Baskı önizleme - Eğitim Bilim Toplum
Transkript
Baskı önizleme - Eğitim Bilim Toplum
Makale KENTİN DÖNÜŞÜMÜ VE YOKSULLUK The Urban’s Transformation and Poverty Yunus Emre Özkan* Süleyman Sıdal** 22 Öz Bu çalışma, kentin, kapitalizmin kriziyle birlikte geçirdiği dönüşümün yoksullukla olan bağlantısını incelemektedir. Fordist üretim modelinden postfordist üretim modeline geçiş etkisini salt üretim alanında göstermemiş kent mekânı ve toplumsal ilişkiler de bu değişimden ciddi olarak etkilenmiştir. Üretim modelinin değişmesi ile birlikte kent, yeni üretim modeline uygun olarak kurgulanmış; önceki modelin unsurları değiştirilmiştir. Kentsel dönüşüm projeleri bu anlamda oldukça önem arz etmektedir. Kentin sorunlu bölgeleri bu projelerle birlikte yeni ekonomik modele uygun hale getirilmeye çalışılmaktadır. Ancak kentsel dönüşüm projeleri beraberinde yoksulluğu ve ötekileştirmeyi de getirmektedir. Çalışmamız, kentsel dönüşüm projelerinin aslında kentin kapitalist dönüşümüne katkı yaptığını öte yandan yoksulluğu derinleştirdiğini göstermeyi hedeflemektedir. Anahtar Sözcükler: Kentsel dönüşüm, Fordizm, Post Fordizm, Yönetişim, Yoksulluk. Abstract This article, examines urban transformation with the crisis of capitalism and the relation of this transformation between poverty. From fordist production model to postfordist production model show it’s impact not only on production but also on cities and social relations seriously affected by this change. As model of production changed, cities are designed along with the new production model; previous concepts are disqualified. So urban generation projects are becoming more important. The problematic areas of city are becoming adaptable with these projects. But the projects also cause poverty and othering. Our study aims to show the projects’ contribution to capitalist transformation of cities and on the other way deepening the poverty. Keywords: Urban transformation, Fordism, Post Fordism, Governance, Poverty. * İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Öğrencisi. ** İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Öğrencisi. Eğitim Bilim Toplum Dergisi / Cilt:6 Say›: 24 Güz: 2008 Sayfa: 22-49 Education Science Society Journal / Volume:6 Issue: 24 Autumn: 2008 Page: 22-49 EBT SAYI 24.indd 22 25.05.2010 12:32 Yunus Emre Özkan, Süleyman Sıdal Giriş 1980’lerden sonra dünyayı saran neo-liberal politikalar, iki kutuplu yapının çöküşünün ardından bir anlamda kendi zaferini ilan etmiştir. Sosyalistplanlamacı rejimlerin ve onun temsil ettiği iktisadi düzenin genel olarak çökmesi ile neo-liberal politikaların etki alanı giderek genişlemiştir. Sermayenin yapısından gelen (ontolojik) krizini aşmak için neo-liberaller yeni etki alanları, pazar alanları, girişim mecraları elde etme girişimlerine başlamışlardır. Bu süreçte kent, neo-liberal politikalar çerçevesinde kapitalizmin işleyişine uygun olarak yeniden düzenlenmiştir. Günümüzde bu sürecin özellikle 90’larla beraber önemli bir ivme kazandığı görülmektedir. Neo-liberallerin sermaye mantığı içinde dönüştürdüğü kent, kendi içinde de kapitalizme has üretim, iktidar ve sınıf çelişkilerini yeniden farklı bir biçimde üretmiştir. Bu çalışmada kentin kapitalist dönüşümü sürecinde, özellikle kentsel dönüşüm ve yönetişim kavramlarıyla açıklanan, tanıtılan, toplumsal bileşenlere bir anlamda dayatılan ekonomi-politikalarının ortaya çıkardığı en önemli toplumsal sorunlardan (sonuçlardan ya da maliyetlerden) biri olan kentsel yoksulluk ele alınmaya çalışılmaktadır. Çalışmamızın ilk bölümünde fordist kent ve fordist kentin dönüşümü anlatılmaktadır. Ardından dönüşüm sonrasında post-fordizm ve bu üretim yapısına uygun olarak kurgulanan post-fordist/ küresel kentler ele alınmaktadır. Yeni düzene uygun kurgulanan kentlerde değişen ilişkiler ve kapitalizmin yeni kentlerine hâkim olan aktörleri olarak yönetişimin ve girişimciliğin kentlerdeki rolü incelenmektedir. Bu çerçevede bir çözüm yolu olarak ortaya konulan kentsel dönüşüm projelerinin kentsel krizi aşma konusunda ne ölçüde etkili olacakları tartışılmaktadır. İkinci ve son bölümde ise çalışmamızın temel konusu olan yoksulluk ve kentsel dönüşüm projelerinin kent yoksullarına olan etkileri kentlerin dönüşümü ekseninde ele alınmaktadır. 23 Birinci Bölüm Fordizm ve Fordist Kentler Neo-liberal politikaların temelinin ortaya konulması bakımından fordizmi ve fordizmin krizini açıklamak oldukça önemlidir. Çünkü fordizmin krizi ile birlikte devlete yüklenen işlevler değişmiş ve devletin değişen rolü başta kamu hizmetlerine, kentlere ve kentsel ilişkilere yansımıştır. Fordizm kavramı, Ford Motor şirketinin fabrikalarında geliştirdiği, işbölümü ve uzmanlaşmaya dayalı, yürüyen bant üzerinde işçilerin ürünün çok küçük bir kısmının üretimine dâhil olabildikleri üretim biçimini ifade etmektedir. EBT SAYI 24.indd 23 25.05.2010 12:32 Kentin Dönüşümü ve Yoksulluk Fordizm sadece bir üretim biçimini değil aynı zamanda bir birikim rejimini de ifade etmektedir. Ve bu birikim rejiminin getirdiği toplumsal yapıda önemli değişimler de mevcuttur. İlk olarak kavramın ne anlama geldiğine bakarsak şöyle bir tanımlamada bulunulabilir: “Bir makroekonomik büyüme biçimi olarak Fordist birikim rejimi, ücretlilerin, teknolojik ve organizasyonel temellere dayalı üretim süreçleri ve tüketim motiflerinin bir arada paralel yapılandırılması şeklinde karakterize edilmiştir. Genel anlamda ekonomiye büyük, yatay olarak bütünleşmiş, kitle üretimi teknolojilerine ve Taylorist pratiklere uygun çalışma organizasyonuna sahip şirketler hâkimdir.” (Koch,2003:7) 24 İkinci Dünya savaşı’ndan sonra güç kazanan Fordist üretim biçimi savaş sırasında çöken ekonomilerin yeniden yapılandırılması hususunda önemli rol oynamıştır. Bir yandan savaş öncesi tüm kapitalist düzeni sarsan ve serbest piyasaya duyulan sarsılmaz güveni yerle bir eden 1929 ekonomik bunalımı bir yandan da İkinci Dünya Savaşı’nın ağır etkileri savaş sonrasında yönetimlerin yeni bir arayışa girişmesine yol açmıştır. Büyük yara alan sermayenin, toparlanmak için yardıma ihtiyaç duymuş olması, bir yandan da Berlin’e kadar sınırları dayanan SSCB’nin ideolojik karşı varlığı, emeğin ve emekçi sınıfının bir bütün olarak üretim sürecinde önem kazanmasını devletin ekonomiye sosyal sorunlara da yönelik çözümler geliştirecek biçimde müdahale etmesine imkân sağlayan refah devletini ortaya çıkarmıştır. Bir yanıyla refah devleti, emekçilerin hak mücadelesinde başarılı olduğu şeklinde yorumlanırken bazıları bu uygulamaların var olan yapı içerisinde ciddi bir değişiklik yaratmadığı ve temelde kapitalist sistemin tıkanan damarlarını açmaya yönelik bir kurtarma operasyonu olarak yorumlanmıştır. Böylece refah devleti, bazı yorumculara göre ekonomik buhran ve savaş yılları sonrasının toplumsal hararetini düşürücü etki yaparak, yüksek ücretler ve geliştirilen sosyal haklar sayesinde sınıfsal hiyerarşinin ve var olan eşitsiz ilişki biçiminin bir şekilde devam etmesini sağlamıştır.(Hardt/Negri, 2003: 47) 1945–75 arası dönemde üretim organizasyonu ve pazar yapılanmasına bağlı olarak kentler ve yerel yönetimlerin örgüt yapıları da fordizmle uyumlu olarak şekillenmiştir. Çünkü iktisadi faaliyetlerin mekâna bağımlılığı, sermaye birikiminin yoğunlaşma biçimiyle doğrudan etkilidir. Ağır sanayi, fabrikalaşma, kitlesel üretim bu dönemin sembolü haline gelmiştir. Büyük sanayileşme hareketleri, modernleşme, gelişme ve refah devleti söylemleri eşliğinde kent merkezini giderek ele geçirmiş ve buraları, üretimin, birikimin merkezi haline getirdiği kadar emeğin, kitlesel tüketimin ve refahın da yoğunlaştığı alanlar haline gelmesine yol açmıştır. Dönemin asli birikim EBT SAYI 24.indd 24 25.05.2010 12:32 Yunus Emre Özkan, Süleyman Sıdal kaynağı reel üretimdir. Ve genel olarak büyük ölçekli fabrikalarda büyük miktarlarda yapılan özdeş mal üretimine dayalı gerçekleştirilmektedir. “Sanayileşme, sermayenin doğrudan fiziksel anlamda yoğunlaşmasını sağlayarak birikimin mekâna bağımlılığını mutlak kılmıştır. Sermaye; fabrikalarda, bankalarda, tarımsal arazilerde ve kiralanabilir yerleşim yerlerinde, yani fiziksel anlamda, elle tutulur bir şekilde “mekân üzerinde” birikerek şekillenmektedir.”(Candan vd, 2004:345) Üretimin reel olması ve bahsedilen mekânsal bağımlılığı, sermaye kadar emek açısından da önemlidir. Çünkü reel üretim ve mekâna bağımlılık sermayenin hareketliliğini sınırlayan bir unsur olduğu kadar emeğin bu süreçte önemli bir aktör olarak sahneye çıkmasına da imkân tanımaktadır. Yani emek ve sermaye bu üretimi ve sonucunda ortaya çıkan tüketimi ortak şekilde sağlamak zorundadırlar. Sistemin ilerlemesi buna bağlıdır. Bu yüzden taraflar birbirlerinin çıkarlarının ve güçlerinin farkında olarak karşılıklı şekilde pazarlık yapabilme imkânını bulabilmektedirler. Bu durum doğal olarak beraberinde sendikalaşma, toplu pazarlık gibi durumları getirirken, devlet var olan düzenin devamı adına hakem rolünü üstlenmekle mükellef hale gelmektedir. Döneme toplam üretimin kitlesel anlamda tüketilmesi hâkimdir. Bu fordist dönemde devlet eliyle dezavantajlı toplumsal kesimlerin refahtan ve tüketimden daha fazla pay almasına olanak sağladığı için toplumsal yapı içinde özellikle iki büyük kesimi temsil eden emekçi ve sermaye sınıfları arasında bir tür “uzlaşı” oluşmasına yol açmıştır. Yazına “Fordist uzlaşı” olarak geçen bu durumun tesisi oldukça önemlidir. Çünkü emekçi sınıfı ile sermaye sınıfı arasındaki toplumsal düzlemde oluşan uzlaşı yalnızca çalışanların değil işsiz kalıp “ücret kazanma yapısının dışına düşenlerin de devlet önderliğinde oluşturulan geniş güvenlik ağından” (Munck, 2002:48) faydalanmasına imkân tanımıştır. İşçilerin yaşadıkları mekânlar çoğunlukla çalıştıkları fabrikalara yakın yerlerdir. Bu bir anlamda sistemin, işçiler ve kentin sakinleri tarafından sürdürüldüğünün açık bir göstergesidir. 