Kent ve Fotoğraf

Transkript

Kent ve Fotoğraf
Kontrast
36
Temmuz - Ağustos 2013
Fotog raf Dergisi
ana sponsorluğunda yayımlanmaktadır.
Kontrast
Editör
Merhaba
Barınmanın olduğu kadar, toplumsal ilişkilerin
mekanıdır kent. Daimi devingenlikleriyle sanatçıyı kışkırtır ve üretimlerine sonsuz kaynak oluşturur. İster öznel, ister nesnel yaklaşımla ele alınsın, barındırdığı dinamiklerle sanatçıyı tetikleyen,
farklı teknik ve yaratıcılık örnekleriyle kendini
ifade etmeye zorlayan bir yapıya sahiptir. Kent dokusu içindeki yapılar, mekanların estetik elemanları, sokaklar, caddeler, meydanlar, köşe başları,
duraklar, yeşil alanlar… Hepsi birer yaşam alanıysa, yaşamımız içinde sanatla her karşılaşmamızda bize şu veya bu şekilde dokunabiliyorsa, tüm
bu unsurlarını da hayatımızın birer parçası olarak
değerlendirebiliriz. Elle tutulur maddi ögelerin
yanısıra kentsel yaşam tarzı, mutluluk ya da mutsuzluğun biraradalığı, kente aidiyet ya da yabancılaşma duygusu, birey olma çabası ya da toplumun
parçası olma gereksinimi gibi hususlar, görsel etkiye dönüştürülmek üzere estetik unsurların oluşturduğu kompozisyonlardır. Bu noktada önemli
olan, kent ve sanat birlikteliğinin doğru ve kalıcı
olarak planlanabilmesidir.
Tüm duyularımızın bombardımana uğradığı kent
ortamında bize düşen sadece, tüm bu ögeleri görmek ve yorumlamaktır.
Bu sayımızda kent ve fotoğraf olgusunu ele aldık.
“Bir kenti nasıl fotoğraflayalım?” sorusu üzerinde
durduk.
Kent olgusunu anlamak üzere, M.Rıfat AKBULUT
kent sosyolojisine bir giriş yaptı. Yazısında,çok
katmanlı bir yapı ve olgu olarak tanımladığı kentin görünen ya da görünmeyen, algısı gözlemciye
göre değişen, çok çeşitli, zengin ve birikimli toplumsal ve kültürel katmanlarından ve farklı etkiler altında farklı tepkiler verebileceğini ifade ettiği
alt sistemlerinden bahsetti.
Tansel TÜRKDOĞAN, post sanatın en çok rağbet
ettiği bir alan olarak sanatın, bir malzeme olarak
kenti manipüle etmesi ya da tersi bir yaklaşımla, kentin reorganizasyonunda sanatın manipüle
edilmesini konu alan yazısını bizimle paylaştı. Işık
ÖZDAL, dünyada ve Türkiye’de tarihten bugüne
kadar değişim gösteren kent-fotoğraf ilişkisi ve
kent kültürüne yansımalarını özetledi.
Kent, fotoğrafik ve teknik yaklaşımlar olarak her
şeyi kapsamaktadır. Bu anlamda bir kentin amaca uygun fotoğraflanması, sistematik bir yaklaşım
AFSAD
Temmuz - Ağustos 2013
gerektirir. Ali İhsan GÖKÇEN bir kenti sistematik
olarak fotoğraflamanın adımları ve kentin çekim
planının nasıl yapılması gerektiğine dair ipuçlarını bizimle paylaştı. Ferhat ÖZGÜR kentsel dönüşümün toplumsal yaşama etkilerini anlattı.
Kentlerin kimliğini kentlilerin yaşam biçimi oluşturur ve her kentin kimliğinde, o kentin süreklilik
kazanmış ayırdedici özellikleri mevcuttur. Birey,
her dönem, içinde bulunduğu zaman ve çevre koşullarından ister istemez etkilenir ve bu koşullar
yaşadığı kentte de izler bırakır. Roma, Bizans, Osmanlı eserlerinin bir sentezi olan İstanbul’u anlamak, bu kentin nice açık ya da gizli köşelerini
ve özgün yapısını gözler önüne sermek üzere; Cengiz AKDUMAN, Arif AŞÇI, İbrahim AYŞIL, Cemal
EMDEN, Sinan KOÇASLAN, Selim SEVAL ve Cem
TURGAY’ın birlikte hazırladıkları CITYRAMA sergisi, serginin küratörü Engin ÖZENDES’in yazısı
eşliğinde konuk oldu bu sayımıza.
Zamansız şehir New York’u, sessiz zamanlarında
fotoğraflayan Christopher THOMAS, Paris anıları
ve fotoğraflarıyla Timurtaş ONAN, “Şehirde Olmanın Kısa Tarihi” çalışmasıyla, fotoğraflarında
insandan çok, insanın bıraktığı endüstriyel izlere
yer veren Merih AKOĞUL konuklarımızdı. Onları
Portfolyo bölümünde ağırladık.
Erivan ve İstanbul’u birbirlerinin gözlerine emanet eden Kerem UZEL, Serra AKCAN, Özcan YURDALAN, Nelli ŞİMANYAN, Ruben MANGASARYAN, MERHABAREV sergisini paylaştılar bizimle.
Özcan YURDALAN bir şehir hikayesi anlatmak
üzere, portresiyle, sokaklarıyla, manzarasıyla,
doğasıyla hayatın içindeki şehir fotoğrafını bizim
için çekti.
Kent sokakları, kent meydanları ve parklar, demokratik toplumların kent yaşamında vazgeçilmez
öğeleridir. Kentte yaşayan bireyleri bir araya getiren simge alanlardır ve bu özellikleriyle birey ile
toplum arasında iletişimi sağlar. Bu alanlar, grupların bir araya gelmesi ile her an bir sosyal aktivite
oluşumuna hazırdır. David CROUCH sokağın görüntüsü için şöyle der;“Kültürel eylemler, hayatın
sıradan köşelerinden sokağa dökülürler; kültürel
eylemlerin sayısız yeri sokaktan görünür hale gelir ve sokak görüntüsünün bir parçasını oluştururlar. Sokağın sınırları benzer biçimde mekanların
çevrelerinden içine doğru birleşir. Her bir eylem
ve yer sokağın görünümüne katkıda bulunur.”
Kontrast
AFSAD
Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği
Adına Sahibi
Mustafa ERTEKIN
Yayın Yönetmeni (Sorumlu Müdür)
İmren DOĞAN PINAR
Kentte yaşayanlarda kente aidiyet ve ortaklık duygusu ve bilinci geliştiren sokak, park, meydan gibi
tüm açık kamusal alanlar son dönemde maalesef
ya yok edilmekte, ya da kamusal niteliklerini ortadan kaldıran kullanımlara konu olmaktadır. Ali
ÖZ fotoğraflarıyla kentin düğüm noktaları olan
meydanların; Doğaçlama köşemizde ise Aydın ÖZDEMİR, kent parkları ve yeşil alanların toplum
ilişkilerindeki önemine değindi.
Modernist sanatın bir kent sanatı olduğu konusunda tüm kuramcılar hemfikirdir. Kentten etkilenerek sanat yapan ve teknolojinin sağladığı yeni
ifade biçimlerini kullanarak dinamik, çok katmanlı ve kuralcılıktan uzak bir tarzla belgeleyen Alman fotoğrafçı Michael WOLF’u, Usta İşi köşemizde ağırladık.
Sinema köşemizde Sevgili Eda ÇALIŞKAN, “Ucu
Sinemaya Dayanan Şehirler” başlıklı yazısında
dünyanın geleceğinde bütün kentleşmiş alanların
ve megapollerin kuşaklar halinde birbirleriyle birleşeceği ve tek bir şehir oluşturacağı fikrini özetleyen Ekümenopolis’ten ve kentlerin konu edildiği
diğer filmlerden bahsetti. Okuyoruz köşesinde Kamuran FEYZİOĞLU, Clive Scott’un “Sokak Fotoğrafçılığı” adlı kitabını bizim için yorumladı. Halil
Nadir EDE, “Kente Karşı İşlenen Suçlar” konulu
iki fotoğrafı öz ve biçim olarak değerlendirdiği yazısıyla sayfalarımızda yerini aldı.
Yayın Kurulu
Arzu ÖZGEN
Irmak SOLDAMLI
Mine HOŞGÜN SOYLU
Sibel ACAR
Redaksiyon
Mine HOŞGÜN SOYLU
Grafik Tasarım
Nur CEMELELİOĞLU ALTIN
Yönetim Yeri (Dergi İletişim)
AFSAD – Bestekar Sok. No: 28/21
Kavaklıdere – Ankara
Tel: 0312 4172115
Faks: 0312 4172116
GSM: 0533 7388208
www.kontrastdergi.com
www.afsad.org.tr
[email protected]
İki ayda bir yayımlanır.
Baskı
Mattek Matbaacılık Basım
Yayın Tanıtım San. Tic. Ltd. Şti.
Adres: Adakale Sok. 32/37 Kızılay - Ankara
Tel: 0312 433 2310
Basım Tarihi: 12.07.2013
Yayın Türü: Bölgesel Süreli
ISSN: 1304-1134
Kapak Fotoğrafı: Christopher Thomas
“Silverado”
Tüm toplumsal yaşam alanlarında sanatla iç içe
olmak ve aydınlık günlere birlikte yürümek dileğiyle...
İyi okumalar
İmren DOĞAN PINAR
Her hakkı saklıdır. Bu dergide yer alan; yazı,
makale, fotoğraf, karikatür, illüstrasyon, vb.’nin,
elektronik ortamlar da dahil olmak üzere, kullanım hakları AFSAD (Ankara Fotoğraf Sanatçıları
Derneği)’a ve/veya eser sahiplerine aittir. İzin almaksızın, hangi dilde ve hangi ortamda olursa olsun, materyalin tamamının ya da bir bölümünün
kullanılması yasaktır.
Dergide yer alan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
İçindekiler
4
Dosya Konusu:
Kent ve Fotoğraf
4
Sözümüz Kentten İçeridir....
Mehmet Rıfat AKBULUT
7
Bir Bağlam Olarak Kent
Tansel TÜRKDOĞAN
14
Bir Kentin
Fotoğraflanmasının
Sistematik Adımları
Ali İhsan GÖKÇEN
7
17
20
24
Kentsel Dönüşümün
Toplumsal Yansımaları
Ferhat ÖZGÜR
Kentin Düğüm Noktaları:
Meydanlar
Ali ÖZ
İmren DOĞAN PINAR
Cityrama
Engin ÖZENDES
30 Portfolyo
5
12
22
18
30
Şehirde Olmanın Kısa Tarihi
34
“New York Uykuda”
36
Bir Paris Müptelası
Merih AKOĞUL
Christopher THOMAS
Timurtaş ONAN
24
30
40 f/64 - Bir Şehri Fotoğraflamak
Ya da İki Dilde Merhabarev
Özcan YURDALAN
45
Ve Sinema...
35
Ucu Sinemaya Dayanan Şehirler…
Eda ÇALIŞKAN
40
39
51
56
47 Okuyoruz
Sokak Fotoğrafçılığı
Kamuran FEYZİOĞLU
48 Doğaçlama
Kent Parkları ve Kentli Ruhu
Irmak SOLDAMLI
İşi - Michael WOLF
50 Usta
Sibel ACAR
53
55
Fotoğraf Okuma
Kente Karşı İşlenen Suçlar
Halil Nadir EDE
47
Dosya
Konusu
Sözümüz Kentten İçeridir...
4
Mehmet Rıfat AKBULUT
Mimar Sinan Üniversitesi
Güzel Sanatlar Fak. Araşt. Gör.
“…Kentlerle olan ilişkimiz rüyalarla olduğu gibidir;
hayal edilebilen her şey aynı zamanda düşlenebilir.
Oysa en beklenmedik rüyalar bile bir arzuyu ya da
arzunun tersi korkuyu gizleyen resimli bir bilmecedir. Kentleri de rüyalar gibi arzular ya da korkular
kurar; söylediklerinin ana hattı gizli de olsa, kuralları saçma, verdiği umutlar aldatıcı, her şey başka
bir şeyi gizliyor olsa da…” (Italo Calvino, “Görünmez Kentler”)
Kent, tarih boyunca çoğu kez fiziksel özelliklerine
göre tanımlanmıştır. Antik dünyada her ne kadar
kent anlamında kullanılan “polis” tanımının nüfus
büyüklüğüyle bir ilişkisi olmasa da sur duvarları,
agora, tiyatro v.b. yapılar bir yerleşmenin “kent” olarak adlandırılabilmesinin vazgeçilmez koşullarıydı,
fiziksel özellikleriyle tanımlanabilen bir yerleşmeydi.
ise, aynı ortak “teknoloji” paydasını paylaşsa da modernizmin mekanik kentinden oldukça farklıdır.
Kenti bir organizma olarak düşünmek de aynı kolaylıkla mümkündür. Tıpkı bir organizma gibi doğan,
büyüyen, evrimleşen, bazen de ölen. Ulaşım ve altyapı sistemleri ile kentlerin damar ve sinir sistemleri, farklı bölge ve işlevler ile organizmaların değişik
doku ve organları arasındaki kolay görünür benzerlikler de bu yaklaşımı desteklemektedir. Ancak bu
kaba genellemelerin ötesinde kentin, çeşitli işlevsel
özellikler açısından tıpkı bir organizmayı andıran
tepkiler verdiği de görülmektedir. Bu tepkiler sosyal
olaylar ve kentin mekansal davranışları için özellikle
geçerlidir.
Bunlara eklenmesi gereken son ve en güncel yaklaşım
Kent, nüfus, mekansal büyüklük, işlev gibi ölçütlerle tanımlanabilir. Ancak bir kenti anlama ve çözümleyebilmenin bunlardan daha fazlasını gerektirdiği
açıktır. Benzetmeler yapmak; benzeşim modelleri
oluşturmak, anlayabilmek ve açıklayabilmek için sıkça yararlanılan bir yöntemdir. O halde, şöyle düşünebiliriz: “Bir kent en çok neye benzer ?”
Kent kolayca bir makineye benzetilebilir. Özellikle
Newton’un mekanik kuramı etkisi altında modernistler kenti bir makineye benzetme kolaycılığına başvurmuşlardır. Matematik ve mühendisliğin biçimlendirdiği XIX. yüzyıl Batı Kenti kimi kuramcıların
gözünde adeta bir makineyi andırmaktadır ve tıpkı
bir makine gibi tasarlanıp işleyişi öngörülebilir.
Örneğin, 1914’de İtalyan Gelecekçi (Fütürist) Marinetti : “Geometrik İhtişam ve Nümerik Duyarlık”
başlıklı manifestoda Endüstri Devrimi’nin yarattığı Makine Çağı ve değerlerine duyulan hayranlığın
ölçüsüz bir ifadesi olarak şöyle demektedir: “Hiçbir
şey…yuvarlak göstergeler, kadran, klavye ve yanıp
sönen parlak ışıklarla kaplı mermer kontrol tablosunun engin yataylığında bir araya gelmiş elektrik gücünden ve uğultulu büyük bir elektrik santralinden
daha güzel değildir”. Böylelikle kent de ekonomik
etkinlik temelinde işlevleri tanımlanmış, girdileri ve
çıktıları belli bir makine olarak tasarımlanabilir hale
gelir. Modernist şehirciliğin kenti, iskan, çalışma, eğlence-dinlence ve ulaşım temel işlevlerine indirgediği
işlevsel şehircilik anlayışı da makine kent anlayışının
tescili olur. Bu çerçevede kent, mekanik estetiğin de
bir ifadesidir. Günümüzün yüksek teknolojili kenti
AFSAD
Temmuz - Ağustos 2013
Kent bir “söylem” ve “metin” olarak okunmaya başlandığında her gerçeklik kendi varlığının ötesinde
bir anlatıya dönüşmeye başlar.
f: M. Rıfat Akbulut, 2004
Dosya
Konusu
5
“Paris’de Yağmurlu bir Gün” (1876-1877).
Matematik ve mühendisliğin biçimlendirdiği XIX.
yüzyıl Batı kenti adeta insan aklı ve iradesinin
makinaya dönüşmüş halidir.
r:Gustave Caillebotte
vayolunu getirirken, endüstri sonrası ilk aşama ise,
mobil iletişim, GPS, Internet gibi sayısal temelli bilgi-işlem ve iletişim ağlarını ortaya çıkarmıştır. Özellikle 1980’ler ve 1990’lardan sonra gelişen bilgi-işlem
ve iletişim teknolojilerinin oluşturduğu görünür ve
görünmez ağ yapıları ile gündelik yaşam işlevlerinin
bir kısmının soyut bir sanal ağ ya da ortama kaymasıyla birlikte kentleri de çeşitli altyapı ve donatıların
biçimlendirdiği ve yaşattığı bir ağ olarak tasavvur
etme eğilimleri ortaya çıkmıştır.
Kent, görünür olanın ötesinde bir çok ideali de içinde barındırabilir. Böylece bugün ve gelecek birlikte
var olmaya başlayabilir tıpkı, bu satırların yazıldığı
sıralarda gündemin merkezinde yer alan İstanbul
Taksim Gezi Parkı’nda olduğu gibi kent, hala bazı
ütopyaların filizlenebildiği, ütopik bir geleceğin de
habercisi olabilir.
Nihayet her kent bir sistemdir. Kendi bileşenleri,
alt sistemleri, girdi ve çıktıları, kuralları ve bir ya da
birden çok denge durumu olan. Ancak kent, düzenli
davranış ve tepkiler gösteren bir sistem değildir. Tam
tersine düzensiz davranan, öngörülemez bir sistemdir. Her kent neredeyse sayısız alt-sistemden oluşur
ve bunlardan her birisi farklı koşullarda, farklı etkiler
altında, farklı alt-sistemler düzeyinde farklı tepkiler
verebilir, farklı davranışlar gösterebilir. Bu açıdan
kent, bir sistem olarak genellikle “kaotik” davranış
özellikleri gösterir:
“Manhattan Köprüsü”. Kenti bir makine gibi görmek
aynı zamanda kente bir makine estetiğinden de bakmak demektir.
f: Berenice Abbott; 1936
ise ağ yapılarıdır. Kentler Endüstri Devrimi’yle birlikte çeşitli ağlarla donanmışlardır. Endüstri Devrimi’nin ilk aşaması su ve kanalizasyon, gaz, demiryolu
ve toplu taşım, (tramvay, metro v.b.) telgraf ağlarını;
ikinci aşaması elektrik, telefon, radyo, otomobil yollarını; üçüncü aşama, televizyon, bilgi-işlem ve ha-
Nihayet, kent çok katmanlı bir yapı ve olgudur. Bir
kent görünen ya da görünmeyen birçok katmandan
oluşur. Yapılar, açık alanlar, altyapı gibi görünen ve
gözükmeyen fiziksel çevre ögeleri yanı sıra kent, kimi
zaman varlığı ancak hissedilebilen ya da algısı gözlemciye göre değişen çok çeşitli, zengin ve birikimli
toplumsal ve kültürel katmanlar içerir. İstanbul ve
Türkiye gibi, tarih boyunca pek çok farklı kültürün
izlerini saklamış ve biriktirmiş coğrafyalar için bu
durum özellikle geçerli ve önemlidir. Her insan yerleşmesi, her kent, geçmişinin izlerini belirgin ya da
belirsizleşmiş fiziksel izlerde taşımaya devam eder.
Bunların bir kısmı fiziksel çevre ögeleri gibi somut,
nesnel katmanlardır. Bazıları mülkiyet gibi soyut
ama yine de görünürdür; bazıları ise sadece anlama
dair soyut katmanlardır. Kültür ve alt kültürler anlama dair katmanların ögeleridir ancak mekanla da
ilişkilidirler.
Dosya
Konusu
6
Kentlerde farklı kültür ve yaşam
biçimleri kendileriyle özdeşleşmiş
mekanları yaratır ya da mekanlara
kültürlerini yansıtır. Bu karmaşık
yapılar, farklı “kent okumaları”na
da olanak verir. Bu şekilde kent,
giderek bir varlıktan, bir anlatıya
dönüşmeye ve görünen her gerçeklik kendi varlığını aşan anlamların
hikayesini anlatmaya başlar. Ünlü
Fransız düşünür Roland Barthes
kenti “söylem” olarak tanımlar.
Buna göre kent, tüm görünür ve
görünmez ögeleriyle bir metin gibi
okunabilir ve ancak böyle bir okuma ile sırlarına vakıf olunabilir.
Günümüzün büyük metropolleri
yaşam ve kültür olarak da çok boyutlu, çok katmanlı bir yapı sergilemektedir. Farklı yaşam biçimleri,
AFSAD
Temmuz - Ağustos 2013
yaşam kültürleri, yaşam döngüleri
kimi zaman iç içe, kimi zaman da
birbirine fazla dokunmadan aynı
mekanda, yan yana varlıklarını
sürdürmektedir. Mahalle arasında günlük işlerini ibadet zamanlarına göre düzenleyen bir esnafın
geleneksel kültürü, fabrika ya da
atölyede makine başında çalışanların, makineleşmiş kitlesel üretimleri ile 24 saat küresel iletişim
içinde, sanal dünyadaki ilişki ve
üretim ortamlarında çalışanların
yaşam döngüleri, kültürleri birbirinden büyük farklılıklar gösterir.
