sunuş - Deniz Demirci

Transkript

sunuş - Deniz Demirci
SUNUŞ
Mayıs, 2012
Değerli Okurlarımız,
Vakfımızın geçtiğimiz ay düzenlemiş olduğu Müzik Festivali yine çok renkli geçti ve
festivalde göze çarpan ilk şey, Ankara’lı müzikseverlerin etkinliklere olan yoğun ilgisiydi.
Şüphesiz bu ilgi her zaman vardı. Fakat bu yıl geçtiğimiz yıllara oranla çok daha yüksekti. Ve
bu yükseliş bizleri çok sevindirdi. Müziğin güçlü etkisini bize en çok hissettiren seslerden
biri olan Buika, şüphesiz, festivalde aklımızda en çok kalanlardan biriydi. Sahneye çıplak
ayaklarla çıkmayı bir ritüel haline getiren Buika’nın, ilk şarkısını akapella olarak söylemesi,
cesur bir hareketti. Ardından şarkı aralarında yaptığı açıklamalarla da, dinleyiciyle
bütünleşmesi görülmeye değerdi. Ve bir de müzisyen arkadaşlarına sıkça gösterdiği
minnettarlığı ve fotoğraflarını çekişi… Alkışların durmadığı coşkulu bir konserin ardından,
dinleyicilerin salondan mutlu bir şekilde ayrıldıkları yüzlerinden okunuyordu. Bir festivali
daha geride bıraktığımız şu günlerde, önümüzdeki yıl için şimdiden çalışmalara başladık
bile! Önümüzdeki festivalin daha da coşkulu geçmesi umuduyla…
Bu sayımızda, 19-22 Nisan tarihlerinde İstanbul’da yapılan Avrupa Müzik Formu
Toplantısı konusunda bilgi edinilebilir, Deniz Demirci’nin “Viyana’da Sanat ve Klasik
Müzik” ile Koray Ilgar’ın “Bir Romantik Bestecisi Olarak Wagner” adlı makalesini
okuyabilirsiniz.
Saygılarımla,
Bahar Gökçeli
Editör
SCA
MÜZİK VAKFI
05/01
DUYURULAR
D 05/01
ÖNEMLİ DUYURU
MÜZİK DOSYASI ELEKTRONİK ORTAMDA
DEĞERLİ MÜZİK DOSYASI OKURLARI
Daha önce de ilan edildiği üzere, Sevda-Cenap And Müzik Vakfı’nın
aylık Müzik Dosyası’na, Ocak 2011 tarihinden bu yana elektronik
ortamda, Vakfımızın web sitesinden de (www.andmuzikvakfi.com)
ulaşılabilmektedir.
Bunun yanı sıra, Müzik Dosyası, basılı olarak çok sayıda adrese
gönderilmekteydi.
Bundan sonra da bu dosyayı, hem elektronik ortamda hem de basılı
olarak yayımlanmayı sürdüreceğiz. Ancak çevresel endişelerle kâğıt
kullanımı ve posta giderlerini sınırlandırmak için,
ÖNÜMÜZDEKİ AYLARDAN BAŞLAMAK ÜZERE, BASILI YAYINIMIZ,
SADECE, BU YÖNDEKİ TALEBİNİ VAKFIMIZA İLETENLERE
POSTAYLA GÖNDERİLECEKTİR.
Müzik Dosyası’nın basılı olarak adreslerine gönderilmesini isteyenlerin,
Mayıs ayı sonuna kadar,
Gerekli durumlarda adreslerini de güncelleyerek, telefon, mektup, e-posta
ya da fax ile SCAMV sekreteryasına bilgi vermelerini özellikle rica ederiz.
Telefon 0312 427 08 55 / 11-12
Fax
0312 467 31 59
E-Mail [email protected]
05/02
D 05/02
Ankara’da Bize Duyurulan Konserler ve Müzik Etkinlikleri
Tarih
Saat
Yer
Etkinlik
03-04
PerşembeCuma
20.00
CSO
Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası
Şef: Marek Pijarowski
Solist: Elina Vahala-Keman
Kültür ve Turizm Bakanlığı Çoksesli Devlet Korosu
Program: John Corigliano
“Red Violin” Keman Konçertosu
G.Holst “Gezegenler”
05 Cumartesi
20.30
Bilkent
Konser
Salonu
Bilkent Senfoni Orkestrası
Şef: Gürer Aykal
Solist: Alexander Ghindin -Piyano
Program: S.Rachmaninov-Piyano Konçertosu No2
Do minör Op. 18
A.D.Sinangil- 4.Senfoni
10-11
Perşembe
Cuma
20.00
CSO
Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası
Şef: Antonio Pirolli
Koro Şefi: Cemi’i Can Deliorman Kültür ve Turizm
Bakanlığı Çoksesli Devlet Korosu
Solistler: Evren Ekşi-Soprano
Chiara Amaru-Mezzo Soprano
Enea Scala- Tenor
Sergey Artomonov-Bas
Program: Gioacchino Rossini“Stabat Mater’’
12 Cumartesi
20.00
Bilkent
Konser
Salonu
Bilkent Senfoni Orkestrası
Şef: Tulio Gagliardo Varas
Solistler: Olya Kamornik-Gitar
Asya Selyutina-Gitar
Soner Egesel -Gitar
Kaan Korad - Gitar
Kürşad Terci-Gitar
Program: J.Rodrigo
“Cocierto Madrigal ’’
N.Koshkin- Beş Gitar için
Konçertino; Bizet- “L’Anlésienne” Süiti
05/03
D 05/03
19 Cumartesi
20.00
ARENA
Gençlik ve Spor Bayramı Konseri
Şef: Emin Güven Yaşlıçam
22 Salı
20.00
Bilkent
Konser
Salonu
Bilkent Senfoni Orkestrası
Şef: Işın Metin
Boris Berman - piyano
Bilkent ve Yale Üniversiteleri Boris Berman Piyano
Ustalık Sınıfı Öğrencileri
Solistler: Lee Dionne - piyano
Yener Gökbudak - piyano
Ece Kaptanoğlu - piyano
Henry Kramer - piyano
Esther Park- piyano
Program: L. v. Beethoven -Piyano Concerto No.5
"Emperor" Mi bemol majör Op. 73 S. Rahmaninof | Piyano Konçertosu No.2 Do minör
Op. 18 M. Ravel - Piyano Konçertosu
(Sol el için) Re majör F. Liszt - Piyano Konçertosu
No.1 mi bemol major
P. I. Çaykovski - Piyano Konçertosu No.1 Si bemol
minör Op. 23 26 Cumartesi
20.00
Bilkent
Konser
Salonu
Bilkent Senfoni Orkestrası
Şef: Işın Metin
Solist: Boris Berman - piyano
S. Prokofyef -Piyano Konçertosu No.4, Si bemol majör,
Op.53
S. Rahmaninof - Senfonik Danslar, Op.45
05/04
VAKIFTAN HABERLER
VH 05/01
SEVDA - CENAP AND MÜZİK VAKFI
BESTE YARIŞMASI
Sevda-Cenap And Müzik Vakfı’nın kuruluşunun kırkıncı, Uluslararası Ankara
Müzik Festivali’nin de otuzuncu yılını kutlama amacıyla bir beste yarışması
düzenlenmiştir. Bu yarışma TC yurttaşı bütün bestecilere açıktır.