25 Sistemin etkin olarak işlemesi bazı unsurlara bağlıdır. Daha önce de değindiğimiz gibi tüketim üretimle eş değer seviyededir. Bu amaçla ürünler genellikle tek seferlik kullanıma veya kısa süreli tüketime uygun şekilde üretilerek tüketimin niteliği ve niceliği değiştirildiği gibi süresi de oldukça kısa hale getirilmiştir. Ayrıca yapılan reklâmlar ve propagandalarla yenilikleri takip etme, lüks tüketim ve markalar sosyal statünün bir gereği olarak yansıtılmıştır. Böylece insanların arzularını tatmin dereceleri sürekli olarak daha yükseklere çekilmiştir. Tüketim kalıpları değişen, çeşitlenen ve kuşkusuz artan bir “tüketim toplumu” fordist dönemin sonunda ortaya çıkmıştır. Buna EBT SAYI 24.indd 25 25.05.2010 12:32 Kentin Dönüşümü ve Yoksulluk karşılık sistem, üretimin yapısı gereği önem kazanan “emeği yeniden üretme” amacına uygun olarak tasarlanmıştır. Emek gücü, sağlık, eğitim, sosyal güvenlik gibi ek tedbirlerle sürekli zinde tutulmaya ve üretkenliği arttırılmaya dönük olarak bilinçli biçimde desteklenmiştir. Tıkandığı noktalarda devletin devreye girmesi öngörülmüştür. Emeğin bir yönüyle yeniden üretimi desteklenirken bir yönüyle de katı bir denetim altında tutulmasına ihtiyaç duyulmaya başlanmıştır. Bahsedilen mekânsal bağımlılık bir anlamda emeğin denetimini de kolaylaştıran bir etmen olarak karşımıza çıkmaktadır. 26 Kentlerde, fabrikaların etrafında yer alan işçi mahalleleri bu yönüyle işçilerin yönetimini ve denetimini kolaylaştırmıştır. Fakat tek neden denetim değildir. Özellikle sermayenin açısından bakarsak bu dönemin koşulları içerisinde ölüm kalım mücadelesi veren ve tekrar güçlenme, ayağa kalkma çabası içindeki sermaye için asıl mesele “emeğin kendisine maliyeti” olmaktadır. Örneğin fabrikaya yakınlık fabrikaya ulaşmasını kolaylaştırması nedeniyle hem işçinin verimliliğinin azalmasını engellemekte hem de ulaşım giderine katlanmasını önleyerek işveren açısından maliyet azaltıcı rol oynamaktadır. Öte yandan kent içersinde oluşturulan toplu taşıma sistemleri emeğin sermaye açısından önemli olan (zamana karşı yarışı) mobilizasyonunu kolay ve akıcı hale getirmeyi hedeflenmiştir. Tüm bunların yanında toplumda oluşan geniş tabanlı psikolojik iyimserlik, fordist uzlaşının sürdürülebilirliğini sağlayan önemli bir etmen olarak göze çarpmaktadır.. İnsanca koşullara sahip bir işte çalışıyor olmak, bu sayede toplumda saygı görmek, geniş istihdam güvencesi sayesinde belirsizlik eğiliminden olabildiğince kaçmayı başararak geleceğe ailesi ile beraber rahat ve huzurlu bakabilmek uzlaşıyı beslemek ve sürdürmek için yeterli olmuştur.Bu dönemde sendikaların da desteği ile işçi ücretleri bu uzlaşının sürdürülmesini sağlayacak düzeydedir. Üretim alanları buna bağlı olarak işçi mahalleri, sosyal konutlar ve ikisi arasında ulaşımı sağlayacak ulaşım sistemleri, refah arttıkça, tüketim arttıkça giderek çoğalan ticaret ve alışveriş merkezleri modern kentlerin yeni yüzünü oluşturmaya başlamıştır. 1945 – 1975 arası dönemde toplumsal sorunların birçoğu dramatik biçimde azalmıştır. Ücretler ve alım gücü bir dönem öncesine göre hayal edilemeyecek düzeylere ulaşmıştır. Bu şekilde bir süre sorunsuz işleyen sistemin sonunu 1970’ler boyunca art arda yaşanan petrol krizlerinin hazırladığı söylenmektedir. Gelişmiş kapitalist ekonomilerdeki genel enerji krizinin yanı sıra yaygın olan bir diğer düşünce de emek maliyetlerindeki aşırı yükselişin sistemi krize soktuğu şeklindedir. Fakat yaşanan sürecin devamında ortaya çıkan şu gerçek göstermiştir ki “krizin nedeni ne devletin ekonomiye müdahalesi ne de işçi sınıfının aldığı yüksek ücretler ve sosyal haklardır” (Daldal, 2000:877) EBT SAYI 24.indd 26 25.05.2010 12:32 Yunus Emre Özkan, Süleyman Sıdal Krizin asıl nedeni aşırı üretim ve düşük kar sarmalına giren birikim rejiminin kendisidir ve 1970’lere doğru kar oranlarının düşme eğilimine girdiği, enerji maliyetlerinin artmaya başladığı görülmektedir. Bunun yanı sıra toplumsal yapıdaki bazı değişimlerde krizin ortaya çıkmasında rol oynamıştır. Modern toplumun içine girdiği bunalım, aşırı üretim, aşırı tüketim, tek tip toplum yapısının ortaya çıkması ve gençlik, kadın, çevre hareketi gibi yeni toplumsal hareketin modern toplumun değerlerini sorgulaması krizin toplumsal alana yansımasında etkili olmuştur. “1970’lerle birlikte, bilgisayar, iletişim ve ulaşım sektörü, biyoteknoloji ve mikroteknoloji de büyük gelişmeler görülmeye başlanmıştır. Fordizm sonrası gelişmeler, hâkim üretim biçiminin artık esnek üretim olduğunu göstermektedir. Bu gelişmeler kenti ve kent sakinleri arasındaki ilişkileri de büyük ölçüde değiştirmiştir” (Candan vd, 2004:344,345). Post-fordist Dönem ve Kentlerin Değişen Yüzü Sanayi sonrası ya da post-fordist olarak adlandırılan yeni dönemde bahsedilen değişimler nedeniyle yeni bir birikim rejimi oluşturulmaya çalışıldığı görülmektedir.“Sanayi ekonomisinin temel karakteri olarak, ulus-devlet düzlemine oturan birikim sürecinin mekâna olan bağımlılığı, 1980’lerin başına kadar devam etmiştir. Mikro elektronik teknolojisinde 1960’larda başlayan bilgi ve iletişim teknolojilerinin temeli sayılan ilerlemeler, 1980’lerden sonra, yeni bir ekonominin (bilgi ekonomisinin) dinamiğini oluşturmuştur. Bilgi ekonomisi ile birikim sürecinin mekâna olan bağımlılığı ortadan kalkmıştır” (Candan vd, 2004:342). 27 İletişim ve ulaşım konusunda yaşanan devrim niteliğindeki gelişmelerle birlikte artık mekâna bağımlı olmayan kapitalist birikim rejiminin, fordist dönemin kent mekânında fabrikaya bağlı kitlesel seri üretimden yavaş yavaş koparak reel üretimden çok hizmet, bilgi teknolojileri üretimine kaydığı görülmektedir. Fordist dönemin, dikey, hiyerarşik ve katı yönetim ve organizasyon yapılarına karşın post-fordist dönemde birikim rejiminin kendini yeniden ve daha hızlı biçimde üretmek ve olası krizlere karşı daha dayanıklı ve daha aktif reaksiyon gösterebilmesi açısından yatay, daha küçük ölçekli ve esnek bir üretim biçimi geliştirildiği görülmektedir. Kentler de kuşkusuz bu köklü değişim sürecinden paylarını almışlardır. 1970’lerden sonra Batı ülkeleri farklı bir kentleşme süreci içine girmişlerdir. Pek çok kent “sanayisizleşme” adı verilen yeni bir süreci yaşamaya başlamış ve kent merkezleri fordist dönemin üretimin, birikimin ve refah paylaşımının merkezi olma konusunda eski canlılıklarını yitirmiştir. Kentler, giderek atıl hale gelen fabrikalardan ve onun ve çevresindeki diğer yapılardan temizlenme EBT SAYI 24.indd 27 25.05.2010 12:32 Kentin Dönüşümü ve Yoksulluk sürecine girerken, fabrika çevresindeki işçi mahalleleri ve sosyal yaşam alanları üretimden kopma sürecinde giderek gözden düşmeye başlamışlardır. Ancak bu kentlerin tamamen gözden düştüğü anlamına gelmemekte, kent mekânının farklı biçimde yeniden değerlendirilmesine yönelik yeni yaklaşımların çekim alanına girmesine olanak sağlamaktadır. Artık yeni dönemde küresel pazar etrafında şekillenen küresel bir ekonomi vardır. Ve her ülke bir şekilde bu oyuna dâhil olmak zorundadır. Bu çerçevede ulus-devlet sınırları küresel ekonomi için engel teşkil eder hale gelerek birikim rejiminin genişlemesine ket vurmaktadır. İşte tam bu noktada kentler yeni işlevler yüklenmiş önemli bir aktör olarak sahneye çıkmaktadır. Küresel ekonomik süreç ve makro ekonomik tercihlerdeki değişimler ise, ekonomide ulusal sınırların öneminin kaybedilmesine neden olurken, küresel ekonomik aktiviteleri çekebilen kentler söz konusu durumdan ekonomik olarak avantaj sağlamaya başlamış ve kentler arasında yarışma ortamı oluşturmayı hedeflemişlerdir (Özbek Sönmez, 2005:17). 