İndir - afsad

Transkript

İndir - afsad
Kontrast
29
Mayıs - Haziran
2012
,
Fotog raf Dergisi
ana sponsorluğunda yayımlanmaktadır.
1
Bizden Biri Atakan Baykoçak
İnce Elek Fotoğraf Eleştirisi Hakkında (2)
İçindekiler
Altan Bal
3
2
İMece “Gerçekçi Fotograf Günümüzde Neden Aranmaz” Üzerine Kısa Bir Deneme...
İlker Maga
Usta İşi Yıldız Moran Arun
Aysel Altun
6
4
Konuk Yazar Tarlabaşı’nda Son Gece
Hakan Bıçakçı
Söyleşi Arjen Zwart
Kontrast
12
8
Kısa Metraj EMEK’siz Festivalden Notlar ve
Öneriler
Bora Çekiç
Dosya Konusu Fotoğraf ve Mimari
Çetin Ergand, Sibel Acar,
Cemal Emden
35
Fotoğraf Üzerine Deniz Tokay
f/64 Gezmek ve Fotoğraf Çekmek...
Özcan Yurdalan
40
14
Kitaplık Mimari Fotoğraf
Özer Kamburoğlu
38
Kapak Fotoğrafı:
Meltem ÇOLAK
AFSAD
Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği
Adına Sahibi
Mustafa ERTEKİN
Yayın Yönetmeni (Sorumlu Müdür)
Koray OLŞEN
Yayın Ekibi
Aysel Altun
Dora GÜNEL
Nejla Can Güler
Ayşe Saray
Redaksiyon
Ayşe Saray
Grafik Düzenleme
KONTRAST
Yönetim Yeri (Dergi İletişim)
AFSAD – Bestekar Sok. No: 28/21
Kavaklıdere – Ankara
Tel: 0312 4172115
Faks: 0312 4172116
GSM: 0533 7388208
www.kontrastdergi.com
www.afsad.org.tr
[email protected]
İki ayda bir yayımlanır.
AFSAD’ın ücretsiz yayınıdır.
Baskı
Mattek Matbaacılık Basım
Yayın Tanıtım San. Tic. Ltd. Şti.
Adres: Adakale Sok. 32/37 Kızılay - Ankara
Tel: 0312 433 2310
Basım Tarihi: Mayıs 2012
Yayın Türü: Bölgesel Süreli
ISSN: 1304-1134
Her hakkı saklıdır. Bu dergide yer alan; yazı,
makale, fotoğraf, karikatür, illüstrasyon,
vb.’nin, elektronik ortamlar da dahil olmak
üzere, kullanım hakları AFSAD (Ankara
Fotoğraf Sanatçıları Derneği)’a ve/veya
eser sahiplerine aittir. İzin almaksızın,
hangi dilde ve hangi ortamda olursa olsun,
materyalin tamamının ya da bir bölümünün
kullanılması yasaktır.
Dergide yer alan yazıların sorumluluğu
yazarlarına aittir.
Atakan Baykoçak
Bizden Biri
İnsanlar, istedikleri şeye yönelirler, uzanırlar, inanırlar...
Bunun için, ya önceden başkalarınca belirlenmiş / işaretlenmiş yollarda yürürler ya da kendi yollarını işaretler, ona doğru hamlelerde bulunurlar.
Eşyalar, semboller… bilinçli ya da bilinçsiz seçimlerimiz vardır; ruhumuzu ve / veya midemizi doyuran her ne ise o yola yöneliriz.
Ulaştığımız şey, elde ettiğimiz sonuçlar elbette kişiseldir, öyle kalmalıdır; ama insan hiçbir
koşulda yolsuz ve yönsüz kalmamalıdır…
ATAKAN BAYKOÇAK
1971’de doğdu...Harita Mühendisi... AFSAD üyesi...
Hayata karşı cümleler kuruyor; kurduğu cümlelere görüntü arıyor... İnsanın beklentilerini
yükselten hayat kırıntılarından taşıyan; istemeyi bildiğinden ve söylemeye cesareti olduğundan yalnız kalan bir ruh neye bakıyor görün diye sessiz kalabilen fotoğraflar kovalıyor...
www.atakanbaykocak.com adresinde kendini biriktiriyor…
ltan Bal
Fotoğraf Eleştirisi Hakkında (2)
İnce Elek
A
2
Fotoğraf eleştirisi hakkında iki sayı önce beyin fırtınası yapmaya başlamıştık. Araya giren
uzun boşluk için affınıza sığınıyorum. Bir önceki
yazıda fotoğraf eleştirisi hakkında nelerden
bahsettiğimizi özetleyerek hatırlayalım: “Eleştiri,
ortaya çıkan eser üzerinden, yine sanatçının
daha önce ürettiği ürünler referans alınarak
eseri anlama, anlatma gayretidir. Eleştirmenin
yazdıklarının asıl muhatabı sanatçıdır ve eserin
daha iyi anlaşılması için eleştirileri değerlendirip cevap vermelidir. Bu cevap yeni eserler
şeklinde de olabilir, metin halinde de yapılabilir.
Ancak, bu şekilde ilerleyen bir süreç, eserlerin
daha iyi anlaşılması ve daha etkili yeni eserlerin
ortaya çıkmasına sebep olur...” demiş, yazının
devamında; Türkiye’de neden bir fotoğraf eleştirisi kültürü gelişmediği hakkındaki savlarımdan
bahsetmiştim. “Fotoğraf Eleştirisi Nasıl Olmalıdır?” sorusuna da bu sayıda cevap bulmaya
çalışacağımızı yazmıştım.
Sanatla ilgili tüm üretim alanlarında olduğu
gibi, eleştiri de kişiseldir. Ve aslında her eleştirmen “bir”dir. Çünkü eleştiri; genel bilgiyle,
gündelik üretilenin karşılaşarak, eleştirmenin
öznelliğinden geçmesidir. Etkili eleştirmen ise;
kişiselliğini, eseri doğru analiz ederek, neden
ve sonuçlarla eser hakkındaki fikrini kanıtlayan,
okuyucunun kafasında bir kanı yaratabilendir.
Tanıtım yazılarıyla -basın bültenlerinden araklanmış- eleştirinin ayrıldığı sınır burada başlar.
Eleştirmenin öznelliğini oluşturan ve üzerine
yazdığı eseri hangi süzgeçlerden geçireceğini
belirleyen eleştirmenin “yöntem”idir. Eleştirmenin bir nevi yol haritası olan yöntemi, kendinden
önceki tüm üretilenlerden beslenerek, yeni
eserleri yorumlayabilmesini sağlar. Edebiyat
tarihi boyunca da birçok eleştiri yöntemi kullanılmıştır. Eserleri, üretildiği toplumun bir yansıması olarak değerlendiren sanat kuramcılarının
kullandığı “sosyolojik eleştiri”, “tarihsel eleştiri”,
“Marksist eleştiri”, sanat eserinin merkezinin
sanatçı ve onun kişisel deneyimleri olduğunu
kabul eden eleştirmenlerin tercih ettiği “sanatçıya dönük eleştiri”, biçimci olarak adlandırılan
“yeni eleştiri” ve “yapısalcılık”.(1)
Eleştirinin, nihayetinde, kişisel bir “deneme”
olduğunu hatırlatarak kendi eleştiri yöntemimi,
Nazif Topçuoğlu’nun “İyi Fotoğraf Nasıl Oluyor”
(2) adlı makalesinden yararlanarak kelimelere
dökmeye çalışacağım. Bir fotoğraf çalışması
hakkında fikir yürütebilmek için ilk cevap bulmamız gereken soru; fotoğrafçının ne yapmaya
çalıştığıdır Bunu anlamamızı yalnızca fotoğraf
sağlamaz. Daha çok fotoğrafçının o fotoğraf
serisinin, sergisinin başında sonunda niyetini
belirleyen yazılardan, verdiği röportajlardan ve
daha önceki çalışmalarından ipuçlarıyla sezinleyebiliriz. Tabii ki en doğrusu fotoğrafçıya sormaktır: Bu çalışmayla amacın nedir? Kulakları
çınlasın, Gültekin Çizgen’in kendisine fotoğraf
gösterenlere “Muradın nedir” sorusu geldi aklıma. Ancak bundan sonra sanatçının bu niyetinin gerçekleştirmesinde ne denli başarılı olduğu
ve yapılan bu işin samimiyeti sorgulanabilir.
Yalnızca fotoğraf değil, sanat üretiminin en
önemli değerlendirme noktası; “sanatçıya özgü,
kişiye özel” olmasıdır. Etkileşimi bol, kolay ve
çabuk görüntü üretim yöntemi olan fotoğrafçılıkta özellikle, “el yazısı gibi” fotoğrafçıya has olma
özelliğinin ne düzeyde olduğunun araştırması,
fotoğraf eleştirisinde dikkat ettiğim ikinci husustur. Bu noktada ısrarla tekrarlamakta fayda var:
Tek tek fotoğrafların herhangi bir önemi yoktur.
Eleştiri, fotoğrafçıların yayınladığı dosyalar,
albümler üzerinden yapılmalıdır. Ve yüzlerce
fotoğraf arasından fotoğrafçının seçtiklerini
gördüğümüz için eleştiri; çekim anına değil,
daha çok, fotoğrafçının çekilenlerden yaptığı
seçimlere yapılır. Bu nedenle, çekim anının, o
“an” efsanesinin çok da bir önemi yoktur. Eleştirilen eseri yaratan (albüm, sergi vb.) süreçlerde
fotoğrafçının tavrıdır. Fotoğrafta bize gösterilen
her şeyin orada olmasının bir sebebi vardır
veya olmalıdır.
Konu seçimi, özellikle, belgesel fotoğrafın
önemli bir aşaması olduğu için, eleştiri konularından biridir. Ama unutulmaması gerekir ki, bir
fotoğrafın neyin fotoğrafı olduğu kendi başına
bir şey ifade etmez. Önemli olan fotoğrafçının
tavrıdır, hem o konu karşısında, hem de genel
olarak fotoğrafçılıkla ilgili olan tavrı.
Her ne kadar günümüz fotoğraf üretiminde,
fotoğrafçının zanaatı geri plana atılmış olsa da,
fotoğrafçı, yapmak istediğini yaparken nasıl
bir teknik kullanmış, bu tekniği yaratıcılığıyla
geliştirebilmiş mi? Ve sonucunda, bu kadar basamaktan geçerek ortaya çıkan eser ne kadar
yaratıcı veya ne kadar sıradan? Fotoğraf eleştirisinin en önemli sorularından birisi de budur.
Tabii ki fotoğraf eleştirisi, eser üretmenin önemini anlamış, samimiyetle yola çıkmış, yalnızca
“güzel”in peşinde değil, “etkili olanın” peşinde
eserler ortaya çıkarmayı amaçlamış, derdi olan
ve dert edindirmeye çalışan fotoğrafçıların
çalışmalarına yöneliktir. Elinde fotoğraf makinesi olan sosyal röntgenciler bu yazının sınırları
dışındadır. Onların “ışıkları bol olsun”!
Kaynakça:
1. Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, Berna Moran, Cem
Yayınevi.
2. İyi Fotoğraf Nasıl Oluyor Yani, s.93, Nazif Topçuoğlu, Yapı Kredi Yayınları. (2) den sonra italik olan
cümleler Nazif Topçuoğlu’na aittir.
Kısa Bir Deneme
Tarih boyunca farklı yaklaşımlarla değerlendirilmiş de olsa, insanlığın pozitif gelişimiyle onun gerçek arayışı hep paralellik
içinde olmuştur. Pek çok dünya dilinin
birbirlerinden bağımsız ve belki de habersiz olarak “gerçeğe ulaşmak” ile “aydınlatma/aydınlanma”yı benzer anlamlarda
kullanmalarını “aklın yolu birdir”e çarpıcı
bir örnek saymak gerekir.
Bilindik de olsa tekrarlamakta sakınca yok;
gerçek, aydınlık, yalan ise karanlıktır. İçeriği ne olursa olsun aydınlığa ancak gerçekle ulaşılabilir. Gerçekten kaçarak doğru
bir sonuca ulaşılamayacağı geçmişi hiç de
az olmayan toplumsal mücadele tarihinde
saklı.
Günümüzde ise gerçeğin anlamı ve değeri
çok değişti. Günümüz insanının tipik özelliklerinden biri, gerçek karşısındaki tutumu. Gerçeğe ulaşmak, gerçekle baş başa
kalmak istemiyor günümüz insanı. Çünkü,
gerçeğin ancak mutsuz edebileceğine
inandırılmıştır. Ruanda İç Savaşı’nda kaç
milyon insanın katledildiğini; Irak’ta hava
bombardımanında kaç yüz bin insanın
öldürüldüğünü; ülkemizde adı konmamış
iç savaşın kaç bin insanımızı kaybetmeye
yol açtığını ve benzer “gerçekler”i öğrenmek istemiyor insanlar. Bu bilgiler, yani var
olanın kendisi, “gerçek”, insanları mutlu etmiyor; tersine bu türden ulaştığı her büyük
gerçek karşısında kendisini daha zayıf ve
daha mutsuz hissediyor. Gerçek, mutsuz
ediyor.
Eğer insan önce gerçeğe ulaşma, sonra
değiştirme gücünden alıkonmuş ve yalan
içine çekilerek teslim alınmış, yani hiçbir
şekilde toplumsal tesiri kalmamışsa, bu
durumda gerçeğin insanı mutsuz etmesi
anlaşılabilir.
İnsan için gerçek, ancak onu kullanma ve
hayatı değiştirme gücüne sahipse değerlidir; aksi durumda ruh sağlığı için yükten
başka anlam taşımaz. Ancak bu tür durumlarda insanın yalan içine çekilmesi ve
yalanla mutlu edilmesi mümkün olabilir.
Benzer zamanlarda insanın keyif verici
maddelere ve kültür endüstrisinin yalan
mutluluk satan ürünlerine yönelmesi anlaşılırdır. Yine, eşdönemlerde, insanın bir
eğilim olarak çok daha az okuması; bilgi-
AFSAD
den, öğrenmeden kaçması, okusa da “can
sıkıcı ağır kitaplar” yerine günlük hayatı
unutturucu hafif edebiyat ürünlerini tercih
etmesi de anlaşılırdır. Anlaşılırdır, çünkü
gerçek bilgi asıl değerine ancak kullanıldığında ulaşabilir. Kullanmak için toplumsal
alanı yoksa, okul ve kamusal hayat aydınlanma arayışını terk etmişse, insan neden
bilgi ve gerçeğin peşinde koşsun, neden
çok okusun?
İnsanların örgütlü bir şekilde ortak tepki
verip hayata yön verme gücüne sahip
oldukları dönemlerde ki bunun yüzlerce
örneği vardır, gerçek bir başka şekilde
algılanır ve günümüzün tersi bir değere
sahiptir. Yine aynı dönemlerde “gerçekçi
fotograf” başlığı altında sıralanabilecek
çalışmaların da daha başka değeri, açığı,
daha çok saygınlığı vardır. Gerçeğin arandığı, gerçeği dönüştürme gücüne sahip
insanların toplumsal hayatın her alanında
varlık gösterdikleri zamanlarda “gerçekçi fotograf” türü verimli bir dönem yaşar.
Siyasetin ve bilimin, insanın iç mesleğine
dönüştüğü, yani günlük hayatın sıradan
parçacıkları hâline geldiği dönemlerle “gerçekçi fotograf” arasında paralellik vardır,
tıpkı gerçekle aydınlatma arayışı arasındaki paralellik gibi.
İnsanların kendi gerçekliklerinden uzaklaştırılıp kendilerine yabancılaştırıldığı ve
yalanla mutlu olmaya ikna edildiği günümüz koşullarında “gerçekçi fotograf” dahil,
insana kendisini güçsüz ve zayıf hissettirecek “gerçek”le ilgili her şeye uzak durması,
bence anlaşılır bir sosyolojik durumdur ve
dönemin bir gerçeğidir.
Fotograf, asıl gücünü gerçekten alır ve
hiçbir şey gerçeğin gücüne ulaşamaz. Şu
dönem, gerçek insanlara acı veriyor ve
mutsuz kılıyorsa da bu durum değişmeyecektir. Bu bir “ara dönem”dir. Ya da “vakitsiz bir Batı Ortaçağı”. Batı Ortaçağı uzun
sürmüştü. Bu “ara dönem”in ya da “vakitsiz
ortaçağ”ın süresini gerçeği arayan insanlardan başkası belirlemeyecektir.
Mayıs - Haziran 2012
İMece
İlker Maga
“Gerçekçi Fotograf Günümüzde Neden
Aranmaz” Üzerine...
3
Usta İşi
Aysel Altun
Yıldız Moran Arun (1932-1995)
4
İkilem
Sevgi ise, sevişeceğiz seninle.
Kavga ise, dövüşeceğiz seninle.
Ölümü de paylaştığımız yaşamda
Ortaklaşa bölüşeceğiz seninle.
