SAYI 24 - Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi

Transkript

SAYI 24 - Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi
Üniversitemiz Öğretim Üyesi Doç. Dr.
İlyas Gökhan ile lâle ve Nevşehirli
Damat İbrahim Paşa üzerine konuştuk
Çömlek Ustası Şaban
Topuz çömlek sanatının
inceliklerini anlattı
SAYFA 8'DE
NEÜ
SAYFA 4 ve 5'TE
aktüel
NEVŞEHİR HACI BEKTAŞ VELİ ÜNİVERSİTESİ AYLIK GAZETESİDİR
NİSAN 2014
Sayı: 24
Üniversitemizden
yeni proje:
YEŞİL NEVŞEHİR
Nevşehir Hacı Bektaş Veli
Üniversitesi Rektörlüğü ve
üniversitemiz bünyesinde yer alan
Fotoğrafçılık Kulübü tarafından
‘Köy Okullarımızı
Ağaçlandırıyoruz’ sloganıyla
‘Yeşil Nevşehir’ projesi başlatıldı.
Nevşehir Belediyesi ve Nevşehir
Orman İşletme Müdürlüğünün de
desteği ile yürütülen proje
kapsamında köy okullarında
ağaçlandırma çalışmalarına
başlandı.
Proje kapsamında 300 adet fidan
Nevşehir merkeze bağlı Göre,
Çardak ve Güvercinlik köylerinde
eğitim veren okul bahçelerine
dikildi.
Proje kapsamında diğer köy
okullarında da ağaçlandırma
çalışmaları devam edecek.
HABERİ SAYFA 3'TE
Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi Güzel
Sanatlar Fakültesi ‘3. Uluslararası Sanat
Yoluyla Evrensel Sevgi 2014 Suluboya
Bienali’ne ev sahipliği yaptı. Bienal, Güzel
Sanatlar Fakültesi ve
Uluslararası Suluboya Derneği iş birliği ile
düzenlendi.
Bianele ilişkin açıklamada bulunan Güzel
Sanatlar Fakültesi Dekanı Prof. Mustafa
Arslan, “Sanat yoluyla farklı kültürlerden
sanatçıların kaynaşması, bölgenin kültür ve
sanat hayatına katkıda bulunmak, sanat eğitimi
veren kurumlar arasında iş birliği ve
dayanışmayı gerçekleştirmek amacıyla bugün
burada bir araya geldik. Burada yaptığımız
bienale 69 ülkeden toplam 697 suluboya
ressamı birer adet suluboya eseriyle yarışmacı
olarak katıldı” dedi.
Rektörümüz Prof. Dr. Filiz Kılıç ise,
“Gerçekleştirdiğimiz bu etkinliğimizde birçok
ülkeden farklı dili konuşan katılımcılar bu gün
tek bir dili konuşmak için aynı paydada
buluştu. O da sanatın evrensel ve kucaklayıcı
dili” diye konuştu.” HABERİ SAYFA 2'DE
Yol arkadaşım kitap
kampanyası başladı
Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi Rektörlüğü ve Basın ve
Halkla İlişkiler Birimi öncülüğünde gerçekleştirilen “Yol
Arkadaşım Kitap” kampanyası başladı.
Herkese kitap okuma alışkanlığı kazandırmak için başlatılan
kampanyayla atıl durumdaki kitapların değerlendirilerek okurla
buluşması hedefleniyor. Kampanya sayesinde üniversitemizin ve
şehrimizin çeşitli yerlerine bırakılacak kitaplar, herkesin
istifadesine sunulacak. Kitabın yeni sahibi kitabı okuduktan sonra
istediği bir yere bırakarak kitabın başka kişilerle buluşmasını
sağlayacak. Böylece bu kitaplar, okuru, banklarda, kantinlerde,
hastanelerde, otobüslerde, otobüs duraklarında kısaca her yerde
kitapla buluşturacak. HABERİ SAYFA 3'TE
NEÜ
KTÜEL
ÜNİVERSİTE 2
Sanatın kalbi üniversitemizde attı
Nevşehir Hacı Bektaş Veli
Üniversitesi Güzel Sanatlar
Fakültesi ‘3. Uluslararası Sanat
Yoluyla Evrensel Sevgi 2014
Suluboya Bienali’ne ev sahipliği
yaptı. Bienal, Güzel Sanatlar
Fakültesi ve
Uluslararası Suluboya Derneği iş
birliği ile düzenlendi.
Üniversitemiz Tafana Aşçılık ve
İkram Hizmetleri Uygulama
Tesisleri Konferans salonunda
gerçekleştirilen bienalin açılışına;
Rektörümüz Prof. Dr. Filiz Kılıç,
Rektör Yardımcımız Prof. Dr. Çetin
Pekacar, Hacıbektaş Belediye
Başkanı Ali Rıza Selmanpakoğlu,
Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı
Prof. Mustafa Arslan, Uluslararası
Suluboya Derneği Başkanı Firdevs
Posacı, üniversitemiz akademik ve
idari personeli, ABD, Avustralya,
Kanada, Çin, İspanya, Portekiz,
Rusya, Yunanistan, İran, Polonya,
Belçika, Tayland, İtalya, Güney
Afrika, Azerbaycan, Vietnam,
Kolombiya ve İzlanda gibi
ülkelerden 60’ı yabancı, 135’i yerli
birçok suluboya sanatçısı katıldı.
Etkinliğin açılış konuşmasını Güzel
Sanatlar Fakültesi Dekanı Prof.
Mustafa Arslan yaptı.
Farklı ülkelerden ayrı dilleri
konuşan sanatçıları bir araya
getirmenin mutluluğunu
yaşadıklarını belirten Prof. Mustafa
Arslan, “Sanat yoluyla farklı
kültürlerden sanatçıların
kaynaşması, bölgenin kültür ve
sanat hayatına katkıda bulunmak,
sanat eğitimi veren kurumlar
arasında iş birliği ve dayanışmayı
gerçekleştirmek amacıyla bugün
burada bir araya geldik. Burada
yaptığımız bienale 69 ülkeden
toplam 697 suluboya ressamı birer
adet suluboya eseriyle yarışmacı
olarak katıldı. Çeşitli ülkelerden 91
ünlü suluboya ressamının jüri
üyeliği yaptığı değerlendirme
sonucunda çeşitli kategorilerde ilk
üç dereceye giren yarışmacılarımızı
belirledik. Bu güzel etkinliğin
gerçekleştirilmesinde başta
Rektörümüz Prof. Dr. Filiz Kılıç
olmak üzere, bizleri destekleyen
herkese teşekkür ediyoruz” dedi.
İletişimin her alanda olduğu gibi
sanatı da derinden etkilediğini
belirten Uluslararası Suluboya
Derneği Başkanı Firdevs Posacı
yaptığı konuşmada “İçinde
bulunduğumuz iletişim çağı her
Yolu sanattan geçen herkes
iletişimin gücüyle kolaylıkla
kucaklaşabiliyor. Uluslararası
Nevşehir Hacı Bektaş Veli
Üniversitesi Adına Sahibi
Prof. Dr. Filiz KILIÇ (Rektör)
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Prof. Dr. Çetin PEKACAR
Yayın Koordinatörü
Uzm. Mehmet AKBAŞ
suluboya topluluğu ailesi de iletişim
çağının dünya sanatına kazandırdığı
oluşumlardan biri” dedi.