Yarışma Jürisi, İlhan Usmanbaş’ın başkanlığında, Gürer Aykal, Yalçın Tura,
Rengim Gökmen, Bujor Hoinic, Turgay Erdener, Hasan Uçarsu ve Işın
Metin’den kuruludur.
Yarışmaya sunulacak bestelerin, klasik senfonik orkestra kadrosu için yazılmış,
yaklaşık 12-20 dakikalık bir eser olması beklenmektedir.
Verilecek ödüller şunlardır:
Birinci Ödül: 12.000 TL ve 30. Uluslararası Ankara Müzik Festivali açılışında
seslendirme.
İkinci Ödül:10.000 TL ve 30. Uluslararası Ankara Müzik Festivali kapanışında
seslendirme.
Üçüncü Ödül: 8.000 TL
Özendirme ödülü: 5.000 TL
Özendirme ödülü: 5.000 TL
Yarışma koşulları, süreler ve diğer bilgiler yarışma şartnamesinde yeralmaktadır.
Bu şartnameye SCAMV’nin web sitesinden ulaşabileceği gibi Vakfın, Tunalı
Hilmi Cad. 114/43 Kavaklıdere,Ankara adresindeki sekretaryasından da
temin edilebilir.
05/05
VH 05/02
AVRUPA MÜZİK FORUMU İSTANBUL’DA TOPLANDI
Uluslararası Müzik Konseyi’nin (UMK) bölgesel kuruluşu Avrupa Müzik Konseyi’nin
(AMK) yıllık toplantısı ve AMK’nın düzenlediği Avrupa Müzik Forumu 19-22 Nisan
tarihleri arasında İstanbul’da Borusan Müzik Evinde yapıldı.
“Hudutları Aşmak-Köprüler Kurmak” teması çerçevesinde çalışmaları içeren Forum, 19
Nisan Akşamı, UNESCO Genel Müdürü Bn. İrina Bokova’nın da katıldığı bir törenle
açıldı. Törende Borusan Dörlüsü A. Adnan Saygun’un Birinci Yaylı Çalgılar Dörtlüsü’nü
seslendirdi.
Forumun ilk çalışma günü, 20 Nisan sabahı, Borusan Kültür ve Sanat Başkanı Ahmet
Erenli ve Avrupa Müzik Konseyi Başkanı Timmo Klemettinen’in konuşmalarıyla başladı.
Ardından Melih Fereli ve Martin Greve toplantının teması çerçevesinde genel görüşlerini
dile getirdiler. Martin Greve, konuşmasında toplantıda ele alınacak temanın hangi
anlamda ve ne ölçüde geçerli olduğunu çok ilginç bir biçimde tartışmaya açtı. Gerçekte
artık aşılması gereken bir sınır, kurulması gereken bir köprü var mıydı? Varsa nereden
geçiyordu? Yoksa, her şey, her tür, her saz, her sanat her yerde miydi? Bu konuları çok
uyarıcı biçimde, gerek Türkiye, gerek Batı Avrupa gerekse Uzakdoğu’dan örneklerle
gündeme getirdi. Muhtemelen toplantının en ilgi çekici konuşmasıydı. Dinleyenler ayrıca
Martin Greve’in İstanbul ve Türkiye’nin sanatsal ve toplumsal yapısına hâkimiyetini de
hayranlıkla not ettiler. Toplantı, (müzisyenlerin) yatay hareketliliği ve kültürlerarası diyalog
konusunda bir panelle devam etti. Bu panelde özellikle Güney kökenli müzisyenlerin
Kuzey ülkelerine girmekte ve burada sanatlarını sergilemekte karşılaştıkları mevzuata
ilişkin ve mevzuat dışı engeller, özellikle vize sorunları ve bunun sanat organizatörleri
açısından yarattığı zorluklar gündeme getirildi.
Aynı gün öğleden sonra paralel oturumlardan birinde, genç müzisyenlerin profesyonel
kariyerde nasıl ilerleyebileceklerine ilişkin örnek olayların da sunulduğu bir çalışma yeraldı.
21 Nisan Cumartesi günü sabahleyin yapılan bir panel toplantısında Avrupa’da müzik
ve kültür alanında özel ve kamusal finansal destek sorunları gündeme getirildi. Louvain
Katolik Üniversitesi’nden Bay Bart Van Looy, bu oturumda yaptığı konuşmada, özel
bağışların, kurumların ya da kişilerin vergi matrahlarından düşürüldüğünü vurgulayarak
aslında onların da kamusal bir destek sayılması gerektiğini, kısmen haklı olarak savundu.