Özdemir Asaf
1932 yılında İstanbul’da doğan Yıldız Moran,
Türkiye’nin bu konuda eğitim almış ilk kadın
fotoğrafçısıdır. Resim yapmak isterken dayısı,
sanat tarihçisi Mazhar Şevket İpşiroğlu’nun
yüreklendirmesi ile fotoğrafa yönelir ve fotoğraf
eğitimi almak üzere İngiltere’ye gider. Öğrenimini 1950-1954 yılları arasında İngiltere’de
Blomsbury Technical College ve Ealing Broadway Technical College’de alır. İlk kişisel sergisini 21 yaşında İngiltere’de açar. Londra’nın
ünlü portre fotoğrafçısı olan John Vickers’in
“Artık senin işin kalmadı burada, öğreneceğini
öğrendin. Git kendi başına çalış.” diye verdiği
öğüt üzerine 1954 yılında İngiltere’den ayrılıp,
ülkesine dönüş yolunda fotoğraf çekmek için
İspanya, Portekiz, İtalya ve Kuzey Afrika’ya
gider.1955 yılında Türkiye’ye dönen Yıldız
Moran İstanbul’da, Maya Galerisinin üstünde
açtığı stüdyoda hem çekim hem de fotoğraflarının sergilemesini yapar. Bu nedenle sergileri
basında ‘Kapanmayacak Sergi’ olarak nitelendirilir. ‘Şairane olan her şey fotoğraf konusudur’
diyen Moran, portre fotoğrafçılığının yanısıra,
Anadolu’nun o zamanki koşullarda ulaşılması
zor, ücra köşelerine giderek Anadolu’yu ve
insanlarını fotoğraflar.
1955 yılında, Yüksel Söylemez ile yaptığı
söyleşiden birkaç soru ile yanıtları şöyledir:
Kullandığınız makine nedir? Gülersiniz belki
ama ROLLEIFLEX. Bu makine yüzünden John
Vickers ile bir tartışmamız vardır. Kesin olarak,
bununla profesyonel olunamaz diyordu. Öğünmek için söylemiyorum. Ona birkaç çalışma
gösterdim. Yenilmeyi kabul etti. Nasıl çalışırsınız? Konu olarak aldığım eğer bir portre ise
20 dakikada 36 poz çekiyor sonra aralarında
seçme yapıyorum. Müşteri, bir fotoğraf stüdyosunda büyük makineler, lambalar görmek
istiyor. Ben ise dediğim gibi, o minnacık makine
ile çalışıyorum. Sizce dünyadaki usta portre
fotoğrafçısı kimdir? Kanadalı Karsh.
Nurullah Berk ise Arun sergisi sonrası ‘anıtsal
fotoğraflar’ olarak nitelediği fotoğraflar konusunda şunları yazmıştır: “Yıldız Moran’ın fotoğraflarını tanımlayacak bir terim belirlemek gerekirse onların öncelikle tavizsiz, yapmacıksız
Aysel Altun
Orada
olduklarını söyleyebiliriz… Portrelerinde yüzlerdeki hataları kabul ediyor ve modelinin ruhuna
ulaşmak dileği ile soyut, düşünsel olanı arıyor.
Böylelikle sanatçıların, entelektüellerin, çiftçilerin, çocukların çehreleri kendilerini, üzerlerinde
oynanma olmaksızın ve içerdikleri tüm doğrular
ile ortaya koyuyorlar. Bir yüze objektifi doğrultmak, herhangi bir ışık ya da gölge oyunu, bir
dekor yardımı olmaksızın maksimum ifadeyi elde etmek, bir iddia gibi düşünülebilir, ben böylesine bir mucizeyi Bayan Simone Hermant
portremi çektiğinde yaşamış idim… (Chronique
De L’Art Turc. Les photographies de Yıldız Moran
Une Exposition 9 Février 1960 par Nurullah Berk)
1962 yılında Özdemir Asaf’la evlenerek fotoğrafı bıraktı. 12 yıllık fotoğraf yaşamına çok sayıda
yurtdışı ve yurtiçi sergi sığdırdı. 1982 yılında
İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi, Fotoğraf
Enstitüsü Onur Üyesi oldu.
Kumarbaz
AFSAD
Mayıs - Haziran 2012
Flamenko
Usta İşi
Geliş ve Kalış
5
Hakan Bıçakçı
Konuk Yazar
6
Tarlabaşı’nda Son Gece
“Her şey bir fotoğrafta son bulmak için var olur.”
Susan Sontag
En basit cep telefonlarının bile fotoğraf çektiği bir
zamanda yaşıyoruz. Günümüzde anlamlı anlamsız
her şey, hemen her ayrıntı, yaşanan her an, fotoğraf karesine dönüşmekte özgür. Fotoğraflar, sosyal
paylaşım sitelerini boydan boya süslüyor. Paylaşılıyor, yorumlanıyor, “beğen”iliyor. Böyle bir ortamda,
yaşam, olduğu gibi fotoğraflarla belgeleniyor, hiçbir
ayrıntı karanlıkta kalmıyor yanılgısına kapılabiliriz.
Hâlbuki insanlar önlerine gelen tabakları, mezeleri,
doğum günü pastalarını, kuma bastıkları ayaklarını,
kedilerini, köpeklerini ölümsüzleştirirken, dışarıda
bir yerlerde, fotoğrafın yeni-şirin-filtreli dünyasına
giremeyen kara delikler büyüyor. Gerçeklikle ilişkisi
bulunmayan masif bir tiyatro dekoruyla yer değiştirerek yanı başımızda yok olan Tarlabaşı gibi. “Ciddi”
fotoğraf sanatçıları tarafından eleştirilebilecek bir
tutum olabilir, usta bir fotoğrafçının eserlerini Facebook gibi lakayt bir ortamda sergilemesi. Oysa
işin tam da mecrası burası… Zevzek fotoğrafların
arasına gizlenip, bakanın boğazına düğüm üstüne
düğüm atan bu acayip fotoğraflar, paylaşılamayacak
kadar tekinsiz, yorum yapılamayacak kadar keskin,
“beğen”ilemeyecek kadar iyi...
HEM BELGESEL HEM SANATSAL
Ali Öz’ün Tarlabaşı, “Tarlabaşı, Son Barlar, Gece
Hayatı, Yıkımlar” serisi, kapanmakta olan bu dönemi tüm ayrıntılarıyla gözler önüne seriyor. Belge ile
sanat arasında tuhaf bir tonu var bu fotoğrafların. Bir
yanıyla çağdaş sanat müzesinde sergilenecek kadar
çarpıcı, bir yanıyla da kelimelere sığmayacak bir
dönemi belgeler nitelikte. Büyük boyutlarda basılıp
fotoğraf sergisine konsa, sanatsal içeriği ön plana
çıkacak, gazeteye basılsa belge yönü ağır basacak
kareler. Fotoğrafın sanat aracı olmasının yanında,
belgeleyici niteliğine Serkan Dora “Büyüyen Fotoğraf
Küçülen Sosyoloji” kitabında (Babil Yayınları) değinir.
1871 yılında Paris ayaklanmasındaki eylemciler fotoğraflarının çekilmesine izin vermemeyi akıllarından
bile geçirmemişlerdir. “Çünkü çektirdikleri fotoğrafların
onların tutuklanmasına, hatta ölümlerine sebep olacağını tahmin edememişlerdir. Tarihte bir ilk yaşanmış
ve fotoğraf onları suçlu durumuna düşürmüştür.”
Tarlabaşı fotoğraflarındaki belge niteliğiyse, kimseyi
suçlu durumuna düşürmeyen ama bakanın içine bir
suçluluk duygusu yerleştiren türden. Yıllardır önünden
geçip gittiğim, ender de olsa sokaklarına girip çıktığım
kaybetmek üzere olduğum bir sokağın belgeleri önümde. Kırık dökük, paramparça... Mış gibici modernizmden nasibini alarak, gerçek bağlamından bütünüyle
koparılarak, sürprizsiz bir yere dönüşmenin arifesinde
olan Tarlabaşı’nı böyle hatırlamak da üzücü. Kırık
camların arkasından bakan semtin yorgun sakinleri…
Sanki binalarla birlikte yıkılıp gidecekler. Burada yeni
bir sayfa açılacak; onlar geride kalacaklar. Kirli sakallı
transseksüeller, eşofman altlı hayat kadınları, dikkat
köpek var yazılarına karışmış bira fiyatları... Terk edilmiş, kel kalmış perukçular... Ali Öz’ün kalıntılar arasından topladıkları… Bataklık dibinden taş toplar gibi.
MARJİNAL DÜNYA PAKETLERİ
Bu fotoğraflara bakarken lüks semtlerdeki Drug Queen canlandırmalı malum eğlence mekânları geliyor
aklıma. Şirket toplantılarının düzenlendiği, kına gecelerine ev sahipliği yapan yerler. Güleryüzlü transseksüellerin, hesaplı bir çılgınlıkla, öngörülebilir bir tekinsizlikle, sınırları belirlenmiş bir marjinallikle etrafta dolaştığı bu ortamlar; hemen yanı başındaki semt gerçeğini stilize ederek yeniden kurguluyor, postmodern
zamanların sinsiliğine yakışır bir biçimde. Ziyaretçileri
de hem marjinal olana ne kadar açık olduğunu gösterme fırsatını buluyor, hem de konforlu bir mekânda
çatlak halleriyle gurur duyarak bu uçarılıklarının,
çılgınlıklarının tadını çıkarıyor. Ziyaretçilerine uzaylı
gözüyle bakıldığı gerçeğine tahammül edemeyenlerin
simülasyonunu yaşamak için gittikleri yerler buralar.
Kapısında güvenlik görevlileri olan, marjinal dünya
paketleri. Vahşi hayatın hayvanat bahçelerinde olduğu gibi sunulması. Marjinal hayatlar, salaş mekânlar,
sosyetenin ağzından düşmeyen kavramlar. Ama işte
Ali Öz’ün fotoğraflarında bu tanımların estetize edil-
Hakan
Bıçakçı
Ahmet
Gökhan
Demirer
SOYUT DÜNYADA
SOMUT YIKIM
Orhan Kemal yazmış
olmasaydı, bir dönemin kahvehanelerindeki, kenar mahallelerindeki, fabrikalarındaki konuşmaları bilemeyecektik. Tarihin yazmadığı bu diyalogları Orhan Kemal gibi romancılar kayda geçirdi. Bu
somutluk duygusu Ali Öz’ün fotoğraflarında da var.
Gisele Freund, “Fotoğraf ve Toplum” kitabının (Sel
Yayıncılık) “Dönemin sanatçılarının fotoğrafa karşı tavırları ve akımlar” bölümünde bu nostaljik tartışmalara
değindikten sonra “Basın fotoğrafçılığı” bölümünde,
fotoğrafın basın alanına girmesiyle kitlelerin dünya görüşünün nasıl değiştiğini ayrıntılı biçimde anlatıyor. Bu
gerçekten de önemli bir gelişme. O güne kadar kendi
sokağında, mahallesinde gerçekleşen olayları gözünde canlandırabiliyordu herkes. Fotoğrafla birlikte
dünyayı görmeye başladık. Sınır dışında gerçekleşen
olaylar yakınımıza taşındı. Ve bakışın genişlemesiyle
birlikte dünya küçüldü. Gisele Freund’ a göre yazılı
sözcükler soyuttur ama fotoğraf içinde yaşadığımız
anın somut yansımasıdır. “Uçak düştü” cümlesi soyuttur. Düşen uçağın fotoğrafı somut...
AFSAD
“Tarlabaşı yıkılıyor” lafı soyuttur. Ali Öz’ün fotoğrafları
somut…
“İMAJ”I BURUŞTURUP ATAN GERÇEK
Kevin Robins, “İmaj” isimli kült kitabında (Ayrıntı Yayınları), imajların gerçek dünyadaki anlamlarından bağımsız olarak üretildiği bir dünyada yaşadığımızı iddia
eder. Robins’e göre modern yaşamda, artık, imajlar
gerçekliğin aracısı olmaktan çıkmıştır. Gerçeğin sorunsallaştırılması üzerine kurulu postmodern dönemde, her görsel malzeme potansiyel bir tuzaktır. Bu noktada, fotoğrafın belgeleme özelliğinde ciddi bir sapma
gözlenir. Gazeteciler nasıl demeçleri saptırabiliyorsa,
görsel alanda da gerçeği benzer bir refleksle saptırabilmektedir. Körfez Savaşı’nı petrolde yüzen bir karabatak kuşuyla kartpostallaştırmıştı ABD medyası.
Sonradan ortaya çıkan iddialara göre, bu fotoğraf
ABD’de bir stüdyoda çekilmişti. Savaşın böyle algılanması isteniyordu çünkü. Bir
tür, dramı melodrama çevirme hevesi... Politik soru
işaretlerini bastırma çabası...
Stüdyo ortamında hazırlanan
kurmaca fotoğrafların gerçeği
temsil etmesine Irak savaşında da tanık olduk. ABD’li bir
yetkili, Irak askerlerinin teslim
olduğu bir sahneyi stüdyoda fotoğrafladığını itiraf etti.
Böylece, basında kullanılan
fotoğraf ilk başlarda saf ve
objektif bir belgeleme aracıyken, günümüzde şeytani
ve subjektif bir yönlendirme
aracına dönüştü.
Ali Öz’ün fotoğraflarıysa, gerçekliğin aracısı olan imajlardır. Genel eğilimin aksine.
Mayıs - Haziran 2012
KonukYazar
Yazar
Konuk
memiş, kahredici bir
gerçeklikle haşır neşir
olmuş halleri var. Moda
olan versiyonlarının,
bilinçaltı gibi, buradaki
salaşlık ve marjinallikleri. Her iki dünya da
internette buluşmuş
durumda. Yıkılan Tarlabaşı fazla uzakta değil,
İstiklal Caddesi’nin hemen yanında. Yıkılan
Tarlabaşı’nın fotoğrafları fazla uzakta değil,
Facebook’ta parti fotoğraflarının hemen
yanında.
7
Söyleşi
Kontrast
Arjen Zwart
8
Arjen Zwart, İstanbul’da yaşayan ve çalışan, Hollandalı bir fotoğraf sanatçısıdır. Arjen, tam bir sokak
fotoğrafçısı, belgeselci, siyah beyazcı, ayrıca hâlâ ve
inatla pelikül fotoğrafla ilgileniyor ve sayısal fotoğraftan uzak duruyor. Tek ışıklı makineleri deniyor (eski
bir Holga’sı var), uzun süre pozluyor. Bir zamanlar
“Romanlar”ı çalıştı... Galata Fotoğrafhanesi’nde
sokak fotoğrafçılığı üzerine atölye yapıyor. Ayrıca
fotoğraf turları düzenliyor. Kavramsal, gezi ve belgesel fotoğrafçılık alanlarında uzman olup, serbest
fotoğrafçılıkla uğraşmakta. Fotoğraf albümleri var.
Kişisel projelerinin yanısıra, gazete, dergi ve çeşitli
sivil toplum kuruluşları için de çalışıyor. Fotoğraf
çalışmaları, Türkiye’de ve Avrupa’da sergileniyor ve
yayınlanıyor.
Kendinizi tanıtır mısınız?
Teşekkürler, siz tanıttınız bile.
Fotoğrafa, 1986 yılında, Hindistan’a yaptığınız bir
gezi sırasında ilgi duyarak başladığınızı söylüyorsu-
nuz. Nasıl bir gezi ve serüvendir bu?
Zaten bir makinem vardı. Ancak, onunla neler yapabileceğimi araştırmak hiç aklıma gelmemişti. Köyde yaşarken, açıkçası, hiçbir sanatsal dayanağım
yoktu.
80’lerin ortalarında, Hollandalı bir sokak fotoğrafçısı
olan Ed van der Elsken’in kitabını görünce gözlerim
açıldı. Bu adam gündelik yaşamdaki sıradışılıkları
yakalayarak dünyayı dolaştı. Benim istediğim de
buydu!
Karayoluyla Hindistan yolculuğu, bana bunun benzerini yapma fırsatı verdi: Gündelik yaşamda olağan
dışını fotoğraflamak.
Yabancı bir ülkede, sanat alanında var olmaya çalışmak nasıl bir durum?
İstanbul’da yaşamak ilham veriyorsa da kolay değil.
Kendimi tanıtmak için baştan başlamam gerekti.
Burada sergilerim oluyor. Dahası, diğer Türk ve yabancı fotoğrafçılarla tanışıyorum. Fikir alışverişinde
bulunuyoruz. Fotoğraf sohbetleri, atölye çalışmaları
ve fotoğrafla ilgili başka etkinlikler düzenliyoruz.
Kontrast
1986’da Hindistan’a karayoluyla büyük bir yolculuk
yaptım. Yolda,İstanbul’u ve insanlarını fotoğraflayarak harika bir hafta geçirdim. O zamandan beri
İstanbul’a karşı bir zaafım var.
Sonra, 2001’de, siyah beyaz filmlerle donanmış olarak İstanbul’a geldim. İstanbul siyah beyaz bir şehir.
Roman bir aileyle ilgili uzun dönem, hâlâ devam
eden bir projeye başladım. Bu arada karımla tanıştım ve 2008’de, onunla birlikte İstanbul’da yaşamaya
karar verdim.