“SANAT TOPLUMA VE BİLİME
NİCE KATKILAR SAĞLAR”
Kültürlerin buluşma noktası olan
Kapadokya’da böylesine önemli bir
organizasyonu gerçekleştirmenin
gururunu yaşadıklarını belirten
Rektörümüz Prof. Dr. Filiz Kılıç
konuşmasında “Biliyoruz ki
‘sanatsız kalan bir milletin hayat
damarlarından biri kopmuş
demektir’. Yine biliyoruz ki ‘bilim
ve sanat iltifat görmediği yeri terk
eder’. Bu sebeple hayat
damarlarımızı güçlendirmek; bilim
ve sanata hak ettiği değeri vererek
toplumu kalkındırmak üniversiteler
olarak en asli vazifelerimizdendir”
dedi.
Rektörümüz, “Sanat insana,
topluma ve bilime nice katkılar
sağlar. Bu açıdan sanat hayatın en
önemli ve vazgeçilmez
unsurlarından biridir. Bununla
birlikte toplumsal belleğin
korunmasında ve zenginleşmesinde
de sanatın önemi şüphesiz
yadsınamaz.
Kültür ve sanat, sınırı olmayan bir
dünya sunar bizlere. Öyle ki tüm
sanat eserleri, bizlerle buluşmadan
önce birer hayaldi. Burada da
gerçeğin sınırlarını kaldırarak
hayallerini somutlaştıran
sanatçıların eserlerini görmekteyiz.
Gerçekleştirdiğimiz bu bienalle,
sanatın geliştirici gücünü topluma
aktarma fırsatı elde etmiş
bulunmaktayız. Bu itibarla Nevşehir
Hacı Bektaş Veli Üniversitesi olarak
bu renkli etkinliğe ev
sahipliği yapmış olmanın
mutluğunu yaşıyoruz.
Sanat toplumları birbirine
yakınlaştırarak tıpkı zihin
dünyamızın olduğu gibi içinde
yaşadığımız dünyanın da sınırlarını
kaldırır. Bu yönüyle evrensel bir dil
olan sanat, tüm insanları ortak bir
paydada buluşturan gizemli bir
güçtür. Gerçekleştirdiğimiz bu
etkinliğimizde birçok ülkeden farklı
dili konuşan katılımcılar bu gün tek
bir dili konuşmak için aynı paydada
buluştu. O da sanatın evrensel ve
kucaklayıcı dili” diye konuştu.
Yapılan konuşmaların ardından
etkinlik, 697 suluboya ressamının
katıldığı yarışmada dereceye giren
sanatçılara ödül ve plaketlerinin
takdimi ile devam etti.
Bienalin açılış etkinliği,
Rektörümüz ve katılımcıların,
serginin açılışını gerçekleştirmesi
ve ardından düzenlenen uygulamalı
suluboya gösterisi ile son buldu.
“BİANELİ ÇOK İYİ ŞEKİLDE
NETİCELENDİRDİK”
Renkli görüntülere sahne olan
Bianel, 4 gün boyunca devam etti.
Farklı ülkelerden sanatçıları bir
araya getiren '3. Uluslararası Sanat
Yoluyla Evrensel Sevgi 2014
Suluboya Bienali'yle ilgili
açıklamada bulunan Güzel Sanatlar
Fakültesi Dekanı Prof. Mustafa
Arslan “Uluslararası sulu boya
sanatçılarının katılımıyla akademik
anlamda ilk defa karşılıklı olarak
gerçekleştirdiğimiz bienali
neticelendirdik. Bu bienalle
bölgemize, bölge
kültürüne,
üniversiteler arasındaki ilişkilere ve
kurumumuz adına önemli bir
etkinlik gerçekleştirmiş olduk”
dedi. Bienalin çok iyi bir şekilde
neticelendiğini söyleyen Prof.
Arslan, “63 ülkeden pek çok
katılımcının eserleri ile katıldığı
böylesine geniş katılımlı ve
uluslararası düzeyde bir sergi
gerçekleştirmemiz bizim için ayrı
bir onurdur. İnşallah bu gibi
uluslararası veya ulusal düzeyde
yarışmaları, sergileri yapmaya ve
sergilemeye devam edeceğiz”
şeklinde konuştu.
'3. Uluslararası Sanat Yoluyla Evrensel
Sevgi 2014 Suluboya Bienali' farklı
kültürden birçok sanatçıyı bir araya getirdi
Görsel Yönetmen&Editör
Öğr. Gör. Fadime ŞİMŞEK İŞLİYEN
Haber Müdürü&Editör
Uzm. Mustafa İŞLİYEN
Yazı İşleri
Uzm. Taylan VIRACA
Rıza GÜNAYDIN
Salim KÜRKLÜ
Haberleşme Adresi
Nevşehir Hacı Bektaş Veli
Üniversitesi Rektörlüğü
Basın ve Halkla İlişkiler Birimi
2000 Evler/Nevşehir
www.nevsehir.edu.tr
[email protected]
t: 0384 228 10 33/34
f: 0384 215 30 58
Baskı
Yaşar Ofset Matbaacılık
Bahçelievler Mah. Toptanciler Sitesi
No:39-40 Nevşehir
Tel: 0384 212 07 54
0384 213 38 55
NEÜ
KTÜEL
ÜNİVERSİTE 3
‘Yol Arkadaşım Kitap’ kampanyası başladı
Nevşehir Hac
ıB
Veli Üniversi ektaş
tesi
Rektörlüğü v
eB
Halkla İlişkil asın ve
er Birimi
öncülüğünde
gerçekleştiril
en
Arkadaşım K “Yol
itap
kampanyası b ”
aş
Yol Arkadaşım ladı.
Kampanyasın Kitap
ın
etkinliğine Ü başlangıç
niversitemiz
Rektörü Prof.
D
Kılıç başkanlı r. Filiz
ğında
üniversitemiz
ak
ve idari perso ademik
neli ile
öğrenciler kat
ıld
Etkinlik, Tafan ı.
a
ve İkram Hiz Aşçılık
metleri
Uygulama Tes
is
Kafeterya Bö leri
lümünde
gerçekleştiril
di.
öğrencilerle b Burada
ir
gelen Rektörü araya
m
Dr. Filiz Kılıç üz Prof.
, kitap
okuma alışkan
lı
kazandırılmas ğının
ı ve
yaygınlaştırıl
ması adına
bu etkinliğin
ön
adım olduğun emli bir
u
Etkinliğe kat söyledi.
ılanlarla
kitaplar üzeri
ne sohbet
eden Rektör
Kılıç,
kampanya kap
sa
masalara bırak mında
ıl
kitapları ince an
leyerek bir
süre öğrencile
rl
kitap okudu. e birlikte
Rektörümüz,
ilerleyen gün
lerd
kampanyayla e
ilg
adımların atıl ili yeni
acağını ve
bu kampanyan
ın
büyüyerek dev
am etmesi
için herkesin
desteğine
ihtiyaç duyuld
uğunu
söyledi.