28 Günümüzde artık-değerin dolaşımı o kadar hızlı olmaktadır ki; zenginlik, depolanan mutlak ürün niceliğinden çok, akış oranı olarak ölçülmektedir. Firmalar da bu sürece kapılır; amacı artık-değerin dolaşım hızını korumak ve arttırmaktır. (Harvey, 2003:242) Çünkü firmalar için esas amaç küresel yarışma ortamında daha iyi bir paya sahip olmak ve karlı bir şekilde faaliyette bulunmaktır. Bu durumun yaşanmasında teknolojik gelişmelerin payı büyüktür. Mekâna bağlı kalmamak başta firmalar olmak üzere her türlü faaliyetin sınır ötesi düzeye taşınmasına yol açmıştır. İletişim ve enformasyon maliyetleri de bu doğrultuda azalmıştır. Böylece esas amacı teşkil eden küresel rekabet ortamında karlı şekilde faaliyette bulunmak daha olanaklı hale gelmeye başlamıştır. Yeni yatırım alanı olma potansiyeli yüksek olan kentler, firmaların ilgisini çekebilmek amacıyla neo-liberal politikaların gerekleri doğrultusunda düzenlenmeye başlamıştır. Bu bağlamda yönetişim ve girişimcilik kavramları ekseninde küresel kent söylemi ortaya atılmıştır. Yönetişimin ve girişimcilik kavramı kentsel mekânı ilgilendiren konularda daha sık gündeme gelir olmuştur. Küresel Kent Söylemi ve Aktörleri Fordizmin hâkim olduğu dönemde yerel yönetimlerin de fordizme uygun bir yapılanma içerisine girdiği görülmektedir. Bu dönemde yerel yönetimler toplumsal sorunların çözümünde ulusal planlama modeli içinde merkezi yönetimin yanında ve ona yardımcı olmakla görevlendirilmiş gelirin yeniden dağıtımı konusunda güçlü hukuksal ve mali yetkilerle donatılmış refah politikaları uygulayan, büyük bütçelere ve geniş faaliyet alanlarına sahip olan EBT SAYI 24.indd 28 25.05.2010 12:32 Yunus Emre Özkan, Süleyman Sıdal örgütlenmeler olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Ancak yerel yönetimlerin buna karşın merkezi olarak belirlenmiş politikaların dışına çıkma söz konusu olduğunda oldukça sınırlandırılmış olduğu göze çarpmaktadır. Bu dönemde yerel merkeze tabi, onun belirlediği politikaları yerel düzeyde hayata geçirmekle görevli, katı hiyerarşik yapıda merkezin taşra teşkilatı gibi çalıştığı görülmektedir. Bu süreç merkez yerel arasında gönüllü olmayan bir uzlaşma, birleşme, özdeşleşme durumuna yol açarken yeni dönemde bu durum köklü biçimde değişmiştir. Post-fordist dönemde uygulanan neo-liberal politikalar ise bir anlamda merkez-yerel uzlaşısının yıkılmasına neden olmuştur. “Esnek birikim rejimi çerçevesinde, kamu tarafından kitlesel olarak sunulan hizmetlerin artık özel sektör eliyle, tüketici tercihleri doğrultusunda yapılması söz konusudur. Post-fordist emek sürecindeki parçalanma da neo-liberal politikalarla örtüşmektedir.” (Şener, 2003:4) Yerel yönetimlere yüklenen görev artık özelleştirmenin “moderatörü” olmak ve uluslararası sermaye için yerel mekânı çekici kılmaktır” (Şener, 2003:7). Yerel yönetimlerin bir anlamda yüklendiği roller ve amaçlar değişmiştir. Artık ulus-devletin ekonomik ve siyasi sınırlarına dayalı, sosyal amaçlar önemini kaybederken giderek yükselen eğilim, küresel ekonomi koşullarına adapte olarak, küresel sermayenin kente yatırım yapmasını sağlayacak gerekli düzenlemeleri yapmak, kenti çekici hale getirmek suretiyle küresel ekonominin nimetlerinden azami faydayı elde etmektir. Bahsedilen hedeflerin gerçekleştirilmesi için özel sektör ve yerel yönetimler birlikteliğinde ortak çalışmalar yapıldığı görülmektedir. Amaç dünya çapında ilgi odağı olan, uluslararası sermayenin yatırım yapma isteğini arttıran girişimci kentler yaratmaktır. Küresel düzeyde yerel modeller (glocalisation) ortaya çıkarmaktır (Koch, 2003:7). 29 Amaç fordist dönemde olduğu gibi toplu kalkınma ya da refah değildir. Amaç, bireysel veya yerel olarak küresel düzeyde ortaya çıkmış kentler arasındaki rekabette kenti en iyi şekilde pazarlayarak kentin kendi başına gelişmesi, bir anlamda “marka”laşmasını sağlamaktır. Küresel ekonomi dünya kenti sıfatını kentlere verirken kentlerin girişimci ve küresel düzeyde rekabetçi özelliklerini ön plana çıkarma amacı gütmektedir. Bu yapıyla uyumlu olarak kentlerin son dönemde rekabetçi roller üstlenen aktörler olarak yükselişe geçtiği görülmektedir. Bu dönüşümde esas olarak iki genel paradigma baskın çıkmaktadır. “Jeo-ekonomik ve jeo-politik” (Jessop, 2006:387). EBT SAYI 24.indd 29 25.05.2010 12:32 Kentin Dönüşümü ve Yoksulluk Jeo-ekonomik paradigma Jeo-politik paradigma * Küreselleşme ve/veya uluslararasılaşma * Soğuk Savaş’ın sonu * Savaş sonrasının büyüme biçiminin krizi, * Pasifik yüzyılı yaklaşımı Toplumsal yeniden dağıtım mekanizmalarının bozulması ve refah ekonomisinin krizi sonucu ulusal devletin aşınması * Yerel ve etnik kimliklerin yükselişi Kaynak: Jessop, Bob (2006) Hegemonya, Post-Fordizm ve Küreselleşme Ekseninde Kapitalist Devlet kitabındaki “Girişimci Kent” adlı makalenin ilgili bölümlerinden esinlenerek tablolaştırılmıştır. 30 Jeo-ekonomik ve jeo-politik paradigma başlıkları altında sayılan faktörler devletin yeniden yapılandırılması, dönüştürülmesi sonucunu doğurmuştur. Jeoekonomik paradigmada sayılanlar, Jessop’a göre, “ulusal devlet çerçevesinin altını oymuş, onu anakroniktik kılmış hem de ulusal ekonomilerin tümünü, “üretici olmayan” kamu harcamalarının kısılması yönünde baskı uygulayan, kaçınılması güç ve son derece yoğunlaşmış olan küresel rekabete maruz bırakmıştır”. Bu da ulusal devletin, refahı yeniden dağıtma ve toplumsal dışlamayı ortadan kaldırma kapasitesini aşındırmaktadır. Bu anlamda, “Savaş sonrasının ekonomik ve siyasi rejimi çökmüştür ve eğer kentler ve bölgeler bu çöküşün sonuçlarından kaçınacaksa, ekonomik stratejilerin, ekonomik kurumların, yönetişim biçimlerinin ve devlet biçimlerinin dönüştürülmesi elzemdir” (Jessop, 2006:388). Jeo-politik paradigma ise, Sovyetlerin çöküşü ve Soğuk Savaş’ın sona erişiyle, rakip dünya sistemleri olarak kapitalizm ve komünizm arasındaki mücadelenin yerini kapitalizmin rakip türleri arasındaki mücadeleye bıraktığı söylenmektedir. Böylelikle ulusal devletler arasındaki ideolojik farklılıklara dayanan rekabet, askeri kaygılar yerine sivil ekonomik ve teknolojik meseleler lehine yeniden tanımlanmakta ve güvenlik söylemleri, çevresel riskler, sürdürülebilir kalkınma ve ulus-aşırı göçmen akınlarının kontrolü mevzularına odaklanmaktadır (Jessop, 2006:389). Her iki paradigmanın kurgulamış olduğu girişimci kentler, rekabeti arttırmak amacıyla, yönetişim mekanizmaları eşliğinde kurgulanan ve yeni ekonomik modelde öncü role sahip aktif mekânlardır. Girişimci kentlerde merkezi rolü; girişim kültürü, girişim toplumu, yenilikçi çevre, ağlar, stratejik ittifaklar, ortaklıklar, yönetişim v.b. söylemlerin oynadığı söylenebilmektedir. Öyle ki EBT SAYI 24.indd 30 25.05.2010 12:32 Yunus Emre Özkan, Süleyman Sıdal girişimci kent ya da bölgenin ekonomik rekabetçilik çerçevesinde özne, mekân ve destekleyici olarak yükselişi, kapitalizmin genel bir buyruğu olmadığı gibi, tamamıyla kazaî veya tesadüfî bir buluş da değildir; kamusal anlatılar içinde ve onlar aracılığıyla kurulmuştur. (Jessop, 2006:384) Gerekli alt-yapı projelerinin ilgili yerel yönetimler tarafından üstlenilmesi, çeşitli dönüşüm projelerinde yerel yönetim-özel sektör işbirliklerinin zorunlu olması kamusal desteğin zorunluluğunu göstermektedir. Küresel kent söylemi içinde bulunduğumuz küreselleşme projesinin bir parçası olarak karşımıza çıkmaktadır. Küresel kentin yükselme sürecinin dünya kentlerinin yükselmesine imkân sağlayacağı ve uzun dönemli bir dönüşümün tetikleyicisi olacağı görülmektedir. Friedmann ve Wolff’un1 ortaya attığı ve Sassen’in2 geliştirdiği “dünya kenti” kavramında küresel kentin önemi ve kaçınılmazlığı vurgulanmıştır. Bu görüşe göre, dünya ekonomisinin piyasa güçleri tarafından teknolojinin de yardımıyla yeniden yapılandırılması ülkeler için kaçınılmazdır. Küresel ekonomi yeni düzende sanayinin, gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan ülkelere doğru yerleşmesini, finansal piyasaların ve hizmet sektörünün küresel ölçekte genişlemesini beraberinde getirmiştir. Genişleyen ağın kontrolü de bu sayede zorlaşmış ve küresel kentlere ihtiyacı doğurmuştur. Friedmann’ a göre dünya kenti uluslar arası sermayenin yoğunlaştığı ve birikimin gerçekleştiği mekânlardır. Bölgesel, ulusal ve uluslar arası ekonomiler bu kentlerde eklemlenmektedirler. 31 Dünya kenti, sadece yönetim ve kontrol işlevleri taşımamakta bunun yanında ticaret ve hizmet sektörü ile finansal yeniliklerin üretilmesine de katkı sağlamaktadır. Bu sayede kentlerin de eklemlenme sürecinde kendi içlerinde gelir dağılımının, istihdam yapısının ve örgütleniş biçiminin değiştiği söylenebilir. Dünya kenti söylemi, küresel düzeyde ulusal devletleri aşarak ilişkisini doğrudan kentler üzerinden kurmaktadır. Bu söylem aynı zamanda dünya kentlerinin kendi aralarında da bir ast-üst ilişkisi yaratmaktadır. Buna göre kentler yabancı yatırımları çekebilme, küresel ekonomiye eklemlenme, iyi bir kontrol merkezi olma, yenilik üssü durumuna gelme yeteneklerine göre sıralanmaktadırlar. Ancak bu hiyerarşi kalıcı değil aksine kentlerin küresel ekonomide gösterdikleri performansa göre sürekli değişebilmektedir. Yani, bir kent zaman içerisinde sıralamada yükselip düşebilmekte, hatta dünya kenti olma vasfını tamamen kaybederek liste dışı kalabilmektedir. Yeni kent anlayışı, bir yönüyle ulus-devlet sınırlarını, ideolojisini gözden düşürürken, bir yandan kentlerin rekabet savaşına girerek toplu kalkınma politikalarını işlevsizleştirmekte ve belki de daha önemlisi, sınır ötesi örgütlenmeye sahip küresel sermayenin kentler üzerinden yeni bir çeşit siyasi EBT SAYI 24.indd 31 25.05.2010 12:32 Kentin Dönüşümü ve Yoksulluk ve kültürel hegemonya oluşturmasını kolaylaştırmaktadır. Bu kapsamda kentin ekonomik-sosyal olduğu kadar kültürel hatta siyasi kompozisyonunu değiştirmeye yönelik devreye giren kentsel dönüşüm projeleri salt ekonomik amaçları gerçekleştirmeye yönelik algılanmamalı, kent üzerinden inşaa edilen yeni iktidar-denetim biçimleri gözden kaçırılmamalıdır. Kentin Krizi Çağdaş Marxistler kenti, uzlaşmaz çıkarların çatıştığı bir mücadele alanı olarak görmektedir. Castells ve Harvey kent mekânının Marxist açıdan sınıfsal analizinin anlamlılığına ve açıklayıcılığına işaret etmişlerdir. Castells’in kent sorununa olan ilgisinin odağında emek gücünün yeniden üretimi varken, Harvey için temel ilgi alanı kapitalist birikim süreçlerinde kentsel yapılı çevrenin rolüdür (Şengül, 2001:17). 