Bunun yanında kamusal desteklerin beklenmeyen sonuçlarını da vurguladı ve “Felemenk
hastalığı”(Dutch disease) adı verilen iktisadi faaliyetler alanına ilişkin bir korelasyonun,
pekâla sanat alanında da ortaya çıkabileceğini savundu. Aynı oturumda Bayan Esra Nilgün
Mizre, Türkiye’de artan özel destekleri vurguladı ve bunun “memurların karar verdiği”
kamu sanat kurumlarına göre yarattığı üstünlüğü belirtti. Ancak bunu ileri sürerken, kamu
sanat kurumlarının hemen tamamında, üst yönetici olarak, belki istisnalar dışında, bizzat
o sanatı icra eden sanatçıların bulunduğunu ihmal eder görünüyordu. Ya da belki, bunların
son noktada nihayet bir bakanlığın üst yöneticilerine (sanatçı olmayan genel müdür,
müsteşar bakan) bağlı oluşlarına atıf yapmak istiyordu. Ne var ki, benzer görüşler sanat
05/06
VH 05/03
destekçisi özel kurumlar içinde herhalde geçerlidir. Onların da En Üst Yöneticilerinin
(EÜY) (bu sözcükleri ve kısaltmayı dilimize fena halde musallat olan ingilizce bir kısaltma
yerine kullanıyoruz.) sanatçı olduklarını herhalde söylenemez.
Sonraki oturumda, AB Eğitin ve Kültür genel Müdürlüğünden Bay Xavier Troussard,
kültür ve medya alanında AB’nin gelecek programları hakkında bilgi sundu.
Aynı gün öğleden sonraki iki paralel oturumdan birinde yürüyen ya da planlanan
projeler ve tebliğler gündeme alınmıştı. Bunlardan biri Elif Damla Yavuz tarafından
sunuldu. “Almanya da Türkiye Kökenli halkın Müzik Yaratılarının ve Müzik Tüketiminin
Değerlendirilmesi” başlığını taşıyan ve saha araştırmasına dayanan bu bildiri oldukça
ilginçti. Batı klasik müziği formlarıyla Türk popüler ve halk müziği formlarının iç içe
geçişini konu alıyordu. Ne yazık ki, teknik sorunlar nedeniyle görsel-işitsel malzeme
istenildiği gibi izlenemedi.
Aynı oturumda, Avrupa Festivaller Birliği (EFA) adına söz alan, Sevda Cenap And Vakfı
(SCAMV) Yönetim kurulu üyesi Prof. Dr. Ömer Bozkurt, EFA üyesi bazı festivallerin
ortaklaşa gerçekleştirdikleri ve Türkiye ayağı SCAMV tarafından yürütülen, MusMA
projesi konusunda bilgi verdi.
Üç günlük toplantı sırasında katılımcılar bir çok müzik dinletisi izleme imkânını buldular.
Yukarda sözü edilen Borusan Dörtlüsü’nden başka, Borusan Çocuk Korosu, Neva ve
Yelda Özgen’in kemençe ve viyolonsel ikilisi bunlardandı. Ancak en önemlisi herhalde, 20
Nisan Cuma akşamı, Süreyya Opera Sahnesinde Piyanistler Metin Ülkü ve Can Okan ile
perküsyonistler Stanislaw Skoczynki ve Amy Salsgiver tarafında sunulan dinletiydi. Bela
Bartok’un İki Piyano ve Vurmalı Çalgılar için Sonat’ının yanı sıra İlhan Usmanbaş’ın İki
Piyano için Üç Bölüm ve Hasan Uçarsu’unun Düştanbul adlı eseri ile Polonyalı çağdaş
besteci Kazimierz Serocki’nin Fantasmagoria adlı eseri seslendirildi.
SCAMV, bu toplantıyı, İstanbul’un uluslararası sanat platformu niteliğine, ve Türkiye’nin
müziksel gizilgücünün tanıtılmasına önemli bir katkı sağlayan tâlihli bir girişim olarak
değerlendirmektedir.
05/07
VH 05/04
ÖZEL SEVDA-CENAP AND
MÜZİK VAKFI
B
SÖYLEYEL
E
T
K
İ
İM
İRL
KORO ÇALIŞTAYI
ŞEF: CİHAN CAN
12 MAYIS 2012
CUMARTESİ
CUMHURBAŞKANLIĞI SENFONİ
ORKESTRASI SALONU
SAAT: 13:00 - 19:00
05/08
JMI HABERLERİ
JH 05/01
JMI ANKARA ÇOCUK KOROSU
BAHAR KONSERİ
Sevda – Cenap And Müzik Vakfı bünyesinde 29 Eylül 2006 tarihinde kurulan JM Ankara
Çocuk Korosu çalışmalarına 02 Ekim 2006 tarihinde şef Fatma Bildiren ile başladı.
Yurt içinde ve yurt dışında bir çok konser ve yarışmalara katılan JM Ankara Çocuk
Korosu, Başkent Üniversitesi Özel Ayşe Abla Okulları, şef Arzu Yuvarlak yönetimindeki
“Tını Korosu” ile ortak bir konser gerçekleştirdi.
Başkent Üniversitesi öğrencileri ve Sevda-Cenap And Müzik Vakfı’nda enstrüman dersleri
alan öğrenciler konser veren koroya eşlik ettiler.
