Wing Tzun`un tarihi

Transkript

Wing Tzun`un tarihi
Genel Yayın Yönetmeni
[email protected]
Bugünler çok renkli geçiyor. Bir yandan evlilik hazırlığı bir yandan işler… Koşturmaktan yoruldum desem yeridir. Edu&Art
ekibi tam da “Off! Yeter” dediğim anda yanıma koşuyor. Açelya Hanım ve Seval Hanım’dan bir de Ferhat Bey’den bahsediyorum. O gün bütün lanetliğim üzerimde! Öyle böyle değil. Gene
kızmışım bir şeye ama anımsamıyorum. Telefonum bangır bangır çalıyor. Arayan kimliğinde “Seval Edu&Art” yazıyor. “Eyvah!
Açarsam ters bir şey söyler miyim?” diyerek açıyorum. “Yarın
gelir misin?” diyor tatlı sesiyle. “Gelemem” diyorum. “Yağmur
var” diyorum, “Uzak” diyorum. Dinlemiyor… Ve beni ikna ediyor.
Telefonu “Off” çekerek kapatıyorum. Ertesi gün gelinlik seçimim var. Modaevine gideceğim, bir de Bahçeşehir çıktı şimdi!
Ve uyuyorum…
Sabah ilk işim kahvaltı… Ama nedense sinirim geçmemiş. Çıkıyorum evden, modaevine gidiyorum. Sevgili okur! Tam 12 tane
gelinlik denedim, tam 6.5 saatin sonunda 5 modelin birleşimi
bir model seçtim… Ve Bahçeşehir’e doğru yola çıktım. Dinlediğim müzikler de sakinleştirmiyor… Stresteyim… Ve iniyorum
Bahçeşehir’de… Seval Hanım ve Açelya Hanım’la buluşuyoruz.
Onlar, ben gelene kadar sohbetin dibine vurmuş. Aralarına giriveriyorum. Ne stres kalıyor ne gam ne de keder! İlham Gencer, Murat Göğebakan, Egemen Baranok röportajlarını konuşuyoruz. Görevlerimizi paylaşıyoruz… “Oh be stres gitti” diyorum… Yani anlayacağınız bu sayı bir stresle başladı, Açelya ve
Seval Hanım’ın pozitif enerjisiyle devam etti… Ve son noktadayız şu anda. Siz bu yazıyı okuduğunuzda muhtemelen şu anın
üzerinden birkaç gün geçmiş olacak… Ve canım arkadaşım Ferhat Bey’le redakte yapmak üzereyiz. Feyhan Hanım’ın okumalarıyla bizimkiler birleşiyor ve Edu&Art yine fırında pişmek üzere hazırlanıyor…
Bu arada Esra Hanım’ı unutmayın! Onun gibi birisi mutlaka olsun hayatınızda. Sesini duyunca mutlu oluyorsunuz… Stres
anında mutlu olabileceğiniz her şeyi yapmalısınız!
Böyle sevgili okur! Sakın stres yapmayın. Stres kötülüklerin
anasıdır, kendimize yaptığımız en kötü şeydir. Eğer çok stresliyseniz, böyle soluk alabileceğiniz insanlar bulundurun yanınızda. Sanat konuşun, kültür konuşun, dedikodu yapın hatta iyice
dağıtacaksanız uçlara gidip fal bakın. Hayat başka nasıl geçer
ki? Ben de buna benzer şeyler yapıyorum. Unutmadan edemeyeceğim, bu hafta Miss Turkey 2012’ye de katıldım. Her şey biraz daha renkli olsun diye. Onunla ilgili yorumlarımı hatta dosya
haberimi bir sonraki sayıda okuyabileceksiniz. “Güzele bakmak
sevaptır” felsefesiyle gittim, gördüm, sevap kazandım mı bilmiyorum ama keyif aldığımı söyleyebilirim. Dediğim gibi, keyif almaya yarayan ne var ne yoksa yapmaya çalışıyorum…
Bu arada Ferhat Bey’le çalıştığımız ofiste, Sonsuzluk ve Bir Gün
filminin müziğinin etkisi sarıyor ortamı şu anda. Uzaklara gitmek istiyorum, çok uzaklara… “30 yıl önceki bir yaz gününü anlatan bir mektup alan Alexander için bütün yaşamını geçirdiği
sahil kenarındaki evini terk etmenin vakti gelmiştir”. Tıpkı benim gibi… Yaş 30’a geldi ve alıştığım evi terk etmek üzereyim…
Ve tıpkı Alexander gibi ilginç bir yolculuğa çıkmak ister gibiyim.
Çocukluğuma benzer biçimde mutlu, sakin günleri tekrar yaşamak istiyorum. Belki de bir sonsuzluğun içinde kaybolacağım, bilemiyorum. Bakalım, istediğim yolculukta istediğim gibi
bir hayat bulabilecek miyim? Heyecanla bekliyorum. Tıpkı Alexander gibi…
Siz de aşkı düşünün… Sevgiyi ve uçsuz bucaksız gülümsemeyi düşünün… Havalar da güzelleşiyor bu aralar. Sahile uzanın,
tatile gidin… Hazır okullar da tatile giriyor, çocuğunuzu yanınıza alın gidin uzaklara. Alexander gibi, Seval Hanım gibi, Açelya Hanım gibi, Ferhat Bey gibi… Ama mutlu olun, gülün ve aşkla kalın…
Dergimiz her gün daha da gelişiyor. Yeni konular akıp duruyor…
Elinizde Edu&Art olsun, güneşe bakın, bizi unutmayın…
Aşkla ve sevgiyle kalın…
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
Begüm ÇELİKKOL
01
EDUART ON SAYFALAR 01-13.indd 3
6/4/12 3:07 PM
İÇİNDEKİLER
26
10
PROMETHEUS
Bir Ridley Scott filmi
Tekrar bilim-kurgu türüne dönüş yapan kült yönetmen Ridley
Scott’ın önderliğinde Alien’ın köklerine yapılan bu yolculuk, hayatın
başlangıcına dair araştırma yürüten bir ekibin evrenin en karanlık
noktasında yaşadıkları maceralara odaklanıyor.
300 YILLIK BİR GELENEĞİN İZİNDE
EGEMEN BARANOK
Başarılı bir eğitmen, idealist bir savaş sanatları ustası. Tüm dünyada Wing Tzun
geleneğinin en başarılı temsilcilerinden biri olan büyük usta Emin Boztepe’nin izinde.
Bize Wing Tzun sistemini ve gelecek planlarını anlatıyor....
12
FUNDA ARAR’DAN YENİ ALBÜM
haziran
Funda Arar, 10 şarkıdan oluşan yeni albümü “Sessiz Sinema” ile müzik
marketlerde yerini aldı. Febyo Taşel, Niran Ünsal, Yıldız Tilbe, Saro
Secikyan, Onur Baştürk ve Seda Akay gibi önemli isimlerin imzalarını
taşıyan albümün ilk klibi “Sessiz Sinema”ya çekildi.
04 ETKİNLİKLER
H MFÖ YILLARA MEYDAN OKUYOR
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
H KLEOPATRA&ANTONIUS
H LEVENT YÜKSEL JOLLY JOKER’DE
20
H EROL EVGIN KURUÇEŞME ARENA’DA
H SERTAB ERENER BOĞAZ’I BÜYÜLEYECEK
H KENAN DOĞULU HARBIYE AÇIKHAVA’DA
H MURAT BOZ’DAN ŞAHANE BIR SAHNE
PERFORMANSI SIZLERI BEKLIYOR...
H POP DÜNYASININ YENI STARI
JESSIE J KÜÇÜKÇIFTLIK PARK’TA!
H TIMUÇIN ESEN SAHNEDE!
MURAT GÖĞEBAKAN
Buğulu sesi ve şarkılarıyla...
Kanser tedavisi gördükten sonra hayata yeniden dönen
Murat Göğebakan, müziğe bomba gibi bir dönüş yaptı. Aşkın Gözyaşları
isimli albümüyle gönülleri fetheden Göğebakan, bu albümünü
“Ustalık dönemim” diye nitelendiriyor.
02
EDUART ON SAYFALAR 01-13.indd 4
6/4/12 4:33 PM
HEYKEL
46
YAYINCILIK
34
“Eserlerimde doğanın
insan enerjisi
üzerindeki etkisini
yansıtıyorum”
SEMA
TAHİNCİOĞLU
Yayıncılıkta
yeni bir soluk
PKİTAP
EFSANELER
Norma Jeane Mortenson,
sinema oyuncusu,
şarkıcı ve model. 20.
yüzyılın en ünlü sinema
yıldızlarından,
seks sembolü
ve pop ikonlarından biri
MARILYN MONROE
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
14
03
EDUART ON SAYFALAR 01-13.indd 5
6/4/12 4:33 PM
AJANDA
Haziran
Tarih: 14 Haziran
Saat: 21:00
Turkcell Kuruçeşme
Arena, İstanbul
MFÖ YILLARA
MEYDAN OKUYOR
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
www.biletix.com
Blue Jean Dergisi’nin yaptığı en iyi 50
Türk rock şarkısı listesinde MFÖ, “Mazeretim Var Asabiyim Ben” ve “Ele Güne
Karşı” şarkılarıyla yer aldı. Aynı dergi tarafından “Tüm Zamanların En İyi 5 Klasik
Rock Albümü” listesinde “Ele Güne Karşı Yapayalnız” ile 1 numaraya yerleştiler.
2003 Kral TV Video Müzik Ödülleri’nde
“En İyi Grup” ödülünü kazandı. MFÖ bir
çok yardım kampanyasında da yer almıştır. Sertab Erener, Gülben Ergen, Gripin,
Hümeyra, Feridun Düzağaç, Sezen Aksu
gibi sanatçılar albümlerinde ya da konserlerinde MFÖ şarkıları yorumlamışlardır. Peter Murphy, “Buselik Makamına” adlı şarkıyı “Big Love of a Tiny Fool”
olarak İngilizce’ye çevirmiş ve bir stüdyo albümüne, bir de konser albümüne
koymuştur. Türk Pop Müziği’nin en köklü
gruplarından MFÖ, yıllara meydan okuyan performansları, dinleyicisinin çok iyi
bildiği eski ve yeni parçaları ile 14 Haziran Perşembe günü Turkcell Kuruçeşme
Arena’da.
04
EDUART ON SAYFALAR 01-13.indd 6
6/4/12 3:07 PM
Tarih: 20 Haziran
Saat: 21:15
ENKA Eşref Denizhan Açık
Hava Tiyatrosu, İstanbul
www.biletix.com
KLEOPATRA: ZERRİN
TEKİNDOR, ANTONIUS:
HALUK BİLGİNER
Galiba insan ölecek ama aşk ölmeyecek
Antonius ile Kleopatra’ya da bir ipin iki cambazı: Düzen ile aşk
Bir ipin üzerinde ikisinin aynı anda oynayamayacağı kesin olan iki cambazdan biri uygarlık
diğeri aşk. Ya da biri Apollon diğeri Dionysos.
Ya da biri kültür diğeri doğa. Dünyaya egemen olmaya, ona baş eğdirmeye çalışan insanın faaliyetine, uygarlık ya da kültür ya da
akıl diyelim. İnsanın kendi olarak kalma, yaşadığı evrenle uyumluluğuna da doğa ya da aşk
diyelim. Paranın pulun, uçağın, geminin, telefonun, düzenin, sistemin, kitabın olduğu taraf uygarlık, aşkın, esrimenin, oyunun, dansın,
müziğin, yıkımın ve yeniden doğumun tarafına da doğa diyelim. Doğaya uygun, doğayla iç
içe yaşam algımızın üzeri betonlaşmak üzere. İnsanın kendinden uzaklaştığı, kendini tanıma bilgisinin uzağına itildiği bir gerçeklik içine hızla emiliyoruz. Mermer ile aşkın, düzen
ile yıkımın, frijitlik ile şehvetin karşı karşıya
geldiği ve ikincilerin mağlubiyetini anlatan bir
oyun Antonius ile Kleopatra. Ancak bu mağlubiyet, bu yok oluş sonsuza kadar eksikliğiyle varlığını hatırlatacağa benziyor. Dolayısıyla
yok olmaya yüz tutmuş aşk-doğa var, varmış
gibi görünen sistem aslında bir boşluk. Bu eşsiz eser 20 Haziran 2012 21:15’te ENKA Eşref
Denizhan Açık Hava Tiyatrosu’nda.
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
Haziran
05
EDUART ON SAYFALAR 01-13.indd 7
6/4/12 3:07 PM
AJANDA
Haziran
Tarih: 15 Haziran
Saat: 22:00
Jolly Joker İstanbul
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
www.biletix.com
LEVENT YÜKSEL
JOLLY JOKER’DE
Türkiye’nin en iyi bas gitaristlerden olan
Levent Yüksel, Sezen Aksu’nun yetiştirdiği sayılı müzisyenlerden biridir. 1964
doğumlu sanatçı Devlet Konservatuvarı Kontrbas Bölümü’nü bitirdikten sonra çeşitli bar ve mekanlarda sahne almaya başlamış, ünlü vokallerle çalışarak
adını duyurmaya başladı. Sezen Aksu ve
Uzay Heparı ile ilk albümünün çalışmalarına başlayan sanatçı, 1993 yılında MedCezir’i müzikseverlerle buluşturdu. Albümden çıkan “Yeter ki Onursuz Olmasın
Aşk”, “Tuana”, “Kadınım”, “Med Cezir” ve
“Uçurtma Bayramları” isimli şarkılar oldukça beğenildi ve müzikalite anlamında
dönemini aşan bir albüm olarak değerlendirildi. Sanatçı, ikinci albümü “Levent
Yüksel’in 2. Kaseti”ni 1996 yılında piyasaya sürdü. 1997 yılında çıkardığı single
çalışması “Bi Daha” ulaşılması imkansız
görünen bir satış rakamına ulaştı ve büyük ilgi görüp, maçlara slogan ve televizyon programlarına isim oldu. 1998 yılında üçüncü albümü “Adı Menekşe”yi yayınlayan sanatçı, 2000 yılında prodüktörlüğünü kendisinin yaptığı ve Sezen Aksu,
Aysel Gürel, Bülent Ortaçgil, Mirkelam
ve Ümit Sayın gibi çok önemli müzisyenlerle çalıştığı “Aşkla” isimli albümünü çıkardı. 2004’te “Uslanmadım” ve 2006’da
“Kadın Şarkıları” albümlerini yayınladı.
15 Haziran 2012 saat 22:00’de Levent
Yüksel’le müzik ziyafeti Jolly Joker’de
sizlerle.
06
EDUART ON SAYFALAR 01-13.indd 8
6/4/12 3:07 PM
EDUART ON SAYFALAR 01-13.indd 9
6/4/12 3:07 PM
HAZİRAN GÜNLÜĞÜ
09.06
12.06
15.06
BAL GIBI KENAN...
Kenan Doğulu, 12 Haziran’da Harbiye
Açıkhava’da muhteşem bir konserle
müzikseverlerle buluşacak. Harbiye
Açıkhava’da konser verecek Doğulu,
son zamanlarda büyük ilgi gören ‘Bal
Gibi’ şarkısının da yer aldığı merakla
beklenen yeni albümünden şarkıları
da seslendirecek.
Yeni şarkılarının yanı sıra yıllardır
dillerden düşmeyen şarkıları ve
sürpriz sahne şovlarıyla Kenan
Doğulu’yu dinlemeye gelenler
bal gibi bir gece yaşayacak. Bu
muhteşem gecenin biletleri fırsat
sitelerinde yer almayacak.
EROL EVGIN
KURUÇEŞME ARENA’DA
SERTAB BOĞAZ’I
BÜYÜLEYECEK
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
Türk pop müziğinin duayenlerinden
Erol Evgin, 9 Haziran 2012 Cumartesi
akşamı, İstanbul’un en gözde konser
mekanı Kuruçeşme Arena’da konser
verecek.
Turkcell Kuruçeşme Arena’da her yıl
hayranlarıyla buluşan Sertab Erener,
bu yaz da Boğaz’ı büyüleyecek.
Kostümleri, şarkıları ve sahne
performansıyla hayranlarından her
zaman tam not alan Sertab Erener,
unutulmaz parçalarından oluşacak
repertuarı ve yaz için hazırladığı Ozan
Çolakoğlu`nun albümünde yer alan
“Dım Dım” adlı yeni şarkısını da bu
konserde seslendirecek”. Sertab
Erener, dupduru sesi ve güzelliği ile
15 Haziran Cuma akşamı Turkcell
Kuruçeşme Arena’da hayranlarına ev
sahipliği yapacak.
Evgin, yaşamlarımıza ve anılarımıza
sinmiş şarkılarını dört neslinden
hayranlarıyla birlikte söyleyecek.
Müzikte 42 yılı geride bırakan Erol
Evgin; anılar, şakalar ve şarkıların
kucaklaşacağı ve özel dans
grubunun eşlik edeceği muhteşem
şovlarla, sürprizlerle müzikseverlere
www.iksev.org
müzikal tadında unutulmaz bir gece
yaşatacak.
www.biletix.com
www.biletix.com
www.biletix.com
08
EDUART ON SAYFALAR 01-13.indd 10
6/4/12 3:07 PM
20.06
26.06
29.06
MURAT BOZ’DAN
ŞAHANE BİR SAHNE
PERFORMANSI
TIMUÇIN ESEN
SEVENLERİYLE
BULUŞUYOR
20 Haziran akşamı Turkcell
Kuruçeşme Arena’da konser
vermeye hazırlanan Murat Boz,
geçtiğimiz yıllara damgasını vuran
unutulmayan hitleri ve sahne
sürprizleri ile İstanbullu’lara
unutulmaz bir müzik ziyafeti
yaşatacak.
Özgün vokal performansının yanı
sıra söz yazarı ve besteci kimliğiyle
yer aldığı albümü Mayhoş ile
rock müzik dünyasına başarılı bir
giriş yapan Timuçin Esen, albüm
konserlerine hız kesmeden devam
ediyor. 21 Mart Çarşamba gecesi
Beyoğlu Hayal Kahvesi sahnesinde
Mayhoş albümünden kendi şarkılarını
seslendirecek Timuçin Esen’e gitarda
Eylül Biçer ve Emre Kula, bas gitarda
Volkan Topakoğlu ve davulda Onur
Başkurt eşlik edecek.
Müzik kariyerinde emin adımlarla
ilerleyen başarılı sanatçı Murat
Boz, son albümü “Aşklarım Büyük
Benden” ile beğeni toplamaya devam
ediyor.
Geçtiğimiz yıl çıkardığı ilk albümü
Mayhoş ile büyük beğeni toplayan
oyuncu ve müzisyen Timuçin Esen,
uzun bir aradan sonra yeniden Beyoğlu
Hayal Kahvesi sahnesinde!
POP DÜNYASININ
YENI STARI JESSIE
J KÜÇÜKÇIFTLIK
PARK’TA!
Türkiye’ye ilk defa gelecek olan
İngiliz şarkıcı, son yılların en aranan
ismi haline gelmeyi başardı. 2010
yılında BBC Sound ödüllerinde Sound
of 2011 ödülünü kazanan Jessie J,
2011’de ise BRIT Ödüllerinde en iyi
çıkış yapan sanatçı ödülüne layık
görüldü. 1 hafta içinde toplamda
500.000 albüm satmayı başaran
Jessie J, ilk çıkış sarkışı olan “Do It
Like a Dude” ile çıktığı hafta İngiltere
www.iksev.org
listelerinde üst sıralara çıkmayı
başardı.
www.biletix.com
www.biletix.com
www.biletix.com
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
Asıl adı Jessica Ellen Cornish
olan İngilizler’in en genç pop idolü
haline gelen Jessie J, Pozitif Günler
kapsamında 26 Haziran Salı akşamı
Küçükçiftlik Park’ta unutulmaz bir
konser verecek.
09
EDUART ON SAYFALAR 01-13.indd 11
6/4/12 3:07 PM
SINEMA
Bir Ridley Scott filmi
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
Prometheus
Tekrar bilim-kurgu türüne dönüş yapan kült yönetmen Ridley Scott’ın
önderliğinde Alien’ın köklerine yapılan bu yolculuk, hayatın başlangıcına dair araştırma yürüten bir ekibin evrenin en karanlık noktasında yaşadıkları maceralara odaklanıyor. Ekibin insanoğlunun geleceğini korumak adına girdiği bu savaş, her şeyin sonu olabilir...
Çekimleri gizlilik içinde yürütülen filmin orijinal hikâyesi Jon Spaihts
tarafından yazıldı ve daha sonra Lost’un yaratıcısı Damon Lindelof’un
elinden geçti. Kadrosuyla göz dolduran Prometheus’un Alien efsanesiyle aynı DNA’yı taşıdığını, fakat seriden tamamen bağımsız olduğunu belirtelim...
Orjinal adı: Prometheus • Yönetmen: Ridley Scott • Tür: Bilimkurgu, Korku • Oyuncular: Charlize Theron, Guy Pearce, Ben Foster,
Patrick Wilson, Michael Fassbender, Noomi Rapace, Idris Elba • Ülke: ABD Yıl: 2012
10
EDUART ON SAYFALAR 01-13.indd 12
6/4/12 3:07 PM
DVD
Görkemli! Keyifli! Mutluluk Verici!
Efsanevi yönetmen Steven Spielberg’den inanılmaz bir sadakat, umut ve azim hikayesi üzerine
yapılmış epik macera War Horse’u izleyin. Tony
ödüllü Broadway oyunu, Birinci Dünya Savaşı’nın
panoramik manzarasında Joey adında bir at ve
genç terbiyecisi Albert arasındaki unutulmaz arkadaşlığı anlatıyor. Bu birbirine bağlı arkadaşlar,
savaş esnasında ayrılmaya zorlanınca, Joey’nin
ALTERNATİFLER
olağanüstü yolculuğu başlar ve tanıştığı herkesin hayatını değiştirirken ve onların yaşamına ilham olurkenki olağanüstü yolculuğunu izleriz.
