Slayt 1 - Zayende Travel Agency

Transkript

Slayt 1 - Zayende Travel Agency
ZAYENDE GEZGĠNLERĠYLE
GANGA’DAN EVEREST’E NAMASTE
GANGA‟DAN EVEREST‟E NAMASTE
GANGA‟DAN EVEREST‟E
NAMASTE
Yazı ve Fotoğraflar : Zayende Gezginleri
Zayende Gezginleri
BaĢak Güçlü
Ufuk UlaĢoğlu
Cenk Doğru
Seval Akbaba
Yeliz Ayral
Necdet Bükülmez
Siren Çerçi
Hande Demirvuran
Serpil Egi
AyĢe Emengen
Zeynep Ercan
Selin Saatçioğlu
Ali Ġzar
Pınar Ġzar
Ürper Kırdar
Gültürk Köroğlu
ġirin Tekinay
AyĢe Didem Kurucu
Reya Özilhan
Deniz Reha Özilhan
ġebnem Özilhan
Ülkü ġarlıgil
Cengiz GümüĢtüs
YeĢim Tetik
ġafak Tülümen
Reyhan Türk
Lütfiye Güreli
Ömer Faruk
AyĢe ġahin Güçkıran
ġebnem Çaylan
Yelda Baler
Zayende Travel Agency : Bağdat Cad. 27/10 Kızıltoprak Ġstanbul 0216 348 90 87
www.zayende.com [email protected] [email protected]
ca
YOL HALĠ
Yol baĢtan çıkarıcı, yolculuk kıĢkırtıcıdır .
Yolcu, yolculuğa dahil olabildiği sürece gördüklerinin, yaĢadıklarının
hakkını verir. Merak ettiklerinin peĢinden giderken bir tutam baharat
serpiliverir yolculuğun üzerine, herĢey daha da lezzetlenir ve bu lezzet,
yoldaki bizi bize sevdirir.
Yolculuğun yalnız gidilen yol olmadığını, öncesiyle sonrasıyla,
hazırlıkları ve üretimleriyle gidilen yolun kat kat üstünde bir süreç
olduğuna inanırız. Uzun ya da kısa, yolculukları bu süreçte yaĢadığımız
zaman bizden mutlusu olmaz.
2010 kasım ayında yaptığımız Hindistan Katmandu gezimizde tam da
böylesi bir süreç yaĢandı, hâlâ da yaĢanıyor. Aylar öncesinde baĢlayan
hazırlıklar, okumalar, yazıĢmalar on günlük dolu dolu bir yolculukla
Ģekillendi. Yollarda biriktirdiklerimiz Ģarkılardan, Ģiirlerden, resimlerden,
yazılardan ve fotoğraflardan kendine yol buldu ve bir CD ile kitaba
dönüĢtü.
Bu yıl içerisinde Zayende Gezginleri ile yaptığımız Hindistan ve Nepal
yolculuklarından, yol arkadaĢlarımızla birlikte hazırladığımız bu kitap
neĢeli, sorgulayan, düĢündüren, yolun yolcuyu değiĢtirdiğini hissettiren
bir çalıĢma. Herkesin gönlüne sağlık.
Yolumuz açık ve baharatı bol olsun.
Yelda Baler
Zayende Travel
ca
ca
Zayende Travel Hindistan - Katmandu Gezisi Fotoromanı
12-21 Kasım 2010
Heyecan içinde baĢladık geziye. Yeni Delhi
Havaalanı ile ilk tanıĢmamız.Gezi boyunca 6
kez uğrayınca Havaalanı bizden sorulur oldu
haliyle...
Yol boyu otobüsümüzü gören Hint erkeklerinin ilgi
odağı olduk. Neden acaba?
Asıl ilgi patlamasını
Zayende Gezginleri
Saree’lerini giyip Tac
Mahal’e gidince yaĢadık...
Ve otobüsümüz. Meğer içinde
faremiz  de bizi karĢılıyormuĢ.
Boynumuzdaki çiçekler gezinin güzel
geçeceğini müjdeliyordu .
ca
ca
Herkes o kadar güzel olmuĢtu ki...
Otelde bizim dıĢımızdakiler bir
düğüne gittiğimizden emindi. Biz de
onları üzmedik ve Tac Mahal‟de
yapılan bir düğüne davetli
olduğumuzu söyledik.
ca
ca
Düğün hazırlığı değil de
neydi?
Tac Mahal tüm ihtiĢamıyla karĢımızdaydı. Soluğumuzu kesen, bazılarımızı
gözyaĢlarına boğan bir güzellik sunuyordu.
ca
ca
Jaipur’da filmden çıkıp kendimizi zorla bir doğum gününe davet ettirdik,
sonradan öğrendik ki kabul edilmemizin ana nedeni ġafak’ın tek bacak kınası
olmuĢ 
Jaipur’daki Hint Filmine (Golmaal 3) gidiĢ ayrı
bir olaydı... Neredeyse güvenlik marifeti ile
atılıyorduk sinemadan!
Bu selamı filmden öğrendik, Ģimdi de
Hintli bir sinemasevere öğretiyoruz 
Necdet sorar “doğum günü kimin?” Deepak (Jaipur’da taş satıyor) “6 aylık bebek olan yeğenimin” . Necdet ” Siz
yılda iki kere mi doğum günü kutlarsınız?” diye sorar, Deepak’tan gelen cevap şaşırtıcıdır “Hayır prematüre
olarak 1 kg doğdu, ancak şimdi parti yapıyoruz”
Hintliler soruyordu: ”Aaa bu bizim Cenk de,
acaba yanındaki hatun kim?”
ca
Necdet sarsılmıĢtır aynen “kardeşinin piyano dersi nasıl gidiyor?” diye soru soran adama gelen Ģamar gibi yanıt
misali... ”kardeşimin parmakları yok!”
ca
Ne yani! Hindistan‟dayız diye
Bayram Lokumu yiyemeyeceğiz mi?
Ülkü Hanım‟ın elini öpen Ufuk 150
Rupi bayram bahĢiĢini cebine
koyup, doğru Pashmina almaya
koĢtu...
Sokaklarda görmediğimiz
hayvan kalmadı! Kediden
gayri...!
Maksat Dosti‟ler
alıĢveriĢte
görsün!
ca
ca
Çocuklara bayıldık.Ne kadar masumdular!
Gezi sonrası hepimize uğur getireceğine inandığımız Ganesh‟in en dejenere halini de
görmüĢ olduk bir dükkânda...
ca
ca
Dilek tuttuk, Ganj‟a
bıraktık,
Katmandu‟da dua
çarkı çevirdik.
Neler diledik
acaba?
ca
Sadhu‟lara ĢaĢırdık. Amma da liberal olmuĢlardı. TL yi
Rupi‟ye çevirdiklerinde sözün bittiği yerdeydik!
ca
Masala Çayı
Herkes Ģahane fotoğraflar çekti ama ne eforlar harcandı...
“Yediğimiz
içtiğiniz bizin
olsun... “
demeyip neler
yedik içtik
belgeliyoruz!
Everest Birası
ca
ca
Ama içimizden bazılarının BĠZĠNIS uçtuklarında yedikleri, içtikleri
anlatılmaz, yaĢanır...
BIZINISSSS KASTTA UÇAN ARKADAġLARA EKONOMĠK KASTTAN HOSTES MARĠFETĠYLE
GELEN NOT
Biz Ekonomi kastında
olanlar hostes aracılığı
ile bir mektup gönderip,
8 öğretiyi sunduk.
(bkz yan sayfa)
KarĢılığında Bizinıs kast
3 kırık yeĢil zeytin ve bu
fotoğrafların olduğu
kamerayı ilettiler hostesle.
Seval iĢi abartıp, arka kapıdan bindi, herkese “Bizinıs ne tarafta?” diye sora sora!
Allahtan indikten sonra golf arabası bulamad,ı aksi halde sakat numarası yapıp yanımızdan arabayla
geçecekmiĢ 
EKONOMĠ KAST GURUSUNUN
SEKĠZ ÖĞRETĠSĠ
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
Çok tıkınmayın
No Alcoholeeeeeeeee
No more shopping
Hostesleri meĢgul etmeyin
Hint filmi yasak. Seyrediyorsanız eĢlik edip oynamayın
Pilota dırdır yapmayın
No photo
Sevgi seniniçinde UNUTMA!!!
Not : Bu öğretiler hâlâ iĢe yaramadıysa birinci öğretiye geri dönün.
ca
ca
*
Necdet Zayende gezginlerinden bir kaç kiĢiyi Hintlilerle fotoğraflamak isterken bu toplu fotoğrafa
girmeye çalıĢan Zayende‟cilerden dolayı bir türlü çekemez. Sonunda “öyle yavaĢ çekiyorum ki
aile gittikçe büyüyor, kadraja sığdıramıyorum” der.
*
Necdet, çevir kazı yanmasın durumlarında yazılarına Ģu imzayı atar “Kaygan Zemin Gurusu” .
*
Yeliz Katmandu‟da aradığı cafeyi bulmuĢtur.Ġçinde baharat olmadığına inandığı tek Ģey olan dilim kek
sipariĢini verir.Elemanın önce çöpü elleyip sonra kek verecek olduğunu görünce “olmazzzz” der ve
adamı 20 metre ilerideki lavaboya el yıkaması için gönderir. Adam lavabo‟dan dönünce
espresso‟sunu çoktan yudumlayan Siren‟e dönüp mahçup gülücük ile “she‟s right!” der
*
Yelda ballandıra ballandıra son gece konaklayacağımız Delhi‟deki Galaxy oteli anlatır. Sonunda “odayı
01:30‟da terkedeceğiz” deyince Necdet dayanamaz “ArkadaĢlar odanız ile duygusal bağ kurmayın
lütfen, ayrılık acı olur sonra”  deyiverir.
*
Zayende Gezginleri Delhi‟deki Galaxy Otel‟de mide ve kulak ziyafeti içindedir.
Sahne alan müzisyen 70-80‟lerden retro parçalar okurken, bizimkiler kendisini Hintli sanıp,
Rengarenk‟in Hintçesini isterler ama adamcağız Hintçe bilmiyormuĢ meğer. Bunun üzerine Hande
duruma el koyarak önce bir Latin parça arkasından Sezen Aksu „nun bir parçası ile sahne alır.
Hande‟nin muhteĢem sesini duyan Hint Sosyetesi ve Brahman kastı mensupları Mercedesler ile
akın akın otele gelmeye baĢlarlar. Hintli taklidi yapan müzisyenin iĢine son verilir ve Hande ile 20
milyon rupee‟lik kontrat imzalanır. Zavallı Hande‟cik kontrat görüĢmesinde “abi Ģu odada sabah
06‟ya kadar yatayım, para mara istemem” demiĢ olsa da menajerimiz Seval devreye girer
*
Deniz’in alternatif Hint içkileri :
Ganjitsu : Ganj suyundan yapılmıĢ baharatlı Varanasi yerel içkisi, içtiğiniz zaman doğrudan
re-enkarne oluyorsunuz.
Yeti suyu : bu bizim rakının, yunan uzosunun Hint versiyonu olup, Himalaya‟larda yetiĢen çeĢitli
baharatların karmasından ve hiamalay doğal kaynak suyundan imal edilmiĢ olup alkol derecesi %100‟dür.
Budaxa : Kathmandu sokaklarında solumuĢ olduğumuz düĢük oktanlı benzin ve solvent ile saf alkolün
karıĢımı bir içki olup, içtiğiniz zaman Buda‟nın gözü gibi her yerde gözünüzün olduğunu düĢündürüp
doğrudan kematoryuma götüren bir içki)
ZAYENDE GEZGĠNLERĠNDEN ĠNCĠLER
*
Yeliz Katmandu Gümrük Memuruna aceleyle pasaportunu uzatır. Memur sırıtarak “you‟re not hurry
I am hurry” der ve kimliğini gösterir. Adamın adı “Hari”  . Bizim Yeliz adama güle güle “your name
is Hari but why you are so slow?”der. Kuyrukta sıra bekleyenler “tamam artık akĢama kadar tutar
bizi bu adam” derken, Hari gülmeye devam ederek giriĢ damgasını basar. Yeliz‟in arkasından
bakakalan Hari fabrika ayarlarına geç de olsa geri döner ve görevine devam eder.
*
Seval alıĢveriĢe çıktığında tüm esnaf birbirine tuktuk marifeti ile haber gönderip, kepenk
kapatma uyarısı vermeye baĢladı. KaĢmir pazarlığı sırasında satıcıya “is your mother beautiful?”
diye sorar. Adamcağız da bir mutlu olur “nereden anladın?” der
*
Bundan sonra Hindistan‟da alıĢveriĢ yapan Türkler çok ĢaĢıracaklar zira esnaf onları “OHA”
hitabıyla karĢılayacak. Nedeni Yelda‟nın fiyatı duyunca “oha” diye bağırması, anlamı sorulunca da
“very good, very good” demesi...
ca
ca
ġARKI DA YAPTIK SONUNDA...
Güfte : Anonim
Beste : Hande Demirvuran
Uttar Pradesh dolaylarından bir
Sadhu bozlağı:
Varanasiden varamadım
Masala içtim doyamadım
Ganesh'e estetik yapamadım,
Ellerim kınalıydı deklanĢöre
basamadım,
Her yerde kınalar yapıldı, uçakta bile
Gelecek gezimizde bir düğüne katılıp, kına
gecesi tadında eğlenelim diye plan yaptık
Yelda ile ...
Yandım yandım ommmmmmm
Business'da uçamadım,Galaxy'de kalamadım,
Ganga'da yıkanamadım,
YıkanmıĢ çarĢaflarda yatamadım,
Döndüğümde ben ben olamadım,
Ruhumu kaybettim bulamadım
Yandım yandım ommmmmmm
Ganesh oğlan dedi "yandım"
Bir biçare Sadhu'ya kandım
Her önüme çıkan öküzü Nandi sandım
Geceyarısı yollara düĢmekten usandım
Yandım yandım ommmmmmm
ca
ca
Özetle; çok yorgun, gördüklerimizden sarsılmıĢ durumdaydık. Geziye baĢladığımız bizler değildik gezinin sonunda.
Nirvana‟ya mı ulaĢmıĢtık yoksa mevcut yaĢamımızda sahip olduklarımıza Ģükretmeyi mi öğrenmiĢtik bilinmez.
Sindirmek için zamana ihtiyacımız olacak ama bu zaman sonunda ne hissedeceğimizi Ģimdiden biliyoruz. Eksik
kalan Ģeyleri tamamlamak için, oralarda kalan ruhumuzu bedenimiz ile buluĢturmak için yeniden yollara düĢeceğiz,
aynen Yelda ve Reyhan‟ın daha önce hissettikleri gibi...
OM MANI PADME HUM
LOTUS ÇĠÇEĞĠ ĠÇĠNDEKĠ MÜCEVHERLER OLDUK
ca
ca
BU FOTOROMANA KATKISI
BULUNANLAR
Yapım: Zayende Travel
DĠġiĢleri: Ali Ġzar
Yönetmen:Yelda Baler
Ruhani iĢler, Eğitim: Reyhan Türk
Senaryo: Necdet Bükülmez
Hijyen,temizlik: Yeliz Ayral, Serpil Egi
Metin Yazarları: ġebnem Özilhan,
Ürper Kirdar, Siren Çerçi
Moral, motivasyon, casting: ġirin Tekinay
Görünmez adam: Cengiz GümüĢtüs
Müzik&kareografi: Hande Demirvuran
Varanasi‟de kayıp kız: Zeynep Ercan
Dans&Vokal: Tüm Zayende Gezginleri
UlaĢtırma: Tuk tuk‟çu Hari
Yemek: Lokmacı Kapoor Amca
Bayram lokumu için Ülkü ġarlıgil‟e özel teĢekkür
Giysi tasarım: Siren Çerçi
Grafik bilgisayar: Selin Saatçioğlu
Görüntü Yönetmenleri: BaĢak Güçlü, Ufuk UlaĢoğlu,
ġafak Tülümen, Cenk Doğru
Halkla ĠliĢkiler: AyĢe Emengen
AlıĢveriĢ Sorumluları: Reya Özilhan, AyĢe
Didem Kurucu ve tüm
Zayende Gezginleri
Bavul, ambalaj sorumlusu: YeĢim Tetik
Ayın elemanı: Katmandu Airport‟daki zımbacı
amca
Sağlık: Gültürk Köroğlu, Pınar Ġzar
Mali ĠĢler: Seval Akbaba
Konaklama: Ne mümkün! 02:00 de tekerlek
döner.
Hukuk&Baharat ĠĢleri: Deniz Reha Özilhan
Not: Filmdeki bu isimlerin gerçek Ģahıslarla hiç
ilgisi yoktur. Ama Sadhu‟lara 10 Euro verirseniz
hemen ilgi kurulur. 
ca
ca
ANLAMAK
Yazı : Özcan Yurdalan
Bir yolcu gördüm…
Ne solumadığı hava kalmıĢtı onca iklimin içinde, ne
de yeryüzünde uğramadığı bir Ģehir vardı.
Gittiği her yerde uzun süre geçirirdi. Sadece
gördükleriyle kalmaz, tanıĢıp ahbap olduklarıyla
yetinmez, orada yaĢayanların konuĢtukları lisanı da
öğrenirdi. Nasıl sığdırırdı bunca kelimeyi, deyimi
hafızasına, bilmiyorum. Kısacık süre içinde okuyup
yazmayı söker, ana dili o dil olanları bile ĢaĢkınlığa
sürükleyecek mükemmellikte konuĢurdu.
Dilini bilmediği insanları tanıdığını söylemek bir yana,
oralara gitmiĢ bile saymazdı kendini. Ġnsanlarla bir
arada olmanın tek yolunun dillerini anlamaktan
geçtiğine inanır, gittiği her yerde daima bunu
savunurdu.
Yıllar böyle geçmiĢti. Öğrendiği o kadar çok dille
birlikte yaĢamayı nasıl becerebildiğini aklım almıyordu
doğrusu. Merak içindeydim.
Ona iyice yaklaĢmanın yolunu bulduğum sırada
yolculuklarını çoktan bitirmiĢti. Artık ne bir yere
gidiyor, ne bir dil öğrenmek için gayret sarf ediyordu.
Bunca zaman sonra kendine özgü bir ifadenin
peĢinde koĢtuğunu anlamak için birkaç konuĢmasını
dinlemek yeterliydi. Çoktandır her anlattığı hikâyede
yıllar boyunca bellediği dillerin arasından seçtiği en
nadide sözcükleri kullanmaya baĢlamıĢtı. Bir süre
sonra bu kelimelerin sayısı iyice artmıĢtı ve nihayet
bütün konuĢmalarını sadece bildiği dillerden seçilmiĢ
kelimelerden kurmaya baĢlamıĢtı.
Hayatının geri kalanı, yılların süzgecinden geçmiĢ
cümlelerde kurduğu anlatıların arasında geçiyordu
artık
Desen: ġebnem Çaylan
ca
Neden sonra yanına vardığımda her dalında ayrı
çiçekler açmıĢ yaĢlı bir ağaç gibi göründü bana.
Gölgesine girdikten sonra bir kenara oturup
beklemeye baĢladım. Susuyordum. Doğrusu, sessiz
ve kıpırtısız durarak hislerini en iyi Ģekilde ifade
edebileceğimi düĢünmüĢtüm. Yine de
söyleyeceklerim vardı, sözler boğazımdan taĢmasın
diye ağzımı açmıyordum.
KonuĢmaya kalkıĢmadan önce ondan bir iĢaret
gelmesini bekledim. Benim diyeceklerimi
anlayacağından kuĢkum yoktu, ancak onun
söylediklerini ben anlayabilecek miydim, doğrusu hiç
emin değildim. Anlatacaklarının dilini çözebilmem pek
mümkün olmayacaktı korkarım. Zaten bu yüzden
öylece oturup onu seyretmeyi, dallarına yuva kurmuĢ
kuĢları dinlemeyi, budaklarından sızan kokuyu
solumayı tercih etmiĢtim.
Bana yakıĢan bu derin sessizlik olmasına rağmen,
merakımı yenemedim, bütün o lisanları nasıl
öğrendiğini sordum. Durup dururken sordum. Ondan
gelen bir iĢaret olmadığı halde dayanamayıp sordum.
Asıl sormak istediğim bir ömür süren yolculuklarından
geriye ne kaldığıydı hâlbuki. Sözlerim karĢısında hiç
tereddüt etmeden, “KonuĢmanı lisanı yoktur,” dedi,
“ben anlaĢmak için kelimeler ihtiyaç duymam”.
“Peki, yaptığın bunca yolculukta gittiği her yerde,
insanların konuĢtuğu ne kadar dil varsa hepsini
öğrenen sen değil misin?”
“Benim o lisanlarla hiç iĢim olmadı bunca yıl. Gittiğim
yerlerde yaĢayanların dillerini değil, nasıl
konuĢtuklarını öğrendim önce, nasıl anlaĢtıklarını
gördüm. Seslerinden ve sessizliklerinden,
bakıĢlarından ve kokularından anlamaya çalıĢtım
birbirlerini nasıl tanıyıp nasıl bildiklerini. Sevinçlerini,
kederlerini, öfkelerini, hırslarını, kıskançlıklarını,
aĢklarını, nefretlerini ve tutkularını hangi davranıĢlarla
ortaya döktüklerini gözledim. Bütün o sözcükler,
cümleler, deyimler, tanımlar sonradan geldi,
kendiliğinden. Lisanlarını öyle öğrendim.”
ca
Hindistan yıllardır içimde; yara gibi, belki de yavaĢ
yavaĢ büyüyen lotus çiçeği gibi, hayallerin ötesinde
bir tutkuya dönüĢmüĢ meğerse. Kara sevdaya
düĢmüĢ bir aĢık gibi, yollara bakar olmuĢtum.
Heyecanla, gideceğim zamana karĢı gün saydım…
Hep kendi gönül gözümdeki Hindistan‟ı hayal ettim.
Hayal ettiğim bu ülkeyle gerçekleĢecek ilk tanıĢmada,
o ilk görüĢteki aĢk olacak mı?, diyerek duyduğum
meraktan, uçaktan inmek bile bir asır gibi geldi bana.
Zihnimdeki kara çukurlar, her adımda; kaĢmir
yumuĢaklığında, huzurlu ve dokunulası tuĢesiyle
olduğum yerden çok baĢka diyarlarda berraklaĢtı. Bu
ülkeye dair bildiklerimin, gerçek olandan eksik ve
farklı olduğunu anlamamla birlikte gerçek,
hayalimdeki Hindistan‟ı aydınlatmaya baĢladı. Bu
aydınlanmayla birlikte içimdeki merakı gidermek,
sorularıma bir an önce cevap bulma arzusunu
dizginleyemiyorduk artık… Artık ayaklarım benim
değil gibiydi; bağımsız hareket ediyor ve Varanasi‟nin
ara sokaklarına doğru çekiliyordu. Ben de Murathan
Mungan‟ın dediği gibi belki de, “yakınlarını
kaybetmiĢ, öksüz savaĢ çocukları” gibi olmuĢtum. Ne
aradığını, aradığını bulduğunda da ne yapacağını
bilmeyen çocuklar gibi… Kendi irademin dıĢında
kalan aklıma ve yüreğime hakim olamıyordum.
Fotoğraf : Cenk Doğru
HAYATA DAĠR TÜM
BĠLDĠKLERĠNĠZĠ
UNUTUN: HĠNDĠSTAN’A
GĠDĠYORUZ!
Yazı : Siren Çerçi
ca
Bir yolculuk daha baĢlıyor… Önceki seferlerden farklı
olarak; düĢüncelerimi, inançlarımı, yaĢam Ģeklimi,
belki de kimliğimi geçici olarak dondurarak yola
çıkıyorum. Oralara dair okuduğum, dinlediğim ve
izlediğim pek çok Ģey, eminim anlamını yitirecek;
bakmakla görmek arasındaki ince çizgide, yeniden
benlik kazanıp yer edecek ben de.
Ganj‟a çıkan sokakların dar keĢmekeĢinden nehre
yürüyüp kayıklarla açıldığımızda, elimdeki çiçekli
kandillere bakarken buldum kendimi. Çoktan güneĢ
batmaya, Gatlar‟da alev alev yanan ölülerin bedenleri
yeni ruh aramaya baĢlamıĢ, dumanlarla birlikte
yükselen buruk kokular, çiçek kokularına karıĢmıĢ,
Ganj ıĢık ıĢık, renk renk Hindu dostlarını beklemeye
koyulmuĢtu. Birbirine paralel sandalların arasından
elimi suya uzattım, kollarımdaki rengarenk bilezikler
suda Ģıkır Ģıkır ses çıkartırken, çiçekli kandilimi göz
kırpan Ganga‟nın usul kollarına dualarla, dileklerle
üpererek bıraktım…
Fotoğraf : Cenk Doğru
Üzerimden büyük bir yük kalkmıĢ gibi, bir anda
hafifledim. Yeniden doğuĢ bu olsa gerekti. Her yer ıĢıl
ıĢıldı. Tüm nehrin üzeri ilahilerle ĢenlenmiĢ, mumlarla
aydınlanmıĢtı… Her akĢam düzenlenen ve bizim ilk
kez Ģahit olduğumuz bu mistik törenin bitimiyle Ganj‟ı
uykuya yatırıp, bin bir düĢünceyle ayrıldık
kenarından…. Sabahın ilk ıĢıklarıyla kollarını açmıĢ
anne gibi, bizi bekleyen gizemli nehrin kıyısından
hareket ederken; uzaktaki yakınlarımız, yeni doğacak
olan güneĢle gelen umutlarımız, hayretler içinde
yıkanırken izlediğimiz Hindular, renkler, tenler,
duygular, Gatlar‟da yananlar, bir bir gözümüzün
önünden geçip gidiyordu. Kavram karmaĢası ve
değiĢik duygular da beraberinde… Bu geldiğimiz
noktada, yaĢanmıĢlıklarımız ve inançlarımızın ne
denli farklı olduğunu anlatmaya; dünyadan kopuk bu
alemin, insana kendini baĢka bir yaĢamda ya da
gezegende hissettirdiğini söylemek bile kifayetsiz
kalıyor…
Yakılanların yakınlarının arasından; sessizce,
travmatik kokular - korkularla, benliğimiz altüst olmuĢ
geçerken - hayatı sorgulayan gözlerle, yüreğimizin
derinliklerine bakmaya itiliyoruz. Artık kalbimiz bir
baĢka çarpıyor; ironik…
ca
Mitolojik detaylarla adeta her birimiz Ģok geçirmiĢ bir
Ģekilde, çakılmıĢ kalıyoruz ateĢin baĢında; gerçekte
var olmak, tokat gibi çarpıyor yüzlerimize…
Hintli kadın edalarında yirmi küsür Türk kızı,
rengarenk bir Ģenlik havasında cümbüĢe kaptırdık
kendimizi. Birbirimizin fotoğraflarını çekerek otobüse
doluĢtuk.