Herkese kitap
o
alışkanlığı kaz kuma
andırmak
için başlatıla
n
kampanyayla
at
durumdaki k ıl
itapların
değerlendiril
erek
buluşması hed okurla
ef
Kampanya sa leniyor.
yesinde
üniversitemiz
in
şehrimizin çe ve
şitli
yerlerine bırak
ıl
kitaplar, herk acak
esin
istifadesine su
nulacak.
Kitabın yeni
sahibi kitabı
okuduktan so
nra istediği
bir yere bırak
arak kitabın
başka kişilerle
buluşmasını
sağ
Böylece bu k layacak.
itap
okuru, bankla lar,
rd
kantinlerde, h a,
astanelerde,
otobüslerde,
oto
duraklarında büs
kıs
yerde kitapla aca her
buluşturacak
.
Çevreci üniversitemizden
yeni proje:
YEŞİL NEVŞEHİR
Nevşehir Hacı Bektaş Veli
Üniversitesi Rektörlüğü ve
üniversitemiz bünyesinde yer alan
Fotoğrafçılık Kulübü tarafından
‘Köy Okullarımızı
Ağaçlandırıyoruz’ sloganıyla ‘Yeşil
Nevşehir’ projesi başlatıldı. Proje
kapsamında 3 köy okuluna 300
fidan dikildi. Nevşehir Belediyesi
ve Nevşehir Orman İşletme
Müdürlüğünün de desteği ile
yürütülen proje kapsamında köy
okullarında ağaçlandırma
çalışmalarına başlandı.
Köy okullarını güzelleştirmeye ve
yeşillendirerek gelecek nesillere
daha temiz ve güzel bir çevre
bırakmayı da amaçlayan projenin
ilk etabında Nevşehir Belediyesi
Park ve Bahçeler Müdürlüğü ile
Nevşehir Orman İşletme
Şefliğinden temin edilen 300 adet
fidan Nevşehir merkeze bağlı Göre,
Çardak ve Güvercinlik köylerinde
eğitim veren okul bahçelerine
dikildi.
Nevşehir Hacı Bektaş Veli
Üniversitesi gönüllü öğrencilerinin
yanı sıra Güvercinlik İlköğretim
Okulu, Çardak İlköğretim Okulu ve
Göre İlköğretim Okulu yetkilileri ile
minik öğrencilerin katılımlarıyla
fidanlar okul bahçelerinde toprakla
buluşturuldu.
Güvercinlik İlköğretim Okulu
Müdürü Cavit Akdemir, Nevşehir
Hacı Bektaş Veli Üniversitesi
tarafından gerçekleştirilen projenin
çok güzel bir proje olduğunu dile
getirerek, ‘köyümüzde hem okuyan
çocuklarımızın hem de yetişkin köy
halkımızın zamanlarını
geçirebilecekleri herhangi bir yeşil
alan bulunmamakta. Bu güzel
çalışma ile hem bunu gidererek
güzel bir mesire alanı oluşturmuş,
hem de gelecek nesillere daha temiz
ve güzel bir okul bırakmış olacağız.
Bu vesile ile gerek şahsım, gerekse
okulumuz ve köyümüz adına başta
Rektörümüz Sayın Prof. Dr. Filiz
Kılıç olmak üzere emeği geçen
herkese teşekkür ediyorum”
şeklinde konuştu. Ağaç sevgisini
çocuklara aşılama adına güzel bir
etkinlik olduğuna vurgu yapan
Çardak İlköğretim Okulu Müdürü
Mevlüt Yalçın, “geleceğimiz olan
çocuklarımıza küçük yaşlarda ağaç
sevgisini kazandırmak adına çok
güzel bir proje. Bugün burada
öğrencilerimiz ile birlikte
dikeceğimiz her bir fidan, gelecek
nesillerimiz için yetişen ve meyve
veren birer ağaç olacak. Köyümüzü
ve okulumuzu yeşillendirmek adına
yapılan çalışmadan dolayı herkese
teşekkür ediyorum” diye konuştu.
Bir eğitimci olarak bu güzel
projenin okullarında
gerçekleştirilmesinden duyduğu
memnuniyeti dile getiren Göre
İlköğretim Okulu Müdürü Orhan
Yıldız ise, “Okulumuzda
gerçekleştirilen bu çalışma hem
okulumuzu, hem de köyümüzü
güzelleştirmek adına güzel bir
etkinlik. Bugün burada
öğrencilerimiz belki de hayatlarında
ilk kez ağaç dikme şansı buldu.
Böylelikle kendilerine bir nevi ağaç
ve doğa sevgisi de aşılanmış oldu”
dedi.
Proje kapsamında diğer köy
okullarında da ağaçlandırma
çalışmaları devam edecek.
RÖPORTAJ 4
NEÜ
Üniversitemiz Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölüm
Başkanı Doç. Dr. İlyas Gökhan ile lâlenin
geçmişten günümüze uzanan serüvenini ve
kültürümüzdeki önemini konuştuk
Öğrenci
RÖPORTAJ: MEHMET ALİ DOĞAN
KTÜEL
Lâlenin kültürümüzdeki yeri
nedir?
Lâle Çiçeği Asya kökenli bir
bitkidir. Lâle Türklerin millî
çiçeğidir. Bazı Osmanlı
sözlüklerinde Lâle kelimesinin dahi
Türkçe olduğu yazılıdır. Acaba lâle
farsça kırmızı anlamına gelen
“Lâlé” kelimesinden mi gelmiştir.
Bu da düşünülebilir. Türkler Orta
Asya'dan beri bu çiçeğe büyük
önem vermişlerdir. Osmanlılar
öncesi Anadolu'da mabetlerin ve
sarayların bahçeleri lâlelerle
süslemiştir. İran'a hâkim olan
Büyük Selçuklu ve Anadolu'ya
hâkim olan Selçuklu sanat
eserlerinde lâle resim ve motiflerine
rastlanmıştır. Anadolu
Selçuklularının merkezi olan
Konya'da lâle motiflerine
rastlanmaktadır. Selçuklu
Sultanlarının Konya'da bulunan
saray bahçelerinde lâle çiçeğinin
olduğu bilinmektedir. İznik
çinilerinde, halılarda, kilimlerde,
kumaşlarda, camilerde, türbelerde,
sebil ve medreselerde lâle motifi
hep kullanılmıştır. Selçuklular
zamanında Dağ lâlesi ve Kara lâlesi
gibi çeşitleri vardır.
Osmanlıda lâlenin önemini anlatır
mısınız?
Lâle Selçuklulardan Osmanlılara
intikal etmiş bir çiçek. İstanbul
fethedilince eski Bizans bahçeleri
lâlelerle donatılmıştır. Fatih
devrinde Kâğıthane'de lâle
bahçelerinin olduğu bilinmektedir.