05/09
MÜZİKSEVERİN KÖŞESİ
MK 05/01
BİR ROMANTİK DÖNEM BESTECİSİ OLARAK
RICHARD WAGNER’İN MÜZİK VE OPERA ANLAYIŞI
Koray ILGAR
Avrupa’nın kültür hayatını hiçbir müziksever Richard Wagner (1813-1883) kadar
etkilememiştir. 19. yüzyılın ikinci yarısını “Wagner çağı” olarak adlandırmak yerinde
olacağı gibi, Wagner etkilerinin 20. yüzyıla kadar sürdüğü de yadsınamaz. Richard
Wagner’in adı ve yaratıları Avrupa’nın müzik sahnesinde duyulmaya başlandığından
bu yana artık neredeyse tüm besteciler, durumlarını Wagner’e göre ayarlamak, Wagner
bilinciyle çalışmak, kısacası ya ona uyum sağlamak ya da ona karşı durmak zorunda
kalmışlardır. Richard Wagner, Avrupa müziğinin gelişimine büyük katkısı olan önemli bir
bestecidir. Wagner, çağdaşı HectorBerlioz ile birlikte modern şeflik sanatının kurucusu,
edebi yazar, müzik eleştirmeni ve müzikal tiyatro kuramcısı olarak faaliyet göstermiştir.
Yaratıcılığının felsefi derinliğine göre, Wagner’i yalnızca Beethoven’ın yaratıcılığıyla
karşılaştırmak mümkündür. Bir besteci olarak Beethoven’ın müzikte klasisizmin tüm
başarılarını sonuçlandırmış ve yeni bir sanat akımı olan Romantizm’in temelini atmış
olduğu göz önüne alınırsa, Wagner de bir besteci olarak müzikte Romantizm’in tüm
başarılarını sonuçlandırıp yeni bir sanatsal akım olan Modernizm’e zemin hazırlamıştır.
Richard Wagner, büyük bir opera bestecisi ve opera reformcusu olarak müzik tarihine
geçmiştir. Operalarında orkestraya büyük önem vermiş ve orkestranın işlevini yazdığı
eserlerinde antik Yunan trajedilerindeki koroya benzetmiştir. Bununla birlikte, Wagner’in
operaları büyük hacimli, senfonikleştirilmiş yapıtlardır. Wagner’in operalarının senfonik
parçaları ile uvertürleri, anlatımcı romantik senfonizmin klasik örnekleri arasındadır.
Richard Wagner, gerçek bir kültür adamıydı. Edebiyatın ve özelindeki şiirin, plastik
sanatların, felsefenin ve müziğin sorunlarına yetkinlikle eğilmiş, kendi çağında bu dalların
nasıl bir senteze ulaşacağı ve gelişim yollarının neler olabileceği üzerinde durmuştur. Bu
yönüyle Wagner yalnızca bir müzisyen değil, aynı zamanda da bir sanat kuramcısıdır ve
kendine özgü kuramlarıyla opera yapıtları arasında güçlü bağlar bulunmaktadır. Wagner
sanatının yöntemleri ile yapılanmasına büyük bir bilinçle savunmuş, bu nedenle de bazı
çevreler tarafından “esin yavanlığını ve yoksunluğunu, felsefesinin ve bilgisinin derinliğiyle
kapatmaya çalışan bir kuramcı” olarak değerlendirilmiştir. Gerçekten de Wagner, sürekli
bağıran abartılı bir sanatçı kişiliğini simgeler. Müziği de böyledir ancak özgün bir yapıya
sahiptir. Opera alanındaki kavrayışa bu sanata birçok yenilikler getirmiştir.
Richard Wagner’in müzikten önceki ilgi alanı edebiyat, felsefe ve tiyatro olmuştur.
Shakespeare, Schiller ve Goethe sayesinde Beethoven’ın müziğiyle tanıştı. O günden
sonra yazarlık yolundaki çalışmalarına bir de besteciliği eklemeye karar verdi. Müzik
alanındaki eğitiminin yetersiz olduğunun farkına vararak özel dersler almaya başladı.
Bu öğrenimi sırasında, neredeyse tüm bestecilerin gençlik eserlerinin aksine, sonraki
05���
/��
10
MK 05/02
kişiliğinin etkilerini taşımayan ilk senfonisini besteledi. Ancak Wagner’in, kendi kişiliğini
bulduktan sonra bestelediği operalarının tümünün, kendi güçlü kişiliğinin izlerini çok
belirgin bir şekilde taşıdıkları gerçeği degözardı edilemez. Operalarının librettolarını
kendi yazan, ayrıca henüz çocukluk yıllarından bu yana edebi amaçlar gözeten Wagner’in
bu açıdan bir edebiyatçı olarak hedeflerine ulaştığını söylemek zordur. Bestecinin eserleri,
müzikle edebiyatın birbirlerini tamamlayışının sağladığı destek sayesinde bugüne kadar
gelebilmiştir.
Wagner’in opera alanındaki başlangıç noktası, Carl Maria vonWeber’in Almancılığıdır.
Wagner’in ilk yapıtlarında, kendine özgü olan özelliklerden bazıları, daha o dönemden
itibaren kendini gösterir. Sihir ve doğaüstü kavramlar Wagner için çekicidir. Bu kavramlar,
onun izleyicisinin gizli anlamlar taşıyan ve yüksek bir gerçeklik olarak ciddiye alması
gereken şeylerdir. Örneğin Lohengrin’de, Elsa karakteri gibi erkek tanrının önünde
kendini yerden yere atmak veya Uçan Hollandalı’dakiSenta karakteri ile Tannhäuser’deki
Elizabeth gibi, erkek kahramanın kurtuluşu uğruna can vermek zorunda kalan, tipik
Wagner düşüncesindeki kadın kahraman olarak yansıtılmıştır. Bestecinin bu operalarında
kendisine yönelik ruhsal bir özyansıtım vardır.
Wagner verimli bir ezgici olmasına rağmen, genel olarak pek seçkin bir ezgici değildi.