İyi bir fotoğrafta olmazsa olmazlarınız nelerdir? Bir
fotoğraf ne zaman iyidir?
Cevaplaması zor bir soru. Dogmaları sevmem. Bir
fotoğraf teknik olarak kötü olabilir ama ifadesi güçlü
ve şaşırtıcıysa iyi bir fotoğraf olabilir.
Türkiye’deki fotoğraf ve “fotoğrafçı olmak” hakkında
bir değerlendirme yapabilir misiniz?
Burada pek fazla bireysellik olmadığını düşünüyorum.
“Sokak fotoğrafçısı” ve “belgeselci” olarak tanımlanıyorsunuz. Siyah beyaz çalışıyor, pelikül
fotoğrafla ilgileniyor ve sayısal fotoğraftan uzak
duruyorsunuz. Tek ışıklı makineleri deniyor ve
uzun süre pozluyorsunuz. Neden?
Sayısal teknolojiyi kullanıyorum ama sadece iş
çekimlerinde. Kişisel çalışmalarımda analog makine ve konusuna göre renkli film kullanıyorum. Zift
serim renkli negatifle çekildi. Değişik makinelerle
oynamayı ve ne yapabileceğimi görmeyi seviyorum.
“Sayısal teknoloji” hakkında ne düşünüyorsunuz?
Fotoğraf üzerindeki etkilerini nasıl yorumluyorsunuz?
Sayısal fotoğrafa karşı değilim ama bence, bana
istediğim niteliği sağlamıyor. Teknolojik anlamda
değil, yaklaşım olarak. Sayısal fotoğraf nörotik ve
sert. Makineli tüfek gibi. Diğer uçta ise, analog
fotoğraf var, o ise düşünmeye itiyor. Analog fotoğraf Zen’in ta kendisidir.
AFSAD
Mayıs - Haziran 2012
Söyleşi
Neden Türkiye ve neden İstanbul?
9
Kontrast
Söyleşi
10
Bu kültürel bir olgu. Türkler sosyal ve şekilci. Birkaç işi bir arada yapmayı seviyorlar. Bu bakış açısı
ifadelerine de yansıyor.
Son yıllarda, uzaklarda daha başarılı olan; ancak
kendi ülkelerinde fazla tanınmayan (genç ve yetenekli) Türk fotoğrafçılarda artış var. Asıl bağrımıza
basmamız gerekenler onlar.
Türkiye’de profesyonel bir fotoğrafçı olmak ise,
dünyanın her tarafında olduğu gibi zor. Genellikle
Hollandalı müşterilerle çalışıyorum.
Dergi ve gazeteler için fotoğrafçılık yapmanın yanısıra, Galata Fotoğrafhanesi’nde sokak fotoğrafçılığı
üzerine atölye çalışması yapmakta ve fotoğrafçılık
eğitimi vermektesiniz. Nasıl bir yol izliyorsunuz?
Sokak fotoğrafçılığı ile ilgili atölye çalışmaları
yapıyorum. Öğrencilerin ‘açıldığını’ ve ‘muhteşem
fotoğraflar’la döndüğünü görmek harika. Onlara
kendi fikirlerimi fazla işlemek istemiyorum. Kendi
kendilerini anlamaları daha önemli. İyi bir fotoğrafçı,
kendi yolunda ilerlemelidir.
Size sadece “Genius Loci” denilen ilk serimi anlatabilirim. Genius Loci mekân hissi demek. İstanbul’un
uzun ve zengin bir tarihi var. O mekânların tarihiyle
ilintili, görünmeyen bağları ortaya çıkartmak. Bu kavramla oynamayı seviyorum. Üçüncü proje gelişme
aşamasında. Henüz ondan bahsedemem. Önce beni
tatmin etmeli ve onu başarıyla sonuçlandıracağıma
da emin olmalıyım.
Neden fotoğrafçılığı bir meslek olarak düşündünüz?
Bunun sizce iyi ve varsa olumsuz yanı nedir?
Bu konuda fazla düşünmedim. Hepimiz gibi, fotoğrafçı da faturalarını ödemek zorunda. Dolayısıyla, birşeylerden fedakârlık etmek veya ek bir iş gerekiyor.
Eklemek istediğiniz bir şey var mı?
İyi bir literatür takibini, müze gezmeyi (sadece fotoğrafla sınırlı değil) ve iyi filmleri izlemeyi öneririm.
Hobiniz mesleğiniz oldu.
http://arjenzwart.com/
http://www.arjenzwart.nl/
[email protected]
Söyleşi
Hobi veya profesyonel diye düşünmüyorum. Bir fotoğrafçıyı o yapan, meramıdır ve gerçek bir fotoğrafçı
olmak bir yaşam şeklidir.
Kontrast
“İstanbul’da yaşam” konulu fotoğraf sergi ve albümünüz var. “Zift” adlı serginizde; şehre, siyah duvarlar
üzerinden yeni bir bakış sunuyorsunuz. Bu seriniz
İstanbul’la ilgili triptik (üçleme) serinin ikincisi. Diğer
sergilerinizden bahseder misiniz?
11
AFSAD
Mayıs - Haziran 2012
Kısa Metraj
Bora Çekiç
EMEK’siz Festivalden Notlar ve Öneriler
12
Bu yıl İstanbul Film Festivali 31.yaşını kutluyor.
31 Mart’ta başlayan festival 15 Nisan’a kadar
sürecek. Festivali elimden geldiğince yakından
takip etmeye çalışarak sinema salonları arasında
koşturmaktayım. Yazımda festival hakkında genel
izlenimlerimden bahsedip, birkaç film önerisinde
bulunacağım. Festival kapsamında görüp izleyemeseniz bile eminim bu filmler bir gün karşınıza
çıkacaktır.
İstanbul Film Festivali ülkemiz sinemasının önemli mihenk taşlarından birisi olarak kabul edilebilir.
Her yıl yüzlerce sinema sevdalısı o salon senin, bu
salon benim, ellerinde kahveleri ve atıştırmalık
yiyecekleriyle dolaşırlar. Artık bir gelenek haline
gelen, bir film izleyenin, dayanamayıp bir tane
daha ve bir tane daha izlediği festivali büyük bir
beceri ile her geçen yıl biraz daha sönükleştiriyoruz. Her şeyden önce festival halen Emek’siz!
Emek Sineması’nın tekrar hayata döndürülmesi
için bugüne değin yapılan onca gösteri ve yayınlanan bildiriye kulakları tıkanmış ve gözleri ısrarla
görmek istemeyen yetkililer, ne yazık ki festivale
ciddi darbe vurduklarının farkında bile değiller.
Emek Sineması sanırım bundan böyle sinemaseverlerin kalplerinde kanayan bir yara olarak
kalacaktır.
Bunun yanısıra, festival takipçilerinde görülen değişim dikkate değer. Geçmiş yıllarda festivale rağbet edenlerin büyük bir bölümü öğrenci olmakla
birlikte, belirli düzeyde bir sinema kültürü ve
altyapısına sahipti. İzleyici de böyle olunca, sanki
pek daha keyifli ve takip edilesi bir etkinlikler
silsilesi içinde buluyordunuz kendinizi. Bu durum
yıldan yıla değişmekte, hatta yozlaşmakta olan
toplumun bir göstergesi olarak başkalaştı. İyi mi
kötü mü olduğu tartışmaya açık bir konu; ancak şu
söylenebilir, artık alışılmış festival izleyicisi yok.
Durum böyle olunca kimi zaman bir gösterim sırasında etrafınızda oturan birilerinin bir sahne ya
da filmin geneli hakkında yaptıkları anlam verilemez yorumlar, cayır cayır çalan cep telefonları ve
film bittiği an yerinden ok gibi fırlayan ve adeta
kaçarcasına salonu terk etmeye çalışan izleyiciler
keyif kaçırmıyor değil.
Ufak bir eleştiri de festival programına geliyor.
Öyle bir program yapılmış ki, artık her kim yaptıysa, örneğin bir filmin gösterimi hemen festivalin
ilk üç gününde yapılıyor ve bitiyor, kaçırdın mı bir
daha görebilmenin imkânı yok. Benim bildiğim ve
takip ettiğim kadarıyla yurt dışında gerçekleştirilen sinema festivallerinin programları düzenlenirken filmlerin mümkün mertebe herkes tarafından
izlenebilmesi için zamana yayılarak gösterimlerinin yapılmasına özen gösterilir. Geçen yıllarda
festival programları sanki daha bir düzenliydi,
ancak, bu sene öyle olduğu söylenemez.
Gelelim festival filmlerinden ufak notlara ve önerilere. Hakkında bir şeyler yazmak istediğim ilk
film Ormandaki Kulübe, orijinal adıyla “Hutte Im
Wald”. Alman yapımı film, “The Edukator (Eğitmenler)” adlı filmiyle tanınan yönetmen Hans
Weingartner imzası taşıyor. Film “Dünya Festivalleri” başlığı altında gösterilmekte olup özellikle başrol oyuncusu Peter Schneider’in başarılı
performansı ile göz dolduruyor. Film; arkadaşlık,
saygı, yalnızlık ve önemseme gibi konular üzerine
kurulu bir hikâyeye sahip. Akıl hastası matematikçi Martin, küçük öksüz göçmen Victor ile tanışır
ve birlikte şehirden kaçıp ormanda bir kulübe
kurarlar. “Toplumdan, şehirden, gürültüden ve
hatta mantığımızdan uzakta bir yaşam sürmek
bizleri iyileştirir ve daha iyi insanlar yapar mı”
sorusu üzerine düşündüren ve kimi zaman bazı
klişelere kaçsa da orijinalliğinden, temposundan
ve sadeliğinden pek bir şey kaybetmeyen film,
kanımca festivalin görülmesi gerekenleri arasında
yer alıyor. Özellikle sona doğru Martin ve Victor
arasındaki arkadaşlık, ormandaki kulübelerinin
yıkılıp Martin’in hapse düşmesi ve filmin sürpriz
kahramanı Petra’nın olaylara dâhil olması ile birlikte çok daha farklı bir anlam kazanıyor.
Bir diğer film ise; Arjantin’den ve çok sevdiğim
yönetmen Carlos Sorin’den. Orijinal adı “El Gato
Desaparace” olan Kaybolan Kedi, Sorin’in “Bombon”, “Köpek” ve “Arjantin Hikâyeleri” adlı filmlerinin ardından güvensizlik, şüphe ve korkunun
pusuda beklediği, insan zihnine dair adeta Hitchcockvari bir filmi. 89 dakika süren ve bir çırpıda
biterek tadı damağınızda kalan tipik bir Sorin
filmi, “Kaybolan Kedi”. Paranoya teşhisi ile bir
süre psikiyatri kliniğinde kalan akademisyen Luis
evine döner. İyileşmiş gibi görünmektedir. Karısı
Beatriz’in bu durum karşısında duyduğu mutluluk,
eşinin evine döndüğü gün çok sevdiği kedileri
Donatello’nun ortadan kaybolması ile oldukça
kısa sürer. Artık herkesten şüphe duyma sırası
Beatriz’e geçmiştir. Günler birbirini kovalar, ke-
Hayatımızda yer alan, bizi türlü sıkıntı ve strese
sokan, yaşamdan beklentilerimizin körelmesine
neden olan her şeye, tüm olumsuzluklara, sinema
ile direnmek kimilerine biraz romantik bir eylem
gibi görünse de, ben direnmeye devam etme
kararındayım. İyi ki varsın İstanbul Film Festivali,
keşke bir de Emek olsa.
Sinemanız bol olsun!
Bahsettiğim bu üç film dışında festivalde elbette
görülmesi gereken daha onlarca film var. Sokurov
ustanın “Altın Ayı” ödüllü filmi “Faust”, ilk filmi
Bora Çekiç
Ada sineması olmadan festival olmaz! Üçüncü
film tahmin edeceğiniz üzere Birleşik Krallık’tan
geliyor. “Behold the Lamb”, Tanrının Kuzusu adlı
çevirisi ile festivalin iyi örneklerinden birisi.
Yazar ve tiyatro yönetmeni John McElduff’un bu
ilk uzun metrajı tam anlamıyla bir Kuzey İrlanda
filmi. Acayip bir ikili, soğuk ve ıslak Kuzey İrlanda
kırlarında kurtuluşa doğru bir yolculuğa çıkar ve
elbette başlarına komik, trajik ve rahatsız edici
olaylar gelir. Film 83 dakika sürüyor ve zamanın
nasıl geçtiği hiçbir şekilde anlaşılmıyor. Üstüne
üstlük ada sinemasından hoşlanan ve doğal oyunculuklar görmek isteyen herkesin mutlaka görmesi gereken sert bir film Tanrının Kuzusu.
“La Haine (Protesto)” ile büyük ses getirmiş Fransız oyuncu ve yönetmen Kassovitz’in yeni filmi
“İsyan”, büyük yönetmen Scorsese’nin dünyanın
en etkili müzisyenlerinden birini anlattığı filmi
“George Harrison: Fani Dünyaya Karşı”, benim
önem verdiğim filmlerden. Bunların yanısıra,
uluslararası yarışma kapsamında gösterilecek
olan ve derneğimizde izleme fırsatı bulduğunuz
“Fish Tank (Akvaryum)” adlı filmin, bana göre
olağanüstü yönetmeni Andrea Arnold’un son filmi
“Uğultulu Tepeler”, gerçekten dikkate değer bir
başka film.
Kısa Metraj
diden haber çıkmaz ve Beatriz gitgide asabileşir.
Keyfi yerinde olan Luis ise eşine kısa süreli bir tatile çıkmayı önerir, bu vesile ile her şeyin yoluna
gireceği umudu vardır. Özellikle final sahnesi ile
hem şaşırtıp hem de yüzlerde hafif bir gülümseme yaratmayı başaran film, Latin Amerika sinemasını sevenlerin kaçırmaması gereken yapıtlardan
biri. Umarım, bu filmi yeni sezonda derneğimizin
etkinlikleri arasında göstermeyi başarabiliriz.
13
AFSAD
Mayıs - Haziran 2012
Söyleşi
Aysel Altun
- T. Deniz
Çakır
Dosya Konusu
Mimari
ve Fotoğraf
Mimari ve Fotoğraf
Çetin Ergand
Ünlü mimarlarımızdan, akademisyen ve yazar
Prof. Dr. Bülent Özer’in “Kültür, Sanat, Mimarlık”
adlı kitabında mimariyi tanımlarken kullandığı
üç temel unsurun, yani; fonksiyon, biçim ve
sanatsal değer kriterlerinin, mimari fotoğraf için
de geçerli olabileceği düşünülebilir. Mimari ve
fotoğrafın ilişkisi, karşılıklı fayda sağlama temelinde, birbirini yaşatan sembiyotik bir süreç
olarak tanımlanabilir. Mimari; fotoğraf estetiği
ve sanatı nesnesi bağlamında, gösterenin, yani
fotoğrafçının dışavurumcu kimliğini ortaya koyan
bir araç konumunda iken tüketim nesnesi olarak
mimari fotoğraf; ticaret, politika ve bilimin nesnesi konumunda amaç olarak fotoğraftaki yerini
bulmuştur. Fotoğraf estetiği ve sanatı malzeme-
si olarak mimarinin, ilk zamanlar belgelemeci bir
tavırla, dönemin resim akımlarının paralelinde
bir anlayışla ele alındığı anlaşılır. Nicéphore
Niépce’in 1826 yılında ilk kalıcı görüntüyü elde
edişinden, daguerreotipin bulunuşuna (LouisJacque Mande Daguerre, 1839), William Henry
Fox Talbot’un 1841 yılında kalotipi icat edişinden, 1851 yılında Frederick Scott Archer’ın ıslak
kolodyon yöntemini keşfine kadar geçen süreçte
durağan konular ve özellikle mimari, fotoğrafçının konu seçiminde en ön planda tuttuğu unsurlar arasında yer almıştır. Filmin ışığa karşı olan
yetersiz duyarlılığı ve ihtiyaç duyulan uzun pozlandırma süreleri, söz konusu seçimde önemli
bir tercih nedeni olarak görülebilir.
14
Roger Fenton 1852, Edouard Baldus 1850’ler (Üstte), James Robertson ve Feice Beato 1854, Robert MacPherson 1860-72, Francis Bedford 1870 (Altta)
Mimari ve Fotoğraf
Louis-Jacque Mande Daguerre 1838
19. yüzyılın, özellikle ikinci yarısı, geleneksel
kültürel mirası yaşatma yönündeki reflekslerin
de ortaya konduğu bir dönem olmuştur. Endüstrileşen ve şehirleşen yerleşik yapıya paralel
olarak değişime uğrayan yaşam biçimi, hayattan
keyif almaya yönelik olanakların artması, seyahat ve gelişen turizm endüstrisi ve düzenlenen
“Grand Tour”lar, geleneksel değerlere, kültür
miraslarına ve özellikle mimariye olan ilgiyi
artırmış ve belgelenmesine yönelik duyarlılığı da
beraberinde getirmiştir. Bu bağlamda fotoğraf,
geçmiş ile gelecek arasındaki iletişimi sağlamaya yönelik bir araç olarak düşünülmüş, resim,
gravür ve benzeri yöntemlere alternatif, sıradışı
bir metot olarak, belgelemeye yönelik fonksiyonu yoğun bir biçimde kullanılmıştır. 1850’ler, kili-
se, katedral, saray, anıt, kale ya da kır mimarisinin romantik ve pitoresk bir üslupla ele alınarak
fotoğraflandığı bir dönem olarak tanımlanabilir.
