Bildiri Özetleri Kitabı

Transkript

Bildiri Özetleri Kitabı
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
MS001
TÜRK HASTA POPULASYONUNDA EORTC QLQ-LC13
AKCİĞER KANSERİNE SPESİFİK YAŞAM KALİTESİ
MODÜLÜNÜN GEÇERLİLİK VE GÜVENİLİRLİĞİNİN
DEĞERLENDİRİLMESİ
FATMA ATAMAN 1, NECLA SONGÜR 2, ŞULE KAYA 2,
ÇİĞDEM ÖZDİLEKCAN 3, ÜLKÜ YILMAZ TURAY 4, AHMET
AKKAYA 2, ANDREW BOTTOMLEY 5
SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ RADYASYON
ONKOLOJİSİ AD, ISPARTA, TÜRKİYE
2
SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI AD, ISPARTA, TÜRKİYE
3
ONKOLOJİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ,
ANKARA, TÜRKİYE
4
ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ
EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, ANKARA, TÜRKİYE
5
EUROPEAN ORGANİZATİON FOR RESEARCH AND
TREATMENT OF CANCER (EORTC) QUALITY OF LIFE
DEPARTMENT
9 NİSAN 2009
LC13 dispne alt skalasının hemopzi, öksürük, göğüs ve
kol ağrısı ve alopesi ile korelasyonu anlamlı idi (p: 0.010.05).
Sonuç:
EORTC QLQ-LC13 akciğer kanserli hastalarımızda güvenilir
ve geçerli bulundu. Akciğer modülünün geçerlilikgüvenilirliği Türk hasta populasyonunda ilk kez valide
edildi ve ülkemizde runde kullanımına olanak verecek
referans bir çalışma yapıldı.
1
Amaç:
Bu çalışmanın amacı, akciğer kanserine spesifik (QLQLC13) yaşam kalitesi (YK) modülünün Türkçe versiyonun
Türk hastalarında transkültürel geçerlilik ve güvenilirliğini
ortaya konulmasıdır.
Gereç ve Yöntem:
Akciğer kanseri tanısı ile tedavi edilmiş 119 hastaya
EORTC QLQ -C30 ve -LC13 YK anketleri uygulandı.
Hastalar soruları 4-7 arası dereceli Likert skalasına
göre yanıtladı ve sonuçlar 0-100 arası skorlandı. Anket
skalalarının ve tekil öğelerinin güvenilirliği Cronbach alfa
katsayısı, geçerliliği ise alt-skalaların ve semptomların
korelasyonuna bakılarak değerlendirildi.
Bulgular:
119 hastanın ortanca yaşı 59 (30-79) ve 108 hasta (%91)
hasta erkek. EORTC QOL-C30 fiziksel, rol, emosyonel,
kognif, sosyal fonksiyonel ve global skalalarının
ortalama değerleri sırasıyla 67.4±26.4, 76.6 ±31.5,
79.1±24.2, 85.7±20.2, 83,1±26.7 ve 62,8±21 idi. EORTC
QOL-C30 yorgunluk, bulan&kusma, ağrı, dispne,
insomnia, iştahsızlık, konspasyon, diare ve mali sıkın
öğelerinin ortalamaları sırasıyla 36.3±26.7, 12.5±27.2,
26.9±30.5, 26.3±30.7, 22.4±33.7, 21.3±32.9, 21.3±29.7,
9.9±20.1 ve 29.41±31.86 idi. EORTC QLQ-LC13 dispne,
öksürük, hemopzi, disfaji, ağız ağrısı, periferik nöropa,
alopesi, göğüs ağrısı, kol ve omuz ağrısı, vücudun diğer
alanlarında ağrı semptomlarının ortalama değerleri
sırasıyla 30.3±26.2, 35.9±32.2, 10.1±25, 10±21.6,
8.4±23.5, 23.5±28.7, 17.1±28.1, 22.4±28.5, 20.4±28.8,
27.1±31.8 idi. QLQ C30 ve QLQ LC13 çok öğeli skalaları,
kognif skala dışında, oldukça güvenilir bulundu
(Cronbach Alfa= 0.70-0.95). EORTC QOL-C30 alt skalaların
ve semptomların çoğunun korelasyonları, diyare ve
konspasyon dışında, anlamlı idi (p=0.01). EORTC QOL-
MS002
TÜRKİYEDE
1995-2008
YILLARI
ARASINDA
AKCİĞER KANSERLİ OLGULARIN EPİDEMİYOLOJİK
DEĞİŞİKLİKLERİN VE MESLEKİ RİSKLERİN ANALİZİ
SİBEL ARINÇ , MÜYESSER ERTUĞRUL , NURAY ERDAL ,
ÖZLEM ORUÇ , FERAH ECE , NİLGÜN HATABAY , HÜSEYİN
ARPAĞ , ARMAĞAN HAZAR
SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS
CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
Amaç:
Çalışma 1995-2008 yılları arasında akciğer kanserindeki
epidemiyolojik değişiklikleri ve meslek akciğer kanseri
arasındaki ilişkiyi belirlemek amacı ile yapıldı.
Gereç ve Yöntem:
Onkoloji ünitesinde takip edilen akciğer kanserli olguların
epidemiyolojik özellikleri ve histolojik pleri retrospekf
olarak kaydedildi.
Bulgular:
İkibin yediyüz sekiz hasta(192 kadın, 2517 erkek
ortalama yaş 57.6) akciğer kanserli olgu var olup çalışma
üç periyoda bölünerek yapıldı(period I 1995-1997,
period II 1999-2002, period III 2004-2008)Squamöz
hücreli akciğer kanseri her üç peryodda da en sık görülen
histolojik p(%49.4, %37.8, %48.6). Sex dağılımı I ve II.
periyodda benzerdi. Üçüncü periodda kadın olguların
sigara içim alışkanlıklarının arşına bağlı olarak(4.3%’ten
12.9%) kadın olguların saysında arş vardı(p<0.001).
Akciğer kanserli olgular arasında en sık meslek grupları
yapı, inşaat(%20.7), çiçilik(%11.4), ve şöförlüktü(%9.3).
Yapı inşaat iş kolu bütün histolojik plerde en sık olan iş
kolu idi(p<0.0001).
Sonuç:
Akciğer kanseri Türk erkek populasyonunda on iki yıl
önceye göre hafif derecede düşmekle beraber kadın
olgularda sigara alışkanlıklarının değişmesine bağlı olarak
arş gözlenmektedir. Akciğer kanseri çeşitli meslek
grupları ile birliktelik göstermektedir. Akciğer kanseri
ile meslek arasındaki ilişkiyi değerlendirmek için daha
detaylı çalışmalar yapılmalıdır.
1
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
MS003
Sonuç:
KÜÇÜK HÜCRE DIŞI AKCIĞER KANSERLI HASTALARDA
NEOADJUVAN TEDAVİNİN ETKİSİ VE SONUÇLARI:HANGİ
HASTALAR EN ÇOK YARAR GÖRÜR?
Opere olabilecek akciğer kanserli hastalarda neoadjuvan
tedavi, anlamlı bir komplikasyon arşına yol açmaksızın,
sağkalım açısından avantaj sağlayabilir. Serum LDH’sı
düşük, tümörde ERCC1, EGFR ve p53 ifadesi olmayan
hastalar, en çok yarar görebilecek hastalar gibi
gözükmektedir.
AKİF TURNA 1, MURAT KIYIK 2, VOLKAN KARA 1, ZEKİ
GÜNLÜOĞLU 1, SİBEL YURT 2, ADNAN AYDINER 3,
ADNAN SAYAR 1, MUZAFFER METİN 1, SAADETTİN
ÇIKRIKÇIOĞLU 2, FİLİZ KOŞAR 2, ATİLLA GÜRSES 1
YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ
EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, GÖĞÜS CERRAHİSİ
BÖLÜMÜ, İSTANBUL
2
YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS
CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, GÖĞÜS
HASTALIKLARI BÖLÜMLERİ, İSTANBUL
3
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ ONKOLOJİ ENSTİTÜSÜ,
İSTANBUL
1
Amaç:
Evre IA küçük hücreli dışı akciğer kanserli olgularda
tedavi yalnızca cerrahi tedavi iken, Evre IB ila IIIA
arasında bulunan olgularda hem yalnızca cerrahi tedavi
yapılabilmekte hem de bu olgularda mulmodal tedavinin
daha etkin olduğuna dair veriler bulunmaktadır. Bu
çalışmadaki amaç, akciğer kanserli hastalarda uygulanan
kemoterapinin tekinliğini ‘olgu-kontrollü’ olarak
irdelemek ve neoadjuvan tedaviden en çok yarar gören
ve en az komplikasyon oranına sahip hasta grubunu
bulmaya çalışmaktadır.
Gereç ve Yöntem:
Merkezimizde bulunan iki cerrahi kliniğinde 2001
ila 2008 yılları arasında neoadjuvan kemo ve/veya
radyoterapi almış 80 olgu ile neoadjuvan almadan
rezeke edilmiş küçük hücre dışı akciğer kanseri olan 451
olgu ile karşılaşrıldı. Toplam 496’sı erkek 35 ise bayan
olgunun yaş ortalaması 56.2 yıl idi. Neoadjuvan tedavi
alan olgulardan 22’si çeşitli nedenlerden opere olamadı.
Bulgular:
Tüm neoadjuvan alan olgulardan ikisi kaybedildi(%3.4).
Neoadjuvan tedavinin komplikasyon oranını anlamlı
olçüde ar
rmadığı görüldü(p=0.3). Tüm neoadjuvan
almayan olgularda 5-yıllık sağkalım; %53.1, neoadjuvan
alan olgularda ise, %68.9 olarak bulundu(p=0.08). Evre
IIIA olan ol-gularda neoadjuvan tedavi alan ve almayan
hastaların sağkalımları arasında istasksel olarak
anlamlı bir fark bulunmadı (p=0.18). Bununla birlikte p53,
EGFR ve ERCC1 tüm olgular irdelendiğinde (p sırası ile
0.03, 0.03 ve 0.001) ve ERCC1 ise, neoadjuvan uygulanan
hastalarda sağkalımı belirleyici faktör olarak saptandı
(p=0.02). LDH yüksekliği ise, neoadjuvan alanlarda
komplikasyon oranını belirleyici faktör olarak bulundu
(p=0.01). Neoadjuvan tedaviden en çok fayda görecek,
en az komplikasyon olasılığı olan hasta alt grubu, evre IB
veya IIA’da olan LDH’ı düşük p53-ERCC1-EGFR- tümörlü
olan hastalar olarak saptandı(p<0.001).
2
MS004
AKCİĞER KANSERLİ HASTALARDA DOLAŞIMDAKİ
ADEZYON MOLEKÜLLERİ VE VASKÜLER EPİTELYAL
BÜYÜME
FAKTÖRÜ
DÜZEYLERİNİN
TEDAVİ
YAKLAŞIMINDAKİ YERİ
AHMET SELİM YURDAKUL , ELİF REYHAN HAN ,
NESLİHAN BUKAN , CAN ÖZTÜRK
GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI
A.D.
Amaç:
Anjiogenezis içinde yer alan matriks metalloproteinaz
(MMP) ile vasküler endotelyal büyüme faktörü (VEGF)
ve immunglogulin ailesi içinde yer alan transmembranöz
bir protein olan dolaşımdaki intersellüler adezyon
molekülleri (sICAM) tümör progresyonunda önemli rol
oynar. Bu çalışmanın amacı, küçük hücreli dışı akciğer
kanserli (KHDAK) hastalarda tedavi öncesi ölçülen MMP-9,
MMP-13, VEGF ve sICAM serum düzeylerinin hastaların
klinik parametreleri ve yaşam süreleri arasındaki ilişkiyi
analiz etmekr.
Gereç ve Yöntem:
Çalışmamızda 72 KHDAK’li hasta (ort. yaş: 60.03±10.86)
ile 46 sağlıklı kontrol grubunda (ort. yaş: 61.13±14.71)
MMP-9, MMP-13, VEGF ve sICAM serum düzeyleri analiz
edildi. Analizler ELİSA yöntemi ile yapıldı.
Bulgular:
KHDAK’li hastaların medyan yaşam süresi 22 ay olarak
bulundu. MMP-9, VEGF ve sICAM serum seviyeleri
sağlıklı kontrol grubu (300.5±204.1, 182.1±207.5,
2943.6±851.7) ile karşılaşrıldığında, KHDAK’li hastalarda
daha yüksek olarak bulundu (985.0±489.4, 248.7±255.9,
5148.2±1996.2). Ancak MMP-13 düzeylerinde sağlıklı
kontrol grubuna göre anlamlı bir farklılık saptanmadı
(0.46±0.48, 0.53±1.35)(p>0.05). Araşrılan tüm serum
parametreleri ile yaş, sigara içimi, ECOG ve cinsiyet
arasında istasksel olarak anlamlı bir ilişki bulunamadı
(p>0.05). Ayrıca tüm ölçülen serum parametreleri ile
KHDAK’li hastaların yaşam süreleri arasında anlamlı bir
ilişki yoktu (p>0.05).
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
Sonuç:
Sonuç:
Sonuç olarak, KHDAK’li hastalarda MMP-9, VEGF ve
sICAM serum düzeyleri yüksek olarak bulundu. MMP-9,
VEGF ve sICAM serum düzeylerinin ölçümü potansiyel
bir tümör markırı olabilir. (Bu çalışma (01/2005-31) Gazi
Üniversitesi Bilimsel Araşrma Projeleri (BAP) tarandan
desteklenmişr.)
DNA tamir gen komleksi üyesi olan ERCC1 expresyonun
rezeke edilmiş erken evre KHDAK için pozif prognosk
marker olduğu belirlendi.
SS001
MS005
ÜÇÜNCÜ
BASAMAK
GÖĞÜS
HASTALIKLARI
POLİKLİNİĞİNE BAŞVURAN HASTALARIN SİGARA İÇME
DURUMLARI- KESİTSEL SORGU ÇALIŞMASI
REZEKE EDİLMİŞ KÜÇÜK HÜCRE DIŞI AKCİĞER
KANSERİ’NDE ERCC1 EKPRESYONUNUN SAĞKALIMA
ETKİSİ
MEHMET ATİLLA UYSAL , SEDAT ALTIN
SEDAT ALTIN , EKREM CENGİZ SEYHAN , LEVENT
KARASULU , HÜLYA ABALI , SİNEM NEDİME SÖKÜCÜ ,
NUR BÜYÜKPINARBAŞILI , HANİFE ŞAHİN
YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ
EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
Amaç:
ERCC (excision repair cross complemenng) genleri
gen ailesi, DNA zincirindeki nükleodlerdeki hasarını
tanır ve tamir eder. Azalmış nükleod eksizyon tamiri
tümörün genomik değişkenliğini arrarak daha maling
davaranmasına yol açabilir. Bu çalışmada tümör
dokusundaki ERCC 1 expresyonunun komplet rezeke
edilmiş KHDAK’li hastalarda prognozla ilişkisini saptamak
amaçlandı.
Gereç ve Yöntem:
KHDAK tanısıyla torakotomi yapılmış olan, patolojik
evreleme sonucunda T1-2, N0-1, M0 evrelerindeki,
rezeksiyonu komplet olarak başarılmış ve kayıtlarına
ulaşılmış, operaf mortalite gelişmemiş, postoperaf
adjuvan kemoterapi veya radyoterapi uygulanmamış
toplam 98 hasta değerlendirildi. 98 hastanın elde
edilen tümör örneklerinden immünohistokimyasal
boyama yöntemiyle ERCC1 ekspresyon düzeyi incelendi.
Hastaların sağkalım oranları hesaplandı. Sağkalımı
etkileyen faktörler tek değişkenli ve çok değişkenli olarak
analiz edildi.
Bulgular:
İmmünhistokimyasal boyama yapılan 98 tümörün 76
(%78) sında ERCC1 ekspresyon oranı tespit edildi. ERCC1
ekspresyonu skuamöz hücreli kanserlerde daha sık olarak
gözlendi. ERCC1 eksprese eden tümörlü hastaların 5
yıllık sağkalım oranı (%61), ekprese etmeyenlerin oranı
(% 47) ile karşılaşrıldığında istasksel olarak anlamlı
bulundu (p=0,01). Yapılan çok değişkenli analizde, ERCC1
ekpresyonunun sağkalımı belirgin ve bağımsız olarak
etkileyen faktörlerden olduğu görüldü.
YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ
EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
Amaç:
Üçüncü basamak Göğüs Hastalıkları polikliniğine
müracaat eden hastalarımızın sigara içme alışkanlıklarını
ve önümüzdeki yıllarda olası hasta yükünü belirlemeyi
amaçladık.
Gereç ve Yöntem:
Mayıs 2007-Aralık 2007 arasında hastanemize müracaat
eden hastalara, ilk başvuru kayıt yerinde çalışan personel
tarandan sigarayla ilgili üç soru sorularak, hastaların
sigara içme alışkanlıkları hakkında bilgi elde edilmişr.
Bulgular:
Çalışmanın yapıldığı sekiz aylık süre içerinde başvuran
156.153 kişiye bu anket uygulanmışr. Hastaların
55.122’sinin (% 35,3) sigara içği, 47.470’inin (% 30,4)
ise, daha önce içip bırakğı saptanmışr. Hastanemize
müracaat edenlerden sigara içmeyenlerin sayısı ve
oranı ise 53.561 (% 34,3)’dir. Hem sigara içen hem de
içip bırakanların % 95’inin (97.462) üç yıldan fazla süre
ile sigara içkleri, % 82,5’nin ise (84.638) günde 10
sigaradan fazla içğini beyan etmişr.
Sonuç:
Göğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden
hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük
bir bölümün 10 paket yıldan fazla sigara içği görülmüştür.
Bu sonuçlar, üçüncü basamak hastanelerinde sigaraya
bağlı hastalıkların önümüzdeki yıllarda artan oranlarda
çok ciddi bir hasta yükü gerebileceğini göstermektedir.
3
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
SS002
SS003
2008-2009
ÖĞRETİM
YILINDA
SAKARYA
ÜNİVERSİTESİ’NE YENİ BAŞLAYAN VE SİGARA İÇEN
ÖĞRENCİLERİN SİGARA BIRAKMA KONUSUNDAKİ
TUTUMLARI
PASİF SİGARA İÇİCİLİĞİ GENEL ANESTEZİ ALAN
ÇOCUKLARDA PERİOPERATİF OLUMSUZ ETKİLERLE
İLİŞKİLİDİR: PROSPEKTİF, ÇİFT-KÖR KLİNİK ÇALIŞMA.
PINAR PAZARLI
TÜLAY HOŞTEN SEYİDOV , LEVENT ELEMEN , MİNE
SOLAK , MELİH TUGAY , KAMİL TOKER
SAKARYA ÜNİVERSİTESİ
KOCAELI ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI
Amaç:
Amaç:
Bu çalışma, SAÜ Tütün Kontrolü Koordinasyon Kurulu’nun,
“üniversitemizdeki gençlere sigaradan uzak kalmaları
için gereken destek ortamını sağlamak” amaçlı projesine
ışık tutması için planlanmışr. Üniversitemiz bünyesinde
bulunan sigara bırakma polikliniği hizmenin, planlanan
“destek ortamı”ndaki yerini öngörebilmek için Sakarya
Üniversitesi’ne yeni başlayan ve sigara içen öğrencilerin
sigara bırakma konusundaki tutumlarını değerlendirmek
amaçlanmışr.
Çocuklarda pasif sigara içiciliği (PSİ) solunum
fonksiyonlarını bozar ve bu çocuklar genel anesteziyle
havayolu komplikasyonlarına yatkın olabilirler (1).
Çalışmamızın amacı genel anestezi alnda opere olan
çocuklarda PSİ insidansını ve perioperaf solunum
komplikasyonlarını (POSK) araşrmakr
Gereç ve Yöntem:
2008-2009 öğrem yılında Sakarya Üniversitesi’nde
yeni başlayan öğrencilerin web’den kayıtları sırasında
sigara kullanımı ile ilgili toplam 17 sorudan oluşan webanke doldurmaları istendi. Her soruya cevap vermeleri
zorunlu tutulmadı. Yaş ve cinsiyet dışında kimlik bilgisi
alınmadı. Anken bildirinin içeriği ile ilgili olan kısmında;
öğrencilerin sigara içme sıklığı, bırakmak konusunda
düşüncesi ve yardım/tavsiye almak isteyip istemedikleri
sorgulandı.
Bulgular:
Toplam 7141 öğrencinin anke değerlendirildi.
Öğrencilerin %63,8’i (n=4560/7141) kız; %64,8’i
(n=4624/7141) 20 yaşın alndaydı. Sigara içme oranı
%24,2 (n=1731/1741) olarak tespit edildi. İçicilerin
%81’i (n=1404) hergün en az bir sigara içiyordu. “Sigara
içmek sizce sağlığa zararlı mı?” sorusuna %92,2’si
“kesinlikle evet” cevabını verdi. %12’si sigarayı bırakmayı
hiç düşünmüyordu. %20,6’sı “Bugün-yarın bırakmayı
düşünüyorum” ve %57,8’i “Bırakmayı düşünüyorum
ama ne zaman bırakacağım belli değil” seçeneğini
işaretlemiş. “Sigarayı bırakmaya karar verdiğinizde
sizce bu kolay mı zor mu olacak?” sorusuna %44,3’ü zor;
%27,2’si kolay olacak cevabını verdi; %28,3’ü “fikrim
yok” diyordu. Sigara içen gençlerin %59,1’i bırakma
konusunda yardım/destek istemiyordu.
Sonuç:
Sigara içen gençlerin çok büyük bir kısmı sigaranın
sağlığa zararlı olduğunu düşünüyor ve büyük çoğunluğu
da bırakmak isyorken ancak yarısından az bir kısmı
bağımlılık konusunda farkındalık sahibi ve yardım/öneri
talep ediyor. Gençlerimizin nikon bağımlılığı konusunda
bilgilendirilmesi,
bırakmayı
düşünen
gençlerin
kararlarının netleşmesini ve bağımlılık derinleşmeden
yakın gelecekte bırakmak istemelerini sağlayabilir.
4
9 NİSAN 2009
Gereç ve Yöntem:
Bu prospekf çalışmaya lokal ek kurul onayı alındıktan
sonra 01 Haziran-30 Eylül-2008 tarihleri arasında
genel anestezi alnda opere olacak 3 ay-12 yaş arası
hastalar alındı. POSK; laringospazm, öksürük, nefes
tutma, desaturasyon, havayolu sekresyonlarında arş,
bradikardi olarak tanımlandı ve anestezi süresince ve
anesteziden sonra olarak iki kez değerlendirildi. PSİ,
başka bir hemşire tarandan ebeveynlerden alınan
anamnezle sorgulandı, evde günde en az 10 tane sigara
içilmesi PSİ olarak tanımlandı.
Bulgular:
Çalışmaya kalan 222 çocuğun 121’i (%54.5) PSİ, 101’i
(% 45.5) non-PSİ idi. POSK gözlenen 23 hastanın 17’si
(%14.1) PSİ, 6’sı ise (% 6) non-PSİ gurubunda idi. PSİ
grubunda hem toplam POSK oranı, hem de derlenmede
görülen POSK oranı anlamlı derecede yüksek (p=0.048,
p=0.042). İstasksel olarak anlamlı olmasa da en sık
görülen POSK havayolu sekresyonlarındaki arş
Sonuç:
PSİ grubunda derlenme komplikasyonlarını ar
ran aşırı
üst havayolu sekresyonları artmış goblet hücre sayısıyla
ilişkili olabilir. Preoperaf dönemde PSİ sorgulanarak
anesteziyle ilgili komplikasyonlar önlenebilir. Anahtar
kelimeler: Pasif sigara maruziye, çocuklar, genel anestezi
1-Cook DG, Thorax 1999; 54: 357-366.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
SS004
SS005
SAKARYA ÜNİVERSİTESİ (SAÜ) PERSONELİNİN TÜTÜN
KONTROL YASASINA UYUMUNU VE FARKINDALIĞINI
DEĞERLENDİRMEYE YÖNELİK ANKET SONUÇLARI
KADINLARDA SİGARA İÇME ALIŞKANLIĞI VE TÜTÜN
BAĞIMLILIĞININ TEDAVİSİ
PINAR PAZARLI
SAKARYA ÜNİVERSİTESİ
Amaç:
Üniversitemiz personelinin, 4207 sayılı kanunda değişiklik
yapan 5727 sayılı “Tütün Ürünlerinin Zararlarının
Önlenmesi ve Kontrolü Hakkında Kanun” hükümlerine
uyumunu ve farkındalığını değerlendirmek
Gereç ve Yöntem:
Anketler, SAÜ Tütün Kontrolü Koordinasyon Kurulu’nun
“Tütün kontolü ilk adım projesi” kapsamında, akademik
ve idari birimlerde gerçekleşrilen bilgilendirme
seminerleri sırasında uygulandı. Ankee kalımcılara; yaş,
cinsiyet, eğim ve sigara içicilik durumu gibi demografik
özellikleri belirleyen soruların ardından; 1. Halka açık
tüm kapalı alanlarda ve işyerlerinde, tütün ve tütün
mamullerinin yasaklanmasını destekliyor musunuz?
2.Sizce devlet, toplumda sigara kullanımını azaltmak için
çaba göstermeli mi? 3.Pasif içiciliğin insan sağlığına zararı
konusunda ne derece riski olduğunu düşünüyorsunuz?
şeklinde 3 soru yönelldi ve son bölümde yasanın bazı
hükümlerine yer verilerek mevcut bilgilerine göre bu
hükümlerden haberdar olup olmadıkları sorgulandı.
Bulgular:
18 akademik ve 14 idari birimden, toplam 775 personel
anke değerlendirildi. Kalımcıların %69’u erkek; yaş
ortalaması 34,8±8,1 (19-61) idi. %76,2’si lise üstü eğim
düzeyine sahip. Genel sigara içicilik oranı %35,6;
erkeklerde %36,7; kadınlarda %33,5 olarak saptandı.
Personelimizin %88,7’ sinin kapalı alanlardaki yasağı (soru
1) desteklediği; desteklemeyenlerin %81,5’inin sigara
içicisi olduğu; ancak genel olarak değerlendirildiğinde
içicilerin %75,6’sının kanunu desteklediği tespit edildi.
%89,4’ü tütün kontrolünde devlet müdahalesinden yana
ve %92,7’si pasif içiciliğin zararlı etkilerinin bilincinde
olduğu görüldü. Yasanın ankee yer alan hükümleri,
büyük oranda (%73-91,7) bilinmekle birlikte, çocukları
tütün ve tütün mamullerinden korumaya yönelik
hükümlerin daha az oranda bilindiği saptandı.
Sonuç:
Eğim düzeyi oldukça yüksek ancak sigara içicilik oranı
beklenenin üzerinde olan bir populasyonda, tütün kontrol
yasasının ve gerekçelerinin büyük oranda desteklendiği
görüldü. Bu sonuç, tütün kontrol çalışmalarının
hedefine ulaşabileceği konusunda umut verici olarak
değerlendirildi.
ZEYNEP PINAR ÖNEN , ELİF ŞEN , BANU ERİŞ GÜLBAY ,
AYPERİ MERZİ ÖZTÜRK , ÖZNUR AKKOCA YILDIZ , TURAN
ACICAN , SEVGİ SARYAL , GÜLSEREN KARABIYIKOĞLU
ANKARA ÜNİVERSİTESİ, TIP FAKÜLTESİ, GÖĞÜS
HASTALIKLARI ANABİLİM DALI
Amaç:
Gelişmiş ülkelerde kadınların %22’si gelişmekte olan
ülkelerde ise %9’u sigara içmektedir. Kadınlar arasında
giderek artan sigara içme oranları, önümüzdeki
dekaddlarda mortalite ve morbidite riskini de beraberinde
arracakr. Her ne kadar, kadınlar ve erkekler sigaranın
zararlarından benzer şekilde etkilenseler de, kadınlarda
cinsiyete özel artmış ek sağlık sorunları da bulunmaktadır.
Bütün bu sayılanlar göz önünde tutulduğunda,
kadınların her geçen gün artan sigara içme nedenlerinin
anlaşılması, sigara bırakma oranlarının ve erkeklerle olan
farklılıklarının belirlenmesi amaçlandı.
Gereç ve Yöntem:
2004 ve 2008 yılları arasında toplam 446 (255 kadın ve 191
erkek) akf sigara içen prospekf olarak değerlendirildi.
Her olguya sigara içme durumunu ve bbı öyküsünün
içeren bir anket uygulandı. Nikon bağımlılığı ve CO
düzeyleri belirlendi. Kılavuzlara göre, her hasta için özel
sigara bırakrma programı düzenlendi ve hastalar en az
1 yıl süreyle izlendi.
Bulgular:
Kadınlar ve erkekler arasında yaş, bazal Fagerstrom
nikon bağımlılık puanı, CO düzeyi ve tedavi protokolleri
arasında farklılık yoktu. Kadınların (18±4) erkeklere
(15±4y) göre daha geç yaşta sigara içmeye başladıkları
ve %55’inin üniversite mezunu olduğu görüldü. Diğer
taraan, içilen toplam sigara miktarının (23±15pk-yıl),
günlük sigara tükeminin (21±10) ve toplam sigara içme
süresinin kısa olduğu görüldü (her 3 parametre için
p=0.001). Kadınlar erkeklere göre sigarayı daha yüksek
oranda bırakmak isyorlardı (p=0.01) ve sigara bırakma
denemeleri daha yüksek sayıdaydı (p=0.005). Tüm bunlara
rağmen bir yıllık sigara bırakma başarıları erkeklere
göre daha düşüktü (kadın/erkek %42/%48, p=0.01) ve
sigaraya tekrar başlama oranları da erkeklerden daha
yüksek (kadın/erkek %15/%12, p=0.01). Kadınlarda
eşlik eden en belirgin patoloji depresyondu ve sigara
bırakma başarısını daha da azalyordu (p=0.03).
Sonuç:
Bu çalışma, iyi eğim düzeylerine rağmen kadınların
sigara başlama oranlarının daha yüksek olduğunu ve aynı
zamanda sigara bırakma başarılarının da erkeklere göre
daha düşük olduğunu gösteriyor.
5
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
SS006
SS007
GÖĞÜS HASTALIKLARI POLİKLİNİĞİNDE SİGARA
BIRAKTIRMA VE SOLUNUM FONKSİYON TESTİNİN
ROLÜ
SAKARYA
ÜNİVERSİTESİ
TÜTÜN
KONTROLÜ
KOORDİNASYON KURULU’NUN PROJELERİ VE ULUSAL
TÜTÜN KONTROLÜ ÇALIŞMALARINA KATKISI
ŞEREF ÖZKARA ,
PINAR PAZARLI
ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GCEA HASTANESİ,
ANKARA
SAKARYA ÜNİVERSİTESİ
Amaç:
Amaç:
Tütünün zararını yaşayanlara sigarayı bırakrmak daha
kolaydır. Özellikle polikliniğe başvuran hastaya sigarayı
bırakrmada hekimin rolü önemlidir. Bu çalışmada
göğüs hastalıkları polikliniğinde solunum fonksiyon tes
(SFT) bulguları ve hasta semptomları ile sigara bırakma
önerisinin etkisi incelenmişr.
Gereç ve Yöntem:
Hastalıkları, semptomları ve SFT bulguları anlalan
hastaların sigarayı bırakmaları ve bir haa sonra
tekrar başvurmaları istenmişr. İkinci başvuruda
semptomlarındaki ve tekrarlanan SFT bulgularındaki
düzelme hasta ile tarşılmış ve sigarasız yaşaması
önerilmişr. İki ayrı SFT sonucu olan hastalar çalışmaya
alınmış SFT bulgularındaki değişim analiz edilmişr.
Bulgular:
Toplam 48 hastanın 13’ü kadın idi. Ortalama yaş
47,4±12,1, sigara içme süresi 26,4±12,8 yıl, günlük içilen
sigara 16,5±10,2 ade. Ortanca 10 (4-87) gün ara ile
alınan iki SFT’nde sırasıyla FVC değerleri %77,8±18,8, ve
%84,6±19,8; FEV1 değerleri %67,1±22,3 ve %73,6±23,4;
FEV1/FVC oranları %69,9±12,2 ve %70,7±12,9; FEF25-75
değerleri %46,1±28,1 ve %70,7±12,9 idi. FEV1/FVC değeri
dışındaki parametrelerde sigarayı bırakktan sonraki arş
istaksel olarak anlamlı idi. Sigarayı bırakktan sonra SFT
parametrelerinde arş görülenlerin oranı, FVC’de %73,
FEV1’de %79 ve FEF25-75’de %67 idi. Başlangıçta öksürük
ve nefes darlığı %72, balgam %43 hastada vardı. Sigarayı
bırakınca semptomlar %11’inda değişmezken, %64’ünde
düzeldi, %24’ünde belirgin düzeldi. Kısa dönemde 2
hasta sigarayı bırakamamış, sadece miktarını azaltmış;
diğerleri bırakmış.
Sonuç:
Bu bulgularla, poliklinikte semptomlar ve SFT bulgularının
sigarayı bırakrmada etkili şekilde kullanılabileceği
görülmüştür. Sigaranın en çok küçük hava yollarında
darlık (FEF25-75 düşüş) oluşturduğu; kısa süreli sigara
bırakmanın en fazla FEF25-75 olmak üzere FVC ve FEV1’i
arrdığı görülmüştür.
Tütün Kontrolü, toplumun tütün ürünleri tükemini
ve tütün dumanına maruz kalmasını önleyerek veya
azaltarak sağlık düzeylerini yükseltmeyi amaçlayan
stratejilerdir. SAÜ Tütün Kontrolü Koordinasyon Kurulu
(SAÜ TKK Kurulu), bu amaç doğrultusunda kurulmuş;
mevcut yapısı ibarıyla ve bir üniversite bünyesinde
bu kapsamda kurulan ilk resmi kurul olması nedeniyle
önemli bir misyon üstlenmişr. Bildirinin amacı, kurulun
projeleri ve ulusal tütün kontrolü çalışmalarına katkısı
hakkında bilgi vermekr.
Gereç ve Yöntem:
Kurul, 14 Şubat 2008 tarihinde “Üniversitelerin Tütün
Kontrolü Çalışmalarındaki Yeri ve Önemi” konulu bir
brifing sonrası, senato kararıyla kurulmuştur. Kurul, tüm
birimlerden gönüllülük esasına dayanılarak belirlenen
akademik ve idari personellerden ve ayrıca öğrenci
temsilcilerinden oluşmaktadır. Kurulun ilk projesi olan
“Tütün Kontrolü İlk Adım Projesi” kapsamında; “Tütün
Kontrolü nedir? Neden gereklidir? Yeni tütün kontrol
yasamızın gerdikleri” konulu bilgilendirme seminerleri
düzenlenmiş; seminerler sırasında personele yönelik
bir anket gerçekleşrilmişr. Bu proje kapsamında
ayrıca; Sakarya üniversitesini kazanan ve webden
kaydını yapran öğrencilere web-anket düzenlenmişr.
Kurulun yeni projesi olan “Bağımlı olma-Özgür ol”
projesinde, öğrenci kulüplerinin mevcut faaliyetlerini
sigara karşı mesajlarla birleşrerek yaygınlaşrması
amaçlanmaktadır.
Bulgular:
“Tütün Kontrolü İlk Adım Projesi” ile üniversitemiz
genelinde tütün kontrolü hakkında farkındalık ve
kurulun bundan sonra yapacağı çalışmalar için destek
sağlanmışr. Yapılan anketler sayesinde üniversite
personeli ve öğrenciler arasında kabaca bir içicilik oranı
saptanmış; ayrıca üniversite personelimizin yeni tütün
kontrol yasasına uyumu değerlendirilmişr. “Bağımlı
olma-Özgür ol” projesinde, üniversitemizin 60’ı aşkın
öğrenci kulubüyle işbirliği planlanmışr.
Sonuç:
Üniversiteler, Ulusal Tütün Kontrol Programının en
önemli paydaşlarındandır. “Sigara içmenin kabul
gören bir davranış olmadığı” anlayışını yerleşrmek ve
gençlerin sigaradan uzak kalması için gereken “destek
ortamını” sağlamak konusunda üniversitelerde organize
çalışmalara ihyaç vardır.
6
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
SS008
TP001
SİGARA İÇENLERDE VE TANDIR DUMANI MARUZİYETİ
OLANLARDA KRONİK OBSTRÜKTİF AKCİĞER HASTALIĞI
(KOAH) GELİŞME RİSKİ
2008 YILI TÜRKİYE TAŞKÖMÜRÜ KURUMUNDA ÇALIŞAN
İŞÇİLERDE PNÖMOKONYOZ PREVELANSI
BÜLENT ÖZBAY , SELVİ ASKER , BÜNYAMİN
SERTOĞULLARINDAN , SELAMİ EKİN , HANİFİ YILDIZ ,
AHMET ARISOY, M. HAKAN BİLGİN , BUKET MERMİT
ÇİLİNGİR , MEHMET DURAN
YÜZÜNCÜ YIL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI AD.
Amaç:
REMZİ ALTIN 1, METİN ÇELİKİZ 2, ABDÜLKADİR ERBAĞCI
2
, LEVENT KART 1, OLGUN KESKİN 1, NİHAN ÇEBİ 3, EMİN
PALANCI 2
KARAELMAS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ANABİLİM DALI
2
ZONGULDAK GÖĞÜS MESLEK HASTALIKLARI
HASTANESİ
3
TÜRKİYE TAŞKÖMÜRÜ KURUMU
1
Amaç:
Sigara içenlerde ve tandır dumanı maruziye olanlarda
KOAH gelişme riskini araşrmak.
Gereç ve Yöntem:
Çalışmaya akciğerler ile ilgili yakınması olmayan
toplam 288 gönüllü alındı.Sigara kullanma durumu ve
tandır dumanı maruziye kaydedildi. Tüm kalımcılar
spirometre ile tarandı.Solunum fonksiyon testleri yapıldı
ve birinci saniye zorlu ekspiratuar hacim (FEV1), zorlu
vital kapasite (FVC), birinci saniye zorlu ekspiratuar
hacmin zorlu vital kapasiteye oranı (FEV1/FVC) değerleri
kaydedildi. İstaksel değerlendirme için tek yönlü varyans
analizi (ANOVA) ve Pearson korelasyon tes kullanıldı.
Bulgular:
Kalımcıların 265 i (%92) erkek ,23’ü (% 8 ) kadındı. Yaş
ortalamaları 43.97 ±12 (Ort. ±SS) olarak hesaplandı. Tandır
dumanına maruz kalanların sayısı 114’dü (% 36,5 ). Sigara
içenlerin sayısı 183’tü (%62,1). Sigara içenlerin ortalama
içkleri sigara sayısı yılda 34,8 paket olarak hesaplandı.
Tüm kalımcılar için ortalama FEV1 % 91±2 ve ortalama
FEV1/ FVC oranı % 83 ± 7 idi. FEV1/FVC oranı % 70’den az
olanların sayısı 6 (% 2,1) olarak bulundu. FEV1 % 80’den
az olanların sayısı 25 (8,7 %) bulundu. Sigara tükemi
ile FEV1 % ve FEV1/ FVC oranı arasında negaf bir ilişki
saptandı. (p1<0.05, p2<0.05) Tandır dumanı maruziye
ile FEV1 % ve FEV1/ FVC oranı arasında negaf bir ilişki
saptandı. ( p1<0.05, p2<0.05). FEV1/FVC ile yaş arasında
negaf bir ilişki saptandı (p<0.05). Sigara içen ve tandır
dumanı maruziye olan gruplar arasında FEV1 % ve FEV1
/ FVC değerleri bakımından istaksel olarak anlamlı fark
saptanmadı.
Sonuç:
Çalışmamız bölgemizde yaşayan anket çalışmasına
kalanların büyük çoğunluğunun sigara içğini ve yaklaşık
yarısının tandır dumanına maruz kaldıklarını ve ileri
yaşlarda KOAH yönünden risk taşıdıklarını göstermişr.
1986 yılından beri Zonguldak kömür havzasında çalışan
işçiler ile ilgili prevelans çalışmaları yayınlanmakta olup
bu veriler dünya verilerinin sürekli üstünde bulunmuştur.
1980 sonrası toz kontrolünde sağlanan iyileşrmeler,
eski işçilerin emekli edilmesi ve yeni işçi alımları sonrası
prevelans durumumuzu değerlendirmek için Türkiye
Taşkömürü Kurumu (TTK)’nda çalışan işçilerin 2008 yılı
verilerini sunmayı amaçladık.
Gereç ve Yöntem:
Çalışmaya TTK bünyesinde faaliyet gösteren beş bölgenin
(Kozlu, Karadon, Üzülmez, Armutçuk ve Amasra) tüm
yer al çalışanlarını (n:6655) dahil ek. Bunların ILO
standartlarına uygun posteroanterior akciğer grafileri
önce ILO serfikalı A ve daha sonrasında B iki okuyucuya
ayrı ayrı okutuldu. İhlaf durumunda B okuyucuları tekrar
toplanarak karar verildi. Üç yıl ve üstünde çalışan ve
uygun radyolojik görünüme sahip kişilerde pnömokonyoz
tanısı konuldu.
Bulgular:
Pnömokonyoz prevelansı %3.5 olarak bulundu (255/6655
işçi). Bölgelere göre prevelans değerlerine bakıldığında
Kozlu %4.1, Karadon %1.5, Üzülmez%3.9, Armutçuk
%3.8 ve Amasra’da %3.5 olarak saptanmışr. Lezyonlar
çoğunlukla p şeklinde olup yaygınlık açısından ise
kategori III düzeyinin alndadır. Komplike pnömokonyoza
ait bulguya rastlanmamışr.
Sonuç:
Çalışma sonuçlarına bakıldığında yeni prevelans
değerlerimizin dünya da saptanan %3-5 prevelans
değerleri ile uyumlu olduğu görülmektedir. Çalışma
bölgeleri arasında farklılık saptanmamışr. 1980 sonrası
alınan etkin toz önlemleri ve bu dönem incesi çalışıp
emekli edilenlerin yerine alınan işçilerinde bu değerlerde
rol oynadığı düşünülebilir.
7
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
TP002
TP003
KOT KUMLAMACILIĞINA BAĞLI SİLİKOZİS GELİŞEN 50
GENÇ ERKEK HASTA
KAYNAKÇI OLARAK ÇALIŞAN İŞÇİLERDE PULMONER
SEMPTOMLAR VE SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ
TEKİN YILDIZ , GÜNGÖR ATEŞ , ALTAN EŞSİOĞLU ,
LEVENT AKYILDIZ , CİHAN AKGÜL ÖZMEN , FÜSUN
TOPÇU ,
ELİF REYHAN HAN 1, TÜRKAN NADİR ÖZİŞ 1, DİLEK
ERGÜN 1, RECAİ ERGÜN 2
ANKARA MESLEK HASTALIKLARI HASTANESİ
ANKARA YILDIRIM BEYAZIT EĞİTİM VE ARAŞTIRMA
HASTANESİ
1
DİCLE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
Amaç:
2
Amaç:
Silikozis serbest kristal silika inhalasyonuna bağlı olarak
gelişen mesleki bir akciğer hastalığıdır. Son zamanlarda
Türkiye’de teksl sektöründe kot kumlamacılığı işinde
silika maruziyene bağlı silikozis gelişimi yeni ve
bilinmeyen bir silikozis nedeni olarak bildirilmektedir.
Gereç ve Yöntem:
Bu çalışmada Diyarbakır ili Kocaköy ilçesi Ambar köyü
ve bağlı mezralarda oturan toplam 50 silikozis olgusu
değerlendirildi.
Bulgular:
Olguların en genci 18, en yaşlısı 43 yaşındaydı. Maruziyet
yaşları değerlendirildiğinde en erken maruziyet iki olguda
10 yaşında olmuştu. Çalışma süreleri 3-82 ay arasında
değişmekteydi. Olguların tümü de çalışkları atölyelerde
konaklamışlardı. En sık rastlanılan semptomlar sırasıyla
nefes darlığı, zayıflama, öksürük, göğüs ağrısı, ateş,
halsizlik, yorgunluk şeklindeydi. Olguların %54’ü sigara
içmekteydi ve tümü sosyal güvenceden yoksun olarak
çalışrılmışlarıdı. Koruyucu önlem olarak olguların
%65’i basit maske kullanmışlardı. Olguların hiçbiri bu iş
kolunun sağlık açısından tehlikeli olduğunu bilmiyordu.
Çalışkları sürece hiç sağlık kontrolü yapılmamış. Bizim
değerlendirmemize kadar iki olgu dışında hiçbiri doktor
kontrolüne gitmemiş. Bu iki olguya da klinik-radyolojik
olarak Akciğer Tüberkülozu tanısıyla an-tüberküloz
tedavi verilmiş.
Mesleki akciğer hastalıklarının erken tanısında periyodik
muayenelerin önemi büyüktür.
Gereç ve Yöntem:
Bu çalışmada Ankara Meslek Hastalıkları Hastanesi’nde
Haziran 2007- Ocak 2009 tarihleri arasında periyodik
muayeneler sırasında tetkik edilmiş, çeşitli fabrikalarda
kaynakçı olarak çalışmış 60 işçinin semptomları ve
solunum fonksiyon testleri (SFT), kaynak dumanına
maruz kalmamış 60 işçi ile karşılaşrıldı. Çalışmaya
alınan vakalara pulmoner semptomları içeren bir anket
uygulaması yapıldı. Her iki gruptaki işçilerin semptomları
ve SFT bulguları istasksel olarak karşılaşrıldı.
Bulgular:
Nefes darlığı (%56.1), öksürük (%62.3), balgam (%78.9)
şikayetlerinin kaynakçı olarak çalışan işçilerde kontrol
grubuna göre anlamlı olarak yüksek olduğu görüldü
(p<0.01, p<0.001, p<0.001). Sigara içen kaynakçılarda
kronik bronşik semptomlarının sigara içmeyenler ya
da bırakmış olanlara ve kontrol grubuna göre daha fazla
olduğu ve istasksel olarak anlamlı olduğu saptandı.
İki grup arasında sigara içme alışkanlığı açısından fark
yoktu. Çalışmaya alınan hastaların tümünün SFT bulguları
normaldi. Obstrüksiyon ya da restriksiyon lehinde bulgu
saptanmadı. Kontrol grubunda FEV1 değerinin kaynakçı
grubuna göre daha yüksek olduğu ve bu farkın istasksel
olarak anlamlı olduğu görüldü.
Sonuç:
Sonuç:
Sonuç olarak bu hastalığın gelişimi engellemek için
gerekli tüm polik ve sosyal önlemler derhal alınmalıdır.
8
Riskli iş kollarında çalışan işçilerin belli aralıklarla
periyodik
muayenelerinin
yapılmasının
ileride
gelişebilecek hastalıkların öngörülmesinde faydalı
olacağı görüşündeyiz.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
TP004
TP005
DİŞ TEKNİSYENİ PNÖMOKONYOZU
BRONŞİAL
ANTRAKOZ
VE
ANTRAKOFİBROZ
OLGULARININ DEMOGRAFİK, KLİNİK, RADYOLOJİK VE
BRONKOSKOPİK ÖZELLİKLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ
SENEM KARABIYIK 1, CEBRAİL ŞİMŞEK 1, DİLEK ERNAM 1,
A.İHSAN KEYF 1, ATİLLA GÖKÇEK 2, FETHİYE ÖKTEN 1
ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ
EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
2
ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI GÖĞÜS CERRAHİSİ
EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ RADYOLOJİ KLİNİĞİ
1
BENAN ÇAĞLAYAN , ALİ FİDAN , COŞKUN DOĞAN ,
SEVDA ŞENER CÖMERT , BANU SALEPÇİ , NESRİN KIRAL ,
DR.LÜTFİ KIRDAR KARTAL EĞİTİM VE ARAŞTIRMA
HASTANESİ
Amaç:
Amaç:
Diş teknisyenlerinde pnömokonyoz prevalansı, oluşan
hastalığın ve maruziyen sonuçları, pnömokonyoz
gelişiminde rol alan riskler, bu risklerin özel ve resmi
laboratuvarlarda hangi boyutlarda olduğu konularını
değerlendirmeyi amaçladık.
Bu çalışmada bronşial antrakoz saptanan hastaların
demografik özelliklerini, klinik bulgularını, radyolojik
ve bronkoskopik görünümlerini değerlendirmeyi
amaçladık.
Gereç ve Yöntem:
Gereç ve Yöntem:
Çalışma Ankara ilinde Sağlık Bakanlığına bağlı üç Ağız Diş
Sağlığı Merkezi ve bunlarla anlaşmalı olarak çalışan özel
kuruluşların diş protez laboratuvarlarında çalışmakta
olan 120 diş teknisyeni ile yapıldı. Diş teknisyenlerinde
‘’Toraks Derneği Çevresel ve Mesleki Akciğer Hastalıkları
Değerlendirme Formu’’ dolduruldu, akciğer grafisi çekildi
ve SFT-Difüzyon testleri yapıldı. Aynı tetkikler kontrol
grubunda da yapıldı.
Çalışmaya kliniğimiz bronkoskopi ünitesinde 2006-2008
yılları arasında yapılan 1541 bronkoskopi olgusundan
antrakoz saptanan 104 olgu alındı. Olguların ikamet
yerleri, meslekleri, ısınmak için ve muakta kullandıkları
yakıt, başvuru şikayetleri, akciğer grafisi ve toraks
bilgisayarlı tomografi (BT) bulguları, bronkoskopik
görüntüsü ve bronkoskopi sonucu elde edilen antrakoza
eşlik eden tanılar değerlendirildi.
Bulgular:
Bulgular:
Pnönokonyoz prevalansı tüm grupta %31.4 olarak
bulundu. Özel laboratuvar teknisyenlerinde %50.9,
resmilerde %11.9 olan prevelen özel çalışanlarda anlamlı
olarak yüksek çık. Pnömokonyoz gelişiminde riski arran
faktörlere bakıldığında ise; maruziyet yılının artması, 20
yıl ve üzeri maruziyet, küçük yaşta işe başlama, genel ve
kişisek koruyucu önlem kullanılmaması istasksel olarak
anlamlı bulundu.Sigaranın ise pnömokonyoz gelişme
riskini istasksel anlamlı olarak arrmadığı saptandı. Diş
teknisyenlerinde hem maruziyet hemde pnömokonyoz
gelişiminin öksürük, balgam, dispne, hırıllı solunumu
içeren solunumsal septomlarda istasksel anlamlı
arşa neden olduğu gösterildi. Pnömokonyoz gelişiminin
FVC(%), FEV1(%), FEF25-75’te istasksel anlamlı olarak
düşüşe neden olduğu ancak FEV1/FVC(%)’ yi anlamlı
etkilemediği bulundu. Pnömokonyoz gelişmeksizin
yalnızca maruziyen ise FVC(%)’de istasksel olarak
anlamlı düşüşe neden olduğu saptanırken, bu sonuç
erken evrede oluşmaya başlayan akciğer fibrozisi ile
açıklandı.
Sonuç:
Tüm bu sonuçlar bize diş teknisyenlerinin pnömokonyoz
açısından riskli bir meslek grubu olduğunu
göstermektedir.
Çalışmaya yaş ortalamaları 61.35±13.34 olan 49(%47.1)
kadın, 55(%52.9) toplam 104 olgu alındı. En sık başvuru
şikayetleri 74(%71.2) olguda öksürük, 60(%57.7) olguda
dispne ve 51(%49.0) olguda balgam çıkartma idi.
Hastaların 48(%46.1)’inde sigara anamnezi mevcuu.
Hastaların 31(%38.3)’inde mesleksel olarak mineral
toz veya biomass maruziye izlenirken, 37(%45.7)
olgunun ev hanımı olduğu görüldü. Ayrıca olguların
tümünde evde ısınmak için veya muakta kullanılan
yakıt nedeniyle biomass maruziye mevcuu. Olguların
ikamet ekleri şehirlerde Kastamonu (%22.2) ilk sırada
yer alıyordu. En sık görülen akciğer grafisi bulguları
konsolidasyon (%51.9) ve fibrozis (%18.3) iken, toraks BT
bulguları arasında da ilk iki sırada konsolidasyon (%38.5)
ve fibrozis (%36.5) saptandı. En sık izlenen bronkoskopik
görüntüler ise bilateral antrakoz (%67.3), stenoz (%40.4)
ve torsiyon (%23.1) idi. Bronşial antrakoz görülen
olguların 11(%10.6)’ne bronkoskopik yöntemlerle
malignite, 7(%6.7)’sine ise tüberküloz tanısı konuldu.
Sonuç:
Biomass maruziyenin yaygın olduğu ülkemizde bronşial
antrakoz ve antrakofibrozise ilişkin epidemiyolojik
verilerin ortaya konulması için çalışmalara ihyaç vardır.
9
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
TP006
TP007
TOZA MARUZ KALAN İŞÇİLERDE UYGULANAN
RADYOGRAFİK TEKNİK STANDARTLARA UYGUN MU?
GÜNEYDOĞU ANADOLU’DA BİR KÖYDE ÇEVRESEL
ASBEST MARUZİYETİNE BAĞLI PLEVRAL PLAK VE DİFFÜZ
PLEVRAL KALINLAŞMA
NACİYE KARATAŞ 1, ALP ALPER ŞAFAK 2, PERİ ARBAK 1,
ÖNER BALBAY 1
DÜZCE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, GÖĞÜS
HASTALIKLARI ANABİLİM DALI
2
DÜZCE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, RADYOLOJİ
ANABİLİM DALI
1
Amaç:
Özellikle
pnömokonyoz
olgularında
uygulanan
film taramalarında film kalitesinin hastalığın
kategorizasyonunda önemli ve ciddi bir etkisinin
bulunduğu anlaşılmışr. Bundan dolayı film kalitesinin
düzellmesi, bu yapılamıyorsa uygun olamayan filmlerin
yorumlanmaması önerilmişr. Bu da yapılamıyorsa
yorumcunun deneyimli olmasının bu dezavantajı
azaltacağı belirlmişr. Çalışmamızın amacı bir ndık
fabrikasında işçilere uygulanmış film çekimini film kalitesi
açısından değerlendirmekr.
Gereç ve Yöntem:
GÜNGÖR ATEŞ , TEKİN YILDIZ , LEVENT AKYILDIZ ,
A.FÜSUN TOPÇU , BAYKAL ERTÜRK
DİCLE ÜNİVERSİTESİ TIP FAK. GÖĞÜS HASTALIKLARI AD
Amaç:
Mineral liflerine çevresel maruziyete bağlı olarak pek
çok benign ve malign plevral hastalık gelişmektedir.
Asbestle ilişkili plevral hastalıkların en sık görülen formu
olan plevral plaklar kalsifiye olduklarında kolaylıkla
görülebilmektedirler.Asbest temasının kesilmesinden üç
dekat sonra kalsifiye plevral plak (KPP) ve diffüz plevral
kalınlaşma (DPK) prevalansındaki muhtemel değişiklikleri
saptamak.
Gereç ve Yöntem:
Çevresel asbest maruziyenin olduğu bilinen bir köyde
274 kişinin göğüs röntgenogramı taranarak kesitsel
prevalans çalışması yapıldı.
Yıllık radyografi izlemi yapılan tümü kadın, 52 ndık
fabrikası çalışanının radyografileri bir göğüs hastalıkları
uzmanı, bir radyoloji uzmanı tarandan birlikte
değerlendirildi. Radyografiler; filmin dozu, inspiryumekspiryum filmi olup olmadığı, pozisyonu, diafragmaların
izlenip izlenmediği, iki taraflı kostodiafragmak sinüslerin
gözlenip gözlenmediği, skapulaların ekarte edilip
edilmediği açısından değerlendirildi.
Bulgular:
Bulgular:
Asbest temasının kesilmiş olması nedeniyle KPP
mevcudiye ileri yaşlara doğru kaymaktadır.
Bulgularımız bölgemizde çevresel asbest maruziyene
bağlı hastalıkların önümüzdeki dekatlarda azalacağını
düşündürmüştür.
Grafilerin dozu olguların %46.2’sinde sert, %34.6’sında
yumuşak iken ancak %19.2’sinde normaldi. Olguların
%32.7’sinde ekspiryum grafisi çekilmiş. Olguların
%57.7’sinde sol ön oblik pozisyon vardı ve %30.8 normal
pozisyonlu idi. Olguların %11.5’unda diafragmalar görüş
alanına girmemiş. Olguların %11.5’unda iki taraflı
kostodiafragmak sinüsler görüş alanına girmemiş.
Olguların ancak %11.5’unda skapulalar ekarte edilmiş.
Sonuç:
Sonuçta meslek hastalıkları tanısında önemli yeri
bulunan radyografi taramalarında çalışan radyoloji
teknisyeni ve hekimlerinin filmlerin tekniği, pozisyonu,
inspiryum filmi çekilmesi gerekliliği, tüm göğüs kafesi
yapılarının (diafragma ve kostodiafragmak sinüsler
dahil) görüntülenmesi gerekliliği konusunda hizmet içi
eğimden geçmeleri gerekği vurgulandı.
10
9 NİSAN 2009
Köylülerin %29,9’unda KPP, %4,7’sinde DPK ve
%0,7’sinde asbestozis saptandı. Yaş, KPP ve DPK için en
önemli değişken olarak saptandı. KPP’lı en genç köylü 33
yaşındaydı ve KPP prevalansı yaşla beraber artmaktaydı.
Sonuç:
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
TP008
TP009
ISPARTALI 44-61 YAŞ GRUBU KADINLARDA ELDE HALI
YAPIMI VE AKCİĞER FONKSİYONLARI İLE İLİŞKİSİ
THE IMPACT ON PULMONARY HEALTH OF OIL FUMES
AND GASES
NECLA SONGÜR 1, ZEYNEP DİLEK AYDIN 2, ÖNDER
ÖZTÜRK 1, ÜNAL ŞAHİN 1, ULUGHBİK KHAYRİ 1, AHMET
AKKAYA 1
AFRİM TABAKU 1, SİLVANA BALA 2, ELİZANA PETRELA 1
SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI AD, ISPARTA, TÜRKİYE
2
SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ,
GERİATRİ BD, ISPARTA,TÜRKİYE
1
1
Amaç:
Bu çalışma, 44-61yaş grubundaki Türk kadınlarında
el ile halı dokumanın akciğer fonksiyonlarına etkisini
değerlendirmeyi amaçlamaktadır. Çalışma, kadınların
el yapımı halı sanayisinde yoğun olarak çalışğı Isparta
ilinde gerçekleşmişr.
Gereç ve Yöntem:
44-61yaş arası 1106 kadın çalışmaya kaldı. Halı
dokuma öyküsü, sigara, eğim, sosyoekonomik durum,
ailede asm sorgulandı. Antropometrik ve spirometrik
ölçümler yapıldı. FEV1 ve FVC’nin sayılan faktörlerle
ilişkisi univariate ve mulvariate regresyon analizleriyle
(UVA, MVA) değerlendirildi. Adımsal model seçim
algoritmasında p <0.15 olan faktörler MVA’e kaldı.
Bulgular:
1070 kadın gönüllünün solunum fonksiyon parametreleri
teknik olarak yeterliydi ve yaş ortalaması 51,1±3.9,
FEV1(lt) ve FVC(lt) ortalamaları 2.27±0.44 ve 2.75±0.55
idi. Kadınların n=707’si (% 66) halı dokumuştu. FEV1ve
FVC değerleri menopozda olan kadınlarda anlamlı olarak
düşüktü (p<0.05). Halı dokumak, hem UVA hem de MVA
de, gerek kategorik bir değişken olarak gerekse sürekli bir
değişken olarak FEV1 ve FVC ile negaf ilişkiliydi . Analiz
yalnızca sigara içmeyen kadınlar ile sınırlandırıldığında
da halı dokumuş olmak ve halı dokunan yıllar önemini
korudu. Yaş, boy,VKİ ve ailede asm öyküsü UVA ve
MVA’lerde FEV1 ve FVC için önemli belirleyiciler idi.
Sigara, aylık gelir, eğim, ailede KOAH öyküsü, DM ve
HT, menopoz, doğum, gebelik ve emzirmek UVA’de
hem FEV1 ve hem de FVC için önemli belirleyiciler iken
MVA’de önemlerini kaybe.
Sonuç:
El halı yapımı ile uğraşmış olmak ve halı yapımında
çalışılan yıllar hem FEV1 hem de FVC’nin daha düşük
değerleri ile ilişkili bulunmuştur. Elyapımı halı sektöründe
yün tozlarına maruziyet, kadınlarda belirgin azalmış
akciğer fonksiyonlarını izah edebilir.
PUBLİC HEALTH INSTİTUTE, TİRANA-ALBANİA
2
UNİVERSİTY HOSPİTAL FOR LUNG DİSEASE, TİRANAALBANİA
Aim:
Exposure of populaons living near oil fields to oil fumes
and gases leads to effects on nervous and respiratory
systems, as well as cancers of mulple sites, including
and pulmonary cancer. The aim of this survey was to
assess the link between exposure to oil fumes and gases
of inhabitants living near oil fields and possibility for
developing chronic pulmonary diseases.
Method:
A cross - seconal survey was carried out in 220
inhabitants living near oil fields and in 210 inhabitants
living faraway from oil field. The survey was based on a
retrospecve study on pulmonary cancer cases during
past 10 years and on pulmonary funcon measurements.
Also, we have used a standardized quesonnaire for
collecng data on smoking habit, socioeconomic status,
past history of pulmonary disease, current respiratory
symptoms, and demographic ones. Stascal processing
of the results was carried out by using SPSS 14 package.
Results:
The results of this survey had shown that there is
an elevated risk for developing pulmonary cancer in
populaon living near these areas, OR 4.10 (95% CI
1.19 – 16.83). Our data showed a strong relaonship
between exposure and possibility to develop restricve
disease, OR 5.27 (95% CI 2.43-9.62), mixed (restricve
and obstrucve) disease OR 6.75 (95% CI 1.75-27.92)
and asthma OR 2.38 (95% CI 1.13 – 5.27), whereas a
weak relaonship had resulted for COPD OR 0.84 (95%
CI 0.29- 2.44)
Conclusion:
The results of this survey have shown that there is a
high risk for developing pulmonary cancer, and a good
relaonship between exposure to oil fumes and gases
and possibility for developing restricve, asthma and
mixed pulmonary disease.
11
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
TP010
TP011
KADINLARDA ÖNEMLİ BİR SAĞLIK SORUNU OLARAK
BİYOMAS KULLANIMI
PERİYODİK
SAĞLIK MUAYENELERİNDE ÇEKİLEN
POSTERO
ANTERİOR
AKCİĞER
GRAFİLERİNİN
RADYOLOJİK DEĞERLENDİRME SONUÇLARI
AYLİN ÖNGEL , NADİ BAKIRCI , MAHŞUK TAYLAN , LEYLA
BOSTAN , ŞULE KIZILTAŞ , YELDA BAŞBUĞ , HALUK C.
ÇALIŞIR
H.VOLKAN KARA , KADİR AĞLADIOĞLU , BÜLENT KOÇER
, HALDUN ŞEVKETBEYOĞLU , G.KAAN ATAÇ , SERHAT
OĞUZ ,
SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS
CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
VAN ASKER HASTANESİ-VAN
Amaç:
Amaç:
Ülkemizde biyomas maruziye ile ortaya çıkan akciğer
hastalıkları, özellikle kadınlarda önemini korumaktadır.
Bu çalışma akciğer hastalığı ile başvuran kadın hastalarda
biyomas maruziyenin boyutunu araşrmak amacıyla
yapılmışr.
Danışmanlık, fizik muayene, aşılama, laboratuar tetkikleri
kullanılarak sağlıklı gözüken insanların belli aralıklarla
değerlendirilmelerine “Periyodik Sağlık Muayenesi”
denir. Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev alan personel
2-3 yıllık aralıklarla periyodik sağlık muayenesinden
geçirilirler. Solunum sistemi değerlendirmesi, fizik
muayene ve Postero-Anterior (PA) akciğer grafisi ile
yapılmaktadır.
Gereç ve Yöntem:
Hastanemizde Eylül 2008- Ocak 2009 tarihleri arasında
hastanemizde KOAH, asm, bronşektazi, tüberküloz,
interssyel akciğer hastalıkları tanı ve tedavisi almış,
hastalarda ısınma yada yemek pişirmek için biyomas
kullanımı (tezek, odun, odun kömür, kuru bitkiler)
açısından sorgulandı.
Bulgular:
Sorgulanan 68 kadın hastanın yaş ortalaması 54,18±18,55
idi. Tanıları 14 (%20.6) KOAH, 11’i (%16.2)’si akciğer
Ca, 7’si (%10.3) Asm, 7’si (%10.3) bronşektazi, 21’i
(%30.9)’u Tüberküloz, 8’i (%11.8) İnterssyel Akciğer
Hastalığı idi. 42’sinde (%62.7)’si ek hastalık eşlik
etmekteydi. Hastaların 59’u (%86.76)’sı ev hanımıydı.
Biyomas kullanımı açısından sorgulandığında hastaların
61’inde (%89.7)’inde odun, 17’sinde (%25) odun
kömürü, 17’sinde (%25) tezek, 10’unda (%14.7) kuru
bitki kullanımı mevcuu. Hastaların 5’i (%7.4) şu an
sigara kullanmakta, 14’ünde (%20.6) daha öncesinden
sigara öyküsü bulunmaktaydı.
Sonuç:
Hastanemizin hizmet eği hasta popülasyonunda kadın
hastalar arasında biyomass maruziyenin halen önemli
bir sorun olduğu gözlemlendi.
Gereç ve Yöntem:
Şubat – Aralık 2008 tarihleri arasında hastanemizde
periyodik sağlık muayenesinden geçirilen personele
ait 844 Dijital P-A akciğer grafisi retrospekf olarak
değerlendirildi. Elliyedi personelin grafisi patolojik olarak
yorumlandı, ancak bunların 7 sinde geçirilmiş girişimlere
sekonder değişiklikler bulunduğundan çalışma dışı
bırakıldı.
Bulgular:
Vakaların yaş ortalaması 31.9 (20-48 ) idi . Elli (%5.9)
personelin grafileri patolojik idi .Bu vakaların yaş
ortalaması 35.2 (22-48 ) idi . 15 kişide semptom ya da
fizik muayenede patoloji tespit edildi. patolojik grafilerin
dağılımda; 24 fibrok değişiklik, 10 nodüler dansite arşı,
9 Aort topuzu belirginleşmesi, 2 kostodiyafragmak sinus
küntleşmesi, 1 fibrok değişiklik ve nodüler dansite arşı
, 1 havalanma arşı, 1 bronkovaskuler belirginleşme , 1
myosis ossifikans ve 1 skolyoz tespit edildi. İleri tetkik
önerilen vakaların hiçbirinde medikal tedavi dışında
cerrahi girişim gerekmedi.
Sonuç:
Patolojik grafilere sahip vakaların yaş ortalaması
yüksek bulunmuştur. Normal bulgulara sahip vakaların
yaş dağılımı ise daha gençr. Personelin çalışmaya
başlamadan önce ayrınlı bir değerlendirmesinden
geçirilmesi, periyodik muayenelerin düzenli yapılması,
nedeniyle akciğerde rastlansal patolojik bulgu tespit
oranı düşüktür. Run çekilen PA akciğer grafileri ilgili yaş
grubunda medikal olarak tedavi edilebilen hastalıkların
erken teşhisi ve toplum kökenli enfeksiyoz durumların
ekarte edilmesi açısından önemlidir.
12
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
TP012
Sonuç:
MALİGNİTE SAPTANMAYAN EMEKLİ MADENCİLERDE
BRONKOALVEOLAR
LAVAJ
SIVISI
LENFOSİT
SUBPOPULASYONLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ
Sigaranın BALS CD4/CD8 üzerine olan etkisi kömür
tozu maruziyenden daha fazla bulunmuştur. BALS
lenfosit subpopulasyon analizi özellikle radyolojik
olarak interssyel patern değiişiklikleri gösteren emekli
madencilerde ayırıcı tanıda yararlı olabilir.
MELTEM TOR 1, HAKAN TANRIVERDİ 1, AYŞEGÜL
TOMRUK 1, FİGEN ATALAY 1, MEHMET ARASLI 2, İSHAK
OZEL TEKİN 2,
ZONGULDAK KARAELMAS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
GÖĞÜS HASTALIKLARI AD ZONGULDAK
2
ZONGULDAK KARAELMAS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
IMMUNOLOJİ AD ZONGULDAK
1
Amaç:
Bronkoalveolar lavaj sıvısındaki (BALS) lenfositlerin
immunfenoplemesi interssyel akciğer hastalıklarının
ayırıcı tanısında önemlidir. Kömür tozu maruziye de
radyolojik interssyel değişiklikler yapabilir. Literatürde
madencilerde BALS flow sitometrik (FCM) analiz sonuçları
ile ilgili yeterli çalışma bulunmamaktadır. Çalışmamızda
kömür tozu maruziye olan madencilerde BALS lenfosit
subpopulasyonunu değerlendirmeyi amaçladık.
Gereç ve Yöntem:
Ocak 2007-Aralık 2008 tarihleri arasında BAL yapılan
madenci olgular retrospekf değerlendirildi. Malign
olgular çalışma dışı bırakıldı. Çalışmaya alınan 14 olguda
BALS etkin bir şekilde elde edilmiş ve BALS FCM analizi
Immunoloji laboratuarımızda yapılmış. Elde edilen
parametrelerin istasksel değerlendirmesi SPSS 11.0
kullanılarak yapıldı.
Bulgular:
Ortalama yer al çalışma süresi 19.21+/-4.94 yıl olan
emekli 14 madenci çalışmaya alındı. Olguların yaş
ortalaması 63.43+/-10.89 (39-78) idi. 12 (%85) olgu
sigara içiyor veya bırakmış (ortalama kullanım 26.93+/12.36 paketyıl). YRBT’de 11 olguda (%78) rekulonoduler
infiltratlar , 2 olguda (%14) balpeteği görünümü, 1 (%7)
olguda ise progressif masif fibrozis mevcut idi. FCM
analizine göre ortalama lenfosit ve granulosit yüzdesi sırası
ile % 4.70+/-8.70 ve 26.17+/-12.36 idi. .Ortalama CD4/
CD8: 2.06+/-2.50 bulundu. Subpopulasyon analizinde ise
CD3: 58.68+/- 24.85, CD4: 33.13+/-16.58, CD8: 27.90+/16.61, CD19: 0.42+/-0.97, CD 16-56: 8.24+/-8.09, CD316-56: 8.46+/-7.50, TCR gamma delta. 4.06+/-3.52 olarak
bulundu. Sigara içimi (pkyıl) ile CD4/CD8 araında anlamlı
negaf korelasyon saptanırken (k: -0.674, p: 0.008), yer
al çalışma süresi (maruziyet) ile FCM parametreleri
arasında korelasyon saptanmadı. Maruziyet beklendiği
şekilde radyolojik ağırlık ile (k:0.601, p:0.03), radyolojik
ağırlık ise BALS lenfosit yüzdesi ile pozif bir korelasyon
gösteriyordu ( k: 0.795, p:0.018).
TP013
FINDIK FABRİKASI ÇALIŞANLARINDA BİR YIL ARAYLA
VARDİYA ÖNCESİ VE SONRASI ZORLU EKSPİRATUAR
AKIM HIZLARININ KARŞILAŞTIRILMASI
NACİYE KARATAŞ , PERİ ARBAK , ÖNER BALBAY ,
SONGÜL UYGUN , ALİ NİHAT ANNAKKAYA
DÜZCE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ANABİLİM DALI
Amaç:
Fındık işlemeciliği alanında çalışanlarda solunum
sisteminin kısa ve uzun dönemde nasıl etkilendiği yeterli
düzeyde araşrılmamışr.
Gereç ve Yöntem:
Seksen sekiz ndık fabrikası çalışanı (79 kadın, 9 erkek)
ilk kez 2007 yılında vardiya öncesi ve sonrası zorlu
ekspiratuar akım hızları ölçülerek izlenmeye başlanmışr.
Olguların solunum sistemi yakınmaları, sigara ve asm/
alerji öyküleri de sorgulanmışr. Bir yıl sonra, çalışmaya
geçici işçi olarak tekrar başladıklarında vardiya öncesi ve
sonrası solunum fonksiyonu ölçümleri tekrarlanmışr.
Bulgular:
Olguların yaş ortalaması 37.1 ± 12.0 (15-58) idi. Olguların
7’sinde öksürük (%8), 9’unda balgam (%10.2), 5’inde
nefessizlik (%5.7), 3’ünde göğüste baskı hissi (%3.4)
vardı. Olguların 16’sı sigara kullanmaktayken (%18.2), 5’i
(% 5.7) bırakmış. Olguların 13’ü (%14.8) farklı etkenlere
karşı alerjileri olduğunu belirtmişlerdi. Bir olguda
önceden konulmuş asm tanısı vardı. Olguların bir sene
arayla vardiya öncesi ve sonrası solunum fonksiyonu
ölçümlerine bakıldığında, ikinci yıldaki zorlu vital kapasite
(vardiya öncesi: 2876 ml’ye 2689 ml, p=0.000, vardiya
sonrası: 2882 ml’ye 2667 ml, p= 0.000), birinci saniyedeki
zorlu ekspiratuar volüm (vardiya öncesi: 2620 ml’ye
2336 ml, p= 0.001, vardiya sonrası: 2590 ml’ye 2339 ml,
p= 0.001), birinci saniyedeki zorlu ekspiratuar volümün
zorlu vital kapasiteye oranı (vardiya öncesi: %91’e %
87, p= 0.000, vardiya sonrası: %89’a % 87, p= 0.031),
maksimal midekspiratuar akım hızı (vardiya öncesi: 3290
ml’ye 2775 ml, p= 0.000, vardiya sonrası: 3211ml’ye
2843 ml, p= 0.000) değerlerinin ilk yıldakinden anlamlı
olarak yüksek olduğu gözlendi. Olguların ikinci yıl testleri
uzun bir dinlenme döneminden sonra yapılmış.
13
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
Sonuç:
Sonuç:
Fındık kabuğu tozlarının tüm zorlu ekspiratuar akım
hızlarında anlamlı düşmeye yol açğı gözlenmişr.
Ancak FEV1/FVC oranı göreceli olarak normal kaldığı
için ndık tozunun restrikf bozukluğa yol açabildiği ileri
sürülebilir.
Sonuç olarak, PET/BT ‘de yanlış pozif durumlar arasında
pnömokonyozların da akılda tutulmasının gerekğini
düşünmekteyiz.
TP015
TP014
KOT KUMLAMAYA BAĞLI SİLİKOZİS: 6 OLGU NEDENİYLE
PNÖMOKONYOZLU HASTALARDA MALİGN HASTALIĞI
TAKLİT EDEN 18F-FDG PET/BT BULGULARI (4 OLGU
NEDENİYLE)
EBRU SULU , LEYLA YAĞCI TUNCER , ÖZKAN DEVRAN
, OKTAY TAŞOLAR , ESRA KÖROĞLU , ECE ÖZ , ADNAN
YILMAZ ,
AHMET SELİM YURDAKUL , AYHAN VAROL , SERPİL YENİ
AKTEN , CAN ÖZTÜRK ,
SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS
CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI
AD ANKARA, TÜRKİYE
Amaç:
Amaç:
Dünyada ve ülkemizde mesleki ve çevresel akciğer
hastalıkları halen önemli bir halk sağlığı sorunu
olmaya devam etmektedir. Özellikle silika ve asbest
gibi mineral tozlarla çevresel ve mesleki maruziyen
akciğer inflamasyonu, fibrozis ve/veya akciğer kanseri
insidansında arşa neden olduğu bilinmektedir. Kömür
madenciliğinde de bilinen KOAH ve pnömokonyoz
riskleri yanında özellikle silika ve diğer karsinojenlere
maruziyete bağlı olarak potansiyel akciğer kanseri riski
de söz konusudur.
Gereç ve Yöntem:
Nefes darlığı, hemopzi ve kilo kaybı semptomları olan
ve dış merkezde çekilen akciğer tomografilerindeki
farklı natürde kitle görünümleri nedeniyle kömür işçisi
pnömokonyozu ve akciğer kanseri ön tanısı ile taramıza
yönlendirilen olgular kliniğimize ileri tetkik ve tedavi
amacı ile yarıldı. Kömür işçisi pnömokonyozu ve akciğer
kanseri düşünülen olgulardan tam kan, sedimentasyon,
run biyokimya tetkikleri ile birlikte balgam sitolojileri ve
PET/BT tetkikleri istendi.
Bulgular:
Olguların PET/BT’lerinde akciğer tomografilerindeki farklı
natürdeki kitle görünümlerinde patolojik düzeyde 18FFDG tutulumları tespit edildi. Malignite ayrımı açısından
doku biyopsisi için fiberopk bronkoskopi (Punch
biyopsi, Fırçalama biyopsisi, Transbronşiyal biyopsi
ve Transbronşiyal iğne aspirasyon biyopsisi) ve/veya
mediasnoskopi yapılan olgulardan alınan tüm örnekler
benign olarak geldi. Hastaların takiplerinde akciğer
tomografilerindeki farklı natürdeki kitle görünümlerinde
herhangi bir progresyon izlenmedi.
14
Kot taşlamacılığına bağlı silikozis önemli bir sağlık
sorunudur. Bu hastalık önlenebilir bir hastalık olmasına
rağmen çoğunlukla mortal seyretmektedir. Bu yazıda
kot kumlamaya bağlı gelişen 6 silikozis olgusu prospekf
olarak değerlendirilmişr.
Gereç ve Yöntem:
6 OLGU PROSPEKTİF OLARAK DEĞERLENDİRİLMİŞTİR
Bulgular:
Olguların tümü erkek olup, yaş ortalaması 29.3 yıl( 2139 yıl) idi. Ortalama çalışma süresi 6.16 yıl (2.5-12 yıl)
olarak bulundu. En sık saptanan yakınma nefes darlığı
idi. Bilateral yaygın nodüler ve interssyel patern en sık
görülen radyolojik bulgular olup, bir olguda bilateral
spontan pnömotoraks saptandı. Solunum fonksiyon
tesnde tüm olgularda restrikf patern bulundu.
Silikozis tanısı bir olguda transbronşial biyopsi ile diğer
olgularda anamnez ve klinik bulgularla elde edildi. Bir
olgu tanıyı takiben 8. ayda kaybedilirken, diğer olgular
halen yaşamaktadır ( ortalama 11 ay)
Sonuç:
Kot kumlamacılığına bağlı silikozis genç yaştaki bireyleri
etkileyen bir hastalık olup, önemli bir morbidite ve
mortalite nedenidir
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
MS006
MS007
PULMONER
EMBOLİDE
SAĞ VENTRİKÜL
DİSFONKSİYONU İLE PRO-BNP, C-REAKTİF PROTEİN
ARASINDAKİ İLİŞKİSİ
PULMONER TROMBOEMBOLİ TANISINDA GECİKME VE
D-DİMER İLİŞKİSİ
YASİN ABUL , SAİT KARAKURT , ŞEHNAZ TANDOĞDU
OLGUN , EMEL ERYÜKSEL , TURGAY ÇELİKEL ,
SAVAŞ ÖZSU 1, YILMAZ BÜLBÜL 1, FUNDA ÖZTUNA 1,
POLAT KOŞUCU 2, TEVFİK ÖZLÜ 1
1
MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI A.D.
2
KTÜ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD
KTÜ TIP FAKÜLTESİ RADYOLOJİ AD
Amaç:
Amaç:
Literatürdeki yeni çalışmalarda inflamasyon ile arteriyal
aterotromboz arasindaki ilişki gösterilmişr. CRP’deki
yükselmelerin myokard infarktüsü ve inme(stroke)’deki
predikf değeri gösterilmişr.Çalışmalarda 10 mg/dl (üst
sınır)cutoff olarak öne çıkmaktadır. Aynı şekilde pnömoni
hastalarında da CRP ile prognoz arasında 100 mg/dl
değeri ve üzerinde ilişki saptanmışr. İnflamasyonun
VTE’de rol oynayabileceğini gösteren çalışmalar vardır.
İnflamasyonun pulmoner embolideki patogenez
ve prognozdaki rolü tam olarak bilinmemektedir.
Çalışmamızda inflamatuar belirteçlerden olan C-reakf
protein, hasarlı kalp kasından salgılanan pro-BNP ile PE ‘de
prognosk önemi olan sağ ventrikül disfonksiyonu(SVD)
arasındaki ilişki araşrdık.
Gereç ve Yöntem:
Çalışmaya akut PE kliniği ile başvuran 56 hasta alındı.
CRP ve pro-BNP’yi etkileyen akf hastalıklar çıkarıldıktan
sonra kalan 47 hasta değerlendirildi. Hastalar CRP
değerlerine göre 10 mg/L ve 100 mg/L üst sınır(cutoff)
olarak 3 gruba ayrıldı.Yine sol kalp yetmezliği olmayan 46
hasta pro-BNP üst sınır 500 pg/ml ve 1000 pg/dl olarak
gruplara ayrıldı.
Bulgular:
Sağ ventrikül disfonksiyonu ile CRP ve pro-BNP arasında
istaksel olarak anlamlı ilişki bulundu (p=0,045;
p=0,006).
Sonuç:
Sonuç olarak, akut pulmoner emboli hastalarında
inflamasyon ile sağ ventrikül disfonksiyonu ve pro
BNP düzeyi arasında pozif ilişki vardır. İnflamatuar
belirteçlerin PE’deki rolünün açıklanması gelecekteki
tedavi yaklaşımlarında belirleyici olabilir.
Pulmoner tromboemboli (PTE)’de erken tanının
mortaliteyi azal
ğı bilinmesine rağmen birçok
olguda tanının bir haadan daha sonra konulduğu
bildirilmektedir. Hangi hastalarda tanının gecikği
konusunda yeterli veri bulunmamaktadır. Bu çalışmada,
başvuru sırasında ölçülen serum D-dimer düzeyi ile
başvurudan tanıya kadar olan süre arasındaki ilişkinin
araşrılması planlanmışr.
Gereç ve Yöntem:
Hastanemizde Haziran 2001-Aralık 2008 tarihleri
arasında tanı alan 305 PTE olgusu retrospekf olarak
incelendi. Olguların %92’inde tanı spiral BT ile %5.9’unda
perfüzyon singrafisiyle ve %2’sinde ise klinik ile konuldu.
Hastaların şikâyetlerinin başlangıcından tanıya kadar
geçen süreler hesaplandı ve tanı anında ölçülen D-dimer
düzeyleri kaydedildi. D-dimer düzeyi ELISA yöntemiyle
çalışıldı ve normal değer ≤500 ng/ml olarak alındı.
Bulgular:
Olguların 174’ü kadın ve 131’i erkek olup, yaş ortalamaları
62,9±16 bulundu. D-dimer %3 hastada normal sınırlarda
saptandı. D-dimer düzeyine göre olgular 2 gruba
ayrıldı. D-dimer değeri ≤4000 ng/ml olan grup-I’de 148
hasta, D-dimer değeri 4000 ng/ml üzerinde olan grupII’de ise 157 hasta mevcuu. Tüm hastaların ortalama
tanı süresi 6,8±8.7 gün olarak bulundu. Bu süre grupI’de 7,8±9.3.gün, grup-II’de ise 5,9±8.0. gün bulundu
(p=0,012). Nefes darlığı ve/veya bayılma semptomu,
grup-II’de anlamlı olarak daha fazlaydı (sıra ile p=0,021,
p=0,022). Diğer yandan grup-I’de olguların %9.4’ü,
grup-II’deki olguların ise %17.8’i masif emboli olarak
değerlendirildi (p=0,034). Mortalite yönünden gruplar
arasında istasksel olarak anlamlı fark bulunmadı (Grup
I’de 11, grup –II’de 18 hasta).
Sonuç:
Çalışmamız D-dimer seviyesi yüksek hastalarda masif
PTE, nefes darlığı ve/veya bayılma şikâyetlerinin daha
sık görüldüğünü ve bu hastaların daha erken tanı aldığını
ortaya koymuştur. Dolayısıyla D-dimer düzeyi yüksekliği
ile masif PTE arasında ilişkili olmasına karşın, D-dimer
düzeyi yüksek olgularda mortalitenin artmaması erken
tanının önemini göstermektedir.
15
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
MS008
PULMONER
TROMBOEMBOLİZMDE
SİNTİGRAFİSİ İZLEMİ
Sonuç:
PERFÜZYON
GÜLFER OKUMUŞ 1, CÜNEYT TÜRKMEN 2, ESEN KIYAN 1,
MÜGE TAMAM 2, IŞIK ADALET 2, LEVENT TABAK 1, HALİM
İŞSEVER 3, ORHAN ARSEVEN 1
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ,
GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI
2
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ,
NÜKLEER TIP ANABİLİM DALI
3
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ,
HALK SAĞLIĞI ANABİLİM DALI
1
Amaç:
Akut pulmoner tromboembolizm (PTE) tanısı konan
olguların takibinde akciğerlerdeki perfüzyon değişimini
ve bu değişimi etkileyen faktörleri araşrmak
Gereç ve Yöntem:
Çalışmaya Ocak 2003’ten ibaren klinik ve singrafik
olarak yüksek olasılıkla PTE tanısı konan 41 olgu
(19Kadın,22Erkek) alındı. Olgulara tedavi başlandıktan 10,
90, 180. gün ve bir yıl sonra yeniden perfüzyon singrafisi
yapılarak perfüzyon defektleri kaydedildi. Perfüzyondaki
değişimler; demografik özellikler, ek risk faktörleri,
uygulanan tedaviler ve nüks açısından karşılaşrıldı.
Olgular sekonder profilaksi tamamlandıktan sonra beş
yıl boyunca klinik olarak izlendi. İstasksel analiz için
Mann-Whitney U, Wilcoxon ve Pearson ki-kare ve testleri
kullanıldı.
Bulgular:
Ortalama yaşları 57±14 yıl olan olguların 10’unda PTE’ye
ek olarak derin venöz trombüs saptanırken 13’üne masifsubmasif emboli nedeniyle trombolik tedavi uygulandı.
Kontrol singrafilerinin tümünde bazal değerlere göre
anlamlı düzelme saptandı (p<0.0001). Onuncu günde 13
(%32.5) olguda tam olmak üzere 31(%75) olguda belirgin
düzelme gözlendi. Üçüncü ayın sonunda olguların
%53.7’sinde, 6. ayın sonunda %71.4’ünde tama yakın
düzelme saptandı. Birinci yılın sonunda yeni bir atak
olmamasına rağmen %10 olguda perfüzyon defektleri
aynı şekilde devam e. Perfüzyondaki değişimi
etkileyen faktörler incelendiğinde yalnızca trombolik
tedavi uygulanan olgularda 10. günde perfüzyonda tam
düzelme anlamlı olarak yüksek bulundu (p=0.04). İzlemde
perfüzyon defektleri devam eden iki olguda pulmoner
hipertansiyon gelişirken, perfüzyon defektleri tamamen
düzelen dört olguda da nüks görüldü. Beş olgu ala
yatan maligniteleri, iki olgu da pulmoner hipertansiyon
nedeniyle takiplerinin 1-3. yıllarında kaybedildiler.
16
Akut PTE’li olguların büyük bir kısmında ilk 10 günde
perfüzyonda belirgin düzelme saptanırken, trombolik
tedavi uygulanan olgularda erken dönemdeki perfüzyon
düzelmesi anlamlı olarak yüksek bulundu.
MS009
PULMONER EMBOLİ SAPTANAN HASTALARDA
KARDİYAK TROPONİN I YÜKSEKLİĞİ
GONCA ÖZYOL , ÖMER TAMER DOĞAN , SEFA LEVENT
ÖZŞAHİN , SEMA NUR ÇALIŞKAN , İBRAHİM AKKURT
CUMHURİYET ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ HASTANESİ
GÖĞÜS HASTALIKLARI A.D.
Amaç:
Biz bu çalışmada, PE hastalarında, cTnI yüksekliğini ve bu
yüksekliğin diğer labaratuvar bulguları ile olan ilişkisini
incelemeyi amaçladık.
Gereç ve Yöntem:
Çalışmamızda PE tanısı kesinleşen 63 hasta ve PE tanısı
dışlanan 43 hastadan oluşan toplam 106 hasta alındı.
Tüm hastalarda ankoagulan tedavi başlamadan önce
alınan kan örneklerinde cTnI değeri ölçüldü.
Bulgular:
PE saptanan hastaların %50,8’inde ve PE ekarte edilen
hastaların %11,6’sında cTnI değeri yüksek bulundu
(p<0,001). Çalışmamızda tesn duyarlılığı %50,7,
özgüllüğü %88,3, pozif predikf değeri %86,4 ve negaf
predikf değeri %55,8 olarak bulunmuştur. Masif PE’lide
submasif ve nonmasif PE’ye göre cTnI yüksek olan
hasta sayısı daha fazla bulundu ancak aradaki farklılık
istasksel olarak anlamlı bulunmadı. PE şüphesi olan
ve cTnI yüksek bulunan hastalarda ekokardiyografi (EKO)
bulguları ayırt edici bulunmamışr; PE(+) olup cTnI yüksek
olan grupta en sık EKO bulgusu pulmoner hipertansiyon
(%74) ve sağ ventrikül dilatasyonu (%70)’dur.
Sonuç:
Sonuç olarak, bu çalışma ile biz PE hastalarında cTnI
değerinin yükselebileceğini gösterdik. Açıklanamayan
göğüs ağrısı veya dispne ve yükselmiş cTnI seviyesi
gösteren hastaların ayırıcı tanıları arasında pulmoner
emboli de mutlaka düşünülmelidir.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
MS010
Sonuç:
ACİL SERVİSTE PULMONER EMBOLİ ŞÜPHESİ OLAN
HASTALARDA KLİNİK SKORLAMA YÖNTEMLERİNİN
TANISAL ALGORİTME KATKISI
Klinik skorlama yöntemleri,acil servise başvuran
PTE şüphesi olan hastalarda tanısal açısından
yönlendiricidir;özellikle
ampirik
skorlama,hasta
seçiminde etkin bir yöntemdir.D-dimer değerinin
klinik skorlama ile birlikte değerlendirilmesi,toraks BT
angiografi çekiminin gerekli olduğu hasta grubunu tam
olarak belirlemektedir.
ONUR TURAN 1, AYŞE YEĞİN 1, DENİZ TURGUT 2, ERKAN
YILMAZ 2, ATİLA AKKOÇLU 1, TÜRKAN GÜNAY 3
DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ;GÖĞÜS
HASTALIKLARI AD
2
DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP
FAKÜLTESİ;RADYODİAGNOSTİK AD
3
DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ;HALK
SAĞLIĞI AD
1
Amaç:
Pulmoner tromboemboli (PTE),pulmoner acillerin
başında gelen klinik bir tablodur.Toraks BT anjiyografi,
direkt emboliyi görüntüleyebilmesiyle PTE tanısında
önemli bir yöntemdir.Radyasyona maruziyet ve
kontrast madde yan etkileri nedeniyle,PTE şüphesi olan
hastalarda bu yöntemin seçiminde dikkatli olunmalıdır.
Bu hasta grubunda tanısal açıdan yönlendirici
olabileceği düşünülen klinik skorlama yöntemlerinin
toraks BTanjiografiye göre duyarlık,seçicilik,pozif
predikf değeri(PPD) ve negaf predikf değerinin(PPD)
belirlenmesi amaçlandı.
Gereç ve Yöntem:
2007 yılında DEÜTF acil servisine başvurup PTE
klinik şüphesiyle toraks BTangiografi çekilen 196
hastanın dosyaları incelendi.Hastalar;ampirik,Wells,
Geneva ve Minia yöntemlerinin klinik skorlamasıyla
değerlendirilip,PTE varlığı açısından “düşük,orta veya
yüksek olasılıklı”olarak sınıflandırıldı.Ayrıca D-dimer
değerlerinin düşüklüğü ile klinik skorlama yöntemlerinin
birlikteliği değerlendirildi.
Bulgular:
Hastaların, 107(%54.6) erkek, 89(%45.4) kadın,yaş
ortalaması 64.2±17.4 olarak bulundu.Toraks BT
angiografi çekilen hastaların 39’una(%19.9) PTE
tanısı konuldu.PTE tanısı koyma açısından Toraks
BT angiografi ile klinik skorlama yöntemleri
karşılaşrıldığında ampirik,Wells, Geneva ve Minia
yöntemlerinin
sırasıyla
duyarlığı
%94.9,%89.7,
%84.6,%92.3;seçiciliği
%54.1,%65.6,%53.5,%56.7;
PPD %33.9,%39.3,%31.1,%34.6; NPD %97.7,%96.3,
%93.3,%96.7 olarak bulundu.Ampirik yöntemde en
yüksek duyarlılık,Wells Yöntemi’nde ise en yüksek
seçicilik saptandı.D-dimer değeri düşüklüğü ve klinik
skorlamada“düşük olasılık” varlığı birlikte alındığında
tüm yöntemlerde duyarlık %100 bulundu.
SS009
VENTİLATÖR İLİŞKİLİ PNÖMONİ KLİNİK VE LABORATUAR
ÖZELLİKLERİ YAŞLI HASTALARDA FARKLI MI?
MÜGE AYDOĞDU , GÜL GÜRSEL , SEÇİL TAŞYÜREK
GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI
ANABİLİM DALI YOĞUN BAKIM ÜNİTESİ
Amaç:
Yoğun bakım ünitesi (YBÜ) morbidite ve mortalitesinin
önemli bir nedeni olan venlatör ilişkili pnömoni (VİP)
gelişimi için ileri yaş oldukça önemli bir risk faktörüdür.
Yaşlı hastalarda toplum kökenli pnömonilerin özellikleri
ile ilgili çok sayıda çalışma olmakla beraber hastane
kökenli ve VİP ile ilgili çalışma sayısı oldukça azdır. Biz
de bu çalışmamızda VİP’li hastalarda ileri yaşın klinik
ve laboratuar bulgularına etkilerini değerlendirmeyi
amaçladık
Gereç ve Yöntem:
Gözlemsel kohort çalışması. Mikrobiyolojik ve klinik
olarak VİP tanısı konulan toplam 160 hasta çalışmaya
dahil edildi. Yetmiş yaşın alndaki hastalar Grup I, ≥70
yaşındaki hastalar Grup II olarak sınıflandırıldı. İki grup
demografik, klinik ve laboratuar özellikleri açısından
karşılaşrıldı. İstasksel analizlerde t-test, ki kare tes
ve regresyon analizi kullanıldı.
Bulgular:
Çalışmaya alınan hastalardan 68’i Grup I’de, 92’si
Grup II’deydi. Tüm grup değerlendirildiğinde Grup
II’de mortalite daha yüksek (%72 vs %37, p=0.001).
Her iki grup arasında mekanik venlasyon süresi, YBÜ
kalış süresi ve hospitalizasyon süresi açısından anlamlı
fark saptanmadı. Laboratuar ve arteriyel kan gazı
analizleri, klinik özellikleri, sepsis, sepk şok gelişimi,
uygun anbiyok kullanımı açısından da iki grup
arasında anlamlı fark saptanmazken, komorbidite (p=
0.009, OR=1.6,%95 CI: 0.920-3.045) ve Acinetobacter
enfeksiyonu (p=0.001,OR= 3.4, CI: 1.8-6.2) yaşlı VİP’li
hastalarda mortaliteyi arran bağımsız risk faktörleri
olarak belirlendi.
17
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
Sonuç:
İki grup arasında uygun anbiyok kullanım oranları, YBÜ
kalış süreleri, klinik ve laboratuar özellikleri açısından
anlamlı fark olmamasına rağmen yaşlı hastalarda VİP’e
bağlı mortalitenin yüksek olması bu hasta grubunda
daha fazla komorbidite bulunmasına ve çok ilaca dirençli
A.baumanii enfeksiyonunun yaşlı hastalarda daha sık
görülmesine bağlanabilir.
SS010
9 NİSAN 2009
ve mikolojik etken izolasyonu açısından, mini-BAL ve BAL
yöntemleri arasında kuvvetli korelasyon (sırasıyla r=0.89
ve r=0.90) bulunmuştur.
Sonuç:
Çalışmamızda mini-BAL ve BAL yöntemleri arasında
hem bakteriyolojik hem de mikolojik etken izolasyon
açısından kuvvetli korelasyon saptanmışr. Bronkoskopik
yöntemlerin komplikasyonları ve maliye göz önüne
alındığında, mini-BAL yönteminin, pnömonisi ve solunum
yetmezliği olan bağışıklığı baskılanmış olgularda BAL
yerine kullanılabileceği düşünülmüştür.
(Bu bildiri yazarları tarandan geri çekilmişr)
SS012
SS011
BAĞIŞIKLIĞI BASKILANMIŞ OLGULARDA GELİŞEN
PNÖMONİLERDE BRONKOALVEOLER LAVAJ (BAL) İLE
MİNİ-BAL YÖNTEMLERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI
M.SEZAİ TAŞBAKAN 1, PERVİN K.EKREN 1, ALEV GÜRGÜN
1
, HÜSNÜ PULLUKÇU 2, FEZA BACAKOĞLU 1
EGE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI
ANABİLİM DALI
2
EGE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS ENFEKSİYON
HASTALIKLARI VE KLİNİK MİKROBİYOLOJİ ANABİLİM
DALI
1
Amaç:
Bağışıklığı baskılanmış olguların tedavi ve izlemleri
sırasında akciğer enfeksiyonları sık olarak gelişmektedir.
Tanısında bronkoalveoler lavaj (BAL) gibi bronkoskopik
yöntemler ile mini-BAL gibi non-bronkoskopik yöntemler
kullanılmaktadır. Bu çalışmada: pnömoni ve solunum
yetmezliği nedeniyle invaziv mekanik venlasyon
uygulanan bağışıklığı baskılanmış olgularda, mini-BAL
ve BAL sonuçlarının, etken mikroorganizma izolasyonu
açısından uyumlarının karşılaşrılması amaçlanmışr.
Gereç ve Yöntem:
Solunumsal yoğun bakım ünitesinde pnömoni tanısıyla
izlenen bağışıklığı baskılanmış olgulara eş zamanlı olarak
mini-BAL ve BAL uygulanmış ve sonuçlar prospekf
olarak değerlendirilmişr. Alınan toplam 38 solunum
örneğine bakteriyolojik, mikolojik, mikobakteriyolojik ve
parazitolojik inceleme yapılmışr.
Bulgular:
Çalışmaya alınan 19 olgunun (yaş ortalaması 57.0±15.3,
13’ü erkek) 11’inde (% 57.9) hematolojik malignite
mevcuur. İncelenen 19 mini-BAL örneğinin 7’sinde
(% 36.8) bakteriyel, 9’unda (% 47.4) fungal etken
izole edilirken; 19 BAL örneğinin 7’sinde (% 36.8)
bakteri, 8’inde (% 42.1) fungus saptanmışr. Hiçbir
solunum örneğinin mikobakteriyolojik ve parazitolojik
incelemelerinde etken belirlenememişr. Bakteriyolojik
18
VENTİLATÖR İLİŞKİLİ PNÖMONİ ETKENİNİN TAHMİN
EDİLMESİNDE BAŞLANGIÇTA ALINAN SÜRVEYANS
KÜLTÜRLERİ İLE SERİ OLARAK ALINAN SÜRVEYANS
KÜLTÜRLERİNİN TANI DEĞERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI
GÜL GÜRSEL , MÜGE AYDOĞDU , SEÇİL TAŞYÜREK ,
TÜRKAN N ÖZİŞ
GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI
ANABİLİM DALI YOĞUN BAKIM ÜNİTESİ
Amaç:
Venlatör ilişkili pnömoni (VİP), yoğun bakım
ünitelerinde (YBÜ) sık görülen ve mortalitesi oldukça
yüksek infeksiyonlardan biri olup erken tanı ve uygun
anbiyok tedavisi ile mortalitesi azallabilir. Yapılan bazı
çalışmalar sürveyans kültürlerinin hastaların %60’ında
yararlı olabileceğini göstermektedir. Bu çalışmanın
amacı entübasyon günü alınan başlangıç surveyans (BS)
kültürleri ile daha sonra seri olarak alınan sürveyans (SS)
kültürlerinin tanı değerini karşılaşrmakr.
Gereç ve Yöntem:
Çalışmaya en az 4 gün mekanik venlasyon tedavisi alan
91 hasta alındı. Tüm hastalardan entübasyon günü ve
daha sonra 2 günde bir endotrakeal aspirat kültürleri
alındı. Hastalar VİP gelişimi açısından her gün takip edilip,
tanı klinik ve mikrobiyolojik olarak konuldu. Hastaların
BS ve SS kültürleri VİP etkenini önceden öngörmeleri
açısından karşılaşrıldı. Bunun için gerçek pozif (GP),
gerçek negaf (GN), yalancı pozif (YP) ve negaf (YN)
değerler hesaplandı.
Bulgular:
91 hastanın hepsi SS sırasında anbiyok kullanıyor
olup 59 unda VİP geliş. BS bunlardan %10 (n:6), SS
ise %61(n:36) inde VİP etkenini önceden gösterdi
(GP). Spesifisite ise BS için %23, SS için %26 olarak
saptandı. BS VİP olmayan 32 hastanın 11(%34) inde
pozif sonuç verirken, SS %25 inde pozif sonuç
verdi. BS’de üreyen mikroorganizmaların % 23’ü, SS’de
üreyen mikroorganizmaların ise %71’i çok ilaca dirençli
mikroorganizmalardı.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
Sonuç:
Sonuç:
Bu çalışmanın sonuçları; VİP için yüksek riskli hastalarda,
başlangıç sürveyans kültürlerinden çok, seri olarak alınan
sürveyans kültürlerinin VİP etkenini öngörmede daha
değerli olduğunu düşündürmüştür. Ayrıca seri sürveyans
kültürlerinin VİP’li hastaların %60 ında uygun anbiyok
tedavisi başlanmasına yardımcı olabileceğini, ancak
VİP olmayan hastaların % 28 inde yanlış pozif sonuç
verebileceğini dolayısıyla gereksiz ve uygun olmayan
anbiyok kullanımına neden olabileceğini göstermişr.
NİMV uygulanır iken maske ile etkin destek sağlanamadığı
durumlarda miğfer başlık güvenli ve etkin alternaf bir
yöntem olarak kullanılabilir.
SS013
NON-İNVAZİV MEKANİK VENTİLASYONDA MİĞFER
BAŞLIK (HELMET) UYGULAMASI
PAMİR ÇERÇİ , BEGÜM ERGAN ARSAVA , ARZU TOPELİ
HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, İÇ
HASTALIKLARI YOĞUN BAKIM ÜNİTESİ, ANKARA
Amaç:
Non-invaziv mekanik venlasyon (NİMV) desteği
çeşitli maskeler (nazal, standart yüz, tam yüz) ile
uygulanabilmektedir ancak maske uyumsuzluğunda
(yüze uygunsuzluk, kaçak fazlalığı, kooperasyon eksikliği,
vb.) NİMV etkinliği ve başarısı azalmaktadır. Ayrıca,
özellikle nazal ve yüz maske kullanımı sırasında bası
yaraları sıklıkla olmaktadır. Bu durumlarda miğfer başlık
ile NİMV uygulaması alternaf bir seçenek olabilir.
Gereç ve Yöntem:
Ocak 2007-Aralık 2008 arasında Haceepe Üniversitesi
Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Yoğun Bakım Ünitesi (YBÜ)
’nde NİMV desteğinde miğfer başlık (4vent helm, Rüsch)
uygulaması denenen hastalar değerlendirmeye alındı.
Klinik ve laboratuvar verileri ile değerlendirilerek, miğfer
başlık ile NİMV uygulamasında ilk 24 saa tamamlayan
hastalar uyumlu olarak kabul edildi.
Bulgular:
Otuzal hastanın 37 yaşı değerlendirildi; al hasta,
NİMV çok erken dönemde sonlandırıldığından, analize
alınmadı. Hastaların %71’inin (n=22) miğfer başlığa uyum
sağladığı görüldü. Bu hastaların %68.2’si erkek (n=15),
yaş ortancası (çeyrekler arası aralık-[ÇAA]) 68.0 yıl (53.585.0) ve ortanca (ÇAA) APACHE II skoru 22.0 (16.8 – 26.3)
olarak saptandı. Akut solunum yetmezliğine yol açan
nedenler kardiyojenik pulmoner ödem (%27.3), KOAH
(%22.7), bağışıklık baskılanmış durumlar (%18.2), sepsis
(%18.2) ve pnömoni (%13.6) idi. Hastaların %9.1’inde
(n=2) entübasyon ihyacı oldu. YBÜ ve hastane yaş
sürelerinin ortanca (ÇAA) değerleri sırası ile 12.6 (7.4 23.0) ve 19.5 (11.8 – 39.0) gün iken, bu hastalarda YBÜ
mortalitesi %36.4 (n=8) , hastane mortalitesi %45.5
(n=10) olarak saptandı.
SS014
SOLUNUM YOĞUN BAKIM ÜNİTESİNDE VENTİLATÖR
İLİŞKİLİ PNÖMONİLER
OLGUN KESKİN , LEVENT KART , MURAT ALTUNTAŞ ,
REMZİ ALTIN , FİGEN ATALAY , MELTEM TOR
ZONGULDAK KARAELMAS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
Amaç:
Yoğun Bakım Üniteleri hastane kaynaklı infeksiyon için
yüksek riske sahipr. Venlatör ilişkili pnömoniler ise
(VIP) yoğun bakım ünitelerinde infeksiyon kaynaklı
mortalitenin en önemli nedenlerinden biridir. Mekanik
venlatördeki hastaların %10-20’sinde VİP gelişmektedir.
Amacımız kliniğimizde takip eğimiz VİP’li hastaları
literatür ışığında incelemekr.
Gereç ve Yöntem:
Çalışmamızda Ekim 2007 Aralık 2008 tarihleri arasında
Solunumsal Yoğun Bakım Ünitemizdeki (SYBÜ ) VİP tanısı
almış hastaların demografik bilgileri, tanıları, eşlik eden
hastalıkları, etken dağılımı ve anbiyok direnç özellikleri
retrospekf olarak inceledik.
Bulgular:
Bu zaman aralığında 257 hasta SYBÜ ne kabul edildi.121
(%47) hasta entübe edildi ve bunların 34’ü (%13) VIP
tanısı aldı. VIP li hastaların 28(%82) i erkek, 6 (%18)sı
bayandı. Hastaneye yaşın en yaygın nedenleri KOAH’ a
bağlı solunum yetmezliği 26/34(%76), pulmoner emboli
5/34(%14) ve akciğer kanseri 3/34(%10) idi. Trakeal
aspirat kültürlerinden izole edilen etkenler, Acinetobacter
21/34 (% 59), Pseudomonas aeruginosa 5/34 (%18)
, Esherciha coli 3/34 (%9), Stenotrophomonas 1/34
(%3), Klebsiella pnömonia 1/34 (%3), germ + maya 1/34
(%3) idi. Hastaların 2’sinde (%5) etken izole edilmedi.
23 hastanın (68%) anbiyogramında verilen ampirik
anbiyok tedavisinde dirençlilik saptandı. Hastaların 8’
inde başlanan tedaviye kültür sonucu alındıktan sonra
devam edildi. VIP olgularında mortalite %89 (30/34)
bulundu. VIP gelişen hastaların 4’ü (%11) taburcu edildi.
Taburcu edilen hastaların SYBÜ nde ortalama kalma
süresi 10±2.9 gün idi. Ölen hastaların SYBÜ nde ortalama
kalma süresi 25±32.3gün idi.
Sonuç:
VIP li hastalarda mortalite oranı yüksek oranda
görülmektedir. Yoğun bakım ünitemizde çoklu ilaç
direncine sahip acinetobacter gibi enfeksiyonlar birincil
öneme sahipr.
19
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
SS016
SS015
MEKANİK VENTİLATÖR HASTALARDA MASKE İLE
NONİNVAZİV MEKANİK VENTİLASYON UYGULAMASININ
EKSTÜBASYON BAŞARISINA KATKISI
YOĞUN BAKIM ÜNİTESİNDE PROBNP DEĞERLERİNİN
PROGNOSTİK ÖNEMİ
EMEL ERYÜKSEL 1, ÖNDER ERGÖNÜL 2, BARAN BALCAN
1
, SAİT KARAKURT 1, TURGAY ÇELİKEL 1
MARMARA ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ, GÖĞÜS
HASTALIKLARI VE YOĞUN BAKIM ANABİLİM DALI
2
MARMARA ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ, ENFEKSİYON
HASTALIKLARI VE KLİNİK MİKROBİYOLOJİ ANABİLİM
DALI
1
GAZİ GÜLBAŞ 1, LEVENT CEM MUTLU 2, ÖZKAN YETKİN 1,
SİNAN TÜRKKAN 1, SÜLEYMAN SAVAŞ HACIEVLİYAGİL 1,
HAKAN GÜNEN 1
İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM
DALI
2
NAMIK KEMAL ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI
ANABİLİM DALI
1
Amaç:
Solunum yetmezlikli hastaların ekstübasyonunu
takiben maske ile noninvaziv mekanik venlasyon
(NIMV) uygulamasının ekstübasyon başarısına katkısını
değerlendirmek.
Gereç ve Yöntem:
Aralık 2007-Mayıs 2008 tarihleri arasında solunum
yetmezliği nedeniyle mekanik venlatöre bağlı 40 hasta
değerlendirildi. Takibi esnasında gelişen diğer bölümlere
devredilen ve ex olan 19 hasta çalışmadan çıkarıldı. Kalan
21 hasta randomize olarak, ekstübasyonu takiben maske
ile NIMV uygulanan (grup 1, n:12) ve uygulanmayan
(grup 2, n:9) iki gruba ayrıldı. Her iki grubun demografik
verileri, mortalite, reentübasyon oranları, hastaneden
yaş süreleri, hemogram, biyokimya ve arter kan gazı
değerleri karşılaşrıldı.
Bulgular:
Grupların demografik veriler, biyokimya ve hemogram
değerleri arasında farklılık yoktu. Hastaların mortalite
oranları grup 1’de (n:4, %33.3), grup 2’den (n:4, %44.4)
daha düşük bulundu, ancak fark istasksel olarak anlamlı
değildi. Hastanede yaş süreleri, grup 1’de 18.6±6.0 gün,
grup 2’de 15.2±9.8 gün, fakat gruplar arasındaki fark
anlamlı değildi. Reentübasyon oranı, grup1’de %33.3
(n:4), grup2’de %44.4 (n:4) bulundu. Gruplar arasındaki
fark istasksel olarak anlamlı değildi (p:0.604).
Sonuç:
Solunum yetmezliği nedeniyle mekanik venlatöre
bağlı hastaların ekstübasyonunda NIMV uygulamasının
mortalite ve reentübasyon oranlarını düşürmesine
rağmen, gruplar arsasındaki fark istasksel olarak
anlamlı değildi. Bu hasta sayısının az olmasına bağlı
olabilir.
20
Amaç:
ProBNP dekompanse kalp yetmezliği ve akut koroner
sendromda kullanılan biokimyasal bir belirtgeçr.
İnflamatuar olaylarda da ar
ğı bilinen ProBNP nin yoğun
bakım hastalarında prognosk değerinin belirlenmesi
amacıyla yapılan çalışma sayısı sınırlıdır. Bu çalışmanın
amacı ProBNP nin yoğun bakım hastalarında prognosk
değerinin belirlenmesidir.
Gereç ve Yöntem:
Yoğun bakıma kabul edilişinin ilk 48 saande proBNP
bakılan 115 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastalar,
mortalitelerine göre iki gruba ayrıldı.
Bulgular:
Yoğun bakıma kabulun ilk 48 saande bakılan ortalama
ProBNP değerlerinde iki grup arasında anlamlı derecede
fark vardı. ( Ortalama ProBNP ex olan hastalar 18914
ng/ ml, taburcu edilen hastalar 6904 ng/ml, p< 001)
Yoğun bakım mortalitesine etki eden faktörlerin
araşrılmasında, tekli değişken analizde ProBNP
yüksekliği,APACHE II skoru ve invaziv mekanik venlasyon
kullanımı ile birlikte istasksel olarak anlamlı etkin
bulundu. ( p<0.001) Çoklu değişkenli analizde ise ProBNP
yüksekliği mortaliteyi etkilemekle birlikte istasksel
anlamlılığa ulaşamadı ( p=0.07).
Sonuç:
Sonuç olarak, ProBNP yoğun bakım hastalarında artmış
mortalite riski ile ilişkili bulunmuştur ve hastaların
takibinde prognozun tahmin edilmesinde apache skoru
ile birlikte kullanılabilir.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
TP016
TP017
SARKOİDOZ VE KRONİK BERİLYUM HASTALIĞINDA HEM
OKSİJENAZ -1 AKTİVİTESİ
SİSTEMİK SKLEROZİSTE İNTERSTİSYEL AKCİĞER
HASTALIĞINI DEĞERLENDİRİLMESİNDE UYARILMIŞ
BALGAM
VE
BRONKOALVEOLAR
LAVAJIN
KARŞILAŞTIRILMASI
NURDAN KÖKTÜRK 1, MOR SABAG 2, MOSHE STARK 2,
JOEL GREİF 2, ELİZABETH FİREMAN 2
GAZİ UNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ANABİLİM DALI
2
TEL-AVİV UNİVERSİTESİ, SOURASKY MERKEZİ, GÖĞÜS
HASTALIKLARI BÖLÜMÜ, TEL AVİV, ISRAİL
1
Amaç:
Oksidaf stres sarkoidoz ve kronik berilyum hastalığının
(KBH) gelişiminde önemlidir. Hemoksijenaz 1 (HO1),
hemoksijenaz enziminin indüklenebilir formu olup,
vucua oksidaf strese karşı koruyucu rol oynar.
Bu çalışmada, indükte balgam HO1 düzeylerinin
sarkoidoz, KBH ve sağlıklı bireylerde karşılaşrılması
hedeflenmişr.
Gereç ve Yöntem:
36 sarkoidoz, 10 KBH, 17 sağlıklı kontrol çalışmaya dahil
edildi. Indükte balgam standart bir protokol ile elde
edildi. Indükte balgam lenfosit (CD4/CD8) alt p analizi
FACS metodu ile yapıldı. HO1 akvitesi biluribin-biliverdin
redüktaz bağımlı bir reaksiyon ile ölçüldü. Ferrin ve
demir enzimak ve kemiluminometrik immunoassay ile
ölçüldü.
Bulgular:
Ort. lenfosit yüzdesi sarkoidoz hastalarında kontrol
grubuna göre yüksek saptandı (P = 0.001). Ort. CD4/CD8
oranı sarkoidoz grubunda, KBH ve kontrol grubuna göre
yüksek saptandı (P = 0.000 ve 0.002). HO-1 akvitesi
sarkoidoz grubunda KBH ve kontrol grubuna göre yüksek
saptandı (P = 0.045 ve 0.041). HO-1 akvitesi sarkoidoz
evresine göre değişiklik göstermedi. Ort. ferrin ve demir
düzeyleri 3 grupta farklılık göstermedi. HO1 ve ferrin
düzeyi arasında korelasyon saptandı (P = 0.008).
Sonuç:
Bu çalışmada ilk defa olarak HO1, intraselüler bir enzim
olmasına rağmen ekstraselüler ortamda başarı ile
ölçülebilmişr. HO1, sarkoidoz ve KBH’da yükselmişr.
HO1 bu hastalıkların patogenezinde rol oynayabilir.
YASİN ABUL 1, NESLİHAN YILMAZ 2, SAİT KARAKURT
1
, PEJMAN GOLABİ 1, ÇİĞDEM ÇELİKEL 3, MÜGE
BIÇAKCIGİL 4, ŞULE YAVUZ 2
MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI A.D.
2
MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ROMATOLOJİ
B.D.
3
MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ PATOLOJİ A.D.
4
YEDİTEPE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ROMATOLOJİ
B.D.
1
Amaç:
Uyarılmış balgam (İS) havayolları hastalıklarının
değerlendirilmesinde
önerilen
non-invaziv
bir
yöntemdir. İnterssyel akciğer hastalığı tanısında
kullanılan bronkoalveolar lavaj (BAL) invaziv bir yöntem
olması nedeniyle takipte kullanımı güçtür. Sistemik
sklerozlu hastalarda, interssyel akciğer hastalığının
tespit edilmesinde İS’ un klinik kullanılabilirliğini
değerlendirmek
Gereç ve Yöntem:
Çalışmaya 19 kadın SSc’lu hasta ile başka nedenlerle
BAL uygulanan 9 kişi (6 kadın, 3 erkek) kontrol grubu
olarak dahil edildi.Tüm hasta ve kontrollere BAL ve İS
prosedürü uygulandı. Spirometri, ekokardiyografi ve
thorax CT (HRCT) görüntülemesi yapıldı. SSc ile kontrol
hastaları arasında İS hücre sayıları karşılaşrıldı. SSc’lu
hastalarda İS’un,BAL,spirometri ve HRCT ile korelasyonu
değerlendirildi.
Bulgular:
SSc’lu hastaların ortalama yaşı 40,1(± 10,9), hastalık
süresi 4(± 4,4) yıl ve akciğer tutulumu süresi 1,6 (±1,3)
yıl idi. %89,5 ANA, %47,4 Scl70 pozifliği mevcuu.
SSc’lu hastaların HRCT’sinde %15,8 normal, %15,8
rekulonodüler patern, %42,1 buzlu cam, %10,5 fibrozis
tespit edilidi. Ekokardiyografide pulmoner basınç 27,9
(± 8,9) mmHg saptandı.SSc’lu hastalarla kontrol grubu
arasında yapılan spirometri karşılaşrmasında farklılık
saptanmadı.(FVC %80 (39-121) vs %92 (59-107) p>0,05)
İS hücre sayılarının karşılaşrmasında; SSc hastalarında
kontrol grubuna göre makrofaj anlamlı derecede yüksek
( %59 (27-82) vs %38 (30-67), p=0,02) iken nötrofil
sayısı anlamlı derecede düşük (%2 (0-13) vs %18 (0-41),
p=0,01) bulundu. SSc’lu hastalarda BAL ile İS hücre
sayıları karşılaşrıldığında makrofaj (r=0,55, p=0,02) ve
lenfosit (r=0,65, p<0,01) yüzdesi arasında korelasyon
saptanırken, nötrofil yüzdesi ve total hücre sayımı
arasında korelasyon bulunmadı. (BAL’da nötrofil sayısı
daha fazla, total hücre sayısı daha az bulundu) SSc’lı
hastalarda İS’daki hücre sayısı ile spirometri ve HRCT’de
buzlucam ve rekülonodüler patern varlığı arasında
korelasyon saptanmadı.
21
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
Sonuç:
İS,
SSc’de
interssyel
akciğer
hastalığının
değerlendirilmesinde BAL yerine kullanılabilecek kolay
ve güvenilir bir yöntemdir.
TP018
TRAVMATİZE AKCİĞERDE
HASARININ ETKİLERİ
İSKEMİ
REPERFÜZYON
ALİ YEGİNSU 1, MAKBULE ERGİN 1, HÜSEYİN ÖZYURT 2,
ÇİĞDEM ELMAS 3, GÜLESER ÇAĞLAR GÖKTAŞ 3, ÜNAL
ERKORKMAZ 4
GAZİOSMANPASA UNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
CERRAHİSİ ANABİLİM DALI TOKAT
2
GAZİOSMANPASA UNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
BİYOKİMYA ANABİLİM DALI TOKAT
3
GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ HİSTOLOJİ VE
EMBRİYOLOJİ ANABİLİM DALI, ANKARA
4
GAZİOSMANPASA UNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
BİYOİSTATİSTİK ANABİLİM DALI TOKAT
1
Amaç:
Çalışmamızın amacı travmaze olmuş akciğerlerde iskemi
reperfüzyon hasarının etkilerinin araşrılmasıydı.
Gereç ve Yöntem:
Çalışmada 24 adet Wistar cinsi albino sıçan kullanıldı.
Sıçanlar rastgele 4 gruba (n=6) ayrıldı. Kontrol gurubunda
sadece anestezi ve venlasyon uygulandı, travma
gurubunda anestezi sonrasında künt toraks travması
oluşturuldu, iskemi reperfüzyon gurubunda (İR) anestezi
ve venlasyon sonrasında akciğer iskemi ve reperfüzyon
hasarı oluşturuldu, travma+İR gurubunda ise anestezi
ile künt toraks travması oluşturulduktan 24 saat sonra
İR hasarı oluşturuldu. Deneklerin serum ve akciğerleri
alınarak uygun koşullarda saklandı. Spesimenlerden
akciğer hasarı ve sistemik inflamasyon parametreleri
çalışılarak guruplar istasksel olarak değerlendirildi.
Bulgular:
Akciğer inflamasyon, fibrozis ve dejenerasyon dereceleri
ve makrofaj ve lenfosit sayıları tüm gruplarda kontrol
grubuna kıyasla daha yüksek (p<0.05). Doku ve serum
anoksidan enzim akviteleri ve MDA düzeyi tüm
gruplarda kontrol grubuna kıyasla yüksek. Bununla
birlikte, Sadece İR gurubunda bu fark istasksel
olarak anlamlıydı (p<0.05). Travma+IR gurubunda doku
düzeylerindeki fark anlamlıyken, serum düzeylerindeki
fark istasksel anlamlılık taşımıyordu. Tüm gruplarda
İL-8 ve TNF alfa düzeyleri kontrol grubuna kıyasla daha
yüksek. Serum ve doku İL-8 ve TNF alfa düzeyleri İR ve
travma+İRgurubunda kontrol grubuna kıyasla anlamlı
olarak daha yüksek (p<0.05). Travma gurubunda ise
serum İL-8 ve doku TNF alfa düzeyleri anlamlı olarak
daha yüksek bulundu. Tüm gruplarda BAL protein
düzeyleri kontrol grubuna kıyasla anlamlı olarak daha
22
9 NİSAN 2009
yüksek (p<0.05). Paramatrelerin hiçbirinde İR, travma
ve travma+İR grupları arasında anlamlı fark tespit
edilmedi.
Sonuç:
Çalışmamızın bulguları göstermişr ki, travmak akciğer
zedelenmesi akciğerleri iskemi reperfüzyon hasarına
karşı korumaktadır. Bu koruyucu etkinin ön şartlandırma
(precondioning) mekanizması ile ortaya çıkğı
düşünülmektedir.
TP019
AKCİĞER TÜBERKÜLOZLU HASTALARDA SERUM
GHRELİN, LEPTİN, TNF ALFA VE IL-6 DÜZEYLERİ VE
KLİNİK KORELASYONLARI
LEVENT KART 1, TANER BAYRAKTAR 2, HULUSİ ATMACA
2
, İSHAK TEKİN 5, HAKAN TANRIVERDİ 1, REMZİ ALTIN
1
, MEHMET ARASLI 5, İNCİ GÜLMEZ 3, FAHRETTİN
KELEŞTİMUR 4
ZONGULDAK KARAELMAS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
GÖĞÜS HASTALIKLARI
2
ZONGULDAK KARAELMAS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
ENDOKRİNOLOJİ
3
ERCİYES ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI
4
ERCİYES ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ENDOKRİNOLOJİ
5
ZONGULDAK KARAELMAS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
İMMUNOLOJİ
1
Amaç:
Tüberkülozda immün sistem yanında nöroendokrin sistem
de etkilenmektedir. Kaşeksi tüberkülozun en sık görülen
klinik bulgularındandır. Lepn ve ghrelin iştah ve vücut
enerji dengesi üzerinde önemli rolleri olan hormonlardır.
Lepn, iştahı azaltarak ve enerji harcanmasını arrarak
vücudun enerji dengesinde önemli rol oynar. Ghrelin
de iştahı arran bir büyüme hormonu sekretogogu
olan doğal bir liganddır. TNF alfa ve IL6 ise inflamasyon
kontrolünde ve tüberküloza bağlı meydana gelen kilo
kaybında rol alan önemli proinflamatuar sitokinlerdendir.
Amacımız akf akciğer tüberkülozlu hastalarda tedavi
öncesi ve sonrası serum ghrelin, lepn TNF alfa ve IL-6
seviyelerini ölçmek ve bunların klinik ve birbirleri ile
ilişkisine bakmakr.
Gereç ve Yöntem:
Göğüs hastalıkları ünitelerince takibe alınan 41 akf
akciğer tüberkülozlu ve 22 sağlıklı kontrol olgusu
çalışmaya alındı. Fizik muayeneleri yapılmış hastaların,
akciğer grafileri, BMI’leri ve run laboratuar testleri
değerlendirildi. Akf akciğer tüberkülozu tanısı konmuş
hastalardan tedavi öncesi ve sonrası serum ve plazma
örneklerinden ELISA yöntemi ile serum ghrelin, lepn
TNF alpha ve IL6 seviyeleri ölçüldü. Sonuçlar, sağlıklı
kontrol grubu ile karşılaşrıldı.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
Bulgular:
TP021
41 hastadan tedavi sonrası 6. ayda kontrole gelen 25
hasta (5 kadın, 20 erkek) ile 22 sağlıklı birey (7 kadın, 15
erkek) değerlendirmeye alındı. Hasta ve kontrol grubun
yaş ortalamaları arasında fark yoktu. (36.6±19.2 yıl,
39.6±15.2 yıl, p:0.216). Hasta ve kontrol grubu arasında
serum lepn ve IL-6 düzeylerinde istasksel anlamlılık
saptandı (p<0.05). Serum ghrelin ve TNF alfa düzeylerinde
farklılık bulunmadı. (p>0.05) (Tablo 1).
PROANTOSİYADİNİN RE-EKSPANSİYON PULMONER
ÖDEMDE OKSİDATİF STRESİ ÖNLEYİCİ ETKİLERİ
Sonuç:
Akf tüberkülozlu hastalarda lepn IL-6 ile ters ilişkili
olarak azalmaktadır. Ghrelin’in ise proinflamatuar
sitokinlerle ve tüberkülozla ilişkili bulunmamışr.
TP020
ORHAN YÜCEL 1, ERGUN UÇAR 2, ERGUN TOZKOPARAN
2
, CEMAL AKAY 3, ARMAĞAN GÜNAL 4, SEDAT GÜRKÖK
1
, AHMET AYDIN 3, SEZAİ ÇUBUK 1, KUTHAN KAVAKLI 1,
ONUR GENÇ 1
GÜLHANE ASKERİ TIP AKADEMİSİ GÖĞÜS CERRAHİSİ
AD.
2
GÜLHANE ASKERİ TIP AKADEMİSİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI AD.
3
GÜLHANE ASKERİ TIP AKADEMİSİ FARMASÖTİK
TOKSİKOLOJİ AD.
4
GÜLHANE ASKERİ TIP AKADEMİSİ PATOLOJİ AD.
1
Amaç:
GENETIC PREDISPOSITIONS OF DEVELOPMENT OF
RECURRENT PULMONARY TUBERCULOSIS
Çalışmamızda reekspansiyon pulmoner ödem (RPÖ)’ de
oksidaf stres rolü ve Proantosiyanidin (PC)’ nin önleyici
etkisi araşrıldı.
A.S. SADYKOV
Gereç ve Yöntem:
DEPARTMENT OF PHTHİSİATRY OF THE TASHKENT
INSTİTUTE OF PEDİATRY, TASHKENT, UZBEKİSTAN
Aim:
To study correlaon between genec factors and
frequency of recurrent pulmonary tuberculosis.
Method:
Seventy paents with recurrent pulmonary tuberculosis
have been examined. As genec marker a phenotype
of carriage of haptoglobin (Нр) was determined,
phenotypes Нр1-1, Нр2-1, Нр2-2 separated.
Her biri on denekten oluşan üç grup oluşturdu. Birinci
Kontrol Grubu (CG): RPÖ oluşturulmadı ve üç gün takip
edildi. Takip süresinden sonra denekler sakrifiye edildi.
Akciğer dokusundan histopatolojik ve biyokimyasal
((Malondialdehit (MDA) düzeyleri,Katalaz (CAT),
Süperoksit dismutaz (SOD) ve Glutatyon peroksidaz
(GPx) akviteleri)) inceleme için örnekleme yapıldı.
İkincisi RPÖ Grubu (ÖG): KG’ la aynı protokol uygulandı.
KG’ dan farklı olarak üç günlük takip süreci öncesinde
RPÖ oluşturuldu. Üçüncü Tedavi Grubu (TG): ÖG ile
aynı protokol uygulandı. ÖG den farklı olarak RPÖ
oluşturulmadan 8 saat önce deneklere PC verildi.
Bulgular:
Results:
Phenotype Нр2-2 was determined in 40,0% of paents
with recurrent tuberculosis of the lungs, Нр 1-1 in 27,2%
and Нр2-1 in 32,8% of paents. In Нр2-1 prevailed nidal
(26%) and infiltrave tuberculosis (50%) , in paents
with Нр2-2 and Нр1-1 – fibrous-cavernous tuberculosis
- 42 and 61% respecvely. Analysis of relapses’ terms
showed development of relapses in the first three years
in 43,7% paents in Нр1-1.
ÖG’ da perivasküler alanlarda sıvı ekstravazasyonu
ve bazı alveolar boşluklarda eozinofilik sıvı birikimi
ve alveolar hasar (p=0,011) gözlendi. Alveolar hasar,
Ekstravasal ve alveollerdeki bu sıvı birikimi TG da önemli
bir şekilde azalmış olduğu gözlendi (p=0,011). ÖG da MDA
düzeylerinde artma, GPx, SOD ve CAT akvitelerinde
belirgin azalmaya neden oldu (P<0,011). PC tedavisi
MDA düzeylerini azal
(P<0,011).
Sonuç:
Conclusion:
Chemotherapy rapidly regressed process in paents
with Нр2-1. A substanal resoluon was noted in 17,2%
paents with Нр2-1, in 8,6% - progression, whereas in
phenotype Нр2-2 a marked resoluon and progression
were fixed in even oen (10,7%). An essenal differency
between these indices was registered in phenotype
Нр1-1- improvement in only 6,2% paents, progression
- in 25%. Conclusion: The paents carriers of phenotypes
Нр2-2 and Нр1-1 have a predisposion to recurrent
tuberculosis of the lungs.
RPE patofizyolojisinde oksidaf stres önemli rol
almaktadır ve güçlü anoksidan özelliği olan PC
tedavisinin RPÖ oluşumunu azaltabileceği gösterilmişr.
23
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
TP022
TP023
SIÇANLARDA OLUŞTURULAN AKUT AKCİĞER HASARI
DENEY MODELİNDE ANESTEZİK MADDELERİN ETKİLERİ
APOPTOSIS OF THE BRONCHIAL EPITHELIUM IN COPD
1
2
EMİNE YILMAZ SİPAHİ , HÜSEYİN ÜSTÜN , FERRUH
NİYAZİ AYOĞLU 1
1
2
ZONGULDAK KARAELMAS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
ANKARA HASTANESİ
Amaç:
SAYERA ARİFKHANOVA 1, KAMOLA UBAYDULLAEVA
1
, NADİRA ZOİROVA 2, IBROGİM AKHATOV 1, GAFUR
MAVLANOV 3
NATİONAL INSTİTUTE OF TB AND PULMONOLOGY,
TASHKENT
1
NATİONAL INSTİTUTE OF THERAPY AND MEDİCAL
REABİLİTATİON
2
Alpha-naphthylthiourea (ANTU) rodendisit olarak
kullanılan kimyasal bir ajandır, doz ve zaman bağımlı
olarak akut akciğer hasarı deney modeli oluşturmak için
kullanılmaktadır. Yapılan çalışmalarda, ANTU’nun akciğer
hasar mekanizmasında hedefin kapiller endotel hücresi
olduğu gösterilmişr. Endotel hasarı endotel bariyerin
kaybolmasına ve kapiller permeabilitenin artmasına ve
sonuçta intersiyel ve alveolar ödeme yol açmaktadır.
Bu çalışmanın amacı, ANTU ile oluşturulan deneysel
akut akciğer hasarı deney modelinde, pentobarbital
sodyum, opental sodyum ve üretanın akut etkilerini
araşrmakr.
Gereç ve Yöntem:
ANTU sıçanlara i.p. olarak 10 mg/kg dozunda verildikten
sonra 4 saat içinde maksimum düzeye ulaşan, plevral
efüzyon (PE) ve akciğer ağırlığı/vücut ağırlığı oranındaki
(AA/VA) arşla karakterize akut akciğer hasarı
gelişrmektedir. Anestezik maddeler ANTU’dan 30
dakika önce, artan dozlarda verilmiş ve koruyuculukları
araşrılmışr.
Bulgular:
ANTU’dan 30 dakika önce verilen üretan (50, 100 ve
200 mg / 100 g), opental sodyum (25, 50 mg/kg)
ve pentobarbital sodyum (40 mg/kg), histopatolojik
inceleme ve deney parametrelerinde (PE, AA/VA) akciğer
hasarını istasksel anlamlı ölçüde azaltmışr.
Sonuç:
Bu sonuçlar, üretan, opental sodyum ve pentobarbital
sodyumun, ANTU aracılı akut akciğer hasarında koruyucu
olduklarını göstermektedir. Anestezik maddelerin
akciğer fonksiyonları ve hasar mekanizmaları üzerine
olan etkilerinin bilinmesi, bu ilaçların seçiminde önemli
rol oynayacakr.
24
3
INSTİTUTE OF GENETİCS REPUBLİC OF UZBEKİSTAN
Aim:
To study T - lymphocytes and bronchi epithelial exposure
degree to apoptosis in COPD
Method:
Expression of apoptosis molecules Bc1-2, Bax and
P53 was studied in the cells of biopsy of bronchi and
T- lymphocytes in bronchoalveolar lavage obtained at
bronchoscope (BAL) using flow cytometry from former
(16) and current smokers (18) with COPD and 4 healthy
subjects.
Results:
In the paents with COPD there was revealed significant
increase in expression of apoptosis molecules in the
epithelial cells of bronchi by 92% and in T -lymphocytes
by 120% in comparison with healthy subjects. There
were no differences in degree of apoptosis expression
in bronchial epithelium between smokers and former
smokers.
Conclusion:
Apoptosis, evidently, parcipates in the pathogenesis of
COPD and persistent exceeded apoptosis in the former
smokers, evidently indicates about presence of persons
having natural predisposion to increased apoptosis
and, maybe, development of COPD in them. This may
explain existent heterogeneity of COPD development in
smokers.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
TP024
TP025
VENÖZ TROMBOEMBOLİ’Lİ HASTALARIMIZDA GEN
MUTASYONLARININ DAĞILIMI
APOPTOSIS OF BRONCHIAL EPITHELIAL CELLS INDUCED
BY PESTICIDES IN THE PATIENTS WITH COPD
EBRU ŞENGÜL PARLAK , AYŞEGÜL KARALEZLİ , AYŞEGÜL
ŞENTÜRK , HATİCE CANAN HASANOĞLU , GÜLAY GÜLEÇ
CEYLAN
NADİRA ZOİROVA 2, SAYERA ARİFKHANOVA 1, IBROGİM
AKHATOV 1, GAFUR MAVLANOV 3
ANKARA ATATÜRK EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
1
NATİONAL INSTİTUTE OF TB TASHKENT
2
Amaç:
Bu çalışmanın amacı pulmoner tromboemboli (PTE)
tanısı konulan hastalarda risk faktörlerini ve gen
mutasyonlarının görülme sıklığını araşrmakr
Gereç ve Yöntem:
Çalışmaya yaş ortalaması 56,3±15,5 olan 25-84 yaşları
arasında toplam 61 PTE tanısı konulmuş hasta alındı.
Hastaların 25’i (%40,9) erkek, 36’sı (%59,1) kadındı.
Hastaların özgeçmişleri, trombozis risk analizleri
[meltetrahidrofolat redüktaz (MTHFR) C677T, Faktör
V Leiden, Protrombin G20210A, plazminojen akvatör
inhibitör 1 (PAI-1) 4G/5G, MTHFR A1298C] ve risk
faktörleri retrospekf olarak incelendi.
Bulgular:
Çalışmaya alınan 61 hastanın risk faktörleri
incelendiğinde 6’sında (%9,8) cerrahi, homosisteinemi,
derin ven trombozu (DVT), 5’inde (%8,2) cerrahi,
homosisteinemi, 5’inde (%8,2) cerrahi, 5’inde (%8,2)
homosisteinemi, 5’inde (%8,2) immobilizasyon, 4’ünde
(%6,5) DVT, homosisteinemi ve 31’inde (%50,8) diğer
risk faktörleri saptandı. Hastaların trombozis risk analizi
incelendiğinde 10’unda (%16,3) 2 heterozigot, 11’inde
(%18) 1 heterozigot 1 homozigot, 6’sında (%9,8) 1
homozigot, 1’inde (%1,6) 2 homozigot, 9’unda (%14,7)
3 heterozigot, 2’sinde (%3,3) 4 heterozigot, 15’inde
(%24,6) 1 heterozigot gen mutasyonu saptandı. 7 (%11,5)
hastada gen mutasyonu izlenmedi.
Sonuç:
Sonuç olarak bu çalışmada hastaların % 63,9’unda en
az 2 trombofili faktörü olduğu görüldü. İki veya daha
fazla trombofilik durum saptanan olgularda 12 ay veya
ömür boyu ankoagülan tedavi önerilmektedir. Bu
açıdan bakıldığında hastalara ileri yaşlarda da genek
inceleme yapılmalı, fiziksel akvite düzeyleri incelenmeli
ve hastalar kar zarar oranları düşünülerek ömür boyu
ankoagülasyon açısından değerlendirilmelidir.
NATİONAL INSTİTUTE OF THERAPY AND MEDİCAL
REABİLİTATİON
3
INSTİTUTE OF GENETİCS REPUBLİC OF UZBEKİSTAN
Aim:
To study morphology of the bronchial mucosa (BM) and
expressions of cell apoptosis, proliferaon and acvaon
in COPD with and without chlororganic pescides in the
body (COP).
Method:
In the biopsies of BM obtained at bronchoscope from 9
paents with COPD without COP (group 1), 12 paents
with COP (group 2) and 4 healthy subjects (group 3) there
was studied BM morphology with immunohistochemical
evaluaon of apoptosis molecule Bc1-2, P53 expression,
PCNA proliferaon, NFkappa, CD40/CD40-L acvaon.
Results:
There was found catarrhal-scleroc bronchis in-group
1 and chronic scleroc (granulang) bronchis in-group
2. The sickness of BM in-group 2 was less than in groups
1 and 3. Expressions of apoptosis molecules Bc1-2, P53
were greater 205% in-group 2, and 110% in-group 1
than in-group 3. Expressions of PCNA, NFkappaB, CD40/
CD40-L was significantly lower than in-group 3. These
parameters were lowest in-group 2.
Conclusion:
The exceeded apoptosis associated with BM atrophy
and metaplasia in group 2 indicated about “clueringup” with apoptosis bodies and lesions of mechanisms
of cleaning from them with macrophages and adjacent
epithelial cells that results in increase of oncological risk
and exacerbaon rates.
25
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
TP026
TP027
ÇEVRESEL SİGARA DUMANININ SOLUNUM SİSTEMİNE
ETKİLERİNİN
SIÇANLARDA
HİSTOPATOLOJİK
DEĞERLENDİRİLMESİ VE Kİ-67 EKSPRESYONUNUN
ARAŞTIRILMASI
PULMONARY VASCULAR MUSCLE PROLIFERATION AS
A RESULT OF PROTEIN AND MRNA-ENOS ALTERATION
IN A RAT MODEL OF CHF
MESİHA ÇİLİNGİR BABALIK 1, GÜLCİHAN ÖZKAN 1,
MEHMET BAYRAM 1, NUR ÜRER 1, MAHMUT BABALIK 2,
AYGÜN GÜR 1, GÜNGÖR ÇAMSARI 1
YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ
EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
2
OKMEYDANI EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ KBB
KLİNİĞİ
1
Amaç:
Sigaranın başta akciğer ve diğer organlarda olmak üzere
karsinojenik etkisi bilinmektedir.Pasif sigara içiminin ise
ne kadar risk yara
ğı halen tarşmalı bir konudur.Bu
çalışmada sigara dumanının solunum sistemi üzerine
etkilerini göstermek amacıyla histopatolojik değişiklikler
ve ki-67 indexi değerlendirildi.
Gereç ve Yöntem:
20 adet dişi Wistar Albino sıçan her bir grupta 10 hayvan
olmak üzere 2 gruba,her biri de kendi içinde deney ve
kontrol grubu olarak ayrıldı.İlk grup 45 gün,ikinci grup 90
gün sabah ve öğleden sonra olmak üzere iki farklı saat
diliminde birer saat sigara dumanına maruz bırakıldı.
Deney sonunda sıçanların trakeo-bronşial sistemi ve
akciğerleri, hemotoksilen-eosin boyama yapılarak,
epitel ve mukoza değişiklikleri histopatolojik olarak
değerlendirildi.Tüm preparatlar ki-67 ile boyanarak
proliferasyon değerlendirildi.İstaksel analiz ki-kare tes
ile yapıldı.
Bulgular:
Deney ve kontrol grubu hayvanlar trakea ve bronş
sisteminde epitel hiperplazisi, epitelde skuamoz
metaplazi,
preinvaziv
değişiklik,
mukozada
mononukleer ilhabi infiltrasyon, fibrozis, lenf follikülü
ve koleksiyonu,alveolar boşlukta sekresyon,alveol
septalardaki epitelyal reaksiyon,inflamasyon,interssy
el pigmentasyon açısından incelendi.Bazı hayvanlarda
histopatolojik olarak değişiklik gözlenmesine rağmen
her iki grup arasında istasksel olarak anlamlı bir fark
bulunmadı, tüm preparatların ki-67 indexi ise %0-1
arasında saptandı.
Sonuç:
Çevresel sigara dumanının zararlı etkileri, yapılan
çalışmalarda üst solunum yolları ve vokal kordlarda
daha kısa süreli maruziyetle ortaya çıkmasına rağmen ,
trakeobronşial sistem ve akciğerlerde kısa süreli maruziyet
ile anlamlı değişiklikler gözlenememişr.Bu nedenle
daha uzun süreli ve yüksek doz duman maruziye ile
daha fazla sayıda deney hayvanı ile yapılacak,çok sayıda
deney ve çalışmalara ihyaç olduğu düşünülmüştür.
26
9 NİSAN 2009
MOHAMMAD KHAKSARİ 1, SOHRAB HAJİZADEH 2,
MOHAMMAD BİGDELİ 2, SAEED SHAHRAZ 2
1
DEPT OF PHYSİOLOGY AND PHYSİOLOGY
RESEARCH CENTER ,KERMAN UNİVERSİTY OF
MEDİCAL SCİENCES,KERMAN ,IRAN
2
DEPT OF PHYSİOLOGY SCHOOL OF MEDICAL
SCIENCES TARBIAT MODARES UNIVERSITY
TEHRAN-IRAN
Aim:
Introducon: Congesve heart failure (CHF) generally
results in increased pulmonary blood flow and if untreated leads to pulmonary hypertension and heart failure. NO produced by the lung is regulated by systemic
blood flow and in turn adjusts smooth muscle proliferaon via altered expression of eNOS. So the aim of this
study was to study the effect of arficial aorto-caval
shunt in order to increase pulmonary flow for 7 weeks
Method:
Methods: Anesthesia induced by sodium pentobarbital,
a fistula (shunt) was created between aorta
and vena cava. Western blong and Northern
blong were used to show the difference in eNOS
expression and protein level in experimental groups
Results:
Results showed that: 1- pulmonary arterial medial
wall increased in shunted animals whereas the
inmal layer remained unchanged. 2- in shunted lung,
increased pulmonary flow results in changes in eNOS
expression. 3- Western blot analysis demonstrated
significant differences in eNOS protein levels in
the lungs of animals with small and large shunts
Conclusion:
In conclusion creaon of large systemic arteriovenous shunt not only caused proliferaon of
smooth muscle cells but also cardiac heart mass,
heart to body mass and long to body mass rao.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
e-PS001
e-PS002
BİLATERAL MULTİPL NODÜLLER: SEPTİK PULMONER
EMBOLİ
İMMÜNKOMPETAN İNVAZİV ASPERGİLLOZİSLİ BİR
OLGU
CEMİLE DİLŞAH SÜRMELİ , GÜLHAN BOĞATEKİN ,
FÜSUN TAKE , GÜNGÖR ATEŞ , TEKİN YILDIZ , VEDAT
ERDEM
NEZİHE ÖZDOĞAN 1, SEMA OYMAK 1, HAKAN
BÜYÜKOĞLAN 1, GÖKHAN BÜYÜKBAYRAM 1, İNCİ
GÜLMEZ 1, RAMAZAN DEMİR 1, KEMAL DENİZ 2
DİCLE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
ERCİYES ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ABD
2
ERCİYES ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ PATOLOJİ ABD
Amaç:
Sepk pulmoner emboli ani başlangıçlı ateş, solunumsal
semptomlar ve mulpl akciğer nodülleri ile karakterize
nadir görülen bir hastalıkr.
1
Amaç:
39 yaşında bayan hasta ateş, öksürük, nefes darlığı ve
göğüs ağrısı şikaye ile başvurdu.
İnvaziv pulmoner aspergillozis(IPA) nötropenik veya
herhangi bir nedenle immün sistemi baskılanmış
hastalarda görülür.Bununla birlikte IPA nadiren
immünkompetan hastalarda da ortaya çıkabilir. Burada
immünyetmezlik durumu olmayan IPA’lı bir vaka
sunulmaktadır
Bulgular:
Gereç ve Yöntem:
Hastanın fizik muayenesinde sol akciğer orta alanda
raller mevcuu. Laboratuar incelemelerinde lökosit: 3.6
K/UL, Hgb: 10.6 gr/dl, HCT: %32.1, AST: 51 IU/L, ALT: 50
IU/L, LDH: 564 IU/L, pH: 7.49, PaO2: 54 mmHg, pCO2:35
mmHg, HCO3: 27mmol/L, SaO2: %90 idi. Yapılan Dopler
ECHO’da PAP max: 25mmHg idi. PA akciğer grafisi ve
toraks tomografisinde yaygın subplevral ve parankimal
nodüleri olan hasta metastak akciğer kanseri, vaskülit
ve sepk pulmoner emboli ön tanılarıyla yarıldı. Alınan
kan ve idrar kültürlerinde üreme olmadı. Başlanan bir
haalık anbiyoterapiyle klinik ve radyolojik bulgular
tamamen düzeldi. Hastanın yapılan sistem taramalarında
maligniteye rastlanmadı. Enfeksiyon odağı taramasında
herhangi bir kaynak bulunamadı.
18 yaşında erkek hasta, 15 gündür devam eden nefes
darlığı,öksürük,kanlı balgam,göğüs ağrısı ve ateş şikaye
ile başvurdu.Hastanın geçirilmiş tüberküloz öyküsü veya
başka bir sağık problemi yoktu. Alkol,sigara ve madde
bağımlılığı bulunmuyordu
Gereç ve Yöntem:
Sonuç:
Sonuç olarak bilateral mulpl nodüller ve ateşle başvuran
hastalarda sepk emboli de düşünülmelidir.
Bulgular:
.Toraks BT’de sol akciğer üst lob apikoposterior
segmene kaviter lezyon, kavitasyon içerisinde nodüler
yer kaplayıcı lezyon saptandı. Bronkoalveolar lavaj,
balgam ve doku kültüründe A.fumigatus üreldi..
İmmünglobülin ve immünglobülin subgrup seviyeleri
normal sınırlarda idi.AnHIV ve hepat markerları negaf
idi.Bronkoskopide sol üst lob apikoposterior segment
genişlemiş ,içerisi irregüler nekrok doku ile sıvalı idi.
Histopatolojik incelemede nekrok akciğer yapıları
içerisinde 45° ve daha küçük açılarla dallanan mantar
hifaları gösterildiAmfoterisin B tedavisi başlandı,üç haa
sonra varikonazol tedavisine geçildi.Hasta klinik iyileşme
gösterdi
Sonuç:
IPA immünkompetan hastalarda nadir görülür.Hastalarda
klinik şüphe varlığında erken tanı zorunludur,agresif
anfungal tedavi iyi prognoz şansını ar
rır.
27
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
e-PS003
ENDOBRONŞİYAL
TUTULUMLA
MUKORMİKOZİS OLGUSU
e-PS004
SEYREDEN
BİR
HAKAN TANRIVERDİ , FİGEN ATALAY , LEVENT KART ,
AYŞEGÜL TOMRUK , MURAT ALTUNTAŞ
AYSEL TURAN , RAVZA BAYRAKTAR , MEHMET MERAL ,
DİDEM PULUR , METİN GÖRGÜNER ,
ZONGULDAK KARAELMAS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
GÖĞÜS HASTALIKLARI AD
ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ABD
Amaç:
Amaç:
Mukormikozis immün yetmezliği olan hastalarda sıklıkla
ölümcül seyreden invaziv fungal bir enfeksiyondur.
Endobronşiyal mukormikozis ise oldukça nadir olup
Amfotericin B tedavisini takiben cerrahi yapılmayan
olgularda mortalite %50‘ den fazladır. Biz de nadir görülen
ve mortal seyreden bir hastalık olan endobronşiyal
mukormikozis olgusunu sunmayı amaçladık.
Akciğer ve kas kist hidaği birlikteliği oldukça nadir
gözlenmektedir.
Gereç ve Yöntem:
58 yaşında erkek hasta. Nefes darlığı, öksürük ve
balgam çıkarma şikayetleri ile acil servise başvurdu.
Özgeçmişinde p II Diabetes Mellitusu mevcuu ve 5
yıldır insülin kullanıyordu. Akciğer grafisinde bilateral
infiltrasyonu vardı. Laboratuvar tetkiklerinde, Wbc:22,8
Hgb13,5, kan şekeri: 530 mg/dl, kan gazında hipoksi ve
metabolik asidozu vardı. Hasta KOAH akut alevlenme +
pnömoni + Diyabek Ketoasidoz + solunum yetmezliği
tanıları ile yarıldı
Bulgular:
Hastaya nonspesifik anbiyoterapi ve bronkodilatatör
tedavi başlandı. Takiplerinde tedaviye rağmen akciğer
grafisinde infiltrasyonunda düzelme olmadı. Bronkoskopi
yapıldı. Sağ bronşiyal sistemin, ana bronştan ibaren
tüm mukozayı çepeçevre saran ve lümende daralmaya
yol açan nekrok eksüda ile kaplı olduğu görüldü.
Kültürde zygomycetes grubu mantar üremesi oldu.
Mukoza biyopsisinde mantar hifaları görüldü. Hastaya
amfotericin B tedavisi başlandı. Kliniğinde kısmen
düzelme olan hasta yoğun bakımdan çıkarıldı. Tedavinin
6. gününde hasta masif hemopzi sonucu ex oldu.
Sonuç:
Endobronşiyal tutulumla seyreden mukormikozis
oldukça nadirdir ve masif hemopziye neden olması
ve cerrahi yapılmayan hastalarda mortal seyretmesi
nedeniyle oldukça önemlidir. Bizim hastamızda klinik
ve patolojik bulgularla endobronşiyal mukormikozis
kanıtlanmış olup medikal tedavinin birinci haasında
masif hemopzi sonucu hasta ex olmuştur. Bu nedenle
özellikle endobronşiyal tutulum olan mukormikozis
vakaları medikal tedavinin ardından vakit kaybetmeden
cerrahiye verilmelidir.
28
AKCİĞER VE KAS KİST HİDATİĞİ BİRLİKTELİĞİ (OLGU
SUNUMU)
Gereç ve Yöntem:
Daha önceden KOAH tanısı olan 55 yaşındaki kadın hasta,
bir dış merkezde konulan pulmoner tromboemboli tanısı
nedeniyle Coumadin kullanıyor. Hasta hemopzi şikaye
ile kliniğimize yarıldı.
Bulgular:
Hastanın hikayesinde 2 yıl önce kist hidak operasyonu
geçirmiş olduğu öğrenildi. Akciğer radyografisinde
bilateral noduler infiltratları vardı. Çekilen toraks BT’de
her iki akciğerde yaygın düzgün sınırlı kist hidak ile
uyumlu izodens nodüler opasiteler gözlendi. Hastanın
gluteal bölgesindeki şişlik nedeniyle çekilen ban MRG;
“intraperitoneal-uterus sağ kesimi, sağ gluteal kas ve
sağ iliak kanaa kist hidadoz” olarak yorumlandı. Sağ
gluteal bölgeden perkütan kist hidak aspirasyonu
yapıldı ve yaklaşık 300 cc kadar mayi boşalldı.
Sonuç:
Hastaya medikal tedavi kararı alındı ve Albendazol
başlandı ve tedavinin 20. gününde ayaktan takip edilmek
üzere taburcu edildi. Nadir görülmesi nedeni ile olgunun
sunulması uygun bulundu.
e-PS005
LEGİONELLA PNÖMONİSİ
ÖZLEM YILDIZ , EBRU ÇAKIR EDİS , ERHAN TABAKOĞLU
TRAKYA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ABD, EDİRNE
Amaç:
Legionella, hastane ve toplum kökenli pnömoni
etkenlerinden biridir. Olgumuz; risk faktörü ve uygun
klinik özellikler varlığında legionellanın düşünülmesini
vurgulamak amacıyla sunulmuştur.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
Gereç ve Yöntem:
Bulgular:
41 yaşında bayan hasta, üç gündür devam eden
halsizlik, ateş, öksürük, balgam, nefes darlığı ile acil
servise başvurdu. İki aydır pulmoner hipertansiyon
nedeniyle takip edilen hastanın vasoreakvite tes için
bir haa önce koroner yoğun bakımda yaş öyküsü
mevcuu. Fizik bakıda; ateş (39⁰C), takipne (30/dakika),
hipotansiyon (90/60 mHg), siyanoz, bilateral inspiratuar
raller mevcuu.
PA Akciğer grafisinde kelebek kanadı tarzında bilateral
infiltrasyon saptanan hastada yapılan tetkikler ile
pulmoner ödem ve immünolojik hastalık ekarte edildi.
Ampirik anbiyok tedavisine klinik ve radyolojik yanıt
alınamadı ve herhangi bir kanama odağı olmadan
hemoglobin değerlerinde düşme saptananan hastaya
bronkoskopi yapıldı. Bronkoalveolar lavaj (BAL)
sıvısı makroskopik olarak hemoraji ile uyumluydu
ve mikroskopik incelemede bol miktarda eritrosit
izlendi. BAL kültürü, bakteri, mantar ve asit-rezistan
basil yönünden negaf idi ve sitolojik inceleme tanısal
değildi. Hastaneye yaşının 5.gününde an-CMV IgM ve
IgG yüksek trede pozif olarak gelen hasta maalesef
anviral tedavi başlanamadan kaybedildi.
Bulgular:
Eritrosit sedimentasyon hızı 40 mm/saat, C-reakf
protein 3.8 mg/dl, lökosit:10.000, Na: 132 mmol/lt,
arter kan gazında pH: 7.48, pO₂: 50 mmHg, pCO₂: 25
mmHg, HCO3: 21, SaO2: %78 idi. Akciğer grafisinde
solda daha belirgin bilateral konsolidasyon ve toraks
tomografisinde bilateral yamalı konsolidasyon ve buzlu
cam görünümü izlendi. Hastadan kan, idrar, balgam
kültürü alındı. Balgamda direk floresan ankor (DFA) ile
legionella bakıldı. Solunum yetmezliği ile yoğun bakıma
alınan hastaya piperasilin-tazobactam ve klaritromisin
başlandı. Balgam DFA bakısında legionella saptanması
üzerine tedavisine rifampisin eklendi. Sepk şok tablosu
gelişen hasta tedavisinin ikinci gününde kaybedildi.
Sonuç:
Sonuç olarak, ateş, kanlı balgam, alveolar hemoraji ve
radyolojik olarak kelebek kanadı tarzında infiltrasyon
saptanan hastada, immükompetan bile olsa CMV
pnömonisi akılda tutulmalı, tanısal testler planlanmalı
ve erken anviral tedavi başlanmalıdır.
Sonuç:
e-PS007
Genç hastalarda bile legionella pnömonisinin mortalitesi
yüksekr. Tanı ve tedavide geç kalınması prognozu
etkileyen en önemli faktördür.
BRONŞİOLİTİS OBLİTERANS ORGANİZE PNÖMONİ
TEDAVİSİ SONRASINDA GELİŞEN NOKARDİYOZ OLGUSU
e-PS006
İMMÜNKOMPETAN HASTADA SİTOMEGALOVİRÜS
PNÖMONİSİNE BAĞLI DİFFÜZ ALVEOLAR HEMORAJİ
AYDIN ÇİLEDAĞ , DEMET KARNAK , OYA KAYACAN
ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ABD
Amaç:
Sitomegalovirüs (CMV), herpesvirüs ailesinin bir üyesidir.
CMV pnömonisi sıklıkla bağışıklığı baskılanmış hastalarda
gelişmekte, immünkompetan hastalarda nadiren
görülmektedir. Daha da nadir olarak, CMV pnömonisi
diffüz alveolar hemoraji (DAH)’ye neden olabilmektedir.
Biz de CMV pnömonisi ve CMV pnömonisine bağlı DAH
gelişen immünkompetan bir hastayı nadir görülmesi
nedeniyle sunduk.
Gereç ve Yöntem:
MUSTAFA ANIL CÖMERT , TÜLİN SEVİM , TÜLİN KUYUCU
SÜRREYYA PAŞA GÖGÜS HATALIKLARI VE GÖGÜS
CERRAHİSİ EGİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
Amaç:
Bronşiolis obliterans organize pnömoni tedavisi
sonrasında gelişen nokardiyoz olgusu
Gereç ve Yöntem:
68 yaşında kadın hasta 2 aydır devam eden nefes darlığı,
öksürük, halsizlik, kilo kaybı şikayetleri ile başvurdu sol
mastektomi operasyonu ve 1 yıl önce nüks nedeniyle
radyoterapi öyküsü mevcuu
Bulgular:
Laboratuar: sedimentasyon 110 mm/st, CRP: 58.1
mg/ l idi. PA akciğer grafisinde bilateral yaygın, yamalı
infiltrasyon görüldü. Toraks BT’ de hava bronkogramları
içeren alveoler konsolidasyon görüldü. ARB menfi, SFT
de orta derecede obstrükf paern, diffüzyonda azalma
bulundu.
35 yaşında erkek hasta, 3 haa önce başlayan nefes
darlığı, öksürük, kanlı balgam ve ateş şikayetleri ile
başvurdu.
29
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
Sonuç:
Bulgular:
Transbronşial biyopsisi bronşiolis obliterans organize
pnömoni (BOOP) ile uyumlu saptandı 1 mg/kg/gün
dozundan prednizolon başlandı. Bir aylık tedavi sonunda
hastanın klinik, radyolojik ve laboratuar bulgularında
düzelme oldu. ikinci ayda gelişen öksürük, halsizlik, ateş
ve gece terlemesi şikayetleri nedeniyle çekilen akciğer
grafisinde sağ üst zonda kaviter lezyon görüldü.2 kez
tekrarlanan balgam kültüründe Nocardia asteroides
üremesi oldu. Nörolojik semptomları nedeniyle
çekilen Kraniyel MR’da abse formasyonu tesbit edildi.
Hastaya 320-1600 mg/gün dozundan trimetoprimsulfametoksazol tedavisi başlandı. Birinci ayın sonunda
çekilen kontrol akciğer grafisi ve kraniyel MR’da belirgin
regresyon mevcuu.BOOP tedavisi sonunda gelişen
nocardiyoz nedeni ile olgu sunuldu
Çekilen posterior-anterior akciğer grafisinde özellikle
sağ alt zonda yoğunlaşan rekülonodüler gölgelenmeler
saptandı. Çekilen bilgisayarlı toraks tomografisinde
akciğer grafi bulguları ile uyumlu olarak mulpl nodüler
lezyonlar izlendi. Mevcut klinik tablo ve radyoloji ile
öncelikli olarak akciğer tüberkülozu düşünüldü. Üç gün
ard arda balgamda yapılan Erlich-Zielhl-Nielsen boyamada
asido rezistan basil saptanmadı. Yapılan tetkiklerinde
brusella standart tüp aglünasyon tes 1/1280 pozif
saptanan hastaya bruselloz tanısıyla streptomisin
(1x1000 mg), rifampisin (1x600 mg) ve doksisiklin (2 x
100 mg) başlandı. Tedavinin üçüncü haasında klinik,
laboratuvar ve radyolojik bulguları tamamen gerileyen
hastanın tedavisi al haaya tamamlandı.
Sonuç:
e-PS008
BRUSELLOZDA PULMONER TUTULUM: BİR OLGU
SUNUMU
Sonuç olarak burusellozun akciğer tutulumu malignite,
tüberküloz ve pnömoni ile karışabilmektedir. Özellikle
etyolojik tanının konulamadığı ve tedaviye cevap
vermeyen pnömoni olgularında, brusellaya bağlı akciğer
tutulumu akılda bulundurulmalıdır.
İSMAİL NECATİ HAKYEMEZ 1, MUHAMMED EMİN
AKKOYUNLU 2, İRFAN TURSUN 3
e-PS009
SAĞLIK BAKANLIĞI IĞDIR DEVLET HASTANESİ,
ENFEKSİYON HASTALIKLARI VE KLİNİK MİKROBİYOLOJİ
KLİNİĞİ, IĞDIR
2
SAĞLIK BAKANLIĞI IĞDIR DEVLET HASTANESİ, GÖĞÜS
HASTALIKLARI KLİNİĞİ, IĞDIR
3
SAĞLIK BAKANLIĞI IĞDIR DEVLET HASTANESİ, İÇ
HASTALIKLARI KLİNİĞİ, IĞDIR
1
Amaç:
Bruselloz, ülkemizde yaygın olarak görülen, brusella
cinsi bakterilerle oluşan mulsistemik tutulum gösteren
bir zoonozdur. Pulmoner komplikasyonları seyrekr,
pnömoni ve pulmoner tüberküloz ile karışabilir. Bu
nedenle tanı koymada zorluklar ve tedavide gecikmeler
yaşanmaktadır. Bu yazıda pulmoner tutulum ile seyreden
45 yaşında bir bruselloz olgusu sunulmuştur.
MALİGN PLEVRAL MEZOTELYOMAYI TAKLİT EDEN İKİ
PLEVRAL TÜBERKÜLOZ OLGUSU
UMUT ELBOĞA 1, MUSTAFA YILMAZ 1, FERİDUN IŞIK 2,
REŞAT KERVANCIOĞLU 3, ZEKİ CELEN 1, ÖNER DİKENSOY
4
,
NÜKLEER TIP ANABİLİM DALI, GAZİANTEP
ÜNİVERSİTESİ, TIP FAKÜLTESİ, GAZİANTEP
2
GÖĞÜS CERRAHİSİ AD. GAZİANTEP ÜNİVERSİTESİ, TIP
FAKÜLTESİ, GAZİANTEP
3
RADYODİAGNOSTİK AD. GAZİANTEP ÜNİVERSİTESİ, TIP
FAKÜLTESİ, GAZİANTEP
4
GÖĞÜS HASTALIKLARI AD., GAZİANTEP ÜNİVERSİTESİ,
TIP FAKÜLTESİ, GAZİANTEP
1
Amaç:
Gereç ve Yöntem:
45 yaşındaki bayan hasta üç haadır devam eden ateş,
öksürük, balgam, göğüs ağrısı, gece terlemesi, halsizlik,
iştahsızlık, kilo kaybı şikayetleri ile polikliniğe başvurdu.
Bir haa önce acil servise başvuran hastaya nonspesifik
anbiyoterapi başlanmış. Verilen tedaviye yanıt
alınamayan hasta nedeni bilinmeyen ateş tanısıyla ileri
tetkik ve tedavi için servisimize yarıldı.
30
Türkiye’de Malin Mezotelyoma ve Tüberküloz sık
görülmektedir. Malin plevral mezotelyoma genellikle
belirgin plevral kalınlaşma ve/veya plevral efüzyon ile
kendisini göstermektedir. Plevral tüberküloz ise genellikle
plevral efüzyon ile kendisini gösterip belirgin plevral
kalınlaşma nadiren görülmektedir. Bu makalede gerek
radyolojik gerekse de FDG-PET tümör taramasında malin
mezotelyomayı taklit eden iki plevral tüberküloz olgusu
sunularak ülkemizde yaygın görülen bu iki hastalığın
karışabileceğine dikkat çekilmesi amaçlanmışr.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
Gereç ve Yöntem:
Bulgular:
Otuz bir ve 60 yaşlarında nefes darlığı, yan ağrısı ve
öksürük şikayetleriyle başvuran biri kadın, iki hastamızda
klinik ve radyolojik olarak malin plevral efüzyondan
şüphelenilerek toraks BT ve FDG-PET tümör taraması
yapıldı. Bu işlemleri takiben her iki olguya da kapalı
plevra biyopsisleri yapıldı.
1. olgu Ewing sarkomu ile kemoterapi ve radyoterapi
alan 13 yaşında genç kızdı. 2. olgu göğüs ve sırt ağrısı
ile başvuran metastak akciğer görünümü nedeniyle
ileri tetkik edilen 26 yaşında erkek hastaydı. Son olgu
ise, genel vücut ağrıları olan 68 yaşında kadın hastaydı
ve akciğer radyolojisinde saptanan metastazla uyumlu
görünüm nedeniyle primer malignite açısından tetkik
edildi. Her üç olguya akciğer grafileri ve toraks bilgisayarlı
tomografilerinde saptanan yaygın pulmoner nodüller
nedeniyle metastaz ön tanısıyla torakotomi ile nodül
eksizyonu uygulandı. Hastaların patolojik incelemeleri
BOOP olarak değerlendirildi. 1. olgu 3. ay takibinde ex
oldu. 2. olgunun nodüllerinde cerrahi esnasında belirgin
düzelme olduğu tespit edildi, 3. olguda ise herhangi bir
malignite tespit edilmedi.
Bulgular:
Toraks BT görüntülemelerde belirgin plevral kalınlaşma
izlendi. Yapılan FDG-PET tümör tarama testlerinde her
iki hastanın da plevral kalınlaşma alanlarında malignite
düzeyinde FDG tutulumları izlendi (SUV değerleri
sırasıyla 10.3 ve 8.9). Plevra biyopsilerinin histopatolojik
analizlerinde ise kazeifiye granulomatöz enflamasyon
saptanan olgulara plevra tüberkülozu tanıları koyuldu.
Sonuç:
FDG-PET tümör tarama malinite açısından %100 spesifik
bir indeks değildir. Ülkemizde oldukça sık görülen
tüberkülöz bu indeksin yanlış pozifliğine yol açan
önemli ve akıldan çıkarılmaması gereken hastalıkdır. PET
tümör tarama tanıda, evrelemede ve tedaviye yanın
değerlendirmesinde faydalı bir yöntem olmakla birlikte
histopatolojik verifikasyon tanıda aln standart olmayı
sürdürmektedir.
Sonuç:
Hem malignite tanısı alan hastalarda, hem de malignite
tanısı almayan hastalarda saptanacak yaygın nodüller
görünümleri, metastaz kabul etmeden önce BOOP’un
ekarte edilmesi gerekğini düşünmekteyiz.
e-PS011
HİPOGAMAGLOBULİNEMİ İLE İLİŞKİLİ
İNTERSTİSYEL PNÖMONİ OLGUSU
e-PS010
METASTAZ GÖRÜNÜMÜ İLE PRESENTE OLAN
BRONŞİOLİTİS OBLİTERANS ORGANİZE PNÖMONİ
(BOOP) OLGULARI
HAKKI ULUTAŞ 1, AKIN KUZUCU 2, SÜLEYMAN SAVAŞ
HACIEVLİYAGİL 3, TUNCAY YUMRUTEPE 3, AHMET ERBEY
2
, ÖMER SOYSAL 4
BÖLGE EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ GÖĞÜS
CERRAHİSİ KLİNİĞİ ERZURUM
2
İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ
AD. MALATYA
3
İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI AD. MALATYA
4
VAKIF GUREBA EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
GÖĞÜS CERRAHİSİ KLİNİĞİ İSTANBUL
1
Amaç:
Bronşiolis obliterans organize pnömoni (BOOP),
bronşiol ve alveollerde intraluminal obliterasyonun ve
organize pnömoninin eşlik eği klinik antedir. BOOP’da
genellikle yaygın yamasal alveolar infiltrasyonlar
görülür.
Gereç ve Yöntem:
Bu olgu sunumunda, metastaz görünümü ile presente
olan üç farklı BOOP olgusunu sunacağız.
LENFOSİTİK
GÖKHAN TİRELİ , AYDANUR EKİCİ , EMEL BULCUN ,
EROL ŞENTÜRK , VOLKAN ALTINKAYA , TÜLAY KARAKOÇ ,
MEHMET EKİCİ
KIRIKKALE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ANABİLİM DALI
Amaç:
Lenfosik İnterssyel Pnömoni (LİP) çeşitli uyaranlara
yanıt olarak ortaya çıkan, poliklonal lenfositlerin
peribronşial ve interssyel diffüz infiltrasyonuyla
karakterize inflamatuar bir interssyel pnömoni
şeklidir. LİP nadir görülen bir interssyel pnömoni olup
immün fonksiyon bozukluğu ile karakterize otoimmün
hastalıklarla birliktelik gösterir. İleride lenfoma olarak da
karşımıza çıkabilen bir premalign durumu yansır. LİP’de
periferal ve mediasnal lenfadenopa ve splenomegali
yaygın değildir. LİP’li hastaların %80’inde disproteinemi
görülmekte olup sıklıkla poliklonal hipergamaglobulinemi
şeklindedir. Burada hipogamaglobulinemi ile birlikte
görülen bir LİP olgusunu sunduk.
Gereç ve Yöntem:
32 yaşında erkek hasta öksürük şikaye ile kliniğimize
başvurdu. Hastanın fizik muayenesinde vital bulguları
stabildi. Yüzeyel lenfadenopa saptanmadı. Solunum
sistemi muayenesinde dinlemekle bilateral orta ve
bazallerde ralleri, ban muayenesinde splenomegali
mevcuu.
31
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
Bulgular:
Gereç ve Yöntem:
Laboratuar incelemelerinde IgG, IgM, IgA düşüklüğü
mevcuu. Posteroanterior akciğer grafisinde bilateral
orta ve alt zonlarda yer yer birleşme eğilimi gösteren
nodüler ve rekülonodüler dansite arşı mevcuu.
Toraks Bilgisayarlı Tomografisi (BT)’nde mediastende
pretrakeal, prekarinal, subkarinal ve retrokaval lenf
nodları izlendi. Parankimde her iki akciğer alt loblarda
belirgin yamalı tarzda alveoler-nodüler dansiteler ve
bilateral interlobuler septalarda belirginleşme izlendi.
PET CT malignite açısından şüpheli olarak değerlendirildi.
Hastanın solunum fonksiyon tesnde hafif restriksiyonu,
arter kan gazı incelemesinde hafif hipoksemisi mevcuu.
Karbonmonoksit difüzyon test değerleri normaldi. Ban
BT’sinde splenomegalisi mevcuu. Bronkoskopi ile alınan
BAL sitolojisi tanısal olmayan hastaya sağ minitorakotomi
ile açık akciğer biyopsisi yapıldı. Biyopsi patolojisi lenfoid
infiltrasyon ve fibrozis gösteren akciğer dokusu olarak
raporlandı. Yapılan immun histokimyasal incelemede
infiltrasyonun polimorfik (T, B, mikst) nitelikte olduğu
görüldü.
2008 yılında takibimize alınana kadar hastaya dış
merkezlerde idiyopak trombositopenik purpura ve
kolelithiazis teşhisleri konulan hastada kolelithiazis
operasyon hazırlığı sırasında çekilen PA akciğer
grafisinde yaygın pulmoner nodüller tespit edilip
alınan biyopsisinde candida geotrichum tespit edildi.
Bu aşamadan sonra kliniğimize yönlendirilen hastanın
yapılan mediasnoskopi, bronkoskopi ve tüm ban
tomografisinde pelvik kas üzerine yerleşimli organlardan
bağımsız kitle ve mediasnal lenf nodlarında hiperplazi
tespit edildi.
Sonuç:
Histopatolojik olarak LİP tanısı konulduğunda birlikteliği
bulunan durumlar açısından araşrma yapılmalıdır. LİP
olgularının hipogamaglobulinemi ile başvurabileceği
harlanmalıdır.
e-PS012
PELVİK VE PULMONER
LENFOMA:OLGU SUNUMU
EKSTRANODAL
Bulgular:
Pelvik kitleye yönelik yapılan ince iğne aspirasyon
biyopsisinde MALT lenfoma teşhisi konuldu. Ardından
pulmoner nodüllerden IIAB’si tekrarlandı ve pelvik kitle
patolojisi ile uyumlu olduğu gözlendi. Hastaya ekstranodal
pelvik ve pulmoner yerleşimli MALT lenfoma teşhisi
konulduktan sonra 4 kür CVP tedavisi verildi. Hastanın
kontrollerinde tüm lezyonlarının gerilediği gözlendi.
Hasta şu anda takiplerini düzenli aralıklarla klniğimizde
ve Hematoloji polikiniğinde yaprmaktadır.
Sonuç:
Bu olguda Candida geotrichum saptanması hematolojik
bir malignite olabileceğini düşündürmüş ve tanıya
ulaşmada bizi yönlendirmişr. Candida geothricum sıklıkla
ala yatan immusupresif hastalığı veya hematolojik
malignitesi olan olgularda saptanmaktadır
MALT
e-PS013
ŞEHNAZ OLGUN 1, EMEL ERYÜKSEL 1, PEGAH GOLABİ
2
, IŞIK KAYGUSUZ 3, YASİN ABUL 1, NİHAT KODALLI 4,
RENGİN AHISKALI 5, BERRİN CEYHAN 1
MARMARA ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ, GÖGÜS
HASTALIKLARI VE YOĞUN BAKIM ANABİLİM DALI
2
MARMARA ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ, İÇ HASTALIKLARI
ANABİLİM DALI
3
MARMARA ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ, HEMATOLOJİ
BİLİM DALI
4
MARMARA ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ, RADYOLOJİ
ANABİLİM DALI
5
MARMARA ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ, PATOLOJİ
ANABİLİM DALI
1
Amaç:
Ekstranodal MALT(Mucosa-associated lymphoid ssue)
lenfomalar tükrük bezleri, mide, akciğer, ince barsaklar ve
birçok daha farklı yerden köken almaktadırlar ve tutulan
dokuya göre semptomlar değişkenlik göstermektedir.
Sunulan olguda, tesadüfen tespit edilen bir pulmoner
nodül sonrası beş yıla yakın bir süre zarnda pelvik ve
pulmoner ekstranodal MALT lenfoma tanısı konmuştur.
32
TRAKEAL DİVERTİKÜLLERLE SEYREDEN MOUNİER-KUHN
SENDROMU OLGUSU
BURÇİN ÇELİK 1, SALİH BİLGİN 2, CANAN YÜKSEL 3
19 MAYIS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
CERRAHİSİ ANABİLİM DALI
2
SAMSUN GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ
HASTANESİ
3
ÖZEL SAMSUN PATOLOJİ VE SİTOLOJİ TEŞHİS MERKEZİ
1
Amaç:
Mounier-Kuhn sendromu (MKS) veya trakeobronkomegali
(TBM) trakeanın ve bronşların belirgin dilatasyonu ve
tekrarlayan alt solunum yolu enfeksiyonları ile karakterize
nadir bir klinik ve radyolojik antedir. Bu çalışmanın
amacı trakeal diverküllerle seyreden MKS’lu bir olguyu
sunmakr.
Gereç ve Yöntem:
Elli sekiz yaşında erkek hasta kronik öksürük, balgam
çıkarma ve göğüs ağrısı şikayetlerinin değerlendirilmesi
amacıyla hastaneye başvurdu
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
Bulgular:
Dinlemekle akciğerlerde yaygın ronküs ve ekspiryumda
uzama saptandı. Laboratuar testleri arasında sadece
sedimantasyon hızında (47 mm/saat) arş izlendi. Akciğer
grafisinde trakea çapında genişleme ve her iki akciğerde
amfizem alanları izlendi. Toraks BT’de trakea çapının
ar
ğı (4.9 cm), trakea kıkırdak halkaları arasında mulpl
trakeal diverküller izlendi. Fiberopk bronkoskopide
trakeada diverküllerle seyreden bir genişleme, her iki
bronş ağacında genişleme tespit edildi. Histokimyasal
çalışmada MKS tanısını destekleyen solunum yolları
etrandaki elask liflerde yer yer tam kayba varan azalma
izlendi. Hasta medikal tedavi ile taburcu edildi.
Sonuç:
MKS belirgin trakeobronşiyal genişleme ile karakterize
bir hastalıkr. Tanı genellikle BT ile konulur. Eyolojisi
tam olarak bilinmemekle birlikte üç subpi vardır. Tip
2’de trakeada belirgin genişleme ve diverküller vardır.
Tedavi destekleyicidir. Radyolojik bulgu olsun veya
olmasın tekrarlayan pnömonilerin ayırıcı tanısında MKS
düşünülmelidir.
hava bronkogramları içeren kollaps konsolidasyon
alanları ve sağ akciğer üst lob posterior segmene
kaviter görünüm saptandı. Ban ultrasonunda; karaciğer
parankiminde heterojen nodüler görünüm ve paraçölyak
lokalizasyonda büyümüş lenf nodları saptandı. Yapılan
fiberopk bronkoskopide patolojik bulgu saptanmadı.
Sol üst lobdan transbronşial biyopsi alındı. Histopatolojik
olarak granülomatöz ilhabi olay olarak değerlendirildi.
Cilt lezyonlarından alınan biyopsi ise granülomatöz
dermat olarak yorumlandı. PPD tes negai.
Sonuç:
Tekrarlayan balgam AARB teksif sonuçlarının negaf
olması, her iki biyopsi örneğinde yapılan histokimyasal
çalışmada EZN ile basil lehine boyanma olmaması ve
dokuda çalışılan PCR’ın negaf olması nedeniyle hasta
sarkoidoz kabül edilerek steroid tedavisi başlandı.
Takibinde akciğerdeki lezyonlarda ve cilt lezyonlarında
gerileme izlendi.
e-PS015
AKCİĞERE METASTAZ YAPMIŞ NADİR BİR DERİ TÜMÖRÜ:
SEBASE KARSİNOM
e-PS014
PRİMER KAVİTER PULMONER SARKOİDOZİS OLGUSU
MİNE ÖNAL , SİBEL ALPAR , NUR ŞAFAK ALICI , ŞÜKRAN
ATİKCAN , MİHRİBAN ÖĞRETENSOY
ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ
EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
Amaç:
Sarkoidoz nedeni bilinmeyen, mulsistemik, nonkazeöz
granülomatöz bir hastalıkr. Pulmoner tutulum olguların
%90’nında söz konusudur. Radyolojik olarak akciğerde
genellikle nodüler veya infiltraf form izlenirken, primer
kaviter görünüm oldukça nadirdir.
