Bu organlar ve idare, mahkeme
kararlarını hiçbir surette değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini
geciktiremez.
Anayasa’nın 8. maddesi 2. fıkrasında ise:
“Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve
kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır.” Amir hükümlerine yer verilmektedir.
5- Anayasa’nın bu bağlayıcı hükümlerine rağmen TRT’nin yayınında “Masumluk
karinesi” de hiçe sayılarak sanıklar “yaptı”, “soydu”, “sabotaja kalkıştı”, “gizli örgüt
kurdu”, “para aldı”, “soygun yaptı” gibi kesin bir dil kullanılarak pervasızca
suçlanmıştır. TRT kendini yargıç yerine koymuş, yargı organları ve bu arada
Askeri Yargıtay’da bulunan 84 sanıklı davanın sonucunu etkileyecek nitelikte
yayın yaparak Anayasa ve yasalarımızı açıkça ihlal etmiştir.
TRT olsun, bir başka makam olsun, Anayasa’nın üstünde değildir. Kaldı ki:
TRT “insan haklarına” uymakla da yükümlüdür.
6- Yayınların bir kısmı benim de adım karıştırılmak istenilen 84 sanıklı davayla
ilgilidir. Bu davaya 1 No.lu Sıkıyönetim Mahkemesinde bakılmış ve pek çok
yönünden iddiaların varit olmadığı saptanmış ve Askeri Yargıtay’a gönderilmiştir.
Bu Yüksek Mahkemede usulden ve özden bozma olasılığı var olduğu halde:
a- Taksim Soygunu’nu benim yaptırdığım,
b- Adnan Çakmak, Muzaffer Yılmaz ve Rafet Kaplangı ile soygun planladığım,
c- Bu amaçla Sarp Kuray’a direktif verdiğim,-----d- Soygun parasından Muzaffer Yılmaz’ın 25.000 TL aldığı,
e- Boğaz köprüsünü havaya uçurtacağım vs. gibi ithamlar yer almıştır.
7. Önce TRT Genel Müdürü’nü eski bir silah arkadaşı olduğumuz için kınar
Silahlı Kuvvetler Birliği döneminde, Kurmay Albay rütbesinde bulunduğu halde,
kendinden bir rütbe küçük olan bana karşı takınmak lüzumunu duyduğu tavrı ve
12 Mart öncesinde bugün suçlanmaya çalışan Sayın Tümeneral Celil Gürkan’ın
etrafında dolaştığını hatırlatmak isteriz.
8- Bu tutumla TRT görevlerinin sınırını aşmış ve suç işlemiştir.
Önce:
a- Bir kamu hizmeti yapan TRT’nin, “kamuoyu aydınlatma ilkesine” aykırı olarak
yurttaşları lekelemeye ve mahkemeleri etkilemeye kalkışması idare hukuku
yönünden en azından bir “Hizmet kusuru” ve “yetki saptırması”dır.
Bu kadar olsa belki üzerinde durmazdık. Vahim olanı,
b- TRT “Vatan Cephesi” yayınlarına rahmet okutacak bu yayınlarıyla etkisi
altında bulunduğu çevrelerin siyasal tertiplerinin aracı olmak durumuna düşmüş
gibi görünmektedir.
9- TRT’yi bu duruma düşürenlerin özel bir amacı olsa gerektir. Bu amacın ne
olduğunu sorgularımız esnasında açıklayacağız.
10- a- Bir kere bu yayın bakmakta olduğunuz davanın iddianamesine aykırıdır.
Çünkü iddianamenin 10. ve 57. Sahifelerinde soygunun İrfan Solmazer
tarafından yaptırıldığı iddia olunmaktadır.
b- Bundan daha önemlisi: İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı 1 No.lu Sıkıyönetim
Mahkemesinin, 3 Mayıs 1972 tarihli, esas 1971/1, karar 1973/13 Sayılı gerekçeli
hükmünün 48. Sahifesinde:
“Sarp Kuray’ın Nejat Çetinkaya’ya verdiği, onun da sanık Muzaffer Yılmaz’a
verilmek üzere Hasan Çetin’e 25 bin lira getirdiğine dair iddia subuta ermemiştir.
Sanık Sarp Kuray’ın ifadesinin bir kısmının işkence ile tespit edildiği kanaatını
teyid etmektedir” denilmektedir.
11- Mahkemenin kararına karşı yayın yapanlar Anayasa’yı hiçe saymışlardır.
Pervasızca insan haysiyetlerine saldırabilmişlerdir. Yassıada’da hesap verenleri
unuttular galiba.
Oysa, rencide olan bizim haysiyetimizden çok, kamu görevi yapan bir kuruluşta,
kanundışı olmuş şebekelerin dilini kullanan yetkililerin haysiyetleridir.
12- Ceza davalarında “İnsan haysiyeti”nin korunması asıldır. Sayın
mahkemenizin bu konuda hassasiyet göstereceğine inanıyoruz.
a- TRT yasası bu konuda özel hükümleri kapsamaktadır.
b- TCK’nın 235. maddesi “Resmi Makamlar görevleri sırasında bir suçu
öğrendiklerinde yetkili makamlara haber vermek zorundadır” der.
13- Bu meyanda sütunları arasında bazı MİT ajanlarının tünediğini bildiğimiz
Mıgırdıç Şelefyan gibi gayri Müslimlerin paralarıyla finanse edildiği halde
Müslümanlık ticareti yapan ve patronu, birkaç sene önce, bir kişi ile Frigrofrik
kamyonlarla et ihraç maskesi altında eroin kaçakçılığı yaparken yakalandığından
ve bunu örtbas etmek için emrinde ve hizmetinde olduğu iktidar güçlerinden
yardım gördüğünden haberdar olduğumuz gazete adı altında çıkan bir paçavraya
ihtar etmek isterim ki namussuz kişiler, namuslularla uğraşamazlar.
Sonuç ve İstekler:
1- İddialarımızın tespiti için TRT yayın bültenlerinin celbedilerek incelenmesini,
2- İddialarımızın doğrulanması halinde Anayasanın 132., TCK’nın 235. maddesi,
basın yasası, TRT yasasına aykırı davrandıkları tespit olunacak olan sorumlular
hakkında gerekli kanuni kovuşturma yapılmasını,
3- Eğer mahkemeniz karar almada kendini yetkili görmezse mahkemenize intikal
ettirdiğim bu suçu ilgili makamlara iletmenizi,
4. Sıkıyönetim Komutanlığının insani şeref ve haysiyetine tecavüz edici tedbirler
alarak, bu konuda da bildiriler çıkarmak sureti ile kanundışı bu tutuma son
vermesini,
5- Dilekçemin bir suretinin Avukatım’a verilmesine müsaade buyurulmasını arz
ve istida ederim.
M. Talat Turhan
Ek 30
TRT’nin Şikayetime Konu Olan
4 Mayıs 1973 Günlü Saat 19:00 Haber Bülteni Metni
Yayın Tarihi
Yayın Saati
4 Mayıs - Cuma
19.00 - Haber Bülteni
Anayasal düzeni zor yolu ile değiştirmek, adam öldürmeye teşebbüs etmek,
sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde tahakkümünü tesis etmek,
memleket içinde müesses iktisadi ve sosyal nizamları devirmeyi amaçlayan
cemiyete girmek ve İstanbul’da meydana gelen çeşitli patlamaları ve bomba
olaylarını düzenlemekten sanık 53 kişiden 12’si hakkında idam cezası istendi.
İstanbul 3 numaralı Sıkıyönetim Mahkemesinde bugün başlayan yargılamada 38
sanık hakkında 5 seneden 15 seneye kadar ağır hapis cezası verilmesi talep
edildi.
Topçu Albay Vecdi Müftüoğlu başkanlığında, duruşma hakimi Yarbay Coşkun
Dündar ve Üye Hakim Yüzbaşı Aydın Emiroğlu’ndan kurulu 3 numaralı
Sıkıyönetim Mahkemesinde saat 9:30’da başlayan duruşmadan önce sanıkların
kimlikleri tespit edildi.
Haklarında Türk Ceza Kanununun 146. maddesinin 1. fıkrasına göre ölüm cezası
talep edilen 12 sanığın isimleri şöyle; Talat Turhan, Memduh Nabi Eren, Fevzi
Özkaya, Nuri Yazıcı, Selim Yavuz, Yüksel Çengel, Aldülvahap Mutlugün, Turhan
Önalan, Sabahattin Küçük, Selahattin Uzunismail, Mümtaz Aktaş ve Servet
Çevik.
146. madde 3. fıkrasına göre 5 seneden 15 seneye kadar ağır hapis cezası talep
edilen sanıklar şunlardır; Yusuf Altaylı, İbrahim Çenet, Mehmet Yavuz, Yılmaz
Bektur, Eyüp Eğrioğlu, Metin Genç, Selahattin Saydan, Kadim Çulfaoğlu,
Mehmet Çınar, Niyazi Özgül, Bahattin Özver, Cemil Ateş, Ahmet Göksu, Fehmi
İlhan, Atamer Erol, Necdet Darahtalı, Ersin Ertekin, Kamil Güven, Cahit Yılmaz,
Nevzat Akay Kaynak, Mustafa Erkan Mete, Necati Elevli, Kadir Dursun Çağlı,
Yabioğlu, Selim Şenay, Ali Adnan Çakmak, Mehmet Rafet Kaplangı, Nihat
Behramoğlu, Hasan Hüseyin Kutsi Demircan, Serdal Kuyucuoğlu, Esat
Karabulut, Ayfer Sıdıka Akdeniz, Alp Kuran, Mahmut Dondurmacı.
Haklarıda 5 sene ile 30 sene arasında değişen cezalar istenen diğer sanıklar da;
Muharrem Dündar, Hüseyin Akdoğan, Ekrem Topal.
Yapılan kimlik tespitinden sonra söz alan sanık Mümtaz Aktaş, Sıkıyönetim
Mahkemesinin görevsiz olduğunu, anayasaya aykırı bulunduğunu ve mahkemeyi
reddettiğini bildirerek karar alınmasını istedi. Bazı sanıkların da aynı yolda
isteklerini belirtmeleriyle duruşmanın öğleden önceki bölümü sona erdi.
Saat 14:00’de yeniden başlayan duruşmada duruşma hakimi Yarbay Coşkun
Dündar, taleplere ilişkin kararı açıkladı. Oybirliği ile alınan karara göre
iddianamede yer alan fiillerin Sıkıyönetim ilanına sebep olan suçlardan
bulunduğu, ayrıca 1402 Sayılı Yasanın 13. maddesinin Sıkıyönetim
Mahkemelerinin kuruluşunun anayasaya aykırı bulunmadığını, reddi hakim
talebinin de 353 Sayılı Yasanın 40. maddesine göre haklı sebeplere
dayanmadığını belirterek sanıkların talepleri reddedildi.
Daha sonra Askeri Savcı Hakim Yarbay Nevzat Çizmeci, 194 sayfalık
iddianamesini okumaya başladı.
Bu davada özellikle İstanbul’un çeşitli yerlerinde uygulanmış şahıs ve kamuya ait
malların tahribine ilişkin olayların ve bu olayları planlayan, bu olayları uygulayan
kimselerin eylemlerinin ele alınacağını belirten Askeri Savcı, 2.6.1969 ile
10.5.1072 tarihleri arasında meydana gelen patlama ve bomba olaylarının
faillerini teker teker ele alacağını belirtti.
Sanıklardan Talat Turhan’ın bu örgütün lideri durumunda olduğunu daha önce,
1962-63 yıllarında ortaya çıkarılan Genç Kemalistler Ordusu adlı gizli örgütün de
organizatörü ve lideri bulunduğunu açıklayan Askeri Savcı, sanığın çalışmalarını
şöyle özetledi;
Sanık Talat Turhan, Türkiye’de sosyalist bir devrimi gerçekleştirmek amacıyla
ordu içinde örgütlenme, bu örgütün teğmenlerden generallere kadar uzanan bir
teşkilata sahip olma, aydınları devrimci fikre kazandırma ve öğrenci liderleri
kanalıyla yüksek öğrenim gençliğini elde etme çalışmaları Talat Turhan ve
Memduh Nabi eren tarafından yürütülmüş ve İstanbul’un çeşitli yerlerinde
meydana gelen patlama olayları, soygunlar ve bir kısmı tespit edilemeyen zor
yolu ile para almalar sanığın liderliğinde gerçekleştirilmiştir.
Sanık Talat Turhan’ın İrfan Solmazer’le birlikte geniş bir kapsamı bulunan bir
örgütün üst kademesinde görev aldığını ve İrfan Solmazer aracılığı ile 84 sanıklı
davada yargılanan Sarp Kuray ve arkadaşları yardımı ile örgüte geniş maddi
olanak sağlayacak soygunlar yapılmasını kararlaştırdığını da açıklayan Askeri
Savcı, daha sonra özetle şunları söylemiştir;
Daha önce, İstanbul 1 numaralı Sıkıyönetim Mahkemesinde yargılanan 84 sanıklı
davada söz konusu olan Osman Çelenk’e ait işyerinin soyulması da Talat Turhan
tarafından düzenlenmiştir. Bu olay Adnan Çakmak, Rafet Kaplangı İrfan
Solmazer ve Muzaffer Yılmaz planlayıcı olarak rol almışlardır. Bu arada Muzaffer
Yılmaz 25.000 lira para almıştır.
Askeri Savcı Hakim Yarbay Nevzat Çizmeci, sanık Talat Turhan’ın fiillerin ile ilgili
bölümde sanığın Nuri Yazıcı, Fevzi Özkaya ile birlikte Muzaffer Yılmaz, Rafet
Kaplangı’nın yardımları ile Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu militanlarından da
yararlandığını, ayrıca sanığın İstanbul Boğaz Köprüsünü tahrip etmek için planlar
yaptığını ve bu konuda sanıklardan bir kısmına ve bu arada Numan Esin’e de
açıklamalarda bulunduğunu belirtti.
Sanıklardan Memduh Nabi Eren’in çalışmaları hakkında Askeri Savcı, sanığın
13.3.1970 gecesi, Sultanahmet’teki Halide Edip Adıvar büstünü dinamitle bizzat
tahrip ettiğini, yapılacak ihtilalden sonra görev alacaklara ait isim listesini
hazırladığını ve gerek işçi kesiminde, gerekse öğrenci kesiminde taraftar
kazanmak için Talat Turhan, Fevzi Özkaya, Nuri Yazıcı gibi sanıklarla yaptığı
çalışmalar hakkında geniş bilgi verdi.
Bu günkü duruşmada iddianamenin 44. sayfasına kadar okuyan Askeri Savcı,
daha sonra sanıklardan Salim Yavuz, Fevzi Özkaya, Talat Turhan ve Nuri
Yazıcı’nın eylemleri ve örgüt çalışmaları ile ilgili bilgi verdi.
Bu bölümde adı geçen sanıkların 12 Mart muhtırası öncesi ve sonrası yaptıkları
çalışmalar, yapılacak soygun ve çeşitli yerlere konulacak bombaların mali
planlaması gibi eylemleri teker teker belirtti.
Duruşma, iddianamenin okunmasına devam edilmek üzere, yarın saat 9:30’a
ertelendi.
Ek 31
Başbakanlığın TRT ile İlgili Dilekçeye Cevabı
İstanbul, 6 Haziran 1973
T.C.
Başbakanlık Müsteşarlığı
Sayı: 2/41
Birinci Ordu ve Sıkıyönetim Komutanlığına,
İstanbul
21.5.1973 gün ve 1973/105 sayılı yazınız karşılığıdır.
Türk Ceza Kanunu’nun 146.maddesinin ihlali iddiasıyla İstanbul Sıkıyönetim 3
Numaralı Askeri Mahkemesi’nde yargılanan tutuklu sanık Talat Turhan’ın TRT
yayınlarının kendisini ve kişileri suçlayıcı ve mahkemeleri etkileyici niteliği
dolayısıyla ilgililer hakkında kanuni işlem yapılması ve haberlerin kanuni esaslar
dahilinde verilmesi hakkında mahkemeye verilip Askeri Savcılık vasıtasıyla
Komutanlığınıza intikal ettirilen ve makamınızca Başbakanlığa gönderilen şikayet
dilekçesi üzerine durum, TRT Genel Müdüdlüğünden alınan izahat ve belgelerin
ışığı altında incelenmiştir. Bu incelemenin neticesine göre:
1- 4 Mayıs 1973 günü TRT’nin saat 19:00 Haber Bülteninde yayınladığı anlaşılan
haberin İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı 3 Numaralı Askeri Mahkemesinin
Savcısı Hakim Yb. Nevzat Çizmeci’nin okuduğu 194 sahife tutan iddianameden
özetlendiği,
2- Bu iddianamenin Sıkıyönetim Mahkemesinin aleni bir celsesinde okunduğu,
aleniyet sebebiyle önceden TRT’ye ve Anadolu Ajansına ve diğer ajanslarla
gazetelere verildiği,
3- Aynı haberin Anadolu ajansının 4 Mayıs 1973 tarihli bülteninde de
yayınlandığı,
4- İddianamenin okunduğu günün ertesinde 5 Mayıs 1975 tarihli bülteninde de
yayınlandığı,
4- İddianamenin okunduğu günün ertesinde 5 Mayıs 1973 günü aynı haberin
gazetelerde yer aldığı,
5- Haberde hiç kimseye suç atfedilmeyerek devamlı olarak “sanık” kelimesi
kullanıldığı,
6- Aleni olan iddianamenin yayınlanmasının yasak olmadığı, hakimlerin tesir
altında bırakılmasının bahis konusu bulunmadığı,
7- Sanıklardan Talat Turhan’ın 7 Mayıs 1973 günü iddianamenin yayınlanması
dolayısıyla TRT yayınları hakkında öne sürdüğü iddia üzerine, Askeri Savcı
Hakim Yb. Nevzat Çizmeci tarafından, aleni oturumda okunan iddianamenin
basın-yayın organlarınca yayımlanmasında suç teşkil edecek bir unsur
olmadığını bildirmiş olduğu,
Anlaşılmıştır.
Diğer taraftan esasen 5680 Sayılı Basın Kanunu’nun 30. maddesinin birinci
fıkrasında:
“Ceza davasına ait talep ve iddianamelerle kararların ve diğer her türlü vesika ve
evrakın aleni duruşmada okunmasından hazırlık ve ilk soruşturmalarda takipsizlik
ve muhakemenin men’i kararı verilmesinden önce neşri yasaktır” denilmekte
olmasına göre, bu hükmün muhalif mefhumu icabı olarak, iddianamenin aleni
duruşmada okunmasından sonra bütün diğer basın-yayın organları arasında TRT
tarafından da yayınlanmasının bu yasağın kapsamına girmeyeceği ve hiçbir
suretle suç teşkil etmeyeceği ve herhangi şekilde TRT ilgilileri hakkında bir
muamele yapılmasını gerektirmeyeceği neticesine varılmıştır.
Bu bakımdan konu hakkında Başbakanlıkça bir muamele yapılmasına mahal
görülmediği hususunda bilgilerinizi rica ederim.
(imza)
Naim Talu
Başbakan
Aslı gibidir
Zuhal Yılmaz
11/6/1973
Resmi mühür ve imza
Ek 32
TRT Genel Müdürü Cem İpekçi’ye Mektup
İstanbul, 22 Mayıs 1974
Sayın İsmail Cem İpekçi
TRT Genel Müdürü
Ankara,
Bomba davası sanıklarından biri olarak 21 Mayıs 1974 günü Selimiye Askeri
Ceza ve Tutuk Evi’nden tahliye oldum. Tahliyeme ilişkin mahkeme kararı
zamanında avukatlarım tarafından görevli muhabirinize Selimiye’de teslim
edilmiş olduğunu da saptamış bulunuyorum. Oysa aynı gün akşamki TRT haber
bültenlerinde bir başka davaya ait sanık isimleri tüm ayrıntıları ile verildiği halde,
tahliye edilen ve içinde benim de bulunduğum sekiz kişinin isminin kamuoyuna
açıklanmasından özellikle kaçınılmıştır.
Türkiye’nin geçirdiği karanlık dönemde efendilerine hizmet etmekte her türlü
kanunsuzluğu şiar edinmiş, kişiliğini çok iyi tanıdığım Musa Öğün’ün TRT Genel
Müdürü olduğu dönemde 4 Mayıs 1973 günkü 19:00 haber bülteninde hiçbir
davaya ilişkin ve gerçekleri tamamıyla çevirerek yansıtan uzun bir yayın
yapılmıştı. Hiçbir hukuk anlayışı ile bağdaşmayan bu konuyu zamanın Başbakanı
Naim Talû’ya da iletmiş bulunuyordum.
Suçluların, suçlulara şikayet edilmesinin hiçbir anlamı olmayacağını çok iyi
bilmemize rağmen kanunsuz olan bu davranışı tarihsel bir belge ile saptamak
istemiştik. Arzu ettiğimiz gülünç cevabı da Başbakan Naim Talû’nun imzası ile
6.6.1973 tarih ve Başbakanlık Müsteşarlığı 2/41 Sayı ile almıştım.
Son durumu yukarıda özetlemeye çalıştığım kanunsuzluk döneminin
sorumsuzluğundan doğan icraatten soyutlamanın imkanı bulunmamaktadır.
Anayasanın eşitlik ilkesine aykırı olan ve sizin “eksik ve yanlış haber” tanımınıza
uyan fakat geçmişteki bilinçli davranışlarının çelişkilerinin su yüzüne çıkmasından
ürkenlerin eserini, kişiliğinize olan saygımdan dolayı iletmeden yapamadım.
Dirayetli yönetiminize, Musa Öğün artıklarının gölge düşürmesine gönlümüz razı
olmadığı gibi, bir yandan da Türkiye’de halkın karanlık kişilerin, karanlık karanlık
tertiplerini sürdürememeleri için gerekeni hassasiyeti göstereceğinizi umut eder,
saygılarımı sunarım.
Kuzguncuk, Yenigün S. No: 11/3
Üsküdar-İstanbul
Emekli Kurmay Yarbay
Talat Turhan
Ek 33
Ceza ve Tutuk Evindeki Yasalarda Yeri Olmayan Yöntemler Hakkında İlgili
Makamlara Müracaat Edilmesi içinAvukatlarıma Hazırladığım Notlar
İstanbul, 21 Kasım 1972
Referanslar:
a) Tebligat kanunu (7201 Nolu Kanun) – Yayın Tarihi: 10 Şubat 1959 – Resmi
Gazete Sayısı: 10139
b) Askeri Ceza ve Tutuk Evleri Talimatı (29 Haziran 1948 tarih ve MSB Askeri
Ad. İşl. Bşk. Ks. 2 Sayı: 48/4760- H. Çakır
c) Ceza ve Tevkif Evleri İç Yönetmeliği (Adalet Bakanlığı- Yayın tarihi: 19 Aralık
1967- Resmi Gazete sayısı- 12780
d) Ceza İnfaz Kurumları ile Tevkif Evlerinin Yönetimine ve Cezaların İnfazına
Dair Tüzük yayın tarihi: 1 Ağustos 1967 – Resmi Gazete Sayısı: 12662
e) Hapishane ve Tevkifhanelerinin İdaresi Hakkında Kanun (Kanun No- 1721),
(Kabul Tarihi 14-6-1930)
f) Müşahede ve sınıflandırma merkezlerine dair yönetmelik (Ad. Bak. 2/8/1967
gün ve 26/66 sayılı genelgesi)
(ceza infaz hukuku ve infaz müesseseleri kitabı – İst. Ç. Sav. Yrd. A. Rıza
Mengüç – 1968- Sahife: 424-429)
g) Cumhuriyet gazetesi- 14 Ekim 1972- Adalet Bakanının (saç konusunda)
açıklaması: (Avukatlarıma not: Sahife – 12 Arkası)
h) Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu
Avukatlarım İçin Not
13 Kasım 1972 – Alp Kuran’a takdim edildi. (sözlü olarak)
1- Tebligat Meselesi:
a- Tebligat Kanunu- madde- 8 (Ref-a)
“Tebliğ olunacak her nevi evrak, biri dosyaya konulmak ve diğeri tebliğ edilecek
kimselere verilmek üzere lüzumu kadar nüshadan terekküp eder. Bu nüshalarda
iş sahibi veya vekilin imzası bulunur.”
b- Uygulama:
(1) Arama emri gösterilmedi ve verilmedi. (4 Temmuz 1972)
(2) Gözaltına alınma emri gösterilmedi ve verilmedi. ( 4 Temmuz 1972)
(3) Tutuklama kararı gösterilmedi verilmedi. (4 Ağustos 1972’de 2 No.lu
Sıkıyönetim Askeri Mahkeme’de gıyabi tutuklama kararının vicahiye çevrildiği
sözlü olarak bildirildi.
(4) Sıkıyönetim Komutanlığının 8.8.1972 tarih Askeri Savcılık 1972/278 N.Ç.
Sayılı belgesi (Tutuklama halinin devamı) kararı gösterildi istemiş olmama
rağmen suret verilmedi.
(5) Sıkıyönetim Komutanlığını Askeri Savcı 1-9-1972 tarih ve 1972/278 NÇ (354)
Sayılı belgesi (Tutuklama halinin devamı) kararı gösterildi istemiş olmama
rağmen suret verilmedi.
(6) Avukatlarım Sayın Birsen Balcıkardeşler ve Sayın Alp Kuran’ın bu konuya
ilişkin dilekleri; 1 Eylül 1972 tarihli (Ek-4) ve 3 Ekim 1972 tarihli (Ek-18)
dilekçelerle ilgili mercilere ulaştırıldığı halde aylarca is’af edilmedi.
(7) Sayın avukatlarımın yaptıkları müracaat üzerine (Ek-19) ancak 108 gün sonra
kaldırılan ihtilattan men kararı 19 Ekim 1972’de İs. Ütğm. Halit Selçuk tarafından
sözlü olarak tebliğ edildi. İstemiş olmama ve kanun maddesini hatırlatmama
rağmen bu bazen darda suret temini mümkün olmadı.
(8) Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcının 27/10/1972 tarih ve 1972/278 (354)
N.Ç. Sayılı belgesi (Tutuklama halinin devamı) kararı istek üzerine bütün koğuş
için ancak bir adet verildi. (Ek-20)
2- Askeri Ceza ve Tutuk Evleri Talimatının Uygulanması:
a- Madde-20: (Ref. B)
Askeri Ceza ve Tutuk Evine girecek olan Subay ve Astsubay memurlarla durumu
müsait olan sivil kişiler ihtiyaçlarını sağlayacak yatak, yorgan, battaniye, aşkabı
ve bardak gibi zati eşyalarını kendileri sağlarlar.
b- Uygulama:
(1) Bu madde bütünü ile uygulanmamaktadır.
(2) Ekim 1972’de koğuş kıdemlisi vasıtasıyla hapishane yetkililerine müracaat
ederek, Fıssur’den rahatsız olduğum için kanamalara mani olmak için gündüz
minder, gece yastık olarak kullanılmak üzere bir yastığa müsaade edilmesini
talebinde bulundum. Bu isteğim Doktor’a çıkarak rapor alsın şeklinde karşılandı.
Tabii refüze edilme ihtimali de olduğu için doktora çıkmadım ve talebimden
vazgeçtim.
Hukuksal açıdan yukarda açıklanan 20. maddenin açık hükmünü değiştirmek
veya tefsir etmek örfi idare makamlarınca dahi mümkün olamayacağına göre,
hapishane görevlilerinin bu maddeyi tefsire hakları olmaması iktiza eder. Çünkü
onlar bir uygulama kademesi olarak görev yapmak zorunluluğundadırlar.
Halbuki uygulamada bir yastık için dahi doktor raporu isteyerek talimatın verdiği
hakkı usulsüz formalite içinde bir lutfa dönüştürmek anlayışı içinde
bulunulmaktadır.
Oysa ben hayatım boyunca lütuf kabul etmemiş ve kimsenin lütfuna tenezzül
etmemiş bir insanım. Hakkımın verilmesini istemek ise doğal uygar bir tutumdur.
Hukuk devleti iddiasında olanlarca hakkın teslimi aynı nitelikte doğal bir tutum
olması gerekir.
c- Madde-35 (Ref.b)
Hükümlülerle tutuklular ve ayrıca Subaylarla, askeri memurlar, gedikli erbaşlar,
siviller, kadınlar ve 18 yaşından aşağı çocuklar herhalde ayrı ayrı yerlere konur
ve temaslarına imkan verilmez.
(Ref. c) madde-10
Kuruma gelen hükümlüler, imkan nispetinde, yaşları, hükümlülük süreleri ve
suçlarının nevileri itibariyle de tasnife tabi tutulurlar.
(Ref. d) madde-78
Hükümlüler, Ceza Evlerinde;
1- İlk defa suç işleyenler, mükerrerler ve itiyadi veya mesleki suçlular,
2- Akli ve bedeni durumları ve yaşları dolayısıyla özel bir infaz rejimine tabi
tutulacak olan suçlular,
3- Siyasi suçlular,
Gibi gruplara ayrılırlar.
Ref. F. madde-19 (Yukarıdaki Ref d. madde 78 aynen)
Ref. F. Madde-20 Tasnif (özet)
1- Yaşları itibariyle (18-20), (21-34), (35’ten yukarı)
2- Hükümlülük süreleri itibariyle (3 seneye kadar), (3-6 sene) (6 seneden yukarı)
3- Suçların nevileri itirabiyle:
a- Hürriyet aleyhine suç işleyenler, (TCK- 174-201)
b- Devlet idaresi aleyhine suç işleyenler (TCK 202-281)
c- Adliye aleyhine suç işleyenler, (TCK 282-310)
d- e- f- g- …..
Hükümlü ve tutukluların tasnife tabi tutulması gerektiği yukarıya çıkarılan tüm
mevzuattan hiçbir tereddüde meydan vermeyecek şekilde açıktır.
Mevzuatın bu bağlayıcı hükümlerine rağmen uygulama hiçbir kritere
dayanmayan keyfi ve indi kararlara dayandığının en belirgin belgesi aşağıya
çıkardığım 13 Kasım 1972 tarihinde benim de dâhil olduğum G koğuşunun
mevcut durumudur.
3- Havalandırma:
Madde-37: Tutukluların günde iki defa olmak üzere posta, posta ve
yerleştirmedeki ayrılığa uyularak (madde-35’e bakınız) hava almaya çıkarılmaları
mecburidir.
Uygulama:
(1) 4 Temmuz 1972: 1 Ağustos 1972’de gözaltında bulunduğum süre içinde 24
saat devamlı ışık yanan penceresi açılmayan, pencereleri kâğıt ve perdelerle
kaplı, kapısı açılmayan odalarda tutuldum. Bu bir aylık dönemde sadece 31
Temmuz 1972 günü öğleden sonra, gözlerim bağlı olarak 10 dakika havaya
çıkarıldım. (Bir ayda 10 dakika)
(2) 1 Ağustos 1972: 4 Ağustos 1972’de Asayiş ve Emniyet Birliği’nde
bulunduğum süre içinde böyle bir havalandırma yapılmadı. Esasen bu yerde
havalandırma şöyle dursun. Normal tuvalet ihtiyacı dahi 1 saat ve 8 saat
arasında bir gecikme ile sağlanmaktadır. Bu nedenle def’i tabii ihtiyaçlarını
sağlamak için insanlar çeşitli yöntemler geliştirmektedirler.
(3) 4 Ağustos 1972: 3 Eylül 1972’de hücrede bulunduğum süre içinde gayri
muntazam sürelerle, bazı durumlarda hiç çıkarılmamak üzere, toplam olarak 745
dakika havalandırma yapılmıştır. Bu, vasati olarak günde 20 dakika
havalandırmaya tekabül eder. Halbuki günde bir saat olması gerektiğine göre
vasati ölçüleri esas aldığımız taktirde dahi günde 40 dakikalık havalandırma
hakkının selbedildiği görülür.
G- Koğuşu
(13 Kasım 1972)
I- Patlama Olayı:
1- Talat Turhan (E. Sb.)
2- Memduh Eren (Dr)
3- Nuri Yazıcı (Av)
4- Vahap Mutlugün (Av)
5- Yüksel Çengel (He. Uz)
6- Ersin Ertekin (Jeolog)
7- Adnan Çakmak (Em. Em. Müf)
8- Selahattin Uzunismail (Stj. Dr.)
9- Selim Şenay (Muhtar)
10- Mahmut Dondurmacı (E. Asb)
11- Ekrem Topal (İşçi)
II- Madanoğlu Gr.:
12- Necdet Düvencioğlu (E. Sb.)
13- Cengiz Balıklaya (Öğr.)
III- Sabotaj Olayı:
14- Fevzullah Bigalı (İşçi)
15- Cevat Zamanoğlu (Öğ-Memur)
IV- Gizli Örgüt:
16- İlhan Sülen (Dz.. Asb.)
17- Hasan Bal (Dz. Asb.)
V- Kaçış olayı:
18- Metin Çakmak (Hv. Asb.)
VI- Şafak Gr.
19- M. Latif Güvercin (Ög.) (18 Kas.da ayrıldı)
VII- Veznedarın ölümü (Bakırköy)
20- Mehmet Seyhan (işçi)
21- Necati Gökgöz (işçi)
22- İbrahim Er (Emlakçı)
VIII- Mermi kaçakçılığı
23- Kemal Akbaş (Tiic.)
IX- Deniz kazası:
24- Erol Çevik (işçi)
X- Gümrük olayı:
25- Kemal Kantarcı (Tiic.)
26- Teoman Saveren (Güm. Kom)
27- Kayhan Eğilmez (Güm. Kom)
1- 27 kişi, 10 grup
2- 27 kişi (24 tutuklu, 3 hükümlü)
3- 27 kişi (19 siyasi tutuklu, 8 adi suçlu)
4- 8 adi suçlu (3 hükümlü, 5 tutuklu)
5- 2 Em. Sb. 4 Asb. 1 Em. Em. Müf., 12 serbest meslek, 2 öğrenci 5 işçi, 1
öğretmen
6- En küçük 18 yaş- en büyük 59 yaş
(4) 3 Eylül 1972: 20 Kasım 1972 koğuşta bulunulan süre:
(a) 3 Eylül 1972: 25 Eylül 1972 arasındaki dönemde:
Sadece koğuşun açıldığı 8x6 adım ebadında (6x4,5 m) bir hole çıkma müsaadesi
verildi. Bu müsaade 06:30-20:30 arasında veriliyordu 20:30-06:30 arasında
koğuşun demir kapısı kapalı tutuluyor.
(b) 25 Eylül 1972: 14 Kasım 1972 arasındaki dönemde gayri muntazam şekilde
(takriben haftada 3-4 gün) 36x4,5 m ebadında büyük koridorda havalandırma
imkanı verildi. Gerçekte koridorda dolaşma havalandırma yerine sayılmayacağı
için ben bu müsaaden de yararlanmadım. Bu dönemde de (6x4,5 m) ebadındaki
koridordan dışarı çıkmadım. Büyük koridorda arkadaşlara dolaşmak için tanınan
süre 1 saat idi.
(c) İhtilattan men kararının fiilen yürürlüğe konulduğu 14 Kasım 1972’den itibaren
06:30-20:30 arasında (36x4,5 m ebadında) Selimiye Kışlası’nın iç avlusunu
gören büyük koridorda dolaşma imkanı sağlandı. Ben bu imkandan yararlanmaya
başladım.
(d) Özet olarak:
(I) Bugüne kadarki dönemde geçen 140 gün içinde talimat gereğince 140 saat
açık havada ve güneşlenmeye çıkarılmam gerekirken toplam olarak 12 saat
havalandırma uygulanmıştır. Bu görüldüğü veçhile talimatların tanıdığı hakkın
1/10’u bile değildir.
(II) Açıkta havalandırma ve güneşlendirme şöyle dursun, koğuşta bulunan üç
pencere yağlı boya ile boyalı olduğundan pencereden gelecek güneşten ve
ışıktan yararlanma olanakları da bertaraf edilmiştir. Gündüz ışık yetersiz olduğu
için ancak elektrikler yakılınca okuma imkanı bulunabilmektedir.
(III) Dünyanın hiçbir Ceza Evinde böyle bir uygulama düşünülemez. Mevcut bu
durum Referans’ta belirtilen bütün dokümanlar, anayasa’mız, İnsan Hakları
Evrensel Beyannamesi, devlet olarak imzamız bulunan bütün antlaşmalara
aykırıdır.
(IV) Güneş ve havanın insan sağlığı yönünden değeri kabili münakaşa
olmadığından, bu uygulama sağlığımı olumsuz yönde etkilemekte. Devamlı
olarak hastalıktan kurtulamamaktayım.
(V) Elbette buna gerekçe olarak Ceza ve Tutuk Evleri’nin özel şartları ileri
sürülemez. Çünkü Ceza ve Tutuk Evi açanlar bunlara, mevzuatımızda
emredildiği gibi şartları sağlamakla da yükümlüdürler. Bunlar yerine getirilmediği
takdirde uygulama bir işkenceye dönüşür. Hukuk devleti’nden bahsedildiği
sürece sağlığıma ve hayatıma yönelik bir tehdit mahiyetini alan bu yanlış
uygulamanın düzeltilmesi istemekten daha doğal bir hak düşünülemez.
e- Mektup Meselesi
Madde-46: Hükümlülere gelen gazete, kitap ve mecmua gibi basılı yazılar ile sair
eşya hakkında da aynı yolda muamele yapılır. (madde-44 ve 45’e bakınız)
(Subay ve askeri memurlarla sivil kişiler hakkında adli amirlik kararı olmadıkça bu
yoldaki kayıtlamalar uygulanamaz.)
Uygulama:
(1) Yukarıdaki madde bugüne kadar uygulanmamıştır. Şöyle ki:
(a) Dışardan gelen ve dışarı gönderilen her türlü kitap, basılı evrak ve saire
kontrol edilmekte. Dışardan gelen kitapların bir hafta sonra verildiği vaki
olmuştur.
(b) Bazı mektupların yerine ulaşmamıştır.
(I) 24 Ağustos 1972’de kızıma yazdığım mektup.
(II) 4 Eylül 1972’de eşime yazdığım mektup.
(III) 6 Kasım 1972’de anneme yazdığım mektup.
(c) Kontrol edilememe bir yana, kontrol halinde referanstaki dokümanların ilgili
maddeleri gereğince gönderilmeyen mektupların haber verilmesi gerektiği halde
buna da uyulmak lüzumu hissedilmemiştir.
(d) (Hukuki durumuma ilişkin istekler ve notlar) – (Avukatlarım için) notlarımın
(15-17. sahifelerine bakınız)
(2) Tamamen mevcut kanun, tüzük ve yönetmelik hükümlerine uygun olan bu
dokümana konu olan isteklerim sözlü olarak 13 Kasım 1972’de avukatım Sayın
Alp Kuran’a ulaştırılmış ve hepsi de Ceza ve Tutuk Evi yetki sınırlarını aşan haklı
dileklerim avukat gözetimi ile grevli subay tarafından idareye yanlış intikal
ettirilmiş olmalı ki, akşam yoklamasında başka bir tema içinde nöbetçi Subayı
Piyade Üsteğmen Mete….. tarafından koğuşta tartışma konusu yapıldı.
Bu tartışmadan anladığıma göre ve benim kanıma göre Ceza ve Tutuk Evi
yetkilileri yanlış bir tefsir içinde bulunmaktadırlar ve bu hatalı tefsiri Askeri Ceza
ve Tutuk Evleri Talimatı’nın uygulamasında bariz hataların nedeni olmaktadır.
Mevzuata uymayan bu uygulamanın önlenmesi için bu tefsirin hatalı olduğu
yetkili mercilere müracaat edilerek, tespit olunmakta mutlak lüzum görüyorum.
Şöyle ki; Sıkıyönetim ilamından sonra çıkarılan bir kanunla Sıkıyönetim’ce
tutuklananların asker sayılması öngörülmüştür. Bu kanunun çıkarılma nedeni
gerekçe’sinde bellidir. 13 Kasım akşamı yapılan tartışma da Asker deyiminin er
olarak tefsir edildiği ifade edilmiştir. Yani Ceza ve Tutuk Evi yanlış tefsirinden
hareketle herkese er muamelesi yapmaktadır.
Halbuki hukukun en belirgin prensiplerinden biri, hiçbir kanuna mukabiline şamil
olmak imkanını tanımayacağına göre, kazanılmış bir hak olan Emekli Subay
olarak Subay statüsünün bütün haklarından yararlanmam doğaldır.
(aa) Böyle olduğu için, Emekli maaşı alıyorum.
(ab) Böyle olduğu için, Sağlık Fişi’ni kullanmam gerekir..
(ac) Böyle olduğu için, Seferi Görev Emri ile bir celp vukuunda İzmir, 15. Kor.ya
katılmak emrini almış bulunuyorum.
(ad) Esasen tutuklunun masum addedilmesi de yasalarımızın gereğidir. Yanlış bir
tutum ve anlayışla gasp edilen haklarım Askeri Ceza ve Tutuk Evleri talimatı
gereğince verildiği takdirde:
-Sb. koğuşuna alınmam (Böyle bir koğuş olmadığı için ihdas edilmesi gerekir)
(madde-35)
-Yatak takımlarımın Ceza Evine sokulması (madde-20)
-Gazete, kitap, mecmua, basılı yazılar ve sair eşyalarımın ve mektuplarımın gidip
gelmelerde aramadan ve kontrolden azade tutulması gerekir (madde- 44, 45, 46)
-Götürüp getirmelerde muhafız subayından başkasının bulundurulmaması ve
kelepçe takılmaması gerekir (madde-55, 56, 57)
-Saç kesilmesinin kanunsuz olduğu meydana çıkan (madde-75)
-Bugüne kadar uygulamada ihtiyaç olduğunda ilaçları kendi paramla temin ettim.
Halbuki Sağlık Fişi’m var. Bu Türk Silahlı Kuvvetleri İç hizmet kanun ve
yönetmeliğinin bana sağladığı müktesep bir haktır.
Halbuki bugüne kadar ki uygulamada sağlık Fişi’nden yararlanma hakkı
tanınmamıştır (İlgili mercilerden bu husus sorulmalı ve uygulamaya mesnet olan
mevzuatın ne olduğu sorulmalıdır. Hukuken %100 haklı bulunulduğuna göre bu
hususun tespiti diğer meseleler için de kıstas olur ve Tutuk Evi bana er
muamelesi yapmak için neden bulamayacağı gibi, bugüne kadarki yanlış gayri
hukuki uygulamasının tarihi sorumluluğunu taşır)
f- Götürülüp getirilme meselesi:
Madde-55: ……… müdür veya idare memurunun göreceği lüzum üzerine
tutuklulara sevk sırasında kelepçe de vurulabilir. Ağır cezalı suçlardan ötürü
tutuklu bulunan erata herhalde kelepçe vurulur.
Madde-57: Subaylarla askeri memurlar memur edilecek bir muhafız subay
tarafından götürülüp getirilir. Ve haklarında adli amirlikçe emredilmiş olan diğer
lüzumlu tedbirler alınır.
Uygulama:
(1) Yukarıdaki maddelere göre, Subaylar’ın ve dolayısıyla aynı statü ve haklara
sahip olması gereken Emekli Subaylara kelepçe vurulmaması ve Subay
tarafından götürüp getirilmesi iktiza eder.