Nefes kesen zengin bir görsellikle dolu ve daha
önce görülmemiş bonus özelliklerle War Horse
“Gerçek Bir Başyapıt” (Rex Reed, The New York
Observer) ve arkadaşlık üzerine yapılan en güçlü ve dokunaklı film.
n Aşkın Gurusu n Taşıyıcı 2 n Ejderha Dövmeli Kız n Mekanik n Senden Bana Kalan n Düşler Bahçesi
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
http://www.idefix.com/video/
Savaş Atı
11
EDUART ON SAYFALAR 01-13.indd 13
6/4/12 3:07 PM
MÜZİK
FUNDA ARAR, 10 ŞARKIDAN OLUŞAN
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
YENI ALBÜM “SESSIZ SINEMA”
Funda Arar, 10 şarkıdan oluşan
yeni albümü “Sessiz Sinema”
ile müzik marketlerde yerini
aldı. Febyo Taşel, Niran Ünsal,
Yıldız Tilbe, Saro Secikyan, Onur
Baştürk ve Seda Akay gibi önemli
isimlerin imzalarını taşıyan
albümün ilk klibi albümün isim
şarkısı “Sessiz Sinema”ya çekildi.
Funda Arar, albümünün ilk
video klibinde bir film yıldızını
canlandırıyor. Siyah - beyaz
olarak çekilen klipte sanatçıya
Alman model Andre Hamman
eşlik etti. Şarkının ruhunun
1930’lu yıllar çağrıştırdığını ve
dönem klibi olmasını özellikle
istediğini belirten Funda Arar,
“Bu kez “Sessiz Sinema”nın
“Artist”i ben oldum. Çok keyifli
bir klip oldu” dedi.
Müziğini Febyo Taşel’in yaptığı,
sözlerini Yıldız Tilbe’nin yazdığı
parçanın yönetmenliğini ise
Murat Küçük üstlendi. Yaklaşık
40 kişilik bir ekiple, 20 saatte
gerçekleştirilen çekimlerde,
1940’lara ait dekorlar ve
kostümler ile, o dönemin film
setinde geçen film yıldızları
arasında bir aşk hikayesi anlatıldı.
Styling’i Umut Eker tarafından
yapılan klipte, kıyafetler Simay
Bülbül imzası taşıyor.
RAFTAKILER
n Sevda Diye Bir Kuş / Soner Olgun n Ey Şuh-i Sertab / Sertab Erener
n Ateş / Yavuz Bingöl n İlk Ateş / Papyon
12
EDUART ON SAYFALAR 01-13.indd 14
6/4/12 3:08 PM
KITAP
BOĞAZ HAKKINDA HER ŞEY
SAFFET EMRE TONGUÇ VE
PAT YALE
YAYIN YILI: 2012
360 SAYFA
DILI: TÜRKÇE
Yazdığı kitaplar ve çalışmalarıyla çok sayıda ödül
alan tarihçi ve gezgin Saffet Emre Tonguç; 2010
yılında “En İyi Turizm Yayını” ödülünü alan İstanbul
Hakkında Her Şey kitabının ardından, İngiliz seyahat
yazarı Pat Yale ile birlikte hazırladığı “Boğaz Hakkında
Her Şey” isimli yepyeni eseriyle okurların karşısına
çıkıyor! Boğaz Hakkında Her Şey; Bugüne kadar
Boğaz hakkında yazılmış en kapsamlı ve en güncel
çalışma. Eserde, Boğaz’ın en meşhur yalılarının hiç
görülmemiş iç mekan fotoğraflarının yanısıra, bir
uçtan bir uca Boğaz ile ilgili en yeni bilgiler yer alıyor.
Kitabın rotası Avrupa ve Anadolu Yakası olmak üzere
iki ana bölümden oluşuyor. Saffet Emre Tonguç ve
Pat Yale, okurları Cankurtaran’dan Rumeli Feneri’ne,
Kadıköy ve Moda’dan ise Anadolu Feneri’ne kadar
toplam 34 durağın yer aldığı heyecanlı bir yolculuğa
çıkarıyor. Üstelik eserin en başında yer alan haritada,
ziyaret ettiğiniz yerleri işaretleyebilmeniz için
kutucuklar dahi düşünülmüş. Tam 360 sayfadan
oluşan rehberde, yalın ve kolay anlaşılır metne
yüzlerce renkli ve özel fotoğraf eşlik ediyor. Saffet
Emre Tonguç ve Pat Yale’in aylarca süren çalışması;
otellerinden restoranlarına, cami ve çeşmelerinden
kiliselerine, yalılarından köşklerine, saraylarından
müzelerine kadar Boğaz Hakkında Her Şey’in yer
aldığı olağanüstü bir rehber niteliğinde. Yalnızca
turistler değil, İstanbul’da yaşayan gezginlerin de
yanlarından ayırmaması gereken bir kitap.
RAFTAKILER
n Dörtlükler / Ömer Hayyam
n Türlerin Kökeni / Charles Darwin
n Denizlerin Davası / Mustafa Balbay
n Suç ve Ceza / Fyodor Mihailoviç Dostoyevski
n Bonzai / Alejandro Zambra
n Yaşamak Hatırlamaktır / Ülkü Tamer
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
BOĞAZ HAKKINDA HER ŞEY
13
EDUART ON SAYFALAR 01-13.indd 15
6/4/12 3:08 PM
EFSANELER
Marilyn
Monroe
Marilyn Monroe, sadece sinemanın değil, genel olarak popüler
kültürün hala en önemli sembollerinden biri. İsmi seks ve cazibe ile
anılan Monroe; oynadığı filmler, çektirdiği fotoğraflar ve hakkında
çıkan sansasyonel haberler neticesinde, henüz hayattayken bu imajı
oluşturmuştu. Her adımı bir olay haline gelen Monroe’nun ölümü
bile hala birçok spekülasyona neden olmayı sürdürüyor.
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
Marilyn
Monroe asıl adı Norma Jeane Mortenson, sinema oyuncusu, şarkıcı ve model. 20. yüzyılın en ünlü sinema yıldızlarından, seks sembollerinden ve pop ikonlarından biriydi.
Yıllarca küçük rollerde kendini gösterdikten sonra Gentlemen Prefer Blondes, How to Marry a Millionaire, Some Like
It Hot ve The Seven Year Itch gibi filmlerde gösterdiği komedi yeteneği, seksi cazibesi ve ekrandaki görünüşü 1950’lerde
ve 1960’lı yılların başında en popüler film yıldızlarından biri
olmasını sağladı. Kariyerinin sonlarına doğru başarısının ölçüsüyle Bus Stop ve The Misfits gibi filmlerde dramatik rollerde de oyunculuğunu gösterdi ve eşi görülmemiş popüler
bir ilgi nesnesi haline gelip, kazandığı bu şöhret ile zamanının diğer yıldızlarını geride bıraktı. Oysa ki, halkın gözündeki mutlu imajının aksine, özel hayatında yaşadığı hayal kırıklıkları ve güvensizlikleri zaten var olan problemlerini daha
da derinleştirdi. Özellikle 1950’li yılların sonuyla 1960’lı yılların başından itibaren yaşadığı çeşitli sağlık sorunları ve kişisel problemleri kariyerine de yansımış ve Monroe’nun çalışması zor ve dengesiz biri olarak kötü ün yapmasına sebep olmuştur. Yine de ölümününden itibaren ünü gitgide artarak tüm zamanların en önemli kültürel figürü ve ikonlarından biri olmuş, sık sık diğer ünlüler tarafından taklit edilmiş-
tir. Ölümü resmi olarak aşırı dozda uyku hapından kaynaklanan
muhtemel intihar olarak geçse
de ölüm sebebi üzerine pek çok
spekülasyon yapılmış, komplo
teorileri oluşturulmuştur.
Monroe, 1999 yılında Amerikan
Film Enstitüsü’nün tüm zamanların en
büyük kadın film yıldızı sıralamasında altıncı sıraya yerleşti.
Marilyn, Norma Jeane Mortenson ismi ile Los Angeles
Devlet Hastanesi’nde doğmuştur. Biyografisini yazan birçok kişiye göre biyolojik babası annesinin RKO stüdyolarında
film editörü olarak birlikte çalıştığı Charles Stanley Gifford
ismindeki satış elemanıdır. Bazıları ise annesi Gladys Pearl
Baker’ın ikinci kocası olan Martin Edward Mortenson’nın babası olduğunu iddia eder. Gladys’in ayrıca daha önceki evliliğinden de Robert Kermit Baker ve Berniece Baker (Miracle) isimlerinde iki çocuğu da vardı. Gladys’in şizofreni hastalığı yüzünden hastaneye kaldırılması üzerine Monroe bundan
sonraki hayatını bir yetimhanede ve çeşitli bakıcı ailelerin yanında geçirmek zorunda kaldı.
14
EFSANELER.indd 2
6/4/12 3:15 PM
“
Beni gerçekten tanıyanlar yalan
söyleyemediğimi bilirler. Böyle bir alışkanlığım
yok. Bazen bazı şeyleri anlatmam, es geçerim.
O da kendimi ve başkalarını korumak için.
Bunun adı da yalan olamaz, değil mi?
“
EFSANELER.indd 3
6/4/12 3:15 PM
EFSANELER
gönderilmiştir. Ancak orada da Olive’in
oğulları tarafından saldırıya uğrayınca
Grace’in yaşlı halası Ana Lower’a gönderilmesi gerekmiştir. Ana Lower’ın
sağlığı bir süre sonra bozulmaya başlayınca Norma Jean, Grace ve Ervin
Goddard’ın yanına geri dönmüştür. Bu
dönemde Norma Jeane, henüz 16 yaşındayken komşusunun 21 yaşındaki
oğlu James Doughtery tanışıp bir süre
flört ettikten sonra onunla evlenmiştir.
Dört yıl süren evliliğin ardından boşanmış ve The Blue Book mankenlik ajansına girerek modellik yapmaya başlamıştır. Yine bu dönemde oyunculuk ve
şarkıcılık kurslarına katılmış ve saçını
kestirip, platin sarısına boyatmıştır.
Kısa sürede The Blue Book mankenlik ajansının en başarılı modellerinden
biri olan Monroe, düzinelerce magazin
dergisinde gözüktü. Bu dönemde 20th
Century Fox’un yöneticisi Ben Lyon’un
dikatini çekti ve onun için bir deneme
çekimi ayarladı. Aynı zamanda ona altı
aylık bir kontrat yaptı. Lyon’un önerisiyle adını Marilyn Monroe olarak değiştiren Norma Jean, “Scudda Hoo! Scudda Hay!” ve “Dangerous Years” isimli iki film çevirdi. Ancak iki filmin başarısız olması, O’nun bir süre sinemadan
uzak kalmasına neden oldu. Fox şirketinin Monroe ile yeni bir kontrat imzalamaması yüzünden bir süre boşta kaldı. Modelliğe devam ederken aynı zamanda da oyunculuk derslerine devam etti. “Ladies of the Chorus” adındaki kısa filmde, ilk kez şarkı söyleme
şansını yakaladı. Daha sonra “The Asphalt Jungle” ve “All About Eve” filmlerinde iki kısa rolde oynadı. Bu filmlerdeki kısa ama dikkat çekici rolleriyle
eleştirmenlerin çok dikkatini çekmişti.
Sonraki iki yıl boyunca “We’re Not Mar-
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
Monroe’nun aynı şekilde dayısı Marion
da akıl hastanesine yatırılmış ve hastaneden çıktıktan sonra kendini asmıştı. Anneannesi Della ve dedesi Otis de
manik depresyon hastalığından çekmişlerdi. Norma Jeane yedi yaşına kadar aşırı dindar bir aile olan Albert ve
Ida Bolender çifti ile yaşamıştır. Daha
sonra annesi Gladys’in bir ev satın almasıyla tekrar onunla yaşamaya başlamıştır. Annesinin akıl hastalığının kötüleşmesi üzerine annesinin en yakın
arkadaşı Grace McKee’nin bakımı altına girmiştir. Ancak Grace McKee’nin
1935 yılında Ervin Silliman Goddard
ile evlenmesi üzerine Los Angeles yetimhanesine gönderilmiştir. İki yıl sonra
Grace onu geri almasına rağmen kocası Ervin Silliman Goddard’ın küçük kıza
cinsel tacizde bulunması üzerine dokuz yaşındaki Monroe, bu sefer de büyük halası Olive Brunings ile yaşamaya
16
EFSANELER.indd 4
6/4/12 3:15 PM
Monroe, 1953 yılında oynadığı “Niagara” filmiyle en sonunda ünlü olabildi.
Eleştirmenler filmin karanlık senaryosu kadar, Monroe’nun kamerayla olan
uyumuna da odaklandılar. Monroe, bu
filmde kocasını öldürmeye çalışan bir
kadını canlandırdı.
Bu dönemde bir zamanlar verdiği seksi
pozlar ortaya çıktı. Monroe, daha sonra
basına çıplak pozlar verdiğini, bunu parasız ve aç kaldığı için yaptığını söyleyerek kariyerini bitirecek olası bir skandaldan kurtulmayı başardı. Bu pozlar,
daha sonra Playboy’un ilk sayısında yayınlandı.
Monroe sonraki aylarda çevirdiği
“Gentlemen Prefer Blondes” ve “How
to Marry a Millionaire” isimli filmlerinin büyük başarı kazanmasıyla A sınıfı aktristler arasına girdi. Bu filmlerden
sonra çevirdiği “River of No Return” ve
“There’s No Business Like Show Business” isimli filmler ise başarılı olamadı.
Yine bu dönemde uzun zamandır birlikte olduğu beyzbol yıldızı Joe Dimaggio
ile evlendi. Ancak çift, dokuz ay sonra
anlaşmazlık nedeniyle boşandı. Stüdyo
başkanı Zanuck’un kendisine ayarladığı
aptal sarışın rollerinden sıkılan Monroe,
1955 yılında “The Seven Year Itch” isimli filmini tamamladıktan sonra kontratını iptal ederek New York’daki “Actor’s
Studio”’ya oyunculuk okumaya gitti. Bu
arada kendisine önerilen “The Girl in
Pink Tights”, “The Girl in the Red Velvet
Swing” ve How to Be Very, Very Popular” gibi filmlerde oynamayı ise reddetti. Actors Studio’daki eğitimi sırasında
üçüncü eşi yazar Arthur Miller ile tanışan Monroe, daha sonra onunla evlendi.
New York’tayken arkadaşı fotoğrafçı
Milton H. Greene ile kendi prodüksiyon
şirketi Marilyn Monroe Productions’ı
kurdu. Bu arada Monroe’nun yokluğu sırasında stüdyo tarafından seyirciye sunulan Jayne Mansfield ve Sheree North gibi alternatiflerinin başarısız olması ve “The Seven Year Itch” filminin gişedeki başarısı üzerine Zanuck
onu geri çağırıp istediği şartları yerine
getirerek yeni bir sözleşme yaptı. Monroe, bundan sonra sadece onayladığı
senaryolar ve kendi belirlediği yönetmenlerle çalışacak ve Fox dışındaki diğer stüdyolar ile filmler çevirebilecekti.
1955 yılında stüdyo ile yaptığı bu yeni
sözleşmeye ve prodüksiyon şirketine
bağlı olarak Joshua Logan tarafından
yönetilen ilk filmi “Bus Stop”’ı çevirdi.
Bu filmdeki salon şarkıcısı Cherie rolüyle kariyerindeki en iyi dramatik performasını göstererek eleştirmenlerden
büyük övgü aldı ve Altın Küre Ödülü’ne
aday oldu. Bu filmin ardından eşi Arthur Miller’la Londra’ya giderek Laurence Olivier ile birlikte The Prince and
the Showgirl isimli filmi çevirdi. Bu filmi eleştirmenlerden karışık eleştiriler
almasına ve fazla hasılat yapmamasına rağmen, özellikle Avrupa’da Monroe
yine oyunculuğu ile büyük övgü kazandı
ve Oscar Ödülü’ne denk görülen İtalyan
David di Donatello ve Fransız Crystal
Star Ödülleri’ni kazandı. Aynı zamanda da İngiliz BAFTA ödülüne aday oldu.
Filmin tamamlanmasının ardından
Londra’dan dönen Monroe hamile olduğunun öğrendi. Ancak bir dış gebelik
geçirdiği tespit edilince çocuğunu aldırmak zorunda kaldı.
Marilyn, 1959 yılında Billy Wilder’ın yönetmenliğinde çevirdiği “Some Like
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
ried!”, “Love Nest”, Let’s Make It Legal
ve As Young as You Feel gibi filmlerde
önemsiz küçük rollerde gözüktü. Ardından RKO yöneticileri Monroe’nun box
office potansiyelini Fritz Lang’ın “Clash
of Night” isimli filminde kullandılar. Filmin başarı kazanması üzerine Fox aynı
taktiği kullanarak “Monkey Business”
isimli komedi filminde oynattı. Bu iki filmin başarısı üzerine eleştirmenler artık Monroe’yu görmezden gelemediler
ve iki filmin başarısını onun artan ününe bağladılar.
1952 yılında Monroe “Don’t Bother to
Knock” isimli filmde psikolojik sorunları olan bir çocuk bakıcısı rolüyle en sonunda başrolde oynama şansı yakaladı.
Düşük bütçeyle yapılmış B tipi bir film
olmasına ve karışık eleştiriler almasına rağmen, eleştirmenler Monroe’nun
daha büyük rollerde de oynayabileceğine ikna oldular.
17
EFSANELER.indd 5
6/4/12 3:15 PM
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
EFSANELER
It Hot”, kariyerindeki en başarılı ve en
popüler filmi oldu. Monroe bu filmdeki oyunculuğuyla bir Altın Küre Ödülü
kazandı. Ancak filmin ve Monroe’nun
büyük başarısı kadar perde arkasında yaşanan olaylar da yine bu dönemde su yüzüne çıkmaya başladı. Özellikle Monroe’nun sete sürekli geç gelmesi, repliklerini hatırlayamaması, zaman
zaman odasından çıkmayarak çekimlere katılmayı reddetmesi yönetmen Billy
Wilder ile arasında büyük çatışmalara
yol açtı. Bunların dışında çekimler sırasında hamile olduğunu keşfeden Monroe, filmin tamamlanmasının ardından düşük yaptı. Bu filmden sonra çevirdiği “Let’s Make Love” filmi ise kritik
ve ticari açıdan başarısız oldu. Yine de
film de söylediği “My Heart Belongs to
Daddy” şarkısı büyük hit oldu. Ayrıca bu
filmdeki rol arkadaşı Yves Montand ile
kısa bir yasak ilişki yaşadı.
Marilyn, daha sonra senaryosunu kocası Arthur Miller’ın yazdığı 1961 yapımı “The Misfits” filminde çocukluk idolü Clark Gable ile birlikte başrolde oynadı. Film boyunca Monroe’nun psikolojik ve fiziksel sorunları, alkol ve reçeteli hap bağımlılığı, iki sefer yorgunluk
ve sinir bozukluğu sebebiyle hastaneye
yatırılması ve sete sürekli geç gelmesi nedeniyle çekimlerde çok fazla sorun ve gecikmeler yaşanmasınaneden
oldu. Ancak Monroe ve diğer oyuncular gösterdikleri performanslarla eleştirmenlerin ve seyircilerin ilgisini çekti.
Ancak film yüksek beklentilere rağmen
gişede fazla hasılat yapamadı. The Misfits, aynı zamanda Monroe’nun ve Clark
Gable’ın tamamladıkları son film olacaktı. Bu filmden sonra Monroe, kocası Arthur Miller’dan boşandı. Boşanmadan sonra depresyon sebebiyle Payne Whitney Psikiyatri Kliniği’ne yatarak bir süre tedavi gördü. 1962 yılında
“Something’s Got to Give” adlı komedi
filminde oynamaya karar verdi. Bu film,
onun aynı zamanda ilk çıplak sahnesini
de içeriyordu. Ancak film boyunca hasta olduğunu öne sürerek sete az gelmesi ve onun yerine hakkında aşk söylentilerinin çıktığı J.F. Kennedy’nin doğum günü için şarkı söylemeye gitmesi üzerine Fox şirketi tarafından filmden
kovuldu, sözleşmesi iptal edildi ve film
şirketi tarafından kendisine tazminat
davası açıldı. Fox şirketi filmi tamamlamak için aktrist Lee Remick ile anlaş-
masına rağmen Monroe’nun filmdeki
rol arkadaşı Dean Martin’nin başka bir
aktristle çalışmak istememesi üzerine
işe geri alındı ve kendisiyle yeni bir sözleşme yapıldı. Ancak filmin çekimleri
tekrar başlamadan önce yüksek dozda sakinleştirici ilaç alarak 5 Ağustos
1962’de Brentwood, Los Angeles’taki
evinin yatak odasında henüz 36 yaşındayken hayata veda etti. Ölümünün ardından yapılan otopsi sonucunda ölüm
sebebi yüksek dozda Barbitürat alımı
sonucu muhtemel intihar olarak ilan
edilmesine karşın, olay yerindeki delil yetersizliği, otopside alınan dokuların daha sonradan kaybolması ve başta kahyası Eunice Murray olmak üzere görgü tanıklarının çelişkili ifadeleri sonucu ölüm sebebinin cinayet olduğuna ve politik sebeplerden CIA, mafya ve Kennedy ailesinin buna sebep olduklarına dair tam olarak kanıtlanamamış birçok komplo teorisi ortaya atıldı.
Monroe’nun bedeni daha sonra eski kocası Joe Dimaggio’ya teslim edildi ve
onun düzenlediği bir cenaze töreni ile
8 Ağustos 1962 yılında Westwood Village Memorial Park Mezarlığı’nda defnedildi.
18
EFSANELER.indd 6
6/4/12 3:15 PM
YAŞAM KOÇLUĞU
ÖZGÜRLÜK
ÖZGÜRLÜK
Esra Abay Özkurt • Sertifikalı Koç / Eğitmen • [email protected]
Amerikalı düşünür ve yazar olan Ralph
Waldo Emerson‘ın bu sözü bana her zaman “Evet anlatmak istediğim işte tam da
bu” dedirtmiştir.
Yaşamımızda çoğu zaman bunu yaşarız.
Karşımızdaki bize bir şey söyler fakat söylediklerinin altında bambaşka şeylerin yattığını biliriz. Bazen sarfedilen kelimeleri kabul etmiş gibi görünür, bazen tepki veririz.
zi öğretti. Daha sonra arkadaşlarımız nasıl konuşmamızı, nelerden hoşlanmamızı en popüler olan ne varsa onu kullanmamızı, nerelere takılmamızı öğretti. Öğretmenlerimiz nasıl bir okul yaşaşmımızın olması gerektiğini söyledi durdu. Tüm bu öğrendiklerimizle biz de bu yarattığımız kimliğimize uygun olan kişilerle çevremizi oluşturduk. Tüm bu öğrendiklerimizin bazılarını
benimsedik, hoşlandık. Fakat bir kısmı ise
bizi bir süre mutlu ettiyse de bir süre sonra
rahatsız etmeye başladı.