Her biri ayrı bir zaman ve üretim
ilişkisi ve kültürüne işaret eden bu
farklı yaşam döngüleri aynı mekan
içinde devinirken kuramcıların
tam da post-modern dünya olarak
tanımladıkları “zaman ve mekan
sıkışması”nı yaratırlar. Diğer bir
deyişle, aynı mekanda eş zamanlı
olarak uygarlığın farklı aşamalarını yansıtan yaşamlar bir arada var
olmaya devam ederler.
Bugün, büyük kentler ve metropoller fiziksel anlamda da kolayca belirlenebilir sınır ve bölgeler
yerine giderek birbirine karışan,
sınırları belirsizleşen işlevlerden
oluşmaktadır. Sınırları, biçimi
daha belirgin ve daha kolay algılanabilir bir kentsel yapıdan giderek karmaşıklaşan ve unsurları
adeta birbirine karışan, yığınlara
dönüşen kentler de artık fiziksel
unsurlarından çok, karmaşık yapıları, devinim ve dinamizmleriyle
anlam kazanmaktadırlar.
Bir Bağlam Olarak Kent
Dosya
Konusu
7
Prof. Tansel TÜRKDOĞAN
Kentin kavramsal alandaki ilişkileri birçok açıdan anlatılan, yazılan ve tartışılan, son dönemde de
genel tabiriyle moda bir kavram
ve üzerinde çoklukla durulan bir
konu oldu. Kent ve sanat başlıklı bu çoklu seçenekler arasında
benim açımdan iki önemli nokta
var; Birincisi sanatın, bir malzeme olarak kenti manipüle etmesi (yani sanatın kente bakışı) ki,
post sanatın en çok rağbet ettiği
bir alan olurken, ikincisi kentin
reorganizasyonunda sanatın manipüle edilmesi (kenti yeniden
inşa eden bakışın sanata bakışı)
ayrı bir tartışmalı alan olarak karşımızda duruyor.
Bu iki konu şüphesiz birbirinden
tamamen bağımsız değil ancak
sanatçının kent ile olan ilişkisi
çok daha öznel bir tavırla bağlam
olarak alınırken, kentin yeniden
inşasındaki toplumsal mühendisliğinin sanatı manipüle edişi
de sanatçıların ilgi alanına girmiş
durumda.
Güncel sanat karakteri itibari ile
modern sanatın ilgi alanı dışında
kalan her konu ve kavramı kucaklarken, sosyoloji, psikoloji, antropoloji, sosyal politikalar vb. gibi
diğer disiplin alanları içerinde ele
alınan konular ile bağlar kurmasını sağladı. Bu ilgi alanları o kadar çeşitliliğe kavuştu ki, yaşama
ait her şey sanatın temel konusu
olabildi. Aslında, sanatın yaşamı
kucaklaması, bir anlamda onun
normalleşmesiydi.
Sanat=yaşam mottosu ile varo-
Sulukule kentsel dönüşüm projesi, İstanbul
luşunu yenileyen sanatçı için,
bugünün insanının yaşam alanlarını oluşturan kentleri hemen
malzemesi yapması bu anlamda
kaçınılmazdı. Bu saptama bugün
şu açıdan çok önemli; nüfus hareketliliği verilerine göre, Türkiye
nüfusunun %75’i artık kentlerde
yaşıyor. Bu, kent dinamiklerini
ve sanatın üretimlerini de yeniden ve derinden etkiliyor. Kent
denilen şey tabii ki sadece kent
yaşamına ait düzenlilikleri, yapıları, yolları değil evsizleri, kağıt
toplayanları, çöpten beslenenleri,
eylemleri de, anarşiyi de içerisinde barındırıyor. Bu yaşamsal
gerçeklikler, günümüz sanat gramerinde “yokmuş gibi yaparak”
sanat yapmanın pratiği çoktan
gerilerde kaldı. “Güzel” dışında
yepyeni bir estetik peşinde ko-
f: www.konuttimes.com
Dosya
Konusu
8
şan post sanat, metropolün bazen
hemen çeperinde bazen de tam
kentin merkezindeki-kalbindeki
karmaşık ve çarpık kurguyu referans alıyor. Soğuk havada ATM
kulübesinde yaşayan evsiz çocuklardan, zabıtadan kaçan seyyar
satıcıya bu yelpazede aktüel olan
ne varsa sanat alanında ona rastlamak mümkün. Bağlamlarını
kurgularken ideolojik bir duruş
ile var olabildiği gibi kenti tüketen tüm etnisiteler ve onların
oluşturdukları komünler kısacası
yaşamın ve kentin tüm kültürü
var bu üretimlerde.
Kenti dert edinen, onu malzeme eden sanatçı, kimi zaman
kentin olanakları ve olanaksızlıklarından hareket ederek işler
üretirken kimi zaman da kentin
biçimsel özelliklerini araştıran işleri ağırlıklı olarak merkeze aldı.
Bu konular modernizmin sosyoloji, şehircilik, sosyal politikalar başlıkları altında tanımladığı
alanlardı aslında. Bu disiplinlere
soyunması, sadece bu bile, günümüz sanatının hala modernist
saldırılara hedef olmasının nedeni olabilir. Ama yaşam nereye
akıyorsa, güncel sanat pratikleri
Guggenheim Müzesi , Bilbao, İspanya AFSAD
Temmuz - Ağustos 2013
de onu izlemeye, onunla birlikte
var olmaya kodlanmış durumda.
Kenti bir flanör olarak okuyan
sanatçı tipi yanında, bu konuda
çalışan tüm sanatçıların farklı tavırlarından bahsetmek olası. Bu
arada şunu da belirtelim ki günümüz kentleri AVM’leri, otobanları, alt ve üst geçitleri, mobese
kameralarıyla flanör’ün özgürce
aylaklık ederek yaya dolaşmasına izin vermeyecek kadar büyük,
karmaşık ve denetim altında görünüyorlar. Sorulardan birisi de
şu, flanör’ün dolaşacağı kaldırım-
f: http://wallpaperstock.net
Dosya
Konusu
9
lara sahip kent hala var mı acaba?
Sanatçılar bunun yanında yeni
okumalar yaparken, kenti malzeme eden sanatçının kimi zaman
bir toplumbilimci, kimi zaman bir
muhabir, kimi zaman bir terapist,
kimi zaman bir turist hatta kimi
zaman bir röntgenci gibi farklı
rollere bürünebileceğini görmek
olası. Kentin dökümantasyonu,
sosyopolitik göç sorunları sözü
edilen rollere bürünen günümüz
sanatçısının ilgi alanlarını oluşturmakta. Sanatçı yaptığı gözlemlerin tümünü kendi anladığı dile
tercüme ederek gündeme getiriyor kuşkusuz.
Bu bağlamda toplumbilimci rolünde bir kent okuması ile, modernist kent ontolojisi içerisinde
“modernist hayaller” ve bugünün
“kent gerçeklikleri” sanatçıların
bu bağlamda işlerinin kurgusunda temel oluşturabilmekte. Bu
hayaller modernist dönemde,
kentin eşitlikçi, düzenli yaşam
vaad ettiğini anlatan hayallerdi
ancak modernizm sonrası ortaya
çıkan görüntüler bu hayallerin
tam tersine, eşitliksiz, düzensiz
ve adaletsiz kent fragmanlarını
yarattı. Sanatçı bu çarpık kent
imajını bir toplumbilimci duyarlılığı ile ele alarak sanat malzemesi yaptı. Yeni estetik gramer
bu bağlamda ortaya çıkarılan bazen mide bulandırıcı görüntüleri
bile güncel formatta sergiledi.
Bunlar modernizmin sanat alanına ancak belirli malzemeler ve
sunuş biçimleri ile izin verdiği
kadarıyla yer bulabilen konulardı. Modernist Kent’in sonrasında
önemli olan kentlerin ya da kentlerin sunduğu yaşam alanlarının
en iyi ve en güncel yöntemlerle
pazarlanmasıdır. Bu kapitalizmin
kar maksimalleştirme çabalarının kentleri getirdiği son noktadır. Bu kentlerin küresel sermaye
ve insan dolaşımı açısından daha
çekici hale getirilmesi ile olasıdır
(Kentsel Dönüşüm Projeleri). Bu
okuma içerisinde modernizmin
özellikle Türkiye’de 80’lerde şehir banliyöleri kurgusu ile terk
ettiği şehir merkezlerini –kötü
apartman blok stokları- artık
kenti terk eden burjuvazi tarafından fakat başka bir içerikle geri
istenmesidir. Ancak tek farkla;
örneğin Sulukule eski hali ile değil, yenilenmiş ve tamamen değişerek yepyeni bir formatta, parlatılmış olarak geri alınmalıdır. Bu
merkezlerden hemen her kentte
bulmak olasıdır; Ankara’da Dikmen vadisi, Altındağ, İstanbul’da
Galata, Balat vb. yerler.
Sanatçının bu dönüşüm mantığı
içerisinde kenti malzeme edinmesi şüphesiz dramatik ancak
gerçeklik içeren, güncel bir doğrudur. Ancak burada kent hamurunu biçimlendirenlerin açısından sanat acaba esas malzeme
midir? Yoksa tali bir figüran mıdır? Sanırım esas sorulması gereken budur.
Kentin yeniden imaj ve inşasında küresel kültürel dinamiklerle
oluşturulması kaçınılmazdı. Yeni
kent kavramı, sanayisizleştirilen
ve kentsel dönüşümün inşaat faaliyetleri ile kentteki nüfus hareketliliği artık büyük ölçüde kültür ve sanat üzerinde temellenen
politikaların etkisi altındadır.
Bu yaşam mühendisliği etkinliği içerisinde sermayenin mekân
üzerindeki düzensiz hareketinin
kutuplaştırıcı etkisi, kimi yerlerde geniş yoksulluk bölgelerinin
oluşmasına yol açarken, kimi yerlerde de aşırı lüks yaşam alanları ortaya çıkarmaktadır. İşte bu
dinamikler bugünün sanatının o
toplumbilimci duyarlılığı ile yaptığı gözlemlerinin bu noktalara
yönelmesini sağlamıştır. Yaşam
sanatın ta kendisi ise , yaşamdaki
dayatmalar toplumsal değişim ve
genetik kırılmalar olduğu gibi sanatın baş köşesinde yerini alıyor
bugün. Bugünün kentinde ve yeni
yapısı ile post-fordist tüketim
toplumunda kentler birer marka
olarak lanse edilmeye başlanmış
(bakınız Bilbao, İspanya), kent
sermaye ve turist çekmeye yönelik dönüşüm ve soylulaşma süreçlerine maruz bırakılmıştır.
Kamusal alanda sanat , kollektivizm içeren, sosyal içerikli ve birçok toplumsal katman ve kesim
ile işbirliği içinde, sürece dayalı,
farklı mekânlarda üretilen sanat
uygulamaları ve sanat projelerini
kapsaması anlamında çok daha
kapsamlı bir konu olarak post sanat alanının da çok ilgi duyduğu
bir kulvar şeklinde değerlendirilmelidir. Özellikle çok farklı
coğrafi-politik-ideolojik koşullar,
kurumsal arka planlar, toplumsal
yapı özellikleri ve farklı kent dinamikleri tarafından şekillenen
sanat uygulamalarını kent ile birlikte okunabilir ancak yeni kent
mühendislikleri projelerinin bir
parçası fakat asla kesin bir armonik yapı olarak değerlendirmemelidir.
Kamusal alan ve kamusal sanat
kavramları da kentin üretiminde ve kent okumalarında en çok
bahsi geçen konulardan birisi.
Kamusal sanat ile kamusal alanda
sanat kavramları şüphesiz bağımsız iki kavram.
Kent’e ait soru ve sorunlar karşısındaki sanatçı okumalarına
değişik metodojilerle yanıtlar
bulmaya çalışan güncel sanat
projelerinin farklı sorulardan
yola çıkarak farklı noktalara ulaştıkları, bunun ise günümüz kentinin temel dinamiklerinden birisi
olmaya soyunduğunu rahatlıkla
söyleyebiliriz. Zira bu dinamikler
kentin panzehirini içerisinde taşımaktadır.
Dosya
Konusu
10
Kent Fotoğrafına Geçmişten
Bugüne Bakış
Işık ÖZDAL
Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi
Fotograf Bölümü Öğretim Üyesi
Fotograf, insanın kendini ve
çevresini görsel olarak tanımlamasında etkin bir role sahiptir.
1839’dan bu yana, yüzyılı aşan
bir süreçte, belgesel-sanatsal-fotografik yorumlar, dönemlerinin
siyasal-kültürel izlerini günümüze taşıyan etkin kanıtlara dönüşmüşlerdir. Bu nitelikleriyle
fotoğraf insanın tüm dünya ile
ilişkilerinin ve onun kalıtlarınınyaratılarının takipçisi olma konumunu korumaktadır.
Bu izlemenin çok net yaşandığı alanlardan biri ise “kent” olgusudur. İnsanoğlunun fiziksel,
sosyal, ekonomik, kültürel ihtiyaçlarının karşılanması adına
oluşturulan bu yaşam alanları,
aynı zamanda insanı yönlendirici, kısıtlayıcı... karakterlere de sahiptir. Dolayısı ile tüm bu verileri
bünyesinde taşıyan kentler, Italo
Calvino’nun Görünmez Kentler
kitabında ince bir duyarlılıkla işlediği gibi, açık ve gizli birer göstergeler bütünüdür.
Bu çerçevede fotoğraf-kent ilişkisini değerlendirirsek; fotoğrafın ilk dönemlerinde kentler
tanımlanmak, belgelenmek amacıyla, gezgin fotoğrafçıların objektifinden Asya’dan, Afrika’ya,
Kutuplardan, Ekvator’a uzanan
çok geniş bir coğrafyada yeniden
keşfediliyordu. Amerika’da Photo Secession Grubu (1900- 17)
bünyesinde A.Stieglitz, P.Strand,
A.Steichen vd. vizyonlarından
kentler; modern çağı tanımlayan
simgelere dönüşmüştür (Pollack,
1958,260-269). Avant-garde sanat akımlarının fotografik değerlendirmelerinde de kentler, farklı
bakış açılarının ve görsel yorumların önemli bir keşif sahasını
oluşturmaktadır. Lazslo-Mohory
Nagy’nin Bauhaus çerçevesinde
AFSAD
Temmuz - Ağustos 2013
kent öncelikli fotoğrafı çalışmaları veya Konstrüktivizm (1910-29)
akımının kente yönelik örneklerinden hareketle, Rodcenko’nun
fotoğraflarını bu yönde değerlendirebiliriz. Harry Callahan ve Aaron Siskind fotoğraflarında kent
kaynaklı soyutlamaları saptarken, Robert Frank’ın vizyonunda
kentler, Amerikan rüyasının öteki
yüzünü gizli bir eleştiri ile somutlaşmaktadır. 1970’li yıllarda Nicolas Nixon ve Robert Adams’in
klasik landscape kurallarının
uygulandığı kent peyzajları yeni
bir söylemi belirlerken, Garry
Winogrand’in non-perfeksiyonist
görüntüleri ile Lee Freadlender’in
işaret panolarının yönlendiriciliğinde şekillenen, çarpıcı kent
fotoğrafları özgün kimlikleri ile
ayrışmaktadır. Aynı dönemde
Stephene Shore tarafından hiperrealist bağlamda değerlendirilen
kent peyzajları resim fotoğraf
ilişkisine yetkin örnekler oluşturur.
Günümüze kadar olan süreci ana
hatları ile özetlemeye çalıştığım
fotoğraf-kent ilişkisinde, 1970’li
yıllarda gelişen; geçmişe ait sanatsal ve görsel ifadelerin, güncel
bağlamlarda yeniden değerlendirilmesi ile oluşan ‘post-modern’
söylem ve sanatsal ifade biçimini
içerik haline getiren, formalizmi
uç boyutlara taşıyan Minimalizm
ile Formalizm’e karşın, seyircinin
düşünce gücünü harekete geçirmeyi amaçlayan, sanatsal düzenlemelere ağırlık veren ‘Kavramsal’ akımlarının birleşimi, farklı
yorumlar yaratmıştır.
Benzer bir süreç Türkiye fotoğrafında da kendini göstermektedir.
Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan kısa bir süre sonra Vedat
Nedim Tör’ün Dahiliye Vekaleti
Matbuat Umum Müdürlüğü döneminde, yeni rejimi dünyaya
tanıtmak amacı ile çeşitli dergi,
broşür vb. yayınlanması kararı alınmıştır. Bu yayınlardan üç
aylık periotlarla çıkması planlanan “La Turquie Kemaliste”
(Ak,2001:221) için düzenlenen
fotoğraf yarışmasında birinciliği
kazanan Othmar Pferschy (18981984), kısa bir süre sonra Dahiliye Vekaleti Matbuat Umum Md.
Fotoğraf uzmanlığına atandı ve
1935-40 yılları arasında Türkiye’yi dolaşarak 16 bin kare fotoğraf çekti. Othmar Pferschy’nin
fotoğraflarında Türkiye’nin doğa
güzellikleri, yeni şekillenmeye
başlayan kentler, açılan fabrikalar, yollar, eğitim kurumları
vb. doğrudan bakış açısıyla aktarılıyordu. 1932 yılında Halkevleri’nin kurulması ve eğitim
programlarında fotoğrafa yer
vermeleri, 1935’te Türkiye’de 38
gündelik, 78 yayın zamanlaması
birbirinden farklı gazete ve 127
derginin (Ak,2001:180) çıkması
fotoğrafın yaygınlaşması ve popülerleşmesi açısından önemlidir. Basın fotoğrafçılığının yanı
sıra fotoğraf stüdyosu sahibi pek
çok kişi de başta İstanbul olmak
üzere bulundukları şehirleri fotoğraflıyorlardı.
Pferschy’nin
yanı sıra Arif Hikmet Koyunoğlu,
Şinasi Barutçu, Baha Gelenbevi
özgün çalışmalarıyla Türk fotoğrafına yön gösterici olmuşlardır.
1948 yılında Amerika Birleşik
Devletlerinden alınan Marshall
Yardımıyla birlikte, Türkiye ekonomik ve politik olarak yeni bir
sürece girmiş, yardım sayesinde
alınan araçlarla kırsalın yapısal
dönüşümü ve kentlileşme ivme
kazanmıştır.
(Britannica,1993:
381) Aynı dönemde basın hayatı da hızlı bir gelişim sürecine
girmiş, 1948’de yayına başlayan
Andreas Gursky’nin fotoğraflarında zaman kavramı, yaşam süreci, mekan
kullanımı, insanın modem hayatla ilişkileri dolaylı olarak sorgulanmakta,
ana tema olarak, insanın kendi eliyle yarattığı mekanlar aracılığı ile doğadan kopuşu, doğaya yabancılaşması tartışılmaktadır.
Hürriyet gazetesini, 1952’de Resimli Hayat ve 1956’da Hayat
Mecmuası izlemiştir. Adı geçen
yayınlar bol fotoğraflı yapıları ve
çalıştırdıkları fotoğrafçı kadroları
ile önemlidirler. Başta Ara Güler,
Ozan Sağdıç, Fikret Otyam, İnal
Tengizman, Semiha Es olmak
üzere gerçekleştirilen haber ve
röportajlar, üretilen fotoğraflar
işlevlerinin ötesinde, dönemin
sosyo-kültürel yapısının kanıtlarıdır. Konumuz çerçevesinde, Hayat Mecmuası’nın 1960-70 yılları
arasındaki sayılarının genel bir
taraması sonucunda, yayınlanan
pek çok röportaj ve haber fotoğrafında “kent”, olayın gerçekleştiği sahne konumunda saptanmıştır. İnsan yaşamı ön plandadır.
Kent(lere) ait her türlü değişim
daima olumlu yanı ile yansıtılmıştır. Dönemin popüler yayınlarındaki kente bakış açılarına
alternatif olarak, Ara Güler’in
sosyal belgeci tarzdaki kent fotoğrafları ve Fikret Otyam’ın Anadolu röportajları eleştirel yapıları ile
dikkat çekmektedir.
1965 yılında Türk fotoğrafı’nın
gelişimini destekleyen, saptayan ve arşiv değeri taşıyan Eczacıbaşı Yıllıkları yayınlanmaya
başlanmıştır. 1965’de başlayan
1968’den 2001 yılına dek her sene
belirlenen bir konuda Türk fotoğraf örneklerini bir araya getiren
yıllıklarda, mimariye ve kent yaşamına ait temaların yoğunluğu dikkat çeker. Burada yer alan
farklı sanatçılara ait fotoğraflar
incelendiğinde, ağırlıklı olarak
belgesel tavrın hakim olduğu gözlenir. Kent yaşamında yer alan
mimari yapıların ve detayların
“özne” konumunda değerlendirildiği doğrudan fotoğraflar az sayıdadır.
