SEFİLLER

Transkript

SEFİLLER
KLASİK DÜNYA EDEBİYATI
Roman
Victor Hugo
SEFİLLER
Le
Çeviren:
ylâ Gürs
Resimle
el
y e n : Ku
tlay Sın
dırgı
Victor Hugo
SEFİLLER
Çeviren: Leylâ Gürsel
Resimleyen: Kutlay Sındırgı
ek Şoran
inatörü: İp
Yayın Koord
ru Akkaş
Düzelti: Eb
özde Bitir
Tasarım: G
K apak ve İç
er Börü
ulama: Tan
Tasarım Uyg
1. Basım: 2003
16. Basım: 1000 adet, Kasım 2014
ISBN 978-975-07-0327-0
Les Misérables, Victor-Marie Hugo
© Can Sanat Yayınları Ltd. Şti. 2003
Tüm hakları saklıdır. Tanıtım için yapılacak
kısa alıntılar dışında yayıncının yazılı izni
olmaksızın hiçbir yolla çoğaltılamaz.
Can Sanat Ya
yınları Yapım
, Dağıtım, Ti
caret ve Sana
yi Ltd. Şti.
Yayıncı Sertifi
ka No: 1075
8
Hayriye Cadd
esi No. 2, 34
430 Galatasa
Telefon: (021
ray, İstanbul
2) 252 56 75
- 252 59 89
Faks: 252 72
www.canco
33
cuk.com ca
ncocuk@ca
ncocuk.com
sı; Sertifika No: 27857
Kapak Baskı: Azra Matbaa
:3
baacılar Sitesi D Blok Kat
Adres: Litros Yolu 2. Mat
l
nbu
urnu, İsta
No: 3/2 Topkapı, Zeytinb
Sertifika No: 22749
sı;
baa
Mat
an
Ayh
:
İç Baskı ve Cilt
ncik Sk.
. Devekaldırımı Cad. Geli
Adres: Mahmutbey Mah
l
nbu
İsta
r,
Kat: 3 Bağcıla
Güven İş Merkezi No: 6
hibi:
Bu kitabın sa
..
................
................
...
Victor Hugo SEFİLLER
Victor Hugo
Ünlü Fransýz yazarý Victor Hugo
(1802-1885), Sefiller ad­lý dev romanýnýn
önsö­zünü þöyle bitirir: “Yeryü­zünde
yoksulluk ve bilgisizlik egemenliðini
sürdür­dük­­çe, böylesi ki­tap­lar gereksiz
sa­yýl­mayabilir.”
Bu ki­tap, yüz yýlý aþkýn bir süredir
dünyanýn her kö­þe­sin­de, dünya­nýn bütün
dille­rin­de ara­lýksýz basýlýyor,
okunuyor. Çün­kü ger­çekten de dünyanýn
her ikliminde insanlar can çekiþi­yor ve
inil­di­yorlar. Bir top­lu­mun çö­küþ yýl­la­­rý­ný
an­la­týr­ken, o top­lu­mun içindeki diriliþ
tohum­la­­rý­nýn ye­þe­riþini de gözler önü­­ne
seren bu usta romancýnýn bu dev ese­rini,
yal­nýz çocuk­la­rýn deðil, büyüklerin de
engin bir il­giyle oku­ya­cak­la­rýndan kuþ­ku
duymuyoruz.
4
Victor Hugo SEFİLLER
SEFİLLER
İçindekiler
Doğru Bir Adam, 7
Bay Madlen, 18
Tenardiye Hanı, 33
Küçük Kozet, 51
Bir Büyük Burjuva, 71
Aydınlık ve Karanlık, 88
Tuzak, 103
Temir Bir Sevgi, 121
Kenevirciler Sokağı, 131
Bir Başkaldırının Can Çekişmesi, 148
Evlenme, 169
Bağlanış, 178
5
Doğru Bir Adam
1815 Ekimi’nin ilk günlerinde, günbatımından
aşağı yukarı bir saat önce, yaya yolculuk eden bir
adam, küçük D.... kentine giriyordu. Sağlam yapılı,
bodur bir adamdı; kırk sekiz yaşlarında olabi­­lir­­di.
