2008 Küresel Mali Krizinin Nedenleri ve Türkiye ile

Transkript

2008 Küresel Mali Krizinin Nedenleri ve Türkiye ile
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
TÜRKİYE’DE GLOBAL MALİ KRİZİN ETKİLERİ KONUSUNDA HALKIN DÜŞÜNCESİ
Hasan AKÇA*
Harun YAKIŞIK**
Özet: Literatürde küresel mali krizle ilgili halkın görüşlerini yansıtan çalışma sayısı yok denecek
kadar azdır. Bu kapsamda, çalışmanın amacı; mali kriz hakkında bireylerin düşüncelerinin ne
olduğunu, krizin oluşturabileceği olumsuz etkiyi bireylerin nasıl azalttıklarını veya krizi fırsatlara nasıl
dönüştürdüklerini belirlemektir. Halkın krize bakış açısını öğrenmek için Ocak-Şubat 2010
tarihlerinde Türkiye’nin farklı illerinde yaşayan 250 kişi ile anket yapılmıştır. Bireyler Türkiye’de
bankacılık ve sigortacılık sektörlerinin 2008 mali krizinden çok fazla etkilenmediğini ifade ederken;
tekstil, tarım ve inşaat sektörlerinin olumsuz yönde etkilendiklerini belirtmişlerdir. Ankete cevap
verenler, sağlık ve eğitim sektörlerinin krizden etkilenip etkilenmediği konusunda herhangi bir fikir
beyan etmemiştir. Ki-kare sonucuna göre (χ2 = 15.345; Sd= 9; P = 0.082); bireylerin gelir durumu
ile krizden etkilenme düzeyi arasında bir ilişki vardır.
Anahtar Kelimeler: Küresel Mali Kriz, Ki-kare, Türkiye.
OPINIONS OF PEOPLE ABOUT EFFECTS OF GLOBAL FINANCIAL CRISIS IN TURKEY
Abstract: Number of studies related to global financial crisis reflecting opinions of people is very
limited in the literature.
In this context, aim of this study is to determine what opinions of
individuals about financial crisis are, how they reduce negative effects of crisis to be emerged or
how they convert crisis into opportunities. The questionnaire was carried out January-February
2010 in different provinces of Turkey with 250 people. According to respondents; sectors of
banking and insurance in Turkey have been affected by 2008 financial crisis in positive way but
sectors of textile, agriculture and building in negative way. They have no idea about effects of
crisis on education and health sectors. According to chi-square result (χ2 = 15.345; Df= 9; P =
0.082); there is a relationship between income of individuals and level of being effected from crisis.
Key Words: Global Financial Crisis, Chi-square, Turkey.
*
Çankırı Karatekin Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İktisat Bölümü; [email protected]
Çankırı Karatekin Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İktisat Bölümü; [email protected]
**
1
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
1. Giriş
Dünya ekonomisi ilk olarak ABD’de Ağustos 2007 tarihinde ortaya çıkan ve Eylül 2008’den itibaren
şiddeti giderek artan ve tüm dünyayı etkileyen küresel mali kriz ile karşı karşıyadır (Anonim 2009:
34). ABD’de Lehman Brothers Yatırım Bankası’nın iflası ve büyük şirketlerin zor durumlara düşmesi
yaşanan mali krizin büyüklüğünü göstermektedir (Demir vd 2009: 2). Dünya ekonomisinin içinde
bulunduğu krizi geçmiş deneyimlerden ayıran en önemli özellik; geçmiş krizlerin büyük oranda az
gelişmiş ve yükselen piyasa ekonomilerini etkilemiş olmasına rağmen, hâlihazırdaki mali krizin
önemli ölçüde gelişmiş ülkeler tarafından hissedilmekte oluşudur. Örneğin, 1994 Meksika krizi ile
başlayan ve Türkiye’nin 2000-2001 deneyiminin de içinde bulunduğu, daha çok gelişen ekonomiler
tarafından tecrübe edilen krizler, gelişmiş ülkelerin 1992 yılındaki kısa süreli döviz krizi
deneyimleriyle karşılaştırıldığı zaman çok daha ağır sonuçlar doğurduğu bir gerçektir (Bleaney
2005). Son kriz döneminin en bariz sonuçlarından birisi de çok sayıda banka ve finansal kuruluşun
iflas etmesi veya ciddi iflas riskiyle karşı karşıya kalmasıdır. Her büyük iflasla birlikte krizin derinliği
artmış, iflas eden kurumun yakın finansal ilişkide olduğu diğer kurumlar da iflas riskiyle karşı
karşıya kalmıştır (Özkan 2008: 82).
Son yıllarda, sürekli olarak küresel mali krizin etkileri konusunda medya’da birçok haber yer
almakta veya uzmanlar bilimsel toplantılarda mali krizle ilgili görüşlerini toplum ile paylaşmaktadır.
Fakat krizin doğrudan etkileyeceği hedef kitle durumunda olan bireylerin küresel mali kriz
konusunda fikirlerini aktaran çalışma sayısı yok denecek kadar azdır. Bu nedenle, çalışmanın amacı,
mali kriz hakkında bireylerin düşüncelerinin ne olduğunu, krizin oluşturabileceği olumsuz etkiyi
bireylerin nasıl azalttıklarını veya krizi fırsatlara nasıl dönüştürdüklerini belirlemektir.
2. Kriz Kavramı’nın Tanımı
Literatür taraması göstermektedir ki; kriz kavramının bütün uzmanlar/araştırıcılar tarafından kabul
edilmiş kesin bir tanımı bulunmamaktadır. Örneğin, Türk Dil Kurumu sözlüğünde, kriz “bir ülkenin,
bir kuruluşun veya bir kimsenin yaşamında görülen güç dönem, bunalım, buhran” şeklinde
tanımlanmaktadır. Mitroff ve Pearson (1993) krizi, “bir kuruluşun bütününü ve bütünlüğünü
etkileme potansiyeli olan herhangi bir olay” olarak tanımlamaktadır. Dinçer (1988) krizi “bir işin,
olayın geçtiği karışık safha”, “içinden çıkılması zor bir durum”, “birdenbire meydana gelen kötüye
gidiş yönündeki gelişmeler ve tehlikeli an” olarak tanımlamaktadır. Ekonomi bilimine göre kriz “bir
ülkedeki arz-talep dengesinin bozulması, ekonomideki yapısal faktörlerle, ekonominin finansal
kesimi arasındaki uyumsuzluk” olarak tanımlanmaktadır (Altuğ 1994, Zerenler ve İraz 2006: 249).
2
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
3. Materyal ve Method
Çalışmanın ana materyalini Türkiye’nin farklı illerinde (Ankara, Bayburt, Giresun, Hatay, İstanbul,
İzmir, İzmit, Çankırı, Erzurum, Kütahya, Malatya, Nevşehir, Ordu, Sakarya, Samsun, Tekirdağ,
Tokat, Zonguldak) yaşayan 250 kişi ile yapılan anket sonucu elde edilen veriler oluşturmaktadır.
Çalışmanın konusu dikkate alınarak; deneklerin sosyo-ekonomik ve demografik özelliklerini, kriz
kavramından ne anladığını, krizin kaynağını, krizin sektörleri nasıl etkilediğini, krize karşı önlem alıp
almadığı gibi konuları kapsayan bir anket formu hazırlanmıştır. Anketler Ocak-Şubat 2010 tarihleri
arasında konu uzmanı sayılacak kişiler tarafından bizzat gerçekleştirilmiştir. Anketlerde eksik cevap
olmaması için katılımcıların bütün sorulara cevap vermeleri istenmiştir.
Çalışmada bireylerin demografik ve sosyo-ekonomik özellikleri ile krizden etkilenme durumları
arasındaki ilişki (sayısal olmayan değişkenler arasındaki ilişki) incelendiği için Ki-kare (χ2)
kullanılmıştır. Ki-kare (χ2) ve Serbestlik derecesinin (Sd) formülleri aşağıda verilmiştir (Gujarati
1995, Mirer 1995):
χ 2 = ∑ i =1
k
(Oi − Ei ) 2
Ei
Sd = (r – 1) (c – 1)
Yukarıdaki formüllerde; Oi gözlenen frekansları, Ei beklenen frekansları, r satır sayısını, c sütun
sayısını ifade eder. Eğer, Oi = Ei ise; χ2 = 0 demektir. Eğer, χ2(Hesaplanan) ≥
χ2(Tablo) ise H0 ret;
χ2(Hesaplanan) < χ2(Tablo) ise H0 Kabul’dür. Eğer, H0 Kabul ise; gruplar arasında istatistiksel açıdan
önemli fark yoktur. Eğer, H0 ret ise; hangi grubun/grupların diğerlerinden farklı olduğuna karar
vermek gerekir.
4. Araştırma Bulguları
Ankete katılan kişilere ait demografik ve sosyo-ekonomik veriler tablo 1’de görülmektedir. Ankete
cevap veren bireylerin %50.4’ünü erkek, %49.6’sını kadın oluşturmaktadır. Bu oran Türkiye’deki
nüfusun cinsiyet yapısı ile uyumludur. Deneklerin %25.6’sı 18-25 yaş, %23.2’si 26-35 yaş, %25.2’si
36-45 yaş, %18.0’i 46-55 yaş ve %8.0’i 56 ve üzeri yaş grubunda yer almaktadır. Ortaöğretim (lise
ve dengi okul) mezunu bireyler ankete katılanların yarıdan fazlasını (%51.6) oluştururken, bunu
sırasıyla üniversite (%24.4) ve ilköğretim mezunları (%24.0) izlemektedir. Ankete katılanların
meslek grupları incelenirse memurlar %22.4 ile en büyük grubu, çiftçiler ise en düşük grubu
(%2.4) oluşturmaktadır. Ankete katılan bireylerin %33.2’si 600 TL’den az, %37.6’sı 601-1500 TL
arasında, %23.2’si 1501-2500 TL arasında ve %6.0’sı 2500 TL’den fazla gelire sahip oldukları
belirlenmiştir. Yerleşim birimleri dikkate alınarak yapılan analizde bireylerin %69.2’sinin il
merkezinde, %24.4’ünün ilçe merkezinde ve %6.4’ünün ise kırsal alanlarda yaşamaktadır.
3
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Tablo 1
Ankete Katılanların Demografik ve Sosyo-Ekonomik Özellikleri
Cinsiyet
Yaş (Yıl)
Eğitim
Meslek
Aylık Gelir
Yerleşim Yeri
Adet
126
124
250
64
58
63
45
20
250
60
129
61
250
21
30
10
56
25
6
22
32
14
18
16
250
83
94
58
15
250
173
61
16
250
Erkek
Kadın
TOPLAM
18-25
26-35
36-45
46-55
56 ve üzeri
TOPLAM
İlköğretim
Ortaöğretim
Yükseköğretim
TOPLAM
Esnaf-Tüccar
Serbest Meslek
Akademisyen
Memur
İşçi
Çiftçi
Öğrenci
Ev Kadını
İşsiz
Emekli
Diğer
TOPLAM
600 TL’den az
601-1 500 TL
1 501-2 500 TL
2 501 TL ve üzeri
TOPLAM
İl Merkezi
İlçe
Belde-Köy
TOPLAM
%
50.4
49.6
100.0
25.6
23.2
25.2
18.0
8.0
100.0
24.0
51.6
24.4
100.0
8.4
12.0
4.0
22.4
10.0
2.4
8.8
12.8
5.6
7.2
6.4
100.0
33.2
37.6
23.2
6.0
100.0
69.2
24.4
6.4
100.0
Ankete katılanlara krizin hangi sektörleri ve nasıl etkilediği sorulmuştur. Bu konuda halkın ortak
kanaati, bankacılık (%22.0) ve sigortacılık (%20.8) sektörlerinin 2008 mali krizinden olumlu yönde
etkilendikleri sonucu çıkmasıdır. Uluslararası kuruluşlarca Türkiye’nin kredi notunun yükseltilmesi,
bankacılık sektörünün beklenenin aksine krizden güçlenerek çıktığı sonucunu verebilir. Halkın da bu
yönde görüş bildirmesi yukarıdaki sonucu teyit eder niteliktedir. Tekstil (%79.2), tarım (%73.6) ve
inşaat (%68.8) sektörlerinin ise küresel mali krizden olumsuz yönde etkilendiği sonucu çıkmaktadır.
4
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Diğer taraftan sağlık ve eğitim (%36) sökerlerinin krizden etkilenme durumu ile ilgili halk herhangi
bir fikir beyan etmemiştir (Tablo 2). Küresel krizin etkisiyle AB ülkelerinde oluşan talep daralması
Türkiye’deki otomotiv sektörünü olumsuz yönde etkilemiştir. Krizin etkisini azaltmak için 16 Mart-30
Eylül 2009 tarihleri arasında hükümet iki kademeli olarak otomotiv sektöründe ÖTV indirimi
yapmıştır. Bu uygulama ile otomotiv sektöründe talep canlı tutularak otomotiv sektörünün krizden
diğer ülkelere oranla beklenenden az hasarla çıkması sağlanmaya çalışılmıştır.
Tablo 2
Ankete Katılanlara Göre Krizin Sektörleri Etkileme Durumu
Sektörler
İnşaat
Tarım
Tekstil
Turizm
Bankacılık
Sağlık
Eğitim
Otomotiv
Sigorta
Sektörlerin Etkilenme Durumu (%)
Olumlu Etkilendi Olumsuz Etkilendi Etkilenmedi
14.4
68.8
0.4
5.2
73.6
0.4
6.0
79.2
0.0
15.6
51.6
1.2
22.0
49.2
1.2
16.0
46.4
1.6
14.4
47.6
2.0
16.0
62.4
0.4
20.8
44.4
0.4
Fikri Yok
16.4
20.8
14.8
31.6
27.6
36.0
36.0
21.2
34.4
Halkın 2008 mali krizinden etkilenme durumu araştırıldığında: ankete katılanların yaklaşık 1/3’ü
krizden orta düzeyde ve %28.0’i yüksek düzeyde etkilendiklerini ifade etmişlerdir. Krizden az
düzeyde etkilendim diyenlerin oranı 1/4’tür. Krizden etkilenmedikleri (%13.6)
yönünde görüş
bildirenlerin oranı ise %13.6’dır (Tablo 3).
Tablo 3
Ankete Katılanların Küresel Mali Krizden Etkilenme Durumları
Sonuçlar
Hiç etkilenmedim
Az düzeyde etkilendim
Orta düzeyde etkilendim
Yüksek düzeyde etkilendim
TOPLAM
Adet
34
63
83
70
250
%
13.6
25.2
33.2
28.0
100.0
“Kriz” kavramının kendilerine ne çağrıştırdığı sorusuna ankete katılan bireylerin 2/3’ünden fazlası
işsizliğin artacağı cevabını vermişlerdir. Bunu, %62.0 ile bireylerin maddi sıkıntılarının artacağı,
%59.2 ile sıkıntılı günlerin yakın olduğu, satın alma gücünün azalacağı (%58.4) ve tedbirli olmak
gerektiği (%57.2) görüşü izlemektedir. Diğer taraftan halkın çok küçük bir kısmı (%14.8) kriz ile
5
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
birlikte Türkiye’den yabancı sermaye kaçışının olacağı (%14.8) şeklinde görüş bildirmişlerdir (Tablo
4). Bu değerlendirme, Türkiye’nin kredi notunun artması ile eş zamanlılık özelliği göstermektedir.
Tablo 4
Ankete Katılanların Kriz Kavramından Ne Algıladıkları
Adet
148
155
16
170
7
8
69
102
59
143
113
146
127
72
101
52
89
80
121
112
69
73
107
71
37
5
Sıkıntılı günlerin yakın olduğu
Bireylerin maddi sıkıntısının artacağı
Satın alma gücünün artacağı
İşsizliğin artacağı
Devlet yatırımlarının artacağı
Vergilerin düşeceği
Devlet kurumlarının satılacağı
Devletin daha fazla borçlanacağı
Borsada çöküş-dibe vurma
Tedbirli olmak gerektirdiği
Güvensizlik ortamının oluşabileceği
Satın alma gücünün azalacağı
Kredi kartı mağdurlarının azalacağı
Devlet yatırımlarının azalacağı
Vergilerin artacağı
Ülke kredi notunun düşeceği
IMF’den kredi kullanma mecburiyeti
Karşılıksız çek-senet sayısının artacağı
Firma iflaslarının artacağı
Kriz fırsatçılarının çoğalacağı
Banka iflaslarının artacağı
Özel sektör yatırımlarının azalacağı
Birçok ürüne zam yapılacağı
Döviz ve altın fiyatlarının artacağı
Ülkeden yabancı sermaye kaçışının olacağı
Fikri yok
%
59.2
62.0
6.4
68.0
2.8
3.2
27.6
40.8
23.6
57.2
45.2
58.4
50.8
28.8
40.4
20.8
35.6
32.0
48.4
44.8
27.6
29.2
42.8
28.4
14.8
2.0
Halkın krizin etkilerini en aza indirmek için aldıkları en yaygın önlem zorunlu olmayan harcamaları
azaltma (%61.2) ve borçlanmamaya çalışma (%48.8) yönünde olmuştur. Krize karşı hiç önlem
almayanların oranının %21.6 olarak çıkmasında halkın kadercilik anlayışının ve geleneksel
alışkanlıklarının etkili olduğu söylenebilir (Tablo 5).
6
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Tablo 5
Ankete Katılanların Küresel Mali Krize Karşı Aldıkları Önlem Şekli
Adet
54
153
11
2
42
35
122
4
Hiç önlem almadım
Zorunlu olmayan harcamalarımı azalttım
Arabamı sattım
Gayrimenkul sattım
Tasarruflarımı kullanmak zorunda kaldım
Araba kullanmayı azalttım
Borçlanmamaya çalıştım
Diğer
%
21.6
61.2
4.4
0.8
16.8
14.0
48.8
1.6
Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı mali krizin kaynağı sorulmuş, ankete katılanların %68.8’i krizin dış
kaynaklı olduğu yönünde cevap bildirmişlerdir. Mali krizin iç kaynaklı olduğunu belirtenlerin oranı
sadece %18.4 civarındadır. Geriye kalan %12.8’lik kesim ise krizin kaynağı konusunda herhangi bir
fikir beyan etmemiştir (Tablo 6). Fikrim yok diyenlerin çoğunluğunu ev hanımı ve işçiler
oluşturmaktadır.
Tablo 6
Ankete Katılanlara Göre Mali Krizin Kaynağı
İç kaynaklıdır
Dış kaynaklıdır
Fikri yok
TOPLAM
Adet
46
172
32
250
%
18.4
68.8
12.8
100.0
Halka “2001” ve “2008” mali krizlerinden etkilenme durumları sorulmuş; ankete katılanların
%44.4’ünün her iki mali krizden de etkilendikleri belirlenmiştir. Yaklaşık olarak 1/5’inden fazlası
2001 krizinden etkilenmediğini fakat 2008 krizinden etkilendiğini ifade etmişlerdir. Buna karşılık
2001 mali krizinden etkilenip, 2008 krizinden etkilenmeyenlerin oranı ise %10.8’dir. Her iki mali
krizden etkilenmeyenler (genelde memurlar ve ev hanımlarından oluşmaktadır) %16.0’lık bir orana
sahiptir. Geriye kalan %7.2 ise fikrim yok şeklinde cevap vermişlerdir (Tablo 7).
7
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Tablo 7
Ankete Katılanların “2001” ve “2008” Mali Krizlerinden Etkilenme Durumu
Her ikisinden de etkilenmedim
Her ikisinden de etkilendim
2001 krizinden etkilenmedim fakat 2008 krizinden etkilendim
2001 krizinden etkilendim fakat 2008 krizinden etkilenmedim
Fikri yok
TOPLAM
Adet
40
111
54
27
18
250
%
16.0
44.4
21.6
10.8
7.2
100.0
Medyada uzun süre yankı bulan Başbakan’ın “Kriz Türkiye’yi Teğet Geçecek” söylemi ile ilgili olarak
bireylerin %69.2’si bu görüşe Katılmadıklarını, %21.4’ü Katıldıklarını ve %9.2’si ise bu konuda
Kararsız olduklarını belirtmiştir (Tablo 8).
Tablo 8
Başbakanın “Kriz Türkiye’yi Teğet Geçecek” Sözü Hakkındaki Bireylerin Düşünceleri
Hiç katılmıyorum
Kısmen katılmıyorum
Kararsızım
Kısmen katılıyorum
Tamamen katılıyorum
TOPLAM
Adet
138
35
23
41
13
250
%
55.2
14.0
9.2
16.4
5.2
100.0
Krizden etkilenme düzeyi ile bireylerin sosyo-ekonomik özellikleri (cinsiyet, eğitim, yaş, gelir)
arasında bir ilişki olup olmadığı ki-kare analizi ile ortaya konulmaya çalışılmıştır. Ki-kare sonucuna
göre (χ2=15.345, Sd= 9, P= 0.082) sadece bireylerin gelirleri ile krizden etkilenme düzeyi arasında
ilişki olduğu söylenebilir (Tablo 9).
8
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Tablo 9
Bireylerin Sosyo-Ekonomik Özellikleri ile Krizden Etkilenme Düzeyleri Arasındaki İlişki
Hiç
Etkilenmedi
Cinsiyet
Erkek
Kadın
Eğitim
İlköğretim
Ortaöğretim
Yükseköğretim
Yaş
Genç
Yaşlı
Gelir
600 TL’den az
601-1500 TL
1501-2500 TL
2501 ve üzeri
Krizden Etkilenme Düzeyi
Az Düzeyde
Orta Düzeyde
Yüksek Düzeyde
Etkilendi
Etkilendi
Etkilendi
Toplam
19
15
Sonuç: χ2= 0.763
30
33
SD=3
43
40
Olasılık Değeri = 0.858
34
36
126
124
6
19
9
Sonuç: χ2= 5.530
14
33
16
SD=6
20
38
25
Olasılık Değeri = 0.478
20
39
11
60
129
61
20
14
Sonuç: χ2= 4.984
34
29
SD=3
41
42
Olasılık Değeri = 0.173
27
43
122
128
13
9
8
4
Sonuç: χ2= 15.345
16
30
15
1
SD =9
27
25
23
8
Olasılık Değeri = 0.082
27
30
12
2
83
94
58
15
5. Sonuç
Küresel mali krizin finans ve reel sektör üzerine yansımalarından ziyade; halkın görüşlerini yansıtan
bu çalışmada elde edilen bulgular göstermektedir ki; küresel mali kriz ile mücadele de uygulamaya
konulan politikalar halkın değerlendirmelerini dikkate aldığı zaman başarı oranın daha fazla olacağı
söylenebilir. Çünkü ortaya konulan anket sonuçları ile gerçekleşen istatistikî trendlerin birbiri ile
paralellik gösterdiğini aşağıdaki bulgular destekler durumdadır.
• Ankete katılanlara göre Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı mali kriz dış kaynaklıdır.