Fotoğrafçı ister amatör ister profesyonel olsun,
bir yandan fotoğrafına konu edindiği mimari göstergelerle dönemine tanıklık etme misyonunu
yerine getirirken, bir yandan da, korumacılık ve
yeniden yaşatma ruhunu da ortaya koymuştur.
Louis-Émile Durandelle 1887-1889 (Üstte), Philip Henry Delamotte 1854 (Altta)
John Plumbe 1846 (Üstte), George Barnard 1865 (Altta)
AFSAD
Dosya Konusu
Joseph Nicéphore Niépce 1826 15
Mayıs - Haziran 2012
Mimari ve Fotoğraf
Dosya Konusu
de yerine getirmiştir. Bu bağlamda, Philip Henry
Delamotte’un Crystal Palace’ın inşa sürecini
(1854) belgelediği fotoğrafları, Fransız fotoğraf
sanatçısı Louis-Émile Durandelle’in Eiffel kulesinin yapım aşamalarını (1887-1889) içeren
çalışması önemlidir.
George R. Lawrence 1907 (Üstte), London Stereoscopic Company
1855-1865 (Altta)
Bu anlayışı pekiştiren çabalardan biri, 1857
yılında, Britanya Kraliyet Mimarlık Enstitüsü’ne
bağlı olarak oluşturulan “Mimari Fotoğraf
Birliği”nin kurulmasıdır. Zaman içinde farklı
ülkelerden fotoğrafçıların katılımıyla yapısını
güçlendiren kurum, birçok ülkenin mimarilerinden örnek fotoğraflarla zengin bir arşiv oluştur-
Aynı dönemde, mimari fotoğrafın, gözde konularından biri, Washington D.C olmuştur. Simgeleşmiş yapılara da evsahipliği yapan bu kentte,
en sık görüntülenen binalar arasında Birleşik
Devletler Kongresi (Capitol House), Beyaz Saray (President House), Amerikan Kongre Kütüphanesi (The Library of Congress) ve Birleşik
Devletler Patent Ofisi sayılabilir. Bu dönemin
önemli fotoğrafçıları arasında John Plumbe
gösterilebilir.
İmarlaşma kadar, yıkımlar da, mimari fotoğrafa
yönelik üretimin yapılabilmesine fırsat tanıyan
bir başka uygulama sahası olmuştur. Bu aşamada, Amerikan Sivil Savaşı sonrasında Levin
Corbin ve George N. Barnard’ın harabeleşmiş
kent fotoğrafları, savaşın olumsuz etkilerini yansıtması bakımından dikkat çekicidir.
16
Abdullah Biraderler 1880-1893 (Solda), Sebah – Joaillier 1880-1893
(Sağda)
muş ve bu birikimi sergilerle paylaşmıştır. Bu
dönemde gerçekleştirilen uygulamalara örnek
olarak; James Robertson ve Feice Beato’nun
İstanbul, Fratelli Alinari’nin Floransa, Charles
Clifford’un İspanya, Eduard Baltus’un Fransa,
Robert MacPherson’un Roma, Carlo Ponti’nin
Kuzey İtalya, Francis Bedford ve Frederick
Evans’ın İngiltere, Roger Fenton’un St. Petersburg fotoğrafları gösterilebilir.
19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren sanayileşen toplumda, yerleşik ve kentli olmanın önemi
artmıştır. Bu dönemde, endüstri devriminin
kazanımlarından çelik ve camın inşaat tekniklerinde çığır açan alternatif çözümler sunmasıyla
birlikte, yepyeni köprülerin, sergi, gar, fabrika
binaları ve eğlence merkezlerinin kent dokusu
üzerinde yükseldikleri görülür. Mimari fotoğraf,
dönemine tanıklık etme misyonunu bu dönemde
Margeret Bourke White – Life Dergisinden, 1936 (Üstte),
Berenice Abbott – “Changing New York” kitabından, 1939 (Altta)
Mimari fotoğraf, günümüzde olduğu gibi geçmişte de farklı fotoğraf teknikleri ve teknolojilerini
deneyen bir fotoğraf sahasıdır. Bu bağlamda,
Levin Corbin’in kongre kütüphanesinin yapım
aşamalarını (1888-1895) -günümüz popüler
“time-lapse” uygulamalarına da gönderme
yapar- içeren belgesel panoramaları ve George
Mimari ve Fotoğraf
Dosya Konusu
17
Eugene Atget, 1925; Albert-Renger Patzsch, 1928 (Üstte), Paul Strand, 1924; Laszlo Moholy-Nagy, 1926; Andreas Feininger, 1948 (Altta)
R. Lawrence’ın San Fransisco, Kansas City
gibi şehirlerin kuşbakışı mimarisine odaklanan
panoramik hava (uçurtma ile) fotoğrafları önemli
örnekler arasında gösterilebilir. Stereoskopik
fotoğraf da bu anlamda üzerinde durulması gereken bir tekniktir. 1854 yılında kurulan
“London Stereoscopic Company” ve Excelsior
Stereoscopic Tour- M. E Wright, İngiltere kırsal
mimarisi de dahil olmak üzere birçok örneği
gözler önüne sermiştir. 1880’li yıllarda Abdullah
Biraderler, Sebah & Joaillier gibi fotoğrafçıların
Osmanlı İmparatorluğu’nda var olan yapılara
yönelik olarak, mimari fotoğraf envanteri oluşturma çabaları dikkat çekicidir. Şu an Amerikan
Kongre Kütüphanesi arşivlerinde bulunan II.
Abdülhamid fotoğraf koleksiyonuna ait görüntüler, çoğunluğu İstanbul olmak üzere, Bursa’dan
Erzurum’a, Bağdat’tan Selanik’e kadar İmparatorluk coğrafyasının neredeyse tümünü kapsar.
19. yüzyılın son çeyreğinde mimari, fotoğrafçılar için geniş ölçekte geçim kaynağı oluşturan
başlıca uğraşı alanı haline gelmiştir. Özellikle
mimarlara, etkileşim kurabilecekleri referans
Margeret Bourke White – Life Dergisinden, 1936 (Solda),
Berenice Abbott – “Changing New York” kitabından, 1939 (Sağda)
Othmar Pferschy – Fotoğraflarla Türkiye Kitabı, 1939
AFSAD
Mayıs - Haziran 2012
Fotoğraf
veFotoğraf
Estetik
Mimari ve
Dosya Konusu
18
ilerlemeler, mimari fotoğrafı,
daha geniş kitlelere ulaşabilecek bir propaganda, tanıtım
ve pazarlama nesnesi haline
getirmiştir. Bu süreçte Avrupa
ve A.B.D’de yayımlanmaya
başlayan birçok dergi, mimari
tasarımların, fotoğraf yoluyla
görücüye çıktığı bir döneme
damgasını vurur. Architects’
Journal (1895), Architectural
Review (1896) ve Country
Life (1897) bu dergilerden bir
kaçıdır. 1888 yılında ilk kez tamamı fotogravürlerden oluşan
mimarlık kitabı “Henry Hobson
Richardson and His Works”
yayımlanır.
1920’lerin ortalarından itibaren
yayıncılığın daha da ilerleme
kaydetmesi, fotoğraf sanatına
malolmuş isimlerin mimariye
yönelik çalışmalarının birçok
yayına konu edinilmesini sağlamıştır. 23 Ekim 1936 tarihli
Life dergisine kapak olan,
“Fort Peck Barajı” fotoğrafıyla
Margeret Bourke White (aynı
zamanda Fortune dergisinde editörlük de yapmıştır)
Edward Ruscha 1963-1966 Bernd & Hilla Becher - Industrial Facades, 1961-2006
ve 1935-38 yılları arasında,
“Changing New York” projesi ile
kaynak oluşturabilecek yayınlara olan ihtiyaç, bu New York şehrinin bugünkü ikonik kent silüetinin
oluşması sürecini belgeleyen ve proje ile aynı
alana yönelik literatür oluşturma çabalarını köadı taşıyan bir kitapta toplayan Berenice Abbott
rüklemiş, yayıncılık sektörünü besleyen fotoğraf
örnek olarak verilebilecek isimler arasındadır.
üretimlerinden bir bölümü mimari fotoğrafa yönelik olarak gelişme göstermiştir. Üstüne üstlük,
1930’lu yıllar, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin de
fotoğraf basmaya elverişli mürekkebin geliştirilmesi, ofset baskı, yarım ton, kalotip, “helliotype” yeniden kalkındığı bir dönemdir. Nasyonalizmin
ve fotogravür baskı teknolojileri gibi atılımlar, fo- filizlendiği, ırkçılığın ve Yahudi aleyhtarlığının
toğrafın kitap ve dergilerde kullanılabilirliğini çok körüklendiği bir ortamda, Atatürk tarafından
Türkiye’ye davet edilen Alman, Avusturya ve
daha yoğun bir biçimde arttırmıştır. Sözkonusu
Edward Ruscha 1963-1966
İsviçreli mimarlar, Türkiye’de mimarlık eğitiminin
kuruculuğunu üstlenmekle kalmayıp, özellikle
başkent Ankara’nın kent kimliğinin değişmesine
de çok önemli katkılar sunmuşlardır. Othmar,
Pferschy’nin “Fotoğraflarla Türkiye” kitabı o yıllarda her alanda yeniden inşa edilen Türkiye’nin
mimariden, arkeolojiye, endüstriden, kültür ve
sanata kadar geçirdiği değişimi gözler önüne
serer. Kitapta, Taut, Egli, Holzmeister gibi mimarların tasarladıkları binalarla çehresi değişen
modern başkent Ankara’ya ve Mimar Sinan’ın
geleneksel Osmanlı mimarisine ev sahipliği
yapan İstanbul şehrine özel bir yer ayrılmıştır.
Sözkonusu çalışmalar, 1939 yılında New York
Fuarı’nda sergilenmiştir. Aynı fuarda Berenice
Abbott’un “Changing New York” kitabının da
tanıtımının yapılması güzel bir rastlantıdır.
20. yüzyılın başında benimsenen dışavurumcu
anlayış, mimarinin, fotoğraf bağlamında protest
bir yaklaşımla ele alınmasını da beraberinde getirmiştir. Sözkonusu anlayışın paralelinde, emek,
el becerisi ve estetiği harmanlayan tutumu ve
insana faydalı olan ürünü ortaya çıkarmayı kendisine düstur edinmiş tavrı ile Bauhaus akımı,
endüstriyel mimari, kimliksiz kent mimarisi, makineleşmenin yarattığı tek düzelik ve aynılaşma,
kuşatılmış insan yaşamının sorgulanmasına
odaklanan misyonu ile yeni nesnellik anlayışı,
sözkonusu dönemde sanatçılar üzerinde etkisini
göstermiştir.
Bu bağlamda, 1900’lerin başında Eugene Atget’in,
-Walter Benjamin’in tanımı ile- “nesneyi (yapıyı)
kılıfından soyan, yani insansız, ıssız, atmosfersiz, yeni kiracısını daha bulamamış bir daire
gibi boş, çevresi ve insanı ile yabancılaşan”
Edward Ruscha 1963-1966
AFSAD
Mayıs - Haziran 2012
Mimari ve Fotoğraf
Dosya Konusu
Soldan sağa; John Schott 1973, Frank Gohlke 1973, Robert Adams 1973
19
Fotoğraf
veFotoğraf
Estetik
Mimari ve
Dosya Konusu
20
Andreas Gursky 2001, 1996 (üstte), Jorg Sasse 2008 (altta)
gerçeküstü fotoğraflarını görürüz. 1920’li, 30’lu
ve 40’lı yıllarda Albert-Renger Patzsch, Werner Mantz, geometri ve parlaklık kontrastını ön
plana çıkaran düzenlemeleri ile Andreas Feininger, mimariyi kendi bağlamlarının dışında,
mekândan, zamandan ve uzamdan bağımsız birer plastik değer olarak çizgi, leke, doku, strüktür ve hacme dönüştüren Laszlo Moholy-Nagy,
mimari fotoğraf alanında, kendi dilini oluşturmuş
sanatçılar arasında yer alır. Aynı zaman dilimi
içersinde benzer anlayışlardan yola çıkarak
üretim yapan fotoğraf sanatçıları arasında Paul
Strand ve Walker Evans da sayılabilir.
İkinci dünya savaşında yaşanan sosyolojik ve
ekonomik yıkımın etkilerini unutma refleksi,
kalkınma hamlelerine hız kazandırmıştır. Böylelikle, tasarlayanın ve üretenin, ürününü göstermeye, tanıtmaya ve satışına yönelik pazarlama
ve reklam kampanyaları sözkonusu dönemde
artış göstermiştir. Özellikle modern mimarinin iyi
yaşam ile özdeşleştirildiği A.B.D’de fotoğrafçılar,
yapıları, mekân, zaman, uzam bağlamında, tasarım, işlev ve konformist özellikleri ön plana çıkartarak görselleştirmiştir. Bu bağlamda Richard
Neutra, Frank Lloyd Wright, Pierre Koenig gibi
mimarların modernist tasarımları, Ezra Stoller
ve Julius Shulman gibi fotoğrafçıların görüntüleri
ile ölümsüzleştirilmiştir. Eric Bricker tarafından
hazırlanan 2008 yapımı “Visual Acoustics: The
Modernism of Julius Shulman” dokümanterinde, sanatçının mimariye yaklaşım tarzı ve
göz önünde bulundurduğu estetik ölçütlerle
ilgili ipuçlarına rastlanır. 1950’li yılların sonuna
gelindiğinde, 1910 yılında Marcel Duchamp’ın
başını çektiği endüstri estetiğine ve endüstrinin
kendi estetiği olması gerektiğini savunan fikir
ve uygulamalarının belki de birer yansıması
olarak kabul edebileceğimiz Bernd ve Hilla
Becher çalışmaları ile karşılaşırız. 40 yılı aşkın
süre boyunca kömür depoları, fabrika cepheleri,
su kuleleri, gaz tankları, yüksek gerilim hatları,
maden eritme fırınları, silolar, petrol rafinerileri,
mineral işleme alanları, işçi evleri, küçük maden
ocakları, soğutma kuleleri, havalandırma kuleleri, maden taşıma sistemleri, vb. gibi endüstriyel
yapıları konu alan Becher’ler, tipolojiye dayandırdıkları geometri ve biçim eksenli yaklaşımları
ve kendilerine özgü sunum biçimleri ve dışa
vurumcu tarzları ile birçok fotoğraf sanatçısına
yol gösterici olmuş, özgün fotoğraf anlayışlarının biçimlenmesine katkı sağlamıştır.
1960’lı yıllarda, Edward Ruscha’nın, strüktür
ve çevresini estetize etmeksizin doğrudan ele
aldığı, insandan arındırılmış mimari fotoğrafları
görülür. “Deadpan estetiği” tavrının hissedildiği
çalışmalardan en önemlileri; “Twentysix Gaso-
Mimari ve Fotoğraf
Ahmet Ertuğ 2009
Özellikle 70’li yıllarda artış gösteren koleksiyonerlik, sanatı pazarlamaya yönelik teşebbüslerin
oluşmasına yol açmış, galericilik ve düzenlenen
müzayedeler, fotoğrafın da satın alınabilir bir
sanat nesnesi haline gelebilmesini sağlamıştır.
Günümüz çağdaş fotoğrafının önde gelen isimleri 80’li yılların başından itibaren bu piyasanın
içerisinde var olmuştur. Bir ekol olarak kabul
edilen Düsseldorf Okulu’nun temsilcilerinden;
Ahmet Elhan (Üstte), Murat Germen (Altta)
AFSAD
Thomas Struth, Andreas Gursky, Pedra Wunderlich, Jorg Sasse, Thomas Ruff, Axel Hutte,
Simone Nieweg ve Candida Hoffer başta olmak
üzere, Catherine Opie, Jeff Wall, Gabriele Basilico gibi isimlerin bu bağlamda ön plana çıktığı
görülür. 1980’li yıllardan itibaren, Türkiye’de de
önemli isimlerin, konsept ve belgelemeye dayalı
projeler ürettiği anlaşılmaktadır. Bu fotoğrafçılar
arasında akla ilk gelen isimlerden biri Prof. Dr.
Reha Günay’dır. Akademik anlamda ilk kez, mimari fotoğrafın ders olarak okutulduğu MSGSÜ
Fotoğraf Bölümü’nde
uzun yıllar (1978-2011)
eğitim veren Günay, Mimar Sinan ve Elmalı yöresel mimarisine yönelik
kitapları ile de tanınır.
Bir diğer isim, mimari
tasarımcılar ile tanıtım
amaçlı, mimarlık tarihçileri ve bilim insanları ile
akademik belgelemeye
yönelik çalışmaları ile bilinen Cemal Emden’dir.