Oralarda erkekler kırmızı tükürüyor sokaklara. Ġlk
gördüğümde hayrete düĢtüm, hasta olduklarını
düĢündüm.Bir zaman sonra öğrendim ki, hazmı
kolaylaĢtırması için çiğnedikleri bitkilerin renginden
kaynaklanıyomuĢ..
Kendi dünyalarından kopup, misyonunu
tamamlamaya gelmiĢ gezginler gibi; yaradılıĢın ve
tüm inançların kökten sarsıldığı kentlerini gezerken
Hindistan‟ın, kaosun tam ortasında kayboluyoruz.
Her dört yol ağzında, yüreğimiz ağzımıza geliyor.
Aynı anda farklı yönlerden gelen motor rikĢalar,
bisikletlerinde keçi taĢıyanlar, kutsal hayvanlar,
hızla nereden çıktığını kestiremediğimiz arabalar,
türlü çeĢit insan kitleleri ve aniden havaya kalkan toz
bulutları içinde göz gözü görmüyor. HoĢgörü
ülkesinde, herĢey belli bir ahenk içinde iĢliyor, kimse
kimseye çarpmıyor, süratle hareket halinde
olmamıza rağmen, akıĢ sorunsuz süregidiyor.
Eteklerimize yapıĢıp para isteyen çocuklar, türlü
çeĢit satıcılar, fotoğraf çektirmek isteyen naif Hintli
dostlarımız ve para karĢılığı fotoğraf çekmemize izin
veren Sadular‟la yol alıyoruz kent sokaklarında.
Tac Mahal‟in güvenlik kontrolünden geçerken tüm
teknolojik detaylardan kurtulup; halhallı çıplak
ayaklarım, fotoğraf makinem, ben ve bana eĢlik
eden aklımdan bağımsız yüreğimle, dıĢ avludan
yürümeye baĢladığımda artık çok geçti. GözyaĢlarım
kendiliğinden engellenemez bir süratle dökülmeye
baĢlamıĢtı bile. Arınma ve tertemiz olma dedikleri
böyle olmalıydı, engellenemeyen gözyaĢlarıyla. Ne
de olsa yalnızca gözyaĢlarımız yıkardı ruhumuzdaki
yaraları ve tertemiz yapardı… O büyük koyu renk
dev kapıdan, yıllardır hayalini kurduğum, masallara
özgü beyaz -tertemiz ruhani- uzaktaki aĢkı çağıran
akıl almaz yapıyı karĢımda gördüğümde ellerim
titremeye baĢladı. Uzunca bir süre karĢısında
dondum, öylece durdum, deklanĢöre basamadım.
Her an tetikte olan parmaklarım ve bedenim taĢ
kesti adeta. Uzayıp giden havuza düĢen
yansımamın karĢısında kalakaldım. Etrafımdaki
kalabalık bir bir silinip gitmeye baĢladı. Sanki içime
Mümtaz Banu‟nun ruhu girdi; çıplak ve halhallı
ayaklarımla üzerinde durduğum, bembeyaz mermer
avluda kendi peri masalımın içindeydim. Mavi
sarimin içinde uçuĢarak, tekrar tekrar reenkarne
oluyordum.
Fotoğraf : Reyhan Türk
Dizlerimizin bağı çözülene kadar geziyoruz
sokakları; her köĢesinde bizi farklı sürprizlerin
beklediği, maymunların tepemizde gezdiği
tapınaklarda soluklanıyoruz... Belki de pek çok
kiĢiye nasip olmayan deneyimler yaĢadık, fillere
bindik; hiç tahmin etmezdim bir filin bu kadar yüksek
olacağını. Sırtında sallana sallana Amber Fort‟a
çıkarken; bizim güzel suratlı, boyalı, iĢlemeli filimiz
birden huysuzlandı, devam etmek istemedi yola.
Geri geri gidiyor sonra kendi etrafında dönüyordu.
Merakla ne olduğunu anlamaya çalıĢırken biz,
birden hortumunu yere uzattı ve aldığı bir cismi,
önümüzdeki filin üzerinde ilerleyen, bir yandan da
fotoğraf çekmekte olan Yelda‟ya uzattı. Hayretler
içinde ne olduğunu anlamaya çalıĢırken, bir de
baktık ki, Yelda‟nın düĢen objektif kapağını
uzatıyormuĢ bizim duyarlı dostumuz. Oralarda her
an, her türlü sürpize açık olmak gerektiğini bir kez
daha deneyimleyip, keyifle devam ettik yolumuza..
Günün ıĢıklarını, buranın kendine has ahenkli
doğasında söndürüp, büyülenmiĢ gözlerle
muhteĢem Tac Mahal‟in karanlığa kavuĢmasını
izledik. Büyük aĢkın mabedinde, her gece aĢıklar
yeniden buluĢuyordur. Belki de bundandır, karanlık
çökünce hiç ıĢıkla aydınlatılmaması. “Ruhları huzur
bulan eĢler birbirlerine orada kavuĢuyor mudur?”
diye düĢünmedim değil. Bu vesileyle sanırım biz de
“AĢk Hacısı olduk” diye gülümseyerek yürüdüm, Tac
Mahal‟i arkamda bıraktım ama yüreğimde evime
getirdim.
Büyük gün geldi çattı; nihayet Tac Mahal günü…
Otel lobisinde her birimiz gelin gibi giyindik
kuĢandık; usulüne uygun bağlanmıĢ sarilerimizle,
taktık takıĢtırdık, alnımızda bindiler…
ca
Fotoğraf : BaĢak Güçlü
ca
Fotoğraf : Yelda Baler
ca
GANGA‟DAN DĠLEĞĠM
Satırlarca anlatmak istedim sana
Nasıl gezdiğini benimle çıplak ayak
ġah-ı Cihan‟ın mağbedinin beyaz mermerlerinde
Nasıl dokunduğumuzu o aĢkın yakutuna
Elim gitse de defalarca seyir defterime
Yazamadım. Yetmedi kelimelerim…
Seni canıma alıp yalanların peĢinden koĢarken
Saçma sapan aĢkların, anlamsız telaĢların
Bizden çok uzaklarda ne kadınlar varmıĢ
Ümitlerini rengarenk kumaĢların ardına saklamıĢ
Doğan her güne teslim sonraki sefere hazır kadınlar
Verilecek son nefes gibi sakin, sessiz
Sırtımda karam, aklımda sen
Dolanırken ġiva‟nın kentinde gün ağırmadan
O kadınların ellerinden tutup Gan‟ja yürüyen
Yüzleri toza sürünmüĢ ne çocuklar varmıĢ
Alacalı sokaklarda yanımızdan geçip giden…
Ayrı geçen zaman gibi sorgusuz, sualsiz…
Daha kaç yıl yüzünü görmeden yaĢarım hiç bilmem
Ve daha kaç yıl nefeslenirim özleminle
Nilüferin içindeki mücevherin eĢliğinde ağlarken
Utanmayı bıraktım yakın gözlerden
Ve seni diledim Ganj‟da yanan mumun ateĢinde….
Hande DEMĠRVURAN
Kasım 2010
ca
ca
Fotoğraf : YeĢim Tetik
HĠNDUSTAN KATMANDU
SEFERĠ – VOL.1
Yazı : ġebnem Özilhan
Bugün 22 Aralık ÇarĢamba 2010… Yani Hindustan –
Katmandu seferimizden döneli bir aydan fazla oldu.
Varsın olsun, benim kiĢisel telefonumun saat ayarı
hala Hindustan saatini gösteriyor. Zayende
ekibinden gelen her e-mail‟e , cevap veremesem de,
çok eğlenerek ve gülerek okuyorum. Hepimizin aklı
saree‟lerde, Tac Mahal‟de, yemeklerde, oralarda
yaĢanan hayatın tarifsiz karmaĢasında… Hemen
herkes döner dönmez ilk aklına düĢenleri çoktan
yazdı bile…
ca
Ben ise fil
kafalı Ganej
oğlanı (Ajansta
kendisine
Ganej oğlan
diyoruz, sanki
daha bi bizden
biri oldu!)
çalıĢma
masama
koyduğumdan
beri,
neredeyse
döndüğümden
bu yana doğru
düzgün
uyumayarak,
sabahlayarak
ve hep çok
çalıĢarak
acayip bir ay
Fotoğraf : YeĢim Tetik
geçirdim.
DüĢününce,
bir varmıĢ bir yokmuĢ düĢler biraz flu görünüyor
artık. Ama hissettiklerim döndüğüm günkü gibi…
Galiba hep öyle kalacaklar… Ġzlenimlerimi hâlâ
anlatamadıklarım soruyorlar, nasıldı? diye. Diyorum
ki, ne yüklediğim fotoğraflar ne de naçizane
kelimelerim yeter, siz bir de kendi gözlerinizle
görün. Görmeye değer ; çünkü kimin ne gördüğü ve
hissettiği sadece kendi sınırlarından ibaret, değil
mi?
Oralardayken tüm Zayende Gezginleri olarak
hepimiz isyanlardaydık; nasıl olurda böylesine
zengin bir tarih, birikim, biliĢim ve tıp alanında
öncülük ve inanılmaz bir hayat enerjisi tarifsiz
yoksulluğa razı olur ? Naif bir hayat anlayıĢı acaba
zalimin zulmü mü ?
ġimdi gözümü kapatıyorum ve aklıma tüm
yoksulluğuna karĢılık alıĢık olmadığım tonlarda
renkler ve desenler, kocaman gülen gözler ve yürek
ferahlatan iyi niyetler geliyor. Mantra bileziğimi
ve lotus çiçeğinin en küçük çekirdeklerinden
yapılmıĢ bilekliğimi kolumdan çıkarmıyorum. Bir gün
yine oralarda kendimi kaybetmek ve bulmak
istiyorum.
Varanasi de Ganga anayı (Ganj nehri) uykusuna
dualarımızla uğurladıktan sonra, Deniz, Reya, Didem
ve bendenizin yaĢadıkları film gibiydi. Bize çok
uzun gelen bir zaman diliminde, dilenciler, satıcılar
ve kelimelerle anlatımın tam anlamıyla Nobel ödüllü
yazarlara mahsus olduğu karmaĢada bir süre
dolandıktan sonra, bisikletli rikĢalar ile yaĢadığımız
bol adrenalinli deneyimin sonucunda, daha güvenli
olacağını düĢündüğümüz (HoĢ o kadar gezdik,
yalnızca iki hastane görebilmiĢtik ) motorlu rikĢaya
binmeye karar verdik. Kısa süreli bir pazarlıktan
sonra, aracın iki tarafının açık olduğu, ha çarptık ha
Ģimdi bize çarptılar hisleriyle, düĢmemek için
birbirimize adeta yapıĢarak (Disneyland neymiĢ!)
yer yer çok karanlık yollarda ilerlemeye baĢladık.
Gün boyu gördüklerimizden içimiz kırık dökük ve
kimsenin yorgunluktan konuĢmaya mecali yok…
Ancak rikĢamız tam modunda! Arka tarafta oturan
bizler, açılan son volümde müziği duymakta hiç
zorlanmadık! Çünkü arkamızda, kafa hizasında tam
araç kadar bir hopörlörle adeta diskolu rikĢaya
bindiğimizi fark ettik. RikĢamız, son sürat hızına
uyan en yüksek volümdeki müziğine önce sözleriyle
eĢlik etmeye baĢladı. GülüĢlerimizden aldığı güçle
bir de dans etmeye baĢlamasın mı? Korkmayı falan
bir tarafa bıraktık, kahkahalarla gülüyoruz, galiba
baĢka bir Ģansımız da yok! Tam otelimizin önünde
inerken tarumar olmuĢ bizler eğleniyorduk farkında
olmadan.
ĠĢte Hindustan böyle bir yer! Ölüm kokulu sokaklar;
herkesin alnına kondurmak istediği bindilere,
kınalarla bezenmiĢ ellere, pullarla süslenmiĢ binbir
renkte sarilere, kocaman gülen gözlere, bünyeyi
yıkayan ve yakan tadlara ve durumunu nicedir
kabullenmiĢ ruhlara karĢılık buluyor. Gerisi, biz
fanilere kalmıĢ…
ĠĢte malum soru: Çok okuyan mı bilir, çok gezen mi?
Zayendeciler bu sorunun cevabını biliyor! ca
ca
Siz de hiç hissettiniz mi bilmiyorum ama bazı
yolculuklar sonrası hayata bakıĢınızı,
düĢüncelerinizi gezi öncesine göre farklılaĢmıĢ
hissedersiniz. Özellikle Hindistan gezisi sonrası
ben bu değiĢimi gördüm kendimde. Dokuz günlük
koĢturma ile geçen bir gezinin ardından
gördüklerimizi,yaĢadıklarımızı sindirmek biraz
zaman alacak sanırım. Ancak Ģu anda ilk olarak
hissettiklerimi ve fotoğraflarımı siz dostlarımla
paylaĢmak istedim.
Fotoğraf : Necdet Bükülmez
NĠRVANA YOLUNDA
YAġAM SORGUSU
Öncelikle bir kez daha bu topraklarda doğmuĢ
olduğuma Ģükrettim.Sürekli eleĢtirdiğimiz
adaletsiz gelir dağılımı,herkese özellikle de
kadınlara eĢit tanınmamıĢ insan hakları,tam
demokratik olamamıĢ bir toplum,dengesiz nüfus
politikaları,plansız Ģehircilik konularında bizden çok
daha geri ülkeler olduğunu görünce halinize
Ģükrediyorsunuz ama içinizi büyük bir acı ve
umutsuzluk kaplıyor dünya adına özellikle de bu
durumda bırakılmıĢ olan o ülke insanları adına.Tek
suçları kast sisteminin hala devam ettiği bir
düzende alt kastlara mensup ya da kast'a bile
alınmamıĢ ana babadan doğmuĢ olmaları. Çaresizlik
içinde "bir Ģey yapmak lazım,bir Ģey yapmak lazım"
diye söylenip duruyorsunuz.Ve iktidar hırsında
olanları,bu hırslarını yerine getirmek için dinleri
alet edip,inançları kontrol altına alanları,her türlü
nükleer silaha,sanayiye,teknolojiye sahipken bu
ezilen halkı için hiç bir Ģey yapmayıp kendi çıkarları
için bozuk düzenin sürmesini sağlayanları
lanetliyorsunuz.
Özellikle Varanasi'de insanlığın geldiği daha
doğrusu bittiği noktayı görüyorsunuz.Dinleri gereği
bu yaĢamı acı çekmek olarak gören ve amaçlarının
bir sonraki yaĢamlarında döngüyü tamamlayıp bir
üst varlık olarak dünyaya gelmek olan insanların
Yazı : Necdet Bükülmez
ca
Fotoğraf : YeĢim Tetik
Ġnsanlıktan çıktığını görüyorsunuz. YaĢlılar kutsal kent
Varanasi'de ölümü bekliyorlar. Ölüp, yakıldıktan sonra
külleri Ganj'a serpilen insanların Tanrılarına
ulaĢacaklarına inanıyorlar. Dolayısıyla yeniden doğup
yeni bir yaĢam sürdürmek zorunda kalmayacaklarını
yani acı çekmeyeceklerini düĢünüyorlar.YaĢadıkları bu
hayata değer vermediklerinden olsa gerek, inanılmaz
bir sefalet,pislik,çaresizlik buluyorsunuz her yerde.
Korku kaplıyor içinizi ama size kötü davranacaklarından
değil, insanlıktan çıkma noktasına nasıl gelebildiklerine
dair.Sokaklarda baĢıboĢ bir Ģekilde Tanrısal bağları
nedeniyle hiçbir tehditsiz kendilerinden daha zor
durumdaki insanlar ile yaĢayan inekler, öküzler,
maymunlar, yaban domuzları, fareler,köpekler.Hiç
olmazsa bu hayvancıklar kurtarmıĢ kendilerini diye
bir buruk sevinç kaplıyor içinizi. Kıran Desai'nin de
"Kaybın Türküsü" romanında yanıt bulamadığı gibi
"Yoksulluk, bu pisliğin nedeni olmamalı!".
Gün batımına doğru ölü yakma törenleri
yapılıyor.Ölenlerin yakınlarına saygıdan kimse
deklanĢöre basmıyor fotoğraf makinalarında ."On
Euro ver fotoğraf çektirtelim" diyenlere de kulak
asmıyorsunuz,büyüyü bozmamak uğruna.
ca
Arkasından melodiler eĢliğinde törenler yapılıyor
az önce ölülerini yaktıkları Ganj nehri
Ghat'larında.Nehirde kayıklara binmiĢ yüzlerce
gezgin, yaĢama dair karmaĢık duygular ile izliyor
töreni tüyleri ürpererek.Ancak yine de dilek
tutuyorlar ve sulara bırakıyorlar mum yakarak
çiçekleri. Eminim dileklerin çoğu daha eĢit,adil bir
dünya düzeni üzerine.
Ertesi sabah gün doğumunda yine kayıklara
binip,güneĢi selamlama ayinlerini
izliyoruz.Hepimizin mikrop kapar mıyız acaba diye
düĢündüğü Ganj'ın sularında insanlar kendinden
geçmiĢ bir Ģekilde yıkanıyor,kutsanıyor.
Çocuklarını,giysilerini ve ruhlarını yıkıyorlar,yine
mum yakıp çiçeklerini bırakıyorlar Ganj'ın
esrarengiz sularına.
DüĢünüyorum neden insanlar inancını kendi içinde
yaĢamak yerine semboller ile baĢkalarına
göstermek ihtiyacındalar?Hindistan'ta bireyler yok
Sihler,Budistler,Hindular ve Müslümanlar
var.Üzerinde çok düĢünülmesi gereken bir konu
bence.
Jaipur,Agra,Delhi gibi büyük Ģehir yaĢamlarına da
giriyoruz zaman elverdiğince. Oralarda da
gözümüze ilk çarpan Ģey lüks ve zenginlik ile pislik
ve yoksulluğun birarada büyük bir tezat
oluĢturarak yaĢaması,çarpık Ģehir yapılanması,
düzensiz hatta Ġstanbul trafiğini bile mumla aratan
bir trafik,egzost gazlarından oluĢan yoğun hava
kirliliği.Bu sefer de çevre bilinci bakımından üzüntü
duyuyorsunuz olup bitene.Korna çalmamak ayıp
burada. O nedenle her geçiĢ yapan araç mutlaka
kornaya basıyor. Ġstanbul'da olsa kavga hatta
cinayet konusu olabilecek bu korna çalma eylemi
burada kendilerini uyardıkları için takdirle
karĢılanıyor diğer sürücüler tarafından.
Hiç mi güzellik görmediniz Hindistan'da dediğinizi
duyuyorum.Görmez miyiz hiç?YaĢanan sefalete
ca
Gezimizin son bölümünde sis nedeniyle
yedi saat geç varabildiğimiz Nepal
Katmandu'yu ziyaret ettik.Hindu ve
Budist tapınakları,tapınaklardaki
rengarenk dua bayrakları,Hindistan'a
göre göreceli temizliği ve Ģehircilik
düzeni,kadın erkek herkesi cezbeden
çarĢıları,68 kuĢağı ruhunu yansıtan rock
barları ve son derece saygılı ve
güleryüzlü halkı ile hepimizin gönlünde
ayrı bir yer tuttu Katmandu.Ortak kanı
bir gün yeniden yolumuzun Nepal'e ve
Katmandu'ya düĢeceği idi. Umarım en
kısa zamanda egzost gazından oluĢan
hava kirliliğine bir çözüm bulur
Nepalliler.Söylemeden geçemeyeceğim
bir olumlu nokta da Katmandu'da korna
çalmanın ayıp karĢılandığına dair reklam
panoları görmek oldu.
Fotoğraf : Necdet Bükülmez
meydan okurcasına süslenmiĢ,takılarını
takmıĢ,kınalarını yakmıĢ,nefis bir renk uyumu ile
sari'lerini kuĢanmıĢ kadınlar,boncuk gözlü masum
çocuklar,bir milyarı aĢkın nüfus ile yaĢamı
paylaĢan insanların kavgadan uzak sakin
tavırları,sözlerini anlamasınız da sizi kendisine
bağlayan,eğlendiren,hüzünlendiren Bollywood
filmleri,iĢtahı arttıran düzeyde bir acı sunan
baharatlı vejeteryan yemekleri,özgürce
dolaĢıp,Ģiddete maruz kalmayan hayvanları,eĢsiz
zariflik içinde ve gördüğünüz anda eriĢilmez ve
çok gizemli bulduğunuz içinde en güzel aĢk
hikayesini barındıran Taj Mahal'i,hortumları
rengarenk boyanmıĢ süslü fillerin sırtında
çıktığımız Amber Kalesini,Jaipur'da bir zaman
kadınların, sokağı ancak oradan izleyebildikleri
pembe zarif bir yapı olan Hava Mahal'i,sıkı bir
pazarlıkla beĢte bir fiyatına almayı
baĢarabileceğiniz otantik hediyelik eĢyalar satan
dükkanları,Ġngiliz himayesi altında kalmanın
getirmiĢ olduğu herkesin Ġngilizce konuĢup,sizinle
diyalog kurabildiğini,sokaklarda dolaĢırken
hırsızlık,Ģiddet gibi bir tehlike korkusu
yaĢanmadığını bir çırpıda sayabiliriz güzellikler
olarak.
Fotoğraf : Necdet Bükülmez
ca
Yazımı Nepal'de çok tekrarlanan bir
mantra (seçilen sözcük) olan OM
MANI PADME HUM ile bitireyim.
Budistlerin en çok tekrarladığı bu
mantrayı her yerde,hediyelik eĢyalarda
görebilirsiniz. Çevirisi "Lotus çiçeğinin
içindeki mücevher" olan bu
mantra,kiĢinin sevgi ,kardeĢlik
,hakkaniyet, merhabet, saygı gibi tüm
olumlu duyguları içinde, ruhunda
hissetmesine yol açar. Katmandu'yu
dolaĢırken bu mantranın melodisi ile
huzur bulabilirsiniz.
Herkese yaĢamlarında en az bir kez
yapmalarını önereceğim bir gezi oldu
Hindistan-Nepal gezisi.YaĢamı daha
anlamlı kılıp NĠRVANA'ya mevcut
yaĢamda ulaĢmak için. Ben mi? Eksik
kalan Ģeyleri tamamlamaya çalıĢmak için
yeniden gideceğim sanırım Taj
Mahal,Varanasi ve Katmandu'ya,ama bu
kez çok koĢturmadan,yavaĢ yavaĢ :) ca
Hindu inanıĢında ruhlar tekrar tekrar dünyaya
dönüyorlar. Bu yeniden doğuĢ insan ya da hayvan
bedenlerinde gerçekleĢebiliyor ve en sonunda
ruhlar tüm yaĢamlarındaki tüm sorumluluklarını
yerine getirdiğinde bu dünya ile iliĢkileri bitiyor ve
sonsuz bir varlığın parçası oluyorlar. YaĢamınız
Varanasi‟de sona erer ise tekrar tekrar dünyaya
gelmiyorsunuz. Ruhunuz ölümsüzleĢiyor. Ölümsüz
ruh için genç yaĢlı pek çok Hindu buraya geliyor ve
ölümü bekliyor bu kentte.
Sadece ölüm ve ölümü bekleyenler yok Varanasi‟de.
Ganj kıyılarında yaĢama da yer var. Ganj nehri
Varanasi‟de hayatın merkezi. Sabahları güneĢ
doğarken halk kendisini Ganj sularına bırakıyor,
yeni günü selamlıyor, ibadet ediyorlar, arınıyorlar,
çamaĢırlarını, bulaĢıklarını yıkıyorlar. AkĢamları ise
yanan mumlar yine bu suların üzerine bırakıyor ,
Ganj‟a karĢı seramoniler/ayinler yapıyorlar.
Saatlerce izlediğiniz bu törenlerin/ayinlerin
sonunda saatinize baktığınızda zamanın adeta
donduğunu ĢaĢırarak farkediyorsunuz.
Ganj kıyılarından; gördüklerinizin, yaĢadıklarınızın
gerçekliği karĢısında kaybolmuĢ, biraz da ĢaĢkın
bir halde boğazınızda düğümlenmiĢ yumrularla
ayrılıyorsunuz.. ca
Fotoğraf : YeĢim Tetik
Fotoğraf : YeĢim Tetik
Ölümle yaĢamın içiçe
geçtiği kent
VARANASĠ
Yazı : Seval Akbaba
Hindistan‟da Jaipur ve Agra‟dan sonra gördüğüm ve
en çok anlatmak da zorlandığım Ģehir Varanasi.
Öylesine büyük bir zenginliğe sahip ki insanın
ruhuna dokunmuĢçasına, bir ürperti kaplıyor insanın
içini.
Hayatlarımızın ne kadar maddiyata gömüldüğünü
Varanasi‟ye gitmeden daha doğrusu ruhunu
hissetmeden anlamak pek mümkün değil. Binlerce
yıla dayanan tarihi ve kültürü ile her inançtan
insanı içine, üzerine, kıyısına ama en çok da ruhuna
ca
Fotoğraf : Yelda Baler
çeken nehir Ganj. Ganj ölü ya da diri insan ya da
hayvan ayırımı yapmadan herkesi içine alıyor, herkes
için akıyor...
Büyük bir kalabalık ve keĢmekeĢten sonra ulaĢtığınız
merdivenler sizi Ganj kıyısına ve Gath‟lara
ulaĢtırıyor. Ganj kenarındaki yapılarda ve
basamaklarda rengarenk bir yaĢam cümbüĢü,
gath‟larda ise ölüm çıkıveriyor karĢınıza. Günün her
saatinde Gath‟larda yapılan ölü yakma törenleri ve
diğer seramoniler tüm özgünlüğü ile kendinizi baĢka
bir dünyada, baĢka bir yüzyılda hissetmenize neden
oluyor .
ca
Fotoğraf : Deniz Reha Özilhan
Türk Çocukları, Coğrafya ve Din
Ganj Nehri‟nden bizde ilk Ortaokul Coğrafya
müfredatında söz edilir. Genel kültüre (ki o zaman
“ansiklopedik bilgi” de denirdi) önem veren ilkokul
öğretmenim Ganj‟ı dördüncü sınıfta anlattığı için
ortaokulda kutsal nehri önceden bildiğimi belli
ederek gösteriĢ yapmaya çalıĢmıĢtım. Bildiğim, iki
cümleden ibaretti (ilkokulda da ortaokulda da aynı
Ģekilde öğretiliyordu zaten): “Ganj, Hintliler‟in
kutsal saydıkları bir nehirdir. Sefalet içindeki halk
evleri olmadığı için salların üstünde yaĢar, hem
nehirde yıkar yıkanır, hem de pisliklerini nehre
bırakır.” Bir Hintliyle tanıĢmama on yıldan çok
vardı bu bilgi hapını beynimin kütüphanesinde
ukalaca emin bir köĢede sakladığımda. Ne sefil, ne
zavallı, ne cahil olmalıydı bu insanlar. Pis sularda
hasta olup öleceklerini biz bu yaĢta biliyorduk da
onlar nasıl bilmezdi.
