turbocare Inc
Transkript
turbocare Inc
GELECEĞİ GÜVENLE Gudermes Şehri Medrese Kompleksi Havaalanı vip salonu Gudermes City 2. Etap İNŞAA EDİYORUZ Argun City Hastane Kompleksi Gudermes City 1. Etap PENTA Bilişim Sistemleri İç ve Dış Ticaret Turizm Enerji İthalat İhracat Sanayi ve Ticaret Ltd.Şti. Kazım Özalp Mah. Ziaür Rahman Cad. 27/7 Çankaya/ANKARA Tel: +90 312 436 45 45 - +90 312 436 46 46 Fax: +90 312 436 48 98 [email protected] KÜNYE-EDİTÖR AB Haber&Yayıncılık Mat. Bilg. Hiz. Ltd. Şti. adına Yazı İşleri Müdürü Doğancan Ay • Yayın Koordinatörü Sema Gün • Haber Müdürü Hasan Özer • Dış Haberler Müdürü Fadıl Gerilecek • Ekonomi Editörü İsmet Korkmaz • Haber Merkezi Meliha Yıldız, Arlin Togaç, Merve Özer, Haydar Kumral, Serçin Ceşen • Reklam Müdürü Süleyman Can • Grafik İsmail Kara • Mali İşler Koordinatörü Ahmet Önemli • Yönetim Yeri Beyazıtağa Mah. Topkapı Cad. No:55/3 Fatih/İstanbul Tel: 0212. 532 96 70 Fax: 0212. 532 98 65 [email protected] [email protected] www.euronewsport.com • Baskı Dünya Yayıncılık A.Ş. Globus Dünya Basımevi 0212. 629 08 08 • Dağıtım: Yay-Sat İki ayda bir yayınlanır - YIL 7 - 2011/06 Merhaba... Küresel krizin etkilerinden çıkmak için birçok senaryonun konuşulduğu Avrupa’da liderler gelecek arayışında iken; Türkiye, ekonomisiyle ilgili orta vadeli planını hazırladı. Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın açıkladığı orta vadeli plana göre 2013 yılında kişi başına düşen milli gelirimiz 12 bin 157 dolar olarak hesaplandığı ülkemizde ekonomik büyümenin süreceği sinyalleri verildi. Hazırlanın orta vadeli planda, maliye politikası olarak, para ve gelirler politikasıyla birlikte bütçe açığı, faiz dışı denge, gelir ve giderlere ilişkin uyum içinde çalışacakları belirtiliyor. Belirlenen hedeflere ulaşılmasını sağlayacak bir yaklaşımla çalışılacağının ifade edildiği raporda, hazırlanan planın dışına çıkılmayacağının net bir şekilde vurgulanması da rapora olan uluslar arası güveni bir kat daha arttırdı. Raporun en önemli kısmı ise harcamaların ağırlıklı olarak eğitim, sağlık, teknolojik araştırma, ulaştırma, içme suyu ve alt yapı gibi projeleri destekler nitelikte hazırlanmış olması. Türkiye bugünden 2014 yılı mali yapısına ve gelişimine odaklanırken Avrupa Birliğinin 2011 yılı Türkiye İlerleme Raporunda ekonomiyle ilgili övgü dolu sözler doğru yolda olduğumuzu gösteriyor, fakat raporda yapmamız gerekenler de vurgulanıyor. Özellikle vergi ve istihdam alanlarında bazı yapısal reformlara ihtiyaç duyulduğunun belirtildiği ilerleme rapo- runda mali ve parasal politikaların daha iyi koordine edilerek sıkılaştırılması gerektiği öne sürülüyor. Özel sektöre dayalı büyüme trendinin ülkemizde devam ettiğine dikkat çekilen raporda, dış pazarlardaki dalgalanmaların etkisiyle cari işlem açığı ve enflasyonist baskıların sorun oluşturabileceği tahmininde bulunuluyor. Dünya ekonomisinin gelecekle ilgili belirgin olmadığı ve bazı büyük ekonomilerde tepkinin sokağa yansıdığı bu günlerde yakaladığımız başarıyı bir üst noktaya taşımak için daha fazla çalışmamız gerektiği açıkça görünürken, yakaladığımız ekonomik başarıda emeği geçen herkese halkımız adına teşekkür ederiz. Saygılarımla... ABONE FORMU Adı Soyadı: ......................................................................................................................... Adres: .................................................................................................................................. ............................................................................................................................................. Telefon: ............................................................................................................................... Faks:..............................E-mail: .......................................................................................... Ödeme Bilgileri YILLIK ABONELİK BEDELİ: 30 TL Hesap No: IBAN TR 17 0004 6004 4388 8000 0560 60 [email protected] Tel: 0212 532 47 35 - 0533 498 37 53 4 Kasım 2011 İÇİNDEKLER 77 72 Numan Uzun Yurt dışına çıktığımızda ülkemizin itibarının arttığını hissediyoruz Doç. Dr. Çiğdem Nas Türkiye 2011 ilerleme raporuna bakış Hayat Dergisi 19 Nisan 1962 Milyarderler Savaşı 80 6 Yüksel Yıldırım Sektördeki insanlar dürüstse ve sektöre inanıyorlarsa Eti Krom çevresinde toplanırlar Kasım 2011 70 Bahattin Demirbilek Rusya’ya yeni girecek müteahhidimizin şansı olacağını inanmıyorum 08 16 22 26 30 34 36 40 44 48 52 56 60 62 66 72 74 77 80 84 88 91 93 96 100 104 108 110 113 116 118 52 Vizyon 2050 Türkiye Evyapport Yönetim Kurulu Başkan Vekili Sıtkı Tankurt: Rant yükseldikçe beklentiler de artıyor Ekim Alptekin: Türkiye ile ABD arasındaki ticari hacim optimize edilmeli Statkraft Genel Müdürü Steinar Bjornbet: Enerji üretimi ile çevre etkisi iyi dengelenmeli Ambarlı’da kazanılan bilgi ve deneyim Türkiye’de kalmaktadır Çeçenistan projelerle kalkınıyor Çeçenistan’ın sembol projesi Grozni City açıldı Penta İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı Siyavuş Mehmetzade: Kafkasya’da elde ettiğimiz başarıyı diğer bölgelere de taşıyacağız DEİK Türkiye-Endonezya İş Konseyi Başkanı Emin Hitay : Endonezya’yı şimdiden geleceğin büyük ülkeleri arasında görebiliriz Ar Şirketler Grubu Yönetim Kurulu Üyesi Timuçin Devrim Yalı: Akaryakıtta devrim yaptık Esta Construction Yönetim Kurulu Başkanı Bahattin Demirbilek: Rusya’ya yeni girecek müteahhidimizin şansı olacağını inanmıyorum Berk Unan: Rusya’da üretim desteklenmiyor Sebahattin Aydoğmuş: Kurumsal firmalara daha rahat ürün verebiliyoruz Vakıf Faktoring Genel Müdür Recep Çelebi: Biz tefeci değiliz D&R Genel Müdürü Kürşat Demircioğlu: D&R ülkemizin kültürel gelişiminde önemli bir yerde bulunuyor Türkiye AB’ye doğru mu ilerliyor Babacan Yapı Yönetim Kurulu Başkanı İbrahim Babacan: Bizden konut alanlar ciddi karlar elde ettiler… Uzunlar İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı Numan Uzun: Yurt dışına çıktığımızda ülkemizin itibarının arttığını hissediyoruz Yıldırım Holding İcra Kurulu Başkanı Yüksel Yıldırım: Sektördeki insanlar dürüstse ve sektöre inanıyorlarsa Eti Krom çevresinde toplanırlar Yataş’ta ki zorlu değişim sürecini anlatan Fevzi Menteş: Yataş’ta hedefler 5 katına çıkıyor İdaş Yönetim Kurulu Üyesi Murat İşeri: Eğer bugün yatak fabrikası kurar mısın deseler, hayatta kurmam derim SERBEST BÖLGELER GELECEĞİNİ ARIYOR ESBAŞ yeni döneme hazır DESBAŞ - İstanbul Endüstri ve Ticaret Serbest Bölgesi’nde yatırımcılar geleceğe güvenle bakıyor Selçuk Tür: Daha verimli serbest bölgeler amaçlanmakta Tayseb-Toros Adana Yumurtalık Serbest Bölgesi Genel Müdürü Ayfer Önder: Liman ve coğrafi konum bakımından ender bölgelerden biriyiz Verda Yahni: Antrepolar bugün serbest bölgelerden daha avantajlı yerler haline geldi İZBAŞ Genel Müdürü Özlem Değirmencioğlu: Yeni nesil serbest bölgeler ekonomik kalkınmamızda güçlü bir aktör olacaktır Avrupa Serbest Bölgesi Müdürü Zafer Atbakan: Yeni nesil serbest bölgelerle serbest bölgelere duyulan heyecan artacak Kayseri Serbest Bölge Genel Müdürü Mehmet Özkantar: Serbest Bölgeler kayıt altı ekonomi bakımından en önemli yerlerdir BUSEB Yönetim Kurulu Başkanı Mahmut Yılmaz: Devlet kurumunda çalışan birinin görevi neyse sanayicilerimizin de görevi odur Kasım 2011 7 Vizyon 2050 Türkiye 4 0. yılında Türkiye ve dünya gündeminin ana temalarından biri olan sürdürebilirlik konusuna odaklanan TÜSİAD, sürdürülebilir kalkınma bakış açısı ile hazırladığı Vizyon 2050 Türkiye raporu, ‘İnsani Kalkınma’ ‘Şehirleşme’, ‘Kentsel Ulaştırma’, ‘Enerji’, ‘Tüketim Alışkanlıkları ve Üretimde Enerji ve Kaynak Verimliliği’ bölümlerinden oluşmaktadır. Sürdürülebilir kalkınma, insan yaşamının gereksinimleri ve doğal kaynakların sürdürülebilirliği arasında bir denge kurularak, ekonomik, çevresel ve toplumsal boyutlarıyla bugünden geleceğe uyumlu bir planlama yapılmasını amaçlayan bütünsel bir yakla- 8 Kasım 2011 şımdır. 2050 yılında yaklaşık 9 milyar insanla dünyanın sunabildiği ve yenileyebildiği kaynakların sınırları içerisinde yaşamak durumundayız. 2050 yılında halen sürdürülebilir bir dünyaya sahip olabilmek için, ülkeler küresel işbirliği ve eşgüdüm içinde, sürdürülebilirlik gündemlerini oluşturmakta, hatta eylem planlarını harekete geçirmek durumundadırlar. 2050 yılına geldiğimizde nüfusu 100 milyona ulaşmış Türkiye’nin sürdürülebilir refah ve ekonomiye sahip olması için küresel etkileşim içinde değişimi takip etmesi gerekmektedir. Vizyon 2050 Türkiye Raporu, Dünya Sürdürüle- TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Ümit Boyner: 2050 yılında nasıl bir dünyada yaşayacağız? bilir Kalkınma İş Konseyi tarafından 2010 yılında Dünya CEO Forumu’nda tanıtılan “Vizyon 2050” raporundan hareketle hazırlanmıştır. “Sürdürülebilir dünya neye benziyor? Sürdürülebilir dünyaya nasıl ulaşabiliriz? Bu denklemde iş dünyasının rolü nedir?” sorularına cevap arayan rapor, bir reçete veya sayısal bir tahmin sunmayı değil bir tartışma platformu kurarak değişimin yönetişim biçimi ve yöntemini irdelemeyi amaçlamaktadır. Rapor bu arka planı veri alarak, sürdürülebilir bir dünya hedefine ulaşmada iş dünyasının karşılaşacağı zorlukları, izlemesi gereken yol haritasını ve bölgesel ve küresel ölçekte ortaya çıkabilecek fırsatları tahlil etmeye çalışmaktadır. Sürdürülebilir bir geleceğin bugünle bağlantısını kurmak amacıyla hazırlanan “Vizyon 2050 Türkiye” raporu, insani kalkınma, enerji, şehirleşme, kentsel ulaştırma, üretim ve tüketim eğilimleri çerçevesinde 2050 yılında sürdürülebilir bir Türkiye’ye ulaşmaya yönelik öneriler geliştirmekte, Türkiye’nin önündeki fırsatları değerlendirmekte ve bu yolda çıkabilecek risklere dikkat çekmektedir. İnsani Kalkınma Türkiye nüfusunun, 2050 yılında yaklaşık %26 artarak 100 milyona ulaşması beklenmektedir. Çalışma çağındaki nüfus olan 15 – 64 yaş nüfus oranı 2000’de %64,5’luk seviyeden 2020’de %68,6 ile en yüksek değerine ulaşacak ve bu tarihten sonra yavaşça azalarak 2050 yılında yeniden %64,5 değerine ulaşacaktır. Bu yaş grubunun 2041 yılında 65,3 milyon ile en yüksek değerine ulaşacaktır. Nüfus artış hızı yavaşlarken, çalışma çağındaki nüfusun artmaya devam etmesi “Demografik Fırsat Penceresi”dir ve bir ülkenin tarihinde bir kez ortaya çıkmaktadır. Üretimi artırabilme ve büyümeyi sağlayabilmek için bu çok önemli bir fırsattır. Birçok Doğu Asya ülkesi bu fırsattan yararlanarak büyümelerini hızlandırmıştır. Öte yandan istihdamı teşvik edici ve kayıtdışı çalışmayı caydırıcı önlemler alınmaması halinde “Demografik Fırsat Penceresi”nin “Demografik Tehdit Penceresi”ne dönüşeceği açıktır. Benzer bir fırsat eğitim çağı nüfusunun azalması ile karşımıza çıkmaktadır. Toplam eğitim çağı nüfusunun (3 – 22 yaş), iki milyonun üzerinde azalacağı bir dönem başlayacaktır. Böylece kaliteli eğitime erişimin yaygınlaşması, eğitim sisteminin modernizasyonu, eğitimin niteliğini geliştirme ve cinsiyet eşitliğinin sağlanması konularında Fakirlik, gelir dağılımı eşitsizliği, hammadde tekelleri bizi sosyal, ekonomik ve siyasi bir kaosun içine mi itmiş olacak? Önümüzdeki 40 yıla bakınca, dünyanın çok daha yüksek bir etkileşim içinde olacağı, büyüme ve refah arayışlarının süratle artacağı, ancak aynı zamanda bu sürecin 'sürdürülebilirliği' konusunun da tartışmanın merkezinde yer alacağını görmek hiç de zor değil. Zira, dünyada üretim ve tüketim alışkanlıkları olağan seyrinde gittiği takdirde, 2050 yılında şu anki refah seviyemizi korumak için 2.3 dünyaya ihtiyacımız olacaktır. 2050 yılında yaklaşık 9 milyar insanla, dünyanın sunabildiği ve yenileyebildiği kaynakların sınırları içinde yaşamak durumundayız. Ekonomik büyümenin bugün olduğu gibi yine gelişen piyasa ekonomilerinin öncülüğünde gerçekleşmesi halinde E7 ekonomileri en geç 2032'de, G7 ekonomilerini geride bırakacaklar. Peki, Türkiye bu resmin neresinde yer alacak? 21. yüzyılın başından bugüne Türkiye'ye baktığımızda, Türkiye artık küresel düzeyde söz sahibi olan ülkeler arasında olduğunu görüyoruz. 1990'ların çalkantılı dönemini geride bırakan Türkiye, ekonomik büyüme hedefini adım adım uygulayarak dünyanın 17. büyük ekonomisi olmayı başarmıştır. Ancak, söz konusu dönem içerisinde küresel ölçekte gösterdiği ekonomik başarı kalkınma süreçlerine maalesef aynı ölçüde yansımamıştır. UNDP tarafından her sene açıklanan İnsani Gelişmişlik Endeksine göre 169 ülke arasında 83. Sırada olan Türkiye'nin insani gelişim bileşenleri açısından atılması gereken birçok adımı vardır. 2023 yılında dünyanın ilk 10 ekonomisi arasında olma hedefi, ancak kalkınmamızı sürdürülebilir kılmamız; bir başka deyişle, yaşamın gereksinimleri ve doğal kaynakların sürdürülebilirliği arasında bir denge kurmamız ile mümkün olacaktır. Bu, sıralamada yer almak isteyen tüm ülkeler için, herhalde ki geçerlidir. Bu pencereden baktığımızda, Türkiye'nin gerekli adımları atma esnekliğine ve kendisinden ileride olan ülkelerin tecrübelerinden faydalanmanın avantajına sahip olduğunu görüyoruz. Bir başka deyişle, Türkiye tüm paydaşların katılımı ile gerekli politikaları oluşturduğu ve uyguladığı takdirde, 2050 yılında doğal kaynakları dengeli kullanarak ekonomik ve sosyal alanda sürekli ve dengeli gelişmeye sahip olmak için geç kalmış değildir. Önümüzdeki 40 yılı belirleyecek bir yol ayrımındayız. Bugün vereceğimiz kararlar ile var olan kaynaklarımızı en iyi şekilde değerlendirebilir, kaynak kullanmadaki bilinçliliğimizi, sorumluluğumuzu ve verimliliğimizi artırarak, gelecek nesillerin umutlarına ve yaşam standartlarına sahip çıkabiliriz. önemli fırsatlar ortaya çıkabilecektir. Şehirleşme 20. yüzyılın en önemli özelliklerinden biri bütün dünyada kentsel nüfusun arttığı bir yüzyıl olmasıdır. Bu durum Türkiye için de geçerlidir. Türkiye’de kentsel nüfus 1950’lerden sonra hızlanarak artmış ve 2000 yılında %65’e ulaşmıştır. Birleşmiş Milletler projeksiyonlarına göre 2050’de %80’lere ulaşması beklenilmektedir. Özellikle nüfus ve ekonomi alanındaki hızlı büyüme ile ekonomiyi geliştirme çabaları büyük şehirlerimizin sadece ekonomik yapılarını değil, mekansal yapılarını ve kentsel gelişmelerini de önemli ölçüde etkilemekte ve değiştirmektedir. Bu gelişme ve değişmeler, kentsel dönüşüm ve büyük projeler de dahil olmak üzere sağlıklı bir planlama ile bütünleştirilemediği takdirde, şehirlerin pek çok yerinde yaşanan yanlış kentleşme, göç ve çeşitli fiziksel altyapı sorunlarına neden olmaktadır. 2050 yılından bugüne baktığımızda atılması gere- ken en önemli adımın iklim değişikliği ile mücadelede alanında olacağı görülmektedir. İklim değişikliği konusuna şehirleşme açısından bakıldığında akıllı yeşil şehirler ekolojik dengeye destek sağlayacak, iklim değişikliğinin olumsuz etkilerini bertaraf etmeyi mümkün kılacaktır. İklim değişikliği örneğinde olduğu gibi, daha sürdürülebilir şehirler için yenilikçilik kapasitesinin arttırılması, teknoloji ve altyapı projelerinin geliştirilmesi, binalarda enerji verimliliğine odaklanılması gibi geleceğin şehirlerine dair adımlar, birçok yatırım penceresinin açılmasına da olanak sağlayacaktır. Kentsel Ulaştırma Kentsel ulaşım, özellikle İstanbul gibi bir şehirde yaşayanlar için, sürdürülebilirlik açısından bakıldığında kentlerin en kritik konularından birisidir. Bir yandan ulaştırmadan kaynaklanan olumsuz çevresel etkileri azaltma isteği, ekonomik etkinliklere kolay ve kaliteli erişebilirliğin sağlanması kentsel ulaşımda Koç Holding CEO’su Turgay Durak: Yeni teknolojiler geliştirilmeli Vizyon 2050 Raporu’nda da vurgulandığı üzere 40 yıl sonra dünya nüfusunda %30’luk bir artış öngörülüyor. Bu artış bir yandan iş dünyası için yeni pazarlar ve tüketici kitleleri, diğer yandan ise giderek kısıtlı hale gelen kaynakların paylaşımında daha ciddi sorunlar anlamına geliyor. Bu öngörüler bizleri hem ürünlerde hem de üretim süreçlerinde kısıtlı kaynakları daha verimli kullanmaya, çevresel ve toplumsal etkileri gözetmeye ve bu bilinci hem tedarik zincirimiz hem de müşterilerimiz arasında yaygınlaştırmaya yönlendiriyor. Bu minvalde, yeni teknolojiler geliştirmeyi - daha genel başlığı ile inovasyonu - hem şirketin sürdürülebilir başarısı, hem de çevre ile ilgili birçok sorunun çözümü için kritik görüyoruz. yeni planlama yaklaşımlarını ve politikaları gerekli kılmaktadır. 1990’lı yıllar otomobil ve motorlu araç sayısındaki hızlı artış ile hatırlanmaktadır. Ancak kentsel ulaşım ağı bu hıza yaklaşamamış ve her gün tecrübe ettiğimiz trafiğe yol açmıştır. Yol ağının kapasitesini motorlu araç sayısı ile aynı düzeyde arttırmak hiçbir zaman mümkün olmayacağı için tıkanıklık gelecekte daha da artacaktır. Ulaştırma planlamasındaki yeni gerçekçilik, yol arzını, tahmin edilen trafik artışlarıyla aynı düzeyine çıkarmanın mümkün olmayacağını kabul etmektedir. Hangi yol yapım politikası izlenirse izlensin, birim yol uzunluğu başına trafik artacaktır. Gerçekten de bütün yol yapım politikalarının birbirlerinden tek farkı, trafik tıkanıklığının yoğunluk ya da yayılma olarak kötüleşme hızlarıdır. Bu nedenle, mevcut ulaştırma kapasitesinin daha verimli kullanılması ve öncelikli kullanıcılara sunulması sağlanmalıdır. Kentlerdeki motorlu araç sayısındaki artışa bağlı olarak, ulaştırmadan kaynaklanan hava kirliliği hızla artmaktadır. Türkiye’nin 2009 yılındaki toplam sera gazı salımı 296,370 milyon ton CO2 eşdeğeri olup bunun %80’i’sı CO2 salımıdır. Türkiye’de karayolu ulaşımından kaynaklanan CO2 salımlar 1990 – 2009 yılları arasında %80 artarak 47 milyon tona ulaşmıştır. Başta CO2 olmak üzere sera gaz salımlarından kaynaklanan iklim değişikliği sorunlarının çağımızın en önemli sorunlarından biri. Bu nedenle, kentsel ulaştırmadan ve özellikle de otomobillerden kaynaklanan sera gazı salımlarının azaltılması için gerekli strateji ve politikaların ivedilikle belirlenmesi yaşamsal bir zorunluluk haline gelmektedir. Kentsel ulaştırma bağlamında önemli bir politika değişikliği ise geçmişte genellikle kamu tarafından sağlanan ulaştırma altyapısı ve hizmetlerinde özel kesim payının artması, ulaştırma hizmetlerinin nitelik ve niceliğinin piyasaya göre belirlenmeye başlanmasıdır. Abdi İbrahim İbrahim Holding CEO’su Erman Atasoy: İnsanımıza gereken eğitimi yeterli seviyede sağlayabilmeliyiz Vizyon 2050 Türkiye raporunda benim için öncelikli konu “İnsani Kalkınma” konusu. İnsani kalkınmanın mutlak şartı da, Türkiye’nin en büyük kaynağı olan insana gereken eğitimi yeterli seviyede sağlayabilmek. Şu anda maalesef bir sürü aksaklık ve yetersizliğin olduğu görülen eğitim sistemimizin tüm unsurları ciddiyet ve özenle ele alınmalı, bu konuya devlet bütçesinden daha fazla pay ayrılmalı, toplumun çeşitli kişi ve kurumları tarafından öncelikli sosyal sorumluluk alanı olarak benimsenmesi için farkındalık yaratılmalı ve mutlaka daha yeterli hale getirilmelidir. Daha çok insanı daha kaliteli eğitilen Türkiye, yıllar içinde daha rahat kalkınacak ve dünya ekonomisinde daha rekabetçi bir konuma ancak bu sayede gelebilecektir. Doğuş Holding Yönetim Kurulu Üyesi Aclan Acar: Tüm dünya genelinde toplanması raporu diğer çalışmalardan ayırmaktadır Vizyon 2050 Raporu’nun sürdürülebilir bir gelecek inşa edilmesi yönünde alınacak aksiyonların belirlenmesi için sadece iş dünyası liderlerine değil tüm dünya liderlerinin vizyonunu genişleteceği düşüncesindeyim. Rapor, “Sürdürülebilir dünya neye benzer?”, “Bunu nasıl gerçekleştirebiliriz?”, “Böyle bir dünyaya doğru hızla yol almada iş dünyası nasıl bir rol oynar?” sorularını yanıtlamaya çalışırken, ortaya koyduğu bulgular ve teoriler, sadece iş dünyası liderlerini değil toplumun tüm kesimlerini bu konular üzerinde düşünmesini ve birey olarak neler yapabileceği üzerinde kafa yormasına sevk edecek nitelikte. Raporda 2010– 2020 yılları “Çalkantılı Dönem”, 2020–2050 yılları arasındaki zaman dilimi ise “Dönüşüm Zamanı” olarak adlandırılıyor. Bununla birlikte Rapor’a bölgesel bakış açılarının da eklenmesi ve raporda kullanılan bulguların tek bir bölgeye ait olmaması, tüm dünya genelinde toplanmasının raporu diğer çalışmalardan ayırdığı kanaatindeyim. Bu yeni dönemde liderlerimizin vizyonu ile sadece belirli bölgelerin değil tüm dünya toplumunun katkıları ile sürdürülebilirlik alanında en iyi uygulamalara imza atılacağına inanıyorum. Kentsel ulaştırma vizyonuna doğru atılan adımların sekteye uğrama ihtimali de göz önünde bulundurulmalıdır. Bu ihtimale, teknoloji üretimi ve kullanımı konusunda geride kalınması, gelir dağılımının ve bölgesel gelişmişliğin arasındaki eşitsizlik ve kente ilişkin konularda toplumsal farkındalık ve bilinç eksikliği yol açabilir. Söz konusu riskler tahlil edilmeli ve tedbirler şimdiden alınmalıdır. Enerji 2050 yılına kadar iklim değişikliği ile ilgili gerekli tedbirlerin alınmaması halinde, dünyanın 4 – 6 derece ısınacağı öngörülmektedir. Bu ısınmanın sonucu olarak kuraklık, ormansızlaşma, çölleşme, susuzluk ve sel gibi doğal felaketlerin artmasıyla küresel ekonominin yıllık ortalama %5 küçülmesi beklenmektedir. Ülkenin ekonomik büyümesine paralel olarak emisyonların yükselmesine sebep olan ana faktör yüksek enerji talebidir. Enerji talebinin özellikle gelişmekte olan ülkelerin büyümesiyle paralel bir şekilde gelecek yıllarda da düzenli olarak artması beklenmektedir. Uluslararası Enerji Ajansı tahminlerine göre, 2030’daki enerji talebi 2006 verilerine göre ortalama %1,6 yıllık büyüme ile %45 artacaktır. Türkiye, sera gazı emisyonları itibariyle dünyada %1’lik pay ile 23. sıradadır. TÜİK verilerine göre 12 Kasım 2011 1990-2009 yılları arasında nüfus artışı ve yoğun sanayileşme süreci sebebiyle Türkiye’nin sera gazı emisyonları %97,9 artmıştır. Öte yandan, Türkiye’nin sosyal ve ekonomik refahını arttırmak için yıllık %5 – 6 büyümesi gerekmektedir. Bu bağlamda, Türkiye, ekonomik ve sınai kalkınmasını sürdürme noktasında zorlu bir denklemle karşı karşıyadır. Türkiye enerji tüketiminin yaklaşık %70’ini ithal etmektedir. Hitay Yatırım Holding Yönetim Kurulu Başkanı Emin Hitay: Önlem alınmaz ise demografik fırsat tehdide dönüşebilir Vizyon 2050 raporunun her bir bölümünün kendi içinde ayrı önemi ve önceliği var. Bugün yakındığımız, eksik bulduğumuz konular; yıllar önce görmezden geldiğimiz, önemsemediğimiz unsurlar. Bugünse 2050 öngörülerine sahibiz ve yapılması – yapılmaması gerekenlerin farkındayız. O halde gereksinimler ve doğal kaynakların sürdürülebilirliği arasında denge kurmak gerekiyor. Vizyon 2050 raporuna göre, Türkiye nüfusunun 2050 yılında yaklaşık yüzde 26 artarak 100 milyona ulaşması beklenmekte. Nüfus artış hızı 2050’lere doğru yavaşlarken, çalışan nüfusun artması, demografik bir fırsat penceresi. Üretimi artırabilmek ve büyümeyi sağlayabilmek için bu çok önemli bir fırsat. Birçok Doğu Asya ülkesi bu fırsattan yararlanarak büyümelerini hızlandırdı. Öte yandan, istihdamı teşvik edici ve kayıt dışı çalışmayı caydırıcı önlemler alınmaz ise, bu fırsat demografik tehdide de dönüşebilir. • Enerji kaynaklarını çeşitlendirmeye, • Sera gazı emisyonlarını azaltmaya, • Eşzamanlı olarak ekonomik büyümeye odaklanan bir ülkede enerji üretiminde ithalata bu kadar bağımlı olmak orta ve uzun vadede sürdürülebilir değildir. Enerji sektöründe liberalleşme için gerekli koşullar sağlandığı takdirde, hâlihazırda büyüme eğiliminde olan enerji sektörü, Türkiye’nin yenilenebilir enerjide var olan potansiyelini de gerçekleştirebilecek şekilde 2050 yılına kadar iş dünyası için çeşitli yatırım olanakları ve fırsatlar sunacaktır. Tüketim alışkanlıkları ve Üretimde Enerji Ve Kaynak Verimliliği Sürdürülebilir üretim ve tüketim yüksek kalkınma ve düşük ekolojik ayak izi için ürün ve süreç yönetiminde ve tüketim alışkanlarında değişen bir yaklaşımdır. Bu döngü aslında birbirine ters gibi gözükse de aslında birbirini tamamlamakta ve desteklemektedir. Bu çerçevede bizi 2050 Vizyonuna taşıyacak olan verimli ve ileri teknolojili üretim süreci ile bilinç tüketicilerdir. Bir araştırmaya göre ülkemizde tüketicilerin %40’ı yeşil ürünleri tercih edeceğini söylemektedir, ancak seçenek sunulduğunda sadece %4’ü bu tür ürünleri satın almaktadır. Tüketicilerin %58’i çevre dostu ürünlerin çok pahalı olduğunu, %33’ü ise yeterince işlevsel olmadığını düşünmektedir. Bu çelişkili sonuçlar, önümüzdeki yıllarda üreticilerin bu yargıları kırmak için sürdürülebilir ve ekonomik ürün gelişimi konusunda teknoloji geliştirmeleri ve bu önyargıları kırmaları gerektiğine işaret etmektedir. 2000’lerin başında başlamış olan geleneksel tüketim modelinden sürdürülebilir tüketim odaklı modele geçiş süreci, tüketicilerin giderek artan eğitim seviyesine paralel olarak 2020 – 2030 yıllarında hız kazanacak ve 2050 yılında tamamen geleneksel modelin yerini almış olacaktır. Bu dönüşüm, itici güç olarak iş dünyasının dönüşümünün hızlanmasını sağlayacak, bu sayede çevreci ürünler daha rekabetçi bir yapıya kavuşacaktır. Öte yandan, sosyal medya kullanımının artmasıyla tüketicilerin örgütlenmesinin kolaylaşacak, iş dünyası ile tüketiciler arasında ilişkinin kuvvetlenecektir. Sürdürülebilir üretim, ekonomik büyüme sürecinde kaynaklara olan ihtiyacı en aza indirgeyen üretim teknolojisinin doğru seçimini gerektirmektedir. Özellikle su ve enerji kaynaklarında enerji verimliliğinin artırılmasına yönelik teknolojiye yapılacak yatırımlar, sanayinin rekabet gücünü arttıracak, daha az kaynak ile aynı verimi alınmasını sağlayacaktır. Türkiye’nin 2008 itibari ile 106 MTEP civarında Kasım 2011 13 gerçekleşen nihai enerji tüketiminde sanayi sektörünün payı yaklaşık %37’dir. Türkiye’de girişimlerin 2009 yılında toplam çevresel harcamaları 1,5 milyar TL olarak gerçekleşmiş, bu miktarın %51’i atık yönetimi, %26’sı atık su yönetimi ve %13’ü iklim koruma amacı ile harcanmışken, enerji verimliliğine yapılan harcamaların oranı sadece %0,13’tür. Öte yandan, Sanayi sektörü tarafından prosesler nedeni ile atmosfere atılan sera gazı emisyonları 1990 – 2009 yılları arasında %105,2’lik artışla 15,4 Mton CO2 eşdeğerinden 31,69 Mton CO2 eşdeğeri mertebesine ulaşmıştır. Bu bağlamda, Türkiye, çeşitli ulusal ve uluslararası kurumlarca enerji verimliği açısından yüksek potansiyele sahip olarak tanımlanmaktadır. Uluslararası enerji ajansı verilerine göre enerji yoğunluğu 0,38 ile OECD ortalamasının 2 katıdır. Enerji etütlerinin ve taramalarının sonuçları, sanayide enerji tasarrufu potansiyelinin en az %20 seviyesinde olduğu görülmektedir. Enerji tasarrufu sağlamak için üretici ve tüketiciyi enerji tüketimi düşük cihazların kullanımına yönlendirmek ve eski cihaz stokunun yeni ve verimli cihazlarla değiştirilmesini sağlamak da bir politika seçeneğidir. Kaldı ki, teknolojik gelişmeler ile birlikte son 20 yılda hemen her sektördeki enerji verimliliği artmıştır. Örneğin, son 20 yılda elektrikli ev aletlerinin enerji tüketiminde ciddi düşüşler gerçekleştirilmiştir. Örneğin, bugünün en iyi buzdolabı 1990 yılına göre %75, çamaşır makinesi 1985’lerde çıkan modellere göre enerjide %44, suda %62 tasarruf sağlamaktadır. Sürdürülebilir üretime geçişte böyle bir politika seçeneğinin başarılı olması için en önemli unsur yatırı- 14 Kasım 2011 mın kendisini geri ödeme süresidir. Bu da büyük ölçüde elektrik fiyatları ile belirlenmektedir. Verimli cihazların verimsizlere göre %10 – 20 civarında daha pahalı oldukları göz önüne alındığında ilgili politika tercihlerinin, geri dönüşü daha uzun vadede olan söz konusu ürünlerin geliştirilmesi yönünde olmalıdır. Bir diğer kritik kaynak ise sudur. Sanayinin sürekli gelişmesine paralel olarak artan su tüketiminin ve su kirliliğinin kontrol altına alınması ve azaltılması önem kazanmaktadır. Bu çerçevede, sanayide su kaynaklarının korunması ve geliştirilmesinde teknoloji seçimi ve modifikasyonu gibi üretim tercihleri gözden geçirilmelidir. Sonuç 2050 yılında 100 milyon nüfusa ulaşmış Türkiye’nin sürdürülebilir refah ve ekonomiye sahip olması küresel etkileşim içinde değişimi takip etmesiyle sağlanabilecektir. 2050 vizyonu ülkelerin kendi başlarına benimseyebilecekleri bir yaklaşımdan ziyade, tüm ülkelerin koordinasyon içinde ortak hedefi olmalıdır. Sürdürülebilir kalkınma süreci, iş dünyasına birçok fırsatı sunduğu gibi, sürecin sekteye uğramasına neden olabilecek birçok riski de barındırmaktadır. Fırsatları öngörüp, harekete geçen girişimciler bu süreçte sürdürülebilir rekabet avantajı elde etmiş olacaklardır. Öte yandan, sürece ket vuracak risklerin öngörülmesi de, çözüm ve uzlaşı arayışını hızlandıracaktır. Sürdürülebilir kalkınma vizyonunu gerçekleştirebilmek için devlet, sivil toplum, iş dünyası ve toplumda farkındalık yaratarak, tüm paydaşların bir araya getirecek bir diyalog platformu oluşturulmalıdır.I Yerleşim yerlerine yakın liman yatırımlarının arsa spekülasyonları nedeni ile zorlandığına dikkat çeken Evyapport Yönetim Kurulu Başkan Vekili Sıtkı Tankurt: Rant yükseldikçe beklentiler de artıyor 023 hedefleri birçok açıdan değerlendirilmeye başlandı. İlgililer konu ile ilgili farklı görüşler ortaya koysa da üzerinde mutabık kalınan hususlar yapılacak yatırımları yönlendirecektir. Hedeflerin büyüklüğü göz önünde bulundurulduğunda mutabık kalınan hususların başında ise yapılması gereken liman yatırımları gelmektedir. Konu ile ilgili görüşlerini aldığımız Evyapport Yönetim Kurulu Başkan Vekili Sıtkı Tankurt, liman işletmeciliği ve yatırımları ile ilgili önemli açıklamalarda bulundu. 2023 ihracat hedefleri açıklandı ve açıklanan hedefler oldukça önemli. Bu hedeflerin sektöre yansımaları neler olacaktır? 2023 yılı ulusal hedefleri; en küçük işletmeden en büyüğüne, hepimizin ulusça katkıda bulunması gereken çok önemli bir vizyon. Katıldığımız her türlü platform ve toplantılarda 2023 hedeflerinin yarattığı 2 16 Kasım 2011 sinerji çok net olarak hissediliyor. Hiç şüphesiz 500 milyar dolarlık ihracat hedefine ulaşmamız için lojistik stratejiler anahtar rol oynayacak. Burada en önemli unsur ihracatçının, kamu ve özel sektör iş ortaklığı ile paydaşların ortak hedef doğrultusunda katma değer yaratmasıdır. Devletin bu konuda bir öncülük yapması ve yatırımları yönlendirmesi önemlidir. Çandarlı’da yapılmak istenen 10 milyon TEU civarında ve bu rakam Türkiye’nin 5-6 milyon TEU civarında olan bugünkü hacmiyle kıyaslandığında daha anlamlı bir veri haline gelmektedir. Tek başına Çandarlı’nın bu hedefe ulaşabilmesi için Türkiye’nin ithalat ve ihracat hacmi dışındaki bir takım unsurların da uygun olması gerekir. Her şeyden önce Mısır’a veya Yunanistan’a alternatif hale gelmemiz gerekmektedir. Ayrıca Kocaeli’de, Tüpraş gibi büyük sanayi tesislerinin kurulmasından önceki sahillere duyulan özlem ile limanlara karşı çok da anlam veremediğimiz bir tepki de gözden kaçırılmaması gereken bir unsurdur. Yerel yönetimlerin de bu konuda yol göstermesi lazım ki basit ve yerel tepkilerden arındırılmış daha büyük ölçekte liman yatırımlarına özel sektör de girişebilsin. Diğer yandan Türk limanları olarak 2023 hedeflerine ulaşmak için atılması gereken bazı önemli adımlar var. Örneğin ulusal liman politikamız gözden geçirilerek Türk limanlarının diğer ülke limanları ile rekabet edebilir hale gelmesi, römorkaj ve kılavuzluk sisteminin gözden geçirilerek geliştirilmesi, en önemlisi de ülkemize özel sektör için yeni bir oluşum diyebileceğimiz liman işletmeciliği için insan kaynaklarına yatırım yapılması, eğitim faaliyetlerine hız verilmesi gerekmektedir. Evyapport olarak bizlerin her zaman önceliği sürekli yatırım ile zamanında, düzgün ve müşteri odaklı hizmet vermektir. Yaptığımız proje çalışmalarında da öncelikli olarak 2023 hedefleri doğrultusunda stratejilerimizi belirleyerek bölgemizde, müşterilerimizin hızla değişen ihtiyaçlarına en hızlı şekilde, üstün kalitede, çağdaş liman işletmeciliği anlayışı çerçeve- Kasım 2011 17 sinde, gelişmiş teknolojiyi kalifiye insan gücüyle birleştirerek uygun fiyatlarla cevap verebilen bir liman olmayı hedefliyoruz. Tepkilerden bahsetmişken, yaşanmış örneklerden yola çıkarak, sadece yatırım yapılırken değil sonrasında sorunlar yaşandığını söyleyebiliriz. Bu açıdan hukuki yapı düzenlenirken bu durumun göz önünde bulundurulması gerekir diye düşünüyoruz. Bu düşünceye katılır mısınız? Haklısınız, yatırımınızın sonuç vermesi için büyük miktarda bütçe kullanılıyor. Bu harcamaların güvenilerek yapılması bu tip engellemelerin olmamasına bağlıdır. Prosedürlerin düzenli işlemesi de önemli bir faktördür. İşverenlerin de bu ortamda özenli olup, devletin koyduğu kuralları layıkıyla yerine getirmesi gerekir. Formaliteler yerine getirildikten sonra geri dönüşlerin olmaması gerekir. Aksi takdirde bundan sonraki yatırımlar olumsuz etkilenir ve gelişim engellenir. Birçok örneğinde olduğu gibi devletin yaptığı bazı projeler olumsuz etkilerine rağmen şikâyet almazken özel sektör projeleri, ekonomiye çok büyük katkısı olsa bile tepki ile karşılanabiliyor, bu konudaki düşüncenizi alırken diğer yandan da devletin ne kadar işin içerisinde olması gerektiği ile ilgili düşüncenizi alabilir miyiz? Bu çifte standartlar var ve bunun farkında olmak lazım. Bu çifte standardın olması bazı limanlarda ve bölgelerde kontrolün yerel yönetimlere bırakılmasından ve onların yaklaşımlarından kaynaklanıyor. Bazı limanlar düzeniyle çevreye verdiği zararda bizim geldiğimiz noktadan kötü durumdalar. Hem güvenlik hem de çevreye yaydığımız bir takım olumsuzlukların az olması açısından Türkiye’deki en iyi limanlar- 18 Kasım 2011 dan olduğumuzu iddia edebilirim. Nitekim Türkiye’ de ISO 9001, 10002,14001 ve OHSAS 18001 kalite yönetim sistemlerini aynı anda almayı başaran Evyapport, ISO 10002 Müşteri Memnuniyeti Belgesine sahip olan ilk ve tek liman işletmesidir. Fakat bu durumda bile sizin önünüze birçok engel konulabiliyor. Bu durum biraz da rant ekonomisinden kaynaklanıyor. Buradaki alanın değerlenmesi ile çevrede oluşan rant da yükseliyor. Rant yükseldikçe çevrede oturanların beklentileri artıyor. Burasının liman olma özelliğini kabul etseler bile bunu bir yatırım sırasında farklı yansıtıyorlar. Hâlbuki amaçları bulundukları gayrimenkulün çok yüksek fiyatla satılmasına yöneliktir. Bu yatırım yapılmamalı çevreye çok büyük zarar veriyor diyorlar ama ardında yatan niyet kendi mallarını yüksek fiyata satmak. Liman gibi çok önemli alt yapı yatırımları devletin yer göstermesi, yönlendirmesi ve sınırlamaları ile olacak şeylerdir. Burada tamamen liberal ekonomideki kuralları işletmeniz mümkün değildir. Yaptığınız iş devletle sıkı sıkıya bağlı bir iş çünkü kullandığınız yerlerin önemli bir kısmı devlete ait yerler ve 49 yıllığına kiralıyorsunuz. Dolayısıyla aynı zamanda devletin kiracısısınız. Devletin kiracısı olarak devletten bir takım yükümlülükler bekliyor olmak da girişimcinin en önemli hakkı diye düşünüyoruz. Kriz fırsatları da beraberinde getirdi mi? Limancılık açısından fırsatları getirdi. Çünkü Yunanistan’daki limanlar verimsiz. Ayrıca oradaki işçi ve işveren ilişkileri açısından zor bir dönem yaşanıyor. Bizde daha yönetilebilir bir ilişki söz konusu. Gelir seviyesi daha düşük bir ülke olduğumuz için işçilikler de görece daha ucuz. Böyle baktığınızda uzun vadede Türkiye’ye doğru bir yöneliş söz konusu ola- caktır. Aynı şekilde Mısır’da da hiçbir sorun yokken kendi içindeki karışıklıktan dolayı problemler oluyor. Bu açıdan Mısır’a ve Yunanistan’a yatırımlar erteleniyor ve Türkiye’nin cazibesi artıyor. Yabancı yatırımcı gelebilir. Bu durumda sizin bir ortaklık düşünceniz var mı? Konumumuz itibariyle çok fazla büyüme şansımız yok. Dolayısıyla bizim ortaklık gibi bir ufkumuz Evyapport olarak yok ama Evyap grubu olarak olabilir. Geleceğe yönelik olarak limancılıkta ilerlemek, yeni yatırımları büyütebilmek adına iş birliğini düşünebiliriz. Türkiye’nin lojistik merkez olma amacı hakkında ne düşünüyorsunuz? Türkiye coğrafi konum olarak çok önemli bir noktada yer almaktadır. Üç tarafının denizlerle çevrili olması, kara ve deniz yolu bağlantıları ile komşusu olan birçok ülkeden daha avantajlı görünmektedir. Burada tek gereksinim alt yapı oluşumlarının hızlı bir şekilde devreye sokulabilmesidir. Mesela bir limanın genişleyebilmesi, gerekli izinlerin alınması ve inşaat faaliyetleri ile yatırım süresi 2 yıla kadar çıkabiliyor. Bunun yanında alınan geliştirici önlemler zaman içinde kolaylaşacağından ve işleyişlerin Türkiye’yi lojistik merkezi yapacağından şüphem yok. Nitekim birçok global liman işletmecisi artık Türkiye ile yakından ilgilenmektedir. Global konteyner gemi hatları da servislerini Türkiye’yi ön planda tutarak yapmaktadır. Özellikle şu an diğer ülkelerde yaşanan servis sorunları ve trafik sıkışıklıkları, kriz sonrası toparlanmaya çalışan global taşımacılık sektörünün maliyetini düşüren fakat aynı zamanda müşteri memnuniyetini arttıracak liman arayışları içine sokmuştur. Bu taleplerin ileriki dönemde getirisi Türkiye için yüksek olacaktır. Nitekim Çandarlı limanı gibi yatırımlar Türkiye’nin çok yakın bir gelecekte bir transit yük elleçleme merkezi olacağının güzel bir göstergesidir. Limanların demir yolu bağlantısı olmasının öneminden bahseder misiniz? Evyapport olarak müşterilerimize her türlü servis maliyetlerini düşürerek sunma hedefimiz var. Bunu gerçekleştirmek için en önemli adımımız limanımıza demir yolu bağlantısı kazandırmak oldu. Yaptığımız yatırım ile şu an altyapısı bitmekte olan demiryolu bağlantısını 2011 Ekim ayı itibariyle devreye sokacağız. Liman içine dâhil edilecek demir yolu bağlantısı sayesinde Evyapport, İstanbul-Ankara ana demir yolu hattına bağlanarak müşterilerine, Türkiye’nin her yerine düşük maliyetle ve güvenilir bir şekilde ulaşım imkânı sağlayacak. 