Sofinin Boş Sofraya Sevdalanması

Transkript

Sofinin Boş Sofraya Sevdalanması
SOFİNİN BOS SOFRAYA SEVDALANMASI
Bir sofi bir gün çiviye asılmış bir sofra gördü. Vecde geldi, dönmeye, oynamaya
başladı, elbisesini yırtıyor. İşte azıkların azığı. İşte kıtlıkların, dertlerin devası diye
naralar atıyordu. Dumanı başından çıkıp neşesi, zevki arttıkça arttı. Sofilerde ona
uydular, semaa başladılar. Kih, kih gülmeye, hay huy etmeye koyuldular.
Defalarca kendilerinden geçip kendilerine geldiler.
Herzevekilin biri, sofiye “ Çiviye asılı ve içinde ekmek olmayan bomboş sofra
nedir ki seni bu derece zevke, vecde getiriyor?” dedi. Sofi dedi ki: “ Yürü git be
sen manasız bir suretten ibaretsin. Sen varlık peşinde koş, aşık değilsin sen.
Aşıkın gıdası, ekmeksiz ekmeğe aşık olmaktır. Aşkın doğru olan kişi. Varlığa
bağlanmaz.
Aşıkların varlıkla işi yoktur. Aşıklar, karı sermayesiz elde ederler. Kanatları
yoktur. Alemin etrafında uçarlar. Elleri yoktur, topu meydandan kaparlar! Mana
kokusunu duyan o yoksul da eli kesik olduğu halde zembil örerdi ya! Aşıklar,
yoklukta çadır kurarlar. Onlar yokluk gibi bir renktedirler. Bir tek ruhları vardır
onların!
Süt emen çocuk yemekten nasıl zevk alabilir? Perinin gıdası kokudan ibarettir.
Fakat insan oğlu perinin kokusundan koku alabilir mi? Huyu onun huyunun
zıddıdır. Perinin az bir güzel kokudan aldığı zevki, sen yüz batman güzel yemekten
bile alamazsın. Nil ırmağının suyu Mısırlılara kan kesildiği halde İsrailoğullarına
sudur. Deniz, Firavunu boğduğu halde İsrailoğullarına bir ana cadde haline gelir.
Yakub’un, Yusuf’un yüzünde gördüğü nur, ancak Yakub’a mahsustu. Kardeşleri
bunu nereden görecekler? Bu sevgiliye olan sevdası yüzünden kendini kuyulara
atar. Öbürü kininden sevgiliye kuyu kazar. Sofra onun önünde ekmeksizdir,
bomboştur. Fakat yakub’un önünde nimetlerle dopdoludur, iştahını açar.
Yüzünü yıkamayan hurilerin yüzünü göremez. Peygamber, “ Namaz ancak
huzur-u kalple kılınır” demiştir. Canların gıdası aşktır. Bundan dolayı ruhların
gıdası açlıktır. Yakup, Yusuf’a acıkmıştı. Ekmek kokusu ona ta uzaklardan
gelmekteydi. Halbuki Yusuf’un gömleğini alıp koşa, koşa Yakub’a getiren o
gömleğin kokusunu duymadı bile.
Aradaki mesafe yüzlerce fersahken Yakub, Yakub olduğundan Yusuf’un
gömleğinin kokusunu duyuyordu. Nice alimler vardır ki hakiki ilimden hakiki
irfandan nasipleri yoktur. Bu çeşit alim, ilim hafızıdır, ilim sevgilisi değil. Onun
sözlerini duyan kişi alelade bir adam olsa bile o sözleri anlar, hakikat korkusunu
alır.
Çünkü böyle alimin eline düşen gömlek eğretidir, bir zaman içindir. Esir
tellalının elindeki cariye gibi. Tellalın eline düşen cariye, müşteri içindir. Tellala ne
fayda var? rızık vermek Tanrının işidir. Herkes Tanrının takdirine göre hareket
eder, başka türlü hareket etmesine imkan yoktur. Güzel bir hayal, ona bağ, bahçe
haline gelmiştir. Çirkin bir hayal, bunun yolunu kesmiştir.
Tanrı öyle bir Tanrıdır ki bir hayalden bağ bahçe düzmüş, bir hayalide
cehennem haline getirmiş, yanıp yakılma yeri yapmıştır! Peki o halde onun gül
bahçelerinin yolunu külhanlarının yerini kim bilebilir ki? Gönül gözcüsü, bu hayal,
canın ne yanından geliyor, fırsat bulup göremez ki.
Bir kolayını bulup da doğduğu yeri, geldiği tarafı görseydi kötü hayallerin yolunu
keser, gelmelerine mani olurdu. Yokluk geçidine, yokluğun gözetleme yeri olan
oraya casus, nasıl ayak atabilir? Kör gibi onun ihsan eteğine yapış! Padişahım,
körün yapışması diye buna derler işte!
Onun eteği, emridir, fermanıdır. Ondan korkmayı, ondan çekinmeyi kendisine
can ittihaz eden adam ne iyi bahtlı bir adamdır! Birisi çayırlıkta, çimenlikte akar u
kıyısında onun yanı başındaki de azap içinde! Azap çeken, öbürüne bakar da “ Bu