(2) 4 Temmuz 1972’de gözaltına alınmak üzere evden alındığında KuzguncukKadıköy Kaymakamlığı arası sivil polislerce kelepçesiz olarak,
Kadıköy’den bilinmeyen bir yere kelepçeli ve gözler bağlı olarak muhafız erler
nezaretinde götürüldüm.
(3) Götürüldüğüm yerde kaldığım sürece (4 Temmuz 1972- 31 Ağsustos 1972)
ayaklarım prangalı ve zaman zaman ellerim zincire bağlı olarak bulunduruldum.
Bu süre içinde aralıksız devam eden sorgulama esnasında gözlerim kapalı olarak
bulunduruldum.
(4) Bilinmeyen yerden Selimiye’ye nakledildiğim 1 Ağustos 1972 günü ise: Bir
Statıon Vagon’la nakledildim. Ellerim kelepçeli ve gözlerim bağlı iken, bir sıraya
yatırıldım. Başım polis olan bir şahsın (veya başa bir güvenlik görevlisi) kucağına
koymak suretiyle Selimiye’ye kadar getirildim.
(5) Bu uygulama, gerek ulaşmak iddiasında bulunduğumuz “Çağdaş Uygarlık
Düzeyi” devlet ve milletlerinin anlayışına, gerek devlet olarak imzamız bulunan
tüm anlaşmalara, gerek hukuk devleti kavramına, gerek anayasa, yasa ve diğer
tüm mevzuatımıza, gerek teamüle ve gerekse son günlerde Adalet Bakanı’nın
ifadelerine göre insanlığa aykırı bir tutumdur.
(6) Bu şartlar altında benzeri bir uygulama ile karşılaşmak ihtimali karşısında ağır
hasta olsam dahi hastane’ye gitmemeyi her şeye tercih edebilirim. Bu nedenle
uygulamanın mevzuatımıza uygun hale getirilmesini ilgili ve yetkili mercilerden
istemek doğal bir haktır.
g- Saç Kesme Meselesi:
Ref b. Madde-75
Hükümlü ve tutuklu Subay, Astsubay ve Erlerin İç Hizmet Yönetmeliği ile kifayet
kararnamesi:
Genel ve Askeri Yargı organlarınca tutuklanmış kişilerin saç, sakal ve bıyıkları iç
hizmet yönetmeliği ve kıyafet kararnamesinin erler hakkındaki hükümlerine göre
kestirilir. Ref c. Madde-5:
Aramadan sonra hükümlü ve tutukluların toplum içinde alışılmış hal dışında olan
saç ve sakalları traş ettirilir ve sonra hamama gönderilerek temizlikleri yaptırılır.
Bilahare, kurum tabibi …. Umumi muayeneden geçirilir.
Ref. c Madde-20:
Toplum içinde alışılmış hal dışında saç ve sakal bırakanlar ile, saçların
temizliğine dikkat ve itina göstermedikleri idarece tespit edilen hükümlü ve
tutukluların saç ve sakal bırakmalarına izin verilmez. Bunlar sık sık traş ettirilir.
Ref d. Madde-226:
Hükümlü ve tutukluların toplum içinde alışılmış hal dışında saç ve sakal
bırakmalarına için verilmez. Bunlar sık sık traş ettirilir.
Adalet Bakanı Fehmi Alpaslan’ın açıklaması:
-Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) gazeteci Sabri Yılmaz’ın hapse mahkum
olması nedeni ile saçlarının kesilmesini Adalet Bakanlığı nezdinde protesto
etmesi (2 Eylül 1972 tarihli gazeteler)
-Aynı konu ile ilgili olarak Ankara Milletvekili Orhan Birgit’in sorusunu
cevaplandıran Bakan: (14 Ekim 1972 tarihli gazeteler)
“… Hükümlünün, tüzük ve yönetmelik hükümlerinin “yanlış takdir ve tatbiki sonuç”
saçlarının kesildiğini açıklamakta ve şunları söylemektedir:
Olayda sorumlu görülenler hakkında kanuni gereğinin ifasına tevessül, ayrıca
olay sebebi ile duyulan üzüntü TGS Yönetim Kurul Başkanlığına telle ifade
olunmuştur. Yukarıda açıklandığı üzere, ceza ve tutuk evlerinde bulunanlara
uygulanması öngörülen rejim diğer uygar ülkelerin kabul ettiği standartlara da
uygun bir şekilde milli mevzuatımızda yer almakta yanlış anlayış ve tatbikattan
doğan ve her yerde olabilen bu kabil münferit birkaç olay dışında, söz konusu
hükümler titizlik ve hassasiyetle uygulanmaktadır.
Cezaevlerinin iç uygulanmasına taalluk eden ve bir hükmün yanlış tatbiki sonucu
meydana gelen bir olayın….
(Avukatlarım için not: Sahife: 3, 4, 10, 12, 13)
Uygulama:
(1) Gözaltına alınarak gözlerim bağlı olarak götürüldüğüm meçhul yerde 4
Temmuz 1972 günü gece yarısı 01:30 da sabahı dahi beklemeye lüzum
görülmeden 1 No.lu makine ile saçım kesildi.
(2) Aynı uygulama hücreye alındığım 4 Ağustos 1972 günü Selimiye Ceza ve
Tutuk Evine girerken tekrar edildi.
(3) Yukarıya çıkardığım tüm mevzuat ve bu uygulamanın yanlış takdir ve tatbiki
sonucu olduğunu beyan eden Adalet Bakanı’nın açıklaması karşısında ilgili ve
yetkililer ne düşünür bilemem ama ben bu uygulamayı ve bu zihniyeti insanlığa
ve uygarlığa aykırı bulur. Türk Silahlı Kuvvetlerini kıl ve saç düşmanı anlaşılan
kurtarılmasını talep ve temenni ederim. Çünkü sırf bu yanlış uygulamanın
olumsuz etkilerinin tanığı olmak nedeni ile eski bir Türk Silahlı Kuvvetleri
mensubu olarak üzüntü ve ızdırap duymaktayım.
Bu anlayışımın sonucu olarak da konunun ilgili mercilere duyurulmasını el’an
talep etmekteyim.
(4) Yanlış bir uygulama, anayasa, kanun, tüzük, yönetmelik-emir arasındaki
hukuksal hiyerarşiyi değerlendirme yeteneğinden yoksun ilgililer, yönetmelik
hükmü diye bir yandan saç keserken aynı yönetmelik hükmü olan hamam yapma
ve doktor muayenesinden geçirme lüzumunu duymamışlardır. Nitekim
Selimiye’ye geldikten ancak bir ay sonra (ondan önceki bir aylık dönemde de
doğru dürüst yıkanma imkanı bulmamıştım) (30 Ağustos 1972’de) lütfen 15
dakika banyo imkanı sağlanmıştır.
(5) Başlı başına bu uygulama anlayışı dahi benim kanıma göre bu uygun
dönemde İşkence anlamını tazammum edebilir.
(6) Konuyu Ceza ve Tutuk Evi ilgililerine sözlü olarak intikal ettirildiğinde, bana
gösterilen tek gerekçe, Ceza ve Tutuk Evi müdürü’nün odasında asılı bulunan ve
tabii görülmesi mümkün olmayan bir emre göre hareket ettiklerini ifade ettiler.
Oysaki hukuk devleti anlayışı içinde Hukuki bir uygulama olması gereken
Sıkıyönetim dönemlerinde dahi emir hukuk hiyerarşisinin en altında bulunan ve o
ölçüde geçerli olan bir yönetim aracıdır.
Yukarıdaki mevzuatın açık ve hiçbir tefsire lüzum göstermeyen hükümlerinin
emirle bozulmuş olması düşünülemez.
(7) İlgililer gerekçe olarak yeni bir kanuna istinat etmektedirler. “Sıkıyönetimce
tutuklanan şahısların asker sayılması HK.tda” tabii bu kanunun gerekçesinde
nedeni açıklanmıştır. Yalnız ceza hukukunun ve kanun yapma tekniği’nin temel
prensibi kazanılmış hakların muhafazası yönündedir.
(8) Hukuken Emekli Subay olarak Subaylık haklarımı muhafaza ediyorum. Çünkü
emekli maaşı alıyorum, seferi görev emri ile bir görev almış bulunuyorum ve
nihayet tutuklu olarak masum addedilmen gerektiği mevzuatımız gereğidir. Ve
nihayet İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı’nın bir önce seneki uygulaması ile
bugünkü uygulama arasında çok büyük bir fark vardır.
3- Kitap Meselesi:
(Ref h) Madde-103
Bir suçtan mağdur olan kimseden suç sebebiyle alınmış olan eşya tahkikatın
neticesiyle beraber ve hatta daha evvel re’san ve bu hususta ayrıca bir hükme
hacet kalmaksızın mağdura geri verilir.
Yasak Kitap Sorunu – Orhan Apaydın – 16 Eylül 1972
Ekteki yazıda bu konudaki Askeri Yargıtay kararları kesin olarak konuya açıklık
getirmektedir.
Uygulama:
(1) Genel olarak 12 Mart’tan bu yana bu konudaki uygulama basında ve diğer
mahfillerde eleştirilmektedir. Maalesef uygulamalar, eleştirilerin yöneticilerin
aleyhinde bir yargıya ulaşma sonucunu doğurmuştur. Bu tutumun UNESCO’nun
1972’de ilan etti beynelmilel (dünya) kitap yılı’na rastlaması ayrıca bir talihsizlik
olmuştur.
(2) 3/4 Temmuz 1972 günü evimde yapılan aramada hiçbir ölçüye bağlı
kalınmaksızın 20’den fazla kitabım alındı. Bunlar içinde Genelkurmay
Başkanlığı’nca çıkarılmış ve basılmış kitaplar olduğu gibi, propaganda
maksadında bastırılmış broşürler de vardı. Diğer alınanların hiçbiri hakkında da
sıkı yönetim komutanlığı tarafından toplanma kararı olduğunu sanmıyorum.
(3) Bu durum karşısında ve Askeri Yargıtay kararları’na da dayanılarak bu keyfi
uygulama sonucu evimden alınan kitaplarımın iadesinin talep edilmesini istirham
ediyorum.
(4) Atatürk’ün söylev ve demeçleri’nde çağdaş uygarlık milli eğitim ve kitap
hakkındaki açıklamalarına bakınız.
(5) Türkiye’de Kitap – Prof. Dr. Cahit Orhan Tütengil Cumhuriyet 19 Ağustos
1972 ve basındaki diğer yazı ve açıklamalara bakınız.
4- Sağlık Fişi Meselesi:
(211 Sayılı İç Hizmet Kanunu ve İç Hizmet Yönetmeliğine bakınız)
Uygulama
a- Yukarıda adı geçen kanun ve yönetmelik gereğince kazanılmış bir hak olarak
Sağlık Fişi hamili bulunuyorum. Bu fişi hamil olduğum için ilaç ihtiyaçlarımın
ücretsiz olarak karşılanması gerekir.
b- Ceza ve Tutuk Evi uygulanmasında Sağlık Fişi kabul edilmemektedir.
c- Tabii bu bir hakkın açıkça ihlali anlamını tazammum ettiği gibi bir zihniyeti de
belirler.
d- Kanımca bu yanlış uygulama alt kademelerin mevzuatı tefsir ve anlayış
hatalarından neş’et etmektedir. Yetkili mercilere intikal ettirildiğinde
düzeltileceğine inanıyorum.
e- Şu hususu da önceden belirteyim ki sadece gayem gaspedilen bir hakkımın
iadesinden ibarettir. Yoksa ücretsiz ilaç temini değil. Bu sağlanıldığı takdirde
paramla ilaçlarımı temine devam edeceğim.
Özet ve İstekler
1- Tebligat Kanunu: (Ref. a)
Bu kanunun 8. maddesi hükmü bugüne kadar şahsımla ilgili olarak
uygulanmamıştır. Nitekim yetkililerden yazılı tek tebligat almış değilim.
2- Askeri Ceza ve Tutuk Evi talimatı’nın uygulanması:
a- Yatak, yorgan, yastık vs.nin dışardan getirilmesine talimat müsait olduğu halde
uygulamada müsaade edilmemektedir. (madde-20) (Sahife 2 ve 3’e bakınız.)
b- Hükümlü ve tutukluların bölümlere ayrılması tüm mevzuatın amir hükmü
olduğu halde nazari itibara alınmamaktadır. (madde-35) (Sahife 3,4,4a bakınız.)
c- Havalandırma’ya ilişkin tüm mevzuat uygulanmak şöyle dursun, koğuşun ışık
ve güneş gelmesi dahi önlenilmiş, ancak elektrik ışığında gündüz dahi kitap
okunabilmektedir. Bu durum gayet tabii olarak sağlığımı olumsuz yönde
etkilemektedir. Bir de buna gıda rejimi ilave olununca bu etki daha da
olumsuzlaşmada ve sık sık hasta olmaktayım. (madde-37) (Sahife 5,6,7)
e- Adli amirlik kararı olmaksızın gelen giden mektuplar ve diğer basılı
dokümanlar kontrol edilmekte, bazı mektupların yerlerine ulaşmamakta,
gönderilmediğinden de haberdar edilmemekteyim. (madde-46) (Sahife-8)
f- Bir yerden diğer yere götürülüp getirilme meselesi tüm mevzuat ve bugüne
kadar ki teamüle uymamaktadır. (madde-55) (Sahife-11-12)
g- Saç kesilmesi tüm mevzuatla çelişme halindedir. Bu hali ile, uygulama bir öç
almaya dönüşmüş bulunmaktadır. Bunun ilerde Silahlı Kuvvetlerle Aydınlar
arasında onulmaz kırgınlıkların nedeni olabileceğinden endişe duyarım. (madde75) (Sahife-12,13,14,15,16)
3- Kitap Meselesi:
Hatalı bir uygulama sonucu, görevlilerin yetki sınırlarını taşan bir tutum sonucu
evimden alınan kitaplarımın iadesini bu mümkün olmadığı taktirde ücretlerini
talep etmemiz Askeri Yargıtay kararı gereğidir.
4- Sağlık Fişi Meselesi:
211 Sayılı İç Hizmet Kanunu ve yönetmeliği gereğince kazanılmış hakkım olan
Sağlık Fişi’nin kullanma hakkımın kısıtlanması kanunsuz bir uygulama olduğu
kanısındayım. Düzeltilmesini talep ediyorum.
5- Sonuç ve İstek:
Yukarıdaki açıklamalarımdan anlaşılacağı üzere Anayasa Kanun-TüzükYönetmelik’ten oluşan tüm hukuk kuralları ve uygar dünya uygulamaları ile
çelişen bu tutum, mevzuatımızın alt kademede bulunanlarca yanlış ve hatalı bir
takdire tabi tutulmasından doğmaktadır. Yetkililere duyurulmak, doğru tefsire
ulaşılması gerektiği kanısındayım.
Talat Turhan
Notlar:
1- Yukarıda, 1-20 safiye ve eklerinde ayrıntıları ile açıklanan bütün
mevzuatımızla çelişen uygulamayı dile getiren ve bunların düzeltilmesini
sağlamak için yetkililere müracaat edilmesine ilişkin dileklerin, müsvette halinde
hazırladığım notlardan, 13 Kasım 1972 günü sözlü olarak avukatımın Sayın Alp
Kuran’a arzedildi.
Eğer bu uygulama işkence kastı taşımıyorsa, sırf bir tefsir hatası sonucu
olmaktadır. Bunun giderilmesini istemek ise doğal bir tutumdur.
Bu dileklerim gözetime memnun subay tarafından hatalı bir takdir sonucu idareye
duyurulmuş olmalı ki aynı gün akşam yoklamasında koğuşta tartışma konusu
yapıldı. (Sahife 8-11’e bakınız)
Bu tartışmadan anladığıma göre Ceza ve Tutuk Evi, bir kanunu yanlış tefsir
ederek, içeri giren herkesi er sayarak, ona göre işlem yapılmaktadır.
Kazanılmış hakları hiçe sayar ve beni Emekli Subay saymayan bu görüş elbette
şayanı kabul olamaz.
2-a- Bu görüşmelerin ışığı altında hazırladığım bu yazılı dokümanı 22 Kasım
1972 günü görüşmeye gelen avukatım Sayın Birsen Balcıkardeşler’e dilekçe
hakkımı kullanması için vermek istedim. Görerek Piyade Binbaşı……………..
tarafından kontrol edileceği gerekçesiyle engellendi.
b- Oysaki işbu doküman tümüyle görevli subay yanında avukatıma okunmuş
olduğu için kontrolden geçmiş oluyordu. Esasen gözetime görevli Subay
(Astsubay)’ın görevi de bu idi.
c- Kaldı ki şikayetçi olduğum konular çoğunlukla Ceza ve Tutuk Evi yönetimiyle
ilgili idi. 211 Sayılı İç Hizmet Kanunu gereğince hiçbir makam yüzüne karşı
şikayet olunmaz ve şikayet olunan şahıs ve makam atlanırdı.
d- ACMUK – madde-91 ve diğer mevzuat karşısında avukatımla ilişkilerime bu
tarzda müdahale edilmesi kanunlarımıza aykırı olduğu için kimsenin hakkı
olmaması gerekirdi.
Bu haksız uygulamayı hatırlattığımda sadece “burası Ceza Evi” deyimine
sağınıldı. Bu zihniyete karşı söylenmesi gerekeni söyledim.
e- Böylece anayasamızın tanıdığı dilekçe hakkım da önlenmiş oldu.
3- Bu neden böyle olmaktadır?
Hukuk devletinde hukuk hiyerarşisi ve piramidi anayasa-yasalar-tüzükleryönetmelikler ve emirler sırasını takip ettiğini uygulayıcıları anlamaz
görünüyorlar. Onların anlayışı emri hukuk piramidinin tepesine çıkarmak tarsına
dönüşmüş görünmektedir. Halbuki yürürlükte olan ve Anayasa Mahkemesi kararı
ile mahkem kaziye haline gelen görüş, Yazılı olsa dahi kanunsuz emrin uygulama
sorumluluğu uygulayıcı’yı kurtarmamak şeklindedir.
4- Bu tutum, “kraldan çok kral taraftarı” deyimi ile açıklanabilir. Düzeltilmesinin
şahsın açısından önemi yok. Fakat Türk Silahlı Kuvvetlerine bir hizmet olacağı
kanısındayım. Çünkü; çağdaş uygarlığa ulaşmak savında olanların, çağdışı’na
düşmelerini kabul etmemekteyim.
Ek 34
Kelepçe Takılmaması Hakkında
İstanbul, Mayıs 1973
İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı 3 No.lu Mahkeme Başkanlığına,
Sanık:
Konusu:
M. Talat Tarhan
Kelepçe takılmasının mevzuatımıza ve törelerimize aykırı olduğu, bu durumun moralim üzerinde olumsuz etkisinin sorgu ve
savunma hakkımı etkilediği hakkında.
Olayın Açıklaması:
1- 4 Mayıs 1973 günü duruşmaya getirilirken, elime kelepçe takılmak istendi.
Eski bir Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu olduğumu ve Askeri Ceza ve Tutuk
Evleri talimatının 55 ve 57 maddeleri muvacehesinde, ellerime kelepçe
takılmamasının gerektiğini, bunun Türk Silahlı Kuvvetlerinin töreleri ile
bağdaşmadığını hatırlattığımda, görevli iki şerefli Türk Subayı, haklı isteğimi
kabul ederek, ellerime kelepçe takmadılar.
2- Ama, aynı gün duruşmadan dönüşte kelepçe takılmak istendiğini gördüm. Bu
uygulamanın gayri kanuni olduğunu görevli Piyade Binbaşısına hatırlattığımda
cevabı:
“Kaçarlarken de kanun dinlemiyorlardı” oldu. Ne demek istediğini anlamamıştım.
Eğer, bir suç işlemişsem, bunun hesabını, yargı önünde verecektim. Hukukta bir
“Masumluk karinesi” ve bir “suçların şahsiliği” prensibi vardı.
Bunun yanında, Türk Silahlı kuvvetlerinin eski bir mensubu ve 15 sene önce
Binbaşı rütbesini taşımış bir kişi olarak bir Subaydan doğrusu böyle bir cevap
beklemezdim. Binbaşının “Siz kanunsuzluk yaptınız. Biz de yapıyoruz” anlamına
gelen bu karşılığını kendisine yakıştıramadık.
Türk Subayını ettiği yemine saygılı görmek isteriz. Asker yemininde “Kanunlara,
nizamlara, emirlere itaat” yer alır.
3- Kelepçe takılırken Piyade Binbaşı ile aramızda konuşmalar geçerken,
gözetime memur askerler cop vurmaya teşebbüs ettiler. Müdahale ederek, bir
vahim olayın vukuunu önledim.
4- Ertesi gün, (5 Mayıs 1973) duruşma başlamadan önce, dün akşamki müessif
durum hakkında, kendisiyle tartıştım. “Emir aldığını ve onu uyguladığını” ifade
etti.
5- Bilindiği gibi, 4 Mayıs 1973 günü Türk Adaletine saygımız nedeniyle (Süngülü
erlerin salondan çıkarılmasını ve durum nedeni ile Sıkıyönetim Komutanını
eleştirdiğimi) beyan etmiştim.
6- Hangi makamda, hangi rütbede bulunurlarsa bulunsunlar, biz kişilere,
anayasa, yasalar, tüzükler, yönergelere bağlılıkları ölçüsünde saygı duyarız. Ama
elindeki yetkileri keyfiliğe dönüştüren ve hele bunları bir kin ve intikam aracı
şeklinde getirenlere karşı çıkarız. Bu haksız uygulamanın bir yanlış anlayış
sonucu meydana geldiğini sanıyorum.
4 Mayıs 1973 günü ise, bir sanık bir ere bağlanarak, daha değişik bir uygulamaya
tevessül edildi. Bu durum gerek sanık, gerekse er açısından insan haklarına
tümden aykırıdır. Türk milleti evlatlarını vatan hizmeti yaparken bileklerine
kelepçe vurulsun diye askere göndermiyor. Yetkilileri uyarırım.
7- a- Ceza ve Tutuk Evinde bulunduğum süre içinde, kanun ve yönetmeliklere
uymayan uygulamalarla sık sık karşılaştık. Her seferinde tıpkı Sayın Binbaşı’nın
söylediği gibi ilgililer “Emir aldım” demekle yetiniyorlardı. Fakat bu kanunsuz
emirleri verenlerin kimler olduğunu öğrenemediğimiz gibi; emrin kendisini de
görmemiz asla mümkün olmadı. Çünkü kanunsuz emri verenler, ekseriya korkak
oldukları için şifahi emirleri tercih ederlerdi.
b- Halbuki kanunsuz emir alan ast, eğer gerçekten içtiği anda sadık bir kişi ise,
önce emri verenden yazılı emir isteyecek, böyle bir belge eline geçse dahi,
kanunsuz olduğu için uygulamayacaktır. Eğer uygularsa sorumlu olacaktır.
Çünkü, anayasa mahkemesi’nin bu konuda kararı vardır. (Anayasa mahkemesi
kararı: Esas: 1963/174, Karar: 1963/115, Karar Tarihi 20/5/1963 Resmi Gazete
Tarih ve No.su: 2 Ağustos 1963-11470 Sayı)
c- Anayasa’nın 125. maddesi aynen şöyle demektedir:
Kamu hizmetlerinde herhangi bir sıfat ve suretle çalışmakta olan kimse, üstünden
aldığı emri, yönetmelik, tüzük, kanun ve anayasa hükümlerine aykırı görürse,
yerine getirmez ve bu aykırılığı o emri verene bildirir. Ancak üstü emrinde ısrar
ederse ve bu emri yazı ile yenilerse, emir yerine getirilir, bu halde emri yerine
getiren sorumlu olmaz. Konusu suç teşkil eden emir, hiçbir surette yerine
getirilmez. Yerine getiren kimse, sorumluluktan kurtulamaz. Askeri hizmetlerin
görülmesi ve acele hallerde kamu düzeni ve kamu güvenliğinin korunması için
kanunla gösterilen istisnalar saklıdır.
8- Hukuk devletinin, hukuk hiyerarşisinde hiçbir emir, yönetmelikten, hiçbir tüzük
yasadan, hiçbir yasa anayasa’dan üstün olamaz.
Bu kurala göre, Askeri Ceza ve Tutuk Evi talimatının 55. ve 57. maddelerindeki
sarahat, Türk Silahlı Kuvvetlerinin şerefli anlayışı ve töresi, bana kelepçe
takılması yetkisini kimseye vermez.
9- Türk Silahlı kuvvetlerinin şerefli mensuplarının anayasa’ya aykırı olduğu açık
olan, Subay ve Astsubay sicil yönetmeliklerinin 99. ve 53. maddeleri (e)
fıkralarındaki “Yasaışı görüşü benimseyen ordu’da çıkarılır” hükmünden
yararlanarak, kişisel zulüm ve baskılarının aracı haline getirmek isteyen zihniyete
karşı çıkar ve kınarım.
10- a- Kelepçe hususu henüz bütün tazeliğiyle belleklerde yaşamaktadır.
Gazetecilere kelepçe takılması olaylarının Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın ilgili
makamlara başvurması üzerine, konu TBMM’de tartışılmış ve sonuçta Aydın’a
kelepçe takılmaması prensibi kabul edilerek adalet bakanlığı tarafından ilgililere
genelge gönderilmiştir.
d- Bir bakan, sanıl bir gazetecinin haysiyetini koruyorsa, bir General’den de
kendisiyle aynı okuldan mezun olmuş, eski bir Türk Silahlı Kuvvetleri
mensubunun haysiyetini korumasını bekliyorum. Kaldı ki, Ceza ve Tutuk Evleri
konularında koordinatörlük görevi Adalet Bakanlığı’na ait olduğu da bir gerçektir.
11- Atatürkçü niteliğinden asla şüphe etmediğimiz ve çok yakından tanıdığımız
Türk Silahlı kuvvetlerinin birkaç mensubunun, tasvuplarına imkân olmayan bu
tutumu bizim inançlarımızı etkilemez.
12- Bu konuda, Atatürk’ün ruh asaletinden bir örnek vermek istiyorum:
Kurtuluş Savaşımızda, 30 Ağustos zaferinden sonra, Yunan Ordusu Komutanı
General Trikopis’in esaretini kendi ağzından dinleyelim:
Uşak dışında esir olup, o zamanki Türk Ordusu Komutanı İsmet Paşa’nın (…..)
dairesine götürüldüm. O da beni Mustafa Kemal’e götürdü.
Mustafa Kemal, odasına girdiğim zaman, o ayağa kalkarak dostça bir şekilde
beni karşıladı ve Fransızca hitap ederek şunları söyledi.
-Unutmayın ki koca Napolyon da esir olmuştu.
-Siz vazifesini tam ve sonuna kadar yaptınız.
-Biz de sizi takdir ve size hürmet ediyoruz.
-Siz burada esir değil, misafirsiniz.
(General Trikopis’in anıları, Sahife 102)
Esir düşman Komutanına bile misafir muamelesi yapacak kadar vicdan, ahlak,
erdem ve tolerans gösteren büyük Atatürk’ün anlayışını onun Ordu’sundan
beklemek hakkımızdır.
13- Bizim elimize gerçekten kelepçe taktırmak için emir verenler varsa,
yukarıdaki örnek karşısında düşünmeleri gerekir.
Bu haksız uygulamadan haberdar olacak olan Türk Silahlı Kuvvetlerinde bulunan
sayısız arkadaşlarım ve Komutanların muazzep olacaklarına inanıyorum.
Sonuç ve İstekler:
1- Bu uygulamanın moralim ve sıhhatim üzerinde olumsuz etkisi mukaddes
savunma hakkımızı sınırlayacağı için Yüksek Mahkemenize bu haksız
uygulamayı getirmek zorunda kaldım.
2- Kelepçe takılmamasını ve Askeri Ceza ve Tutuk Evlerin talimatının 55. ve 57.
madde Adalet bakanlığının genelgesi, Türk Silahlı Kuvvetlerinin törelerine
yaraşacak tarzda uygulamanın durdurulması için, dilekçemin yetkili mercilere
intikalini.
3- Dilekçemin bir suretinin avukatıma verilmesine müsaade buyrulmasını arz ve
istida ederim.
M. Talat Turhan
Ek 35
Saç Kesilmesi Hakkında
İstanbul, 20 Ekim 1973
Askeri Ceza ve Tutuk Evi Müdürlüğüne,
Sanık: Talat Turhan
Konu: Saç kesilmesi hakkında
Olayın açıklanması:
1- 17 Ekim 1973 günü akşam yoklamasında görevli Üsteğmen tarafından
saçlarımızın -bu arada tabii benim saçlarımın da- alabros olarak kesileceği tebliği
edildi.
2- Ceza ve Tutuk Evleri talimatı’nın 75. maddesi değişik bir bakış açısından
yoruma tabi tutulduğunda bu isteğin talimata uygun olduğu söylenecektir.
3- Oysaki hukukta bir masumluk karinesi vardır. Yani tutuklanan bir kişi hüküm
giyinceye kadar masum sayılır.
4- Bir hukuk hiyerarşisi vardır. Hiçbir kanun anayasaya; hiçbir tüzük kanuna;
hiçbir yönetmelik tüzük ve kanunlara; hiçbir talimat, yönetmelik, tüzük ve
kanunlara ve hiçbir emir de bunların hiçbirine aykırı olamaz.
5- Bunun dışında bir de hukukta kazanılmış haklar diye bir kavram vardır Yani
emekli subay olmak sıfatıyla İç Hizmet Kanun ve Yönetmeliğinin ve diğer ilgili
mevzuatın bana vermiş olduğu bazı kanuni haklar vardır. (15.7.1972 gün ve
13896 Sayılı Resmi gazete ve İç hizmet yönetmeliği madde 72-3, 664/4 e
bakınız.)
Bunların yanında bir de TSK’nın örf ve ananesi vardır. Siz benim mazimsiniz,
yarın ben sizin istikbaliniz olabilirim, çünkü 12 Mart’tan sonraki uygulamalarda
çok suçsuzun içeride, çok suçlunun da dışarıda olduğunu yakinen bilebilecek bir
görevde bulunuyorsunuz.
6- İdari tasarrufların bir öç alma vasıtası olarak kullanılması ve bir kişinin suçunu
umuma teşkil etmek ilkel bir zihniyettir. Günümüzün hukuk ve idare anlayışı buna
imkân vermez. O halde bugüne kadar saçlarımıza müdahale etmeyen idare,
bugün koyun kırpar gibi bizi berberlerin önüne oturtarak insanlık onur ve
haysiyetimize tecavüze neden lüzum görmüştür. Ceza ve Tutuk Evi Müdürlüğü
emrinde bulunan berberlere emir vermek suretiyle zaman içerisinde aynı sonuca
varabilirdi.
7- Türkiye’deki bütün hapishanelerde özellikle 12 Mart sonrasının askeri Ceza ve
Tutuk Evlerinde yapılan uygulamaları ayrıntılarıyla bilmekteyim. Ceza ve Tutuk
Evi talimatı ve ilgili diğer mevzuat bir bütündür. Sizinle şifahen yapmış olduğum
görüşmede belirtmiş olduğum üzere Ceza ve Tutuk Evi Talimatı’nın tümü
uygulanmamaktadır. Şunu ifade etmek isterim ki bu tarz uygulama sonucu maruz
kaldığım işlemlere çağımızda esir kamplarında bile rastlanılmamaktadır. Esir
kamplarında etüt yapmış bir kişi olarak bunları ifade ederken utanç duymaktayım.
8- Ben, kişiliğimi başımdaki kıllara borçlu bir kimse değilim. Saçımı ne zaman ve
ne şekilde kestireceğimi tayin edebilecek durumdayım. Verdiğimiz bu emrin beni
ve benim durumumda olan diğer kişileri rencide edeceğini bilmeniz gerekirdi.
Sonuç ve istekler:
Emrinize yeni bir tefsir getirecek bu hususu düzelteceğinizi umut ediyorum.
Eğer ısrar ediliyorsa o takdirde dilekçeme yazılı olarak cevap verilemesini arz ve
talep ederim.
Talat Turhan
Notlar:
1- Selimiye, Askeri Ceza ve Tutuk Evi İdaresi, yasa ve yönetmeliklerin kesin
hükümlerine hiçe sayarak, hiçbir dilekçeme yazılı yanıt vermemiştir.
2- Bu dilekçeme karşı, Ceza Evi Müdürü bir gardiyan göndererek “saçlarımı
kestirmemi” istemiştir.
3- Ceza Evine ilk girme müstesna saçlar normal olarak kesilmekte idi. 14 Ekim
1973 seçim sonuçlarından memnun olmayanlar, ilkel bir öç alma duygusuna
kapılmış ve saçlarımızı kestirerek bu komplekslerini gidermeye çalışmışlardır.
Ek 36
Kaybolan Kağıtlarım Hakkında
İstanbul, 2 Mart 1974
Ceza ve Tutuk Evi Müdürlüğüne
Selimiye- İstanbul,
Sanık:
Talat Turhan.
Konusu: Kaybolan kağıtlarım Hakkın da
Konunun eleştirisi:
1- Eşim tarafından, 22 Şubat 1974 günü, matbaada özel olarak dört delikli
deldirilmiş, bir tip beyaz dosya kağıdı ile gene matbaada özel olarak kestirilmiş,
35 adet renkli karton, Ceza ve Tutuk Evi ilgililerine teslim edilmiştir. Bununla ilgili
pusula da görülmüştür damgası ile damgalanarak bana verilmiştir.
2- Geçen hafta içinde, müracaat ettiğim görevli, Subaylar, kâğıt ve kartonlarımın
akıbeti hakkında ilgilendikleri halde bana açık bilgi vermemişlerdir. Hatta
kaybolduğu dahi bana resmen bildirilmiş değildir.
3- Eşimin listeye yazmış olmasına rağmen, getirmeyi unutma ihtimalini
düşünerek, bugüne kadar bu konuda, başka müracaatım olmadı. Dün yaptığım
görüşmede kâğıtların idareye teslim edildiğini öğrenmiş bulunuyorum.
4- Mahkemeye hukuki durumumla ilgili olarak sunduğum dosyanın müteakip
bölümlerini hazırlamak için bu kâğıtları istemiştim. Yeni kâğıtları temin edinceye
kadar geçecek zamanda savunma hakkım kısıtlanmış olmaktadır.
5- Kâğıt ve kartonların maddi değeri yanında, kesilme ve delinmesi için katkıda
bulunan yakınlarımın emeklerinin boşa gitmesi nedeni için bir talepte bulunacak
değilim.
6- Benimle yaptığınız bir görüşmede, maddi konularda çok hassas
davrandığınızı, hatta dedikoduyu önlemek için, Ceza ve Tutuk Evinde bulunan
kişilerin paralarını faizsiz olarak bankaya yatırdığınızı ifade etmiştiniz. Bu
hassasiyetinizi, benim kaybolan kağıt ve kartonlarım için de göstereceğinizi doğal
kabul ederek durumu bilgilerinize sunuyorum.
7- Daha eski tarihlerde, benim için maddi değeri yanında manevi değeri çok
üstün olan, Alfred Weber’in Felsefe Tarihi adlı kitabım kaybolmuştu. Şimdi kâğıt
ve kartonlarım.
8- Deneyle ve görgüye dayanan bilgilerimle diyebilirim ki, Türkiye’de hiçbir
hapishane, sizinki kadar geniş personel imkânı içinde değildir. Bu kadro
bolluğuna rağmen, bu tip kayıpların tevali etmesinin sizi rencide edeceğini
sanırım.
9- Bugüne kadar müteaddit defalar gelen kâğıt ve kartonlarım, eşyalarımın
geldiği çanta ile bana verildi. Oysa iki haftadır evden eşya listesinin boş kalan
yarım kâğıdı dahi yırtıldıktan sonra bana verilmektedir.
10- Bu gayri tabii durumu inceleyerek, badema bu tip olayların meydana
gelmemesi için sorumlularını saptayacağınızı ve gereken işlemi yapacağınızı
umarak, durumu bilgilerinize sunarım.
Notlar
1- Selimiye, Askeri Ceza ve Tutuk Evi İdaresi Yasa ve Yönetmeliklerin kesin
hükümlerini hiçe sayarak hemen hemen hiçbir dilekçeye yazılı cevap
vermemiştir.
2- Ceza ve Tutuk Evindeki sayısız keyfi uygulamalardan en basiti olmasına
rağmen, olayı somutlaştırmak için verdiğim bu dilekçeye, sözlü dahi cevap
alamadım.
Ek 37
Kitaplarımın Geri Verilmesi Hakkında (I)
İstanbul, Mayıs 1973
İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı
3 No.lu Mahkeme Başkanlığına
Sanık: M. Talat Turhan
Konu: Evimdeki aramada, alınan kitaplarımın geri verilmesine karar verilmesi
hakkın da
Olayın Açıklaması:
1- 3/4 Temmuz 1972 gecesi, evimde yapılan arama esnasında, 20-30 kadar
kitabım alındı. Arama zabtı tutulduğu halde, CMUK’un 99’ncu maddesi
gereğince, bana suret verilmedi.
2- Arama yapan kişiler, tam bir keyfilik içinde bulunmuşlar ve hiçbir kıstasa
kendilerini bağlı görmeksizin, gelişigüzel kitaplarımı almışlardır. Nitekim 20-30
kadar kitap içinde, sadece 4’ü için, Sayın Savcı’nın müsadere ve zabıt kararı
verilmesini talep etmesi iddiamızın en açık kanıtıdır.
3- Alınan kitaplarım içinde, Genel Kurmay Başkanlığı resmi yayınlarından olan ve
benim için bir meslek kitabı sayılan Rus Harb Doktrini kitabı dahi yer almıştır. Bu
bir cehalet örneğidir. Bu tip cahil uygulamalarını gerek kamuoyunda ve gerek
dünya’da sert eleştirilerek tabi tutanlarla haklılık vereceğini anlamak
istemeyenleri uyarmak isterim.
a- Evimden, Genel Kurmay Başkanlığının resmi yayınını alanlar bana değil, Türk
Genel Kurmay Başkanlığı’na saldırıda bulunmak cüretini göstermişlerdir.
b- Komünizm’le mücadele ettiklerini iddia edenlerin, komünizmi yeren Komünizm
nedir? kitabını almaları, kendi bindikleri dalı kesmekle eş anlamlıdır. Cehaletle
hiçbir şeyle mücadele edilemez.
4- bu konuya ait Askeri Yargıtay kararlarını aşağıya çıkarıyorum:
a- Askeri Yargıtay 2. Daire, 5.8.1971 gün, Esas: 1971/340, Karar: 1971/336
Sayılı İlamı:
Mahkemenin kararları ile yasaklanmış bulunan kitap, broşür, dergi ve emsali
neşriyatı üzerinde, ikametgahlarında ve işyerlerinde bulunduranlar ve satanlar
hakkında Sıkıyönetim Kanunu gereğince, takibat yapılacağını bildiren resmi
tebliğde, yasaklanan neşriyat müfredatı ile gösterilmeli ve yasaklanmış kitapları
evinde bulundurduğu iddia edilen kişinin hangi neşriyatın yasaklandığını
bilmediğine ilişkin savunmasının aksi ispat edilmelidir.
b- Askeri Yargıtay, 4. Daire, 6.8.1971 günü, Esas: 1971/337, Karar: 1971/ 334
Sayılı İlamı:
Bir kitabın veya sair matbuatın memleket için zararlı olduğu gerekçesi ile yetkili
merciler veya mahkemeler tarafından toplatılmasına veya yasaklanmasına karar
verilmesi konu ile ilgili karardan önce, bahsi geçen kitap veya matbuayı temin
eden nezdinde veya evinde bulunduran kimseleri ilzam etmez.
5- Sayın Savcı, 4. maddeye çıkardığım Askeri Yargıtay içtihatlarını hiçe sayarak,
iddianamenin 194. sahifesi 2. maddesinde kitaplarım için, zabıt ve müsadere
kararı alınmasını, Yüksek Mahkemenizden talep etmektedir. Bu talep, Askeri
Yargıtay’ın içtihatlarına aykırıdır.
6- Bunlardan başka, Sosyalizm ve Sosyal Mücadeleler Tarihi Max Beer’in
kitabının, Atatürk döneminde Zühtü Uray tarafından tercüme edilerek basıldığını
ve Atatürk’ün okuduktan sonra dip notu olarak “Ben okudum, siz de okuyun”
cümlesini yazdığını hatırlatmakta yarar görüyorum.
Sonuç ve İstekler:
1- Sayın Savcının istediği kitap müsadere talebi gayri kanunidir. Bu nedenle:
a- İstanbul Emniyet Müdürlüğünde yapılan incelemede, (Dosya 1269/1) yasak
kitaplar içinde bulunmayan, bütün kitaplarımın savunma döneminde
kullanacağımdan iadesine karar verilmesini,
b. 1- Sayın Savcı tarafından müsaderesi istenene (Dosya 1269/12) yasaklanmış
dört kitabım içinde 4. maddeye çıkarttığım Askeri Yargıtay İlamları gereğince,
ayrıca iade kararı verilmesini,
2- Bu dört kitap için iade kararı alınmasına imkân görülmezse Askeri Yargıtay, 4.
Daire, 6.8.1971 Gün ve Esas: 1971/337, Karar: 1971/334 Sayılı İlamı gereğince
bedelinin tarafıma ödenmesine karar verilmesini,
3- Dilekçemin bir suretinin Avukatıma verilmesine müsaade buyurulmasını arz ve
istida ederim.
Talat Turhan
Ek 38
Kitapların Geri Verilmesi Hakkında (II)
İstanbul, 4 Eylül 1973
Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığına,
Sanık:
M. Talat Turhan
Müdafiler:
1. Avukat Gülçin Çaylıgil,
2. Avukat M. Hidayet Ilgar
İstem:
Müvekkilimiz M. Talat Turhan’ın el konulan kitaplarının geri
verilmesi istemidir.
İzahı:
Müvekkilimizin evinde yapılan aramada, dava dosyasının 126/1-2 dizi sırasında
yer alan zabıtlarda belirtilen ve haklarında yasaklama kararı bulunan 4 adet
kitaba el konulmuştur. İddia Makamı, iddianamesinde bu kitapların TCK’nın 36.
maddesi uyarınca zabıt ve müsaderesini istemektedir.
Anayasamız “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir; düşünce ve
kanaatlerini söz, yazı, resim ile veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak
açıklayabilir” demektedir. (madde 20/1) Gene Anayasamız “Herkes, bilim ve
sanatı serbestçe öğrenme ve öğretme, açıklama, yayma ve bu alanlarda her türlü
araştırma hakkına sahiptir” der. (madde 21/1)
Görülüyor ki, düşünmek, bir konuda kanaat edinmek, bunları söylemek, yazmak,
resimlemek, açıklamak, bilim ve sanatı öğrenmek, öğretmek, yaymak, araştırma
ve incelemeler yapmak kişinin temel hak ve özgürlüklerindendir.
