Özel BÜMED Sonbahar Kampanyası:

Transkript

Özel BÜMED Sonbahar Kampanyası:
Özel BÜMED Sonbahar Kampanyası:
239.888 $’dan başlayan fiyatlarla %20 peşin,
30 ay %0 faizli özel ödeme planı...
Bu kampanya Bümed üyelerine özel 10 daire için geçerlidir.
rooms
from
69€*
sleep MAMA
love MAMA
scrub MAMA
tAste MAMA
dAnce MAMA
dreAM MAMA
kiss MAMA
connect MAMA
eAt MAMA
pArty MAMA
drink MAMA
* based on availability
sing MAMA
fRoM
€69*
plAy MAMA
work MAMA
pose MAMA
#MAMASHELTER
ISTANBUL
paris - marseille - istanbul - lyon - bordeaux - los angeles
book beautiful rooms at mamashelter.com
MAMA SHELTER ISTANBUL
İstiklal Caddesi No:50-54
Beyoğlu / istaNBul
pAy MAMA
*based on availability
t +90 212 252 01 00
F +90 212 252 01 01
mamashelter.Com
Design by Philippe starck
81 beautiful rooms
rooftop restaurant and bar
Amazing french and Turkish cuisine
by Chef Alain senderens and Jérome
Banctel
AKLIN ENTELEKTÜEL HALİ: APTULLAH KURAN
Entelektüel birikimi ve Boğaziçi Üniversitesi’ne sayısız katkısı nedeniyle Aptullah
Kuran saygıyla andığımız isimlerden. Hocamız Güven Alpay’ın Aptullah Kuran
hakkındaki anılarını, değerlendirmelerini okuyunca, aklın nasıl yönlendirici bir unsur
olduğunu görebiliyoruz. Sizi, Güven Alpay ile Aptullah Kuran üzerine gerçekleşmiş olan
röportajımızla baş başa bırakıyoruz.
Uzun Mesafe Koşusu
Gündelik hayat, en basitinden en
karmaşığına kadar uzanan bir
karar verme süreci ile örülmüş
durumda. İnsanın en doğruyu
bulma esnasında izlediği yollar,
kullandığı yöntemler, zaman
zaman baş vurduğu kısa yollar,
yaptığı bilişsel hatalar, içinde
bulunduğu psikolojik durum pek
çok faktör ile bağlantılı: Kişiliği,
eğitimi, sosyal çevresi, etkilendiği
ve onda iz bırakan anıları,
alışkanlıkları, baş başa kaldığı
durum hakkındaki yargıları...
Hayattaki adımları atarken
yol arkadaşlarından biri aklı.
İnsanın hem en değerli hem de
en tehlikeli arkadaşlarından
biri…Bu sayıda akıl olarak ele
aldığımız ana tema altında bir seri
alt başlığa başvurduk. Aklı IQ'dan
öte entelektüel bir hayat duruşu,
eleştirel bir düşünce yapısı ile
hareket edebilme, meraklı ve
gelişime açık bir karakter özelliği
olarak kabul etme tarafındayız.
Biyolojik donanım kadar kişinin
bilgiye karşı eğilimleri de (açık
görüşlülük, araştırma arzusu,
mantığa dayanan bir sorgulama
anlayışı gibi) bu sayıdaki yola
çıkış noktamızı belirliyor.
Öngörü, vizyonerlik de anahtar
kelimelerimizin diğerleri.
Bu özellikler nasıl kazanılabilir?
Nasıl ki bir enstrümanı iyi
çalmak için yetenek gerekli; ama
yeterli değilse, mutlaka çalışmak
gerekiyorsa o halde berrak bir
düşünce sistemine erişmek, var
olan potansiyeli en etkin şekilde
kullanmak için de çalışmak
faydalı olabilir. Bu noktada eğitim,
müfredatın içeriği, nasıl bir insan
yetiştirmek hedeflendiği hayati
noktalardan. Bunun yanında aklın
başka başka boyutları, katmanları,
farklı disiplinlere göre değişebilen
akıl yürütme biçimleri de önemli
başlıklar olarak karşımıza
çıkıyor. Bu sayıda Prof. Dr. Cevza
Sevgen ile yaptığımız Humanities
hakkındaki röportaj, insanın
donanımının önemini ve eğitim
aracılığıyla belli bir seviyeye
nasıl erişileceğine dair çok
önemli bilgiler içeriyor. Harvard
Üniversitesi’nden, Çoklu Zeka
Kuramı’nın mimarı Prof. Dr.
Howard Gardner’ın bize sunduğu
perspektif de farklı düşüce
yapılarının varlığına işaret ediyor.
Çalışmanın yanında kendini
bilmek, kendi davranışlarını analiz
edebilmek, değişik akıl yürütme
biçimlerinin bilincinde olmak, hep
en doğruyu bilmediğinin farkına
varmak, hataları görebilmek,
dayanaksız bilgiyle genellemelere
varmamak, birkaç adım ötesini
öngörebilmek, etapları analiz
edebilmek, çıkarlardan ve kişiliğin
zaaflarından arınmış olarak
berrak bir düşünce yapısı edinmek
için uğraşmak, merakla yaşamak...
Tüm bunların bir bütünü aklın,
tüm yaşama yayılmış istikrarlı
bir duruşun alt başlıkları olabilir.
Geçici ve gündelik, anı kotaran
ama uzun vadede kalıcılıkları
olmayan stratejik hareketleri
akıldan ayıran, zannederim bu
noktalar. Kısacası akıl belki de
uzun mesafe koşusundan galip
çıkabilen insanın en önde gelen
donanımını temsil ediyor.
Aylin Buran ’02
36
80
BOĞAZİÇİ
32
26
MULTIPLE INTELLIGENCE THEORY:
REFLECTIONS FROM PROF. HOWARD GARDNER
İnsanın farklı zekâ türlerine sahip olabileceğini söyleyen Çoklu Zekâ Teorisi, bireyin
potansiyeli hakkında bambaşka bir perspektif ortaya koyuyor. Prof. Dr. Howard Gardner
tarafından geliştirilmiş olan teori özellikle eğitimciler tarafından büyük ilgi ile karşılanmakta.
Prof. Dr. Gardner’ın değerli katkılarıyla hazırladığımız Çoklu Zekâ Teorisi’ne dair dosyamızı
ilgiyle okumanızı diliyoruz.
HUMANITIES: İNSANI ÖZGÜRLEŞTİREN EĞİTİMİ
PROF. DR. CEVZA SEVGEN ANLATTI
Robert Kolej ve Boğaziçi Üniversitesi kültürü içinde çok önemli bir yere sahip
olan Humanities, 2007 senesinde tekrar verilmeye başlandı. Eğitimdeki yeri çok
önemli olan bu derslerle ilgili 2007 yılından beri Humanities Komisyonu Başkanı
olan Prof. Dr. Cevza Sevgen ile gerçekleştirdiğimiz röportajımızı sunuyoruz.
UZUN YILLARA DAYANAN GÖNÜLLÜ BİR OLUŞUMUN BAŞARISI:
TÜRKİYE EĞİTİM GÖNÜLLÜLERİ VAKFI
Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı (TEGV), 2015 senesinde ülkemizdeki
faaliyetlerinin 20. yılını dolduruyor olacak. Eğitim için vaktini, fikirsel birikimini
ortaya koyan ve destekçi sayısı on binlerle ifade edilen TEGV’in değerini bir kez
daha teslim etmek gerektiğini düşünüyoruz. TEGV Yönetim Kurulu Başkanı Sayın
Oktay Özinci ’73 ile bir araya gelerek TEGV hakkında sohbet ettik.
56
FACEBOOK SORUMUZ:
AKIL BOĞAZİÇİLİ İÇİN NE İFADE EDER?
Mezunlarımıza Facebook üzerinden Akıl Boğaziçili İçin Ne
İfade Eder? Sorusunu yönelttik. Ortak noktalar olduğu kadar
birbirlerinden farklı boyutları da işaret eden kısa ama kapsayıcı
yanıtları sizler için derledik.
BOĞAZİÇİ DERGİSİ, BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ MEZUNLAR DERNEĞİ (BÜMED)
TARAFINDAN YAYIMLANAN AYLIK, ÜCRETSİZ BİR YAYINDIR. EKİM 2013 SAYI 188
Yönetİm Kurulu Adına Sahİbİ: Hakan ZİHNİOĞLU-BÜMED Yönetİm Kurulu Başkanı
Yayın Yönetmenİ ve Sorumlu Yazı İşlerİ Müdürü: Aylİn BURAN [email protected]
Yayın Kurulu: TUNÇEL GÜLSOY, MUSTAFA UYAL
Yazı Kurulu: Güneş BAŞAT, Cüneyt BAYRAKTAR, METİN BİTİK, DUYGU CANKILIÇ,
YASEMİN DUT, AYŞEGÜL GÜNDÜZ, ECE KAVLAK, TANSU OSKAY, SEMİH TEKTEN, Pınar TÜREN
KATKIDA BULUNANLAR: ANIL ALTAŞ, YELDA BALER, Esra BAL, YEŞİM ÇAYLAKLI, melİs ertürk,
MURAT GÜLSOY, EVİN İLYASOĞLU, BARIŞ MÜSTECAPLIOĞLU, Hande Ortaç, Sevgİn Akış Roney,
Gönenç TARAKÇIOĞLU, NALAN YENİGÜN, Burcu ÜNLÜTABAK
FOTOĞRAFLAR: Okaner ERTUĞRUL
YAŞAR ARİF KARAGÜLLE, AHMET KIRAN, FATİH ÖZTÜRK
EdİtörLER: DUYGU CANKILIÇ, YASEMİN DUT
TEŞEKKÜR EDERİZ: önde bahar SEFA COŞKUN, HÜSEYİN ÇETİN,
BAHADIR OTMANLI, NAZ VARDAR
Tasarım VE RESİMLEMELER: Emre Senan Tasarım ve Danışmanlık [email protected]
Reklam Satış ve Sponsorluk: Burcu ALTUNYAY [email protected] 0212 359 58 44
Tuğba ALARSLAN [email protected] 0212 359 58 16
Yönetİm Yerİ: Boğazİçİ Ünİversİtesİ, Lojman Kapı Yanı 34342 Bebek-İstanbul
Tel: (0212) 359 58 00 Faks: (0212) 257 35 68
Baskı: MAS MATBAACILIK SAN. VE TİC. A.Ş.
KağıtHane Bİnası, Hamİdİye Mahallesİ, Soğuksu Cad. No:3
Kağıthane-İSTANBUL Tel: 0212 294 10 00 Faks: 0212 294 90 80 SERTİFİKA NO: 12055
www.masmat.com.tr
B
5
Yeni BMW X3
yönetim kurulundan
Daha az tüketim. Daha fazla sürüş keyfi.
www.bmw.com.tr
Sheer
Driving Pleasure
3
rten '9 em
E
k
n
e
n
C
1 4 . D ö Ü ye s i
D
E
M
BÜ
ulu
m Ku r
Yöneti
Akıl: Anlama ve Kavrama Gücü
6
Hepimize doğuştan verilmiş
olan düşünce yetisini en iyi
biçimde ve insanlığa yararlı
bir şekilde kullanmanın yolu
sorgulamak, araştırmak
ve öğrenmekten geçer.
Descartes, "Tanrı'nın
kişiye düşünce özgürlüğü
vermiş olması bir kusur
değil, tersine bu özgürlüğü
iyi kullanmamak kişinin
kusuru olmaktadır," der.
Taassuba saplanmış boş
inanç sahibi insanların
hiçbiri yaratan tarafından
kendilerine verilmiş bu yetiyi
kullanmamışlardır.
Taassubun önemli
nedenlerinden biri de
toplumlardaki hızlı yapı
değişiklikleridir. Çünkü
çok farklı duygu ve fikir
seviyesindeki insan grupları
bir arada yaşamak zorunda
kalmışlardır. Belirli
bir ideolojiye saplanan
kimse, birdenbire her şeyi
değiştirebilecek bir sistem
bulduğunu sanıp kendinden
olmayanlara karşı saldırıya
geçmiş, onları yok etmeye
çalışmış, sonuçta taassup
çizgisine gelmiştir.
Özgür düşüncenin olmadığı,
eleştirinin kabul görmediği,
fikirlerin tartışılmadığı
ortamlarda var olmayan
diğer bir kavram ise
hoşgörüdür. Hoşgörü aslında
uyumsuzlar arasında uyum
ve huzurun ortaya çıkmasına
neden olur. Hoşgörülü
olmayan ortamda eleştiri
değil, yargı ortaya çıkar.
150 yılı aşkın süredir Robert
Kolej ve Boğaziçi Üniversitesi
geleneğinin bence en
önemli yapı taşları aklı
kullanmanın sonucu, bilgiye
ulaşmayı öğrenme, özgür
düşünce ve hoşgörü olmuştur.
Üniversitemiz her zaman
öğrencilerinin görüşlerini
ifade etmelerini desteklemiş
ve uygun ortamı sağlamaya
çalışmıştır. Bunun sonucu
olarak da mezunlarımız
her zaman çağdaşlarından
daha vizyoner ve hoşgörülü
bireyler olmuşlardır.
BÜMED de bu önemli
değerlerin korunması
yolunda üniversitemize
sürekli maddi ve manevi
destek vermeye büyük önem
vermektedir. Bu destekte
gücümüzü aldığımız eski
mezunlarımız ile alacağımız
her yaştan özellikle genç
ve yeni mezunlarımızın
da enerjisinin katkısı
yadsınamaz. "Yaşlanmadan
akıllanmayı çok isterdim,"
diyen Bernard Shaw gibi,
gelecekte hayıflanmamak
için oyunun içinde olalım.
B
7
MÜKEMMELLİK AİLEDEN.
YENİ BMW X3. 1.6 LİTRE TWINPOWER TURBO.
Sportif tasarımı, zenginleştirilmiş standart donanımı ve 170 beygir gücünde
1.6 litre TwinPower Turbo motor seçeneği ile BMW X3 şimdi çok daha cazip.
8 ileri otomatik şanzımanı ile sürüş keyfini yükselten BMW X3, yüksek
performans ve düşük yakıt tüketimini de aynı anda sunuyor. Hayalinizdeki bu
otomobil, Borusan Otomotiv Yetkili Satıcıları’nda sizi bekliyor.
camiadan haberler
O Bir Gezgin ve Hikâye Anlatıcısı
Kendisini, "Gezgin ve Hikâye
Anlatıcısı" olarak tanımlayan, her
fırsatta gezen ve yazan, Elektrik
Elektronik Mühendisliği Yüksek Lisans
mezunumuz Gürcan Elbek '96, yıllardır
sürdürdüğü seyyahlık maceralarına
bu aralar Orta Avrupa ve Balkanlar'da
devam ediyor. Elbek'in izini sürmek ve
seyahatlerini takip etmek için:
http://gelbek.wordpress.com/gunce/
B
8
karşı” çalışmalarını
paylaşan Ayşe
Kudat'ın yaşamını
anlatıyor. Türkiye
Kalkınma
Vakfı (TKV),
Dünya Bankası,
Danimarka
Uluslararası Kalkınma Ajansı (DANIDA)
ve HABITAT gibi kuruluşların projeleri
kapsamında; su, atık su, çevre,
kalkınmada kadın, göçmen işçiler ve
yoksulluk ile ilgili Türkiye ile birlikte
Ortadoğu, Kuzey Avrupa/Asya, Orta
Asya, Afrika, Kuzey ve Güney Akdeniz
ülkeleri ve Türki Cumhuriyetlerde pek
çok çalışmalar gerçekleştirerek, sosyal
risk analizlerine ve değerlendirme
raporlarına imza atarak, dünyadaki
sosyal kalkınma sürecini derinden
takip eden ve etmeye devam eden
Ayşe Kudat'ın yayın setinin editör
ekibinde mezunlarımızdan ve çalışma
arkadaşlarımızdan Yasemin Dut
'10 da yer alıyor. Setlere ulaşmak
ve programla ilgili detaylı bilgi için
[email protected]
adresine başvurabilirsiniz.
İKİ YENİ ÇEVİRİ ESER
Mezunlarımızdan Yrd. Doç. Dr. Gamze
Sart’ın (‘91) çevirisini yaptığı iki kitap
yayımlandı. Girişimciliğin ve Küçük
İşletme Yönetiminin Temelleri ve
Stratejinin Temelleri adlı bu çalışmalar
için kendisini kutluyor, başarılarının
devamını diliyoruz.
SOSYAL KALKINMAYI GENÇLERLE
TANIŞTIRMAYA DAİR
Kalkınma Atölyesi’nin Türkiye’deki
“Sosyal Kalkınma” konusundaki
bilinci artırmak amacıyla oluşturduğu
Kalkınmaya Katkı Verenler Gençlerle
Buluşuyor, Gençler Sosyal Kalkınmaya
Katılıyor Programı dâhilinde
hazırlanmaya başlanan yayın
setlerinin ikinci kitabı, 2014 yılında
sosyal kalkınma çalışmalarının 50.
yılını doldurmasıyla birlikte “rüzgâra
Turhan, Mövenpick Otel Ankara'ya Genel
Müdür olarak atanmıştır.
Boğaziçi Üniversitesi Rehberlik ve
Psikolojik Danışmanlık Bölümü, 1997
mezunu Ayşe Özdemir, Schneider Elektrik
Sanayi ve Ticaret A.Ş.'ye Genel Müdür
Yardımcısı olarak atanmıştır.
Boğaziçi Üniversitesi İşletme Bölümü,
1986 mezunu Uğur Bingöl, İ.E.Ulagay İlaç
Sanayii Türk A.Ş.'ye Genel Müdür olarak
atanmıştır.
Boğaziçi Üniversitesi İşletme Bölümü,
2003 mezunu Onur Aydın, Boyner
Büyük Mağazacılık A.Ş.'ye Strateji ve
İş Geliştirme Genel Müdür Yardımcısı
olarak atanmıştır.
Boğaziçi Üniversitesi İşletme Bölümü,
1997 mezunu Onur Dizdaroğlu, L'Oréal
Türkiye Kozmetik Sanayi ve Ticaret
A.Ş.'ye Finans Direktörü ve Ülke Yönetim
Komitesi Üyesi olarak atanmıştır.
Boğaziçi Üniversitesi İnşaat Mühendisliği
Bölümü, 2001 mezunu Niyazi Kamışlı ,
Numil Gıda Ürünleri San. ve Tic. A.Ş.'ye
Pazarlama Direktörü olarak atanmıştır.
Boğaziçi Üniversitesi İktisat Bölümü,
1993 mezunu Gökhan Özüm, BNP
Paribas Cardif Emeklilik A.Ş.'ye İş
Ortaklıkları Kanalı Satış ve Strateji
Direktörü olarak atanmıştır.
Boğaziçi Üniversitesi Rehberlik ve
Psikolojik Danışmanlık Bölümü, 1997
mezunu Banu İşçi Sezen, Turkcell İletişim
Hizmetleri A.Ş.'ye Akademi Bölüm
Yöneticisi olarak atanmıştır.
HOŞGELDİN BİLGE ALP
Mezunlarımızdan Sayın Mete Tolay
’93 ve Sayın Pınar Tolay’ın oğulları
Bilge Alp dünyaya geldi. Kendilerini
kutluyor, Bilge Alp’e şans dolu güzel
ve mutlu bir ömür diliyoruz.
ATAMALAR
Boğaziçi Üniversitesi İşletme Bölümü,
1986 mezunu Tufan Erginbilgiç CEO,
Rafinaj ve Pazarlama BP Petrolleri A.Ş.'ye
atanmıştır.
Boğaziçi Üniversitesi Turizm İşletmeciliği
Programı Bölümü, 1992 mezunu Atakan
Boğaziçi Üniversitesi Elektrik-Elektronik
Mühendisliği Bölümü, 1993 mezunu
Yusuf Koç, CEVA Lojistik Ltd. Şti.'ye Bilgi
Teknolojileri Direktörü olarak atanmıştır.
Temizlik makineleri sektöründe
dünya lideri Kärcher’in Türkiye Genel
Müdürlüğü görevine İktisat Bölümü
mezunu Gökhan Hasan Gökmen '92
getirildi.
Ekonomi Bölümü mezunlarımızdan
Sertem Demir '02 Almanya'nın 3. büyük
sigorta grubu olan Talanx'ın Türkiye'deki
şirketi olan HDI Sigorta'nın Genel Müdür
Yardımcısı olarak atandı.
C
M
Y
CM
MY
CY
CMY
K
863
34 BU 1
MI & NET TENNIS ACADEMY
MIHAI ILIESCU - NEVZAT ENGİN
B
10
Konusunda uzman kadromuz ile dünya
ve Türk tenisinde söz sahibi profesyonel
oyuncular yetiştirmek amaçlı kurmuş
olduğumuz akademimiz yılların
deneyimli antrenörleri Mihai ILIESCU
ve Nevzat ENGİN yönetiminde
çalışmalarına başlamıştır.
Çalışmalarımızı Boğaziçi
Üniversitesi’nde BÜMED’in doğal
güzellikleri içinde , değişik türde yüksek
ağaçların gölgesinde çocuklarınızı
güvenle bırakacağınız yazın açık
kışın ise kapalı ve ısıtılmakta olan
kortlarımızda sürdürmekteyiz.
İLETİŞİM
Tel : 0212 359 58 22 / 0212 263 83 31
e-mail : [email protected] /
[email protected]
web : www.netkort.org
Reunion 2014
Bu yıl mezuniyetlerinin
5,10,15,20,25,30, 35 ve 40. yıllarını
kutlayacak Boğaziçi mezunlarımızla,
1 Ekim'de gerçekleşecek Reunion
Dinner'da buluşuyoruz. #SensizOlmaz
Ayrıntılı bilgi ve ön rezervasyonlar için:
[email protected]
212 – 359 58 13 Tuba Taşyürek
212 – 359 58 20 Emine Çavak
Pet Watch
BÜMED'in doğası ve hayvanları
derneğin vazgeçilmez unsurlarından.
Misafirlerimizden ve dergimizin
takipçilerinden Doğa Koleji Lise 2. sınıf
öğrencisi Sevgili Nazlı Lal Uyal, bizler
için dernekte yaşayan kediler hakkında
bir gözlemini ve dileklerini paylaşıyor:
''Sevgili Üyeler ve Mezunlar,
Öncelikle kaybettiğimiz kedicikleri
anarak başlamak istiyorum. Derginin
kedisi Hain ve dernekte yaşayan
Nazlı'nın kaybı bizim için büyük üzüntü
oldu. Şu anda yeni tekir yavrularımız
var. Yeni doğan yavrular ve anneleri
sabahları Spor Salonu'ndan havuza
çıkan merdivenlerin önünde,
akşamları ise kapalı bir ortamda
konaklamaktadırlar. Hayvanların
sağlıkla bakılmaları çok önemli.
Çünkü BÜMED çalışanları ve ben
bir daha büyük bir acıyı kaldıracak
durumda değiliz. Sadece bu yavruları
ve anneyi korumaktır önceliğimiz.
Tüm hayvanların sağlıklı şekilde
büyümelerini dilerim.''
Boğaziçi Network
Boğaziçi
Network ile
öğrencilerimiz,
mezunlarımız
ve BÜMED
üyelerimiz
birbirleriyle
iletişim ağı
kuruyor.
Boğaziçi
Network
kişisel gelişim hedeflerinden kariyer
planlamasına iş dünyasının önde
gelenlerinin katıldığı toplantılardan
İstanbul’un en güzel mekânlarındaki
eğlenceli buluşmalara birçok etkinlik ve
fırsat sunuyor. Bundan böyle BÜMED
kariyer projeleri de hayatına Boğaziçi
Network Yönetim Merkezi altında
devam edecek.
BÜMED
MENTORLUK
PROJESİ
Proje yeni dönemde de öğrencilerimizle
mezunlaımızı buluşturmaya devam
edecek.
Detaylı bilgi için:
[email protected]
BÜMED Etkinlik Departmanı
BÜMED, mezunlarımızla iletişimi ve
birliktelik duygusunu pekiştirmek
amacıyla, yıl içerisinde gerçekleştirdiği
pek çok etkinliği Etkinlik Departmanı
aracılığıyla sürdürecektir. Uygulamalı
Bilimler Yüksekokulu Turizm ve Otel
İşletmeciliği Bölümü mezunumuz Elif
Bakırlıoğlu ’07, departman yöneticisi
olarak göreve başlamıştır. BÜMED ailesi
olarak kendisine hoşgeldin diyerek
çalışmalarında başarılar diliyoruz.
Vefat
Vefat
BÜMED Cafe'nin değerli
çalışanlarından Yaşar Çakır'ın
babası Mahmut Çakır'ın vefat
haberini üzüntüyle öğrendik.
Merhuma Allah'tan rahmet, ailesine
ve yakınlarına sabır diliyoruz.
BÜMED'in destekçilerinden,
sevgili dostumuz Adler yönetici
ortaklarından Sayın Ersin Günoy'u
kaybetmenin derin üzüntüsü
içindeyiz. Kendisine rahmet, ailesine
ve tüm sevenlerine sabır diliyoruz.
BÜMED Ankara
863
06 BU 1
AKLINLA BİN YAŞA E Mİ !
Yunus Bayraktar RC ‘69
B
12
Güzel Türkçemizde akıl ,
“deyimlerle“ öyle güzel anlatılır
ki,başka tanımlamalara hacet
kalmaz.
Örneğin:
Akıl için yol birdir diye kestirip
attığımızda , “Doğru düşünen
herkes ayrı yollardan da gitse
aynı sonuca varır,” demek
isteriz. Arada bir, taşkın
davranışları olan birini
tanımlamak için "Aklından zoru
var," der geçeriz değil mi?
İyi düşünmeden yapılan işi
düzeltebilmek için bedence
didinmek gerektiğini
vurgulamak istediğimizde ,
"Akılsız başın cezasını ayaklar
çeker," diyerek ahkâm keseriz.
Yukarıdaki üç deyimden
anlaşılacağı üzere akıl bir
manada “hafıza,” bir manada
“şuur” olmaktadır .
Çok zeki bir insanı anlatmak
için de "Aklı evvel" deyimini
kullanır ve onu bir nevi
tenkit ederiz. "Aklıma gelen
başına geldi," dediğimizde de
olmasından korkulan şeyin
gerçekleştiğini vurgulama
yolunu seçeriz.
Akılsız dostumuz olduğunda çok
sıkılırız, üzülürüz,anlaşamayız,
sızlanırız değil mi? İşte böyle
zamanda da imdadımıza
"Akıllı düşman, akılsız dosttan
hayırlıdır," deyimi gelir.
Tedbirli, kararsız, ikircikli
kişiler sağlam yol ararken,
pratik, kıvrak, atak
kişinin hemen olaylara ve
sorunlara çözüm bulduğunu
gördüğümüzde, "Akıllı köprüyü
aşıncaya dek deli suyu geçer,"
diyerek olayı özetleriz.
"Akıl akıldan üstündür"
dediğimizde anlatmak
istediğimiz “Bir kimsenin
aklına gelmeyen çözüm,
başkasının aklına gelebilir,”
gerçeğidir.
Aklını kullanan kişi her zaman
kazançlı, kârlı çıkar gibi uzun
bir cümle kullanmak yerine,
"Akıl kişiye sermayedir," der
geçeriz.
Bu son deyimler bizi “akıl,
düşünme, anlama, kavrama
yetisidir,” sonucuna ulaştırır.
Akıl para ile satılmaz
dediğimizde; maddi olanaklarla
her şeyin sağlanabildiğini
ama, aklın sağlanamayacağını
anlatmak istediğimiz açıktır.
Düz mantığı aşıp, irdeleme
yeteneğimizi geliştirdiğimizde
şu cümleyi kurma olasılığımız
vardır: “Bir kimsenin yaşı
büyümekle aklı büyümez.”
İşte böyle durumlarda
yine güzel bir deyim bizi
yeknesaklıktan kurtarır.
Nasıl mı? “Akıl yaşta değil
baştadır,”diyerek.
Birisine çok kızar akılsızca
davranışlarına son vermesini
istersek ,bunu daha anlamlı
olarak, "Aklını başına topla,"
deyimi ile anlatırız.
Bu deyimlere baktığımızda da
aklın “bellek”, ”öğüt”, “salık
verilen yol” anlamına geldiğini
kavrarız.
Devam edelim. Oturur bir
konuyu güzel güzel, somut
örnekler vererek anlatırsınız.
Ancak birden karşınızdakinin
yüzünüze pek anlamlı
bakmadığını farkedersiniz.
"Bunda anlaşılmayacak ne
var?" demek yerine bu sefer
"Akıl var izan var," diyerek siz
şaşkınlığınızi belirtirsiniz.
Pek şaşılacak, devamı halinde
şaşkınlığa düşülecek bir şeyi
anlatmak istediğimizde de
"Akla zarar," der tepkimizi belli
ederiz.
Diğer yandan, umulmadık
ve akla gelmeyen şeylerle
karşılaşmanın mümkün
olduğunu anlatmak
istediğimizde “Akla gelmeyen
başa gelir,“ diyerek konunun
felsefesini yapmış oluruz,
Son Söz: Birisine “Aklını peynir
ekmekle yemiş!” demek zorunda
kalmadığımız sürece her şey
yolunda gözüküyor diyebiliriz.