Bu rahatsızlığı ne kadar hissetsek de doğru olduğunu düşündüğümüz için yani aslın-
Tüm bu süreç bizim içinde geçerlidir.
Etrafımızdakiler ile sohbet ederken
dilimizle farklı kelimeler sarfeder içimizden geçenler farklıdır. Hayatımızdaki kaç kişiyle içimizden geldiği gibi
rahatça ve özgürce kendimizi ifade
ederek konuşabiliyoruz ki?
Peki nedendir bu maske neden içimizden geldiği gibi, neden anlatmak istediğimiz gibi ifade edemeyiz kendimizi?
Ya da neden etrafımızdakiler de hep
bu maske altındadır. Olması gereken
bu olduğu için mi?
Bu olması gerekenleri kim ve neden
belirledi ki biz bu kadar kurallar, doğrular ve olması gerekenlerle hayatta varız. Bu soruları soruyorum çünkü, siz okuyucularımızın da bu soruları kendinize sormanızı istiyorum. Sormalıyız, çünkü ancak o zaman yapmak ya da davranmak zorunda olduklarımızı gerçekten yapmak zorunda
mıyız bunu farkedelim.
Doğduğumuz günden itibaren bize öğretilenlerle kimliğimizi oluşturduk. İlk önce annemiz ailemiz bize nasıl beslenmemiz gerektiğini, nasıl giyinmemizi, nasıl konuşmamızı, nasıl ilişkiler, arkadaşlar edinmemi-
seçmeleri konusunda fikirler beyan ederken ya da nasihatlar verirken, eşimize ya
da sevgilimize iyi bir çevre oluşturmaları
konusunda ya da en yakınlarımıza yuvası
yıkılmasın diye verdiğimiz tüm nasihatlara
bir yanımız evet tam da bu doğru olan diyor
ve söylüyoruz. İçimizin bir yanı ise ‘’Aslında
böyle olması gerekmeseydi keşke‘’ dediğimiz bir sesle dürtüyor bizi.
Bu yazıyı okurken her birinizin şunu söylediğini tahmin edebiliyorum. ‘’Evet doğru fakat bazı doğrular var ki doğrudur ve zarar
görmemek için bu olmalıdır.’’ Sevgili okuyucular, bu doğru dediklerimizin neye göre,
kime göre doğru olduğunu bir düşünün bakalım.
Doğru, geleceği parlak bir meslek
seçmek ne kadar mutlu edecek çocuğumuzu - bizi ne kadar mutlu etti.
Benim şahsen mutlu olduğum mesleğimi keşfedebilmem tam 27 senemi aldı. Ben şanslılardanım, keşfedebildim.
Ya hiç keşfedemeden emekli olanlarınız. Bu, sadece mesleğimiz içinde geçerli değil hiç hoşlanmadığımız kişilerin etrafımızda var olması mesela? Etrafımızdaki insanlar
ile vakit geçirirken ne kadar samimi
ve açık olabiliyoruz. Ne kadar maskesiz kalabiliyoruz. Hep bir şekilde
maskelerimiz var yüzümüzde.
da doğru olduğu bizlere toplum tarafından
öğretildiği için, içten içe bazen farkında olmadan bile olsa kendimizle çatışıyoruz. Aslında tam tersini söylemek gelirken içimizden doğru budur diye sonuna kadar savunmuyor muyuz öğrendiklerimizi.
Kendi çocuklarımıza doğru düzgün meslek
İşte bu karmaşanın içinden çıkmanın altın sorularını tavsiye ediyorum sizlere,
• Doğru olan bana gore gerçekten bu mu?
• Bu olmasa tam tersini yapmış olsaydım bu ne olurdu?
• Bunun sonucunda ne olurdu?
• Tüm bunlar neye göre ve kime göre
doğru ?
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
‘’Yaptıkların o kadar yüksek sesle konuşuyor ki, ne söylediğini duyamıyorum.’’
Ralph Waldo Emerson
19
EFSANELER.indd 7
6/4/12 3:15 PM
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
SÖYLEŞİ
20
ROPORTAJ MURAT.indd 2
6/4/12 3:30 PM
Röportaj: Begüm Çelikkol
Kanser tedavisi gördükten sonra hayata yeniden
dönen Murat Göğebakan, müziğe bomba gibi bir
dönüş yaptı. Aşkın Gözyaşları isimli albümüyle
gönülleri fetheden Göğebakan, bu albümünü
“Ustalık dönemim” diye nitelendiriyor. Vurgunum
isimli parçası, son günlerin en çok sevilen parçalar
arasına giren Göğebakan’la keyifli bir sohbet
gerçekleştirdik.
Kaçıncı albüm?
10. albüm oldu
Albüm üzerinde ne kadardır çalışıyorsunuz?
1 yıldır.
mıyla. Uzun soluklu bir çalışmaydı. Çok iyi olacağını
biliyorduk. Ödülü de Vurgunum ile geldi
Vurgunum nasıl geldi?
Umre’ye gittiğimde muhteşem mekâna geldiğimizde bir ağabeyim “İnşallah burada güzel bir şarkı yaparsın” dedi. Ben de “Nasip eden nasip ederse eyvallah” dedim. Muhteşem mekânın karşısına geldiğimde
“Ben gönlümün ayak bağını senin kapına geldim de
açtım” diye geldi. Bir arkadaş aşkı anlatırken, o sözleri peçetelere yazdım. Orada yaşadıklarım, o bütünlükle Vurgunum çıktı
O ne zaman çıkacak?
Yıl sonunda
Gelmiş Bahar var... En sevdiğim türkülerden
biri... Bunu almak nasıl oldu?
Ahmet Kaya’nın bir eseri vardı Hani Benim Gençliğim.
O ve Gelmiş Bahar arasında gidip geldik. Kaya’nın
eseri olmadı. Gelmiş Bahar devreye girdi. Ciddi bir
anonim eser. Çok insan bilmez bilen de çok sever.
Kendi tarzımızda notalar yazıldı. Çok da güzel oldu.
Bu albümün farkı ne peki?
Ben Sana Aşık Oldum, çıraklık dönemiydi. Ay Yüzlüm
kalfalık dönemiydi. Aşkın Gözyaşları ustalık dönemi.
Hamdık, piştik, “Elhamdülillah” diyoruz. Aşkın Gözyaşları daha samimi. Ekip çalışması oldu tam anla-
Unutulan’ı niye aldınız Cengiz Kurtoğlu’ndan?
Yıllar önce aynı firmadaydık. Her fırsatta dinlemeye
giderdim onu. Çıktığı yere gittiğimde bir şarkı söylüyorsa beni gördüğü için şarkısını yarıda keserdi, o şarkıyı söylerdi. “Bu şarkıyı okumak istiyorum” demiştim.
Kaç parça var içinde?
9 eser vardı. 10 eser var. Birini çektik. Şehrazat’ın verdiği bir parçaydı. Klasik ağırlıklı bir eserdi. Bu formata
uymuyordu. Onu single yapacağız
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
Murat Göğebakan bu noktaya nasıl geldi?
Bedel ödedi. Çok çalıştı. O bedelleri anlatmaya çalışırsam sayfanda yer kalmaz. 1997 yılından beri bedel
ödedim. Yokluklarla, hırçınlıkla, yaşantıyla, hastalıkla
bedeller ödedi. Ama buna pişman değilim
21
ROPORTAJ MURAT.indd 3
6/4/12 3:30 PM
SÖYLEŞİ
Hastanedeyken “Hadi bu şarkıyı artık
oku” dedi. Sonra istedim şarkıyı ve albüme koyduk...
İki kitaptan etkilendiniz değil mi?
Ferrarisini Satan Bilge ve Aşkın Gözyaşları Şems... İkisinin de bağlantısı var
Ve Hakkı Yalçın şarkıları
Kapına Kırmızı Bir Gül Bıraktım... Konserlerde söylüyorduk. İnsanlar çok seviyordu bu şarkıyı. Hakkı Ağabey’e
gittik. Ürkan Ablam, “Ben konuşurum onunla” dedi. Ve şarkıyı aldı. Hakkı Ağabey’in, Cengiz Ağabey’in, Ferdi
Ağabey’in eserlerinin okunması zordur.
Ve aldık.
Nasıl bağlantılar var?
İkisinin de felsefesi var. Birinde Dalaylama Rahipleri birinde Şems var. Yaşamsal boyutta önemliler...
Albümden sonra hayatınızda neler
değişti?
Televizyon programlarına gitmek, röportajlara gitmek ve PR koşturmaları var.
Film projesi var mıydı?
Aşkın Gözyaşları’nın filmi olacak. Sinan çok sevdiğim birisi. Cumhuriyet tarihinin en büyük bütçeli filmi. Cennetin
Krallığı’nda Selahaddin Eyyubi’yi oynayan Ghassan Massoud Şems’i oynayacak. Richard Gere Mevlana’yı oynamak
istiyor. Yetkin Dikinciler olacak. Kayıp
Balık Nemo’nun yönetmeni ve Çağan
Irmak’la görüşülüyor. Ben Doğu müziklerini yapacağım. Ciddi bir ekip çalışması olacak sanırım
Dergâh eğitiminiz var sizin. Nasıl
yıllardı o yıllar?
Daha samimiydi. Bir lokma varsa kaç
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
Neden Aşkın Gözyaşları oldu adı?
Herkesin bir öyküsü vardır, her şarkıda aşk vardır. Unutulanda aşk var, Kapına Kırmızı Bir Gül Bıraktık’ta da var aşk.
Aşkta gözyaşları vardır. Sinan Yağmur
da çok yakın arkadaşımdır. Her şarkıda
bir aşkı anlatmak istedik. Kitapla beraber özdeşleşti...
Tepkiler nasıl albüme?
Amacımıza ulaştık. Allah’ıma şükürler
olsun. Her gün satışlar artıyor.
Dün 500 sipariş gelmişse bugün 1 gelmişse güzeldir. Siparişin bir artması
bile önemli. En fazla satılan albümler
arasında.
Ruhsal anlamda nasılsınız?
Daha bir rahatım. İyi bir şey yapmış olmanın mutluluğu var. Durmamalıyız,
devam etmeliyiz. Projeme daha fazla
sarılmalıyım.
22
ROPORTAJ MURAT.indd 4
6/4/12 3:30 PM
Ruhsal anlamda
daha rahatım artık.
İyi bir şey yapmış
olmanın mutluluğu
var. Durmamalıyız,
devam etmeliyiz.
Projeme
daha fazla
sarılmalıyım.
Albümle de bağlantılı sanki?
Aynen öyle. Ustalıkta ilerliyoruz
Haram ve helal konusunu açalım mı
biraz? “Bizi haram kapılarında tutma, biz helal kapılarında aç kalmaya razıyız”, birilerine gönderme mi?
Yok değil. Kimseye gönderme yapmam.
Olur sanat camiasında ama...
Bende olmaz. Ben direkt telefonu açar
söylerim. Ne siyah ne beyaz, gri yoktur.
Net söylerim. Biz çalarak bir yere gelmek istemedik. Hırsızın binası var mı?
Çalanın binası olduğunu görmedim.
“Haram bizim kapıya uğrama” dedim.
Ben bir kuru ekmekle de mutlu olurum. Olursa da olmasa da sorun yok.
Bu dünyada benim umrumda olmazdı. Önem verseydim bugün sizinle oturmazdım.
Sizi iyi niyetinizle tanıyoruz... Bu
camiada zor bir şey
Şeytanla pazarlığa girilir mi? Onunla pazarlıkta kazanılmaz. Sana verdiği her ödün kazançtır onun için. Bizim
net olmamız gerek. 1997 yılında neysem 2012’de de öyleyim. Araf dönem-
leri vardır, o dönemde de bazen üşürsün bazen donarsın bazen aç kalırsın.
verise ödüldür, vermezse imtihandır.
Ömrüm vefa ettiği sürece bu pencereden bakacağım
En büyük gururunuz nedir?
Evladımdır. Ne mutlu bana ki öyle bir
evladım var. Babama sorsan O da benim için söyler. O’nun soyadını temiz biçimde taşımaya çalışıyorum. Evladım
benim adımı taşıyor, ne mutlu. Evlat
benimdir.
En büyük pişmanlığınız nedir?
Pişmanlık yaşamadım. Yaşanması gerekirse kaderdir. Kader de Allah’tan gelir. Keşke kelimesi bize sığmaz. Bir zamanlar “keşke tanımasaydım” demiştim. Ama ufak kalıyor keşke.
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
kişi varsa bölüşmekti. Metaryalizmin
girmediği bir dünyadan bahsediyoruz.
Açlıkla “Elhamdülillah” demek gerekiyor. Kainat yaratılmadan önce aşk yaratıldı, aşk yaratılmadan önce şefkat yaratıldı. Aşk şefkatinle pişerken, meyveyi de pişirmek gerekir.
Sabır, eyvallah, çok şükür birlikte.
Dergâhta saatlerce konuşmayabiliyorsun bazen saatlerce susmayabiliyorsun. Paranın bittiği yer.
23
ROPORTAJ MURAT.indd 5
6/4/12 3:30 PM
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
SÖYLEŞİ
Sevgi Adamı diyorlar size...
Dürüst olursanız yeterli. Ben Ürkan
Abla’ma her şeyi söylerim mesela ama
dürüstüm.
Albüm kapağınız çok hoş
Hüseyin kardeşimiz daha önce biraraya
gelmediğim biriydi. Hastalık döneminde
destek oldu. Arnavutköy’de program yaparken fotoğraf çeken arkadaşım fotoğrafları almış. Karakalem haliyle çizmiş.
Çok beğendik ve albüm kapağı yaptık.
Ürkan Hanım’a sormak istiyorum
şimdi de. Murat Göğebakan sizce
nasıl biri?
Asla yalan söylemez. Hep dürüst. O
yüzden çok seviliyor zaten
M.G.: Dürüst olursan güvenir. Kendisini, eşini, kızını emanet eder. Biz yanlış
yapamayız. Dürüst olunca da her şey
dürüst gelir. Bir yalan söylersin, 100
yalanla temizleyemezsin. Samimiysen
yalan söylemek zorunda değilsin.
Ürkan Miras: Murat adam gibi adam.
10 numara bir insan. Dürüst, namuslu,
şerefli, aç kalır “Açım” demez. Parası
varsa gerçekten de vardır.
Bana sadece 50 dolar verdi o kadar.
(Gülüyorlar) Bir CD’sini bana bin 500
Euro’ya verdi! Murat konservatuarı bitirdiği için şarkıcı oldu.
Oraya gitmeseydi çok başarılı bir işadamı olurdu.
Sakıp Sabancı’dan zengin olurdu....
24
ROPORTAJ MURAT.indd 6
6/4/12 3:30 PM
EDEBİYAT
BAHA VEFA KARATAY
02.10.1916 (1332) Konya doğumlu.
Baba adı; Vefa. Ana adı; Fatma Şekibe.
Evli, iki çocuk babası. Almanca ve İngilizce biliyor. Asker, Ateşe, Ateşemiliter,
Müşavir, Basın İrtibat Bürosu Başkanı,
Büyükelçi, Siyaset adamı, Yazar, Şair.
Babasının memur oluşundan dolayı ilk
ve orta okulu çeşitli yerlerde okudu.
Liseye Konya’da başladı. Kuleli askeri lisesi’nde bitirdi. 01.05.1939 tarihinde Harp Okulu’ndan mezun oldu. Topcu Okulu eğitimini tamamladıktan sonra Topcu Teğmeni olarak kıta hizmetine başladı. Üstteğmen rütbesindeyken girdiği Harp Akademisi’ni 1948 yılında bitirerek Kurmay oldu. 1952’de
Bern Askeri Ateşeliği’nde, 1958’de Oslo
Ateşemiliterliği’nde, 1959’da Kopenhag
Hava Ateşeliği’nde görev yaptı. 1960 yılında Albaylık görevine yükseldikten
sonra; Işıklar Askeri Lisesi Komutanlığı, Milli Savunma Bakanlığı Yüksek Müşavirliği, Milli Birlik Komitesi Basın İrtibat Bürosu Başkanlığı, Dışişleri Yüksek Müşavirliği görevlerinde bulundu.
30.05.1961 tarihinde ordudan resen
emekli oldu. 30.05.1961 - 19.11.1964
tarihleri arasında Viyana, 19.11.1964 25.09.1968 tarihleri arasında Bağdat,
28.02.1967 - 21.11.1968 tarihleri arasında Kanberra’da Büyükelçilik görevlerini yaptı. 21.11.1968 tarihinde emekli
oldu. Emekli olduktan sonra 22.07.1979
tarihinde Ankara’da toplanan Cumhuriyetci Güven Partisi 3. Büyük Kongresinde parti divanına seçildi. 1981 - 1983
yılları arasında Kemalist Atılım Birliği
başkanlığını yaptı. 06.06 1983 tarihinde Yüce Görev Partisi’ni kurdu. Askeri
Konsey tarafından 24.06.1983 tarih ve
86 sayılı kararla veto edildi. Baha Vefa
KARATAY’ın çeşitli dergi ve gazetelerde yayınlanmış tefrikaları ve makaleleri, bazı askeri telif ve tercümeleri vardır.
Baha Vefa KARATAY 25.12.1998 tarihinde hayata gözlerini yumdu.
BAHA VEFA KARATAY KİTAP LİSTESİ
1 - Kardeş Gibi 1938 - 1941 - 1943
2 - Sana Akan Çağlayan 1938
3 - Son Tango 1939 - 1941 - 1944 - 1967 ( 1967 yılında
Arapçaya da tercüme edilerek Bağdat’ta yayınlanmıştır. Kitap bulunamadı. )
4 - Manken 1942
5 - Uzakta Kal Sevgilim 1945
6 - Aşkımızın Mezarı 1945
7 - Bir Kadın Öldürdüm 1948 ( Kitab bulunamadı )
8 - Bayrak 1949
9 - Atsız Kahramanlar 1949 - 1950
10 - Şehit Olmak 1952
11 - Fatih’in Aşkı 1974 ( Kitab bulunamadı )
12 - Ne Oldu Bize 1976
13 - Atatürk Türkiyesi Destanı 1986 - 1988
14 - Mehmetcik ve Anzaklar 1987
15 - Yavru Vatan Destanı 1988
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
Ayhan Hüseyin Ülgenay • [email protected]
25
ROPORTAJ MURAT.indd 7
6/4/12 3:30 PM
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
KAPAK KONUSU
26
KAPAKKONUSUEGEMENBARANOK.indd 2
6/4/12 3:41 PM
Başarılı bir eğitmen, idealist bir savaş sanatları
ustası. Tüm dünyada Wing Tzun (Wing Tsun)
geleneğinin en başarılı temsilcilerinden biri olan
büyük usta Emin Boztepe’nin izinde. Bize Wing Tzun
sistemini ve gelecek planlarını anlatıyor....
Röportaj: Ferhat Gedik Fotoğraflar: Övünç Ünal
Öncelikle kendinizden bize bahseder misiniz?
Adım Egemen Mehmet Baranok, 1983 İstanbul doğumluyum. Üniversitede bilgisayar mühendisliği
bölümünden mezun oldum. Fakat bu alanda bir çalışmam olmadı.
Dövüş sanatlarına nasıl başladınız?
Dövüş sanatlarına 2001 yılında başladım. O yılın son zamanlarıydı tam olarak ve şehir her zaman olduğundan
daha karışık ve yaşanması zor bir yer haline gelmişti.
Yaşadığımız semt itibari ile kapkaç olayları, tinerci dehşeti ve benzeri durumların fazlasıyla görüldüğü bir zaman dilimi içine girmiştik. O aralar müzikle uğraşım devam ediyordu. Bas gitar çalıyordum. Stüdyodan ya da bardan dönerken Taksim ve Bakırköy istikametini sık sık kullanırdık ve her yolculuğumuzda muhakkak bir olayla karşı karşıya kalırdık. Dövüş sanatlarına adım atışıma birazda bunlar sebep oldu. Wing Tzun öncesi Jeet Kune Do
ve Kickbox yaptım.
Wing Tzun’a uzanan yolda EBMAS (Emin Boztepe Martial Arts System) var. EBMAS’la ve
Emin Boztepe ile yollarınız nasıl kesişti.
Jeet Kune Do ile başlayan yolculuğum yine o sistemin içimde uyandırdığı en iyiyi bulma arayışı sebebi ile daima en iyiyi aradım. Köklerinde Wing
Tzun olan bu sistem benim için yeterli değildi çünkü
aslından pek az şey taşıyordu. Ve dönemin Jeet Kune
Do eğiticileri yeterli altyapıya sahip değillerdi. O sıralar
Üniversitemize Sifu Amir Reza gelmişti, şu anda kendisi
KAPAKKONUSUEGEMENBARANOK.indd 3
6/4/12 3:41 PM
KAPAK KONUSU
Dubai ve Emirlikler baş antrenörüdür. Üniversitede bir Wing
Tzun gösterisi yaptı. Jeet Kune Do çalışan biri olarak bu beni
çok etkiledi. Wing Tzun’a ilgim bu gösteri ile başladı. Sonra
tabiki EBMAS’ın varlığından haberdar oldum. Wing Tzun dışında çalıştığım sistemlerde gördüğüm en önemli sorun teoride ve antrenman sırasında her öğrencinin antrenman araç
gereçleri ile cesurca ve bitmek bilmez bir enerji ile kavga ettiği fakat ringde bu durumun farklı olduğuydu. Antrenmanda
aslan kesilenlerin ringde dizleri titriyordu. Wing Tzun çalışma teknikleri ve formları hakkında bilgi almaya başlamamla
gördüm ki Wing Tzun’da durum farklı. Daha gerçek ve basit
aynı zamanda teori ve pratikte de güçlü olduğunu gördüm.
Emin Boztepe ile EBMAS’ın 2004 Bodrum yaz kampında tanıştım. 5 gün boyunca Emin Boztepe’yi izledim antrenman
metodlarını gördüm. Bir kum torbasına vurmakla gerçek insana vurmak ve tepki almak arasındaki farkı net bir şekilde
gördüm. Ve mükemmel formun Wing Tzun olduğunu kavradım. O günden beri EBMAS’ın çizdiği yolda yürüyorum.
Wing Tzun öğrenmek isteyenlerin nasıl bir donanıma
sahip olmaları gereklidir? Ve her yaş diliminden kişiler
bu sisteme katılabilirler mi?