Göze çarpan bir başka
önemli isim ise; Ahmet
Ertuğ’dur. Ertuğ da, 80’li
yıllardan günümüze
değin, başta Türkiye’nin
kültür miraslarına yönelik olmak üzere, ürettiği
projelerle öne çıkmıştır.
Ayasofya, Kariye ve
Mayıs - Haziran 2012
Dosya Konusu
line Stations” ve “Every Building on
the Sunset Strip” projeleridir. Sanatçının, bu çalışmalarında tipolojiye
dayalı fotoğraf eşleştirmeleri, lineer
panorama tekniğini kullanarak yakaladığı sıradışı bakış açısı ve alışılagelmişin dışında kalan kitap tasarımı,
konsept sanat bağlamında gelecek
kuşaklara ilham verici olmuştur.
Edward Ruscha’nın mimari fotoğrafa
yaklaşım şekli ve üretimleri, “Yeni
Topografya” projesinin fotoğrafçılarını da etkilemiştir. 1970’li yıllarda
A.B.D kırsalının insan eliyle değiştirilmiş topografyasını konu alan bu
hareketin üyeleri arasında; Robert
Adams, Lewis Baltz, Frank Gohlke
ve John Schott sayılabilir.
21
Fotoğraf
veFotoğraf
Estetik
Mimari ve
Dosya Konusu
22
Iwan Baan, 2010
Mimar Sinan eserlerinin konu edinildiği, büyük
boyutlu görüntülerden oluşan fotoğraf albümleri
önem taşır. Avrupa’nın tarihi kütüphanelerini
konu alan “Temples of Knowledge; Libraries of
Western World” projesi ses getiren çalışmalarındandır. Sanatçının eserleri Christies’in düzenlediği müzayedelerde alıcı bulmaktadır. İkibinli
yıllarda, çağdaş sanat bağlamında mimariye
yönelik çalışmalarıyla öne çıkan ve talep gören
diğer isimler arasında Ahmet Elhan ve Murat
Germen sayılabilir. Postmodernizm ile birlikte,
mimari fotoğrafın pazarlamaya yönelik içerik ve
fonksiyonu, bugün tartışılır hale gelmiştir. Tim
Griffith ve Iwan Baan’ın çalışmaları, fotoğrafçıların bu bağlamda kafalarındaki soru işaretlerine
cevap veremese de, günümüz mimari fotoğrafına nefes aldıran değerler olarak görülebilir.
Peki, tartışılan sorunlar ve bu bağlamda sorulması gereken sorular acaba nelerdir?
Mimari fotoğraf, aidiyet bağlamında hem bakana
hem görüntülenene hem de gösterenin ihtiyaçlarına aynı anda karşılık verebilir mi? Mimari
fotoğrafta doğru uygulama var mıdır? Varsa
doğruların ölçütü nelerdir? Joseph Molitor’un,
1976 yılında kaleme aldığı “Mimari Fotoğraf”
adlı kitabında belirttiği ve doğru olarak kabul edilen yaklaşımlar yani; “dramatik perspektif anlayı-
şıyla akademik perspektif kullanan, iç ve dış ışık
dengelemesine dikkat eden, strüktürü ve dokuyu
ortaya çıkaracak ışık ve gölge ilişkisini ön plana
çıkaran, yapıyı ait olduğu çevreden çok fazla
koparmaksızın izole etmeyi amaç edinen bir
anlayış” tamamen terk edilmese de bir mimari
öğe, tıpkı çamur, kil, alçı, ahşap, taş ya da demir
gibi plastik bir değer olarak fotoğrafın yeniden
biçimlendirilebilir malzemelerinden biri haline
dönüşebilir mi? Gelişen bilgisayar teknolojilerinin paralelinde çeşitlilik kazanan fotoğraf donanımı ve yazılımlarını, “time-lapse”, “tilt/shift”,
sayısal panorama, sanal gerçeklik uygulamaları
gibi yöntemleri ve interaktif medya alternatiflerini, düşünce altyapısından yoksun bir biçimde,
nesnel dünyanın tıpkıkopyalarını üretmek amacıyla kullananların ve bu üretimleri hızla tüketenlerin olduğu bir dönemde, -eğer olabiliyorsa- bu
türden bir içselleştirilmişlik, postmodernist bir
mimariyi anlatım biçimi olarak kullanabilir mi?
Fotoğrafın içinde ezici fizikselliği ile uzamın her
zaman bir parçası olduğu sinyallerini sürekli olarak veren bir nesnenin, böylesine bir yaklaşım
metodu ile elde edilen fotoğrafı, hem mimariye
hem de fotoğrafçıya mal edilebilir mi?
Cevap bulabilmek dileğiyle…
Mimari ve Fotoğraf
Kaynakça
İnternet:
http://www.gardenhistorysociety.org/post/conservation/crystal-palace-park/
http://www.imamuseum.org/art/collections/art-
Tim Griffith, 2008
work/roman-forum-macpherson-robert
http://www.lindlein.net/Baldus/Baldus_Gallery_1.htm
http://www.jcosmas.com/
http://www.loc.gov/pictures/item/2004664421/
http://eng.archinform.net/arch/1425.htm
http://www.esto.com/ezrastoller.aspx
http://www.commercegraphics.com/artists.html
http://www.fulltable.com/vts/f/fortune/mbbw/ls/m.
htm
http://photocollection.alonsorobisco.es/CCAOn_%20the_Origins_of_Architectural_Photography.pdf
Dosya Konusu
Kitap:
Kültür, Sanat, Mimarlık: Prof. Dr. Bülent
Özer, Yem Yayın, Eylül 2009, İstanbul.
Professional Architectural Photography:
Michael Harris, Focal Press,2002, Third
Edition, Oxford.
Fotoğraf ve Toplum: Gisele Freund, Sel
Yayıncılık, 2006, İstanbul.
A World History of Photography: Naomi
Rosenblum, Abbeville Press, 1997.
The Realisms of Berenice Abbott: Documentary Photography and Political Action:
Terri Weismann, University of California Press,
2011.
Fotoğraflarla Türkiye: Othmar Pferschy,
Matbuat Umum Müdürlüğü, Ankara, 1939.
Intersection: Architecture and Photography in
Victorian Britain: Sibel Acar. MA, Department of
History of Architecture, 2009
23
Modern Mimarlığın Fotoğrafla İnşası
Sibel Acar
Ondokuzuncu yüzyılın ilk yarısında, icadıyla
birlikte fotoğraf, güvenilir, gerçeğine uygun
görsel temsiller ve bu temsilleri hızlı ve kolaylıkla üreten faydalı bir teknik olarak mimarlığın
hizmetine girmiştir. Daha sonraları fotoğrafın ne
kadar “objektif” bir temsil ya da “yorumsuz” bir
kayıt olduğu uzun uzun sorgulanacak olsa da
başlangıçta “doğanın kalemiyle” üretilmiş görsel
kayıtlar olarak, insan gözüyle görülüp, insan
eliyle çizilmiş olan mimari temsillere göre daha
güvenilir, tarafsız ve gerçeğine uygun olduklarına kanaat getirilmiştir. Mekanik bir gözün gördüğünün ışığa duyarlı kimyasalların yardımıyla
kaydediliyor olması, insan öğesinin kolayca göz
ardı edilebilmesine yol açmış, böylelikle fotoğraf,
gerçeği olduğu gibi yorumsuz ve müdahalesiz
aktaran tamamen geçirgen bir ortam olarak
değerlendirilmiştir. Dolayısıyla, fotoğrafta görAFSAD
mek, gidip görmek ile eş tutulmuştur. Örneğin,
daha sonra fotoğraf hakkındaki düşüncelerini
değiştirmiş olsa da, ünlü İngiliz yazar, sanat ve
mimarlık eleştirmeni John Ruskin, 1845 yılında
Venedik’ten yazdığı mektupta elindeki Dükler
Sarayı fotoğrafını kastederek “neredeyse sarayı
cebinde taşımakla aynı şey” yorumunu yapmıştır (Harvey, 1984, 25). Benzer şekilde 1860 yılında İngiliz mimarlık tarihçisi James Ferguson,
Mimari Fotoğraf Derneği’nde James Robertson
ve Felix Beato’nun Kudüs fotoğrafları üzerine
konuşurken “Ben hiç Kudüs’te bulunmadım
fakat Kudüs bana geldi” der (Elwall 1991, 396).
İlerleyen yıllarda mimari fotoğraflar, bir taraftan
yaygın olarak kullanılıp talep edilir, bir taraftan
da mimarinin bilgisini aktarmakta yetersiz kaynaklar oldukları, bir yapıyı tek bir imgeye indirgedikleri ya da bir yapıyı fotoğrafta görmenin,
Mayıs - Haziran 2012
Fotoğraf
veFotoğraf
Estetik
Mimari ve
Dosya Konusu
24
yerinde görmenin yerine geçemeyeceği konusunda eleştirilirler. İlginçtir ki, iki boyutlu bir
yüzeye kaydedilmiş derinlik yanılsaması yaratan
bir temsilin -ister fotoğraf ister çizim olsun- mimarinin üç boyutlu hacimsel varlığıyla örtüşmesinin imkansızlığı su götürmez bir gerçek olduğu
halde, kimi zaman fotoğrafın mimariyi temsil
etmekte -kağıt üzerinde yeniden inşa etmekteyetersiz kalışı, mimari tasarımın başarısı gibi
görülür. 1910 yılında Adolf Loos kendi tasarladığı iç mekânların fotoğrafla etkili bir şekilde
temsil edilemeyişinden gurur duyduğunu söyler
(Colomina 1987, 11). Yüzyılın sonlarına doğru
fotoğraf üretmekte kullanılan optik malzeme ve
kimyasalların gelişmesi ve çeşitlenmesi sayesinde pratik açıdan fotoğrafın olanakları artar.
Bu durum, fotoğrafçının tercihlerinin, fotoğrafın
görsel anlatımını biçimlendirmekte ne kadar
belirleyici olduğunun anlaşılmasını sağlarken
fotoğrafın, fotoğrafçının yorumundan ne derece
bağımsız olabileceği tartışmasını da beraberinde getirir. Yeni yüzyılın başında Alfred Stieglitz,
yayınladığı Camera Work dergisinde, fotoğrafın
sadece mekanik işlemler sonucunda gerçekleşen bir üretim olduğu sanısının yanılgı olduğunu; fotoğrafın, fotoğrafçının el işi ve kafa işiyle
biçimlendiğinden “mekanik” değil, “plastik” yani
şekil verilmiş, şekillendirilmiş bir üretim olduğunu savunur (Stieglitz 1980, 119). Dolayısıyla,
mimari fotoğrafın da fotoğrafçının sanatsal, estetik, ticari ve entelektüel kaygılarıyla inşa edilen
bir temsil olduğu kavranır.
Bu arada yirminci yüzyılın ortalarına doğru
gelinirken modern mimarlık kitle iletişimi ile
çok yakın bir etkileşime girer. Bu nedenle, bir
yapının fotoğrafları yoluyla temsil edilmesi,
tanıtılması ve pazarlanması, mimarlık pratiğinin
ayrılmaz bir parçası haline gelir. Bir yapı sadece kullanıcısı ya da ziyaretçisi tarafından değil,
fotoğrafları sayesinde, çok sayıda kişi tarafından
tanınabilir, izlenebilir olur. Kaçınılmaz olarak
mimari fotoğrafların izleyicileri de yapı ile ilişki
kurar ve yapının değerlendirilmesinde ve anlam
kazanmasında rol alırlar Dolayısıyla, bir mimarın
da kendisini kabul ettirmesi ve hizmetinin talep
edilmesi fotoğraflarla sağlanan tanıtım üzerinden mümkün olmaya başlar. Bu nedenle mimarlar, tasarımın içerdiği mimari düşüncenin de
fotoğrafta görünür olmasını isterler. Bu anlamda
fotoğrafçı, mimarın gözü olabilmek durumundadır. Pek çok tanınmış modern mimarlık eserinin
fotoğrafını üretmiş olan ve eserlerin bu kadar iyi
tanınabilmiş olmasında katkısı olan fotoğrafçı
Ezra Stoller “Gerçek mimari fotoğraf, esas ola-
rak mimar ve mimariyi anlayabilecek ve takdir
edebilecek kapasiteye sahip, fakat birinci elden
mimariyi yerinde görmek şansı olmayan izleyici
ile mimari yapıt arasındaki iletişimi sağlayan bir
araçtır. Fotoğrafın başarısı bu görevi nasıl yerine getirdiğiyle ölçülür” der. Stoller’a göre bir mimarın önemini, fikirlerinin yayılması, anlaşılması
ve kabul görmesi belirlediğinden, fotoğrafçının
görevi mimarın fikrini aktarabilmektir. Bunun için
fotoğrafçının, mimari yapının aslında neyle ilgili
olduğunu, neyi temsil ettiğini anlaması ve elindeki aracın olanaklarını kullanarak yorumlaması
ve aktarması gerekmektedir (Stoller 1963, 43).
Gerçekten de modern mimarinin anlaşılmasında, kabul görmesinde ve yayılmasında modern
mimarlığı çok iyi anlayarak fotoğraf üzerinde
yeniden inşa eden fotoğrafçıların büyük katkısı
olduğu rahatlıkla söylenebilir. Yirmili yılların ortalarından itibaren sadece mimari fotoğraf konusunda uzmanlaşmış, Londra’da Dell and Wainwright, Şikago’da Hedrich-Blessing, New York’ta
Ezra Stoller, Los Angeles’ta Julius Shulman gibi
isimler değil, Margaret Bourke White, Andre Kertezs, Ilse Bing, August Sander, Werner Mantz
gibi farklı konularda da üreten fotoğraf sanatçıları, mimari fotoğraflar da üretirler. Bu fotoğraflarla
mimari fotoğraf ile sanat fotoğrafı arasındaki
sınırlar belirsizleşmeye başlar. Mükemmel bir
teknikle, etkili kompozisyonlarla kurgulanmış
mimari fotoğraflar belleklerde yer ederler.
Bu fotoğrafçılardan yukarıda mimari fotoğraf
konusunda fikirlerini aktardığım Ezra Stoller
modern mimarlığın pek çok örneğinin fotoğrafını
çekmiştir. Müşterileri; Frank Lloyd Wright, Walter Groupius, Le Corbusier, Mies van der Rohe,
Alvar Aalto, Eero Saarinen, Marcel Breuer,
Skidmore, Owings & Merrill (SOM) ve Paul Rudolph gibi modern mimarlığın tanınmış mimarları
ve mimarlık firmalarıdır. Ezra Stoller’ın işleri o
kadar iyi bilinmektedir ki, daha sonraları mimari
fotoğrafta “Stollerized” deyimi onun fotoğrafları
için ya da benzer görsel dile sahip işler için kullanılır olmuştur. Bu tarz fotoğraflar, çok dikkatli
kurgulanmış ve üretilmiş imajlardır. Gerçekten
de pek çok mimar için eserinin “stollerized”
fotoğrafların üretilmesi mimari üretimin de bir
aşaması olarak görülür. Bu tarz mimari fotoğraflar tanıtımda çok etkilidirler ve kimi zaman bir
yapı tek bir fotoğrafı aracılığıyla tanınır. Örneğin,
Frank Llyod Wright’ın 1936 yılında tasarladığı
Şelale Evi (Fallingwater House) belleklerde Bill
Hedrich’in fotoğrafıyla yer etmiştir. Çok benzer
bir bakış noktasından, benzer bir fotoğraf 1963
yılında Ezra Stoller tarafından da üretilmiştir
ve evi tanıdığını söyleyen pek çok kişi aslında
AFSAD
Mimari ve Fotoğraf
Bill Hedrich, Şelale Evi, 1937
örtüşmemesinden şikayetçi olmaktır. Kaldı ki, fotoğrafın tasarlanarak inşa edilmiş -şekil verilmişolduğu gerçeğini gözardı ederek yapıyı yerinde
bulduğumuz gibi göstermesini bekliyor olsak da
fotoğrafın, yapının uzun ömründen anlık bir kesit
olduğu gerçeğini gözardı edemeyiz. Tek başına
bu durum bile fotoğraf ve şu an arasına apaçık
bir mesafe koyar. Hâl böyle olunca fotoğrafın,
yapıdan çok fotoğrafçının yorumuna referans
verdiğini düşünmek bana daha anlamlı geliyor.
Tekrar Şelale Ev fotoğrafı örneğine dönersem,
Hedrich, yapıyı etrafındaki doğayla bütünleşmiş
bir halde göstermeyi seçmiştir. Alçak bakış açısı, konsolların cüretkârlığını vurgular, konsollarla
birlikte evin üzerine oturduğu kayaların yatay
hatları bir ritim oluşturur. Sol üste yerleştirilen
bacanın yarattığı dikey çizgileri sağ altta uzun
pozlama ile elde edilen şelalenin tülümsü akışı
dengeler. Düşeyde ağaçlar, ağaç gölgeleri, şelale ve baca uyum içinde uzanan dikey çizgilerdir.