Mimar Sinan'ın Edirne'de II. Selim
adına inşa ettiği Selimiye Camiinde
meşhur ters lala motifleri
bulunmaktadır. Osmanlı ebru
sanatında lale motifi çok
“Lâle Türklerin millî çiçeğidir”
kullanılmıştır. 17. yüzyılda yaşayan
Evliya Çelebi, seyahatnamesinde
lâleden bahsetmektedir. Seyyah,
lâlezar adını verdiği Kâğıthane'de
bir bahçeden bahsetmektedir.
Lâlenin IV. Murat zamanında
(1623-1640) Osmanlı'ya
Hollanda'dan geldiği iddia edilse de
bu doğru değildir. Bilakis
Osmanlı'dan Hollanda'ya gitmiştir.
1901'de Almanya'da yayınlanan bir
makalede lâlenin Osmanlı
ülkesinden Avrupa'ya nasıl gittiği
detaylı şekilde açıklanmıştır.
Kanuni Sultan Süleyman
zamanında, Alman imparatorunun
elçisi olarak Türkiye'ye gelen
diplomat G. Busbeck, dönüşünde
İstanbul hatırası olarak bir takım
eşyalarla birlikte birkaç lâle
soğanını da Avrupa'ya götürmüştür.
Bu şekilde Avrupa'nın başta
Hollanda olmak üzere birçok
ülkesinde lâle ekilmeye başlamıştır.
Hollanda'da 1640'larda lâle çok
moda olmuştur. Bir botanik
profesörü lâleyi kendi tekeline
almış. Bu dönemde lâle soğanının
değeri altına eşit olup altınla
tartılarak satılırmış. Bu kadar
değerli çiçeği hırsızlar çalmış ve
soğanları her tarafa dağılmıştır.
Lâle devri ve lâleye dair neler
söylemek istersiniz?
Osmanlı Tarihinin 1718-1730
tarihleri arasına Lâle devri
denmiştir. Aslında bu isim o
dönemde denmemişti. 1990'larda
İstanbul'da III. Ahmet ve Nevşehirli
Damat İbrahim paşa hakkında
araştırmalar yapan ve kendisi de
Ürgüplü olan Ahmet Refik bu ismi
kullanmış ve Türkiye'de bu isim çok
tutulmuş ve yaygınlaşmıştır.
Nevşehirli İbrahim Paşa'nın 1718'de
sadrazam olması ile Osmanlı
devletinde bir barış ve yenilik
hareketi başlamıştı. Çok iyi yetişmiş
bir aydın olan Damat İbrahim paşa,
ülkedeki bozulmayı ve savaşlardaki
mağlubiyetleri görmüştür. Bu
yüzden İran, Rusya ve Fransa gibi
ülkelerle dostluk kurarak savaş
dönemine son vermiştir.
Avrupa'daki gelişmeleri oralara
gönderdiği elçilerle öğrenen
İbrahim paşa, matbaanın ülkeye
getirilmesini sağlamıştır. O
dönemde İstanbul yangınları
meşhurdur. Şehir çıkan yangınlarla
kül olmaktadır. İbrahim Paşa bunu
önlemek için itfaiye teşkilatı
kurmuştur. Yine salgın hastalıklara
karşı çiçek aşısı yapılmaya
başlanmıştır. İbrahim Paşa başta
İstanbul olmak üzere ülkenin her
tarafında bir imar faaliyetine
girişmiştir. Bu bağlamda memleketi
Muşkara adlı bir köy olan
Nevşehir'i kurup geliştirmiştir.
İbrahim Paşa'nın yenilik ve
ıslahatları devam etseydi belki de
Osmanlılar'da bir Rönesans
meydana gelirdi.
Damat İbrahim Paşa'nın Lâle
tutkusundan bahseder misiniz?
III. Ahmed ve Damat İbrahim
Paşa'nın dönemlerine Lâle devri
denmesi gerçekten çok doğrudur.
Bu döneme damgasını vuran lâle,
İstanbul'un başta Kâğıthane'de
bulunan Sâdâbâd Kasrı olmak üzere
her tarafında yetiştirilmektedir. Bu
dönemde Sultan III. Ahmed ve
Sadrazam Damat İbrahim Paşa
büyük imar faaliyetine girmişlerdi.
Yapılan köşk ve bahçeler lâle
çiçekleri ile donatılmıştır. Padişah
III. Ahmed, lâleye çok düşkündü.
Padişah ve sadrazamım özel lâle
bahçeleri vardı. Damat İbrahim
Paşa zamanında Kâğıthane, yüksek
tabaka ve halkın gezinti yeri olan
gönül alıcı ve latif bir mesire alanı
oldu. Burada birçok kasır inşa
edildi. Ancak bu kasırların en
muhteşemini İbrahim Paşa'nın
yaptırdığı Kasr-ı Hümayun ya da
Sâdâbâd Kasrı denilen yerdi. Burası
padişah ve sadrazamın eğlence
mekânı oldu. Bu kasrın önüne
büyük bir havuz, fıskıyeler ve suni
bir çağlayan yapıldı. Sâdâbâd Kasrı,
Fransa kralının sarayına nazire
teşkil ediyordu. Damat İbrahim
Paşa İstanbul'da şenlikler
yapılmasına büyük önem verdi. Bu
dönemde lâle çok önem kazandı.
Hiçbir devirde lâleye bu kadar fazla
önem verilmemişti. İstanbul'un
bahçeleri hatta evlerin pencerelerini
lâleler süslüyordu. Özellikle lâle
yetiştirmek için bahçeler
düzenlendi. Her taraf renk renk
lâlelerle donatıldı. Lâle çeşitleri
arttı; hatta farklı ve güzel lâle
yetiştirmek için yarışmalar dahi
düzenlendi. Tabii bunların hepsi
Damat İbrahim Paşa'nın himayesi
ve yardımı ile yapılmaktaydı.
NEÜ
KTÜEL
TARİH 5
Cumhuriyet Türkiye'sinde
Öğretmenlik Mesleği
Yrd. Doç. Dr. VEDAT AKTEPE
Lâlenin IV.
Murat
zamanında
Osmanlı'ya
Hollanda'dan
geldiği iddia
edilse de bu
doğru
değildir.
Bilakis lâle,
Osmanlı'dan
Hollanda'ya
gitmiştir
İbrahim Paşa yaradılıştan dolayı tabiatın güzelliğine
ve sanat zevkine tutkun olduğu için lâlenin
yayılmasına büyük önem verdi. İbrahim Paşa sadece
Osmanlı ülkesinden değil Avrupa'dan da lâle getirdi.
Bizzat kendisi de lâle yetiştirdi. Kendisinin
yetiştirdiği lâleye “Âsafî” adı verildi. Bu işi
yapanlara ödüller verdi. Avrupa'dan getirilen lâleye
Felemenk lâlesi dendi. Bu dönemde lâlenin rengi
kaybolmasın diye sıcak günlerde üzeri örtülürdü.