Fotoğraf : Selin Saatçioğlu
RUH YÜKSELĠRKEN
Yazı : ġirin Tekinay
Üniversite yıllarında bir yerlerde okudum: Ganj
sularının bilimsel analizini yapmıĢlar, tehlikeli bir
pislik seviyesi bulmamıĢlar; Ganj, o yıllarda balığını
yersen iflah olmayacağın kadar kirletmeyi
baĢardığımız Ġstanbul Boğazı‟ndan daha temiz
çıkmıĢ! Doğa ananın (“Allah‟ın” mı demeliyim?) lütfu
iĢte, yatağında ve çevresinde bolca tatlı su kaynağı
olduğu için nehir kirlendiğinden daha yüksek hızda
temizleniyormuĢ. Bu yeni bilgi kapsülünü edindiğim
yıllarda okuyup yazmıĢlığımla kendimi pek
beğenmekle çoğunlukla Milli Eğitim Bakanlığı onaylı
tarih coğrafya kültürümden kuĢku hatta utanç
duymak arasında gelir giderdim. “Athena” takma
adını alacak kadar Anadolu toprağının mitolojisine
kafamı takmıĢ, arkeolojik geliĢlerimi defalarca
düĢlemeye kendimi zorlamıĢtım. Bir de yine o
yıllarda bilimsel düĢünceye gururla ve dört elle
sarılmakla birlikte, pagan inanıĢların aslında
gözlemlenmiĢ ancak bilgi eksikliğinden
anlaĢılamamıĢ gerçek doğa olaylarına dayalı
olabileceğini savunarak ilkel bulunan geleneklere
saygı gösterme duyarlılığımı geliĢtirmeye çalıĢırdım
hep. Yağmur duası acaba topluca göğe gönderilen
beyin dalgalarıyla gerçekten atmosferik
dinamiklere etki ediyor olabilir miydi? Yıllar içinde,
dünyanın her yerinden dostlar edindikçe,
konuĢtukça, inanç sistemlerini bilgiciklerle değil
içtenlikle, ruhumu aça aça öğrendikçe kendi inanç
sistemim ve yaĢantım biçimlendi.
cesedimin yakılmasına ve küllerimin
Cingöz‟ünkilerle karıĢtırılmasına dair. Sonra
nereye atılırsa atılsın, dedim.
Gel zaman git zaman, iki yıl önce kariyerimin hoĢ
bir cilvesi sonucu keyifle Ġstanbul‟a taĢındım. ĠĢ
arkadaĢlarımla birlikte ilkyardım eğitimi alıp Kızıl
Haç sertifikamı Kızılay sertifikasıyla yenilemeye
çalıĢıyordum ki organ bağıĢı ve buna benzer
Fotoğraf : Reyhan Türk
ağlatmayan, huzurla içimde kabul bulan kendi
ölümümün kaçınılmazlığı elimdeki küçük kutu
kadar somuttu. Avukatımı aradım, vasiyetime ek
madde koydurdum ölünce daha önce vasiyet
ettiğim organ bağıĢları yapıldıktan sonra
Vasiyet konusu açıldı. Üzülerek öğrendim ki, ölenin
vasiyeti kalan yakınlarının duygusallığına kurban
edilip ya da din korkusuyla yerine getirilmiyormuĢ.
Salların üstünde yaĢadıklarını düĢünüp cahil
dediğimiz insanlar gibi dine sarılınmıĢ, diye kızdım.
Müslümanlığın bu konuda ne dediğini pek
bilmediğimi, ilgili geleneklerimizle maalesef
katıldığım cenaze törenleri sayesinde az aĢina
olduğumu, bunları zaten pek önemsemeden
vasiyetimi düzenlediğimi fark ettim.
Öğrenciliğimde din dersleri seçmeliydi, diğer
derslere çalıĢmaya ayırabileceğim boĢ saatler
anlamına geliyordu bu benim için. Ailem de yüzeysel
bir takım gelenek dıĢında fazlaca konuyu
vurgulamazdı. Ne biliyorsam sonraları kendim
okuyarak edinmiĢtim. Türlü endiĢelerle pek açığa
vurmadığım inançlarımın çoğunun beĢiği olan sevgili
dostlarımın, meslektaĢlarımın, hocalarımın ve
öğrencilerimin ülkesi Hindistan‟a gitme arzusu
içimde kamçılandı.
Organize eğitimler almanın lüksüne kapılmıĢ
olmalıyım ki ilkyardım eğitiminden sonra kendi
kendime öğrenmeyi bu yaĢıma ertelediğim fotoğraf
çekme sanatını sonunda Yelda Baler‟in dersine
kaydolarak çalıĢmaya baĢladım. Çok sevip saydığım
fotoğraf hocam Hindistan‟a tur düzenleyince,
baĢka kimseyi tanımadığım ama Hindistan‟a gitmek
isteyen ve fotoğraf çekmeyi seven, demek ki en az
iki ortak noktam olan bu gruba hemen yazıldım.
Yelda ile bir derste ikimizin de boynumuza
taktığımız semazenlerden söz etmiĢtik, grubun da
böyle ufku geniĢ kimselerden oluĢacağını düĢündüm,
büyük keyif duyarak haklı çıktım. Bu seyahatin
diğer duraklarını Ģimdi tanımaktan gurur ve sevinç
duyduğum bu dostlar yazdılar, ben burada kutsal
nehirlerle ilgili deneyimlerimizi anlatayım. Bir de
not edeyim, seyahate bir hafta kala gruptan birinin
gelemeyeceği ortaya çıkınca Yelda‟nın en genç
öğrencilerinden, benim en yakın dostlarımdan,
dünya vatandaĢlığını çoktan edinmiĢ, on altı
yaĢındaki yaĢlı ruh Selin her zamanki kararlılığıyla
gruba katıldı, yoldaĢım oldu. Onun koĢullanmamıĢ,
apaçık algıları ve dosdoğru, bilgece yorumları bu
seyahatte içimdeki çocuğun ortaya çıkıp özgürce
gezmesini sağladı.
Fotoğraf : BaĢak Güçlü
Varanasi
Artık Ganj‟a Ganga diyorum, onu seven, her
günbatımında onu törenlerle, ıĢıkla, ateĢle,
tütsüyle, ninniyle uyutup her gündoğumunda
ayinlerle usulca uyandıran insanların diliyle.
Varanasi‟ye geldiğimiz akĢamüstü Kurban Bayramı
için Ģehrin Müslümanlarının kurduğu hayvan
pazarlarından, sonra Hindularca kutsal sayıldığı için
sırasında trafiği tıkasa da sabırla ve saygıyla
geçmesi beklenen ineklerin yanından geçerek Ganga
kıyısına gittik. Fotoğraf makinelerimize sarıldık,
yüzlerini kapamaya çalıĢan Sadhu derviĢlerin,
kuĢçuların ve içinde baykuĢlar, sakalar olan
kafeslerinin, bambu sırıklara asılı (ne iĢe yaradığını
sorup bir sürü uyduruk yanıt aldığımız) el örgüsü
sepetlerin fotoğraflarını çekmeye baĢladık. Koyulan
suları kürekleri sıska ama güçlü ellerce usulca
Ģıpırdatan uzun sandalların, nereden gelip nereye
gittiklerini bilmediğimiz yolcularının fotoğraflarını
çekerken kadrajlarımızın ilginçliğine daldık.
“Yelda‟aa, bur‟da ISO kaç kullanıyosun?” “Bu rehber
ne dedi, ner‟de fotoğraf çekemez miĢiz?” “Bu
çiçekli mumlardan sonra alıcaz, Ģimdi para
vermeyelim” diye bağrıĢarak lenslerimizi ıĢığın son
demetleriyle mistik bir görünüme bürünüp
beklentilerimizi okĢayan Ganj‟ın bir altına bir
üstüne doğrulttuk.
ca
Derken rehberimizin sabırlı tekrarı kafalarımızı
kadrajlarımızdan çıkarıp geldiğimiz yerin gerçeğini ve
hatta hayallerini yüzümüze yavaĢça vurdu. Buradaki
Ghat‟ta ölüler yakılıp külleri Ganga‟ya serpiliyordu.
Aslında bir yerde kırk sekiz saatte bir ölü yakılabilirdi
ama buradaki Ghat özeldi, Ganga kıyısında olduğu için.
Özel olmasının asıl nedeni ise inanıĢa göre burada ölüp
burada yakılan kiĢinin, külleri bu kutsal nehre
serpilirken ruhlarının artık varoluĢun esaretinden
kurtulması, yükselmesi. Her dünyaya geliĢinde o ömrünü
dolu ve iyi yaĢamıĢ olmalı ki insan formuna gelmiĢ ve
burada öldüğüne göre artık bu yükseliĢi hak ediyor.
Tekrar tekrar buralarda fotoğraf çekilmemesi gereği
yinelendi.
Öğrendik ki bir insan vücudu üç yüz kilo odunla
yanıyormuĢ. Zenginler pahalı sedir ağacı ile
yakılıyormuĢ. Bir insanın kül olması üç saat sürüyormuĢ,
sonra nehre serpmeden küllerin soğuması
bekleniyormuĢ.
Yanan ateĢlerin, hazırlanmıĢ ya da hazırlanmakta olan
odun yığınlarının yanından vücutlarımızdan çıkmıĢ birer
kamera gibi geçtik, Ghat‟ın öbür yanında bizi bekleyen
teknemize binmeye gidiyorduk sözüm ona. Yakılan ve
yakılacak ölülerin sabırla huzurla bekleĢen yakınlarına
baktım, suçlulukla. Bir yalın ayaklarına bir bizim “aman
Hindistan pis memleket, oraya en eskilerimizi götürelim
de sonra atarız” diyerek giydiğimiz Timberland, Adidas,
Ecco marka ayakkabılarımıza bakıyorlar mıydı?
Üstümdeki Jaipur pazarlarından pek ucuz bulup yine de
pazarlıkla aldığım “om” t-shirt‟ümle ipek Ģalvarım
gözlerine batıyor muydu? Nereli olduğumuzu merak
etmiyorlar mıydı peki? Hiçbiri umurlarında değildi,
bütün dünyayı, bizim gibi anlayıĢsızlarıyla birlikte
kabullenmiĢ, buralardan kurtulan sevdiklerinin
ruhlarının yükseliĢine odaklanmıĢ, sessiz sakin
duruyorlardı. Bu uysallık, çaresizlikle teslimiyet gibi
görünse de aslında içine bir hayat ve evren anlayıĢını
sığdırmıĢ zengin gönüllerin doyumla geri çekilip içine
kapanmasıydı. Belki de onların gözünde bizlerin oralarda
koĢturan sıska pireli köpeklerden, amaçsızca hoplaya
zıplaya gezen keçilerden
Fotoğraf: AyĢe Emengen :
farkımız yoktu. Gerçekten yoktu. Odunların
çıtırtısından baĢka ses çıkmıyordu.
Fotoğraf çekme yasağı kameramdan gözlerime
geçmiĢ Varanasi‟de. Ben hiçbir ölü görmedim. Kefen
bile görmedim. Beynim ateĢlerin içinden yanan insan
vücudunu ayıklamıĢ olmalı, cesetleri kesinlikle
hatırlamıyorum. Selin daha sonra bana ölülerin
kefenler içinde ortalıkta olduğunu, hatta birinin
kafasını seçebildiğini, birinin de ayağını gördüğünü
söyledi. Teknemize vardığımızda ben yüzü asık
ca
arkadaĢların saygıyla sus pus olduklarını
gözlemledim ama kendi içimde hüzün hissetmedim.
AteĢleri bu kez suların üstünde süzülmeye
baĢladığımızda dönüp tekrar izlemeye baĢladık.
KoĢullanmıĢlıktan mı, buradaki insanları çaresiz ve
sefil görmekten mi, gruptaki dostlar sessizce
ağlamaya baĢlamıĢlardı. Tutmaya çalıĢtıkları
hıçkırıkları duymazdan gelip rehbere “burada ölsem
beni de Ganga‟ya serperler mi,” diye sordum.
Ciddiyetimi sorgulamak yanıtını geciktirdi ama bunu
kibarlıkla ilk anda aksanım yabancı gelmiĢ de anlama
güçlüğü çekmiĢ gibi göstermeye çalıĢıp
nazikçe “evet,” dedi, “burada ölen herkes.” Sonra
dayanamayıp ekledi: “pek çok zengin yaĢlanınca
buralarda emekli hayatı yaĢamaya gelir, burada
ölmek için.” Sesinde paralı inançsızların
kestirmeden cennete gitme planına dair bir
küçümseme aradım, yoktu. Tam tersi, parayı böyle
kullanmanın akıllılığına saygı vardı.
Teknemiz, Ghat‟tan, bazıları bizim gibi turistlerle,
çoğu yerli halkla dolu, bazıları da bir iki kiĢinin
yüzlerinin çizgilerince yorgunluğuyla sanki kürekler
gerekmiyormuĢ da nehir zaten götürüyormuĢ gibi
ilerleyen diğer teknelerle birlikte uzaklaĢtı.
Ganga‟ya sunacağımız çiçekli mumların, artık
büsbütün el etek çeken günıĢığının son
demetlerinin, yaklaĢmakta olduğumuz tören alanının
Ģenlikli yapay ıĢıklandırmasının ne de güzel
karelerimizde hapsolacağını düĢünerek yine
keyiflendik. Yüreklerimiz ağırlaĢmıĢ da olsa
birbirimize buruk buruk gülümsemeye baĢladık.
Ortasında annelerimizin ve Ġstanbullu pastanelerin
çocukluğumda yapmaya baĢladığı petit four‟ları
hatırlatan minik fırfırlı kağıda damlatılmıĢ parafin
ve kısa fitilden ibaret bir mum, mumun çevresinde
bir iki mis kokulu pembe yaban gülüyle üç dört
turuncu renkli çiçek içeren muz yaprağından kaplar,
avuçlarımızı minik sevinçler gibi doldurdu bir süre.
Sonra bu hediyelerimizi Ganga‟ya sunarken bir
kısmımız "aman ölü küllü dolu pis sulara elleri
değmesin" diye özen gösterirken dikkatsizce suya
Fotoğraf : Deniz Reha Özilhan
Fotoğraf : Seval Akbaba
batan sağ iĢaret parmağımı alnımda gezdirdim.
Bunu itiraf ettiğimde Selin çok kızdı ve korkunç
bulaĢıcı bir hastalığa yakalanıp öleceğimden emin
bir edayla abartılı bir Ģekilde benden uzak durmaya
çalıĢtı birkaç dakika. (Ertesi sabah Ganga‟da
yıkanan çamaĢırın bizim otelin çarĢaf ve havluları
olduğunu ciddiyetle söyleyip öcümü almaktan geri
duracak kadar olgun olmadığım ortaya çıktı).
Pashupatinath Tapınağı, Kathmandu
Rüya gibi Varanasi deneyimimizi arkamızda bırakıp
uzun ve cefalı iki uçak yolculuğu sonunda
Kathmandu‟ya vardık. Batılı damak tadına hizmet
veriĢi, görece temizliği ve alıĢveriĢ olanaklarının
geniĢliğiyle Kathmandu, Varanasi‟den sonra grubun
gönlüne hızla taht kurdu. Turistlere çok daha
alıĢkın ve ne istendiğini bilir davranan bu Ģehrin
kuralsızca kirletilen, herkese maske taktıran egzoz
dumanlı havasından azıcık kaçıp gittiğimiz
tapınakların Çin, Hint ve Nepalli mimarisine
bakarken artık fotoğraf çekebildiğimi çocuksu bir
sevinçle fark ettim. Keyifle maymunların,
çocukların, güzel insanların fotoğraflarını
çekerken, bir sonraki tapınağa
ca
koĢarken, bu rengarenk ülkede daha kimbilir ne
kareler dolduracağımı düĢünmeden edemiyordum.
Bu arada seyahatin sonuna gelirken cebimde
kendime ayırdığım harçlıktan bolca kalması
sayesinde üstüme gelen satıcıları kabaca kovmaktan
vazgeçtim. Satıcılara fotoğraflarını çekmeme izin
verirlerse (ki memnuniyetle veriyorlardı her
seferinde) bana satmaya çalıĢtıkları lotus çiçeği
çekirdeğinden, sedir ağacından ya da gümüĢten
yapılmıĢ kolyeyi, el yapımı minyatürü, turkuaz bezeli
kemeri, alabileceğimi söylemeye baĢladım. Bir
tapınaktan bir diğerine gitmek üzere ayrılırken
Selin, “bak sana da mum aldım, oraya bırakıp dilek
dileniyormuĢ,” diyerek bana alevi ellerini okĢayan
bir mum verdi, “kendim için aldığımı oraya bıraktım,”
dedi. Gösterdiği yer toplanmıĢ kalabalığın aynı Ģeyi
yapmaya çalıĢtığı bir köĢeydi. Bir gitmek üzere
toplanan grubumuza, bir de kalabalık dilek köĢesine
baktım, hızlıca karar verip seri hareketlerle
kalabalığa daldım. Ağır ağır huĢu içinde dua edenleri
dirsekleyip acelesi olan her meĢgul insan gibi barıĢ
ve huzur için çarçabuk içimden bir dilek geçirip
mumumu bıraktım ve baĢka bir mumu devirerek geri
çekildim. Pashupatinath‟a gitmek üzere toplanan
grubuma yetiĢtim.
Kutsal Bagmati Nehri‟nin kıyısındaki
Pashupatinath‟ta kadın-erkek cinselliğini, yani
hayat kaynağını, oluĢumumuzu, sembolleĢtirmekle
gerçekçi göstermek arasında bir yerde yerden
yükselen heykellerin, gülümseyerek bahĢiĢ
istediğini zarifçe baĢıyla iĢaret eden Sadhu‟ların
fotoğrafını çektim. Derken nehrin hemen
karĢısındaki Pashupatinath Tapınağı‟nın
iskelelerinden çıkan dumanlarla birden irkildim.
Burada fotoğraf çekmek serbestti. Nehrin bizim
tarafında bir kadın çamaĢır yıkıyordu, kocası
bebeklerini kollarında tutarken. Nehirde geliĢi
güzel atılmıĢ da tesadüfen bir araya toplanmıĢ gibi
öbek öbek yüzen çiçekler koyu sulara zıtlıkla
parlıyordu sanki. BaĢka türlü, bana daha yakın,
bildiklerimi bilen bir hava vardı burada.
Bu kez turuncu kefenlere sarılı ölüleri, yanıp kül
olmalarının her evresinde gördüğüm gibi,
yakınlarının üzüntüsünü, birinin bayılmasını, baĢka
birinin hakim olmaya çalıĢtığı çığlıklarla ağladığını
gözlemledim. Bir ara durup çektiğim fotoğraflara
küçük ekranımda bakarken, bir sürü ateĢli dumanlı
karenin arasında, dijital teknolojinin bir zaferiyle
yakaladığım muhteĢem bir kare gördüm: son duman
bulutu yükselmiĢ, yerde kapkara, yanmıĢ odundan
ayırılamayacak küller kalmıĢ, yükselen duman ile
yerde kalan arasında hala yere bakan bir aile.
Yelda‟ya koĢtum ve “bak!” dedim, “ruh yükselirken
yakaladım, son nefes bu!” Yelda kocaman gözleriyle
amatörlüğe bile adım atıp atmadığı belli olmayan
bu fazla hevesli öğrencisine bakıp, “biliyorsun, ruh
değil o, duman,” dedi.
Vasiyetim
Vasiyetim değiĢmedi. Sadece artık nereye olursa
değil, Ganga‟ya serpilmek istiyorum. Sağlığımda
eĢimden dostumdan ayrılmamak için Varanasi‟ye
taĢınmayacağım. Onun yerine son anıma kadar
sevdiklerimle keyifle yaĢamayı umuyorum,
arkamdan isterlerse kızsınlar zahmet verdiğim
için. Ben nasıl olsa sadık bekçimle birlikte yükselip
gideceğim. ca
ca
O nedenledir ki
gezide bir kentte,
kentin bir yerinde
bir yapının içinde
gördüklerim kadar
derinden
hissettirdikleri de
oldu Hindistan ın
bana yaĢattıkları. O
nedenledir ki
gittiğim
tapınaklardan,
saraylardan
saraylardan çok
yaĢayan insanlara
dokundu yüreğim
onları hissetti
hep….
12 – 25 Kasım
Dünyanın
bir ucunda
hissedilenler
üzerine :
Yazı : Ürper Kırdar
Zaman zaman doğadan bir
kesite , binalara, yoğun bir
kalabalık içinde insan
yüzlerine veya çeĢitli
objelere dıĢarıdan
bakarsınız ve içlerinden
birinin/birilerinin öyküsünü
merak eder ve yazmak
istersiniz. Bu gezi öykü
yazmaktan çok; herkesin,
her Ģeyin hiç zorlanmadan
ama bir o kadar derinden
etkileyen adeta tokat gibi
çarpan , çeĢit çeĢit
baharat kokan öykülerinin
bir bakıĢta okunduğu bir
Hindistan sundu bana.
Her iĢlemeli duvarın yanında rengarenk giyimli bir
insan aradı gözüm. Önce ve tüm anlatılan
tarihlerde bu nedenledir ki sareler içindeki
kadınlar , çocuklar parıltılı giysiler içinde erkekler
canlandı hep bu eski binaların içinde …Gözlerim oya
gibi iĢlenmiĢ oymalı pencere kenarlarında onları
hayal etti.
Gerçeküstü kurgulanmıĢ yaĢam sahneleri gibi adeta
bu yüzyıla ait değilmiĢcesine gördüklerim
duyduklarım ama bir o kadar da gerçek. Zaman
zaman can yakan, insanı adeta donduran bu
görüntülerin bu kadar rengarenk olması da
Hindistan‟ ın yaĢattığı bambaĢka bir Ģok. Okumak
yeterli değil, çok içine girmek çok fazla dokunmak
gerekli öyküleri derinlemesine anlamak için.
Kahvem elimde binlerce metre yükseklikte dönüĢ
yolculuğunda yaĢadıklarım gerçek miydi dercesine
gezdiğim yerleri tek tek hatırlamaya çalıĢarak ve
illaki içine ressamların elinden çıkmıĢcasına
rengarenk insanları yerleĢtirerek düĢünüyor da
düĢünüyorum.
Biri hariç, gezdiğim gördüğüm o kadar çok yer
içinde nedense rengarenk sarler içinde gezi
ca
Fotoğraf : Reyhan Türk
arkadaĢlarımın
arasında ve o
kadar kalabalık
içinde dahi
mağrur ama illaki
yalnız ve tek
renk bembeyaz
kaydetti gözlerim
TAJ MAHAL „ı.
Gözlerim bir onun
yanına
yakıĢtıramadı
rengarek giysiler
içinde insanları
ona bir kimlik
isim aradı durdu.
Uzun uzun baktı
Fotoğraf : Yelda Baler
gözlerim
bakıĢlarımda
kimliğini bulmaya çalıĢtı daha iyi hissedebilmek için
ama baĢaramadı diĢi değil erkek değil ama bir Ģeydi
dimdik ayakta…
Taki binlerce km uzakta arkada bıraktıklarımı
düĢünürken birdenbire sisler içinde bir resmine
bakarken TAJ MAHAL için „ayın kardeĢi‟ olmalı
dedi yüreğim. Yeryüzüne düĢmüĢ ayı göremediğimiz
gündüz zamanlarındaki yansıması …Gece olurken ay
ile yer değiĢtiren adeta…..
Tıpkı ayın doğuĢundaki gibi , hele dolunayın
doğuĢunda yüreğiniz bir hoplar ya sonrasında
hayranlıkla alamazsınız gözlerinizi iĢte öyle bir Ģey
Taj Mahal ile karĢılaĢmak. Sisler içinde gizemli mi
gizemli tılsımlar yayıyor ay ıĢığı gibi etrafına adeta
konuĢurcasına sessizce ..Öyküsü yaydığı
tılsımlarda bastığımız dokunduğumuz bembeyaz
mermerlerde rengarenk çiçeklerinde gizli. Herkesin
kendi öyküsü ile bir yerinde mutlaka kesiĢtiği,
ĠĢte bir gezi daha bitti ama diğerlerinden çok
farklı deldi geçti derinden… ca
ca
Esasında herĢey Aralık 2009‟da baĢlamıĢtı.
Hayatımın sadece iĢ ve iĢin getirdiği stres
döngüsünden çıkararak kendime de zaman ayırmak ve
kendime yeni bir hobi edinmek üzere “Kankam” ile
birlikte gitmiĢ olduğumuz fotograf kursunun
bitiminden hemen sonrasıydı.
YanlıĢ hatırlamıyorsam, ġeb-i Arus‟a bir hafta vardı.
Hem fotograf hobisini uygulamaya geçmek, hem de
kırk yaĢ arifesine girerken artık hayata daha fazla
zaman ayırma kararımın bir sonucu olarak gezmeyi de
hobi olarak kabul etmiĢtim. Bunun sonucu olarak, o
akĢam birden ġebnem‟e “Hadi ġeb-i Arus‟a gidelim”
dedim. Gezi dendiğinde dünden hazır olan ġebnem‟de
hemen “Tamam gidelim” dedi. Birkaç seyahat
acentasını aradık; ya istediğimiz tarihe yer yoktu; ya
da kafamıza yatmadı. Sonra birden o güne kadar
birçok kere mail aldığım ama bir kere bile programına
katılamadığım Zayende aklıma geldi. Aradım; ilk defa
telefonda da olsa tanıĢtığım Yelda ile konuĢtuk. Yer
vardı ve okeyleĢtik. Böylece Zayende ve Yelda ile
hem ilk tanıĢmamız hem de ilk turumuz oldu.
Fotoğraf : Deniz Reha Özilhan
HANGĠ HĠNDĠSTAN?
Yazı : Deniz Reha Özilhan
YaklaĢık 10 yıl önce ilk defa uzakdoğuya gitmiĢtim.