Gereç ve Yöntem:
Bu amaçla hasta
değerlendirildi.
bilgileri
retrospekf
olarak
AYGÜN GÜR , GÜLCİHAN ÖZKAN , GÜLŞAH GÜNLÜOĞLU
, BARIŞ AÇIKMEŞE , GÜNGÖR ÇAMSARI , AYSUN
ÖLÇMEN , İBRAHİM DİNÇER , NUR BÜYÜKPINARBAŞILI
YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ
EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
Amaç:
Sebase karsinom nadir bir tümör olup, tüm deri
kanserlerinin %0.2 sini oluşturmaktadır.Sıklıkla göz
kapağına yerleşir ve genellikle 70 yaş üzerinde görülür.
Ekstraoküler yerleşim daha nadir olmakla birlikte
metastak potansiyeli yüksekr
Gereç ve Yöntem:
Bu çalışmada, burun tabanında yerleşim gösteren ve
rezeke edildikten 2.5 yıl sonra akciğere metastaz yapan
sebase karsinom olgusu sunuldu
Bulgular:
Bulgular:
Yirmi al yaşında bayan hasta, cilt lezyonları, öksürük,
balgam ve gece terlemesi yakınmaları ile başvurdu.
Öyküsünden 1.5 yıl önce cile beliren lezyonların
büyüdüğü ve başka bölgelerde de çıkmaya başladığı
öğrenildi. Yapılan fizik muayenesinde cile sağ kulak
arkası, boyun, sırt ve alında hiperpigmente lezyonlar ve
akciğerde dinlemekle sağ bazalde inspiratuar ince raller
dışında patolojik bulgu saptanmadı. Çekilen PA Akciğer
grafisinde sağ üst zonda ve sol üst-orta zonda nonhomojen
infltraf görünüm izlendi. Çekilen toraks bilgisayarlı
tomografide her iki akciğer üst lob posterior kesimlerde
OLGU: 79 yaşında bayan hasta.Nefes darlığı yakınması ile
başvurduğunda yapılan tetkiklerinde sol alt lob superior
segmene soliter pulmoner nodül saptanarak araşrıldı.
Fiberopk bronkoskopi yapıldı.Endobronşiyal lezyon
görülmedi.Transtorasik iğne aspirasyonu yapılarak
squamöz hücreli karsinomla uyumlu bulundu. PET/CT’
de akciğerdeki lezyon dışında FDG tutulumu saptanmadı.
Torakotomi yapılarak wedge rezeksiyon ile lezyon çıkarıldı
ve sebase karsinom metastazı olarak rapo
33
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
Sonuç:
e-PS017
Nadir görülen ve squamöz hücreli karsinomla karışan
sebase karsinomlu olgu literatür bilgileri eşliğinde
sunuldu.
KRONİK ÖKSÜRÜK ŞİKAYETİ İLE BAŞVURAN
ENDOBRONŞİYAL SCHWANNOMA OLGUSU.
DUYGU ZORLU KARAYİĞİT 1, ÖNDER ÖZTÜRK 1, NECLA
SONGÜR 1, SEMA BİRCAN 2, AHMET BİRCAN 1, SEVDA
SERT BEKTAŞ 2, ŞULE KAYA 1, AHMET AKKAYA 1
e-PS016
SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
GÖĞÜS HASTALIKLARI AD, ISPARTA, TÜRKİYE
2
SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
TIBBİ PATOLOJİ AD, ISPARTA, TÜRKİYE
1
PLEVRANIN SOLİTER FİBRÖZ TÜMÖRÜ : NADİR
GÖRÜLEN MAKROKİSTİK FORMU
HAKAN ÇERMİK , ERSİN DEMİRER , HALDUN UMUDUM
, EŞREF DEMİR
ETİMESGUT ASKER HASTANESİ
Amaç:
Plevranın soliter fibröz tümörleri (PSFT) nadir görülen
tümörlerdendir. Genellikle solid formda olamkla beraber
çok nadir olarak makrokisk dejenerasyon gösteren
formları tanımlanmışr
Gereç ve Yöntem:
Olgu Sunumu: 75 yaşında kadın hasta iki aydır süren nefes
darlığı şikaye ile başvurdu. Solunum sistemi bulguları
sol toraksta kitle bulgularını desteklemekte idi. Yapılan
toraks bilgisayarlı tomografi sonucunda sol plevral
kavitede yerleşimli, sol akciğer alt loba bası yapan çok
sayıda makrokistler içeren yumuşak doku dansitesinde
kitle tespit edildi.
Bulgular:
Eksploraf posterolateral torakotomi yapıldı. Ameliyat
sırasında sol plevral kavite yerleşimli sol alt lob viseral
plevraya pedikül ile tutulu 20x15x15 cm. boyutlarında
kitle görüldü. Sol akciğer baskı alndaydı ve mediasnum
sağa basılı görünümde idi. Tümör makroskopik
incelemede dış yüzeyi düzgün, pembe kırmızı renkte
mullobular görünümde idi. Yapılan kesitlerde kırmızı
pembe renkte çok sayıda makrokistlerin yer aldığı
yumuşak kıvamda parenkim görüldü. Kistlerden en
büyüğü 5 cm. çapındaydı. Nekrok alan izlenmedi.
Histolojik olarak tümör yuvarlak sonlanmalar gösteren iğsi
hücreler ile çok sayıda küçük kollajen liflerden meydana
gelmekteydi. Yapılan immunohistolojik incelemede bazı
iğsi hücrelerde CD34 pozifliği görüldü.
Sonuç:
PSFT klinik görünümü tümörün boyutları ve toraks içi
yerleşimine bağlı olarak değişmektedir. Tedavi cerrahi
olarak tümörün çıkarılması ile %90 oranında iyileşme
sağlanmaktadır. Klasik olarak plevral solid kitle olarak
görülmesine rağmen kisk dejenerasyon görülebilir. PSFT
nin makrokisk dejenerasyonu az rastlanan bir varyan
olmakla birlikte intratorasik tümörlerin ayırıcı tansında
akılda bulundurulmalıdır.
34
Amaç:
Endobronşiyal schwannom, nörofibrom veya nörilemma
olarak da adlandırılan nörolojik orjinli nadir görülen
tümoral bir oluşumdur. Toraksta sempak ve intercostal
sinirlerden, nadiren vagal sinirden köken alırken,
bronş ağacında veya pulmoner parankimde görülmesi
nadirdir.
Gereç ve Yöntem:
Otuz üç yaşında sigara içmeyen kadın hasta, bir yıldır
devam eden ve son bir haadır şidde artan öksürük
yakınmaları ile başvurdu.
Bulgular:
Kronik öksürük etyolojisini araşrmak üzere kliniğimize
yarılan hastanın run laboratuar tetkikleri, PA akciğer
grafisi ve SFT değerleri normaldi. Hasta bir yıldır inhale
bronkodilatör ve steroid tedavisi kullanmaktaydı.
Hastanın mevcut tedavisine allerjik rinit, farenjit ve
reflü şikayetlerine yönelik tedaviler eklenmesine
rağmen öksürük şikaye azalmadı. Bronkoskopi
yapılması planlandı. Bronkoskopik incelemede; sol
ana bronşta posterior duvardan endobronşial uzanım
gösteren polipoid lezyon görüldü. Biyopsi materyalinin
histopatolojik incelemesi endobronşiyal schwannom
olarak rapor edildi.
Sonuç:
Endobronşiyal schwannom akciğerin nadir görülen benign
tümörlerinden olması ve kronik öksürük vakalarında
bronkoskopik incelemenin önemini vurgulamak amacıyla
olgumuzu sunmayı uygun gördük.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
e-PS018
Gereç ve Yöntem:
WEGENER GRANULOMATOZDA PAROTİS TUTULUMU
67 yaşında kadın hasta, öksürük, göğüs ağrısı, nefes
darlığı yakınmaları ile başvurdu. 2 yıldır giderek artan
yakınmaları mevcut olan hasta ev kadını olup çevresel
maruziyet veya ilaç kullanımı yok
CANAN BOL , SEMA OYMAK , HAKAN BÜYÜKOĞLAN
, RAMAZAN DEMİR , İNCİ GÜLMEZ , SÜLEYMAN
BALKANLI , NEZİHE ÖZDOĞAN , NURİ TUTAR
Bulgular:
ERCİYES ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
Amaç:
Wegener granulomtozu nekrozan vaskülit ile seyreden
genellikle alt ve üst solunum yolları ve böbreği tutan
sistemik bir hastalıkr.WG da paros bezi tutulumu nadir
görülür.Biz burada yaygın ve hızlı seyirli bilateral paros
bezi tutulumu olan bir olgu sunduk.
Gereç ve Yöntem:
5 aydır WG tanısı ile steroid tedavisi alan 43 yaşında
kadın hasta ateş ve kan şekeri yüksekliği ile başvurdu.
Nonspesifik anbiyok tedavisi başlandı.Takiplerinde
bilateral paros bezlerinde şişlik,ağrı ve kızarıklık başladı.
Apse düşünülerek drene edildi.Şikayetlerinin geçmemesi
üzerine paros biyopsisi yapıldı.Sonuç granulomatoz
ilhabi olay gelmesi üzerine WG un paros tutulumu
kabul edildi.
Fizik muayenesinde bilateral bazallerde inspiratuar raller
saptandı. SFT si normal bulunan hastanın ENA profili
ve romatolojik muayenesinde patoloji saptanmadı. AC
grafisinde her iki akciğerde hafif volüm kaybı ve bilateral
bazal rekülonodüler opasiteler gözlendi. HRCT de yer
yer buzlu cam opasiteleri, rekulonodüler opasiteler
ve fibrosis gözlendi. Tomografi bulgularına dayanılarak
hastaya yapılan TBB nin tanısal olmaması nedeni ile Açık
Akciğer Biyopsisi yapıldı. Patolojisi Dissemine Pulmoner
Ossifikasyon olarak raporlanan hasta hala takibimiz
alndadır
Sonuç:
Dissemine Pulmoner Ossifikasyon nadir görülen bir patoloji
olup birçok farklı klinik tabloya eşlik edebilmektedir.
Nadir gözlenmesi nedeniyle sunulmuştur.
Bulgular:
e-PS020
Toraks BT de sol akciğer linguler segmene yaklaşık
6cm çaplı çevresinde buzlu cam görünümlerin ve
konsolidasyonun eşlik eği hava sıvı seviyesi içeren
kaviter lezyon ve sağ akciğer superiorda yaklaşık 3 cm
çaplı kaviter lezyon izlendi.Bronkoskopi enfeksiyonla
uyumlu idi.Solda alınan TBBX de süpüraf ilhabi olay
olarak geldi.PR3 ANCA 200 posif idi.Paros bezinde
alınan biyopsi granulomatöz ilhabi olay geldi.
17 YIL SONRA
LİPOSARKOM
Sonuç:
WG olan hastalarda parosde şişlik ,ağrı ve kızarıklık
olduğunda nadir görülen paros tutulumu da göz önünde
bulundurulmalıdır.
e-PS019
DİSSEMİNE PULMONER OSSİFİKASYON
GÜLCİHAN ÖZKAN , GÜNGÖR ÇAMSARI , AYGÜN GÜR
, GÜLŞAH GÜNLÜOĞLU , NUR DİLEK BAKAN , FATMA
GÖRGÜLÜ , AYŞE YETER , NUR BÜYÜKPINARBAŞILI
YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ
EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
AKCİĞERE
METASTAZ
YAPAN
SEDAT ZİYADE 1, ÖMER SOYSAL 1, OSMAN CEMİL
AKDEMİR 1, SACİT İÇTEN 2
VAKIF GUREBA EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ,
GÖĞÜS CERRAHİSİ KLİNİĞİ, İSTANBUL, TÜRKİYE
2
* VAKIF GUREBA EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ,
GÖĞÜS HASTALIKLARI KLİNİĞİ, İSTANBUL, TÜRKİYE
1
Amaç:
Yumuşak doku sarkomları mezenkimal hücrelerden köken
alan malign tümörlerdir. Liposarkom, bu tümörler içinde
malign fibröz hisyositomadan sonra en sık görülenidir.
Hematojen yolla erken dönemde metastaz yaparlar. Biz
17 yıl sonra akciğere metastaz yazmış bir liposarkom
olgusunu sunuyoruz.
Gereç ve Yöntem:
59 yaşında bayan hasta. Nonspesifik şikayetlerle gelen
hastanın muayenesinde özellik yoktu. Özgeçmişinde 17
yıl önce sağ uyluktan liposarkom eksizyonu mevcuu.
Amaç:
Nadir görülen bir olgunun sunumu
35
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
Bulgular:
Bulgular:
Akciğer grafisinde sağ akciğer üst zonda periferik
yerleşimli 5 cm çaplı kitle lezyonu mevcuu. Toraks
BT’de sağ akciğer üst lob anterior segmene plevraya
geniş tabanlı oturan düzensiz konturlu, belirgin kontrast
tutulumu gösteren 6x3x5 cm boyutlarında kitle
lezyonu saptandı. İİAB’nde patolojik inceleme sonucu
mezenkimal malign hücreler görüldü. Primer akciğer
kanseri ile kesin ayrımı yapılamıyordu. PET-BT’de lezyon
SUVmax değeri 4.3’tü ve başka tutulum saptanmadı.
Anterior torakotomi ile sağ sleeve orta lobektomi yapıldı.
Patolojisi liposarkom metastazı olarak geldi. Postoperaf
komplikasyon izlenmedi ve hasta taburcu edildi.
Bronkoskopi’de, sağ alt lob lateral segment girişinde
lümeni daraltan üzeri nekrok endobronşiyal kitle
görüldü. Biyopsi alındı. Ayrıca subkarinal transbronşiyal
iğne aspirasyon biyopsisi yapıldı. Her iki biyopsi sonucu,
epiteloid hisositler ve Langhans pi dev hücrelerin
etranı lenfositlerin çevrelediği non-kazeifiye granülom
yapıları izlendi. EZN boyamasında basil görülmedi.
Granülomatöz ilhap olarak raporlandı.
Sonuç:
Sonuç:
Sarkoidozda malignite görünümü veren endobronşiyal
kitle şeklinde tutulum çok nadirdir. Endobronşiyal
kitle lezyonlarının ayırıcı tanısında sarkoidoz da akla
gerilmelidir.
Ekstremite liposarkom olguları uzun dönem sonra da
akciğere metastaz yapabilir.
e-PS022
e-PS021
ENDOBRONŞİYAL KİTLE LEZYONU YAPAN SARKOİDOZ
(OLGU SUNUMU)
SERDAR AKPINAR , NAZİRE UÇAR , ZAFER AKTAŞ ,
YETKİN AĞAÇKIRAN , TUĞRUL ŞİPİT
AKCİĞERDE KİTLE LEZYONU GÖRÜNÜMÜNDE KİST
HİDATİK OLGUSU
AYŞE AYDIN 1, HATİCE SELİMOĞLU ŞEN 1, ABDULHALİM
ŞENYİĞİT 2
1
2
ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI VE CERRAHİ EĞİTİM VE
ARAŞTIRMA HASTANESİ
Amaç:
Sarkoidozda sıklıkla parankimal akciğer hastalığı
görülür ancak hava yolları da tutulabilir. Bronşiyal
mukozal tutulum genellikle mukozal nodularite ve/veya
bronkostenozis şeklindedir. Endobronşiyal kitle lezyonu
ise sarkoidozda çok nadir olarak görülmektedir. Bu
nedenle endobronşiyal kitle lezyonu bulunan nadir bir
sarkoidoz olgusunu sunuyoruz.
Gereç ve Yöntem:
Otuzbir yaşında kadın hasta, nefes darlığı yakınmasıyla
başvurdu. Akciğer grafisinde, bilateral hiler ve mediasnal
genişleme ile bilateral yaygın nonhomojen dansite
arşları mevcuu. Toraks BT’de, mediasnal alanlarda
karina düzeyinde yaygın konglomere lenfadenopaler
ile paraözefagial büyümüş lenf nodları izlendi. YRBT’de,
her iki akciğerde perihiler düzeyde belirginleşen
yaygın noduler, interssyel infiltrasyonlar, buzlu cam,
peribronşiyal kalınlaşmalar, fokal havalanma arşları
mevcuu.
36
DİCLE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
ÖZEL DİYARBAKIR HASTANESİ
Amaç:
Kist hidak,echinococcus granulosus tarandan
oluşturulan parazik infestasyondur. En sık karaciğerde
görülmekle birlikte, % 10-30 sıklıkta akciğerde de
görülmektedir. Kist hidak coğrafik koşullar nedeni ile
ülkemizde sık görülmektedir. Bu çalışmada akciğer kist
hidağinin klasik radyolojik ve bronkoskopik görünümleri
dışında olan kitle görünümünde bir olgu sunulmuştur.
Gereç ve Yöntem:
17 yaşında erkek hasta öksürük, balgam, kan tükürme
şikayetleri ile başvurdu. Hasta son 2 ay içinde 10 kg
kaybetmiş. Çekilen toraks BT’de kitle lezyonu saptanan
hastaya fiberopk bronkoskopi (FOB) yapıldı.
Bulgular:
Fiberopk bronkoskopide sağ akciğer üst lob anterior
segmene mukozal tümseklenme ve üzeri nekrok
doku kaplı lezyon görüldü. Buradan alınan endobronşial
biyopsi sonucunda kist hidak saptandı. Ban
ultrasonografisinde epigastriumda kc sol lobunda kisk
oluşum görüldü. Hasta operasyon için göğüs cerrahisi
kliniğine transfer edildi.Orada yapılan operasyonla kist
hidak çıkarıldı.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
Sonuç:
e-PS024
Akciğer kist hidaği sıklıkla akciğerlerin alt loblarında
lokalize olur. Kisn klasik radyolojik, bronkoskopik
bulguları olmakla birlikte nadirde olsa farklı radyolojik,
bronkoskopik görünümlerde de kist hidaği akla germek
gerekir.
SOLİTER
PULMONER
AMİLOİD
(AMİLOİDOMA): VAKA SUNUMU
NODÜLÜ
SERAP DURU 1, ESRA BİLGİN 1, UĞURSAY KIZILTEPE 2,
ÖMER ULULAR 2, MURAT ANLAR 3, MURAT ALPER 3,
SADIK ARDIÇ 1
DIŞKAPI YILDIRIM BEYAZIT EĞİTİM VE ARAŞTIRMA
HASTANESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI KLİNİĞİ, ANKARA
2
DIŞKAPI YILDIRIM BEYAZIT EĞİTİM VE ARAŞTIRMA
HASTANESİ KALP DAMAR CERRAHİSİ KLİNİĞİ, ANKARA
3
DIŞKAPI YILDIRIM BEYAZIT EĞİTİM VE ARAŞTIRMA
HASTANESİ 2.PATOLOJİ KLİNİĞİ, ANKARA
1
e-PS023
AKCİĞER HİDATİK KİST CERRAHİSİ SONRASINDA
INTRAKAVITER ASPERGİLLOMA: OLGU SUNUMU
HAKAN KIRAL 1, İRFAN YALÇINKAYA 1, RECEP DEMİRHAN
2
, MUSTAFA KÜPELİ 1
Amaç:
SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS
CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ,
İSTANBUL
2
DR.LÜTFİ KIRDAR KARTAL EĞİTİM VE ARAŞTIRMA
HASTANESİ, İSTANBUL
Bu yayında nadir görülen ve genelde tesadüfen bulunan
akciğer nodülü olan soliter pulmoner amiloid nodüllü bir
vakayı sunduk
Amaç:
Amiloidoz, dokularda fibriler yapıda protein birikimi ve
bunun sonucunda ortaya çıkan organ disfonksiyonuyla
karakterli heterojen bir hastalık grubudur. Pulmoner
amiloidoz, sistemik amiloidozun bir parçası olabilir
veya organla sınırlı form olarak görülebilir. Nefes darlığı,
göğüs ağrısı şikayetleri ile hastanemize başvuran altmış
dört yaşında kadın hasta subakut anteroseptal myokard
iskemisi ve Kronik Obsrükf Akciğer Hastalığında (KOAH)
alevlenme tanılarıyla acil servisimize alındı. Daha önce
bilinen bir koroner arter hastalığı olmayan hastada 30
paket/yıl sigara içme öyküsü mevcuu. Yaklaşık 5 yıldır
bronkodilatatör ilaçlar kullanıyordu.
1
Hidak kist endemik bölgesel yayılım gösteren zoonok
bir hastalıkr. Pulmoner aspergilloma (mantar topu) ise
genellikle akciğerde daha önceden mevcut bir kavitenin
içinde gelişen rsatçı bir enfeksiyondur. Bu iki hastalığın
birlikte görülebildiğine dair literatürde çok az sayıda vaka
yayınlanmışr.
Gereç ve Yöntem:
Bundan 3.5 yıl önce başka bir merkezde sağ akciğerde kist
nedeniyle kistotomi, kapitonaj ameliya yapılan hasta,
kliniğimize tekrarlayan hemopzi şikayetleri ile müracaat
e. Hastanın toraks Bilgisayarlı Tomografisinde sağ alt
lob posterior segmene 3x3x2 cm ebatlarında iç ve dış
sınırları düzensiz kalın cidarlı kaviter lezyon ve kavitenin
içerisinde yer yer radyodens alanlar tesbit edildi.
Bulgular:
Hastaya retorakotomi ve alt lobektomi yapıldı. Patolojik
inceleme bronşektazi, intraparankimal hemoraji ve
intrakaviter aspergilloma olarak rapor edildi.
Sonuç:
Hidak kist operasyonları sonrası kalan rezidüel
boşlukların içinde de aspergilloma gelişebileceğini ve
tedavide bunun dikkate alınması gerekğini vurgulamak
amacıyla bu çok nadir olguyu sunuyoruz.
Gereç ve Yöntem:
Bulgular:
Fizik muayenesinde dispneik, bilateral yüksek frekanslı
ekspiratuar ronkusleri mevcuu. Yapılan tetkiklerinde
kan gazında respiratuar asidoz, serum troponin
düzeyinde yükseklik tesbit edildi. Akciğer filminde
kardiyotorasik oranda arş, bilateral havalanma fazlalığı
mevcuu. Anagregan, aniskemik ve bronkodilatatör
tedavi başlanan hastaya ilerleyen günlerde koroner
bypass uygulandı. Operasyon esnasında sol akciğerde
alt lobda 4×3 cm boyularında sert ve fikse kitle eksize
edildi. Patolojik doku tanısı nodüler amiloidoz olarak
raporlandı.
Sonuç:
Bu vakayla pulmoner nodüllerde ayırıcı tanıda amiloid
nodüllerinde düşünülmesi gerekğini vurgulamayı
amaçladık. Anahtar kelimeler: akciğer,nodül,amiloidozis
37
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
e-PS025
MULTİFOKAL YERLEŞİMLİ
GRANÜLOMATOZİS OLGUSU
e-PS026
BİR
BRONKOSENTRİK
NÖROFİBROMATOZİSLİ BİR OLGUDA PLEVRAL KİTLE
GÖRÜNÜMÜ :OLGU SUNUMU
ALİ KILIÇGÜN 1, BAHAR KURT 2, MURAT BÖLÜK 2, FAHRİ
YILMAZ 3
HATİCE SELİMOĞLU ŞEN , ABDURRAHMAN ŞENYİĞİT ,
AYŞE AYDIN
ABANT İZZET BAYSAL TIP FAKÜLTESİ,GÖĞÜS CERRAHİSİ
ABANT İZZET BAYSAL TIP FAKÜLTESİ,GÖĞÜS
HASTALIKLARI
3
ABANT İZZET BAYSAL TIP FAKÜLTESİ, PATOLOJİ
DİCLE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI A.D
Amaç:
Nörofibromatoziste farklı akciğer tutulumları mevcuur.
Bu çalışmada Toraks BT’de plevral kitle görünümü veren
nörofibromatozisli bir olgu sunulmuştur.
1
2
Bronkosentrik Granülomatozis(BCG), klinik bulgular ile
radyolojik görünüm arasında korelasyonun olmadığı nadir
bir hastalıkr.Vakaların 1/3 ü astmak ,geri kalanların ise
nonastmak olduğu, daha çok erişkinlerde görüldüğü ve
tesadüfen saptandığı bildirilen bu hastalığın tanısı açık
akciğer biyopsisi ile konur.Akciğer biyopsisinde bronş ve
bronşiollerde nekrozan granülomatöz reaksiyon izlenir
,diğer granülomatöz ve fungal hastalıkların dışlanması ile
tanı konur.
Gereç ve Yöntem:
Olgumuz 37 yaşında erkek hastaydı ve 25 paket-yıl
sigara içme öyküsü mevcuu.Başka bir sağlık sorunu
nedeniyle çekilen akciğer grafisindeki şüpheli görünüm
üzerine sarkoidoz, silikozis, malignite ve tüberküloz ön
tanılarıyla ileri tetkiklerine başlandı.Bilgisayarlı akciğer
tomografisinde periferal yerleşimli çok sayıda nodül
izlendi.Solunum fonksiyon testlerinde orta derecede
obstrüksiyon(GOLD evre II KOAH) ve DLCO,DLCO /
VA da azalma mevcuu. Fiberopk bronkoskopide
endobronşial lezyon izlenmedi.Transbronşial biyopsi
sonucunda mikroskopik bulguların bronşiolis obliterans
organize pnomoni (BOOP) lehine yorumlanması üzerine
açık akciğer biyopsisi yapılması planlandı.
Amaç:
Gereç ve Yöntem:
44 yaşında erkek hasta. Çocukluğundan beri vücudunun
birçok yerinde cile nodülleri olan hasta,nörofibromatozis
ön tanısı ile tetkik edilmiş.ancak kesin tanı konulamamış.
Hastaya,Haziran 2008 de kontrol amaçlı Ban BT ve Toraks
BT çekilmiş.Toraks BT’ de ,sol ac alt lob süperior segmene
plevraya uzanım gösteren 43*22 mm boyutunda nodüler
lezyon tespit edilmiş.Hasta,Akciğer CA ,nörofibromatozis
ön tanıları ile yarıldı. Run tetkikler,tümör markerları
normal sınırlardaydı..Bronkoskopi yapıldı.Patolojik bulgu
saptanmadı.Solunum fonksiyon testleri,CO difüzyon
kapasitesi normal idi. D-echo yapıldı.normal sınırlarda
idi.Cilt lezyonlarından bir adet biopsi alındıAkciğer
lezyonu için transtorasik biopsi planlandı ancak hasta
kabul etmedi.
Bulgular:
Cilt biopsi sonucu nörofibrom olarak geldi.Üç aylık takip
sonucunda ,Toraks BT’de,akciğerdeki lezyonda hiçbir
değişiklik saptanmadığından lezyonun nörofibromatozisin
akciğer tutulumu olduğu düşünüldü.
Bulgular:
Sonuç:
Orta lobdan nodül eksizyonu yapıldı ve histopatolojik
inceleme sonucu bronkosentrik granülomatozis ile
uyumlu bulundu.Bu patojinin ABPA ‘nın doku invazyonu
yapmış şekli olabileceği yönündeki hakim görüşler
nedeniyle aspergillus hifalarının incelenmesi ve kültürü
yapıldı.Ancak müspet bulgular saptanmadı.
Nörofibromatozis tanısı konan olgularda farklı
plöropulmoner lezyonlar saptanabilir. Bizim olgumuzda
olduğu gibi nörofibromatozis tanılı olgularda plevral
kitle görünümü saptandığında primer hastalığa bağlı
nörofibrom da düşünülmelidir.
Sonuç:
BCG ‘nın nadir bir ante olması ve akciğerde mülpl
nodüllerin etyolojisinde araşrılması gereken bir durum
olması nedeniyle sunmayı istedik.
38
9 NİSAN 2009
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
e-PS027
e-PS028
73 YAŞINDA ERKEK HASTADA GÖĞÜS DUVARI PRİMİTİF
NÖROENDOKRİN TÜMÖRÜ
TRAKEOBRONKOPATİA OSTEOKONDROPLASTİKA: BİR
OLGU NEDENİYLE
TAMER ALTINOK 1, LEMA TAVLI 2, OKTAY SARI 3,
BURÇİN ÇELİK 1, SALİH BİLGİN 2
SELÇUK ÜNİVERSİTESİ MERAM TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
CERRAHİSİ AD
2
SELÇUK ÜNİVERSİTESİ MERAM TIP FAKÜLTESİ PATOLOJİ
AD
3
SELÇUK ÜNİVERSİTESİ MERAM TIP FAKÜLTESİ NÜKLEER
TIP AD
19 MAYIS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
CERRAHİSİ ANABİLİM DALI
2
SAMSUN GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ
HASTANESİ
Amaç:
Trakeobronkopaa osteokondroplaska (TO) nadir bir
hastalıkr. Genellikle 50 yaş üstü insanları etkiler ve
klinik belirler obstrükf ve infeksiyöz komplikasyonlar
olunca ortaya çıkar. Çalışmanın amacı bronkoskopi ile
tanı koyduğumuz bir TO olgusunu sunmak.
1
PNET, sıklıkla çocuk ve adelosanlarda ortaya çıkan oldukça
agresiv yuvarlak hücreli yumuşak doku tümörüdür.
Çogunlukla santral sinir sisteminde görülmesine karşın
ekstrakranial özellikle de göğüs duvarında nadir de olsa
görülür. Bu nadir olgu, klinik, radyolojik ve patolojik
yönden örnek oluşturması amacıyla sunulmuştur
Gereç ve Yöntem:
Arka göğüs duvarında ağrı ile başvuran 73 yaşında erkek
hastada, sol paravertebral yerleşimli bir kitle tesbit
edildi.
Bulgular:
TTİB ile akciğer parankimi ile ilgisi olmayan küçük hücreli
tümör ile uyumlu görünüm saptandı. Radikal kitle ve
göğüs duvarı rezeksiyonu ve rekonstruksiyonu yapıldı.
Histopatolojik tanı periferal PNET olarak raporlandı.
Sonuç:
Göğüs duvarı kaynaklı periferik PNET lerin KHAK ile
ayırıcı tanısı dikkatli yapılmalıdır. Rekürrens lokal
göğüs duvarında, akciğerde veya iskelet sisteminde
olabilir. Prognozu kötüdür. Bu nedenle tedavisi cerrahi,
kemoterapi ve radyoterapiyi de içerem muldisipliner
yaklaşımla olmalıdır.
1
Amaç:
Gereç ve Yöntem:
Altmış bir yaşında erkek hasta öksürük ve kanlı balgam
şikayenin değerlendirilmesi amacıyla başvurdu.
Bulgular:
Dinlemekle akciğer sesleri özellikle sol alt lobda azalmış.
Direkt akciğer grafisinde sol alt zonda infiltrasyon,
parankimde yaygın amfizem alanları mevcuu. Toraks
BT’de her iki akciğer üst zonlarda amfizem alanları ve
subplevral büller, sol alt zonda konsolide alan tespit edildi.
Laboratuvar testleri arasında sadece sedimentasyon
değeri (62 mm/saat) yüksek. Fleksibl bronkoskopide
trakea ön ve yan duvarlarında karinaya kadar devam
eden çok sayıda beyaz renkte düzensiz nodüler lezyonlar
saptandı. Biyopsi patolojisi TO olarak rapor edildi. Hasta
medikal tedavi ile taburcu edildi.
Sonuç:
TO’nın eyolojisi bilinmemektedir. TO’da genelikle ilk
olarak astma ya da kronik bronşit tanısı konulur. Hemen
hemen tüm hastalarda tanı bronkoskopi ile konulur.
İnatçı öksürük, hemopzi, ısrar eden atelektazi, rekürren
segmental veya lober enfeksiyonun ayırıcı tanısında TO
düşünülmelidir. Hastalığın spesifik bir tedavisi yoktur.
Prognoz genelikle iyidir ve lezyonların yaygınlığına
bağlıdır.
39
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
e-PS029
Gereç ve Yöntem:
FAMİLYAL İDİOPATİK PULMONER FİBROSİS(3 OLGU
SUNUMU)
Anabilim Dalımızda Kasım 2000 - Aralık 2008 tarihleri
arasında primer akciğer kanseri tanısıyla, N2 ve/veya
T4-T3 olan 96 hastaya neoadjuvan tedavi sonrası akciğer
rezeksiyonu uygulandı. Bu hastalar içersinden sleeve
rezeksiyon uygulanan 15 hasta çalışma grubuna alındı.
Sleeve rezeksiyon uygulanan hastalar neoadjuvan tedavi
yöntemi, yapılan ameliyat, komplikasyon, operaf
mortalite, hastanede kalış süresi ve orta dönemde
sağkalım açısından incelendi.
DİLEK KANMAZ , ESİN YENTÜRK , ESİN TUNCAY , DERYA
YENİBERTİZ , FİRDEVS ATABEY , BARIŞ YILMAZ ,
YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ
EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
Amaç:
İdiyopak pulmoner fibrozis (İPF) ve familyal varyantları,
ilerleyici ve moleküler mekanizmaları iyi anlaşılmamış
olduğundan çoğunlukla tedavi edilemeyen hastalıklardır.5
yıllık yaşam süresi %20-50 arasındadır. Familyal olgular
daha genç yaşta görülür ve İPF olgularının %0.5-3 ‘lük
kısmını oluşturur.Familyal İPF %70 oranında otozomal
dominant geçişlidir.Familyel IPF nin klinik bulguları kesin
olarak tanımlanmamışr.
Bulgular:
Gereç ve Yöntem:
Hastaların 12’si erkek, 3’ü kadın, yaş ortalaması 57.4
olarak hesaplandı. Neoadjuvan tedavi 8 hastada
kemoterapi, 7 hastada ise kemoradyoterapiydi. Oniki
hastada bronşiyal sleeve lobektomi uygulanırken, 3
hastada çi sleeve lobektomi uygulandı. Komplikasyon
oranı % 26,6 olarak bulundu, ortalama hastanede kalış
süresi 10.1 gün olarak hesaplandı. Operaf mortalite
görülmedi. Hastaların median sağkalım oranı 30 ay
olarak bulundu.
Bu makalede Familyal IPF tanısı almış 3 kardeş sunuldu.
Sonuç:
Bulgular:
Pnömonektomi operasyonunun neoadjuvant tedavi
sonrasında yüksek mortalite riskiyle uygulandığı
bilinmektedir. Bu operasyonun alternafi olan
sleeve rezeksiyonlar neoadjuvant tedavi sonrasında
kabul edilebilir morbidite ve “0” mortalite oranıyla
uygulanabilir.
Üç kardeşe de klinik,radyolojik,patolojik metodlarla
Familyal IPF tanısı konuldu.İlk hasta 24ay, ikinci
hasta12ay, üçüncü hasta 8 ay önce tanı aldı.Birinci vaka
46 yaşında nonspesifik interssyel pnömoni zemininde
bronkoalveoler karsinom tanısı;ikinci vaka 44 yaşında
usual interssyel pnömoni tanısı;üçüncü vakada 38
yaşında nonspecifik interssyel pnömoni tanısı almışdı.
Sonuç:
Familyal IPF’nin sonuçlarını ve insidensini doğru olarak
saptamak için IPF li hastanın aile üyelerinin dikkatli bir
izlem ve araşrılması gerekmektedir.
MS012
VİDEOTORAKOSKOPİK ANATOMİK
(TORAKOTOMİ EKARTÖRSÜZ)
REZEKSİYONLAR
ALPER TOKER , SERHAN TANJU , SERKAN KAYA , BERKER
ÖZKAN , ŞÜKRÜ DİLEGE
MS011
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ
GÖĞÜS CERRAHİSİ ANABİLİM DALI
PRİMER AKCİĞER KANSERİNDE NEOADJUVAN TEDAVİ
SONRASINDA YAPILAN SLEEVE REZEKSİYONLAR
Amaç:
ALPER TOKER , SERHAN TANJU , BERKER ÖZKAN ,
ŞÜKRÜ DİLEGE
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ
GÖĞÜS CERRAHİSİ ANABİLİM DALI
Amaç:
Bu çalışmanın amacı, primer akciğer kanseri tanısı alan
hastalarda neoadjuvan tedavi sonrasında uygulanan
sleeve rezeksiyonlarının erken ve orta dönem sonuçlarını
araşrmakr.
40
9 NİSAN 2009
Bu çalışmanın amacı, videotorakoskopik anatomik tek
tek damar ve bronş diseksiyonu yöntemiyle torakotomi
ekartörü kullanılmadan yapılan segmentektomi ve
lobektomi operasyonlarının ve primer akciğer kanseri
hastalarında mediasnal lenf nod diseksiyonu sonuçlarını
araşrmakr.
Gereç ve Yöntem:
Kliniğimizde 2006 Nisan ile Aralık 2008 tarihleri
arasında toraks ekartörü kullanılmadan, 23 hastaya
videotorakoskopik anatomik rezeksiyon uygulandı.
Hastalar cinsiyet, yaş, yapılan ameliyat, komplikasyon,
ağrı skoru, drenaj süresi ve hastanede kalış süresi
açısından incelendi. Ağrı skoru için VAS kullanıldı.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
Bulgular:
Bulgular:
Hastaların 16’sı erkek, 7’si kadın, yaş ortalamaları 55.35
olarak hesaplandı. Primer akciğer kanseri (12 hasta),
metastak akciğer kanseri (7 hasta) ve karsinoid tümör
(2 hasta) nedeniyle 8 sağ üst, 2 sağ orta, 6 sağ alt, 2 sol
alt lobeltomi; 1 sağ üst lob posterior segmentektomi,
1 lingulektomi, 1 lingula koruyucu üst lobektomi
uygulandı. Sağ üst lob apikoposterior segmentektomi
yapılan 2 hastada lezyonda malignite saptanmadı.
Bronş cerrahi sınır pozifliği nedeniyle 1 hastada
torakotomiye geçilerek sleeve rezeksiyona tamamlandı.
Bir hastada sağ üst lobektomiye ek olarak alt lob
süperior segmentektomi uygulandı. İki hastada uzamış
hava kaçağı geliş (%9.09). Median drenaj süresi 3 gün,
median hastanede kalış 5 gün olarak saptandı. Median
ağrı skoru 4 olarak hesaplandı. Primer akciğer kanseri
hastalarında ortalama diseke edilen lenf nodu istasyonu
5.2 ve sayısı 11.8 olarak bulundu.
Tüm hastalarda 5-yıllık sağkalım oranı %48.7, ortanca
sağkalım 60±6 ay (%95 Güvenilirlik aralığı:44-81 ay)
olarak bulundu. T1, T2 ve T3 olgularda 5-yıllık sağkalım
oranları sırası ile; %71.6, %52.9 ve %47.0 olarak
saptandı. Hastalardan kışın opere olanların sağkalımı, yaz
aylarında opere olanlara göre belirgin şekilde daha kısa
idi (p=0.03). Evre I hastalarda sağkalım farkı en belirgin
düzeyde idi (p=0.01). T, N faktörü ve hastaların yaz ya
da kış aylarında opere olması irdelendiğinde, rezeksiyon
zamanının evreyi belirleyen faktörlerden bağımsız olarak
sağkalımı belirlediği bulundu (p=0.04).
Sonuç:
Akciğer kanseri cerrahisinin yapıldığı mevsimin
hastaların sağkalımlarına etkisi olabilmektedir. Bu
bulgunun mekanizmasına ilişkin ileri çalışmalara gerek
bulunmaktadır.
Sonuç:
Videotorakoskopik lobektomi ve segmentektomi
onkolojik prensiplerden ödün verilmeden, primer,
metastak akciğer kanserinde ve selim inflamatuar
hastalıklarda çok düşük morbidite ve “0” mortalite
oranları ile uygulanabilir.
MS013
MS014
SANTRAL YERLEŞİMLİ KÜÇÜK HÜCRELİ DIŞI AKCİĞER
KANSERİNDE MEDİASTİNAL EVRELEME
M.ZEKİ GUNLUOGLU 1, HUSEYİN MELEK 2, BARIŞ
MEDETOĞLU 1, HASAN VOLKAN KARA 1, ADALET DEMİR
1
, SEYİT İBRAHİM DİNCER 1
OPERE OLAN KÜÇÜK HÜCRE DIŞI AKCİĞER KANSERİNDE
REZEKSİYON’UN MEVSİMİNİN ÖNEMİ
YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ
E.A.H 2. GÖĞÜS CERRAHİSİ KLİNİĞİ
2
BİNGOL DEVLET HASTANESİ GOGUS CERRAHİ KLİNİĞİ
AKİF TURNA , ATİLLA PEKÇOLAKLAR , MUZAFFER METİN
, ATİLLA GURSES ,
Amaç:
YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ
EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, 1.GÖĞÜS CERRAHİSİ
BÖLÜMÜ, İSTANBUL
Amaç:
Opere edilen küçük hücre dışı akciğer kanserli olgularda
sağkalımı belirleyen en önemli faktör, tümörün evresidir.
Ancak, bazı başka operasyon zamanının yılın hangi ayında
olduğunun sağkalımı belirleyebileceğine dair bulgular
bulunmaktadır.
Gereç ve Yöntem:
Kliniğimizde Ocak 1995 ila Haziran 2008 arasında opere
edilmiş ve 621’sı erkek, 57’si kadın 698 küçük hücre
dışı akciğer kanseri olgusu irdelendi.Olguların ameliyat
sonrası elde edilen piyese göre bulunan evreleme
parametreleri ile opere oldukları aylar kaydedilerek
mevsimlere ayrıldı. Tüm hastalar ortalama 25 ay takip
edildi. Sağkalım, Kaplan-Meier metodu kullanılarak
hesaplandı. Gruplararası karşılaşrma için Log-rank ve
çok değişkenli analiz için Wilcoxon tes kullanıldı.
1
Opere edilebilir santral yerleşimli küçük hücre dışı akciğer
kanser (KHDAK)’li hastalarda, torakotomi öncesi invaziv
mediasnal evreleme önerilmektedir. Bu çalışmada
santral yerleşimli KHDAK’li hastalarda mediasnoskopi
gerekliliği araşrıldı.
Gereç ve Yöntem:
Kliniğimizde, 2005–2008 yılları arasında, KHDAK tanısı
konulan, opere edilebilir evredeki 347 hastaya toraks
bilgisayarlı tomografisi (BT) çekilmiş. BT’ye göre
lokalizasyon ve bronkoskopik olarak lob bronşlarında
görülme kriterleri kullanılarak tümörler, santral ya
da periferik tümör gruplarına ayrıldı. Patolojik çapta
mediasnal lenf nodu (MLN) bulunup bulunmadığı
kaydedildi. 231 hastaya PET/BT çekilerek, MLN’larında
metastaz şüphesi olup olmadığı da kaydedildi. Tüm
hastalara mediasnoskopi yapıldı. Mediasnal metastaz
saptanan hastalar, kemo-radyoterapiye yönlendirilirken,
kalan hastalara torakotomi uygulanarak akciğer
rezeksiyonu ve mediasnal lenfak diseksiyon yapıldı.
Santral ve periferik KHDAK grupları, mediasnal metastaz
sıklığı açısından karşılaşrıldı ve görüntüleme yöntemleri
ile mediasnoskopinin bu metastazı belirlemedeki
etkinlikleri analiz edildi.
41
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
Bulgular:
Sonuç:
Tümör, 347 hastanın 127’sinde (%37) santral, 220’sinde
(%63) ise periferik alanda lokalize idi. MLN’larına metastaz
oranı, santral yerleşimli tümörlerde % 33, periferik
yerleşimli tümörerde %24 olarak saptandı (p=0,04). BT
ile doğru mediasnal evreleme oranı, santral yerleşimli
KHDAK hastalarında %69, periferik yerleşimli KHDAK
hastalarında %74 olarak hesaplandı. Bu oranlar, PET/BT
için sırasıyla yine %69 ve %75 iken mediasnoskopi için
%95 olarak bulundu.
Biz kronik toraks ampiyeminin tedavisinde eloesser flebin
güvenle uygulanabilir etkin cerrahi bir prosedür olduğunu
gösterdik. Kronik, komplike toraks ampiyeminin cerrahi
tedavisinde eleosser flep halen önemli bir opsiyondur.
Sonuç:
Santral KHDAK’li hastalarda, periferik yerleşimli olanlara
göre daha yüksek oranda MLN metastazı ihmali
mevcuur. Bu hastalarda görüntüleme yöntemlerinin
doğru evreleme oranı, periferik yerleşimli KHDAK
hastalarına göre daha düşüktür. Mediasnoskopi ise
belirgin şekilde yüksek doğru evreleme oranına sahip
olup, santral yerleşimli KHDAK hastalarında run olarak
kullanılması önerilebilir
MS015
AÇIK PENCERE TORAKOSTOMİSİ VEYA ELOESSER FLEPLE
10 YILLIK DENEYİMİMİZ
ALİ KAHRAMAN , MEHMET BİLGİN , FAHRİ OĞUZKAYA ,
LEYLA HASDIRAZ , ÖMER ÖNAL
ERCİYES ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ ANABİLİM
DALI
SS017
CİDDİ
KOAH’LI
OLGULARDA
NÖROMUSKÜLER
ELEKTRİKSEL KAS STİMÜLASYONU (NMEKS) VE
ENDURANS EĞİTİM ETKİNLİĞİNİN KARŞILAŞTIRILMASI
PINAR ERGÜN , DİCLE KAYMAZ , EBRU ÇANAK ,
NEŞE DEMİRCİ
ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ
EĞİTİM ARAŞTIRMA HASTANESİ
Amaç:
Kronik obstrüktüf akciğer hastalığının (KOAH) sistemik
etkilerinden biri olan periferik iskelet kası disfonksiyonu
yaşam kalitesi ve egzersiz kapasitesinde azalmadan
sorumlu önemli bir faktördür. Ciddi hastalık ve kas
disfonksiyonu nedeniyle egzersiz eğimine akf
kalamayan KOAH’lı olgularda periferik kasların
elektriksel smulasyonunun (EKS) bir tedavi stratejisi
olarak pulmoner rehabilitasyon (PR) programlarında
yer alabilirliği üzerinde çalışılan konulardan biridir. Bu
çalışmada ileri evre KOAH’lı olgularda EKS ve endurans
eğiminin egzersiz kapasitesi, kas gücü, dispne, yaşam
kalitesi, psikososyal ve nutrisyonel durum üzerindeki
etkinliğinin karşılaşrılması amaçlanmışr.
Amaç:
Gereç ve Yöntem:
Toraks ampiyemi teropak opsiyonlarıyla sık görülen bir
toraks problemidir.Eloesser flep (EF) seçilmiş komplike
hastalarda bu problemle ilgili yaklaşımlardan biridir. Bu
çalışmanın amacı, EF ile 10 yıllık deneyimimizi sunmak.
Gereç ve Yöntem:
1998-2008 yıllar arası EF uygulanan 18 hasata derlendi.
Bulgular:
16 erkek, 2 kadın toplam 18 hasta. Ortalama yaşları 58±14
yıldı. ortalama hastanede yaş süresi 26±12 gündü.
Eleosser flep öncesi tüm hastalarda başlangıç konservaf
ve cerrahi yaklaşımlar başarısızlıkla sonuçlandı. Cerrahi
endikasyonlar: 12 hastada(%66), parapnömonik efüzyon;
1 hasatada(%5), rezeksiyon sonrası; 1 hastada(%5),
tüberküloz ilinli; 4 hastada(%22), malign efüzyon idi.
Tüm hastalara ters U insizyonu uygulandı. Ortalama kot
rezeksiyonu 2±1 kosta idi. Herhangi bir intraoperaf
komplikasyon olmadı ve tüm hastalarda yeterli drenaj
sağlandı.
42
Randomize kontrollü, prospekf, ayaktan takipli-8 haa
PR programı EKS ve endurans eğimi önce ve sonrasında
solunum fonksiyon testleri, Dispne; MRC, İsrahat Borg,
Egzersiz BORG, KSAH ,Egzersiz Kapasitesi ; Mekik yürüme
tes, Endurans yürüme tes ,yaşam kalitesi ; SGRQ, KSHA,
psikolojik değerlendirme; Hastane anksiyete- depresyon
(HAD)skalası, Nutrisyonel tablo; BKİ, YVK, YVKİ, Kas gücü;
manüel kas tes ile değerlendirilerek her bir yöntem için
etkinlik ve etkinlikler arasındaki fark incelendi.
Bulgular:
Çalışmaya yaş ortalaması 62.81± 7.18 yıl, GOLD evre IV
toplam 50 olgu alındı. Her iki gruptada (EKS ve endurans)
MRC skorlarında azalma (p< 0.001) MYT mesafesi
ve endurans sürelerinde artma (p<0.001), yaşam
kalitesinde artma (p< 0.001), HAD skorlarında düşme
[(p<0.05), (p<0.001), sırasıyla ],vücut kompozisyonunda
düzelme olmakla birlikte her iki gruptada da istasksel
anlamlı düzeyde değildi. Her iki grupta da üst( p<0.01),
ve alt ekstremite kas gücü ( p< 0.05)’ nde arş saptandı.
EKS ve endurans program etkinlikleri arasında tüm
parametrelerdeki kazanımların benzer düzeylerde
olduğu görüldü.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
Sonuç:
Sonuç:
: İleri evre KOAH’da nörömusküler kas smülasyonu PR
programlarında periferik kas eğiminde kullanılabilecek
etkin bir yaklaşımdır.
Çalışmamız sonuçları; sarkoidozlu hastalarda egzersizin
dispne algısını azal
ğı ve periferal kas kuvveni arrması
nedeniyle hastaların egzersiz kapasitelerini ve sağlıkla
ilgili yaşam kalitelerini gelişrdiğini göstermektedir. Bu
sonuçlar konuyla ilgili kontrollü-randomize çalışmalara
ihyaç olmasına rağmen egzersiz programlarının
sarkoidozlu hastaların run tedavinde medikal tedaviyle
birlikte yaygın olarak kullanılabilirliğini düşündürmüştür.
SS018
SARKOİDOZLU
HASTALARDA
PROGRAMININ ETKİLERİ
EV
EGZERSİZ
SEVGİ ÖZALEVLİ 1, HAYRİYE KUL KARAALİ 1, DUYGU ILGIN
1
, ONUR TURAN 2, EYÜP SABRİ UÇAN 2
DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ FİZİK TEDAVİ VE
REHABİLİTASYON YÜKSEKOKULU
2
DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ANABİLİM DALI
1
SS019
KOAH’LI HASTALARDA NUTRİSYONEL DURUMUN,
EGZERSİZ KAPASİTESİ, YAŞAM KALİTESİ VE DİSPNE İLE
İLİŞKİSİ
FATMA ŞENGÜL , DİCLE KAYMAZ , PINAR ERGÜN ,
NURCAN EGESEL , FATİH TOPÇUOĞLU
Amaç:
Sarkoidoz, bozulmuş karbon monoksit diffüzyon
kapasitesinin yanı sıra periferal kas kuvve, egzersiz
kapasitesi ve yaşam kalitesinde azalma ile karakterize bir
hastalıkr. Çalışmamız, egzersiz etkisinin tanımlanmadığı
sarkoidoz hastalarında egzersiz eğiminin etkinliğini
araşrmak amacıyla planlandı.
Gereç ve Yöntem:
Çalışmaya sarkoidoz tanısı almış, yaş ort. 51.94±14.4
olan 16 hasta dahil edildi. Tüm hastalara standart
medikal tedavilerinin yanı sıra solunum kontrolü eğimi,
solunum egzersizleri, genel vücut egzersizleri ve yürüme
programından oluşan egzersiz programı ev programı
şeklinde uygulandı. Olgular program öncesi ve 8 haa
sonunda aynı parametreler ile değerlendirildi. Dispne
ve yorgunluk şidde (Modifiye Borg Skalası), solunum
kapasitesi (solunum fonksiyon tes), periferal kas kuvve
(sırt-bacak dinamometresi), solunum kas kuvve (ağız içi
basınç ölçer), egzersiz kapasitesi (6 dakika yürüme tes)
ve yaşam kalitesi (St. George ve SF-36 yaşam kalitesi
anketleri) değerlendirildi.
Bulgular:
6 dakika yürüme mesafesinde ort 78.19±51.43 metre
arş saptandı (p<0.05) ve solunum ve periferal kas
kuvvetlerinde istasksel olarak anlamlı arşlar elde
edildi (p>0.05). Algılanan dispne ve bacak yorgunluğu
şidde azaldı (p<0.05). St George yaşam kalitesi
ankenin tüm alt kategorilerinde, SF-36 ankenin ise
fiziksel fonksiyon, ağrı, genel sağlık algılaması, sosyal
ve emosyonel fonksiyon kategorilerinde olumlu yönde
iyileşmeler olduğu saptandı (p<0.05).
ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ
EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
Amaç:
Kronik Obstrükf Akciğer Hastalığı (KOAH)’nda beslenme
bozukluğu ve malnütrisyon; egzersiz kapasitesi, solunum
iş yükü, yaşam kalitesi, morbidite ve mortaliteyi olumsuz
etkiler. Sıklıkla nutrisyonel durum; klinik (Subjekf
Global Değerlendirme), vücut bileşimi ;antropometrik
(vücut ağırlığı,beden kütle indeksi), ileri ölçümler
(biyoelektriksel empedans ,dansitometri, izotop dilüsyon,
MRI, DEXA), biyokimyasal veriler (plazma proteinleri, azot
dengesi) incelenerek belirlenir. SGD, KOAH’da, Pulmoner
Rehabilitasyon programlarının önemli bir bileşeni olan
nutrisyonel değerlendirme ve destek tedavi gerekliliğinin
ortaya koyulmasında kullanılabilecek bir yöntemdir.
Çalışmamızda, KOAH’lı hastalarda nutrisyonel durumun,
egzersiz kapasitesi, yaşam kalitesi ve dispne ile ilişkisinin
araşrılması amaçlanmışr.
Gereç ve Yöntem:
Merkezimize başvuran 100 (erkek/kadın:86/14) KOAH
hastası çalışmaya alındı. Nutrisyonel durumları SGD
anke ile değerlendirilerek, SGD –A grup I ve SGD- (
B+C) grup II olarak ayrıldı. Olguların dispne algılaması
MRC, egzersiz kapasitesi artan hızda mekik yürüme tes
(AHMYT) ve endurans mekik yürüme tes (EMYT) ile,
yaşam kalitesi ise SGRQ ile değerlendirildi.
43
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
Bulgular:
Olgular, GOLD’a göre evre III KOAH (ortalama
FEV1:35.6±18.5), yaş ortalaması 64.1 ±8.7, sigara
kullanımı ortalama 44.5±34.4 paket/yıl idi.Olguların
%67’sinin nutrisyonel durumları SGD ankene göre iyi,
%28’inin hafif –orta, %5’inin de ağır malnütrisyonla
uyumluydu. Olguların SGD değerleri ile dispne MRC
skalası arasında istasksel olarak anlamlı ilişki bulundu
( r =0.363, P<0.005). Grup II’nin MRC değerleri, grup
I’in MRC değerlerinden anlamlı yüksek.Grup 2’de
egzersiz kapasitesi grup 1’e göre düşük olup, istasksel
anlamlı fark bulunmadı. Olguların SGD değerleriyle
diğer değişkenler arasında da istasksel anlamlı ilişki
saptanmadı.
Sonuç:
SGD, KOAH’da, Pulmoner Rehabilitasyon programlarının
önemli bir bileşeni olan nutrisyonel değerlendirme
ve destek tedavi gerekliliğinin ortaya konmasında
kullanılabilecek bir yöntemdir. KOAH’da SGD ile
değerlendirilen nutrisyonel durumun, PR gerekliliğini
ortaya koyan dispne algılanması ile pozif ilişkilisi
gösterilmiş olmakla birlikte, diğer kısıtlamalarla ilişkisinin
saptanmasında daha geniş hasta serilerinin olduğu
çalışmalara ihyaç vardır
9 NİSAN 2009
kez fizyoterapist eşliğinde yaprıldı. Bunlara ilaveten
hastalar saae bir gözem olmaksızın egzersizlerini
yapmaları yönünde cesaretlendirildi. Yürüyüş eğimleri
ise, yürüyüş bandında fizyoterapist eşliğinde, günde 3
kez yapıldı.Eğim şidde (zaman ve hız) hastanın egzersiz
toleransına uygun olarak tedricen ar
rıldı. Yürüyüş
eğimi sırasında ısınma ve soğuma sürelerine yer verildi.
Hastalar bunun dışındaki yürüyüşlerini, gözem alnda
olmaksızın, cerrahi bölümün koridorunda ve bahçesinde
gerçekleşrdi. Hastaların eğim öncesi ve sonrası
solunum fonksiyon parametrelerinde ve yürüyüş eğimi
sırasında gözlenen parametrelerindeki değişimlerin
istasksel analizinde eşleşrilmiş t tes kullanıldı.
Bulgular:
Pulmoner rehabilitasyon sonrası hastaların FVC,
FEV1’lerinde (p<0,05), yürüyüş sonu kalp hızı (p<0,04),
toplam yürüyüş süresi, mesafesi ve çıkılabilen maksimum
hız parametrelerinde istasksel olarak anlamlı fark
bulundu (p<0,001).
Sonuç:
Göğüs fizyoterapisi ve yürüme eğimini içeren pulmoner
rehabilitasyon programımız solunum fonksiyon
parametrelerinden FVC ve FEV1’i gelişrmekle kalmayıp,
hastaların efor kapasitelerine de olumlu yönde etki
etmişr.
SS020
KANSER HASTALARINDA UYGULANAN BİR HAFTALIK
YOĞUN PREOPERATİF PULMONER REHABİLİTASYONUN
SOLUNUM FONKSİYONLARI VE EFOR KAPASİTESİ
ÜZERİNE ETKİSİ
ESRA PEHLİVAN 1, AKİF TURNA 1, ATİLLA GÜRSES 1, H.
NİLGÜN GÜRSES 2
YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ
EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
2
İSTANBUL BİLİM ÜNİVERSİTESİ, SAĞLIK YO, FİZİK
TEDAVİ REHABİLİTASYON BÖLÜMÜ
SS021
KOAH’ DA ÜST EKSTREMİTE KAS GÜCÜ; SOLUNUM
FONKSİYONLARI, EGZERSİZ KAPASİTESİ, YAŞAM
KALİTESİ, VE DİSPNE İLE İLİŞKİLİDİR.
NEŞE DEMİR , DİCLE KAYMAZ , PINAR ERGÜN , EBRU
ÇANAK , NURCAN EGESEL , FATİH TOPÇUOĞLU
1
Amaç:
Bu çalışmanın amacı akciğer kanserli olgularda cerrahi
öncesinde uygulanan kısa süreli yoğun pulmoner
rehabilitasyonun, bu hastaların solunum fonksiyonları ve
efor kapasitelerine etkisini incelemekr.
Gereç ve Yöntem:
Akciğer kanseri nedeniyle torakotomi ile opere edilmesi
planlanan 30 hasta (1’i kadın, 29’u erkek; yaş ortalamaları
54,10±8,53) çalışmaya dahil edildi. Pulmoner
rehabilitasyon, hem göğüs fizyoterapisini hem de
yürüme eğimini kapsamaktaydı ve ameliyat öncesi bir
haa süreyle uygulandı. Hastalara solunum egzersizleri
(diyafragmak, büzük dudak, segmental solunum),
insenf spirometri kullanımı, öksürük eğimi günde iki
44
ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI GÖĞÜS CERRAHİSİ
EĞİTİM ARAŞTIRMA HASTANESİ
Amaç:
Sistemik bir hastalık olarak Kronik Obstrükf Akciğer
Hastalığı (KOAH)’na ikincil periferik kas disfonksiyonu
gelişği günümüzde yaygın olarak kabul edilmektedir.
Dikkatler daha çok alt ekstremite egzersizlerine
yönlendirilmiş olsa da günlük yaşam akvitelerinin
birçoğu üst ekstremite kas akvitesini gerekrir.
KOAH’lı olgularda bu akvitelerde kısıtlanmalar
olduğu gösterilmişr. Üst ekstremite kas gücünün
değerlendirilmesinde 1 maksimum tekrar(1MT) ve
handgrip gibi farklı yöntemler kullanılabilmektedir.Bu
çalışmada KOAH’da üst ekstremite kas gücünün; egzersiz
kapasitesi, yaşam kalitesi, solunum fonksiyonları ve
dispne ile ilişkisinin değerlendirilmesi amaçlanmışr.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
Gereç ve Yöntem:
Gereç ve Yöntem:
Pulmoner rehabilitasyon (PR) merkezimize başvuran
KOAH tanısı ile ayaktan takipli PR programına alınacak
stabil 91 olguda solunum fonksiyonları; spirometrik
testler (FEV1,FVC, FEV1/FVC), üst ekstremite kas gücü;
1MT ve handgrip, dispne algılaması Medical Research
Council (MRC) ,egzersiz kapasitesi; Artan Hızda Mekik
Yürüme Tes (AHMYT) ve Endurans Mekik Yürüme Tes
(EMYT) , yaşam kalitesi St George solunum anke (SGRQ)
kullanılarak değerlendirildi.
Çalışmamızı 15 obes bayan (araşrma grubu) (yaş
ortalaması: 47±7,8 yıl, VKİ: 35±5,1 kg/m²) ile sağlıklı
15 bayan (kontrol grubu) (yaş ortalaması 46±7,4 yıl,
VKİ: 24±2,3 kg/m²) oluşturdu. Torakal ekspansiyon
aksillar, epigastrik, subkostal bölgeden yapılan göğüs
çevre ölçümü ile, kardiyorespiratuar endurans; 6
dakika yürüme tes (6DYT), algılanan zorluk derecesi;
Borg skalası, yaşam kalitesi; enerji düzeyi, ağrı, fiziksel
fonksiyon, uyku, emosyonel durum ve sosyal izolasyon
gibi alt grupları olan 38 sorudan oluşan Nongham
Health Profile (NHP), dispne şidde; Medical Research
Council Dispne Skalası (MRCDS) ile değerlendirildi.
Bulgular:
Sonuçlara göre 1MT değerleri ile AHMYT ,EMYT ve
FVC değerleri arasında pozif korelasyon, MRC ve
SGRQ değerleri arasında ise negaf korelasyon olduğu
saptanmışr[ (p=0,000, r=0,438), (p=0,001,r=0,333),
(p=0,002,r=0,326),
(p=0,000,r=−0,588),
(p=0,000,r=−0,496)].Handgrip değerleri ile de aynı
korelasyon sonuçlarına ulaşılmışr. [(p=0,000,r=0,411),
(p=0,036,r=0,222),
(p=0,014,r=0,258),
(p=0,000,r=−0,396), (p=0,013,r=−0,260)].
Sonuç:
Bu çalışmada KOAH’ da üst ekstremite kas gücünün;
solunum fonksiyonları, egzersiz kapasitesi, yaşam
kalitesi, ve dispne ile ilişkili olduğu gösterilmişr. PR
programlarının en önemli bileşenlerinden olan periferik
kas egzersiz eğiminde üst ekstremite egzersizlerinin de
yer alması önemlidir.
SS022
OBEZ BAYANLARDA TORAKAL EKSPANSİYON, DİSPNE
ŞİDDETİ, KARDİYORESPİRATUAR ENDURANS VE YAŞAM
KALİTESİNİN DEĞERLENDİRMESİ
NESLİHAN DURUTÜRK , ZUHAL GÜLTEKİN , ELİF
KAYMAKOĞLU , MUSTAFA ERASLAN
BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ, SAĞLIK BİLİMLERİ FAKÜLTESİ,
FİZİK TEDAVİ VE REHABİLİTASYON BÖLÜMÜ
Amaç:
Bu çalışmada obes bayanlarda torakal ekspansiyon,
dispne şidde, kardiyorespiratuar endurans ve yaşam
kalitesi değerlendirildi.
Bulgular:
Araşrma grubunda 6DYT sonrası Borg skalası sonuçları
istasksel olarak anlamlı derecede yüksek ve yürüme
mesafesi düşük bulundu (p<0.05). Araşrma grubundaki
olguların NHP uyku skoru kontrol grubuna göre
istasksel olarak anlamlı derecede artarken (p<0.05),
diğer alt ölçeklerde önemli bir fark bulunmadı (p>0,05).
Her iki grupta göğüs çevre ölçümü ve MRCDS değerleri
arasında istasksel olarak anlamlı fark saptanmadı
(p>0.05), ancak araşrma grubunda kontrol grubuna
göre aksillar, epigastrik göğüs çevre ölçümleri daha
düşük, MRCDS değerleri daha yüksek (p>0.05).
Sonuç:
Araşrmamızda obesitenin torakal ekspansiyonu ve
dispne şiddeni değişrmediği, kardiyorespiratuar
enduransı azal
ğı, yaşam kalitesinin uyku alt ölçeğini
olumsuz etkilediği gözlendi. Gelecekte bu konuyla ilgili
olgu sayısının ar
rılarak, daha kapsamlı çalışmaların
yapılması gerekğini düşünmekteyiz.
SS023
KRONİK OBSTRÜKTİF AKCİĞER HASTALARINDA
HASTALIK ŞİDDETİ İLE PERİFERİK KAS ENDURANSI VE
YORGUNLUK ARASINDAKİ İLİŞKİ
MELDA SAĞLAM 1, EBRU ÇALIK 1, NACİYE VARDAR YAĞLI
1
, SEMA SAVCI 1, DENİZ İNAL-İNCE 1, HÜLYA ARIKAN 1,
MERAL BOŞNAK-GÜÇLÜ 1, LÜTFİ ÇÖPLÜ 2
HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ SAĞLIK BİLİMLERİ FAKÜLTESİ
FİZİK TEDAVİ VE REHABİLİTASYON BÖLÜMÜ
2
HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ANABİLİM DALI
1
Amaç:
Bu çalışmada klinik olarak stabil kronik obstrükf akciğer
hastalarında (KOAH) hastalık şidde ile periferik kas
enduransı ve yorgunluk arasındaki ilişkinin araşrılması
amaçlandı.
45
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
Gereç ve Yöntem:
6.49 yıl olan 22 erkek KOAH’lı±Yaş ortalaması 62.45 hasta
çalışmaya alındı. Olguların demografik özellikleri, hastalık
süresi ve sigara öyküsü kaydedildi. Olgulara solunum
fonksiyon tes ve al dakikalık yürüme tes yapıldı. Al
dakikalık yürüme tes öncesinde ve sonrasında pulse
oksimetre ile oksijen satürasyonu değerleri ölçüldü
ve modifiye Borg skalası kullanılarak efor sırasındaki
dispne ve yorgunluk algılaması kaydedildi. Olguların
hastalık şidde SAFE indeksi (St. George’s Solunum
Anke, havayolu limitasyonu ve egzersiz toleransı) ile,
yorgunluk düzeyi Yorgunluk Şiddet ve Etki Ölçekleri ile
değerlendirildi.Olguların periferik kas enduransı 30
saniye süreli mekik, modifiye şınav ve squat testleri ile
değerlendirildi.
Bulgular:
Olguların ortalama FEV1 değerleri % 49.68±28.51’di.
Al dakikalık yürüme tes mesafesi 506.28±128.01 m
idi. St. George’s Solunum Anke puanı 50.91±22.30 idi.
SAFE indeksinin, mekik sayısı (r=-0.68, p=0.002), squat
sayısı (r=-0.48, p=0.02), Yorgunluk Etki Ölçeği (r=0.67,
p<0.0001) ve Yorgunluk Şiddet Ölçeği (r=0.42, p=0.046)
ile istasksel olarak anlamlı ilişki gösterdiği saptandı.
Sonuç:
KOAH’lı hastalarda hastalık şidde, periferik kas
enduransı ve yorgunluk algılamasından etkilenmektedir.
Hastaların periferik kas enduransının ve yorgunluğunun
iyileşrilmesi hastalığın şiddeni olumlu yönde
etkileyebilir.
tarandan hazırlanan KOAH Hasta el kitapçığı ve
inhalasyon teknikleri el broşürü çevresinde bilgilendirme
yapılmışr. 3. ay kontrole çağrılan olgularda tekrar anket
uygulanarak eğim sonrası (ES) bilgi düzeyleri alınmışr.
Bulgular:
KOAH bilgisinde yer alan sorulardan elde edilen sonuçlar
irdelendiğinde; tümü sigara içmiş olguların EÖ ana
nedenin sigara olduğunu bilme oranı %61,7 iken, ES
oran %91,7 olmuştur (p<0,001). İnhaler doğru kullanım
basamakları EÖ %66.7 olguda doğru iken, ES bu oran
%98,3 olmuştur (p<0,001). Kolay balgam çıkarmada
akf solunum kontrol manevrasını bilme oranı EÖ %36.7
bulunmuş, bu oranın ES %78,3’e yükseldiği gözlenmişr
(p<0,001). Olguların %98,3’ünün EÖ de duş alırken
oturarak yıkanmak gerekğini bildikleri saptanmışr.
Günlük akvitelerde nefes darlığı gelişme durumunun
karşılaşrılmasında, EÖ ile ES merdiven çıkma, düz yolda
yürüme, bonyo yapma traş olma ve tuvalete gitmede
oluşan farklılık anlamlı bulunmamışr (p>0,05). Ancak ev
içinde dolaşma ve yemek yerken oluşan dispnede sırasıyla
p<0.02 ve p<0,005 anlamlılıkla düzelme gözlenmişr.
Nefes darlığı kontrolünde etkili solunum şekillerini EÖ ve
ES bilme oranlarına bakıldığında da sadece büzük dudak
solunumu için ES anlamlı olarakbilme oranı yükselmişr
(p<0,001).
Sonuç:
KOAH olgularına; hastalığın oluşumu, etkileri, tedavileri,
yaşama uyum konusunda hemşire desteğinde yazılı
gereçler verilerek yapılacak eğimin, hastalık ve
tedavilerin uyumunda destek sağlayabildiği ancak
bazı verilerde hastalığın gidişine bağlı olarak düzelme
sağlamanın mümkün olamadığı gösterilmişr.
SS024
TP028
KOAH HASTA EĞİTİMİNDE HEMŞİRE DESTEĞİNİN
ETKİLERİ
SPORCULARDA
EGZERSİZİN
BRONKOKONSTRÜKSİYON VE ASTIM
AYGÜL ARŞIK , AYSUN ÖGE , MELTEM EKİCİ , SEVİME
KILIÇ , SEMRA AKTÜRK , CANAN KIRDAR , LÜTFİYE
AKTAŞ , BEYHAN KARADUMAN , BİLUN GEMİCİOĞLU
ORHAN TEMEL 1, AYŞIN ŞAKAR COŞKUN 1, S. METE
YAZICI 2, AYLİN ÖZGEN ALPAYDIN 1, BEYHAN CENGİZ
ÖZYURT 3, SELİM ERKAN AKDEMİR 1, ÇAĞATAY ŞAHAN 2,
PINAR ÇELİK 1, ARZU YORGANCIOĞLU 1
İ.Ü.CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI
ANABİLİM DALI
Amaç:
KOAH hastalarının hemşireler tarandan kitap ve
broşür desteği ile yapılan eğimin anket formları
ile değerlendirilerek, olumlu etkileri ortaya konmak
istenmişr.
Gereç ve Yöntem:
Eğim ve anket uygulanmasına izin veren yaş ortalaması
65±9, %91,7’si erkek, 60 Ağır KOAH olgusunda çalışma
gerçekleşrilmişr. Eğim öncesi (EÖ) hastanın
biyometrik parametreleri kaydedilip (25 soru), anket (22
soru) uygulanmış ve sonrasında Anabilim Dalı hemşireleri
46
9 NİSAN 2009
İNDÜKLEDİĞİ
CELAL BAYAR ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ANABİLİM DALI
2
CELAL BAYAR ÜNİVERSİTESİ BEDEN EĞİTİMİ VE SPOR
YÜKSEK OKULU
3
CELAL BAYAR ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ HALK
SAĞLIĞI ABD
1
Amaç:
Egzersizle indüklenen bronkokonstrüksiyon(EİB), hava
yolu duyarlılığı artmış kişilerde, yoğun bir fiziksel
akvitenin akut hava yolu daralmasını teklemesidir.
Çalışmamızda, spor yapmayan sağlıklı kişilerde ve elit
sporcularda EİB oranlarını ve bronş hiperreakvitesi,
bronş inflamasyonu ve atopi ilişkisini değerlendirmek
amaçlandı.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
Gereç ve Yöntem:
Haada 12 saaen fazla egzersiz yapan 30 elit
sporcu(Sporcu grubu) ve haada 2 saaen az egzersiz
yapan 30 olguya(Kontrol grubu) solunumsal semptom
anket formu, egzersiz bronkoprovokasyon tes(EBT),
metakolin bronkoprovokasyon tes(MBT), ekspiryum
havası nitrik oksit(NOe) ölçümü ve cilt prick tes yapıldı.
Bulgular:
Sporcu grubunda 4 olguda(%13,3) EBT pozif bulundu,
kontrol grubunda ise egzersiz tesne pozif yanıt
saptanmadı. Sporcu ve kontrol grubu arasındaki bu fark
istasksel olarak anlamlı değildi(p>0,05). 13(%43,3)
sporcuda ve kontrol grubundan 1(%3,3) olguda MBT
pozif olarak saptandı. Sporcularda, kontrol grubuna
göre MBT daha yüksek pozif bulundu(p=0,000).
Çalışmaya alınan olgularda MBT ve EBT’inden birine
veya her ikisine yanı olanlar bronş hiperreakvitesi
(BHR) pozif olarak kabul edildi. 16(%53,3) sporcuda,
kontrol grubunda 1(%3,3) olguda BHR+ olarak saptandı.
Sporcu ve kontrol grubu arasında saptanan bu fark
istasksel olarak anlamlı bulundu(p=0,000). BHR+
ve BHR- sporcular ve kontrol grubu arasında cinsiyet,
atopi öyküsü, ailede atopi öyküsü varlığı, cilt prick tes
ve sigara kullanımı açısından iki grup karşılaşrıldığında
anlamlı bir fark saptanmadı (p>0,05). BHR+ ve BHRsporcuların egzersiz semptom skoru kontrol grubundan
yüksek bulundu(p=0,048). NOe düzeyi ve cilt prick tes
arasında iki grupta anlamlı fark bulunmadı(p>0,05).
Sonuç:
Egzersizle ilişkili semptomu olan sporcuların EİB açısından
dikkatle değerlendirilmesi, tanı için EBT ve MBT yapılarak
bronş hiperreakvitesinin aranmasının uygun olacağı
ve bronş hiperreakvitesinin değerlendirilmesinde
ekspiryum havası NO ölçümlerinin yararlı olamayabileceği
sonucuna varıldı.
9 NİSAN 2009
asm altgrupları ile olan ilişkisi ise henüz net değildir.
IgE FcER1-β gen polimorfizminin konjukvit, rinit, ,
gıda allerjisi veya egzeması olan, nocturnal, aspirin,
viral enfeksiyon, gastroesofajeal reflü veya egzersizin
teklediği asm alt grupları ile olan ilişkisini araşrmak.
Gereç ve Yöntem:
Rastgele seçilen 101 atopik asm hastası (21 K, 80 E,
ortalama yaş: 39 +/- 13) FcER1-β gen polimorfizmi ve
klinik parametreler açısından değerlendirildi. C gibi
IgE◊G,+ εβ+10062T◊G, εβ +5565A◊A, εβ +3934T◊T,
εβ+1343G◊εβ-211C FcER1-β gene polimorfizmini
araşrmak için PCR-RFLP metodu kullanıldı.
Bulgular:
G◊Konjukvi bulunan asm alt grubunda εβ +5565A gen
polimorfizmi, egzersizin teklediği asm alt grubunda da
A (p◊εβ+1343G<G gen polimorfizmi istasksel◊0.04) ve
εβ +3934T olarak anlamlı farklı bulundu (p<0.04). Diğer
alt gruplar arasında istakksel olarak anlamlı farklılık
bulunmadı. Konjukvit grubunda G geni, egzersizin
teklediği◊hastaların %27 sinde wild p εβ +5565A A
geni , %33 hastada◊asm alt grubunda %35 hastada wild
p εβ+1343G G geni mevcuu.◊da wild p εβ +3934T
Sonuç:
A gen◊G, ve εβ+1343G◊G genopi,εβ +3934T◊: εβ
+5565A polimorfizmleri allerjik asmı olan hastalarda
artmış konjukvit riski ve egzersizin teklediği asm ile
ilişkilidir
TP030
ASTIMLI HASTALARDA DOĞAL ÖLDÜRÜCÜ HÜCRELERDE
ÖLÜM RESEPTÖR EKSPRESYONU
GAYE ERTEN 1, MÜBECCEL AKDİŞ 2, ESİN AKTAŞ ÇETİN 1,
CEZMİ AKDİŞ 2, GÜNNUR DENİZ 1
TP029
TÜRK
ALLERJİK
ASTIM
ALTGRUPLARINDA
IMMÜNGLOBULİN E (FCER1-β) YÜKSEK AFİNİTELİ
RESEPTÖR GEN POLİMORFİZMİ
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, İMMÜNOLOJİ ANABİLİM
DALI, DENEYSEL TIP ARAŞTIRMA ENSTİTÜSÜ, İSTANBUL,
TÜRKİYE
2
İSVİÇRE ALLERJİ VE ASTIM ENSTİTÜSÜ (SIAF), DAVOS,
İSVİÇRE
BERRİN BAĞCI CEYHAN 1, EMEL ERYÜKSEL 1, FATİH
YILDIRIM 1, MELİKE AVŞAR 2, RIFAT BİRCAN 2, BEYAZIT
ÇIRAKOĞLU 2
Amaç:
MARMARA ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ, GÖĞÜS
HASTALIKLARI VE YOĞUN BAKIM ANABİLİM DALI
2
MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ,TIBBİ GENETİK
ANABİLİM DALI
1
1
Doğal Öldürücü (natural killer, NK) hücreler doğal immün
yanıa enfeksiyon ve tümörlere karşı savunmada rol
almakta ve akvasyon sonrası yüzeylerinde eksprese
ekleri ölüm reseptörleri yoluyla apoptoza uğramaktadır.
Bu çalışmada sağlıklı ve asmlı bireylerde NK hücre ölüm
reseptör ekspresyonları incelenmişr.
Amaç:
Atopi kompleks bir hastalıkr ve allerjik hastalarda
allerjik olmayanlara gore yüksek affiniteli Ig E reseptor
ekspresyonu artmışr. Bu reseptör gen polimorfizminin
47
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
Gereç ve Yöntem:
Results:
Sağlıklı bireylerin (n:12) ve allerjik asmlı hastaların (n:12)
periferik kan mononükleer hücrelerinden manyek
ayırma yöntemi ile izole edilen NK hücrelerinde TNFRI,
TNFRII, TRAILR1, TRAILR2, TRAILR3, TRAILR4, CD95
ve CD95L ekspresyonu flow sitometri ile saptanmış,
istasksel analizde Student’s t tes kullanılmışr.
The more sick of BE was noted in CD asthmacs, than
in the untreated paents and receiving ICS (p<0,001).
Expression of the apoptosis Bc1-2 molecule was
higher in all groups of asthmacs, than in healthy
subjects (p<0,001). In CD asthmacs expression of the
molecules PCNA, NFkappaB, CD40, CD40-L was higher
in comparison with other groups. In CS asthma PCNA
expression correlated with BE thickness.
Bulgular:
NK hücreleri asmlı hastalarda sağlıklı bireylerle
karşılaşrıldığında yüksek oranda TRAILR2, TRAILR4 ve
CD95L eksprese etmektedir (p<0.05, p<0.01 ve p<0.001,
sırasıyla). TRAILR1, TRAILR3 ve TNFRII expresyonları
ise sağlıklı bireylerde asmlılara göre daha yüksekr
(p<0.01, p<0.01 ve p<0.001, sırasıyla). İzole NK hücreleri
TNFRI ve CD95 yüzey ekspresyonları açısından gruplar
arasında farklılık göstermemişr.
Conclusion:
The markers of cell survival and proliferaon expressed
with markers of cell acvaon in the bronchial epithelium
in CD asthma. The increased cellular renewing is
associated with the state of constant acvaon of
epithelial cells.
Sonuç:
TP032
NK hücrelerinin özellikle asmın akut alevlenme
dönemlerinde düşmesi bu hücrelerin asm sürecinde
önemli olduklarını düşündürmektedir. Bu bilgi NK
hücre yüzeyinde eksprese olan artmış ölüm reseptör
ekspresyonu ile paralellik göstermektedir. Asm
olgularında NK hücre çalışmaları bu hücrelerin asm
patogenezindeki rollerini aydınlatacakr.
ASTIMLI HASTALARDA
SENDROM İLİŞKİSİ
OBEZİTE
VE
METABOLİK
YELDA VAROL 1, ATİKE DEMİR 1, UMUT VAROL 2, ZEYNEP
BAŞER 1, AYDAN MERTOĞLU 1, RIFAT ÖZACAR 1
DR. SUAT SEREN GÖĞÜS HASTALIKLARI VE CERRAHİSİ
EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
2
İZMİR SELÇUK DEVLET HASTANESİ
1
TP031
Amaç:
APOPTOSIS OF THE BRONCHIAL EPITHELIUM CELL IN
CORTICOSTEROID ASTHMA
NADİRA ZOİROVA 1, SAYERA ARİFKHANOVA 2, IRİNA
LİVERKO 2, IBROGİM AKHATOV 2, GAFUR MAVLANOV 3
NATİONAL INSTİTUTE OF THERAPY AND MEDİCAL
REABİLİTATİON
2
NATİONAL INSTİTUTE OF TB AND PULMONOLOGY,
TASHKENT
3
INSTİTUTE OF GENETİCS REPUBLİC OF UZBEKİSTAN
1
Aim:
To study morphology of the bronchial epithelium (BE) and
expressions of apoptosis, proliferaon and acvaon of
the mucosal cells in the paents with bronchial asthma
(BA).
Method:
In the biopsy obtained at bronchoscope from 5
untreated asthmacs, 5 paents receiving inhalaon of
corcosteroids (ICS), 7 corcoid-dependent (CD) paents
and 4 volunteers there was studied BE morphology with
immunohistochemical evaluaon of the expression
of apoptosis molecule Bc1-2, P53, proliferaon PCNA,
acvaon of NFkappaB, CD40/CD40-L.
48
Hiperkolesterolemi, insülin direnci ve obezitenin
eşlik eği metabolik sendromun; asm ve hava yolu
inflamasyonu üzerine etkisini araşran çok fazla çalışma
bulunmamaktadır. Biz de bu çalışmada, asm bronşiyale
tanılı hastalarda cinsiyen, asm şiddenin, atopinin ve
solunum fonsiyon tes parametrelerinin obezite (beden
kitle indeksi, bel çevresi) ve metabolik sendromla olan
ilişkisini araşrmayı amaçladık.
Gereç ve Yöntem:
Çalışmaya 35’i erkek, 75’i kadın toplam 110 yeni tanı almış
ya da 1 yıldır tedavi almayan (kısa etkili inhaler beta2
agonist dışında) asm bronşiale hastası alındı. Hastaların
asm şidde, alerji semptom varlığı, öz ve soygeçmişi,
gastroözofagial reflü anamnezi, hipertansiyon ve sigara
anamnezi sorgulandı, boy, kilo, bel çevresi değerleri
ölçüldü. Hastalara solunum fonksiyon tes, vücut
plesmografisi yapıldı, hastaların eozinofil düzeyi, total
IgE düzeyi, total kolesterol, trigliserid, HDL, LDL, açlık kan
şekeri değerleri değerlendirildi.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
Bulgular:
Hastaların yaş ortalaması 36.82 ± 12.064 (16-73). yıldı.
Çalışma necesinde BMI ile asm şidde ve BMI ile
solunum fonksiyon parametreleri arasında istasksel
anlamlılık saptanmadı (p>0.05). BMI ve BÇ kadın
hastalarda istasksel anlamlı yüksek bulundu (p<0.05).
BMI ar
kça atopi prevelansı istasksel anlamlı olarak
azaldı (p<0.05). Bel çevresi kadın hastalarda 91.4cm
(normal sınırların üstünde) erkek hastalarda 92.1cm
(normal) bulundu. Bel çevresi ile solunum fonksiyon
parametreleri, asm şidde, atopi arasında istasksel
anlamlılık saptanmadı (p>0.05).
Sonuç:
Sonuç olarak; çalışmamızda neredeyse her üç asmlı
kadından ikisinin aşırı kilolu ve her üç kadından birinin
de metabolik sendrom olduğu göz önüne alındığında,
asmlı erişkinlerin özellikle de kadınların metabolik
sendrom açısından araşrılması ve diyabet, koroner arter
hastalığı risklerini azaltmak amaçlı tedavi alna alınmaları
gerekmektedir. Bu nedenle biz asm hastalarında bel
çevresi ve metabolik sendrom kriterlerinin ölçümünün
gerekliliğine inanıyor ve hastalarda sadece asm için
değil obezite ve metabolik sendrom için de yaşam tarzı
değişikliği önerilerinin ısrarla yapılmasını öneriyoruz.
9 NİSAN 2009
Invesgated dynamics clinical symptoms BА, lungs
funcon on computer spirometer “MasterScopePC”
(Erich Jaeger, Germany) and parameters of psychological
status. Stascal processing of results is executed by
means of and package of stascal programs SPSS 13.0
for Windows.
Results:
The posive dynamics of clinical symptoms in both
groups of BA paents is marked, however for certain had
the best result paents, geng Phenibutum: the decline
of daily episodes of asthma on the average on 38,9+4,7%
(against 26,7 + 3,6% in the group of control, р<0,05) is
aained, nightly episodes – on 26,8 + 13,2% (against
18,9 + 12,4%, р<0,05), increase of the PEF index on the
average on 36,2 + 5,8% (against 20,5 + 6,9%, р<0,05).
Parallel we exposed the decline of level of neuroc
reacons from 75,7 + 21,4% to 53,2 + 11,4% (р<0,01),
level of personal anxiety from 52,6 + 19,8 to 46,5 + 8,9
(р=0,052), disappearance of the depressed symptoms.
Conclusion:
The BA significantly influences on the paent’s
psychological status, largely influencing on emoonal
sphere, because only the system is complex of
preparaons of base therapy + course of preparaons of
psychological acon allows to reach the posive clinical
symptoms and psychological changes at BA-paents.
TP033
OPTIMIZATION OF TREATMENT OF PATIENTS
WITH BRONCHIAL ASTHMA BY CORRECTION OF
PSYCHOLOGICAL STATUS
TP034
ASPİRİN DESENSİTİZASYONU: KLİNİK DENEYİMİMİZ
YURİY MOSTOVOY , TAMARA PETROVA , HANNA
DEMCHUK , TETYANA KONSTANTYNOVYCH
VİNNYTSİA NATİONAL MEDİCAL UNİVERSİTY
Aim:
To study clinical efficiency of daily tranquilizer of
Phenibutum on a background base therapy at paents
with BA on a background base therapy.
Method:
The program of treatment was conducted to 30 BA
paents (16 women, 14 men), middle age 42,1 ± 0,9
years and duraon BА 12,5 + 8,6 years. Paents had high
level of neuroc reacons (75,7 + 21,4%) on Vasserman
(normave index to 60%), high level of personal anxiety
(52,6 + 19,8) on Spilberg-Hanin (normave index to 30,0)
and clinically meaningful level of depression (56,7 + 8,5)
on Zung (normave index to 50,0). On a background
base therapy according to weight of disease (GINA, 1999)
paents got Phenibutum for to a 1 pill (250 mgs) 3 mes
per a day during 30 days. A control group was made
by 30 paents with BA with the proper psychological
descripons geng only preparaons of base therapy.
GÜLFEM ELİF ÇELİK , ÖZLEM GÖKSEL , FERDA ÖNER
ERKEKOL , ÖMÜR AYDIN , YAVUZ SELİM DEMİREL ,
ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ABD, ALLERJİK HASTALIKLAR BD
Amaç:
Aspirin ve diğer nonsteroidal aninflamatuar ilaçlar
(NSAİİ) belirli bir asmlı hasta grubunda asmda
bozulmaya neden olabilirler ve bu klinik, tedavisi güç
olan daha ağır bir hastalık fenopi şeklindedir. Aspirin
desensizasyonu, aspirin duyarlılığı olup oral steroid veya
anlökotrien ilaçlara karşın asmı ağır seyreden ve/veya
tekrarlayan nazal polip (± kronik rinosinüzit) olgularda
endike bir tedavi yöntemidir. Bu tedavi yönteminde
aspirinin küçük dozlardan başlanarak arrılarak hastada
tolerasyon oluşturuluncaya dek verilmesi hedeflenmişr.
Burada 4ü ağır asm 2 si nüks polip nedeni ile asprin
desensizasyonun endike olduğu 6 olgunun sonuçları
tarşılacakr.
49
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
Gereç ve Yöntem:
İşlem öncesi tüm olgulardan onam alınmışr. Aspirin 2040 mg arası dozlardan başlanarak 2-3 saatlik doz arşları
ile 600 mg. a ulaşıncaya dek verilmişr. İşlemler ciddi
hiçbir reaksiyon gelişmeksizin tamamlanmışr. Hastalar
ilk ay 1200 mg, 1. yadan sonra idame tedavide ise 600
mg aspirin almışlardır. Değerlendirmeler desensizasyon
sonrası 1. ay, 6. ay ve 1. yıl da yapılmışr. İstask
değerlendirme nonparametrik testler ile yapılmışr.
Bulgular:
Desensizayon öncesi dönem ile karşılaşrıldığında 1. ay
ve 6. ayda asm kontrol testleri (AKT) ve asm skorları
anlamlı düzelme göstermişr. ( AKT; DÖ: 9.8, 1. ay: 23.1,
6. ay: 24, p=0.015) (asm skoru: DÖ:2.5, 1.ay:0.33, 6.
ay: 0.2, p=0.015). Bunun yanısıra rinit skorlarında da
anlamlı düzelme sağlanmışr (p=0.018). Steroid dozu DÖ
ortalama 20±4 mg melprednizolon (n=4 olgu) eşdeğeri
iken 6. ayda 2.1±1.1 mg. a düşmüştür. 4 olgu 10 ayın
üstünde bir süredir bu tedaviyi almaktadır ve 6. ayda
gözlenen düzelmeler korunmaktadır. 1 olguda 2. ayda
gastrointesnal kanama gelişği için tedavi kesilmişr.
Hüç bir olguda polip nüksü gözlenmemişr.
9 NİSAN 2009
solunum fonksiyon tes, Ig E analizi, cilt prick tes ve
standard anket uygulandı.
Bulgular:
Asm hastalarının %46 sında GER (gastroesofajeal
reflü) hikayesi vardı ve bu grup GER i olmayan grupla
karşılaşrıldığında, ilaç allerjisi riski (%33 vs %18.6,
p<0.02), nokturnal asm (%53.1 vs %34.7, p<0.01), viral
enfeksiyonun teklediği asm (%52.6 vs %36.3,p<0.02),
gıda allerjisi (%34 vs %18, p<0.01) ve bronşit (%56 vs
%32, p<0.003) artmış sıklıkta bulundu. GER i olmayan
grupla karşılaşrıldığında, lojisk regresyon analizi asmlı
hastalarda nokturnal asmın GER riskini ar
rdığını
gösterdi: 9.0(CI: 3.2-25.3, p< 0.0001 ) . GER riski genç
hastalarda, daha yaşlı hastalara göre daha az bulundu
(44.9+/-13.0 vs 39.0+/-15.2, p<0.004).
Sonuç:
Sonuç olarak, bu çalışmada reflünün teklediği
asmın ilaç allerjisi, gıda allerjisi, nokturnal asm,
viral enfeksiyonun teklediği asm ve bronşit ile ilişkili
olduğu saptanmışr. GER i olan Türk asm hastalarında,
bu parametreler özellikle değerlendirilmelidir.
Sonuç:
Literatür bulguları ile uyumlu olarak aspirin
desensizasyonu özellikle ağır asmı olan veya
tekrarlayan polipi olan olgularda iyi sonuçlar
sağlamaktadır. Ülkemizde son yıllarda sınırlı sayıda
merkezde uygulanmaya başlanmış olan bu tedavi
yönteminin tedavileri son derece problemli bu grup
hastalar için iyi bir alternaf olduğu açıkr.
TP035
TÜRK POPÜLASYONUNDA ASTIM İLE GASTROESOFAJEAL
REFLÜ İLİŞKİSİ
EMEL ERYÜKSEL 1, BERRİN BAĞCI CEYHAN 1, SUNA
YAPALI 2, FATİH YILDIRIM 2
MARMARA ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ, GÖĞÜS
HASTALIKLARI VE YOĞUN BAKIM ANABİLİM DALI
2
MARMARA ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ, İÇ HASTALIKLARI
ANABİLİM DALI
1
Amaç:
Reflü asm hastalarında oldukça sık görülmektedir ve
aralarındaki ilişkinin nedeni tam olarak bilinmemektedir.
Bu çalışmanın amacı asm ile gastroesofajeal reflü
arasındaki ilişkiyi araşrmak ve predisposan faktörleri
değerlendirmekr.
Gereç ve Yöntem:
Bu çalışmada 206 asm hastası (50 E, 156 K) ve 117
kişi kontrol grubu olarak değerlendirildi. Tüm hastalara
50
TP036
ASTIMDA NK2 TİP SİTOKİNLERİN ROLÜ
NİLGÜN AKDENİZ 1, ESİN AKTAŞ 1, SEMA BİLGİÇ 1, GAYE
ERTEN 1, BİLUN GEMİCİOĞLU 2, GÜNNUR DENİZ 1,
İ.Ü DENEYSEL TIP ARAŞTIRMA ENSTİTÜSÜ
İMMÜNOLOJİ ANABİLİM DALI
2
İ.Ü CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESİ GÖGÜS HASTALIKLARI
ANABİLİM DALI
1
Amaç:
Asmın en önemli enflamatuvar özelliği havayolu
mukozasındaki eozinofil ve CD4+ yardımcı T (Th) p
2 (Th2) lenfosit birikimidir. Th2 hücreleri salgıladıkları
sitokinler, (özellikle interlökin-4 (IL-4), IL-5, IL-10 ve IL13) yoluyla astmak enflamasyonda rol almaktadır.
CD4+ Th hücrelerine benzer şekilde; NK hücreleri de
sitokin profillerine göre iki farklı alt gruba (NK1 ve NK2)
ayrılmaktadır. Th2 hücrelerinin asm patogenezindeki
rolünün birçok çalışmada gösterilmesine karşılık NK2
hücrelerinin ve sitokinlerinin hastalık patogenezine
ne şekilde katkıda bulunduğu hakkında bilgilerimiz
sınırlıdır.
Gereç ve Yöntem:
Çalışma grubu astmak hastalarla (n=10, ortalama 4)±
4) sağlıklı donörleri (n=10, ortalama yaş=27 ±yaş=32
içermektedir. Periferik kan lenfosit alt grupları ve CD56+
NK hücre içi sitokin içerikleriγhücrelerinin IL-4, IL10, IL-13 ve IFN- flow sitometri cihazı ile saptanmışr.
İstasksel analiz için Student's t test kullanılmışr.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
Bulgular:
Sonuç:
Periferik kan mononükleer hücrelerinden (PKMH)
salınan IL-4 ve IL-10 seviyelerinin, tedavi alndaki asm
hastalarında, sağlıklı kişilere göre yüksek olduğunu
gözlenmişr (p<0.001). Bu bulgularımıza benzer şekilde,
CD56+ NK2 hücre sitokinleri olan IL-4 ve IL-10 seviyelerinin
de tedavi almış asm hastaların da sağlıklılara göre artmış
olduğu saptanmışr (p<0.001). PKMH’den salınan IL-13
ve IFN-g seviyeleri, asm hastalarında ve sağlıklı kişilerde
farklılık göstermezken, CD56+ NK2 hücre sitokini IL-13,
asm hastalarında sağlıklı kişilere göre anlamlı olarak
düşük bulunmuştur (p<0.05).
Asmlı hastalarda, hiperlipideminin ve obezitenin kronik
inflamasyona katkısı göz önüne alındığında, hastaların
ideal beden-kitle indeksi aralığında tutulmasının ve
obezitenin indüklediği inflamasyonun baskılanmasının
mevcut tedavilerine destek sağlayacağı düşünülebilir.
Sonuç:
CEMİLE KOCA 1, DUYGU OZOL 2, RECEP AKGEDİK 2,
MURAT AYDIN 1, SEMA UYSAL 2, ZEKİ YILDIRIM 1,
RAMAZAN YİĞİTOĞLU 2
Bulgularımız asm patogenezinde sadece Th2 hücrelerin
değil aynı zamanda CD56+ NK hücrelerinin de ürekleri
sitokinler aracılığı ile etkili olabileceğini göstermektedir.
TP038
POSTMENAPOZAL KADINLARDA, ASTIM ŞİDDETİNDE
OBEZİTE VE ADİPOKİNLERİN ROLÜ
FATİH ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ BİYOKİMYA AD
FATİH ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, GÖĞÜS
HASTALIKLARI AD
1
2
TP037
Amaç:
ASTIMLI VE SAĞLIKLI OLGULARDA OBEZİTE
VE
HİPERKOLESTEROLEMİNİN
İNFLAMATUAR
BELİRTEÇLERLE İLİŞKİSİ
İLKAY KESKİNEL 1, SEMA BİLGİÇ 1, ESİN AKTAŞ ÇETİN 1,
BİLUN GEMİCİOĞLU 2, NURHAYAT YILDIRIM 2, GÜNNUR
DENİZ 1
İ.Ü. DETAE İMMÜNOLOJİ AD
İ.Ü. CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI
AD
1
2
Asm başlıca havayolu inflamasyonu ile karakterize,
farklı şiddee ve ciddiyee olabilen bir hastalıkr.
Proinflamatuvar etkiler yapabilen, interlökin 6,8,12 ve
tümör nekrozis faktör alfa (TNF- α) gibi adipokinler, adipoz
dokudan salgılandığından obezite sistemik inflamasyon
için risk faktörü olarak kabul edilmektedir. Bu çalışmadaki
amacımız postmenopozal kadın hastalarda obezite ve
serum adipokinlerinin asm şidde üzerindeki etkisini
araşrmakr.
Gereç ve Yöntem:
Amaç:
Obezite giderek önem kazanan bir sağlık sorunudur.
Asmlılarda obezitenin inflamatuar belirteçlerle ilişkisini
ortaya koymayı hedefledik.
Toplam 45 asmlı postmenapozal kadın hasta (yaş
ortalaması 57.5 ± 13.9 yıl) ile 30 sağlıklı postmenapozal
kişi (yaş ortalaması 59.6 ± 12.8 yıl) kontrol grubu olarak
çalışmaya dahil edildi.
Gereç ve Yöntem:
Bulgular:
Ek kronik hastalığı olmayan, sigara içmeyen stabil asmlı
46 hasta, obez (Grup Ia) ve non-obez (Grup Ib) olarak iki
gruba ayrılmışr. Kontrol olarak çalışmaya 6 obez (Grup
IIa) ve 7 obez olmayan sağlıklı birey (Grup IIb) alınmışr.
Ortalama asm süresi 8.9 ± 7.5 yıldı. Hastaların
yakınmaları, gündüz ve gece bulguları ile beraber
solunum fonksiyon test sonuçlarına göre hastaların %
37,5 hafif, %35 orta, % 27,5 ağır persistan asm olarak
sınıflandırıldı. Ortalama beden kitle indeksi (BKİ) (kg/m2)
asmlı hastalarda 29.6 ± 5.4 ve kontrol grubunda 28.2
± 5.3 idi. Asmlı hastaların 22’si, kontrol grubunun 13’ü
obezdi. IL 6 seviyesi obez hastalarda yüksek bulundu.
Asm ve kontrol grubu arasında serum IL-8, IL12, IL-6 ve
TNF-α seviyesinde anlamlı fark izlenmedi. Asm şidde
ile obezite ve serum IL-8, IL12, IL-6 ve TNF-α seviyesi
arasında anlamlı bir ilişki bulunmadı.
Bulgular:
Spirometrik değerler, Grup Ia’da Ib’ye göre anlamlı
derecede düşüktür. Hasta grubundaki total kolesterol ve
LDL, kontrol grubuna göre yüksek, HDL ise düşüktür. IL-6,
Grup Ib’de Ia ve II’ye göre yüksekr. TNF-alfa, Grup Ia’da
Ib ve II’ye göre yüksek bulunmuştur. IFN-gama açısından
Grup Ia ve Ib arasında fark yoktur. Lepn, Grup Ia’da
Grup Ib ve Grup II’ye göre yüksekr. Grup Ia’daki lepn
arşının beden-kitle indeksi ve TNF-alfa ile doğrudan
bağınlı, buna karşılık IFN-gama ile ters ilişkili olduğu
saptanmışr. Lepn ile IL-6 ve IgE arasında bir bağın
görülmezken, CRP, ECP, triptaz, eozinofil sayısı arasında
doğrudan bağın saptanmışr. Lepn ile solunum
fonksiyonları ters bağınlıdır.
Sonuç:
Sonuç olarak postmenopozal dönemdeki asm
hastalarında obezite, kontrol grubu ile benzer sıklıkta
saptanmışr. Obezitenin ve sistemik dolaşımdaki
adipokinlerin ise asm şiddeni etkilemediği
bulunmuştur.
51
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
e-PS030
TP039
KOLİNERJİK ÜRTİKERLİ HASTALARIN EGZERSİZ ASTIMI
YÖNÜNDEN DEĞERLENDİRİLMESİ
ALİ KUTLU 1, SAMİ ÖZTÜRK 1, ERCAN KARABACAK 2,
OKTAY TAŞKAPAN 1
GATA HAYDARPAŞA ALLERJİK HASTALIKLAR SERVİSİ
2
İSKENDERUN DENİZ HASTANESİ DERMATOLOJİ SERVİSİ
1
TRAKEOBRONKOPATİA
OSTEOKONDROPLASTİKADA
LOKAL MİTOMİSİN-C UYGULAMASI: BİR OLGU
AHMET LEVENT KARASULU , LEVENT DALAR , SEDAT
ALTIN , GÜLŞAH GÜNLÜOĞLU , EKREM CENGİZ SEYHAN
, GÜNGÖR ÇAMSARI , SİNEM NEDİME SÖKÜCÜ ,
YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ
EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
Amaç:
Amaç:
Egzersiz küçük bir hasta grubunda kolinerjik ürker
olarak isimlendirilen eritemli bir hale ile çevrili 2-5 mm
çapında, küçük nokta şeklinde ürker plaklarından
haya tehdit eden solunumsal semptomların eşlik eği
anafilaksi reaksiyonuna kadar uzanan klinik tablolara yol
açmaktadır. Kolinerjik ürkerli bazı hastalarda fiziksel
akvasyonun devamı solunum sistemi semptomlarına
yol açabilmektedir. Bu çalışmamızda kolinerjik ürker
semptomlarına yol açan egzersizin solunumsal etkilerini
araşrdık
Gereç ve Yöntem:
Çalışmaya alınan hastalar kolinerjik ürkeryal lezyonları
ortaya çıkaracak şekilde en az 10 dakika oda ısısında
egzersize tabi tutuldu. Egzersiz öncesi ve sonrası
solunum fonksiyon testleri ve fizik muayene bulguları
değerlendirildi. Kolinerjik lezyonların yoğunluğu tespit
edildi
Bulgular:
Çalışmaya 9 hasta alınmış olup tüm hastalar erkek ve
21-34 yaş grubu arasındaydı. İki hastanın anamnezinde
egzersizle birlikte solunumsal yakınmalar olmasına
rağmen hiçbir hastanın egzersiz öncesi ve sonrası
SFT lerinde ve fizik muayene bulgularında değişiklik
gözlenmemişr
Sonuç:
Literatürde egzersizin kolinerjik ürkerli hastaların
solunum fonksiyonları üzerine etkisine yönelik az sayıda
çalışma olup sonuçlar çelişkilidir. Bir çalışmada artmış
pulmoner hiperreakvite gösterilmişr. Asmla benzer
fizyopatoloji semptomlardan sorumlu tutulsa da asıl
mekanizmanın vucut sıcaklığında arş, egzersiz veya
streslere karşı organizmanın abarlı kolinerjik yanının
olduğunu düşünmekteyiz.
Trakeabronkopaa Osteokondroplaska (TBO), trakea
ve bronşların, submukozal yerleşimli kıkırdak ve kemik
dokusu içeren nodüllerle karakterize, nadir görülen
dejeneraf bir hastalığıdır. Bu nadir hastalığın tedavisinde
endobronşiyal tedavi yaklaşımları temel seçenekr. Bu
sunum ile lokal mitomisin-C uygulaması ile palyasyon
sağlanan olgumuzu farklı bir tedavi seçeneği açısından
tarşmak istedik.
Gereç ve Yöntem:
Kırksekiz yaşında ev hanımı olan hastanın onbeş yıldır
giderek artan nefes darlığı ve öksürük şikaye mevcuu.
Solunum fonksiyon tesnde orta şiddee obstrükf pte
solunum paterni izleniyordu. Posteroanterior akciğer
grafisinde; trakea hava sütununda boydan boya daralma
dikka çekiyordu. Toraks bilgisayarlı tomografisinde
trakea lümenine protrüze olan yaygın kalsifiye oluşumlar
trakeal lümeni daraltmakta, aynı oluşumlar sağ ana
bronş ve intermedier bronşuda belirgin daraltmaktaydı.
Fiberopk bronkoskopide, polipoid lezyonlar nedeniyle
bronkoskop güçlükle ilerlelebildi ve yeterli biyopsi
alınamadı.
Bulgular:
Bu nedenle tanı ve tedavi seçeneğini değerlendirmek
üzere GAA rijit bronkoskopi uygulandı. Trakea hemen
girişten ibaren her iki lateral duvardan sert polipoid
lezyonlar nedeniyle % 80 oranında daralmış, sağ ana
bronş girişi %70, sol ana bronş girişi %40 oranında
daralmış, bronş sistemleri değerlendirilemedi.
Lezyonlardan biyopsiler alındıktan sonra rijit forseps ile
atuşman yapılarak lokal mitomisin C uygulandı. Biyopsi
patoloji sonucu TBO ile uyumlu raporlandı. Bir ay sonra
yapılan rijit bronkoskopisinde, trakeal lümen açıklığının
öncekine göre %25 ar
ğı gözlendi. Lokal mitomisin
uygulaması tekrarlandı ve sağ ana bronş girişine lazer
koagülasyon yapılarak hasta takibe alındı.
Sonuç:
Lokal Mitomisin-C uygulaması TBO’da bilinen
endobronşiyal tedavi seçeneklerine ek olarak hastalık
seyrini etkileyen bir tedavi seçimi olabilir.
52
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
e-PS031
e-P032
BİLATERAL GENİŞ PULMONER ARTERYOVENÖZ
MALFORMASYONLARI NEDENİYLE TRANSKATETER
EMBOLİZASYON UYGULANAN HEREDİTER HEMORAJİK
TELENJİEKTAZİ OLGUSU
HYPOPLASIA OF LUNG (FREQUENCY, PARTICULAR
FEATURES OF COURSE, CLINIC, DIAGNOSIS, RESULTS OF
TREATMENT)
KAZIM ROLLAS , ÜLKÜ YILMAZ TURAY , ÇİĞDEM BİBER
, AYDIN YILMAZ , LEYLA YILMAZ AYDIN , YURDANUR
ERDOĞAN ,
ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ
EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
Amaç:
Olgu, nadir olması ve dev Pulmoner arteryovenöz
malformasyonların tedavisinde cerrahiden önce
embolizasyonun düşünülmesi gerekliliğini vurgulamak
amacıyla sunuldu.
Gereç ve Yöntem:
36 yaşında erkek hasta, tekrarlayan burun kanaması,
sağ taraflı hafif göğüs ağrısı ve dudaklarda morarma
yakınmaları ile başvurdu. Fizik muayenesinde siyanoz ve
çomak parmak mevcuu ve sağ hemitoraksta ön aksiler
hat üzerinde üfürüm duyuluyordu.
Bulgular:
Hastanın hemoglobini 17.5 gr/dl ve SaO2; 87.4 olarak
ölçüldü. Posteroanterior akciğer grafisinde, sağ orta
zonda yaklaşık 6 cm çapında düzgün sınırlı çevre
parankimden sınırları net ayırt edilen dansite arşı
vardı. Toraks tomografisinde sağ orta zonda en geniş
boyutu 5.5 cm ölçülen ve sol parakardiak arteryovenöz
malformasyon olarak yorumlanan lezyonlar mevcuu.
Pulmoner anjiyografide sağ akciğer orta zon ve sol akciğer
alt zonda belirgin arteryel kanlanmaya ve venöz drenaja
sahip iki adet arteryovenöz malformasyon görüldü. Sağ
akciğer orta zondaki lezyonun besleyen arter çapı en
dar yerinde 8 mm idi. Hastada hipoksemiye neden olan
dev arteryovenöz malformasyona yönelik embolizasyon
planlandı. Bu lezyona embolizasyon başarılı bir şekilde
uygulandı. Üç haa sonra sol yerleşimli arteryovenöz
malformasyon ile uyumlu lezyona embolizasyon
uygulandı. Girişim sonrası hasta değerlendirildiğinde
oksijen satürasyonunun % 95 e yükseldiği görüldü.
Sonuç:
Pulmoner arteryovenöz malformasyon nadir görülen
pulmoner arteryal sirkülasyondan pulmoner venöz
sirkülasyona, arada kapiller yatak olmaksızın, direkt
bağlansı olan, anatomik sağ-sol şanta neden olarak
hipoksemiye yola açan anormal damarlardır. PAVM’de
tedavi endikasyonları; lezyonlarda progresif büyüme,
tekrarlayan emboliler ve sistemik hipoksemidir.
Tedavide daha önceleri cerrahi yöntemler tercih
edilirken, günümüzde transkateter embolizasyon
seçkin yaklaşımdır. Bu olguda olduğu gibi dev Pulmoner
arteryovenöz malformasyonların tedavisinde cerrahiden
önce embolizasyon düşünülmelidir.
YAROSLAV VOLOSHYN
INSTİTUTE OF PHTİSİATRY AND
THORACİC SURGERY DEPARTEMENT
PULMONOLOGY,
Aim:
To study the cases of hypoplasia of lung: its frequency,
parcular features of course, clinic, diagnosis, results of
treatment.
Method:
Hypoplasia makes 4,59-8,25% of the operaons, 39,68%
of congenial pathology. 150 paents: simple hypoplasia
-38 (25,33%), cysc – 112 (74,67%). Men – 91 (60,67%),
women – 59 (39,33%) age 8-60.
Results:
Nonmalignant or asymptomac course before infecon:
teenagers-77 (51,33%). Nonspecific disease (65,33%),
tuberculosis (7,33%). Anbacterial therapy- no effect.
Caugh- 82 (54,67%), increased body t C-78 (52%),
hemoptysis – 21 (14%). Roentgen: lesion in right lung –
78 (52%), le -67 (44,67%) oen in lower lobe, segments
(SVI, SX). Simple hypoplasia: decrasing of hemithorax,
narrowing of intercostals intervals, diaphragm cupola
is high. Bronchography: bronchi - like “burned trea”23. Angiography: vessels of lung with lesion- narrowed.
Cysc hypoplasia: deformaon or intensificaon of
lungs picture, numerous thin-walled cavies (d-14cm). Bronchogramma: hipoplasia with cysc changes.
Angiopulmonography: underdeveloped vessels in
lesser circulaon. Respiratory funcon impairment
of obstrucve type when general state- sasfactory.
5(3,33%) –conservave treatment, 145 –resecon:
lobectomy -86 (59,31%). Stages of operaon: refinement
of bronchis coocks, resecon of basel segments.
Pathomorphology: absence of carlaginous plates in
cyst segmental bronchus (cysc hypoplasia). Clinic effect
– 142 (97,93%), in 1 -17 years – 92,23%.
Conclusion:
The number of the paents increased. Diagnosis
complicated by asymptomac course or chronic
inflammatory process with relapses. Complex
observaon (computer tomography, contrast methods
of observaon of bronchi and vessels). Most oen lesion
in lower lobe, SVI. Timely operaon with advanced
methods let reach the high clinic and full effect and
prevent any complicaons.
53
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
e-PS033
e-PS034
TORASİK VE PANKREATİK SARKOİDOZDA TEDAVİYE
YANITIN FDG-PET/CT İLE İZLENMESİ
GÖZDİBİ BAKISINDA YAĞ GLOBÜLLERİNİN GÖRÜLDÜĞÜ
ARDS TABLOSU GÖSTEREN EĞİTİCİ BİR YAĞ EMBOLİSİ
OLGUSU
ADİL ZAMANİ , SONER DEMİRBAŞ
SELÇUK ÜNİVERSİTESİ MERAM TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI AD
Amaç:
FDG-PET/CT, malignitelerin değerlendirilmesinde yaygın
olarak kullanılmaktadır. Bununla birlikte FDG-PET/CT
görüntülemesi sarkoidoz gibi malignite dışı durumlarda
değerli olabilir. Biz bu bildiriyi, torasik ve ekstratorasik
sarkoidozu olan bir olgunun yöneminde FDG-PET/CT
nin sağladığı ek katkıyı vurgulamak amacıyla sunuyoruz.
Gereç ve Yöntem:
İki yıl önce histolojik olarak sarkoidoz tanısı alan 50
yaşındaki bayan hasta korkosterod tedavisi sonrası nüks
nedeniyle başvurdu.Olgumuzun serum CA19-9 seviyesi
yüksek seyreği için abdominal USG yapıldı.Pankreas
başında düzgün sınırlı hipoekoik kitle (18x10 mm) tespit
edildi.Hastaya çekilen tüm vücut FDG-PET/CT taramasında
pankreas başındaki kitle lezyonunda,mediyasnal ve
sağ supraklavikuler lenf nodlarında ve her iki akciğer
parankiminde artmış FDG tutulumu saptandı
EYÜP SABRİ UÇAN 1, ALİ OSMAN SAATÇİ 2, ONUR TURAN
1
, TUĞBA GÜMÜŞ 4, ÖNDER LİMON 3,
DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ; GÖĞÜS
HASTALIKLARI AD
2
DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ; GÖZ
HASTALIKLARI AD
3
DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ; ACİL TIP AD
4
YEŞİLYURT DEVLET HASTANESİ DAHİLİYE AD
1
Amaç:
Yağ embolisi, non-trombok embolizmin önemli bir pi
olup, genelde uzun kemiklerin travması sonucu, nadir
olarak ortaya çıkan bir klinik tablodur. Travma sonrası
ilk üç gün içinde gelişen solunum, dolaşım, santral sinir
sistemi semptomları, göz ve deri bulguları ile seyreden ve
mortaliteyle sonlanabilen mulsistemik bir hastalıkr.
Gereç ve Yöntem:
27 yaşında erkek hasta, sağ bia fraktürü sonrası 36.
saae izlendiği hastaneden, ani gelişen bilinç bulanıklığı,
nefes darlığı, ateş yüksekliği nedeniyle hastanemize sevk
edildi.
Bulgular:
Bulgular:
Pankreak ince iğne aspirasyon biyopsisi sarkoidoz ile
uyumlu kazeifiye olmayan epitelioid hücreli granülom
olarak değerlendirildi. Korkosteroid tedavisi başlandı.
Tedavinin 2 ay sonrasında, FDG-PET/CT taramasında
sarkoidoz lokalizasyonlarında, anormal tutulumun azaldığı
veya kaybolduğu gözlendi.Sarkoidoz lokalizasyonlarının
tedavi öncesi ve 2 aylık tedavi sonrası SUVmax değerleri
şöyleydi: pankreas başındaki kitle(8.01-3.98), akciğer
parankimi (14,20-negaf), mediyasnal lenf nodları
(5,83-2.74) ve sağ supraklavikular lenf nodu(5.66negaf).
Sonuç:
Bu, pankreak sarkoidozlu olguda tedaviye yanın FDGPET/CT ile değerlendirildiği ilk bildiridir. Biz, sarkoidozun
gizli yerleşim yerlerinin ortaya çıkarlmasında ve
medikal tedavinin etkisinin izlenmesinde FDG-PET/CT
görüntülemesinin faydalı olabileceği sonucuna vardık.
54
Hastanın geliş posterior-anterior akciğer grafisinde yaygın
bilateral rekülonodüler dansite armı saptandı. Alınan
arteryel kan gazında hipoksi-hipokapni olması üzerine
çekrilen toraks BT angiografide pulmoner emboliye
rastlanılmadı; bilateral yaygın infiltrasyonlar tespit
edildi. ARDS tablosundaki hastanın ayırıcı tanısında yağ
embolisi düşünüldü; göz hastalıkları bölümünce yapılan
gözdibi muayenesinde renada yağ globülinleri gözlendi.
Hastaya, yağ embolisi tanısıyla intravenöz steroid,
oksijen ve destek tedavileri uygulandı. İzlemde genel
durumu düzelen, semptomları ve akciğer grafisindeki
radyolojik bulguları gerileyen hasta, steroid tedavisinin
doz azalmıyla kademeli olarak kesilmesi planlanarak
taburcu edildi.
Sonuç:
Uzun kemikte travmak fraktür sonrası gelişen ani
solunum sıkınsı, nefes darlığı yakınmaları, PAAC
grafisinde yaygın bilateral opasiteler, ARDS tablosu,
gözdibi bakısında saptanan yağ globüllerinin varlığıyla,
yağ embolisi klinik tanısı konulup steroid ve destek
tedavi sonrası tamamen iyileşen olgumuzu, literatürde
nadir görülmesi ve hastalığın majör özelliklerini taşıyor
olması nedeniyle sunmak istedik.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
e-PS035
e-PS036
KOMBİNE LAVAJ YÖNTEMİYLE PULMONER ALVEOLAR
PROTEİNOSİS TEDAVİ BAŞARISI: BİR OLGU SUNUMU
PULMONER
ARTERİYOVENÖZ
MALFORMASYON
OPERASYONUNA BAĞLI PULMONER HİPERTANSİYON
NALAN DEMİR FIRAT 1, AYDIN ÇİLEDAĞ 1, PINAR AKIN
KABALAK 1, DEMET KARNAK 1, SELİM EREKUL 2, OYA
KAYACAN 1
ZEYNEP PINAR ÖNEN , GÖZDE KÖYCÜ , GÜLSEREN
KARABIYIKOĞLU
ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ANABİLİM DALI
2
ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ PATOLOJİ
ANABİLİM DALI
1
Amaç:
Pulmoner alveolar proteinosis(PAP) alveol içinde
eozinofilik PAS (periodic acid-shiff) pozif fosfolipid
materyallerin difüz birikimiyle karakterize nedeni
bilinmeyen ender bir hastalıkr. Prevalansı milyonda
6.2’dir. Total akciğer lavajı(TAL), PAP tedavisinde en etkin
ve güvenli yöntemdir. Ancak fleksibl bronkoskopi(FB) ile
uygulanan mulpl segmental lavaj da(MSL) alternaf
bir tedavi yöntemidir. Burada, her iki lavaj tekniğinin de
başarıyla kullanıldığı bir olgumuzu sunuyoruz.
Gereç ve Yöntem:
Hafif restrikf hastalığı olan 31 yaşındaki kadın hasta
orta dereceli hipoksemi(pO2: 49.2mmHg) ile kliniğimize
kabul edildi. PAP tanısı transbronşial biyopsi ve BAL ile
konuldu.
Bulgular:
Lokal anestezi alnda FB yapılıp, MSL her bir lob
segmenne verilip, hemen aspire edilerek toplam
2000ml ısılmış fizyolojik serumla sağ akciğere uygulandı.
İkinci gün pO2:60.3mmHg’ya yükseldi ve TAL işlemine
kadar stabil kaldı. TAL sol bronş sistemine genel anestezi
alnda, 13litre ısılmış tuzlu su kullanılarak, bir çi
lümenli endotrakeal tüp ve BAL kateteri yardımıyla sıvı
berraklaşana kadar uygulandı. Mekanik venlasyon ile
yoğun bakımda bir gece kalan ve ekstübe edilen olgunun
oksijenizasyonu düzeldi(pO2:80mmHg). Belirgin klinik
ve laboratuar düzelmesi olan hasta takibe alındı ve sağ
akciğere de TAL uygulanması planlandı.
Sonuç:
Sonuç olarak, derin hipoksemi nedeniyle genel anestezi
alamayan olgularda hastayı TAL’na hazırlamak için MSL
yapmak güvenli bir yöntemdir.
ANKARA ÜNİVESİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ANABİLİM DALI
Amaç:
Emboloterapiye yanıt vermeyen çok sayıda pulmoner
arteriovenöz malformasyonları olan olgularda cerrahi
tedavinin kliniği kötüleşrebileceğini ve bu olgularda
transplantasyonun daha iyi bir seçenek olabileceğini
vurgulamak amacıyla olgumuzu sunuyoruz.
Gereç ve Yöntem:
Pulmoner arteriovenöz malformasyonlar (PAVM),
kapiller yatak olmaksızın pulmoner ve sistemik
dolaşımın birleşği damar yatağı anomalileridir. PAVM
sağ-sol şantlara yol açarak kanın doğrudan sağdan
sola doğru akmasıyla sonuçlanır. Bu durum genellikle
konjenitaldir ve ailevi olmayan sporadik olgularda tek
lezyonla karşılaşılırken, kalıtsal olanlar genellikle yaygın
olma eğilimindedir. Olgular, her yaşta tanı alabilirler
ancak semptomların ortaya çıkma zamanı genellikle
ikinci dekaddır. Bu kadar uzun yıllar sessiz kalmasının
temel sebebi; adaptasyon mekanizmaları ile hastaların
pulmoner vasküler rezistanslarının (PVR) ve ortalama
pulmoner arter basınçlarının (PAP) düşük, kardiyak
outputlarının ise yüksek olmasıdır.
Bulgular:
Yirmi dört yaşında erkek hasta son birkaç yıldır olan
egzersiz dispnesi ile doktora başvuruyor. Çekilen direkt
grafilerinde yaklaşık 2cm çaplı nodüler lezyon izleniyor
ve aynı lezyonun bilgisayarlı toraks tomografisinde
3,5x2cm çaplı, sağda subplevral yerleşimli, arteriyovenöz
malformasyonla uyumlu bir patoloji olduğu görülüyor.
Operasyon öncesi ekokardiyografi ile ölçülen sistolik
pulmoner arter basıncı 40 mmHg ölçülüyor. Bu nedenle
torakotomi yapılarak bu malformasyonun ligasyonu
yapılmış. Operasyondan 4 ay sonra kliniğimize eforla
progresif olarak artan dispne, hemopzi ve göğüs ağrısı
şikayetleri ile başvurdu. Fizik muayenesinde göğüs
duvarında yaygın üfürüm ve tüm kalp odaklarında da
sistolik üfürüm vardı. Ekokardiyografisinde 2.derece
triküspit yetmezliği ve sistolik pulmoner arter
basıncı 150mmHg ölçüldü. Yapılan pulmoner arter
anjiyografisinde tüm akciğer alanlarında yaygın PAVM ile
uyumlu değişiklikler görüldü.
55
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
Sonuç:
e-PS038
PAVM’lar için tedavi seçenekleri emboloterapi ve cerrahi
rezeksiyondan oluşmaktadır. Ancak yaygın PAVM olan
olgularda cerrahi ideal bir tedavi seçeneği değildir. Çünkü
PAVM’lar düşük rezistanslı şant alanlarıdır, bu bölgelerin
yok edilmesi pulmoner hipertansiyona yol açabilir veya
var olan pulmoner hipertansiyon şiddeni ar
rabilir.
Emboloterapiye yanıt vermeyen mulple PAVM’ları olan
hastalarda akciğer transplantasyonu daha uygun bir
seçenek olabilir.
RİTUXİMAB
YANITLI
GRANÜLOMATOZİS
e-PS037
İMMUN TROMBOSİTOPENİK PURPURADA
SONRASI PULMONER TROMBOEMBOLİ
DİRENÇLİ
WEGENER
YASİN ABUL 1, NESLİHAN YILMAZ 2, SİBEL AYDIN 2,
BARAN BALCAN 1, HANER DİRESKENELİ 2, BERRİN
CEYHAN 1
MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI A.D. İSTANBUL
2
MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ROMATOLOJİ
A.D.
1
Amaç:
İVİG
ÖZLEM YILDIZ , EBRU ÇAKIR EDİS , TUNCAY ÇAĞLAR
TRAKYA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ABD, EDİRNE
Wegener Granülomatosis(WG) üst/alt solunum yollarını,
böbrekleri etkileyebilen sistemik bir vaskülir.Standart
tedavi siklofosfomid, azoopürin, metotreksat ve
korkosteroidlerdir. Yanıtsızlarda tümör nekroze edici
faktör(TNF) antagonistleri, B ve T lenfosit deplese ediciler
kulanılabilmektedir.
Gereç ve Yöntem:
Amaç:
İmmun trombositopenik purpura (İTP), ankorla kaplı
trombositlerin yıkımı ile karakterize bir hastalıkr.
İntravenöz immunglobulin (İVİG), İTP’da etkin ve
güvenli bir tedavi yöntemi olarak bilinmesine rağmen
literatürde tedavi sonrası venöz tromboz gelişen bir vaka
bildirilmişr.
Gereç ve Yöntem:
62 yaşında bayan hasta, nefes darlığı ile acil servise
başvurdu.Özgeçmişinde İTP nedeniyle bir ay önce İVİG
uygulandığı, tedaviden iki haa sonra sol alt extremitede
derin ven trombozu gelişği ancak hastanın tedaviye
uyumsuz olduğu öğrenildi. Fizik bakıda ateş 36⁰C, nabız:
120/dakika, solunum sayısı: 30/dakika, tansiyon: 80/50
mmHg, sol akciğer alt zonda inspiratuar ral, sol alt
extremitede ısı arşı saptandı.
Bulgular:
Trombosit sayısı 38.000, kan gazında pH: 7,45, pO₂: 50
mmHg, pCO₂: 31,3 mmHg, SaO2: %85,3, HCO3: 21,5 ve
EKG’de S1Q3 paterni mevcuu. Toraks tomografisinde
bilateral ana pulmoner arterlerde trombüs; alt ekstremite
dopler ultrasonografisinde sol popliteal ve femoral
vende trombüs izlendi. Trombositopenisi olan hastaya
acil trombosit afarezi yapıldıktan sonra (trombosit:
104.000) trombolik tedavi (t-PA 100mg) uygulandı.
Komplikasyon gelişmedi. Trombositopeni nedeniyle
warfarin başlanmadı ve tedaviye düşük molekül ağırlıklı
heparin ile devam edildi.
Sonuç:
Olgumuzda tromboz için edinsel ve kalıtsal risk faktörü
bulunmadığı halde splenektomi yapılmadan, İVİG sonrası
tromboz gelişmişr.Bu vakayla İTP’da İVİG ve tromboz
birlikteliğine dikkat çekmek istedik.
56
Akciğer tutulumlu ve standart tedaviye yanıtsız dirençli
WG vakasını sunduk
Bulgular:
Erkek hasta(53 y), akciğer tüberkülozu hikayesi
mevcuu.3 yıl önce el ve ayak eklemlerinde ağrı,
hemopziyle
başvurmuştu.Toraks
bilgisayarlı
tomografisinde(BT) sağ akciğer orta lob posterior
segmene 20 mm çapında solid kitle,sol akciğer üst lobda
kaviter lezyon saptanmış.Bronkoskopisi malignite ve
tüberküloz açısından negai(ARB negaf). Açık akciğer
biyopsisinde granülomatöz inflamasyon saptanmış.
Hastaya 4 lü an tüberküloz başlanmış.Takibinde
kaviter lezyonları ilerlemiş,BACTEC’de üremesi
olmamış.p ANCA(+),retrospekf değerlendirmede
biyopsi nonnekrozan granülomatöz inflamasyon- anjiis
gelince pulse melprednisolon(MP) ve IV siklofosfomid
başlanmış.Steroid dozu azallırken eklem şikayetlerinde
relaps,akut fazında yükselme ,akciğer kaviter lezyonda
boyut arşıyla steroid dozu tekrar arrılmış(48 mg/gün).
Steroide bağımlı,siklofosfomid kısmi yanıtlı olarak idamesi
için hastanemize yönlendirilmis.Cushingoid görünümü
miyopasi mevcuu.BT’de kaviter lezyonlarda küçülme
saptandı.İdamesi azoopürinle yapıldı.MP dozu 20 mg
güne düşüldüğünde akut faz yükseldi.Eklem yakınmaları
ar
.Akciğer lezyonlarında boyut arşı yoktu.Akvasyonu
amaçlı PET BT’de kaviter bölgenin çeperinde yoğun FDG
izlendi.Steroid dozu ar
rıldı,oral siklofosfomid başlandı.
Steroid bağımlı hastaya 2.basamak tedavi Rituximab 1
gr IV 2 kür uygulandı.Siklofosomid kesildi .Rituximab’ın
2 ayında BT’de akciğer lezyonlarının gerilediği görüldü.
Akut fazı normale döndü.Steroid dozu azalldı, myopa
ağrı semptomları düzeldi.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
Sonuç:
Siklofosfomid,
Azoopürin,
Metotreksat
ve
korkosteroidler WG’de standart tedavilerdir. Dirençli
vakalarda An-CD20 monklonal ankoru olan Rituximab’a
yanıt ve düşük relaps bildirilmektedir. Bizim vakamızda
da konsensus olmamakla birlikte 375 mg/m2/haa dozu
uygulanmış ve iyi yanıt alınmışr.B hücre deplesyonu
yapan Rituximab,dirençli WG tedavisinde öncelikle
düşünülmelidir.
e-PS039
ALVEOLAR HEMORAJİ, KARDİYOMİYOPATİ , İNTESTİNAL
PERFORASYON VE ÖLÜMLE SONUÇLANAN ANCA İLİŞKİLİ
VASKÜLİT (EOZİNOFİLİK) OLGUSU
HÜLYA DENİZ 1, SERPİL ELADAĞ 1, CANAN ÖZKAL 2,
DEMET KARNAK 1, SELİM EREKUL 3, NURŞEN DÜZGÜN 4
ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ANA BİLİM DALI
2
ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ DAHİLİYE ANA
BİLİM DALI
3
ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ PATOLOJİ ANA
BİLİMDALI
4
ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ KLİNİK
İMMÜNOLOJİ VE ROMATOLOJİ BİLİM DALI
1
Amaç:
Alveoler hemoraji vaskülik hastalıkların bir komponen
olarak ortaya çıkabilir. Bu sunum alveoler hemoraji ve
eozinofilik vaskülitli bir hasta hakkındadır.
Gereç ve Yöntem:
35 Yaşında erkek hasta kliniğimize hipoksemi ve
hemopzisi olmaksızın alveoler hemoraji ile uyumlu
tomografi bulguları ile kabul edilmişr. Fizik muayene
ve laboratuar bulguları sub febril ateş, şiddetli anemi,
kaşeksi, kardiyak üfürüm, ekstremitede de purpural
döküntüler , mikroskopik hematüri ve proteinüriyi ortaya
koymuştur.
Bulgular:
9 NİSAN 2009
eden sistemik bir vaskülin deri, kalp, gastrointesnal
sistem (gastrointesnal perforasyon) ve sinir sistemi
gibi mulpl doku ve organ tutulumlarına sahip. ChurgStrauss sendromu (CSS) alerjik veya astmak epizot
tariflememesine rağmen ayırıcı tanıda düşünüldü ve
tarşıldı. Puls siklofosfamid ve mel prednizolon tedavisi
başlanıldı. Tedaviye rağmen hasta kalp yetmezliği ve
sepsemi nedeniyle 38 gün sonra kaybedildi.
Sonuç:
Bu prezentasyon alveoler hemorajinin tanısal
değerlendirmesinde transbronşiyal akciğer biyopsisinin
önemini ortaya koyması ve komplike nekrozan
eozinofilik vaskülin agresif gidişini göstermesi açısından
önemlidir.
e-PS040
MULTİPL MİYELOM TANILI BİR HASTADA BORTEZOMİB’E
BAĞLI MASİF PLEVRAL EFFÜZYON
PEGAH GOLABİ 1, TAYFUR TOPTAŞ 3, IŞIK KAYGUSUZ 3,
YASİN ABUL 2, ŞEHNAZ OLGUN 2, BERRİN CEYHAN 2,
MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ENFEKSİYON
HASTALIKLARI VE KLİNİK MİKROBİYOLOJİ A.D.
2
MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI A.D.
3
MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ HEMATOLOJİ
B.D.
1
Amaç:
Bortezomib relaps/refrakter mulpl miyelom (MM)
tedavisinde kullanılan ilk proteozom inhibitörüdür ve
pulmoner yan etkileri nadirdir. Literatürde bortezomibe
bağlı masif plevral effüzyon bildirilen yalnızca 3 olgu
mevcuur.
Gereç ve Yöntem:
MM kappa hafif zincir ve kardiyak amiloidoz tanılı 54
yaşındaki kadın hastaya, 3 kür vinkrisn-adriamisindekzametazon kemoterapisi aldıktan sonra hastalığının
kontrol alnda olmaması nedeniyle Bortezomib
(Velcade®) 1.3 mg/m2 kemoterapisi başlandı.
Akciğer grafisi pulmoner konjesyon ve kardiyomegaliyi
işaret eden hastanın ekokardiyografik incelemesinde sol
kalp genişlemesi ve sol ventrikül fonksiyon bozukluğu tespit
edildi. Daha önce alerjik hastalık öyküsü vermemesine
rağmen yüksek serum IgE düzeyleri(10.500IU 1/16
dilüsyonda) ve periferik kan eozinofilisi yanı sıra c-ANCA
pozifliği bulundu. Transbronşiyal akciğer biyopsisi
eozinofilik vasküli doğruladı. Bu hasta haya tehdit
57
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
Bulgular:
Dört dozdan 15 gün sonra artan nefes darlığı ve öksürük
yakınmaları olması nedeniyle servisimize yarıldı.
Hastanın Toraks tomografisinde bilateral hemitorakslarda
sağda daha belirgin plevral efüzyon ve komşu akciğer
parankimlerinde kompresyon atalektazileri mevcuu.
Plevral sıvısı örneklemesi eksüdaf karakterde olup,
nötrofil hakimiye mevcuu. Mikrobiyolojik ve
sitolojik incelemelerde enfeksiyon ya da malignite
lehine bulgu saptanmadı. Ekokardiografide ejeksiyon
fraksiyonu normaldi ancak kardiak amiloidozis ve
diastolik disfonksiyon ekarte edilemeyeceği ifade edildi.
Enfeksiyon ve pulmoner emboli ön tanıları dışlanan
hastaya 80-100mg/gün furosemide başlandıktan sonra
klinik ve radyografik tam yanıt elde edilerek taburcu edildi.
İkinci kür kemoterapisi bortezomib + dekzametazon
şeması şeklinde uygulandıktan 10 gün sonra, nefes
darlığı ve bilateral plevral effüzyonu olması nedeniyle
servisimize tekrar yarıldı. Naranjo ilaç yanetki olasılık
skalası puanının 7 olması nedeniyle, mevcut tablonun
bortezomibe bağlı olduğu kabul edildi.
Sonuç:
Bortezomib’in akciğer hasarı ve plevral effüzyon yapıcı
etkisi net değildir. Akciğer toksisitesinin kemoterapinin
son dozundan sonra ortaya çıkması, bortezomib
kesilmesi sonrası NF-κB reakvasyonu sonrası oluşan
metabolitlerle açıklanabilir. Bortezomibin diğer sinyal
yolları etkilemesi necesinde biriken metabolitlerinin
akciğer hasarı yapıyor olması da muhtemeldir. Sonuç
olarak, bu ilacın verildiği hastalarda solunum sistem
yakınmalarının yakından izlenmesi gerekği ifade
edilebilir.
9 NİSAN 2009
kalımsal hastalık olan FMD’nin yine az rastlanan bir
komplikasyonu olan trekeal darlık ile tanı alan olgumuzu
sunmak istedik.
Gereç ve Yöntem:
Otuz dört yaşında erkek hasta; nefes darlığı işitme
kaybı şikayetleriyle başvurdu. Özgeçmişinde 5 aylıkken
kaybedilen fasial anomalili ve yarık dudaklı bir erkek
çocuk öyküsü vardı.
Bulgular:
Fizik muayenede; kaba yüz, yayvan burun, aşağı
uzanan palpebral açıklık, çukur damak, çoklu iskelet
malformasyonları, ayak parmak deformitesi, tüm
eklemlerde hareket kısıtlılığı, stridor ve inspratuar
ronkus mevcuu. SFT’de ileri derecede fiks hava yolu
obstruksiyonu saptandı. Toraks BT’de trakeal lümende
%50 darlık ve tüm kemik yapılarda ekspansiyon gözlendi.
EKO’da interatrial septumda anevrizma, odyografisinde
solda %84, sağda%56 işitme kaybı saptandı. Genek
bölümüyle konsulte edilen hasta mevcut bulgular,
neonatal kayıp, X ile taşınan dominant kalım modeliyle
FMD ile uyumlu bulundu.
Sonuç:
Nadir görülen kalımsal bir hastalık olan FMD ‘de genopfenop korelasyonu gereklidir ve sistemik tutulumlar
saptanabilir. Bu hastaların değerlendirilmesinde
,ayrınlı aile öyküsüyle birlikte genek konsültasyonun
tamamlanması gereklidir.
e-PS042
e-PS041
TRAKEAL DARLIK İLE TANI ALAN FRONTOMETAFİZYAL
DİSPLAZİLİ (FMD) OLGU; NADİR GÖRÜLEN BİR HASTALIK
OLMASI NEDENİYLE
BANU ERİŞ GÜLBAY , SERPİL ELEDAĞ , ZEYNEP PINAR
ÖNEN , ELİF ŞEN , TURAN ACICAN
ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI AD
Amaç:
Frontometafizyal Displazi (FMD): iskelet sistemi
anomalileri ve işitme kaybı bulunan otopalatodigital
spektrum hastalıkları olarak isimlendirilen bir sendromun
üyesidir. X ile taşınan dominant paterne sahip FMD’nin
primer ayırt edici özelliği, tubuler kemik anomalileri
ve kafa kemiklerinde hiperosteozis içeren iskelet
sistemine ait displazi ve eklem hareket kısıtlılıklarıdır.
İskelet sistemi dışında hastada, trekeobronşial, kardiak
ve ürolojik malformasyonlar da görülebilir. Nadir bir
58
ÇAM KOZALAK FİLİZLERİ YEME ÖYKÜSÜ OLAN ATİPİK
RADYOLOJİK TUTULUMLU İLGİNÇ BİR SARKOİDOZ
OLGUSU
KEZBAN ÖZMEN , ÜMRAN TORU , TALHA DUMLU , ALİ
NİHAT ANNAKKAYA ,
DÜZCE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ANABİLİM DALI
Amaç:
Sarkoidoz etyolojisi tam olarak bilinmeyen mulsistem
granülomatöz bir hastalıkr. Etyolojide çok sayıda
hipotez bulunmaktadır. Bu hipotezlerden apik
tüberküloz, berilyozis ve çam polen inhalasyonu en çok
öne sürülenlerdendir. Anamnezinde çam kozalak filizleri
yeme öyküsü olan apik radyolojik özelliklere sahip ilginç
bir sarkoidoz olgusu sunulmuştur.
Gereç ve Yöntem:
M.C, 50 yaşında bayan yaklaşık 4 yıldır öksürük, nefes
darlığı, göğüs alt kısmında ağrı şikayetleri olan hastanın
son 1 yıldır şikayetlerinde artma olmuş.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
Bulgular:
Gereç ve Yöntem:
Başvurduğu farklı doktorlar tarandan pnömoni, akut
bronşit tanıları ile farklı anbiyok tedavileri uygulanan
hastanın özgeçmişinde özellik yoktu. Akciğer grafisinde
sol akciğer alt zonda ve sağ akciğer alt zonda diafragma
sınırını silen yamalı opasiteler izlendi. Balgam ARB’leri
negaf olan hastaya non-spesifik anbiyok tedavisi
verildi. Bilateral alt ekstremite venöz dopler USG, akciğer
perfüzyon singrafisi normal olarak değerlendirildi.
Hastanın kontrollerinde şikayetleri ve akciğer grafisi
bulguları devam ediyordu. Çekilen Toraks BT ve HRCT’de;
her iki AC alt lob postero ve laterobazal segmentlerde
konsolidasyonlar, sol AC alt lobda daha belirgin
fibrok bantlar-ektazik değişiklikler izlendi. Fiberopk
Bronkoskopik BAL ve bronş biyopsi sonucu tanısal
değildi. Açık akciğer biyopsi sonucu sarkoidoz ile uyumlu
geldi. Hastanın anamnezi derinleşrildiğinde çiçilik ve
hayvancılıkla uğraşğı, mide ağrılarına iyi geldiği için
çam kozalak filizleri yediği öğrenildi. Solunum Fonksiyon
Tesnde; Restriksiyon saptandı. Difüzyon Tesnde;
DLCO: 3670 ml (%73) olarak bulundu. Hasta düşük vital
kapasite, parankimal AC tutulumu ve semptomak
olması nedeniyle semptomak evre 3 sarkoidoz kabul
edilip sistemik steroid tedavisi başlandı. Hastanın
poliklinik kontrollerinde klinik, radyolojik ve spirometrik
tetkiklerinde iyileşme saptandı.
59 yaşında kadın hastada 6 ay önce başlayan ve giderek
artan nefes darlığı şikayeyle Göğüs Hastalıkları
Polikliniği’ne başvurdu.
Sonuç:
BİLATERAL PLEVRAL EFÜZYON VE PERİKARDİYAL
TAMPONAD İLE SEYREDEN BEHÇET HASTALIĞI OLGUSU
Sarkoidoz tanısı alan tüm olgularda hastaların
özgeçmişinde çam kozalak maruziyenin mutlaka
sorgulanması gerekği kanaandeyiz.
e-PS043
SİSTEMİK AMİLOİDOZA BAĞLI PLEVRAL TUTULUM
SONUCU TRANSUDA NİTELİĞİNDE REFRAKTER PLEVRAL
EFFÜZYON SAPTANAN BİR OLGU
ÜMRAN TORU , KEZBAN ÖZMEN , TALHA DUMLU ,
ÖNER BALBAY , ALİ NİHAT ANNAKKAYA
DÜZCE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ANABİLİM DALI
Amaç:
Amiloidin plevra birikimi ve plevral tutulum nadiren
bildirilmişr. Biz sistemik amiloidosise sekonder plevra
tutulumu sonucu gelişen refrakter transuda nitelikli
plevra effüzyonlu olguyu sunmayı uygun bulduk.
Bulgular:
Hastanın çekilen PA Grafisi’nde; sol akciğerde plevral
effüzyon ile uyumlu opasite saptanması üzerine yapılan
torasentez ile alınan plevral sıvı örneği transuda niteliğinde
idi. Böbrek fonksiyon testlerinde kreanin klerensi 70 ml/
dakika ve ultrasonografi eşliğinde yapılan renal biyopsi
sonucu amiloidoz ile uyumlu geldi. Takip sırasında sol
plevral effüzyonda tekrarlayan torasentezlere rağmen
artma oldu. Bunun üzerine yapılan plevral biyopsi sonucu
plevral amiloidoz olarak raporlandı. Refrakter plevral
effüzyon nedeniyle plöredez uygulandı.
Sonuç:
Renal amiloidoz tanısıyla izelenen hastalarda refrakter
plevral sıvı nedenlerinden birinin plevranın amiloidoza
sekonder plevra tutulumu olabileceği unutulmamalıdır.
e-PS044
ÖZLEM ERÇEN DİKEN , AYDIN ÇİLEDAĞ , NALAN DEMİR
FIRAT , ASLIHAN YALÇIN , AKIN KAYA , OYA KAYACAN
ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ABD
Amaç:
Behçet hastalığı ağız ve genital bölgede tekrarlayan
ülserler, tekrarlayan üveit, cilt ve eklem bulguları,
tromboflebit ve santral sinir sitemi (SSS) tutulumu
ile karakterize mulsistemik bir hastalıkr. Behçet
hastalığında nadiren vena kava superior (VCS)
trombozu ve buna sekonder plevra ve perikard sıvısı
görülebilmektedir. Biz de VCS trombozu, bilateral plevral
ve tamponadla birlikte perikardiyal efüzyonun eşlik eği
Behçet hastalığı olgusunu nadir görülmesi nedeniyle
sunuyoruz.
Gereç ve Yöntem:
5 yıl önce Behçet hastalığı tanısı alan 34 yaşında
erkek hasta, nefes darlığı ve prebial ödem nedeni ile
hastaneye yarıldı.
59
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
Bulgular:
Bulgular:
Fizik muayenede prebial ödem, masif plevra sıvısı
bulguları, göğüs duvarında venöz kolleteraller mevcuu.
Posteroanterior akciğer grafisinde kardiyotorasik oranda
arş, bilateral plevra sıvısı ve ekokardiyografide sıvı
içerisinde fibrin materyali olan geniş perikard sıvısı vardı.
Plevra ve perikard sıvısı eksuda niteliğindeydi. Doppler
ultrasonografide sol brakial, subklavian ve bilateral
juguler vende, sol ana ve superior femoral vende
tromboz saptandı. Pulmoner venöz ve arteryal bilgisayarlı
tomografik anjiografide bilateral brakiyosefalik ven ve
vena cava superiorda kronik tromboz izlendi. Hastaya
tekrarlayan terapök torasentezler yapıldı ve perikardiyal
tüp yerleşrilerek perikardiosentez ve immunsupresif
tedavi (sistemik prednizolon 80 mg/g, kolşisin 4x 0,5
mg/g, ayda bir pulse siklofosfamid 600 mg/m²) uygulandı.
Hasta tedaviye klinik ve radyolojik olarak dramak yanıt
gösterdi ve halen kliniğimizde takip edilmektedir.
62 yaşında erkek hasta, bir gündür aniden başlayan
ve gikçe artan dispne yakınması ile başvurdu. Daha
önce başka bir merkezde nörofibromatozis tanısı
aldığı anlaşılan hastanın, fizik muayenesinde, ağız içi
mukozasında ve tüm vücua yaygın en büyüğü 2 cm çaplı
cilen kabarık, yumuşak (lask kıvamında), ağrısız, saplı,
alaki dokulara fikse olmayan nodüller mevcuu ve
bilateral hemitorakslarda solunum sesleri alınmıyordu.
Akciğerin direkt grafisinde ve toraks tomografisinde sağda
pnömotoraks ve solda yaygın büllöz akciğer görünümü
saptanarak, sağ tüp torakostomi ve ardından uzayan
hava kaçağı nedeniyle sağ tarafa plörodezi uygulandı.
Solunum fonksiyon testlerinde ciddi restrikf bozukluk
ve difüzyon kapasitesinde azalma saptandı. Transtorasik
ekokardiyografisinde
orta
derecede
pulmoner
hipertansiyon saptandı. Arteriyel kan gazlarında p 1
solunum yetmezliği saptanarak uzun dönem oksijen
tedavisi başlandı. Hasta, şehir merkezine yakın bir yerde
yaşaması önerilerek medikal tedavi ile taburcu edildi.
Sonuç:
Poliserözit ayırıcı tanısında Behçet hastalığının da yer
alması gerekir.
e-PS045
CİDDİ DİSPNE İLE BAŞVURAN BİR NÖROFİBROMATOZİS
OLGUSU
NEŞE DURSUNOĞLU 1, ŞEYDA KAYA 2, ESMA ÖZTÜRK 1,
ALİ EKİNCİ 1, DURSUN DURSUNOĞLU 3
PAMUKKALE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ANABİLİM DALI
2
PAMUKKALE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
CERRAHİSİ ANABİLİM DALI
3
PAMUKKALE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ KARDİYOLOJİ
ANABİLİM DALI
1
Sonuç:
Nörofibromatozis hava yollarını, akciğer parankimini,
göğüs kafesini ve duvarını tutabilir. Bu hastalarda
büllöz akciğer nedeniyle yaşamı tehdit eden total
pnömotorakslar gelişebileceğinden, hastaların pulmoner
komplikasyonlar açısından yakın takibi gereklidir.
e-PS046
BEHÇET HASTALIĞI VE ŞİLOTORAKS
LEYLA YAĞCI TUNCER , EBRU SULU , EBRU DAMADOĞLU
, OKTAY TAŞOLAR , ADNAN YILMAZ
SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS
CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
Amaç:
Amaç:
Nörofibromatozis, 1/2000-1/3000 doğumda bir görülür
ve on yedinci kromozomda tutulum gösteren otozomal
dominant geçişli bir hastalıkr. Toraksta cilt, iskelet,
akciğer ve nörojenik sisteme ait bulgular izlenebilir.
Behçet hastalığına bağlı şilotoraks gelişimi nadirdir. Bu
yazıda Behçet hastalığına bağlı şilotoraks gelişen bir olgu
sunulmuştur.
Gereç ve Yöntem:
Gereç ve Yöntem:
Olgu Sunumu
Burada, ciddi dispne ile başvuran bir nörofibromatozis
olgusu sunulmuştur.
60
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
Bulgular:
Bulgular:
40 yaşında erkek hasta, 2 aydır devam eden nefes
darlığı yakınması ile başvurdu. Özgeçmişinde 7 yıl önce
Behçet hastalığı tanısı aldığı öğrenildi. Arka ön akciğer
grafisinde sağda plevral effüzyon ile uyumlu görünüm
saptandı. Fizik bakıda yüz ve boyun bölgesinde ödem ile
göğüs duvarında kollaterallerde belirginleşme görüldü.
Solunum sistemi muayenesinde sağ alt zonda mate
ve solunum seslerinde azalma mevcuu. Torasentezde
süt renginde plevral sıvı alındı. Plevral sıvıda LDH=
100 U/L, glukoz= 155 mg/dl, total protein= 4.0gr/dl,
albumin=2.0gr/dl, total kolesterol= 70mg/dl, trigliserid=
1225mg/dl olarak ölçüldü. Bu bulgularla şilotoraks tanısı
konuldu. Çekilen toraks bilgisayarlı tomografisinde vena
kava superiorda dolum defek, sol brakiosefalik ven
proksimali veya sol subklavian vende trombus ve sağda
plörezi görüldü. Hastaya göğüs tüpü uygulandı. Tedaviye
yanıt alınamayan hastaya daha sonra torakotomiyle
ductus torasikus ligasyonu ve parsiyel plörektomi yapıldı.
10 ay sonra yapılan kontrolde patoloji saptanmadı.
Yirmi yedi yaşında erkek hasta 6 ay önce başlayan efor
dispnesi, öksürük ve halsizlik şikaye ile başvurduğunda
fizik muayenesinde bilateral bazallerde ralleri mevcuu.
PA akciğer grafisinde rekülonodüler patern saptanması
üzerine intersyel akciğer hastalığından şüphelenilerek
Toraks YRBT planlandı.10 paket/yıl sigara içme öyküsü
olan hastanın BT’sinde özellikle üst zonlarda yaygın kistler
izlendi ve bu görünümle PLHH düşünüldü. Hastanın
BAL sitolojisinde makrofaj / hisyosit seriye ait reakf
hücreler izlendi. Solunum fonksiyon testlerinde mikst
obstrükf-restrikf patern ve diffuzyon kapasitesinde
azalma görüldü. EKO’da PAP: 75 mmHg bulundu. PLHH’ e
sekonder gelişmiş pulmoner hipertansiyon düşünüldü ve
steroid tedavisi başlandı. Kontrol EKO da PAP 110 mmHg
olarak ölçüldü. İkinci olgumuz 36 yaşında kadın hasta, 2
aydır olan nefes darlığı, öksürük ve yorgunluk şikâye ile
başvurdu. Fizik muayene ve PA akciğer grafisi bulguları
önceki hasta ile benzerdi. 10 paket-yıl sigara içme öyküsü
olan hastanın yapılan Toraks YRBT’sinde üst ve orta
zonlarda kalın duvarlı mulpl milimetrik kistler izlendi
ve görünüm PLHH ile uyumlu bulundu. BAL sitolojisi
makrofajdan zengindi. Solunum fonksiyon testlerinde
mikst obstrükf-restrikf patern mevcuu, difüzyon
tesne koopere olamadı. Arter kan gazlarında anlamlı
patoloji saptanmayan hasta, 6 dakikada 540m yürüdü ve
başlangıca göre satürasyonu %9 azaldı.
Sonuç:
Behçet hastalığında şilotoraks her ne kadar nadir
görülse de, şilotoraks olgularında behçet hastalığı akla
gelmelidir.
e-PS047
Sonuç:
AYŞE BERNA CAN , ZEYNEP ÇELEBİ SÖZENER , AKIN KAYA
, DEMET KARNAK , OYA KAYACAN
Yirmi yedi yaşındaki erkek olgu steroid tedavisinden
fayda görmediği için tedavi kesilerek takibe alındı. Halen
kliniğimiz takibinde olan olguya akciğer transplantasyonu
planlanmaktadır. Otuzal yaşındaki kadın hastanın ise
sigarayı bırakması sağlandı ve tedavisiz takibe alındı.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ANABİLİM DALI
e-PS048
PULMONER LANGERHANS HÜCRELİ HİSTİYOSİTOZİS; İKİ
OLGU NEDENİYLE
Amaç:
Pulmoner langerhans hücreli hisyositozis (PLHH)
nadir görülen, etyopatogenezi net olarak bilinmeyen
granülamatöz ve fibroinflamatuar karakterde bir
hastalıkr. Sıklıkla 20–40 yaş arası genç erişkin, sigara içen
erkeklerde görülmektedir. Biz PLHH tanısı koyduğumuz
iki olgumuzu nadir rastlanması nedeniyle sunuyoruz.
Gereç ve Yöntem:
Biri 27 yaşında erkek ve diğeri 36 yaşında kadın, iki olgunun
anamnezi alındı. Fizik muayenesi yapıldı, PA akciğer
grafisi çekildi, bronkoskopi yapıldı ve BAL sitolojileri
alındı. Her iki hastanın da solunum fonksiyon testleri ve
difüzyon kapasitesi değerlendirildi. Hastaların PA akciğer
grafilerindeki rekülonodüler görüntü nedeniyle toraks
YRBT uygulandı. Ek olarak erkek hastanın EKO’su ve
kadın hastanın ise arter kan gazı ve 6 dakika yürüme tes
değerlendirildi.
BİR OLGU NEDENİYLE GEBELİKTE İDİYOPATİK PULMONER
HİPERTANSİYON
İLKNUR BAŞYİĞİT 1, HAŞİM BOYACI 1, ASLI BALABAN 1,
FÜSUN YILDIZ 1, AYKUT ELİÇORA 2
KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ANABİLİM DALI
2
KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ ANABİLİM
DALI
1
Amaç:
İdiyopak pulmoner hipertansiyon (IPAH) nadir görülen
ve etyolojisi net olarak belirlenememiş bir hastalıkr.
Burada gebelik sırasında pulmoner hipertansiyon tespit
edilen ve komplikasyonsuz olarak sezaryen ile sağlıklı bir
bebek dünyaya geren bir olgu sunulmaktadır.
61
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
Gereç ve Yöntem:
Yirmi dokuz yaşında, 26 haalık gebe olan olgumuz,
gebeliğin 3. ayından beri devam eden nefes darlığı ve
öksürük yakınması ile başvurdu. Sigara ve ilaç kullanım
öyküsü yoktu.
şişlik-tutukluk şikaye olmuş, Romatoloji bölümü
tarandan Romatoid Artrit (RA) tanısı konularak
Prednisolone+Leflunomide tedavisi başlanmış. Bu
dönemde plevral efüzyon tespit edilmiş, sıvının RA’e
bağlı olduğu düşünülerek ek girişim yapılmamış.
Bulgular:
Bulgular:
Solunum fonksiyon testleri normal olarak değerlendirilen
hastanın ekokardiyografi tetkikinde PAB: 130 mmHg olarak
ölçüldü, septal defekt veya kapak hastalığı izlenmedi. Alt
ekstremite venöz doppler USG ve MR anjiografi tetkikleri
normal olarak değerlendirildi. Öz ve soygeçmişinde PAH
öyküsü, kollajen doku hastalığı bulunmayan ve HIV tes
negaf saptanan hastaya IPAH ön tanısı ile nifedipin,
kumadin ve oksijen tedavisi başlandı. Yakınmaları devam
eden, genel durumu kötüleşen hastanın iki gün sonra
yapılan ekokardiyografisinde PAB: 140 mmHg olarak
ölçüldü. İloprost ampul intravenöz olarak tedaviye
eklendi. Genel durumu düzelmeyen hasta başvurusunun
3. gününde epidural C/S ile doğurtuldu. Doğum sonrası
tedavisine bosentan tablet ve iloprost nebul olarak
devam edildi. Tedavinin birinci ayında tekrarlanan
ekokardiyografide PAB: 80 mmHg olarak ölçüldü.
Sonuç:
Gebelik, IPAH seyrini olumsuz etkileyebilir ve gebelik
sonlandırılmadıkça PAB kontrol alna alınamayabilir.
Bu olgu, epidural anestezi ile sorunsuz olarak gebeliğin
sonlandırılabileceğini düşündürmektedir.
e-PS049
NADİR
GÖRÜLEN
PSÖDOŞİLOTORAKS
BİR
PLEVRAL
Sonuç:
Psödoşilotoraksın patogenezi tam bilinmemekle beraber
fibrok değişikliğe uğramış plevral kavitede, eksüdaf
materyalin uzun süre kalmasıyla meydana geldiği
düşünülmektedir. Tüberküloz plörezi, kronik romatoid
plörezi ve terapök pnömotoraks, psödoşilotoraksın en
sık nedenleridir. Psödoşilotoraks plevra sıvıları içinde
nadir görüldüğünden olgu sunulmuştur.
EFÜZYON:
HANDAN İNÖNÜ 1, ALİ YEĞİNSU 2, FADİME DURAN
YÜCESOY 1, DENİZ ÇELİK 1, BERAT ACU 3
GAZİOSMANPAŞA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ANABİLİM DALI, TOKAT
2
GAZİOSMANPAŞA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
CERRAHİSİ ANABİLİM DALI, TOKAT
3
GAZİOSMANPAŞA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
RADYOLOJİ ANABİLİM DALI, TOKAT
1
Amaç:
Psödoşilotoraks plevra sıvıları içinde nadir görüldüğünden
olgu sunulmuştur.
Gereç ve Yöntem:
61 yaşında bayan hasta, akciğer grafisinde bilateral
plevral efüzyon nedeniyle kliniğimize yönlendirilmiş.
Özgeçmişinde; 5 ay önce sol akciğerde pnömotoraks
ve plevral efüzyon nedeniyle göğüs cerrahisi kliniğinde
tüp torakostomi uygulanmış. 5 yıl önce eklemlerinde
62
Kliniğimize başvurusunda yakınması yoktu, RA medikal
tedavisini alıyordu. Fizik muayenesinde genel durumu
iyi, vital bulguları stabildi. Bilateral akciğer bazallerinde
solunum sesleri hafif azalmış. Sol akciğerden torasentezle
alınan mayi sütsü görünümde, kokusuz, biyokimyasal
incelemesi eksüda karakterinde, trigliserid:20 mg/dl
(N:30-150), kolesterol:286 mg/dl (N:1-200), kolesterol/
trigliserid oranı:11.3’dü. Sıvının ARB teksif incelemesi
negai, kültürü henüz sonuçlanmadı. Run tetkikler,
seroloji, SFT değerleri normaldi. Posteroanterior akciğer
grafisinde bilateral plevral efüzyonu olan hastanın Toraks
BT’de bilateral plevral efüzyon, sol akciğerde volüm kaybı,
kalp ve mediastende sola deviasyon, her iki akciğerde
parankimal ve subplevral yerleşimli milimetrik nodüller
tespit edildi. Mevcut klinik-laboratuvar ve radyolojik
bulgularla kronik romatoid plöreziye bağlı psödoşilotoraks
kabul edilen hastaya solunumsal yakınması olmaması
nedeniyle herhangi bir girişim uygulanmadı.
e-PS050
PULMONER ARTERİYEL TUTULUMUN İLK BULGU
OLDUĞU BEHÇET HASTASINDA TANI GECİKMESİ
MERAL GÜLHAN 1, EYLEM AKPINAR 1, GÜLRU ERDOĞAN
2
, AYSEL GÜRLER 2
UFUK ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM
DALI
2
UFUK ÜNİVERSİTESİ DERMATOLOJİ ANABİLİM DALI
1
Amaç:
Behçet hastalığı tekrarlayan inflamasyon atakları
ile seyreden, oral aöz ülserler,üveit,deri lezyonları
ve genital ülserlerden oluşan major semptomlarla
karakterize, sistemik bir hastalıkr. Pulmoner tutulum
diğer sistem tutulumlarına göre daha düşük orandadır
(%1-8).En sık görülen pulmoner tutulum şekli pulmoner
arter anevrizmasıdır.Anevrizmanın eşlik etmediği
pulmoner arteriyel tromboz ise daha nadirdir.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
Gereç ve Yöntem:
9 NİSAN 2009
23 yaşında erkek hasta ani başlayan sol yan ağrısı ve
nefes darlığı yakınmalarıyla başvurdu.
ince raller ve saçlı deride kırmızı-mor cilt lezyonları
dışında bir bulgu saptanmadı. Özgeçmişinde 13 yıldır
Polisitemia Vera tanılı ve Hidroksiüre tedavisi alnda
olduğu öğrenildi.
Bulgular:
Bulgular:
Hastada klinik ve radyolojik bulgularla pulmoner emboli
düşünüldü. Toraks BT anjiografide sol alt loba giden
pulmoner arter dallarında yaygın trombüs izlendi. Emboli
için predispozan bir faktör saptanmayan ve tekrarlayan
oral a tanımlanan hastada öncelikle Behçet hastalığı
düşünüldü. Yapılan incelemelerde Behçet hastalığı ile
ilgili başka bulgu saptanmadı ve hasta Behçet hastalığı
tanı kriterlerine uymadığı için bu tanıdan uzaklaşıldı.
Herediter trombofili açısından araşrılan hastada bu
yönden de patoloji saptanmadı.Ankoagülan tedavi
başlanan hasta yakın takipte tutuldu.Tedavinin 4. ayında
tekrarlayan göğüs ağrısı, eklem ağrıları ve cilt döküntüleri
çıkan hasta yeniden değerlendirildiğinde Behçet
hastalığının tanı kriterlerinin ortaya çıkğı görüldü ve
immunsupresif tedavi başlandı.
PA Akciğer grafide KTO kalp lehine artmış ve bilateral
reküler dansite arşı dikka çekmekteydi. Kan gazı
tetkiklerinde ağır hipoksemisi mevcuu (pO2:40mmHg).
Difüzyon tesnde DLCO = %36 DLCO/VA = %64 olarak
bulundu. Toraks HRCT+BT tetkiklerinde kalpte global
büyüme, her iki akciğer tüm lob ve segmentlerde
subplevral yerleşimli lineer tarzda dansite arşları ve
sol akciğer üst lobda yine subplevral yerleşimli 3x4cm
boyutlarında düzensiz konturlu parankimal lezyon
izlendi. Ekokardiyografik tetkikinde sol ventrikülde
grade I diastolik disfonksiyon, Pulmoner arter basıncı:
50mmHg ve sağ ventrikülde ileri genişleme görüldü.
Hastaya bronkoskopi yapıldı ve alınan transbronşial
biyopsi sonucu İnterssiyel fibrozis olarak raporlandı.
Plevra tabanlı kitle lezyonundan alınan transtorasik ince
iğne aspirasyon biyopsisi patoloji sonucu ile akciğer
adenokarsinomu tanısı alan hastanın saçlı derisindeki
lezyondan alınan biyopsinin inceleme sonucu aknik
keratozis ile uyumluydu.
Sonuç:
Pulmoner tutulumunun ön planda olduğu Behçet
hastalığı olgularında, erken dönemde tanı kriterlerine
uymayabileceği, özellikle genç erkek hastalarda
açıklanamayan pulmoner arteriyel tromboz saptandığında
bu olguların Behçet hastalığı yönünden yakın takipte
tutulmaları gerekği sonucuna varıldı.
e-PS051
HİDROKSİÜRE TEDAVİSİ ALTINDAKİ BİR OLGUDA
AKCİĞER KANSERİ, İNTERSTİSYEL FİBROZİS VE AKTİNİK
KERATOZ
YASEMİN SAYGIDEĞER , MELİKE YÜCEEGE , BURCU
OKTAY , HİKMET FIRAT , ÖZLEM SEVER , SADIK ARDIÇ
S.B. DIŞKAPI YILDIRIM BEYAZIT EĞİTİM VE ARAŞTIRMA
HASTANESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI KLİNİĞİ
Amaç:
Sonuç:
Hidroksiüre kullanımına sekonder cilt lezyonları, squamoz
hücreli cilt kanserleri ve aknik keratozlar bildirilmişr.
Yine bazı çalışmalar hidroksiüreye sekonder interssiyel
pnömoni bildirmişlerdir. İnterssiyel fibrozis gelişimi
bildiren 1 olgu sunumu mevcuur. Olgumuz, hidroksiüre
kullanan hastaların sadece dermatolojik değil, sekonder
malignensi ve interssiyel pulmoner hastalıklar açısından
run Pulmoner izleminin gerekliliğini göstermişr.
e-PS052
BOĞULAYAZMA İLE İLİŞKİLİ PNÖMONİ VE AKUT AKCİĞER
HASARI OLGUSU
SEDAT KULECİ , OYA BAYDAR , İSMAİL HANTA , ALİ
KOCABAŞ
Hidroksiüre, miyeloproliferaf ve bazı nonneoplask
hastalıkların tedavisinde kullanılan bir ajandır. Bu sunumda
amacımız hidroksiüre kullanımının geç komplikasyonları
ile karşımıza çıkan bir olguyu sunmakr.
ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ABD
Gereç ve Yöntem:
Boğulayazma, şuur kaybı ya da su inhalasyonu ile
sonuçlanan boğulma olayı sonrası hayaa kalma olarak
tanımlanabilir. Boğulayazma ile akciğerde hipoksemi,
enfeksiyon ya da ARDS gelişebilmektedir.
Olgu 73 yaşında erkek, 2 aydır nefes darlığı yakınması
mevcut, son 1 ay bronkodilatör tedavi kullanmış ancak
ilaçtan fayda göremediğinden yeniden hastaneye
başvurmuş. Başvurusunda FM’de bilateral bazallerde
Amaç:
63
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
Bulgular:
Gereç ve Yöntem:
Olgu 33 yaşında bir erkek hasta olup, kepçe operatörü
olarak çalışmaktaymış. Hasta, kullandığı kepçe ile yoğun
çamurlu bir su birikinsi içine düşmüş. Acil servise
gerilen hastanın akciğer grafisinde bilateral pulmoner
infiltrasyon saptanan hastada pnömoni düşünülmüş,
kliniğe yarılarak hastaya ampsilin+sulbaktam flk
2*1 tedavisi uygulanmış. Hastada klinik ve radyolojik
düzelme saptanmaması üzerine çekilen toraks BT/YRBT
incelemesinde; akciğerlerde ağırlıklı olarak anterior
kesimde yer yer makronodüler görünümde konsolidasyon
alanları saptanmış. Bunun üzerine hastaya yapılan
fiberopk bronkoskopi (FOB) incelemesinde anlamlı bir
bulgu saptanmamış. Hastadan BAL ve transbronşiyal
akciğer parankim örnekleri alınmış. Post bronkoskopik
balgam kültüründe yoğun “Citrobacter freundii” üremesi
saptanmış. Transbronşial parankim biyopsinin patolojik
incelemesinde yaygın granülomatöz inflamasyon,
intraalveolar hemoraji, alveol lümenlerinde ve yer yer
dev hücre sitoplazmalarında yabancı cisim birikimi
görülmüş. Bronkoskopi sonrası hastanın solunum sıkınsı
daha da artmış. Hastanın PaO2=54 mmHg, P(A-a)=50 ve
PaO2/FiO2=272 olması üzerine akut akciğer hasarı kabul
edilen hastaya prednisolon 60mg/gün IV başlanmış,
Bu kombine tedavi sonrası çekilen kontrol Toraks BT/
YRBT’de her iki akciğerdeki yaygın infiltrasyonun
regresyon olduğu görülmüş. Hastanın klinik ve radyolojik
bulgularının düzelmesi üzerine taburcu edilmiş olup,
hasta halen poliklinik kontrolünde bulunmaktadır.
Olgu: Daha önce herhangi bir yakınması olmayan 51
yaşında, erkek hasta, öksürük, üşüme, treme ve giderek
artan nefes darlığı yakınmalarıyla yarıldı. 4 gün önce
yakınmaları ilk kez başladığında acil servise başvurusunda
akciğer grafisi normal iken, yaş grafisinde bilateral
yaygın infiltrasyonlar gözlendi.
Sonuç:
Mevcut bulgularla hastada boğulayazma ile ilişkili
pnömoni, hipoksemi ve akut akciğer hasarı olduğu kabul
edildi. Bu olguda boğulayazmada görülebilecek olası
klinik bulgular, bu gibi olgularda yapılması gerekenler
tarşıldı.
e-PS053
İDİOPATİK AKUT EOZİNOFİLİK PNÖMONİ
GÜNGÖR ÇAMSARI , AYGÜN GÜR , GÜLCİHAN ÖZKAN
, NUR DİLEK BAKAN , MEHMET BAYRAM , MESİHA
BABALIK , BARIŞ AÇIKMEŞE
YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ
EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
Amaç:
Akut eozinofilik pnömoni, akut febril solunum
yetmezliğine yol açan, pulmoner eozinofilinin neden
olduğu diffüz infiltrasyonlarla karakterize, nadir görülen
bir hastalıkr. Kliniğimizde ilk kez tanı konulan idiopak
akut eozinofilik pnömonili bir olgunun klinik ve radyolojik
özellikleri tarşılmışr.
64
9 NİSAN 2009
Bulgular:
Lökositoz(25200/ mm3) olan olgunun periferik
yaymasında %77 nötrofil,% 17 lenfosit, % 5 eozinofil
mevcuu. Solunum Fonksiyon Testlerinde restrikf pte
solunum fonksiyon bozukluğu, diffüzyonda düşme ve
kan gazlarında hipoksi, hipokapni gözlendi. Toraks BT
ve yüksek rezolüsyonlu BT de bilateral konsolidasyonlar,
buzlucam alanları, septal kalınlaşmalar görülmesi
ve anbiyok tedavisine yanıt alınamaması üzerine
Fiberopk bronkoskopi yapıldı. Transbronşial Biyopside
parankimde eozinofilleri de içeren ilhabi hücreler ve
alveol boşluklarında eozinofiller, BAL da % 35 Eozinofili
gözlendi. Hastanın periferik kan eozinofilleri de giderek
artarak % 40’a kadar yükseldi. Eozinofilik Akciğer Hastalığı
saptanan hastada diğer etyolojik nedenlerin dışlanması
ve akut eozinofilik pnömoni tanı kriterlerinin tümüne
uygunluğu nedeniyle İdiopak Akut Eozinofilik Pnömoni
tanısı kondu. Korkosteroid tedaviye alınan hastanın 1
ay içinde tüm klinik ve radyolojik bulguları düzelmekle
birlikte tedaviye doz azallarak 3 ay kadar devam edildi.
Tedavi kesildikten sonra,6 ay süresince izlenen hastada
nüks görülmedi
Sonuç:
Sonuç olarak daha önce bir sağlık problemi
olmayan kişilerde, nedeni bilinmeyen akut solunum
yetmezliğinde, akut eozinofilik pnömoni de göz önünde
bulundurulmalıdır
e-PS054
RENAL ANJİOMYOLİPOMA VE TUBEROSKLEROZUN
EŞLİK ETTİĞİ PULMONER LENFANJİOLEİOMYOMATOZİS
OLGUSU
AHMET SELİM YURDAKUL , ŞENAY DEMİRTAŞ , CAN
ÖZTÜRK
GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI
A.D.
Amaç:
Lenfanjioleiomyomatozis (LAM) sıklıkla kadınlarda
görülen düz kas hücre proliferasyonu ile karakterize bir
hastalıkr. Olgu pulmoner LAM’ın renal anjiomyolipoma
ve tuberoskleroz ile birlikte görülebileceğini vurgulamak
amacı ile sunulmuştur.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
Gereç ve Yöntem:
Bu olgu sunumunda, renal anjiomyolipoma ve
tuberoskleroz tablolarının eşlik eği öksürük şikayeyle
başvuran 27 yaşında kadın hasta sunulmuştur.
Bulgular:
Solunum fonksiyon tes ve kan tablosu normal olan
hastanın toraks bilgisayarlı tomografisinde bilateral
mulpl kistler ve her iki böbrekte mulpl anjiomyolipoma
ait lezyonlar mevcuu. Beyin magnek rezonans
görüntülemesinde tuberoskleoza ait lezyonlar da
saptandı.
Sonuç:
Bu olgu bize pulmoner LAM’ın renal anjiomyolipoma ve
tuberosklerozun ile birlikte görülebileceğini bir kez daha
vurgulamaktadır.
e-PS055
YAĞ EMBOLİSİ :ÜÇ OLGU NEDENİYLE
ELİF TANRIVERDİO , AYŞEGÜL KARALEZLİ , AYŞEGÜL
ŞENTÜRK , BERNA BOTAN YILDIRIM , H. CANAN
HASANOĞLU
S.B. ANKARA ATATÜRK EĞİTİM VE ARAŞTIRMA
HASTANESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI KLİNİĞİ
Amaç:
Yağ embolisi genellikle uzun kemik kırıklarından
sonra görülebilen nadir bir komplikasyondur. Klinik
bulgular emboliye neden olan olayın hemen ardından
görülebileceği gibi 24-72 saat sonra da görülebilir.
Dispne, takipne, taşikardi, ateş, mental değişiklikler ve
aksiller peteşial döküntü görülebilen semptomlardır
9 NİSAN 2009
patoloji saptanmamış. Oksijen satürasyonunda(sO2)
düşme nedeniyle kliniğimize konsülte edilen hastanın
bilinci bulanık, sözlü uyarana yanı yoktu. Hipoksisi
ve sağ aksiller peteşial döküntüleri olan hastada yağ
embolisi düşünüldü. Düsük molekül ağırlıklı heparin
ve steroid tedavisi başlandı. 3 gün sonra sO2 düzeldi,
bilinci açıldı. Opere olan hasta taburcu oldu. OLGU 3:
Pelvis fraktürü olan 38 yaşında erkek hasta bilinç kaybı
ve solunum yetmezliği nedeniyle entübe edilmiş. 12
saat arayla çekilen beyin BT’si normaldi. Kliniğimize
danışılan hastada göğüs ön duvarında peteşial döküntü
ve subkonjukval hemoraji saptandı. Toraks BT’de
atelektak alan içerisinde yağ dansitesi mevcuu. Yağ
embolisi düşünülen hasta tedaviye rağmen kaybedildi.
Sonuç:
Kemik kırıklarından sonra konfüzyon ve aksiller peteşial
döküntü gelişen hastalarda tanıda yağ embolisi de
düşünülmeli ve bulguları aranmalıdır.
e-PS056
ASTIM TANISI ALMIŞ HASTADA SWYER-JAMES-MAC
LEOD SENDROMU (OLGU SUNUMU)
NAZİRE UÇAR , SERDAR AKPINAR , İREM ŞERİFOĞLU ,
OSMAN ÖRSEL , DİDEM BİREL , TUĞRUL ŞİPİT
ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ
EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
Amaç:
Gereç ve Yöntem:
İlk defa 1953 ‘de Swyer-James, 1954’de Mac Leod
tarandan tanımlanan tek taraflı saydam akciğer
sendromu, pulmoner arter hipoplazisi, bronşektazi,
bronşiolis obliteransa ikinci olabilen bir tablodur.
Nadir görülmekte olup, bir taramada % 0,01 oranında
rastlanmışr. Nadir görülmesi nedeniyle vaka
sunulmuştur.
Olgu Sunumu
Gereç ve Yöntem:
Bulgular:
Otuzsekiz yaşında, kadın hasta, nefes darlığı şikayeyle
başvurdu. Özgeçmişinde, 30 yıldır asm hastalığı
mevcuu. Fizik muayenesinde, sağda solunum sesleri
azalmış. Akciğer grafisinde, sağda hiperlusensi ve sağ
hemitoraksta volüm kaybı mevcuu.
OLGU 1: Tibia kırığıyla ortopedi kliniğine yarılan 29
yaşında erkek hasta 24 saat içinde bilinç bulanıklığı ve
solunum sıkınsı nedeniyle kliniğimize konsülte edildi.
Fizik muayenede sözlü uyaranlara yanı yoktu. Takipneik,
taşikardik. Subkonjukval hemorajisi, aksiller bölgede
ve boyunda peteşial döküntüleri vardı. Arter kan gazında
hipoksisi ve respiratuar alkalozu mevcuu. Yağ embolisi
düşünülerek destek tedavilerle takip edilen hastanın
beş gün sonra bilinci açıldı. Kliniği düzelen, opere
edilen hasta taburcu edildi. OLGU 2: Sağ femur cisim
kırığıyla ortopedi servisine yarılan hastada kazadan 48
saat sonra stupor gelişmiş. Travmaya bağlı olabileceği
düşüncesiyle 12 saat arayla çekilen beyin BT’sinde bir
Bulgular:
Toraks BT ve dinamik mediasnal incelemede, mediasnal
vasküler yapılar ve kalp sağa doğru yer değişrmiş. Sağ
pulmoner arter kalibrasyonu simetriğine göre daralmış.
Sağ akciğerde havalanma arşı mevcuu. Sağ alt lobda
dilate hava bronkogramları içeren total kollaps izlendi.
Bronkoskopisinde, sağ ana bronş karina hizasında kuş
gözü şeklinde daralmış. Spirometrik incelemede,
FEV1:%59, FEV1/FVC:%81, FVC:%63. Reversibilite tes:
negai.