2011 yılında inşaatına başlanan projenin hayata geçirilmesi ile dolu konteynerlerin fabrikalardan limana ve yine limandan fabrikalara teslimi, boş konteynerlerin limandan uzaktaki depolara ve depolardan limana aktarılmasında kara yoluna göre oldukça büyük maliyet avantajı sağlayacak, ayrıca aşırı mazot tüketimi ile oluşan çevre kirliliğinin önüne geçilebilecektir. Eğer 2023 hedeflerine ulaşmak istiyorsak Türkiye olarak demiryolu stratejimizi bir an önce hayata geçirmemiz gerekiyor. Mevcut hatların yenilenmesi, demiryolu işletmeciliğinde özel sektörün payının arttırılması, transit hatların geliştirilmesi gibi hali hazırda belirlenmiş hedeflerin hayata geçirilmesi gerekmektedir. Evyapport’un gelecek dönem hedefleri nelerdir? 2010 yılında konteyner terminalinde 248.240 TEU, araç terminalinde 144.638 CEU ve tank terminalinde 523.791 ton elleçledik, bu sayede de %60 bü- Kasım 2011 19 yüme hedefimizi tutturmuş olduk. Hedefimizi tutturmamızda, özellikle yatırım sözlerimizi yerine getirmemiz, global ekonomik kriz sonrası konteyner gemi işletmecilerinin hedeflerini yakından takip etmemiz, servis kalitemizi operasyonel, finansal ve pazarlama kapsamında yukarıya taşımamız en önemli etkenler olmuştur. Yaptığımız çalışmalarda dünya dış ticaret hacminin 2009’daki %11’lik düşüşten sonra 2015’e kadar ortalama %7 ile büyüyeceği tahmin edilmektedir. 2011 yılında ise Türkiye dış ticaret hacminin %8 artması beklenmektedir. 2011 yılı ülkemizde kriz sonrası taşların yerine oturduğu, ticaret potansiyelinin arttığı bir yıl olacaktır. Bu bağlamda 2011 yılında konteyner terminalinde 302.000 TEU, tank terminalinde 583.000 ton ve araç terminalinde 100.900 CEU ile % 22 büyüme hedefledik. 2012 Şubat ayında 105 m ilave rıhtımın tamamlanması, 2 adet SSG vincin devreye almamız ve demiryolunun çalışır hale gelmesi en önemli hedeflerimizdir. Artan ekipman ve genişleyen sahamızla birlikte bilgi işlem otomasyon projelerimiz de devam edecektir. Daha önce de belirttiğim üzere 2023 yılında her türlü hedef ve stratejilerimizi uygulayarak, yatırımlarımızı durdurmadan Türkiye’nin bölgemizde dünyaya açılan penceresi olmaya devam etmek istiyoruz. İstanbul-İzmir otoyol geçiş projesinin limanlara etki edeceği söyleniyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Köprü geçiş ücretlerinin seviyesi nedeniyle konteyner iş hacimlerinin iki yaka arasında önemli değişiklere neden olacağını düşünmüyoruz ama bizi endişelendiren başka bir hususu var. İstanbul-İzmir 20 Kasım 2011 otoyol geçiş projesi kapsamında yapılacak olan Körfez geçiş köprüsünün denizden yüksekliği 64 metre (Boğaziçi köprüsü ile aynı) olarak projelendirilmiş olduğunu görsel medyadan öğrenmiş bulunmaktayız. Boğaziçi köprüsünün altından 54 metre yüksekliğe kadar gemilerin serbest geçişine müsaade edilmekte olup, römorkör ve özel izinle maksimum gemi geçiş yüksekliği 58 metreye çıkmaktadır. Buna göre şu anda bölgemize gelen gemiler ile ilgili problem görünmüyor, ancak gelecekte Maersk gibi uluslararası taşıma yapan gemicilik firmalarının ülkemizin gelişmesine paralel olarak bize ve bölgemize daha büyük gemilerini göndereceğini planladığı öğrenmiş bulunmaktayız. Bölgemize yeni gelecek gemilerin denizden yüksekliğinin 62 metre olması dolayısıyla köprü yapıldıktan sonra bu gemiler köprünün altından geçemeyeceği için limanımıza ulaşamayacaklardır. Bu durumda Körfez Geçiş Köprüsünün doğusunda kalan bizimki gibi limanlar bu projeden etkilenecek ve mağdur olacaktır. Gemilerin gelememesinden dolayı bölge sanayisi (özellikle otomotiv sektörü) ciddi şekilde olumsuz yönde etkilenecektir. Bu projeye göre yapılacak olan köprünün daha bugünden ihtiyaca cevap veremeyeceği aşikârdır. Köprülerin ortalama ömrünün minimum 50 yıldan fazla olduğu düşünüldüğünde gelecekte daha büyük sıkıntıları ve ticari kısıtlamaları da beraberinde getireceği bilinmelidir. Ülkemizin ve bölgemizin her geçen gün büyüyen ticari hacminin göz önüne alınarak, köprünün denizden olan yüksekliğinin tekrar gözden geçirilmesi, bölge sanayisinin ve limancılık sektörünün mağdur olmaması için projenin bu açıdan yeniden değerlendirilmesi gerektiğine inanıyoruz.I ABD ile Türkiye arasındaki ticari hacmin çok küçük olduğuna dikkat çeken Ekim Alptekin: Türkiye ile ABD arasındaki ticari hacim optimize edilmeli BD ile ilişkilerimizin üst düzeyde olduğu bir dönemde, ABD’deki ilk ve tek Türk sanayi yatırımını Eclipse Aerospace’e ortak olarak gerçekleştiren Ekim Alptekin, iki ülke arasındaki ticari ilişkileri değerlendirirken, küresel ekonominin de geleceği ile ilgili ipuçları verdi. Aynı zamanda TABA/AmCham Genel Başkan Yardımcısı olan Ekim Alptekin, iki ülke arasındaki ilişkilerin önümüzdeki dönemde daha da ilerleyeceği görüşünde. Türk Amerikan ilişkileri özellikle Obama’nın Türkiye’yi ziyareti sonrası yeni bir döneme girdi. Bu noktada sizden bir son dönem değerlendirmesi alabilir miyiz? 1 Mart tezkeresinin meclisten geçmemesi, Türkiye’nin Irak savaşına desteği, Amerikalıların gözünde etkin kalması gibi konular gündem yarattı. Hepimiz gördük ki aslında böyle bir şey yok. Neticede Amerika bizden bazı şeyler isteyebilir ama biz de demokrasi çerçevesinde olumlu ya da olumsuz olarak değerlendirip bu kararı alırız. Bundan da birileri rahatsız olabilir veya olmayabilir ama iki ülke arasındaki ilişki madem stratejik ilişki böyle gündemde olan A 22 Kasım 2011 küçük şeylerle değiştirilmez. Bugün Ortadoğu Projesi çerçevesinde bir işbirliğinden bahsediyoruz. Böyle şeyler hep yanlış anlaşılıyor ama bugün artık görülüyor ki Büyük Ortadoğu Projesi varsa eğer ne olduğu ortada, yani hiç de Amerika’nın Ortadoğu’yu Amerikan çıkarları doğrultusunda yeniden yapılandırma projesi filan değil. Bu hükümeti çok eleştirdiler, eş başkanlık yapıyor diye ama Arap baharı dediğimiz bir gerçekle karşı karşıyayız, yani bölgenin demokratikleşmesinden bahsediyoruz. Türkiye de böyle bir misyona tabii ki yardımcı olacaktır. Bu açıdan eş başkanlık değil başkanlığa adayız. Obama’nın Amerikan yönetimini devralmasıyla, iki ülkenin ilişkilerinin iyi olması biraz daha gözle görülür hale geldi. Mecliste konuşma yaptı, bir model ortaklık kavramı kullanılmaya başlandı. Bunlar iyi şeyler. Eksik olduğumuz taraf ticari hacimdir. Amerika’nın dünyanın 1. ekonomisi olduğunu düşünürsek Türkiye de bugün 16. ekonomisiyse, herkes haklı olarak aralarındaki ticari hacmin daha yüksek olması gerektiğini düşünüyor. Biz Zafer Bey’le görüştüğümüzde, Başbakan da Obama ile görüştüğünde üzerinde durduğu nokta da bu. Neden 10 milyar dolarlarla sınırlı kalan bir ticaret söz konusu? Bunun nedeni 2011 yılında artık coğrafyayla açıklanamaz. Bilgi eksikliğinden ve birbirimizi tanımamamızdan kaynaklanıyor. Bunun çözümü bu nedenle daha çok bilgi aktarımıdır. Eminim verdiğiniz rakamın bugün itibari ile yeterli olduğunu düşünenler vardır. Haklı olabilirsiniz ancak ekonominin başarılı olması için optimizasyon gereklidir, yani ekonomiyi başarılı yürütmek istiyorsanız optimize etmelisiniz. Bu optimizasyon ihtiyacı gereği Amerika’yla potansiyelimiz ne ise onu ortaya çıkarmamız lazım. Aynı şekilde Arnavutluk’ta potansiyelimiz ne ise onu da ortaya çıkarmamız lazım. Bu hükümetin bir hakkı değil vazifesidir. Bu çerçevede Amerika’yla bir kaç milyar dolarsa eksik kalan potansiyelimiz, onu gerçekleştirmeliyiz ama bu sayı belki 20 milyar dolar belki de 100 milyar dolardır. Küçük de olsa büyük de olsa kesinlikle önemsenmesi gerekiyor. Gelinen noktada yapılan toplantılar sonrasında iki ülkenin üçüncü ülkelerle özellikle Afrika ile yapılacak ticarette, ABD Türkiye birlikteliği düşünülüyor. Yakın bir dönemde bu kararların hayata geçmesi sonrası sizin bahsettiğiniz optimizasyon gerçekleştirilebilir Afrika’yla ilgi şunu söyleyebilirim; Türkiye, Afrika’da artık tecrübe kazanmış bir ülke, yani gerek işadamlarımızın fahri konsoloslukları üzerinden gerekse de orada kurulan bazı okullar üzerinden, her ne sebeple olursa olsun orada bir birikim kazandık. Amerika’nın buna ortak olması için bizim gibi bir ülke üzerinden hareket etmesi gerekir çünkü her şeyi kendin yapamıyorsun yani bir Amerikalının gidip Sudan’da bizim kadar etkili olabilmesi mümkün değil. Mesela Sudan’ın başkentinin master planını çizen mimar Türk bir hanımefendidir. Bizim bunu yapabilmemizin nedeni oradaki ilişkilerimizdir. Geçmişizdir. O yüzden Amerikan şirketleri seve seve bizim üzerimizden o pazarlara açılmak istiyorlar. Ama orada da yine bir eksiklik var, tanışamıyoruz, görüşemiyoruz. Bu potansiyelin tam olarak ne olduğunu belirleyebilmek için sürekli bir bilgi alışverişi olması gerekiyor. Başbakan Erdoğan ve Obama’nın görüşmeleri sonucu ortaya çıkan bir inisiyatif var. Türk –Amerikan İş Konseyi kuruluyor, bu konuda biraz gecikme söz konusu. Temsilcileri seçme şekli bunu biraz geciktirdi, mümkün olduğunca şeffaf bir şekilde yapmaya çalıştıkları için gecikti. Ama netice olarak bilgi alışverişini sağlamak ve potansiyelin ne olduğunu takdir edebilmek için bu iş konseyine ihtiyaç vardı. Bunu da bir an evvel hayata geçirmek gerekiyor. Eleştirmek gerekiyorsa bu noktada bir özeleştiri yapabiliriz. Yani bu iş konseyine Sayın Başbakanla Obama’nın yapabileceği şeyler sınırlı. O düzeyde artık böyle bir iş konseyi kurulması ve gerekenin yapılması kararını almışlar. Gerisi artık bize düşüyor. Yatırımları uluslararası boyutu ile ele almışken yaşanan kriz ile ilgili düşüncenizi de alabilir miyiz? Şöyle bir gerçek var tabi, küresel ekonomide hepimiz aynı uçakta uçuyoruz, uçak düşerse biz de tabii ki yara alırız ama uçağın en güvenli yerinde oturuyoruz. Yani bizim hayatta kalma ihtimalimiz çok daha yüksek. Avrupa tünelin sonunda ışık görüyor muyuz görmüyor muyuz diye tartışırken biz bana sorarsanız, zaten tünelin ışık gören kısmındayız. Tünelin sonunda ışık görmek gibi bir mesele Türkiye için söz konusu değil, biz zaten ışıklı olan bölümünden karanlığa doğru Avrupa bize yetişebilecek mi diye bakıyoruz. Amerika da ışığı görüyor, bence bu nedenle çok önemli bir ticari ortak ve oradaki potansiyeli küçümsemek çok yanlış olur. Avrupa tabii ki şuanda bizim için çok daha önemli bir ticari ortak fakat Avrupa’nın tünelin sonunda bir ışık gördüğünden ben emin değilim. Avrupa için karamsar tablolar çizenler var. Yaşadığımız yüzyılı krizle geçireceğini ifade edenler var. Karamsar olmak istemiyorum. Avrupa için tünelin sonunda ışık var mı yok mu ondan da emin değilim. Yani tünelin sonu karanlık da olabilir. Çünkü bazı yapısal şeyler var, mesela bir iş konseyi kurarsın, bilgi alışverişini sağlayacak mekanizmalar konusunda anlaşma yaparsın, bunlar yapabileceğimiz şeylerdir ama yapamayacağımız, yapısal şeyleri etkileyen bazı gerçekler vardır. Mesela toplumun yaşlılığı, eğitim gibi… Çünkü bunlar bir günden bir güne ya da bir hükümet süresince değişebilecek şeyler değil. Avrupa yaşlandı. Bunu nasıl telafi edebilir ki? Benim tavsiyem başbakanın dediği gibi direkt çocuk yapmaları ama yine bir Kasım 2011 23 20 yıl daha sürer bunun değişmesi. Avrupa ekonomisi 70’lerde neden başarılı oldu? Çünkü 2. Dünya Savaşı sonrası 50’lerde bir bebek patlaması yaşandı, Amerika’da da aynı şey söz konusu oldu. Bu nedenle o dönemde ekonominin en önemli etkenlerinden biri de buydu. Bu açıdan Türkiye için çok umutluyum fakat Avrupa için biraz umutsuzum. Sizin önemli bir yanınız da ABD’de önemli bir yatırımınızın olması, Eclipse Aerospace firmasını satın alan bir Türk girişimcisiniz ve zor olanı başardınız. Fakat Türkiye’de yeterli ilgi yok gibi, bugün ülkemizde çok farklı alanlarda gereksiz birçok yatırımdan daha fazla bahsedilmekte. Bu konudaki düşüncenizi alabilir miyiz? Yerli sanayisiyle gurur duyma refleksini çok iyi anlıyorum, ben de gurur duyuyorum. Bunlar önemli şeyler bu konuda itirazım yok ancak artık 2011 yılındayız ve küresel ekonominin olgunlaştığı bir dönemdeyiz. Esas olan sermayedir ekonomide. Sermayenin dünyada rahat dolaşabildiği bir dönemde yaşıyoruz. Burada Türkiye’nin kendi topraklarında bir şey üretmesinden ziyade Türk sermayesiyle bazı şeylerin üretilebiliyor olması önemli. Maalesef bu bilinç bugün henüz ülkemizde gelişmedi. Yani uçak üretiminden bahsediliyor, inanır mısınız gelip bugüne kadar bu konuda bir soru soran yok. Uçak üretimi yapan biri olarak Türkiye kendi uçağını üretebilir mi ve bu çabanın içerisinde siz de olur musunuz? Dediğim gibi ben bu anlamda belirli bir rotaya geldiğimizi düşünüyorum. TUSAŞ gibi Türk şirketleri dünya devlerine başarı ile parça üretimi yapıyor ve önemli projelere ortak oluyorlar. Türkiye’de önemli bir know-how birikimi oluşmaya başladı. Dolayısıyla Türkiye üretim yolunda emin adımlarla ilerliyor. Tabi bizim açımızdan bakınca da aslında dünyada hali hazırda Türk sermayesi ile uçak üretiliyor şu anda. 10 yıl önce biri bana bir Türk’ün, ABD’de sanayi yatırımı yapacağını söylese inanmazdım. Ancak bugün Eclipse Aerospace şirketi Türk sermayesi ile Eclipse 550 uçağını üretiyor. Bunun başka bir örneği daha yok. 10 yıl önce Koç Grubu gibi büyük gruplar bile gidip Amerika’da sanayi yaptırımları yapamadı. Sadece mermer, deri, kuyumculuk tarzı ihracatlar söz konusuydu. Bugün Sikorsky’nin gelip bize, Eclipse Aerospace’e, kendi arka bahçesinde yer alan bir şirkete, ortak olması önemli bir gelişmedir. Daha önce 100 yıllık Cumhuriyetimizin ekonomi tarihinde ben böyle bir örnek görmedim. Dikkat çeken bir başka yönünüzde Arnavutluk Fahri Konsolosu olmanız. Ülke olarak da ilişkilerimizin üst düzeyde olduğunu bir ülke Arnavutluk. Bu noktada iki ülke ilişkileri ile ilgili neler söylemek istersiniz? Başbakanımızın son seyahatinde Arnavutluk Baş- 24 Kasım 2011 bakanı konuşmasını yaparken: “Bizler Osmanlı’nın ortak yöneticileri olarak” diye konuşmasına başladı. Düşünebiliyor musunuz? Ne kadar ilginç bir cümle. Arnavutluk’u bizimle birlikte Osmanlı’yı yöneten bir etnisite olarak görüyor. Diğer bir açıdan AB’ye Arnavutluk’un bizden daha önce gireceği çok belli. Bizim için de çok olumlu bir gelişme bu. Çünkü çoğunluğunun Müslüman olduğu bir ülkenin AB üyesi olması en azından AB nezdinde Müslüman korkusunu azaltabilir. Arnavutluk, komünist dönemin en fakir ülkelerinden biriydi. İnsanlar evlenirken ödünç gömlek alırlardı. Ama sıfırdan başlayarak çok yol aldılar. Arnavutluk’ta on metre kare büyüklüğünde kazık çakılmamış yarım adalar var. Denizi çok temiz. Gayrimenkul değeri olarak ifade etmek gerekirse Avrupa’nın metrekare olarak en pahalı gayrimenkulüne 30 deniz mili uzaklıkta. Yani İtalya’da ve Yunanistan’da Hollywood yıldızlarının evlerinin olduğu yere 30-35 deniz mili uzaklıkta yer alıyor. Dolayısı ile Arnavutluk’un gelişmemesi mümkün değil. Son dönemde Arnavutluk ile Kosova’nın birleşeceği ifade ediliyor. Bu durum sizce mümkün mü? Arnavutluk ve Kosova halkına bir yakınlık hissettiğimiz çok açık. Fakat Kosova’nın bağımsız olması gerektiğine inanıyorum. Onlar zaten iki kardeş ülke olarak görülmeli. İnşaat alanına girdiniz, ödüllü Kartal Kule Projeniz oldukça ses getirdi. Ben aslında yıllardır gayrimenkule ilgi duyuyorum. İş adamı olarak katma değeri ve geri dönüş hızından dolayı da ilgilendiğim bir sektör. Ama siz doğru yer ve doğru arsayı bulamazsanız ve o arsayı doğru fiyata satın alamazsanız o zaman kısa vadede karlı bir proje yapma şansınız da olmaz. Burada insanlar yanılıyor, böyle sahte bir bilgi söz konusu sektörde. Herkes bir arsa bulup bu arsaya bir şeyler yapmak istiyor, kimisi bitiyor, kimisi yarım kalıyor ama satılmıyor. Mesela Beylikdüzü’nde bugün baksanız 200 tane AVM var, fakat bu alışveriş merkezlerinin yarısı boş. Biz E.A. İnşaat olarak sektörde farklılığımızı ortaya koymak istiyoruz. Beğendiğiniz projeler yok mu? Açıkçası benim örnek aldığım şeyler yok demek istemiyorum. Ama şunu bir özeleştiri olarak söyleyebilirim; Zorlu araziyi 800 milyon dolar ödediğinde ben çok laf etmiştim, çünkü banka gibi nitelikli bir işi satıp, bankadan kazandığın parayı da Zorlu gibi vizyonu olan bir iş adamının gayrimenkule yatırmasını eleştirmiştim. Hakikaten şu anda kendimi eleştiriyorum. Şimdi görüyorum ki orada 800 milyon dolara satın aldığı yeri şu an 5–6 milyar dolarlık kentsel dönüşüme ve İstanbul’un uluslararası değerine hizmet edecek bir proje haline getirerek kendi sermayesini katlamış oldu. Kendisini takdir ediyorum, çok güzel bir proje yapıyor.I enilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı ülkemizde önemini arttırmaya devam ediyor. Birçok yatırımcının ilgisini çeken bu konuda yabancı yatırımcılar da etkinliğini sürdürüyor. Yatırım yapan firmalardan biri olan Statkraft’ın Genel Müdürü Steinar Bjornbet ile Türk enerji sektörünü konuştuk. Sizce yabancı sermaye Türkiye’de mutlu mu? Genel anlamda iyi olduğunu söylemeliyim. Türkiye yabancı sermaye çekme konusunda başarılı. Tecrübemize göre de yerli ve yabancı sermayeye davranış açısından bir fark yok. Kendimizi burada herhangi bir yatırımcı ile eş görüyoruz. Yerli - yabancı ayrımı yapılmıyor. Yatırımcının genel bir sorunu olarak hukuk sistemi daha iyi olabilir. Hukuk sisteminin yavaşlığından ya da belli kişilerin projeyle ilgili tepkisinden bazı sıkıntılar yaşanabiliyor. Görünen o ki bir projeyi herhangi bir itirazla, bir hukuk davası ile durdurmak kolay ama bu bir zarar. Böyle bir sıkıntı belirsizliğe yol açar. Biz böyle bir durumla karşılaşmadık ama yerli ve yabancı yatırımcılarda görüyoruz. Bir diğer olumlu noktası da Türkiye’de fikrinizi söyleyebiliyorsunuz ve işi yapan kişilerle çok yakın Y 26 Kasım 2011 olabiliyorsunuz. Bir konuda belirli bir fikriniz varsa karar vericiler bunu oturup dinliyorlar. Halbuki bu çoğu ülkede böyle değil. Siyasetçiler siyasetle uğraşıyor. İş adamı da işini yapsın deniyor. Türkiye’de böyle bir engelleme ya da yasaklama yok. Ülkemizde enerji piyasasının liberalleşmesi ile ilgili çalışmalar yapılıyor. Bu konudaki düşüncenizi alabilir miyiz? Bence kesinlikle Türkiye bu konuda doğru yolda. Biliyoruz özellikle yerli yatırımcılar bu proses hızlı yürümüyor diye şikayetçi oluyorlar. Ancak bize göre böyle değil. Bu süreçler dünyanın liberalleşmiş ülkelerinde 10-15 yılı alabiliyor. Dolayısıyla Türkiye’deki hızı biz yeterli görüyoruz. Değişen çok fazla şey var ve ne yaptığınızı, yaptığınız şeyin neye yol açacağını görmeniz gerekiyor. Önemli olan bunun yapılıyor olması. Bugün Avrupa Birliği üyesi Romanya, Bulgaristan gibi pek çok ülkede tam serbestleşme için 2015 tarihini veriyorlar ve bununla ilgili anlaşmalar imzalıyorlar. Türkiye de imzalıyor ama AB üyesi olmamasına rağmen bu ülkelerden çok daha liberal. Sadece bir şeyleri imzalamak değil, harekete geçmiş olmak Türkiye’yi diğer ülkelerden daha öne geçiriyor. O yüzden de hızı bizce Enerji alanındaki projelerin devamlılığı açısından kurallarda istikrar olması gerektiğini belirten Statkraft Genel Müdürü Steinar Bjornbet: Enerji üretimi ile çevre etkisi iyi dengelenmeli iyi ve bunlar gerçekten uzun süreçler. Yatırımlarınızdan bahseder misiniz? Biz 2 yıl önce bu portföyü satın alarak Türkiye’ye girdik ve yürürlükte 3 projemiz var. Biri Çakıt HES Adana’da 20 MW kurulu gücünde ve 2010 senesinin ortasında devreye girdi. Bunun dışında 2011’in ocak ayında inşaatına başlanmış olan 102 MW’lik Kargı HES projemiz var. Bir de yeni yatırım kararı alınan Çetin HES projemiz var. Kargı projemizin 2013’ün sonlarında bitmesi planlanıyor Çetin’in 2015’de bitmesi planlanıyor. Bu üç projeyle de 640 MW’lık bir güce ulaşacağız ve 2000 KW/saatlik bir enerji üretimi gerçekleştirebileceğiz. Bunlar bir başlangıç, ama tabii ki daha fazla büyümeyi düşünüyoruz. Üç projede toplam 1,2 milyar dolarlık bir yatırım taahhüt edilmiş bulunuyor. Ciddi yatırımlar yaparken, bir yandan da protestoların yükselmesi sizi ürkütmüyor mu? İki farklı görüş var bu noktada birincisi kaynakların tüm ülkeye ait olduğu ikincisi ise kaynakların yerel halka ait olduğudur. Bu konudaki fikrinizi bizimle paylaşır mısınız? Bu kaynakların kime ait olduğu politik bir karar- dır. Yerel midir yoksa daha merkezi midir bu konuda bir yorum yapmak istemiyorum. Bu Türkiye’de bir problem konusu ama bunların nasıl organize edileceği devletin kararıdır. Bunu bir tarafa koyacak olursak tabi ki kaynaklar genel olarak bakarsak benim görüşüm ülkelere ait olduğudur. Gerek yerli gerek yabancı yatırımcılar bunu ülkenin çıkarlarını gözeterek yürütmek durumundadırlar. Buna bir taraftan da hidroelektriğin yenilenebilir bir enerji olduğunu unutmadan bakmak lazım. Yenilenebilir enerjiyi ne kadar arttırırsanız gaz ithalatı o kadar düşecek ve dolayısıyla ticaret açığı da düşecek. Bu aynı zamanda da bütün dünyayı etkileyen iklim değişikliğini dengeleyebilir. Neticede hidroelektrik temiz bir enerjidir ve bu açıdan da yapılmasında fayda vardır. Bizim bu konudaki yaklaşımımız, projelerin planlanması ve elektriğin üretilmesinde uluslararası standartlara uymaktır. Türkiye’deki mevzuat ve standartlar bizim takip ettiğimiz standartların altındaysa biz daha fazlasını getiriyoruz. Daha fazla çalışma yapıyoruz. Halktan daha çok görüş alıyoruz, yerel halkla konuşmadığınız zaman halkın ne istediğini bilemiyorsunuz. Şunun da bilinmesi gerekir ki gaz olsun, su Kasım 2011 27 olsun, rüzgar olsun bütün enerji üretim projelerinin çevreye etkisi oluyor. Bunu bazılarında hiç yokmuş gibi düşünmemek lazım. Önemli olan bu tepkiyi nasıl minimize ettiğiniz ve buna karşı ne tür tedbirler aldığınızdır. Türkiye’de durumu ben biraz da eski sarkaçlı saatlere benzetiyorum. Bir taraftayken siz nerede olduğunu görmüyorsunuz ama ortada olduğunda bir denge var. Görmediğiniz noktada Türkiye’de bugüne kadar yapılmış olan projelerde halkı hiç bilgilendirmeden, gidip orada proje yapılıp etkilerini insanların yaşadıkça gördüğü bir durum var. Bunun ideali dengede durması. Çünkü enerji üretiminizle çevreye verdiğiniz etkinin dengede olması gerekiyor ama Türkiye’de olay tamamen kayıp olan bir taraftan, kayıp olan diğer tarafa doğru gidiyor. Yani genellemeyle vebir tarafın aşırı bilgilendirmesi ile tamamen çevre tarafına gidiliyor. Önce çevrenin önemi yokmuş gibi davranıldı, şimdi ise elektrik üretiminin önemi yokmuş gibi davranılıyor. Bunun ortasının bulunması lazım. Çünkü bu diğer ülkelerde de yaşanan bir sıkıntıdır. Halkın haberi olmadığı zaman kendilerini aldatılmış hissediyorlar. Kendilerinin bunun bir parçası olmadığını hissediyorlar. Yapılan işte halk bilgilendirilmeli. 28 Kasım 2011 Bu konuda halkın farklı lobiler tarafından etkilendiği söylenebilir mi? Olabilir. Burada milli midir yerel midir kaynakların kullanım hakkı, faydası en çok kime olmalıdır soruları çıkıyor. Tabii burada en çok gördüğümüz modelde elektriği ürettiğiniz zaman genel bir şebekeye veriyorsunuz ve bu Türkiye’nin kazancı. Halbuki zararı daha çok yerel. Yani bunun ceremesini o yer çekiyor ama kazancı tüm ülkeye sağlanıyor. Bu da yine politik bir sistemdir. Başka politik sistemlerde durum farklıdır. Özel bir şirket olarak bu konuda yorum yapma durumunda değiliz ama başka ülkelerde bazı yapılanmalarla bu bölgedeki yüksek potansiyellerin değerlendirilmesi mümkün olabiliyor, bu projeler geliştirilirken yatırımcı firmalardan paralar toplanıyor. Bunun adı su kullanım hakkı diye geçiyor ve bir şekilde o bölgedeki projenin gelişiminden o bölge halkının faydalanması için, zararı bir şekilde karşılamak için toplanan paraların bir kısmının bölgede dağıtılması sağlanıyor. Oyun başladıktan sonra kararların değişmesi yatırımcıları zor durumda bırakıyor. Ülkemizde de genel bir durum olmamakla birlikte, bazen bu tip uygulamalar yaptığımız oluyor. Bu konu ile ilgili dü- şüncelerinizi alabilir miyiz? İşler başladıktan sonraki kural değişikliği biraz talihsizlik çünkü kararların geriye yönelik işlememesi gerekiyor. Çünkü yatırımcılar yatırım kararını alırken bazı varsayımlarda bulunuyor ve çoğu var olan kurallara göre hesaplanıyor. Bu kurallar değiştiği zaman projenin temeli sarsılmış gibi oluyor. Projenin devamlılığı açısından kurallarda istikrar olması gerekiyor. Geriye dönük bir şey oluğunda proje tehlikeye giriyor. Genel anlamda herkesi etkileyen kuralların konmasında çok söylenecek bir şey yok ama geçen sene can suyu miktarlarında bir değişiklik oldu.Bu da projenin kendi içindeki yapılabilirliğini etkiliyor ya da bir su kaynağına yapılan müdahale sizin o suyu kullanmanızı engelleyebiliyor ama bu bizim elimizde değil. Bunun dışında sebeplerle sizin başladığınız şekilde devam edememeniz de söz konusu olabiliyor. Onun için bu konuda istikrar bekliyoruz. Eklemek istediğiniz şeyler var mı? Çevre etkisi ile ilgili yapılanların en başına gidecek olursak Türkiye’de üretim lisansı almak özellikle yakın geçmişte çok kolaydı. Bazı projeler belli bir büyüklüğün üzerinde değillerse ÇED raporu bile almaları gerekmiyor. ÇED’i alanlar da bunu lisansı aldıktan çok sonra yapıyorlar. Halbuki ÇED raporu olumsuzsa o projenin lisansının verilmemesi gerekir. Bazı projeler bu açıdan sorunlu. Üretim - çevre dengesini unutmadan üretimin en fazla yapılması şirketin istediği bir şey. Bizim projelerimizden bir tanesinin kapasitesi arttırılmıştı ve bunu bize devlet yaptırdı. Bu kaynaktan daha fazla enerji elde edebilirsiniz dediler. Bu enerjinin üretiminin maksimize edilmesi demek oluyor ama çevreye olan etkisine de doğru dürüst bakılması gerekiyor. Oysa küçük şirketler bununla ilgilenmiyorlar. Belki lisansların çok kolay verilmesi normalde enerji üretimi yapamayacak kapasitedeki şirketlerin bu işlere girişmesine yol açtı. Bu noktadan bakınca bazı lisansların havzada yeteri kadar çalışma yapılmadan verilmemesi gerekiyordu diye düşünülebilir. Örneğin can suyundan kısaca bahsetmek gerekirse bunun neden yapıldığını anlamak gerekiyor. Bu normalde kuru alanlardaki doğal yaşamı devam ettirmek için yapılır. Şu anda Türkiye’de yapılan bütün tesislerde minimum %10 deniyor. Halbuki tesisin aşağısında belki bir rezervuar daha var ve o minimum miktarı bırakmanız gerekli değil. Zaten o bıraktığınızı rezervuarın içine bırakıyorsunuz. Oysa bu oranın Projenin etkilediği alana bakarak belirlenmesi gerekir. Biz üzerimize vazife olmadığı halde etkilediğimiz alanlardaki balık ve ekolojik çalışmaları baştan yaptırıyoruz. Önemli olan oradaki duruma hakim olmak ve biz bu konuda çalışmalar yapıyoruz. Bizim için önemli olan bıraktığımız can suyunun işe yaraması sadece kurala uymuş olmak için bırakılması değil.I Kasım 2011 29 Ambarlı Fueloil Santrali Dönüşüm Projesi’ni Prokon/Ekon Grubu, 14 Ekim 2011 tarihinde gaz türbinlerinin ilk sıcak testi başarı ile tamamladı. Ambarlı’da kazanılan bilgi ve deneyim Türkiye’de kalmaktadır Türkiye’de ilk defa bu büyüklükte bir termik santral bir Türk firması tarafından mühendislik ve işletmeye alma dahil anahtar teslimi olarak yapılmakta ve başarı ile sona yaklaşılmaktadır. Proje ekibimizin proses mühendisliği bölümü çok büyük deneyim kazanmıştır. EPC tarzında yapılan işlerde, proses dizaynından sonra satın alma şartnamelerinin hazırlanması önemli bir aşamadır. Diğer önemli aşama ise, santralın işletmeye alınmasıdır. Bu aşama için pek çok konunun tamamlanması, kontrol edilmesi, her bir sistemin solo testinin yapılması ve ardından sistemlerin bir arada çalıştırılması gerekmektedir. Bu konularda da grubumuz büyük deneyim kazanmış ve kazanmaya devam etmektedir. Bundan böyle Prokon/Ekon Grubu, bir termik santral yatırımını EPC olarak daha donanımlı ve hızlı yapabilecek konuma gelmiştir. Ayrıca çalışan alt yükleniciler de kendi konularında önemli aşamalar kaydetmiştir. Sonuç olarak kazanılan bilgi ve deneyim Türkiye’de kalmaktadır. 30 Kasım 2011 A mbarlı Fueloil Santrali Kapasite Artırım ve Modernizasyon (KAM-1) projesinin testleri yapılmaya başlandı. Yapılan çalışmaların Türk mühendislerin kazanımlarını artırması bakımından oldukça önemli ve projenin yapımında ise başarı örneği gösteren Ekon/Prokon Şirketler Grubu, bu çerçevede gelecek ile ilgili planlarını bunun üzerine kuruyor. Ekon Endüstri İnşaat ve Ticaret AŞ Yönetim Kurulu Başkanı İsmail Salıcı, projenin geldiği noktayı okuyucularımızla paylaştı. KAM-1 Projesinde gelinen nokta ile ilgili bilgi verir misiniz? Ambarlı Fueloil Santralı dönüşüm projesi bildiğiniz gibi mevcut fueloil yakıtlı ünitelerin kombine çevrim santraline dönüştürülmesi, kapasite artırımı ve rehabilitasyonu projesidir. Yatırımı programına uygun olarak devam etmektedir. 