32 Castells’e göre “kent sorunu esas olarak bütün toplumsal grupların günlük yaşamının temelinde yer alan ortak tüketim araçlarının örgütlenmesi ile ilişkidir: Konut, eğitim, sağlık, ticaret, ulaşım gibi. Gelişmiş kapitalizmde bu, bir yandan (sermayenin ve üretim araçlarının yoğunlaşması sonucunda) tüketimin artan toplumsallaşması, diğer yandan da tüketim araçlarının üretimi ve dağıtımındaki kapitalist mantık arasında oluşan temel çelişkiyi ifade etmektedir.” (Castells, 1997:14) Kent tarihsel olarak toplumsal bir mücadele alanı olarak görülürken bu yeni dönemde farklı şekilde işletilmek istenmektedir. Yaratılmak istenen ve girişimci kent olarak etiketlenen yeni yapı bu anlamda kentsel ortak tüketim araçlarını metalaştırarak piyasada alınır satılır hale getirmek arzusundadır. Özelleştirme, bu süreçte sihirli bir kavram olarak devreye girmektedir. Böylece girişimci kent projesiyle beraber, devletin başta karlı üretim alanları olmak üzere, kentin rantı yüksek alanlarından çıkarılması, özel sektörün elindeki alanların ise yerel yönetimlerin imar düzenlemeleri, değişiklikleriyle karlı, rantı yüksek alanlar haline getirilmesi için kamu-özel işbirliği oluşturulduğu görülmektedir. Varılmak istenen nokta nihai olarak özel alanı asli kamusal alanı istisnai hale getirmektedir. Bu yönelişin kamusal alandan faydalanan geniş kitlelerin kent mekânından dışlanması, toplumsal refahtan payını yeterince alamaması gibi riskleri beraberinde taşıdığı göz ardı edilmemelidir. “Üretim Araçları’nın toplumsallaşması tüketim araçlarının artan toplumsallaşmasıyla birleşince; diğer bir deyişle, ortak hizmetler günlük yaşamın yapısında ve ritminde stratejik bir rol oynamaya başlayınca kentsel sorunlar giderek siyasi bir mesele haline gelmektedir.” (Castells, 1997:123) Girişimci kent kavramı ile hizmetlerin özel alana daha fazla devredilmesi gündeme geldikçe, hizmet politikalarının oluşmasında, belirlenmesinde de EBT SAYI 24.indd 32 25.05.2010 12:32 Yunus Emre Özkan, Süleyman Sıdal daha fazla sermayenin söz sahibi olması durumunu ortaya çıkarmaktadır. Ve giderek kentsel siyasetin kentin sorunlarından koparak yatırımcıların ve yerel esnafın çıkarlarına endeksli hale gelmesine yol açarak kentsel siyasetin çoğulculuğunu kaybetmesi gibi önemli bir sorunu karşımıza çıkarmaktadır. “Kentin mekânsal biçimindeki farklılaştırıcı dengesizlik, böylece geliri yeniden dağıtabilmektedir. Genelde, varlıklılar ve görece fazla kaynağa erişebilenler daha çok yarar elde ederken, yoksul ve hareket özgürlüğü kısıtlı olanlar sadece sınırlı kaynaklara sahip olurlar. Bu da hızla değişen bir kentsel sistemdeki gelir dağılımında oldukça önemli bir gerileme durumu anlamına gelmektedir.”(Harvey, 2003:64) Girişimci kentin önemli bir ayağı da ulaşım, haberleşme ve altyapı gibi sistemlerinin geliştirilmesi ile ilgilidir. Bu sermayenin zaman ve mekan karşısındaki esnekliğini ve akışkanlığını arttırmak istemesiyle yakından bağlantılıdır. Ancak burada önemli olan soru, bu ulaşım projelerinin, haberleşme ve altyapı sistemlerinin nereye yapılacağı ve kimin bu politika üretim sürecinde etkili olacağı sorusudur. Özellikle ulaşım konusunda, genel eğilim, stratejilerin varsıllar lehine oluşturulması şeklinde zuhur etmektedir. Bu eğilim bir tarafın kentin olanaklarından daha fazla istifade etmesine yol açarken, diğer kesimin aynı ölçüde faydalanmasına engel olmaktadır. Çok önemsiz gözükmesine rağmen bu eşitsiz koşullar kent mekânında mal ve hizmetlere ulaşım konusunda, emeğin kendini daha uygun koşullarda sunması durumunda ve yaşam koşulları konusunda da toplumsal sınıflar arasındaki farklılıkları büyütmekte, kalıcılaştırmakta, çözümünü zorlaştırmaktadır. 33 Kentsel rantın toplum dışı, siyaset dışı, ulaşılmaz, yüksek bir yerden dağıtıldığı girişimci kent formunda bireylerin yaşam düzeyleri büyük iniş çıkışlara sahne olabilmektedir. “Kentsel sistemdeki herhangi bir bireyin gerçek geliri başkalarının kararlarıyla oluşan değişikliklere açık hale gelmektedir.” (Harvey, 2003:71). Girişimci kentin mekânsal örgütlenişi böylece dolaylı olarak ücretlilerin reel gelirleri üzerinde etkili olmaktadır. (Ulaşım maliyetleri, barınma maliyetleri v.s.) Bunun da hem kamusal hem özel alanda güvensizliği körüklediği çok açık şekilde görülebilmektedir. Kentlerin girişimci özelliklerinin ön plana çıkarıldığı bir modelde, girişimcilerin ilk olarak fazladan karların azami düzeyde olduğu alanlarda konumlanmalarını beklemek mantıksız olmamaktadır. Hizmetin varlıklı olanlara, düşük gelirli alanlara oranla daha evvel ulaşmasının doğal bir eğilim olması bundan kaynaklanmaktadır. Ve bunun da her zamanki gibi getirdiği, gerçek gelirin yeniden dağıtımıdır. Bu yüzden özel sektörde bile, en azından dengeye daha çabuk ulaşılmasının sağlanması amacıyla kamu müdahalesine gerek vardır. EBT SAYI 24.indd 33 25.05.2010 12:32 Kentin Dönüşümü ve Yoksulluk Hele yeniden dağıtımda nitelikçe bir ilerleme sağlanması hedefleniyorsa müdahalenin gerekçeleri daha da kuvvetli olmak zorundadır. (Harvey, 2003:96) Bu yüzden girişimci kent projesindeki “gece bekçisi devlet” (night watchman state) pratikte dile getirilen geniş çaplı dönüşümlerin hayata geçirilmesi söz konusu olduğunda yetersiz kalmaktadır. Elbette ki söylenenin aksine devlet müdahalesine ihtiyaç duyulacaktır. Fakat müdahale piyasanın önceliklerine ve çıkarlarına yönelik olarak yatırım kararlarını etkilemek amacıyla yapılacaktır ki burada karlı olarak görülen alanlara nazaran daha atıl kalacak olan alanlar bir anlamda bu dağıtım ve pay alma süreçlerinin dışında kalacak ya da tutulacaktır. 34 “Kentsel sistemlerle ilgili herhangi kapsamlı bir strateji, kentin mekânsal biçimini ( ev, fabrika, taşıma ve ulaştırma bağlantı noktaları ve benzerlerinin konumları) değiştirmek için tasarlanan politikalarla, bir kentteki toplumsal süreçleri (yani kişileri kişilere, kurumları kişilere, istihdam fırsatlarını çalışanlara, gelir sahiplerini hizmetlere bağlayan toplumsal yapı ve faaliyetleri) etkileyen politikaları içermeli ve bağdaştırmalıdır” (Harvey, 2003:52). Hâlihazırda tasarlanan girişimci kent modelinin temelinde demokratik bir kentsel siyasete riayet etmek ve ortaklaşa yaşamı adil bir şekilde tesis etmek birincil amacı oluşturmamaktadır. “Ancak unutulmamalıdır ki, kent ve iktidar arasındaki ilişki mevcut kentsel sorunsalın merkezinde yer almaktadır. Zira eğer iktidar kenti biçimlendiriyorsa bunun ortaya çıkardığı hareketler de iktidarın dönüştürülmesinde stratejik bir rol oynayacaktır” (Castells, 1997:216). Yani piyasa girişimci kent modelinde toplumu ve devleti yeniden oluştururken bir yandan da toplum ve devlet piyasa güçlerini dönüştürmektedir. Böylece girişimci kent modelinin tasarlanan biçimiyle sabit kalması mümkün olmayıp, zaman içinde değişime uğraması kaçınılmazdır. Çünkü sermayenin ihtiyaçları ve formu zaman içinde değişiklik gösterecektir. Ve bunu toplumsal alana, iktidar alanına yansımaları mutlaka olacaktır. Toplumun da sessiz, değişmez, sabit kalacağı düşünülmemeli, var olan yapının içindeki bazı unsurların çeşitli gerekçelerle(siyasifelsefi-ideolojik-ekonomik) tepki göstereceği ihtimali her zaman akıllarda tutulmalıdır. Kentin Krizini Aşmaya Yönelik Çalışmalar: “Kentsel Dönüşüm Projeleri” Kentsel dönüşüm: “kentsel sorunların çözümünü sağlayan ve değişime uğrayan bir bölgenin ekonomik, fiziksel, sosyal ve çevresel koşullarına kalıcı bir çözüm sağlamaya çalışan kapsamlı bir vizyon ve eylem” olarak tanımlanmaktadır (Thomas, 2003). Öte yandan kentsel dönüşüm projeleri tarihsel süreç içerisinde bakıldığında niteliksel değişime uğramıştır. “İkinci EBT SAYI 24.indd 34 25.05.2010 12:32 Yunus Emre Özkan, Süleyman Sıdal Dünya Savaşından sonra Fordist ekonomik sistem ve Keynesci refah politikaları çerçevesinde büyüyen kentlerde yıkılan Avrupa’nın yeniden inşası amacıyla kentsel dönüşüm projeleri gerçekleştirilmiştir. Bunun yanı sıra kentlerin çeperlerinde artan konut talebini karşılamak amacıyla uydu kent projeleri ile “modern” Avrupa kentleri kamu desteği ile inşa edilmiştir. 1970’lere kadar kamu kaynakları ile desteklenen kentsel dönüşüm projelerinin içerikleri, finansmanı ve organizasyonları dünya ekonomik bunalımı ve neo-liberal ekonomik politikaların benimsenmesi ile değişime uğramıştır. 1980’lerden bu yana Avrupa ve Amerika’da kentsel dönüşüm projelerinde devlet, sivil toplum ve özel sektör ortaklıkları ağırlık taşımaktadır” (Özbek Sönmez, 2005:16). 30 yıl önce uygulanan projelerden farklı olarak günümüzde uygulanmakta olan projeler küresel ekonomi ve tek kutuplu dünya düzeni içerisinde farklı amaçlara yönelik ve farklı ideolojik kaygılar güdülerek gerçekleştirilmektedir. Önceki dönemin ulus-devlet merkezli ve kalkınma hedefli politikaları doğrultusunda daha çok kamusal aktörler vasıtasıyla ve tek yönlü biçimde gerçekleştirilirken yeni dönem, rekabet, markalaşma ve yatırım çekme amaçları üzerine kurulu, özel-kamu işbirliği şeklinde, çok aktörlü bir yapıya sahiptir. Günümüz kentsel projelerinin hedefleri, kentlere içinde bulundukları yarışma ortamına hazırlamak, ekonomik aktivite yaratmak, işsizlik gibi toplumsal, ekonomik ve mekânsal sorunları çözmek ve kentlerin içinde bulundukları hiyerarşik küresel ağ sistemi içinde yer edinmeleridir. Ancak, kentsel dönüşüm projelerinin geliştirilmelerinin nedeni yalnızca bazı kentlerin çöküşü, sanayisizleşme ya da küresel ekonomik sisteme adapte olmak ve yarışmada bir yer edinmek ile açıklanmamalıdır (Özbek Sönmez, 2005:17). Bu dönüşüm projeleri bir yönüyle sermayenin ekonomik anlamda kendini yeniden üretmesinin önündeki engelleri kaldırırken bir yönüyle de sanayisizleşmiş, çöküntü alanlarında yaşayan birçoğu eski işçi mahalleleri olan ve daha çok sol düşünceye eğilimli toplulukların olası sistem karşıtı muhalefetinin önüne geçilmesine hizmet etmektedir. Yani kentin çeperinde kalmış, kent mekânında üretilen refahtan ve tüketimden yeterince pay alamayan, kitlelerin, bir arada yaşamalarının potansiyel tehlike oluşturması karşısında bunların bu projeler sayesinde dağıtılması, parçalanması, bölünmesi, etkisizleştirilmesi, ekonomik çıkarın yanında ideolojik bir fayda olarak görülmektedir. 