1970-80’li yıllarda dönemin belgesel anlayışı ile birlikte Türkiye’yi tanıtım amaçlı fotoğraf üretimi de hızlanmış ve çok sayıda
sergiler açılmıştır. Başta Sami
Güner olmak üzere Şemsi Güner,
Ersin Alok, Nurdan Nusret Eren
gibi fotoğrafçılarımız Anadolu’nun tarihi, kültürel, arkeolojik
değerlerini ve doğa güzelliklerini yeniden saptamışlardır(Öze
ndes,1999:209). Sami Güner’in
fotoğraflarında kent ve mekan,
genellikle cepheden, yaygın ışık
altında, çevresi ile olan ilişkilerin
net algılandığı, doğrudan bakış
açısı ile saptanmıştır. 1975-80
yılları arasında Prof. Reha Günay açtığı mimari temalı sergiler
ile dönemin fotoğraf anlayışına
alternatif olmuştur. Günay’ın
fotoğraflarında mimari yapılar,
herhangi bir görsel deformasyon
ve dönüştürme olmadan, tüm detayları ile algılanabilecek şekilde
cepheden görülmektedir. Dönem
itibariyle Amerikan Yeni Topografları ve Avrupa’da Bernard-Hilla Becher’in öncülüğünde gelişmeye başlayan mimari fotoğraf
akımı ile paralellikler gösteren bu
çalışmalar uzun soluklu olmamıştır. Oysa daha önce değindiğimiz
gibi, mimari fotoğraf akımı Avrupa fotoğraf vizyonunda, Kavramsal sanat ve Minimal sanat akımları ile kurduğu içerik bağlantıları
sonucunda kısa sürede yaygınlaşarak etkin bir sanatsal ifade biçimine dönüşmüştür.
1981 Eylül’ünde yaşanan rejim
değişikliği uzun bir süre Türkiye
gündemini belirlemiştir. Bu süreç ve ona bağlı olarak şekillenen
yeni siyasi düzenin getirisi olarak artan refah düzeyi ve yurtdışı ilişkilerinin kolaylaşması her
alanda gelişmeyi hızlandırmıştır.
Fotoğraf anlayışımızda kurgusal
Dosya
Konusu
11
çalışmalar ağırlık kazanmış, belgesel tarz ve tanıtım fotoğrafçılığı
farklı bakış açıları ve estetik yorum çeşitliliği ile zenginleşmiştir.
2000’li yıllarda ise yayınlanan albümler ve açılan sergilerle mimari yapılar ve kent olgusuna farklı
yaklaşımlar dikkat çekmektedir.
Mimar fotoğrafçı Ahmet Ertuğ,
öncelikle 20x25 cm. formatlı
makinası vd. ile gerçekleştirdiği
çekimlerinde, Türk tarihini temsil eden mimari, sanat ve kültür
eserlerini fotoğraflamıştır. Ertuğ’un hazırladığı sergiler müze
salonlarında veya Aya Sofya kilisesinde olduğu gibi nesnenin
kullanıldığı, özgün mekanın da
açıldığı için fotoğraflar ile izleyici arasında, sıradan sergi gezme
ritüeli dışında algılama ve sorgulama süreçlerinin yaşanması
sağlanmıştır. Fotoğraf sanatçısı
ve eğitmen Kamil Fırat’ın (1959)
“Kubbe Sonsuz Döngü” sergisi bir
çok şehrimizde bulunan Osmanlı
dönemi camilerimizin kubbe görüntülerinden oluşmaktadır. Özel
tasarlanmış bir makine çekilen ve
mükemmel teknik kalitede baskılarla sunulan görüntüler, dingin
ve aynı formu tekrarlar niteliktedir. Ancak her bir fotoğraf, kubbelerin kendilerine özel görselliği
ile hareket kazanmakta, iç dinamiği ile ayrışmaktadır.
Yakın döneme geldiğimizde ülkemizden Murat Germen, yurtdışından Andreas Gursky, Stephane Couturier gibi fotoğrafçıların
yaklaşımlarını örnekleyebiliriz.
Kent planlaması ve mimari eğitimi alan Murat Germen’in fotoğraflarında kent, fabrikalar, mekanlar tanımlamak–betimlemek
amacının ötesinde form ve renk
özellikleri ile yorumlanmaktadır.
Alt açı, üst açı ve eğik kadrajlarla
Dosya
Konusu
12
saptanan fotoğraflar bazen simetrik olarak tekrarlanmaktadır. Fotoğraflarda insan–mekan ilişkileri
uzak, müdahalesiz “an”ın özgün estetiği bağlamında
saptanmıştır. Fotoğrafların sergilenme aşamasında
farklı boyutlarda sunumları da alışılagelen kriterleri
yıkmaktadır.
Andreas Gursky, 1981 yılında girdiği Dusseldorf
Güzel Sanatlar Akademisi’nden 1987 yılında Beherler’in master öğrencisi olarak mezun olmuştur. Diziler halinde geliştirdiği vizyonunda; hocalarının nesneyi yorumlamayan, çıplak yansıtmayı tercih eden
görsel kriterlerine bağlı kalmakla birlikte, insankent ilişkisini sorgulayan bir bakış açısını ön plana
çıkarmaktadır. Fotoğrafları çekildiği kentleri değil,
her kentte olabilecek sıradan mekanları yansıtmakta böylece onları kullanan insanlara vurgu yapmaktadır. Fotoğraflarda zaman kavramı, yaşam süreci,
mekan kullanımı, insanın modem hayatla ilişkileri
dolaylı olarak sorgulanmakta, ana tema olarak, insanın kendi eliyle yarattığı mekanlar aracılığı ile doğadan kopuşu, doğaya yabancılaşması tartışılmaktadır.
Fotoğraflarında kenti nesnel kimliği ile yorumlayan
bir diğer sanatçı da Fransız Stephane Couturier’dir.
Couturier’in fotoğraflarında kent daima kendini ye-
Kanyon AFSAD
Temmuz - Ağustos 2013
Ulucami,Edirne
f: Kamil FIRAT
nileyen, eskinin üstüne yeniyi inşaa eden canlı bir
organizma gibidir. Çok büyük boyutlu baskılarda,
kentin ögeleri üst üste binmiş tabakalar halinde, son
derece detaylı ve yorum katılmadan izleyiciye sunu-
f: Murat Germen
Dosya
Konusu
13
lur. Güçlü kompozisyonlara sahip, renk algısıyla
hareketlenen bu görüntüler sadece birer ‘sunuş’tur.
Bu fotoğraflarda sanatçı kendi adına herhangi bir
tartışma veya çözüm önerisi ortaya koymamaktadır.
Onun kimliği, kente bakışı, sıradan olanı sanata dönüştürmesi ile ortaya çıkmaktadır.
Sonuç olarak; günümüz fotografik kent yorumlarının -geçmişten bugüne ayni çizgisini koruyan turistik ve tanıtımı amaçlayan kent fotoğraflarından ayrı
olarak- nesnel bir bakış açısıyla, şehrin kimliğine ve
ayırt edici niteliklerine paye vermeksizin, sıradan
olanın cazibesini ön plana çıkardığını söyleyebiliriz. Bu yaklaşım, büyük formatlı fotoğraf makineleri
ve çok duyarlı filmler ile yapılan çekimleri, modern
teknolojinin fotoğrafa armağan ettiği, metrekarelik
mükemmel baskıları ile değişen gerçeklik hissi ve
sanatçının üstün performansını bünyesinde barındırmaktadır. Diğer yandan bu fotoğraflar aracılığı
ile, fotoğraf sanatının tüm özellikleriyle, mimarlık,
kent plancılığı gibi disiplinler arasında geçişler de
sağlanmaktadır. Bu yaklaşımın bir diğer özelliği de,
güncel yaşantımızda dikkatimizi çekmeyen görüntülerden hareketle, insanlığı ilgilendiren zaman,
yaşam süreci, coğrafya algısı vb. tartışmaların kavramsal boyutta değerlendirilmesidir
KAYNAKÇA
BOOKCHIN, Murray; Kentsiz Kentleşme, 1999, İng. Çev:Burak Özyalçın, Ayrıntı Yay., İstanbul.
Montparnasse,Paris,1993, 205x421 cm. AK, Seyit Ali ; Erken Cumhuriyet Dönemi Türk Fotoğrafı 1923-1960,
2001, Remzi Yay., İstanbul.
ÖZENDES, Engin ; Türkiye’de Fotoğraf, 1999, Türkiye Ekonomik ve
Toplumsal Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul.
GÜLER, Ara ; Eski İstanbul Anıları, 1995, Dünya yay.,İstanbul
ECZACIBAŞI, Şakir ; “Türk Fotoğraf Sanatı ve 20.Yılında Eczacıbaşı
Yıllıkları”, Refo Fotoğraf Sanatı Dergisi, 1988, Sayı;3, Sf; 16
FIRAT, Kamil ; Kubbe Sonsuz Döngü, Fotoğraf Albüm, 2004,Family
Finans Kurumu yay.,İstanbul
ANA BRITANNICA Ans.; 1993, İstanbul, Cilt;5 sf; 381
HAYAT MECMUASI 1960 – 1970 yılları arasındaki sayılar
ECZACIBAŞI YILLIKLARI, 1968 – 2001 yılları arasındaki sayılar
Yeni Fotoğraf Dergisi, İstanbul, Sayı; 3 Yıl;1976- Sayı; 9, Yıl;1977
POLLACK, Peter; The Picture History of Photography, New York , Harry N. Abrahams Inc., 1958.
CALVINO, Italo; Gorunmez Kentler, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1990
WAUTERS Anne; “ Realist Photographs Ordinary Buildings “, ART
Press sayı:209, Paris 1995, sf.40-47.
DURAND, Regis; “Andreas Gursky, Distance and Emptiness”, ART
Press sayı:226, Paris 1997, sf 20-25
DURAND, Regis; “Stephane Couturier Opposite Attractions”, ART
Press sayı:214, Paris 1996, sf.42-46
BENJAMIN, Walter; Pasajlar, İstanbul, Y.K.Y., 1995, sf.51-54.
ÖZDAL, Işık; “Bernd-Hilla Becher”, Yapı Dergisi, sayı:208, 1999, sf.
102-108
www.milliyet.com.tr
www.ahmetertug.com
www.kamilfirat.com
www.muratgermen.com
www.denizce.com
f: Andreas Gursky
Dosya
Konusu
14
Bir Kentin Fotoğraflanmasının
Sistematik Adımları
Ali İhsan GÖKÇEN
Fotoğrafçı
KENT: Yaşayan Bir Organizma…
Kent, tamamen kültürel bir değerdir ve insanlar
için vardır. Kentteki tüm yapılar ve onlara ilgili
her şey insan eliyle üretilmiştir ve kullanılmaktadır. Yani kent, yaşamsal sürekliğini insanla
sağlamaktadır. Dolayısıyla kenti anlamak ve fotoğraflamak o kenti yaşayan bir organizma gibi
anlamak, kültürü bilmek ve insanla birlikte yorumlamakla sağlanır.
Her yaşayan organizma gibi kentin de bakıma
ihtiyacı vardır, beslenir, hastalanır, kirlenir, temizlenir, neşelenir, üzülür, soğur, ısınır, akıllanır, güçlenir, farklı kültürlerin istilasına uğrar,
büyür, küçülür hatta ölür. Bunların bir kısmı
doğal, büyük bir kısmı da insan faaliyetleri ile
olur. Her kent farklıdır ve özgün bir kimliği vardır. Kimliği kültür; kültürü ise insanlar üretir.
Gerek yaşamsal düzeni ve gerekse yapısal olarak
sürekli bir devinim ve değişim içindedir. Değişimin algılanması ve takip edilmesi, kentin doğru anlaşılmasını sağlarken, algılanmaması, bizi
kentin gerçeğinden çok uzaklara taşır.
Kente ait kültürünüz yoksa kenti anlayamamaktan dolayı fotoğraflarınızın niceliği eksik ve
yüzeysel olacaktır. Fotoğrafik beceriden dolayı
sınırlı sayıda nitelikli fotoğraf üretmek yeterli olmayacaktır. Bir kenti anlamak ve fotoğraflamak ise zamana bağlıdır. Kentte mevsimsel
hayat, dönemsel etkinlikler, özel etkinlikler ve
olaylar zamansal olarak yaşanmadığı sürece kent
eksik yaşanmıştır.
Bir diğer gerçek ise, kente yaşayan insanların,
kentlerini var eden büyük etkinlikleri yaşamıyor
ya da mekanlarında bulunmuyor olmasıdır. İstanbul’da uzun yıllar yaşayıp Topkapı Sarayına
gitmemiş, konserlere katılmamış, Emirgan Lale
Festivali’ni görmemiş, boğaz vapuru ile gezmemiş sayısız kişi bulunmaktadır. Bir kentin ana
aktivitelerini yaşamıyor, ana değerlerini bilmiyorsanız ve özel mekanlarını görmediyseniz kenti kimliksiz olarak yaşıyorsunuz demektir. Tüm
bunları yaşamak ve fotoğraflamak ise kültür
edinmek ve zaman işidir.
Kent, evrensel kimliği ile var olmasına rağmen
her birey, kenti kendi koşullarına ve algılarına
AFSAD
Temmuz - Ağustos 2013
göre yaşar. Dolayısıyla her fotoğrafçının kenti
algılayışı ve yorumu farklı olacaktır. Yani kentin algılanışında tek bir doğrudan söz edilemez.
Kent, alt başlıklarında sayısız yaklaşımlarla yorumlanabilir ve bu alt grup çalışmalarında kentin izlerinin olması yeterlidir. Eğer kent ile ilgili
genel bir yorumu içeren bir fotoğrafik proje de
yapılıyorsa kentin ana kimliği üzerine fotoğraflar aranır.
Kaos ve Düzen
Kentler, tamamen planlı bir yerleşim olmasına
rağmen aynı zamanda büyük birer kaos ortamıdır. Trafik, sokaktaki kalabalık, pazarlar, festivaller, gece mekanları, meydanlar vb. planlanmış mekanlar içinde olmalarına rağmen yaşam
kaos içinde sürer. Şehir yaşayanları bunları kaos
olarak algılar. Dolayısıyla bir fotoğrafçı için de
kent, kaotiktir. Kaosun içinden seçecek ve düzenleyecek olan fotoğrafçıdır. Fotoğrafcı kafasındaki imgeye uygun olarak, kaos içinden özgün, estetik bir seçici yaklaşım uygulayabilmek
için aşağıdaki unsurlara dikkat etmelidir:
Kentin Tasarımından Faydalanmak; genel anlamda fotoğrafik kaosun ana kaynağı, insan ve
kent yaşamı sırasındaki faaliyetleridir.
Kentler tasarlanmış yaşam alanlarıdır. Şehir
plancıları, mimarlar, peyzaj mimarlar ve yerel
yönetimlerin ana işi, kentin daha yaşanır olmasıdır. Yollar, köprüler, mimari yapıların içi ve
dışı, metrolar, parklar, meydanlar, çeşmeler gibi
şehre ait önemli değerler, zaten özel tasarım
ürünleridir. Bu anlamda kentin kendisi estetik olarak tasarlanmıştır veya tasarlanmaya çalışıldığı için bir çok estetik değer içermektedir.
Fotoğrafçı kesinlikle mimari yapı ve ortamdaki
tasarımı hissetmeli, kullanmaya çalışmalıdır.
Gerçi günümüz kentleri ve Türkiye kentlerinde
“kaos mimarisi”nin hakim olduğunu söylemek
yanlış olmayacaktır. Türkiye’de kaos mimarisinin başında İstanbul’un geldiği de bir gerçektir.
Sadelik; fotoğrafın en temel değerlerinden biridir ve kaosun içinden fotoğrafik konunun seçilip
anlam bütünlüğünü koruyarak en sade şekliyle
sunulması anlaşılmalıdır.
...kent, fotoğrafik ve
teknik yaklaşımlar olarak her şeyi
kapsamaktadır. Bu anlamda bir kentin amaca uygun
fotoğraflanmasını, sistematik bir yaklaşım gerektirir.
Sadelik, anlam, teknik, ışık, atmosferik koşullarla da sağlanabilir. Anlam olarak öncelikle birbiri ile yarışan, birbirini desteklemeyen, farklı
anlamlar taşıyan konuların, anlatımı zayıflatan
formların, renklerin, ışıkların ayıklanması anlaşılır. Bu tanım; sadeliğin, fotoğrafın konusunun bir anlam ve nesne olması şeklinde algılanmamalıdır. Çok farklı nesnenin, olayın, rengin,
ışığın bir amaç doğrultusunda, doğru olarak anlam bütünlüğü içinde anlatılması sadeliktir.
Teknik olarak ise alan derinliğin kontrolü, farklı odak değerli objektifler kullanımı, konu ile
uzaklığın değişmesi, ışığın kullanımı gibi unsurlarla sadelik sağlanabilir. Ayrıca sis, kar gibi
atmosferik koşullar, istenmeyen nesnelerin örtülmesini sağladığından mükemmel sadeleştirici ögelerdir. Mevsim değişiklikleri ile ortaya
çıkan yeni koşullar da önemli sadeleştirmeler
sunabilir.
Aynı şekilde ışık da iyi bir sadeleştirme sağlayabilir. Ters ışık, fazla ya da az pozlama, uzun
pozlama, az ışıklı saatlerin seçimi ve doğru kullanımı ile de fotoğrafta sadeleşme sağlanabilir.
Derinliğin Hissettirilmesi; şehir plancılarının ve
mimari tasarımın önemli bir kavramı olan derinlik, fotoğrafta da üçüncü boyut etkisi verdiğinden çok önemlidir. Kentin yol, metro, köprü,
park gibi temel ögelerinde çok kuvvetli derinlik
hissedilmektedir.
Derinliğin eldesi, insanla birlikte ele alınan
kent fotoğraflarında, kaosu düzenlemekte çoğu
zaman iyi sonuçlar vermektedir. Derinlik, farklı
yöntemlerle elde edilirken kent fotoğrafında en
yaygın olarak nokta perspektifi kullanılır.
Nokta perspektifi; aynı boyuttaki nesneleri biri
diğerine göre daha uzaktaymış gibi göstermek
isteniyorsa bu nesnelerden birinin diğerine göre
daha küçük gösterilmesi şeklinde açıklanabilir.
Bir başka ifadeyle, nokta perspektifi ile asıl olarak gösterilmek istenen, nesnelerin arasında
büyüklüklük oranlarıyla, uzaklık etkisi yaratmak ve derinliğin hissettirilmesidir.
Bu tür gösterimde genelde bir kaçış noktası oluşturulmaya çalışılır. Bu kaçış noktasına bağlanan
Dosya
Konusu
15
yatay veya düşeydeki çizgiler veya gittikçe küçülen lekeler uzaklık etkisi yaratarak derinlik hissi
oluşturur. Sonsuzca birleşen bir kaçış noktası ile
perspektif yaratılırken, çizgilerin başlangıçlarının köşegenlerden veya yakın noktalarından
başlaması bu etkiyi çok kuvvetlendirir.
Yüksekler; kaosu düzenlemenin en pratik yöntemlerinden biridir. Bir kentin kuleleri, mimari yapıların üst katları, kaleler, yüksek yapıların
seyir yerleri kenti hem çok iyi seyredebileceğiniz
hem de koasu daha rahat düzenleyeceğiniz yerlerdir. Daha çok dar açı kullanarak kaos içinden
düzenli parçalar seçilebilir. Panoromik fotoğraf
çekmek için de en uygun yerler yüksek alanlardır.
Bir Kenti Fotoğraflamak
Her kentin kimlikleri ülkeler arasında büyük
farklılıklar gösterdiği gibi aynı ülke içinde de
büyük farklılıklar da bulunabilir.
Kenti amacına uygun fotoğraflayan kişi bu farklılıkları algılayan ve yorumlayan kişidir.
Örneğin, Türkiye’de İstanbul ile Urfa’da çok
farklı konularda fotoğraflar çekilebilir. Hatta
İstanbul’un farklı semtlerinde farklı fotoğraflar
üretilebilir. Bir kenti fotoğraflayabilmek için,
öncelikle kenti mekansal, sosyal, demografik,
ekonomik, doğal, kültürel (tarihi ve arkeolojik) değerlerini bilmek ve amaç doğrultusunda
plan yapıp uygulamak gerekir. Kent manzarası,
mimari, iç mekanlar, sokak, mavi saatler, gece
çekimi, yaşam, portre gibi temel fotoğrafik konularının bilinmesinin yanı sıra o kente ait kültürün bilinip pratikte uygulanabilir iyi bir planla çekilmesi gerekir.
Kentin Fotoğraf Çekim Planı
Hazırlıkları ve Bazı Hatırlatmalar
• Kent kültürel bir değerdir fotoğrafını çekeceğiniz kente ait kültürünüz yoksa fotoğraflarınız
çok yüzeysel ve eksik olacaktır.
Dosya
Konusu
16
• Bir kenti anlamak ve fotoğraflamak zamana
bağlıdır. Kent, mevsimsel, dönemsel etkinlikler
, özel etkinlikleri ve olayları ile yaşanmadığı sürece eksik yaşanmıştır.
• Kent gezisini veya kente ait bir projeyi hangi
amaçla yapıyorsunuz ? Amacınızı net olarak belirlemeniz ve ona göre kaynaklarınıza ve kısıtlarınıza göre plan yapmanız gerekir. Bu kente
niye gidiyorum? Ne kadar zamanım var? Bütçem
nedir? Coğrafi koşullar, siyasi durum, mevsim,
izinler...… her şey planınızı belirleyecektir.
• Kentin önemli tarihsel, kutsal alanları, önemli
mimari yapıları, meydanları, modern yaşam mekanları, doğal alanları, festivalleri, gece hayatı,
çarşı/pazarları, insanların bir araya geldikleri
ortamlar mutlaka öğrenilmelidir.