14 Ekim 2011 tarihinde gaz türbinlerinin ilk sıcak testi başarı ile tamamlanmıştır. Gaz türbinlerinin sıcak testini yapabilmek için, gaz türbini ve tüm müştemilatı yanında; -Atık ısı kazanları, -Denizden su alma ve denizsuyu sirkülasyon sistemleri, -Yardımcı soğutma sistemleri, -Su tasfiye tesisleri, demineralize su üretimi ve dağıtım sistemleri, -Doğal gaz RMS istasyonu, şartlandırma ve filtreleme tesisleri, -İlgili ünitelerin elektrik sistemleri, enstrümantasyonu, otomasyonu ve merkezi kontrol sistemleri, gibi tesislerin de faal olması gerekmektedir. Bu ise buhar türbinleri hariç hemen hemen santralın tamamının sona yaklaştığı anlamına gelmektedir. Şu aşamada çalışmalar daha çok buhar türbinleri ve yardımcılarının tamamlanması için yapılmaktadır. Bu bölümde, buhar türbini ve jeneratörlerinde önceden planlanması mümkün olmayan önemli revizyonların yapılması gerekmiştir. Diğer bölümlerde ise pek az ekipman tamir edilerek kullanılmış tesisin neredeyse tamamı yenilenmiştir. Bunun bir nedeni, sistemin yeni buhar rejimine göre dizaynı sonucunda farklı kapasiteli ve özellikli ekipmanlara ihtiyaç duyulması, bir diğer nedeni de yaklaşık 40 yıl öncenin teknolojisinin artık günümüzde kullanılmayışıdır. Her büyük projede olduğu gibi gerek bürokraside ve gerekse taşeron firmalarda bir takım sorunlarla karşılaşılmaktadır. İşi yürüten Prokon/Ekon Şirketler Grubunun oluşturduğu EPP İş Ortaklığı projenin zamanında tamamlanması için büyük çaba sarf etmektedir. Karşılaşılan olumsuzluklara rağmen proje zamanında tamamlanacaktır. Projenin Türk mühendisler tarafından hayata geçiriliyor olması oldukça önemli. Bu açıdan kazanımlarımızdan bahseder misiniz? Kasım 2011 31 Türkiye’de ilk defa bu büyüklükte bir termik santral bir Türk firması tarafından mühendislik ve işletmeye alma dahil anahtar teslimi olarak yapılmakta ve başarı ile sona yaklaşılmaktadır. Proje ekibimizin proses mühendisliği bölümü çok büyük deneyim kazanmıştır. EPC tarzında yapılan işlerde, proses dizaynından sonra satın alma şartnamelerinin hazırlanması önemli bir aşamadır. Diğer önemli aşama ise, santralın işletmeye alınmasıdır. Bu aşama için pek çok konunun tamamlanması, kontrol edilmesi, her bir sistemin solo testinin yapılması ve ardından sistemlerin bir arada çalıştırılması gerekmektedir. Bu konularda da grubumuz büyük deneyim kazanmış ve kazanmaya devam etmektedir. Bundan böyle Prokon/Ekon Grubu, bir termik santral yatırımını EPC olarak daha donanımlı ve hızlı yapabilecek konuma gelmiştir. Ayrıca çalışan alt yükleniciler de kendi konularında önemli aşamalar kaydetmiştir. Sonuç olarak kazanılan bilgi ve deneyim Türkiye’de kalmaktadır. Projede çalışan uluslararası ve yerli firmalar ile ilgili bilgi verir misiniz? Projenin ana ekipmanı olan gaz türbin ve jeneratörü Siemens teslimatıdır. Firmamız Siemens ile başarılı ve uyumlu bir çalışma yapmıştır. Diğer önemli bölüm olan buhar türbin ve jeneratörü rehabilitasyonunda Turbocare firması ile çalışılmaktadır. Atık ısı kazanları dizaynı ve bazı basınçlı bölümlerinin imalatı ise projenin son aşamasında el değiştiren AEE tarafından gerçekleştirilmiştir. Firmanın iflası sonrası kalan işler EPP tarafından tamamlanmaktadır. Projede bunların dışında 100’ü aşkın yerli ve yabancı taşeron firma çalışmaktadır. KAM-1 Projesinde sona yaklaşırken, KAM-2 projesi ile ilgili neler söylemek istersiniz? Sanırım KAM-2 Projesi olarak 5 üniteden oluşan 32 Kasım 2011 fueloil santralının geri kalan 3 ünitesinin dönüşümünden bahsediyorsunuz. Genelde santralı ziyarete gelen yetkililer bu ünitelerin de dönüşümünün yapılması gerektiğini belirtiyorlar. Sanırım bu konuda idari süreç devam ediyor. Bildiğiniz gibi mevcut Ambarlı Doğalgaz Santralı kapasitesi 1350 MW olup KAM-1 sonrası buna 800 MW ilave edilecektir. Eğer KAM-2de yapılırsa bu kapasiteye 1350 MW daha ilave gelebilir. Böylece Ambarlı Santralı toplam 3500 MW gücünde Türkiye’nin en büyük enerji adası haline gelecektir. Bu ise her geçen gün büyüyen İstanbul ve çevresi için uzun yıllar elektrik arz güvenliği oluşturacaktır. Firmanızın gelecek planları ile ilgili bilgi verir misiniz? Ekon/Prokon Grubu enerji projelerinde Türkiye’nin önde gelen EPC yüklenicilerinden birisi olmuştur. Alınan yeni işlerle bunu pekiştirmektedir. Unit Grubu tarafından yapılan 800 MW kapasiteli Gebze doğalgaz santralının da ana ekipman temini ve elektrik otomasyon dışında kalan tüm işleri, mühendislik dahil, Ekon tarafından üstlenilmiştir. Halen 5600 ton/gün klinker üretim kapasiteli bir çimento fabrikasının anahtar teslim yapımı Tunus’ta başarı ile yürütülmektedir. Ayrıca Grubumuz fabrikalarında HES türbin ve jeneratörlerinin tamamen yerli olarak üretilmesi için gerekli hazırlıklar tamamlanmış, dizayn ve üretim çalışmalarına başlanmıştır. Ülkemizde bu tür teknolojik imalatların yapılır hale gelmesi çok önemlidir. Bu noktada gelişte yeni çıkartılan teşvik yasalarının önemli katkısı olmuştur. Grubumuz enerji yatırımları konusunda gerek mühendislikte gerekse imalatta önemli bir konuma gelmiş olup artık yurtdışındaki santral ihalelerine katılabilecek ve uluslararası firmalarla konsorsiyumlar oluşturabilecektir.I Çeçenistan B ölgenin en büyük projelerinden biri olan Grozni City projesinin açılışı nedeniyle gittiğimiz Çeçenistan’da, güneş yeniden doğuyor. İnsanların gece gündüz durmadan çalıştığına şahit olduğumuz Grozni’de çalışmanın saati olmadığını gördük. Gece saatlerinde bile inşaat işlerinin devam ettiği, yolların temizlendiği Çeçenistan’da işsizliğin çok az seviyelerde olduğunu öğrendiğimizde ise oldukça şaşırdık ve Çeçenistan’la ilgili aklımızda olan soru işaretlerinin tamamını kaldırarak bölgeyi gezmeye devam ettik. Yapılan her eserde farklı mimarilerin kullanıldığını fark etmemiz bir yana Birleşmiş Milletlerin raporuna göre Grozni şehrinin dünyanın en hızlı gelişen 10 şehir içinde nasıl 1. geldiğini gözlemledik. Osmanlı mimarisinde yapılan cami, yolların genişliği, her yerde yapılan parklar, kültür merkezleriyle Avrupa kentini aratmayacak bir şehir ile karşılaşacağımızı beklemiyorduk. Bölgede yapılmakta olan kültür ve opera binası inşaatı ise Çeçen gençlerinin yeni konservatuar binası olarak da kullanacağını öğrendik. İnsanlar kendi kültürlerini müzikle, dansla ve tiyatroyla tüm dünyaya duyurmak için çalışacaklarını ifade ediyorlardı. binanın mimarisini çizmeden önce dünyada yapılan tiyatro ve opera binalarının görselleri getirilmiş ülkeye. Osmanlı mimarisi ile yapılan cami ise İstanbul’da Os- 34 Kasım 2011 manlı döneminde yapılan camileri gezerek tasarlanmış ve hayata geçirilmiş ve ilerleyen dönemlerde de bu tarz camilerin yapımına devam edilmesi planlanıyor. Bölgenin ekonomik olarak gelişimine paralel olarak büyük alışveriş merkezlerinin yapılması ise dikkatlerden kaçmıyor. Alt yapı için yapılan çalışmaların aralıksız devam ettiği Grozni’de, Grozni City projesi ise bölgenin sembol projesi konumunda. İçinde otel, konut, yaşam alanlarının, yeşil alanların, alışveriş merkezinin, iş yerleri için rezidansların yapıldığı projenin en önemli özelliği ise Grozni şehrinin her yerinden görünüyor olması. Ekonomik seviyeyi yükseltmek için tasarlanan projede tüm ayrıntılara dikkat edilmiş. Grozni’nin bir geçiş noktasında bulunduğuna dikkat çeken yetkililer ülkelerinde bir iş turizmi ve ürünlerin rahat geçtiği bir geçiş alanı olarak görmek istiyor. Bu amaçla Grozni 2 projesini de başlatan yetkililer, yeni projede farklı özellikleri ön plana çıkarmak için çalıştıklarının altını çiziyor. Dünyada yaşanan ekonomik krize rağmen ekonomilerinin giderek geliştiği gözlenen Çeçenistan’da yapılan projelerin dışında sağlık alanındaki gelişmelerde sevindirici. Türkiye’den özel bir hastane grubunun bölgede iki tane hastane inşaatına başlaması bölgenin sağlık açısından gelişimine büyük katkı sağlayacağı belirtiliyor. projelerle kalkınıyor 4-5 sene önce mastır planı yapılan ve bu kadar kısa bir süre içinde hızla yapılanan şehri görünce biz de aynı dönemlerde tasarlanan ülkemizdeki yerler aklımıza geliyor. Birçok sitenin yapıldığı Beylikdüzü’yle karşılaştırdığımızda Grozni City,’de her ayrıntının düşünüldüğü görmek adeta bizi kıskandıracak boyutta. Son gecemizde muhteşem bir organizasyonla açılışı yapılan Grozni City birçok ünlü katılımı gecenin daha renkli geçmesini ve dünyanın gözünün buraca çevrilmesini sağladı. Açılışa Hollywood yıldızı Kevin Costner, Hilary Swank, Van Damme ve dünyaca ünlü keman sanatçısı Vanessa Mae katılırken, halk büyük coşku içinde gecenin tadını çıkardı. Jean Claude Van Damme yaptığı açılış konuşmasında, ‘Çeçenistan’a geldiğimde bir Avrupa başkentine geldiğimi düşündüm’ diyerek Çeçen halkının sıcak karşılamasından duyduğu memnuniyeti dile getirdi. Her yerin ışıklandırıldığı açılışta halk oyunları, Çeçenistan’ın geçmişte yaşadığı sıkıntılar ve yapılan projelerin aktarılmasının ardından havai fişeklerle son verilen gecede, Çeçenistan’ın ekonomik olarak giderek geliştiği vurgulandı. Misafirleriyle birlikte tüm geceyi eğlenceyle geçiren Çeçen halkının ekonomik seviyesinin daha yukarı çıkmasını dileyerek ülkeden ayrılırken, uzun yıllar savaş görmüş bir halkın yeniden atağa geçmesi Türkiye’den giden tüm misafirleri heyecanlandırdı.I Kasım 2011 35 Çeçenistan’ın sembol projesi Grozni City açıldı D ünyada ekonomik kriz olmasına rağmen Çeçenistan’da biten projelerin açılışları peş peşe yapılıyor. Son olarak Rusya Federasyonu nun en büyük projelerinden biri olan Grozni City projesini açan Bora İnşaat, bir yandan projenin açılışını yaparken diğer yandan ise Grozni City 2 projesinin temelini attı. Yapılan çalışmaları aktaran Bora İnşaat Yönetim Kurulu Üyesi Fikri Gürdal, Çeçen halkına inandıklarını vurgulayarak bölgenin gelişimiyle ilgili bilgiler verdi. Bora İnşaat olarak Çeçenistan’da gerçekleştirdiğiniz projeleri aktarır mısınız? Yaklaşık 4 yıldır bu coğrafyadayız. 4 yılda Grozni City projesini bitirdik, kültür merkezi inşaatımız var. Rusya’nın ikinci en büyük opera ve tiyatro binası inşaatımız devam ediyor. Birincisi Moskova’daki tiyatro binasıdır. Fakat bizim birinci olan projeden farklı yönlerimiz var. Projemizin içinde eğitim verilecek olan alan var. Yani konservatuar şeklinde düşünebilirsiniz. Bina yüksekliği 65 metredir. Konsept olarak dünya- 36 Kasım 2011 nın önemli tiyatro binaları gezilerek çizildi. Yani mimarisini sanatın içinde bulunan insanlardan onay alarak yaptık. 1200 kişilik sahnemiz var. Bittiği zaman çok güzel bir sanat eseri ortaya çıkacak. Gelecekte de buranın kültürel gelişimine hizmet edecek bir yapıda olacağına inanıyorum. Bunun dışında 7 bin kişilik Osmanlı mimarisiyle bir cami projesini 7 ay gibi kısa bir sürede yaptık ve 23 Ağustos tarihinde de açtık. Ana cadde üstündeki köprü ve dere ıslahı işini bitirdik. Bir alışveriş merkezi projesi devam ediyor. Yine 16 katlı bir konut projemiz var. Çeçen denizi diye tabir ettiğimiz 3 milyon metrekarelik alanda suni göl oluşturup bunun etrafına iki adet 5 yıldızlı otel ve spor merkezi, yüzlerce villa, suyun içinde gösteri merkezi, kadın plajı, erkek plajı, yüzme havuzları vb. gibi büyük bir kompleks projemiz var. 500 000 metrekarelik kapalı alana sahip üniversite kampüsü projemiz var. Burada sağlığa çok önem veriliyor, bizim de hastane projemiz var. Yapılan hastane projelerine bizim de birkaç hastane ile katkımız olacak. Çeçenistan’da inşaat işlerinizin dışında yatırımlarınız da var onları aktırır mısınız? İnşaat işlerimizin dışında cam ve alüminyum tesisimiz var. Önümüzdeki yılda 30 bin metrekarelik bir alana geçeceğiz ve orada cam işleme tesisi ile alüminyum profil ve alüminyum kompozit panel üretimine başlayacağız. Buradaki amacımız dışarıdan hiçbir ürün almamaktır. Üretim yapmamızın nedeni insanlara iş imkanı sunmaktır ve Çeçenistan’ın Rusya’ya veya diğer ülkelere ürün satmasını sağlamaktır. Savaştan sonra Çeçenistan’a hep dışarıdan ürün gelmiş. Bizi istiyoruz ki burada ürettiğimizi dışarı ülkelere veya bölgelere satalım. Bunun için modern sera kuruyoruz. Organik, hormonsuz ve topraksız bir sistemle. Ekim ayının sonunda başlayacağız. Aralık ayının sonunda da üretime geçmek istiyoruz. Çeçenistan’ı gördüğümüze göre Çeçen halkı savaştaki yaralarını sarmış ve şimdi ekonomik olarak gelişmenin peşinde diyebilir miyiz? Ülkeyi gezdiğinizde gördünüz. Savaşın izleri artık yok ve ekonomik seviyeyi yükseltmek için çalışıyorlar. Dünya standartlarında insan gibi yaşamak istiyorlar. Grozni şehrinin tam anlamıyla gelişimi veya master planının bitmesi sizce ne kadar sürer? Bence şehrin gelişimi 10 yıl sonra tamamen biter. Bir şehir için 10 yıl çok kısa bir süredir. Biz Bora İnşaat olarak 4 yıldır buradayız ve 4 yılda geldiğimiz noktaya herkes şaşırıyor. Fakat biz bu çalışmaların hepsini tek başımıza yapmadık. Bunları devlet başkanımız Ramazan Kadirov ve Çeçen halkıyla birlikte yaptık. Çünkü bize iş veren ve ileriye dönük bize imkânlar sunan, ona göre çalışmalarımızı yönlendiren kendisidir. Biz de bu çalışmaları bitirmek için her türlü imkânlarımızla kendisine yardımcı oluyoruz ve olmaya devam edeceğiz. Şehirle ilgili planlar bittiğinde Grozni bir Avrupa kenti olabilir mi? Avrupa kenti olması için 10 yıl beklememize gerek yok. Şu ana kadar yapılan çalışmalara baktığınızda Grozni bir Avrupa şehrinin havasını yakalamış. Rusya’nın Moskova dahil bir çok şehrinden daha ferah ve çok daha düzenli bir şehir oldu. Bu bölgenin de en güzel şehri oldu. Çeçen halkının bu hayallerini de Bora İnşaat gerçeğe dönüştürmüşe benziyor… Biz buranın halkına ve devlet başkanına inandık. Buraya geldiğimizde sadece ekonomik kazancımızı düşünerek hareket etmedik. Eğer onların ideallerini gerçekleştirmekte bir katkımız olduysa ne mutlu bize. Tabi ki para da kazanacağız. Fakat unutmayalım ki insanlar ve şirketler her yerde para kazanır. Fakat sadece para kazanmak bana bu mutluluğu vermez. Bu toplumun refah seviyesinin yükseldiğini görmek herkesin iş sahibi olduğunu görmek bu insanların çok daha iyi şartlarda yaşadığını görmek daha da büyük mutluluk veriyor. Belki 100 yıl sonra kimse Bora İnşaatı hatırlamaz. Fakat Türkler geldi bunları yaptı derler. Bizim istediğimiz de budur. Buraya Türkler geldi çok güzel eserler yaptı desinler. Bora İnşaat geldi yaptı demesinler. Çalışanlarınızda öyle sanırım. Çeçenistan’a gelirken Bora İnşaat’ı sorduğumuzda Alper Suri Beyi anlattılar bize… Yönetim kurulu başkanımız Sayın Alper Suri ve Sayın Erdoğan Aksoy şu ana kadar tanıdığım en mükemmel iki insan ve mükemmel iki patrondur. 6 bin çalışanımız var. Hangisine sorarsanız sorun Alper Suri ilgili herkes övgüyle bahseder. Hepsi de kendisini tanıyor. Burası daha önemlidir. 6 bin kişilik bir firmada sorun; personel patronlarını ya hiç görmemiştir ya da bir iki kez görmüştür. Bora’da çalışan herkes her gün patronlarını görüyor. Çünkü patronları onlarla yemek yiyor, onlarla çalışıyor. Patronun kapısı her zaman açıktır. Randevu almadan görüşüp dertlerini anlatabiliyorlar. Biz burada patronlu bir şirket oluşturmadık. Alper Suri’nin amacı burada bir aile oluşturmaktı. Biz de onu oluşturduk. Biz böyle bir firmayı kurmayı başardığımız için mutluyuz. Genelde yurt dışında çalışan firmalarımız iş alıp yapıyor, sonra da gidiyor. Fakat Bora İnşaat Çeçenistan’daki durumu farklı. Kasım 2011 37 Bize bunu buradaki yetkililer de söylüyor. Siz parayı alıp gitmediniz. Siz buraya yatırım yaptınız diyorlar. Bizim sadece 40 milyon dolarlık mobilizasyon yatırımımız var. 200 ün üzerinde iş makinemiz var. Hiçbir iş makinesini kiralamadık. 4 tane beton tesisi kurduk. Parke döşeme fabrikamız var. Elektrik kablo, boru fabrikamız var. Havalandırma tesisat atölyemiz var. Bu yatırımları hiçbir inşaat firması kendi bünyesinde yapmaz. Dışarıdan bu hizmeti alır. Biz bunları daha fazla para kazanalım diye değil yokluktan kurduk. Bir çivi isteseniz dışarıdan getirmek zorundasınız. Bu yokluklar bize bu fabrikaları kurdurdu. Bunları kurarken de baktık ki insanlara da iş sahası açılıyor. Burada dağcılardan oluşan 20 kişilik bir ekipten dış cephe temizlik firması kurduk. Binaların dış cephesini temizliyorlar. Bu arkadaşlar dağcılık yapıyorlardı. Hepsi işsizdi. Şimdi hepsinin işi oldu. Grozni City projesinin ülke ekonomisine katkısı nedir? Biz öyle bir hesap yapmadık. Fakat buraya 5 yıldızlı oteli yaptırırken gelmeyi düşünüp de kalacak yer sıkıntısından dolayı gelemeyen insanları çekmek için yapıldı. Bu insanlar genelde iş yapan insanlar olacak. Buraya yatırım yapmak isteyenler geldiklerinde bir otel bulamıyorlardı. Burada kongre merkezi yoktu bu yapıldı. Belki burada Antalya’daki gibi kent kongresi olmayacak fakat iş kongresi veya fuarlar olabilir. Bu bölge savaşlar öncesi bölgenin en canlı yeriymiş. Burası tam bir geçiş noktası. Şimdi yeniden bu hareketliliği kazanmak istiyorlar. Ben bir iki yıldır Moskova’dan ürün aldığım Ermeni iş adamlarını Grozni’ye davet ettim. Hem Ermeni hem de Moskova’dan bu insanlar buraya gelecek son kişilerdir. Buraya en sonunda geldiler. Grozni’yi gezdikten sonra 38 Kasım 2011 Moskova’dan gelen ödeneğin nerede olduğunu gördük dediler. Yani yönetim bütçeyi kendi istekleri için harcamadı. Halkı için yatırdığı net görünüyor. Buraya gelen bütçeyle ilgili kimse tartışamaz çünkü net bir şeklide bu ödeneğin nereye harcandığı görülüyor, verilen ödenekten daha fazla iş yapılıyor. Bir stadyum yapılacaktı ilk olarak Rus standartlarına göre projelendiriliyordu, sonra UEFA standartları konuşuldu en son FIFA standartlarında yapıldı. Bu stadda FIFA’nın maçları yapılabilir diye belgemiz var. Türkiye’de kaç stad böyle yapıldı? Başkan Kadirov’un petrol ve doğalgaz satışını arttırmak isteği var mı? Bu rafineri kurma istekleri var. Bununla ilgili bir ihaleye açılacak. Bu ihaleye kimler girer onu bilemem. Kim daha iyi teklif verirse ihaleyi o kazanır. Bu ihale zaten çok büyük bir ihaledir. Bir firmanın altından kalkacağı işler değil. Bu işler konsorsiyum şeklinde yapılır. Burada bize iş verirlerse yaparız, size ihtiyaç yok derlerse yapmayız. Bizim burada iş kaygımız yok.I Türk müteahhitlik sektörünün yurt dışındaki genç yöneticisini Penta İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı Siyavuş Mehmetzade: Kafkasya’da elde ettiğimiz başarıyı diğer bölgelere de taşıyacağız Siyavuş Mehmetzade, “Burada birçok projeyi hayata geçirdik ve çalışmalarımız devam ediyor. Yaptığımız her projenin özel olması için araştırmalar yapıyoruz. Yurt dışında birçok projeyi inceleyerek hareket ediyoruz ve insan odaklı çalışıyoruz. Yanımızda iki binden fazla insan çalışıyor. Hepsiyle birebir ilgileniyorum. Türkiye’den işçi getirdiğimiz gibi Çeçen vatandaşlarını da işe alıyoruz. Gençlere meslek öğretiyoruz” sözlerinin ardından kendisinin de bir çalışan gibi sahadan ayrılmadığını belirtiyor. afkasya’nın en büyük inşaat firması olma yolunda emin adımlarla ilerleyen Penta İnşaat, yaptığı projelerle ismini duyurmayı başarıyor. Her projede farklı mimari yapılarıyla ön plana çıkan Penta İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı Siyavuş Mehmetzade, kendisini adeta işlerine adayan biri olarak tanınıyor. Çeçenistan’ın savaş sonrası inşa döneminde zor şartlar altında yaptığı çalışmalarla ön plana çıkan Penta İnşaat, cami, hastane, matbaa, medrese, yol, çevre düzenlemesi ve cephe yenileme gibi birçok alanda hizmet veriyor. Çeçenistan halkına hizmet etmekten gurur duyduğunu belirten Siya- K 40 Kasım 2011 vuş Mehmetzade, “Burada birçok projeyi hayata geçirdik ve çalışmalarımız devam ediyor. Yaptığımız her projenin özel olması için araştırmalar yapıyoruz. Yurt dışında birçok projeyi inceleyerek hareket ediyoruz ve insan odaklı çalışıyoruz. Yanımızda iki binden fazla insan çalışıyor. Hepsiyle birebir ilgileniyorum. Türkiye’den işçi getirdiğimiz gibi Çeçen vatandaşlarını da işe alıyoruz. Gençlere meslek öğretiyoruz” sözlerinin ardından kendisinin de bir çalışan gibi sahadan ayrılmadığını belirtiyor. Gece saatlerinde uygun olduğu için bizi davet eden Siyavuş Mehmetzade’ye eşliğimiz sabaha karşı 4 gibi bizim yorgunluğumuzla son bulsa da kendisinin her gün aynı tempoda çalıştığını çalışanlarından öğrenmek bizi oldukça şaşırtıyor. Yaptıkları projeleri gezerken çalışmalarla ilgili düşüncelerimizi soran Penta İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı Siyavuş Mehmetzade’ye, bölgeyle aynı dönemde gelişen Beylikdüzü gibi yerlerde bile olmayan özellikleri yansıttıklarını hatırlatıyoruz. Kıyaslamanın kendileri için önemli olduğunu belirten Siyavuş Mehmetzade, Penta İnşaat olarak yaptıkları projeler ilgili bilgi vermeye devam ediyor. “Çeçenistan’da birçok projeye imza attık ve yapmaya da devam ediyoruz. 0-6 yaş kimsesiz çocuklar evi projesini bitirdik. 100 tane çocuğumuzun rahatlıkla kalacağı çocuk evinde düşündüğünüz tüm özellikleri göreceksiniz. 0-3 yaş grubu çocuklarımız için kreş bölümü, anaokulu bölümü, oyun alanıyla toplam 1500 metrekare inşaat alanına sahip yapıyı teslim ettik. Bunun dışında Gudermes City 1. Etabını başarıyla bitirdik. 5 bloktan oluşan projede konut, iş merkezi, otel ve alışveriş merkezinin de bulunduğu bir komplekstir. Çeçenistan’ın sembol projeleri arasına girecek bu projede her ayrıntıyı düşündük. Bunun dışında İslami Matbaa projesini kısa zamanda bitirip teslim ettik” diyen Siyavuş Mehmetzade Çeçenistan’da Penta İnşaat’ı öne çıkaran özelliklerinin projeleri kısa sürede ve hiçbir ayrıntıyı atlamadan bitirmiş olmaları olduğunu belirtiyor. Çeçenistan’da çevre düzenlemesiyle de ilgili çalışmalarda ön plana çıkan Penta İnşaat’ın son olarak Argun Bulvar Düzenlemesini yaptıklarını hatırlatan Mehmetzade, “Grozni-Argun-Gudermes arasındaki ana yola, cami, çevre düzenlemesi ve ula- Kasım 2011 41 şımdaki çalışmalarla bölgeyi merkez bir hale getirmeyi başardık. 1.7 km uzunluğundaki yolda yaptığımız çalışmayla Avrupa kentlerini aratmayacak bir güzelliğe kavuşturduk. Bu projeden sonra Argun deresini rekrasyon alanı olarak düzenlenmesini üstlendik. Bir başka konut projemizde Argun City Konut Projesi oldu. 2 blok 9 katlı projede herkese yetecek otopark, ısıtma sistemleri, aydınlanma ve iç malzemeleri özenle seçtiğimiz proje Çeçen halkı açısından çok önemli projeler arasında yer almaktadır” dedi. Çeçenistan’da elde ettikleri tecrübeyi Kafkasya’nın diğer bölgelerine de taşımayı hedeflediklerinin altını çizen Penta İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı Siyavuş Mehmetzade, “Biz burada insanların geleceklerini inşaa ediyoruz. Burada birçok projeyi bitirdik. Elde ettiğimiz tüm tecrübeyi Kafkasya’nın diğer bölgelerine de taşıyacağız” dedi.I 2008 yılında, Kafkasya’da, prestijli proje uygulamalarına başlayan PENTA Construction, çalışmalarına her geçen gün yeni projeler ekleyerek devam etmektedir. Tamamlanan konut projelerinin yanı sıra uygulaması devam etmekte olan cami, hastane, altyapı, yol ve çevre düzenleme projeleri, PENTA Construction’nın deneyimlerine yenilerini eklemektedir. 2000’ni aşan çalışanı, 50’yi aşan teknik personeli ile PENTA Construction, Kafkasya’nın en büyük firması olma yolunda emin adımlarla, hızla yükselmektedir. 2010 yılında, Penta Bilişim Sistemleri İç ve Dış Ticaret İnşaat Turizm Enerji İthalat İhracat Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti. yurtiçi talepleri karşılamak üzere kurulmuştur. Kaliteyi bir yaşam biçimi olarak benimseyen, doğruluk ve güveni en önemli değerleri olarak koruyan PENTA Construction, kuruluşundan bu yana "insana saygı" ya dayanan yönetim anlayışı ile, tamamladığı kaliteli projeler ile, sektörün saygın şirketleri arasında adını farklı bir konuma yerleştirmiştir. PENTA Construction'da istihdamdan işletmeye kadar her şey vizyon ve değerler tarafından tanımlanır. 42 Kasım 2011 Endonezya İstanbul Fahri Konsolosu ve DEİK Türkiye-Endonezya İş Konseyi Başkanı Emin Hitay : Endonezya’yı şimdiden geleceğin büyük ülkeleri arasında görebiliriz ürkiye Endonezya ticari ilişkileri, yapılan karşılıklı ziyaretler sonucu farklı bir noktaya geldi. Önümüzdeki dönemde ise kaldırılan vize uygulaması ile birlikte daha yüksek ticari hacme ulaşması bekleniyor. Konu ile ilgili görüşlerine başvurduğumuz Endonezya İstanbul Fahri Konsolosu, DEİK Türkiye-Endonezya İş Konseyi Başkanı ve Hitay Yatırım Holding Yönetim Kurulu Başkanı Emin Hitay, sorularımızı yanıtladı. Endonezya ile ilişkilerimizin geliştiği bir dönem yaşanıyor. Bu noktada Endonezya ile ilgili neler aktarmak istersiniz? 240 milyon nüfusu olan, geçen yıldan itibaren kişi başı gelirin 3.500 dolar olduğu bir ülkeden bahsediyoruz. Fakat bu ülkenin en büyük özelliği zengin doğal kaynakları. Baktığınız zaman, petrol, doğalgaz, aklınıza gelebilecek birçok madene ve tropikal bir iklime sahip olması nedeniyle orman ürünleri açısından T 44 Kasım 2011 çok zengin bir ülke. Dolayısıyla doğal kaynaklarının zenginliği ülkenin zenginliğine de çok büyük bir etkide bulunuyor. Pricewaterhouse Coopers 2050 raporuna göre, satın alma kalitesi bakımından, Endonezya 2050 yılında dünyanın 8. ülke ekonomisi oluyor. Raporda 1. büyük ekonomi Çin, 2. Hindistan, 3.ABD olarak gösteriliyor ve Endonezya’yı da 8. konuma getirmişler. Dolayısıyla ilk 10 arasına giren ekonomilerden birisi. Bu doğrultuda önümüzdeki dönemde yaşlanan bir nüfustan da bahsedebiliriz Doğru, ama bu bütün dünyada olacak. Kaçınılmaz bir şey. 2050 yılında Endonezya yaşlanan bir ülke olduğu zaman Avrupa, ABD ve diğer gelişmiş ülkelerde yaş ortalaması çok daha yüksek olacaktır. Endonezya’nın Türkiye gibi çok genç bir nüfusu var. Sanıyorum ortalama yaş 28 civarında, Türkiye’de de 29.3’tür. Çok genç ve dinamik bir nüfusa sahip. Doğal kaynaklar çok zengin. Haliyle bu da ülkenin ekono- mik olarak hızlı bir şekilde gelişmesine neden oluyor. Yıllık büyüme oranı her sene % 6,5 - 7 civarında. Zengin doğal kaynaklarının ekonomiye kazandırılması ile beraber büyümenin sürekli olacağı öngörülüyor. Dolayısıyla Endonezya’yı bugünden geleceğin büyük ülkeleri arasında görebiliriz. Endonezya jeopolitik olarak da önemli bir yerde bulunuyor. Bu avantajını da kullanacaktır. Malakka Boğazı orada bulunuyor ve jeopolitik öneme sahip. Bildiğiniz gibi ticaret ve üretim aktif pasifine doğru, doğuya doğru kaydı. Üretim, ticaret, hızlı gelişme orada, dolayısıyla ticaret yolları çok önem kazanmaya başladı. Zaten bu boğazda Endonezya’nın Sumatra adasıyla, Singapur Malezya arasında geçen bir koridor. Dolayısıyla çok önemli bir noktada bulunuyorlar. Önemli bir yerden bahsedildiği zaman doğal olarak problemler de beraberinde geliyor. Konuya bu açıdan bakarsak Endonezya’nın sıkıntılarından bahsedebilir miyiz? Orada da çok ufak tefek problemler söz konusu. Dünyada sıfır problemli hiçbir yer yok. Bugün Amerika’da bile Wall Street’te yürüyüşler başladı. Her yerde bir takım hareketlenmeler ve sıkıntılar var ama göreceli olarak baktığımızda Endonezya sorunu daha az olan ülkeler arasına giriyor. Genel anlamda pek fazla bir sıkıntısı yok. Onun en önemli sıkıntısı altyapısı, eğitim, iş gibi imkânlarını yaratması konusunda daha fazla ilerlemesi gerekiyor. Ekonomik olarak işbirliğimiz çoğunlukla savunma sanayi alanında olduğu gözlemleniyor. Yanılıyor muyuz? Ak Parti hükümeti döneminde bizim Endonezya ile olan ilişkilerimiz canlanmaya başladı. 2010 yılında bizim ticaret hacmimiz 1,7 milyar Dolar civarındaydı. Bir önceki sene 1,250 milyar Dolar civarındaydı. 2000 yılında ise ticaret hacmimiz sadece 262 milyon Dolardı. Kasım 2011 45 Bu rakamın az olduğunu ifade edebilir miyiz? Türkiye ve Endonezya gibi büyüme potansiyeli yüksek olan 2 ülke ile karşılaştırdığımızda çok az. Karşılıklı görüşmeler sonucunda bunu 2014–2015 gibi 5 milyar Dolar’a çıkartılması bekleniyor ki aslında bu bile az. Aslında şu da var, Endonezya ile olan ticaretimizde doğrudan ticaret hacmimizdir, ancak endirekt olarak ticaret hacmimiz çok daha yüksek. Bir takım vergi avantajları nedeniyle oradan buraya, buradan oraya giden malların büyük bir kısmı aslında Singapur ve Malezya üzerinden gönderiliyor. Dolayısıyla hem onların buraya gönderdiği, hem de bizim oraya gönderdiğimiz mallarda görünen Singapur ve Malezya olduğundan aslında 1,7 milyar dolay değil. Şu anda ben 2,5 milyar Dolar civarında bir ticaret hacminin olduğunu tahmin ediyorum. Tabii ki bu ilişkilerin gelişmesiyle, mesela bizim Başbakanımız bir ziyarette bulundu. Ardından Endonezya Cumhurbaşkanı Sayın Susilo Bambang Yudhoyono geçen Haziran ayının sonunda hem Ankara’yı hem de İstanbul’u ziyaret etti. Ankara’da Başbakanımız ve Cumhurbaşkanımız ile görüştüler. İstanbul’a geldiler. Cumhurbaşkanımız, Endonezya Cumhurbaşkanı onuruna Dolmabahçe Sarayı’nda bir davet verdi. İlişkilerin geliştirilmesi anlamında bir takım karşılıklı görüşmeler yapıldı. Ardından Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül, bu sene Nisan ayında Endonezya’ya bir ziyarette bulundu. Çok güzel, olumlu bir ziyaretti, yine çok olumlu görüşmeler yapıldı. Ticaretin 5 milyar Dolar’a çıkarılması yolunda bir takım anlaşmalar, sözleşmeler yapıldı. Öyle gözüküyor ki, bizim Endonezya ile olan ilişkimiz giderek artacak. 46 Kasım 2011 İlişkiler geliştirilirken hangi alanlar göze çarpıyor? Yatırım açısından hem Endonezya hem de Türkiye çok cazip iki ülke. Türkiye’nin enteresan bir pozisyonu var, özellikle Avrupa’ya çok yakınız. Örneğin burada bir tekstil ürünü üretildiği zaman, biz küçük miktarlarda üretip hızlı bir şekilde gönderebiliyoruz ve Avrupa’ya yakınız. Dolayısıyla çok kaliteli tekstil ürünleri üretebiliyoruz. Onun dışında en son otomotivde muazzam adımlar atıldı 10 senede. Türkiye resmen Avrupa’nın bir otomotiv üretim üssü haline gelmeye başladı. Çok ciddi gelişmeler var. Endonezya ile ilişkilerimizde şu anda oradan bize daha çok orman ürünleri, palmiye yağı gibi doğal ürünler gönderiliyor. Çok genç ve hızla gelişen bir ülkeden bahsediyoruz. Bizim Türkiye’deki beyaz ve kahverengi eşya ürünlerini üreten üreticilerimiz çok başarılılar. Bugün baktığımız zaman Arçelik, Beko, Vestel hepsi çok başarılı şirketler. Bu şirketlerin orada yatırım yapmalarını ben o şirketlerin geleceği açısından çok olumlu olacağını düşünüyorum. Ayrıca bizim otomotiv yan sanayimiz de çok gelişti. O konuda bir takım yatırımlar ya da işbirlikleri olabilir. Aynı şekilde makine sanayimiz son 15–20 senede gerçekten çok gelişti. O konuda da işbirliklerimiz, yatırımlarımız ya da ihracatlarımız olabilir. Endonezya’da da altyapı anlamında ciddi eksiklikler var. Karayolu ve limanlar ile ilgili ciddi bir açık var ve bu konuda yatırım yapılacak. Bu yatırımda Türk inşaat firmalarının da yer alacağını düşünüyorum. Finans sektörümüz uluslararası arenada parmakla gösteriliyor. Bu alandaki tecrübelerimiz Endo- nezya’da yer almamızı sağlayabilir mi? Kesinlikle olabilir. Bir yatırım maddesi de bu zaten. Ben Ziraat ve Halk Bankası’ndan böyle bir girişimde bulunmalarını beklerim. Çünkü uluslararası ilişkilerde mütekabiliyet denen karşılıklılık ilkesi vardır. Dolayısıyla size bir hak verildiği zaman onlar da isteyebiliyorlar. Onların devlet bankasıyla bizim bir devlet bankamız karşılıklı şube açabilirler. Bu aynı zamanda bizim aramızdaki ticaret hacmini de artırmaya tetikleyici bir etken olur diye düşünüyorum. Onun arkasından özel ve katılım bankaları için de bankacılık konusunda ciddi fırsatlar doğacaktır. Müslüman bir ülke olması ilişkilerimiz açısından pozitif bir etki yaratır mı? İki tarafın da Müslüman bir ülke olması bu sıcaklığı artırdı. Ayrıca her 2 ülke de D8 dediğimiz sadece Müslüman ülkelerin üye oldukları bir örgütte birlikte toplantılar ve görüşmeler yapıyorlar. Dolayısıyla burada ilişkiler oldukça artırılıyor. Örneğin geçtiğimiz hafta İstanbul’da D8 ülkelerinin sanayi bakanlarının toplantısı vardı. Endonezya Sanayi Bakanı Sayın Mohamad Hidayat da buradaydı. Bütün D8 ülkelerinin sanayi bakanları burada bulunuyordu. Onlar 2 günlük bir toplantı yaptılar, bu arada biz de oradan sanayi bakanıyla birlikte gelmiş Endonezyalı büyük şirketlerin üst düzey yöneticileri, CEO’ları ve sanayi bakanıyla, Türkiye’den de DEİK, TUSİAD, MUSİAD, TUMSİAD gibi kuruluşların üyelerini davet ettik. Yaklaşık 150 kişinin katıldığı bir toplantı yaptık. Arkasından da ikili görüşmeler yaptık. Bu ikili görüşmeler düşündüğümüzden daha uzun sürdü. Yaklaşık 3 saat kadar sürdü. Bu ilişkileri artırmak, iş hacmini büyütmek an- lamında elimizden geleni yapıyoruz. Biraz da Hitay Yatırım Holding’in yaptığı çalışmalardan bahsedebilir miyiz? Hitay Yatırım Holding, bir yatırım şirketi... IT sektöründe şirketlerimiz var bunlar; Teknoser ve Exim. Onun dışında internet ile ilgili yatırımlarımız bulunuyor; Napolyon.com ve Dorinsight.com gibi… 2009 yılında faaliyete geçen bir faktoring şirketimiz var ve son olarak da Sotheby’s International Realty’nin 25 yıllığına Türkiye haklarını aldık. Türkiye’de gayrimenkul hizmetleri veriyoruz ve şu anda elimizde yaklaşık 500 milyon dolarlık ciddi bir portföyümüz var. Bu bize exculusive olarak verildi. Alıcıları ve satıcıları burada buluşturuyoruz. Dediğim gibi faktoringi 2009 yılında kurduk, öncelikle 5 milyon TL sermaye ile kurmuştuk, 1 ay sonrasında ise 10 milyon TL’ye çıkarttık. Şu anda Antalya ve Ankara’da şubeleri olan 35 kişilik kadrosu olan karlı bir firma haline geldi. Napolyon.com 1 milyon 200 bin üyesiyle izinli pazarlamada şu anda Türkiye’deki ilk ve tek firma. Dorinsight online araştırmada en önemli ve ilk büyük firma. Hala bu konumunu sürdürüyor. Bugün Teknoser ve Exim 624 kişinin çalıştığı büyük bir şirket. IT sektöründe bulunan 2 firmamızda 624 kişi çalışıyor. Teknoser şu anda 65 ilde şubesi olan ciddi büyük bir firma haline geldi. Çok büyüdü, rakamlar büyüdü, karlılığımız da arttı. Biz 2 sene önce Teknoser’i dönüştürme anlamında bir takım çalışmalara başladık. Sadece servis veren bakım onarım firmasından çıkarıp, aynı zamanda sistem entegretörü haline getirme yolunda bir takım adımlar attık.I Kasım 2011 47 Ar Şirketler Grubu Yönetim Kurulu Üyesi Timuçin Devrim Yalı: Akaryakıtta devrim yaptık K anada’da insanlara mercimek yemeyi öğreten Ar Şirketler Grubu, bugün dünya mercimek pazarının da %45’ini elinde bulundurmakta. Bakliyatta yakalanılan uluslararası başarı sonrası finans, gayrimenkul ve akaryakıt dağıtımı gibi sektörlerde de önemli başarılara imza atan şirket, gelecek ile ilgili planlarında ise oldukça iddialı. Şirketin Yönetim Kurulu Üyesi Timuçin Devrim Yalı, şirketin gelecek ile ilgili hedeflerini dergimizle paylaştı. Ar Şirketler Grubu’nun gelişimi ile ilgili bilgi verir misiniz? Bakliyatta yakaladığımız uluslararası başarı sonrası Kanada’daki şirketimizi 2007 yılında halka arz ettik. Bu açıdan bakıldığında yurtdışında İlk halka arz işlemini gerçekleştiren Turkcell değildir. Turkcell sadece İstanbul’daki hisselerini orada ticarete açmıştır. Biz orada Kanadalı ve Amerikalı vatandaşlardan para toplayıp sermaye yaratıp işi büyütme pozisyonuna geçtik. Bu da Türkiye’de bir ilktir. Türkiye stratejik bir ülke. Dünya sıralamasında ekonomide 15. sıradayız. 2023’te ekonominin ilk 10’a girecek olması normal ve beklenen bir şey. 2023 hedefleri için biz de çalışıyoruz. Bu çerçevede 12 tane dünya markası yaratılacak. Hedefimiz bu on iki markadan ikisine sahip olmak. Bu markalardan biri ‘Arbella’ olabilir mi? Makarnada Arbella markamız var. Türkiye’de ihracatta birinciyiz. 90 ülkeye makarna gönderiyoruz. Türkiye dünyada ihracatta ikinci sırada ve dünyada 48 Kasım 2011 ikinci sırada olan ülkenin birinci sırada makarna ihracatçısıyız. Bu 4 yıl gibi kısa bir zamanda oldu ve ciddi bir kapasitemiz var. Makarna işinde de iyi gidiyoruz. Gıdada; mercimekte %45, beyaz fasulyede %12, nohutta da dış ticarette lider bir şirketiz. Üçünde de dünya lideriyiz yani. Bu oranlara bakıldığı zaman markamızı uluslararası bir marka haline getirebileceğimizi söyleyebiliriz. Akaryakıta son dönemde yaptığınız çalışmalarla adınızdan çokça söz ettirdiniz. Mersin’de sizden önce başlayanlar vardı. Sektöre girme hususunda geç kalındı mı? Biz akaryakıt sektöründe devrim yaptık. Biz zaten farklılık yaratamayacağımız sektöre girmiyoruz. Türkiye’de akaryakıt sisteminde bir rafineri var, dağıtım şirketleri, bayiler ve tüketiciler var. Türkiye’de akaryakıtın çok pahalı olması bir üründe 4 kişinin kar etmesinden kaynaklanıyor. Tüpraş’ın ne kadar kar ettiğini bilemem ama Tüpraş’tan tüketiciye gelene kadar %14 kar marjı var. Dünyada hiçbir kar marjı bu kadar yüksek değil. Biz yıllarca bu yüksek kar marjı ile işlemişiz. Türkiye’de hiçbir dağıtım şirketinin kendi istasyonu yok. Bayilik sistemi var. Biz kendi istasyonumuzu satın alarak bayi karsız bu işe başladık. Sektörde dağıtım şirketleri %15’ten fazla kendi istasyonlarını işletemez diye bir kanun vardı. Şimdi o kanun da ortadan bizim sayemizde kalktı ve Türkiye bizim sayemizde bayisiz ve aracısız Tüpraş’tan direkt akaryakıt alma şansına kavuştuğu için %7 indirimli akaryakıt almaya başladı. Sizin daha etkin olmanızda intifa sözleşmelerinin 5 yıl ile sınırlandırılmasının etkisi oldu mu? İntifa sözleşmelerinin sona ermesiyle ben bu sektöre adım attım. Yoksa alıp değiştirecek istasyon bulamıyorduk. Dağıtım şirketleri 20-25 yıllık sözleşmelerle yoluna devam ediyordu ve ben dünyanın en büyük markasıyım diye düşünen bu markalar, bayilere kendilerini bir lütuf olarak aktarıyordu. İndirimler hususunda rakipleriniz farklı düşünüyor. Sizinle ilgili sektörde indirim yaptığınız oranlarda karlar yok diye ifade ediyorlar. Dünyada hiçbir işte malı satıp %14 kar ettiğiniz bir iş yok. Akaryakıt paradan sonra en büyük araçtır. Ben size para verip ertesi gün %14 faiz istesem yıllık şaka gibi bir rakama denk gelir. Dağıtım şirketlerinin kendi istasyonları, rafinerileri, deposu olmadığı halde neden %7 kar alıyor? Haklı olabilirsiniz ancak bu noktada bu karlar yok derken insanların kafalarını karıştırdıkları da kesin. Bu durumun başka bir yansıması da kaçak akaryakıt algısı olduğunu söyleyebiliriz. Bakın EPDK çok etkili ve denetimleri çok yüksek. Türkiye’de kaçakçılıklar düştü. Biz İstanbul’un merkezinde satışlarımızı yapıyoruz. Bu durumun altının çizilmesi lazım. Sigarada da aynısını yapmışlardı. Demek ki birilerinin canını acıtmışız. Siz kaçak akaryakıt azalıyor derken, Başbakan 2-3 yıldır kaçakçılığın arttığını söylüyor. 