65
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
Sonuç:
Yıllardır asm tanısıyla takip edilmekte olan hastada
nadir bir durum olan Swyer-James-Mac Leod sendromu
tanısı konulması nedeniyle vaka sunuldu ve özellikle
ülkemizde yayınlanmış olan vakalar gözden geçirildi.
bir bulgusu olup, alterne özafagus kontraksiyonları ve
dilatasyonları ile karakterizedir. Özafagusun alt kısmının
duvarındaki otonomik pleksusların dejenerasyonuna
bağlı nöromusküler koordinasyon bozukluğu sonucu
oluşur.Nadir görülen bu durum, akciğer grafisinde çok
nadir bulgu vermesi nedeniyle sunulmuştur.Literatürde
bildirilmiş,kontrastsız grafide bulgu veren ilk olgudur.
e-PS057
AKCİĞER GRAFİSİNDE
ÖZAFAGUS OLGUSU
BULGU
VEREN
TİRBİŞON
ELİF TORUN 1, HÜSEYİN MELEK 2, ORÇUN ORAL
ŞENTÜRK 3, FEHMİ KAÇMAZ 4
BİNGÖL DEVLET HASTANESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI
KLİNİĞİ
2
BİNGÖL DEVLET HASTANESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ KLİNİĞİ
3
BİNGÖL DEVLET HASTANESİ GENEL CERRAHİ KLİNİĞİ
4
BİNGÖL DEVLET HASTANESİ KARDİOLOJİ KLİNİĞİ
1
Amaç:
Kardiak yada pulmoner orijinli olmayan göğüs ağrılarının
büyük bir bölümü özafagus molite bozukluklarına
bağlıdır, bu olguların önemli bir kısmı Göğüs Hastalıkları’na
başvurmaktadır. Akciğer grafisinde nadir bulgu veren bir
patoloji olan bir rbişon özafagus vakası sunulmuştur.
Gereç ve Yöntem:
Altmış yaşında erkek hasta Göğüs Hastalıkları kliniğine
yaklaşık 1 aydır olan göğüs ağrısı ve öksürük şikayetleri
ile başvurdu. Muayenede solunum ve kalp sesleri
normaldi. Hasta ağrıyı göğüs orta haa, yanma şeklinde
tarif ediyordu. Geceleri daha şiddetli olduğunu belir,
eforla ve yemekle ilgisizdi. Kardiolojik açıdan normal
olarak değerlendirildi.
Bulgular:
Hastanın akciğer grafisinde orta ha
n solunda 1.-3.
önkotlar arasında longitudinal uzanan homojen
dansite izlendi.Baryumlu grafide aort arkının alndan
başlayarak sirküler kontraksiyonlar (rbişon özefagus)
, özafagus alt kısmında pulsiyon diverkülü ve hiatal
herni görüldü. Üst GIS endoskopisinde gastroözafageal
reflü saptandı. Hastaya reflüye yönelik tedavi başlandı.
Şikayetleri tamamen geriledi. Bu bulgu, bu tür ağrıların
motor bozukluğun kendisinden çok, GÖR’e bağlı olduğu
görüşünü desteklemektedir.
Sonuç:
Özafageal spazmın radyolojik bulgusu olan rbişon
özafagus hiatus hernisi yada GÖR ile ilişkili olabilir. Özafagus
alt yarısı tutulur, aort arkının üstünde görülmez. Ağrının
sebebinin hikaye ile saptanması her zaman mümkün
olmamaktadır. Nadir görülen bir durum olan rbişon
özafagus, özafgeal molite bozukluklarının radyolojik
66
e-PS058
RADYOAKTİF İYODA BAĞLI, ÇOK NADİR GÖRÜLEN BİR
HİPERSENSİTİVİTE OLGUSU
ZEYNEP PINAR ÖNEN , İPEK CANDEMİR , BANU ERİŞ
GÜLBAY , GÜLSEREN KARABIYIKOĞLU
ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, GÖĞÜS
HASTALIKLARI ANABİLİM DALI
Amaç:
Hipersensivite pnömonisi (HP), genellikle organik
ama daima anjenik olan pek çok molekül tarandan
teklenen bir hastalıkr. Her ne kadar hipersensivite
kelimesi kullanılsa da eozinofili ve immunoglobulin E arşı
ile giden klasik atopik bir hastalık değildir. İlaç kullanımına
bağlı ortaya çıkan bazı reaksiyonlar da bronko alveolar
lavaj sıvının içeriği nedeniyle HP olarak tanımlanırlar. Her
ne kadar farklı ilaçların HP’ne yol açma oranları değişken
olsa da radyo akf iyoda bağlı HP vakalarının sayısı
oldukça nadirdir. Bu nedenle tekrarlayan radyoakf
iyot kullanımına bağlı kronik hipersensivite pnömonisi
görülen bir olguyu tanımlamak istedik.
Gereç ve Yöntem:
Altmış iki yaşında, sigara içmeyen kadın hasta progresif
nefes darlığı ve kuru öksürük şikaye ile kliniğimize
başvurdu.
Bulgular:
Fizik muayenesinde bilateral ralleri ve çomak parmağı
olan hastanın arter kan gazında hipokapni ile giden
hipoksemisi vardı. Yapılan solunum fonksiyon testlerinde
restrikf venlatuar bozukluğa, azalmış difüzyon
kapasitesi ve volümler eşlik ediyordu. Hastanın yüksek
çözünürlüklü bilgisayarlı toraks tomografisinde; her
iki alt zonda daha belirgin olmak üzere buzlu cam
opasiteleri, interlobüler septal kalınlaşmalar, mulple
sentrilobüler mikro nodüller ve periferik yerleşimli hava
hapis alanları izlendi. Radyolojik pulmoner fibrozisi olan
hastaya ayırıcı tanı için fiber opk bronkoskopi yapıldı ve
alınan bronkoalveolar lavaj sıvısında lenfosit hakimiye
olduğu görüldü. Bütün bu sonuçlar değerlendirildiğinde
hastanın kronik HP tanı kriterlerinden 4 majör ve 3 minör
kriteri olduğu ve maruz kalınan tek anjenin radyoakf
iyot olduğu görüldü.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
Sonuç:
Her ne kadar yeni tanımlanan HP vakalarının pek çoğu
akut pte vakalar olsa da kronik formda görülen HP de
muhtemelen oldukça yaygındır. Ancak bu olgular kronik
pulmoner fibrozis başlığı alnda ve genellikle idiyopak
pulmoner fibrozis şeklinde tanımlanmaktadır. Kronik HP
olgularını idiyopak pulmoner fibrozis olgularından ayırt
etmek için mutlaka detaylı anamnez alınmalı ve tedavi
amaçlı kullanılan radyoakf iyodun da kronik HP’ne yol
açabileceği akılda tutulmalıdır.
nedeniyle çekilen venlasyon/perfüzyon singrafisinde
pulmoner tromboembolizm saptandı. Genek ve edinsel
koagülopa nedenleri tespit edilemedi. Aksiller LAP ve
sol hemitoraksta yeni ortaya çıkan subkutan nodül eksize
edildi. Alınan örneklerin immünhistokimyasal incelemesi
sonucunda adenokarsinom metastazı tanısı kondu. Olgu
işlemden 5 gün sonra kaybedildi.
Sonuç:
Tekrarlayan venöz ve arteriyel trombozu olan olgularda
ala yatan bir malignitenin özgün bulgusu olarak
Trousseau sendromu akılda tutulmalıdır.
e-PS059
AKCİĞER
ADENOKARSİNOMLU
BİR
TEKRARLAYAN
TROMBOEMBOLİK
TROUSSEAU SENDROMU
OLGUDA
OLAYLAR:
AHMET BİRCAN , MEHMET HAS , MÜNİRE GÖKIRMAK ,
SEMA BİRCAN , NECLA SONGÜR , ÜNAL ŞAHİN , ÖNDER
ÖZTÜRK , AHMET AKKAYA
SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI, ISPARTA
Amaç:
Kanserli olguların klinik takibi sırasında %15 oranında,
postmortem dönemde ise %30-50’sinde tromboembolik
olaylar (TEO) saptanmaktadır. Bu hastalarda
paraneoplask sendrom olarak görülebilen gezici
TEO Trousseau sendromu adını alır. Tekrarlayan TEO
zemininde tanı konan bir akciğer adenokarsinom olgusu,
hastalığa erken tanının koymanın önemini vurgulamak
amacıyla sunulmuştur.
e-PS060
PRİMER RENAL LENFOMA’YA BAĞLI ŞİLOTORAKS
OLGUSU
ONUR TURAN 1, ATİLA AKKOÇLU 1, HAYRİ ÖZSAN 2,
OĞUZ DİCLE 3
DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ; GÖĞÜS
HASTALIKLARI AD
2
DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ;
HEMATOLOJİ AD
3
DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ; RADYOLOJİ
AD
1
Amaç:
Şilotoraks, torasik kanalın kanması veya hasar görmesi
sonucu lenfak basınçta meydana gelen arş sonrası
plevral aralıkta lenfak sıvının birikği nadir görülen
klinik bir tablodur.
Gereç ve Yöntem:
Gereç ve Yöntem:
Elli yaşındaki erkek hasta sağda masif plevral efüzyon
gelişmesi üzerine bölümüz tarandan konsülte edildi.
Run kontrolleri sırasında sol plevral effüzyon tespit
edilen, ciddi bir semptomu bulunmayan 79 yaşında
erkek hasta tetkik amaçlı hastanemize yarıldı.
Bulgular:
Bulgular:
Hastada 4 aydır nefes darlığı, kuru öksürük, halsizlik ve
kilo kaybı mevcuu. Bu süre içinde sol alt ekstremiteden
7 kez embolektomi ve 3 kez ampütasyon olmuş, sağ üst ve
alt ekstremitede venöz tromboz saptanmış. Hasta 120
paket-yıl sigara içmiş. Genel durumu orta olan hastanın
solunum sistemi muayenesinde sağ akciğerde mate
mevcuu, solunum sesleri alınamıyordu. Sağda alt ve üst
ekstremiteler ödemli ve parmak uçları siyanok. Periferik
nabızlar alınıyordu. Sağ aksillada 1,5x2 cm boyutunda
lenfadenopa (LAP) saptandı. Diğer sistem muayeneleri
normaldi. Akciğer grafisinde sağda apekse kadar homojen
dansite arşı mevcuu. Başvurusundan 4 ay önce çekilen
toraks BT’de sağ orta lobda 32x35mm boyutlarında
kalın duvarlı kaviter lezyon ve mediastende çok sayıda
LAP saptanmış, ancak araya giren yaygın TEO nedeniyle
ileri incelemeler yapılamamış. Artan nefes darlığı
Torasentez ile alınan şilöz görünümdeki sıvıda trigliserit
düzeyi 409 mg/dL olarak bulundu. Şilotoraks düşünülüp
tanısal amaçlı torakoabdominal bilgisayarlı tomografi
çekilen hastada sol plevral effüzyon yanı sıra sol böbrek
lojunda kitle tespit edildi. İleri değerlendirme amacıyla
yapılan ban manyek rezonans görüntülemesinde,
sol böbrek üst polünden kaynaklı olduğu düşünülen
ve perirenal, paraaork alana uzanan çok sayıda paket
yapmış lenfadenopaler içeren kitle lezyonunun,
lenfoma ile uyumlu olabileceği belirldi. Kitleden
alınan tru-cut biyopsi sonucu diffüz büyük B hücreli
Non-hodgkin lenfoma (NHL) tanısı konuldu. Hasta,
kemoterapi planlanması amacıyla hematoloji bölümüne
yönlendirildi.
67
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
Sonuç:
Sonuç:
Literatürde non-travmak şilotoraksın en önemli
sebebi maligniteler olarak bildirilmektedir. Bunların
içinde lenfomalar yaklaşık %70’lik oranıyla en sık olarak
şilotoraksa yol açarlar. Nadir görülen bir NHL pi olan
primer renal lenfomalara bağlı şilotoraks olgusuna ise
taradığımız literatürlerde hiç rastlayamadık. Olgu bu
özellikleri nedeniyle sunulmaktadır.
Hasta, plantar bölge lokalizasyonlu subkutan sarkoidozun
çok nadir olması ve topikal tedavi ile başarılı bir şekilde
tedavi edilebileceği gösterildiği için sunuldu.
e-PS062
SWYER-JAMES (MACLEOD) SENDROMLU BİR OLGU
e-PS061
NADİR LOKALİZASYONLU BİR SUBKUTAN SARKOİDOZ
OLGUSU
1
1
1
GÖKHAN ÇELİK , AYDIN ÇİLEDAĞ , PINAR AKIN ,
YASİN ŞİMŞEK 2, NUMAN NUMANOĞLU 1, YAVUZ YENER
SAĞLIK 3, AYŞE BOYVAT 4
ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ABD
2
ANKARA NUMUNE EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
DAHİLİYE BÖLÜMÜ
3
ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ORTOPEDİ VE
TRAVMATOLOJİ ABD
4
ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ DERMATOLOJİ
ABD
1
Amaç:
Sarkoidoz nedeni bilinmeyen mulsistemik granülomatöz
bir hastalıkr. Subkutan sarkoidoz, sarkoidozun nadir bir
formudur ve de ayakta plantar bölgenin tutulumu çok
daha nadirdir. Biz de ayak plantar bölge lokalizasyonunda
subkutan sarkoidoz tanısı koyduğumuz bir hastayı
sunuyoruz.
Gereç ve Yöntem:
53 yaşında bayan hasta sekiz aydır süren sol ayakta ağrısız
şişlik şikaye nedeni ile başvurdu. Hastanın başka bir
şikaye bulunmuyordu. Skar veya travma öyküsü yoktu.
Bulgular:
Fizik muayenede, sol ayak plantar yüzde 3 cm’lik
eritematöz papül saptandı. Manyek Rezonans
görüntülemede, sol ayak plantar aponevrozunda 3x2 cm
ve 1x2 cm boyutlarında düzensiz konturlu solid lezyon
izlendi. Lezyondan alınan tru-cut biopsinin patolojik
incelemesinde nonnekrozan granülomatöz inflamasyon
saptandı. Göğüs radyografisinde bilateral hiler dolgunluk,
bilateral rekülonodüler opasiteler, Toraks BT’de mulpl
mediasnal ve bilateral hiler lenfadenopaler ile akciğer
parankim alanlarında yaygın milimetrik nodüller izlendi.
Bronkoalveolar lavajda CD4/CD8 oranı 2.9 olarak bulundu
ve endobronşiyal lezyon saptanmadı. Serum anjiotensinkonverng enzim düzeyi yüksek ve solunum fonksiyon
testleri normaldi. Bu bulgular ışığında hastaya subkutan
sarkoidoz tanısı konuldu. Hastaya herhangi bir sistemik
tedavi verilmedi ve subkutan lezyon nedeniyle topikal
ve intralezyoner steroid tedavisi uygulandı. Bu tedavi ile
lezyonda tam düzelme izlendi.
68
GAZİ GÜLBAŞ 1, LEVENT CEM MUTLU 2, ÖZKAN
YETKİN 1, SÜLEYMAN SAVAŞ HACIEVLİYAGİL 1, TUNCAY
YUMRUTEPE 1, HAKAN GÜNEN 1
İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM
DALI
2
NAMIK KEMAL ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI
ANABİLİM DALI
1
Amaç:
Tek taraflı hiperlüsen akciğer nadir görülen bir durum
olduğu için yakalanmasında ve ayırıcı tanısında zorluklar
yaşanabilir.
Gereç ve Yöntem:
42 yaşında erkek hasta çocukluğundan beri olan ve son
birkaç haadır da eforla arş gösteren nefes darlığı
şikayeyle başvurdu. 1 yıl önce asm teşhisi konularak
tedavi başlanmış. Solunum sistemi muayenesinde, sol
hemitoraksda solunum sesleri azalmış, sol alt zonda
inspiratuar raller mevcuu.
Bulgular:
Akciğer grafisinde, sol hemitoraksda saydamlık arşı,
solunum fonksiyon testlerinde hafif obstrükf pde
solunum bozukluğu mevcuu. Arteriyel kan gazı
incelemesi normaldi. Bilgisayarlı toraks tomografisinde
kitle izlenmezken, sol akciğer alt lobda daha belirgin olmak
üzere sol akciğerde havalanma arşı ve vaskülarizasyonda
azalma tespit edildi. Fiberopk bronkoskopide patoloji
saptanmadı. Pulmoner emboli ve diğer ayırıcı tanıları
değerlendirmek amaçlı akciğer venlasyon/perfüzyon
singrafisi ve pulmoner manyek rezonans (MR)
anjiyografisi yapıldı. Akciğer perfüzyon singrafisinde,
sol akciğer perfüzyonu bazallerde daha belirgin olmak
üzere ciddi şekilde azalmış. Venlasyon singrafisinde,
sol akciğer alt lob bazalinde daha fazla olmak üzere
sol akciğerde inhalasyon volümü azalması belirlendi.
Pulmoner MR anjiyografide sol pulmoner arter dallarında
belirgin kalibrasyon azalması tespit edildi. Pulmoner
emboli, kitle ve yabancı cisim aspirasyonu gibi diğer
karışabilecek hastalıklar bu bulgularla ekarte edilirken,
pulmoner MR anjiyografi bulguları ile de hastaya ‘SwyerJames (Macleod) sendromu’ tanısı konuldu. Hastanın
şikayetlerine yönelik olarak anbiok tedavisi başlandı.
Daha sonra semptomları düzelen hasta, yıllık ekim kasım
aylarında viral influenza aşısı, beş yılda bir pnömokok
aşısı yaprması önerilerek taburcu edildi.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
Sonuç:
Nadir görülen bir sendrom olması ve tek taraflı saydam
akciğeri olan hastaların ayırıcı tanısında akılda tutulması
gerekliliğini harlatmak amacıyla vaka sunulmuştur.
e-PS063
HEMOPTİZİ VE HEMATÜRİ İLE SEYREDEN AKCİĞER
GRAFİSİ NORMAL WEGENER GRANÜLAMATOZU
OLGUSU
EROL ŞENTÜRK , MEHMET SAVAŞ EKİCİ , AYDANUR
EKİCİ , VOLKAN ALTINKAYA , GÖKHAN TİRELİ , TÜLAY
KARAKOÇ , EMEL BULCUN
KIRIKKALE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
9 NİSAN 2009
değerleri içerisinde Hb: 5.1, Htc: 17, WBC: 14.900, Plt:
297.000, Sedimentasyon: 29, CRP: 15.6mg/dL, BUN:
75mg/dL, Cre: 1.2mg/dL, LDH: 568 U/L şeklindeydi.
Tam idrar tetkikinde mikroskobik hematüri mevcuu.
Torax BT’sinde buzlu cam alanlarının içerisinde nodüler
görünümler (halo bulgusu) olması üzerine hastada
kapillerit düşünüldü. C-ANCA(+), P-ANCA(-), anglomeruler bazal membran ankor(-) olan hasta WG
kabul edildi ve melprednisolon 1mg/kg, siklofosfamid
2mg/kg tedavisi başlandı.
Sonuç:
Halo bulgusu, Toraks BT’de’de nodülün çevresinde buzlu
cam alanı görülmesidir. Sıklıkla pulmoner hemorajinin
göstergesidir fakat nonhemorajik hastalıklarda da
görülebilir. Nadir görülen ve tedavi edilmezse mortal
seyredebilen bir hastalık olması nedeniyle olgumuzu
burada sunmayı uygun bulduk.
Amaç:
Wegener Granülamatozis (WG), üst ve alt solunum
yollarını ve böbrekleri tutan granülamatoz bir vaskülir.
Olgularda pik olarak, birkaç ay süren, yorgunluk, diyare,
poliartralji ve nazal semptomlarla giden prodromal
bir dönem görülür. Serumda inflamatuar marker’larda
yükselme, lökositoz ve trombositoz görülebilir.
Gereç ve Yöntem:
Yok
Bulgular:
Son üç aydır öksürük, yaygın eklem ağrısı ve kanlı balgam
çıkarma şikayetleri olan 28 yaşında erkek hasta alt
solunum yolu enfeksiyonu ön tanısı ile üç haa anbiyok
tedavisi almış. Şikayetlerinde gerileme olmayan ve
hemopzisi artan hastaya Toraks Bilgisayarlı Tomografi
(BT) çekilmiş ve sağ orta lob ve bilateral alt loblarda buzlu
cam alanları izlenmesi üzerine viral pnömoni ön tanısı ile
sistemik steroid tedavisi başlanmış. Üç haa sistemik
steroid tedavisi aldıktan sonra semptomlarında gerileme
olan hastanın steroid tedavisi kesildikten bir haa sonra
tekrar şikayetlerinde arş olması üzerine kliniğimize
başvurdu. Günlük takiplerinde 20-30cc kadar koyu kırmızı
renkli akf hemopzisi olan hastanın ilk muayenesinde
ateş: 37.4 C, solunum sayısı: 22/dk ölçüldü. Baş boyun
muayenesinde tonsiller-orofarenx doğaldı, endoskopik
incelemesinde üst solunum yollarında lezyonu yoktu.
Solunum sistemi ve diğer sistem muayeneleri normaldi.
Akciğer grafisinde patolojik bulgu izlenmedi. Laboratuar
e-PS064
HİPERTİROİDİ İLE İLİŞKİLİ PULMONER HİPERTANSİYON
ZEYNEP PINAR ÖNEN , GÖZDE KÖYCÜ , GÜLSEREN
KARABIYIKOĞLU
ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ANABİLİM DALI
Amaç:
Pulmoner hipertansiyonun nadir sebeplerinden birisinin
hipertroidi olduğu ve geri dönüşümlü pulmoner
hipertansiyon yapabileceğini vurgulamak amacıyla
olgumuzu sunuyoruz.
Gereç ve Yöntem:
Hipertroidizm çeşitli organların disfonksiyonu ile ilişkili
farklı semptom ve bulgularla seyredebilir. Literatürde
bazı hipertroidi hastalarında geri dönüşümlü pulmoner
hipertansiyon ve izole sağ kalp yetmezliği gelişği
bildirilmişr. Hipertroidizmin neden olduğu pulmoner
hipertansiyon gelişiminin gerçek nedeni tam olarak açık
değildir. Olası mekanizmalar; otoimmünite veya yüksek
kardiyak outputun neden olduğu pulmoner vasküler
endotelyal hasarı ve pulmoner vasküler rezistans
arşı ile sonuçlanan pulmoner vazodilatörlerin artmış
metabolizmasını içermektedir.
69
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
Bulgular:
Gereç ve Yöntem:
Elli bir yaşında kadın hasta pulmoner hipertansiyon tanısı
ile kliniğimize danışıldı. Bize başvurusunda, 4 ay önce
başlayan nefes darlığı, çarpın, pre-senkop, huzursuzluk,
kilo kaybı ve çabuk yorulma şikayetleri vardı. Fizik
muayenesinde roid bezi palpable ve sistolik üfürümü
vardı. Ekokardiyografi ile yapılan değerlendirmesinde
sistolik pulmoner arter basıncı 75 mmHg olarak ölçüldü.
Hasta pulmoner arteriyel hipertansiyon eyolojisi
yönünden incelendiğinde; TSH değerinin düşük, serbest
T3 ve T4 değerlerinin yüksek ve anTPO ve anTG
ankorlarının pozif olduğu görüldü. Yapılan roid
ultrasonografisinde bilateral heterojenite görüldü.
Hasta bu bulgularla roidit tanısı aldı ve tedavi başlandı.
Pulmoner hipertansiyon eyolojisini araşrmak için
yapılan diğer laboratuar tetkiklerinde pulmoner arter
basıncını arran ek bir patolojiye rastlanmadı. Bir ay
süre ile hiperroidi için tedavi alan hastanın kontrol
ekokardiyografisinde sistolik pulmoner arter basıncı 35
mmHg ölçüldü, bu değer başlangıç ölçümlerinin yarısı
kadardı ve ek bir tedavi verilmemiş. Hastanın pulmoner
hipertansiyon tanısı için sağ kalp kateteri yapıldı ve
ortalama pulmoner arter basıncı 23 mmHg idi. Hasta
halen takipte olup pulmoner hipertansiyon için ek bir
tedaviye ihyaç duymadı.
OHSS (Ovaryan hipersmulasyon sendromu), inferlite
tedavisinde kullanılan ekzojen gonadotropinlerle ve
azda olsa klomifen sitrat ile uygulanan ovulasyon
indüksiyonuna bağlı olarak yada düşük bir ihmalle de
olsa polikisk over sendromlu (PCO) hastaların spontan
sikluslarında görülebilen haya tehdit edebilecek bir
komplikasyondur. Ovaryan hipersmulasyona bağlı
pek çok komplikasyon gelişebilmektedir. Bunlardan biri
olan pulmoner tromboemboli çok nadir görülebilen bir
tablodur.
Sonuç:
İdiyopak pulmoner arteriyel hipertansiyon görülme sıklığı
çok nadir olduğu için pulmoner arteriyel hipertansiyona
neden olabilecek diğer patolojilerin öncelikle büyük
bir zlikle ekarte edilmesi gerekmektedir. Pulmoner
hipertansiyona yol açabilen hastalıklar arasında
sıkça karşımıza çıkabilen patolojilerden birisi de
hiperroididir.
Bulgular:
Öyküsünde yakın zamanda over smulasyonu uygulandığı
öğrenilen 31 yaşındaki kadın hasta, polikliniğimize
ani başlayan göğüs ağrısı, nefes darlığı şikayetleri ile
başvurdu. D-Dimer düzeyi 4101 μg/L ﴾0-500 μg/L﴿
gelen hastanın çekilen Akciğer Venlasyon/Perfüzyon
Singrafisi pulmoner emboli ile uyumlu bulundu. Ayırıcı
tanıda diğer pulmoner emboli nedenleri ekarte edildikten
sonra hastada OHSS’ e bağlı pulmoner tromboemboli
gelişği düşünüldü.
Sonuç:
Bu vakayla, inferlite tedavisi ile OHSS sendromu gelişen
genç kadın hastaların göğüs ağrısı ve dispne nedeni
ile hastane başvurularında nadir de olsa pulmoner
tromboembolinin düşünülebileceğini vurgulamayı
amaçladık.
e-PS066
BLEOMİSİNE BAĞLI AKCİĞER FİBROZİSİ: MORTAL
SEYREDEN BİR OLGU
e-PS065
OVARYAN HİPERSTİMÜLASYON SENDROMUNA BAĞLI
GELİŞEN PULMONER TROMBOEMBOLİ
1
2
1
FEDİ ERCAN , SERAP DURU , SERDAR DİLBAZ , ESRA
BİLGİN 2, ÖZLEM ÖZDEĞİRMENCİ 1, SADIK ARDIÇ 2
ETLİK DOĞUMEVİ VE KADIN HASTALIKLARI ARAŞTIRMA
HASTANESİ
2
DIŞKAPI YILDIRIM BEYAZIT EĞİTİM VE ARAŞTIRMA
HASTANESİ
1
Amaç:
Bu yayında, ovaryan hipersmulasyon sendrumuna
(OHSS) bağlı gelişen pulmoner tromboembolili bir vakayı
sunmayı amaçladık.
70
ÜMRAN TORU , TALHA DUMLU , KEZBAN ÖZMEN , ALİ
NİHAT ANNAKKAYA
DÜZCE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ANABİLİM DALI
Amaç:
Bleomisin squamöz hücreli karsinomların bazı pleri,
lenfoma ve germ hücreli tümörleri içeren çok sayıda
malignitenin tedavisi için kullanılan kemoterapök
bir ajandır. En sık yan etkisi pulmoner fibrozisin takip
eği interssyel pnömonidir. Klinik olarak bleomisine
bağlı akciğer toksisitesi düşündüğümüz bu vakayı klinik
seyrinin hızlı ve mortal olması nedeniyle sunmayı uygun
bulduk.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
Gereç ve Yöntem:
K.Y. 51 yaşında erkek hasta bir dış merkezde 9 ay önce
Lenfoma tanısı konarak 5 ay süreyle Adrioblasne+Ble
omisin+Vinblasne+Decene’den oluşan kemoterapi
alan hasta 1 aydır var olan, giderek artan öksürük, nefes
darlığı şikayetleri ile acil servisimize başvurdu.
Bulgular:
Akciğer grafisinde bilateral yaygın intersyel görünüm
izlenen hastanın arter kan gazında hipoksemisi mevcuu.
Solunum yetmezliği nedeniyle Dahili Yoğun Bakım
Ünitemize yarılan hasta oksijene dirençli hipoksisi
nedeniyle entübe edildi. Hastanın oksijen ihyacı giderek
ar
. Belomisine Bağlı Akciğer Fibrozisi düşündüğümüz
hasta steroid tedavisi ve yüksek oksijen desteğine
rağmen 9 gün içinde eksitus oldu.
9 NİSAN 2009
ve çevresel maruziyet öyküsü saptanamdı. TBB de
mononükleer hücre infiltrasyonu ve Tip II pnömosit
proliferasyonu saptandı. Otoankorları (-) bulunan
hastaya açık akciğer biyopsisi yapılarak Bronşiolis
Obliterans Organize Pnömoni saptandı. Bu patolojiyi
yapan etkenler ekarte edildiğinden hasta Kriptojenik
organize Pnömoni tanısı aldı. Klinik ve radyolojik
bulgularının spontan gerilediğinin gözlenmesi üzerine
tedavisiz takip edilen hastada 3 ay sonra tüm klinik ve
radyolojik bulguların düzeldiği görüldü.
Sonuç:
İdiopak interssyel pnömoniler arasında nadir görülen
ve akut olarak gelişen kriptojenik organize pnömoni
olgusu spontan rezolüsyon göstermesi nedeniyle ilginç
bulunarak sunuldu.
Sonuç:
e-PS068
Bleomisine bağlı pulmoner fibrozisinin erken tanı ve
tedaviye rağmen seyrinin hızlı ve mortal olabileceği
unutulmamalıdır.
CLOZAPİNE TEDAVİSİNE BAĞLI GELİŞEN PLEVRAL
EFFÜZYON
FUNDA ÖZTÜRK , GÖKTÜRK FINDIK , SADİ KAYA
e-PS067
AGHH
SPONTAN İYİLEŞME GÖZLENEN KRİPTOJENİK ORGANİZE
PNÖMONİ OLGUSU
Amaç:
GÜLŞAH GÜNLÜOĞLU , GÜNGÖR ÇAMSARI , AYGÜN
GÜR , GÜLCİHAN ÖZKAN , AYŞE YETER , MESİHA
BABALIK , FATMA GÖRGÜLÜ , PINAR GÜVEN
Clozapine şizofreni tedavisinde kullanılan apik
anpsikok ilaçlardandır.Clozapine tedavisine bağlı
nadiren gelişen unilateral plevral effüzyonlu olguyu
sunduk.
YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ
EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
Amaç:
Gereç ve Yöntem:
3 yıl clozapinle stabilize olan kronik paranoid şizofreni
hastalığı mevcut olan 38 yaşındaki erkek hastada plevral
effüzyon gelişmesi üzerine kliniğimize yarıldı.
Nadir görülen bir vakanın sunumu
Bulgular:
Gereç ve Yöntem:
47 yaşında tersane işçiliği yapan erkek hasta , 4 gün önce
başlayan nefes darlığı, kuru öksürük yakınmalarıyla acil
servisimize başvurdu. Hipoksemi saptanan (SaO2: %85)
hasta yarıldı
Hastanın öksürük ve inspiryumda sağ göğüs ağrısı
mevcuu. Hastanın akciğer grafisinde ve toraks
tomografide sağ plevral effüzyon görüldü. Plevral sıvının
analizinde mikroorganizma görülmedi ve sitolojisi
negai ve sıvı eksüdaf vasıflıydı.
Bulgular:
Sonuç:
Fizik muayenesinde bilateral yaygın inspiratuar raller
saptandı. Karaciğer enzimleri hafif artmış olan hastanın
AC Grafisinde bilateral diffüz rekülonodüler opasiteler
görülmesi nedeniyle Toraks BT ve HRCT çekildi. HRCT
de diffüz simetrik üniform görünümde sentrilobüler
yerleşimli milimetrik nodüler patern ve bilateral üst ve
alt lob segmentlerinde konsolidasyon alanları gözlendi.
1 yıl öncek akciğer grafisi normal olan hastada mesleki
Clozapine alan hastalarda plevral effüzyon oluşursa
hasta dikkatle takip edilmeli ve tedavi sonlandırılması
planlanmalıdır. Tedavi eden psikiyatrist effüzyonun
muhtemel nedeninin clozapine olduğunu düşünmesinden
dolayı ziprasidone tedavisine geçilmesine ve terapak
doza ulaşılınca clozapine dozu yavaşça azallarak
tedavinin kesilmesine karar verdi.
71
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
e-PS069
e-PS070
İLGİNÇ RADYOLOJİK OLGU: YABANCI CİSİM
ARDS(AKUT SOLUNUM SIKINTISI SENDROMU) İLE
SEYREDEN WEGENER GRANÜLOMATOZİS OLGUSU
ŞERİFE TORUN 1, ASLI GÜL AKGÜL 2, FUAT SAYIR 3,
METİN BORA VARDAR 4
HAKKARİ DEVLET HASTANESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI
KLİNİĞİ
2
HAKKARİ DEVLET HASTANESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ
KLİNİĞİ
3
VAN EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ GÖĞÜS
CERRAHİSİ KLİNİĞİ
4
HAKKARİ DEVLET HASTANESİ RADYOLOJİ KLİNİĞİ
OĞUZ AKTAŞ , MELTEM AĞCA , SİBEL ARINÇ , DERYA
DERİNCE , TURAN KARAGÖZ
1
Amaç:
Yabancı cisim aspirasyonları çocukluk çağındaki
acillerin ve kaza ile ölümlerin başında yer alır. Bulguları
çocuklardaki diğer solunum sistemi hastalık bulguları
ile aynı olabilir. Olgunun kaybedilmesi riskinin yanı sıra
ciddi hava yolu yaralanmaları, atelektazi, bronşektazi,
pnömoni, abse, hemopzi gibi ciddi komplikasyonlara
sebep olarak cerrahi gerekrebilir. Anamnezin yanında
öksürük, stridor, dispne ve siyanoz ile karakterize
semptomlar önem taşır.
Gereç ve Yöntem:
On bir yaşındaki erkek hasta kliniğe yaklaşık 1 haadır
devam eden nefes darlığı ile başvurdu. Yabancı cisim
aspirasyon öyküsü vermeyen hastada hafif siyanoz
mevcut idi. Akciğer grafisinde sol hemitoraksta totale
yakın şekilde homojen gölge koyuluğunda arş mevcut
idi. Çekrilen toraks tomografisinde sol akciğerde
bronkogramlar, hava kistleri, atelektak alanlar, total
pnömonik konsolidasyon gözlendi.
Bulgular:
Tanı amaçlı yapılan rijid bronkoskopide sol ana bronş
girişinde yabancı cisim (zeyn çekirdeği) tespit edilerek
çıkarıldı. İşlem sonrası hastanın kliniğinde ve radyolojik
görüntülerinde akut düzelme gözlendi.
Sonuç:
Klinik ve radyolojik olarak yabancı cisim aspirasyonundan
şüphelenildiğinde bronkoskop yardımı ile medikal tedavi
uygulanacak olan diğer solunum sistemi hastalıklarından
ayırıcı tanısı hızla yapılmalı ve yine bronkoskop yardımı
ile yabancı cisim çıkarılmalıdır.
SÜREYYAPAŞA GÖGÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS
CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
Amaç:
Wegener Granülomatozu, nekrozan granülomatöz bir
hastalık olup, başta alt ve üst solunum yolları olmak üzere,
böbrekleri, sinir sistemini, deri, göz ve kulak gibi diğer
organlarıda tutabilen sistemik bir vaskülir. Hızlı seyirli
ve haya tehdit edici olmasının yanında siklofosfamid ve
korkosteroid tedavisine çok iyi cevap vermeleri başlıca
özelliklerindendir. Tipik klinik bulguları, akciğer radyolojisi
ve labarotuar bulguları ile birlikte cANCA pozifliği olan
olgularda tanı koymak zor değildir.
Gereç ve Yöntem:
34 yaşında erkek olgu, nefes darlığı, solunum sayısında
artma, rnak yataklarında ve dudaklarında morarma,
genel durumunda kötüleşme nedeniyle solunumsal
yoğun bakım ünitesine kabul edildi. Fizik muayenede
genel durumu kötü, siyanok, dispneik, taşipneik idi.
T.A:140/90 mmHg, nabız sayısı124/dk, solunum sayısı
45/dk, ateş:37.4 idi. Solunum sistemi muayenesinde
bilateral yaygın inspiryum sonu ralleri duyuldu.
Bulgular:
Laboratuar incelemesinde Hb:7.7 Htc: 24.0 , sed:90/1
saat , BUN:41, kreanin:2.42, TİT:bol eritrosit bulundu.
Arter kan gazı değerlerinde; pO2: 45, pCO2:27.8,pH:7.44
pHCO3:18.4, sO2:%85.Akciğer grafisinde bilateral yaygın
infiltrasyonlar görüldü. Hb, Htc değerlerinde düşme
saptanan, fiberopk bronkoskopide bilateral hemoraji
görülen olguda cANCA pozif bulundu. Böbrek biyobsi
raporu fibronoid nekroz alanları içeren kresenk
glomerülonefrit, wegener granülomatozun böbrek
tutulumu ile uyumlu olarak rapor edildi.İlk 2 gün pulse
steroid tedavisi verilen ve tedavisine siklofosfamid
eklenen hastanın genel durumu, hipoksemik solunum
yetmezliği ve kliniği düzeldi. Halen kontrolümüz alnda
olan olgu stabil olarak takip ve tedavi edilmektedir.
Sonuç:
Wegener granülomatozisi tedavi edilmezse mortal
seyreden ve tedavisiz ortalama yaşamı 5 ay olan sistemik
bir vaskülir. Tipik klinik bulgular, akciğer radyolojisi
ve c-ANCA pozifliği hastalık hakkında şüpheler
oluşturmasına rağmen kesin tanı biyopsi örneklerinin
incelenmesi ile konur. Alveolar hemorajiye bağlı ARDS
gelişen olgularda, ayırıcı tanıda vaskülitler başlığı alnda
wegener granülomatozisin akılda tutulması gerekir.
72
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
e-PS071
e-PS072
NEFROTİK SENDROM İLE İLİŞKİLİ BİR MASİF PULMONER
EMBOLİ OLGUSU
SARKOİDOZ VE PULMONER TROMBOEMBOLİ(1 OLGU
SUNUMU)
DURSUN TATAR , PINAR ÇİMEN , ÖZLEM ERTAN
EDİPOĞLU , AYLİN TURGUT , EMEL PALA ÖZDEN
ESİN YENTÜRK , DİLEK KANMAZ , DERYA YENİBERTİZ ,
ESİN TUNCAY , FİRDEVS ATABEY , BARIŞ YILMAZ , ELİF
TURAL
İZMİR DR. SUAT SEREN GÖĞÜS HASTALIKLARI VE
CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
Amaç:
YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ
EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
Amaç:
Nefrok sendrom, pulmoner embolinin nadir nedenleri
içinde yer almakla birlikte, pulmoner emboli nefrok
sendromlu olguların yaklaşık %10’unda gelişmektedir.
Bir masif pulmoner emboli olgusu, nefrok sendrom
zemininde gelişmesi, trombolik ve ankoagülan
tedaviyle kısa sürede sağlığına kavuşması nedeniyle
sunuldu.
Gereç ve Yöntem:
İki ay önce nefrok sendrom tanısı alan 24 yaşında
erkek olgu, hipotansif şok ve solunum yetmezliği tablosu
ile başvurduğu hastanede yapılan ekokardiyografide
pulmoner hipertansiyon ve sağ yapılarda dilatasyon
saptanması üzerine pulmoner emboli ön tanısı ile
hastanemize sevk edidi.
Sarkoidoz nonkazeifiye granülamatöz ilhap ile
karakterize,sebebi
bilinmeyen,mulsistemik
bir
hastalıkr.Sıklıkla akciğerleri ve mediasten içi lenf
nodlarını etkileyen bir hastalık olmakla beraber bir
çok organı etkileyebilmektedir.Sarkoidozun pulmoner
emboli ile arasında tespit edilmiş bir ilişki yoktur.Ancak
literatürün bildirdiği her 2 hastalığın bir arada olduğu
olgular vardır
Gereç ve Yöntem:
Biz bu makalede supraklavikuler lenfadenopa eksizyonu
ile sarkoidoz tanısı koyulmuş 36 yaşında bir erkek hastayı
sunduk.
Bulgular:
Bulgular:
Göğüs ağrısı, dispne ve hemopzi yakınmaları olan,
venlasyon-perfüzyon singrafisinde bilateral yaygın
mismatch defektler saptanan olgu, masif pulmoner
emboli tanısıyla yoğun bakım servisine interne edildi.
Trombolik (Alteplase) ve unfraksiyone heparin tedavisi
ile kliniği kısa sürede düzelen olgu idame warfarin
tedavisi ile eksterne edildi.
Sonuç:
Hastanın toraks tomografisinde mulple mediasnal
lenfadenopa mevcuu.Hastanın tüm bulgularına göre
günde 40 mg prednol tedavisi başlandı ve tedavinin ikinci
haasında hasta acil polkliniğimize masif pulmoner emboli
kliniği ile başvurdu.Çekilen pulmoner BT anjiografisinde
her iki ana pulmoner arterde tromboemboli tespit ek.
Sonuç:
Bu vaka sarkoidoz ile beraber pulmoner embolinin
birlikte görüldüğü apik nadir bir olgudur.
Nefrok sendromlu olgularda tromboza eğilim ar
ğı için
pulmoner emboli gelişme riski yüksekr. Bu olgularda
uyumlu semptomların varlığında, pulmoner emboli
mutlaka göz önünde bulundurulmalıdır.
73
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
PS001
PS002
MYASTHENİA GRAVİS VE YAŞAM KALİTESİ
EFFICIENCY OF MEDICAL REHABILITATION PROGRAM
IN CYSTIC FIBROSIS
RABİA ENGİN ÜNVER 1, ESEN KIYAN 1, GÖKŞEN KURAN 1,
HALİM İŞSEVER 2, FEZA DEYMEER 3
İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI A.D.
İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ HALK SAĞLIĞI A.D.
3
İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ NÖROLOJİ A.D.
HALİNA BARADZİNA , NATALİA MANOVİTSKAYA
1
2
Amaç:
Myasthenia
Gravis’te
değerlendirmek.
(MG)
yaşam
kalitesini
Gereç ve Yöntem:
Ellidört stabil, generalize MG hastası prospekf olarak
yaşam kalitesi açısından SF-36 ile değerlendirildi.
Hastaların demografik özelliklerinin yanı sıra ankor
durumu, solunum semptomları, ek hastalıkları ve ilaç
kullanımı sorgulandı. Hastalık ciddiye için MG’ye spesifik
skorlama yöntemleri kullanıldı (QMG: quantave MG
scale ve MGFA: MG foundaon of America classificaon).
Olguların spirometrik ölçümleri yapıldı. Ek olarak
anksiyete-depresyon değerlendirildi (HAD: hastane
anksiyete depresyon ölçeği).
Bulgular:
Hastaların 37’si kadın, 17’si erkek. Ortalama yaş
48±14,9 yıl, BMI 28,4 ±5,44, hastalık süresi 11±7,74
yıldı. Hastaların hepsi MGFA grup II idi. Yirmidört
hasta seropozif, 17 hasta an-MuSK pozif, 13 hasta
seronegai. Tüm SF-36 alt grupları ortalama puanları
azalmış (47:rol güçlüğü fiziksel ile 70:sosyal fonksiyon
arasında). Hastaların %40’ında anksiyete ve/veya
depresyon vardı. Sf-36 alt grupları ile BMI, solunum
semptomları, ek hastalık, QMG-göz, QMG-ekstremite,
saturasyon parametreleri arasında; anksiyet-depresyon
ile solunum semptomları arasında korelasyon saptandı.
INSTİTUTE OF PULMONOLOGY AND PHTHİSİOLOGY
Aim:
All paents with cysc fibrosis (CF) need to be included
into pulmonary rehabilitaon for the all life period.
Thanks to improvement of CF treatment in Belarus the
quanty of adult paents consists about 20% of all CF
paents. An appropriate protocol for adults needs to
be determined. Aim: to elaborate muldisciplinary
individualized rehabilitaon program in adult CF paents
and evaluate its clinical efficiency.
Method:
23 adult paents with CF were included in our study
(m/f–10/13, 9 paents have severe, 10- moderate and
4- mild disease. 16 paents were diagnosed in 0-12
years, 7 – in 15-28 years. All paents were involved in
newly developed 4 week individualized muldisciplinary
rehabilitaon program, with included acve and
passive kinesitherapy, exercise training, respiratory
physiotherapeuc procedures (including PEP), special
diet, educaon and psychological help. Medical
rehabilitaon has been conducted in combinaon with
corresponding basic therapy. All paents were examined
before and aer course of rehabilitaon with lung
funcon tests, chest x-ray, electrocardiography, body
mass index, 6 minute walking test (6MWT), laboratory
tests and quality of life (QL) by WHO quesonnaire.
We used the data of previous examinaons during
the regularly hospital check-ups of our CF paents as
control.
Results:
Sonuç:
SF-36 alt grup puanları tüm hastalarda azalmakla birlikte
hastalık şidde ile yaşam kalitesi arasında kuvvetli ilişki
saptanmadı. Stabil-hafif evre MG hastalarında anksiyete
ve/veya depresyonun sık görüldüğü dikka çek.
Aer rehabilitaon clinical improvement was more
significant. Aer 4 weeks there was significant difference
between the groups (p<0.05) in clinical feature (increasing
mucus clearances and speed of symptoms reducing),
6MWT, (FVC, FEV 75 and FEV1), nutrional parameters,
me to clinical worsing and health-depended QL.
Conclusion:
Pulmonary rehabilitaon has posive impact on health
status and QL in CF.
74
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
PS003
PS004
KALP YETMEZLİĞİ HASTALARINDA ÜST EKSTREMİTE KAS
KISALIKLARI VE POSTÜRÜN SOLUNUM FONKSİYONLARI
VE SOLUNUM KUVVETİ İLE İLİŞKİSİ
AKCİĞER ABSELİ OLGULARIMIZIN ÖZELLİKLERİ
MERAL BOSNAK-GÜÇLÜ 1, HÜLYA ARIKAN 1, SEMA
SAVCI 1, DENİZ İNAL-İNCE 1, EROL TÜLÜMEN 2, MELDA
SAĞLAM 1, NACİYE VARDAR-YAĞLI 1, KUDRET AYTEMİR 2,
LALE TOKGÖZOĞLU 2
SEVİNÇ BİLGİN , ATEŞ BARAN , BELMA BAĞCI , MURAT
YALÇINSOY , ESEN AKKAYA
SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HAST VE GÖĞÜS CERRAHİSİ
EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
Amaç:
HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ S. B. F. FİZİK TEDAVİ VE
REHABİLİTASYON BÖLÜMÜ.
2
HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ. KARDİYOLOJİ
ANABİLİMDALI. ANKARA, TÜRKİYE
1
Amaç:
Kalp yetmezliği (KY) ileri yaşla birlikte görülen bir
hastalıkr, yaş ilerledikçe de postüral problemler ve kas
kısalıkları artar. Bu çalışmanın amacı, KY hastalarında üst
ekstremite kas kısalığı ve postüral problemlerin, solunum
fonksiyonları ve solunum kas kuvve arasındaki ilişkiyi
araşrmak.
Gereç ve Yöntem:
Otuz dört KY hastası (68.58 ± 9.84 yıl, 6 K, 28 E,
NYHA= 2.38±0.49, EF= 37±7.43) çalışmaya alındı.
Üst ekstremitede pektoral kaslar ve adduktör- inter
rotatör kaslarının kısalıkları cm cinsinden kaydedildi.
Postüral problemler postüral değerlendirme ölçeği ile
değerlendirildi. Solunum fonksiyon testleri uygulandı.
İnspiratuar ve ekspiratuar kas kuvve (MIP ve MEP
sırasıyla) ölçüldü.
Bulgular:
Postür ölçeğinin toplam puanı ile solunum fonksiyonlarının
tüm parametreleri ve ağız basınçları (MİP ve MEP)
arasında anlamlı ilişki bulundu (p<0.05). Adduktör-inter
rotatör kas kısalığı ile solunum fonksiyonları arasında
anlamlı ilişki saptandı (p<0.05).
Sonuç:
Son yıllarda pnömoni tedavisinde erken ve etkili
anbiyoklerin kullanımı ile akciğer apselerin insidansı
azalsa da, hala nadir olarak görülmektedir. Bu çalışmada,
kliniğimizde nekrozan akciğer enfeksiyonlarına bağlı,
piyojenik bakterilerle oluşan, akciğer apsesi tanısı alan
olguların etyolojik ve klinik özelliklerini değerlendirmeyi
amaçladık.
Gereç ve Yöntem:
2002–2008 yılları arasında Süreyyapaşa Hastanesi
3.kliniğinde, 11 akciğer apseli [( K/E = 2/9, yaş ortalaması:
44 ( 23-65 yıl )] olgu geriye dönük olarak incelendi.
Bulgular:
En yaygın risk faktörü pnömoni tedavisinin gecikmesi,
diyabet ve yaş ( sırasıyla: n= 4, 3, 3 ). En sık semptom
öksürük-balgam ve halsizlik ( sırasıyla: n=9, 6 ). Apselerin
radyolojik yerleşiminde fark yoktu. Bakteriyolojik
çalışmalar etkeni belirlemede yardımcı olmadı. Ayırıcı
tanı ve bakteriyolojik örnekleme amacıyla bronkoskopi
kullanıldı ( n=9 ). Tedavide, genellikle 4 haadan 4 aya
dek uzayan sürelerde, amoksisilin-sulbaktam ve/veya
clindamisin kullanıldı. Tüm olgular klinik ve laboratuar
olarak düzelirken; radyolojik olarak 5 olguda tam
düzelme, 5 olguda sekelli düzelme görüldü. 1 olguda
radyoloji aynı kaldı, cerrahi gerekren vaka olmadı.
Sonuç:
Sonuç olarak; kliniğimizde takip edilen akciğer apseli
olgularda etkeni saptamada yetersiz kalınsa da ampirik
tedavi ile başarılı sonuçlar alınmışr.
Kalp yetmezliği olan hastaların postüral problemleri
solunum fonksiyonları ve solunum kas kuvveni
etkilemektedir. Üst ekstremite kas kısalıkları solunum
fonksiyonlarını
etkilemektedir.
Kalp
yetmezliği
hastalarında postür bozuklukları ve kas kısalıklarına
yönelik egzersizlerin rehabilitasyon programında yer
alması önemlidir.
75
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
PS005
PS006
DOKTORLAR, HEMŞİRELER VE HASTALAR NEBULİZATÖR
CİHAZLARINI NE KADAR DOĞRU KULLANILIYOR? (ÖN
ÇALIŞMA)
KİSTİK FİBROZİSLİ HASTALARDA GÖĞÜS ÇEVRE
ÖLÇÜMÜNÜN SOLUNUM FONKSİYONLARI VE ÜST
EKSTREMİTE KAS KUVVETİ ARASINDAKİ İLİŞKİ
MURAT YALÇINSOY , ESEN AKKAYA , BİLGEN BEGÜM
AFŞAR , KİRAZ AYLİN TORBALI , OLGA ÇELENK , BELMA
AKBABA BAĞCI , FERHAN ÖZŞEKER
ZEYNEP ÖZAYDIN 1, SEMA SAVCİ 1, MELDA SAĞLAM 1,
DENİZ İNAL-İNCE 1, MERAL BOŞNAK-GÜÇLÜ 1, NACİYE
VARDAR-YAĞLI 1, HÜLYA ARIKAN 1, EBRU YALÇIN 2
T.C.S.B. İSTANBUL SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI
VE CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ SAĞLIK BİLİMLERİ FAKÜLTESİ
FİZİK TEDAVİ VE REHABİLİTASYON BÖLÜMÜ
2
HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ İHSAN
DOĞRAMACI ÇOCUK HASTANESİ ÇOCUK GÖĞÜS
HASTALIKLARI BÖLÜMÜ
Amaç:
Obstrükf akciğer hastalıklarının tedavisinde sıkça
kullanılan nebulizatörlerin, yanlış uygulandığını bildiren
çalışmalar vardır. Bu nedenle sağlık personeli ve
hastaların eğilmesi önem kazanmaktadır. Merkezimizde
de bu amaçla asistan doktor (Dr), hemşire (Hem) ve
halen hastanede yatan ve evinde nebulizatör kullanan
hastaların (Has) ‘nebulizatör ile ilaç uygulaması’
konusundaki bilgi ve beceri düzeyleri, hazırlanan anket
formu ile araşrıldı.
1
Amaç:
Göğüs çevre ölçümü akciğer ekspansiyonunu
değerlendirmek için üç torakal seviyeden yapılan
bir yöntemdir. Bu çalışmada klinik olarak stabil kisk
fibrozisli (KF) hastalarda göğüs çevre ölçümü ile solunum
fonksiyonları ve üst ekstremite kas kuvve arasındaki
ilişkinin araşrılması amaçlandı.
Gereç ve Yöntem:
Gereç ve Yöntem:
Çalışmaya 28 asistan Dr, 51 Hem, 29 Has kaldı. Bu
gruplar için ankeeki toplam soru adedi; sırasıyla 36,
16, 20 idi. Sorular, demografik özelliklerin yanı sıra
(D), nebulizatörler hakkında bilgi (Bi) ve nebulizatör
kullanım becerilerini (Be) değerlendiren alt gruplardan
oluşuyordu. Bilgi ve beceri ile ilgili sonuçlar; % bilgi skoru
(% BiS), % beceri skoru (%BeS) olarak hesaplandı.
Yaşları 7-21 yıl olan 28 (18 erkek, 10 kız) KF’li hasta
çalışmaya alındı. Olguların demografik ve fiziksel özellikleri
kaydedildi. Olgulara spirometrik ölçüm yapılarak
solunum fonksiyon tes parametreleri belirlendi.
Göğüs çevre ölçümleri aksillar, epigastrik ve subkostal
bölgeden mezura ile ölçüldü. Üst ekstremite periferik
kas kuvve (boyun fleksörleri, omuz fleksörleri, dirsek
fleksörleri ve el kavrama kuvve) dijital dinamometre ile
değerlendirildi.
Bulgular:
Doktorlar en çok tek kullanımlık, oksijene bağımlı
nebulizatörleri tercih ediyorlardı (16/ 28) ve bu yolla
en çok bronkodilatatörleri kullanıyorlardı (23/28). 4/28
Dr hastaya vereceği nebulizatör pini kendisi seçiyor,
13/28 Dr hastalara reçete ekleri cihazları kendileri tarif
ediyordu. Neb. temizliği konusunda hemşirelerin bilgileri
daha iyi idi ( Dr: %25, Hem:%42). Hastaların % 65.5 ’i
temizlikte musluk suyu kullanıyordu. Dr, Hem ve Has. da;
ort. % BeS sırasıyla; 53.17 %, % 53.21, % 52.58, ort. % BiS
sırasıyla; 38.67 %, % 38.82, % 42.41 idi.
Sonuç:
Bu sonuçlar merkezimizde; sağlık personelinin inhalasyon
yolu ile ilaç kullanımı ve nebulizatörler konusunda
bilgilerinin yetersiz olduğunu göstermektedir. Bir ön
çalışmaya ait olan bu sonuçların eğim sonrası düzeleceği
kanısındayız.
Bulgular:
Olguların FEV1 ortalaması % 85.80±23.44’di. Aksillar
bölge göğüs çevre ölçümü değeri, solunum fonksiyon
tes parametrelerinden FVC (r=0.61), FEV1 (r=0.66), PEF
(r=0.63), FEF25-75% (r=0.58), boyun fleksiyon (r=0.46),
dirsek fleksiyon (r=0.51) ve el kavrama kuvve (r=0.56)
ile arasında istasksel olarak anlamlı bir ilişki olduğu
saptandı (p<0.05). Epigastrik bölge göğüs çevre ölçümü
değeri ile FVC (r=0.59), FEV1 (r=0.58), PEF (r=0.57),
FEF25-75% (r=0.48), boyun fleksiyon (r=0.42), dirsek
fleksiyon (r=0.45) ve el kavrama kuvve (r=0.47) arasında
istasksel olarak anlamlı bir ilişki olduğu bulundu
(p<0.05). Subkostal bölge göğüs çevre ölçümü değeri
ile FEV1 (r=0.39), PEF (r=0.38) ve FEF25-75% (r=0.39)
arasında istasksel olarak anlamlı ilişki olduğu bulundu
(p<0.05).
Sonuç:
Toraksın üst bölgelerinden yapılan göğüs çevre ölçümü,
solunum fonksiyonları ve üst ekstremite kas kuvve
ile önemli ölçüde ilişkilidir. Akciğer ekspansiyonun
gelişrilmesinde üst ekstremite kas kuvvetlendirme
egzersizlerinden yararlanılmalıdır.
76
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
PS007
PS008
KOAH ATAĞI İLE BAŞVURAN HASTALARDA YÜKSEK
FREKANSLI GÖĞÜS DUVARI TİTREŞİMİ TEDAVİSİNİN
MEDİKAL TEDAVİYE KATKISININ DEĞERLENDİRİLMESİÖN SONUÇLAR
YOĞUN BAKIM DIŞINDA GELİŞEN HASTANE KÖKENLİ
PNÖMONİLERDE ETKEN TESPİTİNİN TEDAVİ BAŞARISINA
ETKİSİ
TUĞBA GÖKTALAY , SELİM ERKAN AKDEMİR , AYŞIN
ŞAKAR COŞKUN , AYLİN ÖZGEN ALPAYDIN , PINAR ÇELİK
, ARZU YORGANCIOĞLU
EBRU ÇAKIR EDİS 1, OSMAN NURİ HATİPOĞLU 1, İLKER
YILMAM 1, ALPER EKER 2, ÖZLEM TANSEL 2, NECDET SÜT
3
TÜTF GÖĞÜS HASTALIKLARI
TÜTF İNFEKSİYON VE KLİNİK MİKROBİYOLOJİ
3
TÜTF BİOİSTATİSTİK
1
CELAL BAYAR ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ANABİLİM DALI
2
Amaç:
Amaç:
Yüksek frekanslı göğüs duvarı treşimi, solunum
yolu sekresyonlarının alımını kolaylaşrmak amacı
ile kullanılan yeni bir yaklaşımdır. Yüksek frekanslı
göğüs duvarı treşimi uygulayan Vest TM cihazı 1988
yılında bronşiyal sekresyonların temizlenmesi, 2000
yılında balgam indüksiyonu için FDA onayı almışr ve
yurtdışında kullanılmakla birlikte ülkemizde henüz
kullanılmamaktadır. Bu araşrmada ülkemizde ilk kez
KOAH ataklarında klasik tedaviye ek olarak VestTM
cihazının tedaviye katkısını araşrmayı amaçladık.
Hastane kökenli pnömonilerde (HKP) etken tespinin
tedavi başarısına katkısıyla ilgili çalışmalar oldukça
nadirdir. Bu çalışmada hastanemizde yoğun bakım
dışında gelişen HKP’li olgularda etken tespit edilip
edilememesinin, etkenin erken veya geç tespit
edilmesinin, tedavinin ampirik veya spesifik olmasının
tedavi başarısına olan etkilerini saptamayı amaçladık.
Gereç ve Yöntem:
GOLD kriterlerine göre evre 3-4 KOAH tanısı almış ve
atakta olan 50 hastanın araşrmaya alınması planlandı.
Olguların fizik bakı, akciğer radyogramı, balgam direkt
bakısı yapıldıktan sonra, Grup I standart tedavi alan
kontrol grubu, Grup II standart tedavi + VestTM cihazı
uygulanan (günde 3 kez 20 dk süreyle, 5 gün süresince)
grup olarak randomize edildi. Hastaların bazal 0, 3. ve
5. günlerde BODE indeksi, arter kan gazı, yaşam kalitesi
ile değerlendirilmesi ve hastanede yaş sürelerinin
kaydedilmesi planlandı.
Bulgular:
8 hastanın 4’üne VestTM cihazı uygulandı. Tüm
hastalarda 6 Dakika Yürüme Tes, arter kan gazı ve FEV1
değerlerinde 5. günün sonunda iyileşme saptandı. Grup
I hastalarda ,FEV1%, MMRC dispne skalası, 6 Dakika
Yürüme Tes ve oksijen saturasyonunda 0. güne göre
(sırası ile %22.25±8.66, 3.50 ± 1.00, 123 ± 111.88m,
%82.75 ± 2.06) 5. günde (sırası ile %29.75 ± 6.95, 3.00 ±
0.00, 357.5 ± 167.81m, %90 ± 4.24) arş gözlendi. Benzer
şekilde Grup II hastalarda da 0. güne (sırası ile %34.25 ±
13.65, 3.75 ± 0.50, 117.50 ± 103.08m, 86.5 ± 4.36) göre
5. günde (sırası ile %40.25 ± 18.39, 3.50 ± 0.58, 227.50 ±
108.74m, %91.75 ± 3.40) arş izlendi.
Sonuç:
Olgu sayısının henüz az olması nedeniyle, ülkemizde
KOAH olgularında ilk kez uygulanan bu yöntem için
istasksel değerlendirmenin kongrede sunulması
planlanmışr.
Gereç ve Yöntem:
Mart 2005- Şubat 2006 tarihleri arasında yoğun bakım
dışında HKP gelişen ardışık 97’si erkek 154 erişkin hasta
prospekf olarak çalışmaya alındı. Tüm hastalar 3. günde,
tedavi sonunda ve 6. haada (takip sonu) tedavi başarısı
açısından göğüs hastalıkları, infeksiyon hastalıkları ve
hastadan sorumlu klinisyenden oluşan bir ekip tarandan
değerlendirildi. Etken tespinin, etken tespit zamanının,
tedavinin spesifik veya ampirik olmasının klinik başarı
oranları ile ilişkisi X2 yöntemiyle karşılaşrıldı.
Bulgular:
En sık izole edilen etkenler Acinetobacter spp. ve
Pseudomonas spp.idi. Tedavi sonu klinik başarı oranı
%57.8 (n=89) iken bu oran takip sonunda %49’a (n=76)
geriledi. Başlangıçta spesifik tedavi verilen 18 hastada
klinik başarı ampirik tedavi başlanılan 136 hastaya göre
daha yüksek olmasına rağmen istasksel olarak anlamlı
değildi. Tedavinin herhangi bir döneminde spesifik tedavi
alan grup (n=54) ile almayan grup (n=100) arasında tedavi
başarısı açısından anlamlı bir fark yoktu . Çalışmanın en
dikkat çekici sonucu ise etkenin tespit edilemediği grupta
(n=66) tespit edilen gruba göre (n=88) tedavi başarısının
anlamlı biçimde yüksek bulunmasıydı (p=0.022).
Sonuç:
Acinetobacter spp.ve P. aeruginosa gibi çok ilaca direnç
potansiyeli taşıyan ve hızlı direnç gelişrebilme özelliğine
sahip mikroorganizmalarla oluşan HKP’lerde spesifik
tedavi verilse dahi klinik başarı oranı düşüktür. Bu sonuç
bu p özelliklere sahip mikroorganizmalarla oluşacak
enfeksiyonları önlemenin tedaviden daha önemli
olduğuna işaret etmektedir.
77
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
PS009
PS010
AKCİĞER TÜBERKÜLOZU VE PNÖMONİNİN AYIRICI
TANISINDA CRP’NİN ROLÜ
ANALYSIS OF ANTIBIOTIC USE EXPEDIENCY FOR
RESPIRATORY TRACT INFECTION
FÜSUN ŞAHİN , MESUT BAYRAKTAROĞLU , DİDEM
GÖRGÜN , PINAR YILDIZ
HANNA DEMCHUK
YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ
EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
VİNNYTSYA NATİONAL MEDİCAL UNİVERSİTY
Aim:
Amaç:
Klinisyenler çoğu zaman üst lob yerleşimli lezyonlarda
akciğer tüberkülozu ve pnömoni açısından ayırıcı
tanı sıkınsıyla karşılaşmaktadır. Amacımız CRP’nin,
pnömoninin tüberkülozdan ayırımındaki yararını
belirlemekr.
Gereç ve Yöntem:
Çalışmamıza prospekf olarak 48 akciğer tüberkülozlu
(Grup1: 12 kadın, 36 erkek, yaş ortalaması 34 ± 13 yıl) ve
32 pnömonili (Grup 2: 13 kadın,19 erkek, yaş ortalaması
41 ± 18 yıl) olgu alınmış ve serum CRP değerleri
karşılaşrılmışr.
Bulgular:
Serum CRP, pnömonili olgularda tüberküloz ile
karşılaşrıldığında anlamlı olarak daha yüksek bulunmuş
(p<0.001), 2.38 mg/dl cut-off değeri için %100 sensivite
ve %44 spesifite sağladığı görülmüştür. Pnömonili
olguların CRP düzeyleri tüberküloza göre anlamlı olarak
yüksek bulunmuş; akciğer tüberkülozundaki ortalama
değeri 5,88 ± 5,89 mg/dl, 0.10-19.31 mg/dl; pnömonideki
ortalama değeri ise 12.32 ± 6.35, 2.5-26.8 mg/dl.
olarak saptanmışr. CRP’nin 5 mg/dl cut-off değeri için
sensivite %56, spesifite %87, pozif tahmin değeri %85,
negaf tahmin değeri % 57, doğruluk oranı % 69 olarak
bulunmuştur. Tüberküloz olgularında radyolojik evreler
ile CRP değerleri karşılaşrılmışr. CRP seviyeleri evre 1
için 1.5 ± 1.28, evre 2 için 6.8 ± 6.1, evre 3 için 8.2 ± 6.4
olarak ölçülmüş; radyolojik evre ar
kça CRP değerlerinde
istasksel olarak artma olduğu görülmüştür (p=0.02).
Sonuç:
İnflamatuvar
belirteç
olarak
serum
CRP
konsantrasyonunun ölçülmesinin akciğer tüberkülozu ile
pnömoninin ayırıcı tanısında yararlı olabileceği sonucuna
varılmışr.
78
Lower respiratory tract infecons (LRTI) are one of the
main causes for anbiocs (A) use. Analysis of A use at
the some region assesses expediency of its prescripon
and allows indirectly desning about probability of
resistance of spread pathogens. In Ukraine everyone
can buy any A without doctor’s prescripon. This
creates condions for difficulty predicted A resistance.
It may be dangerous for Ukraine and European Union
where more than 10 million Ukrainian live and work. To
evaluate expediency of A using in Vinnytsya we calculate
DDD/1000 for main groups of A.
Method:
We collected data about A prescripon, selling and
consumpon for treatment LRTI at out- and in-paents.
Results:
The most used group was penicillins – 429,28DDD
(leader- amoxicillin 286,69DDD). It is posive indicaon
because the A are recommended as first line for spread
LRTI. The second place was at fluoroquinolones –
309,71DDD. Norfloxacin was leading (103,11 DDD).
It is serious mistake. The A isn’t acve against LRTI
pathogens. Its use promotes failure of therapy and
developing resistance to fluoroquinolones. High level of
sulphonilamides consumpon (209,63 DDD), is explained
by popularity among people and low awareness about
high sulphonilamides resistance in Ukraine. Macrolides
consumpon was 196,72 DDD. It reveals unwarrantable
low level of prescribing this A for LRTI therapy. Among
cephalosporins which using was 155,49 DDD leading
became ceriaxon 77,18 DDD. It can be explained by
high efficacy and comfort of use for out-paents.
Conclusion:
Consumpon of A in Vinnytsya is erroneous. Established
preferences may cause high possibility of developing
resistance to fluoroquinolones. Sulphonilamide use
results in spreading resistant pathogens.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
PS011
PS012
BİR ASKERİ BİRLİKTE CHLAMYDİAE PNEUMONİAE
PNÖMONİSİ SALGINI: LOBER VE SEGMENTER
TUTULUMUN DAĞILIMI
SHORT-TERM EFFECTS OF TWO-COLORED MAGNETICLASER THERAPY IN ADULT CYSTIC FIBROSIS PATIENTS
HALİNA BARADZİNA , NATALİA MANOVİTSKAYA
DİLAVER TAŞ 1, HALDUN ŞEVKETBEYOĞLU 2, ALİ
ACAR 1, ERDOĞAN KUNTER 1, OĞUZHAN OKUTAN 1,
AHMET FAKİH AYDIN 2, MUSTAFA TÜRKMEN 2, ZAFER
KARTALOĞLU 1
1
2
GATA HAYDARPAŞA EĞİTİM HASTANESİ
İZMİR ASKER HASTANESİ
Amaç:
Bu çalışmada, 2006 yılında bir askeri birlikte görülen
C. pneumoniae’ye bağlı pnömoni salgınında hastalar;
klinik, radyolojik, mikrobiyolojik ve biokimyasal olarak
incelendi.
Gereç ve Yöntem:
Chlamydia pneumoniae pnömonisine bağlı infiltrasyonun
lober ve segmenter dağılımı yüksek çözünürlüklü
bilgisayarlı tomografi (YÇBT) ile araşrıldı.
Bulgular:
Salgında yaklaşık 4000 kişilik popülasyondan 90 kişi
(%2,25) etkilenmişr. Klinik ve serolojik olarak kesin tanı
konulan olguların tamamı erkek (%100), yaş ortalaması
20,5 ± 1,22) olarak saptanmışr. Hastaların hiçbirinde
ala yatan bir komorbidite mevcut değildi. Mikrobiyolojik
tanı ELISA ile serumda spesifik ankorların tespi ile
konulmuştur. Radyolojik olarak %53.5 sağ akciğer,
%46.5 sol akciğer tutulumu izlendi. En sık sol alt lob
(%34.4), sağ alt lob (%26.0) ve orta lob (%25.6) tutulumu
saptandı. En sık tutulum gösteren segmentler ise sol
alt lob antero-medial segment (%16.7), orta lob medial
segment (%14.9), orta lob lateral segment (%10.7) ve
sol üst lob lingula inferior segment (%10.7) idi. YÇBT
incelemesi ile hiçbir hastada sağ üst lob apikal ve sol üst
lob apikoposterior segmentlerde tutulum saptanmadı.
Sonuç:
C. pneumoniae pnömonisinin sıklıkla alt lobları
tuuğu gözlenmekle birlikte; segment bazında
değerlendirildiğinde orta lob segmentlerinde tutulum,
alt lob segmentlerine göre daha fazla bulundu. Toplu
yaşanılan yerlerde solunum ve damlacık yolu ile bulaşan
enfeksiyonların sürveyansı dikkatli bir şekilde yapılmalı,
beklenenden fazla sayıda olguda bu tür enfeksiyonların
ortaya çıkğı fark edildiğinde en kısa sürede sürveyans
ekibi oluşturularak salgın açısından araşrılmalıdır.
INSTİTUTE OF PULMONOLOGY AND PHTHİSİOLOGY
Aim:
Standard physiotherapeuc procedures tradionally
don’t indicated to the paents with cysc fibrosis
(CF) due to thermal effects and the risk of pulmonary
fibrosis. Magnec-laser therapy (MLT) is postulated to
provide an-inflammatory effects and ability to impact
homeostasis recovery. Aim: to evaluate the clinical
benefits of two-colored MLT in CF treatment.
Method:
Adult CF paents with exacerbaon of respiratory
symptoms were included in our study (mean age
20.79±1.6). I group (10 paents) received standard basic
therapy, kinesitherapy and addionally MLT. II group
(18 paents) received only standard therapy. The local
MLT was carried out with the laser unit “Sens 815” by
consecuvely influencing 11 points on torax with blue
and infra-red radiaon of 10 procedures total course.
Results:
No adverse effects related to treatment were noted. The
symptoms of CF in the I-st group reduced quicker than
in the II group (intoxicaon syndrome - in 9.6±0.7 vs.
14.5±0.9 days; weakness - in 8.6±1.1 vs. 13.9±0.8 days,
mucus clearance-in 11.5±0.9 vs. 19.8±1.2 days). Aer 30
days improvement of radiological picture was registered
in 80% paents of the I group and in 66.6%-in II group.
Clinical improvement in the I group was accompanied by
a more pronounced posive dynamics of the laboratory
and funconal tests. Mean FEV1 improved following
treatment to 37.7% of predicted from 28.1%, p<0.05.
The distance in 6 minute walking test rose to 24.5% of
predicted from 15.2%, p<0.05. Mean period of remission
was 5.1 months in I gr. and 3.3 in II gr.
Conclusion:
Two-colored MLT is well-tolerated method and should be
considered for CF exacerbaon treatment in combinaon
with corresponding basic therapy.
79
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
PS013
PS014
CANDİDA PNÖMONİSİ OLGULARIMIZ
THE ANALYSIS OF RESPIRATORY MANIFESTATION
ASSOCIATED WITH HIV/AIDS- IN CHILDREN IN THE
PERIOD 1995-2007
M. SEZAİ TAŞBAKAN 1, YELDA ÇEVİKER 1, DİLEK
METİN 2, HÜSNÜ PULLUKÇU 3, ŞENAY ÇİTİM 1, PINAR
TAŞKIRANLAR 1, ÖZEN KAÇMAZ BAŞOĞLU 1, SÜLEYHA
HİLMİOĞLU 2, FEZA BACAKOĞLU 1
EGE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI
EGE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ MİKROBİYOLOJİ VE
KLİNİK MİKROBİYOLOJİ
3
EGE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ 3İNFEKSİYON
HASTALIKLARI VE KLİNİK MİKROBİYOLOJİ ANABİLİM
DALLARI
1
GHEORGHE MURGOCİ 1, RODİCA MURGOCİ 2,
CONSTANTİN MARİCA 1, MARİANA MARDARASCU
3
, HENRİETTE STAVRİ 4, EMİLİA CRİSAN 1, MİHAELA
TANASESCU 1, NİCOLAE GALİE 1,
2
Amaç:
Candida pnömonisi, akciğerin nadir enfeksiyonlarından
biridir. Bağışıklığın baskılanması, diyabet, alkolizm, uzun
süreli korkosteroid ve anbiyok kullanımı başlıca risk
faktörleridir. Bu çalışmada; Candida pnömonisi tanısı
konulan olguların tanı ve tedavi sonuçlarının gözden
geçirilmesi amaçlanmışr.
Gereç ve Yöntem:
Çalışmaya; son 2 yılda Göğüs Hastalıkları kliniğinde yatan,
aynı ya da farklı zamanlarda alınan en az 2 farklı solunum
örneğinde “candida spp” üremesi olan olgular alınmışr.
Olguların demografik özellikleri, fungal enfeksiyon
için risk faktörleri ile bu enfeksiyonun prognoza etkisi
değerlendirilmişr.
Bulgular:
Çalışmaya alınan 47 olgunun (yaş ort. 67.6±14.6, 33’ü
erkek, APACHE II ort. 16.3±8.0); başvuru anında 29’unda
(%61.7) pnömoni tanısı olduğu görülmüştür. Candida
pnömonisi; ortalama 5.6±8.6 günde gelişmiş, radyolojik
olarak 43 olguda (%91.5) konsolidasyon, 30 olguda
(%63.8) mul-zon tutuluşu saptanmışr. En sık (%68.1)
izole edilen etken C. albicans, en sık (%42.6) üreme
yeri bronkoskopik aspirasyon örneği olmuştur. Klinik
değerlendirmede; 1 olgu kesin, 17 olgu yüksek olasılıklı,
29 olgu olası candida pnömonisi tanısı almışr. Olguların
25’ine (%53.2) anfungal tedavi (11 olguda flukonazol)
uygulanmışr. Ortalamada 22.3±16.2 gün hastanede
izlenen olguların 26’sında (%55.3) mortalite gözlenmişr.
Mul-zon tutulumu bulunan ve C. tropicalis‘in etken
olduğu olgularda, mortalitenın daha yüksek (sırasıyla
p=0.037 ve p=0.019) olduğu saptanmışr.
Sonuç:
Nadir görülen ancak mortalitesi yüksek olan Candida
pnömonisi tanısını koymak için, balgamda Candida
türlerinin izole edilmesi tek başına tanı yeterli değildir.
Erken tanı ve tedavi için, risk alnda olan olgularda
bronkoskopi gibi invaziv tanısal girişimler göz önünde
bulundurulmalıdır.
80
NATİONAL INSTİTUTE OF PNEUMOLOGY MARİUS
NASTA BUCHAREST
1
EPİDEMİOLOGY, UNİV. OF MEDİCİNE AND PHARMACY
CAROL DAVİLA, BUCHAREST
2
INST.OF INFECTİOUS DİSEASE „MATEİ BALS”,
BUCHAREST
3
PROF. DR. I.CANTACUZİNO” NATİONAL REASEARCH
INST.FOR MİCROBİOLOGY AND IMMUNOLOGY
4
Aim:
Analysis of respiratory manifestaon associated with
HIV/AIDS- in children admied to a pulmonary disease
referral center in the period 1995-2007
Method:
In the period of 1995-2007, all proved HIV posivchildren who were admied to a pulmonary disease
referral center, were included sputum, BAL and blood
and examined for BK, bacterial, PCP, fungus, viral and
parasites
Results:
Results- 775 childreen were included: Average – 12,5
years, sex: males- 42,10%, females-57,7- 76,6% TB
was with pulmonar forms in 78,3% of cases and extra
pulmonary in 11,3%, followed by bacterial empyeme
with gram negave germs (18,1%) and PCP (5,3%).but
were concomitant in 11,57%; MDR-TB were diagnosed
of 14,87%. Chemorestance forms: primary 16,9%,
secondary 83,1%; 67% of children were treated by
HAART - 95%. Other oportunisc infecons where: oral
candidiasis 57%; toxoplasma encephalites 13,4%; CMV
renis 8,3%; CMV pneumonis 3,3%. Associated clinical
symptomes: fever, weight loss, cough- 100%- hemoptysia
53%, throat pain 63%, sputum producon 26%, dispnoea
17,5%. Radiological abnormalies parenchymalinfiltraon 26,4%, cavitary lesions 32%, hylar opacies
11,3%, miliary 7,5%, bronchopneumonic opacies 7,5%-,
lymphoid intesal pneumonis-10,3, pleural effusions
3,5%, pneumothorax 1,5%. Decrease CD4 value: <200
cells/ mm3- 32% ; <100 cells/ mm3 - 58,49% ; < 50 cells/
mm3 -9,43%. HIV- infecon was diagnosed for the first
me in hospital in 91,8%. Mortality rate was 22,5%.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
Conclusion:
Sonuç:
TB is the common lower respiratory tract infecon
among HIV/SIDA- children.
Aspergillus türlerine bağlı akciğer enfeksiyonları,
bağışıklığı baskılanmamış olgularda da gelişebilmektedir.
Mortalitesi yüksek olan bu enfeksiyonun erken tanı
ve tedavisi için, riskli hasta gruplarında bronkoskopik
inceleme yol gösterici olacakr.
PS015
ASPERGİLLUS PNÖMONİSİ OLGULARIMIZ
M. SEZAİ TAŞBAKAN 1, YELDA ÇEVİKER 1, DİLEK
METİN 2, HÜSNÜ PULLUKÇU 3, ŞENAY ÇİTİM 1, PINAR
TAŞKIRANLAR 1, ÖZEN KAÇMAZ BAŞOĞLU 1, SÜLEYHA
HİLMİOĞLU 2, FEZA BACAKOĞLU 1
PS016
İZMİR İLİ DİSPANSERLERİNDE 2006–2007 YILLARINDA
TEDAVİ GÖREN 0-15 YAŞ GRUBU HASTALARIN
DEĞERLENDİRİLMESİ
EGE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI
EGE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ MİKROBİYOLOJİ VE
KLİNİK MİKROBİYOLOJİ
3
EGE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ İNFEKSİYON
HASTALIKLARI VE KLİNİK MİKROBİYOLOJİ ANABİLİM
DALLARI
İZMİR DR. SUAT SEREN GÖĞÜS HAST. VE CERRAHİSİ EA
HASTANESİ
2
İZMİR İL SAĞLIK MÜDÜRLÜĞÜ
Amaç:
Amaç:
Aspergillus türleri, farklı akciğer hastalıklarına neden
olabilmektedir. Bağışıklığın baskılanması, diyabet,
alkolizm, kronik karaciğer hastalığı ve korkosteroid
kullanımı, invaziv pulmoner aspergillozis için başlıca risk
faktörleridir. Bu çalışmada; Aspergillus pnömonisi tanısı
konulan olguların tanı ve tedavi sonuçlarının gözden
geçirilmesi amaçlanmışr.
Bu çalışmada amaç, İzmir ilinde 2006 ve 2007 yıllarında
tedavi uygulanmış çocukluk çağı (0-15 yaş) tüberküloz
hastalarının tanı yaklaşımlarını ve tedavi sonuçlarını
incelemekr.
1
2
Gereç ve Yöntem:
Çalışmaya; son 2 yılda Göğüs Hastalıkları kliniğinde yatan
ve en az 1 solunum örneğinde “aspergillus spp.” üremesi
olan olgular alınmışr. Olguların demografik özellikleri,
fungal enfeksiyon için risk faktörleri ile bu enfeksiyonun
prognoza etkisi değerlendirilmişr.
Bulgular:
Çalışmaya alınan 17 olgunun (yaş ort. 62.0±21.6, 10’u
erkek, APACHE II ort. 15.2±10.4); 10’unun (%58.8) bir
sağlık ünitesinden kliniğimize geldiği, 8 olguda (%47.1)
bağışıklığın baskılanmış olduğu görülmüştür. Aspergillus
pnömonisi; ortalama 4.8±5.5. günde gelişmiş, radyolojik
olarak 16 olguda (%94.1) konsolidasyon, 12 olguda
(%70.6) mul-zon tutuluşu saptanmışr. En sık (%58.8)
izole edilen etken A. fumigatus, en sık (%47.1) üreme
yeri bronkoskopik aspirasyon örneği olmuştur. Klinik
değerlendirmede; 10 olgu yüksek olasılıklı, 7 olgu olası
Aspergillus pnömonisi tanısı almışr. Olguların 8’ine
(%47.1) anfungal tedavi (3’er olguda vorikonazol ve
kaspofungin) uygulanmışr. Ortalamada 17.9±15.0 gün
hastanede izlenen olguların 8’inde (%47.1) mortalite
gözlenmişr.
ONUR FEVZİ ERER 1, MERT AYDIN 2, NEŞE ZEREN
NOHUTCU 2, MEHMET ÖZKAN 2
1
Gereç ve Yöntem:
2006 ve 2007 yıllarındaki 113 hasta retrospekf olarak
incelendi.
Bulgular:
2006 yılında 1101 dosyalı hastanın 59’u (% 5,3); 2007’de
1077’nin 54’ü (% 5,0) 0-15 yaş grubunda idi. Yaş
ortalaması sırasıyla 7,4±4,9 (3 ay-15 yaş) ve 8,9±4,8 (8
ay-15 yaş) olarak saptandı. 2006’da %27.1(n:16) hasta
temaslı muayenesi ile saptanmışken 2007’de bu rakam
%9.3(n:5) olarak bulundu. Tanı konma yerleri tüm
yıllar için en fazla eğim hastaneleri olarak saptandı,
dispanserler ise ikinci sıklıktaydı. 2006 hastalarının
tamamı yeni olgu olarak tespit edilmişken 2007’de 1
olgu eski (Nüks) ve 4 olgu nakil olarak değerlendirilmişr.
Yıllara göre sırasıyla 26 (%44,1) ve 25 (%46,3) hasta
akciğer tüberkülozu olarak tedaviye alınmış. Hastalar
Sağlık Bakanlığı tarandan önerilen tedavi rejimleri ve
sürelerin açısından değerlendirildiğinde 2006 yılında
%59,3’üne , 2007 yılında %54,2 sine standart tedavi rejim
ve süresi uygulanmış olmasına rağmen sırasıyla %40,7 ve
%45,8’ine standart dışı rejim ve süreler verilmişr. Tedavi
başarısı sonuçları yıllara göre değerlendirildiğinde %91,5
ve %87,0’dir. Doğrudan Gözemli Tedavi (DGT) uygulama
oranları yıllara göre sırasıyla %86,4 ve %96,3 iken, sağlık
personeli ile DGT oranları %29,4 ve %48,1’ dir.
81
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
Sonuç:
Sonuç:
Sonuç olarak, tedavi başarısı oranları yüksek olmakla
beraber standart tanı ve tedavi uygulamalarında sorunlar
olduğu görülmüştür. Çocuk hastalıkları hekimleri ile
verem savaş dispanserleri çalışanlarının koordineli
çalışmaları için ortak plaorm ve rehber oluşturulması
gerekği düşünülmektedir.
Pozif T-SPOT.TB test sonucu, indeks vakayla temas
derecesi ile ilişkili olup TCT ile değildir. İmmunokompetan
bireylerde ve özgül bir immunsupressif hasta grubu olan
KBY’lilerde LTBI saptanmasında T-SPOT.TB tes, TCT’den
daha doğru bir yaklaşım sağlamaktadır.
PS018
PS017
İMMUNOKOMPETAN BİREYLER VE KRONİK BÖBREK
YETMEZLİKLİ HASTALARDA LATENT TÜBERKÜLOZ
ENFEKSİYONU TANISINDA T-SPOT.TB VE TÜBERKÜLİN
CİLT TESTİNİN KARŞILAŞTIRILMASI
1
ASLI GÖREK DİLEKTAŞLI , FÜSUN ÖNER EYÜBOĞLU
2
S.B. DIŞKAPI YILDIRIM BEYAZIT EĞİYİM VE ARAŞTIRMA
HASTANESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI KLİNİĞİ, ANKARA
2
BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, GÖĞÜS
HASTALIKLARI AD, ANKARA, TÜRKİYE
HEMODİYALİZE GİREN KRONİK RENAL YETMEZLİKLİ
HASTALARDA LATENT TÜBERKÜLOZ TANISINDA
TÜBERKÜLİN DERİ TESTİ İLE QUANTİFERON-TB TESTİNİN
KARŞILAŞTIRILMASI
EKREM CENGİZ SEYHAN 1, ERDOĞAN ÇETİNKAYA 1,
SEDAT ALTIN 1, ATAYLA GENÇOĞLU 1, DERYA YAVUZ 2,
SİNEM NEDİME SÖKÜCÜ 1, ORHAN KAYA KÖKSALAN 3
1
Amaç:
Kronik Böbrek Yetmezlikli (KBY) hastalar akf tüberküloz
gelişimi için yüksek risk alnda olmaları nedeniyle latent
tüberküloz enfeksiyonu (LTBI) tedavisi için adaydırlar. LTBI
tanısı, anerji gelişimi ve M. bovis BCG aşısı ile çevresel
mikobakterilerle çapraz reaksiyona neden olması gibi
pek çok dezavantajı bulunan tüberkülin cilt tes (TCT)’ne
dayanmaktadır. Bu araşrmada immunokompetan
bireyler ve KBY hastalarında LTBI tanısında, TCT
ve interferon-gamma enzyme-linked immunospot
analiz (T-SPOT.TB) test sonuçlarının değerlendirilmesi
amaçlandı.
Gereç ve Yöntem:
Bu amaçla, akf tüberkülozlu, bilinen M. tuberculosis
teması bulunan ve geçirilmiş TB hastalığı ile bilinen TB
teması bulunmayan olgulardan oluşan toplam 51 KBY’li
hasta ile 91 immunokompetan bireyin dahil edildiği
prospekf bir araşrma yürütüldü.
YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ
EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
2
İSTANBUL EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ,
NEFROLOJİ, KLİNİĞİ
3
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ., DENEYSEL TIP ARAŞTIRMA
ENSTİTÜSÜ (DETAE)
1
Amaç:
Hemodiyalize giren kronik renal yetmezlik (KRY)’li
hastalarda latent tüberküloz infeksiyonu (LTBI)
araşrılması önerilmektedir. Ancak tüberkülin deri
tes (TDT)’nin bu hasta grubunda duyarlı olmadığı
bildirilmektedir. Bu çalışmada QuanFERON-Gold in tube
(QTF-G) tes ile TDT’nin diagnosk kullanımı araşrıldı.
Gereç ve Yöntem:
Hemodiyalize giren KRY’li 100 hastada LTBI tanısı için
QTF-G ve TDT uygulandı. Test sonuçları ile olguların
akciğer grafisi bulguları, BCG aşılama durumları,
Tüberküloz (TB) hastalığı geçirme ve tüberkülozlu olguyla
yakın temas öyküsünü içeren epidemiyolojik faktörlerle
olan ilişkisi araşrıldı.
Bulgular:
Bulgular:
KBY’li hastaların % 62.7’si TCT ile, % 47.1’i T-SPOT.TB
ile LTBI tanısı aldı. TCT, immunokompetan bireylerin
%91.2’sinde, KBY’li hastaların %62.7’sinde pozif saptandı
(p<0.05). İmmunokompetan bireylerin %4.5’inde, KBY’li
hastaların ise %10’unda TCT’de anerji gelişimi gözlendi
(p<0.05). Mulvaryans analizde, indeks vakayla olan
yüksek temas düzeyinin T-SPOT.TB pozifliği için (OR: 4.9
%95 CI, p=0.001), erkek cinsiyen de TCT pozifliği için
risk faktörü olduğu saptandı (OR: 2.57 %95 CI, p=0.04).
82
Olgularda tüberküloz enfeksiyonu QTF-G ve TDT ile
sırasıyla % 43 ve % 33 oranında teşhis edildi. Çok
değişkenli analizde QTF-G tes pozifliği, radyolojik
bulgular (p=0.01) ve TB’li olguyla temas (p=0.008)
ile ilişkili iken, TDT ise sadece BCG aşılanma durumu
(p<0.001) ile ilişkili olduğu belirlendi.
Sonuç:
QTF-G tes hemodiyalize giren KRY’li hastalarda LTBI
araşrılmasında TDT’den daha üstün bulunmuştur.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
PS019
Sonuç:
VEREM SAVAŞI DİSPANSERİNE KAYITLI TÜBERKÜLOZ
HASTALARININ TEMASLI TARAMALARI
Sonuç olarak; akciğer tüberkülozu temaslılarına koruyucu
tedavi başlama ve tamamlama oranlarının yüksek
olduğu saptandı. Tarama ile yeni olgu saptama oranı
düşüktü. Doğrudan gözem alnda tüberküloz tedavisi
uygulamasının yapıldığı bir dispanserde temaslı taraması
verilerinin de olumlu etkilendiği sonucuna varıldı.
BURAK ALTINOK 1, AYŞEGÜL ÇELEN 2, BETÜL
ABDÜLOĞLU 3, GÖKSEL KITER 4
PAMUKKALE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ 4. SINIF
ÖĞRENCİSİ
2
DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ 4. SINIF
ÖĞRENCİSİ
3
DENİZLİ VEREM SAVAŞI DİSPANSERİ
4
PAMUKKALE ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI
1
Amaç:
Tüberkülozluların temaslılarında tarama yapılması
kontrol programlarında yer almaktadır. Hastalığın
bulaşmasının önlenmesi, koruyucu tedavi sayesinde
hastalığa yakalananların sayısının azallması ve yeni
tüberküloz olgularının bulunması hedeflenmektedir.
Verem Savaşı Dispanseri’nde 2006 yılı kayıtlarından “Yeni
tanı tüberkülozlu” hastaların dosyalarını inceleyerek
temaslılarına ait bilgileri değerlendirmeyi amaçladık.
Gereç ve Yöntem:
Hasta dosyalarından temaslılara ait yaş, cins, kaynak
olguya yakınlık derecesi, BCG skarı varlığı, tüberkülin cilt
tes (TCT) yapılma durumu, TCT çapı, koruma başlanma
durumu ve sonucu bilgileri derlendi. Analizler SPSS 10.0
programı ile yapıldı.
Bulgular:
Toplam 143 yeni hastanın dosyasından 603 temaslıya
ait bilgiler incelendi. Akciğer tüberkülozu temaslısı olan
478 (%79,3) idi. Temaslıların %53’ü erkek. Ortalama yaş
28,3±17,6; cinsiyet farkı yoktu. Yaş bilgisi olan 576 (%95)
temaslının 431’i (%74,8) 15 yaş üstündeydi. Temaslıların
%60,2’si çekirdek aile bireyleriydi. Temaslıların 107’sinde
BCG skar izi bilgisine ulaşılamadı (%17,7), BCG skar izi
bilgileri bulunan 496 kişiden 13’ünde (%2,6) BCG skarı
yoktu. TCT sonucunun kayıtlı olduğu 118 (%19,6) kişiden
80’i (%67,8) negaf, 26’sı (%22) pozif, 12’si (%10,2)
booster ile pozif olarak bulunmuştu. Ortalama TCT
endürasyon çapı 9,02±6,21 mm idi; cinsiyet farkı yoktu.
Akciğer ve akciğer dışı tüberkülozluların temaslıları
arasında koruma başlananlar sırasıyla 336 (%70,3) ve 6
(%0,05) idi. Akciğer tüberkülozu temaslılarından 303’si
(%88,3) koruyucu tedaviyi tamamlamış, 33’ü (%9,6)
yarıda bırakmış. Temaslı taramasında 2 (%0,3) yeni
tüberküloz tanısı konmuştu.
PS020
ROMATOLOJİ HASTALARINDA TÜBERKÜLİN CİLT TESTİ
SONUÇLARI: 609 HASTANIN DEĞERLENDİRİLMESİ
İSMAİL HANTA 1, SÜLEYMAN ÖZBEK 2, SEDAT KULECİ 1,
YASEMİN SOYDAŞ 1, OYA BAYDAR 1
ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ABD
2
ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ROMATOLOJİ
BD
1
Amaç:
Bu çalışmada an-TNF tedavi öncesi latent tüberküloz
enfeksiyonunu (LTE) saptamak için uygulanan TCT
tesnin sonuçlarının incelenmesi amaçlanmışr.
Gereç ve Yöntem:
Çalışmamızda, an-TNF tedavisi için toplam 609 hasta
incelendi. Tüm hastalara LTE tanısı için TCT yapıldı ve 5
mm alnda olan hastalara en az 1 haa sonra TCT tekrarı
(booster doz) yapıldı. 5 mm ve üzeri TCT değeri pozif
olarak kabul edildi.
Bulgular:
Toplam 305 Romatoid artritli (RA) hastanın 183’ünde
(%60.0), 294 ankilozan spondilitli (AS) hastanın 232’sinde
(%78.9) ve 9 Psöriak artritli (PsA) hastanın 6’sında
(%66.0) TCT pozif saptandı. TCT negafliği saptanan
188 hastanın sadece 15’inde (%7.9) booster doz sonrası
TCT pozifliği saptandı.
Sonuç:
Romatoloji hasta grubunda an-TNF tedavi öncesi TCT 5
mm ve üzeri alındığında, LTE tanısı için TCT halen geçerli
görünmektedir.
83
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
PS021
HASTANEMİZDE İZLENEN TÜBERKÜLOZLU
HASTALARIN 2007 YILI TEDAVİ SONUÇLARI
PS022
ASKER
HATİCE KAYA 1, FARUK ÇİFTÇİ 1, DİLAVER TAŞ 1,
OĞUZHAN OKUTAN 1, ERDOĞAN KUNTER 1, ERKAN
BOZKANAT 1, MUSTAFA HARUN UGAN 1, MESUT BIÇAK 1,
GÜLHAN AYHAN 1, ÖMER AYTEN 1, TURGUT ÖZTUTGAN
1
, OGÜN SEZER 2, ZAFER KARTALOĞLU 1
GATA HAYDARPAŞA EĞİTİM HASTANESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI SERVİSİ
2
GATA HAYDARPAŞA EĞİTİM HASTANESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI SERVİSİ MİKROBİYOLOJİ LABORATUVARI
1
Amaç:
Türk Silahlı Kuvvetlerinin en büyük tüberküloz (TB) tedavi
merkezi özelliğini taşıyan hastanemizde 2007 yılında tanı
alan tüberkülozlu asker hastaların verilerini sunmak.
Gereç ve Yöntem:
Hastanemizde 2007 yılında tanı konulan TB’li asker
hastaların verileri geriye dönük olarak incelendi Tüm
hastalara bakteriyolojik inceleme yapıldı. Tanı konulan
hastalar uygun antüberküloz tedavi başlanarak 6-12
ay boyunca takip edildiler ve bu süre sonunda tedavi
sonuçları değerlendirildi
TÜBERKÜLOZDA DOĞRUDAN GÖZETİMLİ TEDAVİNİN
KALİTE SORGULAMASI
ÖZGÜL TORUN 1, FARUK ÇİFTÇİ 1, YEŞİM İŞLER IŞILDAK 1,
ZEKİ KILIÇARSLAN 2, HATİCE KAYA 1
GATA HAYDARPAŞA EĞİTİM HASTANESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI SERVİSİ, İSTANBUL
2
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ
GÖĞÜS HASTALIKLARI AD, İSTANBUL
1
Amaç:
Arka plan: Tüberkülozlu asker hastalar tanı ve tedavilerinin
başlangıcında hastanede yatarak tedavi edilmektedirler.
İdame tedavileri ise oturdukları yere en yakın verem
savaş dispanseri (VSD) gözeminde tamamlanmakta
ve tedavi biminde kür kontrolü için tekrar hastaneye
yarılmaktadırlar. Amaç: Tüberkülozlu asker hastalarda
uygulanan Doğrudan Gözemli Tedavi (DGT) kalitesini
ölçmek.
Gereç ve Yöntem:
Bu çalışma Kasım 2007-Haziran 2008 tarihleri arasında
balgam yayması (+) Akciğer Tüberküloz tanısı alan asker
hastalara uygulandı. Her hastaya 20 soruluk bir anket,
konusunda deneyimli bir uzman hemşire tarandan
uygulandı.
Bulgular:
Bulgular:
84
İkibinyedi yılı boyunca toplam 168 tüberkülozlu asker
olgu saptandı. Bunların 162 (%96,4)’si yeni, 6 (%3,6)’sı eski
olgu idi. Yeni olguların 127 (%78,4)’si akciğer tüberkülozu
(ATB), 35’i (%21,6) ise akciğer dışı tüberkülozdu (ADTB).
Akciğer tüberkülozlu olguların 10’unda akciğer+akciğer
dışı tüberküloz birlikteliği vardı. Akciğer dışı tüberkülozlu
olguların birinde ise birden fazla organ tutulumu vardı.
Akciğer dışı tüberkülozlu olgularının 45 (%97,8)’i plevra
tüberkülozu, 1 (%2,2)’i tüberküloz peritonit olarak
saptandı. Akciğer tüberkülozlu olgularımızın 87’si (%68,5)
yayma (+), 40’ı (%31,5) ise yayma (-) olarak saptandı.
Tedavi sonuçlarına göre; yayma (+) 87 olgumuzun, 79
(%90,8)’unda kür sağlanırken, 8 (%9,2)’i nakil edildi
Yayma (-) 40 olgumuzun 36 (%90,0)’sı tedavi tamamlama,
4 (% 10,0)’ü nakil edildi. Akciğer dışı tüberkülozlu 35
olgumuzun 31(%88,6)’i tedavi tamamlama, 4(%11,4)’ü
nakil edildi. Toplam tedavi başarısı (kür-tedavi
tamamlama) %90,1 olarak hesaplandı.
Ankete kalan 48 hastanın yaş ortalaması 23.1±0.5 idi.
Tedavi biminde hastaların 1’inde tedavi tamamlama,
47’sinde kür saptandı. Tedavi başarısızlığı yoktu.
Hastaların %37.5’inin İstanbul’da, %20’sinin Doğu ve
Güneydoğu Anadolu Bölgesinde, %18’nin Ege ve Akdeniz
Bölgesinde oturduğu tespit edildi. Ortalama hastanede
yaş süresi 24.7±1.6 gün idi. Kalımcıların hepsi VSD
kaydı yaprdı. Hastaların %58.3’ü Dispanser, %27’si
Sağlık Ocağı, %14.7’si diğer kurumlarda tedavilerini
tamamladılar. Başlangıç döneminde hastaların %56.2’si
her gün, %33.3’ü ayda bir ve %10.5’i de haada bir iki defa
DGT almış. İdame döneminde ise hastaların %43.8’inin
her gün, %37.5’inin ayda bir ve %12.5’inin haada 1-2
kez DGT aldıkları saptandı. Hastaların %66.6’sı DGT’ de
her hangi bir zorlanma ile karşılaşmadığı belirrken,
%14.5’i yol parasından şikayetçi olmuşlardır. Hastaların
%54’ü gözetmenden memnun kalmışlardı.
Sonuç:
Sonuç:
Merkezimizde yayma pozif hastalardaki kür oranları
Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) gösterdiği % 85 hedefinin
üzerindedir. Ülkemizde tüberküloz kontrolünün iyi bir
düzeye çıkacağını düşündürmektedir
İstanbul ve Anadolu’nun birçok VSD’ sini kapsaması
açısından önemli olan bu anket sonuçlarına göre;
hastaların azımsanmayacak bir bölümüne günlük
DGT uygulandığı ortaya konmuştur. Bu durum son
yıllardaki Tüberküloz mücadelesinde olumlu gelişmeleri
yansıtmakla birlikte daha yapılacak çok şeyin olduğunu
göstermektedir.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
PS023
PS024
2007 YILINDA SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI
HASTANESİNE TÜBERKÜLOZ TANISIYLA YATIRILAN 1788
HASTANIN DEĞERLENDİRİLMESİ
“DETERMINATION OF MUTATIONS IN THE GENES
M.TUBERCULOSIS IN PATIENTS WITH PRIMARY LUNGS
TUBERCULOSIS IN AZERBAIJAN
MEVLÜT KARATAŞ , TÜLİN SEVİM , TÜLİN KUYUCU ,
MUALLA PARTAL , EMİNE AKSOY
KAMAL ALIYEV
SÜREYYAPAŞA GÖGÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS
CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ,
İSTANBUL,TÜRKİYE
Amaç:
Bu çalışmada Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs
Cerrahisi Eğim ve Araşrma Hastane’sinde 2007
yılı içinde TB tansısı ile yarılan hastaların verilerinin
değerlendirilmesi ile hastanemizin sürveyans çalışmasını
yapmayı hedefledik.
Gereç ve Yöntem:
2007 yılında 1788 TB hastası yarılmışr. Tekrar
yaşlar çıkarıldıktan sonra 1753 hastanın özellikleri
değerlendirildi. Hastaların 1146’sı (%65.4) erkek, 607’si
(%34.6) kadındı. Erkek/Kadın oranı 1.8:1 idi.Her iki
cinsiyee 15-24 yaş grubunda en yüksek olgu sayısı
görüldü. Erkek hastalarda 65 yaşından sonra ikinci bir olgu
hızı arşı gözlendi. Hastaların 1255’i (%71.6) İstanbul’da
yaşıyordu. Tüm olguların %81’i (n=1422) akciğer TB olgusu
ve bunların da %76.5’i (n=1088) yeni olgu idi. 331 hasta
da (%18.9) akciğer dışı organ tüberkülozu mevcuu. Bu
olguların 285’inde (%86.1) plevra TB, 34’ünde(%10.6)’sı
lenfadenit TB’u saptandı.
S-R INSTİTUTE OF LUNGS, BAKU, AZERBAİJAN
Aim:
The early definion of sensivity M.Tuberculosis to
Rifampisin(R), Isoniazid(H), muldrugresistance (MDR)
and characterisc of genes mutaons in primary paents
with lungs tuberculosis in Azerbaijan.
Method:
67 paents of age 15 – 65: men(45), women(22).
Clinic tuberculosis forms: infiltrave(81%), fibrouscavernous(2%), miliar(17%). For mutaon’s idenficaon
in genes rpoB, katG, inhA, ahpC biological microchips
were used. Method consists twostages mulplex
amplificaons genes puds, mutaons of wich makes
appearance of drug resistance. Results fixed on the
biochips analyzer “Chipdetector-03 “ with “Imageware”
soware system.
Results:
1753
hastadan
1119’unda
(%63.8)
yayma
pozifliği saptandı. Sadece akciğer TB’u hastaları
değerlendirildiğinde yayma poziflik oranı %78.7 idi.
Kültürün tanıda (%8.7) ek katkı sağladığı görüldü.
Çalışmamızda primer ve sekonder ilaç direnci en sık H’e
karşı sırasıyla; %20.2 ve %34.7 bulundu. HR için primer
direnç %3.2, sekonder direnç %7 olarak saptandı. Primer
direnç oranı %25.5, sekonder direnç oranı %41 , toplam
direnç %29.5 olarak hesaplandı.
Sensivity – 30 paents(44,8%), Resistance – 37(55,2%):
Monoresistance R or H – 10(27,1%): R – 2(5,4%), H –
8(21,7%); MDR – 27(72,9%). In gene proB 18 different
mutaon’s types of R resistant stamms in 9codons:
codons 531, 526 – by 3 mutaons; codons 513, 511,
516, 512, 515 – by 2 mutaons; codons 507, 533 – by
1 mutaon. R- resistant mutaons in gene rpoB is more
in codon 531(36 %), with mutaon Ser 531→Leu(28%).
In gene katG H-resistant 6 different mutaon: codons
315, 328, 325(78%); more in codon 315(64,5%), with
mutaon Ser315 → Gly(28,9%). Gene inhA: H-resistant
mutaon(20%). Gene ahpC: H-resistant mutaon(2%).
MDR( R and H) mutaon – 26 paents: 21 paents(80,8%)
– in 2 genes: rpoB, katG(90,5%), inhA(9,5%); 5
paents(19,2%) – in 3 genes: rpoB, katG, inhA
Sonuç:
Conclusion:
Türkiye’deki tüm TB hastalarının yaklaşık %12’si
hastanemizde yarılarak tedavi edilmişr. Akciğer TB’li
olgularda yayma poziflik oranımız yüksekr. Çok ilaca
dirençli (ÇİD) hastaların merkezimize sevk edilmesi
nedeni ile ilaç direnci oranımız yüksek bulunmuştur.
MDR stamms(72,9%) more then monoresistance
stamms(27,1%) in paents with primary lungs
tuberculosis. Resistance to R is more in codon 531(36%),
with mutaonSer531→Leu(28%). Resistance to H is more
in gene rpoB(78%) in codon 315(64,5%) with mutaon
Ser315→Gly(28,9%). MDR forms of primary tuberculosis
more causes by stamms with combined mutaon
in two genes(90,5%): rpoB, katG. Molekular-genec
method of definion of drug sensivity M.Tuberculosis
considerably accelerates diagnosis. It allows idenfy
mutaons in genes that enables bemes to correct
specific treatment.
Bulgular:
85
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
PS025
PS026
AKTİF AKCİĞER TÜBERKÜLOZUNDA SERUM ALFA
1 ANTİTRİPSİN VE ALFA 2 MAKROGLOBULİN
DÜZEYLERİNİN BALGAM KONVERSİYONUNA ETKİSİ
SUBOYU KÖYÜNDE OKUL ÇOCUKLARINDA TÜBERKÜLOZ
TARAMASI
IŞIL KARASU , MİTHAT GASSALOĞLU , MİNE GAYAF ,
AYŞE ÖZSÖZ
İZMİR DR SUAT SEREN GÖĞÜS HASTALIKLARI VE
CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
Amaç:
ÖZDE MELİSA TOPRAK 1, ZERRİN YİLMAZ 1, ÖZLEM
CANÇELİK 1, ZEYNEP KORKMAZ 2, NERİMAN AYDIN 3,
NAMIK SOYDİNÇ 1, OSMAN ELBEK 3
GAZİANTEP SAĞLIK MÜDÜRLÜĞÜ
SERBEST PRATİSYEN HEKİM
3
GAZİANTEP ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
1
2
Amaç:
Akut ve kronik infeksiyonlara cevapta akut faz
proteinlerinde değişiklik saptanır. Tüberkülozda da bu
p değişiklik beklenebilir. Bu çalışmada akf akciğer
tüberkülozunda serum alfa-1 antripsin (AAT) ve alfa-2
makroglobulin (AMT) düzeyleri ile balgam konversiyonu
ve radyolojik yaygınlık arasında ilişki olup olmadığını
görmeyi amaçladık.
Gereç ve Yöntem:
Çalışmamızda 31 akciğer tüberkulozlu hastanın tanı
anında serum AAT ve AMG seviyeleri ölçüldü ve bu
değerler 20 sağlıklı bireyin değerleri ile kıyaslandı.
Akciğer tüberkülozlu grubun balgam konversiyon zamanı
ve radyolojik olarak hastalığın yaygınlığı ile serum AAT ve
AMG düzeyleri arasındaki ilişki araşrıldı.
Bulgular:
Tuberküloz grubunun yaş ortalaması 35+10,96 yıl, kontrol
grubunun yaş ortalaması 31,0+6,77 yıl idi. Tuberküloz
grubunun serum AAT ve AMG düzeyleri sırasıyla
341,16+100,66 mg/dl ve 258,06+67,43 mg/dl bulundu,
bu da kontrol grubu değerlerinden istasksel olarak
anlamlı yüksek (p:0,00- p:0,02). Serum AAT seviyesi ile
balgam konversiyon süresi arasında pozif bir korelasyon
saptanmış iken (p:0,004), radyolojik olarak tüberkülozun
yaygınlığı ile serum AAT ve AMG seviyeleri arasında ilişki
saptanmadı ( sırasıyla p:0,77, p:0,50).
Gaziantep Suboyu Köyünde ilköğrem öğrencilerinde
tüberkülozu araşrmak.
Gereç ve Yöntem:
Kasım 2008’de çocuklara Tüberkülün Cilt Tes (TCT)
uygulandı. TCT pozifliği saptananların yakınmaları
sorgulandı, akciğer grafileri çekildi. Prospekf yürütülen
çalışmada bilgiler SPSS ile analiz edildi.
Bulgular:
Çalışmaya 123 kız olmak üzere 253 çocuk alındı. Yaş
ortalamaları 8,95±1,54 olan grubun kız ve erkek sayısı
benzerdi. Çocukların %9,1’inde BCG skarı yoktu. TCT
ortalama değeri BCG skarı olan grupta 3,55±5,15,
BCG skarı olmayan grupta 2,91±4,63 idi (p>0,05). TCT
değerleri ile bulundukları sınıf arasında pozif korelasyon
mevcuu (p<0,05; r=0,42). TCT ortalama değeri sınıf
seviyesi yükseldikçe artmaktaydı. TCT değerleri ile yaş
arasında da pozif korelasyon saptandı (p<0,05; r=0,42).
BCG skarı ve TCT değeri ile cinsiyet arasında bir ilişki
yoktu (p>0,05). TCT değeri, BCG skarı olmayan 2 çocukta
(%8,6) 10mm; BCG skarı olan 9 çocukta (%3,9) 15mm
ve üzerindeydi. Çalışma grubunda yıllık infeksiyon riski
%1 ve infeksiyon prevalansı %4,34 idi. TCT pozifliği
ile cinsiyet ve yaş arasında ilişki saptanmadı (p>0,05).
Çalışma sonucunda akf tüberküloz saptanmadı, 11
hastaya latent enfeksiyon tanısıyla izoniazid başlandı.
Sonuç:
Sonuç:
Sonuç olarak akf akciğer tüberkülozlu hastaların serum
AAT seviyelerinin balgam konversiyon zamanı ile ilişkili
olduğu gözlenmişr.
86
BCG bağışıklanma oranı açısından Türkiye ortalamasının
üzerinde olan Suboyu Köyü’nde, ilköğrem çağındaki
çocuklarda saptanan yıllık infeksiyon riski ve infeksiyon
prevalansı Türkiye ortalamasının alndadır.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
PS027
HASTALAR
BIRAKIYOR?
PS028
TÜBERKÜLOZ
TEDAVİSİNİ
NEDEN
NAZİRE UÇAR , ERSİN GÜNAY , SİBEL ALPAR , SELMA
FIRAT GÜVEN , TUĞRUL ŞİPİT
GÖĞÜS HASTALIKLARI, ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI
VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA
HASTANESİ, ANKARA
Amaç:
ANKARA’DA AKTİF SÜRVEYANS UYGULAMASINDA
HASTANELER
ARASINDAKİ
FARKLILIKLARIN
DEĞERLENDİRİLMESİ
DİLBER AKTAŞ 1, SUHA ÖZKAN 2, A.ÇİĞDEM ŞİMŞEK
1
, NİGAR SARI 1, HÜLYA SARCAN 1, AHMET ÖZLÜ 1,
Ş.MUSTAFA AKSOY 1
1
2
ANKARA SAĞLIK MÜDÜRLÜĞÜ
ANKARA VEREM SAVAŞI DİSPANSERİ
Amaç:
Ülkemizde tüberküloz tedavisinde DGT stratejisi
izlenmektedir. Ancak yine de bazı nedenlerden dolayı
hastalar an-tüberküloz ilaç tedavisini tamamlamadan
bırakmaktadır. Biz bu çalışmamızda, tedavilerini yarım
bırakan hastaların tedavi uyumsuzluğunu etkileyen
nedenleri araşrdık.
Tüberküloz, Umumi Hıfzısıhha Kanunu’na göre bildirimi
zorunlu bir hastalıkr. 5. İl Tüberküloz Kurulunda alınan
kararla 2003 yılından ibaren Ankara’da akf sürveyans
ve denemi uygulamasına geçilmişr.
Gereç ve Yöntem:
Gereç ve Yöntem:
Hastanemiz tüberküloz servisinde 2006 Haziran ile 2007
Aralık tarihleri arasında yatarak tedavi gören akciğer
tüberkülozu tanısı almış ve daha önce başlanan antüberküloz tedavilerini en az bir kez yarım bırakmış olan
31 hasta dahil edildi. Hastalara demografik bilgilerini ve
tüberküloz tedavisini bırakma nedenlerini sorgulayan
anket doldurtuldu.
Bulgular:
Hastaların 24’ü (% 77.4) erkek ve 7’si (% 22.6) kadın hasta
idi. Yaş ortalamaları 30.1 + 12.65 olarak bulundu. Hastaların
11’i (%35.4) tedavi öncesinde işsizdi. Daha önceden bir
işte çalışan 20 hastadan 13’ü (% 65) tüberküloz hastalığı
sonrasında herhangi bir işte çalışmadığını belir. 22
hastanın (% 71.0) doktor önerisi olmadan tedaviyi bir
kez, 7 hastanın (% 22.6) 2 kez, 2 hastanın da (% 6.5) 3
kez bırakğı öğrenildi. Hastaların 12’si (% 38.7) MPZ/PZA
kullanırken rahatsızlık hisseğini belirrken, 9 (%29.1)
hasta RIF’ten rahatsızlık hisseğini, 9 (%29.1) hasta da
hiçbir ilaçtan rahatsızlık hissetmediğini belir. Hastaların
ilaç tedavisini bırakma sebepleri sorulduğunda 12 (%
38.7) hasta ilaçlardan rahatsızlık duyduğu , 10 (%32.2)
hasta maddi sıkınları ve işsizliği nedeniyle bırakğını,
2 (%6.5) hasta tedaviyi uzun bulduğu için ve 7 hasta da
(%22.6) diğer nedenlerden tedaviyi bırakğını belir.
Sonuç:
Sonuç olarak hangi hastanın tedaviye uyumsuz
olabileceğini başlangıçta belirleyebilmek mümkün
olamamaktadır. Ancak, işsizlik, ekonomik sıkınlar, çok
sayıda ilaç kullanma zorunluluğu ve tedavi süresinin
uzunluğu hastaların tedaviyi bırakmasına neden
olmaktadır. Hastaların ekonomik durumlarının ve işsizlik
probleminin düzellmesi ve antüberküloz tedavide
kombine preparat kullanımının tedaviye uyumu
ar
rabileceği düşünülmektedir.
Bu çalışmamızda, 2003-2007 yıllarındaki 5 yıllık dönemde;
Akf Sürveyans yürütülen hastaneler; kamu-üniversiteaskeri ve özel-diğer olmak üzere dört ana başlık alnda
incelenmişr.
Bulgular:
Tüm hastaneler dikkate alındığında 5 yıllık süreçte,
bildirimler 2002 yılına kıyasla ortalama %96 arş
sağlanmış olup; tüm bildirimler içinde Akf Sürveyans
denemleriyle saptananların oranı ortalama %5 olmuştur.
5 yıllık süreçte ortalama olarak; Kamu hastanelerinin
bildirim oranı %115; Üniversite hastanelerinin %44;
askeri hastanelerin %76 arş gösterirken özel-diğer
gruptaki hastanelerin bildirimleri %52 azalmışr. Gereken
zamanda bildirilmeyip, Akf sürveyans denemleriyle
saptanan vakaların toplam bildirimler içindeki oranının 5
yıllık ortalaması; Kamu hastanelerinde %1.5; Üniversite
hastanelerinde %13.5; askeri hastanelerinde %36.4;
özel-diğer gruptaki hastanelerde ise %5.7 olmuştur.
Sonuç:
Akf Sürveyans’la birlikte yıllar içinde bildirim sayılarının
anlamlı ar
ğını görebiliriz. En fazla bildirimin kamu
ve üniversite hastaneler tarandan yapıldığını; akf
sürveyans denemleriyle saptanan vakaların en az
kamu hastanelerinde olup, askeri hastaneler hariç
diğer hastanelerde yıllar içinde azalan bir seyir
izlediğini söyleyebiliriz. Üniversite ve özellikle askeri
hastanelerde akf sürveyans denemlerinde kayda
değer vaka saptandığından duyarlılık ve işbirliğine
yönelik çalışmaların gerekği aşikardır. Özel ve diğer
grup hastanelerde ise; yıllar içinde bildirim sayılarının
önemli ölçüde azalmasına karşın denemlerde saptanan
vakaların da giderek azalması, bu hastanelere başvuran
hastaların azaldığının göstergesi olabilir.
87
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
PS029
PS030
TÜBERKÜLOZ PLÖREZİDE MALONDİALDEHİT VE
SÜPEROKSİT DİSMUTAZ DÜZEYLERİNİN TANISAL
DEĞERİ
BACTERIOLOGICAL DIAGNOSTICS OF THE LUNG
TUBERCULOSIS IN MODERN STAGE OF PATIENTS FROM
ECOLOGICAL UNSUCCESSFUL REGION OF UZBEKISTAN
BÜLENT KOÇER 1, ÖZLEM GÜLBAHAR 2, ERKAN YILDIRIM
1
, GÜLTEKİN GÜLBAHAR 1, KORAY DURAL 1, ÜNAL
SAKINCI 1
NARGİZA PARPİEVA 1, RUSTAM MUKHAMEDOV 2, KAZİM
MUKHAMEDOV 1, ILYOS MUHAMEDİYEV 1,
ANKARA NUMUNE EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ,
GÖĞÜS CERRAHİ KLİNİĞİ,
2
GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, BİYOKİMYA
ANABİLİM DALI, ANKARA
1
TASHKENT MEDİCAL ACADEMY
INSTİTUTE OF GENETİCİSTS AND EXPERİMENTAL
BİOLOGY
1
2
Aim:
Amaç:
Pek çok inflamatuar, infeksiyöz ve tümöral olayda,
oksidaf strese bağlı olarak lipit peroksidasyon ve protein
oksidasyon ürünlerinin ar
ğı, ayrıca anoksidan enzim
akvitelerinin değişği gösterilmişr. Bu çalışmada
tüberküloz plörezi tanısında, lipid peroksidasyonu
ürünü olan malondialdehit (MDA) ile bir anoksidan
olan süperoksit dismutazın (SOD) serum ve effüzyon
sıvısındaki düzeylerinin yeri araşrıldı.
Gereç ve Yöntem:
2006 yılı içerisinde plörezi nedeniyle takip edilen toplam
31 hasta çalışmaya alındı. Hastalar tüberküloz plörezi
grubu (Grup A) ve diğer eksüdaf plöreziler grubu (Grup
B) olmak üzere 2 gruba ayrılarak gruplar, serum ve
effüzyon sıvısında malondialdehit (MDA) ve süperoksit
dismutaz (SOD) düzeyleri açısından istasksel olarak
karşılaşrıldı.
Bulgular:
Hastaların 7’si (%22,6) Grup-A’da, 24’ü ise Grup B’de yer
aldı. Grup A’da hastaların 2’si (%40) kadın 5’i erkek, Grup
B’de ise 13’ü kadın (%54,7) 11’i erkek olup ortalama
yaş Grup A’da 31,62±5.31 iken Grup B’de 47,10±10.90
idi. Serum ve effüzyon sıvısında SOD ve MDA düzeyleri
açısından iki grup arasında anlamlı fark bulunamadı
(p>0.05).
Sonuç:
Tüberküloz plörezi tanısında, serum ve effüzyon sıvısı
MDA ve SOD düzeylerinin uygun parametreler olmadığı
düşünülmüştür.
88
study of the efficiency of the use the different methods
of the research for determinaon the diagnosis at the
paents with lung tuberculosis of paents from various
regions of republic.
Method:
The Material and methods of the study: examinaon of
the sputum of the 100 paent with different forms of
the lung tuberculosis. The Methods of the examinaon:
bacterioscopy, sputum inoculaon and method
Polymerases chain reacon (PCR).
Results:
It is explored 61 paents revealed first me and 39
paents with the tuberculosis of the lung earlier treated.
The paents were divided into 2 groups: first group: 69
paents with posive result of the sputum for MBT
finding by method bacterioscopy. Second group: 31
paents with negave result of the sputum for MBT
by method bacterioscopy. Inhabitants of Republic
Karakalpakstan made of the general surveyed 50 %, the
given paents most oen had widespread forms of a
pulmonary tuberculosis.
Conclusion:
It is received following results by the method of the
sputum inoculaon: culture growth has been found
only at 85 paents, in the first group at 69 paents,
in 2 groups at 16 paents. The Analysis of PCR has
shown the posive result in 1 group at 69 (100%), and
in 2 groups amongst paents with negave analysis by
bacterioscopy of the sputum, at 20 paents by method
of PCR in the analysis of the sputum are discovered MBT,
that is connected with poor allocaon of bacteria.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
PS031
PS032
DIAGNOSIS OF HEPATIC AND RENAL PATHOLOGY
IN PATIENTS WITH DRUG RESISTANT FORM OF
PULMONARY TUBERCULOSIS
TREATMENT
PATIENTS
WITH
PULMONARY
TUBERCULOSIS (PT) AND ACCOMPANYING PATHOLOGIES
BY DOTS PROGRAM
MİRAZİM KHAKİMOV , FATİMA TASHPULATOVA ,
NARGİZA PARPİEVA , VERA BELOTSERKOVETS
RESEARCH INSTİTUTE OF PHTHİSİATRY & PULMONOLOGY,
MİNİSTRY OF PUBLİC HEALTH, UZBEKİSTAN, TASHKENT
SCİENTİFİC RESEARCH INSTİTUTE OF PHTHİSİOLOGY AND
PULMONOLOGY TASHKENT, UZBEKİSTAN.
Aim:
Aim:
To study a state of hepatobiliary system and kidneys
in paents with pulmonary tuberculosis with drug
resistance (DR).
Perfecon of treatment paents of a pulmonary
tuberculosis an accompanying pathology on strategy
DOTS
Method:
Method:
cohort analysis
cohort analysis
Results:
Results:
One hundred and sixty-three paents with tuberculosis
of the lungs with DR to chemical preparaons have
been examined. Beside of clinical examinaon and
roune laboratory and rentgenology invesgaon
methods sonography of the liver, pancreas and kidneys
on the device “Interscan-250” was used. Results
achieved: Studies of hepatobiliary system and kidneys
in 89 (54,6±3,8%) paents with DR form of pulmonary
tuberculosis allowed reveal pathology of the liver in
51 (31,3±3,6%) – pathology of the bile cyst, and in 94
(57,6±3,8%) – pathology of the kidneys.
429 paents were inspected and cured by DOTS program
in hospital in the period of 2 up to 5 months. Among
them 233 (52,3%) of paents were with posive smear.
359 (83,7%) paents were cured by the category 1; 48
(11,1%) of paents by the category 2; and 22(5,1%)
of paents by category 3. Age of paents varied from
16 to 82 years, but predominance of paents were 20
to 40 years old. 115 paents with PT very oen had
such accompanying diseases as: diabetes mellitus at
41(35,6%) paents, liver pathology – 46(40%) paents,
and ulcer disease of stomach at 28 (24,4%) paents.
Simultaneously with prescripon of antuberculous
therapy, paents got complex curing of corresponding
accompanying pathology, that considerably improved
condion of paents and assisted improvement of
quality and effecveness of treatment. Paents with
accompanying pathology were moved on individualized
regime of chemical therapy, which consist of: H (10% of
izoniazid) intra muscular 0,3 ml. + E (ethambutol) peroral
several mes during day or by inhalaon + streptomycin
intra muscular or by inhalaon, that depends on
biochemical indexes of liver ferments. Simultaneously
those paents got symptomac and pathogenec
therapy.
Conclusion:
DR form of pulmonary tuberculosis is oen combined
with diseases of the hepatobiliary system and kidneys
that need treatment. For mely diagnosis of diseases
of hepatobiliary system and kidneys and selecon of
opmal regime of therapy of DR form of pulmonary
tuberculosis it is advisable to perform clinical sonography
invesgaons.
Conclusion:
In the presence of accompanying diseases treatment
on strategy DOTS paents of a pulmonary tuberculosis
demands including pathogenec treatment
89
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
PS033
PP034
SURGICAL TREATMENT OF PULMONARY TUBERCULOSIS
AFTER INEFFECTIVE DOTS THERAPY
MDR TUBERCULOSIS - CHARACTER
TREATMENT TECHNOLOGIES
TULKUN KARİEV , SUNNATİLLA ABULKASİMOV , SHAVKAT
SABİROV , AKRAM IRGASHEV
NARGİZA PARPİEVA , DAVRON MUKHTAROV , VERA
BELOTSERKOVETS , NURİDDİN YUSUPOV , SABİNA
KAYUMOVA
THORACİC SURGERY. INSTİTUTE OF PHTHİSİOLOGY AND
PULMONOLOGY, TASHKENT, UZBEKİSTAN
Aim:
To study results of surgical treatment of pulmonary
tuberculosis aer ineffecve DOTS therapy
AND
NEW
SCİENTİFİC RESEARCH INSTİTUTE OF PHTHİSİOLOGY AND
PULMONOLOGY
Aim:
Method:
To study character of medicinal stability of MDR
and elaborate new treatment technologies of MDR
tuberculosis.
cohort analysis
Method:
Results:
cohort analysis
Aer ineffecve DOTS chemotherapy, surgical treatment
was performed in 92 paents (males – 58, females - 34)
at age between 18 and 53. The paents took treatment
on account of fibrous-cavernous pulmonary tuberculosis
during 1-5 years. Before hospitalizaon, out of 44 paents
with destrucve pulmonary tuberculosis found for the
first me, 19 paents took treatment under the 1st
category of DOTS, 25 – first under the 1st category, then
under the 2nd category. A total of 48 paents first received
tradional medical treatment, and aer that - under the
2nd category of DOTS. Mycobacteria of tuberculosis
were found in 81 paents (88.0%). The complicaons of
pulmonary tuberculosis were diagnosed in 33 paents
(35.8%): recurrent blood sping and pulmonary
hemorrhage - in 31, spontaneous pneumothorax – in 2.
Aer pre-operave preparaon, segmental resecons
were made in 5 paents, lobectomy – in 17, combined
resecons – in 3, pulmonectomy – in 38, thoracoplasty
– in 28, cavernoplasty – in 1. Aer the operaons,
bronchial fistula and pleural empyema developed in 17
paents (18.4%). These complicaons were eliminated
in 7 paents. Good clinical effect was reached in 81
paents (88.0%), unsasfactory results – in 8 (8.7%).
A total of 3 paents (3.3%) died from the progress of
pleural empyema and pulmonary tuberculosis.
Results:
Conclusion:
Surgical treatment aer ineffecve DOTS therapy allows
healing 88.0% of paent with pulmonary tuberculosis,
and is an important final highly effecve stage of the
complex treatment.
90
9 NİSAN 2009
Among 856 inspected paents with pulmonary
tuberculosis 384 paents had posive sputum. Primary
stability has been established in 14%, secondary in
29,2% cases. 54,9% of paents with MDR were in age
or 30-40 years old, and 53,2% of them had chronic flow
with remoteness of the process from 2 up to 5 years.
During studying accompanying diseases of paents with
MDR tuberculosis, there has been established that:
diabetes mellitus revealed in 19,9% cases, anemia in
19,3%, chronic hepas in 11,7%, and COPD in 10,9%.
The most frequently there has been found stability
to streptomycin – 21,2%, to streptomycin + izoniazid
(18,7%) and streptomycin + rifampicin (19,9%). There has
been studied concentraon of izoniazid in blood entered
in various ways with the aim of elaborang opmal
schemes of curing paents with MDR tuberculosis. It
was proved that main concentraon and exposion
of izoniazid in blood was noted at it’s intravenous and
lymphotropic injecon.
Conclusion:
At the same me with new ways of izoniazid injecon
there were used and new regimes of chemical
therapy including spare preparaons that allowed
raising effecveness of treatment paents with MDR
tuberculosis.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
PS035
IMMUNOPHYTOTHERAPY IN PATIENTS WITH
POLYRESISTANT TUBERCULOSIS OF THE LUNGS
PS036
С
F.K. TASHPULATOVA , D.Z. MUHTAROV , N.V. TARASOVA ,
RESEARCH İNSTİTUTE OF PHTHİSİATRY & PULMONOLOGY,
MİNİSTRY OF PUBLİC HEALTH, UZBEKİSTAN, TASHKENT
ANKARA 7 NOLU VEREM SAVAŞ DİSPANSERİNDE 2005
-2007 YILLARI ARASINDA TEDAVİ EDİLEN TÜBERKÜLOZLU
DEĞERLENDİRİLMESİ
BEYHAN ÇAKAR , SELDA YAVUZ ŞUMNULU , FERİDE
NEVAL SOLAKOĞLU , ÜNSAL ÇAKIR
7 NO’LU VEREM SAVAŞI DİSPANSERİ, ANKARA.
Aim:
Amaç:
To work out new approaches to immunocorrecon
inpaents with tuberculosis of the lungs with drug
resistance.
Ankara 7 No’lu Verem Savaşı Dispanserinde 2005-2007
yıllarında tedavi edilen tüberkülozlu hastalar retrospekf
olarak yaş, cinsiyet, balgam yayma/kültür ve direnç
oranları açısından değerlendirildi.
Method:
Gereç ve Yöntem:
Forty five paents with drug resistance were examined
(DR). Twenty five paents were addively administered
connuirly a course of Thymalin №10 and Cycloferon
№5 in injecons against a background of taking
Manigold ncture. Twenty paents with DR were
underwent 2 courses of immunocirrecon - Thymalin
+ Cycloferon+Manigold ncture. Paents received
Manigold ncture during 2 months. To esmate
immunologic status were determined Т-lymphocytes,
В-lymphocytes, phagocytosis.
Results:
Studying immunologic status showed a tendency to
an increase of Е-РОК from 45,1±2,5 to 57,1±2,6% (N 64±1,6%), ЕАС-РОК – from 10,2±2,5 to 14,3±1,7% (N –
16,06±0,56%), Phagocytosis from 3,0±1,9 to 52,0±2,1%
(N – 58,1±1,1%) in paents receiving a course of Thymalin
+ Cycloferon. An increase in Е-РОК – from 45,1±1,3 to
60,4±2,1%, ЕАС-РОК – from 10,9±1,3 to 16,8±1,2%,
Phagocytosis from 43,7±1,2 to 58,0±1,2% fixed to be
in paents receiving 2 courses of combined Thymalin
+ Cycloferon + Manigold ncture Perfecon in indices
of immune status were correlated with perfecon in
clinical signs: decrease in intoxicaon symptoms and
bronchopulmonary manifestaons. Conversion of
sputum smear noted to be in 80 and 92% paents in
both groups.
Dispanser kayıtları analiz edildi.
Bulgular:
Dispanserimizde 3 yılda toplam 278 hasta tedavi
edildi, 161 (%58) erkek, 117’si (%42) kadındı. Bunların
254’ü (%91) yeni, 24’ü (%9) tedavi görmüş olgulardı.
Hastaların 195’i (%70) akciğer tüberkülozu (TB) 83’ü
(%30) akciğerdışı TB idi. Yaş ortalaması akciğer TB’nda
42±17 (17-81), akciğer dışı TB’da ise 42±19,5 (2-87) idi.
Akciğer TB’nda erkek/kadın oranı %67/%33 iken, akciğer
dışı TB’da %36/%64 idi. Akciğer TB olgularının balgam
tetkikleri incelendiğinde 195 olgunun 7’sinde (%3,6)
balgam tetkiki yapılmadığı, 18 olgunun (%9,2) yayma ve
kültür negaf, 44 olgunun (%22,6) yayma (–) kültür (+),
124 olgunun (%63,6) yayma ve kültür pozif, 12 olgunun
(%6,2) yayma (+) kültür (-) olduğu saptandı. Yayma pozif,
kültür negaf olan 12 olgu incelendiğinde 8 olgunun
akciğer TB, 3 olgunun akciğer ve akciğer dışı TB olduğu,
bir olgunun daha sonra TB olmadığının kesinleşrildiği
görüldü. Toplam kültür müsbet 168 olgunun 130’una
(%77,4) ilaç duyarlılık tes (İDT) yapılmış. İDT sonuçları
incelendiğinde 102 olgunun (%78) HRES’ye hassas, 8
olgunun (%6) H’a dirençli, 5 olgunun (%4) Streptomisine
dirençli, 2 olgunun (%2) HR’e dirençli, 2 olgunun (%2)
dört ilaca dirençli, 4 olgunun R’e dirençli, 4 olgunun HS’e
dirençli, 2 olgunun RE dirençli ve 1 olgunun da ES dirençli
olduğu saptandı.
Conclusion:
Sonuç:
A new scheme of immunphytocorrecon of disorders
revealed in immune status of paents was worked out.
Sonuç olarak, dispanserimizde bakteriyolojik inceleme
oranı yüksekr; akciğer TB olgularının sadece %3,6’sında
balgam tetkikinin yapılmadığı görülmektedir. İDT sonuçları
incelendiğinde, %22 en az bir ilaca direnç vardır; izole
Rifampisin direnci %3, ÇİD ise %3 oranında saptanmışr.
Yayma pozif, kültür negaf olgulardan sadece birisinin
TB olmadığının anlaşılması da bu durumda bazı
hastaların olabileceğini ya da bu laboratuvar sonucunun
olabileceğini göstermektedir.
91
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
PS037
PS038
AKCİĞER TÜBERKÜLOZLU HASTALARDA RADYOLOJİK
YAYGINLIK İLE SERUM LİPİD PARAMETRELERİ,
TOTAL PROTEİN, ALBUMİN VE VÜCUT KİTLE İNDEKSİ
ARASINDAKİ İLİŞKİ
NEUROMULTIVIT IN TREATMENT OF NEUROTOXIC
REACTIONS IN PATIENTS WITH POLYRESISTANT
TUBERCULOSIS OF THE LUNGS
FÜSUN ŞAHİN , MESUT BAYRAKTAROĞLU , ŞULE EYHAN
, PINAR YILDIZ
YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ
EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
Amaç:
Akciğer tüberkülozlu hastalarda serum total kolesterol
seviyesinin düşük olduğu gösterilmiş, kolesterolden
zengin diyetle beslenmenin bu hastalardaki balgam
sterilizasyonunu
hızlandırabileceği
belirlmişr.
Çalışmamızda, akciğer tüberkülozlu hastalarda radyolojik
yaygınlık derecesi ile serum lipid parametreleri, protein
seviyeleri ve vücut kitle indeksi arasındaki ilişkiyi
araşrmayı amaçladık.
Gereç ve Yöntem:
48 tüberkülozlu (Grup1: 12 kadın, 36 erkek, yaş ortalaması
34±13 yıl), 20 sağlıklı kontrol (Grup 2: 11 kadın, 9 erkek,
yaş ortalaması 36± 12) kişide serum total kolesterol (TK),
HDL, LDL, VLDL, trigliserid, total protein (TP), albumin,
hemoglobin, lökosit, trombosit, eritrosit sedimentasyon
hızı (ESH) ve vücut kitle indeksi (VKİ) değerlendirilmişr.
Radyolojik yaygınlık akciğer grafisine göre hafif, orta ve
ilerlemiş olarak 3 evrede incelenmişr. Grup 1 ve Grup
2’nin yanısıra radyolojik olarak evre 1, 2, 3 olan gruplar
da kendi aralarında karşılaşrılmışr.
Bulgular:
Akciğer tüberkülozlu olgulardaki TK, HDL, LDL, trigliserid,
albumin ve VKİ değerleri istasksel açıdan sağlıklı
kontrol grubundan anlamlı olarak düşük (p< 0,001),
ESH ise anlamlı olarak yüksek (p< 0.001) bulunmuştur.
Ayrıca minimal tüberkülozlular (Evre 1) ile orta ve ileri
tüberkülozlu olgular (Evre 2 + Evre 3) kendi arasında
karşılaşrılmış; HDL (p= 0,001), albumin (p< 0.05), VKİ
(p< 0.001) radyolojik evre ar
kça anlamlı olarak azalmış,
ESH (p= 0.001) ise anlamlı olarak artmışr.
Sonuç:
Çalışmamızdaki sonuçlar akciğer tüberkülozlu hastalarda
serum lipid ve albumin seviyelerinin düştüğünü,
bu düşüşün radyolojik yaygınlığın artmasıyla korele
olduğunu göstermektedir.
92
9 NİSAN 2009
A.M. UBAYDULLAEV , F.K. TASHPULATOVA , D.Z.
MUHTAROV ,
RESEARCH INSTİTUTE OF PHTHİSİATRY & PULMONOLOGY,
MİNİSTRY OF PUBLİC HEALTH, UZBEKİSTAN, TASHKENT
Aim:
To evaluate effecvity of preparaon neuromulvit
(«Lannacher» firm, Austria) in paents with polyresistant
tuberculosis of the lungs with neurotoxic reacons to
chemopreparaons.
Method:
Thirty paents with diagnosed polyresistant tuberculosis
of the lungs were examined. A;; the paents obtained
pyrazinamide, kanamycin or amycacin, oflodex,
prothionamide, cycloserin. Neurotoxic reacons to
preparaons as headaches, vergo, noise in the ears,
pains in lower extremies noted to be in all the paents
in process of treatment. Taking neuromulvit aimed
at removal of neurotoxic reacon 1 tablet 3 mes a
day during 1 month was administered 20 paents. Ten
paents receiving vitamin В1 and В6, niconic acid
served as controls.
Results:
Disapperance of headaches (from 70% up to complete
disappearance), pains in lower extremies from 40%
up to 15%, Vergo from 35% up to 5% registered to
be in process of treatment. Indices in control group
were 1,5-2 mes lower.Terms of removal of neurotoxic
reacons from chemopreparaons in paents receiving
neuromulvit were 7-10 days shorter than these in
control group.
Conclusion:
Neuromulvit is an effecve preparaon to remove
neurotoxic reacons to chemopreparaons in paents
with polyresistant tuberculosis.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
PS039
TÜRKİYE’NİN
ORTA
KARADENİZ
ANTİTÜBERKÜLOZ İLAÇ DİRENCİ
9 NİSAN 2009
PS040
BÖLGESİNDE
THE ROLE OF THE SURGICAL TREATMENT OF PATIENTS
WITH RESISTANT FORMS OF LUNGS TUBERCULOSIS
SALİH BİLGİN 1, MEFTUN ÜNSAL 2, HASAN HAMZAÇEBİ 1,
ALPER AKGÜNEŞ 1,
KAMAL ALIYEV , ILGAR MAMMADOV
SAMSUN GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ
HASTANESİ
2
ONDOKUZMAYIS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI AD
S – R INSTITUTE OF LUNGS, BAKU, AZERBAIJAN
1
Amaç:
Tüberküloz tedavisinin amacı mümkün olduğu kadar
çabuk yeni vakaları bulup ,uygun tedaviyi başlamakr.
Yeterli tedavi için de bölgenin ilaç direnç durumunu
bilmek önemlidir. Çalışmamızın amacı Samsun bölgesinde
tüberküloz için ilaç direnç durumunu saptamakr.
Gereç ve Yöntem:
Bu çalışmada, Samsun göğüs Hastalıkları ve Göğüs
Cerrahisi Hastanesine 2004-2006 yılları arasında başvuran
1029 pulmoner tüberkülozlu hastanın ilaç direnç
özellikleri incelendi. Kültür için BACTEC ve LowensteinJensen besi yeri kullanıldı. İsoniazid (I), streptomycin(S),
ethambutol (E) and rifampicin (R )’e ilaç duyarlılığını test
etmek için radyometrik BACTEC TB sistemi kullanıldı.
Bulgular:
721 kültür müspetli hastanın %86 ‘si yeni vaka(623/721)
, %13.5’i (98/721) daha önce tedavi gören vaka idi. Kültür
müspet 721 vakanın 134’ünde ( % 18.6 ) bir veya birden
fazla ilaca karşı direnç saptandı. Yeni vakalarda herhangi
bir ilaça karşı primer direnç % 16.9 ( 105/623) olarak
bulundu. I direnci % 13.2, R direnci % 2.9, çoklu ilaç
direnci % 1.9 olarak bulundu. Daha önce tedavi görmüş
vakalarda herhangi bir ilaca karşı direnç % 29.6, I direnci
% 26.5, R direnci % 15.3, çoklu ilaç direnci % 13.3 olarak
bulundu.
Aim:
The purpose of the present research is studying the
nearest and remote results of surgical treatment paents
with mulresistant forms of lungs tuberculosis.
Method:
For the last 5 year in our S-R Instute 102 paents with
resistant forms of lungs tuberculosis have been operated.
Among them are men (72%) and women (28%). The age
is varied from 14 to 68 years. The clinical tuberculosis
forms: fibrosus-cavernosus (78%), miliar (19%), infiltrav
(3%). Sensivity to 5 drugs is kept at 64%, to 4 drugs –
23%, to 3 drugs – 11%, and to 2 drugs – 2% of paents.
Types of surgical operaons: pneumonectomy (66%),
lung resecon (21%), lung resecon with thoracoplasc
operaons (8%), thoracoplasc operaons (5%)
Results:
In the nearest period complicaons were observed in
15% of paents, among them of 7% have died. In 22% of
paents the process has acvated in other lung during
the next 2 years aer operaon, among them of 9%
have died. In 63% of paents it was not observed the
complicaons in near and far future.
Conclusion:
Thus, the surgical treatment of paents with resistant
forms of lungs tuberculosis make possible to achieve
cure of paents and increase of the quality of life.
Sonuç:
Sonuç olarak, Samsun ilinde de tüm Türkiye’de olduğu gibi
tüberküloz ilaçlarına karşı direnç önemli bir sorundur.
93
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
PS041
PS042
MANAGEMENT OF MDR TB CASES - A CHALLENGE FOR
NATIONAL TB PROGRAM IN ROMANIA
PULMONECTOMY
TUBERCULOSIS
CONSTANTİN MARİCA , CRİSTİAN DİDİLESCU , GHEORGHE
MURGOCİ , VİCTOR SPİNU , MİHAELA TANASESCU ,
NİCOLAE GALİE ,
TULKUN KARİEV , AKRAM IRGASHEV , SHAVKAT
SABİROV
NATİONAL INSTİTUTE OF PNEUMOLOGY MARİUS NASTA
BUCHAREST
AT
NATİONAL
CENTER
PULMONOLOGY
MULTIPLE
OF
DRUG-RESISTANT
PHTHİSİOLOGY
AND
Aim:
Aim:
Evaluaon of MDR –TB paents enrolled in MDR TB
Excelence Centers in Romania between jun. 2004 – aug.
2008.
Method:
Method:
cohort analysis
observaonal study of MDR –TB paents enrolled in
Romania MDR Centers between jun. 2004 – aug. 2008.
All paents evaluated were managed under The Naonal
Tuberculosis Programme approved protocols and had
the opportunity to receive 24 months of treatment. In
addion, follow-up data on successfully treated paents
were collected in august 2008. This study is based on a
MDR register, and a soware collecng informaon on
MDR –TB cases. In order to be accepted in one of the
two MDR centers, paents need to fulfill certain criteria
to improve the treatment results.
Results:
Results:
A total number of 400 MDR-TB paents were registered
between jun. 2004 – aug. 2008 in Bucharest and
Bisericani MDR centers. 217 paents of DOTS- Plus
project were evaluated unl the study end: 68 were
completed treatment and 63 cured, wich means 61%
succes rate. The conversion rate of culture at 4 months
(for the first cohort) in MDR excellence centers was:
Bucharest: 72,5% and Bisericani : 64%
Conclusion:
The emergence of resistance to drugs used to treat
tuberculosis (TB), and parcularly muldrug resistant
(MDR-TB), has become a significant public health problem
in a number of countries and an obstacle to effecve
global Tb control. In many other countries, the extent of
drug resistance is unknown and the management of the
paents with MDR-TB is inadequate. In countries where
drug resistance has been idenfied, specific measures
need to be taken within TB control programmes to
address the problem through appropriate management
of paents and adopon of strategies to prevent the
propagaon and disseminaon of drug resistance TB,
including MDR-TB.
94
To study results of a pneumonectomy at a mulple drugresistancetuberculosis
Pulmonectomy was performed in 38 paents (males- 27,
females - 11) at age between 19 and 40 with mulple
drug-resistance of mycobacterium of tuberculosis. The
paents were suffering from fibrous-cavernous lung
tuberculosis during 2 -5 years, and despite taking antuberculosis chemotherapy they remained constant
bacteria discharging persons. The resistance of
mycobacterium of tuberculosis towards isoniazid+rifam
picin+streptomycin was established in 24 paents, and
towards isoniazid+rifampicin+ streptomycin+etambutol
– in 24. Chemotherapy using main (isoniazid, etambutol,
pirazinamid, rifampicin, streptomycin) and reserve
preparaons (proonamid, ofloxacin, kapreomycin,
avelox) in combinaon with general strengthening and
desintoxicaon therapy was being carried out during 1.5
– 2 months before the operaon. Pulmonectomy on the
right was performed in 12 paents, on the le – in 26.
Aer operaons, bronchial fistula and pleural empyema
developed in 8 paents, of them in 2 these were
eliminated. Good effecveness aer pulmonectomy was
reached in 32 paents (84.2%), unsasfactory results
– in 1 (2.6%). A total of 5 paents (13.2%) died from
the progress of pleural empyema and tuberculosis of
counterlateral lung.
Conclusion:
Mulple drug-resistance at the lung tuberculosis is an
extremely unfavorable factor. It became the reason
for ineffecveness of chemotherapeuc treatment.
Pulmonectomy and the removal of the main focus of
tubercular infecon allows healing of 84.2% of paents
and improving the epidemiologic situaon.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
PS043
Method:
İZMİR BUCA VEREM SAVAŞ DİSPANSERİNDE TAKİP
EDİLEN 35 PRİMER TÜBERLÜLOZLU OLGUNUN
DEĞERLENDİRİLMESİ
in SRIP and P was made prospecve analyses of finding
the oness of urogenital tuberculosis at 84 female with
acve form of tuberculosis of lungs. At the age from 17
ll 59 years old, from them ll 30 ages was 52 (61.9%)
paents, 30 ears older was 32 (38.1%), that is the
younger paents is predominate (P<0.05).
YASEMİN ŞİRİN
İZMİR BUCA VEREM SAVAŞ DİSPANSERİ
Results:
Amaç:
Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde primer tüberküloz
(TB) hala önemli bir sağlık sorunudur.Bu çalışmada amaç
primer TB olgularının özelliklerinin araşrılmasıdır.
Gereç ve Yöntem:
Ocak 1998- Aralık 2000 yılları arasında primer TB tanılı
35 olgunun kayıtları retrospekf olarak incelendi.
Bulgular:
Bu çalışmada 1998-2000 yılları arasında 35 primer TB
olgusu retrospekf olarak incelendi.Olguların 13 ‘ü kız
(%37.14 ) 22 si erkek (%62.85 ), yaş ortalaması 7.33
bulundu.Olgular 7 ay ile 18 yaş arlığındaydıBakteriyolojik
inceleme balgam verebilen sekiz olguda yapıldı (%22.85
) .bakteriyolojik poziflik 7 olguda izlendi (%20).Tüm
vakalarda radyolojik inceleme yapıldı. Olgulardan 31’inde
(%88.57) hiler - paratrakeal lenfadenopa saptandı.En
sık rastlanan semptom 25 olguda öksürüktü.(%71.42 ).
10 olguda (%28.57 ) TB temas öyküsü vardı.28 hastada
PPD deri tes pozif bulundu.(%80).
Sonuç:
Çocukluk çağı TB da basil saptanamadığı durumlarda
PPD pozifliği ,radyolojik bulgular ve tüberkülozlu bir
erişkinle temas çok önemli kriterlerdir.
PS044
THE OFTNESS OF UROGENITAL TUBERCULOSIS AT
FEMALE WITH ACTIVE FORM OF TUBERCULOSIS OF
LUNGS
NARGİZA PARPİEVA 1, MAKHMUDA KATTAHODJAEVA 1,
MARUF JULDASHEV 1, RUSTAM NİGMANOV 2,
TASHKENT MEDİCAL ACADEMİA
2
SCİENTİFİC RESEARCH INSTİTUTE OF PHTHİSİOLOGY
AND PULMONOLOGY
1
Aim:
to found out the oness of urogenital tuberculosis at
female with acve form of tuberculosis of lungs.
the paents was divided by clinical forms among paents
with tuberculosis of lungs: infiltrave form at 34 (40.5%),
disseminated form at 25 (29.8%), cavernous and fibro
cavernous forms at 17 (20.2%), and at 8 (9.5%) another
forms of tuberculosis. Mycobacterium in sputum was
found out at disseminated form at 25 paents (73.5%),
at disseminated form at 11 (44%), at cavernous and
fibro cavernous at 13 (76%). From 84 paents at 11
(13.1%) was found urogenital tuberculosis, from them
tuberculosis of urine tract at 5 (5.9%), genital tuberculosis
at 6 (7.1%). The urogenital tuberculosis we found more
oen at paents with infiltrave tuberculosis of lungs –
5 (45.4%), at disseminated form - 3 (27.3%), but at fibro
cavernous form only at 2 (18.3%) paents, and at the
other forms of tuberculosis of lungs ll 1 (9%) causes.
Conclusion:
among paents with lung tuberculosis in 13,1% causes
we found the generalizaon of tuberculosis process
with urogenital tract. Besides all the paent with
lung and extra lung tuberculosis should be careful
phthisiourological and phthisiogynecological tested that
give us abilies to earlier finding and effecve treated
urogenital tuberculosis.
PS045
MORPHOLOGICAL CHANGES IN THE LUNGS OF PATIENTS
WITH AIDS DIED FROM TUBERCULOSIS GENERALIZED.
SAYERA ARİFKHANOVA , RUSTAM ISROİLOV
NATİONAL INSTİTUTE OF TB AND PULMONOLOGY,
TASHKENT
Aim:
Morphological characteriscs of pulmonary tuberculosis
in the paents with AIDS.
Method:
The lung samples obtained due to autopsy from 5 paents
died from tuberculosis generalized with miliary lesions
and from 8 paents died from miliary tuberculosis in AIDS
were studied with use of histological and microbiological
methods (slice staining with hematocycline and eosin by
van Dizon and Cil-Nilsen).
95
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
Results:
Results:
Comparave study of morphological changes in
tuberculous inflammaon in the lungs showed
significant difference in the paents with AIDS. They
were characterized predominantly by alteraveexudave changes with full absence of producve
component of inflammaon. There was noted total
absence of giant mulnuclear Pirogov-Langhance cells,
perivascular distribuon of focuses of pyo-necroc
character, lymphoid-cellular barrier was absent and
there were no granulomas. All the focuses were mainly
micro abscesses and cellular infiltrates are presented
by segmented leucocytes. In the pulmonary slices
stained by Cil-Nilsen the pulmonary ssue adjacent to
the inflammatory focuses presented fields of fibrinous
or fibrinous-suppurave pneumonia with segmented
neutrophile infiltraon. The total caseous lymphadenis
with bronchial fistula was mainly characterisc for
intrathoracic lymph nodes in paents with AIDS died
from tuberculosis.
Results: The risk factors significantly associated with male
sex (OR=3,87; 95% CI: 2,59-5,78), work at night (OR=2,84;
95% CI: 1,84-4,37), the duraon of the learning in the
university (OR=1,63; 95% CI: 1,1-2,41), average medical
formaon (OR=1.84; 95% CI: 0,99-3,42).
Conclusion:
MÜKREMİN ER , H.CANAN HASANOĞLU
Tuberculous inflammaon in the paents with AIDS
totally losses its specific morphological peculiaries and
is characterized predominantly by exudave-alterave
inflammaon, absence of granulomas, lymphoid cells,
lymphoid clusters, macrophages, Pirogov-Langhance
cells. The inflammaon focuses look like micro abscesses
of replacing fibrinous-suppurave pneumonia.
ANKARA ATATÜRK EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
GÖĞÜS HASTALIKLARI KLİNİĞİ
PS046
RISK FACTORS FOR TOBACCO SMOKING OF MEDICAL
STUDENTS
TATJANA FAYTELSON-LEVİNA , JULİA KRASNOVA ,
ALEXANDER DZİZİNSKİİ ,
INSTİTUTE OF ADVANCED MEDİCAL STUDİES, RUSSİA,
IRKUTSK
Aim:
To evaluate the risk factors of tobacco smoking of
medical students.
Conclusion:
Conclusion: The risk factors of tobacco smoking have
greater impact on male medical students (р=0,00001),
these being the duraon of learning at university/college
(р=0,014) and hospital night shis (р=0,00001).
PS047
SİGARAYI
BIRAKTIRMADA
HİPNOTERAPİ
VE
İLAÇ TEDAVİLERİNİN , ETKİNLİK VE BAŞARISININ
KARŞILAŞTIRILMASI. İLK 6 AYLIK SONUÇLAR.
Amaç:
Sigarayı bırakmak isteyenlerin sayısı her geçen gün
katlanarak artmasına karşın, ne yazık ki elimizde sigarayı
bırakrma gücü tatminkar derecede yüksek etkili bir
yöntem bulunmamaktadır. Bu çalışmayı sigara bırakrma
yöntemlerinden biri olan hipnoterapi ile ilaç tedavilerinin
etkilerinin karşılaşrmak amacıyla planladık ve sigara
bırakrma merkezlerinde çalışan hekimlere bırakrma
yöntemlerini seçmede değişik seçenekler konusunda bir
fikir vermeyi hedefledik.
Gereç ve Yöntem:
Ankara Atatürk Eğim ve Araşrma Hastanesi Göğüs
Hastalıkları Kliniği Sigara Bırakrma Merkezine başvuran
318 kişi çalışmaya alındı.Kalımcılara hipnoterapi ve ilaç
tedavileri konusunda bilgi verildi. Merkezimize başvuran
kişilerden 183 üne yalnızca hipnoterapi, 71 ine yalnızca
ilaç tedavisi ve 64 kişiye de hem hipnoterapi hem de ilaç
tedavisi birlikte uygulandı. Hipnoterpi üç seans olarak
uygulandı. Kalımcılar 1.,10.,30. günlerde, ve sonra ayda
bir kez çağrılarak 6 ay boyunca takip edildi.
Method:
Bulgular:
Material and methods: Epidemiological research has
been conducted amongst 651 of the 1st, 5th, 6th years
of the Irkutsk State Medical University who study at
medical and pediatric facules. Data on risk factors,
was gathered through quesonnaires. We idenfied 2
groups, 1 of them – smoker medical students (n=161)
and 2 - non-smoker (n=490). The OR (odd rao) and 95%
confidense interval (95%CI) were calculaon.
96
6. ay sonunda hipnoterapi uygulananların 77(%42)si,
sadece ilaç tedavisi verilenlerin 26(%36)sı ve hipnoterapi
ve ilaç tedavisi birlikte uygulananların ise 37(%57)si
sigarayı bırakmış.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
Sonuç:
Bu çalışma hipnoterapinin sigarayı bırakrmada en az ilaç
tedavileri kadar etkili olduğunu göstermektedir. Sigarayı
bırakrmada hipnoterapinin ilaç tedavilerine eklenmesi
başarı şansını arrabilir ve nüks oranlarını azaltabilir.
9 NİSAN 2009
oldukça yüksek tespit edilmişr. Bu sonuç, gençlerin tütün
ve tütün mamullerini denemelerini önlemeye yönelik
çalışmalara erken yaşlarda ağırlık verilmesi gereğini
bir kez daha ortaya koymuştur.Üniversite döneminde
ise deneyenlerin içici olmalarını engellemek için sigara
içmenin kabul gören bir davranış olmadığı anlayışını
yerleşrmeye yönelik çalışmalara ihyaç vardır.
PS048
2008-2009
ÖĞRETİM
YILINDA
SAKARYA
ÜNİVERSİTESİ’NDE YENİ BAŞLAYAN ÖĞRENCİLERİN
ÜNİVERSİTE DÖNEMİ ÖNCESİ SİGARA İÇMEYİ DENEME
SIKLIĞI
PINAR PAZARLI
SAKARYA ÜNİVERSİTESİ
Amaç:
Erken yaşlarda sigarayla tanışan gençlerin, üniversite
döneminde, sigara içmeye ilişkin tutumlarında önemli
belirginleşmeler ortaya çıkmaktadır. Bu çalışma, SAÜ
Tütün Kontrolü Koordinsayon Kurulu’nun üniversitemizde
gençlerin sigaradan uzak kalması için gereken “destek
ortamını” sağlamak konulu projelerine ışık tutması
amacıyla planlanmış; üniversite dönemi öncesi
gençlerde sigara içmeyi deneme sıklığının belirlenmesi
amaçlanmışr.
Gereç ve Yöntem:
2008-2009 öğrem yılında Sakarya Üniversitesi’nde yeni
başlayan öğrencilerin web’den kayıtları sırasında sigara
kullanımı ile ilgili toplam 17 sorudan oluşan web-anke
doldurmaları istendi. Her soruya cevap vermeleri zorunlu
tutulmadı. Yaş ve cinsiyet dışında kimlik bilgisi alınmadı.
Anken bu bildirinin içeriği ile ilgili olan kısmında; sigara
içmeyi deneme yaşı ve nedenlerinin yanı sıra, aile
bireylerinin ve arkadaşlarının içiciliği de sorgulandı.
Bulgular:
Toplam 7141 öğrencinin web-anket’e giriş yapğı
ancak tüm soruların aynı oranda cevaplanmadığı
görüldü. Öğrencilerin %63,8’i (n=4560/7141) kız;
%64,8’i (n=4624/7141)20 yaşın alndaydı.%50,7’sinin
(n= 3599/7104) anne ve/veya babası sigara içiyordu.
%33,3’ünün (n=2375/7119) 5’den fazla arkadaşı sigara
içiyordu; yalnızca %17,3’ü (n=1238/7119) “Hiç sigara
içen arkadaşım yok” şıkkını işaretledi. Öğrencilerin
%71,8’inin (n=3025/4212) sigara içmeyi denediği; %11’i
(n=349/3153) on yaş alnda olmak üzere, %38’inin
(n=1200/3153) 15 yaş ve alnda sigara içmeyi denediği
tespit edildi. %52,7’si (n=1619/3068) tadını merak eği
için, %21,5’i (n=660/3068) özen nedeniyle, %19,2’si
(n=590/3068) akran etkisi nedeniyle denemiş.
Sonuç:
PS049
GÖĞÜS HASTALIKLARI KLİNİĞİNE YATAN HASTALARDA
SİGARA İÇME ORANLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ
İLKNUR BAŞYİĞİT , HAŞİM BOYACI , KÜBRA GACAR ,
AYSEL KARĞI , FÜSUN YILDIZ
KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ANABİLİM DALI
Amaç:
Bu çalışmanın amacı, göğüs hastalıkları kliniğinde
yarılarak takip edilen hastalarda sigara içme sıklığını
değerlendirmek ve tanı ile sigara içme alışkanlığı arasında
ilişki olup olmadığını ortaya koymakr
Gereç ve Yöntem:
Ocak- Aralık 2008 tarihleri arasında kliniğimizde
yarılarak takip edilen hastaların tanıları ve sigara içme
alışkanlıkları retrospekf olarak değerlendirildi.
Bulgular:
Toplam 576 hastanın dosyasına ulaşıldı. Hastaların 204’ü
kadın (%35.4), 372’si erkek (%64.6) ve yaş ortalaması
60.2 ± 14.8 yıl olarak bulundu. Hastaların %43.2’si (n:
249) sigara içmemiş, %27.8’i (n: 160) akf içici, %28’i
(n: 167) ise sigarayı bırakmış idi. Akf içicilerin %87.5’i
erkek, %12.5’i kadın ve ortalama sigara içme süresi 44.5
± 31 paket-yıl (min: 1, max: 150) bulundu. Sigara içme
durumu ve süresi açısından kadınlar ve erkekler arasında
anlamlı fark olduğu tespit edildi (p: 0.0001). Sigara içicisi
olmak ile hastalık tanısı arasında anlamlı korelasyon
olduğu bulundu (p: 0.01, r: 0.43). Akf sigara içen ve
bırakmış hastaların yaş nedenleri arasında KOAH atak
(%30.6) ve malignite (%31.2) ön sıralarda iken, hiç sigara
içmemiş hastalarda pnömoni (%27.7) ve asm atak
(%14.5) tanıları sık olarak izlendi. KOAH tanısı ile izlenen
hastaların %50’si ve malign hastaların %27’si halen sigara
içmeye devam etmekteydi.
Sonuç:
Akf veya bırakmış sigara içiciler göğüs hastalıkları
servisimizde yatan hastaların büyük çoğunluğunu
oluşturmakta olup, bu hastaların önemli bir kısmı sigara
ile ilişkili hastalık tanılarına rağmen sigara içmeye devam
etmektedir.
Üniversite dönemi öncesi sigara içmeyi deneme oranı
97
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
PS050
PS051
IĞDIR DEVLET HASTANESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI
POLİKLİNİĞİNE BAŞVURAN OLGULARIN SİGARA İÇME
ÖZELLİKLERİ
KOCAELİ’NDEKİ ÖĞRETMENLERDE SİGARA
ALIŞKANLIKLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ
MUHAMMED EMİN AKKOYUNLU 1, REMZİ ALTIN 2,
LEVENT KART 2, ŞEBNEM PARSPUR 1
IĞDIR DEVLET HASTANESİ
2
ZONGULDAK KARAELMAS ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI AD
1
İÇME
FÜSUN YILDIZ , SERAP BARIŞ , İLKNUR BAŞYİĞİT , HAŞİM
BOYACI
KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ANABİLİM DALI
Amaç:
Amaç:
İlimizdeki okullarda görev yapan öğretmenlerde sigara
içme alışkanlıklarının değerlendirilmesidir.
Çalışmamızda Iğdır devlet hastanesi göğüs hastalıkları
polikliniğine başvuran hastalarda sigara kullanımının
sıklığını ve özelliklerini, araşrmayı planladık.
Gereç ve Yöntem:
Gereç ve Yöntem:
18 kasım 2008 ile 19 aralık 2008 tarihleri arasında
polikliniğimize başvuran 200 erkek (% 58,5) 142 (% 41,5)
kadın olmak üzere 342 hasta değerlendirmeye alındı.
Çalışmaya kalan olgulara yüz yüze görüşme yöntemi
ile anket formu dolduruldu. Anket formunda hastaların
demografik özellikleri, sigaraya başlama yaşı, içme süresi,
birinci derece akrabalarında sigara içen varlığı, sigarayı
bırakmayı deneyip denemedikleri, sigarayı bırakan
hastalarda bırakma sorgulandı.
Bulgular:
Çalışmaya alınan olgulardan 50’si (% 14,6) hiç sigara
içmemiş, 243’ü (%71,1) akf olarak sigara içmekte, 49’u
(%14,3) ise sigarayı bırakmış. Olguların 324’ünün (94,7)
birinci derecede yakınlarından en az biri sigara içiyordu.
Sigara içen olgularının 257’si (%75,1) arkadaşları
tarandan ,20’si (%5,8) aile bireyleri tarandan sigaraya
başlaldığını bildirdi. Sigara içen olguların 118’i (%48,2)
sigarayı bırakmayı denemiş ve olguların 228’i (%93,8)
sigarayı bırakmayı düşünüyor. Sigarayı bırakan olguların
7’si (%14,3) doktor tavsiyesi ile, 26’sı (%53,1) ise mevcut
akciğer hastalığı nedeni ile sigarayı bırakmış.
Sonuç:
Çalışmamızda polikliniğimize başvuran hastalar arasında
sigara içim oranı çok yüksek olarak saptandı. Buna ek
olarak, olguların birinci derece yakınları arasında sigara
içim oranı yüksek olup bu sonuç Iğdır toplumu içindeki
sigara kullanımını yüksekliğini de yansıtabilir. Sigara
içim prevelansımız ayrıca Türkiye’de genel toplum bazlı
çalışmalarda bildirilen sonuçlardan da yüksekr. Sonuç
olarak, sigara içimi Iğdır için toplum sağlığını tehdit eden
ciddi bir sorun olup özellikle hekimlere önemli görevler
düşmektedir.
98
9 NİSAN 2009
Çalışma hakkında bilgilendirilen ve onayı alınan
kalımcılara sigara içme alışkanlıklarını ve pasif maruziye
sorgulayan anket uygulandı.
Bulgular:
Yaş ortalaması 38.9 ± 8.9 yıl olan, 296’sı kadın (%45),
364’ü erkek (%55) toplam 660 öğretmen çalışmaya alındı.
Kalımcıların sigara alışkanlıkları değerlendirildiğinde;
291’inin (%44.1) sigara içen, 252’sinin (%38.2) sigara
içmeyen ve 117’sinin (%17.7) sigarayı bırakmış olduğu
saptandı. Kadınların %43.2’si, erkeklerin %44.8’i
sigara içmekteydi. Öğretmenlerin 161’inde (%23.5)
sigara kullanım süresi on yıldan uzun bulundu. Sigara
alışkanlıkları ve sigara kullanım süresi açısından cinsiyetler
arasında anlamlı farklılık saptanmadı. Sigara içiciler
arasında erkeklerin 76’sında (%21.3), kadınların 34’ünde
(%11.5) günde ≥1 paket sigara kullanımı saptandı.
Sigara içmeyen ve sigarayı bırakmış olguların 266’sında
(%83.9) pasif maruziyet olduğu ve 135’inde (%42.6) pasif
maruziyet süresinin 10 yıl ve üzerinde olduğu saptandı.
Pasif maruziyen en sık olarak işyerinde gerçekleşği
(%59.7), bunu kahvehane ve kafe gibi mekanların izlediği
(%27.9) saptandı.
Sonuç:
Öğretmenlerde hem akf hem de pasif sigara içme
prevalansı yüksek olup, sigara pasif maruziye de en
sık işyerinde gerçekleşmektedir. Yeni çıkan ve kapalı
alanlarda sigara içimini yasaklayan sigara kanunu
işyerlerindeki bu yoğun maruziye kesinlikle önleyecekr.
Sigara bırakılmasında eğimin temel hedefi, toplumda
rol modeli olan ve geleceğimiz çocuklarımızı yeşren
öğretmenler olmalıdır.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
PS052
KOCAELİ’NDE
HEKİMLERDE
SİGARA
ALIŞKANLIKLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ
PS053
İÇME
FÜSUN YILDIZ , İLKNUR BAŞYİĞİT , HAŞİM BOYACI ,
SERAP BARIŞ , DÖNEM 5 ÖĞRENCİ GRUBU
KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ANABİLİM DALI
PNÖMONLİ HASTALARDA SİGARA İÇME ORANLARI
ŞAFAK YILDIZ , ERGUN UÇAR , SEYFETTİN GÜMÜŞ ,
CANTÜRK TAŞCI , AHMET ERTUĞRUL , ÖMER DENİZ ,
ERGUN TOZKOPARAN , METİN ÖZKAN , HAYATİ BİLGİÇ
GATA GÖĞÜS HASTALIKLARI AD
Amaç:
Amaç:
Bu çalışmanın amacı, Kocaeli’nde çalışan hekimlerin
sigara içme alışkanlıklarının değerlendirilmesidir.
Gereç ve Yöntem:
Hekimlerde sigara içme sıklığını belirlemek için bir
anket formu oluşturuldu. Sağlık müdürlüğü aracılığı ile
hekimlere ulaşrıldı ve geri toplandı.
Bulgular:
Anket formu 773 hekim tarandan dolduruldu.
Hekimlerin 476’sı erkek (%61.5), 297’si kadın (%38.5)
ve yaş ortalaması 40 ± 9.6 yıl bulundu. Prasyen hekim
sayısı 294 (%38), 17’si göğüs hastalıkları uzmanı olmak
üzere uzman hekim sayısı 479 (%62) olarak bulundu.
Sigara içme alışkanlıkları değerlendirildiğinde; 407 hekim
(%52.6) sigara içmezken, 182’si günde en az bir tane
olmak üzere toplam 233 kişinin (%30.2) akf sigara içici
olduğu, 133 kişinin (%17.2) ise bırakmış olduğu tespit
edildi. Ortalama sigaraya başlama yaşı 20 ± 5 yaş olarak
bulunurken, akf içicilerin %59’unun 10 yıldan uzun
süredir sigara içici olduğu görüldü. Erkek hekimlerde
sigara içme oranları kadınlara göre anlamlı olarak
daha yüksek bulundu (%32.9 karşılık %23.2, p:0.001).
Hekimlerin %82’si yeni uygulamaya giren sigara kanunu
hakkında yeterli bilgiye sahip olduklarını ve %83’ü ise
bu kanunun uygulamasında hekime görev düştüğüne
inandıklarını belirtmiş.
Sonuç:
Pnömoni konak savunma mekanizmaları ile ajan Pnömoni
konak savunma mekanizmaları ile ajan mikroorganizmalar
arasındaki dengelerin konak savunması aleyhine ve
mikroorganizma lehine dönüşmesi sonucu gelişir. Konak
savunması üst solunum yollarından başlayıp alveollere
kadar devam eden birçok bileşenden oluşur. Sigaranın
mucosilier klirens ve makrofaj fonksiyonlarını bozması
gibi konak savunması üzerinde birtakım olumsuz etkileri
vardır. Bu nedenlerle pnömonili hastalarda sigara içme
oranının sağlıklı bireylerden daha yüksek olacağını öne
sürdük.
Gereç ve Yöntem:
Pnömoni dışında herhangi bir ek hastalığı olmayan 61
erkek hastanın dosyaları, sigara öyküsü, vücut kitle
indeksi (VKİ) ve biyokimyasal değerleri açısından tarandı.
Pnömoni geçirme öyküsü olmayan 54 sağlıklı erkek birey
kontrol grubu olarak seçildi.
Bulgular:
Sigara içme oranı pnömonili grupta (52/61; %85) kontrol
grubuna (27/54; %50) göre belirgin olarak daha yüksek
(p<0.001).
Sonuç:
Bu çalışmada sigara içme oranının pnömonili hastalarda
normal populasyona göre daha yüksek olduğu
saptanmışr. Sonuç olarak sigara içmenin pnömoni
gelişmesinde kolaylaşrıcı bir faktör olabileceğini
düşündürmüştür.
İlimizde özellikle erkek hekimlerde olmak üzere
hekimler arasında yüksek sigara içme oranları tespit
edilmişr. Sigarasız bir topluma öncelikle hekimlerden
başlanması ve bu amaca ulaşmak için hekimler arasında
sigarayı bırakma oranlarının arrılması gerekği
düşünülmektedir.
99
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
PS054
PS055
GENÇ ERİŞKİN AKCİĞER TÜBERKÜLOZLU HASTALARDA
SİGARA İÇME ORANLARI
IĞDIR DEVLET HASTANESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI
POLİKLİNİĞİNE BAŞVURAN OLGULARIN SİGARA İÇME
ÖZELLİKLERİ
SEYFETTİN GÜMÜŞ , ÖMER DENİZ , ERGÜN UÇAR ,
ERGUN TOZKOPARAN , METİN ÖZKAN , HAYATİ BİLGİÇ
GÜLHANE ASKERİ TIP AKADEMİSİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI
VE TÜBERKÜLOZ AD ANKARA, TÜRKİYE
Amaç:
Akciğer Tüberkülozu (ATB), M.Tuberculosis kompleks’in
yol açğı bir hastalıkr. Basilin solunum yoluyla alınması
ile hastalık ortaya çıkabilmektedir. ATB’nin gelişmesine
kişinin immün durumuna ek olarak, genek faktörler
ve sosyoekonomik durum gibi gibi birçok faktör
katkıda bulunabilir. Sigara içmenin ATB gelişmesinde
bir risk faktörü olabileceğini düşündüren çalışmalar
bulunmaktadır. ATB’li hastaların normal sağlıklı
kişilere göre daha fazla sigara içme oranlarına sahip
olabileceklerini ileri sürmekteyiz.
Gereç ve Yöntem:
Kliniğimizde ATB tanısıyla yatan hastaların bbi kayıtlarını
retrospekf olarak taradık. Hastaların yaşları, cinsiyetleri
ve sigara içme oranları kaydedildi. Benzer yaş, cinsiyet
ve çevresel özelliklere sahip bir sağlıklı kontrol grubu
oluşturuldu.
MUHAMMED EMİN AKKOYUNLU 1, REMZİ ALTIN 2,
LEVENT KART 2, ŞEBNEM PARSPUR 1
IĞDIR DEVLET HASTANESİ
ZONGULDAK KARAELMAS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
GÖĞÜS HASTALIKLARI AD
1
2
Amaç:
Çalışmamızda Iğdır devlet hastanesi göğüs hastalıkları
polikliniğine başvuran hastalarda sigara kullanımının
sıklığını ve özelliklerini, araşrmayı planladık.
Gereç ve Yöntem:
18 kasım 2008 ile 19 aralık 2008 tarihleri arasında
polikliniğimize başvuran 200 erkek (% 58,5) 142 (% 41,5)
kadın olmak üzere 342 hasta değerlendirmeye alındı.
Çalışmaya kalan olgulara yüz yüze görüşme yöntemi
ile anket formu dolduruldu. Anket formunda hastaların
demografik özellikleri, sigaraya başlama yaşı, içme süresi,
birinci derece akrabalarında sigara içen varlığı, sigarayı
bırakmayı deneyip denemedikleri, sigarayı bırakan
hastalarda bırakma nedenleri sorgulandı.
Bulgular:
Bulgular:
Çalışmamıza yaş ortalaması (21 ±1,9) olan 102 akciğer
tüberkülozlu hasta ile hastalık öyküsü olmayan yaş
ortalaması (20±1,3) 120 sağlıklı kişi aldık. Çalışmadaki
tüm bireyler erkek. Her iki grubun yaş ortalaması ve
çevresel koşulları benzerdi. ATB’li hasta grubunda, paketyıl olarak ortalama içilen sigara miktarı (4,7±5,9) kontrol
grubundan (2,6±4,7) anlamlı derecede fazlaydı (p=0,003).
Yalnızca sigara içip içmeme durumları karşılaşrıldığında,
ATB’li hasta grubunun sigara içme oranı (% 78) kontrol
grubuna göre (% 58) anlamlı derecede daha yüksek idi
(Ki-kare=10,945 p=0,001).
Çalışmaya alınan olgulardan 50’si (% 14,6) hiç sigara
içmemiş, 243’ü (%71,1) akf olarak sigara içmekte, 49’u
(%14,3) ise sigarayı bırakmış. Olguların 324’ünün (94,7)
birinci derecede yakınlarından en az biri sigara içiyordu.
Sigara içen olgularının 257’si (%75,1) arkadaşları
tarandan ,20’si (%5,8) aile bireyleri tarandan sigaraya
başlaldığını bildirdi. Sigara içen olguların 118’i (%48,2)
sigarayı bırakmayı denemiş ve olguların 228’i (%93,8)
sigarayı bırakmayı düşünüyor. Sigarayı bırakan olguların
7’si (%14,3) doktor tavsiyesi ile, 26’sı (%53,1) ise mevcut
akciğer hastalığı nedeni ile sigarayı bırakmış.
Sonuç:
Sonuç:
Bu çalışma ATB’li hastaların sigara içme oranlarının sağlıklı
kişilere göre daha yüksek olabileceğini düşündürmektedir.
Ayrıca bu çalışma sigara içme ile ATB gelişmesi arasında
bir ilişki olabileceğini de düşündürmektedir.
100
Çalışmamızda polikliniğimize başvuran hastalar arasında
sigara içim oranı çok yüksek olarak saptandı. Buna ek
olarak, olguların birinci derece yakınları arasında sigara
içim oranı yüksek olup bu sonuç Iğdır toplumu içindeki
sigara kullanımını yüksekliğini de yansıtabilir. Sigara
içim prevelansımız ayrıca Türkiye’de genel toplum bazlı
çalışmalarda bildirilen sonuçlardan da yüksekr. Sonuç
olarak, sigara içimi Iğdır için toplum sağlığını tehdit eden
ciddi bir sorun olup özellikle hekimlere önemli görevler
düşmektedir.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
PS056
PS057
BIOMASS
MARUZİYETİNE
BAĞLI
PULMONER
HİPERTANSİYON
OLGULARINDA
PULMONER
ARTER BASINCI İLE ÇAPI ARASINDAKİ İLİŞKİNİN
ARAŞTIRILMASI
YATIRILARAK TEDAVİ EDİLEN KOAH’LI HASTALARIN
MALİYET ANALİZİ
BULENT ÖZBAY 1, BÜNYAMİN SERTOĞULLARINDAN 1,
SERHAT AVCU 2, YILMAZ GÜNEŞ 3
YÜZÜNCÜ YIL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI AD.
2
YÜZÜNCÜ YIL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ RADYOLOJİ
AD.
3
YÜZÜNCÜ YIL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
KARDİYOLOJİ AD.
1
Amaç:
Biomass dumanı maruziyene bağlı pulmoner arteriyel
hipertansiyon (PAH) bölgemizde yaygındır. Bu olgularda
bilgisayarlı toraks tomografisi (BTT)’ nde ölçülen ana
pulmoner arter çapı (APAÇ) ile ekokardiografide ölçülen
pulmoner arter basıncı (PAB) arasındaki ilişkiyi araşrdık
Gereç ve Yöntem:
Biomass maruziye olan 99 bayan olgu ile çalışıldı. Olgular
tanılarına göre sınıflandırıldı (KOAH, emboli, idiopak
PAH benzeri grup (İPAHBG) ve asemptomak). Normal
PAB’na sahip 10 olguluk kontrol grubu oluşturuldu.
Olguların yaş, biomass maruziyet süresi (yıl) ve biomass
maruziyet yoğunluğu (saat/yıl), ekokardiyografik tahmini
sistolik PAB, toraks BT APAÇ ve hastalık tanıları kaydedildi.
PAB ile APAÇ arasındaki ilişki Pearson korelasyon tes ile
incelendi.