Gözlerinin üstüne iyice indirdiği siperlikli deri kasketi, güneş yanığı yüzünün bir bölümünü giz­­li­­yordu,
üzerinde sarı renkli kaba bezden bir gömlek, ip gibi
bükülmüş bir kravat, yıpranmış pantolon, dir­sek­leri
yamalı eski bir ceket vardı. Çok ağır torbasını sırtında taşıyor, düğümlü kocaman değneğine da­yana dayana yürüyordu. Tabanları demirli pabuçlarının için7
Victor Hugo SEFİLLER
de ayakları çorapsızdı, saçları ağarmış, sakalı iyice
uzamıştı.
O zamanlar D... kentinde bir han vardı, yörenin
en güzel konutuydu, adam ona doğru yöneldi. Yeni
gelen birisinin içeriye girdiğini gören hancı, başını
kaldırıp baktı ve küçümseyici bir tavırla tepeden tırnağa süzdü onu.
“Ne istiyorsun,” diye sordu ters ters.
“Yemek ve yatmak,” dedi adam. “Param da var.”
Koynundan kocaman bir deri kese çıkardı.
Hancı bir an duraksadı, sonra aynı sertlikle devam etti:
“Bütün odalarım dolu, sana yiyecek hiçbir şey de
veremem, yemekler ancak müşterilerime yeter. Haydi
çek arabanı!”
Sesinin vurgusu yolcuyu titretti. Zavallı adam
kar­­şılık vermek için ağzını açacak oldu ama vazgeçti,
başını eğip yere bıraktığı torbasını alarak çekip gitti.
Ana caddeye saptı. Rasgele yürüyor, evleri sıyırarak geçiyordu. Arkasını dönüp baksaydı hanın kapısında dinelen hancının, çevresine topladığı han müşterileriyle yolda geçenlere parmağıyla onu göstererek
acele acele bir şeyler söylediğini görecekti. Ama arkasına bakmadı. Ezilmiş kişiler arkalarına bakmazlar.
Gece yaklaşıyordu, bir başka barınak aradı. Lokantalı güzel oteller ona kapalıydı, gösterişsiz bir
meyhane aramaya koyuldu. Karşısına ilk çıkan meyhaneye daldı.
8
Victor Hugo SEFİLLER
Gelgelelim, masa başında oturan müşterilerden
bir balıkçı, atını ahırına bağlamak üzere hana gittiğinde orada olup bitenlere tanık olmuştu. Oturduğu
yerden, hiç kimseye çaktırmadan meyhaneciye işaret
etti, meyhaneci yanına gelince de kulağına bir şeyler
fısıldadı.
Meyhaneci içeriye giren eli değnekli adama dönerek sert bir tavırla, “Ne istiyorsun,” diye sordu.
Adamın karşılık vermesine zaman bırakmadan da ekledi:
“Bas git buradan!”
“Peki, nereye gitmemi istiyorsunuz?”
“Başka yere!”
Adam değneğiyle torbasını alıp gitti.
Cezaevinin önünden geçiyordu. Kapısında zincire bağlı bir çanın asılı olduğunu gördü. Çaldı. Kapıdaki küçük pencere açıldı, cezaevi kapıcısının başı
göründü.
Adam, kasketini saygıyla çıkararak, “Bay kapıcı,”
dedi, “beni bu gecelik burada yatırır mısınız lütfen?”
“Cezaevi otel değildir,” dedi kapıcı soğuk soğuk.
“Kendinizi tutuklattırın, o zaman kapıyı açarım si­ze.”
Ve küçük pencere kapandı.
Gece ilerliyordu, Alp Dağları’nın soğuk rüzgârı
esmeye başlamıştı. Adam, yürüdüğü sokak boyunca
uzanan bir bahçe içinde alçak kapılı, tahtadan yapılmış derme çatma bir kulübe gördü. Yüreği ferahlamıştı, içini çekerek durdu.
9
Victor Hugo SEFİLLER
“Orada rahat ederim,” diye söylendi.
Ne var ki tam başını eğip kulübenin içine kayacağı sırada yabanıl bir gürleme duydu. Başını kaldırınca, alacakaranlığın içinde kocaman bir buldog köpeğinin iri başı beliriverdi. Kulübe bir köpek yuvasıydı.
“Burası bile,” diye haykırdı adam acıyla.