10 numara yağ meselesi, solvent gündeme geldi. Bayili bir sistemdense tek dağıtıcılı bir sistemi denetlemek daha kolaydır. Bizim denetimimiz çok kolay ama onların denetlenmesi çok zor. Bayi istediğini yaptıktan sonra dağıtım şirketi ne yapsın? Bizim gibi bir sistemi devlet teşvik ediyor. Bizim bütün istasyonlarımızda otomasyon var. Bütün otomasyon girdilerinin hepsi EPDK’ya bildiriliyor. Bugün dünya devi dediğimiz şirketlerin bayilerinin tamamında otomasyon yok. Benim kadar kolay denetlenebilecek bir organizasyon yok. Onu bırakın ben akaryakıtımı bile kendi lojistik şirketimle taşıtıyorum. Dolayısıyla taşımadan tutun satışa kadar çok rahat denetlenebilecek bir sistemim var. Bundan dolayı da ben zaten akaryakıtıma garanti veriyorum. Taşımadan kaynaklanan akaryakıt bozulmalarında aracı bile değiştiriyorum. Bunu da TÜV denetliyor. Onlar gelip bozulmaları inceliyor, ona göre ben cezamı ödüyorum. Bizde yasama, yürütme, yargı ayrı. Dolayısıyla bizim kadar kaliteli ve düzgün çalışan yok. Bunun kay- Kasım 2011 49 nağı da sistemin düzgün çalışmasıdır. Türkiye’nin en büyük dağıtıcı şirketlerinin Türkiye’den ayrılma süresi 1 gündür. Burada ne toprağı var, ne deposu var. Tamamen organizasyon işidir. Muhasebe departmanları bile yurt dışındadır. Bu firmaların çok büyük ağırlıkları vardı. Artık Türkiye gelişiyor. Şu an ben gidip Somali’de şirket kursam çok büyük olurum. Türkiye şu anda zaman, ekonomik gelişmişlik, eğitim, akıllı olma, dünya liderliğine oynama, evrelerinden geçiyor. Bizim insanlarımız gördükleri gibi göbek kaşıyan bidon kafalı insanlar değiller. İlk defa ticaretten, iş adamlarının ihtiyacından anlayan bir iktidar var. Şu an biz her şeyin cevabını alabiliyoruz, konuşabiliyoruz, paralel hareket edebiliyoruz. Konuşmamızın başında 12 tane uluslararası markadan bahsetmiştik şu anda böyle bir markamız var mı? Mesela Sabancı’nın Kordsa markası dünyada bir numara, biz de mercimekte bir numarayız. Bizim şimdi bir marka daha sokmamız lazım bunun için de ya inşaat ya da akaryakıt markamızı düşünüyorum. Uluslararası marklar meydana getirirken ortaklıklar olabilir mi? Mesela Irak konusunda kartlar yeni dağıtılıyor. Bizim oralarla işimiz olmaz. Biz oraları sevmiyoruz. Sigarada Irak’ta etkinliğiniz vardı. Sigarada Irak’ta etkiniz. Irak’ta ortaklarla kurduğumuz bir tesisimiz var. Biz o işte de çok mutlu değiliz ve sigara işinden çıkacağız. 50 Kasım 2011 Türkiye pazarı değiştiği için mi böyle bir karar verdiniz? Grubun çok değişik işleri var. Çok ciddi gayrimenkul, finans ve akaryakıt işi var. Sigara artık bu resme doğru oturmuyor. Peki burada bir ortaklık düşünebilir mi? Akaryakıtta bizim birçok ortaklık girişimimiz oluyor çünkü gerçekten yıldızı parlayan bir yapı. Finans konusunda da bir başka zorlu alan olan faktoringi seçtiniz. O sektörde de bir takım düzenlemeler oldu. Tamamen BDDK’nın kontrolüne girdi. Çok ciddi denetimler yaşandı, sektörde kapanmalar yaşandı, lisans iptalleri oldu. Bazıları geri geldi ama çok aktif değiller. Siz devletin, bürokratın, düzenleyicinin gözünde bu işle ilgili yeterliliğe sahip değilseniz yargı yoluyla kazanmış olduğunuz haklarınızın da pratikte geçerli olması çok zor bir şeydir. Bizim faktoring işini istememizin nedeni yaklaşık 350 milyon dolara yakın kendi içimizde bir borç ve alacak yönetiyor olmamız. Şimdi her birisi açıp Mahmut Bey’den kredi istiyor. Benim hem tedarikçi hem de alıcı riskimi yönetmek için faktoring en önemli enstrüman. Bizim asıl istediğimiz mümkün olduğunca herkes tarafından denetlenmemiz. Bizi yurt dışında halka açık şirkte olduğumuz için bizi Amerika ve Kanada denetliyor. Buradan kazandığı parayla hedef faaliyetlerini besliyor mu diye biz denetim geçiriyoruz. Sonuçta Müslüman iş adamısınız. New York limanı Dubaili bir grup tarafından alındı ve kabul görmedi. Biz de sonuçta Amerikalı ve Kanadalı vatandaşın parasını alıp Türkiye’ye getiriyoruz ve burada yatırım yapıyoruz. Sigarada TAPDK denetliyor. Akaryakıtta EPDK faktoringde de BDDK denetliyor. Bu kadar grup tarafından denetlenen bir grup yoktur. Biz denetlenmeyi seviyoruz. Çünkü kendimizi disipline ediyoruz ve piyasada bize karşı oluşabilecek dedikoduların önüne ciddi bir set çekiyoruz. Gayrimenkul hususu da son dönemde oldukça popüler. Benim çok sevdiğim bir söz vardır kazanılan her türlü para sonunda eve gider. Bu bir tüketici alışkanlığıdır. Para artırdığınız zaman hemen bir ev almaya çalışırsınız. Bu Maslow hiyerarşisinin en önemli ihtiyaçlarından biridir. Kendi evinde oturan ile kiracı olanın yürüyüşleri bile farklıdır. Bizim de kazandığımız paraları bir şekilde eve döndürmeye çalışmamız lazım. Sonuçta bu yaşayan bir organizma. Piyasaya çok büyük farklılıklar kattık. Biz hiçbir işte peçete üstünde proje yapmayız. Biz akaryakıt işi için 4 yıl çalıştık ve daha yeni yeni ortaya çıktı. Biz bu 4 yıl içinde Balmumcu’da, Bomonti’de, Ataşehir’de, Ayazağa’da, Maslak’ta arazi aldık. Şehir içinde bu kadar arazisi olan ve bunu geliştiren başka bir grup yok. Bu işte geç kalındı mı? Gayrimenkulde hiç geç kalınmadı. Gayrimenkulde İstanbul daha yolun başında. Bence İstanbul’da 2023 yılında metrekare fiyatları 20-25 bin dolar olacak. Bazı büyük projelerde sıkıntılar yaşanıyor bu durum sizi korkutmuyor mu? Bizim iş yaptığımız yerler Beşiktaş, Sarıyer, Şişli ve Bakırköy. Beylikdüzü ya da Kurtköy’de iş yapmıyoruz. Ben bu projelerden çıkmak istediğim anda çıkma sürem 1 hafta. Beylikdüzü’nde olsam çıkmam imkansız. Zaten bu işi çok niş yapıyoruz ama çok yeni kavramlar getirdik. Örneğin maliyetine lüks diye bir kavram getirdik. Mesela Bomonti’deki binamız 28 katlı, 200’e yakın bağımsız bölümü var. 1 tane Rolce Royce, 3 tane Mercedes, 2 tane de deniz taksi bağışladım projeye. Bunlarla yurtdışından müşterilerinizi karşılayabiliyorsunuz. Deniz taksilerle karşıya geçebiliyorsunuz. Bu çok önemli ama ülkede başka bir şey var. Ali Ağaoğlu’nun yaptığı gibi bunlar benim araçlarım deyip bir güç gösterisi yapmak daha doğru değil mi? Güçlüye olan sevgi bağlılık biliyorsunuz bizde üst düzeydedir. Bu araçların hiçbiri benim değil. Binanın araçları. 60 yıldır grubumuzun temel felsefesi kalite ve buna en ekonomik fiyatı sunabilmedir. Bunu sağlayabildiğin sürece müşteri sizinle duygusal bir bağ yaratır. Bizim insanlarla aramızda duygusal bir bağ var. Biz gücümüzü müşteriye bende araba var, uçak var diye sağlamıyoruz her şeyi paylaşıyoruz. Bizim müşterimizle aramızda güçlü bir bağ vardır. Full müşterisi 30 gün boyunca akaryakıt almadığı zaman telefon açar ve neden almadığını sorarız. Dünyada bu yok. Müşteri haklı veya haksız olsun bir şikayeti varsa istasyon müdürüne ceza yazarım. Kasım 2011 51 Esta Construction Yönetim Kurulu Başkanı Bahattin Demirbilek: Rusya’ya yeni girecek müteahhidimizin şansı olacağına inanmıyorum R usya pazarı ile ilgili 20 yılı aşkın bir deneyime sahip olan Bahattin Demirbilek, kurmuş olduğu Esta Construction firması ile önemli projelere imza atmış. Bugün gelinen noktada edindiği deneyimler neticesinde Rusya’da yatırım aşamasına gelen Bahattin Demirbilek, pazar ile ilgili önemli uyarılarda bulunuyor. Rusya pazarının Türk inşaat sektörü açısından gelişimi ile ilgili bilgi verir misiniz? 90 yılların başında Rus askerlerinin Doğu Almanya’dan ayrılması döneminde, Almanya ile Rusya arasında çeşitli anlaşmalar yapıldı ve bu anlaşmalar sonunda da Rus askeri Almanya’dan çekilecek, bunun karşılığında Almanya’da bu askerlerin konut ve Rusya’da çalışmaları için gerekli harcamaları üstlenecekti. Bu konu için Almanya tarafından ciddi bir bütçe ayrıldı. Türk inşaat firmalarının da Rusya’ya ilk gidişi bu anlaşmalar ve projeler çerçevesinde olmuştur. Rus hükümeti ilk ihaleye çıktığında Türk firmaları bu ihalelerin hepsini kazandı. Fakat Almanlar bu duruma itiraz ederek ihaleleri iptal ettiler. Çünkü Almanlar bu anlaşmaları imzalarken belirli hedefleri vardı. Hem topraklarından Rus askerlerini çıkarmak istiyorlardı, hem de kendi inşaat firmalarının yurt dışında önünü açmak istiyorlardı. Bir süre sonra ihaleler tekrar yapılınca Türk firmaları kendilerine birer Alman ortak bularak katıldılar veya Almanlar işi aldı, Türk firmaları taşeron oldu. Fakat o dönemde kar marjları o kadar büyüktü ki taşeron olmak da o kadar önemli değildi. Ondan sonraki süreçte Rusya, komünizm döneminden çıktı, yeni işler ortaya çıkmaya başladı, Sovyet döneminden kalan binaların çok eski olması nedeniyle yenilenmesi gerekiyordu. Bu çalışmalar 1990’lı yılların 52 Kasım 2011 ilk yarısına kadar sürdü. 90’lı yılların ikinci yarısından sonra da yabancı firmalar Rus pazarına girmeye başladı. Lojistik firmaları geldi, inşaat yan sanayi firmaları geldi, alışveriş merkezleri gelmeye başladı ve bunların işlerini hep Türk inşaatçılarımız yaptı ve bir dönemi de öyle bitirildi. 2006 ve 2007 yılı Rusya’da inşaat sektörünün altın yılı oldu. Fakat 2008 yılında başlayan kriz Rusya’da inşaat sektörünü bir anda bitirdi. Çünkü batı da yaşanan kriz yatırımcıların Rusya’ya gelmesini engelledi. Bu nedenle 2008-2010 yılı arasında pazarın tamamen öldüğünü söyleyebiliriz. Yabancı yatırımcıların dışında Rus yatırımcılar da var fakat onlarda işlerini sadece ucuza yaptırmanın derdindeler. Böyle olunca pazarda büyük bir daralma oluştu. Bunu gören Türk müteahhitleri de Türkmenistan, Cezayir, Libya, Kazakistan ve Katar gibi ülkelere yayılmaya başladı. Ama Libya’da yaşananlar, Ortadoğu’daki karışıklıklar nedeniyle insanların yeniden Rusya pazarına yönelmesini sağladı. Türkiye Müteahhitler Birliği Rusya pazarının inşaatçılarımız için kurtuluş olduğunu ifade ediyor. Bu görüşe katılır mısınız? Bugün Rusya’ya baktığınızda çok az sayıda firma kaldı. Ben Rusya’da inşaat sektörünü çok iyi görmüyorum. Özellikle Rusya’da daha önce iş yapmamış, yeni iş almak isteyen bir firmayı ben hiç şans vermiyorum. Bundan iki sene önce de Rusya’ya tavuk satacağız diye basında birçok haber çıktı sonrası ne oldu? Biz Rusya’da yaşadığımız için o işlerin yazıldığı dönemde bile yapılamayacağını biliyorduk. Fakat tavuk firmaları borsada değerlerinin artması için bu haberleri kullandılar. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Rusya’da iş yapmak için ciddi girişimleri olduğu ifade ediliyor. Başbakan’ın bizim için yaptığı en büyük hizmet vizelerin kaldırılması oldu. Eskiden vizesi olan Rusya’ya girmesi çok zordu. Bu açıdan baktığınızda bize sunulan bu kolaylık ciddi bir hizmettir. Bir de Türk Hava Yolları’nın büyüme politikası sayesinde Rusya’ya günde 4-5 sefer düzenleniyor. Günde 2-3 sefer de Rus hava yolları uçuş yapıyor. Kısacası 2 saatte bir Rusya’ya uçak olduğunu söyleyebiliriz. Vize probleminiz yok ise şimdi karar verseniz iki üç saat içinde Rusya’ya giden bir uçak yakalarsanız. Bundan daha büyük bir hizmet olamazdı. İkincisi de artık Türk iş adamlarına yurt dışındaki bakışlar değişti. Fakat yine de şunu belirtmek isterim ki ben Rusya’da müteahhitlik hizmeti açısından hem kar anlamında hem de iş anlamında pek iyimser değilim. Siz işlerin durduğunu ifade ediyorsunuz fakat, Rusya’da organize sanayi kurmaya çalışan inşaat firmamız var. Bu proje yeni bir proje de değildir, altı yıldır beklemektedir. Rusya’da konuştuğunuz zaman herkes size güzel tablolar çizecektir, fakat Rusya’da şu işleri yapıyorum ve çok iyi de kar ettim diyeni bulamazsınız. Diyemezler. Rusya pazarına bugün girmek isteyen firmalarımızın ne yapması gerekiyor? Rusya’da iş yapabilmeniz için oranın yönetim bilgisine sahip olmanız gerekir. Bu da bir iki günde öğrenilecek bilgi değildir. Yıllarca orada kalarak hatalar yaparak edinilen alışkanlıklarla oluşur. Bunların bu süreci vardır. Bu süreci yaşamadan Rusya’ya yeni girecek müteahhidimizin bir şansı olacağını inanmıyorum. Ben 20 senedir Rusya pazarında halen iş yaparken hatalar yapabiliyorsam ve bunların bedellerini de ağır ödüyorsam yeni gelenler ne yapacak. Ben de Katar’da iş yapmak istedim sonra vazgeçtim. Çünkü orada da kendine has bir yönetimi var. Aktardıklarınızdan Rusya’da firmalarımız küçük işler alarak yollarına devam edebildiğini görüyoruz. Büyük firmalarımız bu durumda pazardan çekilir mi? Bence büyük firmalarımız için daha iyi bir koşul oluştu. Herkesin kendine has ilişkileriyle işler devam ediyor. Bu işleri oluşturan firmalar bir şekilde çarklarını döndürebiliyor. Fakat yeni iş almanın çok zor olduğunu söylüyorum. Böyle bir pazar ortamı yeni büyük inşaat firmaları çıkartabilir miyiz? Eğer şu anda yeni bir Rönesans firması çıkacak ise ilk aday bizim firmamızdır. Fakat ben şu anda böyle bir gelişime inanmıyorum. Çünkü pazar şu anda öyle bir pazar değildir. Tabi bunları sayarken bizim yatırım veya teknoloji ağırlıklı işleri saymıyorum. Spor organizasyonları Rusya’da yeni açılım sağlar mı? O organizasyonla ilgili işler daha başlamadı. Fakat dünya kupasından dolayı statların yenilenmesi bekleniliyor. Orada büyük işler çıkabilir. Rusya genelinde en az 6-7 tane stat yapılacak. Bunlarla ilgili daha işler başlamadı. Bunlardan bir tanesini biz alabiliriz. Ben Kasım 2011 53 en az Türk firmaları açısından 3 stat ihalesini kazanır diye düşünüyorum. Fakat tek başımıza alabilir miyiz, yoksa yine Alman Türk ortaklığında mı alınır onu bilemem. Burada Enka’nın tek başına iş alma ihtimali çok yüksek. Son yıllarda Rusya’da iş yapan veya para kazanan herkes Türkiye’de yatırıma geldiği görünüyor. Sizinde böyle bir çalışmanız var mıdır? Türkiye rahat iş yapılabilecek bir ülke konumuna geldi. Türkiye’de yoğun bir rekabet yok. Çünkü Rusya’daki pazarın gelişimine alınan risklere bakıyorum, Türkiye’deki pazarların gelişimine bakıyorum ve ben Türkiye’yi tercih ederim. Sizin yatırımlarınız olacak mı? Biz inşaat dışında Rusya’da tüketim maddeleri satıyoruz. Rusya’da üretime girmek istiyoruz. Rusya’da eskiden bir tek Moskova denilirken bugün firmalarımızın yayıldığını görüyoruz. Ben eskiden Rusya’da iş yapan arkadaşlara hep söylüyordum. Rusya’da işiniz var ise Türkiye’de oturarak bu işlerinizi yapamazsınız. Aynı şekilde Rusya’nın içinde iş yapıyorsanız yine Moskova’da oturup işlerinizi yönetemezsiniz. 20 senedir Rusya’dayım ve gezmediğim görmediğim bir bölgesi yoktur. Rusya’nın bir bölgesine gidiyorsunuz farklı alışkanlıklar, iş alışkanlıkları, sosyal yaşamları çok farklıdır, fakat Kuzey Kafkas bölgesine gidersiniz kendinizi Türkiye’nin Güney Doğu’sunda görürsünüz. Tüketim alışkanlıkları bile farklıdır. Kuzey Kafkas’da insanlar sabah ezanıyla uyanırlar. Tataristan ayrı bir dünyadır. Rusya’da işlerin azaldığını söyledik fakat Kafkas bölgesinde özel ilişkilerle iş yapılabilir. Çünkü orada da problemler var. Zaten problemin olmadığı bir bölgede inşaat işinde kar yoktur. Türkiye’de bir yatırım düşünüyor musunuz? Türkiye’de bir yatırım yaparsak yine kendi işimizde lüks konut projeleri yaparız. Artık Rus firmaları da burada yatırım yapmaya başlayacaktır. Bizim daha iyi bir yere gelmemiz için de farklı çalışmaların olması gerektiği vurgulanıyor. Örneğin inşaat firmalarına Fransa’nın verdiği destek gibi destek verilmesinin önemi vurgulanıyor. Türkiye şu anda belediyecilik anlayışıyla süper yönetiliyor. Her yerde bir çalışma yapılıyor. Fakat benim istediğim şey şudur, üretim yapan insanlar daha iyi noktalara getirilirlerse ülkemizin önünün daha fazla açık olduğuna inanıyorum. Bunun dışında okullarımız, hastanelerimiz, yollarımız süper bir şekilde geliştiriliyor. Fakat bunların yanında örneğin inşaat sektöründe teminat mektubu sorunu çözülmesi gerekiyor. Çünkü Türkiye’nin yurt dışında en fazla rekabet edebileceği sektör inşaat sektörüdür. İkincisi de hizmet sektörümüz. Görüşmelerimiz sırasında bir Türk SRO’sunun kurulması öneminden bahsedildi. Sizin bu konudaki dü- 54 Kasım 2011 şüncenizi alabilir miyiz? Biz oraya üye olmadık. Benim sivil toplum veya politik kuruluşlarına bakış açım farklıdır. Biraz daha dikkatliyim bu konuda. Rusya’da özellikle böyle kuruluşların iş adamlarına çok büyük bir değer getireceğini düşünmüyorum. Ben RTİB yönetimindeyim. Türk iş adamlarını temsil etme konusunda bir ya da iki kuruluştan biridir. Geçmişi ve bir mazisi vardır. Fakat bunların dışında oluşacak kuruluşların ne kadar ayakta kalabileceğini bilemiyorum. Birlikte olmak güzel bir şeydir fakat bunun altını da doldurmak gerekiyor. Bu konunun altını biraz açabilir miyiz? Bizim kendi inşaat şirketlerimizin arasında bile çok centilmen olmayan rekabetler yaşanıyor. Sanırım bu da bir süreçtir. Ben on yıl önce Azerileri konuşuyordum, burada neden böyle yanlışlıklar var diye. Oysa ki orada bu işlerin normal olduğunu öğrendim. Çünkü toplamda on yıllık bir ticari hayatları var, bir geçmişten gelen ticari ahlakı yok. Biz Türkiye olarak 70 yılda buraya geldik ve her geçen senede daha kurumsal, sözünde duran, sosyal sorumluluk alan ve işlerini doğru yapan firmalar ortaya çıkıyor. Bugün ciddi bir rekabet ortaya çıkıyor fakat bunun dışında birbirlerine yardım eden firmalarımızda oluyor. Ben inanıyorum ki 15 sene sonra bu ilişkilerimiz daha iyi olacaktır.I Rusya’ya yatırım yapılmasının zorluklarına değinen Berk Unan: Rusya’da üretim desteklenmiyor usya pazarı ülkemiz için önemini korumaya devam ediyor. Önemine binaen ticari ilişkilerimiz ise gelişmeye devam ediyor. Özellikle müteahhitlik alanında önemli çalışmalara imza atan firmalarımız, ülkenin ihtiyaçları çerçevesinde çözümler üretiyor. Çözüm üreten firmalarımızdan biri olan Fudes Desing&Construction Yönetim Kurulu Başkanı Berk Unan, deneyimlerini okuyucularımızla paylaştı. Rusya’da edindiğiniz deneyimlerden yola çıkarak, Türkiye ile Rusya’yı merak edenler için karşılaştırabilir misiniz? Rusya’da bir yerden sonra şahsi ilişkiler önem kazanıyor. Her şey sisteme ve kurallara %100 uyumlu olamıyor. Rusya’da kanunlar surekli birbirinin uzerine eklenerek gittiği için kural ve kanun enflasyonu yaşanıyor. Heryerde olduğu gibi bu prosedürleri kolaylaştırmak veya zorlaştırmak mümkün. Ama Rusya’da dolaşacağınız yollar aşağı yukarı bellidir. Onları geçerken insanlarla birebir ikili ilişkiler kurmak zorundasınız. Tabii belli çerçevelerin dışına çıkamıyorsunuz. Kuralları esnetebiliyorsunuz ama çok da delemiyorsunuz. Bunların yanında orada prosedür bizim için daha net. Türkiye’deki ise bizim için tamamen kara kutu. Biz şimdi Bebek’te bir işe başladık ve kuralla kanunla uğraşmaktan canımız çıkıyor. Bu duruma rağmen ülkemize şehircilik açısından birçok yanla da imza atabiliyoruz. San Petersburg’a, Moskova’ya, Paris’e, Şam’a gidiyorsunuz hepsi bir şekilde şehirlerini korumayı becermiş. İstanbul dünyanın en eski ve en güzel şehri, yurt dışından misafirlerimiz geliyor bunun neresi eski R 56 Kasım 2011 diye soruyorlar. Şehrin bir düzeni veya standardı yok, bu sokak çok güzel ama köşeyi dönünce sanki bambaşka bir dünyaya gelmiş gibi oluyorsunuz, çok uzağa gitmeye gerek kalmıyor; kimse buralara bakmıyor mu diye soruyorlar. Bir de göz alışkanlığı diye bir şey var. Biz bunların içinde yetiştiğimiz için bize batmıyor ama dışarıdan çok kötü görünüyor. Siz İstanbul’a baktığınızda standart bir şey göremiyorsunuz. Bir kaldırım, çöp kutusu ya da sokak lambası diğeri ile aynı değil. Çoğu yerde kaldırım bile yok, önce evler yapılıyor sonra aralarından yol geçirilmeye ve alt yapı çekilmeye çalışılıyor. Bir standart olması lazım, onun için bir şehir planlaması olması lazım. Her şeyden önce rant uğruna bu yapılan planların delinmemesi ve uygunlanması lazım. Bu kısa sürede olacak bir şey değil ama zamana yayarak yapmak mumkun. Rusya’ya tekrar geri dönersek, birilerini tanımanın önemli olduğu noktasından hareketle, Moskova Belediye Başkanı’nın değişmesi Türk firmalarının aleyhine oldu diye ifade edildi. Bunun yanında Moskova’nın genişletilmesi düşünülüyor. Bunlar sizi nasıl etkiliyor? Bizim müşteri profilimiz biraz farklı. Biz genelde uluslararası firmalar ile çalışıyoruz ve belediyeyle çok fazla işimiz olmuyor. Orada belediye ile bire bir çalışan firmalarımız var, bunlardan biri Enka’dır. Enka’da artık kendi yatırımını yapıyor ve belediye ile yeni ortaklığı yok. Enka’nın Moskova Belediyesi ile Mosenka diye bir firması var ama artık pek faal değil. Moskova’da eskiden yapmış oldukları 7-8 tane binaları var. Mülkiyetin yarısı Enka’ya yarısı da belediyeye ait diye biliyoruz. Bunun dışında Moskova Belediyesi ile direkt iş yapan müteahhitlerimiz yok bildiğim kadarı ile. Kısacası bizim için bir etkiden bahsedemeyiz. Belediye başkanının değişmesi noktasında, dün alınan kararların bugün yok sayılması gibi durumlar olduğu ifade ediliyor. Doğrudur, önceki belediye başkanı döneminde yapılan işlemlerin bazılarını usulsüzlük sebebi ile iptal ettiler. Bu durum daha çok yatırımcıları etkiledi. Yatırımcının işi durunca müteahhidin işi de otomatik olarak durdu. Ama bu durum Türk firmalarına karşı özel bir hareket değil. Yatırımlar genel olarak durdu. O da bir geçiş dönemidir. Belediyedeki bazı taşlar yerine oturunca tekrar yatırımların başlayacağını düşünüyoruz. Sergey Sobyanin’in söylemlerini sert bulanlar var. Kanaatimce Moskovalilar yumuşak söylenen şeylerin yapılmayacağına inanıyor. Ancak bu durumun geneli de kapsadığını söyleyebiliriz, Putin’in açıklamaları da çok serttir. Rus halkı bu konularda daha katı. Rusya pazarında iş hacmimizi yine milyar dolar mertebesine çıkarabilir miyiz? Rusya’da çok büyük projeler var. Bu projeler hayata geçirilmeye başlandıkça bizim de iş hacmimiz artacaktır. Rusya’dan ümitliyiz. Tabii çok iyimser olmamak lazim, ama işlerin kötüye gideceğini de sanmıyorum. Zaman gerekli, önümüzde seçimler de var. Vizelerin kalkması ile bir şeyler değişti mi? Bizim için bir şey değişmedi. Rusya’ya yatırım yapma hususu son dönemlerde ülkemizde daha fazla konuşulur oldu. Rusya yabancı yatırımcı için cazip bir ülke mi? Rusya’da üretim desteklenmiyor, daha çok yer altı kaynakları ön planda. Yer altı kaynakları ne kadar gelişirse Rusya o kadar gelişiyor, petrolün fiyatı artınca Rusya rahatlıyor, düşünce zora giriyor. Bunun önlemini alamıyorlar çünkü bir rahatlık var. Çarlık döneminden bu yana hep böyle olmuş. Üretimin en yoğun olduğu dönem Sovyetler Birliği yılları. Bugün ise yine eskiye dönüş var, resmi açıklamalarda ne kadar KOBİ’leri desteklemek gerektiği söylense de, bir taraftan bakınca da niye uğraşsınlar imalata girmekle, sanayiyi geliştirmekle. Bu nedenlerle doğal olarak yatırımcıya çok uygun değil, kanuni yapısı çok ağır. Öbür yandan bu da rekabeti azaltıyor ve karlılığı arttırıyor, yasal zorlukları aşabilen firmaların önünde büyük bir pazar açılıyor. İnsanlar oraya neden gidip yatırım yapıyorlar? Piyasa boş. Ama rekabet kanunlar ağır olduğu için yok. Bu işi daha iyi bilen finansal gücü daha kuvvetli köklü batılı firmalar bu zorluları aşamıyor, içerideki dinamikleri yakalayamıyor. Dolayısıyla o boşlukları kullanıyorsunuz. Rekabet olmamasının bir nedeni de nedeni piyasa şartlarının açık ve şeffaf olmaması. Dolayısıyla orayı bilmeniz lazım, orada tecrübe edinme- Kasım 2011 57 niz, bazı riskleri almanız lazım. O riskleri çoğu zaman Avrupalılar alamıyorlar. Ancak çok büyük firmalar devlet bazında anlaşmalarla giriyorlar. Son dönemde Putin yatırım yapın diyor ve kalıcı yatırımlar istiyor. Paraların başka yere gönderilmesinden rahatsız olduğunu belirtiyor. Bu iş yapan firmaları zorlar mı? Yurtdışına çıkan paranın çoğunu Rus firmaları çıkartıyor. O laf Rusya’da fabrika kuran insanlara değil, petrolü çıkartan, doğal kaynakları kullanan firmalara yönelik ama o kadar politik bir laf ki bence pek gerçekçi değil. Kriz sonrasında özellikle müteahhit firmalarımız için Rusya’da yeni iş imkanlarından bahsedebilir miyiz? İşler bir şekilde başlayacak. Türk firmalarının Rusya’daki imajları kötü değil. Kimse Türk firması kötü iş yapar demiyor. Kriz dönemlerinde genelde orda işine çok sahip çıkmayan firmalar elenir. 1998 krizinde bizde kalfa olarak başlayıp kendi şirketini kuran ve 10-15 milyon dolarlık iş alan firmalar vardı piyasada. Ruslar da bir şirket nasıl araştırılır bilmedikleri için güvenip işi verdiler. Öyle insanların çoğu kriz döneminde temizlendi ve köklü firmalar kaldı. Kriz dönemleri bu açıdan iyi oluyor. Kalan firmalar düzgün oluyor hem finansman hem de yönetim olarak güçlü olanlar kalıyor. Sizin Rusya dışında bir yatırım planınız var mı? Biz kaba inşaat işinden koptuk. Daha çok iskeleti bitmiş bir binanın komple projelendirilmesini ve fitout’unu yapıyoruz. Bu bizim büyük inşaat firmalarının çok yapamadığı, daha ince, sofistike işler. Standartları yüksek işler. Bu tür işlere yöneldik. Bir de inşaatta başında durmadan iş yaptırmak zor. İnşaat olayı fabrika kurmak gibi değil. Çok kısa sürede, büyük paralar dönüyor ve orada yapılacak bir hata size çok ciddi zarar veriyor. Bu nedenle biz dikkatimizi Rusya’ya yönelttik. Biraz’da son dönemde ülkemizde çalışmalar yapıyoruz. Türk müteahhitlik sektörünü değerlendirmenizi istesek neler söylemek istersiniz? Türk firmaları inşaat konusunda da dünyada parmakla gösteriliyor. Tabii son yıllarda kazanılan tecrübe de çok önemli. İnşaat yaptıkça işçi de, mühendis de, idareci de tecrübe kazanıyor. Her yapılan iş ekiplere, insanlara tecrübe oluyor. Bu tecrübeyi her ülkede bulamayabilirsiniz. Tecrübe olmayınca inşaat yapılamaz. İnşaatta kitaptan okuyup yapayım gibi bir durum söz konusu değil. Son olarak Rusya’da bir Arap Baharı gibi durumun yaşanabileceği belirtiliyor. Ülkeyi tanıyan biri olarak böyle bir durum mümkün mü? Putin tekrar seçilecek ve bir şeyler yapması lazım. Eğer yapmazsa olabilir. Öyle bir sıkıntı var zaten dev- 58 Kasım 2011 letin içinden insanlar da içten içe bir hareketlenmenin olduğunu söylüyor. Ama Rusya’da Sovyetlerden kalma çok kontrollü bir sistem var. Devlet sürekli halkın nabzını tutuyor. Dolayısıyla halkın neye tepki gösterdiğini çok sıkı takip ediyorlar. Tabi gelir dağılımındaki dengesizlikler insanları huzursuz etmiyor degil. Seçimlerden sonra belli bir aşamada ülke çapından insanlara konut yapılıp dağıtılacağı söyleniyor. Bunu da insanları bir süre daha sakinleştirmek için yapacaklar. Tabii ki Rusya büyük bir ülke ve Rus insanı da Arap insanından çok farklı. Bence böyle bir risk yakın gelecekte mümkün değil.I Uzakdoğu’dan gelen ürünlerin sektörlerini olumsuz etkilediğini belirten Sebahattin Aydoğmuş: Kurumsal firmalara daha rahat ürün verebiliyoruz angından korunma ve güvenlik gibi konulara olan yaklaşımımız, gelişmiş bir ülke olup olmadığımızın bir göstergesidir kanısı ilk bakışta abartılı bir yaklaşımmış gibi görülse de, üzerine birkaç cümle daha kadar aktarılmayacak kadar net ve reel bir durumun göstergesidir. Ancak ülkemizde bu alanda yapılan uygulamaların yetersizliği oldukça düşündürücüdür. Türkiye’de güvenlik sektörü ve özellikle acil aydınlatma sistemleri üretiminde 20 yılı aşkın bir süredir deneyime sahip Arsel Elektronik Yönetim Kurulu Başkanı Sebahattin Aydoğmuş, sektör ile ilgili deneyimlerini aktarırken, bir kez daha bakış açımızın değiştirmemiz gerektiğine tanık oluyoruz. Yangın ve güvenlik sektörünün tamamında yer alıyor musunuz? Yangın ve güvenlik çatısı çok geniş bir çeşitliliğe sahiptir. Bunu gözardı etmemek lazım. Söndürmesi, gaz algılama sistemleri, kartlı geçişler var. Bizde sadece bina koruma ile ilgili yangın algılama sistemleri acil aydınlatma bir de interkom sistemleri var. Kullanım alanları daha çok kamusal yerler mi? Sadece kamuya ait yerler değil, oteller, hastaneler, AVM’ler, hava alanları, istasyonlar, kütüphaneler, sergi salonları, spor kompleksleri gibi aklınıza gelecek her yerde kullanılabilir. Yeni yapılan konutlarda normal apartman tipi olanlarda bizim pek işimiz olmuyor ama marka konut projelerinde daha çok talep var. Bu sistemlerin kullanımı için yönetmeliklere bağlı olarak bir mecburiyet söz konusu mu? İnterkom sistemlerine bir yönetmelik yok ama yangın algılama sistemlerinde ve acil aydınlatmalarda Y 60 Kasım 2011 yönetmelikler var ve buna bağlı olarak standartlar var. Diğerlerinde de yönetmelikler olması gerekir mi? Diğerleri biraz konfora giriyor. Onlarla ilgili bir takım sertifikalar var ama yasal gereklilikler yok. Kameralar için otel restoranlarında, gece kulüplerinde zorunlu ama onun haricinde bir zorunluluk yok. Bu anlamda okullar biraz geride kalıyorlar. Okullarda bir zorunluluk olması gerekmez mi? Okullarda zorunluluk var ama eski yapılan binalarda projeler olmadığı için yapılmamış. Özellikle Şişli, Mecidiyeköy, Taksim, Beyoğlu bölgesi çok eski yerler. Buralarda çok okul var ama bazılarında bu sistemler yok. Bunlar sonradan yapılabilir şeyler değil mi? Önce de yapılabilir, sonra da. Ama önce yapılmasında fayda var. Çünkü bunda kablolama işi var, keşif var. Bunun için ayrı kablo çekilmesi gerekiyor. Okullarda bir sürü gereksiz kamera sistemlerinin olduğunu biliyoruz. Daha elzem olan şeyler yapılması gerekmez mi? Millet olarak biraz görselliğe önem veriyoruz. Yani zorunlu olan sistemler ikinci planda kalıyor. Gerekli olur mu olmaz mı diye bakıp kurumlar bütçe ayırmıyorlar. Şuan ihtiyaçları yok ama ileride ihtiyaç olur mu bilemeyiz. Temennimiz ihtiyacı olmaması ama buna biraz ölü yatırım olarak bakıyorlar. Özellikle ruhsat sorunu olan fabrikalarda, kurumlarda bu sistemler olmadan ruhsat verilmiyor. %65-70’i mecbur kaldıkları için yaptırıyorlar. Fabrikada güvenlik mevzusu önemli ama okulda değil mi? Okulda da önemli. Biz daha çok fabrika tarzı yerlerle ilgilendiğimiz için söylüyorum. Ancak birileri gelip okul yönetimini uyardığı zaman okul yönetimi bununla ilgili araştırmalar yapıp bizim gibi firmalara ulaşıyorlar ve temin etmeye çalışıyorlar. Bu noktada bir düzenlemenin gelmesi gerekmez mi? Önemli tabi. Yeni yapılarda proje yapan firmaların neredeyse tamamı bunu önemsiyor. Projeye konulması gerektiği için mutlaka sistemde oluyor. Yeni yapılarda sorun yok ama eskilerde sorun oluyor. Bu noktada gelişmiş bir beynin en önce yapması gereken şeylerden birinin sizin yaptığınız işler olduğunu görmesi gerekmez mi? Acil durumlarda itfaiye binaya girdiğinde tüm güç kaynaklarını kesiyor. Acil çıkış armatürleriniz varsa binadan bunların yardımı ile çıkabiliyorsunuz. Doğal olarak çok önem teşkil ediyor, mutlaka olması gerekiyor. Yatırımcılar buna ölü yatırım gibi bakıyor. Ödeyeceği para 20-30 bin liradır ama ölü yatırım olarak düşünüyorlar. Yaptırmak zorunda kalırlarsa da ucuz olan ürünlerle çözüyorlar. Uzakdoğu’dan gelen yarı fiyatına ürünler ile çözmeye çalışıyorlar. Bu bizim için çok iyi bir durum değil. Biz çok indirim yaparak ucuz fiyatlara veremiyoruz. Çünkü buradaki işçilik maliyetleri ve malzeme fiyatları çok uygun değil. Ayrıca kullandığımız malzemeler Çin’den gelmiyor, birçok malzeme Avrupa’dan geliyor. Dolayısıyla aynı fiyatı vermemiz mümkün değil ve bu anlamda zorlanıyoruz. Bu alan rekabetin yoğun yaşandığı bir alan mı? Rekabet var. Şu anda yoğun olarak markalı toplu konutlara yöneldik. Burada uygulamacı mühendislik firmaları var çözüm ortağı olarak aynı noktada bulu- şuyoruz. Sinpaş’ın Halkalı’daki Bosphorus projesini yapmaya devam ediyoruz. Orada çok fazla ürünümüz kullanıldı. Avrupa Konutları, Ağaoğlu İnşaat, Anthill, Palladium ve Sinpaş’ın Sancaktepe projesinde kullanıldı. Rakipler de var tabi ki ama özellikle ürün yelpazesi geniş, kısa zamanda çözüm üretebilen veya projeye göre çözüm üretebilen 5-6 tane firma vardır. Profesyonellikte adım adım giden bir süreçten bahsedemiyoruz, reklamları çok profesyonel ama dediğiniz gibi firmalar bunu ikinci planda tutabiliyor. Toplu konut yapımında orta gelirli olanlarda bile malzeme kalitesinin iyi olmadığını söylüyorlar. Hal böyle olunca ucuz alan kişi de ucuza mal etmem gerek diyor ve 50 liralık armatür takacaksa 25 liralık armatür takayım diyor. Bunu da ya merdiven altından ya da Uzakdoğu’dan temin ediliyor ve biz de dolayısıyla kaybetmiş oluyoruz. Biz de o kadar uğraşıyoruz emek veriyoruz sonra işi başka firmaya veriyorlar, bize de fiyat çok yüksek diyorlar. Bu durumda da kalite konusunda tavizler veriliyor. Özellikle iyi kurumlarda satın alma konusunda birimlerin olduğu yerlerde, Koç Grubu, Anadolu Şişecam gibi yerlerde şanslıyız. Oralara rahat satabiliyoruz. Ancak her yerde şansınız olmuyor. Büyük firmalarda teknik malzeme alacak kişiler mutlaka teknik bilgi sahibi insanlar alım yapıyorlar ve böyle yerlerde daha şanslı oluyoruz. Sattığımız ürünlere de çok güveniyoruz.I Kasım 2011 61 Vakıf Faktoring Genel Müdür Recep Çelebi: Biz tefeci değiliz riz döneminde yıldızı parlayan faktoring sektörü, KOBİ’lerin vazgeçilmezi oldu. İşlem hacmini her geçen gün artıran sektör, sağlıklı adımlar atabilmek için gerekli çalışmaları yapmaya devam ediyor. Sektörün önemli oyuncularından biri olan Vakıf Faktoring, yaşanan bu değişim dönüşüm sürecinde yerini sağlamlaştırmak istiyor. Firmanın Genel Müdürü Recep Çelebi yaşanılan süreç ile ilgili sorularımızı yanıtladı. Faktoring şirketlerinde banka kökenli olanlar ve olmayanlar olarak iki grup var. Banka kökenliler diğerlerini kötü olarak nitelendiriliyor. Bu konudaki düşünceleriniz nelerdir? Banka faktoring firmaları ile diğerlerinin arasındaki en büyük fark bilançolar incelendiğinde diğerle- K 62 Kasım 2011 rinin öz kaynakları çok yüksek olmak zorunda olmasıdır. Banka faktoring şirketleri fazla öz kaynağa ihtiyaç duymuyorlar sahibi olan bankalar kuvvetli bankalar olduğu için hem kendi bankalarından hem de diğer bankalardan fon teminleri kolay. Şahısların ise kredi temini zor. Hem bankalar fonlamak istemiyor hem de piyasalar bozulduğu zaman bankalar sağladıkları fonları geri çağırırlar. Bu da o tür faktoring firmalarını müşterileri nezdinde zor duruma düşürür. Fon teminleri de yüksek maliyetli oluyor ve daha pahalıya borçlanmak zorunda kalıyorlar. Daha pahalıya borçlandıkları için de daha pahalıya satmak zorundalar. Daha pahalıya satmak için de daha riskli işlere girmeleri gerekiyor. Kayıtdışı firmalar halen sektördeki varlıklarını sürdürüyorlar mı? Kayıt dışı geçmişte vardı ama şu anda BDDK’nın kayıt içine denetimleri çok sıkı olup lisans iptalleri getirdiği için cesaretle o işi yapmak çok kolay değil. Muhakkak ki belli ölçüde yapanlar vardır ama yaygın bir şekilde yapıldığını söylemek zor. Bankacılık ile faktoring sistemi arasındaki fark nedir? Bankacılık sektörü ile faktoring arasındaki fark biz parayı kime verdiğimizi, hangi iş için verdiğimizi lisanslamak zorundayız. Bankalar kredi verirken fatura aramak zorunda değiller, herkese verebilirler. Kredinin nerede kullanıldığını da denetlemek zorunda değiller ama bu denetim faktoringde var. Kredinin verilen işte kullanılması alınan riskin ehemmiyeti açısından önemli. Eğer gerçekten bir kredi iş için kullanılıyorsa o kredinin geri dönme ihtimali yüksektir. Bunun denetimini yapmak risk kontrolü açısından önemlidir. Tabi kamu otoritesinin buradaki amacı da kayıt dışılığı devre dışı bırakmaktır. Bu kayıt dışılığın da faktoring sektörünce imajının bozuk olmasından dolayı artık bir denetlenme ihtiyacı duyuluyor. Bankaların daha ciddi olup bu işlere girmeyeceği düşünülüyor. Bankalar bulundukları noktaya gelmek için çok mücadele etti, büyük kayıplar verdiler. Aynı yolu faktoring şirketlerinin de izlemesi gerek gibi görünüyor. Hem kamu otoritesinin sadece kredi kullanım konusundaki denetimi çok sıkı değil, vergi açısından da çok büyük farklar var. Bankalarla aynı işi yapmalarına rağmen faktoring sektörü banka sigorta muamele vergisini iki kere veriyor. Faktoring sektörünün imajı her alanda olumsuz bir bakış açısında sebep oluyor. Örnek vermek gerekirse Maliye Bakanlığı diyor ki sizin geri dönmeyen kredilerinizi masraf olarak yazamazsınız, ben bunu kabul etmiyorum diyor. Ama banka masraf gösterebiliyor. Bunu otoritelere anlatmak çok kolay olmayacak. Bir işi banka üzerinden yaparsan faktroing üzerinde yaptığından daha az vergi ödüyorsun. Bu bir handikaptır. Sistemin gelişmesi için faydalarının anlatılması gerekir. Biz tefeci değiliz. Kötü, yasa dışı işleri finanse eden kuruluşlar değiliz. Biz ekonominin sağlıklı işleyişin, temin etmeye çalışan finansal kurumlarız. 