Bulgular:
APAÇ kontrol ve çalışma grubunda 26.9 ± 5.1 mm ve
37.1 ± 6.4 mm ölçüldü, (p<0.001). PAB kontrol ve çalışma
grubunda 22.7 ± 2.4 mm ve 57,3 ± 22 mm ölçüldü,
(p<0.001). APAÇ ≥ 29 mm olmasının PH tahmininde
sensivitesi % 91, spesifitesi % 80, pozif tanımlama
oranı % 97, negaf tanımlama oranı % 50 ve doğruluk
oranı % 84 olarak hesaplandı. PAB ile APAÇ arasında
anlamlı pozif korelasyon saptandı (r = 0.634 p< 0.01).
Sonuç:
Sonuç olarak çalışmamız biomass maruziye olan
olgularda BTT’ de ölçülen ana pulmoner arter çapı
genişliği 29 mm ve üzerinde olan olgularda pulmoner
hipertansiyon düşünülmesi gerekğini göstermişr.
SEDAT ALTIN , MEHMET ATİLLA UYSAL , LÜTFİYE KILIÇ ,
LEVENT DALAR , ALİ TEKİN
YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ
EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
Amaç:
İleri evre (Evre 3 ve 4) KOAH’lı hastaların yaş
endikasyonlarının başında, alevlenmeler, pulmoner
emboli, kalp yetmezliği, pnömotoraks ve solunum
yetmezliği gelmektedir. 300 yataklı hastanemizin göğüs
hastalıkları kliniklerinde her geçen yıl daha fazla oranda
(2006’da % 30 iken 2008’de % 35’e çıkmışr) KOAH’lı
hasta yarılmaktadır. Biz de yarılarak tedavi edilen ileri
evre KOAH’lı hastaların yaş maliyetlerini belirlemeyi
amaçladık.
Gereç ve Yöntem:
2008 Sağlık Uygulama Tebliği (SUT)’ta KOAH’lı hastalara
hastanelerimizde uygulanan işlemlerin minimum
sayısına göre maliyet hesaplaması yapılmışr. KOAH’lı
hastalarımızın ortalama 10 gün ya
ğı hesaplandığında,
yoğun bakım gerekmeyen hastaların hastane maliyet
analizinin yapılması için SUT 2008 fiyatları kullanılmışr.
Analizlerde Türk Toraks Derneği’nin KOAH’ta tanı ve
tedavi rehberinden faydalanılmışr.
Bulgular:
2008 yılında hastanemizde yap tedavi gören KOAH’lı
hastalara kesilen fatura tutarının toplam yaş süresine
bölümüyle elde edilen günlük maliyet, 157,15 TL olarak
hesaplanmışr. Ek hastalığı olmayan Evre 3 KOAH’lı
hastalarımızın maliye günlük 115,08 YTL olarak
hesaplanmış olup bunun % 35’i ilaç maliyedir. Öte
yandan bu hastaların ayaktan tedavilerindeki maliyetleri
günlük 3,5 - 38 TL arasında olup, hastane tedavisinden %
202,6 kat daha ucuzdur.
Sonuç:
KOAH’lı hastaların düzenli poliklinik takipleri, eğimi,
rehabilitasyon programlarının oluşturulması ve evde
bakım hizmetlerinin yaygınlaşrılmasının ekonomiye
katkı sağlayacağı kanısındayız.
101
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
PS058
PS059
KRONİK
OBSTRUKTİF
AKCİĞER
HASTALIĞI
ALEVLENMELERİ İLE SAĞ VENTRİKÜL FONKSİYONLARI
ARASINDAKİ İLİŞKİ
TEKİRDAĞ GÖĞÜS HASTALIKLARI HASTANESİNDE
ÇALIŞAN
HEMŞİRELERİN
İNHALER
KULLANMA
BECERİLERİ
YASİN ABUL 1, SAİT KARAKURT 1, ALİ SERDAR FAK 2,
TURGAY ÇELİKEL 1
LEVENT CEM MUTLU 1, İBRAHİM YILMAZ 2
NAMIK KEMAL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI AD, TEKİRDAĞ
2
TEKİRDAĞ GÖĞÜS HASTALIKLARI HASTANESİ,
TEKİRDAĞ
1
MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI A.D.
2
MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ KARDİYOLOJİ
A.D.
1
Amaç:
Amaç:
Sağ ventrikülün prognosk önemi kalp yetmezliğinde
akut myokard enfarktüsünde, pulmoner embolide
gösterilmişr.Myokardiyal performans indeksi (MPI)
sağ ventrikül fonksiyonu hakkında kantaf bilgi
verebilmektedir. Çalışmadaki amacımız kronik obstrükf
akciğer hastalarında (KOAH), MPİ’ nin hastalık derecesiyle,
solunum fonksiyon tes parametreleri ve alevlenmelerle
ilişkisini araşrmak ve klinik gidiş hakkında bağımsız bir
belirteç olup olmadığını araşrmakr.
Gereç ve Yöntem:
Stabil dönemde olan 21 KOAH hastası alındı.. Aynı kişi
tarandan pulmoner arter ejeksiyon süresini ve sağ
ventrikül sistol süresini içeren ekokardiyografik ölçümler
yapıldı ve bu değerler üzerinden MPI hesaplandı.
Hastaların son bir yıl içindeki KOAH alevlenme sayıları,
alevlenme ile acile-polikliniğe beklenmedik başvuru
durumları,anbiyok
kullanım
ihyaçları,
yaş
durumları,sayıları kaydedildi. Solunum fonksiyon testleri
ve evrelemeleri yapıldı.İstaksel analiz olarak SPSS kikare(x²) uygulandı.
Gereç ve Yöntem:
Servis ve polikliniklerde çalışmakta olan hemşirelere,
inhaler cihazların kullanımı hakkında önceden teorik bilgi
vermeden ölçülü doz inhaler, turbuhaler, aerolizer ve
diskus kullanımlarını görsel olarak tarif etmeleri istendi.
İnhaler kullanım becerileri Toraks Derneği Ulusal Asm
Tanı ve Tedavi Rehberinde yer alan inhaler kullanım
beceri formlarına göre değerlendirildi.
Bulgular:
Myokard performans indeksinin bir göstergesi olan
sağ ventrikül sistol süresinin KOAH alevlenmesi olan
hastalarda(419±75,3) olmayanlara göre(421±74,1)
daha kısaldığı ve MPI’nın KOAH alevlenmesi olan
hastalarda(0,44±0,25) olmayanlara göre(0,47±0,22)
azaldığı saptanmakla birlikte anlamlı bulunmadı.
(p>0.05)
Tekirdağ Göğüs Hastalıkları Hastanesinde çalışmakta
olan 32 hemşire ve sağlık memurundan 29 (2 erkek,
27 kadın ortalama yaş 37,7 + 7 yıl) tanesi çalışmaya
dahil edildi. Basamak basamak değerlendirildiğinde
doğru kullanım oranları, ölçülü doz inhaler, turbuhaler,
aerolizer ve diskus için sırasıyla % 52,3, % 53,9 % 92,6, ve
% 60,3 olarak bulundu. Hemşirelerin hiç biri ölçülü doz
inhaler, turbuhaler ve diskusun tüm basamaklarını doğru
uygulamazken, % 68’i aerolizerın tüm basamaklarını
doğru tarif e. En sık rastlanan hatalar ölçülü doz
inhaler (%89,7), turbuhaler (81,5) ve diskus (75,2) için
ikinci dozdan önce 20-30 saniye bekleme basamağı iken,
aerolizer (%16) için hızlı ve derin nefes alma basamağı
olarak belirlendi.
Sonuç:
Sonuç:
MPI KOAH alevlenmede klinik gidiş hakkında bilgi
verebilir. Hasta sayısının ar
rılmasına ve prospekf
çalışmalara ihyaç vardır.
İnhaler ilaçların etkinliği uygulama tekniğinin doğru ve
eksiksiz olmasına bağlıdır. Hastaları doğru ilaç kullanma
tekniğini öğretmekle görevli sağlık personelinin de bu
konuda yeterli bilgi ve beceriye sahip olması gerekğini
düşünmekteyiz.
Bulgular:
102
Obstrükf akciğer hastalıklarında semptomların
kontrol alnda tutulamamasında rol oynayan en
önemli faktörlerden biri inhaler cihazların yanlış
kullanımıdır. Tekirdağ Göğüs Hastanesinde çalışmakta
olan hemşirelerin inhaler cihaz kullanım becerilerini
değerlendirmek amacıyla bu çalışma planladı.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
PS060
Sonuç:
KRONİK OBSTRÜKTİF AKCİĞER HASTALIĞI OLAN
OLGULARDA SERUM GHRELİN, IL-6 VE TNF-α
DÜZEYLERİ
Bizim bulgularımız KOAH’lı hastalarda kaşeksi ve
PH gelişiminde azalmış ghrelin düzeylerinin katkısı
olabileceğini düşündürmektedir.
YASEMİN DEVECİ 1, FİGEN DEVECİ 1, NEVİN İLHAN 2,
ILGIN KARACA 3, TEYFİK TURGUT 1, MEHMET HAMDİ
MUZ 1
PS061
FIRAT ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI AD, ELAZIĞ
2
FIRAT ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ BİYOKİMYA VE
KLİNİK BİYOKİMYA AD, ELAZIĞ
3
FIRAT ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ KARDİYOLOJİ AD,
ELAZIĞ
1
Amaç:
Bu çalışmada, amacımız KOAH’lı kilo kaybı olan ve olmayan
hastalarda serum ghrelin, TNF-α, IL-6 düzeylerinin
belirlenmesi ve bu parametreler ile kilo kaybı, pulmoner
fonksiyonlar ve pulmoner hipertansiyon (PH) arasındaki
ilişkinin araşrılmasıdır.
Gereç ve Yöntem:
Çalışmaya stabil durumdaki 60 KOAH’lı hasta (Grup I) ile
15 kontrol olgusu (Grup II) alındı. KOAH’lı hastalar vücut
kitle indeksine (VKİ) göre düşük kilolu hastalar (Grup Ia:
VKİ < 20 kg/m2) veya normal kilolu hastalar (Grup Ib: VKİ
≥ 20 kg/m2) olarak ikiye ayrıldı. Tüm olgularda serum
IL-6, TNF-α ve Ghrelin düzeyleri ve KOAH’lı hastalarda
pulmoner arter basınçları ekokardiografi ile ölçüldü.
Bulgular:
Grup I’de serum akf ghrelin düzeyi kontrol grubuna
göre istasksel olarak anlamlı düşüktü (p = 0.000),
TNF-α ve IL-6 düzeyleri ise istasksel olarak anlamlı
yüksek bulundu (p = 0.000, p= 0.001, sırasıyla). Serum
akf ghrelin düzeyi grup Ia’da grup Ib’ye göre istasksel
olarak anlamlı düşüktü (p = 0.005). Serum IL-6 düzeyi
ise grup Ia’da grup Ib’ye göre istasksel olarak anlamlı
yüksek (p = 0.036). TNF-α düzeyi de grup Ia’da grup Ib
ile karşılaşrıldığında daha yüksek ancak bu istasksel
olarak anlamlı düzeye ulaşmadı. Serum akf ghrelin ve
TNF-α düzeyi (PH) (+) KOAH ’lı hastalarda PH (-)’lere göre
istasksel olarak anlamlı düşüktü (p değerleri sırasıyla
p = 0.007, p = 0.009). KOAH’lı hastalarda akf ghrelin
düzeyleri ile VKİ ve yağsız vücut kütlesi (YVK) arasında
pozif korelasyon saptandı (sırasıyla r = 0.389, p = 0.002
ve r = 0.396, p = 0.002 ).
MALATYA İLİNDE İDİYOPATİK PULMONER ARTERİYEL
HİPERTANSİYON İNSİDANSI
ÖZKAN YETKİN , AYŞEGÜL ALTINTOP
İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ANABİLİM DALI
Amaç:
İdiyopak pulmoner arteriyel hipertansiyon(IPAH) nadir
görülen bir hastalıkr, yıllık insidansı çeşitli yayınlarda
1/1.000.000 olarak rapor edilmektedir. Tahmini
prevalansı ise 10/1.000.000 olarak bildirilmişr. Bu
araşrma da Malatya ilinde tanı konulan IPAH lı olguların
demografik verilerini ve prevalansını değerlendirmeyi
amaçladık.
Gereç ve Yöntem:
Çalışmaya IPAH tanısı konan 7 kadın olgu alındı.
Hastaların tamamına solunum fonksiyon testleri, PAAC
grafi, , ekokardiyografik inceleme, arter kan gazı analizi,
pulmoner arter kateterizasyonu ve vazodilatasyon tes
ve al dakika yürüme tes (6-DYT) yapıldı.
Bulgular:
Hastaların tamamı kadın olgulardı ve yaş ortalaması 44
yıl (35-57) olarak hesaplandı. Solunum fonksiyon testleri
ve diğer incelemelerde obstrükf ve restrikf akciğer
patolojilerini düşündürecek bozukluk saptanmadı.
Ortalama pulmoner arter basınçları 60 mmHg (45-75)
olarak saptandı. Ortalama 6-DYT mesafesi ise 180 m
(0-250 m) idi. Hastaların tamamında vazodilatasyon
tes negai. Hastalara IPAH tanısı konarak tedavileri
başlandı.
103
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
Sonuç:
İdiyopak pulmoner arteriyel hipertansiyon tedavisinde
endotelin
reseptör
antagonistleri,
prostasiklin
deriveleri, nitrik oksit, sildenafil, tedavi seçenekleri
tek veya kombine olarak kullanılır. Malatya ilinde IPAH
tanı ve tedavi merkezi sadece İnönü Üniversitesi Tıp
Fakültesinde yapılmaktadır. Malatya il nüfusu son
sayıma göre 722.000 dir. Hastalık prevalansı nüfusa
uyarlandığında il genelinde 10/1000.000 dur, hastaların
tamamına tanı son iki yılda konulduğu göz önüne alınırsa
yıllık insidans 5/1000.000 olarak karşımıza çıkmaktadır.
Genel populasyonda 1/1000.000 olarak rapor edilen
IPAH insidansı, bizim çalışmamızda 5 kat daha fazla
bulunmuştur. Çalışma süresi ve olgu azlığına rağmen
semptomak hastalarda ayırıcı tanılar arasında IPAH
düşünülmesi ile hastalık sıklığının bilinenin aksine daha
fazla olacağını düşünmekteyiz
PS062
9 NİSAN 2009
of combined therapy me admied in hospital had an
important reducon from 8.4 days.
Conclusion:
Combined treatment in paents with very severe stage
of COPD had improved the gasometrical parameters and
had reduced day staying in hospital.
PS063
KOAH’DA
RADYOLOJİK
PARAMETRELERLE İLİŞKİSİ
FENOTİP
VE
KLİNİK
PINAR ÖNEN , BANU GÜLBAY , ELİF ŞEN , ASLIHAN
YALÇIN , SEDA ÇİLOĞLU , ÖZNUR AKKOCA YILDIZ , SEVGİ
SARYAL , TURAN ACICAN , GÜLSEREN KARABIYIKOĞLU
ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI AD
Amaç:
TREATMENT OF VERY SEVERE STAGE OF COPD WITH
CPAP
SİLVANA BALA , LORETA KARAULLİ , ALMA CANİ
UNİVERSİTY HOSPİTAL FOR LUNG DİSEASE
Aim:
Gereç ve Yöntem:
The aim of this survey has been the improvement of
gasometrical parameters, hematocrit and reducon of
the days remaining in hospital , in the group of paents
with very severe stage of COPD, that use the medical
treatment and CPAP, compare with other group of
paents who were under the same the treatment but
without CPAP.
Bilgisayarlı toraks tomografisi çekilen, KOAH tanılı
77 hastanın verileri incelendi. Toraks tomografisinde
amfizem olan ve olmayan olgular şeklinde iki gruba
ayrıldı. Klinik, fizyolojik ve fonksiyonel parametrelerle
ilişkisi değerlendirildi.
Method:
Çalışma grubunda kadın/erkek: 4/73, yaş ortalaması:
62±9 olarak bulundu. Hastaların ortalama beklenen %
FEV1: 43±14’tü. Hastalardan 51’inde amfizem görülürken,
22’sinde amfizem saptanmadı. Amfizem olan ve olmayan
gruplar arasında yaş ortalamaları farklı değildi (62±9
vs. 63±10). BMI’leri değerlendirildiğinde tüm hasta
grubu ortalaması olan 25.6’dan düşük olgularda, toraks
tomografisinde amfizem görülme oranı daha yüksek
(p=0.003). Amfizemli grupta yıllık doktora başvuru sayısı
belirgin olarak daha yüksek (3.2/yıl vs. 2.4/yıl, p=0.003).
Laboratuar değerlerine bakıldığında amfizemli olguların
hemoglobin düzeylerinin olmayanlara göre daha yüksek
olduğu görüldü (15.6 mg/dl vs. 13.9 mg/dl, p=0.001),
inspiratuar kapasite ise amfizem olgularında istasksel
olarak anlamlı düzeyde düşüktü (1.27 L/dk vs. 1.92 L/dk,
p=0.004).
The survey is carried out on 98 paents with very severe
stage of COPD divided in two groups. The first group was
treated with medical therapy and second group except
medical therapy was treated, also with CPAP.
Results:
Our data have shown a good improvement of gasometrical
parameters in the group of paents who were treated
with combined therapy, medical and CPAP, compared
with the group without CPAP. So, pCO2 in the group of
paents without CPAP was decreased from 69 to 53 mm
Hg, while in the group with CPAP was decreased from
69 to 47 mm Hg. PaO2 had an increase with 4 mm Hg
and 22 mm Hg in respecve groups. Also, with the group
104
KOAH’taki fenopik değerlendirme farklı şekillerde
yapılabilir, bunların içerisinde amfizem toraks tomografisi
ile radyolojik olarak tanımlanabilir. Bu çalışmada KOAH
olgularında toraks tomografisi ile amfizem görülme oranı
ve amfizemin klinik parametreler üzerine etkilerinin
değerlendirilmesi amaçlandı.
Bulgular:
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
Sonuç:
Sonuç:
Çalışma grubunda amfizemin hakim olduğu KOAH
fenopinde, olguların ortalama BMI’nin daha düşük
olduğu ve bu olguların radyolojik olarak amfizem
olmayan KOAH grubuna göre daha yüksek oranda
doktor başvurusu olduğu belirlendi. Bu nedenle KOAH’ın
fenopik sınıflandırılması, hastaların klinik izleminde
takip ve tedavi stratejilerinin belirlenmesinde dikkate
alınmalıdır.
KOAH atak sebebiyle hastaneye yarılan birçok
hastada malnütrisyon mevcuu ve şiddetli ataklar ağır
malnütrisyon ile birlikte idi. Yüksek serum IL-6 düzeyleri,
malnütrisyon, VKİ, albümin ve atak şidde ile ilişkili idi.
Sonuçlarımız artmış serum IL-6 düzeylerinin KOAH atak
nedeniyle hastaneye yatan hastalardaki malnütrisyonun
etyopatogenezinde önemli bir rol oynayabileceğini ve bu
olgularda nütrisyonel parametrelerin değerlendirilerek
nütrisyonel destek tedavisinin KOAH atak tedavisine
eklenmesi gerekğini düşündürmüştür.
PS064
ATAK NEDENİYLE HOSPİTALİZE
OLGULARINDA
SERUM
IL-6
MALNÜTRİSYON İLE İLİŞKİSİ
EDİLEN KOAH
DÜZEYLERİNİN
NECLA SONGÜR 1, ALİ KUDRET ADİLOĞLU 2, AHMET
BİRCAN 1, ZEYNEP ÇINAR 1, ÖNDER ÖZTÜRK 1, AHMET
AKKAYA 1
PS065
KRONİK OBSTRÜKTİF AKCİĞER HASTALIĞI İLE ÜRİK ASİT
DÜZEYLERİ ARASINDAKİ İLİŞKİ
AYTÜL ŞEN GÜLER , ÖZLEN TÜMER , SEMA SARAÇ ,
SELAHATTİN ÖZTAŞ , GÜLİZ ATAÇ , MELAHAT KURUTEPE
SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ,
GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI, ISPARTA
2
SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ,
MİKROBİYOLOJİ ANABİLİM DALI, ISPARTA
SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS
CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
Amaç:
Bu çalışmada KOAH hastalarında ürik asit düzeylerindeki
değişiklikler ve bu değişikliklerle SFT ve AKG değerleri
arasındaki ilişkiler araşrılmışr. Ayrıca bu değişikliklerin
belirleyicilerinin tespit edilmesi amaçlanmışr.
1
Atak nedeniyle hospitalize edilen KOAH olgularında
serum interlökin-6 (IL-6) düzeylerinin malnütrisyon ve
diğer klinik parametreler ile ilişkisini araşrmak.
Amaç:
Gereç ve Yöntem:
Gereç ve Yöntem:
Ocak 2007 ve Aralık 2008 tarihleri arasında KOAH atak
nedeniyle hastaneye yarılan 78 hasta ( 74 erkek, 4
kadın, ortalama yaş: 67 yıl) çalışmaya alındı. Hastalardaki
malnütrisyon düzeyi Subjekf Global Değerlendirme
(SDG) yöntemi ile araşrıldı. Atak şidde Anthonisen’in
belirği kriterlere göre değerlendirildi. Tedavi öncesi
her hastada vücut kitle indeksi (VKI) hesaplandı. Tüm
hastalarda tedavi öncesi serum IL-6, albümin, C-reakf
protein (CRP), lökosit, hemoglobin ve PaO2- SaO2
düzeyleri ölçüldü.
Bulgular:
Elliüç (%73) hastada serum IL-6 düzeyleri artmış. SGD
ile 78 hastanın 28’inde (%35.9) malnütrisyon yoktu. 50
(% 64) hastada malnütrisyon mevcuu. Malnütrisyonu
olan 50 hastanın 40 (%51)’ında orta derecede
malnütrisyon, 10 (%13)’unda ağır dercede malnütrisyon
saptandı. Artmış serum IL-6 düzeylerinin orta (p=0.0001)
ve şiddetli malnütrisyon (p= 0.0001), azalmış albümin
düzeyi (p= 0.024), azalmış VKI (p= 0.043) ve şiddetli atak
(p= 0.0001) ile ilişkili olduğu bulundu.
48 alevlenme dönemi ve 30 stabil dönem olmak üzere
toplam 78 KOAH hastası değerlendirilmişr.
Bulgular:
KOAH’lı olgularda ürik asit (UA) düzeyleri ise akut
alevlenme grubunda anlamlı derecede yüksek (sırasıyla,
6,70±3,19 ve 4,97±1,78, p<0,01). Hiperürisemi izlenen
olguların tümü 50 yaş üzerinde ve çoğunluğu erkek.
Her iki grupta hiperkapnik (pCO2>45 mmHg) olgularda
UA seviyeleri daha yüksek izlenmesine rağmen istaksel
olarak anlamlı bulunmadı (p<0,05). Stabil grupta ağır
hipoksemik (pO2<60 mmHg) olgularda hiperürisemi
anlamlı yüksek saptandı (ağır hipoksemi: 6,67±0,95 ve
hipoksemi yok: 4,70±1,12, p<0,01).
Sonuç:
Sonuç olarak alevlenme ve stabil KOAH’lı olgulardaki
UA düzeyleri arasında anlamlı fark olması, her iki
grupta hiperkapni izlenen hastalarda hiperürisemi
saptanması ve stabil gruptaki hipoksemik olgularda UA
seviyelerinin anlamlı yüksek bulunması; ürik asin KOAH
alevlenmelerinde ve KOAH’ın ciddiyeni belirlemede
önemli bir indikatör olabileceğini göstermektedir.
105
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
PS066
Sonuç:
KRONİK OBSTRUKTİF AKCİĞER HASTALIĞI (KOAH)
SAPTANAN
OLGULARDA
İNFLUENZA
AŞISI
UYGULAMASI SONRASINDA İNFLUENZA AŞISINA
KARŞI ANTİKOR YANITININ KANTİTATİF ELİSA
YÖNTEMİ İLE ARAŞTIRILMASI VE KLİNİK BULGULARIN
DEĞERLENDİRİLMESİ
KOAH hastalarının aşılanması yaşam kalitelerini
arrmakta, hastane yaşlarını ve infeksiyon epizotlarını
azalp tedavi giderlerini düşürmektedir. Aşı öncesinde
varolan koruyucu ankor düzeylerinde aşılama ile arş
olduğu görülmektedir. Influenza aşılamasının koruyucu
ankor düzeylerinde ve klinik bulgularda etkinliğinin,
aşılanmamış bireylerden belirgin olarak daha iyi olduğu
bulunduğundan, ağır ve çok ağır KOAH’lı aşılanmamış
hastalarda influenza aşı uygulamasının yararlı olduğu
düşünüldü.
CEYDA ANAR 1, SENA YAPICIOĞLU 1, CAN BİÇMEN 1,
HÜSEYİN HALİLÇOLAR 1, İPEK ÜNSAL 1, UFUK YILMAZ 1
İZMİR DR. SUAT SEREN GÖĞÜS HASTALIKLARI VE
CERRAHİSİ EĞİTİM ARAŞTIRMA HASTANESİ, GÖĞÜS
HASTALIKLARI BÖLÜMÜ
2
İZMİR DR. SUAT SEREN GÖĞÜS HASTALIKLARI
VE CERRAHİSİ EĞİTİM ARAŞTIRMA HASTANESİ,
MİKROBİYOLOJİ BÖLÜMÜ
1
Amaç:
KOAH’lı olgularda, influenza aşısına karşı ankor yanı ve
aşılamanın klinik bulgular üzerindeki etkileri.
Gereç ve Yöntem:
44 KOAH’lı olgu çalışma grubu olarak belirlendi ,influenza
aşısı uygulandı. KOAH’lı ve aşı uygulanmamış 38 olgu
ile 21 sağlıklı birey kontrol grupları olarak çalışmaya
alındı. Influenza aşısına karşı ankor yanının kantaf
değerlendirmesi için, aşı öncesi, aşıdan 1 ay ve 1 yıl
sonra alınan kan örneklerinde influenza Ig M ve Ig G
parametreleri ELISA yöntemiyle analiz edildi. dispne,
balgam miktarı ve/veya pürülansında arş olması akut
atak kriterleri olarak belirlendi. Lökositozu ve PA akciğer
grafisinde infiltrasyonu olan olgular pnömoni olarak
değerlendirildi. Hastanede kalış süreleri, yoğun bakım
desteği görüp görmedikleri ile ilgili veriler kaydedildi.
Aşılanmış olgu gruplarımızın klinik bulguları 1. kontrol
grubu ile istasksel olarak karşılaşrıldı. akut atakla
hastaneye başvurmayan ve influenza aşısı uygulanan
olguların Ig G ankor yanıtları, aşılanmamış sağlıklı kontrol
grubu ile karşılaşrılarak istasksel değerlendirmeye
alındı.
Bulgular:
akut atakla başvurduğu ilk ay kontrol grubunda çalışma
grubuna göre daha erken saptandı.akut atakla başvuru
sayısının kontrol grubundakilere göre istasksel olarak
anlamlı derecede daha az olduğu saptandı. Kontrol
grubundaki ağır ve çok ağır derecede KOAH olgularının
çalışma grubundaki aşılı olgulara göre istasksel olarak
anlamlı derecede daha çok akut atakla hastaneye
başvurdukları bulundu. Çalışma grubundaki aşılı olguların
kontrol grubundakilere göre daha az pnömoni geçirdiği,
hastanede ve yoğun bakımda istasksel olarak anlamı
derecede daha az ya
ğı belirlendi. İnfluenza aşısı yapılan
ve akut atakla başvurmayan olguların sağlıklı bireylerden
oluşan kontrol grubuna göre aşı öncesi ile aşıdan bir ay
ve bir yıl sonraki influenza Ig G düzeylerinin istasksel
olarak anlamlı derecede ar
ğı izlendi.
106
9 NİSAN 2009
PS067
KOAH VE KOR PULMONALE HASTALARININ AYIRICI
TANISINDA BRAİN NATRİÜRETİK PEPTİD’İN YERİ
SEMRA KÖKLÜ , SELAHATTİN ÖZTAŞ , MELAHAT
KURUTEPE , GÜLİZ ATAÇ , ÖZLEN TÜMER , SEMA SARAÇ
, AYTÜL ŞEN GÜLER
SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALILARI VE GÖĞÜS
CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
Amaç:
Brain natriürek pepd (BNP) 32 aminoasitli bir pepddir.
Vazorelaksan ve natriürek etkileri vardır.Özellikle kalp
yetmezliğinde yükselir. Çalışmamızda kor pulmonale
ve KOAH hastalarında BNP değerini karşılaşrmayı
amaçladık.
Gereç ve Yöntem:
Aralık 2006-Temmuz 2007 tarihleri arasında KOAH ve kor
pulmonale tanısı ile başvuran 60 hasta ve kontrol grubu
olarak 30 sağlıklı kişi alındı.
Bulgular:
Çalışmamızda plazma BNP değeri kor pulmonaleli grupta,
kor pulmonalesi olmayan KOAH grubuna ve kontrol
grubuna göre anlamlı düzeyde yüksek olarak ölçüldü. Kor
pulmonale grubunun BNP değeri ( ort. =14.04, SD = 9,21
) KOAH grubuna (ort. =7.56, SD = 4,66 ) göre istasksel
olarak anlamlı yüksek saptandı. (p<0.001). Kor pulmonale
grubunun BNP değerinin sağlıklı olup sigara içen (ort.
=7.99, SD =5,87 ), sağlıklı olan ve sigara içmeyen (ort.
=9,69, SD = 4,57 ) göre istasksel olarak anlamlı yüksek
saptandı (p<0.001). Ayrıca KOAH’lı olgularla kontrol
grubu arasında BNP değerinde istasksel olarak fark
saptanmadı.
Sonuç:
Sonuç olarak BNP’nin kor pulmonalede duyarlılığı %55
ve özgüllüğü %67 saptanmış olup literatürle uyumludur.
Çalışmamızda KOAH tanısı bilinen hastalarda BNP
düzeyinin yüksek bulunmasının bu hastalarda kor
pulmonalenin varlığının bir göstergesi olduğu kanısına
varılmışr.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
PS068
PS069
HAFİF KRONİK OBSTRÜKTİF AKCİĞER HASTALIĞI
İLE BİRLİKTE AÇIKLANAMAYAN HİPOKSEMİSİ OLAN
HASTALARDA PATENT FORAMEN OVALE’NİN KLİNİK
ÖNEMİ
KOAH’LI OLGULARDA DEPRESYON BELİRTİLERİ VE
SOLUNUMSAL PARAMETRELERLE İLİŞKİSİ
ESRA BİLGİN 1, HARUN KILIÇ 2, MURAT AKSOY 2, MELİKE
YÜCEEGE 1, RAMAZAN AKDEMİR 2, SADIK ARDIÇ 1
SB DIŞKAPI YBEAH GÖĞÜS HASTALIKLARI VE TBC
KLİNİĞİ
2
SB DIŞKAPI YBEAH KARDİYOLOJİ KLİNİĞİ
1
Amaç:
Patent foramen ovale’nin (PFO) hafif kronik obstrükf
akciğer hastalığı (KOAH) olgularında tespit edilen
açıklanamayan
hipoksemiye
katkıda
bulunup
bulunmadığını araşrmak.
Gereç ve Yöntem:
Hafif KOAH(FEV1/FVC %: <70%, FEV1≥ %80 (beklenen))
dışında ek hastalığı olmayan ve bu KOAH düzeyi ile
açıklanamayan hipoksemiye(PO2<75, SO2<95) sahip
21 hasta çalışmaya kabul edildi. Parsiyel arterial oksijen
basıncı (PaO2) ve arterial oksijen saturasyonları (SaO2)
arterial kan gazları analizi ile tespit edildi. Solunum
fonksiyon testleri KOAH derecesini belirlemek üzere tüm
hastalara uygulandı. Standart ve kontrast ekokardiyografi
pulmoner arter basıncını (PAB) ve PFO’ yu için tespit
etmek için kulanıldı.
NAZİRE UÇAR , SERDAR AKPINAR , DİLEK ERNAM ,
OSMAN ÖRSEL , DİDEM BİREL , TUĞRUL ŞİPİT
ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ
EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
Amaç:
KOAH’lı olgularda depresyon belirleri olup olmadığını
saptamak ve depresyon skorlarının FEV1, 6 dakika yürüme
tes (DYT), PO2, PCO2 gibi solunumsal parametrelerle
ilişkisini araşrmak.
Gereç ve Yöntem:
Kliniğimizde yatarak tedavi olan ve ayaktan polikliniğimize
başvuran KOAH’lı hastalar çalışmaya alındı. GOLD’a
göre KOAH evrelemesi yapıldı. Hastaların demografik
özellikleri, hastalık hikayesi sorgulandı. Spirometrik
testler, arteriyel kan gazı tetkiki, 6 DYT, BORG dispne
skoru ve Beck depresyon ölçeği değerleri kaydedildi.
İstasksel değerlendirmeler yapıldı. Önceden psikiyatrik
hastalık tanısı olan ve ilaç kullanma öyküsü olan hastalar
çalışma dışı bırakıldı.
Bulgular:
Hastaların ortalama yaşı 64±12 idi. 4 hastada (%19) PFO
tespit edildi. PFO olmayan hastalarda ortalama PO2, SO2
ve PAB değerleri sırasıyla; 57.4±6.8, 90±3.2, 33.8±5.4,
PFO tespit edilen hastalarda PO2, SO2 ve PAB değerleri
sırasıyla; 46,5±13.7, 79,3±12.8, 42.5±6.5 olarak bulundu.
PO2 ve SO2 düzeyleri PFO varlığı ile negave yönde
korelasyon (PO2: r -0.476, p=0,029 / SO2: r -0.602,
p=0,004), PAB düzeyleri ise pozif yönde korelasyon
gösterdi(PAP: r +0.537, p= 0,012).
Grup 1’de; 16 yatan ve grup 2’de; 16 ayaktan olmak
üzere toplam 32 hasta (24 erkek, 8 kadın) çalışmaya
alındı. Hastaların yaş ortalaması: 58,34±8,69. Depresyon
belirleri gösterme sıklığı: % 53,1. Depresyon belirleri
gösterme açısından gruplar arasında anlamlı fark
saptanmamakla birlikte ileri evre olgularda depresyon
skoru yüksek bulundu (p=0,059). KOAH evresine göre
karşılaşrıldığında evre1-2’de 3 (%9,3), evre 3-4’de 14
hastada (%43,5) depresyon belirleri saptandı. Evrelere
göre karşılaşrıldığında depresyon belirleri gösterme
sıklığı açısından anlamlı bir fark saptandı (p>0,05).
Depresyon skorları ile FEV1, 6 DYT mesafesi, PO2, PCO2
arasında da anlamlı bir fark bulunamadı (p>0,05).
Sonuç:
Sonuç:
Bu çalışma düşük PaO2 ve SaO2 ve yüksek PAB
düzeyleri ile birlikte olan hafif KOAH’lı hastalardaki
hipoksiye patent foramen ovale’nin katkısı olabileceğini
göstermektedir. Ancak kesin sonuçlar için daha yüksek
sayıda hastanın dahil edileceği gelecekteki çalışmalara
ihyaç duyulmaktadır.
KOAH’lı, hastanede yatan, evre 3-4 hastalarda, ayaktan
başvuranlara göre depresyon belirleri daha sıkr. Ancak
solunumsal parametrelerle ilişkisi saptanmadığından,
hastanın KOAH’nın seyrini olumsuz yönde etkilemiyor
gibi görünse de bu konuda daha çok sayıda hastaların
yer aldığı geniş kapsamlı çalışmalar yapılması
gerekmektedir.
Bulgular:
107
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
PP070
PS071
EPIDEMIOLOGICAL
STUDIES
IN
CHRONIC
RESPIRATORY DISEASES (CRD) - BETWEEN LIMITS AND
RECOMMENDATIONS
KRONİK OBSTRÜKTİF AKCİĞER HASTALIĞI VE EK
HASTALIKLAR
1
1
FLORİN DUMİTRU MİHALTAN , OANA DELEANU , IRİNA
STRAMBU 1, IOANA MUNTEANU 1, IOANA DARAMUS 2,
MİHAELA MİHAİLOVİCİ 2
1
2
ROMANİAN SOCİETY OF PNEUMOLOGY
CENTER FOR HEALTH POLİCİES AND SERVİCES
Aim:
To evaluate the prevalence of chronic respiratory diseases
in Romania and the limits and recommendaons of
epidemiological studies in CRD
Method:
Populaon study, representave for Romanian
populaon 18 years and older, +/- 4,1% error, 95%
confidence. Systemac literature review study.
Results:
The available data show that only 20-25% of paents
with COPD are diagnosed with the disease. The
environmental factors are oen forgoen in our country
as risk factors for CRD. Frequently the paent is sub
evaluang the disease. The involvement of the physicians
at the secondary level in disease management is week.
The paent’s access to spirometry and alergology tests
is sll difficult in Romania. On this occasion a systemac
literature review has been conducted in order to
compare the study data with the internaonal published
data available.
Conclusion:
There is a strong need to develop a naonal program to
diagnose and monitor COPD as well as to develop the
home care for the paents suffering with the disease.
The limits and recommendaons of the epidemiological
studies for CRD’s are discussed on the paper and
recommendaons for further improvement of such
studies are formulated. This study was done by Center
for Health Policies and Services and Romanian Society
of Pneumology. Data collecon was done by a research
company. The study was possible due to the funds
received by the Center for Health Policies and Services
from the Global Fund to Fight HIV/AIDS, Tuberculosis and
Malaria, round 6, through Romanian Angel Appeal for
the project “PAL strategy implementaon in Romania”.
108
SÜLEYMAN SAVAŞ HACIEVLİYAGİL , AYŞEGÜL ALTINTOP ,
MÜGE OTLU , ZEYNEP AYFER AYTEMUR
İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ANABİLİM DALI, MALATYA.
Amaç:
Kronik Obstrükf Akciğer Hastalığında (KOAH) ek
hastalıklar sık görülmektedir. Bu çalışmada KOAH’lılarda
ek hastalıkların sıklığı ile ek hastalıkların hastaneye yaş
ve mortaliteye etkisi incelendi.
Gereç ve Yöntem:
Çalışmaya Ekim 2008-Ocak 2009 tarihleri arasında
kliniğimize başvuran 81 KOAH hastası alındı. Hastaların
dosya bilgileri ve verileri spss 16.0 programı kullanılarak
istasksel incelemeye alındı. Hastalarda en sık saptanan
ek hastalıkların sayısı ve yüzdeleri belirlendi. Ek hastalık
varlığının morbiteye (hastane yaşı) ve mortaliteye etkisi
ki-kare tesyle incelendi.
Bulgular:
Çalışmada KOAH’lıların 62’sinde (%76.5) ek hastalık tespit
edildi. En sık saptanan ek hastalıklar; kalp yetersizliği
(n:41,%50.6), hipertansiyon(n:17,%21) ve diabetus
mellitustu(n:14,%17.3). Hastaların 50’sinde (%61.7) kor
pulmonale tespit edildi. Ek hastalığı bulunan hastaların
hastaneye yaş oranı daha fazlaydı (%81, %19, p:0.019).
Ek hastalığı olan hastaların sekizi, ek hastalığı olmayanlar
hastaların sadece biri öldü, bu oran istasksel olarak
anlamlı değildi (p>0.05).
Sonuç:
Ek hastalıklar KOAH’ta sık görülmektedir ve KOAH’ın
morbiditesi arrmaktadır. Ek hastalıkların tedavisinin
KOAH tedavi başarısını arracağını ve KOAH’ın morbidite
ve mortalitesini azaltacağını düşünmekteyiz.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
PS072
9 NİSAN 2009
KLİNİĞİMİZDEKİ
AKUT
KOAH
ATAKLARINDA
BIPAP(BİLEVEL POSITIVE AIRWAY PRESSURE) TEDAVİSİ
SONUÇLARI
sağlanması durumunda kolayca uygulanır. Kliniklerde
noninvaziv mekanik venlatörlerin arrılması tedavi
maliyetlerinin pahalı olduğu ve kimi zaman yatak
sıkınsının çekildiği YBÜ’lerine olan ihyacı da büyük
ölçüde azaltacakr.
MELTEM AĞCA , SİBEL ARINÇ , OĞUZ AKTAŞ , DİLDAR
DUMAN , MÜYESSER ERTUĞRUL , SİNAN BODUR ,
TURAN KARAGÖZ
PS073
SÜREYYAPAŞA GÖGÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS
CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
KRONİK OBSTRÜKTİF AKCİĞER HASTALIĞI İLE TİROİD
HORMON DÜZEYLERİ ARASINDAKİ İLİŞKİ
Amaç:
AYTÜL ŞEN GÜLER , SEMA SARAÇ , GÜLİZ ATAÇ , ÖZLEN
TÜMER , SELAHATTİN ÖZTAŞ , MELAHAT KURUTEPE ,
SEMRA KÖKLÜ
KOAH’a bağlı akut hiperkarbik ve/veya hipoksemik
solunum yetmezliğinde medikal tedaviye ek olarak
hastanın venlasyonunun desteklenmesi gerekir. Destek
amacıyla uygulanan pozif basınçlı venlasyon iki şekilde
yapılır: Bunlardan biri yoğun bakım koşullarının gerekği
ve birçok komplikasyonu beraberinde taşıyan entübe
edilerek yapılan invaziv mekanik venlasyon(IMV),
diğeri ise entübe edilmeden yüz veya nasal maske
ile servislerde uygulanabilen noninvasiv mekanik
venlasyondur(NIMV). Çalışmamızda akut KOAH tanısı
ile kliniğimizde yatmakta olan olgularda medikal tedaviye
ek olarak uygulanan BIPAP’ın etkinliğini ve sonuçlarını
araşrdık.
Gereç ve Yöntem:
Ocak 2007-Mayıs 2008 tarihleri arasında kliniğimizde
KOAH’a bağlı hiperkarbik ve/veya hipoksemik solunum
yetmezliği tanısıyla BİPAP tedavisi almış 29 hastanın
dosyaları retrospekf olarak incelendi. Hastaların yaş,
cinsiyet, KOAH süresi, sigara öyküsü, eşlik eden hastalık
öyküsü, servise giriş-çıkış arteriyel kan gazı(AKG) değerleri
kaydedildi. Çalışmaya KOAH tanısı olan hastalar alındı.
Bulgular:
BİPAP tedavisinin 4. saanden ibaren arter kan gazı
değerlerinde, ph ve O2 saturasyonunda istasksel
olarak anlamlı arş, parsiyel CO2 düzeylerinde
istasksel olarak anlamlı düşüş gözlenirken parsiyel
O2 ve HCO3 değerlerinde anlamlı bir değişiklik
gözlenmemişr. Genç yaş grubunda başarı oranın daha
yüksek olduğu gözlenirken, cinsiyet, sigara kullanımı
(paket/yıl), ek hastalık, evde tedavi alma, geliş lökosit
ve bazal AKG değerlerinin BİPAP başarısı ile arasında
korelasyon kurulamamışr. Hastaların bazal pCO2, pH,
sO2, değerleri BIPAP sonrasında anlamlı olarak düzeldiği
saptandı. Hastalardan biri kaybedilirken, yirmidokuz
hastanın 8’inde solunumsal asidozun ağırlaşması, hasta
uyumsuzluğu, dispne şikayetlerinin artması nedeniyle
servis takibinin zor olduğu düşünülerek yoğun bakım
ünitesine(YBÜ) nakil edilmişr.
Sonuç:
SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS
CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
Amaç:
KOAH’da hipoksemi, alevlenme, ilaçlar, kaşeksi ve
malnütrisyon gibi birçok nedenle endokrinolojik
değişiklikler meydana gelmektedir. KOAH olgularında
roid hormon düzeylerindeki değişiklikler ve bu
değişikliklerin belirleyicilerinin araşrıldı.
Gereç ve Yöntem:
Bu çalışmada, 48 akut alevlenme ve 30 stabil dönemdeki
78 KOAH’lı hasta değerlendirildi.
Bulgular:
Akut alevlenmesi olan gruptaki sT3 seviyelerindeki
düşüklük ﴾sırasıyla, 15 (%68,8) / 33 (31,3) ve 3 (%90) /27
(%10), p<0,05﴿ ve sT4 seviyelerindeki yükseklik ﴾sırasıyla,
14 (70,8) / 34 (%29,2) ve 0/30, p<0,01﴿ stabil gruba
göre daha yüksek oranlarda bulundu. Ayrıca anormal
(düşük ve yüksek TSH düzeyleri) TSH düzeylerine sahip
hastaların toplamı yine akut KOAH’lı olgularda dikkat
çekici oranda yüksek (düşük:14, yüksek:3, normal:31,
toplamda n:17/31). Akut KOAH’lı olgularda anormal
TSH düzeylerine sahip grup incelendiğine, düşük TSH
seviyelerinin (n:14/17) daha fazla olduğu görüldü. HÖS
(Hasta öroid sendromu) insidansına bakıldığında, akut
ataktaki grupta kontrol grubuna göre HÖS insidansı daha
yüksek olarak saptandı ﴾sırasıyla, %66,6 (n:32/48) ve
%20 (n:6/30)﴿ ve her iki grupta HÖS , 50 yaş üzerinde
daha fazla izlendi.
Sonuç:
Sonuç olarak bu çalışmada; sistemik bir hastalık olan
KOAH’da, roid hormon düzeylerinin etkilendiği,
hormonal değişikliklerin özellikle hastalığın ağırlığı ve
hipoksemi ile ilişkili olduğu, alevlenme döneminde
hormonal değişikliklerin daha fazla görüldüğü
saptanmışr.
Tarşma: KOAH’a bağlı akut hiperkarbik solunum
yetmezliğinde BİPAP tedavisi servislerde uygun koşullar
109
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
PS074
PS075
KRONİK OBSTRÜKTİF AKCİĞER HASTALIĞINDA EGZERSİZ
KAPASİTESİ İLE DİSPNE SKALALARI VE YAŞAM KALİTESİ
ARASINDAKİ İLİŞKİ
KOAH’DA KOMORBİD DURUMLARIN HASTALIK SEYRİNE
ETKİSİ
FATMA ÇİFTCİ , ÖZNUR AKKOCA YILDIZ , SEVGİ BARTU
SARYAL
ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI AD
FÜSUN YILDIZ , İLKNUR BAŞYİĞİT , HAŞİM BOYACI ,
MERYEM BAKIR , SİBEL ARSLAN
KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ANABİLİM DALI
Amaç:
Amaç:
KOAH hastalarının egzersiz kapasitesi ve yaşam kalitesi
düşüktür. Bu çalışma 6DYT ve KPET tesnin dispne
indeksleri ve yaşam kalitesi anketleri ile ilişkisini
incelemek amacıyla yapıldı.
Gereç ve Yöntem:
Çalışmaya klinik olarak stabil 36 KOAH olgusu dahil edildi.
KOAH’ lı olguların tanısı GOLD kriterleri doğrultusunda
(klinik, radyolojik, solunum fonksiyon testleri ile) konuldu.
Hastaların ağırlık dereceleri GOLD’ a göre evrelendi.
Çalışmaya alınan 36 stabil dönem KOAH’ lı olguya temel
değerlendirmeden sonra çalışma protokolü çerçevesinde
6DYT ve KPET uygulandı. Dispne derecesi egzersiz öncesi
ve sonrası Borg dispne skalası ile değerlendirildi. Olgulara
dispne skalaları (MRC, BODE, Borg, BDI) ve yaşam kalitesi
anke (Saint George’ s Solunum Anke) yaprıldı.
Bulgular:
Al dakika yürüme tes ile dispne skalaları ve yaşam
kalitesi anke arasında istasksel olarak anlamlı ilişki
saptanmadı. KPET parametrelerinden VO2 max ve O2
pulse ile SGRQ semptom skoru, impakt skoru ve toplam
skoru arasında istasksel olarak anlamlı ilişki bulundu.
VO2, VE ve O2 pulse ile BODE indeksi arasında negaf
korelasyon izlendi. MRC, BDI ve Borg dispne skalalarının
her iki egzersiz tesyle ilişkisi bulunmamaktadır
Sonuç:
Sonuç olarak; basit bir test olan 6DYT KOAH olgularında
egzersiz kapasitesinin belirlenmesinde değerlidir. BODE
indeksi ve Saint George’s Solunum anke (SGRQ)
maksimum oksijen kullanımı (VO2) ile ilişkiliyken 6DYT
dispne indeksleri ve yaşam kalitesi anketleriyle ilişkili
değildir.
110
Başta kalp hastalıkları olmak üzere pek çok kronik
hastalık ile KOAH birlikteliği sıkr. Bu çalışmanın amacı,
komorbiditelerin KOAH seyrine etkisini araşrmak.
Gereç ve Yöntem:
KOAH polikliniğimize başvuran ve düzenli olarak en az
bir yıldır takip edilen hastaların demografik özellikleri,
hastalık ağırlığı, atak sayıları ve ek hastalıkları kaydedildi.
Ek hastalığı olan ve olmayan hastalar karşılaşrıldı.
Bulgular:
Çalışmaya alınan 53 hastanın tümü erkek olup yaş
ortalaması 63 ± 10.5 yıl, ortanca sigara kullanım değeri 44
paket-yıl, hastalık süresi 4 yıl ve kontrol sayısı 4 kontrol/yıl
olarak saptandı. Hastaların %79’u (n:42) GOLD evre 2 ve
3 olarak değerlendirildi. Son bir yılda 13 hastada toplam
20 atak tespit edilirken, bu atakların 14’ünde hastaneye
yaş, üçünde ise yoğun bakım ünitesine yaş gerekği
görüldü. Hastalık evresi ile atak sayısı arasında korelasyon
saptandı (p:0.001, r:0.45). Eşlik eden hastalıklar
değerlendirildiğinde; hastaların %22.6’sında (n:12) tek
komorbidite mevcutken, %18.8’inde ise (n:10) iki veya
daha fazla komorbidite saptandı. En sık komorbidite
hipertansiyon olup, hastaların %32’sinde mevcuu.
Koroner arter hastalığı hastaların %24.5’inde, diyabet %
7.5’inde ve konjesf kalp yetmezliği %5’inde tespit edildi.
Üç hastada ise eşlik eden malignite (2 hastada larynx, 1
hastada prostat) mevcuu. Komorbidite ile atak sayısı
arasında korelasyon saptanmadı
Sonuç:
Düzenli kontrollere gelen KOAH’lı hastalarda atak ile
acile başvurma sıklığının düşük olduğu düşünülmektedir.
Ayrıca düzenli takip, eşlik eden hastalıkların da kontrolüne
katkıda bulunarak bu komorbiditelerin KOAH seyrini
olumsuz etkilemesini önlüyor olabilir.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
PS076
PS077
CLINIC-MORFOLOGICAL PATHOMORPHISM AT COPD
PATIENTS IN UZBEKISTAN
KOAH’DA İNFLAMASYONUN TAYİNİNDE NAZAL LAVAJ
YÖNTEMİNİN KULLANILMASI
KAMOLA UBAYDULLAEVA
HAŞİM BOYACI , AYŞE PALA , İLKNUR BAŞYİĞİT , FÜSUN
YILDIZ , AYSUN ŞENGÜL
NATİONAL INSTİTUTE OF TB AND PULMONOLOGY,
TASHKENT
Aim:
To study the influence of pescide on clinicmorfological
pathomorphism
of
COPD.
Method:
The peculiaries of clinical features of disease,
respiratory funcon, mucociliary transport condion
in accordance with date of indicators excreon at 98
COPD paents of different severity have been studied.
All paents were divided on 2 groups: I group-66
paents with pescide cumulaon in organism and
II group-32 paents without pescide cumulaon.
Results:
Morfofunconal condion of mucociliary apparatus
in compared groups have been studied according
to dates of light microscopy of biopsy forceps of
segmental bronchus mucosa. Light microscopy and
ultrastructural analysis of segmental bronchus mucosa
at paents of compared groups showed an essenal
difference in funconal morphology of mucociliary
apparatus, that tesfies to pescides influence on
COPD pathomorphism. The date of indicators excreon
at COPD paents with pescide cumulaon was
significantly increased, and the date of peak expiratory
flow rate (PEFR) was significantly decreased. COPD
paents with pescide cumulaon in organism had
chronic sclerosing bronchis; COPD paents without
cumulaon had chronic catarrhal-sclerosing bronchis.
Conclusion:
It has been proved that the high pescides content
in blood leads to the evident clinical symptoms
of the disease and mucociliary insufficiency,
which
deteriorate
bronchial
obstrucon.
KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ANABİLİM DALI
Amaç:
Asm ve allerjik rinit ilişkisinden ortaya çıkan, tek havayolu
tek hastalık kavramının, sigaraya bağlı hastalıklar için de
geçerli olması gerekğini belirten görüşler bulunmaktadır.
Buna göre, zararlı etken aynıdır ve çoğu durumda
patogenez ortakr. Biz de bu görüşten yola çıkarak
KOAH’lı hastalarda hava yolu inflamasyonun saptanması
ve tedavinin etkinliğinin değerlendirilmesinde nazal lavaj
yönteminin uygulanabilirliğini araşrmayı amaçladık.
Gereç ve Yöntem:
Yirmi dokuz orta ve ağır KOAH’lı hasta randomize
olarak 2 gruba ayrıldı. Hastalar kullanmakta oldukları
bronkodilatör tedaviye ek olarak, 8 haa süresince; Grup
1 (İKS)’ de inhale steroid (flukazon propiyonat, 1000
mcg/gün), grup 2 (TEO)’ de ise teofilin (400 mg/ gün)
ile tedavi edildiler. Tedavi öncesi ve sonrasında, nazal
lavaj örneklerinde TNF-alfa, IL-6 ve LTB4’ ten oluşan
inflamasyon belirteçleri ölçüldü.
Bulgular:
Tüm olgularda nazal lavaj işlemi çok rahat ve
komplikasyonsuz olarak uygulandı. Alınan örneklerde
inflamasyon belirteçleri rahatlıkla ölçülebilir düzeylerde
idi. Teofilin kullanan hastaların tedavi sonrası nazal lavaj
TNF-alfa düzeylerinde anlamlı azalma saptandı (TEO
nazal lavaj TNF-alfa: 11,52±5,81 - 7,48±1,44 pg/ml p<
0,05). IL-6 ve LTB4 düzeylerinde her iki grupta da (İKS
ve TEO) tedavi sonrası istasksel olarak anlamlı bir
değişiklik saptanmadı.
Sonuç:
İnflamasyonla seyreden havayolu hastalıklarında,
havayolu inflamasyonunun saptanması ve aninflamatuar
tedavinin hava yollarındaki etkinliğinin takibinde, nazal
lavaj işlemi, kolay uygulanabilen ve etkili bir yöntem
olabilir. Ancak daha geniş ve karşılaşrmalı çalışmalara
gereksinim vardır.
111
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
PS078
Sonuç:
SİGARA İÇEN VE İÇMEYEN KOAH’I OLAN
KADINLARDA ATOPİ VE DİĞER RİSK FAKTÖRLERİNİN
DEĞERLENDİRİLMESİ
Sonuçta KOAH’lı kadın hastalarda IgE düzeyi ile
tanımlanan atopi ile solunum fonksiyon tes arasında
ilişki saptanırken, sigara içen ve içmeyenler arasında
benzer bir ilişki izlenmemişr. Hastalardaki bronş
hiperreakvitesi öyküsünün ve serum total IgE düzeyi ile
FEV1 arasındaki korelasyonun Dutch hipotezini destekler
bir bulgu olabileceği düşünülmüştür.
E. YELDA ÖZGÜN NİKSARLIOĞLU 1, GÜL KARAKAYA 2,
AHMET UĞUR DEMİR 1, A. FUAT KALYONCU 2
HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ANABİLİM DALI
2
HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ANABİLİM DALI, ERİŞKİN ALERJİ ÜNİTESİ
1
Amaç:
Kronik obstrükf akciğer hastalığı (KOAH) ilerleyici
ve kısmen geri dönüşlü hava yolu obstrüksiyonu ile
karakterize bir hastalıkr. Eyolojide en önemli risk
faktörü sigara olup bilinen başka pek çok risk faktörü
de vardır.Bu çalışmada sigara içen ve içmeyen KOAH’lı
kadınlarda kalıtsal bir özellik olan atopi ve diğer risk
faktörleri değerlendirilmişr.
PS079
KRONİK OBSTRÜKTİF AKCİĞER HASTALIĞINDA
İMMUNİZASYON. GERÇEKTEN YAPTIRTIYOR MUYUZ ?
ONUR FEVZİ ERER , GÜLİSTAN KARADENİZ , DİDEM
GAZİBABA , GÜLCAN ÜRPEK , ENVER YALNIZ , SERİR
AKTOĞU
İZMİR DR.SUAT SEREN GÖĞÜS HASTALIKLARI VE
CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
Amaç:
KOAH hastalarında grip ve pnomokok aşısı ile ilgili bilgi
düzeylerini ölçmek ve yapılma oranlarını saptamak.
Gereç ve Yöntem:
Gereç ve Yöntem:
112
Araşrmalarda atopi tanımı için allerjenlere karşı deri prik
tes pozifliği ve/veya spesifik IgE varlığı ve/veya total
IgE düzeyinde yükseklik gibi kriterler kullanılmaktadır.
Çalışmaya Haceepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs
Hastalıkları Anabilim Dalı Polikliniğinde 1 Ocak 2006 ile
1 Mart 2007 tarihleri arasında KOAH (kronik bronşit,
amfizem ve/veya küçük hava yolu hastalığı ) nedeniyle
takip edilen veya yeni tanı alan 96 kadın hasta dahil
edildi.
2009 yılı Aralık ayı içerisinde bir eğim hastanesi göğüs
hastalıkları polikliniğine başvuran ve anke yanıtlamayı
kabul eden KOAH tanılı ardışık 100 hasta çalışmaya alındı.
Hastaların grip ve pnomokok aşılarını bilip bilmedikleri ve
yaprıp yaprmadıkları sorgulandı. Bu sonuçlar hastaların
yaşı, cinsiye, eğim durumu, sigara kullanımı ve KOAH
yaşı (kaç yıldır KOAH tanısı olduğu) ile korelasyonlarına
bakıldı. Konuyla ilgili nasıl bilgi edindikleri kaydedildi.
Bulgular:
Bulgular:
Sigara içmeyenlerin (Grup I; n=42) yaş ortalaması
içenlerden (Grup II; n=54) daha yüksek (64.5±10.7 ve
58.4±9.5; p=0.04). Grup I ve II arasında kişisel atopik
hastalık öyküsü, aspirin/analjezik intoleransı, deri prik
tes pozifliği, kan eozinofil yüzdesi ve serum total IgE
düzeyleri açısından fark yoktu. Grup II’nin ortalama
mutlak FEV1 değerinin grup I’den daha yüksek (1.4±0.5 ve
1.2±0.4 Litre; p=0.015) olduğu saptandı. Tüm hastalarda
serum total IgE (ln IgE) düzeyi yükseldikçe beklenen FEV1
düzeyinde düşme izlendi. Ancak grup I ve II’ye tek tek
bakıldığında benzer eğilim izlenmekle birlikte aralarında
istasksel olarak anlamlı fark yoktu.
Hastaların grip ve pnomokok aşılarının ne olduğunu
bilme oranları sırasıyla % 49 ve %12 olduğu , hastaların
grip aşısı ve pnomokok aşısı yaprmış olma oranları ise
sırasıyla %40 ve % 10 olarak saptandı. Bu bulgular yaş,
cinsiyet, eğim durumu, KOAH yaşı ve sigara kullanımı ile
bir korelasyon göstermemekteydi.
Sonuç:
KOAH hastalarına poliklinik şartlarında grip ve pnomokok
aşılaması konusunda daha fazla bilgilendirme ve eğim
yapılması gerekği düşüncesindeyiz
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
PS080
PS081
KOAH’LI HASTALARDA İNHALER STEROİDLERİN VE
TEOFİLİNİN SİSTEMİK İNFLAMASYON ÜZERİNE ETKİSİ
KRONİK OBSTRÜKTİF AKCİĞER HASTALARINDA NONİNVAZİF MEKANİK VENTİLASYON UYGULAMALARI
AYŞE PALA , HAŞİM BOYACI , İLKNUR BAŞYİĞİT , FÜSUN
YILDIZ , AHMET ILGAZLI
CANAN ÖNEŞ , ARMAĞAN HAZAR , AYŞEGÜL EREN
KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ANABİLİM DALI
SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS
CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
Amaç:
Amaç:
KOAH’ın sistemik ve inflamatuvar karakterinin ön
plana çıkması araşrmacıları an-inflamatuvar tedavi
ajanlarının kullanımına yönelik çalışmalar üzerine
yoğunlaşrmışr. Bu çalışmanın amacı KOAH tedavisinde
kullanılan inhale korkosteroidlerin sistemik inflamasyon
belirteçleri üzerine etkinliğini araşrmak ve teofilin ile
karşılaşrmak.
Gereç ve Yöntem:
Çalışmaya alınan 29 orta ve ağır KOAH’ lı hasta
randomize olarak 2 gruba ayrıldı. Kullanmakta oldukları
bronkodilatör tedaviye ek olarak, 8 haa süresince grup
1’ deki hastalar inhale steroid (flukazon propiyonat,
1000 mcg/gün) ve grup 2’ deki hastalar da teofilin (400
mg/ gün) ile tedavi edildiler. Tedavi öncesi ve sonrasında
solunum fonksiyon testleri yapıldı, serum CRP, TNF-alfa,
IL-6 ve LTB4 düzeyleri ölçüldü.
Bulgular:
İnhale steroid ve teofilin tedavisi sonrası ölçülen serum
CRP düzeylerinde her iki grupta da istasksel olarak
anlamlı bir azalma olduğu görüldü (İKS serum CRP:
1,06±1,20 - 0,49±0,22 mg/dl p< 0,05; TEO serum CRP:
1,66±2,23 - 0,59±0,35 mg/dl p< 0,05). Diğer inflamatuvar
parametrelerden sadece, TEO kullanan grupta tedavi
sonrası serum TNF-alfa düzeylerinde anlamlı azalma
saptandı (TEO serum TNF-alfa: 3,82±3,44 - 1,89±1,33
pg/ml p< 0,05). IL-6 ve LTB4 düzeylerinde her iki grupta
da tedavi sonrası anlamlı bir değişiklik saptanmadı.
FEV1 değerleri İKS kullanan grupta, tedavi sonrasında
istasksel anlamlı bir arş gösterirken, TEO kullanan
grupta anlamlı olmayan bir arş gösterdi.
Sonuç:
Çalışmamızda akut hiperkarbik solunum yetmezliği ile
servisimizde non-invazif mekanik venlasyon (NIMV)
uygulanan kronik obstrükf akciğer hastalarının (KOAH)
sonuçlarını ve etkileyen faktörleri inceledik.
Gereç ve Yöntem:
Kliniğimizde hiperkarbik solunum yetmezliği ile takip
edilen, medikal tedavi ile birlikte NIMV uygulanan 34
hastayı (E: 25, K: 9) retrospekf olarak inceledik. NIMV
ile klinik durumları stabilleşen ve taburcu olan hastalar,
NIMV’a cevap veren hastalar (1. grup), klinik durumu
kötüleşerek yoğun bakım ünitesine (YBÜ) nakledilen
veya ölen hastalar, NIMV’a cevap vermeyen hastalar ( 2.
grup) olarak sınıflandırıldı.
Bulgular:
Hastaların 26’sı NIMV’a yanıt vererek taburcu olurken 7
hasta YBÜ’ne nakldildi, 1 hasta öldü. Ortalama pH değeri
tedavi öncesi 1. grupta 7.310, 2. grupta 7.288, tedavi
sonrası 1. grupta 7.349, 2. grupta 7.155 idi. Ortalama
PaCO2 değeri 1. grupta 58.94, 2. grupta 89.4 idi. WBC
düzeyleri 1. gruptaki hastaların 18’inde (%69.2) normal
seviyede, 8’inde (%30.8) yüksek, 2. grupta 2(%25)
hastada normal seviyede iken 6 (%75) hastada yüksek.
CRP düzeyleri 1. gruptaki hastaların 11’inde (%42.3)
normal, 15’inde (%57.7) yüksek, 2. gruptaki hastaların
tamamında yüksek. 1. gruptaki hataların %62.5’inde ek
hastalık (KKY, HT, DM, tb sekel, KAH) var iken 2. gruptaki
hastaların %87.5’inde vardı.
Sonuç:
Klinikte NIMV ile takip edilen KOAH’lı hastalarda ek
hastalığı olan, CRP düzeyi yüksek olan ve takiplerinde
pH değerinde düşme ve PaCO2 değerinde yükselme olan
hastalar YBÜ’ne nakil açısından ön planda tutulmalıdır.
KOAH tedavisinde kullanılan inhaler korkosteroid
ve teofilinin sistemik inflamasyon üzerine de etkili
olduğunu, ayrıca sistemik inflamasyonun gösterilmesi ve
takibinde serum örneklerinde inflamatuvar belirteçlerin
tayininin prak bir yöntem olduğunu düşünmekle birlikte
bu konuyla ilgili daha fazla sayıda hasta ile yapılacak
çalışmalara ihyaç olduğu kanısındayız.
113
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
PS082
PREVALENCE OF RESPIRATORY SYMPTOMS AND COPD
AMONG SMOKERS AND NON-SMOKERS.
JULİA KRASNOVA , ELENA GRİMAİLOVA , ALEXANDER
DZİZİNSKİİ
9 NİSAN 2009
Sigara içiminin devam etmesi durumunda bu düşüş
daha fazla olmakta ve hastaların atağa girme olasılığı
artmaktadır. Bu çalışmamızda 2006-2008 yılları arasında
kliniğimiz tarandan takip edilen 50 KOAH hastasını FEV1
düşüş hızları açısından değerlendirmeyi amaçladık
Gereç ve Yöntem:
Çalışmaya 50 KOAH hastası alındı.
INSTİTUTE OF ADVANCED MEDİCAL STUDİES, IRKUTSK,
RUSSİA.
Aim:
Aim: To evaluate the distribuon of respiratory
symptoms and COPD among smokers and non-smokers
Method:
Material and methods: Cross-seconal epidemiologic
survey in a general populaon sample living in the
Siberian region of Russia. Data on respiratory symptoms
was gathered through standardized quesonnaires.
All of them were invesgated with FEV1, FEV1/FVC.
The Spiro metric criterions of COPD were FEV1 /
FVC < 0,70 and FEV1, ≤80 % aer bronchodilator.
Results:
Results: A total of 3100 subjects aged >18 years were
included (1567 of them being smokers and 1533 being
non-smokers). Prevalence of chronic cough among
those who smoked was 36,3 %, and for non-smokers 23,6 % (p<0,001), chronic sputum producon among
those who smoked -32,8 % and for non-smokers - 15,5 %
( p<0,0001), wheezing and chest ghtness among those
who smoked -22,9 % and for non-smokers - 17,1 % (
p<0,05). Prevalence of COPD in populaon of smokers
was 7,5 % and for non-smokers – 1,6% (p<0,001).
Conclusion:
Conclusion: a high prevalence of respiratory symptoms
and COPD in a populaon of smokers was discovered.
PS083
KOAH HASTALARINDA FEV1 DEĞERLERİNDEKİ AZALMA
İLE YAŞAM KALİTESİNİN İLİŞKİSİ
FUNDA COŞKUN , DİLBER YILMAZ , AHMET URSAVAS ,
ESRA UZASLAN , ERCÜMENT EGE
ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ANABİLİM DALI
Amaç:
KOAH geri dönüşü olmayan ilerleyici bir hastalık olarak
tanımlanmaktadır. KOAH olgularında yaşam kalitesini
belirleyen etmenlerden birisi de yıllık FEV1 düşüş hızıdır.
114
Bulgular:
Hastalarımızın (45E/5K) yaş ortalamaları 63.3±1.2,
hastalık süreleri 7.9±1.8, FEV1 1. yıl başlangıç ortalamaları
1724.8±78.9 ml, FEV1% 1. yıl ortalamaları 61.7±2.3, 2.
yıl sonundaki FEV1 1675.2±85.3, 2. yıl sonundaki FEV1%
ortalamaları 65.1±5.8 saptandı. Hastaların atak sayıları,
hastaneye yaş sayıları ve StGeorge skorları 3. ayda,
12. ayda ve 2 yılın sonunda değerlendirildi. FEV1 düşüş
yüzdesi ile 3. ay atak geçirme sayısı, 3. ay hastaneye
yaş sayısı, 3. ayda hastanede yaş süresi ve 1. yılda
pnömoni geçirme oranı arasında negaf korelasyon
saptandı (p<0.05). Inhaler korkosteroid kullanan(n=25)
ve kullanmayan(n=25) olgular FEV1 düşüşü ve yaşam
kalitesi açısından değerlendirildi. Bu iki gruptaki olguların
hastalıklarının ağırlık derecesi açısından fark yoktu.
Inhaler korkosteroid kullanımı ile FEV1 düşüş yüzdesi
arasında anlamlı bir farklılık saptanmadı(p>0.05). Fakat
inhaler korkostreoid alan grupta 3. ay FEV1/FVC
oranında, 3. ay FEV1%değerinde, 12. ay FEV1/FVC, 12.
ay FEF25-75% ve 2. ay FEF 25-75% değerlerinde anlamlı
farklılık saptandı(p<0.05).
Sonuç:
Sonuç olarak FEV1 düşüşüne inhaler korkosteroidin
etkisini gösterememiş olmakla birlikte uzun süreli
takiplerde atak sayılarının, hastaneye yaş sayılarının
ve hastanede yaş sürelerinin inhaler korkosteroid
kullanan hasta grubunda anlamlı derecede azalması
KOAH olgularında yaşam kalitesinin inhaler korkosteroid
kullanımıyla birlikte ar
ğını düşündürmektedir
PS084
KRONİK OBSTRUKTİF AKCİĞER HASTALIKLI HASTALARDA
UZUN SÜRELİ OKSİJEN TEDAVİSİNİN SAĞ KALIM
ÜZERİNE ETKİSİ
GAZİ GÜLBAŞ 1, HAKAN GÜNEN 1, LEVENT CEM MUTLU
2
, SÜLEYMAN SAVAŞ HACIEVLİYAGİL 1, ÖZKAN YETKİN 1
İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM
DALI
2
NAMIK KEMAL ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI
ANABİLİM DALI
1
Amaç:
Kronik obsturikf Akciğer Hastalıklı(KOAH) hastalarda
uzun süreli oksijen tedavisinin (USOT) etkinliğini
değerlendirmek
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
Gereç ve Yöntem:
Haziran 2001-Aralık 2007 tarihleri arasında USOT
tedavisi düzenlenen 277 hasta değerlendirildi. Telefon ve
adres bilgilerine ulaşılabilen 188 hasta çalışmaya alındı.
Hastalar günlük10 saan alnda (Grup 1, n:118) ve
üzerinde oksijen (O2) kullananlar (Grup 2, n:70) olarak
iki gruba ayrıldılar. Hastalar ve birinci derece akrabaları
telefonla aranarak USOT tedavisi gün içi ve gece olmak
üzere detaylı sorgulandı. Günlük O2 kullanım süreleri
saat olarak kaydedildi. Ex olan hastaların ölüm tarihleri
kaydedildi.
Bulgular:
Her iki hasta grubunun demografik verileri ve mortalite
oranları karşılaşrıldı. Hastaların demografik verileri
benzerdi. Mortalite oranları grup1’de %41.5 (n:49),
iken grup 2’de %54.2 (n:38) idi. Gruplar arasındaki fark
istasksel olarak anlamlı bulunmadı (p:0.09). Gruplar
arasında sağ kalım sürelerinde de anlamlı bir fark
bulunmadı (p>0.05). Cox regresyon tes kullanılarak,
arter kan gazı değerleri ve cinsiyen sağ kalım süresi
üzerine bir etkisinin olmadığı tespit edildi.
9 NİSAN 2009
çıkmış. Bu bulgular klinik olarak önemli bulunmamış.
Üç gün sonra hastanın bulan, kusma ve karın ağrısı
başlayınca üst abdomen BT ve üst ekstremite venöz
doppler ultrasonu çekilmiş. Üst abdomen tomografisinde
inferior pulmoner ven ve superior mezenterik vende,
sol subklavian ven ve aksiller vende trombüsler tespit
edilmiş. DMAH tedavisi kesilerek heparin infüzyonu
ve warfarin tedavisi baslanmış. Hasta iki gün sonra
kliniğimize PTE, DVT ve trombositopeni tanılarıyla kabul
edildi. Hastanın operasyon öncesi 340x103/uL olan
trombosit sayısının 18 x103/uL’e düştüğü tespit edildi. .
PF4-heparin kompleksine karsı olusan IgG ankitor tes
pozif tespit edildi. 4T skorlama sistemine göre hastanın
skoru 8 olarak hesaplandı. Almakta oldugu bütün
ankoagulanlar kesildi.. Fondaparinux tedavisi baslandı
ve iki gün içinde trombosit sayısında dramak olarak
arş izlendi.
Sonuç:
Bu olguda HIT, DMAH tedavisinin bir komplikasyonu olarak
ortaya cıkmışr ve HIT hastaları için Türkiyede bulunan
tek ilaç olan Fondaparinux tedavide kullanılmışr.
Sonuç:
KOAH’lı hastalarda USOT’nin sağ kalım süresi üzerine
etkisinin olmadığını tespit edildi.
PS086
PS085
KRONİK OBSTÜKTİF AKCİĞER HASTALIĞI OLAN
HASTALARDA
FONKSİYONEL
PARAMETRELERLE
SİSTEMİK ANTİİNFLAMATUAR BELİRTEÇLERİN İLİŞKİSİ
OLGU SUNUMU: FONDAPARİNUX İLE TEDAVİ EDİLMİŞ
HEPARİNİN İNDÜKLEDİĞİ TROMBOSİTOPENİ
FATMA YILDIRIM , EMİNE GEÇGİL GENCER , İ.KIVILCIM
OĞUZÜLGEN , NUMAN EKİM
GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI
A.D. ANKARA, TÜRKİYE
Amaç:
Heparinin indüklediği trombositopeni platelet faktör 4
(PF4)-heparin kompleksine karsı olusan immünglobulin
G ( IgG) ankorlarının neden oldugu ciddi bir immün
rahatsızlıkr.
Gereç ve Yöntem:
Burada heparinin indüklediği trombositopeni tanısı
konan ve Fondaparinux ile başarı ile tedavi edilen bir
olguyu tarşmaya sunduk.
Bulgular:
66 yaşında kadın hastaya iki haa önce whipple ameliya
yapılmış ve operasyonla aynı gün venöz tromboemboli
proflaksisi amaçlı düşük molekül ağırlıklı heparin (DMAH)
başlanmış. Operasyondan beş gün sonra hastanın sol
kolunda şişlik ve trombosit sayısında düşüş ortaya
SEHER SATAR 1, AYLİN ÖZGEN ALPAYDIN 1, AHMET
VAR 2, AYŞIN ŞAKAR COŞKUN 1, PINAR ÇELİK 1, ARZU
YORGANCIOĞLU 1
CELAL BAYAR ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI
ANABİLİM DALI
2
CELAL BAYAR ÜNİVERSİTESİ BİYOKİMYA ANABİLİM DALI
1
Amaç:
Kronik obstrükf akciğer hastalığında (KOAH) oksidaf
stres belirteçlerinin ar
ğı düşünülmektedir. Oksidaf
stresin sistemik belirteçleri arasında nitrik oksit
sentaz (NOS) ve malonil dealdehit (MDA), anoksidan
belirteçler arasında da eritrosit superoksit dismutaz
(SOD) ve glutatyon peroksidaz (Gsh-Px) yer almaktadır.
Çalışmamızda KOAH’lı hastalardaki sistemik oksidananoksidan
belirteç
düzeylerinin
fonksiyonel
parametrelerle ilişkisini araşrmayı amaçladık.
Gereç ve Yöntem:
GOLD kriterlerine göre KOAH tanısı almış 51 hasta
çalışmaya alındı. Tüm olguların demografik özellikleri,
solunum fonksiyon tes parametreleri, 6 dakika yürüme
tes(6DYT) ve dispne derecelendirilmesi değerlendirildi.
12 sağlıklı kontrol grubu da çalışmaya dahil edildi. Tüm
olgularda ve kontrol grubunda, venöz kanda eritrositlerde
SOD, Gsh-Px ve serumda NOS, MDA düzeyleri bakıldı.
115
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
Bulgular:
Hastaların yaş ortalaması 62,94±10,56 yıl idi;10’u(%20)
kadın, 41’i(%80) erkek. MDA (p<0,001), NOS (p=0,012)
ve GSH-PX (p=0,012) KOAH grubunda yüksek. SOD
düzeyi ise KOAH grubunda yüksek olmasına karşın iki
grup arasında istaksel fark yoktu. FEV1 ile NOS, SOD,
MDA ve GSH-PX ile negaf yönde ilişkisi saptandı,
ancak istasksel olarak anlamlı değildi. 6DYT ve
dispne derecesi ile yine tüm belirteçlerle anlamlı ilişki
saptanmadı. Sigara içen ve içmeyen KOAH’lılar ve sağlıklı
gönüllüler karşılaşrıldığında tüm belirteçler açısından
her üç grupta anlamlı farklılık saptanmadı.
(p<0,0001) in the urban populaon. The FEV1 in sample
with dyspnea was 93 (73;108) % and without dyspnea103 (93; 112) % (p<0,0001) in the rural populaon; 92
(81;100) and 100 (91;108) %(p<0,0001) in the urban
populaon. Prevalence of COPD in in the rural populaon
was 6,6 % (among males - 14,6 %, females- 1,8 %),
urban-3,1 % (among males - 4,7 %, females- 1,6 %).
Conclusion:
Conclusion: a high prevalence of respiratory
symptoms and COPD in a general populaon were
discovered, parcularly within the rural populaon.
Sonuç:
PS088
Sonuç olarak, KOAH’ta oksidan belirteçlerin yanı
sıra anoksidan belirteçlerin de yükselmesi oksidananoksidan dengenin sistemik olarak etkilendiğinin bir
göstergesi olarak düşünülebilir.
KOAH’LI OLGULARIMIZDA HASTALIĞIN AĞIRLIK
DERECESİ İLE HOMOSİSTEİN DÜZEYLERİ ARASINDAKİ
İLİŞKİ
PS087
FUNDA COŞKUN , DİLBER YILMAZ , AHMET URSAVAŞ ,
ESRA UZASLAN , OKTAY GÖZÜ , ERCÜMENT EGE
PREVALENCE OF RESPIRATORY SYMPTOMS AND COPD
IN SIBERIA
ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ANABİLİM DALI
ELENA GRİMAİLOVA , JULİA KRASNOVA , ALEXANDER
DZİZİNSKİİ ,
Amaç:
INSTİTUTE OF ADVANCED MEDİCAL STUDİES, IRKUTSK,
RUSSİA
Aim:
Aim: To evaluate the distribuon of respiratory
symptoms and COPD in a general populaon sample.
Method:
Material and methods: Cross-seconal epidemiologic
survey in a general populaon sample living in the
Siberion region of Russia. Data on respiratory symptoms,
was gathered through standardized quesonnaires. Lung
funcon tests were performed (FEV1, FEV1 /FVC). The
criterion of COPD was FEV1 /FVC< 70% aer bronchodilator.
Results:
Results: A total of 3100 subjects aged > 18 years were
included (1280 living in rural areas and 1820 urban
residents). Prevalence of chronic cough in the rural
populaon was 37,5 %, urban- 24,8 % (p<0,0001),
chronic sputum producon- 30,6 % and 19,7 %(
p<0,0001), dyspnea- 30,2 % and 28,8 % (p>0,05) of
the rural and urban populaons. The FEV1 in sample
with chronic cough was 96 (81; 109) % of predicted,
without chronic cough -103 (93; 112) % (p<0,0001) in
the rural populaon; 93 (82; 104) and 99 (90; 108) %
116
9 NİSAN 2009
Homosistein iskemik vasküler hastalıklarda risk faktörü
olarak rol oynadığı düşünülen reakf oksijen ürünlerinden
birisidir. Plazma homosistein düzeyleri yaş, cinsiyet, sigara
içimi gibi faktörlerden etkilenmektedir. Çalışmamızda
KOAH olan olgularda homosistein düzeylerinin hastalığın
ağırlık derecesi ile ilişkisini saptamayı amaçladık.
Gereç ve Yöntem:
2006-2008 yılları arasında 25 KOAH olgusu prospekf
olarak değerlendirildi ve takip edildi. Hastaların CRP
düzeyleri, StGeorge skorları, FEV1 değişimi miktarları,
atak/hastaneye yaş sayıları ve mortalite oranları
homosistein düzeyleri ile karşılaşrıldı.
Bulgular:
Hastaların (23E/2K) yaş ortalamaları 63.5±1.7, sigara
içim miktarı 50.6±5.1, KOAH hastalık süreleri 7.3±1.3
saptandı. GOLD evresine göre hafif-orta (n=17), ağır (n=5)
ve çok ağır (n=3) KOAH olgularının homosistein düzeyleri
sırasıyla 22.6±2.6, 26.7±7.6, 18.2±4.0 saptandı. Gruplar
arasında istaksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı
(p>0.05). Olguların 1. yıl hastaneye yaş sayıları, 1. yıl
atak geçirme sayıları ve CRP düzeyleri ile homosistein
düzeyleri arasında pozif korelasyon saptandı (p<0.05).
Hastaların 2. yıl yaş sayıları, 2. yıl atak sayıları, StGeorge
1. yıl ve 2. yıl skorları ve mortalite oranları ile homosistein
arasında anlamlı ilişki saptanmadı (p>0.05).
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
Sonuç:
Conclusion:
Daha önce yapılan çalışmalarda hastalığın ağırlık
derecesi ile homosistein düzeyleri arasında pozif
korelasyon saptanmakla birlikte çalışmamızda bu sonuca
ulaşılamamışr. Fakat 1. yıl yaş sayılarının ve atak geçirme
sayılarının indirekt olarak hastalığın ağırlık derecesini
temsil edebileceği düşünülürse homosistein düzeyleri ile
anlamlı derecede ilişki saptanması literatürdeki yayınları
desteklemektedir görüşündeyiz. Daha çok olgu sayısı ile
bu verilerin desteklenmesi gerekmektedir. Homosistein
düzeyi yüksek olan KOAH hastalarının olası atak sayısının
arşı açısından yakın takip edilmesi gerekebilir.
Conclusion: a high level of prevalence of COPD in
a general populaon was discovered parcularly
among Russian males over 50 years of age.
PS090
STRUCTURAL BASES OF REMODELING PULMONARY
VESSELS IN THE COPD IN CONDITIONS OF HIGH
MOUNTAINS.
NUSURET RAİYMBEKOV
THE PREVALENCE OF COPD IN DIFFERENT NATIONALITIES
INSTİTUTE OF MOLECULAR BİOLOGY AND MEDİCİNE
ATTACHED TO NATİONAL CENTRE OF CARDİOLOGY AND
İNTERNAL MEDİCİNE NAMED AFTER ACADEMİCİAN
MİRSAİD MİRRAKHİMOV
LUDMİLA BAGAEVA 1, JULİA KRASNOVA 2
Aim:
PS089
HOSPİTAL OF BURYAT AUTONOMUS DİSTRİCT,
UST-ORDİNSKİİ, RUSSİAN FEDERATİON
2
INSTİTUTE OF ADVANCED MEDİCAL STUDİES,
IRKUTSK, RUSSİAN FEDERATİON.
The aim of study was to invesgate the adapve
and nonadapve structural changes of the
pulmonary vessels during the development of highaltude pulmonary hypertension (HAPH) and their
characteriscs in paents with at high altude.
Aim:
Method:
Aim: To evaluate the prevalence of COPD in
different naonalies of a populaon sample.
Histological,
microscopy
Method:
Results:
Material and methods: Cross-seconal epidemiologic
survey of a general populaon sample living in the UstOrdinskii (Siberia, Russia) selement. A total of 1009
subjects aged >18 years were included (549 of them Buryat
and 460 of them Russian). Data on respiratory symptoms,
diseases, and risk factors were collected through
standardised quesonnaires. Lung funcon tests were
conducted for every one. The criteria of COPD based on the
GOLD statement (postbronchodilator FEV1 /FVC< 0.07).
In nave highlanders, due to long (chronic) adaptaon,
regional morphofunconal changes of the pulmonary
vessels develop, which are caused by strengthening
of the upper and medial zone of the lungs, increase
in the capacity of the capillary channel and the extent
of working zones of the air haemac barrier. The
following characteriscs are revealed in paents with
chronic obstrucve pulmonary diseases (COPD) at
high altude: remodeling of pulmonary arteries and
arterioles, substanal expressed arterializaons of the
finest arterioles by diameter from 30 to 40 microns
with simultaneous increase in their quanty, reducon
of terminal arteries and arteriole lumens as a result
of endothelial and smooth muscle cell proliferaon
towards a vessel lumen from the internal elasc
membranes, formaon of mulchannel arteries due
to endothelial and smooth muscle cell proliferaon
with simultaneous growth of collagen and elasc fiber
and development of the angiomatosis foci, which
represent closely located vessels with different diameter.
1
Results:
Results: Prevalence of COPD in the total populaon
was 4,76 % (among Buyrats - 3,3 %, Russians - 6,5
%). Prevalence of COPD in the populaon of Buryat
women was 1,9%, populaon of Russian women - 3,4%.
Prevalence of COPD in the populaon of Buryat men was
5,7%, Russian men -11,9%. Prevalence COPD increased
with the age increase such as among Russian men in the
age of 30-49 years - frequency COPD has made 3,3 %,
Buryats -2,9 %, Russian men in the age of 50-69 years
- 20,7 %, Buryats - 10,9 %; among Russian men over 70
years is more than 35 %, Buryats -11,1 %.The mean age
of Russian paents with COPD is 62,5 years, Buryats 63,2.
morphometrical
and
methods
were
electron
applied.
Conclusion:
During rapid ascent to high altude, more than
3000м above sea level, pulmonary edema develops
in people who are not adapted to high altude.
117
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
PS091
PS092
TAKİPNE VE SANTRAL NÖROJENİK HİPERVENTİLASYON
KRONİK OBSTRUKTİF AKCİĞER HASTALIĞI (KOAH)
SAPTANAN
OLGULARDA
PNÖMOKOK AŞISI
UYGULAMASI
SONRASI
KLİNİK
BULGULARIN
DEĞERLENDİRİLMESİ
UFUK MEMİŞ 1, M. HALE ALPSAN 2, GÜLFER OKUMUŞ 1,
ESEN KIYAN 1
İ.Ü. İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI
ABD.
2
İ.Ü. İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ NÖROLOJİ ABD.
1
Amaç:
Santral nörojenik hipervenlasyon; takipne ile ortaya
çıkan ve akciğer dışı nedenlerle gelişen bir tablodur. Arter
kan gazlarında düşük PaCO2, normal veya yüksek PaO2
ve yüksek pH saptanır. Etyolojide santral sinir sistemine
spesifik ilaçlar, santral kitleler ve kafa travması veya inme
gibi olaylar yer alır. Özellikle nöroloji kliniklerinden nefes
darlığı ve takipne ile gönderilen hastalarda ayırıcı tanıda
yer almalıdır.
Gereç ve Yöntem:
Çi görme ve dengesizlik şikayeyle başvuran oral a,
genital bölge ülserleri öyküsü bulunan 49 yaşında erkek
hasta nörobehçet öntanısıyla nöroloji servisine yarılıyor.
Nefes darlığı olan ve taşipne saptanan (SDS:40) hasta
göğüs hastalıkları polikliniğinde değerlendiriliyor.
Bulgular:
Oda havasında arter kan gazında pH:7,63, pO2:117 mmHg,
pCO2:13,2 mmHg, HCO3:14,3 mmol/L ve SaO2:%99
tespit edildi. Solunum fonksiyon tesnde FVC:4630
ml (%95), FEV1:2900 ml (74), oran:%63 saptandı.
Akciğer grafisi normal ve ekokardiyografi normal olarak
değerlendirildi. Akciğer tomografisinde sağ apexte sekel
fibrok lezyon dışında patoloji tespit edilmedi. Kraniyal
görüntülemesinde beyin sapında çeşitli yerleşimlerde
patolojik sinyal değişiklikleri saptanınca öyküsü ile
birlikte değerlendirildiğinde ön planda Behçet tutulumu
düşünülmüş.
Sonuç:
Yapılan
incelemelerde
varolan
hipokapni
ve
hipervenlasyonunu açıklayacak kardiyak, solunumsal
veya metabolik neden saptanmayan hastaya santral
sinir sistemi tutulumuna sekonder santral nörojenik
hipervenlasyon tanısı kondu. Pulse steroid ve
ardından idame tedavisi uygulanan hastanın takipne ve
hipervenlasyonu gerilerken (SS:21/dk), kontrol arter
kan gazında pH:7,50, pO2:113 mmHg, pCO2:18,4 mmHg
ve HCO3:16 mmol/L SaO2:%99 saptandı.
118
9 NİSAN 2009
CEYDA ANAR , HÜSEYİN HALİLÇOLAR , SENA
YAPICIOĞLU , İPEK ÜNSAL , TUBA ÇINAR
İZMİR DR. SUAT SEREN GÖĞÜS HASTALIKLARI VE
CERRAHİSİ EĞİTİM ARAŞTIRMA HASTANESİ
Amaç:
KOAH’lı olgularda pnömokok aşısı uygulaması sonrasında
klinik bulguların değerlendirilmesi amaçlandı.
Gereç ve Yöntem:
Eylül 2006 - Kasım 2007 tarihleri arasında hastanemizde
KOAH tanısı almış 69 olgu içerisinden çalışma ve kontrol
grupları oluşturuldu. Toplam 31 KOAH’lı olgu çalışma
grubu olarak belirlendi ve bu olgulara pnömokok aşısı
uygulandı. KOAH’lı ve aşı uygulanmamış 38 olgu da kontrol
grubunu oluşturdu. Bir yıl içinde iki aylık periyotlarla
izleme alınan olgularda, dispne, balgam miktarı ve/
veya pürülansında arş olması akut atak kriterleri olarak
belirlendi. Akut atak kriterleri ile beraber lökositozu,PA
akciğer grafisinde infiltrasyonu olan olgular pnömoni
olarak değerlendirildi. hastanede kalış süreleri, yoğun
bakım desteği görüp görmedikleri ile ilgili veriler standart
formlara kaydedildi. Aşılanmış olguların klinik bulguları
kontrol grubu ile istasksel olarak karşılaşrıldı
Bulgular:
Olguların
akut
atakla
başvurduğu
ilk
ay
değerlendirildiğinde, kontrol grubunda çalışma grubuna
göre daha erken başvuru yapıldığı saptandı. Pnömokok
grubundaki olgularda, ilk bir yıllık izlemde akut atakla
başvuru sayısının kontrol grubundakilere göre istasksel
olarak anlamlı derecede daha az olduğu saptandı. Kontrol
grubundaki ağır ve çok ağır derecede KOAH olgularının
çalışma grubundaki aşılı olgulara göre istasksel olarak
anlamlı derecede daha çok akut atakla hastaneye
başvurdukları bulundu. Çalışma grubundaki aşılı olguların
kontrol grubundakilere göre daha az pnömoni geçirdiği,
hastanede ve yoğun bakımda istasksel olarak anlamı
derecede daha az ya
ğı belirlendi.
Sonuç:
Aşı uygulanımının KOAH gruplarında aşısız olan hastalara
göre yararlarının daha belirgin olması nedeniyle özellikle
ağır veya çok ağır KOAH’lı hastalarda koruyucu pnömokok
aşı uygulamasının önerilmesinin yararlı olabileceği
düşünüldü.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
PS093
ORTALAMA TROMBOSİT HACMİ KRONİK OBSTRÜKTİF
AKCİĞER HASTALIĞININ AKUT ATAK DÖNEMİNDE
İNFLAMATUAR BELİRTEÇ OLARAK KULLANILABİLİR Mİ?
PS094
BERNA AKINCI ÖZYÜREK , SEVİNÇ SARINÇ ULAŞLI ,
EYLÜL BOZKURT YILMAZ , GAYE ULUBAY
SİGARA İÇENLERİN SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ
VE DİFÜZYON KAPASİTESİNDEKİ DEĞİŞİKLİKLERİN
ERKEN DÖNEMDE KRONİK OBSTRÜKTİF AKCİĞER
HASTALIĞININ TANISINDAKİ ETKİNLİKLERİ
BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI
ANABİLİM DALI, ANKARA, TÜRKİYE
ÜNAL ŞAHİN , ÖNDER ÖZTÜRK , NECLA SONGÜR ,
AHMET BİRCAN , AHMET AKKAYA
Amaç:
SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI AD, ISPARTA, TÜRKİYE
Ortalama trombosit hacmi (MPV) trombosit oluşum hızı ve
uyarımını gösteren trombosit fonksiyon göstergelerinden
biridir. MPV’nin inflamatuar bağırsak hastalıkları,
romatoid artrit ve ankilozan spondilie inflamasyondan
ters yönde etkilendiği daha önceki çalışmalarda
gösterilmişr. Artmış MPV değerlerinin kardiyovasküler
hastalıklar ve stabil kronik obstrükf akciğer hastalığı
(KOAH) ile de ilişkili olduğu bilinmektedir. Ancak KOAH
atakta MPV değerleri henüz araşrılmamışr. Bu
retrospekf çalışma KOAH atak döneminde MPV ile akut
faz belirteçleri ve fonksiyonel parametreler arasındaki
ilişkilerin araşrılması amacıyla yapıldı.
Gereç ve Yöntem:
Hafif düzeyden çok ağır hava yolu kanıklığına kadar
değişen düzeyde KOAH olan 47 hasta (Erkek/Kadın:37/10,
ortalama yaş:70,6±10 yıl, ortalama FEV1 : %54,5±25) ve
kontrol grubu olarak yaşları eşleşrilmiş 20 sağlıklı birey
(Erkek/Kadın:15/5, ortalama yaş:68,8±8,9 yıl) çalışmaya
dahil edildi. Koroner arter hastalığı, bağ dokusu hastalığı
ve inflamatuar bağırsak hastalığı olan hastalar çalışmaya
dahil edilmedi. Hastaların stabil dönem ve atak dönemi
sırasındaki C-reakf protein (CRP) düzeyleri ve tam kan
sayımları karşılaşrıldı.
Bulgular:
MPV değerleri stabil dönem ve akut atak döneminde
sırasıyla 9,3±1,4 ve 8,6±1 fL idi. MPV, KOAH hastalarında
atak sırasında, stabil döneme ve sağlıklı kontrol grubuna
göre istasksel olarak anlamlı düzeyde düşüktü (sırasıyla
p<0,0001; p=0,012). Atak döneminde nötrofil yüzdesi ve
MPV arasında anlamlı ilişki vardı (r=-0,4, p=0,013). Atak
döneminde MPV ile FEV1 ve CRP arasında istasksel
olarak anlamlı ilişki bulunmadı.
Amaç:
Sigara bırakrma polikliniğine başvuran hastaların
solunum fonksiyon testleri (SFT) ve difüzyon
kapasitesindeki değişikliklerin erken dönemde kronik
obstrükf akciğer hastalığı (KOAH) tanısındaki rolünü
araşrmak istedik.
Gereç ve Yöntem:
Çalışmaya 2005-2007 yılları arasında sigara bırakrma
polikliniğinimize başvuran, daha önce KOAH tanısı
almamış, 10 paket-yıl ve üzeri sigara içme öyküsü olan
68 olgu (yaş ortalaması 42.54±13.74 yıl) alındı. Tüm
olguların akciğer fonksiyonları ve difüzyon kapasiteleri
ölçüldü. Sigara kullanım durumlarına göre gruplandırılan
olgularda; hava yolu obstrüksiyonun araşrılmasında
FEV1, FVC, VC, FEV6 kullanıldı.
Bulgular:
Şikaye olmayan akf sigara içicilerinde, sigara paketyıl ile IC/TLC (0.000) ve %DLCO (p=0.038) arasında ters
yönde; IC/TLC ile %DLCO (p=0.000), %FEV6 (p=0.034),
%FEV1 (p=0.002) arasında pozif yönde korelasyon
saptandı. FEV1/VC küçüktür LLN ile sigara kullanan
23 (%53.5) kişide, FEV1/FEV6 küçüktür %73’de 9 (%20
.9) kişide ve GOLD kriterine göre ise 10 (%23.3) kişide
obstrüksiyon saptandı.
Sonuç:
Erken KOAH tanısını koymada, ülkemiz için standart LNN
değerleri belirlenene kadar, FEV1/FEV6 ölçümünün en az
FEV1/FVC < %70 kadar etkili olabileceği kanaandeyiz.
Sonuç:
Sonuçlarımız, KOAH atak döneminde MPV’nin
değerlendirilmesinin
sistemik
inflamasyonu
gösterebileceğini
düşündürmektedir.
Dolayısıyla,
MPV,KOAH atakta negaf akut faz reaktanı olarak
kullanılabilir.
119
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
PS095
PS096
GÖĞÜS HASTALIKLARI YOĞUN BAKIM ÜNİTESİ(GYBU):
AKUT SOLUNUM YETMEZLİĞİ(ASY) VE ATRİAL
FİBRİLASYON(AF)
MEKANİK VENTİLASYON DESTEĞİ GEREKTİREN KOAH
ALEVLENMELERİNDE BAKTERİYEL ENFEKSİYONUN
DEĞERLENDİRMESİNDE PROKALSİTONİNİN YERİ
MERİH KALAMANOĞLU BALCI , ÖZLEM YAZICIOĞLU
MOÇİN , GÖKAY GÜNGÖR , GÜLGÜN ÇETİNTAŞ , MURAT
YALÇINSOY , EYLEM ACARTÜRK , CÜNEYT SALTÜRK ,
ZUHAL KARAKURT
BEGÜM ERGAN ARSAVA , CEMAL KIZILARSLANOĞLU ,
ARZU TOPELİ
TCSB SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS
CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ,
SOLUNUMSAL YOĞUN BAKIM ÜNİTESİ, MALTEPE/
İSTANBUL.
Amaç:
Çalışmamızda göğüs hastalıkları ile ilgili nedenlerle
YBÜ’e alınan hastalarda eşlik eden AF varlığı ve tedavi
uygulamaları araşrıldı.
Gereç ve Yöntem:
Tanımlayıcı klinik çalışma. Yer: Yirmi yataklı eğim
araşrma hastanesi solunumsal YBU. Ocak-Aralık 2008
arası AF olan hastalar. Çalışmada olguların demografik
özellikleri, giriş APACHE II değeri, akut solunum yetmezliği
(ASY) nedenleri, girişte AF varlığı, medikal kardioversiyon
(MK) yapılan AF olguları, invaziv mekanik venlasyon
(İMV) durumu, süresi, YBU yaş günü, mortaliteleri
kayıt edildi. AF si olan ve MK yapılan AF olgularının
mortaliteleri genel YBU ile karşılaşrıldı.
Bulgular:
Çalışma döneminde 634 hasta YBU ye kabul edildi, 55
(%9) olguda AF bulundu,olguların 22’si erkek, 33’ ü
kadın, ortalama yaşları 70 (44-87) idi. Giriş APACHE II
ortalama: 22 (9-39) beklenen mortalite %38 idi. ASY
nedenleri: enfekte KOAH 8, restrikf akciğer hastalığı 5,
Korpulmonale 20, emboli DVT-KOAH 8, SVO ve pnömoni
6, hipoksemik akciğer parankim hastalığı 8 olgu idi.İMV 20
(%36) olguda, ortalama YBU kalış süreleri 11gün (1-48),
bu olguların 21’ine (% 38) MK uygulandı. Olguların 11’i
(%52) sinüs ritmine döndü.Olguların 15 (%27) eksitus
oldu. AF’de MK gereksinimi olan ve olmayan hastaların
demografik özellikleri, ASY nedenleri, IMV ve YBU süreleri
ve mortalite değerleri arasında anlamlı fark bulunmadı.
YBU genel mortalite %14.9 ile AF’li olgulardan belirgin
düşük ancak YBU kalış günü 9.9 gün ile farklı değildi..
Sonuç:
Çalışmamızda AF varlığında mortalite yaklaşık iki kat daha
yüksek olmakla birlikte YBU kalış süresini uzatmadığı,
akut AF’de MK ile olguların yarısında düzelme sağlandığı,
göğüs hastalıkları YBU’lerde kardiak akut sorunların
nadir olmadığını söyleyebiliriz.
120
9 NİSAN 2009
HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, İÇ
HASTALIKLARI YOĞUN BAKIM ÜNİTESİ, ANKARA
Amaç:
Mekanik venlasyon (MV) desteği gerekren KOAH
alevlenmelerinde genellikle bakteriyel enfeksiyon
varlığı ekarte edilemediğinden anbiyok tedavisi
başlanmaktadır. Son zamanlarda solunum yolu
enfeksiyonlarında bakteriyel enfeksiyonun varlığını
değerlendirmek ve anbiyok tedavisine karar vermek
amacı ile serum prokalsitonin (PCT) düzeylerinin
kullanılması gündeme gelmişr. Bu çalışmada yoğun
bakım ünitesine (YBÜ) yaş ve MV desteği gerekren
KOAH alevlenmelerinde bakteriyel enfeksiyonun varlığını
göstermede PCT’nin rolü değerlendirilmişr.
Gereç ve Yöntem:
Mayıs 2006-Haziran 2008 arasında Haceepe
Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları YBÜ’ye KOAH
alevlenme nedeni ile kabul edilen hastalar çalışmaya
dahil edilmişr. Hastalar solunum yolu mikrobiyolojik
değerlendirmesindeki kültür üremelerine göre iki
gruba ayrılarak değerlendirilmişr. Gruplar arası
farklar Mann-Whitney U ve ki kare testleri kullanılarak
değerlendirilmişr.
Bulgular:
Çalışmaya 40 hasta dahil edilmişr. Her iki hasta grubu
arasında YBÜ ve hastane mortalitesi, MV süresi, YBÜ
yaş süresi açısından fark saptanmaz iken, kültür
pozifliği olan hastalarda PCT düzeyi, invaziv mekanik
venlasyon ihyacı ve hastane yaş süresinin artmış
olduğu gözlenmişr (Tablo). Tablo. Kültür pozifliğine
göre hasta grupları ve özellikleri Kültür (+) n=16 Kültür
(-) n=24 Erkek cinsiyeta 8 (50) 13 (54.2) Yaşb 73.0 (65.576.8) 72.5 (66.3-78.8) APACHE IIb 20 (16 - 23) 20.5 (16.3
– 22.0) İMV ihyacıa * 15 (93.8) 13 (54.2) MV süresi,
günb 9.5(2.5 – 27.8) 4 (3.0 – 8.5) PCT, ng/mLb * 0.51
(0.22-3.31) 0.19 (0.07-0.42) YBÜ yaş süresi, günb 12.8
(6.3 - 25.5) 7.6 (4.2 - 12.1) Hastane yaş süresi, gün b *
23.7 (12.6 – 40.8) 12.8 (8.8 – 23.3) YBÜ mortalitesia 3
(18.8) 3 (12.5) Hastane mortalitesia 3 (18.8) 5 (20.8) a n
(%), b ortanca (çeyrekler arası aralık), * p<0.05
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
Sonuç:
Sonuç:
MV desteği gerekren KOAH alevlenmelerinde bakteriyel
enfeksiyonun varlığı gösterilmeden genellikle anbiyok
tedavisi başlanmaktadır ancak bu durum gereksiz
anbiyok kullanım oranlarını ve nozokomiyal pnömoni
riskini ar
rmakta, direnç gelişimine neden olmaktadır. Bu
çalışmada kültür pozifliği olan hastalarda giriş sırasındaki
PCT düzeyinin bakteri üremesi olmayan hasta grubuna
göre anlamlı olarak yüksek olduğunun gösterilmesi, MV
desteği gerekren KOAH alevlenmelerinde PCT’nin olası
bakteriyel bir enfeksiyon varlığını göstermesi nedeni ile
anbiyok başlanması kararında klinisyene yardımcı ek
bir parametre olarak kullanılabileceğini göstermektedir.
Verilerimizden ilk kızarıklık bulgusunun yaklaşık 9 günde
olduğu hastaya zor pozisyon verilmesi ve YBU de uzun
süre kalışın bası yaralarını ar
rdığı tespit edildi.
PS098
YOĞUN BAKIM ÜNİTESİNDE UYGUN ANTİBİYOTİK
SEÇİMİNİN ÖNEMİ
ASLIHAN YALÇIN , ELİF ŞEN , SERHAT EROL , AYDIN
ÇİLEDAĞ , BANU GULBAY , ZEYNEP PINAR ÖNEN , AKIN
KAYA
PS097
ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI
YOĞUN BAKIM ÜNİTESİ: BASI YARASI
Amaç:
DÖNDÜYE ÖZGÜL , RAZİYE NAZLI , SİBEL YIDIRIM ,
MURAT ÇİMEN , ZUHURİ AĞA , ZUHAL KARAKURT
Yoğun bakım ünitesinde(YBÜ) dirençli mikroorganizma
gelişiminden sorumlu anbiyok protokollerini
belirlemek.
TCSB SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS
CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ,
SOLUNUMSAL YOĞUN BAKIM ÜNİTESİ, MALTEPE/
İSTANBUL.
Amaç:
Solunumsal nedenlerle yoğun bakım ünitesine (YBU)
alınan hastalarda bası yarası gelişimini araşrmak.
Gereç ve Yöntem:
Retrospekf tanımlayıcı çalışma. Yirmi yataklı YBU’de Ocak
–Aralık 2008 de yarılan hastalar arasından bası yarası
(kızarıklık, bül,sore) olanlar çalışmaya alındı. Hastaların
demografik özelliklileri giriş APACHE II, GKS, beden kitle
indeksi (BKI), serum albumin, giriş ve çıkış üre, kreanin
değerleri; diyabet varlığı ve dopamin kullanımı, YBU gün,
mortaliteleri kayıt edildi. Pozisyon verilmede kolay, zor
ve toraks tüplü, mobil ve mobil olmayan hastalar kayıt
edildi.Bası yaralarının tespit günü ve yeri sakrum, kalça,
topuk yerleri olarak belirlendi.
Bulgular:
Çalışma döneminde 634 hastanın 76 (42 erkek) sında
bası yarası gözlendi. Olguların ortalama yaşları 64 (2290), APACHE II 23 (10-45) GKS 11 (2-15), BKI 27 (13-50),
YBU kalış günü 22 (3-104) idi.Mobil olmayan 65 (%85),
zor pozisyon verilen 34 (%45 ), toraks tüpleri olan 3
(%4) hasta vardı. Bası yarasında kızarıklık 70 (%92), bül
1(%1), yara 5 (%6) hastada, yara yeri sakrumda %63,
çoklu yara %17, kalça ve sakrumda %9, topuk %5, sırt %5
idi. Yara tespit günü 9 (2-42) idi ancak, çoklu bası yarası
saptanması ortalama 15. gün ile diğerlerinden anlamlı
uzun idi (p<0.0001). Diyabet %36, dopamin kullanımı
%47 idi ve biyokimya değerleri ile birlikte bası yarası
oluşumunda etkisi bulunmadı. İmmobil ve toraks tüpü
olan hastaların çoklu bası yarası daha fazla idi.
Gereç ve Yöntem:
2005-2007 yılları arasında YBÜ’nde takip edilen
hastaların yaş endikasyonları, enfeksiyon varlığı,
kültür ve anbiyogram duyarlılık sonuçları, kullanılan
anbiyokler, YBÜ’nde kalış süresi değerlendirildi.
Bulgular:
146 KOAH, 38 akciğer kanseri, 24 bronşektazi, 13 obezite
hipovenlasyon, 10 İPF, 9 akut PTE, 7 kifoskolyoz tanıları
ile takipte olan 247 hastadan, 107(%43.3) p I solunum
yetmezliği, 94(%38.4) p II solunum yetmezliği, 30(%12)
solunum arres, 6(%2.4) kardiyak arrest, 4(%1.5)akut
koroner sendrom, 3(%1.2)akut SVO, 2 (%0.8)ölümcül
aritmi atağı, 1’i(%0.4)gastrointesnal kanama nedeni
ile yoğun bakım ünitesine alınmış. 102 (%41.3) hasta
toplum kökenli, 30’u(%12.1) hastane kökenli pnömoni
tanısı ile anbiyok kullanmaktaydı(%33 florokinolon,
% 25 3. kuşak sefalosporin-makrolid, %20 3. kuşak
sefalosporin, %10 betalaktamaz dirençli penisilin,
%10 2. kuşak sefalosporin, %2 2. kuşak sefalosporinmakrolid). 44 hastanın balgamında ( P. Aeruginosa %20
.9, S.pneumonia %14, E.coli %14, C. Pneumonia %11.6
MRSA %9.3, H.İnfluenza %7, A. baumani %4.7, M.
Catarhalis %4.7, Enterobacter %4.6, Corynebacterium
%2.7), 36 hastanın trakeal aspiranda (MRSA %24.3, P.
Aeruginosa %18.9, A. Baumani % 16.2, C. Pneumonia
%8.1, S. Maltophilia %2.7) üreme saptandı. Anbiyok
duyarlılık testleri sonucu 14(%5.7) sefuroksim, 11(%4.5)
amikasin, 8(%3.2) siprofloksasin, 5 meropenem (%2),
4(%1.6) piperasilin tazobaktam, 3 (%1.2) vankomisin,
2(%0.8) sefaperazon, 1(%0.4) imipenem direnci
saptandı. Klaritromisin, teikoplanin ve kolisn direncine
rastlanmadı. Anbiyok değişikliği yapılan 51 hastanın
yoğun bakım ünitesinde kalış süresinin uzadığı saptandı(
p=0.013).
121
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
Sonuç:
Sonuç:
YBÜ’de anbiyoklere dirençli etkenlerin neden olduğu
enfeksiyonlar, sadece morbidite ve mortalite arşı değil
ayrıca hastanede yaş süresinde uzama ve maliyet
arşına neden olmaktadır.
KOAH olgularımızda girişte pnömoni varlığının IMV
ve YBU kalış süresini ve mortaliteyi ar
rmadığı
gözlemlenmişr.
PS100
PS099
YOĞUN BAKIM ÜNİTESİNE(YBÜ) AKUT SOLUNUM
YETMEZLİĞİ(ASY)
İLE
KABUL
EDİLEN
KOAH
OLGULARINDA EŞLİK EDEN PNÖMONİLER
GÖKAY GÜNGÖR , ÖZLEM YAZICIOĞLU MOÇİN , EYLEM
ACARTÜRK , YELDA BAŞBUĞ , CÜNEYT SALTÜRK ,
MURAT YALÇINSOY , ZUHAL KARAKURT
TCSB SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS
CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ,
SOLUNUMSAL YOĞUN BAKIM ÜNİTESİ, MALTEPE/
İSTANBUL.
YOĞUN BAKIMDA TAKİP EDİLEN POST-KARDİAK ARREST
HASTALAR: NE KADAR BAŞARILIYIZ?
ÖZLEM YAZICIOĞLU MOÇİN , GÖKAY GÜNGÖR , ZUHAL
KARAKURT , MERİH KALAMANOĞLU BALCI , CÜNEYT
SALTÜRK , ÖZKAN DEVRAN , GÜLGÜN ÇETİNTAŞ , AYŞEM
AŞKIM ÖZTİN GÜVEN
TCSB SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS
CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ,
SOLUNUMSAL YOĞUN BAKIM ÜNİTESİ, MALTEPE/
İSTANBUL.
Amaç:
Amaç:
122
YBÜ’de ASY nedeni ile yarılan pnömonili KOAH olgularını
değerlendirmek
Solunumsal
yoğun
bakım
ünitesine
(SYBÜ)
kardiopulmoner resusitasyon (KPR) yapılarak alınan
hastaları değerlendirmek.
Gereç ve Yöntem:
Gereç ve Yöntem:
İleriye dönük tanımlayıcı kohort çalışma. Eğim araşrma
hastanesinde yirmi yataklı göğüs hastalıkları YBÜ’de Ocak
– Aralık 2008 döneminde ASY nedeni ile yatan KOAH’lı
olgular çalışmaya alındı. Eşlik eden pnömonisi olan
ve (Grup 1 n=30) diğer olgular (Grup 2, n=143) olarak
gruplandırıldı..Grupların demografik özellikleri, APACHE
II skorları,BKI, eşlik eden hastalıklar,steroid kullanımı,
lökosit, CRP değerleri, IMV ve NIMV gereksinimleri ve
süreleri,YBÜ kalış süreleri ve mortaliteleri,VİP varlığı ile
karşılaşrıldı.
Tanımlayıcı retrospekf çalışma. Ocak-Aralık 2008
dönemi. Yer: 20 yataklı SYBÜ.Hastalar: SYBU’ de ve
dışında başarılı KPR sonrası entübe edilip SYBU ye kabul
edilen hastalar. Olguların demografik özellikleri, arrest
nedeni, yeri, resisütasyon süresi, ritmi, arrest sonrası
hipoksik ensefalopa varlığı, APACHE II skoru, SYBÜ
kalış günü, invaziv mekanik venlasyon (IMV) süresi,
trakeostomi ve perkutan endoskopik gastrostomi (PEG)
gereksinimi, çoklu organ yetmezliği (ÇOY) gelişimi ve
mortaliteleri değerlendirildi.
Bulgular:
Bulgular:
Çalışma periodunda 634 olgunun 173’ü KOAH+ASY
nedeniyle yarıldı. Grup 1(%17) ve Grup 2(%83) olguları
arasında demografik özellikler, APACHE II skoru,BMI
eşlik eden hastalıklar,steroid kullanımı açısından fark
saptanmadı, lökosit ve CRP değerleri Grup 1’te daha
yüksek bulundu (p<0.05). Grup 1’de 11 olgu (%36)
Grup 2’de ise 34 olgu (%23.7) entübe edildi. Grup 1’de
olguların 10 idi (p±8 gün iken Grup 2’de 8±IMV süresi
5>0.05). Grup 1’deki 27 5 gün NIMV uygulandı. Grup
1’deki±3 gün Grup 2’de 118 olguya 8±olguya 5 8 gün (p±7
gün Grup 2’de 9 ±olguların YBÜ kalış süresi 7>0.05)idi.
Grup 1’de 2 olgu (%6.6) grup 2’de 12 olgu(%8.3) eksitus
oldu. Entübe edilen 45(%26) olgunun 8’de (%17.7) VIP
gelişirken Grup 1’de 1 olguda(%3.3) 2’de ise 7 olguda
(%4.8) VIP saptandı.
Dönemde 634 hastanın 26(19 erkek) hasta çalışmaya
alındı. Yaş ortalaması 62±18 (13-81) idi. Arrest nedenleri:
akut solunum yetmezliği (n=20,%77), pnömoni
(n=4,%15.3), suda boğulma (n=1), serebrovasküler
hastalık (n=1) idi. Arrest yeri: dış merkez (11), servis (7),
SYBÜ (6), acil servis (1), ev (1) idi. Arrest süresi 6(%23)
olguda bilinmezken, 20 olguda arrest süresi 10.5±6.8(230) dakika idi. Arrest ritmi:asistoli (n=10,%38.5), asistoli/
ventriküler fibrillasyon (n=4,%15.4) iken, 12(%46.1)
olguda bildirilmemiş. SYBÜ giriş APACHE II ortalama
28.4 ±7.5, ortalama IMV günü 9.2 ±7.9, SYBÜ kalış günü
15.8 ±11.3 idi. ÇOY olan 16 (%61.5) hastanın 13’ü(%50)
eksitus oldu. Hipoksik ensefalopa 14 (%53.8) hastada
gözlendi, bakım için 8 (%31) olguya trakeostomi; 3(%12)
olguya PEG açıldı.SYBU’deki genel kalış gün 9.9 ve
mortalite 14.9 idi.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
Sonuç:
Sonuç:
Başarılı KPR’de YBU’de uzun kalış, yüksek maliyet ve
mortalite mevcuur. Trakeostomi ve PEG beslenmeye
bağımlı hastanın ve ailenin yaşam kalitesi bozulmaktadır.
Arrest önleyici ve KPR eğim programlarının ar
rılması
önerilir.
NIMV ASY’nde seçilmiş hastalarda serviste başarılı bir
şekilde uygulanabilir. NIMV sonrası oksijenizasyonda
düzelme olmaması, hastanın NIMV’a uyumunun kötü
olması, tedavi sırasında komplikasyon gelişimi, ek
hastalık varlığı ve bronşektazi tedavi başarısızlığı ile ilişkili
faktörlerdir.
PS101
PS102
AKUT
SOLUNUM
YETMEZLİĞİNDE
SERVİSTE
NONİNVAZİV MEKANİK VENTİLASYON UYGULAMASI
NONİNVASİV MEKANİK VENTİLASYON YAĞ EMBOLİSİ
SENDROMU TEDAVİSİNDE ETKİLİMİDİR?
AYDIN ÇİLEDAĞ , AKIN KAYA , BUKET BAŞA AKDOĞAN ,
PINAR AKIN KABALAK , ZEYNEP PINAR ÖNEN , ELİF ŞEN ,
BANU GÜLBAY
HAKAN BÜYÜKOĞLAN , NURİ TUTAR , FATMA SEMA
OYMAK , İNCİ GÜLMEZ , RAMAZAN DEMİR
ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ABD
ERCİYES ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ANA BİLİMDALI
Amaç:
Amaç:
Akut solunum yetmezliği (ASY)’inde serviste noninvaziv
mekanik venlasyon (NIMV) uygulamasının etkinliğini ve
başarısı ile ilişkili faktörleri saptamakr.
Yağ embolisi Sendromu (YES) değişik sebeplere bağlı
olarak oluşabilir. YES’ unun oluş mekanizması tam olarak
bilinmese de, kemik kırıklarından veya diğer kaynaklardan
kopan yağ veya yağ asitlerinin intravazasyonu YES’ in ana
sebebidir. İnsidansı retrospekf verilerde %1 den daha
az, prospekf çalışmalarda %11-%29 dur. YES kemik
kırıklarının ciddi komplikasyonudur ve mortalite oranı
% 36 civarındadır. YES li olguların %10 ile %44 ‘ün de
mekanik venlasyon ihyacı ortaya çıkar.
Gereç ve Yöntem:
ASY nedeniyle serviste NIMV uygulanan 30 hasta
prospekf olarak değerlendirildi. NIMV, hastanın yoğun
bakım ünitesi (YBÜ)’ne yaş ihyacı gelişmemesi ve
hastaneden taburcu olması durumunda başarılı (grup1),
YBÜ’e yaş ihyacı gelişmesi durumunda ise başarısız
(grup2) olarak kabul edildi.
Bulgular:
ASY, 17 hastada KOAH akut atağı, 13 hastada diğer
nedenlere bağlıydı. NIMV, 22 hastada başarılı, 8 hastada
başarısız olarak saptandı. Tedavi öncesi pH grup1’de
7.321, grup2’de 7.324, PaCO2 grup1’de 63.68 mmHg,
grup2’de 67.22 mmHg idi. İki grup arasında NIMV öncesi,
NIMV’un birinci, üçüncü ve 24. saatlerinde pH ve PaCO2
açısından anlamlı fark yoktu. Tedavi öncesi PaO2/FiO2
açısından gruplar arasında fark yokken, tedavinin birinci,
üçüncü ve 24. saatlerinde PaO2/FiO2 grup1’de anlamlı
olarak daha yüksek bulundu. NIMV tedavisine daha iyi
uyum gösteren hastalarda başarı oranı anlamlı olarak
daha yüksek saptandı. Tedavi sırasında komplikasyon
gelişimi başarısız grupta anlamlı olarak daha yüksek
bulundu ve pnömoni en sık görülen komplikasyondu.
Ek hastalık varlığı grup2’de anlamlı olarak daha yüksek
saptandı ve bronşektazi varlığı durumunda NIMV başarı
oranının daha düşük olduğu bulundu.
Gereç ve Yöntem:
2003 ile 2008 arasında 9 (6 erkek, 3 kadın) YES tanısı alan
hasta tespit edildi. Hastaların tanısı klinik ve radyolojik
bulgulara göre kondu.
Bulgular:
Tüm olgularda akciğer tutulumu, hipoksemi ve peteşi
vardı. Bir vakada serebral tutulum gözlendi. YES üç
olguda travma sonrası, al olguda uzun kemik kırığı
operasyonu sonrasında ortaya çıkmış. Al hasta NIMV
ile üç hastada invaziv MM ile takip edildi. Mekanik
venlasyon uygulanan iki hasta öldü.
Sonuç:
NIMV solunum sistemi yetmezliğini ve hipoksemiyi
düzeltmede kullanılabilir. NIMV, YES ‘ li hastalarda invaziv
mekanik venlasyon ihyacını azaltabilir.
123
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
PS103
YOĞUN BAKIM İNFEKSİYONLARINDAN KORUNMA
YÖNTEMLERİ
VE
YAKLAŞIMLARI
AÇISINDAN
HASTANEMİZ
YOĞUN
BAKIM
BİRİMLERİNİN
YAKLAŞIMLARI
FUNDA ULUORMAN 1, ADİL HAKYOL 2, CAN SEVİNÇ 1
DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ANABİLİM DALI
2
DOKU EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ 3. SINIF
ÖĞRENCİSİ (ÖÇM)
1
Amaç:
Yoğun bakım infeksiyonları hastane ortamında sık
karşılaşılan önemli bir morbidite ve mortalite nedenidir.
Bu nedenle yoğun bakım ünitelerinde alınacak infeksiyon
kontrol önlemleri önem kazanmaktadır. Bu araşrmada,
hastanemiz yoğun bakımlarındaki hasta ve sağlık
personeli durumu, fiziksel koşullar ve infeksiyon korunma
yöntemleri ile ilişkili standart uygulamalar belirlenmeye
çalışıldı.
Gereç ve Yöntem:
Bu amaçla; anestezi, dahili bilimler, beyin cerrahisi,
koroner, pediatri ve prematüre yoğun bakımı içeren
toplam al yoğun bakım birimi ziyaret edildi. Var olan
durum ve korunma yöntemlerine ilişkin veri toplamaya
yönelik bir anket formu hazırlandı. Daha sonra bu anket,
yoğun bakımlar tek tek ziyaret edilip, yetkililerle yüz
yüze görüşülerek uygulandı. Kesitsel olarak yapılan bu
araşrma üç aylık süre içinde tamamlandı.
9 NİSAN 2009
yoğun bakımda yedi gün, bir yoğun bakımda on gün, diğer
üç yoğun bakımda ise gözle görülür kirlenme olmadıkça
değişrme yapılmadığı saptandı. Santral kataterlerin
değişrilme sıklığı 14.1 gün idi. Yirmibeş olgu (%71.4)
geniş spektrumlu anbiyok kullanmakta idi.
Sonuç:
Yoğun bakım birimlerimizde yapğımız araşrmada,
tümünde etkin olarak el yıkamaya önem verildiği ve
uygun klimazasyon ortamı sağlandığı gözlenirken,
maske, galoş ve forma giyinme konularında yeterli
standardizasyon olmadığı görüldü. Farklı aspirasyon
sistemlerinin kullanıldığı dikka çek. Sonuç olarak,
yoğun bakımlarda infeksiyon kontrol ve koruma önlemleri
konusunda gerekli duyarlılık ve zliğin gösterilmesi
gerekğini, bu konuda özellikle hastane yönemleri ve
hastane infeksiyon kontrol komiteleri tarandan bilimsel
temele dayanan standart düzenlemelerin yapılmasının
yararlı ve uygun olacağını düşünmekteyiz.
PS104
TOPLUM KÖKENLİ VE HASTANE KÖKENLİ SEPSİSE
BAĞLI OLARAK GELİŞEN AKUT BÖBREK HASARI FARKLI
ÖZELLİKLER TAŞIR MI?
GÜL GÜRSEL , MÜGE AYDOĞDU , SERPİL YENİ AKTEN ,
GÜLÇİN TEKŞUT , SEÇİL TAŞYÜREK
GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI
ANABİLİM DALI YOĞUN BAKIM ÜNİTESİ
Amaç:
Bulgular:
Yoğun bakım ünitelerinin toplam yatak sayısının 50
olduğu, ziyaret edildiklerinde bu yatakların 35’inin dolu
olduğu belirlendi. Toplam 13 doktor, 14 hemşire, 14
personel görev yapmaktaydı. Erişkin yoğun bakımlarında
yatmakta olan hastaların yaş ortalaması 55.2 ve ortalama
yaş süresi 21.8 gün (4.3-52.4) idi. Hiç birinde kep ve
maske takma zorunluluğu olmayıp, sadece birisinde
girişte galoş giymenin zorunlu olduğu, hepsinde el
yıkamada sıvı sabun kullanıldığı ve merkezi sistemle
havalandırılıp klimaze edildikleri saptandı. Sadece
prematüre YB’da entübe hastalara “sürekli subglok
sekresyon aspirasyonu” uygulanırken, iki YB biriminde
“kapalı aspirasyon sistemi” kullanılmaktaydı. Aspirasyon
işlemi sırasında 3 yoğun bakımda steril, 3 yoğun bakımda
ise non-steril eldiven kullanıldığı gözlendi. Mekanik
venlatör hortum devrelerinin değişrilme süreleri; iki
124
Yoğun bakım ünitelerinde takip edilen hastalarda sepsis
ve sepk şok akut böbrek hasarı (ABH) gelişiminin en
önemli nedenlerindendir ve akut böbrek yetmezliği
(ABY) hastalarının >% 50’sinin nedenini oluştururlar.
Mortalite sepsisin ağırlığına bağlı olarak %21 ila %57
arasında değişir. Bu çalışmanın amacı toplum kaynaklı ve
hastane kaynaklı sepsiste gelişen ABH’nın seyrindeki ve
prognozundaki farklılıkları değerlendirmekr.
Gereç ve Yöntem:
Sepsise bağlı ABH gelişen hastalar çalışmaya dahil edildi.
ABH’yı tanımlamak amacıyla RIFLE kriterleri kullanıldı.
Çalışmada hastaların klinik ve laboratuar özellikleri
student’s t- test ve ki-kare testleri ile karşılaşrıldı.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
Bulgular:
Toplam 41 hasta çalışmaya alındı; bunlardan 24’ünde
toplum kökenli sepsise bağlı ABH mevcuu. Hastaların
%90’ı mekanik venlatörde takip edildi. Sepsisin en sık
nedenleri toplum kökenli ve venlatör ilişkili pnömoniydi.
Her iki grup arasında yaş, cinsiyet, yaş APACHE II ve ABH
gelişği dönemde hesaplanan SOFA skorları açısından
anlamlı fark yoktu (p>0.05). Hastane kaynaklı sepk
ABH’nın toplum kökenli sepk ABH’aya göre daha geç
dönemde gelişği saptandı (sepsisin 10.günü ve 3. günü,
p=0.004). Hastane kaynaklı ABH’da daha fazla oligüri
(%73’e karşılık %35,p=0.020), bakteriyemi (%47’e karşılık
%4, p=0.001), nefrotoksik anbiyok kullanımı (%59’a
karşılık %21, p=0.013) mevcuu ve bu hastalar daha
sıklıkla ABY’ne ilerlediler (%63’e karşılık %18, p=0.005).
Toplum kökenli sepk ABH’nin daha sık (%74’e karşılık
%41, p=0.37) ve daha hızlı (7 güne karşılık 12 gün, p=0.44)
normale döndüğü belirlendi. Hastane kökenli ABH
olanlarda toplum kökenli ile karşılaşrıldığında ortalama
kan basıncı ve ScvO2% daha düşük bulundu ve daha
fazla steroid ve vazopressör tedavisi gerekği saptandı
(p<0.05). Mekanik venlasyon süresi ve mortalite süresi
benzer olmakla birlikte hospitalizasyon süresi hastane
kökenli ABH olanlarda daha uzun bulundu(32 güne
karşılık 18 gün, p=0.045).
Sonuç:
Bu bulgular göstermişr ki hastane kökenli ABH toplum
kökenli ile karşılaşrıldığında daha kötü klinik ve prognoza
sahipr. Dolayısıyla hastane kökenli ABH gelişimini
önlemek ve tedavi etmek amacıyla daha ileri çalışmalara
ihyaç vardır.
PS105
BU OLGULARDA NONİNVASİV MEKANİK VENTİLASYONU
ÖNERİR MİSİNİZ?
AYŞE YILMAZ , SİBEL ŞAHBAZ , HANDAN İNÖNÜ ,
SERHAT ÇELİKEL , HASİBE YEMENİCİ , FADİME DURAN
YÜCESOY , ZEHRA SEYFİKLİ
GAZİOSMANPAŞA ÜNİVERSİTESİ ARAŞTIRMA VE
UYGULAMA HASTANESİ
Amaç:
Noninvasiv mekanik venlasyon (NIMV), ülkemizde
uygun vakalarda yaygın olarak kullanılmaktadır. Sunulan
üç olgu ile NIMV uygulamasının uygun olup olmadığını
tarşılacağız.
Gereç ve Yöntem:
OLGU 1: KOAH, kor pulmonale ve hiperkapnik solunum
yetmezliği olan 55 yaşında bayan hasta. Büllöz akciğeri
ve pnömotoraks öyküsü var. Enfeksiyon bulgusu yok ve
düzenli bronkodilatatör tedavi almıyor. Nazal oksijen
kullanırken arter kan gazında (AKG) pH: 7.33, pO2: 72
9 NİSAN 2009
mmHg, pCO2: 80 mmHg, HCO3:38, satO2: %94’dü.
Medikal tedavi sonrası takip arter kan gazında pH:7.47
pCO2:62 mmHg idi. Bu hastada eski pnömotoraks öyküsü
ve büllöz amfizem nedeni ile NIMV uygulanmadı. OLGU
2: 53 yaşında obez kadın. Uyku apne sendromu var ve
BİPAP ile tedavi ediliyor. BIPAP basınçları 12/5 cmH20.
Toraks BT’sinde mulple hava kistleri izlendi. Bu hastada
NIMV tedavine devam edildi. OLGU 3: 52 yaşında, akciğer
kanseri ve KOAH’ı olan erkek hasta. Vena cava süperior
sendromu’na (VCSS) ait bulguları ve solunum yetmezliği
saptandı. AKG’da solunumsal asidozu, hipoksemisi (pO2:
30 mmHg) ve hiperkapnisi (pCO2: 80 mmHg) izlendi.
Bu hastada VCSS’a rağmen NIMV uygulandı ve klinik
düzelme sağlandı.
Bulgular:
Şekil
Sonuç:
İlk iki olguda pnömotoraks riski, üçüncü olguda artan
intratorasik basınç nedeni ile NIMV uygulamalarının
değerlendirilmesi amacı ile bu olgular sunulmuştur.
PS106
KRONİK SOLUNUM YETMEZLİĞİ OLAN KİFOSKOLYOZ
HASTALARINDA ALTI DAKİKA YÜRÜME MESAFESİ
ZUHAL KARAKURT , AYŞEM ÖZTİN GÜVEN , GÖKAY
GÜNGÖR , ÖZLEM YAZICIOĞLU MOÇİN , HİLAL ALTINÖZ ,
EYLEM ACARTÜRK , TÜLAY YARKIN , REHA BARAN
SB SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS
CERRAHİSİ EĞİTİM ARAŞTIRMA HASTANESİ
Amaç:
Kronik solunum yetmezliği ( KSY) olan kifoskolyozlu
hastalarda 6 DYT mesafesinin yaş, cinsiyet, BMI,
AKG, pulmoner fonksiyon ve EKO değerleri ile
karşılaşrılması.
Gereç ve Yöntem:
Prospekf klinik çalışma. YBU polikliniğinde takip edilen
evde NIMV endikasyonu olan kronik solunum yetmezlikli
kifoskolyoz olguları çalışmaya alındı. Hastalar telefon
ile evlerinden aranarak çağırıldı.Demografik özellikleri
dosyalarından kayıt edildi, transtorasik EKO, 6 DYT,
SFT, AKG, HRCT yapıldı. 6DYT değerleri diğer veriler ile
karşılaşrıldı.
Bulgular:
Çalışmaya 34 hasta alındı. Çalışmayı 25 (17 erkek) olgu
tamamladı. Olguların 6DYT mesafesi ortalaması 275 m idi.
Bu mesafeden çok yürüyen grubun genç, erkek, yüksek
nabızda ve daha desatüre olduğu bulundu. Olguların 6
sında (%24) EKO da PABs >40 mmHg ölçüldü. Bu olgular
diğer olgulara göre hipoksi yönünden farklı değildi.
125
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
Sonuç:
Sonuç olarak, kronik solunum yetmezliği olan
kifoskolyozlu hastaların yürüme mesafeleri genç yaş ve
erkeklerde daha fazladır.Fazla yürüyenlerin desature
ve taşikardik olması kendilerini zorladığı ve dispne
algılamasında yanılsama olduğu kanaa uyandırmışr.
Kifoskolyoz olgularında PAH gelişiminde hipoksemi dışı
eyolojilerin varlığı aklımıza gelmelidir.
9 NİSAN 2009
9(%75) (p:1.00) olarak değerlendirildi. En sık YBU yaş
endikasyonu pnömoni idi (%48) idi. Entübe edilen 13
akciğer kanser olgusundan sadece biri (%7.6) başarılı
şekilde ekstübe edilirken, diğer grupta bu oran %10(1/10)
idi. SOFA skoru ile sağkalım arasında (p: 0.008) anlamlı
ilişki saptanırken YBU’de kalış süresi ile sağkalım arasında
anlamlı ilişki saptanmadı (p: 0.558). Her iki grubun SOFA
skorları, IMV ihyacı, YBU kalış süreleri ve mortalite
oranları arasında ise anlamlı fark saptanmadı.
Sonuç:
PS107
SOLUNUMSAL YOĞUN BAKIM ÜNİTESİNDE İZLENEN
KANSER OLGULARININ RETROSPEKTİF ANALİZİ
MELTEM TOR , MURAT ALTUNTAŞ , OLGUN KESKİN ,
AYŞEGÜL TOMRUK , FİGEN ATALAY
ZONGULDAK KARAELMAS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
GÖĞÜS HASTALIKLARI AD ZONGULDAK
Amaç:
Akciğer kanseri dahil tüm kanser olgularının yoğun
bakımda izleme ve entübasyon kriterleri ile ilgili olarak
literatürde bir konsensus yoktur. Bu çalışmamızda
malign hastaların merkezimizde yoğun bakımda izlenme
süreçlerini ve sonuçlarını değerlendirmeyi amaçladık.
Malign hastalarda YBU mortalitesi oldukça yüksek (%75)
seyretmekte olup özellikle terminal dönemdeki malign
hastalarda IMV konusunda daha seçici davranılmalıdır.
PS108
7. STUDY OF INFLAMMATORY MARKERS IN CHILDREN
WITH MODERATE PERSISTENT BRONCHOIAL ASTHMA
BEFORE AND AFTER THERAPY WITH INHALED CORTICOSTEROIDS
MOHAMMED RAGAB
DEPARTMENT OF PEDİATRİCS, FACULTY OF
MEDİCİNEİTY, ALEXANDRİA UNİVERS
Aim:
Gereç ve Yöntem:
Merkezimiz solunumsal yoğun bakım ünitesinde (YBU)
Ekim 2007-Aralık 2008 tarihleri arasında izlenen tüm
malign hastalar retrospekf olarak değerlendirildi. Olgular
akciğer (Grup 1)ve akciğer dışı (Grup 2) maligniteler
olarak yaş endikasyonu, SOFA skoru, invazif mekanik
venlasyon (IMV) ihyacı, yoğun bakım kalış süreleri ve
mortalite açısından değerlendirildi. İstasksel analiz
SPSS 11.0 ile yapıldı.
Bulgular:
Ortalama YBU kalış süresi 17 gün olan 28 olgunun kanser
pleri şöyle idi: akciğer (KHDAK) (n:16), meme (n:4),
larenks(n:2), mesane(n:1), mezotelyoma(n:1), kaposi
sarkomu (n:1), mide(n:1), nazofarenks(n:1), cilt (n:1).
Grup 1 (n:16) ve Grup 2(n:12) için yaş ortalaması, erkek/
kadın oranı, sigara öyküsü, SOFA skoru, YBU kalış süresi
(gün), IMV ihyacı (%) ve YBU mortalitesi (%) sırası ile
61.25 +/- 10 vs 71.1 +/- 13.9 (p:0.038*), 16/0 vs 5/7 (p:
0.001*), 16(%100) vs 7 (%58) (p: 0.017*), 6.69+/-4.01
vs 8.17+/-2.48 (p: 0.272), 6.44+/-6.39 vs 30.75+/-57.90
(p: 0.106) 13(%81) vs 10(%83) (p:0.892), 12 (%75) vs
126
Is to study some non-invasive inflammatory markers
(sputum eosinophils, absolute eosinophilic count
AEC, , serum eosinophilic caonic protein ECP,
and serum TNF-alpha) in children with moderate
persistent bronchial asthma as regards their
diagnosc value, response to inhaled corcosteroid
therapy and as predictors of asthma excerbaon.
Method:
Thirty children with moderate persistent bronchial asthma
(according to GINA guidelines) were included in this
study following certain inclusion and exclusion criteria,
with no other organic lung diseases and compared to
twenty healthy subjects were included in this study.
Three samples of serum and induced sputum ( using
hypertonic saline) were collected from each paent and
one sample from each control subject. The first sample
was taken before start of the inhaled corcosteroid
therapy, the second aer 3 months of therapy (aer
control of asthma) and the third aer either gradual
withdrawal of inhaled steroids ( over 3 months ) or with
recurrence of asthma symptoms if it happened earlier.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
Results:
Bulgular:
Bronchial asthma was more common in boys than girls
(57%Vs43%). The start of asthma symptoms was more
common during the first 5 years of life. Before therapy,
the mean concentraon of the four inflammatory
markers ( sputum eosinophils, AEC, ECP, and TNF-alpha)
in asthmacs were significantly higher compared to
the conrol subjects. ( P< 0.001, <0.002, <0.001, and
<0.001 respecvely) . Compared to the first sample
results, the mean concentraon of the inflammatory
markers were significantly lower in the second sample
( aer control) ( P<0.001, <0.007, <0.001, <0.001
respecvely). Wth the recurrence of asthma symptoms,
the inflammatory markers showed elevaons in
their concentraons with variable responses. Using
mulple logesc regression analysis TNF-alpha
followed by sputum eosinophilia were more sensive
than the other two concerning the clinical utcome.
Çalışmaya 80 sağlıklı çocuk alınmışr. Atopik çocukların
ortalama eNO düzeyleri, nonatopik olanlara göre anlamlı
3.36 ppb,±3.95 ppb ve 13.48 ±yüksek bulunmuştur
(sırasıyla 15.97 p=0.02). Lineer regresyon analizinde,
sağlıklı atopik çocuklarda atopi parametrelerinden
sadece ödem çapı ile eNO düzeyi arasında anlamlı =0.74,
%95 GA: 2.09-4.78, pβilişki gözlenmişr (<0.001).
Conclusion:
Non invasive inflammatory markers are sensive
indicators of bronchial hyperresponsiveness. Inhaled
corcosteroids are the cornerstone in suppression of
the inflammaon accompanied with asthma manifestaons. TNF-alpha followed by sputum eosinophils are
sensive predictors of asthma excerbaon.
Sonuç:
Sağlıklı çocuklarda atopik duyarlanma eNO düzeyini
etkiler. Atopik sağlıklı çocuklarda ortalama ödem çapı,
eNO düzeyine etki eden en önemli atopi parametresidir.
PS110
STRİDORLU HASTALARDA FLEKSİBL BRONKOSKOPİ
BULGULARI
FÜSUN ÇAKMAK , ZEYNEP SEDA UYAN , REFİKA ERSU ,
BÜLENT KARADAĞ , FAZİLET KARAKOÇ , ELİF DAĞLI
MARMARA ÜNİVERSİTESİ ÇOCUK GÖĞÜS HASTALIKLARI
Amaç:
Stridoru olan hastalarda görülen havayolu anomalilerini
tespit etmek
PS109
Gereç ve Yöntem:
SAĞLIKLI ÇOCUKLARDA SOLUK HAVASINDA NİTRİK
OKSİT DÜZEYİ VE ATOPİ İLİŞKİSİ
ARZU BAKIRTAŞ , MUSTAFA ARGA , İPEK TÜRKTAŞ ,
GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ÇOCUK ALLERJİ VE
ASTIM BİLİM DALI
Amaç:
Sinüzit, asm ve allerjik rinit, soluk havası nitrik oksit
(eNO) düzeyini etkileyen en önemli hastalıklardır. Ancak
herhangi bir hastalığı olmayan, sağlıklı bireylerde, tek
başına atopik duyarlanmanın bile eNO düzeyini etkilediği
bildirilmektedir. Bu çalışma sağlıklı atopik ve non-atopik
çocuklar arasında eNO düzeylerini karşılaşrmak ve
atopik duyarlılığı olanlarda eNO düzeyini etkileyen atopi
parametrelerini belirlemek amacıyla planlanmışr.
Gereç ve Yöntem:
Polikliğinimize solunum yolu şikaye dışında başvuran
7-16 yaş arası çocuklar öykü, fizik inceleme ve solunum
fonksiyon testleri ile asm ve allerjik rinit açısından
değerlendirilerek, sağlıklı olanlar çalışmaya dahil edilmişr.
Soluk havasında nitrik oksit online yöntemle Sievers 280i
analizörle ölçülmüştür. Atopik duyarlanma deri prik
testleri ile belirlenmişr. Sağlıklı atopik çocuklarda, eNO
düzeyini etkileyebileceği düşünülen atopi parametreleri
(atopik duyarlanma sayısı, çeşidi ve ödem çapı) lineer
regresyon analizi ile değerlendirilmişr.
2004-2009 yılları arasında Marmara Üniversitesi
Çocuk Göğüs Hastalıkları Bölümünde stridor nedeniyle
bronkoskopi yapılan hastaların kayıtları incelendi.
Bulgular:
129 hastaya (%72 erkek) stridor nedeniyle bronkoskopi
yapıldı. Bronkoskopi yapıldığı andaki yaş ortalaması
6 aydı (0-25 ay). Hastaların %78’inde doğumdan beri
stridor mevcut iken %5’inde entübasyon sonrası
gelişmiş. Hastaların %80’inde laringomalazi saptandı.
Laringomalazisi olan hastaların %32’sinde eşlik eden
trakeomalazi, %15’inde diğer hava yolu anomalileri
mevcuu. Hastaların %54’ünde sadece stridor
mevcutken, %33’ünde hışıl eşlik etmekteydi. Reflü
semptomları hastaların %69’unda bulunmaktaydı,
%47’sine ÖMD yapılmış ve bunların % 74’ünde reflü
tespit edilmiş. Eşlik eden reflü semptomları olan ve
olmayanlar stridor süresi açısından karşılaşrıldığında
reflü semptomları olanlarda stridor süresi anlamlı olarak
uzun bulundu (p=0.003). Hastaların %17’si tedavisiz
izlendi, %5’i anreflü tedavi, %16’sı inhale steroid ,
%46’sı inhale steroid ve anreflü tedavi aldı. Hastaların
%14’üne cerrahi uygulandı. Hastaların %24’ünde stridor
6 aylıktan önce, %33’ünde 6 ay ile 1 yaş, %44’sında 1 ile
3 yaş arasında düzeldi.
127
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
Sonuç:
Stridorlu hastalarda en çok laringomalazi tespit edilmekle
birlikte bu hastaların yarısında eşlik eden diğer havayolu
anomalileri bulunmaktadır. Ayrıca hastaların yarısında
reflü semptomları bulunmakta ve bu hastalarda stridor,
reflü olmayanlara göre daha uzun sürmektedir. Eşlik
eden anomaliler nedeniyle stridoru olan hastalarda
bronkoskopi önemli bir tanı yöntemidir.
PS111
KİSTİK FİBROZ’LU HASTALARIMIZIN MİKROBİYOLOJİK
DEĞERLENDİRİLMESİ
PINAR ÜRENDEN , Z. SEDA UYAN , REFİKA HAMUTÇU
ERSU , BÜLENT KARADAĞ , FAZİLET KARAKOÇ , ELİF
DAĞLI
MARMARA ÜNİVERSİTESİ ÇOCUK GÖĞÜS HASTALIKLARI
BİLİM DALI
9 NİSAN 2009
anbiyoklere hassasiyetleri açısından incelendiğinde;
bu hastaların %11,8‘inde Karbapenem, %23,5‘inde
Aminoglikozid %27,4‘ünde Beta-Laktam ve %11,8‘inde
Kinolon grubu anbiyoklere direnç saptanmışr,
%64,7’sinde ise hiçbir direnç gösterilmemişr. KF
hastalarında Karbapenem/Aminoglikozid/Beta-Laktam/
Kinolon grubu anbiyoklerden en az üçüne dirençli
olunduğunda tanımlanan çoklu ilaç direnci hastaların
%11,8’inde saptanmışr. %9,8 hastada ise bu dört grubun
hepsine dirençli suşlar ürediğinden; tedaviye Polimiksin
grubu anbakteriyellerden “Kolisn” eklenmiş ve olumlu
sonuç alınmışr. Hastaların uzun dönem takibinde %68,6
hastada Psödomonas’ın tekrarlayan üremeleri bildirilmiş,
%31,4 hastada ise yeni üremeler saptanmamış ve
mikroorganizmanın eradike edildiği düşünülmüştür.
Sonuç:
Sonuç olarak; KF’li hastalarda enfeksiyona sebep olan
mikroorganizmanın izolasyonu ve direnç paternlerinin
belirlenmesi, enfeksiyonun etkin ve kısa sürede
tedavisine olanak sağlayacağından tedavide önemli bir
yer tutmaktadır.
Amaç:
Kisk Fibrozis (KF) hastalarında enfeksiyonlar, ilerleyici
akciğer hasarında önemli rol oynamakta, kronik ve akut
enfeksiyonların tanı ve tedavisi, hastalığın seyrinde
önemli yer tutmaktadır. Bu çalışmada; kliniğimizde
izlenen KF’li hastaların mikrobiyolojik verilerinin
incelenmesi amaçlanmışr.
Gereç ve Yöntem:
2000-2008 yılları arasında düzenli takiplere gelen, 3
ayda bir balgam/NFA/BAL kültürleri alınmış olan 111
KF’li hastanın mikrobiyolojik verileri retrospekf olarak
incelenmişr.
Bulgular:
Hastalarımızın kültürlerinde; %27 P aeruginosa (PA), %
19,1 H influenza, %13,8 Mecillin hassas S aureus, %11,6
S pneumonia, %3,5 Mecillin rezistan S aureus, %3,5
Klebsiella spp., %2,9 Candida spp., %2,9 M abcessus,
%2,3 S maltophilia, %2,3 Acinetobacter spp., %1,7 E
coli, %1,7 A grubu beta hemolik Streptococcus , %1,7
Enterobacter spp., nadir olarak da B cepacia (n=2),
S marcescens (n=2), E faecium (n=1), M catarrhalis
(n=1), Sphyngomonas spp. (n=1), Acromobacter
spp. (n=1), Aspergillus spp. (n=1), P mirabilis (n=1)
üremeleri saptanmışr. PA üremesi olan hastalar
Karbapenem/Aminoglikozid/Beta-Laktam/Kinolon grubu
128
PS112
KLİNİĞİMİZDE İZLENEN KİSTİK FİBROZLU HASTALARIN
GENEL ÖZELLİKLERİ
ZEYNEP SEDA UYAN , MEHMET TAŞDEMİR , SEDAT
ÖKTEM , ELA ERDEM , FAZİLET KARAKOÇ , BÜLENT
KARADAĞ , REFİKA ERSU , ELİF DAĞLI
MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ÇOCUK GÖĞÜS
HASTALIKLARI BİLİM DALI, İSTANBUL
Amaç:
Kisk fibroz (KF), yüksek mortalite ve morbidite ile
karakterize kalıtsal bir hastalıkr. Klinik belir ve bulgular
değişkenlik gösterebilir. Bu çalışmada; kliniğimizde
izlenen KF’lu hastaların genel özelliklerinin incelenmesi
amaçlanmışr.
Gereç ve Yöntem:
KF tanısı ile izlediğimiz hastaların demografik ve klinik
özellikleri, solunum fonksiyonları, mikrobiyolojik
bulguları, tedavi yaklaşımları ve sonuçları standart bir
soru formu ile retrospekf olarak değerlendirildi.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
Bulgular:
Değerlendirilen 167 hastanın %52’si erkek, ortanca yaşı
6 aydı (IQR: 3 ay – 5 yaş). Hastaların %46’sında akrabalık
mevcuu, KF’lu kardeş oranı ise %15 idi. Başvuruda;
hastaların %77’sinde tekrarlayan akciğer enfeksiyonu,
%51’inde ishal, %6’sında mekonyum ileusu, %31’inde
de psödodobarer mevcuu. Hastaların %35’inde P
aeruginosa kolonizasyonu saptanırken; %24’ünde H
influenza, %17’sinde S aureus, %3’ünde nontüberküloz
mikobakteri, %1.5’inde ise B cepacea saptandı. Allerjik
bronkopulmoner aspergilloz ise hastaların %3,8’inde
tespit edildi. Solunum sistemi tedavisinin bir parçası
olarak hastaların tümü fizyoterapi programına alındı.
Sekresyonların alımını kolaylaşrabilmek için %94
hastaya inhale bronkodilatör verilirken %30 hastanın
tedavisine rhDNase eklendi. P aeruginosa kolonizasyonu
olan 22 hastaya inhale anbiyok verildi. Bronşiyal
hiperreakvite bulguları olan %64 hastada inhale steroid
kullanıldı. Hastaların %2.3’üne akut egzazerbasyon
sırasında hastanede, %2.9’una da uzun dönemde evde
noninvaziv mekanik venlasyon uygulandı. Pankreak
yetersizlik saptanan %79 hastaya pankreak enzim
replasmanı verildi. KF’lu hastalarda görülebilen
komplikasyonlar açısından; hastaların %11.2’sinde
hemopzi, %1.5’inde pnömotoraks, yine % 1.5’inde
diabet saptandı.
Sonuç:
Sonuç olarak, KF değişik klinik formlarda görülmekte
olup, erken tanı ve uygun tedavi protokolleriyle düşük
morbidite ve mortalite ile izlenebilmektedir.
PS113
GECİKMİŞ
TANILI
ASPİRASYONLARI
1
BRONŞ
YABANCI
CİSİM
hastaların (0-14 yaş) dosyaları retrospekf olarak tarandı.
Çalışmaya 1 ay ve daha uzun süreli olarak asm bronşiale
ve/veya akciğer enfeksiyonu tanısı ile tedavi edilen 106
hasta dahil edildi. Anamnez, tedaviye cevap, radyolojik
bulgular ve fizik muayene bulguları ile ön tanı kondu.
Bu hastalara BYC ön tanısı ile RB yapıldı. RB ile atmışal
hastanın 46’ sında BYC tespit edildi ve çıkarıldı. Bu 46
hastada; yaş, semptom süresi, yabancı cismin niteliği,
bronşial sistemdeki yerleşim yeri, RB sonrası kliniği not
edildi.
Bulgular:
BYC bulunan ve çıkarılan hastaların 21’i kız ve 25’i erkek.
Ortalama yaş 32,78 aydı ( 45 gün-10 yaş). Bu hastalardan
30’u akciğer enfeksiyonu, 15’i asm bronşiale ve 1‘i
bronşektazi nedeni ile takip alnda idi. Semptom süresi
1 ay ile 4 yıl arasında idi. En çok çıkarılan yabancı cisim
ay çekirdeği idi (n:9). En sık çıkarılan lokalizasyon sağ
ana bronş idi (n:19). Bir olguya bronşektazi nedeniyle
bilobektomi inferior yapıldı. Tüm vakalarda semptomak
ve radyolojik iyileşme sağlandı.
Sonuç:
Anamnez, fizik muayene ve radyolojik olarak şüphe
duyulan ve medikal tedaviye dirençli akciğer enfeksiyonu
ve asm bronşiale olgularında BYC’ den süphelenilmelidir.
Bu olgularda bronkoskopik muayene ve yabancı cisim
çıkarılması uygulanmalıdır.
PS114
ASTIM BENZERİ HAVA YOLU HASTALIĞI OLAN ATOPİK
VE NONATOPİK ÇOCUKLARDA GASTROÖZOFAGEAL
REFLÜ HASTALIĞI SIKLIĞI
ÖZGE YILMAZ 1, ERHUN KASIRGA 2, ŞEBNEM KADER 1,
SENEM ALKAN 1, HASAN YÜKSEL 1
CELAL BAYAR ÜNİVERSİTESİ PEDİATRİK ALERJİ BD VE
SOLUNUM BİRİMİ
2
CELAL BAYAR ÜNİVERSİTESİ PEDİATRİK
GASTROENTEROLOJİ BD
1
1
2
ŞEVVAL EREN , ALPER AVCI , FUAT GÜRKAN , VELAT
ŞEN 2
DİCLE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKULTESİ GÖĞÜS CERRAHİ
KLİNİĞİ
2
DİCLE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKULTESİ PEDİATRİ KLİNİĞİ
1
Amaç:
Tanı konulamamış ve beklemiş BYC aspirasyonu olan
çocuklarda inatçı respiratuar semptomlar oluşmakta, bu
hastalar uzun süre akciğer enfeksiyonu ve asm tanıları
ile tedavi edilmeye çalışılmaktadır. Ocak-2000 ile Ocak2009 tarihleri arasında, bir aydan daha uzun süreli olarak
respiratuar semptomlar nedeniyle tedavi alan ve BYC ön
tanısı ile rijid bronkoskopi (RB) uygulanan pediatrik yaş
gurubu hastalarındaki sonuçlarımızı sunmaktayız.
Gereç ve Yöntem:
Rijid bronkoskopi (RB) yapılan pediatrik yaş gurubu
Amaç:
Bu çalışmanın amacı asm ve asm benzeri hava yolu
hastalığı tanısı ile izlenen atopik ve nonatopik çocuklarda
GÖRH sıklığı ve tedavisinin solunum bulgularına etkisinin
araşrılmasıdır.
Gereç ve Yöntem:
Çalışmaya asm benzeri hava yolu hastalığı tanısı almış ve
pH monitorizasyonu uygulanmış 32 nonatopik ve 24 atopik
çocuk alındı. 24 saatlik pH monitorizasyonu yapılmadan
6 ay öncesinde ve sonrasındaki dönemde GÖRH ile ilişkili
solunum bulguları, asm tedavi gereksinimleri, solunum
bulgularında alevlenme ve hastaneye yaş sayıları
kaydedildi. 24 saatlik pH monitorizasyon sonuçları ve
kullanılan GÖRH tedavileri de kaydedildi.
129
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
Bulgular:
Atopik ve nonatopik grupların yaş ortalamaları benzerdi
(p=0.06). Proksimal GÖRH sıklığı atopik grupta %71.9,
nonatopik grupta % 70.8 bulundu (p=0.93 ve p=). Distal
GÖRH sıklığı benzerdi (atopik ve nonatopik gruplarda
sırasıyla %66.7 ve %68.8, p=0.87). GÖRH tedavisi
sonrasında nonatopik grupta tüm klinik parametrelerde
iyileşme gözlendi (p≤0.01). Ancak, atopik grupta sadece
solunum bulgularında ve hastaneye yaş sayısında
iyileşme olduğu görüldü (sırasıyla p=0.002 ve p=0.007).
Sonuç:
Bu çalışmada nonatopik çocuklardaki GÖRH sıklığının,
atopik çocuklar ile benzer olduğu bulunmuştur. Bu sonuç
GÖRH gelişiminde asmın rolünü vurgulayabilir. Ayrıca,
atopik çocuklarda asm bulguları GÖRH tedavisine
yanıt vermezken, nonatopik çocuklarda anlamlı iyileşme
görülmüştür. Bu bulgular, GÖRH olanlarda bile atopinin
asm kontrolünü belirlemede daha önemli olduğu ve
böylece de GÖRH ve asm ilişkisinde asmın başlangıç
olay olduğunu düşündürmektedir.
PS115
9 NİSAN 2009
Asthma Qujality of Life Quesonnaire), depresyon
durumları Çocuk Depresyon Ölçeği ile değerlendirildi.
Atakta ve sağlıklı oldukları dönemde çizdikleri resimler
anksiyete, agresyon, depresyon, benlik, renk ve otonom
bağımlılık yönünden skorlandı.
Bulgular:
Hastaların PAQLQ alt skorları (semptom, akvite,
duygulanım) sağlıklı dönemde ataktakine göre iyileşme
gösterdi (p<0.05). Hastaların sağlıklı dönemde çizdikleri
resimlerdeki anksiyete skorları ataktaki skorlardan daha
düşük bulundu (p<0.05). Diğer resim parametrelerindeki
skorlar farklılık göstermedi. PAQLQ ile depresyon skoru ve
ortalama resim skoru arasında korelasyon saptanmadı.
Sonuç:
Sonuçlarımız, asmlı çocuklarda akut asm atağının
anksiyete skorları yanında yaşam kailtelerini de olumsuz
yönde etkilediğini göstermektedir. Asmlı çocukların
yapkları resimler onların psikososyal durumlarını
yansıtan bir araç olarak kullanılabilir.
PS116
ÇOCUKLUK ÇAĞI ASTIMININ PSİKOSOSYAL ETKİLERİNİN
RESİMLE DEĞERLENDİRİLMESİ
STUDY OF PULMONARY FUNCTION IN EGYPTIAN CHILDREN WITH HOMOZYGOUS BETA THALASSEMIA
HASAN YÜKSEL 1, AYHAN SÖĞÜT 1, UFUK SOLAK 2, ÖZGE
YILMAZ 1
MOHAMMED RAGAB
CELAL BAYAR ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ÇOCUK
ALERJİ BD VE SOLUNUM BİRİMİ
2
EGE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ PEDİATRİ AD
FACULTY OF MEDİCİNE, ALEXANDRİA UNİVERSİTY
1
Amaç:
Asmın kronik ve yineleyici özelliği asmlı çocuklarda
psikososyal bozukluğa neden olabilir. Bu çalışmada,
resim aracılığıyla asmlı çocukların psikososyal durumu
değerlendirildi.
Gereç ve Yöntem:
Çalışmaya 20 asmlı çocuk alındı. Hastaların 12’si erkek
8’i kız olup, yaş aralığı 7-14 yıl (yaş ortalaması : 9.35±2.13
yıl) idi. Hastalar, akut asm atağında ve ataktan 2 ay sonra
yakınmalarının olmadığı dönemde değerlendirildi. Yaşam
kaliteleri pediatrik yaşam kalite ölçeği (PAQLQ: Pediatric
130
Aim:
Twenty-eight children with homozygous beta-thalassemia who were receiving regular hypertransfusion and
desferrioxamine chelaon therapy were included in this
study aiming at determinaon of the pulmonary funcon abnormalies in this populaon.
Method:
Study of pulmonry funcons ( total lung capacity,
residual volume, Forced expiratory volume in 1 second,
forced vital capacity, Forced expiratory flow, FEV1/FVC
rao).
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
Results:
Gereç ve Yöntem:
Their mean age was 10.9 yr and none had evidence of
chronic cardiac or respiratory illness. Hypoxemia was
found in 10 paents (35%) with a significant inverse
correlaon between oxygen saturaon and both iron
overload and desferrioxamine rao (DFO). Reduced TLC
was the predominant abnormality, found in 19 of 28 paents (68%). Out of these 19 paents, fourteen (74%)
had a moderate (58%) and severe (16%) reducon in
TLC. CT scan of the lungs in the 3 paents with severe
reducon in TLC did not show any evidence of pulmonary fibrosis. FEV1 and FEF(25-75%) were less than the
predicted values in 28% and 14% of our paents respecvely but no paents had pure obstrucve disease
as all had reduced TLC while FEV1/FVC rao was normal
in all but one paent who had also abnormally high RV/
TLC rao which is indicave of severe mixed restricveobstrucve lung disease. TLC, FVC, FEV1, and FEF(2575%) were inversely correlated with age, iron burden,
and DFO rao. The restricve lung disease becomes
more severe with increasing the duraon and degree of
iron overload.
Bu çalışmada, bronşiektazinin uyku kalitesine olan
etkileri araşrıldı. Çocuk Göğüs Hastalıkları Bölümünde
bronşiektazi tanısıyla izlenen 30 hasta ve 21 sağlıklı çocuk
çalışmaya alındı. Tüm hastalara ve konrol grubuna uyku
kalitelerini değerlendirmek için “Pisburgh Uyku Kalitesi
İndeksi” anke yapıldı. Bu indekse göre global skor > 5
ise uyku kalitesi kötü olarak değerlendirildi. Uyku kalitesi
skorunun solunum fonksiyon testleri ve semptomlar ile
ilişkilerine bakıldı
Conclusion:
We conclude that restricve lung disease is the more
prevalent abnormality of pulmonary funcons followed
by mixed restricve-obstrucve lung disease in smaller
number of paents. There is strong evidence that iron
plays a central role in the pathogenesis of this disease.
The role of DFO therapy in prevenon of pulmonary
complicaons associated with TM because of its acon
as an iron chelaon therapy should be studied in other
clinical studies.
PS117
BRONŞİEKTAZİLİ HASTALARDA UYKU KALİTESİNİN
DEĞERLENDİRİLMESİ
ELA ERDEM 1, EMEL ŞENAY 2, SEDAT ÖKTEM 2, ZEYNEP
SEDA UYAN 2, REFİKA ERSU 2, FAZİLET KARAKOÇ 2,
BÜLENT KARADAĞ 2, ELİF DAĞLI 2
Bulgular:
Çalışmaya alınan hastaların 14’ü kız, 16’sı erkek olup, yaş
ortalaması 12,4±4 yıl idi. Şikayetlerin başlama yaşı 1 ay
ile 9 ay arasında değişmekte olup, tanı alma yaş medianı
ise 8 yaş olarak tespit edildi. Hastaların %67’sinde bronş
hiperreakvitesi, %50’sinde alerjik rinit, %20’sinde
egzema ve %13’ün de gastroözafegeal reflü tespit edildi.
Pisburgh Uyku Kalitesi İndeksine göre 30 hastanın
7’sinde (%23), çalışma grubundaki 21 çocuğun 3’ünde
(%14) uyku kalitesi kötü olarak bulundu. Bronşiektazili
hastalarda uyku skoru kontrol grubuna yüksek tespit
edilmekle birlikte istasksel olarak anlamlı bulunmadı.
Bronşiektazili hastaların solunum fonksiyon testleri
ile uyku kalite skorları arasında ilişki yoktu, vücut kitle
indeksi ile FEV ve FVC arasında pozif korelasyon tespit
edildi. Nefes darlığı semptomu ile global uyku skoru
indeksi arasında da istasksel anlamlı kabul edildi.
Sonuç:
Bronşiektazili hastalarda uyku problemleri göz ardı
edilmektedir. Bu hastaların run takibinde uyku kalitesi
açısından değerlendirilmeleri uygun olacakr.
PS118
JUVENİL
ROMATOİD
ARTİRİT
HASTALARINDA
RİNT TEKNİĞİ İLE HAVA YOLU REZİSTANSI
DEĞERLENDİRİLMESİ
1
MEHTAP HAKTANIR ABUL 1, YASİN ABUL 2, MÜFERET
ERGÜVEN 1, ELİF YÜKSEL KARATOPRAK 1, SAİT
KARAKURT 2, TURGAY ÇELİKEL 2
Amaç:
GÖZTEPE EGİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ PEDİATRİ
KLİNİĞİ
2
MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI A.D.
ŞİŞLİ ETFAL EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTENESİ ÇOCUK
KLİNİĞİ
2
MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ÇOCUK
GÖĞÜS HASTALIKLARI BİLİM DALI
Bronşiektazi, solunum yollarının yapı ve fonksiyonlarında
değişikliklere yol açan kronik bir hastalıkr. Bazı kronik
solunum yolu hastalıklarının uyku üzerine olan etkileri
araşrılmışr. Ancak bronşiektazinin uyku kalitesine
etkisi bilinmemektedir.
1
Amaç:
Hava yolu rezistansı Rint(interrupter) tekniğini sağlıklı ve
juvenil romatoid arritli çocuklarda çalışk.
131
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
Gereç ve Yöntem:
PS119
Juvenil romatoid arritli(JRA),solunum fonksiyon
tesnde(SFT) obstruksiyonu olmayan,asmı olmayan
20 hasta[erkek çocuk(n=7); kız çocuk(n=13);ortalama
yaş:12.25±2.2] ile SFT’de obstruksiyonu olmayan,asmı
olmayan 10 kişilik sağlıklı kontrol grubu[erkek çocuk(n=4);
kız çocuk(n=6);ortalama yaş:12.1±1.9] çalışmaya alındı.
ÇOCUKLARDA KRONİK AKCİĞER HASTALIKLARININ
DAĞILIMI
Bulgular:
ISAAC(Internaonal
Study
of
Asthma
and
Allergies in Childhood) anket verileri(solunum
septomları,ekzema,alerji,ailede
sigara
hikayesi,
doktor tarandan konulan asm tanısı,asm ilacı
kullanımı) doğrultusunda her iki grupta çalışmadan
dışlanma kriterleri oluşturuldu,hastalara uygulandı.J
RA’lı hastaların hastalık süresi,aile hikayesi,tutulan
eklem
pi,sayısı,sistemik
bulguları,kullanılan
ilaçlar,kullanım süreleri, sedimantasyon,CRP,lökosit
değerleri,immunolojik belirteçleri(ANA, RF) kaydedildi.
Aynı çapta ağızlık,aynı saae aynı kişi tarandan yanak
kompliansına dikkat edilerek Rint ölçümleri yapıldı.
Ölçümlerde yanak kompliansı olmayan değerler,hava
kaçağı olan değerler,düzgün manevra grafiği olmayan
değerler alınmadı.İstaksel analiz olarak SPSS oneSample T test, ki-kare(x²) uygulandı. Sonuç olarak 1-JRA’lı
hastalarda ekspiriumda ölçülen Rint değerleri(Rint,e)
(0,30 KPA/L/S ±0,17) sağlam kontrol grubuna(0,22
KPA/L/S ±0,09) göre yüksek bulundu((p<0.05);2-JRA’lı
hastalarda ekspiriumda yapılan Rint ölçümlerinde
akım(0,69 L/S ±0,13) sağlam gruba göre(0,82±0,02)
düşük bulundu(p<0.05);3- inspiriumda yapılan Rint
öçümlerinde(Rint,i) JRA ve sağlam kontrol grubu arasında
anlamlı bir fark izlenmedi(p>0.05);4-JRA’lı hastalarda
İnspirumda yapılan Rint ölçümlerindeki akım(0,72
L/S ±0,1) sağlam gruba göre(0,80 L/S ±0,03) düşük
bulundu(p<0.05);5- JRA’lı gruptaki Rint,e yüksekliği
ve Rint ölçümündeki ekspiratuar akım düşüklüğü ile
JRA hastaların yaşı,cinsiye, hastalık süresi,hastalık
pi,eklem bulguları,sayıları,ilaç çeşitleri,ilaç kullanım
süresi,inflamatuar belirteçler,immunolojik belirteçler
arasında anlamlı bir ilişki bulunamadı(p>0.05).
Sonuç:
JRA’lı hastalarda Rint,e yükselme ve eksipiriumda yapılan
Rint ölçümlerindeki akım düşme eğilimdedir. İlişkinin
nedenine yönelik prospekf randomize kontrollü bir
çalışmaya,ilişki olasılığının güçlenmesi içinse hastalıklı
ve sağlıklı her iki gruptaki örneklem büyüklüğünün yani
hasta sayısının ar
rılmasına ihyaç vardır.
132
9 NİSAN 2009
DEMET CAN , SANİYE GÜLLE , SUNA ASİLSOY , SERDAR
ALTINÖZ
İZMİR DR. BEHÇET UZ ÇOCUK HASTALIKLARI VE
CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
Amaç:
Bu çalışmada hastanemiz Allerji-Solunum Polikliniği’nde
kronik akciğer hastalığı nedeniyle izlenen hastalarımızın
etyolojik dağılımının yapılması amaçlanmışr.
Gereç ve Yöntem:
Retrospekf olan bu çalışmaya Ocak 2003- Aralık 2008
tarihleri arasında izlenen 186 hasta alınmışr. Hastaların
dosyaları incelenerek yaş, cins, kronik akciğer hastalığını
düşündüren semptom ya da bulgu, tanı yaşı, ön tanı, kesin
tanı, tanı süresi ve prognoz parametreleri belirlenmişr.
Bulgular:
Çalışmaya alınan 186 hastanın 103’ü erkek (%55), 83’ü
kız (%45) olup yaşları 1-18 yaş arasında değişmektedir.
Kronik akciğer hastalığı etyolojisi araşrıldığında sıklık
sırasına göre dağılım; post-enfeksiyöz bronşektazi
(%15,6), kisk fibroz (%15), akciğerin konjenital
patolojileri (%14,5), primer silyer diskinezi (%7,5),
atelektazi (%7), bronkopulmoner displazi (%6), immun
yetmezliğe bağlı akciğer patolojileri (%6) ve bronşiyolis
obliterans (%6) ve diğerleri olarak saptanmışr. En sık
kronik akciğer hastalığı düşündüren semptom kronik
öksürük ve tekrarlayan pnömoni olarak belirlenmişr.
Sonuç:
Çocuklarda kronik akciğer hastalıklarının etyolojisinin
belirlenmesine yönelik bu çalışmamızın, nadir olduğu
düşünülen hastalık gruplarının da dağılımını göstermesi
nedeniyle tanısal yaklaşımda yardımcı olacağı
düşünülmüştür.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
9 NİSAN 2009
PS120
PS121
SPECIFIC IMMUNODIAGNOSTIC OF MYCOPLASMA
INFECTION IN CHILDREN WITH PNEUMONIA
THE ETIOLOGY OF PULMONARY INFECTION IN CHILDREN WITH CYSTIC FIBROSIS
LİUBOVİ NEAMTU , SVETLANA SCİUCA
SVETLANA SCİUCA , OXANA TURCU , ELVİRA
CHİOROGLO
STATE MEDİCAL AND PHARMACEUTİCAL UNİVERSİTY
STATE MEDİCAL AND PHARMACEUTİCAL UNİVERSİTY
Aim:
Aim:
study specific immunological reacon in children with
Mycoplasma pneumonia.
Method:
We examined 25 children (5month-7years), with
pneumonia. Diagnosis was established on clinical,
radiological, serologic and objecve dates. Specific
anbodies IgM, IgG to Mycoplasma pneumoniae
and Mycoplasma hominis were determined by
immunoensimac method (“Humana” Germany). Aer
serologic invesgaons 16 children were Mycoplasma
- posive and 9 paents Mycoplasma - negave.
Results:
In Mycoplasma-posive group pneumonia was
associated with obstrucve bronchis in 47% cases,
with asthma in 20% of all cases. Recurring pneumonia
in Mycoplasma-posive group was found in 67% cases,
in Mycoplasma-negave children only in 45% cases.
Duraon of obstrucve syndrome in Mycoplasmaposive paents was 10 days, which was longer in
comparison with Mycoplasma-negave paents (7 days).
Blood leukocytes in study group were 8,5±0,5x109/l
and in control group 10,3±0,8x10¬9/l. Before specific
anbacterial therapy the dynamic of pneumonia was
negave in 3 Mycoplasma-posive cases. Mycoplasma
infecon determines persistent evoluon of the
disease, with insignificant changes in blood analyses
in comparison with pneumonia with another eology.
M.pneumonia was determined in 6 children in the
diagnosc ters IgG 0,43±0,033 (cut=0,28), it exceeds
the standard of the age by 1,5 mes. 4 paents had
mixed infecon - M.hominis+M.pneumonia IgG 0,7±0,16
(cut=0,27) and 0,47±0,08 (cut=0,33). M.hominis
was diagnosed in 6 children IgG 0,46±0,02 (cu=0,28)
and it’s higher than the norm of age by 1,6 mes.
Conclusion:
The viscous sputum characterisc in children with
cysc fibrosis (CF) causes the chronic colonizaon
of respiratory system with pathological germs.
Ps.aeruginosae is one of the very aggressive germens
which determines severe bronchopulmonary affect
and the prognosc of the disease with high mortality
indices. This work reflects a study of pulmonary
infecon eology evoluon in children with CF.
Method:
We have performed the evaluaon of 160 microbiologic
sputum samples in the period of 2006 (n=19), 2007
(n=78) and 2008 (n=63). Microbiologic tesng was
performed by quantave method (≥106micr/ml)
during infecous bronchopulmonary exacerbaon.
Anbiogram was assessed using the diffusion
method in Muller-Hinton agar and with anbiocs
from standard disks for all revealed microbes.
Results:
Bacteriologic sputum examine revealed the presence of
pathologic germs in all samples taken from children with
CF. We noted the high incidence of S.aureus (61.5%) in
the eology of pulmonary infecon in CF during all 3
years of study. The incidence of this bacterium in sputum
cultures was higher in 2007-2008 (61.5%) in comparison
with 2006 (47.4%). The idenficaon of Ps.aeruginosae
was relavely stable during the study me (36.8%,
38.5% and 33.3% respecvely). H.influenzae (20.6%)
was isolated and was insignificantly lower in 2008 in
comparison with 26.3% in 2006 and 29.5% in 2007.
Conclusion:
The eology of chronic pulmonary infecon in CF is
dominated by characterisc germs S.aureus, H.influenzae,
Ps.aeruginosae with the higher incidence of S.aureus.
The eology of Mycoplasma infecon had been
confirmed by diagnosc ters of specific anbodies
to M.pneumonia, M.hominis, which argues the
significance of anbacterial an-Mycoplasma treatment.
133
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
PS122
THE ROLE OF GASTROESOPHAGEAL REFLUX IN RESPIRATORY DISORDERS IN CHILDREN WITH CYSTIC
FIBROSIS
OXANA TURCU , SVETLANA SCİUCA , ELVİRA
CHİOROGLO
STATE MEDİCAL AND PHARMACEUTİCAL UNİVERSİTY
Aim:
Children with cysc fibrosis (CF) have a high prevalence
of gastroesophageal reflux disease (GERD).
Method:
The study was carried out in 46 children (2.5-22 years)
with FC. Diagnosis was based on clinical symptoms,
sweat test, idenficaon of CFTR mutaon. The
pulmonary funcon was evaluated on spirometry
(“Autospiro Pal Minato”, Japan) with FVC, FEV1 FEF2575, PEF esmaon. The gastrointesnal modificaons
were assessed by esophagogastroduodenoscopy,
taking into account the state of the digesve mucosa.
The esophagogastroduodenoscopy confirmed GERD by
the presence of reflux-esophagis in 54.3% children.
Duodenal-gastroesophageal reflux was confirmed in
¼ of examined children. Hiatal hernia was described
in 3 cases. In 45.6% of children the endoscopic
examine did not found damage of esophageal mucosa.
Results:
The study lot was separated in 2 groups: group I
(25 paents with GERD) and group II (21 – without
GERD). The spirometry has detected restricve (FVC
– 63.19±2.47%, FEV1 – 65.16±3.03%) and obstrucve
(FEF25-75 – 70.8±4.7%, PEF – 55.78±2.75%) disorders
in children in both groups. The values of FVC in
children from group I was insignificantly (p>0.005)
lower (60.87±3.46%) in comparison with group II
(68.8±3.12%). FEV1 index in CF associated with GERD
were significantly (p<0.01) reduced (56.57±4.3%) than
in group I (72.98±3.4%). Children from group I had
the FEF25-75 level significantly (p<0.001) reduced
(51.63±5.8%) in comparison with group II (84.85±3.13%).
The PEF values presented insignificantly difference:
group I – 52.6±3.7%, group II – 58.34±4.14% (p>0.005).
Conclusion:
CF paents’ have severe venlaon impairments
due to respiratory pathology and GERD contribute
to an earlier degradaon of lung funcon.
134
9 NİSAN 2009
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
10 NİSAN 2009
MS016
MS017
ÖKSÜRÜK VARYANT ASTIMDA HAVAYOLUNDAKİ
YAPISAL
DEĞİŞİKLİKLERİN
VE
ANJİOGENEZİN
DEĞERLENDİRİLMESİ
ASTIMLI OLGULARDA TEDAVİYİ YÖNLENDİRMEDE
HANGİ YÖNTEM DAHA ETKİLİDİR? (2 YILLIK TAKİP
ÇALIŞMASI)
İ.KIVILCIM OĞUZÜLGEN , NALAN AKYÜREK , NURDAN
KÖKTÜRK , HALUK TÜRKTAŞ
YAVUZ HAVLUCU
GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI
VE PATOLOJİ* ANABİLİM DALI, ANKARA
DÖRTYOL DEVLET HASTANESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI
KLİNİĞİ, HATAY
Amaç:
Amaç:
Öksürük varyant asmlı (ÖVA) hastalarda yapılan az sayıda
biyopsi çalışması mevcut olup ÖVA’ları klasik asmdan
ayıran patolojik özellikler net olarak tanımlanamamışr.
Bu çalışmada yeşkin asmlı olgularda tedavinin
yönlendirilmesinde kullanılan yöntemlerden olan
basamak tedavisi, kontrol veya inflamasyon odaklı
yöntemlerin karşılaşrılması amaçlandı.
Gereç ve Yöntem:
Gereç ve Yöntem:
Bu çalışmanın amacı öksürük varyant asmlı hastalarda
bronş mukoza örneklerinde havayolundaki yapısal
değişiklikleri ve bunun bir komponen olan angiogenezi
değerlendirmek ve bu bulguları klasik asmlı hastalar
ve diğer nedenlere bağlı kronik öksürüklü bireylerle
karşılaşrmakr. Araşrmada ÖVA tanısı alan 12,
steroid almamış klasik asmlı 10 ve kontrol grubu
olarak 13 olgudan fiberopk bronkoskopi ile bronş
mukoza biyopsileri alındı. Alınan örneklerde asma
ait histopatolojik özellikler ve immünhistokimyasal
yöntemle an-human kollajen p IV ankor (Koll 4)
ve CD-31 boyama sonrası bilgisayarlı imaj analizörle
anjiogenez varlığı değerlendirildi.
Çalışma Eylül 2006- Aralık 2008 tarihleri arasında yapıldı.
Çalışmaya randomize olarak toplam 120 yeni tanılı asmlı
olgu alındı ve bunlar randomize olarak üç gruba ayrıldı.