• Krizden etkilenmeyen bireylerin oranı oldukça düşük düzeyde olmasına karşın; ankete cevap
verenlerin yaklaşık olarak 2/3’ü orta veya yüksek düzeyde krizden etkilenmiştir.
• Kriz kelimesi bireylere işsizliğin ve maddi sıkıntılarının artacağı, sıkıntılı günlerin yakın olduğu,
satın alma gücünün azalacağı veya tedbirli olmak gerektiği konularını çağrıştırmaktadır.
• Halkın, kriz ile ilgili siyasi amaçlı söylemlere pek fazla itibar etmediği anlaşılmaktadır.
• Bireyler, 2008 küresel mali krizinin eğitim ve sağlık sektörleri üzerine etkisi olup olmadığı
konusunda herhangi bir fikir beyan etmemişlerdir.
9
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Kaynaklar
Altuğ, Osman (1994). Kriz Döneminde Şirket Yönetimi. İstanbul: Ekonomik Trend Dergisi Haziran.
Anonim (2009). Türkiye Ekonomik Krizin Neresinde? Ekonomik Bakış No: 28.
Bleaney, Michael (2005). The Aftermath of a Currency Collapse: How Different are Emerging
Markets?. The World Economy 28(1): 79-89.
Demir, Faruk, Ayşegül Karabıyık ve Murat Karakoyunlu (2009). Küresel Krizde İngiltere Tecrübesi.
Ankara: BDDK Çalışma Tebliği Sayı: 4.
Dinçer, Ömer (1988). Stratejik Yönetim ve İşletme Politikası. İstanbul: Beta Yayınları.
Gujarati, Domador (1995). Basic Econometrics. New York: McGraw - Hill.
Mirer, Thad W (1995). Economic Statistics and Econometrics. NJ: Prentice Hall.
Mitroff, I.I. ve C.M. Pearson (1993). Crisis Management: A Diagnostic Guide for Improving your
Organisation’s Crisis-preparedness. San Francisco CA: Jossey-Bass Publishers.
Özkan, Gülçin (2008). Küresel Mali Kriz: Makroekonomik Bir Yaklaşım. Bankacılık Düzenleme ve
Denetleme Kurumu Özel Yayını.
www.york.ac.uk/depts/econ/documents/misc/financial_crisis_macroeconomic_explanation.pdf
(01.02.2010)
Zerenler, Muammer ve Rifat İraz (2006). Kriz Dönemlerinde Ürün ve Süreç Esnekliğinin İşletme
Performansına Etkileri: Küçük ve Orta Ölçekli Tekstil İşletmelerinde Bir Araştırma. Sosyal Bilimler
Enstitüsü Dergisi 21(2): 247-267.
http://sbe.erciyes.edu.tr/dergi/sayi_21/15-%20(247-267.%20syf.).pdf (01.02.2010)
10
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
FİNANSAL KRİZİN ENERJİ SEKTÖRÜNE ETKİLERİ VE TÜRK ENERJİ SEKTÖRÜNÜN
FİNANSAL PERFORMANSININ ANALİZİ
Yrd. Doç. Dr. İclal ATTİLA*
Yrd. Doç. Dr. Yaşar KABATAŞ**
ÖZET
Enerji insan yaşamının vazgeçilmez bir kaynağı olarak, geçmişte olduğu gibi günümüzde de
dünya ve Türkiye gündeminde tartışılan konuların başında yer almaktadır. Ülkelerin ekonomi
yönetiminde kurumsal mekanizmaların yerine piyasa mekanizmalarının konulması ve verimliliğin bu
yolla sağlanacağı yolundaki politikaların etkisi enerji sektörüne de yansımıştır. Bu çalışmada global
mali krizin enerji sektörüne etkileri, Türk enerji sektörünün bu süreçte ve öncesinde gösterdiği
finansal performansının ölçülmesi ve sektörün ileriye dönük performansının ortaya konulması
amaçlanmıştır. İMKB’de enerji sektöründe işlem gören firmalar ele alınarak kriz öncesi ve kriz
dönemindeki finansal performansları “veri zarflama analizi” yardımı ile ölçülmeye çalışılmıştır. Kriz
öncesi dönemin ve kriz sürecinin analizi sonucunda firmaların finansal etkinliklerinde olumsuz bir
değişme görülmemektedir.
Anahtar Kelimeler: Finansal Kriz, Enerji Sektörü, Finansal Performans, Veri Zarflama Analizi
ABSTRACT
An indispensable source of energy in human life, as well as in the past, today the world
and Turkey are included on the agenda at the beginning of the issues discussed. Institutional
mechanisms in countries of economic management and efficiency of the market mechanisms put in
this way the influence of politics on the way to the right will be reflected in the energy sector has.
In this study, the effects of the energy sector of the global financial crisis, Turkey's energy sector
in this process and before the show and the measurement of the financial performance of the
sector's future performance is aimed to put forward. IMKB traded firms in the energy sector in the
pre-crisis and crisis period are discussed in the financial performance "data envelopment analysis"
is tried to be measured with the help. Pre-crisis and crisis of the period as a result of the process of
analyzing the financial activities of companies is not seen in a negative change.
Key Words: Financial Crisis, Energy Sector, Financial Performance, The Data Envelopment
Analysis
*
Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler MYO; [email protected].
Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler MYO; [email protected].
**
11
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
1. GİRİŞ
Kısaca iş yapabilme yeteneği olarak tanımlanan enerji, potansiyel, kinetik, ısı, ışık, elektrik,
kimyasal, nükleer ve ses enerjisi gibi çeşitlere ayrılır. Yapılan, üretilen, değiştirilen her şeyde ve her
türlü eylemin, hareketin oluşumunda enerji vardır. Geçmişten günümüze bütün üretim
faaliyetlerinde belli bir enerji kaynağı kullanılmaktadır. Bu enerji kaynakları yer altı zenginliğini ifade
eden fosil kaynaklı enerji ve yenilenebilir enerji olmak üzere iki gruba ayrılır.
Enerjide bağımsızlık tüm ülkeler için arzu edilen bir konu ise de, artık enerjide bağımsızlık
yerine enerji güvenliği tanımı dünya ülkelerinin enerji politikalarında daha fazla kabul görmekte ve
kullanılmaktadır.(Batman: 4.)
Enerji insan yaşamının vazgeçilmez bir kaynağı olarak, geçmişte olduğu gibi günümüzde de
dünya ve Türkiye gündeminde tartışılan konuların başında yer almaktadır. Enerjinin olmadığı bir
üretim faaliyeti düşünmek mümkün değildir. Enerji sadece sanayi sektöründe değil, tarım, ulaştırma
ve konut olmak üzere diğer sektörlerde de vazgeçilmez bir kaynaktır.
Ülkelerin ekonomi yönetiminde kurumsal mekanizmaların yerine piyasa mekanizmalarının
konulması ve verimliliğin bu yolla sağlanacağı yolundaki politikaların etkisi özellikle 1990 yıllardan
itibaren enerji sektörüne de yansımıştır. Dünya için kritik öneme sahip olan enerji sektörü gerek
üreticiler gerekse tüketiciler açısından göz ardı edilemez.
Bu çalışmanın konusu global mali krizin enerji sektörüne etkileri, kriz öncesi dönemde ve bu
süreçte Türk enerji sektörünün finansal performansının analizidir.
Bu konuya uygun olarak çalışmada global mali krizin enerji sektörüne etkileri, Türk enerji
sektörünün bu süreçte ve öncesinde gösterdiği finansal performansının ölçülmesi ve sektörün
ileriye dönük performansının ortaya konulması amaçlanmıştır.
Günümüzde “performans” kavramı giderek önem kazanmaktadır. En genel ifadesiyle
performans, bir işletmenin belirli bir zaman diliminde elde ettiği başarı derecesi olarak
tanımlanabilir. Bu çalışmada doğrusal programlamanın özel bir uygulama şekli olan, aynı amaç ve
hedeflere sahip işletmelerin göreceli olarak performansını ölçmede kullanılan “veri zarflama analizi”
kullanılacaktır. Uygulamada, İMKB’de enerji sektöründe işlem gören firmalar incelenerek kriz öncesi
ve kriz dönemlerindeki finansal performansları ölçülmeye çalışılacaktır.
Veri zarflama yöntemi son yıllarda Lovell (1993), Ali vd. (1993), Charnes vd. (1995),
Seiford (1996), Zaim vd. (1997), Coelli vd. (1998), Ertuğrul vd. (1999), Ulucan (2000), Cingi vd.
(2000), Karsak vd. (2000), Tarım (2001), Ulucan (2002), Karacabey (2002), Deliktaş (2002), Kesbiç
vd. (2004). Atan vd. (2004), Yayla vd. (2005) ve Sezen vd. (2005), Benli (2006), Yalama (2006) ve
Kırkulak vd. (2009) tarafından çeşitli çalışmalarda kullanılmıştır.
12
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
2. DÜNYA ENERJİ SEKTÖRÜ
Enerji dünya ülkeleri arasında savaşlara neden olabilen, artan maliyetleriyle ülke
ekonomilerini zora sokan, her geçen gün azalan ve yerine alternatifleri bulunmadığı sürece büyük
krizler yaratacak olan bir kaynaktır. Bu nedenlerden dolayı sürekli devam eden doğal süreçlerde var
olan enerji akışından elde edilen ve yenilenilebilen enerji diye tanımlanan kavramın önemi artmıştır.
Bütün bu gelişmelere rağmen dünyada ihtiyaç duyulan enerjinin büyük bir kısmı bugün
dahi fosil kaynaklardan (kömür, petrol, doğal gaz vb.) sağlanmaktadır (World Energy Outlook).
Tablo 1. Dünya Fosil Yakıt Rezervleri (2005 sonu)
Petrol
D.Gaz
Milyar Ton
Trilyon m³
Taşkömürü
Linyit
7,8
7,46
115,7
138,8
Orta ve Güney Amerika
14,8
7,02
7,7
12,2
Avrupa ve Avrasya
19,2
64,01
112,3
174,8
101,2
72,13
0,4
-
15,2
14,39
50,1
0,2
5,4
14,84
192,6
104,3
163,6
179,85
478,8
430,3
Bölge
Kuzey Amerika
Ortadoğu
Afrika
Asya Pasifik
TOPLAM DÜNYA
Kömür (Milyar Ton)
Kaynak: BP Statistical Review of World Energy, June 2006.
Dünya fosil yakıt rezervlerinin bulunduğu bölgeleri gösteren 1 no’lu Tablo, petrolde ve
doğal gaz da Orta Doğu’nun en büyük rezervlere sahip olduğunu göstermektedir. Kömür ve
taşkömürü kaynakları ise dünyaya daha dengeli şekilde dağılmıştır.
2007 yılının ikinci yarısından itibaren göstergeleri olumsuzlaşan Dünya Enerji Pazarı, 2008
yılının son çeyreğinden itibaren bir kriz ortamına girmiştir. 2008 Ocak ayında ABD’de ham petrolün
varili 100 dolara yükselmiştir. Giderek artan petrol fiyatları, Mart 2008 ayında varili 104 dolar,
Temmuz 2008’de 147 dolar’a çıkarak, doğalgaz ve kömür fiyatlarının da artmasına neden olmuştur.
Temmuz sonundan itibaren, AB’de ve ABD’de ekonomideki yavaşlamanın hissedilir bir seviyeye
inmesinden sonra, ham petrol fiyatları düşme eğilimine girerek, Eylül 2008’de 95 dolar olmuş,
Aralık 2008’de ise 38 doların altına inmiştir. Enerji gelişmelerinin anahtarını teşkil eden, petroldeki
bu istikrarsız durumun ana nedenlerinden biri olarak, ABD ve AB’de başlayan finansal krizin enerji
sektörüne kaçınılmaz yansıması gösterilebilir. Enerjide arz güvenirliği darboğazını yaşayan AB ve
13
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
diğer büyük ekonomiler için olduğu kadar, özellikle gelişmekte olan ülkeleri de içine alan finansal
kriz, enerji yatırımlarında ertelemelere neden olacak ve uzun vadeli hedefler daha küçük değerler
içinde kalacaktır. (2007-2008 Türkiye Enerji Raporu).
3.TÜRKİYE’DE ENERJİ SEKTÖRÜ
Türkiye’de enerjiye talep artmaktadır ve gelecekte de artmaya devam edecektir. Birçok
kurum enerji talebinin projeksiyonları hakkında çalışmalar yapmaktadır.
Ülkelerin jeopolitik durumları da o ülkenin enerji açılımı üzerinde de etkin olmaktadır.
Burada enerji temini açısından üç önemli stratejik nokta;
•
Jeopolitik,
•
Yedeklilik,
•
Çeşitliliktir.
Jeopolitik koşul coğrafyaya bağlı olarak, politika ve stratejilerin üretilmesini, yedeklilik
koşulu aynı enerji kaynağının birden fazla yerden teminini ve çeşitlilik koşulu da enerjinin farklı tipte
enerji kaynaklarından teminini ifade etmektedir. Bu durum, global enerji politikaları ve
projeksiyonlarının geliştirilmesini gerekli kılmaktadır.
Türkiye jeopolitiği itibariyle, dünyada odak olarak nitelenebilecek ve farklı açılımlara
imkan verecek bir konumdadır. Türkiye çok çeşitli birincil enerji kaynaklarına sahip bir ülkedir.
Türkiye’de, dünyada halen yoğun olarak kullanılan fosil kaynakları, özellikle akışkan fosil yakıtların
görünür rezervleri yeterli düzeyde değildir. Fakat Türkiye birincil enerji kaynaklarına sahip bölgelere
komşu durumundadır ve önemli bir geçiş yolu üzerindedir. Nitekim bu durum Türkiye’nin enerji
politikalarını “enerji köprüsü” ve “enerji koridoru” nitelendirmeleriyle şekillendirmiştir.
Türkiye hükümetleri için enerji güvenliğinin sağlanması öncelikli olarak ekonomik olduğu
kadar ulusal güvenlik konusudur ve bu nedenle de stratejik özelliği vardır. Güvenli, temiz ve
ulaşılabilir enerji arzı hedeftir. Fakat, enerjinin güvenli arzı gerçekleştirilirken oluşan çevre sorunları,
iklim değişikliği, verimlilikteki sorunlar, arz sürecindeki iletim ve ulaştırma zorlukları gibi tüm
sorunlar, istenmese de, katlanılır duruma gelmektedir. Enerji arzındaki sorunlar enerjiye ulaşmayı
kritik duruma getirmektedir. Arzın azalması ise ekonomiyi olumsuz etkilemekte, yaşamı
zorlaştırmakta, hükümetlerin arzu etmediği toplum tepkileri gündeme gelmektedir. (Batman: 4.)
Küresel ekonomi Ağustos 2007 tarihinde Amerika Birleşik Devletleri’nde ortaya çıkan ve
özellikle Eylül 2008’den bu yana daha da şiddetli hissedilen bir kriz ortamıyla karşı karşıya kalmıştır.
2008 yılında Türkiye’de etkileri görülmeye başlayan küresel kriz mali sektörden çok reel sektörü
etkisi altına almıştır.(Ünal vd., 2009: 10).
14
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Türk özel sektörünün dünyada yaşanan krize yüksek miktarda döviz borcuna sahip olarak
girmesi ve dış piyasalarda yaşanan talep daralmasının ihracat kapasitesini olumsuz etkilemesinden
dolayı, reel sektör bu krizden asıl etkilenen kesimi oluşturmuştur. (Ünal vd., 2009: 9).
Türkiye’de 2007 yılında ve 2008 yılının ilk yarısında, enerji tüketiminde artışlar
yaşanmıştır. 2007 yılında %8 artmıştır. Bu artış dünya ülkeleri arasında kayda değer bir artıştır. Son
beş yılda ise Türkiye’nin birincil enerji tüketimi %35 oranında, elektrik enerjisi tüketimi %43
artmıştır. Bu artış da yine dünya ülkeleri arasında en yüksek artışlardan biridir.
Türkiye fosil kaynaklı enerji kaynakları bakımından büyük oranda dışa bağımlıdır.
Türkiye’nin ithal enerji kaynaklarına bağımlılığının azaltılabilmesi, uluslar arası ilişkiler, ekonomi ve
istihdam açısından büyük önem taşımaktadır. Aşağıdaki tabloda 2006 yılı itibari ile Türkiye’nin enerji
sektöründeki yerli üretim ve ithalat oranları görülmektedir.
Tablo 2. 2006’da Taşkömürü, Petrol ve Doğal Gaz Üretim ve İthalat Rakamları
Kaynaklar
Yerli Üretim %
İthalat %
Taşkömürü (ton)
17
83
Petrol (ton)
8
92
Doğal Gaz (m³)
3
97
Kaynak: Türkyılmaz, Oğuz; s: 72.
Tablodan görüleceği üzere yerli üretimin payı doğal gazda %3, petrolde %8,
taşkömüründe %17’dir. Geri kalan enerji arzı ise ithalat yolu ile karşılanmaktadır.
Türkiye’de arz edilen enerjinin tüketiminin sektörler itibari ile dağılımı aşağıdaki grafikteki
gibidir.
15
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Grafik 1. Türkiye’de Nihai Tüketimin Sektörel Dağılımı
Kaynak: Türkyılmaz, Oğuz; “Dünyada ve Türkiye’de Enerji Sektörünün Durumu”,
Mühendis ve Makine Dergisi, Cilt: 48, Sayı: 569, s: 73.
4. ÇALIŞMADA KULLANILAN YÖNTEM
4.1. Veri Zarflama Analizi
Veri Zarflama Analizi (VAZ), birden fazla girdi ve çıktı değerlerine sahip birimlerin (birimler
benzer iş kollarında yer alan işletmeleri ifade edebileceği gibi, aynı işletmenin farklı kanallarını da
temsil edebilir) performanslarını ölçmek için kullanılan “veri odaklı” bir yaklaşımdır. VZA,
araştırmaya konu olan tüm birimlerin performans değerlendirmeleri ile ilgili olarak, verinin
değerlendirilmesinde kullanılan ve gözlem değerini bir sınır çerçevesinde ele alan parametrik
olmayan bir yöntemdir (Yılmaz vd.)
Parametrik olmayan yöntemler içinde en sık kullanılanı veri zarflama analizi yöntemidir.
Farrell’in 1957’deki tek girdi/çıktı teknik etkinlik ölçümü, Charnes vd. (1978) tarafından çoklu
girdi/çıktı göreceli etkinlik ölçümü olarak genişletilerek, veri zarflama analizi olarak literatüre
girmiştir. Veri zarflama analizinde temel varsayım, tüm karar verme birimlerinin benzer stratejik
hedeflere yönelmeleridir (Metters vd., 1999). Ürettikleri mal yada hizmet açısından birbirlerine
benzer ekonomik karar birimlerinin “göreceli” etkinliklerinin ölçülmesi amacıyla geliştirilen bu
yöntem, etkinlik analizinde karşılaşılan güçlükleri giderebilmek için ilk başta kar amacı gütmeyen
işletmelerin karşılaştırmalı etkinliklerinin ölçülmesinde kullanılmış, daha sonra kar amaçlı üretim ve
hizmet sektörlerinde işletmelerin karşılaştırmalı etkinliklerinin ölçülmesinde de yaygın kullanım alanı
bulmuştur (Yolalan 1993: 27).
16
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Matematiksel programlama tekniğine dayanan veri zarflama analizi yöntemi, parametrik
tahmine dayanmadığından işletmelerin göreli etkinliğinin ölçülmesinde uygulanan pratik ve
yorumlanması kolay bir yöntemdir. Yöntemde, aynı piyasada faaliyet gösteren bir karar biriminin
diğer bir karar birimine göre etkinliğinin ölçülmesi esastır. Bu çözümlemedeki kısıt bütün karar
birimlerinin etkinlik sınırı üzerinde veya altında olmaları gerektiğidir. Diğer bir ifadeyle, bu teknikte
doğrusal programlama kullanılarak en iyi davranan gözlemlerden oluşan etkinlik sınırı çizilmekte ve
tüm gözlemlerin bu sınıra görece etkinliği ölçülmektedir. Dolayısıyla, etkin birimler “1” değeri
alırken, etkin olmayan birimlerin değeri 1’den küçük olmaktadır. “1” ile etkinlik değeri arasındaki
fark, aynı miktar çıktının fark nispetinde daha az girdiyle elde edilebileceğini göstermektedir (Yayla
vd., 2005: 31).
Veri zarflama analizinde karar verilecek husus girdi odaklı veya çıktı odaklı yaklaşımın
seçimine ilişkindir. Girdi odaklı yaklaşımda, belirli bir çıktıyı üretmede kullanılacak en az girdi miktarı
(girdi minimizasyonu); çıktı odaklı yaklaşımda ise, belirli bir girdiyle en fazla üretilecek çıktı miktarı
(çıktı maksimizasyonu) baz alınmaktadır. Birbirinin duali olan iki opitimizasyon problemimin
çözülmesi aynı etkin sınırı vermekte, ancak zaman zaman etkinsiz birimlerde farklılıklar
oluşabilmektedir (Yayla vd. 2005: 31).
Veri zarflama analizi ile; bir karar verme biriminin etkin olup olmadığına karar
verilmektedir. Bir karar verme birimin yüzde yüz etkin olması ancak şu durumlarda söz konusu
olabilecektir (Bayazıtlı vd. 2004):
• Hiçbir çıktısı, bir yada birden fazla girdisinin artırılması veya diğer çıktılardan bazılarının
azaltılması durumlarının dışında artırılamaz;
• Hiçbir girdisi, çıktıların bazılarının azaltılması veya diğer bazı girdilerinin artırılması
durumlarının dışında azaltılmaz.
Veri zarflama analizinin kullanılmasının avantajı karar verme birimlerinin etkinliklerinin
ölçülmesinde tüm performansı içeren bir birleşik endeks oluşturmasıdır. Bu durumda, veri zarflama
analizi karar verme birimleri için bireysel performans ölçütü de oluşturmaktadır.
Herhangi bir endüstri dalında etkinlik ölçümü yapabilmek için öncelikle o endüstriyi
oluşturan çeşitli ekonomik karar birimlerinin kullandıkları girdi ve çıktı miktarlarının ölçümüne
gereksinim duyulur (Yolalan 1993:7; Kılıçkaplan vd. 2004).
Veri tabanlı bir etkinlik ölçüm tekniği olduğundan, veri zarflama analizi ile yapılacak
ölçümün sağlıklı olabilmesi göz önüne alınan girdi ve çıktıların da anlamlı olması ile mümkündür. Bu
aşamadaki amaç, üretim teknolojisini en iyi şekilde ifade edebilecek girdi ve çıktıların seçilmesidir
17
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
(Yolalan 1993: 66; Kılıçkaplan vd. 2004). Farklı girdi ve çıktı değişkenleri için yapılacak ölçümlerde
her zaman farklı sonuçlar çıkma ihtimali vardır.