Yatayda ise birbirine paralel uzanan konsollar
ve kayalar bu düşey çizgilerle dik kesişirler. Öte
yandan yapının dikey ve yatay elemanları doğada kaybolmazlar, üzerlerine düşen ışığın etkisiyle vurgulanırlar. Bu kurguyla Henrich, fotoğraf
tekniğinin olanaklarını kullanarak kendi anlayış
ve yorumuyla Wright’ın tasarımını fotoğraf
kağıdı üzerinde yeniden inşa etmiştir. Modern
mimarlar çoğunlukla hacim tasarımlarını temel
geometrik formlar içinde düşünmüş, kütlelerin
birbirleriyle olan ilişkisini; brüt beton, çelik ve
cam gibi malzemelerin oluşturduğu yüzeylerin
dokusunu ön plana çıkaran tasarımlar yapmışlardır. Bu tasarımlarda, çelik, cam ve betonun
bir arada kullanımı, iç ve dış mekânların arasındaki sınırları saydamlaştırmıştır. Dolayısıyla
ışık, mekânları geçirgenleştiren ve kütleleri
birbiriyle ilişkilendiren bir tasarım unsuru olarak
çok önemsenmiştir. Bu bağlamda mimarların
da ışığı, fotoğrafçıların kullandığı anlamda “inşa
etmek” için kullandıkları söylenebilir. Bauhaus
Mayıs - Haziran 2012
Dosya Konusu
bu fotoğraflardan birini ya da sonraları benzer
açıdan üretilmiş fotoğrafları görmüştür. Ben
konuyu, evin tamamlandığı yıl olan 1937’de
üretilmiş olan Hedrich’in fotoğrafı üzerinden
tartışacağım. Evin bu fotoğrafta gösterilen
cepheleri dışındaki cepheleri, iç mekânları ya
da aynı cephenin farklı bir görüntüsü pek bilinmez. Bunun nedeninin, Hedrich’in bir seri
halinde ürettiği diğer fotoğrafların ya da başka
fotoğrafçılar tarafından üretilmiş fotoğrafların, bu
fotoğraf kadar yayılmamış olması olduğunu düşünüyorum. Oysa binayı yerinde görenler bilirler
ki, Hedrich’in sözkonusu fotoğrafında görülen
açıyla yapıyı görmek aslında evin etrafında
dolaşırken gözün kolaylıkla yakalayabileceği
bir görüntü değildir. Doğrusu, Hedrich’in fotoğrafı olmasa evin görülebilir bir görüntüsü bile
değildir, çünkü ancak suların ve bitkilerin içinde
ilerleyerek Hedrich’in çekim yaptığı noktaya ulaşılabilir ki, normal koşullar altında ziyaretçi böyle
eziyetli bir arayış içinde olmayacaktır ya da
yapıyı daha farklı görebilmek için bakış açısını
alçaltmak gibi bir zahmete girmeyecektir. Bu nedenle Hedrich’in fotoğrafı, yapıyı yerinde ziyaret
eden birinin karşısına hali hazırda çıkıverecek,
orada bulunmuş olmakla görülüverecek bir
görüntü olmadığı konusunda eleştirilmiştir. Bu
arada ilginç olan, bu fotoğraf o kadar iyi tanınmaktadır ki, bugün bile Şelale Evi’nin bazı ziyaretçileri Hedrich’in fotoğraf çektiği açıyı bulmak,
aynı görüntüyü yerinde deneyimlemek, dahası
aynı açıdan fotoğrafı çekerek yeniden üretmek
için çaba harcarlar. Sanki bir ziyaretçi yapıyı
Hedrich’in gördüğü açıdan gördüğü zaman evi
tam olarak görmüş olmaktadır. Öte yandan,
Hedrich’in fotoğrafı, bir fotoğrafın bir yapıyı nasıl
göreceğimiz konusunda bizi yönlendirmesinin
tek örneği değildir. Doğrusu, tüm fotoğraflar, az
ya da çok temsil ettikleri yapıları nasıl göreceğimiz konusunda bizi yönlendirirler. Bir yapıyı
yerinde gördüğümüz zaman karşılaşmamız artık
dolaysız değildir, fotoğraf bir filtre gibi yapı ve
bizim aramızda durmaktadır. Bir takım önyargılar, fikirler ve beklentiler fotoğraf aracılığıyla
çoktan oluşmuştur. Yerinde bulunan her zaman
beklenenden farklıdır. Bu nedenle özellikle
“stollerized” fotoğraflar, tekrar edilemeyecek
“doruk” bir görsel deneyimi aktardıkları, gerçeği
aşırı estetize ettikleri, gerçekdışı “ütopik” imajlar oldukları konusunda hep eleştirilirler. Aslına
bakılırsa, yapıyı “ütopik” ve “estetik” gösterdikleri
yerinde bir saptamadır. Bence yerinde olmayan,
fotoğrafın gerçeği olduğu gibi aktardığını, tamamen saydam bir ortam olmadığını peşinen kabul
etmemize rağmen, fotoğrafın yapıyla birebir
25
Dosya Konusu
Fotoğraf ve Estetik
Julius Shulman, Mimar Richard Neutra ile
tanıştığında henüz amatör bir fotoğrafçıdır.
Neutra’nın inşaat haline olan bir tasarımının
bir düzine kadar fotoğrafını çeker ve baskıları
Neutra’ya gönderir. Fotoğrafları çok beğenen
Neutra hepsini satın alarak, Shulman’dan diğer
işlerinin de fotoğraflarını çekmesini ister. 1936
ile 1968 yılları arasında Shulman, Neutra’nın
işlerinin neredeyse tümünü fotoğraflar. Neutra
kendi düşüncelerini temsil edebilecek görüntüler inşa etmeyi önemli bulmaktadır. Shulman’ın
fotoğraflarının kendi ideolojisini ve malzeme kullanımını çok iyi aktardığını düşünür.
Shulman’ın fotoğrafları sayesinde Neutra’nın
işleri Avrupa’da tanınır. Neutra, Shulman’ın fotoğraflarını kastederek “Onun işi beni yaşatacak.
Film güçlüdür, ömrü benden uzundur” der. Dahası Neutra’ya göre iyi parlak baskılar yollamak
betonu, çeliği ve hatta düşünceleri yollamaktan
daha kolaydır ( Rosa 1994, 49). Haklıdır da…
Neutra’nın, Shulman’ın fotoğraflarından ilk görüşte etkilenmesi gibi Le Courbusier de Lucien
Hervé’nin çekmiş olduğu “Unité d’Habitation”un
fotoğraflarını gördüğünde etkilenir ve Hervé’nin
“mimarın ruhuna sahip olduğunu” söyler. Yakın
arkadaşlıkları ve iş ilişkileri 1949 yılından Le
Courbusier’nin öldüğü yıl olan 1965’e dek sürer.
Hervé, Le Courbusier’in eski ve yeni pek çok
eserinin fotoğraflarını çeker (Elwall 2004,159).
Hervé, brüt betonun heykelsi plastik karakterini
fotoğraflarında çok iyi gösterir. Sert kontrastlar
ve geometriyi ön planda tutan kompozisyonlarla
tasarımdaki soyut niteliği aktarır.
AFSAD
Mimari ve Fotoğraf
Lucien Hervé, Unité d’Habitation, 1949-1952
Buraya kadar fotoğraf ve modern mimarlığın
etkileşiminden kesitler aktararak fotoğrafın
modern mimarlığın hem bir aracı hem de bir
parçası olduğunu anlatmaya çalıştım. Öte yandan ironiktir ki, 1960’lardan sonra rüzgar ters
taraftan esmeye başlayınca modern mimarlığın
metaforik olarak ölümü de yine fotoğrafın elinden olmuştur. Mimarlık eleştirmeni, kuramcısı, tarihçisi ve karşı modernist Charles Jenks,
Minori Yamasaki tarafından tasarlanan ve 1952
ile 1955 yılları arasında inşa edilen Puritt-Igoe
konutlarının 1972 tarihinde “trajik bir sığlaşma,
tahribat ve kimlik kaybına” yol açtığı öne sürülerek, dinamitlenerek yıkılmasını gösteren fotoğrafı kullanmış ve modern mimarlığın öldüğünü
kesin tarih, saat ve yer vererek, ilan etmiştir.
Kaynakça
Colomina, Beatriz. “Le Corbusier and Photography” Assemblage 4 (1987): 6-23
Elwall, Robert. “James Fergusson (1808-1886): A Pioneering Architectural Historian,” RSA Journal 139 (May 1991):
393-404
Elwall, Robert. Building with Light (London and New York:
Merrell and RIBA, 2004)
Harvey, Michael. “Ruskin and Photography,” Oxford Art
Journal 7 (1984): 25-33
Rosa, Joseph. A Constructed View. The Architectural
Photography of Julius Shulman. New York: Rizzoli Publications, 1994.
Stieglitz, Alfred. “Pictorial Photography” Alan Trachtenberg,
ed. Classic Essays on Photography. New Haven: Leete’s
Island Book, 1980, 115-124
Stoller, Ezra. “Photography and the Language of the Architecture” Perspecta 8 (1963): 43-44
Mayıs - Haziran 2012
Dosya Konusu
ekolünün kurucularından Walter Groupius
“Pozlama sırasında neyin [nasıl bir görüntünün]
oluşacağını mimar mı öngörür, yoksa fotoğrafçı
mı?” diye sorar (Rosa 1994, 17). Dolayısıyla,
ışığı kendine malzeme yapan iki ayrı tasarımcının -fotoğrafçı ve mimarın- uyum içinde olması
gerekmektedir. Bu nedenle mimarlar kendi
mimari düşüncelerini aktarabilecek, tarzını kendilerine yakın buldukları fotoğrafçılarla çalışmayı
yeğlemiş olmalılar. Örneğin, Richard Neutra,
Julius Shulman ile; Le Courbusier, Lucian Hervé
ile uzun yıllar çalışmıştır. Bu mimarlar, yaratım
sürecinin çizim masasında ve şantiyede sona
ermediğinin farkında olarak fotoğraf aracılığıyla
görüntü üretilmesinin, yayılmasının ve bu yaygın görüntülerin izleyiciyle süregiden bir iletişim
halinde olmasının bu sürecin önemli bir bileşeni
olduğunu biliyorlardı. Bu anlamda fotoğraflar da
yapılar kadar mimarinin parçasıdır.
27
Mimari ve Fotoğraf
Dosya Konusu
28
Söyleşi: Cemal Emden
Burcu Kütükçüoğlu
Yıldız Teknik Üniversitesi’nde mimarlık okuduğunuzu ve daha sonra da profesyonel hayatınıza mimarlık yaparak başladığınızı biliyoruz.
Mimari fotoğrafçılığa nasıl geçiş yaptınız?
Fotoğrafın bu çok farklı yönlerine dair edindiğim
bilgi ile mimarlık okumaya başladım ve de çok
doğal bir biçimde kendimi mimari fotoğraf alanı
içinde buldum.
Fotoğraf çekmeye aileden başladım. Babam
eczadır aslında ama, fotoğrafla ciddi biçimde
ilgilenmiştir... Kayseri’de fotoğraf dükkânı vardır.
Ben ve kardeşim böyle bir aile şirketinin içinde
yetiştik. Fotoğraf çekimleri, kimyasal banyolar,
basım işleri vs. Benim yatağım karanlık odadaydı. Annemle babam karanlık odada çalışırdı
geceleri, ben de onların yanında uyurdum. Böyle, aileden gelen bir ilgi var dolayısıyla. Babam
kendi yaşıtı olan birçok fotoğrafçıyı da tanırdı.
Bu fotoğrafçılar Anadolu’ya geldiklerinde bizde
kalırlardı.
Öğrenciliğiniz sırasında ne gibi fotoğraf çalışmaları yaptınız?
Bu fotoğrafçılar arasında hatırladığınız kimler vardı?
Örneğin Reha Günay, Gültekin
Çizgen, Ara Güler... Bu fotoğrafçılar bize mutlaka uğrarlardı,
bir takım fotoğraflar da isterlerdi.
Babamın İstanbul’da açılmış sergileri vardır. Bu dünyanın içinde
varoldum, büyüdüm.
Fotoğrafla kişisel olarak ne zaman ilgilenmeye başladınız?
Üniversitede mimarlık okumak
istedim. İlk girişte sınavı kazanamadım, ikinci sene mimarlığa girdim. Bu zanaatın içinde
olmanın ötesinde, benim kişisel
olarak fotoğrafla uğraşmaya
başlamam üniversiteye tekrar
hazırlandığım o sene gerçekleşti. Hem üniversiteye hazırlanıyordum hem de fotoğrafın ne
olduğuna dair yoğun bir arayış
içindeydim. Birçok şey denedim.
Örneğin; böcek fotoğraflarından
Kayseri’nin geleneksel mimarisine kadar geniş bir konu aralığında yüzlerce fotoğraf çektim.
Her yaz mutlaka bolca seyahat edip fotoğraf
çektiğimi hatırlıyorum. Bugünkü gibi dijital teknolojiler de olmadığı için analog fotoğrafla uğraşmanın bir külfeti vardı. Buna rağmen orta veya
büyük format teknik makineler götürür, sonra
kendim baskı alır, üşenmeden uğraşırdım. Cep
telefonuyla fotoğraf çekmeye benzemiyordu tabii... Fotoğraf çekmeye karşı bir açlığım vardı ve
seyahatlerimin asıl hedefi bu açlığı gidermekti.
Mimari ve Fotoğraf
Zaten üniversitede de fotoğrafla uğraştığım için
hocalarımdan bazıları bana ödev veriyorlardı.
Daha sonra hocalardan bir takım işler gelmeye
başladı. Üniversiteden mezun olduğumda bir
süre mimarlık yaptım, bu süre içinde de çok
teknik olmakla beraber birçok mimari fotoğraf
çektim. Kendimi tatmin etmek için değil, daha
çok iş olarak çektim. Bir yandan kendim veya ailemle yaptığım seyahatlerde de fotoğraf çekmeye devam ediyordum. Tüm o ağır ekipmanı her
yere taşıyorduk. Profesyonel mimari fotoğrafçılığa geçişimi esas belirleyen ve Türkiye çapında
tanınan işler yapmaya başlamamı sağlayan olay
2000 yılında çıkarılan Koleksiyon Mimarlık Yıllığı
oldu. Bu işi bana verdiler. Yıllıkta hatırladığım
kadarıyla otuza yakın mimarın yapısı vardı ve
bu mimarların çoğuyla tanışma fırsatım oldu. Bu
mimarların işlerini çektim ve hepsi de fotoğraflardan çok memnun kaldı. Yıllığın yayınlanmasının
ardından, bu iş aracılığı ile tanışmış olduğum
ve daha sonradan tanıştığım birçok mimardan
fotoğraf işi almaya başladım. Dolayısıyla, fotoğraf kariyerimi düşündüğümde;
1986 ile 2000 arasını hazırlık, 2000’den bu yana geçen
süreyi de icraat dönemi olarak
adlandırabilirim.
Mimarlarla çalışma süreçlerinizden biraz bahseder misiniz?
Sizin belirlediğiniz daha tanımlı
süreçler mi oluyor yoksa her
mimarın kendine göre yönlendirdiği süreçler mi ortaya
çıkıyor?
Benim en çok zevk aldığım şey
zaten mimarlarla birlikte çalışmak. O yapıyı yapmış kişiyle
birlikte o yapıyı fotoğraflamak,
onun ne yaptığını bana anlatması, kendi diliyle ifade etmesi
benim işime değer katıyor diye
düşünüyorum. Fotoğraf kalitesi
anlamında çıtayı yükseltiyor
bu şekilde çalışmak. Ancak
günümüz çalışma temposunda
mimarlar buna her zaman fırsat bulamıyor. Bu fırsat yakala-
AFSAD
Mayıs - Haziran 2012
Dosya Konusu
Profesyonel fotoğrafçılığa nasıl geçiş yaptınız?
29
Söyleşi
Nejla Can
Güler
Dosya Konusu
Mimari
ve Fotoğraf
30
namazsa da tercihim, yapılarını fotoğraflamaya
gitmeden önce mimarla en az bir kere oturup
konuşmak, ne yapmaya çalıştığını, tasarımında neleri hedeflediğini ondan bir kez dinlemek
oluyor.
Mimarlarla çalışmak bir iç mimarla ya da dekoratörle çalışmaktan farklı oluyor . İç mimarlar
ya da dekoratörler daha çok detaylardan söz
ediyorlar. Ondan çok zevk almıyorum açıkcası;
daha genel, mekâna, kütle formuna dair fikirleri
aktarmak ilgimi çekiyor.
Yabancı mimarlarla çalışma deneyimlerinizden
de bahseder misiniz?
Son dönemde daha çok İspanyol, İtalyan mimarlarla çalışma fırsatı buldum. Örneğin Alberto
Campo Baeza, Carlos Ferrater, Santiago Calatrava gibi mimarların yapılarını fotoğrafladım.