• Kenti hızla öğrenmenin en kısa yolu bu konuda
yazılmış rehber kitapları almak ve kent haritası
edinmektir. İlginçtir ama bu yalnızca kısa süreli
gideceğimiz kentler için geçerli değil, özellikle
İstanbul başta olmak üzere Ankara, İzmir gibi
yaşadığımız büyük şehirler için de geçerlidir.
Web siteleri, bloglar, forumlar gibi bilgi kaynakları, pratik tavsiyeleri alabileceğimiz yerlerdir.
Dünya şehirleri gezilerinde en iyi kitapların başında Lonely Planet, Dorling Kindersley Books
gelmektedir.
• Kente sınırlı süre için gidiliyorsa amaç dışındaki alanlara zaman ayrılmamalıdır. Örneğin
Paris’e kısa süreliğine sokak fotoğrafı çekmeye
gidiyorsanız, günlerinizi Louvre müzesine ayıramazsınız (Louvre Müzesi’ni de gezmeden Paris’e gidilmiş sayılmayacağı için buraya sınırlı
süre ayırmak uygun olur).
• Gezilen kente ait GPS kayıtlarından yararlanmak size kolaylık, hız ve güvenlik sağlar.
• Kente gezi amaçlı gidiliyorsa, gezi sonrası fotoğraflarınızın nasıl değerlendirileceği önceden
belirlenmelidir. Örneğin, bir gezi röportajı olarak değerlendirme olanağı varsa konu bütünlüğü açısından daha önceden çekim yapmayı tercih
etmeyeceğiniz konularda da fotoğraf çekmek gerekebilir. Dolayısıyla bu durumda planınızı yeniden gözden geçirmekte fayda vardır.
• Mutlaka doğru yerde, doğru zamanı tercih ediniz. Doğru yer ve zamanın bilgisinin doğru kayAFSAD
Temmuz - Ağustos 2013
naklardan edinilmesi gerekir. Örneğin, kış mevsiminde Oslo’ya giderseniz çok kısa gün ışığı ile
yetinmeniz gerekir. Veya Muson yağmurları zamanında Hindistan’a gidilirse verim azalabilir.
• Gitmeden önce yerel yönetimler, acentalar ya
da yöre insanlarıyla iletişime geçip rehberlik
hizmeti almaya çalışılmalıdır. Gezi öncesi bu
olanak bulunamamışsa gezi alanına ulaşıldığında bu olanağın araştırılması ve sağlanmasıyla
verim arttırılabilir. Yerel rehberler çevre halkı
ile iletişimi hızlandıracağı gibi sizi de bilgilendirerek detayları bulmanızı kolaylaştırabilir.
• İzinler ve diğer kısıtlar; kentin belirli yerleri
serbest olarak gezmeye açıktır. Mutlaka çekim
yapılacak yerlerle ilgili gerekli izinler, açılış kapanış saatleri , özel izinler ve diğer kısıtların bilinmesi ona göre hazırlık ve plan yapılması şarttır.
• Kentin özelliğine göre bazen güvenlik problemleri yaşanabilir ve bu çok ciddi bir sorundur. Her
yere istediğiniz zaman ve şekilde gidemeyeceğinizi bilmeniz gerekir.
• Kentteki insanların portre çekiminden sonra
medyada ve yayınlarda kullanımı, kişinin özel
izni ile mümkündür. Yayınlanacak portreler için
fotoğrafı çekilen kişiye “model release formu”
doldurtulmalıdır.
Kent fotoğrafını komposizyon bileşenlerinden
kategorize etmek yerine, kenti var eden ana değerlere göre analiz etmek daha doğru olacaktır.
Çünkü kent, fotoğrafik ve teknik yaklaşımlar
olarak her şeyi kapsamaktadır. Bu anlamda bir
kentin amaca uygun fotoğraflanmasını, sistematik bir yaklaşımla; kent manzarası, eski şehirler,
mimari yapılar ve detayları, yüksek yapılar/gökdelenler, galeri ve müzeler, cadde ve sokaklar,
cadde ve sokak detayları, havuz, çeşmeler ve
su üzerine özel eserler, ulaşım ve trafik, mağaza, alışveriş merkezleri, pazarlar, endüstri, kent
yaşamı, meydanlar, kutsal alanlar, kafe, bar ve
restaurantlar, mavi saatler, gece yaşamı, gece
ışıkları, havai fişek gösterileri, spor etkinlikleri,
konserler, park ve bahçeler, deniz, nehirler, toplumsal olaylar, gösteriler, eylemler, özel günler
olarak düşünmek gerekir.
Kentsel Dönüşümün
Toplumsal Yansımaları
Dosya
Konusu
17
Ferhat ÖZGÜR
Akademisyen, Sanatçı
Ankara İzlenimleri, 2003 Irmak Soldamlı: Size göre kentsel dönüşümün
bireyler üzerindeki yansımaları nelerdir ve yapıtlarınıza bu olgular nasıl yansıyor.
Ferhat Özgür: Kentsel dönüşüm, toplumsal ve bireysel davranışlarımızda, alışkanlıklarımızda gözlemlenebilir değşimlere yol açıyor. 1950’li yılların ortalarından itibaren bunun adı ‘göç’ idi. Eskiden köyden
büyük kentlere göç olmuş olsa da köy ve taşra kendi
doğasını korurdu. O köylerde hala dere kenarında
yıkanan çocukları, umumi köy hamamlarını, kerpiç
duvarlı, alçı sıvalı evleri, tezek kokan köy sokaklarını
görürdünüz. Köye gittiğinizde tandır ekmeğinin, gözlemenizin, tereyağlı bazlamanızın kokusunu alırdınız.
Köyde olduğunuzu hissederdiniz. Oralardan kente gelenler de bu alışkanlıklarını getirirlerdi. Kentte
komşuluk ve dayanışma sürer giderdi. Bu komşuluk
f: Ferhat ÖZGÜR
dediğimiz şey sosyalleşmenin en önemli etmenlerinden biriydi. Komşuluğun olduğu yerde dayanışma ve
paylaşma vardı. Geleceğe güvenle bakardınız. Bir çok
anınız komşuluk üzerinden oluşurdu. Şimdi küreselleşme döneminde bunun adı ‘kentsel dönüşüm’ oldu.
Taşradan kente taşınan alışkanlıklar da sermayeleşti: Vitrinlerde gözleme açan kadınlar, kır pidesi dükkanları vb, hepsi sermayenin mankenlerine dönüştü.
Ancak bunu başka türlü de çevirmek gerekir: Kentsel
dönüşüm dediğimiz şey, buraya kadar saydığım tüm
insani öğelerin birer birer tahrip edilmesinden başka
bir şey değildir. Buna ekolojik kıyımı, davranışlarımızdaki tahribatı ve deformasyonu, şirketlerin toprak
rantı kavgalarını, vahşi sermaye mücedelesini de ekleyin. Kentler artık toplumsal dayanışmanın merkezi
değil, bireysel izolasyonların çoğaldığı yabanıl alanlardan ibaret. Küreselleşme taşradan gelen kontrolsüz
Dosya
Konusu
18
göçü tetiklemeye devam ediyor. Köyler de birer birer
kentleşiyor. Bizleri uzun vadede içinden çıkılmaz dengesiz bir nüfus patlaması, işsizlik ve elbette toplumsal huzursuzluk ve sefalet bekliyor. Benim de yapmak
istediğim şey dağılan, çözülüp giden bu toplumsal ve
insani dokuyu görselleştirmek. 2002 yılında ‘Bugün
Herkes Dışarı’ adlı iki parçalık bir fotoğrafımda böyle
bir durum var: Bir Pazar günü bütün mahalle sakinlerini evlerinden dışarı çıkarıp sokağa sıra sıra dizdim.
Sonra sokağın bir girişinden bir de çıkışından onları
fotoğrafladım. Hayatlarında bir daha hiç karşılaşmayacakları yegane bir ortak anı yaratmalarını istedim.
Şimdi 2013 yılındayız. Artık o mahalleden hiç bir iz
yok.
IS: Yapıtlarınızda mütenalaşma olgusu nasıl
görsellik kazanıyor. Genelde bu olguyu nasıl
değerlendiriyorsunuz?
FÖ: Bir yeri soylulaştırmak toplumu sınıfsal katmanlara ayırmak demektir. “Soylu olan” ile “olmayan” ayrı-
‘Bugün Herkes Dışarı’, 2002 AFSAD
Temmuz - Ağustos 2013
mı kendini bütünüyle sermaye ve toprak rantı üzerinden tanımlar. Bizde bu gelişim şehirlerin ‘Büyükşehir’
olmasıyla tezahür ediyor. Şehirler büyüdükçe, azınlıkların, işsizlerin, yoksulların, kayıt dışı ekonomiyle
geçimini sağlayanların, çingenelerin (Sulukule olayını
hatırlayalım) ve evsizlerin hepsi “marjinal” ve “toplum
dışı” olarak nitelendirilir. Bir anlamda soysuzlaştırılır.
Daha güzel ve ideal bir megakent adına onların evleri
devletçe tahrip edilir, yerine soylu büyük bloklar dikilir. Gücü yetenler bu bloklarda yaşamaya mahkum
edilir, yetmeyenler kentin dışına sürülür. Kent fazlalıklardan arındırılır ve yerini daha zenginlere bırakır. TV reklamlarına bakın, dakika bir boy boy yeni
uydu kent ve site reklamlarından geçilmiyor. Bu lüks,
sözde mükemmel mülkiyeti kimler nasıl satın alabilmektedirler? David Harwey defalarca uyarıyor Türkiye’yi: “Bu mütenalaştırma süreci iyiye işaret değil.”
Ama dinleyen kim! Bu bağlamda Gezi direnişi üç beş
ağaç değil haliyle. Yıllarca içimizde biriktirdiğimiz bu
adeletsizliğin bir patlamasıdır. Yapıtlarım genelde bu
sürecin bende uyandırdığı etkiler üzerine kuruluyor.
f: Ferhat ÖZGÜR
Dosya
Konusu
19
‘Biz Ameleyiz!’ (2013) tarihli yeni
video çalışmam, mütenalaştırma
süreci içinde ucuz işçi çalıştırma
olgusunu kişisel öyküler aracılığıyla paranteze alıyor. İnşaatta çalışan amelelerle bir hafta geçirdim
ve onlarla söyleşiler yaptım. Yani
kent sözde cilalanıyor ama bir de
üç kuruşa çalışan o insan gücünü
düşünelim. Rant kavgası artık tüm
insani değerleri silip süpürmüş durumda. Günlük 20 liraya çalışan 14
yaşındaki amele çocuklar…Bu adelet mi şimdi?
IS: Peki bu çarpık kentleşme
sanatsal ve kültürel üretim ve
paylaşımı nasıl etkiliyor sizce?
FÖ: Büyük kent kaosu içinde sanat ve kültürün akışını da sermaye
belirliyor haliyle. Alternatif, bağımsız sanat mekanları ya da bir
döneme mal olmuş kültürel değerler birer birer sermayenin kurbanı
oluyorlar. Emek sineması olayını
‘Biz Ameleyiz!’, 2013 yeniden düşünelim. Kültür ve sanatın paydaşları zengin sınıflardan
oluşuyor. Sanat mekanları sözde
dönüşümle AVM’lerin içine sıkıştırılıyor, tüketimin yan öğeleri haline dönüşüyor. Sinemaya gitmek
için evden çıkmak değil, alışveriş
ederken sinemaya uğramak gibi
acaip bir tercih durumu. Kamusal
sanatın da ifade alanı daralıyor haliyle. Büyük kentlerin kültürel ve
sanatsal sürükleyicileri sadece biennallerle sınırlanıyor. İstanbul’da
görece olarak bienale alternatif
etkinlik mekanları varsa da diğer
kentler için bağımsız alanlar birer
birer yerini mütenalaştırılmış lüks
mekanlara bırakıyor.
IS: Kentsel dönüşüm projelerinde tanık olduğunuz insan
yaşamlarını yapıtlarınıza aktarırken neler hissediyorsunuz ve bu konuda sizce ideal
nedir?
Sokağa çıkarak, dönüşümün tahribatına maruz kalmış, sosyal haklardan mahrum, yersiz yurtsuzlarla söyleşerek kendimce, sanatçı
olarak bir toplumsal angajman sorumluluğunu yerine getirmeye
çalışıyorum. Kentsel dönüşüme
elbette tümden karşı değilim. Avrupa’da da bu süreç yaşanıyor.
Ancak Türkiye’de artık metropoller bir şantiye alanına dönüşmüş
durumda. İstanbul kazmadan kürekten, toz dumandan geçilmiyor.
Dönüşüm sürecinde, sivil toplum
kuruluşlarıyla temasa geçilmesi,
kamunun temel beklentilerinin
kamunun ağzından dinlenmesi, birinci derecede koruma alanlarına
hiç bir biçimde dokunulmaması,
moderleşmenin AVM mantığıyla
özdeşleştirilmesinden vaz geçilmesi, kültür ve tabiat varlıklarının yok
edilmesi yerine onarılması fikrinin
benimsenmesi hepimizin en temel
beklentisidir.
FÖ: Özdeşleştiğimi hissediyorum.
Ferhat ÖZGÜR
Dosya
Konusu
20
Kentin Düğüm Noktaları:
Meydanlar
İmren DOĞAN PINAR
Kenti; farklı mekânların ve işlevlerin oluşturduğu çoğulluklar toplamı olarak tanımlayabiliriz.
Kent yaşamının en önemli özelliklerinden biri bu çoğullukların istemsiz olarak, rastlantısal gelişen
karşılaşmalarıdır. Aynı zamanda
kentsel çelişkilerin odaklandığı
alanlar olarak öne çıktığı ölçüde
farklı kesimler için farklı anlamlar ve işlevler taşıyan kamusal
alanlardır. Bu farklılıkların, toplumsal bir zeminde bir araya gelerek birbirleriyle etkileşmeleri ve
paylaşımlarda bulunabilmeleri,
bireylerde bütünleşme ve aidiyet
duygusunun oluşumu, demokrasi ve kentlilik bilincinin gelişimi,
kentin düğüm noktaları olan meydanlarda başlar. İnsanın en temel
gereksinimlerinden olan ilişki
kurma ve böylece sosyalleşme ihtiyacının karşılanmasına yardımcı olarak ortak paydaları kentleri
olan sosyal oluşum ve toplulukların oluşumuna katkıda bulunur.
1 Mayıs 2009-Taksim, İstanbul
AFSAD
Temmuz - Ağustos 2013
1 Mayıs 1996,Kadıköy,İstanbul
Kentte yaşayanlar için meydan,
gündelik yaşamla iç içe geçmiş
aktivitelerin alanıdır. Kimi zaman
bir buluşma mekânı, kimi zaman
yorgunluk atıp dinlenme yeri,
kimi zamansa bir gösteri mekanı.
f: Ali ÖZ
Devletin gücünün simgesel ve işlevsel olarak kamuya sunulmasında ise bir güç alanıdır. Toplumsal
açıdan önemli fonksiyonları barındıran ve dönemlerinin önemli
olaylarına tanıklık etmiş meydan-
f: Ali ÖZ
Dosya
Konusu
21
2002 Ekonomik Kriz Eylemleri, Tandoğan, Ankara
lar, kent ve onu belirleyen ana parçalar olarak, toplumsal belleğin,
kimliğin, aidiyetin oluşumundaki
asıl etmenleridir. Parçası olduğu
kentle fiziksel, sosyal, kültürel, tarihsel bağlamda bir bütündürler
ve kentin kültürel özelliklerinin
ve tarihi geçmişinin anlaşılmasında, kimliklerinin belirlenmesinde
ve özgün karakterinin oluşumunda son derece etkilidirler.
Meydanlar, toplumun her katmanından bireylere hizmet ederken
Ekonomik Kriz Eylemleri, 1998, Kızılay, Ankara
f: Ali ÖZ
bu toplumsal işlevinin yanı sıra
kent imgesinin oluşumunda da
etkilidir. Temelde sosyal, kültürel, siyasal ve ticari amaçlar için
bir araya gelme gereksiniminden
doğan bu alanlar, ortak akıl ve sınıf bilincini de etkileyerek gerek
f: Ali ÖZ
Dosya
Konusu
22
birey ve toplum ilişkilerinin ve
gerekse sosyal yapılanmanın oluşumunda beyin görevi görürler.
Kentsel iletişim ve birlikteliğin
merkezi olarak, kent kimliğinin
oluşumuna ve kentin kendi kültürünü yaratmasına öncülük ederler.
Kent meydanlarının bir diğer
önemli fonksiyonu ise özgürlük
ve demokrasi mücadelelerinin
platformlarıdır. Halkın, iktidardan beklentilerini dile getirdikleri
alanlardır.
Meydanların ilk oluşumunun iktidarın kendi gücünü ve otoritesini
sağlamlaştırma niyetiyle bağlantılı olduğunu biliyoruz. Dinin egemen güç olduğu Ortaçağ döneminin meydanları, dinsel törenlerin
gerçekleştirildiği alanlar olmanın
yanı sıra yasalara uymayan ve
isyan çıkaranların idam edildiği, otoritenin oluşumuna hizmet
eden, zemin hazırlayan alanlardı. Rönesans döneminde, oldukça büyük biçimde inşa edilen bu
alanlara konulan askeri ve dinsel
simgeler, iktidarın gücünü simgeleyen anıtsal yapı ve heykellerle,
adeta bireyin iktidar karşısındaki güçsüzlüğü sembolize edilmek
isteniyordu. Bugün ise Dünyada
meydanlara baktığımızda iktidarlar, birbiriyle en az ilişki içinde
yaşayan topluluklardan yana bir
anlayışla meydanlara karşı bir tavır sergilemekteler.
Şehirler meydanlarıyla vardır,
Paris, Republique Meydanı’dır,
Londra, Trafalgar. Asırlara varan
tarihiyle bir devrimin sembolü
olmuş Kızılmeydan (Moskova),
20.yy’ı tamamlayan büyük olayların kaynağı Tiananmen (Pekin),
Mısır devriminin sembolü Tahrir. İstanbul’un tarihi ile iç içe ve
kent imgesini oluşturan en önemli
AFSAD
Temmuz - Ağustos 2013
Cumhuriyet Mitingi-2007, Gündoğdu, İzmir
Mavi Marmara Gemisinde Öldürülenlerin Cenaze Töreni, 2010,
Beyazıt, İstanbul
f: Ali ÖZ
Dosya
Konusu
23
ögelerden Beyazıt, yakın zamana kadar 1 Mayıs kutlamalarının
sembol adresi bugünse Gezi Parkı
eylemlerine tanıklık eden Taksim
Meydanları. Cumhuriyetin kuruluşuna tanıklık etmiş, uyanışın
simgesi Ulus, bugün artık meydan
özelliğini neredeyse kaybetmiş
Tandoğan, kenarından köşesinden kent kültürü ve estetiğinden
çok uzak binalar ve trafik nedeniyle traşlanmış Kızılay, İzmir’ de
toplumsal hareketlerin başlangıç
ve bitiş noktası Gündoğdu Meydanları…Tarihten bugüne agora,
forum, plaza, cambo, piaza, grandplace olarak pekçok isimle anılan meydanlar.
f: Ali ÖZ
Gezi Parkı Olayları,2013, Taksim, İstanbul
f: Ali ÖZ
Cumhuriyetin ilk dönemlerinde
de kentin temel ögesi olarak kent
kültürünün önemli bir parçası
iken Türkiye’nin 1950’li yıllarda başlayarak hızlanan gelişme
ve değişme sürecinde, yaşadığı
hızlı kentleşme olgusuyla birlikte
kentler sürekli büyümüş ve nitelik
olarak değişmiştir. Tarih boyunca
kentlerimizin kimliğini ve kişiliğini ortaya koyan önemli bir kentsel yaşam odağı iken günümüzde
taşıt trafiğini hafifletecek kavşaklara, otoparklara dönüştürülerek
özgün değerlerini yitirmişlerdir.
Bu aynı zamanda kentlilerin ev
ve iş arasındaki sıkışmış yaşamları, neredeyse getto niteliğindeki
mahalle ve sitelerdeki yaşamları
veya AVM’lere hapsedilmeleri ile
bireyselleşmeyi ve kalabalıklar
içinde yalnızlaşmayı getirmektedir.
Kaynakça
1.http://www.sendika.
org/2011/07/kent-meydanlarimahmut-ustun/
2.http://www.birgun.net/city_index.php?news_code=1241147741&d
ay=01&month=05&year=2009
Dosya
Konusu
Cityrama
24
Engin ÖZENDES (ESFIAP)
Fotoğraf Tarihçisi, Küratör
Yaşadığımız kenti tarihi, kültürü, sanatı ve insanı ile
tanıyor muyuz?
ya gayret eder. Sonuçta kendi fotoğraf anlayışını,
yaratısını ortaya koyarak kenti sunar.
Mevsimlerin baştan çıkarıcı dönüşümlerini o kentin
hangi köşelerinde keyfimizce yaşıyoruz?
Orada yaşayıp, kentin sahipleri olan fotoğrafçılar
objektifin arkasına geçtiklerinde, çok yakından bildikleri binaların, meydanların, anıtların, sokakların,
tarihsel, kültürel, sosyal izlerini, yaşayan ruhunu,
estetik anlayışları ile yoğurarak yeniden keşfederler.
Çağın homurtulu, keskin dişli makinalarına kendini
direnmeden teslim eden eski yapılara ne duygularla
bakıyoruz?