O zamanki rotamız, Singapur, Pataya ve Bankok idi.
“Küçük Amerika” Singapur‟u, seks ticareti ile ünlü
Patatya ve Bankok‟u görüp yaĢadıktan sonra,
“Benim için Uzakdoğu bitmiĢtir; bir daha gelirsem
sadece Japonya‟ya gelirim” demiĢtim. Yani bir nev‟i
uzakdoğuya bir daha gitmeye tövbe etmiĢtim.
12-21 Kasım 2010 tarihleri arasında yapmıĢ
olduğumuz Hindistan- Kathmandu gezisi sırasında
bu tövbem aklıma geldiğinde kendi kendime “nasıl
oldu da ben buralara tekrar geldim” diye sormadım
dersem yalan olur.
ca
Neden anlatıyorum bunları; çünkü o gezide Yelda ilk
defa Mart-Nisan 2010‟da yapacakları HindistanNepal turundan bahsetmiĢti. Zaman olarak
katılmamızın mümkün olmadığını söyleyince de,
Kurban Bayramı‟nda daha kısa bir tur olabileceğini
söylemiĢti. Uzakdoğu‟ya tövbe etmiĢ olan ben, her ne
hikmetse ve her nasılsa orada kalkıp Yelda‟ya “eğer
böyle bir tur olursa, kesin katılacağımızı” bir çırpıda
söyleyiverdim. Bugün dahi neden böyle bir karar
verdim bilmem. Belki Zayende ve Yelda ile ilk yapmıĢ
olduğumuz turun ve o tura katılanların sıcaklığı, belki
Yelda‟nin ballandıra ballandıra anlatması bilemiyorum
ve bilemiyeceğim de. Elbette bu durum yıllardır
Hindistan ve Nepal‟e gitmek istediğini söyleyen ve
her seferinde benden veto yiyen ġebnem‟i
ĢaĢırtmıĢtı ama benim ĢaĢkınlığım da ondan az değildi.
Aradan aylar geçti, hem de su gibi akıp gidercesine…
Tüm hazırlıklar, rezervasyonlar, tanıĢmalar, 27
kiĢilik turda 5 erkek olduğumuzu duymanın doğurmuĢ
olduğu kaygılar derken bir de baktık ki;
Fotoğraf : Serpil Egi
gitme günü gelip çatmıĢ ve ben kendimi
Facebook‟taki sayfama “Tomorrow is the day to
begin the journey for the country of the mystism:
INDIA” yazarken bulmuĢum.
Böyle yazdım; çünkü öyle olacağını düĢünüyordum.
Neden mi? Bilmiyorum belki az da olsa
okuduklarımdan, Yelda‟nın maillerinde detaylı
olarak ve ballandıra ballandıra anlattıklarından ya
da belki duyduklarımdan… Ama sonuçta öyle
hissettim ve yazdım. Bugün geziyi tamamladıktan
sonra aynı Ģeyi yazar mısın diye soracak olursanız;
cevabım KESĠNLĠKLE “HAYIR” olacaktır.
Neden mi? Bunun için orada gördüklerimi sizlerle
paylaĢmam gerekir herhalde. Dilim döndüğünce
anlatayım o zaman…
Öncelikle hızlı bir tempoda yapmıĢ olduğumuz
gezimizin Hindistan ayağında, Agra, Jaipur ve
Varanasi‟yi gezdik. Bu üç Ģehirde de tanık
olduğumuz olaylar ve yaĢamlar hemen hemen
birbirinin aynıydı. Belki Varanasi‟yi bundan biraz
hariç tutabiliriz; oradaki hayatlar, diğer
Ģehirlerde gördüklerimizi daha bir yoğun ama daha
bir farklı boyutta yaĢıyorlardı. ca
ca
Bu Ģehirlerde göze ilk çarpan Ģey, bizim buralarda
adına trafik denen ama oralarda tam anlamıyla
yaĢanan bir kaos niteliğindeki taĢıt ve yaya
hengamesiydi. Bir ülke düĢünün ki; trafikteki
araçların arkasında ve yaya hengamesiydi. Bir ülke
düĢünün ki; trafikteki araçların arkasında “lütfen
kornaya basın”, “PLEASE HORN” yazıları var.
Esasında bu yazıya da pek gerek yok, çünkü
trafikte yer alan tüm unsurlar, kendi yapılarına
uygun bir Ģekilde doğal bir dürtü olarak ellerinde
mevcut olan tüm enstrümanları (!) kesintisiz olarak
kullanıyorlar. Böyle bir gürültü olamaz ve
anlatılamaz. Bunu ancak yaĢamak ve gözle görmek
gerek.
Yollarda sinyalizasyon yok; araçlardaki sinyal
malzemeleri ise tamamen süs unsuru olarak aracın
üzerindeki diğer abartılı süsleri tamamlayan bir
materyal olarak algılanmıĢ ve esas
mevcudiyetlerinin amacı doğrultusunda kullanan da
yok. Yollarda insan, motosiklet, bisiklet, tuk-tuk,
rikĢa ve otomobiller birbirine dolanmıĢ ve kesinlikle
birbirlerine yol vermeden bir güruh olarak akıp
gidiyorlar. Gerçi kimsenin kimseye yol verme gibi
bir huyu ve niyeti de olmadığı için akamıyorlar da,
oldukları yerde duruyorlar genelde… Arada birinin
diğerine gücü yeterse veya gözünü karartıp ileri
atılan olursa onun sayesinde biraz ilerleme oluyor.
Ama size, bütün gezi boyunca bizim ülkemizde bir
günde gördüğümüz kaza kadar dahi kaza görmedik;
hatta hiç kaza görmedik dersem ĢaĢırmayın.
Gezinin Hindistan ayağında görmüĢ olduğumuz
Ģehirlerin hiç birinde kaldırım yoktu. Ġnsanlar,
araçlar ve kutsal(!) hayvanlar hep beraber aynı
yoldan yürüyor veya gidecekleri yerlere
gidiyorlardı. Kutsal hayvanlar demiĢken, biraz da
onlardan bahsetmek gerekiyor. Çünkü adım
attığınız her yerde onlara rastlıyorsunuz ve onları
bir dakika bile unutmanız mümkün değil. Evet
hayvanlar diyorum, çünkü çoğunluğun bildiği gibi
sadece inekler kutsal değil Hindistan‟da fareler ve
maymunlar da kutsal. Fareler kutsal olduğu için
Fotoğraf : Deniz Reha Özilhan
kedi yok koca ülkede. Bu hayvanlar o kadar kutsal
ki değil zarar vermek nerdeyse dokunmak mümkün
değil. Onlara dokunmaktansa, onların size zarar
verme ihtimallerine karĢın sizi uyarmayı tercih
ediyorlar. Örneğin maymunların ya da daha doğru
bir ifade ile babunların yoğun olduğu bir yerde,
“Sakın elinizde yiyecek bir Ģey olmasın”,
“Elinizdekileri sallamayın” gibi uyarılar
duyuyorsunuz. DüĢünün ki; bu maymunlar zaman
zaman küçük çocukları kaçırıyor ama tedbir almak
yok; çünkü maymun kutsal. Ġnsanlar açlıktan ölüyor;
ineklere dokunulmaz çünkü inek kutsal. Ama bu
kutsallık nasıl bir kutsallıksa, kutsal inekler
çöplüklerde naylon poĢet yiyorlar….
Ġnsanların bu kutsal hayvanların arasında, onların
pislikleri ile dolu yollarda çıplak ayakla yürüdüğünü
görüyorsunuz. Bırakın bu pislikleri temizlemeyi,
hatta o kutsal hayvanlardan geri kalmazcasına
yolun ortasında bir kadının ihtiyaç giderdiğini,
yürümekte olan bir adamın birden dönüp bir duvar
dibine def-i hacet etmeye baĢladığını
görebiliyorsunuz. Bu tür durumların olağan
karĢılandığı bir yerde yolların kenarında öbek öbek
kurutulan tezeklerin varlığını da görmek çok
ĢaĢırtmıyor insanı…
ca
Esas önemlisi insanları içinde bulundukları fakirlik
veya daha doğru tabiri ile sefalet ve daha da
ürkütücü olanı bu sefaleti kabulleniĢleri… Elbette bu
kabulleniĢ kendi baĢına olmuyor. KAST sisteminin
yerleĢmiĢ, katı sınıflandırması altında ezilen çoğunluk,
bizde kader denen oralarda döngü denen bir anlayıĢla
kabullenip, yaĢıyor ve bu hayatı tamamlamaya bakıyor.
Çünkü reenkernasyonun bir sonucu olarak bir sonraki
döngüde daha iyi bir hayat yaĢama umudu var. Yani,
yaĢadağı bu hayattaki koĢullarını değiĢtirmeye
çalıĢmak veya daha iyi bir hayat yaĢamak için
çabalamak yerine, bunu kabullenip mevcut sefalet
koĢullarında yaĢayıp ömrünü tüketmek ve dünyaya bir
sonraki geliĢinde daha iyi bir hayat yaĢamayı
beklemek…
Diğer tarafta, bir yanda yakılan ölülerin küllerinin
atıldığı, diğer yanda hayvan leĢlerinin yüzdüğü kutsal
Ganj‟da akĢam yapılan kutsama sonucunda, insanların
mikroplardan arındırıldığına inandırıldığı Ganj‟da
ertesi sabah yıkanmaları, yüzmeleri ve Ganj‟ın suyunu
içmeleri….. Dokuz gün boyunca belki iki, belki üç
hastane gördüğümüz, bir kere bile ambülans
görmediğimiz, birkaç tane eczaneye rastladığımız bir
milyar yetmiĢ milyon nüfuslu bir ülke, bir yandan
yukardaki gibi yaĢayan insanların ülkesi olurken,
diğer yandan da uzaya uydular gönderen, ilerlemiĢ
ilaç sektörü ile dünyaya kafa tutan, ABD‟deki Silikon
vadisi benzeri bir oluĢum ile dünyanın neredeyse tüm
biliĢim hizmetlerini karĢılayan bir ülke… televizyonu
açtığınızda gördüğünüz Avrupavari görünüm ve
kıyafetler içerisindeki beyaz(!) Hintlileri sokakta
göremediğiniz bir ülke…Nepal Kathmandu‟ya
gittiğinizde, tüm hava kirliliğine, keĢmekeĢe ve
fakirliğe rağmen, Avrupa‟ya gelmiĢçesine modern bir
ortama girdiğinizi düĢünmenize sebep olan bir ülke…
Birlikte gezdiğimiz arkadaĢlarım belki benim bu
düĢüncelerimi paylaĢmıyor olacaklar, belki benim
oradaki duygu yoğunluğunu algılayamadığımı ve belki
de çok mantıksal yaklaĢtığımı düĢünebilirler de..
Saygı duyarım. Ama bence o topraklarda doğan
öğretilerin veya inançların amacı insanların bu
koĢullarda yaĢamasına sebep olmak değildi.
Ġnsanların umutsuzca ömürlerini tamamlayıp bir
sonraki yeniden doğuĢu beklemelerini sağlamak da…
Benim gördüğüm tüm bu öğretilerin ve inançların,
kontrol edilemez bir nüfus yoğunluğunun yaĢandığı
ülkede, insanların daha iyi ve daha güzel bir yaĢamı
talep etmesini ve dolayısıyla da bu amaçla talepte
bulunmasını engellemek için kullanıldığıdır. Belli bir
kesimin tüm bu öğreti ve inançlara rağmen her
nedense bugünkü hayatı yaĢamalarına karĢı, toplumun
geriye kalan büyük kesimi ise bir sonraki hayatta
onların yerini alabilmeyi umarak bugünkü hayatlarını
bir an önce tamamlamayı bekliyorlar. Adı ister din
olsun, ister öğreti veya isterse inanç olsun, insan aklı
ile birlikte yer almadığında uyuĢturucuların en
tehlikelisi ve hatta ölümcülü olabiliyor. Bizdeki
kadercilk anlayıĢı da benzer değil mi? Biraz
abartıldığında her Ģey Allah‟tan beklendiğinde ve
hiçbir çaba gösterilmediğinde varılacak olan sonuç
sizce farklı mı olacaktır?
Ben bu gezi de mistik bir ülkeye değil, ama
miskinleĢtirilmiĢ bir ülkeye gittiğimi düĢünüyorum.
Nirvana‟ya ulaĢtım mı bilmiyorum. Ama ulaĢtıysam da
onların dediği veya beklediği Ģekilde değil. Gönlümün
ve beynimin bir kısmı o insanlarla ve o insanların
yaĢam koĢullarına takıldı kaldı. Çünkü onlar da insan,
tıpkı bizim gibi…Suçları ne? Sadece Hindistan‟da
doğmak… Peki niye onlar orada doğdu ve biz burada
doğduk? Sadece kader deyip geçecek miyiz? Yoksa
biz de bir önceki hayatımızda o koĢullarda yaĢadık;
döngümüzü tamamlayarak bugünkü hayatımızı
yaĢamaya mı hak kazandık? Yoksa bugünkü hayatımızı
yaĢadıktan sonra eğer gerektiği kadar iyi olmazsak
ve hayatta yapmamız gerekenleri yapamazsak, ceza
olarak bir sonraki hayatımızda onların yerine o hayatı
biz mi yaĢayacağız? Ne dersiniz? Sizce hangisi?????
ca
Fotoğraf : YeĢim Tetik
HERġEYE RAĞMEN BĠR
GÜLÜMSEME
Yazı : Yeliz Ayral
Hijyen mendillerim ve jellerimle 11 saat uçak
yolculuğundan sonra nihayetinde Delhi'ye gelmiĢtik.
Delhi havalimanına vardığımızda temizliği karĢında
ĢaĢkınlığımı gizleyememiĢtim. Çünkü, Hindistan'a
gideceğime karar verdiğim zaman çevremden
oldukça tepki almıĢtım. “Gidecek baĢka ülke mi
kalmadı?”, “Pis Ģehir…”, “Hastalık kaparsın” gibi
sözler… Özellikle de annem uçağımın kalkacağı güne
kadar gideceğime inanmamıĢtı. Temizlik tutkumu
bildiği için Hindistan‟a gideceğime ihtimal
vermiyordu. Benim Hindistan-Nepal turunu tercih
ca
etmemdeki en
büyük neden
ise hemen
hemen tüm
Avrupa
kültürlerini
biliyordum. Hiç
bilmediğim bir
kültüre
yolculuk
yapmak
istememdi.
Havalimanında
bizi bekleyen
rehberimiz
Viki, sarı
çiçeklerden
yapılmıĢ
kolyelerle bizi
karĢıladı ve
onlar için lüks
bizim için
Fotoğraf : Reyhan Türk
külüstür
otobüsle yola
koyulduk.
Delhi' den Jaipur'a doğru sabahın ilk ıĢıklarında
ilerlerken yoldaki görüntüler beni birden birkaç
yüzyıl geriye, sanki Ortaçağ‟da çekilmiĢ bir filmin
içine götürdü. Baraka evler, evlerin hemen ön
kısmında kare Ģeklinde tuğla ile örülmüĢ küçük bir
havuz ve içinde yıkanan insanlar, taĢlarla çamaĢır
yıkayan kadınlar... Akıl almaz fakirlik görüntüleri.
Tüm bunlara rağmen yüzlerinde bir gülümseme…
Bu görüntüleri göreceğimi tahmin etmiyordum;
evet, temiz olmadıklarını duymuĢtum ama
ekonomilerinin iyi olduğunu ve buradan çok fazla
ihraç gönderdiklerini biliyordum. Ekonomileri
düzelmiĢse yaĢam standartları da yükselmiĢtir
kanısındaydım. Oysa standartlar ülkenin çok küçük
bir bölümü için yüksekti . Bu görüntülerden sonra
rehberimizden gördüklerimin bir teyidini istedim.
“Ġnsanlar bu havuzlarda mı yıkanıyor?” diye
sordum. “Evet biz hayvanlarla birlikte yıkanırız,
çünkü o da bir canlı” cevabını almıĢtım ki
arkadaĢlardan biri otobüste fare gördüğünü söyledi.
Rehberimiz “Fare “good luck” (iyi Ģans) anlamına
gelir” dedi.
Bu arada Hindistan sınırları içinde yolculuk yaparken
uyuma Ģansınız yok. Çünkü Hindistan da arabalarda
sinyal sistemi iĢlemiyor! Onun yerine arabaların
üstünde “Horn Please” (Lütfen korna çalın) Ģeklinde
bir uyarı da var. ÇeĢit çeĢit korna sesleri içinde
pembe Ģehir olarak da bilinen Jaipur‟daki otelimize
varıyoruz.
Jaipur‟da sabah çok erken renkli boyalarla süslenmiĢ
fillerin üstünde Amber Kale‟sine çıkıyoruz. Tepeye
çıktığımızda Maotha gölü ve onu çevreleyen kalenin
surlarıyla muhteĢem bir manzara ile baĢ baĢa
kalıyoruz. Buradan ayrıldıktan sonra gökbilimci Sawai
Jai Singh II‟nin yaptırdığı Jantar Mantar'ı
geziyoruz. Rasathanede yıldız yörüngeleri izleniyor,
güneĢ ve ay tutulmaları da hesaplanıyor. Jaipur‟da
ġehir Sarayı ve Hava Mahal de gördüğümüz yerler
arasında. Mihrace'nin saray kadınlarının
sıkılmamaları için Ģehrin en iĢlek meydanına inĢa
ettirdiği aslında iki katlı, dıĢarıdan bakılınca beĢ katlı
görülen bir yapı, Hawa Mahal. Ön cepheye
tırmanırken küçük küçük pencerelerden dıĢarıyı
izlemek mümkün.
Saraydaki gezimizi bitirdikten sonra ertesi gün
gideceğimiz Tac Mahal için sarilerimizi almak üzere
Hava Mahal'in etrafındaki kumaĢ satan dükkanlara
atıyoruz kendimizi. Uzun pazarlıklardan sonra
sarilerimizi alıyoruz. YanlıĢ anlaĢılmasın, Tac
Mahal‟de sari giyinmek mecburi değil ama gezimizi
düzenleyen Yelda Baler Tac Mahal‟in hakkını vermek
için böyle olmasını istiyor. Ve Agra'ya doğru fareli
(yani ĢanĢlı) otobüsümüzle (ayaklar havada tabii) yol
alıyoruz, renk cümbüĢü sokaklar ve korna sesleriyle...
Nihayet dünyada aĢk için yapılmıĢ tek eser olan Tac
Mahal'e varıyoruz. Tac Mahal, ġah Cihan'ın 14üncü
çocuklarını dünyaya getirirken hayata veda eden eĢi
Mümtaz için yaptırdığı yapılmıĢ bir anıt. Beyaz
bulutların içinde bembeyaz bir anıt olan Tac Mahal
hayaller ülkesinde olduğumuz hissini veriyordu bize.
ca
Manzaranın eĢsizliği karĢında bir çok yol arkadaĢım
gözyaĢlarını tutamadı yüzyıllar önce yaĢanmıĢ AġK,
biz modern (! ) insanları yokluğuyla derinden etkiledi.
Etrafımızdaki meraklı yerel halkın yüzümüzde
patlattığı flaĢlar, düĢler ülkesinde değil gerçek
dünyada olduğumuzu hatırlatıyor bize. Tac Mahal'in
oymalı kapılarından içerideki karanlık ve sessizliğe
kendimizi atıyoruz. Ġçeride de dıĢarıda da
ıĢıklandırma yok, sanırım hala o günkü matem havasını
bozmak istemiyorlar.
ġimdi de rotamızı Kutsal Ģehir Varanasi‟ye
çeviriyoruz. Burası, gittiğimiz Ģehirler içinde en kirli
olanıydı. Sanırım bu pisliğin ve sefaletin temelinde
Hinduizm dininin 2 önemli özelliği ''reenkarnasyon''
(ruhun bir bedenden diğer bir bedene geçmesi) ve
''Kast'' sistemi var. Hinduizm‟e göre insanların
sakatlıkları, hastalıkları ve fakirlikleri bir önceki
hayatlarındaki yaptıkları hataların sonucudur. Bu
hayatta ceza çekmeyi hak ettiklerine inanırlar ve
cezalarını çekerler. Öldükten sonra bir baĢka
bedende tekrar can bulurlar. Bu kural bütün canlılar
için geçerlidir aslında. Kendi döngüsünü tamamlayan
canlı bir üst canlı türüne geçebilir. Yani insan olarak
doğabilmek için önce hayvan döngüsünü tamamlamak
gerekir. Hinduizm‟de halkı birbirinden ayıran kast
sistemi dört sınıftan oluĢur. Kast sistemine göre
aĢağıdan yukarıya din adamlığına kadar
yükselebilirler.
Bisiklet rikĢalara binip eğlenceli bir Ģekilde kutsal
nehir Ganj'a doğru ilerliyoruz. RikĢadan nehrin
yakınındaki bir yerde iniyor ve maymunlar, köpekler
tabii ki inekler arasından ilerliyoruz. Sokakta
yürürken kafanıza bir fare bile düĢebilir. Hiç
birimizin baĢına gelmese de, bizdeki kuĢ pislemesi
onlarda kafaya fare düĢmesi gibi iyi Ģans anlamında.
Meydandaki kısa yürüyüĢümüzün ardından tütün
kokusu gibi bir koku burnumuza yerleĢmiĢti. Kıyı
boyunca ilerleyince Ganj nehrindeki ghat‟lardan
birinde (Ghat, Ganj‟a inen basamaklar) ve yakılan ölü
bedenlerin arasındaydık. Bizi yaĢamdan alıp ölümü
hissettiren bir atmosfer içine girmiĢtik, alevlerin
Fotoğraf : BaĢak Güçlü
Fotoğraf : Cenk Doğru
sıcaklığı ve sandal ağacı kokusu her taraftaydı.
Ölülerin kötü kokmaması için sandal ağacı veya tozu
kullanılıyor.
Ganj nehrindeki akĢam ayinine katılmak üzere
yapraktan yapılan içine çiçeklerin konduğu minik
kaseleri ve mumlarımızı alıp sandal'a biniyor ve
dileklerimizi ilahiler, çan sesleri ile Ganj'ın sularına
bırakıyoruz.Yüzlerce mum Ganj‟ı aydınlatıyor.
Buradan ayrıldıktan sonra Varanasi'nin küçük
labirent sokaklarında kayboluyoruz. Bu arada
Hindular için burası kutsal olduğundan çıplak ayakla
gezen insan sayısının çok fazla olduğunu
öğreniyorum. Motor rikĢamıza binip Varanisi‟nin
kalabalık sokaklarında bir ineğe bir arabaya hafifçe
dokunarak kornalar eĢliğinde heyecanlı bir yolculuk
sonrasında otelimize varıyoruz. Bunca kalabalığa
hengameye karĢın kimse kimseye sesini
yükseltmiyor.
Sabah gün ağarmadan yapılacak ibadetleri izlemek
üzere erkenden kalkıp nehre doğru ilerliyoruz.
Sabahın erken saati olmasına rağmen etraf çok
kalabalık. Ġnsanlar günahlarından arınmak için
Ganj'a akıyorlar. Biz de peĢlerinden sandalla Ganj
nehrine açılıyoruz. Ve güne ve Ganj Nehrine,
ca
kutsal banyolarını yapanlar,
çamaĢırlarını yıkayanlarla
birlikte “merhaba” diyerek
baĢlıyoruz. Bu bana
Doğu'nun mistik,
açıklanamaz, anlaĢılması
zor, tarifi imkansız
ritüellerinin Batı‟dan çok
farklı olduğunu bir kez
daha kanıtlayarak iç huzuru
bulmama yardımcı oluyor.
Bu arada Ganj nehrinin
mikrop barındırmadığına
inanıyorlar ki baĢka türlü, o
renkte bir sudan sağlam
çıkmaları da mümkün değil.
Hinduların kutsal Ģehrinden
ayrılıp Budistlerin kutsal
tapınaklarını görmek için
Katmandu'ya doğru yol
alıyoruz.
Fotoğraf : Yelda Baler
GösteriĢsiz Katmandu havaalanında baharat
kokuları eĢliğinde vize almak için kuyruğa girdik ve
uzunca bir bekleyiĢin ardından vizelerimizi aldık.
UNESCO tarafından dünya kültür mirası ilan edilmiĢ
Tibetli Budistlerin hac yeri olan Bouddhant'a
gidiyoruz. Ortada kocaman devasa bir stupa. Kubbe
Ģeklinde bu yapının üzerine doğru uzanan kulenin
etrafı BUDA'ın gözleriyle çevrili hatta bu
gözlerden Buda'nın sürekli insanları izlediğine
inanıyorlar. Kulenin üstünden aĢağıya doğru
rengarenk dua bayrakları asılı. Bu bayraklardaki
duanın rüzgarla çevreye yayıldığına inanıyorlar.
Ayrıca stupa'nın etrafındaki silindir Ģeklinde
üzerinde dualar yazan çarkları da çevirdiklerinde
etrafa dualar yayıldığına inanıyorlar. Üzerlerinde
yazan “Om Mani Pad Me Hum” (Lotus çiçeğinin
içindeki mücevher) duası ile kiĢinin sevgi ile
konsantre olmasına ve etrafındaki pozitif enerjiyi
kalbinde hissetmesine yardımcı olduğunu
düĢünüyorlar. Nepal‟de gece gündüz tüm sokak ve
caddelerde bu ezgiyle geziyorsunuz.
Fotoğraf : Yelda Baler
Bu arada Stupa dua etmek ve tavaf amaçlı bir
yapı ve içine girilmeyen Budist tapınağı.
Stupalarda Buda'nın gömülü olduğuna ya da ona
ait bir emanetin bulunduğuna inanıyorlar.
(Budizm‟de ölüler gömülüyor) Budistler stupa'nın
etrafını saat Ģeklinde tavaf ettiklerinde
dileklerinin kabul olacağına inanıyorlar.
Bouddhant'ın çevresinde alıĢveriĢ yerleri ve
cafeler var. Biz de Stupa'nın çevresindeki
cafelerden birine oturup öğlen
yemeğimizi yedik. Burada böyle özel bir mekanda
yemek yediğimiz için kim bilir belki biz de
kutsanmıĢızdır.
Ardından Katmandu‟nun tepesinde bulunan
“Swayambunath” (kendiliğinden yaratılmıĢ
anlamında) tapınağına gidiyoruz. Bu tapınağı
maymunlar evleri gibi kullandığından buraya
“Maymunlar Tapınağı” da diyorlar. Tapınağa 365
basamakla çıkılıyor. Basamakların her biri ayrı bir
günü temsil ediyor.
ca
Ama biz zamandan kazanmak için otobüsümüzle
buraya çıkıyoruz. Tapınağa varınca sizi öncelikle
seyyar satıcılar, dilenciler ve tabii ki tapınağın ev
sahipleri maymunlar karĢılıyor. Maymunlarla göz
göze gelmemeye çalıĢıyorum. Biliyorum ki gözlerim
maymunun gözlerine değince felaketim olacak (!).