2000 krizinden sonra 2001’de başlayan sürecin bankacılık sektörünü iyi bir disipline etme açısından yerindeydi. Ama öbür taraftan baktığınız zaman ayaklarının üstüne kalkmaya çalışan faktoring sektörünü de bu katı kurallar fazla etkilemiyor mu? Muhakkak ki etkiliyor. Faktoring sektörünün gelişmesi için önce güvenli bir şekilde satacak parayı bulmaları lazım. Bu da tahvil ihracı olabilir. Genel ekonomik ortama uygun olması, sermaye yeterliliklerinin olması, daha ciddi kurumların olması, piyasadaki imajının düzelmesi gerekli. Tabi bankacılık sektörü dışındaki faktoring şirketlerinde yaşayan bir yapı olması lazım. Bu da ancak fon temini ile mümkün olur. Bu çok kısa dönemde yapılacak bir iş değil. Burada riskli işlere girdikçe fiyatlar yükselir ama fireler de artar. Bu tür faktoring firmaları KOBİler ile çalışıyorlar ama KOBİler ile çalışınca daha çok kişiyi çalıştırmak zorundasınız. % 11-12 ile biz para satarken onlar % 20-25 marjla satıyor ama % 5-6 da takip riski oluşuyor. Faktoringin bir avantajı da ekonomik açıdan daha küçük firmalara daha kolay prose- Kasım 2011 63 dürler ile ulaşma imkanı ve bankalardan farklı gözle bakmaları. Bütün bankalar müşterilere aynı gözle bakar, aynı kriterleri uygular ve aynı sonucu alır. Yani bir bankaya kredi müracaatında bulunduğunuzda krediniz reddedilirse diğer bankalarda da reddedilme ihtimali çok yüksektir. Burada faktoringin bakışı biraz daha farklıdır. Faktoring kredi talebinde bulunan kurumdan ziyade alacağın kalitesine de bakar. İnsanların şu anda faktoringlere daha fazla yöneldiğini düşünürsek bankaların daha az kredi verdiği yıllarda insanlar mecburen daha çok tefecilere başvurdular. Bu ortamda faktoringler nasıl çıkış sağlıyor? Faktoringlerin riskli işleler yönelmesi mecburiyetten kaynaklanıyor. Fonlama maliyetleri yüksek, onun için de parayı yüksek fiyata satmak zorunda onun için de daha riskli işler ile uğraşıyorsunuz. Faktoringlerin işi her zaman zor. Önce finans piyasasını iyi analiz etmek lazım. Yani bankalar piyasadaki kredi talebinin ne kadarını karşılıyorlar? Ya da soruyu daha geniş sorarsak Türkiye’de firmalar fon ihtiyaçlarını nasıl temin ediyorlar? Yani bankalar fon ihtiyaçlarının yüzde kaçını karşılıyorlar. Firmalar fonları hangi kaynaklardan temin ediyorlar? Buna bakılırsa bankaların fonlama oranı % 30-40 civarındaydı. Şimdi % 65’e yaklaşmışlardır. Dolayısıyla firmalar hala fon ihtiyaçlarının önemli bir kısmını bankalar dışındaki sistemden karşılıyorlar. Bunlardan biri müşteri kredisidir ve bu en riskli ve en pahalı kredidir. Gidersiniz mal alırsınız 5 ay çek verirler ve üzerine %15 koyarlar. Şimdi orada %50’lik bir potansiyel var. Piyasada sizi farklı kılan şey nedir? Bankacılıktan geliyoruz ama farklı yanlarımızı ortaya koyduk. Türkiye gelişen bir ülke. Aslında piyasada çok sayıda firma ve alternatif finansman ihtiyaçları var. O firmalara erişebilirseniz iş yapan ciddi firmalar ve onların getirdiği projeler var. Onları sağlıklı erişim yöntemi geliştirirseniz para satmak konusunda sıkıntılar yaşamazsınız. Tabi biz banka iştiraki olmamız sebebi ile 64 Kasım 2011 kredi temin etmemiz çok zor olmadı. Benim de bankacılık geçmişim var. Kredi bilgisi, risk ölçme ve kredi ölçme çok önemli. Tabi Vakıfbank da büyük bir kurum. Önemli portföyü, bilgi birikimi, istihbari bilgileri var. Biz o potansiyeli iyi değerlendirme imkanı bulduk. Bir de pazarlama ve piyasalara erişim konusu önemli. Bankacıların yapması gereken iyi ile kötüyü ayırıp, iyileri desteklemek, kötülere fon verip batmamak. Yabancı sermayenin yeterince girmediği neredeyse tek alan faktoring. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Büyüme aşamasında, çok hacimli işler yok, çok da kurumsallaşmamış. Banka sahibi olan yabancı firmalar var ve onlar da faktoringde sayılır. Ama iyi organize olan, iyi çalışan firmalar için burada büyük bir alan var. Bankaların da faktoring ve leasing faaliyetlerini kendi bünyelerinde yapmaları doğru mu? Bankaların sattığı ürün ve hizmet sayısı çok fazla. Bankalar her işi yapmaya çalışıyorlar. Her işi yapan kurumlar spesifik bazı işlerde uzmanlaşamaz. Faktoring ve leasing tamamen ihtisas alanları ama bankaların bu kadar ihtisas sahibi olması mümkün değil. Daha verimli ve daha dikkatli çalışmayı gerektiren işler var. Faktoringde bile sadece para satışta bile çok değişik yöntemler var. Bunları bankada yapmak mümkün değil. O yüzden bu gibi kurumların yaygınlaşması iş hayatının ve üretim sürecinin daha sağlıklı işlemesi açısından çok önemli. Dernek olarak meramınızı tam anlatabiliyor musunuz? Önyargıları kırmak lazım. Sektörde yaklaşık 80 tane firma var. Birkaç firmanın yanlış uygulaması haber olduğu zaman kötü bir imaj oluşturuyor. Dernek kendi çapında faaliyetler içinde. Reklam kampanyası yapıyor, kendini tanıtmaya çalışıyor ama ne kadar anlatırsanız anlatın bunları yaparak göstermeniz lazım.I ESTA GROUP’un başarısının temelinde, oluşturulan profesyonel kadrolar ve stratejik planlamalar yatar. Evrensel düşün yerel davran... Valikonağı Cad. No: 54 Kat: 4 Daire: 6 Nişantaşı/İstanbul 34365 Tel: +90 212 291 80 70 Faks: +90 212 291 60 10 Ugreshskaya Str. Bld. 2/ 91 Moskow, Russıa Tel: +7 495 665 46 98 [email protected] www.estagroup.com.tr Ulaştıkları her bölgede insanların mağazalarına ilgi gösterdiklerini belirten D&R Genel Müdürü Kürşat Demircioğlu: D&R ülkemizin kültürel gelişiminde önemli bir yerde bulunuyor konomik seviyemizin yükselmesiyle birlikte okuma alışkanlığımızda giderek artıyor. İnsanların artık kitaba ulaşmak istediğinin altını çizen D&R Genel Müdürü Kürşat Demircioğlu bu duruma örnek olarak Güneydoğu’da açtıkları mağazaları gösteriyor. Diyarbakır’da ilk mağazalarını açtıklarında beklenenden çok daha büyük bir potansiyel ile karşılaştıklarını belirten Demircioğlu, halen alınması gereken yolun olduğunu vurgulayarak sorularımızı yanıtladı. Pazarınızın şu anda geldiği toplam büyüklük nedir? Bandrollü kitap satışlarına baktığınızda 600 milyon liralık bir satış söz konusu. Onun da % 20’sini D&R gerçekleştirmiştir. Sektörlere baktığınızda müzikte % 20-25 arasında, filmde % 25-30 arasında, oyunda da % 27 gibi bir potansiyelimiz var. E 66 Kasım 2011 Toplamda ortalama %25’ini kapsıyor diyebilir miyiz? Kitap daha ağırlıklı olarak diyebiliriz. Müzik ve filmde de önemli bir yerdeyiz. Sektördeki tedarikçi rolüne baktığınızda D&R bir numaralı oyuncu pozisyonundadır. Türkiye’de okuma alışkanlığının çok fazla olmadığı ifade ediliyor. Gelişmiş ülkelerle karşılaştırdığınızda biz neredeyiz ve nereye doğru gidiyoruz? Öyle bakınca okuma oranımız çok düşük görünüyor fakat bizim de yaptığımız yatırımlarımız ile şu anda 23 ildeyiz. Örneğin Diyarbakır’da mağaza açtık. Baktığınızda potansiyel olduğunu görüyorsunuz. İnsanlar alışveriş yapmak, faydalanmak istiyor. Gaziantep’te, Malatya’da da mağazalar açtık. D&R’ın gelişimi ile çok farklı bir noktaya gelindi. Kitap alışverişlerinde yukarıya doğru giden bir trend var. Bu insanlarla konuştuğunuzda ya da ayağına gittiğinizde Büyüme trendimiz devam edecektir. İhtiyaç olan yerlerde mağazalarımızı açacağız. Diyarbakır’da mağaza açtık, gerekirse yarın Van’a da mağaza açabiliriz. Bolu’da açtığımız mağazada yaptırdığımız araştırma sonucu lider D&R çıktı. Üniversite gençliği vaktini D&R’da geçiriyor. Hoş bir mekanımız var. Baktığınızda buraya yapılan yatırım da potansiyelin artmasını sağlıyor. kitaplara ya da müziklere ulaşmak istiyorlar. Bu da satışı arttırıyor. Ama Avrupa ülkelerinin okuma oranlarına baktığınızda tabi ki almamız gereken daha çok yol var. Orada verilen birimler var mı? Tam olarak ifade edilebilecek bir rakamsal veri yok. Ama kitaplarda yükselen bir satış grafiği var. Burada gelişmişlik ile ilgili bir durum söz konusu. Ekonomi geliştikçe okuma oranı da gelişiyor. Hem ekonomik olarak gelişmişliğin etkisi var hem de alım gücü önemli. Eskiden bir kitap 15-20 liraydı şimdi fiyatlar düşürülmeye, kampanyalar oluşturulmaya başlandı. İnsanlar bundan dolayı daha fazla kitap almaya başladı. Yabancılar şu anda Türkiye’ye ilgi duyuyor. Burada çok büyük bir potansiyel var mı? Var ama yurtdışından bakınca Türkiye her geçen gün gelişen pazar gibi görünüyor. Özellikle elektronik için bunu net bir şekilde söyleyebilirim. Elektronik perakendiciliğinde özellikle yeni oyuncular katılımı ile pazar büyüdü...D&R olarak kültür-sanat-eğlence perakendeciliğinde tek ve lider olarak bu yıl içinde 15 mağaza açtık. %20 büyüme gerçekleştirdik. Önümüzdeki yıl 20 mağaza daha açacağız. İnternette herkes kitap okumaya başladı. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Türk tükecisi bildiğiniz gibi teknolojik gelişmelere çok açık. Bu nedenle bizim sektörümüzde de dijital dünya gün geçtikçe hızla büyüyor. Artık kitap,film, müzik dijital dünyada yer almaya başladı. Kasım 2011 67 D&R olarak 2010 yılında e-kitap satışına başladık. Tabiki kitap okuyucuları için dokunma tutkusu çok farklı. Makineye dokunma soğukluğu ile sayfaya dokunmak arasında çok büyük fark var. Ben bu işin daha çok zaman alacağını düşünüyorum. Dijital ortamdaki gelişmelere paralel olarak biz de internet alanında yatırımlarımızı yapıyoruz. Satışlarımızın %30’u internetten gerçekleşiyor. Doğan Grubu’nun da bu konuda çok ciddi yatırımları var.... Yurtdışında açılmak istediğiniz bir pazar var mı? Bakü’ye mağaza açma planımız var. İkinci aşamada da Ukrayna’yı düşünebiliriz. Sizi bu pazarlara yönlendiren gelişmeler nelerdir? Oralarda inanılmaz bir potansiyel, gelişmişlik ve sermaye var fakat gelirlerini harcayacak yerleri bulunmuyor. Büyük markalarımız orada, alışveriş merkezleri yapılıyor. Dolayısıyla orada büyük bir gelişen pazar var. Ama bizim sektörümüzde bir yapılanma yok. Bu da bizim için önemli bir avantaj. Teknosa ile olan işbirliğinizden bahseder misiniz? Teknosa ile işbirliğimiz devam ediyor. Bu işbirliğimiz perakende sektörüne yeni bir soluk getirmiştir. Aynı çatı altında yer alan D&R – Teknosa mağazaları kültür ve elektronik ürünlerine eksiksiz bir karma ile ulaşılabilen yegane satış noktaları haline gelmiştir. Bu konsept çerçevesinde 12 mağazamız bulunmaktadır... Marmara Forum’daki mağazamızın içerisinde 58 m2 civarında Teknosa var, 100 m2 civarında da Starbucks var. 68 Kasım 2011 Gelecek dönem hedefiniz nedir? Büyüme trendimiz devam edecektir. İhtiyaç olan yerlerde mağazalarımızı açacağız. Diyarbakır’da mağaza açtık, gerekirse yarın Van’a da mağaza açabiliriz. Bolu’da açtığımız mağazada yaptırdığımız araştırma sonucu lider D&R çıktı. Üniversite gençliği vaktini D&R’da geçiriyor. Hoş bir mekanımız var. Baktığınızda buraya yapılan yatırım da potansiyelin artmasını sağlıyor. 2012 yılında %20 civarında bir büyüme bekliyoruz. Önümüzdeki dönemde 10 bin m2 mağaza açılışı yapacağız. Türkiye ve dünyadaki gelişmelere ve kültür/sanat ürünlerindeki yeniliklere ulaşmak isteyenler için en doğru ve en yakın adres olmaya devam edeceğiz...... Açılan D&R’lar aynı zamanda ülkemizin kültürel gelişimine katkı sağlıyor… Toplamda 45 bin m2 alanda hizmet veriyorsunuz 1300 kişiye iş olanağı sağlanıyor. Hem istihdam hem de insanlara kültür hizmeti sunma açısından D&R önemli bir yerde bulunuyor. Yaygınlık oldukça insanlar D&R’da buluşalım demeye başladılar. Gençler için çok önemli bir yer oldu ve biz bu hizmeti vermekten son derece mutluyuz. Türk insanını, kültür ve eğlence dünyasının sunduğu zenginlikleri daha sık, daha kolay ve daha nitelikli bir şekilde keşfetmeye, keyfini çıkarmaya ve paylaşmaya teşvik ediyoruz. Böyleci onları ortak bir platformda bir araya getiriyoruz.I 70 Kasım 2011 Hayat Dergisi 19 Nisan 1962 Kasım 2011 71 Doç. Dr. Çiğdem Nas İKV Genel Sekreteri Türkiye 2011 ilerleme raporuna bakış: Türkiye AB’ye doğru mu ilerliyor T ürkiye hakkında Avrupa Komisyonu tarafından hazırlanan ilerleme raporlarının ondördüncüsü yayınlandı. Söz konusu raporlar 1998 yılından bu yana tüm aday ülkeler için hazırlanıyor ve AB genişleme stratejisi belgesi ile birlikte kamuoyuna açıklanıyor. AB’nin aday ülkelerin Kopenhag kriterleri açısından değerlendirildiği ilerleme raporları aday –Türkiye, Hırvatistan, Makedonya, Karadağ, İzlanda- ve potansiyel aday ülkeler –Arnavutluk, Bosna Hersek, Sırbistan, Kosova- açısından önem taşıyor. Türkiye açısından bakıldığında, AB ile 2005 yılında başlayan müzakere sürecinin ilerlememesi nedeniyle, ilerleme raporları Türkiye’de eskisi kadar ilgiyle karşılanmıyor. Ancak bu durum, raporların önemini kaybettiği anlamına gelmiyor. Türkiye için 1959 yılından bu yana benimsenen bir devlet politikası olan AB üyeliği hedefi son olarak kurulan AB bakanlığımız ile birlikte izlenmeye devam ediyor. Yaşanan duraklamaların ve sorunların iki tarafın gayretleri ve konjonktürel koşulların değişmesi ile aşılması bekleniyor. 2011 ilerleme raporu demokrasi ve temel haklar açısından bazı sorunlara işaret ediyor. Türkiye’nin demokratikleşme sürecinde önemli alanlar olan ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü ve adalet sisteminin işleyişinde sorunlara temas eden rapor, Türkiye’de çoğulculuğun ve canlı bir sivil toplumun olduğunu da vurguluyor. Geçen yıl olduğu gibi bu yıl da siyasi partiler arasında diyalog ve uzlaşı ortamının olmaması, temel kurumlar arasındaki ilişkilerin gerilimli bir şekilde devam etmesi eleştiriliyor ve bu durumun reform sürecinin ilerlemesini engellediği öne sürülüyor. Raporda devam eden Balyoz ve Ergenekon davalarına ayrıntılı bir şekilde değinilmektedir. Söz konusu davalarda savunmanın savcılık tarafından gösterilen bazı delillere erişiminin engellenmesi, çok sayıda sanığın tutuklu olarak yargılanması, tutuklanma ile iddianamenin hazırlanması arasında uzun bir süre geçmesi, dava öncesi tutukluluk sürelerinin aşırı derecede uzaması ve bunun neredeyse cezai bir niteliğe bürünmesi, henüz basılmamış bir kitaba suç delili olarak el koyulmasının, davaların meşruiyeti, savunma hakkının kullanılması ve adil yargılama ile ilgili olarak soru işaretlerine neden olduğu anlaşılmaktadır. Raporda KCK davası üzerinde de durulmakta ve bu çerçevede yargı gözetimi yerine tutuklamaların yaygın şekilde yapılması, dava dosyalarına erişimin kısıtlanması ve seçimle gelmiş yerel idarecilerin tutuklanması gibi konular nedeniyle adil yargılanma ve adalet sisteminin uluslararası standartları karşılamaması ile ilgili eleştirilerde bulunulmaktadır. Komisyon, ilerleme raporunda son yıllarda giderek aciliyet kazanan yeni bir sivil anayasa konusu üzerinde durmaktadır. Bu konu ile ilgili olarak hükümetin anayasanın 72 Kasım 2011 geniş katılımlı demokratik bir süreç içinde yapılacağı sözünü verdiği ancak 2010 anayasa referandumu ile kabul edilen paketin uygulanmasında geniş ve katılımcı bir danışma prosedürüne başvurulmadığı belirtilmektedir. Komisyon, Kopenhag kriterlerinde vurgulanan demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları ve azınlıkların korunması ve azınlıklara saygıyı garanti altına alan kurumların istikrarını pekiştirecek yeni bir anayasanın üzerinde önemle durmakta ve tüm siyasi partilerin ve sivil toplumun bu sürece katılımını gerekli görmektedir. Raporda, TBMM’den Kopenhag siyasi kriterleri doğrultusunda, Parlamento’nun denetim işlevini güçlendiren Sayıştay kanunu dahil olmak üzere çok sayıda yasanın geçirilmiş olması memnuniyetle karşılanmaktadır. Öte yandan, TBMM’nin yürütmeyi kontrol ve dış denetim yapma işlevinin hala yetersiz olduğu, demokratik ve çoğulcu bir ortamda yapılan seçimlere rağmen yüzde onluk seçim barajının kaldırılmadığı ve siyasi partilerin kapatılması ile ilgili usul ve gerekçelerin Avrupa standartları ile uyumlu olmadığı vurgulanmaktadır. Milletvekili dokunulmazlıklarının yolsuzluk ile ilgili suçlarda dahi tutuklanmayı engelleyecek şekilde geniş olması, buna karşın, seçilmiş milletvekillerinin tutukluluk hallerinin devam etmesinde de görüldüğü gibi ifade özgürlüğü ile ilgili durumlarda kısıtlayıcı bir şekilde uygulanması eleştirilmektedir. Avrupa Komisyonu demokrasi ve insan hakları alanında bazı ilerlemelere değinirken, AB standartlarına uymayan noktalar üzerinde önemle durmuştur. Bunların arasında kamu yönetiminde reform gereği, uluslar arası insan hakları hukukuna uyum sağlamaktaki zorluklar, azınlık ve etnik ve dini gruplara yönelik bazı uygulamalar, medeni ve siyasi haklar, toplanma ve örgütlenme özgürlüğü, düşünce, vicdan ve din özgürlüğü, kadın hakları ve ayrımcılığın önlenmesi gibi alanlardaki eksiklik ve zayıflıklar bulunmaktadır. Yerel yönetimlere yetki devri konusunda gerekli adımların atılmadığı, Ombudsman yasasının henüz parlamentodan geçmediği, kapsamlı bir kamu hizmet reformu gerekliliği gibi noktalar üzerinde durulmaktadır. Rapor’da ayrıca 2001 yılı Ağustos ayında kabul edilen ve ilgili bakanlara bağımsız düzenleyici otoritelerin tüm faaliyetlerini denetleme izni veren kararnameye de değinilmekte ve bunun rekabet, enerji ve bilgi teknolojileri gibi alanlarda görevlerin yerine getirilmesine ilişkin olarak endişe verici bir gelişme olduğu da belirtilmektedir. Yargı reformu ve ordunun sivil denetimi konularında ilerlemeye işaret eden rapor, yargının bağımsızlığı, tarafsızlığı ve etkinliği konusunda sorunlara değinmektedir. Mahkemelerin performansı için ortak bir stratejik çerçevenin uygulanmaması, mahkemelerin parçalı yapısı, boş yargıç ve savcı kadroları, davaların uzun sürmesi gibi konular önceki raporda olduğu gibi bu raporda da eleştiri konusu olmuştur. Hukukun üstünlüğünün tam anlamıyla sağlanabilmesi için yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı üzerindeki şüpheleri kaldıracak adımların atılması gereklidir. Temel haklar alanında sınırlı ilerleme olduğu ifade edilirken, özellikle kadın hakları ve cinsiyet eşitliğinde sınırlı ilerleme kaydedildiği, kadınlara karşı şiddet, namus cinayetleri, erken ve zorla evlendirme, kadınların siyasette ve her alanda yönetici kadrolarda sınırlı temsil edilmesi gibi sorunlara değinilmektedir. Ayrımcılıkla mücadele, işçi hakları gibi alanlarda da AB standartlarına uygun bir mevzuatın henüz olmadığı belirtilmektedir. Türkiye’nin ekonomi açısından karnesi genelde olumludur. Açık bir piyasa ekonomisinin varlığı, kamu maliyesinin sağlıklı bir yapıya sahip olduğu ve mali sektörün iyi regüle edildiği ifade edilmektedir. 2011’in ilk yarısında yüzde 10,2’yi bulan ekonomik büyüme oranından övgüyle söz edilirken, 2010 yılında GSYİH’nın yüzde 6,6’sına ulaşan cari işlem açığının 2011’de de büyümeye devam ettiği, bunun para politikasının kontrolünü güçleştirdiği ve Merkez Bankası’nın aldığı önlemlerin ancak kısmen başarılı olduğu vurgulanmaktadır. Özellikle vergi ve istihdam alanında bazı yapısal reformlara ihtiyaç duyulduğu ve makroekonomik kırılganlığın iyileştirilebilmesi için mali ve parasal politikaların daha iyi koordine edilerek sıkılaştırılması gerektiği öne sürülmektedir. Türk ekonomisindeki özellikle özel sektöre dayalı büyüme trendi 2011 yılında da devam ederken, dış pazarlardaki dalgalanmaların da etkisiyle cari işlem açığı ve enflasyonist baskılar sorun oluşturmaktadır. Ancak dünya ekonomisinde 2008 krizi sonrasında yaşanan kırılmalar ve belirsizlikler dikkate alındığında, Türkiye’nin ekonomik performansının kayda değer bir şekilde başarılı olduğu görülmektedir. Raporda, Türkiye-AB arasındaki güçlü ticari bağlara dikkat çekilmektedir. Türkiye AB’nin yedinci, AB ise Türkiye’nin birinci ticari partneridir. Türkiye’deki yabancı sermayenin yaklaşık yüzde 80’i AB kökenlidir. İlerleme raporunda Avrupa Komisyonu gümrük birliğinin önemini vurgularken, Türkiye tarafından yerine getirilmemiş olan, teknik engeller, devlet yardımları, fikri mülkiyet hakları gibi bazı konulardaki eksiklikleri gündeme getirmektedir. Ancak, Komisyon, AB’nin de üzerine düşen bazı yükümlülükleri yerine getirmediğini gözden kaçırmaktadır. Bunların başında ise, İKV’nin uzun zamandır üzerinde ciddiyetle durduğu serbest ticaret anlaşmaları ve vize konuları gelmektedir. AB’nin, gümrük birliği içinde olduğu Türkiye’yi doğrudan etkileyen, üçüncü ülkeler ile akdettiği ticaret anlaşmalarını imzalarken Türkiye’nin pozisyonunu dikkate almaması ve Ortaklık hukuku hilafına Türk vatandaşlarına vize uygulamaya devam edilmesi hem gümrük birliğini hem de ilişkilerin bütününü olumsuz etkileyen unsurlardır. AB Kıbrıs konusunda ise 2006 yılından bu yana benimsediği tutumu devam ettirmekte ve adadaki Türk kesiminin mağduriyetini görmezden gelen ve Türkiye’nin Kıbrıs so- runu ile ilgili haklı tutumunu yadsıyan bir yaklaşımı bu raporda da sergilemektedir. Kıbrıs sorununun geldiği aşama, AB’nin bu konuda bir taraf olarak sorunun çözümünü daha da zorlaştırması özellikle GKRY’nin AB dönem başkanlığını 2012’in ikinci yarısında devralması konusu da düşünülürse bizleri kaygılandırmaktadır. Ancak soruna tüm ilgili tarafların sağduyu ile yaklaşarak AB’nin de uzun dönemli çıkarlarını etkileyecek bir krizi önleyecek ve Türkiye’nin AB sürecindeki tıkanıklığı gidererek adada kapsamlı ve adil bir çözüme yol açacak adımları atacakları umulmaktadır. Raporda, Türk Hükümetinin özellikle bir AB bakanlığı kurmak suretiyle AB katılımına yönelik bağlılığını ortaya koyduğu vurgulanmıştır. Türkiye AB süreci ile ilişkili reformları hayata geçirmeye devam etmektedir. AB ile müzakere sürecinin yavaşlaması ve istenen şekilde ilerlemiyor oluşu büyük ölçüde bazı AB ülkelerinin tutumlarına ve blokajlarına dayanmaktadır. Ancak raporda eleştiri konusu olan özellikle basın ve ifade özgürlüğü, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı gibi siyasi kriterler ile ilgili alanlarda gerekli adımların atılması, Türk hukuk sistemi üzerinde yaratılan şüphenin kaldırılması ve özel yetkili mahkemeler ve uzun tutukluluk süreleri gibi, son yıllarda görülen ve şiddetli eleştirilere neden olan uygulamaların AB standartları doğrultusunda düzeltilmesi gerekmektedir. Bu şekilde demokratik bir toplumun ve sosyal bir hukuk devletinin gerekleri tam olarak yerine getirilirken, Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkan dar fikirli çevrelerin ellerindeki kozlar ortadan kalkmış olacaktır. Türkiye giderek uluslararası planda etkili ve ses getiren bir aktör olarak ön plana çıkmakta ve Ortadoğu başta olmak üzere çevre bölgelerdeki gelişmelere daha çok müdahil olmaktadır. AB sürecinin Türkiye’nin dış politika yöntemlerine önemli etkisi olmuştur. Türkiye askeri gücün ötesinde iktisadi, sosyal ve kültürel unsurlardan oluşan yumuşak gücünü vurgulayan, ikili ilişkilerde ve uluslararası platformda sorunların çözümü yönünde iradesini ortaya koyan bir yaklaşımı benimsemiştir. AB’nin norm ve ilkeleri ile de uyumlu olan bu değişen anlayış çerçevesinde Türkiye’nin uluslararası sistemdeki değişimlere uyum sağlama çabasını gözlemlemek mümkündür. Öte yandan, AB ile ilişkiler soğumuş ve müzakereler neredeyse tıkanma noktasına gelmiştir. AB perspektifi muğlaklaşarak, bu yöndeki beklentiler zayıfladıkça, Türkiye de kendine alternatif bir vizyon arayışına girmiştir. Burada vize konusundan Kıbrıs’a, Sarkozy’den Merkel’e kadar, AB’nin Türkiye’ye karşı uyguladığı dışlayıcı politikaların etkisi çok önemlidir. Ancak, Türkiye AB’nin bu tutumundan yılarak, 1959’daki ortaklık başvurusuna kadar giden ve bir devlet politikası olarak benimsenen AB ile entegrasyon hedefinden vazgeçmemelidir. Önemli bir kriz yaşayan AB dünyadaki yegane devletlerarası bütünleşme temelli barış ve refah projesi olmaya devam etmektedir ve üyelik hedefi Türkiye’nin dünya yönetişiminde söz sahibi olan AB ve Avrupa yönetişiminde belirleyici bir aktör olmasını sağlayacaktır. I Kasım 2011 73 Babacan Yapı Yönetim Kurulu Başkanı İbrahim Babacan: Bizden konut alanlar D ünyadaki ekonomik krize rağmen her geçen yıl büyümeyi sürdürmeyi başaran inşaat sektörü farklı sembol projelerle tüketicinin karşısına çıkıyor. Beylikdüzü ve Bahçeşehir’in yeni parlayan yıldızı Babacan Yapı, kendisine özel projelerle halkın karşısına çıkıyor. Firmanın Yönetim Kurulu Başkanı İbrahim Babacan, küresel krize rağmen halen en karlı yatırımın konut olduğunu ifade ederek, sektörle ilgili son gelişmeleri dergimize aktardı. Babacan Yapı’yı tanıyarak başlayabilir miyiz? Babacan Yapı olarak bizim telekomünikasyon ve inşaat olmak üzere iki grubumuz var. İnşaat grubu ikinci kuşak olarak bizim yaptığımız işler. Telekomünikasyonda ise 2006’da kadar faaldik. Telekomünikasyonda neler yapıyordunuz? Cep telefonu ithalatı yapıyorduk. Türkiye genelinde 550-600 noktada bayi ağımız vardı. Bunlara Dubai ve İngiltere’deki kendi firmalarımızdan ithalat yapıp bayilerde satış ve pazarlama yapıyorduk. Şimdi de bu sek- 74 Kasım 2011 törde üretim üzerine çalışmalarımız devam ediyor. İnşaat sektörüne ikinci kuşak olarak 2006’da başladık. 2006’da sektörün yoğun çıkışı ve 2005 yılında bankaların konut kredilerine sağladığı finans kolaylığından dolayı nitelikli konutlara yoğun bir talep olduğunu gördük. Bu talep doğrultusunda da telekomünikasyondaki finansmanımızı inşaata kaydırarak burada daha aktif çalışmayı düşündük. 2006’da Bahçelievler, Avcılar, Bağcılar’da butik projeler ürettik. Bu süreçten sonra bir kriz ortamı geçirdik. O esnada Bahçelievler ve Bağcılar’da iki site tamamladık. Bunlar volümlü projeler oldu. 2009 yılında Beylikdüzü bölgesinde daha geniş ve yüksek katlı projelerin olması sebebiyle yatırımlarımızı bu bölgeye almaya karar verdik. 2009 yılında Beylikdüzü Beykent bölgesinden başladığımız Crown Park isimli 2 bloklu, 54 daireden oluşan site projesine başladık. O projenin teslimlerini yapmayı planlıyoruz. Bu bölgede var olan dev projelerle yarışmak zor mu? Biz riskleri minimize eden bir firmayız. Gidip baş- ciddi karlar elde ettiler… kasının arsası ve parası ile proje yapabiliriz ama daha çok öz kaynakla yapıp riski düşük tutmayı tercih ediyoruz. 2010 yılında başladığımız Crown Residence projemiz var. Beylikdüzü E-5 güzergâhına 100 metre mesafede. Bu projede 99 daire ve 7 işyerinin olduğu bir alışveriş ünitesi yer alıyor. Bu projemiz de bitme aşamasında. 2010 yılında başladığımız üçüncü proje ise Crown Tower projesi. Yine Beylik düzü Haramidere bölgesinde. Bu proje diğerlerine nazaran daha büyük bir proje olacak. 35 katlı 420 daire bulunuyor. Bu projede de site kavramından ziyade yaşam alanlarına çok önem verdik. Satışlarınız nasıl? Satışlarda elimizde çok az konut kaldı. Biz bu bölgenin konut yapısından farklı bir proje ürettik. Ürettiğimiz proje bu bölgenin alışılagelmiş minimal metrekarelerde değil daha geniş alanlı projeler ürettik. Bu da alıcının ilgisini çekti. Özellikle bayanların geniş mutfak ve salona önem vermesi, sosyal olanaklar çok etkili oldu. Proje daha devam eder mi? Bunu müşterilerin arz talep dengesi gösterecek. Yapmayı istiyoruz ama şu an diğer projeler de var. Lansmanını yeni yaptığımız Crown Deluxe projesine yoğunlaştık. Bu projede Bahçeşehir’in Esenkent bölgesinde yeni yapılaşan merkezi bir bölgenin içerisinde bulunuyor. Akkoza projesi ve Akbatı AVM’nin hemen yanı başında olması, TEM otoyolunun hemen kenarında ve TED kolejinin inşaatının başlaması, etrafta önemli hastanelerin olması, Fransız sokağı olarak adlandırılan sosyal yaşam alanlarının olduğu açık bir çarşının bulunması sebebi ile proje lokasyon açısından çok önemli. İstanbul’da sembol proje yok diye ifade ediliyor. Ülkemizde bu konuya çok önem verilmiyor. Dubai’de konsept projeler yapılıyor hatta normal yapılar yok. Bizim de konsept arayışlarımız oldu. Projeye önce bir konsept belirledik ama sonrasında 2 fuara katılıp Bahçeşehir bölgesinde bir anket gerçekleştirince insanlara Bahçeşehir’in bahçe temasını veremediğimizi gördük ve projeyi atıp sil baştan bir proje tasarımı yaptık. İkinci projeyi tercih etmemizin nedeni kat bahçele- Kasım 2011 75 rinin olmasıdır. İnsanların 20. katta rezidans ortamında bahçede bulunabileceği, önünde Küçükçekmece Gölü’nü izleyebileceği bir ortam yarattık. Başbakanın açıklamaları oldu. Paranız varsa ev almayın araba alın dedi. Bu sektörü nasıl etkiledi? Başbakanımız israfa gitmeyin, lükse önem vermeyin gibi bir takım uyarılar yaptı. Biraz temkinli olmamızda mutlaka fayda var. Komşularımızda olan gelişmeler de bize yansıyabilir, fakat bu durumun konut sektörüne ne kadar yansıyacağını bilemiyorum. Bizim yaptığımız projelerde ya da çevre projelerde konut yatırımı yapan insanlar hep kazançlı çıkıyorlar. Zaten ülkemizde yaşayan insanların ev sahibi olma hayali vardır. Bizim sağladığımız imkânlarla önceden ev sahibi olmayı hayal edemeyen insanlar ev alabiliyorlar. Çünkü uzun vadeli kredilerin olması, yatırım aracı olarak en sağlam liman olması gayrimenkulde avantaj sağlıyor. Bugün ülkemizde dövizin, faizin yatırım argümanı olmaktan çıktığını düşünüyorum çünkü kısa vadede döviz yüksekmiş gibi görünse de uzun vadede kar sağlamıyor. Gayrimenkulleri aldıktan teslim edilişine kadar bir değer artışı ve kira getirisi var. Bizim 89 bin liradan satışa çıkardığımız Crown Tower projesini şu anda 140 bin liradan satıyoruz. Bizden 89 bin liradan daire satın alıp şimdiye kadar 25 bin lira ödeme yapmış biri dairenin 140 bin liradan satıldığını düşünürsek 25 bin lirasına 50 bin lira kar elde etmiş oluyor. Bunu banka, döviz, faiz, altın gibi hiçbir şeyde bulamazsınız. Ne kadar devam eder bu gelişim? Mutlaka sürecektir. Buradaki yatırımlarda da artık doluluk oranı çoğaldı. Buranın güzel yanı dikey yapılaşmanın çoğalması daha çok sosyal ve yaşam alanlarına yer ayrılmasını sağlıyor. Bu yerleşim alanının yanı sıra ulaşım da İstanbul için çok önemli. 29 Ekim’de 76 Kasım 2011 Metrobüs, Beylikdüzü’ne kadar gelmiş olacak. Metrobüsün sağladığı avantaj çok önemli. Ülkemizin yakıt tasarrufu için katkı sağlayacak. Burada araçları olan bile metrobüsü tercih ediyor. Buralarda ulaşım ve sosyal alan avantajı var. Buralarda yerleşim yerleri eskiden bir miktar boşluk vardı ama şimdi %95 doluluk oranında. İstanbul’da yaşayanların dışında yurtdışında da önemli bir talebin olduğu konuşuluyor. Mütekabiliyeti de hepimiz bekliyoruz. Özellikle bir takım Arap ülkeleri ile konut satışlarında ciddi sıkıntılarımız var. O insanlar da yatırım yapmak istiyor. Çünkü bu insanlar zamanında İspanya’da, Amerika’da, İngiltere’de olsun hep gayrimenkul yatırımı yapmışlar. Neden bizim ülkemizde de gelip yatırım yapmasınlar ki? Ülkemizdeki üretime yurtdışı pazarından talep varsa veya döviz girdisi sağlayabileceğimiz bir durum varsa neden bunu göz ardı edelim. Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar bu olaylara hakim olduğu için ben bakan olmasından sevinçliyim. Gelecek dönem hedeflerinizden bahsedebilir misiniz? Bizim firma olarak Crown Deluxe haricinde yakında lansmanını yapacağımız iki projemiz olacak. Biri Crown Tower 2 diğeri de Crown Plaza adı altında iş merkezi projemiz var. Önümüzdeki 2012-2013 yılları ile ilgili firmamızın daha önce yatırım yapmış olduğu Bahçeşehir Ispartakule ile Başakşehir ortasında kalan bölgede arazi yatırımlarımız var ve bunların üzerine toplu konut çalışmaları yapmak istiyoruz. Orda şimdi Bio İstanbul adında tamamen yeşil projelerin olduğu bir yapılanma var ve biz de o bölgede yeni toplu konut projeleri yapmayı planlıyoruz. Silivri bölgesinde araştırmalarımız var. 2015 yılına kadar kendimize hedeflediğimiz 10 bin konuta ulaşmaya çalışıyoruz.I Türkiye’nin dünyada itibarının artmasıyla firmalarımızın da itibarının arttığını belirten Uzunlar İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı Numan Uzun: Yurt dışına çıktığımızda ülkemizin itibarının arttığını hissediyoruz Numan Uzun, “Ülkemizin Uluslararası etkinliğinin artması hepimiz için onur vesilesidir. Bu durum sadece yurtdışındaki firmalarımızın çalışmalarında moral kaynağı olmakla kalmayıp, yurtdışına seyahat ettiğimizde de farkını hissettirmektedir. Türkiye’nin itibarı firmalarımıza da itibar katmaktadır. Türkiye’nin itibarının artmasındaki gayretli çalışmaları ve etkin liderliğinden dolayı Başbakanımız Sn. Recep Tayyip Erdoğan’a teşekkür borçluyuz. Çünkü son dönemlerde birçok ülke ile karşılıklı olarak vizelerin kaldırılması iş adamlarımızın önünü açmış ve iş yapmak için cesaretlendirmiştir.” Kasım 2011 77 ürk Telekom Arena İnşaatında yakaladıkları başarıyla adını duyuran Uzunlar İnşaat, bu projede elde ettikleri başarıyı farklı ülkelere taşımak için çalışmalara başladı. Başta Rusya ve Katar pazarlarını incelediklerinin altını çizen Uzunlar İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı Numan Uzun, yaptıkları çalışmalarla ilgili bilgi verdi. Uzunlar İnşaat’ın ulusal Arena’daki deneyimlerinden bahseder misiniz? Arena derken öncelikle aklımıza Ulusal Arenadaki en büyük deneyimimiz Türk Telekom Arena Stadyumu gelmektedir. Bu yapıt bizim için en önemli eser olmuştur. TOKİ tarafından Galatasaray’ın kullanımı için yaptırılan Türk Telekom Arena Stadyumu Uzunlar İnşaat olarak en büyük deneyimimiz olmuştur. Varyap firmasıyla Ortak Girişim ile yaptığımız bu proje gerek kalitesiyle gerek zamanında teslim edilmesiyle herkesin takdirini toplamıştır. 1991 yılında bir aile şirketi olarak İstanbul’ da kurulan Uzunlar İnşaat Sanayi ve Ticaret A.