Bahçeden çıkabilmek için değneğini kullanmak
zorunda kaldı. Çünkü köpek azgın havlamalarla ona
saldırıyordu. Sokaklar boyunca rasgele yürüdü, yürüdü... Çaldığı birkaç kapıdan daha kovuldu. Her kovulduğu yerden tek sözcük söylemeksizin uzaklaşıyordu.
Böylece kilisenin bulunduğu alana ulaştı. Kiliseye doğru yumruğunu sıktı. Sonra, bütün umutları kırılmış, yorgunluktan bitkin durumda, orada bulunan
bir taş sıranın üzerine uzandı.
O anda kiliseden yaşlı bir kadın çıkıyordu. Karanlıkta uzanmış adamı gördü.
“Çok kötü bir yatak, dostum,” dedi.
“On yıl süresince tahtadan bir yatakta yattım,”
diye yanıtladı adam, öfkeyle. “Bugün de taştan bir şiltem var.”
“Geceyi böyle geçiremezsiniz. Üşümüşünüzdür.
Karnınız da açtır.”
“Her yerden kovuldum.”
Yaşlı kadın, adamın kolunu tutarak, “Bütün kapıları çaldınız mı?” diye sordu.
10
gösterdi:
“Bu kapıyı da çaldınız mı?”
Victor Hugo SEFİLLER
Sonra, alanın öte yakasındaki alçak küçük evi
“Hayır.”
“Bu kapıyı çalın.”
Kadın uzaklaştı.
Adam homurdanarak ayağa kalkıp kendisine gösterilen eve doğru yürüdü. Kapıyı çaldı.
“Girin,” dedi, tatlı ve yiğit bir erkek sesi.
Adam kapıyı ardına kadar itti, içeriye girdi. Torbası omzunda, değneği elindeydi. Gözlerinde sert,
atılgan, yorgun ve hırçın bir ifade vardı. Ocağın ateşi
yüzünü aydınlatıyor, ona korkunç bir görünüm veriyordu.
Salonda üç kişi vardı, yaşlı iki kadınla bir papaz.
İki kadını bir titremedir almıştı. Papaz, adama sakin
sakin baktı. Adam, boğuk bir sesle, “Adım Jan Valjan,” dedi. “Kürek hükümlüsüyüm. Tam on dokuz yılımı zindanda geçirdim. Dört gün önce salıverildim.
Dört gündür yoldayım, yürüyorum. Pontarliye Kasabası’na gidiyorum. Bugün kente geldiğimde akşam
olmuştu. Bir hana girdim, sonra bir başkasına, beni
hep kapı dışarı ettiler. Köpek yuvasına bile girdim,
köpek beni ısırdı, kovaladı. Taş sıra üzerinde yattım.
Yıldızlar görünmüyordu, yağmur yağacağını ve yağmur yağmasını engelleyecek bir Tanrı’nın bulunmadığını düşündüm. Bir kadın bana evinizi gösterdi, ‘Şu
11
Victor Hugo SEFİLLER
12
kapıyı da çalın!’ dedi. Çaldım. Nedir burası? Bir han
mı? Param var, oda ücretimi ödeyebilirim. Zindanda
on dokuz yıl çalışarak biraz para da biriktirdim. Çok
yorgunum. Çok yol yürüdüm. Açım. Burada kalabilir
miyim?”
Papaz, iki kadından birine, yuvarlak yüzlüsüne
dönerek, “Sofraya bir tabak daha koyun,” dedi.
Adam, üç adım atarak masa üzerinde duran lambaya yaklaştı. Bakışlarında büyük bir şaşkınlık okunuyordu. Güçlükle duyulabilen bir sesle, “İyi duydunuz değil mi?” dedi. “Ben bir kürek hükümlüsüyüm,
kürek cezasından geliyorum. İşte pasaportum. Görüyorsunuz ya sarı. Gittiğim her yerden beni kovdurmaya yarıyor. Üzerinde yazılanlara bakın. Okuyacağım
size, çünkü okumasını biliyorum, zindanda öğrendim. ‘Jan Valjan, serbest bırakılmış kürek hükümlüsü,
Pontarliye’de doğma, on dokuz yıl zindanda kalmıştır. Hırsızlıktan beş yıl, dört kez kaçmaya kalkışmaktan da on dört yıl hüküm giymiştir. Bu adam çok tehlikelidir.’ Öğrendiniz işte, herkes beni kapı dışarı ediyor. Siz yatacak bir yerle, yiyecek bir şeyler verebilir
misiniz? Ahırınız var mı?”