Avluya vardığımızda bizi stupalar, her yeri gören
Buda'nın gözleri ve dua çarkları “Om Mani Pad me
Hum”, dua bayrakları ve etrafta mum yakıp ibadet
eden insanlar karĢılıyor ve bu tepeden Katmandu
vadisi ayaklarınızın altında…
10 dakika sonra Thamel e varacaksınız dedikleri
için biz de zorlu bir Ģekilde yürüyerek Thamel
meydanına varıyoruz. Zorlu bir Ģekilde yürüdük
çünkü ara sokaklarda rikĢalar, motor rikĢalar
üzerinize üzerinize geliyor ve elektrikler kesik,
kaldırım yok motosikletlerin farları yüzümüze
vurduğunda kaçacak yer arıyoruz. Neyse ki
Thamel'e yarım saatten fazla bir süre sonra
vardık.Ve meydandaki kısa bir alıĢveriĢten sonra
Nepal gecelerine katıldık. Eski Rock‟n Roll
parçalarıyla hem yemeğimizi yiyip hem de dans
ġimdi de diğer UNESCO Dünya Kültür Mirası‟‟ndaki
Katmandu'nun en büyük Hindu tapınağı olan
Pashupatinath'a doğru yol alıyoruz. Pashupatinath'i
iki katlı altın çatısı ve gümüĢ kapısı olan tapınak
Ganj nehrinin bir kolu olan
Bagmati nehri kenarında kurulmuĢ (Nepal halkının
%80'i Hindu.) Ġçeride birden fazla tapınak var.
Yalnız bu tapınakların içine Hindular‟dan baĢka
kimse giremiyor. Orada ben Hindu oldum deseniz
de onlar için Hindu olunmaz, Hindu doğulur.
ettik. Ardından müzik bitince bizde restoranı Türk
restoranına çevirip Türkçe parçalar söyleyerek
Nepallileri oynattık. Gecenin ardından
Katmandu‟nun karanlık sokaklarında bir taksiyle
pazarlık edip otelimize geri döndük.Sabahın çok
erken saatlerinde kıymetini bilmediğimiz
Türkiye'ye dönmek üzere Delhi'ye gittik.
Hindistan ve Nepal gezisi büyük Ģehir hayatı
koĢturmasında unuttuğumuz, göz ardı ettiğimiz ve
en önemlisi ne kadar zengin olduğumuz ve hala
beğenmediğimiz hayatlarımızın ve beklentilerimizin
ne kadar yüksek olduğunu gösterdi. Çesitli
kokularına, temizlik anlayıĢının fakirliğine,
insanlarının yokluk içinde varolabilme mücadelesiyle
biz yabancılara sahip olduklarımıza bir kez daha
Ģükretme firsatı sundu. Etrafımdaki onca insanın
söylediği “pis yerler, sakın gitme” sözlerine
inanmayarak, iyi ki bu yolculuğu yapmıĢ ve iyi ki bu
güzel ülkeleri tanımıĢım. ca
Fotoğraf : AyĢe Emengen
Fotoğraf : Reyhan Türk
Bir sonraki durağımız Güzel Sanatlar Ģehri olan
Patan'a yol alıyoruz. Tipik Uzakdoğu mimarisine
sahip Ģehrin planı geçmiĢe bir yolculuk
yapıyormuĢsunuz hissini veriyor. Patan bizi
geleneksel dokusu bozulmamıĢ meydanı ile
karĢıladı. Meydandaki yapıların hepsinin ayrı bir
mitolojik hikayeleri varmıĢ bana en ilginç geleni ise
Kral Yoganarendra malla heykeli'nin üstündeki
güvercinin bir gün uçacağına inanmalarıydı.
Ġnançlarına göre güvercin uçtuğu zaman dünyadaki
savaĢlar ve felaketler sona erecekti.
Onlar güvercinin uçmasını beklerken biz de Durbar
Meydanına gitmek için otobüsümüze biniyoruz.
Otobüsümüz Durbar meydanına yakın bir yerde bizi
indiriyor. Buradan Thamel'e ulaĢmak için bayağı
çaba sarf ediyoruz. Çünkü burada grubu
kaybediyoruz. 3 arkadaĢ sora sora Bağdat bulunur
misali yollara çıkıyor. Ama sorduğumuz kiĢiler hep
ca
ca
ayırt edilemeyen
ağır kokular
en güzel çiçekler
en içten dualar
bir ordan
bir oraya
koĢuĢturan
fark etmez
hangi kastan olduğu
herĢeye rağmen
titrek mum ıĢığıyla
ruhu okĢayan
mistik nameler
tekrar tekrar
arınacak
hepsi ıĢıl ıĢıl
hepsi süslü
belleklerden
silinmeyecek
ne çok insan var
ne çok
bu topraklarda
insanlar
hayvanlar
yollar düĢünün
bilemedim
öncelik hangisinin
Yazı : YeĢim Tetik
ne fark eder
döngünün içinde
bir hayvan
bir insan
belki bir çiçek
yollar düĢünün
korna basmaktan baĢka
bir kuralı olmayan
bol süslü teneke misali
kamyonlar
bisiklet riĢkalar
motorlu riĢkalar
tıklım tıklım
son sürat
ganesh‟e emanet
taĢıt yolu neresi?
yaya yolu neresi?
acı acı kornalar
yolların
dayanılmaz
melodisi
karınca misali
ca
Fotoğraf : YeĢim Tetik
insan
hayvan
yığınları
içimi ürperten
mahĢer misali
hepsi bir
hayal mi, gerçek mi?
karmasını
yaĢamakta
yaĢam
ölüm iç içe
var olmanın
acısını kabullenerek
huzur burda
tüm bu karmaĢanın
içinde mi?
ta ki nirvanaya
ulaĢıncaya dek
sonun baĢlangıcı gibi
onun yeri ki
varanasidir
ganj
kutsalın kutsalı
bedenin
son
ruhun
ilk
durağı
rengi
toz
toprak
gatlar
renksiz
ruhların
bedenlerin
kiriyle
ama
delhi‟den
jaipur‟a
jaipur‟dan
agra‟ya
ganesh‟in
koruyucu
faresi
okullu çocuklar
göz ucuyla
gördüklerim
o
sistem ki
tozun
toprağın
içinde
mantığın asla
kabul edemediği
pırıl pırıl
parlıyorlar
insanlığın bitip
geldiği son nokta
kimbilir
gölgesine bile
dokunulamadığı
var olmak
ya da olmamak
belki
bir gün
onlar
baĢarabilir
bilemedim
gölgelere
dokunabilmeyi
teneke misali
otobüsümüzde
herĢeye rağmen
red fort
yol boyunca
baraka misali
kulübelerden
fıĢkıran
kırmızı
taĢından
almıĢ
adını
hafızalardan
silinmeyecek
hayat
fotoğraf karaleri
her sabah
insan manzaraları
ellerinde
diĢ fırçası
diĢ firçalayanlar
genç
yaĢlı
çoluk
çocuk
rengarenk
ca
tertemiz
üniformaları
düzgün
taranmıĢ
saçlarıyla
al al
duvarları
gösteriĢli mi
gösteriĢli
geleni de
gideni de çok
yereli
bizim gibi
misafiri
hapsediyoruz
birbirimizi
fotoğraf
karelerine
ne de olsa
hawa mahal
jantar mantar
kazıyoruz
zihnimize
kadınların
dıĢarıya
acılan
penceresi
yıldızlar
gezegenler
burçlar
fotoğraf
karelerimizle
burda da
kadının adı yok
pembe Ģehir
jaipur
yollar
çarĢı
pazar
farklı
yüzler
onlar
bizi
biz
onları
zaman durmuĢ
burda
fil sırtında
ağır ağır
çıkıyoruz
amber kalesine
ipekler
kaĢmirler
taĢlar
ölesiye pazarlık
ve
gezginlerin
koruyucusu
inmiĢ
jaipur‟un
orta
yerine
dolandım
burcum aquarius‟un
evinde
yollar
yine yollar
sağım solum
rengarenk
insanlar
karanlık hayatlar
düĢmanı
sersemletip
kaçırtan
savaĢ nameleriyle
karĢılanıyoruz
sayısız tanrılar
irili
ufaklı
rengarenk
aniden aydınlık
tek tek
fethediyoruz
kaleyi
Ģiva
parvati
kriĢna
dantel misali
taç mahal
kıyısıyla
köĢesiyle
ama
en çok sevdiğim
Yine
Ganesh
aklımda kalanlar
aĢkın abidesi
kayboldum
aĢkın yolunda
om
mane
padme
hum
dilimden düĢmez
oldu
katmandu‟da
lotus çiçeğinin
içindeki mücevheri
çiçek çocuklarını
aradım
tamil‟in
keĢmekeĢ
daracık
sokaklarında
kimileri el ele
canlandırmakta
68 ruhunu
atmosferi kuĢatan
mantranın büyüsü
buda‟nın
herĢeyi
ve
heryeri
gören gözlerinin
sıcaklığı
dolandım
Ama
tapınaklar diyarı
varamadım
huzuruna
swayambunath
bodhnath
ca
ve
güzel sanatlar Ģehri
patan'ı
kulağımda
tek bir mantra
om
mane
padme
hum
simgesi hala
elimde
Ģiva'nın evi
pashupatinath
uğurlandı
yanan bedenler
özgürleĢti
ruhlar
Fotoğraf : Yelda Baler
kutsal
bagmati‟nin sularında
buralara gelen
bir daha gelirmiĢ
davetini çoktan aldım
HĠNDĠSTAN Nisan 2010
Zayende Gezginleri
bulutların üstündeki
himalayaların
ve
zirvelerin
zirvesi
everesti‟in
ca
Fotoğraf : Yelda Baler
ca
Fotoğraf : Reyhan Türk
Katmandu da Bagmati Nehri'nin kıyısında ki
Pashupatinath tapınagında çektim bu fotoğrafı.
Gezdiğimiz tüm yerlerin hissettirdiği duyguların aksine
ölümün o ağır havası karĢılamıĢtı beni orda.
Hani hep uzaklaĢtırırız ya bu duyguyu,bu düĢünceyi kendimizden,
hani hiç kimseye yakıĢtıramayız ya bu gidiĢi,hani burda konukluğumuz sonsuzmuĢ gibi davranmayı seçeriz
ya,
Pashupatinath'ta hissettiklerim öyle değildi.
Ġnsanın karĢılaĢmamaya imtina gösterdiği bir durumla
burun buruna gelmesi gibiydi.
Bir değil bir kaç ölüm vardı ve
yakınları kabullenilesi en zor ayrılığı yaĢıyordu acıyla.
."Ah ölüm" diye geçirdim içimden karĢımda yakılan cesetlere bakarken.
Yok olmanın son fotoğrafıydı içime yansıyan.
Ölümü uğurlamanın türlü Ģekilleri olsada,kimi toprağa,
kimi suya,kimi dumana, küle karıĢsa da,
hayatın durmadığını, akıp gittiğini,tutamadığımızı
haykırıyor her seferinde bize ölüm.
Randevusuz gelip,açmadığımız kapılardan giren bir son varken
ne çok Ģeyi dert edindiğimi düĢündüm.
Kalbimde, beynim de ne çok olmazlar biriktirdiğimi ,
sürekli bendler kurduğumu akıp giden hayatıma.
Bu ömür benimse ve benimle sonlanıyorsa,bedenim,gölgem,sesim,
hatta sessizliklerim bile yok oluyorsa benimle beraber,
önce ben sarılmalıydım kendime,geriye ne kaldıysa ömrümden sahiplenmeli,
yaĢamımı yaĢanacaklar listesinden almalıydım.
Pashupatinath'da çektiğim ve gece yatağımda
gözlerime takılı kalan bu fotoğrafla
tüm karamsarlıkları iteleyerek yepyeni listeler yaptım uzadıkça uzayan.
ÖLÜM
Yazı : AyĢe ġahin Güçkıran
Fotoğraf : AyĢe ġahin Güçkıran
ca
Büyütecek çocuklarım,
Söyleyecek sözlerim,
Görecek sevdiklerim,
Tutacak ellerim,
Yazacak öykülerim,
Gidecek yollarım,
Çekecek fotoğraflarım,
.
.
Ve her Ģeyiyle yaĢamak istediklerim var daha "ey ölüm".
Ben hoĢgeldim hayatıma yeniden,peki ya siz?
ca
ca
KATMANDU
1. Gün: Yolun aktarmaları havaalanları bagajları derken
Katmandu‟ya indik. Sarı turuncu çiçeklerle karĢılanıp
yerleĢtik otele ve hiç vakit kaybetmeden dolaĢmaya çıktık.
Çok karmaĢık bir Ģehrin merkezine gelmiĢtik. Sağlı sollu
motosikletler, inekler, ısrarcı satıcılar, yayalar, adım baĢı
tapınaklar, rikĢalar arasından ilerlemeye ve izlemeye
çalıĢtık. Gördüklerimiz, duyduklarımız, kokular ve tatlar
hepsi bize yabancıydı. Yoğun geçti ilk günümüz. Stupaları
gördük, sadularla karĢılaĢtık, sakin bir Budist tapınağı
(manastır Maha Buda) önünde limonlu çaylarımızı içtik,
tekrar kalabalığa karıĢıp çiçekçileri ve satıcıları
fotoğrafladık, tapınağın basamaklarında oturup Durbar
Marg‟ın kalabalığını izledik. Kötülük tanrısı Galez Kali‟nin
renkli kabartma heykelini gördük, kemerinde kafatasları
resmedilmiĢti. Korna seslerine tanrıları uyandırmak için
çalınan çanların sesleri karıĢıyordu. Ayırt etmeyi öğrendik
Budist ve Hindu tapınaklarını. Kasta mandap‟ta Hintli bir
kadının “puca” yapıĢını seyrettik. Kumari‟ nin evinin
avlusunda oturup güzel bir müzik dinledikten sonra
rikĢalarla döndük otele. Yemekten sonra oturup konuĢtuk.
En çok nelerden etkilendiğimi sordu Özcan Hoca. Hiç
tereddüt etmeden renklerden dedim. “Nasıl renklerden”
diye sordular tam anlatamadım demek istediğimi. O toz
duman, kötü koyu yapılar, taĢ heykeller, koyu renkli
tapınaklar arasında birden bir renk cümbüĢü çarpıyordu
yüzünüze ve daha neĢeli daha canlı geliyordu her Ģey o an.
Fotoğraf : Yelda Baler
Rangiçangi Nepal
(Rengarenk Nepal)
Yazı : Lütfiye Güreli
“Ne güzeldir yollarda olmak Ģimdi”
Yeni Türkünün bu Ģarkısını severim. Gezmeyi severim
ben, bir yerlere gitmeyi, farklı kültürleri görmeyi,
tanımayı, anlamaya çalıĢmayı kısacası yollarda olmayı
severim. Aylar öncesinden hazırlanmaya baĢladık. Neler
alacağız yanımıza, orada neler yapacağız, nelerle
karĢılaĢacağız toplanıp konuĢtuk. Gitmeden dillerinden
birkaç kelime öğrenmeye çalıĢtık, kitaplar okuduk,
birlikte alıĢveriĢ yaptık ve kimimiz eski arkadaĢ, kimi
fotoğraf gezilerinden tanıĢan, kimi ile de ilk defa
karĢılaĢtığım 16 gezgin buluĢup yola çıktık.
ca
2.Gün: Pashupatinath adlı Hindu tapınağına gittik sabah.
Pashupati tanrı Shiva‟nın adlarından biriymiĢ. Burada ölüler
Bagmati nehrinde yıkanıp sonra yakılıyor, külleri de nehre
atılıyor. Nehirde sular iyice çekilmiĢti. Ölen kadın sarı
turuncu giysilere sarılmıĢtı ve çiçeklerle süslenmiĢti, yüzü
görünmüyordu örtülüydü. Onu yakacak olan en büyük oğlu
(dizilen odunları ateĢe verecekti) tıraĢ ediliyordu ağlarken.
Uzaktan izledik bu töreni, Hindu olmayanların girmesi
yasak zaten. Her cenaze töreni gibi acıklıydı.
Boudhanatha gittik oradan. Ayrı bir dünya gibiydi. Sakin,
huzurlu bembeyaz bir tapınaktı. Renkli olan sadece
rahiplerin koyu kırmızı cübbeleri, dua bayrakları ve
Buda‟nın her Ģeyi gören gözleriydi. Ağzı yok, çünkü tanrılar
gözleri ile konuĢurmuĢ. (Üçüncü göz ise iç dünyamızı
gözetliyor). Dua bayraklarının beĢ rengi beĢ elementi
simgeliyor: kırmızı ateĢ, yeĢil su, beyaz bulut, mavi
gökyüzü ve sarı toprak ve bu renkli bayraklar
üzerine iyi dilekler, dualar yazılıp asılıyor. Tapınağın
çevresini 3 kere dolaĢmak gerekir demiĢ bir Budist rahip.
Bu bilgi hemen kulaktan kulağa yayıldı, biz de saat
yönünde ilerleyerek sessizce öyle yaptık. Sürekli “om
mani pedme hum” sözlerini duyarak ilerledik.
Yemek molasından sonra maymunlar tapınağına
(Swayambhunath‟a) doğru yola çıktık. Maymunlar
tapınağı yüksekte kurulmuĢ, sayısız basamaklar
tırmanıyorsunuz ulaĢmak için (bir kitaba göre 365
diğerine göre 398, ben saymadım). Basamakları
tırmanarak çıkmak günahlarından arındırırmıĢ kiĢiyi.
YeĢillikler arasından çıktık basamakları sağımızda
solumuzda maymunlar dolaĢıyordu fazla yaklaĢmadık.
Büyük kuĢlar görüp fotoğrafladık. Tepeye ulaĢtığımızda
önce renkli Buda heykelleri karĢıladı bizi tavus ve at
kabartmaları ile birlikte. Tapınağın üzerinde bakım
çalıĢmaları vardı ama Buda‟nın gözleri tüm görkemiyle
karĢımızdaydı, üstelik güneĢ alçalmaya baĢlamıĢtı,
tamamen altın rengine boyanmıĢtı ortalık. Çevrede birçok
hediyelik eĢya satıcısı ve küçük dükkânlar vardı. Çoğu
eĢya mercan ve firuze renkliydi. Gün batımı
fotoğraflarını çekip otele gittik, akĢam yemeğe
davetliydik.
Giyinip süslendik yemek için ve çok güzel bir lokantaya
yemeğe gittik. Yere oturup önümüze gelen sayısız
yemeklerden tatmaya baĢladık, rakĢi içtik biraz. Daal
bhat geldiğinde midem isyan bayrağını çekmeye
baĢlamıĢtı. Nepal danslarını izledik otele döndüğümüzde
ben iyice hastalandım.
Ertesi sabah çok erken Himalayaların etrafında uçak
gezisi vardı ona katılamayacağım için üzülüyordum çok
istiyordum o geziye katılmayı ama yapacak bir Ģey yoktu.
ArkadaĢlarım geziye gittiler, döndüler. Onlarla kahvaltıya
indim ama tekrar hemen odaya döndüm, sadece uyumak
istiyordum. ArkadaĢlarım ziyaretime geldi ya da geçmiĢ
olsun dileklerini yolladılar. Sonra onlar Patana doğru yola
çıktı onlar ben otelde yattım. Biraz daha iyi
hissettiğimde kalkıp eczaneye gittim otele yakındı, iyi
olsam 5-6 dakikada yürüyeceğim bir yoldaydı, herhalde
20 dakika sürdü yürümem. ġehrin turistik olmayan bir
bölgesiydi ama benim hep görmek istediğim oydu zaten,
günlük hayatın geçtiği yerler. Her Ģey ve herkes baharat
kokuyordu, çok sıcak bir saatti, hasta olduğum için midir
bilmem her Ģey kötü geliyordu bana, midem bulanıyordu.
Renkler bile kaybolmuĢtu sanki parlak ıĢıklara ve
gölgelere
ca
dönüĢmüĢlerdi. AteĢimi ölçtüm bayağı yüksekti sonra hep
uyudum iyi de oldu. Ġlk gece uyudum mu hatırlamıyorum
galiba üĢüyüp kıyafet değiĢtirdim ama sonra geceleri 22:30 da uyanıp 5:30 a kadar uyanık yatmaya baĢladım. O
saatten sonra dalsam bile 6-6:30‟da kalk borusu çalıyordu
zaten. Odalara göre değiĢiyordu bu kalk borusunun sesi.
Bizim oda benim cep telefonumun hafif sesi ile uyanırken,
kimi arkadaĢlar uyandırma yazdırıyorlar, otel de ayırt
etmeksizin yazdırmayanlar dahil herkesi arıyor, kimileri
klasik müzik tonlarını seçmiĢken, kimileri inek obası
eĢliğinde uyanıyordu. Patandan erken döndüler çok
beğenmiĢlerdi çevre köyleri ve Patanı. Thamel‟e gittiler
sonra, oda arkadaĢım Reyhan erken ayrılıp otele döndü beni
merak ettiği için. Sonra Nepal yolculuğunun değiĢmez bir
faaliyeti baĢladı, bavul yapıp, çanta hazırlayıp yolun o kısmı
için gerekli eĢyaları yanımıza alarak diğerlerini geride
bırakmak ve yola devam etmek.
Fotoğraf : Yelda Baler
BHAKTAPUR
4 gün: Otele yerleĢtik ve Ģehri gezmeye baĢladık. Daha
sakin bir Ģehirdi burası. Saray meydanını gezdik önce,
hamamı gördük (su yok tabii). Çok yaĢlı bir kadın yanına
oturmamı iĢaret etti sarılıp fotoğraf çektirdik birlikte.
BaĢka bir yaĢlı kadın Nazan‟ın anlına tika yapmaya çalıĢtı,
benim yanımdaki çok sinirlendi ve bağırarak kendi dilinde
bize ne kadar kızdığını diğer kadının deli veya sahtekâr
olduğunu anlattı durdu. Tapınaklar çok etkiledi beni onca
fakirlik varken estetiği göz ardı etmemeleri ve sanat ile
uğraĢmaları hoĢuma gitti. Tavus kuĢu pencereleri
gördüğümüzde Özcan Hoca “Nepal‟in milli bir ağacı ve
hayvanı var, tavus kuĢu ve Lali guras” dedi. Lali guras‟ı daha
önce duymamıĢtım ama lal ağacı olduğunu tahmin ettim ve
birden sanki gördüklerim yerli yerine oturmaya baĢladı. O
kırmızılar giymiĢ kadınlar lal ağacının çiçekleriydi, diğer
renktekiler tavus kuĢunun tüyleri. Doğu kültürlerinde
tavus kuĢu dünyevi meseleleri temsil edermiĢ. Nepal‟de
tavus kuĢu tüylerinin o güzel yanardöner renkleri tanrı
Ġndra‟nın hediyesi olarak kabul edilirmiĢ. DıĢ görünüĢünün
öneminin, kiĢisel gururun simgesiymiĢ bu kuĢ. Ne kadar
uygun diye düĢündüm, tüm karĢılaĢtığım Nepalliler süslerine
önem veriyorlardı. KarĢılaĢtığımız herkes güler yüzle selam
veriyordu bize ellerini birleĢtirerek, önce biz selam
verdiğimizde ise çok küçük çocuklar da dahil olmak üzere
hemen ellerindeki iĢi bırakıp veya durup onlarda Namaste
diyorlardı. (içindeki tanrıyı selamlarım)2
Çömlekçileri dolaĢtık. ġebnem yaĢlı bir kadınla karĢılıklı
oturdu, birlikte çömlek yaptılar. Sonra tahta oymacılar,
thanka yapanlar, momo piĢirenler arasından geçip çok güzel
bir atölyeye geldik. Atölye sahibi bizi karĢılayıp Murat‟a
Nazlı‟ya ve bana büyük bir heyecanla bir stupa yapmak
istediğini sütun için kabartmalar (tahta oymalar)
topladığını Ģimdilik 45 tane bulduğunu veya yaptığını 108
tane olması gerektiğini söyledi. Neden 108 diye sordum
Nepal için uğurlu sayı olduğunu 108 tanrı 108 tanrıça
bulunduğunu söyledi. (Döndükten sonra internetten
bakarken rudrakĢa çekirdeği tespihlerinin de 108‟lik olması
gerektiğini öğrendim eğer 108‟lik olamıyorsa 99‟luk veya
54‟lük olmalıymıĢ.) Gittiğimiz yer bir kâğıt atölyesiydi
aslında, kâğıt atölyesi ve matbaa. Himalayalar da yetiĢen
bir bitkiden kâğıt yapıyorlardı. Nedense pirinç kâğıdı
diyorlardı pirinçle ilgisi olmayan bu bitkiden yapılan kâğıda.
Hem okulda hem de evde kâğıt yapmıĢtım ben.
Tabii kağıt hamurundan, geri dönüĢümlü kâğıtları yapıp
boyamıĢtım bile ama pres olmadığı için kalın olmuĢtu çok.
ca
O yüzden çok ilgimi çekti. Bir de üst katta ne yaparsa
taklit ettiğim ve birlikte çok eğlendiğimiz küçük bir kız
vardı. Aile iĢletmesiymiĢ ve elle dizilen bir makinede
kitap basıyorlarmıĢ bu kâğıtlara. Kâğıtçı güzeldi bazı
arkadaĢlar daha uzun kaldılar. Reyhan ben ve AyĢe ayrılıp
geze geze otele döndük. Sonra tekrar gün batarken
dolaĢmaya çıktık biraz fotoğraf çektik. Yemek sonrası
oturup konuĢtuk biraz. Otelde elektrik kesintisi vardı
2:30 da gene uyandım, her yer baharat kokuyordu tekrar
uyuyamadım, o telaĢlı kuĢun ötüĢlerini dinledim ve sabah
rafting yapmak üzere yola çıktık.
5 gün: Ben raftinge katılmamaya karar verdim. Rafting
yapan arkadaĢları yol boyu otobüsle takip edip
fotoğraflarını çektik AyĢe ile birlikte. Fotoğrafları
büyüterek bakıp kimin el salladığını, kimin suya düĢtüğünü
görüyorduk, biz de çok eğlenerek Riverside otele geldik.
Otel sayfiye Ģehri gibiydi, yakınımızda Ģehir yoktu güzel
bir yerdi. Bu arada diğer arkadaĢlardan da hastalananlar
oldu.