Wing Tzun içine dahil olmak aslında tamamen kişisel hedeflerle ilgili. Her yaş kesimi bu sporu yapabilir fakat her yaş kesimi aynı şekilde yapamaz. Yirmili yaşlardaki beden olarak
yükselişe geçmiş bir kişi ile 50-60 yaşlarında bir başka kişinin aynı performansı göstermesini bekleyemezsiniz. Ama sonuçta herkese kendini koruma alanında analitik düşünmeyi,
akıllı hareket etmeyi öğretebilirsiniz. Kişiler hangi yaş aralığında olursa olsunlar güçlerini ortaya çıkarmayı onlara öğretebilirsiniz. Tabii ki öncelikle istek gerekli. Disiplin ve devamlılık Wing Tzun’un en önemli gerekleri.
Biraz da Wing Tzun’un felsefi tarafından söz eder misiniz?
Wing Tzun’un temelinde saygı ve sevgi yatmaktadır. Çin kökenli bu sistem Uzakdoğu’nun üç temel felsefesi ile şekillenmiştir. Bunlar Taoizm, Budizm ve Konfüçyanizm’dir.
Konfüçyanizm’deki erdemli kişi olma yolu, Taoizm’deki düzen
ve birlik ilkesi ve son olarak Budizm’deki içe bakış yöntemleri Wing Tzun sisteminin genetiğini oluşturmaktadır. Tabii bu
üç felsefe Uzakdoğu’da farklı bölgelerde farklı ağırlıklara sahip üç felsefedir. Ve Wing Tzun’un doğduğu coğrafyada ağırlıklı olarak Budizm ön plandaydı. Wing Tzun daha çok Budizm
prensipleri çerçevesinde ruhsal ve bedensel gelişme ve dövüş sanatı üzerine eğitim veren bir sistemdir. Kurucusu Ng
Mui, Çin’in ünlü manastırı Shaolin’de yaşayan bir rahibeydi.
Ve bu sistem 12. yüzyıldan bu yana Budizm prensipleri çerçevesinde gelişti. Şunu da söylemekte önemli bir yarar vardır. Evet Wing Tzun Çin kökenlidir fakat sistem en önemli gelişimini Almanya topraklarında tamamlamış ve günümüzdeki formuna ulaşmıştır.
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
Wing Tzun’u diğer dövüş formlarından ayıran nedir?
Birincisi gerçekçi. Fakat bu durum tamamen öğretenle ilgili bir şeydir. İyi bir hoca iyi bir sistemle birlikte size yardımcı olabilir. Kötü bir hoca iyi bir sistemle size tamamen zarar verir. 300 yıllık bir tarihi olan bu sistemi seçmemdeki en
önemli neden tabiki Emin Boztepe’dir. Emin Boztepe’den gördüğüm gerçekçiliğin basit ve uygulanabilir olmasıydı. Wing
Tzun, gerçek üstü bir beklenti içine giren aşırı estetik kaygısı olan kişiler için uygun değil. Anında inen bir balyoz darbesi gibi. Gerçekçi, sağlam ve uygulanabilir. Wing Tzun kişiden
inanılmaz sert, rakibinden inanılmaz güçlü ya da daha iri olmasını istemez. Olabildiğince güçlü olması gerek kişinin, bedeni sınırları her ne ise kişinin o sınırda güçlü olması yeterlidir. Birçok sistemde şu vardır. Rakipten darbeyi alır ve devam
edersiniz. Bu darbeyi çenenize, yüzünüzün başka bir bölgesine ya da karnınıza alabilirsiniz. Bir siklet durumu söz konusu.
Farklı sikletlerin birbirleri ile mücadele etmesi mümkün değildir. Tüy siklet bir boksörün ağır sıkletle mücadelesi mümkün müdür? Wing Tzun’da ise durum farklı. Sistemin pratik
ve bilimsel bir bakış açısı var. Wing Tzun’da dersler formüller
ve geometri üzerinden anlatılır. Tamamen bilimsel bir yöntem kullanılır. Sistem aslında gücü yönlendirme, boşluk bul-
ma, arkaya geçme, gücün etrafından dolaşma olarak algılanabilir. Su örneğini düşünelim... Suyu avucunuza alırsınız istediğiniz kadar onu sıkıp avucunuza hapis etmeye çalışın. Ne
kadar uğraşırsanız uğraşın onu kavrayamazsınız. Muhakkak
bir yol bulur ve sizin onca sarf ettiğiniz gücünüzle sizi yorarak
kendi gücünüzü kullanarak ve pekte güç sarf etmeden avuçlarınızdan sızar. Wing Tzun’u diğer sistemlerden ayıran temel
özellikler işte bunlardır.
28
KAPAKKONUSUEGEMENBARANOK.indd 4
6/4/12 3:41 PM
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
29
KAPAKKONUSUEGEMENBARANOK.indd 5
6/4/12 3:41 PM
KAPAK KONUSU
Wing Tzun hayata bakışınızı nasıl değiştirdi.
Bir işte ustalaşmak, ona zaman ayırmak ve ilgili hedeflerin olması insanı tabii ki değiştiriyor.
Gelişiyorsunuz odaklanma ile disiplin ve devamlılık ile. İlk başlarda pek bu durumun farkına varamıyor kişi fakat geçmişe dönüp baktığınızda her şeyi daha iyi kavrıyorsunuz. Wing
Tzun’la hızlı hareket etmeyi öğrendim ve kararsızlığın ne kadar tehlikeli bir şey olduğunu öğrendim.
Aksiyon sinemasını muhakkak takip ediyorsunuzdur. Her filmin içinde pek çok
sahnede bir dövüş koreografisi var. Sinemada bu alanda olmayı düşündünüz mü
bir koreografi ekibi içinde olmayı?
Açıkçası bir iki teklif geldi. Ve bazılarında da
epeyce yol aldım fakat Türkiye’de dizi ve film
sektörü çok hızlı akıyor ve her şey reytinglere endeksli. Böyle bir sistemin içinde yer
almak oldukça zor. Zamanımın çoğunu antrenman ve EBMAS’daki görevime ayırdığımdan şimdilik o alanda önemli işler yapabilmem mümkün değil.
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
Gelecek planlarınız nelerdir?
İlk Wing Tzun’a başladığımda tabii ki bu sistemde gidebileceğim son noktaya kadar gitmekti hedefim. İçinde bulunduğum öğreti sistemi beni farklı platformalar ve farklı coğrafyalara taşıyacak ve binlerce farklı
insan yüzü ile tanışacağım bundan hiç şüphem yok. EBMAS’daki eğitmen kimliğimi
sürdürüp bir savaş sanatları uzmanı olarak
çeşitli müsabakalara katılıp, başarılar kazanıp Wing Tzun sisteminin daha geniş çevrelerce tanınmasını sağlamakta hedeflerim
arasında.
Türkiye’de dövüş sanatlarının çehresini değiştiren konuşmaktan çok hareket eden ve
sonuca ulaşan kişiler arasında olmak en
önemli hedefim.
Edu&Art dergisi olarak bize değerli zamanınızı ayırdığınız için size çok teşekkür
ediyoruz. Geleceğe uzanan ve engellerin
kaçınılmaz olduğu savaş sanatları yolculuğunuzda size sağlık ve başarı diliyoruz.
Ben de yayın hayatına yeni başlayan bu dinamik ve kaliteli dergiye, içeriğini hazırlayan ve
tasarlayan bütün ekibinize teşekkür ederim.
Röportajın gerçekleşmesinde ve fotoğraf çekimlerinde bize yardımcı olan Övünç ve Övkunt Ünal kardeşlere ve katkısı geçen bütün dostlara sonsuz teşekkürler.
30
KAPAKKONUSUEGEMENBARANOK.indd 6
6/4/12 3:41 PM
Wing Tzun’un tarihi...
Wing Tzun yaklaşık 300 yıl önce Çin’in ünlü manastırı Shaolin’de yaşayan bir rahibe tarafından geliştirilmiş bir dövüş sistemidir. Söz konusu manastır yaklaşık olarak 12. yüzyıldan bu yana Budizm prensipleri çerçevesinde ruhsal ve bedensel gelişme ve dövüş sanatı üzerine eğitim veren bir akademidir. Bu manastırda yaşayan rahipler geleneksel dövüş sanatı Shaolin Kung-fu’yu geliştirmekte ve kendileri için sakladıkları birkaç teknik dışında bunu öğrencilere aktarmaktaydılar. Çünkü bu sert kung-fu stili “Kuvvete karşı kuvvet” prensibine dayanmaktaydı ve birkaç güçlü öğrencinin eğitmenlerini alt etmelerine şahit olunmuştu. Bu olaylar sonucu öğrenciler, eğitmenlerine ve sisteme karşı olan saygılarını yitirmişlerdi. İşte tüm bunları engellemek üzere rahipler bazı gizli teknikler geliştirmiş ve böylece öğrencileri yeniden kontrol altına almışlardı.
Çin Hanedanlığı’nın (1644-1912) başlangıcında Çin,
Mançuryalılar’ın hakimiyeti altına girmişti. Çin halkını saldırgan bir stratejiyle kontrol altına almaya çalışan Mançuryalılar, isyanları kanlı bir şekilde bastırmaktaydılar. Bunun üzerine Shaolin Manastırı’nda kendilerini güvende hisseden Çinli savaşçılar, dövüş sanatının bilgisine sığındılar. Bu manastırı kendileri için bir tehlike olarak gören Mançurya imparatoru ise
manastırı kapatma kararı aldı. Manastır tamamıyla yıkıldı ve aralarında rahibe Ng Mui’nin de bulunduğu birkaç keşiş ve rahip kurtulabildi. Kurtulanlar Songshan Dağları’na kaçtılar ve burada direnişçilere dövüş sanatı öğretmeyi, böylece
Mançuryalılar’ın diktasına karşı koymayı hedeflediler. Mançuryalı savaşçılar da boş
durmadılar ve hain manastır öğrencilerinden Shaolin Kung-fu’yu öğrendiler. Ng Mui,
Shaolin Kung-fu’yu alt edecek bir dövüş stili arayışına girdi. Kendini rahiplerin gizli
teknikleri üzerine yoğunlaştırdı ve ayrıca doğayı gözlemleyerek, tüm hayvanların, bitkilerin birbirleriyle olan etkileşimini inceledi. Bu arada bir turna ile tilkinin kavgası
rahibe Ng Mui ‘nin dikkatini çekti. Turna hiç geri hareket etmemiş ve manevralarıyla
tilkiyi yanına yaklaştırmamıştı. Tilkinin her saldırısında turna, kanadıyla gücü yönlendirmekte ve aynı anda gagasıyla tilkiye dersini vermekteydi. Bu olay Ng Mui’nin Shaolin tekniklerindeki yanlış prensibi anlamasına neden olmuştur. “Kuvvete karşı kuvvet” prensibi güçlü bir rakip karşısında ümitsizliğe yol açmaktaydı. Akıllıca olan rakibin gücünü yönlendirmek ve ona saldırmak üzere kullanmaktı. Ng Mui gizli Shaolin tekniklerini aşama aşama ıslah etti ve yeni stilin yapısını oluşturdu. Yeni stil, rakibi kolay tekniklerle, büyük bir güce ihtiyaç olmaksızın alt etmek prensibine dayanıyordu.
Wing Tzun’un Zaferi
Bir gün Ng Mui genç bir kızla tanıştı. Kız bir Mançuryalı tarafından
rahatsız ediliyordu. Bu kızı yanına aldı ve ona dövüş sanatını öğretmeye başladı. Bu güzel kızın adı Yim Wing Chun idi ve Ng Mui’nin
de ilk öğrencisiydi. Dövüş sanatını yeterli seviyede öğrendiğine kanaat getirdiğinde, Yim Wing Chun yaşadığı bölgeye geri gönderildi ve o
Mançuryalı savaşçıyı tek başına mağlup etti. Kızın zaferi, yeni stilin Shaolin Kung-fu gibi bir sistem üzerinde ne kadar başarılı olduğunun bir kanıtıydı.
Daha sonra Ng Mui yeni dövüş sanatının adını Wing Tzun olarak seçti. Ng Mui, Yim
Wing Chun ve ilk öğrencileri, yeni dövüş sanatını yaymak için okullar açtılar. Bu okullar
tüm Çin’e yayılmış ve çok iyi organize olmuştu.Wing Tzun dersleri bize aynı eskiden olduğu
gibi karakterli insanlar verir. Kavgacılara ve bozgunculara kesinlikle müsamaha yoktur. Bu
Wing Tzun’un kurucusu Ng Mui’den gelen felsefeye dayanır.
2001 yılında 30 yılı aşkın deneyimi ve yetiştirdiği uzman eğitmenleriyle EBMAS Wing Tzun
ve Escrima organizasyonunu oluşturan Dai-Sifu Emin Boztepe’nin savaş sanatları alanında
dünyanın sayılı isimleri arasında yer almasında şüphesiz geçmişi ve savaş sanatları konusundaki engin tecrübesi çok büyük rol oynamaktadır. Dai-Sifu’nun eğitim anlayışı, felsefesi, kişiliği ve hayat hikayesi bugün onu tanıyanlara, onbinlerce EBMAS öğrencisine ve hatta
tüm dünyada diğer savaş sanatlarıyla ilgilenen sayısız insana ilham vermeye devam etmektedir. Bu savaş sanatı bugün dünya çapında 40’ın üzerinde ülkede, onbinlerce üye tarafından öğrenilmektedir. Dai-Sifu Emin Boztepe, 30 yıllık tecrübesi ve yetiştirdiği çeşitli derecelerdeki uzman eğitmenleriyle 2001 yılında EBMAS Wing Tzun ve Escrima organizasyonunu
oluşturmuştur. Çok kısa sürede EBMAS, dünyanın dört bir yanında faaliyet gösteren okullarıyla, Wing Tzun sanatının önde gelen ekollerinden birisi haline gelmiştir.
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
EBMAS’IN tarihçesi
31
KAPAKKONUSUEGEMENBARANOK.indd 7
6/4/12 3:41 PM
SİNEMA
VAROLUŞSAL SİNEMA
Buğra Şendündar • Sinema Eleştirmeni • [email protected]
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
Sinemada
varoluş sorusu kuşkusuz bilim-kurgu sinemasında daha
çok ağırlık kazanmakta. Elbette varoluş olgusunu yalnızca bilim-kurgu türüne mal edersek sinemanın diğer türlerine de haksızlık etmiş oluruz. Sinemada bilim-kurgu , temeli en eskiye dayanan türlerdendir. Sinemanın kurucularından olan Fransız Lumiere kardeşlerin 1895’te gerçekleştirdikleri sinema gösteriminden 7 sene sonra sinemanın ilk bilim-kurgu filmi olarak kabul edilen “Le Voyage Dans La Lune”
(1902) Ay’a Seyahat yapımı gerçekleştirildi. Söz konusu türün bu kadar kısa sürede ortaya çıkması insanlığın bilinmeyene karşı olan merakında yatar. Gerçek anlamda bu türün sağlamlaşmasını
ve günümüz bilim-kurgusunun temellerini atması bakımından, Fritz Lang’ın
Metropolis’i (1927), tür adına yapılmış en büyük yapım olmuştur. Bu distopik ve işçi sınıfını yücelten başyapıtta , günümüz bilim-kurgu sinemasında olan birçok şeyi bulabiliriz. Sinemada varoluş olgusunu birkaç yapımla ele
alırsak , 2001: A Space Odyssey (1968)
2001: Uzay Macerası , THX 1138 (1971)
ve Blade Runner (1982) Bıçak Sırtı’nı bu
olguyu ana tema olarak yerleştiren en
önemli yapımlardan olduğunu söyleyebilirim. Bilinç geliştikçe ”var olma” farkındalığı da artar. Bu var olma farkındalığının peşinde olan bu yapımlar, varoluşu insanlığın kökenlerinde, totaliter rejimde ve yapay zekada ararlar. Bu arayış içinde oldukları soruları herhangi bir
dini mite dayandırmadan yaparlar. Bu
yaklaşım eserlere daha evrensel ve hümanist bir değer katar.
Stanley Kubrick’in 2001’i belki de sinema tarihinin en tartışmalı yapımlarından. Halen de ortaya attığı sorularla cevaplanmayı bekleyen bir dikilitaş-
tır. Kubrick, dünya dışı canlıları göstermek ister fakat daha sonra bu varlıkları
eserinde “Dikilitaş” ile simgeler. Bu isabetli seçim eserine simgesel anlamlar
yükler. Kubrick, eserinde insanlığın tohumlarının dünya dışından atıldığı öngörüsünde bulunur. Arthur C. Clarke’ın
romanıdan uyarlanan yapımı Kubrick
kendi bakış açısı ile yorumlamış. Bilimsel temellere dayandırdığı yapımında insanlık Ay’da keşfettiği bu zeki yaşama ait “Dikilitaşı” keşfederek kökenlerini uzayda arar. Kubrick , insanlığın
dış müdahale ile evrimsel bir sıçrama
içerisinde olduğunu ilk sahnelerde bize
gösterir. İlk insan görüntüleri ile başlayan yapımda, zeka olarak çok gelişmemiş insanın bu dış müdahale sonucunda alet ve silah kullandığını görüyoruz.
Karşı gurupla olan kavgada elindeki kemikten silah sayesinde üstünlük ve liderlik pozisyonuna erişen insan daha
sonra büyük bir coşku ile elindeki kemik parçasını havaya fırlatır. Kameranın
havaya doğru fırlatılan kemiğe odaklanan planında kemiğin yerini bir uzay gemisi alır. Kubrick, bize büyük şeylerin
ufak şeylerden ortaya çıktığını hatırlatır.
Zekileşen ve gelişen uygarlık , bilinmeyene daha fazla merak duyar hale gelir.
32
KAPAKKONUSUEGEMENBARANOK.indd 8
6/4/12 3:42 PM
Lucas, kurtuluşun devrimde olduğunu gösterir. Robert Duvall’ın canlandırdığı karakter “THX”, birey olduğu bilincine varması ile diğerlerini de aydınlığa kavuşturup sisteme karşı başkaldırışını yapar. Sistem içinde büyüyen, sistem içinde kaybolur. THX‘in motivasyonunu sanki bu bakış açısı oluşturur. Sistem içindeki var olma savaşıdır.
Ridley Scott’un unutulmaz başyapıtı
Blade Runner (1982), bize çok fazla distoptik olmayan ama belli bir otoriter sistemin varlığının hissedildiği bir “Siberpunk” dünya sunar. Scott, dev reklam
panolarının olduğu insanların sürekli tüketime teşvik edilip, markaya karşı
bağımlılıklarının artmasını isteyen kapitalizmin hüküm sürdüğü bir profil karşımıza çıkartır. Blade Runner, usta yö-
netmen Scott’un Alien’dan (1979) sonra
gerçekleştirdiği ikinci başyapıtıdır. Öngörüleri ve bilim-kurgu sinemasına getirdiği yenilikçi bakış açısı ile modern sinemaya yön verdirebilmiş ender yapımlardandır. Yapım Philip K. Dick’in “Do
Androids Dream of Electric Sheep?”
adlı hikayesinden uyarlanmıştır
Harrison Ford’un canlandırdığı dedektif
Rick Decard karakteri, bulundukları kolonide isyan edip kaçan taklit İnsanları
(Replicant) bulup yok etmekle görevlidir. Bu taklitlerin kendilerini yaratmış
olan şirketteki yaratıcılarına yönelmek
istemeleri bir nevi modern “Frankenstein” durumu yaratır. Bir süre sonra enerjilerinin biteceğinin bilincinde olan “Taklitler” , 2001: A Space Odyssey’deki
Hall 9000’in düştüğü endişe durumuna benzer şekilde varlıklarının kıymetli olduğu farkındalığına varırlar. Nihayetinde taklit Roy Batty’in (Rutger Hauer),
yaratıcısı olarak gördüğü şirketin kuru-
cusu Dr. Eldon Tyrell’a ulaşır. Tyrell’in
kendisine yeni bir yaşam sunamayacağını anladığı anda Roy, tanrısı olarak
gördüğü bu kişiye karşı olan inancı sarsılır. Bir nevi tanrıya karşı olan inancını yitirme durumu yaşar ve yaratıcısını kendi elleri ile yok eder. Kendi kendine yarattığı inanç ve felsefi değerlerini
kendi eli ile yok eder. Yapımın son sahnelerinde Deckard ve Roy karakteri arasında yaşanan kovalamacanın sonucunda Roy, Deckard’ı binadan düşmek üzere iken kurtarır. Sürdüremeyeceği varlığını başkasına bahşeder. Kurtarıldıktan
sonra şaşkınlık yaşayan Deckard’a, Roy
kısa bir konuşma yapar. İnsanların inanamayacağı ve deneyim yaşayamayacakları olayları gördüğünden bahseder.
Fakat yaşadıkları onca şeylerin yağmurdaki bir damla ve gözdeki yaş gibi akıp gideceğini söyleyip varlığını sonlandırır. Bir taklidin varlığına karşı duyduğu önemidir. Düşünebilen bilinç kendi varlığının farkına varmıştır Blade Runner’da.
Kuşkusuz sinemada Varoluş kavramını birkaç film
ve bilim-kurgu üzerinde
anlatmaya çalışmak yeterli olmayacaktır. Söz konusu üç yapım , varoluş sorunsalını bünyesinde yaymış olan eserlerdir. Konu üzerine son yıllarda eğilen bir
diğer yapım ise Terence Malick’in The
Tree Of Life (2011) Hayat Ağacı olmuştur. Evrenin yaratılışı ve sonu ile ilgilenen yapım merkezine bir aileyi koymuştur. Bir animasyon başyapıtı olan Ghost
In The Shell (1995) Kabuktaki Hayalet,
Blade Runner benzeri bir dünyada baş
role bir Android’i yerleştirip yapay zekanın varlığını sorgulama ve korumasına eğiliyordu. Tüm bu varoluşsal soruların peşindeki yapımlarda asıl meselenin birey olmak olduğu görülüyor. Nereden geldik nereye gidiyoruz? Demektense; mevcut düzen ve sistemin farkındalığında olmak, söz konusu sorudan
daha anlamlı kalıyor.
Niçin sinemaya gideriz? Film izlemekten neden bu kadar keyif duyarız? Sorunun cevabı aslında bizde gizli. Farkında olmasak da filmlere kendimizi keşfetmek için gidiyoruz. Birey olmanın getirdiği içgüdü ile.