35 Türkiye’de gerçekleştirilen kentsel dönüşüm projelerinde de özellikle büyük kentlerin çevresinde oluşmuş olan çöküntü alanlarının (dışlanmış alanlar) tasfiyesi ve iyileştirilmesine yönelik çalışmalar yapılmaktadır. Mekânın üretilen, tüketilen, birikim sağlanan ve imgelerin oluşumunda başat rol oynayan çok yönlü sosyal bir olgu olduğunun bilincine varılması EBT SAYI 24.indd 35 25.05.2010 12:32 Kentin Dönüşümü ve Yoksulluk sonucunda fiziksel mekânla sınırlı geleneksel planlama anlayışının aşıldığı ve planlamanın bir yerin genel gelişmesinin çeşitli boyutlarıyla bir bütün olarak kontrol edilip yönlendirilmesi olarak görüldüğü çok daha geniş kapsamlı bir anlayışa varılmış bulunulmaktadır (Sökmen, 2003:47). Kentsel Dönüşümden beklenenleri şu şekilde özetleyebiliriz: (Özbek Sönmez, 2005:19) Ekonomik Beklentiler • Ekonomiyi çeşitlendirmek • İşsizlik sorununa yeni çözümler bulmak • Bölgelerin, kentlerin yeni yatırımlar için ilgi çekici hale getirilmesi 36 Sosyo-Mekansal Beklentiler • Yerel yönetimlerin çöküntü alanları üzerinde yaşayan kesimlerin dışlanmasını önlemeye yönelik beklentileri • Konut kalitesinin geliştirilmesi, alt-yapının, çevrenin iyileştirilmesi • Doğa koruma hedefleri ile çelişmeyen, katılımcı, sosyal adaletçi, geniş kapsamlı gelişim Dönüşümden beklenenler esas olarak ekonomik kaygılar olarak özetlenebilir. Dönüşüm yapılacak alanlarda ekonomi, piyasanın arzuladığı şekilde işlememektedir. Bu alanlarda ekonominin çeşitlendirilmesi amacıyla yeni iş alanlarının kurulması hedeflenmektedir. Böylece işsizlik sorununa da çözüm bulunulacağı söylenmektedir. Sosyo-mekânsal beklentiler ise çöküntü alanlarında yaşayan kesimin iyi yaşam standartlarında yaşar hale gelmesini hedeflemektedir. Yeni yapılacak konutlarla birlikte çöküntü alanlarında konut kalitesi yükselecektir. Bu bölgeler çevreye saygılı bir planlama anlayışı içerisinde katılımcı, sosyal adaletçi bir anlayışla dönüştürülüp geniş bir kesimin hizmetine sunulacaktır. “Kişilerin sosyo-ekonomik koşullarında değişiklik olmadan bir yerin fiziksel olarak iyileştirilmesi, o bölgede arazi değerlerinin artışına neden olabilir”(Özbek Sönmez, 2005:19,20). Normal koşullar altında belirli bir gelir seviyesine sahip insanların kişisel gelirlerinde reel bir iyileştirme olmaksızın yaşadıkları mekânın iyileştirilmesi sonucunda bu kişiler doğal olarak yer değiştirmek zorunda kalmaktadırlar. Burada söz konusu olan kişilerin yaşam yeri tercihlerine ya da barınma hakkının kendisine müdahale edilip edilmediğidir. Bunun yanı sıra değeri yükselen alanlardan azami faydayı oradaki yaşayanların mı yoksa yatırımı yapanların mı sağlayacağı açık EBT SAYI 24.indd 36 25.05.2010 12:32 Yunus Emre Özkan, Süleyman Sıdal değildir.Yine katılımcı, adil ve sosyal bir çevrenin nasıl sağlanacağı hususunda dile getirilenler de çok net olmamaktadır. Bu durumda bahsedilen çöküntü alanlarında yaşayanların kentle bütünleştirilmesi, üretime kazandırılması, sağlıklı bir çevreye kavuşması, daha adil ve katılımcı bir çevrede yaşaması ve bu kapsamda kentsel dışlanmanın önüne geçilmesi gibi gerekçeler inandırıcılığını ciddi biçimde kaybetmektedir. İkinci Bölüm Kentsel Dönüşüm Projeleri ve Kent Yoksullarına Etkileri 1980 sonrasında yükselişe geçen neo-liberal politikalar ile özellikle Afrika ve Güney Amerika’da “yapısal uyum programlarıyla” bu ülkelerin yeni birikim rejiminin gereklerine uygun olarak dönüşümü sağlanmıştır. Temel görüş bu ülke ekonomilerinin azgelişmiş olduğu ve piyasa ekonomisinin darlığı sebebiyle bir an önce ekonomilerini büyütmelerinin gerekliliğiydi. Dönüşümün ardından geçen on yıllardan sonra bu ülkelerde önemli oranlarda yoksulluğun arttığı gözlenmiştir. Asıl önemli olan geleneksel yani “sayıları göreli olarak azalmayan, daha çok nakdi gelir azlığına dayalı, geçimlik ekonomi yoksunluğuna tekabül eden” yoksulluğun yanında “önceden yoksul olmayıp, yeni iktisadi ve sosyal yapılanmanın dışlamasıyla yoksullaşan” (İnsel, 2001:62) yeni bir yoksul grubunun ortaya çıkışı olmuştur. 37 IMF, Dünya Bankası, BM’nin geleneksel olarak kullandığı “kişi başına günlük 1$” harcama seviyesi kriteri bu yeni tip yoksulluğu açıklamakta yetersiz kalmaktadır. “Dünya Bankasının günde 1$ yaklaşımından hareket edildiğinde kalkınmış ülkelerde neredeyse hiç yoksul kalmamaktadır” (İnsel, 2001:64). Ancak bu kriterin yetersizliği sadece geri kalmış ülkelerde değil kalkınmış ülkelerde de sayıları giderek artan “çalışan yoksullar” (İnsel, 2001:63) dan da anlaşılmaktadır. Bu yüzden “yoksulluk, standart yoksulluk ölçütü olan gelir azlığından çok temel kapasitelerden yoksunluk olarak görülmelidir” (Sen, 2004:216). Yoksulluk kavramı tek yönlü olarak algılanmamalıdır. Yoksulluk içinde mevcut durumdaki diğer toplumsal sınıflara, bireylere göre yoksulluğu ve onlara göre mahrum olduğu hakları barındırır. Yoksulluk, bir yönüyle hali hazırda içinde bulunulan durumu gösterirken bir yanıyla da gelecekte olması muhtemel yoksulluk ve yoksunlukları da içermektedir. Örneğin, evi olmayan bir insan maddi olarak yoksuldur bununla beraber hem barınma hakkından yoksundur hem de ileride olabilecek bir genel seçimde sabit bir ikametgâha sahip olmadığından oy kullanma hakkından yoksundur. Yoksulluk, böyle bir durumda son derece dışlayıcı olabilmektedir. Yoksulluğun dışlayıcılığını arttırabilecek en önemli faktörlerden birisi de sistemin kendisidir. Çünkü EBT SAYI 24.indd 37 25.05.2010 12:32 Kentin Dönüşümü ve Yoksulluk içinde bulunulan sistem yoksulluğu “irrasyonalite” olarak adlandırmakta ve kurduğu toplumsal yapı içinde yoksulların dönüşme potansiyelini büsbütün ortadan kaldırmaktadır. Dönüşme potansiyelini, gelişme potansiyelini kaybeden yoksulluk olgusu bir kısır döngü haline gelmektedir. Yoksulluk, kendini besleyen bir süreç olarak müdahale edilmediği takdirde giderek ağırlaşmakta, kendi içinde derinleşmektedir. “Benzer bir durum beşeri sermayenin gelişmesine yönelik hizmetlere ulaşamama ve sonuç olarak toplumsal gelişimden dışlanma için geçerlidir. Yoksulluk; haklara ulaşabilme, ulaşmayı talep etme eksikliğini de içerir. Bu bir hak yoksulluğudur. Yoksulluk, yoksunluğu içerir bunun tersi her zaman geçerli değildir” (İnsel, 2001:70). 38 Örneğin; “yaş, sakatlık ya da hastalık gibi engeller kişinin gelir edinme kapasitesini azaltır. Ancak bunlar aynı zamanda gelirin kapasiteye dönüştürülmesini daha da zorlaştırır, çünkü daha yaşlı, daha sakat, daha hasta bir kişi aynı işlevleri kazanmak için daha fazla gelire (yardım, protez, tedavi) ihtiyaç duymaktadır”(Sen, 2004:128). Fakat hâkim yaklaşım yoksulluğu az gelişmişlik sorununa indirgediği için çözüm üretmekte isteksizdir. Çünkü yoksulluk piyasa alanında çözülebilecek bir sorun değildir ve sistemin işleyişine zarar vermeden sürdürülebilir olduğu sürece piyasa aktörlerinin ilgi alanı dışındadır. Bu alanın çözümüne yönelik etkili politika üretebilecek aktör devlettir. Ancak devlet de post-fordist dönemde sosyal alandan çekilmiştir ve sonuç üretmeye elverişli politika araçlarının birçoğu elinden alınmıştır (Hacısalihoğlu, 2000:125). “Geçtiğimiz on yıl içinde dünyada göreli yoksulluğun azalmaması doğrudan bireysel temelde yoksullukla mücadele programlarının verimliliğinin azaldığını, buna karşılık gelir dağılımında iyileşmeleri doğrudan hedef alan politikalara gereksinimin arttığını göstermektedir” (İnsel, 2001:69). Ancak genel bakışın “yoksulluk sorununu küçük ve önemsiz göstermek, toplumsal bir sorun olmaktan çok bireysel bir uyumsuzluk sorunu” (Tekeli, 1999:150) şeklinde ifade etme çabası içinde olduğunu görmek sorunun ileriki dönemde çözümü için fazla umutlanılmaması gerektiğini göstermektedir. “Yoksulluk deneyimi sadece gelir azlığı, temel kentsel hizmetlerden mahrum olmak değildir. Aynı zamanda alt-sosyal statülü mahallelerde yaşama, kent mekanında marjinalleşme, sağlıksız çevre koşullarında yaşamını sürdürme, adalet, eğitim, sağlık hizmetlerinden daha az yararlanabilme, şiddete daha açık olma (vulnerable) yeterli güvenliğe sahip olmamaktır. Bu bütünlük hem mekânsal düzeyde hem bireysel düzeyde yoksulluğun sürekli olarak yeniden üretilmesinin koşullarını yaratmakta onu yaşayanlar için bir kader gibi algılanmasına yol açmaktadır” (Tekeli, 1999:145). Aslında istenilen de bir EBT SAYI 24.indd 38 25.05.2010 12:32 Yunus Emre Özkan, Süleyman Sıdal anlamda bu koşulları devam ettirmektir. Yoksulluğu kader olarak algılamak, hem toplumsal hem bireysel olarak bu koşulları kabul etmek, içselleştirmek demektir. Böylece yoksulluğu ve yoksunluğu yaratan eşitsiz koşullar toplum tarafından yeterince tartışılmamakta var olan sömürü toplumsal meşruiyetini bu yolla kazanmaktadır. “…iyi bir temel eğitim ve sağlık hizmeti, yaşam kalitesini doğrudan iyileştirmekle kalmaz aynı zamanda kişinin gelir edinme kapasitesini ve gelir yoksulluğundan özgürleşmesini sağlamaktadır” (Sen,2004:131). Güçlü bir devlet müdahalesinin yokluğu ya da müdahale etme mekanizmalarını tıkayan güçlü baskı gruplarının varlığı kadar şimdiye kadar geliştirilen