Hangi sektörde olursa olsun, karlılık esas alındığından olaya etki eden etmenleri girdi
bazında azaltma, çıktı bazında ise artırma yolunun verimlilik analizinin temelini oluşturması,
işletmelerin olmazsa olmaz bir kavramı durumuna gelmiştir. Nitekim; sistemi oluşturan girdilerin ve
çıktıların sayıları, o sistem üzerinde yapılan analizin türünü de ayrıştırmaktadır. Özetle; bir zincirin
en zayıf halkası kadar sağlam olduğu gerçeği göz önünde bulundurulursa, ölçümün verimlilik zinciri
içindeki önemi daha da belirgin bir durum kazanır. Bu nedenledir ki; artık günümüz yöneticileri,
işletmelerinin verimlik düzeylerini ölçebildikleri oranda işletmelerini yönetebilecekleri gerçeğini
kabullenmişlerdir (Aydagün 2003).
4.1.1. Veri Zarflama Analizinde Kullanılan Yöntemler:
Veri Zarflama Analizinde temel olarak üç yöntem kullanılmaktadır. Bu yöntemler,
-
CCR (Charnes-Cooper-Rhodes) Yöntemi
-
BCC (Banker-Chaenes-Cooper) Yöntemi
-
Toplamsal Yöntemdir.
Bu üç yöntemde de girdi ya da çıktı odaklılık dikkate alınarak kullanılabilir.
CCR Yöntemi: CCR yöntemi ölçeğe göre sabit getiri varsayımına dayanır. Eğer j. karar
biriminin etkinliği h j ise amaç, bu değerin maksimizasyonu olmalıdır. Bu durumda amaç fonksiyonu
girdi odaklılık varsayımı altında (1.1) formülündeki gibi ifade edilebilir (Tarım 2001)
n
Enbhj =
∑u y
r =1
m
r
r
(1.1)
∑v x
i i
i =1
18
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Kısıtlar ise (1.2) formülündeki gibi gösterilebilir.
n
∑u y
r
r =1
m
r
∑v x
≤1
i i
i =1
ur ≥ 0
(1.2)
vi ≥ 0
Yukarıda da değinildiği gibi kesirli programlama setinin çözümü doğrusal programlamaya göre
güçtür. (1.1) ve (1.2) formülleri doğrusal programlama mantığı ile ifade edildiğinde (1.3) ve (1.4)
formülleri elde edilebilir.
n
Enbh j = ∑ u r yr
(1.3)
r =1
m
∑v x
=1
i i
i =1
n
m
r =1
i =1
∑ ur yr − ∑ vi xi ≥ 0
(1.4)
ur , vi ≥ 0
(1.3) ve (1.4) formülleri girdi odaklılık durumu için düzenlenmiştir. Eğer çıktı odaklılık durumu için
CCR yöntemi kullanılacaksa bu durumda doğrusal programlama modeli (1.5) ve (1.6)
formüllerindeki gibi olacaktır.
Enkg j =
n
∑u y
r
r =1
r
m
∑v x
i =1
(1.5)
i i
=1
n
m
r =1
i =1
− ∑ ur yr + ∑ vi xi ≥ 0
(1.6)
ur , vi ≥ 0
İster girdi odaklı ister çıktı odaklı düşünülsün, bir karar verici karar noktalarının etkinliklerine CCR
yöntemiyle karar vermek istiyorsa yukarıda tanımlanan modeli bütün karar noktaları için
uygulamalıdır. Kurulan model her bir karar noktası için çözüldüğünde her bir karar noktası için
toplam etkinlik ölçütleri elde edilecektir. Bu ölçütleri 1’ eşit olması karar noktaları için etkinliği, 1’
den küçük olmaları ise karar noktalarının etkinsizliğini gösterir.
19
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
BCC Yöntemi: CCR modelinin varsayımlarında değişiklik yapılarak elde edilmiş bir modeldir.
Bu model temelde ölçeğe göre değişken getiri varsayımına dayanır. Banker-Charnes-Cooper
tarafından geliştirilmiştir. BCC modelini kullanarak tüm karar birimleri için ölçeğe göre getiri tipi de
belirlenebilir. BCC sınırı her zaman CCR sınırının altında yer alır. Bu yüzden CCR etkinlik skoru, BCC
etkinlik skorundan küçük veya ona eşit olacaktır.
BCC modelinin CCR modelinden tek farkı, ölçeğe göre değişken getiri varsayımı altında her
bir karar birimi için çözülecek doğrusal program sonucu elde edilecek
λ (etkin olmayan bir karar
noktası için etkin olası girdi çıktı bileşimi oluşturmak için gereken bilgiyi sağlayan değer)
değerlerinin toplamının 1’e eşit olmasıdır. BCC yönteminin modeli (1.7) formülünde verilmiştir.
Amaç fonksiyonu,
EnkΘ k
Kısıtlar,
N
∑y
j =1
rj
λ jk ≥ y rk
(1.7)
N
Θ k xik − ∑ xij λ jk ≥ 0
j =1
N
∑λ
j =1
j
=1
Toplamsal
Yöntem:
CCR
ve
BCC
modelleri
girdiye
ve
çıktıya
odaklı
olarak
değerlendirmektedir. Eğer bir model, bu iki çeşit odaklanmayı da beraber değerlendiriyorsa
+
−
toplamsal modeldir. Burada asıl amaç, girdi fazlası ( s ) ve çıktı eksikliğini ( s ) eş zamanlı olarak
ele alıp etkinlik sınırı üzerinde etkinsiz karar birimine en uzaktaki noktaya ulaşmaya çalışmaktır.
Etkinsizlik ise (1-Etkinlik) ile bulunur. Bu model sonucunda bir etkinlik skoru değeri elde edilmez.
Karar birimlerinin etkin olup olmadıkları aylak değişken değerlerine bakılarak belirlenir. Eğer her iki
aylak değişkenin değeri de sıfır ise o karar birimi bu modele göre etkin olacaktır.
20
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
4.1.2. Veri Zarflama Analizinin Avantajları, Dezavantajları
Veri Zarflama Analizi, doğru şekilde kullanıldığı zaman çok etkin bir araçtır. Veri Zarflama
Analizinin avantajları aşağıdaki gibi sıralanabilir:
-
Veri Zarflama Analizi, çok girdi ve çok çıktıyı işleyecek yetenektedir.
-
Veri Zarflama Analizi, doğrusal form dışında, girdi ve çıktıları ilişkilendiren bir fonksiyonel
forma ihtiyaç duymaz.
-
Veri Zarflama Analizi ile etkinlikleri hesaplanan karar birimleri göreli olarak tam etkinliğe
sahip olanlarla kıyaslanır.
-
Girdiler ve çıktılar çok farklı birimlere sahip olabilirler. Bu durumda, onları aynı biçimde
ölçebilmek için çeşitli varsayımlar kullanmaya, dönüşümler yapmaya gerek yoktur.
Veri Zarflama Analizinin dezavantajları ise aşağıdaki gibi sıralanabilir:
-
Veri Zarflama Analizi, ölçüm hatasına karşı çok duyarlıdır.
-
Veri Zarflama Analizi, karar noktalarının performansını ölçmek açısından yeterlidir, fakat bu
değerlendirmenin mutlak etkinlik bazındaki yorumu ile ilgili ipucu vermez.
-
Veri Zarflama Analizi, parametrik olmayan bir teknik olduğu için, sonuçlara istatistiksel
hipotez testlerinin uygulanması zordur.
-
Veri Zarflama Analizi, statik bir analiz şeklindedir, bir tek dönemdeki karar noktası verileri
arasında bir kesit analizi yapar. Analiz sonucunda her karar noktası için tek bir etkinlik
tahminleyicisi elde edilmektedir ve bu tahminleyicinin istatistiksel özelliklerinin elde edilmesi
çok zordur.
-
Her karar noktası için ayrı bir doğrusal programlama modelinin çözümü gerektiğinden,
büyük boyutlu problemlerin Veri Zarflama Analizi ile çözümü, hesaplama açısından zaman
alıcı olabilir.
4.2. Çalışmanın Veri Seti
İMKB’de enerj sektöründe faaliyet gösteren firmaların bilanço ve gelir tabloları bilgileri
İMKB CD-Rom setinden alınmıştır. Bu çalışmanın amacı global finansal kriz
öncesinde ve bu
süreçte İMKB’de enerji sektöründe işlem gören firmaların finansal performansını ölçmek olduğu için
örneklemin kullanıldığı zaman aralığı 2005 - 2009 olarak belirlenmiştir. Örneklemde kullanılan firma
sayısı 6 olup her yıl aynı firmalar analizde kullanılmışlardır. Bu firmalar şunlardır:
21
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
•
Ak Enerji
•
Aksu Enerji
•
Ayen Enerji
•
Aygaz
•
Tüpraş
•
Zorlu Enerji
Bişkek 2010
4.3. Çalışmanın Kısıtları
Seçilen girdi sayısı m, çıktı sayısı da p ise, en az (m + p + 1) tane karar birimi araştırmanın
güvenirliliği açısından gerekli bir kısıttır. Değerlendirmeye alınan karar verme birim sayısının,
değişken sayısının en az iki katı olması da diğer bir kısıttır (Boussofiane vd. 1991: 7-8). Buna göre;
enerji sektörüne bakıldığında, İMKB’de işlem gören 6 işletme olduğu için karar verme birim sayısı
6’dır. Girdi ve çıktı sayısı da ilk kısıta göre en fazla 5 olmalıdır.
Bu
çerçevede
girdi
ve
çıktı
değişkenlerinin seçiminde 5 olarak belirlenen sayı, bu kısıt dikkate alınarak belirlenmiştir.
Diğer bir kısıt ise, çalışmanın kapsamını, İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’nda enerji
sektöründe faaliyet gösteren firmaların oluşturmasıdır.
4.4. Çalışmada Kullanılan Girdi ve Çıktıların Belirlenmesi
Çalışmada kullanılan girdi ve çıktıların listesi, aşağıdaki tabloda verilmiştir. Veriler seçilirken
enerji sektöründe faaliyet gösteren firmaların kriz sürecinde finansal performanslarının ölçülmesi
esas alınmıştır.
Tablo 3. Çalışmada Kullanılan Girdi ve Çıktı Değişkenlerinin Listesi
GİRDİLER (X)
ÇIKTILAR (Y)
X1: Net İşletme Sermayesi
Y1: Faaliyet Karı
X2: Kısa Süreli Borç/Toplam Pasif
Y2: Net Kar
X3: Toplam Borç/Özsermaye
Net İşletme Sermayesi: İşletme Sermayesi, işletmenin üretimini işleyiş kesimleri olmadan
sürdürebilmesi, vadesi gelen borçlarını zamanında ödemesi; borçlanma olanaklarını arttırması,
dalgalanma dönemlerinde finansal bir krize girmeden normal faaliyetlerini sürdürmesi ve işletmenin
22
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
hedeflerine başarılı bir biçimde ulaşmasında önemli bir işlevi vardır (Berk 1995: 93).
İşletme
sermayesi işletmenin dönen varlıklarını göstermektedir. Net İşletme sermayesi ise (Net İşletme
Sermayesi = Dönen Varlıklar – Kısa Süreli Borçlar) dönen varlıkların kısa süreli borçlar ile finanse
edilmeyen kısmını ifade eder.
Kısa Süreli Borç/Toplam Pasif: Bu oran İşletmenin toplam kaynakları içindeki kısa süreli
borçlarının oranını verir. İşletme faaliyetlerinin yüzde kaçının kısa süreli borç ile karşılandığını ifade
etmektedir. Bu oran özellikle kriz
Toplam Borç/Özsermaye: Bu oran,
işletmenin borçlanma yoluyla sağladığı yabancı
sermaye ile özsermayesi arasındaki ilişkiyi gösterir. Oran, aynı zamanda, işletmenin tasfiye edilmesi
durumunda öz sermayesinin borçlarını karşılayıp karşılamayacağı konusunda da fikir verir.
Faaliyet Karı: Bir işletmenin belli bir dönem itibariyle elde ettiği brüt satış karından, genel
yönetim giderlerinin çıkarılması sonucu bulunan kazancını göstermektedir.
Net Kar: İşletmenin vergi sonrası kazancını göstermektedir.
Çalışmada yukarıda anlatılan VZA yöntemlerinden CCR modeli verilere uygulanarak,
•
Girdi Odaklı CCR Modeli
•
Çıktı Odaklı CCR Modeli
olmak üzere 2 farklı model elde edilmiştir. Girdi odaklı yaklaşımda, belirli bir çıktıya ulaşmada
kullanılacak en az girdi miktarı baz alınacaktır. Çıktı odaklı yaklaşımda da, belirli bir girdiyle en fazla
üretilecek çıktı miktarı esas alınacaktır. Bu modeller DEAP (Data Envelopment Analysis Program)
Version 2.1. paket programı kullanılarak çözülmüştür.
4.5. Bulgular ve Tartışma
Girdi Odaklı CCR Modeli Bulguları
İMKB’de işlem gören ve enerji sektöründe faaliyet gösteren altı firmanın analiz edilmesi sonucunda
yıllar itibari ile elde edilen etkinlik değerleri aşağıdaki tabloda verilmiştir.
23
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Tablo 4. Yıllara göre firmaların etkinlik değerleri (Girdi Odaklı)
Firm
2005 yılı
te
1 (Ak Enerji)
0.002
2006 yılı
te
0.178
2007 yılı
te
0.030
2008 yılı
te
1.000
2009 yılı
te
0.944
2 (Aksu Enerji)
0.005
0.000
0.000
0.514
0.080
3 (Ayen Enerji)
1.000
0.373
1.000
0.782
0.286
4 (Aygaz Enerji)
1.000
1.000
1.000
1.000
1.000
5 (Tüpraş Enerji)
1.000
1.000
1.000
0.704
1.000
6 (Zorlu Enerji)
0.000
0.000
0.177
0.123
0.245
Tablo 5. Yıllar itibari ile firmaların etkinlik değerleri ortalamaları (Girdi Odaklı)
2005 yılı
2006 yılı
2007 yılı
2008 yılı
2009 yılı
0.501
0.425
0.534
0.501
0.590
Çıktı Odaklı CCR Modeli Bulguları
İMKB’de işlem gören ve enerji sektöründe faaliyet gösteren altı firmanın analiz edilmesi sonucunda
elde edilen etkinlik değerleri aşağıdaki tabloda verilmiştir.
Tablo 6. Yıllara göre firmaların etkinlik değerleri (Çıktı Odaklı)
Firm
2005 yılı
te
1 (Ak Enerji)
0.002
2006 yılı
Te
0.178
2007 yılı
Te
0.030
2008 yılı
te
1.000
2009 yılı
te
0.944
2 (Aksu Enerji)
0.005
0.000
0.000
0.514
0.080
3 (Ayen Enerji)
1.000
0.373
1.000
0.782
0.286
4 (Aygaz Enerji)
1.000
1.000
1.000
1.000
1.000
5 (Tüpraş Enerji)
1.000
1.000
1.000
0.704
1.000
6 (Zorlu Enerji)
0.000
0.000
0.177
0.123
0.245
Tablo 7. Yıllar itibari ile firmaların etkinlik değerleri ortalamaları (Çıktı Odaklı)
2005 yılı
2006 yılı
2007 yılı
2008 yılı
2009 yılı
0.501
0.425
0.534
0.501
0.590
Her iki yaklaşımda da yıllar itibari ile aynı etkinlik değerlerine ulaşılmıştır.
Enerji sektöründe, 2005 yılı için ortalama etkinlik, 0.501 olarak bulunmuştur. Hesaplanan ortalama
etkinlik endeksine göre, enerji sektöründe etkinsizlik oranı (1-0.501) 0.499 veya %49.9 olarak ifade
24
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
edilebilir. Firmaların bazında baktığımız da ise 3, 4, 5 kodlu firmaların tam etkinliğe (1.00) sahip,
diğerlerinin ise düşük etkinliğe sahip olduğu söylenebilir.
Enerji sektöründe, 2006 yılı için ortalama etkinlik, 0.425 olarak bulunmuştur. Hesaplanan ortalama
etkinlik endeksine göre, enerji sektöründe etkinsizlik oranı (1-0.425) 0.575 veya %57.5 olarak ifade
edilebilir. Firmaların bazında baktığımız da ise 4, 5 kodlu firmaların tam etkinliğe (1.00) sahip,
diğerlerinin ise düşük etkinliğe sahip olduğu söylenebilir.
Enerji sektöründe, 2007 yılı için ortalama etkinlik, 0.690 olarak bulunmuştur. Hesaplanan ortalama
etkinlik endeksine göre, enerji sektöründe etkinsizlik oranı (1-0.690) 0.310 veya %31 olarak ifade
edilebilir. Firmaların bazında baktığımız da ise 3, 4, 5 kodlu firmaların tam etkinliğe (1.00) sahip,
diğerlerinin ise düşük etkinliğe sahip olduğu söylenebilir.
Enerji sektöründe, 2008 yılı için ortalama etkinlik, 0.501 olarak bulunmuştur. Hesaplanan ortalama
etkinlik endeksine göre, enerji sektöründe etkinsizlik oranı (1-0.501) 0.499 veya %49.9 olarak ifade
edilebilir. Firmaların bazında baktığımız da ise 1, 4 kodlu firmaların tam etkinliğe (1.00) sahip,
diğerlerinin ise düşük etkinliğe sahip olduğu söylenebilir.
Enerji sektöründe, 2009 yılı için ortalama etkinlik, 0.590 olarak bulunmuştur. Hesaplanan ortalama
etkinlik endeksine göre, enerji sektöründe etkinsizlik oranı (1-0.590) 0.41 veya %41 olarak ifade
edilebilir. Firmaların bazında baktığımız da ise 4, 5 kodlu firmaların tam etkinliğe (1.00) sahip,
diğerlerinin ise düşük etkinliğe sahip olduğu söylenebilir.
Sonuç olarak; enerji sektöründeki firmalardan 4 kodlu firma incelenen tüm yıllarda tam etkinlik
düzeyini yakalamıştır. 5 kodlu firma 2005, 2006, 2007, 2009 yıllarında, 3 kodlu işletme 2005 ve
2007 yıllarında, 1 kodlu işletme de 2008 yılında tam etkinlik düzeyini yakalamıştır.
İncelenen tüm yıllarda enerji sektöründeki firmaların ortalama etkinlik değeri 1’den küçüktür.
Sektördeki en yüksek etkinlik değeri 2009 yılında, en düşük etkinlik değeri de 2006 yılında
gerçekleşmiştir.
5. SONUÇ
Dünya enerji sistemi, oldukça karmaşıklaşan ve öngörülerin sürekli alt üst olduğu bir dönemi
yaşamaktadır. Bu nedenle de, petrol ve doğal gazda dünyadaki kaynaklara yönelik arayışlar
yoğunluk kazanırken, özellikle kömür ve nükleer enerjiye dönük beklentiler, önceki yıllara kıyasla
önemli artış göstermiştir.
Bu çalışmada, 2005-2009 dönemi İMKB de enerji sektöründeki faaliyet gösteren altı firma veri
zarflama analizi yöntemiyle incelenerek bu yıllardaki finansal etkinlikleri ortaya konulmaya
çalışılmıştır.
25
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Çalışmada kullanılan veri zarflama analizi yöntemi birbiriyle etkileşim halinde olan çok sayıda
değişkeni birlikte inceleme imkanı vermektedir. Çok sayıda girdi ve çıktıyı herhangi bir fonksiyonel
forma ihtiyaç duymaksızın işleyebilme özelliği yöntemin önemli bir üstünlüğüdür. VZA Yöntemi
başlangıçta kar amacı gütmeyen sosyal amaçlı kuruluşlarda kullanılmış,
ardından ekonomik
işletmelere uygulanması kullanım alanını daha da yaygınlaştırmıştır.
Küresel ekonomi Ağustos 2007 tarihinde Amerika Birleşik Devletleri’nde ortaya çıkan mali kriz
ortamıyla karşı karşıya kalmıştır. 2008 yılında Türkiye’de etkileri görülmeye başlayan küresel kriz
mali sektörden çok reel sektörü etkisi altına almıştır.
Türkiye’de özellikle 2007 yılında ve 2008 yılının ilk yarısında, enerji tüketiminde artışlar yaşanmıştır.
Enerji tüketimi 2007 yılında %8 artış göstermiştir. Son beş yılda ise Türkiye’nin birincil enerji
tüketimi %35 oranında, elektrik enerjisi tüketimi %43 artmıştır. Bu artış da yine dünya ülkeleri
arasında en yüksek artışlardan biri olarak karşımıza çıkmaktadır.
Genel olarak incelenen yıllar itibari ile enerji sektörü finansal açıdan tam etkinliğe ulaşamamakla
birlikte Türk enerji sektörü bu krizin olumsuzluklarından diğer sektörlere göre daha az
etkilenmiştir.. Firmalar en düşük etkinliğe 2006 yılında sahipken, 2009 yılı ilk 9 ayı itibari ile en
yüksek etkinliğe ulaşmışlardır. Kriz öncesi dönemin ve kriz sürecinin analizi sonucunda firmaların
finansal etkinliklerinde olumsuz bir değişme görülmemektedir. Bu olumlu gelişmenin 2010 yılında
da devam etmesi beklenmektedir.
26
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
KAYNAKÇA
AYDAGÜN, Alper (2003). Veri Zarflama Analizi, İstanbul: Hava Harp Okulu Havacılık ve Uzay
Teknolojileri Enstitüsü, Huten Yıl Sonu Semineri, Endüstri Mühendisliği Ana Bilim Dalı.
BATMAN, A.: “Türkiye’nin Enerji Vizyonu”,
http://mmo.org.tr/resimler/ekler/8188c7e9965c217_ek.pdf .
BERK, Niyazi (1995). Finansal Yönetim. İstanbul: Türkmen Yayınevi
BOUSSOFIANE, A., R. DYSON ve E. RHODES (1991). “Applied Data Envolopment Analysis”.
European Journal of Operational Research, II (6): 1-15.
BP Statistical Review of World Energy, June 2006.
COELLİ, Tim (1996). A Guide to DEAP Version 2.1: A Data Envelopment Analysis (Computer)
Program: University of New England, Armidale.
KESKİN BENLİ, Yasemin (2006). İstanbul Menkul Kıymetler Borsası İmalat Sanayi İçin Etkinlik ve
Toplam Faktör Verimliliği Analizi. Ankara: Seçkin Yayınları.
KILIÇKAPLAN, Serdar., Murat ATAN ve Feride HAYIRSEVER (2004). Avrupa Birliği’nin Genişleme
Sürecinde Türkiye Sigortacılık Sektöründe Hayat Dışı Alanda Faaliyet Gösteren Şirketlerin
Verimliliklerinin Değerlendirilmesi. İstanbul: Marmara Üniversitesi Bankacılık ve Sigortacılık
Enstitüsü ve Yüksekokulu, Geleneksel Finans Sempozyumu, “Uluslar arası Piyasalarda Finansal
Entegrasyon”.
METTERS, R.D., F.X. FREI ve V.A. VARGAS (1999). “Measurement of Multiple Sites in Service Firms
With Data Envelopment Analysis”, Production and Operations Management, C.8, S.3: 264-281.