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
2001’in ikinci bir varoluşsal sorusu da
vardır. Yapay Zeka! Jüpiter’den gelen
sinyali araştırmakla görevli olan bilim
adamlarının içinde oldukları geminin
yardımcı kaptanı, geminin bütün bilgisayar sisteminden sorumlu olan yapay
zekası Hall 9000’dir. Hall, düşünebilen
ve karar verebilen süper bilgisayar rolündedir. Bir süre sonra ekibin kendisine
karşı tehdit oluşturacağını düşünen bilgisayar, onlara karşı kendisini savunur
duruma geçirir. Onu bu harekete geçiren korku güdüsüdür. Korku hissi, kendi varlığını korumasına neden olur. Kubrick, bize sanki bir şeyin varlık olabilmesi için etten ve kemikten oluşmasının gerekli olmadığını göstermek ister.
Hal 9000, korku hissederek var olduğunun bilincine varır. Korku, onun uyanışı olmuştur. Kubrick’in,
ortaya attığı bu varoluşsal sorular halen güncelliğini korumaktadır. Hall
9000’in yaşadığı uyanış ,
Descartes’ın, “Düşünüyorum Öyleyse Varım“ sözüne bir atıf niteliğindedir.
THX 1138 (1971), George Lucas’ın kariyerinin
en önemli ve geniş kitlelere çok fazla ulaşmamış işlerindendir. George Orwell’in “1984” romanından esinlenen yapım, kapitalizm, sistem ve otorite karşıtı bir tutum izliyor. Gelecekte insani olan
her türlü duygu ve davranışın suç sayıldığı distopik bir dünya konu alınmış. İnsanlık, otoritenin kullanmalarını zorunlu kıldığı bir ilaç sayesinde adeta robotlaştırılmıştır. İlacın etkisi ile duygu anlamında uyuşturulmuş olan insan, sisteme daha kolay boyun eğecektir. Otorite (Big Brother), 24 saat bu insanları
her yere yerleştirilmiş kameralar ile takip kayıt altına alır. Sistem içinde sapma gösteren (sorgulayan) bireyler tasfiye edilir.
Kuşkusuz söz konusu distopya, günümüz kimi hükümetlerin gizliden gizliye
hayalini kurdukları bir sistem. Kişiler bu
sistem ile bireysellikten çıkıp, sistemin
içinde bir oradan bir buraya sürüklenen
devreler olurlar. Otoriteye teslim olan
insan varoluşu ile ilgili felsefi farkındalığını yitirip , düzen içinde kaybolur. Düşünüp ve sorgulayan insan, otorite için
çarkın içindeki bozuk bir dişlidir.
33
KAPAKKONUSUEGEMENBARANOK.indd 9
6/4/12 3:42 PM
YAYIN EVİ
P Kitap
Hayallerinizi gerçeğe taşıyor
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
“Hayalleriniz bir gün gerçek olabilir, yazar olmak için ilk adım
okumaktır…” sloganı ile basında yer alan P Kitap Yayıncılığı bir biri
ardına çıkan yeni kitapları ile takip etmekteyiz. Söyleşimizde daha
yakından tanıyacağımız P Kitap Yayıncılık ve Reklam Ajansının
kurucusu Nihat Polat’tan dinleyeceğiz.
Bizi yayıneviniz hakkında bilgilendirebilir misiniz?
Yayınevimiz 2011 yılı Ocak ayında kurulmuş ve yayıncılık hayatına başlamıştır.
Henüz “genç” bir yayınevi olmamıza rağmen kısa sürede 20’ye yakın çalışma ile
sektörde kendimize ait bir yer edinmeyi
başardık. Kuruluş tarihi itibariyle genç olsak da çalışma arkadaşlarımızın her biri
yayıncılık sektöründe uzun yıllar çalış-
mış deneyimli kişilerden oluşuyor. Dolayısıyla da bu tecrübe direkt olarak işimize de yansıyor. Sektör aktörlerinin çokluğu bizim için hareket alanlarımızı kısıtlar
gibi görünse de elimizde tuttuğumuz çok
önemli bir koz var. Biz, işini severek yapan
deneyimlerini P Kitap çatısı altında yayınevimiz için kullanan bir aileyiz. Aile olmamızdan sebeple de rakiplerimiz karşısında ciddi bir avantaj sahibi olduğumu-
zu düşünüyoruz. Yayınevimiz sadece yayıncılık alanında değil günün gerektirdiği
ajans hizmetlerinin tamamını sunmaktadır. Hem web sitesi tasarımı, hem de reklamcılık anlamında çalışmalarımız var.
Yayıncılık alanında bastığımız ürünlerimizin web sitesi tasarımları, tanıtım hizmetleri anlamında afiş, insert vb. çalışmalarını da kendi bünyemizde hazırlıyoruz.
Böylelikle sadece kitabı basmıyor, kitabın
34
YAYINEVİ.indd 2
6/4/12 3:49 PM
P Kitap nasıl bir yayınevidir, ne tür kitaplar basar?
P Kitap ağırlıklı olarak kültür kitapları basar. Henüz ders kitabı basmadık işin aslı
basmayı da düşünmüyoruz. O konunun
da uzmanı farklı, uzun yıllardır bu konuda emek veren yayıncılar var.
Kültür kitapları tanımını biraz açmamız
gerekirse, roman, öykü, deneme, şiir,
türleri ağırlıklı, konuları birbirinden farklı
özellikle
de yeni yazar
adaylarını öncelikle tercih
eden bir yayıneviyiz. Bundan
amacımız da ülkemiz yazın hayatına genç kalemleri kazandırmaktır. Yayınladığımız hemen bü-
tün eserler yazarlarının ilk
eserleri olmasına rağmen gelecek vaat eden çalışmalardır. Kısa zaman sonra yazarlarımızın isimleri edebiyat camiasında sık sık duyulur olacaktır buna inanıyoruz. Biz
çalışmalarımızı kategorize
etmeyip hemen her türde
ürün vermeye çalışıyoruz.
Ayrıca çocuk edebiyatı ya
da gençlik edebiyatı özel
ilgi gösterdiğimiz alanlar.
Kısa zaman sonra çocuklara yönelik yetkin bir kitaplık oluşturacağımızı
düşünüyoruz. Yine farklı bir çalışma olması nedeni ile ülkemiz yazarları tarafından pek rağbet edilmese de bilim kurgu kitapları da yayınlamaya başlıyoruz. Yani kısaca
söylemek gerekirse edebiyat anlamında basılabilecek her materyale
kapımız açık.
Yayıncılık ilkeleri nelerdir?
Her meslekte olduğu
gibi bu mesleğin de
bazı temel kuralları
var, kimisi kağıt üzerinde kimisi de değildir. Biz o kuralların tamamına uymak yanında, kendi etik ilkelerimizi de deklare ederek biraz daha fazla sorumluluk almış bulunmaktayız. Öncelikle “yasallık” çok önemli bizim için. Yaptığımız her işin yasalar çerçevesinde yapılması ve yazarlarımızın haklarının korunması önceliğimizdir. İkinci olarak “eşitlik”
ilkemiz var, hizmet verirken din, dil, ırk,
cinsiyet, siyasal aidiyet, cinsel
tercih vb. hiçbir ayrım gözetmeden hizmet vermeye çalışıyoruz. Güvenilirlik, bizim camiada çok önemlidir. Kitaplarımıza ve yazarlarımıza karşı
duyduğumuz sorumluluk ve
işimize gösterdiğimiz özen
ile kısa sürede güvenilir bir
yayınevi olmayı başarmış
durumda olduğumuzu düşünüyoruz. Keza dürüstlük de öyle. Mesleki karar
ve yorumların çıkar çatış-
malarından etkilenmesine izin vermeyiz,
yazarlarımızın mesleki bağımsızlığını korumasını mutlaka sağlarız.
Sizce diğer yayınevlerinden farkı nedir?
P Kitap olarak yayın hayatına yeni sayılabilecek bir tarihte başladığımız için diğerlerinden daha zinde olduğumuz kaçınılmaz bir gerçektir. Mesleğin getirdiği yüklerin bir çoğunu başka yayınevlerinde çalışırken üzerimizden atarak buraya geldik. Dinamik bir kadro olmamız sebebi ile
karşılaştığımız zorlukları anında bertaraf
eden bir gücümüz de var. Yazarlarımızla
kurduğumuz iletişim köprüsü de ilginçtir. Biz yazarlarımızı sadece yazar olarak
görmüyoruz aynı zamanda hepsi bizim
için birer P Kitap
çalışanıdır. P Kitap ailesinin doğal üyesidir. Birlikte çalışıp eseri kitaplaştırıyoruz,
sonrasında da birlikte o kitabı okura
ulaştırmak için çaba
harcıyoruz ve hem
kitabımızı hem yayınevimizi birlikte daha
ileriye taşıyoruz. Bizim
farkımız her gün daha
da büyüyen bir aile oluşumuzdadır.
Yeni yazarların ilk kitaplarını basmak konusundaki yaklaşımınız nedir?
Bütün yazar adaylarımıza ilk sorduğumuz soru daha önce başka yayınevi ile
çalışıp çalışmadıkları, yayınlanmış bir
eserleri olup olmadığıdır. İlk kitabını bastırmak isteyen bir yazar adayının hangi sorunlarla karşı karşıya olduğunu çok
iyi bildiğimizden sorunlara karşın sunduğumuz çözümler de pratik ve akılcı yaklaşımlardan oluşur. Biz zaten edebiyatımız için taze kan arayışında olduğumuzdan yayınevimize gelen her esere aynı
ciddiyetle yaklaşır, o kitap aradığımız kitap, o yazar aradığımız yazar düşüncesiyle çalışırız. Gönderilen her çalışma bizim
için kitap olmayı hak eden bir çalışmadır
ilk anda. Çalışma incelenip yazarının biraz daha çaba göstermesi gerektiği ortaya çıkarsa bu durumda yazarımıza bizden
beklediği tavsiyeleri yapar onu yönlendirmeye çalışırız. Bu gerek gönderdiği met-
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
okuruna ulaşması sürecinde gerekli bütün görsel desteği de kendimiz sağlayarak
işin bütünlüğünü garantilemiş
oluyoruz. Genel
Yayın Yönetmeni olarak hem yazar hem de yayıncı
kimliğine sahip olduğumdan okurun
ve yazarın ne istediğini hangi sıkıntıları
aşıp kitaba ulaştığını
biliyorum. Zaten sloganımızın çıkış noktası da burasıdır. Evet, biz insanların hayallerini gerçekleştiriyoruz. Yazar olmak
hayalini içinde taşıyan kişilere öncelikle
okumaları gerektiğini hatırlatıyoruz. Okumak eylemi bireyin farklı dünyalara açılmasını sağlayan en etkin yöntemdir. Hayal dünyası genişleyen birey bir süre sonra okuduğu hikayelere kendi öykülerini
ekler ve belki de biraz da sabırlıysa kendi hikayesini yazmaya başlar. Bu anlamda yazar adaylarımızı sık sık destekliyoruz. Yani bilinen anlamda yazarın eserini basıp, dağıtmadan, satışa çıkarmadan
çok önceleri başlıyor maceramız. Yazarla aynı frekansta değilsek çalışma güçleşiyor ya da hiç yapılmıyor.
35
YAYINEVİ.indd 3
6/4/12 3:49 PM
YAYIN EVİ
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
nin içeriği ile ilgili tavsiyeler olur gerekse okuması
gereken yazdığı türle ilgili
kitaplar olabilir. Bizim inandığımız bir şey var, bir gün
herkes biraz sabır göstererek bir kitap yazabilir ama
önemli olan daha önce yazılmış olan kitaplardan farklı bir şey ortaya koyabilmektir. İşte bu anlamda her yazara hatırlattığımız ikinci şey bir
kitapla yazar olunmayacağıdır.
Yazmak eylemi süreklilik gerektirmektedir, devamı getirilmelidir. Bunun tek yolu da daha çok
okumak ve hayal kurmaktan geçer deriz. Eğer eser basıma hazır
ise ve yayın ilkelerimiz ile de uyumluysa süreç başlatılır. Yazara hemen sözleşme teklif edilir. İlk kitaplar bizim için çok
önemli, ilk kitap deyip geçmemek gerekir
zira zaten temel ilk adımı atmakla başlar.
Sonra gerisi gelir.
Kitabının P Kitap’tan çıkmasını isteyenler neler yapmalıdır?
Yazar adaylarının yapmalarını istediğimiz şey internet sayfamızda da belirttiğimiz gibi bazı temel kurallara uyulmasıdır. Bize eserlerini genelde e-posta yoluyla ulaştırmalarını istiyoruz. editor@
pkitap.com bu konudaki ilk iletişim adresimiz. Eser gönderilirken uyulmasını istediğimiz bir dizi kuralımız var ki, bunu da
değerlendirme süreçlerini çabuklaştırmak adına istiyoruz. Biraz uzun bir metin
olduğundan buraya almıyorum internet
sayfamızda var. Genel olarak bahsedecek olursak eserin bilgisayarda yazılmış
olmasını tercih ettiğimizi, temel dilbilgisi
kurallarına uyulmasını, Word dokümanı
olarak gönderilmesini ve bize ya da başka bir yayınevine kime gönderirlerse göndersinler eserlerinin telif hakları açısından korunma altına alınmış olmasını istiyoruz. Bunu yapmanın bir
yolu noter onayıdır ancak
çok külfetli bir yöntemdir.
Daha ekonomik olanı da internet üzerinden onaylatılmasıdır. Bunun için de www.
tasdix.com internet sitesinden gerekli yönergeleri izleyerek eserlerini tasdikletmelerini istiyoruz. Yazar adayları bize
eser gönderirken mutlaka kişi-
sel bilgilerini, eserin kısa
özetini, isterlerse de eserin tamamını ya da
içinden bazı
bölümlerini göndermeliler. Bu
bilgiler
ile gelen eser
editörlerimiz
tarafından kısa süre içinde değerlendirilip yazara hemen eserin basılıp basılmayacağı ile ilgili cevap verilmektedir.
Size bir dosya ulaştığında
nelere dikkat edersiniz?
Bize gelen dosyalarda ilk
dikkat ettiğimiz şey kullanılan dildir. Temel dilbilgisi kurallarına uyulup uyulmadığı, anlatılmak isten
hikaye ile kullanılan dilin
uyuşup uyuşmadığı, konunun özgünlüğü, yazarın özgeçmişi ile o konudaki yetkinliğini de karşılaştırdığımız zamanlar olabiliyor. Bu tip
eserler daha çok akademik bilgi birikimi gerektiren konularda oluyor. Ki o yüzden de
akademik bilgi gerektiren konularda uzman olmayan yazarların yazdıkları eserleri yayınlamıyoruz. Hikaye eğer okuyucu saracak türden bir şey ise o konuyu
destekleyecek öğelerin kitap içinde kullanılışı,
tarih, dönemsel belirteçler, dönem içi
dil, yöresel şivelerin kullanımı vb.
dikkat etmemiz
gereken pek çok
konu var. Ama
öncelikle bir kitabı okutan hikayesidir desek
de, o hikayeyi okunur kılan
mutlaka dilin
doğru kullanımıdır. Bu yüzden de öncelikle yazarımızın anlatım kabiliyetine kitabında kullandığı dile dikkat ederiz. Editörlerimiz her ne kadar teknik olarak gerekli çalışmayı yapacak olsalar da yazarın derdini anlatabilecek niteliğe sahip olması gerektiğini düşünüyoruz.
Bir dosyanın yayınlanma süreci ve
aşamaları nelerdir?
Bize gelen bir dosya editörlerimiz tarafından kabul edildikten sonra yazarımızla biraraya gelme imkanımız var ise karşılıklı değilse posta maharetiyle sözleşme
imzalarız. Sözleşme imzalanınca kitap
için gerekli çalışma başlar. Kitabın editörü eser ile ilgili çalışmasını bitirince, kitabın bir özetini çıkarır kapak tasarımını yapacak arkadaşlarımıza iletir. Onlar da kitap için en uygun olan kapağı tasarlamak konusunda editörün görüşlerine başvururlar. Kapak tasarımı sürerken iç tasarım
için eldeki çalışma sayfa tasarımı bölümümüze
ulaşır. Eş zamanlı
olarak arkadaşlarımız sayfa tasarımını da hazırlamaya başlarlar.
Kitabın kaç adet
basılacağına karar
verildiğinden ISBN ve
BANDROL işlemleri sonuçlandırılır. Kitabın kapak ve iç tasarım işlemleri bittiğinde matbaaya ulaştırılır, baskı işlemleri sonucunda bir kitap haline ulaşan eser tekrar yayınevine döner. Bundan sonraki süreçte satış
kanallarına kitabı ulaştırmak ve okuru
ile buluşturmak üzerine zorlu bir yolculuk başlar. Ülkemizde aylık olarak ortalama 2.000 yeni kitap basıldığı düşünülürse bir çalışmanın kitap olmasının ve okuyucu ile buluşmasının zorlukları çok daha
net bir şekilde görülebilir. Bu arada yayıncı olarak çekilen birçok sıkıntıdan bahsetmek bile istemiyorum. Kâğıt maliyetleri,
KDV farkı, fuar ve satış noktalarında karşılaşılan zorluklar, dağıtımcı ve kitapevlerinde raf bulma sorunları ve devlet desteğinin çok az olması ya da bazı noktalarda hiç olmaması vb. Bunlar başka ko-
36
YAYINEVİ.indd 4
6/4/12 3:49 PM
Sizce ülkemizde kitap yayınlatmak
zor mudur?
Ülkemizde kitap yayınlatmak oldukça
zor diyebiliriz. Bunun birkaç nedeni var.
Biz bu nedenleri yayıncı ve yazar başlığı altında inceleyelim. Öyle ya biri kitabını bastırmak istiyor, diğeri de basacak
kitap arıyor.
Ülkemizde her gün pek çok türde onlarca kitap basılır. Büyük yayınevlerinde genellikle basılmayı bekleyen pek
çok dosya sıradadır. Hatta bazı yayıncılar birkaç yıllık programlarını şimdiden
hazırlamışlardır. Dolayısıyla yoğunluklarından kendilerine gönderilen yeni
dosyaların pek çoğu ile ilgilenemezler
ya da ilgilenmezler. Yeni yazarların bu
durumda şansları epey düşüktür. Dosyalarını gönderirler ve beklemeye başlarlar. Bazen iki yılı bulan bu bekleme
süresi yazar açısından olumsuz bir durumdur. Zira yazdığınız bir eserin kitap
olup olmayacağını bilmek, yeni çalışmalar ile ilgili kafanızdaki soru işaretlerini de bertaraf etmenizi sağlar. Diğer türlü beklemek, belirsizlik her şeyi
ertelemenize umutsuzluğa kapılmanıza sebep olur. Burada yayıncının yapabileceği pek fazla şey yoktur. Kitabı yazar için duygusal bir anlam taşısa da bir
yerden sonra ticari bir metadır aynı zamanda. Yayıncı satış garantisi olan kitabı basıp işinin sürdürülebilirliğini garanti etmek isteyebilir. Bu da normaldir.
Yazar adaylarının içine düştüğü en büyük hata şudur. Eserlerini, yazdıkları
konu ile ilgisi olmayan yayıncılara gönderip bir cevap gelmesini bekliyor olabilirler. Yani doğru zamanda doğru kişi
ile iletişime geçmemişlerdir. Günümüz teknoloji çağında internet üzerinden yapılacak kısa bir araştırma ile kitabınızın hangi yayınevinin ürünleri ile
örtüştüğünü görebilir, eserinizi böylelikle doğru adrese gönderip yayınlanma şansını artırabilirsiniz. Bu sağlanmış olsa da yine de birçok zaman pek
çok dosyanın sahibine cevap verilmez
kitabı hakkında yorum yapılmaz. Biz P
Kitap olarak bundan kaçınıyoruz. Özellikle yazar adaylarımıza dosyaları bize
ulaştığında, sonrasında da değerlendirmesi yapıldığında iletişim kanallarını kullanarak olumlu ya da olumsuz bir
cevap veriyoruz.
İlk kitabını yayınlatmak isteyen
yeni yazarlara tavsiyeleriniz nelerdir?
Yazar adaylarına genel olarak tavsiyem çok okumalarıdır. Belki klasik bir
laf olacak ama hiç değilse 1500-2000
kitap okumuş olmalılar diye düşünüyorum. İlk yazdıkları kitap taslağını, konu
vazgeçemeyecekleri bir şey ise yazıp
yazıp bozmaları, yeni baştan yazmaları gerekir diye düşünüyorum. Bir kitap
yazdım hemen yayınlayayım demeyip
üzerinde biraz daha uzun süreli düşünüp sonra o konuda karar vermelidirler. Daha önce de belirtmiştim bize gelen pek çok eseri yayınlanacak niteliğe kavuşmadığı için üzülerek yazarına
iade etmek zorunda kalıyoruz. Bu konuda seçici davranmak zorundayız, hem
yazar adayını boşu boşuna heveslendirmiş olmamak adına hem de markamızı
korumak adına bunu yapıyoruz. Bir başka tavsiyem bir kitap yayınlatmak ile
yazar olunmayacağını unutmamaları,
ancak beş altı kitap sonra o olgunluğa
ulaşacaklarını bilmeliler. Kitabı yazıp
kenara çekilmekle de işleri bitmiş olmuyor. Orhan Pamuk’un dediği gibi “Bir
kitabı tanıtacak olan yazarıdır.” Burada
yazar ve yayıncı birlikte hareket edip,
önce yazar adayının çevresinde, sonra
bütün iletişim kanallarında kitabın tanıtımı için çalışmalıdırlar. Ayda 2.000 kitap yayınlanan bir ortamda sizin kitabınızın öne çıkabilmesi için biraz desteğe
ihtiyacı olması kaçınılmazdır.
Son söz olarak şunu söylemek isterim:
Hayalleriniz bir gün gerçek olabilir, yazar olmak için ilk adım okumaktır!
Teşekkür eder, yayın hayatınızda başarılar dileriz.
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
nular yazar adaylarını bu konularla sıkmak istemem.