6.Gün: Ertesi gün Pokhara‟ya doğru yola çıktık. Yolun bir
kısmında otobüsün üzerine çıkarak fotoğraf çektik, çok
eğlenceliydi. Çektiğim fotoğraflardan sadece ikisi iyi
çıkmıĢ, ama olsun otobüsün üzerinde bir yandan tutunup
bir yandan fotoğraf çekmeye çalıĢmak, gerili bez
pankartlardan geçerken hep beraber eğilerek bağırmak
eğlenceliydi. Pokhara Özcan Hocanın dediği gibi Nepal‟in
Bodrumuydu. Otel güzeldi Ģehre yakındı hemen yürüyüp
göl kenarına gittik. Sandallarla tapınağa geçtik biraz
gölde dolaĢıp geri döndük. Uzaktan kırmızı yelkenleri
gördük. AkĢam yemeğini göl kıyısında bir restoranda
yedik. Bizdeki su kenarı restoranlar gibi değildi
oturduğumuz yerden gölü çok rahat
görmüyorduk ama göle yaklaĢıp tel örgünün arkasına
baktığımızda çocukluğuma geri döndüm bir an, onlarca
ateĢ böceği yeĢil yıldızlar gibi yanıp sönüyordu. AkĢam
tekrar bavullarımızı hazırlayıp birini Pokhara‟da
bırakarak trekkinge hazırlandık.
7 Gün: Trekking çok güzel patikalar ve merdivenlerden
çıkıĢla baĢladı. Sık sık molalar vererek, etrafı izleyerek
öğlen vakti kamp yerine vardık. YeĢil bir tepenin üstünde
sarı turuncu çadırlarımıza yerleĢtik bir Ģeyler yedikten
sonra uyku tulumlarımızı yemek çadırının altına serip
öğlen uykusuna yattık. Bazı arkadaĢlar uyumayıp sürekli
fısıldaĢtılar (Bkz. Video). Sonra kalkıp çevre köylere
yürümeye baĢladık. Kampa yaklaĢtığımızda çevre köyün
çocukları etrafımızı sarıp bizimle konuĢarak yürümeye
baĢladılar. Benim arkadaĢın adı Sudip‟ti. Kendini tanıtıp
evinin yerini gösterdikten sonra her sefer benden
çikolata
istiyordu. Ben gülerek bende çikolata olmadığını
söylesem de Sudip vazgeçmedi, nedense inanmadı bana.
Her yürüyüĢ baĢında kısa bir süre eĢlik edip çikolata
istedi benden. Yakınımızdaki köyün içinden geçip keçiler
ve çocuklar arasından yürüyerek tepelere çıktık. Güzel
göl manzaralı bir tepede uzun mola verdik. Temiz dağ
havasını içime çekip manzarayı izledim, içimden spor
hocama teĢekkür ettim, sonra sırt çantamı baĢımın
altına koyup hiçbir Ģey düĢünmeden öylece uzandım ve o
güzelliğin tadını çıkardım. Her zaman olduğu gibi
etrafımızı çocuklar çevirmiĢti ve bizimle arkadaĢlık
ediyorlardı. Mola bitip inmeye baĢladığımızda onların
Ayçaaa ,Yeldaa diye sesleniĢleri eĢlik etti bize bir süre.
Köye geldik sonra, su kola ve sürme alıĢveriĢi yaptık ve
fotoğraf çektik. Kampa vardığımızda gün batmak
üzereydi limonlu çaylarımız eĢliğinde günbatımını izledik
yemek yedik, yemek sonrası köylerine dönen kadınlar
önümüzden geçerlerken aralarında bir Ģeyler konuĢup
hemen oraya oturdular ve eğlence baĢladı. Nepal
dansları ve Ģarkıları baĢladı bildiğimiz bir Ģarkıya biz
de eĢlik edince tekrar tekrar söylediler hep birlikte
dans ettik. Bizler de kendi Ģarkılarımızı söyleyip halay
çektik elele. Onlar da bizim Ģarkımıza güldüler. Bu
karĢılıklı eğlence devam etti bir süre kadınlar çocuklar
ve biz ay ıĢığı altında gülüp söyleyip eğlendik. Sonra
onlar köylerine döndüler, daha sakin oldu ortalık.
Dolunay altında biz oturduk ve Ģarkı söylemeye devam
ettik. Sesi çok güzel olan arkadaĢlarımız Reyhan,
Zeynep, Deniz ve Özcan Hoca solo söylediler (Deniz
yeni sözler yazıyordu bilindik Ģarkılara) biz ise bazı
Ģarkılarda koro olarak eĢlik ettik. Çok güzel bir
konserdi.
8 Gün: Zirveleri, Machapuchare‟yi görememiĢtik bir
türlü. Ertesi sabah erkenden uyandığımızda da
görünmüyordu tepeler. Ama kahvaltı sonrasında köyün
çocukları görünmeye baĢladılar. Gelip bizim yanımızda
oturup izliyorlardı bizi. Bir gece önceki eğlencede
arkadaĢ olduğumuz kızlar da katılmıĢlardı izleyici
gurubuna. Tepede durup bakıyorlardı bize, ya da
yanımıza geliyorlar pek bir Ģey söylemeden izliyorlardı.
Ġsimlerini
ca
bilmiyordum kızların giydikleri renklere göre ayırt
ediyordum, bir kırmızılı kızımız vardı çömelip bizi izleyen,
biri çok küçüktü gülkurusu bir Ģala sarılı geziyordu, diğeri
ise sarı-yeĢil bir üst giyiyordu. Bir de satıcılarımız vardı
ısrarlı. Ġlk gün bir kiĢiydi herhalde ben hariç herkes bir
Ģeyler almıĢtı ki ne zaman ben çadırdan çıkacak olsam bana
sesleniyordu bir bakmam için. Ben çok sıkılıyordum pazarlık
etmekten, pazarlıksız alıĢveriĢ ise olmazdı, diğer
arkadaĢlarım çok ucuza alırken ben ilk söylenen fiyatı
veremezdim. Çareyi Reyhandan yardım istemekte buldum.
Beğendiklerimi ona söylüyordum o da pazarlık edip alıyordu.
Ġkinci günün güzel kahvaltısı ardından yürüyüĢümüze
baĢladık. Hızlı bir yürüyüĢle tarlaların arasından geçtik, bir
sağlık merkezinde uzun molamızı verdik, sağlık sorunları
hakkında konuĢtuk biraz yetkililer bize bilgi verdiler.
Kahve plantasyonunu o sırada göremedik. Öğlen yemeğini
yiyeceğimiz çeĢme baĢına geldiğimizde hepimiz terlemiĢtik.
ÇeĢme altında duĢ aldık Nepal‟liler gibi. Yemeğimizi yedik
sonra çeĢme baĢında bizi izleyenlere de ikram ettik biraz.
Tekrar yola koyulduk. Kamp yakınındaki köye geldiğimizde
uzun mola verdik. Köyün bütün Coca Cola, su ve sürme
stoklarını bitirip kampa döndük. Hızlı bir yağmur baĢladı bu
arada dört mevsimi de görmüĢ olduk Nepal‟de .
9. Gün: Erkenden kalktık ertesi sabah. EĢyalarımızı
toplayıp çadırların önüne koyduk. Kamp toplanacaktı artık.
Kahvaltıyı çabuk bitirdim etrafa bakıyordum. Sarı giysili
kız çocuğunu gördüm birden. Ayakta bizim çadırların
yanında duruyordu, gözlerini kapamıĢtı, ellerini birleĢtirmiĢ
dua ediyordu sanırım. Dudakları oynuyordu ve yüzünde çok
hüzünlü bir ifade vardı. Hem gitmemizi istemiyor hem de
bizim için dua ediyor gibiydi. Ġzlendiğinin farkında bile
değildi. Fotoğrafını çekmedim, o anı bozmak istemedim.
Gerek yoktu zaten. O sahne en ince detayına kadar
aklımdaydı. Sonra gidip ona sarıldım. Güneydoğuda, doğuda
güneyde gezerken arkadaĢ olduğum çocuklara Bahar‟a,
Hevidar‟a, Esma‟ya, Zuhal‟e sarıldığım gibi sarılıp
vedalaĢtım. Birlikte fotoğraf çektirdik. Çok az bildiğim bir
Ģarkının sözleri geldi aklıma. “Aynı gökyüzü aynı keder,
değiĢen bir Ģey yok ki”3. TeĢekkürler Reyhan fotoğraf için.
Nepal diline en iyi bildiğimiz cümleyi söyleyerek (“Bistare
bistare coni ho” yavaĢ yavaĢ gidelim) göle doğru inmeye
baĢladık. Tırmandığımız yoldan farklıydı rengârenk
yapraklar arasından zevkli bir yürüyüĢle indik. Manzara
değiĢiyordu renklerde öyle göl kenarına indiğimizde
fotoğrafı çekilecek güzel görüntüler mavi kayıklar bizi
bekliyordu.
seçilebiliyordu. Koyu kızıl bir ıĢık değdi önce balık
kuyruğunun en ucuna. Sonra giderek yayıldı bu ıĢık
kızıldan turuncuya, turuncudan koyu sarıya dönerek daha
geniĢ bir alanı yaladı. GüneĢin yükselmesiyle tozlar
uçuĢmaya baĢladı zirvede, pudra Ģekeri dökülüyormuĢ gibi
görünüyordu ıĢık altında. GüneĢle birlikte ısınmaya
baĢladığı için fırtınalar çıkıyormuĢ. Sonunda görmüĢtük
Machupuchare‟yi. Otele dönüp toparlandık ve Katmanduya
uçtuk.
Fotoğraf : Lütfiye Güreli
bilmiyordum kızların giydikleri renklere göre ayırt
ediyordum, bir kırmızılı kızımız vardı çömelip bizi izleyen,
biri çok küçüktü gülkurusu bir Ģala sarılı geziyordu, diğeri
ise sarı-yeĢil bir üst giyiyordu. Bir de satıcılarımız vardı
ısrarlı. Ġlk gün bir kiĢiydi herhalde ben hariç herkes bir
Ģeyler almıĢtı ki ne zaman ben çadırdan çıkacak olsam
bana sesleniyordu bir bakmam için. Ben çok sıkılıyordum
pazarlık etmekten, pazarlıksız alıĢveriĢ ise olmazdı, diğer
arkadaĢlarım çok ucuza alırken ben ilk söylenen fiyatı
veremezdim. Çareyi Reyhandan yardım istemekte buldum.
Beğendiklerimi ona söylüyordum o da pazarlık edip
alıyordu.
Tekrar Pokhar’ya döndük, daha da güzel bir otele
transfer olduk bu sefer. Önce dolu yağdı oteldeyken,
fotoğraftan vazgeçmedik ama. Nazlı ve Murat kahve
ısmarladılar bize, Özcan hoca piyanoda eĢlik etti
Zeynep‟in söylediği Ģarkıya. Sonra Ģehre indik dolaĢıp
alıĢveriĢ ettik ve yemek yedik.
10. Gün Çok erken kalktık sabah Sarangkot‟a çıkacaktık
Machupuchare‟yi görmeye. Gündoğumundan önce gittik
seyir yerine. Zirveler karĢımızdaydı. Ay hala dolunay
gibiydi zirvenin karĢısındaki ağaçların üzerinde lacivert
bir gökyüzünden bize bakıyordu. Machupuchare bütün
ihtiĢamıyla silüet olarak belliydi. Tamamen gölgede
değildi ama mavilikler arasında karlı tepeleri mavi-beyaz
ca
Tekrar Katmandu Tanıdık bir yere geri dönmüĢtük.
ġehri keĢfe çıktık tekrar, hippilerin durağı Freak
Street‟e gittik. Biraz dolaĢtıktan sonra yürüyerek saray
meydanına geldik, oradaki tapınağın yüksek
merdivenlerine oturduk biraz dinlenmek için.
KarĢımızdaki platformda bir toplantının hazırlıkları
sürüyordu. Biraz sonra ellerinde farklı bayraklarla
kalabalık guruplar doldurdu meydanı. Seyirciler tapınak
merdivenlerini doldurmuĢlardı zaten. KonuĢmalar baĢladı
az sonra. Hiçbir Ģey anlamıyordum ama konuĢanların
heyecanını duyabiliyordum. GüneĢ çok güzel ısıtıyordu,
yakmıyordu. MarĢları dinledim bir süre, kırmızı beyaz
bayrak cümbüĢünü seyrettim. Eskisi kadar karmaĢık ve
Eskisi kadar karmaĢık ve kalabalık değildi sanki
Katmandu. Gürültü de o kadar rahatsız etmedi beni. Evet,
hala kötü kokan yerler vardı ama bir süre sonra
duymamaya baĢlıyordum kokuyu. Yabancı değildim artık.
Daha önce hatırladığım Ģarkının sözleri doğru değildi
demek ki. DeğiĢen bir Ģeyler vardı. Ben değiĢmiĢtim.
Tekrar yola koyulduk sonra Thamele gittik. Yağmur
baĢladı yine Cafe‟ye sığındık. AkĢam Rum Doodle „a
yemeğe gittik dağcıların gittiği Cafeye, dev bir ayak izi
bıraktık.
12.gün Hastalanma sırası oda arkadaĢımdaydı. O gün
dönecek arkadaĢlar tekrar Boudanat‟a gittiler ben otelde
kaldım. Öğleden sonra döndü arkadaĢlarım yola
çıkıyorlardı biz ise 3 arkadaĢ kalıp Hindistan‟a devam
edecektik. ArkadaĢlarımı uğurladık. Nepal seyahatinin
bittiğine üzülüyordum bir yandan, bir yandan da
Hindistan‟a gideceğim için heyecanlıydım. Daha sonra
Thame‟le gittik, Yelda ile yemek yedik döndük.
13. gün Patanı görememiĢtim ben. Sabah erken Patana
gittik Yelda ile birlikte, ben fotoğraf çekerken o bir
tapınağın kenarında oturup kitabını okudu. Patan
meydanına bilet alarak giriliyor. Yoldan meydana
girdiğinizde ayrı bir dünyaya düĢmüĢ gibi oluyorsunuz.
Trafik yok çünkü. Toz toprak ta yok. Sakin sessiz
Fotoğraf : Lütfiye Güreli
gezilebiliyor. Çevreleyen dükkânlar çok zevkli ve tabii
rengârenk ürünler satıyorlar. Bol güvercinli meydanda
(Neden kuĢlar hep tapınakların etrafında olurlar?)
çocuklar koĢarak güvercinleri korkutuyor, uçuruyorlar.
Meydandan çıkar çıkmaz baĢka bir yürüyüĢü izlemeye
baĢladık. GökkuĢağının renkleri gibi ayrı ayrı kırmızılı
turunculu sarılı yeĢilli mavili çoğunlukla kadınlardan
oluĢmuĢ guruplar halinde bir gösteri yürüyüĢü vardı.
Sivil toplum örgütlerinin yürüyüĢüymüĢ ama neyi
protesto ettiklerini öğrenemedik. Otele döndük sonra,
toparlanıp Hindistan‟a doğru yola çıktık. Katalar
verdiler bize uğurlarken. Ben baĢıma bağlayıp
Hindistan‟da otele gelene kadar açmadım. Döndükten
sonra Katmandu‟da Ev Hali kitabında okudum öyle
yapılırmıĢ2. Yolcuların gidecekleri yerlere sağ salim
varmaları içinmiĢ. Bilmeden doğru yapmıĢım demek.
23 gün sonra tekrar Ġstanbul Farkı bir hikâyeydi
Hindistan. Hep Ģehirlerin müzikleri olduğunu
düĢünürdüm. O Ģehre özgü değil de çaldığında bana o
Ģehri hatırlatacak bir melodi. Hindistan‟da Ģehirlerin
renkleri de olduğunu öğrendim. Amber Ģehir, pembe
Ģehir Jaipur, mavi Ģehir Jodpur gibi.
Ġstanbul‟a güzel bir saatte döndük. Boğaz köprüsünden
geçerken taksi Ģoförü camı araladı. Mis gibi Boğaz
havasını içime çektim. Erguvanlar açmıĢtı, mor salkımlar
açıyordu, leylaklar açmak üzereydi.
Erguvan renkli Ģehrime geri dönmüĢtüm. ca
ca
Fotoğraf : Yelda Baler
NAMASTE!
Yazı : Ömer Faruk Farsakoğlu
Yolculuk, zihnimi toparlayabildiğim değil, dağıttığım bir
Ģeye dönüĢtü. Üstelik bütün “akılcı” alıĢkanlıklarıma
rağmen…Algım ve algıyı oluĢturan Ģeyler üzerine de
düĢünmeme neden oldu. Net bir fotoğraftan çok, parçalı
izlenimlerden oluĢan bir yazı olacak bu. Zamane tabiriyle
biraz “postmodern.”
1.Nepal, bölgede yabancı hâkimiyetine girmemiĢ tek ülke.
Dünya‟nın en yoksul 50 ülkesinden biri. Halkın çoğu
Hindu. Budistler, Müslümanlar veHıristiyanlar da var.
Ġnanç temizliğine gitmektense beraber yaĢamayı
denemiĢler. Ortalık tapınaktan ve tanrıdan geçilmiyor.
Bu da, "Nepal'de hiçbir Ģey kesin değildir, bunu hiç
unutmayın. Kesin olduğu varsayılanlar bile en az iki farklı
yaklaĢımla, değiĢik adlandırmayla ve zıt açıklamalarla
çıkar karĢımıza. Sagarmatha Etekler.inde-Nepal
Yolculuğu, Özcan Yurdalan, Agora Yayınları, 2005, s. 68."
türü bir gözlemine neden olmuĢ yazarın. "Akla" pek
itibar etmiyorlar anlaĢılan...
2. Algımı ilk sarsan Ģey pirinç! Braudel‟den beri bizi
yapan Ģeylerin kandan, kemikten öte bir Ģeyler olduğunu
biliyoruz. Ġklim de bunlardan biri. Ama yemek asli
faktörlerden biri. Salt pirinçle beslenmenin kiĢiyi farklı
yapan Ģeylerden biri olabileceğini düĢünüyorum artık. Bu
farkın ne olduğunu çözebilmiĢ değilim, zor. Basit:
Tahılsız da beslenmek mümkünmüĢ; masada ekmek
olmadan yemek de! Hiç aklıma gelmezdi…
Ekmek ve hamur iĢleri diyarından pirinç diyarına gitmiĢ
olduk. Yağsız pirinç ve ona garnitürlük eden bilumum
nebatat. Narin bedenli kadınlar, erkekler.
Pirinçle beslenenler rüyalarında ne görürler, nasıl
dokunurlar?
3. Nepal‟de kedi yok! Ġlk günler bir Ģeylerin eksikliğini
hissederek bakındım. Etrafta hayvan var, keçi ve
maymun mebzul miktarda mevcut. Ama kedi yok!
[Himalaya/Machapuchare eteklerindeki ıssız bir dağ
köyünde iki tane gördüm.-YaklaĢık 2000 m yükseklikte.]
Tanrıların koruyucu/taĢıyıcı hayvanları varmıĢ. Fare en
popüler tanrılardan olan Ganesh‟in koruyucu/taĢıyıcı
hayvanı imiĢ. Kediler kutsal fareyi yedikleri için matah
bir hayvan kabul edilmiyormuĢ.
Buna bağlı olarak kediden söz eden edebiyat, Ģiir,
fotoğraf da yok. Fare var mı peki? Bilmiyorum.
ca
DeğiĢik kaynaklarda insanın ilk hayvan arkadaĢı olarak at
geçer. Rivayet muhtelif. Buna köpek, keçi, koyun, sığır,
kümes hayvanları ve kedi eĢlik eder. Nepalliler insanın bu
uzun yürüyüĢünde kedi ile değil fare ile yürümüĢler?!
Yol arkadaĢı fare olan kiĢi nasıl bir karakter edinir?
Yol arkadaĢı kedi olan biri ile arkadaĢlık yapabilirler mi?
Selçuk Demirel, Behiç Ak , Oya Baydar… kedi olmadan aynı
sanatsal üretimi sürdürebilirler mi?
4. Nepal, dağ ve trekking ülkesi. Dünyanın en yüksek dağ
sırası Himalayalar bu bölgede: Langtang Urung (7234 m.),
Dorje-Lakpa (6966 m.), Gauri Shankar (7134 m.), Nuptse
(7855 m.), Sagarmatha (Everest, 8848 m.), Lhotse (8516
m.), Amadablam (6812 m.), Chamblang (7319 m.), Makau
(6463 m.), Kanchenjunga (8170 m.). Dünyanın her yerinden
dağ ve yürüyüĢ severler ülkeye akın ediyorlar.
Peki, “yukarısı”, yüksek dağ neden çeker insanı?
Soğuk, yalnızlık ve ölüm riskine neden katılır insanlar?
“Biriciklik” duygusunu tatmak, dünyada çok az insanın
yapabildiği bir Ģeyi yapabilmek için mi?
Aynı Ģeyler “aĢağıda” da mümkün; soğuk, yalnızlık, ölüm ve
biriciklik riski mağaracılıkta da mümkün. Fazlası var,
karanlık! Meçhul! Ama mağaracılık yüksek dağ kadar
çekmiyor insanları.
TanrılaĢmak için olmasın? AĢağıdan kurtulmak, yukarıdan
bakmak için?..
“Yukarı”nın görünür olma, yani “poz verme” imkânları daha
çok…belki de?
Bilmiyorum…
5. “Kazancakis Aynaroz dağında, Karyes‟e giden taĢlı yolda
bir arkadaĢıyla birlikte yürümektedir. „Sanki çok büyük bir
kiliseye girmiĢtik: Deniz, kestane ormanları, dağlar ve
bunların üstünde, kubbe niyetine gökyüzü.
ArkadaĢıma döndüm –„Niçin konuĢmuyoruz?‟dedim, sıkıntı
vermeye baĢlayan sessizliği bozmak amacıyla. „KonuĢuyoruz‟
diye karĢılık verdi arkadaĢım, hafifçe omzuma dokunarak,
„KonuĢuyoruz ama meleklerin diliyle, sessizlikle konuĢuyoruz.‟
Ve birdenbire, çok kızmıĢ gibi: „Ne konuĢalım istiyorsun?
Her Ģeyin ne kadar güzel olduğunu, yüreğimizin kanatları
olduğunu ve uçmak istediğini, Cennete giden yolda
olduğumuzu mu? Laf, laf! Sus.”
“Yürümeye Övgü, David Breton, çev: Ġsmail Yerguz, Sel
Yayınları, 2008 . s. 48”
“YürüyüĢ dünyanın açıklığına yeniden kavuĢmayı sağlayan
anlamı yavaĢ yavaĢ üretir. Ġnsan çoğu zaman kendi dıĢına
atıldıktan sonra yeni bir çekim merkezi bulmak için
yürür. Kat edilen yol cesaretsizlik ve yorgunluk doğuran
bir labirenttir, ama bu labirentin tamamıyla içsel bir
çıkıĢı vardır ki orada insan bu deneyimi kendi lehine
çeviren anlamlar ve mutluluklar bulur.”
“Yürümeye Övgü, David Breton, çev: Ġsmail Yerguz, Sel
Yayınları, 2008. s. 133
6. Machapuchare‟yi seyir noktalarından birindeyiz.
Takriben 2000 m. Çadırlarımız kuruldu. Civarda 5 saat
süren yürüyüĢler yapıyoruz. Ahaliyi izliyor, bitki
örtüsüne, pirinç teraslarına bakıyor, dayanıklılığımızı
sınıyoruz. Yakınımızda çok küçük bir köy var. AkĢam
yorgun argın kamp yerine vardığımızda bir ağırlık
çöküyor, seriliyoruz. Kamp ekibinin hazırladığı akĢam
yemeğini yedikten sonra dağılmıĢ, dinleniyoruz. Hava
serin. Machapuchare yüzünü gösterecek mi? Bulutların
ardında nasıl bir surete sahip, görebilecek miyiz? Bir
kadeh rakı ne güzel giderdi! Tam kerahet vakti!
Köylülerde evlerde hazırlanmıĢ rakı olduğu fısıltısı
yayılıyor birden. Adı: RakĢi. BaĢ ġerpamız kendisi için
almıĢ, bize de ikram ediyor. Birer kadeh atıyoruz. Küçük
bir köylü grubu önümüzden geçiyor. Meraklı gözlerle
bize bakıyorlar: Kim bunlar? Ne iĢleri var bu ücra yerde?
Turiste alıĢmıĢlar bir nebze. Dağlara tırmanan, yürüyen
Batılılara rastlamak her zaman mümkün. Ama yine de
yaban yaban bakıyorlar. Oturdular. Bakıyorlar. Kadınlar
sarilerini* giymiĢ, biraz bakımlı; erkekler daha savruk.
Bir tef sesi hafiften sarıyor geceyi. Kadınlar oyuna
kalkıyorlar. Ġnce bedenleriyle, zarif el hareketleriyle
salınmaya baĢlıyorlar. ġaĢırıyoruz. Dağın baĢında dans
eden Nepalli kadınlar! Bir tuhaf müzik. Ġnce, baygın.
Katılsak mı, yakıĢık alır mı? Ne yapsak? EĢek değiliz ya,
birer kadeh daha rakĢi çekip, cesaret toplayıp, hata
yapmayı göze alıp kadınlara katılıyoruz; Türk usulü.
Misafirperverliklerine acemi acemi eĢlik etmeye
çalıĢıyoruz…
Tek bildiğimiz Nepal Ģarkısını istek olarak iletiyoruz:
Resham Firiri. ġaĢırıp, seviniyorlar. Beraberce
söylemeye çalıĢıyor, dans ediyoruz. Bir ara bir sessizlik
oluĢuyor. Elle tutulur gibi. Herkes birbirine bakıyor. Bir
kusur, kabahat!? Erdal Öz‟ün bir anısı hücum ediyor: Bir
Doğu gezisinde akĢam meĢk ederken karĢılıklı kadehler
kaldırılıyor; “bir sen bir o.” Kaldırmamak ayıp. KarĢılıklı
ca
içiliyor. ġarkılar söyleniyor: O da “bir sen bir o.” Erdal Öz
“Turnalar”ı söylüyor. Burada da mı aynı gelenekgeçerli.
Onlar söyledi, biz sustuk. Ayıp mı ettik? Sıra bizde mi? Kim
söyleyecek? Nasıl? Sessizlik buz gibi? Machapuchare‟nin
kaĢları çatık…
Birden tok bir ses sessizliği bozuyor: Gül yüzlülerin Ģevkine
gel núĢ edelim mey. / ĠĢret edelim yâr ile Ģimdi demidir hey
aman aman, / ĠĢret edelim yâr ile Ģimdi demidir hey. / Bu
kavli sürâhi eğilip sâgâra söyler, ne der. / Adilleredir,
nâtenedir nâtenedir ney aman aman / Dümderelâdir,
nâtenedir nâtenedir ney. / Mecliste çalındı yine tambur ile
neyler aman aman, / Mecliste çalındı yine tambur ile neyler.