Papaz yine kadına döndü, “Boş yatağa temiz çarşaflar yayın,” dedi. Sonra adama döndü, “Oturun bayım,” dedi. “Yatağınız yapılana kadar ısının. Birazdan
akşam yemeği yiyeceğiz.”
Adamın yüzü kuşkunun, olağanüstü şaşkınlığın
izleriyle doluverdi.
Victor Hugo SEFİLLER
“Demek beni alıkoyuyorsunuz,” diye mırıldandı.
“Bana, ‘bayım’ diyorsunuz. ‘Defol köpek!’ demiyorsunuz. Yemek yiyeceğim. Herkes gibi çarşaflı yatakta
yatacağım. Kimsiniz siz? Çok para vereceğim size.
Hancısınız değil mi?”
“Hayır. Burada oturan bir papazım. Paranız sizde
kalsın. Ateşe yaklaşın. Buralarda gece rüzgârı serttir.
Bayan, bu lamba iyi aydınlatmıyor. ”
Yaşlı hizmetçi, efendisinin ne istediğini anladı.
Oymalı gümüş şamdanları aramaya gitti. Bu iki şamdan yalnız önemli konuklar için masaya konulurdu.
Yanmış olarak getirdi onları. Sofra örtüsünün üzerine,
bu yalın evin tek süsü olan altı gümüş tabağı koydu.
Adam titreyen bir sesle, “Papaz efendi, çok iyisiniz,” dedi. “Nereden geldiğimi saklamadığım halde
beni evinize kabul ediyor, benim için şamdanlarınızı
yakıyorsunuz!”
Papaz yavaşça elini tuttu.
“Bu kapı, içeriye girmek isteyene, bir unvanı olup
olmadığını sormaz; ama bir acısı olup olmadığını sorar. Çünkü bu ev Tanrı’nın evidir. Adınızı öğrenmenin
ne gereği var? Siz bana söylemeden önce biliyordum
ben onu.”
Adam şaşkınlıktan gözlerini açtı.
“Gerçek mi? Nasıl çağrıldığımı biliyor muydunuz,” diye haykırdı.
“Evet,” dedi papaz, “‘kardeşim’ diye çağrılıyorsunuz.”
13
Victor Hugo SEFİLLER
Bu sırada yaşlı hizmetçi, akşam yemeğini ha­zır­la­
mıştı; çorba, bir parça et, incir, taze peynir ve kocaman bir çavdar ekmeği. Ayrıca, yıllanmış bir şişe şarabı da kendiliğinden eklemişti.
Papaz, adamı sağına oturtmuştu. Bütün bu olup
bitenler süresince hiçbir şey söylemeyen yaşlı kadın
da onun karşısına oturdu. Adam, doymazcasına yemeye koyuldu. Ev sahipleri ona, insanın canını sıkan
bir merakla değil, ama iyilikle bakıyorlardı.
Yemek sona ermişti. Papazın kız kardeşiyle yaşlı
hizmetçi, yatmak üzere yukarıya çıktılar. Papaz masanın üzerindeki şamdanlardan birini aldı, konuğuna
dönerek, “Gelin bayım,” dedi. “Sizi odanıza götüreyim.”
Az önce oturdukları salon gibi sade döşenmiş bir
odaya geçtiler. Odanın dip tarafındaki girintiye bir
yatak yerleştirilmişti.
Papaz, şamdanı küçük bir masanın üzerine bırakarak, “Kendi evinizdesiniz bayım,” dedi. “İyi bir gece
geçirmenizi dilerim. Yarın sabah yola çıkmadan önce
ineklerimizin sütünden bir bardak için.”
Bunun üzerine adam birdenbire boğuk bir sesle
haykırdı:
“Beni bu kadar yakınınızda yatırıyorsunuz demek! Benim adam öldürmediğimi kim söyledi size?”
“Bu Tanrı’yı ilgilendirir,” dedi papaz. Sonra, başını çevirmeden, arkasına bakmadan odasına girdi.
14
bahçeye geçti.
Adam, mumu söndürdü, kendini giysileriyle bir-
Victor Hugo SEFİLLER
Ama orada durmadı, evin arkasında bulunan küçük
likte yatağa attı, derin bir uykuya daldı.