37
YAYINEVİ.indd 5
6/4/12 3:49 PM
AŞK’A DAİR
ŞİİRLERDE AŞK
Nalan Güven • [email protected]
Seni Seviyorum
Tanımadığım bütün kadınlar adına seviyorum seni
Yaşamadığım bütün çağlar adına seviyorum seni
Enginlerin kokusu sıcak ekmeğin kokusu adına
İlk çiçekler adına eriyen kar adına
İnsanın ürkmediği temiz kalpli hayvanlar adına
Sevmek adına seviyorum seni
Sevmediğim bütün kadınlar adına seviyorum seni
Kim yansıyor bana sen değilsen ben kendimi
pek az görüyorum
Sensiz uzayıp giden bir çöl görürüm yalnız
Geçmiş ile bugün arasında
Bütün bu ölüler vardı atlayıp geçtiğim samanın
üzerinde
Delemedim aynamın duvarını
Yaşamı sözcük sözcük öğrenmem gerekti bana
Unutur gibi
Benimki olmayan bilgeliğin adına seviyorum seni
Sağlık adına
Yalnız kuruntu olan her şeye karşı seviyorum seni
Zorla tutmadığım bu ölümsüz yürek adına
Sen kuşku sanıyorsun kendini oysa akılsın
Sen başıma yükselen güneşsin
Güvendiğim zaman kendime.
Paul Eluard *
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
* “Baudelaire’den Günümüze
Fransız Şiiri Antolojisi”, Ahmet Necdet,
Adam Yayıncılık, 1997
Ne güzeldir kelimelerin içine saklanmış duyguların yüreği titretmesi, gözlerden damla damla yaş olup düşmesi, dudaklarda tatlı bir tebessüme dönüşmesi…
Kalemin kalbe yazılan bu gücüne kim
hayır diyebilir ki?
Aşkın şiirsel sunumu daha bir derinden etkilemez mi yangına düşmüş
yürekleri?
Dünya ve Rus edebiyatının önemli
ismi Aleksandr Puşkin’in 1800’lü yılların başında yazdığı şiirindeki mısralarında, “Ağır aksak geçiyor günlerim… Ve her an, çoğalıyor solgun kalbimde… Tüm acılarını mutsuz aşkın…
Ve kaygıdan çıldırmış gibiyim…” sözleriyle günümüzde dolaşarak, aşkın
zaman, din, ırk kavramına bağlı olmadan sadece ve sadece gönüllerde
ortak bir lisan ile buluşabildiğinin de
bir göstergesi değil midir? Ve böylece ortak bir dil bulur aşıklar aralarında… Acıları bir, sevinçleri benzer ve
hasretleri aynı… Belki de onları içine
çeken sır, perdelenmiş mısralar içinden bulup çıkarmaktır kalp burukluklarını ve hatta kimi zaman okunan her
bir dizede kendi şiirini yazmaktır yeni
baştan…
Şiir, “Hasretinden prangalar eskittim…” diyen Ahmet Arif’in acısını taşımak, “Ben sana mecburum…” diyen
Atilla İlhan’ın çaresizliğini yaşamaktır. Gecenin bir yarısında okuyarak uykuları kaçıran mısra ile şair olmak,
yalnızlığı bölüşmektir kimi zaman.
Mevcudiyetimizin gerçek sebebi olan
aşkı, Fuzulî’nin kaleminden dökülen
‘Leylâ ve Mecnun’ şiirlerinden yola
çıkarak saflaştırmak ve İlahi Aşk’a
ulaşmaktır.
Şairliği on iki yaşında başlayan büyük üstat Necip Fazıl için ise, “Biz şiiri iman için bilmişiz” diyerek kendini
takdim ettiği eserlerinde Allah aşkını
yürekten kağıda geçirmektir.
Aşkı ölümsüzleştirmek ve bu amaçla her okunuşta şahit olanların çoğalması ile sevdayı sonsuzluğa adayarak
kuşaklar boyu sürecek bir serüvenin
içinde yaşatmaktır.
Ümit Yaşar Oğuzcan’ın ‘Aşka Dair
Nesirler’i için oğlu Lütfi Oğuzcan der
ki;
“Kendini aşka adamış, aşka tapmış
bir adamın bir araya gelemeyeceğini
bildiği bir kadına sevgisini, ikilemlerin
yarattığı acıları, düşlerini dile getirişinin ürünüdür bu kitap. Sevenin sevilene dil döküşüdür…”
Evet, bir dil döküştür çoğu zaman
şiir… Taş bir kalbi yumuşatmaya
adanmış duadır… Sevgiliye yakarıştır… Ayrılığa isyandır… Bir ümittir sevdadan anlayana…
Aşk imkânsızlıksa eğer ve sonu olmayan bu yolda geri dönüş de yoksa, şiir bu yolu çiçeklerle bezemenin,
gönül ateşini harlarken bir yandan da
su serpmenin geçici çözümüdür belki de. Düş gücüyle ve hayalle imgeleri
birleştirip coşkuları bastırmanın, sevdayı haykırmanın ve aşkı hissedebilen
yüreklerle paylaşmanın bir şeklidir.
Peki ya siz hiç sevdiğinizden bir aşk
şiiri aldınız mı? Ya da birkaç satır olsun aşkınızı ona yazdınız mı? Sahibine ulaştırılmamış, bir defter arasında
saklanmış ya da bir gün kızıp atılmış
mısralarınız da mı yok?
Yarınlara bırakılacak değerli bir hazinedir sözcüklerimiz. Acemi birkaç
cümleden bile oluşsa kendi şiirimizi yazmak için mutlaka fırsatımız olmalı…
Ancak yazabildiğimiz sürece aşk, şiirini kaybetmeden sonsuza bizden bir
iz olarak kalacaktır…
Aşk ile yol almanız dileğiyle.
38
YAYINEVİ.indd 6
6/4/12 3:49 PM
VALLAHİ
29.04.2012
AYHAH HÜSEYİN ÜLGENAY
Şiirlerinle…
Islak sokaklarda silinir ayak izlerim
Düşerim dilinden dökülen bir
hecenin peşine
Uykuların haram karanlığında
Ne geceler anlar ıstırabımı
Ne ayak ucumdaki yalnızlık
Mecal kalmamış sensiz gönlümde
Sızlar yüreğimin bir köşesi
Sadece şiirlerinle paylaşırım ayrılığı
Sözcüklerinin arasından geçerken
Çöle inen nur gibi aydınlanır
matemim
Aşkınla bitap yüreğe derman olup
Hüznüme eş koşar sevdası
mısralarının
Nalan Güven
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
Kimse söylemiyor mu sana
Mahalledeki kadınlar
Senin dedikodunu yapıyor
O gün duydum
Diyorlar ki........!
‘’ Çok güzel ama,
ev işlerini bilmiyor.
Hiç temizlik yapmaz.
Annesi nazlı yetiştirdi onu
Onunla evlenen
Pişman olur vallahi ‘’
Sakın söylenenlere aldırma
Dedikoduların bitmesini istiyorsan
Sende onlara inat
Hergün temizlik yap
Saat onikide de camları sil
Hani öğlenleri
Evinin önünden geçiyorum ya....
Kız birbirimize bakar bakar
Gülüşürüz vallahi
39
YAYINEVİ.indd 7
6/4/12 3:49 PM
BİLİŞİM
Her ne görmek istiyorsanız
doğru adres...
Hayatınızın her anı, en sevdiğiniz çizgi film, muzır bir kedi ya da heyecanla
beklediğiniz filmin fragmanı... Aradığınız görüntülere fazlası ile ulaşacağınız
niyetlerin veri tabanı Google’ın küçük kardeşi YouTube...
YouTube, bir video barındırma web sitesidir. 15 Şubat 2005’te 3 eski PayPal
çalışanı tarafından kurulmuş ve Ekim
2006’da Google tarafından satın alınmıştır.
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
“Tube” kelimesi Cathode ray tube; ‘Televizyon Tüpü’nden gelmiştir. ‘Broadcast Yourself; Kendini Yayınla’ sloganı
ile yola çıkmıştır.
Önceleri PayPal’da çalışan Steve Chen,
Chad Hurley ve Jawed Karim videoların
e-mail üzerinde yollanılamaması üzerine 15 Şubat 2005’te kurulmasına karşın parasal sorunlar nedeni ile ilk video
23 Nisan 2005’te Jawed Karim tarafından yüklenmiştir.
YouTube, 9 Ekim 2006 tarihinde Google tarafından 1.65 milyar dolara satın
alınmıştır. Bu Google tarihindeki en büyük alımdır. Google’ın ödediği 1.65 milyar dolar YouTube çalışanları arasında
paylaşılmıştır. YouTube video formatı
olarak Flash Video Formatı (*.flv) kullanmaktadır. Web sitesinde istenen video klipler Flash Video olarak izlenebilmekte veya bilgisayara *.flv formatında
dosya olarak indirilebilmektedir. Video
klipleri izlemek için Adobe Flash plugini bilgisayarda kurulu olmalıdır. Eklenen video klipler YouTube tarafından
otomatik olarak 320x240 Pixel’e küçültülerek Flash Video Format’a (.flv) dönüştürülmektedir. Mart 2008’de yüksek kalite olarak 480x360 piksel seçeneği eklenmiştir.
AVI, MPEG veya Quicktime vb. video
formatına sahip videolar kullanıcı tarafından YouTube’a en fazla 1 GB kapasitesinde yüklenebilmektedir.
YouTube platformunda kullanıcılar var
olan video klipleri izleyebilmekte ayrıca istenildiğinde kendi video klibini
YouTube’a ekleyebilmektedir.
Bu platformda yer alan kullanıcının geliştirdiği içerikler, kişisel amatör klipler, video klipler film, TV programları parçacıkları ve müzik videolarından
oluşmaktadır. Kullanıcılar tarafından
YouTube’a günlük yaklaşık 65.000 adet
yeni video klip eklenmekte ve 100 milyona yakın video klip izlenmektedir.
Kullanım koşullarına uymayan video
klipler kullanıcıların bildirimleri ile YouTube yetkilileri tarafından incelenerek
silinmektedir.
YouTube üyeleri izledikleri video klipleri degerlendirip not verebilmekte ayrıca izledikleri video klip hakkında yorum
yazabilmektedir.
YouTube, videolara HTML 5 özelliğini ekleyerek Flash Player’a gerek duyulmuyor. Bu özellik sadece IE9, Firefox 4+, Chrome ve Opera güncel sürümünde mevcuttur. Not: IE9, Windows
XP’yi desteklememektedir. YouTube
üyeleri’nin kanallarını daha uygun hale
40
BILISIMYOUTUBE.indd 2
6/4/12 3:52 PM
BILISIMYOUTUBE.indd 3
6/4/12 3:52 PM
BİLİŞİM
getirebilmesi için “kanal türleri” vardır.
YouTuber (YouTube’çu): Standart YouTube hesabı’dır.
Director (Yönetmen): Deneyimli film
yapımcıları için ayarlanmıştır. Bu hesaba sahip üyeler’in yükledikleri video boyutunda avantaj getirilmiştir.
Musician (Müzisyen): Müzik eserleri
bulunanlar içindir.
Comedian (Komedyen): Mizahi video
yapımcıları içindir.
Guru (Uzman): İlgi alanına bağlı video
yapanlar içindir.
Reporter (Bildirici): Bildirici kanallar
çoğunlukla mevcut olan haber kanallarından oluşup genel medya kanallarının
sağladığı klipleri sunarlar. CNN, Fox, ve
NBC bunlara birkaç örnek olarak sunulabilir.
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
Youtube videoları bir dokunuş uzağımızda.
Akıllı telefonlara entegre programlarla
ne zaman hangi görüntüye ulaşmamız
gerekiyorsa ulaşabiliyoruz.
Bunların dışında siteden para kazanabilmek için Partner Programı mevcuttur. Mayıs 2007’de YouTube, tanınmış
üyelerini YouTube partnerliğine davet
etmiş, sonradan üyelerin kullanımına
açmıştır. Bu programa üye olabilmek
videoların kendi eseri olması ve binlerce kez izlenmesi gerekmektedir. Program ABD, Kanada, İngiltere, Avustralya,
Almanya, Hollanda ve Brezilya’da yaşayan üyelere açıktır. İleride başka ülkelere olanak sağlanması düşünülmektedir.
YouTube’un kullanım şartları gereği
kullanıcılar telif hakkı izni alınmış videolar yükleyebilirler. Pornografi, şiddet,
tehdit, reklam ve suç sayılan içerikler
YouTube’a yüklenemez. Telif hakkını
elinde bulunduran şirketler eklenen videoları sildirme hakkına sahiplerdir. Bu
hak film ve müzik videolarında sık sık
uygulanmaktadır.
YouTube’a sadece Türkiye’den erişim,
mahkeme kararlarıyla 4 kez engellenmiştir. Bu engelleme, Türkiye’de ve
dünyada büyük tepkilere yol açmıştı.
Sudiler’de ise erişim engelleme, erişkin
içeriklere erişimi engelleyerek otomatik olarak sakıncalı bulduğu içeriği engellemektedir.
Google ve Paramount ortaklığı
500 filmi YouTube ve Google
Play’e getiriyor. İnternet
hızlarının yüksek değerlere
ulaştığı günümüzde çevrimiçi
video izleme ve kiralama/
satın alma trendi de giderek
yükseliyor. Bu yükselişi
farkeden pek çok firma kendi
platformları üzerinden diziler,
şovlar ve filmler kiralamaya
ve satmaya başladı. YouTube
video portalının sahibi Google
da bu konuda adım atan
firmalardan birisi.
42
BILISIMYOUTUBE.indd 4
6/4/12 3:52 PM
di ülkelerindeki videoları ile farklı yollarla ünlenmişlerdir. YouTube’un en fazla takip edilen üyesi Smosh’tur. Bir başka YouTube kullanıcısı Massachusettsli eski resepsiyonist Brooke Brodack,
NBC’nin bir programına 18 aylık sözleşme imzalamıştır. YouTube’un en fazla takip edilen kullanıcısı ‘lonelygirl15’in
de gerçekte Yeni Zelandalı bir aktris
olan Jessica Lee Rose olduğu ve videolarını birkaç film yönetmeni ile yaptığı açıklanmıştır. Chris Crocker, 11 Ey-
lül 2007’de Britney Spears ile ilgili yayımladığı videosu ile kısa sürede dikkat
çekmiştir.videosu ile kısa sürede dikkat
çekmiştir. YouTube başarılı müzisyenlerin yetişmesine olanak vermiştir. Terra
Naomi, koşu bantı kullanarak klip çekmiş olan OK Go ve kendi yapmış olduğu
videoları ile tanınan Tuana Mey bu müzisyenlerin arasında’dır. Youtube yeni
yüzyılda web teknolojilerinin tamamlayıcı en önemli unsurları arasında yer almaya devam edecektir.
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
Altın Kalkan Projesi gereği çeşitli zamanlarda Çin Halk Cumhuriyeti’nde engellenmektedir. Tayvan YouTube’unun
gelmesi ile birlikte Tayvan Bayrağı’nın
ülkede sansürü 18 Eylül 2007’de engellemeye sebep vermiştir. Engelleme
boyunca YouTube URL’leri Çin’in yerel
arama motoru Baidu’ya yönlendirilmekte idi. Engellleme 31 Ekim’de kalkmıştır.
YouTube’un popülerliği birçok YouTube
kullanıcısının internette ün kazanmasına neden olmuştur. Bu kullanıcılar ken-
43
BILISIMYOUTUBE.indd 5
6/4/12 3:52 PM
RÜYALAR
RÜYA MI
Mİ.. Mİ..
RÜYA
MIGERÇEK
GERÇEK
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
Murat İnan • Rüya Analisti • [email protected]
Selam,
Bu ayki yazımızda yine rüyalardan
bahsedeceğiz. Birçok rüya arasından
özellikle seçtiğimiz ilk rüya, otuzlu
yaşların başında evli bir erkeğin rüyası.
Mekan olarak Ortaçağ’a ait bir Hristiyan hatta Bizans sarayı veya kalesi gibi bir yerdeyiz. Bir şeylerin açığa çıkması için ordaymışım. Ama hizmetli imişim. Karım da beni ziyarete geliyor. Odamıza çekiliyoruz. O
anda kırmızı gecelikli, uzun boylu, sarışın bir bayan geliyor. Bu kadın bir
prenses ya da kralın
bir yakınıymış. Boynunda ilginç (kadın)
figürlü bir kolye var
(Bu ayrıntıyı rüyayı
anlatırken hatırladı), işle ilgili bir şeyler söylüyor ama
asıl isteğinin benimle yatmak olduğunu hissediyorum...
Sonra odaya başka biri giriyor. Hizmetli ve kötü niyetli bir erkek. Karımla bana içecek getiriyor. Getirdiği sıvı
önce çay renginde sonra rengi açılıyor ve köpüren oval haplar sıvının üstüne çıkıyor. Bu haplardan iki tane karımınkine, bir tane de benimkine koymuş. Kırmızılı kadına adamın yaptıklarını söylüyorum. Sonra kralın öldüğü haberi geliyor. Yalandan üzülenler,
ağıt yakanlar var. Kral gerçekte benim ölmüş dedemmiş. Nedense ben
bunu gizliyorum. Sonra kırmızı kadın
elinde sarı-siyah alacalı, büyük olmayan bir yılan olduğu halde kendisini
takip etmemi söylüyor. Karanlık, dar,
iki tarafı düzgün ve çok iri kayalarla
örülü bir yolda yürüyoruz. O yolda nasıl yürüdüğümüzü anlayamadım. O
arada kralın yani dedemin ölmediğini
onu ileriki odada hasta olarak tuttuklarını söylüyor. İki oda yanyana, soldaki zifiri karanlık sağdakinin taş ka-
pısı görünüyor. Yer sanki hamammış
gibi ıslak. Sağdaki odadan yılanı içeri bırakıyor. Kısa bir süre sonra hasta
olan kral, beyazlar giyinmiş (Romalılar gibi) olarak kapya çıkıyor. Karanlık bir oda nemli ve taştan. İçeride yılan olduğunu söylüyor. O an yılan çıkıp seri hareketlerle kralın ayağının
dibinde iri bir sünger etrafında korkutmak için dönüyor. Dedem korkma-
yınca içeri giriyor. Kadında mecburen
emir verip yılanı yakalatıyor.
Çözümlemesi:
Rüyada belirgin olarak karşımıza çıkan ilk sembol bir kadın. Kırmızı elbiseli, sarı saçlı, ilginç kolyeli, sarı-siyah
yılanı olan; Hileye, ara bozmaya meyilli, kötü enerjili bir kadın. Ve kullanmayı becerdiği bir hizmetli ile Bizans
oyunlarının peşinde. Kırmızı elbise,
sarı-siyah yılan bilinç altında yakıcı
yıkıcı olan tehlikeli
enerjidir. Üstelik yılanın sarı-siyah olması sarı: Hastalık; siyah: Negatif
enerji, yılan: Penis (Burada kadının
erkeksi enerjisinin
ağır basması) ile dişiliğini henüz bulamadığı anlamına
geliyor. Durum böyle olunca boynunda
ki kolyede ilginç bir
kadın figürü olarak
rüyada yerini alıyor.
Anadolu topraklarında, eski çağlarda özellikle Orta
Karadeniz’de yaşamış bu kadın topluluğunun bilinen adı: Amazon’dur.
Rüya aynı zamanda geçmiş çağlarda
ki hayattan sembollerle genetik geçişi çağrıştırması bakımından da ilgi
çekici. Neyse ki rüyayı görenin dedesi
beyaz kıyafetli kral görüntüsüyle Eril
gücü temsilen rüyaya girip torununu
bu ateş amazon enerjisine karşı koruyor. Rüya bir bakıma dede (Eril güç)
vasıtasıyla çevresindeki negatif, ya-
44
BILISIMYOUTUBE.indd 6
6/4/12 3:52 PM
ce söylemlerine dikkat etmek gerekir. Hayat, isteme ve elde etmekten,
zengin olmaktan mı ibarettir? Yaratılmış bir varlık olduğumuzu bilmek
ve yaratılış amacımıza uygun bir bilinç geliştirerek yaşamak daha makul
bir yaklaşım değil midir? Hangi ırktan, hangi dinden ve cinsiyetten olur-
sak olalım özümüz birdir. Obama’nın
beyni ve omurilik sistemi ne sizinkinden üstündür, ne de sizinki onunkinden üstündür. Hepimiz eşit ve değerli ve aynı özden yaratılmış insanlarız.
Rüyalar her gece tüm dünya hesap-
larının, hırslarının durduğu zamanlarda bize ulaşırlar. Gerçeğin dilinden sembolik bir anlatımla her çağda ve her şekilde bize ulaşıp kendimizin ve atalarımızın inançları hakkında
bilgi verirler. Hatırlayamadığımız, bilemediğimiz ve birer inanç haline gelmiş enerjilerimizin vizyona girmesidir
rüyalar. Korku, endişe, kayıtsızlık, takıntı, hastalık gibi zihnimizi ve bedenimizi rahatsız eden ne
varsa bilin ki bunlar sadece zihnimizin birer kaydıdır. Gerçekle yoğurulmadığından eksik ve yanlış
bilgilerden kaynaklanır. Bu yüzden başta ebeveynimiz ve kendimizle olmak üzere ilişkilerimizi bozar, kendimizi aciz veya başkalarını üstün görme gibi eşyanın tabiatına aykırı vesveseler verir. Yaşamın güzelliğini, varlığımızın değerini ve gerçek kudretimizi
bize unutturup negatifliğe yönelten davranış ve inançlarımızı deşifre etmenin en doğru yolu rüyalarımızın yazılması ve doğru analiz edilmesinden başlar.
Tabii ki isteyerek, sabır göstererek ve mistik yollara veya hazırcı formüllere uzak durarak değişimi sağlayabiliriz.
Bazen rüyalar daha farklı alanlarda da insanlığa yardım ederler. Tarih boyunca binlercesi yaşanmış, ilham veren, icat ettiren
rüyalara bir örnek vererek bu yazımıza son verelim. 19. Yüzyıl’da
Benzen’in yapısını keşfeden Alman
kimyacı olarak geçen Friedrich August Kekule’nin 1865’te, benzenin
kimyasal yapısı üzerinde çalışırken gördüğü rüyadır: Bir kış günü
Kekule, çalışma odasının şöminesinde yanan odunların çıtırtısını
dinlerken uyuyakaldı ve yine rüya
görmeye başladı. Yine rüyasında
atomların hoplayıp zıplayarak dans
etmekte olduğunu ve onları birbirine kenetleyen zincirlerin de birer
yılana benzediğini gördü. Sonra yılanlardan biri aniden dönerek kendi
kuyruğunu ısırdı. Bu esnada da Kekule uyanıverdi. Böylece karbon atomlarının zincirler şeklinde halkalar meydana getirebileceğini rüya sayesinde
fark edebilmişti. Bunun sonucu olarak
iç yapısı çözümlenemeyen Benzen’in
yapısı anlaşıldı.