TARIM, Armağan (2001). Veri Zarflama Analizi: Matematiksel Programlama Tabanlı Göreli Etkinlik
Ölçüm Yaklaşımı. Ankara: Sayıştay Yayın İşleri Müdürlüğü, Araştırma/İnceleme/Çeviri Dizisi, No:15.
TÜRKYILMAZ, Oğuz; “Dünyada ve Türkiye’de Enerji Sektörünün Durumu”, Mühendis ve Makine
Dergisi, Cilt: 48, Sayı: 569.
ULUCAN, Aydın (2000). “İSO 500 Şirketlerinin Etkinliklerinin Ölçülmesinde Veri Zarflama Analizi
Yaklaşımı: Farklı Girdi Bileşenleri ve Ölçeğe Göre Getiri Yaklaşımları İle Değerlendirmeler”. A.Ü.
Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, C.57, S.2: 185-202.
ULUCAN, Aydın (2000). “Şirket Performanslarının Ölçülmesinde Veri Zarflama Analizi Yaklaşımı:
Genel ve Sektörel Bazda Değerlendirmeler”, Hacettepe Üniversitesi, İ.İ.B.F. Dergisi, C.18, S.1: 405418.
ÜNAL, Ali; KAYA, Hüseyin (2009). Küresel Kriz ve Türkiye. İstanbul: Ekonomi ve Politika
Araştırmaları Merkezi.
World Energy Outlook, Executive Summary, 2007.
27
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
YAYLA, Münür, KAYA TÜRKER, Yasemin ve EKMEN, İbrahim (2005/6). “Bankacılık Sektörüne
Yabancı Girişi: Küresel Gelişmeler ve Türkiye”. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu ARD
Çalışma Raporları.
YILMAZ, C., ÖZDİL, T., AKDOĞAN, G.:”Seçilmiş İşletmelerin Toplam Etkinliklerinin Veri Zarflama
Yöntemi İle Ölçülmesi”, http://yordam.manas.kg/ekitap/pdf/Manasdergi/sbd/sbd4/sbd-4-13.pdf.
YOLALAN, Reha (1993). İşletmelerarası Göreli Etkinlik Ölçümü. Ankara: Milli Prodüktivite Merkezi
Yayınları: 483.
“2007-2008 Türkiye Enerji Raporu”, Dünya Enerji Konseyi Türk Milli Komitesi, Aralık 2008, Yayın
No: 0009/2009: 15-17.
htpp:/.deu.edu.tr/userweb/k.../Veri%20%20Zarflama%20Analizi.doc
28
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
KÜRESEL FİNANSAL KRİZ VE KAZAKİSTAN FİNANS SİSTEMİ ÜZERİNE ETKİLERİ
Yrd. Doç. Dr. Osman BARAK*
Dr. Tayfun YAZICI**
Özet
2007 yılında finansal piyasalarda başlayan ve 2008 yılında finansal ve reel piyasaları
derinden sarsan küresel krizin, birçok gelişmiş ve gelişmekte olan ülkenin finans sistemi üzerinde
ciddi etkileri olmuştur. Bu çalışmada 2007 yılının ikinci yarısından itibaren ABD’de konut kredilerinin
geri ödemelerinde yaşanan sıkıntılarla başlayan ve kısa bir sürede tüm dünyayı etkisi altına alan
finansal krizin Kazakistan finans sistemi üzerindeki etkileri incelenmiştir. Kazakistan finans
sisteminin söz konusu dönemine ait verileri analiz edildiğinde; Kazakistan da faaliyet gösteren ilk
beş büyük bankanın, toplam aktif değişimleri, toplam öz kaynakları, kredileri, gecikmiş kredileri ve
provizyon ayrılmış kredileri ile Kazakistan’ın mali bilanço, büyüme, dış borçlar, toplam devlet
rezervleri gibi ana kalemlerde daha önceki yıllara göre bozulma meydana geldiği saptanmıştır.
Anahtar Kelimeler: Kriz, Küresel finansal kriz, Kazakistan finansal sistemi
GLOBAL FINANCIAL CRISIS AND THE IMPACT ON KAZAKHSTAN FINANCE SYSTEM
Abstract
Global crisis that started in the financial markets in 2007 and shocked both financial and
real markets in 2008 has deeply affected the finance system of many developed and developing
countries. This paper examines the impact on Kazakhstan finance system of the financial crisis
which started in the second half of 2007 with the problems experienced in repayment of mortgage
loans in USA and had a global effect in a short period of time. When the data of Kazakhstan
financial system for the abovementioned period are examined, the five major banks operating in
Kazakhstan, it is found out that main items including total assets changes, total equity, total loans,
overdue loans and provision allocated credits with Kazakhstan’s financial balance sheet, economic
growth, external depts., total government reserves etc. have undergone deterioration compared to
previous years.
Keyword: Crisis, Global financial crisis, Kazakhstan finance system
*
Ahmet Yesevi Üniversitesi Ekonomi Fakültesi, Muhasebe Finansman Bölümü, [email protected]
KZI Bank, Shimkent Şube Müdürü, [email protected]
**
29
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
GİRİŞ
Dünya ekonomisi muhtemel etkileri henüz tam olarak bilinmeyen, dolaysıyla son derece
karmaşık ve zor bir küresel mali kriz surecini yaşıyor. Ülkeler de dünya ölçeğindeki payı nispetinde
hiç şüphesiz küresel ekonomideki bu dalgalanmalardan etkileniyor.
Küreselleşmenin bir sonucu olarak ülkeler dünya devletinin birer vilayeti konumuna gelmiş,
herhangi bir bölgedeki olumlu ya da olumsuz değişimler bütünü etkileyici sonuçlar doğurmuştur. Bu
etkileşimde bilgi teknolojilerindeki baş döndürücü yenilik ve gelişmeler tetikleyici rol oynamıştır.
Bilgi teknolojisi destekli gelişmeler ülkeler arası sınırları tartışmalı hale getirmiştir. Ülkeler arasındaki
sınırlar bir bir kalkmaya başlamış ve büyük çaplı ekonomik birlikler oluşturulmuştur.
Dünyada her alanda meydana gelen değişim ve yenilikler finans sektörünü de doğrudan
etkilemiştir. Bankacılık sektörü hayatın her alanına girmiş, finansal mühendisliklerle yeni finansal
enstrümanlar geliştirilmiştir. Bilgi teknolojilerinin desteğiyle yeni finansal araçların çıkarımı ve
kullanımı yaygın hale gelmiştir. Bu gelişmelerin sonucu olarak geleceğe ilişkin türev piyasalar
oluşturulmuş ve gelecekte üretilecek değerler ve gelirler üzerine kağıtlar çıkartılarak pazarlanmış ve
fon sağlanmıştır. Sağlanan fonlar büyük ölçüde tüketime yönlendirilmiş ve gelecekte sağlanması
hedeflenen gelirler bu günden tüketilmiştir. Söz konusu değişim finansal balonların oluşmasını
sağlamış ve piyasaların oynaklığını artırmıştır.
ABD’de 2000 yılından itibaren uygulanan ekonomi politikaları üretim ile tüketim arasındaki
dengenin bozulmasını sağlamıştır. Finansal araçlardaki çeşitlilik ve gelişmeler söz konusu
dengesizliği daha da tetiklemiştir. İpotekli ev kredisi ödemelerinde yaşanan sorunlar küresel krizin
başlamasına neden olmuştur.
Kriz, kelime anlamı itibariyle; bir süreçte ani dönüşüm noktası, ekonomi ve politika alanında
istikrarsız ve tehlikeli bir durumu ifade eden güç dönem olarak tanımlanmaktadır (Collins
1986:369). Başka bir deyişle kriz, herhangi bir mal, hizmet, faktör veya döviz piyasasındaki fiyat ya
da miktarlarda, kabul edilebilir bir değişme sınırının dışında gerçekleşen şiddetli dalgalanmalar
olarak tanımlanabilir (Kibritçioğlu 2000:5-6).
Bu çalışmada, kriz ve küresel finansal kriz kavramı ele alınmış, krizin nedenleri boyutu, ABD
ve Çin’e etkileri tartışılmıştır. Daha sonra küresel finansal krizin Kazakistan finans sistemi üzerine
etkileri incelenmiştir.
30
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
KÜRESEL FİNANSAL KRİZ
Finansal kriz; finans piyasalarındaki (hisse senedi ve döviz piyasası gibi) şiddetli fiyat
dalgalanmaları ya da bankacılık sisteminde bankalara geri dönmeyen batık kredilerin aşırı derecede
artması sonucu yaşanan ciddi ekonomik sorunların bütünleşik adıdır (Kibritçioğlu 2000:3). Başka bir
ifadeyle finansal kriz; finansal piyasaların, ahlaki tehlike ve yanlış tercihler nedeniyle gittikçe
kötüleşmesi, fonların yatırımlara etkin bir şekilde yönlendirilememesi sonucu ortaya çıkan doğrusal
olmayan bozulmadır (Mishkin 1996:1-2).
Küresel finansal kriz diye adlandırılan ve bütün dünyayı etkileyen kriz öncelikle Amerika
Birleşik Devletleri’nde başlamıştır. ABD de yıllar itibariyle artan gayrimenkul fiyatlarındaki aşırı fiyat
artışlarındaki sönme, 2006 yılından itibaren ipotekli konut kredilerinin geri ödemelerinde sorunlara
yol açmıştır. Devam eden süreçte, kredi veren kuruluşlardan menkul kıymet ihraç edenlere, bir
bütün olarak finansal sisteme, duyulan güven sarsılmıştır (Barak 2009:304; Gorton 2009:11; Taylor
2009:11). Kriz başlangıçta sadece gelişmiş ülkeleri etkileyen bir kredi krizi olarak algılanmakla
birlikte, daha sonra gelişmekte olan ülkeleri de içine alarak, küresel likidite krizi haline dönüşmüştür
(Barak 2009:304).
Küresel finansal krizi tetikleyen olayların başında yüksek riskli konut kredilerinin menkul
kıymetleştirilmesi gelmektedir (Felton vd. 2008:1-2). Son 15 yılda dünyadaki dolar rezervlerinde
ciddi artışlar olmuş, buna karşın ABD’de tasarruflar %17 seviyesinden %14 seviyelerine düşmüştür.
Yatırımlar ise 1994-2005 döneminde milli gelirin %19’u seviyelerinde gerçekleşmiştir. Böylece
yatırım-tasarruf dengesi bozulmuştur. Finansal enstrümanlardaki çeşitlilik ve bunların yarattığı fon
fazlalığı borçlanma eğilimini de artırmıştır. Artan borçlanma eğilimi konut talebinin de artışa neden
olmuş, maddi gücü yetersiz olanların dahi ipotekli mortgage kredileriyle ev sahibi olmasını
sağlamıştır (Rivera-Batiz, 2008). Bu olguda ABD başkanının uyguladığı kredi faiz politikası da etkili
olmuştur. Ekonomiyi canlandırma ve düşük gelirli insanların ev sahibi olmasını sağlama amaçlı
başlayan süreçte kredi faiz oranları (3 yıllığına %5’lerden %1,5’lere) düşürülmüştür. Ancak,
2006’nın sonunda faiz oranları %1,5’lerden %5’lere çıkınca, çalışanların gelirleri aynı oranda
artmayıp, hatta azalınca, alınan ev kredileri ödenmemeye başlamıştır. Bankalar tahsil edemedikleri
kredileri ödeyebilmek için üzerlerine kalan ipotekli evleri (Ağustos 2007 itibariyle satışa arz edilen
konut miktarı yaklaşık 4,6 milyon) satmak isteyip, ipotek değerinden müşteri bulamayınca,
değerinin çok daha fazla altına satmak zorunda kalmışlar ve bu maliyeti de bilânçolarına zarar
olarak yansıtmışlardır. Takip eden süreçte, alacaklarını tahsil edemeyen bankalar, borçlarını
ödeyecek kaynak bulamamışlar. Bankaların ve Yatırım Fonlarının içindeki menkul kıymetlerin gerçek
31
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
değeri iyice belirsizleşmiş, aktifleri donuklaşan bankalar arasındaki para aktarımı (herkesin nakit’in
üstüne yatması nedeniyle) yavaşlamıştır. Sonuç itibariyle sistem işlemez hale gelmiş ve finansal kriz
başlamıştır (Barak 2009:305-306).
Küresel mali kriz kaynaklı, uluslararası piyasalarda meydana gelen gelişmeleri iki dönemde
değerlendirmek mümkündür. Birinci dönem, Temmuz 2007 ve 15 Eylül 2008 tarihleri arasında
finansal piyasalarda yaşanan, şok dönem olarak ifade edebileceğimiz, çalkantılı dönemdir. İkinci
dönem ise 2008 Eylül ayından itibaren banka ve finansal kurumların ve özellikle de yatırım bankası
Lehman Brothers’ın iflasıyla başlayan dönemdir.
Ekim 2008’de ABD Merkez Bankası ve diğer merkez bankaları piyasalara yaklaşık 2,5 trilyon
dolar tutarında likidite sağlamışlardır. Bu uygulamanın, dünya tarihindeki en büyük parasal
müdahale olduğu belirtilmektedir (Erdönmez 2009:85-99; Can vd. 2009:282).
Küresel finansal kriz, her ne kadar başlangıçta bir mortgage krizi olarak ortaya çıksa da
takip eden süreçte bir likidite krizine dönüşmüştür. ABD’de 2007 yılında, finans-sigorta,
gayrimenkul, inşaat ve madencilik sektörü başta olmak üzere toplam dört sektörün büyüme hızının
yavaşlamasına bağlı olarak genel ekonominin büyüme hızı da yavaşlamıştır. Ekonomik büyümenin
yavaşlamasına neden olan reel sektör, mortgage krizinden olumsuz etkilenmiştir. Faiz oranlarındaki
değişim kredi piyasasında daraltıcı etki yaparak, kredi piyasasının 2006 yılında yüzde 13,2 oranında
genişlemesine neden olmuştur. 2007 yılındaysa bu artış yüzde 4,8 olarak devam etmiştir.
Yatırımcıların, risk almadan kazanç elde etme isteği, maliyeti düşük kredilere yönelmelerine, buna
bağlı olarak tüketicilerin aşırı borçlanmasına ve kontrolsüz kredi genişlemesine neden olmuştur. Bu
da ekonomik sistemin kırılganlığını artırarak finansal krizin baş göstermesine yol açmıştır (Barak
2009:307).
Kriz başlangıcından 2008’e gelindiğinde, ABD’de “mortgage” kaynaklı kredilerin büyüklüğü
10 trilyon doları bulmuştur. Kredilerin ödenmeme riski taşıyan miktarı 1,5 trilyon dolara ulaşmış ve
sadece 2008 yılında ki batık “mortgage” kredisi toplamı 600 milyar doları aşmıştır. Kriz sürecinde,
Ocak 2007’de piyasa değeri 20 Milyar Dolar olarak açıklanan Bear Stearns Bank, (defter değeri
hisse başına 84 dolar) Mart 2007’de hisse başına 2 dolardan JP Morgan’a satılmıştır. Benzer şekilde,
FED, ABD’nin en büyük iki yatırım bankası Goldman Sachs ve Morgan Stanley’yi desteklemek için
her iki bankanın statüsünü değiştirmek zorunda kalmıştır. ABD’de, bankacılık sektörü bir bütün
olarak ele alındında, Ağustos 2007’den 2009 başına, batan banka sayısı 13’e ulaşmıştır. Söz konusu
32
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
banka iflaslarının 11’i 2008 yılı içinde gerçekleşmiştir. Kriz kaynaklı batan bankaların aktif büyüklüğü
toplamı yaklaşık 174 milyar dolar düzeyine çıkmıştır (www.vergiportali.com).
Küresel finansal krizin ABD’ne maliyetinin 1,8 trilyon doları bulacağı tahmin edilmektedir.
2008 yılında Amerikan hükümeti, zor durumdaki şirketleri iflastan kurtarmak için Kongre’ye 700
milyar dolarlık bir paket önermiştir. Amerikan yönetiminin hazırladığı taslak plan, iki yıl içinde,
herhangi bir mali kuruluşun ödenemeyen borçlarının devralınması için hükümete geniş yetkiler
verildiğini göstermektedir. Bu planın, 1929 yılında yaşanan Büyük Buhran’dan bu yana en büyük
mali kurtarma planı olduğu belirtilmektedir (Barak 2009:307-308 ).
Dünyanın en büyük ekonomik güçlerinden biri olan ve ürünleriyle dünyanın her yerinde
adını duyuran Çin’in finansal sistemi, gelişmiş ülkelerdeki etki kadar olmasa da, küresel finansal
krizden etkilenmiştir. İhracata dayalı büyüme modeli ile gelişen Çin’in reel ekonomisi ihraç
pazarlarındaki daralmaya paralel olarak değişim göstermiştir. Bu değişimin sebebi Çin ihracatının
4’de 1’inin ABD’ne, toplam ihracatın ise 4’de 3’ü ABD, Japonya ve AB ülkelerine olmasıdır. Söz
konusu ihracat verileri (2007 yılı) Çin’in finansal krizden ne derece etkilenebileceğini açıkça ortaya
koymaktadır. Çin hükümeti finansal piyasalardaki değişimden daha fazla etkilenmemek için 10
Kasım 2008’de 586 milyar dolar tutarındaki ekonomik destek paketini onaylamıştır. Ancak Çin
ekonomisinin dış finansmana dayanmaması, bankacılık sistemindeki likidite bolluğu, 2 trilyon dolara
yakın döviz rezervleri Çin hükümetine makro ekonomik hamleler yapabilmesi için oldukça geniş bir
alan yaratmıştır. Ekonominin geleneksel olarak ifade edilebilecek kalıplar dahilinde işlemesi ve
gelişmiş ekonomilerde çok değişik şekillerde kullanılan finansal enstrümanların yaygın olarak
kullanılmıyor olması, Çin’in küresel krizden daha az etkilenmesine neden olmuştur.
Çin finansal sisteminin küresel finansal krizden az etkilenmesinin bir diğer nedeni de Çin
halkının tüketim ve tasarruf eğilimindeki farklılığıdır. Çin halkının tasarruf eğilimi çok yüksek,
tüketim eğilimi ise batı ile kıyaslanmayacak kadar farklıdır. Çin toplumu Amerika’nın aksine tüketim
değil, tasarruf toplumudur. Hane halkı ortalama harcanabilir gelirin, Amerika’da 3’te 2’si, Çin’de ise
3’te 1’i tüketim için kullanılmaktadır. Çin’de özel tüketim milli gelirin %35′i civarında seyrederken,
ABD’de ve Türkiye’de aynı oran %70 civarında seyretmektedir. Çinli aileler kullanılabilir gelirlerinin
% 25′ini tasarruf ayırmaktadır ve toplam tasarruf oranı ise %50′yi bulmaktadır (Kaymaz 2008a,
2008b, 2008c, 2009; Barak 2009:308).
Reinhard
vd.
(2009a;
2009b)’un
“Finansal
Krizlerin
Geride
Bıraktıkları”
başlıklı
çalışmalarında, finansal krizlerin uzun süren etkileri olduğunu, krizden etkilenmenin ve sonuçlarının
33
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
gelişmiş ya da az gelişmiş ülkeler için farklı olmadığını ortaya koymuşlardır. Krizde; Konut
fiyatlarında düşüş 6 yıl sürmektedir. Konut fiyatlarındaki bu düşüş, real anlamda, toplam 6 yıl da
ortalama olarak %35'i bulmaktadır.
Dünya ortalaması yüzde 35 iken, Finlandiya, Filipinler,
Kolombiya ve Hong Kong krizlerinde söz konusu düşüşler ortalama % 60’a ulaştığı bulgulanmıştır.
2008 sonu itibariyle ABD'de ortalama düşüş %30'a ulaşmıştır. Hisse senedi fiyatlarındaki düşüş
ortalama 3,5 yıl sürmektedir. Hisse senedi fiyatlarındaki toplam düşüş oranı ortalama %55'e
ulaşmaktadır. Çeşitli ülkelerin incelendiği çalışmada örneğin, krizden en fazla etkilenen İzlanda'daki
iki yıllık kaybın %90'a ulaştığı gözlenmiştir. Ayrıca Avusturya'da Hisse senetlerindeki bir yıllık kayıp
%70'e ulaşmıştır. Asya krizinde Güney Kore ve Tayland'da hisse senetleri fiyat değişimi ve düşüşleri
%70'i bulmuştur. İşsizlik artışı ortalama 4 yıl devam etmekte ve toplamda 7 puan kadar
yükselmektedir. Üretimdeki düşüş ortalama 2 yıl sürmekte ve tepeden dibe toplamda % 9'u
geçmektedir. Çalışmada, kriz sonrası en hızlı toparlanmanın, üretimde olduğu gözlemlenmiştir.
Buna ilaveten üretimde, gelişmekte olan ülkelerin, gelişmiş ülkelere nazaran belirgin düzeyde daha
iyi performans gösterdiği bulgulanmıştır. Kamu borçları Kriz sonrası ortalama %68 oranında
büyümektedir (Candemir 2009)
KÜRESEL FİNANSAL KRİZİN KAZAKİSTAN FİNANS SİSTEMİ ÜZERİNE ETKİLERİ
Yaşamakta olduğumuz küresel kriz temelde bir finansal kriz olup olumsuz etkileri daha çok
finans sektöründe görülmektedir. ABD başta olmak üzere tüm dünya finansal sistemi krizden son
derece olumsuz etkilenmiştir. Bu etkileşimin yaşandığı finansal kurumların başında da hiç şüphesiz
bankacılık yer almaktadır. Kriz ile doğru orantılı olarak dünyanın birçok ülkesinde köklü bankalar ve
finansal kurumlar ya batmış ya da batmanın eşiğine gelmiştir. Bu gelişme tüm finans sistemi içinde
köklü sorunları beraberinde getirmiştir. Bu değişim ve gelişmelerden hiç şüphesiz Kazakistan finans
sistemi de payını almıştır.
Kazakistan finans sistemi, kriz başlangıcından itibaren, küresel ekonomideki olumsuz
gelişmelerden doğru orantılı olarak etkilenmiştir. Söz konusu etkileşim aratarak devam etmektedir.
Küresel finans krizinin Kazakistan finans sistemi üzerine etkilerini incelemeyi amaçladığımız bu
bölümde öncelikle Bankacılık sektörüne ait bazı temel veriler analiz edilerek yorumlanacak. Daha
sonra da kriz sürecinde, mali bilânço, dış borçlar, büyüme oranları ve toplam devlet rezervlerindeki
değişimler ele alınarak krizin finans sistemine etkileri ortaya konmaya çalışılacaktır.
34
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Kazakistan Bankacılık Sektörü
Krizin etkilerini incelemeye çalıştığımız 2007 yılı itibariyle Kazakistan da faaliyette bulunan
banka sayısı 35’dir. İlk beş büyük bankanın toplam bankalar içindeki oranı yaklaşık %75’dir (Tablo
1). Araştırmada bu olgu göz önünde tutularak faaliyette bulunan beş büyük bankanın verilerinden
yararlanılmış ve küresel finansal krizin etkileri bankaların toplam aktif değişimleri, toplam öz
kaynakları, kredileri, gecikmiş kredileri ve provizyon ayrılmış kredileri kapsamında analiz edilmiştir.