yoksulluğu ölçme kriterlerinin ve yaklaşımlarının yoksulluğu kamusallıktan soyutlayarak bireysel bir sorun kategorisinde ekonomik gelir alanına sıkıştırılmış halde ele almış olması sorunu derinleştirmektedir.3 Bölüşüm ilişkilerinin sorgulanmayışı, bazı çevrelerce kasıtlı şekilde “bir “tabu haline getirilişi” (Marda vd, 1995) çözüm arayışlarının önünü kesmektedir. Yeni Kentsel Yoksulluk ve Türkiye Yeni kentsel yoksulluk, geri kalmış ülkelerin yanı sıra gelişmekte olan ve gelişmiş ülkelerde de görülmekte, bu ülkelerin birçoğunda giderek etki alanını genişletmektedir. Yeni kentsel yoksulluk, eskisine oranla çok daha acımasız, çok daha fazla dışlayıcı olmaktadır. “Geçmişte evsizlik ve yoksulluk, toplumsal ve mesleki hareketlilik ve sosyal devlet programları yoluyla, yatıştırılmaktaydı. Sürekli/güvenceli işlerin azalması, parçalanmış (istikrarsız) işgücü pazarının giderek kalıcılaşması ile nitelenen post fordist ekonomi ve istihdam rejimi, yoksulluk tuzağından kaçan eğitimsiz ve herhangi bir mesleki beceriye sahip olmayan büyük bir nüfus kesiminin yaşama şansını azaltmaktadır. Kent merkezinin finans yatırımcıları, şirketlerin merkez büroları ve yeni hizmet etkinliklerinin istilasına uğraması, düşük gelirlilerin yerleşme ve konut edinme olasılığını düşürmektedir. Özelleştirmeler ve sosyal devlet anlayışını düşüşü tüm bu sorunlara kamusal refleksi azaltmaktadır” (Mingione’den aktaran Kaygalak, 2001:128) 39 Yeni kentsel yoksulluğu derinleştiren önemli bir olgu, fabrika mekânından kopan üretim ilişkilerinin emeği, taşeronlaşma, küçük ölçekte çalışma ve çekirdek bir kadro yaratarak bunun dışındakiler için işten çıkarma yöntemleri ile marjinalleştirmesi, örgütsüzleştirmesidir. Mekândan kopan ilişkiler emeğin sendikal mücadelesini de sekteye uğratmaktadır. Böylece sermaye küreselleşirken, sendika ve emek yerel kalmaktadır.4 Bir başka olgu ise özelleştirmelerdir. “Özelleştirme politikalarıyla kamusal EBT SAYI 24.indd 39 25.05.2010 12:32 Kentin Dönüşümü ve Yoksulluk alanın önemli ölçüde küçülmesi, kamusal kaynakların, özel mülkiyete devri söz konusu olmuştur. Özelleştirme politikaları sonucunda eğitim, sağlık, ulaşım, konut gibi toplu tüketim alanlarındaki hizmetlerin üretime sunumunun özel sektöre devredilmeye başlanması bu alanlardaki mal ve hizmetlerin tamamen piyasa ilişkileri içersinde üretilir hale gelmesine miktarı ve hedef kitlesinde bir daralmaya yol açmıştır” (Kaygalak, 2001:129). Devletin sosyal güvenlik alanından çekilmesi, sigorta, emeklilik gibi işlemleri piyasaya bırakması yoksulları önemli ölçüde güvencesiz bırakmıştır. Kamunun küçülmesi ve özelleştirmelerle özel alanın genişlemesi esnek çalışmayı, güvencesiz çalışmayı genelleştirirken bir yandan da devletin çalışma biçimlerini de “kamu işletmeciliği” ne dönüştürerek kamusal kimliği ve zihniyeti de dönüştürmektedir. 40 Devlete ait ekonomik girişimlerin özelleştirilmesi, kamu hizmet sayılan pek çok hizmet alanının sermayeye devredilmesinin yanı sıra sosyal güvenliğin kapsamının daraltılması, tarımı destekleme politikalarının azaltılması, “toplumsal çelişkileri uzlaştırmaya çalışan bütünsel kent planlaması düşüncesinden finans, tüketim ve eğlence merkezleri niteliği ile kentleri dünya pazarında yarıştırma amacına hizmet eden tasarım ve projeciliğe” geçilmesi (Harvey, 2006:129) gibi politikalarla yeni dönemde sıklıkla karşılaşılmaktadır. Böylece aynı kent mekânında lüks tüketim mallarını kullanan, yüksek bir gelire ve yüksek yaşam koşullarına sahip mutlu bir azınlık, kalın duvarlarla çevrili, yirmi dört saat korunan sitelerde yaşarken, hemen yanı başında kentin hiçbir hizmetinden faydalanamayan, kentsel görüntü içinde yok sayılan yoksullar yer almaktadır. Sonuç olarak sermayenin küreselleşmesi ile mekâna ve emeğe bağımlılığın azalması, teknoloji sayesinde emeğin niteliksizleştirilmesi, değersizleştirilmesi, yoksulluğun kentsel mekânda yoğunlaşmasını ve izole olmasını beraberinde getirmiştir. Türkiye’de ilk kitlesel göç 1950’lerle beraber yaşanmıştır. Bununla beraber ilk göç dalgası tam kavranamamış, olgunun boyutları, kente yığılma hızı ve kendine özgü ama kentsel ortamdan çok farklı özellikleri, yönetimleri ve kamuoyunu şaşırtmıştır (Şenyapılı,2006:86). Ancak bu şaşkınlığa rağmen yaklaşmakta olan “tehlike”yi fark edemeyen karar alıcılar, süreci yönlendirmekte yetersiz kalmışlardır. Türkiye’de 1960’larla beraber “planlı kalkınma” dönemi başlamıştır. Bu dönemde kırdan kente göç, şehirde kurulan fabrikaların ucuz emek ihtiyacını karşılamak için teşvik edilmiştir. “Kırsal kesimde ortaya çıkan emek fazlalığı, kentlerde ortaya çıkan emek gereksinimine yanıt vermiş, hatta gereksinim EBT SAYI 24.indd 40 25.05.2010 12:32 Yunus Emre Özkan, Süleyman Sıdal duyulanın çok ötesinde bir göç olmuştur. Ortaya çıkan emek fazlalığının sanayi tarafından emilememesi, büyük bir enformel sektörü ortaya çıkarmıştır” (Ataay, 2001:62). Devlet, 1950’lerden başlayarak ekonomik nedenlerden ötürü sosyal konut üretme görevini yerine getirememiştir. Gecekondulaşmaya göz yumarak, bu toplumsal ihtiyacı giderme yoluna gitmiştir. “Kentleşmenin bu düzeye ulaşmasının altında yatan en büyük neden tarımsal ekonomideki yapısal çöküşün özellikle geçimlik üretim yapan yoksul köylülüğe yaşam hakkı tanımayacak düzeye erişmesidir” (Doğan, 2001:112). 1970’lerle beraber şehirde kalabalık bir işçi sınıfı ve onların çalıştığı fabrika çevresinde işçi mahalleleri oluşmuştur. Küçük şehirlerde ya da ilçelerde fabrika sahibinin ve devletin ortak katkılarıyla sosyal alanlar oluşturulurken özellikle İstanbul gibi büyük şehirlerde kentin çevresini saran gecekondu mahallelerinin sayısı gün geçtikçe artmıştır. 1980’lerde ise fabrikaların şehir dışına taşınmalarıyla beraber “Sanayisizleştirme“ dönemi başlamıştır. Bu yeni dönemde “Fabrika Toplumu” giderek dağılmıştır. Fabrikada çalışan işçiler, yıllar içinde yavaş yavaş hizmet sektörüne kaymıştır. Birikim rejiminin farklılaşması kentlerin görünüşünü de değiştirmiştir. Yeni dönemde kent önemli bir konuma gelirken, şehir dışına taşınan sanayi tesislerinden arta kalan çöküntü alanları (slum) kentsel rant açısından önem kazanmıştır. 41 “Kitlesel göç olgusunun sarsıcı etkilerini hafifleten en temel kurum gecekondu olmuştur”.İlk gelenler için gecekondu barınma ihtiyacının karşılanması olarak anlamını bulurken gecekondu sahipleri aynı zamanda gecekondunun kullanıcısıdırlar. Yani kullanıcı ve sahip olarak bir ayrışma yoktur. İlk dönem gecekondularda kiracılık kesinlikle istisnadır. İlk gecekonduların “masum” bir amaca hizmet ettikleri şeklinde yanlış algılanması, gecekondulaşmanın olağanlaştırılmasına yardımcı olmuştur. 1970’lerle birlikte değişen sadece gecekondu yapımına yönelik arsa edinme süreçleri değil, aynı zamanda gecekondu yapım sürecinin kendisidir. “İlk kuşak gecekonduların temel özelliklerinden olan yapımcı-konut sahibi özdeşliği giderek ortadan kalkmış ve gecekondular artan oranlarda başka gruplar tarafından inşa edilip kullanıcılara satılan bir “meta” haline dönüşmüştür” (Işık, 1999: 282). Bu anlamıyla gecekondular, alınıp satılan bir meta haline gelerek temel işlevi olan barınma ihtiyacından koparak, kente göçmüş topluluklar için kişisel zenginliği arttıracak, sınıf atlamasını sağlayacak bir araca dönüşmüştür. Bu döneme baktığımızda sınıflar arası bir uzlaşmanın varlığından söz etmek mümkündür. Devletin zımni olarak bu dönüşümü teşvik etmesi, devlet ile üretim araçları sahipleri arasında da bu konuda bir uzlaşı olduğuna kanıt teşkil EBT SAYI 24.indd 41 25.05.2010 12:32 Kentin Dönüşümü ve Yoksulluk etmektedir. Dönüşümde devletin özellikle ardı ardına çıkardığı imar afları etkili olmuştur. “1980’lerde dört kez kaçak yapıların affına ilişkin yasal düzenleme yapılmıştır. Bunlardan en önemlisi 2981 sayılı yasadır. Bu yasa öncekilerin tersine kaçak yapıların yasalar karşısında bağışlanması ile kısıtlı kalmamış ve mevcut gecekonduların hazırlanan ıslah imar planlarında öngörülen modele göre dönüşümüne zemin hazırlamıştır” (Işık, 1999: 287). Bundan sonraki süreçte tek katlı gecekondular hızla apartmanlaşmışlardır. 1960 ve 1970’lerdeki gecekondu hareketi bir ölçüde alt ve orta kesimin bu yolla refahtan pay almalarına olanak tanınmıştır. Ancak 1980 sonrası, özellikle 1990’larla kentsel rantın sermaye için gözde hale gelmesi ile bu kesimlerin refahtan pay almaları önemli ölçüde kısıtlanmıştır. Çünkü eski bütünleştirici yapı etkisini tamamen kaybetmiş ve yerini daha ayrıştırıcı/farklılaştırıcı bir yapıya bırakmıştır. 