Gecenin ortasına doğru Jan Valjan uyandı. Oturduğu yerden çevresine bir göz gezdirdi.
Jan Valjan, on dokuz yıldır bir damla gözyaşı dökmemişti. Bir ekmek çaldığı için beş yıl küreğe hüküm
giymiş ve kaçma girişimlerinden ötürü cezasının ölçüsüzce uzatıldığını görmüştü. Karanlık ruhunda bir
mahkeme kurulmuştu. Suçunu bağışlamıyordu, ama
kendisini aç bırakan sonra da cezalandıran toplumu
da suçluyordu. Ve günün birinde, işlediği suç ile verilen ceza arasındaki dengesizliğin sorumlusu olan
adamlardan hesap sormakta duraksamayacağını söylüyordu.
Bir an, Jan Valjan yeniden uyumak isteğine kapıldı, ama uyumadı. Aklı, yaşlı hizmetçinin birkaç saat
önce masanın üzerine koyduğu gümüş takımlara takılmıştı. Ayağa kalktı, gürültü yapmaktan kaçınmak
için ayakkabılarını çıkardı ve avına yaklaşan kedi gibi
papazın odasına doğru yürümeye başladı, kapıyı yavaşça açarak içeriye girdi.
Ay ışığı, uyuyan papazın sakin yüzünü aydınlatıyordu. Jan Valjan, gözlerini uyuyandan ayırmaksızın
geriledi. Eli, kurulmuş bir makine gibi papazın başucundaki sepeti yakaladı. Yaşlı hizmetçi, gümüş takım15
Victor Hugo SEFİLLER
larını her akşam bu sepette saklardı. Sonra iri adımlarla dua odasına girdi ve bahçeye açılan pencereden
atladı. Bir dakika sonra kırda çitleri, hendekleri bir
kaplan gibi aşarak kaçıyordu.
Ertesi sabah papaz, kız kardeşi ile birlikte sofraya oturmaya hazırlanırken yaşlı hizmetçisi çıkageldi.
Sararmıştı, titriyordu.
“Efendim,” diye haykırdı. “Dünkü adam gitmiş,
gümüş takımlarımız da... Bizi soymuş!”
“Yaa,” dedi papaz. Sonra ciddi ve tatlı bakışlarını
hizmetçi kadına çevirerek, “Peki, bu gümüş takımlar
bizim miydi? Bu adam da yoksul değilse nedir peki?”
dedi.
Hizmetçi tam karşılık vereceği sırada kapı açıldı.
Jan Valjan’ı yakalayan üç jandarma önlerine kattıkları tutsaklarını hoyratça itip kakarak hep birlikte içeriye girdiler.
Papaz, hiçbir şaşkınlık göstermeden Jan Valjan’a
doğru ilerledi, “Neden gümüş şamdanları da alıp götürmediniz? Ben onları da size vermiştim,” dedi.
Jan Valjan, bu çok sayın papaza yorumlanamaz
bir bakışla baktı.
Jandarmalardan biri saygılı bir tavırla sordu:
“Öyleyse efendim, bu adam, gümüş takımları ona
sizin verdiğinizi söylerken yalan söylemiyordu. Öyle
mi?”
“Yalan söylemiyor,” dedi papaz. “Bırakın gitsin.”
16
şamdanı aldı.
“İşte şamdanlarınız,” dedi. “Alın bunları.”
Victor Hugo SEFİLLER
Kabul törenlerinde masasını süsleyen iki gümüş
Sonra, kendisine şaşkın şaşkın bakan ve eli ayağı tirtir titreyen eski kürek hükümlüsüne yaklaşarak
yalnız onun işitebileceği bir sesle şunları ekledi:
“Bu gümüşleri namuslu bir insan olma yolunda
kullanacağına dair bana verdiğiniz sözü unutmayın,
hiçbir zaman unutmayın. Jan Valjan, kardeşim, siz
kötülüğe ait değilsiniz artık; ben sizin ruhunuzu satın aldım ve onu Tanrı’ya veriyorum.”