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
.
kıcı yıkıcı enerjilerin farkına varmasına yardım ediyor. Böylece rüyayı göreni çevresindeki yuva yıkmaya, hile
yapmaya ve düzeni bozmaya çalışan
enerjiler hakkında uyarıyor.
Rüyayı gören, bu rüya analizinden bir
süre sonra izlediği bir filmde rüyada gördüğü kolyenin aynısını görüyor.
Antonio Banderas’ın başrolünü oynadığı bu filmin adı
13. Savaşçı. Merak ederseniz filmi izleyerek rüya ile
filmin konusu arasındaki
şaşırtıcı benzerliğe de tanık
olabilirsiniz. İlginç olan ise
filmi daha önce izlememiş
olması. Fakat rüyada gördüğü kolye ile filmdeki kolye aynı şekilde olması bilinçaltından gelen sembollerin evrenselliğine güzel bir
örnektir.
Değerli okurlar, varolan
gerçek çoğu kez bildiklerimizin ötesindedir. Gördüklerimiz ve bildiklerimizin öyle olmasını sağlayan
ve hayata hükmeden de o
mutlak güçtür. Devasa görüntülerine bakakaldığımız,
büyük sandığımız o buzdağlarının öyle yüce görünmesine ve orada yüzmesine neden olan suyun altındaki çok daha büyük ve ilk
bakışta görünmeyen kısmıdır. Ancak gerçeği ve hayatın temellerini merak eden
cesur insanlar suyun altına baktıklarında nedenler
hakkında bilgi edinebilirler.
Bu bağlamda ele aldığımızda beyni tek merkez olarak
anlatan ve kabul eden öğretilerin çoğunlukla yüzeye ve görünene takılıp kaldığını düşünebiliriz. Beyine
tüm yönetimi ve yetkiyi yüklemek yerine, ayrılmaz devamı olan kuyruğu ile yani
omurulik sistemiyle birlikte ele aldığımızda, insanın
doğru bir şekilde değerlendirilebileceğini de söyleyebiliriz. Bu bakış açısı hem adil hem birleştirici ve hem de
gerçeğe en uygunudur diye düşünüyoruz. Son zamanlarda iste ve elde
et, zengin ol vs. gibi pozitif düşün-
45
BILISIMYOUTUBE.indd 7
6/4/12 3:52 PM
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
PLASTİK SANATLAR
46
PLASTIKSANATLAR.indd 2
6/4/12 4:26 PM
“Eserlerimde
doğanın insan enerjisi üzerindeki
etkisini yansıtıyorum”
İç
mimariyle başlayan plastik sanatlar eğitimi, bir süre sonra yön değiştirmiş. Sema Tahincioğlu, önce resime yönelmiş, Mahir Güven Atölyesi’nde yağlı boya resim çalışmalarına başlamış ve çeşitli karma
sergilere katılmış. 1992’de çalışmalarını sergilemek ve eğitimine yeni boyutlar kazandırmak üzere ABD’ye gitmiş ve 1993’te Boston Museum of Fine
Art School’da eğitim görmüş. Boston
Brenda Taylor Gallery’de ilk kişisel
sergisini açmış. Ardından New York
Soho Agora Gallery’de karma sergiye
katılmış. 1997’de geleneksel süsleme
sanatları ve sanat tarihi derslerine devam etmiş. Derken heykele geçiş yapmaya karar vermiş ve heykeltraş Arşo
Kasparyan yönetiminde heykel eğitimine başlamış. Hocasının desteğiyle
ilk kişisel heykel sergisi için çalışmalarına ve eserlerinin temellerini oluşturmaya yönelmiş.
2006’da ilk kişisel heykel sergisini açmış. Ardından kişisel ve ktarma
sergiler gelmiş. Tahincioğlu, bronz
heykelleriyle en son Contemporary
İstanbul’da sanatseverlerle buluştu. Tahincioğlu ile sanat eğitiminden
plastik sanatlara bakışına, küçük bir
kişisel tarih sohbeti yaptık.
Language Culture Center Güzel Sanatlar Okulu İç Mimarlık
Bölümü’nden mezun olmuşsunuz,
ama ardından yağlı boya resim çalışmalarına başlamışsınız. Peki iç mimariyle ilginizi tümüyle kestin mi?
Evet, çünkü kısa bir süre çalıştıktan
sonra duygularım beni plastik sanatlara yönlendirdi. İçimdeki resme olan
tutku doğru yolda olmadığımı hissettirdi bana.
Sanat eğitimini Museum of Fine
Art School’da devam ettirmişsiniz.
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
“Bronz, çok güçlü bir malzeme ve yaptığım heykellerin kişiliğini
bu malzemenin desteklediğini düşünüyorum. Avantajı, bronzun
yapılan heykele ışık katması, yani malzemenin kendine has bir ışığı
var. Ancak döküm ve bronz maliyeti sanatçıyı çok zorluyor.”
47
PLASTIKSANATLAR.indd 3
6/4/12 4:26 PM
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
PLASTİK SANATLAR
48
PLASTIKSANATLAR.indd 4
6/4/12 4:26 PM
ABD’deki sanat eğitimiyle ülkemizdekini kıyaslayadığınızda nasıl bir
sonuç çıkıyor?
Amerika’da sanata bakış daha geniş
çaplı. Çok yönlü düşünmeyi ve bunu uygulamaya geçirmeyi öğretiyorlar. Ülkemizde ise benim okuduğum dönemde
açıkçası, sanatın içindeki düşünceye o
kadar ilgili yaklaşılmadığını fark etmiştim. Orayla kıyasladığımda buradaki sanat eğitiminin ufkunun daha dar olduğunu görmüştüm.
2000 yılında Arşo Kasparyan yönetiminde heykel eğitimine başlamışsınız? Resimden heykele geçme kararını nasıl aldınız?
Resim alanında yaptığım çalışmalarda
hep üç boyuta kaçış eğilimindeydim ve
ortaya çıkardığım bu üç boyutun arkasına geçmek, onun etrafında dönebilmek gibi bir isteğim vardı. Bu da kaçı-
nılmaz ve hızlı bir şekilde heykele geçişimi sağladı.
Serap Gümüşoğlu’nun atölyesine devam ettiğinizi biliyorum ve bu
heykellerinizdeki formdan da anlaşılıyor. Gelecekte daha soyut çalışmalara yönelmeyi düşünüyor musunuz?
Elbette çünkü insan doğasının ve düşüncesinin en son ulaşacağı nokta hep
soyut olandır. Sanıyorum, sanat görüşüm olgunlaştıkça, daha soyut çalışmalar ortaya çıkacak.
Heykellerinizi küçük boyutlarda çalışmanızın temel sebebi teknik zorluklar mıdır, yoksa sanatsal kurgun
açısından uygun olan bu mudur?
Yapıtlarınızda dekoratif unsurun biraz daha ağır bastığını düşünüyor
musunuz?
Teknik zorluklar, çalışma biçiminizi çok
etkiliyor tabii, fakat ben heykellerimi
yaparken, yine de böyle bir hesaplamaya gittiğimi söyleyemem. Yani “Bu heykeller küçük” diye düşünmedim hiç. Fa-
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
ABD’de kaldığınız süre boyunca sanata bakışında nasıl bir değişim yaşadınız? Sanatsal ve felsefi açıdan
bu dönemin sizin sanatınızdaki yansıması ne oldu?
Amerika’da yaşadığınız zaman kendinize
olan güveniniz artıyor en başta. Her şeyi
yapabileceğinizi hissediyorsunuz ve bunun için çaba sarf ediyorsunuz. Bu işte
de güven çok önemli. Orada, felsefi kaynakları size sunuyorlar ve bu bakış açılarıyla araştırma yapıp çalışma şansınız
oluyor. Buna ek olarak yararlanabileceğiniz sınırsız kaynaklar buluyorsunuz.
‘Varoluşçuluk’ ve ‘Düşünce Gücü’
konularında felsefe seminerlerine
katılmışsınız… Bu seminerler, plastik sanatlara yaklaşımınıza nasıl
bir etki yaptı?
Bu seminerler kendi benliğime bakışıma farklı bir yön verdi tabii ki. Bu tip öğretiler, en başta insanın kendine dönmesini sağlıyor. Ben de kendime döndükçe, en iyi ifade yolumun plastik sanatlar olduğunu anladım. Aslında bu tip
seminerlerde sanatınız direkt ve belli
bir biçimde etkilenmez, etkilenen sizsinizdir ve sanatınız da dolaylı olarak etkilenir. Yani duyduğunuz her şeyi kendi
kişisel süzgecinizden geçirirsiniz ve ortaya koyarsınız.
49
PLASTIKSANATLAR.indd 5
6/4/12 4:26 PM
PLASTİK SANATLAR
kat ilerde çalıştığım malzemeyi de değiştirerek daha büyük heykeller yapmayı ciddi anlamda düşünüyorum. Dekoratiflik kavramı ise bakış açısına göre
değişir.
Heykelde bronzu tercih etmenizin
nedeni nedir? Bir materyal olarak
bronzun avantaj ve dezavantajları
neler?
Bronz, çok güçlü bir malzeme ve yaptığım heykellerin kişiliğini bu malzemenin desteklediğini düşünüyorum. Avantajı, bronzun yapılan heykele ışık katması, yani malzemenin kendine has bir
ışığı var. Ancak döküm ve bronz maliyeti sanatçıyı çok zorluyor.
Heykellerinizde kadın figürlerini bu
kadar öne çıkarmanızın sebebi nedir? Hep kadınların bir duyarlılığı yansıyor… Sanki geri kalan tüm
plastik öğeler bu duyarlığı çıkarmak için var…
Evet duyarlılık var, ama ben, heykellerimde kadının güçlü yapısını ortaya koyduğuma inanıyorum.
Aslında sırf kadın temasını işlediğim de
söylenemez, çünkü heykellerimde erkek figürleri de var. Yani ben, aslında
çoğunlukla doğanın insan enerjisi üzerindeki etkisini temel alıyorum. İnsanın ruh hali tabiatın diline göre değişiyor. Ben de insanın ruh halinin, kendi-
ni tabiata teslim edişini yansıtmaya çalışıyorum.
Yurtdışındaki heykel ve resim etkinliklerini izleme olanağı bulabiliyor musunuz? Sizi en çok etkileyen
yerli ve yabancı sanatçılar kimler?
Mesela, usta heykeltıraşlarımızdan
Mehmet Aksoy’un kendini ifade ediş
şekli beni çok etkiliyor. Bir de Frank
Stella’nın heykeldeki cesareti ve büyük
düşünmesi onu benim gözümde ilahlaştırıyor.
Türkiye’de heykeltraş olmak zor
iş… Hem heykel üretimi diğer sanatlara göre daha masraflı hem de
heykele olan ilgi çok sınırlı… Heykel
sergilerinden tatmin edici bir gelir
elde edebildiniz mi?
Aslında sanatın doğal amacı, para kazanmak değildir zaten, ama kazanabilsek ne güzel olurdu... Türkiye şartlarında sanattan tatmin edici gelir elde etmek pek de olası değil. Ama ben daima iyimser düşünüyorum ve gelecekte heykelin ve heykeltıraşların daha çok
değer görmesini umuyorum.
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
Farklı materyallerle heykel yapmayı
denediniz mi? Nasıl bir sonuç aldınız?
Evet, zaman zaman denedim. Bundan
sonrasında kapsamlı bir şekilde malzeme araştırmasına girerek kilde karar
kıldım. Şimdilik formlarımı kille daha
rahat ortaya çıkardığımı söyleyebilirim.
Ancak ruh değişkendir. Ruh halimin değişmesiyle farklı malzemelere geçişim
elbette ki olacaktır.
Resim çalışmalarınız devam ediyor mu? Resimle heykeli kıyasladığınızda, hangi sanat dalı iletini ifade etmek açısından daha geniş olanaklara sahip?
Resim çalışmalarım, eskiz olarak devam ediyor. Yine de zaman zaman özlem duyup, boyalarla da oynuyorum.
Ancak daha önce de belirttiğim gibi benim ifade şeklim üç boyutla daha iyi
yansıyor.
50
PLASTIKSANATLAR.indd 6
6/4/12 4:26 PM
PLASTIKSANATLAR.indd 7
6/4/12 4:26 PM
SİNEMA
EKREM BORA
Bazen iyi karakterlerle bazen kötü karakterlerle karşımıza çıktı.
Kuşkusuz Yeşilçam’ın en iyi oyuncularından biriydi. Ve şimdi ünlü
oyuncu aramızda yok, Türk sinemasından bir yıldız daha kaydı...
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
Mükemmel yüz hatları, masmavi gözleriyle pek çok karaktere ruh kattı...
Dostlarının tabiriyle “baba adamdı”, “iyi
adamdı”, “adam gibi adamdı...”
Gerçek adı Ekrem Şerif Uçak... Yani Ekrem Bora... 1934’te Ankara’da doğdu.
Ortaokuldan mezun olduktan sonra
Sultanahmet Devlet Basımevi Kursu’nu
bitirerek, mürettip ve mücellit diploması aldı. Bir süre bu meslekte çalıştı.
1953’te Sezai Solelli’nin aracılığı ile Yıldız Dergisi’nin açtığı sinema artist yarışmasına katılıp birinci oldu. Fakat film
çevirmeden vatani görevini yapmaya
gitti. 1955’te ilk filmi olan “Alın Yazısı”nı
çevirdi. İki filmde daha oynadıktan sonra, sinemaya iki yıl ara verdi. Sonra tek-
52
SINEMA EKREMBORA.indd 2
6/4/12 4:02 PM
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
53
SINEMA EKREMBORA.indd 3
6/4/12 4:02 PM
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
SİNEMA
rar sinemaya dönerek erkek oyuncular
arasında başa oynadı.
Bora, 1966’da Antalya Altın Portakal
Film Festivali’nde “en başarılı erkek
oyuncu” ödülünü kazandı. Ayrıca çeşitli basın organlarınca yılın sanatçısı seçildi. Ve bugüne kadar tam tamına 142
farklı projede rol aldı...
Türk filmlerinin yakışıklısı, aklımızda
kalan bir filminde aşık olduğu şarkıcı
Türkan Şoray’ı, besteci sevgilisi Cüneyt
Arkın’dan ayırmak için elinden geleni
yapan, amacına da ulaşan bir roldeydi. Buna rağmen sonradan iki sevgiliyi
birleştirmiş, tüm mal varlığını da onlara
bağışlayarak çekip gitmişti. Bora, ceketinin yakalarını kaldırıp, yağmur altında
yaşlı gözlerle yürüdüğü bir sahne var ki,
poster olmaya aday bir görüntü...
Bora, akıllarda kalan Gümüş isimli televizyon dizisinde de önemli bir roldeydi. Toplam 100 bölümden oluşan dizi
Gümüş ve Mehmet Şadoğlu çiftinin yaşamları ve ailelerinin hayatlarını konu
alıyordu. Bora da burada evin reisi Mehmet Fikri Şadoğlu rolündeydi ve sevilen
oyuncu Kıvanç Tatlıtuğ’un dedesini oynuyordu. Bora, buradaki rolüyle de sevenlerinin kalbini fethetmişti.
Sonrasında ikilinin arası bozulmuştu...
Ancak Bora, Tatlıtuğ’un arkasından da
“Kıvanç Tatlıtuğ unutulmaz bir oyuncu”
yorumunu yapmıştı iyi niyetli olarak...
Ve 2012’ye geldiğimizde başarılı oyuncunun sağlık sorunları oldukça yüksek
seviyeye çıktı...
Sevilen üstad Mart ayında kalp yetmezliği sebebiyle hastahaneye kaldırıldı ve Nisan başında hayata gözlerini
yumdu. Ancak vefat ettiği hastane “30
Mart 2012 tarihinde hastanemize başvuran Ekrem Bora, akciğer ödemi tablosunda yoğun bakım ünitesinde tedavi
altına alınmıştır. Yapılan tüm müdahalelere rağmen 1 Nisan’da saat 13.45’te
Hakkın rahmetine kavuştu” açıklamasını yapsa da, o unutulmayacaklar arasına adını altın harflerle yazdırmıştı bile...
54
SINEMA EKREMBORA.indd 4
6/4/12 4:02 PM
SINEMA EKREMBORA.indd 5
6/4/12 4:02 PM
SAĞLIK
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
m
u
ğ
u
c
Ço
?
i
m
f
i
t
k
a
r
e
p
i
h
56
SAGLIK.indd 2
6/4/12 4:14 PM
“
“HAYDİ AMA AZ ÖNCE ÇÖZDÜN BİR
BENZERİNİ, ŞİMDİ NEDEN YAPMIYORSUN?”,
“NEDEN DİKKATİNİ VERMİYORSUN?”,
“YERİNDE DUR”, “NE ÇABUK SIKILDIN?”…
BUNLAR VE ÇOK DAHA FAZLA SORU.
YANITINI BİLMEYIZ, BELKİ DE BİLMEK
İSTEMEYİZ. OYSA ‘DİKKAT EKSİKLİĞİ
HİPERAKTİVİTE BOZUKLUĞU’NU
ÇOCUĞUMUZA KONDURMAMAK, ONUN
POTANSİYELİNİ AÇIĞA ÇIKARTMANIN
ÖNÜNDEKİ EN BÜYÜK ENGELDİR
yoktu böyle bir
tanım.
“Yaramaz” der geçerdik çocuklara. Olur da
derslerinde başarısızsa, “Hayal kurmayı seviyor” ya da “Tembel” diye düşünür
ve biraz şikâyet ederdik. “Neden?” sorusu aklımıza gelmezdi, gelse bile yanıtını kim verebilirdi? Derken, birileri, çocuk yaşta başlayan bu zikzakları fark etti. Araştırmalar yapıldı ve aslında yüzyıllardır var olan bir sorun bulunarak, adına ‘Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu’ dendi. Günümüzde uzmanlar, bilinçli ebeveynlerle bu
sorunun üstesinden gelinebileceğini
söylüyorlar. Hatta Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu olan çocukların, şanslı olduğu bazı konular bile var.
Örneğin son derece yaratıcı ve esprililer. Bugün, gerek televizyon dünyasından gerekse bilim dünyasından tanıdığımız birçok ünlü ismin de aynı rahatsızlığı taşıdığı biliniyor. Benzer şekilde
tarihteki bazı kişilerin hayat öykülerine bakarak, Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu yaşadıkları tahmin ediliyor. Kim mi bunlar? Alexander Graham
Bell, Albert Einstein, Henry Ford, Robin Williams, Tom Cruise ve daha niceleri... Bu isimleri, konuyla ilgili araştırma yaparken, Türkiye’deki ‘Dikkat Eksikliği Hiperaktivite ve Özel Öğrenme
Güçlüğü Derneği’nin sitesine ulaştığımızda öğrendik. Derneğin Başkanı Haluk Nezih Çıngır’la, kendi hayat öyküsünü de barındıran bir söyleşi gerçekleştirdik. Ardından, Uzman Psikaytr Dr.
Zafer Atasoy’la gerçekleştirdiğimiz röportajla, ‘Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu’nun nedenlerini ve tedavi yöntemlerini konuştuk…
Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu yaşam başarınızı ne kadar etkiledi?
Kimya mühendisiyim. Bu sorunu bilmediğim
dönemlerde, yaşam başarım olması gerekenin daha altında seyretmiş. Artık DEHB sorununa sahip bireylerin neyi niye yaptığını
çok iyi biliyorum. Bu nedenle yaşam başarım olması gereken noktada.
Anne ve babalara tavsiyeniz nelerdir?
Çocuklarına nasıl yaklaşsınlar? Dezavantaj gibi görünen bu durumu nasıl
avantaja çevirsinler?
Benim için DEHB çocuk oyuncağı. Herkes bir
DEHB’li ile baş edemezken ben ve iki yardımcım (Çığır ve bir anne) 15-20 hiperaktif
çocukla sekiz senedir bir hafta ‘Doğa ve Su
Sporları’ kampı yapıyoruz. Hayatımızın en
zevkli tatilini bu sürede geçiriyoruz.
Anne-baba ve öğretmenler önce bilime
inansınlar.
Psikiyatrlarının önerdiklerini
harfiyen uygulasınlar. Çocuklarının ilaçlarını, deyim yerindeyse ‘gözü kapalı’ kullanmasını sağlasınlar.
DEHB sorununu dernekten temin edecekleri CD ve kitaplardan öğrensinler ve önereceğimiz oyuncaklarla oynasınlar. Öncelikle
‘hadi’ ve ‘dikkat et’ ifadelerini kullanmasınlar. Hayatın bu çocuklarla çok zevkli olduğunu görecekler. Oğlum Çığır Hacettepe Üniversitesi Ağaç İşleri Endüstri Mühendisliği
Bölümü’nü bitirdi. İç Mimari ve Tasarım’da
yüksek lisans yapmaya çalışıyor. Dört yıldan
bu yana ilaç kullanmıyor.
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
Eskiden
“
?
57
SAGLIK.indd 3
6/4/12 4:14 PM
SAĞLIK
“Anne-baba ve öğretmenlere
ücretsiz eğitim veriyoruz”
“Derneğimiz 2000 yılında Prof. Dr. Ferhunde Öktem başkanlığında Ankara’da kuruldu. Avrupa’nın 20
ülkesindeki 30 DEHB derneğinin üye olduğu ADHD EUROPE’un da üyesiyiz. Üç yıldır başkanlığını ben
yürütüyorum. Bu süreç içinde iki oyuncak ve 52 eğitim CD’si ürettik. Bu CD’ler iki akademisyenle YÖK
tarafından kitap olarak değerlendirildi. Bu bireylerin yasal haklarının gelişimine katkıda bulunduk. Şu ana
kadar 25 binin üstünde anne ve baba ile 9 bin civarında öğretmene eğitim verdik. Talep olması durumunda
Ankara dışındaki okullarda da ücretsiz anne-baba ve öğretmen eğitimi veriyoruz. Bin üyemiz var. DEHB’da
koçluk yapabilmek için, bu sorunu yaşamış ve üstesinden gelmiş olmak gerekiyor. Ben de dernekte ücretsiz
koçluk yapıyorum. Derneğimiz hakkında bilgiye, http://www.hiperaktivite.org.tr adresinden ve 0312 425 74
25 numaralı telefondan ulaşabilirsiniz.”
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
Hiperaktif olup, işinde çok başarılı, hatta dünyaca
tanınan insanlar var. Bu örneklerden hareketle ‘hiperaktivite, yaratıcılığa ve başarıya engel değil’ diyebilir miyiz?