Basılmış bir eser vasıtasıyla, yani basın yoluyla bir suç işlemek, TCK’nın bir
maddesini ihlal etmek mümkündür. Ancak bu tip suçlarda ceza sorumluluğu, suç
konusu eseri bulunduran ve okuyana değil, yazıyı yazan veya resmi yapan kimse
ile birlikte, basın kanununun belirlediği kişilere düşer. Suçun konusu olan
basılmış eser, Anayasanın 22. maddesindeki şartlar varsa Hakim Kararı ile
toplatılabilir. Bu konu incelenirken göz önünde tutulacak bir yasaklama kararı var;
bu da 26.4.1971 tarihinde ilân edilmiş bulunan Sıkıyönetimin yürürlükte kaldığı
sürece geçerlikte olan Sıkıyönetim Komutanlığının 5 numaralı bildirisidir. Bildiri
sadece, hakim kararı ile toplatılması gereken eserlerin, yalnız yayınevleri,
satıcılar, dağıtıcılarda bulundurulmasını, satılmasını, dağıtılmasını yasaklıyor.
Demek oluyor ki, bu gün Türkiye’de ister yasaklanmış olsun, ister olmasın kişinin
basılmış eserleri evinde bulundurmasını veya okumasını engelleyen bir tek
kanun maddesi yoktur. Oysa, yapılan aramalarda bulunan kitaplara el
konulmakta ve basılmış eserler, suçların subut vasıtaları kabul edilmekte ve
bunların TCK’nın 36. maddesi gereğince zapt ve müsaderesi istenmektedir.
TCK’nın 36/2. maddesi; “Kullanılması, yapılması, taşınması, bulundurulması ve
satılması cürüm ve kabahat teşkil eden eşya ……. Zabıt ve müsadere olunur”
der.
Yukarıda açıkladığımız nedenlerle, evde kitap bulundurmak, cürüm ve kabahat
olmadığı için, TCK’nın 36. maddesine göre kitaplara el konulamaz.
Sonuç:
Elkonulan, müvekkilimize ait 4 kitabın iadesine karar verilmesini, bilvekale,
saygılarımızla talep ederiz.
M. Talat Turhan
Müdafileri Avukat Gülçin Çaylıgil Avukat M. Hidayet Ilgar
Ek 39
Yasadışı Olarak Avukat Görüşmelerinin Dinlenildiği Hakkında
İstanbul, 2 Ekim 1973
1. Ordu Komutanlığı
3 No.lu Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi Başkanlığına
Selimiye
Savunma hakkının kutsallığı, dokunulmazlığı ve gizliliğinin doğal bir sonucu
olarak, iddianame, mahkemeye verildikten sonra, 353 Sayılı Yasanın 91.
maddesi uyarınca tutuklu müdafii ile her zaman görüşebilir amir hükmü,
uygulamada ilgililerce hiçe sayılarak, avukatlarımla Ceza Evinde görüşmelerim
esnasında, yetkisiz kişilerce dinlenmekteyim. İddianamenin bana tebliğinden,
dolayısıyla mahkemeye verilmesinden bu yana, 39 kere avukat görüşmesi
yapmış durumdayım. Her seferinde Ceza Evinde görevli bir Subay tarafından
dinlenmekte, hatta bazen konuşmalarım not edilmekte ve ziyaret Ceza Evindeki
deftere not edilerek, kanunsuz işlem tescil edilmektedir.
Bu suretle yasanın amir hükmü hiçe sayılarak suç işlenmesi bir yana, iddia
makamı dinleyici subaylardan bilgi alarak adeta onlardan bir ajan gibi
yararlanmaktadır. Bu suretle de bir yandan savunma hakkım ağır ölçüde ihlal
edilirken, bir yandan da şerefli Türk Subayları suça itilmekte ve Türk Silahlı
Kuvvetleri örf ve ananeleri dışında kullanılmış olmaktadır.
Kanuna aykırı bu durumun önlenmesi için gereken işlemin yapılmasını arz ve
istida ederim.
M. Talat Turhan
Notlar:
1- Bu dilekçe, 2 Ekim 1973 günkü duruşmada mahkemeye verilmiştir.
2- Duruşma tutanağı, sahife No: 270’e bakınız.
3. 27 Eylül 1973 günkü duruşmada görevli Subay, görev sınırlarını aşarak ve
yasal haklarımı hiçe sayarak avukatımla görüşmeme engel olmaya kalkışması
sonucu meydana gelen tartışma, duruşma tutanağı, sahife no: 251:254, 261 ve
262’de yer almıştır. (Sh. 2749)
4- Benim ve diğer sanık müdafilerinin, bir çok defa başvurmalarımıza rağmen
yasaya aykırı olarak, sanık-müdafi görüşmesi Nisan/1974’e kadar dinlenilmiştir.
Ek 40
Avukat Görüşmesi Hakkında (I)
İstanbul, 20 Ekim 1973
Askeri Ceza ve Tutuk Evi Müdürlüğüne
Selimiye
Sanık: Talat Turhan
Konu: Avukat görüşmeleri hakkında
Olayın Açıklaması:
1- 2 Ekim 1973 günü 3 No.lu Askeri Mahkemeye bir dilekçe vererek 353 Sayılı
Yasanın 91. maddesine aykırı olarak Avukatlarımla görüşmelerim esnasında
Ceza Evi görevlilerince dinlenildiğimi ve dolayısıyla suç işlenmesi bir yana bu
tutumu savunma hakkıma ağır bir saldırı olduğu gerçeğini dile getirerek
önlenmesini istemiştim.
2- Yetkili mercilere havale edilen dilekçeme bir cevap geldiği 19 Ekim 1973 günü
Ceza Evi görevlisi İs. Ütğm. Halit Selçuk tarafından sözlü olarak bana
bildirilmiştir.
3- 7201 Sayılı Yasanın 8. maddesi gereğince dilekçeme verilen bu cevabın yazılı
bir suretinin bana verilmesini arz ve istida ederim.
Talat Turhan
Notlar:
1- Selimiye Ceza ve Tutuk Evi İdaresi, Yasa ve yönetmeliklerin kesin hükümlerini
hiçe sayarak, hemen hemen hiç bir dilekçe’ye yazılı cevap vermemiştir.
2- Bununla da yetinmeksizin, 2 Ekim 1973 tarihli dilekçeme verilen cevabı dahi
bana göstermekten çekinmiş ve bu konuda, yasadışı uygulamalarına devam
ederek, dinlemede elde ettiği bilgileri Askeri Savcılık, MİT ve gizli örgütlere
aktarmıştır.
Ek 41
Avukat Görüşmesi Hakkında (II)
İstanbul, 26 Kasım 1973
1. Ordu Komutanlığı
3 No.lu Sıkıyönetim Askeri Mahkeme Başkanlığına,
Sanık:
Talat Turhan
Konu: Kutsal savunma hakkıma müdahale yönünden avukat
görüşmelerinin cereyanı hakkında.
İlgi:
a- I. Ordu Komutanlığı 3 No.lu Sıkıyönetim Askeri Mahkemesine sunduğum 2
Ekim 1973 tarihli dilekçe.
b- Askeri Ceza ve Tutuk Evi Müdürlüğüne sunduğum 20 Ekim 1973 tarihli
dilekçe.
c- Cumhuriyet gazetesinin 7 Kasım 1973 tarihli nüshasında çıkan “Askeri Ceza
Evlerinde bulunan sanıklarla avukatları ve yakınlarının görüşmeleri
dinlenmeyecek” başlıklı yazı.
d- Barış gazetesinin 18 Kasım 1973 günlü sayısında yayınlanan “Politika Ötesi”
sütunundaki M. Kemal’in yazısı.
Olayın açıklanması:
1- Avukatlarımla görüşmem husus 353 Sayılı Yasanın 91. maddesine aykırı
uygulanarak, kutsal savunma hakkım devam üzere ihlal edilmiştir. Konunun bu
yönü idarenin taraflı tutumunu ortaya koyması nedeniyle elbette ki Yüksek
Mahkemenizi ilgilendirir.
2- Sıkıyönetim döneminde bu husus devamlı olarak sanık ve müdafilerinin
şikayetlerini mucip olmuş ve bu konu bu davada da müteaddit defalar Yüksek
Mahkemenizin huzuruna getirilmiştir. Bu konuya ait olayların özeti (Ek-1)’de
sunulmuştur.
3- Hiçbir emir ve talimat kanunun amir hükmü fevkinde bir değer taşımadığına
göre avukat görüşmesinde kanundışı uygulamalardan müracaatlarımızla beraber
olan Askeri Savcı suç ihbarı almış olması nedeni ile yasal bir görevle karşı
karşıya gelmiş olmasına rağmen bu konuda bu güne kadar hiçbir işleme tevessül
olunmamıştır…
Yüksek Mahkemeniz yönünden konunun önemi daha başka bir açıdandır. Şöyle
ki; bir sanığın veya sanıkların savunma haklarını kısıtlayıcı etkenlerin
bulunduğunun bilinmesi heyetinizin karar almasında göz önünde bulundurması
gereken bir konudur. Bunun dışında Yüksek Mahkemeniz bugüne kadar olduğu
gibi bu müracaatlarımızı 353 Sayılı Yasanın 95. maddesi uyarınca 1. Ordu
Komutanlığına sevk etmede mercilik yapma durumundadır.
4- 2 Ekim 1973 günlü dilekçem yasa hükümleri gereğince 1. Ordu Komutanlığına
sunulmuştur. Bu dilekçeyi verirken yasal hakkımın teslim edileceği kanaatında
idim. Çünkü sayın 1. Ordu Komutanı’nın iki yıl öğrenciliğini yapmış bir kişi olarak
hakka, hukuka, ilme, ahlaka ve fazilete ne ölçüde saygılı olduklarını biliyordum.
Bir bakıma da bugün taşıdığım değerlerin bir kısmını kendilerine borçlu olmanın
idraki içinde olumlu cevap bekliyordum.
5- 19 Ekim 1973 günü Ceza Evi görevlisi istihkam Üsteğmen H.S. beni yanına
çağırdı: “2 Ekim tarihli bir dilekçe verdiğimi, bu dilekçeye cevap aldıklarını, bana
şifahen tebliğ ettiğini ve avukat görüşmeleri esnasında yanımızda bulunan görevli
Subay ve Astsubayların dinlemek maksadıyla değil emniyet maksadıyla
bulunduklarını” tebliğ etti.
6- Oysa bu Subay birçok kereler avukat görüşmesinde dinleyici olarak bulunmuş,
bazen not almış, bazen konuşmayı kesmekle tehdit etmiş, bazen de anlattığım
konuda sual dahi sorarak bazı hususları öğrenmek gayretinde bulunmuş bir kişi
idi.
7- Bu sayın Subay’a bana şifahen teblig ettikleri hususun yazılı bir suretinin
verilmesi talebinde bulundum. Kendileri cevaben: “Bir dilekçe vermemi”
söylediler. (Ek-2)’de sunulan İlgi (b) dilekçeyi arzularına uyarak Ceza ve Tutuk
Evi Müdürlüğüne 20 Ekim 1973 tarihinde verdim.
a- Anayasa’nın 62. maddesi gereğince sahibi olduğum dilekçe hakkımı
kullandığımda gene anayasa hükmü olarak “Yazılı olarak” cevap verilmesi
gerekirdi.
b- 7201 Sayılı Tebligat Kanununun 8. maddesi uyarınca da dilekçemin yazılı
olarak cevaplandırılması gerekirdi.
8- Anayasal ve yasal cevap hakkımı görmemezlikten gelen görevli Subayın
kanundışı talebini is’af ederek İlgi (b) dilekçeyi verdim ve 211 Sayılı İç Hizmet
Kanununun 30. maddesi gereğince bir aylık cevap süresini bekledim. Bugün bu
süre dolmuş olmasına rağmen 1. Ordu Komutanlığı tarafından 2 Ekim 1973 tarihli
dilekçemin yazılı cevabını hala almış değilim.
9- (Ek-3)’de suretlerini sunduğum “Cumhuriyet” ve “Barış” gazetelerine göre bana
şifahen tebliğ edilen tarzın aksine, 2 No.lu Sıkıyönetim Askeri Mah-kemesinde 6
Kasım 1973 günkü duruşma hakimi Hakim Binbaşı Günay Gençer, 1. Ordu
Komutanı Orgeneral Sayın Hüseyin Doğan Özgöçmen’in ta-limatı üzerine Askeri
Ceza ve Tutuk Evlerinde bulunan sanıkların avukatları ve yakınları ile
görüşmelerinin dinlenilmeyeceğini açıklamış bulunmaktadır.
10- Öğrendiğime göre Selimiye’den başka Ceza ve Tutuk Evlerinde uygulama
sayın 1. Ordu Komutanının müdahalesi ile yasal duruma gelmiştir.
11- Dilekçe verdiğim 2 Ekim 1973 gününden bugüne kadar 11 (Onbir) defa
yapmış olduğum avukat görüşmesi kanunun amir hükmüne ve değerli Komutanın
müdahalesine rağmen dinlenilmemektedir. Bunun yanında Cuma günleri
yakınlarımla yaptığım “ziyaret” görüşmeleri de Erler ve Subaylar tarafından
izlenmekte ve dinlenmektedir.
Demokratik hukuk devletinde tutuklunun da hukuku vardır. Ve bu hukuk
demokrasinin esasını teşkil eden kişi hak ve özgürlüklerinin ve dokunulmazlığının
genel kapsamı içinde olması gerekir.
Sonuç ve İstekler:
1- Sayın 1. Ordu Komutanının müdahalesi ile yasal hale getirildiğini öğrendiğimiz
avukatlarımız ve yakınlarımızla yaptığımız görüşmeleri yasadışı bir izlemekte
olduğunu müşahade ettiğimiz Ceza ve Tutuk Evi yetkililerine gerekli emrin
yeniden verilmesini,
2- Dilekçeme verilmiş olan cevabın tarafıma yazılı olarak tebliği için Ceza ve
Tutuk Evi Müdürlüğüne emir verilmesini,
3- Kanunsuz uygulamada ısrar eden ve Ceza ve Tutuk Evleri Talimatının ilgili
hükümlerini tatbik etmeyen sorumlular hakkında gerekli işlemin yapılmasını,
4- Savunma hakkımı ilgilendirmesi nedeni ile yüksek mahkemenizin bilgisine
sunmaktayım. Mecburen merci kabul etmek zorunda kaldığım Yüksek
Mahkemenizin dilekçemi 1. Ordu Komutanlığına sunmaya karar almasını arz ve
istida ederim.
Talat Turhan
Ekler:
Ek-1: Avukat görüşmesi ile ilgili olayların duruşma zabıtlarına göre evrelerini
gösterir çizelge.
Ek-2: Askeri Ceza ve Tutukevi Müdürlüğüne verilmiş 20 Ekim 1973 günlü
dilekçenin sureti.
Ek-3: 7 Kasım 1973 günlü “Cumhuriyet” ve “Barış” gazetelerinde çıkan yazıların
ilgili kısımlarının suretleri.
Ek 42
Nuri Yazıcı ile İlişkilerimin Tespiti
İstanbul, 16 Haziran 1973
İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı
3 No.lu Mahkeme Başkanlığına,
Sanık: M. Talat Turhan
Konu: Nuri Yazıcı ile ilişkilerimin tesbiti.
Olayın Açıklanması:
1- İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı askeri savcılığı’nın Sayı: 1973/5, Esas No:
1973/79 ve İddia No: 1973/33 iddianamesi ve dava dosyasının incelenmesinde,
Nuri Yazıcı ile devamlı ilişki içinde gösterilmekte ve bu ilişkinin gereği olarak da,
çeşitli toplantılarda bulunduğumuz ve aynı örgütün üyeleri olduğumuz iddia
edilmektedir.
2- Sorgumun 100. sahifesinde açıkladığım gibi kendisini 1968 yıllarında bir
avukatlık meselesi için tanımış bulunuyorum.
3- Dayımın oğlu olan ve Elazığ Yakup Şevki Cad. 9/c de oto parçacılığı ticareti
yapan, Esat Efendigil inşa halindeki bir apartmandan daire almış ve bu alışverişte
dolandırılmıştı. İnşaat sahibini mahkemeye vermek için tanıdığım bir avukat
tutmamı benden rica etti. Dr. Memduh Eren’in tavsiyesiyle Nuri Yazıcı’yı avukat
tuttum.
a- Bu dava, Üsküdar 1. As. Hukuk Mahkemesi Esas No: 970 sıra numarası ile
açılmış olup,
b- İcra dosya no: 70/2955’dedir.
c- Nuri Yazıcı’nın dava ile ilgilenme tarzı beni tatmin etmemiş ve ilişkilerimiz
soğumuştur.
4- Dava açıldıktan sonra, teminat akçesinin geri alınması gerekiyordu. Üç ay
timenat akçesi olan 6000 TL’yi alıp bana vermesi için müteaddit defalar randevu
veriyor fakat gelmiyordu. Bu olay normal olarak ilişkilerimizi daha da olumsuz
yönde etkilemişti.
5- Nihayet, Üsküdar Savcı Yardımcısı Sayın Tevfik Barut’a durumu özel olarak
intikal ettirdiğimde, bana bir vekaletname getirerek paranın çekilebileceği
tavsiyesinde bulundu.
a- Elazığ’dan Ek-1 de sunduğum vekaletnameyi bu maksatla istedim.
Vekaletname tarihi görüldüğü gibi 26.1.1971’dir.
b- Bu arada, Nuri Yazıcı verdiği bir randevuya gelerek 28.1.1971’de teminat
akçesini geri çekip bana verdi. Ben de Esat Efendigil’e gönderdim.
6- Tevfik Barut, Esat Efendigil, Memduh Eren-Salim Yavuz, Fevzi Özkaya bu
olayı bilmektedirler.
Sonuç ve İstekler:
1- Yukarıdaki açıklamalarımın doğruluğunun saptanarak, Nuri Yazıcı ile olan
ilişkilerimizin gerçek anlamının tespitini,
2- Dilekçemin bir suretinin avukatıma verilmesi için karar alınmasını arz ve istida
ederim.
M. Talat Turhan
Ek: Esat Efendigil’in vekaletname fotokopisi.
Notlar:
1- Bu dilekçe, 16 Haziran 1973 günkü duruşmada mahkemeye verilmek
istenmiştir. Mahkeme “soruşturmanın genişletilmesi evresi”nde verilmesini
bildirdi.
2- Bu isteme uyularak, 5 Eylül 1974 günkü duruşmada mahkemeye verdiğim
“Duruşmadaki beyanlarımın doğruluğunu saptayan belgeler (Ek-53)” dosyası’nın
Ek-4’ü olarak sunulmuştur.
3. Duruşma tutanağı sahife: 570’e bakınız.
Ek 43
Numan Esin’in Sorgusuna Karşı Verilen Yanıt
İstanbul, 6 Aralık 1973
1. Ordu Komutanlığı
3 No.lu Sıkıyönetim Askeri Mahkeme Başkanlığına,
Sanık: M. Talat Turhan
Konusu: Numan Esin’in sorgusuna karşı diyeceklerim.
Konunun açıklanması:
Önce, Sayın Numan Esin’in Askeri Savcılık ifadesinde ve mahkemedeki
sorgusunda, benimle ilgili beyanlarının tümünü kabul eder, kendisine teşekkür
ederim. Bu meyanda, “Tutuklama Mahkemesinde” ve mahkemedeki ifadesinde
kabul etmediği, “Kontr-Gerilla Örgütü” ifadesindeki, benimle ilgili suçlamaların
tümünü, ben de kabul etmediğimi belirtmek isterim.
Sayın Numan Esin’in, tüm ifadelerini ve ek iddianemesi 24 sahifedir. Taktir
buyurulacağı üzere, bu belgelerde de beni hedef alan suçlamalar vardır.
Sorgum esnasında, mahkemenizce alınmış olan prensip kararlarına uymak
zo---runluluğu nedeniyle Sayın Esin’le ilgili bazı hususları açıklayamadığım gi-bi,
ek iddianameye de cevap vermek imkanını bulmuş değilim. Bu nedenle
mah--ke-menizi de fazla işgl etmemek için dilekçe şeklinde hazırladığım
açıkla-ma-larımı duruşma tutanağı yerine kaim olmak üzere aşağıya çıkarmış
bulunuyorum.
1- Sayın Numan Esin’in sorgusunu dinlediğimde, Oidipus trajedisini anımsadım.
13 sene önce iktidar olmuş ve tarihsel bir dönemin sorumluluğunu taşıyan Esin,
27 Mayıs’ın sahibi ve onun şerefini taşıyan Türk Silahlı Kuvvetlerinin, yönetim
sorumluluğunu yüklendiği bir dönemde ve 27 Mayıs’ın 13. yıldönümünde işkence
altındadır. Bu tarihte gözaltında bulunması dahi tertipçilerin planı gereğidir.
İnsan idrakinin dışındaki bu çelişki, 12 Mart sonrası uygulamalarına ışık tutacağı
en somut bir örnektir.
2- Türk Silahlı Kuvvetlerinin tarihi geçmişi, insanlık, ahlak ve fazilet anlayışı, örf
ve ananesinin böyle bir uygulama ile bağdaşmayacağını en iyi bilecek durumda
olan kişiyim.
3- Sayın Numan Esin sorgusu esnasında beni suçlamak için dosyalara konulmuş
elyazısıyla yazılmış (dosya 6-7 sayılı ve 28.5.1973 tarihli) ifadesini kendi
açısından eleştirerek “Kontr-Gerilla Örgütünün” niteliği, hak ve hukuk anlayışı
hakkında belgesel açıklamalarda bulundu. (D. Z. Sh. 374:375)
a- Bugüne kadarki sorgulamalardan açıkça anlaşılacağı üzere, benim üzerimde
“Kontr-Gerillanın” bir tertip ve bir komplo düzenlemek çabası içinde bulunduğu
gerçeği, Sayın Esin’in sorgusu ile yeniden aydınlanmış bulunmaktadır. Sayın
Esin, duruşmadaki sorgusunda bir cümlesi ile dinamit alışverişinde de seçilen
hedefin ben olduğunu dile getirdi. (D. Z. 374 ve 375 de) yer alan cümle aynen
şöyle: “İçlerinden birinin telkini ile araya Talat turhan’ı da sokuşturarak içinde ne
olduğunu bilmediğim paketlerin nakline vasıta olduğumu beyan ettim.”
b- İddianame sistematiğine göre, benim sayısız suçlanmalarımdan biri de
terörizm organizatörlüğüdür. Oysa, bu iddiaya haklılık kazandıracak, ne maddi
kanıt, ne de hukuken geçerli hiçbir ikrar yoktur.
Ne gam, hesabı görülmesi planlanmış, iki kişiyi al içeri uydur, Talat Turhan
üzerinde bir dinamit senaryosu ve iddianameye sözde haklılık kazandır.
c- Adı geçen yazılı belgenin, Sayın Esin tarafından kasten konulan benimle ilgili
yanlışlıklarını, ispat edebilecek durumda olduğumu beyan etmek isterim. Şöyle
ki:
(1) İkinci parti dinamit alım-verimi yapıldığı iddia edilen tarih, Sayın Numan
Esin’in Kontr-Gerilla ifadesine göre 1972 Temmuz ayıdır. Hasan Yalçınkaya’nın
Kontr-Gerilla ifadesine göre, 1972 Mayıs ortalarıdır. Her iki tarihte de,
Kumkapı’da çalıştığım işyerinden ayrılmış durumdayım. Sorgumda da belirttiğim
gibi, Kumkapı’daki işte 15 Ağustos 1971 14 Mart 1972 tarihleri arasında çalıştım.
Şirket kayıtları arasında bulunan, puantaj defteri, maaş bordrosu ve sigorta
primlerimden yüksek mahkemeniz gerek görürse celbederek beyanımın
doğruluğunu tetkik edebilir.
(2) Sayın Numan Esin’in benden dinamit aldığı iddia edilen Temmuz başında,
kendisi tarafından da belirtildiği gibi, (D. Z. 373) gözaltındaydım. Ama KontrGerilla Örgütünün bağlı olduğu hiçbir ahlaki, hukuki, dini ve vicdani kural yoktur.
Onlar hem insanı alıp ellerine, ayaklarına pranga vurup, gözlerini bağlayıp dünya
ile ilişkilerini keserler, hem de gözaltında olduğum dönemde dinamit alışverişinin
içine beni sokarlar. Çünkü onların ne Allahı, ne kur’anı, ne Anayasası ne
kanunları vardır. İthal edilmiş ve harp esnasında
Düşman savaş esirlerine dahi uygulanmayan yönetmeleri uygulayan devlet
üstünde devlettirler.
(3) Doğal olarak demokratik hukuk devleti olan Türkiye’de bu nasıl olur sorusu bu
noktada akla gelmektedir.
Kontr-Gerilla zahiren anarşi ve Marksizm-Leninizmle mücadele etmek amacıyla
çaba gösteren gerçekte bir ucunun nerelere kadar uzandığını sorgumda
açıkladığım ve herkes tarafından bilinen İstanbul mafyasının ve bu çeteyle
bütünleşmiş egemen çevrelerin çıkarlarını koruyan birkaç muhterisin iktidar
hırslarına hizmet etmek üzere çalışmış ve amaçlarından saptırılmış legal devlet
örgütlerinden alınan karma gizli örgüt elemanlarından oluşan bir işkence ve
provakasyon örgütüdür.
(4) Bu örgüt elemanlarının ortak yanları Atatürk ve 27 Mayıs düşmanı olmaları,
kendi öz çıkarlarının iktidarlarını sürdürmek istedikleri kişiler ve guruplarla
bütünleşmesi ve hepsinin sadomazohist kişiler olmasıdır.
(5) Bu gizli örgüt STK MİT, Emniyet Teşkilatı ve diğer güvenlik kuvvetlerinden,
iktidar içinde iktidar olmak isteyen şebeke elemanlarınca seçilmiş kişilerden
oluşan ve bir kısım yetkili kişilerin müsaade ve himayesi altında örgüt
amaçlarının gerçekleşmesi için kanundışı yöntemler uygulamıştır. Böylece bazı
eylemlerin yapılması tahrik edilerek hazırlattıkları anarşik ortamdan yararlanmak
suretiyle Türk Silahlı Kuvvetlerini ve devleti korumak ve yaşatmakla görevli tüm
örgütleri yanıltarak suçsuz kişileri suçlamaya ve bu yönde davalar açmaya
muaffak olmuşlardır. O suçsuz kişilerden birinin de ben olduğum Numan Esin’in
ifadesi ile bir kere daha kesinlik kazanmıştır.
(6) Bugüne kadar kendi suçsuzluğumun ispatı çabası içinde olmaksızın Türk
Devletine, Türk milletine ve Türk adaletine saygımın bir sonucu olarak KontrGerilla Örgütünün devlete olan hiyanetinin ortaya çıkarılması çabasında
bulundum. Bu konudaki tüm dilekçelerim suç ihbarı niteliğini taşıdığı ve kamu
görevlilerine re’sen harekete geçmek kanuni yükümlülüğü altında bı-rak-tığı
halde hiçbir işlem yapılmamıştır. Kontr-Gerilla Örgütünün mahiyetini, ye-rini,
işkence yapan kişilerin adını 12 Haziran 1973 tarihinde başbakana bir di-lekçe
vererek bildirdim. Ve iddialarımın bir parlemento heyeti tarafından in-ce-lenmesini
talep ettim. Dilekçem cevapsız kaldı. Bu dönemde tüm deliller yok edildi. İşkence
karargahları kapatıldı, tadil edildi, yıkıldı, eşyaları boşaltıldı ve işkenceciler başka
görevlere atandılar. Böylece iddialarımın doğruluğu kesinlik kazanmış olmasına
rağmen aynı Başbakanın dilekçemden beş ay son-ra işkence iddialarının
tahkikini talep etmesi anlamlı bir çelişki olsa gerektir.
(7) 27 Mayıs düşmanı bu örgüt elamanları 27 Mayıs’ın yıldönümünde Numan
Esin’e işkence yaparken Son Havadis gazetesinin 27 Mayıs tarihli nüshasında
aşağıdaki yazı yer alıyordu:
“Tebrikat
Bay Madanoğlu,
Bay Köksal,
Bay Esin
Bay Solmazer
Bayramınız kutlu olsun
Muhsinoğlu”
(8) İşkenceler ve tertipler hakkındaki gerçeklerin aydınlığa çıkarılmasına
çalışmak, Türk Silahlı Kuvvetleri ve devlet güvenlik kuvvetlerinin, görevleri
hudutları içinde feragatkarane hizmet veren namus, şeref ve fazilet sahibi büyük
çoğunluğa yapılacak tarihi bir hizmettir. Kanımıza göre Türk Silahlı Kuvvetleri,
Türk Devletine ve milletine ve insanlığa karşı suç işleyen bu hiyanet gurubunun
gerçek yüzünü su yüzüne çıkarmak tarihi yükümlülüğü altındadır. Bu yapılmadan
bu yaranın kapanacağını sanmak gaflettir. Bir avuç işkenceci ruh hastasını ve
onları himaye edenleri bünyesinden atmakla Türk Silahlı Kuvvetleri ve güvenlik
örgütlerinin Türk ve dünya kamuoyu önünde kendilerine yöneltilen ithamlardan
arınması mümkün olacaktır.
Devletin sağlam güçlerini eylemleri ile şaibe altına sokan bu gizli örgüt elemanları
ve onları himaye edenlerin tertipleri meydana çıkarıldığında hem devletin sağlam
güçleri şaibeden kurtulacak hem maksatlı olarak yanıltılmaya çalışılan yargı
organlarının doğru sonuçlarla ulaşmalarına yardımcı olunacak ve hem de
topluma huzur avdet edecektir.
(9) Aksi halde bu yara kabuk bağlamaz. Alman harp suçluları aynı zaman da
insanlığa işkence yaptıkları için “Nurenberg”de yargılandılar. İşkenceci Adolf
Eichmann’ın yaşam hikayesi malumdur. Daha birkaç gün önce 2. dünya harbinde
Auschwitz Nazi kampında işkence yapan Dr. Joseph Mengele aradan 30 sene
geçtiği halde unutulmamış işkence görenlerce gebertilmiştir.
(10) Şu hususu beyan etmek zorundayım ki tarihi dönem içinde tüm işkenceciler
ya işlenmiş bir suçu ikrar ettirmek ya da çeşitli dinsel, irki vs. nedenlerle
hasımlarını bertaraf etmek için işkence yapmışlardır.
İşlenmemiş suçları yapmış gibi insanları ikrara zorlayan ve bu yönde ikrar almayı
başaran dünya tarihinde tek örgüt Kontr-Gerilladır. İşte Kültür Sarayı… İşte
Marmara Vapuru… İşte Boğaz Köprüsü…
(11) Dinamit hikayesini, bir başka yönden incelediğimizde, tertip gene
sırıtmaktadır. Bu çelişki, Sayın Numan Esin ve Hasan Yalçınkaya’nın ifadeleri
arasındadır ve her iki ifadenin alınış tarihleri arasında, 13 gün fark olduğu halde
çok belirgindir. Şöyle ki: Sayın Numan Esin’in Kontr-Gerilla ifadesine göre
dinamit alışverişinin seyri: (Sh. 9, 10 ve elyazısı ifadesi Sh. 6, 7)
Talat Turhan -------) Numan Esin ---------) Hasan Yalçınkaya’dır.
Hasan Yalçınkaya’nın Kontr-Gerilla ifadesine göre (Shf. 7, 8) bu seyir:
Numan Esin ------) Hasan Yalçınkaya -------) Talat Turhan’dır.
Bu ifadeler, her iki sanığın tüm ifadeleri ile reddedilmiş olmasına rağmen, yapılan
tertip yeniden sırıtmıştır. Bu tertibin gayesi; bizlerin şeref ve haysiyetlerimize
tecavüz, toplumdaki kişiliklerimizi küçültmekten başka şekilde açıklanamaz.
(12) Bu dinamit senaryosunun, Sayın Numan Esin’in ifadesinde yer almadığı
halde, Sayın Hasan Yalçınkaya ifadesine dahil edilen diğer kişileri olan F.
Özkaya, Y. Çengel ve Abdülvahap Mutlugün ile, bu kişilerin birbirlerini tanıma ve
tanımama durumlarını daha önce açıkladım. (D. Z. 72, 370)
4- Sayın Numan Esin’in ifadesi, bir gerçeği daha aydınlığa kavuşturmuş
bulunmaktadır. Davanın iki yönü arasında, köprü görevi maksadıyla Fevzi
Özkaya’nın işkence ile alınan ve kendisi tarafından reddedilen, Kontr-Gerilla
ifadesinin geçersizliği ve hangi koşullar altında verildiği belgesel olarak ortaya
çıkmaktadır. Şöyle ki:
a- Beni ilzam eden suçlamaların temelini teşkil eden, 12 Mart sonrası evimde
yapıldığı iddia edilen, iki aşamalı toplantı esnasında, Anakara’dayım. Bu husus
tanıklar dinlenince açıklığa kavuşacaktır.
b- Sayın Hasan Yalçınkaya ve Sayın Numan Esin, kendileriyle ilgili bölümlerin
yanlışlığını ispat imkanlarına sahip olduklarına dair, belgeler göstermişler ve
bunların tarih ve sayılarını duruşma zaptına geçirmişlerdir.
c- Bu durumun, gerek benim gerekse Fevzi Özkaya’nın suçsuzluğunun açık
kanıtı olacak hukuki değer taşıdığı kanısındayım.
5- Numan Esin ve benim müştereken suçlandığımız bir husus da 12 Mart öncesi
Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesi içerisinde cereyan etmiş olaylarla ilişkili
gösterilmesidir.
a- 12 Mart öncesi Türk silahlı Kuvvetleri yasal görevi olarak bizim dışımızda
sürdürdüğü çabalarını 12 Mart ile noktalamıştır. Ben bu olaylarla ilişkimi mertçe
sorgumda açıkladım. Özellikle (D. Z. Shf. 16) da bir gerçeği dile getirdim. Bugün
12 Mart’a müncer olan olayların hesabını birkaç ikişiden sormaya çalışmak ve
bunları suç diye nitelemek ancak iddianamesinde 27 Mayıs’a “mezkur silahlı
hareket” diyebilen ve bir eski genelkurmay başkanını “Cuntabaşı” diye
niteleyebilecek kadar cüret sahibi kılınmış Askeri Savcı Nevzat Çizmeci’nin
mantık, dünya görüşü ve ayrıntılarını şimdilik bilemeyeceğim angajmanları
sonucu olabilir. O kanıdayım ki bu noktada Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı tarihi
bir suç işlenmiş bulunmaktadır. Bu suçun sorumluluğunu tarihte açıkça taşıyarak
Askeri Savcı Nevzat çizmeci’den başka ikinci bir Türk silahlı Kuvvetleri
mensubununu bulunabileceğini tasavvur dahi etmemekteyim.
b- Eğer 12 Mart öncesi Türk Silahlı Kuvvetleri Bünyasindeki hiyerarşik ve legal
olaylar suç sayılıyorsa iddianamelerde “cuntabaşı” ve “İstanbul kesiminin
başkanı” diye ismen açıklanan asker kişilerin asli fail olarak huzurunuza
getirilmesi gerekirdi. İktidar kavgası yapan bir kanadın bu niyeti birtakım kişilerin
kursaklarında kaldıklarına göre temel bir hukuki kuralla karşı karşıya gelmiş
bulunuyoruz. Asli fail olmayan bir davada ne fer’i maddi ne de fer’i manevi fail
olamaz.
c- Birçok sanıkların ifadelerine göre bu konuda örgütsel ilişkilere Orhan Kabibay
aracılığı ile katılmış gösteriliyorum. Aynı konuyu belirleyen Osman Deniz, Hasan
Yalçınkaya ve Numan Esin’in Kontr-Gerilla ifadelerinde zaman ve olay açısından
çelişkiler vardır. Bu çelişkileri dikkatinize sunar mahkemede gerçekleri beyan
ettiğimi belirtmek isterim.
6- Numan Esin’in mahkemedeki sorgusu, kendisiyle dolaylı ve dolaysız ve
duruşma zaptının 43, 65, 72, 75, 76, 80, 81 ve 82 sayfalarında yer alan
beyanlarıma, açıklık kazandırmış ve tamamlamıştır.
7-a- Kontr-Gerilla Örgütünde iken önceleri Numan Esin’in Türkiye’deki bütün
anarşistlerin silah ve diğer malzemelerini temin ettiği şeklinde beni ikrara
zorladılar. Baskı ve işkencelerine dayanarak bunu reddettim. Daha sonra “biz bu
husustaki ikrarları kendisinden ve başkalarından aldık” dediler. Ve bana Esin’in
de tutuklandığını söylediler.
b- (1) Bundan sonra, tam 20 gün, önemli bir tesisi müştereken tahribini
dü-şün-düğümüz tarzında, ikrara zorlandım. Kontr-Gerilla ifademin, daktiloyla
yazılması 20 ve 28 temmuz 1972 tarihlerinin bütün gün kapsamıştır. İfademdeki
tarih sahtedir. Bu suçlamayı kabul etmiyordum. Fakat provakasyonu sürdürmeye
yararlı, başka ifadeler almış olacaklar ki, üzerimdeki baskı ve işkenceleri
arttırdılar. Gene direndim. Ellerim, ayaklarım prangalı, gözlerim bağlı olarak,
işkence yapılan ve bu maksatla bilimsel aletleri olan sorgu odasında idim.
(2) Ersin Ertekin’li yüzleşme talep ettim. Ve eğer bu kişi beni teşhis ederse,
intihar edeceğimi ve bu hususu belgelemek için, peşinen ve arzumla intihar
ettiğime dair, yazılı belge vereceğimi söyleyerek, özel sorgulama timi başkanı ve
kendisine Albay diye hitap ettiren MİT elemanı E.Ö. (bu ismi duruşma zaptının
32. sahifesinde açıklamıştım. “Ö” soyadını da “Barış gazetesinin” 3 Aralık 1973
günlü nüshasındaki Nimet Arzık’ın yazısından öğrendim.)’yü iknaya çalışıyor ve
kendisinden yardım istiyordum.
(3) Cevaben: Şimdi Memduh Eren’i aşağıya indireceğiz. O her şeyi itiraf etti. Sen
de sesini çıkarmadan dinleyeceksin, diye hitap etti Bay E.Ö. Biraz sonra gözleri
bağlı olduğu için, benden haberi olmayan Memduh Eren’i ayağındaki prangalarla
döşemesi ahşap olan odaya tangır tungur getirdirler. Kendisinden, önemli tesisin
tahribi için, evinde yapılan toplantının anlatılması istendi.
(4) Memduh Eren: “Önemli tesisin havaya uçurulma toplantısının, kendi evinde
E.E, T.T, N.E, arasında yapıldığını ve kendisinin zaman zaman odaya girip
çıktığını ve özellikle Numan der demez yeter emrini alarak, geri götürüldü.
Eren’in sesi bitmiş ve ölgün bir insan sesini andırıyordu.
(5) Şimdi sıra bu işi daktiloya yazmaya gelmişti. Direnmek faydasızdı. Yoksa her
türlü bilimsel (I) işkence yöntemlerinin hedefi olacak, sonunda da mutlaka
istediklerini yaptırtacaklardı. Esasen içinde tutulduğum koşullar, işkencenin ta
kendisi idi. Düşündüm kavli mücerret suç olmaz. Kaldı ki, henüz ayakları dahi
tamamlanmamış bir tesisin tahribini düşünmek kavli mücerret dahi olmaz. Ve
böyle bir suç işlenemez. Bu husus zapta geçerse, şerefli yargıçlar önünde,
oynanan provakasyonu ispat olanağına sahip oluruz diye düşündüm. Ve zabıtta
Numan Esin’i suçlayan beyan yer aldı. Fakat işkencecibaşı Bay E.Ö. ve
yardımcıları kül yutmuyordu. Hemen cümleyi patlattı. “Tahrip işi ikmalinden sonra
müsait bir zamana bırakıldı.” Böylece provakosyon noktalandı.
(6) Şimdi görüyorum ki, bu maksatla toplantı yaptıkları iddia edilen kişilerden,
Ersin Ertekin’in ifadesi (274/6-7) bu paralelde değildir. Memduh Eren’in
ifadelerinde bu hususa yer verilmemiştir. Numan Esin’in Kontr-Gerilla ifadesi
(Sahife 7) bu yönde değildir.
(7) Filvaki, bu suçlamayı Askeri Savcılıkta (Dosya 386:387) ve mahkemedeki
sorgumda (D. Z. 76) reddetmiş bulunuyorum. Buna rağmen Sayın Numan
Esin’den bu koşullar altında olsa bile, önemli tesisin tahribi konusunda
suçladığım için, özür dilerim. Kendisi de aynı koşullar içinde beni suçlamak
zorunda kalmış olmasına rağmen bu tutum benim insanlık görevimdir.
(8) Bu açıklamalar, normal demokratik döneme dönüşmeye yönelen bir düzen
içinde, aklı başında olan hiç kimse tarafından ne düşünülebilir ne de kabul
edilebilir. Bu tertipleri yapanlar senelerden beri ellerinde bulundurarak
geliştirdikleri bir planı uygulayarak Endonezya katliamı örneği faşist bir düzen için
gerekçe hazırlamak çabası içinde idiler.
Plana ekli listelerdeki, kendi ölçülerine göre önceden saptanmış sakıncalı kişiler
bir gece evinden alınıp bizlerle beraber öldürülecek ve de daha sonra devlet
radyosundan, bantlara okutturdukları korkunç ithamlar seslerimizden
yayınlanacak ve elyazılı itiraflarımız kendi basınlarında manşet olacak ve böylece
devleti yıkmaya yöneldiğini iddia edecekleri ve Marksist-Leninist düzen
getirecekleri imha edenler, sermayenin ve fanatik sağın desteğine güvenerek
vatan kurtarıcılar olarak kendi iktidar hırslarını tatmin olanaklarını bulmayı
tasarlıyorlardı. Boğaz Köprüsü, Kültür Sarayı, Marmara Gemisi provokasyonları
bunun için yapılıyordu.
Tıpkı Reichtag yangını gibi… Tabii bu tertipleri yapanlar, bilimden, ahlaktan ve
faziletten nasipleri olmadığı için zahiren mücadele eder göründükleri MarksizmLeninizme tarihi süreç içinde hizmet ettiklerinin farkında bile değillerdi.
İktidar hırsı, bir avuç haine ve onların yardakçılarına tüm insani değerlerini
kaybettirmiş bulunuyordu.
(9) Şimdi bu noktada devlet bir görevle karşı karşıyadır. Suçsuzluğum Yüksek
Mahkemenizce tespit edilecek ve ben serbest bırakılacağım ama bu
provokasyonları yapanlar ortaya çıkarılmadan, atılan çamurun izlerini taşıyarak
toplum içinde yaşıyamam.
Devlet, kendi halkına hiyanet eden bu insanların işledikleri büyük insanlık
suçunun hesabını sormakla hem kendini hem de bizleri kurtaracaktır.
Aksi halde benim açımdan ihkak-ı hak doğacağını, her uygar insanın kanunen
olmasa bile vicdanen kabul etmesi iktiza edecektir.
8- Numan Esin’e ait iddianamede adı geçen Teğmen Fahrettin Karayel’in ismini
dahi duymuş değilim.
Saygılarımla.
Talat Turhan
Notlar:
1- Bu dilekçe, 6 Aralık 1973 günkü duruşmada, mahkemeye verilmiştir.
2- Duruşma Tutanağı Sahife no: 382’e bakınız.