Wagner’in kendine özgü ezgilerinde, örneğin Tannhäuser’deki “Büyük Marş” ya da
“Akşam Yıldızına Şarkı”da ve Lohengrin’deki “Gelin Odası”nda olduğu gibi, çoğunlukla
pervasız bir açıklık veya hastalıklı bir tatlılık göze çarpar. Bununla birlikte Wagner, diğer
bestecilerden de önemli motifler alır. Örneğin, Uçan Hollandalı’daSenta’nın baladında
Marschner’den esinlenmiştir. Lohengrin’in üçüncü perde prelüdünün ana temasını
Beethoven’ın üçüncü LeonoreUvertürü’nün giriş bölümüne yakın bir yerden temin
etmiştir. Wagner, asıl işlevi orkestral dokunun hareketine bağlı olan ve sürekli bir ezgisel
deklamasyonu olan bir opera tarzı geliştirmeye çalışır. Tekrarlanan motifleri kullanması,
bunlar yeni bağlamlar içinde tekrar ortaya çıkarken ve sanatçı ustalığıyla yaratılmış olan
bir bilinç akışı gibi dinleyicilerin zihnini kontrol altına alırken, etkili bir psikolojik güç
kazanmaya başlar. Wagner bir armoni ustasıdır. Armonisini, çalgıların tınılarının bir araya
gelmesindeki ince duyarlılık sayesinde daha da güçlendirir. Wagner’in yeni romantik
içselliğinin başyapıtları, LohengrinPrelüdü’nün kesintisiz ezgisel ve armonik köprüsü ile
Uçan Hollandalı Uvertürü’nün fırtınalı deniz tasviridir.
Wagner’in olgunluk dönemi operaları müziğin çok daha yüksek doruklarına ulaşır. Ancak
yine de, bestecinin DieMeistersinger dışındaki operaları, çağdaş dönem dinleyicilerinin
birçoğu için tamamen hırpalanmış yapıtlardır. Bu operaların bestelendikleri dönemdeki
en önemli yenilikleri, bu yapıtlara esin veren felsefi düşünce, dramın müzikal giysiyle
olan birliği ve ilk notalarından sonuncusuna dek, görkemli senfoniler gibi planlı müzik
şaheserleri olarak görülüyordu. Ancak günümüzde, bestecinin bu operaları tartışmaya
en açık olan yanlarını ortaya koymaktadır. Bu yapıtlarda uzun, özensiz ve esinsiz müzikal
uzatmalar bulunur. Felsefi olarak desteklenen simgesellikleri, günümüzde, Wagner yanlısı
bestecilerin şiddetle karşı çıktığı İtalyan opera melodramından daha itibarsız olarak
değerlendirilmektedir.
05���
/��
11
MK 05/03
Wagner’in büyük operaya öykünen ilk eseri Rienza’dan sonra bestelediği Uçan
Hollandalı, Tannhäuser ve Lohengrin adlı operaları, bestecinin romantik eğilimlerini
göstermekle birlikte, bu operalarında canlandırılan karakterler, giderek daha belirgin,
ruhsal yapıları daha açık ve güçlü kahramanlar haline gelmiştir. Ancak Tannhäuser’in
müziğindeki sentetik birlik daha gelişkindir. Bu yapıtlarında Wagner’in sanatçı kişiliği
kendisini göstermeye başlamıştır. Tannäuser’de müzik, dramın adım adım izlenmesine
karşın, genellikle aryalara, düetlere ve korolu yükselişlere yer veren “İtalyan deyişi”nden
tamamen kopmamıştır. Bestecinin Lohengrin adlı operası ise, dönemin acıklı durumunu,
soylu ve seçkin kişiliklerle bilinçsiz ve cahil halk kitlelerinin çatışmasını anlatır. Aslında
bu betimleme, “anlayışsız ve yeniliklere kapalı insanlar”ın arasında tek başına kalmış
olan Wagner’in kendisini simgeler. Wagner gerçekte yalnız bir insandır ve bu yalnızlığı
da ona acı vermektedir. Ancak yalnızlık Wagner’in kendi seçimidir. Bestecinin yapıtları
karşıtlığın simgesidir. Kendi çağının opera izleyicisine, müzikçilerine, düşünürlerine, hatta
alışkanlık ve beğenilerine karşı çıkan bir anlayışın ürünleridir. Wagner eserlerindeki bu
karşıtlık kavramını bilinçli olarak geliştirmiştir. Wagner’in özgünlüğü ile ayrıcalığının bu
noktadan kaynaklandığı söylenebilir.
Wagner daha çok kuramcı olarak üstlendiği görev açısından etkileyici bir bestecidir. Bu
görevi her bakımdan yerine getiren bir sanat eseri içinde gerçekleştirmiş olup olmaması bir
yana, kendi başına bu görev ve yapıtları aracılığıyla eksik ve kusurlu bile olsa gerçekleştirilişi,
daha sonraki kuşaklara üzerinde düşünüp çalışacakları bir temel oluşturmuştur. “Karma
Sanat” (Gesammtkunstwerk), Wagner’in hayata geçirmek istediği başlıca görevdi. Opera
alanında eserler veren düşünür bir sanatçının böyle bir görevin sorumluluğunu üzerine
alması doğaldır. Tiyatro, edebiyat, resim, mimarlık ve müzik opera içinde bütünleşmeye
hazır haldedir. Wagner’in yaptığı da bu birleşmeyi sağlamak olmuştur.
Wagner doğrudan müziğin kendisine değil, müzik hakkındaki bir takım görüşlerle,
tasarılarla müziğe yönelmiştir. Bu düşünceleri ile tasarıları, Wagner’i operadan bağımsız
olarak ele alındığında, müzisyen olarak bir öncü konumuna getirmektedir. “Sonsuz
Ezgi”, operalarındaki kişilerin ve olayların kartviziti olarak kullanılan tanıtma unsuru
“Leitmotiv”in müziğin yapısına indirgenmesi, orkestranın solist şarkıcıları bastıracak
şekilde kullanılması ve bununla birlikte, bir sonraki kuşaktan başlayarak önce tonalite
bağlarının koparılması, sonra da dizisel müziğe temel oluşturan kromatizm, Wagner’in
müziksel anlatım sanatına getirdiği en önemli yenilikler olmuştur.