İstanbul'daki lâle merakı dünyanın her yerine
yayıldı. Dünyanın her tarafından İstanbul'a lâle
gönderildi. Bu dönemde İstanbul'da 839 çeşit Lâle
bulunmaktaydı. Bir lâle soğanının 500-1000 altına
satıldığı görüldü. İbrahim Paşa, dışarıdan tac-ı
kayser adı verilen bir lâle getirmişti. Bu lâlenin
soğanı bir müddet sonra kaybolmuştu. Bunun
soğanının bulunması için İbrahim Paşa, sokaklara
tellallar gönderdi. İstanbul'un her köşesi aranmasına
rağmen bu lâle bulunamadı. İstanbul'da Nisan ve
Mayıs aylarında açan lâlenin seyrine doyum
olmazdı. Padişah III. Ahmed ve Sadrazam İbrahim
Paşa birlikte lâle seyretmeye giderlerdi. Ahali akın
akın bu lâleleri seyretmek için giderdi. İstanbul'da
lâlenin fiyatı aşırı şekilde artınca, İbrahim Paşa bunu
engellemek için lâlenin fiyatını sınırlandırdı.
Sadrazam hangi bahçede kim ne çeşit lâle
yetiştiriyor bunların tespitini yaptırdı. Bu iş için
adam dahi görevlendirdi. Devrin şairleri lâleyi tasvir
eden şiirler yazdılar.
Lâlelerin künyesi çıkarılırdı. Onların âdeti, ismi,
rengi ve kimde bulunduğu pusulara yazılırdı. Bir
bahçede 500-600 çeşit farklı renkte lâle açardı.
Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Maalesef Nevşehirli Damad İbrahim Paşa, 1730'da
çıkan bir isyanla ortadan kaldırıldı. Onun kurduğu
şehri bile yıkmak isteyen isyancılar, başta Sâdâbâd
Kasrı olmak üzere her şeyi yıktılar. Bu gün içinde
yaşadığımız ve 100 bine ulaşan nüfusu ile bu şehrin
mimarı O'dur. Ürgüp ve Nevşehir de çok şeyler
yaptı. 13 hanelik bir köyden bir şehir oluşturdu.
Nevşehir'e camiler, çeşmeler, medrese, kütüphane,
imarethane, hamam, han, kale ve çeşme inşa ettirdi.
1725'te yaptırdığı Medreseden yetişen öğrenciler
çevreye ışık saçmıştır. Devrin kaynakları bu
dönemde Nevşehir'in çok mamur bir yer haline
geldiğini yazmaktadırlar. İbrahim Paşa, inşa
ettireceği binalara büyük itina göstermiştir. Derme
çatma yapılaşmayı engellemiştir. Bizlere düşen onun
hatıralarına saygı duymak ve o eserleri korumaktır.
Eğitim Fakültesi
Ülkemizin
gelişmesinde ve
kalkınmasında
öğretmenlerimiz
birinci derecede
öneme sahiptir
C
umhuriyet
Türkiyesi'nde
öğretmenlik mesleği
yurdun kurtarıcısı ve
Cumhuriyet'in kurucusu Ulu
önder Mustafa Kemal
Atatürk'ün öncülüğünde
çağdaş, milli ve laik bir
anlayış ve yaklaşımla
yeniden yapılandırılmıştır.
Atatürk'e göre öğretmen
"yetiştirici, eğitici, öğretici,
yaratıcı, geliştirici" olmasının
yanı sıra aynı zamanda
"öncü, kurtarıcı,
kılavuzlayıcı, yenileştirici,
değişimci-dönüşümcü, örnek
olucu, yükseltici, yüksek
hizmet verici, kutsal bir
görev üstlenici" dir. Bütün
bunlarla Atatürk'ün
tanımladığı öğretmenlik tam
anlamıyla gerçek
öğretmenliktir.
1921 Maarif Kongresi'nde
Mustafa Kemal'in
Cumhuriyet Türkiye'sinin
ulusal eğitimini kurmasını
istemesi ve öğretmenleri
gelecekteki kurtuluşumuzun
saygıdeğer öncüleri olarak
tanımlaması, yeni Türkiye
Cumhuriyeti Devleti'nin
öğretmenlik mesleğine
bakışının temelini
oluşturmuştur. 3 Mart 1924'te
öğretmenlik mesleği yasayla
tanımlanmış, çıkarılan 430
sayılı Tevhid-i Tedrisat
Kanunu (Eğitim-Öğretimi
Birleştirme Yasası)
öğretmenlik mesleğine yeni
ve çağdaş bir temel ve 439
sayılı Orta Tedrisat
Muallimleri Kanunu ise yasal
bir tanım ve dayanak
olmuştur.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında
yapılan yasal düzenlemeler
ile birlikte, birçok okul
açılmıştır.
Darülmuallimatların İlk
Öğretmen Okulu, Orta
Öğretmen Okulu ve Yüksek
Öğretmen Okulu olarak
yeniden yapılandırılması
(1924) ile Musiki Muallim
Mektebi (1924), Gazi Orta
Muallim Mektebi ve Terbiye
Enstitüsü (1926, 1929), Köy
Muallim Mektebi (1927) Kız
Meslek (Teknik Yüksek)
Öğretmen Okulu
(1934,1947), Ana Öğretmen
Okulu (1927) Köy Öğretmen
Okulu (1936), Erkek Meslek
(Teknik Yüksek) Öğretmen
Okulu (1937, 1947) Köy
Enstitüsü (1940), Hasanoğlan
Yüksek Köy Enstitüsü
(1942), Necati Terbiye
Enstitüsü ve Orta Öğretmen
okulu (1944), Eğitim
Enstitüleri (1946), Ticaret ve
Turizm Yüksek Öğretmen
Okulu (1955, 1965). Yüksek
İslam Enstitüleri (1959), Kız
Sanat Yüksek Öğretmen
Okulu (1962), Erkek Sanat
Yüksek Öğretmen Okulu
(1962), Eğitim Bilimleri
Fakültesi (1965).
1973 yılında yürürlüğe giren
1739 sayılı Milli Eğitim
Temel Kanunu öğretmenlerin
yüksek öğrenim görmeleri
zorunluluğunu getirdiğinden,
ilkokullara Sınıf Öğretmeni
yetiştirilmesi için 1974-1975
öğretim yılından itibaren İlk
öğretmen Okullarının bir
kısmında iki yıllık Eğitim
Enstitüleri açıldı (1974).
Sonra Endüstriyel Sanatlar
Yüksek Okulu (1975), Dört
Yıllık Eğitim Enstitüleri
(1978), Yüksek Öğretmen
Okulları (1980), Genel
Eğitim - Mesleki Eğitim Teknik Eğitim Fakülteleri
(1982) açılmıştır.
1982 yılında yürürlüğe giren
41 sayılı Kanun Hükmündeki
Kararname ile iki yıllık
Eğitim Enstitüleri “Eğitim
Yüksek Okuluna”
dönüştürüldü. Eğitim Yüksek
Okullarının süresi 1989-1990
öğretim yılından itibaren dört
yıla çıkarıldı. Eğitim
Fakülteleri adını aldı ve
"Sınıf Öğretmenliği
Bölümüne" dönüştü. Eğitim
Bilimleri Enstitülerinin
(1994, 1997) kurulması
Öğretmenlik mesleğini
güçlendirmiş, çeşitlendirmiş
ve mesleksel etkinlik alanını
genişletmiştir.