İspanya’da aslında başka birçok mimarın işini
de dolaylı olarak çektim, şöyle ki; Santiago de
Compostela kentinin mimari dokusunu belgeledim ve bu işlerimden bir sergi açıldı. Bu
sergideki tüm fotoğraflar bana aitti ve birçok
ünlü İspanyol mimarın yapılarının fotoğrafları-
nı içeriyordu. Her yapıya en az bir gün ayırarak gerçekleştirdiğim bir çalışmaydı bu. Yine
İspanya’da, Akdeniz Roma mimarisi ile ilgili bir
sergi açtım ki; bu benim en çok zevk aldığım
işlerimden biri oldu. Akdeniz’e kıyısı olan birçok
kentteki Roma mimarisini belgeledim ve çok hoş
bir sergi oldu gerçekten. Roma S.P.Q.R. ismiyle
açılan bu sergide Akdeniz’deki birçok müzeden
Roma dönemine ait nesneler getirildi, fotoğraflar
6m’ye 18m gibi devasa boyutlarda basıldı. Sergi
Madrid’de bir sarnıcın içinde açıldı ve mekân hiç
aydınlatılmadan fotoğraflar arkadan aydınlatıldı, çok ilginç bir sergi tasarımı uygulandı. Daha
yakın tarihte Roma Maxxi Müzesi’nde bir sergim
açıldı, yine Campo Baeza’nın işleriyle ilgili.
Yapı endüstrisinde veya inşaat sektöründe yer
alan kurumlarla çalışmalarınız, projeleriniz oluyor mu?
Zorlu Grubu ile yürütmekte olduğum farklı projeler var şu anda. Birkaç kitap hazırlığı içindeyiz.
Bunların içinde en heyecan verici olanlarından
birisi, şu anda yapımı süren Zorlu Center’ın
inşaatında kullanılan en kaba malzemeden, en
Mimari ve Fotoğraf
Dosya Konusu
31
ufak detaya kadar tüm üretim sürecini belgeleyip
bunu bir kitap haline getirme projesi. Kısacası, yapınının tüm endüstriyel sürecini, coğrafi
dağılımla beraber ele alıp aktarmak istiyoruz. Bu
sürece, çelik profillerin içinde kullanılan metallerin geldiği madendeki çalışmalarla, yürüyen
merdiven gibi daha teknolojik elemanların
üretimi giriyor. Tüm dünya coğrafyasına dağılan
bu endüstriyel ağın fotoğraf kitabını yapmayı
hedefliyoruz. Kitapta makaleler de olacak ancak
asıl ağırlık görsel malzemede.
Bir başka proje de bu inşaatın sürecini belgelemek. Bu aslında sadece inşaatın fiziksel sürecini
belgelemenin ötesinde oradaki yaşantıyı, örneğin inşaat işçilerinin portrelerini ya da şantiyede
yapılan grafitileri çekmek gibi işleri de kapsıyor.
Akademik kurumlarla ortak yürüttüğünüz çalışmalarınız olduğunu biliyoruz. Bu tip çalışmalarınızdan bahsedebilir misiniz?
AFSAD
Mimarlarla çalışmak beni ne kadar tatmin
ediyorsa akademi ile yaptığım çalışmalar da o
kadar tatmin ediyor, heyecanlandırıyor diyebilirim. Benim için bir eğitim süreci oluyor bu tip
çalışmalar; öğrendiğimi görselleştirmeye dayalı
süreçler... Örneğin, Doğan Kuban’la birlikte gerçekleştirdiğimiz Cennetin Kapıları adlı sergi ve
kitapta, Divriği Ulu Camisi’nin kapıları üzerindeki
üç boyutlu bezeme öğelerini nasıl en iyi biçimde
ifade edebiliriz sorusunu araştırdık. Bu çalışmayı, caminin cephesine iskele kurarak ve ayrıca
itfaiye merdiveninden faydalanarak, gece yapay
aydınlatma altında gerçekleştirdik. Bu yapay
ışık altında her bir bezeme öğesinin üç boyutluluğunu ortaya çıkartarak fotoğrafladık. Bu
güne kadar yapılan tüm çalışmalarda o iki kapı;
Cennetin Kapıları, mevcut gün ışığında fotoğraflandığı için üç boyutlulukları yeterince ortaya
çıkmamıştı. Yapay aydınlatma, bu öğelerin üç
boyutluluğunu abartarak, güçlendirerek ortaya
çıkartmamıza imkân tanıdı.
Mayıs - Haziran 2012
İbrahim
Mimari
ve Göğer
Fotoğraf
Fotoğraf
Üzerine
Dosya Konusu
32
İstanbul Bilgi Üniversitesi Mimarlık Fakültesi ve Mimari Tasarım Yüksek Lisans programı ile düzenli olarak yürüttüğünüz projeleriniz var. Bu projeler içinde yakın dönemde
gerçekleştirdiğiniz birkaçından söz edebilir
misiniz?
Bilgi’de yüksek lisans programının kurucusu ve Mimarlık Fakültesi dekanı İhsan
Bilgin benim Yıldız Teknik’te hocamdı.
İhsan Hoca aracılığı ile başladım Bilgi’yle
gerçekleştirdiğim çalışmalara. Çeşitli dünya
metropollerine birçok gezi yaptık, yüksek
lisans programı kapsamında. Viyana’ya,
Chicago’ya, Londra’ya ve başka bir takım
büyük kentlere gittik. Bunların sergilerini
ve kitaplarını yaptık. En son çalışmamız
ise Le Corbusier üzerine bir proje oldu. Le
Corbusier’nin Doğu Gezisi’nin 100. yıldönümü nedeniyle Bilgi Mimarlık ve Le Corbusier Vakfı’nın ortaklaşa düzenlediği bir
konferansın yan etkinliği olarak bir fotoğraf
sergisi açtık. Le Corbusier’nin 40’dan fazla
yapısını fotoğrafladım sergi için.
Mimari ve Fotoğraf
Dosya Konusu
33
Fotoğraflanacak yapılar neye göre seçildi, seçki
nasıl biçimlendi?
İlk başta çok daha sınırlı sayıda yapıyı fotoğraflamak üzere yola çıktık, 10-12 yapıdan bahsediyorduk. Ancak proje, Kale Grubu’nun da
desteği ile somutlaşınca, Le Corbusier’nin kariyerinde çok önemli bir yer tutan Hindistan’daki
yapılarını, Fransa, İsviçre ve Almanya’daki
birçok yapısını da listeye alarak 40 küsur yapıyı
fotoğraflamaya karar verdik. Sonuçta, mimarın Amerika ve Kuzey Afrika’daki bazı yapıları
hariç tüm yapıtlarını yeni bir bakışla belgelemiş
olduk.
Le Corbusier gibi çok tanınmış ve yapıları
birçok kere fotoğraflanmış bir mimar üzerine
AFSAD
çalışmak nasıl bir deneyim oldu?
Le Corbusier projesi ciddi bir performans işiydi
benim için. 1910’ların sonundan 1960’lara kadar yapı yapmış ve yapıları yüzlerce kez fotoğraflanmış, basılmış bir mimar var ortada. Ne gerek var tekrar çekmeye, ne anlamı var böyle bir
çalışmanın diye düşünüyor insan ilk başta. Ben
bu konuda çok iddialı olduğumdan değil ama,
böyle bir çalışmayı gerçekleştirmek isteyen her
mimari fotoğrafçının söyleyebileceği yeni bir
söz olduğunu düşündüm ve buna inandım. Bu
yapılara halen farklı biçimlerde bakılabileceğini,
bu bakışın görselleştirilebileceğini düşündük
ve bunun da iyi bir biçimde ifade ettik bence.
Sergiye verilen tepkiler de bunu başardığımızı
gösterdi bize.
Mayıs - Haziran 2012
SöyleşiKonusu
Kontrast Mimari
Fotoğraf
Üzerine
İbrahim
Dosya
ve Göğer
Fotoğraf
34
Çok farklı coğrafyalarda ve uzun bir zaman
aralığına yayılan işleri var Le Corbusier’nin. Bu
farklı bağlam ve nitelikteki yapıların sizde bıraktığı izlenimlerden bahseder misiniz?
Le Corbusier’nin yapılarını fotoğraflamak başka birşey, kariyerinin sürecini hissetmek, farklı
dönemlerine ait yapılarını gezip deneyimleyebilmek başka. Bu ikincisi, her mimarın yapmak
isteyeceği birşey ve ben öncelikle bunu yaptığım için çok memnunum. Bu yapıları fotoğraflamak da mimari fotoğrafçıların çok arzu edeceği
bir iş tabii. Bu ikisi birleşince çok özel bir deneyim oldu benim için. Le Corbusier’nin kariyeri
içindeki değişimi görmek bence bu deneyimin
en önemli ve ilginç yanı. Hindistan’daki yapısı çok muhteşem, çok etkileyici olabilir ya da
Fransa’daki yapıları çok etkileyici gelebilir ama,
asıl ilginç olan, bütün bu kariyer sürecini kısa
bir zaman içinde, ardı ardına deneyimlemek,
algılamaktı benim için. Bunu ben başka projelerde de yaşadım aslında. Örneğin, yine Doğan
Kuban’la çalıştığım Osmanlı Mimarisi kitabında,
Osmanlı’nın tüm mimari üretimini kısa bir süre
içinde belgeleyip fotoğrafladığımda, bütün o
düzeni, gelişimi, dönüşümü daha derin biçimde
algıladım. Bu çok özel bir deneyim gerçekten.
Mimari fotoğrafçılığa dair genel bir felsefeniz
var mı? Örneğin Ezra Stoller, “iyi mimari fotoğraf, mimarın fikrini anlatan fotoğraftır” der. Siz
de böyle mi düşünüyorsunuz yoksa fotoğraf,
mimarın aklında olmayan bambaşka anlamlar
da üretebilir mi?
Ezra Stoller’a katılıyorum ama, bir yandan da
fotoğrafçı ne yaparsa yapsın bir yorum katıyor. Sonuçta Le Corbusier projesinde olduğu
gibi, daha önce yapılmış birşeyi tekrar yapmak
istemenin arkasında farklı bir yorum ortaya
koyulabileceği düşüncesi var. Ben aslında klasik
mimari fotoğrafçılık dilini kullanıyorum. Bu da
daha çok, teknik resim kuralları içinde hareket
etmek anlamına geliyor. Perspektif, plan, kesit
görünüş mantığını yansıtmak demek oluyor
büyük ölçüde. Bu temel mimari verileri ürettikten
sonra onun üzerine bir söz söyleme çabasına
giriyorum. Sanırım mimarlık formasyonundan
gelmemin doğal bir sonucu bu.
Horozların tavukların * Atların hep * Bir evi var.
Neden Yok * Bir Evi * Yıldızların?
Söyleşi Okuma
Fotoğraf
Fazıl Hüsnü Dağlarca
Kontrast
Deniz Tokay
Neden Yok
35
Gün batımında Çamlıdere Barajı’ndan bir kesit.
350D + 10-20 Sigma + Polarize ile RAW kaydedildi. Gün batmış ve Tarık Yurtgezer’in ifadesi
ile ‘sihirli saatler’ başlamıştı. Gözün göremediği, belki bazen makinenin ancak uzun pozlama
ile kaydedebildiği gizli bir manzarayı fotoğraf
diye almıştım makineye. Sihirli saatler ufka kızıllığını vermiş, gökyüzü maviden koyu laciverte, uzaya doğru uzanmıştı. Güzel bir gün batımıydı ama, bulutsuz gökyüzü olur muydu hiç?
Kara parçasının üzerine serpilmiş birkaçı dışında bizimkiler ortada yoktu. Şöyle kızıla boyanmış, bulutlu bir günde burada olsaydım dedim,
ama olanla yetindim. Gökyüzü çok boş kalmıştı; yeryüzünde ise, gölde gökyüzünden düşen
hafif bir yansıma vardı. Gökyüzündeki lacivert
üst noktalarda iyice siyaha gitmekteydi. Burada
bulutlar yoksa o halde yıldızlar mı olmalıydı.
Bu düşünceler beni sonuçta eldeki bu kolaj çalışmaya yönlendirdi. Aslında koleksiyonumdan
bulut ekleyebilir ve kızıl bir boyama da yapabilirdim; uzay fikri daha ağır bastı. PS’de önceAFSAD
likle; seviye (level) ve kontrast ayarlarını yapıp,
ufuk çizgisi üzerinde uzanan kızıl lekeyi artırmak için, tıpkı gün batımında çekim sırasında
filtre kullanıyormuş gibi PS’de degrade (gradient) filtreli katmanlar (layer) hazırladım. Bu
şekilde ufuk çizgisinin üzerinde, istediğim tonlar üzerinde ayarlama yapabildim. Uygun bir
tadda bu işlemi sonlandırdım. Şimdi iş kolaja
gelmişti, internette bulduğum bir NASA görüntüsünü üstte ve altta kullandım, bunun için ayrı
bir katmanda yumuşak seçilip koparılmış gökyüzü görüntüsünü üste yerleştirdim. Madem
gökyüzünün yansıması göle düşmüştü, o halde
yıldızlar da daha silik bir şekilde göle düşmeliydi. Aynı görüntüyü ters çevirip gölü maske
olarak kullandım ve bu maske içerisine yeni
bir katmanda görüntüyü tekrar yerleştirdim.
Son aşamada, yıldızlara ait katmanların taşan
sert kenarlarını yumuşatılmış silme aracı ile
temizledim. Artık fotoğraf değil bir fotokolaj
olmuştu ama, o bulunduğum yerdeki hislerimin
görüntüsü ancak böyle keyif vermişti.
Mayıs - Haziran 2012
Deniz Tokay
Fotoğraf Okuma
Kızılçarşak, Demirkazık
36
Burası; Niğde Aladağlar, Narpuz Vadisi’nde,
Demirkazık tırmanışı yapan dağcıların klasik
rota olarak sıkça kullandıkları meşhur Kızıl Çarşak girişidir. Sabah gün doğumunda çektiğim
fotoğrafın, aynı mekânda, farklı zamanlarda
çekilmiş birçok versiyonu var. Ama çoğu bunun
gibi şanslı bir gökyüzüne sahip değil. Onlar
da, aynı yerden aynı açıya sahipler; ama doğru
zaman avantajını taşımıyorlar. Canon 350D ve
18-55 kit objektif ile kaydedilen bu fotoğrafta,
belki, gökyüzünün mavisi bir filtre kullanıldığını düşündürecek; ama polarize filtre yok.
Özellikle, bulutlu türünden gökyüzünü fazlasıyla sevdiğim için kaçırılmayacak bu anı, RAW
formatta kaydederken, aydınlık oda sürecinin
sonunda bu hale geleceğini görmüştüm. Orijinal kayıtta, kayaların rengi daha açık ve kontrastı zayıf. Ayrıca, gökyüzü de, böyle bir tona
ve bulutları gösterecek kontrasta sahip değil.
Karanlık oda çalışmalarımdan kalan bir yaklaşımla, fotoğrafı; gökyüzü ve kayalar şeklinde
iki ana bölümde değerlendirdim. Photoshop’ta,
bölgesel olarak maskeli ya da maskesiz olarak
çalışmak mümkün olsa da, benim tercihim,
kontrolü elimde tuttuğum HDR çalışması oldu.
HDR çalışması sırasında, ayrıca, doygunluk üzerinde çalıştım. Gerçeklik duygusunu yitirmiş
bir HDR ile sonuçlanmayacak bir noktada TIFF
olarak çıktı alıp, son aşamada, kayalık alanda
zirve noktasına düşen ışık üzerinde ve gökyüzünde PS’de bölgesel çalışma yaptım.
Fotoğraf halen, sunulacağı ortama göre, ek bazı
düzenlemelere ihtiyaç duymakta. Sanal ortamdaki küçük hallerinde fark edilmeyen, ama
büyütüldüğünde, özellikle gökyüzü ile karanlık
kayanın kesiştiği noktalarda gözden kaçmayan
kromatik sapma (chromatic aberration)’nın
düzeltilmesi gerekmektedir.
Dağcı fotoğrafçı olarak, onca keyifli tırmanışı
hatırlatan tek bir andır bu fotoğraf ve çekemediğim birçokları arasından, getirebildiğim bir
karedir.
Fotoğraf
İMece Okuma
İlker MagaDeniz Tokay
Orası mı, Gittim Ben Oraya
37
Fotoğraf, göl kenarında yüksek bir ormanda çekildi.
Bisikletli ya da bisikletsiz sıkça gittiğim bir yerdir.
Çok güzeldir. Doğa ve fotoğraf için beni besleyen
ve dinlendiren bir mekândır. Bir keresinde termosa
çayımı ve yanıma atıştırmalıklarımı alıp bu ormana
gitmiş, gölü yukardan heyecanla izleyen bir kayalık bölgenin üstüne kurulmuştum. Yağmur sonrası
bir gündü, önümde göle doğru bahar sevincinden
yemyeşil olmuş bir vadi uzanmaktaydı. Baharın
coşkulu gökyüzünde bulutlar tül tül dolanırken,
yoldan iyice uzakta olduğum için artık rüzgarın
çam ağaçlarının iğnesine dokununca çıkardığı sesi
de duyabiliyordum. Belki de bu kayalıkların bir adı
vardı ama henüz duymamıştım, bilmiyordum, hatta
az sonra benim oraya başka bir ad takacağım da
hiç aklıma gelmezdi. Göle ve vadiye dalmış kendi
içime yol almışken, kırlangıçlar arkamdan gelip
önümdeki vadiye doğru inanılmaz dalışlar yaptılar,
o kadar yakın geçtiler ki, keskin dalışlarıyla kanatlarından çıkan sesleri duyabildim. Belki de, ben orada
otururken içimde nerelere gittiysem, beni görmemişlerdi. O zamandan beri adı belki başkadır, belki
de yoktur ama ben buraya Kırlangıç Kayası derim.