Tüm bu değişim, sınırlarını aşan, genişleyen İstanbul’un kayboluşu mu, yoksa doğal bir büyüme süreci
mi?
Kent Fotoğrafları
Bir kentin tanıtılması için en önemli öge mimari dokudur. Kent hakkında ilk bilgiyi, yapıları verir. Bu
tanıtımı başarı ile yürütense fotoğraftır.
Batının yaşam biçimine yansıyan genel bir oryent
fikri, yüzyıllardır süren ilgi, Romantizmin etkileri,
gelişen siyasal olaylar, ekonomik ilişkiler, bilimsel
ve arkeolojik araştırmalar 19. Yüzyılda Oryantalizm
modasının kapılarını sonuna kadar açtı.
Kente dışarıdan gelen fotoğrafçılar, öncelikle yabancısı olduğu sokakları, yapıları, insanları tanıma-
Bu yüzyılda Doğu ülkelerinin tanıtıldığı gravürlü
kitaplara duyulan ilgi artarak, sonunda pazarı bes-
Galata’ya Bakış, İstanbul, 2004 AFSAD
Temmuz - Ağustos 2013
Dosya
Konusu
25
lemek için yeni bir profesyonel sanatçı sınıfı doğmasına neden oldu. Gravür sanatçılarının en parlak
dönemi başladı. Gravür albümleri “A la Turquie”
kıyafetlere ve göz kamaştıran Doğu mimarisine hayranlıkla bakışın kapısı oldu.
19. yüzyılda sanat ortamını etkileyen önemli faktörlerden biri kuşkusuz, ulaşım araçlarının geçmişe
oranla değişmiş, düzenli gezi turlarının yapılmaya
başlanmış olmasıydı. İstanbul’a yapılan karadan ilk
toplu turistik seyahat, Orient Express’in 1 Haziran
1890’da Sirkeci Garı’na gelmesiyle başladı ve Orient
Express Doğu’ya seyahatin bir simgesi haline geldi.
Bu ilgiyle birlikte de İstanbul’un büyük otelleri, kafeteryaları, mağazaları yeni bir görünüm kazandı.
Doğu’ya yapılan gezi koşullarının düzelmesi, gezgin fotoğrafçılara da kolayca ulaşma olanağı sağlamış oldu. 19. Yüzyılın ortalarına doğru bulunuşu ile
birlikte sanata yeni bir bakış açısı getiren fotoğraf,
kentlerin tanıtımı için en değerli araç olarak yerini
aldı. Fotoğraftan gerçek görüntüleri izleyenler artık gravür sanatçılarının genellikle sunulan yerlerin,
görülmeden çizdikleri görüntülerine ilgi duymaz
oldular. Tam bu nedenle sönmeye yüz tutan gravür
sanatı, o dönem fotoğraflarının basılarak çoğaltılma
olanağı olmadığından baskıya hazırlanması aşamasında yeniden gereksinim duyulan bir çalışma alanı
oldu. Hatta uzun poz süresi nedeni ile fotoğraf karesine giremeyen canlılar da gravürcüler tarafından
fotoğrafın yeniden çizilen görüntüsüne eklenerek
hareket kazandırıldı.
Doğu’nun manzaralarına, arkeolojik sitelerine, görkemli mimarisine, ilginç sokaklarına, portrelerine
ilgi arttıkça, Batılılara hayal ettikleri dünyayı daha
da çeşitlendirerek göstermek için yerli fotoğraf
stüdyoları çalışmalarını yoğunlaştırdılar.
1860’larda hem paraca daha ucuz, hem de küçük olduğundan taşıma kolaylığı olan carte-de-visite bo-
f: Arif AŞÇI
Dosya
Konusu
26
Santa Maria Depespier Kilisesi
İstanbul Modern
AFSAD
Temmuz - Ağustos 2013
f: Cengiz AKDUMAN
f: İbrahim AYŞIL
Saraçhane Bozdoğan Kemeri, İstanbul,2004 f: Selim SEVAL
Dosya
Konusu
27
Komando Merdivenleri, İstanbul, 2004
f: Selim SEVAL
Galata Kulesi, İstanbul 2004
f: Arif AŞÇI
Dosya
Konusu
28
yutunda (6.6 X 10.7 cm.) fotoğraflar pazarlanmaya
başladı. 1865’den sonra fotoğrafçılar turistik fotoğrafları, cabinet boyutlarda (11.25 X 16.25 cm.) veya
batılının ilgi noktalarını titizlikle saptayıp büyük
boy albümler halinde satışa sunmaya başladılar.
En çok alıcı bulan Beyazıt veya Galata Kulesi’nden
çekilen panoramik fotoğraflardı. Fotoğrafçı makinası ile kulenin balkonunda dönerek parçalar halinde
çektiği fotoğrafları birleştirerek özel bezlere yapıştırıp katlanmalarını sağlıyor ve yine özenle hazırlanmış bir kapak içine ciltliyordu.
Resimli kartpostallar Batı dünyasından sonra Osmanlı İmparatorluğu’nda da görülmeye başlandı.
Cumhuriyet döneminde Matbuat Umum Müdürlüğü, Türkiye’de yaşayan Avusturya asıllı fotoğrafçı
Othmar Pferschy’yi 1935 yılında sözleşmeli olarak
görevlendirdi. Beş yılı aşkın bir süre bu görevde çalışan Pferschy, Anadolu’yu dolaşarak binlerce fotoğraf çekti. Bu fotoğraflarla Türkiye’yi tanıtmak üzere
hazırlanan albümde, devlet eliyle yapılan tüm sanayi kuruluşları, binalar, yeni sistemde eğitim, açılan
yollar, barajlar, yeni anlayışla kentleşme, tarım, sanat, gençlik ve çalışan nüfus görüntüleri vardı.
de tüm bu çabalara kendi tarzını katarak çekime
yönelmek ve sonuçta o kentin özgün yapısını gözler
önüne sermektir. Roma, Bizans, Osmanlı eserlerinin bir sentezi olan İstanbul kentinin nice açık ya
da gizli köşelerini Cengiz Akduman, Arif Aşçı, İbrahim Ayşıl, Cemal Emden, Sinan Koçaslan, Selim
Seval ve Cem Turgay kente doğrudan bakış yerine,
fotoğraf estetiğinin kullanıldığı, artistik tadlar arayan fotoğrafları ile görsel bir şölene dönüştürdüler.
Hem içerik, hem de teknik olarak ustaca yaratılmış;
bazılarında simetrinin, bazılarında dizilmelerin, bazılarında tekrarların kullanıldığı fotoğraflar değişik
bir senfoni oluşturdu.
Fotoğrafçılar tarafından seçilmiş bu anlar, bir kentin siluetinin insanoğlu tarafından yok edilmeden
izleyeceğimiz belki de son kayıtlarıdır.
Yenikapı arkeolojik kazılarıyla İstanbul’un tarihi
8500 yıl daha geriye gitti.
Kentlerdeki yeni yapılaşmanın burayı ne hale getireceğini bilmiyoruz. Bir kez daha zihnimize kazınsın
diye, 2005’de İstanbul Modern’de izleyicileri ile buluşan Cityrama’yı sizinle de paylaşmak istedim. Düz
görüntüleri fotoğraf sanatına dönüştüren; bir kenti
anlamak, ulaşılmak istenen sonucu özümlemek ve
İstiklal Caddesi, İstanbul, 2002
AFSAD
Temmuz - Ağustos 2013
Lebon önünde
f: Cengiz AKDUMAN
f: Cem Turgay
Dosya
Konusu
29
Portfolyo
Doğaçlama
Şehirde Olmanın Kısa Tarihi
30
Merih AKOĞUL
Fotoğraf Sanatçısı, Yazar
Trafiğinden, küçük hırsızlarına,
lodosundan, hergün iki kıta geçen
yolcularına, görünmez labirentlere mahkûm edilmiş insanlarından, günü geldiğinde meydanları
dolduran büyük isyanlarına, alışık olmayanın altından kalkamayacağı, bu değişik ve tuhaf coğrafyada, bazen bir fotoğrafçı, bazen
de bir şair olarak yaşıyorum ben.
70’li yılların ikinci yarısında fotoğrafa başlayan bizler (ki 80
Kuşağı olarak anılırız) aslında
manzara fotoğrafıyla, fakir mahallelerin sokak aralarında sümüklü çocuk fotoğraflarının arasında kalarak fotoğrafı anlamaya
çalıştık. Ülkenin sosyal konumu
ve fotoğraftaki uyanışın ikinci
AFSAD
Temmuz - Ağustos 2013
Benim yaşadığım şehri fotoğraflamam, klasik güzergâhım
üzerinde anlık/günlük değişimlerin yarattığı enerji alanları
üzerinden ilerlemektedir. Ben yolumun üzerindeki fotoğrafı
Portfolyo
Doğaçlama
31
çekerim, fotoğraf için bir yere gitmem.
Enstitüsü) niyetlenmeme neden
oldu. Sınavını kazanarak Akademili olmakla başlayan okul yıllarım, hocalarımdan ve o dönemin
fotoğrafçılarından
öğrendiklerimle bugünlerimi hazırlayan bir
altyapının temelini attı.
İnternetin olmadığı, yabancı kaynaklardan kitap, dergi olarak yararlanamadığımız, kapalı bir dönemdi. Sıklıkla arkadaşlarımızla
bir araya gelip, tartışıp konuşarak, adeta iğne ile kazarak elde
ettiğimiz bilgileri birbirimizle
paylaştığımız bir süreçti. Sanat
dünyası bu kadar kirlenmemişti.
Bizim de tıpkı eski ustalarımız
gibi iki yolumuz vardı. Ya görünenin ardındaki anlamın ardına
düşecek, zamanının sınırlı teknikleriyle bazen gerçeküstücüfantastik işler üretecek, ya da yaşadığımız çevreyi, başka bir gözle
yeniden ele alacak ve fotoğraflara
dönüştürecektik.
perdesine denk gelen bu dönem,
biraz daha büyüyüp üniversite
çağına geldiğimizde ben ve benim
gibi duyarlılıkları olan arkadaşları ister istemez görsel bir arayışa
itmişti.
Bugün, İstanbul’da çekmekte
olduğum fotoğrafı daha doğru
değerlendirebilmek için, fotoğ-
rafımızın yakın tarihine bakmakta fayda var diye düşünüyorum.
Fotoğrafa başlarken, Türkiye’nin
fotoğraf dinamikleri, benim fotoğraf okumaya karar vererek,
Türkiye’nin o zamanlar fotoğraf
eğitimi veren ama henüz mezun bile vermemiş bir okuluna (o
günkü adıyla İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi, Fotoğraf
Sosyal-belgesel fotoğraflarda da
şehir vardı ama yalnızca fonda
öylesine bir öğeydi. Anadolu’un
huzurlu buğday başağı ya da karlı
dağ manzaralarına baktığımızda
da fotoğraf makinesinin yalnızca güzel görüntüleri aktaran bir
araç olduğunu görüyorduk. Turizmin yaygınlaşmaya başladığı
bu dönemde en fazla kartpostal
ve takvimlerdeki güzel görüntüleri referans olarak sunabiliyordu fotoğrafçılık. Ağırlıklı olarak
camileri, tarihi binaları, Boğaz’ı,
park ve bahçeleriyle İstanbul; kalanı da Anadolu’nun tarihi yapıları ile Uludağ, Bodrum, Kuşadası
görüntüleriyle, fotoğrafın kamusal temsili gerçekleşiyordu. Gerçekten de fotoğrafa bu günlerde
gözlerini açanlar, pitoresk bir anlayışı, somut İstanbul ve Anadolu
fotoğrafını izlek olarak seçmek ve
uygulamak durumundaydılar.
Portfolyo
Doğaçlama
32
90’lı yıllara gelindiğinde, depolitize olmuş bir toplumun içsel
gelişimini tamamlayıp, psikolojik
ve ontolojik bir bağlamda, dünyayı kendi üzerinden yeniden kavramasından sonra sanat da farklılaşarak kulvarını değiştirmişti.
Şehrin, sadece içinde devindiğimiz ve fotoğrafların fonlarını
oluşturan bir mekân değil, aynı
zamanda yaşayan bir organizma
da olduğunun farkına varmıştı insanlar. Taşı toprağı fotoğraftı İstanbul’un. 2000’li yıllarda bunu
dünyanın önemli fotoğrafçıları
da keşfetmişlerdi. Aynı zamanda
bu yıllarda fotoğraf, adeta karışık tekniğin yerini alarak özellikle güncel/çağdaş sanat yapan bir
grubun malı olmuştu. Fotoğraf
-iddiasız amatörler dışında- bir
ucu belge (Magnumvari), diğer
ucu da sanat olan bir tahterevalliye dönüşmüştü.
Tekrar konumuza dönersek: Benim yaşadığım şehri fotoğraflamam, klasik güzergâhım üzerinde
anlık/günlük değişimlerin yarattığı enerji alanları üzerinden
ilerlemektedir. Ben yolumun üzerindeki fotoğrafı çekerim, fotoğraf için bir yere gitmem. Zoolojik
anlamda bir timsahın ya da toplumsal anlamda bir Hintli’nin fotoğrafını çeksem, koyacak yerim
AFSAD
Temmuz - Ağustos 2013
yok ki benim. Hangi serginin içine nasıl katabilirim ki... Sadece
Sih din adamının yüzü ve takıları
(bir batılıya göre) ilginç diye onu
çekme hakkını kim verir bana.
Eskiden bu ülkelere az sayıda fotoğrafçı gittiği için ilginç olan bu
görüntüler, turizmin bir endüstriye dönüştürülüp her birey için
ulaşılabilir olmasıyla önemini
yitirmiştir. Önemli olan, oralara
gidildiğinde görülen ilginç şeyler
değil, oralarda çekilen fotoğrafın
buralara nasıl bir estetik ve bakış
açısıyla getirildiğidir.
Ben
fotoğraflarımda
insandan
çok, insanın bıraktığı endüstriyel izlere yer veriyorum. Leicam
ile tek makine, tek objektif kullanıyorum. Ne çok içine giriyorum
konuların, ne de çok uzağında
kalıyorum. Aşırı geniş açılarla ya
da fotoğraf işleme programları ile
abartılmış fotoğraflardan uzak
duruyorum. Biraz canlandırma,
varsa küçük bir açısal düzeltme
benim için yeterli. Çekeyim, evde
hallederim gibi bir yaklaşımım
hiç olmadı.
Büyük iddialarım yok, bazen bir
şeyleri kaçırmış olmaktan da bü-
Portfolyo
Doğaçlama
33
yük keyif duyuyorum. Düşünsenize her istediğiniz fotoğrafı çekebiliyorsunuz, ne sıkıcı olurdu.
2010 yılında İstanbul’un Kültür
Başkenti olmasını bahane ederek
hazırladığım “İç İçe İstanbul” serimde de her zaman yaptığım gibi
fotoğraflarımı elden geldiğince
sessizce çektim. Gittiğiniz yerde
insanlar, sizi kabul etseler bile
kameraya oynuyorlar, poz veriyorlar. Sahte ya da kurmaca bir
şeyler olduğunda -elbette belgesel fotoğrafçılıktan söz ediyorumorada fotoğraf çekmeyi bırakırım.
Benim için önemli olan, insanların içinde, onları rahatsız etmeden sessizce dolaşabilmektir. Makine bir teferruattır.
Fotoğraflarıma bakanlar, orada
belli belirsiz gülümseten “ironik” bir şey olduğunu söylerler.
Son Gezi olaylarında da gördük.
Öyle bir hiciv var ki çevremizde,
bizim bir yere geçip en uygun açılardan fotoğrafı çekmemiz yeterli
oluyor. Fotoğraflarımda insanları
gülümseten şey; yan yana gelen
tuhaf şeyleri hemen ayrımsamam
ve fotoğraflarda bunun yarattığı
dinamizmi kullanmamdır. Tuhaflıkları görmekte mahirimdir.
Ben şehir fotoğraflarımı çekerken
onca somut malzemenin varlığına
rağmen, o nesneler bir araya gel-
meden asla görülmeyecek boş ve
somut bir alanı tasarruf ederim.
Sokakta olmayı, sokaktan beslenmeyi seviyorum. Kendine has
kuralları olan bir mahallede büyüdüğümü asla unutmuyorum.
Fotoğrafta bir yerlere gelmeden
önce ağzı iyi laf yapan (ilkokulda
kümenin sözcüsü), şiirler yazan
(hislerimi dizelere çevirirdim),
iyi langırt oynayan (bir iki kişi
yenebilmişti beni), minyatür kale
maçlarında çok iyi back tutan (açı
hesabım o zaman da iyiymiş demek), tuhaflıkları görüp hissedebilen (ama herkesin gördüğünü
de görmekten aciz) bir adamdım.
Mahallem, yaşadığım şehrin beni
dünyaya bırakan rahmiydi. Genetik kodum, şehirlere olan aşkım
hep bu mahallelerde biçimlendi.
Şehirleri fotoğraflayan arkadaşlarımın, şehirle olan ilişkilerini
sorgulamalarını şiddetle öneririm.
Herkesin şehri, şehirleri var. Çıksınlar, koklasınlar, hissetsinler,
sokaklarında gezsinler, seyyar
satıcılarından yemekler yesinler,
umumi tuvaletlerine girsinler,
parklarında bahçelerinde soluklansınlar, su kenarlarında çay içsinler, yağmurlarında ıslansınlar,
gösterilere katılsınlar, dışlarında
kaldığını sandıkları olaylarla aralarında empati kursunlar. Hâlâ
olmuyorsa, şehir onlara istedikleri fotoğrafı vermiyorsa, ceplerine
Kavafis’in -Cevat Çapan’ın harika
çevirisiyle- meşhur “Şehir” şiirini
koyup aşağıdaki dizelerin avuntusuyla yeni maceralara doğru yol
alsınlar.
“Yeni bir ülke bulamazsın, başka
bir deniz bulamazsın.
Bu şehir arkandan gelecektir.”
Bu şehrin sokaklarında olmak,
“Geçen Yaz Viyana’da”, “Siyah
Beyaz Afyonkarahisar” kitaplarını ve “İç İçe İstanbul”un da içinde olduğu şehir serilerini yapmış
olmak benim için büyük bir keyif
ve onurdur. Ruhu olduğuna ve
fotoğraflarının adımı fısıldadığına inandığım şehirlere, bana
sundukları anlar nedeniyle minnettarım. Mekânlar aynı kalabilir ama fotoğrafı kıymetlendiren,
değişimin kendisidir. Örneğin
İstanbul, 2013 yılının Haziran
ayından sonra yalnız bizim değil
tüm dünyanın gözünde asla aynı
şehir olmayacak. İnsanlar ağaçların üzerinden, evrene ve varoluşa
nasıl bakacaklarını yeniden hatırladılar. İyi ki…
İstanbul, Haziran 2013
Portfolyo
Doğaçlama
New York Uykuda
34
Christopher THOMAS
www.christopher-thomas.de
Çeviri: Arzu ÖZGEN
“New York Uykuda”, şehrin günlük yaşamın kargaşası, gürültü patırtısından soyutlanması ve özünün ortaya konmasına yönelik bir çalışmadır.
olması ve artık üretilmemesi çekim açımı çok dikkatli
belirlemeye zorluyordu beni. Kullandığım makinanın
çok büyük olması ise bir başka güçlük sebebiydi.
Herkesin bildiği gibi New York, dünyanın en canlı ve
hareketli şehirlerinden biridir ve insanlar New York’u
normal bir zamanda gündüz gördüklerinde bütün iz-
Şehrin kalabalık yerlerini insansız fotoğraflamanın
başka bir yolu da birkaç dakikalığına çok uzun pozlamalar yapmaktı…
lenimleri bol gürültü ve kargaşadır. Şehri bu kargaşadan soyutlayabilmek adına çekim yaptığım yerlere ya
sabahları çok erken saatlerde ya geceleri geç saatlerde ya da insanların evlerinden çok çıkmadıkları kötü
hava koşullarında gitmeyi tercih ettim. Şehri kısa bir
süreliğine de olsa sessizken yakalayıp görüntülemek
için uzun süreler dışarda kaldım.
Hiç uyumuyor gibi görünen bu şehir aslında çok kısa
sürelerle de olsa sessiz sakin zamanlara bürünüyor.
Bu zamanların az olması nedeniyle bunca sessiz fotoğrafı bir araya getirmenin benim için hiç de kolay
olmadığını söylemeliyim. Neyse ki, böylesine dinamik
bir şehrin sessiz zamanlarını yakalamak adına tatmin
edici sonuçlar alabildim.
Bir başka zorluk ise fotoğrafları linhof technica ile çekiyor olmakla ilgiliydi. Kullandığım filmin Polaroid 55
Sevgilerimle…
AFSAD
Temmuz - Ağustos 2013
Portfolyo
Doğaçlama
35
Portfolyo
Doğaçlama
Bir Paris Müptelası
36
Timurtaş ONAN
Fotoğraf Sanatçısı, Yönetmen
www.timurtasonan.com
Paris benim fotoğraf sanatını
sevmeme neden olan şehirlerin
başında gelir. Robert Doisneau,
Eugene Atget ve Henry Cartier
Bresson gibi fotoğrafçıların Paris fotoğrafları beni çok etkilemiştir. Şimdi o fotoğraflardaki
Paris yerini steril ve turistik bir
şehire bırakmış. Her şeye rağmen geçmişte yaşanmış, dünyaya örnek olmuş tarihsel olayların
ve başlangıç yeri Paris olan sanat
akımlarının mirası bu şehire sinmiş.