Ek hastalığı olan ve sigara kullanan hastalar çalışmaya
dahil edilmedi.Tüm gruplara başlangıçta solunum
fonksiyon tes, metakolin bronş provokasyon tes ve
deri prick tes yapıldı. Olgulara hastalık derecelerine
göre tedavileri başlandı (Budesonide±formaterol).
İlk grup basamak odaklı, ikinci grup kontrol odaklı ve
üçüncü grupta inflamasyon odaklı olarak adlandırıldı.
İnflamasyonun değerlendirilmesi amacıyla metakolin
provokasyon tes uygulandı. Olgular üç aylık vizitler
ile değerlendirildi. Tedavi yöntemlerine göre tedaviler
ayarlandı. Çalışma biminde atak sayısı, hastane yaşı,
semptomsuz geçen gün sayısı, kurtarıcı ilaç kullanımı,
sistemik steroid kullanım miktarı ve günlük ortalama
inhale korkosteroid kullanımı karşılaşrıldı.
Bulgular:
Klasik asmlı grubun median semptom süresi
ÖVA’lardan uzun, ortalama FEV1 değeri daha düşüktü
(semptom süresi 36 vs 9 ay, p=0.004; FEV1 %84.0±13.6
vs %102.8±14.1, p=0.007). Bronş mukoza inflamasyonu
kontrol grubunun %58.3’ünde yokken, diğer iki grubun
hepsinde mevcuu. Kontrol grubunda eosinofilik
infiltrasyon hiç saptanmazken, ÖVA’da %75, klasik
asmlıların %100’ünde saptandı. Epitel desquamasyonu,
goblet hücre metaplazisi ve düz kas hiperplazisi kontrol
grubunda hiç saptanmazken asmlı ve ÖVA grupta
sırasıyla, %90-%70-%30; %66-%25-%33.3 saptandı.
Bazal membran kalınlığında her üç grup arasında da
anlamlı fark saptandı (asm, ÖVA ve kontrol grubunda
sırasıyla 8.2±1μ, 4±2.1μ, 2.2±0.4μ, p=0.000). Koll 4 ve CD
31 boyalı damar yoğunluğunun asmlılarda en yüksek
olduğu (p=0.001), ÖV asmlılarda kontrol grubundan
fazla olmakla birlikte anlamlı düzeye ulaşmadığı görüldü
(Koll 4 ve CD 31 yoğunluğu median değeri üç grupta
sırasıyla; 101-109/mm2, 54-57/mm2, 45-48.5/mm2).
Bulgular:
Tüm olguları yaş ortalaması 34.7+/- 7.1 yıl idi. Çalışmaya
dahil edilen olguların 74’ ü kadın ( %61,7). Her grupta
40 olgu vardı ve sosyodemografik bulgular yönünden
gruplar arasında herhangi bir fark yoktu (p>0,05).
Gruplar arasında atopi, FEV1 ve metakolin provakasyon
dozu yönünden bir farklılık saptanmadı (p>0,05).
Çalışma sonunda gruplar yukarıdaki parametreler
yönünden karşılaşrıldığında en fazla atak (5,1+/-2,4
atak/yıl), hastaneye yaş (2,9+/-1,7 yaş/yıl) ve sistemik
steroid kullanımı 4,5+/-2,8 kür/yıl) grup 1’de izlendi
(p<0,05).Kurtarıcı ilaç kullanımı yönünden gruplar
arsında fark bulunmadı (>0,05). Semptomsuz geçen
gün sayısı (202,5+/-41,8 gün) ve günlük ortalama inhale
korkosteroid kullanımı (790,8+/-120,6) en fazla grup
3’de izlendi (p<0,05).
Sonuç:
Sonuç:
Bu bulgular, ÖVA’lılarda da yapısal değişikliklerin ve
anjiogenezin gelişğini ancak klasik asmlılar kadar
yoğun olmadığını göstermektedir.
Sonuç olarak inflamasyon odaklı grupta kontrol en iyi
iken basamak tedavisi uygulanan grupta en kötü idi.
135
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
MS018
MS019
ASTIM KONTROLÜNDE, FENO DÜZEYLERİ İLE AKT VE
SOLUNUM FONKSİYONLARININ KORELASYONLARI VE
ETKİLEŞİMLER
3. BASAMAK GÖĞÜS HASTALIKLARI KLİNİKLERİNDE
(3.BGHK) GINA (GLOBAL INİTİATİVE FOR ASTHMA)
KRİTERLERİNE UYUM
İSMAİL DOĞAN , KASIM GÜVEN , BENAN MÜSELLİM ,
BİLUN GEMİCİOĞLU
BİLUN GEMİCİOĞLU 1, FÜSUN YILDIZ 2, MEHMET
POLATLI 3, SİBEL ATIŞ 4, A.BERNA DURSUN 5, FERDA
ÖNER ERKEKOL 5, HATİCE TÜRKER 6, BİRSEN OCAKLI
6
, GÜNGÖR ÇAMSARI 7, AYGÜN GÜR 7, SEÇİL KEPİL
ÖZDEMİR 8, ÖMÜR AYDIN 8, ÖZNUR ABADOĞLU 9, ARİF
ÇIMRIN 10, MUSTAFA LEVENT ERKAN 11, HAKAN GÜNEN
12
, ÖZLEM GÖKSEL 13
İ.Ü. CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI
ANABİLİM DALI
Amaç:
Asm kontrolünde, ekspirasyon havasında fraksiyone
nitrik oksit (FeNO) düzeyleri ile asm kontrol tesnin
(AKT) ve solunum fonksiyonlarının korelasyonları ve
çeşitli parametrelerden etkileşimleri ortaya konmak
istenmişr.
Gereç ve Yöntem:
Asm tanılı, yaş ortalaması 41,8±14 olan 416
hastada, kontrol sırasında spirometrik inceleme, AKT,
FeNO düzeyleri yapılmış, aralarındaki korelasyonlar
incelenmişr. Bu olguların prick deri tes sonuçları,
son bir yıl içindeki acil başvuru ve hastaneye yaş
durumları, komormid hastalık ve sigara alışkanlığı
kaydedilmiş, belirlen bu parametrelerinin FeNO ve AKT
ile korelasyonları incelenmişr.
Bulgular:
FeNO düzeyleri ile AKT arasında negaf (p<0,002, r=0,31 ), AKT ile %FEV1 arasında pozif korelasyon saptandı
(p<0,001, r=0,22). FeNO ile %FEV1 değeri arasında
korelasyon saptanmadı. AKT düşük olanlarda FeNO
düzeylerinin arğı, ancak AKT>20 olsa da FeNO’nun
%48,2 olguda 25ppb üzerinde olduğu gözlendi. Sigara
hikayesi olan ve olmayanlar arasında FeNO ve AKT’de fark
saptanmadı. Yaş ile FeNO arasında negaf korelasyon
saptandı (p=0,009, r=-0,13). Acil başvurusu olan ve
olmayanlar arasında AKT ve FeNO farklıydı (p<0,001,
p=0,02). Hastaneye yatan ve yatmayanlar arasında AKT
farklıyken (p< 0,001), FeNO’da fark saptanmadı. Prik deri
tes pozif ve negaf olanlar arasında FeNO farklıyken
(p=0,004). AKT’de fark saptanmadı (p>0,05). Alerjik
rini olan ve olmayanlar arasında AKT’de fark yokken
FeNO farklı saptandı (p=0,008). Alerjik konjonkvi olan
ve olmayanlar arasında FeNO ve AKT de fark saptandı
(p=0,02, p=0,03).
Sonuç:
AKT ile FEV1 değeri arasında pozif korelasyon mevcuur.
FEV1 ile FeNO arasında korelasyon saptanmamışr. AKT
ile kontrolde varsayılan olgularda FeNO bakılması tedavi
yönemi açısından anlamlı olabilir. Çeşitli parametreler
ile FeNO’nun etkileşebildiği gösterildiğinden her bir
olgu kendi en iyi FeNO değerine göre değerlendirilerek
sonucu irdelenmelidir.
136
9 NİSAN 2009
İ.Ü. CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI
ANABİLİM DALI
2
KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, GÖĞÜS
HASTALIKLARI ANABİLİM DALI
3
ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI
4
MERSİN ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ANABİLİM DALI
5
ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ
EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, ALLERJİ ÜNİTESİ
6
SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS
CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
7
İSTANBUL, YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS
CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
8
ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, GÖĞÜS
HASTALIKLARI ANABİLİM DALI, ALERJİ BİLİM DALI
9
CUMHURİYET ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ANABİLİM DALI, ALERJİ BİLİM DALI
10
9 EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ANABİLİM DALI
11
19 MAYIS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, GÖĞÜS
HASTALIKLARI ANABİLİM DALI
12
İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, GÖĞÜS
HASTALIKLARI ANABİLİM DALI
13
İZMİR ATATÜRK EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
ALLERJİK HASTALIKLAR POLİKLİNİĞİ
1
Amaç:
3.BGHK’inde kontrole gelen asmlılarda; asm kontrol
tes (AKT) ve GINA 2007 kriterlerini içeren asmda
kontrole ulaşma tes (AKUT) valide edilip, her iki tesn
korelasyonları, solunum fonksiyon testleri (SFT) ile
uyumu ve kontrolsüzlük nedenleri çok merkezli çalışma
ile araşrılmışr.
Gereç ve Yöntem:
AKT GINA’da önerilen bir tesdir. AKUT yeni gelişrilen
türkçe bir test olup, iki bölümdür. İlk 5 soruda
(AKUT1) GINA kontrol kriterleri ve sonraki sorularda
(AKUT2) inhaler teknik, ek hastalıklar, tedavi uyumu,
hiperreakvite bulguları sorulmaktadır. Her iki bölüm
en iyi değeri 50 puan olup, toplam en iyi puan 100dür.
Valide edilmek üzere rastgele 100 olguda 1 en kötü 10 en
iyi olarak belirlenen uzman görüşü alınarak validasyon
yapılmışr. Yaş ortalaması 44.4±13.6 ve hastalık süresi
9.9±9.5 yıl olan 810 (K:635/E:175) olguda biyometrik
parametreler alınıp, AKT, AKUT, testleri ile SFT yapılmış,
korelasyonlarına bakılmışr.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
10 NİSAN 2009
Bulgular:
Gereç ve Yöntem:
Ortalama puanlar; AKT 18,8±5.4, AKUT 136,2±14,8,
AKUTtotal 64,8±20,5 dir. AKT’ye göre hastaların %55,9’u
kontrolde, %44,1’i kontrolsüz olup, AKUT1’e göre
%35,2’si kontrolde, %18,6’sı kısmi kontrolde, %46,2’si
kontrolsüz bulunmuştur. Her iki test toplam puanları
%FEV1 değeri ile orta derecede koreledir (AKT p<0,001
r=0,333; AKUT p<0,001 r=0,271). Ancak AKUT ile tam
kontrolde olanların %67,9’unun, kısmi kontroldekilerin
%60’ının FEV1’inin %80 ve üzeri olduğu gözlenmişr.
FEV1’i %80 ve üzeri olduğu halde olguların %34,4’ü
kontrolsüz olarak saptanmışr. Hastaların %69,6’sında
hiperakvite tanımlamaktadır. AKUT1’e göre kontrolde
olduğu halde %53,3 hastanın hiperakvitesinin
sürdüğü gözlenmektedir. Kontrolsüz grup için bu oran
%83,6’dır. Hastaların %61,6’sında komorbidite (rinit/
reflü) mevcuu. Olguların %17’si tedavisini düzenli
kullanmadığını beliryordu. Yanlış inhaler teknik
olguların %8,4’ünde olup bunların %76,1’inin kontrolsüz
olduğu saptandı. AKT puanı 20 ve üzeri olduğu halde
AKUT1 sonuçlarında %24,1’i kısmi kontrolde, %15,5’i
kontrolsüz olarak bulunmuştur. Bu nedenle AKT’deki her
sorunun ayrı ayrı değerlendirilerek GINA’ya uyumunun
bakılması gerekirken, AKUT’la doğrudan fikir sahibi
olmak mümkündür.
Otuz iki (32) asmlı, 121 asmı olmayan gebe olmak
üzere toplam 153 kişi çalışmaya alındı. Gebelerin doğum
eylemi gerçekleşkten sonra; gebelik öncesi ve gebelik
sırasında asm özellikleri, asm ilaçlarının kullanımına
ilişkin tutumları, düzenli hekim kontrolu ve gebelikteki
asm seyrine ilişkin bilgiler yüz yüze anket yapılarak
kaydedildi. Ayrıca gebelik sırasında kullandıkları ilaçlar,
doğum seyri ve bebeğe ait özellikler kaydedildi.
Sonuç:
Sonuç olarak AKT GINA’da önerilen prak bir test olmakla
birlikte, AKUT anke GINA uyumu ve kontrolsüzlük
nedeni olabilecek parametrelerin gösterilmesinde daha
etkin veriler içermektedir.
MS020
Bulgular:
Asmlı gebelerin %90’ı düzenli hekim kontrolu alnda
olduklarını ifade e. Gebelik sırasında olguların %90’ının
asm ilaçlarını önceden olduğu gibi düzenli kullanmaya
devam eği, gebelik öncesi düzensiz ilaç kullananların
ise %25’inin gebelikte düzenli ilaç almaya başladığı
saptandı. Gebelik öncesi sigara kullananların %35’inin
gebelikte sigarayı bırakğı, %65’inin sigara kullanmaya
devam eği saptandı. Olguların %28’i asmın gebelik
öncesine göre daha iyi, %44’ü daha kötü, %28’i ise aynı
seyreğini bildirdi. Doğum komplikasyonu, gebelik
komplikasyonu, Apgar skoru ve malformasyon açısından
asmı olmayan gebelere göre farklılık saptanmadı.
Gebelikte sigara kullananlarda bebek doğum ağırlığı,
gebelikte sigara kullanmayanlara göre anlamlı olarak
daha düşük bulundu (p<0.05).
Sonuç:
Asmlı gebelerin büyük bölümünün gebelik süresince
asm ilaçlarını kullanmaya devam ekleri saptandı. Bu
durum, hastaların çoğunluğunun düzenli doktor kontrolu
alnda bulunmasına ve asmlı gebelerin %44’ünde
gebelik sırasında asm seyrinde kötüleşme olmasına
bağlandı.
GEBE ASTIMLILARDA İLAÇ UYUMU DEĞİŞİYOR MU?
İNSU YILMAZ 1, FERDA ÖNER ERKEKOL 2, ŞEVKİ ÇELEN 3,
MÜJDEGÜL ZAYIOĞLU 3, ZEYNEP MISIRLIGİL 1, DİLŞAD
MUNGAN 1
ANKARA ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ABD
ALLERJİ BD CEBECİ ANKARA
2
ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ
EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ ALLERJİ ÜNİTESİ,
ANKARA
3
DR. ZEKAİ TAHİR BURAK KADIN SAĞLIĞI EĞİTİM VE
ARAŞTIRMA HASTANESİ
SS025
KİSTİK
FİBROZLU
HASTALARDA
VENTİLASYON KULLANIMININ ETKİLERİ
NONİNVAZİV
1
RABİA EMEL ŞENAY , SEDA UYAN , SEDAT ÖKTEM ,
BÜLENT KARADAĞ , REFİKA ERSU , FAZİLET KARAKOÇ ,
ELİF DAĞLI
MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, ÇOCUK GÖĞÜS
HASTALIKLARI BİLİM DALI
Amaç:
Amaç:
Bu çalışma; asmlı olguların gebelikleri süresince asm
seyirlerini etkileyebilecek tutumlarının değerlendirilmesi
amacıyla planlandı. İkincil olarak kullanılan ilaçların fetus
ve gebelik/doğum komplikasyonları üzerine olan etkileri
incelendi.
Bu çalışmada, bilim dalımızda takip edilen ve NİV kullanan
KF hastalarının bulguları sunulmuştur.
Gereç ve Yöntem:
Çalışmaya 15 KF’li hasta dahil edilmişr. Hastaların
demografik verileri, NİV öncesi ve sonrası klinik ve
laboratuar parametreleri değerlendirilmişr.
137
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
Bulgular:
Onbeş hastanın 11(%73.3)’i erkek, yaş ortalaması
10.3±5.7 yıl, hastaların tanı sırasındaki ortalama yaşı
2.6±3.1 yıl olarak bulunmuştur. Hastaların 13(%85.7)’ünün
balgam kültüründe pseudomonas aeruginosa üremesi, 3
(%21.4)’ünde pulmoner hipertansiyon, 8 (%53.3)’inde
KF’ye bağlı gastrointesnal sistem tutulumu,
1(%6.3)’inde allerjik bronkopulmoner aspergillozis
varlığı saptanmışr. Hastalarımızın NİV uygulamasına
başlamadan önceki ortalama hastaneye yaş sayısı
7.7±3.8 olarak bulunmuştur, 10(%66.7) hastaya hipoksi
ve CO2 retansiyonu nedeniyle, 5(%33.3) hastaya solunum
sıkınsı nedeniyle NİV başlanmışr. Hastalarımıza NİV
başlama yaşı ortalama 8.2±4.7 olarak tespit edilmişr.
NİV uygulamasından sonra hastaneye yaş sayısı
ortalama 1.9±1.2 olarak bulunmuştur, 12 (%80) hastada
NİV sırasında oksijen kullanma gereksinimi olmuştur.
Çalışmaya alınan hastaların NİV öncesi ve sonrası
SaO2 değerleri %86.7±4.3 ve 94.2±2.8’dir (p<0.001).
Hastalardan alınan kangazı değerlendirmesinde NİV
öncesi ve sonrasında pH ölçümü 7.36±0.04 ve 7.41±0.03
(p=0.007); CO2 değeri 53.1±12.4 ve 46.4±4.05 (p=0.047)
olarak saptanmışr. Ortalama takip süresi 6.5±5.8 yıldır.
NİV başlanan hastaların 8 (%53.4) tanesinde NİV desteği
ortalama 15±4 gün sürmüştür, 7 (%46.6) tanesi halen
NİV desteği almaktadır. Takip süresi içerisinde 1 (%6.7)
hastanın ise hiç NİV ihyacı kalmamışr, 7 (%46,7) hasta
eve NİV cihazı ile taburcu edilmişr, 7 (%46.7) hasta
ise exitus olmuştur; toplam sağkalım %53.7 olarak
gerçekleşmişr.
Sonuç:
NİV, kronik solunum yetmezliği olan KF’li hastaların
kan gazlarında iyileşme sağlamaktadır ve akut
egzezarbasyonlarla yaşlarını azaltmaktadır.
SS026
ÇOCUKLARDA UÇUCU MADDE
SOLUNUM SİSTEMİ ÜZERİNE ETKİSİ
KULLANIMININ
ESEN DEMİR 1, HALİME SEMA CAN BÜKER 1, ZEKİ
YÜNCÜ 2, FİGEN GÜLEN 1, LEVENT MİDYAT 1, REMZİYE
TANAÇ 1
EGE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, ÇOCUK SAĞLIĞI VE
HASTALIKLARI ANABİLİM DALI, SOLUNUM-ALLERJİ BİLİM
DALI, İZMİR
2
EGE ÜNİVERSİTESİ ÇOCUK VE ERGEN ALKOL MADDE
BAĞIMLILIĞI ARAŞTIRMA VE UYGULAMA MERKEZİ,
İZMİR.
1
Amaç:
İnhalan kötüye kullanımı, adölesanlar arasında oldukça
yaygın olan ve sıklıkla görmezden gelinen bir madde
kullanım bozukluğudur. Boya neri ve yapışrıcı,
138
10 NİSAN 2009
ülkemizdeki adölesanlar tarandan en çok kötüye
kullanılan maddelerdir. Kronik inhalan kullanımı solunum,
kardiyak, renal, hepak ve nörolojik sistemlerde
hasar yaratabilir. Bu çalışmanın amacı, uçucu madde
inhalasyonunun solunum ve kardiyak sistem üzerine
olan etkilerini belirlemekr.
Gereç ve Yöntem:
Öykü, fizik bakı, solunum ve kardiyak sistem yakınmalarını
sorgulayan bir anketle olguların genel sağlık durumları
değerlendirildi. Uçucu madde kullanım şidde YUKUD
ölçeği kullanılarak hesaplandı. Olgulara, akciğer
fonksiyonlarını ve anatomisini saptamak amacıyla
spirometri, ekokardiyografi, venlasyon/perfüzyon
singrafisi ve yüksek çözünürlüklü bilgisayarlı tomografi
uygulandı.
Bulgular:
Çalışmaya 31 erkek olgu ve 19 sağlıklı kontrol 2.16 (±alındı.
İlk uçucu madde kullanmaya başlama yaşı ortalama 14.6
1.70 yıldı. En sık rastlanan±9-18 ) yıl ve madde kullanım
süresi 3.67 yakınma burun kanıklığı (%45.16) idi. Bunu
sırasıyla balgam çıkarma (%38.71), çabuk yorulma
(%32.26) ve öksürük (%22.58) izlenmekteydi. Spirometrik
ölçümlerde 12 (%41.4) olguda, restrikf pte solunum
fonksiyon bozukluğunu gösteren, beklenene göre <%80
FVC değerleri saptandı. Restrikf pte solunum fonksiyon
bozukluğu, istasksel olarak anlamlı olmamakla birlikte,
çalışma grubunda daha fazla idi. Restrikf pte solunum
fonksiyon bozukluğu ile uçucu madde kullanmaya
başlama yaşı, süresi ve miktarı, solunumsal yakınmalar
ve singrafik bulgular arasında anlamlı ilişki saptanmadı.
Restrikf pte solunum fonksiyon bozukluğu ile HRCT’de
anormal bulgu olması arasında istasksel olarak ileri
derecede anlamlı bir ilişki izlendi (p<0.01). İki boyutlu
(2D) ekokardiyografide, çalışma grubunda her iki
ventrikül sistolik fonksiyonlarında bozukluk saptandı
(p<0.05). Doppler ekokardiyografide, LVMPI çalışma
grubunda kontrol grubuna göre daha uzundu (p<0.01).
Pulmoner akselerasyon zamanı, çalışma grubunda
kontrol grubuna göre istasksel olarak anlamlı olmasa
da daha kısa bulundu. Ventriküler fonksiyonların doku
Doppler yöntemiyle incelenmesinde, çalışma grubunda
sol ventriküler sistolik ve sağ ventriküler diyastolik
fonksiyonlarında bozulma izlendi.
Sonuç:
Bu çalışmada, uçucu madde bağımlılığı ile restrikf
pte solunum fonksiyon bozukluğu arasında pozif
korelasyon saptanmışr. Her iki ventrikülde etkilenme
olması, uçucu maddelerin hem subklinik pulmoner
hipertansiyona yol açarak hem de direkt etki ile kardiyak
hasar oluşturduğunu göstermektedir.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
10 NİSAN 2009
SS027
SS028
3-6 YAŞ ARASI ÇOCUKLARDA BRONŞ PROVOKASYON
TESTLERİNİN KARŞILAŞTIRMASI
ÇOCUKLUK ÇAĞI HİDATİK KİST HASTALIĞINDA
“HUMAN LEUCOCYTE ANTİGEN”LERİNİN ROLÜ; KLİNİK
ÖZELLİKLER VE PROGNOZLA İLİŞKİSİ
ARZU BAKIRTAŞ , İPEK TÜRKTAŞ
GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ÇOCUK ALLERJİ VE
ASTIM BİLİM DALI
EBRU YALÇIN 1, NURAL KİPER 1, ÇAĞMAN TAN 3, UĞUR
ÖZÇELİK 1, DENİZ DOĞRU 1, NAZAN ÇOBANOĞLU 1,
MEHMET KÖSE 1, SEVGİ PEKCAN 1, AYŞE TANA ASLAN 2,
FÜGEN ERSOY 3
Amaç:
HACETTEPE ÜNV. TIP FAK ÇOCUK GÖĞÜS HASTALIKLARI
GAZİ ÜNV TIP FAKÜLTESİ
3
HACETTEPE ÜNV. TIP FAK ÇOCUK İMMUNOLOJİ
ÜNİTESİ
1
Küçük çocuklar 7 yaşından önce spirometrik testleri
yapamadığından, bronş provokasyonu amacıyla nabız
oksimetri, transkütan oksimetri veya oskültasyon
yöntemleri kullanılabilir. Amacımız bu 3 yöntemin birbiri
ile uyumunu değerlendirmekr.
Gereç ve Yöntem:
Polikliğinimize tekrarlıyan vizing ve kronik öksürük
şikayetleri ile başvuran 3-6 yaş arası çocuklar çalışmaya
dahil edilmişr. Olgulara sağlıklı dönemlerinde metakolin
ve/veya adenozin ile bronş provokasyonları yapılmışr.
Bronş provokasyonu, oksijen %5 veya transkütan
oksijen≤saturasyonu başlangıç değerine göre
%15
düşerse veya oskültasyonla vizing≤basıncı başlangıç
değerine göre duyulması durumlarından hangisi önce
gelişirse pozif kabul edilmişr. Bronkokonstriktör ajanın
son konsantrasyonunda 3 yöntemle de yanıt alınamaması
durumunda bronş provokasyon tes negaf kabul
edilmişr.
2
Amaç:
Çalışmamız hidak kist (HK) hastalığı olan çocuklardaki HLA
profilini tanımlamak, sağlıklı kontrollerle karşılaşrmak,
hastalığa yatkınlık ya da direnç yaratabilecek anjen
gruplarını saptamak ve anjenlerin hastalığın klinik
özellikleri ve prognozla ilişkisini araşrmak amacıyla
yapılmışr.
Gereç ve Yöntem:
Çalışmaya 3-18 yaşları arasında, 81 HK hastası olan çocuk
(25 erkek, 56 kız) ve 81 sağlıklı kontrol grubu alındı. Tüm
bireylerin HLA class I ve II anjen profilleri belirlendi,
anjen allel frekansları hesaplandı, hastalığın klinik
özellikleri kaydedildi.
Bulgular:
Bulgular:
Çalışmaya ortanca yaşları 4.5 (aralık: 3-6 yaş) olan 95
çocuk dahil edilmişr. Beş çocuğa sadece metakolin, 90
çocuğa ise hem metakolin hem adenozinle provokasyon
yapılmışr. Bu testler arasından 127/185’i pozif (%68)
bulunmuştur. Üç tese sadece nabız oksimetri, 5
tese ise sadece transkütan oksimetri ile pozif sonuç
alınmışr. Hiçbir bronş provokasyon tesnde nabız
oksimetri veya transkütan oksimetride düşme olmadan
sadece oskültasyonla vizing duyulmamışr. Her 3
yöntemle aynı basamakta pozif yanıt 38/127 (%29.9)
tese saptanmışr. Bronş provokasyon testlerinin
119’unda (%64.3) nabız oksimetri ve transkütan
oksimetri yöntemlerinin her ikisi de aynı basamakta
pozif, 58’inde (%31.3) de negaf yanıt göstermişr.
Transkütan oksimetri ve nabız oksimetri yöntemleri
ile bakılan bronş provokasyon test sonuçları arasında
anlamlı farklılık bulunmamışr (p=0.727).
HLA-B18, -DR1 ve -DR15 allel frekanslarında hasta ve
kontrol grupları arasında anlamlı farklılık bulundu; HLADR15 anjen varlığı HK hastalığına yatkınlık, HLA-B18
ve -DR1 anjen varlıkları ise hastalığa yakalanmama
ile ilişkili bulundu. Akciğerde HK olan çocukların HLAB44 frekansında sağlıklı kontrol grubuna göre belirgin
arş saptandı. HLA-DR11 anjen varlığı ise hastalığın
kür olmasıyla ilişkili, iyi prognosk bir faktör olarak
saptandı.
Sonuç:
Çalışmamız, ülkemizde çocuklarda HLA pleriyle HK
hastalığı arasındaki ilişkiyi araşran ilk çalışmadır.
Sonuçlar, HLA plerinin HK hastalığına yatkınlıkdirenç durumunu ve klinik gidişa etkileyebileceğini
göstermişr.
Sonuç:
Küçük çocuklarda bronş provokasyonu için transkütan
veya nabız oksimetri yöntemleri birbiriyle uyumlu sonuç
vermektedir. Bu nedenle herhangi biri bu amaçla tek
başına kullanılabilir. Ancak bronş provokasyonu için
sadece oskültasyon yöntemi duyarlı değildir.
139
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
10 NİSAN 2009
SS029
SS030
ÇOCUKLARDA AKUT SOLUNUM YETMEZLİĞİNDE BIPAP
KULLANIMI
KRONİK GRANULAMATÖZ HASTALIKTA SOLUNUM
SİSTEMİ BULGULARI: 18 YILLIK HACETTEPE DENEYİMİ
SEDAT ÖKTEM , ZEYNEP SEDA UYAN , ERKAN ÇAKIR ,
RABİA EMEL ŞENAY , REFİKA ERSU , BÜLENT KARADAĞ ,
FAZİLET KARAKOÇ , ELİF DAĞLI
EBRU YALÇIN 1, TUBA TURUL ÖZGÜR 2, GÜLTEN
TÜRKKANI ASAL 2, DENİZ DOĞRU 1, UĞUR ÖZÇELİK 1,
İLHAN TEZCAN 2, ÖZDEN SANAL 2, NURAL KİPER 1
MARMARA ÜNİVERSİTESİ ÇOCUK GÖĞÜS HASTALIKLARI
BİLİM DALI
HACETTEPE ÜNV. TIP FAK ÇOCUK GÖĞÜS HASTALIKLARI
ÜNİTESİ
2
HACETTEPE ÜNV. TIP FAK ÇOCUK İMMÜNOLOJİ
ÜNİTESİ
Amaç:
Bilevel posive airway pressure (BIPAP) kullanımı
çocukluk yaş grubunda giderek daha fazla kullanılmakta
ve önem kazanmaktadır. Kullanım alanlarından biri olan
akut solunum yetmezliğinde etkinliğini değerlendirmek
amacıyla bu çalışmayı yapk.
Gereç ve Yöntem:
2005-2008 yılları arasında akut solunum yetmezliği
nedeniyle servisimizde bilevel posive airway pressure
(BIPAP) kullanılan 21 hasta prospekf değerlendirildi.
Bulgular:
Hastalarımızın yaşları ortalama 8.2±6.2 (4 ay-18 yaş;
E/K=13/8) idi. Hastaların 5’inde malignite, 4’ünde
immün yetmezlik, 1’inde diafragma paralizisi, 11’inde
pnömoni mevcuu. Hastaların 10’unda hipoksik,
3’ünde hiperkarbik, 8’inde ise hipoksik ve hiperkarbik
solunum yetersizliği nedeniyle BIPAP başlandı. Hastalar
ortalama 48.4±35.2 saat BIPAP kullandılar. Oniki hastaya
nazal, 6 hastaya yüz maskesi, 3 hastaya da trakeostomi
ile BIPAP uygulandı. BIPAP uygulanması sonrasında 9
hastanın solunum desteği ihyacı ortadan kalk, 5’i
BIPAP ile taburcu olurken, 7’sında mekanik venlatöre
geçildi. Mekanik venlatöre geçilen hastaların 6’sı
kaybedildi. Başlangıç: Ph:7.36±0.08, PCO2:48.1±17.1,
SPO2:88±7, KTA:132±27, DSS:43±11 Biş: Ph:7.42±0.05,
PCO2:39.6±6.2, SPO2:96±4, KTA:118±19, DSS:35±12
Sonuç:
Hastaların başlangıç ve biş Ph, PCO2, oksijen
saturasyonu, kalp tepe amı ve dakikadaki solunum
sayısında düzelme olmuştu.
1
Amaç:
Bu çalışma, solunum sistemi bulguları da olan KGH’li
çocukların klinik, radyolojik, mikrobiyolojik özelliklerini
belirlemek, eşlik eden diğer sistem tutulumlarını
değerlendirmek ve izlemlerini incelemek amacıyla
yapılmışr.
Gereç ve Yöntem:
1990-2008 yılları arasında, hastanemiz immünoloji
ünitesinde KGH tanısı alan, tekrarlayan ve/veya
düzelmeyen akciğer enfeksiyonu saptanan ve yaşları 4
ay ile 18 yıl (ortalama tanı yaşı 56,7 ay) arasında olan
18 çocuğun (9 kız/9 erkek) dosya kayıtları retrospekf
olarak incelendi.
Bulgular:
Onsekiz hastanın 5’i hariç hepsinde anne-baba akrabalığı
saptandı. Tanı almadan önce 6 hastaya antüberküloz
tedavi uygulandığı, 2 hastaya ise açık akciğer biyopsisi
yapıldığı öğrenildi. Şikayetlerin başlamasıyla tanı
konulması arasında geçen süre 2 ay-18 yıl (ortalama 37
ay) olarak bulundu. Solunum sitemi bulguları hastalarda
düzelmeyen ve/veya tekrarlayan akciğer enfeksiyonları
şeklindeydi, ağır akciğer enfeksiyonu geçirme sayısı
ortalama 1.8/hasta bulundu. Balgam veya BAL
kültürlerinde en sık (n=6) aspergillus türleri üredi. Toraks
CT’de 14 hastada konsolidasyon, 7 hastada mediasnal
veya hiler lenfadenopa, 3 hastada akciğer apsesi
saptandı. Akciğer enfeksiyonlarına en sık lenfadenit, cilt
enfeksiyonları ve apseler eşlik ediyordu. İzlem süreleri
ortalama 48,5 ay olan hastaların ikisi akciğer enfeksiyonu
nedeniyle kaybedildi, 12 hasta genel durumu iyi olarak
takip edilmekte olup, 3 hastada hafif restrikf pte
solunum fonksiyon bozukluğu geliş.
Sonuç:
Konsolidasyon, apse ve lenfadenopalerin eşlik eği,
düzelmeyen veya gezici tarzda tekrarlayan akciğer
enfeksiyonu olan hastalarda, özellikle aspergillus türleri
sorumlu ajan ise KGH tanısı düşünülmelidir. Serimizde
tanıda ortalama 37 aylık gecikme olduğu saptanmışr.
Erken tanı, uygun tedavi ve anbiyok-anfungal
proflaksisi ile bu hastaların yaşam süreleri uzamakta,
ağır enfeksiyon atakları engellenebilmektedir.
140
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
SS031
İNTERRUPTER TEKNİĞİN HIŞILTILI İNFANTIN HAVA YOLU
DİRENCİNİ SAPTAMADA KULLANILABİLİRLİĞİ
GÜLCİHAN DEMİR ÖZEK , MUSTAFA BAK , SUNA ASİLSOY
, DEMET CAN , SERDAR ALTINÖZ
10 NİSAN 2009
ortalama Rint değerinden anlamlı olarak yüksek saptandı
(p=0.03) . Hasta grubunda ortalama prebronkodilatatör
Rint değeri 0.563 kPa.L-1.s, postbronkodilatatör Rint
değeri ise 0.35 kPa.L-1.s saptandı ve iki değer arasında
istaksel olarak anlamlı fark bulundu (p<0.001). Pre-post
değerler arasında ortalama yüzdesel azalma %37 olarak
saptandı.
DR.BEHÇET UZ ÇOCUK SAĞLIĞI VE HASTALIKLARI
HASTANESİ
Sonuç:
Amaç:
İnterrupter teknik klinik prakte infant yaş grubunda
kolaylıkla kullanılabilir ve asm gelişimini takipte bir
kriter olarak değerlendirilebilir.
Bu çalışmayla amacımız; hışıllı infantlarda interrupter
teknik ile yapılan solunum fonksiyon tesnin klinik
prakte kullanılabilirliğini değerlendirmekr.
SS032
Gereç ve Yöntem:
Bu çalışmaya Dr.Behçet Uz Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları
Hastanesi Solunum Allerji Polikliği’ne Ocak 2008- Eylül
2008 tarihleri arasında başvuran 3 veya daha fazla
doktor tanılı akut bronşiolit atağı geçirmiş ve hışıllı
infant tanısı almış 1-5 yaş arası 50 hasta alındı. Kontrol
grubu olarak benzer demografik özelliklere sahip 50
sağlıklı çocuk çalışmaya dahil edildi. Çalışma sırasında
hışıl atağı olmayanlar, son ataklarını en az 1 ay önce
geçirmiş olanlar, hali hazırda düzenli bir koruyucu
tedavi almayanlar çalışmaya dahil edildi. Cosmed Pony
FX taşınabilir spirometri cihazına hava yolu direnci ki (
Rocc, Rint ki) takıldı. Cihazın parametreleri ayarlanarak
hastaların dal solunumu sırasında ekspirium fazında Rint
ölçümü yapıldı [Rint(e)]. Bazal Rint değerleri saptandıktan
sonra hasta grubundaki çocuklara aerochamber ile
inhale β-agonist uygulandı (400 μgr salbutamol). 15
dakika sonra β-agoniste yantlarını değerlendirmek
amacıyla postbronkodilatatör Rint değerleri ölçüldü.
Bu değer bazal Rint değeri ile reverzibilite açısından
karşılaşrıldı. Sağlıklı kontrollerle hışıllı infantların
bazal hava yolu direçleri yaş grubuna ve boylarına
göre karşılaşrıldı. Hışıllı infantların bronkodilatatöre
yanıtları değerlendirildi. Ayrıca hışıllı infant grubundaki
hastalar marnez kriterleri, eozinofili, total ve spesifik
IgE düzeylerine göre gruplandırılarak, Rint değerleri
açısından karşılaşrıldılar.
Bulgular:
Hışıllı infantların 31’i erkek (%62), 19’u kız (%38),
kontrol grubunun ise 28’i erkek (%56), 22’si kız (%44)
idi. Hışıllı infantların ortalama yaşı 2.6 ± 1.1 yıl, kontrol
grubunun ise 3.2 ± 1.8 yıl olarak saptandı. Hasta ve
kontrol grupları arasında cinsiyet, yaş, boy ve kilo
açısından anlamlı fark saptanmadı. 1-5 yaş arasındaki
50 sağlıklı çocuğun ortalama Rint değeri 0.489 kPa.L-1.s
saptandı. Kontrol grubunda boy ile Rint değeri arasındaki
ilişki karşılaşrıldığında boyun artması ile beraber Rint
değerinde anlamlı bir azalma olduğu görüldü (p<0.001).
1-5 yaş arasındaki 50 hışıllı çocuğun ortalama Rint
değeri ise 0.563 kPa.L-1.s saptandı ve sağlıklı çocukların
ASTIM SEMPTOMLU HASTALARDA BRONKOSKOPİNİN
YERİ
ÖZGE PAMUKÇU , ZEYNEP SEDA UYAN , ERKAN ÇAKIR ,
SEDAT ÖKTEM , FAZİLET KARAKOÇ , BÜLENT KARADAĞ ,
REFİKA ERSU , ELİF DAĞLI
MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
Amaç:
Persistan wheezingi olan çocuklarda uygun tedaviye
rağmen klinik düzelmenin sağlanamadığı durumlarda,
wheezing ile seyreden başka hastalıkları ayırdetmek
ve tedavide alacak adımları belirlemek için fleksibl
bronkoskopi önemli bir tanı yöntemi olmaktadır. Bu
çalışmada, bronkoskopinin persistan wheezingi olan
hastaların tanısındaki yeri ve güvenilirliğinin gösterilmesi
amaçlanmışr
Gereç ve Yöntem:
Kliniğimizde persistan wheezing şikaye ile bronkoskopi
yapılan 112 hastanın sonuçları incelendi.
Bulgular:
Yüzde 62.5’i erkek olan çocukların ortanca yaşı 13.5
(IQR: 7-44.2) ay; ortalama şikayet süresi 8 + 2.2 aydı.
Persistan wheezing nedeniyle bronkoskopisi yapılan
hastaların %40.2’sinde bronkoskopi sonrası tanı değişimi
olurken hastaların % 30.1’inde normal bronkoskopi
bulguları tespit edildi, %26.5’inde laringotrakeomalazi,
%12.4’ünde yabancı cisim aspirasyonu, %11.5 ‘inde
dıştan bası, % 2.7’sinde anatomik varyasyon olduğu
görüldü. Bronkoskopi yapılan hastaların hiçbirinde
majör komplikasyona rastlanmadı. % 5.6’sında hipoksi,
% 0.9’unda geçici taşikardi ve % 0.9’unda stridor
olmak üzere toplam %7.5’inde bronkoskopi esnasında
minör komplikasyonlar geliş. Hastaların %92.5’inde
bronkoskopi esnasında herhangi bir komplikasyonla
karşılaşılmadı.
141
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
10 NİSAN 2009
Sonuç:
TP041
Sonuç olarak; asm semptomları olan hastaların
ayırıcı tanısında fleksibl bronkoskopinin önemli bir yeri
olduğu ve işlem sırasında majör bir komplikasyonla
karşılaşılmadığı görüldü.
ERKEN EVRE KÜÇÜK HÜCRELİ DIŞI AKCİĞER
KANSERİNİN CERRAHİ TEDAVİSİNDE MARMARA
DENEYİMİ
BARKIN ELDEM , KORKUT BOSTANCI , BEDRETTİN
YILDIZELİ , HASAN FEVZİ BATIREL , MUSTAFA YÜKSEL
TP040
MALİGN PLEVRAL SIVILI HASTALARDA TUZAK AKCİĞERİN
BELİRLEYİCİLERİ; PLEVRAL ELASTANS İLE PLEVRAL SIVI
PH KARŞILAŞTIRMASI
Amaç:
OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ANABİLİM DALI
Erken evre (Evre I ve Evre II) küçük hücreli dışı akciğer
kanserinin en etkin tedavisinin cerrahi rezeksiyon
ile sağlandığı bilinmektedir.Yapılan çalışmalarda bu
yaklaşımın ortalama %70 (%50-80) 5 yıllık sağkalım
sağladığı, doğru hasta seçiminin de mortalite ve
morbiditeyi önemli ölçüde azal
ğı görülmüştür.
Amaç:
Gereç ve Yöntem:
Malign plevral sıvılı hastalarda sıvının en etkin kontrol
yöntemi plöredezisr. Ancak plöredezis visseral plevranın
fibrozisine bağlı akciğer ekspansiyonunun engellendiği
tuzak akciğer varlığında kontraendikedir. Bu çalışmanın
amacı tuzak akciğerin belirlenmesinde plevral elastans
ve plevral sıvı pH değerlerini karşılaşrmakr.
Hastanemiz göğüs cerrahisi servisinde 1992 ile 2008 yılları
arasında cerrahi tedavi uygulanarak takip edilen 85 erken
evre küçük hücreli dışı akciğer kanseri olgusunun verileri
retrospekf olarak incelendi. Olgular uygulanan cerrahi
girişim, histopatolojik tanı, patolojik evre, morbidite,
mortalite ve 5 yıllık sürvi açısından değerlendirildi.
Gereç ve Yöntem:
Bulgular:
Tüm hastalarda girişimsel işlem öncesi plevral sıvı pH
değerleri elde edildi. Plevral elastans su monometresi
yöntemi ile ölçüldü. Elastans başlangıç basınç değeri
ile son basınç değerinin farkının çıkarılan sıvı miktarına
bölünmesi ile elde edildi. Tuzak akciğer tanısı 500 cc
plevral sıvı alınması sonrası akciğerin ekspanse olup
olmadığının radyolojik olarak gösterilmesi ile konuldu.
Hastaların 65’i erkek (%76), 20’si kadın (%24) idi.
Yaş ortalaması 58 (44-77) olarak hesaplandı. Cerrahi
rezeksiyon şekli olarak 3 kama rezeksiyon (%4), 57
lobektomi (%67), 7 bilobektomi (%8) ve 18 pnomonektomi
(%21) uygulandı. Histopatolojik tanı 39 olguda (%46)
adenokarsinom, 39 olguda (%46) yassı hücreli karsinom
ve 7 olguda (%8) adenoskuamöz karsinom olarak
belirlendi. Histopatolojik inceleme sonrasında olguların
18’i T1N0, 4’ü T1N1, 34’ü T2N0, 19’u T2N1 ve 10’u T3N0
olarak evrelendi. Olgularda en sık görülen morbidite
4 olguda uzamış hava kaçağı (%4.5), ve 4 olguda atrial
fibrilasyon (%4.5) idi. Erken postoperaf mortalite oranı
%1,2 olarak hesaplandı.
HÜSEYİN YILDIRIM , MUZAFFER METİNTAS , GUNTULU
AK , SİNAN ERGİNEL , FÜSUN ALATAS
Bulgular:
Çalışmaya yaş ortalamaları 64±12 olan 33 erkek, 21 kadın
toplam 54 hasta dahil edildi. Hastaların son tanıları; 26
hasta akciğer kanseri, 9 hasta malign mezotelyoma ve
19 hasta diğer organ metastazı idi. Yirmi hastada tuzak
akciğer saptandı. Tuzak akciğer saptanan hastaların
ortalama elastans değeri 27±17 cmH20 iken saptanmayan
hastalarda 11±6 cmH20 idi (p<0.001). Tuzak akciğer
saptanan hastalarda plevral sıvı pH değeri 7,31±0,15
iken saptanmayan hastalarda 7,38±0,13 idi (p=0.236).
Yapılan ROC analizinde tuzak akciğeri belirlemede en
uygun plevral elastans miktarı 17 cmH20 (AUC=0.782,
özgüllük=%85.3, duyarlılık=%70), plevral sıvı pH değeri
ise 7.30 (AUC=0.646, özgüllük=%79.2, duyarlılık=%60)
olarak belirlendi.
Sonuç:
Sonuç olarak tuzak akciğerin belirlenmesinde plevral
elastans ölçümü plevral sıvı pH değerlerine oranla daha
güvenilir bir yöntemdir.
142
MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
CERRAHİSİ ANABİLİM DALI, İSTANBUL
Sonuç:
Bulgularımızın da desteklediği gibi, erken evre küçük
hücreli dışı akciğer kanserinin tedavisinde cerrahi
rezeksiyon, düşük mortalite ve morbidite ve yüksek sağ
kalım oranları ile tercih edilen tedavi şekli olmalıdır.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
TP042
PRİMER AKCİĞER KARSİNOMU NEDENİYLE OPERE
EDİLECEK HASTALARDA KEMİK METASTAZI SAPTAMADA
KEMİK SİNTİGRAFİSİ VE F18 FDG-PET TETKİKİNİN
KARŞILAŞTIRILMASI
EVREN CANEL KARAKAŞ 1, FİLİZ KOŞAR 1, SİBEL YURT 1,
NEVİN IŞIK 1, HATİCE ÖZÇELİK 1, PENBE ÇAĞATAY 2
YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ
EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
2
İ.Ü CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESİ HALK SAĞLIĞI ABD
1
Amaç:
Çalışmamızda, KHDAK (Küçük hücreli dışı akciğer kanseri)
tanısı olan ve opere olma ihmali olan hastalarda tek
bir yöntemle tüm vücudun taranmasını sağlayan PETBT’nin intratorasik evrelemeye, intratorasik ve uzak
metastazı saptamaya yönelik değeri, ayrıca PET-BT’nin
klinik kullanıma girmesinden önce sıklıkla uygulanan
üst abdomeni de içine alan Toraks BT, kemik singrafisi
ve kranial BT/MR kombinasyonuna ilave bir katkısı
olup olmadığı ve özellikle kemik metastazlarının
değerlendirilmesinde iki yöntemin karşılaşrılması
amaçlanmışr.
Gereç ve Yöntem:
Çalışmaya 2006-2008 yılları arasında Yedikule Göğüs
Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğim ve Araşrma
Hastanesi, 6. Göğüs Hastalıkları kliniğine başvuran,
akciğer tümörü ön tanısı ile tetkik edilen ve KHDAK tanısı
almış 69 hasta dahil edildi. Anamnez, fizik muayene
bulguları, laboratuar değerleri, PA akciğer grafisi, ayrıca
solunumsal ve kardiak açıdan operabl olduğu düşünülen
hastaların hepsine üst banı da kapsayan Toraks BT
çekildi. BT’de operabilite açısından kontrendike olmayan
hastalara Kranial BT ve /veya MR, tüm vücut kemik
singrafisi, tüm vücut PET/BT incelemesi istendi.
10 NİSAN 2009
mediasnoskopi ve torakotomi sonuçlarına göre BT
ve PET/BT’nin mediasnal lenf nodları için sensivite,
spesifite, PKD(Pozif Kesrim Değeri), NKD (Negaf
Kesrim Değeri) ve Doğruluk değerleri sırasıyla ; % 20,
%77,%22,%75 ve %37 ve % 70, %73, %46,%88,%42
olarak hesaplandı. PET ve Kemik Singrafisinin Kemik
Metastazı Saptamadaki Değerleri ise sırasıyla kemik
singrafisi için; %75, %82, %40, %95, %75 ve PET/BT için
ise ; %88, %100, %100, %98, %98 ve doğru tanı koyma
açısından PET/BT kemik singrafisine göre anlamlı
olarak üstün bulundu. (p< 0.01). PET/BT ile evreleme
ve konvansiyonel evreleme (Toraks BT + Üst Ban BT +
Kemik Singrafisi) karşılaşrılmasında, PET/BT’nin klinik
uygulamaya girmesi ile 15 hastada (%21,7) downstaging,
20 hastada (%29) upstaging sağlanmışr, 34 hastada
(%49,3) stage değişmemişr.
Sonuç:
Sonuçta; PET/BT malignite tanısı olup cerrahiye verilmesi
düşünülen akciğer kanserli hastalarda hem mediasnal
hem de uzak metastaz taraması açısından evrelemeyi
tek bir modalite ile yapması nedeniyle mümkün ise
run olarak yapılmalıdır. PET’in tanı değerlerinin
daha yüksek olması nedeniyle , kemik singrafisinin
sistemak olarak yapılmaması ve evreleme aşamasındaki
değerlendirmeden çıkarılması gerekği bunun yerine
intratorasik ve ekstratorasik evrelemeyi birlikte sağlayan
PET/BT’nin alabileceği ancak burada da PET/BT’nin
uzun kemiklerin distalini de görüntü alanı içine alarak
değerlendirme yapması gerekği düşünülmektedir.
TP043
MALİGN HAVAYOLU OBSTRÜKSİYONUNDA DÜZ STENT:
YEDİKULE DENEYİMİ
LEVENT DALAR , AHMET LEVENT KARASULU , SEDAT
ALTIN , SİNEM NEDİME SÖKÜCÜ , Z. NİLGÜN ULUKOL ,
NUR SOLMAZER
Bulgular:
Çalışmaya 1’i kadın(%1.4), 68’si erkek (%98.6) olmak
üzere toplam 69 hasta dahil edilmişr. Hastaların yaşları
28 ile 77 yıl arasında değişmekte olup ortalama yaş
58.94±10.032’ dir. Çalışmaya alınan olguların tümör
histolojilerine göre dağılımları; %50.7’ si (35 hasta)
küçük hücreli dışı akciğer karsinomu (KHDAK), %40.6’ sı
(28 hasta) skuamöz hücreli karsinom, %8.7’ si (6 hasta)
adenokarsinom şeklindedir.Çalışmaya alınan hastaların
hepsinde üst banı da içine alan Toraks BT , Kranial BT/
MR, PET/BT tetkiki yapıldı, ancak kemik singrafisi çeşitli
nedenlerle 59 hastada yaprılabildi ve yine evreleme
bulguları sonuçlarına göre 40 hastada Mediasnoskopi
ve 22 hastada torakotomi yapılabildi.Çalışmaya alınan
hastaların primer tümörlerinin saptanan klinik evreleri;
Evre IA 5 olgu (%%7.2), Evre IB 13 olgu (%19), Evre IIA
1 olgu (%1.5), Evre IIB 7 olgu (%10.10), Evre IIIA 23
olgu (%33.3), Evre IIIb 5 olgu (%7.2), Evre IV 15 olgu
(%21.7) olarak belirlendi.Çalışmaya alınan olguların
YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ
EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
Amaç:
Son yıllarda ülkemizde de uygulanmaya başlanılan
endobronşiyal tedavilerin ileri dönem akciğer kanserli
olgularımızda havayolu pasajının açılmasında kalıcı bir
yarar sağlamada tercih edileni, stent uygulamalarıdır. Bu
çalışmada kaplı metal ve silikon stent uygulamalarımız ve
sonuçları tarşıldı.
Gereç ve Yöntem:
Hastanemiz Girişimsel Pnömoloji Ünitesinde 2004-2008
yılları arasında endobronşiyal tedavi uygulanarak kaplı
metal ya da silikon düz stent yerleşrilen olgular stent
etkinliği, komplikasyon, semptom palyasyonu ve klinik
açıdan retrospekf olarak değerlendirildi.
143
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
Bulgular:
Bulgular:
Çalışmaya kaplı metal ya da silikon düz stent yerleşrilen
90 olgu (68 erkek, 22 kadın) alındı. Olguların 14’üne
(%15,5) kaplı metal düz stent, 76’sına (%84,5) silikon düz
stent yerleşrildi. Toplam işlem sayısı 102 idi. Kaplı metal
stent yerleşrilen 14 olgunun 10’unda (% 71,4) erken
migrasyon, 2’sinde (% 14,2) geç migrasyon gözlendi.
Mukostaz izlenmedi. Silikon stent yerleşrilen 76 olguda
83 stent kullanıldı. Bir olguda (%1,2) erken migrasyon
izlenirken, 6 olguda (%8,3)tümör progresyonuna bağlı
işlem tekrarı ve stent değişimi gerek. Stent yerleşrme
işlemi ya da stent ile ilişkili komplikasyonlardan ölüm
izlenmedi. Tüm olgularda yerleşrme işlemini takiben
semptom palyasyonu ve/veya radyolojik iyileşme
gözlendi.
Çalışmaya Y stent yerleşrilen 29 olgu (23 erkek) alındı.
Olguların 24’üne (%82,7)Dumon silikon Y stent, 5’ine
(%17,3) Rüsch Freitag Dynamic stent yerleşrildi. Üç
olguda (%10,3) tümör progresyonundan dolayı takılan
stent değişrildi. Ortalama sürvi 159 gün (2-865) idi.Stent
yerleşrme işlemi ya da stent ile ilişkili komplikasyonlardan
ölüm izlenmedi. Tüm olgularda yerleşrme işlemini
takiben belirgin semptom palyasyonu ve/veya radyolojik
iyileşme gözlendi. Migrasyon saptanmadı.
Sonuç:
Malign
havayolu
obstrüksiyonunda
girişimsel
bronkoskopik yaklaşım sürviye ve yaşam kalitesine
belirgin katkı sağlar ve günümüzde silikon stent halen en
opmal seçenekr.
TP044
KARİNAYI
TUTAN
MALİGN
HAVAYOLU
OBSTRÜKSİYONUNDA Y STENTİN ETKİNLİĞİ: YEDİKULE
DENEYİMİ
LEVENT DALAR , AHMET LEVENT KARASULU , SEDAT
ALTIN , Z. NİLGÜN ULUKOL , SİNEM NEDİME SÖKÜCÜ ,
PELİN KARADAĞ , ATAYLA GENÇOĞLU
YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ
EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
Amaç:
Santral havayolu obstrüksiyonu, ileri evre akciğer
kanseri seyrinde sık karşılaşılan, yaşamı tehdit eden ve
ek tedavi yöntemlerinden elde edilecek yararı kısıtlayan
bir klinik durumdur. Endobronşiyal tedavi bu durumun
yönelmesinde yararı kanıtlanmış bir tedavi yaklaşımıdır.
Havayolu açıklığının elde edilmesinde mekanik dilatasyon
ve “core-out” temel yöntem olmakla birlikte bu olgularda
stent kullanımı tedavi yararının idamesinde önemlidir.
Bu çalışmada karinayı tutan malign hastalıkta Y stent
etkinliği değerlendirildi.
Gereç ve Yöntem:
Hastanemiz Girişimsel Pnömoloji Ünitesinde 2004-2008
yılları arasında endobronşiyal tedavi uygulanarak Y
stent yerleşrilen olgular stent etkinliği, komplikasyon,
semptom palyasyonu ve klinik açıdan retrospekf olarak
değerlendirildi.
144
10 NİSAN 2009
Sonuç:
Karinayı invaze ederek santral havayolu obstrüksiyonuna
yol açan akciğer kanseri olgularında Y stent endobronşiyal
tedavi yaklaşımıyla sağlanan havayolu açıklığının
korunmasında etkili ve güvenilir bir seçenekr.
TP045
BENİGN TRAKEAL STENOZ TEDAVİSİNDE ENDOSKOPİK
YAKLAŞIM: YEDİKULE DENEYİMİ
AHMET LEVENT KARASULU , LEVENT DALAR , SEDAT
ALTIN , SİNEM NEDİME SÖKÜCÜ , NURDAN ŞİMŞEK ,
CELALETTİN KOCATÜRK , FİLİZ KOŞAR
YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ
EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
Amaç:
Benign trakeal stenoz (BTS) endotrakal entübasyon ve
trakeostominin iyi bilinen bir komplikasyonudur. Kliniği,
asemptomak olgudan yaşamı tehdit eden solunum
yetersizliğine kadar değişim gösterebilir. Geleneksel
olarak cerrahi temel tedavi yaklaşımıdır. Ancak farklı
nedenlerle cerrahi uygulanamayacak olgularda
endoskopik yaklaşım bir diğer tedavi seçeneğidir. Bu
çalışmada endoskopik yaklaşımla tedavi ve takip edilen
BTS olgularımız retrospekf olarak değerlendirilerek
tedavi başarı ve komplikasyonları tarşılmışr.
Gereç ve Yöntem:
Hastanemiz Girişimsel Pnömoloji Ünitesinde 2004-2008
yılları arasında takip ve tedavi edilen BTS olguları girişim
yöntemleri, stent uygulaması, erken ve geç komplikasyon
açılarında retrospekf olarak değerlendirildi.
Bulgular:
Toplam 25 olguya (10 erkek, 15 kadın) 36 seans işlem
endoskopik stenoz açılması ve/veya stent yerleşrilmesi
işlemi uygulandı. İşlemler sırasında mekanik dilatasyon,
argon plazma koagülasyon, diyot lazer ve kriyoterapi
kullanıldı. Yirmiiki olguya (%88) silikon stent yerleşrildi
ve toplam 30 stent kullanıldı. Bir olguda erken migrasyon
(%4), 2 olguda geç migrasyon (%8), 4 olguda granülasyon
(%16) oluşumu, 3 olguda mukostaz (%12) izlendi.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
10 NİSAN 2009
Sonuç:
TP047
BTS tedavisinde endoskopik yaklaşım güvenilir ve etkili
bir yöntemdir ve seçilmiş olgularda cerrahi yönteme
alternaf olabilir.
AKCİĞER KANSERLERİNDE KEMİK METASTAZLARININ
SAPTANMASINDA HANGİ YÖNTEM KULLANILMALI?
TP046
GÖKÇEN ÖMEROĞLU 1, CİHAN ÖRÇEN 1, ERKAN YILMAZ
2
, DUYGU GÜREL 3, BERNA DEĞİRMENCİ 4, ATİLA
AKKOÇLU 1
AKCİĞER
KANSERLİ HASTALARDA AKCİĞER
REZEKSİYONU ÖNCESİ DEĞERLENDİRMEDE YENİ BİR
METOD- ÖN ÇALIŞMA
1
SEDAT ALTIN , SİNEM NEDİME SÖKÜCÜ , NURDAN
ŞİMŞEK , LEVENT KARASULU , EKREM CENGİZ SEYHAN ,
ERDOĞAN ÇETİNKAYA
YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ
EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
Amaç:
Akciğer rezeksiyonu yapılacak olan hastaların
değerlendirmesinde tahmin edilen post operave
akciğer fonksiyonunun perfüzyon singrafisinin bölgesel
değerlendirilmesi ile kararlaşrılması önerilmektedir.
Çalışmamızda perfüzyon singrafisinin yerini doldurmak
için yeni bir potensiyal olarak gösterilen, hastaların
akciğerlerinde bölgesel solunum sesi yoğunluğunu
hesaplayan VRIXP O-Plan (Deep Breeze, Or-Akiva, Israel)
cihazını değerlendirmeyi amaçladık.
Gereç ve Yöntem:
Akciğer kanseri olan ve akciğer rezeksiyon cerrahisi
planlanan 12 hasta ( ortalama yaş ±std; 60 ±11) VRIXP
ve standard değerlendirmeler için çalışmaya dahil
edildi. Tüm hastalara perfüzyon singrafisi ve 5 hastaya
cerrahiden bir ay sonra solunum fonksiyon tes yapıldı.
FEV1 ppo.hesaplanması için VRIXP bölgesel quantave
değerler ve pre operaf FEV1 değerleri kullanıldı.
Bulgular:
FEV1 ppo (%) ortalaması ± std, perfüzyon singrafisi
ve VRI için sırasıyla 57%±13% ve 50%±13% idi. Benzer
olarak, FEV1 ppo (L) ortalama ± std sırasıyla 1.7±0.5 ve
1.5±0.4 litredir. Beklenen % FEV1 ppo (%) (R=0.9376) ve
FEV1 ppo (L) (R=0.9629) için VRIxp O-Plan ve perfüzyon
singrafisi arasında yüksek korelasyon mevcuu. 9
(%75) vakanın ortalama farkı %10’dan azdı. 5 hasta
postoperave takibine gelmiş. Bu vakaların ortalama
FEV1 ppo (VRI), FEV1 ppo (Perfüzyon), ve Gerçek post-op
değerleri FEV1(%) için %49±%10, %54±%8 ve %49±%14.
Benzer olarak, FEV¬1(L) için bu değerler 1.3±0.2L,
1.4±0.2L ve 1.2±0.1L idi.
Sonuç:
İlk sonuçlar VRIxp’ye dayanan tahminlerin perfüzyon
singrafisine benzer olduğunu ve postoperave
sonuçların tahmininde de doğru olduğunu göstermişr.
DEÜTF GÖĞÜS HASTALIKLARI A.D.
DEÜTF RADYODİAGNOSTİK A.D.
3
DEÜTF PATOLOJİ A.D.
4
DEÜTF NÜKLEER TIP A.D.
2
Amaç:
Akciğer kanserli hastalarda kemik metastazları, kemik
singrafisi, PET-BT ve gerekğinde direkt grafi, MR ile
saptanmaktadır. Çalışmamızda kemik metastazı tanı
yöntemlerinin birbirine üstünlükleri karşılaşrıldı
Gereç ve Yöntem:
2006-2008 yıllarında kliniğimizde izlenmiş 212 akciğer
kanserli hastanın histopatolojisi, kemik metastazı, ağrı,
serum ALP düzeyine bakıldı, sonuçlar istaksel olarak
değerlendirildi.
Bulgular:
57 KHAK hastanın 26’sında (%31.7), 151 KHDAK
hastanın 54’ünde (%63,4) ve plendirilemeyen iki
hastada, toplamda 82 (%38.6) hastada kemik metastazı
saptandı. Bu hastaların 52 (%63,4) ağrısı mevcuu.
Metastazlı, ağrılı 52 hasta içinde 17 (%32,6) KHAK, 35
(%67,3) KHDAK (%38,4 adeno kanser, %14,2 squamoz
hücreli ve %28,4 alt pi belirlenemeyen) bulundu. Bu
hastalarda metastaz, direkt grafi çekilen 40 hastanın
dördünde (%10), singrafi çekilen 41 hastanın 30’unda
(%73.3), PET-CT çekilen sekizinin alsında (%75), MRG
çekilen 10 hastanın alsında (%60) bu yöntemlerle,
ayrıca beş hastada BT ile saptandı. Metastazlı, ALP
yüksek 31 (%37,8) hastanın metastazları, direkt grafi
çekilen 23 hastanın üçünde (%13), singrafi çekilen 25
hastanın19’unda (%76), MRG çekilen dördünün ikisinde
(%50) bu yöntemlerle saptandı (p<0,05).
Sonuç:
Sonuçta akciğer kanserli hastalarda kemik metastazı
varlığı oranı %38.6 saptandı. Tanıda ağrı semptomu
önemli bir belirleyici olmakla beraber ağrısız hastalardaki
%36.6 metastaz oranımızın dikkate değer olduğunu,
ancak özellikle KHAK ve adeno kanserli hastalarda
serumdaki ALP yüksekliği ile ağrının birlikteliğinin kemik
metastazı varlığı açısından daha anlamlı olduğunu
gördük. Evrelemede ilk tercih edilen kemik singrafisinin
bu p hastalarda hala geçerli olduğunu, MR’ın daha iyi bir
yöntem olmakla birlikte PET-BT, MR gibi tetkiklerin bizim
çalışmamızda olduğu gibi sınırlı sayıda hastada gerekli
olduğunda uygulanması gerekğini düşünüyoruz.
145
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
TP048
TP049
AKCİĞER KANSERİNDE KEMOTERAPİNİN FİBRİNOJEN,
VWF VE MİKROALBUMİNÜRİ DÜZEYLERİNE ETKİSİ
KÜÇÜK HÜCRELİ AKCİĞER KANSERİ TANILI HASTALARIN
RETROSPEKTİF İNCELENMESİ
MEHMET POLATLI , ŞULE TAŞ GÜLEN , NİMET DEMİRTAŞ
, ORHAN ÇİLDAĞ
ZEHRA DINIZ 1, ARZU ERTÜRK 1, MERAL GÜLHAN 2,
SEMA CANBAKAN 1, NERMİN ÇAPAN 1
ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI AD-AYDIN
ANKARA ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS
CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
2
UFUK ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ANA BİLİM DALI
Amaç:
Akciğer kanserinde doğrudan koagülasyon sisteminin
akvasyonu veya prokoagülan faktörlere bağlı olarak
koagülasyon ve fibrinolizin gelişği birçok çalışmada
gösterilmişr. Akut faz reaktanı olan fibrinojen
pıhlaşmada temel rol oynar ve başlıca karaciğerde
sentezlenir. Ayrıca, akciğerlerde doku hasarı ve havayolu
inflamasyonu sonucu akciğer epitelinden salınır.
İnflamatuar olaylarda endotelyal hücrelerin akvasyonu
ile endotelyum kaynaklı bir pıhlaşma faktörü olan
von Willebrand Faktör (vWF) de salınmaktadır.
Mikroalbuminüri renal endotelyal permeabilitenin
indirekt bir belirsidir. Bu çalışmada, akciğer kanserinin
fibrinojen, vWF ve mikroalbuminüri üzerine olan etkisi
ve kemoterapi ile değişiminin belirlenmesi amaçlandı.
Gereç ve Yöntem:
33 KHAK veya KHAK akciğer kanseri olguda (yaş
63.88±10.65 yıl), başlangıçta ve 21 olguda 3. ve 6.
Kemoterapi uygulamalarından önce olmak üzere, plazma
fibrinojen, vWF ve idrarda mikroalbuminüri düzeyleri
çalışıldı.
Bulgular:
Başlangıç ve takip düzeyleri fibrinojen için 496.61±
167.11; 343.43± 97.52; 290.73± 123.45 mg/dL (p<0.01),
vWF için 234.79± 84.93; 247.54± 445.2; 174.84± 98.99 %
(p<0.05), ve mikroalbuminüri için 24.27± 28.97; 25.32±
23.57 (p=0.032); 25.77± 24.59 mg bulundu. Fibrinojen ve
vWF düzeyleri başlangıç düzeyine göre azalma yönünde
iken, mikroalbuminüri arş yönünde bulundu.
Sonuç:
Akciğer
kanseri
endotelyal
disfonksiyon
ve
hiperkoagülabilite için bir risk faktörüdür. Kemoterapi
endotelyal disfonksiyon ve hiperkoagülabiliteye bağlı
komplikasyonların gelişmesini önlemede etkili olabilir.
Serum fibrinojen, vWF ve mikroalbuminüri düzeylerinin
takibi, akciğer kanserinde prognozun belirlenmesinde
yardımcı olabilir.
146
10 NİSAN 2009
1
Amaç:
Hastanemiz 4.kliniğinde 2001-2007 tarihleri arasında
takip ve tedavi edilmiş olan küçük hücreli akciğer
kanseri (KHAK) tanılı hastaların genel özelliklerini, tedavi
modellerini, tedavi yanıtları, progresyona kadar geçen
süreleri ve bu parametrelerin sağkalım süreleri ile
ilişkilerinin belirlenmesi amaçlandı.
Gereç ve Yöntem:
Dosyalarına ulaşılabilen KHAK’li olgular retrospekf
olarak incelendi. Cinsiyet, yaş, sigara öyküsü, performans
durumu, evre, metastaz yerleri, tümör lokalizasyonu,
tedavi modelleri, tedavi yanıtları, sağkalım süreleri,
progresyona kadar geçen süreleri ve bu parametrelerin
sağkalım süreleri ile ilişkileri değerlendirildi.
Bulgular:
İncelenen 132 olgunun yaş ortalaması 59±11,13 (2885) yıldı. Performans statusu sırasıyla ECOG 0-1 %66,7;
ECOG 2 %30,3; ECOG 3-4 %3 olarak saptandı. Olguların
% 34,8’i sınırlı, % 65,2’si yaygın hastalık. Tek metastaz
%42 olguda, birden çok metastaz %22,8 olguda vardı.
Hastaların %93’üne kemoterapi, %20,5 hastaya ise KT+RT
verildi. İkinci basamak KT % 25,8 olguya verildi. Tedavi
yanı KT verilmeyen ve 1 kür KT’den sonra takipten çıkan
36 hastada değerlendirilemedi. Değerlendirilenlerde %
13,6 tam yanıt, %46,2 kısmi yanıt, %9,1 stabil ve %3,8
progresyon saptandı. Genel sağkalım tüm hastalar için
6 ay olarak bulundu. Hastaların performans durumunun
ECOG 2-4 olması, yaygın evre, VCSS ve plevral effüzyon,
birden fazla metastaz sağkalım sürelerini olumsuz
etkiledi. Ayrıca progresyona kadar geçen süreye,
hastanın performans durumu, evresi, metastaz sayısı,
birinci basamak KT verilmesi, KT’ye RT eklenmesi, PCI
uygulanmasının etkili olduğu saptandı (p<0.005).
Sonuç:
KHAK tanısının erken konulmasının, evreleme
prosedürlerinin tam yapılmasının, kombinasyon
kemoterapisi
verilmesinin,
sınırlı
evre
çıkan
hastalara mutlaka kemoterapi ile birlikte radyoterapi
uygulanmasının ve tam yanıt alınan tüm hastalara PCI
uygulanmasının yaşam süresine olumlu katkısı vardır.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
10 NİSAN 2009
TP050
TP051
AKCİĞER KANSERİNDE AİLE ÖYKÜSÜ
İLERİ EVRE KÜÇÜK HÜCRELİ DIŞI AKCİĞER
KANSERLİ(KHDAK)GENÇ VE YAŞLI HASTALARIN ANALİZİ
PINAR MUTLU 1, AYDANUR KARGI 2, REFİK BUDAK 3,
ATİLA AKKOÇLU 1
DEUTF GÖĞÜS HASTALIKLARI ABD
DEUTF PATOLOJİ ABD
3
DEUTF HALK SAĞLIĞI ABD
1
SİBEL ARINÇ , MÜYESSER ERTUĞRUL , NURAY ERDAL ,
FERAH ECE , NİLGÜN HATABAY , ÖZLEM ORUÇ , DERYA
DERİNCE , ARMAĞAN HAZAR
2
Amaç:
SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS
CERRAHİSİ EĞİTİM HASTANESİ
Amaç:
Bu çalışmada akciğer kanseri saptanan hastalarda ailesel
yatkınlık açısından , akciğer ve diğer organ kanserlerinin
birinci derece aile fertlerindeki varlığı araşrılmışr
Gereç ve Yöntem:
Çalışmamıza akciğer kanser’li 172, KOAH ve B.Astma
tanılı 89 kontrol grubu hastası alındı. Tüm hastalar yaş,
cinsiyet, sigara içme alışkanlığı, kanser hücre pi, ailede
(anne, baba, kız ve erkek kardeş) akciğer ve diğer sistem
kanserleri varlığı yönünden sorgulandı.
Bulgular:
İlk grubun 150 (% 87.2) ‘si erkek, 22 ( %12.8) ‘si kadındı
ve ortalama yaş 61.37+-9.85 idi. Kontrol grubunun ise
45 (%50.6)’i erkek, 44 (%49.4)’ü kadın ve ortalama yaş
58.11+-12.85 idi. Kanser açısından aile öyküsü pozif
29 (%16.86) akciğer kanserli hasta var iken, bu kontrol
grubunda 9 (%10.11) hastada mevcuu. İlk grupta
sigara öyküsü (içici ve bırakmış) pozifliği 158 (%91,86)
ve kontrol grubunda 64 (%71, 91 ) saptandı. ( p‹ 0,001)
Ailede kanser öyküsü ile yaş, cins ve histopatolojik
pler arasında anlamlı ilişki bulunmadı. Adenokarsinom
45 ( %26.20), skuamöz 34 (%19.80), büyük hücreli 2
(%1.20), alt pi bilinmeyen 39 (%22.70), küçük hücreli
45 (%26.20), nöroendokrin 6 (%3.50) ve kombine küçük
hücreli 1 (%0.60) hastada saptandı.
Sonuç:
Çalışmamızda akciğer kanseri tanısı almış kişilerin kanser
açısından aile bireylerindeki poziflik oranı %16,86 ‘dır ve
aile bireylerinden özellikle babaları kanser olan, kendisi
de sigara içen bireylerde akciğer kanseri gelişme riski
oldukça yüksek bulunmuştur. Ayrıca yapılan çalışmalara
uygun olarak akciğer kanserli kişilerin aile bireylerinde
akciğer kanseri ile GİS kanserleri anlamlı derecede
yüksek saptanmışr.
Akciğer kanserinin tanı ve tedavisinde büyük gelişmeler
olmakla birlikte yaşlı ileri evre KHDAK hastalarda akciğer
kanserinin prognozunu etkiyen faktörlerin ortaya konması
gerekir. Bu çalışmada, ileri evre genç ve yaşlı hastalarda
prognosk faktörleri karşılaşrmayı amaçladık
Gereç ve Yöntem:
1995-2008 yılları arasında, Süreyyapaşa Göğüs
Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi hastanesi onkoloji
servisinde üç yüz yetmiş kemoterapi tedavisi alan
yaşlı(>/=65) ve genç(<65) ileri evre KHDAK olgu(evre
3B ve 4) değerlendirildi. Demografik özellikler, tedavi
yanı, histolojik p, komorbit hastalık, plevral efuzyon,
performans durumu ve ortalama yaşam süresi ile tanı
anındaki sigara alışkanlığı klinik özellikler ile korele
edildi.
Bulgular:
Üç yüz yetmiş hastanın, 284(76.8%)’ü genç grupta ve
86(23.2%)’ü yaşlı grupta idi. Evre ve tedavi cevabı her
iki grup arasında benzer özellikteydi. Tanı anında, kötü
performans durumu, komorbit hastalık varlığı, kilo kaybı
ve sigara alışkanlığı yaşlı hastalarda kötü prognosk
faktörlerdi. Komorbit hastalık yaşlı hastalarda genç
hastalara gore daha fazla oranda idi. Kilo kaybı olan yaşlı
hastalarda(%43.7) progresif tedavi yanına bağlı olarak
genç olgulara(%14.8) göre yaşam süresinin belirgin kısa
olduğu görüldü(p=0.03).
Sonuç:
Altmış beş yaş üzeri olgularda kilo kaybı tedavi yanını
etkiler ve kötü prognoz ile birliktelik gösterir.
147
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
e-PS073
OBSTRÜKTİF SLEEP APNE SENDROMU VE VOKAL KORD
PARALİZİSİ BİRLİKTELİĞİ (OLGU SUNUMU)
RAVZA BAYRAKTAR , AYSEL TURAN , METİN AKGÜN , ALİ
TABARU , METİN GÖRGÜNER
ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ABD
Amaç:
Obstrükf Sleep Apne Sendromu (OSAS) ve vokal kord
paralizisi birlikteliği nadir görülen bir durumdur.
Gereç ve Yöntem:
Obstrükf Sleep Apne Sendromu (OSAS) ve vokal kord
paralizisi birlikteliği nadir görülen bir durumdur.
Bulgular:
Polisomnografide; hipopnelerin ağırlıklı olarak gözlendiği
ve belirgin desatürasyonların olduğu bir uyku süreci
saptanması üzerine, hasta ağır derecede Obstrükf
Sleep Apne Sendromu (OSAS) olarak değerlendirildi.
KBB muayenesinde; sol vokal kord paralik idi. Tiroid
ve ban USG normal olarak değerlendirildi. Toraks
BT’de; asendan aorta 48 mm ile dilate olarak gözlendi.
Ekokardiyografik incelemede; sol ventrikül hipertrofisi,
sol ventrikül diastolik disfonksiyonu ve asendan aorta
dilatasyonu mevcuu.
10 NİSAN 2009
olarak ortaya çıkabilen santral apnelerin bu hastalarda
uykuda ölüm insidansının arşından sorumlu olabileceği
bildirilmektedir.ACM’li hastalar uyku apne sendromu
birliktelik gösterebilir.
Gereç ve Yöntem:
Horlama, tanıklı apne, gündüz aşırı uykululuk yakınmaları
ile merkezimize başvuran ve anamnezinde MRG ile ACM
tanısı konmuş olduğu saptanan 48 yaşındaki erkek olguya
polisomnografi yapılarak Santral Uyku Apne Sendromu
tanısı konmuş ve nöroşirurji bölümü ile konsülte edilerek
takibe alınmışr.
Bulgular:
Horlama, tanıklı apne, gündüz aşırı uykululuk yakınmaları
ile merkezimize başvuran ve anamnezinde MRG ile ACM
tanısı konmuş olduğu saptanan 48 yaşındaki erkek olguya
polisomnografi yapılarak Santral Uyku Apne Sendromu
tanısı konmuş ve nöroşirurji bölümü ile konsülte edilerek
takibe alınmışr.
Sonuç:
Bu olgu nedeniyle ACM li hastaların uyku apne sendromu
semptomları açısından sorgulanmasının önemi
vurgulanmak istenmiş ve ACM de santral uyku apne
sendromunun patofizyolojisi, tanı ve tedavi yaklaşımları
irdelenmişr.
e-PS075
Sonuç:
CPAP tedavisi kararı alınan olgunun ilginç olması nedeni
ile sunulması uygun bulundu.
ADENOİD VEJETASYON VE OBSTRÜKTİF SLEEP APNE
SENDROMU BİRLİKTELİĞİ (OLGU SUNUMU)
RAVZA BAYRAKTAR , AYSEL TURAN , MEHMET MERAL ,
NAFİYE YILMAZ , METİN GÖRGÜNER
e-PS074
BİR OLGU NEDENİYLE ARNOLD CHİARİ TİP 1
MALFORMASYONUNDA SANTRAL UYKU APNE
SENDROMU
Amaç:
GÜLFEM YURTERİ , MÜYESSER ERTUĞRUL , TÜLİN
KUYUCU
Obstrükf Sleep Apne Sendromu (OSAS) ve adenoid
vejetasyon birlikteliği daha çok çocuklarda gözlenen bir
durumdur.
SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS
CERRAHİSİ EĞİTİM ARAŞTIRMA HASTANESİ
Gereç ve Yöntem:
Amaç:
Arnold Chiari Tip 1 Malformasyonu (ACM), serebellar
tonsillerin kaudal yönde prolapsus yaparak üst servikal
kanala uzanması ve medulla ile yakın temas oluşturması
ile karakterize bir durumdur. En sık görülen bulguları ;
alt kranial palsy, serebellar sendrom, motor bozukluk
ve duyu kaybıdır.Solunum yetmezliği oldukça nadir
görülmekle birlikte uykuda santral ve obstrukf apneler
sıklıkla eşlik etmektedir.ACM de başlangıç bulgusu
148
ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ABD
Son 3 yıldan beri gündüz aşırı uyku hali ve tanıklı apne
yakınmaları olan, önceden tonsillektomi ve septum
deviasyonu nedeniyle opere edilen, ancak düzelmediğini
ifade eden 58 yaşında erkek hasta kliniğimize yarıldı
Bulgular:
Hastanın polisomnografik tetkikinde tüm uyku evrelerinde
apne ve hipopneleri ile belirgin desatürasyonları vardı ve
sonuçta ağır derecede OSAS olarak değerlendirildi. KBB
muayenesinde nazofarenksde kitle görülmesi üzerine
lezyondan “punch” biyopsi yapıldı ve patoloji sonucu
adenoid vejetasyon olarak raporlandı.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
10 NİSAN 2009
Sonuç:
e-PS077
. Adenoidektomi yapılan hasta tam iyileşme sonrası tekrar
uyku laboratuarına başvurmak üzere takibe alındı.
KARŞI TARAFTA CİLTALTI AMFİZEMİNE YOL AÇAN
AKCİĞER KANSERİ OLGUSU
SERHAT YALÇINKAYA 1, A. HAKAN VURAL 2, AHMET
BAYER 3
e-PS076
BURSA YÜKSEK İHTİSAS EĞİTİM VE ARAŞTIRMA
HASTANESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ SERVİSİ
2
BURSA YÜKSEK İHTİSAS EĞİTİM VE ARAŞTIRMA
HASTANESİ KALP VE DAMAR CERRAHİSİ KLİNİĞİ
3
BURSA YÜKSEK İHTİSAS EĞİTİM VE ARAŞTIRMA
HASTANESİ PATOLOJİ SERVİSİ
1
OBSTRÜKTİF UYKU APNE SENDROMU VE AMFİZEMLE
BİRLİKTELİK GÖSTEREN TURNER SENDROMLU BİR
OLGU
İLKAY KOCA KALKAN , GÖKHAN TİRELİ , AYŞE
BACCIOĞLU KAVUT , AYŞE FÜSUN KALPAKLIOĞLU
KIRIKKALE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ANABİLİM DALI
Amaç:
Turner sendromu (TS) kadınlarda en sık rastlanılan
kromozomal bozukluk olup insidansı 1:3000 canlı kadın
doğumdur. Obstrükf uyku apne sendromu (OSAS) ve
amfizemle birliktelik gösteren TS’lu nadir bir olguyu
sunmaktayız.
Gereç ve Yöntem:
TS tanısı 21 yaşında konulmuş, ancak hiç tedavi
almamış (45, X0) karyopli 43 yaşındaki kadın hasta
çocukluğundan beri olan, eforla oluşan nefes darlığı
şikaye ile polikliniğimize başvurdu. Sigara kullanmayan,
kısa (boyu 138 cm) ancak nonobez (VKi: 21 kg/ m2)
hastanın fizik muayenesinde solunum sesleri derinden
geliyordu.
Bulgular:
Solunum fonksiyon testlerinde FEV1 1.07 L ve FVC 0.60
L (sırasıyla beklenenin %51 ve %34), FEV1/FVC %56 olup
obstrükf karakterdeydi. Arter kan gazında pO2:73 mmHg
ve O2 sat: %95 ile hafif derecede hipoksemisi mevcuu.
Akciğer grafisinde havalanma arşı ve diyafragmalarda
düzleşme izleniyordu. Hastanın tanıklı apne şikaye
olmamasına rağmen, klinik izlemimiz esnasında gündüz
uyuklama hali saptandığından polisomnografi(PSG)
uygulandı. Apne hipopne indeksi (AHİ) 45 bulunan
hastaya bronkodilatatör ve BİPAP tedavisi planlandı.
Sonuç:
Amaç:
Bronkokutanöz fistül oldukça nadir bir akciğer kanseri
komplikasyonudur ve genellikle biyopsi ve radyoterapi
sonrasında rastlanır. Servisimize karşı taraa ciltal
amfizemi nedeniyle başvuran bir bronkokutanöz fistül
oluşturmuş akciğer kanseri olgusunun klinik bulgularını
aktarmak isyoruz.
Gereç ve Yöntem:
Altmışyedi yaşında erkek hasta aniden gelişen solunum
sıkınsı ve sağ taraa ciltal amfizemi nedeniyle
sevkedilerek servisimize başvurdu. Öyküsünden hastanın
sol akciğer üst lobta yerleşik bir kitle lezyonu nedeniyle
iki yıldır takip edildiği, biyopsiyi kabul etmeyen hastaya
tanı konulamadığı anlaşıldı.
Bulgular:
Toraks tomografisinde sol üst lob anterior yerleşimli
kaviter kitle ile sternum ve sağ göğüs duvarı ön
tarandan başlayan ve sağ hemitoraksa yayılan ciltal
amfizemi arasında bağlan olduğu izlendi. Kavite içine
lokal anestezi alnda 28 fr toraks dreni takılırken alınan
doku örneklerinden hastaya epidermoid karsinom tanısı
kondu. Kliniği düzelen ve ciltal amfizemi gerileyen hasta
kemoradyoterapi için dış merkeze sevkedildi.
Sonuç:
Malign kaviter kitlenin aynı taraa pnömotoraks
olmadan, haa karşı taraa bile ciltal amfizemi
oluşturabileceğinin akılda bulundurulmasının hastanın
tedavisinin düzenlenmesinde katkısı olabileceği
kanısındayız.
Araşrmalardaki son gelişmeler göstermektedir ki TS’lu
erişkinlerde yaşam süresini uzatmak ve morbiditeyi
azaltmak için göğüs hastalıkları uzmanlarının da yer aldığı
muldisipliner bir yaklaşım gerekmektedir. Bildiğimiz
kadarıyla olgumuz OSAS ve amfizemle birliktelik gösteren
literatürdeki ilk TS’lu olgu olsa da, çeşitli anatomik
bozuklukların ve mevcut gonadal disfonsiyonun bu
rastlansal olmayan birlikteliğe potansiyel katkıda
bulunduğunu düşündürmektedir. Bu konuda seriler
içeren ileri çalışmalara ihyaç olduğu kanaandeyiz.
149
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
10 NİSAN 2009
e-PS078
e-PS079
TRAKEOBRONKOPATİA OSTEOKONDROPLASTİKA VE
AKCİĞER ADENOKARSİNOMU BİRLİKTE GÖRÜLEN BİR
OLGU
MALİGN MELANOM, ENDOBRONŞİAL METASTAZ
AHMET İLVAN 1, ERHAN AYAN 2, TUBA KARABACAK 3,
OĞUZ KÖKSEL 2, EYLEM S. ÖZGÜR 1, BAHRİ TEMURAY 1
YASİN ABUL 1, DERYA GÜN KOCAKAYA 1, ŞEHNAZ OLGUN
TANDOĞDU 1, EMEL ERYÜKSEL 1, ZEYNEP TOSUNER 2,
ZÜLEYHA YAZICI 3, ÇİĞDEM ÇELİKEL 2, SAİT KARAKURT 1
MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI A.D. İSTANBUL
2
MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ PATOLOJİ A.D.
3
MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ DERMATOLOJİ
A.D.
1
MERSİN ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖGÜS
HASTALIKLARI AD
2
MERSİN ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
CERRAHİSİ AD
3
MERSİN ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ PATOLOJİ AD
1
Amaç:
Amaç:
Bu makalenin amacı, nadir görülen bir hastalık olan
trakeobronkopaa osteokondroplaska (TO) olgusu
sunmakr. Benign bir hastalık olan TO, trakea ve bronş
mukozasında kemik ve kıkırdak oluşumları içeren nodüler
yapılarla karakterizedir. Akciğer grafileri genellikle
normaldir. Öksürük, balgam ve hemopzi görülebilir.
Gereç ve Yöntem:
Olgumuz, 9 aydır öksürük ve balgamda kırmızı çizgi
şeklinde kanaması olan, 56 yaşında erkek idi. Fizik
muayenesi normaldi.
Gereç ve Yöntem:
Nadir görülen endobronşial yayılım yapmış bronkoskopi
ile tanı koyduğumuz vakamızı sunduk.
Bulgular:
Akciğer grafisinde sağ hilus üst kısmında 2x4 cm
ebatlarında kısmen homojen opasite izlendi. Toraks
bilgisayarlı tomografisinde trakea ön ve yan duvarlarında
kalsifikasyonlar ile sağ ana bronş anterior komşuluğunda,
oval konfigürasyonda yumuşak doku lezyonu ile uyumlu
dansite arşı izlendi. Fleksibl bronkoskopide trakea
girişinden ana karinaya kadar ön ve yan duvarlarda
mukozadan kabarık, soluk renkli, çok sayıda, noduler
lezyon ile sağ üst lob segment ağzını kayan vejetan
kitle bulundu. Trakeadaki lezyonlardan birinden alınan
biyopsinin patolojik incelemesinde epitel alnda kemik
oluşumu izlendi ve bulguların TO ile uyumlu olduğu,
sağ üst lob girişindeki kitleden alınan biyopsi ise kötü
diferansiye adenokarsinom olarak raporlandı.
42 yaşında bayan hasta nefes darlığı şikaye ile
başvurdu. 2006 da tanı konan sıra konjenital dev nevüs
tanısı mevcuu.5 paket/yıl sigara hikayesi mevcuu.
Fizik muayenede bel bölgesinde 25x15 cm boyularında
yaklaşık tüm lumbar bölgeyi kaplayan gluteal bölgeye
de yayılan dev nevüsü mevcuu. Vücua özellikle
sıra ve saçlı deride birden fazla çok sayıda nevüsler
izlendi. Nevüslerde renk değişikliği tariflemiyordu.
Sıraki dev nevüste kalınlaşma beliryordu. Solunum
sistemi muayenesi doğaldı.Aksiller ele gelen 1x2 cm lik
lenfadenopasi mevcuu. PA akciğer grafisinde sol hilar
bölgede düzensizlik ve dansite arşı mevcuu. Toraks
BT’de sol üst lobda 40x30 mm kitlesel lezyon mevcuu.
Bronkoskopide sol akciğer üst lob girişinde nevüs
tarzında siyahımsı mukozadan kabarık endobronşial
lezyon izlendi. Alınan bronkoskopik biyopsi, rça ve
bronkoalveolar lavaj materyalleri malign melonom ile
uyumlu geldi.
Sonuç:
Sonuç:
Sonuç olarak; öksürük ve hemopzi yakınması olan
hastalarda, akciğer grafisi normal olsa bile, nadir görülen
TO da düşünülmelidir. Sık olmamakla birlikte bizim
olgumuzda olduğu gibi bu hastalarda birlikte malignite
olabileceği de akılda tutulmalıdır.
Malign melanoma bağlı endobronşial metastaz nadirdir.
Literatürde 1966-2002 yılları arası yapılmış geniş
taramada 204 akciğer dışı kaynaklı endobronşial metastaz
vakası saptanmış olup bunları sırasıyla meme(%35),
böbrek(%17), kolon ve rektum(%15) oluşturmaktadır..
Deri kanseri vakaları sadece 9 vaka olup , 7’si malign
melanom kökenli saptanmışr. Tanıda primer akciğer
kanserinden ayırtetmek için bronkoskopi şar
r. Malign
melannomaya bağlı endobronşial metastazı olgumuzu
literatürde nadir görülemsi nedeniyle sunduk.
Bulgular:
150
Malign melanoma melanositlerin malign transfomayonu
sonucu gelişir.Pulmoner metastazını pulmoner arterlere
ulaşan tümör embolileri yoluyla yapar.Endobronşial
yayılımlı malign melonom vakaları sınırlı sayıdadır.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
10 NİSAN 2009
e-PS080
e-PS081
ALIŞILMADIK UZAK ORGAN METASTAZLARI İLE AGRESSİF
SEYİRLİ BİR MEZOTELYOMA OLGUSU
MEDİASTİNAL LENFANJİOMA, TANISAL MODALİTELER:
BİLGİSAYARLI TOMOGRAFİ, MAGNETİK REZONANS
GÖRÜNTÜLEME VE ENDOSKOPİK ULTRASONOGRAFİ
EYLEM AKPINAR 1, AHMET HAKAN HALİLOĞLU 2, ÖMÜR
ATAOĞLU 3, MERAL GÜLHAN 1
UFUK ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM
DALI, ANKARA
2
UFUK ÜNİVERSİTESİ ÜROLOJİ ANABİLİM DALI,ANKARA
3
ÖZEL MİKRO-PAT PATOLOJİ LABORATUARI, ANKARA
1
Amaç:
Malign mezotelyoma plevranın en sık primer malign
tümörü olmakla beraber nadir görülür. Hastalık
genellikle lokal invazyon yapar. Hematojen yolla uzak
organ metastazları otopsi çalışmalarında %50’yi aşan
oranlardadır, ancak klinikte oldukça az karşılaşğımız
bir durumdur. Biz bu makalede çok sayıda ve alışılmadık
uzak metastazlar nedeniyle tanı sorunu yaşadığımız bir
olguyu sunmayı amaçladık.
Gereç ve Yöntem:
59 yaşında erkek hasta, göğüs ağrısı yakınmasıyla
başvurduğu merkezde plevral efüzyon eyolojisine
yönelik yapılan plevra biyopsisiyle sarkomatöz pte malign
mezotelyoma tanısı almış ve sol plöropnömonektomi
operasyonu yapılmış. Postoperaf komplikasyonlar
nedeni ile operasyondan 3 ay sonra gecikmeli olarak
adjuvan kemoterapi için kliniğimize yönlendirilmiş.
Hastanın başvurusunda bir ay önce başlayan sağ omuz
ağrısı, sağ skrotumda şişlik yakınmaları vardı. Fizik
muayenesinde sağ skrotumda 4x2 cm üzeri ülsere,
eritematöz, kitle lezyonu saptandı.
YASİN ABUL 1, SERDAR EVMAN 3, ŞEHNAZ TANDOĞDU
OLGUN 1, EMEL ERYÜKSEL 1, SAİT KARAKURT 1, HASAN
BATIREL 3, MUSTAFA YÜKSEL 3, SÜHEYLA BOZKURT 2,
BURCU TÜZÜNER 2, BERRİN CEYHAN 1
MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI A.D.
2
MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ PATOLOJİ A.D.
3
MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
CERRAHİSİ A.D.
1
Amaç:
Mediasnal lenfanjioma nadir görülen iyi seyirli(benign)
bir hastalıkr. Lenfaklerin anormal proliferasyonundan
oluştuğu düşünülmektedir. Tüm lenfanjiomaların
%0.7 -4.5 arası mediasnal lenfanjiomadır. Genelde
asemptomak olup run radyolojik görüntülemelerde
rastlansal karşılaşılabilir. Tanı postoperaf histolojik
inceleme ile konur. Preoperaf tanıda yardımcı olarak
toraks bilgisayarlı tomografi(BT), magnek rezonans
görüntüleme(MRG), ve yeni olarak endoskopik
ultrasonografi(EUS) kullanılabilir. Nadir görülen
mediasnal lenfanjioma vakamızı ve tanıda yeni bir
modalite olarak endoskopik ultrasonografiyi sunmak
istedik.
Gereç ve Yöntem:
74 yaşında erkek hasta 8 haalık kuru öksürük ile
başvurdu. 40 paket/yıl sigara hikayesi mevcuu.
Bulgular:
Bulgular:
Akciğer grafisinde sağ akciğerde mulpl nodüler lezyonlar
izlendi. PET BT’de ise akciğerdeki nodüllerde, sağ omuzdaki
kitle lezyonunda ve skrotal kitlede patolojik akvite
arşı saptandı. Kısa sürede gelişen uzak metastazlar
nedeni ile hastanın mezotelyoma tanısından şüphe
edildi. Sağ skrotumdaki kitle histopatolojik inceleme
için eksize edildi. Sarkomatöz pte malign mezotelyoma
metastazıyla uyumlu bulundu. Pemetreksed+sisplan
ile kemoterapi başlanan hasta 2. kür için başvurusunda
gelişen masif pulmoner emboli nedeni ile kaybedildi.
Postero-anterior göğüs grafisinde hafif mediasnal
genişleme izlendi. BT’de istasyon 8’de hipodense düzgün
sınırlı 40x25 mm’lik lezyon saptandı. Bronkoskopik
transbronşial ince iğne aspirasyonu negaf geldi.
Endoskopik ultrasonografi(EUS) uygulanan hastada
subkarinadan 30 mm uzaklıkta 27x20 mm’lik düzgün
sınırlı anekoik kisk lezyon ve yanında heterojen, septalı
20 mm’lik bir başka kisk lezyon izlendi. Kisk görünüm
nedeniyle biyopsi alınamadı. MRG’de aynı lokalizasyonda
kisk heterojen lezyon izlendi ve hasta video-yardımlı
torokoskopik cerrahiye(VATS) verildi. Patolojik tanı
histomorfolojik bulgular ve immünhistokimya ile
lenfanjioma ile uyumlu geldi. Rezeke edilen dokuda
3.5x2.3 mm boyutlarında mulple kisk lezyonlar lenf
bezi ve akciğer dokusu izlendi. Hemotoksilen-eozin
ve trikom boyamalarda lenfak doku ile çevrili geniş
kisk lezyonlar izlendi. İmmünhistokimyasal boyamada
vasküler ve lenfak alanda CD34, CD20, CD3 pozivitesi
saptandı.
Sonuç:
Olgumuz literatürde bildirilmiş skrotumda metastazla
seyreden tek mezotelyoma olgusudur. Mezotelyomanın
olgumuzda olduğu gibi nadir de olsa hızlı gelişen uzak
metastazlarla seyredebileceği ve bunun daha çok
sarkomatöz hücre pinde olabileceği unutulmamalıdır.
151
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
Sonuç:
Lenfanjioma azalan sırayla baş boyun, karın bölgesi, aksilla
ve nadir olarak toraks da görülen iyi seyirli bir tümördür.
Mediasnal -torasik lenfanjioma pulmoner parenkimde
, plevrada ve pulmoner kapaklarda rapor edilmişr ve
nadirdir. Çoğunlukla rastlansal saptanır. Dispne , ele
gelen kitle, öksürük ve hemopzi ile presente olabilir. BT,
MRG tanıya yardimci görüntüleme yöntemlerindendir.
Kisk yapının MRG ile gösterimesi önemlidir. Endoskopik
ultrasonografi de kisk yapıları göstermesi açısından
BT’ye göre daha kullanışlıdır. Tanı cerrahi rezeksiyonla
konur. Patolojik immün boymalar ve histolojik görünüm
tanıya götürür.
10 NİSAN 2009
Bronkoskopide endobronşiyal lezyon saptanmadı. Toraks
BT’deki lezyona transtorasik biyopsi yapıldı. Sonucu
sarkom ile uyumlu geldi. Genel durum düşkünlüğü sebebi
ile cerrahi müdahale veya kemoterapi/radyoterapi
yapılamadı.
Sonuç:
Postradyasyon sarkoması eksternal radyoterapinin nadir
görülen bir komplikasyonudur. Adjuvan radyoterapinin
artan kullanımı ile birlikte radyaterapiye bağlı gelişen
sarkomları saptamak için uzun süreli gözlem gereklidir.
e-PS083
CİLT LEZYONLARI VE KAS GÜÇSÜZLÜĞÜ İLE TANIYA
GİDİLEN AKCİĞER KARSİNOMU VAKASI
e-PS082
PNÖMONEKTOMİ
LOJUNDA
SEKONDER GELİŞEN SARKOM
RADYOTERAPİYE
NESRİN KIRAL , ALİ FİDAN , SEVDA ŞENER CÖMERT ,
GÜLŞEN SARAÇ , BANU SALEPÇİ , BENAN ÇAĞLAYAN
DR.LÜTFİ KIRDAR KARTAL EĞİTİM VE ARAŞTIRMA
HASTANESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI KLİNİĞİ
Amaç:
Radyoterapinin neden olduğu sarkomlar geç
komplikasyondur, genellikle tedaviden 5-10 yıl sonra
oluşur. Prostat ve meme kanserinin radyoterapi ile
tedavisinden sonra yumuşak doku sarkomasının artan
sıklığı belirlmişr. Akciğer kanserinin ortalama survisi
kötü olduğu için bu komplikasyonun görülmesi sınırlıdır.
Bu vakayı, skuamöz hücreli akciğer kanseri sebebi ile
pnömonektomi olup ardından radyoterapi alan ve 15
yıl sonra sarkom gelişmiş nadir görülen bir vaka olması
sebebi ile yayınlamayı uygun gördük.
Gereç ve Yöntem:
Hastanın primer tanısı, radyoterapi öyküsü ve sarkoma
gelişimi için geçen latent period değerlendirildi.
Bulgular:
Altmışüç yaşında bayan hasta, sağ omuz ağrısı şikaye
ile başvurdu. Özgeçmişinde 15 yıl önce skuamöz hücreli
akciğer karsinomu tanısı ile sağ pnömonektomi geçirdiği
ve radyoterapi aldığı öğrenildi. Akciğer grafisinde sağ
hemitoraksta trakeayı kendine doğru çeken homojen
bir dansite arşı mevcuu. Ayrıca sağ üst zonda 4x4cm
boyutlarında hiperdens düzensiz kontürlü dansite
arşı izlendi. Toraks BT çekilen hastanın Toraks BT’i
eski tomografileri ile karşılaşrıldı. Sağ akciğer lojunda
kalsifikasyon içeren hiperdens yer yer plevral loja doğru
uzanan, daha önceki tetkiklerinde izlenmeyen heterojen
görünümler dikka çekmekte idi. Nüks yönünde anlamlı
olabileceği göz önüne alınarak, PET-CT çekildi. PET-CT’de
sağ pnömonektomi lojunda nüks ile uyumlu kalsifiye
hipermetabolik kitle ve buna eşlik eden diafragmak
plevral yüzeyler ile fokal hipermetabolik odaklar saptandı.
152
YASİN ABUL 1, OZAN KOCAKAYA 3, ŞEHNAZ TANDOĞDU
OLGUN 1, EMEL ERYÜKSEL 1, SAİT KARAKURT 1, DENİZ
YÜCELTEN 2, BERRİN CEYHAN 1, TURGAY ÇELİKEL 1
MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI A.D. İSTANBUL
2
MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ DERMATOLOJİ
A.D.
3
MARMARA ÜNİVERSİTESİ İÇ HASTALIKLARI A.D.
1
Amaç:
Akciğer kanserli hastanın ilk başvuru bulgusu solunumla
ilgili olmayıp yara
ğı paraneoplask sendroma bağlı
olabilir.
Gereç ve Yöntem:
Solunumsal yakınması olmayan,ileri araşrmayla akciğer
adenokarsinomu tanısı koyduğumuz vakamızı sunduk
Bulgular:
44 yaşında 10 paket/yıl sigara hikayesi olan, 2 aydır
yanaklarda kızarıklık,3 haadır kol ve bacaklarda güçsüzlük
şikayeyle başvuran hastanın burunda,yanaklarda
morumsu
eritem,rnaklarda
periungal
eritem,
bacaklarda 1/5 kas gücü kaybı dışında muayene
bulgusu yoktu.Solunumsal semptom tariflemiyordu.
Elektromyelgramı miyopak tutulumla uyumluydu.
Krean fosfokinazı 16572, AST 407,ALT 111’di.ANA
1/320’de pozii.Cilt lezyonları,klinik bulgularla
inflamatuar myopa,dermatomyozit düşünüldü.Sebebe
yönelik gastrointesnal,solunum,üriner sistem sorgusu
negai.Prostat spesik anjeni negai. Posteroanterior
akciğer grafisinde mediasnal genişleme vardı.Toraks
BT’de 6, 4R, 4L ve 7 ‘de sırasıyla 13 mm,31 mm,20 mm ve
23 mm’lik çok sayıda lenfadenopa saptandı.Parenkimde
sağ akciğer alt lob en büyüğü 25x19 mm boyutunda
etranda buzlu cam sahalarının eşlik eği çok sayıda
nodüler dansite bulundu.Aynı lokalizasyonlarda pozitron
emisyon tomografi pozif FDG tutulumu gösterdi.
Sağ akciğer alt lob 25x19 mm’lik nodülün transtorasik
BT eşliğinde ince iğne örneklemesiyle akciğer
adenokarsinomu tanısı kondu.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
Sonuç:
Akciğer,serviks,over
,pankreas,mesane,mide
adenokarsinomları inflamatuar myopayle ilişkili
karsinomların %70’ini oluştururlar.Tümörde,nöronal
dokuda yüksek miktarda ortak bulunan anjenlere karşı
oluşan immün cevabın bu paraneoplask bozukluğun
patofizyolojisini
oluşturduğu
düşünülmektedir.
İnflamatuar myopa, dermatomyozie kanser taraması
için 65 yaş üzeri dermatomyozit tanısına ,hikaye,fizik
muayene bulgularına dikkat edilmelidirYine yaş ve
cinsiyete uygun mamografi, kolonoskopi ve şüphe halinde
göğüs- ban ileri görüntülemeleri önerilmektedir. Akciğer
kanserlerinin klasik bulgu ve semptomlar haricinde de
presente olabileceği akılda tutulmalıdır.
10 NİSAN 2009
raporlandı. Yapılan An-Hu Ab pozif bulundu. KHAK ve
paraneoplask hastalık tablosu olarak değerlendirilerek
kimyasal tedavi planlandı.
Sonuç:
Sonuç olarak küçük hücreli akciğer kanserlerinin
semptom ve bulgularının farklı olduğu bizim olgumuzda
olduğu gibi sadece serebellar ataksi ile karşımıza
çıkabileceği akılda tutulmamalıdır. Klinik paraneopask
eyoloji araşrırken saptanan annöronal Ab’un pi
klinik sendromla bir arada düşünüldüğünde, ala
yatan neoplazinin lokalizasyonunu saptamaya yönelik
tetkiklerin seçimini yönlendirecekr.
e-PS085
e-PS084
SEREBELLAR ATAKSİ İLE PREZENTE OLAN KÜÇÜK
HÜCRELİ AKCİĞER KANSERİ OLGUSU
HÜSAMETTİN SAZLIDERE 1, ERDOĞAN ÇETİNKAYA 2, NUR
BÜYÜKPINARBAŞILI 2, NESRİN YÖNTEM GÖK 2
PLEVRAL KİTLE OLARAK SEYREDEN EKTOPİK MALİGN
TİMOMA OLGUSU
EBRU SULU 1, HAKAN YILMAZ 2, LEYLA YAĞCI TUNCER 1,
CÜNEYT SALTÜRK 1, ÖZKAN DEVRAN 1, ADNAN YILMAZ 1
GAZİOSMANPAŞA ÜNİVERSİTESİ TIP FAK. GÖĞÜS
HASTALIKLARI TOKAT
2
YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ
EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ İSTANBUL
SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS
CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
2
YAVUZ SULTAN SELİM HASTANESİ
Amaç:
Amaç:
Küçük hücreli akciğer kanserleri (KHAK) tüm akciğer
kanserlerinin %15’ini oluşturur. Olgular öksürük,
hemopzi, nefes darlığı, göğüs ve/veya sırt ağrısı, ses
kısıklığı, tekrarlayan veya rezolüsyonu geciken pnömoniler,
vena cava superior sendromu ile başvururlar. Hastalarda
yaygın metastaz semptomları veya paraneoplask
sendromlar ile de başvurabilirler. Burada serebellar
ataksi ile başvuran an-Hu Ab pozif bulanan küçük
hücreli akciğer kanseri olgusu sunulmuştur.
Malign moma, mediasnal bir tümordür. Ektopik olarak
görülmesi nadirdir. Bu yazıda ektopik plevral yerleşimli
bir malign moma vakası bildirilmişr.
1
Gereç ve Yöntem:
Altmışdokuz yaşında 60 p/y sigara öyküsü olan ve
bilinen hastalık öyküsü olmayan erkek hasta üç haa
önce başlayan ve giderek artan dengesizlik, sarhoş
vari yürüyüş, konuşmada bozulma nedeniyle nöroloji
kliniğine başvuruyor yapılan muayenesinde serebellar
ataksi tespit ediliyor.
Bulgular:
Yapılan EMG’sinde patoloji saptanmadı. Kranial MR
normal olarak raporlandı. Toraks BT’ sinde sol hiler alanda
yumuşak doku dansitesinde lezyon saptandı.. Hastanın
bronkoskopisinde endobronşiyal patoloji saptanmadı.
Radial proplu endobronşiyal ultrasonografi (RP-EBUS)
rehberliğinde sol hiler alandaki lezyondan transbronşiyal
iğne aspirasyonu(TBİA) yapıldı. TBİA’da alınan
materyalde küçük hücreli malign tümör hücreleri olarak
1
Gereç ve Yöntem:
olgu sunumu
Bulgular:
61 yaşında bayan hasta 10 aydır devam eden göğüs
ağrısı yakınması ile başvurdu. Hastanın öz geçmişinde
bir özellik yoktu. Arka ön akciğer grafisinde sol alt zonda
kostofrenik sinüsü kapatan nonhomogen yoğunluk arşı
mevcuu. Fizik bakıda patolojik bulgu saptanmadı.
Bilgisayarlı toraks tomografisinde sol hemitoraksta,
posterolateral kesimde, santralinde kalsifikasyon ve
nekroz içeren, nonhomogen, 4x6 cm boyutlarında kitle
görüldü. Yapılan kesici biyopsi patolojisi lenfoma? olarak
rapor edildi. Toraks MR incelemesinde sol hemitoraksta,
laterobazal yerleşimli, geniş tabanlı duraya oturan,
4x2x6 cm boyutlarında, düzgün sınırlı, içerisinde yer
yer kisk nekroz alanları ve kalsifikasyon odakları içeren
kitle lezyonu saptandı. Hastaya torakotomi uygulandı.
Torakotomide
ekstraparenkimal,
ekstraplevral,
kotları destrükte eden 7x3 cm lik kitle saptandı. Kitle
eksrpasyonu ve göğüs duvarı rezeksiyonu yapıldı.
Cerrahi materyalin patolojik incelemesi malign moma
olarak rapor edildi.
153
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
Sonuç:
Plevra yerleşimli ektopik moma nadir olmakla birlikte,
plevral kitle ile başvuran olgularda , malign moma olası
bir eyoloji olarak düşünülmelidir.
e-PS086
ASTIM TANISIYLA İZLENEN BRONŞİYAL KARSİNOİD
OLGUSU
BİLGE YILMAZ KARA 1, AHMET DEMİRKAYA 2, SERDAR
ERTURAN 2, BÜGE ÖZ 3, KAMİL KAYNAK 2, MÜZEYYEN
ERK 1
İ.Ü. CERRAHPAŞA TIP FAK. GÖĞÜS HASTALIKLARI AD
İ.Ü. CERRAHPAŞA TIP FAK. GÖĞÜS CERRAHİSİ AD
3
İ.Ü. CERRAHPAŞA TIP FAK. PATOLOJİ AD
10 NİSAN 2009
lümene protrude polipoid lezyon, orta lobda muhtemel
postobstrükf hava hapsine bağlı hiperaerasyon, alt lobda
volüm kaybının eşlik eği konsolidasyon (postobstrükf
pnömoni) izlendi. Spirometrik inceleme normaldi.
Anbiyok ve bronkodilatör tedavi uygulanırken
tetkikleri sürdürüldü. Bronkoskopi ile intermediyer bronş
girişinden yaklaşık 2 cm sonra lümeni tama yakın kayan,
kırmızı renkli, damardan zengin polipoid kitle saptandı
ve bu kitleden bir kez biyopsi alındı, kanamaya meyilli
olduğu için biyopsi sürdürülmedi. Biyopsi materyali
incelendiğinde karsinoid tümör tanısı kondu. Hastanın
gerekli incelemeleri tamamlanıp, göğüs cerrahisinde orta
ve alt bilobektomi yapıldı. Torakotomi sonrası yapılan
patolojik incelemede karsinoid tümör tanısı doğrulandı.
Peroperatuvar komplikasyon görülmedi ve hasta takibe
alındı.
1
2
Sonuç:
Amaç:
Bu olgu asm tanısı düşünülüp tedaviye yetersiz yanıt
alınan hastaların ayırıcı tanısında diğer nedenlerin
yanı sıra karsinoid tümörlerin de yer alması gerekğini
göstermektedir.
Karsinoid tümör, akciğer tümörlerinin seyrek rastlanan
bir türüdür. Çoğu kere asm semptom ve bulguları ile
karışrılır, tanı gecikebilir. Epizodik dispne ve irritaf
öksürük yakınması olan bronkodilatör ve inhale steroid
ile tedavi edilen 40 yaşındaki kadın hasta böyle bir tanı
yanılgısına örnek olduğu için sunulmuştur. Bu sunumun
temel amacı, standart medikal tedaviye yanıt alınamayan
asmlı hastalarda ayrınlı bir ayırıcı tanının önemli
olduğunu vurgulamakr.
Gereç ve Yöntem:
Olgu sunumu: 40 yaşındaki kadın hasta, öksürük ve
dispne atakları nedeniyle, 1 yıldır asm tanısı ile tedavi
edilmiş. Uzun etkili beta 2 agonist ve inhale korkosteroid
kombinasyonuna ek olarak lüzum halinde kısa etkili beta
2 agonist kullanmaktaymış. 10 gün önce irritaf öksürük,
hafif derecede dispne başlamış, üşüme-treme ateş
şikayetleri olmuş ve 3 kilo kaybetmiş. Bu nedenlerle
kliniğimize yarıldı. Hastanın öz geçmişinde, bir yıldır
olagelen astmak ataklar dışında özellik yoktu. Kişisel
ve ailesel atopi bulgusu tanımlamıyordu. Sigara veya
alkol kullanım öyküsü yoktu. Anne ve ablasında p 2
diyabet mecutmuş. Toraksın oskültasyonunda wheezing
saptanmadı. Sağ akciğer alt alanda solunum sesleri
azalmış. Hastanın tanı ve ayırıcı tanısı için PA akciğer
grafisi, spirometri, spiral toraks BT ve bronkoskopik
biyopsiye başvuruldu.
Bulgular:
PA akciğer grafisinde sağ akciğer alt alanda, sağ atriyum
sınırını silmeyen homojen opasite saptandı. Toraks
BT’de sağda intermediyer bronş lateral duvarından
154
e-PS087
ENDOBRONŞİAL ASPERGİLLOZİS İLE GİZLİ AKCİĞER
KANSERİ OLGUSU
FİLİZ GÜLDAVAL 1, MURAT ERDAL OZANTÜRK 1, MELİH
BÜYÜKŞİRİN 1, AHMET ÜÇVET 2, SONER GÜRSOY 2, NUR
YÜCEL 3
İZMİR DR. SUAT SEREN GÖĞÜS HASTALIKLARI VE
CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ- GÖĞÜS
HASTALIKLARI
2
İZMİR DR. SUAT SEREN GÖĞÜS HASTALIKLARI VE
CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ- GÖĞÜS
CERRAHİSİ
3
İZMİR DR. SUAT SEREN GÖĞÜS HASTALIKLARI VE
CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ- PATOLOJİ
1
Amaç:
Endobronşial aspergillus ve endobronşial aspergillozis ile
gizli akciğer tümörleri nadir görülmektedir.
Gereç ve Yöntem:
54 yaşında bayan olgu yaklaşık bir aydır devam eden
sol yan ağrısı, kanlı balgam, nefes darlığı yakınmaları ile
başvurdu. Fizik muayene bulguları solda ekspiratuvar ve
inspiratuvar ronkusler dışında olağandı.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
Bulgular:
Run biyokimya ve hemogram değerleri normaldi.Göğüs
radyografisinde solda hacim kaybı mevcuu.Toraks BT’de
ise içinde açık bronşların bulunduğu komplet atelektazi
olarak raporlandı. Fiberopk bronkoskopide (FOB) sol
ana bronş distal uçta alt lobdan köken aldığı düşünülen,
üzeri beyaz renkli kitle lezyonu ile tama yakın kalı olduğu
görüldü.Forseps biyopsi materyalinde fibrin kitlesi
arasında aspergillus hif ve sporları izlendi. Histopatolojik
bulgular aspergillomayı destekler olarak rapor edildi.
İkinci ve üçüncü kez yapılan FOB’da endobronşial olarak
Amphotericin B uygulandı. İkinici bronkoskopi sonucu aynı
histolojik bulgular elde edilirken,üçüncü bronkoskopide
aspirasyon sıvısı malignite kuşkulu, biyopsi materyalinde
ise aspergillus hiflerinin belirgin olarak azaldığı izlendi.
PET/CT’de alt lob bronşu proksimal kesiminde SUV:10.9
FDG tutulumu olan yumuşak doku saptandı. Olguya
sleeve alt lobektomi, mediasnal lenf bezi diseksiyonu
ve pulmoner arter onarımı yapıldı.Kesin patoloji sonucu
“adenokarsinom” Evre 1B olarak raporlandı.
Sonuç:
Endobronşial aspergillozis ile karşılaşıldığında ala bir
malignitenin gizlenebileceği, tanının zor konulabileceği
akılda tutulmalıdır.
e-PS088
PAKLİTEXELE BAĞLI KARDİYOTOKSİSİTE GELİŞEN BİR
OLGU
KEZBAN ÖZMEN , TALHA DUMLU , ÜMRAN TORU , ALİ
NİHAT ANNAKKAYA , SERHAT BAHADIR SÖZEN
DÜZCE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ANABİLİM DALI
Amaç:
Taxan grubu kemoterapaklerin tedaviye ara vermeye
neden olan en bilinen yan etkileri nörotoksisitedir. Daha
az görülen ve nadiren tedaviye ara vermeye neden olan
kardiyotoksisite yan etkisi gelişen vakamızı sunmayı
uygun bulduk.
Gereç ve Yöntem:
Ş,G 62 yaşında erkek hasta ileri evre küçük hücreli dışı
akciğer kanseri tanısı ile kemoterapi planlanan hastaya
metrekareye 285 mg paklitaxel ve 585 mg karboplan
şeklinde kemoterapisi başlandı.
10 NİSAN 2009
yüksek. Kardiyoloji A.B.D tarandan da değerlendirilen
hastanın apik göğüs ağrısının ilk kürde de olması ve
yapılan litaratür taramalarında taxan grubu ilaçların
kardiyotoksisitesinden
bahsedilmesi
nedeniyle
paclitaxele bağlı kardiyotoksisite sonucu gelişmiş
olabileceği düşünüldü. Kemoterapiye çok iyi yanıt alındığı
için hastanın kemoterapi rejimi Gemzar+Cisplan olarak
değişrildi. Yeni rejim esnasında şikayetler tekrarlamadı.
Sonuç:
Taxan grubu kemoterapaklerde kardiyotoksisitenin
tedavi
modifikasyonuna
yol
açabileceği
unutulmamalıdır.
e-PS089
AKCİĞERİN NADİR GÖRÜLEN İYİ HUYLU TÜMÖRÜ OLAN
PULMONER KONDROMALI BİR OLGU
FİGEN ÖZTÜRK ERGÜR
BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ
Amaç:
Pulmoner kondroma, akciğerin kıkırdak dokusundan
kaynaklanan, nadir görülen, iyi huylu tümörüdür.
Hastaların çoğu asemptomakr ve run kontrolde
tesadüfen saptanır. Görünümü akciğerin diğer iyi
huylu soliter lezyonlarına benzer. Kesin tanı tümörün
rezeksiyonundan sonra patolojik inceleme ile konur.
Olgumuzu uzun süre kronik obstrükf akciğer hastalığı
(KOAH) tanısıyla izlerken, solda atelektaziye neden olan
radyolojik görünüm nedeniyle yapılan ileri tetkikler
sonucunda kondroma tanısı alması sebebiyle sunmayı
uygun bulduk.
Gereç ve Yöntem:
65 yaşında, KOAH tanısıyla takip edilen erkek hastanın
solunumsal yakınması bulunmamaktaydı. Run
kontrolünde çekilen direkt akciğer grafisinde sol
akciğerde tüm zonlarda homojen dansite arşı ve
mediastende sola kayma saptandı. Toraks bilgisayarlı
tomografi incelemesinde sol akciğer alt lobda atelektazi
ve sol akciğer ana bronşda intraluminal lezyon saptandı.
Fiberopk bronkoskopide sol ana bronşta endobronşiyal
vejetan tümöral oluşum görüldü. Lezyondan alınan
biyopsilerin tanısal olmaması nedeniyle, torakotomi ile
rezeke edilen tümörün eksizyonel biyopsi materyalinin
patolojisi “kondroma” olarak tanı aldı.
Bulgular:
Bulgular:
Hastanın 2.kür kemoterapisi esnasında her iki kol
ve bacaklara vuran 10-15 dakika süren göğüs ağrısı
şikaye oldu. Anamnezi derinleşrildiğine aynı ağrının
ilk kür kemoterapi esnasında da olduğu öğrenildi.
Hastanın ağrı esnasında gönderilen kardiyak enzimleri
Operasyon öncesi orta derecede hava yolu obstrüksiyonu
olan hastanın postoperaf solunum fonksiyon tes
normal sınırlarda saptandı. Kontrol akciğer grafisi doğal
görünümdeydi.
155
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
Sonuç:
Pulmoner kondroma, genellikle 40-60 yaş arasında, kadın
ve erkeklerde benzer oranlarda, yavaş büyüyen iyi huylu
tümördür. İntraparankimal p klinik olarak asemptomak,
periferik yerleşimli ve enükleasyon ile tedavi edilir.
Ciddi klinik belirleri olan ve tedavi edilmediğinde
parankimal hasara neden olan endobronşiyal seyirde
ise rezeksiyon, önerilen tedavidir. Olgumuzu, maligniteyi
taklit eden ve hızla büyüyerek solda total atelektaziye
neden olan benign tümörün nadir seyri, KOAH yanlış
tanısı ile izlenmesi ve postoperaf 2 yıldır normal akciğer
fonksiyonlarını koruması yönleriyle ilginç bularak,
tarşmaya sunuyoruz.
10 NİSAN 2009
hastalıklarından ayrılmalıdır. Erken doku biyopsisini
önermekteyiz.
e-PS091
ÜST EXTREMİTE DERİN VEN TROMBOZU VE PRİMER
AKCİĞER KARSİNOMU
SAVAŞ ÖZSU , AYHAN GÜLSOY , YILMAZ BÜLBÜL ,
FUNDA ÖZTUNA , TEVFİK ÖZLÜ
KTÜ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD
Amaç:
e-PS090
HIZLI İLERLEYEN VE DİFÜZ NODÜLER PARANKİM
YAYILIMI GÖSTEREN AKCİĞER KANSERİ: 2 OLGU
SALİH TOPÇU 1, ŞERİFE TUBA LİMAN 1, KORKMAZ BURÇ
1
, AYKUT ELİÇORA 1, AHMET ILGAZLI 2, FÜSUN YILDIZ 2
KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
CERRAHİSİ AD
2
KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI AD
Venöz tromboembolizm (VTE) sıklıkla alt extremite
derin venlerinden, nadiren (1-4%) de üst extremite
venlerinden kaynaklanmaktadır. Bilinen kanser öyküsü
olmayan hastalar VTE ile başvurabilmektedirler ve
VTE olguların yaklaşık %20 kadarında risk faktörünün
kanserler olduğu bildirilmektedir. Özellikle üst extremite
trombozu ile başvuran hastalarda malignite olasılığının
dışlanması gerekmektedir.
1
Amaç:
Akciğer kanserinde difüz nodüler yayılım nadiren gözlenir.
Difüz noduler dağılım lenfanjik yayılım nedeniyle
gerçekleşir.
Gereç ve Yöntem:
İlk olgu; 31 yaşında erkek hasta 4 aydır öksürük, dispne
ve kilo kaybından şikayetçiydi. Radyolojik incelemelerde
retrokaval lenf nodu, bilateral interlobular septa ve fissür
kalınlaşması ve çok sayıda parankimal nodül saptandı.
Akciğerde kitle görünümü yoktu. Bronkoskopi tanısal
değildi. Tüberküloz bulgusu yoktu. Torakotomiyle yapılan
wedge biyopsisiyle yassı hücreli akciğer kanseri tanısını
aldı. İkinci olgu; 58 yaşında bayan hasta 6 aydır devam
eden dispne ve öksürük nedeniyle başvurdu. Radyolojik
inceleme de sağ üst lobda kitle ve bilateral yaygın nodüler
densiteler saptandı. Ailede tüberküloz hikayesine rağmen
hastada tüberküloz bulgusuna rastlanmadı. Transtorasik
iğne biyopsisiyle küçük hücreli dışı akciğer kanseri tanısı
kondu. Pet incelemede kitle mediasnal lenf nodları ve
bilateral yaygın nodüllerde yüksek metabolik akvite
tutulumu gösterdi.
Bulgular:
olgu
Sonuç:
Lenfanjik karsinomatozis çok hızlı ve agresif seyreder. Bu
olgular tuberkülozdan ve diğer difüz interssiyel akciğer
156
Gereç ve Yöntem:
Bu raporda üst extremite DVT gelişmesi sonucunda
primer akciğer karsinomu tanısı konulmuş bir olgu
sunulmuştur.
Bulgular:
43 yaşında bayan hasta sol kolda şişlik, morarma ve
nefes darlığı şikâyetleri ile acil servisimize başvurdu.
Öyküsünde bir haa önce üst extremite DVT tanısı ile
warfarin tedavisi aldığı öğrenildi. Muayenesinde sol kolda
şişlik ve takipne tespit edildi. Akciğer grafisinde sol üst
zonda arkus aorta komşuluğunda homojen yaklaşık 3x4
cm boyutunda opasite izlendi. Laboratuar değerlerinde
D-Dimer: 64,48 mcg/ml (normal değer 0–500 ng/ml)
ve arter kan gazlarında pO2: 53 mm-Hg, pCO2:37.6,
SaO2: 88 ve pH: 7.41 olarak tespit edildi. Hastada
klinik olarak üst extremite DVT’nun olması, hipoksi
ve D-Dimer yüksekliği nedeniyle PTE ve beraberinde
malignite düşünüldü. Spiral Toraks BT’de pulmoner
emboli tespit edilmedi. Ancak sol akciğer üst lopta 3x4.5
cm ebatlarında arkus aorta ile komşuluğu olan kitle ve
mulpl LAP tespit edildi. Sonrasında yapılan transtorasik
ince iğne aspirasyon biyopsi sonucu adeno karsinom ile
uyumlu geldi. T3N2MO(Evre-IIIA) olarak evrelendirilen
hasta kemoradyoterapi programına alındı.
Sonuç:
Sonuçta üst extremite DVT’u nadir görülmesine karşın
bazı hastalar akciğer kanseri tanısı almadan üst extremite
DVT ile başvurabilirler.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
10 NİSAN 2009
e-PS092
e-PS093
UZUN DÖNEM REMİSYON GÖSTEREN KÜÇÜK HÜCRELİ
AKCİĞER KANSERİ:İKİ OLGU SUNUMU
AKCİĞER KANSERİ METASTAZINA SEKONDER GELİŞEN
AKUT BATIN OLGUSU
NİHAL BAŞAY , HÜLYA BAYİZ , NESLİHAN MUTLUAY ,
DENİZ KÖKSAL , BAHADIR BERKTAŞ , MİNE BERKOĞLU
MİNE ÖNAL , SİBEL ALPAR , DİLEK SAKA , NUR ŞAFAK
ALICI , SÜKRAN ATİKCAN , MİHRİBAN ÖĞRETENSOY
ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ
EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ
EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
Amaç:
Amaç:
Küçük hücreli akciğer kanseri kemoterapiye yanıt veren
bir tümördür. Bu yanıtlar genellikle kısa sürelidir ve uzun
dönem hastalıksız sağkalım sık değildir.
Akciğer kanseri metastazına sekonder gelişen
gastrointesnal sistem perforasyonu oldukça nadir bir
durumdur. Olguların büyük çoğunluğunda ince bağırsak
(%92.5), sıklıkla jejunum (%53) tutulumu tanımlanmışr.
Gereç ve Yöntem:
Gereç ve Yöntem:
Olgu 1: 48 yaşında erkek hasta. Kliniğimize Temmuz 2005
te göğüs ağrısı yakınması ile başvurdu. Olgu 2: 54 yaşında
erkek hasta . Kliniğimize öksürük, nefes darlığı ve göğüs
ağrısı yakınması ile başvurdu.
Bulgular:
Olgu 1: Toraks CT sinde mulple mediasnal lenf nodları,
sol hiler 8x6 cm kitle, sol alt lobta 0,5-1 cm boyutlarında
nodüler lezyonları vardı. Tanı transtorasik iğne biyopsisi
ile konuldu. Mullober tutulumu olması ve kemik
singrafisi bulguları nedeni ile hasta yaygın hastalık
olarak kabul edildi. 6 kür etoposid ve cisplan verildi.
Tam yanıt elde edildi. Yanıt 42 ay sonra hala devam
etmektedir. Olgu 2: Toraks CT de mulple mediasnal
lenf nodu, sağ hiler 6x5 cm kitle lezyonu mevcuu.
Uzak metastaz saptanmadı. Tanı bronkoskopik biyopsi
ile konuldu. Hasta sınırlı küçük hücreli akciğer kanseri
olarak kabul edildi. Eş zamanlı kemo-radyoterapi (4 kür
etoposid, cisplan) verildi. Tam yanıt elde edildi. Yanıt 43
ay sonra hala devam etmektedir.
Sonuç:
Her iki hastanın ortak klinik özellikleri iyi performansları
olması, kilo kaybının olmaması , normal hemogram
ve biyokimyasal tetkiklerinin olmasıydı. Küçük hücreli
akciğer kanseri, kemosensif bir tümör olmasına rağmen
yanıtlar kısa sürelidir. Relapslar 2 yıl sonra bile oluşabilir. 5
yıllık sağkalım %3 ün alndadır. Uzun süreli sağkalım için
en önemli faktör hastalığın yaygınlığıdır. İyi performans,
kilo kaybı olmaması birinci basamak tadaviye tam yanıt
olması da önemli belirleyicilerdir. Her iki olgumuz da
küçük hücreli akciğer kanseri olmalarına rağmen, uzun
dönem remisyonda kaldıkları için sunuldu.
Hasta dosyası retrospekf olarak değerlendirilmişr.
Bulgular:
Elliüç yaşında erkek hasta, küçük hücreli dışı akciğer
kanseri (Evre IV/sürrenal tutulum) tanısıyla uygulanan
birinci ve ikinci basamak kemoterapi sonrası, progresif
hastalık nedeniyle destek tedavisiyle takibe alındı. Hasta
tanı konulmasından 11 ay sonra karın ağrısı yakınması ile
kliniğimize başvurdu. Yapılan fizik muayenede banda
yaygın hassasiyet saptandı. Defans ve rebound pozii.
Sonuç:
Acil operasyona alınan hasta da sigmoid kolon
perforasyonu saptandı ve aynı bölge rezeke edildi.
Patolojik olarak, immünhistokimyasal çalışmayla akciğer
kanserinin kolon duvarına metastazı olarak yorumlandı.
e-PS094
İLERİ EVREDE OLMASINA RAĞMEN ASEMPTOMATİK
OLAN PRİMER AKCİĞER ADENOİD KİSTİK KARSİNOMU
OLGUSU
ŞULE KAYA 1, MÜNİRE GÖKIRMAK 1, H. AHMET BİRCAN 1,
SEMA BİRCAN 2, SEVDA SERT 2, AHMET AKKAYA 1
SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI AD, ISPARTA, TÜRKİYE
2
SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ PATOLOJİ AD,
ISPARTA, TÜRKİYE
1
Amaç:
Adenoid kisk karsinom (AKK), çoğunlukla tükrük
bezlerinden kaynaklanan ve nadir görülen malign
epitelyal bir tümördür. Bunun yanında meme, cilt,
serviks, üst solunum yolları, sindirim sistemi ve akciğeri
tutabilmektedir. Yavaş progresyon gösteren ve nadir
metastaz yapan düşük dereceli bir malignitedir. Primer
akciğer AKK çok daha nadir olup tüm primer akciğer
kanseri olgularının % 0,09 ila 0,2’sini oluşturmaktadır.
157
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
10 NİSAN 2009
Gereç ve Yöntem:
Bulgular:
Yetmiş dört yaşında erkek hasta çekilen akciğer grafisinde
tesadüfen görülen lezyonlar nedeniyle kliniğimize sevk
edildi. 2004 yılında mide perforasyonu sebebiyle acil
olarak opere edildiği sırada çekilen akciğer grafisinde
sağ hiler bölgede kitle lezyonu ve bilateral bazallerde
çok sayıda nodüler lezyonlar saptanmış. Aynı tarihte
çekilen Toraks BT’sinde de benzer lezyonlar izlenen
hastanın bronkoskopik biyopsi sonucu adenoid kisk
karsinom şeklinde raporlanmış. Hastaya operasyon
önerilmiş fakat hasta tedaviyi kabul etmemiş. Başvuru
sırasında asemptomak olan hastanın 130 paket-yıl
sigara öyküsü mevcuu ve özgeçmişinde ek hastalığı
yoktu. Vital bulguları ve fizik muayenesi normaldi. Tam
kan sayımı, eritrosit sedimentasyon hızı ve biyokimyasal
incelemeleri normal olarak bulundu.
Hastanın solunum fonksiyon tesnde ileri derecede
obstrüksiyon ve reversibilite tespit edildi. Hasta, tedaviye
yetersiz yanı göz önüne alınarak, olası ek patoloji
açısından yüksek rezolüsyonlu akciğer tomografisi
ile değerlendirildi. YRBT’de yer yer santrale uygun
lokalizasyon düşündüren bronşektak görünümler tespit
edildi. ABPA ön tanısı ile istenen Aspergillus spesifik
IgE’si , aspergilus için prik ve intradermal testleri negaf
olarak bulundu. Ancak total IgE düzeyi 2095 kU/L olarak
saptandı. Balgam kültüründe Candida üredi.
Bulgular:
Toraks BT’sinde bilateral bazallerde çok sayıda pulmoner
nodül mevcut olup ban ve beyin BT’sinde bir patoloji
saptanmadı. Kemik singrafisinde vetebralarda şüpheli
metastak lezyonları olan hastanın çekilen vertebra
MR’ında metastaz saptanmadı. Metastak pulmoner
lezyonları olması nedeniyle Evre IV olarak kabul edilen
hastaya 4 kür kemoterapi uygulandı. Tedavi sonrası
çekilen toraks BT’de lezyonları stabil olan hasta takibe
alındı.
Sonuç:
Sonuç:
Hastanın Candida’ya bağlı, ABPA’ya benzer bir
hipersensivite reaksiyonu olabileceği düşünüldü.
Hastaya ABPA protokolüne benzer dozlarda sistemik
steroid tedavisi başlandı. Hastanın kısa dönem takibinde
(3 haalık) total IgE düzeyinin 1030 kU/L’ye gerilediği,
hastada belirgin klinik yanın alındığı tespit edildi.
e-PS096
ASTIM İNHALASYON CİHAZI İLE GELİŞEN LATEX
ALLERJİSİ
SAMİ ÖZTÜRK 1, ALİ KUTLU 1, M.OKTAY TAŞKAPAN 1
Metastak AKK’lı bu hasta, nadir bir olgu olması ve
tanı anından tedavi bimine dek asemptomak oluşu
nedeniyle sunuldu.
GATA HAYDARPAŞA EĞİTİM HASTANESİ ALLERJİK HAST.
SERVİSİ
2
GATA HAYDARPAŞA EĞİTİM HASTANESİ ALLERJİK HAST.
SERVİSİ
3
GATA HAYDARPAŞA EĞİTİM HASTANESİ ALLERJİK HAST.
SERVİSİ
e-PS095
Amaç:
ASPERGİLUS DIŞI MANTAR DUYARLILIĞINA BAĞLI ABPA
BENZERİ BİR OLGU
Lateks allerjisinin sıklığı son on beş yıldır sağlık
çalışanları ile kronik medikal tedavi alan kişilerde ar
ğı
gözlenmektedir. Lateks alerjisi, lateks proteinine karşı p
1 aşırı duyarlılık reaksiyonu olup kontak ürkerden, asm
ve anafilaksiye kadar değişik klinik tablolarla karşımıza
çıkabilmektedir. Olgu sunumuzda “Asm İnhalasyon
Cihazı” olarak diskus formu kullanan bayan hastada
diskusun dudaklara değmesinden 5 dakika kadar sonra
her iki dudak mukozasında gelişen anjioödemi (p I
lateks alerjisi) sunmaktayız.
LEYLA YILMAZ AYDIN , ÇİĞDEM BİBER , FERDA ÖNER
ERKEKOL , AYDIN YILMAZ , ÜLKÜ YILMAZ TURAY ,
YURDANUR ERDOĞAN
ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ
EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
1
Amaç:
Gereç ve Yöntem:
Aspergilus dışı mantarlara karşı hipersensivite reaksiyonu
ile oluşan Alerjik bronkopulmoner aspergillozis (ABPA)
benzeri sendromları tarşmak için olgumuzu sunuyoruz
Gereç ve Yöntem:
Altmış yaşında erkek hasta nefes darlığı ve hırıl şikaye
ile hastaneye yarıldı. On yıldır asm tanısı ile takip edilen
hastanın, ağır asm tedavisi alnda sık atak geçirdiği bu
ataklar esnasında öksürük, balgam, ateş yakınmalarının
eşlik eği ve sık sistemik steroid kullanım öyküsünün
olduğu öğrenildi.
158
30 yaşında Muhasebeci bayan hasta. Diş çekimi
sonrasında dudak, damaklarda kaşın, vücut kaşınları
ve nefes darlığı yakınması olmuş. Hastanın aralıklı
olarak nefes darlığı ve öksürük yakınması olmakta.
Bilinen sistemik bir rahatsızlığı yok. Muz, kivi ve ananas
yedikten sonra ağız ve boğaz bölgesinde kaşınlar ve
vücua yer yer kaşınlı kabarıklıklar oluşmakta. Hastaya
run biyokimya tetkikleri, Total IgE, allerji testleri (gıda,
inhalen allerjenler ve lateks ile) yapıldı. Hastaya solunum
sistemi yakınmaları nedeniyle Flucasone propionate
250 mcq içeren diskus formu 2X1 verildi.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
Bulgular:
Hastada Latex prick test pozif tespit edildi. Total
IgE yüksekliği gözlendi. Hasta diskus formlu ilacı her
kullandıktan 5 dakika sonra her iki dudak mukozasında
kaşın ve ödem geliş. Steroit içeren yama testleri
yapıldı. Atopi saptanmadı. Diskus formu inhale
erilmeden 1 dakika dudakta bekleldi. Yakınmaları
belirgin olarak tekrarladı. Hastanın diş çekimi sonrası
gelişen reaksiyonların ise tedavi sırasında kullanılan
lateks içeren eldiven ile oluştuğu anlaşıldı.
Sonuç:
Lateks alerjisi konusunda atopik bünyeli hastaların
iyi irdelenmesini ve lateks pozif bulunan bireylerde
kullandıkları lateks içeren her türlü malzemenin hastalara
iyi bildirilmesini düşünmekteyiz.
10 NİSAN 2009
görünüm izlendi. Bronkoskopik incelemede her iki bronş
sisteminden yapışkan mukoid sekresyon geliyordu.
Toraks BT anjioda, lezyonun karakter değişrdiği ve
sol üst lopta atelektazik alan içinde bronşektazi ve sağ
üst lopta eldiven parmağı görünümü gelişği izlendi.
Bu bulgulara eozinofilinin de eşlik etmesi (2452/
mm3), asm tanısı olmamasına rağmen ABPA tanısını
düşündürdü. Total İgE düzeyi 28.700 IU/ml olarak
ölçüldü. Aspergillus fumigatusa karşı cilt tes ve spesifik
İgE pozii. Bu bulgularla olgu ABPA olarak kabul edildi
ve Prednizolon ve İtrakonazol tedavisi başlandı. Onbeş
gün sonra öksürük yakınması kalmadı, kontrol akciğer
grafisinde belirgin regresyon saptandı ve İgE düzeyinin
5000 IU/ml’ye düştüğü görüldü.
Sonuç:
Sonuç olarak, ABPA’in her zaman zor asm kliniğiyle
ortaya çıkmayacağı ve apik klinik tablo gösterebileceği
akılda tutulmalıdır.
e-PS097
ATİPİK KLİNİK TABLOYLA BAŞVURAN BİR ALLERJİK
BRONKOPULMONER ASPERGİLLOZİS OLGUSU
SEBAHAT AKOĞLU 1, BURÇİN ÖZER 2, CENK BABAYİĞİT 1,
ALİ BALCI 3, NURSEL DİKMEN 1
MUSTAFA KEMAL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ANABİLİM DALI
2
MUSTAFA KEMAL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
MİKROBİYOLOJİ ANABİLİM DALI
3
MUSTAFA KEMAL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
RADYODİAGNOSTİK ANABİLİM DALI
1
Amaç:
Allerjik bronkopulmoner aspergillozis (ABPA), asmlı
ya da kisk fibrozisli hastalarda görülen, genellikle
Aspergillus fumigatusa bağlı gelişen bir hipersensivite
reaksiyonudur. Nadir de olsa, asmı olmayan hastalarda
da tanımlanmışr.
Gereç ve Yöntem:
Otuzbir yaşında kadın hasta kronik öksürük yakınması ile
başvurdu. Sekiz ay önce başka bir merkezde basil negaf
tüberküloz tanısı ile antüberküloz tedavi başlandığı
ve yanıt alınamayınca ileri tetkik için hastanemize sevk
edildiği öğrenildi. Öksürük dışında semptomu yoktu. Fizik
bakısında sol önde raller dışında bulgu saptanmadı.
Bulgular:
PA Akciğer grafisinde bilateral hiler dolgunluk, sol üst
zonda nodüler dansite armı ve parakardiyak infiltrasyon
ile sağ üst zonda infiltrasyon mevcuu. Toraks BT’sinde
solda üst lopta yüksek dansiteli, kitle ile uyumlu
görünüm ve çevresinde infiltrasyon alanları, sağ üst lopta
genişlemiş vasküler yapı olabileceği düşünülen tubuler
MS021
KOAH’LI HASTALARDA DİNAMİK HİPERİNFLASYONUN
MORBİDİTE VE MORTALİTE ÜZERİNE ETKİSİ
EYLEM SERCAN ÖZGÜR , SİBEL ATIŞ , CENGİZ ÖZGE ,
BAHAR TASDELEN
MERSİN ÜNİVERSİTEİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ANABİLİM DALI
Amaç:
KOAH’lı hastalarda dinamik hiperinflasyonun önemli
klinik sonuçları gösterilmiş olmakla birlikte KOAH’ın uzun
dönem klinik seyrindeki etkileri bilinmemektedir. Bu
çalışmada KOAH’lı hastalarda 4 yıllık takip periyodunda
dinamik hiperinflasyonun, KOAH atağına bağlı acil
poliklinik başvurusu ve hastane yaşları ile değerlendirilen
morbidite ve de mortaliteyi belirlemedeki gücünün
değerlendirilmesi amaçlandı.
Gereç ve Yöntem:
Ekim 2004-Haziran 2005 tarihleri arasında polikliniğimize
başvuran, GOLD kriterlerine göre KOAH tanısı alan ve stabil
durumda olan 73 hasta çalışmaya alındı. Hastalar her 3-6
ayda bir veya ölümlerine kadar izlendiler. Ortalama takip
süresi 45 (21-50) ay olup, takipler Ocak 2009’da sona
erdi. Bu süreçde solunumsal ve tüm nedenli ölümler ile
KOAH atak nedeniyle acil başvuru ve hastane yaşları
kaydedildi. Stabil dönemde ölçülen çeşitli solunumsal
parametrelerden %FEV1, vücut kütle indeksi (VKİ), 6
dakika yürüme mesafesi (6DYT), stak hiperinflasyon
(IC/TLC), dinamik hiperinflasyon (ΔIC/TLC), PaO2 ve
PaCO2 parametreleri seçildi ve bu parametrelerin KOAH
atağına bağlı acil başvuru, hastane yaşı, solunumsal ve
tüm nedenli ölümler ile ilişkisi araşrıldı.
159
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
Bulgular:
Takip sürecinde 8 (%11) hastada ölüm geliş. Çok
değişkenli regresyon analizi (Cox oransal hazard modeli)
sonucunda solunumsal ve tüm nedenli ölümler üzerine
dinamik hiperinflasyon (HR=1.4; %95 CI=1.09-1.84,
p=0.009) ve 6DYT mesafesi (HR=0.98; %95 CI=0.97-0.99,
p=0.006) bağımsız belirleyici faktörler olarak saptandı.
Dinamik hiperinflasyon morbiditeyle de ilişkili bulundu;
acil başvuru sayısı (r=0.28, p=0.001) ve hastane yaşları
(r=0.38, p=0.016) ile anlamlı korelasyon mevcuu.
10 NİSAN 2009
hastalarda daha yüksek, FEV1, FVC ve difüzyon kapasitesi
(DLCO) ise daha düşük olarak izlendi (p<0.05). Atakta
anbiyok kullanımı gereken 17 hastanın 13’ünde (%
76) sık atak mevcuu. Çalışmada hastaneden çıkktan
sonra iki ay içinde tekrar yatan hastaların oranı ise % 38
(n=19) olarak bulundu. Bu grup, iki ay içinde tekrar yaş
endikasyonu gelişmeyen hastalar ile karşılaşrıldığında
FEV1, FVC, DLCO değerinin, poliklinik ve inhaler tedaviye
uyumun daha kötü ve CRP düzeyinin daha yüksek olduğu
saptandı (p< 0.05). Tüm grupta mortalite % 2’ydi.
Sonuç:
Sonuç:
Dinamik hiperinflasyon, KOAH’lı hastalarda mortalite için
bağımsız ve güçlü bir belirleyici ve de morbidite ile ilişkili
bir risk faktörü olarak saptanmışr. KOAH’lı hastaların
uzun dönem klinik seyirlerinin değerlendirilmesinde bu
parametrenin kullanımının yararlı olacağı düşünüldü.
Sonuç olarak bu çalışma göstermişr ki bugün için sistemik
bir hastalık olarak kabul edilen KOAH’ta komorbiditeler
sık atak için önemli risk faktörleridir. Taburculuktan kısa
süre sonra yaşı gereken hastaların önemli bir kısmında
önlenebilir iki neden olan poliklinik ve inhaler tedaviye
uyumsuzluk söz konudur. CRP yüksekliği de kısa süre
sonra tekrar atak gelişebileceğini gösteren bir parametre
olarak kullanılabilir.
MS022
KRONİK OBSTRÜKTİF AKCİĞER HASTALIĞINDA (KOAH)
SIK ATAĞI BELİRLEYEN FAKTÖRLER
EZGİ ÖZYILMAZ , NURDAN KÖKTÜRK , GÜLÇİN TEKŞUT ,
TÜRKAN TATLICIOĞLU
GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI
AD
Amaç:
KOAH atakları mortalite ve morbiditenin en önemli
nedenidir. Bu çalışmanın amacı KOAH’lı hastalarda sık
atağa neden olan faktörleri araşrmakr.
Gereç ve Yöntem:
Çalışmaya GOLD rehberine göre tanı konmuş ve
sınıflandırılmış 18 orta, 21 ağır ve 11 çok ağır toplam 50
hasta dahil edildi. Sık atak geçirme yılda en az iki atak
olarak tanımlandı.
Bulgular:
Buna göre hastaların % 30’unun (n=15) sık atak
geçirdiği saptandı. Sık atak geçiren ve geçirmeyen
hastalar karşılaşrıldığında yaş, cinsiyet, hastalık süresi,
hipertansiyon, diyabet, ASKH, KKY gibi komorbiditeler
iki grup arasında benzer bulundu (p>0.05). Buna karşın,
evde oksijen ve nebulizatör kullanımı, kronik böbrek
hastalığı, malignite ve bronşektazi sık atak geçiren
160
MS023
EVDE BİPAP TEDAVİSİ UYGULANAN HASTALARDA
TEDAVİ SONUÇLARI
ONUR TURAN , CAN SEVİNÇ
DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, GÖĞÜS
HASTALIKLARI AD
Amaç:
Kronik obstrükf akciğer hastalığına (KOAH) eşlik
edebilen kronik hiperkapnik solunum yetmezliğinin(SY)
tedavisinde,evde uzun süreli non-invaziv mekanik
venlasyon(NIMV) tedavisi son yıllarda yaygın
uygulanan önemli bir tedavi açılımıdır.Hiperkapnik
solunum yetmezliği bulunan ve BiPAP cihazı kullanan
KOAH’lı hastalarda bu tedavinin etkinliğinin araşrılması
planlandı.
Gereç ve Yöntem:
Son 2 yıl içinde KOAH’a bağlı hiperkapnik SY nedeniyle
evde BiPAP tedavisi düzenlediğimiz hastalar;pulmoner
semptomlar,spirometrik
parametreler,arter
kan
gazı(AKG) analizi sonuçları ve tedavi uyumu açısından
değerlendirildi.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
10 NİSAN 2009
Bulgular:
Gereç ve Yöntem:
Evde NIMV tedavisi alan 23 erkek,8 kadın toplam 31
olgunun yaş ortalaması 66.2±11.1 idi.KOAH’ın ağırlığına
göre dağılımları(cihaz verildiği dönem SFT değerleri);%16.1
orta, %29 ağır ve %54.9 çok ağır KOAH olarak bulundu.
Ortalama 16.6 aydır evlerinde BiPAP cihazı kullanan
hastalarda en sık başvuru semptomu dispne olup,tedavi
sonrasında %63.4 hasta semptomlarda azalma,%13.3’ü
artma ve %23.3’ü ise değişiklik olmadığını tarifledi.
Günde ortalama kullanım süresi 4.6 saat olarak bulundu.
Olguların 24’ü(%77.4) BiPAP tedavisine uyum sağlamakta
sorun
yaşamadıklarını
belir.Kullanılan
maske
pleri;%54.8 nazal, %45.2 oronazal maske olup,maskeyle
ilgili sorun tariflenmedi.Tedavi öncesi ile sonrası AKG
değerlerinin ortalamaları karşılaşrıldığında; pH’nın
7.37’den 7.40’a yükseldiği,PaCO2’nin 56mmHg’dan
54.5mmHg’ya düştüğü belirlendi.Tedavi öncesi ve sonrası
ortalama FEV1 değerinin 0.76 L’den 0.80 L’ye yükseldiği
görüldü(% beklenen; %31.6’dan %32.2’ye yükselmiş).
Tedavi öncesi ve sonrası; acil servis başvuruları 1.6/
yıl’dan 0.9/yıl’a düşerken,KOAH ve solunum yetmezliğine
bağlı hastaneye yaş sıklığının ise 1.3/yıl’dan 0.7/yıl’a
gerilediği belirlendi.
Stabil 71 KOAH olgusunda (11 K, 60 E, yaş
ortalaması:62.6±8.6 yıl) NCEP-ATP III kriterlerine
göre metabolik sendrom varlığı değerlendirildi. Tüm
olgulara poligrafik uyku çalışması, ekokardiyografi
(EKO) ile pulmoner arter basıncı (PAB) değerlendirmesi,
biyokimyasal inceleme, pro-BNP ölçümü ve solunum
fonksiyon testleri yapıldı. EKO’da EF<%40 olan olgular
çalışma dışı bırakıldı.
Sonuç:
KOAH’da evde NIMV tedavisine hasta uyumunun
iyi olduğu,bu tedavi ile dispnenin azaldığı, asidoz
ve hiperkapni düzeyinin hafif gerilediği,fonksiyonel
düzelme sağlandığı,acil servis başvuruları ve hastaneye
yaş sıklığının azalarak olumlu sonuçlar sağlandığı
görülmüştür.Sonuç olarak,evde BiPAP tedavisiyle
önemli medikal ve ekonomik kazanımlar sağladığımızı
düşünmekteyiz.
Bulgular:
Olguların ortalama FEV1 yüzdesi %49.8 ölçüldü (Evre
I=2,%2.8; evre II=31,%43.7; evre III=25,%35.2; evre
IV=13,%18.3). Apne-hipopne indeksi (AHI) toplumdaki
prevelansa göre yüksek saptandı (ort. AHI:12,6, AHI>10
için prevelans:%50,7). Ortalama pro-BNP: 402.6 mmol/L
bulundu. Olguların %28.6’sında pulmoner hipertansiyon
saptanırken (PAB>35mmHg), 22 olguda EKO ile PAB
ölçülemedi. Yirmi-al olguda (%36.6) metabolik sendrom
tespit edilirken, kadınlarda metabolik sendrom sıklığı
yüksek (p<0,05). Metabolik sendrom olan ve olmayan
olgular karşılaşrıldığında sigara içimi, KOAH evresi,
FVC, FEV1, SaO2 ve cinsiyet yönünden anlamlı farklılık
saptanmadı (p>0.05). Metabolik sendrom hastalarında
vücut kitle indeksi (VKİ) ve AHI daha yüksek (sırasıyla
p<0,05, p=0,001), uyku sırasındaki ortalama satürasyon
daha düşük bulundu (p=0,018). AHI için 10/saat referans
değer olarak alındığında metabolik sendrom görülme
ihmalinin al kat ar
ğı saptandı. Tüm olgularda AHI ve
bel çevresi arasında zayıf pozif korelasyon bulunurken
VKİ ile ilişki saptanmadı. PAB ve pro-BNP değerleri
arasında da korelasyon saptanmadı.
Sonuç:
MS024
KOAH HASTALARINDA METABOLİK SENDROM VE
ETKİLERİ
UFUK MEMİŞ 1, GÜLSEREN SAĞCAN 1, RABİA ENGİN
ÜNVER 1, TUBA BİLSEL 2, GÖKŞEN KURAN 1, GÜLFER
OKUMUŞ 1, HALİM İŞSEVER 3, ESEN KIYAN 1
İ.Ü. İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI
ABD
2
DR SİYAMİ ERSEK GÖĞÜS KALP VE DAMAR CERRAHİSİ
EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, KARDİYOLOJİ
KLİNİĞİ
3
İ.Ü. İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ HALK SAĞLIĞI ABD.
1
Çalışmamızda metabolik sendrom sıklığı KOAH’lı
olgularda toplumdaki prevelansla benzerken; kadınlarda
anlamlı olarak yüksek bulundu. KOAH olgularında
AHI, toplumdaki prevelansa göre yüksek bulunurken;
overlap sendromu olanlarda metabolik sendrom sıklığı
popülasyona göre anlamlı olarak yüksek saptandı.
MS025
KRONİK OBSTRUKTİF AKCİĞER HASTALIĞINDA STATİN
KULLANIMININ ALEVLENME SIKLIĞINA ETKİSİ
ŞEHNAZ OLGUN , EMEL ERYÜKSEL , HATİCE ŞENOL , SAİT
KARAKURT , TURGAY ÇELİKEL
MARMARA ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ, GÖĞÜS
HASTALIKLARI VE YOĞUN BAKIM ANABİLİM DALI
Amaç:
Amaç:
Kronik Obstrükf Akciğer Hastalığı (KOAH) olgularında
metabolik sendrom sıklığını ve etkilerini araşrmak.
Stanler, lipit düşürücü etkileri yanında aninflamatuar
etkileri de olan ilaçlardır. Bu çalışmadaki amacımız
KOAH lı hastalarda stan kullanımının alevlenme sayısı,
anbiok kullanım sıklığı, acil ve poliklinik başvurusu ve
hastaneye yaş sıklığına etkisinin araşrılmasıdır.
161
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
10 NİSAN 2009
Gereç ve Yöntem:
Gereç ve Yöntem:
Bu amaçla, Ekim-Aralık 2008 tarihlerinde polikliniğimize
run kontrol amacıyla başvuran tüm KOAH hastaları
dahil edildi ve sorgulamaları yapıldı. Son 1 yıl içinde
nefes darlığında arş yada öksürük ve balgamda arş
yada balgamda renk değişikliği alevlenme olarak kabul
edildi.
A549 hücreleri 12 kuyucuklu kültür kaplarında ürelerek,
%0, 1, 3.3 ve 10 FCS varlığında 48 saat süreyle 50, 100,
200, 400 ve 1000ug/ml DEP’ne maruz bırakıldılar. Daha
sonra hücreler MTT ile boyanarak ortamdaki renk
değişimi spektrofotometre ile ölçülerek hücre canlılığı
değerlendirildi.
Bulgular:
Bulgular:
Çalışmaya 67 KOAH hastası dahil edildi ( Ortalama yaş
67.3, 28 erkek) Toplam stan kullanan hasta sayısı 20 (
%30) olarak saptandı. Stan kullanan ve kullanmayan
hastalar arasında yaş, ortalama sigara tükemi ve
solunum fonksiyon testleri açısından bir fark yoktu.
Son 1 yıl içinde KOAH alevlenme sayısı stan kullanan
hastalarda stan kullanmayan hastalara göre istasksel
olarak anlamlı derecede düşük bulundu ( Sırasıyla 0.8
/ yıl, 1.2 /yıl, p<0.05 ) Ayrıca, KOAH alevlenmesi olan
hasta sayısı, anbiok kullanan hasta sayısı, bu nedenle
polikliniğe başvuran hasta sayısı ve polikliniğe başvurma
sayısı stan kullanan hastalarda istasksel olarak
anlamlı olacak şekilde düşük bulundu. ( p<0.05)
FCS içermeyen kültür vasanda kontrol grubu ile
karşılaşrıldığında (0ug/ml DEP), 50, 100 ve 200ug/
ml DEP’nin canlı hücre sayısını anlamlı olarak ar
rdığı,
ancak kültür ortamına %1-10 FCS ilave edildiğinde bu
arşın ortadan kalkğı, tam tersine hücre canlılığında
azalma olduğu görüldü. En belirgin etki %3.3 FCS
ortamında saptanmış olup, 50 (opk dansite [OD]=1.8,
p<0.01), 100 (OD=1.76, p<0.0001), 200 (OD=1.50,
p<0.0001), 400 (OD=1.52, p<0.0001) ve 1000ug/ml DEP
(OD=0.92, p<0.0001), hücre canlılığını kontrol grubuna
(0ug/ml DEP; OD=2.01) göre anlamlı olarak baskıladı.
Benzer şekilde, %1’lik FCS konsantrasyonunda 1000ug/
ml DEP etkili olurken, %10’luk FCS içeren ortamda hem
400 hem de 1000ug/ml DEP hücre canlılığını anlamlı
olarak baskıladı.
Sonuç:
Sonuç olarak stan kullanan KOAH hastalarında daha
düşük alevlenme sıklığı olması stanlerin aninflamatuar
etkileriyle açıklananbilir. Stan kullanımının KOAH lı
hastalarda etkisinin araşrılması için daha geniş hasta
sayısını içeren çalışmalara ihyaç vardır.
Sonuç:
Bu bulgular DEP’nin hava yolu epitel hücre canlılığını
inhibe etmek sureyle asm ve kronik obstrükf
akciğer hastalığı gibi inflamasyonla seyreden hava yolu
hastalıklarının patogenezinde rol oynayabileceklerini
düşündürmektedir.
SS033
DİZEL EGZOZ PARTİKÜLLERİNİN (DEP) SERUMLU
ORTAMDA
İNSAN
AKCİĞER
EPİTEL
HÜCRE
PROLİFERASYONU VE ÖLÜMÜ ÜZERİNDEKİ ETKİSİ
FÜSUN FAKILI 1, BÜLENT GÖGEBAKAN 2, RECEP
BAYRAKTAR 2, HASAN BAYRAM 1
GAZİANTEP ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI AD
2
GAZİANTEP ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ HÜCRE
KÜLTÜRÜ LABORATUARI
1
Amaç:
Önceki çalışmalarda, parküler hava kirliliğinin önemli bir
komponenni oluşturan dizel egzoz parküllerinin (DEP)
serumsuz ortamda alveol epitel hücrelerinin (A549)
proliferasyonunu arrdıkları saptandı. Ancak, DEP’nin
inflame hava yollarında görülen serumlu ortamda bu
hücrelerin döngüsü üzerindeki etkileri bilinmemektedir.
Çalışmamızda, DEP’nin buzağı serumu (foetal calf serum,
FCS) içeren kültür ortamında A549 hücre canlılığı üzerine
olan etkilerini araşrmayı amaçladık.
162
SS034
DİZEL EGZOZ PARTİKÜLLERİNİN (DEP) KOAH’LI
HASTALARDAN ELDE EDİLEN BRONŞ EPİTEL
HÜCRELERİNİN CANLILIĞI VE APOPTOZİSİ ÜZERİNDEKİ
ETKİSİ
HASAN BAYRAM 1, BÜLENT GÖGEBAKAN 2, ÖNER
DİKENSOY 1, SERDAR ÖZTUZCU 3, SERPİL GÜLDAL 2,
ERHAN EKİNCİ 1
GAZİANTEP ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ANABİLİM DALI
2
HÜCRE KÜLTÜRÜ LABORATUARI
3
MOLEKÜLER BİYOLOJİ LABORATUARI
1
Amaç:
Çalışmamızda, DEP’nin KOAH’lıların BEH canlılığına
etkisini ve ala yatan mekanizmaları araşrmayı
amaçladık.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
10 NİSAN 2009
Gereç ve Yöntem:
SS035
BEH’leri primer eksplant hücre kültür tekniği kullanılarak
akciğer rezeksiyonu uygulanan, sigara içmeyen,
sigara içen, sigara içen ve KOAH olan hastaların
bronş eksplantlarından elde edildi. BEH kültürleri,
N-acetylcysteine (NAC), ve c-jun N Terminal Kinase
(JNK) inhibitörü (SP600125) varlığında veya yokluğunda
24-72 saat süreyle 0, 5, 10, 50 ve 100ug/ml DEP ile
inkübe edildiler. Hücre canlılığı MTT boyama yöntemi
ile belirlendi. Hücre apoptozisi akım sitometri tekniği ile
propidium iodide/Annexin V boyası kullanılarak çalışıldı.
SİGARA BIRAKMANIN İMMÜN SİSTEM ÜZERİNE
ETKİLERİ
Bulgular:
DEP (100ug/ml) sigara içmeyenlerin BEH canlılığını
kontrol grubuyla kıyaslandığında 72. saae anlamlı olarak
azalrken (opk dansite [OD]=0.82 ve 0.01; p<0.001),
24-48. saatlerde anlamlı bir etki gözlenmedi. Benzer
şekilde, 100ug/ml DEP sigara içicilerin BEH canlılığını
48 (OD=0.68 ve 0.23, p<0.01) ve 72. (OD=0.69 ve 0.12,
p<0.05) saatlerin sonunda anlamlı olarak baskıladı.
KOAH’lı BEH’leri 100ug/ml DEP ile inkübe edildiğinde
hücre canlılığının 24. saaen ibaren (OD=0.59 ve 0.26,
p<0.05), 48 (OD=0.45 ve 0.16, p<0.001) ve 72. (OD=0.66
ve 0.05, p<0.0001) saatlerin sonunda anlamlı olarak
azaldığı saptandı. Buna karşın, 5-50ug/ml DEP BEH
canlılığı üzerinde bir etki göstermedi. NAC serumsuz
ortamda bırakılan (33mM) ve 100ug/ml DEP ile inkübe
edilen (3.3 ve 33mM) KOAH’lı BEH’nin hücre canlılığını
daha fazla azalrken, SP600125 (10uM) DEP’nin (100ug/
ml) etkisini baskılayarak, BEH canlılığını anlamlı olarak
arrdı. Akım sitometri çalışmalarımızda, 100ug/ml
DEP’nin apoptok hücre oranını anlamlı olarak arrırken,
canlı hücre sayısını azal
ğı saptandı.
Sonuç:
Bulgularımız, DEP’nin insan BEH canlılığını baskıladığını,
apoptozisini arrdığını ve KOAH’lı hücrelerinin DEP’nin
etkilerine daha hassas olduklarını literatürde ilk
kez göstermektedir. DEP’nin bu etkilerini JNK gibi
hücre içi sinyal ile yolaklarını etkilemek sureyle
gerçekleşrdiğini düşünmekteyiz. *Bu çalışma Gaziantep
Üniversitesi Bilimsel Araşrma Proje Yönem Birimi ve
TÜBİTAK tarandan mali olarak desteklenmişr.
GÜL ÖZLEM TÜRKKAN 1, ŞULE AKÇAY 1, İNSU YILMAZ 2
BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANA
BİLİMDALI
2
ANKARA ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANA
BİLİMDALI ALERJİ BİLİMDALI
1
Amaç:
Sigara içenlerde, sigarayı bırakanlarda, hiç sigara
kullanmamış sağlıklı kişilere göre indüklenmiş balgamda
B ve T lenfositlerin etkilenme düzeylerini saptamak,Th1Th2 dengesi üzerine T regülatör sitokinlerden IL-10’un
etkisini araşrmak
Gereç ve Yöntem:
Çalışmamıza sistemik hastalığı olmayan 46 kişi alındı.
Olgular sigara içme özelliklerine göre üç gruba ayrıldı.
Sigara içen grubu en az 5 paket-yılı sigara içme öyküsü
olan olgular oluşturdu. Sigarayı bırakan grubu sigarayı
en az bir yıldır içmeyen olgular, sigara içmeyen
kontrol grubunu ise sağlıklı hiç sigara içmemiş olgular
oluşturdu.Tüm olgularda tam kan sayımı, C- reakf
protein düzeyleri, akciğer grafileri, solunum fonksiyon
testleri değerlendirildi. Olgularda, total eozinofil
düzeyleri incelendi ve tam kan sayımı yapıldı.Atopi
değerlendirilmesi için cilt tes uygulandı. Olgulardan
indükte balgam örnekleri alındı; toplam hücre sayısı,
hücre canlılığı, hücre dağılım yüzdesi, immünglobulin
düzeyleri, sitokin düzeyleri ve lenfosit alt grupları
değerlendirildi.
Bulgular:
Olguların tamamında cilt testleri negaf saptandı, 3
grupta serum total eozinofil sayıları arasında fark yoktu.
Olgular arasında indükte balgam toplam hücre sayısı,
hücre canlılığı, lenfosit alt grupları değerlendirmesi
sonucu anlamlı farklılıklar saptanmadı. Sigara içenlerde
indükte balgam eozinofil oranları diğer gruplardan
anlamlı olarak düşük saptandı (p<0,05). İndükte balgam
IL-4 düzeyleri sigara içenlerde anlamlı şekilde yüksek
bulundu (p<0,001).Sigara içme süresindeki arş ile korele
olarak IL-10 düzeylerinde arş saptandı (p<0,05). Sigarayı
bırakan olgularda anlamlı olarak IgA düzeylerinde arş
saptandı (p<0,001).
163
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
Sonuç:
IL-10 düzeylerinde arşın, sigaranın immünolojik uyarıcı
etkisiyle CD25+ Treg lenfositlerin akvasyonu ile sigara
içen bireylerde Th1 ve Th2 lenfosit fonksiyonlarını
kontrol alnda tutmak amacıyla olduğu düşünüldü. IgA
düzeylerinde arşın, sigaranın bırakılmasını takiben
havayolu epitel hücrelerinin fonksiyonlarını yeniden
kazanarak immün yanıa etkili IgA sentezini arrmalarına
bağlı olabileceği düşünüldü.
SS036
ATORVASTATİNİN SİGARA DUMANI İLE OLUŞTURULAN
ALVEOL HASARINA DOZ BAĞIMLI ETKİSİ
TEKİN YILDIZ 1, GÜLNUR TAKE 2, M. SERHAN TAŞDEMİR
1
, SELÇUK TUNİK 1, GÜNGÖR ATEŞ 1, SELAHADDİN TEKEŞ
1
, İSKENDER KAPLANOĞLU 1, FÜSUN TOPÇU 1, MURAT
AKKUŞ 1
10 NİSAN 2009
atorvastanin sigara dumanın oluşturduğu hasara karşı
bazı koruyucu etkilerinin olduğunu; buna karşın 1.0
mg/kg/gün atorvastanin hücresel hasara yol açğını
düşündürmüştür.
SS037
TH17 UYARICI PROİNFLAMATUVAR KOŞULLAR, TLR4
VE TLR8 UYARISININ ALLERJENE ÖZGÜ T HÜCRE
TOLERANSINI KIRICI ETKİLERİ
UMUT CAN KÜÇÜKSEZER 1, BEATE RUECKERT 2,
GÜNNUR DENİZ 1, CEZMİ A. AKDİŞ 2, MÜBECCEL AKDİŞ 2
İSTANBUL UNİVERSİTESİ, DENEYSEL TIP ARAŞTIRMA
ENSTİTÜSÜ (DETAE), İMMÜNOLOJİ A.D. İSTANBUL,
TÜRKİYE
2
İSVİÇRE ALLERJİ VE ASTIM ARAŞTIRMA ENSTİTÜSÜ
(SIAF), DAVOS, İSVİÇRE
1
Amaç:
DİCLE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
2
GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
1
Amaç:
Bu çalışma sigara dumanı maruziyenin rat
akciğerlerindeki hücresel etkilerini ve sigara dumanının
oluşturduğu alveolar hasara karşı atorvastanin koruyucu
etkisini gözlemek amacıyla yapıldı.
Gereç ve Yöntem:
Sigara dumanı inhale erilen toplam 30 rat üç gruba
ayrıldı. Sadece sigara dumanı inhale erilen grup-1 (G-1)
kontrol grubu olarak kullanıldı. Grup 2 ve 3’e (G-2 ve
G-3) ise ilave olarak 0.5 mg/kg/gün veya 1.0 mg/kg/gün
atorvastan uygulandı. Akciğer dokuları transmission
elektron mikroskopu ile değerlendirildi.
Bulgular:
G-1’de p I alveolar hücrelerde (ATI) minimal
intrasitoplazmik ödem (ICE) saptanırken; ATII hücrelerinde
mikrovillus deformasyonu, psödopot oluşumu, ödem,
mitokondriyal şişme ve kristoliziz gözlendi. Endotel
hücrelerinde ise mitokondriyal kristoliziz (MC), pinosik
veziküllerde azalma izlenirken, granüllü endoplazmik
rekulum (rER) tubulusları normaldi. G-2’de ATI
hücrelerinde ve kan-hava bariyerinde herhangi bir
değişiklik izlenmedi. G-3’te ortak bazal membran
kalınlaşmış. ATI hücrelerinde hipertrofi, MC ve ICE
izlenirken; ATII hücrelerinde kroman kondensasyonu,
atrofik görünüm, hücre büzüşmesi ve sitoplazmik
vakuolizasyon izlendi. ATII hücrelerinin rER tubulusları
spiral görünümdeydi.
Sonuç:
Bulgularımız sigara dumanı inhalasyonunun rat
akciğerlerinde ATI ve ATII hücrelerinde tüm gruplarda
ultrastrüktürel değişiklikler yol açğını, 0.5 mg/kg/gün
164
Allerjenlere özgü çevresel toleransın oluşması ve kırılması
önemli bir konudur. Allerjene özgü p 1 düzenleyici T
hücreleri (Tr1), allerji gelişiminden korunmada önemli
rol üstlenip allerjik hastalıkların özgül immünoterapiyle
tedavileri sırasında uyarılmaktadırlar. Çevresel toleransın
kaybı ise allerjik yanıtların gelişmesinden sorumlu
tutulmaktadır. Allerjenlere karşı T hücre yanıtsızlığını
bozduğu düşünülen faktörler, allerjik olmayan sağlıklı
bireylerde incelenmişr.
Gereç ve Yöntem:
Bu kişilerden elde edilen periferik kan mononükleer
hücreleri (PBMC), IL-1 beta, IL-6, IL-17, IL-23, TGF-beta
ve farklı TLR ligandları ile, Der p 1, Bet v 1 ve Phlp 5
gibi ev tozu akarı, huş ağacı poleni, çim poleni temel
allerjenlerinin varlığı veya yokluğunda uyarılmış ve 5
günlük kültür sürecinin ardından, allerjenlere yanıtsız
bireylerde CD4+ T hücre proliferasyonunun başlamasını
sağlayan koşullar ve sitokin profillerindeki değişimler
incelenmişr.
Bulgular:
Bulgularımız, IL-1 beta ve IL-6’nın T hücre proliferasyonunu
güçlü bir biçimde uyararak allerjene özgü T hücre
proliferasyonunu teklediğini, TLR4 ve TLR8 ligandlarıyla
uyarımda alerjene özgü proliferasyonu uyardığını ve TLR8
uyarımının anjen sunucu hücre kapasitesini ar
rdığını
göstermektedir. PBMClerin anjen sunucu hücrelerle
zenginleşrilmesi anjen sunumunu güçlendirmekte ve
tolerans kırılmasında rol oynamaktadır. Bu koşullar, Th17
hücrelerinin allerjenlere özgü toleransın kırılmasında
rolleri olabileceğini düşündürmekte ve bu düşünce de
tolerans kıran koşullarda yükselen IL-17 düzeyleriyle
desteklenmektedir.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
10 NİSAN 2009
Sonuç:
SS039
Sonuç olarak, bulgularımız, TLR4 ve TLR8 ligandları
tarandan oluşturulan tehlike sinyalleri ve Th17 uyarıcı
proinflamatuvar koşulların sensize olmuş fakat sağlıklı
bireylerde allerjene özgü çevresel T hücre toleransını
kırabileceğine işaret etmektedir.
HARDAL GAZININ TRAVMALI AKCİĞERDE ETKİSİ VE
PROANTOSİYANİDİNİN ÖNLEYİCİ ROLÜ
SS038
İNSAN PRİMER PLEVRAL MEZOTEL HÜCRE DİZİ
KÜLTÜRLERİNİN IN VİTRO ORTAMDA ELDE EDİLMESİ
ÖNER DİKENSOY 1, BÜLENT GÖĞEBAKAN 2, EROL
TÜKENMEZ 1, HASAN BAYRAM 1
GÖĞÜS HAST. AD., GAZİANTEP ÜNİVERSİTESİ
HÜCRE KÜLTÜRÜ LABORATUARI, GÖĞÜS HAST. AD.,
GAZİANTEP ÜNİVERSİTESİ
1
2
Amaç:
Solunum sisteminin hücre kültürleri, deneysel
çalışmalarda dünyada yaygın olarak kullanılmalarına
rağmen, Türkiye’de kullanımları son derece kısıtlıdır.
Plevral hastalıklar özellikle ülkemizde halen önemli
bir morbidite ve mortalite nedenini oluşturmaktadır.
Çalışmamızın amacı deneysel araşrmalarda kullanılmak
üzere, laboratuar ortamında primer insan plevral mezotel
hücre kültürlerini elde etmek.
Gereç ve Yöntem:
Primer plevral mezotel hücreleri literatürde tanımlandığı
şekilde torasentez ile bir gönüllüden alınan transüdaf
plevral efüzyon sıvısından elde edildi. Kısaca, steril
şartlarda kapalı bir aspirasyon sistemi kullanılarak
hastaya torasentez uygulandı. Hastadan yaklaşık 300
mL transüda vasnda sıvı elde edilerek laboratuara
nakledildi. Sıvı 4000 rpm de 5 dakika santrifüj edildikten
sonra supernatan aspire edilerek geriye kalan hücre
pelle amonyum klorid içinde yeniden suspanse edilerek,
eritrositlerin yıkılması sağlanarak elimine edildiler. Elde
edilen hücreler süspanse edilerek içinde buzağı serumu,
anbiyok ve anmikok bulunan kültür vasanda
kültür kabı içinde (‘flask’) ekildi.
Bulgular:
ORHAN YÜCEL 1, ONUR GENÇ 1, AYŞE KÖSE 2, İSMAİL
HALİLİ 3, AYHAN TEKİNER 4, AHMET AYDIN 5, ALBANA
NDREU 7, ALPER GÖZÜBÜYÜK 1, BELGİN CAN 2, SEZAİ
ÇUBUK 1, KUTHAN KAVAKLI 1, TURAN KARAYILANOĞLU 6
GÜLHANE ASKERİ TIP AKADEMİSİ GÖĞÜS CERRAHİSİ
AD.
2
ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ HİSTOLOJİ VE
EMBRİYOLOJİ AD.
3
GÜLHANE ASKERİ TIP AKADEMİSİ GÖZ HASTALIKLARI
AD.
4
T.C. SAĞLIK BAKANLIĞI EĞİTİM VE ARAŞTIRMA
HASTANESİ BEYİN VE SİNİR CERRAHİSİ AD.
5
GÜLHANE ASKERİ TIP AKADEMİSİ FARMASÖTİK
TOKSİKOLOJİ AD.
6
GÜLHANE ASKERİ TIP AKADEMİSİ NBC BD.
7
ORTADOĞU TEKNİK ÜNİVERSİTESİ BİYOLOJİ
DEPARTMANI,BİYOLOJİK ARAŞTIRMALAR BİRİMİ
1
Amaç:
Çalışmamızda hardal gazının travmalı akciğerde yıkıcı
etkisi ve bu tabloyu önlemede Proantosiyanidi (PC)’nin
rolü araşrıldı.
Gereç ve Yöntem:
Denekler her biri 15 rat içeren 3 gruba ayrıldı. Birinci
kontrol grubu (CG): Bu gruba travma ve hardal gazı
uygulanmadı. İkinci grup (TMG): KG’ la aynı protokol
uygulandı. KG’ dan farklı olarak üç günlük takip öncesi
deneklere künt toraks travması sonrasında hardal gazı
uygulandı. Üçüncü tedavi grubu (TG): TMG’ la aynı
protokol uygulandı. Bu gruptan farklı olarak travma
ve hardal gazı uygulamadan 8 saat önce ve üç günlük
takip süresince PC tedavisi verildi. Denekler üç gün
takipten sonra sakrifiye edildi. Dokudan histopatolojik
ve biyokimyasal parametreler (süperoksit dismutaz
(SOD), Glutatyon peroksidaz (GPx), Katalaz (CAT),
malondialdehit(MDA)) ölçüldü.
Bulgular:
Ekildikten bir gün sonra hücrelerin flaskın yüzeyine
yapışğı gözlendi. Her üç günde bir kültür vasatları
değişrilen hücrelerin yedi günün sonunda çoğalarak
flask yüzeyini tek katman halinde tamamen kapladıkları
ve pik mezotel hücre morfolojisini yansı
kları
saptandı.
TMG’ nin histolojik incelemesinde alveolar kapiller hasar,
alveolar alanda artmış lokosit infiltrasyou ve fibrozis
saptandı. TG’ nun histolojik bulguları KG’a benzerdi.
Çalışmamızda hardal gazına maruziyet akciğer dokusunda
MDA düzeylerinde artmaya GPx ve SOD akvitelerinde
azalmaya sebep oldu. PC tedavisi MDA düzeylerinde
düşme CAT ve GPx akvitelerinde ise artma gözlendi.
Sonuç:
Sonuç:
Sonuç olarak, Türkiye’de ilk kez üreğimiz primer plevral
mezotel hücre kültürlerinin ülkemizde de laboratuar
ortamında elde edilerek, plevral hastalıklara yönelik
deneysel çalışmalarda kullanılabileceğini düşünüyoruz.
Künt travmayla birlikte akciğere uygulanan hardal gazı
oksidaf strese ve doku harabiyene yol açmaktadır.
Çalışmamızda PC tedavisi bu tabloyu azaltmada etkili
olabileceği gösterilmişr.