Tablo 1:
5 Büyük Bankanın Toplam Aktifleri (Milyon$)
AÇIKLAMA
31.12.2007
MİKTAR
28.02.2009
(%)
MİKTAR
(%)
DEĞİŞİM
(%)
KAZKOM
22.569
23,2
18.575
20,9
-17,70
BTA
22.017
22,7
20.042
22,5
-8,97
HALYK
13.028
13,4
13.021
14,6
-0,05
ALYANS
9.911
10,2
7.616
8,6
-23,16
ATF
8.250
8,5
7.172
8,1
-13,07
DİĞ BANK
21.344
22,0
22.474
25,3
5,29
TÜM BANKALAR TOPLAMI
97.119
100
88.900
100
-8,46
75.775
78%
66.426
75%
-12,59
5 Büyük Bankanın Toplam
İçindeki Payı
Tablo 1’de Kazakistan’da faaliyette bulunan bankaların aktif değişimleri yer almaktadır. Bu tablo
incelendiğinde dikkat çeken en önemli sonuç Şubat 2009 itibariyle beş büyük bankanın aktiflerinin
negatif değişim (%-12,59) göstermesidir. Kazakistan’ın en büyük iki bankasından biri olan Kazkom
Bankın kriz sürecinde toplam aktifleri %-17,7 oranında düşüş göstermiştir. En büyük kayıp %-23,16
ile Alyans Bank da gerçekleşmiştir. Bir bütün olarak tüm bankaların toplam aktif değişimleri (%8,46) ele alındığında, küresel mali kriz sürecinde Kazakistan bankacılık sisteminin ciddi kayıplar
yaşadığını gözlemlemekteyiz.
35
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Tablo 2:
5 Büyük Bankanın Öz Kaynakları (Milyon$)
31.12.2007
AÇIKLAMA
MİKTAR
28.02.2009
(%)
MİKTAR
(%)
DEĞİŞİM
(%)
KAZKOM
2233
18,8
1502
13,2
-32,7
BTA
3361
28,3
3031
26,5
-9,8
HALYK
1174
9,9
1344
11,8
14,5
ALYANS
1294
10,9
1316
11,5
1,7
655
5,5
636
5,6
-2,9
3143
26,5
3591
31,4
14,3
11860
100
11420
100
-3,7
8717
73%
7829
69%
-5,85
ATF
DİĞ BANK
TÜM BANKALAR TOPLAMI
5 Büyük Bankanın Toplam
İçindeki Payı
Beş büyük bankanın öz kaynaklarına ilişkin verilerin yer aldığı Tablo 2’yi incelediğimizde
bankaların öz kaynaklarında kriz ile doğru orantılı olarak azalışlar olduğu gözlenmiştir. Bankalar
içinde en yüksek öz kaynak kaybı %-32,7 ile Kazkom Bank da gerçekleşmiştir. Kriz sürecinde beş
büyük bankanın toplam içindeki öz kaynak oranları %73 den %69’lara gerilemiştir. Bu gelişmeler
sonucunda devlet sisteme çeşitli şekillerde müdahale etmiş ve 28 Ekim 2008 tarihinde BTA,
Kazkom,
Halyk
Bank
ve
Alyans
Bank’ın
%25
hissesinin
devlet
tarafından
alınmasına
kararlaştırılmıştır. Ayrıca söz konusu tarihte Halyk Bank ve Kazkom Bank’a fon desteği sağlanmıştır.
Söz konusu müdahaleler bankacılık sisteminin krizden etkilenmesini engelleyememiş ve bankaların
öz kaynakları erimeye devam etmiştir. Kazakistan hükümeti 2 Şubat 2009’da BTA (%78) ve Alyans
Bank’ın (%76) hisselerinin alınmasına karar vermiştir. Bu kapsamda devlet her iki bankaya öz
kaynak desteği sağlamıştır.
36
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Tablo 3:
5 Büyük Bankanın Toplam Kredileri (Milyon$)
AÇIKLAMA
31.12.2007
MİKTAR
28.02.2009
(%)
MİKTAR
(%)
DEĞİŞİM
(%)
KAZKOM
18756
25,4
16455
24,2
-12,3
BTA
17600
23,9
17323
25,4
-1,6
HALYK
8891
12,1
8843
13,0
-0,5
ALYANS
7096
9,6
4688
6,9
-33,9
ATF
6310
8,6
6067
8,9
-3,9
DİĞ BANK
15065
20,4
14720
21,6
-2,3
TÜM BANKALAR TOPLAMI
73718
100
68096
100
-7,6
58653
80%
53376
78%
-10,43
5 Büyük Bankanın Toplam
İçindeki Payı
Bankacılık sektörü içinde toplam kredilere baktığımızda, 2007 yılından 2009 yılına, toplamda
%-7,6 ve beş büyük bankada ise %-10,43 oranında azalma gerçekleşmiştir (Tablo 3). En yüksek
oranda kredi azalması Alyans Bank’ta (%-33,9) görülmüş bu düşüşü %-12,3 oranla Kazkom Bank
takip etmiştir.
37
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Tablo 4:
5 Büyük Bankanın Gecikmiş Kredileri (Milyon$)
AÇIKLAMA
31.12.2007
MİKTAR
KAZKOM
31.12.2008
(%)
MİKTAR
(%)
DEĞİŞİM
(%)
1287
37,6
1680
20,7
30,5
BTA
257
7,5
1307
16,1
408,6
HALYK
312
9,1
1332
16,4
326,9
ALYANS
554
16,2
1142
14,1
106,1
ATF
261
7,6
787
9,7
201,5
DİĞ BANK
752
22,0
1863
23,0
147,7
3423
100
8111
100
137,0
2671
78%
6248
77%
214,74
TÜM BANKALAR TOPLAMI
5 Büyük Bankanın Toplam
İçindeki Payı
Küresel krizin Kazakistan bankacılık sektörüne etki ve boyutunu en bariz şekilde bankaların
gecikmiş kredilerindeki büyüme oranlarında görüyoruz (Tablo 4). Tüm bankalar için gecikmiş
kredilerdeki artış 2007’den 2008’e ortalama %137 olarak gerçekleşmiştir. Beş büyük bankanın
gecikmiş kredi artışı ortalama %214,74 olurken en büyük artış %408,6 ile BTA Bank’ta
görülmüştür. Bu veriler bankadan kredi kullananların krizden etkilenme oranını ve kriz ortamında
kredi-borç ödeme davranışını ortaya koyması açısından ilgi çekicidir.
38
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Tablo 5:
5 Büyük Bankanın Provizyon Ayrılmış Kredileri (Milyon$)
AÇIKLAMA
31.12.2007
MİKTAR
KAZKOM
31.12.2008
(%)
MİKTAR
(%)
DEĞİŞİM
(%)
1673
38,6
3348
39,4
100,1
BTA
923
21,3
1778
20,9
92,6
HALYK
564
13,0
1116
13,1
97,9
ALYANS
361
8,3
532
6,3
47,4
ATF
195
4,5
680
8,0
248,7
DİĞ BANK
621
14,3
1037
12,2
67,0
4337
100,0
8491
100,0
95,8
3716
86%
7454
88%
117,34
TÜM BANKALAR TOPLAMI
5 Büyük Bankanın Toplam
İçindeki Payı
Finansal kriz dönemlerinin en belirgin özelliklerinden birisi piyasadaki likidite darlığının bir
sonucu olarak alacakların gecikme ya da tahsil edilememe riskidir. Bankalar söz konusu riski
azaltma amacıyla gecikmiş ya da gecikmesi muhtemel alacaklarına provizyon ayırırlar. Tablo 5’de
Kazakistan bankacılık sektöründe faaliyet gösteren beş büyük bankanın provizyon ayrılmış kredi
toplamları ve diğer bankaların kredi toplamları yer almaktadır. Provizyon ayrılmış kredi toplamları ve
bunların oransal artışı ve büyüklüğü küresel krizin Kazakistan bankacılık sistemine etkilerini açıkça
ortaya koymaktadır. Tüm bankalar 2007 yılına oranla 2008 yılında ortalama %95,8 daha fazla
gecikmiş kredilerine provizyon ayırmışlardır. Bu oran beş büyük banka için %117,34 olarak
gerçekleşmiştir.
Kriz Sürecinde Kazakistan’da Mali Yapı
Hiç şüphesiz Kazakistan’da en büyük etkiyi bankacılık alanında gösteren küresel finansal
kriz hayatın her alanında etkili olmuştur. Kriz ile birlikte mali bilânçodaki gelir gider dengesi
bozulmuş, ekonomideki büyüme oranı düşmüş, dış borç kalemlerinde artışlar olmuş ve bu ve
benzeri gelişmeler sonucu toplam devlet rezervleri de azalmıştır.
39
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Şekil 1:
Şekil 1’de görüldüğü üzere Kazakistan’ın mali bilânço yapısı 2007 yılı itibariyle gelir lehine
bozulmuştur. Söz konusu bozulma 2008 yılında artarak devam etmiştir. Yıllar itibariyle gelir gider
yapısını incelediğimizde Kazakistan’ın küresel finansal krizden doğru orantılı etkilendiği sonucuna
ulaşılabilir.
40
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Şekil 2:
Kazakistan’da büyüme oranları küresel mali kriz ile birlikte hızlı bir düşüş yaşamış bazı
sektörlerde büyüme yerini daralma ya da küçülmeye bırakmıştır. Sonuç olarak 2003-2006 yılları
arasında yıllar itibariyle devam eden ortalama %9,8 yıllık büyüme oranı 2007 yılında %8,9’a 2008
yılında ise %3,2’ye gerilemiştir (Şekil 2). Bu düşüşün takip eden yıllarda artarak devam edeceği ise
beklenen bir sonuçtur.
41
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Şekil 3:
Şekil 3’de de görüldüğü üzere, Kazakistan’ın yıllar itibariyle dış borç stoku, 2006 yılından
itibaren hızlı bir artış trendine girmiş bu artış 2007 ve 2008 yıllarında artarak devam etmiştir.
Kazakistan’da en dikkat çekici husus özel sektör borçlarındaki hızlı artıştır. 2003 yılında 20 milyar
dolar civarında seyreden toplam borç stoku 2008 yılı sonunda 100 milyar dolarlık bir fark ile 120
milyar dolara ulaşmıştır. Özel sektörün dış borç yükündeki artış ile (Şekil 3) büyüme oranlarını
karşılaştırdığımızda, yurt dışından sağlanan finansal kaynağın yatırıma gitmediği sonucuna
ulaşıyoruz. 2006 yılından itibaren artış eğilimindeki büyüme rakamları tersine dönmüştür.
42
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Şekil 4:
Şekil 4’de Aralık 2006 Mart 2009 itibariyle toplam devlet rezervlerini yer almaktadır.
Kazakistan’da sağlanan petrol gelirleri belirli bir fonda tutulmakta ve tıpkı merkez bankası rezervleri
gibi ekonomik dengenin sağlanmasında bir sibap olarak kullanılmaktadır. Petrol gelirleri ile de doğru
orantılı olarak artan ve daha çok Milli petrol fonu rezervleri kaynaklı olan bu artış 2008 yılı3.
çeyreğinden itibaren azalışa geçmiştir. Devletin sıkı kur politikası krizin etkilerine daha fazla
dayanamamış ve yaklaşık
%17 oranında yabancı para karşısında milli paranın değeri
düşürülmüştür. Söz konusu bu devalüasyonun sonucu olarak da Tenge-Dolar dengesi değişmiş bu
da toplam devlet rezervlerine olumsuz yansımıştır.
Kazakistan’ın milli rezervleri ile dış borçları karşılaştırıldığında, kamu borçları açısından bir
sıkıntısı bulunmamakla birlikte, özel sektör borç yükü kriz ile birlikte artmıştır. Özel sektördeki kriz
ile doğru orantılı olumsuz gelişme kamu maliyesini de olumsuz etkilemektedir.
43
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
SONUÇ VE ÖNERİLER
Kazandığından daha fazlasını harcamanın alışkanlık haline geldiği ve bu alışkanlığın da
kaçınılmaz bir sonucu olduğunu söyleyebileceğimiz küresel ekonomik kriz tüm dünyayı olduğu gibi
Kazakistan’ı da olumsuz etkilemiştir.
Küresel finansal kriz Kazakistan da en büyük etkisini şüphesiz bankacılık sektöründe
göstermiş ve bankaların mali yapılarının bozulmasına neden olmuştur. Kazakistan bankacılık
sistemindeki olumsuz etkileşim ile küresel bazda yaşanan krizin başlangıcı olan ABD’deki bankaların
kriz algılama ve etkileşimi arasında çok büyük benzerlik bulunmaktadır. Kazakistan’da da ABD ile
doğru orantılı olarak en büyük sorun verilen kredilerin geri dönmeme sorunudur.
Bankacılık sektörünün krizden en çok etkilenmesinin ana sebepleri arasında;
kredi
teminatlarındaki kolaylıklar ve sıradanlaşma, Reyting kuruluşlarının ve bağımsız denetim firmalarının
bankaları doğru değerlendirmemeleri, yurtdışından kısa vadeli alınan kredilerin uzun vadeli
plasmanı, kredi analizinde evrensel kredi ölçütlerine uymada karşılaşılan problemler, ekonominin
hazmedemeyeceği hızda kredilendirme (2003’den 2008’e özel sektör borçlarındaki oransal artış),
kredi gayrimenkul saadet zincirinin diğer sektörlere vurduğu darbe ve ekspertiz raporlarıyla
bağlantılı ipoteklerin yetersiz kalması sayılabilir.
Kazakistan’da kriz ile birlikte, bankaların aktif yapıları değişmiş ve olumsuz etkilenmiş, öz
sermayeleri erimiş, geri dönmeyen krediler ve ödenmeyen kredilere bağlı olarak da bankaların
provizyon ayrılmış kredileri artmıştır. Tüm bu olumsuz gelişmeler devletin sisteme müdahalesini
zorunlu kılmış ve BTA, Kazkom, Halyk Bank ve Alyans Bank gibi en büyük bankaların bile
hisselerinin devlet tarafından alınmasına karar verilmiştir.
Küresel finansal krizin bir sonucu olarak Kazakistan’da mali yapı bozulmuş gelir gider
dengesi gider lehine değişmiş, büyüme oranları düşmüş, dış borç stoku hızlı bir şekilde artmış ve
ekonominin hızla küçülmesine neden olmuştur.
Hiç şüphesiz söz konusu kriz Kazakistan’ın neden olduğu ve kendi ürettiği bir kriz değildir.
Küresel ekonomideki olumsuz gelişmeden Kazakistan da kendine düşen payı almaktadır. Dünyada
yaşanan bu kriz kaynağında tükenmediği sürece, Kazakistan da alınan önlemlerle bitirilmesi
mümkün değildir. Alınan ya da alınacak önlemler sadece etkisini azaltacak ya da büyümesini
engelleyecektir. Bu kapsamda; kriz öncesi refah seviyesinin yakalanması ve aynı büyüme ivmesinin
44
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
kazanılması kısa sürede mümkün olmayacaktır. Nihai çözüm için küresel ekonominin düzelmesiyle
gerçekleşecektir.
Küresel finansal krizden daha az etkilenmek ya da etkisini aza indirmek için, borçlu kurumkuruluşlar borç yapılandırmasına gitmelidirler. Yani kredibilitelerini kaybetmemeleri için önceden
önlem almaları, borçlu bulundukları kurumlar ile uzun dönemli ve kalıcı anlaşmalar yapmaları
gerekmektedir. Kazakistan hükümetinin ipotek kredileri sebebiyle mağdur olan hane halkı
sorunlarını hafifletme amaçlı almış olduğu tedbirler isabetli olup işleyişinin takibi gereklilik arz
etmektedir. İşletmeler vadeli satışlarda riski azami ölçülerde dikkate almalı, hangi para biriminden
kaynak-stok temininde bulunuyorsa o para biriminden satış yapmalı ya da borçlanmalıdır. Spekülatif
kazançlar yerine, sürekli ve istikrarlı kazanç düsturu benimsenmeli ve bu bağlamda işletmecilik
kültürü oluşturulmalıdır.
45
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
KAYNAKÇA
Barak, Osman (2009). “Küresel Finansal Kriz”. Uluslararası Kazak-Türk Üniversitesinin Habarşısı,
3(66): 304-311.
Can, İsmail Akyüz ve Hakan Özkan (2009). , “Küresel Finansal Kriz ve Türk Bankacılık Sektörüne
Etkileri”, 13. Ulusal Finans Sempozyumu, Afyonkarahisar: 271-285
Candemir, Baturalp (2009). “Finansal Krizlerin İzleri Üzerine Gözlemler”, Yorum Referans
(19.01.2009).
Collins, Cobuild (1996) Learner’s Dictionary. Londra:Harper Collins Publishers
Erdönmez, Pelin A. (2009).“Küresel Kriz ve Ülkeler Tarafından Alınan Önlemler Kronolojisi”,
Bankacılar Dergisi, (68): 85-101.
Felton, Andrew and Carmen Reinhart (2008).The First Global Financial Crisis of the 21st Century.
London: AVoxEU.org Publication.
Gorton, Gary (2009), “The Subprime Panic”, European Financial Management, 15(1): 10–46.
http://www.vergiportali.com/Content.aspx?Type=LeftMenuD&Id=60 Küresel Mali Kriz, Küresel Kriz
Günlüğü. (15.02.2010)
Kaymaz, Sadi (2008b).“Küresel Finans Krizi ve Çin-2”, 4 Kasım, http://www.dragonomi.com
Kaymaz, Sadi (2009). “Çin Finansal Kriz Notları: 1-2”, 19 Mart, http://www.dragonomi.com
Kaymaz, Sadi (2008a). “Küresel Finans Krizi ve Çin-1”, 25 Ekim, http://www.dragonomi.com
Kaymaz, Sadi (2008c). “Küresel krizde Çin Ekonomisi”, 16 Aralık, http://www.dragonomi.com
Kibritçioğlu, Bengi (2000).“Parasal Krizler”. Ankara: Hazine Müsteşarlığı Yayınlanmamış Uzmanlık
Tezi.
Mishkin
F.
(1996).“Lessons
From
http://www.nber.org/papers/w7102
the
Asian
Crisis”,
NBER
Working
Papers
Reinhart, Carmen M. And Kenneth S. Rogoff (2009a), The Aftermath of Financial Crises, NBER
Working Paper (14656): 1-13.
Reinhart, Carmen M. And Kenneth S. Rogoff (2009b), “The Aftermath of Financial Crises” American
Economic Review, American Economic Association, 99(2): 466-72.
Rivera-Batiz, Luis (2008). “Global Finansal Kriz ve Türkiye’ye Etkileri Konferansı”. Bahçeşehir
Ünivresitesi. (28.11.2008)
Taylor John B. (2009), “The Financial Crisis and The Policy Responses: An Empirical Analysis of What
Went Wrong”, NBER Working Paper, (14631): 1-32.
46
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
EKONOMİK KRİZLERİ FIRSATA DÖNÜŞTÜRMEDE MÜŞTERİ İLİŞKİLERİ YÖNETİMİ
Yrd. Doç. Dr. Mustafa BOZ*
Yrd. Doç. Dr. Tuncer ÖZDİL**
ÖZET
Geleneksel olarak, ekonomik bir kriz sürecinde ilk olarak pazarlama bütçesi kesintiye uğrar. Oysa,
ekonomik bir kriz sürecinde, pazarlama faaliyetlerinin azaltılmasına odaklanmamak gereklidir.
Aksine, hem pazarlama faaliyetlerinde, hem de mevcut ve yeni müşteri tabanında kapsamlı bir
yaklaşım hedeflenmelidir.
Müşteri İlişkileri Yönetimi (MİY), firmanın müşterilerini daha iyi anlamasını öğrenmeye çalışan,
çalışanların, teknolojinin ve süreçlerin bir birleşimidir. MİY müşteriyi elde tutma ve ilişkileri
geliştirmeye odaklanan entegre bir ilişki yönetimidir.
Kriz zamanında müşterilerine bağlılık gösteren şirketler, şartlar iyileştiği zaman pazar payını
arttırarak ödüllendirilecekler ve varlıklarını sürdürmeyi garantileyeceklerdir. Şirketlerin müşterilerini
dinlemeleri, müşteri ihtiyaçlarının nasıl değiştiğini ortaya çıkarmaları ve bunlar üzerinde
düşünmeleri önemlidir. Hatırlanması gereken bir konu da, birçok rakibin büyük bir ihtimalle,
pazarlama çabalarını azalttığı, çalışan kalitesinin düştüğü ve müşterilerinin hakettiği özeni
göstermedikleridir.
Bu çalışmada, ekonomik kriz ortamında bir pazarlama aracı olarak müşteri ilişkileri yönetiminin
önemi açıklanmaya çalışılmakta, dünyadan ve Türkiye'den bazı örnekler verilmektedir. Müşteri
ilişkileri yönetimi artık sadece girişimcilere rekabet avantajı sağlayan yeni moda olmuş bir eğilim
değildir. O şimdi basit olarak, ekonomik krizde işletmelerin yaşamını sürdürebilmesi için gereksinim
duyulan bir yönetim anlayışıdır.
Anahtar Kelimeler: Ekonomik Krizde Pazarlama, Müşteri İlişkileri Yönetimi, Müşteri Sadakati
*
Çanakkale, 18 Mart Üniversitesi, Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksekokulu; [email protected]
Kırgızistan – Türkiye Manas Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi; [email protected]
**
47
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
CUSTOMER RELATIONSHIP MANAGEMENT TO
CONVERT ECONOMIC CRISIS INTO OPPORTUNITY
SUMMARY
Traditionally, during a period of economic crisis, the marketing budget has been the first to suffer.
On the contrary, during an economic crisis, the focus should not be on reducing the marketing
activity but rather on extending a more targeted approach to both the marketing activity and the
existing and new customer base.
Customer Relationship Management (CRM) is a combination of people, technology and process
that seeks a better understanding of the company’s customers. It is an integrated approach to
managing relationships by focusing on customer retention and relationship development.
The loyalty that companies show them now will be rewarded by extending market share and
ensuring the viability of business when conditions improve. It's important that companies listen to
their customers and find out how their needs have changed and address these concerns. It must
be remembered that, it's highly likely that many competitors have cut their marketing efforts,
reduced their quality staff and are failing to offer their customers the level of attention they
deserve.
In this paper, it is tried to explained the importance of CRM in economic crisis as a marketing tool,
and some examples are given throughout the world. CRM is no longer a new fashionable trend
that only leads enterprises to gain competitive advantage. It is now- simply put- a necessity for
business survival in financial crisis.