3. Dilekçe’nin 7. ve 8. Sh.lerinde (madde-7) yer alan Kontrgerilla’da “Köprü
Provokasyonu” için Memduh Eren’le yapılan yüzleşme, kendisi tarafından
doğrulanmıştır. (D.TU. Sh. No: 382, St. No: 24:25)
4- Oysa, Memduh Eren’in Kontrgerilla (emniyet) ifadesinde “Boğaz Köprüsü
Provokasyonu”yla ilgili herhangi bir beyan bulunmamaktadır.
5. Bu durum çeşitli yorumları birlikte getirebilir. Bunlara girişmeksizin,
Provokasyon’un boy hedefi olduğumu anımsatmalıyım.
Ek 44
Saim Deliismailoğlu’nun Sorgusuna Verilen Yanıt
İstanbul 7 Aralık 1973
1. Ordu Komutanlığı
3 No.lu Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi Başkanlığına,
Sanık: Talat Turhan
Saim Deliismailoğlu’nun, Kontr-Gerilla Örgütü ve Askeri Savcılık ifadeleri ile,
tutuklama mahkemesindeki benimle ilgili beyanları gerçek dışıdır. Kabul
etmiyorum. Esasen, sorgum esnasında, bu hususun tespiti için, Yüksek
Mahkemenizden duruşma zabtı Sahife 47’de yer alan talepte bulunarak, bu
hususu ispat etmek istemiştim. Sayın mahkemeniz talebimi is’afa gerek
görmemişti.
Saim Deliismailoğlu, mahkemedeki sorgusunda gerçeğe dönmüş, beni
tanımadığını, fakat polisteki korkusu nedeni ile onların telkini sonucu ifadelerin
düzenlendiğini ve bu maksatla da adımın, Memduh Eren’in evinde yapıldığı iddia
edilen bir toplantıya polis ilgililerince katıldığını beyan etmiştir.
Bu duruma göre, Saim Deliismailoğlu’na ait 22 Mayıs 1973 tarih ve 1973/5 sayı,
1973/79 Esas, 1973/47 iddianame numaralı
Ek iddianamenin 4. sahife son paragrafında yer alan, benimle ilgili ön anayasa
suçlaması hukuken geçersiz hale düşmektedir.
Esasen, ön anayasa suçlaması ana iddianamenin 14. sahifesinde bana yapılmış.
Daha sonra bu suçlamayı ispat olanağı görülmediğinden, bu suçlamaya haklılık
kazandırmak için, Saim Deliismailoğlu, beni suçlayıcı yönde beyanlara
zorlamıştır.
ön anayasa suçlamasında, iki önemli ifade Atamer Erol ve Saim
Deliismailoğlu’ndan alınmıştır. Bu ifadeler arasında zaman, yer, toplantıya katılan
kişiler, ve ön anayasa’yı hazırladığı iddia edilen kişiler açısından büyük çelişkiler
vardı. Bu husustaki söz hakkımızı Atamer Erol’un sorgusundan sonra
kullanacağım.
Saim Deliismailoğlu’nun sorgusu, üzerimde sürdürülen tertibin bir yönünü
yeniden aydınlığa kavuşturmuştur.
(Burası Eksik Y.N.)
Tuklama Mahkemesinde sürdürmez.
Bu olgu dahi Türkiye’de yürürlükte olan sorgu yöntemlerine ışık tutacak
değerdedir.
Saygılarımla.
M. Talat Turhan
Notlar:
1- Bu dilekçe 7 Aralık 1973 tarihli duruşmada mahkemeye verilmiştir.
2- Duruşma Tutanağı Sahife No: 389’a bakınız.
Ek 45
Atamer Erol’un Sorgusuna Verilen Yanıt
İstanbul, 13 Aralık 1973
1. Ordu Komutanlığı
3 No.lu Mahkemesi Başkanlığına,
Sanık: M. Talat Tarhan
Konusu: Atamer Erol’un sorgusuna karşı diyeceklerim.
(Duruşma zabtı yerine geçmek üzere sunulmuştur.)
Konunun İncelenmesi:
1- Atamer Erol, benim için olduğu kadar, bu davayı kendi art niyetleri
doğrultusunda saptırmak isteyenler için de fevkalade önemli bir sanıktır.
Atamer Erol’un, emniyet ve Askeri Savcılık ifadesinin her kelimesi, kişiler ve
olaylar açısından, beni suçlayıcı istikamette kullanılmak üzere, kendisi tarafından
beyan edilen koşullar altında alınmıştır. (D. Z. Shf: 405 Satır: 51:55)
2- Türkiye’nin normal dönemlerinde ve bunalım dönemlerinde yargıçlık yapan,
tecrübeli kişilersiniz. Sırf bu tecrübenizle normal dönemlerdeki emniyet ifadeleri
ile 1971 sonrası Türkiye’sinde bir avuç işkenceci tertipçinin aldıkları ifadeleri
karşılaştırdığımızda bazı kanaatlara ulaşmamız doğaldır.
3- Asırlarca önce quintilliani Declam: “Suçluluğunu itiraf eden bir kimseyi
bunamış kabul etmelidir; bir kimse ancak bir cinnet devresinde, yahut sarhoş bir
halde, yahut da küçümseme ve aşağılama dürtüsüyle, yahut eza ve cefanın
şiddetiyle, yahut da işkence korkusuyla kendi kendini suçlayabilir. Cebir ve
baskıya maruz kalmadıkça, dünyada hiçbir kimse kendini yıkmak için kendine
karşı konuşamaz” diyor. (Suçlar ve Cezalar, Beccaria- Sahife 159)
4- Anayasa’mızın 14. maddesi: “Kimseye eziyet ve işkence yapılamaz. İnsan
haysiyetiyle bağdaşmayan ceza konulamaz” ve 33. maddesi de: “Kimse kendisini
veya kanunun gösterdiği yakınlarını suçlandırma sonucu doğuracak beyanda
bulunmaya veya bu yolda delil göstermeye zorlanamaz” amir hükümlerini taşıyor.
5- O halde bu ilmi ve anayasal gerçekler karşısında, korkunç ithamnameleri
kapsayan emniyet ve Kontr-Gerilla ifadeleri ve bunların paralelinde askeri
savcılık ifadeleri nasıl ikrar niteliği taşıyabiliyor?
6- Bu soruya tek bir karşılık verilebilir: İşkence ile… Yetkili ağızlar istediği kadar
aksini konuşsunlar, İnsan Hakları Bildirisinin 25. yılının kutlandığı bu günlerde,
Uluslararası Af Örgütü tarafından, birleşmiş milletlere işkence uygulayan ülkeler
aleyhine 1 milyon imzalı bir dilekçe sunulmaktadır.
Bu belgede, Türkiye işkence yapan 55 ülke içinde 7. sırada gösterilmektedir.
Önde gelen 6 ülke ise, ya demokrasi ile yönetilmiyor, ya da sömürgelerinde
işkence uyguluyorlar. (Günaydın gazetesi - Haber-2 - 7 Aralık 1973) (Cumhuriyet
- 11 Aralık 1973)
Doğrusu utanılacak bir rekor ülkemiz için, Türk Devleti’nin itibarını tüm dünyada
sarsanlar gerçek hainler ve anayasa suçu işleyenlerdir.
7- Atamer Erol’un ifadesi de tıpkı benimkisi gibi işkence ürünüdür. Ahlaken,
vicdanen, ilmen geçersizdir.
Esasen sorgusu esnasında emniyet ve Askeri Savcılık ifadelerini kabul
etmediğini beyan etmiştir. (D. Z. Shf. 405, Satır: 51:55) Bunun yanında Atamer
Erol’un ifadelerinde, özellikle benimle ilgili konularda, haklarında önemli atfı
cürümler bulunan bazı sanıklar tahliye olunmuştur. Bu olgu ifadelerin niteliği
hakkında, Yüksek Mahkemenizin daha soruşturma evresinde yeterli bir kanaata
ulaştırması açısından umut verici olmasına rağmen, gerçeğe olan saygımızdan
bu dilekçeyi yazmak zorunda kaldık.
8- İddianamenin bana ait bölümündeki 14. sahifesinde yer alan, Ön Anayasa
Taslağı ve Devrimci kadro listesi ile ilgili suçlamayı sorgum esnasında
cevaplandırmıştım. (D. Z. 73) Atamer Erol sorgusu esnasında gerek ifademin bu
bölümünü gerekse kendisiyle ilgili D. Z. 41, 60, 79’da yer alan beyanlarımı
doğrulamıştır. (D.Z. Shf. 409, Satır: 47. 48; D.Z: Shf: Satır: )
9- Bu duruma rağmen bir yandan tarihsel bilgim, bir yandan yaşadığım deneyler,
diğer yandan 353 Sayılı Yasanın 156. maddesi muvacehesinde Atamer Erol’un
ifadelerinde yer aldığı halde iddianamede yer almayan, özellikle Askeri Savcılık
ifadesiyle teyid edilen suçlamaları, başka sanıkların da adları geçmesi nedeniyle
cevaplandırmak zorundayım. Bu sayede Atamer Erol’un ifadesinin niteliği
hakkında Yüksek Heyetinize yararlı olacağımı umut etmekteyim.
10- Yurtsever ve Atatürkçü olduğum için, ülkeme yararlı olmanın önde gelen
koşullarının mürşit ilimden yararlanmak olduğuna, inanmış bir kişi olarak kendimi
yetiştirmek çabası içindeyim. Özellikle ülkemin sorunlarıyla ilgiliyim. Bulunduğum
görevler ve yaşantım, beni ülkemin tarihsel dönemleri içinde, birçok önemli olayın
tanığı yaptı. Bu nedenle kendimce bazı yargılara vardım.
a- Kurtuluş Savaşı döneminde Ankara’da kurulan ve Topçu İhsan Mahkemesi
diye anılan İstiklal Mahkemesi bir tanığın aleyhindeki beyanı ile, casusluk
suçlaması ile Diş Tabibi Ahmek İhsan’a ipi boylatmıştı. Var olma ya da yok olma
savaşı yaşanılan bu dönemde benzeri uygulamalar üzerinde kimse durmadı.
b- Atatürk’e yapılan suikast davasında aldıkları on senelik hapis cezasını, temyiz
edebilmek için kaldıkları Ceza Evi yetkililerinden kalem kağıt isteyen iki kişi, yeni
bir yargılama yapılmadan ipi boylamıştır.
c- 27 Mayıs’tan sonra, yargılama usul ve stratejisini Ceza Hukuku otoritelerinden
oluşan bir kurul saptamış ve tıpkı bugünkü gibi Usul Kanun’larımızda değişiklik
yapılmıştı. Buna rağmen ve daha önemlisi her iki dönemin yetkili kurullarının her
ikisinde görev alanlar olduğu halde, hatalı saptanan hukuk stratejisi Yassıada
duruşmalarında, yargılanan kişiler üzerinde toplum teveccühünü çekecek şekilde
sonuçlanmasına müncer olmuştu.
d- 1971 sonrası uygulamalarında durum farklı olmamıştır. Hukuk stratejileri
bunalımının sürdürülmesinde kendi iktidarları açısından yarar gören çevrelerin de
katkısı ile Askeri Yargı bir çıkmaz sokağa sürüklenmiş 10.000’lerce sanık
yaratılmış ve 1.000’lerce dosya mahkemelere sunulmuştur.
e- 12 Martla, 27 Mayıs’ı mahkum etmek isteyen zihniyet tüm güvenlik
kuvvetlerine hakim olduğu için bu sonuca ulaşmak güç olmamıştır. Özellikle bu
kanaatim İstanbul Sıkıyönetim dönemi için doğrudur. Çünkü yönetimin her
kademesi 27 Mayıs düşmanı tutucu kişilerin elindedir.
Askeri yargının sürüklendiği bu çıkmaz sokaktan çıkış Antidemokratik
zorlamalarla ve anayasa’nın yeniden değiştirilmesiyle, şekli bir hukukilik
kazandırılmış ve Sıkıyönetim Mahkemelerinin görev ve yetkileri uzatılmıştır.
Hukuk bilimine ve demokratik hukuk devleti ilkesine ters düşen bu uygulama
uygar dünya hukuk otoriteleri ve kurumlarınca ağır bir dille eleştirilmektedir.
f- 1960 yılında Hukuk Fakültesinde Asistan olan Bay A.Ö. hakkında, kız
öğrencilere sarkıntılık yaptığına dair sayısız ihbarlar alınıyordu. Bu kişinin
durumunu görevi icabı inceleyen o zaman Kurmay Albay olan S.A. iddianın
gerçekliği hakkında tam bir kanaat sahibi olduğu için o dönemin koşulları içinde
üniversiteye gidip bu asistanı bulmuş ve birçok kişi önünde çok ağır hakaret
etmişti. Bu asistan sonradan 147’ler arasına katılarak üniversiteden
uzaklaştırılmıştı.
147’lerle üniversiteye dönen bu kişi daha sonra profesör olmuş ve İstanbul
Sıkıyönetimi’ne hukuki yön vermek ve uygulamanın stratejisini saptamak için
Sıkıyönetim Komutanlığı ve Adli Amirliğine önerilerde bulunan bilim adamları
heyetine dahil olmuştur.
Şu husus da belirteyim ki profesör olan A.Ö.’ye hakaret eden Kurmay Albay da
halen Orgeneral rütbesi ile Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev yapmaktadır. İstanbul
Sıkıyönetimine Emniyet Müdürlüğü temsilcisi olarak verilen Bay K.K. 27 Mayıs’ta
içeri alınmış bir kişidir. Ondan sonra gelen Bay G.D. 27 Mayıs’tan önce ve sonra
Subaylar tarafından hırpalandığı bizce bilinen bir kişidir. Bunun yanında Emniyet
1. Şube Müdürü Ş.B. Adalet Partisi milletvekili adaylığından gelmiş ve partisinin
zihniyetine hizmet etmektedir. Kontr-Gerilla adındaki işkence karargahı niteliği
herkesce bilinen Bay M.Ü, E.Ö, Ş.A, B.P. (D. Z. 16, 32) tarafından yönetilmekte
(Barış gazetesi - Nimet Arzık - 18 Kasım 1973; Barış gazetesi - Nimet Arzık- 10
Aralık 1973) ve bu kişiler yetkili kişilerin himayesine mazhar olarak Türk Silahlı
Kuvvetlerini yanıltmış ve sahte davalar açtırmayı başararak, Türk Devletine leke
sürmüşler ve bazı hallerde anarşiyi bizzat tahrik ve teşvik ederek bir yandan
efendilerinin iktidar olma hırsını tatmine çalışırken, bir yandan da 27 Mayıs’ın
öcünü almaya muvaffak olmuşlardır. Fakat Türkiye’deki bugünkü Demokratik
gelişim karşısında korku içinde inlerine çekilmişlerdir.
g- Atamer Erol’un ifadesini alan kişilerin niteliği bu olunca; bu ifadenin asıl amacı,
sun’i olarak bir araya getirilen, kişiler ve gruplar arasında bağ kurmak ve mutlaka
suçlanmasına karar verilen kişileri çeşitli bahanelerden yararlanarak suçlu
göstererek aleyhlerinde spekülasyon ve karine yaratmak gayreti olarak
nitelenebilir.
11- a- 1963 yılında tutuklandığımda evimde yapılan aramada suç unsuru olarak
alınan tek belge yurtdışında bulunan bir arkadaşımdan gelen kartpostaldı. Bu
açık kartpostalda mealen: “Bayramını kutlar, gözlerinden öperim. Başarılarını
duyuyor ve iftihar ediyorum.” yazılı idi.
Tutuklanınca bu kartpostal hakkında ahret sorularına maruz kalmıştım. Ne
demekti “Başarılarımla iftihar etmek?”
b- Daha sonra Mamak Askeri Ceza ve Tutuk Evinde 21 Mayısçılarla birlikte
yattım. Benim masum kartpostal örneği birçoklarından alınan anılar, notlar, özel
belgeler ve kitaplar birer maddi delil olmuş ve birçok kişiler bu tip belgeler nedeni
ile suçlanmış ve mahkum edilmişti. İçlerinde ciddi ve suç unsuru olanlar da vardı
elbette…
c- Bu deney nedeniyle özel mektuplarımı dahi saklamamak alışkanlığı içinde bir
kişiyim.
Kemal Tahir’in “Kurt Kanunu”nu okuyanlar, gazete küpürü ve kitap saklananın
dahi kişiyi suçlamaya bazen yettiğine kanaat getirebilir ama, ben hala bu
alışkanlığımı terk etmediğim için, evimdeki birkaç kitap maalesef suç unsuru
olarak dosyaya konulmuştur. Kitap okumak ve saklamayı hiçbir güç, suç olarak
bana kabul ettiremeyecektir. Eğer bu fiil suç olmaya devam edecekse ben kitap
okumak ve saklamak sabıkalısı olmayı iftihar vesilesi telakki edeceğim.
d- Bu açıklamayı ne Yüksek Mahkemenizin zamanını almak ve ne de kendimi
savunmak için yapıyorum. Bütün amacım belli bir zihniyeti dile getirmek ve Türk
Toplumuna ve Türk Devletine tarihindeki en büyük hiyaneti yapanların maskesini
düşürmektir.
e- 12 Mart öncesi ve sonrasının, toplumsal isteri halindeki bunalım dönemindeki,
olaylarının büyük bir çoğunluğunun, kışkırtıcı ajanlarca teşvik edilmesi, bugün
alışılmış ve Sayın Cumhurbaşkanımız 4 Aralık 1973 günkü konuşmasında
“toplum suçlarının doğurduğu yersiz haksız işlemlerle birlikte çeşitli suçlara itilen
ve zorlanan gençlerimizde….” demek suretiyle, en yetkili ağızdan bu gerçeği
teslim eden, ilk devlet büyüğümüz olmuştur.
f- 1961’lerde, 1964’lerde, 1972’lerde darağaçları kurdular cezanın toplumsal
yararı adına. Hiçbir şey değişmedi.
İşsizlikte tıpkı işkencede olduğu gibi Avrupa birincisiyiz. Pahalılık almış başını
gidiyor. Bunun adına bozuk düzen derler. Bozuk düzen, o düzeni değiştirmek
istiyenlerce mutlaka değiştirilecektir. Değişecek bu düzende, düzeni bozan,
halkına işkence yapan, hakkını sömüren ve sömürtenlerle, Türkiye’yi Atatürkçü
doğrultudan saptıranlar mutlaka benim yerime sanık sandalyesine oturtulacağını,
14 Ekim gerçeğine rağmen, anlamayanlar kitap toplatan ve yaktıran ilimden
nasibini alamayan zavallılardır. Ben bu gerçeğe sanık sandalyesinde ulaşmanın
mutluluğu içindeyim. Egemen güçlere uşaklık yapmak için 1961 anayasasını
değiştirenler ve değiştirttenler, gerçek anayasa tebdil ve tağyir suçluları olarak
hiyanetlerinin hesabını verecekleri günler uzak değildir.
12- Atamer Erol:
a- Tanışma: Duruşma Zabtı Shf. 41 de yer alan tanışmama dair beyanlarımı (D.
Z. Shf. 409, Satır 25:28) ve (Z. Z. 409, Satır 44) ile doğrularken:
“Özellikle Talat Turhan için dayanılmaz işkence gördüm” beyanını dikkatinize
sunmak istiyorum. Diğer sanıkların beyanları ile bu beyan karşılaştırıldığında bir
anlam kazanacağını sanıyorum.
Grupların birleştirilmesi suçlaması:
b- (1) Emniyet ifadesi Dosya 691/10’da yer alan, Dosya 693/2 Askeri Savcılık
ifadesi ile desteklenen içinde benim de adım bulunan grupların ayrılması
suçlaması Atamer Erol tarafından sorgusunda kaldırılmıştır. (D. Z. 413, Satır
36:37) ve (D.Z. Shf 414, Satır 6:8)
(2) Bu beyan iddia edilen gruplar içinde adı bulunan içlerinde benim de
bulunduğum hiçbir kimsenin ifadelerinde yer almadığı halde bir amaçla sorguya
dahi edilmiştir.
(3) Bu amaçla, örgüt içinde örgüt yaratma çabası olarak nitelememiz
mümkündür.
İlgililer eldeki malzeme ile örgüt kurulamıyacağını anladıklarından, kendilerine
ilerisi için bir alternatif yaratabilmek için bu grupların ayrılma suçlamasını Atamer
Erol’un ifadesine dahil etmişlerdir.
(4) Zorlama ile gruplara ayrılan kişilerin aralarında derin ihtilafların bu günden su
yüzüne çıkmış olması bir yana, bu bölünme tarzının iddianamede yer alan
iddialara da ters düştüğünü belirtmek isterim. (İddianame Shf. 6-7 ve beyanda
adı geçen diğer kişilerin bölümleri)
(5) Askeri Savcı (Dosya 693/2) ifadesinin 3. paragrafında yer alan bu suçlama
aynı sayfanın 5. paragrafında yer alan benimle Memduh Eren’in liderliği
hususundaki beyanların çelişmesini dikkati nazarlarınıza sunarım.
(6) Grubun bölünmesine her ne kadar (dosya 693/4) Askeri Savcı ifadesi ile adı
karıştırılan Turgut Budak örgütsel irtibat içinde olmadığı belirtilmiş olmasına
rağmen, tanıktır. Mahkemeniz gerek görürse dinleyebilir.
(7) Ayrıca Atamer Erol’un (Dosya 1075’deki 10.1.19739 tarihli dilekçesindeki
liderlik hususunda yapmış olduğu düzeltmede grupların bölünmesi suçlaması ile
çelişmektedir.
(8) Beni iddianamesinde zor kullanarak düzen değiştirmekle suçlayan (Shf. 16)
savcının iddiası ile (Dosya 693/2) paragraf 4’te yer alan “Silahlı Kuvvetler
Müdahalesini” istemek ve “İhtilalin kansız olarak düşünülmesi” beyanları da
çelişme halindedir. Dikkatlerinize sunarım.
c- 1. Ankara Seyahati Suçlaması: (1971 Aralık başı)
(1) Yukarıda 12. madde a fıkrasında yer alan ve birbirini tamamlayan beyanlar
karşısında, bu seyahatin yapıldığı tarihte Atamer Erol’u tanımamaktayım. Gerçek
bu olunca beyanın geçersizliği meydana çıkar. Fakat:
(2) Bu beyan (Dosya 691/10 ve 9) emniyet ifadesinde yer alan, (Dosya 693/2)
Askeri Savcılık ifadesiyle teyid edilmiş durumdadır.
(3) Atamer Erol’un sorgusunda (D.Z. 407, Satır 49:51) yer alan “İfademde yer
alan Ankara seyahatları bu bakımdan doğru değildir.” Beyanı ile (D.Z. 414, Satır
10) da yer alan “Bunlar da benim beyanlarım değildir, kabul etmiyorum” diye bu
suçlamayı kaldırmıştır.
Bunun yanında Atamer Erol (D.Z. 407, Satır 4:12 ve 56:57 ve D.Z: Sayfa 408,
Satır 1:12) de yer alan beyanları ile sorgusunda Rafet Kaplangı ve İrfan
Solmazer’i tanımadığını beyan etmiştir.
(4) Bu suçlamalarda adı geçen kişilerden benim ve diğerlerinin hiçbir ifadesinde
bu suçlama bulunmadığına göre, o halde neden yapılmıştır?
(a) Ankara-İstanbul arasında örgütsel bir bağ kurulmak istenmesi Atamer Erol
sorgusunun (D.Z. 406, Satır 1:2) ile örgüt iddiasını reddetmektedir.
(b) Özellikle benimle Rafet Kaplangı ve İrfan Solmazer arasında bir bağ yaratmak
ve bundan yararlanmak umudu.
d- 2- Ankara Seyahati suçlaması: (1971 Ocak ayının ilk haftaları)
(1) Bu suçlama Atamer Erol’un (Dosya 691/9) emniyet ifadesine birbirini
tamamlayacak şekilde yerleştirilmiş ve (Dosya 693/2) Askeri Savcılık ifadesiyle
teyid edilmiştir.
(2) Suçlamaya adı karıştırılan kişilerden Numan Esin’in tüm ifadesinde bu
suçlamada adı geçen Tümgeneral Fahrettin Karayel yer almamış olmasına
rağmen, Numan Esin’e ait ek iddianamenin 5. Sahifesine konulmuş ve
suçlamanın gerçek olmadığı sorgusunda kendisi tarafından cevaplandırılmıştır.
(D.Z. 378)
(3) Bana gelince, Numan Esin’in sorgusuna karşı 6 Aralık 1973 günü
mahkemenize sunduğum dilekçenin 14. Sahifesinde bu suçlamayı reddetmiş
bulunuyorum.
(4) Atamer Erol bu suçlamasını mahkemenizde sorgusunda kaldırmış
durumdadır. (D.Z. 410, Satır 26:36) Bu suçlama da akla aykırıdır.
Şöyle ki:
Böyle bir haberin bana geldiğini bir an için kabul etsek bile bunu Atamer Erol
vasıtasıyla Numan Esin’e ve Erol Dinçer’e ulaştırmam söz konusu olamaz.
Çünkü: 1. Ankara seyahati suçlamasında Atamer Erol’un beyanları arasında,
kendini bana takdim ederek “M. Eren’in yeğeni olduğunu” söylemektedir. Bu
duruma göre tanımadığım bir kişinin gene ifadelerine göre, 4-5 gün sonraya
rastlayan bu seyahatte getirdiği haberi ilişkisi olmayan kişilere nasıl
gönderebilirim?
(5) Kaldı ki ne böyle bir haberin varlığı, ne de haberde adı geçen kişilerle,
Tümgeneral Fahrettin Karayel arasındaki ilişkiyi saptamak için, Askeri Savcının
353 Sayılı Yasanın 96. maddesindeki yasa yükümlülüğünü unuttuğunu bu olayla
bir daha müşahade etmekteyiz.
e- 3. Ankara Seyahati Suçlaması: (1971 Ocak ayının son haftası)
Ön Anayasa Suçlaması:
(1) Bu suçlamaya birçok sanıkların ifadelerinde yer verdirilmiş ve iddianamelere
geçirilmiştir.
(2) Tüm ifadelerimde böyle bir suçlamaya ait tek bir kabulüm olmadığı halde,
iddianamenin bana ait bölümünde (Shf 14) yer verilen bu suçlamayı sorgumda
cevaplandırmış bulunuyorum. (D.Z. 73) Bu beyanımı Atamer Erol da sorgusuyla
teyid etmiştir. Suçlama ile uzaktan yakından ilişkim olmamasına rağmen, daha
sonra tutuklanan Numan Esin ve Saim Deliismailoğlu’nun ifadeleri ve bu ifadelere
dayandırılan ek iddianamelerinde bu konuda beni ilzam eden beyanlara yer
verdirilmiştir. Yani önce suçlama yapılmış, daha sonra da suçlama doğrultusunda
ifade almak gibi hukukla bağdaşmayan bir yola tevessül edilmiştir. Bu nedenle
konuya ilişkin durumu yeniden ortaya koymak zorunluluğunu duydum.
(a) Ön anayasa suçlamasının Atamer Erol’un ifadeleri açısında incelenmesi:
(I) Suçlamaya (Dosya 691/9, 6, 5) emniyet ifadesinde yer verilmiş ve teyiden
(Dosya 693/3) teki Askeri Savcılık ifadesine aktarılmıştır. Bu suçlamalar sorgu
esnasında kaldırılmıştır. (D.Z. 406, Satır 1-2, D.Z. 406, Satır 9-14, D.Z. 407, Satır
49-51 ve 56-57 ile D.Z. 408, Satır 1-12 ve D.Z. 413, Satır 32-37, D.Z. 414, Satır
12-15’e bakınız.)
(aa) İfadelerde adı geçen kişilerden Memduh Eren’in, tüm ifadelerinde bu
suçlamaya yer verilmediği halde iddianameye dahil edildiği için sorgusu
esnasında gerçekdışı olduğunu (D.Z. 100, 105, 117)’de yer alan beyanları ile
cevaplandırmış ve kabul etmiştir.
(ab) suçlamada adı geçen diğer kişi olan Salim Yavuz bu iddiayı sorgusunda
(D.Z. 167) de yer alan beyanları ile cevaplandırmış ve kabul etmiştir.
(ac) Küçükesat’ta yapıldığı iddia edilen toplantıda bulunduğu ifadede beyan
edilen kişilerden hiçbiri suçlamayı ifadeleri ve sorguları ile doğrulamamıştır.
(aa) Atamer Erol adı geçen ifadelerinde beni ön anayasa’yı hazırlayıcılar
arasında gösteriyor. Sonra bir dilekçe vererek (Dosya 834/3, Tarih 17.11.1972)
ifadesinde düzeltme istiyor ve Ön Anayasa Taslağı’nı hazırlayanın Mehmet Çınar
olduğunu yazıyor. Bu durumda ön anayasa hazırlayan kişiler içinde ismimin
çıkarılması gerekiyor. Fakat kendisine zorla söyletilen beyanlara hakim olamadığı
için, ön anayasa yapmakla suçladığı benim ismimi bırakıyor. Buna karşılık daha
önce suçlamadığı üç kişinin (M. Eren, S. Yavuz, O. Kabibay) listeden silinmesini
istiyor. Suçlamayı sorgusunda kaldırdığı halde bu çelişkiyi dikkatlerinize sunarım.
(ab) Daha önemlisi (693/3) teki Askeri Savcılık ifadesinde benim ön anayasa’nın
kaleme alınmasında bizzat çalışan kişilerden olduğumu M. Eren’den duyduğu
halde, bu beyana M. Eren’in ifadelerinde rastlamamaktayız.
(b) Ön anayasa suçlamasının Saim Deliismailoğlu ifadeleri açısından
incelenmesi:
(I) Ön anayasa suçlaması için, ikinci atfı cürüm, özellikle beni suçlama çabasının
sonucu olarak, Saim Deliismailoğlu’ndan alınmıştır.
(II) Hiç tanımadığım bu kişinin, sorgusunu 7 Aralık 1973 günü bir dilekçe vererek
cevaplandırmıştım. (D.Z. 47, 389)
(III) Deliismailoğlu, gerçekdışı olan benimle ilgili atfı cürümlerini kaldırmıştır. (D.Z.
386, Satır 30:35, 49, 55:57) (D.Z. 387, Satır 36:419
(IV) Saim Deliismailoğlu’nun Askeri Savcılık ifadesi 1. ve 2. sahifelerinde yer alan
ve kendisi tarafından 6 Aralık 1973 günkü duruşmada reddettiği beyanlarında,
toplandıkları iddia edilen kişilerden hiçbirinin ifadeleri ve sorgusu
Deliismailoğlu’nun beyanlarını doğrulamamıştır.
(V) Beyanların içinde adı geçen tanık durumunda iki kişi vardır. Şuayıp Dilmen ve
Yusuf Güven (Bu kişiyi sorgusunda kaldırdı) bu kişilerin, mahkemeniz tarafından
dinlenilmesini ve böyle bir toplantıya katılıp katılmadığımın sorulmasını talep
ediyorum.
(VI) Bunun yanında Saim Deliismailoğlu’nun Askeri Savcılık ifadesi 1. Sahife son
paragraf ile 2. Sahife ilk paragrafı ile 2. Sahife son paragrafı ile 3. Sahife ilk
paragrafında benimle ilgili beyanları çelişkilidir.
(c) Ön anayasa suçlamasının Numan Esin sorgusu açısından incelenmesi:
(I) Numan Esin’in bu konuda Atamer Erol ve Saim Deliismailoğlu’nun
suçlamalarını doğrulayan ve beni ilgilendiren tek atfı cürmü bulunmamaktadır.
(II) Numan Esin’in sorgusuna karşı verdiğim 6 Aralık 1973 tarihli dilekçem ile bu
hususu kendi açımdan aydınlığa kavuşturmuş bulunuyorum.
(III) Esasen N. Esin sorgusunda (D.Z. 378, Satır 2-34) ile suçlamayı kabul
etmemiştir.
(3) Suçlama ile ilgili beyanlardaki çelişkilerin incelenmesi:
(a) Zaman açısından: Bazı sanıklara göre toplantı tarihi 1969, bazı sanıklara göre
1970 yılı başı. (D.Z. 387, Satır 40:41) (D.Z. 388, Satır 19:21)
(b) Yer açısından:
(I) Atamer Erol’un ifadesine göre: 1971 Ocak’ta Küçükesat’ta.
(II) Saim Deliismailoğlu’nun ifadesine göre: 1971 yılı içinde Dr. M. Eren’in evinde.
(c) Toplantıya katılan kişiler açısından:
(I) Atamer Erol ve Saim Deliismailoğlu’nun ifadelerindeki kişiler aynı değildir.
(II) Buradaki özellik, mutlaka suçlanmak gayreti içinde olunan kişilerin içlerinde
ben de dahil olduğum halde her iki toplantıya da kasıtlı olarak ismimizin dahil
edilmesidir.
(d) Hazırlayan kişiler açısından:
(I) Atamer Erol’un ifadesine ve dilekçesine göre:
Mehmet Çınar.
(II) Saim Deliismailoğlu’nun ifadesine göre: (Emniyet İfadesi Sahife 4)
Yalçın Küçük
Salim Yavuz
(e) Bu kadar önemli bir suçlamada sırıtan
Bu çelişkinin yüksek heyetinizce değerlendirileceği inancı içindeyim.
(f) Son Ankara seyahati suçlaması:
((1972 (Dosya 691/8’e göre) 1971 (Dosya 691/5’e göre) Şubat ayı ortası))
Devrimci Kadro Listesi:
(1) Bu suçlamaya bir çok sanıkların ifadelerinde yer verdirilmiş ve iddianameye
geçirilmiştir.
(2) Tüm ifadelerimde böyle bir suçlamaya ait kabulüm olmadığı halde,
iddianamenin bana ait bölümünde (Sahife 14) yer verilen bu suçlamayı sorgumda
cevaplandırmış bulunuyorum. (D.Z. 73) Bu beyanım Atamer Erol’un sorgusu ile
de teyid edilmiştir. (D.Z. 406, Satır 37-40) (D.Z. 407, Satır 49-51, 56-57) (D.Z.
408, Satır 1-2)
(3) (D.Z. 73)’teki beyanlarıma ilaveten, Atamer Erol’un (Dosya 691/8,5) teki
emniyet ifadesinde yer alıp (Dosya 693/3) Askeri Savcılık İfadesi ile teyid edilen
bu ifadeye iddianamede atıf yapıldığı halde adım geçmemekte, aksine olmadığım
bir suçlama içinden çıkartılmam istenilmektedir. Şöyle ki:
(b) (x) Çizelgede görüldüğü gibi Devrimci Kadro Listesi’ni ifadesinde
hazırlayanlar arasında gösterilmediğim halde, çıkarılmam isteniyor. Buna karşılık
ön anayasa hazırlayıcıları içinde ifadeleri ile gösterildiğim halde, orada bu
düzeltmeyi yapmıyor, fakat suçlamayı Mehmet Çınar’a indiriyor.
(c) İşkence yapılan, ilaç verilerek dünyası şaşırtılan kişilerde böyle çelişkiler
bulunması doğaldır. Kaldı ki bu koşullar sonucu Atamer Erol intihara kadar
sürüklenmiştir.
(d) Atamer Erol gerçekdışı olan bu suçlamasını da (D.Z. 414, Satır 21-22) ile
kaldırmıştır.
(e) Aynı bölümde M. Eren’le, Orhan Kabibay’a, Dündar Seyhan’a uğradığımız ve
burada gördüğümüz kişilerden söz ettiğimiz suçlamaları vardır. gerçekdışı bu
suçlamaları sorgusunda kaldırmıştır. (D.Z: 413, Satır 32:37)
Esasen bu yerlere uğradığımızda kapıda arabada birlikte beklediklerini söylediği
kişilerden S. Yavuz (D.Z. 167) ile Ankara’ya gidişini kabul etmemiştir.
Suçlamanın tanığı durumunda olan M. Aktaş’ın ifadelerinde ve sorgusunda yer
almayan bu suçlamanın kendisinden sorulmasını talep ederim.
(4) Hiçbir sanığın tek beyanı ile desteklenmediği halde, benimle ilgili toplantı
iddialarına kuvvet kazandırmak için, Atamer Erol’un (Askeri Savcılık İfadesi
Dosya 693/3, 3. paragrafında) ön anayasa’nın “Rafet Kaplangı’nın, Memduh
Eren’in ve benim evlerimizde, müteaddit toplantılar yapıldığı beyanı yer almıştır.
Bu beyan sorguda kaldırılmıştır. (D. Z. 414, Satır 12:15) Gerçek dışıdır. Bu
maksatla kendilerinden zorla ifade alınan kişilerin hiçbir ifadesinde ve
sorgularında yer almış değildir.
(g) (I) Atamer Erol’un (Dosya 691/8, 6,5)’te yer alan ve Dosya 693/4’teki Askeri
Savcılık İfadesinde doğrulanan, 12 Mart’tan sonra M. Eren’in Ankara’ya gelişi
hususunu sorgusu ile de teyid etmiştir. Doğrudur, kabul ediyorum. Esasen bu
husus benim, (Duruşma Zabtı: Sahife 47, 70, 72)’deki beyanlarımı desteklediği
gibi, Memduh Eren’in (Duruşma Zabtı Sahife 105, 114, 119) beyanları ile
doğrulanmıştır.
(2) Bu suretle, iddianamede benimle ilgili suçlamaların dayanağı yapılan ve Fevzi
Özkaya’nın Dosya (176/16-18) de yer alan emniyet ifadesine dayandırılan, 12
Mart’tan hemen sonra evimde yapıldığı iddia edilen toplantı iddiası bir daha
geçersiz hale gelmektedir.
(h) Atamer Erol’un, (Dosya 691/7) emniyet ifadesinde yer alan 12 Mart’tan sonra
Memduh Eren’e uğramama iddiası gerçektir. Fakat bu uğramaya özel mana
verilmesi doğru olmaz. Esasen ben Memduh Eren’in evine seyrek uğramış bir
kişiyim. Daha önce beni tanımadığı için bu eve seyrek veya sık gittiğimi bilinmesi
de olanaksızdır.
(i)
(1) Atamer Erol’un (Dosya 691/7) emniyet ifadesinde yer alan Numan Esin’le
beraber Rafet Kaplangı’yı hapishanede ziyaret edişimiz, benim için doğru,
Numan Esin için doğru değildir. Numan Esin’le hapishanede Rafet Kaplangı’yı
ziyaret etmiş değiliz.
(2) Bu suçlamayı, Atamer Erol (D.Z. 410, St. 41:43)’te yer alan beyanları ile
esasen Numan Esin açısından kaldırmıştır.
(3) Bana gelince, hapishanedeki bir arkadaşımı ziyaret etmeyi asla suç telakki
etmedim. 10 seneden beri hapishanedeki bütün arkadaşlarımı ziyaret etmişimdir.
(Osman Deniz’in Askeri Savcılık İfadesi, Sahife: 2, Satır 9-11’ deki beyanları bu
beyanımı doğrulamaktadır.)
Aynı anlayışla Rafet Kaplangı’yı da ziyaret ettim. Esasen (Duruşma Zabtı 71’deki
beyanlarım ile, bu hususu sorgumda dile getirmiş bulunuyorum.
(4) (D. Z. Sahife 407, Satır 36-40) da Atamer Erol, Kaplangı’yı tanımadığını
beyan etmiştir.
j. (1) Atamer Erol’un (Dosya 691/7) de yer alan, 1971/Ekim ayında İrfan
Solmazer’in İstanbul’a geldiği ve Kumkapı’da benim Memduh Eren’in, Turhan
Önalan’ın katıldığı bir toplantı yaptığımız ve bazı kararlar alındığı doğru değildir.
(2) Esasen Atamer Erol, emniyet ifadesini tümden reddetmiş olması nedeni ile
suçlama hukuken geçersiz hale gelmiştir. (D.Z. 413, Satır 32:37)
(3) Bu beyanın benzeri Turhan Önalan’ın ifadesine dahil edilmiş (Dosya 52/5-6)
buradan Mümtaz Aktaş’ın (Dosya 51/5)’teki ifadesine, Solmazer ismi de katılarak
dahil edilmiş, onlardan da Selahattin Uzunismail’in (Dosya 561/5, 6)’daki emniyet
ifadelerine aktarılmıştır.
(4) Bu suçlama, Turhan Önalan tarafından 18 Eylül 1973, Mümtaz Aktaş
tarafından 29 Eylül 1973 ve Selahattin Uzunismail tarafından 15 Kasım 1973
tarihli duruşmalarda kaldırılmış ve Kumkapı’ya bana böyle bir ziyaret ve toplantı
yapılmadığı beyan edilmiştir.
(5) Bu suçlamaya adı karışan Memduh Eren sorum üzerine (Duruşma Zabtı 121
de) yer alan karşılığı vermiş ve suçlamayı reddetmiştir.
(6) Aynı husus Salim Yavuz’a tarafımdan sorulmuş ve (Duruşma Zabtı, sahife
175)’te yer alan karşılık ile suçlama reddedilmiştir.
(7) Bu suretle Kumkapı’da bazı kişilerle toplantı yapıp kararlar aldığımız iddiası
tamamen yalanlanmış olmaktadır.
k- (1) Atamer Erol’un (Dosya 691/7, 6’daki) emniyet ifadesinde, Alp Kuran’la
tanıştığım beyanı da maksatlı olarak ifadeye dahil edilmiştir.
(2) Ben sorgumda Alp Kuran’la ilişkimi açıkladım. (D.Z. 42) Fakat bunu Atamer
Erol bilemez. Çünkü; Alp Kuran, Atamer Erol ve ben hiçbir zaman bir araya
gelmiş değiliz.
(3) Esasen bu beyanın yer aldığı ifade Atamer Erol tarafından kabul edilmemiştir.
(D.Z. 413, Satır 32-37)
l. (1) Atamer Erol’un Dosya 691/6 da yer alan Numan Esin’le birlikte, Rafet
Kaplangı’nın davası için Kemal Kumkumoğlu’na gidişimiz de maksatlı olarak
buraya konularak, aramızda bir bağ yaratılma gayreti içinde bulunulmuştur.
(2) Numan Esin’le beraber Kemal Kumkumoğlu’na gitmiş değiliz.
(3) Bu husustaki gerçeği Atamer Erol (D. Z. 410, Satır 37-41) de dile getirmiştir.
(4) Bu hususta benim (D.Z. 79) da yer alan beyanlarım vardır. Kemal
Kumkumoğlu’nu, Rafet Kaplangı’nın avukat olarak tutmak istediğini
hapishaneden bana ulaştırması üzerine, bu istek sonucu, avukat tutmaya
tavassut etmiş ve bu amaçla tek başıma yazıhanesinde kendisi ile
görüşmüşümdür, doğrudur. Daha sonra ücret meselesinden Kaplangı,
Kumkumoğlu anlaşamadığı için, benim de ilişkim kesilmiştir.
m- (1) Atamer Erol’un (Dosya 691/4)’deki emniyet ifadesinde yer alan ve
patlamalar için Fevzi Özkaya’dan 1.000. TL almalarını istemem suçlaması,
Dosya (693/1 ve 693/5)’teki Askeri Savcılık İfadesi ile teyiden reddedilmiştir.