BÜMED İzmir
863
35 BU 1
HAPPY HOUR
B
B
14
xx
İzmir’de bahar bir başka hissedilir.
Baharın ilk sıcaklığını hissettiğimiz
16 Nisan Çarşamba günü iş çıkışı
İzmirli Boğaziçi Üniversitesi Mezunları,
Alsancak Leman Kültür’de yine bir
arada idi. Başkanımız Burak Günday
ve YK üyelerimiz Deniz Öngören,
Murat Balcı, Zeynep Gün, Gülen Canol
Tütüncü, Selim Emerson’un da katılımı
ile aramıza yeni katılan arkadaşlarımız
da vardı. Etkinliklerimizin müdavim
mezunlarından Rasih Tuna, Tolga
Ülkücan ve Funda Umutluol derneğimize
resmen üye oldular. Üye sayımız arttıkça
BÜMED İzmir olarak mutlu oluyoruz.
Aramıza yeni katılan Finansbank
Alsancak Şube Müdürü Gökhan İbili
İstanbul’dan İzmir’e yeni yerleşmiş.
İzmir’de arkadaş edinmeye BÜMED
etkinlikleri ile başladığını memnuniyetle
dile getirdi. BÜMED İzmir olarak bize
katılan tüm dostlarımızı sevgiyle
kucaklıyoruz. Yeni mezun bir başka genç
arkadaşımız Melis Özgenç'i de o akşam
tanıdık. Sohbet harikaydı.
Aramıza yeni katılan bir başka genç
arkadaşımız Yuliya Yurtayeva; daha sonra
duygularını anlatan kısa bir yazı gönderdi
ve bizi çok mutlu etti. Bu yazıyı sizlerle de
gururla paylaşmak istiyorum. Sanıyorum,
biz İzmirli mezunlar bir sonraki buluşmayı
iple çekiyoruz.
''Bir Boğaziçili olarak mezun olduktan
sonra ve güzel İzmirime taşındıktan sonra
hep Boğaziçi'ndeki günlerimi özlüyordum.
Mezun olalı dört koca yıl geçmiş olsa da,
her fırsatta İstanbul'a gider ve Güney
Kampus'u ziyaret ederdim. Ta ki İzmir'de
BÜMED şubesini keşfedene kadar.
Boğaziçi havası hep yanımdaymış, sadece
dikkat etmemişim. Her şey bir gün BÜMED
İzmir'in bir buluşma organize etmesi ve
beni de oraya çağırmasıyla başladı. İlk
buluşmaya gelir gelmez güler yüzlü Yelda
Hanım karşıladı beni, masaya davet etti
ve Boğaziçili arkadaşlarla tanıştırmaya
başladı. Herkes çok sıcakkanlıydı ve
GÜZELBAHÇE’DE KAHVALTI
güler yüzlüydü, gruba hemen adapte
oldum. Boğaziçili arkadaşlarla sohbete
doyamıyorduk, güzel üniversite
yıllarımızdan bahsederken hocalarımızı
de unutmamışız. Yönetim kurulu
başkanımız Burak Bey, Deniz Hanım
ve diğer yönetim kurulu üyelerinin de
katılımıyla çok güzel bir sohbet oldu.
Burak Bey tüm aktivitelerden de bahsetti.
"Sürekli bir buluşma var, iş çıkışı olsun,
kahvaltı olsun, hatta hep beraber bir
haftasonu bisiklet turu yapalım," dedik. O
an anladım ki arkadaşlar hiçbir zaman
Boğaziçi Üniversitesi'nden kopmamışlar,
Boğaziçi havasını kaybetmemişler. Hiç
düşünmeden üye oldum. Bu büyük
Boğaziçi ailesine yeniden katıldığım
için çok mutlu oldum. Boğaziçi havası
bambaşka... Boğaziçililer beni anlar.
BÜMED İzmir’deki arkadaşlarım sizler iyi ki
varsınız... Sevgiler...''
YULİYA YURTAYEVA ‘09
Avrupa Çalışmaları Yüksek Lisans (MAPES) Mezunu
Bahçede yemyeşil doğa ve temiz hava
eşliğinde kahvaltı vakti geldi. 27 Nisan
Pazar günü BÜMED İzmir’in favorisi
olan kahvaltı etkinliğimizi Güzelbahçe
Çadır’da yaptık. Çadır, yönetim kurulu
üyelerimizden Murat Balcı’nın sık sık
gittiği ve işletmecisini tanıdığı şirin samimi
her şeyin en doğalını yiyebileceğiniz bir
kahvaltı çadırı ve bahçesi... Ayrıca nefis
tandır yapıyorlar. Mutfak çalışanları
ve herkes güleryüzlü. Bahar harika;
ama arada bahar yağmurları sürprizi
de oluyor hâlâ İzmir’de. Pazar günü de
tam böyle bir gündü. Yağmur sebebiyle
çadırda başlayan kahvaltımıza,
güneş yüzünü gösterince, tavukların,
horozların arasında bahçede devam ettik.
Çocuklarımız da doğru oyun parkına ve
yine herkes mutlu. Bahçe keyfine bir de
çekişmeli dart turnuvasını ekledik. Dart
turnuvamızı sekreterimiz Yelda Akıncı’nın
eşi Metin Akıncı kazandı. Kendisine logolu
tişörtlerimizden hediye ettik. Keyifli bir tatil
gününün ardından tekrar buluşmak üzere
sözleşerek vedalaştık.
üniversiteden haberler
Sistema Europa
Orkestra Kampı
B
16
Boğaziçi Üniversitesi’nin ev
sahipliğinde gerçekleşen Sistema
Europa Orkestra Kampı’na katılan
8 ülkeden 200 çocuk ve eğitmen,
bir hafta boyunca provalar yaparak
birlikte çalışma imkânı buldu.
Barış için Müzik Vakfı’nın müzik
direktörlüğünü yürüten Bruno Campo
ile Mozart Bologna Orkestrası ve
Lucerne Festival Orkestrası üyesi
Etienne Abelin’in müzikal liderliğiyle
gerçekleştirilen orkestra kampına,
Barış İçin Müzik Orkestrası’yla
birlikte, Sistema Europe’un üyesi olan
Avusturya, Danimarka, Hırvatistan,
İngiltere, İtalya ve Portekiz’den yaşları
10-19 arasında değişen 200 çocuk
katıldı. Kampın sonunda, Sistema
Europe Gençlik Orkestrası 21 Ağustos
Perşembe akşamı Bakırköy Belediyesi
Leyla Gencer Opera ve Kültür
Merkezi’nde ücretsiz bir konser verdi.
Akın önderliğinde şampiyonaya
katılan Boğaziçi Üniversitesi, adları
"Cerberus'"ve ‘RoboAKUT’ olan iki
takımıyla iki farklı kategoride yarıştı.
Üniversitemizden Çağrı Var
Değerli Mezunlarımız,
Boğaziçi Üniversitesi’nde tüm gün
sürecek bambaşka bir deneyim
yaşayacaksınız.
18 Ekim 2014 tarihini bize ayırmayı
unutmayın.
Detaylar çok yakında!
Boğaziçi Üniversitesi Kupa İçin
Brezilya’da!
Brezilya Dünya Kupası‘nın ardından
"İnsansı Robotların Şampiyonası”
olarak bilinen RoboCup 2014 etkinliği
gerçekleşti. Türkiye’den, Mühendislik
Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Levent
DIGITAL ANALYTICS SUMMIT
10 Ekim 2014 tarihinde, üniversitemiz
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
ev sahipliğinde Prof. V. Kumar,
Prof. Koen Pauwels ve Luke
Moore'un konuk olduğu Dijital
Pazarlama ve Ölçümleme konferansı
gerçekleştirilecek.
Bölgesel Deprem ve Tsunami
İzleme ve Değerlendirme
Merkezi Açılıyor!
ÜSTBİLİŞ – 6. EARLI SIG 16 Çalışma
Grubu Konferansı
EARLI (European Association
for Research on Learning and
Instruction) topluluğunun ÜSTBİLİŞ
(metacognition) temalı SIG16
numaralı çalışma grubunun iki
senede bir toplanan konferansının
altıncısı, Eğitim Fakültesi İlköğretim
Bölümü tarafından 3 - 6 Eylül 2014
tarihlerinde Boğaziçi Üniversitesi'nde
düzenlenecektir.
Konferans ve başvuru ile ilgili detaylı
bilgiye www.metacognition2014.org
adresinden ulaşabilirsiniz.
SPORUN
RİTMİNİ
HİSSET!..
Spor yaparken dinlenecek en iyi müzik listelerini sizin için
oluşturduk. Hemen Spotify’a gir. “asicsilekosuyorum” yaz. Sporun
ritmini hisset!...
asicsilekosuyorum
150. Yıl Gala Yemeği New York’ta Gerçekleşti
Emre KAZANCIOĞLU '95
Üye Mezun İlişkileri ve İş Geliştirme Yöneticisi
Boğaziçi Üniversitesi’nin en önemli
değerlerinden biri, belki de en
önde geleni, gerek ülkemizde,
gerekse dünyanın dört bir yanında,
bulundukları her alanda başarılara
imza atan mezunlarımızdır.
Geçen sene başlayan ve artık
sonlandırdığımız 150. Yıl Kutlamaları
boyunca, mezunlarımızla birlikte
gerek üniversite içerisinde gerekse
üniversite dışında düzenlenen birçok
etkinlik ile hem farklı Boğaziçili
kuşakların bir araya gelmesine vesile
olduk, hem de hep birlikte, Boğaziçili
değerlerin yeniden hatırlanması ve
yaşatılmasına katkıda bulunmaya
çalıştık.
B
18
Boğaziçi Üniversitesi’nin 150. Kuruluş
Yıldönümü Kutlama ve Etkinlikleri’nin
son halkalarından birinde de, New
York’ta gerçekleşen 150. Yıl Gala
Yemeği’nde BÜMED, Yönetim Kurulu
Başkanı Hakan Zihnioğlu ‘91 ile
Üye Mezun İlişkileri ve İş Geliştirme
Yöneticisi Emre Kazancıoğlu ‘95
tarafından temsil edildi.
Manhattan’ın en prestijli ve
geleneksel sosyal kulüplerinden biri
olan The University Club’da, 26 Nisan
Cumartesi gecesi gerçekleşen büyük
organizasyonda, başta Rektörümüz
Sayın Prof. Dr. Gülay Barbarosoğlu
olmak üzere, rektör yardımcılarımız,
balo salonundaki Gala Yemeği’nin
sunuculuğunu da Jülide Ateş
İskeçeli ’98 üstlendi. Amerika
Birleşik Devletleri ve Kanada’dan
400 civarında Boğaziçili'nin
katıldığı baloda, New York ve çevre
eyaletlerden gelen, sanat, siyaset,
finans ve akademi dünyalarının
birçok temsilcisi de yer aldı.
Tüm katılımcılar tarafından büyük
bir beğeni ve takdirle karşılanan
gece sonunda, bu tür etkinlikler
için artık uzun yıllar beklenmemesi
ve geleneksel bir hale getirilerek
sürekliliğinin sağlanması konusunda
görüş birliği sağlandı.
fakülte dekanları ve bölüm
temsilcilerinden oluşan kalabalık bir
akademisyen grup, Amerika’nın dört
bir yanından gelen Boğaziçililer ve
yerel misafirlerle tanışma ve sohbet
imkânı buldu.
The University Club Manhattan’ın,
kokteyl sonrası geçilen muhteşem
Geçtiğimiz dönemde, BÜMED’in
yaptırmış olduğu “DNA Çalışması”
üye ve mezunlarımız arasında en
önde gelen ihtiyaçlardan birisi
olarak “Profesyonel ve Sosyal
Ağın Güçlendirilmesi” konusunu
ortaya çıkarmıştı. New York’ta
gerçekleştirilen 150. Yıl Gala
Yemeği’ndeki sıcak tanışma ve
sohbetler, “DNA” çalışmamızın ne
kadar sağlıklı bir işaret verdiğini ve
bu tür organizasyonların önemini,
sıklıkla tekrarlanması gereğini bir
kez daha bizlere gösterdi. Camiamız
adına tanıtım ve iletişim açısından
mükemmel bir fırsat yaratan
organizasyon esnasında, hem eski
dostluklar tazelendi, hem de birçok
yeni tanışma ve temasa da fırsat
sağlanmış oldu.
Bu organizasyona katılan BÜMED
temsilcileri olarak, gala yemeğinin
öncesi ve sonrasında, Amerika’nın
saygın üniversiteleri ve mezun
dernekleri ile de görüş alışverişlerinde
bulunmak üzere, haftalar öncesinden
hazırlıklara başladık. Yapılan uzun
görüşme ve yazışmalar sonucu,
NYU, Yale ve Columbia Üniversiteleri
mezun dernekleri olan NYU Alumni
Association, AYA ve Columbia
Alumni Center ile BÜMED arasında,
tarihlerindeki ilk köprüler kurulmuş
oldu.
BÜMED olarak, Amerika’da ve
dünyada, birçok sıralamaya göre en
önlerde yer alan bu üç üniversitenin
mezun dernekleri tarafından yakın
bir ilgiyle karşılandık. Hemen hemen
tüm üniversiteler için, mezuniyetlerin
ve törenlerin en yoğun olduğu
bir dönemde gerçekleşecek
olan ziyaretlerimiz ve randevu
taleplerimizle ilgili olarak büyük
bir destek ve anlayış gösterdiler.
Ancak yine de, gerek bizim, gerekse
kendilerinin çok yoğun ve sıkışık
takvimlerimiz sebebiyle, sadece
Manhattan’daki Columbia Alumni
B
19
Center ile New York’a trenle 1,5 saat
mesafede yer alan New Haven’daki
AYA ofislerini ziyaret etme ve
temaslarda bulunma şansımız oldu.
Ne yazık ki, NYU Alumni Association
ile bir sonraki ziyaretimizde yüz yüze
görüşmek dilekleriyle, mail ve telefon
toplantıları yapmakla yetinmek
zorunda kaldık.
NYU dışında, Columbia ve Yale
Üniversitesi’nde kampus turları ile
başlayan ve tüm günü kapsayan
toplantılarla devam eden
ziyaretlerimiz, BÜMED olarak bizlere
çok büyük katkılar sağladı. “En iyi
deneyimler” in karşılıklı paylaşıldığı
bu sohbet ve toplantılar esnasında,
gerek Yale gerekse Columbia mezun
derneği yetkilileri de, aynı şekilde, bu
temasların kendilerine büyük katkıda
bulunduklarını ifade ettiler.
Yale Üniversitesi Mezunlar Derneği
– AYA ‘da görüştüğümüz dernek
yetkilileri Katherine Edersheim,
Nicholas Lewis ve Direktör Mark
Dollhopf ile Columbia Alumni
Center’da bir araya geldiğimiz dernek
temsilcisi Jennifer Anne Freely ile
yapmış olduğumuz görüşmelerin
ana hatları ve bazı önemli notları da,
önümüzdeki sayımızda sizlerle ayrı bir
yazıda paylaşacağım.
GÜZ MÜZİKLE DAHA GÜZEL
Evin İlyasoğlu
Mansur yönetimindeki Türkiye
Gençlik Oda Orkestrası’na 11
yaşındaki piyanist Emir İlgen
solist oluyor. Barış İçin Müzik
Vakfı çocuklarının enerjisini de
uzun süre unutamayacaksınız.
Albert Long Hall konserlerinin
değerli dostları,
Güz geldi mi biraz karamsarlık
çöker insana. Ne de olsa arkası
kıştır! Ama güz sözcüğüne
“müzik” eklerseniz, sizi
karabasanlardan koruyacak
bir sığınak bulursunuz. Biz de
ekim ortasından itibaren her
çarşamba kaçıp sığınacağınız
bir müzik dünyası sunuyoruz.
Sizleri ülkemizin ve dünyanın
değerli sanatçıları ve tarihin
büyük bestecileriyle Albert
Long Hall’un eşsiz ortamına
davet ediyoruz.
B
20
Konserlerimiz 15 Ekim günü
Şef Gürer Aykal yönetiminde
İstanbul Sinfonietta’nın
çalacağı Elgar’ın Serenatı
ve Çaykovski’nin Floransa
Anısı ile başlayacak. Bu
dinletiye dünyanın en ünlü
viyolonsel sanatçılarından
Amit Peled, Haydn’ın Do Majör
Konçertosu’yla katılacak.
Polonya’nın son yıllarda
en çok ünlenen kuvarteti
Apollon Musagète’in konseri
ve dâhi Polonyalı piyanist
Mateusz Borowiak’ın resitali
Türkiye-Polonya ilişkilerinin
600. yılı kapsamında yer
alacak. Trompet ve orgun
söyleşisini içeren konseri
İngiliz sanatçılar, Howard
Rowntree ve Terence Charlston
seslendirecek. Konserlerimizin
sürekli topluluğu haline
gelen Camerata Salzburg
Solistleri yine konuğumuz.
Bu kez onlarla romantik bir
Schubert gecesinde buluşacağız.
Hollanda’nın Laurenscantorij
Korosu da bu dönemin değişik
bir dinletisi olacak: Frank
Martin ve J. S. Bach’ın sesi
Albert Long Hall’da bir başka
tınlayacak. Berlin Senfoni
Orkestrası’nın birinci arpçisi
Marie Pierre Langlamet ve Los
Angeles Filarmoni’nin birinci
flütçüsü Julien Beaudiment bizi
bulutların üstüne uçuracak bir
program hazırladılar.
Gençlerin katılacağı oda müziği
ve orkestra konserlerine de ayrı
bir yer verdik bu dönem: Cem
Esen Kıvrak (keman), Çağ
Erçağ (viyolonsel) ve Başar
Can Kıvrak'tan (piyano) oluşan
üçlü, Çaykovski ve Piazzola ile
konserlerimize katılacaklar.
Okulumuzun Fahri Doktora’sını
taşıyan değerli piyanistimiz
Hüseyin Sermet özel konseriyle
“Piyano Günlerimiz”i
renklendirecek. Alkan, Ravel
ve Moussorgsky’den izlenimci
yapıtlar sunacak. Güz dönemi
konserlerimiz eski bir dost
toplulukla, Alexander Rudin
yönetimindeki Musica Viva’nın
konseriyle sona erecek.
Soprano Liliya Gaysina’nın
kadife sesiyle yeni yıla yeni bir
coşkuyla gireceğiz.
Bu konserleri düzenlemeye
başladığım ilk günden beri
amacım daha çok öğrenciye
seslenebilmek, gençlerle
klasik müziğin soylu sesini
buluşturabilmek. Onların
salonda artan sayısını gördükçe
gururlanıyorum.
Keyifli bir güz dileyerek...
C
M
Y
CM
MY
CY
CMY
K
40. YIL MEZUNİYET BULUŞMASI
Canan Nurkan Kadıoğlu '74 Dönem Temsilcisi
BÜ mezuniyetimizin 40. yılında eski
sınıf arkadaşlarımızla buluşmak çok
heyecan vericiydi. Bazı arkadaşları
yıllardan beri görmemiş olduğumuz
için fiziksel olarak çok değişmiş
olabileceğimiz (özellikle erkek
arkadaşlar!) olasılığına karşın herkesin
yakasına 74 yıllığındaki fotosunu
bir nazar boncuğu ile iliştirmiştik;
ama kimse tanınmayacak kadar
değişmemişti. Gözlerde o günün
de mutluluğu ile aynı canlılık
mevcuttu. Ayrıca okul yıllarına ait
anı fotoğraflarından derlediğimiz
filmi de seyretmek çok nostaljik oldu.
Tüm katılanlarda bugünlere sağlıklı
erişmenin ve anıları paylaşabilmenin
sevinci hissediliyordu.
B
22
BÜ mezunu olmanın bir ayrıcalık
olduğunu ve hayatta her ne
yaptıysak, gerek iş hayatımız, gerek
sosyal yaşam veya aile hayatımız
içinde eş veya anne baba olarak hep
özgüvenli, başarı çıtasını yüksek
tutan, kararlı, düzenli, topluma faydalı
bireyler olmamızda bu kurumda
aldığımız formasyonun büyük bir
etkisi olduğunu ve birbirimizle çok
ortak yönlerimiz olduğunu bir defa
daha hissettik.
Kep ve cüppeleri giymiş olarak
sahneye yürürken ve 40. yıl
diplomalarımızı rektörümüzün
elinden alırken coşkuluyduk. Gecenin
ilerleyen saatlerinde ise herkes
büyük bir keyifle dans pistindeydi.
En geç beş yıl sonra böyle bir geceyi
tekrar organize etmemiz konusunda
taleplerle, güzel bir anıyı daha
yaşamlarımıza katmış olarak ayrıldık.
Törendeki konuşmamda tüm
arkadaşlarımla paylaştığım şiirimi de
aşağıda sizlere aktarıyorum:
Dolu dolu yıllarımız bu güzelim
kampusta geçmiş,
’74 ün sıcak bir Haziran günü kepleri
giymiş
Bekledik teker teker adımızın
okunmasını sessiz,
Hissettik ki sürecekti buralarda yaşam
bizsiz.
Ne atletikti orta sahadaki çamurlu
futbolcularımız
Ve de, ne heyecanlı Kazım’daki
aşklarımız!
Unutmak ne mümkün paylaştığımız
anıları
Ne de “çıtırdık” Boğaziçi Yılları
“Okulun en güzel kızı” sorusuna yanıt
arayanlarımız
Tiyatro ateşi ile bitmez tükenmez
provalarımız.
Dili olsa da anlatsa “manzara”daki
banklar
Ya da baharda açan muhteşem
erguvanlar.
Hoplatırdı yürekleri kimimizin mini
etekleri,
Zira çok tehlikeli idi Kazım’ın dik
merdivenleri!
Bir yanda birbirine işkence eden SB’ler
Diğer yanda Oya Başak’ın dersinde
yorgun düşenler.
Sancılıydı RC’den Boğaziçi’ne geçiş
Lakin politika ile tanıştırdı bizi bu iş
Yıldıramadı ne Mustafa Dilber’in
sınavları
Ne de Üstün Hoca’nın Napolyon
tavırları.
Biz ki Rektöre kız vermiş bir sınıfız
Kıymetli damadımızla bir ilke imza
atmışız.
Unutulur mu hiç Manukyan’ın puanlı
papyonları
Ya da Suna Kili’nin Mustafa Kemal
tiradları.
Nasıl da etkilerdi bizi Güven Hoca’nın
ses tonu
Sohbetle biterdi hep derslerinin sonu
Ansızın geçti yıllar… Yüreğimizin hızı
ile
Azaltamadı dostluklarımızı
derslerdeki rekabet bile
40 olabilir geçen yılların sayısı
Halen taptaze yaşadığımız günlerin
anısı
Gönlümüzde 40ımızda bile yokuz
“Hiç değişmemişsin” iltifatlarına da
tokuz
Değişim iyiye doğruysa güzeldir
Ufak kırışıklıklar, eksilen saçlar
değerdir
Toplandık bu anlamlı günün keyfini
paylaşmaya
Mezuniyetimizin 40’ıncı yılını
kutlamaya.
B
23
Aklın Entelektüel Hali: Aptullah Kuran
Dergi Ekibi
B
26
Entelektüel birikimi ve Boğaziçi
Üniversitesi’ne sayısız katkısı
nedeni ile akıl ve zekâsına
değinmeden geçemeyeceğimiz
en önemli isimlerden birisi
şüphesiz eski rektörlerimizden
Sayın Prof. Dr. Aptullah Kuran.
Bu nedenle geçmişe dönük
çalışmalarımızı incelerken
Eylül 2012 sayımızda Sayın
Güven Alpay ile Sayın Tunçel
Gülsoy’un okul geleneği üzerine
yapmış olduğu bir röportajın
detaylı bir şekilde yeniden
okumasını gerçekleştirdik.
Söyleşinin büyük bir kısmının
Kuran üzerinden şekillendiğini
hatırlamış olduk. Alpay’ın,
Kuran hakkındaki anılarını,
değerlendirmelerini okuyunca,
bir aklın nasıl yönlendirici
bir güç olabildiğini bir kez
daha gördük. Röportajımızın
ilgili bölümlerini Güven Alpay
Hocamızın katkıları ile yeniden
derledik. Sizlerle paylaşıyoruz.
Tunçel Gülsoy: Sayın Aptullah
Kuran’ı nasıl tanıdığınızı
sorarak başlamak isterim.
Kendisinin entelektüel kişiliği
üzerine neler söylemek
istersiniz?
Rektör Kuran 1972 yılında beni,
birlikte çalışmaya davet etmişti.
Kendisi daha önce ODTÜ’de yaşadığı
sistemleştirme kurumsallaştırma
sürecinde yardımcı olmamı istiyordu.
Böylece cumartesi günleri onun
yakın çevresinde bulunan bir grupla
çalışmaya başladım. Satın alma
yönetmeliği gibi birçok yönetmeliğin
hazırlanmasında benim doğrudan
katkım olmuştur. Bu arada Aptullah
Bey’le de birçok konuyu görüşme
olanağına kavuştum. Hatta ilk
organizasyon şemasını da birlikte
hazırladık. Yoğun çalışmalar sırasında
bana üniversitenin geçmişi ve
tarihi ile ilgili bilgiler veriyordu
ve benim de ilgimi uyandırdı.
Türkiye’de pek alışık olmadığım
şekilde kurucu rektörün RC ile ilgili
ayrıntılı bilgisi, dünya görüşü ve
paradigması beni çok etkilemişti.
Kurumun 1850’li yıllardan başlayarak
kurulma aşamalarını, bu yönde
Boston’dan gelen Hamlin’in başında
bulunduğu grubun Abdülmecit ile
olan görüşmelerinin ayrıntılarını
ilk defa öğreniyordum. Daha sonra
Abdülaziz’le varılan anlaşma onun
irade-i senniye ile kurulmasına
fırsat verdiği Amerikan okulunun
özellikleri çok ilgimi çekmişti. Kuran
bu okulun kurulmasını Abdülaziz’in
Tevhid-i Tedrisat kararının oluşmasını
sağladığını da söylüyordu. Bu
çerçevede, padişahın yaptığı Avrupa
seyahatinden sonra yabancı liselerin
de kurulmasını tetiklediğini ayrıntılı
bir biçimde anlatmıştı. Yönetici
olarak Kuran’ın dünya görüşü,
entelektüel düzeyi bu ülkede
görmeye fazla alışık olmadığımız
nitelikteydi. Bu tartışmalar sonunda
daha sonra (yüksekokul müdürü
olarak çalıştığım dönemde) bana
hediye ettiği iki ciltlik eser benim de
ilgi alanımın gelişmesini sağlamıştı.
Bütün bunlara karşın Aptullah Bey,
Boğaziçi’nin bir Türk üniversitesi
olduğunda ısrar ediyordu ve
geçmiş özleminden kurtulunması
gerektiğini söylemekteydi. Bu
nedenle de kuruluş tarihini 1971
olarak ana kapıya yazdırmıştır. Bu
tutumun kuruluş yıllarında değişik
yöneticiler arasında ve toplantılarda
tartışmalara neden olduğunu
gözlemledim. Oysa Kuran, geçmişle
bağın kurumsal kültüre sahip olarak
sürdürülebileceğini düşünmekteydi.
Boğaziçi’nin kurumsal kültürünü
araştıralım ve bunu saklayalım
diyen ilk o olmuştu. Kurumsallaşma
ve örgüt teorisi uzmanlık alanım
olduğu için bu konularla ilgilendim,
yıllarca ve yıllarca çalışma olanağı
buldum. Daha sonra 1974 yılında
yeni bir yüksekokulun kurulmasında
benim görev almamda çok ısrar
etti. Bunun bir takım işi olduğuna
beni inandırdı. Kendisi “Aynı hedefe
inanmış düşünce sistemi benzer olan
insanların birlikte çalışmaları gerekir,”
derdi. Kuran için çok önemli olan bir
husus çalışanların özellikle öğretim
elemanlarının kendilerini kuruma
adamış olmaları idi. Bizim kuşağımıza
kurucu kuşak demiştir. Değişik
zamanlarda “Kurucu kuşak olmasaydı
ben bu işi gerçekleştiremezdim,”
derdi. Aptullah Bey’den çok şey
öğrendiğimi itiraf etmeliyim.
Aptullah Kuran
ODTÜ’nün kuruluş aşamasında
Kemal Kurdaş’la nasıl çalıştıklarını
ayrıntılarıyla anlatırdı. Barakalardan
saygın bir Anadolu Türk
Güven Alpay
üniversitesinin kurulmasından
büyük bir mutluluk, onur ve gurur
taşıdığını söylerdi. “Eğer ODTÜ
deneyimim olmasaydı, Türkiye
gerçeğinin dışında beni eleştirenlerin
görüşünde kalabilirdim,” demiştir.
Ancak ben bu süreci Türk eğitimine
hizmet olarak, bir Türk üniversitesinin
kuruluşu olarak görmekteyim.
Geçmiş değerlerden kopmadan
ve kültürel özellikleri de içeren
yepyeni bir kurum ve Türkiye’de
örnek olabilecek değerde lider bir
üniversite olmalıyız. Bu görüş bizleri
çok heyecanlandırmıştı. O sırada
görevli bir Amerikalı’nın (Robert
Kerwin) sözüyle bizim kuşağın naif
bir enthusiazmı vardı.