Keywords: Marketing in Economic Crisis, Customer Relationship Management, Customer Loyalty
48
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
1. GİRİŞ
1990’lı
yıllardan
başlayarak
hızla
yaygınlaşan
küreselleşme
olgusu,
bilgi
iletişim
teknolojilerinde yaşanan hızlı gelişmelerle birleşerek özellikle ekonomi alanında hızlı ve zorunlu bir
yapısal değişim sürecinin yaşanmasına yol açmıştır. Bu sürecin sonunda ortaya çıkan e-ekonomi,
yeni ekonomi, bilgi ekonomisi gibi adlar verilen yeni ekonomik düzende ortaya çıkan
değişikliklerden birisi de, günümüz işletmelerinin kalıplaşmış tek ve kaliteli ürün ilkesinin yerini
üretim-pazarlama-satış-tüketim döngüsünde merkez odak olarak müşterinin alınmasıdır. Bu değişim
süreci içerisinde, müşteri profili de değişerek, eskinin pazarda ne bulursa onu alan ve fazla
sorgulamayan müşterisinin yerini teknoloji sayesinde kolaylıkla dünya pazarlarına erişen, farklı ürün
ve hizmetler bekleyen bir müşteri kitlesi almıştır.
Gelişen müşteri profilinin beklentileri; tüm pazarda yaygın ürün ve hizmet çeşitliliği,
ürünlerin yüksek kullanım ömrüne sahip olmaları, küresel rekabet sonucu ortaya çıkan düşük fiyat
politikasının her alanda uygulanması, kaliteli ve küresel standartlara uygun ürünlerin üretilmesi
şeklinde belirtilebilir. Bu beklentilere uygun ürün ve hizmetleri üretme savaşına giren firmalar,
piyasalarda yaşanan her evreye uygun bir pazarlama stratejisi geliştirmek zorunda kalmışlardır. Bu
gelişim, günümüz pazarlamasının ana unsurlarından biri olan müşteri ilişkileri yönetimi kavramını da
beraberinde getirmiştir. Müşteri ilişkileri yönetiminin ana dayanağı, müşteri istek, ihtiyaç ve
sezgilerini hesaplayarak karşılıklı bir ilişki içerisinde olabilmektir. Günümüzde işletmeler, küresel
pazarda rakiplerinden farklı olabilmek için kime? nasıl? hizmet vereceklerini iyi hesaplamak bu
konuda iyi çalışma yapmak zorundadırlar. Artık önemli olan sadece, neyin hangi fiyattan hangi
kalitede üretilmesinin bilinmesi değil, müşterinin hangi ürünü hangi kalitede ve fiyatta satınalmak
istediğidir. Küreselleşen dünyanın ayrılmaz bir parçası olan ve özellikle her türlü yeni teknolojinin
çok çabuk kabullenildiği ve hızla eskitildiği bir süreçte gelişmiş ekonomiler gibi, gelişmekte olan
ülkelerde faaliyet gösteren işletmelerin de ekonomi dünyasının bu yeni rüzgârından etkilenmesi
kaçınılmazdır.
Günümüzde hızla gelişen bilgi iletişim ve üretim teknolojileri, firmalar için yoğun bir rekabet
ortamı yaratmıştır. Artan rekabetin bir unsuru olan müşteri, bu süreçte sürekli olarak uyarılmakta
ve tüketime zorlanmaktadır. Her şeyden önce kendileri için birçok alternatifin bulunduğunun
farkında olan bu yeni müşteri profili, küreselleşerek küçülen dünyamızda kendilerinin değerini bilen,
güven veren işletmeleri tercih etmektedir. İşletmelerin ise müşterilerinin gereksinimlerini bilmeleri
ve buna göre önlem almaları gerekmektedir. Bu noktada en büyük yardımcı Müşteri İlişkileri
Yönetimi (MİY)dir.
49
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
MİY’in, zaman içinde gelişen pazar değişimi ile, satış döngüsünün kısaltılarak nakit artışı
sağlama, daha iyi bir hizmete bağlı olarak artan müşteri memnuniyeti, müşteriye ulaşmak için
teknolojik kanalların yerinde ve doğru kullanımı ve dağıtım kanalları ile üçüncü şahıslar arasındaki
ilişki kontrolünü sağlaması gibi yararları vardır. Bu nedenle basitçe MİY, ilişkilere kâr getirmeyi
hedefleyen bir süreç olarak ta tanımlanabilmektedir. Bu uygulama sayesinde, bir işletme için en
kârlı müşteri profili belirlenerek, bu kitlenin işletmenin elinde tutulması için, müşteri ile ilgili bilgiler
toplanarak, istenen değişiklikler yapılarak, ürün ya da hizmet çeşitliliği ve fiyat esnekliği sağlanmaya
çalışılır. Burada amaç, işletme için müşteri odaklı bir stratejinin oluşturulmasıdır. Bir işletme için
yeni bir müşteri edinmek eskisi ile olan ilişkileri devam ettirmekten çok daha zordur. MİY sayesinde,
müşterilerine iyi hizmet sağlayabilen işletmeler ileride bu müşterilerini elde tutabilme açısından
büyük şansa sahip olacaklardır. Teknolojinin işletme içerisine tam olarak entegre edilmesi ile
müşteri memnuniyeti de hızla artacaktır. Bu noktadan bakıldığında, MİY’in müşterinin sürekli tatmin
edilmesi amacını güden bir yönetim felsefesi olduğunu söylemek mümkündür.
Özellikle küresel rekabetin artması ve internetin klasik satış ve pazarlama yöntemlerine bir
alternatif olarak doğması ile firmalar, müşterilerinin isteklerine karşılık verme alanında önemli yol
katetmişlerdir. Özellikle bu yeni teknolojiler sayesinde kişiye özel pazarlama dediğimiz yeni çağın
pazarlama olgusu ortaya çıkmıştır. Ancak unutulmaması gereken en önemli nokta MİY’in asıl olarak
insanlar arasındaki ilişkileri odak almasıdır. Burada asıl önemli olan kullanılan teknoloji değil,
müşterilerle olan birebir ilişkilerdir.
Bunun yanısıra, küresel etkilerle çok sık yaşanan ve gelişmiş ve gelişmekte olan tüm ülke
ekonomilerini doğrudan etkileyen ekonomik krizlerle ortaya çıkan kriz ekonomilerinde işletmeler iç
verimliliklerini ve satışlarını arttırabilmek için MİY’in uygun bir yöntem olduğu görüşünde birleşmeye
başlamışlardır. Uzun süredir MİY’i bir lüks olarak değerlendiren işletmeler kriz döneminde satış
döngüsünü kısaltan, kaynak kullanımının optimizasyonunu sağlayan ve her şeyden önemlisi
müşterinin işletmeye olan sadakati ile rekabet avantajı yaratan MİY’i krizi aşmada bir çözüm noktası
olarak görmeye başlamışlardır.
Bu çalışmada, küreselleşme ve gelişen bilgi iletişim teknolojilerinin yarattığı yeni
ekonomide, stratejik yönetim teknikleri arasında yeralan müşteri ilişkileri yönetimi (MİY)
incelenmekte, ekonomik krizleri enaz zararla atlatma ve krizi fırsata dönüştürmede MİY’in
potansiyel etkileri tartışılmaktadır.
50
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
2. GENEL OLARAK MÜŞTERİ İLİŞKİLERİ YÖNETİMİ (MİY) KAVRAMI
Literatürde, Müşteri ilişkileri yönetimi ile ilgili birçok farklı tanım bulunmaktadır. MİY’in çok
farklı tanımlarının yapılması, kavramın uygulama alanına ve uygulayıcılarına bağlı olarak
farklılaşması gerekliliğinin bir sonucudur. MİY; uygulayacak her şirkete uygun, tek bir tanımla
özetlenemeyecek kadar geniş kapsamlı bir stratejiler bütünüdür. Kotler’e (2001:166) göre; Müşteri
ilişkileri yönetimi, değer ve memnuniyet arttırma çerçevesinde, müşterilerle uzun dönemli ilişkiler
kurmaya dayanan bir pazarlama anlayışı olarak tanımlanabilmektedir. Dereli’ye (2004) göre de;
genel bir tanımla ifade edilecek olursa MİY, müşteri memnuniyetini kâr maksimizasyonuna
dönüştürmek amacı taşıyan, istediği müşteriye istediği deneyimi yaşatabilecek kabiliyette bir kurum
felsefesi ve bu hedefe ulaşmak için gerekli insan, proses (süreç), teknoloji yapılanmasıdır. Müşteri
İlişkileri Yönetimi, disiplinler arası bir yaklaşımdır. MİY konusunda yeni çalışmaya başlamış kişiler,
MİY'i "Müşteri Memnuniyeti" sanmaktadır; oysa, MİY'e "Müşteri mülkiyeti" demek daha doğru olur.
Böyle olduğunda işin içine çok farklı disiplinler de girmeye başlar (Gel, 2001). MİY; hem ön ofis
(pazarlama, satış ve müşteri hizmetleri) hem arka ofis (muhasebe, üretim ve lojistik) uygulaması
olmakla kalmayıp aynı zamanda diğer tüm bölümler, müşteriler ve iş ortakları ile koordinasyonu ve
işbirliğini sağlayan müşteri merkezli bir ilişki yönetimi felsefesidir (Bozgeyik, 2010). Taşpınar’da
(2006) MİY uygulamalarının sadık müşteri yaratma ve müşteri memnuniyetini kâr ve değer
maksimizasyonuna dönüştürme amacıyla hayata geçirilen uygulamaları kapsadığını belirtmektedir.
İşletmelerin MİY’i tam olarak uygulayabilmeleri için her şeyden önce etkin bir müşteri
ilişkileri yönetimi sistemi, işletme tarafından kurulmuş, belli hedeflere ulaşmak amacıyla bilgi
teknolojilerinin yerinde kullanımının yanısıra belirli iş süreçlerinin yönetilmesi ve korunması için
tasarlanmış olmalıdır. Başarılı bir MİY'in vazgeçilmez koşulu; işletme yönetiminin gözünde her bir
müşterinin ayrı ayrı önem kazanmasıdır.
Bu uygulamanın temelinde, doğru ürünün ve/ve ya hizmetin, doğru müşteriye, doğru
zaman ve maliyetle sunulabilmesi yatmaktadır (Kopper ve Juanita, 2000: 105). MİY’in ana
fonksiyonları, işletme içi otomasyon, satış ve pazarlamada bilgi kaynaklarının ve teknoloji
çözümlerinin kullanılması, kurumsal kaynak planlaması (Enterprise Resource Planning - ERP) ve
tedarik zinciri (Supply Chain Management - SCM) yönetimidir. Bu fonksiyonlardan sağlanacak her
türlü etkileşim ve ilişkiden en üst seviyede verim alınarak, müşteri ile ilişkinin maksimum seviyeye
ulaştırılması sağlanabilmektedir.
51
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Bunun yanısıra, veri tabanlarında bulunan bilgiler analiz edilerek müşteri profilleri
istatistiksel olarak incelenir. Son aşamada, elde edilen analiz sonuçlarına göre işletmenin, müşteri
profili ve özel ürün veya hizmet hazırlama stratejisi ortaya konulmaktadır. Analiz edilen müşteri
özelliklerine dayanarak, işletme için özel müşteri grupları oluşturulur ve çalışanlara, bu gruplara
uygun özel kampanyalar sunulur. Kampanyalara verilen cevaplar yine veri tabanlarında önemli
bilgiler olarak yerini alır. Bir bakıma bu sayede müşterilerin nabzı işletme tarafından
tutulabilmektedir. Özel teklifler geliştirilerek, değerli müşteriler korunabilmekte; potansiyel olanlar
ise, doğru yer ve zamanda doğru kampanya ile değerli müşteri haline getirilebilmektedir. Burada
işletme için en büyük kazanç, tüketiciyi ürünün sadece kalitesi ve performansı ile etkilemek değil,
tüketiciye özel hizmetler ve teklifler ile maksimum sayıda müşteri kazanarak, maksimum kârlılığa
ulaşabilmektir.
2.1. Müşteri İlişkileri Yönetiminin Unsurları ve Boyutları
MİY’in üç temel unsurunu insanlar (işgörenler), süreçler ve teknoloji oluşturmaktadır.
İşgörenler, müşterinin beklentilerini anlayıp, standart prosedürlerin ötesinde çözümler üretirken;
Süreçler, çalışanların ilettiği müşteri taleplerini hızlı süreç revizyonları ile müşteri odaklı yapılanmaya
dönüştürür. Teknoloji ise müşteri bilgilerinin tüm temas noktalarından takip edilmesine ve farklı
müşteri isteklerine hızlı çözüm üretilmesine imkan tanıyacak şirket içi otomasyonu sağlar. Aslında
büyük bir takım oyunu olan MİY, asla tek bir bölümün ya da departmanın işi olmayıp,
organizasyonun tüm birimlerinin katılımını gerektirmektedir (Dereli, 2004).
International Systems Marketing (ISM, Inc.) kuruluşunun yaptığı bir araştırmada MİY
uygulamalarındaki önemli rol dağılımları; insan % 50, süreç % 30 ve teknoloji % 20 olarak
belirlenmiştir. Türkiye’de ise Müşteri İlişkileri Yönetimi Enstitüsü’nün yaptığı araştırmada, insan
katkısı % 45, teknoloji katkısı % 31 ve süreç katkısı % 24 olarak belirlenmiştir. Araştırma
sonuçlarına göre, Türkiye’de hassas rol dağılımında teknoloji, sürecin üzerinde bir öneme sahip
bulunmaktadır. Araştırma sonucundan anlaşıldığı kadarıyla, birçok işletme açısından MİY=Teknoloji
olarak algılanmaktadır. MİY’in teknoloji olmadığı, bir strateji olduğu düşüncesi işletme tabanına
yayılamazsa MİY sürdürülmesi gereken bir strateji olarak değil geçici bir moda olarak algılanacaktır
(Sağel, 2010).
Şekil 1’de de vurgulandığı gibi MİY anlayışının merkezinde ilgili kuruluş için büyük önem
arzeden anahtar müşteriler yer almaktadır. MİY'e uygun organizasyon yapısı geliştirme (işgörenler),
bilgi yönetimi (süreçler) ve teknoloji temelli MİY (teknoloji) başarılı bir Müşteri İlişkileri yönetiminin
52
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
sac ayaklarını oluşturmaktadır. Sac ayaklarından birinin olmaması veya eksik olması durumunda
başarı şansı ortadan kalkacak veya çok düşecektir.
MİY etrafında
organizasyon oluşturma
(İşgörenler)
Anahtar müşteri
üzerinde odaklanma
Bilgi Yönetimi
Teknoloji Temelli MİY
(Süreçler)
Şekil 1: Müşteri lişkileri yönetimi yöneliminin dört boyutu
Kaynak: Cheung, David ve Albert Kwong, (2004). Customer Relationship Management (CRM) for
SME, Oracle Conference, Hong Kong.
MİY uygulamalarında başlıca üç farklı süreç vardır. Bu süreçler; operasyonel MİY, Analitik
MİY, İşbirliğine yönelik MİY.
Operasyonel MİY; MİY’in bu biçimi aslında tipik iş fonksiyonlarının kapsandığı MİY
çözümlerinden oluşur. Bu fonksiyonlara örnek olarak müşteri hizmetleri, sipariş yönetimi,
faturalama, satış ve pazarlama otomasyonu gibi süreçleri verebiliriz. Bu çözümler daha çok
kurumsal sistem içerisindeki finans, insan kaynakları gibi farklı iş fonksiyonlarının entegre bir yapıya
kavuşturulması için kullanılır.
53
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Analitik MİY; burada kullanıcılara ait verilerin elde edilmesi, depolanması, işlenmesi, analiz
ve tahminlere dönüştürülerek raporlanması işlemleri gerçekleştirilir. Böylelikle MİY’nin operasyonel
ve entegrasyon özellikleri üzerine analiz ve raporlama özellikleri eklenir.
İşbirliğine yönelik MİY; Bu MİY biçimi aslında diğerlerinin en uygun bileşiminden oluşur.
Müşteriler ile şirketler arasında tam anlamıyla bir etkileşim ve koordinasyon ağının oluşmasına
imkân veren bu çözümler, farklı iletişim kanallarından (web, telefon, e-posta vb) gelen bilgilerin
değere dönüştürülmesini sağlar. İşbirliğine Yönelik MİY çözümleri müşteri ile etkileşime imkân
veren tüm fonksiyonları içerir.
Müşteri ilişkileri yönetiminin, ”Müşteride güven yaratmak, müşterilerin beklentilerini ve
fırsatları keşfetmek, müşterilerin yararlanabileceği çözümler sunabilmek ve satışı takip ederek uzun
vadeli ilişkileri sürdürmek” gibi temel ilkeleri bulunmaktadır. MİY’nin temeli veri tabanlarına ve veri
tabanlı pazarlamaya dayanmaktadır. Bu çerçevede küresel rekabet bağlamında ortaya çıkan
gelişmelerden biri olan veri tabanlı pazarlama ve veri tabanları, MİY’in olmazsa olmaz
unsurlarındandır (Kurban, 2002: 81).
2.2. Geleneksel Pazarlama Anlayışı ve MİY
Geleneksel pazarlama yaklaşımını benimseyen işletmeler ile müşteri ilişkileri yönetiminin
benimsendiği
işletmelerdeki pazarlama anlayışları arasında dikkat çekici farklılıkların olduğu
görülmektedir (Tablo 1).
Tablo 1. Geleneksel Pazarlamaya karşı MİY
Geleneksel Pazarlama
MİY
İşlem Tabanlı
İlişki Tabanlı
Ürün Yönetimi
Müşteri İlişkilerinin Yönetimi
Ürün Farklılaştırması
Müşteri Farklılaştırılması
Pazar payı için rekabet
Müşteri Payı İçin Rekabet
Müşterilerle görüş, konuş ve sat
Müşterilerle diyalog kur, dinle ve öğren
Müşterilere eşit davranmak gerektiğine
inanılır
Müşterilere bireysel olarak farklı
davranmak gerektiğine inanılır
Kaynak: Cheung David ve Albert Kwong, (2004). Customer Relationship Management (CRM) for SME,
Oracle Conference, Hong Kong 2004
MİY,
pazarlama
kampanyası
yönetimi,
satış
ekibi
otomasyonu,
çağrı
merkezi
operasyonları gibi alanlarda son derece başarılı sonuç veren bir teknoloji olarak fırsat yönetimi
konusunda sunduğu zengin bilgi hazinesi ile satış ekibini pazarlama departmanlarının en kârlı
54
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
müşteri segmentlerine yönlendirebilmektedir. Müşterinin ilişki sırasındaki deneyimini analiz
edebildiği için müşterilerle uzun dönemi kapsayan verimli bir işbirliği sürdürülebilmesine de ortam
hazırlamaktadır.
MİY’in M’si yani müşteri kavramı son yıllarda büyük bir değişim yaşamıştır. Tarihsel süreç
açısından bakıldığında, 1950’li yıllar “Ne bulursam onu alırım” yaklaşımıyla geçmiştir. Arz
ekonomisinin ön planda olduğu bu dönemlerde pazarda yer alan ürün ve hizmetlerin çeşitliliğindeki
sınırlamalar, tüketici tercihlerinin geri plana atılmasına zemin hazırlıyordu. Ardından 1970’li yıllarda,
ürün ve hizmet çeşitliliği artmaya başlamıştır. Bu noktada müşterilerin genel eğilimi “Neyi
alabilirsem onu alayım” biçiminde değişmiştir. 1990’larla birlikte ise artık, “Ne istersem onu alırım”
dönemi
başlamıştır.
Küreselleşme
ve
bilgi
iletişim
teknolojilerinin
şekillendirdiği
içinde
bulunduğumuz yeni dönemde, Ürün ve hizmet çeşitliliğinin önceki dönemlerle kıyaslanamayacak
kadar çok artması, müşterilerin tercih olanaklarının çoğalması, bilgi ve iletişim teknolojilerini etkin
kullanan müşterilerin, bilgiye, rakibe ve eşdeğer ürünlere çok kolay erişebilir bir hale gelmeleri,
teknolojik yapıların, ürün ve hizmetlerin pazarlanmasından dağıtım kanallarına dek iş süreçlerini
değiştirmesiyle, müşterilere çok farklı kanallardan erişimin mümkün olması yoğun rekabet
ortamında işletmeler için varlığını sürdürmede müşteri kavramını çok daha önemli ve stratejik hale
getirmiştir.
Tüm bu gelişmeler hemen hemen tüm unsurları olumlu etkilediyse de müşteri sadakatinin
inanılmaz ölçüde düşmesini sağlamıştır. Örneğin konut kredisi ile ilgilenen bir müşteri eskiden
çalıştığı bankadan başka bir tercihe kolaylıkla sıcak bakmaz iken bugün internet üzerinde bir arama
motoruna “konut kredisi” yazarak 10 binden fazla sayfaya ve onlarca farklı teklife birkaç dakika
içerisinde erişme şansına sahip olmaktadır. Bunun yanısıra, yapılan birçok araştırma, müşteriyi elde
tutmanın, yeni müşteri kazanmaktan çok daha kârlı bir iş olduğunu ortaya koymaktadır. Loyalty
Effect’in araştırmalarına göre 5 yılda bir müşterilerinin yaklaşık yarısını kaybeden şirketlerin buna
acil bir çözüm bulması gerekiyor. Çünkü mevcut müşterileri elinde tutmanın maliyeti, yeni müşteri
kazanmaya oranla 5-6 kat daha düşüktür.
Dolayısıyla bu süreç, MİY’ni daha da önemli hale getirmektedir. Aslında MİY pek de yeni
olmayan bir kavramdır. Yani bundan yıllar önce de, işletme sahipleri özellikle KOBİ’ler “müşteri
velinimetimizdir” derken müşterinin önemini ve elde tutulması gerektiğini biliyordu. Örneğin
geçmişin küçük mahalle bakkalı müşterileriyle ilgili her türlü bilgiyi topluyor, onu hafızasına alıyor
ve müşterisini kendine bağlayabilmek, müşteri sadakatini arttırabilmek için çaba sarfediyordu. Bu
durumda “yeni olan” ise, geçmişte mahalle bakkalımızla yapabildiğimizi şimdi olası kılan teknoloji,
55
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
o bakkalın az sayıda müşterisi ve herkesin tercihlerini aklında tutabilecek güçte hafızası vardı. Ama
günümüzde her yönden, coğrafi olarak, tercihler olarak, psikolojik ve sosyal faktörler olarak sayıca
hızla artan çeşitli müşteri özelliklerinin bir insan hafızasında ya da defterlerde kayıt altına alınması
imkansızdır. Teknoloji, işte bu modelin gerçekleşmesini sağlamıştır. Bu da ürün ve hizmetlerin
pazarlama sürecini doğrudan etkilemiştir.
2.3. Başarılı MİY Uygulamaları Nasıl Olmalıdır?
MİY felsefesinin işletmede başarılı olabilmesi, tam olarak anlaşılmasına, benimsenmesine,
gerekli uygulamaların yerine getirilmesine temel olarak uzun vadeli olarak planlanmasına bağlıdır.