(2) Bunun yanında Atamer Erol (D.Z 413, Satır 3-6 ve D.Z.409, Satır 45-47’ deki)
beyanları ile suçlamasını kaldırmıştır.
(3) Suçlamaya adı karıştırılan Turhan, Önalan’ın D.Z. 231’de F. Özkaya’dan para
alması ile ilgili olarak sıkıştırıldığı hususu varsa da, Atamer Erol’un bu suçlaması
sorgusu ile cevaplandırılmamıştır. Bu sorunun kendisinden sorulmasını talep
ediyorum.
n- (1) Atamer Erol’un (Dosya 691/4) emniyet ifadesinde yer alan beyanı (Dosya
693/4) Askeri Savcılık ifadesi ile de doğrulanmıştır. Tertipçiler bu irtibatı dolaylı
yoldan kurmaya çalışmışlardır. (Son havadis-Tekin Erer-Kemalist Sabıkalılar-12
Mayıs 1973) Bu beyanda Atamer Erol’un kaldığı evlerden söz edilmektedir.
(2) Bu husus (D.Z. 411, Satır 41-43 ve D.Z. 413, Satır 2-3) ile de doğrulanmıştır.
(3) Buna rağmen Salim Yavuz’un (Dosya 125/9) Emniyet ifadesinin 31. ve 32.
satırında Atamer Erol’un benim evimde yattığından söz edilmektedir. Bu beyan
da maksatlı olarak ifadeye dahil edilmiş ve bazı kişiler arasında doğrudan
doğruya irtibat kuramayanlar, dolaylı bir yola tevessül etmişlerdir. Atamer Erol, bir
kere evime gelmiştir. (D.Z. 41, 409) fakat evimde asla yatmamıştır.
(4) Kuzguncuk’ta yattığı evin Turhan Önalan’ın evi olduğunu Atamer Erol
ifadelerinde ve sorgusunda beyan etmiştir.
o. (1) Atamer Erol’un (Dosya 691/1) de yer alan, Salim Yavuz’un tutuklandığını
bana haber verdiğine dair olan beyan da doğru değildir.
(2) Esasen bu beyanın yer aldığı emniyet ifadesi (D.Z. 413, Satır 32-37)’ deki
beyanları ile reddedilmiştir.
Sonuç:
1- Her kelimesinde beni suçlamak için sorgulayıcılar tarafından özel bir gayretle
sorgulanan Atamer Erol, tüm ifadelerinde yer alan suçlamaları 11 Aralık ve 13
Aralık 1973 tarihlerinde kaldırmıştır.
2- Kendisi gibi ben de, Emniyet ve Askeri Savcılık ifadelerini kabul etmiyorum.
Bu ifadelerde doğru olduğunu kabul ettiğim hususları dilekçeme yazmış
bulunuyorum.
3- Sorgusunun benimle ilgili bölümüne aynen katılıyorum. Sorgusunda yer
almayan benimle ilgili hususlar dilekçemde belirttiğim gibidir.
Saygılarımla.
Talat Turhan
Notlar:
1- Bu dilekçe, 13 Aralık 1973 günkü duruşmada mahkemeye verilmiştir.
2- Duruşma tutanağı Sahife No: 416’a bakınız.
Ek 46
Sorgu Evresi Sonunda Hukuki Durumum Hakkında
İstanbul, 5 Şubat 1974
1. Ordu Komutanlığı,
3 No.lu Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi Başkanlığına,
Sanık:
M. Talat Turhan
Konusu:
Sorgu Evresi Sonunda Hukuki Durumumu.
Konunun eleştirisi:
I. Bölüm:
1- 17 Ocak 1974 tarihinde yapılan duruşmada, dava dosyasının, dizi pusulası,
Sahife: 16. Sıra No: 314 ve 315’te bulunan, bir “Güvenlik Örgütü”nün öz
yapısının somut örneği olan ve “Hukuk Devleti” kavramını temelinden sarsacak
nitelikteki bir belgesinden söz ederek, bu belgede imzası bulunan kişiyi ve
örgütü, ispata çağırdım. Bu beyanlarım duruşma tutanağına bütünü ile
yansımamıştı.
Gerçekte bu belge, 12 Mart sonrası uygulaması içinde, “Devlet Benim” diyebilen
anlayışın ulusal bir güvenlik örgütümüzün bir bölümünü, kendi çıkarları
doğrultusunda, birtakım kişi ve güçlerce kullanıldığının açık bir kanıtı olduğu
kadar, şahsımda idarenin, yargı alanına sorumsuz bir saldırısını göstermesi
yönünden, tarihsel bir niteliği vardır. Tabii bu meyanda, nasıl bir tertibin kurbanı
olarak, yetkisiz ve sorumsuz organların direktifi ile, huzurunuza sanık olarak
getirilmemi belirtmesi nedeni ile de benim için özel bir anlam taşımaktadır.
Belgenin varlığını çok önceden biliyordum. Hatta kimlerin ağır baskı ve
zorlamaları sonunda, imza sahibinin, o günlerin koşulları içinde, belki de vicdanı
ürpererek, bu tertibe sokulmak zorunda kaldığından da haberim vardı.
Daha önemlisi, tertipçilerin iğrenç iktidar arzularına ulaşmak için, sürdürdükleri
entrikalar devam ediyor ve bunların yansıması beni ister Kontr-Gerilla ister
Selimiye bodrumundaki hücreler, ister hapishane koğuşu olsun buluyordu.
2- Bugün bu iğrenç oyunun oyuncularının canlarına ot tıkıldığı yeni ve demokratik
bir döneme ulaşmış olmasının huzuru içinde, geriye baktığımda, entrika
elebaşılarının tasfiye edildiğini de görüyorum. Bu çok değişken politik ortam
içinde, ortamın koşullarına sıkı sıkıya bağlı olarak sahneye konan Bomba
Davası, yeni bir evreye ulaşmıştır.
O halde Devletin en önemli bir “Güvenlik Örgütü”nün beni açıkça suçlayan yazısı
karşısında, bunun ispatını istemek sanıkların en doğal hakkı değil midir?
3- Bu istemi bu kadar tok sesle belirtebilmemin tek nedeni, suçsuz olmanın bana
vermiş olduğu cür’et ve cesarettir.
Çünkü; bu belgedeki suçlamaları var olmaksızın önünüze getirebilecek kadar
şebekeleşen entrika güçleri ve çeteleri inlerine çekilmişlerdir bugün.
Ve çünkü; Yüksek Mahkemeniz, böyle bir hukuka saldırı niteliğinden olan bir
isteme itibar etmeyecek kadar, hak ve hukuk kavramlarına saygılı olduğunu, o
belgede suçlanan altı kişiyi salıvermekle göstermiş bulunmaktadır.
4- Bu dilekçe, bir tahliye istemi dilekçesi değildir. Suçsuz bir kişi benim
anlayışıma göre, hakkını istemez, ona hakkı verilir. Böyle bir durumda Yüksek
Mahkemenizin yetkileri arasında bulunan re’sen tahliye müessesesinin harekete
geçirilmesi gerekir. Koşullar elverdiğinde, bu yolla hakkımın verildiğini görmek
benim tercihlerim arasındadır. Bu nedenle bu güne kadar tahliye isteminde
bulunmadım ve aynı istemde bulunmak isteyen değerli avukatlarıma da karşı
çıktım.
5- O halde bu dilekçe ile ne yapmak istemekteyim? Bu dilekçe, mahkemeye
sunmayı arzuladığım “Talat Turhan Dosyası”nın bir bölümünü kapsayan
eleştirilerden oluşmaktadır.
6- Duruşma evreleri içinde Savunma Evresi, olduğunu da biliyorum elbette. Beni
bu ön çalışmaya yönelten etken, suçsuzluğumu kanıtlamak çabası da değildir.
Suçsuzluğumun belgesi, mahkeme dosyası’nda duruyor. İdari bir organın
tutuklama yetkisini kendisinde görebildiği bir ortamda, bir insana sanık demek
dahi hukukun bütün kuralları ile ters düşmesi bir yana, kamu vicdanını da rencide
etmesi gerekir.
Bu nedenle yetkisi olmayan bir örgütün emri ile beni mahkeme önüne getiren
herkes bana yapılan tertiplerin sorumluları ve suçlularıdır. Bunlardan yaşadığım
dönemde hesap sorulmasa bile, şimdiden tarihin sanık sandalyesine
oturduklarını görüyorum. Çünkü:
Ahlak, vicdan ve yasadışı yöntemlerle vatandaşlarına tertipler hazırlayanların,
devlet kadroları içinde bulunmaları, bir yandan bürokrasiyi kanserleştirirken, bir
yandan da vatandaşın, en kutsal kavramlara inancasını yitirebilir. İnançları
yitirilen toplumlarda, anarşinin filizlenmesinden daha doğal bir oluşum
düşünülemez.
7- “Talat Turhan Dosyası”nı ilk kez ben hazırlamıyorum. Hukuk katında bunun
sorumlusu Askeri Savcı Nevzat Çizmeci’dir. Çizmeci, Dizi Pusulasısında açtığı
davanın adını koyarken kendini ele veriyor. Şöyle ki: “Dizi Pusulası, İstanbul
Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığı 1973/5-79 Sayılı, Talat Turhan ve diğer
bir kısım sanıkla ilgili dava dosyasının dizi pusulasıdır.” Başlığını taşımaktadır.
Evet başlık aynen böyle. Yani Askeri Savcı Nevzat Çiçmeci’ye göre, terazinin bir
kefesinde Talat Turhan vardır, diğer kefesinde diğer sanıklar.
Bu Sayın Savcının, hukuk dışı angajmanları içinde başta meslektaşları vardır. Ve
onlar dün aynı anlayışla 27 Mayısçı’lara hizmet sunmuşlardı. Bu anlayışın
sonucu olarak 1960’larda Yassıada’ya Tünel Kazdırma suçunun yaratıcıları
olarak birçok insanı aylarca zulüm içinde yaşatmışlardı. Devir değişmiş, hizmet
anlayışlarını hemen yeni devre uydurup, Sabotaj-Bomba Davaları ve bu
meyanda Boğaz Köprüsü provokasyonunun mimarı oldular. Böylece, bir kısım
kişilerin iktidar hırslarına hizmeti marifet sayan bu kişilerin bütün bunları hukuk
adına yapmalarının üzerinde uzun uzun düşünülmelidir. Yaptıkları hizmete
karşılık emir aldıkları kimselerden bekledikleri karşılık sadece İstanbul’da
kalmaktır. Nitekim öyle olmuştur da… Biz bu nitelikte bulunan kişilerin yargı
kadroları içine dek sızmış olduğunu yaşamımızla idrak etmenin kuşkusu içinde
bulunuyoruz.
8- Kutsal kişi hak ve dokunulmazlığının gereği olarak, Anayasal haklarımdan
yararlanarak ve güvencemi yitirmeksizin bugüne kadar her makama başvurdum.
İşkence gördüğümü, yapan ve yaptıranların eylemlerini, işkence yerini, işkence
yapanların isimlerini açıkladım. Bu tertiplerin içinde gördüğüm Askeri Savcı
Nevzat Çizmeci’yi iki kez intinkâf’a davet ettim. Çizmeci her seferinde
iddianamesinin tek dayanağı olan ifadelerin, İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde,
kanuni koşullar içinde alındığını iddia etti.
Ama, Türkiye’nin politik koşulları, onun ve hizmetinde olduğu çevrelerin planları
doğrultusunda gelişmedi. Bir gün geldi, aynı Savcı “Emniyet beyanının tam
anlamı ile doğru olduğu şeklinde kendimizi angaje etmek istemeyiz. Yalnız
Emniyet ifadesinin serbest iradesi mahsulü olduğunu beyan ediyoruz.” (Duruşma
Tutanağı Sahife 303)
Askeri Savcı Nevzat Çizmeci’nin bu beyanı anlamlıdır. 39. duruşma günü tam
aksini söylediği halde, 40. duruşma gününde bu geri dönüşün nedenleri olsa
gerektir. Elbette var. Askeri Savcı suçluların telaşı içinde bu ihtiyacı duymak
durumundadır. Günlerden Perşembe, takvim 18 Ekim 1973’ü göstermektedir.
Seçim sonuçları alınmıştır ve onun umduğu dağlara kar yağmıştır. Ve artık
Çizmeci “Emniyet ifadelerine angaje olmak istememek” durumundadır.
O halde, iddianamenin dayanağını kendi eliyle çekerek çökerten Askeri Savcıyı
mazur mu görmeliyiz? Hayır. O, hukuka entrika sokmanın telaşı içinde
çırpınmaktadır artık ve bu nedenle de atandığı Gelibolu’ya gitmek yerine kendini
daha güvenli hissedebileceği bir göreve atanmanın yolunu bulmuştur.
9- Şimdi, kendisini ilk kez istinkaf’a davet etmemin nedeni olan, iddiası hi- lafına
emniyet müdürlüğünde değil, yasadışı bir gizli örgüt olan Kontr-Gerilla’da veya
MİT’te ifade verdiğimi kanıtlayan belgeden birkaç satır alarak onu yalanlayayım
ve malzemesinin hukuki olmadığını kanıtlayayım. (madde-4 gerek İstanbul ve
gerek Ankara’da yakalanacak, bu şahısların, her türlü ihtilattan men edilerek
üzerlerinin, ikamet ve işyerlerinin sıkı bir aramaya tabi tutularak, suç delilleri teşkil
edebilecek vesaikle birlikte ivedilikle büromuza sevklerine müsaadelerinizi
emirlerinize arzederim.) “Dizi Pusulası. Sahife 16, Sıra No: 314-315’deki belgeye
bakınız. (Ek-1)
Tabii bu belgenin başlığı Milli Emniyet İstanbul Bölgesi Başkanlığı olunca, Talat
Turhan’ın sevkedildiği büronun da Milli Emniyet Sorgulama Bürosu olduğu ortaya
çıkar ki; 8 Haziran 1973 tarihinde Yüksek Mahkemenize sunduğum ve gereği için
gönderildiği İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığınca sonuçlandırılmayan dilekçem
ve 12 Haziran 1973 günü, gereği için Başbakanlık’a, bilgi için Genel Kurmay
Başkanlığı’na sunduğum dilekçelerimde ben de aynı iddiayı tekrarlıyordum.
Ayrıca, 2 Ekim 1973 tarihinde verdiğim bir dilekçede de eski Sıkıyönetim
Komutanının bir dergi ve gazetede çıkan beyanlarını tanık göstererek gayri
meşru bir sorgulama yöntemi ve işkence gördüğümü belirttim.
Böylece yetkisiz kurulların, her türlü insani, ahlaki, vicdani ve hukuki değerlere
itibar etmeksizin, iğrenç yöntemlerle düzdükleri senaryolara göre, seçtikleri
kurbanlarına verdirttikleri rol doğrultusunda ikrarnameler imzalattıklarını ve bunun
tahkikini (bir parlamento komisyonu kurularak) istedim.
Gerçekte dosyada benimle ilgili bu MİT belgesi var oldukça benim tüm
çabalarıma gerek bile yoktu. Ama, amacım işkencecileri ve onların hamilerini
sergilemekti.
10- Evet, Talat Turhan’ın sorgusu Milli İstihbarat İstanbul Bölgesi Daire
Başkanlığı’nın Erenköy Bürosu’nda (Faik Türün’ün deyimiyle Anadolu Yakası’nda
kiralanmış bir köşkte) yapılmıştır. Bu nedenle “Dizi Pusulası” Sahife 16, Sıra No.
314-315’deki belge doğrudur. Doğru olmayan uygulamanın tarzıdır. Çünkü bina
Milli Emniyetindir ama, orada icra-i san’at eden işkenceciler ilk kademede Gn.
Memduh Ünlütürk’e, daha sonra da Gn. Faik Türün’e bağlı olarak devletin bütün
güçlerini belli bir amaca yönelik kullanmaktadırlar. Görünürde bu amaç, birtakım
tutucu ve çıkarcı güçler ve onların yan destekleriyle bütünleşmiş olarak SunayTağmaç ikilisinin iktidar hırsları ve Dünya görüşlerine göre düzenin iç ve dış
egemen güçlerin isteği doğrultusuna getirilmesi idi.
11- Şimdi, Askeri Savcı Nevzat Çizmeci’den soruyorum: Cumhuriyet yasalarının
koruyucusu yükümlülüğü ile görevli olduğu halde ve 644 Sayılı, Milli İstihbarat
Teşkilatı yasasına göre, bu örgütün sorgulama yapmak yetkisi ve hakkı olmadığı,
yasa emri iken, bu davayı, belli yöntemlerle Kontr-Gerilla, denilen gizli bir örgütçe
alınan gayri meşru ifadelere göre nasıl açabilmiştir. (K. Gerilla için 6 Aralık 1973
tarihli dilekçeme bakınız.)
Aynı soruyu, hukuk, adalet, hukuk devleti, demokrasi kavramlarına sahip çıkan
Melen’ler, Talu’lar başta olmak üzere sorumluluğu üzerinde taşıması gereken
tüm yetkili kişilere yöneltiyorum.
Sorun bir kişinin, yüz kişinin, bin kişinin hakkının verilmesi ya da verilmemesi “4”
olmaktan çıkmış. Devletin var olması, ya da yok olması niteliğine dönüşmüştür.
En kutsal kavramların temeline dinamit koyanların maskeleri düşürülmeli ve bu
adamlardan devlet kadroları arındırılmalıdır.
12- Böylece dilekçemin ana amacını açıklamış bulunmaktayım. Şimdi de
yasadışı yöntemlerle oluşturulmuş Askeri Savcı Nevzat Çizmeci’nin
iddianamesinde bulunan tüm suçlamaların kaynağını teşkil eden ifadelerin
incelenmesini kapsayan incelememi sunacağım. Bu sunuş sonunda Yüksek
Heyetinizin, daha sorgu evresi sonunda, benimle ilgili tüm suçlamaların
kaldırıldığını, bir daha müşahade etmek imkanını bulmuş olacağını sanıyorum.
a- Sorgumda davaya dahil edilen kişilerden tanıdıklarımla olan ilişkilerimi,
Duruşma Tutanağı Sahife 33, 36 ve 47’de açıklamıştım. Bu kişiler dışında
olanları ise tanımadığımı belirtmiştim. Bu beyanım sorgu evresi sonunda
doğrulanmıştır.
(1) Tanıdığım veya tanımadığım halde, benimle ilgili atfı cürümleri bulunan
kişilerin, bu atfı cürümlerini kaldırmalarını belirleyen Duruşma Tutanağı Sahife
No.larını içeren çizelge Ek-2’dedir.
(2) Tanıdığım veya tanımadığım halde, benimle ilgili atfı cürümleri bulunan
kişilerin hukuki durumunu saptamakta yararlı olacağını umduğum ve özellikle atfı
cürümleri bulunan emniyet İfadeleri, Askeri Savcılık ifadeleri ile, tutuklama
mahkemesindeki beyanlarına karşı, sorgularındaki cevapların Duruşma
Tutanağındaki Sahife No.larını içeren çizelge Ek-3’dedir.
(3) Tanımadığımı sorgumda beyan ettiğim kişilerin, beni tanımadıklarını
belirleyen çizelge Ek-4’tedir.
(4) Bu dört ekin incelenmesinden çıkan sonuca göre (Ek-4 Sahife 2, Notlar
bölümüne bakınız.)
Davada bulunan 59 sanıktan, 16 tanesini tanımakta olmam ve bu 16 kişiden,
12’sinin bana atfı cürümü bulunduğu ve bu atfı cürümlerin tümünün sorgu evresi
sonunda kaldırılmış olmasıdır.
b- Bu gerçeğin ortaya çıkmasına rağmen, yaptığım çalışmayı yeterli görmeksizin,
Duruşma Tutanağında yer alan ve bir yandan suçsuzluğumu bir yandan da
üzerimde yürütülen tertibi hazırlayanların sarfettikleri çabaları bir bakışta gözler
önüne sermek için, emniyet ifadelerindeki Sıra No, ifade alınış sırası kabul
ederek ilgili kişilerin beyanlarını Duruşma Tutanağı’ndan aynen alarak
hazırladığım belgeyi Ek-5’te sunuyorum.
c- Ek-6’daki çizelgede ise benimle ilgili sanıkların hukuki durumlarının
saptanması ve dolayısıyla benim durumumun aydınlanması yararlı olacağını
sandığım bazı tarihler verilmiştir. Bu çizelge incelendiğinde:
(1) Bana atfı cürümde bulunan kişilerin, hemen hemen tümünün Kontr-Gerilla
gizli örgütünde belli yöntemlerle ifade verdikleri görülmektedir.
(2) Benimle ilgili kişilerin, dört kademede tutuklandığını ve bu tutuklama-la-rın,
ülkenin politik koşullarına bağlı bir seyir takip ettiği açıkça görülmektedir.
(a) I. grup (Benden önce gözaltına alınanlar.)
Bu grupta bulunan kişilerden Turhan Önalan ve Mümtaz Aktaş, eylemlerini ve
niteliklerini belirtmişler ve beni suçlamak için İstanbul Emniyet 1. Şube Müdürü
Şükrü Balcı tarafından kendileri ile pazarlık yapıldığını sorgularında beyan
etmişlerdir. Salım Yavuz’la ilişkilerimin sınırlı olduğu kendi beyanları ile de
saptanmış olduğu halde, bir yandan dava üzerinden saptırılır genişletilirken, bir
yandan da politik yön verilip, arzulanan yöne alınan tahkikatla, ilgililer niyetlerine
ulaşmışlardır. Esasen Salim Yavuz, duruşmada çok kereler davanın kendi
üzerinden saptırıldığını beyan etmiştir.
Fevzi Özkaya; Salim Yavuz’dan alınan ikrarların, bana da yönelik olarak
genişletilmesi için, korkunç ve iğrenç işkence altında istenilen doğrultuda ifade
vermek zorunda kaldığını sorgusunda beyan etmiştir.
Ersin Ertekin, Köprü Provakosyonu’nu sahneye koymak ve senaryonun dinamit
boşluğunu doldurmak için seçilmiş bir kişi gibi görünmektedir.
(b) II. grup (Aynı dönemde Kontr-Gerilla’da bulunduğumuz kişiler) I. grupta
bulunan 5 kişi ile, davanın çatısı çatılmış ve tasarı alanı tertipçilerce
hazırlandıktan sonra (Klasör: 2, Dizi 314-315)’deki MİT istemi ile hem de
“Tutuklanacak şahıslar” kaydı ile bu grupta bulunan kişiler gözaltına alınmışlardır.
(Ek-1) Gözaltına alınan kişilere, kendilerinden önce alınan ikrarlar doğrultusunda
ifadeler oluşturmak çabası ile her türlü işkence gördükleri sorgularında beyan
etmişlerdir.
I- Memduh Eren, Nuri Yazıcı, Vahap Mutlugün ve Mahmut Dondurmacı’nın,
benden önce ifade verdikleri, hem emniyet (Kontr-Gerilla) ifadeleri tarihinden
hem de Dosya Sıra No.larının takip ettiği sıradan anlaşılmaktadır.
II- Ek-6 çizelgeye göre Adnan Çakmak ve Rafet Kaplangı’nın benden sonra ifade
verdikleri görülmekte ise de, ben sorgumda Kontr-Gerilla ifademin tarihinin yanlış
olduğunu açıklamıştım. Esasen görüldüğü gibi tertip benim üzerimde
yürütülmektedir.
III- Gerçekte aynı anda Kontr-Gerilla Gizli Örgütü’nde sorgulanan kişilerin kiminin
ilk önce, kiminin sonra atfı cürümde bulunduğunu saptamak hemen hemen
imkansızdır. Çünkü; buradaki sorgulama devamlı olarak sözlü, el yazılı
yapıldıktan sonra daktiloya geçirilmektedir. Daktilodan önceki hazırlık döneminde
bir kişiden alınan ikrar, ötekilere aktarılmaktadır.
Sorgulama timi ve işkenceci başı olan kişinin sık sık tekrarladığına göre, bu işin
koordinasyonunu yapan 21 Kurmay Subay, Kontr-Gerilla’da görevli
bulunmaktadır. Böylece Kurmay Subay olamamış Eyüp Özaltaş bu seçkin grubu
da, bilinç altındaki kompleksleri doğrultusunda, bu kirli işe girmiş göstererek
sorgulanan kişiler nezdinde onları itibarsızlaştırma yoluna bile tevessül
edebilmiştir.
(c) III. grup: (Benden sonra gözaltına alınanlar)
Bu grupta bulunan kişiler de iki kısım halinde tutuklanmışlardır.
(1) III. grup, I. kısımda bulunan kişiler. (Ek-6)
Selahattin Uzunismail,
Atamer Erol,
Alp Kuran,
Fuat Turan (Tutuksuz)
Salih Zeki Yılmaz.
Bu kişiler Askeri Savcının tasarı halindeki iddianamesindeki boşlukları
tamamlamak, ve bazı idari tasarrufları haklı çıkarmak, olaylara süreli bir hava
vermek için alındıkları anlaşılmaktadır.
(II) III. grup, 2. kısımda bulunan kişiler: (Ek-6)
Saim Deliismailoğlu,
Osman Deniz,
Hasan Yalçınkaya,
Numan Esin,
Mehmet Çınar.
Bu kısımda bulunan kişilerin gözaltına alınmasında güdülen amaç, davaya
cuntasal yön vererek, tertipleri cuntabaşı olarak iddianamede nitelenen Sayın
Gn. Faruk Gürler’e kadar ulaştırmaktır. Bu niyet başından beri Askeri Savcı
Nevzat Çizmeci’nin hayalindedir. Nitekim Rafet Kaplangı’nın savcılık ifadesi bu
amaçla alınmıştır. Dosya Sıra No: 834/23-5’teki yazı aynı nedenle kaleme
alınmıştır.
Osman Deniz, sorgusunda “Cunta” kelimesinin sorgulayıcıların empozesi sonucu
ifadesinde yer aldığını beyan etmektedir.
Nitekim, 3. grup, 3. kısım sanıklarını oluşturmak için Sayın Celil Gürkan ve Fakih
Özfakih gözaltına alınmış ve serbest bırakılmışlardır. Bu suretle davaya cuntasal
yön verme girişimleri akim kalmış bulunmaktadır.
Buraya kadarki açıklamalar ile hazırladığım dosyanın I. bölümünün sunuşunu
tamamlamış oluyorum.
II. Bölüm:
13- Bu bölümde de benimle ilgili atfı cürümleri bulanan kişilerin emniyet, KontrGerilla ve Askeri Savcılık ifadeleri alınış sırasına göre konulmuştur. (Ek-7)
Bunların arasında ve gene alınış sırasına göre benim ifadem yer almış
bulunmaktadır.
Bu bölüm ifadelerin yazıldığı kağıtlar büyüklüğünde şeffaf aydınger kağıtları
kullanılarak hazırlanmıştır. Gerek görülürse ifadenin üzerine konularak
incelenmesi mümkün olabilsin diye bu yola başvurulmuştur. Bu suretle;
a- Hangi atfı cürümlerin, kimlerin ifadesinden kaynaklandığı ve bu atfı cürümlerin
kimlerin ifadesinde, ne şekilde aktarıldığı ortaya çıktığı gibi, bir yandan da
tertipçilerin niyeti sırıtmaktadır. Dolayısıyla benim ifadelerimi oluşturan malzeme
açıklıkla görülür hale gelmektedir.
b- Bu gayri meşru ifadeleri bir an için Askeri Savcı Nevzat Çizmeci gibi
düşünerek samimi ikrar olarak kabul edelim. Savcının sanık lehinde delilleri
toplamakla yükümlü olduğunu yok sayalım. Bu varsayımlarla dosyadaki ifadeleri
incelediğimizde görülen durum şudur:
(1) İfadelerin tümünde benimle ilgili atfı cürümler sorgu evresi sonunda
kaldırılmış bulunmaktadır.
(2) Bazı sanıkları atfı cürümlerini Askeri Savcılık ifadeleri ve tutuklama
mahkemesi beyanları ile kaldırmışlardır.
(3) Dava dosyasında beni suçlayacak maddi delil bulunmamaktadır.
c- İfadelerin eleştirisini yaparken, önce atfı cürmü kapsayan paragrafın Askeri
Savcılık ifadesi ile teyid veya naks edilip edilmediğini, aynı bölüm içinde belirttim.
Sonra bu bölüme, Duruşma Tutanağında yer alan cevabın, Sahife No.sunu veya
kendisini ve özetini verdim. Daha sonra atfı cürmide adı geçen sanıkların
cevaplarının Duruşma Tutanağının Sahife No.larını ifadelerin sağ bölümündeki
yere yazdım. Olayda adı geçen tanık durumundaki kişileri ise, kağıtların sol
bölümünde gösterdim. Genellikle kabuller yeşil renkle, redler kırmızı ile, ilgili
açıklamalar mavi renkle gösterilmiştir. Tanıklar kahverengi ile belirtilmiştir.
d. Bu çalışma sonucu saptadığım duruma göre, Askeri Savcı Nevzat Çizmeci,
gerçekten “Talat Turhan Dosyası ve Davası” hazırlamak tutkusu içinde olduğunu
bir daha belgesel olarak ispatladığımı sanıyorum.
(Ek-7)’de görüleceği gibi, benimle ilgili atfı cürümleri içeren ve çoğunluğu, Askeri
Savcılık ifadeleri ile teyid edilen emniyet ve Kontr-Gerilla örgütü ifadelerinin
toplamı 95 sahifedir.
Emniyet ve Kontr-Gerilla Örgütü ifadelerinde bulunmadığı halde Askeri Savcılık
ifadelerinde yer alan atfı cürümlerin sahife toplamı ise 12’dir.
Emniyet ve Kontr-Gerilla Örgütü ifadeleri sahife adedi …. 95
Askeri Savcılık ifadeleri sahife adedi….. 12
Atfı cürümleri içeren toplam sahife adedi…… 107
Böylece, 107 sahifelik atfı cürümü kapsayan, bir suçluluk tablosu içine itilmek
istenmiş bulunuyorum. Doğrusu, tertibi yapanlar adına büyük başarı. Aldıkları
emirleri bu kadar büyük bir başarı ile sonuçlandıran ilgililere ne yapılsa hakları
ödenemez. Ancak hukuken temel kuralları karşısında, tümü sorgu evresinde
kaldırılmış bu malzemenin bugün için bir değeri kalmamıştır.
107 sahifelik atfı cürümle Sıkıyönetim dönemini baş sanığı olarak Talat Turhan’ı
sahneye koyarak adaleti kin ve intikam aracı olarak kullanmak isteyen birkaç
zavallının ve onların yardakçılarının niyetleri bugünden kursaklarında kalmış
görünmektedir.
14- Yargı bağımsızlığını, hukukun üstünlüğü, hukuk devleti kavramlarından
nasibi olmayanlara gereken karşılığı vermekle Yüksek Mahkemeniz görevlidir.
(Yükümlü)
Bu durumda, mahkemenizin görünürdeki bir yandan adaleti tecelli ettirmek
olmakla beraber, bundan daha önemlisi bu davadaki tertiplerin ve tertipçilerin
rolünü ortaya çıkarmaktır. Bu ikinci tarihi görev yerine getirildiğinde, kutsal
mesleğiniz olan adaleti, kendi aşağılık emellerine alet etmeye yeltenen zavallılar
gereken dersi almış olacaklardır.
Benim çabam bir anlamda olanaklarım ölçüsünde bu konuda mahkemeye yararlı
olmak arzu ve tutkusunun ürünüdür. Yüce makamlarda oturmak imkanına
ulaşabilmiş küçük adamların, devlet güçlerini kullanarak, vatandaşları arasında
seçtiği hasımlarına komplo düzenleyebildiği bir devletin yaşama şansı olmaz.
Bugün bu kişiler sağduyunun galebe çalması sonucu tasfiye olmuşlardır. Fakat
bunların suç ortakları olan, yetki ve sorumluluklarını, kanunlarımızı hiçe sayarak,
entrikaya alet edenler görevi başında ve cinayet ve hiyanetlerinin hesabını
vermemek için direnmesinin bir anlamı olsa gerektir.
15- Bu yöndeki çalışmalarımı sürdürerek “Talat Turhan Dosyası”nın diğer
bölümlerini hazırlayarak mahkemeye sunacağım. Bu suretle Askeri Savcının
iddianame şeklinde sunduğu balonu patlatmak değil, kalbura çevireceğim,
sözümü de bir anlamda yerine getirmiş olmaktayım.
Sonuç:
1- Dilekçemi ve Ek’lerini içeren dosyanın birinci bölümü, hukuki durumumun
saptanmasına yararlı olacağını umduğum ayrıntılı bilgileri kapsamaktadır.
2- İkinci bölüm, 126 Sahifelik ifadenin eleştirisini (hukuki) içermektedir
3- Amacım Devletin çeşitli örgütlerini iktidar hırslarını ve kinlerini tatmin için
kullanmayı başarmış kişilerin iğrenç tertiplerini sergileyerek, bunların tekerrürünü
önleyecek koşulların sağlanmasına yardım etmektir.
Saygılarımla.
M. Talat Turhan
Notlar:
1- Bu dilekçe 169 sahifelik dosya halinde, 7 Şubat 1974 günkü duruşmada
mahkemeye verilmiştir.
2- Dosyanın tamamı “Dilekçeler” dosyasındadır.
3- Duruşma tutanağı Sahife No: 502’e bakınız.
Ek 47
Numan Esin’e Ödenen Avukatlık Ücreti
İstanbul, 7 Şubat 1974
1. Ordu Komutanlığı,
3 No.lu Sıkıyönetim Mahkemesi Başkanlığına
Sanık: M. Talat Turhan
Konusu: Sayın Numan Esin’e tediye edilen avukat ücreti hakkında
Olayın Açıklanması:
1- Avukatım Sayın Birsen Balcıkardeşler’den, Sayın Gülçin Çaylıgil’in de müdafii
olarak davama bakmaları temin sadedinde, eşimle temas etmesi ricasında
bulunmuştum. Kısa bir müddet sonra bu arzumun yerine getirilmiş olduğunu
öğrendim. Tabii, gerek avukat görüşmelerimiz ve gerekse ziyaretçi görüşmeleri
dinlenildiğinden bu hususun mali yönünün nasıl halledildiğini de soramadım.
2- Sayın Numan Esin’in emniyet ve Askeri Savcılık ifadelerinin fotokopileri elime
geçince; emniyet ifadesi 9. Sahife 3. paragraf ve Askeri Savcılık ifadesi, 4. Sahife
1. paragraf bu ücretin (5000.-TL) (Beşbin)’nin kendileri tarafından tediye edilmiş
olduğunu öğrendim. Bunun üzerine bu parayı tediye etmek istedim. Fakat ısrarla
şimdilik bunun sırası olmadığını beyan ettiler.
3- Gerçekte beşeri ilişkiler içinde, arkadaşlar arasında bu tip yardımlaşmalar
gayet normal olduğu halde, her türlü manevi değerleri ve Türk’ün törelerini
tahribe yönelmiş bir anlayışın sonucu olarak, Askeri Savcılığın, Sayı: 1973/5,
Esas No: 1973/79, İddia No: 1973/59, 7.6.1973 tarihli Ek İddianamesi’nin 4.
sahifesi 2. paragrafında “örgüt tesanüdü” suçlaması olarak karşımıza çıkarıldı.
4- Sayın Numan Esin, duruşmadaki sorgusunda, Duruşma Tutanağı Sahife 377,
Satır 40-48 ve Sahife 379, Satır 36-40’da bu konunun gerçek mahiyetini
açıklamış bulunmaktadır.
5. 17 Ocak 1974 tarihli duruşmada, gerçekte bana ait bir borç olan bu 5000.(Beşbin) TL’nin tediye edileceğini şifahen beyan ettim. Bu tediye yapılmıştır.
Buna ait belge ekte sunulmuştur. (Ek-1)
Saygı ile arzederim.
Ek-1: Numan Esin’e 5000.-TL ödendiğine dair banka makbuzu.
Not: Duruşma Tutanağı Sahife No: 502’e bakınız.
M. Talat Turhan
Ek 48
Af Kanunu’nun Lehimde Tecelli Etmesi İhtimal Dahilinde Olan Tüm
HükümlerindenYararlanmak İstemediğim Hakkında
İstanbul, 4 Mart 1974
Ceza ve Tutuk Evi Müd. kanalı ile
1. Ordu Komutanlığı 3 No.lu Sıkıyönetim Mahkemesi Başkanlığına
Sanık: M. Talat Turhan
Konusu:
Af Kanunu’nun lehimde tecelli etmesi ihtimali dahilinde olan
tüm hükümlerinden yararlanmak istemediğim hakkında
Konunun İncelenmesi:
1. Bugünlerde TBMM’de sunulmuş olan Af Kanunu Tasarısı görüşülecektir.
2. Sanırım, şimdiye kadar çıkarılmış aflardan hiçbiri, bu defaki kadar, toplumsal
bir özlem halinde, iktidarlar üzerinde, kamuoyu baskısı şekline dönüşerek kendini
hissettirmemiş ve bu kadar haklı gerekçelere dayanmamıştır.
3. Toplumun bütün kesimlerine mal olan bu durumun, çok yönlü nedenleri olsa
gerektir. Bizim kanımıza göre, düzenin suçlu olduğu bir ülkede, bireyleri suçlu
saymak adaletle bağdaşmaz.
4. Bu genelleme yanında, 12 Mart sonrasında, iktidara doğrudan doğruya veya
dolaylı olarak sahip olan kişilerin, ilkel beyinlerindeki dünya görüşlerini, bozuk
düzene hakim kılmakta başarı sağlamaları ve tarihin en köklü devlet geleneğine
sahip Türk Devleti’ni, aşiret yöntemleri gerisinde uygulamalara sahne kılmaları,
bugün Türk ve dünya kamuoyu önünde mahkum olmuş durumdadır.
5. Halen, devletin en önemli makamlarında bulunan sayın kişilerin, dünkülerinin
tam tersine, bu gerçeği kabul edecek nitelikte ve yetenekte olduğunu bilmek
umut vericidir.
6. Bu mutlu oluşumun doğal sonucu olarak af, bir atıfet olmaktan çıkmış, bir avuç
hainin işlediği insanlık suçunu tahfif için, topluma karşı zorunlu bir vazife haline
gelmiştir.
7. İnsanın kişiliğine bağlı ve uygarlık yolunda, binlerce senelik uğraşın ürü-nü
olan, kutsal hak ve dokunulmazlıklarının ahlaksız ve şerefsizce çiğnendiği bir
dönemin, manevi ıstıraplarını dindirecek bir tılsımın keşfedilebileceğini
san-mıyoruz. Bu anlayışla, ütopik geçmişe sünger çekme özlemlerinin, günün
denge zorunlulukları içinde, uyulması zorunlu asgari koşul olarak saygı ile
karşılarız.
8. 27 Mayıs sonrasında da bu tip duygusal özlemler sonucu olarak kardeşlik
haftaları düzenlenmişti ama, bir gün geldi ki, karşı devrimciler, hem de bulunduğu
makamları 27 Mayıs’a borçlu kişileri kullanarak, 27 Mayısçıları gizli işkence
örgütlerine teslim ettiler.
9. Bu deneyden geçmiş bir kişi olarak, benim tüm insani değerlerime, şeref ve
haysiyetime yapılmış saldırılar adına işkenceciye ödün vermek, kimsenin hakkı
olmaması gerekir.
10. Yüce Meclislerde görüşülecek Af Kanunu Tasarısı’nın bugünden alacağı şekil
bilinemeyeceği gibi, ilerde mahkemeye sevk maddesi de değişebilir. Bu dilekçeyi,
her iki halde de lehime tecelli edecek olasılıkları bertaraf etmek için, şimdiden
Yüksek Mahkemenize sunmayı kişisel prensiplerim yönünden gerekli gördüm.
11. Devlet gücünü kendi kin, ihtiraslarının aleti yaparak, bir avuç sadist işkenceci
ile tertip düzenleyenleri affetmek benim açımdan olanaksızdır.
12. Bu anlayışla çıkacak Af Kanunu’ndan yararlanmak istemediğimi ve sapık bir
uygulamanın kurbanı olan suçsuz bir kişi olduğumun yargı mercilerince
saptanmasını ve her durumda, mahkemenin devam etmesi isteminde
bulunduğumu, saygı ile arzederim.
Talat Turhan
Notlar:
1. Bu dilekçe, 6 Mart 1974 tarihli duruşmada okunmuştur.
2. Dilekçe verildiği tarihte:
a. Tutuklu bulunuyor ve TCK 146/1 maddesi uyarınca ve idam istemi ile
yargılanıyordum. (21 Mayıs 1974 günü tahliye edildim.)
b. Af Kanunu’nun alacağı şekil belli değildi ve bu arada çıkarılacak yasada “Affı
reddetme hakkı” bulunup bulunmadığı belli değildi.
c. Bu durumda dilekçenin amacı: “Ya beni asacaksınız, ya da beraat
ettireceksiniz.” olarak nitelendirilebilir.
3. Duruşma Tutanağı Sahife No: 510’a bakınız.
M. Talat Turhan
Ek 49
Sorgu Evresi Sonunda Hukuki Durumum
İstanbul, 5 Nisan 1974
1. Ordu Komutanlığı
3 No.lu Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi Başkanlığına,
Sanık: M. Talat Turhan
Konusu: Sorgu Evresi Sonunda Hukuki Durumum. (Bölüm III)
Konunun Eleştirisi:
1- Hukuki durumumun sorgu evresi sonunda aldığı durumu saptayan ve daha
önce, 7 Şubat 1974 günü, Yüksek Mahkemeye sunduğum, 169 sahifelik dosyada
bulunan, I. ve II. bölümlerden sonra, şimdi de Talat Turhan dosyasının III.
bölümünü takdim ediyorum.
2- Bu bölüm, I. ve II. Bölümlerle sıkı sıkıya bağlıdır. Ve genellikle sorgulama
evresi ile dinlenilen bazı tanıklardan sonra, Esas Hakkındaki İddianame’nin
yeniden cevaplandırılması amacı ile hazırlanmıştır.
3- Bu çalışmanın elbette zorunlu nedenleri vardır:
a- Yüksek Mahkemenin tüm müsamahasına rağmen, 8. duruşma gününde
devam eden ve toplam olarak, 25 saat 25 dakika zaman alan, sorgu süresi
içinde, hazırladığım 280 Sahifelik yazılı sorgumun ancak, 50 Sahifesi, Duruşma
Tutanağına geçirilebilmiştir. (Du. Tu. Sh. 110’a bakınız.) Bunun yanında, yazılı
olarak hazırladığım sorgu dosyamı, mahkeme kabul etmediği için, savunma
hakkımla ilgili gördüğüm ve açıklanması noksan kalmış bazı hususları arz etmek
ihtiyacını duymam.
b- Kontr-Gerilla adlı bir Gizli Örgütçe, bir amaca yönelik olarak şahsımı hedef
alan bir hazırlık soruşturmasının, iddianameye olduğu gibi yansıması sonucu,
suçlanılmam için azami çaba gösterildiği gerçeğini sergilemek arzusu.
c- Bu dosya, bazı sanıkların sorgularına karşı beyanlarımı içermektedir. Ayrıca,
hukuki durumun, daha da aydınlığa kavuşmasını sağlamak amacı ile bazı
kişilerin tanık olarak dinlenilmesini ve birtakım tespitlerin yapılması isteminde
bulunmaktayım.