Bizleri yönlendiren ve yüreklendiren
Kuran olmuştur. Ayrıca kurumsal
kültürle birlikte kalitenin nasıl
gerçekleştirilebileceği ve evrensel
nitelik kazanabileceği konularını
tartışmıştık. (Kendisi ile yaptığım
görüşmeler yaklaşık 70 sayfayı
bulmaktadır.) Konuşmalarımız
sırasında ilk defa Emmerson’dan
(Hamlin’in çağdaşı) ve onun
“individualizmi” söz konusu
edilmiştir. Daha sonra okuma fırsatını
bulduğum Emmerson’ın yazılarından
Amerikan “individualizmini” ve
Avrupa’dan farklı yönlerini öğrenme
imkânını bulmuştu. Bütün bunlar
Osmanlı İmparatorluğu’nun sosyokültürel yapısı içinde yepyeni
konulardı. Hamlin bu eserlerden
yararlanarak İstanbul’da oluşturduğu
bu kurumda değişik etnik gruplardan
oluşan öğrenci kitlesini bir potada
yoğurmak ve bütünleştirmenin
çabası içerisinde olmuştu. Bireyselliği
sağlarken ve onlara özgürlük
verirken onların bir arada yaşamasını
da kolaylaştıracak yöntemler yaşama
geçirilmiş idi. Hamlin gibi gerçek
bir liderin kendi çağı için önemi
vurgulanırdı. Bu arada Aptullah
Bey’den kurumun adının başlangıçta
Robert değil de “Occidental College”
olarak belirlendiğini öğrenmiştim.
Ancak daha sonra padişahın batı
sözcüğüne alerjisi olabileceği
düşüncesi ile vazgeçtikleri
anlaşılmıştı. Robert’a göre “What’s in
a name?” demiş, Hamlin de Robert
College olmasını önermiştir.
Tunçel Gülsoy: Aptullah Bey’in
yetişmesinden şunu anlıyorum;
ODTÜ’nün deneyimini alıyor.
Çünkü ODTÜ’nün deneyimi
özgün bir Türk üniversitesi
B
27
Yeşil Bina ve Yerleşkelerde Çözüm Ortağınız
Bütün sorularınızı cevaplamaya ve kapsamlı danışmanlık hizmetlerimizle çözüm ortağınız olmaya hazırız.
oluşturmak. Robert Kolej'i
Boğaziçi Üniversitesi yaparken,
özgünlük deneyimini ortaya
koymaya çalışıyor. Bu
üniversitenin kuruluşunda
bireyselliğin gelişmediği, tebaa
anlayışının olduğu bir Osmanlı
İmparatorluğu’nun geçmişinde,
kozmopolit bir kültürde hem
bireyselliğin yaratıldığı hem
de insanların ortak bir kültür
potasında eritildiği bir yapı
ortaya koymaya çalışıyor. Bu
anlayış hâlâ devam ediyor.
İkisinin karışımı var burada.
B
28
Aptullah Bey, “Burası bir ‘teaching
college’ idi, biz bunun hem
'teaching' hem araştırmaya
önem veren uluslararası nitelikte
bir Türk kurumu olabileceğini
ispat etmeliyiz,” diyordu. RC
standartlarını geliştirebileceğimizi
ve bu düşüncemizi kanıtlamamız
gerektiğini düşünüyorum,” derdi.
Daha sonra rektör olan benim
yine birlikte zevkle çalıştığım
ve danışmanı olduğum Semih
Tezcan rektörlüğünden hemen
sonra “Güven, benim asla kabul
edemeyeceğim bir şey 1971
tarihidir,” demişti. Ana kapıdaki
tabelada kuruluş tarihini 1863 olarak
değiştirmişti. Tezcan’ın anlayışı
kökümüzden kopmadan sürekliliğin
kurumda yaşatılması düşüncesi
idi. Aralarında ülke ve cumhuriyete
bağlılık yönünden pek büyük bir
fark olduğunu düşünmemekteyim.
Ancak Aptullah Bey’in mühendis
yöneticilerden ayrıldığı bazı
özellikleri ve paradigmaları inkâr
edilemez. Bence de bu kurum bir
“teaching college” olarak kalamaz
ve uluslararası saygınlığa sahip bir
araştırma kurumu olarak stratejileri
ve onları yaşama geçirecek
mimarisi ve uygulama planları
gerçekleştirilmelidir. Benim birlikte
çalıştığım son yedi rektörden altısı bu
çizgide iyi niyetle çaba göstermiştir.
Ancak eksikliklerimizi bir an önce
gidermenin yollarını da araştırmamız
gerekmektedir.
Tunçel Gülsoy: Bugün geldiğimiz
noktaya bakarsak, Boğaziçi’nin
kurucu rektörünün, ilham
kaynaklarının yeni yorumu
Boğaziçi Üniversitesi’nin bir
meslek okulundan ziyade
uluslararası araştırmalar
yapan bir üniversite olması. Bu
arada Türkiye çok değişti.
Ben burada okurken Türkiye’de
9 üniversite vardı. Bugün son
okuduğuma göre 167 üniversite
var. Böyle bir ortamda Boğaziçi
Üniversitesi’nin yerini nasıl
görüyorsunuz?
Aptullah Bey’in rüyası gerçekleşti
hakikaten. Mesela ben Türkiye’de
bunu Sakıp Sabancı’ya da
söylemiştim. İşletme Kulübü adına
kendisine ödül verirken “Ben bir
üniversiteye çok para harcıyorum.
Bu kuruma hayranım, burada gizli
bir taraf var. Nedir bu? Demokrasi
mi?” diye sordu. “Evet, demokratik
ilişkiler son derece önemlidir burada,”
diye cevapladım. “Onu da yaparız
onu da sağlarız,” dedi ben de dedim
ki : “Bir şey var ki onu Türkiye’de
hiçbir üniversite sağlayamaz. Bu
üniversitede bireye bir özgürlük alanı
sağlanır. Bu özgürlük alanı içerisinde
kararını verip sonuçlarına katlanması
istenir.” Bu özgürlüğe bizim aile
yapımız ve ülke olarak konumumuz
hiç izin vermemiştir. Özellikle son
15 sene içinde, çocuk Anadolu’dan
geliyor bu özgürlük ortamını görüyor
ve bu vesileyle kişiliğini geliştiriyor. İç
benliğini geliştiriyor. İç benlik onun
kimliğine son derece önemli katkıda
bulunuyor. Boğaziçi Üniversitesi’nin
öğrencileri bunu yaşıyorlar ve ayrı
bir kişilik olarak buradan çıkıyorlar.
Ben Nuri Bilge Ceylan’ın Onur
Doktarası alırken söylediklerinin
arkasında bunu gördüm. Burada
bir elektronik mühendisi olarak
yetişirken “Daha önemli bir aşama
bir işlevi yerine getirdim, amacıma
ulaştım. Sinema külliyatıyla kendime
yepyeni bir dünyada potansiyelim
olan bir konuyu realize etme fırsatı
buldum,” demişti. Bu fırsat Türkiye’de
hiç kimseye hiçbir bireye verilmez.
Çünkü bizde bireyin özellikleri ve
gizli kalmış yeteneklerinin ortaya
çıkmasına fırsat verilmez. Boğaziçi
Üniversitesi bir ölçüde başka yerde
hâlâ yapılamadığı için önemli ölçüde
buna fırsat veriyor. Ama Sakıp Bey’e
söylediğim bir husus var: “Boğaziçi
Üniversitesi bireye, önemli ölçüde
aykırı olabilme şansını da verir. Bunu
siz verebilir misiniz?” dedim. “Hayır,
veremeyiz,” dedi. Bu çok önemli
bir şey. Bence buradaki bağımsız
değişken, kişilerin kendilerini
açığa vurma, ifade edebilme
özelliği yanında bir ölçüde aykırı
olabilme şanslarının da kendilerine
verilmesidir.
1974 ve 76’da iki büyük boykot
yaşadık. Bütün Türkiye’de, her tarafta
eğitim kesintiye uğrarken, büyük
cinayetler işlenirken, son derece
kötü, hoş olmayan şeyler yapılırken
burada eğitim sürdürülmüştü.
Aptullah Bey diyordu ki: “Büyük
toplantı salonunu arkadaşlarımıza
açalım, konuşsunlar eleştirsinler
gerekirse siz de bu çerçevede cevap
verin arkadaşlara, bir forum ortamı
yaratalım. O forumda insanlar eğer
kendilerini ifade özgürlüklerine
Neden Yeşil
Bina?
Hangi
Sertifika
Sistemi?
Nasıl
Sertifika
Alırız?
TURKECO, Amerika Birleşik
Devletleri Yeşil Bina Konseyinin
(USGBC) yönetim kuruluna seçilen
ilk Türk şirketidir.
• Çevreye ve insan sağlığına duyarlı bina
• Düşük sera gazı emisyonları
• Düşük operasyon maliyetleri
• BREEAM, LEED ve DGNB sertifikasyon sistemlerinin karşılaştırılması
• Projeye uygun sertifika sisteminin seçilmesi
• Maksimum verimlilik için optimum sertifika hedefinin belirlenmesi
• BREEAM NC, In-Use, Communities; danışmanlık ve süreç yönetimi
• LEED NC, CS, CI, EBOM; danışmanlık ve süreç yönetimi
• DGNB NC, CS, ND; danışmanlık ve süreç yönetimi
• Sertifika sistemleri eğitimleri ve LEED sınavları alma yeterlilik sertifikası
• Yakın gelecekte gerçekleşecek olan vergi teşvikleri ve yaptırımlar ile ilgili yönlendirme
• Yurtdışı kaynaklı fonlar ile ilgili yönlendirme
• Yaşam Döngüsü Analizi (LCA), EPD, C2C
Teşviklerden
Yararlanabilir • Enerji Modelleme
miyiz?
• Yeşil iletişim desteği
• Proje tanıtımı
Projemizi Nasıl • Yeşil bina analiz ve raporları
Duyuracağız?
TURKECO İnşaat ve Enerji Ltd.
Zeytinoğlu Caddesi
Yeşerti Sok. No:19 D:6
Akatlar / İstanbul
Tel: +90 (212) 351 52 64
Faks: +90 (212) 352 19 65
[email protected]
www.turkeco.com
Projelerimizden Örnekler
Türkiye Müteahhitler Birliği Genel Merkez Binası
LEED Platinum Sertifikası
Tüpraş Ar-Ge Merkezi
LEED Gold Sertifikası
ESPARK
BREEAM In-Use Sertifikası
26, 27, 28 EYLÜL / SEPTEMBER, 2014
HALİÇ KONGRE MERKEZİ / HALIÇ CONGRESS CENTER, İSTANBUL
B
30
kavuşurlarsa, eleştirirlerse, kırıcı
olmaktan vazgeçerler,” diyordu.
Aptullah Bey’in bu düşüncesini ben
sonradan çok takdir ettim. O şekilde
iki büyük boykotu atlattı ve hiçbir
şekilde eğitim kesintiye uğramadı.
İnsanlara kendi aile ortamında da
değer verirseniz, kişide bireyselliğine
saygı gösterdiğiniz izlenimini
uyandırırsanız gerçekten saygı
duyarsanız o insan kırıcı ve yıkıcı
olmuyor. Sizinle mantığını, aklını
kullanarak işbirliğine yöneliyor. Bunu
ben gördüm yöneticilikte ve Boğaziçi
Üniversitesi de hocaları da ve kurucu
kuşak da bunu çok takdir etmiştir,
desteklemiştir yönetimi ve o yönetim
anlayışı bugüne kadar gelmiştir. Belki
Boğaziçi Üniversitesi’nin önemli
avantajlarından bir tanesi hoca ve
öğrencinin en ayrıldığı konularda bile
bir şekilde işbirliğine varabilmesidir.
Tunçel Gülsoy: Kızımla Üsküdar
Amerikan Lisesi'ni gezmeye
gittiğimizde duvarda eski
resimler vardı. O zaman “Bak
kızım her şeyi satın alabilirsin
ama tarihi satın alamazsın,”
demiştim. Bugün üniversite
kurabilirsin ama o geleneği
satın alamazsın. Buranın içine
sinmiş bir kültürel kod var.
Bana göre kurumsal kültür
bilinçaltına işleyen bir konudur.
Kuşaktan kuşağa uygulamalar ve
karar biçimleriyle aktarılır. “Aldığınız
kararlarda doğru veya yanlış
nedir? Uygulama esasları nedir?”
Kültür orada ortaya çıkar. Böylece
geliştirilen yaşam biçimi vazgeçilmez
olur. Bazı alt ünitelerle de, örneğin
öğrenci kulüpleri aracılığıyla da,
operasyonalize edilir, yaşama
geçirilir.
Tunçel Gülsoy: Bugün bütün
üniversitelerde bu tip çabalar
var. Fakat bunların hepsinin
kökü bizim üniversitemizde.
Kadıköy Maarif Koleji'nde
herkesin numarası vardı.
Burada insanlara numara
vermiyorlardı. Numaranız
yoktu. Herkes kendi ismiyle
vardı.
Bu söylediğiniz o kadar önemli ki...
Ben 1974 yılında ilk defa yönetici
oldum. Dikkatimi çeken husus iç
yazışmalarımızda unvan kullanmamız
oldu. Bizim idari bilimlere bugün de
gitseniz hiç kimsenin unvanı yoktur.
Kişiye bakıp yaşına göre profesör mü
doçent mi olabileceğini siz tahmin
ediyorsunuz. Bir ara mühendisler
unvan koymuşlardı. Ben de o zaman
yönetim kurulunda ve senatoda
kıyameti kopardım. Dekandan rica
ettik. “Unvan buraya yakışmaz,”
diyordu Aptullah Kuran. Unvan
demokratik ilişkileri olumsuzlaştırır.
Mesela burada başka üniversitede
olmayan bir şey daha söyleyeyim:
Kültürel yansıma. Burada 70’lerin
başından itibaren sekreterler ve
hocalar aynı yerde yemek yer. Hiçbir
zaman ayrım yoktur. Türkiye’deki
üniversitelerin hemen hepsinde idari
personel ile hocaların ayrı yerlerde
yemek yediklerini görürsünüz.
Bunun gibi birçok kurumsal kültürün
yansımalarına tanık olabiliriz. Bu
inanılmaz bir avantajdır. Bunları pek
çok yer sağlayamaz.
Tunçel Gülsoy: Boğaziçi
Üniversitesi kendi özgürlüğünü,
ideolojisini, insana yaklaşımını
Türkiye’deki bu ortam içerisinde
sürdürebilecek mi sizce?
1975 yılında Aptullah Kuran’ın
konuşmasına dikkat edin. O sene
diyor ki: “Öğrenci sayımız 2000’e
yaklaştı. Öğretim üyesi ve idari
personel de 200’ü aşmaktadır.
Korkmayalım ama bunu sınırlamaya
çaba gösterelim. Çünkü altyapımız
müsait değil.” Oysa elimizde olmayan
nedenlerle bugün 13.000 öğrenci
var, 1000’in üzerinde personelimiz
var. Öğretim elemanı sayısı 400
küsur olmuş. Yönetime çok büyük
iş düşüyor tabii. Burası büyük bir
işletme ve bu büyük işletmeyi
yönetmek kolay bir iş değil.
KATILIMCI GALERİLER
ADN Galeria, Barcelona
Eva Hober, Paris
Pace, New York, London,
Akinci, Amsterdam
Hosfelt Gallery, San Francisco
Beijing & Hong Kong
Louise Alexander Gallery, Sardinia
Pippy Houldsworth Gallery, London
Paradise Row, London
Galleri Andersson/Sandström, Stockholm & Umeå
Paul Kasmin Gallery, New York
Galerie Paris-Beijing, Paris,
Andipa Gallery, London
Kerlin Gallery, Dublin
Brussels & Beijing
.artSümer, Istanbul
Tina Kim, New York
Pi Artworks, Istanbul & London
Assar Art Gallery, Tehran
Galerie Kornfeld, Berlin
PİLOT, Istanbul
Athr Gallery, Jeddah
Galerie Krinzinger, Vienna
rosenfeld porcini, London
Helene Bailly Gallery, Paris
Kuckei + Kuckei, Berlin
Galerie Jérôme Poggi, Paris
Barbarian Art Gallery, Zürich
Kukje Gallery, Seoul
RAMPA, Istanbul
Berloni, London
Pearl Lam Galleries,
Repetto Gallery, London
Boccanera, Trento
Hong Kong, Shanghai & Singapore
Raum mit Licht, Vienna
Charim Galerie, Vienna
In Situ Fabienne Leclerc, Paris
Rodeo, Istanbul
Circle Culture Gallery, Berlin
Galerie Lelong, Paris
Studio SALES
Erika Deak Gallery, Budapest
Lisabird Contemporary, Vienna
di Norberto Ruggeri, Rome
Deweer Gallery, Otegem
Lisson Gallery, London, Milan & New York
Sanatorium, Istanbul
Dirimart, Istanbul
Galería Javier López, Madrid
Sariev Contemporary, Plovdiv
Galerie Dix9
Galleri Charlotte Lund, Stockholm
Scheublein + Bak, Zürich
Hélène Lacharmoise, Paris
Edouard Malingue Gallery, Hong Kong
Specta, Copenhagen
Ex Elettrofonica, Rome
Galeri Manâ, Istanbul
Tornabuoni Art, Florence, Milan & Paris
Galerie Dominique Fiat, Paris
Galerie Gabrielle Maubrie, Paris
Galerie Un-Spaced, Paris
Galleria Marie-Laure Fleisch, Rome
Lehmann Maupin, New York & Hong Kong
Galerija Vartai, Vilnius
Galerie Forsblom, Helsinki
Mario Mauroner Contemporary Art,
Galerie Nadja Vilenne, Liege
Gazelli Art House, London/Baku
Salzberg & Vienna
waterside contemporary, London
Giacomo Guidi , Rome & Milan
Robert Miller Gallery, New York
Weingrüll, Karlsruhe
HADA Contemporary, London
Galeri Nev, Ankara
x-ist, Istanbul
Leila Heller Gallery, New York
NON, Istanbul
Galeri Zilberman, Istanbul
Cecilia Hillström Gallery, Stockholm
Officine dell’Immagine, Milan
418 Contemporary Art Gallery, Bucharest
MEDYA SPONSORL ARI
BASIN SPONSORL ARI
Bu fuar 5174 sayılı kanun gereğince Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) izni ile düzenlenmektedir.
This fair is organized with the permission of The Union of Chambers and Commodity Exchanges of Turkey in accordance with the law number 5174
Untitled-3 1
11.02.2014 16:28
DIŞ MEK AN SPONSORL ARI
gardner
XXXX
B
32
B
33
B
34
HUMANITIES: İNSANI ÖZGÜRLEŞTİREN
EĞİTİMİ PROF. DR. CEVZA SEVGEN ANLATTI
Yasemin Dut ‘10
Robert Kolej ve Boğaziçi
Üniversitesi kültürü
arasında çok önemli bir yere
sahip olan “Humanities”
dersleri 2007 senesinde
yeniden verilmeye başladı.
Eğitimdeki yeri oldukça
mühim olan bu derslerle ilgili
2007’den beri Humanities
Komisyonu Başkanı olan
Sayın Prof. Dr. Cevza Sevgen
ile gerçekleştirdiğimiz
röportajımızı sizlerle
paylaşıyoruz.
B
36
Yıllar sonra 2007-2008’de
yeniden hayata geçirilen
Humanities derslerinin
üniversitemizin eğitim
felsefesi içinde yeri nedir?
Boğaziçi Üniversitesi’nin Robert
Kolej’den devraldığı asıl miras çok
yönlü, ufku geniş bireyler yetiştirme
misyonudur. Üniversitemiz bu
mirasa 2008 yılında Humanities
derslerini yeniden başlatarak sahip
çıkmış bulunmaktadır. Temelleri
1863’te atılan üniversitemizde liberal
arts her zaman eğitim felsefemizin
ve pratiğimizin önemli bir parçasını
oluşturmuştur. Latincesiyle artes
liberales, yani bağımsız bireye özgü
beceriler/kültürel birikim; kısaca
insan zihnini özgürleştiren eğitim.
Bu yaklaşım ortaçağlardan beri var
ve Batı'yla sınırlı da değildir. Eski
devirlerde mantık, retorik yani söz
söyleme sanatı, gramer, matematik,
doğa bilimleri, felsefe ve müzik
temel derslermiş; öğrenciler bu
temelin üzerine isterlerse hukuk,
tıp, ilahiyat gibi dallarda uzmanlık
eğitimi görürlermiş. Bağdat’taki,
Endülüs’teki, Fatih zamanının
İstanbul’undaki medreseler de
böyleymiş. Bu modelden Kanuni
döneminde vazgeçilmiş maalesef.
Batı'da ise bugün dünyanın en
iyi üniversitelerinden Ivy League
okullarında ve yine önde gelen
Amerikan devlet üniversitelerinde
evrilerek yaşamaya devam ediyor.
Eski disiplinlerin bir kısmının yerini
edebiyat, felsefe, sanat aldı ama
eğitime yaklaşım açısından bir fark
yok.
Bu tür bir eğitim neyi amaçlar?
Faydası nedir?
Burada amaç, uzmanlaşmayı
seçtikleri alan ne olursa olsun,
öğrencilere bir çekirdek, yani “core”
program çerçevesinde ufuklarını
genişletecek bir eğitim sunmaktır.
Yedi yıldır verilen HUM 101102 dersleri de üniversitemizde
çekirdek program fikrini ve liberal
arts yaklaşımını perçinlemeye
dönük bir adım. Bugün ülkemizde
örneğin doktorlar, mühendisler
için sanat tarihi, edebiyat, felsefe;
iktisatçılar, işletmeciler için de fen
bilimleri gereksizdir diye yaygın bir
görüş var. Oysa içinde yaşadığımız
dünyayı tanımak, insanlarla iletişim
kurabilmek, eleştirel düşünme
alışkanlığını kazanmak, problemlerin
tam ne olduğunu saptayıp ona göre
çözüm üretebilmek, öğrenmeyi
öğrenmek becerileri ancak böyle
çok yönlü bir eğitimden geçerek
kazanılabilir. Yani aslında liberal arts
ve core programları kişinin mesleği
ne olursa olsun çok işine yarar.
Yoksa dünyanın en iyi mühendislik
okullarından MIT’de bugün zorunlu
core dersleri olur muydu, her
öğrencinin dört yıllık lisans eğitimi
sırasında belirli grup derslerden
sekiz tane beşeri bilimler, yani
Humanities dersi alması şart koşulur
muydu? Demek ki bir bildikleri
var, demek ki mühendisler için
Humanities’in piyasa değeri var.
Bu konuyu biraz daha açar
mısınız?
Sadece meslek dersleriyle iş
hayatında tercih edilen, çok yönlü
mezunlar verilemeyeceği ortadadır.
Bölüm dersleri ancak belirli alanlarda
bilgi ve beceri kazandırabilmekte,
eğitimin zihni özgürleştiren boyutu
eksik kalmaktadır. Tüm öğrencilere
sunulan iyi bir hazırlanmış iki
yarıyıllık bir Humanities dersi,
ardından da ilgilendikleri konularda
seçmeli dersler alma olanağı bu
eksiği giderme açısından fevkalade
önemlidir. Üniversiteye okuma
alışkanlığı kazanmadan ve kültür
dağarcığından yoksun olarak gelen
gençlere, hangi bölümde okuyor
olurlarsa olsunlar, böyle bir dersin
ufuklarını genişletmede ne kadar
yardımcı olacağını söylemeye
gerek yok galiba. Zaten Robert
Kolej’in 1959-1971 yılları arasındaki
Humanities deneyimi bunun açık
ispatı değil mi?
Bugün Türkiye’de sunulan orta
öğretimde artık felsefe, sanat
tarihi ve psikoloji gibi dersler
yoktur diyebiliriz. Tarih ve edebiyat
dersleri ise Türk-İslam tarihi ile
Türk Edebiyatı’na yoğunlaşmıştır.
Bu nedenle üniversiteye gelen
öğrencilerin başka kültürler ve
onların üretmiş olduğu değerler
hakkında hemen hiç fikirleri
bulunmamaktadır. Kısacası
Türkiye’de öğrenciler genelde liseyi
donanımsız olarak bitiriyorlar çünkü
lisede düşünme, soru sorma, analiz
etme, sentez yapma, kendilerini
yazılı ve sözlü ifade etme yetenekleri
kazandırılmıyor. Araştırma deyince
B
37
internete koşuyorlar ve orada
yazılı her şeyin doğru olduğunu
düşünüyorlar. Müfredattaki diğer bir
sorun, öğrencileri dünyaya açmak
gibi bir kaygı güdülmemiş. Dünya
ve Avrupa (bir ayağımız Osmanlı
Dönemi'nde de Avrupa'daydı)
kültürüne, sanatına ve tarihine
sadece birkaç sayfa ayrılıyor. Ama
Türk-İslam ve dünya-Avrupa tarihleri
birbirinden kopuk sunuluyor,
oysa senkronik olması gerekir.
Örneğin, lise mezunu biri Altın
Ordu İmparatorluğu'nun 1359’a
kadar parlak bir şekilde devam
ettiğini, Orhan Gazi’nin de 1359
yılında vefat ettiğini, Korkunç
İvan’ın Altın Ordu'yu yenip çeşitli
hanlıklara böldüğü sırada Fatih’in
çoktan İstanbul’u almış olduğunu
bilmez. Shakespeare’in Fuzuli, Baki,
Pir Sultan Abdal ve Karacaoğlan’la
kabaca aynı dönemde yazdığının,
Bizans ve Osmanlı müziğinin
birbirine benzediğinin de farkında
değildir. Yani aynı zaman dilimi
içinde, bırakın geçmişi bugün
bile, dünyanın farklı yerlerinde
neler olduğunu, hangi fikirlerin
üretildiğini bilmeyenlerin perspektifi
doğal olarak dardır, dünyada olup
biteni anlamaları da bu nedenle
epey zordur. Dünyaya pencere
açmadan kendimizi ve kendi
kültürümüzü tanımamız mümkün
değil. Oysa eğitimin önemli
amaçlarından biri bunu sağlamak,
öğrencileri kendi kültürlerinin yanı
sıra farklı kültürlerle de tanıştırmak.
B
38
Eskiden liseler fen ve edebiyat
diye iki kola ayrılırdı ama her iki
koldakiler diğer kolun derslerinden
de alırdı. Herkes bir miktar felsefe,
mantık, psikoloji, sosyoloji, tarih,
matematik-cebir, fizik, kimya ve
biyoloji görürdü. Şimdi görmüyorlar,
o derslerin bir kısmı seçmeli adı
altında ortadan kaldırıldı. Üstelik
kollara ayrılma erkene çekildi,
çocuklar o yaşta neye göre seçim
yapıyorlar, onları yönlendiren
rehber öğretmenler ne kadar yeterli
belli değil. Örneğin dil kulvarını
seçenler Lise 1’den sonra hiç fen
ve matematik görmüyorlar. Yani
iki kuşak öncesine kadar liseden
belli bir birikimle gelen öğrenciler
yok artık. Bu nedenle üniversite
düzeyinde Humanities derslerine
olan ihtiyaç artık akut hale geldi. Bu
ihtiyacı karşıladığını umut ettiğimiz
Hum 101-102 dersleri haftada
iki defa bütün öğrencilere toplu
olarak verilen konferanslar, zengin
okuma metinleri, görsel/işitsel
materyaller ve yaklaşık 20’şer kişilik
tartışma şubelerinin haftada iki defa
toplanarak programdaki konuları
işlemesi/tartışmasından oluşuyor.
Konferansçılar üniversitemizden,
yurtiçinden ve yurtdışından davet
edilmektedir. Bütün bunların
öğrencilere pozitif katkı yaptığı
inancındayız.
Robert Kolej Yüksek Okulu’nda
ve Boğaziçi’nin ilk birkaç
yılında Humanities dersleri
varmış. Biraz eskilerden
bahsedelim mi?
Evet, dekan Hall’un öngörüşlülüğü,
girişimciliği ve çabasıyla müthiş
bir Humanities ders gurubu vardı
ve ben de o dersleri alan şanslı
öğrencilerdendim. Humanities
dersleri çok ünlüydü; bugün eski
mezunlarla konuşursanız bu dersin
hayata atıldıklarında, kariyerlerinde
kendilerine ne kadar yardımcı
olduğunu uzun uzun anlatacaklardır
size. Ama Boğaziçi’nde Humanities’in
yeniden veriliyor olması nostaljik bir
Şimdiki ise iki yarıyıllık 101-102.
Şubeler ben öğrenciyken en fazla
12-15 kişiydi, şimdi 25’e kadar
çıkabiliyor. Ama derse kayıtlı öğrenci
sayılarının ve bu öğrenciler arasında
dersi zorunlu değil seçmeli alanların
sayısının artıyor olması aslında çok
sevindirici bir şey.
Dersin eski adı: “Background
of Contemporary Civilization
in Turkey” imiş. Galiba adı
değişmiş?
yaklaşım değil, mezunlarımızı diğer
üniversitelerin mezunlarından daha
donanımlı yetiştirme çabasının ve
onları iş hayatında özellikle tercih
edilir kılma gereğinin ürünüdür.