Wagner’in üslubu söz konusu olduğunda akla “Karma Sanat”, “Leitmotiv”, “Sonsuz Ezgi” ve
“Wagner Armonisi” gibi kavramlar gelir. Bu kavramları şu şekilde açıklamak mümkündür:
“Karma Sanat”, bestecinin operadan beklediği görevi açıklar niteliktedir. Tiyatro, edebiyat
ya da şiir, plastik sanatlar ve müzik, opera sanatında birbirinden kopuk öğeler değil,
birbiriyle kaynaşmış veya kaynaşması gereken temel öğelerdir. Wagner’e göre müzik,
ritmini danstan, ezgisini de şiirden almıştır. Müzik tek başına “boş bir armoni”dir. Diğer
yandan şiir de tek başına ele alındığında duygulara değil, düşünceye ve akla hitap eder.
Opera sanatında o döneme kadar yapılmakta olan şey, bu sanat dallarını birbirinden
05���
/��
12
MK 05/04
kopuk biçimde değerlendirmektir. Doğru olanı ise, bu sanatsal unsurların bütünleşmesiyle
birlikte gerçek dramatik müziğe ulaşmaktır.
“Leitmofiv”, operada canlandırılması gereken temel öğelerin müzik diliyle verilmiş
kimliğidir. Konunun dışında kalmasına rağmen, dramın akışına gerekli olan yerde soluk
getiren ve genel izlenimi pekiştiren müziksel desteklerdir. Leitmotiv’ler, dramatik bir olayın,
belli bir karakter çizgisinin veya düşünce öğesinin müziksel simgeleridir. Leitmotiv’lerin
adlandırılması, kalıplaşmış kurallarla önceden verilmiş kararlara bağlı değildir. Ancak söz
konusu bu adlandırmalar veya müziksel yöntemler sayesinde, bir nesnenin, bir düşüncenin
uzun bir şekilde ifade edilmesinin zorluğu, bir tek müziksel sözcükle aşılabilmektedir.
“Sonsuz Ezgi”, kapalı bir form olan arya’ya, İtalyan tarzı serbest bir şarkı niteliğine yaklaşan
ve dolayısıyla dramın bütününden kopuk bulunan aryalara karşıt konumda bulunan bir
tür ezgi anlayışıdır. Bitmeyen, sonsuz bir ezgiyi, oyunun akışına, operanın karakterlerine
veya onların düşünce ve davranışlarına göre sürdürmektir. Sonsuz ezgi, bütünselliği ve
sürekliliği öngörmesine rağmen, uzayıp giden ve gerçekten de bitmeyen ezgisiyle giderek
etkisini yitirir, zayıflar ve kendini tüketir.
“Wagner Armonisi” ile öncelikle tonalite kavramından kopuş, sonra da modal müziğe
kapı açan kromatizm anlaşılır. Bestecinin aşka, geceye ve ölüme susamışlığın trajedisini
anlatan Tristan ile Isolde adlı operası, ezgiyi ve armoniyi o dönemde fazla bilinmeyen
bir kromatizmin en yüksek düzeyine ulaştırmıştır. Tristan ile Isolde, romantik armoni
gelişiminin son raddesidir. Bu aşamadan sonra romantik armoni izlenimci bestecilerin
eserlerinde çözülmeye başlar.
Wagner, nesnel dünyayı benimseyip anlayarak ulaşabileceği berraklığı ve akıcılığı feda
etmiş, onun yerine gerçek dünyaya aykırı olan, devasa bir hayal âlemi kurmayı tercih etmiştir.
Bestecinin operaları amaçları bakımından soylu bir ruh taşır. Wagner’in operalarında
yüksek düzeyde bir nitelik kendisini dışa vurur. Bu yapıtlar, tarihte, her müzik cümlesi,
sahne üzerinde yer alan her hareketi kapsamına alarak, birleştirici bir anlayışla baştan sona
tam ve denetimli sanat eserleri olarak düşünülen ilk operalar ya da müzikal dramalardır.
Operaya olan bu bakışın, müzikte kalıcı bir etkisi olmuş, yaşama ve halka tamamen farklı
biçimde yaklaşan bestecileri de etkilemiştir. Böyle olmakla birlikte, Wagner’in operaları,
içlerinde birbirleriyle çatışan karşıt öğeleri nedeniyle eksik bir şekilde tamamlanmış
eserlerdir ve zamanla bu operalarda büyük boşlukların ortaya çıkmasına neden olan başlıca
etken de budur. Herşeyden önce bu operalarda, felsefe tarafından desteklenen bir fantezi
bulunmaktadır. Olay örgüsünün ana hatları ile operaların yapısını oluşturan da budur. İkinci
olarak, müziğe güçlü duygusal yaşamını veren, Wagner’in kendi kişisel psikolojisinin, içe
bakışının, kendisine ait görülerinin, dürtülerinin, arzularının, iç çatışmalarının ve bencil
insani ilişkilerinin bestecinin kendisine özgü öznel yansıtımıdır. Üçüncü olarak da, nesnel
dünyanın çarpıcı bir etkisi vardır. Bu etki, bestecinin bazı operalarında diğerlerine göre
daha fazla hissedilir. Üstelik uyuşumu açısından da operalarının en yetkini olan Tristan ile
Isolde’de bile bu tür bir çatışma bulunmaktadır.