165
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
10 NİSAN 2009
SS040
Sonuç:
İNFLAMATUAR BAĞIRSAK HASTALIĞINDA AKCİĞER
TUTULUMUNUN DENEYSEL KOLİT MODELİNDE
ARAŞTIRILMASI
Deneysel kolit oluşturulan sıçanların akciğerlerinde,
kontrol grubundan farklı olarak alveoler hemoraji
oluşmuştur. Akciğer tutulumunun etyopatogenezinde
proinflamatuar sitokinlere (VEGF ve TNF- α) bağlı gelişen
inflamatuar cevap ve/veya VEGF’ye bağlı olarak alveolar
epitelyal permeabilite arşı rol oynamış olabilir.
NECLA SONGÜR 1, YILDIRAN SONGÜR 2, BÜNYAMİN
AYDIN 2, METİN ÇİRİŞ 3, ALTUĞ ŞENOL 2, RECEP SÜTÇÜ 4,
GÜRSEL ACARTÜRK 2, MEHMET İŞLER 2
SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI AD, ISPARTA, TÜRKİYE
2
SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ,
GASTROENTEROLOJİ BD, ISPARTA
3
SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ,
PATOLOJİ AD, ISPARTA
4
SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERİSTESİ TIP FAKÜLTESİ,
BİYOKİMYA AD, ISPARTA
1
Amaç:
İnflamatuar bağırsak hastalığı (İBH), doku hasarı ve
proinflamatuar mediatörlerin salınımı ile karakterize
inflamatuvar bir hastalıkr ve bağırsak dışı çeşitli organ
tutulumları gösterebilmektedir. Fetal yaşamda akciğer ve
bağırsaklar, primif guan köken almakta ve hastalarda
benzer patogenek değişimler görülebilmektedir.
Yapılan klinik çalışmalarda, IBH’lı hastaların %1-26’sında
asemptomak/semptomak
akciğer
tutulumu
saptanmışr. Bununla birlikte İBH’lı hastalarda akciğer
tutulumunun histopatogenezi ile ilgili bilgilerimiz son
derece sınırlıdır. Çalışmamızda deneysel kolit modelinde
akciğer tutulumunun histopatolojik olarak incelenmesi
ve doku VEGF ve TNF- α düzeylerinin inflamasyonla olan
ilişkisini araşrmak istedik.
Gereç ve Yöntem:
Dextran sulfate sodium (DSS) ve Trinitrobenze sulfonic
acid (TNBS) ile Wistar albino sıçanlarda akut kolit
oluşturuldu. Sıçanların kolonları ve akciğerleri çıkarılarak,
her iki dokunun da makroskopik (kolonda Wallasce
skorlaması esas alınarak) ve histopatolojik incelemesi
yapıldı. Akciğer dokusundaki MPO akvitesi, vascular
endothelial growth factor (VEGF) ve Tumor necrosis
factor-alfa (TNF- α) konsantrasyonları ELISA yöntemiyle
ölçüldü.
Bulgular:
Her iki kolit modelinin akciğer dokularının histopatolojik
incelemesinde yaygın alveoler hemoraji görüldü. Kontrol
gruplarının akciğer dokularının histopatolojik incelemesi
normaldi. Her iki kolit modelinde, akciğer dokusundaki
VEGF (p= 0.002) ve TNF-α(p= 0.002) düzeyleri kontrol
gruplarına göre anlamlı olarak yükselmiş. MPO
akvitesi ise farklı değildi. Her iki kolit modelinde akciğer
dokularında ölçülen VEGF ve TNF-α düzeyleri arasında
istasksel olarak fark gözlenmedi.
166
SS041
HAVA YOLU HASTALIĞI VE INTERSTİSYEL AKCİĞER
HASTALIĞINDA INDÜKTE BALGAM PARTİKÜL YÜKÜNÜN
KARŞILAŞTIRMALI OLARAK DEĞERLENDİRİLMESİ
NURDAN KÖKTÜRK 1, MOSHE STARK 2, JOEL GREİF 1,
YAHAKOV SİVAN 3, RUTH SOFERMAN 3, MOR SABAG
2
, SHMUEL KİVİTV 2, YEHUDA LERMAN 4, ELİZABETH
FİREMAN 2
GAZİ UNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, GÖĞÜS
HASTALIKLARI ANABİLİM DALI, ANKARA, TÜRKİYE
2
TEL AVİV UNİVERSİTESİ, TIP FAKÜLTESİ, ALLERJİ VE
GÖĞÜS HASTALIKLARI BÖLÜMÜ, SOURASKY MEDİCAL
CENTER, TEL AVİV, ISRAEL
3
TEL AVİV UNİVERSİTESİ, TIP FAKÜLTESİ, DANA ÇOCUK
HASTANESİ, SOURASKY MEDİCAL CENTER, TEL AVİV,
ISRAEL
4
TEL AVİV UNİVERSİTESİ, TIP FAKÜLTESİ, OCCUPATİONAL
ENVİRONMENTAL CENTER, CLALİT HEALTH SERVİCE, TEL
AVİV, ISRAEL
1
Amaç:
Bu çalışmanın amacı çevresel parkül yükünün (PM)
interssyel akciğer hastalıklarında (IAH) ve hava
yolu hastalıklarında fonksiyonel ve inflamatuvar
paremetrelerle ilişkisini değerlendirmek ve parkül
boyut dağılımı bakımından bu iki grup arasında fark olup
olmadığına bakmakr.
Gereç ve Yöntem:
32 asm (17 pediatrik yaş grubu, 15 erişkin), 24 kronik
öksürük, 39 IAH ve 10 normal bireyden oluşan toplam
105 ardışık hasta (ort yaş: 42.20±21.51) çalışmaya dahil
edildi. PM, indükte balgam (IB) örneklerinde Eyetech
Laser cihazı (Ankersmid Int) kullanılarak aralığında
ölçüldü. IBμdeğerlendirildi. Parküller 0.1 ile 100
diferansiyel hücre sayımı, solunum fonksiyon testleri
her hastada uygulandı. 51 hastada bunlara ilave olarak
parkül şekil özellikleri, aspekt oranı (AR), sirkülarite
(Cr), konveksite, konkavite ve ortalama ferret çapı ile
değerlendirildi.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
10 NİSAN 2009
Bulgular:
Gereç ve Yöntem:
Istasksel nedenlerle çalışma grupları, normal, IAH,
kronik öksürük ve asm grubu olarak 4’e ayrıldı. Gruplar
arasında farklı parkül çaplarının dağılımı bakımından
fark saptanmadı. Asm grubunda FEV1/FVC, PM1-2
yüzdesi ile negave korelasyon gösterdi (r=-0.488,
p=0.06). IAH grubunda, AR ile vital kapasite negave
korelasyon gösterdi (r=-0.771, p=0.025).
10 aylık sürede, 36 olgu çalışmaya alındı. Subkarinal
bölge dışında diğer lenf nodlarının örneklenmesinde,
TBNA 13 olguda (EGB grubu) EGB ve 23 olguda (kTBNA
grubu) konvansiyonel yöntem kullanılarak yapıldı.
Sonuç:
Bu çalışma akciğer parkül yükünün fonksiyonel
parametrelerdeki bozulma ve inflamatuvar hücre trafiği
ile ilişkili olabileceğine işaret etmektedir. Parküllerin
sadece boyutu değil şekil özellikleri de bu bozulmaya
katkıda bulunuyor olabilir.
TP052
MEDİASTİNAL
LENFADENOPATİ
TANISINDA
ELEKTROMANYETİK
GEZİCİ
BRONKOSKOPİ
VE
KONVANSİYONEL
TRANSBRONŞİYAL
İĞNE
ASPİRASYONUNUN KARŞILAŞTIRILMASI
DEMET KARNAK 1, AYDIN ÇİLEDAĞ 1, SERAP UNCULU 1,
KORAY CEYHAN 2, ÇETİN ATASOY 3, SERDAR AKYAR 3, OYA
KAYACAN 1
ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ANABİLİM DALI
2
ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ PATOLOJİ
ANABİLİM DALI
3
ANKARA ÜNİVERSİTESİ RADYOLOJİ ANABİLİM DALI
1
Amaç:
Mediasnal lenfadenopalerde fleksibl bronkoskopi
ile Wang haritasına göre yapılan transbronşial iğne
aspirasyonu (TBNA) tanı başarısının %15-83 arasında
değişği bildirilmektedir. “SuperDimension/Bronchus
System” kullanılarak yapılan elektromanyek gezici
bronkoskopi (EGB), mediasnal lenf nodlarında
bronkoskopinin tanı başarısını arrmak için gelişrilmiş
yeni bir yöntemdir. Bu çalışmada amacımız; mediasnal
lenf nodlarında bu iki yöntemin tanı başarısını
karşılaşrmak. Herhangi bir yöntem ile yüksek tanı
başarı şansı nedeniyle subkarinal lenf nodları çalışma
dışında tutuldu.
Bulgular:
Lenf nodu boyutu ve lokalizasyonu açısından iki grup
arasında fark yoktu. EGB grubunda pozif örnek (%100)
kTBNA grubuna (%65) oranla anlamlı derecede yüksek
idi (p=0,032). EGB grubunda, örnekleme başarısı anlamlı
derecede daha yüksek bulundu. EGB, 13 olgunun
10’unda tanısal idi; tanılar 7 granülomatöz lenfadenit, 1
malignite ve takipte PET sonucu negaf olan 2 benign
sitolojiden oluşmaktaydı. Konvansiyonel TBNA ise 23
olgunun 8’inde tanısal idi; 7 malignite ve 1 granülomatöz
lenfadenit tanısını içermekteydi. EGB’nin tanısal başarısı
istasksel olarak daha yüksek (p=0,015).
Sonuç:
Bu
çalışmada,
mediasnal
lenf
nodlarının
örneklenmesinde ve tanısında EGB ile TBNA’nın kTBNA
yöntemine üstün olduğu sonucuna vardık. *Bu çalışmanın
EGB kısmı TUBİTAK tarandan desteklenmektedir (proje
# 107S156).
TP053
SAĞLIK
ORTAMI
VE
GÖĞÜS
UZMANLARININ SORUNLARI
HASTALIKLARI
NİLÜFER AYKAÇ KONGAR
SB SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS
CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
Amaç:
Göğüs hastalıkları uzmanlarının sorunlarını ve sağlık
ortamı ile ilgili değerlendirmelerini ortaya koymak.
Gereç ve Yöntem:
Anket çalışması.
yanıtlanmışr.
78
uzman
hekim
tarandan
167
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
Bulgular:
56’sı (%71.8) kadın, 22’si (%28.2) erkekr. Hekimlerin
%87.2’si 31-50 yaş grubundadır. Ortalama hekimlik
süresi 17 yıldır. Hekimlerin %52.7’si eğim, %23.1’i
devlet hastanesinde, %12.8’i üniversite ve %6.4’ü özel
hastanede çalışmaktadır. Uzmanlar günde ortalama 26.7
hasta bakmaktadır. Kalımcıların sadece %5’i yarı zamanlı
olarak çalışmaktadır. Bu oran performans öncesi %29
olup yarı zamanlı çalışanların %80’i uygulama sonrasında
tam zamanlı çalışmaya başlamışr. Hekimlerin %89’u son
beş yılda doktora duyulan saygının, %80.5’i ise doktora
duyulan güvenin azaldığı kanısındadır. Hekimlerin %72’si
“Sağlıkta Dönüşüm Programı”nın sağlık ortamını olumsuz
etkilediği görüşündedir. Kurumda yaşanan en önemli sorun
ise %86 ile “gelecek kaygısı” olarak ortaya çıkmaktadır.
Kalımcılar performansa göre ücret uygulamasındaki
ücret ödemelerinin movasyonu değişrmediği (%54.4)
buna karşın, uygulamanın bürokrak işlemler, çalışma
huzuru ve ek değerler açısından olumsuzluklar gerdiği
görüşündedir. Hekimlerin %95’i sağlık polikalarının
oluşturulmasında hekim temsiliyeni yetersiz bulmuştur.
Meslek hayanda en az bir kez (psikolojik ve/veya
fiziksel) şiddete maruz kalanların oranı %63.9’dur. Eğim
hastaneleri ve kadın hekimlerin diğerlerine göre şiddete
anlamlı ölçüde daha fazla maruz kaldığı gözlenmektedir.
Hekimlerin %81.3 ü Türk Toraks Derneği’nin eğim
faaliyetlerini olumlu değerlendirirken bu oran p
eğine yaklaşım için %68.8’dir. Derneğin idari ve hukuki
sorunlara yaklaşımı, ulusal polikalara katkı ve uzman
sorunlarının çözümüne yönelik çalışmaları genel olarak
çok yeterli bulunmamışr.
Sonuç:
Sağlıkta dönüşüm programı sağlık ortamını olumsuz
etkilemiş, hekime duyulan saygı ve güven zaman içinde
azalmışr. Şiddet artmış ve hekimler gelecek kaygısı ile
diğer sorunlar karşısında yalnız kalmışlardır.
TP054
TEK
MERKEZİN
PULMONER
ARTERİYEL
HİPERTANSİYONLU HASTALARDAKİ TANIDAN TEDAVİYE
DENEYİMLERİ
ZEYNEP PINAR ÖNEN , BANU ERİŞ GÜLBAY , ÖZNUR
AKKOCA YILDIZ , ÖZLEM ÖZDEMİR KUMBASAR , TURAN
ACICAN , GÜLSEREN KARABIYIKOĞLU
ANKARA ÜNİVERSİTESİ, TIP FAKÜLTESİ, GÖĞÜS
HASTALIKLARI ANABİLİM DALI
Amaç:
Pulmoner arteriyel hipertansiyon (PAH) prekapiller
pulmoner arterleri etkileyen, kronik, ilerleyici bir
hastalık olup pulmoner vasküler rezistansı arrarak
sağ kalp yetmezliği ve ölüme yol açabilir. Erken tanı
ve son yıllarda gelişrilen etkin tedavi stratejileri ile
168
10 NİSAN 2009
PAH’a bağlı morbidite ve mortalite oranları azalmışr.
Ancak Türkiye için bu hastalığın fark edilmesi oldukça
yenidir. Bu çalışmada öncelikle kliniğimize ait tanıdan
tedaviye deneyimlerimizi paylaşmak ve ikincil olarak
hasta grubumuzda PAH’a bağlı mortaliteyi etkileyen risk
faktörlerini belirlemek istedik.
Gereç ve Yöntem:
2004 ve 2009 yılları arasında kılavuzlara göre kesin
PAH tanısı olan olguların verileri geriye dönük olarak
incelendi.
Bulgular:
Ciddi PAH’ı olan 40 olgu (22 kadın ve 18 erkek ve yaş
ortalaması 48±16) çalışmaya dahil edildi. Olgularda
görülen en sık eyolojiler; idiyopak PAH (%37.5), kronik
tromboembolik PH (%22.5), konjenital kalp hastalıkları
(%15) ve bağ dokusu hastalıklarıydı (%10). Tanı anında
olguların büyük kısmı (%82,5) NYHA fonksiyonel
sınıflamasına göre evre III veya IV idi. Borg dispne
değerlendirilmesiyle (3±2) birlikte yapılan al dakika
yürüme mesafesi (233±236m), pro-BNP (2203±2488pg/
ml) ve EKO ile yapılan sistolik PAB (86±25mmHg) ölçümleri
takip sürecinde kullanılan temel parametrelerdi. Tanı
anındaki önemli hemodinamik veriler; sağ atriyum
basıncı (9±3mmHg), sistolik PAB (68±24mmHg) ve
ortalama PAB (43±16mmHg) değerleriydi. Pulmoner
vazoreakvite tüm olgularda negai. Tedavi sonrası
24 olgunun fiziksel fonksiyonlarında belirgin düzelme
izlenirken 6 olgu takipler sırasında hayanı kaybe. Hasta
grubumuzda mortaliteye katkısı olan risk faktörleri; proBNP (p<0.001), CRP (p=0.01), 6 dakika yürüme mesafesi
(p=0.04), NYHA fonksiyonel sını (p<0.0001), perikardiyal
sıvı (p=0.04) ve uzun süreli oksijen tedavisi (p=0.04) idi.
Sonuç:
Sonuçlarımız büyük ölçüde Avrupa ülkeleri ile benzerlik
gösterse de PAH tanısı genellikle hastalığın ileri
evrelerinde olmaktadır. Bunun yanı sıra bu sonuçlar
sınırlı bir hasta grubunu temsil etmekte ve Türkiye’de
PAH yaygınlığı hakkında bilgi vermemektedir. Bu nedenle
ülkemizin acil olarak epidemiyolojik araşrmalara ve
muldisipliner organizasyonlarla çalışacak özelleşmiş
PAH merkezlerine ihyacımız vardır.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
10 NİSAN 2009
TP055
TP056
BT EŞLİĞİNDE PERKÜTAN TRANSTORASİK İĞNE
BİYOPSİSİNİN TORASİK LEZYONLARDA TANISAL
ETKİNLİĞİ
CONGENITAL LUNG DISEASE (PARTICULAR FEATURES
OF COURSE, DIAGNOSIS, RESULTS OF TREATMENT)
NALAN DEMİR FIRAT 1, AYPERİ MERZİ ÖZTÜRK 1, CABİR
YÜKSEL 2, AYTEN KAYI CANGIR 2, CEMİL YAĞCI 3, İSMAİL
SAVAŞ 1
ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ANABİLİM DALI
2
ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
CERRAHİSİ ANABİLİM DALI
3
ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
RADYODİAGNOSTİK ANABİLİM DALI
1
Amaç:
Perkütan transtorasik iğne biyopsisi pulmoner ve
torasik lezyonların histolojik tanısında iyi tanımlanmış
bir yöntemdir.Benign ve malign hastalıkların tanısında
etkinliği yüksekr.10mm üzerindeki pulmoner lezyonlar
için tanısal etkinliği %90-100 olarak belirlenmişr.Bu
çalışmanın amacı bilgisayarlı tomografi(BT) eşliğinde
yapılan perkütan transtorasik iğne biyopsilerinin torasik
lezyonlardaki tanı başarısını değerlendirmekr.
Gereç ve Yöntem:
2006-2008 yılları arasında fiberopk sonuçları negaf
torasik lezyonu olan ve BT eşliğinde transtorasik iğne
biyopsisi yapılan 195 hasta (60 kadın, 135 erkek; ort.
yaş,60.60±14.26) bu çalışmaya alındı. Lezyonların en
sık yerleşim yerleri periferik (%59,n:115)ve her bir
akciğerin üst loblarıydı(%42).Ortalama lezyon çapı 5.52
±2.60cm(1-14cm) idi. Tüm olguların 30’unda biyopsi 2
kez gerçekleşrildi.
Bulgular:
195 biyopsinin 160’ı pozii ve 35’i tanısal değildi. Tüm
olgularda tanı etkinliği %82.05 idi. Pozif biyopsi grubu
belirlen malignite plerini içeriyordu: 117 akciğer
kanseri (40 küçük hücreli dışı,33 adenokanser, 20 küçük
hücreli, 23 yassı hücreli,1 büyük hücreli), 12 metastak
akciğer kanseri, 5 malign mezotelyoma, 2 schwannoma,
4 malign epitelyal tümör, 5 sarkoma, 6 lenfoma, 4
nöroendokrin kanser. Pozif grubun 5’i BOOP,tüberküloz
ve granülomatöz hastalığı içeren benign hastalıklardı.
Komplikasyon oranı 195 hastada 12 (%6.2) idi(10
subklinik pnömotoraks ve 2 torakostomi tüpü ile tedavi
gerekren pnömotoraks).
Sonuç:
YAROSLAV VOLOSHYN
INSTİTUTE OF PHTYSİATRY AND PULMONOLOGY,
THORACİC SURGERY DEPARTEMENT
Aim:
to study parcular features of course, diagnosis, results
of treatment of congenital lung disease
Method:
335 paents with congenital lung disease were
treated in the Instute. Men- 204(60,89%),
women – 131 (39,11%) aged 8-60 years.
Results:
Nonmalignant or asymptomac course was typical.
Bronchopulmonary symptoms appear in case of
infecon, most oen in teenagers and adults: 83(24,78%)
- nonspecific disease, 15(4,48%) – tuberculosis,
9 (2,69%)- cancer of lungs. Anbacterial therapy
was not effecve. Complex diagnoscs: computer
tomography, bronchography, angiopulmonography,
magnet-resonance tomography. 4 groups of c.l.d were
divided according to the reason: in Ist group -164
(48,95%)- underdeveloped organ or its anatomical
structures: lung hypoplasia -150: simple – 38, cysc
– 112, tracheobronchomegalia – 14; in II group – 155
(46,27%) – addional formaons: addional lobe – 9,
sequestraon of lung – 12, solitary bronchogenic cyst –
17, hamartochondroma of lung -117, with malignizaon
-9. In III group- 8 (2,39%) – nonstandard localizaon
of anatomic structures; lobe of odd vein – 7, tracheal
bronchus -1, and in IV groupe – 8 (2,39%) – defect of
vessels development: arteriovenous aneurism – 8. 15
(4,48%) – only conservave treatment, 320 (95,52%)
– lung resecon: 72 (22,5%)- organ saving operaons
according to our method. Clinical effect – 313 (97,82%),
in long term (1-15 years)- full effect in 94, 07%.
Conclusion:
So, difficules of diagnosis are caused by asymptomac
or complicated course. Complex observaon, computer
tomography, contrasng method of bronchis and vessels
observaon. Timely surgical treatment with our methods
let avoid complicaons and reach high clinic and full effect.
Sonuç olarak, CT eşliğinde perkütan transtorasik
iğne biyopsisi benign,malign ve metastak akciğer
lezyonlarının tanısına katkıda bulunan minimal invazif
bir yöntemdir. Bu teknik düşük maliyet ve komplikasyon
oranlarına sahipr.
169
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
10 NİSAN 2009
TP057
BRONŞİYAL
ARTER
EMBOLİZASYONU
OLGULARIN UZUN DÖNEM TAKİBİ
Sonuç:
YAPILAN
GÜLFER OKUMUŞ 1, KORAY GÜVEN 2, ESEN KIYAN 1,
LEYLA PUR ÖZYİĞİT 1, NAMŞAN YILDIZ 1, HALİM İŞSEVER
3
, ORHAN ARSEVEN 1
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ,
GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI
2
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ,
RADYOLOJİ ANABİLİM DALI
3
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ,
HALK SAĞLIĞI ANABİLİM DALI
1
Amaç:
Bronşiyal arter embolizasyonu yapılan olgularda erken
ve geç dönem takip sonuçlarını belirlemek
Gereç ve Yöntem:
Çalışmaya 2002 Ocak-2008 Kasım arasında hastanemizde
hemopzi nedeniyle BAE uygulanan 73 olgu alındı.
Olguların demografik özellikleri, hemopzinin etyolojisi,
hemopzinin masif olup olmadığı, embolizasyon sayısı,
işlemden sonraki erken ve geç dönem komplikasyonları
kaydedildi. İstasksel analiz için Fisher’s Exact ve kikare tes kullanıldı.
Bulgular:
Olguların 11’i kadın, 66’sı erkek, ortalama yaşları 52±13
yıl ortalama takip süresi 31±17 aydı. Otuzüç olguda
masif hemopzi, 40 olguda tekrarlayan non-masif
hemopzi atakları, 14 olguda ise masif ve tekrarlayan
hemopzi mevcuu. İşlem öncesi olguların 63’üne(%86)
bronkoskopi yapıldı. Masif olmayan hemopzilerde tanı
ile BAE uygulaması arasındaki süre ortalama 17.5 gündü.
Hemopzi olguların 59’unda (%80) yalnızca bir ,10’unda
iki ve dördünde ise ancak üç defa uygulanarak kontrol
alna alındı. Bronşektazi (12 olgu), tüberküloz (32) ve
akciğer kanseri (17) eyolojideki en sık nedenler olarak
bulunurken yedi olguda eyoloji saptanmadı. İlk 30
günde olguların 16’sında hemopzi, 10’unda göğüs ağrısı,
6’sında ateş ve 3’ünde pnömoni komplikasyonu geliş.
Ayrıca olguların birinde bronşiyal arter diseksiyonu,
birinde geçici parestezi, birinde ise arteriyel geri kaçışla
ilgili olarak banda yaygın organ infarktları geliş. Geç
dönemde 20 olguda hemopzi tekrarladı. Masif ve masif
olmayan hemopzi olguları karşılaşrıldığında, masif
olmayan grupta işlem öncesi bronkoskopi uygulaması
anlamlı olarak yüksek bulundu (p<0.01). İzlem süresince
olguların yedisi masif hemopziye bağlı olarak, 10’u ise
hemopzi dışı nedenlerden dolayı öldü. Kırkyedi olguda
(%64) ise sorun gelişmedi.
170
Bronşiyal arter embolizasyonu ender raslanan ciddi
komplikasyonlarına rağmen hemopzi tedavisinde etkin
ve güvenli bir yöntemdir. İşlem sonrası hastalar yakın
izlenmelidir.
TP058
ENDOBRONŞİYAL LEZYONLARDA FORSEPS BİYOPSİLER
VE KRİYOBİYOPSİLERİN TANISAL DEĞERLERİNİN
KARILAŞTIRILMASI
ZAFER AKTAŞ 1, ERSİN GÜNAY 1, NEVİN TACİ HOCA 1,
AYDIN YILMAZ 1, FUNDA DEMİRAĞ 2, TUĞRUL ŞİPİT 1,
BAHAR KURT 3
GÖĞÜS HASTALIKLARI, ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI
VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA
HASTANESİ, ANKARA
2
PATOLOJİ, ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS
CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, ANKARA
3
GÖĞÜS HASTALIKLARI ABD, ABANT İZZET BAYSAL
ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, BOLU
1
Amaç:
Akciğer kanserinde uygun tedavi yönteminin planlanması
ve hastalık prognozu için histopatolojik hücre pinin
belirlenmesi önem arzetmektedir. Akciğer kanserinde
tanı koymada yaygın olarak kullanılan invaziv yöntemler;
bronkoskopik biyopsi, bronşiyal yıkama ve bonşiyal
rçalamadır. Kriyorekanalizasyon işleminde kullanılan
kriyoprob, kriyoterapi işleminde kullanılan probdan
gerilmelere daha çok dirençli ve daha geniş yüzey alanına
sahipr. Kriyorekanalizasyon işleminde, dondurma
işleminden sonra, tümör dokusu prob ile beraber hava
yolundan çıkarılır. Biz bu çalışmada, kriyoprob ile alınan
kriyobiyopsiler ve forseps biyopsilerin tanı değerlerini
araşrmayı amaçladık
Gereç ve Yöntem:
Çalışmaya girişimsel bronkoskopi uygulanacak 4
kadın ve 37 erkek hasta dahil edildi. Üç forseps ve
kriyorekanalizasyon probuyla 1 kriyobiyopsi işlemi
sırasıyla uygulandı. Farklı kodlarla kodlama yapıldıktan
sonra tek bir patolog tarandan, en geniş çap ve
histopatolojik tanı açısından değerlendirildi.
Bulgular:
Her iki işlemde de komplikasyon olarak yalnız kanama
görüldü. Ancak forseps biyopsi ve kriyoprob biyopsilerde
kanama açısından istasksel olarak anlamlı fark
saptanmadı (p>0.05). Forseps ve kriyobiyopsilerin
ortalama çapları sırasıyla 0.2 cm ve 0.8 cm olarak ölçüldü
(p<0.001). Forseps biyopsi ile hastaların %78’ine tanı
konulabilirken, diğer taraan, kriyoprob biyopsiler ile
hastaların % 92.7’sine tanı konulabildi (p=0.031).
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
10 NİSAN 2009
Sonuç:
Sonuç olarak, akciğer kanserinde tanı koymada kriyoprob
biyopsiler forseps biyopsilerden daha başarılıdır. Yine de,
tanı koymada run olarak kullanılabilmesi için kriyoprob
biyopsilerin tanısal değerini gösterecek ileri araşrmalara
ihyaç vardır.
TP059
SARKOİDOZ
HASTALARINDA
TÜM
FLUORODEOKSİGLUKOZ
POZİTRON
TOMOGRAFİ BULGULARI
Tedavi verilen hastalarla verilmeyenler arasında akciğer
parenkimi ya da ekstrapulmoner tutulum sıklıkları
yönünden bir fark saptanmadı (p=0.36 ve p=1).
Sonuç:
Sarkoidoz hastalığının evrelemesinde Toraks BT ile
FDG-PET arasında zayıf bir uyum gözlenirken FDG-PET
ekstrapulmoner tutulumun belirlenmesinde ek katkı
sağlamaktadır. Tedavi kararında FDG’nin yoğun ya da
yaygın tutulması etkili değildir.
VÜCUT
EMİSYON
ERDOĞAN ÇETİNKAYA 1, GÜLŞAH GÜNLÜOĞLU 1, CANAN
EREN DAĞLI 2, EKREM CENGİZ SEYHAN 1
YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ
EAH
2
SÜTÇÜ İMAM ÜNİVERSİTESİ, TIP FAKULTESİ, GÖĞÜS
HASTALIKLARI A.D
TP060
KÖK HÜCRE NAKLİ UYGULANAN
MALİGNİTELİ
HASTALARDA
KOMPLİKASYONLAR
HEMATOLOJİK
PULMONER
1
Amaç:
Granülomatöz hastalıklarda pozitron emisyon tomografi
(PET) incelemesinde akf hastalık bölgelerinde tutulum
gözlenmektedir. Sarkoidoz hastalarında PET‘in hastalığın
evresini, akvitesini ve tedavi kararını belirlemedeki
etkisi araşrıldı.
Gereç ve Yöntem:
2006-2008 yıllarında tanısal süreçte PET incelemesi
yapılmış ve sarkoidoz tanısı almış 21 olgunun radyolojik
ve FDG-PET bulguları analiz edildi. Sistemik korkosteroid
tedavi başlama kararı, klinik bulgulara ve takipte
hastalığın progresyonuna göre verildi. FDG-PET bulguları,
BT bulgularıyla uyumu, tedavi ve takip sonuçlarıyla
birlikte analiz edildi. Bulguların ortalamalarının
karşılaşrılmasında Mann Whitney U tes, sıklıklarının
karşılaşrılmasında Fisher’s Exact tes ve uyum değeri
için Landis-Koch metodu kullanıldı.
EZGİ ÖZYILMAZ 1, MÜGE AYDOĞDU 1, GÜLSAN SUCAK 2,
ŞAHİKA ZEYNEP AKI 2, ZÜBEYDE NUR ÖZKURT 1, ZEYNEP
ARZU YEĞİN 2, NURDAN KÖKTÜRK 1
GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ANABİLİM DALI, BEŞEVLER, ANKARA
2
GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ HEMATOLOJİ BİLİM
DALI, BEŞEVLER, ANKARA
1
Amaç:
Hematopoek kök hücre nakli (KHN) sonrası enfeksiyoz
veya nonenfeksiyoz pulmoner komplikasyonlar
%30–60 oranında görülür ve mortalitenin önemli bir
nedenidir. Bu çalışmanın amacı fakültemizde KHN
uygulanan hastalardaki pulmoner komplikasyon sıklığını
değerlendirmekr.
Gereç ve Yöntem:
2006-2008 yılları arasında KHN uygulanan hastalar
KHN öncesi ve sonrası 1. ay, 3.ay, 6. ay, 9.ay ve 12. ayda
pulmoner komplikasyon sıklığı yönünden retrospekf
olarak değerlendirildi.
Bulgular:
Bulgular:
BT evrelendirmesine göre evre I’de 3, evre II’de 17 ve evre
III’de 1 hasta bulunurken FDG-PET evrelemesine göre ise
evre 0’da 1, evre I’de 6, evre II’de 13 ve evre III’de 1 hasta
bulundu. İki yöntemin tutarlılığı %71, kappa tutarlılığı 0,38
olarak bulundu. Korkosteroid tedavi 8 hastaya verildi.
Olguların FDG-PET incelemelerinde; ondokuzunda hiler/
mediasnal lenf bezlerinde (ortalama SUVmax: 8.9), 12
sinde akciğer parenkim alanlarında (ortalama SUVmax:
1.6), 7 hastada ekstrapulmoner alanlarda(ortalama
SUVmax=1.6) FDG tutulumu mevcuu. Tedavi alan ve
almayan hastalar karşılaşrıldığında, hiler/mediasnal
lenf bezlerindeki maksimum FDG tutulum ortalamaları
sırasıyla 7 ve 10 (p=0.38), akciğer parenkim tutulum
ortalamaları sırasıyla 3,9 ve 1.9 (p=0,22) olarak bulunmuş
olup aradaki fark istaksel olarak anlamlı değildi.
Çalışmaya alınan yaş ortalamaları 35 ± 14 olarak bulunan
74 hastanın 29’una (%39) otolog, 35 (%47)’ine allojeneik
ve 10 (%14)’una nonmyeloablaf KHN uygulandı. Tüm
hasta grubunun 8’i (%11) mortalite ile sonuçlandı;
bunlardan 4’ünde mortalite nedeni pulmoner
komplikasyonlar olarak belirlendi. Yirmiyedi(%37)
hastada pulmoner komplikasyon gelişirken, bunların
25’i enfeksiyoz (%93), 2’si (%7) ise nonenfeksiyozdu.
Pulmoner komplikasyon gelişen ve gelişmeyen hastalar
karşılaşrıldığında yaş, cinsiyet, sigara içimi, geçirilmiş ve
bilinen akciğer hastalığının varlığı, solunum fonksiyon ve
diffüzyon testleri açısından istasksel anlamlı farklılık
tespit edilmedi (p< 0.05). Istasksel anlamlı olmamakla
birlikte allojeneik nakil uygulanan grupta otolog nakil
uygulanan gruba göre daha fazla pulmoner komplikasyon
olduğu belirlendi (%74’e karşılık % 26, p=0.063).
171
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
10 NİSAN 2009
Sonuç:
TP062
KHN uygulanan hastaların nakil öncesi ve sonrası
dönemde pulmoner komplikasyon gelişimi açısından
yakın takip edilmeleri ile mortalite ve morbidite de
azalma sağlanabilir.
PULMONER EMBOLİNİN AĞIRLIK DERECESİ İLE 2 FARKLI
YÖNTEMLE BAKILAN D-DİMER DÜZEYLERİ ARASINDAKİ
İLİŞKİ
FUNDA COŞKUN , DİLBER YILMAZ , AHMET URSAVAŞ ,
ESRA UZASLAN , ERCÜMENT EGE
TP061
SPİROMETRE ÇADIRINA BAŞVURAN KİŞİLERİN
DEĞERLENDİRİLMESİ: TANIMLAYICI PREVALANS
İLKNUR BAŞYİĞİT , SERAP BARIŞ , HAŞİM BOYACI ,
FÜSUN YILDIZ , DÖNEM 5 ÖĞRENCİ GRUBU
KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ANABİLİM DALI
Amaç:
Kocaeli il merkezinde açılan spirometre çadırına
başvuran kişilerde obstrüksiyon ve restriksiyon sıklığını
değerlendirmek amaçlandı.
Gereç ve Yöntem:
Global Alliance against Chronic Respiratory Diseases
(GARD) kapsamında yer alan soluk alanı projesi dâhilinde
Kocaeli il merkezinde spirometre çadırı kuruldu. Bir haa
süre ile başvuran gönüllülere, bir teknisyen tarandan
Koko Legend marka (Ferraris Medikal, CO, ABD) portabl
spirometre ile spirometrik inceleme yapıldı.
Bulgular:
Toplam 296 olgunun 222’si (%75) erkek, 74’ü (%25)
kadın, yaş ortalaması 46.2 ± 8.7 bulundu. FEV1/FVC
değerinin %70’in alnda bulunduğu 131 kişi (%44.3)
obstrükf olarak değerlendirildi. Bu olguların 96’sı erkek
(%74), 35’i kadındı (%26). Obstrükf hastalarda ortalama
FEV1 değeri 1.16 ± 0.5 l (%33 ± 16), FEV1/FVC oranı 44.2
± 16.4 bulundu. Seksen iki kişide ise (%27) FEV1/FVC
değeri normal iken FVC değeri % 80’nin alnda bulundu,
bu olgular restrikf olarak değerlendirildi. Restrikf
olgularda ortalama FVC değeri 2.2 ± 0.9 l (%54 ± 22)
bulundu.
Sonuç:
Spirometre çadırına başvuran kişilerde obstrüksiyon
sıklığı yüksek bulunmuştur. İl merkezinde yapılan
değerlendirmeye ön planda solunum semptomu olan
kişilerin başvurmuş olabileceği düşünülebilir. Buna
rağmen bir endüstri şehri olan ilimizde hava yolu
hastalığı sıklığının yüksek olduğu düşünülmektedir. Daha
fazla sayıda birey içeren, randomize, toplum tabanlı
çalışmalara ihyaç olduğu düşünülmektedir.
172
ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ANABİLİM DALI
Amaç:
Pulmoner emboli, uygulanan tanı yöntemlerinin gelişmesi
ve göğüs hekimlerinin farkındalıklarının artması ile daha
sıklıkla tanı almaya başlamışr. Bütün hastalıklar için tanı
yöntemleri içinde invaziv olmayan testlere eğilim vardır.
D-dimer pulmoner emboli tanısında kullanılan invaziv
olmayan bir yöntemdir. Çalışmamızda pulmoner emboli
tanısı alan hastalarda 2 farklı yöntemle bakılan D-dimer
düzeylerinin hastalığın ağırlık derecesi ile ilişkisini
saptamayı amaçladık.
Gereç ve Yöntem:
Masif ve masif olmayan emboli olgularının D-dimer
düzeylerini retrospekf olarak karşılaşrdık. 2006-2008
yılları arasında kliniğimizde pulmoner emboli tanısı konan
89 hasta çalışmaya alındı. Immunoturbimetrik poliklonal
ankor yöntemi (D-Dimer PLUS®) ile D-dimer bakılan
hastalar Grup 1; monoklonal ankor yöntemi (Innovance
D-DIMER®) ile bakılanlar Grup 2 olarak adlandırıldı.
Gruplardaki masif ve masif olmayan hastaların D-dimer
düzeyleri karşılaşrıldı. İstaksel değerlendirme için
Mann Whitney U tes SPSS 13.0 programı kullanıldı.
Bulgular:
. Grup 1 (25K/26E)’in yaş ortalaması 56.0±17.9, Grup
2 (22K/16E) 52.9±17.9 idi. İki grup arasında cinsiyet
ve yaş açısından anlamlı farklılık saptanmadı (p>0.05).
Grup 1’deki masif emboli hastalarının (n=7) D-dimer
ortalaması 1444.9±657.9, masif olmayan hastaların
(n=34)ise 1304.7±350.5 saptandı (p>0.05). Grup 2’deki
masif hastaların (n=6) d-dimer ortalaması 9.7±2.2, masif
olmayan hastaların (n=32) d-dimer ortalaması 5.9±1.3
saptandı(p<0.05). Monoklonal ankor kullanılan gruptaki
masif emboli hastalarının ortalama D-dimer düzeyleri
anlamlı derecede yüksek saptandı.
Sonuç:
Sonuç olarak monoklonal ankor yöntemi ile bakılan
D-dimer düzeylerinin hastalığın ağırlık derecesi ile doğru
oranlı olduğunu saptadık. Emboli şüphesi olan ve
D-dimer düzeyi yüksek saptanan olgularda embolinin
masif olabileceği göz önünde bulundurularak tanı ve
tedavi yaklaşımı buna göre planlanabilir.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
10 NİSAN 2009
TP063
e-PS098
FİBEROPTİKBRONKOSKOPİ VE FLOROSKOPİ
İKİ BENZER FAKAT ÇOK FARKLI OLGU: AKCİĞER KANSERİ
VE SARKOİDOZ BİRLİKTELİĞİ
ÖMER ÖZBUDAK 1, TEZAY SANDIKLI 1, HİCRAN ÖZBUDAK
2
, TÜLAY ÖZDEMİR 1, GÜLAY ÖZBİLİM 2
AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI AD
2
AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ PATOLOJİ AD
ŞERİFE TUBA LİMAN 1, SALİH TOPÇU 1, AYKUT ELİÇORA 1,
KORKMAZ BURÇ 1, İLKNUR BAŞYİĞİT 2, HAŞİM BOYACI 2
1
Amaç:
Fiberopk Bronkoskopi (FOB) malignitelerde tanıya ve
evrelemeye büyük katkı sağlar. Fakat endobronşiyal
lezyonu olmayan vakalarda FOB un tanısal değeri
düşüktür. Skopi eşliğinde bu vakalarda FOB’un tanı oranı
artmaktadır
KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
CERRAHİSİ AD
2
KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI AD
1
Amaç:
Akciğer kanseri ve sarkoidozun aynı hastada gelişmesi
bazı tanısal zorluklara yol açabilir.
Gereç ve Yöntem:
Gereç ve Yöntem:
Malignite ön tanılı ,tomogrofide endobronşiyal lezyonu
olmadığı düşünülen ve çoğu periferik yerleşimli kitlesi
olan 58 vakaya, Ağustos 2007 ve Aralık 2008 tarihleri
arasında Göğüs Hastalıkları Kliniğimizde fluoroskopi
eşliğinde bronkoskopi yapıldı.
Bulgular:
Vakaların yaş ortalaması 62,5 yıl idi. 47’si erkek (%81)
11’i kadın (%19) idi. 29 vakaya Kitle TBİA yapıldı ve
18’inde (%62) pozif tanıya ulaşıldı. 44 vakaya Kitle rça
yapıldı ve 21’inde (%47) pozif tanıya ulaşıldı. .7 vakada
ise bronş lavajından pozif tanıya ulaşıldı. Bu işlemler
sonucunda 58 vakanın 39’ unda (%67) pozif tanıya
ulaşılırken 19 vakada (%33) tanıya ulaşılamadı. Kitle TBİA
ve Kitle rçanın birlikte uygulandığı 20 vakanın 15’inde
(%75) pozif tanıya ulaşıldı.
Sonuç:
Bu sonuçlarla skopinin uygun teknik ve bronkoskopik
tanısal araçlarla ( TBİA, rça ) FOB’ta tanı oranını önemli
oranda ar
rdığı görülmüştür
Burada akciğer kanseri ve sarkoidoz birlikteliği olan iki
benzer fakat oldukça farklı iki olgu tarşılmaktadır.
Bulgular:
İlk hastada sol parahiler kitle ve bilateral çok sayıda
mediasnal ve hiler lenf nodları vardı. Bronkoskopik
biyopsiyle küçük hücreli dışı karsinom tanısını aldı.
PET’te hem linguladaki kitle hem de mediasnal lenf
nodları yüksek metabolik akvasyon değeri gösteriyordu.
Mediasnal
lenf
nodları
mediasnoskopiyle
örneklendiğinde
tüm
istasyonlarda
sarkoidozis
saptandı. Operasyona karar verildi. Sol üst lobektomi ve
mediasnal lenf nodu diseksiyonu yapıldı. Tüm lenfak
istasyonlarda sarkoidozis gözlendi (T2N0M0). İkinci hasta
10 yıldır kronik interssiyel akciğer hastalığı nedeniyle
izlenen çok sayıda mediasnal lenf nodu ve bilateral
akciğer nodülleri vardı. Semptomlarında arş olması
üzerine çekilen toraks tomografisinde bilateral iki akciğer
nodülü ve mediasnal lenf nodları gözlendi. Skalen lenf
nodu biyopsisinde sarkoidoz tanısı aldı. Hastaya steroid
tedavisi verildi. Yedi ay sonra mediasnal lenf nodlarında
küçülme, sağ akciğerdeki nodülün boyutunda arş
gözlendi. Transtorasik iğne biyopsisiyle küçük hücreli dışı
akciğer kanseri tanısını aldı. Akciğer nodülü, subkarinal
lenf nodu, sağ hiler ve sağ paratrakeal nodlar PET
pozii. Torakotomide örneklene tüm mediasnal lenf
nodları pozii (T2N2M0).
Sonuç:
Sarkoidozda tüm mediasnal lenf nodları maliniteyi
düşündürecek şekilde yüksek suv değerine sahipr. Bu
iki olgu birbirine benzerdir ancak mediasnal lenf nodları
ilk olguda tümör nega`en ikinci olguda hepsinin malign
olduğu gözlenmişr.
173
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
e-PS099
BRAKİYAL PLEKSUSUN KİSTİK SCHWANNOMASI : OLGU
SUNUMU
SADIK YALDIZ 1, AYDIN İŞİSAĞ 2
1
2
CBÜ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ ABD
CBÜ TIP FAKÜLTESİ PATOLOJİ ABD
Amaç:
Preoperaf schwannoma şüphesi; ameliyat esnasında
oluşabilecek majör nörolojik bir komplikasyonun
önlenebilmesinde önemlidir. Burada; aksiller bölgede
sinovyal kist, hemorajik bursit, lenfanjioma, ganglioma
ve neoplask olmayan hematomu taklit eden, tamamı
kisk bir lezyon sunulmaktadır.
Gereç ve Yöntem:
30 yaşında kadın hasta, sağ koltuk al bölgesinde kitle
ile hastanemize başvurdu. Toraks BT’de aksillada brakiyal
pleksusu ve subklavyen arteri eleve etmiş, tamamı kisk
bir lezyon saptandı.
Bulgular:
Eksizyon esnasında kitlenin, brakiyal pleksusun
fasiküllerinden köken alan ve hemorajik içerikli,
tamamen kisk bir lezyon olduğu saptandı. Komplet
olarak rezeke edildi ve histolojik incelemede benign
schwannoma tesbit edildi. Ameliyaan sonraki üç gün,
üst ekstremitede motor bozukluk geliş fakat sekelsiz
iyileş.
10 NİSAN 2009
grafisinde tesadüfen saptanan özofageal leiomyom
vakasını nadir ve ilginç özellikler taşıdığı için sunduk.
Gereç ve Yöntem:
41 yaşında erkek hasta, pilonidal sinüs ameliya hazırlıkları
sırasında anestezi tarandan akciğer grafisinde hiler
bölgede dolgunluk saptanıp göğüs hastalıkları uzmanıyla
konsülte edilip hastanemize yönlendirilmiş. Daha önce
bir şikaye olmayan hastanın kliniğimize başvurudan 20
gün öncesinde ara ara ka gıdaları yutarken ağrı, terleme
ve yutmada zorluk olduğu anamnez derinleşrildiğinde
ortaya çık.
Bulgular:
Toraks BT’sinde paraözofageal yerleşimli, ekstrensek bası
oluşturan kitle lezyon saptanan hastanın bronkoskopi
ve özofagoskopisinde bası dışında patolojik bulgu
saptanmadı. Sağ torakotomi ile yaklaşılan hastada V.
azygos proksimalinden başlayıp distale doğru yaklaşık
10 cm’lik segment boyunca özofagus kas tabakasında
en büyüğü 10x4.5x2 boyutlarında 4 adet ve çok sayıda
küçük kapsüllü kitle enükleasyonla total olarak eksize
edildi. Postoperaf dönemde sorunu olmayan hastanın
patolojisi benign mezankimal tümör (leiomyom) olarak
raporlandı.
Sonuç:
Posterior mediasnal patolojilerin ayırıcı tanısında
özofagus tümörleri ve özellikle özofagusun benign
tümörleri içerisinde en sık rastlanan leiomyom
unutulmamalıdır.
Sonuç:
Aksiller bölgede saptanan tam kisk lezyonlarda, brakiyal
pleksusta kisk schwannoma olasılığı da düşünülmelidir.
Cerrahi tedavi esnasında bu olasılığın düşünülmemesi,
hastada katastrofik fonksiyon kayıplarına yol açabilir.
Bundan dolayı, bu p kisk tümörlerde dikkatli cerrahi
disseksiyon gereklidir.
e-PS100
ÖZOFAGEAL LEİOMYOM: NADİR BİR POSTERİOR
MEDİASTİNAL PATOLOJİ
HAKAN KIRAL , SALİH ZEKİ KADIOĞLU , MUSTAFA KÜPELİ
, ADNAN YILMAZ , İRFAN YALÇINKAYA
İSTANBUL S.B. SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE
GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
Amaç:
Özofagusun çizgisiz kastan köken alan, benign
tümörlerinden olan leiomyom, çok nadir olup belirli bir
büyüklüğe erişip özofagus lümenine bası yapmadıkça
klinik belir vermez. Anestezi için çekilen akciğer
174
e-PS101
TÜM AKCİĞERİ TUTAN MALİGN SİNİR KILIFI TÜMÖRÜ
OLGUSU
SERHAT YALÇINKAYA 1, ÜLVİYE YALÇINKAYA 2, A. HAKAN
VURAL 3
BURSA YÜKSEK İHTİSAS EĞİTİM VE ARAŞTIRMA
HASTANESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ SERVİSİ
2
ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ PATOLOJİ AD
3
BURSA YÜKSEK İHTİSAS EĞİTİM VE ARAŞTIRMA
HASTANESİ KALP VE DAMAR CERRAHİSİ KLİNİĞİ
1
Amaç:
Malign sinir kılı tümörleri oldukça nadirdir. Sol akciğeri
tamamen tutan, parsiyel rezeksiyonu takiben radyoterapi
uygulanmasına rağmen tanı konduktan 2 ay sonra
kaybedilen bir olgunun bulgularını aktarmak isyoruz.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
Gereç ve Yöntem:
Yirmiyedi yaşında bayan hasta nefes darlığı, sol yan
ağrısı, sol gözde şişme yakınmaları ile başvurduğu sağlık
kuruluşunda yapılan tetkikler sonucunda sol ampiyem
torasik olarak değerlendirilerek hastaya tüp torakostomi
uygulanmış. Grafilerde ve kliniğinde iyileşme olmaması
üzerine servisimize yönlendirilmiş.
10 NİSAN 2009
klavikula arkasından ikinci kota kadar uzanan, subklavian
arter ve vende inferiora ilmeye neden olan lobule,
iç yapısı kisk özelliklerde ön planda kisk higroma
düşünülen lezyon saptandı.
Bulgular:
Supraklavikular insizyon ile kitle total olarak eksize
edildi.
Bulgular:
Sonuç:
Hastanın toraks manyek rezonans görüntülemesinde
yağ içeriği yüksek parankimatöz lezyon tespit edilmesi
üzerine hasta operasyona alınarak kitle çıkarılmaya
çalışıldı. Mediasnal yapılara invaze olan ve akciğer
dokusunu infiltre etmiş, arasında ayrım kalmamış lezyon
ancak kabaca rezeke edilebildi. Patolojik inceleme
sonucunda hastaya malign sinir kılı tümörü tanısı
kondu. Radyoterapi için dış merkeze sevkedilen hasta 2
ay sonra kaybedildi.
Sonuç:
Benzer yakınmalarla gelen hastalarda bu p tetkik
bulguları olduğunda malign sinir kılı tümörünün tanıda
akla gerilmesi gerekği kanısındayız. Bu, ne yazık ki
kötü prognozu nedeniyle hastanın kötü şansı anlamına
gelmektedir.
Kisk higromalar venöz sisteme drene olamayan lenfak
damarlardan origin almaktadırlar. Sıklıkla boyunda ve
baş bölgesinde ağrısız yumuşak doku şişlikleri olarak
görülmektedirler. Kisk higromalarda tedavi vital yapıları
koruyarak yapılan total cerrahi eksizyondur.
e-PS103
PERFORE KİST HİDATİK NEDENİYLE ANAFLAKSİ VE
ASFİKSİ GELİŞEN HASTADA YAPILAN ACİL TORAKOTOMİ
ALİ ÇELİK , CEMİL DENİZ YORGANCILAR , ÖZGÜR
KARAKURT , SEDAT DEMİRCAN , ŞEVKİ MUSTAFA
DEMİRÖZ
GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ
A.D.
e-PS102
ERİŞKİN KİSTİK HİGROMASI
KORKMAZ BURÇ 1, SALİH TOPÇU 1, ŞERİFE TUBA LİMAN
1
, AYKUT ELİÇORA 1, MUHİP KANKO 2
KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
CERRAHİSİ AD
2
KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ KALP VE DAMAR
CERRAHİSİ AD
1
Amaç:
Kisk higroma lenfak dokunun benign prolifrasyonuyla
karakterize konjenital bir lezyondur. Kisk higromaların
%90’ı iki yaşından önce tanı almaktadır. Erişkin dönemde
tanı alan kisk higroma vakası literatürlede 100’den
daha azdır.
Gereç ve Yöntem:
Otuz-üç yaşında bayan hasta boyunda şişlik ve ağrı
şikaye ile kulak burun boğaz bölümünden kliniğimize
sevk edildi. Yaklaşık iki yıldır boyunda şişliği olan hastanın
son iki haada kolunda uyuşma ve şişliğin boyutlarında
artma olmuş. Hastanın fizik muayenesinde boyunun sağ
yanında klavikula üzerinde yaklaşık 12x10x10 cm’lik kitle
gözlendi. Radyolojik incelemelerde sağ boyun bölgesinin
inferior kesimi lateralinde supraklaviküler alanda
Amaç:
Akciğer kist hidaği ülkemizde halen önemli bir sağlık
sorunu olarak karşımıza çıkmaktadır. Ülkemizde ortalama
her yıl bin yeni kist hidak vakasının ortaya çıkğı kabul
edilmektedir. Bazen dev boyutlara ulaşan kistlerde,
perforasyon sonrası anaflaksi ve asfiksi gibi yaşamı tehdit
eden komplikasyonlar gelişebilir.
Gereç ve Yöntem:
Biz kist hidak ön tanısıyla servisimize kabul eğimiz
23 yaşındaki erkek hastayı, perforasyon sonrası gelişen
anaflaksi ve asfiksi nedeniyle acil operasyona aldık.
Bulgular:
Sol akciğer alt lobun tamamına yakınını basıya uğratan
lezyonu mevcuu. Cerrahi esnada parankim korunarak
kistotomi- kapitonaj yapıldı. Hasta sorunsuz olarak
taburcu edildi.
Sonuç:
Olgumuzu
akciğer
kist
hidağinin
haya
komplikasyonlarını vurgulamak ve nadir de olsa acil
şartlarda torakotomi gerekliliğini harlatmak amacıyla
sunduk.
175
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
e-PS104
e-PS105
NADİR BİR OLGU:MEDİASTİNAL LENFANJİOMA
DİAFRAGMATİK HERNİYLE BİRLİKTE OLAN TORASİK
SPLENOZİS OLGUSU
SAMİ CERAN , GÜVEN SADİ SUNAM , TAMER ALTINOK ,
MUSTAFA GÜLTEKİN
SELÇUK ÜNİVERSİTESİ MERAM TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
CERRAHİSİ A.D.
Amaç:
Lenfanjiom, lenfak orjinli, yeşkinlerde nadir görülen,
benign bir lezyondur. Tüm lenfanjiomların %1’inden
azı mediastende yer alır. Mediasnal lenfanjiomun en
bilinen şekli, daha önce yer alan servikal kisk higromanın
mediasnal yayılımıdır. İnce duvarlı kisk lezyonlardır ve
geçirgen bir membrana sahip olan kisn içinde sarımsı
renkte ve jelanöz kıvamda seröz mayi bulunur.
Gereç ve Yöntem:
45 yaşında erkek hasta sağ omuz ağrısı şikaye ile
başvurduğu dış merkezde mediasal kitle ön tanısı
ile mediasnoskopi yapılmış. Patolojisi lenfanjiom
yönünde bildirilmesi üzerine kliniğimize sevk edilmiş.
PA-AC grafisinde sağ hiler bölgede yaklaşık 6x5 cm
boyutunda düzgün sınırlı kitle lezyonu, Toraks BT ve
MR değerlendirildiğinde sağ üst mediastende 9x6x5
cm ebadında düzgün lobüle konturlu hipodens lezyon
izlendi. Lezyon VCS düzeyine kadar inmekte ve lümenini
daraltmakta idi. PET-BT’de mediasten sağ yarısında toraks
girişinden başlayan, sağ pulmoner arterin akciğerle
birleşimine kadar uzanan, çevre vasküler yapılarla
arasında yağ planı korunmuş, sağ akciğere bası yapan
51x74x79 mm boyutunda duvarında yer yer artmış
FDG tutulumu (SUVmax:3.31), içerisinde FDG tutulumu
olmayan kitle lezyonu izlendi.
Bulgular:
Hastaya sağ torakotomi yapıldığında lezyonun superior
mediasten girişinden v.azygosun VCS giriş bölgesine
kadar uzandığı görüldü. Kist içindeki serohemorajik
vasıflı mayi boşallarak çevre mediasnal dokulardan
eksize edildi. Patolojisi lenfanjioma olarak geldi.
Sonuç:
Komplikasyonsuz 5. gün taburcu edildi. Mediasnal
lenfanjomaların bening lezyonlar olmasına rağmen,
lokalizasyon ibariyle mediasnal yapılara bası
yapabileceğinden cerrahi olarak rezeke edilmelidir.
176
10 NİSAN 2009
EKBER ŞAHİN 1, ŞULE KARADAYI 2, AYDIN NADİR 1, MELİH
KAPTANOĞLU 1
CUMHURİYET ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
CERRAHİSİ ANABİLİM DALI
2
CUMHURİYET ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ACİL TIP
ANABİLİM DALI
1
Amaç:
Torasik splenozis, dalak ve diafragmanın birlikte
yaralandığı şiddetli bir travma sonrasında, dalak
dokusunun göğüs boşluğuna ototransplantasyonudur.
Abdominal splenozis, splenektomiden sonra %50’ye
varan oranlarda görülebilmesine rağmen, torasik
splenozis oldukça nadir görülmektedir
Gereç ve Yöntem:
olgu sunumu
Bulgular:
Olgu: Sırt ağrısı, karın ağrısı ve öksürük şikayetleri ile
başvuran 37 yaşındaki bayan hastanın özgeçmişinde 25
yıl önce karından ateşli silah yaralanması ve buna bağlı
splenektomi operasyonu geçirme öyküsü mevcuu.
Toraks bilgisayarlı tomografisinde solda diafragma
hernisi ile birlikte, biri herni üzerinde ve biri de interlober
fissürde olmak üzere 2 adet nodüler lezyon görülüyordu.
Sol posterolateral torakotomi yapılan hastada herniye
olmuş omentum ile birlikte toraks içindeki 2 adet nodüler
lezyon çıkarıldı. Diafragma tamir edildi. Lezyonların
patolojik incelemesi sonucu splenozis olarak rapor
edildi.
Sonuç:
Torasik splenozis genellikle semptomsuz seyreder. Tanı
amaçlı toraks bilgisayarlı tomografisi, teknesyum 99m
singrafisi, iğne aspirasyonu ve iğne biyopsisi yapılabilir.
Özellikle sol hemitoraksda nodüller tesbit edildiğinde,
hastanın öyküsünde dalak ve diafragma yaralanmasının
eşlik eği şiddetli bir travma varsa torasik splenozis
olasılığı akılda tutulmalıdır.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
10 NİSAN 2009
e-PS106
Bulgular:
PET/BT ‘DE AKCİĞER MALİGNİTESİNİ TAKLİT EDEN
ENFEKTE BRONKOJENİK KİST OLGUSU
Leiyomiyoma Az görülmekle beraber özefagusun en
sık görülen benign tümörüdür.Literatürde en fazla 17
cm’ ye ulaşğı bildirilmektedir.Kliniğimize 29 yaşında
genç bir bayan hasta göğüs ağrısı nedeniyle müracaat
e.Çekrilen PA akciğer grafisinde sağ hemitoraksta
parakardiak alanda büyük bir kitle tesbit edildi.Toraks
bilgisayarlı tomografisinde 20x15 cm büyüklüğünde
V.cava’ya bası yapan sağ akciğer alt loba kısmen bası
yaparak atelektazi oluştoran mediasnal solit kitle
lezyonu mevcutdu.Çekrilen MR’da kitle özefagus
etranı çepeçevre sarmakta ve V.Cava’ya bası yapmakla
beraber invazyon olmadığı düşünülmektedir.Yapılan
endoskopisinde özefagus lümeninde mukozada lezyon
olmamakla beraber özefagusa dıştan bası mevcuu.
Herhangi bir yerinde metastaz saptanmadı.Leiyomiyom
ön tanısıyla operasyona alındı.Tümöral lezyon akciğer
ve vena cava’ya yapışık.Özefagus ve midenin kardia
üst kısmını çepeçevre sarmakta idi.Frozen sonucu
bening mezenşimal tümör gelince tümör rezeke
edilmeye çalışıldı.Ancak ülseraf olduğu için mukozadan
ayırılamadı, özefagus alt uç ve kardia proksimali rezeke
edildi.Gastroözefageal anostomoz yapıldı.İki yıllık takipte
nüks saptanmadı.
CEMİL DENİZ YORGANCILAR , ALİ ÇELİK , ÖZGÜR
KARAKURT , SEDAT DEMİRCAN
GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ
A.D.
Amaç:
Bronkojenik kistler nadir görülen konjenital akciğer
patolojileridir. Çoğunlukla konvansiyonel yöntemlerlerin
özellikle de bilgisayarlı tomografinin tanıya yardımcı
olduğu, mediasnal ve parankimal yerleşimli olabilen
lezyonlardır. Enfekte olduklarında ise diğer akciğer
patolojilerini taklit edebilirler.
Gereç ve Yöntem:
Otuz dört yaşında kadın hasta eyolojisi
edilemeyen mediasnal lenfadenopasi ve sağ
üst lobdaki kitlesi nedeniyle değerlendirildi.
görüntüsü malignite ile uyumlu olan hastaya
amaçlı cerrahi yapıldı
tespit
akciğer
PET/BT
tanısal
Bulgular:
Histopatoloji sonucu bronkojenik kist olarak geldi.
Sonuç:
Mediasnal kitlelerde leiyomiyolar da akla gelmelidir.
Çünkü büyük çaplara ulaşabilmektedirler.
Sonuç:
Biz dış merkezde malignite ön tanısı ile araşrılan
bronkoskopi ve mediasnoskopi ile tanı konulamayan,
sonrasında PET/BT’si çekilen, torakotomi yapğımız ve
eksizyon materyalinin histopatolojisi bronkojenik kist ile
uyumlu bulunan olgumuzu sunduk.
e-PS107
DEV LEİYOMİYOM OLGUSU
ABİDİN ŞEHİTOĞULLARI
VAN EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ-GÖĞUS
CERRAHİSİ
Amaç:
Büyük bir çapa ulaşan leiyomiyom olgusunu sunmak
Gereç ve Yöntem:
e-PS108
AKCİĞER MYOEPİTELYOMASI
SAMİ CERAN 1, GÜVEN SADİ SUNAM 1, TAMER ALTINOK
1
, LEMA TAVLİ 2, MUSTAFA GÜLTEKİN 1
SELÇUK ÜNİVERSİTESİ MERAM TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
CERRAHİSİ A.D.
2
SELÇUK ÜNİVERSİTESİ MERAM TIP FAKÜLTESİ PATOLOJİ
A.D
1
Amaç:
Myoepitelyoma akciğerin çok nadir bir tümörüdür.
Myoepitelyal hücreler başlıca tükrük bezlerinin ,ter
bezlerinin ve memenin normal komponendir. Bronşial
mukoz glandlarda myoepitelyal hücreler geniş dağılımları
olmasına rağmen myoepiteltal orjinli az sayıda tümör
rapor edilmişr.
Az görülen özefagus leiyomiyomu olgusu klinik ve
radyoljik bulgular dikkate alınarak ve literatür taranarak
incelendi.
177
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
Gereç ve Yöntem:
41 yaşında erkek hasta göğüs ağrısı şikaye ile
başvurduğu sağlık merkezinde sağ akciğerinde yaklaşık
5x4 cm ebadında kitle tespit edilmesi üzerine operasyon
önerilmiş fakat kabul etmemiş. Şikayetleri devam
eden hasta 3 yıl sonra lezyonun aynı lokalizasyonda
görülmesi nedeni ile kliniğimize sevk edilmiş. Toraks
BT’de; sağ akciğer alt lob apikal segmene yaklaşık 6x5
cm ebadında lobüle konturlu hafif heterojen hipodens
nodüler lezyon (60 HÜ) izlendi. FOB’da endobronşial
lezyona rastlanılmadı.
Bulgular:
Hastaya sağ posterolateral torakotomi uygulandı.
Kitlenin üst lob posterior segmente olduğu, çevre
dokulara invaze olmadığı görüldü. Kitle üst lob
posteriordaki pedikülünden eksize edildi. Patolojisi
öncelikle myoepitelyoma düşünülmüş olup yapılan
immünhistokimyasal boyamalarla desteklenmişr.
Takiplerinde akciğerin ekspanse olmaması nedeni ile
FOB tekrarlandı.Üst lob bronş orifisinden alınan biyopsi
sonucu displazik hücreler olarak gelmesi üzerine göğüs
cerrahisi konseyinde lobektomi yapılmasına karar
verilerek 2. operasyonda üst lobektomi ile cerrahi
tamamlandı.
10 NİSAN 2009
alınan transbronşiyal biyopsisinde miksoid mezenkimal
tümör tanısı konulmuş.
Bulgular:
Çekrilen PET-BT’de sol hiler bölgede malign karakterli
tutulum gösteren kitle haricinde patolojik bir tutulum
gözlenmemesi üzerine operasyon amacıyla servisimize
yönlendirlen hastaya sol alt lobektomi ve mediasnal
lenf nodu diseksiyonu uygulandı.
Sonuç:
Patoloji sonucu “malign periferik sinir kılı tümörü”
olarak raporlanan hastada lenf nodu tutulumu
gözlenmedi. Postoperaf 4. günde taburcu edildi ve
adjuvan kemoterapi amacıyla onkolojiye yönlendirilerek
takibe alındı.
e-PS110
GÖĞÜS DUVARI LEİOMYOMU
SEDAT ZİYADE 1, ÖMER SOYSAL 1, OSMAN CEMİL
AKDEMİR 1, SACİT İÇTEN 2
VAKIF GUREBA EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ,
GÖĞÜS CERRAHİSİ KLİNİĞİ, İSTANBUL, TÜRKİYE
2
* VAKIF GUREBA EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ,
GÖĞÜS HASTALIKLARI KLİNİĞİ, İSTANBUL, TÜRKİYE
1
Sonuç:
Literatürde myoepitelyoma nedeni ile cerrahi
gerçekleşrilen hastaların takiplerinde akciğer dışında
metastak lezyonlar bulunduğu bildirilmiş olup,
hastaların yakından izlenmesi gerekmektedir.
e-PS109
AKCİĞER PARANKİMİNDE MALİGN PERİFERİK SİNİR
KILIFI TÜMÖRÜ: OLGU SUNUMU
BARKIN ELDEM , SERDAR EVMAN , HAKAN ÖZALPER ,
HASAN FEVZİ BATIREL , MUSTAFA YÜKSEL
MARMARA ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ
A.D.
Amaç:
Akciğer parankiminden kaynaklanan malign mezenkimal
tümörler nadir olmakla birlikte, genç yaşlarda daha
seyrek görülmektedir.
Gereç ve Yöntem:
Hastanemiz göğüs hastalıkları kliniğine, 5 aydır devam
eden kuru öksürük şikaye ile başvuran, AML M1
tanısı ile 20 sene önce kemik iliği nakli yapılmış olan 27
yaşındaki kadın hastanın çekilen grafilerinde sol akciğer
alt lobda hiler bölgede 32x35x34 mm boyutlu kitle lezyon
görülmesi üzerine tüberküloz ve lenfoma açısından
değerlendirilmiş, sonrasında yapılan bronkoskopisinde
178
Amaç:
Göğüs duvarı tümörleri geniş bir histolojik spektruma
sahipr. Göğüs duvarı leiomyomu damar düz kas
hücrelerinden köken almaktadır ve uluslararası
literatürde bildirilmiş, sadece birkaç vaka vardır. Haa
göğüs cerrahisi tekstbook kitaplarında göğüs duvarı
tümörleri içinde leiomyom yer almamaktadır. Çok nadir
görülmesi sebebiyle göğüs duvarı leomiyomlu hastamızı
sunmak istedik.
Gereç ve Yöntem:
33 yaşında bayan hastada yaklaşık iki yıldır göğsünde
yanma ve midede ekşime şikayetleri vardı. Özgeçmişinde
geçirilmiş operasyon ya da bilinen bir hastalık öyküsü
yoktu. Fizik muayenesi normaldi.
Bulgular:
Akciğer grafisinde sol akciğerde kitle ve toraks BT’sinde
sol akciğer üst zonda 6x3x5 cm boyutlarında plevraya
geniş tabanlı oturan, düzgün kenarlı solid lezyon tespit
edildi. Lezyonun sol 2. koa yeniklik yapğı izleniyordu.
Bronkoskopide patoloji saptanmadı. Lavaj incelemesi
benign sitoloji olarak rapore edildi. Anterior torakotomi
ile apekste, göğüs duvarından gelişen, kapsüllü kitle
lezyonu total olarak koan kolaylıkla sıyrılarak eksize
edildi. İkinci kot sağlamdı. Frozen incelemesi benign
olarak bildirildi. Eksize edilen kitlenin patolojik incelemesi
sonucu leiomyom tanısı konuldu. Postop komplikasyon
izlenmeyen hasta şifa ile taburcu edildi. İzleme alındı.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
10 NİSAN 2009
Sonuç:
e-PS112
Leiomiyom son derece nadir, benign bir göğüs duvarı
tümörüdür. Malignite potansiyeli nedeniyle komplet
çıkarılmalı ve takip edilmelidir.
4 VAKA SUNUMU: OLDUKÇA NADİR GÖRÜLEN KOSTA
ANOMALİLERİ
ASLI GÜL AKGÜL , ŞERİFE TORUN
e-PS111
HAKKARİ DEVLET HASTANESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ
KLİNİĞİ
M. LATİSSİMUS DORSİ İÇERİSİNDE HEMANJİOM, ÇOK
NADİR GÖĞÜS DUVARI TÜMÖRÜ
Amaç:
1
HÜSEYİN MELEK 1, DURSUN ATAKUL 2, OZAN ÖZLÜCAN
3
, MİHRİBAN GÜRBÜZEL 4, ELİF TORUN 5, BARIŞ
MEDETOĞLU 1
BİNGÖL DEVLET HASTANESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ
PLASTİK CERRAHİ
3
GENEL CERRAHİ
4
PATOLOJİ
5
GÖĞÜS HASTALIKLARI
1
2
Kosta anomalilerine toplumun % 1’inden azında
rastlanmaktadır. Bu anomaliler bifid (çatallı) kosta,
rudimenter kosta, servikal kosta şeklinde sayısal, şekil ya
da anatomik yerleşimde farklılık olarak görülebilir. İzole
şekilde ya da sternum veya vertebra gibi diğer iskelet
sistemi elemanları ile ilişkili olabilir. Bir sendromun
komponen olabileceği gibi tek başına kosta anomalisi
şeklinde rastlansal olarak da tespit edilebilirler.
Gereç ve Yöntem:
Amaç:
Bu vaka göğüs duvarı kitleleri içerisinde nadir görülen
hemanjiom’un lassimus dorsi kası içerisinde ve erişkinde
çok daha nadir görülmesi, cerrahi ile başarılı bir şekilde
tedavi edilmesi, MR, ameliyat ve patoloji görüntüleriyle
eğici olabileceği nedeniyle sunulmuştur.
Gereç ve Yöntem:
Kliniğimize 1 aydır var olan sıra büyüyen ağrılı kitle
şikaye ile başvuran 25 yaşında kadın hasta,
Bulgular:
Fizik muayenesinde sağ skapula inferiorunda palpasyonla
sert kıvamlı, ağrılı, mobil kitle tespit edildi. Toraks
MR’ında sağ skapula inferiorunda kontrast tutulumu
izlenen 3 cm kitle tespit edildi. Kitle total olarak eksize
edildi. Patolojik inceleme sonucu lassimus dorsi kası
içerisinde kavernöz hemanjiom olarak raporlandı. Hasta
postoperaf komplikasyonsuz olarak taburcu edildi.
Sonuç:
Hemanjiom dilate, kıvrılmış, ince çeperli kan
damarlarından oluşan iyi huylu bir tümördür. Göğüs
duvarı kitleleri içerisinde az görülür. Hemanjiom pik
olarak kutanöz lokalizasyonda görülürken, nonkutanöz
hemanjiomalar tüm hemanjiyomaların %0.8’ ini
oluşturur. Hemanjioma lassimus dorsi kası içerisinde
çok daha nadir gözükmektedir. Hemanjiomlar genç
erişkinlerde göreceli olarak nadirken, kadınlarda daha
sık görülür.
Elli sekiz yaşında düşme sonrası ağrı ile başvuran bayan
hastada sağ 5. kostada çatallanma, 50 yaşında dudak
karsinomu nedeniyle opere edilmiş erkek hastada
kontrol amaçlı çekrilen akciğer grafisinde bilateral
çatallanan ve birbiriyle füzyon oluşturmuş şekilde mulpl
kosta anomalileri, nefes darlığı şikaye ile başvuran 30
yaşındaki erkek hastada sağda rudimenter 1. kosta ve
yine göğüs ağrısı ile başvuran 32 yaşındaki hastada ise
sağda servikal kosta tespit edildi.
Bulgular:
Direkt grafilerde gözlenen kosta anomalileri toraks
bilgisayarlı tomografi yardımı ile 3 boyutlu şekilde net
olarak izlendi. Ayrınlı değerlendirmede hastalarda
eşlik eden anomali gözlenmedi ve mevcut anomaliler ile
hastaların semptomlarının ilişkili olmadığı tespit edildi.
Sonuç:
Kosta anomalileri genelde rastlansal olarak akciğer
grafilerinde ve oldukça nadir şekilde tespit edilse dahi
önemli bir sendromun komponen olabileceği veya
başka bir hastalığa eşlik edebileceği akılda tutularak
semptomlar ayrınlı değerlendirilmelidir.
179
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
10 NİSAN 2009
e-PS113
Gereç ve Yöntem:
NADİR BİR ÜST MEDİASTİNAL KİTLE; NERVUS VAGUS
KÖKENLİ SCHWANNOM
Bir buçuk yaşında erkek çocuk hastanemiz aciline ani
gelişen cilt al amfizemiyle başvurdu. Beş gün önce
ağzında ndıklı çikolata varken ağlamaya başlamış ve
öksürmüş. Babası eliyle çocuğun ağzındaki yiyecek
parçasını almaya çalışmış. Ertesi gün ateşi çıkan çocuk
hastaya anbiyok tedavisi başlanmış. Beşinci günde
boynunda şişlik gelişğinin fark edilmesi üzerine
hastanemize gönderilmiş. Fizik muayenede, servikal
bölgede ve göğüs ön duvarında ciltal amfizemi mevcuu.
Akciğer grafisinde ve toraks tomografisinde mediasnal
yaygın amfizem ve sağ alt ve orta lobda havalanma
fazlalığı saptandı. Kontrastlı osefagus grafisinde kaçak
saptanmadı.
ALİ ÇELİK , CEMİL DENİZ YORGANCILAR , ÖZGÜR
KARAKURT , SEDAT DEMİRCAN
GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ
A.D.
Amaç:
Schwannomlar periferik sinir kılının iyi huylu
tümörlerindendir. Posterior mediastende sık görülür.
Toraks yerleşimli schwannomlar genelde interkostal
sinirlerden köken alırlar. Farklı sinir yapılardan köken
alan toraks yerleşimli schwannomlar oldukça nadirdir.
Gereç ve Yöntem:
Elli al yaşında bayan hasta nefes darlığı ve öksürük
şikaye ile başvurdu. Çekilen arka-ön akciğer grafisinde
(PAAG) trakeanın sağ taranda bası izlendi. Toraks
bilgisayarlı tomografide (BT) üst mediastende, trakea
posterolateral komşuluğunda, toraks içerisine doğru
uzanan kitle tespit edildi. Üst mediasnal kitle öntanısı
ile kas koruyucu torakotomi yapıldı. Kitle total eksize
edidi.
Bulgular:
Histopatolojik tanı vagal schwannom olarak rapor edildi.
Bulgular:
Genel anestezi ile rijit bronkoskopi yapılarak sağ
intermediyer bronştaki ndık parçası çıkarldı. Yetmiş iki
saate amfizem rezorbe oldu.
Sonuç:
Cilt al amfizemi yabancı cisim aspirasyonunda total
bronş obstrüksiyonu durumunda lobar amfizeme yol
açması ve alveol hasarıyla beraber havanın interssiyel
alandan bronkovasküler alan boyunca mediastene ve cilt
alna ulaşmasıyla gelişmektedir. Genellikle pnömotoraks
cilt al amfizemine eşlik eder. Olgumuzda pnömotoraks
gözlenmedi. Yabancı cisim aspirasyonu nedeniyle gelişen
cilt al amfizeminin oldukça nadir gözlenmesi nedeniyle
olgu sunulmaktadır.
Sonuç:
Olgumuzda schwannomu , nadir görülen bir
lokalizasyonda bulunması ve köken aldığı farklı sinir
dokusu nedenleriyle sizlerle paylaşmak istedik.
HEREDİTER MULTİPLE EKZOSTOS: OLGU SUNUMU
e-PS114
AYKUT ELİÇORA , ŞERİFE TUBA LİMAN , SALİH TOPÇU ,
KORKMAZ BURÇ
YAYGIN CİLT ALTI AMFİZEMİNE YOL AÇAN YABANCI
CİSİM ASPİRASYONU
KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ
AD
SELİM ONCEL 1, ŞERİFE TUBA LİMAN 2, SALİH TOPÇU
2
, ABDULKADİR BABAOĞLU 1, EMİN SAMİ ARISOY 1,
KORKMAZ BURÇ 2, AYKUT ELİÇORA 2
KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ÇOCUK
HASTALIKLARI AD
2
KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
CERRAHİSİ AD
1
Amaç:
Çocukluklarda gözlenen cilt al amfizeminin en sık
nedenleri asm ve enfeksiyonlardır. Yabancı cisim
aspirasyonlarında cilt al amfizemi alışılmadık bir
durumdur. Çocukluk çağının önemli acillerinden
olan yabancı cisim aspirasyonlarına bağlı çok sayıda
komplikasyon gelişebilir.
180
e-PS115
Amaç:
Herediter mulple ekzositoz (HME) özellikle uzun
kemiklerin juksta epifizyal bölgelerinde lokalize kıkırdak
ile kaplı kemik çıkınları şeklinde görülen benign bir
kemik tümörüdür.
Gereç ve Yöntem:
Onbeş yaşında erkek hasta göğsünün sağ taranda şişlik
ve sağ kolunda ağrı nedeniyle kliniğimize başvurdu.
Pozif aile hikayesi olan hastanın fizik muayenesinde sağ
klavikula alnda sert, fiske kitle mevcuu. Radyolojik
incelemelerde sağ hemitoraks ön arka çapında azalma,
interkostal aralıklarda daralma, sağ 2. koa 14x5 cm,
sol skapula anteriyorunda 5x4 cm boyutlu ekzofik
lezyonlar gözlendi. Toraks MR incelemede lezyonların
lobule konturlu olduğu ve köken aldığı kemiğin korteksi
ve medullası ile devamlılık gösteren eksositoz ile uyumlu
lezyonlar saptandı.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
Bulgular:
Sağ aksiler torakotomi yapılarak sağ 2. kot kitle ile birlikte
parsiyel olarak eksize edildi, oluşan defekt pektoral kas
ile rekonstrükte edildi.
Sonuç:
HME insidansı 1/50.000 dir ve yaklaşık %62 inde aile
hikayesi vardır. Çocukluk çağında büyüyen eksositozlar
püberte ile büyümesini durdurur. En sık ekstremitelerin
uzun tübüler kemiklerinde gözlenirler. Ağrı, sinir veya
damar basısı nedeniyle komplikasyonlar oluşabilir.
Malign dejenerasyon gelişebilir, opere edilmelidirler.
e-PS116
HEMOTORAKS NEDENİYLE SAĞ TÜP TORAKOSTOMİ
SONRASI REEKSPANSİYON ÖDEMİ: OLGU SUNUMU
HAKAN ÖZALPER , KORKUT BOSTANCI , RIZA SERDAR
EVMAN , BEDRETTİN YILDIZELİ , MUSTAFA YÜKSEL
MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
CERRAHİSİ ANABİLİM DALI, İSTANBUL
Amaç:
Akciğerin reekspansiyon ödemi nadir görülen ve
ölümcül olabilen bir klinik patolojidir. Sebep olan
patofizyolojik mekanizmalar tam olarak bilinmemekle
beraber azalmış sürfaktan seviyesi ve proenflamatuar
mekanizmaların reekspansiyon ödeminden sorumlu
olduğu düşünülmektedir. Erken tanı çok önemlidir ve
prognoz tanı ve tedavinin sürane bağlıdır.
Gereç ve Yöntem:
Akut lenfoblask lösemi tanısı ile kemoterapisi planlanan
35 yaşındaki bayan hastaya, ameliyathanede sedasyon
alnda sağ subklaviyan vene Grosshong kateter takıldı.
Çekilen kontrol ACPA grafide kateterin yerinde olduğu
görüldü. Hastanın takibinde akciğer grafilerinde sağda
efüzyon saptandı. Hastaya ameliyathanede sedasyon
alnda sağ tüp torakostomi uygulandı ve yaklaşık 1500
cc hemorajik sıvı boşalldı.
10 NİSAN 2009
gözlenmeyen hasta üçüncü günde CPAP modunda venle
edilmeye başlandı ve PS:7 cmH2O, PEEP:5 cmH2O ve
O2:%30 ayarları alnda arteryal kan gazı değerlerinin:
pH:7.48, pCO2:31.5, pO2:120.9, HCO3:22.8, sO2:%96.2
olduğu görüldü. Takiben T-tüpe alınan hastanın
takiplerinde saturasyon ve arteryal kan gazı değerlerinde
bir düşme gözlenmedi. Dördüncü gün ekstübe edilen
hastanın günlük kontrol grafilerinde akciğerin ekspanse
olduğu ve efüzyonunun olmadığı görülerek toraks tüpü
çekildi. Hasta aynı gün takip ve tedavilerinin devamı için
dahiliye servisine nakledildi.
Sonuç:
Reekspansiyon ödemi basit önlemler ile gelişmemesi
sağlanabilen ve temel tedavi prensipleri ile tedavi
edilebilen bir komplikasyondur. Tüp torakostomide
her zaman akılda tutulmalı ve destek tedaviye derhal
başlanılmalıdır.
e-PS117
ÖN MEDİASTENİN NADİR GÖRÜLEN GERM HÜCRELİ
TÜMÖRÜ : MATÜR TERATOM
SEDAT DEMİRCAN , CEMİL DENİZ YORGANCILAR , ALİ
ÇELİK , ÖZGÜR KARAKURT , MUHAMMED SAYAN
GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ
A.D.
Amaç:
Anterior mediastende yer işgal eden lezyonlardan nadir
görülen teratomlar, ön mediasnal kitle ayrıcı tanısında
akılda tutulmalıdırlar. Çoğu zaman cerrahi ile hem tanı
hem de tedavisi yapılan bu lezyonlar, yerleşim yerine ve
büyüklüğüne göre klinik öneme sahiprler
Gereç ve Yöntem:
Olgumuzda göğüse alınan bir travma sonrası çekilen
akciğer grafisinde rastlansal olarak saptanan 5x10
cm boyutunda kitle lezyonunu değerlendirdik. Hastaya
yapılan cerrahi ile lezyonun tamamını çıkardı
Bulgular:
Bulgular:
Histopatolojik tanı matür teratom olarak geldi.
Derlenme odasında hastanın oksijen satürasyonunun
hızla düşmesi üzerine entübe edildi. Reekspansiyon
ödemi düşünülerek bilinci açık bir şekilde yoğun
bakım ünitesine alındı. Arteryal kan gazı değerleri;
pH:7.39, pCO2:44, pO2:41, HCO3:22, sO2:%71 idi.
Hasta; SIMV modunda mekanik venlatöre bağlandı
ve venlatör 7/12 basınçlarla ve %100 oksijen desteği
ile SR:12 olacak şekilde ayarlanarak ARDS protokolü ile
izlenmeye başlandı. Hemoglobin değerlerinde bir düşüş
Sonuç:
Bu olgu nedeniyle matür teratomların klinik , radyolojik
ve patolojik özellikleri ile tedavi seçeneklerini tekrar
gözden geçirmek istedik.
181
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
e-PS118
GÖĞÜS CERRAHİSİNDE NADİR GÖRÜLEN BİR ANESTEZİ
KOMPLİKASYONU; DİŞ ASPİRASYONU
CEMİL DENİZ YORGANCILAR , ALİ ÇELİK , ÖZGÜR
KARAKURT , SEDAT DEMİRCAN
GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ
A.D.
Amaç:
10 NİSAN 2009
hidaği plevraya perforasyon sonrası nadiren plevral
efüzyonla karşımıza çıkabilir. Koroner arter bypass
cerrahisi sonrası erken ve geç dönemde çeşitli faktörlere
bağlı olarak sıklığı değişmekle birlikte plevral efüzyon
oluşabilir.
Gereç ve Yöntem:
Daha önceden bilinen sağ akciğer kist hidaği olan 60
yaşında erkek hastada acil koroner arter bypass cerrahisi
sonrası sağ plevral efüzyon tespit edilmesi üzerine
rüptüre kist hidak öntanısıyla torakotomi yapıldı.
Göğüs cerrahisi anestezisinde öncelikle entübasyonun
zorluk derecesine bağlı olarak değişik komplikasyonlar
görülebilmektedir.
Bu
komlikasyonlar
hastanın
monitörizasyon işlemlerinden hastanın ekstübasyonuna
kadar olan süreçte görülebilir.
Bulgular:
Gereç ve Yöntem:
Sonuç:
Ellial yaşında küçük hücreli dışı akciğer kanseri nedeniyle
opere edilen bir hastada, operasyon sonrasında akciğer
grafisinde yabancı cisim saptandı. Genel anestezi alnda
rijit bronkoskopi yapıldı. Bronkoskopide sol alt lob bazal
segment bronşlarının ağızlarına oturmuş inorganik
yabancı cisim çıkarıldı.
Koroner arter by pass cerrahisi sonrası sağ akciğerde
rüptüre kist hidaği taklit eden nadir olgumuzu
sunuyoruz.
Bulgular:
Bu yabancı cismin hastanın premolar dişi olduğu
görüldü
Sonuç:
Hastanın öyküsü tekrar alındığında, ameliyaan sonra
çıkğını fark eği 3. premolar dişi tespit edildi. Biz bu
olguyu, özellikle zorlu entübasyon sırasında karşılaşılan
komplikasyonlarda; postoperf dönemde hastanın
semptomları, klinik ve radyolojik değerlendirmesinin
dikkatli yapılmasının, erken tanı ve tedaviye katkısını
vurgulamak amacıyla sunduk.
Intraopertaif eksplorasyonda serohemorajik vasıa mayi
ve intakt kist hidak izlendi, kistotomi, kapitonaj ve
parsiyel dekorkasyon yapıldı.
e-PS120
MALİGN PLEVRAL MEZOTELİOMA VE HAMARTOM
BİRLİKTELİĞİ; OLGU SUNUMU
SEDAT DEMİRCAN , CEMİL DENİZ YORGANCILAR ,
ÖZGÜR KARAKURT , ALİ ÇELİK , OSMAN KORCAN TİLKAN
GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖGÜS CERRAHİS
A.D.
Amaç:
Malign plevral mezotelyoma, agresif, lokal invazif karakteri
olan ve nadiren hematojen yayılım yapan plevranın kötü
huylu hastalığıdır. Gelişimindeki ana faktör asbestoza
maruziyer. Hamartomalar ise akciğerin en sık görülen
benign tümörleridir.
e-PS119
Gereç ve Yöntem:
KORONER ARTER BYPASS CERRAHİSİ SONRASI PERFORE
KİST HİDATİĞİ TEKLİT EDEN PLEVRAL EFÜZYON; OLGU
SUNUMU
182
Altmışsekiz yaşında bayan hasta plevral kalınlaşma ve
akciğerde nodül nedeniyle değerlendirildi. Hastaya
torakotomi ile dekorkasyon ve nodül eksizyonu yapıldı
ÖZGÜR KARAKURT , CEMİL DENİZ YORGANCILAR , ALİ
ÇELİK , SEDAT DEMİRCAN , KERİM TÜLÜCE
Bulgular:
GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ
A.D.
Patoloji sonucu malign plevral mezotelyoma ve
akciğerdeki nodül hamartomla uyumlu geldi.
Amaç:
Sonuç:
Akciğer kist hidaği dünyada hayvancılık yapılan
bölgelerde endemik olarak görülmektedir. Ülkemizde
yapılan prevalans çalışmalarına göre yüzbinde 87-400
arasında değişen değerler tespit edilmişr. Akciğer kist
Hamartomlu olgularda bronşiyal kanser birlikteliği
bildirilmişr. Ancak hamartom MPM birlikteliğine
yapğımız literatür taramasında rastlayamadık. Bu ilginç
ve nadir birlikteliği sizlerle paylaşmak istedik.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
10 NİSAN 2009
e-PS121
e-PS122
KONJENİTAL KİSTİK ADENOİD MALFOMASYON: OLGU
SUNUMU
MASİF ŞİLOTORAKS İLE BAŞVURAN NON-HODGKİN
LENFOMA OLGUSU
ADAMU ISSAKA , RIZA SERDAR EVMAN , KORKUT
BOSTANCI , BEDRETTİN YILDIZELİ , MUSTAFA YÜKSEL
EKBER ŞAHİN 1, BURÇİN ÇELİK 1, AYDIN NADİR 1, ŞULE
KARADAYI 2, MELİH KAPTANOĞLU 1
MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
CERRAHİSİ ANABİLİM DALI, İSTANBUL
CUMHURİYET ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
CERRAHİSİ ANABİLİM DALI
2
CUMHURİYET ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ACİL TIP
ANABİLİM DALI
Amaç:
Konjenital kisk adenomatoid malformasyon akciğerin
nadir görülen ve kalımsal olmayan,terminal respiratuar
bronşiollerin kist benzeri yapılar oluşturduğu, alveol
gelişimini engelleyen hamartamatöz proliferasyonudur.
Genellikle tek taraflıdır ve tek bir lobu tutar.
Gereç ve Yöntem:
Dört aydır tekrarlayan hemopzi ve gece terlemesi
nedeniyle servisimize başvuran hastanın fizik
muayenesinde herhangi bir patolojik bulgu saptanmadı.
Akciğer grafisinde patoloji saptanmayan hastanın çekilen
toraks bilgisayarlı tomografisinde sol alt lobta kisk
adenoid malformasyon ile uyumlu 16x18mm boyutunda,
içerisinde ve komşuluğunda broşektazilerin izlendiği
nodüler saha saptandı. Fiberopk bronkoskopi ve biyopsi
yapıldı, endobronsial lezyon saptanmadı. Biyopside
malignite ve tüberküloz lehine bulgu saptanmadı.
Bulgular:
Hastaya sol alt lobektomi yapıldı. Histopatolojik
incelemede sonucu kesin tanı konjenital kist adenomatoid
malformasyon olarak konuldu. Hasta serviste takip edildi
ve postoperaf 5. günde taburcu oldu. Ameliyaan 3
sene sonra hasta herhangi bir yakınması olmadan takip
edilmektedir.
Sonuç:
Konjenital kisk adenomatoid malformasyonda tercih
edilmesi gereken tedavi şekli cerrahi rezeksiyondur.
1
Amaç:
Şilotoraks lenfak sıvının plevral boşlukta birikmesi
şeklinde tanımlanır. En sık nedenleri cerrahi ve cerrahi
dışı travma, tümörler ve tüberkülozdur. Çalışmanın
amacı, ilk başvuru şekli masif şilotoraks olan diffüz büyük
B hücreli lenfoma olgusunu tanımlamakr.
Gereç ve Yöntem:
Yirmidört yaşında erkek hasta, nefes darlığı, ateş ve
terleme şikayetleri ve akciğer grafisinde sağ masif plevral
effüzyon bulgusu ile başvurdu.
Bulgular:
Fizik muayenede sağ hemitoraksda solunum sesleri
alınamıyordu. Boyunda ve submandibular alanda küçük
lenf bezleri mevcuu. Akciğer grafisinde sağ hemitoraks
opak görünümde ve mediasnal yapılar karşı tarafa yer
değişrmiş. Plevral sıvının analizinde; glikoz 110 mg/
dL, LDH 110 U/L, protein 6.4 g/dL, kolesterol 36 mg/
dL, trigliserit 594 mg/dL olarak tespit edildi. Şilotoraks
tanısı konulan hastaya tüp torakostomi uygulandı. Oral
alım kesildi ve total paranteral nütrisyon başlandı. Toraks
BT’de sağ alt lobda infiltrasyon, sağ hidropnömotoraks ve
paratrakeal mulpl lenfadenopaler tespit edildi. Genel
durumu kötü olan hastada, tanı amacıyla submandibular
lenf bezi eksizyonel olarak çıkarıldı. Durumu giderek
kötüleşen hasta başvurunun 13. gününde entübe
edilerek mekanik venlatöre bağlandı. Lenf nodunun
histopatolojik tanısı diffüz büyük B hücreli lenfoma olarak
rapor edildi ve hasta 2 gün sonra kaybedildi.
Sonuç:
Şilotoraks lenfomanın bir komplikasyonu olarak karşımıza
çıkabilir. Bununla ilgili bildirilmiş bir oran olmamakla
birlikte mortalitesi yüksek bir durumdur. Masif şilotoraks
gelişğinde, ayırıcı tanıda lenfoma düşünülmelidir.
183
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
e-PS123
İNFERİOR PULMONER VENİ TAMA YAKIN ÇEVRELEYEN
PERİKARDİYAL KİST
10 NİSAN 2009
bu tümörler, paryetal plevradan kaynaklandıklarında
semptomak olabilirler. Preoperaf tanı koymak çoğu
zaman zordur.
Gereç ve Yöntem:
SEDAT ZİYADE , ÖMER SOYSAL , OSMAN CEMİL
AKDEMİR , SACİT İÇTEN
VAKIF GUREBA EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ,
GÖĞÜS CERRAHİSİ KLİNİĞİ, İSTANBUL, TÜRKİYE
Kırkbeş yaşında bayan hasta,üç aydır geçmeyen sol omuz
ve sırt ağrısı sonrası değerlendirildi. Sol hemitoraksta alt
zonda tespit edilen kitle lezyon eksize edildi
Bulgular:
Amaç:
Histopatolojik tanı soliter fibröz tümör olarak geldi
İçinde perikardiyal sıvı olan, perikarda komşu ve
duvarı mezotel hücrelerinden oluşan nadir benign bir
hastalıkr. Çoğunlukla kardiyofirenik açıda yerleşir. Apik
yerleşimleri olabilir. Tedavide; VATS veya torakotomi ile
kist eksizyonu, seçilmiş olgularda perkütan aspirasyon
önerilmektedir. Nüks beklenmez. İnferior pulmoner veni
tama yakın saran apik yerleşimli bir perikardiyal kist
olgusu sunulmuştur.
Gereç ve Yöntem:
Yirmiyedi yaşında bayan hasta sırt ağrısı ve her ay olan
40 dereceyi bulan ateş şikayetleri var. Bronkojenik kist ön
tanısı ile takip edilmiş.
Bulgular:
. Toraks BT ile 6 aylık takibinde Sağ infrahiler düzeyde
parakardiyak yerleşimli yaklaşık 2.2x1.8 cm boyutlarında
kisk oluşum mevcut belirgin değişiklik saptanmamış.
Tanımlanan kisk oluşum bronkojenik kist lehine
yorumlanmış (Resim 1). Yapılan torakotomisinde inferior
pulmoner veni yüzük tarzında saran perikard eksplore
edildi. Frozen benign kisk yapı olarak rapore e. Hasta
ameliyat sonrası 4.günde taburcu edildi.
Sonuç:
Perikardiyal kistler nadir ve benign abnormalitelerdir.
Sıklıkla asemptomak seyreder. Semptomlu perikardiyal
kistlerin cerrahi eksizyonu zorunludur.
e-PS124
PARYETAL PLEVRA KÖKENLİ SOLİTER FİBRÖZ TÜMÖR:
OLGU SUNUMU
ALİ ÇELİK , CEMİL DENİZ YORGANCILAR , ÖZGÜR
KARAKURT , SEDAT DEMİRCAN
GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ
A.D.
Amaç:
Soliter fibröz tümörler çoğunlukla visseral plevradan
köken alan , iyi huylu mezenkimal tümörlerdir. Çoğunlukla
asemptomak olan ve büyük boyutlara ulaşabilen
184
Sonuç:
Plevranın nadir görülen bu patolojisini, literatür bilgileri
ışığında yeniden gözden geçirmek istedik
e-PS125
POSTERİOR MEDİASTEN YERLEŞİMLİ BİR BRONKOJENİK
KİST VAKASI
MEHMET DEĞİRMENCİ
ADIYAMAN DEVLET HASTANESİ
Amaç:
Mediastende yerleşen bronkojenik kistler nadir görülürler.
Apik lokalizasyonlu 22 yaşında bir bronkojenik kist
olgusu sunulmaktadır.
Gereç ve Yöntem:
Öksürük, balgam ve göğüs ağrısı şikayetleri ile
polikliniğimize başvuran 22 yaşında erkek hasta
incelendi.
Bulgular:
Hastanın fizik muayenesinde ve run laboratuar
tetkiklerinde
anormal
bulguya
rastlanmadı.
Posteroanterior akciğer grafisinde kalbin arkasında 4x5
cm boyutlarında düzgün sınırlı, homojen kitle imajı
izlendi. Toraks BT’de posteror mediastende 4x5 cm
boyutlarında düzgün sınırlı homojen kitle imajı dikka
çekmekteydi. Hastaya sol posterolateral insizyonla
torakotomi uygulandı. Yapılan eksplorasyonda aortanın
lateralinde posterior mediastende 4x5 cm boyutlarında
kisk kitle tespit edildi. Kitlenin içi mukoid bir mateyalle
dolu idi. Vaskülarizasyonunu sağlayan bir adet pedikülü
vardı, pedikülü bağlanıp kesildi. Etra dönülerek eksize
edildi. Bronşla bağlansı yoktu. postop çekilen grafilerde
kitle imajının kaybolduğu görüldü. Kontrol toraks
bilgisayarlı tomografisinde kiste ait görünüm izlenmedi.
Poliklinik kontrollerinde herhangi bir sorun gözlenmedi.
Histopatolojik incelenmesinde silli solunum epiteli ile
döşeli, duvar yapısında matür kıkırdak yapısı ve bronşial
glandüler yapıların yer aldığı kisk yapı izlendi. Patolojik
sonuç bronşial kist olarak rapor edildi.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
10 NİSAN 2009
Sonuç:
Bronkojenik kistler akciğerin kongenital lezyonlarından
birisidir ve genellikle trakeobronşial sistemle işraklidir.
Bu vakada posterir mediastende apik lokalizasyonda
yerleşmiş ve trakeobronşial sistemle işrakli olmayan bir
bronkojenik kist mevcuur. Bronkojenik kistler değişik
lokalizasyonlarda bulunabilir ve komplikasyonlara yol
açabilir. Seçilecek tedavi yöntemi cerrahi tedavidir. Hasta
asemptomak olsa bile komplikasyonların önlenmesi
ve kesin tanı konulması için kist tam olarak eksize
edilmelidir.
mmHg/min (%57) bulundu. BAL sıvısının görünümü süt
renginde idi. BAL histopatolojik incelemesinde PAS (+)
granuler materyal izlendi. Otoankorlardan, an-GBM
ankoru indirek floresan ankor tesyle pozif bulundu.
Renal fonksiyonları normal olup hematüri, proteinüri
saptanmadı. Mevcut bulgularla hastaya PAP tanısı
kondu.
Sonuç:
Birinci olguya akciğer lavajı uygulanarak takibe alındı.
İkinci olguya ise total akciğer lavajı uygulandı ve
infiltrasyonlarda belirgin iyileşme elde edildi.
e-PS126
e-PS127
PULMONER
SUNUMU
ALVEOLER
PROTEİNOZİS:
İKİ
OLGU
DİLAVER TAŞ 1, ERDOĞAN KUNTER 1, ZAFER
KÜÇÜKODACI 2, ÖMER AYTEN 1, ZAFER KARTALOĞLU 1
GATA HAYDARPAŞA EĞİTİM HASTANESİ, GÖĞÜS
HASTALIKLARI VE TÜBERKÜLOZ SERVİSİ, İSTANBUL
2
GATA HAYDARPAŞA EĞİTİM HASTANESİ, PATOLOJİ
SERVİSİ, İSTANBUL
ERİŞKİN YAŞTA SAPTANAN SOL PULMONER ARTER
AGENEZİSİ VE PULMONER HİPOPLAZİ : OLGU SUNUMU
DİLAVER TAŞ , OĞUZHAN OKUTAN , ERDOĞAN KUNTER ,
ÖMER AYTEN , ZAFER KARTALOĞLU
1
Amaç:
GATA HAYDARPAŞA EĞİTİM HASTANESİ, GÖĞÜS
HASTALIKLARI VE TÜBERKÜLOZ KLİNİĞİ
Amaç:
Nadir bir hastalık olan pulmoner alveoler proteinozisli
(PAP) iki olguyu ilginç klinik tabloları nedeniyle sunmayı
amaçladık.
Nadir görülen ve erişkin çağda yakalanmış sol pulmoner
arter agenezisi (PAA) ve sol pulmoner hipoplazi (PH) tanısı
konan olgumuzu literatür eşliğinde değerlendirmeyi
amaçladık.
Gereç ve Yöntem:
Gereç ve Yöntem:
Tanı aşamasında yapılan incelemeler sunuldu.
Olgunun tanı aşamasında yapılan incelemeleri sunuldu.
Bulgular:
Bulgular:
Olgu 1: Erken evrede saptanan PAP olgusu: Yakınması
olmayan ve sigara içmeyen yirmi yaşında erkek hasta
akciğer grafisinde izlenen bilateral. üst ve orta zonda
dağınık yerleşimli infiltrasyonlar ve toraks bilgisayarlı
tomografisinde (TBT) bilateral mulfokal yamalı tarzda
silik sınırlı buzlu cam opasiteli (BCO) infiltrasyonlar
nedeniyle araşrıldı. Spirometri ve DLCO testleri
normaldi. Hemogram, run biyokimya ve otoankorları
normaldi. CMV IgM ve IgG pozifliği saptandı.
Bronkoalveolar lavaj (BAL) ve transbronşiyal biyopsi ile
tanı konamadı. Açık akciğer biyopsisinde PAS (+) granuler
materyalle dolu alveoller izlendi. Hastaya PAP tanısı
kondu. Olgu 2: An-GBM ankor pozifliği saptanan
PAP olgusu: Yirmi yaşında erkek hasta, öksürük, nefes
darlığı, kanlı balgam şikaye ile başvurdu. Sigara içici
olan hastanın oskültasyonunda kaba raller duyuldu.
Konvansiyonel akciğer grafisinde tüm zonları tutan yaygın
heterojen infiltrasyon alanları ve TBT’de her iki akciğerde
tüm lobları tutan interlobuler-intralobüler septalarda
kalınlaşma ile BCO alanlar (kaldırım taşı görünümü)
izlenmekteydi. Balgamda gram (+) koklar görüldü ve
kültürde streptococcus pneumonia üredi. Spirometriyle
hafif restrikf paern saptandı ve DLCO 19.7 mL/
Hasta 20 yaşında erkek olup, efor dispnesi yakınması
ile polikliniğimize başvurdu. Fizik muayenesinde sol
hemitoraks ekspansiyonu azalmış ve sol hemitoraksta
ronflan ronküsler duyuldu. P/A Akciğer grafisinde
sol hemitoraksta volüm kaybı ve sağ hemitoraksta
hiperinflasyon, trakea ve mediastenin sol tarafa
deviasyonu izlendi. Toraks YRBT’de sol akciğer volümünde
belirgin azalma ve parankiminde atenüasyon kaybı,
mediastende sola kayma, sağ akciğerde kompansatris
hipertrofi ve sağ akciğer alt lob medial segmene mozaik
perfüzyon izlendi. Sol ana bronş kalibrasyonu belirgin
olarak azalmış ve sol ana pulmoner arter net olarak
mediastende ayırt edilemedi. Bronkoskopik incelemede
sol ana bronş bronkoskopun geçişine izin vermeyecek
derecede daralmış. Solunum fonksiyon tesnde
FVC;2.15 L (%46.5), FEV1;1.34 L (%33.7), PEF;2.09 L/
sn (%24.5), FEF25-75%;0.88 L/sn (%19.7) ve DLCO;25.5
mL/mmHg/sn (%77), DLCO/VA;5.16 mL/mmHg/sn/L
(%148) ölçüldü. MR angiografi tetkikinde sol ana
pulmoner arter vizualize edilemedi. İnen aorta ventral
yüzünden muhtemelen sol akciğer alt lobuna uzanımı
izlenen hipertrofik bronşial arter olarak değerlendirilen
görünüm ve aynı akciğer alanından sağ atriuma dökülen
venöz yapı izlenmekteydi.
185
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
10 NİSAN 2009
Sonuç:
PS123
Olgumuzda sol pulmoner arter agenezisi ve beraberinde
sol pulmoner hipoplazi izlendi. Literatür değerlendirmesi
eşliğinde; PAA’de değişik klinik görünümlerin olabileceği
akılda tutulmalıdır.
KORONER ARTER HASTALIĞI VE SEMPTOMSUZ
OBSTRUKTİF UYKU APNESİ OLAN HASTALARDA CPAP
TEDAVİSİ ADHERANSI: RICCADSA CALİSMASİNDAN BİR
ÖN SONUÇ
YELDA TURGUT CELEN , OZLEM ŞENGÖREN , YÜKSEL
PEKER
e-PS128
BİLATERAL
PULMONER
ARTERİYOVENÖZ
MALFORMASYON:BİR OLGU NEDENİYLE
SLEEP MEDİCİNE UNİT, DEPARTMENT OF NEUROLOGY
AND REHABİLİTATİON MEDİCİNE, SKARABORG
HOSPİTAL, SKOVDE, SWEDEN
FİLİZ GÜLDAVAL , EYLEM YAŞAR YILDIRIM , MELİH
BÜYÜKŞİRİN , BAHRİ GÜMÜŞ
Amaç:
İZMİR DR. SUAT SEREN GÖĞÜS HASTALIKLARI VE
CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
Amaç:
Solunum yetmezliği ile başvuran hastada bilateral AVM
saptanması sebebiyle sunuldu.
Gereç ve Yöntem:
Altmış yaşında erkek olgu,son bir aydır başlayan ve son
bir haada artan nefes darlığı, dudaklarda morarma
yakınması ile başvurdu. Ortopneik,dispneik, siyanok
görümdeydi. Clubbing saptanan olgunun dudak ve ağız
mukozasında telenjiektazik değişiklikler mevcuu.
Bulgular:
Lökosit:8000/mm3, Hb:14 g/dl, Htc:%50, arter kan gazı
tetkikinde pH:7.48,pCO2:35, pO2:42, SAT:%82 olarak
bulundu.Akciğer radyografisinde bilateral sinusler
kapalı, kardiyotorasik oran artmış, sağ hilus konkavitesi
bozulmuştu.Toraks tomografisinde sol akciğer alt lob
posterobazal segmene 4x3 cm boyutlarında, düzgün
sınırlı kitlesel lezyon ve sağ akciğer alt lob anterobazal
segmene de 2 cm ve 1.5 cm çaplı birbirine komşu
nodüler lezyonlar saptandı. Toraks MR anjio ve
Toraks anjio BT görüntülerinde sol akciğer bazalinde
supradiafragmak mesafede 3x5 cm boyutlarında
anevrizmak görünümle uyumlu lezyon izlendi.Bu
lezyonun inferior pulmoner ven ile devamlılık gösterdiği
izlendi. Transtorasik doppler sonografik bakıda içerisinde
venöz akım izlenen anevrizmak dilatasyon saptandı.
Sağ alt lob medial bazal bölümde 2-2.5 cm benzer
vasküler yapının varlığı dikka çek. Görünüm pulmoner
arter ve ven yapılarının ilişkili olduğu AVM ile uyumlu
olarak raporlandı. Ekokardiyografide ikinci derece mitral
yetmezliği, global hipokinezi, ejeksiyon fraksiyonu %25
olarak saptandı. Cerrahi girişim düşünülmedi. AVM’ların
çapının büyük olması nedeniyle embolizasyona uygun
bulunmadı. Takipleri sürmekte iken olgu eksitus oldu.
Sonuç:
Tipik dil ve dudak telenjiektazisi olan ve pulmoner AVM
saptanan olgu sunuldu.
186
Aralik 2005 tarihinde baslanan ve halen devam eden
bu calisma (RICCADSA), revaskularize olmus koroner
arter hastalarda(KAH), semptomsuz (gündüz asırı
uykululuk hali yakınması olmayan; Epworth Sleepiness
Scale [ESS]<10) obstrükf uyku apne (OSA) (Apnea
Hipopnea index>15/h) olgularinda CPAP tedavisinin
etkinliğini değerlendiren randomize kontrollu çalışmadır.
OSA saptanan KAH olgularında üç yıllık izlemde yeni
revaskülarizasyon, mortalite, myokard infarktüsü, stroke
ve kardiyovasküler mortalitenin bileşik oranı birincil
sonuç olarak belirlenmişr. Bu ön raporda semptomak
ve asemptomak OSA hastaları arasındaki CPAP adherans
farklılıkları araşrılmışr.
Gereç ve Yöntem:
31 aralık 2008 tarihi ibari ile KAH olan ardışık 790
olgunun 406(%51.4)’sı çalışmaya kalmayı kabul etmiş ve
uyku çalışmasına alınmışr. CPAP tedavi başlangıcından
sonra üç ay ve bir yıllık takip süresini tamamlayan olgular
incelenmişr.
Bulgular:
Bu kardiyoloji klinik kohortunda 153’ü semptomsuz toplam
256 olgu ile OSA prevelansı 63,1 % olarak saptanmışr.
70(17,2%) hasta sınırda OSA (AHI=5-15/h) tanısı alırken,
69(17,0%) olguda OSA(AHI<5/h) saptanmamışr. 11
hastada(2,7%) ağırlıklı santral apnea ve Cheyne-Stokes
solunumu tespit edilmişr. OSA tanısı alan 161 KAH
olgusu 3. ay kontrollerini tamamlamışr. Semptomsuz
olup CPAP grubuna randomize olan 69 olgudan 39’u
(56,5%), semptomak 98 OSA hastasından ise 71’i
(71,7%; p=0.045) CPAP tedavisine devam etmektedir.
Takibin birinci yılında 97 OSA olgusundan asemptomak
ve semptomak olanlarda adherans oranları sırasıyla
67.6% ve 68.3% olarak belirlenmişr(n.s).
Sonuç:
Bu ön sonuçlarımız, CPAP tedavisinin, revaskülarize
KAH’li asemptomak OSA olgularında kısa dönemde
uygulamasında zorluklar olduğunu ancak bir yılsonunda
adherans oranlarının semptomlu hastalarla benzer
düzeyde olduğunu göstermektedir.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
10 NİSAN 2009
PS124
PS125
UYKU APNE SENDROMU CİDDİYETİNE ETKİ EDEN
FAKTÖRLER
OBSTRÜKTİF UYKU APNE SENDROMLU OLGULARDA
KLİNİK DEĞERLENDİRMENİN TANI DEĞERİ
ŞEHNAZ OLGUN , EMEL ERYÜKSEL , HATİCE ŞENOL , SAİT
KARAKURT , TURGAY ÇELİKEL
AYŞEGÜL ACAR , OĞUZ KÖKTÜRK , TANSU ULUKAVAK
ÇİFTÇİ
MARMARA ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ, GÖĞÜS
HASTALIKLARI VE YOĞUN BAKIM ANABİLİM DALI
GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI
ANABİLİM DALI
Amaç:
Amaç:
Uyku Apne sendromu için çeşitli risk faktörleri
bilinmektedir. Bu çalışmanın amacı uyku apne sendromu
ciddiyene etki eden faktörlerin araşrılmasıdır.
Obstrükf uyku apne sendromu’nun (OSAS) aln
standart tanı yöntemi polisomnografidir (PSG). PSG
uygulanacak hastaların seçiminde en çok başvurulan
yöntem klinik tanıdır. Çalışmamızda OSAS’lı olgularda
klinik değerlendirmenin tanı değeri araşrılmışr.
Gereç ve Yöntem:
Bu amaçla son 5 yıl içinde kliniğimizde uyku tes yapılan
219 hasta retrospekf olarak incelendi. Hasta verileri
apne hipopne indeksi <15 ve >15 olarak iki gruba ayrıldı.
Bulgular:
Ortalam Yas: 50,2 ,Kadın/Erkek: 5:1,ortalama vücut kitle
indeksi: 29,8 olarak belirlendi. Apne hipopne indeksi
ciddiyene etki eden faktörler araşrıldığında erkek
cinsiyet, vücut kitle indeksi ve alkol kullanım öyküsü
istasksel olarak anlamlı olacak şekilde etkin bulundu.
( p<0.002, p<0.002, p<0.009). Ayrıca Epword uyuklama
skoru ve apne hipopne indeksi ciddiye arasında da
istasksel olarak fark oluşturmamakla birlikte anlamlı
ilişki olduğu gözlendi.( p= 0.05) Yaş, KOAH öyküsü,
sedaf ilaç kullanım öyküsü, roit hastalığı öyküsü,
diabet öyküsünün apne hipopne indeksi ciddiyene
etkisi gösterilemedi.
Sonuç:
Sonuç olarak cinsiyet, yüzey alanı indeksi ve alkol kullanımı
uyku apne sendromu ciddiyene etki etmektedir. Bu
hastalar kilo verme ve alkol tükeminin kısıtlanmasından
fayda görebilir.
Gereç ve Yöntem:
PSG uygulanan 469 olgunun kayıtları retrospekf olarak
incelendi. Apne-hipopne indeksi=AHİ>5 bulunan 401
olguya OSAS tanısı konuldu. AHİ<5 bulunan 68 olgu
kontrol grubuna alındı. OSAS’lı olgular AHİ değerlerine
göre hafif (AHİ=5-15, n=92), orta (AHİ=15-30, n=110)
ve ağır dereceli (AHİ>30, n=199) olmak üzere üç gruba
ayrıldı. OSAS’lı olgularda ortalama yaş 49.6, erkek/kadın
oranı 2.8 idi.
Bulgular:
OSAS
klinik
tanısı
için
uygulanan
anket
değerlendirmesinde; sensivitesi ve doğruluğu en
yüksek semptomlar sırasıyla horlama, tanıklı apne,
sabahları yorgun uyanma, ağız kuruluğu ve gündüz aşırı
uyku haliydi (GAUH). Spesifitesi en yüksek semptomlar
kaza yapma öyküsü, uyum güçlüğü, anksiyete/depresyon
ve hipertansiyon öyküsü ve çarpın hissi ile uyanmaydı.
Sadece horlama şikaye olan olgularda %50, horlama
ve tanıklı apnesi olanlarda %81.9, horlama, tanıklı apne
ve GAUH olanlarda ise %91.1 oranında OSAS saptandı
(p<0.001).
Sonuç:
Bu sonuçlar yalnızca klinik değerlendirmenin OSAS tanısı
için yeterli olmadığını ancak risk faktörleri, semptomlar
ve eşlik eden hastalıklar birlikte değerlendirildiğinde
OSAS olasılığı yüksek olguların belirlenebileceğini
göstermektedir.
187
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
10 NİSAN 2009
PS126
PS127
MYASTHENİA GRAVİS VE UYKU KALİTESİ
ZONGULDAK İLİ UZUN YOL ŞOFÖRLERİNDE UYKU APNE
SENDROMU SIKLIĞI VE TRAFİK KAZALARI İLİŞKİSİ
RABİA ENGİN ÜNVER 1, ESEN KIYAN 1, HALİM İŞSEVER 2,
FEZA DEYMEER 3
MUHAMMED EMİN AKKOYUNLU , REMZİ ALTIN ,
LEVENT KART , FIRAT UYGUR , MELTEM TOR
2
İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI A.D.
İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ HALK SAĞLIĞI A.D.
3
İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ NÖROLOJİ A.D.
ZONGULDAK KARAELMAS ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI AD
Amaç:
Amaç:
Myasthenia Gravis (MG) hastalarında subjekf uyku
kalitesi ve gündüz uykululuğunu değerlendirmek.
Obstrükf Uyku Apne Sendromu (OUAS) toplumda
sık görülen ve komplikasyonları nedeni ile görülme
sıklığından daha büyük populasyonu etkileyen bir
hastalıkr. Hastalığın bölgesel sıklığının saptanması ve
komplikasyonlarla ilişkili semptomların tespi toplum
sağlığını koruma açısından çok önemlidir. Bu çalışmanın
amacı Zonguldak ilinde yerleşik olan uzun yol şoförlerinde
OUAS sıklığını ve buna ek olarak, OUAS semptomlarını ve
bunların toplumsal boyutu olan trafik kazaları ile ilişkisini
ortaya koymakr.
1
Gereç ve Yöntem:
Ellidört stabil, generalize MG hastası prospekf olarak
subjekf uyku kalitesi açısından ‘Pisburgh Uyku Kalitesi
İndeksi’ (PUKİ) ile, aşırı gündüz uykululuğu için ‘Epworth
Uykululuk Skalası’ (EUS) ile değerlendirildi. PUKİ’nin
alt komponentlerinden subjekf uyku kalitesi (PUKİ
1), uykuya geçiş süresi (PUKİ 2), uyku süresi (PUKİ 3),
uyku etkinliği (PUKİ 4), uyku bozukluğu (PUKİ 5), uyku
ilacı kullanımı (PUKİ6), gündüz disfonksiyonu (PUKİ
7) değerlendirildi. PUKİ toplam skoru hesaplandı ve
PUKİ total>5 uyku bozukluğu var olarak değerlendirildi.
Hastaların demografik özelliklerinin yanı sıra ankor
durumu, uyku semptomları (horlama, tanıklı apne,
gündüz uykululuğundan en az biri), ek hastalıkları, ilaç
kullanımı sorgulandı. Hastalık ciddiye için MG’ye spesifik
skorlama yöntemleri kullanıldı (QMG: quantave MG
scale ve MGFA: MG foundaon of America classificaon).
Olguların spirometrik ölçümleri yapıldı.
Zonguldak il merkezinde yerleşik 241 uzun yol şoförüne
yüz yüze görüşme yöntemiyle anket formu dolduruldu.
OUAS açısından klinik olarak yüksek olasılıklı 42 olguya 1
gece polisomnografi yapıldı.
Bulgular:
Hastaların 37’si kadın, 17’si erkek. Ortalama yaş 48±14,9
yıl, BMI 28,4 ±5,44, hastalık süresi 11±7,74 yıldı. Hastaların
hepsi MGFA grup II idi. Yirmidört hasta seropozif, 17
hasta an-MuSK pozif, 13 hasta seronegai. Hastaların
%40,7’sinde (n:22) uyku bozukluğu (PUKİ total>5),
%7,4’ünde aşırı gündüz uykululuğu (EUS skoru>10)
saptandı. PUKİ alt komponentleri ile yaş, BMI, uyku
semptomları, QMG-göz, QMG-ekstremite, saturasyon
parametreleri arasında korelasyon saptandı. ESS ile
bir tek BMI arasında anlamlı ilişki vardı. PUKI 1 ve 6 ile
parametreler arasında herhangi bir ilişki saptanmadı.
Çalışmaya kalan olguların ortalama yaşları 42.23 (±9,85)
idi. Horlama %56 (n:135), gün içi uyuklama %26.6 (n:64) ve
tanıklı apne %11.6 (n:28) olguda saptandı. Çalışmamızda
apne-hipopne indeksi (apne hipopne indeksi) AHİ≥5
kabul edildiğinde OUAS prevalansı % 14.1 olarak
saptanmışr. OUAS komplikasyonu gelişimi açısından
riskli kabul edilen orta-ağır grup, OUAS’lıların %67.6’sını
oluşturmaktaydı. OUAS saptanan ve saptanmayan gruplar
semptomlar açısından kıyaslandığında OUAS’ın majör
(horlama, gün içi aşırı uykululuğu, tanıklı apne) ve diğer
semptomları (konsantrasyon ve haza bozukluğu, kişilik
değişikliği, aşırı sinirlilik vb.), açısından anlamlı düzeyde
farklılık saptandı. Çalışmaya kalan olguların %25.6’sı
trafik kazası geçirmişr. Geçirilen trafik kazası sayısının
meslekte geçen yıla oranı ile AHİ arasında anlamlı güçlü
ilişki mevcuu (r:0.571-p<0.005).
Sonuç:
Sonuç:
Stabil ve hafif evre MG hastalarında uyku kalitesinin
bozukluğu sık görülürken aşırı gündüz uykuluk hali
daha az saptandı. BMI, uyku semptom varlığı ve QMGekstremite skorunun gündüz disfonksiyonuna (PUKI 7)
etkisi dikkat çekiciydi.
Sonuç olarak Zonguldak ilindeki
OUAS prevalansı tahmin edilen
üstündedir. Hastalığın derecesi
doğrudan ilişkili olup bu boyutu
sorun durumundadır.
Bulgular:
188
Gereç ve Yöntem:
uzun yol şoförlerinde
Türkiye sıklığının çok
trafik kazası riski ile
ile de ciddi bir sosyal
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
10 NİSAN 2009
PS128
PS129
OBSTRÜKTİF UYKU APNE SENDROMU OLGULARINDA
GÜNDÜZ HİPERKARBİSİ İLE İLİŞKİLİ FAKTÖRLER
OBSTRÜKTİF UYKU APNE SENDROMLU HASTALARIN
PAP TEDAVİSİNE UYUMU
SEVDA ŞENER CÖMERT , BANU SALEPÇİ , MUHARREM
TOKMAK , ALİ FİDAN , BENAN ÇAĞLAYAN , GÜLŞEN
SARAÇ
BANU ERİŞ GÜLBAY , TURAN ACICAN , BUKET AKDOĞAN
, ZEYNEP PINAR ÖNEN
DR.LÜTFİ KIRDAR KARTAL EĞİTİM VE ARAŞTIRMA
HASTANESİ
ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI AD
Amaç:
Amaç:
Çalışmamızın amacı OUAS olgularında gündüz hiperkarbi
oranını ve gündüz hiperkarbisinin ortaya çıkmasını
etkileyen faktörleri incelemekr.
Gereç ve Yöntem:
Çalışmaya hastanemiz uyku polikliniğine başvuran ve
polisomnografi ile OUAS tanısı konulan 349 olgu alındı.
Hastaların demografik özellikleri, vücut kitle indeksi(VKİ),
gündüz arter kan gazı değerleri, spirometrik değerleri,
apne-hipopne indeksi(AHİ), apne indeksi(Aİ), minimum
SpO2, oksijen desatürasyon indeksi(ODİ) kaydedildi.VKİ
≥30kg/m2 obezite, PaCO2≥45mmHg değeri hiperkarbi,
%FEV1<70 obstrüksiyon, %FEV1≥70 ve FVC<%80
restriksiyon olarak kabul edildi. OUA’li olgular içerisindeki
gündüz hiperkarbi oranı ve bu oran ile ilişkili faktörler
incelendi. İstasksel analizler ki-kare, Mann-Whitney U
ve logisc regresyon analizi ile yapıldı.
Bulgular:
Çalışmaya alınan olguların yaş ortalamaları 49.6±11.4(1981) olup, 111(%31.8)’i kadın, 238(%68.2)’i erkek.
Olguların 105(%30)’inde gündüz hiperkarbi saptandı.
216(%61.9) olguda obezite, solunum fonksiyon testlerinde
34(%9.7) olguda obstrüksiyon, 60(%17.2) olguda ise
restriksiyon olduğu görüldü. 22(%6.3) olguda obezite,
obstrüksiyon ve restriksiyon olmadan yalnız OUAS’na
bağlı gündüz hiperkarbi (saf hiperkarbi) saptandı.
Gündüz hiperkarbisi ile obezite ve obstrüksiyon arasında
anlamlı ilişki olduğu görüldü(p=0.002,p<0.0001). Logisc
regresyon analizi ile incelendiğinde hem obezite hem de
obstrüksiyon varlığının gündüz hiperkarbi gelişmesinde
ayrı ayrı risk faktörü olduğu görüldü. Olgularda saf
hiperkarbi görülmesi ile VKİ, FVC ve FEV1 değerleri
arasında ileri derecede anlamlı ilişki saptandı(p<0.0001).
Ayrıca saf hiperkarbi görülmesi ile %FEV1, ODİ ve AHİ
değerleri arasında anlamlı ilişki olduğu görüldü(p=0.011
,p=0.022,p=0.016). Ancak saf hiperkarbi görülmesi ile Aİ
arasında ilişki saptanmadı(p=0.272).
Sonuç:
Posive Airway Pressure (PAP), Obstrükf uyku apne
sendromu (OUAS) tedavisinde temel yaklaşımıdır. Ancak,
PAP tedavisi önerilen OUAS’lu hastaların; bu tedaviyi
kabullenip, gereken sürede düzenli olarak kullanımı ile
ilgili önemli sıkınlar bulunmaktadır. Çalışmamızda,
OUAS’lu hastaların PAP tedavisine uyumunu ve bunda
belirleyici olan faktörleri değerlendirmeyi amaçladık.
Gereç ve Yöntem:
Uyku laboratuarımıza Kasım 2005-Mayıs 2008 tarihleri
arasında uykuda solunum bozuklukları yakınmaları ile
başvuran 524 hastadan, PAP reçetelenen 79 OUAS’lu (13
orta, 58 ağır OUAS, 3 OHS: 20 BiPAP/59 CPAP) hastanın
dosyası, takip bilgileri retrospekf olarak incelendi.
Telefon ile hastaların PAP tedavi uyumları ve karşılaşkları
sorunlar değerlendirildi.
Bulgular:
Çalışmaya dâhil edilen 79 hastadan 12’sinin takip
bilgilerine ulaşılamadı. Hastaların 41’i (% 51.9) PAP
cihazını düzenli olarak kullandığını ifade e. Ortalama
20.2 ± 2.1 (6-47) aydır PAP kullanmakta olan hastaların,
PAP cihazını kullanma süresi 6.4± 0.2 (3-7 ) gece/haa
ve 6.0 ± 0.8 (2-8) saat/gece olarak saptandı. Hastaların
28’i (%68.3) PAP’ı her gece kullandığını, geriye kalan
13’ü (%31.7) ise düzensiz kullandıklarını ifade e. PAP
kullanımına bağlı tarif edilen en önemli sorunlar (%31.3)
burunda konjesyon ve maskenin yara
ğı rahatsızlık
hissi (%23.9) idi. PAP kullanmayan hastalardaki temel
yakınmanın (%43.3) cihazla uyuyamamak olduğu
görüldü.
Sonuç:
PAP kompliansında; yaş, cinsiyet ve eğim durumu ile
OUAS şiddenin etkili olmadığı, buna karşılık gündüz
aşırı uykululuk hali, noktürnal desatürasyon yüzdesi ile
gece ölçülen en düşük oksijen satürasyonunun belirleyici
olduğu gösterilmişr. PAP tedavisinde hasta eğimi ve
hasta takibinin; uyum açısından riskli grupların dikkate
alınarak düzenlenmesi uzun süreli tedavi başarısının
ar
rılmasında önemli olacakr.
OUAS olgularında gündüz hiperkarbi görülme oranını ve
bunun ortaya çıkmasını obezite ve obstrüksiyon varlığının
etkilediğini saptadık. Saf hiperkarbi görülmesinin ise
VKİ, FVC, FEV1, %FEV1, ODİ ve AHİ ile ilişkili olduğunu
saptadık.
189
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
10 NİSAN 2009
PS130
PS131
KALP HIZI DEĞİŞKENLİĞİ VERİLERİ AÇISINDAN
OBSTRÜKTİF UYKU APNE HİPOPNE SENDROMLU
HASTALARLA
NORMAL
TOPLUMUN
KARŞILAŞTIRILMASI
OBSTRÜKTİF UYKU APNE SENDROMLU HASTALARDA
FİZİKSEL AKTİVİTE DÜZEYİ VE FONKSİYONEL
PARAMETRELER ARASINDAKİ İLİŞKİ
LEVENT KARASULU , PINAR ÖZKAN , SİNEM SÖKÜCÜ ,
LEVENT DALAR , ATİLLA UYSAL , SEDAT ALTIN
HAYRİYE KUL KARAALİ 1, DUYGU ILGIN 1, SEVGİ ÖZALEVLİ
1
, OYA İTİL 2
DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ FİZİK TEDAVİ VE
REHABİLİTASYON YÜKSEKOKULU
2
DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ANABİLİM DALI
1
YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ
EĞİTİM VE ARŞ.HAST.
Amaç:
Amaç:
Obstrükf uyku apne hipopne sendromu(OSAS)
toplumsal sıklığı ve yüksek mortalite ve morbiditeye yol
açması nedeniyle yoğun ilgi uyandırmaktadır. Tanıda aln
standart polisomnografidir(PSG). Ancak PSG hem son
derece maliyetli hem de hantal bir incelemedir. Henüz
OSAS taraması için gelişrilmiş ucuz ve uygulanabilir
bir yöntem saptanmamışr. Çalışmamızın amacı tek
kanal elektrokardiogramdan uyku süresince elde edilen
kalp hızı değişkenliği(HRV) verilerinin OSAS lı ve normal
toplum arasında gösterdiği farkı incelemekr.
Gereç ve Yöntem:
Ekim 2006 ile mart 2008 tarihleri arasında hastanemiz
uyku laboratuarına başvurarak polisomnografi yapılan 51
kişi çalışmaya dahil edildi. Bu kişilerin hiçbirinde otonom
sinir sistemini etkileyen ilaç kullanımı, diabetes mellitus,
roid fonksiyon bozukluğu,bilinen kardiovaskuler
hastalık yoktu. Polisomnografilerinde apne hipopne
indeksi(AHI)≥ 15 bulunanlar olgu grubuna dahil edilirken
AHI≤5 bulunanlar kontrol grubuna dahil edildi.
Bulgular:
Kontrol ve OSAS gruplarının yaşları sırasıyla 48±11 ve
49±10du. Kontrol grubunun ve olgu grubunun AHI(2.8±0.3
vs56.7±26.1) SDNN(75±25 vs98±32), SDNNindeks(52±25
vs76±30), nuLF(0.66±0.09 vs 0.75±0.12),nuHF(0.31±0.09
vs 0.22±0.11), HF/LF(2.46±1.33 vs4.79±3.63) trianguler
indeks(13±3 vs 17±5) değerleri arasındaki fark istasksel
olarak anlamlıydı.
Sonuç:
Tek kanal EKG den elde edilen HRV verileri OSAS lı
ve normal hastalar arasında ciddiye alınabilir farklar
göstermektedir. Özellikle LF/HF oranı OSASlı hastalarda
normallere göre oldukça yüksekr. Tek kanal EKG OSAS
taramasında üzerinde çalışabilir bir incelemedir
190
Çalışmamız; Obstrükf Uyku Apne Sendromlu hastalarda
fiziksel akvite düzeyi ve fonksiyonel parametreler
arasındaki ilişkinin belirlenmesi amacıyla yapılmışr.
Gereç ve Yöntem:
Çalışmamıza, apne-hipopne indeksi 15 ve üstü olan 19
(2K, 17E) olgu dahil edildi. Olguların; solunum kapasitesi
(solunum fonksiyon tes), egzersiz kapasitesi (6 dakika
yürüme tes (6DYT)) dispne ve bacak yorgunluk şidde
(Modifiye Borg Skalası), hastalığa özel yaşam kalitesi
(Uykunun Fonksiyonel Sonuçları Anke (FOSQ)), genel
sağlıkla ilişkili yaşam kalitesi (Kısa Form-36 (SF-36)) ve
fiziksel akvite düzeyi (Fiziksel Akvite Düzeyi Anke )
değerlendirildi.
Bulgular:
Olgularımızın, yaş ortalaması 54.42 ± 13.15, desatürasyon
yüzdesi 71.81 ± 12.87 ve apne-hipopne sayısı 40.56 ±
24.94 idi. Fiziksel akvite düzeyi ile efor dispnesi, bacak
yorgunluk şidde, %FVC, %FEV1, 6DYT sonrasında
algılanan dispne, yorgunluk şidde ve SpO2, SF-36’nın
fiziksel fonksiyon, fiziksel, emosyonel rol kısıtlılığı ve ağrı
kategorilerinin korele olduğu bulundu (p<0.05). Ayrıca
apne-hipopne indeksi ile yürüme mesafesi arasında
istasksel olarak anlamlı derecede korelasyon olduğu
saptandı ( p<0.05).
Sonuç:
OUAS’lı hastalarda; egzersiz kapasitesinde azalma
meydana gelmeden önce algılanan hastalık semptomları,
solunum fonksiyon testleri ve yaşam kalitesi etkileniminin
ortaya çıkğı bulundu. Ve bu parametrelerdeki
değişikliklerin fiziksel akvite düzeyindeki düşüşle ilişkili
olduğu belirlendi. Bu sonuçlar, klinik değerlendirme
kapsamında fiziksel akvite düzeyi belirlenmesine
yönelik yaklaşımlara hastalığın en erken dönemlerinden
ibaren önem verilmesi gerekğini düşündürmüştür.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
10 NİSAN 2009
PS132
PS133
OVERLAP SENDROMUNDA GÜNDÜZ AŞIRI UYKULULUK
OBSTRÜKTİF UYKU APNE SENDROMU OLGULARINDA
CPAP UYUMUNUN DEĞERLENDİRİLMESİ
HACER KUZU OKUR 1, ZERRİN PELİN 2, ZUHAL KARAKURT
1
, TURAN KARAGÖZ 1, TÜLİN KUYUCU 1
SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS
CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ UYKU
ÜNİTESİ
2
ERENKÖY RUH VE SİNİR HASTALIKLARI EĞİTİM VE
ARAŞTIRMA HASTANESİ NÖROLOJİ KLİNİĞİ
1
Amaç:
Gündüz aşırı uykululuk(GAUH), Obstrükf uyku apne
(OSA) ‘nın en önemli semptomlarından biridir.Uyku
fragmantasyonu, hipoksi gibi bazı faktörler GAUH’ne
neden olur.Bu çalışmada OSA ile birlikte kronik obstrükf
akciğer hastalığı(KOAH)(overlap sendromu) bulunan
hastalarda GAUH nedenleri araşrılmışr.
Gereç ve Yöntem:
Overlap
sendromu
tanısı
olan,
8
saatlik
polisomnografi(PSG) kaydında total uyku süresi 5,5
saaen fazla olan , 41 hasta çalışmaya alındı. Hastalar
PaCO2 düzeyine göre iki gruba ayrıldı.Hiperkarbik grup
PaCO2 > 45 mmHg iken normokapnik grup PaCO2< 45
mm Hg olarak belirlendi.Demografik özellikler,solunum
fonksiyon tes,vücut kitle indeksi (BMI), PSG sonuçları ve
Epworth uykululuk scalası(ESS) dahil gündüz uykululuk
verileri değerlendirildi.İstasksel analizlerde,student
t-test ve Fisher’s exact test kullanıldı ve p<0.05 istasksel
olarak anlamlı olarak değerlendirildi.
Bulgular:
Hastalarda yaş (35-77) arasında,%80 erkek,BMI
ortalaması 36±7 olarak bulundu.Hiperkapnik grupta 16
hasta(%39) , kalan 25 hastada normokapnik grupta(%61)
idi.Hiperkapnik grubun hepsinde(%100), 25 normokapnik
hastadan yalnızca 9’unda(%36) ESS 10 ve üzerinde
bulundu(p<0.001).Ortalama %REM hiperkapnik grupta
(10.15±6.25), normokapnik gruba(15.80±7.78) göre daha
kısa bulundu p<0.01.Noktürnal desatürasyon düzeyi her
iki grupdada istasksel olarak anlamlı fark göstermedi.
Diğer bütün parametreler her iki grupdada benzerdi.
Sonuç:
GAUH overlap sendromunda hiperkapnik grupta daha
belirgindir.Overlap sendromunda hiperkapni GAUH’ni
belirlemede diğer noktürnal parametrelere oranla daha
önemli bir faktördür.
ÖZEN KAÇMAZ BAŞOĞLU , PINAR TAŞKIRANLAR
EGE ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI
Amaç:
Nazal CPAP, obstrükf uyku apne sendromu (OUAS)’nda
bilinen en etkili tedavidir. Gecede en az 4 saat
kullanım dikkate alındığında CPAP uyumu %29-83
arasında değişmektedir. Bu çalışmada CPAP uyumunun
değerlendirilmesi amaçlanmışr.
Gereç ve Yöntem:
Orta-ağır OUAS tanısı konularak CPAP tedavisi verilen 45
ardışık hastadan 9’unun (%20) CPAP cihazını hiç almadığı
anlaşılmışr. CPAP tedavisi alan 36 hasta (28’i erkek, yaş
ortalaması 55±11) çalışmaya alınmışr. CPAP uyumu olan
ve olmayan hastaların klinik ve laboratuvar özellikleri
karşılaşrılmışr.
Bulgular:
Yedi hastada (%15) CPAP uyumunun olmadığı, %85’inin
ise düzenli kullandığı saptanmışr. CPAP uyumu olan
hastalarla olmayanlar arasında yaş, cinsiyet, beden
kitle indeksi, alışkanlıklar, ek hastalık varlığı, Epworth
uykululuk skalası (ESS), kan gazı parametreleri, OUAS
yakınmaları ve uykuda minimum oksijen satürasyonu
açısından fark olmadığı gözlenmişr. CPAP uyumlu grupta
FVC (3.4 L’ye karşı 4.4 L, p=0.028) ve FEV1 (2.7 L’ye karşı
3.5 L, p=0.025) değerleri daha düşük, apne-hipopne
indeksi (AHİ) daha yüksek (56/sa karşı 39/sa, p=0.025)
bulunmuştur. Uyumlu hastalarda CPAP tedavisi ile ESS
14’ten 2’ye düşerken, uyumsuzlarda yalnızca 11’den 8’e
düştüğü gözlenmişr (p=0.0003). CPAP uyumu olmayan
hastalarda tedavi ile ilişkili yan etkiler %43 oranında
bildirilirken, uyumlu hastalarda yan etki saptanmamışr
(p=0.005)
Sonuç:
Bu çalışmada hastaların %20’sinin CPAP tedavisini baştan
reddeği ve kabul edenlerde ise uyumunun iyi (%81)
olduğu gösterilmişr. Ayrıca başlangıç AHİ daha yüksek
olan, gündüz uykululuğunda belirgin düzelme saptanan
ve az yan etki gözlenen hastaların CPAP uyumu daha iyi
bulunmuştur.
191
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
10 NİSAN 2009
PS134
PS135
OVERLAP SENDROMU İLE OBSTRÜKTİF UYKU APNE
SENDROMU OLGULARININ KARŞILAŞTIRILMASI
OBSTRÜKTİF UYKU APNE SENDROMLU HASTALARDA
NONİNVAZİV MEKANİK VENTİLASYON TEDAVİSİNE
UYUMU ETKİLEYEN FAKTÖRLER
ÖZEN KAÇMAZ BAŞOĞLU , ALEV GÜRGÜN , M. SEZAİ
TAŞBAKAN , FEZA BACAKOĞLU , PINAR TAŞKIRANLAR
EGE ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI KLİNİĞİ
Amaç:
MERAL UYAR , NERİMAN AYDIN , OSMAN ELBEK ,
NİLÜFER ÇİFÇİ , NAZAN BAYRAM , ERHAN EKİNCİ
GAZİANTEP ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
Amaç:
OVS ve OUAS olgularının klinik ve laboratuvar
özelliklerinin retrospekf olarak araşrılmasıdır.
Gereç ve Yöntem:
Kliniğimiz uyku laboratuvarında OVS tanısı konulmuş
75 olgu (yaş ortalaması 59.8±11.1, 50’si erkek), aynı
dönemde OUAS tanısı almış -yaş ve cinsiyet açısından
uyumlu- 150 olgu (yaş ortalaması 58.1±6.5, 104’ü erkek)
ile karşılaşrılmışr.
Bulgular:
Yetmiş beş OVS olgusunun %58.7’sini KOAH,
%33.3’ünü asm ve %8.0’ını diğer akciğer hastalıkları
oluşturmaktaydı. Beden kitle indeksinin OVS olgularında
OUAS’lilere göre daha yüksek (33.4 kg/m2’ye karşı 30.5
kg/m2, p=0.0004); OVS olgularında %69.3 ve OUAS
grubunda %46.0 oranında obezite saptanmışr (p=0.001).
Boyun çevresi, OVS olgularında 42.8±4.6 cm ve OUAS
olgularında 40.4±3.6 cm olarak ölçülmüştür. (p<0.0001).
Boyun çevresi erkeklerde 43 cm, kadınlarda 38 cm ve
üzerinde olan olguların oranı OVS grubunda %66.7,
OUAS’da %40.0 (p=0.0002). Alkol ve sedaf kullanımı
açısından iki grup arasında fark bulunmazken, 59 OVS
olgusunun (%78.7) halen sigara içği veya bırakğı,
bu oranın OUAS grubunda %60.7 olduğu gözlenmişr
(p=0.007). OVS olgularında akciğer fonksiyonları (FVC,
FEV1, FEV1/FVC oranı), PaO2 ve oksijen satürasyonu
OUAS grubundan düşük, PaCO2 yüksekr (p<0.0001). Ek
hastalık varlığı, Epworth uykululuk skalası, apne-hipopne
indeksi ve OSAS sınıflaması açısından ise iki grup arasında
anlamlı fark saptanmamışr.
Sonuç:
OVS olgularında, OUAS olgularına göre beden kitle indeksi,
boyun çevresi ve parsiyel karbondioksit basıncının daha
yüksek, akciğer fonksiyonları, parsiyel oksijen basıncı ve
satürasyonunun daha düşük olduğu gösterilmişr.
192
Obstrükf uyku apne sendromu (OSAS) tedavisinin
temelini oluşturan noninvaziv mekanik venlasyon
tedavisine uyumu etkileyen faktörleri saptamak.
Gereç ve Yöntem:
Haziran 2006-2008 yılları arasında uyku laboratuvarınca
OSAS tanısı konulan ve noninvaziv mekanik venlasyon
tedavisi verilen 108 hastanın tedavi uyumlarını ve
uyumu etkileyebilecek faktörleri telefon anke eşliğinde
değerlendirildi.
Bulgular:
Noninvaziv mekanik venlasyon tedavisi önerilen
hastalarda erkek/kadın oranı üç; ortalama yaş 52,2±12,3
idi. Olguların %71,3’i önerilen tedavi cihazını temin
etmiş. Tedavi cihazını temin edenlerle etmeyenler
arasında cinsiyet, yaş, medeni durum, eğim düzeyi, OSAS
yakınması, komorbid hastalık varlığı ve sosyal güvenlik
kurumları açısından farklılık yoktu (p>0,05). Benzer
biçimde epworth ve apne-hipopne indeksi açısından da
her iki grup arasında farklı değildi. Noninvaziv mekanik
venlasyon cihazını temin eden hastaların %68,8’i
cihazı halen kullanmaktaydı. Hastaların cihazı kullanımı
süresi ortalama 6,3±2,3 saat idi. Cihaz kullananlarla
kullanmayanlar arasında yaş, cinsiyet, eğim düzeyi,
OSAS yakınması, komorbid hastalık varlığı, epworth,
apne-hipopne indeksi, cihazda nemlendirici varlığı ve
cihaz eğimi verilmesi açısından fark yoktu (p>0,05).
Cihaz kullanımından memnun olan hastalar cihaz
kullanımından memnun olmayanlara göre (p=0,057);
eşleri cihaz kullanımından memnun olan hastalar
memnun olmayanlara göre (p=0,001) anlamlı oranda
tedaviye daha yüksek uyum göstermekteydi.
Sonuç:
OSAS tanılı hastalarda noninvaziv mekanik venlasyon
tedavisine uyumu ar
ran faktörler hastanın veya
hastanın yatak partnerinin cihaz kullanımından memnun
olmasıdır.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
10 NİSAN 2009
PS136
PS137
OBSTRÜKTİF UYKU APNE OLGULARINDA POZİTİF HAVA
YOLU BASINCI TİTRASYONUNU ETKİLEYEN FAKTÖRLER
YATAN HASTALARDA OBSTRÜKTİF
SENDROMU SEMPTOM PREVALANSI
NESRİN KIRAL , BANU SALEPÇİ , SEVDA ŞENER CÖMERT ,
ALİ FİDAN , MUHARREM TOKMAK , BENAN ÇAĞLAYAN
SEMA NUR ÇALIŞKAN , ÖMER TAMER DOĞAN , SEFA
LEVENT ÖZŞAHİN , GONCA KILINÇ , İBRAHİM AKKURT
DR.LÜTFİ KIRDAR KARTAL EĞİTİM VE ARAŞTIRMA
HASTANESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI KLİNİĞİ
CUMHURİYET ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HAST. AD.
Amaç:
Amaç:
CPAP Ostrükf Uyku Apne Sendromu(OUAS) olgularının
tedavisinde aln standart olmakla birlikte bazı olgularda
BİPAP ile başarılı olunmaktadır. Çalışmamızın amacı OUAS
olgularında Pozif havayolu basıncı(PAP) trasyonundaki
basıncı etkileyen faktörleri incelemekr.
Bu çalışmada amacımız A pi çalışma uygulayarak
toplumda çok fazla bilinmeyen OUAS’ın yatan hastalarda
semptom prevalansını saptamakr. Ayrıca, semptomların
hastalıklarla ilişkisinin saptanması ve böylece
hastaların ve sağlık personelinin OUAS semptomları
olan ve ilişkili hastalıkları olan kişilerin polisomnografi
ünitelerine yönlendirilmesi konusunda aydınlalması
hedeflenmişr.
Gereç ve Yöntem:
Çalışmaya tüm gece polisomnografi(PSG) ile OUAS tanısı
konulmuş, kalp yetmezliği, nörolojik hastalık ve santral
uyku apnesi olmayan 301 olgu alındı. PAP trasyonu
PSG alnda manuel veya oto-CPAP ile yapıldı. CPAP
ile başarılı olunamayan olgularda aynı gece BİPAP ile
devam edildi. KOAH ve Obesite hipovenlasyonu olan
olgularda direkt BİPAP ile trasyon yapıldı. Olguların
oksijen desatürasyon indeksi(ODİ), minimum SpO2,
apne –hipopne indeksi(AHİ), apne indeksi(Aİ), vücut
kitle indeksi(VKİ), CPAP ve BİPAP basınçları, solunum
fonksiyon tes parametreleri( FVC,%FVC,%FEV1)
kaydedildi. Kaydedilen bu parametreler ile PAP basıncı
arasındaki korelasyona bakıldı. İstaksel analiz Pearson
Correlaon tes ile yapıldı.
Bulgular:
Olguların yaş ortalaması 50.86±10.2(19-78) olup,
78(%25.9)’i kadın 223(%74.1)’ü erkek. CPAP 241(%80.1)
hastaya, BİPAP 60(%19.9) hastaya uygulandı. Ortalama
ODİ:48.2±24.3, min.SpO2:71.0±14.4, AHİ:53.8±23.8,
Aİ:32.8±27.0, VKİ:33.4±6.4, CPAP:9.7±2.2, IPAP:14.5±3.2,
EPAP:9.2±2.5 cmHO2 saptandı. CPAP basıncı ile
ODİ(p=0.003 r=0.193), min.SpO2(p=0.04 r= - 0.133),
AHİ(p= 0.018 r=0.154), Aİ( p<0.0001 r=0.259) ile orta
düzeyde korelasyon saptandı. CPAP basıncı ile spirometrik
parametreler ve VKİ’i arasında ilişki bulunmadı. IPAP
ile ODİ(p=0.044 r=0.259), AHİ(p<0.0001 r=0.458)
AI(p<0.0001 r=0.522), %FEV1(p=0.038 r=0.283) ile orta
korelasyon bulundu. IPAP ile FVC, %FVC arasında ilişki
saptanmadı. EPAP ile AHİ(p<0.001 r=0.412), AI(p<0.0001
r=0.445), %FEV1(p=0.017 r=0.324), FVC(p=0.026
r=0.304), %FVC(p=0.033 r=0.291) ile orta korelasyon
bulundu. VKİ, minSpO2 ile EPAP ile İPAP arasında
korelasyon yoktu.
UYKU
APNE
Gereç ve Yöntem:
Toplam 612 hastayla yüz yüze görüşülerek anket
uygulandı. Çalışmaya Yoğun Bakım, Pediatri, Psikiyatri,
Acil, Göğüs Hastalıkları servisleri dışındaki servislerde
yatan hastalar alındı.
Bulgular:
Çalışmamızda horlama oranı %48, tanıklı apne oranı
%12.4, GAUH (gündüz aşırı uykululuk hali) oranı %37.3,
her üç semptomun birlikteliği oranı ise %5.2 idi. Horlama,
tanıklı apne, her üç semptomun birlikteliği oranları beden
kitle indeksi (BKİ) 29 kg/m2 ve üzerinde olanlarda, alkol
kullananlarda ve koroner arter hastalığı olanlarda anlamlı
olarak daha yüksek. Horlama ve tanıklı apne, ÜSY
patolojileri olan hastalarda daha fazla oranda saptandı.
GAUH diyabetes mellitus, serebrovasküler hastalık,
kronik böbrek yetmezliği hastalarında daha fazla oranda
görülmekteydi. Horlama işçilerde ve çalışmayan grupta
daha fazla oranda görülmekte idi.
Sonuç:
Sonuç olarak; majör semptomları olan özellikle OUAS
için sebep ve sonuç olabilecek hastalıkları olan yatan
hastalarda OUAS düşünülmeli ve bu hastalar PSG
labaratuvarlarna yönlendirilmelidir.
Sonuç:
Opmum PAP’ı başta Aİ olmak üzere ODİ, AHİ’nin
etkilediği saptandı. FEV1’in IPAP ve EPAP’ı etkilediği
görüldü. VKİ’nin PAP trasyonu üzerinde etkili olmadığı
belirlendi.
193
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
PS138
PS139
GERİATRİK HASTALARDA OBSTRUKTİF UYKU APNE
SENDROMU
(Bu bildiri yazarları tarandan geri çekilmiş
r.)
ÖZGE ORAL 1, OYA İTİL 1, İBRAHİM ÖZTURA 2, BARIŞ
BAKLAN 2, MELİH KAAN SÖZMEN 3
DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ANABİLİM DALI
2
DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ NÖROLOJİ
ANABİLİM DALI
3
DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ HALK
SAĞLIĞI ANABİLİM DALI
1
Amaç:
Bu çalışmadaki amacımız hastanemiz uyku bozuklukları
merkezinde obstrukf uyku apne sendromu (OSAS) ön
tanısıyla polisomnografi yapılmış geriatrik yaş grubu (
yaş ≥ 65 ) hastalarda OSAS profilini araşrmak.
Gereç ve Yöntem:
Retrospekf olarak Aralık 2007 ve Aralık 2008 tarihleri
arasında polisomnografi yapılmış 53 hasta incelendi. 48
tanesinin apne hipopne indeksi (AHI) OSAS ile uyumluydu.
Bu hastaların vücut kitle indeksleri (BMI), toplam
uyku süreleri, uyku latansları, uyku etkinlikleri, AHI, en
düşük oksijen saturasyon değerleri ve komorbiditeleri
incelendi.
Bulgular:
Hastaların % 75.5’i erkek , % 24.5’i kadındı. Hastaların
ortalama BMI 28.9 (kadın: 32.1, erkek: 27.9), ortalama
toplam uyku süreleri 352.5 dakika (kadın: 369.9 dakika,
erkek: 346.8 dakika), ortalama uyku latansı 17.3 dakika
(kadın: 20.5 dakika, erkek: 16.4 dakika), ortalama uyku
etkinliği % 77.6 (kadın: % 79.1, erkek: % 77.1), ortalama
AHI 30.08 (kadın: 29.2, erkek: 30.37), ortalama en düşük
oksijen saturasyonu değerleri % 79.6 (kadın: % 75, erkek:
% 81.2) olarak saptandı. % 58.5’inde (erkek: % 71, kadın: %
29) komorbidite saptandı. En sık görülen komorbiditeler
sırasıyla koroner kalp hastalığı (% 25.8), hiporoidi (%
22.5), diabetes mellitus (% 16.1; kadın: % 60, erkek: %
40), malignite (% 12.9), hiperlipidemi (% 12.9), KOAH
(% 9.6 ) ve diğer hastalıklardı. Hastaların % 18.7’si hafif,
% 35.4’ü orta, % 45.8’i ağır OSAS olarak saptandı. Ağır
OSAS’lı hastaların % 81.8’inin erkek olduğu saptandı.
Sonuç:
Geriatrik hastalarda orta ve ağır OSAS oranı hafif
OSAS’tan daha fazlaydı. En sık OSAS ile birlikte görülen
komorbidite koroner kalp hastalığıydı. Erkeklerde OSAS
ve komorbidite kadınlardan daha fazlaydı ancak sadece
diabetes mellitus kadınlarda erkeklerden daha fazla
saptandı. BMI kadınlarda erkeklerden daha fazlaydı.
194
10 NİSAN 2009
PS140
CELAL BAYAR ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ UYKU
MERKEZİNİN ÖN SONUÇLARI
AYŞEN ÖZ 1, AYLİN ÖZGEN ALPAYDIN 1, IŞIN KONYAR
ARSLAN 1, PINAR ÇELİK 1, TUĞBA GÖKTALAY 1, HİKMET
YILMAZ 2
CELAL BAYAR ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI
ANABİLİM DALI
2
CELAL BAYAR ÜNİVERSİTESİ NÖROLOJİ ANABİLİM DALI
1
Amaç:
Çalışmamızda Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi uyku
merkezine başvuran hastaların özelliklerinin ve obstrükf
uyku apne sendromu (OSAS) tanısı ile ilişkili etmenlerin
değerlendirilmesi amaçlanmışr.
Gereç ve Yöntem:
Merkezimiz Eylül 2005’te açılmış olup bugüne kadar
1130 hasta değerlendirilmiş; bunların 813’üne
polisomnografi (PSG); 300’üne trasyon yapılmış ve
450 hasta OSAS tanısı almışr. Bu araşrmada 116 kayıt
değerlendirilebilmişr.
Bulgular:
Araşrmaya
alınan hastaların yaş ortalaması
45,5±14,5’dir; %62’si erkekr. Hastaların %45’i Nöroloji,
%26’sı Kulak Burun Boğaz (KBB) ve %7’si Göğüs Hastalıkları
kliniği tarandan yönlendirilmişr. %73 hasta OSAS ön
tanısıyla incelenmişr. PSG için ortalama randevu süresi
84,2 gündür. Hastaların %35’inin KBB bakısı yapılmışr.
KBB bakılarının %62,5’i PSG’den sonra yapılmışr.
Göğüs hastalıkları bakısı yapılan hasta oranı %9’dur ve
%70’i PSG’den sonra yapılmışr. Raporlar PSG’den sonra
ortalama 56,8 günde yazılmışr. Son tanılar hastaların
çoğunda (%73,3) OSAS’r. Titrasyonu için randevu süresi
ilk PSG’den sonra ortalama 124,1 gündür. Ön tanısı OSAS
olan 79 hastanın 72’si PSG sonrası OSAS tanısı almışr.
Ön tanılar ile son tanılar anlamlı derecede uyumludur
(p<0,01).
Sonuç:
Sonuç olarak, iki yataklı uyku merkezinin kapasitesi
ar
rıldığında OSAS’lı hastaların hem tanı hem de tedavi
sürecindeki gecikmelerin önüne geçilecek ve sağlık
hizme daha iyi olacakr.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
10 NİSAN 2009
PS141
PS142
UYKU LABORATUVARINA BAŞVURAN KADIN VE
ERKEKLERDE KLİNİK PREZENTASYON FARKLI MIDIR?
APNE-HİPOPNE İNDEKSİ İLE AKCİĞER VOLÜMLERİ
VE HAVA YOLU REZİSTANSI ARASINDAKİ İLİŞKİNİN
TANIMLANMASI
NEŞE DURSUNOĞLU , SİBEL ÖZKURT
PAMUKKALE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ANABİLİMDALI
Amaç:
Obstrükf uyku apne (OSA)’lı kadınlar, ailesel yaşam
tarzlarına ve sosyo-kültürel faktörlere bağlı olarak
olduğundan daha az teşhis edilebilmektedir. Bu
çalışmada, uyku kliniğimize başvuran hastalarda başvuru
semptomları ve eşlik eden medikal hastalıklar açısından
cinsiyet farklarını incelemeyi amaçladık.
GÜLGÜN ÇETİNTAŞ , GÜLFEM YURTERİ , AYLİN ÖNGEL ,
ALİ TANJU OĞUZ , HALUK CELALEDDİN ÇALIŞIR
SB SUREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS
CERRAHİSİ E.A HASTANESİ
Amaç:
Çalışmamızda, akciğer hacimleri ve hava yolu dirençleri
ile değişik şiddeeki OUAS olguları arasındaki ilişkiyi
tanımlamayı amaçladık.
Gereç ve Yöntem:
Gereç ve Yöntem:
Uyku kliniğine başvuran 20 kadın (%21) ve 71 erkek (%78),
toplam 91 hasta çalışmaya alındı. Hastalardan detaylı bir
uyku anamnezi ve medikal anamnez alındı. Tüm hastalar
Epworth uykululuk skalası (ESS) ile sorgulandı ve tüm
gece diyagnosk uyku çalışmasına yapıldı. Apne ve
hipopnelerin toplam sayısı saat başına olarak hesaplandı
ve apne-hipopne indeksi (AHİ) olarak verildi
Bulgular:
Yaş, beden kitle indeksi, kan basınçları ve ESS kadın ve
erkek arasında önemli bir fark göstermezken, AHİ erkekte
(29.1±22.7) kadınlardan (17.9±17.7, p<0.05). anlamlı
ölçüde daha yüksek. Horlama kadın (%95) ve erkekte
(%90) en sık semptom idi. Başvuru yakınmaları arasında,
sadece sabah başağrısı (12 kadın %60 ve 31 erkek %43 p:
0.04) ve sabah ağız kuruması (10 kadın %50 ve 57 erkek
%80) kadın ve erkek arasında fark gösterirken, medikal
hastalıklar arasından sadece hiporoidizm (4 kadın %20
ve 3 erkek %4 p=0.03) ve depresyon (9 kadın %45 ve
16 erkek %22 p=0.02) kadında erkeğe göre istasksel
olarak daha yüksek bulundu.
Sonuç:
Birinci basamaktaki hekimler kadındaki OSA konusunda
uyanık olmalı ve sabah başağrısı gibi nonspesifik
semptomlarla gelinse bile uyku çalışması için gönderilen
hastanın önemini bilmelidirler. Hiporoidizim ve
depresyon da özellikle kadında uyku bozuklukları ile
ilişkilidir.
SB Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi
Eğim Araşrma Hastanesi Göğüs 6 Kliniğinde, merkezimiz
uyku laboratuarında Ocak 2008- Mayıs 2008 tarihleri
arasında polisomnografi tetkiki uygulanmış 26’sı (%24.8)
kadın ve 79’u (%75.2) erkek, toplam 105 olgu ile yapıldı.
Kimlik bilgileri, vücut kitle indeksi, boyun çevresi, ek
hastalık durumu, sigara anamnezi ve Epworth uykululuk
skalasını içeren hasta bilgi formu doldurulan olgulara
tüm vücut plesmografisi uygulandı. Solunum fonksiyon
testleri, akciğer hacimleri ve hava yolu dirençleri yaşa,
boya ve kiloya göre beklenen % değerlerine göre kayıt
edildi.
Bulgular:
Olguların yaş ortalaması 48.89±11.25, BMI ortalaması
30.79±5.02, boyun çevresi ortalaması 41.73±3.93 idi.
Olguların % 54.28 inde tanı konmuş ek hastalık yok iken
hipertansiyon hastaların %40.95’ine eşlik ediyordu.
%66.6’sında sigara kullanımı mevcuu. Apne/ hipopne
indeksine göre 4 gruba ayrılan hastaların; %25.7’sine basit
horlama, %21.9’una hafif OUAS, %22.9’una orta OUAS,
%29.5’ine ise ağır OUAS tanısı kondu.Çalışmamızda ağır
OUAS grubunda ekspiratuar rezerv volüm, basit horlama,
hafif OUAS ve orta OUAS grubuna göre düşük bulundu.
Bakılan diğer parametrelerde farklılık saptanmadı.
Hastaların diğer özelliklerinden BMI ve boyun çevresi ağır
OUAS grubunda yüksek bulunurken hastalık şiddene
göre ESS’de gruplar arasında fark bulunmadı.
Sonuç:
Sonuç olarak çalışmamızda OUAS şidde hava yolu
direnci ve akciğer hacimlerinden etkilenmemektedir.
195
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
196
10 NİSAN 2009
PS143
PS144
METEOROLOJİK OLAYLAR REKÜRREN SPONTAN
PNÖMOTORAKSTA RİSK FAKTÖRÜ MÜDÜR?
TRAKEA STENOZLARINDA
ONBEŞ OLGUNUN ANALİZİ
BURÇİN ÇELİK 1, HASAN DEMİR 2, MEHMET ALİ YILMAZ
2
, KAMİL FURTUN 2
EKBER ŞAHİN 1, ŞULE KARADAYI 2, AYDIN NADİR 1,
BURÇİN ÇELİK 1, MELİH KAPTANOĞLU 1
1
19 MAYIS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
CERRAHİSİ ANABİLİM DALI,SAMSUN
2
SAMSUN GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ
HASTANESİ,SAMSUN
CUMHURİYET ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
CERRAHİSİ ANABİLİM DALI, SİVAS, TÜRKİYE
2
CUMHURİYET ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ACİL TIP
ANABİLİM DALI, SİVAS, TÜRKİYE
Amaç:
Amaç:
Çalışmanın amacı, meteorolojik koşullar ile spontan
pnömotorakslı (SP) hastalardaki rekürrens atakları
arasındaki ilişkiyi incelemekr.
Bu çalışmada benign ya da malign nedenlerle trakea
stenozu gelişen hastalarımızın tanı ve tedavi sonuçlarını
incelemeyi amaçladık.
Gereç ve Yöntem:
Gereç ve Yöntem:
Bölgemizde Ocak 2004-Aralık 2008 arasında rekürren
spontan pnömotoraks tanısı ile başvuran 52 hasta
çalışmaya dahil edildi. Meteorolojik veriler meteoroloji
bölge müdürlüğünden elde edildi. Semptomların
başladığı gün ve öncesindeki üç gün pnömotorakslı
günler olarak kabul edildi. Veriler pnömotorakslı ve
pnömotorakslı olmayan günler arasında karşılaşrıldı.
Haziran 1992-Ekim 2008 tarihleri arasında, trakea
stenozu tanısıyla tedavi eğimiz onbeş hastanın kayıtları
geriye dönük olarak incelendi. Hastalar lezyonun türü,
lokalizasyonu, tedavi yöntemleri ve sonuçları açısından
değerlendirildi.
Bulgular:
Veriler 60 aylık (1827 gün) bir dönemi kapsamaktaydı.
Hastaların 46’sı (%88) erkek, alsı (%12) kadındı. Otuz
(%57) hastada primer SP 22 (%43) hastada sekonder
SP saptandı. Yaş ortalaması 37.2±16.7 yıl idi. Çalışma
döneminde 106 SP atağı tespit edildi. SP atakları
mevsimler arasında en sık sonbaharda, aylar arasında ise
Ocak ve Kasım aylarında izlenmekteydi. Pnömotorakslı
ve pnömotorakslı olmayan günler arasında atmosferik
basınç, ısı ve nem açısından istasksel olarak anlamlı bir
fark saptanmadı. Pnömotorakslı günlerdeki atmosferik
basınç farklarına bakıldığında istasksel bir fark
bulunmadı.
En genç hasta 8, en yaşlısı 70 ve ortalama yaş 39.2±23.2
yıldı. Al hastada trakeostomi (%40), beş hastada
(%33.3) uzamış entübasyon, dört hastada (%26.7) ise
malignite nedeniyle darlık gelişmiş. Tanı için en sık rijit
bronkoskopi (%93) kullanıldı. Sekiz (%53) hasta konservaf
yöntemlerle tedavi edildi. Onbir (%73) hastada ilk tedavi
olarak diatermik rezeksiyon uygulanırken, bunlardan
beşine (%45) trakeal slikon stent, dördüne (%36.4) ise
rezeksiyon ve uç-uca anastomoz yapıldı. Dört (%26.7)
hastada morbidite izlenirken, malignite nedeniyle stent
uygulanan iki hasta (%13.3) kaybedildi. Postoperaf
tüm hastalara bronkoskopik kontrol yapılırken, stent
uygulanan dört hastanın stentleri çıkarıldı. Bu hastalar
problemsiz olarak takip edilmektedir.
Sonuç:
Sonuç:
Bölgemizde, rekürren SP ile meteorolojik olaylar arasında
bir bağlan bulunmadı. Bazı aylarda ve mevsimlerde
ataklar daha sık. Spontan pnömotorakslı hastalarda
rekürrens ataklarında meteorolojik olayların risk faktörü
olmadığına inanıyoruz.
Son yıllarda gelişmiş yoğun bakım hizmetlerinin olumsuz
bir sonucu olarak trakea stenozları arş göstermektedir.
Bu hastaların tedavisinde cerrahi ile %71-97, konservaf
yöntemlerle ise %65-70 başarı bildirilmektedir. Özellikle
benign trakea stenozlarında, konservaf yöntemlerin
denenmesi, başarılı olunmayan durumlarda cerrahi
uygulanmasının doğru olduğu düşüncesindeyiz.
TEDAVİ
YAKLAŞIMLARI;
1
Bulgular:
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
10 NİSAN 2009
PS145
PS146
THE ROLE OF THORACOSCOPY FOR THE DIAGNOSIS OF
HIDDEN DIAPHRAGMATIC INJURIES IN PENETRATING
THORACOABDOMINAL TRAUMA
BRONKOJENİK KİSTLER; 14 OLGUNUN ANALİZİ
REZA BAGHERİ
MASHHAD UNİVERSİTY OF MEDİCAL SCİENCE
Aim:
Pnetrang thoracoabdominal stab wound may cause
diaphragmac and abdominal organs laceraon and 1520% of these paents who are stable and managed by
conservave treatment may have hidden diaphragmac
injuries that would lead to chronic diaphragmac hernia
finally, so a safe and exact diagnosc method for evaluaon
of occult diaphragmac injuries is very valuable. In
this study we have assessed accurate diagnosc value
of thoracoscopy in diagnosing occult diaphragmac
injuries in penetraon thoracoabdominal stab wound.
Method:
Thirty paents with Pnetrang thoracoabdominal
injuries with inclusion criteria (who were stable
hemomodynamically and didn’t need emergent
exploraon) were enrolled in this study. They underwent
thoracoscopy to evaluate probable diaphragmac injury,
From March 2005 to October 2007. Diaphragmac
injuries were repaired via thoracoscopy or laparatomy
and all paents were evaluated for chronic diaphragmac
hernia by CT-scan, 6 month later and with sasfacc
analysis hidden diaphragmac injury calculated.
Results:
Mean age was 26.2 years and M/F was 5:1. We observed
5 hidden diaphragmac injuries (16.7%) in thoracoscopic
evaluaons that 3 cases (9.9%) were repaired through
thoracoscopic approach and laparatomy was inevitable
in 2 (6.6%) paents. Lung paranchymal laceraon was
seen in 2 paents (6.6%) that repair performed with
thoracoscopy and intra abdominal injury was seen in 1
paent (3.3%), that repair performed with loparatomy.
Any complicaon wasn’t reported aer thoracoscopy
and there wasn’t any evidence of chronic diaphragmac
hernia in chest and abdominal CT-scan that was performed
6 month later so the diagnosc accuracy of thoracoscopy
in occult diaphragmac injuries in our study was 100%.
CEMİL DENİZ YORGANCILAR , ALİ ÇELİK , ÖZGÜR
KARAKURT , SEDAT DEMİRCAN
GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ
A.D.
Amaç:
Bronkojenik kistler akciğer hilusu, mediasnum,
pulmoner parankim ve nadiren de ekstratorasik yerleşimli
olabilen akciğerin konjenital hastalıklarındandır.
Kliniğimizde cerrahi uygulanan bronkojenik kist olguları
değerlendirildi.
Gereç ve Yöntem:
Ocak 2003- Haziran 2008 arasında bronkojenik kist tanısı
alan 14 olgu retrospekf olarak değerlendirildi. Olgular
yaş, cinsiyet, semptomlar, fizik muayene bulguları,
radyolojik incelemeler, preoperaf incelemeler, cerrahi
metod, morbidite ve mortalite açısından incelendi.
Bulgular:
Yaşları 8 ile 80 arasında değişen, 8’i erkek 6’sı kadın
olgunun yaş ortalaması 43,5 olarak hesaplandı.
Semptomak 8 olguda (%57) en sık semptom öksürük ve
göğüs ağrısıydı. Fizik muayenede sadece 4 olguda anlamlı
bulgu saptandı. Direk grafi ile belirlenen lezyonlar toraks
bilgisayarlı tomografisi ile değerlendirildi. Kisk/solid
lezyon ayırımının yapılamadığı iki olguya MRG ve PET/
BT inceleme yapıldı. Olguların 11’inde bronkojenik kist
akciğer parankimi yerleşimli iken 3 olgu ise mediasten
yerleşimliydi. Bronkojenik kistlerin 8’i sağ 6’sı sola
yerleşmiş. Parankimal bronkojenik kistler geniş wedge
rezeksiyonla, mediasnal bronkojenik kistler total olarak
eksize edildi. Cerrahi tedavi sonrası 1 olguda pulmoner
emboli geliş. Medikal tedavisi uygulandı. Olguların
tamamı halen klinik takibimizdedir. Olgularımızda nüks
saptanmadı.
Sonuç:
Bronkojenik kistlerde tanı kesin olarak cerrahi sonrası
histopatolojik inceleme ile konmaktadır. Bütün
bronkojenik kistler cerrahi olarak rezeke edilmelidir.
Cerrahide en önemli unsur bronkojenik kiste ait
epitelyal dokusunun tam eksizyonudur. Uygun olmayan
eksizyonlar nüks olarak karşımıza çıkacakr.
Conclusion:
Because high diagnosc accuracy rate, minimal
invasively and diagnosc and treatment ability of
thoracoscopy we recommended that performed
thoracoscopy in all clinically stable paents with
penetrang
thoracoabdominal
stab
wound.
197
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
10 NİSAN 2009
PS147
PS148
ÇOCUKLUK ÇAĞI AKCİĞER DEV HİDATİK KİSTLERİNDE
CERRAHİ TEDAVİ
UZAMIŞ HAVA KAÇAĞINDA HEİMLİCH
KULLANIMI,ERCİYES ÜNİVERSİTESİ DENEYİMİ
RECEP DEMİRHAN 1, HAKAN KIRAL 2, İRFAN YALÇINKAYA
2
,
ERDİNÇ AVŞAR , MEHMET BİLGİN , FAHRİ OĞUZKAYA ,
LEYLA HASDIRAZ , ALİ KAHRAMAN
DR. LÜTFİ KIRDAR KARTAL EĞİTİM VE ARAŞTIRMA
HASTANESİ, GÖĞÜS CERRAHİSİ KLİNİĞİ
2
SÜREYYAPAŞA HASTANESİ, GÖĞÜS CERRAHİSİ KLİNİĞİ
ERCİYES ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ ANABİLİM
DALI
1
VALVE
Amaç:
Amaç:
Hidak kist hastalığı; Türkiye’de ve dünyada insan
sağlığını tehdit eden paraziter bir hastalıkr. Parazin
yayılımına bağlı olarak başta karaciğer ve akciğer olmak
üzere tüm organ sistemlerinde giderek büyüyen kistler
görülür. Çocuklarda en sık yerleşim yeri akciğerdir.
Uzamış hava kaçağı hastanede kalış ve göğüs tüpünün
süresini uzar ve böylelikle ek maliyete neden olur.Bu
çalışmanın amacı uzamış hava kaçaklı hastalarda heimlich
valvi kullanılarak ortalama hastanede kalış süresini ve ek
maliyetlerin azallmasıdır.
Gereç ve Yöntem:
Gereç ve Yöntem:
1997–2008 yılları arasında akciğer hidak kist tanısı ile
opere edilen 104 olgudan herhangi bir eksende çapı 10
cm’nin üzerinde olan ve çocukluk çağı yaş gurubundaki
20 olgunun sonuçları geriye dönük olarak incelendi.
Olguların yaşları 6 ile 15 yaş arasında değişmekteydi.
Dev hidak kistlerin sağ akciğerde daha sık ortaya çıkğı
gözlendi. Olguların tümünde ortak şikâyet öksürük,
göğüs ağrısı, halsizlik gibi nonspesifik solunum sistemi
semptomları idi. Olgularımızda en spesifik tanı aracı
bilgisayarlı tomografi oldu.
Bulgular:
Tüm olgulara kas koruyucu torakotomi ile cerrahi girişim
yapıldı. Ondört (%70) olguda kistotomi-kapitonaj, 5 (%25)
olguda kistotomi, 1 (%5) olguda enüklasyon uygulandı.
Operaf mortalite olmadı, ancak postoperaf dönemde
beş (%25) olguda komplikasyon geliş; 3 olguda uzayan
hava kaçağı, bir olguda pnömoni ve bir olguda plevral
ampiyem izlendi. 10 günün üzerinde uzayan hava kaçağı
olan bir olguya ikinci kez torakotomi yapıldı.
Sonuç:
Çocukluk çağı akciğer dev hidak kistlerinde seçilecek
tedavi yöntemi cerrahidir. Ancak postop dönemde
komplikasyon gelişme olasılığı basit akciğer kistlerinden
daha yüksekr.
198
Ocak 2007 -Aralık 2008 tarihleri arasında Erciyes
Üniversitesi Tıp merkezinde uzamış hava kaçağı tespit
edilen 10 hasta (3’ü bayan 7’si erkek ,ortalama yaş 41
) çalışmamıza alındı.Hastaların hava kaçakları vardı
ve bu hastalarda cerrahi öncelikli değildi Hastalar
1,haa 2,haa ve iyileşinceye kadar haalık kontrollere
çağrıldılar.Hastalar kontrollerinde direkt akciğer
röntgenogramlarıyla değerlendirildiler
Bulgular:
On hastanın tümünde 10 ila 30 gün içinde hava kaçağının
kesilmesi ile tatmin edici expansiyon mevcuu. Drenlerin
çekilmesine 3 aylık takip sonrasında karar verildi. Bu
işlemden sonra hiçbir komplikasyon olmadı.
Sonuç:
Cerrahi öncesi uzamış hava kaçağının takip ve tedavisinde
,heimlich valvi basit fakat çok faydalı bir cihazdır.Uzamış
hava kaçağında effekf bir yöntem olduğunu düşünüyoruz.
Sonuç olarak ,uzamış hava kaçaklı hastalarda heimlich
valvi kullanımı ortalama hastanede kalış sürecini ve ek
maliyetleri azaltan minimal morbiditeyle ilişkilidir
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
10 NİSAN 2009
PS149
PS150
TRAKEOBRONŞİAL YABANCI CİSİMLER; 25 OLGUNUN
ANALİZİ
PECTUS EXCAVATUM ONARIMINDA NUSS VE
RAVİTCH OPERASYON TEKNİKLERİNİN ERKEN DÖNEM
SONUÇLARININ KARŞILAŞTIRILMASI
CEMİL DENİZ YORGANCILAR , ALİ ÇELİK , ÖZGÜR
KARAKURT , SEDAT DEMİRCAN
GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ
Amaç:
Yabancı cisim aspirasyonu her yaşta görülmekle beraber
daha çok çocukluk yaş grubunda sıkr. Hava yolunun bir
kısmının ya da tamamının kanmasına bağlı olarak farklı
belir ve bulgularla seyreden acil müdahale edilmezse
ölüme sebep verebilen bir durumdur. Kliniğimizde
yabancı cisim aspirasyonu nedeniyle müdahale
uygulanan olgular değerlendirildi.
Gereç ve Yöntem:
Ocak 2003- Ocak 2008 arasında yabancı cisim aspirasyonu
öntanısı ile girişim uygulanan 25 olgu retrospekf
olarak değerlendirildi. Olgular yaş, cinsiyet, ilk başvuru
şikayetleri, diğer şikayetleri, geliş süreleri, sosyoekonomik
düzey, fizik muayene bulguları, radyolojik incelemeler,
yabancı cisimin yeri ve natürü açısından incelendi.
Bulgular:
Yaşları 6 ay-66 yaş arasında değişen 16’sı erkek 9’u
kadın olgunun yaş ortalaması 18 olarak hesaplandı.
Semptomak olgulardaki en sık başvuru semptomu ani
başlayan öksürüktü. Solunum sıkınsı, hırıllı solunum,
morarma diğer yakınmalardı. Kırsal kesimden gelen ve
sosyoekonomisi düşük olan hasta sayısı az miktardaydı.
Olguların önemli bir çoğunluğu ilk 24 saae başvuran
hastalardı. Hastaların yarısında fizik muayene bulguları
anlamlıydı. Ancak fizik muayene bulgusu olmayıp arkaön akciğer grafisinde (PAAG) pozif bulgusu olan 8 olgu
saptandı. Yabancı cisimlerin 15’i organik 9’u inorganik
yapıdaydı.
ÖMER ÖNAL , MEHMET BİLGİN , LEYLA HASDIRAZ ,
FAHRİ OĞUZKAYA , ALİ KAHRAMAN
ERCİYES ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ
ANABİLİM DALI, KAYSERİ.
Amaç:
Çocuklarda en sık rastlanılan göğüs duvarı deformitesi
olan Pectus Excavatum (PE) yaklaşık 400–1000 canlı
doğumda bir görülmektedir. Hastalarda tedavi olma isteği
daha çok estek ve psikolojik nedenlere dayanmaktadır.
Bu çalışmanın amacı PE tedavisinde Nuss ve Ravitch
operasyon tekniklerinin erken dönem sonuçlarını
karşılaşrmakr.
Gereç ve Yöntem:
Mart 2004–Kasım 2008 tarihleri arasında PE nedeniyle 26
hastaya (17 erkek, yaşları 2,5–36 yıl ortalama yaş 13,3 yıl)
Nuss ve 24 hastaya (18 erkek, yaşları 5–24 yıl ortalama yaş
11,4 yıl) Ravitch tekniği uygulandı. Ortalama operasyon
süresi Nuss grubunda 40 dakika (28–56dakika), Ravitch
grubunda ise 165 dakika (125–240dakika) idi.