Nostalji deyince, söylemeden
geçemeyeceğim. “Dünden Bugüne
kadar Boğaziçi Üniversitesi:
1863-2013” başlıklı büyük bir
kitap yayımlandı. Fen-Edebiyat
Fakültesi’yle ilgili bölümde Robert
Kolej Yüksekokulu’nun “liberal arts”a
verdiği önemden ve eski Humanities
dersinden uzun uzun bahsediliyor.
Tabii heyecanla okudum. 1957’de
nasıl mali destek sağlandığından
başlayıp, dersin içeriği ve yapısı
ayrıntılarıyla anlatılıyor, çok
sevdiğim hocaların adları tek tek
sayılıyor. En sonunda 2001’de
dersi canlandırmak için kurulan
komisyona değiniliyor ama ne
dersin HUM 101-102 olarak 2007-
2008’de yeniden başlatıldığından,
ne de kitabın basıldığı 2013 yılında
her dönem farklı bölümlerden 500’e
yakın öğrenciye sunulduğundan
bahis yok. Sanki kitap 2013’te değil
de 2002 yılında yayımlanmış.
Anlıyorum, herhalde dergimizi
okununca ikinci baskıda düzeltilir.
Pekiyi, eski Humanities
dersi ile şimdiki arasındaki
benzerlikleri ve farklılıkları
nasıl yorumlarsınız?
Eskisi de yenisi de her yarıyıl 4’er
kredilik ve format aynı: Haftada iki
genel lecture var, tabii artık sayılar
nedeniyle Albert Long Hall’da değil,
Ayhan Şahenk Salonu’nda yapılıyor.
Yine eskisi gibi her öğrenci haftada
iki saat “discussion section”a giriyor.
Eskiden 101’den 202’ye kadar
birbirini izleyen dört ders sunulurdu.
Evet, adı değişti. Ülkemiz tarih
boyunca değişik medeniyetlerin
beşiği olmuştur. Bu zengin kültürel
miras ve bu mirasın diğer kültürlerle
etkileşmesine odaklanan HUM
101 ve 102 kodlu derslerimize
“Kültürel Etkileşimler”(Cultural
Encounters I & II) adını verdik.
Bu dersler insanlığın ortak kültür
mirasını, yani edebiyatta, fende,
sanatın farklı kollarındaki büyük
eserleri, çığır açan ve bugün de
açmakta olan fikirleri öğrencilere
tanıtmayı amaçlamaktadır. Böyle bir
dersin sunmaya çalıştığı eğitimin,
insanlığın ortak değerlerini
özümsemiş, dar görüşlülükten uzak
öğrencilerin yetişmesinde belirleyici
rol oynayacağına inanıyoruz.
Biraz da dersi veren
hocalardan bahsedelim.
Bu dersin tartışma şubelerinin
farklı bölümlerin kadrolu hocaları
tarafından normal derslerinin
yanı sıra ek bir görev olarak
sürdürülmesinin mümkün
olmadığını gören üniversitemiz,
bu sorunu ABD’den iki yıllığına,
lisansüstü eğitimleri sırasında bu tür
dersler vermiş olan doktoralı genç
elemanlar istihdam ederek çözdü.
Şimdiye kadar hoca bakımından
çok şanslıydık. Hem MLA’ye
(Modern Language Association) ilan
vererek hem tanıyıp güvendiğimiz
meslektaşların tavsiyesiyle nitelikli
hocalar bulduk hep. Dört hocayla
başlamıştık, güz 2014 dönemine
altı hocayla giriyoruz. Humanities
Komisyonu üyeleri başvuru
dosyalarını görüyor, ondan sonra
karar veriliyor. Her hoca ikinci bir
yıla uzatılabilen bir yıllık kontratla
geliyor. Hiç birinin kontratını ilk yılın
bitiminde sonlandırmak durumunda
kalmadık, hepsi iki yıl kaldı. Hatta
bugüne kadar üç hocamızın üçüncü
bir yıl devam etmesini istedik. Ama
üç yıldan fazlasını düşünmüyoruz;
çünkü yaptıkları iş çok keyifli ama
aynı zamanda çok özveri istiyor,
epey yıpratıcı. Hepsi genç, doktorayı
yeni almışlar ama doktora sırasında
ders verme tecrübesi kazanmışlar.
Heyecanlı, yaratıcı ve hevesliler. Ve
çok iyi üniversitelerden geliyorlar.
NYU, Duke, Berkeley, Columbia
gibi. Hepsi de doktoralarını beşeri
bilim dallarından birinde yapmış
oluyorlar. Ders saatlerinden sonra,
hatta gerekirse hafta sonu bile bir
araya gelip başarılı bir ekip çalışması
yürütüyorlar. İsterseniz gerek
hocalarımızla gerek dersi almış
olan öğrencilerle konuşup onların
görüşlerini de alabilirsiniz.
Son olarak söylemek
istediğiniz bir şey var mı?
Bu dersler 2007’de rektör ve
rektör yardımcısı sayesinde temin
edilen bağışla kuruldu. Verdikleri
akademik, pratik ve manevi
destek çok önemliydi. Bugün de
rektorümüzden gerçekten güçlü
bir destek görüyoruz, Fen Edebiyat
Fakültesi de bize öğretim üyesi
istihdamında ve diğer konularda
çok yardımcı oluyor. Vakıftaki
Humanities bağışı sayesinde her
yıl yurtdışından tanınmış bir iki
konferansçı davet edebiliyoruz ki bu
pahalı bir olay. BÜMED’e de lojman
konusunda teşekkür borçluyuz.
Bütün bu destekler, öğrencilerin
artan ilgisi ve hocaların şevki
sayesinde ders galiba yeniden eski
ününe kavuşacak!
AKADEMİK ÖZGÜRLÜK HAKKINDA
ÖNEMLİ BİR ÇALIŞMA:
GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE TÜRKİYE’DE
AKADEMİK ÖZGÜRLÜK
Aylin Buran ’02
B
40
‘’Akademik özgürlük’’
özgürlükler bağlamında en
önemli konu başlıklarından
biri. Dünyada ve Türkiye’de
akademik özgürlük konusu ne
şekilde ele alınıyor? Akademik
özgürlük denildiği zaman bu
kavramın alt başlıkları nedir?
Konu hakkında kapsamlı bir
analiz geçtiğimiz günlerde
yayımlandı: Geçmişten
Günümüze Türkiye’de
Akademik Özgürlük. Çalışmayı
yapan isimler ise Eğitim
Bilimleri Bölümü’nden Doç.
Dr. Nevra Seggie ve Amerika
Birleşik Devletleri’nde doktora
çalışmalarına devam eden
Sayın Veysel Gökbel.
‘’Biz akademik özgürlüğü
akademinin ve bağımsız
bilgi üretiminin temel
bir binası, özel bir yapısı
olarak düşündük. O nedenle
raporumuzda, akademik
özgürlüğün kendine has bir
yapısı olduğunu ifade ederek
onun gelişmesi için özel olarak
çalışmamız gerektiğine vurgu
yapmaya çalıştık,’’ diyen
yazarlarla kaleme aldıkları
rapor hakkında görüştük.
Raporunuzda "Gerek dünya
gerekse Türkiye örneğinde
olduğu gibi akademik
özgürlüğün ifade özgürlüğü ve
üniversite özerkliği ile iç içe
geçmiş bir kavram olmasının
ötesinde, o kendine has yönüyle
geliştirilmesi, desteklenmesi ve
daima sahip çıkılması gereken
bir özgürlük alanıdır (....) Bu
yönüyle akademik özgürlük,
üniversite özerkliğinin veya
bireysel ifade özgürlüğünün
ötesinde bir manaya sahiptir,"
diyorsunuz. Bu perspektifle
yaklaştığımızda akademik
özgürlüğün temel bileşenleri
nelerdir?
Akademik özgürlük; ifade
özgürlüğü, öğrenme ve öğretme
özgürlüğü, araştırma özgürlüğü
ve üniversite özerkliği başta olmak
üzere iş güvencesi, ekonomik
özgürlük, karar alma süreçlerine
katılma hakkı, kadro güvencesi,
düşünce, vicdan, din, toplanma,
örgütlenme ve seyahat özgürlükleri
gibi bireysel hak ve özgürlükleri
bileşenlerinden oluşur. Akademik
özgürlük, bu yapıdan birini dahi
çıkardığınızda hemen zarar
görebilecek kadar hassas bir
konu olma özelliğini gösterir.
Akademik özgürlüğün var olduğunu
söyleyebilmemiz için bahsettiğimiz
tüm bu şartların en optimal seviyede
yerine getirildiğinden emin olmamız
gerekir.
Bireysel özgürlüklerin tam
içselleştirilmediği toplumlarda
bu nedenle akademik özgürlük
çok kırılgan bir denklemde ilerler.
Kriz durumlarında ilk zarar gören
alanların başında akademik özgürlük
yer alır. Diğer taraftan kurumsal
olarak gerek kurum içi gerekse
kurum dışı herhangi bir baskı
ihtimali dahi yine bir akademisyenin
bilimsel üretkenliğini etkileyebilecek
hassas bir dengeyi içinde barındırır.
Bütün bileşenlerin içinde üniversite
özerkliği ve ifade özgürlüğü
akademik özgürlüğün “iki ana
sütunu” görevini görüyor diyebiliriz.
Ve aslında akademik özgürlük
bu iki sütundan oluşan kendine
has bir bina niteliği taşıyor. Bu
binanın “sütunları” olduğu gibi aynı
zamanda bir “temeli”, bir “çatısı” ve
“detayları” bulunuyor. “Temel”den
kastımız akademik özgürlüğü
var eden tarihi, siyasi, sosyal ve
kültürel geçmiş. Geçmişten bugüne
baktığımızda, akademik özgürlüğün
ancak demokrasiyi, insan haklarını,
bilginin özgürlüğünü içselleştirmiş
toplumlarda bir bina gibi yükselme
imkânı bulduğunu görüyoruz. Eğer
“temeliniz” yani “geçmişiniz” bu
konuda sağlam bir zemin üzerinde
kurulmamışsa sütunlarınızla beraber
binanızın yıkılma ihtimali her zaman
var oluyor ve bu ihtimal akademinin
üretkenliğine doğrudan olumsuz
etki ediyor. Öyle bir toplumda “bilgi
üretimi” sakıncalı olmayan alanlarda
yapılıyor. Toplumun ve siyasetin
hassas alanlarına dokunduğunuz
ya da mevcut hâkim paradigmanın
tersine araştırmalar, yayınlar yapıp
konferanslar düzenlediğinizde
engeller, kısıtlamalar ve duvarlarla
karşılaşıyorsunuz. Bu durumda
artık günlük ve asırlık sorunlara
üretilecek cevaplar üniversitelerin
ve bilim adamlarının çalışmalarında,
tartışmalarında değil günlük
siyasetin dilinde aranır oluyor. Bu
ise bir ülkenin gelişmesine önemli
bir engel niteliği taşıyor. Özetle, biz
akademik özgürlüğü akademinin
ve bağımsız bilgi üretiminin temel
bir binası, özel bir yapısı olarak
düşündük. O nedenle raporumuzda,
akademik özgürlüğün kendine has
bir yapısı olduğunu ifade ederek
B
41
Doç. Dr. Fatma Nevra Seggie
onun gelişmesi için özel olarak
çalışmamız gerektiğine vurgu
yapmaya çalıştık.
Raporunuzda akademik
özgürlük konusu ele alınırken
alan yazınında akademik
özgürlük, akademik özerklik,
bilimsel özgürlük gibi farklı
tabirlerin birbirlerinin
yerlerine kullanılabildiğinden
bahsediyorsunuz ve bu
durumun aslında akademik
özgürlük konusunun
yeterince ele alınmadığının
bir göstergesi olduğunu
belirtiyorsunuz. Bu
değerlendirmenizi biraz
detaylandırmanız mümkün
mü?
Bu sorunuz aslında akademik
özgürlük raporunu yazarken uzun
uzun tartıştığımız bir konuya
temas etmesi açısından oldukça
önemli. Akademik özgürlükle
ilgili doğru kullanım ve doğru
kavramın ne olduğu tartışması
bizi İngilizce ve Türkçe literatürü
bu yönüyle incelemeye sevk etti.
İngilizce alanyazında “academic
freedom” şeklinde yaygın bir
kullanım ve uzlaşma olduğunu
gördük. Türkçe alanyazında
ise birçok farklı kullanımın
farkında olarak veya olmaksızın
birbirinin yerine kullanıldığını
ve aslında tanımlamada ve
kavramsallaştırmada tutarsızlıklar
olduğunu fark ettik. İncelediğimiz
çalışmalarda yazarların “akademik
özgürlük” kavramını farklı şekillerde
kullandığına şahit olduk. Hatta bazı
yazarların aynı metin içerisinde kim
yerde “akademik özgürlük” kimi
aynısı mı ki eş anlamlı şekilde ve
herhangi bir teorik arka plana
dayanmaksızın kullanılabiliyor?
En azından bilim insanları bunun
ayrıntılarına dikkat etmekle
yükümlüdür ki mesafe alabilelim.
Çalışmanızda, "Kültürel,
sanatsal ve sportif faaliyetler,
sosyal sorumluluk projeleri ve
topluma hizmet çalışmaları
da üniversitelerin yerine
getirmekle yükümlü olduğu
alanlar içinde olup, akademik
özgürlüğün tanımı ve kapsamı
tartışılırken, bu alanları da
içermesi son derece önemlidir,"
şeklinde bir değerlendirmeniz
var. Ülkemizdeki akademik
alanı bu bakış açısıyla
yorumladığınızda neler
söyleyebilirsiniz?
B
42
yerde “akademik özgürlükler” kimi
yerde “bilimsel özgürlük, bilimsel
özerklik” gibi ifadeleri birbirinin
yerine kullandıklarını gördük. Ayrıca,
bu farklı ifadelerin eş anlamda
kullanılma gerekçelerinin olup
olmadığına baktık fakat bu konuda
da yazarların gerekçelendirdiği
teorik bir altyapıya rastlamadık.
Aslında yüzeysel bakıldığında bu
farklı kullanımların herhangi bir
sorun oluşturmadığı iddia edilebilir.
Ancak yukarıda saydığımız her bir
isimlendirme kendine özel anlamlar
ve nüanslar içeriyor ve birbirinin
yerine plansızca ve amaçsızca
kullanılamaz. Buradan hareketle
vardığımız sonuç şuydu: Bu durum
aslında akademik özgürlüğün
ülkemizde detaylı şekilde
tartışılmadığının açık bir örneğidir.
Raporumuzda yer kısıtlılığından
dolayı ayrıntılı tartışamadığımız
bu konu, ayrıntılı incelenmeyi hak
eden ve tartışılması gereken bir
noktadır. Biz raporumuzda akademik
özgürlüğün bir “kavram” olarak ele
alınması gerektiğini düşündüğümüz
ve bu kavramın diğer kullanımları
yeterince kapsadığına inandığımız
için, rapor boyunca anlamsal
tutarlılığı sağlama adına “akademik
özgürlük” şeklinde kullanmayı tercih
ettik. Özetle, kavramsallaştırmada
veya kullanımda tutarlılığın olmadığı
bir konuda gelişme göstermek
oldukça zordur. Bu kavramlar
gerçekten birbirinin tamamen
Üniversiteler sadece araştırma,
eğitim ve öğretim yapma alanları
değildir. Onların bir başka
yükümlülüğü de kurulduğu
bölgelerde, kültür, sanat ve
spor alanlarında faaliyetlerde
bulunmaktır. Spor şenlikleri,
sinema, tiyatro festivalleri,
konserler, söyleşiler düzenlemek,
toplumu bu alanlarda ileriye
götürmek de üniversitelerin
görevleri arasında yer almaktadır.
Bu faaliyetlerde bulunurken
kısıtlamalara gidilmemesi, baskılara
maruz kalınmaması, kültürün,
sanatın ve sporun gelişmesi
ve toplumların bu alanda ileri
gidebilmesi anlamında son derece
önemlidir. Ülkemizde bu alanda
henüz yeterli derecede gelişmeler
kaydedilememiştir. Birtakım filmler,
belgeseller toplumsal ya da siyasi
etiğe uygun olmadığı gerekçesiyle
bazı üniversitelerde yasaklanmış
ve gösterime konulmamıştır. Bu
anlamda yükseköğretimimizin
sanatsal, sportif ve kültürel
faaliyetlerini artırması ve bunları
yaparken herhangi bir yasaklamaya
gitmemesi son derece önemli,
akademik özgürlüğü ise son derece
genişleticidir.
11 ILAN
Bu yaz da aklından geçenlerin hepsi
Turkcell Profesyoneller Kulübü’nde!
Dalaman’dan Kaş’a ücretsiz
gidiş dönüş servis hizmeti.
YÖK tarafından ilan edilen 29
Ocak 2014 tarihli yönetmelik
değişikliğini ve YÖK başkanı
tarafından ilan edilen
akademik özgürlük beyanını
değerlendirebilir misiniz
lütfen?
Rezervasyon:
0 850 251 08 06
Türkiye’de akademik özgürlük
geçmişten bugüne çeşitli
kısıtlamalara maruz kalmış,
akademisyenler ve öğrenciler
farklı mağduriyetler yaşamışlardır.
Bu kısıtlamalardan biri de ifade
özgürlüğüdür. Türkiye’de akademide
ifade özgürlüğü konusunda sıkıntılar
yaşanmış ve yaşanmaktadır.
B
44
Akademisyenler, fikirlerini özgürce
söylemekte sıkıntı çekmekte, bu
fikirleri sansüre ya da otosansüre
uğramaktadır. İfade özgürlüğü
kısıtılılığının devam ettiği, 29
Ocak 2014 tarihli Yükseköğretim
Kurumları, Yönetici, Öğretim Elemanı
ve Memurları Disiplin Yönetmeliği
değişikliği ile gözlemlenmektedir.
Yönetmeliğin 6. maddesinin “o”
bendi değişikliği, öğretim üyelerinin
bilimsel açıklamalar dışında, yetki
verilmeden görüş bildirmelerinin
kınama cezası sebebi olması
tartışmalara yol açmış ve halen
günümüzde akademide ifade
özgürlüğünün kısıtlandığının bir
örneği olmuştur. Bu ve bunun gibi
kısıtlamaların yanı sıra, daha az
oranda da olsa akademik özgürlüğü
genişletici çalışmalar yapılmıştır.
Bunlardan en yakın zamanda
olanı 6 Kasım 2013 tarihinde YÖK
Başkanı Prof. Dr. Gökhan Çetinsaya
tarafından yayımlanan Akademik
Özgürlük Bildirisidir. 9 maddelik
bu bildiride akademideki antidemokratik uygulamaların altı
çizilmiş, Türkiye’deki akademinin
nasıl bir akademik özgürlüğe sahip
olması gerektiğinin açıklaması
yapılmıştır. Hem öğrencilerin hem
de öğretim üyelerinin haklarını
ve ifade, araştırma, öğrenme ve
C
M
Kaş’a gidip
dönememek,
dönerken servis
bulamamak var.
Y
CM
MY
CY
öğretme özgürlüklerinin önemini
vurgulayan bu bildirinin dünyada
kabul gören akademik özgürlük
ilkelerini temel alarak hazırlandığı
göze çarpmaktadır.
Akademik özgürlüğün tüm
boyutlarını kapsayacak şekilde
Türkiye için politika önerileriz
nelerdir?
Raporumuzun en önemli
sonuçlarından bir tanesi maalesef
bugün hâlen daha Türkiye
yükseköğretiminin dünyada
kabul gören akademik özgürlük
standartlarını yakalayamadığı
gerçeğidir. Akademik özgürlük
sadece yasalarla değil
uygulamalarla, akademik özgürlük
kültürünün içselleştirilmesi ile
akademiye yerleşecek bir olgudur.
Bu anlamda en öncelikli olarak tabii
ki 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu
akademik özgürlüğü genişletecek
şekilde yeniden yapılandırılmalı ve
bu, akademinin tüm paydaşlarını
karar alma süreçlerine katarak
gerçekleştirilmelidir. Raporumuzun
diğer bir politika önerisi de
akademide üniversite özerkliğine ve
diğer ilişkili konulara nazaran daha
az çalışılmış bir alan olan akademik
özgürlük konusu üzerine panellerin
yapılması, ampirik çalışmaların ve
bilimsel projelerin yürütülmesi
ve sonuçlarının geniş bir tabanla
paylaşılmasıdır. Bu çalışmalar hem
akademik özgürlüğün önündeki
engelleri belirleyecek hem de
onun önünü açmanın yollarını
tartışmaya açacaktır. Bir başka
öneri de, yasaların da ötesinde,
bir zihniyet ve kültür değişimi
yaratmak ve akademik özgürlüğün
yeşermesine müsait bir akademik
iklim oluşturmak için öğretim
üyeleri ve öğrencilerin akademik
özgürlüğü yeşerteceği ortamların
oluşturulmasına zemin hazırlanması
ve bu yönde çalışmalar yapılmasıdır.
CMY
K
PROF SFR
2222
[email protected]
Kampanya 1 Ekim 2014 tarihine kadar geçerlidir. Kampanya kapsamında Turkcell Profesyoneller Kulübü üyesi bireysel hatlı abonelerle, kurumsal hat
kullanıcılarına http://www.turkcell.com.tr/kulup-ve-programlar/profesyoneller-kulubu adresinde belirtilen gün ve saatlerde Dalaman Havalimanı-Kaş
arasında ücretsiz gidiş-dönüş transfer hizmeti sunulacaktır. Faydalanmak için aracın hareket saatinden en az 6 saat önce Secure Drive çağrı merkezinin
(0850 251 0806) aranarak rezervasyon yaptırılması gereklidir. Rezervasyon kaydı sırasında Profesyoneller kulübüne üye olunan telefon numarası alınır
ve kişi başı 5 TL’lik rezervasyon ücreti arayan kişinin kredi kartından tahsil edilir. Her üye kendisi dahil 2 kişilik rezervasyon yaptırabilir. Hizmet
kullanıldıktan sonra bu ücret aynı karta 2 iş günü içerisinde iade edilir. Faydalanmak için gerekli olan kulüp şifresi 2222’ye PROF SFR yazıp göndererek
alınır (kurumsal hat kullanıcıları 2222’ye ISTEKAZAN yazıp göndererek aldıkları İşteKazan şifresiyle kampanyadan faydalanabilirler). Şifre alma talebi 1
SMS / 0,4 TL olarak ücretlendirilir. Her üye kampanyadan aynı ay içinde en fazla iki defa faydalanabilir. Turkcell kampanya süresini değiştirme, kapsamını
sınırlama ve/veya genişletme hakkını saklı tutar. Kampanya şartlarının farklı uygulandığı durumlar ve tüm detaylı bilgi için: www.turkcell.com.tr
C
M
Y
CM
MY
CY
CMY
K
ArtInternatioNAl
İkinci Kez İstanbul’da
Duygu Cankılıç ‘11
B
48
İstanbul’un geçen
yılki en önemli sanat
etkinliklerinden biri kabul
edilen ArtInternational’ın
ikincisi bu sene 26-28
Eylül 2014 tarihlerinde
gerçekleşecek. Konuklarını
bir kez daha Haliç Kongre
Merkezi’nde karşılayacak
fuara bu yıl 24 ülkeden 80
seçkin galeri katılacak.
Türkiye’nin en prestijli
uluslararası çağdaş sanat
fuarı ArtInternational’ı daha
yakından tanımak amacıyla
fuarın yönetmenliğini
sürdüren Dyala Nusseibeh ve
sanat yönetmenliğini üstlenen
Stephane Ackermann ile
oldukça verimli bir sohbet
gerçekleştirdik.
ArtInternational’ın yönetmeni
Dyala Nusseibeh
Öncelikle geçen yılı konuşarak
başlayalım. Katılım sayısı,
satış rakamları oldukça
yüksekti. Bu ilgiyi neye
bağlıyorsunuz?
Başından beri İstanbul’da,
ArtInternational gibi yüksek
kalitede bir çağdaş sanat fuarı
için önemli bir istek vardı. Son
yıllarda İstanbul’un sanat ortamı
organik bir şekilde gelişiyor ve bu,
dışarıdaki sanat ortamının çok fazla
ilgisini çekiyor. Bu anlamda, tam
zamanında ve yerinde olduğumuzu
söyleyebilirim. Ayrıca, yurtdışından
gelen misafirlerimiz için de İstanbul
çok çekici bir buluşma noktası oldu;
özellikle Bienal’in gerçekleştiği,
galerilerin yeni sergilerini açtığı
ve çok sayıda önemli sanat
etkinliklerinin gerçekleştiği Eylül
ayında…
Koleksiyonerlerin ve sanat
tüccarlarının ilgisi nasıldı
peki?
Çok iyiydi. Büyük koleksiyonerlerin
çoğu fuardaydı ve yurtdışından,
özellikle Avrupa ve Ortadoğu’dan
güçlü bir koleksiyoner ve müzeci
kitlesi geldi.
Uluslararası alanda aktif olan sanat
koleksiyonerleri yeni ve heyecan
verici fırsatları keşfetmeyi seviyorlar.
Küreselleşmiş dünyamızda, Roma,
Paris, Londra gibi "kültür merkezi"
şehirlerinin etkisi ve egemenliğinin
azaldığını sıkça duyup okuyoruz.
İşte bu durum, İstanbul gibi kültür
dünyası yeterince keşfedilmemiş
şehirlere öne geçme fırsatını
sunuyor ve bence çok sayıda insan
bunun heyecan verici olduğunu
düşünüyor.
Geçen yıl, 60’dan fazla, bu
yıl da 80 galeri… Daha çok
galeri ve sanatçı olması yerine
kaliteyi sağlama çabası gibi
görünüyor bu sanki.
Belki de. Geçen yıl fuarı hazırlarken
önceliklerimizden biri, katılan
galerilerin ve artistik programın
kalitesinin yüksek olmasıydı. İlk
yılına rağmen yine de 60 iyi bir
Dyala Nusseibeh
rakamdı ve amaçladığımız gibi her
biri özenle seçilmiş galerilerdi. Bu
yıl ise hem fuarı büyütmek hem
de kaliteyi yüksekte tutabiliyor
olmaktan çok memnunuz.
Peki, galeri seçimleri neye göre
yapılıyor?
Genç bir fuar olduğumuz için, hem
yeni hem de yerleşik galerilere
açığız. Seçim Komitesi öncelikle,
galerinin tarihini, programını,
sergilediği sanatçılar ve katıldığı
fuarları inceleniyor. Ama en çok da,
ArtInternational’da neler sunacağına
ve fuarın konsept, hedef kalite ve
amaçlarına uygun olup olmadığına
bakıyoruz.
Bu yıl Uzakdoğulu galerileri de
görüyoruz programda.
Evet! Pearl Lam ve Edouard
Malingue, o bölgenin en iyi
galerilerden ikisi. 2011 yılında
Uzakdoğu’da bir galeri açtıktan
sonra, Lehmann Maupin de harika
sanatçılarla çalışmaya başladı.
Güney Kore’den Kukje Galeri ve
B
49
Henüz ikinci senede bunu
söylemek için çok erken olabilir
ama ArtInternational’ın Türkiye’deki
gerçek çağdaş sanat ortamı için
ciddi bir boşluğu doldurduğunu ve
onu en iyi temsil edecek platforma
dönüşeceğine inanıyoruz.
ArtInternational sanat yönetmeni Stéphane Ackermann
Bu yıl bizleri neler bekliyor?
Bu yıl dünyanın en heyecan verici
çağdaş sanat galerilerinden
80’ini İstanbul’da ağırlıyoruz.
Katılımcılarımız 24 farklı ülkeden
geliyor ve fuar böylece, San
Francisco’dan Hong Kong’a,
Helsinki’den Kudüs’e uzanan çok
geniş bir coğrafyayı kapsıyor.
Türkiye’den ise Galeri Manâ, NON, Pi
Artworks, PİLOT, Rampa, ArtSümer,
x-ist ve Galeri Zilberman gibi
B
50
hem Çin hem Fransa’dan gelen
Paris-Beijing Galeri de fuarda olacak.
Pace gibi Doğu Asya’da ya ofis ya
da galeri açmış büyük galerileri de,
Uzakdoğulu sanatçıların işlerine yer
veren galerileri de göreceğiz. Ama
burada şunu özellikle belirtmeliyim
ki, fuar olarak tek bir ülke veya
bölgeye odaklanmıyoruz. Tam
tersi, hangi ülke ya da bölgeden
olursa olsun seçkin galerilerin
fuarımızla her sene daha derin ve
özel bir ilişkisi olsun diye çalışıyoruz.
Sadece ikinci senemiz olmasına
rağmen, fuarın adında olduğu gibi
tam bir global fuar kimliğini ısrarla
sürdürebiliyoruz ve bununla çok
gurur duyuyorum.
ArtInternational’ın
Türkiye’deki sanat ortamında
nasıl bir rol üstlendiğini
düşünüyorsunuz?