Paris, herkesin bildiği tüm ihtişamı ile önümüzde uzanıyor,
her yer müze ve anıtlarla dolu.
AFSAD
Temmuz - Ağustos 2013
Baudelaire, Rimbaud, Verlaine
gibi edebiyatçıların, Albert Camus gibi filozofların yaşadığı,
Empresyonizm, Kübizm gibi bir
çok sanat akımının ve fotoğrafçılığın başlangıç noktası olan;
Jean Luc Godard, Francois Truffaut, Claude Chabrol gibi büyük
yönetmenlere ev sahipliği yapan
bu şehir hakkında çok şey yazılabilir ama ben ne yazık ki sadece
fotoğraf çekebiliyorum
Geçen yıl eşim Sennur ile ünlü
Pigalle semtine yakın bir otelde
kalıyorduk. Sacré-Cœur Bazilikası otelimizin penceresinden
görünüyordu. İlk gün Montmar-
tre adlı efsanevi ressamlar tepesinde bulduk kendimizi. Picasso,
Salvador Dali, Claude Monet gibi
ressamlar bu bölgede yaşamışlardı. Notre Dame kilisesi, Louvre müzesi gibi şehrin önemli
simgelerini ziyaret ettikten sonra Musee d’art Moderne de efsanevi Jean Michel Basquiat sergisini gezme fırsatını bulunca çok
mutlu olduk.
Pariste beni neler etkilediyse o
yönde devam edip kendi bakış
açımla ve kendi anlatım biçimim
ile fotoğraflamaya çalışıyorum
bu şehri. Gündelik yaşamdan
imgeler benim için çok önemli.
Paris’te beni neler etkilediyse o yönde devam edip kendi bakış
açımla ve kendi anlatım biçimim ile fotoğraflamaya çalışıyorum
bu şehri. Gündelik yaşamdan imgeler benim için çok önemli.
Portfolyo
Doğaçlama
37
Sokaklarda yürürken Atilla İlhan’ın “Biraz Paris”
Nazım Hikmet’in “Paris Üzerine Bilmeceler” adlı
şiirleri havada uçuşuyor. Metroda bir müzisyen
akordiyonu ile Astor Piazzola’dan melodiler çalıyor. Bir Paris müptelası olduğuma eminim artık.
Yılmaz Güney’in, Ahmet Kaya’nın ve birçok ünlünün gömülü olduğu ihtişamlı Pere Lachaise Mezarlığı’na gidiyoruz. Bulmamız zor olsa da Gaspard-Félix Tournachon’un namı diğer Nadar’ın
mütevazi mezarını ziyaret ediyoruz. Jim Morrison’u da unutmadık tabi.
Paris’in en iyi tarafı her yere yürüyebiliyorsunuz.
Örneğin Saint Germain den Notre Dame’aa çıktınız. Nehir boyu yürüyerek Jardin des Tuileries,
Concorde Meydanı, Musee d’Orsay, Pont Alexandre köprüsü ve Le Grand Palais’in önünden geçerek
Champs-Élysées’ye. Arc de Triomphe’un önünden
Trocadero’ya ve Eyfel’e doğru yürümek mümkün.
Saint Germain harika galerileri ve güzel kafeleri
ile sanat kokuyor. Beyoğlu’nun da rant uğruna
alışveriş merkezine dönüştürülmeden önce Saint
Germain gibi olma ihtimali vardı. Seine nehri boyunca dizilmiş kitapçılarda Paris’in kültürel geçmişine ait fotoğrafları ve kitapları bulabilirsiniz.
Tüm kafelerde, duvarlarda harika afiş çalışmaları
bulunuyor. Dükkânların üzerindeki ve tabelalardaki orijinal kaligrafik yazılar bize geçmişi yaşatıyor.
Şehir merkezi dışında kentin fotoğrafçılar için enteresan olan bir
yeri daha var. Cam ve çelikten yapılma gökdelen ve modern binaları, alternatif heykelleriyle Paris’in
iş merkezi La Défense. Geleceğin
dünyasını sunuyor size.
Yirmi beş gün boyunca fotoğraf
peşinde koştuktan sonra artık İstanbul…Tüm çarpık kentleşmesi
ile önümde uzanıyor şimdi, ama
özlemişim.
Dosya
Konusu
38
AFSAD
Temmuz - Ağustos 2013
Dosya
Konusu
39
f/64
Doğaçlama
Bir Şehri Fotoğraflamak
Ya da İki Dilde Merhabarev
40
Özcan YURDALAN
Fotoğrafçı, Yazar
[email protected]
Narphotos, Erivan, 2006
Adına şehir dediğimiz organizma,
her canlı gibi bedeni ve ruhuyla
birlikte tezahür eder. İçine aldığı
ne varsa biraz kendisine benzetir,
biraz da kendisi ona benzer. Bu
sayede aralıksız dönüşüm yaşayan şehir dokusu aynı zamanda
şehrin suretlerini yaratır.
Bir şehrin kadraja giren parçası
her ne kadar görünen yanına ait
olsa bile, her suret gibi onun da
arkasında yaşanmışlıklara ait derinlikler vardır. O derinliklere bakabilen ve yüzeyde gördükleriyle
yetinmeyen fotoğrafçının mahareti, şehrin sinir uçlarını kurcalamaya başladığı zaman ortaya
çıkar...
En sonda söyleyeceğim lafı yaAFSAD
Temmuz - Ağustos 2013
f: Serra AKCAN
zının başında söyleyerek okuru
zahmetten kurtaracak olursam
eğer:
“Bir şehri fotoğraflamak, ruhuna
nüfuz etmiş suretlerin peşine düşerek o şehrin hakikatini aramak
işidir,” derim.
Bu işe kalkışan her fotoğrafçının
kendi meşrebine göre tutturduğu
bir yol, aklının kestiği bir yordam
vardır. Bu fotoğrafçılardan bazıları ruhlarına düşmüş şehir yansımalarını görüntü haline getiren
suret ustalarıdır. Bazıları ise gözleme dayalı şahsi tanıklığı yaratıcı
bir ifadeyle hikaye eden fotoğrafçılardır. Onlar kameralarını doğrultup meydanlardan bulvarlara,
oradan mahallelere, sokaklara,
mekanlara gire çıka şehre bakar,
algı boyutlarını zorlayarak şehrin
bünyesini görmeye çalışırlar. Zihinlerindeki şehri fotoğraflarken
aynı zamanda bir merakın peşine
düşerek öncelikle şu soruların cevabı ararlar:
Burası nasıl bir yer?
Burada kimler yaşıyor?
Bu insanların nasıl bir hayatları
var?...
Buldukları her cevap bize fotoğrafçının zihninden süzülmüş o
şehrin bir sureti olarak görünür.
Hayatın İçindeki Şehir
Fotoğrafı
Fotoğraf
makinesinin
sıradan
Bir şehri fotoğraflamak, ruhuna nüfuz etmiş suretlerin
peşine düşerek o şehrin hakikatini aramak işidir.
f/64
Doğaçlama
41
bir teknik kayıt aracı olduğunu
biliyoruz.
Ancak “fotoğrafçılık
mahareti”nin bu aleti kullanmaktan ibaret olmadığını, çünkü
fotoğrafların aynı zamanda “gösterme” ve “sordurma” yetenekleri
bulunduğunu, “kanaat yaratma”
etkisine sahip olduğunu kabul
ediyoruz.
Görüntüler bize bir şeyler anlatırken aynı zamanda fotoğraflarda kurgulanmış anlam dünyası
aracılığıyla fotoğrafçının zihni ile
bizim zihnimiz arasında bir kanal kuruluyor. Ancak bu ilişki o
kadar saf, sade ve masum değil.
Her fotografik görüntüyü içselleştirdiğimiz kültürün kodlarıyla
ve edindiğimiz ideolojinin saikleriyle çözümlediğimiz kadar bize
ulaşmasını sağlayan mecranın
kodlamasıyla da okuyoruz.
Fotoğraflar, giderek yaygınlaşan
illüstratif görüntüler halinde her
geçen gün hayatımızda daha fazla
yer tutuyor. Sadece tanımlayan,
tasvir eden, gösterip anlatmayan
suretlerle kuşatılmış vaziyetteyiz.
Kameralar fotokopi makineleriyle
yarışarak hayattan kopyalar çıkarıyor. Görünümlerin sıradan kopyaları halinde biteviye üretilen
bu fotoğrafların yanı sıra şehirde
karşımıza çıkan başka görüntüler de mevcut. Bu bolluk durumu
bazı fotoğrafların karmaşa içinde
kaybolup gitmesini değil, bereketli bir zeminde daha gür belirmesini sağlıyor.
Manipülatif görüntüler yaygın
ve derinlemesine bir etki alanına sahip. Hatta şehre egemen
suretler halinde hem tanımlıyor
hem yönlendiriyorlar.
Mesela
reklam imajları. Ticari beklentilere uygun olması kadar ideolojik
bir mecra ve düşük yoğunluklu
siyaset kanalı olarak kullanılan
reklam fotoğraflarındaki çarpıcı
anlatımlarla ve stratejik yönlendirmelerle hepimiz her zaman
karşı karşıyayız. Özellikle tüketim
toplumlarında, fotoğraflarla insanları yönlendiren reklamlar şehirlerde üretilir ve en fazla şehirlerde tüketilir. Şehirde yaşayan
birinin doğrudan maruz kaldığı,
hatta çoğu zaman yeniden ürettiği bu görüntüler şehrin hikayesini
kovalayan fotoğrafçının gördükleri arasında önemli yer tutar. Kimi
zaman reklamlardaki fotoğrafların canlı halleriyle karşılaşmak
olağan hallerdendir.
Bir vakitler hayatı taklit eden
sanat, yerini sanatı taklit eden
hayata bırakmıştı. Şimdi ise reklamlardaki suretlerin hayat tarafından taklit edildiği zamanlardayız. Bu gerçeğin görünümleri
şehre bakan fotoğrafçıların tam
karşısında duruyor. Fotografik
görüntülerle tektipleştirilmeye,
kategorize edilmeye, kimlik giydirilmeye çalışılan şehir hayatlarını yaşamaya teşvik ediliyoruz.
Fotoğraf bu eğilimi beslediği ka-
Patker Photo, İstanbul, 2006
dar bu kabulü bozacak, bu rızayı
itiraz haline getirecek düzenekleri
de besliyor.
Ama nasıl?
Şehrin Portresini
Çıkarmak
Bir şehri fotoğraflamak işi, fotoğrafın hangi türüne daha yakındır
diye sorulacak olursa benim cevabım PORTRE fotoğrafçılığı olur.
Portre fotoğrafçıları hepimizin
bildiği gibi modellerinin fizyonomisini göstermekle, dış görünüşünü tanımlamakla yetinmezler;
asıl peşinde oldukları objektifin
karşısındaki öznenin kişiliği, duygu dünyası, iç âlemidir. Onlar fotoğraf çekmeye değil objektiften
çıkan görünmez bir zıpkınla birlikte modellerinin gözbebeğinden
girerek ruhuna saplanmaya çalışırlar.
Portre fotoğrafını dar anlamıyla
ele aldığımız takdirde fotoğrafçının beklentilerini ifade eden
f: Anahit HAYRAPETYAN
f/64
Doğaçlama
42
Narphotos, Erivan, 2006
durumlar, bir şehri çeken fotoğrafçının arayışlarına çok benzer.
Mesela stüdyodaki portre çekimlerinde fotoğrafçının başarısı nasıl ki fotoğrafını çektiği kişinin
iç dünyasına göndermeler yapabilmesinden geçiyorsa, bir şehri fotoğraflamak da aynı amaca
yöneliktir ve bu nedenle portreci
titizliği ister. Aksi takdirde sıradanlık nitelemesi hazır bekler.
Bir şehri sıradan kayıtlar halinde
önümüze getiren görüntüler ne
kadar yavansa o şehrin güzelliklerini yansıtan dekoratif fotoğraflar, turistik imajlar da o kadar
sığ ve sıradandır. Portre fotoğrafı
derinlikli bakışın fotoğrafçılıktaki
turnusol kağıdı ise eğer, klişelerden oluşan, zaten üretilmiş şehir
imajlarının tekrarından ibaret fotoğraflar da aynı mihenk taşında
kolayca kıymetini ölçebilir.
Bütün bu nedenlerle bir şehri
fotoğraflamanın en az portre fotoğrafı kadar zengin kimlik uzantılarına göndermeler yapması gerektiğini düşünüyorum. Yüzeysel
bilgilendirmelerle, sıradan beğenilerle yetinmek yerine o şehrin
katmanlarını oluşturan ilişkilere
uzanan, anlam zenginlikleri yaratan fotoğrafları tercih ediyorum;
AFSAD
Temmuz - Ağustos 2013
bu açılımlara sahip çalışmaların
yeterli kapsayıcılığa sahip olabileceğini düşünüyorum.
Portre fotoğrafları, dar alanda en
az hareketle en ateşli dansların
gerçekleştirildiği bir sanat gibi
görünür bana. Belki de bu sayede
güçlü portrelerde zuhur eden kişilikler kadar fotoğrafçısının zihni
de o surete yansır.
Fotoğrafın ince hüner isteyen
alanlarından biri olduğunu bildiğimiz portre fotoğrafçılığının sahip olduğu gelenekten istifadeyle
bir şehrin ruhuna nüfuz edilebilir
kanısındayım...
Şehrin Manzarasını
Çıkarmak
f: Kerem UZEL
bilen fotografik yaklaşım sayesinde başarılı doğa fotoğrafları
ortaya çıkar. Tabiat ahenge işaret
ederken şehirler de kaotik olana
işaret eder. Doğa varlığını çeşitlilikle zenginleştirir ve bunu özendirirken şehir kategorik farklılıkları yaratır.
Bir şehri fotoğraflamak, bir manzarayı oluşturan her bir ögenin
birbiriyle ilişkisini çözümleyebilen doğa fotoğrafçısının bütünlüklü bakışını ister. Bu aynı zamanda
kaosun içindeki ritmi ve uyumu
ortaya çıkaran ve fotoğrafta yeniden yaratan bakış anlamına gelir.
Şehrin Özünü Çıkarmak
Bir şehri fotoğraflamak, fotoğrafın hangi türüne daha yakındır
diye sorulacak olursa DOĞA fotoğrafçılığına yakındır derim.
Bir şehri fotoğraflamak, geniş
fotoğrafçılık yelpazesinde hangi
türe daha yakındır diye sorulursa
benim cevabım MAKRO fotoğrafçılık olur.
Şehirler, insan müdahalesinin
had safhada olduğu, doğaya en
uç seviyede yabancılaşmış ortamlar olmasına rağmen bir şehri fotoğraflamak doğa fotoğrafçısının
hassasiyetini ister. O bakıştaki
analitik keskinlik ve bütünü oluşturan her bir unsurun kıymetini
Hatta buna “makronun da ultrası” diyebiliriz, yani mikroskobik
algıya yakın, öze yönelik bir bakış
keskinliği ister. Çünkü şehrin kılcal damarları, birbirinden farklı
bin türlü korelasyonun olup bittiği, nice buluşmaların, kaynaşmaların, ayrılıp bölünmelerin cere-
f/64
Doğaçlama
43
Narphotos, Erivan, 2006
yan ettiği derinlikler âlemidir.
Şehri fotoğraflamak bu hassas
yaklaşımı, bu delip parçalayan,
bütünden öze giden bakışı ister.
Sokakların Nabzını Tutmak
Bir şehri fotoğraflamak, fotoğrafın onca uygulama alanından
hangisine daha yakındır diye sorulacak olursa ben en çok SOKAK
fotoğrafçılığına benzer derim.
Çünkü bir şehri fotoğraflamak,
sokak fotoğrafçısının sezgilerindeki keskinliği gerektirdiği kadar,
onun bakışındaki analizci yaklaşıma, onun anlatımındaki sentezci
duyarlılığa ihtiyaç duyar. Sokak
fotoğrafçıları, sokağa yakışan yaratıcı, hınzır ve esprili dili kullanarak şehrin görünümlerine hayatiyet katmayı becerirler.
Şehir, dinamikleri itibariyle sürekli değişen bir görünüme sahiptir. Sokak fotoğrafçılarının doğru
yerden bakarak kurduğu görsel
denklem, bu değişimin karar durumlarını tespit eder. Sokakta gelişen bir sürecin kristalize olduğu
an(lar) hikayenin özünü açığa çıkarmaya çalışan sokak fotoğraf-
f: Kerem UZEL
çılarının aradıkları görüntülerin
kaynağını oluşturur. Olay, karar
kıldığı anda, yani doğası gereği
kurulan denge durumu içindeyken, hem geçmişine hem de geleceğine dair ipuçları taşır. Sokak
fotoğrafçısı tam bu denge durumunu gösteren fotoğrafları arar,
kendi sözü olarak fotoğrafın diline tercüme etmeye çalıştığı görüntüyü yaratma peşindedir.
Bir şehrin nabzı sokaklar kadar
kapalı alanlarda atar. Özel ya da
kamuya açık mekanlar sokak fotoğrafçıları için eşdeğer önem taşır. Bu nedenle bir şehri fotoğraflamak sokak fotoğrafçısının sınır
tanımayan girişkenliğiyle birlikte
bir adap ve erkan sahibi olmasını
gerektirir. Ancak derin bir konsantrasyonla anlatılabilecek yoğun hikayeler sokak fotoğrafçıları
gibi bir şehri fotoğraflayanların
da aradığı görüntülerdir.
Bir Şehir Hikayesi Anlatmak
Bir şehri fotoğraflamak, fotoğrafçılık alemindeki hangi tarza, hangi geleneğe daha uygundur diye
sorulursa hiç düşünmeden BELGESEL fotoğraf derim.
Zaten tarihsel kesitte fotoğrafın
varlık nedeni olarak kabul edilen
“belgeleme” faslından şehirlere
bakan pek çok fotoğrafçı biliyoruz. Belgeleyerek kayda geçirmenin ötesinde, fotoğrafla hikaye anlatmayı esas alan belgesel
fotoğraf, ele aldığı konuyla değil
de izlediği metotla diğer tarzlardan ayrışır. Belgesel fotoğrafın bu
özelliğini dikkate alırsak, pekâlâ
şehre bakan fotoğrafçı bu metodu
esas alarak yola çıkabilir.
Şehir dediğimiz derya deniz birbirinden farklı bileşenlerle ve kâh
yan yana duran, kah üst üste yaşayan katmanlarla kaim. Ayrıca
bu katmanlardan bazılarının her
an kırılmaya hazır fay hatlarının
üstünde oturduğunu bildiğimiz
gibi, kimilerinin birbiriyle hayli
kaynaşmış kenetlenmiş durumda
olduğunu da biliriz.
Her rengi ve türlü kokusuyla şehirler bir büyük anlatının konusu
olabilir ancak. Belgesel fotoğrafın
metodolojisiyle hikayelerine ayrıştırılabilen bu büyük anlatı, bu
yöntem sayesinde derin bir ifadeyle yaşanmışlıkların hakikatine
ulaşmaya çalışabilir. Fotoğrafın
her alanında maharetle deklanşör
f/64
Doğaçlama
44
Patker Photo, İstanbul, 2006 basan fotoğrafçılar bu metotla bütünlüklü bir anlatı
kurma imkanı bulabilirler.
Sanatın dünyasına atılacak adım tam burada, yani
özgür ifadenin yaratıcı yaklaşımla buluştuğu, gerek
hikayede gerek formda aranacak özgünlüğün eşiğinde başlar. Çünkü bir şehri fotoğraflamak, galiba her
şeyden önce o şehrin hikayesini ve o hikaye içinde
sanatçının yaratıcı katkısını ister. Lafı başladığımız
gibi bağlayacak olursak eğer, “bir şehri fotoğraflamak, ruhuna nüfuz etmiş suretlerin peşine düşerek
o şehrin hakikatini aramak işidir,” diyebiliriz.
İki Dilde Merhabarev
Sene 2006...
Paragrafa böyle girince sanki tarihin derin geçmişlerinden bir zamanı çekip çıkarıp önünüze koyacağımı düşünmeyin. Hem zaman daha dün kadar yakın,
hem de olay gayet taze.
2006’nın Mart ayında beşi İstanbullu beşi Erivanlı on fotoğrafçı bir araya gelerek ortak bir çalışma
yapmaya karar vermiştik. Hareket noktamız her iki
toplumun, birbirini yeterince tanımıyor olmasıydı. En başta biz fotoğrafçılar birbirimizin şehrini, o
şehirlerin neye benzediğini, nasıl hayatlar sürdüğümüzü karşılıklı olarak merak ediyorduk. Yüzlerce yıl
birlikte yaşadığımız, aynı coğrafyaları paylaştığımız,
bugün de kapı komşusu olduğumuz halde aramızda
uçurumlar vardı.