/ ÂĢık-ı biçarelerin gönlünü eyler aman aman. / ÂĢık-ı
biçarelerin gönlünü eyler. / Daire semâi tutarak ney neye
söyler, ne der. / Adilleredir, nâtenedir nâtenedir ney aman
aman. / Dümderelâdir, nâtenedir nâtenedir hey.
[Beste: Tab'i Mustafa Efendi; Makam: Bayati; Usul ve form:
Yürük Semai] Rehberimiz Özcan Yurdalan durumu
toparlıyor. Biz Ģarkısız insanları mahcup etmiyor. Bu son
derece incelikli Ģarkıyı hiç detone olmadan söylüyor. Biz
rahatlamıĢ, ayıp etmekten kurtulmuĢ olarak gevĢiyoruz.
Ardından Zeynep Yassıbağ, “Kalbim Ege'de Kaldı”yı
patlatıyor. Keyifler kekâ!
Gece. RakĢi. Kadınlar. Dans. Ve Machapuchare gülümsüyor…
harita, kitap, fotoğraf malzemesi, turistik eĢya satan
küçük bir büfe mevcut. Bizdeki mahalle aralarında yer
alan gazete bayilerine benzer. “Ne okuyorlar” diye
merakla bakınırken gördüm. Toplam 20-30 kitabın
arasında Orhan Pamuk‟un kitapları vardı. Bir tane de
YaĢar Kemal. Çok sevindim! (Her ikisi de Ġngilizce.)
Memleketinde korumalarla dolaĢan, yargılanan Orhan
Pamuk‟un dünyanın en yüksek, en ücra köĢelerinden
birinde okur bulmasına ne demeli, bilmiyorum.
Dünyanın zirvelerine aylarca sürecek bir tırmanıĢ için
hazırlık yapan, bedenini yıllarca bu tırmanıĢ için sabırla
terbiye eden dağcıların, trekkingcilerin Orhan Pamuk‟u
yol arkadaĢı olarak seçmelerine ne demeli, onu da
bilmiyorum. Sosyolojik gözlemlerle, edebi kestirimlerle
sonuç alınabilecek sorular değil bunlar. (Neden Ernest
Hemingway değil,örneğin?)Uydurayım bari: Her ikisi de
tırmanmayı, zirveyi, zirvenin ıssızlığını seviyor. Soğuk ve
puslu zirvelerden aĢağıdaki hayatlara bakıp,
düĢünmekten çok hoĢlanıyor. Nasıl?
Orhan Pamuk‟un yazarken bolca hayal kurduğunu da
biliyoruz, söylüyor. Kendini okuyanları hayal ederken,
aralarına 8848 m‟lik dünya zirvelerine çıkmayı hayal eden
dağcıları da ekliyor muydu, onu da bilmiyorum.
Sari: Hindistan‟ın büyük bölümünde kadınların vücutlarına
dolayarak ucunu baĢlarının üzerinden geçirip aĢağıya
sarkıttıkları, kadın giysisinin en önemli parçasını teĢkil eden
dikiĢsiz kumaĢ parçası. Hint Dünyası, Gordon Johnson, çev.:
Müfide Pekin, ĠletiĢim Yayınları, 1998.
7. Pokhara/Nepal, Machapuchare Dağı‟nın eteklerinde
küçük, turistik bir yerleĢim yeri. Bu dağa çıkıĢ yasak.
ġerpalar, dağcılara eĢlik eden dağ köylüleri “uğursuz” diye
çıkmayı reddediyorlar. Uğursuzluk dağda değil, dağa yapılan
saygısızlıkta. Bazı Ģeyleri ellememek gerek, her yere
çıkmanın, çok meraklı olmanın bir anlamı yok; bırak o da öyle
kalsın! Devlet de halkın bu “kutsal dağ”ına çıkıĢ yasağı
koymuĢ.
Himalayalar‟a çıkmak isteyen dağcıların konakladıkları,
dinlendikleri, havanın tırmanıĢ için uygun hale gelmesini
bekledikleri bir yer Pokhara. Bütün ekonomi ve sosyal hayat
dağcılara göre düzenlenmiĢ. 20-30 civarında koltuk
kapasiteli uçaklarıyla yolculara hizmet veren küçük bir
havaalanı var. Çok az uçak inip kalkıyor; çok az insanın yolu
buralara düĢüyor. Havaalanında da gazete,
Fotoğraf : Yelda Baler
ca
“Kendimden çıkmak” için çıktığım bu yolculuğun en ücra
yerinde bütün kitaplarını okuduğum Türkçe‟nin yazarına,
Türkçe‟deki kendimin bir parçasına rastladım.
Anladım ki kendini bir dünya yurttaĢı gibi kuran,
ürünlerini evrensel ölçütleri gözeterek veren
yazarlarımızın sinemacılarımızın yankısı dünyaya yayılmıĢ
durumda: Orhan Pamuk, YaĢar Kemal, Nuri Bilge Ceylan,
Semih Kaplanoğlu, Sema Kaygusuz…
“Milli devlete” sıkıca bağlanarak dünyayı kendinden
ibaret görmeye dönüĢen milliyetçilik ise kendini kendine
hapsediyor…Evinin pencerelerini kapatıyor, hatta
bodruma iniyor.
8. Maocu gerillalar uzun bir süredir silahlı mücadele
veriyorlarmıĢ. 2006‟da silahlı mücadeleye son vererek
seçimlere katılmıĢlar. 2008 yılında yapılan seçimleri en
çok sandalyeyi alarak kazanmıĢlar ve iktidar ortağı
olmuĢlar. Genelkurmay BaĢkanı‟nın görevden alınması
istemleri reddedildiği için hükümetten ayrılmıĢlar…
ġehirli ve önyargılı algılayıĢımla Nepal‟de epey altyapı
sorunu olduğunu fark ettim. ġehirlerde insanların
hayatlarını kolaylaĢtırmaya, toplu yaĢamanın gereklerini
yerine getirmeye yönelik organizasyon sorunu çoktu.
Ġlk görenler yığılmıĢ, günlerdir bekleyen çöpleri görünce
ĢaĢıp kalıyorlardı, ben de öyle! Ama ücra bir köyde Mao
afiĢlerini görünce ne düĢüneceğimi ĢaĢırdım. Politika 2030 haneli köylerin bir parçası olmuĢ. Bir iki saat sonra
yine yakın bir köyde 20-30 kiĢilik bir grubun miting
yaptığını gördük. Sağlık sorunlarını protesto ediyorlardı.
Ġkinci köy ahĢap oymacılığının tarihi merkezlerinden
biriymiĢ. O köyde bir kadın evin önünde yıkanıyordu,
cıbıl. Ġkaz edilmiĢtik, dikkatli bakmayacak, fotoğraf
çekmeyecektik. (Kadınlar için değil bu kurallar tabii,
onlar her ikisini de „yakın plan‟ yaptılar.) Yıkanan kadına
köy ahalisi aldırıĢ etmiyor, az ötede kâğıt oynuyorlardı.
Bu denli politikleĢmiĢ bir halk yakında altyapı sorunlarını
çözer bence! Rehberimiz onlarca etnik kökenden ve
farklı inançtan söz etti. OrtaklaĢa konuĢtukları dil
Nepalce ve Ġngilizce.
9. Yediğim en sert tokat Siddharthabank tabelası oldu.
Katmandu‟nun sokaklarında gezinirken arada bir
rastladığım tabelayı algılamam, sindirmem uzun sürdü.
Biliniyor, Siddharta (çev.:Kamuran ġipal, Can Yayınları,
2002) 1964 yılında Nobel‟i alan Hermann Hesse‟nin
doğuyu anlattığı kült kitaplarından birinin adı. Budizmin
kurucusu olan Buddha‟nın doğum adı olan Siddhartha,
amacına ulaĢan anlamına geliyor. Kartezyen akla, salt
iktisattan ibaret bir kavrayıĢa tereddütle bakanların el
attığı kitaplardan biri. Yazar kitapta her Ģeyi bırakarak
kendini arayan gezgin bir “çilekeĢin/derviĢin arayıĢ”
sürecini ve onun yoksul bir kayıkçı olan Vasudeva‟nın
yanına, bir ırmağın kıyısına, bir incir ağacının (Bodhi)
altına yerleĢerek “bulması”nı anlatır. (Vasudeva,
Sanskritçe'de "ırmak tanrısı" anlamına geliyor.)
Siddharthabank, kapitalizmin nasıl fütursuz bir
küstahlıkla bazı kavramların içeriğini yağmalayarak
kendini maskelediğini, kendine dönüĢtürdüğünü gösteren
veciz bir örnek. Ama biliniyor bu mekanizmalar ikili
çalıĢır hep: Talep yoksa arz yoktur! Budist Nepalliler
memnunsa bize susmak düĢer! (YaklaĢık 15 yüzyıllık bir
geçmiĢe sahip olan Siddhartha‟nın 2 yüzyıllık bir tarihi
olan kapitalizm tarafından massedilebilmesi de ayrıca
kafa yorulması gereken bir mevzu! Ama bizi aĢar!)
10. Bhaktapur/Nepal‟de bir çılgın zanaatkâr yaĢıyor. Adı:
Aparna Prajapati. Kâğıdı kendi üretiyor. Kitabı kendi
basıyor. Atölyesinin adı: The Peacock Shop. Kâğıdın
hammaddesi olan ağaç Himalayalar‟da 4.000 ila 7.000 m
yükseklikte yetiĢiyor. Defnenin bir türü. Ağaç kesimi
devlet denetiminde. Sırf bu ağacın kesimi ile yaĢayan
kabileler/köylüler varmıĢ. Daha çok aile mensuplarının
çalıĢtığı kâğıt üretim atölyesini gezerken yakın dönemde
edindiğiniz matbaacılıkla ilgili bildiğiniz her Ģeyi
unutmaya hazır olun. Sanki bir zaman tüneline girip 100200 yıl öncesine seyahat ediyorsunuz. Neredeyse her
Ģey el ile, el tezgâhında yapılıyor. Ağaç hamur haline
getiriliyor, inceltiliyor, dokusu baskı yapılabilecek hale
geliyor, güneĢte kurutuluyor, renk veriliyor. (Pelür kâğıt
üretilmiyor, tabii ki!) Ve üretim sürecinde ağacın doğal
dokusunu zedeleyecek hiçbir katkı maddesi kullanılmıyor.
Üretilen kâğıt mutlak anlamda organik ve çok sağlam. XI.
yüzyıldan beri yazılan tüm kutsal metinler bu ağaçtan
yapılmıĢ kâğıtlara yazılıyor, basılıyor ve ne denli sağlam
olduğunu görebilmek için müzelerde mevcut. Günümüzde
muhtelif katkı maddeleriyle üretilen, beyazlatılan ve
inceltilen kâğıtların ise ömrü kısa, bir süre sonra
dağılacak. Tarih, kâğıt üzerinden gelecek nesillere
aktarılamayacak. Ama Aparna Prajapati‟nin kâğıtları en
az 15 yüzyıl varlığını sürdürecek. Çılgın demiĢtim! Aparna
Prajapati ürettiği kâğıtlarla, minik bloknot, defter, zarf,
kesekâğıdı, ambalaj kâğıdı, kartvizit… vb. Ģeyleri
yaparken bir de kitap basmıĢ.
ca
Matbaacılıkla yaklaĢık 30-40 yıldır ilgilenenler
hatırlayacaktır. Satırlar kurĢun harflerle dizilir,
resimlerin/fotoğrafların kliĢeleri çekilir, sayfa
bağlanırdı. Cağaloğlu‟nun izbe bodrumlarında baĢlardı bir
kitabın üretim süreci. KurĢunun zehirleyici etkisinden bir
nebze korunmak için süt içerdi ustalar. Karanlıkta
içtikleri sigaranın ateĢi parlar, epey uzun süren dizgi
sırasında kitabı da okur, hakkında iki çift laf ederlerdi.
Aralarında imla kurallarını düzelten, bozuk cümleleri
onaran ehil zanaatkârlar da vardı. Birkaç kez tanık
olmuĢluğum var yazar ile zanaatkârın kitap hakkındaki
sohbetine.
Yazarlar, kitabını ilk kez okuyan zanaatkârın
düĢündüklerini ilgiyle dinler, zevkle gülümserlerdi. En son
Burhan Oğuz‟un Can Matbaa‟nın zanaatkârı Ali Usta ile
sohbetini hatırlıyorum. (Burhan Oğuz, Türkiye Halkının
Kültür Kökenleri-Teknikleri, Müesseseleri, Ġnanç ve
Âdetleri adlı devasa çalıĢmanın yazarı. 1982 yılında
Sedat Simavi Sosyal Bilimler Ödülü‟nü almıĢ olmasına
rağmen kıymet bilmez kültür hayatımızın ihmal edilmiĢ
incilerinden biri. Bana 08 09 1989 tarihinde imzalamıĢ
kurĢunlarla dizilmiĢ kitabının ilk cildini. 928 sayfa + 28
sayfa kliĢe baskı kuĢe, 15.00 TL.) Bekir Yıldız‟la yapılmıĢ
bir röportajı da hatırlıyorum. O da Ali Usta gibi aynı iĢi
yaparmıĢ, bir gün dizdiği kitapları okurken ben daha
iyisini yazarım diye baĢlamıĢ yazarlığa. Ardından Kürt
halkının sert gerçeklerini anlatan kitaplar geldi, 1980‟li
yıllara damgasını vurdu. Yaratıcılık açısından has
zanaatkârlıkla yazarlığın yakın akrabalığına dair çarpıcı
bir örnek bu, hatırlamak yerinde olur.
Kitabı oğlu yazmıĢ. Adı: Glimpses from Nepal&Tibet-
Your First Step into the World of Hindu and Buddhist
Imagery, Written, Compiled & Designed by Suyog
Prajapati (Nepal ve Tibet'e Bir BakıĢ-Hindu ve Budist
Ġmgelerine Ġlk Adım, Yazan, derleyen ve tasarlayan
Suyog Prajapati). 148 sayfalık kitabın hemen her
sayfasında kliĢeler var. Ġplik dikiĢ yapılmıĢ ve 920 adet
basılmıĢ. Her kitaba numara veriliyor, alıcısı
kaydediliyor, adı, adresi alınıyor. Benimkinin numarası
650. Ġlk basım 2007‟de yapılmıĢ. Her yıl 220 civarında
satılıyor. Fiyatı 80 $. ġimdi sıkı durun: Kitabın dizini var!
Ayrıca Ģömizi, ipe iliĢtirilmiĢ ayracı da var. Bizim
çeviriye, düzeltiye, dizine özenmeyen, iyi iĢ yapmaya
gönül indirmeyen, zanaatkârlıktan el almaktan vazgeçen
yayıncılarımızın dikkatine! Hele redaksiyon yapmayan ya
da düzeltmenin adını yayıma hazırlayan yerine yazan kimi
Foto2 resim altı yazısı: Kitabın yazarı, Ömer Faruk,
atölyenin sahibi, kitabı basan usta ve arkada Sallama
Heidelberg. Kâğıt okĢamayı sevenlerin mutlu, mesut
toplu gülümsemesi. Fotoğraf : Murat G. BaĢ
vasıfsız yayıncılarımızın on iki kere dikkatine! [Vasıfsız:
“Niteliği olmayan, niteliksiz. Bir zanaatı yapabilecek
becerisi olmayan”, Türkçe Sözlük, Dil Derneği Yayınları,
2005. –Aradaki imkân farkı, yoksulluk boyutu dikkate
alındığında belki de “vasıf-altı” demek daha doğru olur.
Hele hat, tezhip, ebru ve minyatür gibi incelik isteyen
bir geleneğin topraklarında yaĢadığımız düĢünülürse bu
inceliğin (=incelik, vasıftır!) sürdürülmemesinin yarattığı
toplumsal tahribat daha iyi anlaĢılabilir. -ah, kimselerin
vakti yok/durup ince Ģeyleri anlamaya. Gülten Akın]
Aparna Prajapati‟den rica ettim, kitabın nasıl basıldığını
görmek istedim. Ġzbe bodrum macerası tekrar baĢladı.
ĠstiflenmiĢ kâğıt toplarının arasından geçerek karanlık,
kuytu bir köĢeye geldik. KarĢıma epeydir görmediğim bir
siluet dikildi: 1954 model Sallama Heidelberg. Sessiz,
vakur. Yedek parçası epeydir üretilmeyen Sallama
Heidelberg Himalayalar‟ın gölgesinde ustasını, basacağı
kitabı bekliyor.
Baskı ustası benim bu denli çok ilgilendiğimi görünce
kendi maharetini göstermek istedi. Bir kenara yığılmıĢ
kitabın bağlanmıĢ sayfalarından birini alarak Sallama
Heidelberg‟i ayarladı, baskıya geçti. Organik kâğıdın
üzerine tek bir sayfa bastı. Benzer iĢlemin binlerce kez
yapılarak basıldığı, baskının aylarca sürdüğü bir kitaptan,
bir zanaatkârlık Ģaheserinden söz ediyoruz.
ca
Zanaat ve zanaatkârlık hakkında da iki çift laf etmek
lazım, elzem! Sözlük Ģöyle diyor: “Ġnsanların maddeye
dayanan gereksinmelerini karĢılamak için yapılan,
öğrenimle birlikte deneyim ve ustalık gerektiren iĢ.
Türkçe Sözlük, Dil Derneği Yayınları, 2005.” Sosyolojinin
yakın dönemdeki en parlak isimlerinden Richard Sennett
Karakter AĢınması-Yeni Kapitalizmde ĠĢin KiĢilik
Üzerindeki Etkileri ( çev.: BarıĢ Yıldırım, Ayrıntı
Yayınları, 2005) adlı kitabında yeni ekonomik düzenin
insandaki yansımalarını incelerken Ģu sonuca varıyor:
Güvensizlik, kayıtsızlık ve karakter aĢınması… Karakter
edinmek için insanların birbirleriyle kurduğu iliĢkilerde
derinleĢmesi gerektiği, fakat artan kaygısızlık ( = buna
kayıtsızlık da eklenebilir) eğilimleri yüzünden bunun
gerçekleĢemediği… dolayısıyla uçuculuğa, yüzeyselliğe
teĢne insanlar topluluğuna dönüĢmemizden ve bunun
tehlikelerinden söz ediyordu.
Hasılı: ĠĢini iyi yapmanın hem kendini inĢa etmede asli
faktörlerden biri olduğuna hem de toplumsallıktaki
dönüĢtürücü rolüne dikkat çekiyor Sennett. Tersten
okursak, iĢini kötü yapıyorsan kendini çürük temeller
üzerine kurar, çocuğunu da kötü yetiĢtirirsin, diyor ve
sorunun bulaĢıcı, yaĢadığı toplumsallığı çürütücü
karakterine dikkat çekiyor. Böylece, iĢini iyi yapanların
duyduğu haklı “gurur”u edinemeyenlerin baĢka
insanlardan iĢini iyi yapmasını istemeye hakkı olmadığına
iĢaret ediyor! Çünkü, iĢini kötü yaparak sen hem kendini
hem de içinde yaĢadığın toplumsallığı çürütüyorsun,
diyor.
Hani derler ya “yediğin kadarsın!” Denebilir ki “yaptığın
iĢ kadarsın!”
Himalayalar‟ın gölgesi Bhaktapur‟daki zanaatkârların
saçlarını okĢuyor…
Saygı, alkıĢ!..
Son kitabı Zanaatkârlık‟ta* (çev.: Melih Pekdemir,
Ayrıntı Yayınları, 2009) ise buna neden olan sürecin
temellerine iniyor ve zanaatta duraklıyor. Ona göre
“Zanaatkârlık sürekli, temel insan dürtüsüne, kendi iyiliği
için bir görevi güzel yapma arzusuna iĢaret eder.
Becerikli el emeğine kıyasla, zanaatkârlık çok daha
cakalıdır; bilgisayar programcısının, doktorun ve
ressamın iĢine yarar; yurttaĢlık ve ebeveynlik dahi
ustalıklı bir hüner olarak yaĢama geçirildiğinde daha
etkin olur. s. 20.” (…) Beceri, yükümlülük (abç) ve
muhakeme açısından “El ile kafa arasındaki yakın
bağlantıya odaklanıyor. Her iyi zanaatkâr, somut
pratikler ve düĢünme arasında bir diyalog kurar; bu
diyalog birbirini besleyen alıĢkanlıklara doğru evrilir ve
alıĢkanlıklar da sorun çözümü ve sorunu bulma arasında
bir ritim oluĢturur. s. 20.” “Maddi Ģeyleri imal etme
zanaatı, baĢkalarıyla olan iliĢkimizi de Ģekillendirecek
tecrübe tekniklerine bir yaklaĢım sağlar.
Ġyi iĢ yaparken karĢılaĢtığımız hem imkânlar hem
zorluklar, insanlarla iliĢki kurarken de geçerlidir. s. 378.”
“Söz konusu olan, bir çömlek yapımında geçerli olduğu
gibi aynı ölçüde bir çocuk yetiĢtirmede de geçerlidir. s.
379. – Her iki „bir‟ de Türkçe açısından fazla. Ö.F.” “Bir
kiĢinin yaptığı iĢten duyduğu gurur, beceri ve
adanmıĢlığın bir ödülü olarak, zanaatkârlığın kalbinde
(abç) yer alır. s. 384. – Yine, her iki „bir‟ de Türkçe
açısından fazla. Ö.F.”
ca
*Kitap salt benim
anlattıklarımdan ibaret değil
elbette. Atom bombasını
yapan da, toplama
kamplarındaki cellat da iĢini
“iyi yapıyor!” Sennett onları
baĢka bir bağlamda ele
alıyor.
Zanaatkâr iĢ aletini okĢuyor.
Fotoğraf: Murat G. BaĢ
11. Ganesh, koca göbekli, fil kafalı bir tanrı. En çok
sembolize edilen tanrılardan biri. Her yerde var.
Hinduizm'deki en tanınmıĢ ve saygı duyulan tanrı
temsillerinden birisi. ġiva ve Parvati'nin ilk doğan oğlu.
KiĢinin içinde keĢfedilmeyi bekleyen tanrısallığı
sembolize ediyormuĢ. Ġlk görüĢümde sempatik geldi.
Tapınmayla arası olmayan bir zihin ikliminden geliyorum.
Ama arada bir “rakı tanrısı olsa da gidip yanağından
makas alsam” diye düĢünmüĢlüğüm vardır. Bana en az
bedelle en çok hazzı veren birinden bir makası neden
esirgeyeyim?
“Fare, ilahların en sevimlisi Ganesh‟in taĢıyıcı hayvanı.
Katmandu‟da büyük bir Ganesh Tapınağı yok, ama çok
sayıda minik tapınak ve sunak, kentin dört yanına
serpilmiĢ. Ganesh, koca göbekli insan gövdesinin üstüne
oturtulmuĢ fil kafalı heykeliyle temsil edilir. Ayaklarının
altında kutsal hayvanı fare durur. Bilgelik ve erdem
tanrısıdır, yazar çizerlerin ve gezginlerin yardımcısıdır.
Öte yandan, oldukça da muziptir, ehlikeyftir, sevecendir.
Hem yerliler hem de yabancılar arasındaki haklı
Ģöhretini de bu özelliklerinden kazanmıĢtır. S. 58.
Sagarmatha Eteklerinde.”
12. Biliniyor, oryantalizm (ġarkıyatçılık-Batı‟nın ġark
ArayıĢları, Edward W. Said, çev.: Berna Ünler, Metis
yayınları, 1999) epeydir sosyal bilimlerde bir sorun!
Üstelik vahim bir sorun! Doğu‟yu öteki, muzaffer ve
medeni Batı‟nın karĢıtı olarak gören; O‟nu ilkel, vahĢi,
geri diye adlandırmakta beis görmeyen, kendini merkeze
alarak ötekini ganimet bölgesi, “çevre” olarak adlandıran
zihniyetin adı. Batı kibrinin, aydınlanmanın, hatta
terörünün entelektüalize edilmiĢ hali.
Kaynaklar Sagarmatha‟ya ilk çıkanı Sir Edmund Percival
Hillary olarak gösteriyor. 29 Mayıs 1953‟te yerel saatle
11.30‟da zirveye çıkmıĢ. Elinden tutan kiĢi ise Nepalli
dağcı Tenzing Norgay; adamın iĢi bu. Tekrarlıyorum:
Adamın iĢi bu, sıradan hayatı. Biri kâĢif oluyor, diğeri
rehber.
Dağın Nepalce adı Sagarmatha, “deniz anne” ya da
“gökyüzü tanrıçası” anlamına geliyor. Batı, oryantalizmin
en yüzsüz örneğini vererek Nepalilerin yüzyıllardır
yaĢadığı dağı önce keĢfediyor, sonra adını değiĢtiriyor.
Bunu da medenilik adına yapıyor…[Sagarmatha ilk olarak
Andrew Waugh tarafından ölçülüp, “en yüksek dağ” olarak
tanımlanıyor. Waugh, kendinden önceki baĢ ölçümcünün
adını, George Everest‟i dağa ad olarak veriyor. Üstelik
George Everest‟in itirazlarına rağmen… Batı da
Sagarmatha‟yı değil, Everest‟i ad olarak kabul ediyor:
Bütün ansiklopediler, ders kitapları, sinema, sözlükler,
medya … bu adı benimsiyor… “ĠğdiĢ edici zihin iĢgali”nin
parlak bir örneği! Rezalet!
Bu “zihin iĢgali”nden Türkiye de payını almıĢ. Everest‟i
kendine ad olarak seçmiĢ emlakçi de var, yazılım
sistemleri satıcısı da. DüĢünsenize, Everest‟i kendisine ad
olarak seçen bir yayınevi bile var Türkiye‟de. Orhan
Kemal, Sevan NiĢanyan, Che Guevara , Eric J. Hobsbawm,
Ahmet Ümit, Zaide Smith…gibi kültürel/politik kitaplar
yayımlayan bir yayınevi; yazılı kültürden, dünyadan
haberdar olanların iĢtigal ettiği bir yer. “Zirve”ye doğru
yürüyüĢlerini “Batı‟lı Batı‟lı” sürdürüyorlar. Sahibi bir eski
AKP milletvekili: -teorik olarak- Müslüman. Oryantalizmi
kapsamlı bir biçimde analiz ederek sosyal bilimlerde çığır
açan Edward W. Said de Filistinli.