Ş bunun yanında kurulduğu günden itibaren birçok altyapı ve üstyapı projelerini gerçekleştirmiştir. Bunlardan bazılarını sayacak olursak; İSKİ İçme suyu Şebekesi İnşaatları, İSKİ Atık su ve Kollektör İnşaatları, İGDAŞ Doğalgaz Polietilen ve Çelik Boru Hattı İnşaatları, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Güngören Köprülü Kavşak İnşaatı, KİPTAŞ Pendik Kurtköy Villa İnşaatları, KİPTAŞ Silivri Toplu Konut, Cami İnşaatları, KİPTAŞ Başakşehir Villa İnşaatları, KİPTAŞ Kayabaşı Toplu Konut, Cami ve Okul İnşaatı ( 1140 Konut ), TOKİ Manisa Akhisar Toplu Konut ( 436 Konut ) T 78 Kasım 2011 Cami, Okul, Çarşı İnşaatı, Sancak Havacılık – Lufthansa ortaklığı için Dalaman ve Milas-Bodrum Havaalanlarında 2 Adet Çelik Sistem Catering Binası İnşaatı, MSB İstanbul Halıcıoğlu Askerlik Dairesi Binası Restorasyonu, KİPTAŞ Başakşehir 2. Etap Ahmet Yesevi Cami İnşaatı, Edremit Jeotermal Isıtma Sistemi İnşaatı, Güngören Kültür Merkezi İnşaatı, Rize Belediyesi Terfi Merkezi İnşaatı ve son olarak ta Ankara’ da Eskişehir yolu üzerinde yeni teslim etmiş olduğumuz Tarım Bakanlığı Hizmet binasını sayabiliriz. Ayrıca Manisa merkezde İzmir yolu üzerinde mülkiyeti Türk Kızılay’ ına ait 19200 m2 lik arsada kat karşılığı olarak 9 Bloktan ve 288 daireden oluşan lüks bir site inşaatımız devam etmektedir. Ayrıca şu anda Samsun Çarşamba da bir Hastane inşaatı, Kurtköy Sabiha Gökçen havaalanı içinde Teknopark inşaatı ile Turkcell Superonline firmasından almış olduğumuz Fiber Optik (F/O) kablo döşenmesi işlerimiz devam etmektedir. Uzunlar İnşaat’ın Uluslararası Arena’ya intibakı ile ilgili düşüncelerinizi alabilir miyiz? Uzunlar İnşaat olarak Rusya ve Libya’ da çalışmalarımız oldu. Libya’ da daha büyük bir projeye başlamak üzereyken olaylar başladı. İnşallah Libya’ da istikrar sağlandıktan sonra çalışmalarımızın devam edebileceğini ümit ediyoruz. Bunun yanı sıra stadyum inşaatı tecrübemiz dolayısıyla Irak, Katar, Rusya ve Arnavutluk gibi ülkelerden davet almaktayız. Son dönemde gerek Stadyum inşaatı, gerekse altyapı inşaatları için Irak’ tan 11 adet ihale daveti aldık. Bunlardan bazılarına katıldık, ihale süreci devam ediyor. Diğer ihalelerin hazırlıklarına devam ediyo- ruz, ihale günü geldikçe tekliflerimizle bu ihalelere katılacağız. Ülkemizin Uluslararası Arena’daki etkinliğinin artması firmalarımızı yurtdışında olumlu etkilediği bilinmektedir. Sizin bu konudaki düşüncelerinizi alabilir miyiz? Ülkemizin Uluslararası etkinliğinin artması hepimiz için onur vesilesidir. Bu durum sadece yurtdışındaki firmalarımızın çalışmalarında moral kaynağı olmakla kalmayıp, yurtdışına seyahat ettiğimizde de farkını hissettirmektedir. Türkiye’nin itibarı firmalarımıza da itibar katmaktadır. Türkiye’nin itibarının art- masındaki gayretli çalışmaları ve etkin liderliğinden dolayı Başbakanımız Sn. Recep Tayyip Erdoğan’a teşekkür borçluyuz. Çünkü son dönemlerde birçok ülke ile karşılıklı olarak vizelerin kaldırılması iş adamlarımızın önünü açmış ve iş yapmak için cesaretlendirmiştir. Ortadoğu’da inşaat alanında önemli projeler hayata geçirilmeye çalışılıyor. Bu durumun Türk Müteahhitlik sektörüne yansıması ile ilgili düşüncelerinizi alabilir miyiz? Türkiye’nin Ortadoğu’daki itibarı dünyanın diğer ülkelerindekinden daha fazladır. Türk müteahhitlik firmaları da başarılarıyla kendini ispat etmiştir. Türk müteahhitlik sektörü Çin’ den sonra dünyada ikinci sırada yer almaktadır. Ancak nüfus’ a oranlarsak birinci sırada olduğu görülür. İnşallah Ortadoğudaki önemli projelerden de hak ettiği payı alacaktır. Çünkü bu coğrafya; hem bize yakın, hem de tarihi ve inanç bağlarımız olan ülkelerden oluşmaktadır. Rusya ve Katar pazarlarının sizin için öneminden bahseder misiniz? Yukarıda belirttiğimiz üzere Rusya’ da devam etmekte olan bir işimiz vardır. Ayrıca 2018 Dünya Kupasına ev sahipliği yapacağı için Stadyum yapmış bir firma olarak doğal olarak ilgimizi cezbetmektedir. Katar’ da ise yine stadyum tecrübemiz dolayısıyla yapabileceğimiz proje imkanları bulunmaktadır. Bilindiği üzere 2020 dünya kupası Katar’ da yapılacaktır. Bu konulardaki temaslarımız her iki ülkede de devam etmektedir.I Kasım 2011 79 Türk madencilerinin kromu değerinde satmadıklarını belirten Yıldırım Holding İcra Kurulu Başkanı Yüksel Yıldırım: Sektördeki insanlar dürüstse ve sektöre inanıyorlarsa Eti Krom çevresinde toplanırlar zelleştirme İdaresi’nden Eti Krom’u aldıktan sonra dünya krom pazarına hakim olmak için çalışan Yıldırım Holding, Türk krom madencilerine bir hayli kırgın görünüyor. Sektöre girdiklerinde kromun değerini 100 dolardan 700 dolara kadar çıkardıklarını fakat sektörü bilmeyen insanlar nedeniyle fiyatların hızla tekrar düştüğünü ifade eden Yüksel Yıldırım, özelleştirme sürecinden bugüne, yaşadıklarını dergimizle paylaştı. Öncelikle krom sektörünün gelişimini aktarır mısınız? Bilindiği gibi Türkiye’deki krom üretimi ve ihracatı Çin’deki pazara bağlı olarak artmaktadır. Türkiye’deki krom madenciliği, geçmişteRusya ve Doğu Avrupa ülkelerine bağlı gelişirken dünyada ferro krom üretimindeki yapının değişmesi ve bu üretimi Çin’in üstlenmesine bağlı olarak sektörün kalbi burada atmaya başladı. Çin ise krom yataklarının çok az olması nedeniyle dünyanın her yerinden krom ithal etmeye başladı. Türkiye de buradan güzel bir fırsat yakaladı. Her ne kadar Türkiye’deki krom rezervleri dünyadaki rezervlere oranla %1 seviyelerinde de olsa şu anda satışlarda neredeyse %20 civarlarına ulaştık. Yani %1 rezerv olmasına rağmen dünyadaki toplam krom ihracatının %20-25’i oranında ihracat yapmayı başardık. Bu durum Türk madenciliğinin ne kadar hızlı çalıştığını gösteriyor. Bu aynı zamanda 20 yıl sonra rezervlerimizin yok olacağı anlamına da gelebilir. Siz krom rezervlerinin az kaldığını ifade ediyorsunuz, fakat diğer firmalarımız şu anda yüzey madenciliği yaptıklarını ve rezervlerin uzun yıllar kalacağını ifade ediyorlar. Ö 80 Kasım 2011 Eğer şu anda yüzey madenciliği yapılıyorsa, bütün kromu çıkartalım. Türk madenciliğinin sadece kromla ilgili kısmını değerlendirmek gerekirse, madencilik yapan firma sayısı çok azdır. Çoğu yüzey madenciliği yapıyor, yüzeyde gördüğünü alıyor, maden aşağı doğru indi mi işi yapamıyor, bölgeyi öyle bırakıyor. Biz geçmişte yapılan araştırmaları göz önünde tutarak hareket ediyoruz. Çünkü bu çalışmaları Güney Afrika da yapmış, Kazakistan da yapmış, biz de yapmışız. Herkes bir rezerv çalışması yapmış. Elimizdeki sonuçlar belki tam olarak doğru olmayabilir. Fakat %1 tespit edilen rezerv diyelim ki yanlış hesaplamalardan dolayı %2 çıktı, ama bu oran %20 değildir. Güney Afrika %74 rezerve sahiptir. Yani dünyada bin ton krom var ise bunun 740’ı Güney Afrika’ya aittir. Bu nedenle gittiğiniz firmalarda sondaj veya madenle ilgili verileri isteyin, kolay kolay herkes veremez. Yurt dışından yatırımcılar geliyor nasıl bir maden alacağını bile bilmiyor. Sadece buranın altı maden dolu diyoruz. Biz bu durumda firmalara “çıkartın, çıkmış madeni biz alırız” diyoruz kimse yanaşmıyor. Bunun dışında bir gerçek daha vardır, o da Türkiye’deki kromun diğer ülke kromlarına göre değerli olmasıdır. Örneğin altın 1418-22-24 ayardır. Türkiye’deki krom ise 22-24 ayar altın gibidir. Kimsenin elinde bir veri yok ise Eti Krom’u özelleştirme idaresinden aldığınızda nasıl bir sektörle karşı karşıya kaldınız? Biz Eti Krom’u özelleştirme idaresinden aldıktan sonra üreteceğimiz madenlerin yapılarını öğrendik, araştırmalar yaptık, dünya pazarlarına baktık ve öğrendik ki Türk kromu kaliteli olmasına rağmen değerinde satılmıyor. Tüm alıcılar madenden krom çıkarma fiyatına bakmış, liman fiyatlarını üzerine koyup firmalarımıza 5-10 dolar kar önermişler ve firmalarımız da bu karı kabul ederek, işe girmişlerdi. Biz ise Türkiye’de krom alanında bir devrim yaptık. Eskiden alıcı fiyatı belirlerken, biz tersini yaptık talebin artışını gördük ve Çinlilere teslim olmamanın yollarını araştırdık. Sonunda ise hem bizden hem de İsveç’ten ürün aldıklarını görünce rakip firmamızı da satın aldık. Biz, Çin’in hem dünyadaki piyasaya hakim olmasını hem de pazarda tek başına fiyat vermesini engelledik. Satın almış olduğumuz Avrupa’nın en büyük ferro krom üreticisine, - Çin’de pazar dursa bile, biz Eti Krom ve Yıldırım Grubu kardeş firmaolarak ürün satabiliyoruz. Bunun dışında Çinlilere, Türk kromunun tüm özelliklerini sıralayarak anlattık ve bizim kromumuzu kullandıklarında elde edecekleri avantajları, sonuç olarak bize prim vermeleri gerektiğini aktardık. Çinlilerle yaklaşık iki sene uğraştık ama onların kafalarına bu bilgiler yerleştirdik. Şu anda İran, Pakistan veya Arnavutluk’un verdiği krom fiyatları neyse biz hep onların üzerinde fiyatlar verdik. Bu çalışmaların dışında biz yine Çinlilere “siz Türk kromuna artık iyi fiyat veriyorsunuz fakat Eti Krom da bir markadır ve homojen bir şekilde size ürünü teslim ediyoruz, içine herhangi bir katkıkarıştırmıyoruz, bu nedenle Türk kromunun üstünde bir fiyat istedik” dedik. Piyasalara da şunu aktardık “biz kromun Mer- cedes’iyiz”. Bunları yapmak kolay değildir. Siz özelleştirmeden bir firma satın alıyorsunuz, üretimi ve pazarı belli bir firmadır, hem üretimi arttırdık hem de piyasada ürüne verilen maddi değeri yükselttik. İkisini bir arada yapmak çok zordur. Sektördeki yatırımcılar da Eti Kromdan bir ağabeylik bekliyor mu? Herkes öyle bekliyor fakat bu sadece kağıt üstünde olmaz. Biz herkese “yapılandırmayı biz yapıyoruz, sektördeki tüccarlar yapmıyor, Çinli iyi ürün istiyor” dedik. Çünkü tüccarlar sattıkları ürünlerin değerlerine bakmıyor onlar sadece aradaki kâr oranlarına bakıyorlar. Bu durum sektörü yaralıyor. Fiyatlar düştüğü zaman biz ciddi zarar ediyoruz. Ama biz fiyatları artırırsak onların ürününün fiyatı da artıyor. O zaman “gelin, tüccarlara sattığınız ürün fiyatı neyse aynı fiyattan biz bütün ürünlerinizi satın alacağız, hiç olmazsa Eti Krom piyasada güçlü iyi bir pazar oluşturabilir” dedik. Ama herkes “Eti Krom zaten pazardaki fiyatların 20 dolar üstünde satış yapıyor, o zaman bize de 20 dolar fazla verin” diyorlar. Böyle bir mantık olabilir mi? Sizin ürünü sattığınız tüccar zaten Çinlilere bizim verdiğimiz fiyatın altında bir fiyat veriyor. Bu ne demek; siz tüccara onunda altında bir fiyata satıyorsunuz. O zaman tüccarın size verdiği fiyat neyse 5 dolar üstüne ürünü bize verin diyoruz, Kasım 2011 81 yine kimse yanaşmıyor. Bazen Çinli firmaların da ödeyeceği paradan kesinti yaptığı veya firmaların ürünü satmak için fiyat kırdığı da biliniyor… Çinliler bu tür hareketlerini benim firmama karşı yapamıyorlar. Çünkü onlarda güç yok, Çinliler bizim firmalarımıza ürünü ben almazsam kime satacaksın diyor, firmalarımızın elinde en fazla bin ton ürün var. Oysa Eti Krom öyle değil ki. Biz elli bin ton veya altmış bin ton gemiye ürün yükleyen tek firmayız. Başka bir firma yok. O zaman böyle bir güçle hareket etmek daha mantıklıdır. Kromla ilgili bir komite kurulsa tek fiyat verilemez mi? Kim uyacak bu komiteye. Fiyatı belirleyeceğiz ve kimse o fiyatın altında ürün satmayacak, eğer böyle olacaksa kuralım. Fakat oraya bir teminat mektubu bırakacağız ve bir tane de kurul oluşturacağız, ürün çıkışlarını takip edeceğiz, eğer bir firma verilen fiyatın altında ürün veriyorsa içerdeki teminat mektubu yanacak. Eğer herkes böyle bir sistemi kabul ediyorsa hemen yarın komiteyi kuralım. Eğer bu sektördeki insanlar dürüst, delikanlı ise ve bu sektöre inanıyorsa Eti Krom’un çevresinde toplanır. Biz kimseye ölü fiyatında bize ürün verin demiyoruz. Tüccara ne kadara veriyorsa bize de aynı fiyatı versin, ürünün parasını da peşin ödeyeceğiz. Bir de biz onların bütün sorunlarını da çözmüş olacağız. Fakat kimse bize ürün ver- 82 Kasım 2011 miyor. Firmalarımız zamanla sektörde tekelleşme olacağını, zemine doğru gittikçe maliyetlerin arttığını ifade ediyorlar. Bizim madencilerimiz geleceğe yönelik çalışıyorlarsa o zaman neden ürünlerini tüccarlara teslim ediyorlar? O zaman kısa vadeli çalışmasınlar. Bizim aktardığımız şeyler sektördeki herkesi ilgilendiriyor. Bu sektördeki herkesin problemi aynıdır. Fiyatlar 100 dolar düştüğünde sen on bin ton ürün üretiyorsan senede yüz bin dolar kaybediyorsun. Ben ise 7-8 milyon dolar kaybediyorum. Yani kaybetmek benim de işime gelmiyor. Sen ürününü devamlı satmak istiyorsun, ben de ürünümü değerinde satmak istiyorum. O zaman sektördeki oyuncular neden “Eti Krom’a gideyim, ürünümü onlara vererek rahat edeyim” demiyor da ürünü ben isteyince 20-30 dolar fazla fiyata satmak istiyor? Bu sektörde tekelleşme zaten olamaz. Çünkü bu kadar az bir rezervle neyi tekelleştireceksin? Eğer yapıcı olmak istiyorsan uzun dönemli bir stratejinin olması gerekiyor. Sektörde birçok oyuncu var, kimin uzun vadeli stratejisi bulunuyor? Sektördeki diğer oyuncular da ferrokrom üretimine geçebilir mi? Biz de isteriz onların ferrokrom üretmesini. Senelerdir Dedeman üretime gireceğini söyledi ama halen yatırım yapamadılar. CVK neden yapamıyor? Yanında Çinli ortakları da var. 10 cent’ten elektriği he- saplasınlar, işçiliği hesaplasınlar bunların yanında çok ucuz ferrokrom üreten firmalarla da rekabet etsinler. Şu anda en basit işi yapıyorlar, madenden kromu çıkartıp Çin’e gönderiyorlar, para kazanıyorlar. Ferrokrom işi bu kadar basit değildir. Örneğin Türkiye’de enerji fiyatı olarak 10 cent’ten çalışıyoruz, Hindistan’da 4-5 cent, Güney Afrika 4 cent, Kazakistan 2 cent, Rusya 2-3 cent fakat kimse 9-10 cent fiyat vermiyor. Biz o haldeyken hem burada hem İsveç’te üretim yapmaya çalışıyoruz. TBMM paslanmaz çelik üretimine geçilmesi gerektiğini ifade ediyor. Böyle bir yatırım yapılabilir mi? Devlet bu yönde bir politika izlese bu işin ilk uygulayıcısı biz oluruz. Bize yer, teşvik ve uygun fiyatlarda enerji verilsin, biz bugünkü şartlarda paslanmaz çelik üretimi yapmaya hazırız. Biz Enerji Bakanımıza cevher olarak satılan ürüne vergi konmasını bile teklif ettik. İhracat yapan firmalarımız Çinli alıcıların ürünü aldıktan sonra, kendi derecelendirme kuruluşlarına değerlendirip ödemeyi eksik yaptığı ifade ediyor. Bu konu ile ilgili düşüncenizi alabilir miyiz? Firmalar ürünleri birbirlerine karıştırıyorlar, bu nedenle Çinlilerle sorun çıkıyor. Çinli firma 42’lik ürün istiyor, bizim buradaki madenci 32’lik, 34’lük ürünleri 48’lik ürünü koyuyor, sanki matematik problemi çözermiş gibi ortalamasını alıyor, tamam diyor. Fakat ortaya çıkan ürün öyle olmuyor. Çinli firma alıyor ürünü test edince ortaya çıkıyor, ceza kesince de buradakiler bağırıyor. Bu sütün içine veya akaryakıtın içine suyu karıştırmak gibi bir durumdur. Neden durmadan istasyonlara ceza kesiliyor? Böyle firmalar yüzünden bizim ortaya çıkardığımız Made in Turkey imajı kötü bir yere doğru gidiyor. Çünkü herkes kolay yoldan para kazanmanın peşinde. Bana ürünü satsalar böyle bir şey yapamazlar. Kromun geleceği açısından bakarsak nasıl bir tablo çizebiliriz, tüm üreticiler talebin daha fazla artacağını ifade ediyor… Doğru. Bundan sonraki süreçte talep giderek artacaktır. Fakat talep arttıkça fiyatlar yukarı çıkmayacaktır, çünkü dünyadaki üretim de talebe bağlı olarak artacaktır. Sonuçta sektörde gelecek var ama belli bir stratejiyle hareket etmeyen firmalar ayakta kalamaz. Son olarak eklemek istediğiniz bilgi var mıdır? Biz fiyatları yukarıya çekmek için uğraşırken, sektördeki herkes durmadan fiyatları aşağıya çekiyor. Biz herkese şunu anlatıyoruz: Sattığınız ürünün değerini bilin, bilmiyorsanız da bilen birine teslim edin. Böyle bir anlayışı idrak edemeyen sektör sonucuna da katlanacaktır. Bu anlamda bizi açıkçası üzdüler. Biz her sene yılı beş yüz bin ton stokla kapatıyoruz.I Kasım 2011 83 Yataş’ta ki zorlu değişim sürecini anlatan Fevzi Menteş: Yataş’ta hedefler 5 katına çıkıyor eğişen piyasa koşulları firmaların değişim ve dönüşümünü beraberinde getiriyor. Bu çerçevede yolu yarılayan Yataş yeni kimliği ile tüketicisi ile buluşuyor. Konu ile ilgili gelişmeleri okuyucumuzla paylaşan Yataş Grup Genel Müdürü Fevzi Menteş, değişim süreci ile ilgili merak edilen soruları yanıtladı. Yataş yapısal ve kimliksel bir değişimin içine girdi. Bu değişikliğin başlangıcından bahsedebilir misiniz? İnnovis firmasının üstlendiği şirketi yeniden yapılandırma çalışmaları ile değişim 2010 yılı haziran ayında başlamıştır. Değişim birkaç aşamalı olarak yapılıyor. Öncelikle şirket halka açık olmasına rağmen bir aile şirketi gibi yönetildiği yapı, tamamen profesyonel kişilere bırakıldı. Aile sadece yönetim kurulu olarak işin sonuçlarını izliyorlar ve bizi destekliyorlar. Değişimin ikinci aşamasında da organizasyon yapısının gözden geçirilip tekrar kurulması gerçekleştiriliyor. Genelde bu yeni yapıdaki sisteme D 84 Kasım 2011 ayak uyduramayacak kişilerle vedalaşıp yeni profesyonel kadro kuruluyor ve yeni organizasyon yapısı oluşturuluyor. Şirketin merkezi Kayseri’ den İstanbul ‘a taşınıyor.Şu anda şirketteki ileriye dönük plan ve stratejilerinin yeniden gözden geçirildiği ve bu stratejiler doğrultusunda kararların alındığı bir süreçteyiz. Yataş Türkiye’nin ilk üç markasından biri ama Yataş denince aslında mobilya üreticisi de olmasına rağmen sadece yatak algılanıyor. Yataş yatak konusunda ilklere imza atmıştır ve Yataş’ın yatakla özdeşleştirilmesi de buradan gelmektedir. Bu dönemde mobilya ve oturma grupları ikinci planda kalmıştır. Bizim hedefimiz hepsini birden aynı platforma taşımak ve bütün ürünlerimizin değerini ön plana çıkartmaktır. Bunu yaparken de 2010 yılında Yataş’ın modüler mobilya ve oturma grupları için Enza Mobilya markası yaratıldı. Bu sene de bu değişimle birlikte Yataş Home yerine Enza Home ve Puffy Center yerine de Yataş Bedding adlarıyla iki tane yeni dağıtım kanalı oluşturuluyor. Marka üstüne marka yaratmak zor ve uzun soluklu bir değişim. ÜstelikYataş gibi güçlü bir marka yerineEnzaHome markasını ön plana çıkartırken dengeleri korumak gerekiyor. Değişim Yataş ismi korunarak yapılamaz mıydı? Yataş’ın iyi olan yataklarının yanı sıra kaliteli mobilya ve yataklarının olduğunu da anlatabilmemiz lazımdı. Dolaysıyla Enza markası yatak üzerine oluşan algıyı değiştirmek için doğdu. Biz artık ev tekstili de dahil evin her türlü mobilya ihtiyacını karşılayan bir markayız. Enza ile markamızı yükselteceğiz. Yataş’ın A grubundan D grubuna kadar olan segmentlerde müşterileri var ve D’den A’ya kadar hitap eden bir mobilya ürün gamı oluşturmamız gerekiyor. Bu özelliğimiz bize artı bir avantaj sağlıyor. Yatak dışındaki ürünlerimizi de A segmentine hitap eder hale getirmemiz lazım. Bunun için D segmenti ile A segmenti arasında tüm müşterilerin ihtiyaçlarına hitap edebilecek farklı fiyat aralıklarıyla, özellikleri ve estetikle, genellikle minimalist, fonksiyonel ve zarif ürünlerle yeni bir gam çalışması yapıyoruz. Burada farklı bir yanı var ama bu nokta belli bir ciro doygunluğu da gerektirmez mi? Bizim geçen yılki ciromuz 145 milyon civarındaydı. Bu seneki hedefimiz 240 milyon. %70’e yakın bir büyüme hedefimiz var. Bu değişimle birlikte bayi teşkilatının şirkete olan güveni de tazelendi. İlk 6 ayda 48 bin m yeni mağaza alanı açtık. Bunun büyük bir kısmı bayiler tarafından açıldı. AVM’lerde kiralar yüksek olduğu için kendimiz mağaza açıyoruz. İstanbul, Ankara, Kayseri ve İzmir’de büyük mağazalar açıyoruz ve bu illerin dışında da devam edip mağazacılığı yaygınlaştırmayı düşünmüyoruz. Çünkü bayilerle rekabet etmek gibi bir amacımız yok. Bu mağazalarda yeni konseptleri deniyoruz. Biz denedikten sonra bayilerimizi mağazalara davet ediyoruz ve yeni konsepti görüyorlar. Sonra onlar da uygulamaya başlıyorlar. Bu mağazalar hem pazarı daha iyi dinleyebilmemiz açısından önemli hem de planladığımız konseptlerin uygulanmasında prototip atölyesi gibi çalışıyorlar. Değişim sürecinde Yataş’ın logosunu da değiştirdik. Bir parantezimiz var ve bu parantez bütün grubu topladığını ifade ediyor. Parantez ileride bizim logomuz şeklinde kalacak. Yanında Yataş yazmadan da parantez ile tanınır hale gelinecek. 2013 hedefinizhakkında bilgi verir misiniz? 5 senede 1 milyarlık bir şirket olmayı hedefliyoruz. Dünyada 380 milyar dolarlık bir pazar var veileride de 1 trilyon doların üzerine çıkacak.Mobilya pazarında yıldız ülkeler var. Çin pazara birdenbire girip pazarın %25’ ine sahip oldu. Esas pazar Amerika, İngiltere, İtalya ve Almanya’da. Mobilyada bir doyguluk söz konusu değil ve büyüme gösteriyor. Bundan 3 sene önce 6 milyar dolar olan Türkiye pazarı bugün 8-9 milyar dolara çıktı. Yataş’ın operasyonu büyüdüğünde belli bir konumu olması gerekir ki pazardan o payı alabilsin. Nerede durduğunda ne olacağının bilinmesi gerekir. Şu anda Türkiye pazarında grup olarak ikinciyiz. Biz Kasım 2011 85 en azından konumumuzu korumak ama belli bir strateji dahilinde de büyümeyi hedefliyoruz. Geçen sene haziranda başlayan değişimde bu sene temmuza kadar büyük adımlar atıldı. Bilgi sistem yapımızı değiştiriyoruz, süreç yönetimine geçtik, fabrikalarda kapasite artırımına gittik, yatırımlar yapıyoruz. Bütün bunlar bizi yavaş yavaş geleceğe hazırlıyor. Bunlarla birlikte büyümenin gereklerine ayak uydurabiliyoruz. İhracat faaliyetlerinizden söz eder misiniz? Kuzey Afrika ülkelerinde ve orta Avrupa’da Yataş markası ile mağazalar ve operasyonlarımız var. Kuzey Afrika krizden etkilendiği için İran, Irak, Macaristan, Balkan ülkeleri ile ihracatımızı sürdürüyoruz ama Yataş bir dönem Amerika’ya çok büyük ihracatlar yapmış ve biz Amerika’yı tekrar canlandırmak istiyoruz ama öncelikli pazarımız İngiltere ve Almanya. Ciromuzun 3’te 1’ini ihracattan elde etmek gibi bir hedefimiz var. Bunun için de altyapı çalışmalarını yapıyoruz ama öncelikle ürün gamımızı hazırlayıp onun üzerinden hareket etmemiz lazım. Bahsettiğiniz pazarlar, sizin için yeni pazarlar mı? İngiltere ve Almanya daha önce çalıştığımız ama bazı nedenler dolayı çıktığımız bir pazar. Oralarda rekabet çok yüksek olduğundan dolayı şirketi de bir disiplin altında tutacak pazarlar. Hem ürün kalitemizi hem de maliyetlerimizi kontrol etmek için bize yönlendirici olacaktır.. Bir taraftan trendleri takip ederken diğer taraftan da o pazarlara uygun ürünler geliştirmede şirkete dinamizm kazandıracağız. Biz bu pazarları birer yatırım alanı olarak görüyoruz. Bu çalışmaları önümüzdeki sene başlatacağız. Şu anda yakın pazarlarla ilgileniyoruz. Rusya, Ukrayna, Azerbaycan gibi civardaki ülkelerle ticaretimizi artırmayı hedefliyoruz. Sektör için navlun bedeli gibi maliyetler önemli. Navlun bedelinin yanında ülkelerin kendi iç gümrük yapıları da var. Bir de ürün gamı çok önemli. Ürününüz olacak ki bir farklılık getirip satabilesiniz ve talep yaratabilesiniz. Her ülkenin ihtiyaçları farklı olabiliyor. Dolayısıyla İngiltere pazarına ürün tasarlarken Almanya ve Kuzey Afrika’ya başka ürün tasarlamanız gerekiyor. Bütün yapıyı önümüzdeki 6 ay içinde kurup önümüzdeki yıl bütün altyapı çalışmalarını tamamlamış olacağız. Sene başında yeni bilgi sistem yapısına geçiyoruz. Ürün gamı çalışmaları başlattık. Bir havuz oluşturduk. Yataş ve Enza tasarım ekibi oluşturuldu. Sonuçta ülkeye baktığınızda mobilya sektörü önemli bir ekonomik güç. Bir İnegöl gerçeği var. Ankara sitelerden İnegöl’e kayan ve orada üretim yapan büyük firmalar var. Bir de Yataş’ın da dahil olduğu, MOSDER çatısı altında toplanmış üreticiler var. Dünyada da geçerli bir durum bugün piyasaya çıkan,beğenilen bir ürün yarın taklit edilebiliyor. Mobilya sektöründe böyle bir yapı içerisindesiniz. Bütün bunları ancak farklılaşarak aşabilirsiniz. Kendinize bir hedef koy- 86 Kasım 2011 duysanız o hedefe ulaşmada bazı şeyleri farklı yapmanız lazım. Oradan yola çıkarak ürün gamımızı yenileyip toparlıyoruz. Oluşturduğumuz tasarım ekibi çok güçlü ve dışarıdan da destek aldığımız kişi ve firmalar var. Bunlarla birlikte Yataş’ı 2015’e hazırlayacak bir ürün gamı çizgisi oluşturuyoruz. Markamıza yakışır, tasarımların göründüğü fonksiyonel, minimalist çizgiler ortaya çıkıyor. İhracat yaptığınız batı ülkelerinde Türk markası olmanın yarattığı algı olumlu ya da olumsuz sonuçlar veriyor mu? Avrupa’da nötr bir tepki var ama Almanya ve İngiltere’de Yataş bilinen bir marka değil. Mutlaka pazara girmek için bir takım ödünler vermeniz gerekiyor. Ama o arada o pazarı iyi öğrenip oradaki gereksinimleri daha iyi analiz ederek daha uygun ürünler geliştirirseniz başarıyı yakalıyorsunuz. Yurt dışında Yataş olarak faaliyet gösteriyoruz ve uzun yıllar yurt dışına yatırımlar yapmış bir markayız. Örneğin Yataş İran’da çok iyi bilinen bir marka. Üstüne kül serpilmişti ama biz onu yeniden canlandırdık. Kendimize yakın pazarlara doğru gideceğiz. Avrupa’da, Macaristan’da Yataş markalı bir mağazamız var. Yugoslavya bölgesinde ve Yunanistan’da faaliyetlerimiz var. Ayrıca biz a’dan z’ye otellerin tüm ihtiyaçlarını da karşılıyoruz. Halısından, perdesinden, yatağından başlayıp, mutfak mobilyalarından, outdoorlarına kadar her şeyi kabul eden bir ürün gamı sunuyoruz. Bu sene 3-4 tane otel çalışması devam ediyor. Örneğin şu anda Edirne Dedeman Otel’i yapıyoruz. Yunanistan, İran ve Rusya’da da birkaç proje takip ediyoruz. Serdar Kitapçı biz şu anda patronlarımızla kavga ediyoruz diyor. Bu durum güncelliğini koruyor mu? Bu durum patron şirketlerinde başlatılan değişimlerde genelde yaşanmaktadır. Değişim geçmişin yerleşik düzeniyle çatışmadır. Genelde patronlar ellerindeki gücü devretmede zorlanırlar. Şirketinize biri geliyor ve o yönetiyor. Burada önce inanmak çok önemlidir. Daha önce de belirttiğim gibi Yataş’da da değişim öncelikle patronların değişime olan inancının sağlanması, güven ve desteklerinin alınması ile başlamıştır. Bu süreçte tabii ki çatışmalar yaşanabilir ancak değişimin başarıya ulaşmasında bu inanç ve desteğin sürmesi çok önemlidir. Müşteri ve çalışanların mutluluğu bu şirketi başarıya götürecektir.Yataş’ın müşterileri çok bağlı. Bazen ufak aksaklıklarda müşteriler markayı bizden daha çok sahipleniyorlar. Yani müşteri memnuniyeti için hepimiz çalışıyoruz. Bunun için yeni bir sistem getirdik. Tüm yöneticiler her ay bir gün kendi mağazalarımızdan birinde görev yapıyor. Orada doğrudan müşteri beklentilerini kavrıyor ve müşteri kavramını beyninde daha iyi yerleştiriyor ki tüm yaptığımız işlerde müşteri kavramını daha iyi vurgulayalım.I İdaş Yönetim Kurulu Üyesi Murat İşeri: Eğer bugün yatak fabrikası kurar mısın deseler, hayatta kurmam derim atak üretimi konusunda yetkin firmalarımızdan biri olan İdaş, sektörde yaşanan zorlu rekabet ortamına rağmen yerini korumayı başarmış. Yaşanan rekabet ortamının kendileri için problem olmadığını belirten şirketin Yönetim Kurulu Üyesi Murat İşeri, esas problemli hususun kayıt dışı ve alınan %18 KDV olduğuna dikkat çekiyor. Sektörünüzün hareketli bir dönem yaşadığını düşünmekteyiz. Sektör firmalarının profesyonelleşme ve marka ile ilgili yatırımlarına tanık oluyoruz. Yaşanan Y 88 Kasım 2011 bu gelişmeler ışığında sektör ile ilgili bir değerlendirme yapar mısınız? Bizim sektörümüz aslında atölye sektörü. Yani çok ufak yatırımlarla yapılabilinecek üretimler söz konusu. Bu nedenle bizim en büyük rakibimiz merdiven altıdır. Bizim sektörümüzün neredeyse tamamı aile şirketlerinden oluşuyor. Hem tedarikçimiz, hem satıcımız hem de çalışanımız bir yerde aile. Bu yüzden aile şirketinden profesyonelliğe geçme çabası her zaman doğru sonuçlar veremeyebiliyor. Buna en güzel örneklerden biri satıcı ya da tedarikçi baktığımız zaman, onlar aileyi görmek istiyor. Avrupa’ya bakıyoruz, Avrupa’da da aile olarak yaklaşık 166–176 tane yaylı yatak firması var. Aile olmaktan çıktığınızda bir fona giriyorsunuz ve o fon sizi satın alıp, yönetiyor. Fonlar bu sektörde başarılı olabiliyorlar mı? Avrupa’da yatak üzerine 3 tane fon var. Bunlardan bir tanesi Belçikalı, bir tanesi Norveçli, bir tanesi de Fransız. Norveçliler de aslen İngiliz bir fondur. Bu fonlarla şirketleri satın aldıklarında, belirli bir süre, ailenin, şirketin başında kalmasını şart koşuyorlar. Bu, fonla beraber tedarikçiye ya da satıcıya karşı bir şeyin değişmediğini göstermek amacıyla yapılıyor. Bunlardan bir tanesi, şu an da iflas masasında. Bir diğeri artık büyümüyor. Şu anda bir tek Norveç firması sağlıklı durumda gibi görünüyor. Bunların haricinde hakikatten bu işi becermek çok zordur. Yatak farklı bir sektördür. İşçinin yoğun olduğu her yerde bunu söylemek mümkündür. Aktardıklarınızdan yola çıkarak bizde nasıl olması gerekiyor? Bizdeki genel müdür dışarıdan transfer değil, şirketin içinden yetişen biri olmalı, bu Avrupa’da da böyle. Yani her profesyonel aileden olmalı anlamına gelmiyor. Bizim şirketimizde de yüzlerce profesyonel çalışıyor ama az önce de dediğim bu kişilerin yine şirketin içinden gelmiş olması gerekiyor. Ancak şirket içinden yetişen kişiler tedarikçiyle ya da satıcıyla aynı samimiyeti kurabiliyorlar. Biz de tam bir geçiş safhasındayız. Türkiye’de kapitaller büyüdü, sermayeler büyüdü. Artık eskisi gibi ufak ufak şirketler değil de gitgide büyüyen, gelişen şirketler var. Bu büyüyen şirketler de profesyonelleşmeyi seçiyorlar. Bildiğimiz kadarıyla sizde böyle bir yönelimin içerisine girmiştiniz. Biz de daha önceden böyle bir profesyonelleşme geçirdik. Ama başarılı olamadık. Belki de bizim profesyonellerimiz yanlış kişilerdi. Bilemiyorum tabi. O kadar da büyük konuşmak istemiyorum. Ama dediğim gibi bizim sektörümüz güvene dayalı bir sektör. Mesela size şunu itiraf edebilirim. Eğer bugün yatak fabrikası kurar mısın deseler, hayatta kurmam derim. Marka olmadan gerçekten zor. Tüketici de sizden aynı güveni bekliyor. Çünkü bir marka yani bir güven görmek istiyor. Bu nedenle her yerde güvene dayalı bir sistem söz konu. Bir de yatak öyle bir şey ki sanki kapalı bir kutu. İçini açıp da bakabilme şansınız yok. Çok fazla inceleyemiyorsunuz. Daha çok güvenmeniz gerekiyor. Bu da bizi İdaş olarak bir adım öne çıkarıyor. Bugün bizden çok daha fazla reklam yapan firmalar var ama hala İdaş bir yatak markası olarak sapasağlam bir şekilde olduğu yerde duruyor. Yabancı yatırımcıların bu sektöre ilgi duyduğu ifade ediliyor. Sizin bu yönde görüşmeleriniz var mı? 2001–2002 yıllarından beri biz yabancılarla görüşüyoruz. Bu konuda kapalı fikirli bir insan değilim ama şöyle bir iyice baktığınızda ailenin devamlı direksiyonda olması lazım. Görüntü olarak tedarikçi kapıdan girdiği zaman onu hissetmeli aynı şekilde çalışan da onu hissetmeli. Yurtdışında başarılı olabilmek mümkün mü? Mesela bugün sektörümüzde çok iyi yolda olan firmalar var. Tabi aynı şey yatak konusunda ne kadar mümkün, bu oturup konuşmaya, tartışmaya değecek bir konu. Mesela bir markamız var. Sektörümüzde Kasım 2011 89 yurtdışında marka yatırımları, mağaza yatırımları gibi belirli yatırımlar yaptı. Bana göre yavaş yavaş gayet güzel oturuyor. Bir kere dünya markası olabilmek için markamızın dünyadaki telaffuzunu duyurmamız lazım. Yani içinde “ş” harfi bulunan bir marka ne kadar başarılı olabilir? Değiştirmeniz, üstünde oynamalar yapmanız lazım. Son dönemde ‘kişiye özel yatak’ diye ifade edilen bir yaklaşım var. Kişiye özel yatak yapılabilmesi mümkün mü? Dünyada kişiye özel 2 şey vardır. Bunlardan biri ışık biri de uykudur. Herkes ışığı farklı görüyor. Herkes de farklı uyuyor. Uyku, yalnızca kişiye özel bir yataktan geçmiyor. Çünkü uyku farklı bir sistemdir. Odanın ısısı, odadaki oksijen miktarı, yediğimiz yemek, içtiğimiz içki çok önemli. Bunların hepsini topladığınız zaman kaliteli bir uykuya sahip olabiliyorsunuz. Sadece dünyanın en iyi yatağını almış olmak ya da size en uygun olan yatağa sahip olmak yetmez. 5 dakika yatıp, ölçüp, biçip bana en uygun yatak yapılır iddiası olabilir. Buna bir şey demiyorum. Ama bir insanın vücudu parmak izi gibidir. Herkesinki birbirinden farklıdır. Böyle bir iddiada olmak demek, herkese farklı yatak yapmak demektir. Bu da mümkün değildir. Mümkün olan şey, bunu belirli bir yere kadar getirebilmek. Ancak ortalamaya toplayabilirsiniz. Fakat bana göre bu çalışmaların çok daha başka bir yararı var. Biz de şuan bu çalışma içindeyiz. Şuan biz burada Türk insanın ergonomisi hakkında data topluyoruz. Ona daha ortalamalı yani daha çok kişiyi mutlu edebilecek bir yatak yaptığımız zaman bize göre biz başarıyı elde etmişiz demektir. Ama kişiye özel oldukça iddialı bir söz. Diğer taraftan farklı alanlara da yatırım yapmayı planladığınızı aktarıyorsunuz. Konu ile ilgili bilgi alabilir miyiz? Şuanda elektrikli motosikletin Türkiye’deki dağıtımına başladık. YADEA diye dünyanın en büyük motosiklet fabrikası var. Onların kendi markalarını da yanımıza aldık. 2012 yılının sonu, 2013 gibi üretim bandını da kurmayı planlıyoruz. Elektrikli normal araba, golf arabası, çöp arabası dahil he türlü aracı yapmak istiyoruz. Bizim esasen ilgilendiğimiz konu elektrikli aletlerin pil kısmı. Şuanda bu konuda dünyada çok büyük araştırmalar var. Biz de bir şekilde onun ucundan tutmaya çalışıyoruz çünkü bildiğiniz gibi şuan ki pil teknolojisi son derece kısıtlı bir teknoloji ve gelişime açık. Türkiye’nin lityum pil üretilmemiş olması çok üzücü bir olay. Bu kadar büyük, bu kadar gelişmiş bir ülkede düşününki kesintisiz güç kaynaklarının pillerini hala dışarıdan alıyoruz. Bunların artık yavaş yavaş burada yapılmaya başlanması gerekiyor. Yapmayı düşündüğünüz yatırımlardan da yola çı- 90 Kasım 2011 karak ülkenin geleceği ile ilgili oldukça umutlu olduğunuz gözlemleniyor. Bu noktada ülkemizin geleceği ile ilgili bir değerlendirme alabilir miyiz? Neredeyse 20 tane şehrimizin nüfusu milyonun üzerine geçti. Ben Avrupa’ya çıktığımda, yabancılarla görüştüğümde şunu söylüyorum; “Türkiye’ye gelin, kendinize Türk bir ortak bulun, çünkü sizin geleceğiniz o Türk ortağa bağlıdır.” Belçika’da merkezi olan Avrupa Yatak Üreticileri Birliği var. Oradaki konuşmamda da yanı şeyi söyledim. Türkiye’den korkmayın. Türkler gelecek ucuz yatak satacak diye korkmayın. Gidip ortak olun. Eğer onun teknolojisi senden daha ucuza yatak yapmaksa, bunu yapabiliyorsa, sen de bundan faydalan. Öcü gibi görmeyin bizi. İnanılmaz bir kapasitemiz, inanılmaz bir potansiyelimiz var. Bakın Türkiye’de 7 tane sünger fabrikası olsa Türkiye’nin sünger ihtiyacını rahatlıkla karşılar. Fakat Türkiye’de 112 tane sünger fabrikası var. Türkiye’deki yatak ihtiyacını karşılayacak yatak tesisi 5 ve ya 6 tanedir, bilemediniz 10 tanedir. Türkiye’de 1400 -1500 tane yatak üreticisi var. Bu aslında çok büyük bir potansiyelin göstergesi.I SERBEST BÖLGELER GELECEĞİNİ ARIYOR Dış ticaretimiz önemli aşamalar kaydediyor. Bu ortamda değişimin ve dönüşümün olması ise kaçınılmaz. Serbest bölgelerde bu değişim dönüşümden nasibini almak üzere. Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan konu ile ilgili gelişmeleri değerlendirdi. D ünyanın birçok ülkesinin yaşam savaşı verdiği bir dönemden geçiyoruz. Bazı ülkeler ameliyat masasında ve bu durumunun sonuçları hakkında şimdiden bir şeyler söylemek güç. 2008’de başlayan küresel kriz dünya ekonomisini, ticaretini geri götürmüştür. Son yılların en büyük depremi olarak gözüken ekonomik kriz, Başbakanımızın da ifade ettiği gibi bizi teğet geçmiştir. Bu dönemde hedeflerimiz doğrultusunda ekonomik faaliyetlerini geliştiren Türkiye, sürekli büyüyen bir ülke haline gelmiştir. Bugün dünyanın ekonomisine önemli etkileri olan bir noktaya gelen gelişmekte olan ülkeler, gelecekte önemli roller üstleneceklerdir. Bu dönemde demokrasini hakim olmasını ve bu hakimiyetinde barış ve huzura vesile olmasını dilemekteyiz. Zenginleşen ülkelerin yarın dünya refahından daha az pay alan ülkelere göstereceği ilginin, onların ekonomik yaşamdan hak ettikleri payı almasını sağlamasını arzu etmekteyiz. Yeni bir dönemin başlangıcı olarak gördüğümüz bir dönemde, ekonomik olarak daha ilerlememiz için gerekli olan çalışmalar ivedilikle yapılmaktadır. Bugün Türkiye’yi yatırım cennetine çevirmek için adımlar atılmaktadır. Atılacak bu adımlarla ülkemizin uluslararası arenada daha fazla söz sahibi olacağını düşünmekteyiz. Özellikle dış ticaretimizin gelişmesi ve yabancı yatırımın artırılması için serbest bölgeler ile ilgili çalışmalarımıza bir yılı aşkın bir süredir devam ettirmekteyiz. Yaptığımız araştırmalar neticesinde serbest bölge yerine ‘Ekonomi Serbest Bölgeleri’ ifadesi çerçevesinde yeni bir konsepte geçmeyi planlıyoruz. Bunun için Güney Kore’de yaptığımız incelemeler bize bazı fikirler verdi. Yapacağımız pilot bölge çalışması ile ilk adımlarımızı atmayı planlıyoruz. Bu çalışmaların ileride cari açığın azalması doğrudan yabancı yatırımların çekilmesi gibi sonuçlarının olmasını beklemekteyiz. Önemle üzerinde durduğumuz bir hususta bu çalışmalar yapılırken ekonomik bölge enflasyonuna sebebiyet vermemektir. Ticaretin, turizmin, sanayinin, lojistiğin ve iletişimin olduğu geniş bir yelpazede düşündüğümüz Ekonomik Serbest Bölge konsepti, geniş araziler üzerinde olabileceği gibi bir ilin ya da birkaç ilin birbirini tamamlayacağı şekilde de organize edilebilir. Bu anlayış bölgelerin daha özgür daha rantabl çalışmalar yapabilmesini sağlayacaktır. Farklı illerin avantajlarının kullanılabilineceği bu sistemde, daha sağlıklı hareket edebilmek için kalkınma ajanslarının konuya dahil olmasını sağlamak istemekteyiz. Bunun için Kalkınma Bakanımız Cevdet Yılmaz’a konuyu aktardık ve bu hususta bir mutabakat sağladık. Oluşturmak istediğimiz konsept, yurt dışından gelen insanların bir yerde ikamet edebileceği diğer taraftan ofis olarak kullanabilecekleri yapıların havaalanı, limanlar ve demiryolları ile bağlantılarını sağlamak istiyoruz. Yapılan bu çalışmalar daha güçlü bir Türkiye’nin ortaya çıkarılabilmesi için atılacak önemli adımlardır. Bu adımlar atılırken, beraber hareket edeceğimiz yatırımcılar, ortaya çıkarılacak güçlü ülkenin mimarları olacaktır.I ESBAŞ yeni döneme hazır Y üzde 96’lık doluluk oranına ulaşarak önemli bir başarıya imza atan ESBAŞ (Ege Serbest Bölge Kurucu ve İşleticisi AŞ) gelen taleplere cevap verebilmek için 650.000 m2lik genişleme arazisini serbest bölge ilan ettirmeye çalışıyor. Genişleme arazisinin serbest bölge ilan edilebilmesi için bakanlar kurulu kararı gerekiyor. Bir yandan gerekli yatırımları yapabilmek için çıkacak olan Bakanlar Kurulu Kararı’nı bekleyen ESBAŞ, diğer yandan da serbest bölgeler için yeni bir dönemin başlaması için yeni nesil serbest bölgeler adı altında yapılacak yasal değişiklikleri bekliyor. Konu ile ilgili görüşlerini aldığımız ESBAŞ Pazarlama ve Tanıtım Gurup Başkanı Ertuğrul Işıksoy ve ESBAŞ Danışmanı Vacit Şar, sorularımızı yanıtladı. 