Erivanlı belgesel fotoğrafçıların kuruluşu Patker
Photo ile İstanbul’da çalışan Nar Photos kollektifi bu
ortak çalışmayı sürdürebilmek için karşılıklı olarak
AFSAD
Temmuz - Ağustos 2013
f: Nelli ŞİŞMANYAN
birbirimize güvenmemiz gerektiğini biliyorduk. Fotoğrafçılar yaşadıkları şehirleri birbirlerinin gözlerine emanet ettiler. Erivanlı fotoğrafçılar İstanbul’u,
İstanbullular Erivan’ı fotoğrafladılar. Birbirimizin
kentlerinde yedişer gün geçirdik bu süre içinde sadece görünenleri değil, görünenlerin arkasındaki
gerçekleri de fotoğraflamaya çalıştık. Günlük yaşamın görünümlerini, sokaktaki hayatın tezahürlerini
yansıtan binlerce kare çekildi. Bu paralel çalışma
iki şehrin fotoğraflanmasıydı.Uzun süren seçme sürecinin ardından ortaya çıkan fotoğraflarla MERHABAREV adlı bir sergi ile kitap hazırlandı. Kitap
dört dilde Türkçe, Ermenice, Almanca ve İngilizce
basıldı. İki şehrin fotoğraflanması ile ortaya çıkan
bu paralel çalışmanın adı daha önce Yunanistanlı ve
Türkiyeli fotoğrafçıların ortaklaşa gerçekleştirdiği
“KALİMERHABA” çalışmasından mülhem “MERHABAREV” kondu.
“MERHABAREV” Türkçe’deki “Merhaba” ile doğu
Ermenicesinde aynı anlama gelen “Barev” sözcüklerinin mükemmel uyumu ile ortaya çıktı. Bu çalışma
sosyal belgesel tarzda gerçekleşmişti. Fotoğrafçılar
sergiyi önce İstanbul’da sonra Erivan’da, ardından
yurt içinde ve dışında pek çok yerde tekrarladı. Kitap yaygın biçimde dağıtıldı. Çeşitli konuşmalar ve
izlenim paylaşımları yapıldı, röportajlar, radyo ve
televizyon konuşmaları yapıldı.
On fotoğrafçı, “acıların paylaşıldıkça azaldığını, sevinçlerin paylaşıldıkça çoğaldığını” dile getirerek
izlenimlerini ve gözlemlerini anlattılar. Bu süreçte
birlikte olduğumuz Arto TUNÇBOYACIYAN sohbetlerimizin birinde şöyle demişti: “Kendine karşı dürüst olursan fotoğrafın gerçek olur.”
Ucu Sinemaya Dayanan
Şehirler…
Ve
Sinema...
45
Eda ÇALIŞKAN
[email protected]
Kameralı Adam
Dziga Vertov, 1929
Gün doğumundan gün batımına kadar bir kentin serüveni… Akşamın yorgunluğu henüz çökmektedir,
boşalan sokaklara şehrin silueti hakim olur. Şehri
kaplayan uzun sakinliğin bitişiyle insan kalabalıkları şehir meydanına doluşur, otobüsler ve tramvaylar alabildiğine kalabalıktır, şehir uyanmıştır ve
yeni bir gün daha başlamıştır. Yeni bir iş günü... İş
makineleri, fabrika ve madenlerde çalışan insanlar,
dikiş diken kadınlar, tek bir vücut olup adeta ülkeyi
yeniden yaratma çabasındadırlar. Filmin en çarpıcı yanı, sanayi devrimi ile hızlanan hayata yaptığı
dokunuş. Sovyet yönetmen Dziga Vertov’un gözünden, 1929 yapımı, henüz gelişmekte olan sosyalist
bir ülkenin ve orada yaşayan insanların anlatıldığı
belgesel bir film.
Hanasaari A
Hannes Vartiainen ve Pekka
Veikkolainen, Finlandiya, 2009
Helsinki’deki bir kömürlü elektrik santralinin son
günlerini anlatan deneysel bir belgesel. Helsinki’nin kent yapısı değişiyor, eski sanayi tesisleri
yıkılarak yerlerine modern konut siteleri inşa ediliyor. Hannes Vartiainen ve Pekka Veikkolainen, bu
ilginç öyküyü anlatmak üzere fotoğraflar, animasyon, aktüel çekimler ve grafik çizimleri başarıyla
biraraya getiriyor.
Megakentler (Megacities)
Michael Glawogger, Avusturya, 1998
Mumbay, Meksiko, New York ve Moskova. İnsanlar bu dört şehrin sokaklarında, gece kulüplerinde,
fabrikalarında, çöplüklerinde, tren istasyonlarında,
restoranlarında hatta evlerinin içinde bile hayatlarını sürdürmek için kıyasıya mücadele ediyor. Her
şehirde yaşam mücadelesi veren insanlar.. Şehrin
ritmine ayak uydurma çabasıyla hırpalanan insanlar... Yönetmen Glawogger, “İşçinin Ölümü”nden
sonra çektiği bu ikinci belgeselinde, yer yer kurmacaya göz kırpan bir tarzla, megakentleri içinde yaşayan insanlarının aracılığıyla anlatıyor.
Berlin, Bir Şehir Senfonisi (Berlin:
Die Sinfonie der Grosstadt)
Walter Ruttmann, Almanya, 1927
Şehir senfonisi türünün en ünlü örneklerinden biri
olan film, iki savaş arasındaki Berlin’de bize zaman
yolculuğu yaptırıyor. Savaş yorgunu Berlin’i farklı
bir bakış açısıyla anlatan film, kendi dalında klasiklere girebilme özelliği taşıyor kanımca. Kameranın,
dönemine göre bu denli özgür ve hareketli oluşu,
şehirde dolaşarak, görsel izlenimler üzerinden günlük hayatı özetliyor. Filmin dinamik kurgusu, izleyeni Berlin’e bağlamaya hedeflenmiş adeta…
Ve şehirde yaşam alanı biraz daha daralıyor... Şehir
ve yaşam konusunda etkileyici yapımlardan biri de
2012 yılında Türkiye’den geliyor...
Ekümenopolis,
Ucu Olmayan Şehir
İmre Azem, 2012
Film ismini; 1967 yılında Yunanlı şehir plancısı Constantinos Doxiadis tarafından ortaya atılan
“ekümenopolis” teriminden alıyor. Ekümenopolis;
dünyanın geleceğinde bütün kentleşmiş alanların
ve megapollerin kuşaklar halinde birbirleriyle birleşeceği ve tek bir şehir oluşturacağı fikrini özetliyor.
Yönetmen İmre Azem, varlığı ile insanlık üzerinde
oluşturduğu baskıyla ciddi bir tehdide dönüşen,
“şehirde kaos” kavramına dikkat çekiyor. Film; ucu
olmayan şehir İstanbul’un bir gün civar şehirlerle
birleşme ihtimalnii konu alıyor, bağlantılı olarak,
kentsel dönüşümün yaşama etkileri, geçici çözümlerde boğulmanın anlamsızlığı, nüfus yoğunluğunun tüm cüretiyle ensemizde duruşuna da eleştirel
yaklaşımda bulunuyor. Son yıllarda yapılan en iyi
ve akıcı anlatımlı belgesel filmlerden biri olmasının yanı sıra teknik olarak animasyon ve çizimlerle
kurgu dili de daha dinamik hale getirilmiş. Ayrıca
dramatik alt yapısının gücü, kentin içine girmemizi, filmde yaşamamızı, insanların çaresizliklerine
ortak olmamızı sağlıyor. Film bitiminde ise bir çok
şeyi aynı anda düşünüp sorgulamaya başlıyoruz.
Yönetmenin konuya bakış açısı tek taraflı değil.
Kentsel dönüşüm projelerinin çekici yüzünün arkasında, insanların çaresizliği, çevreye olan duyar-
Ve
Sinema...
46
sızlığımız bir bir yüzümüze
vuruluyor.
İnsanoğlunun
bencilliği
ve tüm sayılan nedenlerle
içinde bulunduğumuz şehirlerin yavaş yavaş bizleri
yutmasının yarattığı tehdit,
filmin konuya yaklaşımlarından biri... Tüm dünyada
sanayileşmenin ve nufüs artışının doğal bir sonucu olarak kentin sakinlerini boğma tehlikesi; Türkiye’nin en
yüksek nüfuslu, bir çok topluma hizmet etmiş, yorgun
şehri, İstanbul üzerinden
anlatılıyor aslında. Ülkemizin en çok göç alan şehri olması, durumun vehametini
iyiden iyiye arttırıyor.
AFSAD
Temmuz - Ağustos 2013
Türkiye ve Almanya ortak yapımı olan “Ekümenopolis”, 4. DOCUMENTARIST İstanbul Belgesel Günleri’nden “Yeni Yetenek
Ödülü”, 44. SİYAD Ödülleri’nden
“En İyi Belgesel Ödülü” ve İstanbul Mimarlar Odası, Mimarlık ve
Kent Filmleri Festivali’nden “En
İyi Belgesel Ödülü”nü kazandı.
Bağlarken... Sinema gibi yaşamın
içinde olan bir sanat dalının kent
grafiğine değinmesinin etkili sonuçları, tüm dünyada izlenmeye
değer örnekler olarak karşımıza
çıkıyor. Aklıma gelen birkaç çarpıcı öneri ile naçizane katkım olsun istedim…
Sinema dolu günler…
Sokak Fotoğrafçılığı
47
Kâmuran FEYZİOĞLU
Sokak hep içinde olduğumuz, yaşadığımız ve yaşattığımız bir alan olması
sebebiyle, fotoğraf meraklılarının
ilgisini hep çekmiştir. Sokağın dolayısıyla yaşamın en doğal hallerini
karelemek ve gelecek nesillere aktarmak, biz fotoğrafçılarda daimi telaştır. Geçmişten gelerek kapımızı çalan
o fotoğraflar hayalimize düştüğü an,
negatifimize veya algılayıcımıza düşecek o izin heyecanı da aynı kapıda
beliriverir. Ancak görüldüğü kadar
kolay olmayacağını da ilk deneyimle
birlikte anlamak zor olmayacaktır.
Ne kadar içinde olduğumuzu düşünsek de içselleştirdiğimiz alanın
dışında kalarak, dışarıdan bir göz
olabilmek de bir o kadar zordur. Bu
işin incelikleri veya püf noktaları var
ise de biz bilemeyiz. Zaten fotoğrafçılıkta “püf noktası” diye bir şey yoktur, deneyimler ve hayata dair tüm
pratikler vardır. Sokak dediğimiz kamusal alan da tam da bu pratiklerin
bir uygulama alanı olarak karşımıza
çıkmaktadır.
Bu ay yorumlayacağımız kitap, Sokak
Fotoğrafçılığı. Clive Scott iyi bir araştırma kitabı sunmuş bizlere. Sokak
fotoğrafçılığının tam olarak ne olduğunu, özellikle belgesel fotoğraftan
ayrıldığı noktaları, kökenlerini, empresyonizmle (izlenimcilik) ve dönemin sanat akımlarıyla olan ilişkilerini ele almış kitabında. Kent algısını,
Paris’in Haussmann tarafından yeniden planlanmasını ve bunun kentin
yaşantısındaki psiko-dinamik algıyı
nasıl değiştirdiğini anlamaya çalışırken, anlatmaya da çalışıyor.
Biz hala “resim değil fotoğraf” demeye devam ederken, Clive Scott “Stüdyodan Sokağa” bölümünde, yüzey
üzerinde anlatım dilini kullanan iki
alan olan resim ve fotoğrafı tarihsel
verileriyle harmanlıyor. Dönemin
ressamlar için fotoğraf çeken fotoğrafçıları nı da göz önünde bulundurarak ve tablolardan yola çıkarak, kenti
resmeden ressamlar ile kenti fotoğraflayan fotoğrafçıları ortaklaştırıyor.
Yazar, kitabın her bölümünde rastlanan sokak fotoğrafçılığı ve belgesel
Okuyoruz
fotoğraf ayrımını ayrıca bir bölüm
olarak ele alıyor. Berger’in, “masalcı,
ressam yada aktörün tersine fotoğrafçı her bir fotoğrafında sadece tek bir
temel tercih yapar, fotoğraflanacak
anın tercihi” (S:79) sözünü anımsatıyor ve bu ana, sokak fotoğrafçısının
ne kadar sadık kaldığı ve önemsediğini; belgesel fotoğrafçısının ise özne
hakkında bilgi iletmeye yönelmesinin, fotoğraflama eylemlerinde ne
kadar önemli olduğunu vurguluyor.
Buradan Bresson’un meşhur “karar
anı” teorisine de ulaşıyoruz ister istemez; “görünenin kamera vasıtasıyla
sezgisel yakalanışı” olarak tekrar tekrar bahsediliyor. Sokağı daha fazla
içselleştirip tanımaya yönelik bölüm,
sokak sanatları ve zanaatları bölümü
ile başlıyor. Bu bölümde yazar, gece
ile gündüzü arasındaki değişkenliği,
orada olup bitenleri ve her biri yeni
başlayan maceraları, fotoğrafçıların
yaptığı çalışmalarla birlikte ele alıyor.
Fotoğrafın anlatım dili, görselin zenginliği ve her fotoğrafta belki de sil
baştan yeniden başlayacak olan anlatım ve çağrışımlarımız için hazırladığı bölüm, “dilin uygunluğu ve uygun
bir dil” bölümünde inceleniyor. Bu
bölüm, özellikle Roland Barthes’ın
alıntı yorumlarıyla zenginleştirilmiş
olarak karşımıza çıkıyor.
Haussmann’ın Paris’i üzerinden bir
kentin değişimi ve dinamikleri üzerine, “sokaklar, yapılar ve cinsiyetli
şehir” bölümünde gidiliyor. Sokak
kentin içinde kamusal bir yaşam alanı olması sebebiyle değişimin halk,
gruplar ve kentin cinsel kimliğine
olan etkisi vurgulanıyor.
Kitaptan birkaç alıntıyla yazımızı
sonlandıralım:
“Benim daha çok ilgilendiğim, izleyiciler olarak, bireysel algımızın, sokak
fotoğrafıyla olan ilişkisinde, anlaştığı
yollar ve fotoğrafın varsayılan tarihinin, algının kişisel geçmişleriyle,
algısal otobiyografiyle, fotoğrafçılığın kendine has tarihi geri alma ve
tarihin elde edilebilirliğini yeniden
Sokak Fotoğrafçılığı/Clive Scott
Çeviri:Hüseyin Yılmaz/Espas Yayınları/230 s.
tanımlama yoluyla nasıl mücadele etmesi gerektiğiyle alakalı” (S:193).
“…orası ve sonrası ile burası ve şimdi
arasında, fotoğrafın çözemediği bir
süreklilik krizi vardır. Fotoğrafik geçmiş sırasız anların geçmişidir, yerini
belirleyebileceğimiz bu görüntülerde
zamansal olarak bir ardışıklık yoktur.
Hepsi kendine ayrılmış zamandadır
ve bu yüzden fotoğraflar şimdiki zamanla, kendine has bir havada ilişki
kurarlar. Aslında fotoğrafçılığın sonradan ziyade, orada olmaya eğilimi
vardır; başka bir zamandansa başka
bir yerde olmaya…Bu yüzden genellikle bir fotoğrafa bakıldığında,
görüntüyü yokmuş gibi değil “herhangi bir yerdeymiş” gibi düşünürüz
(s:195)”.
Çeviri açısından bizleri çok mutlu
etmeyecek bir kitap olmasına rağmen inat ederek okunmaya değer.
Önümüz tatilken denizin kenarında
okurum diye düşünüyorsanız sizleri
biraz yoracağını söyleyebilirim. Kitaplar yazlık, kışlık diye ayrılamaz elbette ama okuması zahmetli bir süreç
sizleri bekliyor, ancak inatla okursanız edineceğiniz bilgilerin paha biçilmez olacağını da eklemeden geçemeyeceğim.
Doğaçlama
Kent Parkları ve Kentli Ruhu
48
Irmak SOLDAMLI
Çevresinde yeşil alanı olmayan bir yerleşim yeri düşünebilir miyiz?
Yeşil alanlar, kent yaşamında çatısız, duvarsız evlerimizdir adeta. Burada yorgunluğumuzu atar, huzuru
soluklarız, güzel zamanlar geçiririz. Kentlerdeki parkların sağlık ve sosyal yaşam açısından önemi büyüktür. Öncelikle, her yaştaki insana ve toplumun bütün
kesimlerine hitap eder. Zengini, fakiri, genci, yaşlısı
birdir parklar için. Çocuğunun elinden tutan ebeveynin
ilk uğrak yeridir, kimi zaman aşkların doğduğu, kimi
zaman yaşlıların sohbet mekanı, kimi zaman evsizlerin
yuvası, hayvanların yaşam alanıdır. Kimseyi ayırmaz.
Herkesi kendine davet eder, herkesle vakit geçirir.
Belediyelerin yetki sınırları dahilinde olan parklarda,
halkın düşüncelerinin ve isteklerinin bertaraf edilerek, kent işlevi ve estetiğine aykırı projelerle yeniden
yapılandırılması, nefessiz kalan kentlilerce tepkiyle
karşılanmaktadır. Hepimiz biliyoruz ki parklar üzerinde bireysel kararların alınamayacağı, toplumun ortak
kullanımına açık kamusal mekanlardır. Yakın zamanda tanık olduğumuz Gezi Parkı olayları da, kent yaşamı
içinde zaten sıkışmış olan yeşil alanın, halkın isteminin
dışında, farklı değerlendirilmesi girişimi nedeniyle tepkileri üzerine çekmiştir. Ülkemizde yapılaşma mantığı,
doğal yeşil alanları koruyan bir anlayış yerine, plansız
ve kamu yararı gözetilmeksizin gerçekleştirilmektedir.
Bilinçsiz şehirleşmenin, büyümenin, her yere inşaat
yapmanın bedeli, daha büyük zararlarla kapanmaz.
Unutulmamalıdır ki doğa eninde sonunda kendinden
alınanı geri alır…
Kent parkların kentli üzerindeki sosyo-kültürel etkilerini ve tarihsel gelişimini araştırmak, varoluş nedenlerini kavramak, parklara/ yeşil alanlara yönelik değişimleri izleyip değerlendirmek, sonuçlarını toplumla
paylaşmak akademik çalışmaların başlıca konularından olmuştur.
Konu ile ilgili olarak akademisyenlerimizden
Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Peyzaj Mimarlığı Bölümü’nden Doç Dr. Aydın Özdemir’
in çalışmalarına dayalı tepsitlerine ve görüşlerine başvurduk;
“Demokratik toplumların kent yaşamında vazgeçilmez
öğeleri kent meydanları ve parklardır. Türk toplumunda da kentler meydanları ve geniş park alanlarıyla anılmıştır. Osmanlı’da mesire yerleriyle başlayan süreç,
Cumhuriyet döneminde Millet Bahçesi, Güven Park ve
Gençlik Parkı ile süregelmiştir. Bu alanlar, bireylerin
AFSAD
Temmuz - Ağustos 2013
boş zamanlarını değerlendirmesi ve doğadan yararlanması için oluşturulan geniş yeşilliklerdir. Ayrıca kültürel ve kişisel çeşitliliğin sergilendiği ve demokratik,
açık görüşün vurgulandığı alanlardır. Ancak son yıllarda meydanlarımız ve parklarımıza birşeyler oluyor.
Çeşitli müdahaleler var. Bunlara geçmeden önce, bu
alanların öneminden bahsedelim.
Tanımlı kent boşlukları olan kent parkları, insanları
bir araya getiren simge alanlar olmaları nedeniyle birey ile toplum arasında iletişimi sağlar. Grupların bir
araya gelmesi her an bir sosyal aktivite oluşturmakta,
kutlamalar, eylemler, konserler, sergi ve gösteriler gerçekleşebilmektedir. Diğer insanlarla bir arada bulunmak ve onları izlemek hepimizi olumlu etkiler. İşte bu
biraradalığı sağlayan ve zaman içinde şekillenen alanlar kent parkları ve meydanlardır. Madem bu alanlar
kamusallığın gereği olarak herkesin kullanımına açık,
neden özgürce hareket edemiyoruz? Bizi engelleyen ve
durduran ne? Ülkemizde salt birer kamu alanı olarak
tarif edilen parklar ve meydanlar yönetimlerin politik
ve siyasal bakış açılarına göre şekillenmekte. Bunun
belki de farkında değiliz ama her hafta sonu gittiğimiz kalabalık alışveriş merkezleri bizi bu açık alanlardan biraz daha uzaklaştırıyor. Sadece alanlardan değil
birbirimizden de uzaklaşan bir toplum haline geldik;
araçlarımız çok değerli ve onlar için en güzel park yerini bulmak için uğraşıyoruz. Çağdaş yaşam biçiminin
bize sunduğu yeni alışkanlıklarımız var artık… Eskiden
Güven Park’ta anıtın önünde buluşurduk. Şimdi kapalı
ve yapay alanlara akın ediyoruz, zamanı unutarak ve
unutturularak. Bu durum,tüketim toplumunun bir gereği olsa gerek. Çünkü parkta alışveriş yapmak mümkün değil.
Çevremizdeki değişimler o kadar hızlı oluyor ki kentimizin nasıl bu hale geldiğini farkedemiyoruz. Binalar
hızla yükseliyor, sokaklarımız bir gecede isim değiştiriyor, yıkılan yerler hemen değerlenip otoparka dönüşüyor…Bu süreçte sahip olduğumuz birkaç yeşil alan ne
kadar da değerleniyor; Kuğulu Park ve Gezi Parkı gibi…
çadırları kurup bekçilik yapmak zorunda kalıyoruz.