5- 4 Mart 1974 tarihli bir dilekçe ile, “Af Kanununun lehimde tecelli edecek
hükümlerinden yararlanmak istemediğimi” mahkemeye arzettim.
Bu ölçüde, yasadışı bir uygulamanın mağduru olmuş bir kişinin, değil yasama
organınca, mahkemede dahi suçsuz olduğunun ilan edilmesi yetmez. Bir
mahkeme kararı ile aynı zamanda bir komploya kurban edilmek istenişimin,
hükme bağlanması, bir ölçüde maddi ve manevi ıstıraplarımı dindirebilir. Ama
üzülerek öğrenmiş bulunuyorum ki, affı reddetme hakkım, yasa ile elimden
alınmaktadır. Bu tutum, günün politik koşulları içinde, “geçmişe sünger çekmek”
anlayışına uygun gelirse de, şahsım açısından, adaletsizliği meşru hale getirmek
gibi vahim bir sonuç doğurur.
Bu anlayışla, bir Af Kanunu’ndan yararlanan ve suç zannını üzerinde taşıyan bir
kişi olarak topluma dönmek istemediğimi belirtmek isterim.
6- Bir idari organın emri ve kararı ile yasadışı bir uygulama sonucu, gözaltına
alınarak sanık yapılmanın, birçok vicdanı rencide edeceğini umarım. (Klasör II,
Dizi: 314-315’e bakınız) (Bölüm I, Ek-1)
Saygılarımla.
M. Talat Turhan
Ekler:
Bir Dosya (III. Bölüm)
9 Adet Ek
23 Sahife
Toplam
211 sahife
188 Sahife
Notlar:
1- Bu dilekçe dosya halinde, 10 Nisan 1974 günkü duruşmada mahkemeye
verilmiştir.
2- Dosyanın tamamı “dilekçeler” dosyasındadır.
3- Duruşma Tutanağı Sahife No: 526’ya bakınız.
Ek 50
Kamu Tanıkları Dinlenilmesi Evresi Sonunda Hukuki Durumum (Bölüm V)
İstanbul, 6 Mayıs 1974
1. Ordu Komutanlığı,
3 No.lu Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi Başkanlığına,
Sanık:
M. Talat Turhan.
Konusu:
Kamu tanıkları dinlenilmesi evresi sonunda hukuki durumumun
eleştirisi. (Bölüm: V)
Konunun Eleştirisi:
İlgi:
a- 5 Şubat 1974 tarihli dilekçe ile Yüksek Mahkemeye sunulan 169 sahifelik
dosya. (Bölüm: I ve II) (Duruşma tutanağı sahife 502’ye bakınız.)
b- 7 Şubat 1974 tarihli dilekçe ile Yüksek Mahkemeye sunulan, dinlenilecek
kamu tanıkları ile dava dosyasındaki ilişkilerimi belirleyen, 17 sahifelik dosya.
c- 5 Nisan 1974 tarihli dilekçe ile Yüksek Mahkemeye sunulan, 211 sahifelik
dosya. (Bölüm:III) (Duruşma tutanağı sahife 526’ya bakınız.)
1- Hukuki durumumun, sorgulama evresi sonunda, aldığı şekli belirleyen iki
dosyayı, İlgi (a) ve (c) dilekçelerle, Yüksek Mahkemenize sunmuştum.
2- Kamu tanıkları dinlenilmesi evresi başında ise, incelenilecek tanıklarla, dava
dosyası içinde ilişkili gösterildiğim hususları içeren bir dosyayı, tanıklardan
sorulacak sorulara esas olmak üzere, İlgi (b)’deki dilekçe ile Yüksek Mahkemeye
sundum.
3- Halen, 17 Ocak 1974’ten, 10 Nisan 1974’e kadar (59.- 65. duruşmalar) olan
süre tamamlanmış, bu dönemde, 28 kamu tanığı dinlenilmiştir. (Du. Tu. Sahife
485-528)
Bu 28 tanıktan, 11’i benimle doğrudan doğruya ilgili suçlama ve iddialar hakkında
beyanlarda bulunmuşlardır. 5 kişinin beyanları ise dolaylı olarak beni
ilgilendirmektedir.
a- Beyanları benimle doğrudan doğruya ilgili tanıklar:
1- Müslim Topçu (Du. Tu. Sh. 492-493)
2- Muzaffer Güney (Du. Tu. Sh. 493-494)
3- Tuncer Yalçındağ (Du. Tu. Sh. 494)
4- Feridun Özbay (Du. Tu. Sh. 494-495)
5- Fakih Özfakih (Du. Tu. Sh. 496-502)
6- Orhan Kabibay (Du. Tu. Sh. 499-502)
7- Gazi Alankuş (Du. Tu. Sh. 507-508)
8- Bedri Buluç (Du. Tu. Sh. 516-517)
9- Orhan Dengiz (Du. Tu. Sh. 517)
10- Celil Gürkan (Du. Tu. Sh. 520-523)
11- Recep Uslu (Du. Tu. Sh. 524)
(Altları çizililerin tanıklığı özellikle Osman Deniz suçlamaları ile ilgilidir.)
b. Beyanları beni dolaylı olarak ilgilendiren tanıklar:
1- Nusret Altın (Du. Tu. Sh. 409-491)
2- Refik Tokgöz (Du. Tu. Sh. 509-510)
3- Yalçın Varhan (Du. Tu. Sh. 514-525)
4- Kamber Acarbay (Du. Tu. Sh. 524-525)
5- Raif Ertem (Du. Tu. Sh. 525-526)
4- a- Benimle doğrudan doğruya ilgili tanıkların ifadelerinden sonra, hukuki
durumumun aldığı şekli eleştiren çizelge (Ek-1)’de sunulmuştur. (3 büyük sahife)
b- Aynı tanıkların ifadelerinden sonra, iddianamede benimle ilgili iddiaların aldığı
hukuki duruma ait eleştiri de (Ek-2) çizelgededir. (2 büyük sahife)
5- Yukarıda 3. madde a. fıkrasında (sahife 2) görüldüğü gibi, dinlenilen kamu
tanıklarından sekizinin beyanları, Osman Deniz’in suçlamaları ile ilgilidir.
a- Osman Deniz’in sorgusundan sonra söz alarak, onu cevaplandırmıştım. (Du.
Tu. Sh. 359-360) Bu beyanlarımda, gerçeği tanık beyanlarının ortaya
çıkaracağını da belirtmiştim.
b- Kamu tanıklarını dinlenilmesi evresi sonunda, Osman Deniz suçlamalarının ve
bunlara dayalı iddiaların aldığı hukuki durumu eleştiren çizelge (Ek-3) tedir. (Bir
büyük sahife)
1- Bu çizelgenin, (Ek-3) incelenmesinden kesinlikle anlaşılacağı üzere, Osman
Deniz’in beni tercim eden;
a- Emniyet ifadesi, sahife 7-12, 16-17, 20-23
b- Askeri Savcılık ifadesi, sahife 2, 4-8’de yer alan, 22 sahifelik ifadelerinde yer
alan beyanları, hiçbir tanık tarafından doğrulanmamıştır.
2- Halbuki benim beyanlarım, ilgili kamu tanıklarınca kelime kelime
doğrulanmaktadır.
c- Herne kadar, Yüksek Mahkeme, tahliye olunan sanıklar hakkında,
duruşmadan vareste kılınmalarına dair karar almışsa da, bu kişilerin hiç olmazsa,
kendileri ile ilgili tanıkların dinleneceği duruşmalarda, hazır bulunma gereğini
duymaları doğaldı.
Oysa, Osman Deniz, önemli suçlamalarda bulunduğu halde, tanıkların dinlenildiği
duruşmalarda bulunmamıştır. Bu nedenle diyalog imkanı hasıl olmamıştır. Böyle
bir durumda, sanığın arkasından söz edilmesi düşünülemez.
Kaldı ki, duruşma tutanaklarından ve dava dosyasından, her isteyen müdafii
yararlanmak olanağına sahip bulunmaktadır. O halde, her sanık veya müdafiinin
kendileriyle ilgili bir beyanı, her zaman için cevaplandırması da mümkündür.
6- Beyanları beni dolaylı olarak ilgilendiren tanıklar:
a- Nusret Altın’ın beyanları:
Hasan Yalçınkaya ve Numan Esin’in emniyet ifadelerinden kaynaklanan, 1970
senesindeki, 1. parti dinamit alışverişi iddiasının gerçekdışı olduğunu ortaya
koymuştur.
b- Refik Tokgöz’ün beyanları:
Selahattin Uzunismail’in Dosya Sıra No: 561/5-4’deki emniyet ifadesindeki
benimle ilgili beyanlarının, gerçekdışı olduğunu ortaya koyarak, diğer
suçlamalarının ve ifadesinin niteliği hakkında bir fikir vermekte yararlı olmuştur.
(Du. Tu. Sahife 510, satır 16-22)
c- Yalçın Varhan’ın beyanları:
Eğitim yaptırma konusunda, beni tercim eden, Dosya Sıra No: 176/17’deki
suçlamaların gerçekdışı olduğunu meydana çıkartmıştır.
d- Kamber Acarbay’ın beyanları:
Duruşma tutanağı sahife 204’de yer alan ve beni ilzam eden beyanların, gerçek
olmadığını ve bu nedenle de, özel bir amaçla, ismim etrafında şüphe yaratmaya
matuf bir düşünce ile söylenmiş olduğu ortaya çıkmıştır. (Du. Tu. Sahife 525,
satır 20-32)
e- Raif Ertem’in beyanları:
Dosya Sıra No: 176/12’deki, Raif Ertem’le ilgili beyanların, doğru olmadığını
meydana çıkartmıştır. Dolayısıyla, beni bütünü ile tercim eden, Dosya Sıra No:
176/1-26’daki Kontr-Gerilla İfadesi’nin niteliği bir daha anlaşılmıştır. (İlgi (c),
Bölüm III, Sahife 1-3’e bakınız.)
Sonuç
1- Kamu tanıkları dinlenilmesi evresinde, 28 tanık dinlenilmiştir. Sanık adedi 59
olduğuna göre, takriben iki sanığa bir tanık düşmüştür. Oysa, 28 tanıktan,
16’sının beyanları benimle ilgilidir. Tanıkların tümü, iddiaların gerçekdışı
olduğunu belirtmişlerdir ve benim bütün beyanlarımı kelimesine kadar
doğrulamışlardır.
2- Bu dilekçe ve ekleri ile (Bölüm V) Yüksek Mahkemeye daha önce sunduğum
İlgi (a), (b), (c) dosyalardan kesinlikle anlaşılacağı üzere, durumum tam anlamı
ile aydınlığa kavuşmuş ve üzerimde oynanan tertip, bütün iğrençliği ile sırıtmıştır.
3- Özellikle dinlenen 15 tanığın beyanları, gerek benim beyanlarımı doğrulaması
ve gerekse iddiaların gerçekdışı olduğunu göstermekle suçsuzluğumu
kanıtlamıştır.
4- İdari bir organ olan MİT’in talimatı ile, gayri kanuni yöntemlerle oluşturulmuş,
bir hazırlık tahkikatı sonucu tutuklandığımı gösteren belge dosyadadır. (Klasör: 2
Dizi: 314 ve 315) Buna karşılık, böyle bir iddiayı ispat edecek bir delilin dosyada
bulunmaması, Adalet ve Hukuk Devleti kavramları ile bağdaştırılamaz.
Durumu saygı ile bilgilerinize sunarım.
Talat Turhan
Ekler:
Ek-1 (3 büyük sahife)
Ek-2 (2 büyük sahife)
Ek-3 (1 büyük sahife)
Notlar:
1- Bu dilekçe, 6 Mayıs 1974 tarihli duruşmada mahkemeye verilmiştir.
2- Duruşma tutanağı Sahife No: 541’e bakınız.
Ek 51
Soruşturmanın Derinleştirme Talepleri
İstanbul, 11 Haziran 1974
İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı
3 Numaralı Askeri Mahkemesi,
İstemde Bulunan: M. Talat Turhan
Vekilleri:
Avukat Gülçin Çaylıgil
Avukat Ziya Nur Erün
Avukat Hidayet Ilgar
İstemin Konusu:
Soruşturmanın derinleştirilmesi taleplerimizi
kapsamaktadır.
Açıklama:
Müvekkilimiz, Emekli Kurmay Yarbay M. Talat Turhan, kamuoyunda ve basında
Bomba Davası diye bilinen bu davanın iddianamesinde; zamanın Kuvvet
Komutanlarından oluşan askeri cuntaya bağlı, bir üst örgütün üyesi ve İstanbul
bölgesi temsilcisi olarak, huzurunuzda bulunan sanıklar grubunu yöneten lider
kişi diye gösterilmektedir. O kadar ki, bütün hukuk kurallarını inkar eden hasta ve
fanatik bir mantığı yansıtan iddianamede müvekkilimiz; davada yer alan tanıdığı
ve tanımadığı diğer sanıkların bütün fiil ve eylemlerini ya doğrudan ya da dolaylı
olarak planlayan, icrasını emreden, sonucunu takip ve kontrol eden kimse, bir
halk deyimiyle “Her taşın altından çıkan kişi” olarak tanıtılmaktadır.
İddianamenin çelişik mantığı yukarıda özetlenen bu ana iddiada gizlidir. Nato’nun
en büyük Askeri Güçlerinden birinde komuta eden çok değerli ve yetenekli üç
Komutan, iddianamede 500.000 kişilik bir silahlı kuvvete 60 kişilik ihtiyat
hazırlayan bir tutum içinde gösterilmektedirler. Esasında, bu gerçek saptandıktan
sonra, soruşturmanın genişletilmesi için hiçbir istemde bulunmamak gerekir. Zira
bu hal, bir bakıma abesle iştigal sayılabilir. Ne var ki, geride bıraktığımız iki buçuk
yılı kapsayan bir hazin dönemde tarih, bir avuç sorumsuz sorumlunun 12 Mart’ta
muhtıra alan gerçek suçlular yerine ikame suçlu yaratma çabalarına tanık
olmuştur. Bu husus Türk Tarihi için bir nakise teşkil ettiği gibi, Devletimizin çok
haklı takip ve cezalandırma hak ve görevinin gereği olan tasarruflarının
meşruluğuna da gölge düşürecek netiliktedir. Bu nedenlerle, savunma makamı
olarak, bazı gerçekleri tarih huzurunda açıklığa kavuşturmayı görevimiz
saymaktayız.
İddianame, müvekkilimizi ve diğer sanıkları tercim eden gücünü, sanıkların
birbirleri hakkındaki itham ve atfı cürümlerinden aldığını, bunların maddi
vakıalara da intibak ettiğini açıklamaktadır. Kanımızca davanın çözümü
iddianamenin bu ifadesine bağlı bulunmaktadır. İddianame, sanıkların atfı
cürümlerinin maddi vakıalarla da dasteklendiği görüşündedir. Oysa ne okunan
belgeler, ne dinlenen kamu tanıkları ve ne de huzurda verilen sorgular, sanıkların
müvekkilimizin liderliğinde 146. maddenin ihlâline yönelik bir örgüt oluşturdukları
iddiasını desteklememiştir. Aksine, telâkki olunan tüm deliller, atfı cürümlerin ve
bundan esinlenen iddianamenin karşısında yer almıştır. Bunların hangisi doğru
olabilir sorusuna sayın mahkemeyi inandırıcı bir cevap bulabilmek ve atfı
cürümleri taşıyan güya emniyet ifadelerinin gerek şekil ve gerekse muhtevaları
bakımından hukuken geçerli belge olmak niteliğinden yoksun olduğunu
saptayabilmek amacıyla, bulunabilen ve düşünülebilen yüzlercesi arasından
seçilen birkaç örnek yönünde soruşturmanın derinleştirilmesini talep etmek
zorununda bulunmaktayız.
İstemlerimiz:
1- Dosya 2. Klasör, Dizi 314, 315, 316, 317, 318, 321, 322, 323, 324, 325 te
bulunan belgeler, müvekkilimizle beraber en az diğer beş sanığın İstanbul
Emniyet Müdürlüğünden başka bir yerde gözaltına alınıp, sorgulandıklarını
kesinlikle saptamış bulunmaktadır.
Gerçekten, müvekkilimiz Talat Turhan’da duruşma tutanağı sahife 19, satır 9 ve
devamında özetlenen 8 Haziran 1974 tarihli dilekçesi ile Erenköy’deki bir köşkte
gözaltında bulundurulduğunu, burada kendisine cebar ve işkence yapılarak,
işlemediği suç ve fiilere ait ifade tanzim ettirilip, imzalatıldığını beyan etmiş; bu
köşkün kapatıldığı 3. katına ait bir de taslak plan sunmuştur.
Eski İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Emekli Orgeneral Faik Türün’de Hürriyet
gazetesinin 8, 9, 13 Şubat 1974 tarihli nüshalarında yer alan beyanatlarıyla
müvekkilimizin iddialarını ve Erenköy’deki köşkü doğrulamış bulunmaktadır.
Ayrıca çok daha önemli bir husus olarak burada sorgulama yapanların,
müvekkilimize ait tutanağı imzalamış olan emniyet mensuplarından başka
şahıslar olduğu da sayın komutan beyanlarından anlaşılmaktadır.
İşkence, uygulayıcılar yönünden dava ile ilgili olmayan ayrı bir suç konusu olsa
bile, netileceleriyle görülen davaya ait bir kısım belge ve tutanakların
muhtevalarını etkilemişse; sadece bu yönden incelenmesi ve subutu halinde
bahsi geçen tutanaklara itibar edilmemesi gerekir. İşte müvekkilimizin bu
doğrultudaki iddialarının gerçekliğini saptamak amacıyla:
a- Erenköy’deki köşkte tatbikat yapılarak, bu köşk taksimatının müvekkilimizin 8
Haziran 1974 tarihli dilekçesini eki olan planla karşılaştırılmasını,
b- Müvekkilimizin İstanbul Emniyet Müdürlüğünden başka bir yerde gözaltında
tutulduğunu bilen Emekli Kurmay Albay Faruk Ateşdağlı’nın tanık olarak
dinlenmesini,
2- Müvekkilimizin işkence gördüğü yolundaki duruşma tutanağında yer alan
beyanlarına karşı, Sıkıyönetim Komutanlığının 11 Haziran 1973 gün ve Ad. Müş.
3810-105 Sayılı yazıları eki olarak mahkemeye gönderilen 20 Eylül 1972 tarihli
rapor suretinde vücudunda darp ve işkence arazına tesadüf edilmediği
belirtilmiştir. Askeri Savcı 12 Haziran 1973 günlü oturumda (tutanak sayfa 22) bu
raporun müveklimizin avukatlarının Komutanlığa yaptığı müracaat muktezası
olarak tanzim olunduğuna işaret etmiştir. Oysa müvekkilimiz, bu tarihte başka bir
rahatsızlık nedeniyle viziteye çıktığını, bahse konu amaçla muayene edilmediğini,
raporun sonradan vizite tarihine uydurularak ve bu tarihten faydalanılarak tanzim
edildiğini ileri sürmektedir. Müvekkilimiz bu yoldaki beyanlarının gerçeklik
derecesinin saptanması için:
a- Rapor aslının,
b- Tutuk Evi vizite defterinin,
c- Müvekkilimizin muayenesi için Sıkıyönetim Komutanlığından Tutuk Evi
Müdürlüğüne yazılan emrin ve emir gereğinin yerine getirildiğine dair Tutuk Evi
müdürlüğünden Sıkıyönetim Komutanlığına yazılan yazının, celplerini,
3- İddianamenin 7. sayfasının başında yer alan ve buraya da Fevzi Özkaya
ifadesinden aktarıldığı anlaşılan bir üst örgüt iddiası mevcuttur. Müvekkilimiz
bunu sorgusunda reddetmiştir. Müvekkilimizin beyanlarının gerçekliğini ya da
emniyet ifadelerinin gerçekle ilgisinin bulunmadığını tespit amacıyla, burada
isimleri geçenlerden:
a- Cemal Madanoğlu,
b- Osman Köksal,
c- Mucip Ataklı,
d- Ekrem Acuner’in tanık olarak dinlenilmelerini,
4- Fevzi Özkaya ifadesinde (176/8) ve iddianame (sayfa 32, satır 3 vd) 1969
yılında Yenikapı’da Maran Restoran’da ihtilali amaçlayan toplantılar yapıldığı
iddiası yer almış bulunmaktadır. Müvekkilimiz sorgusunda 22.5.1971 tarihinde
açıldığını, ayrıca Maran Restoran’ın altındaki yerde eskiden mevcut olan Yalıspor
kulübünün yalnız üyelerininin kabul edildiği bir yer oluşu nedeniyle buralarda
toplantı yapmanın mümkün olamayacağını ifade etmiştir. Bu durumun ilgili
yerlerden sorularak tespitini.
5- Müvekkilimizin Taksim soygunu ile ilişkisinin iddianamenin muhtelif
sayfalardaki anlatımı da farklılık arz etmekte ve birbiriyle çelişki halinde
bulunmaktadır.
İddianamenin 10. sayfasında son üç satırda müvekkilimizin soygun olayında,
İrfan Solmazer’in tahliyesinden, yani soygun olayından çok sonra; 11. ve 57.
sayfalarda ise soygundan önce haberdar olduğundan bahis edilmektedir. Gene
57. ve müteakip sayfalarda yer alan iddiaya nazaran soygun, 12 Mart
muhtırasının verilişinden sonra planlanmış ve 18 Mart-20 Mart 1971 tarihleri
arasında Ankara’da bulunduğunu zaman ve mekan ve şahıs tasrih ederek
açıklamış bulunuyor. Kendisinin bu açıklamalarını Fakih Özfakih, Orhan Kabibay
ve Celil Gürkan doğrulamışlardır. Sorgunun 70. sayfasında yer alan diğer günlere
ait iddialarının da gerçekliğini saptamak üzere:
a- Sadi Koçaş, 11 Mart 1971
b- Nihat erim, 18 Mart 1971
c- İlhami Sancar, 18 Mart 1971
d- Ali İhsan Göğüş18 Mart 1971
e- Kemal Satır’ın 18 Mart 1971 günlerinde beraber bulundukları konusunda tanık
olarak dinlenilmelerini,
6- İrfan Solmazer ile 1972 başlarında bir duruşma günü beraber olduğuna dair
iddiayı cerh eden beyanının doğruluğunu tesbit için:
a- 1972 yılı Şubat ayında hesabına çalıştığı Turan Turizm Şirketi adına devamlı
olarak Ankara’da Bulvar Palas otelinde kaldığının gerek bu otelden ve gerekse
Turan Turizm Şirketinden sorularak saptanılmasını,
b- İrfan Solmazer’in ise 20.12.1971-11.2.1972 tarihleri arasında tutuklu bulunup
bulunmadığını tespitini,
c- Diğer iddialara ilişkin olarak verdiği beyanlardaki gerçekliği ortaya çı-karmak
üzere 14 Ağustos 1971-14 Mart 1972 tarihleri arasında Turen Turizm Şirketinde
çalışıp çalışmadığının bahsi geçen şirketten sorulmasını,
7- İddianamenin 13. sayfa son paragrafında yer alan ve buraya Fevzi Özkaya
ifadesinden (176-13, 14, 15) aktarılan, 1971 yılı başlarında Fevzi Özkaya’nın
Hasan Yalçınkaya emrine verilmesiyle sonuçlanan bir toplantı iddiası
bulunmaktadır. Bu iddianın ne derece gerçek olduğunun belirlenmesi
maksadıyla, Hasan Yalçınkaya’nın Aralık 1970-Mart 1970 tarihleri arasında
nerede bulunduğunun Isparta’daki tümenden sorulmasını,
8- Fevzi Özkaya’nın 176/10 ifadesinde yer alan beyan gerçekdışıdır. Ayrıca
müvekkilimiz M. Talat Turhan bir Milli Birlik Komitesi üyesi ile müştereken
Hürriyet gazetesine yazı da yazmamış bulunmaktadır. Bu hususun tespiti için
ifade de adı geçen Hakkı Aykut’un tanık olarak dinlenmesini,
9- Rafet Kaplangı’nın Mahmut Dondurmacı ile Talat Turhan’a telefon bağı
kurmasında, Talat Turhan’ın faydalandığı telefonun sahibi bulunan Gül
Recepoğlu’nun tanık olarak dinlenilmesini,
10- Rafet Kaplangı sorgusunda, İrfan Solmazer’in tahliyesini temin için Talat
Turhan’ın gösterdiği doğrultuda ifade verdikten sonra, Talat Turhan’ın bir daha
kensini ziyaret etmediğini ileri sürmüştür. Bu beyan gerçekte bağdaşmamaktadır.
Bu iddianın aksı varittir. Bu maksatla Maltepe Askeri Ceza ve Tutuk Evi ziyaret
defterinin celp edilerek (17.8.1971-29.11.1971) tarihleri arasında Talat Turhan’a
ait ziyaretlerin saptanmasını,
11- Hasan Yalçınkaya’ya ait ek iddianamede, Talat Turhan’ın Memduh Eren’le
örgütsel amaçlar için tanıştırdığı iddiası yer almıştır. Gerçekte bu tanıştırma
müvekkilimizin sorgusunda belirttiği gibi Hasan Yalçınkaya’nın kardeşi Ali
Yalçınkaya’nın eşinin tedavisi için öngörülmüştür. Bu konuda Ali Yalçınkaya’nın
tanık olarak dinelenilmesini ve kendisinden tedavi müessesinin öğrenilerek
buradan eşine ait belge ve kayıtların istenmesini,
Bilvekâle saygı ile arz ve talep eyleriz.
Avukat Gülçin Çaylıgil,
Avukat Ziya Nur Erün,
Avukat Hidayet Ilgar
Notlar:
1- Bu dilekçe 11 Haziran 1974 günkü duruşmada mahkemeye verilmiştir.
2- Duruşma tutanağı Sahife 549’a bakınız.
Ek 52
Askeri Savcının Soruşturmanın Genişletilmesi için Mütalaasına Verilen
Yanıt
İstanbul, 19 Temmuz 1974
1. Ordu Komutanlığı Nezdinde
3 No.lu Askeri Mahkeme Başkanlığına,
Soruşturmanın genişletilmesi istemlerimiz hakkında Askeri Savcı mütalaasına
karşı diyeceklerimi 28 Haziran 1974 günkü duruşmada beyan ettiğim gibi yazılı
olarak takdim ediyorum.
1- Örgüt üst kademesinde Sayın Muhsin Batur ve Sayın Kemal Kayacan’ın dahil
bulunmadığı hususundaki Askeri Savcı beyanlarını (Du. Tu. Sh. 551) günün
politik ortamı içinde bir geriye dönüş olarak nitelemekteyiz.
a- Gerçekte yapılması tasarlanan provakasyonlar içinde bu kişiler de muhtemel
birer sanık adayı olarak gösterilmişlerdir.
b- Nitekim; Hasan Yalçınkaya ile ilgili ek iddianamenin 1. ve 2. sahifelerinde
Sayın Faruk Gürler’in ismi ile birlikte diğer “üst kademedeki komutanların cuntaya
mensubiyetleri” iddia adilmektedir.
Bu iddianamenin kaynaklandığı Hasan Yalçınkaya’nın Kontr-Gerilla ifadesinin 3-4
ve 5. sahiflerinde Sayın Muhsin Batur ve Sayın Kemal Kayacan cunta mensupları
olarak ismen belirttirilmişlerdir.
Ancak Sayın Savcı ek iddianamenin hazırlandığı dönemdeki politik konjüktür
içerisinde bu kişilerin isimlerini iddianameye münferiden aktarmayıp “üst
kademedeki komutanlar” deyimi ile iktifa etmiştir.
c- Savcının yukarda izah edilen nedenlerle, münferiden isim saymaması
soruşturmanın genişletilmesi ile ilgili taleplerimize karşı verdiği mütalaasında,
taleplerimizin reddini isterken öne sürdüğü Faruk Gürler’den başka bir ismin
dosyada yer almadığını mütalaasına mesnet yapmak isteyişi savcılık makamının
başından beri göstermiş olduğu çelişkilerin tipik bir örneğidir.
d- Kaldı ki; bu konudaki ayrıntılı eleştirimizi 5 Nisan 1974 tarihli dosyamızın 1235. sahifelerinde ayrınlıları ile yapmış bulunuyoruz.
2- a- Sayın Askeri Savcı mütalaasında yeni iddilara serdetmek gereğini
duymuştur. O da mealen “Bomba davası örgütü ile Madanoğlu davası
sanıklarının aynı örgütün uzantıları” olduklarıdır. (Du. Tu. Sh. 554)
b- Oysa yakın tarih sahnesinde adı geçen kişilerle benim bir zamanlar dahil
olduğum “Silahlı Kuvvetler Birliği” arasındaki sürtüşmeler bugünden birçok anı
kitaplarına yansımış bulunmaktadır. Savcının bunları okumadan yeni iddialar
serdetmesini kendi açısında talihsizlik sayıyoruz.
c- Politik niteliği ağır basan ve çeşitli art niyetleri bünyesinde taşıyan her iki
davada da iddia makamını işgal eden kişinin, tam bizim mukabil delillerimizi
huzura getireceğimiz bir dönemde bu iddiayı ortaya atması, bizim yasalardan
doğan haklarımızı kullanmamızı engellemek amacına yöneliktir.
d- Eğer her iki dava arasında iddia edildiği gibi şahıs ve fiil birliği varsa, davalar
arasında irtibat mevcuttur. Her iki dosyayı da görevi gereği bilmek zorunda olan
Sayın Savcının daha önce davaların birleştirilmesi talebinde bulunması
gerekmez miydi?
e- Gerçekte davalar arasında irtibat provokasyon karargahı olan Kontr-Gerilla’da
kurulmak istenmiştir. Bu konudaki görüşlerimizi 5 Nisan 1974 tarihinde Yüksek
Mahkemenize sunduğum dosya (Bölüm III, Ek-9) da belirtmiş bulunuyoruz.
Bugün Askeri Savcının bizim görüşümüzü desteklemesini de kendi adına
talihsizlik sayıyoruz.
3- a- Fevzi Özkaya’nın Kontr-Gerilla ifadesinde; benim patlama işleri için
kendisini Hasan Yalçınkaya’nın emrine verdiğime dair bir atfı cürüm vardır. Bu
ifadenin tarihi Mayıs 1972 dir.
Bir sene bu atfı cürüm nazarı itibara alınmamış ve Hasan Yalçınkaya gö-zaltına
alınmamıştır.
b- Fakat 6 Mayıs 1973 tarihli Tercüman gazetesinin 1. ve 7. sahifelerinde bir
haberin yer aldığını görüyoruz.
“Dinamit temini
Askeri Savcı patlamalarda kullanılan dinamitin çoğunluğunun sonradan emekliye
ayrılan Levazım Albay Hasan Yalçınkaya tarafından örgüte temin edildiğini de
bilirtmiştir.”
c- Oysa böyle bir iddia Askeri Savcı tarafından serdedilmiş değildir.
Fakat 18 Mayıs 1973 tarihli Hasan Yalçınkaya’nın Kontr-Gerilla ifadesinde böyle
bir suçun yaratılmış olduğunu görüyoruz.
d- Herhalde adalet tarihi yazarları Askeri Savcı Tercüman gazetesi-Kontr-Gerilla
triosunun irtibatını ortaya koyarken bu somut örneğe de yer vereceklerdir.
e- Uydurulan bu dinamit senaryosu Hasan Yalçınkaya’dan-Numan Esin’e
aktarılmış ve ben devreye dahil edilmişimdir.
f- Bu konuda Yüksek Mahkemeye sunduğum 6 Aralık 1973 tarihli dilekçemde
gerekli açıklamayı yapmış bulunuyorum.
g- Sayın Savcı iddiasını ispat için maddi delillerden yoksundur. Kamu tanıklarının
beyanlarına itibar etmediğini duruşmalarda pek çok defa ifade etmiştir.
Halbuki bu beyanların değerini takdir mahkemeye aittir. Kaldı ki Sayın Savcı
mesnetsiz birtakım iddialarda bulunduktan sonra, bunları cerh edici mahiyetteki
delillerimizin mahkeme önüne getirilmesine tahammül edememektedir.
h- Bilfarz sahnelenen ikinci dinamit alışverişi esnasında ben Kontr-Gerilla
örgütünde gözaltındaydım. Bunun aksini kim, ne şekilde iddia edebilir?
i- Ceza yargılamasında iddia ve müdafaa birbirini tamamlayan bir bütündür.
Müdafaamızın dayanağını teşkil edecek olan delilerimizin gereksiz ve fuzulu
addedilmesi adeta karara gidilirken sadece iddia ile bağlı kalınması gibi tasvip
edilemiyecek bir hukuki hendikaptır.
4- Rapor Sahteliği:
a- 6 Mayıs 1974 günkü duruşmada bu konudaki istem ve iddialarımı içeren bir
dilekçeyi Yüksek Mahkemenize sunmak istedim. Daha sonra verilmesini uygun
gördünüz. Mahkemenizi işgal etmemek için 11 Haziran 1974 tarihli Sayın
müdafilerimin bu konudaki soruşturmanın genişletilmesi talepleri ile yetinmeyi
düşünmüştüm.
b- Savcılık mütalaasında, bize tutarsız gelen görüşleri dinledikten sonra,
mahkemenizin bu konudaki kararına rağmen bu dilekçemi tarihi bir belge olarak
ekte sunmak gereğini duydum. (Ek-1)
c- Bu konudaki ısrarımın nedeni; idarenin hakkımdaki subjektif menfi niyetinin
saptanması yanında, yeteneksiz, bilgisiz, zavallı kişilerin ellerine bir yetki
geçirdiklerinde, hiyerarşinin verdiği gücü de azamî ölçüde istismar ederek,
görevlerini kanun çerçevesi içinde yapan örgüt ve kişileri kendi emellerine
kolayca hizmet ettirebildiklerinin saptanması ve bunun sonucunda bir düzenin
icraatının sergilenmesi ve belgelenmesidir.
d- Çünkü şahsıma karşı oyunlarını sahte rapor düzenleyerek de devam ettirenler,
aynı zamanda idarenin her katını Gizli Örgütleri olan Kontr-Gerilla’yı kullanarak
bu davayı şahsım üzerine monte eden kişilerdir.
5- Taksim Soygunu Olayı:
a- Duruşma tutanakları sahife 555’te Askeri Savcı eski iddialarını unutur
görünerek yeni iddialar ortaya atmışıtr. Onu da cerh edecek en uygun kaynak
iddianame olsa gerektir.
b- İddianame sahife 9’da yer alan bu konuya ilişkin iddia, aynı sahifede yer alan
bir başka iddia ile kendiğinden kakzedilmiştir. (Sahife 9 sondan 5. satıra bakınız)
c- Yargılamanın bugüne kadarki safhasında da iddiayı doğrulayacak KontrGerillaa ifadesi dışında yeni bir kanıt getirilmiş değildir.
d- İddianamenin buna ait bölümünde (Sahife 14) diğer bölümlerle çelişmeye
düşülmemesi için sadece 12 Mart toplantısında A. Çakmak- R. Kaplancı- F.
Özkaya tanıştırılmasından söz edilmiştir. Buna karşılık iddianame sahife 33, 34,
57 de “12 Mart’tan hemen sonra,” Sahife 63’te ise “1971 yılı son aylarında”
denilmektedir.
Bütün bu iddiların tek kaynağı dosya 176/16-18’deki ifadedir.
e- İddianamenin bana ait bölümünde meşkuk geçilen bu konu, Sahife 33, 34, 57
ve 63’te benim evimde yapıldığı iddia edilen 12 Mart toplantısı ile Taksim
Soygunu olayına bağlanmıştır.
Savcının Du. Tu. Sh. 555’teki beyanları ile iddianame çelişmektedir.
f- Askeri Savcının Du. Tu. Sh. 555’teki yarım kartla ilgili beyanları, iddianame
sahife 11 ve 12’deki iddialarla çelişmektedir. Ve şunu da ifade edeyim ki, bu
konudaki yeni beyanlar lehimdedir. Buna rağmen eleştiriyorum.
g- Yarım kart iddiası, 84 sanıklı davanın kararına aykırıdır. Bunun yanında bu
konudaki Yargıtay kararı ile de Askeri Savcı çelişkiye düşmektedir. İddianame
Sahife 11’de yarım kartı Kaplangı’dan alıp Solmazer’e intikal ettirdiğim iddia
edildiğine ve kartı aldığım ve verdiğim iddia edilen kişiler beraat ettiğine göre
bana bu konuda suç izafe etmek ceza hukukundaki illiyet prensibinden
vazgeçmek olacaktır.
h- Bu konuda Du. Tu. Sh. 66, 73’te ve 5 Nisan 1974 tarihinde mahkemeye
sunduğum dosyanın (Bölüm III) 84-92 ve 107-113. Sahifelerinde ve Ek-7’de
ayrıntılı açıklamalara yer verilmiştir.
Sonuç:
Yargılamanın bugüne kadarki seyri boyunca konunun aydınlığa kavuşturulması
için müteaddit dilekçeler vermiş bulunuyorum. Özellikle 5 Şubat 1974 tarihli 169
Sahifelik dosya (Bölüm I ve II), 5 Nisan 1974 tarihli 213 Sahifelik dosya (Bölüm
III) ve 6 Mayıs 1974 tarihli 11 Sahifelik dosya (Bölüm V) da soruşturmanın
genişletilmesi talebinde bulunurken ayrıntılı açıklamalar yapmak gereğini
duymamın nedeni, Askeri Savcıya, Çizmeci’in hatalarının miraşçısı olmamak
olanağını bahşetmekti. Fakat mütalaasından açıkça anlaşıldığı üzere bunları
okumamıştır. Eğer okumuş olsaydı oradaki beyanlarıma mütalaasında yer verirdi.
Bundan çıkarılacak tek sonuç onun da Çizmeci’niin hatalı tutumunda ısrar
etmekte kararlı olduğudur.
Umut ederiz ki, Esas hakkındaki mütalaasında önerilerimizi değerlendirirken
reddi mirasta bulunur ve bir hukukçuya yakışacak şekilde davranır.
Saygılarımla.
M. Talat Turhan
Notlar:
1- Bu dilekçe, 18 Temmuz 1974 günkü duruşmada, mahkemeye verilmiştir.
2- Duruşma Tutanağı Sahife 562-563’e bakınız.
Ek 53
Duruşmadaki Beyanlarımın Doğruluğunu Saptayan Belgeler Hakkında
İstanbul, 5 Eylül 1974
1. Ordu Komutanlığı
3 No.lu Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi Başkanlığına,
Sanık: M. Talat Turhan
Konusu:
Duruşmadaki beyanlarımın doğruluğunu saptayan belgeler
hakkındadır.
Konunun incelenmesi:
1. Memduh Eren’le ilişki:
a- Askeri Savcı, Memduh Eren’le ilişkime örgütsel nitelik kazandırmak için özel
bir çaba harcamıştır.
b- Oysa, (Du. Tu. Sh. 33)’teki benim beyanlarım ve benden sonra sorgusu
yapılan Memduh Eren (Du. Tu. Sh. 95) ve Nuri Yazıcı (Du. Tu. Sh. 203)’nın beni
teyit ettikleri beyanlarında da açıkça görüleceği gibi, Memduh Eren’le tanışmam,
hasta olan yengemi tedavi amacıyla kendisine götürmem nedeniyle olmuştur.
c- Benim ve dolayısıyla Memduh Eren ve Nuri Yazıcı’nın bu konuya ilişkin
beyanlarının doğruluğunu saptamak için, 3.2.1968 tarihli Memduh Eren’e ait
reçeteyi (Ek-1)’de ve tedavinin devamını kanıtlayan 26.2.1968 ve 6.4.1968 tarihli
reçeteleri (Ek-2) ve (Ek-3)’te sunuyorum.
d- Reçetede adı geçen Zehra Şerifoğlu, Amcam Şevket Şerifoğlu’nun eşi olup,
(Üsküdar, Fıstıkağacı, Devrim Apartmanının 17 No.lu dairesinde) ikamet
etmektedir. Yüksek Mahkemeniz, bu kişinin yengem olduğunu tevsike gerek
görürse, gayet tabii olarak gereğine tevessüh eder.
2- Nuri Yazıcı’yla ilişki:
a- Askeri Savcı, Nuri Yazıcı ile olan ilişkime de örgütsel bir nitelik vermek
çabasına düşmüştür.
b- Oysa, (Du. Tu. Sh. 39 ve 74)’te yer alan benim beyanlarım ve benden sonra
sorguları yapılan Memduh Eren (Du. Tu. Sh. 98) ve Nuri Yazıcı (Du. Tu. Sh. 203
ve 204’teki beni teyit eden beyanlarında da açıkça görüleceği gibi, Nuri Yazıcı ile
olan ilişkim, bir akrabamın bir davası nedeniyle avukat tutulmasına yardımcı
olmam nedeniyle başlamış ve bu davaya müstağni kalması nedeniyle de esasen
sınırlı olan ilişkimiz. Bir daha düzelmemek üzere bozulmuştur.
Nuri Yazıcı, daha hücredeyken vermiş olduğu bir dilekçede (Dosya sıra No. 450)
bu hususu itiraf etmektedir.
c- Bu hususu tevsik etmek için, 16 Haziran 1973 tarihinde, mahkemeye bir
dilekçe vermek istedim. Yüksek Mahkemenizce dilekçem o tarihte alınmayarak,
duruşmanın bu evresinde vermem önerisinde bulunuldu. Bu öneriye dayanarak
adı geçen dilekçemin bir suretini ve bu surete ekli olan Esat Efendigil’in tarafıma
verdiği Genel Vekaletnameyi (Ek-4)’te sunuyorum.
d- Nuri Yazıcı’ya davasının verilmesine aracı olduğum akrabam, dayımın oğlu
olup, (Elazığ, İstasyon Caddesi No: 50’de) ikamet etmekte ve (Elazığ, Yakup
Şevki Caddesi No:5/C de) otomobil parçası ticareti yapmakta olan Esat
Efendigil’dir.
e- Nuri Yazıcı ile aramdaki ihtilaf, Atamer Erol’un emniyet ve Askeri Savcılık
ifadelerinde de görülmektedir.
Bundan başka (Ek-4)’teki dilekçemde görüldüğü üzere, dava sahibi Esat
Efendigil ve o tarihte Üsküdar Savcı Muavini olan sayın Tevfik Barut, Yüksek
Mahkemeniz gerek görürse bu kişileri de dinleyebilir. (Sayın Tevfik Barut, halen
Sandıklı Cumhuriyet Savcısıdır.)
f- Normal beşeri ilişkiler içerisinde ve ücreti vekaletini peşinen takdir hudutları
içerisinde, normal rayiçten daha fazla alan, buna rağmen kendisine verilen
davayla asla ilgilenmeyen bir kişiyle, örgütsel ilişki içinde gösterilmem,
iddianameyi oluşturan sakat bir mantığın tipik bir örneği olarak görülmektedir.