05���
/��
13
MK 05/05
Gerçekte Wagner’in eserlerinin kuruluşu, açık romantik biçimin yüksek noktasıdır. Bu,
karşıt unsurların çatışma ve çözümleriyle kurulmuş olan klasik bir mimarinin duygusal
bir biçimde işlenmiş olan devamlılığının yerini almıştır. TristanundIsolde, DasRheingold,
DieWalküre ve Götterdammerung adlı operalarının son sayfaları gibi büyük finaller,
görünüşte çok devasa bir serginin tekrarı ve kodası gibidir. Oysa klasik yapıdaki bir
senfoninin herhangi bir serginin tekrarı ve kodası için geçerli olmayacak bir şekilde
kendi başına etkinlik gösteren parçalar oluşturur. Asıl ilginç olan nokta ise, Wagner’in
kuramlarında, İtalyan stili operaların uvertürler, aryalar, düetler ve topluluklar gibi
“yerleşik” biçimlerine karşı çıkmasına rağmen, bestecinin kendi eserlerinin ilham kaynağı
olan bölümleri, bir bütün içinde, onlarınkine benzeyen bölümler gibi, ancak çok farklı
şekilde işlemeleridir. tüm bu öğeler, vokal deklamasyonun büyük bir sanat şarkısı gibi
birdenbire büyülü bir ezgisel estetik içine girdiği, çoğu kez orkestranın bunlara büyülü
bir duyusal ve armonik doku kattığı veya motiflerin, tarjedinin o andaki durumunun içsel
ruh yapısını tam olarak yansıtan yeni bir ezgisel ve armonik doku içerisinde birleştikleri
anlarda esere katılırlar. Bu nedenle Wagner’in opera anlayışı, “geleceğin operası” değildir.
Bu, Wagner’in hayata ve halkına olan bakışını gösteren ve ustalık gerektiren bir yaratıdır.
Herşeye rağmen, Wagner’i opera sanatının kurucusu olarak değerlendirmek yanlış
olmaz. İtalyan bestecilerin elinde şarkıların ses gösterisi için kullanılmak gibi gereksiz
bir konumda bulunan opera sanatını önce Weber, sonra da daha büyük bir güçle Wagner
unutulmaktan kurtarmışlardır. Wagner’in çabalarıyla, kuramlarıyla, tasarılarıyla ve
yapıtlarında verdiği örneklerle birlikte opera, artık Wagner öncesindeki durumuna
düşmeyecek bir niteliğe sahip olmuştur. Wagner’in müzik sanatının evrimindeki önemli
konumu, bu tür bir görevi yerine getirmiş olması sayesinde kesinleşmiştir. Bu görevin
yanı sıra, bestecinin operalarından alınmış, dinleyici üzerindeki etkisi yadsınamayan ve
çoğunlukla şarkıcılardan arındırılmış olarak sunulan orkestra sayfaları, örneğin Tristan’ın
açılış müziği ile Liebestod’u veya Parsifal’in “Kutsal Cuma” müziği, Wagner’in kalıcılığını
sağlamaya ve doğrulamaya yetmektedir.
Sahip olduğu tüm yenilikleriyle birlikte, Wagner’in müziği anlaşılması zor bir müziktir.
Ancak Wagner’in müziği, 19. yüzyılın ikinci yarısında bir takım kuramcılar ve müzikçiler
tarafından çözülmeye ihtiyaç duymuştur. Wagner, müzik tarihinde böylesine zorlu bir
görevi üstlenmiştir. Dünyada “kusursuz” bir besteci olmadığı gerçeğinden hareket edilecek
olunursa, Wagner’in de her besteci gibi bir takım eksikliklerinin, çelişkilerinin ve zayıf
yanlarının olması doğaldır. Wagner’in kendisinden sonra gelen takipçileri, yazdıkları
eserlerde onun kadar başarı gösterememişlerdir. Wagner’in müzik anlayışının sürekli
tekrarlanmasıyla da yeni basamaklar çıkılamamıştır. Avrupa müzik sanatında, 20. yüzyıl
müziğine zemin hazırlayan, ona imkân sağlayan ve kapı aralayan asıl besteci Richard
Wagner olmuştur.
05���
/��
14
MK 05/06
YARARLANILAN KAYNAKLAR
FİNKELSTEİN, Sidney; Besteci ve Ulus,(Çev. Halim Spatar), Pencere Yayınları,
İstanbul-1995
MEHDİYEVA, Naile; Konser Kılavuzu, Bilkent Üniversitesi Yayınları, Ankara-2003
MİMAROĞLU, İlhan; Müzik Tarihi, Varlık Yayınları, İstanbul-2009
SACHS, Kurt; Kısa Dünya Musikisi Tarihi, (Çev. İlhan Usmanbaş), Milli Eğitim Basımevi,
İstanbul-1965
SAY, Ahmet; Müzik Tarihi, Müzik Ansiklopedisi Yayınları, Ankara-1995
05���
/��
15
MK 05/07
VİYANA’DA SANAT VE KLASİK MÜZİK
Deniz Demirci
Viyana oldukça kozmopolit bir şehirdir. Şehrin her tarafında müzik duymayı bekliyorsanız
yanılıyorsunuz! Fikirlerin tartışıldığı, sohbetle beraber melanjların içildiği kahvelerde asla
müziği arka fonda duyamazsınız. Viyana halkı müziğe olabildiğince doymuş ve müziği
tüketmek yerine, anlaşılan dinlemeyi tercih ediyor.
Berlin’in egemen siyasi rolü ele geçirdiği, Londra’nın Avrupa’nın finans merkezi olduğu ve
Paris’in bütün dünyanın betimleme sanatçılarını kendine çektiği bir gerçekse, Viyana’nın
payına da, müzik alanındaki tartışmasız birincilik düşer. Nice klasik müzisyenin yaşadığı
bu şehirden hediye almak isterseniz “Mozart” çikolatalarını değerlendirin derim. Burada
dünyanın ilk on orkestrası içinde yer alan, en iyi senfonik müzik topluluğu olarak bilinen
Viyana Filarmoni Orkestrası’ndan Carmen ve Cosi Fun Tutte’yi dinlemek çok keyif
vericiydi.