Yapılan bir araştırmaya göre,
Amerika'da beklentileri karşılayan MİY projeleri %12 iken,
karşılamayan projeler %60-75 civarındadır (Gel, 2001). Sağel (2010) MİY uygulamalarında yapılan
yanlışlıkları “Teknoloji odaklı MİY projelerinde, işletmeler faaliyetlerini sahip oldukları teknolojiye
göre uyumlaştırmaktadırlar. Halbuki MİY projelerinde önce strateji belirlenmeli, süreçler
düzenlenmeli sonra bu süreci işletecek olan teknoloji seçilmelidir. Eğer MİY, sadece bir teknoloji
uygulaması ya da bir yazılım paketi olsaydı rekabet silahı olamazdı. Çünkü bu pakete bütün
işletmeler sahip olabilirdi. O zaman işletmeler arası farklılığı ne belirler? Farklılığı işletmelerin
kurumsal zihniyetleri belirler. Müşteri odaklı kurum olmayı önce zihinlerde gerçekleştirebilen
işletmeler için farklılık zaten oluşmaya başlar. Teknoloji sadece düşünceleri eyleme dönüştürmede
bir araç olmalıdır.” şeklinde vurgulamaktadır.
MİY çalışmaları, yönetimi veya koordinasyonu belirli bir bölüm veya kişide olsa da,
sorumluluğu tüm bölümlere ait bir yönetim felsefesidir. MİY çalışanlar, müşteriler ve iş ortakları ile
koordinasyonu ve işbirliğini sağlayan müşteri merkezli bir ilişki yönetimidir. Değişim önce
düşüncede, olaylara bakış açısında başlamalıdır. Gerçek anlamda müşteri odaklı MİY çalışmalarına
karar verilmesi, önce düşüncelerde, sonra uygulamalarda olmaz ve değişim tüm çalışanlarca kabul
edilmezse, yapılacak hiçbir teknolojik veya operasyonel yatırım, MİY’inde başarılı sonuçlar elde
edilmesini sağlayamaz (Kolay İletişim, 2010). Bu nedenle, bir MİY uygulamasının başarısında
"fonksiyonellik", "çeviklik", "maliyet", "zaman", "tutarlılık", "uyumluluk" ve "bütünsellik" gibi başarı
faktörlerinin yanısıra insan faktörü de çok önemlidir. MİY projesine tüm çalışanların inanması,
katılması ve sahiplenmesi sağlanmalıdır. Çalışanlar planlama, eğitim, motivasyon ile etkin
yönetilmeli ve teknoloji ile desteklenmelidir. MİY'in insan boyutu; başarının anahtarı veya
başarısızlığın belki de en önemli nedenidir (Abas, 2010).
Başarılı MİY çalışmaları gerçekleştirebilmek için göz önüne almamız gereken diğer konuları
da şu şekilde sıralayabiliriz (Abas, 2010; Kolay İletişim, 2010; Erdoğan, 2010; Microsoft, 2010).
56
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
−
Bişkek 2010
MİY uygulamasının başlangıç noktası öncelikle bir müşteri stratejisi geliştirmek olmalıdır. Bu
strateji ile kurumun nasıl müşteriler istediği, bu müşterilerin nerede bulunacağı, müşteri
hizmetlerinin nasıl sunulacağı ve hedef müşteri profili dışındaki müşterilere karşı ne
yapılacağı belirlenmelidir. Stratejimizi müşteri taleplerine göre düzenlemeli, ürün değil
müşteri odaklı olmalıyız.
−
Ürün odaklı yaklaşımdan uzaklaşarak müşteri odaklı yönetime geçmenin gerekli olduğu,
müşterinin pazarda olmanızın olmazsa olmaz koşulu olduğu, düşüncesinden hareketle
ürününüzü, hizmetinizi, organizasyonunuzu, yönetim şeklinizi ve insan kaynağı dâhil olmak
üzere tüm kaynaklarımızı müşteriye göre düzenlemeli, bunu yaparken de çeşitli yönetim
tekniklerinden, yazılımlardan ve teknolojiden yararlanmalıyız.
−
MİY projesinde başarılı olmanın ancak ciddi bir bilgi birikimi ile olabileceği de bir gerçektir.
Bu konuyu biraz açacak olursak, MİY uygulamalarında “evreleri, nasıl uygulanacağı,
uygulamada başarı için hangi faktörlerin önemli olduğu, aksiyon planı, dış kaynak kullanım
yararı, proje maliyetini etkileyen faktörler, başarıya etkileri, kârlılık modelleri” gibi detaylara
Türkiye ve dünyadaki model ve uygulamalara da hakim olunması gerekmektedir.
−
Anahtar müşterilerimizi, müşteri potansiyelimizi iyi tanımalı ve doğru değerlendirmeliyiz.
“Müşteri içgörüsü”ne hakim olabilirseniz, rekabette farklılaşabilir ve rakiplerinizle fiyat
savaşına girme zorunluluğundan kurtulabilirsiniz. Önemli olan, müşterinin “neyi almak
istediği” değil, “neden almak istediği”dir. Bugün pazarlama dünyasında, farklılaşma savaşını
iyi yöneten yöneticilere gereksinim duyulmaktadır. Bunun için de ihtiyacımız olan önemli
vasıflardan birisi “Müşteri içgörüsü” ne sahip olmamızdır.
−
Teknoloji MİY'in bir parçasıdır. MİY plan ve projelerini hayata geçirecek teknoloji olmadan
başarı elde etmek mümkün değildir. Müşterinin bir değer olarak görülmesi sürecinde
strateji ve teknoloji, ortak bir bakış açısıyla ele alınmalıdır. Bu noktada stratejiye en uygun
teknolojinin seçilmesi büyük önem kazanır. Bu yatırımın doğru yapılması için şu sorulara en
doğru yanıtların bulunması gerekir: Şirketimin MİY amaçlarına en uygun teknolojiyi kim
sağlayabilir? Yeni oluşturulan MİY sürecini karşılayan özellikler nelerdir? Mükerrer yatırımlar
yapmaktan nasıl kaçınırım? Bu ve diğer birçok sorunun yanıtı, doğru MİY yatırımının açılım
noktasını oluşturacaktır.
Türkiye de küçük ve orta ölçekli işletmeler için 400 işletme üzerinde yapılan bir araştırmada
müşteri edinmenin %35 ile en önemli MİY olgusu olarak görüldüğü anlaşılmıştır. İşletmeler için
ikinci önemli MİY olgusu %31 ile varolan müşteri profilinin ve sayısının korunmasıdır. MİY
felsefesinin ilk ve en önemli aşaması olarak kabul edilen müşteri seçimi ise Türk işletmeleri
57
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
tarafından satış kaygılarına bağlı olarak en az değer verilen MİY aşaması olarak kabul edilmiştir.
Farklı MİY modellerinin değerlendirildiği bir diğer soruda da, 400 işletmenin %48’i kârlılık modeline
yatırım yapmayı seçmişlerdir. MİY’in en önemli fonksiyonlarından sayılan ve uzun vadede işletmeye
yarar sağlayacak müşteri bilgilerine yatırım ve müşteri etkileşimini yükseltmeye yatırım ise Türk
işletmelerince fazlaca dikkate alınmamıştır (Güldemir, 2001:2). Bu araştırmada da görüldüğü gibi,
işletmeler MİY’i
sadece kısa
vadede kârlılığı
arttıracak
teknolojik
bir yöntem şeklinde
görmektedirler. MİY’in bir yönetim felsefesi olduğu ve işletmeye yararının kısa dönemden çok uzun
dönemde ortaya çıkacağı unutulmuş görünmektedir. Günümüzde işletmelerin MİY uygulamaları
konusunda yaptıkları en büyük yanlışlık MİY yatırımının sadece bir bilgi teknolojileri yatırımı şeklinde
olduğudur. Bu nedenle gerek iş süreçlerinde gerekse insan kaynaklarında yapılacak tüm iyileştirme
yatırımları MİY’in dışında tutularak ihmal edilmiştir. Oysa bir işletme, MİY’in bir felsefe olduğunu
anlayamadığı sürece dünyanın en başarılı otomasyon paketini uygulasa dahi yaptığı yatırımın
kârlılığını göremeyecektir. Genel olarak gelişmekte olan ülkelerde yaşanan bir diğer sorun ise,
özellikle kriz öncesi dönemde MİY uygulamalarının sadece bireysel müşteriye yönelik olarak kabul
edilerek bir B2C (Business to Customer) olgusu olarak görülmesidir. Bu nedenle dünya pazarlarının
yeni işletme olgusu kabul edilen B2B’ye (Business to Business) yani kurumsal müşteriye yönelik
yatırımlar eksik olarak kalmıştır. Oysa kurumsal müşteriler işletmeler için en az bireysel müşteriler
kadar önem taşımaktadır (Gültekin, 2001:20).
MİY uygulamalarında kullanılan bilgisayar teknolojisi yatırımlarına bakılacak olunursa
tanınmış yabancı yazılımların yanısıra pek çok yerli firmanın da kendi ülkelerindeki işletmeler için
uygun yazılımlar geliştirdiği görülmektedir. Bu aşamada yazılım firmaları kendi satış ve kârlılıklarını
arttırabilmek için entegre denen komple çözüm paketleri yerine basit noktasal çözüm paketlerini
işletmelere sunmaktadırlar
(Numan, 2001:26). Özellikle maliyeti düşüren bu yazılımlar küçük ve
orta ölçekli işletmelerce tercih edilmektedir. Ancak, bu yazılımların birbirinden bağımsız oluşu
nedeniyle müşteri ile ilişkiyi sağlayacak kanallar arasında kopukluklar oluşmaktadır. Bir işletmenin
müşteriyle doğru şekilde ve zamanında ilişki kurması MİY felsefesinin ana noktalarından olmasına
karşın pazarlama otomatizasyonunun bu entegrasyon bozukluğu müşterinin yanlış veya eksik
bilgilendirilmesi nedeniyle işletmeye yarardan çok zarar sağlayabilmektedir.
3. KÜRESELLEŞEN DÜNYADA MİY’İN ÖNEMİ
Müşteri ilişkileri yönetimi, günümüz pazar ortamında, işletmelerin küresel rekabet
karşısında ayakta kalmasını sağlayan oldukça önemli bir başarı faktörüdür (Kotler, 2001).
58
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Günümüzün rekabet ortamında, on-yirmi yıl önce sattığımız ürün veya sunduğunuz hizmetle sadık
müşteri yaratmanız neredeyse imkânsız. Üstelik rakiplerimiz sadece iş yaptığımız bölge veya ülke
firmaları değil. Günümüz küresel ekonomi ortamında Brezilya, Çin gibi uzak ülke firmaları da
rakibimiz. Bozgeyik'e göre de günümüzde iki trend MİY'in bu kadar öne çıkmasını sağlamıştır.
Birinci trend, global rekabetin artması sonucu ürünlerin ayırt edilmesinin zorlaşması nedeniyle
firmaların ürün merkezli olmaktan müşteri merkezli olmaya yönelmesi. İkincisi ise teknolojinin
gelişmesi sonucu müşteri ile ilgili her şeyin takip edilebilir ve özellikle taleplerin ve bilginin tüm
kurumca kullanılabilir, yönetilebilir olmasıdır.
Son yıllarda iş dünyasında da bir çok nedenden dolayı MİY rüzgarı esmeye başlamıştır.
Kitlesel pazarlamanın gittikçe pahalı bir müşteri kazanma yolu olması, pazar payının değil müşteri
payının önemli hale gelmesi, müşteri memnuniyeti ve müşteri sadakati kavramlarının önem
kazanması, yoğun rekabet ortamı gibi nedenlerle işletmeler süratle MİY uygulamalarını
benimsemeye ve uygulamaya başlamış bulunmaktadırlar (Sağel, 2010).
Yapılan araştırmalar, mevcut müşteriyi yitirmeme çabalarının, yeni müşteri kazanmaktan
5-6 kez daha az maliyetli olduğunu göstermektedir. MİY'inde en önemli amaç sadık müşteriler
elde etmektir. Bozgeyik'e (2010) göre “firmanızı geleceğe taşımak istiyorsanız, sadık müşterilere
ihtiyacınızın olduğunu unutmayın. Müşteri sadakatindeki küçük artışlar firmanız için büyük
kazançlar sağlayabilir”. MİY çalışmalarında başarılı bir sonuca ulaşmak müşterilerin ihtiyaç ve
beklentilerine ilişkin tam ve doğru bilgilere sahip olmak, bunları çok iyi analiz ederek farklı
müşterilerin,
farklı
ihtiyaç
ve
beklentilerini,
farklı
yöntem
ve
yaklaşımlar
kullanarak
karşılayabilmekten geçmektedir. Pazarda sunulan birçok seçenek arasında farklı ve seçilebilir
olmanız, müşterileriniz için yaptıklarınız ve geliştirebildiğiniz yeni stratejiler ile paralellik
göstermektedir. Her bir müşteri bir birey olarak özel ilgi ve ihtimam beklemektedir. Buna paralel
olarak müşteriniz ile kurduğunuz ve geliştirdiğiniz ilişki de müşteri sadakatinin artmasına yardımcı
olmaktadır (Taşpınar, 2006).
Kısaca; iş dünyasındaki rekabetin müşteriyi daha çok ön plana çıkarması, 1990’lı yıllarda
ERP ile başlayan kurumsal verimlilik sürecinde arka ofis uygulamalarının olgunlaşmasıyla otomatik
yapının dışa açılan yüzüne olan ihtiyacın daha da artması, ürünlerin pazarda kalma sürelerinin
kısalması, yenilikçi ürünlerin sağladığı ilk olma avantajının azalması, müşteriler için seçenekler
artarken üreticilerin aralarındaki rekabetin artması, internet başta olmak üzere iletişim
teknolojilerinin, müşterilerin seçim alışkanlıklarını değiştirmesi, sadakat seviyelerini azaltması gibi
unsurlar MİY’in öneminin giderek daha da artmasına yolaçmıştır.
59
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
4. EKONOMİK KRİZ ORTAMINDA MİY
Günümüzde uluslararası kısa vadeli sermaye akımları ve spekülatif işlemler sonucu sık sık
finansal krizler yaşanmaktadır. Kriz, çeşitli bilim dallarında ve aynı zamanda günlük konuşma dilinde
çok yaygın olarak kullanılan kavramlardan birisidir. Etimolojik kökeni Yunanca “krisis” kelimesine
dayanır. Kriz, sosyal bilimler alanında çoğu kez “buhran” ve “bunalım” kelimeleri ile eş anlamlı
olarak kullanılmaktadır. Ekonomik kriz, önceden bilinmeyen ya da öngörülemeyen bazı gelişmelerin
makro düzeyde devlet; mikro düzeyde ise firmaları ciddi olarak etkileyecek sonuçlar ortaya
çıkarmasıdır. Sadece ani ve beklenmedik bir anda ortaya çıkan olumsuz gelişmeleri kriz olarak
adlandırmak doğrudur. Yoksa, normal süreç içerisinde ortaya çıkan her sorun kriz demek değildir.
Kriz, bu açıdan beklenmedik biçimde ortaya çıkan “ciddi bir sorun” olarak düşünülmelidir. Rutin
gelişmeler ve sorunlar “kriz” değildir. Krizin en önemli özelliği önceden tahmin edilemeyen ya da
bilinemeyen bir anda ortaya çıkmasıdır. Krizin bir diğer önemli özeliği, kişiler ve organizasyonlar için
hem bir tehlike ve tehdit oluşturması, hem de yeni fırsatlar yaratmasıdır. Bu anlamda kriz,
genellikle düşünüldüğü gibi tamamen “negatif” karakter taşıyan bir kavram değildir. Ekonomik
krizler çok değişik şekillerde ortaya çıkabilir. Üretimde hızlı bir daralma, fiyatlarda ani düşme,
iflaslar, işsizlik oranında ani artış, ücretlerde gerileme, borsada çöküş, banka krizleri vs. ekonomik
krizlerin başlıca örnekleridir.
Ekonomik krize karşı etkin önlemler almak, mevcut tehlike ve tehditlerden en az zararla
çıkmak ve kriz ortamındaki gelişmeleri fırsata çevirmek ancak etkin bir “kriz yönetimi” ile olur. Kriz
yönetimi, adından da anlaşıldığı üzere krize karşı organizasyonlar yani işletmeler tarafından alınması
gerekli önlemleri ifade eder. Krizlere karşı en etkin çözüm tedavi edici değil, koruyucu önlemlerdir.
Bir hastalık ortaya çıktıktan sonra alınacak tedbirlerden önce, hastalığın ortaya çıkmasını önleyecek
tedbirler almak daha doğrudur. Tedavi edici önlemlerden ziyade “koruyucu önlemler” daha etkin
çözümdür. Aynı şekilde örneğin, ekonomide herhangi bir kriz ortaya çıkmadan önce krize daha
dayanıklı bir örgüt yapısı, işletme oluşturmak son derece önem taşımaktadır. Bu çabalar kriz anında
koruyucu ve krizin ilk etkilerini geciktirici etkiler gösterir. Krize dayanıklı bir işletmenin yani
organizasyonun oluşturulmasında “değişim mühendisliği” (reengineering), toplam kalite yönetimi,
stratejik yönetim adı verilen yeni yönetim tekniklerinin kullanılması önem taşımaktadır. MİY'de
burada sözü edilen yeni yönetim teknikleri arasında yeralmaktadır.
Ekonomik kriz dönemlerinde şirketler derhal çözüm getirmeyecek uzun dönemli girişim
veya projeleri değil gündeme almak, kesinlikle akıllarından bile geçirmek istemezler. Öte yandan da
60
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
ekonomideki tüm olumsuzluklara rağmen, MİY uygulamaları pek çok şirketin bütçelerinde ilk sırada
yer almaktadır. Bunun üç temel nedeni vardır;
1. Müşteri İlişkilerini Yönetimi, etkin ve etkili olarak uygulandığında pazarlama ve
operasyon giderlerini azaltarak kısa ve orta vadede kaynak optimizasyonu ve verimlilik artışı
sağlayacağından ölçeğe uygun büyüme hedeflerine hizmet etmektedir. MİY’in bir iş disiplini olarak
altını çizdiği en önemli nokta her müşterinin farklı olduğudur. Her müşterinin farklı ihtiyaçları vardır
ve bu farklı ihtiyaçlar ürün/hizmet tedarikçisi tarafından karşılanırken müşterinin ilgili ürün/hizmet
tedarikçisi için değeri de belirlenmektedir. Bazı müşteriler yüksek kârlılık/değer sergilerken bazı
müşterilerin ürün/hizmet tedarikçilerine hiç kârı olmamaktadır. Kim olduğu belirsiz, tüketim
alışkanlık ve kalıbı bilinmeyen dolayısı ile de analiz edilemeyen bir kitleyi hedefleyerek büyümeye
çalışmakta ısrarcı olmak yerine müşterileri bireyselleştirerek birbirinden öğrenerek tanıma yoluna
gitmek ve ilişkileri bu çerçevede düzenlemek müşteri kârlılığına olumlu yönde etki edecektir. Uygun
büyüme, segmentasyon sonucu belirlenecek daha kârlı/değerli olan müşterilere yönelmek ve bu
müşterilere yapılacak satışları artırmaktan geçmektedir. Müşterileri değerlerine göre ayrıştırmak ve
tanımlamak hangi müşteriler üzerinde yoğunlaşılacağını gösterecek, öncelikleri belirleyecektir.
Böylelikle
de
en
kârlı/değerli
müşterilere
daha
çok
konsantre
olmak
üzere
strateji
geliştirilebilecektir. Üstelik ekonominin kötüye gittiği günlerde kâr getirmeyen müşterilerle
ilgilenmek boşuna zaman kaybından başka bir şey değildir. Aslında bu durumu bir de tersinden
düşünmekte fayda vardır. Ekonominin iyi olduğu zamanlarda da her müşterinin eşit derecelerde
kârlı olamayacağı kabullenilmesi gereken bir gerçektir. Müşteri İlişkileri Yönetimini “dert” olarak
gören şirketler tabii ki en değerli müşterilerine daha iyi hizmet etmek gibi bir hedef
izleyemeyecektir. Müşterilerinin kendisi için değerini bilerek satış etkinliğini yükseltip, pazarlama
giderlerini düşüreceğinin farkında olan ürün/hizmet tedarikçisi sadece parasal kaynak tasarrufunda
bulunmayacak aynı zamanda müşteri memnuniyetini artıracak ve müşterileri de yerli yersiz ve de
gereksiz pazarlama iletişimine muhatap olmayacaklardır. Maliyetleri düşürmek veya pazarlama
etkinliğini artırmak “uygun büyüme” argümanının sadece bir yönüdür. Diğer taraftan müşteri
ilişkileri üzerine yoğunlaşmak ürün/hizmet tedarikçisini fiyat rekabetinden kolaylıkla tecrit edecektir.
Müşterisi neye ihtiyaç duyduğunu ve nasıl bir hizmet almak istediğini aktardığında, ticaret
kapasitesini, hizmet şeklini müşterisinin ihtiyacına göre farklılaştırabilenler müşterisine özel
olduğunu hissettirecektir. Müşteri nasıl ve ne şekilde hizmet almak istediği konusunda
bilgilendirmiş, yol göstermiştir. Müşteri memnuniyeti sağlanmışsa müşteri “kazanılmış” demektir ve
artık müşterinin rakibe gitmesi ancak ve ancak öncelikle kendisi ve istekleri hakkkında rakibi de
bilgilendirmesi neticesinde mümkün olabilecektir. Aksi takdirde rekabet açısından fiyat rekabetinden
61
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
de tecrit olunmuş demektir ki ekonomik göstergeler düşüşteyken bu tür bir avantaj kesinlikle çok
büyük önem arz etmektedir.
2. MİY süreçlerinde uygulamalar aşamalı olarak artırılarak yapılabilir. Diğer teknoloji
gerektiren uygulamalardaki yatırım bütünlüğü göz önüne alınacak olursa, MİY uygulamalarındaki bu
esneklik ürün/hizmet tedarikçisi açısından çok önemli bir yatırım kolaylığıdır. Müşteri ilişkileri
yönetimini oluştururken kaynakların bu şekilde aşamalı kullanılması bir ürün/hizmet tedarikçisi için
rekabet avantajı da sağlamaktadır. Ekonomik göstergeler iyiye giderken dahi pek çok firma BT
değişiklikleri gerektirecek uygulamaları yapmak istemez. Çünkü bilgi sistemlerindeki değişiklikler
sadece pahalı değil aynı zamanda gerçekten ciddi zaman isteyen süreçlerdir. Üstelik sert rekabet
ortamında “dur, önce bir bilgi işlem sistemimizi yenileyelim de sonra işlere bakarız” diye kimse
düşünmez. Ekonomik kriz içerisindeyken kısa vadede sonuç alıp ölçemeyeceği projeler ile
ilgilenmeyi hiç istemez. MİY uygulamaları da bütünleşik olarak düşünüldüğünde gerek parasal
gerek ise insan ve zaman kaynağı yatırım büyüklüğü ve ilgili yatırımın geri dönüşü açısından
değerlendirildiğinde ciddi kaynak aktarımı gerektiren uygulamalardır. Ancak, MİY uygulamalarındaki
en büyük avantaj ürün/hizmet tedarikçisinin öncelikli hedeflerine göre aşamalı olarak, ihtiyaç
duyulan modüllerin sırasıyla uygulanabilmesine olanak tanımasıdır.