Stéphane Ackermann
geçen yıl da katılmış galerilerin
yanı sıra Dirimart, Galeri Nev,
Rodeo ve Sanatorium gibi yeni
galerileri göreceğiz. Bu yıl da
Türkiye'den sanat profesyonelleri
ve yetenekli kuratörlerle çalışmaya
devam ediyoruz. Mesela Özge
Ersoy ve Merve Ünal, alternatif
sanat kurumları için özel bir
bölüm hazırlıyorlar. Yine geçen
yıl olduğu gibi, dünyada büyük
başarılar elde etmiş küratör
Başak Şenova, “Sahne’deki Video”
bölümünden sorumlu. Tansa
Mermerci Ekşioğlu ve Zeynep Öz
tarafından kurulan SPOT Projects
ile yapacağımız ortaklıktan da söz
etmeli ki, onların hazırlayacağı
“Konuşma Programı”nın fuara
çok büyük katkılar sağlayacağına,
ziyaretçilerimiz için de çok zihin açıcı
olacağına inanıyorum.
Artistik programı hazırlarken
kriterleriniz neler oldu?
B
52
Artistik Programı’nın temel
kriteri, ziyaretçilere çok zengin ve
kapsamlı bir etkinlik sunmanın yanı
sıra İstanbul’un çok farklı sanat
ortamlarından çıkma alternatif
sesler için bir sahne yaratabilmektir.
İşte bu amaçla, video ve konuşma
programları, kâr amacı gütmeyen
sanat gruplarını buluşturan
İnisiyatifler Bölümü gibi etkinliklerle
hareket ediyoruz. Hedefimiz,
ArtInternational’ın hem İstanbul’un
sanat ortamı için çok etkili bir olay
olması, hem de uluslararası sanat
dünyası için kaçırılmayacak bir
etkinliğe dönüşmesidir.
C
M
etkilenenlerin de çağdaş sanat
sahnesiyle ilgilenenler olduğunu
düşünüyorum.
İkinci senesi olmasına rağmen
yılın heyecanla beklenen
etkinliklerinden biri oldu
ArtInternational. Bunu sormak
için erken olabilir ama fuarın
katkılarını ve gelecekteki
yerini nasıl görüyorsunuz?
İstanbul’un güncel
sanat hayatını nasıl
değerlendirirsiniz? Özellikle
uluslararası alandaki
yükselişinin dikkat çekiciliğini
düşündüğümüzde yereldeki
üretimler yeterli ve görünür
olabiliyor mu sizce?
İstanbul, şu anda yapılan çağdaş
sanatın çekirdek kısmından daha
ötelere uzanabilen bir görüntü
sunuyor bize. Dolayısıyla, fikirler,
modeller ve vizyonlar arasında
gerçek bir çatışma noktası var; bu
da ülkenin içinden ve dışından
bireysel girişimleri ve kurumsal
ilgiyi kendine çekiyor. Bence biz en
önemli gelişmeleri henüz görmedik.
İstanbul’da çağdaş sanat pratiğinin
gelişmesinin önündeki imkânların
hali hazırda açık olduğuna
inanıyorum. Genel anlamda estetik
farkındalık kristalleşmekle birlikte
sürekli evrimleşiyor ve yeni yeni
sorgulamalara yöneliyor.
Pekiyi, güncel sanatçıların
Türkiye’den yeterince
beslendiğini düşünüyor
musunuz?
Elbette. Türkiye’de sosyal ve
politik hayatta yaşananlar sanatsal
sorgulama ve yaratıcılığa doğrudan
bağlanıyor. Burada bu kadar geniş
ve hakiki sanatçı topluluklarının var
olmasından dolayı çok şanslıyız;
mevcut politik olaylardan en çok
Tam da fuar bu kadar genç olduğu
için, yeni ve daha iyi bir şeyi görme
umudunu yaratıyor bence. Ama
bunun ötesinde, İstanbul sanat
ortamına yaptığı katkı çok değerli
kuşkusuz. ArtInternational bundan
sonra özellikle, İstanbul’daki sanat
piyasası için düzenleyici bir etken
olabilir, çünkü yerli ve uluslararası
piyasayı bir araya getirme ve
buluşturma konusunda ne kadar
başarılı olduğunu ilk yılında
kanıtladı. Galeri seçiminden şeffaf
uygulamalarına ve elbette dünyada
büyük başarılara imza atmış ekibiyle
gerçek ve daha doğal bir platform
olduğunu da göstermiş oldu. Bütün
bunlar ciddi bir güven yaratıyor
tabii.
Y
CM
MY
CY
CMY
K
B
53
B
55
Uzun Yıllara Dayanan Gönüllü Bir
Oluşumun Başarısı:
TÜRKİYE EĞİTİM GÖNÜLLÜLERİ VAKFI
Duygu Cankılıç ‘11
B
56
Türkiye Eğitim Gönüllüleri
Vakfı (TEGV), 2015 senesinde
ülkemizdeki faaliyetlerinin
20. yılını dolduruyor olacak.
Eğitim için vaktini, fikirsel
birikimini, gönüllülük esasına
dayanan fedakârlığını
ortaya koyan ve destekçi
sayısı on binlerle ifade
edilen TEGV’in değerini
bir kez daha teslim etmek
gerektiğini düşünüyoruz. TEGV
ülke içindeki çalışmalarını
sadece toplumsal faydaya
dönüştürmekle kalmıyor, uzun
yıllara dayanan tecrübeleri
ile birçok önemli eğitim
kurumunun da ilham kaynağı
haline geliyor. Bu anlamda
Harvard Üniversitesi’nde
“case study” olarak yer
almasını BÜMED olarak
çok önemsiyoruz. Seneler
içerisinde kurumsallaşmasına
rağmen, gönüllülük heyecanını
yitirmeyen bu kıymetli
kurumun 20 senelik yolcuğunu,
TEGV Yönetim Kurulu Başkanı,
aynı zamanda okulumuz
İşletme Bölümü yarı zamanlı
öğretim görevlilerinden Sayın
Oktay Özinci ‘73 ile konuşmak
üzere bir araya geldik.
Oktay Bey, TEGV 2015’te 20
yaşında bir kurum olacak.
Bu 20 yıllık birikimi TEGV’in
amacı ve kuruluşunu
dinleyerek başlamak isterim.
Türkiye Eğitim Gönüllüleri
Vakfı, Suna Kıraç'ın fikir anneliği
ile eğitimin yalnız devlete
bırakılmayacak kadar önemli bir
konu olduğuna inanan bir grup iş
insanı ve akademisyenin girişimi
ile "devlet tarafından verilen temel
eğitime destek olmak" amacıyla 23
Ocak 1995 tarihinde kuruluyor. Ve
geçen 19 yıl içersinde Türkiye'nin
eğitim alanındaki en yaygın sivil
toplum kuruluşu haline geliyor.
Türkiye’nin yarınlarında aydınlık
yüzler görmenin ön koşulunun,
bugün çocuklarımızı en iyi şekilde
eğitebilmek olduğuna inanıyoruz.
Amacımız ilköğretim çağındaki
çocuklarımızın Cumhuriyet'in
temel ilke ve değerlerine bağlı,
akılcı, sağduyulu, özgüven sahibi,
düşünen, sorgulayan, barışçı, farklı
düşünce ve inançlara saygılı, insan
ilişkilerinde cinsiyet, ırk, din, dil
farkı gözetmeyen bireyler olarak
yetişmesidir.
Özetle kişiliklerini ve yaşam
becerilerini geliştirmeyi amaçlıyoruz.
Bunun için ihtiyacın daha çok
olduğu bölgelere odaklanarak
okul içi ve dışı saatlerde çok yönlü
bir eğitim desteği almalarını ve
çağdaş eğitim olanaklarından
faydalanmalarını hedefliyoruz.
TEGV’in bu amaçları
doğrultusunda gerçekleştirdiği
etkinlikler hakkında bilgi
alabilir miyiz?
Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı,
Türkiye genelinde, 36 ilde 10
Eğitim Parkı, 43 Öğrenim Birimi, 24
Ateşböceği (gezici öğrenim birimi)
ve 3 İl Temsilciliği ile çocuklarımıza
eğitim desteği hizmetini sürdürüyor.
Kuruluşundan bu yana 2 milyona
yakın çocuğumuza verdiği eğitim
desteğini on binlerce gönüllüsü ile
gerçekleştiriyor.
Çocuk merkezli eğitim
yöntemlerinin kullanıldığı, çocuğun
katılımını esas alan, aktif öğrenme
yaklaşımının benimsendiği ve
çocukların eğlenerek öğrendiği
eğitim programları ile
“okul içi ve okul dışı saatlerde”
okullara giderek ya da kendi “çocuk
dostu” mekânlarımızda;
düşünme becerileri, okuma dinleme
beceri, hijyen, öz bakım, sanat,
Oktay Özinci
yurttaşlık, spor, trafik, sağlık ve
beslenme konularında eğitimler
veriyoruz.
benim de sürdürülebilirliğimi
artıracak” anlayışının yavaş da olsa
yer edinmesini sağlıyor.
Bahsettiğiniz tüm bu
etkinliklerin sağlıklı bir
şekilde gerçekleşmesi
zannediyorum yeterli
kaynakların doğru bir şekilde
kullanımı ile mümkün. TEGV
kaynaklarını nasıl temin
ediyor?
Türk insanı hayırseverdir,
yardımseverdir. Anadolu’nun
bağrında “imece” kültürü vardır.
Ayrıca geniş aile yapısı içerisinde
fertlere sahip çıkmak, fertleri
kollamak sosyal yapımızın önemli
bir bağıdır. Ancak bunlar genelde
birbirinden bağımsız yardımlar
olduğu için kendi yakın çevreleri
içinde kalmaktadır. İşte bu
noktadan sonrası için “ortak fayda
için ortak hareket” anlayışına,
yani kurumsallaşmaya gerek var.
Bu da katılımcı demokrasi ve sivil
toplum örgütlenmesi kavramlarının
gelişmesi ile doğrudan bağlantılı.
Dünyayla kıyaslandığında, son
derece zayıf kalan Türkiye’deki
düzenli bağış kültürü bu şekilde
gelişecektir.
TEGV kurumsal bağışlar ve bireysel
bağışlar sayesinde yaşamaktadır.
Bağışlar türü açısından şartlı ve
şartsız genel bağışlar, proje bağışları
ve işbirlikleri ile miras bağışları
olarak sınıflandırılabilir.
Kurumsal bağışlar, iş dünyasının
kurumsallaşması ile doğrudan
ilişkili olduğu için, aynı ölçüde
gelişiyor. Uluslararası şirketlerin
global politikaları sonucu Türkiye’ye
yansıyan kurumsal sorumluluk
anlayışının tetiklemesi ile,
Türkiye’nin dünyaya açılma çabaları
sonucu gelişen sosyal sorumluluk
bilinci kurum kültürlerinde “çevreme
ve çalışanlarıma yapacağım yatırım
Gönüllülük esasına dayalı
bir kurumun yönetim kurulu
başkanı olarak “kurumsal
sosyal sorumluluk ve aktif
katılımcı yurttaş” anlayışının
gelişmesi için gönüllü
kuruluşlar neler yapmalıdır?
Bağış kültürünün gelişmesi için
sadece iş dünyasına ve merkezi
ve yerel yönetimlere değil,
gönüllü kuruluşlara da çok iş
düşmektedir. Sivil toplum dünyası
kendini geliştirmek, yaptıkları ile
söylemlerini ispatlayarak topluma
kendilerini kabul ettirmelidir.
TEGV olarak başta gelen prensip ve
uygulamalarımızı şöyle sıralamak
istiyorum:
Şeffaflık, hesap verebilir olmak,
uzun vadeli tutarlılığı temin etmek
için kurumsallaşmak, ölçme
ve değerlendirme sistemleri
ile mükemmellik hedefine
odaklanmak, yenilikçi ve öncü
olmak, gerçekleştirilenleri topluma
anlatabilmek, böylece daha da
gelişebilmek için toplumdan
destek alabilmek. Burada özellikle
bireysel bağışları motive etmek ve
bu bağışlar sayesinde bırakılacak
anlamlı izleri anlatma ödevini çok
iyi yapmalıyız. Başta gelen varlıklı
aileler hayır faaliyetlerini kendi
B
57
vakıfları ile yürütmekteler. Ancak
birçok hayırseverin varlığını faydaya
çevirmek istediğini ama kendisi
yapamayacağı için karşısına ancak
güvenebileceği ve sonuç alabileceği
bir kuruluş çıkarsa destek olmaya
hazır olduğunu biliyoruz.
Hepimizin gurur duyduğu bir
gelişmeyi konuşarak devam
edelim. Harvard’da case study
olarak işlenecek TEGV modeli
hakkında neler söylemek
istersiniz?
B
58
TEGV olarak aktif öğrenme
ortamlarımızda ve gönüllülerimizin
desteğiyle çocuklarımıza çok yönlü
eğitim desteği sağlayan ve yaşam
becerilerini geliştirmeyi amaçlayan
eğitim programları oluşturuyor ve
uyguluyoruz.
TEGV modelimizle çocuklarımız ve
gönüllülerimiz üzerinde olumlu bir
eğitimsel ve sosyal etki bırakmayı
hedefliyoruz. Bu etkiyi de bilimsel
ölçme-değerlendirme yöntemlerini
kullanarak yapmaya çalışıyoruz.
Bu konuda gelişmiş bir teknik
altyapımız ve uzmanlığımız var.
Bu uzmanlığı Türkiye ve dünyadan
araştırma kuruluşları ile işbirliği
içinde Türkiye eğitim sistemine katkı
sağlayacak araştırmalar yaparak
da güçlendiriyoruz. Gönüllülük
araştırmaları, eğitimsel etki
araştırmaları ve eğitim sistemi etki
araştırmaları bunlardan birkaçı.
Yaklaşık 15 yıldır yürüttüğümüz bu
çalışmaların meyvesi sayılabilecek
güzel bir gelişme oldu ve dünyanın
en seçkin eğitim kurumlarından olan
Harvard Üniversitesi bünyesinde
lisans üstü ve üst düzey yönetici
eğitimi veren Harvard Kennedy
School, TEGV’ in sürdürdüğü
ölçme-değerlendirme ve etki
araştırma çalışmalarını, sivil toplum
kuruluşlarının etki-performans
ölçümleme çalışmalarına yönelik
“dünya çapında bir başarı örneği”
kabul ederek öğretim programına
dâhil etti. Başka bir deyişle TEGV,
Harvard’ın müfredatına girdi.
TEGV Vaka çalışması, “Strategic
Management for Leaders of NGO’s”
(Kar Amacı Gütmeyen Kuruluşların
Liderleri için Stratejik Yönetim)
programı kapsamında Mayıs
2014 itibariyle Harvard Kennedy
School’da okutulmaya başlandı. Aynı
çalışmanın ayrıca Harvard Business
School’ un programlarında da
okutulmasına karar verildi.
Sizce, 20 yıl kadar önce
kurulan TEGV’e hâlâ ihtiyaç
var mı?
Türkiye kurulduğumuzdan bu güne
çok yol kat etti. Devlet eğitime çok
önem veriyor. Bütçeden en çok payı
birkaç yıldır eğitim ve sağlık alıyor!
Ancak eğitimde fırsat eşitliği yok, en
başarısız sonuçlar alınan konu bu!
2005 yılında İlköğretim Programı
(Müfredat) tamamen yenilendi.
Ezberci yaklaşımın yerine yaparak ve
katılarak öğrenme anlayışı getirildi.
Üzerine düzeltme ve yenilemeler
de yapılıyor ama yeni düzenin tam
olarak çalışmaya başlaması daha
mümkün değil. Çünkü yazboz
tahtası gibi oldu, her yıl farklı bir
uygulama var, 12 yılda dört ayrı
bakan değişti. Ayrıca, öğretmenlerin
eğitimi, eğitim kültürünün
değişmesi gibi önemli konular
zaman ve zahmet gerektiriyor.
İstatistikler ve ölçümler gidilecek
yolun daha çok uzun olduğunu
gösteriyor.
Türkiye’deki eğitimin yetersizliği ve
kalite düşüklüğü ülkenin ekonomik
kalkınma ve küresel rekabet
mücadelesine ayak bağı olmaya
devam etmektedir. Ekonomik boyut
söz konusu olduğunda, Türkiye artık
dünyanın ilk 20’si içinde yer alıyor.
Ancak, Cumhuriyetimizin 100. yılı
için hedeflediğimiz bölgenin ve
dünyanın örnek ülkesi olma konumu
için olmazsa olmaz başka özellikler
de gerekli. Ekonomisi, sosyal adaleti,
açık toplumu ve değerleri ile bir
bütünlük zorunlu.
Eğitim seviyesi yeterliyse bu altyapı
daha kolay ve çabuk oluşuyor.
Eğitim seviyesi yetersizse daha zor
uzun ve ağır süreç gerekiyor. Öyle
olunca da örnek bir ülke olamazsınız
ancak başkalarını örnek almak
zorunda kalırsınız. Dört ayrı bilgi
vereyim: Birleşmiş Milletler Kalkınma
Programı’nın (UNDP) her yıl düzenli
bir şekilde hazırladığı İnsani Gelişme
Endeksi’nin 2013 raporuna göre
Türkiye, yükselme trendine rağmen
toplam 187 ülke arasında 69’uncu
sıradadır. Bu endeks ekonomik
göstergelere sağlık, eğitim, yaşam
standardı gibi başlıkları da dâhil
ederek insan odaklı gelişmişliği
sıralamaktadır.
Başka bir bilgi: Dünya Ekonomik
Forumu’nun küresel rekabetçilik
endeksi sıralamasında Türkiye
genel ortalamada 125 ülke
Liv Hospital
Rejeneratif Tıp,
Kök Hücre Üretim ve
Uygulama Merkezi
B
59
Meme cerrahisi sonrası yenilenme
Yüz gençleştirme ve anti-aging
Kapanmayan yaraların tedavisi
Yüzde akne tedavisi
Kıkırdak sorunlarının giderilmesi
Yanık tedavisi
Türkiye’deki ilk hastane içi GMP standartlarında
Rejeneratif Tıp, Kök Hücre Üretim ve Uygulama Merkezi
facebook.com/Livhospital | twitter.com/Livhospital
livhospital.com.tr
0850 222 2 548
artıracak şekilde destek olarak,
örnekler yaratarak ve eksikleri
tamamlayarak sorumluluğu
paylaşmaları gerekmektedir.
Bu sonuçlar ile hem üzülüyoruz hem
de TEGV’in ne kadar doğru bir görev
üstlendiğini bir kere daha görerek
daha da kamçılanıyoruz.
Son olarak BÜMED üyelerine
bir mesajınız var mıdır?
B
60
içerisinde kademeli olarak 43. sıraya
yükselmişken not ortalamasını 82.
sırada bulunan genel eğitim puanı
aşağıya çekmektedir. Matematik ve
fen eğitiminde ise 100. sıradayız.
(WEF, Global Competitiveness Index,
2012-2013)
Bir de şunu hatırlayalım: OECD’nin
her üç yılda bir yapılan 65 ülkedeki
15 yaşındaki çocuklara uygulanan
PISA sınavında ise Türkiye bir
miktar iyileşme sergilemesine
rağmen sıralamada en altlarda yer
almaktadır. Çocuklarımızın
% 25'inin okuduğunu anlayamaması
ve % 42'sinin basit matematiksel
problemleri çözememesi
düşündürücüdür.
2014 YGS sınavı sonuçları nisan
ayında yayınlandı. Daha önceki
yıllara göre maalesef bir iyileşme
yok. Ortaya çıkan tablo yine
başarısız ve üzücü rakamlar ile
dolu. Özetle, Türkçe bölümünde 40
soruda 19 doğru, sosyal bilimlerde
40 soruda 11 doğru, matematikte 40
soruda 6 doğru, fen bilimlerinde ise
40 soruda 3,5 doğru!
Peki, biz yeteneksiz miyiz? Başka
ülkelerin çocukları akıllı da bizim
çocuklar akılsız mı, yeteneksiz mi?
Hiç alakası yok, tabii ki hayır! Ancak
ciddi toplumsal eşitsizlik var, detay
analizler açıkça gösteriyor!
İşte, burada TEGV gibi gönüllü
kuruluşların desteğine ihtiyaç
duyuluyor. Bu farkı kapatmak
için sadece devlete yaslanarak
bekleyecek lüksümüz yok! Gönüllü
kuruluşların, özel sektörün ve
vatandaşların, hayati önem taşıyan
bu alanda devletin verimliliğini
Kurumsal ve kişisel katkıları
ile TEGV’i destekleyen birçok
eski Boğaziçili var. Onlara TEGV
çocuklarının sevgilerini ve minnet
duygularını aktarıyorum.
Diğer mezunlarımıza da katkı
çağrısı yapıyorum. Birkaç ay
sonra 20. yılımızı kutlayacağız.
Bir çocuk gelişirse Türkiye’de
gelişecektir. Kendi çocuklarımız
için her türlü fedakârlığı yapıyoruz.
Ancak gelişmemiş bir toplumda
çocuklarımızın mutlu olabilmeleri
çok zor!
Katkıda bulunmanın çok değişik
şekilleri olabilir. Kişisel bağış
yapabilirler, kurumlarının ürün ve
hizmetleri ile ayni bağış yapabilirler,
gönüllü olarak bilgi ve birikimlerini
sunabilirler.
ÜÇ BOYUTLU YAZICI TEKNOLOJİSİNİN
TÜRKİYE TEMSİLCİSİ
Yasemin Dut ‘10
"Ülkemizin gelişip
ilerlemesinde Boğaziçi’nin rolü
çok büyüktür," diyen Protosis
Pazarlama Müdürü ve 5., 6.,
ve 8. Dönem BÜMED Yönetim
Kurulu'nda görev yapmış
üyelerimizden Sayın Recep
Altay '78 ile iş deneyimleri, yeni
girişimleri ve Boğaziçili olmak
üzerine gerçekleştirdiğimiz
röportajımızı sizlerle
paylaşıyoruz.
Sizi kısaca tanıyabilir miyiz?
B
62
İstanbul’da doğup, büyüdüm.
Ancak, köken ve nüfus kaydı olarak
Sürmene/Trabzonluyum. 1965-73
dönemi Darüşşafakalıyım. Kişiliğimin
oluşmasında çok önemli yeri olan
lisem Darüşşafaka ve üniversitem
Boğaziçi’ne çok şey borçluyum.
Sosyal sorumluluk bilinciyle, bu
iki değerli kurumun bünyesindeki
halen üyesi olmaktan gurur
duyduğum, Darüşşafaka Cemiyeti,
Darüşşafakalılar Derneği,
Darüşşafaka Spor Kulübü, BÜMED,
Boğaziçi Mezunlar Cemiyeti,
BÜVAK'ta (Mütevelli Heyeti) uzun
yıllar hem komitelerde hem de
yönetim kurullarında görev aldım.
Bu iki kurumun yücelmesi için
elimden geleni yapmaya gayret
ettim ve sonuna kadar da devam
edeceğim.
1978’de İşletme Bölümü'nden mezun
olduktan sonra hemen iş hayatına
atıldım. Adını anmasam olmaz, Bali
Makine San. ve Tic A.Ş./ Perşembe
Pazarı’nda ilk pazarlama ve satış
deneyimlerimden sonra, seksenli
yılların başında bir arkadaşımla
birlikte, hazır giyim işine başladık.
Ancak, “İş başka, arkadaşlık başka,”
sözünün anlamını öğrenmem fazla
sürmedi; yeniden profesyonel hayata
döndüm.
1984-1989 arası, dış ticaret
deneyimlerimi borçlu olduğum, Ram
Dış Tic. A.Ş.'de COMECON (Doğu
Bloku) sorumlusu olarak görev
yaptım. Ayrıldıktan sonra, burada
genç kardeşlerimize örnek olsun diye
bir kopyasını sunduğum iş ilanıyla,
Hollanda’daki uluslararası büyük bir
şirketin Türkiye temsilciliğini alıp, bu
firma kanalı ile beş yıl kadar özellikle
Batı Afrika ülkelerine gıda ürünleri
ağırlıklı ihracat gerçekleştirdim. Daha
sonra bir yıl kadar, yurtdışına yönelik
turizm ve havayolu yöneticilik
tecrübem oldu. O da sona erince,
yeniden tekstil sektörüne döndüm.
Üç yıl sonra, temelde ortaklık
problemleri nedeniyle işi ortağıma
devredip ayrıldım. 2004-2009 yılları
arasında bu kez bir arkadaşımın
kurucu ortağı olduğu grup
şirketlerini temsilen Çin’de yerleşik
olarak Türkiye’ye yüksek kaliteli
kömür tedariği işini organize ettim.
Bu bana Çin’de, Çin ile iş yapmanın
yepyeni tecrübelerini kazandırdı.
Anlayacağınız sadece ülkemizi
değil, dünyayı oyun sahası olarak
görüp çok çeşitli iş alanlarında hep
geçmişten dersler çıkararak, pes
etmeden, inançla yeniden başlayarak
bugünlere geldik.
profesyonel hizmet verebilen sayılı
firmalardan birisidir.
Bildiğiniz gibi şu anda da değerli
kardeşim, Işık Can Yücel’le birlikte,
Protosis Teknoloji San. ve Tic. A.Ş.
firması olarak, üç boyutlu yazıcılar
alanında öncü, 3DSYSTEMS/ABD
firmasının Türkiye distribütörlüğünü
yapıyoruz.
3D printer teknolojisinin hayatı
kolaylaştıracağı, daha iyi ürünleri
daha verimli şekilde üreteceği
konusunda dünya genelinde yaygın
bir görüş var ve bunu sektörel bazda
sınıflandırmak istersek, dışarıda
bırakabileceğimiz pek bir alan
kalmayacaktır.
Anaokullarından, otomotiv
fabrikalarına uzanan çok geniş bir
perspektiften talepler almaktayız.
Medikal, mimari ve endüstriyel
tasarım alanında faaliyet gösteren
çok sayıda müşterimiz var. Farklı
kullanıcı tipleri için farklı malzemeler
işleyebilen 50’den fazla modelimiz
Teknolojinin hızlı ilerleyişi
içerisinde Protosis Teknoloji'nin
Türkiye'deki konumundan
bahseder misiniz?
Recep Altay
Protosis Teknoloji, ülkemizde son
dönemde popülerlik kazanan
3D baskı teknolojisi alanında
Dünya lideri 3D Systems firmasının
Türkiye distribütörü olarak, güncel
teknolojileri profesyonel satış sonrası
hizmet anlayışı ile müşterilerine
sunarak, bu benzersiz teknolojinin
ülkemiz genelinde yaygınlaşması
hedef ve vizyonu ile faaliyetlerine
devam etmektedir.
Protosis Teknoloji kurulduğu günden
bu yana, ülkemizin ürün geliştirme
konusunda çalışmalar yapan nitelikli
firmalarına ekipman ve prototip
desteği sunarak, sektörde tanınan
ve referans kabul edilen firmalardan
biri konumuna gelmiştir. Protosis
Teknoloji olarak ekip çalışmasına
çok önem veriyoruz. Çok iyi bir
ekibimiz var. Tüm kararlarımızı ve
uygulamalarımızı bir aile düzeni
içinde yürütüyoruz.
En çok hangi sektörlerden
talepler alıyorsunuz? Sizce
Türkiye'de sektörler/şirketler
böylesine üst düzey bir teknoloji
uygulamasına hazırlar mı?
Yaklaşımlara dair birkaç
anekdot aktarır mısınız?
B
63
YURTDIŞINDA EĞİTİM DÜŞLERİNİZİ
THE PRINCETON REVIEW
İLE GERÇEKLEŞTİRİN!
mevcut; bu da bize, daha çok insanın
ihtiyaçlarına cevap verebilme
özgürlüğü sunuyor.
Günümüzde artık bir ürünü
kopyalayarak ticari başarı elde etmek
güçleşti. Ekonomik politikaları bu
model üzerine kurulan ülkeler bunu
bizden çok daha düşük maliyetler ile
daha doğru şekilde yapabilmekteler.
Bu durumda, ülkemiz için
başarının birinci önceliğinin özgün
ürün sunabilmekten, yani ürün
geliştirmekten geçtiğine inanıyoruz.
B
64
Bu konuda da, 3D yazıcılar, ürünlerin
henüz geliştirilme aşamasında,
neredeyse hiçbir imalat maliyeti
yüklenmeden fiili olarak test
edilebilmesine imkân verdikleri
için çok değerli üretim araçları
konumundalar.
B
65
Ülkemizde CAD (Computer Aided
Design) kullanıcılarının sayısındaki
artışa baktığımızda, teknolojik altyapı
olarak bir eksiğimiz olmadığını
görmekteyiz. Bu sebeple ülkemizin
bu teknolojiye her anlamda hazır
olduğunu düşünüyoruz.
Web sitemizin iletişim formunu
dolduran ve ulaştığımızda, yedi
yaşında olduğunu öğrendiğimiz
minik müşterimize bu teknoloji
ile ilgili bilgi verebilmek bizi
gülümseten anlardan birisiydi. Bu
teknoloji hayatımıza sandığımızdan
daha hızlı şekilde adapte olacak
gibi görünmekte. İlk günden
bu yana müşterilerimizin ilgisi
ve bu teknolojiyi verimlilikle
kullanabilmeleri de bu inancımızı
pekiştirmektedir. Özellikle hem
devlet hem de vakıf üniversitelerinde
büyük ilgi görüyoruz. Umarız
en yakın zamanda, Boğaziçi’nin
de mühendislik bölümlerinde
cihazlarımızın hem hocalarımızın
hem öğrencilerimizin kullanımına
sunulduğunu görme kıvancını hep
birlikte yaşarız.