Viyana müzikte olduğu kadar diğer sanat dallarında da oldukça yetkindir. Bu yazımda
sanat tarihi ile müziğin yakın ilişkisini incelemek istiyorum.
Viyana’nın en önemli Sembolist ressamlarından olan Gustav Klimt 14 Temmuz 1862
tarihinde yedi çocuğun ikincisi olarak dünyaya gelir. Bir yoksul aile genci olan Klimt, 14
yaşında Kunstgewerbeschule Uygulamalı Sanatlar Okulu’na gidebilmek için burs kazanır
ve diğer kardeşleri Ernst ve Georg’da. Gustav Klimt çok önemli olan bir İmparatorluk
Projesi için Yunan, Mısır, Ortaçağ ve İtalyan Rönesans sanatının figürlerini öğrenmiştir.
Sanatçı Klimt, tam da eskimiş doğalcılığın klişelerinden arınmış bir biçim dili aradığı
yıllarda, Ravenna mozaiklerinde altının ifade gücünü keşfeder. Bu soylu malzeme, göz
alıcı parlaklığı ve soyut bileşeniyle Klimt’in figürlerini, aynı zamanda gerçekten kaçış olan,
zamandışı ve büyülü bir boyutta yansıttığı ayrıcalıklı aracı olacaktır.
Beethoven Frizi…
1902 hem Sezession1 grubu hem de Gustav Klimt için önemli bir yıldır. Sezession
Sarayı’nda en iddialı tasarı olan Beethoven sergisi düzenlenir. Bu sergi, Max Klinger’in
tek bir yapıtının, insanlık için acı çeken sanatçı- peygamberin simgesi olan, Alman
besteciyi gösteren heykelinin kutlanmasıdır. Dönemin diğer sanatçıları da bu sergiye
çerçeve oluşturacak şekilde karşılıksız çalışırlar. Bu saygı, açılışta Beethoven’ın Dokuzuncu
Senfonisi’nin bir bölümünü yöneten besteci Gustav Mahler’in alışılmamış katkısıyla
doruğa çıkar. Bu serginin, sanat ve yaşam ile toplumu sanat aracılığıyla “kurtarma”
yolundaki zorlu girişim arasındaki iç içe geçişin doruk noktasını oluşturduğu kesindir. Bu
bağlamda hazırlanan Friz, Beethoven’in Dokuzuncu Senfonisi’nin resme aktarılmasıdır.
Friz bütün olarak üç duvara yayılır ve insanlığın kötülüğün güçlerine karşı verdiği, şiir ve
sanat krallığında mutlak mutluluğa ulaşmasıyla sonuçlanan mücadeleyi anlatır. Bu frizleri
görmüş olmaktan duyduğum heyecanı sizlerle paylaşmak istedim.
1 1897’de sanatta bir “kopma” meydana gelir. Sanatçılar, halkı modern sanat için “eğitmek” ve kurumların ilgisini
çekmek isterler. Sezession olarak adlandırılacak tutumun temel çizgisi görülür.
05���
/��
16
MK 05/08
Beethoven Frizi; Melekler Korosu, 1902
“Mutluluk Arzusu Şiir ile Tatmin Oluyor”
19. yüzyılın sonunda, Schubert, Haydn ile Mozart’ın olağanüstü Viyana müzik geleneği
hiç olmadığı kadar canlıdır. Johann Strauss’un müziklerinin Beethoven’dan başlayıp
Wagner’e kadar giden Alman Romantizminin derin bir çalışmasını ortaya koyan özenli
bir orkestrasyonu vardır. Bu yapıtlar, kendisi de sayısız vals bestelemiş olan Brahms gibi
ünlü besteciler tarafından takdir edilir. Sezession grubunun kurulduğu yıl olan 1897’de,
büyük Romantik geleneğinin son mirasçısı olan Johannes Brahms ölür. Müzisyenler
daha büyük bir uzmanlaşma gereği duyumsayarak pek çok dernekler kurarlar. Burada
Gustav Mahler’in kişiliği öne çıkar. Besteci, Brahmsın öldüğü yıl Viyana İmparatorluk
Operası’nın yöneticiliğine seçilir ve onu Avrupa’nın en önemli tiyatrolarından biri haline
getirir.
21. yüzyılın en büyük köklü müzik devrimini, Viyanalı dahi bir besteciye, Arnold
Schönberg’e borçluyuz. İlk zamanlarında Brahms’ın ve Wagner’in müziğinden etkilenen
Schönberg, 1899 yılında yaylı çalgılar için bestelediği Değişen Gece adlı altılı ile müzik
dilinin özlülüğü üzerine kurulu yeni bir estetik yolu başlatır. Geleneksel tonal yapıyı
terk ederek, derin bir ruhsal ve varoluşçu gerilimi ifade edebilecek, özgür ve dinamik
sesler sistemine geçer.1907- 1913 yıllarının “pantonal” besteleri Schönberg’in , Gustav
Mahler’den Adolf Loos’a, Oskar Kokoschka’dan Richard Gerstl’e kadar, Viyana sanat
öncüleri tarafından tanınmasını sağlar.Bestecinin müziği, çağın Ekspresyonist resminin
merkezinde olan o ilkel ve bilinçsiz dürtüleri ifade eder.Schönberg’in müziğinin ortaya
çıkması dönemin en önemli soyutçuluk yanlısı Ekspresyonist ressamı Vasily Kandinsky
için büyük bir güdüdür.1911 yılında besteci şunları yazar: “Siz yapıtlarınızda, benim
belirsiz biçimde özlemini çektiğim şeye biçim verdiniz…
12.04.2012
05���
/��
17
05���
/��
18

Benzer belgeler