Bir zamanlar Atatürk Orman Çiftliği vardı. Evet, başkentin ortasında bir Çiftlik! Bozkırda yeşeren başkent
için bir hayal…Ne kadar değerli bir arazi parçası…Bu
alanı talan etmek için “hiç birşey” yapmamak belki de
tek çareydi. Bırakalım kendi kaderine terkedilsin. Oysa
şimdi, kent parkı ve meydanı olmayan bir başkentte sonunda bir tema parkımız da oldu...
Kent insanının doğaya olan özlemi yeşil alanlarla giderilmeye çalışılırken kentsel yaşamın olumsuzluklarını
Doğaçlama
49
kalabalıklar, kontrolsüz sosyal çeşitlilikten daha karlı
olur” mantığı ile bu mekanları tasarlamaktadır.
Yeni tüketim mekanlarının oluşması ile zamanla kentli kent merkezlerini ve kent parklarını kullanmaz ve
diğer kentlilerle açık mekanlarda buluşamaz duruma
gelmiştir. En son ne zaman bir parka gittiniz, gitseniz
bile sanırım hemen sıkıldınız. Çünkü sizi eğlendiren
şeyler orada yok! Artık politik aktivitenin yerini yönlendirilmiş tüketim davranışları almaktadır. Bu kapalı
alanlarda kullanıcılar kentli olma bilinçlerini kapıdan
geçtiklerinde unutarak merkez yöneticilerinin istediği
şekilde hareket etmektedir.
Gezi Parkı, 5 Haziran 2013
f: Yusuf ASLAN
bir an olsun unutuyoruz. Parkta gürültü, kirlilik, karmaşa ve düzensizlik yok. Herşey planlı ve olması gerektiği gibi. Doğanın birer parçası ve kopyası gibi. Kent
içinde doğal habitatlarla karşılaşıyoruz. Sokak hayvanlarına ev sahipliği yapıyor. Ancak kentin her metrekaresi değerli. Kent toprağında müthiş bir rant kavgası
yaşanıyor. Park alanlarının yerini yapılar almaya başladı. Yeni tüketim mekanları cazibesi ve ilgi çeken isimleriyle bizleri karşılıyor. Alışveriş merkezlerinde sanırım
hiç yüksek sesle konuşan ya da gösteri yapan birilerini
görmediniz. Çünkü herşey kontrol altında ve siz nasıl
davranılması isteniyorsa o şekilde hareket ediyorsunuz.
Son 20 yılda ülkemizde ekonomik düzende oluşan köklü değişimler sonucu bu iletişim ve karmaşa yeni boyut
kazanmış ve sonuçta yeni tüketim mekanları ile alışveriş aktiviteleri özel sektörün kontrolüne geçmiştir. Bu
süreçte kamusal dış mekan da özelleşmektedir. Artık
kent halkının boş zamanlarını değerlendirme konusunda ilk akıllarına gelen yerler, dış mekanın doğaya
erişim dışında tüm özelliklerini sunan alışveriş merkezleri olmaktadır. Bu merkezlerin yöneticileri, güvenlik ve tüketim merkezli yapı ve mekanlar tasarlama
yoluna giderek halkın rekreasyonel alışkanlıklarında
değişimler yapmışlardır. Bu kapalı mekanların plancıları, özel sektörün yönlendirmesi ile “kontrol edilebilen
Şimdi kentsel dönüşümle yeni tip yerleşim merkezlerinin oluşumu da, demokratik kentsel kimlik üzerinde
tehdit edici uygulamalardan. Rezidans, Tower ya da Konak olarak adlandırılan modern konutlardan ev alma
yarışındayız. Merak etmeyin hepsi aslında birer apartman, kimisi on kimisi otuz katlı. Bu yeni yaşam merkezlerinde çocuklarımız güvende, geniş yeşil alanlar ve
yapay göletler yanında balkonlarda yer alan bahçeler
de “doğa” sembolik olarak bizlere sunuluyor. Ne var ki,
bu yeşil alanlara sadece toplumun belirli bir sınıfı sahip
olabilmekte ve bu alanlara site sakinleri dışında insanların girmesi engellenmektedir. Özel korumalar, şifreli
kapılar, kameralarla herkes güvende… Çevremizde bu
kadar tehdit var mı? Yoksa biz mi bu korkuyu yarattık?
Tıpkı kent meydanında yaratılan korku gibi. Onun da
bir çözümü bulundu; kamusal alan artık özelleşti.
Peki biz plancı ve tasarımcılar olarak bu değişime ayak
uydurabildik mi? Elbette hayır. İş kapma bahanesiyle
bizlere söylenen şeyleri projelerimize aktardık. Mutlak
korunması gereken tarihi yerleri kullanımlara açtık.
Elbette hedefimiz, iletişimin, hareketin ve sosyalleşmenin özgürce ve rahatlıkla sağlanacağı mekanlar yaratmak. Bizlere öğretilen de bu. Eğer bu hareketi kontrol
etmek yeni amacımız ise sanırım bu amaca ulaştık. Bir
sonraki aşama ise daha ürkütücü; kamusal yaşam biçimi olmazsa kamusal mekana da ihtiyaç duyulmayacaktır.
Bırakalım sosyal hayat biçimi planlarımızı ve tasarımlarımızı yönlendirsin. Bireyi ve toplumu planlarımıza
dahil edelim. Önce Güven Park ve Kuğulu Park’ta, şimdi ise Gezi Park’ında her kesimden bireyler biraraya gelerek kamuyu ve kamusal alanı yeniden tarifledi. Bize
düşen görev bu engellenemez hareketi fiziksel olarak
yeniden oluşturmak… Her ne kadar bireyselleşsek ve
yalnızlaşsak da köklerimizden kopamayız. Biz kalabalıkları severiz ve toplu hareket ederiz. Yine kamusal
mekanı biz şekillendireceğiz.”
Usta
İşi
Doğaçlama
Michael Wolf
50
Sibel ACAR
Wolf’un kamerası, çeşitli görsel yaklaşımlar ve açılarla zamane kentinin
akışındaki insanın durumunu gözler önüne seriyor. Kenti ve içindeki yaşamı,
insanın yapma etme, şekillendirme, uzlaşma, kendini ifade etme gücünün
altını çizen bir yaklaşımla çok katmanlı olarak belgeliyor.
Dünya ekonomisinin nabzının attığı, üretim ve tüketim merkezleri
mega kentler… Her geçen gün daha
fazla insana sınırsız lüks ve öldürücü yoksulluk arasındaki yelpazede
yaşama koşulları sunan distopya.
Michael Wolf, objektifini mega
kentlerdeki yaşama çevirmiş bir
fotoğrafçı. Wolf, kentin mimarisini
ve sokak yaşantısını klasik bir yaklaşımla belgelemek yerine kent insanının küresel ve yerel olanla nasıl
uzlaştığı, üretim ve tüketim ilişkileri, mimariyle ve kentin kurgusuyla
ilişkili olarak mahrem ve kamusal
alanların iç içe geçişi gibi modern
kent yaşamının sorunsallarına
odaklanan projeler üretmekte.
1956 Münih doğumlu Alman fotoğrafçı, Kanada, Avrupa ve ABD
de yetişti. Berkeley’de okudu. Essen The Folkwang School’da Otto
Steinert ile çalıştı. 1994’de Hong
Kong’a taşındı ve haber fotoğrafçılığı yaptı. 2001 yılından bu yana
kendi projelerine yoğunlaşıyor.
Wolf’un Stern Dergisi için en son
ürettiği “China: Factory of the
World” (Çin: Dünyanın Fabrikası)
çalışması sırasında ilk büyük sanat
projesinin fikri de belirir. 2004 yı-
lında “The Real Toy Story” (Gerçek
Oyuncak Hikayesi) adını verdiği
bir enstalasyon gerçekleştirir. Bu
çalışma için, Kaliforniya bölgesindeki ikinci el mağazalardan ve bitpazarlarından, arkasında “made in
China” (Çin’de üretilmiştir) yazan
oyuncaklar toplar. [1 nolu foto]Galerinin bütün duvarlarını oyuncaklarla kaplar, oyuncakların arasına
oyuncak fabrikalarındaki işçilerin
portrelerini yerleştirir. Tüketilen
nesne yığınlarının arasından izleyiciye dikilmiş bakışlar, bu küresel
arz talep ilişkisinin ardında, çalışan
insanların gerçeğini yüze vurmaktadır. Doğrusu bu ilk çalışmanın
altını çizdiği olgular Wolf’un gelecekteki projelerinin konularına
dair ipuçları vermektedir: Mikro
ve makro perspektiflerin çakıştırılması, toplama takıntısı, sıradan detayları fotoğraflayarak onlarda gizli
sembolik değerleri açık etmek.
Hong Kong’u konu edindiği bir dizi
çalışmasından biri olan “Architecture of Compression” (Yoğunluğun
Mimarisi) çalışmasında gökyüzünü ve ufuk çizgisini yok ederek binaları sonsuza uzanan iki boyutlu
yüzeylere indirger. [2 nolu foto]
Bu çeşit formalizm ve mimariye
kütle olarak yaklaşmak Bernd and
Hilla Becher’in ekolünden olsa da
Wolf, mimariyi etrafındaki günlük
yaşamla birleştirerek belgeler. Bu
devasa beton kütleler, insandan
yoksun gibi görünürler ancak asılı
çamaşırlar gibi ufak detaylar, her
The Real Toy Story, Enstelasyon
AFSAD
Temmuz - Ağustos 2013
Michael WOLF
Usta
İşi
Doğaçlama
51
The Architecture of Compression
f: Michael WOLF
bir çerçevenin içinde süre giden yaşamlara işaret
eder. “Back Door” (Arka Kapı) çalışmasında ise
arka sokaklarda şehrin katmanlarının izini sürer.
Kurumaya bırakılmış iş eldivenleri, kanalizasyon
borularının iç içe geçmiş formları, boruya sıkıştırılmış süpürge gibi günlük yaşamın detaylarına
yoğunlaşır. İşlevselliğin forma tercih edildiği detaylardaki güzelliği ve yerel olanı bulup çıkarır.
[3 nolu foto]Bu fotoğraflarda da hiç insan göremesek de yaşantılarına dair pek çok ipucu buluruz. “100x100” çalışmasında ise Hong Kong’da
bir toplu konut kompleksi içinde yer alan 100 evi
aynı bakış noktasından fotoğraflar. Bu çalışmasında ev sahiplerini kendi mekanları içerisinde
görürüz ancak orada bulunuşları bu çalışmayı bir
portre serisi yapmaz. Tek tipleştirilmiş mekânları
nasıl kişiselleştirdikleri, nasıl birbirinden farklı
özgün dünyalar yarattıklarının göstermenin bir
parçası olarak kadraja dâhil edilirler.
Wolf’un yukarıda bahsi geçen çalışmalarını fotoğrafçıya konu içerisinde bir rol vermeden olup
bitene dâhil olmadan, dışarıdan bir gözlemci
konumunu koruyarak ürettiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Oysaki 2008 yılından bu yana
gerçekleştirdiği “Transparent City” (Şeffaf Kent),
“Street View” (Cadde Görünümü), “Tokyo Compression” (Tokyo Kompresyon) çalışmalarında
Back Door
f: Michael WOLF
Usta
İşi
Doğaçlama
52
f: Michael WOLF
The Real Toy Story, Enstelasyon
kameranın arkasında fotoğrafçının izleyen bir göz olarak rolünün sorgulandığı bir yaklaşımla karşı karşıyayız. Ayrıca kent insanının izlenebilir olması, kentin onu
istemediği bakışlardan kaçamayacağı mekânlara hapsetmesi gibi modern kent yaşamının tartışmalı olguları
son yıllarda yaptığı çalışmalarının ortak paydası.
[5,6 nolu foto] Şikago’nun mimarisini konu edinerek yüksek bir bakış noktasından gökdelenleri çektiği
“Transparent City” isimli çalışması teknik olarak Hong
Kong çalışmasına benzese de mimarinin farklı oluşu
bambaşka bir sonuç yaratır. Şikago’nun cam cepheli
gökdelenlerinin şeffaflığı nedeniyle içeride süregiden
yaşamlardan kesitler de kadraja girer. İnsan bedeninin devasa kütleli yapılar yanında boyut olarak küçücük kalmasının, betonun sertliği sağlamlığı karşısında
bedenin incinebilirliği algısının yarattığı gerilim hissedilir. Öte yandan, devasa bir kütlenin üzerindeki küçük
bir noktaya optik bir alet marifetiyle yaklaşarak bakış
atmak, mikroskopla ya da teleskopla kent yaşamına
bakmaya benzemekle beraber fotoğrafçıyı bir çeşit
röntgenci konumuna düşürmektedir.
Günümüz kentinde insanların günlük yaşantıları güvenlik kameraları, uydu görüntüleri, cep telefonu kameraları nedeniyle her an kayıt altında. “Street View”
serisinde sanatçı, Google görsellerinden bazı sokak görüntülerinden detayları seçip büyüterek sokak fotoğrafının büyük ustalarının unutulmaz karelerine göndermelerle izleyiciye sunuyor.
“Tokyo Compression” da ise camlara yapışmış yolcular
görüyoruz, bu defa yoğunluk Hong Kong çalışmasında
izlediğimiz mimari yoğunluk değil insan yoğunluğu:
İnsanların günlük hayatlarının bir diliminde metroda
sıkışmış, diğer insanların bakışlarıyla kuşatılmış olAFSAD
Temmuz - Ağustos 2013
Transperant City
f: Michael WOLF
maları durumu. Hem bakanın bakışını kaçıracak yeri
olmayışı hem bakılanın kaçacak yeri olmayışı, sadece
bedenlerle sıkıştırılmış olmanın değil bakışlarla kuşatılmış olmanın verdiği rahatsızlık hissi… Fotoğrafçıya
maruz kaldıklarında kurbanların kareden çıkmak için
kaçabilecekleri bir yer yok.
Michael Wolf çeşitli görsel yaklaşımlar ve açılarla za-
Usta
İşi
Doğaçlama
53
f: Michael WOLF
Transperant City
Street View
f: Michael WOLF
mane kentinin akışındaki insanın durumunu gözler
önüne seriyor. Kenti ve içindeki yaşamı, insanın yapma etme, şekillendirme, uzlaşma, kendini ifade etme
gücünün altını çizen bir yaklaşımla çok katmanlı olarak belgeliyor. Böylelikle günümüz kent yaşamının sadece yerel değil küresel gerçeğiyle de uğraşan bir çalışmalar bütünü üretmekte.
Tokyo Compression f: Michael WOLF
Çalışmaları hakkında basılmış pek çok kitabın yanı
sıra işleri 2010 Venedik Bienali de dahil olmak üzere
pek çok prestijli galeri ve müzede sergilenmiştir. Eserlerinden bazıları Metropolitan Museum of Art, the
Brooklyn Museum, New York; the San Jose Museum
of Art, California; the Museum of Contemporary Photography, Chicago; Museum Folkwang, Essen and the
Usta
İşi
Doğaçlama
54
German Museum for Architecture, Frankfurt, kalıcı sergilerinde yer almaktadır. 2005
ve 2010 yıllarında World Press Photo ödülüne layık görülmüştür.
Michael Wolf’un çalışmaları ülkemizde kendisini temsil etmekte olan Elipsis Galeri
aracılığıyla iki kez sergilenmiştir. “Architecture of Compression” ve “Tranparent City”
serilerinden bir seçki 2009 yılında, “Street
View” ve “Tokyo Compression” serisindeki
işlerinden oluşan “Seni İzliyorum” isimli
ikinci sergi ise 2011 yılında İstanbul’da izleyiciyle buluşmuştur.
Kaynakça
http://photomichaelwolf.com/
http://www.elipsisgallery.com/images/michaelwolf/sergi_michaelwolf_tr.pdf
http://www.elipsisgallery.com/images/michaelwolf/seniizliyorum_basinbulteni.pdf
AFSAD
Temmuz - Ağustos 2013
Tokyo Compression f: Michael WOLF
Kente Karşı İşlenen Suçlar
Fotoğraf
Okuma
Doğaçlama
55
Halil Nadir EDE
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi
Fotoğraf Bölümü Öğretim Görevlisi
“Kente karşı da suç işlenir mi, kent
canlı mı?” diye sorabilirsiniz. Bana
kalırsa kentler de canlı organizmalardır. Doğarlar, yaşarlar, yaşatırlar ve artık yaşanamaz yerlere
dönüşünce de ölürler. Tarih bunun
örnekleriyle dolu. Ölüp toprağın
derinliklerine gömülmüş pek çok
kent var. Eğer kentler ölmeseydi
arkeologlar işsiz kalırdı...
Tabii kentlerin ölüp kaybolması
için pek çok sebep var, bunların
bir bölümü, deprem gibi doğal sebepler. Bazen de biz yaşadığımız
şehirlerin boğazını sıkıp onu öldürmeye çalışıyoruz. Tıpkı Nasrettin
Hoca’nın bindiği dalı kesmesi gibi,
biz de içinde yaşadığımız kentin
yaşanmaz bir yer olması için ade-
ta yarışıyoruz. Yaşadığımız kente,
kentlere, ülkemize ve ne yazık ki
gidecek başka bir yerimiz olmadığı
halde, dünyamıza karşı suç işliyoruz.
Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği ve Fotopya’nın bu suçları belgelemek üzere düzenlediği yarışmaya
gelen fotoğraflar, kente karşı işlenen suçların çarpıcı örnekleri ile
doluydu. Ben burada sizlere, beni
de etkileyen iki örneği teknik ve
içerik olarak okumaya çalışacağım.
İlk fotoğrafın önce içeriğine bakalım. Suç o kadar belirgin ki bakar
bakmaz sizi çarpıyor. Solda yığılmış
çöpler bir taraftan denize karışıyor.
Denizin bile rengi kirli sarıya dö-
nüşmüş. Uzakta kent biraz mahcup
bir suçluluk duygusu içinde kendi
felaketine korku ile bakıyor. Kendisini yaratan insanların, hoyratça
kendisini ölüme doğru sürükleyişlerini çaresizlikle izliyor gibi. Karamsarlığı gri bulutlar tamamlıyor.
Fotoğrafta sadece rengarenk çöpler
mutlu görünüyor. Fotoğrafın tümü
bir çaresizlik çığlığı gibi.
Teknik kısmına gelince; soldan
denize nerede ise 45 derecelik bir
eğimle inen çöp yığını fotoğrafa hareket katıyor. Ufuk çizgisinin yerleştirilişinde belirgin bir kararsızlık
var çünkü fotoğrafın altı, yani deniz
de fotoğrafın üstündeki kara bulutlar kadar önemli kompozisyon için.
Uzaktaki şehrin çöp yığını kadar
f: Garip YÖRÜK
Fotoğraf
Okuma
Doğaçlama
56
f: Erkan KALENDERLİ
parlak ve büyük olmayışı perspektiften kaynaklanıyor
ama bu da anlamı tamamlamak için gerekli. Bence fotoğrafın tek kusuru ufuk çizgisinin belli belirsiz sağa
doğru eğik oluşu.
daha koyu ve farklı kıvrımlarla bize sunarken şekillerin
zıtlığı ile duygusal kontrastı vurgulamış. Arka plandaki
artık iyice uzakta kalan şehir dokusu ise büsbütün çaresiz bir bekleyiş içinde.
İkinci fotoğrafta ise, dijital fotoğrafın tüm imkanları
kullanılarak sonumuzun ne olacağı adeta yüzümüze
vuruluyor. Ön planda, keskin yükselip alçalmalarla
köprü bizi sanayinin korkunç yüzüne taşıyor. Tarihi
köprü daha insanca ve doğaya uyumlu. Ulaştığımız
yerde görünen fabrika ise adeta bizleri yok etmeye çalışan bir canavar gibi boydan boya uzanıyor. Köprüyü
oluşturan taşların sıcak ve doğal görüntüsüne karşı
fabrikanın, boruları, kazanları, bacaları medeniyetin,
çevreyi kirletmek olmaması gerektiğini hatırlatıyor. En
arkada ise ümitsiz bir bekleyiş içinde gibi duran kent.
Biz yarattığımız bu dehşet senaryosu içinde adeta kaybolmaya mahkumuz. Üstelik bu sadece bizim ülkemize
has bir sorun da değil. Bütün dünyada çarpık kentleşme ve bunun sonucunda ortaya çıkan sorunlar acil çözüm bekliyor.
Bu fotoğraf, fotoğrafın sadece çekilerek değil yapılarak
da oluşturulabileceğini gösteriyor bize. Fotoğrafçı, görüntü düzenini oluştururken kompozisyonu da sağlam
kurmuş. Ön plandaki köprünün dinamik, hareketli ve
aydınlık görüntüsüne karşılık arka plandaki fabrikayı
AFSAD
Temmuz - Ağustos 2013
Kente karşı işlenen suçlar evrensel suçlardır bana göre
ve aslına bakarsanız, topluma ve insana karşı işlenmiş
suçlardır...Biraz düşünürsek kente karşı işlenen suçlarda hepimizin biraz payı olduğunu görürüz, hepimiz
kentimize karşı suç işliyoruz. Şarkıdaki gibi, “...masum
değiliz, hiç birimiz”
Bizden sonra bu dünyada yaşayacaklara daha yaşanabilir bir dünya bırakabilmek için hepimizin gayret göstermesi dileğiyle…