zevk neden ki?” diye şaşırır kalır. Bu da meşakkat çekeni görür de “ Acaba bunu
kim hapsetmiş ki?” diye hayretlere düşer.
Zevk içinde olan azap çekene “ Kendine gel neden böyle perişansın? Bak,
burada ne güzel kaynaklar var. neden böyle benzin sararmış? Burada yüzlerce
deva var. arkadaş, gafil olma, bu çimenliğe gel!” der. Fakat öbürü “ Canım
efendim gelemiyorum ki!” diye cevap verir.
Bir bey hamama gitme lüzumunu duydu. Seher çağı, kölesine “ Sungu, uyan
başını kaldır. Hamam tasını, peştamalı, havluyu, kili Altından al da hamama
gidelim haydi” diye seslendi. Sungur hamam tasıyla iyi bir peştamal ve havlu aldı.
Beraberce yola düştüler. Yolda bir mescit vardı. Ezanda okunmaktaydı. Sungur
ezan sesini duydu.
Namaza pek düşkündü. Dedi ki. “ Ey kuluna iltifatlarda ihsanlarda bulunan
beyim, sen şu dükkanda birazcık otur da ben namazı kılıvereyim.” Bey dükkanda
oturdu. İmamla cemaat namazı kılıp camiden çıktılar. Sungur kuşluk çağına kadar
içerde kaldı. Bey, bir müddet bekledi.
“ Sungur neye dışarı çıkmıyorsun?” diye seslendi. Sungur içerden “ Efendim,
koyuvermiyorlar. Birazcık daha sabret, şimdi geliyorum. Beni beklemekte
olduğunu biliyorum, unutmadım” dedi. Bey, tam yedi kere seslendi, bekledi,
bekledi, seslendi. Nihayet Sungurun bu cilvesinden usandı, aciz kaldı, sabrı
tükendi.
Sungur, beyin her seslenişinde “ Efendim, dışarı çıkacağım ama daha
koyuvermiyorlar” diyordu. Bey “ Yahu, mescitte kimse kalmadı koyuvermeyen
kim, seni orada kim tutuyor?” diye bağırdı. Sungur dedi ki: “ Seni dışardan içeriye
sokmayan yok mu? İşte beni de içerden dışarıya çıkarmayan o.
Sana içeri girmeye izin vermeyen, benim de dışarı çıkmama mani olmakta.
Senin bu tarafa adım atmana müsaade etmeyen benim de dışarıya adım atmama
mani oluyor!” balıkları karaya çıkarmayan deniz, karadakileri de denize
sokmamakta. Balığın aslı sudan, öbür hayvanların aslı topraktan.
Bu işe hile ve düzene başvurmanın, tedbirlere girişmenin faydası yok ki. Kilit
pek kuvvetli, açıcıda Tanrı. Teslimiyete yapışa gör, rıza göster! Tedbirini unuttun
mu pirinden o taze bahtı bulur, devlete erişirsin. Kendini unuttun mu seni anarlar.
Kul oldun mu azat ederler!
Peygamberler bile, “ Şuna buna nasihat edip duruyoruz. Niceye bir soğuk demiri
dövüp duracak, niceye bir kafese üfleyip yatacağız?” diye hatırlarından geçirdiler.
Halkın yaptığı işler, Tanrının kaza ve kaderiyledir. Dişin keskinliği, midenin hararet
ve kuvvetinden ileri gelir.
Nefs-i Kül, insanın cüz’i nefsine tesir etti de olacaklar oldu. Balık baştan kokar,
kuyruktan değil! Bunu böyle bil ama eşeğini de yine ok gibi süre dur. Çünkü Tanrı
“ Emirlerimi tebliğ et” diye emretmiştir; emrinden dışarı çıkmaya imkan yok. ( bir
fırka cennetliktir, bir fırka cehennemlik) bu iki fırkanın hangisindesin, bilemezsin
ki. Ne olduğunu görünceye kadar çalış, çabala!
Gemiye yükünü yükledin mi Tanrıya dayanman gerek. Yolda gark mı olacaksın,
kurtulup sağlıkla selametle gideceğin yere mi varacaksın? Bu ikisinden hangisi
başına gelecek, bilemezsin ki, eğer ne olacağım, başına ne gelecek? Bunu
bilmedikçe gemiye binmem. Bu seferden kurtulacak mıyım, yoksa yolda
boğulacak mıyım? Ne olacağımı bildir bana.
Ben başkaları gibi kuru bir ümide kapılıp şüpheyle yola düşmeme dersen, hiçbir
ticarette bulunamazsın. Çünkü bu ikisi de gayb dadır, sırdır. Pul şişe gibi ruhu
incecik olan, cüz’i bir şeyden kırılıveren korkak tacir, ticaretinden ne fayda görür
ne ziyan eder. Hatta fayda şöyle dursun ziyan eder, mahrum kalır, hor olur.
Kimde yanış varsa nuru o bulur. Çünkü bütün işler, ihtimalle yapılır. Sen de din
işini üstün ve ön planda tut da kurtul. Bu kapıyı ümitten başka bir şeyle açmaya
izin yok. Tanrı doğrusunu daha iyi bilir.

Benzer belgeler