Boğaziçili olmanızın
yaşamınıza ve kariyerinize
etkileri neler oldu?
Başta da söylediğim gibi, hayatıma
yön veren en önemli kurumlardan
biridir Boğaziçi. Ben yatılı okudum.
Çok değerli arkadaşlıklar edinmenin
yanı sıra, çeşitli sosyal etkinlikler
içinde şekillendik burada. Okul
futbol takımının kaptanlığını yapmış
olmanın gururu ve onurunu yaşadım,
mesela. Kurallar içinde, yoldaşınıza
inancı ve güveni, rakibinize saygıyı,
kendinize hakim olmayı, yenilgide
asla pes etmemeyi, başarıda
mütevazı olmayı, tüm bunların
da ancak fizik ve ruh sağlığı ile
başarılabileceği gerçeğini ön plana
çıkaran, keyifli, eğlenceli aktiviteleri
içeren Sportmenler Birliği’nin (SB)
son üç üyesinden biriyim. Son
diyorum çünkü maalesef bizden
sonra kapandı, yazık.
Dünya vatandaşı olup, özgüvenle
girişim ve uygulama yollarını
araştırıp bulmayı, hep dostça
ve arkadaş tavırlı olmayı değerli
hocalarımızdan öğrendik. Kendilerini
her vesile ile şükranla anıyorum.
Ülkemizin gelişip ilerlemesinde
Boğaziçi’nin rolü çok büyüktür.
Mezunlar olarak üniversitemize daha
fazla sahip çıkmalıyız. Kuruluşundan
bu yana bu sorumluluğu yıllarca
bir bayrak yarışı içinde sahiplenip
faaliyetler yürüten BÜMED’in tüm
Başkan ve Yönetim Kurulu Üyeleri'ne
ve BÜMED çalışanlarına teşekkürü bir
borç bilirim.
HAYATINIZIN EN ÖNEMLİ KARARLARINDAN
BİRİNİ VERMEDEN ÖNCE
DANIŞMANLIK VE SINAV DESTEĞİ İÇİN
THE PRINCETON REVIEW’A DANIŞIN.
İLETİŞİM:
Yeni Sülün Sokak No: 28
Levent, İstanbul
+90 (212) 3244747
www.tprturkey.com
AKLIN İZİNİ SÜREN İKİ OKULUN ARDINDAN
Yasemin Dut ‘10
"Darüşşafaka’da okumasaydım
Boğaziçi’ni kazanamazdım.
Boğaziçi’nde okumasaydım mutsuz
olurdum, Darüşşafaka’da aldığım
eğitim eksik kalırdı. Kendimi
şanslı addediyorum bu iki güzide
kurumda okumaktan dolayı," diyor
Darüşşafaka Yönetim Kurulu Üyesi
Sertaç Ökten '83. Her iki okulun
da kendisine kattıklarını bizlerle
paylaşan Sertaç Hanım ile çok keyifli
bir röportaj gerçekleştirdik.
Sizi tanıyarak başlayabilir miyiz?
B
66
Sertaç Ökten
1960 doğumluyum. Darüşşafaka’ya
1971 yılında girdim. O sene ilk
defa kız öğrenci alınıyordu.
Öğretmenim anneme “Darüşşafaka
kızları da alacak. Kızınız çok
çalışkan, siz de başvurun,”
demişti. Bir çok sınava girdim.
Galatasaray Lisesi, öğretmen
okulu, Darüşşafaka… Galatasaray
Lisesi’ni de kazanmıştım; ama
annem Darüşşafaka’da kendim gibi
çocuklarla daha rahat edeceğimi
düşündü ve Darüşşafaka’ya
yazdırdı beni. Çok önemli bir dönüm
noktasıydı hayatımda. Her zaman
iyi bir öğrenci olduğum için, iyi bir
eğitim alırdım; ama bu kadar iyisini
kesinlikle alamazdım. Çünkü 1955
yılında İngilizce eğitime geçmişti.
Yani Robert Kolej hangi eğitimi
veriyorsa, Üsküdar Amerikan
hangi eğitimi veriyorsa bize de
Darüşşafaka’da onu verdiler. Ben
Shakespeare’i 14 yaşımda Macbeth
okuyarak tanıdım. Çok değerli
İngiliz ve Amerikan edebiyatçılarını
Darüşşafaka sayesinde tanıdım.
Dolayısıyla, bu kadar evrensel
bir eğitim alınca da, insan bunu
devam ettirmek istiyor. Boğaziçi,
daha yeni Boğaziçi Üniversitesi
olmuştu; parasız, çok iyi bir
üniversiteydi. Hayalim eğitimimi
İngilizce devam ettirmek ve daha
da evrensel, daha da özgürlükçü
bir yerde sürdürmekti. O yıllar
Türkiye çok karışıktı. Sekiz senelik
Darüşşafaka eğiminden sonra
1979’da Boğaziçi’ne girdim.
Boğaziçi bir vahaydı, Türkiye’nin
o karışık yıllarında. Hem her
şeyin tartışıldığı; ama kırıp
dökmenin, öldürmenin olmadığı,
çok medeni, çok özgürlükçü bir
okuldu. Hocalarımız çok liberaldi
burada. Ben bir makaleden A
aldım, öğretmen yanına şöyle not
yazmıştı: “Görüşlerinin hiçbirine
katılmıyorum; ama o kadar derli
toplu ve iyi savunmuşsun ki başka
not veremedim.” Bunu başka bir
üniversitede yapmazlar. Müthiş bir
keyifle okudum. O da, ikinci dönüm
noktasıdır hayatımın. Ne enteresan
ki ikisi de 1863’te kurulmuş. İkisi de
150. yılını geçen sene tamamladı.
Hayatta hiçbir şey rastlantı değil.
Ben rastlantılarda da bir devamlılık,
bir düzen görürüm genellikle.
Burada da bir düzen var.
1863 yılında Abdülaziz cebinden
çıkarıp, kendi özel servetinden,
Fatih’teki arsayı almak üzere para
vermeseydi, o kadar güzel ve büyük
bir okul kurulamasaydı, belki bu
kadar sürekliliği olmayacaktı,
diye düşünüyorum. Boğaziçi’nde
Sosyoloji Bölümü’nde okuduktan
sonra yüksek lisansımı tamamladım
yine Boğaziçi’nde. Daha sonra
Amerika’da, University of
Michigan’da doktora programına
gittim, ara vermek zorunda kaldım
ailevi nedenlerle. Türkiye’ye
döndüm; ama yüksek lisansımı
tamamladım University of
Michigan’da. Doktora programında
–çok ağır bir program- burada
okuduklarımın gücü sayesinde
orada hiç ezilmedim. Tam
tersine hepsine müthiş fark
katıyordum. 4.00 üzerinden
4.00’la tamamlıyordum derslerimi.
Hakikaten buradaki eğitimin
kalitesi hem içeriği hem evrenselliği
hem okulun güzelliği, doğası,
öğrenci kalitesi, öğretmen kalitesi
o kadar üst düzeydeydi ki oradaki
değişimden etkilenmedim. Orada
olmak iyiydi; ama burada da olmak
çok iyi demiştim. Anlamadılar tabii,
burada yaşamaları gerekiyordu.
Ondan sonra iş hayatına girmeye
karar verdim. Boğaziçi’nde aldığım
o, olağanüstü eğitim sayesinde
B
67
orada da çok büyük keyifle yıllarca
yurtiçi satışın başında çalıştım. En
son tüm ihracat artı yurtiçi dâhil
pazarlama direktörlüğünü de ben
yürütüyordum. Ancak hayatta başka
şeyler de var. İşe çok kaptırmamam
gerektiğini anlayıp, bütün o güç
ve iktidara rağmen kendime dur
deyip, başka bir alana hayatımı
kaydırabildim. Aldığım üçüncü karar
da budur, önemli dönüm noktası.
Çünkü başka güzel hayatlar da var.
İş hayatı çok güzel; kesinlikle insan
kendi hayatını kurmalı, parasını
kazanmalı; ama fırsatınız varsa,
başka güzel şeyler de yapabilirsiniz.
Şu anda o yüzden, o iş birikimiyle
aynısını bugün Darüşşafaka
Cemiyeti’nde kullanıyorum.
Satış yönetim ve pazarlamada
öğrendiğim tecrübelerimle
arkadaşlarıma destek oluyorum.
Çünkü Darüşşafaka bağışla yürüyen
bir kurum. Bağış demek, iyi ilişkiler
kurmak, kendini tanıtmak, insanlara
doğru mesajları vermek, markayı ve
itibarınızı doğru yönetmek demek.
Arkadaşlarımla beraber bağış
ve iletişimde bunları yapıyoruz.
Bu anlamda çalışmaya devam
ediyorum keyifle. Bunun için de
mutluyum.
B
68
işletme okumamama rağmen
işletme okuyanlarla aynı işi yaptım.
Uzun yıllar Paşabahçe Şişe Cam’da
satış yöneticiliği ve pazarlama
yöneticiliği yaptım. Daha sonra
da kendi isteğimle emekli olup
Darüşşafaka’ya ve Türkiye’ye
hizmet etmek üzere Darüşşafaka’da
çalışmaya başladım. Çok keyifli
bir şekilde, yönetim kurulunda
arkadaşlarımla çalışıyorum. Hem
gönül borcumu ödüyorum hem de
elimden geldiğince başka yoksul
ama zeki çocukların hayatlarının
değişmesine katkıda bulunuyorum.
Çünkü bizim sloganımız eğitimde
fırsat eşitliği. İkinci sloganımız
da, eğitimle değişen yaşamlar.
Hakikaten eğitimin insan hayatını
nasıl değiştirdiğinin bizler birebir
örnekleriyiz. İyi bir eğitim, bir
insanın iyi bir insan olmasında,
gelişmiş, eğitimli, donanımlı,
yönetici insan olmasında çok
etkili. Darüşşafaka ve Boğaziçi
bu bütünlüğü sağladı. Birbirini
tamamlayan, sürekliliği olan
geniş bir olanak sağladı bana.
Darüşşafaka’da okumasaydım
Boğaziçi’ni kazanamazdım.
Boğaziçi’nde okumasaydım mutsuz
olurdum, Darüşşafaka’da aldığım
eğitim eksik kalırdı. Kendimi şanslı
addediyorum bu iki güzide kurumda
okumaktan dolayı.
İş yaşamınıza Paşabahçe’de
başladınız. Sanırım hiçbir değişiklik
de olmadı.
Hayır, o zamanlar insanlar
o kadar iş değiştirmezlerdi.
Darüşşafaka’da ve Boğaziçi
Üniversitesi’nde olduğu gibi,
Darüşşafaka’dan bahsedecek
olursak şu an sanırım belli
dönemlerde kayıtlarınız oluyor,
sınavlarınız oluyor.
Şu an 945 öğrencimiz var. Bunların
% 43’ü kız. Kızları eşitlemeye
çalışıyoruz. Eskiden daha çok,
benim zamanlarımda, İstanbul
ve çevre illerden çocuk alırdık.
Çünkü onlar ancak duyabilirlerdi,
o zamanın iletişim imkânlarıyla;
ama şimdi bunu çok geliştirdik.
Türkiye çapında 26 ilde bu sene
tanıtım yapıyoruz. Annesi veya
babası olmayan Türkiye’de yaklaşık
14.000 çocuk var bu sene. Bunu
Milli Eğitim Bakanlığı’nın veri
tabanından öğreniyoruz. Bu 14.000
çocuğun tamamının adına mektup
yolluyoruz. Bununla yetinmeyip
daha sonra 26 ilde tanıtım yapıyoruz
Sınava girdim. Sınavda iyi bir puan
aldığım için girdim. Şu anda öyle bir
şey yok. Annesi veya babası vefat
etmiş çocukları alıyoruz. Yani, özüne
döndü.
Mezun olduktan sonra da çocuklar
hep takibinizde değil mi?
annelere babalara. Hem biz
mezunlar olarak gidiyoruz hem de
öğretmenlerimiz gidiyor. Sonra da
20 ilde sınav yapıyoruz 1 Haziran’da.
Her sene yaklaşık 120 çocuk
alıyoruz. Ama tabii yetmiyor, 14.000
çocuktan 120 çocuk. İnşallah bir
okul daha açacağız İzmir’de. İzmir’in
ortamı ve öğretmen kalitesi bu
bakımdan bize yardımcı olacak.
Mezun olan ilk kız öğrencilerden biri
olmak nasıl bir his? Hikâyelerinizden
biraz bahsetmenizi rica edebilir
miyim?
Darüşşafaka aynen ordu gibi astüst ilişkilerinin olduğu, ağabeylik
sisteminin olduğu bir okul. Küçücük
çocukken girip, kocaman delikanlı
olarak çıkıyorsunuz. Ve okula birden
bire 11 yaşında kızlar geliyor. Tabii
bizi 100 yıllık bir erkek okuluna
gönderme cesaretini gösterdikleri
için, annelerimize babalarımıza,
sağ olanlara şükretmek lazım.
Onlar da muhteşem bir fedakârlıkta
bulunuyorlar. Çocuklarından
kopma riskini göze alıp, hayatları
kurtulsun diye onları bilmedikleri
koca bir kuruma gönderiyorlar.
Kızlar geldikten sonra okuldaki tüm
disiplin ve askeri düzen bozuldu.
Ondan sonra iki sene içinde kızlar
büyüdü serpildi. Kızlar büyüyünce
ağabeylerle özel durumlar olmaya
başladı. Bizim oğlanlar kıskandılar;
ama iki sene sonra onlar da büyüdü.
Alttan gelen kızlar onları çok
beğenmeye başladı. Tabii çok güzel,
insana dair olan her şey gibi aşk ve
sevgi ilişkileri de yaşandı. Birçok
arkadaşımız evlendi daha sonra.
Bizim adımız hâlâ ilk kızlardır.
53 yaşında bile. O zaman annesi
babası sağ olup, yoksul; ama zeki
çocukları da alıyorlardı. Benim
mesela hem annem hem babam
sağdı; ama yoksul bir çocuktum.
Evet, üniversite boyunca takip
ediyoruz. Mentorluk hizmeti
veriyoruz. Burs veriyoruz. Şimdi
mesela en büyük amacımız onları
yurtdışında okutmak. Çünkü
bizim çocuklarımız pek mütevazı,
pek içlerine kapanık. “Yahu gidin
yurtdışında okuyun, siz çok iyi
çocuklarsınız,” diye şimdi biz
onları yönlendiriyoruz. Mesela ben
Boğaziçi’nde öğrendim yurtdışında
okumamın mümkün olduğunu.
Özellikle o zamanlar Şerif Mardin
çok destekledi beni. Onun sayesinde,
burada gözüm açıldı benim. “Aaa
ben bunu yapabilirim,” dedim ve
sayesinde o koca okuldan tam
burs alıp gidebildim. Ama biz şimdi
çocuklara bunu daha lisedeyken
öğretmeye çalışıyoruz.
Darüşşafakalılık çok güçlü
bir duygudur. Biz DAÇKA’lılar
ilişkilerimizi hiç koparmayız.
Mesela bu akşam da bir grupla
B
69
B
70
beraberim. Biliyorsunuz, Siirt’te
çocuk gelin vakaları çok arttı. Biz
bu sene 25 ilde tanıtım yapacaktık,
okul tanıtımımızı. Özel olarak
DAÇKA’lı kızlar, ayrıca yönetim
kurulundan izin aldık, Siirt’e gittik.
Siirt’in bütün ilçelerinde, özellikle
Pervari, Kurtalan gibi çok geri
kalmış bölgelerinde “Bakın bir kız
çocuğunun hayatı okursa böyle
değişiyor,” deyip, anlatıp oralarda
daha fazla kız ve erkek çocukların
Darüşşafaka’ya gönderilmesini
sağlamaya çalıştık. Bu bizim özel bir
projemiz. Bu da bizim gönül borcu
ödememizin bir başka şekli.
Son olarak eklemek istediğiniz
noktalar var mı?
Rezidanslarımızdan bahsedebilirim,
çok önemli. Bağışçılarımız,
genellikle şehirli, kültürlü, varlıklı,
yaşlı, çocuksuz insanlar oluyorlar.
Darüşşafaka vasiyet bağışçılarına
hep sahip çıkmaya çalışıyor ve
bunun için de “Ben en iyisi lüks bir
bakımevi kurayım. Bu kadar değerli
insanlara orada destek olayım.
Ortada bırakmayayım; çünkü
bakacak yeri yok onların,” diye
düşünerek 1997’de rezidans sistemi
başlatmış; lüks, kaliteli, hem de
verdiğiniz paranın bağışa gittiğini
bildiğiniz bir sistem. Türkiye’de
bu da bir ilk, Darüşşafaka’ya özel.
İstanbul’da üç tane var rezidansımız:
Yakacık, Maltepe, Şenesenevler. Bir
de İzmir Urla’da var. Yaklaşık 500’e
yakın kapasitemiz var. 450’si şu an
dolu. Bağışçılarımız çok mutlular,
çok keyifle yaşıyorlar. Aynı zamanda
da çocuklarla ortak aktivitelere
katılıyorlar ve o verdikleri bağışın,
paranın nereye gittiğini de bizzat
çocuklardan görüyorlar. Belki
Boğaziçi’nin değerli mezunlarından
ileride bu rezidanslarda kalmak
isteyenler de olur.
Yaklaşık 13.000 bağışçımız
oldu 2013’te. Eskisi gibi sadece
zenginler değil, 1.000 lira aylığı
olan da ayda 5 lira ile katılıyor.
Yani önemli olan bu zaten. Şu
anda gördüğümüz, gençlerin
orta yaşlarında bir arayış içinde
olmaları, Türkiye için bir şeyler
yapmaya çalışmaları, bunun en iyi
eğitimle yapılacağının bilincinde
olarak en değerli, en güvenilir
kurum arayışında Darüşşafaka’yı
bulmaları. Ayrıca biz kendimizi
denetlettiriyoruz. Bir holding gibi,
bir firma gibi ve 10 üzerinden 8.64
gibi çok yüksek bir not aldık. Bu,
şeffaflığımızın, güvenilirliğimizin
de bir kanıtı. İnsanlar bize bağış
yaptığında, 5 lira ya da 5 milyon,
bu para çok iyi yönetiliyor ve
tamamen eğitime gidiyor. Bunun
kanıtı da var elimizde. Bu yüzden
çok gururluyum. Her ikisini birden
böyle, güvenilir bir kurumda gönül
borcunu ödeyebilmek herkese nasip
olmuyor. Çocuklarımızı bağışlarla
okutuyoruz. İnşallah Boğaziçi
gibi okullarda daha çok okurlar.
Benim zamanımda Boğaziçi daha
çok tercih ediliyordu. Şimdi eskisi
kadar çok tercih edilmiyor. Bu da
beni üzüyor. İnşallah gene artırırız,
karşılıklı tanıtımlar yaparak.
18 ILAN
SADECE NOSTALJİ DEĞİL YAŞAMSAL BİR
İHTİYAÇ
Yasemin Dut ‘10
Bu sene 45. yılını kutlayan
ve 253 yıllık bir firma olan
Faber Castell ile ortak olarak
pek çok marka adıyla hem
ulusal hem de uluslararası
pazarda kendini tanıtan Adel
Kalemcilik’in Pazarlama
Direktörü Ayşe Kırımlı ‘88
ile marka değerleri, gençlere
yönelik gerçekleştirdikleri
ve planladıkları projeleri
hakkında yaptığımız
röportajımızı sizlerle
paylaşıyoruz.
B
72
Sizi tanıyabilir miyiz?
1988’de Boğaziçi Üniversitesi
Sosyoloji Bölümü’nden mezun
oldum. Ardından uluslararası
işletmecilik yüksek lisansı yaptım.
Hemen arkasından da iş hayatına
başladım. İlk işim Shell Petroleum
Company’deydi. Akaryakıt
sektörünün ilk kadın satış elemanı
olarak göreve başladım. Görev
alanım akaryakıt istasyonları ve
madeni yağ bayileriydi. Shell, aslında
benim ikinci yüksek lisansım oldu
diyebilirim. Hem İstanbul’u daha iyi
tanımak, farklı kesimden insanları
tanımak -sosyoloji okuduğum
için olayın bir de bu boyutu ile de
ilgileniyordum- onun dışında iş
de çok enteresandı; her ülkeden
insan çalışıyordu o yıllarda Shell’de.
Malezya, Çin, Uzakdoğu, Hollanda,
İngiltere, Fransa… Çok farklı ülkeden
insanlar vardı. Beş yılım geçti Shell’de,
sonra satıştan pazarlamaya geçtim,
Türkiye’ye ilk taşıt tanıma sistemini
getiren ekibin başındaydım, çok
güzel bir tecrübeydi. Sonra Pirelli’ye
geçtim, o da bir İtalyan şirketi. Orada
pazarlamada göreve başladım.
Yaptığım çalışmalar planlama,
fiyatlandırma ve iş geliştirmeydi.
Pirelli’den sonra kısa bir kredi kartları
tecrübem var, üç dört yıl gibi Garanti
Ödeme Sistemleri'nde, Bonus
Card’ın, Shop and Miles’ın bütün
altyapı çalışmalarında yer aldım.
Ondan sonraki işim futbol bahis
oyunları; Türkiye’ye İddaa’yı getiren
ve pazarlayan ekibin başında ben
vardım; hem satış hem pazarlama
hem de kurumsal iletişimden sorumlu
genel müdür yardımcısı olarak
çalıştım orada. Sonrasında perakende
Şirketten biraz bahseder
misiniz?
Bu yıl 45. yılını kutluyoruz Adel
Kalemcilik’in; 45 yılda önce küçük
ölçekli bir şirket olarak başlamış,
sonra yavaş yavaş orta ölçekli bir
şirket olmuş. Anadolu Grubu’nun
bünyesinde başarılı bir yapı. 1995’te
dünya kırtasiye devi Faber Castell ile
ortak olmuş, şirketin
% 15.4 hissesi Faber Castell’e ait
şu anda; ama kurulduğundan beri
Faber Castell’in distribütörü olarak
çalışıyormuş. O zamanki markası
Faber Castell’in, Johann Faber; bu
marka Faber Castell’in “emerging
market” dediğimiz pazarlara sunduğu
bir markaymış. 1995’ten itibaren
Faber Castell markasıyla Türkiye’de
ve ortaklık yapısıyla varlar. Şu anda
Borsa İstanbul’da % 27.7 hissesi halka
açık işlem görüyor. Şirket bundan
sonra çok hızlı büyüme kaydediyor,
özellikle son beş yılda cirosunu iki
katına çıkartıyor. Halen de Türkiye
büyüme hızının diyebilirim ki size
dört beş kat üzerinde bir büyüme
ile ilerliyor. Birçok teknolojik ürün
eğitimde de hayatımıza girmesine
rağmen kalemin, defterin, kırtasiye
ürünlerinin yeri hâlâ vazgeçilmez.
Adel’e dâhil olan diğer markalar
hangileri?
Ayşe Kırımlı
sayfası, web sitesi var, tabletlerden
de oynanabilen oyunları söz
konusu. Bu markamız henüz daha
yeni büyüyor ve Adel’in alt markası
gibi konumlandırılıyor, Adeland
çocukların hayatındaki eğlence
kavramını sahiplenen bir marka.
Faber Castell yaratıcılığı sahipleniyor,
Adeland da eğlenceyi sahipleniyor.
Sadece kırtasiye ürünü üretmiyoruz
bu marka altında, hem oynayacakları
hem de boyayacakları ürünleri
üretiyoruz. Yani içinde puzzlelar,
oyuncaklar, karakterlerin oyuncakları,
masa oyunları var. Gelecekte bu
karakterlerin peluş oyuncakları, evleri
de olabilir… Çocuk kanallarında çizgi
filmleri oynuyor, gelecekte sinema
filmini yapmayı da düşünebiliriz.
sektörüne adım attım; çünkü merak
ediyordum perakendeyi. Praktiker bir
Alman şirketidir, orada hem yönetim
kurulu üyesi hem de pazarlama
direktörü olarak görev yaptım ve son
olarak da Adel Kalemcilik’teyim. Yani
25 yıllık iş hayatımda çok farklı işlerde
ama hep satış, pazarlama ve iletişim
alanlarında çalıştım. Şimdi de Adel
Kalemcilik’te hem pazarlama hem
de kurumsal iletişimden sorumlu
direktör olarak görev yapıyorum.
Bünyemizde şu anda dokuz marka
var; başta Faber Castell var, Faber
Castell’in bir Premium markası olan
Graf von Faber Castell var. Bu da
fiyatları yaklaşık 150 Euro ile 7.000
Euro arasında değişen Premium
kalemlerden ve aksesuarlardan
oluşuyor: Kol düğmeleri, cüzdanlar,
föyler, deri eşyalar gibi… Bunun
dışında yine Faber Castell’in sahip
olduğu Creativity For Kids, 3-8 yaş
grubuna yönelik bir “hobby and
craft” markasıdır. Bir de Eberhard
Faber adında “art and craft” olarak
konumlandırdığımız bir markası
daha var. Bunun dışında Adel
markamız var, kurumumuzun da
adını taşıyan, o da 45 yıllık bir marka;
orta fiyat seviyesinde ve geçen yıl
lanse ettiğimiz 3-9 yaş grubuna
yönelik yarı oyuncaklı ürünler de
barındıran Adeland markası. Ayrıca
alt fiyat seviyelerinde yer alan Atlas
ve Cordial markalarımız ve son olarak
portföyümüze katılan, bir zımba/
delgeç markası olan Japon MAX.
Adeland markamızdan biraz
bahsetmek isterim: Bu büyük
bir dünya aslında; çocuklara
sunduğumuz bir çizgi film serisi,
içinde çok güzel bir hikâyesi var,
karakterleri var, bunların maceraları
var. Çok renkli bir dünya, sosyal
medyada yer alıyor, Facebook
Teknoloji ile birlikte aslında
kalemden, kalemtraştan
tabletlere ya da sosyal medyada
uygulamalara geçiş var
sanırım.
Biz şirket olarak her yıl farklı pazar
araştırmaları yaptırıyoruz bağımsız
pazar araştırma şirketlerine. İki
yılda bir de düzenli olarak marka
bilinirliliğimiz ve kullanım oranımız
ile ilgili araştırma yapıyoruz. Bir
yıl marka algısı üzerine araştırma
yapıyoruz, bir de sürekli yaptığımız
kalitatif araştırmalar var. Yani "focus
grup" çalışmaları var; tüketicinin
kullanım alışkanlıklarını, beklentilerini
ölçtüğümüz veya yeni bir ürün
ve marka piyasaya süreceksek ön
tepkilerini ölçtüğümüz çalışmalardır
bunlar. Oralarda şunu görüyoruz:
Türkiye’de ebeveynler çok daha
bilinçli geçmişe göre, şimdi ağırlıklı
Y Kuşağı dediğimiz kitle ebeveyn
oluyor. Küçük yaşta çocukları olan
ebeveynler çok daha bilinçliler,
çocuklarını çok daha özgür
bırakıyorlar, onları bir birey olarak
görüyorlar, onların beklentilerini,
gelişimlerini çok yakından takip
ediyorlar. X Kuşağı veya daha önceki
B
73
“baby boomer” kuşağı o kadar
bilinçli olamadı belki, imkânı da
yoktu. İnternet tabii dünyamızı çok
değiştirdi; çok fazla yeniliğe açığız,
buradan yola çıkarak çocuklarını
böyle yakından gözlemledikleri
için onların gelişimlerine önem
veriyorlar. Bununla ilgili birçok
yayın okuyorlar ve pedagoglar,
psikologlar, bilim adamları hep şunu
savunuyor: İnsanoğlunun küçük
yaşta el becerilerinin, beyin-vücut
koordinasyonunun gelişmesi için
çizmeye, yazmaya ihtiyacı var. Aksi
halde el kaslarımız gelişmez hatta
parmaklarımız giderek kalınlaşır ve
ellerimiz bir süre sonra bu aktiviteleri
yapmazsak kullanılamaz hale de
gelebilir.
B
74
Yaratıcılık insanoğlunun mutlaka
sahip olup da kullanması gereken
bir özelliği, yoksa yok olur insanoğlu
yaratıcılığını kaybederse. Çizmek,
yazmak, boyamak da birinci derecede
yaratıcılığı destekleyen unsurlar. O
yüzden ne kadar tabletler, ne kadar
bilgisayarlar ve teknolojik cihazlar
hayatımızda var olsa da bu cihazlar
bahsettiğim bu motor kas gelişimini
sağlayamıyorlar. Bu nedenle annebabalar hep çocuklarına boyama
kitaplarıyla birlikte farklı boyama
ürünleri, değişik boyama aktiviteleri
yaptıran atölyelere götürmek,
oralarda çocuklarının neler yaptığını
görmek konusunda çok hevesliler.
Biz de bu tür çalışmaları çok
destekliyoruz.
Faber Castell 253 yıllık bir marka, bu
kadar uzun bir geçmişin tecrübesini
üzerinde taşıyor, bunu yaparken
de sürekli gözlemliyor yeni nesiller,
yeni dünyada ne gibi beklentilere
sahipler hep ona uygun ürünler
çıkartmaya çalışıyor. Faber- Castell’in
merkezi Almanya’da ve orada bir
Ar-Ge departmanı var sürekli bunları
araştıran. Biz de Adel Kalemcilik’te
başta pazarlama departmanı ve
laboratuvarlarımız olmak üzere
Ar-Ge çalışmaları yapıyoruz, tüketici
taleplerini Türkiye’de takip ediyoruz.