Elbette… Hiperaktivitenin en olumlu özelliği yaratıcılıktır. Tarihe göz attığımızda bunu net görebiliriz. Yeter ki onlara uygun ortamı yaratalım. Hiperaktif kişiler; enerjik, sıcakkanlı, cana yakın, kolay ilişki kurabilen, risk alabilen, esnek, hoşgörülü, iyi espri yeteneğine sahip, insanlara kolay güvenen ve yardımsever kişilerdir. Oğlum Çığır, bir bahar şenliğinden eve sabaha
karşı kan ter içinde geldi. Ertesi gün “Bir sorun mu yaşadın?” diye sordum. “Yürüdüm” dedi. Yürüdüm dediği
mesafe büyük çoğunluğu yerleşim dışı olmak üzere 20
kilometre. “Dolmuş paran yok muydu?” soruma “Vardı, tam binecekken tanımadığım bir kızın parasını kaybettiğini ve çaresizliğini gördüm. Paramı ona verdim.”
dedi. “Ama yürüdün” cevabıma “Baba ben yürüyebilirdim. Ama o yürüyemezdi” diyerek karşılık verdi.
Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu tam olarak nedir? Bir çocuğa hangi semptomlar sonucunda ‘dikkat eksikliği’ tanısı konulur?
Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) eş zamanlı olarak ya da tek başına dikkat sorununun ya da hareketliliğin bulunduğu bir tablodur. Bilindiği üzere çocuk
olmak hareketli olmak demektir. Diğer yandan çocukluk
döneminin bir diğer özelliği de dikkatsizliktir. DEHB bu iki
çocuk özelliğinin ortalama çocuk davranış sınırlarını aşan
bir biçimde ortaya çıkması ile birlikte çocuğun özellikle
sosyal ortamlarda ondan beklenen performans ve uyumu sergileyememesi durumudur. Tanımlanan hareketlilik bitmeyen bir enerji şeklindedir. Çocuğun uyuması ile
birlikte, ev suyu çekilmiş değirmene benzer, birden sessizliğe kavuşur. Dikkatsizlik neredeyse zihinsel özür duru-
munu düşündürecek kadar performans düşüklüğü sergilemesine neden olacak biçimde ortaya çıkmaktadır. Tanı
aşamasında ailenin paylaştığı gelişim öyküsü, sosyal ortamlardan gelen uyarılar, eğitim alanında karşılaşılmış
sıkıntılar DEHB tanısını düşündürür.
Dikkat eksikliğinin nedenleri nedir? Anne ve babada
dikkat eksikliğinin bulunması, çocuğu etkiler mi?
Genetik faktörlerin rolü var mı?
Bir çok araştırmacının üstünde durdukları
dikkat çekici ortak özellik aile içinde benzer sıkıntılar yaşayan kişilerin varlığıdır. Kardeşlerin eş zamanlı hastalık
sergilemeleri ya da anne, babanın çocukluklarında benzer sıkıntılar yaşamış
olmaları sıklıkla karşımıza çıkmaktadır.
Ancak bugün kesin bir biçimde ortaya konmuş olan bir genetik geçmişten söz etmemekle birlikte genetik özelliklerin önemli yer
tuttuğunu biliyoruz.
Anne ve babalar, çocuklarında dikkat
eksikliği olabileceğinden nasıl şüphelenebilirler? Nelere dikkat etmeleri gerekiyor?
DEHB ev dışında daha belirgin olarak kendini gösteren bir klinik durumdur. Sıklıkla ilk uyarılar çocuğun karıştığı sosyal ortamlardan gelmektedir. Özellikle
eğitimin ilk yıllarında ilk belirtiler kendini göstermektedir.
Öncelikle aile dışında, çocuklarla profesyonel olarak karşılaşan kişilerin değerlendir-
58
SAGLIK.indd 4
6/4/12 4:14 PM
“Babama ‘jet hâkim’ derlerdi”
Ailenizdeki dikkat eksikliği öyküsünü paylaşabilir misiniz?
Oğlum Çığır’ın anasınıfındaki farklılığından dolayı çocuk ruh sağlığı merkezine başvurduk. “Bu çocuğun bir sorunu yok,
sınır koyamıyorsunuz” denildi. Ben eşime “Sınır koyamıyorsun. Senin yüzünden” dedim. Eşim de Çığır ile yeterince ilgilenmediğim için benim yüzümden olduğunu söylüyordu. ‘Senin yüzünden’ suçlaması tam üç sene sürdü. Bu suçlamanın sorunu çözmediğini görünce başka bir çocuk ruh sağlığı merkezine başvurarak ilaç tedavisine başladık. Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu’nu (DEHB) tanımaya başladıkça benim sorunumun da DEHB olduğunu anladım. Kendi kendime söylediğim ilk cümle “Anlamlandıramadığım davranışlarımın anlamını buldum” oldu. Genetik olduğunu öğrenince
babamı inceledim. Babam Yargıtay’dan emekli bir hâkim. Kendisinde de hiperaktivite var. 88 yaşında, hâlâ çok hareketli.
Hâkimlik yaparken üç zabıt kâtibini karşısına alarak aynı anda üç karar yazdırırdı. Adı ‘jet hâkim’e çıkmıştı. Rahmetli dedemi anlattırdım. O da hiperaktifmiş. Soyadımızı araştırdım. Sivrihisar’ın yerli lehçesinde ‘şahin’ demekmiş. Yani atalarım, dedelerim, dağda bayırda çıngır çıngır dolaştıkları için bu soyadı almışlar.
Dikkat eksikliği
önlenebilir mi?
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
Biraz önce söz edildiği gibi DEHB’nin nedeni
kesin olarak bilinmediği için önlemek için
yapılabilecek bir girişim de yoktur. Diğer yandan
erken tanı konması, tedavinin planlanması
sonrasında önerilere uygun olarak yürütülmesi,
özellikle okul ortamındaki güçlüklerin
yenilmesinde işbirliği yapılması önemlidir.
59
SAGLIK.indd 5
6/4/12 4:15 PM
SAĞLIK
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
meleri uyarıcı olacaktır. Bu ortamlarda
çocuktan beklenen performansın sergilenmemesi ve sosyal sıkıntıların ortaya
çıkması bu tabloyu düşündürmelidir.
Dikkat eksikliği, bir çocuğun hayatını nasıl etkiler? Yaşam başarısı üzerinde nasıl sonuçları vardır?
DEHB nedeniyle zihinsel yeterliliğine
karşın beklenen ve o çocuğa yakışan
performansın sergilenmemesi çocuğu
ileri derecede zedeler. Kendisini yetersiz ve başarısız hissetmesine yol açar.
Başta okul olmak üzere sosyal ortamlardan uzaklaşmasına neden olur. Eş
zamanlı olarak benlik algısının düşmesi sonucunda kendisini değersiz hissetmesine ve depresif bir duygulanım taşımasına neden olabilir. Diğer yandan uygun sosyal ortamdan uzaklaşması nedeniyle uygunsuz sosyal ilişkiler kurmasına sebep olabilir.
Anne ve babaların, “Benim çocuğumda bir şey yok” demesi, belirtileri gözardı etmesi, nasıl sonuçlar
doğurur? Bu konuda ailenin bilinçli
olmasının ne kadar önemli olduğunu düşünüyorsunuz?
Anne-babalar çocuklarında bir hastalık
ya da sorun duymak istemezler. Bu durum birçok öğretmen için de geçerlidir.
Kuzguna yavrusu güzel gözükür. Hastalıktan söz etmek ve kabul etmek basit bir durum değildir. Ancak doğru tanı
ve sonrasında başlanan uygun tedavi ve
alınan olumlu sonuçlar bu olumsuz havayı dağıtacaktır. Gecikmiş tanı ve tedavi çocuğun zedelenmesine neden olacaktır. Tıp için her hastalıkla birlikte
önemi vurgulanan erken tanı ve tedavi DEHB için geçerlidir. Erken tedavi ile
daha az zedelenme ve hırpalanma, yükselen ve hak edilen başarı gelecektir.
Böylece yaşamın ilk yıllarında karşısına
çıkan engelleri çocuk kolaylıkla geçmiş
ve zedelenmemiş olacaktır.
Dikkat
Eksikliği
Hiperaktivite
Bozukluğu’nun tedavileri nelerdir?
DEHB tedavisinin en önemli ve ilk yöntemi bu durumun çocukla karşı karşıya
gelen erişkinler tarafından tanınmasıdır. Diğer birçok konuda olduğu gibi bilinenle baş etmek daha kolay olacaktır.
Nasıl ele alınacağının bilinmesi çok kolaylaştırıcı olacaktır. Tüm dünyada yaygın olarak kullanılan ve her zaman başarılı ve ucuz olan yöntem ilaç kullanımıdır. Bu alanda kullanılan değişik ilaçlar vardır.
Türkiye’de dikkat eksikliği bulunan
kaç çocuk olduğu tahmin ediliyor?
Siz bir hekim olarak, ülkemizde bu
konuda neler yapılması gerektiğini
düşünüyorsunuz?
DEHB görülme sıklığı tüm dünyada kabaca yüzde 5-10 arasındadır. Bu çocukların da yaklaşık üçte ikisi erkek, üçte
biri kızdır. Kabaca, ilköğretim sınıflarının her birinde en az beş DEHB tanısı alması olası öğrenciden söz etmek gerekir. Bu rakam oldukça yüksek bir oranı
oluşturur. Bu nedenle her türlü iletişim
aracı ile öncelikle aileler ve öğretmenlerin DEHB hakkında bilgilendirilmeleri gerekir.
60
SAGLIK.indd 6
6/4/12 4:15 PM
SAGLIK.indd 7
6/4/12 4:15 PM
HİKAYEDEN HAYATLAR
EMEKLİ PRENS
Feyhan Uzunoğlu • [email protected]
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
26 yıl boyunca, tatil, yıllık ve mazeret
izinlerini çıkarınca tam 8 bin 580 kez
girmişim bu kapıdan. Bir o kadar da
çıkmışım. Bu sekiz bin beş yüz seksenbirinci ve son çıkışım. Tüm hizmetlerim ve katkılarım için çok teşekkürler.
Bu emekliliği haketmek için çok çalıştım, çok çabaladım. Artık ayaklarımı
uzatıp keyfini çıkarmamın zamanı.
Etmeyin efendim, daha benim kız
okuyor. Nasıl emekli olurum? Olurum elbette. İkramiye alacağım,
eh memur emeklisinin maaşı da
iyidir. E artık gençler hem çalışıp
hem okuyor yahu, ben niye kendimi bu kadar hırpalıyorum? Herkes
baksın başının çaresine, ben sağlığıma dikkat edeyim, çiçek ekeyim,
hanımı takıp koluma tatile gideyim.
Olmaz müdürüm, ben Beyaz Atlı
Prensim, gidemem bir yere...
Tapu Kadastro Müdürü’nün odasından çıkarken dilimi kanayana
kadar ısırıyordum. Elin müdürü ne
anlar Beyaz Atlı Prens’ten... Bilmez ki
Nurşen’in yakaladığı her fırsatta, kolumdan çekiştirip prensçilik oynattığını. Bilmez ki benim her defasında, aşağı mahalleyle maç yapmak yerine, diğer çocuklar duyarda alay ederler diye
tırsmama rağmen, prens olmayı kabul ettiğimi. Oysa canavarların kafasını koparan, cadıları dize getiren, kötü
kalpli üvey anneyi faka bastıran, kralın gönlünü hoş eden, kulelere tırmanıp dere tepe at koşturan bir prens olmayı kim ister? Olacaksan kral ol ya
da kralın soytarısı... İkisi de aynı kapıya çıkıyor nasılsa. Belki Nurşen beni
prens değil de kral yapsaydı, canı istediğinde emekli olacak, Tapu Kadastro
Müdürü’ydüm şimdi. O zamanlar 8-10
yaşlarındayız. Nurşen prensesmiş,
kral babası üvey anne getirmiş, üvey
anne cadıymış aslında, günlerden bir
gün prens ormanda yürüken... Mişlimuşlu hayallerin hep 8-10 yaşlarında
kalacağını düşünemedik. Bizimle beraber büyürler sandık.
Biraz önce sekiz bin beş yüz seksen birinci ve son kez çıkıp, dolmuşlara değil de ilk kez vapura doğru saptığım
yol, denizanası ve plastik şişe dolu bir
denizle bitti. Karşımda ağır ağır yanaşan arabalı vapur. Emekliliğin bu yanını sevdim. Vapura yetişmek zorunda
değilim artık. Vapur bana yetişirse binerim. Kol saatimi çıkarıp cebime koydum. Nasılsa evdekilere de söylemedim bugün emekli olacağımı. Akşam
bir ara, yatmadan önce, Emekli Prens
olduğumu söylerim. Bir simit aldım ve
atladım arabalıya. En havadar yerinde
dayadım sağ omuzumu soğuk gövdesine. Sirkeci’den Harem’e kadar simiti
minik minik kemirdim. Etrafımda pike
yapıp elimdeki simidi kapmak için fırsat kollayan martıları çileden çıkararak. Ben prensim yahu, ne canavarlarla başa çıkmışım. Bu İstanbul’lu kara
martılarına mı yedireceğim simidimi?
Harem’e varınca inmedim, aynı vapurla geri gitmeye karar verdim. Dönüş yolu sıkıcıydı. Simit yok, martılar
da yok.
Benim delikanlı çağım gelince bıraktıydık artık mişli-muşlu oyunları. Aslında zor tutardım kendimi, gel prensçilik oynayalım dememek için. Nurşen inadına süzüm süzüm süzülürdü karşımda.
Mahalleye yeni taşınan avizecinin
oğlu Sırrı üzerine alınır, ileri geri
konuşurdu ergen ergen. Bir gün
dayanamadım, Nurşen’in yolunu
kesip “Bana bak, senin Beyaz Atlı
Prens’in benim” dedim. Yanakları
al al olmuş halde heyecandan son
nefesinin verir gibi “Tamam” dedi.
İşte o günden beri Nurşen’in Beyaz
Atlı Prens’i olarak ben, nişanda bir
bilezik, kınada bir kordon taktım, düğün yaptım, evi dayadım döşedim, faturaları ödedim, çocukların bayramlıklarını aldım, oğlanın sünnetini yaptım, musluk tamir ettim, dört kere ev
taşıdım, Nurşen safra kesesi ameliyatı olduğunda hastanede kaldım, borçlandım, borçları ödedim, Erdek’te yazlık tuttum, kızı okula yazdırdım, cüzdanımı çaldırdım, baldızın düğününde halay çektim, evdeki fareyi yakaladım, işe gittim, balkonu boyadım, Cumartesi pazara gittim, Pazar öğlene
kadar uyudum, kredi çektim, annemi
gömdüm, kayınpederi Ümre’ye uğurladım, işten geldim, radyoyu tamir ettim, fırını bozdum, kalorifer petekleri-
62
KOSE YAZARLARI.indd 14
6/4/12 4:16 PM
Sirkeci’ye yanaşan arabalıdan inerken kendimi aylar sonra karaya ayak
basan bir denizci gibi hissettim. Sanki hiç tanımadığım bir şehri keşfe çıkıyordum. Sevmedim bu hissi. Tanıdık
yerler, yüzler görmeyi istediğimi fark
ettim. Eski mahalleye doğru yollandım. Her telden insanı barındıran nadir
yerlerden biridir. Büyük Camii’nin karşısındaki kahve hâlâ duruyordu... Ama
tanıdık yüzler yoktu. Olsun çay yine
aynı berbatlıktaydı. Karbonatlı, bayat ve bulanık... Olsun babadan kalan,
tek bir çivi bile çakmadığı, bu kahvehanede Şevki’yle eski günleri yâd etmek için karbonatlı çaya katlanılırdı.
Söz döndü dolaştı bayramlara geldi.
Bayram sevincinin, sadece çocuklara
ait olduğunu unutan, her sıkıcı ihtiyar
gibi biz de nerdeeee eski bayramlar
diye sızlandık karşılıklı. Bir ara Şevki
kelini ovuştururken “Yaaa oğlum sen
hakkaaten emekli mi oldun? Çalışmican mı yani?” diye soruverdi patadanak. Nasıl çalışmam Şevki? Nurşen’in
Beyaz Atlı Prens’i olarak kızın üniversite masraflarını ödemeliyim, arabanın dört lastiğini değiştirmek gerek bu
sene, evsahibi bizi çıkarmak için kuduruyor, Nurşen’in kalçasındaki protezin
çıkarılması gerekiyor, oğlan evleneceğim diye tutturdu, sırada evlenecek,
doğuracak bir sürü akraba var, televizyon benden önce emekli oldu, buz-
dolabı desen bir ayağı çukurda valla.
Ooooo benim derdimin ilacı ondaymış.
Tam bana göre, cillop gibi bir iş bulmuş. Eğer müsaitsem hemen gidebilirmişiz. Oğlum ben emekliyim. Emekli demek her daim müsait demek. E ne
duruyormuşuz? Hadi hemen naşlayalımmış!
EMKY, Eski Mahalleleri Koruma ve Yaşatma Derneği’nin kapısından birinci kez girdik. Arka bahçeye çıktığımda şaşkınlıkta bir an konuşamadım.
Şevki’nin tıpkısının aynısı bir delikanlı bana gülüyor. Babasının kahvehanesine bir çivi bile çakmayan Şevki’nin
oğlu, eski mahalleyi korumak için bu
derneği kurmuş. Avrupa Birliği fonlarından da parayı kapmış. Projelerden biri meşhur Bayram Yeri’ni kurmak. Kurmuşlar. Öyle lunapark gibi filan değil. Tam eski Bayram Yeri. Kayık
salıncaklar, dönme dolap, üç top beş
kuruş, balyoz, pamuk helva, çarpışan
arabalar, halka geçirmece, elma şekeri ve tam ortada kırmızı, şıkır şıkır
aynalı, bir atlıkarınca... Üzerinde oniki tane beyaz at... Neşe içinde dörtnala dönüp duruyorlar... Bir aya kalmaz açacaklar ama burayı işletecek
adam bulamamışlar daha. İşe talip
olanlar, balerin koyalım, kamikaze olmazsa olmaz diyormuş. Babam iyi düşünmüş Abi, sen işletsene burayı dedi
Şevki’nin oğlu. Ama baştan konuşalım
herşeyi ki sonradan kırgınlık olmasın,
az bi kirası olacak elbet. Suyu, elektriği filan bana ait ama merak etmeye
gerek yok. AB, belediye falan filan arkamızda. Destekler yani... Tanıtımıydı, ücretsiz müşteri servisiydi, sponsor bulmaydı, hepsini belediye yapacak. Ne derim, düşünür müyüm böyle birşey? Düşünmem! Tamam dedim,
el sıkıştık. Sonra oturup bir hesap yaptık. Emekli ikramiyesi yetmiyor, arabayı satmak gerekecek. Aman ne gam,
benim oniki tane beyaz atım var artık.
Kapıyı çalarken bugün temizlik günü
olmasın dedim içimden. Temizlik günlerinde pek bir nemrut olur Nurşen.
Oraya oturma, halıya basma der sürekli. Sırtı ağrır, elleri tutmaz, bacakları sızlar. Başı çatlar da kimseleri dinleyecek hali olmaz. Neyse ki değilmiş.
Bugün neler oldu inanmazsın Nurşen. Daireden sekiz bin beş yüz seksen birinci ve son kez çıktım. Emekli oldum! Yok yok üzülme, endişelenme sakın. Unuttun mu ben senin Beyaz Atlı Prens’inim, sizi hiç zorda bırakır mıyım? Hem artık karşında Emekli ve Beyaz Atlıkarıncalı Prens duruyor.
Martılarla savaştım. Denizleri aştım.
Yeni bir şehir fethettim. Eski bir şehire yerleştim... Hayır canım tabii ki aklımı kaçırmadım.
Tüm hikayeyi pür dikkat dinleyen
Prenses, yüzünde mahsun ve tedirgin bir gülümsemeyle yerinden kalkıp
Prens’i selamladı. Sonra yanağına küçük bir buse kondurup hayırlı olsun diyerek sofrayı kurmaya başladı. Gökten
hiç elma düşmedi... Çünkü Prens’in
maceraları devam etmekteydi...
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
nin havasını aldım, balığın suyunu değiştirdim, kuşun yemini verdim, emekli oldum...
63
KOSE YAZARLARI.indd 15
6/4/12 4:16 PM
KÜNYE
Haziran 2012 Sayı: 4
EDU&ART Dergisi Adına
İmtiyaz Sahibi
Açelya ÜLGENAY
[email protected]
Genel Yayın Yönetmeni
Begüm ÇELİKKOL
[email protected]
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
Editör
Feyhan UZUNOĞLU
[email protected]
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Açelya ÜLGENAY
[email protected]
Görsel Sanat Yönetmeni
Ferhat GEDİK
[email protected]
Reklam Müdürü
Seval AKÇA
[email protected]
Abone-Dağıtım
Ahu ÇELİKYÜREK
[email protected]
YÖNETİM YERİ VE ARDESİ
Defne 4 Villa 14 Bahçeşehir
/İstanbul
Tel: (0212) 669 96 26
Faks: (0212) 669 96 26
[email protected]
www.edu-artdergisi.com
BASKI VE CİLT
Koridor Matbaacılık ve Tanıtım
Hizmetleri San. Tic. Ltd. Şti.
İkitelli Organize Sanayi Bölgesi
İpkas Sanayi Sitesi 3.Etap
B 19 Blok No: 5 Küçükçekmece/
İstanbul / TÜRKİYE
Tel: 0212 549 88 60 (pbx)
Faks: 0212 549 88 65
Sertifika No: 16206
KAPAK FOTOĞRAFI: ÖVÜNÇ ÜNAL
SÜRELİ YEREL YAYIN
EDU&ART DERGİSİ ayda bir yayınlanır. Yayınlanan yazı ve
reklamların sorumluluğu sahibine aittir. Dergideki yazılar, görseller
ve reklam çalışmaları izin alınmaksızın kullanılamaz. Gönderilen
yazı ve görseller yayınlansın ya da yayınlanmasın iade edilmez.
64
KUNYE64.indd 4
6/4/12 4:19 PM

Benzer belgeler

cemil ipekçi etkinlikler

cemil ipekçi etkinlikler haberimi bir sonraki sayıda okuyabileceksiniz. “Güzele bakmak sevaptır” felsefesiyle gittim, gördüm, sevap kazandım mı bilmiyorum ama keyif aldığımı söyleyebilirim. Dediğim gibi, keyif almaya yaray...

Detaylı