Ülkemizin gelişmesi,
kalkınması ve
demokratikleşmesi
mücadelesinde
öğretmenlerimiz birinci
derecede öneme sahiptirler.
Öğretmenlik mesleğini
üniversite sınavlarında belli
bir puanla kazanarak eğitim
fakültesine gelen öğrencilerin
seçimi çok daha önemlidir.
Çünkü öğretmenlerin kişisel
beceri, karakter ve liderlik
özelliklerinin yüksek vasıfta
olması beklenir. Bu anlamda,
eğitim fakültelerine gelen
öğrencilerin bu bilinçle
gelmesi, seçilme süreçlerinin
daha dikkatli yapılması
önemlidir. 166 yıl önce
başlatılan ve uzun yıllardır
sürdürülen öğretmen
yetiştirme uygulamalarının
bundan sonra da milli
değerlerden kopmadan,
evrensel değerlere doğru
geliştirilmesini diliyor, bütün
öğretmenlerimizi sevgi ve
saygı ile selamlıyorum.
NEÜ
KTÜEL
ÇEVRE 6
Yrd. Doç. Dr. AYŞE KOCALMIŞ BİLHAN
Mühendislik Mimarlık Fakültesi
Tasarruflu enerji tüketimi
19 - 20. yüzyıllar arasında petrolün
bulunması ile insan hayatında
birçok olgu tamamen değişmişti.
Isınma, aydınlatma, ulaşım, iletişim
ve daha birçok alanda enerji insan
hayatının ayrılamaz bir parçası
haline geldi. İnsan nüfusunun hızlı
artışı ve sanayileşmenin artık her
alana yayılması ile de enerji
kullanım oranları ve bununla
beraber enerji tüketim ücretleri de
hızla artmaya başladı. Enerji her ne
kadar bir toplumun yaşam
standardını yükseltse de beraberinde
bir sürü sorunu da getirdi. Bu
sorunların en başında fosil
yakıtların hızla tükenmekte olması
sayılabilir. Ayrıca enerji tüketiminin
artmasıyla ortaya çıkan sera
gazlarının doğaya aşırı zarar vererek
doğal dengenin bozulmasına sebep
olması, her ay ödenen faturaların
giderek artması ve sürekli olarak
enerji üreten diğer ülkelere
bağımlılığın artması da karşılaşılan
diğer önemli sorunlardan bir
kaçıdır.
Karşılaşılan sayısız sorunlar
sebebiyle artık birçok ülkede
alternatif enerji kaynakları ve
enerjinin daha verimli nasıl
kullanılacağı konularında çalışmalar
oldukça hızlanmıştır. Rüzgar, güneş,
jeotermal yada hidroelektrik
santrallerin gerçekleştirildiği
nehirler kullanılarak elde edilen
alternatif enerji kaynakları doğanın
dengesini bozmadan ve her hangi
bir artık ürün ortaya çıkarmadan
enerji üretmektedirler. Ancak bu
kaynaklardan elde edilen enerji
miktarı, günümüz koşullarındaki
enerji kullanımının büyük bir
kısmını karşılayamamaktadır. Bu
nedenle de enerji üretimi konuları
üzerindeki araştırmalar devam
etmektedir.
Günümüzde artık enerji üretim
çeşitliğinin artmasının yanı sıra
üretilen bu enerjinin daha verimli
nasıl kullanılacağı da oldukça
önemlidir. Enerjinin verimli
kullanımı her alanda yaygınlaştığı
takdirde doğal çevrenin
korunmasına katkıda
bulunulmasının yanı sıra hem kendi
bütçemizden tasarruf etmiş hem de
ülke ekonomisine katkıda bulunmuş
olunacaktır. Enerjinin verimli
kullanılmasına ilk olarak ev
ortamında dikkat edilebilecek
birkaç nokta ile başlanabilir.
EVDE TASARRUF İÇİN BAZI
ÖNERİLER
Ÿİlk olarak satın alınan ürünler için
(buzdolabı, fırın…) “verimli
ürünleri (A++ gibi)” tercih edin.
Bulaşıklarınızı elde
yıkamak yerine
makinede yıkayın
kapatılması ve fişlerinin çekilmesi
daha doğru bir uygulama olacaktır.
ŸGeceleri televizyon karşısında
uyuyakalma ihtimaline karşı
televizyonu belirli bir saatte
otomatik kapatmaya alın.
ŸGündüz vakitlerin de oda içinde
aydınlatma olarak doğal gün ışığını
kullanın.
ŸYaz aylarında odaları serin tutmak
için perdeleri kapalı tutun, gereksiz
yere klima çalıştırmayın.
ŸKış aylarında soğu engellemek için
kalın perdeler kullanın. Ayrıca
apartmana giriş çıkış yaparken dış
kapının kapalı olmasını sağlayın.
ŸRadyatörlerin önlerini yada
ŸEv aydınlatmasında kullanılan
üstlerini kapatmayın.
ampüller tasarruflu ampül ile
değiştirin.
ŸKullanılmayan odalarda kalorifer
ŸHerhangi bir odadan ayrılırken
peteklerini kapatmak yerine en o
yerdeki kalorifer peteğini en düşük
değerde tutun.
lambası kapatılırken, bina
içerisindeki aydınlatmalarda
sensörlü lambalar kullanın.
ŸOcakta yemek pişirirken mutlaka
ağzı kapalı yemek pişirin.
Ÿİşiniz bittiğinde televizyon,
bilgisayar, müzik seti, yazıcı yada
oyun konsolunu tamamen kapatın.
ŸDonmuş yiyecekleri pişirmeden
önce mutlaka daha önceden
çözülmesini bekleyin.
ŸCihazların bekleme modunda
bırakılmasındansa tamamen
ŸÇamaşır makinasını tam
doldurarak çalıştırın, az kirli
çamaşırlar için ekonomik yıkama
programlarını kullanın.
ŸKurutma makinesi yerine
çamaşırları asarak kurutmayı tercih
edin.
ŸÇamaşırları ütülemek için
tamamen kurumasını beklemeyin,
nemliyken ütüleyin.
ŸElde bulaşıkları yıkamak yerine
bulaşık makinesinde yıkayın.
Böylece hem sudan hemde
kullanılan sıvı deterjandan tasarruf
edin.
ŸBuzdolaplarını mümkün olduğunca
mutfağın en soğuk yerine radyatör
ve ocaktan uzağa yerleştirin.
Buzdolabının kapısını uzun süre
açık bırakmayın.
ŸYiyecekleri buzdolabına sıcakken
yerleştirmeyin. İlk başta oda
sıcaklığında soğutup daha sonra
buzdolabına yerleştirin.
ŸYakın yerlere arabayla gitmek
yerine yürümeyi tercih edin.
ŸHızlı araba kullanmak yakıt
tüketimini artıracağından, belirli bir
hızda seyahat edin.