Zaten Almanya ile sürekli birlikte
çalışıyoruz. Faber-Castell’in 14
ülkede fabrikası, 23 ülkede satış
ofisi var ve dünyada yaklaşık 120
ülkede de satılan bir marka. Faber
Castell ile ortaklığımızın ne derece
kuvvetli olduğunu anlatmak için
bir örnek vereyim: 2011 yılında
Faber-Castell ile %50-50 ortaklıkla
Rusya’da Moskova’da ortak bir şirket
kurduk, adı Faber Castell-Anadolu.
Satış ve pazarlama şirketi. Rusya
biliyorsunuz çok büyük bir ülke, 140
milyon nüfusu var yaklaşık Türkiye’de
4-23 yaş grubu nüfus 25 milyon,
bu kitle bizim hedef kitlemiz, yani
anaokulundan üniversite son sınıfa
kadar diye düşünüyoruz. Hemen
hemen Rusya’da da 25 milyon kadar
genç nüfus var, toplam nüfusa oranı
daha düşük bize göre ama ciddi bir
potansiyel. O potansiyeli birlikte
değerlendiriyoruz, güzel bir çalışma
oldu. Başka hiçbir ortağı ile şimdiye
kadar böyle bir girişimde bulunmamış
Faber Castell.
Ürün güvenliği ya da sağlık
koşullarına yaklaşımınız nedir?
Bizim Adel Kalemcilik olarak da
Faber Castell olarak da olmazsa
olmaz ilkemiz ürün güvenliğidir.
Fabrikamızda bir laboratuvarımız var
uzmanlardan oluşan; ithal ettiğimiz,
burada ürettiğimiz veya tedarik
ettiğimiz her ürünün kalitesi ve
güvenliği düzenli olarak test edilir.
Çocuklara yönelik ürünler ürettiğimiz,
ithal ettiğimiz ve sattığımız için
bizim herkesten daha çok özen
göstermemiz gerekiyor. Ayrıca
dünyaca kabul edilmiş, uluslararası
standartlarda çalışan laboratuvarlar
da bizim partnerlerimiz. Bütün
ürünlerimiz ikinci kontrol için bir de
bu laboratuvarlara gidiyor. Oralarda
da kontrolden geçtikten sonra
üretime başlıyoruz. Eğer herhangi
bir şekilde ufacık da olsa bir soru
işareti oluşursa zihnimizde, kesinlikle
böyle bir ürünü ne üretiyoruz ne ithal
ediyoruz ne de satıyoruz. Türkiye’de
EN 71 kalite standartları geçerli,
bu standartlar Avrupa’da da kabul
edilen standartlar. Biz de şirket olarak
bunların hepsini karşılayan ürünler
üretiyoruz ve satıyoruz tüketiciye.
O konuda hiç taviz vermiyoruz.
Gümrük ve Tekel Bakanlığı’yla, Sağlık
Bakanlığı’yla da çok yakın çalışıyoruz
ve onların mutlaka olmazsa
olmaz dediği her tür gereği yerine
getiriyoruz.
Gerçekleşen ve planlanan
projelerinizden bahseder
misiniz?
Ürünlerimizin özünde hep
yaratıcılığı destekleyen unsurlar
var. Faber Castell’in marka değerleri
arasında “yaratıcılık ve inovasyon”
bulunuyor. Dolayısıyla çocuklarda
yaratıcılığı destekleyen ürünler
yapıyoruz, dönem dönem çeşitli
aktivitelerde çocuklarla bir araya
geliyoruz, İstanbul’daki bilinen
bütün müzelerin çocuk atölyelerinin
sponsoruyuz. İstanbul Oyuncak
Müzesi'nin kuruluşundan beri
sponsoruyuz, Rahmi Koç Müzesi
geçen yıl Çengelhan Ankara’da ikinci
müzesini açtı, İstanbul Modern,
Sabancı Müzesi, Pera Müzesi… Tabii
bunlar yeterli olmadı bizim için.
Öğretmenlere yönelik de çalışmalıyız
dedik ve 2012 yılından beri “Yaratıcı
Çocuk Yaratıcı Beyin” başlığı altında
seminerler organize etmeye başladık.
Şimdiye kadar 250’den fazla okuldan
katılan 800 öğretmene ulaştık.
Organizasyonu bu yıl İstanbul,
Ankara, İzmir ve Ordu’da yapacağız.
Ama bundan sonra Anadolu’ya daha
çok gitmek istiyoruz.
Çalışmalarımızda ağırlıklı olarak
(yüzde yetmiş) devlet okullarının
resim, sanat ve sınıf öğretmenlerini
yüzde otuz da özel okulların
öğretmenlerini davet etmeye
çalışıyoruz: Yaratıcılığın nasıl
tetikleneceğini konusunda uzman
akademisyenler anlatıyor. İkinci
fazda da bu anlatılanların pratikte
nasıl uygulanacağını gösteriyor;
eğitmenler, projeler hazırlıyor
öğretmenlere. Ayrıca bizim düzenli
olarak Anadolu’da zor durumda olan
köy ilkokullarına ürün desteğimiz
var; bize hemen hemen her gün
onlarca talep geliyor. Mümkün
olduğunca hepsini cevaplamaya
C
M
Y
CM
MY
CY
CMY
K
B O Ğ A Z İ Ç İ Ü N İ V E R S İ T E S İ YAY I N E V İ
B O Ğ A Z İ Ç İ Ü N İ V E R S İ T E S İ YAY I N E V İ
B
76
çalışıyoruz. Dönem dönem sivil
toplum kuruluşları ile yaptığımız
projeler var, bir ara UNICEF’in Stars
of İstanbul projesine bir yıldız alarak
destek olmuştuk. Bu yıl ise 45. yılımız
çerçevesinde bir özel ürün yarattık.
Bu, ürün aslında çok sembolik bir
ürün; üç tane mercanlı kurşun kalem
ve bir defterden oluşuyor. Ama
çok özel bir kutunun içinde ve çok
nostaljik. Bu seti belli noktalarda
satışa sunacağız, oradan elde edilen
geliri de UNICEF’e bağışlayacağız.
Gülben Ergen’in kurduğu Çocuklar
Gülsün Diye Derneği ile, ortak bir
çalışmamız var, biz onların resmi
ürün sponsoruyuz; bütün açtıkları
anaokullarındaki kırtasiye desteğini
biz sağlıyoruz.
Türkiye’de de gençlerin aslında
toplumda ne kadar önemli
yerleri olduğunu, gündemi nasıl
değiştirebileceklerini hep birlikte
gördük. Geleceği onlar yönetecekler
zaten ülkelerin gelecekleri onlara
bağlı diyerek gençlerle bir araya
gelmeliyiz, onları dinlemeliyiz
onların istediği ürünleri üretmeliyiz
dedik. Üniversitelerde bir çalışma
yaptık. Adına Tek Çizgide Hayallerim
Kampanyası dedik, tek çizgide
hayallerini çizmesini istedik
gençlerden. Sekiz üniversite dolaştık,
Türkiye genelinde 1.500’den fazla
öğrenciden çizim toplandı. Bu
çalışmayla Türkiye’nin ilk açık hava
sergisini yarattık; birçok markanın
reklam yaptığı otobüs duraklarını
veya duvarları bir hafta boyunca
üç büyük ilde, İstanbul Ankara
ve İzmir’de, sadece bu gençlerin
eserlerini sergilemek için kullandık.
Mimar Sinan Üniversitesi ile de
bir ortak çalışmamız oldu: Moda
Tasarım Bölümü ile bir araya geldik
ve ürünlerimiz için desen çalışmaları
yapmalarını istedik. Desen sınıfı bir
dönem boyunca bizi ders olarak
okudu ve süper çalışmalar yaptılar; 12
kişilik bir sınıftı, sekiz çalışmayı seçtik.
2014 yılında bu çalışmalardan oluşan
halka açık bir sergi düzenleyeceğiz.
2015 yılında da bu tasarımları, onların
yaptığını da duyurarak, ürünlerimizde
uygulayacak, üretecek ve Türkiye
genelinde satışa sunacağız.
Faber Castell’in de bir sanat akademisi
var kendi bünyesinde oluşturduğu,
Almanya’daki bazı üniversitelerden,
akademisyenlerden destek aldığı.
Önümüzdeki dönemlerde bu
akademi ile de bu çalışmalarımızı
ortak yapabiliriz veya burada başarılı
olan çocukları orada da kısa bir süre
misafir edebilir, oradaki etkinliklere
katılmalarını sağlayabiliriz, diye
düşünüyoruz.
Boğaziçi Üniversitesi
kapsamında planlarınız var mı?
Öğrencilerin kulüplerde yaptığı
etkinliklere şirket olarak katılmayı
veya markalarımızla destek olmayı
çok isterim; çünkü ben de öğrenci
iken İşletme Kulübü'nün yönetim
ekibindeydim ve son iki yılımda
çok faal çalıştım. Kulübün şu anda
kullandığı logonun tasarımını bizzat
benim başında olduğum ekip yaptı.
“Tea and Talk”ları ilk biz başlattık ekip
olarak. Onun için öğrenci kulüpleri
ile çalışmalar yapmak benim için çok
önemlidir.
Bağlı olduğumuz Anadolu Holding
bünyesinde bir de vakfımız
var: Anadolu Vakfı. Bu vakfın
oluşturduğu bir mentorluk programı
var öğrencilere yönelik; çünkü
bu vakıf burs veriyor üniversite
öğrencilerine. Bursiyerler arasında her
üniversiteden öğrenci var, Boğaziçi
Üniversitesi’nden de öğrenciler var.
Ben de bu mentorluk programı içinde
mentor olarak yer alıyorum, hatta
benim menteem de bir Boğaziçi
Üniversitesi öğrencisi. Gönül bağım
her zaman var üniversite ile. Hem biz
şirket olarak hem de ben Ayşe Kırımlı
olarak her zaman, her koşulda destek
olmak istiyorum üniversiteye.
Paleontoloji yeryüzündeki yaşamın tarihini
Paleontolojiiçin
yeryüzündeki
yaşamınsorulara
tarihini
anlayabilmek
fosilleri kullanarak
anlayabilmek
için
fosilleri
kullanarak
sorulara
yanıt
arar. Doğal
seçilim
evrimin
nedeni
olarak
yanıt
arar. Doğal
seçilim
evrimintarihin
nedeniakışı
olarak
ne kadar
önemlidir?
Evrimsel
ne
ne kadar
önemlidir?
tarihin akışı
ne
ölçüde
şansa
bağlıdır?Evrimsel
Evrim ilerlemeci
midir?
ölçüdegibi
şansa
Evrim ilerlemeci
midir?
Bizim
dil bağlıdır?
ve alet kullanan
zeki yaratıkların
Bizim
gibi dil vemıdır
alet kullanan
zeki yaratıkların
evrimi
kaçınılmaz
yoksa varlığımızı
tarihsel
evrimi kaçınılmaz
mıdır yoksa
varlığımızı
tarihsel
rastlantılara
mı borçluyuz?
Kitapta
görüşlerine
yer
rastlantılara
mı borçluyuz?
görüşlerine
yer
verilen paleontologlar
buKitapta
sorulardan
bazılarının
verilendair
paleontologlar
bu sorulardan
bazılarının
yanıtına
ipuçlarının fosil
kayıtlarında
yattığını
yanıtına düşünüyorlar.
dair ipuçlarının
fosil kayıtlarında
yattığını
Paleontoloji
ve Evrim,
felsefi
düşünüyorlar.
Paleontoloji
ve Evrim,
felsefi
düşüncelerin
paleontolojiyi
derinden
etkilediğini
düşüncelerin
paleontolojiyi
derinden etkilediğini
öne
sürüyor; evrime
dair paleobiyoloji
devriminin
öne
sürüyor;
evrime
paleobiyoloji
devriminin
ortaya
çıkardığı
bazıdair
büyük
fikirler ve sorular
için
ortaya
bazı büyük
fikirler
ve sorular
için
felsefiçıkardığı
eğilimi güçlü
bir rehber
olmayı
amaçlıyor.
felsefi eğilimi güçlü bir rehber olmayı amaçlıyor.
Son olarak eklemek istediğiniz
bir konu var mı?
Şunu eklemek isterim: Adel
Kalemcilik’in değerlerinin tam
merkezinde “iyilik” vardır. İyilik
bizim en önemli değerimiz;
çünkü ürettiğimiz, sattığımız
tüm ürünler hiç kimseye zararı
olmayan, çocukların hayatını
renklendiren, onları eğitimine
büyük destek olan, geleceğin
belki ressamlarının, dâhilerinin,
mühendislerinin yetişmesine neden
olan ürünler. O yüzden biz, bütün
yaptığımız çalışmalarda, sponsorluk
çalışmalarında, tasarladığımız ürünleri
üretirken hep o iyilik özümüzü
korumaya çalışıyoruz. Gence, çocuğa,
insana dokunduğumuz her şeyde,
hep içinde bir “iyilik” olmasına özen
gösteriyoruz.
iLETİŞİM
iLETİŞİM
Psikanaliz ile edebiyat arasında nasıl bir ilişki varPsikanaliz
ile edebiyat
nasıl
bir Peter
ilişki Brovardır?
Psikanalitik
eleştiriarasında
nasıl bir yol
izler?
dır?
eleştiri
bir yol izler?
Brooks, Psikanalitik
Freud’un cinsel
arzunasıl
ve anlatısal
olay Peter
örgüsü
ile
oks, Freud’un
cinsel
arzuarasında
ve anlatısal
olay örgüsü
ile
erotik
ve estetik
biçim
bir analoji
olduğu
erotik
ve estetik
biçim temel
arasında
birve
analoji
olduğu
yönündeki
varsayımını
alıyor
edebiyatı
inyönündeki
varsayımını
temel
alıyorolarak
ve edebiyatı
insan
varoluşunun
temel bir
parçası
kabul edisan varoluşunun
temel
bir parçası
kabul
ediyor.
Brooks’a göre,
“insana
düşen olarak
hisse”nin
ortaya
yor.
Brooks’a
göre,
“insana
düşen
ortaya
çıkarılması
için
yazarın,
okurun
yahisse”nin
da kurmaca
kaçıkarılması değil,
için yazarın,
okurun
ya da kurmaca
karakterlerin
kelimenin
tam anlamıyla
edebiyarakterlerin
kelimenin
tamPsikanaliz
anlamıylave
edebiyatın biçiminideğil,
incelemek
gerekir.
Hikâye
tın biçimini psikanaliz
incelemek gerekir.
Psikanaliz
ve Hikâye
Anlatclğ,
ile edebiyat
arasındaki
zenAnlatclğ,
psikanaliz
zengin
bağlantıların
açık ile
bir edebiyat
anlatımlaarasındaki
ve örneklerle
gin
bağlantıların
açık
anlatımla
ve örneği.
örneklerle
ortaya
konduğu saf
bir bir
edebiyat
kuramı
ortaya konduğu saf bir edebiyat kuramı örneği.
BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ YAYINEVİ
[email protected]
BOĞAZİÇİ
ÜNİVERSİTESİ
Telefon/Faks:
0212 257 87 27YAYINEVİ
[email protected]
www.bupress.org
Telefon/Faks: 0212 257 87 27
www.bupress.org
SİPARİŞ
SİPARİŞ
www.pandora.com.tr Telefon/Faks: 0212 230 09 62-63
www.bupress.org
www.pandora.com.tr
Telefon/Faks: 0212 230 09 62-63
www.ide
x.com
www.bupress.org
www.pre
x.com.tr
www.idex.com
www.emekkitap.com
www.prex.com.tr
www.emekkitap.com
BİR BOĞAZİÇİ HİKÂYESİ ONU BEKLİYOR
Boğaziçi Üniversitesi ElektrikElektronik Mühendisliği
Bölümü'ne girmeye hak
kazanan Safa Can Medin,
MF-1, MF-2, MF-3 ve MF-4
puan türünde Türkiye
birincisi ve Ordu Fen Lisesi
mezunu. Kendisine ulaştık ve
Boğaziçililiğe adım atmasına
dair görüşlerini aldık.
Safa’yı tekrar tebrik ediyor
ve başarılarının okurken de,
mezun olduktan sonra da devam
etmesini diliyoruz. Sefa Can
Medin ile üniversite mezuniyeti
sonrasında tekrar röportaj
yapmak dileğiyle.
Üniversite sınavına
hazırlanırken nasıl bir çalışma
motivasyonuna sahiptin?
B
78
Sınava hazırlık sürecinde günlük,
haftalık ve aylık çalışma programlarım
vardı ve bu programlara mümkün
olduğunca uymaya çalışırdım.
Uyamadığımda ise kendimi rahatsız
hisseder ve birkaç gün daha fazla çaba
göstererek durumu kurtarmaya çalışır,
bu şekilde kendimi motive ederdim.
Tabii ki bu durum hep bu şekilde
devam etmedi, motivasyonumun
sıfır denecek kadar azaldığı birçok
dönem yaşadım. Böyle bir durum söz
konusu olduğunda da bir sene sonraki
hayatımı, olmasını istediğim şekilde
hayal ederek (ve evet hayallerimde
Boğaziçi Üniversitesi vardı!)
motivasyon sağlardım. Fakat bazen
bunun bile işe yaramadığı dönemler
oldu, 17-18 yaşlarında bir gençsiniz, evokul-dershane üçgeninde geçen son
derece sıkıcı bir yaşamınız var ve bu
yaşınızda böyle bir hayatınızın olmasını
arzu etmezsiniz– işte bu dönemleri
de ailemin ve öğretmenlerimin
destekleriyle atlatarak motivasyonumu
tekrar kazandım. Ve sonra tekrardan
çalışmaya devam!
Boğaziçi Üniversitesi'ni tercih
ederken beklentilerin nelerdi ve
kazanmış olduğunu öğrenince
nasıl hissettin?
15.10
çarşamba
19:30
22.10
çarşamba
19:30
Safa Can Medin
Boğaziçi Üniversitesi’nin adını ilk olarak
ilkokul ikinci sınıfta öğretmenimin
sınıfa üniversite taban-tavan puanları
listesini getirmesiyle duymuştum.
Puanlarının en yüksek olması sebebiyle
bir hayli dikkatimi çekmişti ve içimde
Boğaziçi Üniversitesi’ne karşı bir
sempati, bir istek oluşmuştu. Fakat
çocuklukta yaşadığım bu durum o
dönem için çok da ciddiye alınabilecek
bir his değildi.
Ortaokul yıllarımda daha çok lise
tercihlerine yoğunlaşmıştım. Liseye
başladığımda ise Moleküler Biyoloji
ve Genetik Bölümü ilgimi çekiyordu
ve üniversite olarak Boğaziçi
Üniversitesi’ni düşünüyordum.
Yaşım ilerledikçe hayata daha realist
bakmaya başladım, kendimi daha iyi
keşfettim ve matematik-fizik alanına
daha yatkın olduğumu fark ettim.
Bu yüzden mühendislik bölümleri
üzerine yoğunlaştım ve hala aklımda
üniversite olarak yalnızca Boğaziçi
Üniversitesi vardı. Çünkü Boğaziçi
Üniversitesi akademik manada
ülkemizin ve dünyanın en önde
gelen üniversitelerindendi, çünkü
Boğaziçi Üniversitesi hayatımın 18
yılını geçirdiğim küçük bir şehir olan
Ordu’daki sosyal yaşantı eksikliğimi
giderebilecek mükemmel bir sosyal
potansiyele sahipti, çünkü Boğaziçi
Üniversitesi aşık olduğum şehir olan
İstanbul’un en mükemmel yerlerinden
biri üzerine konumlanmış mükemmel
bir üniversiteydi. Çünkü Boğaziçi
Üniversitesi, Boğaziçi Üniversitesi’ydi!
Neticede, üniversite sınavı sonuçları
açıklandığında Boğaziçi Üniversitesi’ni
garantilemiş olmanın mutluluğunu
ve gururunu yaşadım, hedefimi
sorduklarında büyük bir coşkuyla
“Boğaziçi Üniversitesi ElektrikElektronik Mühendisliği!” diyebildim,
havada uçarcasına Boğaziçi
Üniversitesi’ni tercih ettim ve tercih
sonuçları açıklandığında –sanırım bu
kadar coşku yetti– sonuç ekranına
bakıp yalnızca tebessüm ettim.
24.10
BİLGİ İÇİN
Boğaziçi Üniversitesi Kurumsal İletişim Ofisi
Klasik Müzik Koordinatörlüğü www.klasikmuzik.boun.edu.tr
[email protected] / 0212 359 66 48
R E Z E R VA Z Y O N
Boğaziçi Üniversitesi Mezunlar Derneği (BÜMED)
Aysun Yıldır 0212 359 45 55 /
0212 263 76 50
Facebook Sorumuz:
AKIL BOĞAZİÇİLİ İÇİN NE İFADE EDER?
Dergi Ekibi
Akıl teması çerçevesinde
hazırladığımız dergimizde
mezunlarımıza “Akıl bir
Boğaziçili için ne İfade eder?
Sorusunu yönelttik. İşte
yanıtlar…
Suna Akılotu POLS ‘97 Hayata tutunabilme yeteneği
Ayşegül Aracı İyiaydın, PDR '07 Güç
Seda Büyüklü PHIL'98 Herhangi biri için sözlük anlamına bakınız. Bir Boğaziçili
için ise her koşulda sözlük anlamına “fark yaratarak” ibaresini eklemek gerek
Fatih Olcay CMPE ‘88 Karar ve davranışlarının uzun vadeli sonuçlarını da
öngörerek en yüksek faydayı (maddi ya da manevi) getirecek şekilde hareket
edebilme yetisi
IŞIL ÖZTÜRKLER '09 Mukayese kabul etmeyen durumlar kişiler olaylar üstü farklı
bir yerde konumlanma becerisi
Oğuzhan Ertem AD '06 Sonuca ulaşabilme, hedefi başarma yetisi
Volkan NALCI, Pols'08 Güzellik
Çiğdem Dalay, LL'97 Hayatı kendin ve başkaları için güzelleştirebilmenin ilk şartı
Güneş Bahçekapılı, TRM MNGMT ‘08 Doğruyu ve yanlışı ayırabilmek, düşünce
yürütebilmek ve görüş aktarabilmek
Ozan Özkan AD '08 Noktaları birleştirebilme becerisi
B
80
Semih Kaya Pred Math ’09 Çözüm üretebilme
A. Fügen Çiftçiler BA '91 Bağlantıyı kurmak, tercih yapmak ve buna uyum
sağlamak
Mehtap Sabah Matematik Öğretmenliği ’93 Uyum gücü
Berta C.Behar Banana Mathematics ’95 Zor koşullarda hemen ve doğru yönde
karar verebilme yetisi
Katre Koç POLS '99 Olayları istenilen sonuca yönlendirebilme kabiliyeti
Esra Atahan Yüksel, ECON '07 İpucu
Deniz Kalyoncu PDR '09 Algı
Pelin Ülger, COMP MYO '87 Bilgiyi anlayıp içselleştirebilme ve kullanabilme
becerisi
Alper Mimioğlu POLS '95 Kendin olabilmek
B
81
Bilişen Köşe
Semih Tekten '14
"I had attracted some attention, question was... Good guys... Or bad guys"
George Stobbart, Broken Sword 3
B
82
Çok niş bir kitle macera (adventure)
oyuncuları. Birçok bilgisayar veya
konsol (video) oyununun aksine,
oyuncunun reflekslerinden çok
hikâye akışını takip etmesini, sürekli
hikâyedeki karakterlerle, olaylarla
ilgili düşünmesini ve gizli bağıntıları
ortaya çıkarmasını talep eder macera
oyunları. Birçokları tarafından da
ya sıkıcı bulunur, ya da “Başkasının
aklını oynuyorsun!” gibi eleştirilere
maruz kalırlar. Çoğunlukla video
oyunlarının amacı oyuncuya salt
eğlence ve sıkılmadan boş vaktini
geçireceği meşgale sunmaktır. Macera
oyunlarının eğlenceli olmak gibi bir
derdi yoktur; şirin, eğlenceli veya
sıkıcı olabilirler, ancak oyuncunun
hikâye akışını tamamlamasını isterler.
İzlediğiniz filmde bir sonraki sahneye
geçmek için doğru eylemi yapmak
zorunda olmanız gibi düşünebilirsiniz.
Macera oyunları, doğaları gereği
oyuncunun hikâyeye aktif katılmasını,
yönettiği karakterle özdeşlik
kurmasını, alışık olmadığı tarzda
bulmacaları çözmesini gerektirir.
Bu sebepledir ki oynarken aklınızı
kullanırsınız. Sürekli ipucu arar, nedensonuç ilişkileri kurmaya çalışırsınız.
(Bazı macera oyunları bu neden-sonuç
ilişkilerini de kırıp, bilerek irrasyonel
olaylar, karakterler içerir; bu kırılımı
fark ederek oynamak da oyuncuya
ayrı bir keyif verir.) Akıllı telefonlarda
oynanan reflekse dayalı oyunların
aksine, yoğun bir beyin eforu gerekir
macera oyunlarında.
Video oyunları arasında en iyi
senaryoyu macera oyunlarında
bulabilirsiniz. Macera oyunlarının
bir diğer kendine has özelliği ise,
oyunlar eskise bile senaryolar
kalitesini koruyabileceğinden, macera
oyuncularının 20-30 sene önce
yayınlanmış oyunları oynayabileceği
ve günümüz oyunlarından daha çok
sevebileceğidir.
Macera oyunlarına da bir şans verin! İyi
oyunlar!
Not: Oyun önerisi isteyenler
çekinmeden e-posta ile ulaşabilirler!
[email protected]
BENİM İBADETHANEM, BEDENİM! (*)
Sepin İnceer ‘99
B
84
Herşey, dönüyor, dolaşıyor, beni
bedene getiriyor.
Mesela…
Aysan’la ilişkimde, bir halim var,
Aysan’ın geç kalmasına kızmış
halim. Aysan benden beş buçuk
yaş büyük ablam. Buçuk önemli.
O yaz bebeği ben ise kış. O yüzden
beş buçuk. Uzun süre, on dört sene
kadar, yurtdışında yaşadı, çalıştı.
2008’den beri İstanbul’da. Yunan
ve çok sevdiğim biriyle evli. İkimiz
de aynı şehirde yaşayınca bol
bol görüşüyoruz. Bana ve kızıma
şoförlük yapıyor, karşıdan geliyor,
bizi alıyor, hep bizim tarafta bir
yerlere gidiyoruz, programlar
yapıyoruz. Çoğunda annem de
bizimle. Öyle kız kıza ya da kadın
kadına takılmayı seviyoruz. Buraya
kadar şahane.
Ama bu programların bazılarında,
benim kafamda hep bir saat var ya,
ya da var işte öyle bir saat, Aysan,
o saati bilsin ya da bilmesin, bir
şekilde uymazsa benim akrep ve
yelkovana, bana birşeyler oluyor.
Aysan’ın geç kalmasına kızmış
halimde, ona karşı kalbimdeki o
sıvı sevgi bir süreliğine bedenimi
terk-i diyar ediyor gibi yapıyor,
taşlaşıyor. Kalp atışım hızlanıyor, üst
bedenimden bir sıcaklık boğazıma
doğru çıkıyor. Öfkeden deliriyorum.
Resmen de-li-ri-yo-rum.
Bir “Bunu bana nasıl yapar”lar
zinciri omurgamın bir ucundan diğer
ucuna gidip gelmeye başlıyor.
Ela’nın öğlen uyuması gerektiğini
biliyor ama gene de geç geliyor –
bunu bana nasıl yapar?
Akşam bilmem nereye geç
kalmamam gerektiğini biliyor, gene
de geç kalıyor – bunu bana nasıl
yapar?
Vır vır vır da vır – bunu bana nasıl
yapar?
Dır dır dır da dır dır dır dır – bunu
bana nasıl yapar?
Üstüne üstlük duygularımı dışa
vurmada herhangi bir sıkıntım
olmadığı için, içimdeki yüksek seste
gürültü yapmaya devam eden vır vır
ve dır dır’ı Aysan’la paylaşıyorum.
Aysan bazı gün alttan alıyor (alttan
alınmak zorunda kalınması, ne
kadar da fena), bazı gün çat çat
benimle tartışmaya giriyor, bazı gün
orta derecede bir sarsıntı yaşıyoruz.
Bazen, annem son derece ortada
kalarak, bu tartışmalarda zorunlu
hakem oluyor. Bazen benim sinir
harbimden kendi payını da alıyor.
Sesim başkalaşıyor, sözüm
başkalaşıyor, özüm başkalaşıyor. O
günkü uzatma / kısa kesme moduma
göre, on beş dakikadan bir saate
kadar uzayabilen bir sinir harbi
yaşıyorum. Bir hortum adeta. Çoğu
kez bitince biraz ağlıyorum.
Sonra geçiyor.
Sanki o deliren kadın ben değilim.
Özellikle içine annemi de
çekmişsem acayip bir suçluluk
duygusu sırtlarıma yükleniveriyor.