3- Turhan Önalan’la ilişki:
a- Askeri Savcı, Turhan Önalan’la olan sınırlı ilişkime de kendine özgü yöntemi
içinde özel manalar vermekte yarar görmüştür.
b- Oysa, Turhan Önalan’ın Dosya Sıra No: 52/7 Paragraf 5’teki emniyet
i-fa----desinde ve benim Dosya Sıra No: 384 Paragraf 6’daki askeri savcılık
ifa-dem-de açıkça görüleceği gibi, Turhan Önalan’la tanışmam kızım Feza
Turhan’a ders vermesi için kendisini öğretmen olarak tutmam nedeniyle
ol-muştur.
c- Bu hususu sorgumda (Du. Tu. Sh. 41 ve 79) da ayrıntılarıyla açıklamış
bulunuyorum. İfadelerimizin bu konuda birbirine uyması yanında, sorgudaki
beyanlarım da Turhan Önalan’ın (Du. Tu. Sh. 226 ve 234) teki beyanlarıyla
teyiden doğrulanmaktadır.
d- Turhan Önalan’la ilişkimin iddia paralelinde olduğuna dair hiçbir sanığın veya
tanığın emniyet ve Askeri Savcılık ifadelerinde ve sorgularında herhangi bir
beyana rastlamamaktayız.
e- Turhan Önalan’la müştereken Kuzguncuk’ta ikamet etmekteyiz. Evlerimiz
birbirine çok yakın olduğundan, kendisini kızım Feza Turhan’a ders vermek
amacıyla o tarihte öğretmen olarak tutmuş bulunuyordum. Kızım Feza Tur-han
Ek-5’te fotokopisini sunduğum karnesinde görüleceği üzere, 1971-1972 ders
yılında ve Şubat 1972 ayı sonunda verilen birinci kanaat notunu belirleyen
karnesinde Matematik’ten 4 ve Fen Bilgisinden 4 olmak üzere kırık notlar almıştı.
Bu nedenle kendisine öğretmen tutmak gereğini duymuştuk.
f- Bu karnenin alındığı tarihe kadar, kızım Feza Turhan’ın hiçbir dersten kırık not
aldığını hatırlamıyorum. İlk defa olarak kırık not getirdiği için bu gerek
duyulmuştur. Sorgumda da belirttiğim gibi, Turhan Önalan’ın bu amaçla
öğretmen olarak tutulduğu tarih Mart 1972 dir. Esasen kendisiyle tanışmamız da
bu tarihe rastlamış ve öğretmenlik ilişkisi bir iki kereye münhasır kalmıştır.
Bilindiği gibi Turhan Önalan, Mayıs 1972 başında tutuklanmıştır. Böylece,
tanışmadan tutuklanmaya kadar geçen çok kısa bir dönem içinde, yaş ve sosyal
durumları birbirinden çok farklı iki kişi arasındaki beşeri ilişkiden örgütsel mana
çıkartabilmek için, ya bir tertibin maşası olmak, ya da Nevzat Çizmeci mantığına
sabip olmak gerekir.
4- Mahmut Dondurmacı ile ilişki:
a- Askeri Savcının beşeri ilişkilerden örgütsel ilişkiler çıkartmak yöntemi içinde
benimle ilişkili gösterdiği bir kişi de Mahmut Dondurmacı’dır.
b- Bu kişi ile olan ilişkimi (Du. Tu. Sh. 42) de belirtmiş bulunuyorum. Benden
sonra sorgu veren Mahmut Dondurmacı da, kendisiyle olan beşeri ilişkimin
mahiyetini benim beyanlarım doğrultusunda açıklamıştır. (Du. Tu. Sh. 390)
c- Sorgumda da belirttiğim üzere, Mahmut Dondurmacı ile ilişkim, Birinci Ordu
Saymanlığından, kızım Feza Turhan’ın Ortodonti tedavisi nedeniyle namıma
tahakkuk eden paraların alınması için mutemet tayin etmem nedeniyle devam
etmiştir. Çünkü: Kızım Feza Turhan’ın bu tedavisi senelerce sürmüş ve
dolayısıyla Mahmut Dondurmacı’nın mutemetliği de bu süre içinde devam
etmiştir.
d- Bu hususa ait belgeler Ek-6’da ve 8 belge halinde ilişikte sunulmuştur.
e- Bu belgelerin bazıları asılları olup, bir kısmı da tasdiksiz suretler halindedir.
Mahkemeniz gerek görürse, belgelerin asıllarını celbederek, beyanlarımızın
doğruluğunu saptayabilir.
f- Eğer iddia edildiği gibi, Mahmut Doğramacı ile örgütsel ilişki içinde
bulunsaydım, onu mutemet tayin etmemin ve bu suretle ilişki içinde bulunduğmun
belgelenmesini akıllı dahi izah mümkün olmazdı. Kaldı ki Ceza Hukukunda
örgütsel ilişkiler bilimsel bir açıklığa kavuşmuş bulunmaktadır. İki kişinin işkence
altında birbirlerine atmak zorunda kaldıkları atfı cürümlerden örgütsel ilişki anlamı
çıkaran Askeri Savcı Nevzat Çizemeci’nin mesleki yetenekleri hakkında ciddi
şüpheler taşımaktayız. Bu yeteneksizliği tespitle görevli mercilerin onu görevlere
atamış olduklarını görmekle de ibret, hayret ve dehşetle ürperiyoruz.
5- Osman Deniz’le ilişki:
a- Osman Deniz ifadeleri ve sorgusunun, ne ölçüde gerçeği yansıttığını, 6 Mayıs
1974 tarihinde mahkemeye sunduğum dosyada (Bölüm V, Ek-3) 8 sanık ve 3
tanık beyanına dayanarak eleştirmiş bulunuyorum. (Osman Deniz atfıf
cürümlerinin bu 11 kişi dışında benimli ilgili tanık ve sanığı da yoktur.)
b- Bu kişinin sorgusu ile teyit edilen, emniyet ve Askeri Savcılık ifadelerinde, 12
Mart’tan hemen sonra, çalıştığım iş yerine geldiğini ve 12 Mart’a ilişkin olaylar
hakkında, Hürriyet gazetesinde çıkan yazı üzerine kendisiyle tar-tış-tığımızı ve bu
tartışma sonucunda, benim olayları çok yakından bilmem ne-deniyle, olayların
içinde olduğum kanaatına vardığına dair (mealen) bir atfı cürmü bulunmaktadır.
Gerçekte ipe kadar giden hukuki bir deneyden geçen bir kişinin, kanaat
serdederek bir kişiyi suçlayamayacağını bilmesi gerekirdi. Fa-kat o, art hesapları
içerisinde, Askeri Savcılık ifadesinin sonunda, kendisine muhbirlik sıfatını dahi
yakıştıracak bir seviyeye düşmüş bulunmaktadır. Muh-birlik dışında hukuk
literatüründe bir de müfterilik sıfatı vardır. Kişilerin bu sıfatını da tarih önünde
saptamak Yüksek Mahkemenize düşen bir görevdir.
c- Osman Deniz’in sorgusunu, duruşmanın ileri safhalarını beklediğim için,
başlangıçta kısaca cevaplandırdım. (Du. Tu. Sh. 360) Duruşmanın ilerdeki
safhaları, gerçekte tamamen beni doğrular şekilde ve maalesef onu yalanlar
tarzda bir gelişme gösterdi. (6 Mayıs 1974 tarihli dosyanın Ek-3’üne bakınız.)
d- Osman Deniz sorgusuna karşı beyanlarıma karşılık vermemiştir. Yalnız (Du.
Tu. Sh. 362)’de yer alan ve kendisini Yüksek Mahkemeye karşı angaje eden
aşağıdaki beyanlarına rastgelmekteyiz: “Esasen kısa sorgumda bu konularda
tensibinize
sunacağım
tevzii
tahkikat
taleplerimiz
de
olacağını
arzetmiştim.”demekle yetinmiştir.
e- Bilindiği üzere, mahkemeniz tevsii tahkikat için gerekli mehilivermiştir. Bu
mehil içinde, ne Osman Deniz’in, ne de müdafiinin bu konuda herhangi bir
talepleri olmamıştır.
f- Aksine, onun angaje olmasına rağmen, ben, Osman Deniz’le olan ilişkilerimin,
daha da aydınlığa kavuşmasını sağlamak amacıyla birtakım taleplerde
bulundum.
g- (1) Yukarda da belirttiğim gibi, Osman Deniz sorgusuyla da teyet ettiği emniyet
ve Askeri Savcılık ifadelerinde, 12 Mart’tan sonra çalıştığım işlerine gelerek, 12
Mart’a ilişkin olayları Hürriyet gazetesi neşriyatı üzerine görüştüğümüzden söz
etmektedir.
(2) Yüksek Mahkeme, tevsii tahkikat talepleri hakkında aldığı bir karar göre de
benim işe başladığım tarihi saptayacaktır. Bu tarih, 12 Mart’tan tam beş ay
sonradır. Gene, Osman Deniz’in beyanlarına göre bu konuda konuşmak üzere
işyerime işe başladıktan iki ay sonra geldiğinden sözedilmektedir. 17 Mart 1971
tarihli Hürriyet gazetesinde çıkan ve 1. ve 9. sayfalarda yer alan (olayların
hikayesi) adlı ve Yılmaz çetiner tarafından yazılmış olaylar üzerine
konuşulduğundan söz edildiğine göre, aradan 6-7 aylık bir süre geçmiş
olmaktadır. 6-7 ay sonra aktüalitesini sürdüren bir gazete haberinin
bulunacağından söz etmek gerçekle bağdaşmaz. Adı geçen Hürriyet gazetesi
(Ek-7)’de sunuyorum.
(3) Bu açık belge ve gerçek karşısında Osman Deniz’in iki şıktan birini tercih
durumunda kalmış olmaktadır. Ya hafızası kendisini aldatmakta, ya da bilerek
kasıtlı beyanda bulunmaktadır.
6- Toplantılar iddiaları ile ilgili belgeler:
a- İçişleri Bakanı Faruk Sükan’a yazılan mektup:
(1) Sorgumda (Du. Tu. Sh. 50, 54, 55 ve 82)’de belirttiğim üzere, özellikle emekli
edildikten sonra evim ve kendim devamlı olarak emniyet kuvvetleri tarafından
kontral altında tutulmuştur.
(2) Büyük sahtekârların, uluslararası şebekeler halinde iktidarlarını
Mafia’laştırarak, kendilerine ve çevrelerine çıkarlar sağladığı bir dönemde,
yurtseverlerin izlenmesinden daha doğal bir şey olamaz. Fakat, bu izleme bir
dönem geldi ilkel, bayağı bir şekle dönüştü ki, durumu zamanın İçişleri Bakanı
Faruk Sükan’a 14 Eylül 1966’da bir mektupla bildirmek ve bu iğrenç takibin
önlenmesi ricasında bulunmak zorunluluğunu duydum. (Adı geçen mektup ile bu
mektubun merciine gittiğine dair belgelerin fotokopilerini Ek-8’de sunuyorum.)
(3) Bu belgeden anlaşılacağı üzere, en azından 1966’dan bu yana ısrarla
izlendiğini bilen bir kişi olarak, evimde örgütsel amaçlarla toplantı yapmam
düşünülemez. Bunun içindir ki bu tip iddialarda bulunanları da ancak gaflet içinde
bulunmakla nitelemekteyiz.
b- 1968-1969 senelerindeki toplantı iddiaları:
(1) Bu dönemde, Fıstıkağacı’ndaki evimde bir kısım Havacı Subaylarla
toplandığım ve Maran Restoran’da, Nuri Yazıcı’nın evinde birtakım kişilerle
toplandığımıza dair iddialara yer verilmiştir.
(2) Dosya sıra numarası 176/1-26’daki ifadeden kaynaklanan bu iddiaların
sanıkların dahi emniyet ifadelerinde karşılığı bulunmadığı ve hiçbir maddi kanıta
dayanmadığına dair ayrıntılı eleştirimizi 5 Nisan 1974 tarihinde mahkemeye
sunduğum dosyanın (Bölüm III) sayfa 7-12 ve (Ek-1, 2, 3)’ünde mahkemeye
sunmuştuk.
(3) Arzettiğim bu eleştiriler karşısında dahi iddialar gülünçleşmekte ve bu iddiaları
serdeden kişi güç bir duruma düşmüş olmasına rağmen, gerçeğe olan
saygımızdan ve Türkiye’de bir kısım sahtekârların yeniden tertip düzenlemesini
önlemeye yararlı olur umuduyla, bu konuda da belge sunmayı uygun mütalaa
ettim.
(4) Oyla, (Ek-9)’da sunduğum evimin tamir ruhsatı ve (Ek-10)’daki tapu
senedindeki kayıtlardan açıkça anlaşılacağı gibi; 25/7/1968 tarihinden, 1 Mayıs
1969 tarihine kadar evimin inşaatını fiilen yaptırmış bulunmaktayım. (Ek-9’daki
belgede adı geçen Reşide Turhan annemdir.)
(5) Bu dönemde, bütün gün hiçbir yere ayrılmaksızın inşaat yaptırdığıma dair
sayısız
tanıklar
göstereceğim
hususundaki
sorgumdaki
beyanlarım
mahkemenizce gerekli görülmediğinden tanıkların celbi için bir karar
alınmamıştır. Bunun yanında gene gerek görülürse bu dönemde Üsküdar,
Fıstıkağacı, Devrim Apartmanı Daire 17’de oturduğumu da Kuzguncuk ve
Fıstıkağacı muhtarlıklarından saptamak mümkündür.
(6) Arzettiğim belgeler incelendiğinde ve gerek görülen bu konuya ilişkin tespitler
yapıldığında, bu kadar yoğun bir çaba içinde olan bir kişinin, ilişkileri çok sınırlı
olan başka kişilerle örgütsel çalışmalar içersinde bulunamayacağı açıkça
anlaşılabilir.
(7) Esasen bu tertibi hazırlayanlar ve bu tertibe dayanarak iddianame
düzenlemeye cür’et eden kişiler ve bunların akıl hocaları, Türkiye’deki politik
ortamın kendi iğrenç niyetleri doğrultusunda gelişmediğini gördüklerinde bir
yandan meydanı boş bırakmayı kendi çıkarları açısından yeğlerken, bir yandan
da çekildikleri inlerinde susmak yolunu seçmişlerdir.
7- Rafet Kaplangı’nın davası ile ilgilenme:
a- Bu konuda sorgum esnasında Yüksek Mahkemenin bir sorusuna muhatap
olmuş ve bu soruyu aşağıdaki şekilde cevaplandırmıştım. (Du. Tu. Sh. 79)
“Soruldu: Rafet Kaplangı tutuklandıktan sonra aynı tutuklu koğuşunda beraber
kaldığı bir kişinin tavsiyesi ile Kemal Kumkumoğlu isimli kimseyi vekil tutmak
istedi. Delalet ettim, kabul etti. Daha sonra iki taraf ücret meselesinde
anlaşamadılar ve Rafet Kaplangı başka bir avukat bulmamı istedir. Ben de bunun
üzerine 1970 yılında Memduh Eren delaletiyle tanımış olduğum Salim Yavuz’u
kendisine tavsiye ettim ve vekaletini aldı” dedi.
“Soruldu: Rafet Kaplangı’nın durumuyla işin başından beri ilgiliydim kendisi bana
devamlı olarak davasıyla ilgilenmemi bir yönden avukatının ciddiyetle davayı
takibetmesini sağlamamı isterdi. Bu cümleden olarak işin başında Kemal
Kumkumoğlu’nun avukatlığı sırasında dahi iddianame üzerinde çalışmalarım
olmuştur. Son safhada da yine bu maksatla Salim Yavuz’un yazıhanesinde
birkaç gün dava konusu üzerinde çalışmalarım olmuştur” dedi.
b- Yukardaki beyanlarıma karşı Rafet Kaplangı’nın adı geçen diğer kişlerin
mukabil ve beni nakseden herhangi bir beyanları olmamıştır.
c- Bu beyanlarımın doğruluğunu saptamak için, 84 sanıklı dava ile ilgilenmemi
kanıtlayan, Avukat Sayın Kemal Kumkumoğlu’ndan aldığım el yazımla yazılmış
ve 84 sanıklı dava iddianamesi üzerindeki çalışmalarımı içeren belgeleri (Ek11)’de sunuyorum.
d- Sorgumda da belirtildiği gibi bu çalışma Rafet Kaplangı’nın arzusu üzerine ve
avukatlarının dava ile yakından ilgilenmelerini sağlamak için bir arkadaşlık görevi
olarak yapılmıştır.
8- Yüksek Mahkemenize sunduğum (Ek-1 ve Ek-11)’deki belgeler dışında,
özellikle fikri yapımı keyfi, indi ve ilkel eleştirilere tabii tutarak ve bilimsel veriler
dışında iddialar serdeden, Nevzat Çizmeci’yi cevaplandırmak için bir kısım
belgeleri ayrıca sunacağım.
Haddizatında Türk Silahlı Kuvvetlerinin safları arasında önemli görevler ifa etmiş
ve devletin bütün sırlarına vakıf olmaya layık görülmüş bir kişiyi, bu derece çirkin
olarak suçlayabilmek bildiğimiz hiçbir insani değer normlarıyla bağdaştırılamaz.
Bir tertibe alet olarak beni sanık yapanlar, şerefli askerlik hayatımın bütün
evrelerini sicil dosyamı celbederek görebilirlerdi. Fikri niteliğim hakkında, bu
dosyadan daha emin bir kaynağın varlığını iddia etmek, bana çok onurlu sicil
veren değerli komatanlara da bir anlamda hakaret anlamını taşır.
Saygılarımla.
M. Talat Turhan
Notlar:
1- Bu dilekçe bir dosya halinde, 5 Eylül 1974 günkü duruşmada mahkemeye
verilmiştir.
2- Duruşma tutanağı Sahife 570, st. 5-7’de kayıtlıdır.
3- Ekli belgeler, dilekçelerin suretlerini içeren “Dilekçeler Dosyası”ndadır.
Ek 54
Duruşma Tutanağı Düzeltme İstemi
İstanbul, 5 Kasım 1974
1. Ordu Komutanlığı
3 No.lu Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi Başkanlığına,
Sanık:
M. Talat Turhan
Konusu:
15 Ekim 1974 tarihli duruşma tutanakları ile ilgili olarak
“Duruşma Tutanağı” düzeltilmesi istemini kapsamaktadır.
Konunun açıklanması:
1- Duruşma tutanağı Sahife 575, satır 41’de “Ve köprünün” diye başlayan
cümlenin 44. satıra kadar olan bülümünün aşağıdaki şekilde ve duruşmadaki
beyanlarım doğrultusunda düzeltilmesini talep ediyorum.
a- (… ve köprü “ayaklarının 1972 Şubatında inşaatına başlanmış olması da
nazarı dikkate alındığında, 1970 ve 1971 seneleri içine” olmayan bir şeyin tahribi
için nasıl toplantı yapılabiliyor.)
b- Ve bu cümleden sonra, Du. Tu. Sh. 575, Satır 43’e beyanlarımın doğru tesbiti
açısından aşağıdaki ilavenin yapılmasını talep ediyorum. (Köprü provakasyonu
için kimin evinde, kimlerin iştiraki ile hangi tarihlerde toplantılar düzenlendiğini ve
bu iddianın hukuki durumunu, 5 Nisaan 1974 tarihinde mahkemeye sunduğum
dosyanın 182 ve 184. sahifeleri ve bölüm III, Ek-8’deki çizelge ile eleştirmiş
bulunuyorum. Bu çizelgedeki tarihlerle, köprü inşaatının bulunduğu safhalar
karşılaştırıldığı takdirde provakasyon sırıtacaktır.) (Bizce, kişilerin suçlu olup
olmadığnın saptanılmasından daha önemli olan, idarenin bir kısım fertler
üzerinde provakasyon düzenleyecek kadar bozulmuş olduğunun saptanmasıdır.
Çünkü böyle bir zihniyetle bir devleti yaşatmak mümkün değildir.)
2-a- Duruşma tutanağı sahife 576, Satır 34-35’teki “Söz konusu ifade tutanağı
okundu, bunda Talat Turhan’ın evinden götürüldüğü konusunda beyanlarda
bulunulmuş olduğu anlaşıldı.” Cümlesinin aşağıdaki şekilde düzeltilmesini
Yüksek Mahkemeden talep ediyorum. “Söz konusu ifade tutanağı okundu, bunda
Talat Turhan’ın Milli Emniyet tarafından götürüldüğü konusunda beyanlarda
bulunulmuş olduğu anlaşıldı.”
b- Bu istemin gerekçesi:
(1) Gözaltına alınan bir kişinin evinden alınıp götürülmesi doğaldır. Doğal bir
hususun saptanılması için tanık dinletilmesi söz konusu olmasa gerekir.
(2) Esasen, alınan ifade tutanağının muhtevasından anlaşılacağı gibi, benim
alınıp götürülmemden ziyade, Milli İstihbarat teşkilatı’nda ifade verdiğimin
saptanılması için bu ifade mahkemeye sunulmuştur.
(3) Bu ifade, Klasör II ve Dizi Sıra No: 314-315’te bulunan ve benim milli
İstihbarat Teşkilatı’nda sorgulandığımı açıklayan resmi belgeyi de teyit ve
doğrular nitelikte olduğu için amacının bu tarzda tutanağa geçmesi gerekir.
(4) Askeri Savcıların bu gerçeği bile bile kabul etmemeleri karşısında, bi r sanığın
gerçeğin ortaya çıkarılması çabasında bulunmasından daha doğal bir tutumu
olamaz.
3- Duruşma tutanağı Sahife 576, Satır 39-40’taki “evvelce tespit edilen ifadelere
biraz dikkat etselerdi anlarlardı.” Cümlesi aşağıdaki şekilde düzeltilmelidir.
Çünkü: Duruşmadaki beyanlarım böyledir… Askeri Savcılar “Dava dosyasının,
Klasör II ve Dizi Sıra No: 314 ve 315 Sayılı Milli Emniyet hizmetleri İstanbul Bölge
Başkanlığının 1.7.1972 tarihli yazısını görmemezlikten gelmekte ısrar
etmektedirler. Onları bu yanılgıdan kurtarmak için 5 Şubat 1974 tarihinde Yüksek
Mahkemeye bir dosya sundum. Bu dosyanın da okunmadığı anlaşılıyor. Veya bu
gerçek bile bile görmemezlikten geliniyor. Çünkü, o taktirde MİT veya KontrGerilla örgütünün aldığı ifadeler geçersiz hale gelecek, bu ifadelere dayalı
iddianame hazırlayan Askeri Savcılar görevlerini kötüye kullanmaktan suçlu
duruma düşeceklerdir.”
Sonuç ve İstek:
Yukarda arzettiğim şekilde duruşma tutanaklarının düzeltilmesini arzederim.
Saygılarımla.
M. Talat Turhan
Ek 55
Askeri Savcıya Cevap
İstanbul, 5 Kasım 1974
1. Ordu Komutanlığı
3 No.lu Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi Başkanlığına,
Sanık:
M. Talat Turhan
Konusu:
Askeri Savcının 15 Ekim 1974 tarihli duruşmadaki beyanlarının,
353 Sayılı Yasanın 159. maddesi uyarınca cevaplandırılmasından
ibarettir.
İlgi:
(a) 1 Eylül 1972 tarihinde, avukatlarım tarafından Askeri Savcılığa ve İstanbul
Sıkıyönetim Komutanlığına verilen dilekçe.
(b) 8 Haziran 1973 tarihinde, mahkemeye sunduğum dilekçe.
(c) 12 Haziran 1973 tarihinde, mahkemeye sunduğum dilekçe.
(d) 5 Şubat 1974 tarihinde, mahkemeye sunduğum dosya.
(e) 5 Nisan 1974 tarihinde, mahkemeye sunduğum dosya.
(f) 11 Haziran 1974 tarihinde, avukatlarım tarafından Yüksek Mahkemeye
sunulan, soruşturmanın genişletilmesi talepleri hakkındaki dilekçe.
(g) 18 Temmuz 1974 tarihinde, mahkemeye sunduğum Akeri Savcılığı
cevaplayan dilekçe ve ekleri.
(h) 18 Temmuz 1974 tarihinde, mahkemeye sunduğum Faik Türün’ün beyanatını
eleştiren dosya.
(i) Duruşma tutanaklarında yer alan, işkence ve işkenceciler hakkındaki
beyanlarım. (Özellikle Du. Tu. Sh. 16, 26, 32’ye bakınız.)
(j) Klasör II, Dizi Sıra No: 314 ve 315’te bulunan, Milli Emniyet Hizmetleri İstanbul
Bölge Başkanı Turan Deniz’in tutuklanacak şahıslar kaydı ile Sıkıyönetim
Komutanlığına gönderdiği 1.7.1972 tarihli zata mahsus yazısı.
Konunun eleştirisi:
1- a- Askeri Savcı Süleyman Takkeci; 15 Ekim 1974 tarihli duruşmadaki
mütalaasında, aynen şöyle söylemiştir: (Du. Tu. Sh. 577, Satır 42-47) “Sanık
Talat Turhan ve Hidayet Ilgar tarafından tevdii edilen Faruk Ateşdağlı’nın noterce
tespit edilen ifadesine belirtilen hususlar, delil niteliği değildir, zira sanıkların
tespit edilen ifadeleri altındaki imzalardan kimin tarafından tespit edilmiş olduğu
anlaşılmaktadır…”
b- Bu mütalaanın özellikle altını çizdiğim kısmı beni fazlası ile ilgilendirmekte
olduğundan, 353 Sayılı Yasanın, 159. maddesi uyarınca cevaplandırıyorum.
c- Akeri Savcının halâ, ifadelerin, altında imzası olan şahıslarca, yani polis
memuru Orhan Özmen ve komiser H. İbrahim Tuncer tarafından alındığını iddia
edebilmesi ibret verici bir olgudur.
2- a- Yasadışı gizli örgütler tarafından işkence ile sorgulandığımı içeren ve bu
konunun tahkikini, İlgi (a) ve (j)’deki belgelerle ilgili ve yetkili kişilerden talep ettik.
b- Yasadışı bir gizli örgütün varlığı ve bu örgütün işkenceyle ifade alması, bir
kamu suçu olduğu halde, ne Askeri Savcılar, ne de diğer ilgili merciiler, bu
konunun üzerine giderek bugüne kadar görevlerini ifa etmiş değillerdir. Çünkü:
bütün dilekçelerim, Anayasa ve Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanun ve
Yönetmeliği ve Tebligat Kanununundaki amir hükümlere rağmen cevapsız
bırakılmıştır.
Oysa: İlgi (j)’deki MİT belgesi açıklıkla MİT’te sorgulandığımı göstermekte ve
emniyette ifade verdiğimi beyan eden Askeri Savcıları doğrulamamaktadır.
Çünkü, MİT İstanbul Bölgesi Daire Başkanı bu belgenin 4. maddesinde, (Klasör
II, Dizi 315) içinde benim de bulunduğum birtakım kişelerin, “MİT Bürosuna
sevkini” istemektedir. MİT’te sorgulandığımın bundan açık ve kesin bir kanıtı
olamaz. Askeri Savcı Süleyman Takkeci, bu belgenin sahte olduğunu ispat
etmeksizin, benim ifademin İstanbul Emniyet Müdürlüğünde alındığını iddia
edemez.
Kaldı ki, THKP-C davasında emniyet ifadesi diye dosyaya konan ifadeler
altındaki imzaların, sahiplerine ait olmadığı, yapılan bir grafolojik inceleme
sonucu ortaya çıkmış bulunmaktadır. Bomba Davasında da, emniyet ifadeleri
altındaki imzaların sahte olduğu ve grafolojik incelemeye tabii tutulması
hakhakkında 2 sanık tarafından talepte bulunulmuş, fakat Askeri Savcı bu
talepleri mutadı olduğu üzere görmemizlikten gelmiş olmalı ki, bu konuda
mütalaa serdetmemiştir.
d- 15 Ekim 1974 tarihinde Yüksek Mahkemeye sunduğum ve mahkemece kabul
edilmeyen Sayın Faruk Ateşdağlı’nın ifadesi de, benim MİT’te sorgulandığımı
açıklar mahiyette idi.
4- As. Savcı Süleyman Takkeci, bu gerçeği bile bile görmemezlikten gelmektedir.
Çünkü o taktirde, bir gizli örgüt veya sorgulama hakkı olmayan MİT ve daha da
fazlası illegal Kontr-Gerilla Örgütü tarafından alınmış ifadelere dayanarak,
iddianame tanzim etmenin, ya da salt bizim davamız açısından tanzim edilmiş bir
iddianameye yürekten sahip çıkmanın, maddi ve manevi suçlusu durumuna
gelmiş olacaktır.
5- Halbuki, bir Askeri Savcı sırtını sıvazlayan kişilerin, kendisini yalnız
bıraktığından geçenlerde dert yandı. Sayın Takkeci bu yalnızlığı henüz
hissetmemiş olmalı ki, gerçeklere bile bile sırtını çevirmekte ısrarlı ve kararlı
görülmektedir.
6- İfadem ve beni suçlayan ifadeler, MİT’in Erenköy’deki sorgulama bürosunu ele
geçiren, yasadışı Kontr-Gerilla örgütünde hazırlanan bir tertip senaryoya göre
alınmıştır. Bu yöndeki iddialarım ilgili ve sorumlu mercilerce incelenmemiştir.
7- Gerçek suçlular, idareyi kendi karanlık amaçlarına alet ederek, kullanmağa
tevessül eden ve buna alet olan zavallılardır. Bu suçlulardan bugün suçlarının
hesabı sorulmuyorsa da, yarın bu hesap mutlaka sorulacaktır. Yunanistan örneği,
bunun en yakın ve somut kanıtı olarak halen sahnede durmaktadır.
Sonuç:
Askeri Savcıların ifadelerin emniyette alındığına ait beyanları gerçekdışıdır.
Çünkü bu konudaki hiçbir talebimiz incelenmemiş, yaptığımız bütün müracaatlar
cevapsız bırakılmıştır.
Saygılarımla.
M. Talat Turhan
Ek 56
Ön Anayasa Taslağı Eleştirisi
İstanbul, 5 Kasım 1974
1. Ordu Komutanlığı
3 No.lu Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi Başkanlığına,
Dosya No:
Sanık:
Konusu:
1973/89
M. Talat Turhan.
“Ön Anayasa” iddiasının eleştirisi.
İlgi:
(a) İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığının; Sayı: 1973/5, Esas No:
1973/79, İddia No: 1973/33 ve 3 Nisan 1973 tarihli iddianamesi,
(b) 13 Aralık 1973 tarihinde mahkemeye sunduğum, 3 sahifelik dilekçe, (Du. Tu.
Sh. 389)
(c) 7 Aralık 1973 tarihinde mahkemeye sunduğum, 3 sahifelik dilekçe, (Du. Tu.
Sh. 389)
(d) İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığının; Sayı 1973/5, 1973/79,
1973/33 ve 7.6.1973 tarihli Ek İddianamesi,
(f) İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığının; Sayı: 1973/5, Esas No:
1973/79, İd. No: 1973/47 ve 22 Mayıs 1973 tarihli Ek İddianamesi,
(g) İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığının; Sayı: 1973/5, Esas No:
1973/79, İddia No: 1973/53 ve 25 Mayıs 1973 tarihli Ek İddianamesi.
Konunun eleştirisi:
1- a- İlgi(a)’daki iddianamme’nin 14. sahifesinde, “Ön Anayasa Taslağı’nın
hazırlanması çalışmalarından uzak kalmamakla” suçlanmaktayım.
b- 15 Ekim 1974 günkü duruşmada okunan, Emin Değer’in ifadesi ile bu konu
benim açımdan tam bir açıklığa kavuşmuş bulunmaktadır. Nitekim bu ifadenin
okunmasından sonra söz alarak (Du. Tu. Sh. 575, Satır 19:23)’te, şu beyanda
bulunduğum anlaşılmaktadır. “Sanık Talat Turhan söz isteyerek, okunan ifade
beni ilzam etmemektedir, ön anayasa meselesi o zaman Silahlı Kuvvetlerde
görev yapmış olan kişileri ilgilendirmektedir, bazı komplolar hazırlanmıştı, bu
ifadeye (karşı) anayasa taslağı ile ilgili hususları ilerde yazılı olarak detaylı
şekilde eleştirip mahkemeye bildireceğim” dedi.
c- 353 Sayılı Yasanın, 159. maddesinin bana sağladığı haktan yararlanarak, bu
iddianın benimle ilişkisini eleştirerek mahkemeye sunuyorum. (Du. Tu. Sh. 575,
Satır 19:23 e bakınız.)
2- a- İddianame sahife 14’teki, benimle ilgili, “Ön Anayasa Taslağ”ı hazırlığı
iddiasının kaynağı, sadece Atamer Erol’un, Dosya Sıra No: 691/9, Satır 2638’deki Kontr-Gerilla ifadesindeki beyanlarıdır. (İfade tarihi 27.10.1972)
b- Atamer Erol’un bu beyanları, Dosya Sıra No: 693/3, P.1 ve 2 deki Askeri
Savcılık ifadesindeki beyanları ile doğrulanmakta ise de, nakli bir beyan haline
dönüşmektedir. Bu beyanda mealen: “Benim de dahil olduğum, Ön Anayasa
hazırlama çalışmalarına katılan kişilerin isimlerini Memduh Eren’den duyduğu”
ifade edilmektedir. (İfade tarihi 30.10.1972)
c- Atamer Erol hücrede ve ihtilattan men durumunda iken, 17.11.1972 tarihinde
verdiği bir dilekçede ise, (Dosya Sıra No: 834/3) “Ön Anayasa Taslağı”nı
hazırlayanın yalnız Mehmet Çınar olduğunu beyan etmektedir.
d- Atamer Erol, bu konudaki Kontr-Gerilla ve Askeri Savcılık ifadelerinin
gerçekdışı olduğunu, sorgusunda beyan etmiştir.
(1) Duruşma Tutanağı Sahife 406 Satır 10-14
(2) Duruşma Tutanağı Sahife 407 Satır 47-50
(3) Duruşma Tutanağı Sahife 407 Satır 55-57
(4) Duruşma Tutanağı Sahife 408 Satır 1-3
(5) Duruşma Tutanağı Sahife 408 Satır 12-15
(6) Duruşma Tutanağı Sahife 408 Satır 18-21
(7) Duruşma Tutanağı Sahife 409 Satır 36-37
(8) Duruşma Tutanağı Sahife 410 Satır 48-50
(9) Duruşma Tutanağı Sahife 413 Satır 32-37
(10) Duruşma Tutanağı Sahife 413 Satır 38-46
(11) Duruşma Tutanağı Sahife 414 Satır 11-15
3- a- Atamer Erol’un ifadelerinde, “Ön Anayasa Taslağı” hazırlamak gibi önemli
bir iddia ile suçlanan kişilerden, (Talat Turhan, Memduh Eren, Salim Yavuz)
sanık olanların Kontr-Gerilla ve Askeri Savcılık ifadelerinde bu iddianın karşılığı
olan herhangi bir beyanları yoktur.
b- Anılan ifadede, aynı suçla suçlanan kişilerden bir kısmı, (Saim Deliismailoğlu,
Osman Deniz, Numan Esin, Mehmet Çınar) Atamer Erol’dan 8 ay sonra
gözaltına alınmışlardır.
c- Diğer bir kısım kişiler hakkında ise hiçbir soruşturma yapılmamıştır.
d- Anayasa gereğince, kanunlar önünde kişiler eşit olduğuna göre, böyle bir
uygulamayı, hak, hukuk ve adelet ile açıklama olanağı elbette bulunamaz. Fakat
bu davayı düzenleyen çevre ve kişiler, hukuka entrika ve politika karıştırmaktan
çekinmemişlerdir.
4- a- Atamer Erol’un ifadesinin benimle ilgili İlgi (b)’deki dilekçemle eleştirmiş
bulunuyorum.
b- Özellikle, “Ön Anayasa Taslağı” hazırlamak iddiası İlgi (b) dilekçemin 13-16.
sahifelerinde eleştirilmiştir. (Du. Tu. Sh. 416)
5- a- Gerçekte, delil yetersizliği içinde bulunan Askeri Savcı Nevzat Çizmeci, (İlgi
(a) sahife 2’ye bakınız) önce, ön yargı ile kişileri suçlamış daha sonra bu yönde,
yeni gözaltına almalar ve ikrarlarla politik durumun müsaadesi nispetinde davayı
yürütmeye çalışmıştır.
b- (1) Bu anlayışın bir sonucu olarak, benimle ilgili “Ön Anayasa Taslağı”
hazırlama iddiasının yetersizliğnin farkına varan Askeri Savcı Nevzat Çizmeci,
soruşturmayı yürütenlerle irtibatlı bulunmuş olmalı ki, ilk atfı cürüm sahibi Atamer
Erol’tan 7 ay sonra gözaltına alınan, Saim Deliismailoğlu’nun Kontr-Gerilla
ifadesinin 4. sahifesinde mealen: “Memduh Eren’in evinde “Ön Anayasa Taslağı”
okunması toplantısına benim de katıldığım” suçlamasına ve bu “Anayasa
Taslağı”nı hazırlayanların Yalçın Küçük ve Salim Yavuz olduğu şeklinde bir
beyana yer verilmiştir. (İfade tarihi: 8 Mayıs 1973)
(2) Saim Deliismailoğlu, Askeri Savcılık ifadesinin 1. ve 2. sahifesinde, KontrGerilla ifadesinin bir bölümünü doğrulamış ve benim Memduh Eren’in evinde,
“Ön Anayasa Taslağı”nın okunduğu bir toplantıya katıldığıma dair beyana yer
verilmiş ve “Talat turhan’ın toplantıda konuşma yapıp yapmadığı hatırımda
kalmadığı” denildikten sonra, aynı ifadenin 2. ve 3. sahifelerinde de başka hiçbir
sanık tarafından doğrulanmayan Atamer Erol’un, Ankara, Küçükesat’ta
yapıldığını beyan etitği, “Ön Anayasa Taslağı” toplantısı reddedilmiştir.
(3) Saim Deliismailoğlu sorgusunda, bu konudaki Kontr-Gerilla ve Askeri Savcılık
ifadelerinin gerçekdışı olduğunu beyan etmiştir.
(a) Duruşma Tutanağı Sahife 386, Satır 30-35.
Bazı isimleri tanımadığımı söyledim. Bir de Talat Turhan’ı Memduh Eren’in
evinde görmüş olduğum hususunu kabul ettirmek istediler. Oysa ben Talat
Turhan’ı hiç tanımam, ismini dahi duymamıştım… Ancak Talat Turhan’ı ısrar
üzerine tutanağa geçirdiler.
(b) Duruşma Tutanağı Sahife 386, satır 45:49, “…Ayrıca son gidişim bir toplantı
haline sokuldu… Talat Turhan’ı ben orada görmediğim gibi…”
(c) Duruşma Tutanağı Sahife 387, satır 33-41
(d) Duruşma Tutanağı Sahife 388, satır 10-11
c- (1) Yukarıda açıkça görüldüğü gibi, hiç tanımadığım bir kişi olan Saim
Deliismailoğlu’ndan, tertipçilerce düzenlenen Atamer Erol’un ifadelerindeki “Ön
Anayas Taslağı” hazırlama suçlamasını kuvvetlendirmek için yararlanılmış ve bu
suretle benim üzerimdeki tertibe devam edilmeye çalışılmıştır.
(2) Saim Deliismailoğlu’nun ifadesindeki “Ön Anayasa Taslağı” hazırlama
suçlamasını, İlgi (b) dilekçemle (Du. Tu. Sh. 389) eleştirmiş bulunuyorum.
6- a- Ön Anayasa Konusu’nda Numan Esin’in, Kontr-Gerilla ifadesinin 9.
sahifesinin, 4. paragrafında Atamer Erol ve Saim Deliismailoğlu’nun aynı konuya
ilişkin suçlamalarından farklı bir beyan yer almış ve “Ön Anayasa Taslağı”
hazırlayıcıları olarak başka kişiler gösterilmiştir.
b- Numan Esin’in bu konuya ilişkin beyanları Askeri Savcılık ifadesinin 4.
sahifesinin 2. paragrafına intikal etmiştir.
c- Numan Esin sorgusunda bu suçlama ile ilgili olarak:
(1) Memduh Eren’in evindeki “Ön Anayas Taslağı” toplantısını reddetmiş (Du. Tu.
Sh. 377, satır 1-3) ve
(2) Du. Tu. Sh. 378, satır 2-4’de: “Ön Anayasa çalışmaları… iddiaları ile herhangi
bir ilgim yoktur. Ve çalışma yapılmış olsa bile kimler katılmıştır bilemem.”
Şeklinde beyanda bulunmuştur.
d- (1) Numan Esin’in sorgusunu İlgi (c)’deki dilekçemle cevaplandırmış
bulunuyorum.
(2) Özellikle “Ön Anayasa Taslağı” iddiasını İlgi (b) dilekçemin 17. sahifesinde
eleştirmiş bulunuyorum.
7- a- İlgi (b) dilekçemin 17. ve 18. sahifelerinde de açıklandığı gibi bu iddiaya
ilişkin suçlamaları bulunan kişilerin beyanları; zaman, yer ve Ön Anayasa’yı
hazırlayan kişiler açısından çelişkiler içindedir.
b- Atamer Erol, Saim Deliismailoğlu ve Numan Esin’in ifadelerine göre “Ön
Anayasa Taslağı”nı hazırlayan kişiler birbirinden farklıdır.
8- a- Yüksek Mahkemeniz, Atamer Erol ve Saim Deliismailoğlu ifadelerinin bu
konuya ilişkin suçlamalarını gayri ciddi bulmuş olmalı ki; Ön Anayasa
Toplantısı’na katılmak ve Ön Anayasa Hazırlamak gibi suçlamalarla suçlanan
birtakım kişileri, (Şuayıp Dilmen, Yalçın Küçük) tanık olarak dahi dinlemeye gerek
görmemiştir.
b- Buna karşılık, Numan Esin’in, “Ön Anayasa Taslağı” hazırlanmasına ilişkin
beyanlarının mahiyetinin incelenmesine gerek görülmüş olmalı ki, İlyas Albayrak
ve Emir Değer’in dinlenilmesine karar verilmiştir.
c- Bilindiği gibi, bu konuyla ilgili olarak dinlenen tanıkların
(1) Fakih Özfakih, (Du. Tu. Sh. 497, Satır 50:55)
(Du. Tu. Sh. 468, Satır 1)
(2) Celil Gürkan, (Du. Su. Sh. 520:523) de yer alan beyanları da suçlama ile
ilişkimin olmadığını göstermektedir.
9-a- Tanık olarak dinlenen İlyas Albayrak ifadesinde de görüldüğü gibi (Du. Tu.
Sh. 560 ve 561) “Ön Anayasa Taslağı” hazırlama iddiası, tamamen Türk Silahlı
Kuvvetlerinin 12 Mart öncesi kendi bünyesi içindeki çabalarına dayalıdır.
b- İlyas Albayrak’ın ifadesinde, hiyerarşi içinde ve Komutanlarından aldıkları emir
üzerine, “Ön Anayasa Taslağı” hazırlama girişiminde bulunan kişiler içinde,
Kemal Tunusluoğlu ile 5 General, 5 Albay’dan bahsedilmekte ve dosyanın Hava
Kuvvetlerinden, Genel Kurmay’a sunulduğundan söz edilmektedir.
c- Eğer, Yüksek Mahkeme bu konuda daha da aydınlanmak isterse, yukarda adı
geçen kişilerle, zamanın Hava Kuvvetleri Komutanını ve Genel kurmay
Başkanlarını tanık olarak dinleyebilir.
d- Du. Tu. Sh. 561, Satır 18:22 de İlyas Albayrak’ın beyanlarını cevaplandırmış
bulunuyorum.