42 1990’larla başlayan etnik kökene dayalı, terör olaylarına bağlı göç hareketi yeni bir farklılaşma biçimini meydana getirmiştir. Bu göç dalgasıyla gelenler ile önceki dönemlerde gelenler arasında da önemli farklılaşmalar yaşanmıştır. İlk göç dalgası ile gelmiş olanlar kentin etrafındaki arazilerin büyük bir bölümünü çevirmişlerdir. Yeni gelenler için boş arazi bulmak imkânsız hale gelmiştir. İlk gelenler kentsel rantı büyük ölçüde ellerinde tutmayı başardıkları için statü ve zenginlik bakımından ilerleme kaydetmişlerdir. Yeni gelenler için böyle bir imkân artık söz konusu değildir. İlk gelenlerin aksine, sonradan gelenler arasında kiracılık ta giderek yaygınlık kazanmıştır. Yeni dönemde refahtan pay alma oranının düşmesine bağlı olarak sınıf atlama imkânları azalmış, yeni bir göçmen tipi ortaya çıkmıştır. “Yeni dönemin baskın göçmen tipi; uysal, kentle bütünleşmeye istekli bir figür değil, yükselme adına her şeyi yapmaya, bu uğurda legal, illegal arasında gidip gelmeye hazır bir figürdür” (Pınarcıoğlu/Işık, 1999: 36). Devletin, Keynesci “tam istihdam” hedefinden uzaklaşmasıyla, yeni göç edenler arasında işsizlerin oranı da önemli ölçüde artmıştır. İlk gelenlerin aksine yeni gelenler arasındaki akrabalık, hemşerilik bağları da görece daha zayıf olmuştur. Bu olgu giderek kent ekonomisinde büyüyen bir “enformel sektör”e yol açmıştır. Yoksulluğun kendi içine sıkışmışlığı ve normal yollardan kendi kendini dönüştürememesi toplumsal ayrışmayı ve dışlanmayı arttırmıştır. Bunu besleyen bir başka olgu ise ekonomik açıdan durumunu iyileştiren (eski yoksullar) kesimlerin dışarı doğru göç etmesidir (Wilson’dan aktaran Kaygalak, 2001:135). Durumu iyileşenlerin bu mekânlardan ayrılmaları, bu mekânda sadece sınıf altı (underclass) tabir edilen yoksulların kalmasına yol açmıştır. EBT SAYI 24.indd 42 25.05.2010 12:32 Yunus Emre Özkan, Süleyman Sıdal Yoksullardaki dışlanmışlık duygusu, topluma ve onun koyduğu her türlü ahlak, din, hukuk normuna karşı kayıtsızlığı (anomi) geliştirmiştir. Gelir dağılımındaki giderek büyüyen uçurum, aynı kent mekânını yoksullar için “getto”laştırmıştır. (Örneğin senelerdir İstanbul’da yaşayıp boğazı görmeyen binlerce insan vardır.) Yoksulluğun kendi içindeki dönüşümsüzlüğü, bireylerde sınıf atlamak için illegal yollara başvurmayı bir kural haline getirerek genel olarak kentte güvenlik sorunlarının ve buna bağlı olarak suç oranlarının artışına yol açmıştır. Zengin ve yoksul arasındaki uçurum giderek büyürken, aynı mekânda yaşayan yoksullar arasındaki ayrışma da giderek büyümektedir. Gecekondu alanlarında oluşan sistem “her türlü yerel kaynaktan beslenen ilişki ağları sayesinde kent yoksullarının yaşama stratejileri oluşturmaları, bu stratejilerin kendilerinden sonra gelenlerin sırtından yürütülmesi ve yoksulluğun bir şekilde onlara devredilmesi” olarak tanımlanabilecek “Nöbetleşe Yoksulluk” (Pınarcıoğlu/Işık, 1999: 32) olgusunu kendi içinde üretmiştir. Gecekondu olgusunu bir toplumsal hareket olarak nitelersek bu hareket bakıldığında son dönemde özellikle gecekonduların, metalaşmasından yüksek kazanç elde eden gruplara yönelik genel algının değiştiği görülmektedir. “Bugün aynı gecekondulular artık, bazı solcular tarafından yoksul olarak tanımlanmamaya, aksine gecekondulular artık rantçı, gaspçı, yağmacı gibi olumsuz nitelemelerle birlikte anılmaya başlanmıştır” (Erder, 1999:296). Ayrıca bu grupların net bir siyasi yöneliminin/ hareketin belli bir ideolojinin tekelinde de olmadığı görülmektedir. Farklı tercihleri içinde bulunduran grubun siyaseti, seçim özelinde bir “rantı azamileştirme” aracı olarak görmesi söz konusu olmaktadır. 43 Son zamanlarda yükselen milliyetçilik söylemleriyle özellikle sonradan gelen Kürt göçmenler (Bu grup en yoksul ve ranttan en az payı alan kesimdir) için dışlama mekanizmaları oluşturulmaya başlanmıştır. Kentsel mekândaki cemaat ilişkileri meşruiyetini dinsel söylemlerle sağlamakta ve kurduğu ekonomik yapı içinde emeği olabildiğince kendi yararına kullanmaktadır. Cemaat yapılarına hâkim kimseler bu emek gücünü kullanarak kişisel servet yapabilmekte, siyasi liderlerle pazarlığa oturabilmektedir. İstanbul Örneği İstanbul, hem kadim geçmişi hem yaygın tarihi dokusu hem de gelişmiş, önemli bir metropol olması nedeniyle sürekli kentsel siyasetin içinde önemli bir yere sahip olmuştur. İstanbul’u eşsiz kılan tarihi-kültürel mirası, turizm potansiyeli kadar sermayenin yoğunlaştığı bir finans merkezi olmasıdır. Bu nedenle İstanbul, kentsel yenileme, dönüşüm, soylulaştırma gibi kavramlarla EBT SAYI 24.indd 43 25.05.2010 12:32 Kentin Dönüşümü ve Yoksulluk uzun süredir haşır neşir olmaktadır. İstanbul’un bu potansiyeli özellikle 1970’lerden sonra yatırımcılar tarafından fark edilmiş ve önce küçük- öncü nitelikte projelerle ve yıkıp yeniden yapma şeklinde başlayan süreç zaman içinde günümüze doğru geldikçe büyük sermayeli, geniş çaplı, kamu-özel ortaklığında büyük dönüşüm projeleri haline gelmiştir. 1970’lerle beraber başlayan süreçte İstanbul’un tarihi mirasa ve öneme sahip alanlarında görülmeye başlanan ve daha çok kentsel dokuyu yenileme ve estetik gibi kaygılara yönelik yapılan çalışmalar (Kuzguncuk-ArnavutköyFener/Balat) zaman içinde giderek İstanbul’un merkezine doğru genişlemiş ve yapılan projeler, yatırımı, istihdamı ve tüketimi arttırmaya yönelik daha ekonomik çıkarlara hizmet edecek biçimde şekillenmeye başlamıştır(Uysal, 2008: 82). 44 Dönüşüm projeleri, “kent mekanının daha yaşanılabilir kılınması adına kentsel donatıların kapsamının genişletilmesi, kamusal kullanım alanlarının elverişli hale getirilmesi, tarihsel dokunun korunması, kent sakinleri için daha elverişli konut alanlarının yaratılması, yaşam kalitesinin ve refahın yükseltilmesi ve hatta kentsel sefaletin/yoksunluğun önlenmesi gibi olumlu söylemler”(Uysal, 2008:88) üzerinden toplumsal düzlemde meşruiyet kazanmaya çalışırken pratikte ortaya çıkan durum, sermayenin, kentsel mekanı kendi çıkarları doğrultusunda, çoğunlukla kentin tarihsel dokusunu tahrip ederek, kamusal alanları sınırlayarak (sahiller, parklar, göller v.s), küçülterek, buralarda yaşayanları ekonomik gelirlerine göre ayrıştırarak, yoksulları dışlayarak yeniden düzenlenmesi şeklinde gerçekleşmiştir. Bu bağlamda yapılan iki projeye bakıldığında bahsedilen durum daha net ortaya konulmaktadır. Birinci projede, Cihangir’de yapılan bir dönüşüm projesidir. Süreç, Cihangir’in İstanbul’un kent merkezinde yer alması ve dolayısıyla değerli bir alan üzerine kurulu olmasının 1980lerle ekonomik güç ve refaha kavuşan yeni zengin kesimlerce fark edilmesiyle başlamıştır. Zengin ve eğitimli olan bu insanlar için Beyoğlu ve çevresinin “tarihi değeri” de bu alanın seçiminde önemli rol oynayan başka bir faktör olarak yerini almıştır. Projeye, semtin, mevcut haliyle suç üreten, kötü yaşam koşullarına ve sağlıksız bir çevreye sahip oluşu nedeniyle artık sürdürülemez bir yapı haline geldiği ve proje ile birlikte tüm bu sorunların çözüleceği ve daha yaşanılabilir, temiz, mahalle değerlerine bağlı ve estetik açıdan da çok daha iyi hale geleceği söylemi üzerinden meşruiyet zemini kazandırılmaya çalışıldı (Uysal, 2008:103). Bu süreç, bölgede mülk sahibi olanlar kadar, kısa vadede sahip olmayı planlayanlar ve buraya çeşitli yatırımlar yapacak olan çevrelerce de geniş çaplı EBT SAYI 24.indd 44 25.05.2010 12:32 Yunus Emre Özkan, Süleyman Sıdal destek görmüştür. Çünkü var olan yapı ekonomik alanın dışında ve tüketim açısından sınırlı bir bölge iken, değişimle beraber, kira gelirlerinde, tüketim kalıplarında, harcama düzeylerinde dolayısıyla yatırımcı karlarında ciddi düzeyde artış olacağı hesaplanmıştır. Yaşanan deneyim sonunda söylemlerin geniş ölçüde kağıt üzerinde kaldığı ve öngörülmeyen ciddi durumların meydana geldiği görülmüştür. Birincisi artan yatırımlar ve buraya yerleşen yüksek gelirli ve eğitimli kişiler yüzünden yıllardır burada oturan sınırlı gelirli kiracılar Cihangir’i terk etmek zorunda kalırken bazı mülk sahipleri de verilen yüksek fiyatları kabul edip başka semtlere göç etmek zorunda kalmışlardır. Bunun yanında semte yerleşmiş bulunan travesti, transseksüel ve eşcinseller gibi “marjinal” unsurlar da semtten uzaklaştırılmaya maruz kalmışlardır (Uysal, 2008:106). Bunun yanında eski semt sakinlerinin gitmesiyle semtin “mahalle kimliği” de giderek yok olmaya başlamış ve dayanışma, yardımlaşma gibi sosyal değerlerin düşüşe geçerken yapay, semt mekânında ekonomik statü temeline dayanan bir homojenleşme ve yapay bir semt görünümü genellik kazanmıştır. İkinci proje ise daha yakın geçmişe sahip Fener-Balat projesidir. Bu bölgede tarihi dokusu nedeniyle ve “semtte oturanların yaşam koşullarının iyileştirilmesi, semtin tarihi dokusunun korunması ve yaşatılması, semtin yerleşim alanı olmayı sürdürmesi ve sakinlerinin, ekonomik, kültürel ve toplumsal durumlarının iyileştirilmesi”(Aslan,2005:179) gibi söylemlerle gündeme getirilmiş ve projenin turizm ve yatırım amaçlı olmadığı vurgulanmıştır. 45 Projeye semt halkının aktif katılımı öngörülmüş ve yapılması planlanan çalışmaların tamamının ücretsiz olmasına karşın semt halkının projeye katılımı oldukça düşük düzeyde kalmıştır. Projenin temel amacının semt halkının ekonomik-sosyal ve çevresel koşullarını iyileştirmek olduğu vurgulansa da zaman içinde bunun tersinin gerçekleştiği ortaya çıkmıştır. Cihangir’dekinin bir benzeri durum bu bölgede de baş göstermiş ve zaman içinde iyileştirmelerle artan kira, arsa, bina fiyatları, düşük gelirli kişilerin buraları terk etmesine yol açmıştır. Kısa zamanda ciddi artışlar gösteren bina fiyatları semt sakinlerinden çok emlak spekülasyonu yapanlara fayda sağlamış gözükmektedir. Semt halkının sosyal koşullarını iyileştirme kapsamında planlanan değişikliklerin önemli bir kısmı (eğitim, sağlık, halka açık alanlar vs.) gerçekleştirilmemiştir. Ve bölgede yeni iş olanakları (kullanılacak her türlü malzemenin bölgedeki dükkânlardan alınacağı sözü verilmiştir) yaratacağına inanılan yatırımlar yetersiz kalmış, dönüşüm sürecinde bölgede yaşayan sakinlerin becerilerinin geliştirilerek istihdam edilmesi sözü de büyük ölçüde hayata geçirilememiştir (Aslan,2005:183–186). EBT SAYI 24.indd 45 25.05.2010 12:32 Kentin Dönüşümü ve Yoksulluk Sonuç Kentsel Dönüşüm, 1980 sonrası yükselişe geçen neo liberal politikaların kenti yeni bir iktidar alanı, yeni bir yatırım alanı, kar alanı, sömürü alanı olarak görmesi ile yakından ilişkilidir. Fordist üretim biçiminin krizi ile post fordist dönemin başladığı 1970 sonrası sermayenin ontolojik krizini aşmada kenti stratejik bir mekân olarak görmektedir. Ulus devletin sınırları artık sermayenin ihtiyaçlarını karşılayamamaktadır. Ve kentler, küresel ekonomide çok uluslu firmalar açısından yeni dönemde ulus devletin alternatifi olarak görülmektedir. Kentler, ulus devletin alternatifi olarak sermayeye en çok hizmet edecek mekânlar olarak yeniden düzenlenmeye başlanmıştır. Bu bağlamda bazı kentler ön plana çıkarılarak parlatılmakta iken bazı kentler geri planda kalmaktadır. Girişimci kent, ya da küresel kent söylemi ile sermaye akışını kontrol edecek ve sermayenin kendisini yeniden değerleme sürecinde büyümesini sağlayacak mekânlar oluşturulmaktadır. 