Yakın mesafedeki yerlere
araba yerine yürüyerek
gitmeyi tercih edin
Sayılan tüm bu maddeler bireylerin
kendi başlarına yapabileceği
oldukça basit uygulamalardır. Gerek
bireysel gerek toplumsal olarak çok
küçük adımlarla daha faydalı
sonuçlar elde edilecektir.
KÜLTÜR-SANAT 7
Doğumunun
üç yüzüncü
yılında...
Yrd. Doç. ANIL ÇELİK
Güzel Sanatlar Fakültesi
Müzik sanatı çeşitli aşamalardan,
dönemlerden geçti. Özellikle 18.
yüzyılın ilk yarısından sonra diğer
alanlardaki tüm gelişmeler gibi
müzik sanatındaki değişimler de
hızlanarak yol aldı. 1750 yılında
Johann Sebestian Bach'ın ölümüyle
başladığı kabul edilen klasik
dönemle birlikte müzik tarihindeki
en büyük gelişmeler ve yenilikler
sahnedeki yerini almaya başladı.
Halkın anlayabileceği biçimde
yazılmış eserler ve bunların
bestecileri artık halkın yanında
olmaya başladı. Erken klasik
döneme damgasını vuran kişilerden
biri olarak Christoph Willibald Von
Gluck'da müzik tarihindeki yerini
almıştır.
Almanya'nın Nurnberg şehrinin
biraz dışında Erasbach kasabasında
2 Temmuz 1714 yılında doğdu.
Ailesi ormancılık, avcılıkla uğraşan
Alman soyundan gelir. Babası
Alexandr Gluck, annesi Maria
Walburga'dır. 5 yaşında ilkokula
başlayan Gluck müziğe Cizvitler
Okulunda başlayarak, soprano
sesiyle söylediği şarkılarla
öğretmenlerinin ilgisini çekti. İlk
müzik eğitimini almak üzere
Çekoslavakya'ya gitti.1732-1736
yılları arasında Prag kentinde
tanınmış müzisyen Czernohorky'den
keman, çello ve kompozisyon
dersleri aldı. Böylece müzik
yaşamında ilerlemeye başladı. Erken
yaşta para kazanmak zorunda olan
besteci, keman çalarak, zenginlerin
çocuklarına müzik dersleri vererek
yaşamını sürdürmeye çalıştı. 19
yaşında iken 1933 yılında Prag'da
üniversiteye kaydoldu.
1735 yılında Prens Philipp
Lobkowitz kendisini Viyana'daki
şatosundaki özel orkestrasında
görevlendirdi. Böylelikle Viyana'nın
ileri gelenleriyle tanışması Gluck'un
ününün artmasına neden oldu.1736
yılında Avrupa'nın müzik kenti
olarak bilinen Viyana'da kendini
tanıtabilmek için konserler verdi. Bu
konserlerin birisinde İtalyan Prensi
olan Lombard Meizi'nin ilgisini
çekmeyi başardı. Prensin oda müziği
topluluğuna katılarak birlikte Milano
kentine gitti. Milano'da devrin ünlü
müzisyeni olan G. Battista
Sammartini (1700-1775) ile tanıştı.
Bu tanışmanın sonucunda onun
öğrencisi oldu. Onunla birlikte
çalışarak müzik bilgisini geliştirdi.
İtalya'da genç bir besteci olarak
önemli başarı kazandı.
1741 yılında Milano Tiyatrosu için
“Artaserse” adlı ilk operasını
besteledi. 1745 yılına kadar bu
ülkede yazdığı yüz kadar eserini
kendisi yönetti. Burada yaptığı
bestelerin hepsinde İtalyan
bestecilerinin etkisi görülür. Yazdığı
operalarla kendisinden söz ettiren
Gluck, Avrupa'da adının her yerde
duyulması üzerine 1745 yılında
Prens Lobkowich ile birlikte Lord
Middlesex'in davetlisi olarak
Londra'ya gitti. Burada George
Frideric Handel(1685-1759) ile
tanıştı. Handel sanatını yakından
inceleme fırsatı yakaladı. Handel
onun eserlerinin Londra'da
oynanmasında rol oynadı. Aynı
zamanda orkestra şefi olarak görev
aldı. Avrupa'nın en iyi sahnelerinde
Gluck'un operaları gösterime
sunulmaya başladı.
1750 yılında 36 yaşında iken
İmparatoriçe Marie Therese
tarafından başarılarından dolayı
Saray Tiyatrosu Besteciğine atandı.
Bu görevini 10 yıl süreyle sürdürdü.
Art arda verdiği konserler ile ününe
ün katmaya başladı. Mingotti'nin
gezgin müzik topluluğuna katılarak
Dresden, Kopenhag, Prag ve Napoli
şehirlerini içine alan iki yıllık bir
konser dizisine çıktı.1752 yılında
döndüğü Viyana'da Marianna adlı
sesi güzel bir kızla evlendi. Bu
evlilikten çocukları olmadı. Bu
yıllarda Viyana'da saray besteciliği
yaptı.
1756 yılında Papa tarafından Altın
Mahmuz Şövalye unvanı verilen
Gluck,1759 yılında Saxe-Hildburg
Hausen orkestrasında birinci keman
olarak görev aldı. Daha sonra müzik
direktörü olarak çalışmaya başladı.
Böylece kendisine düzenli bir maaş
bağlandı. 1762 yılında opera
tarihinin yeni bir dönem habercisi
olarak en önemli eseri olan “Orfeo
ed Euridice” yi yazdı.
1773 yılında eskiden piyano dersleri
verdiği kraliçe Marie Antoinette'nin
hizmetine girdi. Onun desteği ile
Paris'te “İphigenie” operası
gösterime alınarak büyük başarı
kazandı. 1776 yılında Paris'te
“Alceste” eserinin gösteriminde A.
Mozart ( 1756-1791) bulundu ve
Gluck'u kutladı. Paris'e yerleşmesi
onun yaşamındaki dönüm
noktalarından biri oldu. Buradaki
çalışmalarında sahne müziğini daha
ön plana çıkarttı. Jean Philippe
Rameau (1683-1764) ile tanışma
fırsatını yakaladı. Bunun sonucunda
Napoli tarzı operalardan
Rameau'nun etkisiyle kurtuldu.
Paris'teki başarılarından dolayı
kraliçe tarafından Viyana'daki
İmparator Sarayının besteciliğine
atandı.
Gluck, operaya yalnız ses
gösterilerine dayanan, İtalyan
operasına karşıt bir opera anlayışı
getirdi. Opera Seria'nın başarısız
yönlerini de saptadı. İtalyan
operasındaki dramatik bütünlüğü
sekteye uğratan abartmalı
vitüozluğundan kaçınarak Fransız
operalarındaki şiirsel okumayı ön
plana çıkartarak müzik ile metin
arasında bir denge oluşturarak yeni
operanın önünü açtı. Operaların
başına uvertur yazma ilk defa Gluck
tarafından uygulandı. Opera
sanatına getirdiği yeniliklerle müzik
tarihine ismini yazdırmayı başardı.
Operada devrim gerçekleştiren
besteci klasik dönem boyunca
uluslararası bir opera türü yarattı.