2004 yılında yapılan değişikliklerin sektörün önünü tıkadığı ifade edilmektedir. Bu konudaki görüşlerinizi alabilir miyiz? Ertuğrul Işıksoy: AB haksız rekabete sebep oluyor gerekçisi ile Türkiye serbest bölgelerinde üretim faaliyetlerine karşı çıkıyor. Hükümetimiz 2004 yılında çıkardığı bir yasa ile AB’nin bu isteğine uyarak serbest bölge teşviklerinde daralmaya gitmiş ve bu durum da Türkiye’deki mevcut yabancı yatırımcıların tedirgin olmasına neden olmuştu. Avrupa’da 250 serbest bölge var ve bunlar antrepo gibi çalışıyorlar. Mesela Barcelona limanı olsun, Hamburg, Roterdam olsun bunlarda üretim faaliyeti yok ama AB’ye katılan eski doğu bloğu ülkelerinden Polonya’da hala üretim devam ediyor ve oradaki teşvikler kademeli şekilde yıl ve yıl düşürülerek 2020’de sıfırlanacak. Aynı şey İrlanda’da, İspanya’da var. Orada da teşvikleri kademeli olarak indiriyorlar. Dolyısıyla bizim 2004 yılındaki uygulama biraz erken ve yanlış oldu. Biz AB’ye girdikten sonra serbest bölge teşviklerini düşüreceklerse düşürselerdi. Serbest bölge teşvikleri budanınca bölgelerimize talep düştü ama biz hiçbir zaman için tanıtım faaliyetlerinden geri durmadık ve bugünlere kadar geldik. Bugün de Ege Serbest Bölgesi %96 doluluk oranına ulaştı. Bugün bölgede 19 bin kişi çalışıyor. Bu yıl kısmetse 5 milyar dolar ticaret hacmi gerçekleştireceğiz. Geçen yıl 4 milyar doları yakaladık. 2015’te de 7,5 milyar dolar ticaret hacmini yakalamayı hedefliyoruz. Yapılan ticaret tüm serbest bölgeler düşünüldüğünde oldukça önemli bir orana denk geliyor. Ertuğrul Işıksoy: Toplam bölgelerde yapılan ticaretin 1/5’e yakını Ege Serbest Bölgesi gerçekleştiriyor. Bunun yanında istihdamın 1/3’ünü geçen kısmı Ege Serbest Bölgesi’nden. Biz hep ileri teknoloji kullanan firmaları bölgeye çekmeye çalışıyoruz. Havaalanı yanımızda, liman yanımızda. Lokasyon büyük bir avantaj, İzmir’de olmak büyük bir avantaj. İzmir’e gelen yabancılar bırakın üretmeyi, İzmir’de yaşamak istiyor. Tanıtım ile ilgili başarılı olduğunuz doluluk oranı- Kasım 2011 93 Vacit Şar Ertuğrul Işıksoy nızdan da gözükmekte. Başarınızın daha iyi algılanabilmesi için yaptığınız çalışmalar ile ilgili bilgi verir misiniz? Ertuğrul Işıksoy: Biz öncelikle bölgemizi tanıtmamız gerektiğini düşünerek hareket ettik. Başlangıçta tek başımıza İzmir’i, Türkiye’yi tanıtmak zorunda kaldık ve başarılı da olduk. Bugün kalkınma ajansları kuruldu ve bunun da ilki İzmir’de kuruldu ve İzmir ve Türkiye’yi tanıtmak görevi ağırlıklı olarak artık onların işi. Biz ise tamamen Yabancı yatırımcılara konsantre olduk ve onalara Ege Serbest Bölgesini anlatıyoruz. Önünüze geleni serbest bölgeye almamak gibi bir kuralınız var, ancak sıkıntıda olduğunu bildiğimiz serbest bölgelerin bunu hayata geçirmesi kolay gözükmüyor. Siz bu noktada sorun yaşasaydınız yinede aynı yönelim içerisinde olur muydunuz? Ertuğrul Işıksoy: 90’larda oldu. Orada başka faktörler de vardı. Biz bölgeyi kurmaya başladığımızda Rusya dağıldı, yeni pazarlar oluştu. Almanya birleşti, Batı Alman yatırımcılar yatırımlarını doğu Almanya’ya kaydırdı. Körfez savaşı çıktı, dünyada uluslar arası yatırımlar durma noktasına geldi. Bunlar bizi o zamanlar sıkıntıya soktu. Buna rağmen biz hiçbir zaman Ege Serbest Bölgesini ve avantajlarını yatırımcılara anlatmaktan geri durmadık.. Biraz ötelendi yabancı sermayenin ilgisini çekmek ama başardık. 500 milyar dolarlık bir hedeften bahsediliyor. Bu noktada Çandarlı çok önemli. Umarız zamanında hare- 94 Kasım 2011 kete geçirilebilir. Ertuğrul Işıksoy: Bir limanın oturmasının 50 yıl aldığını söylüyorlar. İş sadece bina inşa etmekle olmuyor. Dünyanın orayı tanıması, hatların konması gerekiyor. Limanların tabiî ki yapılması lazım. İzmir’de Çandarlı yapılıyor, belki başka yerlerde de yapılıyordur. 500 milyar ihracat için sadece üretim yetmiyor. Nakliyat gibi diğer faktörleri de devlet düşünmüş ki liman ve benzeri yatırımlar yapılıyor. Türkiye bunu başaracak güçtedir. Son dönemde üzerinde durulan ve serbest bölgelerin daha verimli hale getirilmesi için yeni düzenlemeler yapılmaya çalışılıyor. Bu konudaki görüşlerinizi alabilir miyiz? Vacit Şar: Dünyada da böyle terminolojiler var. Özel ekonomik alan. Aslında serbest bölgeler en cazip teşvik alanları. Dolayısıyla serbest bölgelerin yakaladıkları bu başarıyı daha da büyütmek için serbest bölgelerdeki endüstriyel ağırlığı arttırmaya çalışıyorlar. Yeni konsept bu. Bu konseptte de kabul edilmiş faaliyetler var. Üretim, ticaret ve çok kısıtlı oranda da hizmet sektörü vardı o da yazılımla sınırlandırılmıştı. Tabi gelişen ekonomide özellikle gelişmekte olan ülkelere doğru üretim kayışı yaşanıyor. Ama bunun sonraki aşaması gelişmiş ülkelerin, gelişmekte olan ülkelere hizmet üretiminde de ağırlığı kaptıracağı yönünde. O yüzden bizim serbest bölgemizde hizmet bölgelerini de geliştirecek biçimde yeniden yapılandırılmasını istiyorlar. O yüzden Sayın Bakan’ın da birçok platformda söylediği gibi film endüstrisinin serbest bölgelerde faaliyet göstermesi, bakım-onarımın serbest bölgelerde olması ve daha rekabetçi fiyatlar elde etmesi. Türkiye özellikle havacılık sektöründe bakım faaliyetlerinde bir ivme yakaladı ve özellikle bu bölgede havacılık sektöründe ileriye dönük yer alması konuşulanlar arasında ama şu an mevzuat buna uygun değil. Çünkü serbest bölgelerdeki en önemli avantaj kurumlar vergisi muafiyeti. Bu sadece üretim firmalarında var. Üretimin %85’ini ihraç ettiyseniz üretimi yapan çalışanların da gelir vergisini ödemiyorlar. Ama bu çok geniş bir oranda faydalanılan bir teşvik değildir. Bu şartı karşılayabilecek şirket sayısı çok kısıtlı. %85 ihracat şartının ağırlığından dolayı kademeli bir sistemin uygulanmasının daha verimli olacağını ifade edenler var. Ertuğrul Işıksoy: Hindistan’da ihracat yaptıysan çalıştırdığın işçilerden gelir vergisi alınmıyor. Ama malı yurtiçine sattıysan gelir vergisi vereceksin. Bizde de böyle yapılması lazım. %85 hesaplaması bir dert. Kısaca İhracata giden malın vergiden tümüyle muaf olması gerekir. Vacit Şar: Serbest bölgelerdeki sistemin aslında Türk vergi otoritelerinde ideal bir sistem olarak incelemelerini öneririm. Çünkü Türkiye’deki kayıt dışı ekonominin vergi kayıplarına neden olduğunu artık bütün devlet otoriteleri de özel sektör de kabul ediyor ve özel sektör benim kabul edemeyeceğim bir savunma yaparak bunun ekonominin gelişimi için gerekli olduğunu söylüyor. Türkiye’deki kayıt dışılığın bitirilmesi için serbest bölgedeki sistemin örnek alınması lazım. Bir de hükümet yetkilileri serbest bölgelerin mantığını anlayamadılar görüşü var. Bu düşünceye katılır mısınız? Ertuğrul Işıksoy: Serbest bölgeler önceki bakan olan Kürşat Tüzmen’in elinde büyüdü. Anlamadığını söylemek haksızlık olur. Serbest bölgeler teşvikli alanlar ama imtiyazlı alanlar değil. Her şirkete açıktır. A firması da gelir B firması da gelir. Dolayısıyla bir grup firmaya imtiyaz sağlanmış, onlar serbest bölgelerde para kazanıyorlar gibi bir durum söz konusu değil. Siz de gelin siz de kazanın. İmtiyazlı bir olay yok. Verimli çalışmaktan bahsediliyor. Kümelenmek gibi bir şey söylediler. Her serbest bölge belli alanlarda ihtisaslaşsın o alandaki üreticiler oraya gelsin dendi. Böyle bir yapı kurulabilir mi? Vacit Şar: Kümelenme dünyada da sektörel bir seçim. Şirketlerin aynı iş kolunda faaliyet gösterirken birbirlerine verdikleri sinerjiden dolayı hızlı gibi geli- şim olduğunu tüm dünya fark ettiği için Türkiye de kümelenme stratejisini gelecekteki endüstri stratejisi olarak kabul etti ve Türkiye’ye uygun kümelenmeleri bulmak için sanayi bakanlığı araştırmalarını sürdürüyor. Biz Ege Serbest Bölgesi’ne gelen havacılık sektöründeki şirketlerden dolayı Ege Serbest Bölgesi ve İzmir’de bir havacılık bölgesi kurmaya karar verdik. Çünkü şu anda Ege Serbest Bölgesi’nde havacılık platform üreticilerine ürün veren çok şirket var. Biz İzmir’deki organize endüstri bölgelerindeki firmaları da içimize alarak Türkiye’deki ilk havacılık kümelenmesini kurduk. Bu kümelenmenin bir web sayfası var ve 30 civarında üyesi var. Kümelenmeyi arttırmak için çalışmalarımız var. Onun dışında yurtdışındaki kümelenmelerle işbirliği yapıyoruz. Şu anda havacılık kümelenmesi olarak Almanya’da üç tane kümelenmeyle Hamburg, Bremen ve Münih’teki kümelenmelerle işbirliği anlaşmaları yaptık ve önümüzdeki günlerde Bremen’de devletten de katılım olan bir toplantı düzenliyoruz. Dolayısıyla Türkiye’ye daha fazla yabancı sermayenin Türkiye’deki firmalarla ortaklık kuracağı yeni savunmak kobilerinin oluşturulmasına büyük katkısı olacağına inanıyoruz. ESBAŞ olarak da bunlara katkı vermeyi sürdürüyoruz ve Fransız bir grupla da önümüzdeki yıl içinde savunma ve havacılık üzerine bir toplantı düzenleyeceğiz. Ayrıca Türkiye’ye ofset yükümlülükleri olan yabancı şirketlerin bu yükümlülüklerini yerine getirebilmesi için Türkiye’den daha çok ürün almasını sağlamak üzere de ofset toplantıları düzenliyoruz. 2012’nin mayısında da dünya ofset ve counter trade birliğinin de yıllık toplantısını İzmir’de yapacağız. Ege Serbest Bölgesi savunma sanayisinde de artık bir marka olmuştur. O yüzden biz savunma sanayisindeki markaların Türkiye’de özellikle yabancı sermayenin yatırım yapmaları için ilgilerini çektik. Birçok uluslar arası konferans yaptık. Bunun sonucundan da Ege Serbest Bölgesi savunma sanayisinde faaliyet gösterilmesi için ideal tekno parklar ve endüstriyel parklardan birisi oldu. Ayrı ayrı bakanlıkların serbest bölgelerdeki hakimiyetleri olmasının sıkıntı yarattığı gibi bir durumdan söz edebilir miyiz? Ertuğrul Işıksoy: Uzun zamandır mevzuatlar arası bir birlik kurulamadı. Serbest bölgelerin kendi yasası vardır. O kanunla ilgili olan çok yakın kanunlar vardır. Gümrük yasaları, maliye yasaları birbirleriyle koordineli hale getirilemedi ama yeni dönemde onların da koordineli hale getirilmesi arzumuz.I DESBAŞ - İstanbul Endüstri ve Ticaret Serbest Bölgesi’nde yatırımcılar geleceğe güvenle bakıyor 1 993 yılında yayınlanan bakanlar kurulu kararı ile hayata geçen DESBAŞ (İstanbul Endüstri ve Ticaret Serbest Bölgesi Kurucu İşleticisi i AŞ), kurulduğu günden bu yana gerçekleştirdiği başarılı çalışmalar ile ortaklarının yüzünü güldürmeyi başarmış. Serbest bölgelerin geleceği ile ilgili önemli değişikliklerin yapılmaya başlandığı bir dönemde görüşlerine başvurduğumuz DESBAŞ Yönetim Kurulu Başkan Vekili Nüzhet Kodalak ve başarılı Genel Müdürü Ergenekon Küçük sorularımızı yanıtladı. DESBAŞ’ın kuruluşunda bulundunuz, yaşadığınız zorlukları aktarır mısınız? Nüzhet Kodalak: DESBAŞ çok zor şartlar altında mülkü kendisine ait olan ilk serbest bölge olarak kuruldu. Biz buradaki serbest bölgeyi kurarken devletten hiçbir destek almadan 180 ortağı bir araya getirerek kurduk. Ülkemizde bugün çok ortaklı firma- 96 Kasım 2011 ların başarıya ulaşma oranının çok az olduğunu biliyorduk, o açıdan DESBAŞ çok ortaklı yapılara iyi bir örnektir. Her yıl ortalama 4-8 milyon dolar ortaklarımıza kar dağıtmayı başarıyoruz. Şimdiki hedefimiz ise bu kar oranımızı daha üst seviyelere çıkararak daha büyük kar oranları dağıtmaktır. Ekonomi Bakanımız Zafer Çağlayan’ın açıklamalarından sonra serbest bölgelerle ilgili yeni bir süreç başlayacak. Bu hususta düşüncelerinizi alabilir miyiz? Nüzhet Kodalak: Bu değişim bir hükümet politikasıdır. Özellikle Avrupa Birliği’ne girene kadar bazı istisna haklarımız devam ediyor. Bakanımız farklı ülkelere giderek serbest bölge çeşitliliğini gördü ve bazı açıklamalarda bulunmasından sonra sektörde bir hareketlilik başladı. Fakat yapılan açıklamalardan sonra ifade edilen değişikliklerin alt yapılarını aktarmaları gerekiyor. Burada serbest bölgelerle ilgili nasıl bir sistem düşünülüyor. Örneğin Başbakan’ımız Mısır’a Ergenekon Küçük Nüzhet Kodalak gitti. Biz Mısır’daki serbest bölgelerin ABD’ye gümrüksüz ihracat yaptığını biliyoruz. Eğer Türkiye’de de böyle bir sistem düşünülüyorsa yani nitelikli serbest bölge modeline geçecek isek o zaman çok farklı bir tablo çıkar karşımıza. Yapılan değişiklikler içersinde ihtisaslaşmaktan bahsediliyor. Bizler bugün kendi içlerimizde zaten ihtisaslaşmış durumdayız. Örneğin DESBAŞ deri ve ayakkabı sektörlerinde ihtisaslaşmış bir serbest bölgedir. Yapılan değişim aynı zamanda serbest bölgelere insanların bakış tarzının değiştiğinin göstergesi olarak da algılayabilir miyiz? Nüzhet Kodalak: Serbest bölgelere insanlar ağırlıklı olarak kaçak ürünlerin gelip gittiği bir yer olarak düşünüyordu. Oysa ki burası serbest bölge değil, tam kayıtlı bir bölgedir. Biz bir dönem bununla ilgili bir araştırma yapmıştık. Aynı ihracat hacmi içersinde devletin buradan fon olarak aldığı vergi ülkemizin içersinden aldığı vergiden daha fazla çıktı. Çünkü burada her şey kayıt altındadır ve vergi kaçıramazsınız. Serbest bölgelerden devletin tam olarak istediği üretim miktarlarına ulaşılmadığı ifade ediliyor. Dünyadaki örneklerine baktığımızda geldiğimiz noktayı aktarır mısınız? Nüzhet Kodalak: Serbest bölge sektöründe en başarılı ülke Çin oldu. Dünyanın her yerinden kendi ser- best bölgelerine üretim çekebilmeyi çok iyi başardılar. Şimdi eğer bir değişiklik yapılacaksa oradaki yapıya iyi bakılması gerektiğine inanıyorum. Burada şöyle bir gelişim olmamalıdır, gidelim her yere bir serbest bölge kuralım. Bugün bu uygulamayı organize sanayileri için yaptılar birçok bölge atıl durumda kaldı. Karar alıcılar öncelikle bizde yani serbest bölgelerde atıl durumda kalan yerleri canlandırmak için belli kararlar almalıdırlar. Ondan sonrasında da ülkemizdeki tüm serbest bölgelerin tam kapasite çalışması için önlerini açmalılar. Kısacası biz yapılacak değişikliklerle üreten firmaların önünün açılmasını, bölgelerimizin daha fazla istihdam yaratmasını istiyoruz. Serbest bölgelerle ilgili 2004 yılında yapılan değişikliklerin milat olduğu ifade ediliyor. Bu değişim sektörü nasıl etkiledi? Ergenekon Küçük: 2004 yılında yapılan değişikliğe gelene kadar serbest bölgelerimiz hızla büyüme içersindeydi. Fakat sistemin içersinde düzenlenmesi gereken bazı konularında olduğunu belirtmek isterim. Yani 2004 yılında yapılan değişiklik aslında gerekliydi. Fakat bu değişiklikten herkes zarar gördü. O dönemi iyi hatırlarsak AB süreci ve Türkiye’nin IMF ile imzaladığı uyum çalışmaları gereğince bazı şeyleri değiştirmek gerekiyordu, bunlar yapıldı. Sonuçta alınan kararlarla serbest bölgelerde üretimi destekleyen bir Kasım 2011 97 sistem kurulmaya çalışıldı. Fakat o dönemde en büyük sıkıntımız kararların bir an önce alınmasından kaynaklandı. Yabancı yatırımcılar bu değişikliği anlamakta zorluk çektiler. Burada alınan kararlarda bir geçiş sürecinin olmaması ciddi bir sıkıntı yarattı. Eğer alınan kararlarda 4-5 yıllık bir geçiş süreci yaşansaydı, sektör bu kadar büyük etkilenmezdi. Belki oluşturdukları yöntem ülkemiz açısından daha önemliydi. Sonuçta serbest bölge modelinde üretimin, ihracatın ve istihdamın ön planda tutulduğu bir yapıya geçildi. Bu uygulamanın sonuca odaklı olduğunu biliyoruz. O dönemde alınan kararlarda DESBAŞ nasıl etkilendi? Ergenekon Küçük: 2004 yılı öncesinde DESBAŞ zaten sınırındaki bütün yapılanan alanlarının satışını ve kiralamasını tamamlamıştı. Ticaret açısından çok ciddi işlem hacimlerine ulaşmıştı. 2004 yılında alınan kararlarla bütün serbest bölgeler de işlem hacmi azalırken, biz eski işlem hacmimizi koruduk ve arttırdık. Bunun nedeni de bizde faaliyet gösteren firmaların hacimlerini ve kapasitelerini arttırmalarıdır. Alınan kararlardan biri de muafiyetlerden yararlanmak için yapılan üretimin %85’ini ihracat şartına bağlanmasıydı. Bu şart serbest bölgelerdeki firmaları zorladı mı? Ergenekon Küçük: Aslında bu uygulama Türkiye’nin dış ticaret hacmini göz önünde bulundurduğunuzda acımasızda alınan bir karardır. Biz bunun performans odaklı bir sisteme geçilmesi gerektiğine inanıyoruz. Örneğin %60 oranında ihracat yapan firmaları belirli bir muafiyet ve bu oran yükseldikçe muafiyettin de yükseleceği bir sistem kurulması gerekiyor. Böyle bir sistem bizim için çok önemlidir. Özellikle üretimin olduğu bölgelerde böyle bir sistem 98 Kasım 2011 serbest bölgelerin daha da büyümesini sağlayacaktır. 2023 yılı ihracat hedefleri açıklanıyor, serbest bölgelerin bu hedefler içersindeki önemini aktarır mısınız? Ergenekon Küçük: 2023 hedefleri içerisinde serbest bölgelerin yeri çok önemlidir. Bu hedef doğrultusunda kalkınmakta olan bölgeler organize sanayi bölgeleri ve serbest bölgeler ön planda bulunmaktadır. Ama bunların içinde serbest bölgelerin yeri çok farklıdır. Çünkü bizim gerekli ihracatı yapmak için mevzuat ve teknik yeterlilik olarak alt yapılarımız tamamlanmış durumdadır. 2023 yılı ihracat hedefi içersinde serbest bölgeler oransal olarak ne kadar bir pay alabilir? Ergenekon Küçük:2004 yılından itibaren toplam ihracat içindeki payımız kademeli olarak arttığını söyleyebilirim. Hatta 2008 yılında kriz olmasına rağmen ihracatta ki payımız sürekli artıyor .Bu durum serbest bölge firmalarının üretim faaliyetlerinin ihracat odaklı gelişmeye devam ettiğini gösteriyor.. Reel olarak kanaatim belirlenen ihracat hedefinin en az %10’unu serbest bölgelerin gerçekleştireleceğidir. 500 milyar dolarlık bir ihracat hedefimiz var, fakat bu kadar bir ürünü yurt dışına götürecek alt yapımızın olmadığı ifade ediliyor. Bu hususta görüşlerinizi alabilir miyiz? Ergenekon Küçük: Türkiye’nin en büyük problemlerinden bir tanesi lojistik sorunudur. Hem kara yolu hem havayolu hem de deniz taşımacılığında istenilen düzeyde değiliz. Bunların tüm kamu birimlerinin ortak bir veri tabanı ile çalışması sağlanmalı ve entegre taşımacılık tarafı daha etkin olursa belirlenen ihracat hedeflerine çok rahat ulaşabileceğimize inanıyorum.I Serbest bölgelerdeki yapılmak istenen değişiklikleri değerlendiren Selçuk Tür: Daha verimli serbest bölgeler amaçlanmakta lkemizdeki serbest bölgelere içerisinde konumu ile önemli bir artıya sahip olan İSBİ, bu artısını ekip çalışması ile birleştirerek ticaretin önemli bir oyuncusu olmayı başarmış. Bu başarıda önemli bir paya sahip olan şirketin Genel Müdürü Selçuk Tür ile serbest bölgelerde planlanan değişimi konuştuk. Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, gelişmiş ülkelerdeki serbest bölgelerle ilgili bilgi verirken oradaki yapıların daha iyi kazançlar bıraktığını ifade etti. Sizce Türkiye’deki serbest bölgelerle, gelişmiş ülkelerdeki serbest bölgeler arasındaki farklılıklar nelerdir? Türkiye’de bulunan serbest bölgelerde daha önce hizmet üretimi ve satışına izin verilmemekte idi. Yeni tanımlanan ihtisas serbest bölgeleri ile çeşitli hizmetlerin üretimi ve satışı mümkün hale gelmiştir. Hizmet üretmek nihai mal üretimine göre yatırımı daha az olan, istihdama katkısı daha çok olan ve ülkeye hızlı para girişi sağlayan alanlardır. Bunlara örnek olarak “Lojistik İhtisas Serbest Bölgesi”, “Sinema ve Filmcilik ihtisas Serbest Bölgesi” gibi yeni oluşumları örnek gösterebiliriz. Ayrıca Türkiye’nin stratejik konumu sebebi ile “Bakım Onarım İhtisas Serbest Bölgesi” ile kullanılmış otomobil ve makinların revizyonlarının yapılarak yurt dışına satılması gibi gene hizmet esaslı yapılandırmalar kurgulanmıştır. Bu kurgular yurt dışında Sayın Bakanımızın da ifade ettiği gibi daha verimli serbest bölge uygulamalarına sistemimizi yaklaştırmaktadır. Ekonomik özel alanların oluşturulması var olan serbest bölgelerimize ne gibi avantaj veya dezavantaj sağlayacaktır? Serbest bölgelerde daha hızlı ve kolay ticaret yapılmasını sağlayacaktır. Verilecek hizmetlere ya da yatırımlara göre daha özel teşvik uygulamalarını da beraberinde getireceğini düşünüyoruz. Bu şekilde hizmet türüne ya da üretim türüne özel olarak dizayn edilmiş yeni teşvik sistemleri ile yurt Ü 100 Kasım 2011 dışındaki büyük üreticiler ya da hizmet sağlayıcılar ile rekabet edebilme gücü de sağlanmış olacaktır. Türkiye uluslararası pazardan daha büyük pay alan daha güçlü bir ülke olacaktır. Yeni projelerde yatırımcıların ülkemizden dünyaya açılması için özellikle limanların oldukları bölgelere ağırlık verileceği ifade ediliyor. Bu durum yakınında liman olmayan serbest bölgelerimizi nasıl etkileyecektir? Serbest Bölgelerin, ülkenin yurt dışına açılan bir kapısının (gateway) yanında olması önemli bir avantajdır. Zira uluslararası mal ve hizmet trafikleri mutlaka bir ulaşım kapısından gerçekleşmektedir. Bununla birlikte az önce bahsettiğimiz “Sinema ve Film İhtisas Serbest Bölgesi” oluşumunun bir liman yanında olması gerekliliği yoktur. Oluşturulacak ihtisas serbest bölgelerinin niteliğine göre lokasyonlar seçilecektir. Bununla birlikte mevcut serbest bölgeler içinde limanlara ya da çıkış kapılarına yakın olmayan serbest bölgelerin de kendilerine özel konumlarını muhafaza edeceklerini düşünüyoruz. Bu noktada sizin bakanlığa önerileriniz var mıdır? Uluslararası transit ticaretin gerçekleştirildiği ve transit ticaret merkezi olarak kullanılan bölgelerde posta kutusu şirketlerin kurulumuna izin verilmektedir. Bu tür bir uygulama Türkiye’yi de bu pazara ortak edecektir. Ayrıca ülkemize giriş yapmayan tamamen transit ticaret kapsamındaki işlemlerde de bazı ilave vergi avantajlarının getirilmesi uluslararası ticaretin mali olarak da ülkemize kayması ve Türkiye’nin mali olarak da önemli bir pazar payına sahip olmasını sağ- lar. Yazılım üretiminde ve Ar-Ge çalışmalarındaki teşviklerin de daha cazip hale getirilmesi ile birlikte “Fikir üretimi ve satışı” konularında pazardaki payımızı genişletmek ve nitelikli istihdamı arttırmak mümkün olabilir. Ülkemize yatırım yapan yabancı veya yerli firmaların serbest bölgelerine bakışı nedir? Uluslararası firmalar konuya tamamen ticari olarak yaklaşmaktalar. Serbest bölgelerde sunulan vergi avantajları ve teşvikler firmalar için cazip ise bölgede yatırım yapmak üzere girişimde bulunuyorlar. Eğer cazip değil ise kesinlikle ilgilenmiyorlar. Serbest bölgelerdeki ticaretin kesin olarak kayıt altında olması, bölgeye giren ve çıkan malzemelerin Serbest Bölge Müdürlüğü, Gümrük ve Gümrük Muhafaza Müdürlüklerinin kontrolünde olması ve tüm nakit akış işlemlerinin bankalar üzerinden yapılması sebebi ile kayıt içinde yürüyen bir ekonomi oluşmaktadır. Uluslararası ticaret yapan çokuluslu firmalar bu kontrollü ortamda çalışmayı talep ediyorlar. Öncelikleri ise işlerinin niteliğine göre hangi avantajlardan faydalanabilecekleri. Serbest bölgelerde gelişmesi istenen sektörlere verilecek teşvikler ile yurt dışı yatırımcıların bölgeye olan ilgileri hızlıca yükselecektir. Sizin İSBİ olarak ülkemizdeki diğer serbest bölgelere oranla farklarınızı aktarır mısınız? İstanbul Atatürk Havalimanı Serbest Bölgesi olarak Türkiye içindeki diğer tüm serbest bölgeler içinde metrekare olarak en küçük olan serbest bölgeyiz. Bununla birlikte gen Türkiye içindeki tüm serbest bölgeler içinde ticaret hacmi bakımından ilk üç serbest bölge Kasım 2011 101 içinde yer almaktayız. Atatürk Havalimanının stratejik konumu sebebi ile bölgemizde katma değeri yüksek ürün ve hizmetler sunulmaktadır. Elektronik, yazılım, sağlık, dış ticaret konularında hizmet veren önemli firmalar bölgemizde yer almaktadır. Dünyadaki ekonomik kriz serbest bölgelerimizdeki yatırımlara nasıl yansıdı? Dünyayı etkileyen ekonomik krizin serbest bölgeleri etkilememesi mümkün değil. Ancak Serbest bölgelerin içinde yatırımların yüksek nitelikleri sebebi ile krizlerden daha az etkilendiğini düşünüyoruz. En büyük etki yeni yatırımların gelmemesi ya da iptal edilmesi şeklinde yaşanıyor. Ticaret hacminin daralması da ayrı bir etki ancak artık Dünya genelinde yaklaşık her 4 yılda bir oluşan mali krizlere de ülkemiz alıştı diyebiliriz. Dalgalanmalardan diğer ülkeler kadar derin etkilenmediğimizi düşünüyoruz. Son olarak serbest bölgelerin yatırımcılara sunduğu avantajları aktarır mısınız? Serbest Bölgelerde üretim yapan firmalar kurumlar vergisinden muaftır. Bu üretici firmalar ürettikleri ürünlerin %85’inden fazlasını ihraç ederler ise çalıştırdıkları personelin gelir vergisinden de muaf olurlar. Serbest bölgeye getirilen ürünler için KDV ve Gümrük Vergisi ödenmez. Serbest bölge içinde verilen hizmetler için KDV ödenmez. Serbest bölgede faaliyet gösteren şirketler Türkiye’den ihraç fiyatına KDV’siz ürün satın alabilirler. Serbest bölgelerde elde edilen gelirler herhangi bir kısıtlama olmadan dünyanın herhangi bir yerine serbestçe transfer edilebilir. Çok genel hatları ile sunulan avantajlar bunlardır.I 102 Kasım 2011 Tayseb-Toros Adana Yumurtalık Serbest Bölgesi Genel Müdürü Ayfer Önder: Liman ve coğrafi konum bakımından ender bölgelerden biriyiz lkemizin stratejik bir yerinde kurulmasına rağmen şu ana kadar yeterince öne geçemeyen Tayseb (Toros Adana Yumurtalık Serbest Bölgesi) atağa kalmak için çalışmalara başladı. Ağır sanayinin Irak, Suriye başta olmak üzere Ortadoğu’ya açılan kapısı olduğunu belirten Tayseb Genel Müdürü Ayfer Önder, yaşanan gelişmeleri dergimize aktardı. Sektörle ilgili kırılma tarihi olarak 2004 yılından herkes bahsetti. O dönemde yapılan yapılan değişiklikler sektöre nasıl yansıdı? Serbest Bölgelerde faaliyet gösteren işletmeler, 2004 yılında değişen kanunla birlikte mevcut teşviklerin önemli bir kısmını kaybetti. 2004 yılından sonra ruhsat alan ticari işletmeler yani alım satım yapan şirketler daha önce var olan Kurumlar Vergisi muafiyetinden yararlanamaz hale geldiler. Bu tarihten önce faaliyet konusuna bakılmaksızın kullanıcı firmaların çalıştırdığı personele ödenen ücretler gelir vergisi stopajından muaf iken, 2004 itibariyle bu muafiyet de kaldırıldı. Dolayısıyla, firmaların işçilik maliyetleriyükseldi ve rekabet güçleri zayıfladı. 2004 sonrasında gelir vergisi muafiyeti yalnızca ürettiğinin en az % 85’ini ihraç eden üretici firmalara tanındı. 2004 yılından beri sürekli değişen mevzuat bununla sınırlı kalmadı, serbest bölgelerde yapılacak faaliyet konularını, serbest bölgelere giren-çıkan mal Ü 104 Kasım 2011 çeşitliliğini de sınırlandırdı. Serbest Bölge teşviklerinin sürekli olarak azalması, buna karşılık Organize Sanayi Bölgelerine tanınan teşviklerin artması, göreceli olarak OSB’ lerini serbest bölgelerin rakibi haline getirdi. Doğal olarak, teşviklerdeki bu tür değişiklikler hem yerli hem de yabancı firmaları tedirgin etti ve serbest bölgelere bakışı olumsuz etkiledi. Çünkü herkes ilerleyen dönemlerde şu anda mevcut teşviklerde de geriye gidiş olabilir diye düşünmeye ve geri durmaya başladı. Bu durum sizin bölgenize nasıl yansıdı? Tabi ki bizim bölgemiz de bu durumdan olumsuz bir şekilde etkilendi. Hepimizin bildiği üzere yabancı yatırımcı bir ülkeye ancak mevcut teşviklerin ve mevzuatın süreklilik kazandığı, ülkede siyasi ve sosyal istikrarın devam edeceği inancını yaşadığı sürece gelir. Serbest Bölge mevzuatının sürekli değişmesi, serbest bölgede yatırım yapma düşüncesinde olan yatırımcıları doğal olarak ürkütmüştür. Bölgemiz kurulduğundan bu yana üst üste şansızlıklar yaşamış bir bölgeyken üstüne üstlük teşviklerin bir kısmının geri alınması bölgeye yatırım yapma talebinin iyice azalmasına neden olmuştur. Serbest bölge olarak bulunduğunuz yer stratejik bir alanda değil mi? Adana Yumurtalık Serbest Bölgesi oldukça stratejik bir alanda bulunuyor. İskenderun körfezinde, Tür- kiye’nin en büyük özel sektör limanı olan Toros Limanının hemen yanında yer alıyoruz. Aynı zamanda enerji ihtisas bölgesine sınırız ve Botaş ile BTC Boru Hattına komşuyuz. Adana Yumurtalık Serbest Bölgesi gerek Kuzey Afrika ülkelerine gerekse Ortadoğu ülkelerine en rahat ihracat yapma imkânı sunan stratejik bir noktada. Dört buçuk milyon metrekarelik bir alana sahibiz. 5 km uzunluğunda bir kıyı şeridimiz var. Şu anda toplam alanın yaklaşık %18’lik bir kısmı dolu halde bulunuyor. Bizim şu anda kiralanmış açık alan miktarımız birçok serbest bölgenin toplam alanından daha büyük. Bölge son derece önemli bir yerde olmasına karşın yaşanan çeşitli şanssızlıklar nedeniyle mevcut alanın tamamı doldurulamamış. Yapılacak değişikliklerle birlikte ekonomik özel alanlar ve ihtisaslaşmaya gidilecek. Sizin bölgeniz hangi alanda ihtisaslaşabilir? Bölge kuruluş aşamasında ağır sanayiye yönelik bir bölge olarak kurulmuştur. Ağır sanayi içine hangi sektörler giriyor. Enerji, kimyasal ürünler, çimento, demir çelik, gemi- mega yat yeni inşa, bakım ve onarım. Özellikle oluşturulacak yeni projelerle başta büyük gemi ve mega yatların bakım ve onarımına yönelik tesislerin yapılmasını ve ağır endüstri konusunda bölgenin ihtisaslaşmasını istiyoruz. Bizim yatırımcılarımız Suriye veya Irak’a gidip çimento veya demir çelik yatırımı yapacaklarına sizin bölgenizden faydalanabilirler… Şüphesiz. Yeni kullanıcımız çimento fabrikası da buna benzer mantıkla ilerliyor. Serbest Bölgeden Irak, Suriye ve Kuzey Afrika ülkelerine satış yapmayı planlıyorlar. Ancak bu ülkelerde yaşanan siyasi ve sosyal içerikli bir takım sıkıntılar ihracat miktarlarında önemli düşüş yaşatabilir. Bölgenizde üretim yapmak için şu anda gelen talepler var mı? Hali hazırda müzakere aşamasında olduğumuz 5 yabancı firma var. Bunların bir kısmı kimya sektöründe bir kısmı demir çelik sektöründedir. Bölge İskenderun Körfezinde bulunduğu için 5 km uzunluğunda bir kıyı şeridine sahip. Uygun projelerle bu kıyı şeridinde özellikle Doğu Akdeniz çanağında dolaşan büyük gemilerin ve mega yatların bakım ve onarımına yönelik tersanelerin yapılması mümkün. Bölgeniz kimya sektöründe büyümek istiyorsa Adana Yumurtalık aynı zamanda enerji üssü olma yolunda ilerliyor. Petro kimya alanında da büyüyemez misiniz? Petro kimya alanında çok büyük sıkıntı yaşıyoruz. Serbest bölgelere giriş çıkış yapabilecek malları kısıtlamak için “Hassas Ürünler” diye bir liste oluşturdular. Bu listede yer alan petrol ve petrol türevlerinin bölge içinde depolanması, alım satımı yasak. Aslında bizim bölgemiz, enerji ihtisas sahasının, BTC ve Botaş’ın hemen yakınında bulunması nedeniyle petro kimya endüstrisi açısından oldukça elverişli bir bölge. Ancak hassas ürünler listesi nedeniyle petrol ve petrol türevlerinin depolama, alım satım türü işlerinin bölge içinde yapılmasının yasak olması, bizleri bugüne kadar bu konuda gelen talepleri hep geri çevirmek zorunda bıraktı. Petrol ve petrol türevlerinin ticaretine ve depolanmasına izin verilmiş olsaydı eğer bugün bütün bölge tam kapasite ile çalışır durumda olurdu. Bu hususta geçmişte olduğu gibi bugün de halen çok Kasım 2011 105 fazla talep var. Antalya Serbest bölgesi de yatçılık alanında büyüdüğünü ifade ediyor. Onlarla rakip mi oluyorsunuz? Antalya serbest bölgesi alan olarak bizden çok küçüktür. Bizim alanımızın yaklaşık % 15’i oranında bir büyüklüğe sahip. Orada yeni yat inşa tesisleri mevcut. Ancak bu bölgede en fazla 50–55 metreye kadar olan kompozit yatlar yapılabiliyor. Antalya Serbest Bölgesinin gerek alt yapısı, gerek mevcut imalat binalarının ölçütleri ve gerekse yatların denize indirilme noktalarında yaşanan bir takım sıkıntılar, bu bölgede mega yat projelerinin yapılmasını engelliyor. Antalya serbest bölgesinde sıkışmış olan ve mega yat taleplerine yanıt vermek isteyen firmalar ise yeni yer arayışında. Bizim arazimiz çok geniş. Kıyı şeridimiz 5 km uzunluğunda. Uygun tesis projeleri ile bölgede mega yatların üretimi ve bakım onarımı mümkün. Bölgede gelişmesini istediğimiz hedef sektörlerden biri de mega yatların yeni inşa, bakım ve onarımı. Serbest bölgeler içersinde Mersin hep ön plana çıkartılıyor. Bu durum sizi etkiliyor mu? Mersin Serbest Bölgesi Türkiye’nin ilk serbest bölgesidir. Buradaki arazi büyüklüğü bizim toplam arazimizin ancak beşte biri oranında. Tayseb A.Ş aynı zamanda Mersin Serbest Bölgesinin işletici şirketi Mesbaş’ın ortaklarından. Mersin Serbest Bölge ile Adana Yumurtalık Serbest Bölgesinin hedef kitlesi 106 Kasım 2011 farklı. Biz ağır endüstri bölgesi olarak biliniyoruz. Mersin ise daha ziyade tekstil, konfeksiyon, depoculuk, alım satım ağırlıklı çalışıyor. Kulvarlar farklı. Tayseb olarak Mersin Serbest Bölgesinin işletici şirketi Mesbaş’ın ortağı olmamız nedeniyle Mersin’in ön plana çıkması bizi rahatsız etmiyor. Siz tanıtım yapıyor musunuz? Kurulduğundan bu yana bölgenin pazarlama ve tanıtım çalışmalarına çok fazla ağırlık verilmemiş olmasına rağmen bugüne kadar çok fazla sayıda yabancı firma petrol ve petrol türevlerinin depolanması, alım ve satımı için arazi kiralama müracaatında bulunmuş. Ancak hassas ürünler listesine takılarak maalesef faaliyet ruhsatı alamadan bölgeyi terk etmek zorunda kalmışlar.2008 yılında kıyı şeridinin tamamı tersanelere kiraya verilmiş. 