46 Fabrika toplumunun çöküşüyle sanayisizleşen kentte ekonomik açıdan hiçbir faydası olmayan, yoksulların ve işçilerin yaşadığı çöküntü alanları oluşmuştur. Sermaye, kentsel dönüşüm projeleriyle bu alanları kendisine fayda sağlayacak şekilde dönüştürmek istemektedir. Bunu yaparken meşruiyet zeminini bu alanları estetikten ve her türlü hizmetten, gelişmişlikten yoksun mekânlar olarak niteleyerek kurgulamaktadır. Bu alanlara yapılacak dönüşüm projeleri ile kentin estetik, güvenlik ve geri kalmışlık sorunlarına çözüm getirileceğini belirtmektedir. Yönetişim (Governance) mantığı içinde kentleri dönüştüren ve devletin sosyal alandaki varlığını sınırlandıran bu projelerin, yoksulluğa olumlu bir katkısının olacağı söylemek mümkün değildir. Çünkü bu anlayış, özünde son derece sermaye yanlısı, farklı fikirleri dışlayan, toplumu STK’lara (Sivil Toplum Kuruluşları) indirgemiş, ekonomizm gözlüğü ile topluma bakan bir anlayışı temsil etmektedir. Ve kamusal olanı, sosyal olanı, dayanışmacı olanı, ortak aklı dışlamakta yerine özel olanı, rekabetçi olanı bireysel aklı getirmek istemektedir. Kentsel dönüşüm projeleriyle sermaye, kentsel ranttan daha fazla faydalanmak istemektedir. Bu yüzden hukuki, siyasi ve psikolojik baskı araçlarını kullanarak bu mekâna müdahale etmektedir. Son dönem meclislerin, yerel yönetimlerin, devlet kurumlarının hareketliliği bunun en güzel kanıtıdır.( yasa çalışmaları, proje yarışmaları, verilen teşvik ve ödüller…) EBT SAYI 24.indd 46 25.05.2010 12:32 Yunus Emre Özkan, Süleyman Sıdal Kentler, yeni dönemin belirleyicisi olan “borçlanma” yoluyla sermayeye bağımlı hale gelmekte, böylece sermaye, tarihsel geçmişe sahip ve özgürlüğün, demokrasinin yeşerdiği bir mekân olan kenti, yaptırım araçları ile yönetme gücünü elde etmektedir. Kentler bu yolla giderek kamusal kimliğini kaybetmekte, kentsel hizmetler piyasalaşarak fiyatlandırılmakta, vatandaşın yerini müşteri almaktadır. Kentsel dönüşüm projeleri ile bu alanlara müdahale edilirken, yoksulluğu çözmek gibi bir gaye güdülmemektedir. Temel amaç buralarda yaşayan “sınıfaltı” (underclass) tabir edilen toplulukları buralardan çıkarmaktır. Türkiye’de 1950’lerle gelişen süreçte gecekondu vasıtasıyla talan edilen kamu arazileri bu projeler sayesinde değerlenmekte ve çıkarılan imar aflarıyla buraların mülkiyetini ele geçiren (Birçoğu üst gelir gruplarına dâhil olmuş) kişilerin elinde servete dönüşmektedir. Bu arada ilk göç edenlerden bir farkı olmayan fakat arazi sahibi olamamış büyük bir kesim, bu dönüşümden olumsuz etkilenmektedir. Bu projeler yüzünden dışlanan çoğunluk, buralardan ayrılarak yeni gecekondu alanları oluşturmaktadır. Böylece bu projeler, söylenenlerin aksine yoksulluğu azaltmamakta, aksine yoksulların mülkiyet sahipliği üzerinden dışlanarak yeni yoksulluk alanları oluşturmalarına sebebiyet vermektedir. 47 Kentsel dönüşüm projeleri, bu yönleriyle gelir dağılımındaki artan adaletsizlikle beraber, sınıflar arası gerilimleri ve çatışmayı büyütmekte, böylece kentsel krizi kalıcılaştırmakta, kent mekânında yarattığı izole edilmişlikle yoksulluğun hem zengin-yoksul arasında hem de yoksulların kendi aralarında bir kısır döngü haline gelişinde önemli rol oynamaktadır. DİPNOTLAR 1 Friedman J. “The World Hypothesis”. Development and Change. Cilt 17 2 Sassen S. “The Global City: London, NewYork, Tokyo”, Princeton University Press, Princeton. 1991 3 Bu konuda yapılmış farklı bir çalışma için bakınız; Sezai Temelli, Yoksulluğun Ölçümlenmesinde Yeni Bir Arayış: Kamusal Yoksulluk Endeksi(KYE), Eğitim Toplum Bilim Dergisi, (2004) 4 Bu konu ile ilgili bir çalışma için bakınız Theo Nichols & Nadir Sungur, (2005) Global İşletme, Yerel Emek, (İstanbul: İletişim Yayınları) EBT SAYI 24.indd 47 25.05.2010 12:32 Kentin Dönüşümü ve Yoksulluk KAYNAKÇA 48 EBT SAYI 24.indd 48 Aslan, Y., (2005). Bir Kentsel Analiz: Fener-Balat Rehabilitasyon Projesi. Yüksek Lisans tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Ataay, F., (2001) “Türkiye Kapitalizminin Mekânsal Dönüşümü”: Praksis Dergisi, Bahar 2001, Sayı: 2 Candan, E / Akbey, F / Başer, N. Erkin (2004) “Bilgi Ekonomisi ve Birikim Sürecinin Mekândan Kopması”, 3.Ulusal Bilgi, Ekonomi ve Yönetim Kongresi, Eskişehir, 25-26 Kasım 2004, s. 341-350 (Çevrimiçi), http://iibf.ogu.edu.tr/kongre/ bildiriler/08-03.pdf, Castells, M., (1997) Kent, sınıf, iktidar, (Çeviren Asuman Erendil) (Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları) Daldal, Şule N., (2000) “Esnekliğin Farklı Boyutları ve Uluslararası Dinamikler”. Petrol İş 97–99 Yıllığı, (İstanbul: Petrol-İş yayınları) Doğan, Ali E., (2001) “Türkiye Kentlerinde Yirmi Yılın Bilânçosu”, Praksis Dergisi, Bahar 2001, Sayı: 2 Erder, S., (1999), “Kentsel Gelişme ve Kentsel Hareketler: Gecekondu Hareketi, Kent, Yerel Siyaset ve Demokrasi”, Sivil Toplum İçin Kent, Yerel Siyaset ve Demokrasi Seminerleri, Demokrasi Kitaplığı, Dünya Yerel Yönetimler Akademisi (WALD) Eş, M., (ty) “Bilgi Toplumu Sürecinde Kentsel Dönüşüm: İstanbul Örneği”, (Çevrimiçi), http://www.bilgiyonetimi.org/cm/pages/mkl_gos.php?nt=163 Hacısalihoğlu, Y., (2000) Küreselleşmenin Mekânsal Etkileri ve İstanbul. (İstanbul: Akademik Düzey yayınları) Hardt, M. / Negri, A., (2003) “Keynes ve Kapitalist Devlet Teorisi”, (Çeviren Ertuğrul Başer), Dionysos’un Emeği (İstanbul: İletişim Yayınları) Harvey, D., (2003), Sosyal Adalet ve Şehir, (Çeviren Mehmet Moralı), (İstanbul: Metis yayınları) Harvey, D., (2006) Postmodernliğin Durumu, (Çeviren Sungur Savran), (İstanbul:Metis yayınları) Işık, O., (1999) “1980’lerden 2000’lere Türkiye’de Kentsel Gelişme: Yeni Dengeler-Yeni Sorunlar”, Kent, Yerel Siyaset ve Demokrasi Seminerleri, Demokrasi Kitaplığı, Dünya Yerel Yönetimler Akademisi (WALD) İnsel, A., (2001) “İki Yoksulluk Tanımı ve Bir Öneri”: Toplum ve Bilim Dergisi, Yaz, Sayı:89, Jessop, B., (2006) Hegemonya, Post-Fordizm ve Küreselleşme Ekseninde Kapitalist Devlet, (Derleyen Alev Özkazanç, Betül Yarar), (İstanbul: İletişim yayınları) Kaygalak, S., (2001) “Yeni Kentsel Yoksulluk, Göç ve Yoksulluğun Mekânsal Yoğunlaşması”: Praksis Dergisi, Bahar 2001, Sayı: 2 Koch, M., (2003) “Social Inclusion and Crisis after Fordism” The 6th Conference of the European Sociological Association: “Aging Societies, New Sociology”, Sep- 25.05.2010 12:32 Yunus Emre Özkan, Süleyman Sıdal tember 23th to 26th, 2003 Murcia, Spain, s.1-23(Çevrimiçi), http://www2.cddc. vt.edu/digitalfordism/fordism_materials/Koch_III_Revised.pdf Marda, Y. M. ve Diğerleri (1995) “Bir Tabu Olarak Ekonomi”: Toplum ve Bilim, Kış 95 Munck, R., (2002) “Altın Çağ”, Emeğin Yeni Dünyası , (Çeviren Mahmut Tekçe), (İstanbul: Kitap Yayınları) Özbek Sönmez, İ., (2005) “Kentsel Dönüşüm Süreçlerinde Aktörler-BeklentilerRiskler”, Kentsel Dönüşüm Sayısı, Ege Mimarlık 2005/ s.1–53 Pınarcıoğlu M. / Işık, O., (1999) “1980 Sonrası Dönemde Kent Yoksulları Arasında Güce Dayalı Ağ İlişkileri: Sultanbeyli Örneği”, Sivil Toplum İçin Kent, Yerel Siyaset ve Demokrasi Seminerleri, Demokrasi Kitaplığı, Dünya Yerel Yönetimler Akademisi (WALD) Sen, A., (2004) Özgürlükle Kalkınma, (Çeviren Yavuz Alogan) (İstanbul: Ayrıntı Yayınları) Sökmen, P. (2003), “Kentsel Dönüşüm İçin Kaynak Yaratıcı Sürdürülebilir Bir Planlama Çerçevesi”, Kentsel Dönüşüm Sempozyumu, Yıldız Teknik Üniversitesi Yayını, İstanbul s.47-51 Şener, Hasan E., (2003) “Yeni Sağ’ın Yerellik Söylemindeki Değişimi Anlamlandırmak”, Kamu Yönetimi Dünyası Dergisi, Yıl:4/Sayı:16/Ekim-Aralık 2003, s.2-11 Şengül, H.Tarık (2001) “Sınıf Mücadelesi ve Kent Mekânı”, Praksis Dergisi, Bahar 2001, Sayı: 2 Şenyapılı, T., (2006) “Gecekondu Olgusuna Dönemsel Yaklaşımlar”, Değişen Mekan, Mekansal Süreçlere İlişkin Tartışma ve Araştırmalara Toplu Bakış: 19232003, Derleyen: Ayda Eraydın, (Ankara: Dost Yayınları) Tekeli, İ., (1999) “Kent Yoksulluğu ve Modernite’nin Bu Soruya Yaklaşım Seçenekleri Üzerine”, Sivil Toplum İçin Kent, Yerel Siyaset ve Demokrasi Seminerleri, Demokrasi Kitaplığı, Dünya Yerel Yönetimler Akademisi (WALD) Temelli,S.,(2004) “Yoksulluğun ÖlçümlenmesindeYeni Bir Arayış: Kurumsal Yoksulluk Endeksi (KYE)” Eğitim Toplum Bilim, 8, s.18-27. Thomas, S. (2003), A Glossary of Regeneration and Local Economic Development, (Manchester: Local Economic Strategy Center) Uysal, Ülkü E., (2008). Küreselleşme ve Kentsel Dönüşüm Bağlamında Soylulaştırma Kuramlarının İstanbul’da Uygulanabilirliği: Cihangir Örneği. Yüksek Lisans tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü EBT SAYI 24.indd 49 49 25.05.2010 12:32