Oluşturduğu yenilik ve katkılar ile
opera sanatı ile özdeşleşti. Bu
nedenle müzik tarihinden
bahsedilirken Gluck ismi oldukça
çok tekrarlanır.
Getirdiği yenilikler ve önemli
katkılar nedeniyle opera sanatıyla
birlikte anılan Gluck 15 Kasım 1787
Viyana'da hayatını kaybetti.
Christoph Willibald Von Gluck
NEÜ
KTÜEL
NEÜ
NİSAN 2014 Sayı:24
aktüel
RÖPORTAJ
NAİL ÇİNAR
Öğrenci
Çamuru sanata dönüştüren meslek: Çömlekçilik
Nevşehir’i en iyi anlatan objelerden
biridir çömlek. Biz de bu mesleğin
inceliklerini çömlek ustası Şaban
Topuz ile konuştuk.
Çömlekçilikten çömleğin
tarihinden ilkel çömlekçilikten
bahseder misiniz?
İnsanoğlunun yaratılışı ile beraber
gelen bir şey çömlekçilik. Ben
bunu şöyle adlandırıyorum: Hani
nasıl bir kuşa yuva yapma fıtraten
verilmişse insanoğlunun da bu ilk
çanakçılıkla beraber ihtiyaçları
gideriliyor. Mesela ilk çanak ustası
Hz. Âdem'dir. Günümüzde
Anadolu'nun pek çok yerinde
çömlek yapılmaktadır. Hatta
günümüzden binlerce yıl önce
uygulanan teknikler hemen hemen
aynıdır. Çanak çömlek yapımı Grek,
Hitit, Firig ve Perslerde çok üst
safhaya gelmiştir. Mesela şu an
bizim yaptığımız çanak ürünleri hep
o dönemlerde yapılan ürünlerin bir
türevidir. Bugün bizler, hâlâ üst
düzeyde onlar gibi çanak anlamında
bir çığır açmış değiliz.
Ne zamandan beri çanak çömlekle
uğraşıyorsunuz ve bize çömlek
yapmanın inceliklerinden bahseder
misiniz?
Şu an 42 yaşındayım işte 15 yaşında
başladım yani 27 yıldır bu işi
yapıyorum. Bu mesleğin inceliği
şudur: bu işe yeteneğiniz olacak ve
işinizi seveceksiniz. Ben mesela
televizyonda bir dizi izlerken bile
arka planda vazo gördüğüm zaman
oradaki olayları unuturum. O
vazodan nasıl başka vazolar
çıkartabilirim diye düşünür sürekli
beynimde bunun bir araştırmasını
yaparım. Nasıl daha farklı
yapabilirimin sorusunu soracaksın
kendine. İşte bu işin inceliği budur.
Eğer ki işini önemsemezsen mevcut
standartlarda yapıp gidersin. Eğer
ortaya bir fark koymak istiyorsan
önemseyeceksin ve bu şekilde
devam edeceksin.
Çamura şekil vermek zor olsa
gerek. Nasıl biçim veriyorsunuz?
Yapacağımız ürüne göre
şekillendirme tekniği farklı oluyor.
Mesela bazen öyle bir ürün oluyor
ki biçimlendirme bir çırpıda
olmuyor. Çanak fiziki olarak hemen
göçüyor; dayanamıyor. Bir parçasını
bugün, bir parçasını iki gün sonra
diğer bir parçasını da üç gün sonra
ancak yapabiliyorsunuz.
Biçimlendirmenin bir yönü böyle
bir diğer yönü de merkezkaç. Yani
tezgâh dönecek.
Çarkta işleme tekniği ve
fırınlamadan bahseder misiniz?
Tekniği şu: İki elinle tezgâhın dönüş
yönünün tersine suyun yardımı ile
şekil verilir. Sıkıştırmadan belli
yerlerde dengede güç uygulanarak
yapılır. Bunu deneme yanılma ile
öğreniyorsun. Tabi bazı yerlerde
çamuru çok güçlü sıkmak gerekiyor.
Bazı yerlerde gevşek tutmak lazım.
Çamur böyle şekilleniyor. Çarktaki
temel teknik bu.
Fırınlamada ise iki hafta yapılan
ürün yanalak diye tabir edilen hava
kuruma ortamının yavaş olduğu bir
yerde yavaş yavaş kurutulmaya
bırakılır ve kurutulduktan sonra 20
derecelik fırına sürülür. Sonra
kademeli olarak ısı, 100 dereceye
kadar çıkarılır. Fırın durdurulur ve
sıcaklık homojenleşene kadar
bekletilir. Sonra tekrardan ısıtmaya
başlanır sıcaklık 1000 dereceye
kadar yükseltilir. Bu sıcaklığı
bulmak 8 ila 10 saat arasında
değişir. Sonra fırın kapatılıp
soğuması beklenir. 10 ila 12 saat de
soğutulma süresi var. İşte bu tüm
işlemler bir buçuk iki günümüzü
alıyor.
Fırınlama işleminden sonra nasıl
bir işlem gerçekleştirilir?
Sırlamada ürünü pişirdikten sonra
üzerine sır dediğimiz ham maddesi
kaolin olan silüs olan bir şekilde
şöyle diyebiliriz camın toz hali, su
ile karıştırılıp çanağın üzerine
sürülür. Bu toz gibidir. 1000
derecede erime noktasında yeniden
camlaşır. İkinci sırlamada eğer
dekoratif bir ürün yapacaksak
çanağı pişiriyoruz. Pişirdikten sonra
toprak boyalarla üzerini boyuyoruz
ve camın tozunu üzerine sürdükten
sonra tekrar pişiriyoruz. Dolayısı ile
o toprak boyası ile yaptığımız
desen, camın altında kalıyor ve
çıkmıyor ömür boyu orada kalıyor.
Ne tür süslemeler
kullanıyorsunuz?
Burada özgün tasarımlar ve kendine
göre şekillendirdiğin tasarımlar var.
Hem kullanıma hem de göze hitap
edecek ürünler var. Kullanıyorsunuz
işe yarıyor, göze hitap ediyor en
önemlisi de bu ürünler sağlıklıdır.
Son olarak eklemek istediğiniz bir
şey var mı?
Avanos çanakçılığının en büyük
sorunu şudur. Gelen misafirlere de
anlatıyorum çoğu zaman. Misafirler
ince bir espri olarak algılıyor.
Çanakçılık bu zamana kadar usta
çırak ilişkisi ile babadan oğla
gelmiş. Ama şu an usta var çırağı
yok. Çünkü yetişmiyor. Şu an en
küçük çanak ustası 33 yaşında o da
kardeşim. Şöyle düz bir mantık
yaparsak 20 yıl sonra bu iş bitecek
gibi gözüküyor. Kütahya bunun
sorununu yaşadı. Şu an Kütahya
özel ürünlerinin tamamını
Avanos'tan alıyor. Çünkü onlarda da
bir iki usta kaldı. Bu yüzden
çömlekçilik, çok büyük bir tehlike
içerisinde.

Benzer belgeler