10- a- Aynı konuda dinlenen diğer tanık, Emin Değer’dir. (Du. Tu. Sh. 575)
b- Emir Değer’in ifadesi de İlyas Albayrak’ın beyanlarını doğrulamaktadır.
11-a- Yukarıdaki eleştirilerimide açıkça görüldüğü gibi, benim açımdan, “Ön
Anayasa Taslağı” suçlamasının kaynağını teşkil eden Atamer Erol suçlamaları
Dosya Sıra No: 384/2 deki 17.11.1973 tarihli rücu dilekçesi ile kaldırılmıştır. (Du.
Tu. Sh. 417)
b- Atamer Erol’dan 7 ay sonra gözaltına alınıp aynı konuda beni suçlamak için
tertipçicilerce kendisinden yararlanılan kişi, Saim Deliismailoğlu’dur. Bu kişi,
sorgusunda beni tanımadığını beyan etmiştir. Doğal olarak, bir kişinin tanımadığı
bir kişiyle aynı toplantıda bulunması olanaksızdır. (du. Tu. Sh. 386:388)
c- (1) Aynı konuda, Numan Esin’in ifadelerinde adı geçen kişiler, tanık olarak
dinlenilmiş, (Fakih Özfakih, Celil Gürkan, İlyas Albayrak, Emir Değer) suçlamanın
benimle ilgisi olmadığını ve Türk Silahlı Kuvvetleri içindeki çalışmalar
cümlesinden olduğunu beyan etmişlerdir.
12-a- Atamer Erol’un beyanına göre, “Ön Anayasa Taslağı”nı hazırlayan Mehmet
Çınar’dır. (Dosya Sıra No: 384/3)
b- Saim Deliismailoğlu’nun ifadesine göre, “Ön Anayasa Taslağı”nı hazırlayan:
Yalçın Küçük ve Salim Yavuz’dur. (Em. İf. Sh. 4, Sav. İf. Sh. 2)
c- Numan Esin’in ifadesine göre, “Ön Anayasa Taslağı”nı hazırlayan: Emin
Değer, Hidayet Ilgar, Fakih Özfakih, İlyas Albayrak’tır. (Emniyet İfadesi Sahife-9,
Askeri Savcılık İfadesi-4)
d- İlyas Albayrak’ın ifadesine göre, “Ön Anayasa Taslağı”nı hazırlayan ve bilgisi
olan kişiler yukarda adı geçenlerden başka, 5 Alb ve 5 Generalden kurulu bir
komite ve Genel Kurmay Başkanıdır.
13-a- Askeri Savcı, İlgi (a) iddianamesindeki iddilarla çeliştiği halde, hiçbir
inceleme yapmaksınız, ilgi (e) Ek iddianame Sh. 4 ve İlgi (f) Ek İddianamesi Sh.
4-5’deki iddiaları serdedebilmiş ve adeta bu tavrı ile gizli örgütlerce hazırlanan
tertip senaryolarına göre alınan emniyet ve Kontr-Gerilla ifadelerini
meşrulaştırma çabasına düşmüştür.
b- Tek dayanağının, sanıkların birbirine yaptıkları atfı cürümler olduğunu beyan
eden Askeri Savcı Nevzat Çizmeci’nin, (İlgi (a) Sahife 2) Duruşma Tutanağı Sh.
303’te yer alan “Emniyet beyanının tam anlamı ile doğru olduğu şeklinde
kendimizi angaje etmek istemeyiz.” Diyebilmesi ibret verici bir örnek olup, yüksek
heyetinizce elbette değerlendirilecektir.
Sonuç:
1- Yukardaki eleştirilerden kolaylıkla anlaşılacağı gibi “Ön Anayasa Taslağı”
hazırlama çalışmalaı ile uzaktan yakından hiçbir ilgim yoktur.
2- Diğer tanıklarca da doğrulanan İlyas Albayrak’ın ifadesinde de açıkça
görüldüğü gibi “Ön Anayasa Taslağı” hazırlama çalışmaları Türk Silahlı
Kuvvetlerinin yetkili Komutanlarının müsaadesi ile oluşturulmuş girişimlerden
ibarettir.
3- a- Bomba Davası, Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde iktidar olma kavgası
içinde bulunan, Sunay-Tağmaç-Türün kliğinin, Gürler-Batur-Kayacan kliğini
bertaraf etmek için düzenlediği bir provokasyon sonucu huzurunuza getirilmiştir.
b- Politik durum ve iç ve dış koşullar Sunay-Tağmaç-Türün kliğinin ve onların gizli
tertip örgütlerinin planları doğrultusunda gelişmediğinden, bu davadaki çelişkiler
iddianamelere yansımıştır.
c- Örneğin; Gürler’in bazı zorlamalar sonucu, Genel Kurmay Başkanı olduğunu
bilmeyen kalmamıştır. Bu nedenle 1972 Haziran, Temmuz, Ağustos aylarında
Gürler-Batur-Kayacan aleyhinde alınan Kontr-Gerilla ifadelerinin bir kısmı hasır
altı edilmesine rağmen Türün’ün müsaadesi ile, Selahattin Fırat ve Nevzat
Çizmeci 404/2’deki ifadeyle daha 5 Ağustos 1972’de Gürler-Batur-Kayacan’ı
cuntacı olarak ilan eden ifadeyi alabilmişlerdir. Bu ifadeden 10 gün sonra, bilinen
şekilde, Gürler Genel Kurmay Başkanı olunca, adı geçen ifadenin bir bölümü
görülmemiş ve dava açılmışıtr. Ne zaman ki Faruk Gürler Cumhurbaşkanı
seçilememiş, yeni gözaltına alınmalar ve yeni Kontr-Gerilla ifadeleri ile 5 Ağustos
1972’deki tertibe kalındığı yerden devam edilmiştir. İlgi (g) Ek İddianame ile 25
Mayıs 1973 te Faruk Gürler, Cuntabaşı olarak ilan edilmiş ve fakat bu
iddianamenin kaynaklandığı ifadede yer alan, Kemal Kayacan ve Muhsin
Batur’un cuntadan olduklarına dair beyanlar görmemezlikten gelinmiştir.
4- Doğal olarak, bu kadar tertibi ve provakasyonu hukuk kalıpları içine
sığdırmaya olanak yoktur. Bu nedenle, tertibi düzenleyenler daha bugünden
kamu vicdanında mahkum olmuşlardır.
5- İlyas Albayrak’ın ifadesine göre, “Ön Anayasa Taslağı”, 13 Mart 1971 de
Genel Kurmay’a sunulmuştur. (Du. Tu. Sh. 561, Satır 3-4) Eğer bu girişimler bir
suç ise, böyle bir girişime müsaade veren ve olanak sağlayan, zamanın Genel
Kurmay Başkanı Memduh Tağmaç, “Ön Anayasa Taslağı” suçlamasının baş
sanığı olarak huzurunuza getirilmelidir.
Saygılarımla.
M. Talat Turhan
Ek 57
Bomba Davası Sanıklarına İşkence Yapıldığı İddialarıyla İlgili Cumhuriyet
Senatosu Görüşmeleri
Cumhuriyet Senatosu Başkanlığına,
Gazetelerde Sıkıyönetim Mahkemelerinde yargılanan sanıklara hakim önüne
çıkarılmadan önce özel sorgulamalarda işkence yapıldığına dair haberler yeniden
yer almıştır.
Cumhuriyet Senatosunun 13 Haziran 1973 Çarşamba günü yapılacak
oturumunda bu konuda görüşlerimi belirtmek için 10 dakikayı geçmemek üzere
gündem dışı söz verilmesini saygılarımla rica ederim.
Suphi Karaman, Tabii Üye
Mustafa Deliveli (Hatay): Bu mevzuda benim de söz talebim var.
Refet Rendeci (Samsun): Mahkemede bulunan işler için açıklama yapılır mı
Sayın Başkan.
Başkanlık: Başkanlık divanına intikal etmiş bir isteminiz var mı?
Mustafa Deliveli (Hatay): var efendim.
Başkan: Mahkemede bulunan işler için Başkanlık Divanı gereken hassasiyeti
gösterecektir efendim. Emin olmanızı istirham ederim. Buyurun Sayın Karaman.
Suphi Karaman (Tabii Üye): Sayın Başkan, Sayın Senatörler, bu kutsal çatı
altında bulunan ayrıntısız hepimiz insan haklarına dayalı demokratik hukuk
devletinin korunması ve yaşatılması için namus ve şeref yemini yapmış
kimseleriz. Bu yeminimizin gereğini hayatımız pahasına da olsa yerine getirmek
azim ve imanı içerisindeyiz. Demokrasimizin bu geçiş döneminden arızasız
geçmesi, Ekim ayında yapılacak genel seçim gününe huzurla kavuşması ve
ondan sonra da gene başarı ile gelişmesi emel ve arzusu içerisindeyiz.
9 Haziran 1973 tarihli gazeteler İstanbul 3 No.lu Sıkıyönetim Mahkemesinde
görülmekte olan “Bomba Olayı Davası” ile ilgili duruşmada bazı sanıkların hakim
önüne çıkarılmadan önce kendilerine hukuken yetkisi olmayan kişiler tarafından
yapılan özel sorgulamalarda baskılar yapıldığını, işkenceye maruz kaldıklarını
bunun sonucunda kendilerine bazı suçları işlediklerinin kabul ettirilmiş olduğunu
beyan ettiklerini yazmışlardır. Bu haberi veren gazeteler şu veya bu eğilimdeki bir
iki gazete değildir. Her birinin çeşitli görüşleri yansıttıkları bilinen bütün gazeteler
bu baskı ve işkence haberlerini vermişlerdir. Hem de İstanbul Sıkıyönetim
Komutanlığının bu konuda daha önce koymuş olduğu yayın yasağına rağmen.
Sıkıyönetim Komutanlığı Mahkemelerinde yargılanan sanıklara özel sorgulama
ekipleri tarafından, gözleri bağlı olarak, baskı ve işkence yapıldığı ve ifadelerinin
alındığı haberleri duruşmalardaki sanık ifadelerine dayanılarak birçok defalar
Türk basınında yer almıştır. Bunun dışında herkes gibi bizim de işkenceler ve
örnekleri üzerinde bazı özel duyuşlarımız olmuştur. Fakat resmiyet
kazanmadıkları için bunlara inansak bile, bugünedek bu tür bilgilerimizi bu
kürsülerden açıklamamış ve bunlara dayalı yorumlarda bulunmamışızdır. Ancak,
özel duyuşlara dayalı bu tür işkence haberlerini sivil ve asker sorumlu kişilere
zamanında ve resmen aktarmışızdır. Duruşmalardaki sanık ifadelerine dayalı ve
basına yansıyan baskı ve işkence olaylarını yasama faaliyetleri içinde bulunan ve
bu kürsülerde dile getirmek hukuk devleti ilkesine bağlı bir yasama meclisi üyesi
için kaçınılmaz görevdir.
Nitekim, bu cümleden olarak daha önceleri de gene basına akseden bu tip
işkence olayları için grup arkadaşlarımızdan Sayın Sami Küçük 8 Kasım 1971
tarihinde, Başbakan tarafından cevaplandırılmak üzere, bir yazılı soru önergesini
Cumhuriyet Senatosu Başkanına sunmuşlar ve altı ay sonra 10 Mayıs 1972
tarihinde de bu soru İçişleri Bakanı tarafından cevaplandırılmıştır. Bu gayret ve
uyarılarımızla yetkisiz kişilerin kanundışı davranışları ile sorumlu makamları
müşkül duruma sokmalarını önlemeyi amaç edinmişizdir. İşte şimdi de 9 Haziran
1973 tarihli gazetelerde ve bugünkü gazetelerde de yer alan bu tür haberlerden
ötürü konuyu gündem dışı bir konuşma ile huzurlarınıza getirmiş bulunuyorum.
Bomba olayı ile ilgili olarak ilk defa hakim önüne çıkarılan bir sanığın maruz
kaldığı baskı ve işkenceyi mahkeme önünde şu sözlerle anlattığı basında yer
almıştır. Bu sanık demiştir ki; “Emniyette maddi ve manevi zor durumda
bırakılarak ifadem alınmıştır. Bu hareketin vücudumda etkilerini taşıyorum.
Hastaneye sevkimi ve bir bilirkişi marifetiyle bunların tespitini istiyorum.” Bu sanık
ayrıca şunları da söylemiştir:
“Bu iddianame hukuk dışı, anayasa ve kanundışı bir malzeme ile hazırlanmıştır.
Söz konusu ikrar baskı ürünüdür. Savcının bu işkenceleri bilmemesine imkan
yoktur. Bu ifadeler savcıya niyabeten alınmıştır. Tabanımda ve vücudumda baskı
izlerini taşımaktayım, göstermek istiyorum.” Sanık ayrıca duruşma heyetine
verdiği bir dilekçe ile 353 Sayılı Yasanın 122. ve müteakip maddelerine göre
kendisinin bildireceği üç doktor tarafından muayene edilip işkence izlerinin tespit
ettirilmesini savunma delili olarak mahkemeden istemiştir. Bazı gazetelerde bu
sanığın çıplak ayağını duruşma hakimlerine gösterirken çekilmiş resmi de vardır.
Bilirkişiye sevk isteği üzerine duruşma hakiminin bu sanığa verdiği cevap ilginçtir.
“Burada basın mensupları var diye ayakkabınızı çıkarıyorsunuz.” Diyerek onu
şantaj yapmış gibi gösterme gayreti içinde bir ithamın altında tutuyor ve fakat bu
ithamını pekiştirmek için sanığın iddiası doğrultusunda kanun hükümlerinin
gereğini yapmaktan çekiniyor. Üzerinde işkence izleri bulunan bir çıplak ayağın
görüntüsüne rağmen bu ayağın sahibinin bilirkişiye ve o anda muayeneye sevk
isteğini reddediyor.
Oysa sanığın bu isteği yasalara aykırı işlem yaparak kendisine işkence edip suç
işleyen kimselerin cezalandırılmasını temin için yapılmış bir ihbar sayılıp işleme
konulması gerekli idi. Bugünkü gazetelerden anlaşılıyor ki, mahkemenin yapması
gereken bu görevi, bir gün sonra olsa bile, Komutanlık yapmış, iddia sahibini
hastaneye sevk etmiştir.
Ayrıca söz konusu ifadelerin işkence ile alınmış olup olmadığının mahkemece
araştırılması, ifadelerin hukuki değerinin tayini için de gerekli idi.
Başkan: Sayın Karaman, bir dakikanızı istirham ediyorum mahkeme işlemlerinin
eleştirilmesi şeklinde olmamasını istirham ediyorum.
Mustafa Deliveli (Hatay): Bu konuşma mahkemelere tesirdir.
Başkan: Mahkeme işlemleri konusunda, o işlemlerin eleştirilmesi sahasına intikal
ettirilmemesini bilhassa istirham ediyorum.
Suphi Karaman (Devamla): Efendim, bir cümlem var burada müsaade ederseniz
bitireyim. Nitekim Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 17.4.1963 gün ve 892/1434 karar
sayılı kararında ikrarın zorlanmaya dayandığı iddiasının mahkemece tetkik ve
tespiti gerektiğini kabul etmiştir. Bu konu ile ilgili olarak bugünkü Cumhuriyet
gazetesinde Türkiye Barolar Birliği Başkanı Faruk Eren’in yazdıkları makale ve
ortaya koyduğu görüşler ilginçtir.
Diğer taraftan, sanık hakkındaki davanın açıldığı tarihin iddianamenin
mahkemeye verildiği 7.6.1973 günü olduğu ve davanın ilk duruşma gününün de
ertesi günü, yani 8.6.1973 günü olduğu göz önüne alınırsa bu duruşma hazırlığı
safhası fiilen ortadan kaldırılmış ve sanığın 353 Sayılı Kanunun 122. ve müteakip
maddelerinden yararlanma olanağı yok edilmiştir.
Sayın arkadaşlarım, 50 yılını dolduran Cumhuriyet yönetimimizin hiçbir
döneminde iç isyanlarda…
O. Mecdi Agün (Rize): Anayasaya aykırı konuşma yapılıyor Sayın Başkan.
Başkan: Efendim, müsaade buyurun, ben takip ediyorum.
Devam buyurun efendim.
Suphi Karaman (Devamla): Sayın arkadaşlarım, 50 yılını dolduran Cumhuriyet
yönetimimizin hiçbir döneminde, iç isyanlarda ve İstiklal Mahkemelerinde olanlar
da dahil, 12 Marttan bu tarafa sıkıyönetim mahkemeleri soruşturmalarında
olduğu gibi yaygın baskı ve işkence iddiaları ileri sürülmemiş, basına
yansımamıştır.
Mehmet Sırrı Turanlı (Adıyaman): Sizin devrenizde oldu.
Suphi Karaman (Devamla): Yok efendim, hayır efendim, (AP sıralarında
gürültüler) onu ayrıca tartışırız sayın arkadaşlarım.
Başkan: Lütfen müdahale buyurmayınız efendim, sükunet içinde takip edelim.
Edip Somunoğlu (Erzurum): Zorluk yapanlar sizin döneminizdeydi.
Suphi Karaman (Devamla): Yani siz şimdi bunu…
Başkan: Müsaade buyurun, cevap vermeyiniz sayın Karaman, rica ediyorum
efendim.
Suphi Karaman (Devamla): Peki efendim.
Mehmet Sırrı Turanlı (Adıyaman): Canlı misali burada.
Suphi Karaman (Devamla): Pek çok sanığın hakim önüne duruşmaya çıkışında
ilk soruşturmalarındaki ifadelerini reddettiği, yeni ve farklı ifadeler vermekte
olduğu görülmektedir. Neden bu sanıklar duruşmaları sırasında hakim önündeki
bu ifadelerini ilk soruşturmalarda vermemekte, kendileri ve çevreleri aleyhinde
beyanda bulunmaktadırlar. Bunun bir sebebi olması lazımdır. Demek ki, kapalı
soruşturma yerlerinde, açık olmayan bir tarzda alınan ilk ifadelerinde sanıklar hür
iradelerine sahip değillerdir. Yani açıkçası, ortada insan haklarının ihlal edildiği,
kanun ve hukuk dışı baskıların yapıldığı, zor ve işkence kullanılarak anayasanın
33. maddesinin dördüncü fıkrasında yazılı “Kimse, kendisini veya kanunun
gösterdiği yakınlarını suçlandırma sonucu doğuracak beyanda bulunmaya veya
bu yolda delil göstermeye zorlanamaz.” Hükmünün ihlal edildiği gibi durumlar
vardır.
Bu ilk soruşturmalarda bir kısım sanıkların işlemedikleri suçları kabule
zorlandıkları mahkeme tutanaklarına geçen iddialarından da anlaşılmaktadır.
Örnekleri çoğaltılabilen bu iddialara rağmen yetkili mercilerce kanuni
kovuşturmaya gidilmemiştir. Bu iddiaların basına yansıması karşısında da
sorumlu hükümetler bugüne kadar bu konuda araştırma yapmamışlar,
soruşturma açtırmamışlar ve buna dayanarak da kamuoyunu tatmin edecek bir
açıklama yapamamışlardır.
Bu sorumsuz ekipler tutukluları Sıkıyönetim Tutuk Evlerinden gözleri bağlı olarak
kapalı bir arabaya bindirmekte ve bilinmeyen bir semte götürmektedirler. Sanıklar
burada yine gözleri bağlı olarak özel hazırlanmış işkence aletleriyle işkence
yapılarak işlemedikleri suçları kabule zorlanmaktadırlar. Sorgusu yapılanın
mukavemeti kırılıp kendisine atfedilen suçlar kendi sesiyle banda alınmak, el
yazılarıyla yazdırılmak ve imzalattırılmak suretiyle sonuç alınmaktadır.
Mehmet Sırrı Turanlı (Adıyaman): Sizin yaptığınız o.
Suphi Karaman (Devamla): Evet, siz öyle zannedin.
Başkan: Devam buyurun efendim.
Nurettin Ertürk (Sivas): Öyle idi değil, öyle.
Başkan: Lütfen müdahale buyurmayınız efendim.
Devam ediniz sayın hatip. Devam ediniz ve bitiriniz lütfen.
Suphi Karaman (Devamla): Vücutlarındaki işkence izleri kayıp oluncaya kadar ne
avukatlarına, ne yakınlarına gösterilmekte ve ne de mahkeme önüne
çıkarılmaktadırlar. Her zaman basınımızda ve daha birkaç gün önce radyo
programlarında kötülenen, dikta rejimlerinde uygulanan ve demokratik rejimlerde
uygulanmadığı birçok kez tekrar edilen bu tür işkencelerin bizde de
uygulanmadığı intibaının verilmesi ve bunun yetkililer ve sorumlular tarafından
enerjik davranışlarla yok edilemeyişi bir hukuk devleti olan ülkemizi küçük
düşürmektedir.
Bu işkence olayları üzerinde başta Sayın Başbakan olarak bütün ilgili sorumluları
dikkate, konu üzerinde ciddiyetle eğilmeye, işkence örgütünün mahiyetini,
kimlerden emir aldığını ortaya çıkarmaya davet ediyorum. Bu örgüt
mensuplarının bu yerlerden geçirilen sanıklara kendilerinin bir kotr-gerilla örgütü
mensubu oldukları izlenimini özellikle vermeye çalıştıkları dikkat çekicidir. Daha
da dikkati çeken nokta, mensuplarının asker kişiler olduğu kanısını vermek için
gösterdikleri gayrettir. Bu suretle Silahlı Kuvvetlerimiz, zulüm ve işkence aracı
gösterilerek, tarih ve milet önünde küçük düşürülmeye çalışılmaktadır. Tarih
boyunca, yabancı esirlere bile insanca davranma gereğine dünyaca saygı
duyulan Türk Silahlı Kuvvetlerini bu türlü lekelendirmelerden arındırmak başta
gelen bir görev olmuştur. Aslında zulüm ve işkence yapılan bir kimse hiçbir
zaman Türk Silahlı Kuvvetlerinin mensubu değildir ve olamaz.
Sayın Senatörler, bu baskı ve işkenceler hakkındaki iddiaların yaygınlığını
demokratik rejimin kaderi için son derecede tehlikeli bulduğumu huzurlarınızda
belirtmek isterim. Özgürlüklere dayalı demokrasi ile idare edilen ülkelerde
herhangi bir nedenle, bir geçiş dönemine bir ara rejimine girilince, yönetimin
yumuşak tutulması, hukuk dışına taşmaması, geride tortu ve birikim bırakmaması
demokratik rejime dönebilmek için son derece önemlidir, tıpkı 27 Mayısta
yapıldığı gibi (AP sıralarından “Yaşa, Varol” sesleri) hınç alma eğilimi bu konuda
geçerli ve yararlı bir metot olamayacağı gibi, demokratik rejim bakımından da
gayeden uzaklaştırıcı bir nitelik taşımaktadır.
Sayın Senatörler, uzun zamandan beri içte ve dışta yurdumuzdaki işkence
iddiaları tekrarlanmaktadır. Mahkeme tutanaklarına bu işkence iddiaları
geçmekte ve fakat resmi ağızlar her defasında yalanlamaktadırlar.
Mehmet Sırrı Turanlı (Adıyaman): Bunların hepsi komünist iddialardır.
Başkan: Müsaade buyurun efendim, lütfen konuşmayı sükunetle takip edelim
efendim.
Mehmet Sırrı Turanlı (Adıyaman): Bu mudur anayasaya hürmet Sayın Başkan.
Başkan: Sayın Karaman, lütfen cevap vermeden sükunet içinde konuşmanızı
tamamlamanızı rica ediyorum.
Suphi Karaman (Devamla): Cevap vermiyorum, bir hukuk devleti içerisinde
ibretle izliyorum. Evet ibretle izliyorum. Herkesin ne dereceye kadar hukuk devleti
ilkelerine, insan haklarına saygılı olduğu anlaşılmaktadır. (AP sıralarından
gürültüler, anlaşılamayan müdahaleler)
Başkan: Sayın Karaman, konuşmanızı lütfen tamamlamanızı rica ediyorum
efendim.
İskender Cenap Ege (Aydın): Sayın Karaman, bunları başkaları konuşsun.
Başkan: Devam buyurun Sayın Hatip.
Suphi Karaman (Devamla): Mahkeme tutanaklarına bu işkence iddiaları
geçmekte ve fakat resmi ağızlar her defasında yalanlamaktadırlar. Ortada bir
bulanıklık vardır. Hükümet konuyu sorumluluğu içinde ciddiyetle ele almalı,
yapacağı araştırmayla gerçeği ortaya çıkarmalı ve varsa önce bu işkence
mekanizmasının işlemesi durdurulmalı, sonra sorumluları adalete teslim edilmek
üzere haklarında kovuşturma açılmalıdır.
Yüce Senatoya saygılarımı sunarım.
Başkan: Hükümet adına Başbakan Yardımcısı Sayın Kemal Satır, buyurun
efendim.
Başbakan Yardımcısı Kemal Satır (M. Meclisi Adana Üyesi): Sayın Başkan, Yüce
Senatonun değerli üyeleri;
Suphi Karaman arkadaşımızın gündem dışı konuşmalarına cevap vermek üzere
huzurunuzda bulunuyorum. Sayın arkadaşımızın müsterih olmasını açıkça
belirtmek isterim. Hiçbir devlet sorumlusu suç icat ederek, icat ettiği suça
uydurma suçlu aramaya çalışmaz. Bu, medeni bir devletin temel ilkesidir. Şüphe
yok ki, Cumhuriyet Hükümeti de uydurma bir suçlu icat ederek, suç icat ederek
uydurma suçlular bulmaya çalışan bir idare değildir. Biz hepimiz aynı milletin
çocukları olarak kanundışı ve insanlığa aykırı bir hareketin sorumluluğuna asla
iştirak edemeyiz.
Sıkıyönetim Komutanlarımız kendilerine intikal eden konuları, işkence isnadı
konularını derhal yetkili uzman doktorlara intikal ettirerek isnatların sıhhat
derecesini hemen aramakta ve onları raporlara bağlamak suretiyle
neticelendirmektedirler.
Bugüne kadar bize hükümet olarak Ankara’da bir babanın müracaatı oldu. Baba,
Ankara Sıkıyönetim Mahkemesinde oğlunun sorgusu sırasında işkence
yapıldığını, elektriğe tutulduğunu ve bu yüzden de elinin kötürüm olarak
tutmadığını ifade etti. Olaya Hükümet olarak hemen vaziyet ettik. Yetkililere
konuyu intikal ettirmek suretiyle araştırma yaptık. Mütehassıs heyet doktorları
önünde yapılan bu araştırma ve tahkikatta, muayene neticesinde iddiaların varit
olmadığı meydana çıktı.
Bize intikal etmeyen İstanbul olayı ise, Sıkıyönetim Komutanlığımızca tahkik
edilmiş ve üç kişiden teşekkül eden bir mütehassıs doktor heyeti tarafından
isnatların doğru olmadığı raporla tespit edilmiştir. (AP sıralarından “ne oldu şimdi”
sesleri.)
Haydar Tunçkanat (Tabii Üye): Kaç gün sonra yapıldı bu tahkikat?
Başkan: Müdahale buyurmayınız lütfen efendim. Devam ediniz Sayın Bakan.
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Kemal Satır (Devamla): Sayın
arkadaşlarımızın elinde bunun dışında işkence yapıldığı iddialarını ispatlayacak
herhangi bir delili Hükümet olarak bize intikal ettirecek olursa, konunun üzerine
memnuniyetle eğilip, meseleyi ciddi olarak tahkik edeceğimizden hiç şüpheleri
olmasın.
Sayın arkadaşımızın da belirttiği gibi, sözlerinin sonunda “şayet varsa” diye ifade
buyurdular; “şayet varsa” ile böyle bir isnadın yapılması şüphesiz ki doğru
değildir. Bunun dışında olarak ifade etmek isterim; bu işkence isnatları aslında iki
hedefe yönelmiş olarak ifade edilmektedir, öne sürülmektedir, iddia edilmektedir.
Bunlardan birisi hüsnüniyetle yapılan iddialardır. Bu doğrudan doğruya
müdafaada kolaylığı sağlamak için kullanılan bir silahtır. İşkence iddiası yapılıyor
ve bu bir müdafaa silahı olarak müvekkillerin savunulmasında kullanılıyor.
Diğeri, birtakım rejim düşmanları milli varlığımızı ortadan kaldırmaya teşebbüs
eden bedbahtların, yurt dışında memleketimizi müttefik devletlere jurnal etmeleri
şeklinde tecelli etmektedir. Bu bizim memleketimiz içinde hiçbir arkadaşımızın ne
uygulamayı düşündüğü, ne de aklından geçirdiği bir metot değildir. Bu
memleketimizi Avrupa Konseyinden çıkararak arzuladıkları rejime kavuşma
iddiasında olan birtakım zavallı insanların öne sürdükleri mesnetsiz iddialardan
ibarettir.
Bugün Sayın Karaman arkadaşımızın ifade ettiği meselelerin içerisinde
kendisinin de ifade buyurdukları gibi “sigayı şartiye vardır” şayet varsa…”
denilmektedir. Bize intikal etmiş ve ciddi olarak delile dayanan hiçbir ihbar
bugüne kadar vaki olmamıştır. Arkadaşımızın bugün gazetelerde intikal eden
yazılara dayanarak ifade ettiği işkence isnatlarının üzerinde ciddi olarak durup,
tahkikat yapacağız. Aslında Türk Silahlı Kuvvetlerine kendi mensuplarına, ne de
Türk Milletinin herhangi bir ferdine kanundışı, İnsanlık dışı herhangi bir işkence
yapmayı aklından geçirmez. Türk Silahlı Kuvvetlerinin dostu olmayan çevrelerin
bu güce ve sıkıyönetime yönelmiş olan iftiraların ciddi olarak ele alıp incelemeyi
hükümet olarak kendimize vazife bilmekteyiz. Şayet ben de “şayet” olarak ifade
ediyorum; kanundışı bir hareket varsa, bu kanundışı hareket komutanların bilgisi
dışında, henüz mahkemelere intikal etmeyen vakalarda eğer vuku buluyorsa,
bunların da suçlularını arayıp bulmak Hükümet olarak, sıkıyönetim olarak
hepimize düşen görevdir.
Arz eder, saygılar sunarım efendim. (AP ve Cumhuriyetçi Güven Partisi
sıralarından alkışlar)
Başkan: Sayın senatörler, gündemimiz müsait olduğu zaman, gündem dışı
konuşma istemlerinin hepsini karşılamaya gayret sarfetmekteyiz. Bugün
gündemimiz yüklüdür. Ancak, iki sayın üyeye söz vermek gibi bir imkan içindeyiz.
Daha üç sayın üyenin gündem dışı konuşma istemi vardır. Sayın Özmen, kalifiye
işçilerimizin dışarıya gitmesini önleyecek tedbirlerin alınmasına mütedair.
Sayın Hüseyin Kalpaklıoğlu, İncesu ilçesindeki sel olayları nedeniyle gündem dışı
konuşma talep etmektedir.
Sayın Delivelioğlu, örfi idare makamlarınca yürütülen muameleler ve işkence
iddiaları üzerinde konuşma talep etmektedir. Bu istemlere imkân verme
durumunda değiliz. Direnme olursa Yüce Senatonun oylarına müracaat
edeceğiz.
Mustafa Deliveli (Hatay): Tutumunuz hakkında söz istiyorum.
Başkan: Efendim.
Mustafa Deliveli (Hatay): Konuşma hususunda direneceğim Sayın Başkan.
Başkan: Direnme istemleri olup olmadığını sordum.
Mustafa Deliveli (Hatay): Sormadınız Sayın Başkan.
Başkan: Evet efendim öyle dedim. Direniyor musunuz efendim?
Mustafa Deliveli (Hatay): Evet.
Başkan: Hay hay efendim, müsaade buyurun.
Sayın Deliveli’nin gündem dışı konuşma istemini okuyup, direnişini oylarınıza arz
ederim.
Sayın Başkanlığa,
Örfi idare makamlarınca yürütülen muameleler ve işkence iddiaları hususunda
gündem dışı konuşmak istiyorum. Müsaadelerinizi rica ederim.
Hatay
Mustafa Deliveli
Başkan: Bu istemin yerine getirilmesini isteyenler lütfen işaret buyursunlar…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. Buyurunuz. Sayın Deliveli. Konuşmalarımız
10 dakika ile kayıtlıdır Sayın Deliveli.
Mustafa Deliveli (Hatay): Sayın Başkan, muhterem arkadaşlar
Bu mevzuda konuşmama imkan verdiğiniz için teşekkürlerimi sunarım.
Eğer biz şu memlekette hukuk devleti içinde olduğumuzu eden anayasası ile,
mevzuatı ile, tatbikatı ile hukuk devletinin hüküm sürdüğü bir memlekette işkence
yapıldığını katıksız, düşünen mücerret bir işkencenin karşısına çıkan bir
arkadaşımı şu kürsüde hem alkışlamak hem de aşağıda sarılıp öpmek isterim.
Bu memlekette işkencelere karşı bağırma bir kişiye değil, ve hepimize düşen bir
vazifedir. Yalnız gazetelerde okudum, Sayın Milli Birlik Grubu üyelerinin toplantı
yaptığını, yazılı sual sorduğunu ve ayrıca gündem dışı bir konuşma ile de bu
mevzuu kürsüye getireceklerini ifade eden yazıyı okudum. Düşündüm. İşkence
için bu kürsüye getirsinler. Olur ya şöyledir veya böyledir. Bir işkencenin
yapılmamasını isteyen bir konuşmanın aleyhine ne için Deliveli çıkıyor?
Duramadım, onun için çıktım.
Sayın arkadaşlarım, bu memlekette Jandarma Genel Komutanına silah atıldığı
gün çıkmadınız, bu memlekette Emniyet Kuvvetlerine, polislere silah çekilip…
Suphi Karaman (Tabii üye): Söz istiyorum.
Başkan: Müdahale etmeyiniz lütfen efendim.
(...)
Talat Turhan Hakkında
1924 yılında Elazığ’da doğdu. O tarihte babası Elazığ Müdde-i Umumisi (Savcı)
idi. Baba tarafı Rize ilinin Çayeli ilçesinin tanınmış ailelerinden Şerifoğulları’na
mensuptur. Anne tarafı Elazığ Harput’un tanınmış ailelerinden Efendigiller’dendir.
Babasının görevi nedeniyle yurdun çeşitli yörelerinde öğrenim hayatını sürdürdü.
Örneğin, 1929 yılında Ardahan’da başladığı ilkokulu 1935 yılında Zonguldak Gazi
Mustafa Kemal İlkokulunda tamamladı. Zonguldak’ta başladığı ortaokul yaşamını
1939 yılında Elazığ’da bitirdi.
Daha sonra 1940 yılında İstanbul Çengelköy’de bulunan Kuleli Askeri Lisesi’nde
öğrenimini sürdürdü. II. Dünya Savaşı’nın başlaması nedeniyle İstanbul’un
seyrekleştirilmesi planı çerçevesinde okulu Konya’ya taşındı, devam eden
öğrenimini 1942 yılında orada tamamladı. Mezuniyetinde tarih dersi birinciliği
nedeniyle ödüle layık görüldü. O dönemde Askeri Liseyi bitirdikten sonra
Samsun’da 15. Topçu Alayı’nda askerlik stajını tamamladı.
(1944 yılında Harp Okulu mezuniyet sonrasında başarı durumuna göre meslek
seçimi yapabildiği için Topçu sınıfına ayrıldı.)
Staj sonrası 1942/1944 yılları arasında Ankara’da Harp Okulu’nda öğrenimini
tamamladı ve 30 Ağustos 1944’te Asteğmen rütbesiyle Türk Silahlı Kuvvetleri’ne
katıldı. Daha sonra 1944/1946 yılları arasında Polatlı’da bulunan Topçu
Okulu’nda mesleki öğrenim gördü. Asteğmenliğinden 6 ay sonra Teğmenliğe
yükseldi. Okulu bitirdiğinde Adapazarı’nda bulunan 17. Tümen’e bağlı 17. Koşulu
Topçu Alayı’na (Atlı) atandı. Bu arada bir süre Kandıra’da görevini sürdürdü. Bir
yıl orada görev yaptıktan sonra şark (doğu) hizmeti için 156. Ağır Topçu Taburu
Müstakil Takım Komutanı olarak Erzurum Tafta köyüne atandı ve sırasıyla; 1948
Topçu Okulu emrinde Müstakil Topçu Takım Komutanı (kıta ile naklen) Polatlı;
1948/1950 Topçu Üsteğmen Erzurum Gez köyü ve Aziziye Tabyası 13’ncü
Uçaksavar Alayı Topçu Takım Komutanlığı ve Batarya Komutanlığı (vekaleten);
1948/1949 Kursiyer Uçaksavar Okulu Ağır Uçaksavar M-8 Komuta Aleti ve SCR
584 Radarı Kursu Tuzla; 1950 1. Uçaksavar Alayı Topçu Takım Komutanı;
İstanbul–Rami, Bandırma (kıta ile naklen); 1950 Yedek Subay Taburu Takım
Komutanı Tuzla Uçaksavar Okulu; 1950 Kursiyer (Kurs Birincisi) İzmir Gaziemir
Ulaştırma Okulu Motor ve Bakım Kursu; 1950/1951 Üçüncü Bakım Kademesi
Komutanı, Öğretmen Subay Kursu Tuzla; 1951-1953 Genel Konular Bölümü
Motor Öğretmeni– Tuzla Uçaksavar Okulu (orada Motor bölümü kürsüsünü
kurarak ilk bölümün öğretmenliğini yaptı); 1953 yılı Kara Harp Akademisi Sınavı
Giriş Birincisi İstanbul-Yıldız; 1953/1954 5’nci Kore Tugayı Uçaksavar Batarya
Komutan mv. Ankara ve Seferihisar (Türkiye’de hazırlık); 1954-1955 5’nci Kore
Tugayı Uçaksavar Batarya Komutanı mv. (Batarya Birleşmiş Milletler Birincisi)
Topçu Yüzbaşı Kore 1955/1956 Uçaksavar Alayı 187’nci Hafif Uçaksavar
Batarya Komutanı İstanbul Orhaniye Kışlası; 1955 Kursiyer Polatlı Topçu
Tekamül Kursu; 1958/1959 2’nci Ordu Karargah Harekat Başkanlığı Kurmay
Stajyeri Topçu Binbaşı Konya; 1959/1960 39’ncu Tümen Topçu Komutanlığı Ağır
Topçu Tabur Komutanlığı mv. – Kurmay Binbaşı Dörtyol; 1959/1960 39’ncu
Tümen Harekat ve Eğitim Şube Müdür vk. İskenderun; 1960 Genel Kurmay
Harekat Başkanlığı Plan Harekat Dairesi Plan Kısım Amiri Ankara; 1960/1962
Milli Savunma Bakanlığı Kara Emir Subayı Topçu Kurmay Yarbay Ankara (1960
Yılında atandığı bu görevinde 30 Ağustos 1962 yılında Yarbaylığa terfi etmiştir);
1960/1962 Milli Savunma Bakanlığı Özel Kalem Müdür vk. Ankara; 1961/1962
Ordu Dil Okulu İngilizce bölümü (9 ay süreli bu kurs devam ederken 22 Şubat
1962 başkaldırı girişimi meydana gelmiş, bu olay nedeniyle kursu
tamamlamadan ilişkisi kesilerek Afyon Batı Menzil Komutanlığı Plan ve
Prensipler Şubesi Kısım Amirliğine sürgün edilmiştir. Daha sonra Danıştay’da
dava açarak, dil kursunda bıraktığı yerden devam etme hakkını geri kazanmıştır.
27 Mayıs 1960’tan sonra Ankara’da Milli Savunma Bakanlığı (MSB) Özel Kalem
Müdürlüğü görevinde bulunduğu evrede Silahlı
Kuvvetler içindeki
dalgalanmalarda yer aldı. O dönemden itibaren ülkemizin yakın tarihine ilişkin
olaylara devrimci inançları doğrultusunda doğrudan ya da dolaylı olarak katıldı.
Silahlı Kuvvetler Birliği’ne üye oldu.
Özellikle Ankara’daki görevi sırasında ABD emperyalizminin güdümüne sokulan
ülke düzeninin kokuşmuşluğunu algıladı. Bu tavrı düzene egemen olan güçler
tarafından gözden kaçırılmadığı için, 22 Şubat 1962 olaylarına katılmış olma
bahanesiyle Afyon’a sürgün edildi.
Daha sonra Genç Kemalistler Ordusu adlı bir dava nedeniyle Mamak Askeri
Ceza ve Tutukevi’nde 1963 yılında 4 ay 17 gün tutuklu kaldı ve üç buçuk yıl
askeri yargıda yargılandı. Dava devam ederken hiçbir gerekçe gösterilmeksizin
42 sayılı yasayla emekliye ayrıldı. Emekli edildiğinde devresinde bulunan kurmay
subaylar arasında kıdem bakımından birinci konumda bulunuyordu.
Kurmay Yarbay rütbesiyle emekliye ayrıldığı 1964 yılından bu yana kendisine
yapılan tüm iş önerilerini reddedip düzen dışında kalmayı yeğledi ve 1965 yılında
yazın yaşamına başladı.
Egemen güçler peşini bırakmadılar. 1972/1974 yılında Bomba Davası adlı üst
düzey cuntacı generallerin birbirleriyle olan makam ve çıkar çatışmaları üzerine
düzenlenen komplo bir davanın baş sanığı olarak Ziverbey İşkence Köşkü’nde bir
ay işkence gördü ve iki yılını Selimiye Askeri Ceza ve Tutukevi’nde geçirdi. İdam
istemiyle yargılandığı bu davada af kabul etmemesine karşın, politik durumdaki
değişime uyarlı olarak davası örtbas edildi. 1973 yılında cezaevinde yatarken
kontrgerilla işkencecileri hakkında TBMM araştırması isteyerek bu konuyu ülke
gündemine soktu.
1990 yılında İtalya’da patlak veren Gladio gizli örgütü, öne sürdüğü tüm savları
doğrulamasına karşın, TBMM’de bu konudaki tüm girişimler bugüne kadar
sonuçsuz kalmıştır. Susurluk kazasıyla da daha önce öne sürdüğü savlar Türkiye
yönünden doğrulandı.
37 yıldan bu yana çeşitli gazete ve dergilerde politik, stratejik, istihbarat ve
güvenlik örgütleri, insan hakları, olağanüstü yargı, kontrgerilla, terörizm ve
emperyalizmin örgütleri vb. yakın konularda araştırma ve inceleme türü dizi
yazıları yayınlandı.
Özellikle 1990’dan beri ilgi alanı içine giren konularda 17’si yurtdışında olmak
üzere 120’ye yakın konferans, açıkoturum, panel vb. gibi etkinliklere katıldı. Bazı
Özel TV kanallarındaki belgesel ve söyleşilerde yer aldı. Basın toplantıları
düzenledi.

Benzer belgeler