2009 ekonomik krizi nedeniyle çoğu bölgeyi terk etmek zorunda kalmış. Biz bu yeni dönemde bölgemiz için uygun olan sektörleri yeniden belirledik. Pazarlama stratejisi oluşturduk. İlgili sektörlerde yatırımlarını büyütmek isteyen ve yeni yer arayışı içinde olan firmaları tespit ederek kendileri ile bire bir görüşüyoruz. Yani direk tanıtım ve pazarlama yöntemini kullanıyoruz. Yabancı firmalarla olan irtibatımızı ise Kalkınma Ajansları veya Ankara’daki yabancı elçiliklerde ya da İstanbul’daki başkonsolosluklarda bulunan ticaret müsteşarlıkları ve ticaret odaları aracılığı ile yapıyoruz.I Lojistikte önemli artıları olmasına rağmen antrepolarla rekabet edemediklerini ifade eden Verda Yahni: Antrepolar bugün serbest bölgelerden daha avantajlı yerler haline geldi 004 yılında alınan kararlar sonrasında sıkıntıya düşmüş serbest bölgelerimizden biri olan İSBAŞ (İstanbul-Trakya Serbet Bölge Kurucu ve İşleticisi AŞ), sağlık alanındaki yatırımcılara ulaşmak için harekete geçmiş. Serbest bölgeler ile ilgili yapılmak istenen düzenlemelerle biyomedikal ve sağlık sektöründeki gelişmeleri değerlendirmek istediklerini belirten İSBAŞ Satış ve Pazarlama Müdürü Verda Yahni, yeniden yükseliş trendinin yakalanması için çözümü planlama ve tanıtımda görüyor. Serbest bölgelerle ilgili yaptığımız görüşmelerde hep üzerinde durulan 2004 yılında yapılan değişiklikler oldu. Bu hususta siz neler söylemek istersiniz? Artık 2004’ü konuşmamak gerekiyor. Üzerinden o kadar çok geçmesine rağmen “2004’te niye bu yapıldı?” sorusunu biz artık geçmek istiyoruz. Lojistikte de bir takım kolaylıklar sağlayabilirsek, serbest bölgeleri ayrıcalıklı lojistik merkezler olarak değerlendirebiliriz. Özellikle Çatalca’da çok özel bir konumda bulunuyoruz. Çünkü Tekirdağ bölgesine yeni liman yatırımları yapılıyor, gerek çevre yolları, gerekse hava yolları olsun bütün ulaşım yolları etrafımızdan geçiyor. Demiryolu bile bölgeye 1 kilometre mesafede bulunuyor. Biz 2004’ten sonra ağır- 2 108 Kasım 2011 lıklı lojistik ve alım-satım hizmeti veren bir serbest bölge olarak tabi ki çok yara aldık. Ticari firmalarımız artık yavaş yavaş ruhsatlarının sonlarını bekleyip veya beklemeyip bölgeyi terk ediyorlar. Bu üzücü bir durumdur. Hedeflerimiz bundan çok daha yüksekti. Fakat bundan sonra mevcut kanunumuza katacağımız artılarla ve sağlık ile teknoloji gibi karlı sektörleri bulup bölgemize yatırım yapmaları için çalışıyoruz. Sağlık sektörü açısından Türkiye avantajlı mı? Sağlık sektöründe bir takım artılar yakalanabilir. Türkiye gerek doktor kalitesi açısından gerek hastane açısından dünyada çok ön sıralarda yer alıyor. Bildiğimiz kadarıyla bunun dünyada örnekleri olan sağlık serbest bölge modellerini inceliyoruz. Serbest bölgeleri kullanarak dünyada sağlık ve biyomedikal sektörünün dikkatini çekebiliriz. Sağlık Bakanı’mızın da geçenlerde çok güzel bir demeci vardı, o da bizle aynı görüşteydi. Zaten bizde, sağlık sektöründe üretim yapan ve lojistik hizmet veren kullanıcılarımız var. Sağlık sektörü ayrıcalıklı olarak sadece Çatalca değil, dünyada da revaçta olan ve yatırım yapan bir sektör. Bu firmalar ağırlıklı olarak Kuzey Avrupa ve İrlanda’da bulunuyor ve orada personel giderleri çok yüksek olduğu için kendilerine alternatif yerler bakıyorlar. Üretim kalitesi bakımından Çin ve Hindistan yerine ‘Bizim için Türkiye hem konum hem de işçilik kalitesinde ideal’ diyorlar. Biz de o ideali değerlendirmek istiyoruz. Lojistik açıdan avantajlı bir yerde olduğunuzu ifade ediyordunuz, Sağlık ile ilgili düşünceleriniz hayata geçtiği taktirde lojistikten vaz mı geçeceksiniz? Lojistik sektörünü bir kenara bırakma gibi lüksümüz yok. Ama lojistikte bir takım kolaylıklar olmazsa antrepolarla rekabet etme şansımız yok. Antrepolar bugün serbest bölgelerden daha esnek ve ekonomik çözümler sunuyor. Ülkemizde serbest bölgelerin kaçak konusunda daha güvenlikli olduğunu ifade ediliyor. Bu görüşe katılır mısınız? Çünkü serbest bölgedeki firmalar belirli bir elekten geçmiş firmalar oluyor. O yüzden nasıl gümrükte kırmızı hat tarzında şeyler varsa, işte tüm bu firmalar bu hatları geçmiş güvenilir ve daha sağlam firmalardır. İsbaş adına rahatlıkla söyleyebilirim ki : Biz bu firmaları bölgeye eleyerek alıyoruz. Kullanıcılarımız bölgede yerleşik ve düzgün çalışan firmalar. Dolayı- sıyla onlara güvenelim, işlerini, giriş-çıkışlarını işlemlerini kolaylaştıralım. Gümrükte e devlet sistemine geçildi bu çalışmalar gümrüğün hızlı çalışmasını sağlamadı mı? Serbest Bölgemizde gümrük çok düzenli bir şekilde işliyor. Teknoloji geçiş süreçlerinde sorun olsa da, sonuçta hızlı ve verimli işlem yapılıyor. Ancak serbest bölge gümrüklerinin diğer gümrüklerden farklı, esnek ve basit çözümlere ihtiyacı var. Özellikle üretim yapan firmalar için sadece bu konu bile serbest bölge yatırım kararının önünü açar. Ekonomi Bakanlığına Sayın Zafer Çağlayan’ın gelmesi serbest bölgeler açısından ne ifade ediyor? Zafer Bey zaten sanayicilikten gelmiş olduğu için bize de çok faydası var. Çünkü aynı lisanı konuştuğumuz için sanayicinin derdini anlıyor. Yeni dönemde çok aktif bir çalışmanın sinyallerini alıyoruz ondan. Hedef çok yüksek, madem Türkiye 2023’te 500 milyar dolar ihracat yapacak; serbest bölgelere de bunun 100 milyarlık kısmı yakışır.I Kasım 2011 109 İZBAŞ Genel Müdürü Özlem Değirmencioğlu: Yeni nesil serbest bölgeler ekonomik kalkınmamızda güçlü bir aktör olacaktır 985 yılında ihracat temelli üretim modeli üzerine temelleri atılan İzmir Serbest Bölgesi deri sektöründe ihtisaslaşsa da yeni sektörlerle büyümeyi hedefliyor. Yeni yatırımlar çekmek ve farklı sektörlere yönelmek için değişimlerin yaşanmasını beklediklerini ifade eden İZBAŞ Genel Müdürü Özlem Değirmencioğlu, sorularımızı yanıtladı. Ekonomik özel alanların oluşturulmasıyla serbest bölgelerimizi neler bekliyor? Serbest Bölgeciliğe yeni bir kan gelecek diyebiliriz. Daha geniş bir faaliyet alanı oluşması, hizmet sektörüne de açılması, esnek bir çalışma yapısı gibi farklılaşmalar rekabet üstünlüğümüzü arttırıcı olacaktır. Mevcut 19 Serbest Bölge’nin kuruluş, faaliyet, ölçek, konum vb. konularda birbirlerinden ayrıldıklarını görüyoruz, bu yeni oluşumda serbest bölgelerin ve serbest bölgeciliğin yeni bir kimlik kazanma, daha güçlü bir imajla var olma olanağı doğmuştur. Bu yeni nesil açılımı ile hem mevcut sorunların aşılacağı hem de gelişimin sağlanacağı bir ortama kavuşmayı umuyoruz. Gelişmiş ülkelerdeki serbest bölgeler ile ülkemizdeki serbest bölgelerle arasındaki farklılıklar nelerdir? Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki. Rekabet edebilmek adına yaratıcılık, yaratıcılığa meydan açabilmek için esneklik, esnekliği sağlamak için ise enstrümanlar kaçınılmaz oldu. Birçok ülkenin kendi sosyo-politik ve sosyo-ekonomik gerçekliği içinde 1 110 Kasım 2011 gelişmiş bir serbest bölgecilik anlayışı olduğunu görüyoruz. Bu yapılar Avrupa bölgesinde daha kuralcı ve sanayi-ticaret sarmalında iken, Uzakdoğu’da hızla gelişen bir yapıda daha inovatif ve esnek. Serbest şehirlerden, özel bölgelere uzanan, ihtiyaç odaklı ihtisas alanları geliştiren bir modelleme görüyoruz. Bizde de kısıtlı kalmış bir mevzuat kapsamında var olunamayacağı görüldüğünden, ülkemizin çok yönlü alanlardaki büyüme potansiyelinin varlığı da dikkate alınırsa, Avrupa ekolünden çok Uzakdoğu çizgisine yaklaşmak oldukça rasyonel gözükmekte. İhtisaslaşmaktan bahsediliyor, bu uygulamaya geçildiği takdirde serbest bölgeniz hangi alanlarda ihtisaslaşa bilir? Bölgemiz deri sektöründe ihtisaslaşmış ve deri serbest bölgesi olarak kurulmuş bir serbest bölge. Aynı zamanda deri ihtisas gümrüğü olarak da hizmet vermekteyiz. Unvan ve kuruluş sözleşmesi değişikliği ile Menemen Deri Serbest Bölgesi olarak anılmasak da, deri sektörünün önemli bir adresiyiz. Diğer sektörlere de kapılarımızı açtık ancak alt yapımız ve birikimimizle deri ihtisas özelliğimizi yitirmeden yeni alanlarda da gelişimi amaçlıyoruz. Ayrıca kimya sektörü için de önemli bir potansiyele sahibiz. Yapılacak değişikliklere önerileriniz nelerdir? Bizim açımızdan baktığımızda; 1985 yılı çıkışlı 3218 sayılı Serbest Bölgeler kanununun, ih- racat temelli üretim modeli üzerine kurulmuş bölge yapısı altında varlık mücadelesi veriyoruz. Serbest Bölgecilikte geride kalan çeyrek yüzyıl bu alanda ülkemizde önemli bir deneyim sağladı. Oluşan birikim neyin nasıl olması ya da olmaması gerektiği yönünde bakış açıları kazandırdı. Geride bırakılan bu süre zarfında gelişemeyen ya da değişen mevzuat en önemli zorluk alanı. Üretmeden kalkınma olmayacağı gerçeğinden hareketle üretimin korunması ve önündeki engellerin kaldırılması en büyük beklentimiz. Yeni nesil serbest bölgecilik anlayışıyla gelişecek olan yeni özel ekonomi bölgelerinin önün açılması kadar; mevcut bölgelerin, dönüşüm ve gelişimlerinin de her birinin kendi içindeki durumsallığı gözetilerek desteklenmesi önemli. Sonuçta amaç ekonomik kalkınmada güçlü aktör olacak bir model olmak ise birlikte ama özgün birer yapı oluşturmak gerekiyor. 2004 yılında serbest bölgelerle ilgili alınan kararlar sektörü ve sizi nasıl etkiledi? Serbest bölgecilikte yeniyim ancak iş dünyasındaki deneyimim bu alanın temel aktörleri ile etkileşim içinde çalışarak geçti. 2001 ve 2004 yılları değerlendirilirken çok yüzeysel olduğunuzda objektifliğinizi, çok sorgulayıcı olduğunuz da ise amacı kaybedebilirsiniz. Kararların alınmasını gerektiren ortamı dışarıda bırakarak kararları yargılamanın doğru olmadığını düşünüyorum. Alınan kararların serbest bölgecilik ve bölgemiz için gerileme sürecinin tetikleyicisi olduğunu söyleyebilirim. Başlangıçta yalın bir kanun ol- masına rağmen gittikçe karmaşıklaşan uygulama prosedürlerinden ve ilişkili mevzuat ile oluşan uyumsuzluklardan, çelişkilerden etkilenmemek mümkün değil. Yeni dönemi bu açıdan da olumlu bir gelişme olması heyecanıyla bekliyoruz. Ülkemize yatırım yapan yabancı veya yerli firmaların serbest bölgelerine bakışı nedir 2004 yılı bu konuda bir dönüm noktası olmuş diyebiliriz. Size bir yatırım ortamı sunuluyor ve sonra birden bakıyorsunuz ortam değişmiş! Bu tarz değişiklikler kuşkusuz yerelde de iz bırakıyor ama bir şekilde sizin kültürünüz ve kendi içinizde bir kayıp-kazanım dengesi var. Ancak yabancılar için durum biraz daha farklı ve derin oluyor. Kaybedilen imaj ve güvenirlik boyutu çok daha fazla ve önemli bir noktaya geliyor. Mevcut mutlu olmadığında referans sisteminin gücünü devreye sokamıyorsunuz. Avantaj, tercihin en önemli kriteri haline geldi. Serbest bölgeler olarak bizim kendi yönetimlerimizle sunabileceğimiz avantajlar kuşkusuz ki var ama sınırlı, teşvik desteğini mutlaka arkamıza almamız gerekiyor. Serbest bölgelerin varlıklarını sürdürecekleri üstelik de güçlenerek ve gelişerek sürdürecekleri mesajı bile yerli-yabancı firmaların ilgisini arttırdı. Ülkemizin istikrar ortamı, serbest bölgelerimize de yansıdığında, cazibemiz artacaktır. İZMİR Serbest Bölgesi olarak diğer bölgelerimizden farklarınız nelerdir? Bölgemiz mevzuatta tanımlanmış tüm olanakları Kasım 2011 111 sunmanın yanısıra bir takım öne çıkan avantajlara da sahiptir. Ülkemizde mevcut birkaç serbest bölgede mümkün olan mülkiyet olanağımız öne çıkmaktadır. Serbest Bölgeler genelde hazine arazisi üzerine kurulmuş olduğundan belirli süreli kiralama modeline dayalı olarak arsa olanağı sunmaktadır. Biz yatırımcılara tapusuyla bina- arsa temin edebiliyoruz. Üstelik şu anda arsa fiyatlarımız diğer birçok sanayi bölgesi ile karşılaştırıldığında gerçekten çok uygun. Aynı zamanda lojistik avantajlarımıza göre çok düşük ücretlerle kapalı alan kiralaması yapılabilmekteyiz. Bu hizmetimizi daha da geliştirmeyi ve iyileştirmeyi planlıyoruz. Diğer bir önemli avantajımız da İzmir ve Aliağa Limanları arasında merkezi ve yakın bir konumda olmak. Buna bir de kısa süre önce temeli atılan dünyadaki 10 büyük liman arasında olacağı ifade edilen Çandarlı Liman Projesi eklendi. Bu nedenle gelişim potansiyelimizin arttığını düşünüyoruz. Farklılaşan önemli bir hizmetimiz de arıtma tesisimiz. Özellikle atıklı ve su tüketimi fazla olan sektörler için yatırımı tamamlanmış bir alt yapı hizmeti sunuyoruz. Yeni çevre yönetmeliklerine uyum kapsamında gelişimimizi de hızla sürdürüyoruz. Kimya sektörünün doğal kümelenmesini gördüğümüz Aliağa’ya olan yakınlığımız da bize özellikle bu sektör, ilgili sektörleri ve yan sektörleri açısından önemli bir fırsat sunmakta. Dünyadaki ekonomik kriz serbest bölgelerimizdeki yatırımlara nasıl yansıdı? Global krizden en az etkilenen ülkeler arasında olduğumuz bir gerçek ama etkilendiğimiz de bir gerçek. Ancak Serbest Bölgelere asıl olumsuz etkinin, kaybetmiş olduğu avantajlarından yansıdığını düşünüyorum. Özellikle 2004 öncesi gelmiş olan yerli ve yabancı yatırımcılarda bir anda yatırım ortamlarının değişmesiyle oluşan itibar kaybı, her türlü krizden fazla serbest bölgecilik için olumsuz yansımış ve yansımakta. Ekonomik kriz boyutuna gelince; Türkiye lojistik bir öneme sahip, büyük bir pazar ve de nitelikli bir iş ortamı sunmakta, bu özellikleri ile cazibesini sürdürmekte. Serbest bölgeler, yatırım ortamının iyileştirilmesinin yanı sıra, teşvik mekanizmasının daha güçlü hale getirilmesiyle de krizi fırsata çevirme potansiyeline sahip. Serbest bölgelerimizdeki iş hacmi, istihdam, yatırımcı sayılarının artması da olanaklarımızın genişliğini gösteriyor.Ii Yapılacak düzenlemelerin mevcut yatırımcıyı olumsuz etkilememesi gerektiğini ifade eden Avrupa Serbest Bölgesi Müdürü Zafer Atbakan: Yeni nesil serbest bölgelerle serbest bölgelere duyulan heyecan artacak 985 yılında Turgut Özal döneminde çıkarılan 3218 sayılı yasayla Türkiye ekonomisine giren serbest bölgeler günümüzde de umut olmaya devam ediyor. İlk açılan serbest bölge Mersin Serbest Bölgesi iken ilerleyen dönemlerde özel sektörün devreye girmesi ile serbest bölgeler, ülkenin ihracat rakamlarına olumlu katkılar sağlamayı başarmış. Özel sektör tarafından kurulmuş olan ve başarılı bir şekilde çalışmalarına devam eden Avrupa Serbest Bölgesi, Şahinler Holding tarafından kurulmuş ve 1999 yılında resmi açılışı yapılmıştır. Bugün itibari ile iki milyar dolar civarında ihracat yapılan bir bölge olan Avrupa Serbest Bölgesi, yeni döneme hazırlanıyor. Konu ile ilgili görüşlerini aldığımız Avrupa Serbest Bölgesi 1 Genel Müdürü Zafer Atbakan, 2023 ihracat hedeflerinin gerçekleştirilmesinde serbest bölgelerin önemli roller üstleneceğini düşünüyor. Serbest bölgelerin kuruluşun döneminde dış ticaret hacminde daha etkin olacağı düşünülüyordu. Bu konuda sizin düşüncenizi alabilir miyiz? Serbest bölgelerin aslında daha büyük ticaret hacmine sahip olması, daha fazla istihdam yaratması bekleniyordu. Örneğin Dubai’deki serbest bölge, Mersin Serbest Bölgesi ile hemen hemen aynı dönemde faaliyete geçtiği halde oradaki istihdam ve ticaret hacmi Mersin Serbest Bölgesi’nin kat be kat üstündedir. Dolayısıyla Türkiye’deki serbest bölgelerin Türkiye’ye katkısı daha fazla olacağı başlangıçta ümit ediliyordu. Bugün itibari ile serbest bölgelerin yıllık 23 mil- Kasım 2011 113 yar dolar civarında ticaret hacmine sahip olduğu ifade ediliyor. Bu oran içerisinde özel sektör eliyle kurulan serbest bölgelerin payı ne kadardır? Hemen hemen %70’i ya da daha fazlası kadardır. Mesela ilk 5 serbest bölgeyi sayacak olursak İstanbul Endüstri ve Ticaret Serbest Bölgesi %100 özel, Ege Serbest Bölgesi, Atatürk Havalimanı Serbest Bölgesi yarı özel, biz %100 özeliz, Bursa Serbest Bölgesi %100 özel. Dolayısıyla özel serbest bölgeler bu işe liderlik yapıyor. Serbest bölgelerin 2004 yılında getirilen düzenlemelerden büyük yara aldığı ifade edilmektedir. Konu ile ilgili düşüncelerinizi alabilir miyiz? Serbest bölgelerin kurulmasındaki ana amaçlardan bir tanesi bilindiği üzere Türkiye’ye doğrudan yabancı sermayeyi getirip yatırım yaptırmaktır. Bununla beraber istihdamı arttırmak, üretimi ve ihracatı arttırmak, cari açığı azaltmak, Türkiye’ye teknoloji girdisi sağlamak ve ekonominin girdi ihtiyacını ucuz ve düzenli bir şekilde temin etmektir.. Bu amaçlar doğrultusunda serbest bölgeler çalışırken 6 Şubat 2004’te çıkartılan 5084 sayılı yasa ile serbest bölgelerin amaçlarından bir tanesi işlemez hale getirildi. Özetlemek gerekirse alım satım yapan firmaların kurumlar vergisi muafiyeti kaldırıldı, üretim yapan firmaların muhtasar avantajları, çalışanlar için ödemedikleri gelir vergisi şarta bağlandı. Eğer % 85 ve daha fazla ihracat yaparsa bu haktan yararlanma şartı getirildi. Serbest bölge üzerinden yapılan ticaretin ve üretimin yurtdışı satış ağırlıklı olması istendi. Böyle olunca serbest bölgenin amaçlarından biri olan ekonominin girdi ihtiyacını 114 Kasım 2011 ucuz ve düzenli bir şekilde temin etmek artık serbest bölgeler üzerinden mümkün olmaktan çıktı, ayrıca hem Türkiye’deki hem de yurt dışındaki yatırımcılarda bir tedirginlik başladı. Çünkü yatırımcının ilk dikkat ettiği nokta istikrar ve güvendir. Kanunlarla, mevzuatla oynanması yatırımcıyı rahatsız eder. Verdiğiniz sözlerde durmanız, istikrarlı olmanız lazım. Sağladığınız avantajları yatırım yapıldıktan sonra ortadan kaldırmamanız gerekir. Türkiye böyle bir hataya düştü ve serbest bölgeleri ticaret bölgeleri olmaktan çıkarıp, üretim üsleri haline getirdi. Bu da dünya ticaretinden Türkiye’deki serbest bölgelerin pay alabilmesinin yolunu kapadı. Bu ticaret Dubai gibi serbest bölgelerin hızla büyümesini sağladı. Devletin sizi tam olarak algılayamadığını ifade eden sektör yetkilileri var. Bu noktada sektör yetkililerinin gerekli yerlere ulaşmada zorluk çektiğini söyleyebilir miyiz? Alınan kararda etkili olan noktalardan biri Avrupa Birliği’ne giriş süresi içerisinde serbest bölgelerdeki teşvikleri azaltarak Avrupa Birliği modeline uygun hale getirilmesi amacı. AB’de genellikle serbest bölgeler depolama ve lojistik merkezi olarak kullanılıyor. Avrupa Birliği’nde böyle olunca doğrusu budur gibi bir algıya kapılıyoruz. Yapacağımız düzenlemeyi bir anda başlatmamak lazım. Bunun bir geçiş süreci olmalı. Mevcut firmalara, yatırım halindeki firmalara bir geçiş süreci tanınarak bu geçişin daha yumuşak olması gerekiyordu. Bu demek değil ki serbest bölge modelini tamamen Avrupa’ya uydurmak zorundayız. Türkiye’nin şartları değişik. Türkiye’nin yatırıma, istihdama ihtiyacı var. Dolayısıyla 2004’te alınan bu karar Türkiye’deki serbest bölgelerin dünya ticaretinden alacağı payı azalttı ama biz ASB olarak yeterli büyüklükte alanınımızın ve güçlü bir altyapımızın da olması avantajı ile derhal üretim yapan yatırımcıya odaklanarak bu olumsuz görünen etkiyi lehimize çevirmeyi başardık.. Bunu tüme yaymak ve serbest bölgeler olarak beklentilerimizin karşılığını almak amacıyla Ekonomi Bakanlığı’nın son günlerde ekonomi serbest bölge kavramını ortaya atması olumlu bir gelişmedir. Türkiye’deki serbest bölgelerin faaliyet alanlarını genişletmek, serbest bölgeye duyulan ilgiyiarttıracaktır., Daha fazla yatırımcı çekmek amacıyla serbest bölge işletmecilik tarzlarının, faaliyet alanlarını, hitap ettikleri sektörleri genişletme çalışmaları var. Sayın Bakanımızın bu konuda kendi açıklaması var. Güney Kore’ye, Amerika’ya gittiğinde örnek aldığı serbest bölgeler var. Örneğin Güney Kore’deki serbest bölge işletmeciliği modelini Türkiye’de de yapmaya çalışıyor, serbest bölge içerisinde ihtisas alanları oluşturmaya çalışılıyor. Olumlu mu? Tabi ki olumlu. Bunlar zaten dünyada uygulanan ve verim alınan modeller. Bu noktada Avrupa Serbest Bölgesi’ne de gelecek olursak bilindiği üzere Çorlu’da bulunan bir serbest bölgeyiz ve İstanbul’a yaklaşık 1 saat mesafedeyiz. Avrupa’ya lojistik konum olarak da çok yakın durumdayız. 2 milyon m ’lik bir alanımız var. 1999’da faaliyete başladık. Bu senenin ilk 8 ayındaki ticaret hacmimiz de 1 milyar 374 milyon dolar oldu. Geçen seneye nazaran aynı 8 aylık dönem içerisinde ticaret hacmimizde %76’lık bir artış sağladık. 4 bine yakın çalışanımız var, 200’ün üzerinde faaliyet gösteren firma bulunmakta ve toplam yatırım da 500 milyon dolar civarında. Hedefimiz 2023 yılında ticaret hacmimizi 10 milyar dolara çıkartmak. Çalışan sayısını 20 bine, toplam yatırımı da 2 milyar dolara çıkartmaktır. Bizim ASB olarak 2023 yılı hedefimiz budur. İhtisaslaşma olduğu zaman Avrupa Serbest Bölgesi hangi alanda faaliyetlerine devam eder? Bizim biraz önce saymış olduğumuz yeni serbest bölge faaliyetleri ile beraber kendimizi oturttuğumuz nokta üretim ve lojistik merkezidir. Geçmişte alınan vergi avantajları gibi teşviklerin tekrar verilmesi söz konusu mu? Tam taslağını görmedik ama şu anda Ekonomi Bakanlığı’nda bununla ilgili bir çalışma yapıldığı bilgisini aldık. Bu çalışmalar bittiğinde hem bize hem kullanıcılara bu taslakla ilgili bilgiler açılıp görüşlerimiz sorulacaktır. Bizim genel kanaatimiz, yeni düzenleme yapılırken mevcut işleyişe ve yatırımcılara zarar vermeyecek şekilde serbest bölge kapsamının genişletilmesi yönünde bir çalışma yapılmasıdır. Türkiye’nin 500 milyar dolarlık bir ihracat hedefi var. Bu hedefe ulaşmanın güç olduğu ifade ediliyor. Türkiye’de 500 milyar dolarlık bir ihracat hedefi varsa devlet buna uygun altyapıyı sağlamak zorunda. Şu andaki alt yapının gerek personel istihdamının gerekse limanlarımızın kapasitesinin yeterli olduğu söylenemez. Sizin yaşadığınız sıkıntılar muhakkak vardır. Üretim ve istihdamı desteklemek istiyorsak, sanayicinin taleplerini göz önünde bulundurmak gerekir. Örneğin devlet birimleri de özel sektör kadar esnek ve süratli hizmet verebilmelidir. Bukonuda sıkıntılı alanlardan biri devlet kanalında çalışan eleman eksikliği.Burada daha fazla gümrük personelinin istihdam edilmesi gerek. Serbest bölge gümrüklerinin, bu kadar büyük ihracat yapılacak ise, 7 gün çalışması lazım. Üretim yapan firmalar artık hiçbir stok tutmadan ürettikleri malı müşterilerine hızlı bir şekilde ulaştırmak istedikleri için cumartesi- pazar da çalışmak isteyorlar. Gümrükte işlem yapılmasını istiyorlar. Özellikle uzun bayram tatillerinde gümrükler maalesef çalışmamakta. Yaz döneminde tatiller arttığı için personel sayısı azalmakta. Lojistik merkez olabilmek için ulaşım ağlarının kuvvetlendirilmesi, yolların takviye edilmesi gerekir. 2004 yılından önceki dönemde serbest bölgelerdeki vergi avantajlarının fazla istismar edildiği ifade edildi. Vergisel anlamda kaçak yönlere gidildiği ifade edildi. Bu görüşe katılır mısınız? Bazı hoş olmayan olaylar yaşandı diye gümrük kapılarını kapatalım mı? Yani bunlar serbest bölgeler dışındaki gümrük kapılarında da yaşanıyor. Kaldı ki serbest bölgelerde 4 bine yakın firma var da eğer 10 tanesi art niyetliyse buna uygun tedbir almak gerekiyor. Dolayısıyla esas olan doğru ve dürüst çalışan yatırımcıyı bezdirmek yerine denetim mekanizmalarını iyi işleterek kötü niyete prim vermemektir.I Kayseri Serbest Bölge Genel Müdürü Mehmet Özkantar: Serbest Bölgeler kayıt altı ekonomi bakımından en önemli yerlerdir konomi Bakanı Zafer Çağlayan’ın gelişmiş ülkelerde gördükleri serbest bölgelerden sonra ülkemizdeki serbest bölgeleri de aynı seviyeye getirmek için kolları sıvadı. Bu yönde çalışmalar yapılırken farklı serbest bölgelerin görüşlerini aldığımız bu sayımızda Kayseri Serbest Bölgesi Genel Müdürü Mehmet Özkantar’da katıldı. Yapılacak değişikliklerin mevcut yapıya mutlaka katkı sağlayacağını belirten Kayser Genel Müdürü Mehmet Özkantar sorularımızı yanıtladı. Türkiye’deki serbest bölgelerle, gelişmiş ülkelerdeki serbest bölgeler arasındaki farklılıklar nelerdir? En önemli farklılık diğer ülkelerdeki Serbest Bölgelerde alım-satım faaliyetleri konusunda da herhangi bir kısıtlama getirilmiyor olmasındadır. E 116 Kasım 2011 Ekonomik özel alanların oluşturulması var olan serbest bölgelerimize ne gibi avantaj veya dezavantaj sağlayacaktır? Mevcut Serbest Bölgelerin gelişmesine katkı sağlayacağı inancındayız. Yeni projelerde yatırımcıların ülkemizden dünyaya açılması için özellikle limanların oldukları bölgelere ağırlık verileceği ifade ediliyor. Bu durum Kayser’e nasıl yansıyacaktır? Kesinlikle KAYSER için bir dezavantaj olacaktır. Liman olan bölgeler ihracat ve ithalatta zaten nakliye gideri olarak iç bölgelerdeki Serbest Bölgelerden daha avantajlı durumdalar. Serbest bölgelerle ilgili ihtisaslaşmaktan bahsediliyor. Böyle bir uygulamaya geçildiği takdirde Kayser olarak hangi alanda ihtisaslaşmak sizin için avantajlı olur? Kayseri Sanayisi ve Kayseri Serbest Bölgesi metal ağırlıklı çalışan bölge olduğu için metal ile yapılan ürünlerde ihtisaslaşma avantajlı olacaktır. Ülkemize yatırım yapan yabancı veya yerli firmaların serbest bölgelerine bakışı nedir? Sürekli değişen gümrük mevzuatı ve Serbest Bölge kanunu yatırımcıları aldıkları faaliyet ruhsatı süreci içinde ne gibi engel çıkacağının bilinmezliği endişesine düşürdüğünden yatırım kararını alırken endişeli davranmalarına neden oluyor. Sizin Kayser serbest bölgesi olarak ülkemizdeki diğer serbest bölgelere oranla farklarınızı aktarır mısınız? Kayseri Serbest Bölgesi çok geniş ve düz bir arazi üzerinde mülkiyeti özel sektöre ait bir bölgedir. Bu nedenle yatırımcı yapacağı yatırımı kendine ait alan üzerine yapmaktadır. Ayrıca çok ekonomik bedelle arsa sahibi olma imkânı mevcuttur. Her ne kadar Mersin limanına 300 km uzaklıkta ise de D.D.Y. yükleme bo- şaltma rampasına 900mt, uluslar arası karayoluna 800mt mesafede olması da bir avantaj sağlamaktadır. Firmalara verilen hizmetlerde ya bedelsiz ya da küçük bedeller ile sağlanmaktadır. Kayseri Serbest Bölgesi üretim ağırlıklı bir bölge olarak yatırımcılar için cazip bir alandır. Dünyadaki ekonomik kriz serbest bölgelerimizdeki yatırımlara nasıl yansıdı? Şüphesiz Serbest Bölgeler ihracat ve ithalat ağırlıklı bölgeler olduğu için dünya krizinin etkisini yatırım azalması olarak hissettiriyor. Serbest bölgelerin yatırımcılara sunduğu avantajları aktarır mısınız? Serbest Bölgeler ihracat ağırlıklı çalışan firmalar için vergisel avantajı yanında hammaddelerini daha ucuz temin edecekleri yerlerdir. Bürokrasi işlerinin çok az olduğu, dünya ülkeleri ile doğrudan ticaret yapma imkânı sağlaması ve çeşitli ticari işlerin kolaylıkla yapıldığı alanlardır. Serbest bölgelerde teşviklerden yararlanmak için %85 ihracat şartı aranıyor. Bu konuda kademeli olarak artırılacak bir oranın ihracatı daha verimli hale getireceği ifade edilmektedir. Bu hususta önerilerinizi ve düşüncelerinizi alabilir miyiz? %85 oranı sadece işçilik gelir vergisi için geçerli bir orandır. Kurumlar vergisi ile ilgili değildir. Ancak %85 oranının %60 olarak düzenlenecek olması ihracat hedefi ile çalışan firmalara rahatlık sağlayacaktır. Her üretimin ihracata gitmeyen hatalı ürünleri olacağı gibi ihracatçı firmanın ihraç ettiği ülkelerde veya ihraç ettiği firmalarda doğacak sıkıntılarda da Türkiye’ye satış yaparak fabrikanın kapanmamasını ve çalışan işçilerin işlerini kaybetmemesine destek olacaktır. Eklemek istediğiniz bir bilgi var ise bizimle paylaşırsanız, sevinirim. Serbest Bölgeler bugüne kadar bütün hükümetlerin kayıt altı ekonomi için yaptıkları düzenlemeler bakımından en önemli yerlerdir. Firmalar kayıt altında her türlü ürünlerini belgeli olarak bölgeye alıp satarken ödedikleri fon ile devlete katkı sağlıyorlar, kendileri de kurumlar vergisi muafiyeti ile kendilerine avantaj sağlıyorlar. Böylelikle tamamen belgeli (faturalı) alımsatım faaliyetini yürüterek kayıt dışı işlem yapılması önleniyor.I BUSEB Yönetim Kurulu Başkanı Mahmut Yılmaz: Devlet kurumunda çalışan birinin görevi neyse sanayicilerimizin de görevi odur B ursa Sanayi ve Ticaret Odasının önderliğinde Bursa Sanayici ve İş adamlarının ortaklığıyla 1998 yılında kurulan Bursa Serbest Bölge Kurucu ve İşletici A.Ş., faaliyete geçtiği günden buyana ticaret hacmini her yıl katlayarak artırmayı başarmış. Gelinen noktada hedefi daha ilerilere götürmek amacında olduklarını belirten BUSEB (Bursa Serbest Bölge Kurucu ve İşleticisi A.Ş.) Yönetim Kurulu Başkanı Mahmut Yılmaz sorularımızı yanıtladı. 2004 yılında alınan kararlar serbest bölgelere olan ilgiyi azalttığı ifade ediliyor. Konu ile ilgili bir değerlendirme yapabilir misiniz? 2004 yılında alınan kararlar, geri kalmış bölgelerin kalkınmasında öncelik tanınması amacıyla oluşturulmuş bir kanundur. Öncelikle geliri 1000 Doların altında olan bölgelerin kalkınması hedeflendi. Tabi kimsenin bu duruma itirazı yok. Fakat bir taraftan geri kalmış bölgelere belirli teşvikler verilirken, diğer yandan serbest bölgelere daha öncesinde verilen kanuni teşvikler ise ellerinden alındı. Burada serbest bölgelerden sağlanan kaynakların bu bölgelere aktarıldığı şeklinde gösterildi. Oysa serbest bölgecilik farklı bir mantıkla çalışır ve çalışma yöntemleri de farklıdır. Bursa Serbest Bölgesini kurarken bizimde bir serbest bölgemiz olsun diye kurmadık. Bugün Bursa ihracatta Türkiye’nin ikinci ili, sanayileşmede de ikinci ilimizdir. Bu nedenle biz serbest bölgeyi oluştururken, Bursa’daki sanayicilere yurt dışındaki rakipleriyle eşit şartlarda rekabet etsinler düşüncesiyle kurduk. Fakat alınan kararlarla var olan 118 Kasım 2011 durum o kadar çok değişti ki serbest bölgeyle, serbest bölge dışında yatırım yapmanın çok büyük bir farkı kalmadı. Kısacası sanayiciler yapılan değişiklikler sonrasında serbest bölgede yatırım yapmanın bir avantajı kalmadığını düşünmeye başladı ve serbest bölgeye yeni yatırımlar yapılması konusunda ciddi bir azalma görüldü. Ben kanun yapıcıların o dönemde bu kararları alırken serbest bölgelerin ülkemizde neden kurulduğuna bakmaları gerektiğine inanıyorum. Serbest bölgelerin kurulma amacı, Çin’den ülkemize hiçbir sıkıntı görmeden bir ürün girebiliyorsa, çok ucuz işçinin çalıştığı Hindistan, Kore ve Pakistan’dan ara mal piyasalara girebiliyorsa bunlarla rekabet etmek için serbest bölgelerimiz olsun ve bu ara mallar bizim serbest bölgelerimizde üretilerek ihracatçımıza temin edelim. Bu kararların alındığı dönemde serbest bölgelerin Türkiye’de yanlış algılandığı ifade ediliyor, bu düşünceye katılıyor musunuz? Bende bu düşünceye katılıyorum. O dönemde yanlış algılandık. Serbest bölgelerde hiçbir şekilde hiçbir denetim yok, sistem yok herkes istediği gibi hareket ediyor düşüncesi çok yanlıştı. Biz hem maliyenin hem de gümrüğün ciddi bir denetiminden geçiyoruz. Biz de denetimlerden yanayız. Fakat buralarda ülke içinde üretim yapan firmalar gibi durmadan denetimlerin de yapılmasını istemiyoruz. Çünkü serbest bölge mantığında biraz da az bürokrasi olması gerekiyor ve üreten firmaların seri hareket etmelerini sağlamak gerekiyor. Dünyadaki uygulamalar da böyledir. Fakat ülkemizde ne zaman serbest bölge konuşulsa her zaman ellerine verilen muafiyetler geri alınmaya başladı. Çalışma Bakanlığı aldı, Maliye Bakanlığı aldı. Bunların sonucunda da serbest bölgelerin geri kalmasına neden oldu. Alınan kararların sonuçlarını en net rakamlar gösterir. 2004 yılında serbest bölgelerin işlem hacmi 20 milyar dolardı, bu gün 25 milyar dolar civarlarındadır. Oysa 2004 yılında bu kararlar alınmasaydı en az 50 milyar doları bulmuştuk. Bu ülkemizin menfaatinedir. Bu kararlarla ilgili tüm serbest bölge işleticileri yabancı yatırımcılara bu durumu açıklayamadıklarını ifade ediyorlar. Hükümet bu kararları alırken eskiden verilen faaliyet ruhsatlarının arkasında durmadı. Eğer bir firmaya 30 yıllık faaliyet ruhsatı verdiysen ve faaliyet ruhsatı verirken muafiyetleri belirlediysen 30 yıl beklemek zorundasın. Oysa biz 3-5 sene sonra ne dedik, bu durumdan vazgeçiyoruz. Siz böyle bir uygulama yaptığınız an tabi ki karşı tarafın size olan güveni de azalır. Çünkü yabancı firmalar Türkiye’ye gelerek buradaki şartlara baktılar, hesap yaptılar ve fabrikaları kurdular. Ama 3-5 sene sonra daha faaliyet ruhsatı bitmeden sen oyunun kurallarını değiştirdin. Bu durumda yabancı sermaye sahipleri ne yapacak. Hesaplar tamamen değişti. Dolayısıyla hükümete karşı veya size bu faaliyet ruhsatı veren kurumlara karşı güveniniz azalmaya başladı. Bir de burada yatırım yapanlar yurt dışında Türkiye’ye yatırım yapma düşüncesinde olan- lara dikkat edin ben Türkiye’de yatırım yaptım başıma bunlar geldi, sende yaşayabilirsin, diyorlar. Şu anda serbest bölgelerdeki durum nedir? Alınan kararlardan sonra 2008 yılında serbest bölgeleri biraz iyileştirmek için yeni bir karar daha alındı. Üretiminizin %85’ini ihracat yapan firmalara bazı muafiyetler tanındı. Fakat bunu çok az bir kurum sağlayabiliyor. İhracatı desteklemek için yapıldığını biliyoruz, fakat bütün üreticiler ürettikleri malın hepsini yurt dışına satamıyorlar. İhracat yapmak kolay bir iş değildir. Bir de ben neden bürokrasiyi bu kadar çok sevdiğimizi anlayamıyorum. Firmalara oran vermek yerine sen ihracat yap ben seni destekliyorum, neden denilemiyor. Belirli oranlar verilmediğinde suiistimaller olacağı düşünülüyor olabilir mi? Bence suiistimal etmeyiz. Çünkü artık Türkiye’deki sanayiciler açıklık bulayım da kurumları zarara uğratıp kar edeyim düşüncesinde değildir. Artık ülkemizde sistemin içine giren ve sağlıklı büyüyen firmalar oluştu. İnsanlarımızın yapısı artık değişti. Eskiden vergiler çok yüksek iken bu işler oluyordu bir de sanayici yapısı çok farklıydı. Bugün her şey çok değişti. Uzun bir dönemdir istikrarlı bir ekonomiyle birlikte sanayiciliğin yapısı da değişti. Sanayicilerde üretim yaparken kafasının rahat olmasını istiyor. Söylediğiniz şeyler çok önemli fakat bunların ha- Kasım 2011 119 yata geçmesi için devletin de sanayiciye güvenerek hareket etmesi gerekmiyor mu? Birçok sanayicimiz vergi dairelerinde vergi kaçakçısı olarak görülüyor? Maalesef halen böyle şeyler var. Fakat bu kurumlarda eskiye göre çok gelişti. Fakat daha çok gelişmesi gerekiyor. Bugün Türkiye 500 milyar dolarlık ihracat yapmak istiyorsa dünyada ilk on ekonomi içersine girmek istiyorsa öyle düşünerek hareket etmesi gerekiyor. Devlette çalışanların bilgisi ve bakışı da o yönde olması gerekiyor. Bu kafayı değiştirmek gerekiyor. Bir devlet kurumunda çalışan birinin görevi neyse sanayicilerimizin de görevi odur. Bugün ülkemizde 100 milyon dolar ihracat yapan bir sanayicinin kazandığı sermaye ile harcamalarına bakılması gerekiyor. Bu iş adamlarının artık sermayeye ihtiyaçları yok, bu insanlar ülkeleri için çalışıyor. Yani artık çocuğunu bile düşünmüyor çünkü onları sağlamış durumda. Hükümet kendi içinde bu değişimi gerçekleştirebilir mi? Örneğin Gümrükte tek bir bakan vardır, fakat gümrükte çalışanlar kendilerini eski alışkanlıklardan kurtarmaları için çalışmalar yapılması gerekiyor. Çünkü Türkiye’deki denetim sistemlerine baktığınız zaman hep çalışanları denetliyor. Çalışmayanlarla ilgili bir denetim bulunmuyor. Çalışanların performansıyla ilgili bir denetim sistemi oluşturmamız gerekiyor. Bu hükümetten önce olan Enerji Bakanı, Yüce Divanda yargılandı, denetimden geçti. Bence çalışanları veya karar alıp iş yapanları değil, hiçbir şey yapmayanları denetlemeliyiz ki iyi bir sistem oluşturalım. Yapılacak değişikliklerin içinde ihtisaslaşma konusu ön plana çıkıyor. Bu husustaki görüşlerinizi alabilir miyiz? 120 Kasım 2011 Sayın Zafer Çağlayan bakan olduktan sonra kümelenmeyle ilgili bir modelden bahsediyordu. Bu sistem ülkemize verimlilik getirecektir. Bu Avrupa’da veya Amerika’da uygulanan bir modeldir. Bu sistemin başarıya ulaştığı doğrudur. Fakat biz sadece bu yöntemi kullanacağız veya bu yöntemde ısrarcıyız demek doğru değildir. Yeni bir model oluşturabiliriz. Zaten ülkemizdeki serbest bölgeler kendi içlerinde ihtisaslaşmıştır. Bursa Serbest Bölge dediğiniz de tekstil ve otomotiv deriz. Siz Konya’da otomotiv fabrikası kuracağım dersen orada bir yanlışlık var. Ama bu civarda kuracağım dersen doğru bir karar alırsın. Çünkü bu bölgede yan sanayiden kalifiye işçisine kadar her şeyi bulabilirsiniz. Yani organizasyonlar Türkiye’yi daha ileriye götürecektir. Bu nedenle eski sistemleri alıp böyle yapacağız demeye gerek yok. Biz yaratıcı bir toplumuz. Yeni oluşacak sistem için sizin bir öneriniz var mı? Bizim önerimiz serbest bölgelerle ilgili durmadan farklı kararlar almak yerine bir kere iyi düşünüp doğru karar vererek uzun vadeli bir değişim yapmak gerekiyor. Gümrük Müsteşarlığını Ekonomi Bakanlığına bağlansaydı bu işler daha rahat olacağı yönünde bir görüş var, katılıyor musunuz? Bir iş için Ankara’ya gittiğinizde her bakanlık her şeyinize karışmak istiyor. Hangi Bakanlığın hangi işi yaptığı yönünde bir karışıklılık var. Ben bakanlıklar verilirken neyi paylaşıldığını tam olarak bilmiyorum. Sanırım herkes benim daha fazla elemanım olsun, daha fazla genel müdürüm olsun diye bakıyor, herkes bana bağlansın diye bakıyor. Bu durumdan vazgeçmemiz gerekiyor.I