Himalayalar‟ın yamaçlarında ġerpalar diye adlandırılan
dağ köylüleri var. 500 yıl önce Tibet‟ten gelen,
baĢlangıçta hayvancılık yaparak yaĢayan, Budizme inanan,
dağ havası almıĢ, bedenlerini dağa göre terbiye etmiĢ
“sıkı” köylüler. ġimdilerde dağa tırmanmak isteyenlere
rehberlik ediyorlar. (Ġngiliz ordusuna Gurkha olarak
katılan savaĢçı dağ köylüleri de var.) Bütün o uçsuz
bucaksız dağların iç bilgileri, dirençleri, sabırları onlarda
mevcut. TırmanıĢ için gerekli olan bütün alet edevatı,
yiyeceği, barınma aksesuarlarını sırtlarında taĢıyorlar.
Ġsteyeni elinden tutup dağa çıkarıyor; fotoğrafını da
çekiyorlar, mutlu, mesut “Batı‟lı Batı‟lı” gülümsemesini
sağlıyorlar.
ca
Bir “oryantalist akıl” (Edward W. Said buna „örtük
Ģarkiyatçılık‟ diyor) projesi olan Ġsrail Devleti‟nin neden
olduğu “insanlık tahribatları” artık ayyuka çıktı! Mavi
Marmara Gemisi‟nin uğradığı saldırıdan sonra Ġsrail
Devleti‟ne savaĢ açmaktan, kurulan bütün ikili ticari,
askeri, sportif iliĢkilerin kesilmesinden söz edildiği
günümüzde bakalım Everest‟in sahibi eski AKP
milletvekili ne yapacak? Oryantalizmin zihnimize
tahakküm etme gücüne iĢaret eden Filistin‟li Edward W.
Said‟in mezarında kemiklerinin sızlamasına razı olarak
“oryantalizmi yeniden üretmeye” devam mı edecek?
KaybedilmiĢ bir savaĢın parçası olduğunu bilmeyerek
“muhalefet” etmeye çalıĢan birçok Müslüman gibi
“oryantalist akla” bir kez daha teslim mi olacak? Ya da?..
Bekleyip, görelim.
[Hatırla(t)mak da lazım: Meclis çoğunluğunu arkasına
alarak celallenen memleket Müslümanları henüz
ortalarda yokken Edward W. Said “oryantalist aklın” ileri
karakoluna, Ġsrail‟e sembolik değeri çok yüksek olan bir
taĢ atmıĢtı. Tek baĢına!]
***
SavaĢın muharebe meydanlarında yapıldığı dönem çoktan
bitti! Size küçük bir “savaĢ” oyunu…
DüĢman kuvvetler: Batı + oryantalizm + Everest + Sir
Edmund Percival Hillary.
Dost kuvvetler: Doğu + Edward W. Said + Sagarmatha +
Tenzing Norgay.
Kimden yanasınız?
***
[Ve dört küçük alıntı:
1) “ġarkiyatçılık varoluĢunu, açıklığına, ġark‟ı
alımlayabilirliğine değil, ġark üzerindeki kurucu güç
istenci konusunda taĢıdığı içsel, yineleyici tutarlılığına
dayandırmıĢtı.(abç) Böyle bir yol tutmakla da, devrimleri,
dünya savaĢlarını, imparatorlukların gerçek anlamda
parçalanmasını atlatıp ayakta kalabilmiĢti. s. 234.
ġarkıyatçılık-Batı‟nın ġark ArayıĢları, Edward W. Said,
çev.: Berna Ünler, Metis Yayınları, 1999.”;
2) “Utancımızla yaĢamamız artık daha da zor olacak.
David Grossman. Ġsrailli yazar. 06 06 2010. Taraf”;
3) “Özgür olmayan birey, efendisiyle ve onun emirleriyle
kendi zihin aygıtının içinde özdeĢleĢir. Özgürlük karĢıtı
savaĢım kendisini insan tininde, ketlenmiĢ bireyin
kendisini ketlemesi biçiminde üretir ve bunun sonucunda
kiĢinin kendisini ketlemesi, efendisini ve onun kurumlarını
güçlendirir. Eros ve Uygarlık, Herbert Marcuse, Aktaran
John Holloway, Ġktidar Olmadan Dünyayı DeğiĢtirmek,
çev.:Pelin Siral, ĠletiĢim yayınları, 2003;
4) “Ġktidarın dilini nasıl kırarız? Bizi öldürüyor, bu kesin.
Bence okurların yüzlerini „ana akım‟ basından internete
dönmesinin bir sebebi bu. Ġnternet özgür olduğu için
değil, okurlar yalan söylendiğini bildikleri için,
okuduklarının Pentagon veya Ġsrail‟den duyduklarının
uzantısı olduğunu, kelimelerinizin hükümet tescilli bir dil
olduğunu, hakikati gizlediğini ve bizi büyük Batı
hükümetlerinin siyasi ve askeri müttefiki yapmayı
amaçladığını biliyorlar.
ÇeĢitli Batı gazetelerindeki birçok meslektaĢım, yeni
gazeteciliğin yalan gerçekliğine, iktidar-medya ağına
tutarlı Ģekilde itiraz ederlerse iĢlerini kaybetme riskine
girecektir. Gazze faciası sırasında kaç haber kuruluĢu,
Berlin ablukasını delen hava hattının görüntülerini
vermeyi akıl etti? BBC verdi mi mesela?” (…) “Batılı
muhabirlerin kim bilir kaç kez Afganistan‟daki „yabancı
savaĢçılar‟dan söz ettiğini duydum. Elbette ki Taliban‟a
yardım ettiği söylenen çeĢitli Arap gruplarına atıfta
bulunuyorlar. Irak‟ta da aynı hikâyeyi duyduk. Generaller
onlara „yabancı savaĢçılar‟ diyordu. Batılı gazeteciler
olarak bizler de hemen aynısını demeye baĢladık.
„Yabancı savaĢçılar‟ onların iĢgal gücü olduğu anlamına
geliyordu. Tek bir anaakım Batılı televizyon kanalının da
çıkıp Afganistan‟da 150 bin „yabancı savaĢçı‟ olduğu ve
hepsinin de Amerikan, Britanya ve baĢka NATO
üniformaları giydiği gerçeğinden söz ettiğini bir kez
olsun duymadım. Batı gazeteciliği hükümetlerin ve
silahların dilinin esiri, Robert Fisk, The Independent,
Aktaran Radikal, 27 06 2010 ”]
Not 1: Bu yazı (aynı zamanda) Sol‟un Ġslam‟ı “gerici,
karanlık vb.” kavrayıĢlar üzerinden tanımlamasının
handikaplarına iĢaret etmek için kaleme alındı. “Gerici,
karanlık vb.” yaklaĢımlar Kemalizme dair nitelemelerdir;
fazlasıyla yerel, dönemsel ve kapatıcıdır. Mevcut haliyle
Ġslam, dolayısıyla AKP fazlasıyla oryantalisttir. Yeni bir
paradigma inĢa edememiĢlerdir. Sol‟un Kemalizmin
söyleminden çıkıp, oryantalizme dair düĢünmesinde,
“sahici sorularla” meĢgul olarak kendini inĢa etmesinde
sonsuz yarar görüyorum.
2: Bu yazı sınırlı bir zihinsel kapasitenin ürünüdür ve
hata yapmayı göze alarak kaleme alınmıĢtır.
ca
13. "Uçağı, otobüsü, treni, gitmenin biricik aracı sanan
benim gibi zamane yolcuları bile bunca hikâye
biriktirdikten sonra, asıl gidenler, (abç) sadular,
derviĢler, abdallar, âĢıklar ne hikâyeler taĢırlar
torbalarında, kim bilir? Sagarmatha Eteklerinde, Agora
Yayınları. s. 72" diyebilen bir seyyah rehberimiz Özcan
Yurdalan: Has adam!
14.Yolculuğa çıkmadan önce Sagarmatha Eteklerinde‟yi
okudum. Bir gün önce Katmandu‟da Ev Hali (Elif Köksal,
Metis Yayınları, 2010)* yayımlandı. Aldım, okuyamadım.
Bu yazıyı sınırlı bir süre kalan/gören (11 gün) birinin
algısı ile 11 yıl orada yaĢamıĢ birinin algısı arasındaki
farkı da görmek için kitabı okumadan yazdım. Yazı
bittikten sonra okudum. Çarpıcı bulduğum kimi bölümleri
aktarıyorum:
“Duygularımızı açığa vurmak ayıp, kızgınlık göstermek
karakter zayıflığı. KarĢımızdakini üzecekse doğruyu
söylemek terbiyesizlik, teselli edici yalanlar bulmak
erdem. Hata yapan birine onun adına utandığımızı
göstererek dayanıĢmak için gülüyoruz. s.12”
“Bedenimizin tapınak olduğundan yola çıkarak,
etrafımızdan ziyade içimizi temiz tutmak önemli –yani
mesela tükürmeyenler pis. s. 12”
“Ölüm mesela, ağır, karanlık bir yer değil. Din, hayat ve
sanat tortop olmuĢ öyle yaĢıyorlar. S. 12”
“Çiçekler çünkü Nepal‟de tanrılara sunmak için varlar,
bize değil tanrılara aitler. s. 12”
“Hindu toplumunda dul olmak ağır bir durum, kocasına
uğursuzluk getirmiĢ demek. (…) dullar cüzamlı gibiler.
s. 23”
“Namaste burada merhaba ve hoĢça kal yerine
kullanılıyor, içindeki tanrıyı selamlarım demek. s. 26”
“Dağlara çıkmadan önce rinpoçelere danıĢmak, puca yapıp
dağlardan izin istemek gerekiyor. s. 62”
“8 Mart Dünya Kadınlar Günü, Nepal‟de kadınlara resmi
tatil. Erkekler iĢe gidiyor. s. 69”
“Sonra Hindu dininde kadınlar için tanrı olan kocalarının
ayaklarını bir güzel yıkadılar, kocalarının ayaklarını bir
güzel yıkadıkları sudan bir yudum içtiler. Hatta bunu
Katmandu‟da yaĢayan, dıĢarıda üniversite okumuĢ,
yabancı bir çevre kuruluĢunda sorumluluk taĢıyan iĢlerde
çalıĢanları da yaptılar. s.72”
“Buraların eski bilgeleri RiĢiler, Himalayalar‟ı seyrederken
insan günahlarından arınır demiĢler…Öyle tuhaf bir Ģey
sahiden yan yana, ulu dağlara bakarken bir iç
temizlenmesi, ferahlık. Enginlik…s.159”
“Bizim buralardaki ideolojinin adı Marksizm-LeninizmMaoizm-Praçanda Yolu. Bizim Maocular tam Maocu
değiller yani, buraların komünistleri. Praçanda Yolu, biraz
Peru‟nun Aydınlık Yolu‟nu çağrıĢtırıyor. Kunda Dixit‟in
yazdığına göre taa 1993‟lerde Nepal Himayaları‟nda
kayaların üzerinde „YoldaĢ Gorzalo‟yu bırakın‟ yazarmıĢ
kırmızı. And dağlarından gelmiĢ bizim devrim. s.162”
15. Gördüklerim, yazdıklarımdan ibaret değil! Kimi
durumlar için sözcük bulamadım! Birçok Ģeyin “göründüğü
gibi olmadığını” bilecek yaĢı çoktan geçtim. “Haddini
bilmek” gibi bir deyimden de haberdarım. Hele yanına
“oryantalizmin tuzağına düĢmek” gibi baĢka bir kaygı da
eklenince susmak belki daha iyi. Üstelik cahillik
derecesinde bilgisiz olduğum bir toplumsallık hakkında,
turist gözüyle yazmak “cüret etmek” demektir.-Yazı,
yargıdır. Her yargı, cürettir. Ġlle yazılacaksa “belki,
sanırım, bilmem ki, herhalde…” eĢliğinde yazılması,
uygundur.-Bence!
“BaĢbakan olduğunda iĢadamlarıyla bir toplantıda gizli bir
Ayn Rand hayranı olduğunu ifade etmiĢ. Öldüğünde
tabutunun yanına çiçeklerden yapılma bir seksen boyunda
bir dolar iĢareti konan Ayn Rand. s. 163”
“Kadın gerillalar her ay muayyen günlerinde dört gün izinli
sayılıp gözcülüğe gönderilirmiĢ. s. 174”
“Hindular öldükten sonra hemen burada nehrin kenarında
yakılmayı seviyorlar. Hindu ölüler yanarken, en büyük
erkek evladın babasının ölü kafasını çekiçle parçalayıp
ruhu salıvermesi gerekiyor. Erkek evlat mutlaka lazım
burada. s. 190”
Katmandu‟yu ilk görüĢte söylenecek tek kelime var: Pis!
Üstelik “öyle böyle” değil, “bok götürüyor” denecek
kadar pis! Ġstanbul‟daki Taksim Meydanı muadili bir
meydanın kenarındaki tapınağın duvarına iĢeyeni
gözlerimle gördüm, daha önce oraya sıçanın bıraktığı bok
ortada duruyordu.-DüĢünün birisi Taksim‟de rahat rahat
sıçıyor, kimse de “hey n‟oluyor?” demiyor. Her
gördüğümü, yargımı bu pisliği anlamaya çalıĢarak
konumladım önce.-Su yok, 10 küsur yıldır savaĢıyorlar,
biraz rahat insanlar… Sonra, Katmandu‟da Ev Hali‟ni
okudum; Elif Köksal‟ın “tükürmeyenler pis s. 12”
sözcüklerini görünce nevrim döndü. Ġçlerini temizlemek
için tükürüyorlar; “dıĢarısı pis, içleri temiz!” Batı‟da ise
“dıĢarısı temiz, içerisi pis” mi? Soruya/soruna bakar
mısınız?
“(Saduların) Bazıları bekâret kemeri olarak yanlarında
parmak kalınlığında demir zincirle tutturulmuĢ deriden
bir don giymiĢ. Giyinik olanları ayaklarında peĢtamal gibi
bir lungi ile geziyorlar. Bazılarının penis sinirleri
inisinasyon sırasında gurularının demirden asayla vurması
sonucu tahrip olmuĢ; cinsel enerjilerinin gücünü artık
aydınlanmak için kullanacaklar. s.191”
“Bazıları aĢağıda nehrin kıyısında yanan bedenlerden arta
kalanları yiyerek yaĢıyor. Çünkü var olan her Ģeyi evrensel
ruhun bir parçası, dolayısıyla temiz olmaması imkânsız
görüyorlar. Onlar için kötü iyi, ölüm hayat, kirli temiz.
s.191”
“BaĢkalarına kalbimizi değdirince hafifliyoruz, bir çeĢit
uçuĢuyoruz, uçuĢarak derdimizin dıĢına çıkıyoruz. s. 197”
“Onlar, buraların en fakirlerinden, dokunulmaz kastın da
en düĢük tabakalarından. Fare yiyenler. s.198”
“Budistler diyorlar ki dünyadaki herkes, her canlı, sonsuz
sayıda hayatlarımızdan birinde annemiz, babamız olmuĢ,
herkesin bize derin emeği geçmiĢ. Mesela sivrisineklerin
bile öldürülmemesinin bir sebebi bu. s. 216”
ca
Oysa dehĢetli merak ediyorum çoktanrılı dinlerin
(Hinduizmin, Budizmin, ġamanizmin) hayatı nasıl
algıladıklarını; sokakta el ele tutuĢmayanların,
sarılmayanların cinsel hayatlarını; linga* heykellerini
yapanların, tapınaklara kama-sutra pozisyonlarını çizecek
kadar mevzuyu alenileĢtirenlerin yatak odası hallerini…
Saduların, ermiĢ gibi ortalarda salınırken, penislerinin
sinir uçlarını ezdirirken cep telefonu bilgilerini; kamera
için boyanmalarını, para istemelerini…
Yine dehĢetli merak ediyorum inancın her Ģeyi kendinden
ibaret gören bir boyutu içselleĢtirirken, kendini
kapatırken, tereddüde yer bırakmadan bunu nasıl
baĢardığını, inanmamanın aynı beceriyi neden
gösteremediğini… Ġnsan, inanan hayvan mı yoksa?
Velhasıl mevzu derin, susmak uygun düĢer!
Ya da Elif Köksal‟a “anlat yolcu” demek düĢer!
Bitirmeden, “bir kusur ettikse sarhoĢluktandır, hoĢ gör
meyhane arkadaĢını Ganesh, hadi Ģerefe” demek düĢer!
Haziran 2010 ca
Fotoğraf : Lütfiye Güreli
ca
* Linga: Fallik bir iĢaret olan
ve Tanrı ġiva‟nın sembolü
olarak bilinen kutsal nesne.
Hint Dünyası, Gordon
Johnson, çev.: Müfide Pekin,
ĠletiĢim Yayınları, 1998.
Ömer Faruk: “Her Ģeyin olup bittiği yer kendi
içimizde bir yer. Sir John Eccles” Bu sözü
epigraf olarak kitabın giriĢine koymuĢsunuz.
“Ġç”e özel bir vurgu yapıyorsunuz…Kadim
sorulardan biridir: “dıĢ”tan azade bir “iç” var
mıdır? Varsa kendini nasıl yapar ve “dıĢ”ı
belirler?
Elif Köksal: bilmiyorum. Olması lazım.
Bilmiyorum. Belirliyordur olsa olsa. Ama orda
benim iĢaret etmek istediğim, hiç bir Ģeyin öyle
olmadığı. Biz de yokuz, her Ģey illüzyon.
Ömer Faruk: Pirinç, dağ ve çok tanrılı dinlerin
belirleyici olduğu bir hayatın hayatı algılamada
da farklılıklar içereceğini düĢündüm. Hayatla
kurulan kodlar farklı çünkü…Buğdaydan, denizden
ve tek tanrılı dinden giden size göre bu algı
farklılığı nasıl tezahür ediyor?
Bilmiyorum, bilmiyorum…
SöyleĢi: Ömer Faruk Farsakoğlu
Elif Köksal: bilmiyorum. Sahiden bilmiyorum.
Ama her konuda baĢvurulacak o konuyla ilgilenen
bir tanrı olması var. Dağlar da tanrı zaten. Ya
da tanrıların evi.
Algı farklılığı hayatın orada üstümüze gelen
insanlar ve Ģartlar halinde değil de sebeplerden
sonuçlara akan ve bizim de parçası olduğumuz
daha yumuĢak bir Ģey olarak tezahür etmesine
yarıyor. Çin resimlerinde dağlar vardır hani,
minik de bir insan vardır, doğanın içinde bir
insan. Dağlarda o pirinci ekmek kolay
değildir, teraslama yapmak gerekir.
ca
Ömer Faruk: “Gitme” baĢka bir yeri öncelikli
kılar, içerir. Tarih boyunca yapılan yolculuklara
bakıldığı zaman Doğu’nun Batı’ya, Batı’nın da
Doğu’ya gittiğini görürüz. Sanki herkes “kendi
topraklarından kurtulursa baĢka bir yerde daha
mutlu olacağı” inancını zımnen kabul eder. Siz de
“Öyle çok insan buradan çekip gitmeyi istiyor ki.
Ülkemden gitmeyi çok istemiĢtim ben de, artık
nasıl dönüldüğünü hatırlamıyorum.s. 160”
diyorsunuz. Siz gitmek istiyorsunuz, Nepal’liler
gitmek istiyor…Herkes? Nereye? Gidecek yer
var mı?
Elif Köksal: gidecek yer var. Ġnsan nereye gitse
kendini de götürür demelerine inanmayın, gitmek
iyi gelir. Bana geldiydi. Etrafımızdan bazen
dıĢarı çıkmak hep iyidir. Nepal'in gençleri
çıkmak istiyor evet, herkesi bilmem. Geçenlerde
harvard mezunu, en sevdiğim gastenin ceo'su bir
nepalli arkadaĢımla gitmeyi konuĢuyordukgitsem artık diyordu, ben de ama sen o kadar
okudun Ģimdi memleketin sana ihtiyacı var
demeye kalktım, sonra hatırladım ben de
gitmiĢtim. Zaten o da sen gittin anlarsın gitme
ihtiyacını, ondan soruyorum dedi. Gerçi bana
memleketin ihtiyacı yoktu. Sonra vakti gelince
dönüyor insan, vakti gelirse, ama gitmek iyidir.
Onlar
emniyet ve para için gitmek istiyorlar, bir de
insan merak eder baĢka ihtimalleri.
Ömer Faruk: Nepal’de kadın ve erkek sokakta
sarılmıyorlar. El ele tutuĢan kimse görmedim.
Dokunmayı içeren sokağa taĢmıĢ bir sosyal hayat
yok,-gördüğüm kadarıyla. Ama öte yandan
Tanrıça Vajina tapınağı da var lingalar da var.
Cinsellik kamusal alanda gelenek olarak mevcut.
Kama-sutra gibi yüzyıllar ötesinden gelen
gelenek bu topraklarda oluĢmuĢ; tapınaklara oya
gibi iĢlenmiĢ. Ev içi hayatlarda ayıplarından
arınmıĢ cinsellik ne ölçüde yaygın?
Elif Köksal: Vajra Yogini tapınaklarından
bahsediyorsanız o kadar tek kelimeye
indiremeyiz oraları. Tanrıça Vajina? Parvati'den
bahsediyorsanız onun vajinası da Shiva'nın
fallusu ile beraber yaratılıĢı, yaratmayı temsil
ediyor. Tantra atla deve değil, demode bir Ģey,
kitapta anlatmaya çalıĢtığım gibi. Ev içi
hayatlarında, okumuĢ/üst sınıfları bilmem ama
normal Hindu Nepallilerin üstlerini baĢlarını
çıkarmadan aĢk yaptıklarını çok duydum.
ġerpalar perdeleri kapatır mesela; gündüz
güneĢe, gece aya ayıp olmasın diye. Evlenir
evlenmez çocuk yapılması beklenir. Yeni ve
Ģehirli nesil daha cinseldir olsa olsa; ama
bekaret normalde hem erkek hem kız için
önemli, ilk kez evlenince yatmak beklenir ikisi
için de. Genelleyemem tabii ama öğrencilerimden
bildiğim bu.
ġerpa bir arkadaĢım, bizim burada isterik
diyeceğimiz bir yengesini anlatıyordu,
kadıncağızın çok ihtiyacı var yazık, hasta,
amcam yetiĢemiyor, bilmem kim de yardım
ediyor diye anlatıyordu, hiç yargılamadan.
Kadının durumuna herkes üzülüyordu. ġerpalar
budist ama, hindular daha muhafazakarlarÖmer
Faruk: Kitabın en veciz cümlelerinden biri Ģu
bence: “BaĢka dilde baĢkalarının kelimeleri
üzüntümüze ellerini az değdiriyor, az acıtıyor.
Sahiden öyle üzgünüm ki kendime Türkçe bir
Ģey diyemiyorum. S. 194” diyorsunuz.
“Herkesin acısı, sevinci kendine, kendi diline”
gibi bir anlam çıkıyor. Bu anlamda gitmek “kendi
dilinden gitmek” anlamına mı geliyor?
Elif Köksal: kendi dilinden uzaklaĢmanın da bir
hürriyeti yok mudur. Sokakta yürürken etrafta
konuĢulanları anlamamak Ģahanedir. Bir
amerikalı arkadaĢım demiĢti tayland'da ne
kadar sorumluluksuz hissettiğini, yurttaĢ
sorumluluğundan bahsetmiĢti, hiç bir Ģey
anlamıyorum, hiç bir Ģekilde davranmam
gerekmiyor ne güzel demiĢti. Ben mesela türkçe
aĢk mektubu da yazamam hayatta.
ca
Türkçe beni tutar zapteder. Hikayeleri de
ingilizce yazarken istediğim kadar derine, sağa
sola inebilirim. Nasıl olsa benim kelimelerim
değildir, ferah ferah en içli duygulardan
bahsedebilirim. Türkçede bahsetmem.
Ömer Faruk: “Düzlemlerin birinde aslında her
Ģeyi bildiğimizi, sussak dinlesek, dünyanın her
haline elimizi değmenin mümkün olduğunu
görmediğim vakitler. S. 213” diyorsunuz. Bu
gittikten sonra edindiğiniz bir yargı mı yoksa
gitmeden önce de böyle mi düĢünüyor dunuz?
Elif Köksal: görmediğim, orada farkına
varmadığım anlamında. Farkına varmak dank
etmek Ģeklinde olduğu için görmediğim demiĢim.
Daha önce ne düĢündüğümü hatırlamıyorum ama
asya bilgisi tabii bunlar bana.
amerikalı, ama saduysa sadu, bilgelikse
bilge... Yani değiĢen zamanlar diyorum. Onlar
hala sadu.
Ömer Faruk: “Bu arada ben Nepal’den gittim.
Orada aydınlanamadım. S. 210” diyorsunuz. Yine
zımnen aydınlanacak bir “ora”ya iĢaret
ediyorsunuz! Neresi? Var mı?
Elif Köksal: orda daha kolay. Var inĢallah.
Himalayalar, evet. ĠnĢallah. Muhtemelen. Evet,
evet. ca
Ömer Faruk: “Nepal moderniteyi ne yapacağını
bazen hiç bilemiyor. S.193” Bence, gelenek
moderniteye, kapitalizme direnemiyor. MüthiĢ
bir yayılmacı, bünyesinde eritme, yok etme gücü
var. Geleneği folklorik bir konuma itiyor. Ne
dersiniz?
Elif Köksal: maalesef. ĠnĢallah hep öyle değildir
demek istedim Ģimdi.
Ömer Faruk: Moderniteye direnebilecek
potansiyeli barındıranlar Sadular bence. Zamane
derviĢleri…Devasa bir üretim/tüketim sarmalının
dıĢına çıkarak yaĢamayı deneyenler. Ama onların
da kameraya poz vermelerine, poz vermek için
boyanmalarına, cep telefonu bilgilerine…ne
diyorsunuz?
Elif Köksal: ortalarda, durbar meydanında filan
poz veren sadular biraz üçkağıtçılar sanki. Poz
vermek için boyanan sahici sadu bilmiyorum,
onlar zaten boyalılar, boyalar iĢaret. Cep
telefonlarından anlayan sadu gençti, yeni zaman
insanıydı bir yanıyla. Dilenerek karınlarını
doyurdukları için kitabın kapağındakiler gibi
saduların poz vermeleri gerekiyor. Feysbukta
sayfası olan, laptoplu sadu arkadaĢım da var,
ca
NEPAL Mart 2010
Zayende Gezginleri
Fotoğraf : Yelda Baler
ca
Desen desen
Desenler: ġebnem Çaylan
ca
ca