17
Bay Madlen
Bu olaydan birkaç yıl sonra küçük M... kentinin
halkı, ülkenin en zengin kara kehribar ve incik-boncuk yapımcılarından birini belediye başkanı olarak
seçiyordu. Ve aralık ayının bir akşam vakti, sırtında
torbası, elinde düğümlü değneğiyle kente girişini hiç
kimsenin anımsamadığı “Madlen Baba”, artık “Belediye Başkanı” oluyordu.
Soyu sopu hakkında hiçbir şey bilinmiyordu. Bu
yörelerin yabancısıydı. Yalnız kente geldiği günün öyküsü anlatılıyordu. O gün belediyede bir yangın çıkmıştı, bu adam alevler içine atılarak jandarma yüzba18
karşısında ona pasaportunu sormayı kimse düşünmemişti.
Victor Hugo SEFİLLER
şısının iki çocuğunu ölümden kurtarmıştı. Bu başarı
Elli yaşlarındaydı, iyi bir insandı, düşünceli bir
hali vardı. Kılık kıyafetiyle, konuşmasıyla basit bir işçiye benziyordu. Az bir parası vardı. Gelgelelim, kente varır varmaz bu küçük sermayeyi ustaca bir buluşla çoğaltmasını bilmişti. Ülke yoksullarının geçimini
sağlayan ‘kara kehribar’ yapımında kullanılan reçinenin yerine cin verniği bulmuştu; kara kehribardan yapılan bileziklerin lehimli halkaları yerine de birbirine
çok yaklaştırılmış halkalar koymayı düşünmüştü. Bu
çok küçük değişiklik, bu işte çalışanlar için bir devrim olmuştu. Beş yıla varmadan da zengin olmuş,
kenti zenginleştirerek çok önemli bir iş merkezi haline getirmişti. “Madlen Baba” yoksullar için harcadığı
milyonlardan başka, ayrıca bir hastane, bir okul, bir
düşkünler yurdu yaptırmış, yardım sandıkları kurmuştu.
Bunca servetine ve yükselmesine karşın “Madlen
Baba” ilk günkü gibi yalın bir yaşam sürüyordu. Belediye başkanlığı görevini eksiksiz yapıyordu. Bir başına yaşıyordu. Az konuşurdu, nazikti. Kentin yapmacıklı küçük salonlarında adı “ayı”ya çıkmıştı. Ama
halk taparcasına seviyordu onu.
1821 yılının başında gazeteler, D... kentinin papazının öldüğünü bildirmişlerdi. Seksen iki yaşında
19
Victor Hugo SEFİLLER
hakkın rahmetine kavuşmuştu. Bu ölüm haberinin
ertesi günü Bay Madlen, şapkasına yas tülü takmış,
tepeden tırnağa karalar giyinmişti. Bay Madlen’in bu
davranışı kentin bir minnacık mahallesinde birtakım
yanlış yorumlamalara yol açtı. Bir akşam bu küçük
kentin yüksek sosyetesinin başta gelen hanımlarından biri, ona şöyle bir soru sormak patavatsızlığında
bulundu:
“Sayın Başkan, siz merhum D... kenti papazının
yeğeni misiniz?”
“Hayır hanımefendi,” diye yavaşça yanıtladı Bay
Madlen. “Gençliğimde papazın evinde uşaktım.”
Bu yanıt karşısında bu seçkin insanların tepkisi
azaldı, hatta büsbütün yok oldu. Bay Madlen’in yarattığı saygı bütün sosyetece benimsendi... Kentin
belediye başkanına danışmak için yörenin en uzak
yerlerinden insanlar geliyordu. Ona karşı duyulan
saygı tüm yöreyi kaplayan bir salgın hastalık gibiydi.
Bu salgın hastalığa bir tek adam yakalanmadı. O
da Javer adında bir polis müfettişiydi.
Javer, gençliğinde güneydeki kürek hükümlüleri
takımında görevlendirilmişti. Namuslu, bilgili, cesur
davranışlarından ötürü mesleğinin basamaklarını tırmanmıştı. Görünüşüyle hem güven verici, hem korkunç, hem ağırbaşlı, hem kibirliydi. Eline düşenin vay
haline! Babasını bile tutuklatabilirdi ve bunu tam bir
iç rahatlığıyla yapardı. Tüm yaşamı iki sözcüğe sığdı-
20
larının altında karanlık gözleri pusuda beklerdi, yanaklarını kaplayan kocaman favorileriyle yüzü bir
Victor Hugo SEFİLLER
rılabilirdi, gözetlemek ve uyanık olmak. Çıkıntılı kaş-
buldog köpeğini andırırdı. Javer ciddi olduğu zaman
gerçekten bir buldog köpeğiydi; ama sırıttığı vakit
kaplan kesiliyordu.