(Sonra yoga pratiğimde gelsin
bhujangasana’lar, salabhasana’lar)
Sabun köpüğü misali. Resmen sabun
köpüğü. Yıkanıp gidiyor.
Aysan’la birbirimize aşk-ı ilan edip,
programımız neyse öyle devam
ediyoruz. Keyifli bir İstanbul günü
yaşıyoruz. Bir konserde beraber
çok iyi vakit geçiriyoruz veya bir
edebiyat kursunda…
Neokorteks beynim, bu
hortum geçip de yaşadığımı
anlamlandırmaya çalıştığında,
hiçbir yere varamıyor. Herkesi
bekleyebilen ve çoğu kez de
başkalarını bekleten ben, Aysan’ın
azıcık bir geç kalmışlığıyla neden bir
canavara dönüşüyorum? Çok saçma
sapan bir şey, bekle iki dakika, ne
oluyor yani?
Aslında olan ne?
Beynimin kendi zekâmın almadığı
bir hızla iletişim halinde olan
nöronları ve bedenin hafızası
Aysan’ı beklemek zorunda kaldığım
geçmiş travmatik olayların
(babamın cenazesi ve annemin
beyin ameliyatı – Aysan o dönemde
Amerika’da yaşadığından ikisine
de yetişememişti) hatırası ve hissini
bulup çıkarıyor ve olanlar oluyor.
Evet, Aysan, iki çok korktuğum
olayda, başka bir kıtada olmasından
dolayı, anında, yanımda olamadı
ve onu bekledim ve gecikti:
1995’te babam öldüğünde ve
2000’de annem hiç beklenmedik
bir şekilde apar topar beyin
ameliyatına alındığında. Çok
korktum, korkumun can yoldaşı
öfkem de, Aysan’ın geç kalmasından
sebeplenip, gelip korkumun
koluna girdi sanırım ve bedenimde
Aysan’a karşı deşarj edemediğim
birşey olarak kilitlenip kaldılar.
Kaç sene geçmiş üzerinden ama
bedenimdeler, biliyorum. Ve o ikisi
bedenimde bir yerde kilitlenip
deşarj olamamışken, Aysan’ı her
beklediğimde, beynimdeki nöronlar,
alışkanlık haline getirdikleri öfke
nöbeti yolundan o kadar çok geçtiler
ki, başka bir yol bilmez oldular. Bana
da, senelerdir, Aysan’ı beklediğim
her durumda, o bilindik yolun
bilindik sonuna hızlıca varıvermek
düştü ve şahane bir abla-kardeş krizi
yaratma konusunda uzmanlaştım.
Benim zihnimdeki parçaları
birleştirince yazdığım hikâye bu.
[Ama işin komiği bambaşka bir
hikâye de olabilir, ne babamın
ölümüne ne annemin beyin
kanamasına bağlanan. Ne olduğunu
bilmem gerekmiyor. Hikâyesini
irdelemem gerekmiyor.]
Ne yapmalıyım?
Hortuma yakalanmayacağım diye
Aysan’la program yapmaktan
imtina edecek halim yok, sonuçta
ablam oluyor kendisi; ama
benzer başka zamanlarda, neyse
kaçtığım, ondan kaçacağım
diye, durumlardan, kişilerden,
tecrübelerden, çok sevdiğim
değişimden, yenilikten imtina
etmişliğim vardır ve nasıl hiçbir işe
yaramadığını da çok iyi bilirim. Bir
işe yaramadığı tescillidir yani.
Çözüm tecrübeden kaçışta değil,
gene bedenimde, bedenimde
olanları takipte, bunu o kadar
iyi biliyorum ki. Aysan beni
beklettiğinde, gene öfkelenmeye
doğru gidiyorsam, hızlanan kalp
atışımı, beynime doğru hücum eden
sıcaklığı, bazen terleyen ellerimi
yakalamak. Ve beynimde, o çıkar
da çıkmaz yola girmeden, başka bir
yoldan devam etmek, tek yapmam
gereken bu. Kaçınarak değil,
yaşayarak, ama yaşarken bedeni
dinleyerek, ondan kopma yanlışına
düşmeden.
Bedenimde yaşadıklarıma tanık
olarak, tanık kalarak... Sadece
bu hortum için değil ve sadece
bu hortum esnasında değil,
yapabildiğim ölçüde bedenimde
kalarak. Bunu bana nasıl yapar ve
benzeri çıkmaz yollara hemencecik,
benim nöronlar o yolları avucunun
içi gibi biliyor diye, girivermeden.
Bu bir süreç. Hemen olmayacak.
Ama biliyorum ki, bedende kaldığım
sürece, hortum(lar) dönüşecek.
Belki önce şiddetli bir fırtınaya,
sonra da yavaş yavaş toprak kokulu
yağmurlara.
Ne varsa bedende var.
Bedenim benim ibadethanem.
(*) Sevgili David (Cornwell)’e sonsuz
teşekkürlerimle.
SEPİN İNCEER KİMDİR?
Mutlu çocukların ve kadınların
dünyayı değiştirebileceğini
düşünen bir kadın, eş,
anneyim.Üsküdar Amerikan
Lisesi '95, Boğaziçi İşletme
'99 mezunuyum.15 senelik
profesyonel hayatıma bir
yatırım fonunda direktör olarak
devam ediyorum. Çok sevdiğim
yogada derinleşmek için yoga
ve meditasyon eğitmeni oldum.
Aletha Solter'den farkında
ebeveynlik sertifikam var. (www.
awareparenting.com)
Kadının doğum yaparak
yeniden doğduğuna inanırım:
DOĞANA – Doğumda Kadın
Hakları Derneği kurucu
üyesiyim.
Kadının ekonomik özgürlüğü
olmadan herhangi bir
özgürlüğü olamayacağını
savunurum: Women Presidents’
Organization – WPO Türkiye
ve KAGİDER – Türkiye Kadın
Girişimciler Derneği üyesiyim.
Diğer yazıları için: www.
sepininceer.com
B
85
B
86
B
87
LAS VEGAS
Vedat Güven '89
Las Vegas’a yolu düşecek
olanlara deneyimlerimi
aktarmak istedim. Oteller,
kulüpler, eğlence mekânları,
araçları, restoranlar, ulaşım
gibi başlıklar altındaki
izlenimlerimi, önerilerimi
sizlerle paylaşıyorum.
B
88
Otel seçenekleri ve tecrübeleriyle
başlamak gerek diye düşünüyorum;
zira otel konusu bir hayli önemli.
Hangi otelde kaldığının bir iki açıdan
önemi var. Otellerin balkonu olup
olmadığı da önemli. Balkonu yok
ise otel eski demektir. Balkonlu bir
otelde konaklamayı sağlayabilmek
sizi oldukça rahatlatacaktır. Ancak
oteller sadece konaklama yerleri
değil, aynı zaman gezilecek yerler
de. Yani müze gezer gibi oteller
geziliyor. Ayrıca o otelde “shoping
mall” var mı, havuzu kaliteli mi, gece
kulübü şık bir yer mi, restoran ve
kafeleri ne durumda gibi sorular
Havuz deyince atlayacağım,
yüzeceğim diye düşünmeyin.
Sadece bizim otelin havuzları
değil Las Vegas’taki nerdeyse tüm
havuzlar diz boyunda bilemedin
bel boyunda. Yani havuzlar yüzme
amaçlı değil. İçinde dikilmek amaçlı,
bilemedin biraz da dans ediyorsun.
Herkesin elinde alkol ve bazıları
sigara bile içiyor havuzda.
Her otelin kocaman kumarhanesi
var. Hatta sadece otellerin değil, her
iş yerinin, her AVM’nin her dükkânın
var. Yani sanki kumarhaneler Las
Vegas’ın içinde kurulmuş değil de
Las Vegas büyük bir kumarhanenin
içinde kurulmuş gibi.
Marque Club. Çok "trendy" bir yer.
İçeri girmek için hafta içi yarım saat
hafta sonu bir saate kadar kuyruk
beklemek gerekiyor. Giriş ücreti
$40. Ancak otel müşterilerine hem
bedava hem de girişte sadece
3-4 dakikalık bir kuyruk oluyor.
Ancak ben bu gece kulüplerine
niye gidiyorlar anlamadım. Bizim
gittiğimiz diğerlerine göre daha
iyiydi; çünkü yarısı kapalı alan yarısı
ise açık bir alandı. Kapalı alanda olan
gece kulüplerinde (Hasakan, Light,
XS gibi) konuşmak mümkün değil.
Gençler oraya partner bulmaya
gidiyorlar.
Kardeş otel Wynn ile beraber. Kardeş
derken aynı gruba ait, birbiriyle yer
altından bağlı, mimarileri çok benzer
yan yana iki otel. Bu iki otel de
güzel ama balkonu yok. Bu otellerin
havuzu ve gece kulübü fazlasıyla
havalı. Havuzunun adı Surrender.
Oldukça büyük. “Cabana”ları ve
locaları oldukça pahalı. Güzel
konumlu ve büyükçe bir “cabana”nın
hafta sonu kirası günlük $10.000.
Gece kulübünün adı ise XS.
Mandarin Otel; ben gidemedim; ama
14. katındaki kafede çay içmek bir
ritüelmiş Las Vegas’ta. Vakti olanlara
duyurulur.
Luxor Otel; Mısır’daki piramitten otel
yapmışlar.
tercihleri belirlemede önemli.
Las Vegas otelleri deyince ilk akla
gelen Bellagio Otel tabii ki. Önünde
kocaman bir “fountain” var. 15
dakika aralıklarla müzik eşliğinde
yapılan ışık ve su gösterisi seyre
değer. Las Vegas’ın kült oteli. Ancak
eskimiş bir otel. Ben kalmadım,
İkmet kalmış. Onun yorumuna göre
odalarda eski otel kokusu varmış (ne
demekse...)
Bizim kaldığımız otel Cosmopolitan
Otel, kısaca Cosmo diyorlar. West
Tower ve East Tower diye iki kuleden
oluşuyor; 62 ve 70 katlı bloklar.
İkmet’le tahmin oyunu oynadık ve
otelde 3.000 adet oda olduğunu ve
yıllık cirosunun (kumarhane hariç)
700 milyon $ olduğunu tahmin ettik.
Otelin üç havuzu var; Bamboo Pool
(sakin bir havuz), Boulevard Pool
(hareketli ve eğlenceli) ve Marque
Pool (“trendy.”)
Böyle önemli yapıların taklitlerini
ve abartılı olanlarını görmeniz
mümkün. Mesela London Eye,
orijinalinden daha büyük bir şekilde
taklit edilmiş.
Otelimizin iki tane barı vardı. Bir
tanesinin adı Bond Bar ve şehirde
yaygın bilinen bir bar.
Otelimizin gece kulübünün adı
Başka hangi oteller var?
MGM Otel, Casers Palace
(Cheesecake Factory ve çok güzel
dükkânlar var içinde), Flamingo (çok
ama çok eski ama kumarhanesinde
kuğular, ördekler, kaplumbağalar
geziniyormuş; ben gidip görmedim),
Venezia (içinde su kanalları var,
gondollarla geziyorsun, Floransa’nın
Pente Vecchio’su var), Trumph
Otel, Aria Otel, New York Otel (bir
adet roller coaster var. Evet doğru
okudunuz.)
Bildiğiniz roller coaster. Bir kere
binmek için $13, gün boyu
istediğiniz kadar binmek için $25
ödüyorsunuz.
Encore Otel de Las Vegas’ın rağbet
gören otellerinin başında geliyor.
Şehrin tam ortasında binaların ve
kafelerin arasına sıkışmış bir Eiffel
Kulesi de var. Eiffel Kulesi Paris Las
Vegas Oteli’nde doğal olarak.
Stratosphere Otel; şehrin dışında
diyebiliriz
BB
89
89
B
90
Stratosphere Otel: Otelin 1.400
feet yüksekliğinde bir kulesi var.
Şiddetle tavsiye ederim. Kuleye
şehri 360 derece seyretmek için
çıkıyorsunuz. Bunun dışında
adrenalin seviyorsanız, paraşütle
atlayışın da dâhil olduğu pek çok
aktivite bulmanız mümkün. Paraşüt
atlayışlarının videolarını izlemenizi
tavsiye ederim. Kuleye çıkış için $18
ödüyorsunuz. Eğer kuleye çıkıp, üç
farklı aktiviteyi sınırsız kullanmak
istiyorum diyorsanız ücret $34.
Big Shot: 108. katta olmasına
rağmen, bir de üzerine direkler
eklenince yaklaşık 100 metrelik
bir yapı ile karşılaşıyorsunuz. Bu
direklerdeki koltuklara oturup,
koltukların sizi daha da yukarıya
fırlattığı bu mekanizma adrenalin
sevenler için oldukça zevkli.
X-Scream: Güzel hem de çok güzel
bir aksiyon diyebilirim. Sadece
20 metrelik bir rayın üzerindeki
vagondasınız. Rayın ucu binanın
dışında ve ray aşağıya doğru eğilince
vagon serbest düşüş yapar gibi rayın
üzerinde kaymaya başlıyor ve tam
ucunda, bir anda duruyor.
Insanity: bunu yaptım; ama bir
daha yapar mıyım? Hayır. Bir
adrenalin makinasına sadece
bir kere bineceğimi, bir daha
binemeyeceğimi hiç zannetmezdim.
400 metre yükseklikte ahtapot
kolları gibi sürekli dönen ama
göbeğinizden sıkıştıran koruma
dışında başka bir koruması olmayan
bir alet düşünün. Omuzlarınızın
üzerinden geçen, yanlarını kapatan
bir koruma yok. Oldukça uzun
bir süre bilincimi kaybetmenin
eşiğinden döndüm. Sürekli
kendimle konuştum ve kendimi
“Bayılmayacaksın Vedat,” diyerek
ikna ettim.
Kuleden atlamak da ayrı bir
adrenalin. Hayır, ben bunu
yapmadım. Video çekimiyle beraber
$140. Kulenin 108. katından
atlıyorsunuz. Yükseklik yaklaşık 300
metre.
Bu otellerden başka Monte Carlo
Resort, Trump Otel, Excalibur Otel,
Four Season ve Hilton da var. Bitti mi
oteller? Tabii ki hayır. Koca cüsseli ve
güzel isimli onlarca otel daha var.
Las Vegas’ın önemli caddesinin adı
Strip. Muhtemelen şehrin göbeğini
güney – kuzey doğrultusunda ikiye
ayırıyor da adı oradan geliyor.
Uzun bir cadde. Uzun demişken
mesafeler gerçekten uzun. İlk
gecemizde MGM otele gitmek
için kendi otelimizden çıktık.
Gideceğimiz yer hemen karşımızda
olduğundan İkmet’in taksi alalım
önerisini reddettim. Ama yol
yürümekle bitmedi. Meğerse
binaların anormal büyük olması
sebebiyle ben gideceğimiz yeri
hemen şurası diye algılamışım.
Yaklaşık yarım saat yürüdüğümüze
göre 2,5 km mesafe varmış bu dip
dibe gibi duran iki otel arasında.
Taksi demişken; Las Vegas’ta
taksiye binmek öyle kolay bir
iş değil. Hatta sadece binmek
değil inmek de kolay bir iş değil.
Taksilere sadece otellerden veya
alışveriş merkezlerinden binip yine
oralarda inebilirsiniz. Yani yolda
boş bir taksi görünce boşu boşuna
elini kaldırıp da “hey, taksi” diye
bağırmayın. Pekiyi, kabul ettik
sadece otellerden veya alışveriş
yerlerinden taksiye binebiliyoruz.
İnmek daha doğrusu inememek ne
oluyor? Taksiye “Tamam geldim, çek
kenara, ineceğim,” diyemiyorsun.
Mutlaka bir otelin veya alışveriş
merkezinin taksi yerlerinde inmek
gerekiyor. Öyle rastgele inmek
yok. Otellerde taksi ve limuzinler
için dört adet sıra var. Birincisinde
taksi line’a girip bineceğiniz taksiyi
bekliyorsunuz. Vale hem taksiyi
hem sizi hem de kuyruğu çok güzel
yönlendiriyor. Diğer bir sıra ise,
gelen taksilerden inen yolcuların
sırası. Aynı durum limuzinler için de
geçerli; yani bineceğin limuzin için
sıra ayrı müşteri indiren limuzinlerin
sırası ayrı. Anlayacağın otellerin
giriş çıkışlarından bir tanesinin
önünde 6-8 dönümlük bir alan
bu amaç için ayrılmış durumda.
Taksi yolculuğunuz boyunca taksi
içindeki reklamlardan sürekli bir
tanıtım ve reklam bombardımanına
tutuluyorsunuz.
Gece kulüplerini yukarıda otellerle
beraber okudum; ama aklımda
kalmadı diyorsanız genel bir tanıtım
yapayım:
bir AVM’ye gitmek isterim derseniz,
Fashion Show Mall’ı tavsiye ederim
Encore ve Wynn Oteli’nin yakınında.
Oldukça büyük ve çok güzel marka
ve mağazaların olduğu bir AVM.
Hakkasan: Müzik güzel ama
kalabalık ve üstü açık değil. Biz
gittiğimizde en “trendy” yer burası
idi. O gece şansımıza Tiesto vardı.
Light Night Club: Müzik güzel; ama
kalabalık ve üstü açık olamayan bir
mekan. Biz gerçekten şanslıydık.
Çünkü o gecenin DJ’i David Guetta
idi. Gece kulüplerine gitmeyi
düşünüyorsanız DJ’lere dikkat edin.
Hemen hemen her gece ünlü bir
DJ belli bir gece kulübünde çıkıyor.
Las Vegas’taki etkinlikler, gösteriler,
restoranlar, gece kulüpleri ile ilgili
sürekli reklamlar dönüyor. Her
tarafta bulabileceğiniz broşür ve
yerel dergilere de bakabilirsiniz.
XS Night Club: Anchore Otel’de ve
çok güzel. Bu gece kulübü de çok
hoş bir yer.
Nerede ne yiyelim? Mexican,
İtalyan ve Chinese her yerde var.
Hamburgerlerini anlatmama gerek
yok. Michelin’i olan yerler yok ama
çok güzel etçiler var. Bizim otelde
yani Cosmo’da iyi bir biftekçi vardı;
STK. Nerdeyse her otelin güzel bir
biftek evi var. İsmi çok iyi anılanlar
olarak Wynn Oteli, Ceasers Oteli
tabiI ki Bellagio Otel ve MGM
Oteli’ni denemenizi tavsiye ederim.
Uzun boylu bir şey düşünmüyorum
derseniz Bubba Gump’ı öneririm.
Las Vegas - Bubba Gump Karides
ve benzeri deniz ürünleriyle çöp
şiş veya pane yapıyorlar. Restoran
adını Forest Gump filmindeki Tom
Hanks’in arkadaşının adından alıyor.
Hooters’ı özellikle tavsiye ediyorum.
Hooters isimli otelin (oldukça kötü
bir otel) restoranı. Tavuk kanadı
yapıyorlar. Çok güzel bir sos ile
servis ediyorlar. Fırsat bulsaydım
bir kere daha gitmeyi istediğim bir
yerdi.
Alışveriş yapmak için Las Vegas
uygun bir yer mi? Eğer ucuz alışverişi
önemsiyorsanız cevabım hayır,
yok eğer iddialı markaları bulmak
istiyorum derseniz cevabım evet.
Nerdeyse her büyük otelin farklı
konseptte mağazaları var. Ceasars
Oteli’nin mağazalarını tavsiye
ederim. Otelden bağımsız olarak
Las Vegas’a nasıl gidilir?
En pratik yolu THY ile LA’ye
gitmek oradan da 50 dakikalık
bir uçuş ile Las Vegas Mccarran
Havaalanı. LA’ye THY’nin öğlen
uçağı var. 13 saatlik bir yolculuk.
Bütçeniz veya milleriniz yetiyorsa
Comfort’ı tavsiye ederim. Hele
bir de Business gidebiliyorsanız,
ne ala. Las Vegas Mccarran
havaalanından otele gitmenin
en pratik yolu taksi. Havaalanı
çıkışında taksi işaretlerini takip
ederek bir sırada taksi yanındaki
sırada ise limuzin bekleyenlerin
sırasını kolayca bulabilirsiniz. Taksiye
binince otelinizin adını söyleyin ve
ardından da “Take the Strip” deyin.
Demezseniz biraz dolaşırsınız.
Strip’ten giderseniz de taksi ücreti
18-20 $ tutacaktır.
Datça’da bir Yaz
İbrahim Kocaalioğlu '00
B
92
Her yıl daha önce görmediğim
bir yeri gezip görmeye
çalışıyorum. Bu yılki durağım
da Datça oldu. Datça’yı
özetleyecek olursam havası,
denizi ve 3B’si diyebilirim.
Datça’nın sürekli esen
rüzgarları rutubeti kabul
edilebilir seviyelere düşürüyor.
Bu da güneşin ve denizin tadını
daha çok çıkarmanıza olanak
sağlıyor.
Mavi bayraklı koyları ve
berrak denizi yoruma gerek
bıraktırmıyor. Datçalılar’ın
övünerek söyledikleri 3B ise
bal, badem ve balık. Kaldığınız
süre boyunca bol bol Nurlu
(Datça’ya özel iri bir badem
çeşidi) badem ve taze balıklar
yiyebilir dönüşte de Datça’nın
güzel balını yanınızda götürebilirsiniz.
Seyahatim Dalaman
havaalanından 2.5 saatlik
bir yolculukla başladı. Midesi
hassas olanlar Marmaris
sonrası virajlı yollara dikkat
etmeli. Kalacak yer olarak
Datça merkeze beş dakika
mesafede, deniz kıyısında,
yeni restore edilmiş bir butik oteli tercih ettim. Datça
merkezinin devamındaki kıyı
şeridi, kumsalda güneşlenmeyi
sevenleri pek cezbetmeyebilir.
Güneşlenmek için otellerin
bahçeleri daha uygun olacaktır.
Derinlerde yüzmeyi seven biri
olarak kıyının durumu beni
pek de etkilemedi. Sürekli esen
rüzgârların bir olumsuz yanı
denizi serinletmeleri. Ancak
sürekli hareket ediyor ve
yüzüyorsanız hemen alışıyor
insan. Bir Edremit Körfezi'ndeki
gibi soğuk değildi deniz.
Denizden başlamışken
Datça’nın büklerinden ve
koylarından devam edelim.
Haytbükü, küçük bir kumsala
sahip pansiyonlarla dolu bir
yer. Burada küçük bir yat
limanı da bulunduğundan
denizinin çok temiz olduğunu
söyleyemeyeceğim. Ancak
büyüklüğüne göre kalabalık
olduğu için hareketli
sayılabilecek bir yer.
Haytbükü’nün hemen yanı
Kızılbük. Buradaki kıyıda
sadece tek bir tesis var.
Denizi ise çok daha temiz ve
Datça’ya göre daha sıcak.
Ovabükü’nü bu iki bükten sadece bir tepe ayırıyor. Ovabükü
geniş ve taşlıklı bir kumsala
sahip. Denizi de daha rüzgârlı
ve dalgalı. Burada da lokantalara ve pansiyonlara rastlamak
mümkün. Haytbükü’ne göre
daha sakin bir yer.
Palamutbükü için Datça’nın Göl
Türkbükü diyebiliriz. Genelde
ünlülerin tercih ettiği bir
mekan. Geniş ve taşlı bir plaja
sahip. Diğer büklere göre çok
daha gelişmiş. Denizi berraklığı
ile meşhur. Yüzmeyi sevenler,
karşısındaki Palamutbükü
adasına kadar yüzebilirler.
Bükleri görmenin iki yolu
var. İlki karayolu, ikincisi ise
deniz. Datça merkezden kalkan
irili ufaklı teknelerle kıyıdan
birçok yere ulaşmak mümkün.
Diğer bölgelere kıyasla tekne
turlarının güzergahları çok
daha çeşitli. Ben Mesudiye
ve Selimiye turlarını yaptım.
İkisini de tavsiye ederim.
Selimiye ve Bozburun’dan da
bahsetmek yerinde olur. İkisi
de kara veya deniz yolu ile de
olsa merkeze uzak sayılabilecek
yerler. Bu iki kasabanın da ortak özelliği havalarının Adana
havasını aratmayacak şekilde
rutubetli olması. Denizleri ise
Mersin’le yarışacak derecede
sıcak. Memleket özlemi çekenler
için güzel bir günübirlik tur
olacaktır.
Datça’nın tarihini merak edenler için iki yer önerebilirim,
Knidos ve eski Datça. Tavsiyem
Knidos’a öğleden sonra araba
ile gitmeniz. Karanlıkta virajlı
dağ yollarında yolculuk etmek
sizin için sorun değilse, Knidos
gün batımını seyretmek için
ideal bir yer. Yolu zorsunanlar Datça merkeze yakın eski
Knidos'a (Burgaz) ve limanına
da göz atılabilir. Eski Datça ise
merkeze yakın şirin bir kasaba.
Kasabaya ilk girdiğinizde sizi
dar ve taş yollar karşılıyor.
Evleri tipik Datça evleri gibi
taştan. Kasabayı gezip, hediyelik eşyalar aldıktan sonra Can
Yücel’in evini de dışardan görüp
şehre dönebilirsiniz.
Sömbeki Adası Datça’nın 14 mil
açığında tepelikli ve çorak bir
Yunan adası. Schengen Vizesi
sahipleri özel tekne turlarıyla
bu adayı ziyaret edebilirler.
Sömbeki adasının genç belediye
başkanı ile kaldığım otelde
tanışma fırsatım oldu. Otel sahibi arkadaşı olduğu için başkanı
ve ailesini otelinde ağırlıyordu.
Otelimizde düzenlenen Türk
Müziği Gecesi'nde Sömbeki
Adası belediye başkanının
dansları, bir Akdenizli olarak
hayatın tadını çıkarmasını
bildiğinin bir göstergesiydi.
Datça’da yemek olarak her
türlü deniz balığını denemenizi
öneririm. Balık sevmeyenler
için önerim Cafer’in Yeri’nde
pide yemeleri. Yemeğin üzerine
çifte kızartılmış lokma tatlısını
da yemeyi unutmayın.
B
93
Mert Taner‘96 ile Taksim'den Tünel'e
Adım Adım Pera
İçinde aşk öyküleri, yemek tarifleri, cinayetler,koca karı ilaçları, tiner ve düşler bulunan bir semt,
Bir zamanlar üzüm bağlarından oluşan Pera, 1800'lere gelindiğinde Beyoğlu'na dönüşür.
İlk kuru temizlemeci, ilk havana puroları, ilk kafeşantanlar....
Ve daha fazlası, BÜMED BUgezi farkıyla sizlerle !!!
Mert Taner’96 rehberliğinde, batılı bir semt olarak şekillenen eskinin Pera’sını, günümüz
Beyoğlusu’nun arka sokaklarını, İstiklal Caddesi’ni, tarihi apartmanları, hanları, konsoloslukları,
pasajları, meyhaneleri ve kiliseleri Taksim’den Galata’ya yürüyoruz.
Gezilere katılırken dikkat edelim: Mevsim koşullarını düşünerek giyinin, Ínceden kalına doğru bir giyimi tercih edin, Ayakkabınız yürüyüşe uygun olsun, Küçük bir sırt
çantanız bulunsun, Yanınıza, su ve enerji verici yiyecekler alabilirsiniz. Varsa ilaçlarınız, Fotograf/Video çekiyorsanız yeterince ekipman, yedek pil
GEZİLECEK YERLER
• Taksim Sarnıcı ve Maskemi • Beyoğlunun İlk Eczanesi Rebul
• Aya Triada Rum Ortodoks Kilisesi • Dingonun Ahırı, Galatasaray Lisesi (dışarıdan)
• Pera Pasajı(Çicek Pasajı) ve Balık Pazarı • St.Antonio kathedrali
• Kostümcüler Pasajı ve Şapkacı Madam • Pera Palas(dışarıdan)
Eski Rus Konsolosluğu • Galata Mevlevihanesi, Yüksek Kaldırımdan Kuledibi
• Galatanın bilinmeyen kulesi, İngiliz Karakolu(dışarıdan) • Kadın Hapishanesi
• Ceneviz Değirmenleri (dışarıdan) • Yer altı Camii • Arap Camii • Aşkenazi
Begadim Sinagogu • Komodo Merdivenleri • Ceneviz Hanları • Rumeli Han
• Narmanlı Han • Eski Büyükelçilik Binaları • Üçhoron Ermeni Kilisesi
• Panyia Rum Ortodoks Kilisesi • Galata Kulesi
Tarih: 27 Eylül 2014, Cumartesi
Saat: 09.00
Katılım 40 kişi ile sınırlıdır.
Buluşma Yeri Saati: Taksim Cumhuriyet Anıtı, Nostalji Tramvay Durağı Önü,
Gezide ulaşım aracı olmayacaktır.
KATILIM BEDELİ
Üye: 70TL
Misafir: 90 TL
NOT:Program akışı rehber tarafından belirlenir.
Rehber, hava, yol, zamanlama vs. nedenlerle programda değişiklik yapabilir.
Bilgi ve Kayıt için: 212 3595813 [email protected]
/bumedofficial
/bumedofficial
www.bumed.org.tr
in /bumed
toplanti odasi
B
96

Benzer belgeler