Buradan ayrılıp daha sonra, göle doğru sevdiğim
bir inişi olan, çok kimlikli bulduğum birisi kocaman,
AFSAD
iki badem ağacının bulunduğu Bademler Köşe’ye
yürüdüm. Ağaçların önünde, yine az önceki vadiyi,
bu sefer batı yamacından gören bir noktadaydım.
Burada göle hâkim başka bir kaya var. Biraz da
burada takıldım, bulutların gelip geçişini izledim.
Bademlerin etrafında dolandım ve az uzağından bu
siyah fotoğrafı çektim. Fotoğrafta boy gösteren ağaç
Bademler Köşe’nin büyük kimlikli ağacıdır. Mevsimi
gelince müthiş çiçek açar ve onu silüet değil, bahar
sevinci ile kaydetmek gerekir o zaman.
Fotoğrafta görünen koyu siyah, polarize ile koyu
mavi kaydedilmiş gökyüzünün PS’de mavi kontrollü
siyah beyaz çevrimidir. Sevdiğim çok siyah, az beyaz
tadını vereceğini,bu sahneyi gördüğümde anlamıştım. PS’de seviye ve kontrast ayarlarından sonra,
siyah beyaza çevrildi. Sonradan, özellikle gökyüzü
detaylı çalışma alanım oldu, ağacın okunurluğunu
artırmak için soldaki, ilgi merkezi ağacın fonunda
yer alan bulutları açtım. Ayrıca, gökyüzünde sola
üste ve çapraz sağa uzanan bulutlar üzerinde kontrast düzenlemeler yaptım. Son aşamada, düzgün
kullanıldığında, özellikle bulutlar üzerinde harika etkileri olabilecek keskinleştirme uyguladım. Karenin
sağ altında yer alan çalı ise güzel, dengeli bir leke
oldu.
Mayıs - Haziran 2012
f/64
Özcan Yurdalan
Gezmek ve Fotoğraf Çekmek...
38
İşin en başından beri gezmekle fotoğraf çekmek
arasında yakın bir bağ olduğu düşünüldü. Hatta
düşünmeden her ikisinin de doğası gereği birbiriyle sarmaş dolaş olduğu varsayıldı.
Fotoğrafın yaygın kullanılmaya başladığı ilk
dönem, “stüdyolar ve portre fotoğrafçılığı” diye tanımlanırken, bu tanımın günlük hayattaki karşılığı
şu anlama geliyordu: Herkes fotoğraf çektirebilir.
Suretini çıkarttırmak için ne aristokrat olmak ne
de yeni yeşeren burjuva olmaya gerek kalmıştır.
Parasını bastıran resmini alır...
Fotoğraf daha sokaklara çıkmadan önce zihinlerdeki ilk yansımasını böyle yaratmıştı. Hemen
arkasından sokaklara çıktı, çıkmakla kalmadı alıp
başını uzaklara gitti. Gittiği yerden getirdikleri
daha önce görülmemiş diyarların, kutsal kitaplarda, kadim metinlerde anlatılan yerlerin, efsanelerde geçen yapıların, coğrafyaların görüntüleriydi.
Bu arada, fotoğraf çektirmek isteyenler gittikçe
uzayan kuyruklar oluşturuyordu.
Kuşkusuz, sözünü ettiğim durum suret ile ilişkisini
sıradanlaştırmış, dininde, tapıncında suretlerle
ilişkilenmiş, imgelerle olduğu kadar doğrudan
gösteren işaretlerle de içli dışlı olmuş kültürlerde yaşanıyordu. Diğerlerinin, mesela inançlar
manzumesi gereği, bir canlı yaratmak ile bir
suret yaratmak arasında ilişki kurulabileceğini
varsayan kültürlerin iklimine fotoğraf nasıl yansıdı bilmiyoruz. Bildiklerimiz söylentilerden ibaret.
Osmanlı’da bu ilişkinin gelgitli sürdüğü, iktidar
katından gelen onaylamalar ile karşı çıkmalar
arasında gidip geldiği anlatılıyor ama nedenleri
ve sonuçları muğlak. Merkezden uzaktaki insanların fotoğraf karşısındaki tutumları hakkında
araştırmalara, işlenmiş verilere, yorumlara sahip
değiliz. Fetva makamları ile siyasal karar mercilerinin fotoğrafa yaklaşımı az çok biliniyor, lakin
kolektif hafızada ve kültürel derinliklerde suretle
ilişkisini pek de istikrarlı kılamamış kesimlerde
fotoğrafın nasıl bir etki yarattığını, hangi zihniyet
refleksleriyle karşılandığını pek kestiremiyoruz.
Mekteplerin fotoğraf bölümleri bu konuda diğer
disiplinlere ne malzeme sunabiliyor ne de diğer
disiplinlerin araştırma-merak-ilgi kaleminden bu
taraklarda bezi var. Olmadığı için, benim gibi ağzı
genişler fotografik görüntünün toplumsal etkileri
konusunda laf üşürüp duruyorlar.
-I“Gezmek ve fotoğraf çekmek” derken, fotoğrafçılığın en önemli işlevlerinden biri olan bu alanın da
diğer alanlar gibi yeterince değerlendirilmediğini,
özgün derinliklerine inilmediğini düşünüyorum.
Bu nedenle olsa gerek, ilk gezgin batılı fotoğrafçılar, Anadolu’ya gelip fotoğraf çekmek için dolaşırlarken kırda köyde karşılaştıkları vatandaşın tepkisi ne oldu diye merak ediyorum. Hayal gücünü
parlatarak hikayeler kurmak mümkün ama bunun
yetmeyeceğini biliyorum. Hatta bugünkü duruma
bakarak senaryolar da üretiyorum: Bugün, ellerinde kocaman kocaman aletleriyle o köy senin bu
köy benim dolanarak kapı aralığından, pencere
pervazından, eşik arkasından bakan her canlının
“Allah yarattı” demeden fotoğrafını çekerek sanat
icra eyleyenleri düşününce, geçmiş fotoğrafçıların ruhuna rahmet okumak gerektiğinden kuşku
duymuyorum. Gerçi onlar da zahmetlere girip
paralar sarf ederek karşılarına çıkan, kendilerine
benzemeyen herkesin fotoğrafını çekmiş ve bir
çırpıda kategorize etmişlerdi ya...
Gezi fotoğrafının ekseni büyük oranda buradan
kuruldu: Fotoğrafçı daha önce görmediği ve kendisi gibilere benzetemediği her şeyin fotoğrafını
çekmek üzere yollara düştü.
-IIGezmek ile fotoğraf çekmek bugünün ayrılmaz
ikilisi. Fotoğraf başlangıçta nasıl ki herkesin
suretini eline almasını sağladıysa, turizm de önce
orta, sonra alt sınıfların yabancı diyarlara gidip
gelmesine imkân verdi. Bir vakitler yanlarında
gravürcü taşıyıp beğendiği manzaraları çizdiren meraklı soyluların, varlıklı araştırmacıların,
destekli seyyahların dışında sıradan ahali de
kitleler halinde yolculuklara başladı. Çok geçmeden kayda değer bir turizm ekonomisi doğarken
fotoğraf sektörü de canlanarak serpildi. Gezgin
fotoğrafçılar yaş kollodion zamanından beri katır
yükü alet edevatla kendilerini yollara atmışlardı;
giderek küçülen fotoğraf makineleriyle birlikte
turist fotoğrafçıların sayısı arttı.
Turizm akımının ilk demlerinde gezip görenleri,
gezemeyen ötekilerden ayıran en önemli gösterge çektikleri/çektirdikleri fotoğraflar sayesinde
yarattıkları ayrıcalıktı. Çok geçmeden daha çok
insan gezip dolaşmaya, çektirdiği fotoğrafları
dönüşte göstermeye başlayınca durum sıradanlaştı. Bu kez, gezip gördükleri yerlerden sıradan
yansımalar değil de, eli yüzü düzgün görüntüler
çıkarmaya başlayanlar diğerlerinin arasından sıyrıldı. Öylesine gezenlerin yanında hem gezmenin
hem de geziden artistik görünümler çıkarmanın
ayrıcalığına kavuştular. Hobi fotoğrafçılığının en
Fotoğraf, fotoğrafçının zihnindekini yansıtmasıdır. Gördüğünün değil, algıladığının suretidir. Bu
algının inşa süreci ise karmaşık kültürel-ideolojiksiyasal etkenlerin ürünüdür. Yani fotoğrafçı dış
dünyanın fotoğrafını çektiğini sanırken aslında
kendi zihnini fotoğraflamaktadır. Hâl böyleyken
Cumhuriyet ilk dönem ressamlarının resmî-yarı
resmî devlet organizasyonuyla çıktığı yurt gezilerinde yaptıkları resimler ile, o dönem fotoğrafçılarının çektiklerini yan yana getirsek ne gibi bir
zihniyet yansımasıyla karşılaşırız acaba? Aynı
şekilde yanlarına bir de günümüzdeki yurt gezilerinde çekilen fotoğrafları koyarsak ne görürüz?
İdealize edilmiş köy hayatları, koca gözlü köylü
kızları, güzel tabiat parçaları... o dönem ressamlarının gördükleri Anadolu ile toplumsal gerçek
arasındaki ilişkinin günümüzdeki yansıması ne
menedir dersiniz?
Özcan Yurdalan
Gezmek ve fotoğraf çekmek gerçekten kaynaşmış ikili. Gezerken fotoğraf çekmek bir yana fotoğraf çekmek için gezenlerin sayısı da azımsanmayacak kadar çok. Yakın zamanda sosyolojik
veri olarak geçmiş zaman fotoğraflarından yola
çıkarak günümüze yapılan projeksiyonların örnekleri görülmeye başladı (Bkz. Osman Köker’in
çalışmaları). Aynı şekilde bugünün fotoğraflarıyla
bugünün toplumsalına bakan, adını ve bağlamını
açıkça bu çerçeveye yerleştiren birkaç çalışma
biliyoruz (Örn. Attila Durak’ın Ebru’su) Bunlar
gerek çekilmiş fotoğrafları toparlamak gerekse
fotoğraf üretmek için gezerek yapılan işler. Gezi
fotoğrafı ise daha başka konumda tanımlanmalı. Mesela bir yanıyla tanıtım fotoğrafçılığıyla iç
içe olan gezi fotoğrafçılığı, diğer yanıyla sokak
fotoğrafçılığına yapışık duruyor. Röportaj fotoğrafçıları, reklam verenler dergileri terk edip televizyonlara rağbet edeli beri gözden düştü. Ama
belgesel fotoğrafın temel disiplini olan foto-röportaj kuyruğu dik tutmaya çalışırken gezi fotoğrafçılığı dergi türü yayın mecralarına bugün de
sahip. Bütün bu unsurları ve diğerlerini yan yana
koyarak gezi fotoğrafçılığı iyi bir analizi, yorumu
ve anlamlandırmayı hak ediyor.
f/64
önemli alanlarından biri haline gelen gezi fotoğrafçılığının memlekette izlediği süreç pek farklı
değil.
39
AFSAD
Mayıs - Haziran 2012
Mimari Fotoğraf
A
Kitaplık Kontrast
rafçılık bugün sadece kendi dalının uzmanlığı olarak görünse
de, tüm dünyada gerek tanıtım
fotoğrafçılığı, gerekse belgesel fotoğraf içerisinde oldukça
büyük bir yer kaplamaktadır.
Dolayısıyla, ülkemizde ilk kez
yayımlanan bu kitabın amacı;
“mimari fotoğraf çeken profesyonel fotoğrafçılara, bu konuda
çalışan amatör fotoğrafçılara
ve fotoğraf eğitimi alan öğrencilere mimari çekimlerde yardımcı olmak ve yol göstermek”
olarak belirtilmektedir.
40
Prof. Dr. Özer Kanburoğlu tarafından hazırlanan kitap, “İnkilap Yayınevi” tarafından
2006 yılında 195x275 mm. ölçülerinde 208
sayfa olarak tasarlanmış ve 1500 adet basılmıştır. Kitapta 390 fotoğraf ve şekil ile 11
tablo bulunmakta olup,53 kaynaktan yararlanılmıştır... Kitap tasarlanırken hedef kitle
olarak fotoğraf, fotoğraf ve video, görsel iletişim, iç mimarlık, mimarlık ve inşaat fakültesi öğrencileri ile profesyonel fotoğrafçılar,
amatör fotoğrafçılar, iç mimarlar, mimarlar
ve inşaat mühendisleri baz alınmıştır. Kitapta, belirtilen meslek gruplarının mimari
fotoğrafla ilgili gereksinimlerinin karşılanması amaçlanırken, aynı zamanda fotoğraf
dünyasında mimari fotoğrafçılığın yeri de
göz önüne alınmıştır. Çünkü mimari fotoğ-
Kitap toplam 27 bölümden
oluşmaktadır. Sırasıyla 1.
bölümde mimari nedir sorusu cevaplanmış, 2’de mimari
fotoğraf, 3’te mimari fotoğrafın
tarihçesi, 4’te ise mimari fotoğrafın amaçları sıralanmıştır. Bu
bölümün altbaşlıkları; “yapının
sadece kendisini anlatmak
için”, “yapının çevresi ile olan
ilişkisini anlatmak için”, “proje
öncesinde veri toplamak için”,
“rölöve için yapılan çekimler”,
“şehirciliği belgelemek için”,
“arkeolojik yapıları ve kazıları belgelemek için”, “doğal
afetlerden sonra şehri belgelemek için”, “tanıtım amacıyla
ve yapımcı firma için yapılan
çe¬kimler”, “mimari amaçla
çıkan kitap, dergi için”, “mimari
ile ilgili görsel etkinlikler için”,
“yapının işlevini anlatmak için” ve “resmi
evrakta kullanmak için” şeklindedir.
Kitaplık Kontrast
5. bölümde mimari fotoğraf çekiminden
önce dikkat edilmesi gereken konular,
6’da mimari fotoğrafta kullanılabilen fotoğraf makineleri, 7 ve 8’de teknik kamera
hareketleri ve mimari fotoğraftaki avantajları, 9’da ise; elinde teknik kamerası
olmayıp bir DSLR’si olan fotoğrafçıların
mimari fotoğraf çekerken perspektifi nasıl
düzeltebilecekleri anlatılmıştır. 10. bölümde mimari fotoğrafçılıkta P.C. T.S. objektif
kullanımı, 11’de mimari fotoğraf çekimlerinde kullanılan malzemeler ve işlevleri,
12’de mimari fotoğrafçılıkta film kullanımı,
13’te ise mimari fotoğrafçılıkta kullanılan
objektiflerin önemi anlatılmıştır. 14. ve 15.
bölümler ise farklı konulara açık
lık getirmektedir. Bu konular; mimari
fotoğrafta “iki boyutlu anlatımda üçüncü
boyut izlenimi elde etmek ve formlar” ve
“doğrultular ve kitleleri dengelemek”tir. Bu
bölümlerin içerisinde “bakış noktasının
yatayda kontrolü”, “bakış noktasının düşeyde kontrolü”, “bakış mesafesi”, “objektif seçimi ve kadraj” ve “görüş noktasının
önemi” vardır. 16. ve 17. bölümlerde ise;
en önemli konulardan biri olan mimari
fotoğraf çekimlerinde ışık kaynaklarından
yararlanma yolları ve mimari fotoğrafçılıkta ışığın ölçülmesi konuları anlatılmıştır.
41
18. bölümde mimari fotoğraf çekimlerinde
karşılaşılan problemlerin çözümlenmesi
anlatılmıştır. Bu bölüm içerisinde; “bulutlu
havalarda çekim”, “kuzeye bakan yapıların
çekimi”, “yüksek yapıların çekimi”, “uzun ve
alçak yapıların çekimi”, “kalabalık ve hareketli merkezlerde mimari çekimi”, “rüzgar
ve yağmurda mimari çekim”, “alan derinliğinin kontrolü ve hesaplanması” konuları
vardır. 19. bölümde “mimari fotoğrafçılıkta
dış mekânda çalışmalar”, 20’de “mimari fotoğrafçılıkta iç mekânda çalışmalar”, 21’de
“mimari fotoğrafçılıkta yaratıcı teknikler”,
22’de “maket fotoğrafçılığı” ve 23. bölümde
“baskı aşaması” anlatılmıştır. Kitabın son
bölümlerinde ise sırasıyla: 24’te “baskıda
perspektif düzeltmesi”, 25’te “bilgisayarda
perspektif düzeltmesi”, 26’da “fotoğraf terimleri sözlüğü” ve 27. bölümde ise “teknik
kamera objektiflerinin net görüntü dairesi
çapları” konuları yer almaktadır.
AFSAD
Mayıs - Haziran 2012

Benzer belgeler