Bulgular:
Postoperaf hasta memnuniye değerlendirildi. Nuss
uygulanan 24 hastada (%92,3) mükemmel ve 2 hastada
(%7,7) yeterliydi. Nuss grubunda iki hastada (%7,7)
pnömotoraks görüldü. Bir hastada spontan olarak
gerileyen pnömotoraks geliş. Ravitch rekurrens olan
ve Nuss uygulanan bir hastada (%3,8) %20 pnömotoraks
geliş ve tüp torakostomisi uygulandı. Bir hastada
operasyondan bir ay sonra kırılmış olan absorbablestabilizer çıkarılıp non-absorbable ile değişrildi.
Hastanede ortalama yaş süresi Nuss grubunda 4,7 gün
(4–6 gün), Ravitch grubunda 6,3 gün (5–8 gün) idi.
Sonuç:
Sonuç:
Bu çalışma yabancı cisimlerin çocuklar kadar erişkinler
için de önemli olduğu ve fizik muayene ile radyolojik
değerlendirmenin hasta için önemi vurgulamaktadır.
Ravitch tekniğinde insizyonun önde ve büyük olması
kötü iyileşme nedeniyle hoş olmayan estek sonuçlara
yolaçabilir. Oysa Nuss operasyonunda insizyonun
lateralde ve küçük olması, operasyon süresi ve kanama
miktarının çok az olması tekniğin önemli avantajlarıdır.
Daha az invaziv bir yöntem olan Nuss tekniği düşük
komplikasyon oranları ile hastanede yaş süresini azaltan,
tatmin edici sonuçları ile yüksek hasta memnuniye
sağlayan bir cerrahi yaklaşımdır.
199
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
10 NİSAN 2009
PS151
Gereç ve Yöntem:
ÖZOFAGUS YANIKLARINDA ERKEN ÖZOFAGOSKOPİ
GEREKLİ MİDİR?
Haziran 2003-Haziran 2008 tarihleri arasında pediatrik
penetran toraks travması nedeniyle yatarak tedavi gören
90 olgu retrospekf olarak incelenmişr
EKBER ŞAHİN , BURÇİN ÇELİK , AYDIN NADİR , MELİH
KAPTANOĞLU , VELİ ÖZBEK , HAKAN SARZEP
CUMHURİYET ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
CERRAHİSİ ABD.
Amaç:
Bu çalışmada koroziv özofajit tanısıyla takip edilen
hastalarda erken dönemde özofagoskopiye gerek olup
olmadığını inceledik.
Gereç ve Yöntem:
Kliniğimizde 1998-2008 yılları arasında koroziv özofajit
tanısıyla takip edilen hastalar geriye dönük olarak
irdelendi. Geç dönemde oluşabilecek komplikasyonları
belirlemek amacıyla hastalara ulaşıldı. Hastalar koroziv
madde alım nedeni, komplikasyonlar, tedavi yaklaşımları
açısından değerlendirildi.
Bulgular:
Takip edilen 124 hastanın 64’ü (%51.6) erkek, 60’ı
(%48.4) kadın idi. Koroziv maddeleri hastaların 102’sinin
(%82) kazara, 22’sinin (%18) inhar amaçlı aldıkları
tespit edildi. En sık rastlanılan koroziv maddeler çamaşır
suyu ( n=50, %40.3) ve tuz ruhu (n=33,(%26.6) idi.
Kazara koroziv madde alan grupta miktar 66±58.3 ml
iken, inhar amaçlı alan grupta miktar 190±208.3 ml
olarak belirlendi (p<0.012). Erken dönemde hastalara
özofagoskopi yapılmadı. Serimizde perforasyon ve
mortalite saptanmadı.
Bulgular:
Olguların 7 si kız, 83 ü erkek idi. Yaş ortalaması kız
olgularda 8,95 yıl (3-14) iken erkek olgularda 13,36
yıl ( 3-15) idi. Travma etyolojisi 69 olguda kesici delici
alet yaralanması (KDAY) iken 21 olguda ateşli silah
yaralanması (ASY) idi. Kız olgularda travmaların tamamı
ASY’ye bağlı geliş. Otuzdört hastada pnömotoraks, 32
hastada hemotoraks, 19 hastada hemopnömotoraks ve
7 olguda görülen parankimal kontüzyon en sık görülen
torasik patolojilerdi. 6 olguda yandaş yaralanma saptandı.
Ondört olguda acil operasyon yapıldı ( 10 torakotomi,
1 duvar onarımı, 1 torakotomi+duvar onarımı, 2
laparotomi). 4 olguda geç dönem operasyon uygulandı.
En sık acil torakotomi sebebi parankim yaralanması ve
buna bağlı gelişen masif hemotoraks. En sık geç dönem
torakotomi nedeni ise hematom drenajı ve yabancı
cisim çıkarılması idi. Serimizde mortalite yoktu. 1 olgu
postoperaf periodda 1 gün mekanik venlatöre bağlı
takip edildi. Morbidite, 11 hastada atelektazi, 2 hastada
yara yeri enfeksiyonu, 2 hastada ekspansiyon kusuru ve
1 hastada AC enfeksiyonu olarak gerçekleş. Ortalama
hastane yaş süresi 6,53 gün (2-28) iken ortalama yoğun
bakım yaş süresi 2,61 gün (0-18) idi.
Sonuç:
Pediatrik penetran toraks travmalı olguların çoğunun
tedavisinde konservaf yaklaşım ve tüp torakostomisi
yeterlidir. Ancak cerrahi gereken hastalara zaman
geçirmeden müdahale yapılmalıdır
Sonuç:
Klinik ve radyolojik olarak perforasyon saptanmayan
hastalarda takip süresinin kısa tutulmasını ve erken
özofagoskopiye gerek olmadığını düşünüyoruz.
PS153
ÖZEFAGUS KANSERİNDE CERRAHİ SONUÇLARIMIZ
ABİDİN ŞEHİTOĞULLARI , FUAT SAYIR , ÖZTEKİN ÇIKMAN
, AYTAÇ SAYIN , MEHMET NUH BÜYÜKBERBER
PS152
PENETRAN PEDİATRİK TORAKS TRAVMALI
OLGULARIMIZIN ANALİZİ
Amaç:
REFİK ÜLKÜ , SERDAR ONAT , ALPER AVCI , AHMET
NASIR
Kliniğimizde; 2005-2008 yılları arasında özefagus kanseri
nedeniyle opere eğimiz 105 hastayı retrospekf olarak
incelemek.
DİCLE ÜNİVERSİTESİ TIP FAK
Gereç ve Yöntem:
Amaç:
Bu çalışmada penetran toraks travması nedeniyle
kliniğimizde yatan pediatrik yaş gurubu hastalara
uygulanan tedavi yaklaşımları değerlendirilmişr.
200
VAN EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
Ocak 2005-kasım 2008 yılları arasında Endoskopik biopsi
sonucu tanısı konmuş 105 hasta; cinsiyet,yaş,başvuru
semptomları ,radyolojik bulguları dikkate alınarak
operasyona alındı ve retrospekf olarak incelendi.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
Bulgular:
Kliniğimizde özefagus kanseri tanısıyla 29-82 yaş arasında
105 hasta opere edildi.62’si erkek 43’ü kadındı.Belirler;
%82’de disfaji,%51’inde kilo kaybı, %45’inde retrosternal
ağrı-rejürjitasyon idi.%61’inde alt özefagusta,%32’inde
orta özefagusta,%7’sinde üst özefagusta tümör tesbit
edildi.Alınan endoskopik biopsilerde %87’sinda squamöz
cell karsinom,%13’ünde adenokarsinom tesbit edildi.
Radyolojik tetkik sonrası metastaz saptanmayan tüm
olgular operasyona alındılar.Hastaların 92’sine özefagus
parsiyel rezeksiyonu+proksimal mide rezeksiyonu ve
rekonstriksiyon uygulandı.5 hastaya transhiatal girişim
ile totale yakın özefajiyektomi+proksimal gastrektomi
+ boyunda rekonstriksiyon .8 hastaya parsiyel özefagus
rezeksiyonu+total mide rezeksiyonu+ jejunum veya
kolon ile rekonstriksiyon yapıldı.Vakalardan 5’i evre II,
71’i evre III ve 29’u evre IV idi.Üç vakada erken dönem
anostomoz kaçağı tespit edilip reoperasyona alındı.
Erken komplikasyonlar (ilk yedi gün): anostomoz kaçağı
%5 ,atelektazi %2 ve kontrlateral hemotoraks %8.Geç
komplikasyonlar:Fistül %0.95 ve atelektazi %1.9.Operaf
mortalite bir olguda görüldü.Geç dönemde 7 olguda
rekurrens ve 13 olguda stenoz tesbit edildi.
Sonuç:
Kliniğimizdeki eğilim; eğer metastaz yoksa, cerrahi
sınırları zorlayarak küraf veya palyaf rezeksiyon
yapmaya yönelikr.
PS154
TRACHEOBRONCHOPULMONARY CARCINOID
TUMORS:
10 NİSAN 2009
diagnosc procedures before treatment, treatment and
its complicaons and the 3- year survival. The factors
influencing the survival were analyzed using Stascal
Package for the Social Sciences (SPSS) and exact fisher test.
Results:
M/F was 16/24 with mean age 34.4 years. Their
most common symptoms were coughing (90%) and
hemoptysis (25%). The le main bronchus was the most
common site of involvement (25%). 95% of all cases
underwent surgery and 5% because distant metastasis
on admission underwent chemoradiotherapy without
surgery. The most common surgical procedure was
lobectomy or biloectomy (57.8%). Bronchial sleeve
resecon was performed on 10.4% of the paents. The
most common pathology was the typical form (90%) and
5% of the madiasnal lymph nodes were involve (all of
the atypical type). Carcinoid syndrome was seen in one
paent (2.5%) and post operave adjuvant treatment
were done in 5% of paents aer surgery because
mediasnal lymph node involvement. Post- operave
recurrence of the tumor occurred in one paent
(2.6%) of the atypical form with mediasnal lymph
nodes involvement. The most common complicaon
of surgery was a long- term air leakage aer operaon
(10.4%) and the surgical death rate was 0%. 3- Year
survival was 92.5%. The factors mostly influencing the
survival included the pathological type, early distant
metastasis and mediasnal lymph node involvement.
Conclusion:
Carcinoid tumors have mostly been responsive to
surgical intervenon, resulng in a long term survival.
Postoperave adjuvant therapy is only required in cases
with distant metastasis or in lymphac involvement
with an atypical pathological type.
REZA BAGHERİ , SEİED ZİAOLLAH HAGHİ
MASHHAD UNİVERSİTY OF MEDİCAL SCİENCE
PS155
Aim:
PULMONECTOMY AT COMBINATION OF TUBERCULOSIS AND PLEURAL EMPYEMA
Carcinoid tumors are a type of neuroendocrine
tumors which usually involve the upper airways
and paents most oen complain of cough and
hemoptysis. They are divided into typical and atypical
types. The treatment of choice is surgical resecon
and the postoperave long- term survival is good in
most paents. Our objecve was studying paents
with carcinoid tumor who had undergone surgery.
Method:
This is a descripve study which was performed from
1990 through 2007 on 40 paents with carcinoid
tumor who had surgery and had been followed up for
at least 3 years. The stascal analyses where based
their age. sex, clinical symptoms, locaon of tumor,
TULKUN KARİEV , AKRAM IRGASHEV ,
THORACİS SURGERY, INSTİTUTE OF PHTHİSİOLOGY AND
PULMONOLOGY, TASHKENT, UZBEKİSTAN
Aim:
To study results pulmonectomy at combinaon of tuberculosis and pleural empyema
Method:
cohort analysis
201
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
10 NİSAN 2009
Results:
Method:
Pulmonectomy without the removal of parietal pleura
was performed in 43 paents (males – 27, females - 16)
at age between 22 and 45 on the background of combinaon of fibrous-cavernous tuberculosis and pleural
empyema. The paents were sick with tuberculosis
during 2-5 years, with pleural empyema – 6 months – 2
years. Mykobacteria of tuberculosis in sputum were
found in 32 paents (74,4%), in pleural content – in 8
(18,6%). Aer pre-operave chemotherapy, sanaon
of pleural cavity and general treatment, the pulmonectomy on the right was performed in 12 paents, on the
le – in 31. During the operaons, the damaged lung
was removed with leaving the fibrous-thickened parietal pleura. Aer the operaons, puncon sanaon of
pleural cavity using anbiocs and chemopreparaons
connued. Aer the operaon, bronchial fistula and
pleural empyema developed in 5 paents (11.6%), pleural empyema without bronchial fistula – in 3 (7.0%),
cardio-pulmonary insufficiency – in 2 (4.7%). These
complicaons were eliminated by the therapeuc treatment in 4 and repeated operaons – in 6. a total of 4
paents died aer operaons: from cardio-pulmonary
insufficiency – 2, from the progress of bronchial fistula,
pleural empyema and arrosive intrapleural hemorrhage
– 2. Good nearest effecveness of pulmonology was
reached in 36 paents (83.7%), sasfactory results – in
2 (4.7%), unsasfactory – in 1 (2.3%). Post-operave
lethality occurred in 4 paents (9.3%). In 2 – 10 years
aer the pulmonectomy, clinical healing was established in 35 paents (89.7%) out of 39 observed. A total
of 4 paents (10.3%) died, of them from the progress
of tuberculosis in the remaining single lung – 1, and
because of other reasons, not connected to the operaons – 3.
Conclusion:
2215 paents were operated because of thoracic
pathology during the last 20 years, 373 (16,83%) of
them – with lung cancer. Men – 291 (78,02%), women82 (21,98%) aged 18-70 years. The disease was from 2
weeks to 2,5 years. Preoperave preparaons depended
on operaon principals: ablascs, anblascs, separate
treatment of root’s elements, dissecon of mediasnal
ssue with lymphonodis, surgical prophylaxis of
bronchus kuksa inability, with applicaon of tacocomb,
new cryosurgical and laser techniques, ultrasonic
cavitaon of pleural cavity. Operaons: expanded
pneumonectomy – 132 (35,39%), bilobectomy – 15
(4,02%), lobectomy – 186 (49,87%), combinated
resecon – 7 (1,87%), explorave thoracotomy – 33
(8,85%). Central cancer was in 241 operated (64,61%),
peripheric – 132 (35,39%) including Pancosta cancer – 5.
Cancer of the Ist stage (T1-2, N0 M0) – 39 (10,46%), IId
stage (T1, N0-1 M0) – 72 (19,3%), IIId A stage (T1-3 N2
M0), (T3 N1 M0) – 229 (61,39%) and IIId B stage (T4 N1-2
M0) – 33 (8,85%). The most oen – planocellular cancer
– 198 (53,08%) and adenocarcinoma – 95 (25,47%).
Results:
Postoperave complicaons – 54 (14,47%), lethality –
22 (3,73%). Clinical effect in hospital – 96,27%. Duraon
of life aer explorave thoracotomy – 5-11 months. 5
years’ survival aer operaon in the cases of Ist stage
cancer – 29 (74,35%), IId stage – 32 (44,44%), IIId A –
37 (16,15%). Observaons of the last years showed that
the radical operaons with extensive lymph dissecon
in cases of tumor T1-1 N1-2 M0 with applicaon of
new technologies let improve the efficiency in close
and distant period of observaon from 7 to 14 %.
Conclusion:
At combinaon of fibrous-cavernous tuberculosis of
lungs and pleural empyema, pulmonectomy with leaving off fibrous-thickened parietal pleura is the less traumac operaon, whose nearest effecveness is 83.7%,
and the remote effecveness – 89.7%.
PS156
LUNG CANCER: PARTICULAR FEATURES AND RESULTS
OF SURGICAL TREATMENT
YAROSLAV VOLOSHYN
INSTİTUTE OF PHTİSİATRY AND PULMONOLOGY,
THORACİC SURGERY DEPARTEMENT
Aim:
To study the parcular features and results of surgical
treatment of lung cancer
202
So, the results of lungs’ cancer surgical treatment
depended on extension of process, histological
form, paents age and adequate preoperave
preparaons, radical operaon, applicaon of new
technologies and correct treatment let improve
efficiency in close and distant period of observaon.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
10 NİSAN 2009
PS157
PS158
ENTÜBASYON SONRASI ERKEN VE GEÇ TRAKEAL
KOMPLİKASYONLAR
KÜNT TRAVMALARDA DİYAFRAGMA RÜPTÜRÜ
GÖKAY REYHAN , YEKTA ALTEMUR KARAMUSTAFAOĞLU
, İLKAY YAVAŞMAN ALBAYRAK , RÜSTEM MAMMEDOV ,
YENER YÖRÜK
TRAKYA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ
ANABİLİM DALI
SEDAT KOÇAL , YEKTA ALTEMUR KARAMUSTAFAOĞLU
, TANER TARLADAÇALIŞIR , RÜSTEM MAMMEDOV ,
YENER YÖRÜK
TRAKYA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ
ANABİLİM DALI
Amaç:
Amaç:
Endotrakeal entübasyon sonrası erken ve geç dönemde
görülen nadir komplikasyonlarından olan trakeal rüptür
ve stenoza tedavi yaklaşımımız irdelendi.
Kliniğimizde 11 yıllık periyoa künt travmak diyafragma
rüptürü nedeniyle opere edilen olgular retrospekf
olarak analiz edildi.
Gereç ve Yöntem:
Gereç ve Yöntem:
Aralık 2004-Aralık 2008 tarihleri arasında kliniğimizde 8
olgu iyatrojenik gelişen trakea hasarı nedeniyle takip ve
tedavi edildi. Olguların 4’ünde trakea rüptürü, 4’ünde
ise trakeal stenoz mevcuu. Trakea rüptürlü olguların
1’i kadın, 3’ü erkek ve yaş ortalamaları 37 (25-46) idi. İki
olguda elekf operasyon , bir olguda acil opersyon , bir
olguda ise Yoğun Bakım’da zorlu entübasyon mevcuu.
Trakeal stenozlu olguların ise biri kadın, 3’ü erkek ve yaş
ortalamaları 32.1 (15-43) idi.
Bulgular:
Trakea rüptürlü olguların tamamında boyun bölgesine
lokalize ciltal anfizemi mevcuu. Ciltal anfizemi 2
olguda ilk 24 saat, 2 olguda ise 24 saat sonra görüldü.
Trakea rüptürü tanısı tüm olgularda klinik olarak konuldu.
Bu olguların tamamına konservaf tedavi yaklaşımı
benimsendi. Tedavi sonrası mortalite ve morbidite
görülmedi. Trakeal stenozlu olgularda ise 20-120 (ort.)
gün önce entübasyon ve sonrasında 3-13 (ort.) gün
mekanik venlatör tedavisi öyküsü mevcuu. Olguların
üçüne trakea rezeksiyon ve rekonstrüksiyonu uygulandı.
Genel durumu operasyona uygun olmayan paraplejik bir
olguya ise bronkoskopik dilatasyon ve stent uygulandı.
Bu hasta daha sonra sepsis nedeni ile öldü. Cerrahi
uygulanan hastalarda komplikasyon görülmedi.
Mayıs 1997-Kasım 2008 tarihleri arasında 11 künt
diafragmak rüptürlü olgu opere edildi. Olguların
tamamı erkek ve ortalama yaş 41,3’ tü (17-77). Eyoloji
10 olguda araç içi trafik kazası, bir olguda araç dışı trafik
kazasıydı. Sekiz hasta akut diyafragma rüptürü tanısı
ile acil operasyona alındı. Bunlardan alsı preoperaf
tanı alırken ikisi eksploraf laporotomi esnasında tespit
edildi. Geç dönemde tanı alan 3 olgudan biri travma
sonrası birinci ayda, diğerleri ise 7. ve 11. yıllarında opere
edildi. Akut diyafragma rüptürlerinin alsı torakotomi
yoluyla onarılırken laporotomi esnasında tanı alan 2 olgu
torakoabdominal insizyon ile tamir edildi. Post travmak
diafragma rüptürlü geç dönemde opere edilen olgulara
torakoabdominal insizyon uygulandı.
Bulgular:
On olguda solda, bir olguda sağda, 8-25 cm arasında
diyafragma laserasyonu mevcuu. Tüm olgularda ban
organları toraksa herniye olmuştu. Diyafragma tüm
hastalarda primer tamir edildi. Olguların beşinde yandaş
patolojiler saptandı. Travma sonrası 1. ayında ileus
saptanan olguda kolon perforasyonu tespit edildi ve
bu olgu postoperaf 13. günde sepsis nedeniyle öldü.
Mortalite görülen diğer olgu ise postoperaf 5. gününde
mul organ yetmezliği nedeni ile öldü (mortalite: % 18).
Sonuç:
Sonuç:
Entübasyona ve trakeostomi kanın basıncına bağlı
gelişen trakea hasarları nadir görülen ancak ölümcül
olabilen komplikasyonlardır. Bu nedenle iyi bir klinik
değerlendirme ile zamanında ve uygun tedaviye karar
verilmelidir. Trakeal stenozlu olgularda ise genel durumu
operasyona uygun olanlarda laser ve stent uygulamaları
yerine trakeal rezeksiyon ve anastamoz tekniğinin en iyi
tedavi yöntemi olduğu kanısındayız.
Künt diyafragma yaralanmalarının nispeten nadir
görülmesi ve büyük çoğunluğunda ciddi yandaş sistem
ve organ yaralanmalarının eşlik etmesi, diyafragma
hasarının gözden kaçmasına neden olabilmektedir. Bu
nedenle mul travmalı hastalarda diafragma rüptürü
ayırıcı tanıda mutlaka akılda tutulmalıdır. Akut olgularda
eşlik eden ban yaralanması yoksa torakotomi, kronik
olgularda ise torakoabdominal yaklaşımın daha güvenli
bir yol olacağı kanısındayız.
203
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
10 NİSAN 2009
PS159
PS160
RETHORACOTOMY AT CLOTTED HEMOTHORAX AFTER
PULMONECTOMY
PET POZİTİF BENİGN PATOLOJİLER
TULKUN KARİEV , SHAVKAT SABİROV , SHERZOD RAKHMANOV ,
ASLI GÜL AKGÜL 1, KORKUT BOSTANCI 2, BEDRETTİN
YILDIZELİ 2, HASAN FEVZİ BATIREL 2, MUSTAFA YÜKSEL 2
1
THORACİS SURGERY, INSTİTUTE OF PHTHİSİOLOGY AND
PULMONOLOGY, TASHKENT, UZBEKİSTAN
2
HAKKARİ DEVLET HASTANESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ
MARMARA ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ
Amaç:
Aim:
To study medical taccs at cloed hemothorax aer
pneumonectomy
Method:
cohort analysis
Results:
Rethoracotomy was performed in 52 paents (males
– 38, females - 14) at age between 17 and 50 aer
pulmonectomy on account of tuberculosis and other
pulmonary pathologies (polycystosis, bronchiectasis,
tumor). In 20 paents rethoracotomy was performed
on the operaonal wound on account of massive cloed
hemothorax on 3rd-10th day following pulmonectomy
with removing blood clots, sanaon and draining of
pleural cavity. Aer operaons, the general condion
of paents was improved and smooth post-operave
process was observed. During pulmonectomy, diffusion
capillary hemorrhage from thoracic wall, diaphragm and
mediastenal pleura was observed in 32 paents. The
hemorrhage could not be stopped using generally accepted
methods. Therefore, ght tamponade of hemothorax
with gauze tampons saturated with aminocapronic
acid was done. In 24-48 hours aer the hemorrhage
was stopped, rethoracotomy was carried out, tampons
were removed and thorough sanaon and draining of
pleural cavity was made. Such surgical taccs turned
out to be effecve in 31 paents. Aer rethoracotomy,
1 paent died in 2 days from the hepac insufficiency.
Conclusion:
At cloed hemothorax, the removal of blood clots
aer pulmonectomy allows providing smooth postoperave period. In case if it is impossible to stop
diffusion capillary intrapleural hemorrhage aer
pulmonectomy, the method of choice is a ght gauze
tamponade of pleural cavity for 24-48 hours followed
by rethoracotomy and removal of the tampon.
204
Günümüzde akciğer kanser görüntülemesinde 18Ffloro-2-deoksi-D-glukoz pozitron emisyon tomografisi
(FDG-PET)’nin invazif yöntemlerin yerini alabilirliği
tarşılmaktadır. Malign akciğer ve mediyasten
lezyonlarının tespinde duyarlılık ve özgüllüğü kimi
serilerde %100’lere yakın gösterilmektedir ancak
benign bazı lezyonlar metabolik olarak akf görünerek
yanlış pozif sonuçlara neden olabilmektedir. Marmara
Üniversitesi Göğüs Cerrahisi kliniğine başvuran PET
tutulumu pozif ancak patoloji sonuçları benign
hastalıklar ile uyumlu 15 hastamızı sunduk.
Gereç ve Yöntem:
Akciğer hastalığı nedeniyle PET tetkiki yaprılmış, yaş
ortancası 56,9 (36-73,5) olan 15 hastada akciğerde
veya mediyastende patolojik FDG tutulumu nedeniyle
torakotomi (n:12), torakoskopi (n:2), mediyasnoskopi
(n:1) gerçekleşrildi.
Bulgular:
Tümör 10 olguda periferik yerleşimli, tümör çapı 9 olguda
1,5 cm’nin üzerinde idi. SUDmax ortalaması 5,2 (2,5-15),
ortancası 4,8 olan hastaların invazif girişimler sonrası
patoloji sonuçları tüberküloz (n:7), sütür granülomu
(n:3), Bronşiyolis obliterans organize pnömoni (n:2),
sekestrasyon (n:1), aspergillom (n:1), sarkoidoz (n:1)
şeklinde tümör negaf olarak alındı.
Sonuç:
FDG-PET ile benign ve malign lezyonların ayırımı özellikle
enflamatuar lezyonlar nedeniyle zorlaşır. PET ile yanlışpozif sonuca neden olan mekanizmalar üzerinde daha
ileri çalışmalar yapılmalıdır.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
PS161
DEV AKCİĞER VE DEV KARACİĞER KUBBE KİSTLERİNE
CERRAHİ YAKLAŞIM
10 NİSAN 2009
PS162
SERVİKAL
MEDİASTİNOSKOPİ
DEĞERLENDİRİLMESİ
OLGULARIMIZIN
HIDIR ESME , OKAN SOLAK , KUBİLAY OCALAN
ABİDİN ŞEHİTOĞULLARI
VAN EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ-GÖĞUS
CERRAHİSİ
AFYON KOCATEPE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
CERRAHİSİ AD
Amaç:
Amaç:
2002 nisan-2008 aralık tarihleri arasında kliniğimizde dev
akciğer ve dev karaciğer kist hidak vakalarını literatür
eşliğinde incelemek.
Mediasnoskopi, mediasten hastalıklarının tanısı ve
akciğer kanserinin evrelemesinde kullanılan invaziv bir
yöntemdir. Mediasnoskopinin etkinliğini ve güvenirliğini
değerlendirmek amacıyla son 3 yılda mediasnoskopi
yapğımız olgularımızı geriye dönük olarak inceledik.
Gereç ve Yöntem:
Gereç ve Yöntem:
Sadece hem akciğer hem karaciğerde bulunupta ikisinde
de çapı 10 cm ve üzerinde olan kist hidakli olgular
değerlendirilmeye alındı.
Bulgular:
Kliniğimizde al yıllık sürede yaşları 8-65 arasında olan
alsı bayan üçü erkek dokuz hasta değerlendirildi. Aynı
anda hem akciğer hem karaciğerde bulunup, iki organda
da çapı 10 cm üzerindeki olgular ele alındı. Bir olguda
akciğerdeki 16 cm, karaciğerdeki kisthidağin çapı 25cm
idi.Diğerleinin çapı akciğerde 10-16 cm, karaciğerde
10-25 cm arsında değişmekte idi.Tüm olguların çapları
bilgisayarlı tomograrafi ile ölçüldü.Yedi vakada sağ alt
lobta, iki vakada sağ orta lobta idi.Çapı 16 cm olan olgudaki
kist 12 yaşında kız çocuğunda olup sağ alt lobun %80
nini doldurduğu ve geri kalan kısmı havalanmadığı için
rezeksiyon uygulandı.Diğer vakalara parankim koruyucu
cerrahi uygulandı;kistotomi+kapitonaj yapıldı.Aynı anda
diafrağma kesilerek karaciğerdeki kistlerede kisto tomi +
kapitonaj yapıldı.Hiç bir vakada komplikasyon gelişmedi.
Hastanede kalma süreleri 4-12 gün.
Sonuç:
Haziran 2005 – Kasım 2008 tarihleri arasında hastanemizde
non invaziv yöntemlerle tanısı konulamayan lenf
adenopali ve akciğer kanserli 33 olguya tanı ve evreleme
amaçlı mediasnoskopi uygulandı.
Bulgular:
Olguların 25’i erkek, 8’i kadın ve yaş ortalaması
55,75±14,11 (yaş aralığı 22-82) idi. Olguların 19’unda
(%57,6) tanı amaçlı, 14’ünde (%42,4) akciğer kanseri
evreleme amaçlı mediasnoskopi yapıldı. Tanı amaçlı
yapılan mediasnoskopi olgularında; reakf lenfadenit
(n=11), granülamatöz lenfadenit (n=6), karsinom
metastazı (n=2), lenfoma (n=1) idi. Evreleme amaçlı
mediasnoskopi olgularının 6’sında lenf bezi metastaz
müspetliği saptandı. Bir hastada pnömotoraks görüldü.
Mortalite saptanmadı.
Sonuç:
Mediasnoskopi gerek mediasnal lenf adenopalerinin
etyoljisini ortaya koymakta, gerekse akciğer kanseri
evrelemesinde morbiditesi düşük, güvenilir ve etkin
invaziv bir yöntemdir.
Çapı ne kadar büyük olursa olsun; tüm akciğer kist
hidaklerine parankim koruyucu cerrahi ve yine
karaciğerdekilerede; aynı seyansta eğer kubbede
ise diafrağma insize edilerek kistotomi + kapitonaj
yapılmalıdır.
205
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
10 NİSAN 2009
PS163
PS164
PLEURAL EMPYEMA AFTER RUPTURE OF LUNG
ECHINOCOCCUS CYST INTO PLEURAL CAVITY
MİNİMAL İNVAZİV PEKTUS DEFORMİTESİ ONARIMINDA
MARMARA TECRÜBESİ
SUNNATİLLA ABULKASİMOV , TULKUN KARİEV
MUSTAFA YÜKSEL , KORKUT BOSTANCI , RIZA SERDAR
EVMAN , BARKIN ELDEM , HAKAN ÖZALPER
THORACİC SURGERY, INSTİTUTE OF PHTİSİOLOGY AND
PULMONOLOGY
Aim:
To study efficiency of PLEURAL EMPYEMA AFTER RUPTURE OF LUNG ECHINOCOCCUS CYST INTO PLEURAL
CAVITY
Method:
cohort analysis
MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
CERRAHİSİ ANABİLİM DALI, İSTANBUL
Amaç:
Pektus ekskavatum deformitesinin düzellmesinde
minimal invaziv bir yöntem olan Nuss tekniği ark pek
çok merkezde açık cerrahi tekniklere tercih edilirken, bu
tekniğin pektus karinatum deformitesi düzellmesi için
modifiye edilmiş şekli olan Abramson tekniği de giderek
daha fazla kabul görmektedir.
Gereç ve Yöntem:
Results:
The rupture of echinococcus cyst into pleural cavity and
the progress of pleural empyema were observed in 23
paents (males -13, females -10) at the age from 10 to 54
years. Before hospitalizaon, the paents took medical
treatment on the occasion of tuberculosis and other
pulmonary pathologies. Prior to operaons, the rupture
of echinococcus cyst into pleural cavity was diagnosed
in 6 paents. Because of lung collapse and presence
of purulent pleural exudate, the non-specific pleural
empyema was diagnosed in the remaining 17 paents.
Complete lung collapse was observed in 7 paents,
paral collapse – in 16, of them in 15 – on the right side,
and in 8 – on the le side. Aer general pre-operave
treatment, lung decorcaon along with the removal
of the chinous coat from pleural cavity was performed
in 11 paents, echinococectomy and lung decorcaon
- in 4, lobectomy and pleurectomy - in 3 paents,
pulmon-and pleuropulmonectomy - in 5 paents. Good
clinical effect was achieved in all operated paents.
Conclusion:
Pleural empyema aer the rupture of echinococcus cyst
into pleural cavity is usually diagnosed unmely because
of diagnosc difficules. Depending on the condions of
a collapsed lung and pleural cavity, surgical treatment
at this pathology is highly effecve and involves a wide
range of surgeries – from decorcaon to pulmonectomy
206
Ağustos 2005 – Ocak 2009 tarihleri arasında pektus
deformitesi tanılı 90 olgu anabilim dalımızca opere
edildi. Yaşları 7 ile 34 arasında değişen (ortalama
17.2) olgulardan 80’i erkek 10’i kızdı. 80 olguya pektus
ekskavatum tanısıyla Nuss operasyonu uygulanırken 10
olguya pektus karinatum tanısıyla Abramson operasyonu
uygulandı.
Bulgular:
Deformite 59 olguda simetrik, 31 olguda asimetrik idi.
Olguların 45’inde tek bar ile düzelme sağlanırken PE
tanılı 39 olguda çi bar, 6 olguda ise 3 bar yerleşrilerek
deformitenin düzelmesi sağlandı. Pektus karinatum
tanılı 10 olgudan son 8’inde taramızdan gelişrilen özel
tasarım karinatum barları kullanıldı. Operasyon süresi 20
ile 180 dakika (ortalama 70) arasında değiş. Üç olguda
bar mekanik sorunlar nedeniyle revize edildi. İki olguda
yetersiz düzelme nedeniyle ikinci bir seansta birer adet ek
bar yerleşrildi. Ağrı kesicilerle kontrol alna alınamayan
ağrı sebebiyle, çi bar yerleşrilen bir pektus ekskavatum
olgusunda ve bir pektus karinatum olgusunda barlar ilk
bir ay içinde çıkarldı. Uygulanan hasta memnuniye
anketlerinin değerlendirilmesinde hastaların %90’ının
sonuçtan çok memnun olduğu görüldü. Barların hiçbiri
henüz çıkarlmadı.
Sonuç:
Minimal invaziv pektus deformitesi onarım teknikleri,
kısa ameliyat süreleri, düşük morbidite ve yüksek
hasta memnuniye oranları ile tercih edilen düzeltme
yöntemleri olmalıdır.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
10 NİSAN 2009
PS165
PS166
MORPHOGENESIS OF THE LUNG PRECANCER AND
CANCER
ATELEKTAZİ LOKAL İLERİ EVRE KÜÇÜK HÜCRELİ DIŞI
AKCİĞER KARSİNOMUNDA (KHDAK) SAĞKALIMI
UZATIYOR
SAYERA ARİFKHANOVA , RUSTAM ISROİLOV
NATİONAL INSTİTUTE OF TB AND PULMONOLOGY,
TASHKENT
Aim:
To
study
morphogenesis,
histogenesis
and
pathomorphology of the lung precancer and cancer.
Method:
YILMAZ BÜLBÜL 1, BÜLENT ERİŞ 1, ASIM ÖREM 2, AYHAN
GÜLSOY 1, FUNDA ÖZTUNA 1, TEVFİK ÖZLÜ 1, SAVAŞ
ÖZSU 1
KARADENİZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ, TIP FAKÜLTESİ,
GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI, TRABZON
2
KARADENİZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ, TIP FAKÜLTESİ,
BİYOKİMYA ANABİLİM DALI, TRABZON
1
Amaç:
The object of invesgaon included cut fragments
of the lung due to chronic scleroc changes and
tumoral process in the lungs in 18 paents (of them
12 were males and 6 females). Paraffin slices of
ssue were stained with hematoxiline and eozine,
RNA by Brashe, DNA by Felgen and Shick-reacon.
TNM evreleme sisteminde atelektazi negaf prognosk
işaret olarak alınmaktadır. Ancak önceki retrospekf
bir çalışmamızda atelektazi sağkalımda arş ile ilişkili
bulunmuştu. Bu çalışmada atelektazi ve/veya obstrükf
pnömoninin (AO) KHDAK olgularında sağkalım üzerine
etkisinin prospekf olarak incelenmesi ve ala yatan
olası mekanizmanın irdelenmesi amaçlanmışr.
Results:
Gereç ve Yöntem:
The lesion of bronchial epithelium with lower layer
of basal cells was considered as inial process of
central cancer. There was noted development of basal
cell hyperplasia, squamous metaplasia and atypical
dysplasia due to impairment of cellular differenaon
in the damaged focuses. Morphogenesis of squamous
metaplasia of bronchial epithelium was a result of
enhanced proliferaon and delayed differenaon of
basal cells in the focuses of desquamous integmentary
epithelium. In some sizes of squamous metaplasia there
were revealed focuses of atypical hyperplasia that were
nor differ from carcinoma in situ in relaon to cell ploidy.
The occurrence of focuses of atypical hyperplasia,
squamous metaplasia, dysplasia of different degree
on the stem bronchus was considered as histogenic
resource of the central cancer. Histogenesis of the
lung peripheral cancer was differed from histogenesis
of the central cancer because of presence of different
various cells in the dysplasia focuses such as columnar,
basal, mucociliary, goblet cells, alveolocytes. These
data confirmed that glandular tumors were prevailed
among peripheral forms of lung cancer revealed by us.
Çalışma, Nisan 2006-Nisan 2008 arasında kliniğimizde
takip edilen ileri evre KHDAK hastaları üzerinde
gerçekleşrildi. Hastaların başvuru sırasındaki klinik ve
laboratuar özellikleri kaydedildi. Toraks CT’de AO varlığı
veya yokluğuna göre olgular iki gruba ayrıldı. Atelektazide
sağkalım arşını açıklaması muhtemel parametreler
(erken tanı alma durumu, atelektak alandaki immüniteyi
güçlendirebilecek enflamasyon veya tümör beslenmesini
azaltabilecek şantlar) yönünden periferik kanda CEA, CRP,
LDH, hemoglobin, trombosit ve lenfosit sayıları çalışıldı.
Gruplar arası karşılaşrma Ki-kare ve Mann-Whitney U
testleri ile, sağkalım analizlari ise Kaplan Meier yöntemi
ile yapıldı.
Conclusion:
The phenotypic heterogeneity of the lung cancer was
determined rather by increasing geno- and phenotypic
lability of the tumoral cells during progressing than by their
cytogenesis and level of tumoral cell differenaon block.
Bulgular:
Çalışmaya 5’i kadın toplam 80 olgu (%54.4’ü evre 4)
alındı. Hastaların %56.3’ünde AO saptandı. Gruplar
arasında hastalığın evresi, performans durumu, kilo
kaybı, uygulanan tedavi rejimleri açısından farklılık
bulunmadı. Median sağkalım AO olan hastalarda
13.93 ay (range:12.34-15.52), olmayanlarda 11.16 ay
(range:7.06-15.27) bulundu (p=0.178). Evre 4 olgularda
gruplar arasında sağkalım farkı bulunmazken, AO’lu
evre 3 olgularda sağkalım anlamlı uzun bulundu (8.83
aya karşılık [range: 3.13-14.53], 13.93 ay [range: 10.5919.27], p=0.032). AO olan ve olmayan olgular arasında
CEA, CRP, hemoglobin ve lenfosit sayıları yönünden fark
bulunmadı. Ancak, AO’lu evre 3 hastalarda trombosit
sayıları anlamlı düşük bulundu (401.810±75.680’e
karşılık 331.850±96.900, p=0.024). Semptomdan tanıya
kadar olan gecikmeler yönünden gruplar arasında fark
saptanmadı.
207
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
Sonuç:
PS168
Çalışmamız, lokal ileri evre KHDAK’inde AO’nin uzamış
sağkalım ile ilişkili olduğunu göstermişr. Ancak, AO’nin
ileride TNM evreleme sistemine muhtemel entegrasyonu
için daha kapsamlı çalışmalara ihyaç olduğu açıkr.
AKCİĞER KANSERİNİN EŞLİK ETTİĞİ MULTİPLE PRİMER
KANSERLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ
SİBEL ARINÇ , MÜYESSER ERTUĞRUL , ÖZKAN DEVRAN ,
NURAY ERDAL , NİLGÜN HATABAY , ARMAĞAN HAZAR
PS167
SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS
CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
KADINLARDA AKCİĞER KANSERİ: EPİDEMİYOLOJİK VE
KLİNİK ÖZELLİKLER
Amaç:
GÜNTÜLÜ AK , MUZAFFER METİNTAŞ , HÜSEYİN
YILDIRIM , PELİN CANBAZ , SİNAN ERGİNEL , FÜSUN
ALATAŞ
ESOGÜ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD
Amaç:
Bu çalışmada kadınlarda akciğer kanserinin epidemiyolojik
ve klinik özelliklerini değerlendirmeyi ve sigara içen ve
içmeyen kadın hastalar arasındaki farklılıkları belirlemeyi
amaçladık.
Gereç ve Yöntem:
1990 ile 2007 arasında tanı konulan 1903 akciğer kanseri
hastası arasından 164 kadın hasta değerlendirildi. Hastalar
kadınlarda akciğer kanserinin epidemiyolojisindeki
değişiklikleri belirlemek için üç eşit zaman periyoduna
bölünerek değerlendirildi. Ayrıca hiç sigara içmemiş olan
125 hasta ile halen sigara içen 31 hastanın özellikleri
kıyaslandı.
Bulgular:
Hastaların yaş ortalaması 61.0±10.4 yıl, semptom süresi
104.6 gündü. En sık histolojik alt p adenokarsinomdu
(%45.7). Hastaların çoğu evre 4 (%55.5) ve evre 3B
(%28.0) hastalığa sahip. Kadın hastaların oranı birinci
zaman diliminde %4.9, ikincide %10.4 ve üçüncüde
%8.8’di. Ancak, zaman dilimleri arasında ortalama yaş,
sigara öyküsü ve histolojik alt p bakımından fark yoktu.
Sigara içmeyen hastalar halen sigara içenlerden daha
yaşlıydı. Sigara içmeyenlerde adenokarsinom oranı daha
yüksek. Plevral efüzyon sigara içmeyen hastalarda daha
sık iken, hilar ve mediasnal genişleme sigara içenlerde
daha sık. Sigara içmeyenlerde tümör periferal ve ortaalt zon yerleşimli, sigara içenlerde ise santral ve orta zon
yerleşimliydi.
Sonuç:
Kadınlarda akciğer kanseri artmaktadır. Semptom
süreleri uzun ve ileri evre hastalığa sahipler. Sigara
içmeyen kadınlarda tümörün klinik-patolojik özellikleri
farklıdır. Akciğer kanseri ülkemizde erkekler için
olduğu kadar kadınlar için de büyük bir problem olarak
düşünülmelidir.
208
10 NİSAN 2009
akciğer kanseri ile birlikte görülen mulpl primer
kanserlerin(akciğer kanserinden sonra veya önce gelişen)
oluşumu üzerine kısıtlı bilgi mevcuur. Mulpl kanserli
olgular ile tek akciğer kanserli olgular arasında farklılıklar
vardır. Bu çalışmada muple primer ve tek başına
akciğer kanserli olguların özelliklerini değerlendirmeyi
amaçladık.
Gereç ve Yöntem:
2005-2007 yılları arasında hastanemiz onkoloji
bölümünde takip edilen 549 akciğer kanserli olgunun
epidemiyolojik factörleri, sigara anamnezi, histolojik
pleri ve aile öyküsü sorgulandı. İki hasta grubu
oluşturuldu. Grup I: 46(%8.3) hasta en az iki veya üç
maligniteyi içeren tümörler mevcuu(en az biri akciğer
kanseri olmak üzere). Grup II: 503(%91.7) sadece akciğer
kanseri olan grup.
Bulgular:
Larinks, mesane, akciğer ve dudak kanseri en sık birinci
grupta görülen kanser pleri idi(%26.8, %13.4, %8.6,
%6.5). Grup I’de ailesel akciğer kanseri görülme sıklığı
grup II’ye göre yüksek(p=0.01). Sigara kullanım yüzdesi
grup I’de(%93.4) grup II’ye(%87.4) göre daha fazla olmakla
beraber istasksel olarak anlamlı değildi(p=0.2). Akciğer
kanseri histolojik pleme açısından squamöz hücreli
karsinom grupI’de grup II’ye göre daha fazla idi(p=0.04).
Sonuç:
Mulpl primer kanserlerde ailesel akciğer kanserinin
tek akciğer kanserli olgulara göre daha fazla olması
mulpl tümör gelişiminde bir risk faktörü olabileceğini
düşündürmektedir.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
10 NİSAN 2009
PS169
PS170
MALİGN MEZOTELİOMA OLGULARIMIZDA TANISAL
İŞLEMLERİN DEĞERİ VE MORTALİTE ORANLARI
OROFARENGEAL ALAN KANSERİ VE AKCİĞER KANSERİ
BİRLİKTELİĞİ
SİBEL ŞAHBAZ 1, DOĞAN REŞİT KÖSEOĞLU 2, ALİ
YEĞİNSU 3, HANDAN İNÖNÜ 1, AYŞE YILMAZ 1, AHMET
CEMAL PAZARLI 1, SERHAT ÇELİKEL 1
H.VOLKAN KARA , M.ZEKİ GÜNLÜOĞLU , HÜSEYİN
MELEK , ADALET DEMİR , BARIŞ MEDETOĞLU ,
S.İBRAHİM DİNÇER
GAZİOSMANPAŞA ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI
AD
2
GAZİOSMANPAŞA ÜNİVERSİTESİ PATOLOJİ AD.
3
GAZİOSMANPAŞA ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ AD.
YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ
EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ , 2. GÖĞÜS
CERRAHİSİ KLİNİĞİ -İSTANBUL
1
Amaç:
Amaç:
Malign mezoteliomalı (MM) olgularda tanısal işlemlerin
değerini, mortaliteyi belirlemeyi amaçladık
Gereç ve Yöntem:
Veriler retrospekf olarak incelendi,
müdürlüğünden ölüm tarihleri öğrenildi.
İl
nüfus
Bulgular:
Otuz olgu (17 erkek) değerlendirildi. Yaş ortalaması 61.3
idi. En sık başvuru yakınması nefes darlığıydı (n=21). 4
olguda peritoneal MM tanısı mevcuu. 22 olgunun
16’sının çevresel asbest maruziye vardı. Olguların 19’a
hastanemizde, diğerlerine dış merkezde tanı konulmuştu.
Hastanemizde tanı konulan olguların 17’sine torasentez
(%89.5), 15‘ine (%78.9) kapalı plevra biyopsisi (KPB)
yapılmış. PSS sonuçlarına göre 4 olguda (%25.0)
MM, 12 olguda Class 2-mezotel hücre proliferasyonu
gösterildi. (1 olgunun verisi yoktur). KPB ile 6 olguya
(%40.0) MM tanısı konulurken, diğer sonuçlar; kronik
inflamasyon (n=6), malign tümör infiltrasyonu (n=2),
iğsi hücre proliferasyonu (n=1) idi. 11 olguya tanısal
operasyon yapılmış. 5’i epitelial p MM, 4’ü MM,
2’i bifazik MM tanısı aldı. 26 olgunun tedavisiyle ilgili
veriler elde edildi: Tedavi seçenekleri: radyoterapi (n=2),
kemoterapi (n=14), cerrahi (n=4), tedavisiz takip (n=6).
6, 9, 12 aylık mortalite oranları sırasıyla %10.0, %26.7 ve
%50.0 idi. Ölen olguların (n=22) ortalama yaşam süresi
13.9±8.5 (1-31) aydı.
Sonuç:
Geniş olgu serilerinde MM’da ortalama yaşam süresi
6-17 ay arasındadır, sonuçlarımız literatür ile uyumludur.
Torasentez (%25.0) ve KPB’nin (%40.0) tanı koyma oranı
literaturden (sırasıyla <%10 ve <%40) yüksekr.
Orofarengeal kanser tedavisini takiben primer akciğer
kanseri ortaya çıkışı ihmali, normal nüfusa göre
yüksekr. Bu oran uygun tedavi almış orofarengeal
alan kanseri hastalarında yıllık %4 -5 r. Bu hastalarda,
akciğer kanseri karakteriskleri ve yapılan cerrahi tedavi
araşrıldı
Gereç ve Yöntem:
Kliniğimizde 2002–2007 yılları arasında, orofarengeal
kanser
nedeniyle
tedavisi
cerrahi
ve/veya
kemoradyoterapiyle sağlanmış olup, takiplerinde ortaya
çıkan akciğer kanseri mevcut 7 hasta tedavi edildi. Bu
hastaların verileri retrospekf olarak incelendi.
Bulgular:
Hastaların tümü erkek olup yaş ortalaması 59,5 (43–67)
idi .Beş hastada larenks karsinomu, 1 hastada dil kökü
1 hastada vokal kord karsinomu mevcuu . Bu tümörler
için uygulana tedaviler,lokal eksizyon , larenjektomi
ve bölgesel radyoterapi ve sistemik kemoterapi olarak
belirlendi. Orofarengeal alanda tümör nüksü ve uzak
metastaz bulgusu olmayan hastalarda, akciğerdeki
tümörler, primer tümör kabul edildi.. Akciğer rezeksiyon
şekilleri, 3 hastada (% 42.8) lobektomi, 1 hastada (%14.2)
pnömonektomi, 1 hastada (%14.2) üst bilobektomi,
1 hastada (%14.2) üst sleeve lobektomi (%14.2), 1
hastada (%14.2) alt lobektomi ve wegde rezeksiyon
idi. Tüm tümörlerin histopatolojik pi skuamöz hücreli
kanser olarak belirlendi. Pnömonektomi yapılan hastada
minimal bronkoplevral fistül, sleeve lobektomi yapılan
hastada anostomoz ha
nda striktür geliş, her iki
durum, konservaf yaklaşımlarla tedavi edildi. Morbidite
oranımız %28,5 olarak hesaplandı. Peri ve post-operaf
mortalite gözlenmedi
Sonuç:
Orofarengeal alanda kanser hastalarda takip döneminde
primer akciğer kanseri ortaya çıkma ihmali yüksekr
, hastaların takiplerinde akciğerin incelenmesine özen
gösterilmelidir. Akciğer kanseri gelişen hastalarda akciğer
rezeksiyonu, kabul edilebilir mortalite ve morbidite
oranlarıyla başarılı şekilde yapılabilmektedir
209
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
PS171
PS172
LUNG CANCER: INCIDENCE, PARTICULAR FEATURES OF
CLINIC, REASONS OF LATE DIAGNOSIS
AKCİĞER KANSERLİ HASTALARIMIZIN DÖKÜMÜ (20062007-2008 YILLARI)
YAROSLAV VOLOSHYN
SEDAT ALTIN , A.LEVENT KARASULU , MURAT KIYIK ,
HATİCE ÖZÇELİK , M.AKİF ÖZGÜL , M.ALİ BEDİRHAN ,
ATİLLA GÜRSES , S.İBRAHİM DİNÇER
INSTİTUTE OF PHTYSİATRY AND PULMONOLOGY,
THORACİC SURGERY DEPARTEMENT
Aim:
To study the lung cancer’s incidence, parcular features
of clinic, reasons of late diagnosis.
Method:
YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ
EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
Amaç:
Akciğer kanseri, göğüs hastalıkları hastanelerimizde teşhis
edilen ensık hastalıklardan biridir. Hastanemizde teşhisi
konulan hastaların 3 yıllık dökümü amaçlanmışr.
Ukraine: lung cancer incidence (men – 77,6 –
100,1%, women – 13,8 – 15,5% for 100 000 persons).
Lung cancer is the most oen (11-15%) among
oncological diseases. Retrospecve analysis of
428 cases history and roentgenogrammes. Men –
331 (77,34%), women – 97 (22,66%) aged 17-70
years. Duraon of the disease – 2 weeks- 2,5 years.
Gereç ve Yöntem:
Results:
2006 yılında hastanemizde 2.141 akciğer kanserli
hasta yatarak tedavi olmuşken, 2007 yılında bu sayı
2.478, 2008’de ise 2.624’e ulaşmışr. Bu hastalara
tanı konulduğunda yaklaşık % 91’i çeşitli nedenlerden
inoperabl ve irrezektabl olarak değerlendirildiğinden
2006’da 239, 2007’de 228, 2008 ‘de 213 hastamıza
cerrahi rezeksiyon uygulanmışr. KT yapılan hasta
sayımız 2006’da 168,.2007’de 228 ve 2008’de 289 olup,
girişimsel bronkoskopi uygulanan hasta sayılarımız ise
sırasıyla 127, 169 ve 428 olmuştur.
Clinic: cough aacks – 279 (65,19%), pains in chest – 145
(33,88%), body temperature increase – 142 (33,18%),
hemoptysis – 97 (22,66%). Roentgenogramme: round
shadows with uneven, unclear contour (diameter 1,55cm) 312 (72,89%) had cancer expanded process: III
A stage (T 1-3 N 2 M 0, T 3 N 1 M 0 ) – 236 (61,45%),
III B (T 4 N 1-2 M 0) – 49 (11,45%). Reasons of late
diagnosis: 1/ doctors mistakes – 248 (57,94%) 2/
latent course of disease – 95 (22,2%) 3/ late appeal to
hospital – 85 (19,86%) Algorithm of mely diagnosis
has been developed: roentgenography of chest in
2 projecons, fibrobronchoscopy, new laboratory
immunologic instrumental methods. Applicaon of
the algorithm made diagnosis more accurate (8-15%)
Conclusion:
So, the frequency of lung cancer has increased.
Symptoms: cough, body temperature increase without
evident reason, hemoptysis. 72,89% - lung cancer
extended process. Main reasons of late diagnosis:
mistakes of diagnosis, latent course. The developed
algorithm of mely diagnosis let considerably
improve the situaon with lung cancer in the country.
210
10 NİSAN 2009
2006-2007 ve 2008 yıllarında hastanemize başvuran
hastalarımızdan akciğer kanseri teşhisi konulanlar değişik
açılardan değerlendirildi.
Bulgular:
Sonuç:
Hastanemize son yıllarda başvuran akciğer kanserli hasta
sayılarında giderek arş izlenmektedir. Bunun nedenleri
olarak, son 3 yıldır hizmete girmiş yeni teknolojilerin
hastanemize kazandırılması ve radyoterapi dışında
akciğer kanseri tedavisinde uygulanan yöntemlerin
yapılması gösterilebilir.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
10 NİSAN 2009
PS173
PS174
KÜÇÜK HÜCRELİ DIŞI AKCİĞER KANSERİNDE SERUM
KARSİNOEMBRİYONİK ANTİJEN DÜZEYİNİN HİSTOLOJİK
TİP VE EVREYLE İLİŞKİSİ
TORAKS
TUTULUMU
GÖSTEREN
LENFOMALI
OLGULARIN ÖZELLİKLERİ VE TANI PROBLEMLERİNİN
DEĞERLENDİRİLMESİ
EMRAH ORAY , IŞIL KARASU , AYŞE ÖZSÖZ
VEYSEL YILMAZ , GÜNGÖR ÇAMSARI , SAADETTİN
ÇIKRIKÇIOĞLU , SEDAT ALTIN , ESİN TUNCAY , FİLİZ
KOŞAR , PINAR YILDIZ , EMEL ÇAĞLAR , NUR ÜRER
İZMİR DR SUAT SEREN GÖĞÜS HASTALIKLARI VE
CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
Amaç:
YEDİKULE GÖĞÜS HASTANESİ
Amaç:
Karsinoembriyonik anjen (CEA) kanser araşrmasında
ve takibinde sık kullanılan bir markırdır. Çalışmamızda
serum CEA (s-CEA) düzeyinin küçük hücreli dışı akciğer
kanserindeki (KHDAK) tanı değeri, histolojik p ve evreyle
olan ilişkisi araşrılmışr.
Toraks tutulumu gösteren hodgkin ve nonhodgkin
lenfomalı olguların özellikleri ve tanı problemlerini
irdelemek.
Gereç ve Yöntem:
Gereç ve Yöntem:
Çalışmaya yeni tanı almış 101 (91 E, 10 K) KHDAK olgusu
alındı. Sağlıklı 25 olgu ile kontrol grubu oluşturuldu.
s-CEA düzeyinin KHDAK’deki tanı değeri, histolojik p ve
evreyle olan ilişkisi karşılaşrıldı.
Bulgular:
Bu çalışmada; 2005-2008 tarihleri arasında hastanemizde
Hodgkin ve Nonhodgkin lenfoma tanısı alan 36 hasta
retrospekf olarak incelenmişr. Hodgkin tanısı alan 15
hastanın 9 (%60)’u erkek, 6 (%40)’sı kadın, yaşları 15 ile 48
arasında (ort.29 ± 11) değişmekteydi. Nonhodgkin tanısı
alan 21 hastanın ise, 15(%71)’i erkek, 6(%29)’sı kadın idi.
Yaşları 18 ile 84 arasında (ort.57± 12) değişmekteydi.
Olguların yaş ortalaması 63.07 ±10.18 idi. KHDAK
olgularında ortalama s-CEA düzeyi 58.90±13.71 ng/
ml, kontrol grubunda 2.23±0.20 ng/ml bulundu.
KHDAK olgularında kontrol grubuna göre serum CEA
düzeyleri istasksel olarak anlamlı yüksek (p< 0.01).
Adenokarsinom olgularında s-CEA düzeyi daha yüksek
olmakla birlikte istasksel olarak anlamlı değildi.
Hastalığın evresi, T durumu ve N durumuna göre
değerlendirildiğinde s-CEA düzeylerinde anlamlı farklılık
saptanmadı (p > 0.05). s-CEA düzeyleri M1 olgularda M0
olgulara göre daha yüksek olmakla birlikte istasksel
açıdan anlamlı farklılık yoktu (p > 0.05). Ancak karaciğer
metastazı olan olgularda s-CEA düzeyleri istasksel
olarak anlamlı yüksek bulundu (p< 0.05). ROC analizi ile
değerlendirmede karaciğer metastazlı olgularda cut-off
değeri 10 ng/dl alındığında sensivite%77.7, spesifite
%73.91, pozif predikf değer %22.58, negaf predikf
değer %97.14 olarak bulundu.
Bulgular:
Sonuç:
Lenf nodu tutulumu ile başvuran hodgkin lenfomalılarda
ve nonhodgkin lenfomalı olgularda tanı problemi
yaşanmadığı ve ortalama 1 haa gibi kısa sürede tanı
konulduğu gözlenmişr. Özellikle konsolidasyonla
başvuran hodgkin lenfomalı hastalarda klinik ve radyolojik
görünümleri,infeksiyonları taklit etmesi nedeniyle tanıda
gecikmelere neden olduğu saptanmışr. Bu olgularda tanı
koyma süresi ortalama 1 ay olup,açık akciğer biyopsisine
giden olgularda ise, bu süre 40 günü bulmuştur.
s-CEA düzeyinin tanıya katkı sağlayacak bir markır
olarak kullanılabileceğini, ancak histolojik p, evre ve
hastalığın yaygınlık derecesinin bir göstergesi olmadığını
düşünmekteyiz. Daha ileri çalışmalarla desteklenmesi
durumunda karaciğer metastazının saptanmasında/
ekarte edilmesinde kullanılabilecek bir markır olabilir.
Başvurularındaki en belirgin yakınmalar, nefes
darlığı,öksürük, kilo kaybı ve ateş idi. Radyolojik olarak,
hodgkin lenfomalı olgularda 8 (%61) hastada mediasnal
genişleme, 9 (%60) hastada hiler genişleme, 10 (%66)
hastada konsolidasyon görünümü, 6 (%40) hastada
plevral sıvı ile uyumlu görünüm saptanmışr. Nonhodgkin
lenfomalı olgularda ise, mediasnal genişleme 8(%38),
hiler genişleme 3(%14), hiler-mediasnal genişleme
3(%14), konsolidasyon 8(%38), sıvı görünümü 5(%23)
olguda saptandı. Histopatolojik tanılar, her iki grupta
büyük çoğunlukla servikal veya supraklaviküler lenf nodu
biyopsisi ile kondu. Hodgkin lenfomalı olguların 4(%26),
nonhodgkin lenfomalı olguların ise 1(%4)’i açık akciğer
biyopsisi ile tanı almışr.
Sonuç:
211
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
PS175
10 NİSAN 2009
frequently during keranizing like hyperkeratosis,
duskeratosis,
hypokeratosis
and
parakeratosis.
MOLECULARY-CELLULAR CHARACTERISTICS OF
TUMORAL CELLS IN LUNG CANCER
PS176
SAYERA ARİFKHANOVA , RUSTAM ISROİLOV ,
NATİONAL INSTİTUTE OF TB AND PULMONOLOGY,
TASHKENT
ONUR TURAN , ATİLA AKKOÇLU
Aim:
DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI AD
Ectron mecroscopic study of squamous cell lung carcinoma.
Amaç:
Method:
Ultrastructure analysis of 6 cases of squamous lung
carcinoma. The pieces of tumoral ssue were fixed and
bathed in epon-aralhyde mixture with use of common
method. The semithin slices were stained with azure II
and studied with light-opc invesgaon. Ultrathin slices
were studied with electron microscope Hitachi-100M.
Results:
There was found central lung cancer developing from
bronchial mataplasia epithelium in all cases. Tumor
morphology was correlated with squamous cell
carcinoma. The nonkeranizing type of squamous cell
carcinoma was diagnosed in 4 cases and keranizing
type of squamous cell carcinoma in 2 cases. The
tumoral cells had various ultrastructure. The majority
of tumoral cells had nondiffereated type: the big
round nucleus, oval or frequently irregular form with
diffuse of compact chroman distribuon. Cytoplasma
was developed poorly or sasfactorily and some
polymorphic ribosomas, polysomas, mitochondria and
profiles of endoplasmic reculum were noted in it.
The tumoral cells were either light or dark and varied
significantly in form, sizes and ultrastructure. The
other part of tumor cells was differenated well and
had the main signs of squamous epithelium. In their
cytoplasma there were revealed filaments, tonofibrils,
keratohyalin, desmosomes, semidesmosomes and
fragments of basal membrane. The degree of these
signs intensity as well as forms and sizes of cells and
nucleuses, content of organelle pathological forms in
the different differenated tumor cells were fluctuated
in significant limits. The rao of nondifferenated
and differenated cells was very different in all cases.
212
AKCİĞER KANSERİNDE ÖLÜM NEDENLERİ
Akciğer kanseri, cerrahi tedavi dışında, kemoterapi ve
radyoterapi gibi tedavi seçenekleri olan, ancak genel
olarak sağkalım süresi uzun olmayan bir kanserdir. Akciğer
kanserinde mortalite; genellikle hastalığın evresi, seyri,
hastanın performans durumu ve almış olduğu tedaviler
ile ilişkilidir.
Gereç ve Yöntem:
Kliniğimizde 2007 Ocak-2008 Mart tarihleri arasında
akciğer kanseri tanısıyla yarılarak izlenmiş 233 hasta
retrospekf olarak incelendi.
Bulgular:
44 erkek, 7 kadın, yaş ortalaması 62.9±11.5 olan
toplam 51 hastanın(%21.8) servisteki izlemleri exitusla
sonuçlandı. Histopatolojik pe göre dağılım %70.6
KHDAK (%37.3 adenokarsinom, %19.6 skuamoz hücreli
, %13.7 alt pi bilinmeyen KHDAK) %29.4 KHAK idi.
Ölen hastalarının tanı anındaki evrelemesi; KHDAK’de
%53.1 evre 4, %21.9 evre 3b, %12.5 evre 3a, %3.1 2b
ve %9.4 1b;KHAK’de %42.9 sınırlı, %57.1 yaygın hastalık
şeklindeydi. Akciğer ve kemik, tanı anında en sık metastaz
gözlenen organlardı. Tanı anında uzak metastazı
bulunan hastaların sağkalım süresi diğer hastalara göre,
istasksel açıdan anlamlı olarak daha kısa iken(137.8
gün vs. 295 gün); ortalama sağ kalım süresi 211.9 gün idi.
Exitus öncesi laboratuvar değerlendirmelerinde, BFT’de
bozukluk %55, anemi %54.1,lökositoz %50.1, elektrolit
imbalansı %40.7; AKG’da ise hipoksi %63.2 oranında
tespit edildi. Radyolojik olarak, yeni akciğer metastazları
ve primer kitlede progresyon en sık rastlanan bulgulardı.
Pnömoninin, %39.1 ile en sık ölüm nedeni olduğu
gözlendi. KT sonrası erken dönemde 15 hastada(%29.4)
ölüm gerçekleş; nötropenik ateş (NPA) ve pnömoni bu
hastalardaki en sık nedenlerdi.
Conclusion:
Sonuç:
The cells with specific ultrastructural signs of squamous
epithelium were found not only in the keranizing types of
squamous cell carcinoma but also in the nondifferenated
forms of non-keranizing type of squamous cell
carcinoma light forms, they only changed in numbers
and degree of differenaon. In the tumoral cells
independently on the level of differenaon there were
noted some ultrastructural changes of some organelles
Akciğer kanserinde, metastak ve progressif hastalık
süreci ile, terminal dönem hastalık exitus gelişiminden
öncelikle sorumludur. Özellikle evre III ve IV hastalarda
KT sonrası gelişen pnömoni, NPA gibi komplikasyonlar
da mortalitede önemli bir yere sahipr. Hastaların tedavi
planı yapılırken bu durumun gözönünde bulundurulması
ve bu tedavilerden daha fazla fayda görecek hasta
grubunun dikkatlice seçilmesi gerekmektedir.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
10 NİSAN 2009
PS177
PS178
TRAKEAL TÜMÖRLERDE KLİNİK GÖRÜNÜMLER
MALIGNANT PLEURAL MESOTHELIOMA: CLINICOPATHOLOGIC AND SURVIVAL CHARACTERISTIC IN A
CONSECUTIVE SERIES OF 40 PATIENTS
OSMAN HACIÖMEROĞLU , HİLAL ALTINÖZ , GÜLBANU
HORZUM , FEYZA KARGIN , KORKMAZ ORUÇ , TÜLAY
YARKIN , REHA BARAN
SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS
CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
Amaç:
Trakeanın primer veya çevre dokudan invazyon şeklinde
görülen tümörleri dramak tablolarla karşımıza çıkarlar.
Daha semptomak ve daha yaşamı tehdit edicidirler. Bu
çalışmada 11 hastada bu tümörlerin genel özellikleri ve
tanıda göze batan bulguları incelendi.
Gereç ve Yöntem:
Kliniğimizde ocak 2006-aralık 2008 arasında tetkik
ve tedavi edilen 11 trakeal tümör olgusu retrospekf
olarak değerlendirildi. Olgular yaş, sigara içimi, tümörün
yeri, pa grafi özellikleri, toraks bt bulguları, önde gelen
semptomlar, tanıya kadar geçen semptomak süre, doku
tanısı, eşlik eden hastalıklar açısından incelendi.
Bulgular:
Tüm olgular erkek ve tütün bağımlısıdır. Ortalama
yaş 56, sigara içimi 52 paket-yıl, semptom süresi 22
haadır. Pa grafi duyarlılığı % 64 (7/11) bulunmuştur.
Başlıca anormallikler atelektazi, trakeada daralma,
mediasnal genişleme, pnömoni, paratrakeal kitle,
hemidiyafragma yükselmesidir. Dört olguda akciğer
grafisi normaldir.(%36) .bt de lezyon saptama oranı % 91
( 10/11) bulunmuştur. Histopatolojik olarak nsclc % 73 (
8/11) oranla başta gelmektedir. Bir olgu benigndir (%9).
Olgularda çoğunlukla dispne ile stridor ön plandadır. Üç
olguda trakea yanında ana bronşlarda da tutulum vardır.
Bir olguda koah, bir diğer olguda osas varlığı dikkat
çekmişr.
Sonuç:
Trakeal tümörlerde dispne ve stridor en yaygın
bulgulardır. Koah veya asm tanısı konulurken stridorun
varlığı özellikle aranmalıdır. Stridorun fark edilmesi
gereksiz tedavileri ve tanıda gecikmeyi önleyecekr.
Tedaviye yanıtsız olgularda başta trakea olmak üzere
hava yollarının tümör ve diğer mekanik patolojileri akla
gelmelidir. Tanıda bt nin pa grafiye göre sensivitesi
üstündür. Normal bt ve/veya göğüs radyogramı bu
tanıyı dışlamaz. Akım-volüm halkası inspiratuar ve/veya
ekspiratuar plato göstererek tanıda uyarıcı olabilir. Kliniği
kuşkulu tüm olgularda bronkoskopi gereklidir ve tanı
koydurucudur.
REZA BAGHERİ , SEİED ZİAOLLAH HAGHİ ,
MASHHAD UNİVERSİTY OF MEDİCAL SCİENCE
Aim:
Pleural malignant mesothelioma is an uncommon
but extremely invasive tumor which originates
from mesothelial cells and usually occures aer
prolonged exposure to asbestos, Different types of
surgical and oncological therapeuc methods have
been used resulng in various outcomes. The aim
of this study was to clinicopathologically evaluate
40 paents with pleural malignant mesothelioma
and the main factors influencing their prognosis.
Method:
In this study 40 paents with definive diagnosis,
who had been followed up for at least 3 years
were studied based on the following factors:
epidemiologic factor, stage and pathological type,
treatment method and complicaons, and with the
use of stascal factors p-value the main factors
influencing the paents’ survival have been evaluated.
Results:
M/F 3/1 with average age of 55 years. Chest pain was
the most common symptoms. In 55% the lesion was
localized in the le site and most were in Buchard stage
I or II and the epithelial form was the most common
pathological paern (62.5%). 47.5% of cases only
received radiotherapy and chemotherapy, extrapleural
pneumonectomy was performed on 20% and 17.5%
of paents underwent decorcaon and pleurectomy
beside adjuvant therapy and 15% of cases rejected any
type of treatment. Surgical mortality occurred in one
paent and the most common Surgical complicaon
was wound infecon. The average survival rate was 12
months and the main factors influencing it were the
paent’s physiologic status, pathological form, stage
of the disease and the paern of pleural involvement.
Conclusion:
Because the low survival rate aer mulmodality
invasive treatments in mesothelioma, aggressive
therapeuc methods were recommended in
paents with a good physiological states and a
clinical early stage with a good phatology form and
other modality recommended in other paents.
213
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
10 NİSAN 2009
PS179
PS180
ASTIM KONTROL TESTİNİN SOLUNUM FONKSİYONLARI,
YAŞAM KALİTESİ VE İNFLAMASYONLA İLİŞKİSİ
POSTMENAPOZAL DÖNEMDEKİ ASTIM HASTALARINDA
METABOLİK SENDROM SIKLIĞI:ADİPONECTİN-LEPTİN
İLİŞKİSİ
MİNE BORA 1, AYLİN ÖZGEN ALPAYDIN 1, AYDIN İŞİSAĞ
2
, AYŞIN ŞAKAR COŞKUN 1, PINAR ÇELİK 1, ARZU
YORGANCIOĞLU 1
RECEP AKGEDİK 1, CEMİLE KOCA 2, DUYGU OZOL 1,
MURAT AYDIN 2, ZEKİ YILDIRIM 1, RAMAZAN YİĞİTOĞLU
2
CELAL BAYAR ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI
ANABİLİM DALI
2
CELAL BAYAR ÜNİVERSİTESİ PATOLOJİ ANABİLİM DALI
1
Amaç:
FATİH ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI AD
2
FATİH ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, BİYOKİMYA AD
1
Amaç:
Asm hastalarının semptomak, fonksiyonel ve
inflamatuar parametrelerle izlemi önerilmektedir.
Hava yolundaki inflamasyonun monitörizasyonu ile
atakların azallıp daha iyi kontrol sağlandığı bilinmesine
karşın bu parametrelerin değerlendirilebilmesi zaman
alıcı, zahmetli ve pahalıdır. Son yıllarda kullanılan
Asm Kontrol Tes (AKT) kolay uygulanabilir bir izlem
yöntemi olarak belirlmiş, fonksiyonel değerlendirme
ve yaşam kalitesi anketleri ile korelasyonu gösterilmişr.
Bu çalışmada AKT’nin inflamasyon parametreleriyle
ilişkisinin değerlendirmesi hedeflenmişr
Asm ve obezite sıklığı giderek artmakta olan ve birbiri
ile ilişkilendirilen iki hastalıkr. Metabolik sendrom ise
insulin direnci ile beraber genellikle obezitenin eşlik
eği ve mortaliteyi ar
ran önemli bir sağlık sorunudur.
Kadınlarda asm erkeklere göre %30 daha sık görülmekte
ve asm atakları %40 oranında kadınları daha çok
etkilemektedir. Bu çalışmanın amacı postmenopozal
dönemdeki kadın asmlı hastalarda metabolik sendrom
sıklığını araşrmak ve lepn-adiponecn ile ilişkisini
saptamakr.
Gereç ve Yöntem:
Gereç ve Yöntem:
Çalışmaya Göğüs Hastalıkları polikliniğine başvuran GINA
2006 kriterlerine göre hafif ve orta şiddee asm tanısı
olan tedavi alnda 18 olgu alındı. AKT, yaşam kalitesi
anke (AQLQ), solunum fonksiyon tes, metakolin
bronkoprovokasyon tes (BPT) yapıldı, ekshale nitrik
oksit (NO) düzeyi ve indükte balgamda eozinofil düzeyi
bakıldı
Çalışmaya yaş ortalaması 57.5 ± 13.9 yıl olan 45 asm
hastası ile yaş ortalaması 59.6 ± 12.8 yıl 30 sağlıklı
postmenopozal dönemde olan kişiler dahil edildi.
Metabolik sendrom tanısı için Modifiye Dünya Sağlık
Örgütü tanı kriterleri kullanıldı. İnsülin direnci HOMAIR (Homeostasis Model Assessment İnsulin Resistance
İndex) yöntemi ile ayrınlı olarak değerlendirildi.
Bulgular:
Bulgular:
İki erkek, 16 kadın olgunun yaş ortalaması 41,67 ±
13,24 idi. AKT’ye göre hastaların 1’inde tam kontrol,
11’inde kısmi kontrol mevcuu, 6 hasta kontrolsüz
olarak değerlendirildi. Kontrollü (tam+kısmi kontrol)
ve kontrolsüz hastaların, sırasıyla %67 ve %33’ünde
BPT negaf idi, her iki grubun da %83’ünde FEV1>%80
saptandı. Kontrollü hastaların %50’sinde ekshale NO<20
ppb iken, kontrolsüzlerde bu oran %67 idi. Balgam
eozinofilisi kontrollü hastaların %17’sinde pozif
saptandı, kontrolsüzlerde ise yoktu. AKT ile eozinofili
varlığı, FEV1, ekshale NO düzeyi ve BPT arasında ilişki
izlenmedi, AQLQ ile istasksel anlamlı olmasa da zayıf
ilişki mevcuu.
Ortalama beden kitle indeksi (kg/m2) asmlı hastalar
için 29.6 ± 5.4 ve kontrol grubu için 28.2 ± 5.3 bulundu.
Asmlı hastaların 22’si, kontrol grubunun 13’ü obezdi.
Her iki grupta metabolik sendrom sıklığı %26.7 idi. Eşlik
eden hipertansiyon varlığı, plazma lipit profilleri gruplar
arasında benzer saptandı. Aşikar diyabet asmlıların
11 (24.4%)’inde ve kontrol grubunun 6 (20%)’sında
saptandı. Asmlı hastalarda bazal açlık insulin seviyesi,
insulin direnci ve lepn seviyesi kontrol grubuna göre
anlamlı derecede yüksek, adiponecn seviyesi ise anlamlı
düzeyde düşük bulundu.
Sonuç:
Sonuç olarak postmenopozal dönemdeki kadın asmlı
hastalarda obezite ve metabolik sendrom sıklığı kontrol
grubu ile benzer olmakla beraber, asm hastalarında
azalmış adiponecn seviyesi bozulmuş glikoz
metabolizması ile ilişkilendirildi.
Ön sonuçlarımıza göre, bu konuda yapılmış diğer
çalışmaların bir kısmı ile benzer şekilde AKT inflamatuar,
fonksiyonel parametreler ve yaşam kalitesi ile korelasyon
göstermemektedir. Bu bağın halen tarşmalıdır, olgu
sayımızın henüz az olması da sonuçlarımızı etkilemiş
olabilir.
214
Sonuç:
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
10 NİSAN 2009
PS181
PS182
GINA 4. VE 5. BASAMAK TEDAVİDE, KONTROLDEKİ
ASTIM OLGULARINDA FENO VE DİFFÜZYON KAPASİTESİ
ASTIM VE OBEZİTE SERUM NİTRİT/NİTRAT DÜZEYİNDE
DÜŞME İLE İLİŞKİLİ
ÇİĞDEM ZUHUR , MELAHAT UYGUN , BİLUN
GEMİCİOĞLU
MUSTAFA YILMAZ 1, MUSTAFA ALTINIŞIK 1, MEHMET
POLATLI 2, NİMET DEMİRTAŞ 2, CENGİZ GÖKBULUT 1,
ORHAN ÇİLDAĞ 2
İ.Ü. CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI
ANABİLİM DALI
Amaç:
Asm kontrol tes (AKT) yirminin üstünde saptanan
(kontrolde), GINA 2007 kriterleri ile 4 ve 5. basamak
tedavideki asm olgularında revaskülarizasyon nedeni
ile artmış olabileceği düşünülen FeNO ve difüzyon
kapasitesi ölçümleri yapılıp, aralarında korelasyon varlığı
araşrılmışr.
Gereç ve Yöntem:
4. ve 5. kontrol basamağında tedavi alan sigara
kullanmamış, yapılan AKT≥ 20 saptanan, yaş ortalaması
50±12,4 olan 18 asm olgusunda akım volüm, akciğer
volümleri, difüzyon tes ve FeNO ölçümleri yapılarak
aralarındaki korelasyon araşrılmışr. Olgular iki gruba
ayrılıp FeNO≥40ppb olan 9 olgu (Grup1) ile FeNO<40ppb
olan 9 olgu (Grup2) arasında difüzyon kapasitesi farkı
incelenmişr.
Bulgular:
5 Erkek, 13 kadın olgunun hastalık süreleri 18,2±10,2
yıl olup, ölçülen ortalama±SD değerleri sırasıyla
Grup1, Grup2 ve toplam (tüm olgular) için şu şekilde
bulunmuştur: %FVC: 91±9, 83±12, 87±11; %FEV1:66±17,
61±13, 64±15; %RV:148±59, 143±41, 146±49; %DLCO/
VA: 95±11, 107±11, 101±12; FeNO(ppb):60±18, 30±7,
45±20 ve AKT: 22±1, 23±1, 23±1. Hiçbir olguda %DLCO/
VA değeri %80 alnda bulunmamışr. FeNO 17 ile 98
ppb arasında olup ancak 3 olguda 25ppb al yani normal
düzeyde bulunmuştur. FeNO ile %DLCO/VA arasında
anlamlı bir korelasyon saptanamamışr (r:-0,41 p:0,08).
Grup1 ve Grup2, karşılaşrıldığında %DLCO/VA değerinde
Mann Whitney U tes ile anlamlı farklılık olmasa da yine
p=0,08 bulunmuştur.
Sonuç:
Asm olgularında hastalık 4. veya 5. tedavi basamağında
olsa da difüzyon kapasitesinin düşmediği ve FeNO’nun
yüksek kaldığı görülmüştür, bu durumun revaskülarizasyon
ile bağlanlı olabileceği düşünülebilir. Küçük olgu
grubunda FeNO ve %DLCO/VA arasında anlamlı bir
korelasyon elde edilememişr büyük hasta grubunda
yapılacak çalışmalarla sonuçların değerlendirilmesi
uygun olacakr.
ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
BİYOKİMYA ANABİLİM DALI, AYDIN
2
ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ,
GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI, AYDIN
1
Amaç:
Çalışmalarda asm ve obezite arasında ilişki olduğu ve
bu ilişkinin kadınlarda erkeklerden daha belirgin olduğu
gösterilmişr. Hangi obezite fenoplerinin asmla
ilişkili olduğunun anlaşılması önemlidir. Lepn yağ
dokusunda sentezlenen ve bazal metabolik hızı ar
ran
bir hormondur. Serum lepn düzeyi obezitede artar.
Bu çalışmada serum lepn düzeyi, vücut kitle indeksi
(VKİ) ve serum nitrit/nitrat düzeyleri arasındaki ilişkinin
değerlendirilmesi amaçlanmışr.
Gereç ve Yöntem:
Asmlı 29 hasta (AST) (51.00±10.79 yaş) ve 29 sağlıklı
birey (SB) (45.14±9.75 yaş) çalışmaya alındı. Tüm
olgularda solunum fonksiyon testleri, VKİ, serum lepn,
total kolestrol, trigliserid, nitrit/nitrat düzeyleri ölçüldü.
Grupların istasksel karşılaşrılması SPSS paket
programı kullanılarak yapıldı.
Bulgular:
VKİ asm ve SB’lerde sırasıyla 28.75±5.14 and 25.93±3.98
bulundu (p=0.027). Serum lepn (AST ve SB’lerde sırasıyla
18.48±15.93 and 13.08±11.25 ng/mL), total kolestrol ve
trigliserid düzeyleri AST ve SB’lerde benzer bulunmakla
birlikte (p>0.05), lepn düzeyi tüm çalışma grubu içinde
kadınlarda erkeklerden anlamlı olarak yüksek bulundu
(p<0.001). Solunum fonksiyon testleri ve serum nitrit/
nitrat düzeyleri AST grubunda SB’den yüksek (p<0.01).
Sonuç:
Çalışmamız lepnin obezite ve asm ilişkisinde etkin
bir oynadığı görüşünü desteklememekle birlikte, asmlı
kadınlarda lepnin rolü olabileceğini düşündürmektedir.
Elde eğimiz veriler, plazma lepn düzeyine cinsiyen
önemli ölçüde bağımsız katkısı olduğunu göstermişr.
Serum nitrit/nitrat düzeyi düşüklüğü muhtemelen bu
hastalarda uykuda solunum bozukluğu riskinin artması
ve dolayısıyla nokturnal oksijen desatürasyonları ile ilişkili
NO sentezinin depresyonu veya NOS inhibitörlerinin
arşına bağlı olabilir.
215
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
PS183
PS184
PHARMACOECONOMICAL AND PSYCHOSOMATIC ASPECTS OF BRONCHIAL ASTHMA (BA)
EVALUATION OF TREATMENT EFFICIENCY AND ESTIMATION OF ECONOMIC COMBINED THERAPY OF
PATIENTS WITH BRONCHIAL ASTHMA
TETYANA KONSTANTYNOVYCH , YRİY MOSTOVOY ,
HANNA DEMCHUK
I.S. RAZİKOVA , Ш.З. Мавлянова ,
VİNNYTSİA NATİONAL MEDİCAL UNİVERSİTY
TASHKENT MEDİCAL ACADEMY, TASHKENT, UZBEKİSTAN
Aim:
Aim:
On the basis of complex (integrated) clinical and psychological tesng to conduct the pharmacoeconomical
analysis of the cost of BA treatment at the paents with
concomitant psyhoemoonal dysfuncon (PED).
Though the stascs of Uzbekistan is evident of connued
tendency of incidence rate and mortality condioned
by bronchial asthma (BA) nowadays there are no data
about the costs connected with BA. Therefore, the aim
of our research is to carry out the expert evaluaon of
the quality of medical treatment to adolescence paents
suffered from BA and make the account of economical
efficiency of combined therapy of paents with BA.
Method:
The conducted psychological tesng (technique
Wassermann, Spilberg-Hanin, Zunge, LeongardShmishek) for 145 BA-paents has revealed availability
clinically significant PED for 58 (40 %). The control group
have compounded 87 (60 %) BA-paents without a
clinical syndrome PED. Pharmacoeconomical analysis
included the calculaon of direct costs in euro per year
for inpaent and urgent treatment help to BA-paents
with PED and without it. Both groups were representave
on age, sex, term and gravity of clinical course of BA.
Results:
The cost of expenditures on inpaent treatment of BApaents with concomitant clinical PED has compounded
2811,1 euro per year against 1434,7 euro in control group
(p < 0,01), on rendering of urgent treatment help - 186,9
euro per year against 144,3 euro (p < 0,05), the general
annual cost of treatment has compounded 2997,8 euro
per year against 1579,0 euro (p < 0,01) accordingly. The
results are condioned by increase of indexes of me
of inpaent treatment (19,3 + 3,6 against 15,7 + 3,2, p
< 0,05), frequency of hospitalisaons per year (5,1 + 0,8
against 3,2 + 0,9, p < 0,05), frequency of urgent calls by
the group of BA-paents with clinically significant PED.
Conclusion:
BA paent with PED need the correcon in psyhoemoonal sphere for decreasing general direct expenditures of treatment.
216
10 NİSAN 2009
Method:
The quality of BA treatment has been analyzed on
the ground of specially developed register in 1500
adolescence paents appealed to Republican Scienfically
Specialized Allergy Centre for consultave aid. There
revealed that off the examined paents with BA of stage
II 2/3 of paents in urban areas and 5/6 in rural ones
do not receive an-inflammatory medicaons and 70%
of paents do not carry out allergic examinaon at all.
Results:
Nedocormil NA has been commonly used in stage III of
BA and inhalaon corcosteroids are used just in 1/3
and ¼ part of paents, 45% of paents receive systemic
corcosteroids unreasonably (per os). These study
results showed that both in stage II of BA and in stage
III in paents received specific immunotherapy (SIT) the
common cost of treatment is authencally lower than in
control group where monotherapy has been conducted.
Conclusion:
Herewith the costs have been decreased both on basic
an-inflammatory medicaons and bronchodilators. It is
important to note that reducon of the scope of medical
therapy and connected with this cung cost of treatment
in paents received SIT not only improve its result but
just on the contrary followed by beer clinical and
funconal rates in comparison with comparave group.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
10 NİSAN 2009
PS185
PS186
HATAY/DÖRTYOL BÖLGESİNDEKİ ALERJİK SEMPTOMLAR
İLE BAŞVURAN HASTALARDA ATOPİ VARLIĞININ
DEĞERLENDİRİLMESİ
TÜRK POPÜLASYONUNDA ASTIM İLE EGZERSİZ İLİŞKİSİ
YAVUZ HAVLUCU 1, LEVENT ÖZDEMİR 1, DENİZ
YURTMAN HAVLUCU 2
DÖRTYOL DEVLET HASTANESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI
KLİNİĞİ, HATAY
2
DÖRTYOL DEVLET HASTANESİ DERMATOLOJİ KLİNİĞİ,
HATAY
1
Amaç:
Hatay/Dörtyol bölgesinde, alerjik semptomlarla
başvuran hastaların allerjen duyarlılığının deri tes ile
belirlenmesi.
EMEL ERYÜKSEL 1, BERRİN BAĞCI CEYHAN 1, SUNA
YAPALI 2, FATİH YILDIRIM 2
MARMARA ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ, GÖĞÜS
HASTALIKLARI VE YOĞUN BAKIM ANABİLİM DALI
2
MARMARA ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ, İÇ HASTALIKLARI
ANABİLİM DALI
1
Amaç:
Dispne asmlı hastalarda egzersiz kapasitesini
sınırlamaktadır ve egzersizin teklediği asm ile
ilişkili etkenler henüz tam olarak bilinmemektedir. Bu
çalışmanın amacı asm ile egzersizin teklediği asm
arasındaki ilişkiyi araşrmak ve predispozan faktörleri
değerlendirmekr.
Gereç ve Yöntem:
Gereç ve Yöntem:
Ocak 2008 – Aralık 2008 tarihleri arasında Dörtyol
Devlet Hastanesi Göğüs hastalıkları ve Dermatoloji
polikliniklerine başvuran asm, alerjik rinit, kronik ürker
ve atopik dermat tanısı alan hastalara uygulanan deri
tes sonuçları retrospekf olarak değerlendirildi.
Bu çalışmada 206 asm hastası (50 E, 156 K) ve 117
kişi kontrol grubu olarak değerlendirildi. Tüm hastalara
solunum fonksiyon tes, Ig E analizi, cilt prick tes ve
standard anket uygulandı.
Bulgular:
Bulgular:
Bu dönem içerisinde toplam 35403 poliklinik yapıldı ve
17961 farklı hasta tedavi edildi. Çalışmaya yaş ortalaması
29.7±16.8 olan 483’ü erkek, 1467’si kadın 1950 hasta
alındı. Hastaların 228’nin alerjik rinit, 1139’nun asm,
256’sının kronik ürker, 327’sinin atopik dermat olduğu
saptandı. Tüm hasta grubunda atopinin kadınlarda
(%74.6) erkeklerden(%65.2) daha fazla olduğu,
nisan(%91.5), mayıs(%81.9), mart (%79.2) aylarında
daha sık saptandığı gözlendi. Atopi, alerjik rinie %82.9,
asmda %76.6, dermae %61.8, kronik ürkerde %57
olarak saptandı. Tüm hastalıklarda en sık allerjen olarak
ev tozları (%37.6), ot karışımı (%30.6) ve mantar karışımı
(%29.2) saptandı.
Asmlı hastalarda egzersiz sonrası nefes darlığı
semptomları prevalansı %64,5 olarak bulundu. Bu grup
ağırlıklı olarak kadın hastalardan oluşmaktaydı (%82.4 vs
%17.6, p<0.009) ve egzersizin teklediği asmı olmayan
grup ile karşılaşrıldığında gastroesofajeal reflü (GER)
riski artmış bulundu (%55 vs %45, p<0.026). Solunum
fonksiyon tes analizinde , FEV1 egzersizin teklediği
asmı olan alt grupta daha düşüktü (%88.8+/-21.2 vs
%97.1+/-20.0, p<0.01). Lojisk regresyon analizinde
nokturnal asm riski artmış bulundu. (OR: 3.8(CI:1.311.3), p<0.02).
Sonuç:
Sonuç olarak, bu çalışmada egzersiz sırasında oluşan
dispnenin GER ve nokturnal asm ile ilişkili olduğu
bulunmuştur. Özellikle egzersizin teklediği asmı
olan Türk asm hastalarında bu parametreler özellikle
değerlendirilmelidir.
Hatay/Dörtyol bölgesinde atopi sık görülmektedir.
Sonuç:
217
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
10 NİSAN 2009
PS187
PS188
ALLERJİK HASTALIĞI OLAN HASTALARIMIZDA DERİ
PRİCK TESTİ DEĞERLENDİRMESİ
TÜRK POPÜLASYONUNDA ASTIM İLE ALLERJİK RİNİT VE
KONJUKTİVİT ARASINDAKİ İLİŞKİ
ELİF TORUN 1, SILA ŞEREMET 2, FEHMİ KAÇMAZ 3
BERRİN BAĞCI CEYHAN 1, EMEL ERYÜKSEL 1, SUNA
YAPALI 2, FATİH YILDIRIM 2
BİNGÖL DEVLET HASTANESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI
KLİNİĞİ
2
BİNGÖL DEVLET HASTANESİ DERMATOLOJİ KLİNİĞİ
3
BİNGÖL DEVLET HASTANESİ KARDİOLOJİ KLİNİĞİ
1
Amaç:
MARMARA ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ, GÖĞÜS
HASTALIKLARI VE YOĞUN BAKIM ANABİLİM DALI
2
MARMARA ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ, İÇ HASTALIKLARI
ANABİLİM DALI
1
Amaç:
Deri prick tes(DPT), cile allerjene karşı spesifik
IgE cevabını gösteren kolay, hızlı, ucuz, güvenli ve sık
kullanılan bir tetkikr. Allerjik hastalıklarda genek
yatkınlığın yanında iklim, bitki örtüsü, yükseklik ve nem
gibi bölgesel farklılıklar da önemlidir. Rakımı yaklaşık
1500 m, yıllık ortalama sıcaklık 12°C, nem oranı %60’ın
alnda olan bir Doğu Anadolu ili olan Bingöl’de sık
karşılaşılan allerjenleri tespit etmeyi amaçladık.
Gereç ve Yöntem:
Aralık 2008-Ekim 2009 arasında hastanemize başvuran
ve allerjik hastalığı olan ve DPT uygulanan 68 erkek, 143
kadın toplam 211 hasta retrospekf olarak değerlendirildi.
Hastalarımızın %52.1’i ev hanımıydı.Toplam 15 allerjen
ektresi, pozif (histamin) ve negaf kontroller (serum
fizyolojik) olmak üzere 17 allerjen uygulandı.
Bulgular:
Hastaların 48’i(%22.7) allerjik rinit, 11’i(%5.2) asm,
48’i (%22.7) atopik dermat, 85’i(%40.3) kronik ürker,
19’u(%9.0) asm+allerjik rinit idi, 113(%53.6) hastada
allerji tes pozif saptandı. Çalışmamızda en fazla pozif
sonuç ev tozu akarlarına karşı saptandı (%29.4)(D.farinae
%25.6, D.pteronysinus %20.9). Sırasıyla diğer allerjenlere
poziflik şöyle bulundu:Blatella germanica %23.2,ot
polenleri %18.5, Alopecurus pratensis %13.7,Tricum
savum %11.4,köpek tüyü %11.4,tüy karışımı (kümes
hayvanları) %10,Aspergillus fumigatus %9.5,kedi tüyü
%9,ağaç karışımı (kızılağaç, huş ağacı, ndık) %8.5,çilek
%6.2,yumurta %5.2,inek sütü %5.2,kakao %1.9. Eviçi
ve evdışı alerjenler karşılaşrıldığında sırasıyla %45 ve
%30.8 poziflik saptandı. Gıda alerjisi %11.8 oranında
bulundu.
Sonuç:
Ev tozu akarlarının en sık rastlanan alerjenler oluşu
literatür ile uyumlu olup, poziflik oranı deniz
seviyesinde ve kıyısında olan yerlerden belirgin oranda
düşük, karasal bölgelerdeki sonuçlarla benzer orandadır.
Atopik hastalarda alerjenden kaçınma korunmanın
ve tedavinin önemli basamaklarından olduğundan
bölgede çoğunlukla etken olan alerjenlerin saptanması
ve hastaların bu konuda bilinçlendirilmesinin önemli
olduğu kanaandeyiz.
218
Rinit ve konjukvit asm hastalarında sık görülmektedir
.Bu çalışmanın amacı asm ile allerjik rinit ve allerjik
konjukvit arasındaki ilişkiyi araşrmak ve predispozan
faktörleri saptamakr.
Gereç ve Yöntem:
Çalışmaya 209 asm hastası (50 E, 159 K) ve 117 kişi
kontrol grubu olarak (33 E, 84 K) dahil edildi. Tüm
hastalara solunum fonksiyon tes, Ig E analizi, cilt prick
tes ve standart anket uygulandı.
Bulgular:
Asmlı hastaların %61’inde rinit mevcuu, bu grupta
allerjik rini olmayan grup ile karşılaşrıldığında artmış
hayvan tüyü duyarlılığı (%26.6 vs %15.2, p<0.05), artmış
konjukvit (%72.6 vs %46.8, , p<0.0001) ve artmış
nokturnal asm sıklığı (%48.4 vs %33.3, p<0.04) saptandı
. Lojisk regresyon analizinde konjukvit varlığının rinit
riskini ar
rdığı gösterildi (OR:6.1, CI:1.6-23.2,p<0.008).
Rini olan hastaların solunum fonksiyon testleri allerjik
rini olmayan hastalarınki ile karşılaşrıldığında daha
yüksek değerler saptandı (FEV1/FVC %78.6+/- 9.8 vs
%74.2+/-9.6, p<0.06) Asm hastalarının %61’ inde
konjukvit mevcuu ve bu grupta artmış gıda allerjisi
(%30.5 vs %17.5, , p<0.04), hayvan tüyüne duyarlılık
(%27.3 vs %14.5, p<0.03), allerjik rinit (%70.9 vs
%44.7, , p<0.0001), egzema (%34.4 vs %19.7, p<0.03)
ve noktürnal asm (%50 vs %30.7, p<0.007) saptandı.
Lojisk regresyon analizinde egzemanın konjukvit
riskini ar
rdığı gösterildi. (OR:5.1, CI:1.0-27.3, p<0.05).
Sonuç:
Rinit ve konjukvin bulunduğu asm hayvan tüyü
duyarlılığı, egzema, gıda allerjisi ve nokturnal asm ile
ilişkilidir. Rinit ve konjukvi olan asm hastalarında bu
parametrelere özellikle dikkat edilmelidir.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
10 NİSAN 2009
PS189
PS190
ANALYSIS OF LUNG FUNCTION OF THE PUPILS WITH
BRONCHIAL ASTHMA (BA) SYMPTOMS
PULMONER EMBOLİDE TANIYA DESTEK OLABİLECEK
NON-İNVAZİV PARAMETRELERİN İNCELENMESİ
YURİY MOSTOVOY , LYUDMİLA KOTSUR , HANNA DEMCHUK
YASEMİN SAYGIDEĞER , ÖZLEM SEVER , BURCU OKTAY ,
EMİNE SEVGİ , SADIK ARDIÇ
VİNNYTSYA NATİONAL MEDİCAL UNİVERSİTY
S.B. DIŞKAPI YILDIRIM BEYAZIT EĞİTİM VE ARAŞTIRMA
HASTANESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI KLİNİĞİ
Aim:
Amaç:
During conducng of epidemiology phase I study with ISAAC
2456 children in age from 7 to 14 years were quesoned.
The BA symptoms were revealed at 815 (33,2 %) child.
According to phase II of ISAAC-study to reveal bronchial
hyperreacvity (BH) and venlatory abnormalies,
lung funcon (LF) tests were made to 317 pupils (174
(54,9%) girls and 143 (45,1%) boys) who answered
posively on the quesons of ISAAC-quesonnaire.
Acil Serviste pulmoner emboli (PE) düşünülen hastalarda
kullanılan klinik skorlama sistemlerinden Genova ve
Wells’ Skorlama sistemlerini karşılaşrmak, d-dimer/
fibrinojen oranının tanıyı destekleyip desteklemediğini
araşrmak ve tanıyı destekleyici ek non-invaziv bir
parametre olup olmadığını incelemek.
Method:
Çalışmaya Ocak-Eylül 2008 arası hastanemiz acil
servisine başvuran ve d-dimer sonucu 500’ün üzerinde
gelen PE ön tanılı 78 hasta alındı. Hastaların yakınmaları
ve PE açısından risk faktörü oluşturabilecek öyküleri
sorgulandı,arteriel kan gazı analizleri, Genova ve Wells
Klinik Skorlamaları yapıldı, akciğer röntgenogramları ve
fizik muayene bulguları ve beden kitle indeksleri (BMI)
kaydedildi, fibrinojen ve CRP düzeyleri çalışıldı. Hastalar
tanılarını Venlasyon Perfüzyon Singrafisi (V-P ),
Spiral Toraks BT (sT-CT) ve Pulmoner BT Anjiografi (PA)
yöntemlerinden biri ile aldı.
The
the
and
aer
tests included measuring LF parameters in
common state, aer the physical exercise
bronchodilataon test (BDT) in 15 min
inhalaon of maximal dose of salbutamol.
Results:
Normal values of the LF were established at 273 (86,1%)
pupils. Mild venlatory abnormalies were at 44 (13,9%).
The most prevalent defect was obstrucve– 24 (7,6%),
less spread defects were mixed 11 (3,5%) and restricve
- 9 (2,8%). Venlatory abnormalies were found more
frequent at the girls than the boys (37 (21,3%) vs 7
(4,9%), (p<0,001)). BH aer physical exercises was
revealed at 38 (13,9%). BH was more characterisc for
children who had 4 posive answers on ISAAC-quesons
or noted BA history (42,1% and 23,7%, respecvely).
Posive BDT was revealed at 105 (33,1%): at 80 (29,3%)
with normal LF and at 25 (3,8%) with obstrucve
and mixed defects. Posive BDT were revealed more
frequent at children with 4 posive answers (85,4%)
or with BA nong (53,0%). BH aer physical exercises
and posive BDT were found at 28 (8,8%) pupils.
Conclusion:
Our findings show high variability of the airway at the pupils
who had more posive answers on the ISAAC quesons. It
could confirm diagnosis of the BA at this group of subjects.
Gereç ve Yöntem:
Bulgular:
Hastaların 33’ü PE negaf (PE(-)), 45’i PE pozii (PE(+)).
PE(+) olguların 37’si Spiral Toraks BT ile, 2’si V-P Singrafi
ile ve 6’sı Pulmoner Anjiografi ile tanı aldı. Demografik
ölçütlerde PE(+) ve PE(-) gruplar arasında PE(+) grup
daha yaşlı olmakla birlikte bu fark istasksel olarak
anlamlı bulunmadı. Cinsiyet ve sigara içimlerinde her
iki grup arasında fark yoktu. BMI değerleri PE(+) grupta
anlamlı yüksek bulundu (PE(-)=21,23 ± 4,05, PE(+)=28,68
± 5,93; p<0,038). 4 haa içinde geçirilmiş operasyon
öyküsü, 4 saat ve üzerinde yolculuk , hormon replasmanı
veya oral kontrasepf kullanımı, immobilizasyon gibi
risk faktörlerinden en az birinin bulunması istasksel
olarak anlamlı bulunmazken, Genova ve Wellls
Skorlamalarından Wells’in orta ve yüksek olasılıklı
olarak ayırdığı hastalar PE(+) grupta anlamlı bulundu
(p<0,009). Tek başına fibrinojen ve CRP bu çalışmada
gruplar arasında anlamlı bir sonuç vermezken d-dimer/
fibrinojen oranı da istasksel olarak anlamlı bulunmadı
(p<0,053). Postero-anterior akciğer grafide diafragma
elevasyonu veya atelektaziden en az birinin bulunması
da PE(+)’lerde anlamlı olarak bulundu (p<0,045).
219
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
10 NİSAN 2009
Sonuç:
PS192
Wells Skorlama Sisteminin acil serviste Genova’ya
göre daha yararlı olabileceği görülmektedir. Ayrıca
BMI yüksek olması da önemli bir risk faktörü olarak
belirmişr ve PE ön tanılı hastalarda sorgulanması harda
tutulmalıdır. PA Akciğer grafide atelektazi veya diafragma
elevasyonunun PE’de yüksek predikf değerinin olduğu
görülmektedir. D-dimer/ fibrinojen oranı bu çalışmada
anlamlı çıkmamakla birlikte vaka sayısının daha çok
tutulacağı gelecek çalışmalarda tanıya destek olabileceği
düşünülmektedir.
SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM VE YEDİKULE
SEDAT ALTIN
YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ
EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
Amaç:
Sağlıkta Dönüşüm Projesinin Yedikule Göğüs Hastalıkları
Hastanemize etkilerini araşrmak
Gereç ve Yöntem:
PS191
HEM GÖĞÜS HASTALIKLARI HEM KARDİYOLOJİ
DEPARTMANINDA KRONİK DİSPNE NEDENLERİ
SERPİL ÖCAL
Bulgular:
Kronik dispne nedeniyle başvuran hastalar retrospekf
olarak incelendi. Hastalar akciğer hastalıklarına göre;
KOAH, astma, diğer akciğer hastalıkları ve akciğer hastalığı
olmayan şeklinde 4 gruba ayrıldı. Ayrıca aynı hastalar
ekokardiografi bulgularına göre; sistolik disfonksiyon,
diastolik disfonksiyon, kapak hastalıkları, pulmoner
hipertansiyon ve normal olarak 5 gruba ayrıldı.
2003 yılında uygulamaya başlanılan Sağlıkta Dönüşüm
Projesi, ülkemizde pekçok yeni uygulamaları beraberinde
gerirken, bu süreçten en fazla etkilenenlerin başında
hem özel dal hem de eğim ve araşrma hastanesi
olarak Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi
Eğim ve Araşrma Hastanemiz olmuştur. 2002-2007
yılları arasında yapğımız kümülaf değerlendirmede,
Türkiye’de yapılan poliklinik sayısı 124.317.359’dan
249.141.099’a (% 100,4 arş, yıllık arş % 20,1), yarılan
hasta sayısı 5.508.263’ten 8.720.289’a (% 58,3 arş,
yıllık arş % 11,7) çıkmışr. Oysa ki, Yedikule Göğüs
Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğim ve Araşrma
Hastanemize başvuran hasta sayısı 2001’de 76.695 iken,
2007’de 295.731’e yükselmişr (arş oranı % 284,2, yıllık
arş 47,4). Yatan hasta sayısı ise 2001’de 5.943 iken,
2007’de 13.799’a çıkmışr (arş oranı % 132,2, yıllık arş
% 22). İnsangücü bakımından 2002’de Göğüs Hastalıkları
Uzman sayısı şef, şef muavini ve başasistan dahil 47 kişi
iken 2007’de bu sayı 41’e düşmüştür.
Bulgular:
Sonuç:
İkiyüzelli hastanın 148’inin (%59.2) bir akciğer hastalığına
sahip olduğu, en sık izlenilen akciğer hastalığının KOAH
ve astma olduğu izlendi. İkiyüzelli hastanın 155’inin
(%62) anormal ekokardiografi bulgusuna sahip olduğu ve
en sık izlenilen bulgunun diastolik disfonksiyon olduğu
bulundu.
Yedikule’de ülkede gerçekleşen arş oranlarında poliklinik
sayısında arşta ülke ortalamasının 2,4 ka, yatan hasta
sayısındaki arşta ise, 1,9 ka işyükü gerçekleşmişr.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
Amaç:
Kronik dispne nedenleri hakkında bilgi azlığını dikkate
alarak, hem kardiyoloji hem de göğüs hastalıkları
kliniğine başvuran hastalarda kronik dispne nedenlerinin
sıklığının belirlenmesi amaçlandı.
Gereç ve Yöntem:
Sonuç:
Bu çalışmadaki kısıtlılıklar çerçevesinde; kronik dispneli
hastaların yaklaşık üçte biri hem bir akciğer hastalığına
hem de anormal ekokardiografi bulgusuna sahip.
Ayrıca diğer üçte biri ya bir akciğer hastalığına ya da
anormal ekokardiografi bulgusuna sahip. Elde edilen bu
bulgulara göre; kronik dispneik hastaları hem solunum
fonksiyon tes hem de ekokardiografi ile değerlendirmek
gerekmektedir.
220
2002-2007 yılları değerlerinin Türkiye sonuçlarıyla
Yedikule Göğüs Hastanesi sonuçlarını karşılaşrmak
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
10 NİSAN 2009
PS193
PS194
ÜÇÜNCÜ
BASAMAK
GÖĞÜS
HASTALIKLARI
HASTANESİNE BAŞVURAN VE KOAH TANISI ALANLARIN
OLUŞTURDUKLARI HASTALIK YÜKÜ- KESİTSEL BİR
ÇALIŞMA
GÖĞÜS HASTALIKLARI İÇİN OPTİMUM ASİSTAN SAYISI
MEHMET ATİLLA UYSAL , SEDAT ALTIN , VEYSEL YILMAZ ,
LEVENT DALAR , EKREM CENGİZ SEYHAN , HANİFE CAN
SEDAT ALTIN
YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ
EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
Amaç:
YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ
EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
Amaç:
Göğüs Hastalıkları uzmanlık alanında ideal asistan sayısını
belirlemek
Gereç ve Yöntem:
Kronik Obstrükf Akciğer Hastalığı (KOAH) ülkemizde
önemli bir morbidite ve mortaliteye sahipr. Biz de
KOAH hastalarının üçüncü basamak Göğüs Hastalıkları
Hastanesinde oluşturdukları hastalık yükünü belirlemeyi
amaçladık.
Yedikule Göğüs Hastalıkları Eğim ve Araşrma hastanesi
özelinde asistan eğiminde olması gerekli işlem ve
eğimlerin süreleri dikkate alınarak ideal asistan ihyacı
belirlenmeye çalışıldı.
Gereç ve Yöntem:
Bulgular:
01.01.2008- 31.01.2008 tarihleri arasında Yedikule Goğüs
Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisine başvuran hastalar ve
uluslararası hastalık kodlamasına (ICD-10) KOAH (J44,
J44.0, J44.1, J44.8, J44.9) tanısı alan hastalar çalışmaya
alındı. Hastanemizde otomasyon sistemi mevcut olup
tüm hastalar kayıt edilmişr.
Yatak sayısına göre planlamada 8 göğüs hastalıkları
yatağına 1 Asistan, 20 tüberküloz yatağına 1 asistan
şeklinde uygulamada Yedikule’nin gerekli asistan sayısı,
40’r. 5 yıllık uzmanlık eğim süresinin 1 yılı dış rotasyon
olduğundan sadece yatan hasta için gerekli asistan
sayısı 48 olarak bulunur. Asistan başına düşen poliklinik
sayısı günlük 20 yatan hasta, günlük 1 hastadır. Halen
günde 20-25 hastaya bronkoskopi ve 10-12 hastaya TTİA
işlemi yapıldığından bronkoskopi işlemi için hergün 3,
TTİA işlemi için de hergün 1 asistana ihyaç vardır. Bir
asistanın yılda 150 bronkoskopi yapabilmesi için 4 ay, 50
TTİA yapabilmesi için 1 ay rotasyon yapması gereklidir.
Şu halde 12 asistan da girişimsel işlemler için gereklidir.
İlaveten acil polikliniğe 2, 3 yataklı invaziv yoğun bakıma
1 ve uyku laboratuarına da 1 asistan gerekli olduğundan
toplam 64 asistan, Yedikule için bu şartlarda gereklidir.
Ülkemizde göğüs hastalıkları uzmanlık eğimi veren
2007 yılında toplam 3.220 yatak mevcut olup, aynı
hesapla 403 asistan ve bunun da dış rotasyondakilerin
ilavesiyle 484 asistanın sadece yatan hasta hizme için
gerekli olduğu sonucuna varırız. Yedikule hastanemizin
sonuçlarını ülkemiz geneline projekte edersek 646 göğüs
hastalıkları asistanına ülkemizin eğim kurumlarının
ihyacı vardır sonucu çıkar.
Bulgular:
244.009 hastadan, 25.287 (10,3%) ü KOAH tanısı almışr.
8652 (34,2%) hasta KOAH veya KOAH’ la ilişkili hastalık
nedeni ile birden çok kez hastanemize başvurmuştur.
6347 (73,3%) hasta erkek, 2305 (36.7%) hasta kadın idi.
1681(19,4%) hasta bir kez, 868 (10%) hasta iki kez, 303
(3,5%) hasta üç kez, 378 (4.4%) hasta dört veya daha
fazla kez hastanemize başvurmuştur.2114 (65,4%) hasta
müşadeye alınmışr. 2114 hastadan ise 916 (43.3%)’ si
bir veya daha fazla kez hastaneye yarılmışr.
Sonuç:
Bu sonuçlar, KOAH hastalığının üçüncü basamak Göğüs
Hastalıkları Hastanelerinin acil hizmende önemli bir
hastalık yükü oluşturmaktadır. Hastalarımıza eğim
verilmesi, rehabilitasyon programlarının oluşturulması
ve evde bakım sistemlerinin gelişrilmesinin kısa
sürede hayata geçirilmesinin sorunun çözümüne katkı
sağlayacağı kanısındayız.
Sonuç:
Asistan işyükü ve eğim ihyacı dikkate alınarak
Yedikule Göğüs Hastanesi değerleri ülke geneline
projekte edildiğinde halen mevcut göğüs hastalıkları
asistan sayısının 100 civarında eksik olduğu sonucuna
varılmışr.
221
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
10 NİSAN 2009
PS195
PS196
İNTERTİSYEL AKCİĞER HASTALIĞI TANISI KONAN
HASTALARIMIZIN TANI YÖNTEMLERİ VE KLİNİK,
EPİDEMİYOLOJİK ÖZELLİKLERİ
AKCİĞER HASTALIKLARINA BAĞLI ÖLÜM NEDENLERİNİN
DEĞERLENDİRİLMESİ(38 OLGU)
MURAT YALÇINSOY , ESEN AKKAYA , SEVİNÇ BİLGİN
, BELMA AKBABA BAĞCI , OLGA ÇELENK , SİNEM
GÜNGÖR , BİLGEN BEGÜM AFŞAR
T.C.S.B. İSTANBUL SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI
VE CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
Amaç:
İntersyel akciğer hastalıkları (İAH); benzer klinik,
radyolojik, fizyolojik veya patolojik özelliklere sahip
çeşitli akciğer hastalıklarını içermektedir. Çalışmamızda
kliniğimiz İAH polikliniğine müracaat eden olguların
epidemiyolojik, klinik özellikleri ve tanı yöntemlerini
araşrmayı amaçladık.
Gereç ve Yöntem:
2000–2008 yılları arasında bu poliklinikte izlenen 69
olgunun ( yaş ort: 46±15 ( 17–77 ); K/E: 42/ 27 ) dosya
verileri geriye dönük olarak değerlendirildi.
Bulgular:
En sık semptom nefes darlığı ve öksürük idi( sırasıyla ; %
77, % 67). Hastaların solunum fonksiyon testlerinde; zorlu
vital kapasite ortalaması 2.68 litre, Difüzyon kapasitesi
ortalaması % 65 olarak değerlendirildi. Akciğer grafisinde
% 58 olguda yaygın tutulum vardı, bu tutulumlar
arasında en sık lineer- reküler ve nodüler infiltrasyonlar
izlendi ( sırasıyla % 33, % 29).Olguların toraks yüksek
çözünürlüklü bilgisayarlı grafilerinde en sık rastlanan
patoloji sentrilobüler nodüldü (% 26). Olgularımızda % 23
patolojik tanı, % 55 klinik-radyolojik( K-R) tanı vardı. % 22
olguda akciğer grafisinde intersyel tutulum görülürken
çeşitli nedenlerle ileri tetkik yapılmamış ( ileri yaş: n= 5;
hasta reddi: n= 10, vs.). Patolojik tanılı olgular içerisinde
ilk sırayı 3 olgu ile desküamaf pnömoni alırken, K-R
tanılı grupta 10 olgu ile pnömokonyozlar ilk sırada idi.
% 48 olgu hastalık sürecinin herhangi bir aşamasında
korkosteroid tedavi almış.
AYŞE BAHADIR , GÖNENÇ ORTAKÖYLÜ , FİGEN ALKAN ,
EMEL ÇAĞLAR , ÜMİT MOGULKOÇ
YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ
EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
Amaç:
Çalışmamızda bir göğüs hastalıkları kliniği olan
servisimizde son bir yıl içinde yatan ve ölen hastaların
dosyaları ölüm nedenlerini ve sıklığını araşrmak amacı
ile retrospekf olarak incelendi
Gereç ve Yöntem:
Demografik özellikleri , yaş ve ölüm nedenleri
kaydedildi.
Bulgular:
Hastaneye yarılan 692 hastanın 615 ‘i (%88,8)
erkek,77’si (%11,2)kadın idi.Hastaların yaş nedenlerini
sırası ile KOAH akut atak (%39.5),akciğer kanseri (%1
7.1),tüberküloz(%13.0),pnömoni(%6.0) ve hemopzi
tetkik (%5.4),plevral efüzyon (%4.4),asm akut atak
(%2.4), interssyel akciğer hastalıkları (%2.1),pulmoner
emboli(%1.1) ve diğerleri (%8.6) oluşturmaktaydı.Toplam
38 (%5.4)hastanın öldüğü saptandı. Ölen hastaların 2’si
(%5.2) kadın ,36’sı(%94.8) erkek olup yaş ortalaması
66.45±13.30(33-86) idi.Ölen hastaların 19’unda(%50)
akciğer kanseri ,6’sında(%15.8) KOAH,7’sinde (%18.4)
pnömoni,5’inde(%13.1)tüberküloz,1’inde(%2.6)
interssyel akciğer hastalığı tanısı mevcuu.
Solunum yetmezliği ile 14 hasta (%36.8) , mulorgan
yetmezliğine bağlı 8 hasta(%21.1) ,kansere bağlı 7
hasta(%18.4),hemopzi (4 hasta akciğer kanseri,1 hasta
akciğer tb) ile 5 hasta (%13.2),tüberküloza bağlı 3 hasta
(%7.9) ve kalp yetmezliğine bağlı 1 hasta(%2.6) eksitus
olmuştu. Pnömoniye bağlı ölen hastaların yaş ortalaması
80.71±5.12 diğerlerine göre daha ileri olmakla beraber
bu fark istaksel olarak anlamlı değildi.İlk 24 saat içinde
ölüm oranı (38 ölen hastanın 15’ i) %39.5 olup en sık
ölüm nedeni solunum yetmezliği idi.
Sonuç:
Sonuç:
Sonuç olarak İAH; tanıdan tedaviye çeşitli sorunların
yaşandığı büyük ve heterojen bir hastalık grubunu
oluşturmaktadır.
222
Sonuç olarak ;göğüs kliniklerine acil yaş gerekren
hastalarda ilk 24 saat mortalite açısından önemli olup
akciğer hastalıklarına bağlı ölüm nedenleri içinde
solunum yetmezliği ilk sıradadır.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
PS197
PULMONER
YATKINLIK
10 NİSAN 2009
PS198
TROMBOEMBOLİDE
MEVSİMSEL
ANTİ-TNFα TEDAVİSİ ALAN HASTALARDA PULMONER
KOMPLİKASYONLAR
YAKUP ARSLAN , ERGÜN UÇAR , SEYFETTİN GÜMÜŞ ,
CANTÜRK TAŞÇI , ARZU BALKAN , ÖMER DENİZ , ERGUN
TOZKOPARAN , METİN ÖZKAN , HAYATİ BİLGİÇ
AYHAN VAROL 1, SEÇİL TAŞYÜREK 1, KIVILCIM
OĞUZÜLGEN 1, NURDAN KÖKTÜRK 1, ESRA ADIŞEN 2,
AYLA GÜLEKON 2, MEHMET ALİ GÜRER 2, MEHMET
DERYA DEMİRAĞ 3, MEHMET AKİF ÖZTÜRK 3, BERNA
GÖKER 3, ŞEMİNUR HAZNEDAROĞLU 3, ZAFER GÜNENDİ
4
, FERİDE GÖĞÜŞ 4, ZÜBEYDE NUR ÖZTÜRK 5, SEVCAN
BAKKALOĞLU 5, NUMAN EKİM 1
GÜLHANE ASKERİ TIP AKADEMİSİ ASKERİ TIP FAKÜLTESİ
GÖĞÜS HASTALIKLARI VE TBC. A.D. ANKARA
Amaç:
GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI AD ANKARA, TÜRKİYE
2
GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ DERMATOLOJİ AD
ANKARA, TÜRKİYE
3
GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ROMATOLOJİ AD
ANKARA, TÜRKİYE
4
GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ FİZİK TEDAVİ VE
REHABİLİTASYON AD ANKARA, TÜRKİYE
5
GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ HEMATOLOJİ AD
ANKARA, TÜRKİYE
1
Koroner hastalıklar, serebrovasküler hastalıklar ve derin
ven trombozunda mevsimsel yatkınlık olduğu bilgisinin
pulmoner tromboemboli (PTE) için de geçerli olduğu
düşünülmektedir. Çalışmamızda, PTE oluşumu ile hasta
cinsiye, ilave hastalık ve mevsimsel yatkınlık ilişkisini
tespit etmeyi amaçladık.
Gereç ve Yöntem:
GATA Göğüs Hastalıkları A.D.’da 2005-2009 arası PTE
tanısı konan hastaların dosyaları, hasta cinsiye, ilave
hastalık olup olmamasına ve tanının konulduğu aya göre
retrospekf olarak incelendi. Tanının konulduğu ayları
iki gruba ayırdık. Birinci grup: Ekim, kasım, aralık, ocak,
şubat ve mart aylarını içermekte olup “SOĞUK AYLAR”
olarak isimlendi. İkinci grup: Nisan, mayıs, haziran,
temmuz, ağustos ve eylül aylarını içermekte olup ”SICAK
AYLAR” olarak isimlendi.
Bulgular:
Çalışmamızda, 2005-2009 arası 58’i(% 60,4) erkek, 38’i(%
39,6) bayan olmak üzere toplam 96 hastaya PTE tanısı
konuldu. Hastaların 54’ünde(% 76) ilave dahili hastalık,
17’sinde(%24) de ilave cerrahi hastalık olmak üzere
toplam 71(%73, 95) hastada ilave hastalık mevcut iken,
25 hastada (% 26,05) ilave hastalık yoktu. Hastaların
53’ü(% 55,2) soğuk aylarda, 43’ü(% 44,8) sıcak aylarda
tanı aldı ve en çok hasta (16-%16,67) kasım ayında tespit
edildi. Soğuk aylarda tanı konulan 53 hastanın 41’inde
(%77,4) ilave hastalık vardı.İlave cerrahi hastalığı olan 17
hastanın 10’u(%58,8) soğuk aylarda PTE tanısı aldı.
Sonuç:
Literatür bilgilerine uygun olarak PTE’nin soğuk aylarda
daha sık olduğunu ve mevsimsel yatkınlık gösterdiğini
tespit ek. Bu durum özellikle ilave cerrahi hastalığı
olanlarda daha belirgindi. Bu nedenle, özellikle
soğuk aylarda öngörülen hastalarda profilakk dozda
ankoagülan kullanımı ihmal edilmemelidir. ANAHTAR
KELİMELER: pulmoner emboli, mevsimsel yatkınlık.
Amaç:
Tümör nekrozis faktör alfayı (TNFα) antagonize eden
ilaçların tüberküloz riskini arrdığı bilinmektedir. Bu
çalışmada an-TNFα ile tedavi alan hastalardaki pulmoner
komplikasyonların değerlendirilmesini amaçladık.
Gereç ve Yöntem:
Ekim 2005-Aralık 2008 tarihleri arasında an-TNFα
tedavisi alan 85 hasta (42 erkek, 43 kadın) bu çalışmaya
dahil edildi. An-TNFα tedavi endikasyonu alan 30
psöriasis ( % 35.3), 19 romatoid artrit (% 22.4), 19
ankilozan spondilit (% 22.4), 5 psöriak artrit (% 5.88),
3 AML ve ALL( %3.5) ve farklı hastalık grubundan 9
hasta izlendi. Çalışmaya dahil edilen hastaların tümüne
anamnez, fizik muayene, göğüs grafisi ve tüberkülin deri
tes uygulandı. Bütün hastalar BTS ve RAED rehberlerine
uygun olarak değerlendirildiler. An-TNFα tedavisi alan
85 hastanın 60’ında ( % 70.5 ) isoniazid tedavisi planlanan
tedavi ile birlikte başlandı.
Bulgular:
Çalışmaya dahil edilen hastalar arasından 7 tanesinde
pulmoner komplikasyon geliş. Infliximab kullanan 3
hastada fungal pnömoni, infliximab veya adelimumab
kullanan 3 hastada bakteriyel pnömoni ve kemoprofilaksi
almayan ama infliximab kullanan 1 hastada da tüberküloz
lenfadenit tanımlandı.
Sonuç:
Tüberküloz profilaksisi için isoniazid kullanımı yüksek
olduğundan bu çalışma grubunda tüberküloz oranı çok
düşüktü (1/85). Fakat an-TNFα tedavisi alan hastalar,
rsatçı enfeksiyonların gelişmesi açısından ( fungal,
bakteriyel pnömoni vb.) dikkatli takip edilmelidirler.
223
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
PS199
PS200
KRONİK ÖKSÜRÜKLÜ HASTALARDA ETİYOLOJİ VE
MALİYETİN DEĞERLENDİRİLMESİ
KANSER VE PULMONER TROMBOEMBOLİ: ÖLÜMCÜL
İKİLİ Mİ?
İLKER YILMAM , TUNCAY ÇAĞLAR , EBRU ÇAKIR EDİS
MELTEM TOR , SUNA AKBULUT , CEVAHİR CEVİK , FİGEN
ATALAY
TRAKYA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
Amaç:
Çalışmamızda polikliniğimize kronik öksürük yakınması
nedeniyle başvuran hastalarımızda ampirik tedavi
yaklaşım modeli ile tanı ve tedavide başarı oranı ve hangi
eyolojik nedenlerin ön plana çıkğını, tanı konulan ana
kadar ki maliyet hesabını değerlendirmeyi amaçladık.
Gereç ve Yöntem:
Polikliniğimize Nisan 2007- Temmuz 2008 tarihleri
arasında 2 aydan daha fazla süren öksürük yakınması ile
başvuran ve daha önceden bu nedenle herhangi bir tanı
konmamış hastalar geriye dönük olarak değerlendirildi.
Bulgular:
Çalışmaya kalan 90 hastanın 64’ü (%71.1) kadın, 26’
sı (%28.9) erkek idi. Hastaların yaş ortalaması 46.24 ±
15.42 (17-79) idi. Ortalama öksürük süresi 17.29 ± 30.49
(2-180) ay idi. Yirmiiki hastaya (%24.6) öksürük variant
asm, 19 hastaya (%21.1) gastroösefagial reflü, 8 hastaya
(%8.8) üst havayolu öksürük sendromu, 6 hastada
(%6.7) ACE inhibitörü kullanımına bağlı kronik öksürük
saptandı. Onüç (%14.4) hastada birden çok öksürük
nedeni saptandı. Hasta başına tanı konulana kadar ki
ortalama maliye 216.61 ± 335.64 (45.20-2658.20) YTL
olarak hesaplandı.
Sonuç:
Hastalarımızdajkjsaptanan
eyolojik
nedenlere
bakğımızda patolojik triad (% 54.5) ön plana
çıkmaktadır. Hastaların bir kısmında patolojik triadın
birden fazla eyolojik nedeni (%8.9) saptanabilmekte
ve bu ampirik yaklaşım modeli ile olguların 2/3’ünde,
diğer tanıların eklenmesi ile tamamına yakınında başarılı
olunmaktadır. Maliyet etkinliğinin değerlendirilmesi
için sağlık sektöründe fiyatlandırma polikalarının
değişkenliği nedeniyle daha fazla çalışmaya gereksinim
duyulmaktadır.
224
10 NİSAN 2009
ZONGULDAK KARAELMAS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
GÖĞÜS HASTAIKLARI AD ZONGULDAK
Amaç:
Yapılan çalışmalar, kanserli olgularda derin ven
trombozu (DVT) ve pulmoner tromboemboli (PE)
riskinin 4-6 kat ar
ğını göstermişr. Bu nedenle akut
venöz tromboemboli (VTE) tanısı alan tüm hastaların
%15-20’sini kanser olguları oluşturmaktadır. Biz de bu
çalışmada kendi PE olgularımızda kanser ilişkisini ve
klinik sonuçları değerlendirmeyi amaçladık.
Gereç ve Yöntem:
Çalışmamızda, hastanemizde Ocak-Aralık 2007 tarihleri
arasında tanı alan PE olguları içinde kanser tanısı alan
olguların klinik özellikleri ve PE mortalitesi retrospekf
olarak hastane elektronik kayıtlarından değerlendirildi.
İstasksel analiz için SPSS 11.0 kulanıldı.
Bulgular:
Bu çalışma döneminde tanı almış olan 105 PE olgusundan
23(%22) olgunun kanser tanısına sahip olduğu görüldü.
Bu olguların yaş ortalaması 63.73+/-17.7(39-85) ve %56
erkek idi. Bu olgularda kanser pleri ise şöyle idi: akciğer
(n:5), meme (n:4), mide (n:3), endometrium (n:2), baş
boyun (n:2), prostat (n:2), rektum (n:2), lösemi(n:1),
böbrek (n:1), over (n:1) ve primer belli olmayan (n:1).
Sadece 1 olgu (%4.3) VTE profilaksisi almış. Bütün
hastalar kemoterapi almış/alan hastalardı. 7 olguda(%30)
klinik olarak submassif veya masif olarak prezente olan
proksimal PE mevcut idi. Hastane mortalitesi %17 (4/23)
olarak saptandı. Aynı dönemde kanser dışı olgularda bu
oran %12 (10/82).
Sonuç:
Kanser hastaları PE olgularımızın önemli bir bölümünü
oluşturmaktadır. Malign PE olgularına en sık eşlik eden
kanser akciğer kanseridir. Kanserle ilişkili PE olgularında
proksimal PE’ye bağlı olarak mortalitenin de yüksek
olabileceği düşünülmeli ve bu olgularda VTE profilaksi
önerilerine uyulmalıdır.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
10 NİSAN 2009
PS201
PS202
İŞYÜKÜNE DAYALI İNSAN GÜCÜ (UZMAN HEKİM)
HESAPLAMASI -YEDİKULE ÖRNEĞİ-
2008 YILINDAKİ AKTİF ÇALIŞAN GÖĞÜS HASTALIKLARI
UZMANI YETERLİ Mİ?
SEDAT ALTIN , EMEL ÇAĞLAR , GÜNGÖR ÇAMSARI ,
ERDOĞAN ÇETİNKAYA , SADETTİN ÇIKRIKÇIOĞLU , FİLİZ
KOŞAR , ESİN TUNCAY , PINAR YILDIZ , VEYSEL YILMAZ
SEDAT ALTIN
YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ
EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
Amaç:
İşgücü
planlaması
kapsamında
Göğüs
Hastalıkları Uzmanlarının günlük mesaileri içinde
gerçekleşrebilecekleri işlemlerle ilgili hazırlanan
çizelgenin yıllık bazda rakamları oluşturularak gerekli
uzman sayısı hesaplanabilir. Tüm kurumlar kendi
değerlerini ve iş yüklerini benzer tablolarla bulabilirler.
Gereç ve Yöntem:
İşyüküne göre hesaplamada(WISN), işyükü bileşenleri
teker teker sıralanır. Bu bileşenlerin akvite standartları
belirlenir, Bu standartlara göre o akviteden günlük
olarak kaç adet yapılabileceği bulunur ve yılda mesai
yapılan 220 gün üzerinden yıllık adet saptanır. Yılda
gerçekleşen iş yükünün standart işyüküne bölünmesiyle
elde edilen katsayılar toplanır.2007 rakamlarıyla Yedikule
Göğüs Hastalıkları Eğim ve Araşrma Hastanesinde
Göğüs Hastalıkları Uzmanlarınca yapılan işlemler ve
katsayıları hesaplanmışr.
Bulgular:
: İş yükü bileşenleri, poliklinik, yatan hasta muayenesi,
hasta vizi, taburculuk işlemleri, tanısal ve terapok
bronkoskopi, transtorasik iğne aspirasyonu, plevra
biyopsisi, torasentez, prick alerji tes, kan gazı alma,
Bibap bağlama ve uygulama, uyku tes raporlama,
kemoterapi planlama ve mekanik venlatöre
bağlamadan oluşmaktadır.Toplam katsayı 67,356 olarak
hesaplanmışr. Kategori ayarlama faktörü = % 12,5,
Ayarlama çarpanı = 1/ 1-0,125 = 1.143 Gerekli uzman
hekim sayısı = Katsayıların toplamı x 1.143 = 67,356 x
1.143 = 77 uzman hekim gerekli. Halen mevcut Göğüs
Hastalıkları Uzman hekim sayısı (Klinik şef, şef muavini
ve başhekim muavinleri de dahil) 43 olup, aradaki fark,
34’tür.
YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI HASTANESİ VE GÖĞÜS
CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
Amaç:
Ülkemizde 2008 yılında akf çalışan göğüs hastalıkları
uzman sayısının, performans yönemi analizine göre
yeterli olup olmadığını araşrmak
Gereç ve Yöntem:
2008 yılı Ocak ayında ülkemizin 64 il ve 152 hastanesinde
akf olarak çalışan 416 göğüs hastalıkları uzmanın (Sağlık
Bakanlığında görevli göğüs hastalıkları uzmanlarının
yaklaşık yarısı) yapmış olduğu muayene ve girişimsel
işlem puanlarına göre işyükü belirlenerek uzman ihyacı
bulundu.
Bulgular:
Ocak 2008’de 416 göğüs hastalıkları uzmanının yapmış
olduğu muayene ve girişimsel işlemlerden elde eği
toplam performans puanı 10.702.699, bunun 4.756.952’i
muayene puanı (% 44’ü) olup bir ayda bakılan hasta sayısı
226.522’dir. Tüm Sağlık Bakanlığı hastanelerinde görevli
uzman hekime işyükünü projekte eğimizde yıllık
muayene sayısının 5.436.500 olduğu bulunmaktadır.
Sonuç:
Yapılan performans yönemi analizinde kabul edilebilir
hata payıyla göğüs hastalıkları uzman sayısının mevcuda
göre 1.310 (% 50) daha az olduğu bulunmuştur. Ülkemiz
için gerekli göğüs hastalıkları uzman sayısı 2008 yılı
ibariyle 2.760 olarak hesaplanmışr.
Sonuç:
2007’deki işyüküne göre hesaplanan uzman hekim eksiği
34 olarak bulunmuştur. Oran = 43 / 77 = 0,56 olup,
neredeyse yarıya yakın göğüs hastalıkları uzman hekim
eksiği mevcuur.
225
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
10 NİSAN 2009
PS203
İDİOPATİK PULMONER
DEĞERLENDİRİLMESİ)
PS204
FİBROZİS
(43
OLGUNUN
ERDOĞAN ÇETİNKAYA 1, SİNEM NEDİME SÖKÜCÜ
1
, SEDAT ALTIN 1, NURDAN ŞİMŞEK VESKE 1, EKREM
CENGİZ SEYHAN 1, AKİF TURNA 2
YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS
CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, GÖĞÜS
HASTALIKLARI KLİNİĞİ
2
YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ
EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, GÖĞÜS CERRAHİSİ
KLİNİĞİ
1
Amaç:
İdiopak akciğer hastalıkları arasında en sık görülen
hastalık olan idiopak pulmoner fibrozis (İPF), akciğerlere
sınırlı, kronik, idiopak interssiyel pnömoni formudur.
Yöntem: Kliniğimizde 2000-2007 yılları arası izlenen 43
İPF olgusu tanı ve tedavi yaklaşımı açısından retrospekf
olarak değerlendirildi.
Gereç ve Yöntem:
Kliniğimizde 2000-2007 yılları arası izlenen 43 İPF olgusu
tanı ve tedavi yaklaşımı açısından retrospekf olarak
değerlendirildi.
Bulgular:
Olguların 18 (%41.9)’i kadın, 25 (%58.1)’i erkek olup,
yaş ortalaması 62,4 ±10.0 (36–78) idi. Tanı aşamasında
yüksek rezolüsyonlu bilgisayarlı tomografi (YRBT)’lerinde;
interlobüler septal kalınlaşma, rekülonodüler patern,
veya bal peteği akciğer bulguları mevcuu. Solunum
fonksiyon testlerinde restrikf patern gözlenirken,
ortalama DLCO (% beklenen değer) % 47.71 ± 18.9 idi.
Olguların 15 (%34.9)’ine açık akciğer biyopsiyle, 20
(%46.5) sine TBB ve klinik-radyolojik bulgular birlikte
değerlendirilerek ve 8 (%18.6) olgu ise klinik ve radyolojik
bulgularına göre IPF tanısı konuldu. Steroidler tedavide
ilk sırada yer alıyordu. 32 hasta en az bir yıl takip edilmiş
olup ortalama takip süresi 2.25 (1-7) yıldı.
Sonuç:
Bulgular literatür eşliğinde tarşıldı.
226
PERFORMANSTAN ANLAŞILAN NEDİR ? PUAN MI, PARA
MI?
SEDAT ALTIN , VOLKAN KARA
YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ
EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
Amaç:
Performans yöneminin göğüs hastalıkları ve göğüs
cerrahisi açısından girişimsel işlem, poliklinik ve gün
başına yapılan puan ve elde edilen primle ilişkisini
araşrmak
Gereç ve Yöntem:
2004 yılından ibaren uygulamaya sokulan Döner
Sermaye Ek Ödeme Yönergesi gereği hastanemizde
eğim verilen Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi
uzmanlık alanlarında 2008 yılına ait değerlendirmeler
yapılmışr.
Bulgular:
2008 yılında göğüs hastalıklarında(GH) akf çalışılan gün
sayısı ortalama aylık 1049 iken, göğüs cerrahisinde(GC)
319 bulunmuştur. Girişimsel işlem puan ortalaması
GH’de aylık 802.258, GC’de aylık 272.531, muayene
puan ortalaması GH’de aylık 343.657, GC’de 34.826
olarak saptanmışken gün başına puan GH için 1.089, GC
için 968 olarak hesaplanmışr. Dağılan döner sermaye
primine göre de puan başı gelir GH için 0,984 TL iken
GC için 1,159 TL hesaplanmışr. Toplam puanda GH’ları
GC’ne göre yaklaşık 4 ka daha fazla puan elde etmesine
karşın akf çalışılan gün sayısına bölümde her iki branşın
birbirine yakın (GH’nda 1.089 puan , GC’nde 968 puan)
değerler elde edilmişr.
Sonuç:
Dağılan prim miktarının sadece elde edilen puanla ilgili
olmadığı sonucuna varılmışr.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
10 NİSAN 2009
PS205
PS206
SAĞLIKTA PERFORMANSTA İŞYÜKÜ BELİRLEYİCİ Mİ?
SEDAT ALTIN , SİNEM SÖKÜCÜ , H.VOLKAN KARA
PROFLAKSİDE UNUTULMUŞ ÖNEMLİ OLABİLECEK
VENÖZ TROMBOEMBOLİ NEDENİ: GÖZ CERRRAHİSİ (5
OLGU NEDENİYLE)
YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ
EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
ASİYE KANBAY 1, H. CANAN HASANOĞLU 1, AYŞEGÜL
KARALEZLİ 1, GÖKHAN AYKUN 1, FATMA YÜLEK 2
Amaç:
ANKARA ATATÜRK EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
GÖĞÜS HASTALIKLARI KLİNİĞİ
2
ANKARA ATATÜRK EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
GÖZ HASTALIKLARI KLİNİĞİ
2004 yılından beri uygulanagelen sağlıkta performans
uygulamalarının
asıl
amacının
çok
çalışanın
ödüllendirilmesi olup olmadığının tarşılması
Gereç ve Yöntem:
2006 ve 2007 yıllarında Sağlık Bakanlığı performans
dairesi verilerinin ayrınlı analizinin yapılması ve
uzmanlık alanlarının iş yükü kıyaslaması
Bulgular:
Diğer branşlardaki uygulamalarla Göğüs Hastalıkları
uzmanlık dalındaki uygulamaların, işyükünün ve
ortalama döner sermaye ek primlerinin karşılaşrıldığı bu
çalışmada, branşlar arasında işyüküyle oransız adaletsiz
dağımların söz konusu olduğu saptandı. Üçüncü
basamak eğim araşrma hastanelerinde işyükünün
çok daha fazla olmasına karşın, dağılan ek prim daha
düşük olmuştur. İkinci basamak ve üçüncü basamak
hastanelerde başta olmak üzere bazı branşlarda (göğüs
hastalıkları, göğüs cerrahisi, enfeksiyon hastalıkları,
biokimya, mikrobiyoloji ve patoloji) diğerlerine göre
ortalamanın alnda yer almışr. Öte yandan, işyükü
giderek artmasına karşın, her geçen yıl dağılan ek prim
gerilemekte, kurum gelirleri artarken dağılabilecek prim
oranları giderek düşmektedir.Bunun nedenleri olarak,
puanlamanın işyüküne ve yapılan girişiminin süresi
ve risk düzeyine göre belirlenmemesi, bazı branşların
yapğı işlemlerin SUT’ta karşılığının olmaması, SGK’nın
uzmanlık alanlarıyla ilgili olarak hiçbir bilimsel veriye
dayanmaksızın keyfice kesinleri sıralanmışr.
1
Amaç:
Venöz Tromboemboli (VTE); derin ven trombozu
ve pulmoner emboli (PE)’yi kapsayan, profilaksi
uygulamalarındaki aksamalar sebebiyle yüksek
mortalite ve morbiditeye neden olan haya tehdit eden
bir durumdur. Bu nedenle klinik tedavi rehberlerinde
her geçen gün profilaksi önerileri arş göstermektedir.
Kliniğimizde takip eğimiz preoperaf dönemde
profilaksi uygulanmamış ve göz cerrahisi geçiren 5 olguyu
sunarak profilaksi endikasyonlarında yeni ve önemli bir
nedene dikkat çekmeyi amaçladık.
Gereç ve Yöntem:
Olgularımızın yaşları 55, 84, 44, 74 ve 88 olup, birine
vitreoktomi diğerlerine katarakt cerrahisi uygulanmışr.
Bulgular:
Tüm olgularda semptomlar postoperaf 2–7. günler
arasında açığa çıkmışr. 3 olgumuzda klinik, radyolojik
ve laboratuvar incelemeler sonucunda masif PE tanısı
konulması üzerine trombolik tedavi uygulanmışr.
Bu olgulardan 55 yaşında ve vitreoktomi operasyonu
geçiren hastamız yoğun vazopressör tedavi ve trombolik
uygulamasına karşın kaybedilmişr. Katarakt cerrahisi
uygulanan diğer iki olgumuz ise submasif PE kliniği tanısı
ile düşük moleküler ağırlıklı heparin ve destek tedavileri
uygulanmışr.
Sonuç:
Sonuç:
Gerçek performansın ölçümünde bireysel ve kurumsal
ölçümlerin daha rasyonel yapılması, adaletli ek prim
dağımı ve sağlık çalışanının movasyonunu ar
rıcı yeni
uygulamaların sisteme entegrasyonu gereklidir.
Göz
cerrahileri
mikrocerrahi
sınında
olup
ankoagülasyon uygulamaları kanamaya neden
olmaktadırlar. Olguların diğer gözlerinde de genellikle
ciddi görme kusuru bulunması nedeniyle postoperaf
dönemde hastalar mobilizasyondan sakınmaktadırlar.
Göz cerrahisi geçirenlerde erken mobilizasyon hayat
kurtarıcı bir profilakk uygulama olarak göz cerrahları
tarandan önerilmelidir. Özellikle immobil olacağı bilinen
hastalarda mutlaka profilaksi uygulanmalıdır.
227
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
PS207
PS208
GÖĞÜS HASTALIKLARI POLİKLİNİĞİ’NDE AYAKTAN
İZLENEN HASTALARDA MEMNUNİYET DÜZEYİ
MASİF VE MASİF OLMAYAN PULMONER EMBOLİ
HASTALARININ ÖZELLİKLERİ
SONGÜL UYGUN , NACİYE KARATAŞ , NEVİN ÖZER , PERİ
ARBAK , ÖNER BALBAY , ALİ NİHAT ANNAKKAYA
DİLBER YILMAZ , FUNDA COŞKUN , AHMET URSAVAŞ ,
ERCÜMENT EGE
DÜZCE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ANABİLİM DALI
ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ANABİLİM DALI
Amaç:
Amaç:
Ayaktan izlenen göğüs hastalıkları olgularında tanı ve
tedavi sürecinde uyumun arrılması için hasta ile sağlık
çalışanının ileşimi önem taşımaktadır.
Pulmoner emboli (PE) mortalite oranı yüksek bir hastalıkr.
Hastalığın masif olup olmaması tedavi yaklaşımını büyük
ölçüde değişrmektedir. Çalışmamızda masif ve masif
olmayan embolilerin özelliklerini değerlendirmeyi
amaçladık.
Gereç ve Yöntem:
Göğüs Hastalıkları Polikliniği’ne 2008 yılı Aralık ayında
başvuran 222 olguya hasta memnuniyet anke uygulandı.
Anket soruları içinde hekimin hastaya ayırdığı süre, tedavi
hakkında ayrınlı açıklama yapılıp yapılmadığı, hastanın
sorularına yanıt alıp almadığı, farklı hekime muayene
olmayı düşünüp düşünmediği, hekimin davranışının
nazik olup olmadığı, tedavi hakkında yeterli bilgi verilip
verilmediği, mahremiyete dikkat edilip edilmediği,
hastaneden çıkıldığında yaşanacak durumlar hakkında
bilgi verilip verilmediği, hastaneden ileşim için telefon
numarası verilip verilmediği yer almaktaydı.
Bulgular:
İki yüz yirmi iki olgunun yaş ortalaması 48.9 ± 16.4 (1883) idi. Olguların 126’sı erkek (%56.8), 96’sı kadındı
(%43.2). Olguların %38.6’sı hekimin kendileri için ayırdığı
sürenin 6-10 dk, %26.1’i 11-15 dk arasında olduğunu
belirler. Hastaların %75.2’si hekimin tedavi hakkında
ayrınlı açıklama yapğını bildirdiler. Hastaların %80.2’si
sorularına tam olarak yanıt aldıklarını belirler. Aynı
yakınmayla farklı bir hekime gitmeyeceğini belirtenlerin
oranı %60.4 idi. Hekimin ilgisinden memnun olduğunu
belirtenlerin oranı %73.4 idi. Tedavisi hakkında
yeterli bilgi verildiğini bildirenlerin oranı %70.3 idi.
Yapılan görüşmelerde mahremiyete dikkat edildiğini
belirtenler %66.2 oranındaydı. Olguların %48.6’sı
hastaneden çıkıldığında yaşanacak durumlar hakkında
bilgilendirildiklerini söylediler. Olguların %53.6’sı
sorun olduğunda arayabilecekleri telefon numarasının
verildiğini bildirdiler.
Sonuç:
Araşrmanın yapıldığı kurumda polikliniğe başvuran
bireylerin hasta-hekim ilişkisi açısından genel olarak
hoşnut olduğu gözlenmişr. Ancak hasta başına ayrılan
sürenin daha uzun olması hasta doyumunu arrabilir.
228
10 NİSAN 2009
Gereç ve Yöntem:
2006-2008 yılları arasında pulmoner emboli tanısı alan
89 hasta çalışmaya dahil edildi. EKO’da sağ ventrikül
yüklenme bulguları olan ve hemodinamisi stabil
olmayan hastalar masif (Grup 1), diğer hastalar ise masif
olmayan(Grup 2) olarak sınıflandırıldı.
Bulgular:
Grupların özellikleri tabloda gösterilmişr. Gruplar
arasında yaş ve cinsiyet açısından istaksel anlamlı
farklılık saptanmadı (p>0.05). Grup 1’in %35.7’sinde Grup
2’nin ise %23’ünde risk faktörü yoktu. Grup 1 ve Grup
2’de sırasıyla en sık görülen risk faktörleri immobilizasyon
%21.4, %17.6 ve operasyon öyküsü % 21.4, 17.6 idi. Grup
1 ve 2’de sırasıyla hemopzi oranı %15.4, %26.1; dispne
oranı %85.7, %80; göğüs ağrısı oranı %21.4, %48 idi.
Singrafik bulguları karşılaşrıldığında Grup 1’de yüksek
ihmalli çıkma oranı orta-düşük ihmalli çıkma oranından
daha yüksek bulundu(p<0.05). Derin ven trombozu
Grup 1’de %42.9, Grup 2’de %42.5 saptandı(p>0.05).
Sırasıyla Grup 1(n=14) ve Grup 2(n=75) değerleri: Yaş
(yıl) 54±4.5, 54.8±2.1; Cinsiyet (E/K) 7/7, 35/40; pO2
(mmHg) 72.5±5.9, 72.8±2.5; PCO2 (mmHg) 32.3±1.4,
33.9±0.9; Kalp hızı (dk) 108.8±3.3*, 99.2±2.1*; Sistolik TA
(mmHg) 95±7.8*, 124±2.3*; Diastolik TA (mmHg) 61±6*,
77.2±1.5*; Yaş süresi (gün) 12.7±1, 12.2±0.6; Solunum
dakika sayısı 18.8±1.7, 21.9±3.1 saptandı.(*p<0.05)
Sonuç:
Sonuç olarak haya tehd edici PE tanısı sıklıkla
konulamamakta ve bu hastalar uygun tedavi alamadıkları
için kaybedilmektedirler.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
10 NİSAN 2009
PS209
PS210
AKCİĞER TUTULUMLU SKLERODERMALI OLGULARDA
FONKSİYONEL PARAMETRELERİN DEĞERLENDİRİLMESİ
PULMONER EMBOLİDE HASTALIĞIN AĞIRLIK DERECESİ
İLE 4 FARKLI KLİNİK SKORLAMA YÖNTEMİNİN
KARŞILAŞTIRILMASI
ZEYNEP ÇELEBİ SÖZENER 1, GÜLSEREN KARABIYIKOĞLU
1
, NURŞEN DÜZGÜN 2
ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI AD
2
ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ KLİNİK
İMMUNOLOJİ VE ROMATOLOJİ BD
FUNDA COŞKUN , DİLBER YILMAZ , AHMET URSAVAŞ ,
MEHMET KARADAĞ , ERCÜMENT EGE
1
ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ANABİLİM DALI
Amaç:
Amaç:
Akciğer tutulumlu sklerodermalı hastalardaki fonksiyonel
değişikliklerle, tanı testleri arasındaki ilişkiyi irdelemek
ve erken tanıda yardımcı olacak testleri belirlemek.
Gereç ve Yöntem:
33 skleroderma akciğer tutulumlu hasta prospekf
olarak çalışmaya alındı. Hastaların solunum fonksiyon
testleri (SFT), ekokardiyografileri (EKO), kangazları, al
dakika yürüme testleri (6DYT) ve yüksek rezolusyonlu
tomografileri (YRBT) yapıldı. Tüm hastalar MRC dispne
indeksi ve NYHA fonksiyonel klasifikasyonuna göre
sınıflandırıldılar ve hepsinden SGRQ yaşam kalitesi
ankeni doldurmaları istendi.
Bulgular:
DLCO en erken bozulan parametre olarak saptandı.
MRC ve NYHA’nın da erken dönemlerden ibaren
etkilendiği görüldü. %FVC/%DLCO oranının bu hasta
populasyonunda pulmoner hipertansiyonu saptamadaki
duyarlılığı düşük bulundu. SGRQ bakılan tüm fonksiyonel
parametreler ile korele idi ve SGRQa skoru 6 DYT de
düşme olmadan önce yükselme gösteriyordu.
Sonuç:
Sklerodermalı hastalar asemptomak dahi olsalar mutlaka
akciğer tutulumu açısından kontrol edilmelildirler. SFT,
EKO, YRBT, 6DYT tanı ve takipte kullanılabilecek faydalı
testler olarak saptanmışr. MRC ve NYHA klasifikasyonu
da erken tanıda yardımcıdır. SGRQ yaşam kalitesi anke
ise skleroderma akciğer tutulumunda erken tanıda
noninvaziv bir parametre olarak yardımcı ve önemli bir
test olarak bulunmuştur.
Pulmoner emboli tanısı koyabilmek için ilk önce
hastalıktan kuşkulanmak gerekmektedir. Tanı koymadaki
güçlükler çeşitli klinik, radyolojik ve laboratuar
bulgularından faydanılarak klinik olasılıkları saptama
metodlarının doğmasına neden olmuştur. Wells,
Geneva, Hyers ve Minia bu amaçla kullanılan skorlama
yöntemleridir. Çalışmamızda bu skorlar ile pulmoner
emboli tanısı konmuş hastaların ağırlık derecesi
arasındaki ilişkiyi saptamayı amaçladık.
Gereç ve Yöntem:
Pulmoner emboli tanısı konulmuş 89 hasta
değerlendirmeye alındı. EKO’da sağ ventrikül yüklenme
bulguları olan ve hemodinamisi stabil olmayan
hastalar masif (Grup 1, 7E/7K), diğer hastalar ise masif
olmayan(Grup 2, 35E/40K) olarak sınıflandırıldı.
Bulgular:
Yaş ortalamaları Grup 1’de 54±4.5, Grup 2’de 54.8±2.1
idi. Gruplar arasında yaş ve cinsiyet açısından istaksel
anlamlı farklılık saptanmadı (p>0.05). Grup 1 ve Grup
2’deki hastalar Wells yöntemine göre karşılaşrıldığında
sırasıyla %50, %74.3 orta-düşük riskli, %50, %25.7
yüksek riskli; Cenevre yöntemine %92.9, %82.9 ortadüşük riskli, %7.1, %17.1 yüksek riskli; Hyers yöntemine
göre %78.6, %58.7 orta-düşük riskli, %21.4, %41.3
yüksek riskli, Minia yöntemine göre ise % 78.6, %96
orta-düşük, %21.4, %4 yüksek riskli idi. Bu 4 yöntem
karşılaşrıldığında Minia yöntemi kullanıldığında Grup
1 ve Grup 2 arasında skorlar açısından anlamlı farklılık
saptandı. Minia yöntemi hastalığın ağırlık derecesi ile
doğru korelasyon gösterdi.
Sonuç:
Bu skorlar tanı koymada literatüre göre anlamlı olmakla
birlikte hastalığın ağırlık derecesini belirlemede Minia
dışında diğer yöntemler yetersiz kalmışr. Bu yöntemlerin
günlük uygulamamızda yer bulabilmesi için daha geniş
serili çalışmalara gerek duyulmaktadır.
229
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
10 NİSAN 2009
PS211
PS212
ESTIMATION OF VITAL PULMONARY PARAMETERS OF
IRANIAN POPULATION: USING REFERENCE EQUATIONS
INTERRELATION OF RIGHT VENTRICULAR GEOMETRY RESPONSE AND LEFT VENTRICULAR DIASTOLIC
FUNCTION IN PATIENTS WITH HYPOXIC PULMONARY
HYPERTENSION
SOHRAB HAJİZADEH , MOHAMMAD KHAKSARİ ,
SOGHRAT FAGHİHZADEH
DEPT. OF PHYSİOLOGY, SCHOOL OF MEDİCAL SCİENCES
TARBİAT MODARES UNİVERSİTY, TEHRAN- IRAN
Aim:
Normal subjects are healthy people who have no cardio-pulmonary symptoms. These people have usually
normal values of cardio-pulmonary parameters. Since
reference values are influenced by a variety of factors
including age, gender, stature, genec and geographical region of living, though the reference values of one
populaon can not be used for other populaons, so,
the aim of this study was to idenfy the physiological
values of pulmonary parameters in Iranian adult populaon and obtain the reference equaons for these
parameters.
Method:
Sample subjects were selected randomly through different cies in several regions of the country. Healthy
individuals were idenfied aer medical examinaon.
Pulmonary parameters including Forced vital capacity
(FVC), Slow Vital Capacity (SVC), Forced Expiratory Volume (FEV), Tidal Volume (TV) and Respiratory Rate (RR)
were measured by using standard methods and devices
with expert researchers.
Results:
Mean values for each parameter was calculated and
then reference equaons were derived for each parameters as below: FVC = 0.842+ 0.01 (height) + 0.083 (sex)
+ 0.003 (weight). SVC = 0.424+ 0.019 (height). FEV =
0.651 – 0.004 (age) + 0.02 (height). TV = 0.035 + 0.031
(sex) + 0.003 (height). RR = 44.791 – 0.033 (age) – 0.108
(height) – 0.035 (weight).
Conclusion:
In conclusion using these reference equaons, one can
esmate the subject vital parameters without measurement in emergency situaons.
IBRAGİM SABİROV , ALMAZ AKUNOV , TATYANA HAN ,
SADYR YUSUPOV , SARYBAEV AKPAY ,
NATİONAL CENTRE OF CARDİOLOGY AND INTERNAL
MEDİCİNE
Aim:
To invesgate the interrelaon of right ventricular geometry response and le ventricular diastolic funcon
in paents with hypoxic pulmonary hypertension (PH)
due to COPD.
Method:
Paents with PH due to COPD were divided into 2
groups depending on RV geometry response to hypoxic
test: the 1st group –paents with PH (the mean age is
57,1±1,5 years), who responded to hypoxia by crescentshaped change of RV cavity; the 2nd group –paents
with PH and RV hypertrophy (the mean age is 57,0±1,8
years), who responded to hypoxia increasing enddiastolic dimension, shi of the interventricular septum
into the LV cavity with subsequent transion of the RV
cavity into the ball-shaped form. The control group consisted of sixteen healthy age-matched male lowlanders.
Crescent- and ball-shaped changes of the RV geometry
during the hypoxic test was evaluated visually from the
parasternal approach of the short cardiac axis. Hypoxic
test was performed by inhalaon of the 10% oxygen
at the nitrogenium during 15 minutes. Indices were
recorded before and on the 15th minute of the HT.
Results:
Obtained results showed the effect of HT on the LV filling in COPD paents, that was more significant in ballshaped change of RV geometry. Eearly transmitral peak
velocity to late peak velocity rao (Е/А) were 1,29±0,02,
0,9±0,02 and 0,60±0,02 at the CG, the 1st and 2nd
groups correspondingly.
Conclusion:
Interventricular interacon with impaired LV filling in
paents with ball-shaped RV geometry changes is more
expressed than in paents with crescent-shaped RV
geometry changes in response to the hypoxia.
230
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
10 NİSAN 2009
PS213
Gereç ve Yöntem:
BRONKOSKOPİSTİN BRONKOSKOPİK ÖRNEKLEMENİN
BAŞARISINA ETKİSİNİN GERİYE DÖNÜK İRDELENMESİ
Ağustos 2007 ve Aralık 2008 tarihleri arasında malignite
ön tanısıyla endobronşiyal lezyon varlığına bakılmaksızın
88 vakaya lenf nodu TBİA yapıldı. Vakaların yaş ortalaması
65 yıl idi. 70’i (%81) erkek ve 18’i (%19) kadın idi.
Ortalama 1-3 cm arasında değişen patolojik boyuaki
lenf nodlarına, her bir lenf noduna 1-3 arasında olmak
üzere aspirasyon işlemi yapıldı.
LEVENT KARASULU , SEDAT ALTIN , ESİN YENTÜRK ,
GÜLER ÖZGÜL , EKREM CENGİZ SEYHAN , NEVİN IŞIK ,
GÖNENÇ ORTAKÖYLÜ , GÜLFİDAN ARAS , FUNDA ARKIN
, GÜLŞAH GÜNLÜOĞLU , CEM TİGİN
YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ
EĞİTİM VE ARŞ.HAST.
Amaç:
Çalışmamızın amacı bronkoskopik örneklemenin
başarısının bronkoskopisn yeterliği ve kişisel becerisi ile
ilinli olduğu yönünde yaygın görüşün sorgulanmasıdır
Gereç ve Yöntem:
Hastanemizde 2008 yılının ocak ve şubat aylarında
arasında 34 hekim tarandan yapılan 413 bronkoskopi
ve 977 bronkoskopik örnekleme incelendi
Bulgular:
İşlem sonucu 56 vakada (%64) pozif tanıya ( akciğer
karsinomu) ulaşılırken , 32 vakada (%36) tanıya
ulaşılamadı. Tanıya ulaşılamayan 32 vakadan 2’sine
cerrahi biyopsi ( 1 mediasnoskopi, 1 wedge rezeksiyon)
yapıldı ve malignite tanısı koyuldu. Kalan 30 vaka ise
metastak veya inoperabl kabul edilerek kemoterapi /
radyoterapi tedavisi başlandı
Sonuç:
Özellikle akciğer malignitesi düşünülen vakalarda TBİA
tanı oranını ar
ran bir yöntemdir.
Bulgular:
Hastalarımızın yaş ortalaması 64±14.3 tü. 112 (%27.1)
hastamız kadın 301(%72.8) hastamız erkek. Hasta
başına yapılan işlem sayısı ortalama 2.36 idi. İşlemlerin
dağılımına bakıldığında 309 biyopsi (%75), 26 rçalama
(%6), 187 transbronşial iğne aspirasyonu (%45) 53
transbronşial biyopsi 403 bronş lavajı (%98), incelenmiş.
Bronkoskopisn tanı başarısı belirleyiciliğine dair yapılan
istask analizde tüm örnekleme yöntemleri için p>0.05
bulundu.
Sonuç:
Bronkoskopik incelemenin yoğun olarak uygulandiğı
kurumlarda incelemenin başarısının bronkoskopisn
kişisel becerileri ile ilişkilendirilememişr. Bu da
kurumumuzda bronkoskopi eğiminin standardize
olduğuna işaret etmektedir.
PS215
TRANSBRONŞİYAL AKCİĞER PARANKİM BİYOPSİSİ VE
TANI
ÖMER ÖZBUDAK 1, TEZAY SANDIKLI 1, HİCRAN ÖZBUDAK
2
, GÜLAY ÖZBİLİM 2, TÜLAY ÖZDEMİR 1
AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI AD
2
AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ PATOLOJİ AD
1
Amaç:
Transbronşiyal akciğer biyopsisi (TBAB) endoskopik
görüş alanı dışında kalan diffüz parankimal veya lokalize
infiltraf lezyonlardan yapılan örnekleme işlemidir.
Gereç ve Yöntem:
PS214
ENDOBRONŞİYAL LEZYONA BAKILMAKSIZIN MALİGNİTE
ÖN
Ağustos 2007 ve Aralık 2008 tarihleri arasında Göğüs
Hastalıkları Kliniğimizde 29 vakaya fluoroskopi eşliğinde
transbronşiyal akciğer biyopsisi yapıldı.
Bulgular:
ÖMER ÖZBUDAK , TEZAY SANDIKLI , HİCRAN ÖZBUDAK ,
GÜLAY ÖZBİLİM , CANDAN ÖĞÜŞ
AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
Amaç:
Akciğer malignitesi düşünülen vakalarda endobronşiyal
lezyon olsun ya da olmasın yapılan bronkoskopik lenf
nodu transbronşiyal iğne aspirasyonunun tanısal değerini
göstermek
Vakaların yaş ortalaması 51 yıl idi. 19’u erkek (%65) ve
10’u kadın (%35) idi. Her vakada örnekleme sayısı 4-6
arasında idi. 29 olgunun 14’ünde (%48) transbronşiyal
akciğer biyopsisi sonrası pozif tanıya ulaşılırken, 15
olguda (%52) tanıya ulaşılamadı. TBAB ile tanı koyulan
olgular: 1 NSIP, 2 Kronik Eozinofilik Pnömoni, 5 Sarkoidoz,
1 Hisyositozis X, 1 Silikozis, 1 BOOP, 3 KHDAK Tanıya
ulaşılamayan 15 vakanın 6’sına cerrahi biyopsi uygulandı
ve 1 Wegener Granülamatozu, 2 KHDAK, 1 BOOP
tanısı koyuldu. 1 vakanın ise cerrahi biyopsi sonucu
nonspesifik. Tanıya ulaşılamayan 9 vakaya ise klinik ve
radyolojik takip kararı verildi. İşlem sonrası hiçbir vakada
kanama,pnömotoraks gibi komplikasyonlar görülmedi.
231
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
10 NİSAN 2009
Sonuç:
PS217
TBAB’nin skopi eşliğinde yapılması güvenli, tanı oranını
ar
ran bir yöntemdir
TEKRARLANAN
SOLUNUM
ÖLÇÜMLERİNİN ETKİNLİĞİ
PS216
SERDAR EVMAN , ADAMU ISSAKA , KORKUT BOSTANCI
, BEDRETTİN YILDIZELİ , MUSTAFA YÜKSEL , MUSTAFA
YÜKSEL
BRONKOSKOPİK
VARYASYONLAR
TRAKEOBRONŞİAL
ANOMALİ
VE
HATİCE SELİMOĞLU ŞEN , AYŞE AYDIN , SÜREYYA ÇETİN
YILMAZ , ABDURRAHMAN ŞENYİĞİT
DİCLE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
Amaç:
Bronkoskopi esnasında farklı trakeobronşial anomaliler
(trakeal bronş, ektopik bronş, aksesuar bronş)
saptanabilmektedir. Bu çeşitli anomaliler % 1-12
oranında bildirilmişr. Bronkoskopi sırasında saptanan
bu anomalileri bilmek, patolojik bulguların ayırt
edilebilmesi ve doğru bronkoskopik tanı konulabilmesi
açısından gereklidir. Bu çalışmada biz de bronkoskopi
sırasında trakeobronşial anomali (tba) saptanma oranını
ve bu olguların klinik özelliklerini araşrmayı amaçladık.
Gereç ve Yöntem:
Ekim-2002 Aralık-2008 tarihleri arasında kliniğimizde
yapılan 1822 bronkoskopi raporu retrospekf olarak
incelendi.
Bulgular:
Çeşitli amaçlarla yapılan bronkoskopilerde toplam 52
hastada trakeobronşial anomali saptandı. Bu hastaların
13’ü kadın,39’u erkek idi. Hastaların yaş ortalamaları
44,5 idi.(enküçük 15,en büyük 78 yaş). Sağ üst lob,
anomalilerin en sık saptandığı bölgeydi (%39,2). Üç
olguda birden fazla trakeobronşial anomali mevcuu
(%5,3). İki olguda ise bilateral tba mevcuu (%3,57). Hiç
bir olguda tba alanında tümör saptanmadı.
Sonuç:
Trakeobronşial anomaliler,genellikle asemptomakr
ve rastlansal olarak saptanır. Ancak trakeal bronş
ve aksesuar kardiak bronş tekrarlayan pnömonilere,
öksürük ve hemopziye neden olabilir. Bronş anomali
ve varyasyonlarının iyi bilinmesi, patolojik bulguların
ayırt edilebilmesi ve doğru bronkoskopik ve klinik tanı
konabilmesi için gereklidir.
232
FONKSİYON
TESTİ
MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP HASTANESİ GÖĞÜS
CERRAHİSİ A.D.
Amaç:
Bu çalışma, cerrahi tedavi planı çizilmesi amacıyla
yapılan spirometrik incelemede, tekrarlanan solunum
fonksiyon tes (SFT) ölçümlerinin gerek hastanın eğim
ve uyumunu, gerekse idrak sürecini olumlu etkileyip
etkilemediğinin ve tek ölçüm sonucuna göre tedavi
planı çizilmesinin doğruluğunun araşrılması amacıyla
yapılmışr.
Gereç ve Yöntem:
Mayıs 2008 – Aralık 2008 arasında, benign veya malign
bir patoloji ile kliniğimizde cerrahi girişim planlanan ve
preoperaf değerlendirme sırasında, aynı bbi teknisyen
tarandan, aynı gün içinde ve en az 10 dakika aralıklarla
iki kez ardışık SFT ölçümleri yapılmış olan hastalar
çalışmaya alındı. Iki ölçümde hesaplanan zorlu 1. saniye
ekspiratuar hacim (FEV1) ve zorlu vital kapasite (FVC)
yüzdeleri arasındaki farklar karşılaşrıldı.
Bulgular:
Çalışmaya 125 hasta dahil edildi (70 erkek, 55 kadın).
Tekrarlanan ölçümler sonrasında, 2.deneme sonuçlarında
FEV1 yüzdesi 95(%76) hastada arş gösterirken 5(%4)
hastada değişmemiş, 25(%20) hastada ise gerilediği
tespit edilmişr. FVC değerlerinde ise 55(%44) hastada
artma, 45(%36) hastada azalma ve 25(%20) hastada ise
değerlerin sabit kaldığı ölçülmüştür. Tüm grup genelinde
ikinci ölçüm sonrasında FVC değerlerinde anlamlı bir
yükselme olmazken (%0.9, p=0.18) , FEV1 değerlerinde
ise ortalama %3.2(p=0.02) gibi istasksel olarak anlamlı
düzeyde bir arş olduğu hesaplanmışr.
Sonuç:
Herhangi bir sebeple SFT ölçümü yapılan hastalarda,
tekrarlanan ölçümlerin bilhassa FEV1 değerini olumlu
olarak etkileyeceği akılda tutulmalıdır. Hasta uyumu
ve eğimi sonucu olduğu düşünülen arşların, tedavi
etkinliğinin takibi sırasında ve özellikle preoperaf
değerlendirme yapılan ve rezeksiyon sınırı SFT
değerlerine sahip hastalarda haya öneme sahip olduğu
da unutulmamalıdır.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
10 NİSAN 2009
PS218
PS219
ENDOBRONŞİYAL LEZYONU OLMAYAN VAKALARDA
LENF NODU
HAVAYOLU
YABANCI
CİSİM
ASPİRASYONUN
YÖNETİMİNDE FİBEROPTİK BRONKOSKOPİ
ÖMER ÖZBUDAK 1, TEZAY SANDIKLI 1, HİCRAN ÖZBUDAK
2
, GÜLAY ÖZBİLİM 2
PINAR MUTLU , EYÜP SABRİ UÇAN , ATİLA AKKOÇLU ,
ARİF ÇIMRIN , OYA İTİL , OĞUZ KILINÇ , CAN SEVİNÇ
AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI AD
2
AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ PATOLOJİ AD
DEUTF GÖĞÜS HASTALIKLARI ABD
Amaç:
Çalışmamızda son 10 yılda DEUTF Göğüs Hastalıkları AD
‘ na başvuran yabancı cisimleri ve çıkarılma yöntemlerini
araşrıldı.
1
Transbronşiyal iğne aspirasyonu (TBİA) akciğer kanserinin
mediasnal tutulumunu değerlendirmede kullanılan
oldukça güvenli ve minimal invaziv bir teknikr
Gereç ve Yöntem:
Ağustos 2007 ve Aralık 2008 tarihleri arasında Göğüs
Hastalıkları Kliniğimizde endobronşiyal lezyonu olmayan
116 vakaya lenf nodu TBİA yapıldı. Vakaların yaş
ortalaması 63 idi. 82’si (%71) erkek, 34’ü (%29) kadın idi.
Ortalama 1-3 cm arasında değişen patolojik boyuaki
lenf nodlarına, her bir lenf noduna 1-3 arasında olmak
üzere aspirasyon yapıldı.
Bulgular:
İşlem sonucunda 60 vakada (%51,7) tanıya ulaşılırken
56 vakada (%48,3) tanıya ulaşılamadı.Tanıya ulaşılan
60 vakanın 47’sinde (%78) akciğer malignitesi 13’ünde
(%22) sarkoidoz tanısı mevcuu. Tanı koyulamayan 56
kişinin 9’una cerrahi biyopsi yapıldı ve 4 kişiye pozif tanı
koyuldu. 5 kişinin cerrahi biyopsi sonucu ise doğru negaf
olarak tanımlandı. 25 kişi metastak ve inoperabl akciğer
karsinomu kabul edildiği için kemoterapi/radyoterapi
tedavisine alındı. Klinik ve radyolojik takip kararı alınan 18
vaka mevcuu. 3 vakaya bronş lavajında Mycobacterium
tuberculosis saptandığı için antüberküloz tedavisi
başlandı. 1 vakaya ise takipte ex olduğu için ileri tetkik
planlanamadı.
Sonuç:
TBİA başta malignite ön tanısı olan vakalarda güvenli ve
tanıya katkısı yüksek olan bir yöntemdir.
Amaç:
Gereç ve Yöntem:
Retrospekf olarak son 10 yılda karşılaşılan yabanci cisim
aspirasyonları dosya taranarak bulundu ve hastalar yaş,
cinsiyet, yabanci cismin cinsi ve yeri, PA akciğer grafisi
bulguları ve çıkarılma yöntemi olarak araşrıldı.
Bulgular:
1999-2008 yıllarındaki DEUTF Göğüs Hastalıkları
Bölümümüzce yapılan bronkoskopilerden 17 ‘sinde
yabancı cisim aspirasyonu saptanmışr. 9’u (%52,9)
erkek ,8 ‘i kadındı (%47,1)Kadınların yaş ortalaması
23,75 ± 5,25 ken erkeklerin yaş ortalaması 66,55±7,00
saptandı. Yabancı cisimlerden 2 tanesi bezelye ,3 tanesi
nohut, 2 tanesi tavuk kemiği ,2 tanesi meyva parçası ve
7 tanesi türban iğnesiydi.Gıda aspirasyonu yaşlı erkek
hastalarda gözlenirken, genç bayan hastalarda türban
iğnesi aspirasyonu mevcuu.Literatürde de bezelye
ve sebze yabancı cisimleri sıklıkla görülmekle birlikte
aspire edilen yiyeceğin cinsi ülkeye ve yöresel beslenme
alışkanlıklarına bağlıydı. Bizim çalışmamızda da literatürle
uyumlu olarak 12 hastada (%70,6) yabancı cisim sağ
bronş ağacında, 2 hastada (%11,8) sol bronş ağacında
ve 3 tanesinde (%17,6) trakeada bulunuyordu.Hastaların
PA akciğer grafi bulgusu olarak 7 tanesinde (%41,2)
infiltrasyon, 1 tanesinde (%5,9) hava hapsi, 6 tanesinde
(%35,3) radyoopak yabancı cisim mevcuu. 3 PA akciğer
grafisi normaldi. 5 hastada(%29,4) rijit bronkoskopi
kullanılırken 12(%70,6) hastada FOB kullanılmışr.
Sonuç:
Hernekadar rijid bronkoskopi yabancı cismi çıkarrken
güvenli bir hava yolu oluştursa da yeterli tecrübe ile flexible
bronkoskopinin de yabancı cisimlerin çıkarlmasında
güvenle kullanılabileceğini düşünüyoruz.
233
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
10 NİSAN 2009
PS220
PS221
YALNIZ PULMONER BULGULARI OLAN AİLESEL AKDENİZ
ATEŞİ; GENETİK ANALİZ İLE ERKEN TANI
TRANSTORASİK İNCE İĞNE ASPİRASYONU- 5 YILLIK
SONUÇLARIMIZ
FİDAN SEVER 1, MUSTAFA SEVER 2, SALAHATTİN SANAL
3
, MURAT YALÇIN 3, AFİG BERDELİ 4
SEDAT ALTIN , GÜLCİHAN ÖZKAN , MEHMET TUNÇ
KARADELİ , FÜSUN ŞAHİN , SİBEL YURT , DİLEK KANMAZ
, FİGEN ALKAN , ATAYLA GENÇOĞLU
BORNOVA ŞİFA HASTANESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI
EGE ÜNİVERSİTESİ ACİL TIP ANABİLİM DALI
3
BORNOVA ŞİFA HASTANESİ, DAHİLİYE
4
BORNOVA ŞİFA HASTANESİ, GENETİK BÖLÜMÜ
1
2
YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARU VE GÖĞÜS CERRAHİSİ
EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
Amaç:
Amaç:
Plörik göğüs ağrısı, plevral sıvı ve ateş, Ailesel Akdeniz
Ateşi (AAA) olan hastaların sadece %5-10’unda
görülmektedir. Bu çalışmada sadece plörik göğüs ağrısı
ve ateşle başvuran ve AAA tanısını genek analiz ile
koyduğumuz 6 hastanın sonuçlarını sunduk.
İlk defa hastanemizde 1980’li yılların başlarında
hocalarımız Dr.Adnan Ekmekçioğlu ve Dr.Saden
Çıkrıkçıoğlu tarandan skopi alnda Chiba iğnesiyle
başlalan Transtorasik iğne aspirasyonu işlemiyle ilgili 5
yıllık bir genel bir döküm vermek amaçlanmışr.
Gereç ve Yöntem:
Gereç ve Yöntem:
Başvuru anında, run laboratuar ve mikrobiyolojik
değerlendirmeler süresince, 6 hastada infeksiyon ihmali
nedeniyle anbiyok tedavisi verildi. Diğer tanısal
testlerle eyolojinin saptanamaması ve konvansiyonel
tedaviye yanıt alınamaması nedeni ile genek analiz
yapıldı. Genomik DNA’dan direkt DNA sekans metoduyla
MEFV geni mutasyon analizi yapıldı.
Bulgular:
Hastaların yarısı erkek. Beşi 50 yaşın üzerinde,
biri 33 yaşındaydı. Hastaların tümünde pik karın
ağrısı olmaksızın ateş ve plörik göğüs ağrısı vardı.
Sedimentasyon ve C reakf protein düzeyleri yüksek.
Üç hastada perikardiyal sıvı tespit edildi. Genek
analizle MEFV geni üzerinde R202Q/R202R, E148V/
E148E, R314R, E474E, Q476Q, D510D, E148Q/E148E
heterozigot polimorfizm ve M694V/M694V mutasyonları
tespit edildi.
2004 başı ile 2008 sonu arasında hastanemiz polikliniğine
başvuran hastalarımızla yatan hastalarımıza, BT
eşliğinde uygulanan TTİA işlemiyle ilgili, değişik analizler
yapılmışr.
Bulgular:
Son 5 yılda hastanemizde çalışan 41 uzman hekim, BT
eşliğinde 8.607 TTİA işlemi gerçekleşrmişr. Günde
ortalama 9 hastaya TTİA işlemi uygulanmaktadır. Bunların
% 45’i ayaktan % 55 ‘i ise yatan hastalara uygulanmaktadır.
Uzman hekim başına düşen TTİA sayısı ise, yıllık 5-150
arasında değişmekle birlikte ortalama 42 işlemdir. TTİA
tekrar oranları ve komplikasyon oranlarının yapılan işlem
sayısıyla,işlemi gerçekleşren hekim arasında anlamlı bir
ilişki gösterilememişr. Son 4 yıldır hastanemizde yıllık
yatan hasta, göğüs hastalıkları poliklinik sayısı ve bu
hastalara yapılan TTİA sayıları ve oranları biribirine yakın
düzeylerdedir.
Sonuç:
Sonuç:
Eyolojisi belirlenemeyen plörik göğüs ağrısı ve ateşle
başvuran özellikle etnik kökenli hastalarda genek
analiz, AAA tanısını koymada yardımcıdır. Bu hastaların
zaman kaybı olmaksızın spesifik tedavi almalarına
yardımcı olacakr. Böylece erken tanı ve tedavi sekonder
amiloidozis gelişmesini ve hastalığın ilerlemesini
önleyecekr.
234
Hastanemizde göğüs hastalıkları uzmanlarımızca
uygulanan TTİA işlemi, göğüs hastalıkları uzmanlık
eğiminde büyük bir avantaj sağlamaktadır.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
10 NİSAN 2009
PS222
PS223
PERİFERİK AKCİĞER NODULLERİNDE TANI AMAÇLI
FİBEROPTİK BRONKOSKOPİ GEREKLİ Mİ?
FEV1’DEKİ % 12 VE 0,2 LİTRE ARTIŞ ASTIM VEYA KRONİK
OBSTRUKTİF AKCİĞER HASTALIĞI OLAN TÜM HASTALARI
AYIRT EDEBİLİR Mİ?
GÖKÇEN ÖMEROĞLU , SELİN KALA , OĞUZ KILINÇ
DEÜTF GÖĞÜS HASTALIKLARI A.D.
EYLÜL B. YILMAZ , SEVİNÇ S. ULAŞLI , BERNA A.