Bu korkunç adam Bay Madlen’in üzerine dikilmiş
bir çift göz gibiydi, kuşkularla dolu bir çift göz. Bay
Madlen durumun farkındaydı; ama bu ezici bakıştan
kaçınmaya çalışmıyor, Javer’e karşı serbestçe ve iyilikle davranıyordu.
Böyle olmakla birlikte polisin tuhaf davranışları
Bay Madlen’i uyarmış gibi görünüyordu.
Yağmurlu bir günün ertesinde, yerler çok ıslaktı.
Yaşlı bir köylü olan Foşlövan Baba, kentin çamurlu
bir sokağında atının ayağı kaydığı için devrilen arabasının altında kalmıştı. Adam çok acınacak bir durumdaydı. Yüklü araba, olanca ağırlığıyla göğsünün
üstüne yıkılmıştı. İçler acısı hırıltılar çıkaran adamcağızı arabanın altından çıkarmaya çalıştılar, ama
boşuna. Kaza yerine gelen Javer, bir bocurgat bulunmasını emretti. Derken Bay Madlen geldi. Herkes saygıyla kenara çekildi.
“Bocurgat ne kadar zamanda gelir?” diye sordu
Belediye Başkanı.
“Bir çeyrek saatte.”
“Bir çeyrek saat bekleyemeyiz. Yük arabası her
21
Victor Hugo SEFİLLER
geçen dakika daha da gömülüyor. İyiliksever biri arabanın altına sokulup onu sırtıyla kaldırmalı. Bunu yapacak gücü ve yüreği olana yirmi altın veriyorum.”
“Böyle bir arabayı sırtıyla kaldırmak için korkunç
bir adam gerekir,” dedi Javer. Ve gözlerini Bay Madlen’e dikerek devam etti:
“Sizin dediğinizi yapmaya gücü yetecek bir tek
adam tanıdım şimdiye dek. Bir kürek hükümlüsüydü.
Tulon Zindanı’nda.”
“Yaa,” dedi Bay Madlen. Sararmıştı.
“İmdat! Yetişin! Kurtarın,” diye inliyordu Foşlövan Baba.
Madlen Baba, başını kaldırdı, kıllarını bile kıpırdatmayan insanlara bakarak acı acı gülümsedi. Sonra, tek sözcük söylemeden diz çöktü, kalabalıktan bir
çığlık gelmesine zaman bırakmadan arabanın altında
buldu kendini. Korkunç bir bekleyiş ve sessizlik oldu.
Sonra yük arabasının birdenbire sarsıldığı, sonra ağır
ağır kalktığı görüldü. Tekerlekler battıkları yerden yavaş yavaş çıkıyorlardı. Bay Madlen boğuk bir sesle
haykırdı:
“Çabuk, yardım edin!”
O zaman tümü birden atıldılar. Yük arabası yirmi
kol tarafından kaldırıldı. Foşlövan Baba kurtulmuştu.
Bay Madlen, ayağa kalktı, kanter içindeydi, üstü
başı çamura bulanmıştı. Herkes ağlıyordu. Yaşlı
adam, Madlen Baba’nın dizlerine sarılmış hıçkırarak
22
YAŞ
9
10
11
12
+
Victor Hugo
SEFİLLER
Umudun ve direnişin unutulmaz öyküsü...
Victor Hugo, ateşli bir yur tseverdi. Yurdunun çıkarları için
siyasal kavgalardan hiç çekinmedi. Bu yüzden tam yirmi
yıl sürgün kaldı. Bu sürgün yılları, gerek şiir, gerek roman
açısından onun en verimli dönemi oldu. “Sefiller” de bu
yılların ürünüdür... Bu romanda bir toplumun çöküş yıllarını
yaşarken, o toplumun içindeki diriliş tohumlarının yeşerdiğini
de göreceksiniz. Direnişçilerin safında yer alan
küçük Gavroş’un serüvenini unutamayacaksınız.
ISBN 978-975-07-0327-0

Benzer belgeler