ÖZYÜREK , GAYE ULUBAY
Amaç:
BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD
Periferik akciğer nodüllerinin BT’nin sık kullanılmaya
başlanmasıyla saptanma oranı artmış ve bunlarda tanısal
amaçlı bronkoskopi sıkça yapılmaktadır. Çalışmamızda
bronkoskopinin bu hastalarda gerekliliğinin sorgulanması
amaçlandı
Amaç:
Gereç ve Yöntem:
2006-2008’de kliniğimizde periferik akciğer nodülü/
nodülleri nedeniyle bronkoskopi yapılan hastaların
bronkoskopik ve patolojik bulguları değerlendirilerek
bronkoskopinin tanıya katkısı değerlendirildi
Bulgular:
1- 73 hastanın 10’unda (%13.6) akciğer dışı malignite
olup ikisinde (%20) bronkoskopik bulgu gözlenerek bir
hastanın alınan biyopsi sonucu apik squamoz metaplazi
olarak raporlandı. Periferik nodülü olan metastak
akciğer malignitesi öntanılı hastalarda bronkoskopinin
tanıya katkısı olmamışr. 2- Primer akciğer malignitesi
öntanısı ile bronkoskopi yapılan 56 hastanın alsında
(%10.7)patolojik bulgu gözlendi. Bunlardan ikisinde
(%3.5) tanıya ulaşıldı. Tanı konulamayan 50 hastadan
10’una cerrahi uygulandı ve yedisi maligniteyle
sonuçlandı. Üç hastada patoloji sonucu benign olarak
raporlandı. Primer akciğer kanseri öntanılı 56 hastanın
ikisinde endobronşial ezyondan malignite tanısı kondu
ancak bunlarda bronkoskopi öncesi başka yöntemlerle
tanı konmuştu. Primer odak saptanması açısından
bronkoskopi yapılmış ancak bronkoskopik bulgunun
tedaviye etkisi olmamışr. 3- Yedi hastaya benign ön
tanılarla bronkoskopi yapılmışr, ikisinde patolojik bulgu
gözlenmiş, tanıya ulaşılamamışr. Ön tanıları benign olan
periferik akciğer nodüllerinde bronkoskopinin tanıya
katkısı olmamışr
Sonuç:
Benign veya metastak akciğer malignitesi ön tanılı
periferik nodül saptanan hastalarda bronkoskopinin
tanıya katkısı olmadığından tanı algoritmasında öncelikli
olmaması gerekğini, bu hastalara ilk planda diğer
yöntemlerin uygulanmasını öneriyoruz
Bronkodilatör tes(BDT) kriteri Amerikan Toraks
Derneği(ATS)’ne göre “FEV1 ’de % 12 ve/veya 0,2 L arşı”
iken, Avrupa Solunum Derneği(ERS)’ne göre “FEV1’de %
12 ve 0,2 L arşı” olarak tanımlanmaktaydı. Güncel ATS
ve ERS klavuzunda ‘‘FEV1 veya FVC’de %12 arş ve FEV1
veya FVC’de 0,2 L arş’’ geri dönüşümlülük kriteri olarak
kabul edilmektedir. Yeni kriterin asm ve/veya kronik
obstrükf akciğer hastalığı (KOAH) tanısında yetersiz
kalabileceğini düşünmekteyiz.
Gereç ve Yöntem:
Çalışmamızda 2003-2008 yılları arasında tanı alan, 208
(ortalama yaş: 60±13, erkek/kadın:102/106, ortalama
preFEV1: 2,1±0,8L, preFVC: 3,4±1,2L, postFEV1: 2,3±0,9,
postFVC: 3,6±1,1) KOAH (n:112) ve asmlı (n:96) hastanın
BDT sonuçları karşılaşrıldı. Bronşiektazi, bronşiyolit
ve tüberküloz hikayesi olan hastalar çalışmanın dışında
tutuldu.
Bulgular:
141 (68%) hastada eski kritere göre geri dönüşümlü
havayolu darlığı varken, yeni kritere göre 80 (38%)
hastada geri dönüşümlü havayolu darlığı mevcuu.
Havayolu darlığı olan 61 (30%) hasta eski kriterlere göre
hava yolu darlığı geri dönüşümlü iken yeni kriterlere
göre değildi. 61 hastanın asm ve KOAH ayırıcı tanısı
için öykü ve fizik muayene bulguları kayıtlara göre tekrar
değerlendirildiğinde 61 hastanın 29 (% 47)’u asm tanısı
almışken 32 (% 53)’si KOAH tanısı almış.
Sonuç:
Sonuç olarak, havayolu darlığı olan hastaların ayrıcı tanısı
sadece BDT’ne dayalı olmamalıdır. Klinisyenler hastaların
asm ve KOAH ayırıcı tanısında öykü ve fizik muayene
bulgularının hala çok önemli olduğunu akılda tutmalıdır.
235
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
10 NİSAN 2009
PS224
PS225
HASTANEMİZDE YAPILMIŞ OLAN KARDİYOPULMONER
EGZERSİZ TESTLERİNİN ANALİZİ
ERİŞKİN YAŞTA TEŞHİS EDİLEN PULMONER ARTER
GELİŞİMSEL ANOMALİLERİ
SERDAR AKPINAR , NAZİRE UÇAR , TUĞRUL ŞİPİT
FERHAN ÖZŞEKER , MURAT YALÇINSOY , ATEŞ BARAN ,
BELMA AKBABA BAĞCI , ESEN AKKAYA
ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI VE CERRAHİ EĞİTİM VE
ARAŞTIRMA HASTANESİ
Amaç:
T.C.S.B. İSTANBUL SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI
VE CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
Amaç:
Hastanemiz solunum laboratuvarında yapılmış olan
kardiyopulmoner egzersiz testlerinin (KPET) incelenmesi
ve özelliklerinin belirlenmesi.
Gereç ve Yöntem:
Hastanemizde Haziran 2007- Aralık 2008 tarihleri arasında
82 hastaya çeşitli endikasyonlarla yapılmış olan toplam 88
kardiyopulmoner egzersiz tes (KPET) incelemeye alındı.
Testlerin tamamı bisiklet ergometrisiyle ve incremental
egzersiz test protokolü uygulanarak yapıldı.
Bulgular:
Hastalarımızın 52’si (%63) erkek ve 29’u (%37) kadındı
ve ortalama (ort.) yaş 43±15.33’dü. Yirmibeş hastada
(%30) KOAH, 10’unda (%12 ) diffüz parankimal akciğer
hastalığı, 16’sında (%19) akciğer kanseri, 13’ünde (%15)
asm tanısı mevcuu. Hastalarımızdan 26’sına (%31.7)
dispne eyolojisi araşrılmak üzere KPET yapılırken,
17(%20.7) maluliyet değerlendirmesi, 16 (%19.5) hastaya
preoperaf değerlendirme, 13 (%15.8) asmlı hastaya
egzersiz provakasyonu, diffüz parankimal akciğer hastalığı
bulunan 10 (%12.2) hastaya tedavi takibi amacıyla toplam
16 KPET yapıldı. Hastaların 9’unda (%10) maksimal
test sonucu alındı. Maksimal test elde edilemeyen
hastalarda, nefes darlığı (%49.5), bacak yorgunluğu
(%27.7), aritmi (%3.2) ve desatürasyon (%9.6) nedeniyle
test sonlandırıldı. Testlerde ort. 16.89±4.36 wa/dk
yük arşı yapıldı ve testlerde ortalama ulaşılabilen yük
108.13±46.75 wa olarak belirlendi. Testlerden elde
edilen sonuçlarda peak VO2 ort. 18.83±15.16 ml/kg/
dk’dı. Ort. VEmax 66.01±27.83 l/dk, solunum rezervi
21.41±24, VE/VCO2 39.51±10.74 bulundu. Test sırasında
gelişen en önemli komplikasyon aritmiydi ve 5 (%5)
olguda geliş.
Pulmoner arterin (PA) gelişimsel anomalileri oldukça
nadir görülmektedir. Erken yaşta teşhis konamayan
olgular ileri yaşlarda genellikle geçirilmiş hastalığa bağlı
akciğer hasarı olarak yorumlanmakta, belki de pek
çok olgu bu şekilde tanısız kalmaktadır. Biz de, nadir
görülmesi nedeni ile, kliniğimizde yatarak tetkik edilen
üç erişkin pulmoner arter gelişimsel anomalili olguyu
sunduk.
Gereç ve Yöntem:
Olguların üçüde erkek (yaş; sırasıyla 53,56,42), bir
olguya yedinci, bir olguya dördüncü, bir olguya ise ilk
yaşında tanı konabilmiş. Tüm olgularda enfeksiyon ve
şiddetli nefes darlığı hastaneye yaş nedeniydi.
Bulgular:
EKO tüm olgularda normal idi. PA akciğer grafisinde 1.
olguda; mediasnal şi, sağ hiler genişleme, 2. olguda;
sağ parakardiyak homojen opasite, mediasnal şi, 3.
olguda; sol parakardiyak homojen opasite, mediasnal
şi görüldü. Bilgisayarlı tomografi bir olgu dışında tanıya
yardımcı olmamışken, MR-anjiografi tüm olgularda ileri
invaziv işleme gerek kalmadan tanı koydurucu olmuştu.
Bir olguda sol PA agenezisi, 2 olguda PA hipoplazisi (biri
sağ, diğeri sol) tespit edildi. Hastalara semptomak
tedavi uygulanmış.
Sonuç:
Sonuç olarak üç olgumuza da 40 yaş üstünde tanı
konabilmişr. Bu olguların tanılarının MR-anjiografi ile
kesinleşrilmesi pulmoner arter gelişimsel anomalisi
düşünülen hastalarda MR-anjiografi’nin non-invaziv bir
tanı aracı olarak kullanabileceğini göstermektedir.
Sonuç:
KPET yapılan hastalarımızın çoğunluğunu KOAH tanısı
olanlar oluşturmaktadır. En çok dispne etyolojisi
araşrmak amacıyla KPET yapılmışr. Hastalar en çok
nefes darlığı gelişmesi nedeniyle tes bırakmışr.
236
PS226
(Bu bildiri yazarları tarandan geri çekilmişr.)
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
10 NİSAN 2009
PS227
PS228
REZEKE EDİLMİŞ KÜÇÜK HÜCRE DIŞI AKCİĞER
KANSERİ’NDE EGFR EKPRESYONUNU VE SAĞKALIM İLE
İLİŞKİSİ
THE MORPHOLOGICAL CHARACTERISTIC OF A HIGHALTITUDE PULMONARY EDEMA
EKREM CENGİZ SEYHAN , HÜLYA ABALI , SİNEM NEDİME
SÖKÜCÜ , LEVENT DALAR , NUR BÜYÜKPINARBAŞILI ,
SEDAT ALTIN
YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ
EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
Amaç:
Epidermal Growth Faktör Reseptörü (EGFR)’nin
Küçük hücreli dışı akciğer kanserinde (KHDAK) tümör
oluşumunda ve progresyonunda önemli rol oynadığı
düşünülmektedir. Bununla birlikte, KHDAK’de EGFR’nin
prognosk değeri tarşmalıdır. Bu çalışmada, komplet
rezeke edilmiş KHDAK’li hastalarda, tümör dokusunda
immünhistokimyasal yöntemlerle saptanan EGFR
ekspresyon düzeylerinin sağkalım üzerindeki etkisi
araşrıldı.
Gereç ve Yöntem:
KHDAK tanısıyla torakotomi yapılmış olan, patolojik
evreleme sonucunda T1-2, N0-1, M0 evrelerindeki,
komlet reseksiyon yapılmış, operaf mortalite gelişmemiş
ve postoperaf adjuvan kemoterapi veya radyoterapi
uygulanmamış toplam 98 hasta değerlendirildi.
98 hastanın elde edilen tümör örneklerinden
immünohistokimyasal boyama yöntemiyle EGFR
ekspresyon düzeyi incelendi. Hastaların sağkalım oranları
hesaplandı. Sağkalımı etkileyen faktörler tek değişkenli
ve çok değişkenli olarak analiz edildi.
Bulgular:
İmmünhistokimyasal boyama yapılan 98 tümörün 75’inde
(% 77) EGFR ekpresyonu saptandı. EGFR ekspresyonu
skuamöz hücreli kanserlerde daha sık olarak gözlendi.
EGFR eksprese eden tümörlü hastaların 5 yıllık sağkalım
oranı, ekprese etmeyenlerin oranı ile karşılaşrıldığında
istasksel olarak anlamlı değildi.
Sonuç:
Rezeke edilmiş erken evre KHDAK için, EGFR’nin sağkalımı
belirlemede etkili olmadığı saptanmışr.
NUSURET RAİYMBEKOV
INSTİTUTE OF MOLECULAR BİOLOGY AND MEDİCİNE
ATTACHED TO NATİONAL CENTRE OF CARDİOLOGY AND
İNTERNAL MEDİCİNE NAMED AFTER ACADEMİCİAN
MİRSAİD MİRRAKHİMOV
Aim:
The aim of study of the pathomorphological sighs of
high-altude pulmonary edema (HAPE).
Method:
Histological, morphometrical and electron microscopy
methods were applied. The lungs and hearts from 3
lowlanders dead from HAPE were invesgated. The
lungs and hearts from accidentally dead lowlanders
without cardio-vascular pathology were invesgated as
control. Also we invesgated the lungs and hearts from
5 nave highlanders (3000-3600 m above sea level) for
study of the structural adapve changes in pulmonary
vessels.
Results:
We found the intersal and alveolar edema with
repeated covering of alveolar walls by hyaline membrane and place of neutrophil inflammatory in paents
with HAPE. Electronic microscopy showed the increase
of permeability of alveolar-capillar membrane and
development of vacuolar dystrophy of endothelium and
alveolocytes I and II type. At high-altude hypoxia in
pulmonary vessels there were founded severe structural adapve changes (hypertrophy of media of pulmonary arterioles, development of longitudinal muscular
layer, thickening of basal membrane of aerohemac
barrier).
Conclusion:
These changes are protecve adapve mechanisms
against HAPE.
237
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
10 NİSAN 2009
PS229
PS230
ÜÇÜNCÜ
BASAMAK
GÖĞÜS
HASTANESİNDE
ÇALIŞANLARIN SİGARAYA YÖNELİK TUTUMLARI
DİFÜZ İNTERSTİSYEL AKCİĞER HASTALIKLARINDA FARKLI
BİYOPSİ TEKNİKLERİNİN TANISAL DEĞERİ
MEHMET ATİLLA UYSAL , SEDAT ALTIN , FİGEN KADAKAL
, AYGÜN GÜR , AYŞE BAHADIR , SİBEL YURT , CEM TİGİN
, FİRDEVS ATABEY
NALAN DEMİR FIRAT , AYPERİ MERZİ ÖZTÜRK , SERAP
UNCULU , DEMET KARNAK , OYA KAYACAN
YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ
EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ANABİLİM DALI
Amaç:
Amaç:
Sigarayla savaşta ön saa yeralması gereken bir Göğüs
Hastalıkları Hastanesinde sağlık çalışanlarının sigaraya
karşı tutumlarını belirlemeyi amaçladık.
Gereç ve Yöntem:
Nisan 2008 de hastanemizde çalışan 217 sağlık çalışanına
sigara içme alışkanlıkları ve sigaraya karşı tutumları,
anket yolu ile birebir görüşülerek uygulandı.
Bulgular:
Sağlık çalışanlarının 89 (% 41)’1i erkek, 128 (% 59)’u
kadın idi. % 25’i doktor, % 29’ u hemşire-sağlık memuru
ve teknisyen ve % 46’sı de personel olarak çalışmakta
idi. Hastanede çalışanların % 48’i sigara içmekte, %
13’ü sigara içmiş bırakmış, % 39’u halen içmekte idi.
Sigara içiminin en fazla personel grubunda, en az doktor
grubunda olduğu görüldü. Hastanede sigara içenlerin
içme yasağı uygulaması ile soruya sigara içen çalışanların
% 61.5’ i zorlanacaklarini belirler. Sigara içenlerin %
80’ i sigarasız hastane uygulamasını doğru bulurken,
tüm çalışanların % 90’ nı sigarasız hastane uygulamasını
desteklerken, % 92’ si ise örnek bir uygulama olacağını
düşünmekteydi.
Sonuç:
Göğüs hastalıkları hastanesi çalışanlarının tamamına
yakını, sigarasız hastane uygulamasını desteklemekte
ve örnek oluşturacağını düşünmektedir. Sigara içenlerin
de sigarasız hastane uygulamasını desteklemesi, tütün
kullanımı yasaklanması ile ilgili yasanın hastaneleri
de kapsaması yönünde sağlık çalışanlarının olumlu
yaklaşımları olduğunu göstermektedir.
Bir çok difüz interssyel akciğer hastalıklarında(DİAH),
bronkoalveolar lavaj(BAL) bulguları spesifik değildir. Tüm
non-invasif yöntemler yetersiz olduğunda, DİAH tanısı için
invaziv yöntemler gerekli olabilmektedir. Bu çalışmanın
amacı; DİAH’da bronkoskopik biyopsiler ve cerrahi
akciğer biyopsisinin tanısal değerini değerlendirmekr.
Gereç ve Yöntem:
Difüz interssyel akciğer hastalığı olan 140 hasta
(80 kadın,60 erkek; ortalama yaş:53.25±16.14)
değerlendirildi. Hastaların tanıları idiopak interssyel
pnömoni(İİP)(n:76), sarkoidoz(n:37) ve diğer nedenlere
bağlı interssyel akciğer hastalığı(İAH)(n:27) idi. Toplam
110 hastada fleksibl bronkoskopi ile 64 transbronşial
biyopsi (TBB), 49 bronşial mukoza biyopsisi, 58 BAL
alındı. 32 olguda cerrahi akciğer biyopsisi(CAB)
gerçekleşrildi..
Bulgular:
TBB alınan 64 olgunun klinik tanıları sarkoidoz(n:14),
İİP(n:37) and diğer İAH (n:13) idi. Sarkoidozlu olguların
6’sında TBB pozii (%42.85). Bronşial mukoza biyopsisi
ve CAB , sarkoidozda %75 pozif bulundu. İİP’li hastalarda,
TBB, bronşial mukoza biyopsisi ve CAB sırasıyla 37,24 ve
7 hastada gerçekleşrildi ve bu biyopsi tekniklerinin tanı
etkinliği yine sırasıyla %18.91(n:7), %8.33(n:2), %100(n:7)
olarak bulundu. Tüm olguların 32’sinde cerrahi biyopsi
(14 CAB, 10 mediasnoskopi, 8 ekstrapulmoner biyopsi)
yapıldı. CAB’nin pozif olduğu İAH’larının belirlen
tanıları mevcuu: 6 İİP, 3 sarkoidoz, 4 diğer İAH. CAB’nin
tanısal etkinliği tüm olgularda %92.86 idi.
Sonuç:
Sonuç olarak, TBB ve bronşial mukoza biyopsisi diğer
intersyel akciğer hastalıklarına göre Sarkoidoz tanısında
daha başarılıdır. İdiopak intersyel pnömoni şüphesi
olan olgularda cerrahi akciğer biyopsisi gereklidir.
238
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
10 NİSAN 2009
PS231
Conclusion:
MUCOCILIARY TRANSPORT IN PATIENTS WITH COPD
FROM THE COTTON-GROWING AREAS OF UZBEKISTAN
The study of paents with COPD from coon-growing
areas of Uzbekistan including paents with pescides
accumulaon and without them showed development
of significant mucociliary insufficiency that deteriorates
the signs of bronchial obstrucon in paents with
COPD and pescide accumulaon. The increase in
sputum adhesiveness and surface tension may be
used as addional criterion of MCT impairments.
KAMOLA UBAYDULLAEVA , IRİNA LİVERKO , SAYERA
ARİFKHANOVA ,
NATİONAL INSTİTUTE OF TB AND PULMONOLOGY,
TASHKENT
Aim:
To perform comparave analysis of mucociliary transport
(MCT) in the paents with chronic obstrucve pulmonary
diseases (COPD) from coon-growing areas of Uzbekistan
with and without body accumulaon of pescides.
Method:
The study included 98 paents with COPD of different
severity aged from 30 to 56 years, of them males were
51 and females 47. Diagnosis of COPD was established
due to complex clinical examinaon, measurement of
external respiraon with computed pneumotachometry
on the pneumoscope. The content of pescides was
measured with use of gas-liquid chromatography. The
mucociliary transport was studied by the me of MCT,
adhesiveness and surface tension of sputum as well as
its content of bound and free water. The me of MCT
was assessed by me of sputum hemoglobin secreon
inhaled through ultrasound inhalator. Adhesive sputum
capacies were defined with method of breaking of
contact with glass in stable working regimens. For
quantave assessment of surface tension there was used
method of tearing off from ring. The content of sputum
water fracon was measured with use of dilatometric
method when sputum was previously homogenized
with subsequent centrifuging at 1500 revoluons
per minute ll complete eliminaon of air bubbles.
Results:
Analysis of contents of chlororganic compounds in
the paents with COPD showed presence of fracons
α-HCCH, γ-HCCH (hexachlorocyclohexane), DDT
(dichlordiphenyltrichloroethane) in the blood fracons
of 66 paents. The study of MCT showed significant
increase in me of inhaled indicator withdrawal in
paents with pescides accumulaon 64,4±2,8 h, and in
paents with COPD without pescides in blood 46,8±2,2
h (norm 24±1,2 h). With the longer release of an
inhaled indicator (MCT me > 48 hours), peak of forced
expiratory flow velocity was found considerably decrease
in this category of paents that in paents without
impaired MCT (1,8±0,6 l/sec versus 5,9±0,3 l/sec).
239
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
MS026
MS027
ORTA YAŞLI UYKU KLİNİĞİ KOHORTUNDA DİYABET
GELİŞİMİNDE CİNSİYETİN ETKİSİ-16 YILLIK TAKİP
HEPCİDİN; OBSTRÜKTİF UYKU APNE SENDROMUNDA
NOKTURNAL HİPOKSİNİN YENİ BELİRTECİ
YELDA TURGUT CELEN 1, JAN HEDNER 2, YÜKSEL PEKER 1
ESRA BİLGİN 1, CENGİZ ÖZDEMİR 1, HİKMET FIRAT
1
, SADIK ARDIÇ 1, AHMET UĞUR DEMİR 2, MURAT
KIZILGÜN 3
SLEEP MEDİCİNE UNİT, DEPARTMENT OF NEUROLOGY
AND REHABİLİTATİON MEDİCİNE, SKARABORG
HOSPİTAL, SKOVDE, SWEDEN
2
SLEEP LABORATORY, DEPARTMENT OF PULMONARY
MEDİCİNE, SAHLGRENSKA UNİVERSİTY HOSPİTAL,
GOTHENBURG, SWEDEN
1
Amaç:
1991 yılından sonra ardaşık olarak uygun bazal
karakterleri, klinik çizelgeleri ve İsveç hastane kayıt
bilgileri olan (n=318; 254 male, 64 female; ortalama
49.2+10,0; 30-69 yaş) uyku klinik kohortunda Diabetus
Mellitus (DM) gelişimine cinsiyen etkisi araşrılmışr.
Gereç ve Yöntem:
Başlangıçta DM tanısı olan 4 hasta ve takip süresinde
ölen 49 hasta çalışmaya alınmamışr. Kalan 265 hastaya
2007 yılında kilo, uyku yakınmaları, obstrükf uyku apnea
(OSA) için aldıkları tedavileri, eşzamanlı hastalıkları ve
doktor tarandan konan DM tanılarının sorgulandığı
anket gönderilmişr. 31 Aralık 2007 tarihine kadar 168
(63,4%) hasta bu ankete cevap vermişr.
Bulgular:
OSA tanılı hastalar (OSA; overnight oxygen desaturaons
≥ 30, 1991 yılında) arasında DM tanısı %24.9 vakada
tespit edilirken bu oran OSA tanısı olmayanlarda %10.8’de
kalmışr (p=0.020). Erkekler arasında DM oranı OSA olan
hastalarda daha yüksek olmasına (19.1%) karşın OSA
tanısı olmayan erkeklere göre (11.1%) istasksel olarak
bir fark saptanmamışr. Ancak OSA tanısı alan kadınlarda
bu oran %50 ile OSA olmayan kadınlara kıyasla (9.5%)
yüksek bulunmuştur (p=0.022).Mulvaryant analize
göre, DM kadınlarda BMI, yaş veya takip süresinde
alınan kilo ile predikte edilemez iken sadece 11.78 OR ve
1,1-124.1 95% güven aralığına (CI) sahip OSA ile predikte
edilmektedir. Erkeklerde ise DM gelişimini sadece BMI’i
(OR 1.16, 95% CI 1.00-1.35) predikte etmektedir.
Sonuç:
Sonuç olarak, DM gelişiminde OSA’nın katkısı cinsiyet
bağımlıdır ve kadınlarda erkeklere göre daha yüksekr.
240
11 NİSAN 2009
SB DIŞKAPI YBEAH GÖĞÜS HASTALIKLARI VE TBC
KLİNİĞİ
2
HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI VE
TBC KLİNİĞİ
3
SB DIŞKAPI ÇOCUK HASTALIKLARI HASTANESİ
BİYOKİMYA KLİNİĞİ
1
Amaç:
Obstrükf uyku apne sendromunda(OUAS)gece
boyunca gelişen intermian hipoksi ile birlikte oluşan
reoksijenasyon-reperfüzyon
hasarı,inflamatuar
mediatör faktörlerin akvasyonuna ve inflamasyona
neden olur.Demir metabolizmasında rol oynayan
hepcidinin karaciğerden sentezi;hipoksik durumlarda
azalırken,inflamatuar
durumlarda
artmaktadır.Bu
çalışmada amaç;hipoksinin inflamasyona neden olduğu
OUAS’da hepcidin düzeyinin değişimini incelemekr.
Gereç ve Yöntem:
Çalışmamıza 44 birey alındı.Polisomnografi kaydı
öncesi 21 00-23 00 saatleri arasında akşam
hepcidin(hepA)düzeyleri,polisomnografi kaydı sabahı
06 00-08 00 saatleri arasında sabah hepcidin(hepS)
düzeylerini belirlemek için kan örnekleri alındı.
Sabah-akşam
hepcidin
düzeyleri
farkı(hepS-A)
hesaplanarak kaydedildi.Bireyler apne hipopne
indeksine(AHİ)göre;AHİ
5-15(grup1,n:14),AHİ:1630(grup2,n:15),AHİ>30(grup3,n:15)olmak üzere 3 gruba
ayrıldı.
Bulgular:
Gruplar arasında hepS düzeyleri arasında anlamlı farklılık
saptanmazken,hepA düzeyleri grup2 ve 3’de grup
1’e oranla daha düşük saptandı(p<0,05).Orta ve ağır
OUAS’lı hastalardan oluşan grup2 ve 3 arasında ise hepA
düzeyleri arasında farklılık yoktu(p>0,05).HepS-A farkı
açısından, grup1-2 ve grup1-3 arasında istaksel olarak
anlamlı farklılık saptanırken,grup2-3 arasında farklılık
yoktu(sırasıyla p:0,013,p:0.005p:0,756).HepA düzeyleri
ile AHİ,ODİ(oksijen desaturasyon indeksi)veT90(uykuda
oksijen saturasyonunun %90’ın alnda geçği sürenin
toplam uyku süresine(TST)yüzdesi) arasında istaksel
olarak anlamlı negaf korelasyon saptandı(sırasıyla
p:0,001,p:0,001,p<0,01).HepS-A düzeyleri ile AHİ, ODİ
ve T90 arasında ise istasksel olarak pozif korelasyon
mevcuu(sırasıyla p:0,014,p:0,026,p:0,007).
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
11 NİSAN 2009
Sonuç:
Sonuç:
Çalışmamızda hipoksik durumlarda düzeyleri azaldığı
bilinen hepcidinin,orta ve ağır OSAS’lı hastalarda
akşam ölçülen düzeylerinin azaldığı ve bunun AHİ ile
belirlenen OSAS’ın ağırlığı ile ODİ ve T90’la belirlenen
intermian hipoksi düzeyleri ile negaf korele
olduğu,aynı grupta sabah-akşam hepcidin değerleri
farkı ile ise pozif korelasyon gösterdiği saptandı.Daha
önce bu konuda yapılan benzer bir çalışma olmadığı
için Hepcidinin,OUAS’ın ağırlığını ve buna bağlı gelişen
intermitan hipoksinin düzeyini belirlemede yeni ve
yararlı bir belirteç olarak kullanılabileceği düşünüldü.
Çalışmamızda, anlamlı derecede azalmış serebral
perfüzyon nedeniyle ağır dereceli obstrükf uyku
apne sendromunun iskemik inme riski ile ilişkili olduğu
söylenebilir.
MS028
OBSTRÜKTİF UYKU APNE SENDROMLU OLGULARDA TC99M HMPAO BEYİN SPECT BULGULARI
1
1
OĞUZ KÖKTÜRK , TANSU ULUKAVAK ÇİFTÇİ , HANDAN
İNÖNÜ 2, ÖZLEM L. KAPUCU 3, KEMAL ÜNAL 3, ÖZGÜR U.
AKDEMİR 3
GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ANABİLİM DALI
2
GAZİOSMANPAŞA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ANABİLİM DALI
3
GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ NÜKLEER TIP
ANABİLİM DALI
1
Amaç:
Obstrükf uyku apne sendromlu olgularda (OSAS),
özellikle sabahın erken saatlerinde inme riski yüksekr.
Ala yatan mekanizma olarak; çeşitli çalışmalarda OSAS’lı
hastalarda uyku sırasında serebral kan akım hızının
azaldığı gösterilmiş ise de, bölgesel beyin perfüzyonu
bulguları yeterince araşrılmamışr. Bu çalışmanın
amacı OSAS’lı olgularda bölgesel beyin perfüzyonunu
incelemekr.
Gereç ve Yöntem:
23 OSAS’lı olguda (8K, 15 E, yaş ortalaması:51±9) beyin
perfüzyon SPECT çalışması yapıldı. OSAS’lı olgular apnehipopne indekslerine (AHİ) göre hafif (AHİ:5-15, n=8)
veya ağır dereceli (AHİ>30, n=15) olmak üzere iki gruba
ayrıldı. Polisomnografik çalışmanın sabahında hastalar
uyandıktan sonra Tc-99m HMPAO (740 MBq) injekte
edildi ve 60 dakika sonra dual-headed gamma kamera
ile beyin görüntüleri elde edildi.
Bulgular:
Ağır dereceli OSAS’lı olgularda bütün beyinde, sağ ve
sol hemisferlerde serebral kan akımı oranları anlamlı
derecede daha düşüktü (p<0.05). Bölgesel karşılaşrma
yapıldığında; ağır dereceli OSAS’lı olguların frontal ve
parietal loblarında bilateral perfüzyonun azaldığı görüldü
(p<0.01). Serebellum, temporal ve oksipital loblar
açısından her iki grup arasında fark saptanmadı.
MS029
OBSTRÜKTİF UYKU APNE SENDROMU (OUAS)
HASTALARINDA FLEKSTÜP REFLEKTOMETRİ İLE
BELİRLENEN
ÜST
SOLUNUM
YOLLARINDAKİ
OBSTRÜKSİYON
LOKALİZASYONLARININ
CPAP
BASINCINA ETKİSİ
FULSEN BOZKUŞ 1, CANDAN ÖĞÜŞ 1, MURAT TURHAN 2,
AYKUT ÇİLLİ 1, ÖMER ÖZBUDAK 1, OKTAY DİNÇ 2
AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ABD
2
AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ KULAK BURUN
BOĞAZ HASTALIKLARI ABD
1
Amaç:
Obstrükf Uyku Apne Sendromu (OUAS); horlama,
uykuda solunum durmaları ve gündüz uyuklamalarla
seyreden bir sendromdur. Flekstüp reflektometri
(rinosleep) obstrüksiyon yerini belirlemede akusk
dalgalardan yararlanılan bir teknik olarak tanımlanmışr.
Çalışmamız rinosleep işleminin, yüksek CPAP basıncı
saptanan ve cihaza uyum sağlayamayan olgularda
obstrüksiyon lokalizasyonlarını göstermede yararlı
olabileceği düşüncesiyle planlandı.
Gereç ve Yöntem:
Bu çalışmaya polisomnografik inceleme sonrasında
OUAS tanısı alan ve tedavisinde CPAP endikasyonu
olan hastalar dahil edildi. AHİ>30 olan ve AHİ 5-30
arasında olup gündüz aşırı uykululuğu olan tüm OUAS’ lı
hastalara CPAP trasyonu planlandı Hastaların üst hava
yolu obstrüksiyon lokalizasyonunu belirlemek amacıyla
rinosleep tetkiki yapıldı. Hastaların rinosleep ile ölçülen
obstrüksiyon seviyeleri 3 gruba ayrıldı İlk 0-4 cm. arası
obstrüksiyonlar retropalatal obstrüksiyon, 4-10 cm
arasındaki obstrüksiyonlar retrolingual obstrüksiyonu,
hem 0-4 cm. hem de 4-10 cm.’deki obstrüksiyonlar ise
mikst obstrüksiyon şeklinde tanımlandı.
Bulgular:
Toplam 33 hasta çalışmaya alındı. Hastaların ortalama
CPAP basıncı 11.18 cmH20 (±2.910) olarak saptandı..
Retrolingual obstrüksiyon grubundaki hastaların CPAP
basıncı, retropalatal obstrüksiyon grubundaki hastaların
CPAP basınçlardan, mikst obstrüksiyon grubundaki
hastaların CPAP basıncı ise retropalatal obstrüksiyon
grubundaki hastaların CPAP basınçlarından anlamlı
olarak daha yüksek bulundu
241
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
11 NİSAN 2009
Sonuç:
Sonuç:
Rinosleep ile saptanan dil kökü obstrüksiyonu varlığında,
bu obstrüksiyona yönelik girişimlerin CPAP basıncı
üzerine etkisini değerlendiren geniş kapsamlı çalışmalara
ihyaç vardır.
Orta-ağır şiddetli OUAS hastalarında standart medikal
tedaviye ek olarak uygulanacak ev egzersiz programlarının,
hastaların egzersiz kapasitelerini ve yaşam kalitelerini
gelişrmesi nedeniyle OUAS tedavisine olumlu katkı
sağlayacağı düşünülmüştür.
MS030
SS042
OBSTRÜKTİF UYKU APNE SENDROMLU HASTALARDA EV
EGZERSİZ PROGRAMININ FONKSİYONEL PARAMETRELER
ÜZERİNE ETKİSİ
YOĞUN BAKIM DIŞINDA GELİŞEN HASTANE KÖKENLİ
PNÖMONİLER
SEVGİ ÖZALEVLİ 1, HAYRİYE KUL KARAALİ 1, DUYGU ILGIN
1
, OYA İTİL 2, İBRAHİM ÖZTURA 3, BARIŞ BAKLAN 3
EBRU ÇAKIR EDİS 1, OSMAN NURİ HATİPOĞLU 1, İLKER
YILMAM 1, ALPER EKER 2, ÖZLEM TANSEL 2, NECDET SÜT
3
DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ FİZİK TEDAVİ VE
REHABİLİTASYON YÜKSEKOKULU
2
DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ANABİLİM DALI
3
DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ NÖROLOJİ
ANABİLİM DALI
1
Amaç:
Obstrükf Uyku Apne Sendrom (OUAS)’lu hastalarda ev
programı şeklinde uygulanan egzersiz programlarının
etkisi bilinmemektedir. Bu nedenle çalışmamız,
OUAS’lı hastalarda ev programı olarak verilen egzersiz
programının fonksiyonel parametreler üzerine etkisinin
ortaya konması amacıyla gerçekleşrilmişr.
Gereç ve Yöntem:
Çalışmamıza, apne-hipopne indeksi 15 ve üstü olan 11
olgu dahil edildi. Hastaların tümüne solunum egzersizleri,
solunum kontrolü ile yapılan genel vücut egzersizleri
ve yürüme programları öğreldi. Egzersiz programı ev
programı şeklinde, 12 haa uygulandı. İzlem öncesi ve
sonrasında; solunum kapasitesi (solunum fonksiyon
tes), egzersiz kapasitesi (6 dakika yürüme tes), dispne
ve yorgunluk şidde (Modifiye Borg Skalası) hastalığa
özel yaşam kalitesi (Uykunun Fonksiyonel Sonuçları
Anke (FOSQ)) ve genel sağlıkla ilişkili yaşam kalitesi
(Kısa Form-36 Anke (SF-36)) değerlendirildi.
Bulgular:
Olgularımızın, yaş ortalaması 51.64±12.46, desatürasyon
yüzdesi 74.20±12.47 ve apne-hipopne sayısı 35.31±21.99
idi. İzlem sonunda hastaların yürüme mesafelerinde
arş, algılanan dispne ve bacak yorgunluğu şiddetlerinde
azalma olduğu saptandı (p<0.05). Yaşam kalitesi skorları
incelendiğinde ise, SF-36’nın fiziksel fonksiyon ve enerji
ve FOSQ’nin fiziksel akvite ve uyanıklık bölümlerinden
alınan puanların istasksel olarak anlamlı ölçüde ar
ğı
bulundu (p<0.05).
242
TÜTF GÖĞÜS HASTALIKLARI
TÜTF İNFEKSİYON VE KLİNİK MİKROBİYOLOJİ
3
TÜTF BİOİSTATİSTİK
1
2
Amaç:
Yoğun bakım dışı gelişen hastane kökenli pnömonilerle
(HKP) ilgili çalışmalar oldukça nadirdir. Bu çalışmanın
amacı yoğun bakım dışında gelişen HKP insidansını,
mortalite ile ilişkili risk faktörlerini, HKP’li olguların 6
haalık ve 1 yıllık survi oranlarını saptamakr.
Gereç ve Yöntem:
Mart 2005- Şubat 2006 tarihleri arasında yoğun bakım
dışında HKP gelişen ardışık 97’si erkek 154 erişkin hasta
prospekf olarak değerlendirildi. Bağışıklığı baskılanmış
hastalarda gelişen pnömoni olguları çalışma dışı bırakıldı.
HKP tanı ve tedavisi muldisipliner bir yaklaşımla rehber
önerilerine uygun olarak yapıldı. Hastaların 6 haalık
ve 1 yıllık sürvileri takip edildi. Survi analizlerinde
Kaplan Meier yöntemi, mortaliteyle ilişkili bağımsız
risk faktörlerini saptamak için cox regresyon analizi
uygulandı. HKP insidansı hesaplandı.
Bulgular:
Çalışma süresi içinde yoğun bakım hariç hastaneye
yatan 45679 erişkin hastadan 154’ünde HKP geliş. HKP
insidansı 1000 hastada 3.3 olarak hesaplandı. HKP’li
hastaların yaş ortalaması 64.53±14.92 (15- 98) idi.
Kaplan Meier sürvi analizine göre 3, 7,14, 42 ve 365.
gün sürvi oranları sırasıyla % 91, 81, 69, 49 ve 29 olarak
bulundu. Yaş (rölaf risk (RR): 1.026; %95 güven aralığı
(GA): 1.008- 1.045), kronik böbrek yetmezliği (RR: 1.8;
%95 GA: 1.087- 3.086), aspirasyon riski (RR: 2.86; %95
GA: 1.249- 6.564), steroid kullanımı (RR: 2.35; %95 GA:
1.306- 4.257) ve mullober infiltrasyon (RR: 2.1; %95
GA: 1.102- 4.113) 6 haalık mortalite ile ilişkili bağımsız
risk faktörleri olarak saptandı.
1011
NİSAN
2009
NİSAN
2009
TORAKS
DERNEĞİ
12.12.
YILLIK
KONGRESİ
TORAKS
DERNEĞİ
YILLIK
KONGRESİ
Sonuç:
SS044
HKP yoğun bakım dışında da gelişse tedavisi zor ve
mortalitesi yüksek bir hastalıkr.
BÖBREK NAKLİ YAPILAN HASTALARDA GELİŞEN AKCİĞER
KOMPLİKASYONLARI
SS043
DR.NURSEL TÜRKOĞLU SELÇUK 1, DR.FÜSUN ÖNER
EYÜBOĞLU 1, DR.NEVRA GÜLLÜ ARSLAN 1, DR.MEHMET
HABERAL 2
İMMUNSUPRESİF TEDAVİ ALAN HASTALARDA HKP
1
1
EBRU ÇAKIR EDİS , OSMAN NURİ HATİPOĞLU , İLKER
YILMAM 1, ALPER EKER 2, ÖZLEM TANSEL 2, NECDET SÜT
3
TRAKYA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI
2
TRAKYA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ KLİNİK
MİKROBİYOLOJİ VE ENFEKSİYON HASTALIKLARI
3
TRAKYA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ BİYOİSTATİSTİK
BİLİM DALI
1
Amaç:
Çalışmamızda immunsupresif tedavi alırken hastane
kökenli pnömoni (HKP) gelişen hastalarda sorumlu
etkenleri, klinik başarı oranlarını, etken saptanmasının ve
nötropeninin tedavi başarısına olan etkilerini, mortalite
ile ilişkili risk faktörlerini ve survi oranlarını saptamayı
amaçladık.
BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI A.D.
BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ GENEL CERRAHİ VE
TRANSPLANTASYON A.D.
1
2
Amaç:
Böbrek nakil alıcıları, infeksiyon kaynaklı ve infeksiyon
dışı akciğer komplikasyonlarının gelişimi açısından
artmış risk alndadırlar. Çalışmamızda, böbrek nakli
sonrası gelişebilecek akciğer komplikasyonlarının
değerlendirilmesi ve bu komplikasyonların takipte
önlenebilmesi için yapılması gerekenlerin belirlenmesi
hedeflenmişr.
Gereç ve Yöntem:
Çalışmamızda hastalar, retrospekf olarak dosya
tarama yöntemi ile değerlendirilmişr. Çalışmamıza
merkezimizde 1999-2006 yılları arasında böbrek nakli
yapılan 296 hasta alınmışr.
Bulgular:
Gereç ve Yöntem:
İmmunsupresif tedavi alırken HKP gelişen 45 erişkin hasta
prospekf olarak çalışmaya alındı. Survi analizlerinde
Kaplan Meier, mortaliteyle ilişkili bağımsız risk faktörlerini
saptamak için Cox regresyon uygulandı. Etken tespinin,
nötropeninin klinik başarı oranları ile ilişkisi Chi Square
yöntemiyle karşılaşrıldı.
Bulgular:
En sık izole edilen etkenler Acinetobacter spp ve
Escherichia coli idi. Tedavi sonu klinik başarı oranı %66.7
idi. Sürvi oranları 3.,14., 42. ve 365. gün sırasıyla % 97, 82,
58 ve 20 olarak bulundu. Üre yüksekliği: OR=1.007(%95
GA: 1.001-1.014), kan şekeri yüksekliği: OR=1.011 (%95
GA: 1.001-1.021) ve hipopotasemi: OR=0.549 (%95 GA:
0.314-0.960) surviyi olumsuz etkileyen bağımsız risk
faktörleri olarak bulundu. Nötropenik olmayan (n=25)
hastalarda klinik başarı oranları nötropenik (n=20)
olanlara göre daha yüksek bulundu (p=0.034). Etkenin
tespit edilemediği hastalarda (n=27) tespit edilenlere
göre (n=18) klinik başarı oranları anlamlı derecede
yüksek bulundu (p=0.053).
Sonuç:
Hastaların %75’i erkek (n=222). Olguların %77’sine
(n=228) canlı vericiden nakil yapılmış. Cerrahi sonrası
hastaların hastanede kalış süresi ortalama 13,3 ±
9,07 gündü. İzlemde hastaların %37,2’sinde (n=110)
rejeksiyon gelişği ve %74,5’ine (n=82) pulse steroid
tedavisi verildiği saptandı. İzlemde olgularımızın,
%16,2’sinde akciğer komplikasyonu gelişği, bu
komplikasyonların %84’ünün infeksiyon kaynaklı olduğu
saptandı. Akciğer komplikasyonlarının %63,5’inde etken
gösterilemedi. Vericisi canlı olanlarda infeksiyon kaynaklı
akciğer komplikasyonları daha sık izlendi (p<0,05). Nakil
cerrahisi sonrası hastanede kalış süresi uzadıkça akciğer
komplikasyonu gelişiminin ar
ğı (p<0,05) ve pulse
steroid tedavisi alanlarda akciğer komplikasyonunun
daha çok gelişği (p<0,05) saptandı.
Sonuç:
Böbrek nakli sonrası hastaların yakın takibi ile akciğer
komplikasyonlarının saptanabileceğini ve tanıda
girişimsel olmayan yöntemlerinin öncelikle tercih
edilebileceğini gösteren çalışmamız sonuçları, organ
nakli yapılan hastalarda muldisipliner yaklaşımın
önemini irdelemeketdir.
İmmunsupresif tedavi alan hastalarda gelişen HKP’lerde
mortalite oranları yüksekr. Tedavi başarısını belirleyen
unsurlardan belki de en önemlisi hastaya ait faktörler
gibi gözükmektedir.
243
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
SS045
SS046
CHLAMYDİA PNEUMONİAE PNÖMONİSİ SAPTANAN
GENÇ ERKEK HASTALARDA KAN LÖKOSİT SAYIMI,
ERİTROSİT SEDİMENTASYON HIZI VE SENSİTİF
C-REAKTİF PROTEİN DÜZEYLERİ İLE AKCİĞER PARANKİM
İNFİLTRASYONU ORANI ARASINDAKİ İLİŞKİ
TOPLUM KÖKENLİ PNÖMONİDE MALİYET
1
1
DİLAVER TAŞ , ERDOĞAN KUNTER , HALDUN
ŞEVKETBEYOĞLU 2, AHMET FAKİH AYDIN 3, OĞUZHAN
OKUTAN 1, ZAFER KARTALOĞLU 1
GATA HAYDARPAŞA EĞİTİM HASTANESİ, GÖĞÜS
HASTALIKLARI VE TÜBERKÜLOZ SERVİSİ
2
VAN ASKER HASTANESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI VE
TÜBERKÜLOZ SERVİSİ
3
IZMİR ASKER HASTANESİ ENFEKSİYON HASTALIKLARI
SERVİSİ
1
Amaç:
Chlamydia pneumoniae pnömonili (CPP) hastaların,
lökosit, eritrosit sedimentasyon hızı (ESH) ve sensif
C-Reakf Protein (sCRP) düzeylerini ortaya koymak
ve akciğer parankim infiltrasyon oranı (APİO) ile bu
biobelirteçlerin ilişkisini araşrmakr.
Gereç ve Yöntem:
Hastaların kan lökosit düzeyleri, ESH ve sCRP düzeylerine
bakıldı. Yüksek çözünürlüklü bilgisayarlı tomografi
(YÇBT)’deki akciğer parankiminin infiltrasyon oranı yüzde
olarak hesaplandı. Akciğer infiltrasyon yüzdesi aşağıdaki
förmüle göre hesaplandı. Akciğer infiltrasyon yüzdesi =
YÇBT’de infiltre kesit sayısı x 100 / toplam kesit sayısı x 2
YÇBT incelemesinde etkilenen akciğer parankim alanının
büyüklüğüne göre lökosit, ESH ve sCRP ile olan ilişkisi
araşrıldı.
Bulgular:
Kan lökosit düzeyi 14 hastada (%43.7), ESH 27 hastada
(%84.3) ve sCRP 26 hastada (%81.2) yükselmiş. Sensif
CRP ile APİO arasında orta derecede istasksel olarak
anlamlı korelasyon saptandı. ( r = 0,476, p = 0,006). Ancak
kan lökosit sayımı ve ESH ile APİO arasında istasksel
olarak anlamlı korelasyon yoktu (sırasıyla; r = 0,011, p =
0,952 ve r = 0,102, p = 0,580).
Sonuç:
Bulgularımıza göre ESH ve sCRP, enfeksiyonu saptamada
başarılı olmalarına rağmen, yalnızca sCRP akciğer
infiltrasyon düzeyi ile korele bulundu. Bu nedenle sCRP,
CPP şiddeni değerlendirmede bir parametre olarak
kullanılabilir, ancak bu bulgunun doğrulanması için daha
geniş serilere gereksinim vardır.
244
11 NİSAN 2009
ŞENAY TUNÇEL 1, PELİN KÖŞKER 1, TİMUR KÖSE 2,
ABDULLAH SAYINER 1
1
2
EGE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI
EGE ÜNİVERSİTESİ İSTATİSTİK BÖLÜMÜ
Amaç:
Bu çalışmanın amacı toplum kökenli pnömoni (TKP)
tanısıyla bir üniversite kliniğine yarılan hastaların
maliyetlerinin hesaplanmasıdır.
Gereç ve Yöntem:
Ocak 2006 – Aralık 2007 tarihleri arasında pnömoni
tanısıyla kliniğe yarılan hastaların (n=474 )döner
sermaye kayıtları kullanılarak maliyetleri hesaplanmışr.
Bulgular:
TKP tanısı ile hastaneye yatan hastaların ortalama yaş
süresi 12,5 gündür. Median maliyet değerleri aşağıda
listelenmişr. Toplam maliyet 1443,09 TL, tetkik-tedavi
maliye 1065,11 TL, yatak maliye 192,68 TL, ilaç
maliye 235,57 TL’dir. Gruplara göre toplam, tetkiktedavi, yatak, ilaç maliyetleri incelenmişr. TKP grup 2
için sırasıyla 890,26 TL , 667,52 TL , 105 TL, 117,69 TL
; TKP grup 3-A için 1715,33 TL, 1147,00 TL, 132,00 TL,
436,33 TL; TKP grup 3-B için 1526,10 TL, 1089,07 TL,
185,25 TL, 251,78 TL ; TKP grup 4-A için 5213,89 TL,
4145,52 TL, 691,00 TL, 377,37 TL; TKP grup 4-B için
5918,34 TL, 5046,96 TL, 976,25 TL, 495,13 TL; hastane
kökenli pnömoni (HKP) için 7316,64 TL, 5702,47 TL,
901,45 TL, 712,72 TL . Bu veriler, TKP’ de inceleme ve ilaç
dışı tedavilerin toplam maliyeeki payının gruplara göre
sırasıyla % 75, 67, 71, 80 ve 85 olduğunu göstermektedir.
Grup 2 pnömonili hastaların hastaneye yarılışlarındaki
temel endikasyonlar, ala yatan akciğer kanseri kuşkusu
olması ve tüberküloz ya da diğer hastalıklardan ayırıcı
tanı yapılamamasıdır.
Sonuç:
Bu maliyet hastalığın ağırlığı ile ilişkilidir ve en büyük pay
incelemelere air. Bu nedenle, pnömoni yöneminde
yapılan incelemelerin tedavi başarısına etkileri,
dolayısıyla doğru kullanımları değerlendirilmelidir.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
11 NİSAN 2009
SS047
SS048
HASTANE KÖKENLİ PNÖMONİ GELİŞEN YOĞUN BAKIM
HASTALARINDA PROKALSİTONİN VE C-REAKTİF
PROTEİNİN (CRP) PROGNOSTİK ROLÜ
BİR GÖĞÜS HASTALIKLARI POLİKLİNİĞİNE BAŞVURAN
ALT SOLUNUM YOLU ENFEKSİYONU TANILI HASTALARIN
YATIŞ HIZININ MEVSİMSEL DAĞILIMI: 5 YILLIK İZLEM
HAKAN TANRIVERDİ 1, MELTEM TOR 1, OLGUN KESKİN 1,
FIRAT UYGUR 1, VİLDAN SÜMBÜLOĞLU 2, CEVAHİR ÇELİK
HALDUN ŞEVKETBEYOĞLU 1, DİLAVER TAŞ 2, VOLKAN
KARA 1, AHMET FAKİH AYDIN 3, ZAFER KARTALOĞLU 2
1
VAN ASKER HASTANESİ
GATA HAYDARPAŞA EĞİTİM HASTANESİ
3
İZMİR ASKER HASTANESİ
1
ZONGULDAK KARAELMAS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
GÖĞÜS HASTALIKLARI AD
2
ZONGULDAK KARAELMAS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
BİYOİSTATİSTİK A.D
1
Amaç:
Prokalsitonin (PCT), kalsitonin öncülü bir hormondur
ve sepsis ve ciddi enfeksiyonlarda diğer belirteçlere
göre prognoz ve tedaviye yanın izleminde daha üstün
bulunmuştur. Biz de çalışmamızda hastane kökenli
pnömoni gelişen hastalarda PCT’nin tanı ve prognozu
belirlemedeki rolünü C-Reakf Protein (CRP) ile
karşılaşrmalı olarak belirlemeyi amaçladık.
Gereç ve Yöntem:
Çalışmaya hastanemiz Yoğun Bakım Ünitelerinde (YBÜ)
pnömoni dışı nedenlerle yarılan ve takipleri sırasında
pnömoni (HKP)/ Venlatörle İlişkili Pnömoni (VİP)
gelişen 18 yaş üstü 45 hasta alındı. Hastalardan pnömoni
gelişiminin 1., 3. ve 7.günlerde alınan kanda PCT
(Brahms Diagnosca) ve CRP bakılarak klinik özellikler
değerlendirildi. Hastalar pnömoni gelişkten sonra 28
gün takip edildi. Bu süre içerisinde eksitus olanlar Grup
1, 28 gün boyunca yaşayan ya da taburcu olan hastalar
ise Grup 2 olarak değerlendirildi. İstasksel analiz SPSS
13.0 kullanılarak yapıldı.
Bulgular:
2
Amaç:
Göğüs Hastalıkları poliklikliniğine başvurma nedenleri
arasında solunum yolu enfeksiyonları önemli bir
yer tutmaktadır. Beş yıllık sürede Göğüs Hastalıkları
polikliniğine bavuran ve alt solunum yolu enfeksiyonu
(ASYE) nedeniyle yarılarak izlenen hastaların yaş hızını
ölçmek ve mevsimsel dağılımını incelemek
Gereç ve Yöntem:
Bu çalışmada; 2003-2007 yılları arasında İzmir Asker
Hastanesi Göğüs Hastalıkları polikliniğine başvuran, İzmir
ve çevresindeki birliklerde görevli askerler incelenmişr.
Mevsimsel Yaş Oranı (MYO), Poliklinik Hasta Katsayısı
(PHK), Mevsimsel Yaş Hızı (MYH) ve Ortalama Mevsimsel
Yaş Hızı (OMYH) aşağıdaki förmüller kullanılarak
hesaplandı. %Mevsimsel Yaş Oranı (%MYO) = 100
X Yatan Hasta Sayısı / Toplam Poliklinik Hasta Sayısı,
Poliklinik Hasta Katsayısı (PHK) = En Düşük Poliklinik
Sayısı(1220)/ Poliklinik Hasta Sayısı, %Mevsimsel Yaş
Hızı (%MYH) = %Mevsimsel Yaş Oranı X PHK, %Ortalama
Mevsimsel yaş Hızı (%OMYH) = 5 yıllık MYH toplamı/5
ASYE tanısı; anamnez, fizik muayene, tam kan sayımı,
etken araşrmaya yönelik kültürler, direkt akciğer grafisi,
gerekğinde toraks BT ve bazı dönemlerde etkene
yönelik anjen test ki ve klinik seyir ile konulmuştur.
Çalışmaya alınan 45 olgunun yaş aralığı 19 -87 ve yaş
ortalaması 64±16 idi. Bunlardan 33 olgu (%73,3) VİP,
12 olgu (%26,7) HKP idi. 22 olgu (%48,9) 28 gün içinde
yaşamını yirdi. Yaşayan hastalarla eksitus olan hastalar
arasında 3. ve 7. günlerde bakılan PCT düzeyleri arasında
istasksel olarak anlamlı fark saptandı (p<0.001). 1.gün
bakılan PCT ve 1, 3 ve 7. günlerde bakılan CRP düzeyleri
açısından ise iki grup arasında istasksel olarak anlamlı
fark saptanmadı. Yine mortaliteyi etkileyen faktörlere
bakıldığında sadece yaş istasksel olarak anlamlı
bulundu
Bulgular:
Sonuç:
Göğüs Hastalıkları kliniğimize yatan hastaların yaş
oranında ilkbahar mevsiminde belirgin arş gözlendi.
Mart-Nisan 2006 da, 80 civarında hastada chlamydiae
pneumoniae seropozifliği saptandı. İlkbahar ayındaki
OMYH yüksekliği; apik pnömonilere bağlı olabilir . Toplu
yaşam yerlerinde ilkbahar mevsiminde apik pnömoni
enfeksiyonuna yönelik fiziksel ve doğal koruyucu
tedbirlerin belirlenmesi ve uygulanması gerekği
kanısındayız.
PCT, HKP ve VİP hastalarında klinik prognozu belirlemede
CRP’den daha üstün bir belirteçr.
Hastaların tümü erkek olup yaş ortalaması 23.6 ± 1.44
idi (19-30). Beş yılda OMYH %7,95 - %15,25 arasındaki
değerlerde bulundu. En yüksek OMYH %15.25 ile
ilkbaharda, en düşük OMYH ise %7.95 ile sonbaharda
saptandı. OMYH %10,02 kış, %9,78 yaz olarak bulundu.
En yüksek MYH 2006 ilkbaharında %19, en düşük MYH
2004 sonbahar mevsiminde % 4,62 saptandı.
Sonuç:
245
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
11 NİSAN 2009
SS049
TP064
PNÖMONİ MORTALİTESİNİ ETKİLEYEN FAKTÖRLER
EVİÇİ TEMASLILARDA TÜBERKÜLOZ RİSK FAKTÖRLERİ
SÜLEYMAN SAVAŞ HACIEVLİYAGİL 1, SİNAN TÜRKKAN
1
, DOĞU KARAHAN 2, A.ZUHAL DEĞİRMENCİOĞLU 2,
ZEYNEP AYFER AYTEMUR 1
FİLİZ ÖZTÜRK 1, DİLŞAD SAVE 2, PINAR AY 3
ÜMRANİYE VEREM SAVAŞ DİSPANSERİ
MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ HALK SAĞLIĞI
A.B.D
3
MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ HALK SAĞLIĞI
A.B.D
1
2
İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ANABİLİM DALI, MALATYA
2
İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ İÇ HASTALIKLARI
ANABİLİM DALI, MALATYA
1
Amaç:
Amaç:
Pnömoni özellikle risk gruplarında ve yatan hastalarda
morbitesi ve mortalitesi yüksek bir hastalıkr.
Ümraniye Savaş Dispanserine kayıtlı tüberküloz
hastalarının ev içi temaslılarının tüberküloz risk
faktörlerinin ve iki yıllık hastalık insidanslarının
saptanmasıdır.
Gereç ve Yöntem:
Gereç ve Yöntem:
Çalışmaya Ekim 2008-Ocak 2009 dönemleri arasında
İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesinde yatan 59 pnömoni
hastası alındı. Bu çalışmada pnömoni hastalarındaki
mortalite sıklığı kaplan-meiyer tesyle incelendi. Ölen
hastalardaki hastane mortalitesini etkileyen faktörler
cox regresyon analiziyle incelendi.
Bulgular:
Hastaların yaş ortalaması 66.9±12.6’idi. 40 hasta (%67.8)
erkek iken, 19 hasta (%32.2) kadındı. 15 (%25.4) hastada
mullober tutulum, 12 hastada (%20.3) plevra sıvısı
mevcuu. 9 hasta (%15.3) ex oldu. CURB-65 indeksi 2 ve
üzerinde olan hasta sayısı 32 (%54.2) idi. CURB-65 indeksi
2’den düşük olan hastalarda %77.8 oranında ek hastalık
mevcuu. Hastaların mortalitesi CURB-65 indeksine göre
incelendiğinde, mortalite oranlarının CURB-65 indeksi
ile ilişkili olduğu istasksel olarak gösterildi (p<0.05).
Hastanın sigara içmesi, CURB-65 puanının yüksek
olması ile mullober infiltrasyonunun olması; pnömoni
nedeniyle yatan hastalarda hastane mortalitesini
etkileyen faktörler olduğu saptandı (p<0.05).
Sonuç:
CURB-65 indeksi yüksek olan, sigara içen ve mullober
infiltrasyonu olan hastalarda pnömoniden ölüm oranları
yüksekr. Bu hastalarda mortaliteyi azaltmak için, uygun
pnömoni tedavisi hızlıca başlanmalıdır.
Tipi prospekf kohort olan çalışmada Ağustos 2004Kasım 2005 tarihleri arasında tedaviye alınan yayma
pozif ve yayma negaf kültür pozif 160 tüberküloz
hastasının 642 sağlıklı temaslısı iki yıl boyunca izlendi.
Temaslılara 0., 3., 6. aylarda mikrofilm çekildi, PPD
yapıldı, gerekğinde balgam alındı. 12, 18 ve 24. aylarda
ise telefon kontrolü yapıldı. Veriler ki kare tes ve lojisk
regresyon analizleriyle değerlendirildi.
Bulgular:
İki yıllık izlem sonucunda 642 sağlıklı ev içi temaslı
arasından 19 hasta bulundu ve iki yıllk insidans % 3
idi. Temaslılardan hastalananların hepsi yayma pozif
hastaların temaslısı idi ve %94,7’si ilk bir yıl içinde
hastalanmış. BCG aşısı olmayanlarda olanlara göre
istasksel olarak anlamlı risk arşı saptandı (Rölaf
Risk; 2.4; GA %95 1.1-7.0 ). 14-35 yaş grubunda yer
almanın R.Riski 4.7 kat (GA % 95, 1.1-20.6), kilolu grup
referans kategorisi olarak alındığında; normal grupta
olmanın R.Risk’ i 4,7 kat (%95 GA 1,0–20,9 p=0,03), zayıf
grupta olmanın ise 2,2 kat ar
ğı bulundu (%95 GA 0,4–
12,2 p>0,05). Lojisk regresyon analizinde; temaslılarda
PPD’nin pozif olmasının tahmini rölaf riski 11.31 kat;
GA %95, 2.99-42.66), kirada oturmanın ise TRR’i ise,
4.41kat (GA 95%, 1.25-15.55) arrdığı bulundu.
Sonuç:
Bu çalışmada yayma pozif tüberküloz hastalarının
yayma negaf hastalara göre daha bulaşrıcı olduğu
ve BCG’nin koruyucu olduğu bulundu. PPD pozifliği
ve yaşanılan evin kira olması da bağımsız risk faktörleri
olarak saptandı.
246
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
TP065
ANTİ TÜMÖR NEKROTİZAN FAKTÖR ALFA KULLANAN
HASTALARIN TAKİP SONUÇLARI VE TÜBERKÜLOZ
RİSKİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ
MÜNEVVER M.AYDIN 1, TÜLİN ÇAĞATAY 1, ŞULE
SÜNMEZ 3, BAHAR ARTIM 2, ZİYA GÜLBARAN 1, PENBE
ÇAĞATAY 4, SEVİL KAMALI 2, ZEKİ KILIÇASLAN 1
11 NİSAN 2009
riski, uygun kemoproflaksi rejimi uygulandığı takdirde
yüksek tüberküloz prevalanslı bölgelerde bile kabul
edilebilir sınırlarda kalmaktadır.
TP066
ANTİ-TNF TEDAVİ VERİLEN OLGULARDA LATENT
TÜBERKÜLOZ İNFEKSİYONU AÇISINDAN YAKLAŞIMIMIZ
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ
GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI
2
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ
ROMATOLOJİ ANABİLİM DALI
3
İSTANBUL GÖZTEPE EĞTİM VE ARAŞTIRMA
HASTAHANESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI
4
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESİ
BİOİSTATİSTİK ANABİLİM DALI
DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ANABİLİM DALI
2
DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ İÇ
HASTALIKLARI AD ROMATOLOJİ VE İMMÜNOLOJİ
Amaç:
Amaç:
Çeşitli enflammatuar hastalıklar nedeniyle an tümör
nekrozan faktör alfa (TNF-α) kullanan hastalarda
akf tüberküloz gelişme insidansının belirlenmesi,
immunsupresyonun tüberkülin deri tes (TDT) üzerine
etkisinin saptanması, tüberküloz gelişen olguların
genel özelliklerinin ve kemoproflaksinin etkinliğinin
değerlendirilmesi.
An-TNF tedavi verilen olgularda latent tüberküloz
infeksiyonu sıklığı ve bu olgulara yaklaşımımızın
sonuçlarını ortaya koymak için bu çalışma yapılmışr.
1
Gereç ve Yöntem:
Çalışmaya, İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi
Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı’na Ağustos 2005 ile Ocak
2009 tarihleri arasında başvuran ve çeşitli enflammatuar
hastalıkları nedeniyle an TNF-α tedavisi alan toplam 770
dahil edildi. An TNF-α tedavisi alacak olan tüm hastalara
başlangıçta TDT uygulandı ve akciğer grafisi çekildi. TDT
≥ 5 mm olan ve/veya akciğer grafisinde fibrok lezyonu
olan tüm hastalara 9 ay boyunca isoniazid 5 mg/kg/gün
(maksimum 300 mg/gün) ile kemoproflaksi uygulandı.
Bulgular:
Takip süresi boyunca toplam 6 (%0,8) hastada akf
tüberküloz (4 tanesinde pulmoner ve 2 tanesinde
ekstrapulmoner) geliş. TDT sonucu 479 (%62,8) hastada
pozif (≥ 5 mm) olarak saptandı. İmmunosupresan
tedavi alan ve almayan hastalar arasında TDT sonuçları
yönünden istasksel olarak anlamlı farklılık tespit
edilmedi. Toplam 635 (%85) hastaya kemoproflaksi
uygulandı. Kemoproflaksi uygulanan hastaların 31
(%4,1) tanesinde hepatotoksisite gelişimi gözlemlendi.
Akf tüberküloz gelişen tüm hastaların başlangıçta
kemoproflaksi alması kararlaşrılmış olmasına rağmen
sadece 3 hasta tedaviye tam uyum göstermiş.
CAN SEVİNÇ 1, PINAR MUTLU 1, OĞUZ KILINÇ 1, GERÇEK
CAN 2, NURULLAH AKKOÇ 2, EYÜP SABRİ UÇAN 1
1
Gereç ve Yöntem:
Son 5 yıllık dönemde, hastanemiz ilgili birimleri
tarandan an-TNF tedavi uygulanan ve kliniğimiz
tarandan düzenli olarak izlenip, kayıtları tutulan 128
olgunun izlem sonuçları değerlendirilmişr.
Bulgular:
Olguların 63’ü erkek, 65’i kadın olup, yaş ortalaması
38.5± 15.9’dur. İzlem süresi ortalama 12.7 ± 10.8 ay’dır.
BCG aşı sayısı ortalama 1.2 ± 0.7 (0-4), tüberkülin
deri tes ortalama 11.4 ± 6.6 mm olarak ölçülmüştür.
Verilen an-TNF tedavilerin dağılımı; infliksimab 68 olgu
(%53.1), etanersept 41 olgu (%32.0) ve adalimumab 19
olgu (%14.8) olarak belirlenmişr. Tüberkülin cilt tes
sonuçları, klinik öyküleri ve radyolojik bulguları sonrasında
107 olguda (%83.7) latent tüberküloz infeksiyonu varlığı
düşünülüp dokuz ay süre ile İsoniazid koruyucu tedavisi
verilmişr. İzlem süresince sadece 1 olguda (%0.8) tanısı
tarşmalı plevra tüberkülozu gelişmişr. Koruyucu tedavi
verilen 107 olgudan 24’ünde (%22.4) karaciğer fonksiyon
testlerinde yükselme görülmüş olup, 6 olguda gelişen
hepatotoksisite nedeniyle koruyucu tedavi sonlandırılmak
zorunda kalınmışr. Hepatotoksite nedeniyle latent
tüberküloz infeksiyonu tedavisi sonlandırılma oranı
tüm koruyucu tedavi verilenlerde %5.6, hepatotoksisite
gelişenlerde %25.0 olarak bulunmuştur. Hepatotoksisite
gelişen olguların yaş ortalamasının (44.87 ± 14.03)
gelişmeyenlerden (37.13 ± 16.10) daha yüksek olduğu
bulunmuştur (p=0.032).
Sonuç:
TDT’nin, latent tüberkülozunun saptanmasındaki tanısal
etkinliği, immunosupresan tedavi alndaki enflammatuar
hastalıkları olan hastalarda dahi yüksekr. An TNF-α
tedavisi kullanan hastalardaki akf tüberküloz gelişme
247
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
Sonuç:
Sonuç olarak an-TNF tedavi verilecek olguların başlangıç
tüberkülin deri tes sonucunda; immünitesi baskılanmış
olanlarda 5 mm, diğer olgularda 10 mm ve üzeri
endurasyon olanlara isoniazid koruyucu tedavisi verilmesi
şeklindeki yaklaşımımızın, akf tüberküloz hastalığından
korunmada etkili olduğu, bu tedavi ile ortaya çıkan
hepatotoksisite riskinin kabul edilebilir olduğunu ve
latent tüberküloz infeksiyonunu belirlemede tüberkülin
deri tesnin güvenilir olduğunu düşünmekteyiz.
11 NİSAN 2009
%0,4 olarak bulunmuştur. Hastaların tedavi sonrası
ortalama takip süreleri DGT öncesindekilerde 63, DGT
dönemindekilerde ise 31 aydır. Nüks oranları DGT öncesi
dönemde %3,7, DGT döneminde ise %0,8’dir (p<0,002).
Sonuç:
Sonuç olarak, ülkemizde DGT uygulamalarına öncülük
yapmış olan dispanserimizde hastaların %67’den
fazlasına sağlık çalışanları gözeminde ilaç içirilmişr.
DGT öncesi dönemle karşılaşrıldığında DGT döneminde,
yayma poziflerde bakteriyolojik konversiyon süresi ve
kür oranlarının ar
ğı, tüm hastalarda nüks oranlarınınsa
düştüğü görülmektedir.
TP067
DOĞRUDAN GÖZETİMLİ TEDAVİ ÖNCESİ VE SONRASI
DÖNEMİN KARŞILAŞTIRILMASI: 12 YILLIK DİSPANSER
ÇALIŞMASI
TP068
SEREN ARPAZ 1, SEVTAP KESKİN 1, NEJAT SEZGİN 1, ŞEREF
ÖZKARA 2
BİR YIL SÜREYLE TNF-ALFA ANTAGONİSTİ
KULLANIMININ QUANTİFERON VE PPD DEĞİŞİMİNE
ETKİSİ
NAZİLLİ VEREM SAVAŞI DİSPANSERİ, AYDIN
ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GCEA HASTANESİ,
ANKARA
TÜLİN ÇAĞATAY 1, ZEKİ KILIÇASLAN 1, MÜNEVVER
M.AYDIN 1, SÜLE SÜNMEZ CÖMERT 1, ZİYA GÜLBARAN 1,
KAYA KÖKSALAN 3, BAYRAM KIRAN 5, PENBE ÇAĞATAY 4,
AHMET GÜL 2
1
2
Amaç:
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ
GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI
2
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ
ROMATOLOJİ ANABİLİM DALI
3
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ TÜBERKÜLOZ EPİDEMİYOLOJİ
LABORATUARI
4
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESİ
BİOİSTATİSTİK ANABİLİM DALI
5
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ
1
Doğrudan gözemli tedavi (DGT) uygulamasına 1 Nisan
2000’de başlanan dispanserimizde DGT öncesi ve sonrası
dönemler karşılaşrılmışr.
Gereç ve Yöntem:
Dispanserimizde 1996-2007 arasındaki 12 yıllık dönemde
1.165 hasta TB tedavisine alınmışr; DGT öncesi 458, DGT
döneminde 707. Bu iki dönemde yayma pozif akciğer
TB sayıları 190 ve 308’di. Nakil giden 32 hastanın (31’i
DGT öncesi döneminden) dosyalarına ulaşılamamışr.
Bu hastaların sadece demografik bilgileri verilebilmişr.
T tes ve ki kare tes ile istaskler yapılmışr.
Bulgular:
Hastaların 74’ü temaslı taramasından bulunmuştur. Tüm
hastalarda ortalama yaş 40,7; kadınların oranı %26,7; yeni
olguların oranı %91’di. Akciğer TB’luların %4’üne balgam
yayması yapılamamış. DGT döneminde hastaların
%96’sının tedavileri gözem alnda verilmişr. Uygulama
yerlerine göre DGT oranları; dispanser çalışanlarınca
%40, sağlık ocağı çalışanlarınca %27, diğer kurumlarda
%11 ve evde bir aile üyesince %22’dir. Tedavi süresi
DGT öncesi dönemde ortalama 9,1, DGT döneminde
6,9 aydır. Bakteriyolojik konversiyon süresi ortalama,
DGT öncesi dönemde 2,4, DGT döneminde ise 1,8 aydır
(p=0,000). Tedavi başarısı DGT öncesi dönemde %94,
DGT döneminde ise %95’dür. Kür oranları iki dönemde,
sırasıyla %82 ve %91’dir (p=0,006). DGT öncesi dönemde
2, DGT döneminde ise 1 hasta tedaviyi terk etmişr.
DGT öncesi ve DGT dönemindeki ölüm oranları sırasıyla
%4,2 ve %3,4 iken; tedavi başarısızlığı oranları %1,1 ve
248
Amaç:
Tümör nekrozan faktör alfa (TNF-α) antagonistleri,
enflammatuar hastalıklarda kullanılmakta ve başta
tüberküloz (TB) olmak üzere enfeksiyon riskini
arrmaktadır. Tedavi başlangıcında latent TB
enfeksiyonunun (LTBE) belirlenmesi önem taşımaktadır.
Bu çalışmada LTBE’nin belirlenmesinde quanferon ve
TDT’nin tanısal değerleri ve bir yıl süreyle kullanılan TNFα antagonist tedavisinin bu testlerin sonuçlarına olan
etkileri incelendi.
Gereç ve Yöntem:
Çalışmaya TNF-α antagonist tedavisi alması planlanan
38(%48.1) romatoid artritli ve 41(%51.9) ankilozan
spondilitli toplam 79 hasta dahil edildi. Başlangıçta tüm
hastalarda klinik ve radyolojik olarak akf TB dışlandı.
Quanferon tes için kan alındıktan sonra hastalara TDT
uygulandı. Bu olgulardan bir yıl düzenli TNF-α antagonis
kullananlara tekrar quanferon ve TDT uygulandı. İki
tesn kendi içlerindeki bir yıllık değişimine ve birbirleri
ile uyumuna bakıldı (eşli t, wilcoxon ve kappa tes )
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
Bulgular:
Quanferon tes 49(%62.0) olguda negaf,18(%22.8)
olguda pozif, 12(%15.2) olguda belirlenemeyen olarak
saptandı. TDT, 37 olguda (%46.8) pozif, 42 (%53.2)
olguda negaf saptandı. Quanferon aln standart
ve TDT 5 milimetre sınır alındığında TDT’nin duyarlılığı
%67, özgüllüğü %52 bulunurken iki yöntem arasında
uyum saptanmadı (kappa 0,14). Quanferon tes bir
yıl düzenli tedavi alan 59 olgunun 27(%45.8)’sinde
negaf, 20(%33.9)’sinde pozif ve 12 (%20.3)’sinde
belirlenemeyen olarak saptandı. TDT, 39(%66.1 ) olguda
pozif, 20(%33.9) olguda ise negaf bulundu. TDT’nin
duyarlılığı %90 ve özgüllüğü %46 olarak değişim gösterdi
ve iki test arasında zayıf uyum bulundu (kappa 0.34) .
Bir yıllık tedavi sonrasında quanferon tesnde değişim
saptanmazken (p>0.05),TDT tesnde pozif yönde
değişim bulundu (p<0.001).
11 NİSAN 2009
hastalığı ve temas öyküsü olmayanlar. Toplam 300
çocuğa TCT yapıldı ve hepsinden QTF-G tes için 3 ayrı
spesifik tüpe kan alındı. Kırkdokuz çocuğun QTF-G tes
sonucu “belirlenemeyen” geldiği için bunlar çalışmaya
dahil edilmedi.
Bulgular:
Çalışmamızda tüberküloz enfeksiyonu tanısında, QTF-G
tesnin TCT’den daha duyarlı (%92.72, %56.36) ve
özgül (%81.63, %60.71) olduğu saptandı. Tüm gruplarda
QTF-G tes daha özgül bulundu. Ayrıca QTF-G tesnin
BCG ile ortak anjenler taşımadığından, önceki BCG
aşılamalarından etkilenmediği de gösterildi.
Sonuç:
Bir yıllık TNF antagonis kullanımının quanferon
cevabını etkilemediği, TDT cevabını ise ar
rarak iki
test arasındaki uyumu zayıf da olsa ortaya çıkardığı
belirlendi.
Sonuç olarak, doğru tanı konmasında ve kimlere tedavi
verilmesi gerekğinin saptanmasında QTF-G tesnin
TCT’den daha üstün olduğu saptandı. Run BCG aşısı
uygulanan ülkelerde, QTF-G tesnin TCT ile birlikte
uygulanabilir. Klinik olarak tüberküloz düşünülen ancak
direkt mikrobiyolojik yöntemlerle (Direkt mikroskopi,
kültür) tanı konulamayan çocuklarda, yüksek duyarlılığı ve
özgüllüğü nedeniyle QTF-G’den tanıda faydalanılabilir.
TP069
TP070
ÇOCUKLARDA TÜBERKULOZ TANISI İÇİN QUANTİFERONTB GOLD TESTİ
HEMODİYALİZ HASTALARINDA LATENT TÜBERKÜLOZ
TANISI İÇİN İNTERFERON GAMA SALINIMINA
DAYALI TESTLER İLE TÜBERKÜLİN CİLT TESTİNİN
KARŞILAŞTIRMASI
Sonuç:
DOĞAN YILDIZ , FUAT GÜRKAN , VELAT ŞEN , AYDIN ECE
, M. ALİ TAŞ
DİCLE ÜNİVERSİTESİ ÇOCUK SAĞLIĞI VE HASTALIKLARI
ANABİLİM DALI
Amaç:
Latent tüberküloz enfeksiyonlu hastaların yaklaşık
%10’unda hayatlarının bir döneminde akf tüberküloz
hastalığı gelişmektedir. Bu oran çocukluk yaş grubunda
daha yüksekr. Ancak çocukluk çağı tüberküloz ve
ekstrapulmoner tüberkülozun tanısında güçlükler vardır.
Tüberkülin cilt tes (TCT) yanlış negaf ve yanlış pozif
sonuçlara yol açabilmektedir. Bu nedenle duyarlılığı,
özgüllüğü ve yorumlanması halen tarşmalı olan TCT’den
üstün ve BCG aşılamasından daha az etkilenecek yeni tanı
yöntemleri araşrılmaktadır. Bu çalışmamızda çocuklarda
yeni bir tanı aracı olabilecek Quanferon-TB Gold tes
TCT ile karşılaşrılarak araşrılması amaçlanmışr.
GÜNGÖR ATEŞ 1, TUNCER ÖZEKİNCİ 2, TEKİN YILDIZ 1,
RAMAZAN DANİS 3
DİCLE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI AD
2
DİCLE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ MİKROBİYOLOJİ AD
3
DİYARBAKIR DEVLET HASTANESİ
1
Amaç:
Son dönem böbrek hastalarında (SDBH) latent tüberküloz
enfeksiyonu(LTBE)’ nun erken tanısı ve uygun tedavisi,
reakvasyon riskinin artmış olması nedeniyle hayadir.
Bu hastalarda tüberkülin cilt tesne (TCT) yanın azaldığı
bilinmektedir. LTBE’nun tanısında M. tuberculosis spesifik
anjenlerin kullanıldığı yeni bir tanısal test gelişrilmişr
[QuanFERON-TB Gold in-tube (QFT-GIT)]. Biz de bu
çalışmamızda hemodiyaliz hastalarında bu iki tesn
tanısal verimliliğini karşılaşrmayı amaçladık.
Gereç ve Yöntem:
Gereç ve Yöntem:
Çalışmamızda M.tuberculosis RD1 gen bölgesinden elde
edilen ESAT-6 ve CFP-10 anjenlerine karşı salgılanan IFN
gamma düzeyini ELISA yöntemiyle ölçen Quanferon-TB
Gold (Celless Ltd., Australia) tes kullanıldı. Vakalar 3
gruba ayrıldı; 1) Akciğer ve/veya akciğer dışı tüberkülozu
olanlar, 2) Ev içi tüberküloz temaslılar ve 3) Tüberküloz
275 diyaliz hastasında TCT ve QTF-GIT tes ile kesitsel bir
karşılaşrma çalışması yapıldı.
249
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
Bulgular:
Geçerli TCT ve QTF-GIT sonuçları sırasıyla 259 ve 246
hastada elde edildi. QTF-GIT tes için 246 hastanın
%46,7’sinde, TCT için 259 hastanın %35.5’inde test
sonuçları pozii. QTF-GIT sonuçları tüberküloz anamnezi
ile ilişkili olmasına rağmen, TCT sonuçları uyumlu değildi.
Bunun aksine olarak hem QTF-GIT hem de TCT sonuçları
tüberküloz teması anamnezi ile ilişkili değildi. İlave
olarak QTF-GIT tes sonuçları hastaların %10,4’ünde
indeterminate düzeydeydi. Iki test arasında uyum zayıı
(67.8%, κ = 0.34). Uyumsuz sonuçlarda TCT negafliği/
QTF-GIT pozifliği olguların %32,2’sinde gözlendi.
Sonuç:
11 NİSAN 2009
otobüs bile, araç temini, sosyal yardım sağlanmasının
yanısıra DGT sorumlularıyla yapılan değerlendirme
toplanlarıyla karşılaşılan sorunlara çözüm aranmışr.
Kaliteli DGT için denem standartları gelişrilmiş ve
2009’da uygulanmaya başlanmışr.
Bulgular:
Ankara’da Aralık 2008 ibariyle hastaların %99’una DGT
uygulanmaktadır ve bunların %91’inde sağlık personeli
gözemcidir. DGT’nin %25’i hastanın evine gidilerek
gerçekleşrilmektedir. Ev halkı gözemi %7’den azdır.
Sonuç:
Bulgularımız diyaliz hastaları arasında LTBE tanısında
QTF-GIT’in TCT’nden daha duyarlı olduğunu ve TCT’nin
yerine kullanılabileceğini düşündürmektedir.
Ankara’daki uygulamamız DGT’de idari kararlılığın
vazgeçilmez öneme sahip olduğunu göstermektedir.
ASM, VSD ve birinci basamak sağlık kuruluşlarıyla
entegrasyon gerçekleşğini söyleyebiliriz.
TP071
TP072
DOĞRUDAN GÖZETİMLİ TEDAVİ STRATEJİSİNDE İDARİ
KARARLILIĞIN ETKİSİ; ANKARA ÖRNEĞİ
GAZİANTEP İLİNDE TÜBERKÜLOZ KONTROLÜ
1
1
Ş.MUSTAFA AKSOY , A.ÇİĞDEM ŞİMŞEK , SUHA ÖZKAN
2
, DİLBER AKTAŞ 1, AHMET ÖZLÜ 1, A.MECİT TÜR 1
1
2
ANKARA SAĞLIK MÜDÜRLÜĞÜ
ANKARA VEREM SAVAŞI DİSPANSERİ
NERİMAN AYDIN 1, NAMIK SOYDİNÇ 2, EDA İÇBAY 1,
YUSUF ZİYA YILDIRIM 2, SALMAN KOÇAKGÖR 2, HİLAL
ŞENOL 2, AHMET DOĞAN YARDI 2, ZERRİN YILDIZ 2,
SELİM BAYRAL 2, OSMAN ELBEK 1
1
2
GAZİANTEP ÜNİVERSİTESİ
GAZİANTEP SAĞLIK MÜDÜRLÜĞÜ
Amaç:
Amaç:
Doğrudan Gözemli Tedavi Stratejisi (DGTS) Dünya Sağlık
Örgütünün önerdiği ve dünyada yaygın olarak kullanılan
yöntemdir. Türkiye’de Sağlık Bakanlığı tarandan 2006
yılında bütün ülkeye yaygınlaşrılmışr. DGTS’nin beş
unsurundan dördü Ankara’da önceden varken beşincisi
olan Doğrudan Gözemli Tedavi(DGT) Ankara’da 2006’da
başlamışr.
Gereç ve Yöntem:
2008 yılında Ankara Sağlık Müdürlüğü(ASM)’nün
kararlı istek ve desteğiyle, DGT’de gözemcinin sağlık
personeli olması ilkesi benimsenmişr. Her birimin
görev tanımları yapılmış, eğimler ve görevlendirmeler
sonrası tüberküloz hastasının doğrudan gözemli
tedavisi bir sağlık kuruluşu sorumluluğunda sağlık
personeli tarandan yapılmaya başlanmışr. Verem
Savaş Dispanserinde(VSD) hastayla nerede ve kimin
tarandan gözem yapılacağı belirlenmekte ve aynı
gün bildirilmektedir. İlaçlar Sağlık Grup Başkanlığı(SBG)
tarandan teslim alınmakta ve DGT başlamaktadır.
Tedavide olan hastaların günlük ilaç içme bilgileri her
gün SGB’ler tarandan faks veya e-postayla ASM’ne
bildirilmektedir. ASM tarandan DGT’de ulaşım için
250
Gaziantep ilindeki mücadelenin sonuçlarını araşrmak.
Gereç ve Yöntem:
Verem savaş dispanserleri (VSD)’nin 2006 ve 2007 yılı
sonuçlarını retrospekf değerlendirmek.
Bulgular:
2006 ve 2007 için prevalans sırasıyla yüzbinde 21,1 ve
19,8 (yeni olgu hızları yüzbinde 18,1 ve 17,4) idi. Erkek/
kadın oranı 1,2 idi ve hastaların %24,5’unun sosyal
güvencesi yoktu. Akciğer tüberkülozluların %91,5’ine
mikrobiyolojik inceleme yapılmış ve %82,2’sinde yayma
pozii. Kültür incelemesi yapılan 37 olgunun %27,0’ı
çok ilaca dirençli tüberküloz tanısı almış. Doğrudan
gözemli tedavi (DGT) oranı 2006 ve 2007’de %61,1 ve
%96,4 idi. Olguların %72,7’sinde DGT sağlık çalışanınca
yapılmaktaydı. Tedavi başarısı %91,5; ölüm %3,4;
tedavi terk %3,0; tedavi başarısızlığı %0,9 idi. Akciğer
tüberkülozlularda kür oranı 2006 ve 2007’de %70,7 ve
%78,4 idi. Hasta başına temaslı muayenesi ve koruyucu
tedavi önerilen kişi sayısı ortancası 4 ve 0 idi. Sosyal
güvence ve DGT, tedavi başarısını olumlu etkilemekteydi
(odds rao sırasıyla 6,7 ve 129,1). DGT yapılanlarda kür
oranı yüksek (p<0,05). DGT’nin sürdürüldüğü sağlık
birimi veya tedaviyi sürdüren sağlık çalışanının kimliği
kür oranını etkilememekteydi (p>0,05).
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
Sonuç:
Toplumun sosyal koruma alnda olması ve hastalara
VSD koordinasyonunda çeşitli sağlık kurumlarındaki
sağlık çalışanları tarandan DGT yapılması tedavi
başarısını etkileyen yegane faktörlerdir. Aile hekimliği
uygulamasına geçilecek olan Gaziantep’te bu sonuçların
dikkate alınarak planlama yapılması uygun olacakr.
11 NİSAN 2009
ise iki olası neden sözkonusudur; temaslı muayenesi
ile kaynak olguya ulaşılabilir ya da aynı kaynak olgudan
basili almış ve hastalanmış başka kişiler de saptanabilir.
Temaslı muayenesi, yeni hastalar saptanması, koruyucu
tedavi verileceklerin belirlenmesini sağlar.
TP074
TP073
YAYMA NEGATİF AKCİĞER VE AKCİĞER - DIŞI TB
HASTALARINDA DA TEMASLI MUAYENESİ İLE YENİ
HASTALAR SAPTANMAKTADIR.
ANKARA YENİMAHALLE VEREM SAVAŞI DİSPANSERİNDE
TÜBERKÜLOZ KORUYUCU TEDAVİSİ SONUÇLARI
ONUR AKSU CEYHAN 1, FİLİZ DUYAR AĞCA 1, SEVKAN
CANER 1, ŞEREF ÖZKARA 2
5 NOLU VEREM SAVAŞI DİSPANSERİ, YENİMAHALLE,
ANKARA
2
ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI VE G.C.E.A.HASTANESİ,
ANKARA
1
FİLİZ DUYAR AĞCA 1, ONUR AKSU CEYHAN 1, SEVKAN
CANER 1, ŞEREF ÖZKARA 2
ANKARA YENİMAHALLE VEREM SAVAŞI DİSPANSERİ
ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI VE G.C.E.A.HASTANESİ,
ANKARA
1
2
Amaç:
Temaslıların muayenesi, yayma pozif akciğer TB hastaları
için genel kabul görürken yayma negaf akciğer TB ve
akciğer dışı TB hastaları için tarşmalıdır. Bu çalışmada
Ankara 5 Nolu (Yenimahalle) Verem Savaşı Dispanseri’nde
8 yıl süresince ( 1999-2006 ) yürütülen temaslı tarama
çalışmaları ve elde edilen sonuçlar sunulmaktadır.
Gereç ve Yöntem:
Hastaların en az bir kez taranan temaslıları dispanser
kayıtlarından elde edildi. Bu temaslılarda hastalık
saptanma oranı belirlendi. Sekiz yıllık sürede toplam
1110 TB hastası tanı aldı; % 71,8 (797)’si akciğer, % 28,2
(313)’ü akciğer dışı olgu idi. Yayma pozif akciğer TB
553, yayma negaf akciğer TB 244 (kültür pozifler 115,
negafler 129) idi. Saptanan toplam temaslı sayısı 5898,
muayene edilen 5194 (%88,1) idi. Hasta başına 4,7 (ilk 4
yılda 3,8, sonraki 4 yılda 5,3) temaslı muayene edilmiş.
Bulgular:
Temaslılardan saptanan hasta sayısı 66’dır. Temaslı
muayenesinde hasta bulma oranı 100.000’de 1270’dir.
Temaslı muayenesinde saptanan hastanın, temaslıları
muayene edilen hasta sayılarına oranı incelendiğinde,
yayma pozif akciğer TB için % 8,9 (49/553), yayma
negaf akciğer TB için % 2,9 (7/244), akciğer dışı TB için
% 3,2 (10/313) bulunmuştur.
Sonuç:
Bu sonuçlar, sadece yayma pozif hastaların değil,
mikroskopi negaf bulunan akciğer TB ve akciğer dışı organ
tutulumu olan hastaların temaslılarının da muayenesinin
gerekğini göstermektedir. Akciğer TB hastalarının
bulaşrıcılığı bilinmektedir. Yayma (-) hastaların da
bulaşrdığı gösterilmişr. Akciğer dışı TB olgularında
Amaç:
Değişik ülkelerde tüberküloz koruyucu tedavisi
tamamlama oranlarının düşük olduğu bilinmektedir.
Ülkemizde son yıllarda koruyucu tedavi sayıları
artmaktadır Sahada bu uygulamanın sonuçlarının analiz
edilmesine ihyaç vardır. Ankara Yenimahalle Verem
Savaşı Dispanseri’nde tüberküloz koruyucu tedavilerinin
sonuçlarını incelemeyi amaçladık.
Gereç ve Yöntem:
Çalışmada 8 yıllık bir dönem ele alındı. Yeni koruyucu
tedavi önerileri 2003’de ortaya konulduğu için 19992002 ve 2003- 2006 dönemleri ayrı ayrı ele alındı.
Dispanser kayıtları geriye dönük incelendi.
Bulgular:
İlk dönemde 271’i yayma pozif akciğer olgusu, toplam
505, ikinci dönemde 282’si yayma pozif akciğer olgusu,
toplam 605 TB hastası kayıtlıdır. İlk dönemde 499, ikinci
dönemde 1712 kişiye; sırasıyla hasta başına 1 ve 2,8 kişiye
koruyucu tedavi verilmişr. Temaslı muayenesinden
koruyucu tedavi verilenler ilk dönemde 346 ve ikinci
dönemde 813 kişidir; sırasıyla hasta başına 0,7 ve 1,3
koruyucu tedavi verilmişr. Tüberkülin cilt tes (TCT)
pozif çocuklarda ya da yeni TCT pozifleşmesi nedeniyle
iki dönemde sırasıyla 153 ve 884 kişiye koruyucu tedavi
verilmişr. Koruyucu tedaviyi tamamlama ve terk oranları
sırasıyla ilk dönemde % 79,6 ve % 10,4; ikinci dönemde
% 88,3 ve % 7,4’dür (fark istasksel olarak anlamlıdır).
İki dönemdeki sırasıyla % 10,0 ve % 4,3 kişide koruyucu
tedavi sonucu ise nakil giden, aşılanan, TB olan ve diğer
durumları olanlardır. Koruyucu tedavi verilenlerin tedavi
sonuçları ve temaslıların yaş gruplarına ayrımı Tablo
I’dedir. Koruyucu tedavi alanlardan birinci dönemde
3’ünde, ikinci dönemde ise 8’inde TB hastalığı tanısı
konulmuştur. İkinci dönemdeki 3 hastada İNH alırken
hastalık gelişmiş, diğer hastalık gelişenlerin tümü
İNH koruyucu tedavisi tamamlandıktan sonra ortaya
çıkmışr.
251
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
11 NİSAN 2009
Sonuç:
TP076
Sonuçta, 2003 sonrasında 16- 35 yaş grubunda ve
hem temaslılarda hem de temaslı dışı endikasyonlarla
koruyucu tedavilerin ar
ğı görülmüştür.
DOĞRUDAN GÖZETİMLİ TEDAVİ ÖNCESİ VE SONRASI
DÖNEMİN KARŞILAŞTIRILMASI: 12 YILLIK DİSPANSER
ÇALIŞMASI
SEREN ARPAZ , SEVTAP KESKİN , NEJAT SEZGİN , ŞEREF
ÖZKARA
TP075
KRONİK BÖBREK YETMEZLİKLİ HASTALARDA LATENT
TUBERKÜLOZ
ENFEKSİYONUNU
SAPTAMADA
TCT İLE QUANTİFERON TB GOLD TESTLERİNİN
KARŞILAŞTIRILMASI
İSMAİL HANTA 1, GÜLSÜM TEZÇAĞIRIR 1, SEDAT KULECİ
1
, BEHİCE KURTARAN 2, MUSTAFA BALAL 3, ALİ KOCABAŞ
1
NAZİLLİ VEREM SAVAŞI DİSPANSERİ, AYDIN
Amaç:
Doğrudan gözemli tedavi (DGT) uygulamasına
dispanserimizde 1 Nisan 2000’de geçilmiş olup
çalışmamızda DGT öncesi ve sonrası dönemler
karşılaşrılmışr.
Gereç ve Yöntem:
ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ABD
2
ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ENFEKSİYON
HASTALIKLARI ABD
3
ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ NEFROLOJİ BD
1
Amaç:
Kronik böbrek yetmezliği olan hastalarda (KBY) latent
tüberküloz enfeksiyon (LTE) varlığının saptanması ve
tedavisi önemlidir. Bu çalışmada LTE’nu saptamada
tüberkülin cilt tes (TCT) ile interferon-gamma (IFNgamma) testlerinin karşılaşrılması amaçlanmışr.
Gereç ve Yöntem:
Çalışmada incelenen 24 KBY’li hastaya TCT tes yapıldı
ve interferon-gamma (IFN-gamma) için (QuanFeron
TB-Gold In Tube, Celless Limited, Carnegie, Australia)
periferik venöz kan örneği alındı. TCT pozifliği için 5
mm ve üzeri değerler, IFN-gamma pozifliği için üreci
firmanın önerileri dikkate alındı.
Bulgular:
Yaş dağılımı 45.4±18.6 (18-78) yıl idi. Hemodiyaliz tedavisi
görme süresinin medyan değeri 2 (min:1-max:15) yıl
idi. Al (%25) hastada BCG aşı skarı yoktu. Toplam 24
hastanın 11’inde (%45.8) TCT tes pozif iken, sadece 4
(%16.7) hastada IFN-gamma pozif saptanmışr.
Sonuç:
KBY’li hastalarda TCT pozifliği 5 mm ve üzerinde
alındığında, IFN-gamma’ya oranla LTE’yi göstermede
halen geçerli olduğu düşünülmüştür.
252
Dispanserimizde 1996-2007 arasındaki 12 yıllık dönemde
1.165 hasta TB tedavisine alınmışr; DGT öncesi 458, DGT
döneminde 707. Bu iki dönemde yayma pozif akciğer
TB sayıları da 190 ve 308’di. Nakil giden 32 hastanın
(31’i DGT öncesi döneme ait) dosyalarına ulaşılamamış
hastaların sadece demografik bilgileri verilebilmişr. T
tes ve ki kare tes ile istaskler yapılmışr.
Bulgular:
Hastaların 74’ü temaslı taramasından bulunmuştur. Tüm
hastalarda ortalama yaş 40,7; kadınların oranı %26,7; yeni
olguların oranı %91’di. Akciğer TB’luların %4’üne balgam
yayması yapılamamış. DGT döneminde hastaların
%96’sının tedavileri gözem alnda verilmişr. Uygulama
yerlerine göre DGT oranları; dispanser çalışanlarınca
%40, sağlık ocağı çalışanlarınca %27, diğer kurumlarda
%11 ve evde bir aile üyesince %22’dir. Tedavi süresi
DGT öncesi dönemde ortalama 9,1, DGT döneminde
6,9 aydır. Bakteriyolojik konversiyon süresi ortalama,
DGT öncesi dönemde 2,4, DGT döneminde ise 1,8 aydır
(p=0,000). Tedavi başarısı DGT öncesi dönemde %94,
DGT döneminde ise %95’dür. Kür oranları iki dönemde,
sırasıyla %82 ve %91’dir (p=0,006). DGT öncesi dönemde
2, DGT döneminde ise 1 hasta tedaviyi terk etmişr.
DGT öncesi ve DGT dönemindeki ölüm oranları sırasıyla
%4,2 ve %3,4 iken; tedavi başarısızlığı oranları %1,1 ve
%0,4 olarak bulunmuştur. Hastaların tedavi sonrası
ortalama takip süreleri DGT öncesindekilerde 63, DGT
dönemindekilerde ise 31 aydır. Nüks oranları DGT öncesi
dönemde %3,7, DGT döneminde ise %0,8’dir (p<0,002).
Sonuç:
Sonuç olarak, ülkemizde DGT uygulamalarına öncülük
yapmış olan dispanserimizde hastaların %67’den
fazlasına sağlık çalışanları gözeminde ilaç içirilmişr.
DGT öncesi dönemle karşılaşrıldığında DGT döneminde,
yayma poziflerde bakteriyolojik konversiyon süresi
ve kür oranlarının ar
ğı, nüks oranlarınınsa düştüğü
görülmektedir.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
11 NİSAN 2009
MS031
MS032
TÜM İLAÇLARA HASSAS AKCİĞER TÜBERKÜLOZU
OLGULARINDA NÜKS
INH VEYA INH-SM DİRENÇLİ YENİ OLGULARDA
TEDAVİ REJİMLERİ, TEDAVİ BAŞARISIZLIĞI VE NÜKS
ORANLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ
BEKTAŞ KISA 1, SİNEM KÖYMAN 2, G.CANAN KÜÇÜK 3,
NESRİN SARIMURAT 4, ZEKİ KILIÇASLAN 5
ÜSKÜDAR VEREM SAVAŞI DİSPANSERİ, İSTANBUL
BEYKOZ VEREM SAVAŞI DİSPANSERİ, İSTANBUL
3
KUMKAPI VEREM SAVAŞI DİSPANSERİ, İSTANBUL
4
ŞEHREMİNİ VEREM SAVAŞI DİSPANSERİ, İSTANBUL
5
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ,
GÖĞÜS HASTALIKLARI AD, İSTANBUL
1
2
Amaç:
Bu retrospekf çalışma Akciğer tüberkülozu(TB)
olgularında nüks oranlarını saptamak amacıyla
planlandı.
Gereç ve Yöntem:
İstanbul da Beykoz, Kumkapı, Şehremini ve Üsküdar
Verem Savaşı Dispanserlerinde 2005-2006 yıllarında
tedaviye alınan 1100 hasta içinde yayma(+) ve/veya kültür
(+) akciğer tüberkülozlu 666 hasta arasından tedavisi
kür veya tedavi tamamlama olarak sonlandırılan 605
hasta değerlendirilmeye alındı. Değerlendirmeye alınan
605 olgu Kasım-Aralık 2008 aylarında kontrol amacıyla
aranmış; 535(%88.4)’ünün kontrolleri yapılmış, 60(%9.9)
hastaya ulaşılamamış, 10(%1.7)hastanın öldüğü tespit
edilmişr. Kontrolü yapılan 535 olgunun 467(%87.3)’üne
mikrofilm çekilmiş, 68(%12.7)’inden ise sadece telefonla
bilgi alınabilmişr. Bu çalışma tedavi öncesi direnç tes
yapılan 456 olgudan, tüm ilaçlara hassas bulunan 414
olguyu kapsamaktadır. Çalışmada gruplar arasındaki
farklılık Fisher tes ile değerlendirildi.
G.CANAN KÜÇÜK 1, NESRİN SARIMURAT 1, ŞENOL
KÜMBETLİ 1, VİLDAN OKTAY 1, GÜZİN ASOĞLU 1, İPEK
COŞKUNOL 1, CANDAN EVİRGEN 1, FİLİZ ÖZTÜRK 2,
ŞEVKET SAYICI 3, SİNEM KÖYMAN 1, SEVGİ GÜR 1,
BEKTAŞ KISA 1, ZEKİ KILIÇASLAN 4
İSTANBUL VEREM SAVAŞI DERNEĞİ DİSPANSERLERİ,
İSTANBUL
2
ÜMRANİYE VEREM SAVAŞI DİSPANSERİ, İSTANBUL
3
GÜNGÖREN VEREM SAVAŞI DİSPANSERİ, İSTANBUL
4
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, İSTANBULTIP FAKÜLTESİ,
GÖĞÜS HASTALIKLARI AD, İSTANBUL
1
Amaç:
2002-2006 yılları arasında tedavi gören İsoniazid (H)
veya İsoniazid -Streptomisin(HS) dirençli olguların
tedavi rejimleri, klinik gidiş ve nüks oranlarının
değerlendirilmesi
Gereç ve Yöntem:
İstanbul’da 14 dispanserde 2002-2006 yıllarında tedavi
gören kültür (+), H ve HS dirençli olguların kayıtları
retrospekf olarak incelendi. Bu dispanserlerde 20022006 yılları arasında tedaviye alınan 9606 Akciğer
tüberkülozu (Ac TB) olgusunun 6233(%64.9)’u kültür(+)
idi.5184(%83.2) olguya direnç tes yapılmış. Direnç
tes yapılanların 277(%5.3)’si H veya HS dirençliydi. INH
direnç tes Löwenstain-Jensen besiyerinde proporon
metodu (INH 0.2 μg/ml-SM 4 μg/ml) ile uygulandı. Nüks
olgularının tümü kültür pozifliği ile doğrulanmış.
Gruplar arasındaki farklılık için Fisher tes uygulandı.
Bulgular:
Bulgular:
Bu olguların 346(%83.5)’u yeni, 68(%16.5)’u “eski”
idi. 301(%72.7)’si erkek, 113(%27.3)’ü kadın, ortalama
yaş 36.6(11-80) idi. Tedavi biminden sonra ortalama
takip süresi 21.7 aydı. Bu sürede toplam %1.9 (8/414)
olguda nüks tespit edilmişr. Yeni akciğer tüberkülozu
olgularında nüks oranı %1.2 (4/346); eski akciğer
tüberkülozu olgularında %5.9 (4/68) olarak saptanmışr.
(p >0.05).Yeni akciğer tüberkülozu olgularında, Doğrudan
Gözemli tedavi (DGT) alan 226 olgu arasından 2(% 0.9)
olguda, DGT almayan veya kısmen alan 120 olgudan ise
3’ünde(% 1.7) nüks görülmüştür(P>0.05). Eski akciğer
tüberkülozlu olgulardan DGT alan 42 olgu arasında 1 (%
2.4), DGT almayan veya kısmen DGT alan 27 olgunun ise
3’ünde (% 11.1) nüks görülmüştür (p>0.05).
Sonuç:
Bu çalışma İstanbul’da bu dört dispanserde nüks
oranlarının kabul edilebilir düzeyde olduğunu ve DGT
uygulaması ile özellikle daha önceden tedavi görmüş
olgularda istaksel olarak anlamlı bulunmasa da nüks
oranlarının azaldığını göstermektedir.
277 olgudan 27 tedavi terk, 19 tedaviye iki aydan
fazla ara veren, 5 nakil ve 3 ölüm olmak üzere 54 olgu
çalışma dışı bırakıldı. Kalan 223 olgunun 187(%83.9)’u
yeni, 36(%16.1)’i “eski” olguydu. Çalışmaya alınan
yeni olguların 129(%69)’u erkek, 58(%31)’i kadın,
ortama yaşları 32.5(14-80) idi.112(%59.9) olgunun H,
75(%40.1) olgunun HS direnci vardı. Yeni olgularda
kür 121(%64,7), tedavi tamamlama 59(%31,5), tedavi
başarısızlığı 7(%3.7) bulundu.54(%28.9) olgu gözemli,
133(%71.1) olgu gözemsiz tedavi görmüştü.187 yeni
olguda kombinasyon ve/veya süre açısından 26 farklı
tedavi rejimi uygulanmış. Olgular idame döneminde
Ethambutol(EMB) kullanan ve kullanmayan olarak iki
gruba ayrıldı. İdame döneminde EMB içeren tedavi
alan olgu sayısı100(%58.1) EMB’siz tedavi alan olgu ise
72(%41.9) idi.15 olgu çok farklı tedavi rejimleri nedeniyle
bu iki gruba dahil edilemedi. Sadece 172 olgunun tedavi
başarısızlığı ve nüks oranları değerlendirildi. EMB içeren
rejimde %4 (4/100), EMB içermeyen rejimde % 1.39
(1/72) tedavi başarısızlığı tespit edildi (P>0.05). EMB
içeren rejimde %7(7/100), EMB içermeyen rejimde ise
%5.5 (4/72) nüks tespit edildi (p>0.05)
253
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
11 NİSAN 2009
Sonuç:
Sonuç:
İstanbul’ da INH dirençli olgularda çok farklı tedavi
rejimleri uygulanmaktadır. İdame döneminde EMB
kullanılması veya kullanılmaması tedavi başarısızlığı ve
nüks açısından anlamlı fark oluşturmamışr.
ÇİDTB tedavisinde “Standart Tedavi Protokolü” yaklaşımı,
kliniğimiz hasta popülasyonunda %90,4 lük başarıyla
sonuçlanmışr.
MS034
MS033
ÇOK İLACA DİRENÇLİ TÜBERKÜLOZ TEDAVİSİNDE
STANDART TEDAVİ PROTOKÜLÜ YAKLAŞIMI
NONTÜBERKÜLOZ
MİKOBAKTERİ
OLAN
OLGULARIN
TEDAVİ
DEĞERLENDİRİLMESİ
HALUK C. ÇALIŞIR , AYLİN ÖNGEL , ŞULE BİLGİN ,
KORKMAZ ORUÇ , SİNEM ALTUNBEY , GÜLGÜN
ÇETİNTAŞ , HÜLYA ARDA ,
ZEKİ KILIÇASLAN 1, BAHAR ÖZÇELİK 1, SİNEM
KARAOSMAN 1, FATİH YAKAR 1, FATMA ÇÖMÇE 1, AYLİN
PIHTILI 1, KAYA KÖKSALAN 2, FEYZA ERKAN 1
SB SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI GÖĞÜS
CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
İ.Ü.İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI
A.B.D.
2
İ.Ü. DENEYSEL TIP ARAŞTIRMALARI ENSTİTÜSÜ (DETAE)
Amaç:
ENFEKSİYONU
SONUÇLARININ
1
Amaç:
Kliniğimizde standart tedavi protokolü yaklaşımı ile Çok
İlaca Dirençli Tüberküloz (ÇİDTB) tedavisi alan hastaların
sonuçlarını irdelemek.
Bu çalışmada kliniğimizde takip edilen tüberküloz dışı
mikobakteriye bağlı akciğer enfeksiyonu olgularının
tedavi sonuçları retrospekf olarak değerlendirildi.
Gereç ve Yöntem:
Gereç ve Yöntem:
Klniğimizde 2004-2007 yılları arasında tüberküloz
tanısıyla tedavi edilen 1442 hastadan, klinik izleme,
laboratuar bulguları ile ÇİDTB tanısıyla tedaviye alınan
hastalara Amikasin ilk 4-6 ayda olamak üzere Quinolon+
PAS+ Cycloserin, Prothionamid’den oluşan standart
tedavi protokolü uygulanmışr. Yan etki dışında rejim
değişikliği yapılmamışr.
Bulgular:
1442 hastadan, klinik, laboratuar olarak ÇİDTB saptanan
21 (%1.4) hasta ikinci sıra ilaçlarla 24 ay tedaviye alındı.
Hastaların 16 (%76.19)’sı erkek, 5 (%23.80)’i kadın ve yaş
ortalamaları 37.38 ± 13.76 idi. .Daha önce ortalama 3,6
±1,28 kez tedavi almışlardı. 2 hasta ikinci sıra ilaçlarla
da tedavi almış. 12 HRSE, 1 HRS, 8 HR direnci , 3
hastada (%14.28) ek hastalık, 1 hastada radyolojik olarak
yaygın hastalık bulunmaktaydı. 11 hastada 1. ayda,
4 hastada 2. ay, 2 hastada 3. ay, 2 hastada ise 5. ayda
balgam yayma konversiyonu sağlandı. 2 hastaya kültür
ile tanı konulmuştu, bu hastalarda birinci ayda kültür
konversiyonu saptandı. 6 (%28.5) hastada yan etki geliş.
Sıklık sırasına göre işitme kaybı (3), hepatotoksisite (2),
konvülsiyondur (2). 2008 yılında yapılan analiz sırasında,
13’ ü (%61.90) kür ile tedavisinin biği, 6 hastanın ise
en az bir yıldır balgam konversiyonu sağlanmış, ancak
tedavide olduğu, bir hastanın (%4.7) eşlik eden akciğer
Ca.’dan ex olduğu, ikinci ayda balgam konversiyonu
sağlanmış 1 (%4.7) hastanın da 11.ayda pozifleşmesi
üzerine tedavi yetmezliği saptanmışr. 21 hastadan
19’unda (%90.4) olumlu sonuç alınmışr.
254
ATS rehberine göre tüberküloz dışı mikobakteriye bağlı
akciğer hastalığı kabul edilen ve kliniğimizde takip edilen
20 olgunun dosyaları retrospekf olarak değerlendirildi.
Olgularımızın ikisi Kisk Fibroz, birisi Kronik Miyeloid
Lösemi tanılı, ikisi an TNF–Alfa ilaç kullanan hasta idi.
Ayrıca bir olguda Diabetes Mellitus, bir olguda asm , bir
olguda ise KOAH vardı. Bu olguların 7’si (%35) daha önce
en az üç ay tüberküloz tanısı ile tedavi almış. Tedavi
rejimi 1997 ve 2007 ATS rehberleri esas alınarak ve ek
olarak 6 (%30) olguda İ.Ü. Deneysel Tıp ve Araşrma
Enstüsü Laboratuarında yapılan ve minör an
tüberküloz ilaçlar yanında muhtemel etkili anbiyokleri
de içeren direnç testleri sonucuna göre belirlendi. Kültür
negafleşmesinden sonra en az 12 ay tedavi alan ve
balgam kültürleri negaf devam eden hastalar kür kabul
edildi.
Bulgular:
Yaş ortalaması 41 (20-73) olan 17’si erkek, 3’ü kadın
20 olgunun tedavi sonuçları değerlendirildiğinde ; %64
(9/14) kür, % 28 (4/14) tedavi başarısızlığı, %7 (1/14)
ölüm saptandı, %30 (6/20) olgunun tedavisi devam
etmekteydi. Tedavisi sonlanan olgular (n:14), etkenlere
göre değerlendirildiğinde kür oranı Mikobacterium avium
kompleks (MAC) olgularında % 80 (4/5) , M.Kansasii
olgularında % 100 (3/3), M.Abscessus % 40 (2/5) olarak
bulundu. Tedavi başarısızlığı olan MAC olgusunun iki
taraflı büyük kaviter lezyonları vardı. Ölen olgumuzun
M.Absesusa bağlı hastalığı vardı ve torakatomi sonrası
gelişen serebral atak ile kaybedildi
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
11 NİSAN 2009
Sonuç:
Sonuç:
Olgularımızın çoğunda tedavi başarısı sağlanmasına
rağmen M.Abscesus grubundaki yüksek tedavi
başarısızlığı kullanılabilecek tedavi seçeneğinin azlığına
bağlandı.
Tüberküloz insidansı ve bildirim tamlığının tahmininde
yakala-tekrar yakala yöntemi kullanılabilir. Ulusal
Tüberküloz Kontrol Programımızın içinde önemli bir yeri
olan Verem Savaş Dispanserlerinin ve buralarda halen
görev yapan yeşmiş sağlık insan gücünün korunması
ve haa yenilerinin yeşrilmesi tüberküloz hastalığının
kontrolü için gereklidir.
MS035
YAKALA-TEKRAR YAKALA YÖNTEMİ İLE TÜBERKÜLOZ
İNSİDANSI VE BİLDİRİM TAMLIĞININ TAHMİNİ; 20032005 İZMİR
SS050
SEMA ÖZGÜR SAKARYA 1, ALİYE MANDIRACIOĞLU 2,
MÜNEVVER ERDİNÇ 3, ŞAFAK TANER GÜRSOY 2
PLEVRAL SIVILI HASTALARIN TANISINDA MEDİKAL
TORAKOSKOPİYE KARŞIN BİLGİSAYARLI TOMOGRAFİ
REHBERLİĞİ ALTINDA ABRAMS PLEVRA İĞNE BİOPSİSİ:
RANDOMİZE KONTROLLÜ ÇALIŞMA
BORNOVA VEREM SAVAŞ DİSPANSERİ
EGE ÜNVERSİTESİ HALK SAĞLIĞI ANABİLİM DALI
3
EGE ÜNVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM
DALI
1
2
MUZAFFER METİNTAŞ 1, GÜNTÜLÜ AK 1, EMİNE
DÜNDAR 2, HUSEYİN YILDIRIM 1, RAGIP ÖZKAN 3, SİNAN
ERGİNEL 1, FÜSUN ALATAŞ 1, EMEL KURT 1, SELMA
METİNTAŞ 4
Amaç:
ESOGÜ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM
DALI, ESKİŞEHİR
2
ESOGÜ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS PATOLOJİ ANABİLİM
DALI, ESKİŞEHİR
3
ESOGÜ TIP FAKÜLTESİ RADYOLOJİ ANABİLİM DALI,
ESKİŞEHİR
4
ESOGÜ TIP FAKÜLTESİ HALK SAĞLIĞI ANABİLİM DALI,
ESKİŞEHİR
1
Bildirim sistemindeki aksaklıklar, kurumlar arası ileşim
sorunları gibi nedenlerle ülkemizde kayıt dışı tüberkülozlu
bir olgu topluluğu olduğu bilinmektedir. Çalışmada 2003,
2004, 2005 yılları İzmir ili tüberküloz olgularının bildirim
tamlığını saptamak, tüberküloz insidanslarını ve eksik
bildirilen olgu sayısını tahmin etmek amaçlanmışr.
Gereç ve Yöntem:
Çalışmada, DSÖ tanı kriterlerine göre bakteriyolojik ve
histopatolojik yöntemler ile tüberküloz tanısı konulabilen
hastane ve laboratuvarlardan (Hast-Lab) tüberküloz
olgularına ait üç yıllık veriler toplanarak, Verem Savaş
Dispanserleri (VSD) kayıtları ve İl Sağlık Müdürlüğü
(İSM) bildirim kayıtları ile karşılaşrılmışr. Verem savaş
dispanser kayıtları üzerinden yıllara göre insidanslar
belirlenmiş, yakala-tekrar yakala yönteminin üç listeli
log-linear modelleri (CARE-1) ile de tahmini insidanslar
hesaplanmışr.
Bulgular:
Çalışmada üç yıllık toplam gözlenen 3910 yeni olgunun
%79.7’nin VSD, %86.4’nün İSM, %60.5’nin Hast-lab
kaydına ulaşılmışr. Üç yılda toplam 3377 yeni olgu İl
Sağlık Müdürlüğü bildirim kayıtlarında yer almış, bunların
%84.5’i (2856) dispanser kayıtlarına girmiş ve izlenmişr.
Yıllık insidanslar VSD’lerinde kayıtlı olgular üzerinden
hesaplandığında 2003’de yüz binde 32.5 , 2004’de yüz
binde 28.6 , 2005’de yüz binde 26.3 olarak bulunurken,
yakala-tekrar yakala yönteminin log-linear modelleri ile
2003’de yüz binde 43.8 (%95 GA’da 43.3-44.6), 2004’de
yüz binde 38.6 (%95 GA’da 38.1-39.3) , 2005’de yüz binde
32.7 (%95 GA’ da 32.3-33.5) olarak tahmin edilmişr.
Amaç:
Plevral sıvılı olgularda histopatolojik inceleme için doku
örneği Abrams plevra iğne biopsisi (APİB), torakoskopi
veya bilgisayarlı tomografi rehberliğinde kesici plevra
iğne biopsisi (BT-KPİB) ile elde edilebilir. Son zamanlarda
tanı duyarlılıkları yüksek olduğu için torakoskopi yada
BT-KPİB bu amaçla önerilmektedir. Ancak, APİB diğer
iki yönteme göre oldukça ucuz ve kolaydır, ayrıca BT
rehberliği kullanılabilirse tanı duyarlılığı da artabilir. Bu
çalışmada plevral sıvılı hastalarda BT rehberliği alnda
yapılan APİB (BT-APİB) ile torakoskopinin tanısal etkinliği
ve güvenilirliğinin karşılaşrılması amaçlanmışr.
Gereç ve Yöntem:
Çalışmaya Ocak 2006 ile Ocak 2008 tarihleri arasında
eksüda niteliğinde plevral sıvılı ve sitolojik incelemeyle
tanı konulamayan 124 hasta alındı. Tüm hastalar
kontrastlı toraks BT çekildikten sonra randomize edildi.
Bir kolda hastalara ilk işlem olarak BT-APİB, diğer kolda
torakoskopi yapıldı. İki grup, uygulanan yöntemlerin tanı
etkinliği ve komplikasyonlar bakımından kıyaslandı.
255
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
11 NİSAN 2009
Bulgular:
Bulgular:
Çalışmaya alınan hastaların 72’sin erkek 52’si kadın,
yaş ortalaması 60.9 yıl idi. Hastaların 33’üne malign
mezotelyoma, 47’sine metastak plevral hastalık, 42’sine
benign plevral hastalık tanısı konuldu, iki olgu tanıya
ulaşılamadan erken ex oldu. BT-APİB yapılan grupta tanı
duyarlılığı %87,5, torakoskopi yapılan grupta ise %94,1
olarak belirlendi; arada anlamlı fark yoktu. Hastalığa,
BT bulgularına ve plevral kalınlaşmanın miktarına bağlı
olarak her iki yöntem arasında duyarlılık farkı saptanmadı.
Komplikasyon oranları düşük ve kabul edilebilir düzeyde
idi. Ancak iğne biopsisi yapılan bir hastada major kanama
oldu.
Çalışmaya 21 hasta alındı. Beş hastada sadece PL, dört
hastada hem PL hem de LN ve 12 hastada sadece LN
bulunuyordu. Ortalama boyutu sırasıyla 25.88±12.24mm
ve 18.16±6.01mm olan toplam dokuz PL ve 31 LN
hedeflendi. EGB ile dokuz PL’nun sekizi (%88.9), 31 LN’nun
27’si (%87.1) örneklendi. EGB ile 21 hastanın 18’inde
tanıya ulaşıldı ve tanı başarısı %85.7 olarak bulundu.
Bu 18 hastada tanı dağılımı, küçük hücreli dışı akciğer
kanseri (n:5), benign pulmoner nodül (n:2), sarkoidoz
(n:6), tüberküloz lenfadenit (n:3) Sjögren sendromu (n:1)
ve reakf lenfadenit (n:1) olarak saptandı. Pnömotoraks
sadece bir hastada geliş.
Sonuç:
Sonuç:
Sonuç olarak, BT’sinde plevral kalınlaşma veya lezyon
gözlenen hastalarda önerdiğimiz yöntemle BT-APİB’ni
ilk yöntem olarak kullanabiliriz. BT’sinde yalnızca sıvı
görünümü olan hastalar ile tanısı tüberküloz dışı benign
neden olabilecek hastalarda ilk seçilecek yöntem
torakoskopi olmalıdır.
EGB, PL ve mediasnal LN’nın örneklenmesinde ve
tanısında başarısı yüksek olan güvenli bir yöntemdir.
*Bu çalışma TUBİTAK tarandan desteklenmişr (proje
# 107S156).
SS052
SS051
PERİFERİK AKCİĞER LEZYONLARINDA VE MEDİASTİNAL
LENF NODLARINDA ELEKTROMANYETİK GEZİCİ TANISAL
BRONKOSKOPİ*
DEMET KARNAK 1, AYDIN ÇİLEDAĞ 1, KORAY CEYHAN 2,
ÇETİN ATASOY 3, SERDAR AKYAR 3, OYA KAYACAN 1
ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ABD
2
ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ PATOLOJİ ABD
3
ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
RADYODİAGNOSTİK ABD
1
Amaç:
Fleksibl bronkoskopi (FB)’nin, akciğerin periferik
segmentlerinde lokalize lezyonlarında tanı değeri
sınırlıdır ve mediasnal lenf nodlarında FB ile
transbronşiyal iğne aspirasyonun tanı başarısı tatmin
edici değildir. “SuperDimension/Bronchus System”
kullanılarak yapılan elektromanyek gezici bronkoskopi
(EGB), bronkoskopinin tanı başarısını arrmak için
gelişrilmiş yeni bir yöntemdir. Bu çalışmada amaç,
standart tekniklerin tanısal olmadığı veya uygun olmadığı
hastalarda, periferik akciğer lezyonları (PL) ve mediasnal
lenf nodlarında (LN) EGB’nin tanı başarısı ve emniyeni
değerlendirmek.
Gereç ve Yöntem:
FB, lokal anestezi alnda, elektromanyek alan
tahtası, mikrosensör probu, genişlemiş çalışma kanalı
ve mulitplanar bilgisayarlı tomografinin eş zamanlı
rekonstrüksiyonunu kullanan EGB tekniği ile yapıldı.
256
GERÇEK ZAMANLI ENDOBRONŞİYAL ULTRASON
REHBERLİĞİNDE
TRANSBRONŞİYAL
İĞNE
ASPİRASYONUNUN ETKİNLİĞİ
ERDOĞAN ÇETİNKAYA , GÜLŞAH GÜNLÜOĞLU , AKİF
ÖZGÜL , SİNEM SÖKÜCÜ , MEHMET ZEKİ GÜNLÜOĞLU ,
SEDAT ALTIN
YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ
EAH
Amaç:
Hiler/mediasnal
patolojilerin
aydınlalmasında,
gerçek zamanlı endobronşiyal ultrason (EBUS) eşliğinde
transbronşiyal iğne aspirasyonun (TBİA) etkinliği
araşrıldı.
Gereç ve Yöntem:
2008 yılı Mart-Ekim ayları arasında, toraks bilgisayarlı
tomografisinde, hiler yada mediasnal alanlarda patolojik
boyua lenf bezi veya kitle bulunan veya pozitron
emisyon tomografisi incelemesinde hiler/mediasnal
alanda tutulum saptanan ardışık 189 olguya toplam 194
kez gerçek zamanlı EBUS rehberliğinde TBİA’lar yapıldı.
Materyaller histopatolojik olarak incelendi. İşlemin
tanısal olmaması ya da eğer evreleme amaçlı yapılmışsa
metastaz saptanmamış olması durumunda ileri girişimsel
işlemler uygulandı.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
Bulgular:
194 işlemde, toplam 291 alan örneklendi. Dört hastada
yeterli materyal alınamadı (%2). En sık subkarinal alan
örneklendi (n=129, %66). Bunu sırasıyla sol hiler (%31),
sağ alt pratrakeal (%22), sağ hiler ve diğer alanlar izledi.
İşlemin yapılma amacı olguların 143’ünde tanı, 26’sında
evreleme idi, 20 hastada ise hem tanı hem de evreleme
amaçlandı. Tanısal amaçlı yapılan işlemlerde, ortalama
4,2 kez örnekleme yapıldı. Tanısal işlem yapılan olguların
70 (%49)’inde granülomatöz ilhap, 27 (%19)’sinde küçük
hücreli dışı akciğer kanseri (KHDAK), 7 (%4,8)’sinde küçük
hücreli akciğer kanseri (KHAK), 21 (%14,6)’inde ise diğer
tanılar elde edildi. 13 (%9) hastada tanı elde edilemedi.
Yeterli materyal alınan olguların analizinde tanısallık
oranı sarkoidozda %94,6, tüberkülozda %69, KHDAK’da
%87, KHAK’da ise %100 idi. Genel tanısal değer %91
olarak bulundu. Evreleme amaçlı işlem yapılan hastaların
hepsinde yeterli materyal alındı. İşlemin evrelemede
sensivitesi ve spesifitesi sırasıyla %91 ve %100 bulundu.
Bir olguda oluşan belirgin hemoraji dışında komplikasyon
gözlenmedi.
Sonuç:
Hiler/mediasnal alanda patolojisi bulunan hastalarda
gerçek zamanlı EBUS kılavuzluğunda TBİA, gerek tanıda
gerekse evrelemede son derece etkin ve güvenli bir
yöntemdir.
SS053
KÜÇÜK HÜCRELİ DIŞI AKCİĞER KANSERİNİN
MEDİASTİNAL NODAL EVRELEMESİNDE
TRANSBRONŞİYAL İĞNE ASPİRASYONU VE PET/BT’ İN
BİRLİKTE KULLANIMI
T. BAHADIR ÜSKÜL , VOLKAN BAYSUNGUR , FERDA
AKSOY , FATMA EMRE TURAN , GÖKÇEN SEVİLGEN ,
HATİCE TÜRKER , SEMİH HALEZEROĞLU
SB SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS
CERRAHİSİ EA HASTANESİ, İSTANBUL
Amaç:
Bu çalışmada, küçük hücreli dışı akciğer kanserinin
(KHDAK) mediasnal evrelemesinde, konvansiyonel
transbronşiyal iğne aspirasyonu (TBİA) ve entegre
pozitron emisyon tomografi/bilgisayarlı tomografinin
(PET/BT) birlikte kullanımının etkinliğini araşrmayı
amaçladık.
Gereç ve Yöntem:
11 NİSAN 2009
dışında mediasnal lenf nodu metastazının tespinde
cerrahi histoloji “aln standart” olarak kullanıldı.
Bulgular:
Konvansiyonel TBİA, 37 hastada toplam 49 mediasnal
lenf noduna başarıyla uygulandı. Ve TBİA ile 28 hastada
35 lenf nodunda malignite saptandı. PET/BT görüntüleme
ile 52 pozif ve 32 negaf lenf nodu tutulumu saptandı.
TBİA’ nın sensivitesi %78, spesifitesi %100, pozif
predikf değer %100, negaf predikf değer %29 ve
doğruluğu %80; PET/BT’ nin sensivitesi %88, spesifitesi
%66, pozif predikf değer %73, negaf predikf değer
%83 ve doğruluğu %77 idi. KHDAK’ nin mediasnakl
nodal evrelemesinde kombine TBNA ve PET/BT’ nin
doğruluk oranı %92 olarak bulundu.
Sonuç:
Run diagnosk bronkoskopi esnasında uygulanan,
minimal invaziv bir prosedür olan konvansiyonel TBİA ile
noninvaziv bir prosedür olan PET/BT kombinasyonunun
KHDAK’ de mediasnal nodal evreyi yüksek doğruluk ile
tespit edebileceğini düşünmekteyiz.
SS054
AKCİĞER KANSERİNİN EVRELEMESİNDE PET/BT
İNCELEMESİ İLE KOMBİNE EDİLEN TRANSBRONŞİAL
İNCE İĞNE ASPİRASYON BİYOPSİSİNİN YERİ
ŞERMİN BÖREKÇİ 1, OSMAN ELBEK 1, NAZAN BAYRAM 1,
NEVİN UYSAL 1, KEMAL BAKIR 2
GAZİANTEP ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI
ANABİLİM DALI
2
GAZİANTEP ÜNİVERSİTESİ PATOLOJİ ANABİLİM DALI
1
Amaç:
Bu çalışmada PET/BT incelemesi rehber alınarak uygulanan
TBİA işleminin akciğer kanseri evrelemesindeki yerini,
mediasnoskopi ile karşılaşrılmasını ve mediasnoskopi
ihyacını azalp azaltmadığını saptamayı amaçladık.
Gereç ve Yöntem:
Mart 2006-Mart 2008 tarihleri arasında prospekf olarak
akciğer kanseri ön tanısı düşünülen, Toraks BT’sinde 1 cm’
den büyük lenfadenopa saptanan ve PET/BT tetkikinde
SUV max≥ 2.5 olan 25 hasta çalışmaya dahil edildi.
Toplam 43 lenf nodu istasyonundan TBİA örneklemesi
yapıldı.Mediasten değerlendirmesinde mediasnoskopi
sonucu aln standart olarak kabul edildi.
Büyük mediasnal lenf nodlarından (≥1 cm) hem TBİA
hem de PET/BT taraması yapılmış olan toplam 37 KHDAK’
li hasta araşrmaya dahil edildi. Konvansiyonel TBİA
ile N3 hastalık veya ileri N2 hastalık saptanan hastalar
257
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
11 NİSAN 2009
Bulgular:
Bulgular:
Toplam 43 lenf nodu istasyonundan TBİA örneklemesi
yapıldı, TBİA yönteminin mediasnal evrelemedeki
duyarlılık, özgüllük, negaf predikf ve pozif predikf
değerleri sırasıyla; %87, %100, %100, %89 olarak bulundu.
Yeterli TBİA örneklemesi yapılan 19 olgunun; 13’ünde
(%69) başlangıç klinik evresi TBİA sonrası gerilemiş,
mediasnoskopi sonrası 17’sinin (%89) evrelemesinin
doğru olarak yapıldığı saptanmışr. Ondokuz olgunun
5’inde (%26) TBİA ile mediasnoskopi ihyacı ortadan
kalkmışr. Pozif TBİA sonucunu öngörebilecek klinik
faktörlerden sadece PET SUV max değerinin TBİA
pozifliğini etkilediği saptandı [OR=1.27 (1.004-1.610),
p=0.046]. PET SUV max ≥ 5’in TBİA pozifliğini yaklaşık
11 kat arrdığı gösterilmişr [OR=10.68 (1.91-59.62),
p<0.01].
Olguların 40’ı(75.5%) kadın 13’ü(24.5) erkek. Ortalama
yaş 43.54 ( 16- 73) idi.1,2,3, 4 ve 7 nolu istasyonun ön
tarandan biopsiler alındı. Toplam 117 istasyondan biopsi
alındı.En sık 2R ve 4R nolu istasyonlardan biopsi alındı.
Ortalama operasyon süresi 35 dakika olarak kaydedildi.
Materyallerin patolojik değerlendirilmesinde; 22 olguda
(%41.5) tüberküloz ,18 olguda (% 33.9) sarkoidoz,
tanısı kondu. Diğer tanılar lenfoma(n:2), silikozis (n:1)
moma(n:1), romatoid artritle uyumlu lap(n:1). 8
olguda sonuç antrakok lenf bezi olarak değerlendirildi.
Toplam 9 hastaya fiberopk bronkoskopi yapıldı.3 olguya
transtrakeal iğne aspirasyonu(TBİA) yapılmasına rağmen
sonuç alınamamış. Bu üç hastanın ikisine sarkoidoz
birine tüberüloz tanısı kondu.PET CT’de FDG tutulumu
(suv max:9.2) tespit edilen 2 olguda patoloji tüberküloz
olarak değerlendirildi. Mortalite görülmedi.
Sonuç:
Sonuç:
Sonuç olarak, akciğer kanseri olgularının doğru olarak
evrelendirilmesinde mediasnoskopiye kıyasla daha az
invaziv ve komplikasyonu daha az bir işlem olan TBİA’nın
kullanılabileceği, PET/BT tetkiki ile birlikte uygulanmasının
TBİA’nın sensivitesini ar
rdığı, özellikle SUV max≥ 5
olan lenf nodlarında TBİA pozifliğinin anlamlı oranda
yükseldiği ve TBİA’nın mediasnoskopi ihyacını azal
ğı
sonucuna varılmışr.
Ta n ı ko n a m a m ı ş m e d i a s t i n a l l e z y o n l a r d a
mediasnoskopi, aln standart olarak yerini korumakla
beraber fiberopk bronkoskop ile transtrakeal iğne
aspirasyonu(TBİA) ve endobronşial ultrason eşliğinde
ince iğne aspirasyonun yaygınlaşması kullanımını
azaltacakr. Minimal morbidite ile yapılan, etkili ve
güvenli bir yöntemdir.
SS055
SS056
AKCİĞER
KANSERİ
DIŞI
PATOLOJİLERDE
MEDİASTİNOSKOPİNİN TANISAL ÖNEMİ
HAVA YOLU OBSTRÜKSİYONUNUN TANISINDA
KULLANILAN İKİ YÖNTEMİN KARŞILAŞTIRILMASI
SERDAR ONAT 1, GÜNGÖR ATEŞ 2, REFİK ÜLKÜ 1, ALPER
AVCİ 1, BÜLENT ÖZTÜRK 1, CEMAL ÖZÇELİK 1
İLKNUR BAŞYİĞİT , SERAP BARIŞ , HAŞİM BOYACI ,
FÜSUN YILDIZ
DİCLE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ
KLİNİĞİ.DİYARBAKIR
2
DİCLE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI KLİNİĞİ.DİYARBAKIR
KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ANABİLİM DALI
Amaç:
Bu çalışmanın amacı, hava yolu obstrüksiyonunun
tanısında sabit bir FEV1/FVC oranı ile normalin alt sınırı
değerini karşılaşrmak.
1
Mediasnoskopi, akciğer kanserinin evrelendirilmesinde
ve mediasnal kitle ve lenf nodlarının tanısı için kullanılan
invaziv bir yöntemdir. Non invaziv veya daha az invaziv
yöntemlerle tanısı konulamamış mediasnal lezyonlarda
mediasnoskopinin etkinliği ve güvenilirliği araşrıldı
Gereç ve Yöntem:
Toraks bilgisayarlı tomografisinde(BT); patolojik boyua(
> 10 mm) mediasnal lenfadenopasi olan ve daha az
invaziv yöntemle tanı konulamayan 53 hastaya Haziran
2003- Aralık 2008 arasında servikal mediasnoskopi
yapıldı. Hastalar yaş, cinsiyet, tanılar, operasyon
süresi,semptomlar, mortalite açısından retrospekf
olarak değerlendirildi
258
Amaç:
Gereç ve Yöntem:
Öğretmenlerde solunum semptomları ve hava yolu
obstrüksiyonu sıklığını belirlemek için anket uygulandı
ve fizik muayeneleri yapıldı. Çalışmaya kalmayı kabul
eden ve solunum fonksiyon tesne koopere olabilen
olgulara bir teknisyen tarandan solunum fonksiyon
tes yaprıldı. Her bir olgu için normalin alt sınır değeri
(NAS); FEV1/FVC oranının beklenen değerinin %5 al
olarak hesaplandı.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
Bulgular:
Çalışmaya 616 olgu kaldı. Olguların %55’i erkek
(n:338), %45’i kadın (n:278) ve yaş ortalaması 38.9 ±
8.8 yıl bulundu. Ortalama FEV1 değerleri 3.3 ± 0.7 l, FVC
değerleri 4.1 ± 0.9 l olarak saptandı. Olguların yalnızca
4 tanesinde FEV1/FVC oranı %70’in alnda bulunurken
on iki olguda ise NAS’a göre obstrüksiyon tanısı kondu.
FEV1/FVC < %70 bulunan olguların tamamı NAS değerine
göre de obstrükf idi. FEV1/FVC oranı %70’in üzerinde
olmasına rağmen NAS’a göre obstrükf bulunan 8
olgunun 5’inde dispne yakınması, üç tanesinde dispne
ve hırıl atakları, iki tanesinde ise doktor tanılı asm
mevcuu. Fizik muayenede ise 4 olguda yaygın ronküsler
ve ekspiryumda uzama tespit edildi.
11 NİSAN 2009
Hastaların 32 si(%38) sarkoidoz, 8 (%9,5)kömür işçisi
pnömokonyozu, 9 (%10,5) malignite, 6(%7,1) İPF, 4(%4,8)
kollagen hastalık akciğer tutulumu 4 (%4,8 )tüberküloz,
10 (%10,5) diğer interssyel akciğer hastalıklarıydı. BAL
hücre subgruplarına bakıldığında sarkoidoz hastalarında
CD16+56+, CD3 ve CD4/CD8 değerleri açısından diğer
interssyel akciğer hastalıkları ile karşılaşrıldığında
istasksel olarak anlamlı fark bulundu. sarkoidoz
hastalarında CD4/CD8 oranı 4,20 ± 2,4 idi.
Sonuç:
BAL flow sitometrik analizi özellikle sarkoidozlu hastaların
tanısında klinisyene yardımcı olmakta. Ancak bu konuda
daha geniş çaplı çalışmalara ihyaç vardır.
Sonuç:
Özellikle genç popülasyonda hava yolu obstrüksiyonunu
tespit etmek için sabit bir FEV1/FVC oranı yerine
normalin alt sınırı değerini kullanmanın daha uygun
olacağı düşünülmektedir.
SS057
İNTERSTİSYEL AKCİĞER HASTALIKLARINDA BAL FLOW
SİTOMETRİ BULGULARI VE SUBGRUP ANALİZLERİ
HAKAN TANRIVERDİ 1, FİGEN ATALAY 1, MELTEM TOR 1,
LEVENT KART 1, REMZİ ALTIN 1, İSHAK TEKİN 1
ZONGULDAK KARAELMAS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
GÖĞÜS HASTALIKLARI A.D
2
ZONGULDAK KARAELMAS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
İMMÜNOLOJİ A.D
1
TP077
İSTANBUL İLİ FATİH İLÇESİNDE KRONİK OBSTRÜKTİF
AKCİĞER
HASTALIĞI
PREVALANSI
VE
RİSK
FAKTÖRLERİNİN BELİRLENMESİ
BEYHAN KARADUMAN 1, TUNÇALP DEMİR 2, RUKİYE
PINAR 1
MARMARA ÜNİVERSİTESİ SAĞLIK BİLİMLERİ
ENSTİTÜSÜ İÇ HASTALIKLARI HEMŞİRELİĞİ ANABİLİM
DALI
2
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESİ
GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI
1
Amaç:
Bu çalışma, İstanbul ili Fah ilçesinde KOAH prevalansı
ve risk faktörlerinin belirlenmesi amacıyla 40 yaş ve üzeri
2000 kişide GOLD kriterlerine uygun olarak yapıldı.
Amaç:
Gereç ve Yöntem:
Bronkoalveolar lavaj sıvısının immünolojik ve sitolojik
incelemesi özellikle interssyel akciğer hastalıklarının
tanısında sıklıkla kullanılmaktadır. Biz de interssyel
akciğer hastalığı tanısı almış olan hastaların BAL flow
sitometri sonuçlarını retrospekf olarak inceleyerek
hücre subgrupları açısından hasta grupları arasında fark
olup olmadığına araşrdık.
Gereç ve Yöntem:
İnterssyel akciğer hastalığı ön tanısıyla bronkoskopi
yapılarak BAL alınan hastalar retrospekf olarak
incelendi. Hastaların demografik verileri , BAL flow
sitometri sonuçları, HRCT ve SFT bulguları ve varsa
patoloji sonuçları ile nihayi tanıları kaydedildi. Hastalar
nihayi tanılarına göre gruplandırıldı ve bu gruplar
arasında BAL flow sitometri analizinde hücre subgrupları
arasında anlamlı fark olup olmadığına bakıldı. İstasksel
analiz SPSS 11.0 kullanılarak yapıldı.
Bulgular:
Veriler hasta tanılama formu ve solunum fonksiyon tes
ile toplandı.
Bulgular:
Yaş ortalaması 50.26±9.30 olan kişilerin 1211’ i kadın
(%60.5), 789’ u erkek (%39.5). Olguların %41.1’ i sigara
kullanmakta, %12.5’ u sigarayı bırakmış. 121 kişinin
solunum fonksiyon tesnde FEV1/FVC %70’ in alnda
çık, bu kişilere postbronkodilatör test uygulandı. Test
sonucuna göre 110 kişiye KOAH tanısı konuldu. Çalışma
sonucunda KOAH prevalansı kadınlarda %4.7, erkeklerde
%6.9, toplamda %5.5 olarak tespit edildi. Sigara
kullananlarda prevalans %7.4, kullanmayanlarda %2.2
ve sigara bırakmışlarda %11.6 idi. KOAH’ lıların %31.8’ i
hafif, %37.3’ ü orta şiddee, %23.6’ sı ağır ve %7.3’ ü
çok ağır evre olarak tespit edildi. KOAH’ a neden olan risk
faktörleri arasında yaş, cinsiyet, sigara kullanımı yüksek
bulundu. KOAH’ lı olguların %59’ unda kalp yetmezliği,
böbrek yetmezliği, depresyon, mide ülseri gibi ek
hastalıklar saptandı.
Çalışmaya yaş ortalaması 52,1±14,2 olan 43 (%51,1)
kadın, 41(%48,8) erkek toplam 84 hasta alındı.
259
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
Sonuç:
Sonuç olarak KOAH’ ın sigara içen, 40 yaş ve üstü
erkeklerde daha sık görüldüğü ve ek hastalıklara neden
olduğunu söyleyebiliriz. Anahtar Kelimeler: Kronik
Obstrükf Akciğer Hastalığı, prevalans, risk
11 NİSAN 2009
.Ayrıca atak sonrası dönemde bile düzeylerin kontrol
grubuna göre halen yüksek kalması enfeksiyon sonrası
inflamasyonun çok uzun sürdüğünü gösterebilir.
TP079
TP078
KOAH ENFEKTİF ATAKTA VE ATAK SONRASINDA
SERUMTNF-ALFA VE IL-6 DÜZEYLERİ
SAĞ
VENTRİKÜL
MİYOKARD
PERFORMANS
İNDEKSİ İLE DEĞERLENDİRİLEN SAĞ VENTRİKÜL
DİSFONKSİYONUNUN KOAH’LI HASTALARDAKİ YAŞAM
KALİTESİ VE DİSPNE ÜZERİNE ETKİSİ
MÜNEVVER M.AYDIN 1, TÜLİN ÇAĞATAY 1, ŞULE
SÜNMEZ CÖMERT 1, PENBE ÇAĞATAY 2
EYLEM SERCAN ÖZGÜR 1, TÜRKAY ÖZCAN 2, SİBEL ATIŞ
1
, İBRAHİM RENCÜZOGULLARI 2, NALAN GÖLOĞLU 1,
SABRİ SEYİS 2
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ
GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI
2
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESİ
BİOİSTATİSTİK ANABİLİM DALI
MERSİN ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI AD
2
MERSİN ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ KARDİYOLOJİ AD
1
1
Amaç:
Amaç:
KOAH’lı hastalarda enfeksiyon nedeniyle oluşan ataklar,
önemli morbidite mortalite nedenidir.Bu nedenle enfekf
atakların erken tanı ve tedavisi önem taşımaktadır. Bu
amaçla; Sistemik inflamasyon göstergesi olan TNF-Alfa
ve IL-6 düzeyleri KOAH enfekf atak sırasında ve atak
sonrasında karşılaşrılarak enfekf atağın erken belirteci
olabilir mi? diye araşrıldı.
Gereç ve Yöntem:
KOAH enfekf atak tanısı klinik, bakteriyolojik olarak
kanıtlanmış 30 olgu çalışmaya alındı.Aynı olgular atak
sonrası (en az 4 haa) tekrar değerlendirildi.Çalışmaya
26 stabil KOAH lı olgu kontrol grubu olarak dahil edildi.
TNF- alfa ve IL-6 düzeyleri Elisa tekniği ile bakıldı İstask
analizler t tes, Mann-Whitney ve wilcoxon testleri ile
yapıldı.
Bulgular:
KOAH enfekf ataklı 30 olgunun ; yaş ortalaması 64,07±
8,2, Stabil KOAH’ lı 26 olgunun yaş ortalaması 62,81 ±
9,53 yıl olup, iki grup arasında fark yoktu.Atak sırasında
TNF-alfa düzeyleri ortalama 113,59 pg/ml,atak sonrası
29,19 pg/ml olup aralarındaki fark ileri derecede anlamlı
bulundu (p<0,001), kontrol grubunda bir kez bakılan TNF
düzeyleri ortalama 3,58 pg/ml bulundu. Kontrol grubu
TNF alfa düzeyleri hasta grubu ile karşılaşrıldığında hem
atak hemde atak sonrası değerlerine göre anlamlı düşük
bulundu (p<0,001). Atak sırasında IL-6 düzeyleri 289,70
pg/ml , atak sonrası 48,89 pg/ml olup aralarındaki fark
anlamlıydı (p<0,001), kontrol grubuyla karşılaşrıldığında
( 1,95 pg/ml ) hem atak hemde atak sonrası fark ileri
derecede anlamlı (p<0,001) bulundu
Sonuç:
TNF alfa ve IL-6 düzeylerinin hasta grubunda atak
sırasında çok yüksek olması enfekf atağın erken belirteçi
olarak bu parametrelerin kullanılabileceğini düşündürdü
260
KOAH’da sağ ventrikül disfonksiyonunun varlığı kötü
prognosk faktördür, ancak bunun dispne ve yaşam
kalitesi üzerine etkisi bilinmemektedir. Son çalışmalar, sağ
ventrikül disfonksiyonunu belirlemede yeni bir doppler
indeksi olan miyokard performans indeksinin (MPİ),
diğer konvansiyonel yöntemlere göre üstün ve güvenilir
olduğunu göstermişr. Çalışmamızda, KOAH’lı hastalarda
MPİ ile değerlendirilen sağ ventrikül disfonksiyonunun
dispne ve yaşam kalitesine etkisinin değerlendirilmesi
amaçlandı.
Gereç ve Yöntem:
GOLD 2007 kriterlerine göre KOAH tanısı alan, stabil
dönemde 38 hasta ve 15 sağlıklı kontrol birey çalışmaya
alındı. Solunum fonksiyon testleri ve arter kan gazı
analizleri yapıldı. Dispne şiddetleri, bazal dispne
indeksi (BDİ) ve Medical Research Council (MRCS) skala
kullanılarak sorgulandı. Yaşam kalitesi anke (SGRQ: St.
George’s Respiratory Quesonnaire, Türkçe versiyonu)
uygulandı. Doku Doppler ile sağ ventrikül MPİ ölçüldü.
Sağ ventrikül MPI indeksi, izovolumetrik kontraksiyon
zamanı (IVKZ) ile izovolumetrik relaksasyon zamanının
(IVRZ) toplamının, ejeksiyon zamanına (EZ) bölünmesi
(IVKZ+IVRZ/EZ) ile elde edildi. Solunum fonksiyonları, kan
gazı, BDİ, MRCS, yaşam kalitesi anke parametrelerinin
sağ ventrikül MPİ ile ilişkisi araşrıldı.
Bulgular:
14.5 olup,±KOAH’lı hastalarda ortalama %FEV1 55.3 27’si
orta derece, 11’i ağır ve çok ağır KOAH grubunda idi. Sağ
0.1) kontrol grubuna±ventrikül MPİ, KOAH’lı hastalarda
(0.65 0.07) göre daha yüksek bulundu (p=0.004). MPİ
ile %FEV1 (r=-0.34,±(0.52 p=0.04), MRC dispne skoru
(r=0.43, p=0.006) ve yaşam kalitesi ankenin semptom
komponen (r=0.47, p=0.01) arasında anlamlı korelasyon
saptandı. Ejeksiyon fraksiyonu ve pulmoner arter basıncı
ile dispne ve yaşam kalitesi skorları arasında anlamlı ilişki
bulunmadı.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
11 NİSAN 2009
Sonuç:
Sonuç:
KOAH’lı hastalarda, sağ ventrikül MPİ’nin yaşam kalitesi
bozukluğu ve dispne semptom şidde ile iyi derecede
ilişkili önemli bir faktör olduğu düşünüldü.
Nedeni belli olmayan ciddi alevlenme ile başvuran KOAH
hastaları VTE açısından araşrılmalıdır. Bu hastalarda,
Wells yöntemi ve D-Dimer düzeyleri sırasıyla, VTE
tanısı konulması ve tanının dışlanmasında önemli
yöntemlerdir.
TP080
CİDDİ ALEVLENME İLE HASTANEYE YATIRILAN
KOAH HASTALARINDA VENÖZ TROMBOEMBOLİZM
PREVALANS VE RİSK FAKTÖRLERİ
ERDAL İN 1, SÜLEYMAN SAVAŞ HACIEVLİYAGİL 2, GAZİ
GÜLBAŞ 2, LEVENT CEM MUTLU 3, HAKAN GÜNEN 2,
ÖZKAN YETKİN 2
ŞANLI URFA SİVEREK DEVLET HASTANESİ
İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM
DALI
3
NAMIK KEMAL ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI
ANABİLİM DALI
TP081
KOAH’TA BOZULMUŞ UYKU KALİTESİ:
FAKTÖRLER VE HASTALIK ÜZERİNE ETKİSİ
İLİŞKİLİ
BANU ERİŞ GÜLBAY , TURAN ACICAN , BUKET AKDOĞAN
, ZEYNEP PINAR ÖNEN , ELİF ŞEN , ÖZNUR AKKOCA ,
SEVGİ SARYAL , GÜLSEREN KARABIYIKOĞLU
1
2
ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI AD
Amaç:
Ciddi alevlenme ile hospitalize edilen Kronik
Obstrükf Akciğer Hastalığı (KOAH) olgularında Venöz
Tromboembolizm (VTE) sıklığını ve VTE’nin klinik ve
laboratuar parametrelerle ilişkisini araşrmak.
Kronik obstrükf akciğer hastalığı (KOAH), progresif
hava yolu obstrüksiyonu ile karakterize önemli sistemik
komplikasyonları olan bir hastalıkr. Çalışmada stabil
dönemdeki KOAH’lı hastaların uyku kalitesi ile sağlıkla
ilişkili hayat kalitesinin durumu ve bunlarda etkili olan
faktörler araşrıldı.
Gereç ve Yöntem:
Gereç ve Yöntem:
Çalışmaya hospitalize edilmeyi gerekrecek, ciddi
alevlenme ile başvuran ancak mekanik venlasyon
gereksinimi olmayan 131 KOAH hastası alındı. Çalışmaya
alınan hastalar başvuruda olası alevlenme sebeblerine
göre ‘‘nedeni bilinen’’ ve ‘‘nedeni bilinmeyen’’ olmak
üzere iki gruba ayrıldı. Hastalara pulmoner BT anjiografi,
alt ekstremite BT venografi ve doppler ultrasonografi
tetkikleri çekildi. Hastaların semptomları, bulguları ve
risk faktörleri kayıt edildi.
KOAH polikliniğinde takip edilen stabil 60 KOAH’lı
hastanın (49 E/11K) sırasında genel sağlık durumları,
bazal demografik özellikleri ve fizyolojik parametreleri
kaydedildi. Hastaların uyku kaliteleri Pisburg uyku
kalite indeksi (PUKİ) ve Epworth Sleepiness Skalası
(ESS) ile sağlıkla ilişkili hayat kaliteleri de SF-36 ile
değerlendirildi.
Bulgular:
Hastaların 21’inde (%35) PUKİ global skoru > 6 (kötü uyku
kalitesi) olarak saptanırken, hiçbir hastada ESS skoru >10
olarak bulunmadı. SF-36’nın fiziksel ve mental skorları
tüm hastalarda düşüktü. Uyku parametrelerinden
global PUKİ ve ESS skoru ile yaş, BMI, sigara paket-yıl,
ortalama Sa02, MRC düzeyi, solunum fonksiyon testleri
ve kullanılan ilaçlar arasında anlamlı bir korelasyon yoktu
(p>0,05). Ancak PUKİ global skoru yüksek olan grupta atak
sayısının istaksel olarak daha yüksek olduğu görüldü
(p=0,021). PUKİ skoru >6 olan hastaların tümünde
hayat kalite skorları daha düşük olmakla birlikte, fiziksel
skorlar içinde yer alan ağrı, genel sağlık algılaması ile
mental skorlar içinde yer alan sosyal fonksiyon alanı
istaksel olarak anlamlı düşüktü (p=0,003, 0,006, 0.004,
sırasıyla).
Amaç:
Çalışmaya alınan 131 hastanın 21’inde (%16) VTE
saptandı. Nedeni bilinen alevlenme ile başvuran 71
(%54.2) hastanın 6’sında (%8.45) ve nedeni bilinmeyen
alevlenme ile başvuran 60 (%45.8) hastanın 15’inde
(%25) VTE saptandı. Hastalardan elde edilen verilere
bakıldığında, tromboemboli öyküsü, malignite, travma,
cerrahi ve immobilizasyon gibi risk faktörleri; göğüs
ağrısı, bacak ağrısı ve senkop gibi bulgular; D-Dimer,
AST, ALT yüksekliği ve albumin düşüklüğü gibi laboratuar
bulguları artmış VTE riski ile ilişkili bulundu. D-Dimer
düzeyinin 1.48 mcg/ml’nin alnda olmasının büyük
oranda (%97.6) VTE’yi dışladığı saptandı. Wells kriterleri
ile klinik olarak yüksek olasılıklı değerlendirilen hastaların
tümünde VTE saptandı.
Bulgular:
261
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
11 NİSAN 2009
Sonuç:
Sonuç:
Hastaların yaklaşık üçte birinde subjekf uyku kalitesini
de içeren uyku etkinliğinin bozulduğu ve uyku ile ilgili
sorunların, hastaların hayat kalitelerinin özellikle fiziksel
komponenni etkilediği görülmüştür. Uyku etkinliğinin
bozulmasında rolü olan herhangi bir klinik ya da fizyolojik
faktör bulunamamışr. Ancak, KOAH’lı hastaların
takibinde sistemik bir komplikasyon olan kötü uyku
kalitesinin nedenleri sistemak olarak değerlendirilmeli
ve uyku etkinliğinin bozulmasının, KOAH’lı hastaların
hayat kalitesinin belirlenmesinde önemli olabileceği
unutulmamalıdır.
KOAH önlenebilir ve tedavi edilebilir bir hastalıkr. KOAH
erken tanı ve tedavisinde spirometrinin önemli role sahip
olduğu düşünülmektedir.
TP082
KOCAELİ’NDEKİ OKULLARDA GÖREV YAPMAKTA OLAN
ÖĞRETMENLERDE KOAH PREVALANSI
SERAP BARIŞ , FÜSUN YILDIZ , İLKNUR BAŞYİĞİT , HAŞİM
BOYACI , AHMET ILGAZLI
TP083
KAŞEKTİK KOAH HASTALARINDA BİR YILLIK MORBİDİTE
VE MORTALİTE
MÜNEVVER M.AYDIN 1, AYŞE KUBAT ÜZÜM 2, GÜLCİHAN
ÖZKAN 3, GÜLFER OKUMUŞ 1, ESEN KIYAN 1
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ
GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI
2
İSTANBUL EĞTİM VE ARAŞTIRMA HASTAHANESİ,İÇ
HATALIKLARI BÖLÜMÜ ,İSTANBUL
3
YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ
EĞTİM VE ARAŞTIRMA HASTAHANESİ,İSTANBUL
1
Amaç:
KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ANABİLİM DALI
Amaç:
İlimizdeki okullarda görev yapan öğretmenlerde KOAH
prevalansını saptamakr.
Gereç ve Yöntem:
Prospekf çalışmada, çalışma hakkında bilgilendirilen
kalımcılara fizik muayene, solunum sistemine ait
yakınmaları ve sigara alışkanlıklarını sorgulayan anket
ve portabl solunum fonksiyon tes cihazı ile solunum
fonksiyon tes (SFT) uygulandı. GOLD rehberine göre
post-bronkodilatör FEV1/FVC <%70 olan ve reversibilitesi
olmayan olgular KOAH kabul edildi.
Bulgular:
Ortalama yaşı 38.9 ± 8.9 yıl olan, 307’si kadın (%45),
378’i erkek (%55) olmak üzere toplam 685 öğretmen
çalışmaya alındı. Sigara alışkanlıkları değerlendirildiğinde;
291’inin (%44.1) sigara içen, 252’sinin (%38.2) sigara
içmeyen ve 117’sinin (%17.7) sigarayı bırakmış olduğu
saptandı. Kadınların %43.2’si, erkeklerin %44.8’i sigara
içmekteydi. Solunum fonksiyon tesne koopere olan
651 kişinin verilerine bakıldığında 510’unun (%78.3)
spirometri değerlerinin normal olduğu izlendi. FEF2575 değeri beklenene göre %70’in alnda olan 115 kişi
(%17.7) küçük hava yolu obstrüksiyonu olarak kabul
edildi. On al kişide (%2.5) ise FEV1/FVC değeri %70’in
alnda bulundu. Bu olguların 5’i reversibl hava yolu
obstrüksiyonu saptanarak çalışma dışında bırakıldı.
KOAH’lı olarak kabul edilen geri kalan 11 olgunun 2’si
(%18) kadın, 9’u (%82) erkek idi. Yaş dağılımına göre
değerlendirildiğinde; 6’sının ≥40 yaşında olduğu izlendi.
262
Kaşekk KOAH’lı hastalarda bir yıllık morbidite ve
mortaliteyi değerlendirmek ve bunları etkileyen faktörleri
araşrmak.
Gereç ve Yöntem:
Nutrisyonel destek tedavisi almayan ve VKİ<21 kg/m² olan
stabil KOAH’lı 45 erkek hastanın solunum fonksiyonları
(spirometre ve arter kan gazı) ve bioelektrik impedans
yöntemi ile vücut kompozisyonları belirlendi. Biceps,
triceps ve karın cilt kalınlıkları ölçümleri kumpas aracılığı
ile yapıldı. Hastalar takiplerinin birinci yılında acil başvuru,
hastaneye yaş ve atak sıklıkları, anbiyok kullanımları
ve hayata olup olmadıkları açısından sorgulandı.
Bulgular:
Hastaların yaş ortalamaları 65.6±9.6 (45-79) yıl, hastalık
yaşı ortalaması 7.0±5.5 (1-20) yıl idi. Ortalama PaO2:
69.1±7.7 mmHg, PaCO2: 43.1±4.0 mmHg, SaO2: %
93.3±2.1, FEV1 (beklenenin yüzdesi): % 43.0±13.6,
FVC(beklenenin yüzdesi): % 70.3±15.4, FEV1/FVC: %
45.0±8.0, DLCO: 50.8±23.5 mmol/kPa/dak, DLCO/
VA:64.6±22.1 ml/mmHg/dak/L idi. Hastaların ortalama
VKİ 19.2±1.5 (14.8-21) kg/m2, triceps, biceps ve karın
cildi kalınlıkları sırası ile 5.0±1.7mm; 4.2±1.3mm ve
7.6±2.6mm, vücut yağ oranı % 20.2±6.7 olarak ölçüldü.
Bir yıllık mortalite % 8.9 (n=4) bulundu. Geriye kalan 41
hasta bir yıllık morbidite açısından değerlendirildiğinde;
alevlenme %61 ortalama atak sayısı 1.4±1.4, acile
başvuru %51.2, ortalama acil başvuru sayısı 1.0±1.2,
hastane yaşı %41.5, ortalama yaş sayısı 1.6±0.5 olarak
bulundu. Karın cildi kalınlığı <10mm (Grup 1, n:23) ile
≥10mm (Grup 2, n:22) olanlar karşılaşrıldığında bir
yıllık mortalite oranı grup 2’de daha yüksek bulundu
(p=0,022). Kaybedilen hastaların ortalama karın cildi
kalınlığı 9.75mm olarak bulundu.
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
11 NİSAN 2009
Sonuç:
TP085
Kaşekk (VKİ<21 kg/m²) KOAH hastalarında bir yıllık
morbidite ve mortalite yüksek ve artan mortalite oranı
karın cilt kalınlığındaki arş ile ilişkiliydi.
KOAH’DA
ETKİNLİĞİ
TP084
İZMİR DR. SUAT SEREN GÖĞÜS HASTALIKLARI
HASTANESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI KLİNİĞİ
2
İZMİR TEPECİK EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ,
KARDİYOLOJİ KLİNİĞİ
KOAH’TA TNF-α 308 G/A, TGF-B1 G/A GEN
POLİMORFİZMLERİ VE HAVAYOLU DİRENCİNİN
DEĞERLENDİRİLMESİ
KEVSER Ç. MELEK 1, GAYE ULUBAY 1, ATAC BELGİN 2,
HASİBE VERDİ 2, FÜSUN Ö. EYÜBOĞLU 1
1
2
BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD
BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ GENETİK AD
Amaç:
KOAH gelişiminde genek faktörlerin belirleyici olduğu
bilinmektedir. En belirgin fizyopatolojik değişiklik hava
akımı kısıtlanması ise havayolu direncinde artma ve
akciğerin elask geri çekilme gücündeki azalmaya bağlıdır.
Havayolu direnci ölçümü havayolunun çapını yansıtan
bir parametre olması nedeni ile önemlidir. Araşrmamız
sitokin gen polimorfizmlerinin KOAH gelişimindeki rolü
ve KOAH olguları ile sağlıklı sigara içicilerinde havayolu
direncinin değerlendirilmesi amacıyla yapıldı.
UZUN
SÜRELİ
OKSİJEN
TEDAVİSİNİN
PELİN DURU ÇETİNKAYA 1, ONUR FEVZİ ERER 1, HALİL
HALİL 2, ENVER YALNIZ 1, SERİR AKTOĞU ÖZKAN 1
1
Amaç:
Kronik solunum yetmezliğinde (KSY), uzun süreli oksijen
tedavisinin (USOT), yaşam süresini ve yaşam kalitesini
ar
rdığı gösterilmişr. Bu çalışmada KSY liği olan KOAH
hastalarında USOT un etkileri, hasta uyumu, yaşam
kalitesi ve sağkalım üzerindeki etkinliği araşrıldı.
Gereç ve Yöntem:
Şubat 2006-Temmuz 2007 tarihleri arasında prospekf
olarak 54 KOAH ve KSY olgusuna USOT endikasyonu
konuldu. Ortalama 5. ve 10. aylarda klinik kontrolleri
yapıldı ve ortalama 19 ay izlendiler. Ekokardiyografi,
dispne skoru (MRC), SGQR anke çalışmanın başında
ve kontrollerde yapıldı. Ayrıca USOT endikasyonun
devam edip etmediği, oksijen tedavisi kullanma süreleri
değerlendirildi.
Gereç ve Yöntem:
Bulgular:
Çalışmamıza 264 KOAH’lı olgu dahil edildi. Olgular SFT
ve sigara içme öykülerine göre 3 gruba ayrıldı. Olgularda
TNF-α 308 G/A ve TGF-b1 800 G/A gen polimorfizmleri
ile havayolu direnci değerlendirildi.
Yedi kadın, 47 erkek hastanın yaş ortalaması 64 dür.
Birinci kontrole kadar ortalama oksijen kullanma süresi
9.8 saat, ikinci kontrole kadar 10.6 saar. İzlemde
17 hasta eksitus olmuş, 3 hasta kaybolmuştur. Birinci
kontrole kadar ki etkin USOT kullanımı (15 saat ve üzeri)
%31, ikinci kontrole kadar ki etkin kullanım oranı %46 dır.
Etkin USOT kullanan hastalarla 15 saan alnda kullanan
hastaların sağkalım analizleri (Kaplan-Meier yaşam
analizi) arasında istasksel anlamlı fark saptanmadı.
Etkin USOT kullanan hastalarda bazal pulmoner arter
basıncı (PAB) ortalama 50mmHg iken 2. kontrolde PAB
40mmHg saptanmışr (p=0,01) . SGQR ankende,
semptom skoru açısından bazale göre 2. kontrol
değerlerinde anlamlı düzelme saptanmışr (p=0,005).
Tüm çalışma grubunda, 2. kontrolu yapılan 30 hastada
bazal değerlere göre SGQR ankendeki semptom skoru,
his skoru ve total skorda anlamlı düzelme saptanmışr
(p<0,05).
Bulgular:
Gruplar arasında gen polimorfizmleri açısından anlamlı bir
fark bulunmadı (p>0.05). Ayrıca, ortalama Raw açısından
da gruplar arasında anlamlı farklılık bulunmadı (p> 0.05).
Ortalama sRaw KOAH olgularında anlamlı şekilde farklı
ve Grup I’de daha yüksek saptandı (p< 0.0001). FEV1,
FEV1/FVC ve sRaw değerleri arasında anlamlı ve negaf
bir korelasyon bulundu (p< 0.05).
Sonuç:
Çalışmamızın sonucunda, TNF-α 308 G/A polimorfizm ve
TGF-b1 800 G/A polimorfizmlerinin KOAH gelişimi için
toplumuzda bir risk oluşturmayabileceğini düşündük.
Çalışmamız havayolu direncini değerlendirmede
Raw’dan ziyade sRaw’ın kullanılmasının daha tercih
edilebilir olduğunu göstermişr. Toplumumuz için KOAH
gelişimine risk oluştu-rabilecek genek faktörlere ve
havayolu direncine yönelik yeni çalışmaların daha geniş
hasta grupları ile ülkemizin farklı bölgelerinden yapılması
gerekği inancındayız.
Sonuç:
USOT pulmoner arter basıncında ve yaşam kalitesi
üzerinde olumlu etkiye sahipr. Günde 15 saan alnda
USOT kullanan hastalarda etkin kullanan hastalara göre
sağkalım farklı bulunmamışr.
263
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
TP086
KRONİK OBSTRÜKTİF AKCİĞER HASTALARININ
BİYOELEKTRİKSEL İMPEDANS ANALİZ YÖNTEMİ
KULLANILARAK DEĞERLENDİRİLMESİ: BİR ÖN ÇALIŞMA
MEHMET POLATLI 1, MEHMET DİNÇER BİLGİN 2, ŞULE
TAŞ GÜLEN 1, SACİDE KARAKAŞ 3, SERÇİN ÖZLEM 2,
ORHAN ÇİLDAĞ 1
ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ,
GÖĞÜS HASTALIKLARI AD, AYDIN
2
ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ,
BİYOFİZİK AD, AYDIN
3
ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ,
ANATOMİ AD, AYDIN
1
Amaç:
Biyoelektriksel impedans analizi (BIA) kişilerin
vücut bileşenleri ve nütrisyonel durumları hakkında
değişimlerini değerlendiren non-invaziv, ucuz, kullanımı
kolay, tekrarlanabilir ve portaf bir yöntemdir.
Kronik obstrükf akciğer hastalığında (KOAH) vücut
kompozisyonunda oluşan değişiklikler hastaların
nütrisyonel durumunun değerlendirilmesinde önemlidir
çünkü bu hastalarda azalmış vücut ağırlığı ve kas
kütlesi mortalitenin habercisidir. Bu çalışmada KOAH
olgularının vücut kompozisyonun analizi ve vücudlarının
biyoelektriksel özelliklerinin tayini amaçlanmışr.
Gereç ve Yöntem:
Bu çalışmaya 28 erkek KOAH hastası (yaş 63.3±1.7) ve 11
sağlıklı erkek gönüllü (yaş 60.4±2) kalmışr. Solunum
fonksiyonu ölçüldükten sonra BİA 101 (İtalya) cihazıyla
deneklerin kol ve ayak derilerinden rezistans ve reaktans
değerleri ölçülmüştür. Bu değerlerin Bodygram 1.3TM
(İtalya) yazılımında kullanılmasıyla vücut yağ miktarı,
yağsız doku kütlesi, vücut hücre kütlesi, total vücut suyu,
hücre dışı ve içi su kütlesi, faz açısı, bazal metabolik
hız, vücut kütle indeksi, ortalama enerji gereksinimi
hesaplandı.
Bulgular:
Membran fonksiyonu ve bütünlüğünün göstergesi olan
faz açısı ile hastalığın sa†alarını yansıtan yağsız doku
kütle indeksi (FFMI), FEV1 %50-80 arasında olanlarda
sırasıyla 6.0±0.2 ve 33±1 iken FEV1 %50 nin alnda
olanlarda ise 5.1±0.3 ve 28.3±1.6 olarak belirlenmişr.
KOAH olgularında yağsız doku kütlesinde, vücut hücre
kütlesinde, total vücut suyunda ve hücre zarında Na/K
değişimini gösteren hücre dışı su kütlesinin hücre içi su
kütlesine oranında da azalma saptanmışr.
Sonuç:
Sonuç olarak, bu ön çalışma KOAH olgularında yağsız
doku kütle indeksi ve faz açısındaki azalmanın akciğer
264
11 NİSAN 2009
fonksiyonlarında kötüleşmeyi gösteren yararlı tanısal
belirleyici olabileceğini göstermektedir.
TP087
KRONİK OBSTRÜKTİF AKCİĞER HASTALIĞINDA MİNİMAL
BRONŞEKTAZİ
ELİF ŞEN , ZEYNEP PINAR ÖNEN , BANU ERİŞ GÜLBAY
, ÖZLEM ERÇEN , SERPİL ELADAĞ , ÖZNUR AKKOCA
YILDIZ , TURAN ACICAN , SEVGİ SARYAL , GÜLSEREN
KRABIYIKOĞLU
ANKARA ÜNİVERSİTESİ, TIP FAKÜLTESİ, GÖĞÜS
HASTALIKLARI ANABİLİM DALI
Amaç:
KOAH kapsamlı bir tanımlama olup bazen bronşektazi
gibi eşlik eden patolojilerin göz ardı edilmesine
neden olabilmektedir ve minimal bronşektazi gibi
yapısal bir patolojinin gösterilebilmesi ise sadece BT
ile yapılabilir. Minimal bronşektazi eşlik eği KOAH
olgularının alevlenme sayılarını arrırken, klinik ve
fonksiyonel bozulmaya yol açar şeklinde genel bir kanı
da bulunmaktadır. Bütün bunlardan yola çıkarak, bu
çalışmada KOAH olgularında BT ile minimal bronşektazi
oranını belirlemeyi, var olan bronşektazinin klinik ve
fonksiyonel etkilerini değerlendirmeyi amaçladık.
Gereç ve Yöntem:
2004-2008 tarihleri arasında takip edilen KOAH
olgularından BT’si çekilen, 77’sinin (4 K/73E; yaş
ortalaması 62±9) verileri incelendi. BT’sinde minimal
bronşektazi olan ve olmayan olgular şeklinde iki gruba
ayrıldı.
Bulgular:
Hastalardan 34’ünde minimal bronşektazi saptandı. Her
iki hasta grubu arasında; yaş, BMI ve diğer klinik özellikler
arasında farklılık saptanmadı. Hastaların % 65’i ağır- çok
ağır evre KOAH’lıydı, bu nedenle iki grup arasında hastalık
şiddetleri yönünden de farklılık izlenmedi. Beklenenin
aksine, minimal bronşektazili hastaların toplam
tükelen sigara miktarı anlamlı olarak daha düşüktü
(36pk-yıl, p=0.04). Tomografide minimal bronşektazi
saptanan hastaların MRC düzeyleri ile yıllık alevlenme ve
hastaneye yaş sayıları bronşektazisi olmayanlara kıyasla
daha yüksek(p>0.05) ve FEV1, FVC, FEV1/FVC yüzdeleri
ile inspiratuar kapasiteleri, Pa02 ve PaC02 değerleri
istasksel düzeyde anlamlı olmamakla birlikte daha
düşüktü (p>0.05). Minimal bronşektazi görülen olgularda
hipertansiyon ve hiperlipidemi başta olmak üzere eşlik
eden hastalık görülme oranı, bronşektazisi olmayanlara
göre daha yüksek (p=0.005).
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
11 NİSAN 2009
Sonuç:
Bulgular:
Bu çalışmadan elde edilen verilere göre, KOAH olgularının
BT tomografilerinde minimal bronşektazi saptanma
olasılığı hiç de az değildir. Ancak beklenenin aksine,
eşlik eden minimal bronşektazi, olguların fonksiyonel
parametreleri üzerinde etkili olmamaktadır. Minimal
bronşektazi varlığı KOAH olgularının sadece dispne hissini,
hastaneye başvuru ve yatarak tedavi görme gereksinimini
arrabilmektedir. Bu nedenle KOAH olgularının yine de
eşlik eden minimal bronşektazi yönünden kapsamlı bir
şekilde değerlendirilmesi önemlidir.
Kolay uygulanan bir test olan 6DYT’ e hasta uyumu KPET’
den daha yüksek bulundu. 6DYT ve KPET parametreleri
(Wmax, VO2, VCO2, R, VE) arasında anlamlı ilişki gözlendi.
FEV1, FVC, FEF25-75, FEV1/FVC, MVV ve IC ile VO2 ilişkili
bulundu. Wmax, VCO2, VE ile FEV1, FVC, FEF25-75,
MVV ve IC ilişkiliydi. 6DYT ise FEV1, MVV ve IC ile ilişkili
bulundu. Ancak maksimum egzersiz kapasitesi solunum
fonksiyon testleriyle 6DYT’ den istasksel olarak daha
anlamlı bir ilişki göstermekteydi. VO2, VCO2, VE/VO2,
VE/VCO2 ile DLCO ve MIP arasında anlamlı korelasyon
bulundu. Her iki test de havayolu ilemi (Gaw) ve direnci
(Raw) testleriyle ilişkili değildi. 6DYT ile arter kan gazı
değerleri arasında ilişki gözlenmezken, PO2 ve SO2 ile W
max, VO2, VCO2, VE arasında istasksel olarak anlamlı
ilişki gözlendi. Hemoglobin ve hematokrit değerleri ile
her iki test arasında ilişki gözlenmezken, albumin ile VO2,
VCO2, VE ve sedimentasyon değeri ile BR arasında ilişki
bulundu. CRP değeri ile VO2/kg, BR ve VE/VCO2 arasında
negaf korelasyon saptandı.
TP088
KRONİK OBSTRÜKTİF AKCİĞER HASTALIĞINDA
EFOR KAPASİTESİNİN BELİRLENMESİNDE BİSİKLET
ERGOSPİROMETRİSİYLE YAPILAN KARDİYOPULMONER
EGZERSİZ TESTİNİN ALTI DAKİKA YÜRÜME TESTİYLE
KARŞILAŞTIRILMASI
FATMA ÇİFTCİ , ÖZNUR AKKOCA YILDIZ , SEVGİ BARTU
SARYAL
ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI AD
Amaç:
KOAH’ ta hangi egzersiz tesnin seçileceği karmaşık bir
konudur. Bu çalışma 6DYT ve KPET arasındaki ilişkiyi ve iki
tesn solunum fonksiyon testleri, arter kan gazı değerleri
tam kan, nütrisyon parametreleri ve inflamasyon
belirteçleri ile ilişkisini incelemek amacıyla yapılmışr.
Gereç ve Yöntem:
Klinik olarak stabil 36 KOAH’ lı olgu çalışmaya dahil edildi.
Olgular GOLD kriterlerine göre evrelendi. Olguların ayrınlı
anamnezi alındı. Bazal değerlendirme sonrasında çalışma
protokollerine uygun şekilde 6DYT ve KPET yaprıldı.
KPET ile O2 tükemi(VO2), CO2 üremi (VCO2), solunum
değişim oranı (R), kalp hızı rezervi (HRR), O2 pulse (VO2/
HR), solunum rezervi (BR), dakika venlasyonu (VE),
venlasyon eşitlikleri (VE/VO2, VE/VCO2) hesaplandı.
Solunum fonksiyon testleri (ekspiratuar hava akım
hızları, stak akciğer volümleri, difüzyon tes, maksimal
ağız basınçları, havayolu direnci ve ilemi) uygulandı.
Laboratuar testleri yapılarak olguların arter kan gazı, tam
kan, albumin ve inflamasyon belirteçleri (sedimentasyon
ve CRP) düzeyleri kaydedildi.
Sonuç:
Basit bir test olan 6DYT, KOAH olgularında egzersiz
kapasitesinin belirlenmesinde değerlidir. Her iki test
de solunum fonksiyon testleri özellikle FEV1, MVV,
IC ile belirlenen venlasyon bozukluğu ile ilişkilidir.
KPET hipoksemi, nütrisyonel durum ve inflamasyon ile
ilişkilidir
e-PS129
İNTRAVEZİKAL BCG İMMÜNOTERAPİSİNİN 3 FARKLI
KOMPLİKASYONU
PINAR TUNÇ , SİBEL ÖZKURT , NEŞE DURSUNOĞLU ,
ESMA ÖĞÜN , FATMA EVYAPAN
PAMUKKALE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS
HASTALIKLARI ANABİLİMDALI
Amaç:
Bacillus Calmee Guerin (BCG) süperfisial transisyonel
hücreli mesane tümörünün tedavisinde intravezikal
olarak kullanılmaktadır. Tedaviye bağlı olarak lokal ve
sistemik yan etkiler tanımlanmışr.
Gereç ve Yöntem:
İntravezikal BCG immünoterapisi sonrası gelişen ve ateş
yüksekliği ile başvuran 3 olguyu sunuyoruz.
265
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ
11 NİSAN 2009
Bulgular:
Gereç ve Yöntem:
Olgu 1: 62 yaşında erkek hasta mesane karsinomu
tanısı ile TUR-M operasyonu sonrası 6 kür intravezikal
BCG immünoterapi tedavisi almış. Ateş yüksekliği,
gece terlemesi ve öksürük yakınması başlamış. Akciğer
grafisinde ve Toraks YÇBT’de milier patern izlendi. Bronş
lavaj ve BAL’da ARB negaf, mikobakteri kültüründe
üreme olmadı. İntravezikal BCG immünoterapisi sonrası
gelişen milier akciğer tutulumu tanısı ile hastaya 3’lü
antüberküloz tedavi (H, R, E ) ve melprednizolon
40 mg/G başlandı. Olgu 2: 69 yaşında erkek hasta
mesane karsinomu tanısı ile TUR-M operasyonu
sonrası intravezikal BCG immünoterapisi almış. Hasta
ateş yüksekliği, tesslerinde ağrı ve şişlik yakınmaları
ile epididimoorşit tanısı almış. Akciğer grafisinde
ve. toraks YÇBT’de akciğer tutulumunu düşündüren
bulguya rastlanmadı. Bronş lavaj ve BAL’da ARB negaf,
mikobakteri kültüründe üreme olmadı. İntravezikal BCG
immünoterapisi lokal komplikasyon tanısı ile hastaya 3’lü
antüberküloz tedavi başlandı. Olgu 3: 40 yaşında erkek
hasta mesane karsinomu tanısı ile

Benzer belgeler