3. Müşteri İlişkileri Yönetimine kenetlenmek stratejik gerekliliktir. Müşteri İlişkileri
Yönetiminin yeterliliği, ürün/hizmet tedarikçisinin rekabet performansını belirler. Müşteri İlişkileri
Yönetimine ayrılmış kaynaklarda (zaman, finans, insan kaynağı, BT altyapısı…) yola çıkarken
belirlenenden/planlanandan “kriz” nedeni ile kısıtlamaya gitmek, özellikle rekabet ortamında ciddi
avantaj kayıplarına neden olacaktır.
MİY, bir ürün/hizmet tedarikçisinin müşterileri ile süreklilik temelinde maksimum düzeyde
karşılıklı
etkileşimli
iletişimde bulunması
sürecinde birbirinden öğrenmesidir.
Ürün/hizmet
tedarikçisi; müşteri ihtiyaçlarının/ taleplerinin MİY uygulamaları aracılığı ile kolaylıkla farkına varır,
planlarını müşterilerinin isteklerine göre gözden geçirir, revize eder ve rekabetçi avantaj
hedefleyerek uygular.
Forrester Research tarafından Kuzey Amerika'daki şirketlerin üst düzey yöneticileri ile
yapılan bir anket çalışmasında, gelecek dönemde ekonomik düşüş bekleyen yöneticilerin %42'si,
müşteri ilişkilerinin öneminin kriz döneminde daha artacağına inanırken, sadece %15'i bu önemin
göreceli olarak azalacağını düşünmektedir (Telepati, 2010). McGraw-Hill'in 80'li yılların sonunda 600
firma üzerinde gerçekleştirdiği bir araştırmada da kriz dönemlerinde pazarlamaya yatırım yapan
62
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
firmaların sonraki beş yılda % 275 satış artışı yaşadığını, pazarlama bütçelerini kesenlerde ise bu
oranın % 19’da kaldığını göstermektedir (Telepati, 2010).
Ekonomik kriz dönemlerinde tüketici ihtiyaçlarında, davranışlarında ve alışkanlıklarında daha
önceki dönemlere göre farklılıklar oluşmaktadır. Bazı pazar bölümlerinin pazar payları azalmakta,
bazı pazar bölümlerinin pazar payları ise artmaktadır. Örneğin; insanlar dışarıya daha az çıkmakta,
evlerinde daha fazla zaman harcamaktadırlar. Bu durumda, restoran, kafe ve eğlence yerlerinin
satışları düşerken, evde kullanılan oyun konsolu, televizyon, müzik seti gibi eğlence araçları ile evde
tüketilen cips, şekerleme, hazır gıda gibi ürünlerin satışları artmaktadır. MİY yeni müşteri
eğilimlerini, isteklerini ve ihtiyaçlarını anlamamıza yardımcı olarak kriz dönemini en az zararla
geçirmemizi hatta kriz döneminde büyümemizi sağlamaktadır. Ekonomik krize uyum sağlayabilmek
için etkin MİY'nin beş temel odak noktası sözkonusudur. (Tablo.2)
Tablo 2. Ekonomik Kriz Sürecinde MİY'nin Beş Temel Odak Noktası
Krizin Odak Noktalarını Yönetmek
Stratejilerinizi ve
hedeflerinizi
güncelleyin
Krize özel yeni
Operasyonel
Kanal
teklifler
ihtiyaçlarda değişime desteğine özen
geliştirin
hazırlanın
gösterin
Müşterileri ve
değişimlerini takip
edin
Kaynak: Ekonomik krizde müşteri yönetimi, http://www.telepati.com/aralik08/konu15.htm, (17.01.2010)
Ekonomik kriz sürecinde işletmeler müşteri ilişkilerine daha fazla odaklanmalıdır. Anahtar
müşteri tabanına sadık kalmalı, diğer mevcut ve yeni müşterilerle düzenli iletişim sürdürülmelidir.
Kriz sürecinde müşterilere gösterilecek bağlılık, şartlar iyileştiği zaman işlerin sürdürülebilmesini
garantileyecek ve pazar payının artmasını sağlayacaktır. Müşterileri dinlemek ve ihtiyaçlarının nasıl
değiştiğini anlamak için bu konuların üzerinde düşünülmelidir. Maliyeti çok daha fazla ve hedef
kitlesi belirsiz iletişim ve reklam araçlarından çok, anahtar ve potansiyel müşteri kitlesine yönelik
ses, görüntü ve yazı içeren mesajlar blog, cep telefonu, MP3, internet ve sosyal paylaşım siteleri
gibi maliyet etkin pazarlama iletişim araçlarından yararlanılarak iletilebilir.
Böylelikle kriz enaz
hasarla atlatılabileceği gibi bir fırsata da dönüştürülmüş olur.
5. DÜNYADA VE TÜRKİYE’DE YENİ EKONOMİDE MİY UYGULAMALARI
Türkiye’de müşteri merkezli strateji üreten, şirket kültürlerini, çalışanlarını ve teknolojilerini
yenileyen işletmeler 1990’lardan başlayarak dünya pazarları ile aynı anda bir rekabet avantajı
olarak gördükleri MİY’ni uygulamaya başlamışlardır. Türkiye’de MİY, ilk olarak sayıları giderek artan
çağrı merkezlerinin 444’lü ve 800’lü hatları ile tanınmaya başlanmıştır. Bu dönemde MİY
63
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
uygulamaları bireysel bankacılık başta olmak üzere borsa, internet ve kampanyalı hatlar olarak
hayatımıza girmeye başlamıştır. Kolay erişilebilirlik, kullanılabilirlik ve genellikle sorunsuz oldukları
için bu hizmetler hızla bağımlılık yaratmıştır (Özkan, 2001: 16). Bu uygulamalar içinde kulüp tipinde
hazırlanan çalışmalar büyük önem kazanmıştır. Bir kulüp havasında bir çağrı merkezini arayan tüm
müşterilerin ücretsiz üye olarak kabul edildikleri bu tip MİY uygulamalarında üyelere sağlık,
psikolojik danışmanlık ve çeşitli konularda bilgi hizmetleri verilmektedir (Uylum, 2000: 6). Bir
deterjan markası adına sadece kadınlara özgü olarak hazırlanan bu tip bir MİY uygulamasında,
gruba üye olan müşteri sayısının hızla arttığı ve bu yolla sözkonusu deterjan firmasının müşteri
tabanını genişletip özel promosyon ve kampanyalarını müşterilerine kolaylıkla duyurabilmesinin
yanısıra uygulamanın aynı zamanda işletmeye olan güveni de arttırarak müşteri sadakatini de
oluşturduğu belirtilmektedir (Özpeynirci, 2001:11).
Günümüzde gelişen bilgi iletişim teknolojileriyle birlikte MİY uygulamaları daha da artmıştır.
Özellikle nihai kullanıcılarla doğrudan ilişkide bulunan perakendecilik, bankacılık, otomotiv, tekstilkonfeksiyon ve sağlık gibi sektörlerde MİY’in kısmen de olsa uygulandığı söylenebilir. Bu alanda
faaliyet gösteren birçok işletme müşterilerine dağıttıkları veya sattıkları elektronik kartlarla
müşterileri hakkında hertürlü kişisel bilgiyi toplayarak elektronik olarak müşterilerini izlemekte ve
her tür müşteriye özel fiyat indirimi, hediye, bonus puan gibi promosyonlarla ve müşterilerle ilgili
özel veya bayram günlerinde posta, sms gibi ulaşım araçlarını kullanarak gönderdiği kutlama ve
kampanyalarla ilgili bilgilendirme mektuplarıyla müşteri sadakatini ve satışlarını arttırmaya
çalışmaktadır. Bununla ilgili olarak Türkiye’de perakende gıda sektöründe faaliyet gösteren Migros
marketler zincirinin Migroskart, ve sahip olduğu üye işletmelere, elindeki müşteri veri tabanıyla MİY
uygulamaları sayesinde potansiyel müşteri kazandıran Tanı/Paro kart uygulaması örnek olarak
verilebilir.
Migros Club uygulamaları ve Müşteri İlişkileri Yönetimi konusunda öncü uygulamaları
gerçekleştiren Migros, düzenlediği tüm kampanyalarda müşteri veritabanını en etkin şekilde
kullanmaktadır. Türkiye’nin ilk sadakat kartı olan Migros Club Kart’ın, 2003 yılının sonu itibarıyla 3.8
milyon aktif müşterisi bulunmaktadır. Migros satışlarının %77’si Migros Club Kart üzerinden
yapılmaktadır. 2003 yılında Koçbank kredi kart sahiplerinin kartları da Migros Club Kart özelliklerine
sahip olmuştur. Bu sayede, 400,000 yeni kredi kart müşterisi de sadakat programına dahil
edilmiştir. Migros Club Kart sahipleri, 2003 yılında mağazalarda genel indirimler yanında yaptıkları
harcamalardan kazandıkları puanları anında bedava alışverişe dönüştürme şansına sahip
olmuşlardır. Ayrıca, Migros, tüm iletişim kanallarından müşterisine ulaşmaya ve kişiye özel
64
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
avantajlar sunmaya devam etmektedir. Bu kapsamda, 200.000 müşterinin evlerine kişiye özel
mektuplar ve satın alma alışkanlıklarına göre kuponlar gönderilmektedir. Evlere postalamayla
birlikte toplam 375.000 müşteriye, genel kampanyalar yanısıra özel uygulamalar da yapılmıştır
(ForumTR, 2010)
Tanı/Paro kart uygulamasında, üye işyerleri, Paro ağı içinde bulunan müşteri profillerini
daha yakından tanıma imkanı bulmaktadırlar. Paro, gerek 16 üye işyeri marka ve 7.000’i aşan
satış/servis noktası, gerekse 7,7 milyon aktif kartlı kullanıcısı ile, üye işyerlerinin müşteri sayısını ve
alışveriş hacimlerini artırarak ekonomik katma değer sağlıyor. Yılda 600’ün üzerinde kampanya
düzenleyen Paro, üye işyerlerine 2007 yılında 247 milyon TL, 2008 yılında ise, bir önceki yılın 2
katından fazla, yani toplam 555 milyon TL ilave ciro yaratmıştır. 2008 yılında Parolu kartla işlem
hacmi 6,9 milyar TL olarak gerçekleşmiştir. İlk faaliyete geçtiğimiz 2006 yılından beri, parolu kartla
işlem hacmi 17,2 milyar TL’ye ulaşmıştır. Paro, tüketicilerine ise 2008 yılında 127 milyon TL’nin
üzerinde paropuan kazandırmıştır.
2009 yılındaki küresel krizin etkilerinin yaşanmasıyla birlikte, Türkiye’deki pek çok markanın
pazarlama bütçelerinde ciddi değişimler oluşmaya başlamıştır. İşletmeler, müşteriyi elde tutucu ve
etkilerini
doğrudan
görüp
ölçümleyebileceği
uygulamalara
yönelmeye
başlamışlardır.
Bu
uygulamaları gerçekleştirmek için pazarlama departmanlarının mevcut müşterilerine ait verilere
ihtiyaçları oluşunca doğrudan BT departmanlarına yönelip, müşteri veri tabanlarını istemişlerdir.
Sadece mevcut müşterileri ile hayatlarını devam ettiremeyeceklerini de fark edince, potansiyel
müşterilerle ilgilenmeye başlamışlardır. Tüm bu arayışlarının sonucunda şirketler, büyük bütçeli
prodüksiyonlar yerine MİY projelerine ve doğrudan pazarlama disiplinleri altında yer alan veri
tabanına dayalı pazarlama, interaktif pazarlama, promosyonel pazarlama ve etkinliklere ağırlık
vermişlerdir. Özellikle Perakende, Otomotiv, İnşaat-Emlak, Hızlı tüketim ürünleri (Fast Moving
Consumer Goods), Boya Sanayi, Tekstil ve Sağlık sektörleri 2009 yılında MİY projelerine ciddi ağırlık
verip, krize rağmen yatırım yapmışlardır. Müşteri sadakati için yapılan uygulamalar 2009 yılının ilk
10 ayında, 2008 yılındaki toplam yatırım miktarını %3 oranında aşmıştır. Türkiye MİY pazarındaki
bu gelişmelerden dolayı, uluslararası MİY yazılım markaları da 2009 yılında Türk pazarına girmeye
başlamışlardır. Ayrıca küresel krizin en zorlu dönemini geride bırakan Ortadoğu bölgesi, krizden
çıkış stratejilerini müşterilerin talebini en iyi şekilde yanıtlamak üzerine kurmuştur. Ortadoğu
ülkeleri, büyümeye geçişin beklendiği 2010 yılında, dünya pazarlarında rekabet avantajı kazanmak
için müşteri ilişkileri yönetimi teknolojilerine yatırım yapmaya karar vermişlerdir. Sözkonusu MİY
65
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
teknolojilerinin, ağırlıklı olarak kampanya yönetimi, satış ekibi otomasyonu, çağrı merkezi yazılımları
olacağı düşünülmektedir.
6. SONUÇ
Günümüzde küresel etkilerle çok sık yaşanan ve gelişmiş ve gelişmekte olan tüm ülke
ekonomilerini doğrudan etkileyen ekonomik krizlerle ortaya çıkan kriz ekonomilerinde işletmeler iç
verimliliklerini ve satışlarını arttırabilmek için MİY’in uygun bir yöntem olduğu görüşünde birleşmeye
başlamışlardır. Uzun süredir MİY’i bir lüks olarak değerlendiren işletmeler kriz döneminde satış döngüsünü
kısaltan, kaynak kullanımının optimizasyonunu sağlayan ve her şeyden önemlisi müşterinin işletmeye olan
sadakati ile rekabet avantajı yaratan MİY’i krizi aşmada bir çözüm noktası olarak görmeye başlamışlardır.
Dünyada belki de tarihin en büyük ekonomik krizi yaşanırken, özellikle gelişmekte olan ülke
işletmerince dikkate alınması gereken iki ana unsur vardır. Bunlar; i) üretilen mal ve hizmetlerin katma
değeri yüksek ürünler olup olmaması, katma değeri yüksek ürünler üretilmedikçe bu ve benzer krizlerin
her zaman yaşanacağı kaynağı ne olursa olsun potansiyel bir krizin yıkıcı etkilerinin çok daha fazla olacağı,
ii) Müşterinin katma değer yaratma zincirinin ilk ve en önemli öğesi olduğu düşüncesidir.
Böylelikle, müşterinin davranış ve eğilimlerini dikkate alan felsefelerin işletmelerce uygulanması,
değer arttırmaya yönelik büyük bir güç oluşturmaktadır. İşte bu noktada da karşımıza krizi aşmak için
gerekli yöntem olarak MİY çıkmaktadır. Özellikle gelişmekte olan ülkeler, B2B ye yönelik MİY
uygulamalarını gerçekleştirebildiği takdirde diğer şartların da uygun olması halinde kolaylıkla etkinlik alanını
genişletebilecek ve uluslararası pazarlarda kendilerini rahatlıkla kanıtlayabileceklerdir. Ancak çoğu
işletmenin MİY’i duymuş olmalarına rağmen henüz tam anlamıyla uygulamıyor olmalarının nedeni, MİY’in
bir felsefeden çok sadece teknolojiye yapılacak yüksek maliyetli yatırım olarak görülmesidir. Fakat MİY’i bir
yönetim felsefesi olarak kabul edecek işletmeler, kriz ekonomisinde dahi başarıyı yakalayabileceklerini ve
krizi fırsata dönüştürebileceklerini unutmamalıdırlar. MİY, krizden çıkış stratejisinde, firmaların en önemli
silahı olmaktadır. MİY yazılımlarının iş akışı ve çalışan performansı hakkında ayrıntılı bilgilerin toplanmasını
sağladığı, değişen müşteri gereksinimleri ile talep düzeylerini belirleyebildiği bunun da, kriz sonrası yeniden
pazara çıkış aşamasında işletmeler için müthiş birer kaynak oluşturduğu düşünülmektedir.
MİY projelerinin başarılı bir şekilde uygulanabilmesi için; üst yönetimin MİY faktörüne inanması,
çalışanların MİY’in yararlı olacağına inanarak desteği, işletmenin özel şartlarına uygun doğru MİY
uygulamasının seçimi ve doğru altyapının hazırlanması faktörlerinin tümünün bir arada sağlanabilmesi
gereklidir.
66
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
KAYNAKÇA
Abas, (Abas Software Partner Türkiye)(2010), Başarının anahtarı: Müşteri İlişkileri Yönetimi,
http://www.abasturk.com-/erp/makaleler/makaleler-basarinin-anahtari-musteri-iliskileri-yonetimi.htm (02.02.2010)
Bozgeyik,
Abdullah
(2010),
CRM
Niçin
Önemli,
http://www.biymed.com/pages/makaleler-
/makale25.htm (17.01.2010)
David, Cheung ve Albert Kwong, (2004), Customer Relationship Management (CRM) for SME, Tung
Hing Pacific Management Consulting Ltd, Oracle Conference Hong Kong 2004,
Dereli, Figen Zekier, (2004), CRM NEDİR? http://www.-.biymed.com/pages/makaleler/ma-kale49.htm (17.01.2010)
Erdoğan, Gökhan (2010), Müşteri İç Görüsü Olmadan Asla, www.marjinal.com.tr (20.01-.2010)
ForumTR
(2010), http://www.frmtr.com/halklailiskilerturizmveinsankaynaklariulastirma-/731768
crm-costumer-relationship -management.html (20.1.2010)
Gel, Oğuz C. (2001), Müşteri İlişkileri yeni pazar koşullarında ne kadar etkili olacak? 14 Kasım
2001,
Çırağan
Oteli
Beyin
Fırtınaları
http://www.crminturkey.org/crm/crmtalk-
/default.asp?page=bf2001
Güldemir, Gültekin (2001), Türkiye'nin CRM Tarifleri, İnsan ve Proses ve Teknoloji Başarılı CRM
Uygulamalarında Hassas Rol Dağılımı Konferans, CRM Institute Turkey, İstanbul, 28 Şubat 2001.
Gültekin, Hasan (2001), “Türkiye’de Müşteri İlişkileri Yönetimi Hangi Noktada”. BT Vizyon, Sayı :6,
Temmuz 2001.
Kolay İletişim (2010), CRM Nedir? http://www.kobifinans.com.tr/tr/bilgi_merkezi-/020305/392
(17.01.2010)
Kopper, Steffano ve Juanita Ellis (2000), The E-commerce book; building the E-empire, Academic
Press, San Diego, CA.
Kotler, Philip (2001), Kotler ve Pazarlama, Sistem Yayıncılık, İstanbul. Çev. Nilay Başok Yurdakul
67
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Kurban, E. Pelin (2002), “Küresel Rekabet Aracı Olarak Muşteri İlişkileri Yonetimi ve Halkla
İlişkilerin Rolü”, Ege Universitesi, Sosyal Bilimler Enstitusu, Yayımlanmamış Yuksek Lisans Tezi,
İzmir.
Microsoft (2010), CRM Projesinde Dikkat Edilmesi Gerekenler Nelerdir? www.microsoft-.com.tr
Numan Nuray (2001), “Türkiye CRM’de geleceğe yatırım yapıyor”, BT Vizyon, Sayı :6, Temmuz.
Özkan Salih (2001), Türkiye’de Müşteri İlişkileri Yönetimi Olgusu, BT Vizyon, Sayı : 6, Temmuz.
Özpeynirci Emre(2001), “Omo Kadınlar Kulübüyle 1 milyon Üyeyi Hedefliyor”, Hürriyet Ekonomi, 14
Ağustos 2001.
Sağel Nusret Oral (2010), Şimdi Moda CRM, Sıradaki... http://www.biymed.com/pages/makaleler/makale61.htm (17.01.2010)
Taşpınar, Hasan (2006), Bilişim alt yapısıyla| crm teknik alt yapısı & işlevsellikleri, Seçkin Yayıncılık
Telepati (2010),
Ekonomik Krizde Müşteri Yönetimi,
http://www.telepati.com-/aralik08-
/konu15.htm (17.01.2010)
Uylum Dikici Pınar, (2000), “CRM ve Call Center”, BT Haber, Say 256, 14 -20 Şubat 2000.
68
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
İŞLETMELERDE KRİZ YÖNETİMİ SÜRECİNDE STRATEJİK YÖNETİM ARACI OLARAK
DENGELİ SONUÇ KARTI’NIN KULLANIMI
Köksal BÜYÜK*
Mahmut YAVAŞİ**
Özet
İşletmelerin kriz ortamında karşı karşıya kaldığı çok sayıdaki potansiyel olumsuzlukların etkilerini
azaltmak için etkili stratejik yönetim uygulamalarına ihtiyaç vardır. Belirsizliği yüksek çevre koşulları
işletmelerin varlıklarının sona ermesine neden olabilmektedir. Kriz ortamları, yöneticilerin geleceği
tahmin edebilme kapasitelerini azaltması nedeniyle stratejik boyutlara daha hassas eğilmelerini
gerekli kılmaktadır. Bu şartlar altında yöneticilerin çevresel koşulları daha etkin biçimde analiz
etmesi ve ani tedbir alması zorunluluğu ortaya çıkmaktadır. Zamanın kısıtlılığı kriz yönetimde hayati
bir unsurdur. Üst yönetimin zaman kısıtları ve belirsizlik koşulları altında etkili kararlar alması krizin
olumsuz etkilerini azaltacaktır. Çalışmamızın amacı bu kısa süre içerisinde etkin bir kriz yönetimi
gerçekleştirebilmek için örgüt içindeki finansal olmayan faktörlerin de dikkate alınması gerekliliğini
ortaya koymaktır. Kriz sürecinin aşılmasında stratejik yönetim aracı olarak Dengeli Sonuç Kartı’nın
yapacağı katkıları tartışmaktır.
Anahtar Kelimeler: Kriz Yönetimi, Stratejik Yönetim, Krizle Mücadele, Dengeli Sonuç Kartı
USING OF BALANCED SCORECARD IN CRISIS MANAGEMENT AS AN INSTRUMENT OF
STRATEGIC MANAGEMENT
Abstract
The firms that have been facing various obstacles due to crisis have to implement an affective
strategic management. Since the uncertain environmental conditions may result to an end of those
firms, managers of those firms have to deal more curiously with the strategic dimentions.
Environmental conditions have to be more precisely analyzed and immediate precautions have to
be taken. Insufficient time is a vital point in crisis management. Making decisions in limited period
and uncertain conditions may overcome unwanted results of the crisis. The main objective of this
study is to take into account of non-financial factors in managing crisis in that shortime. Balanced
*
Çankırı Karatekin Üniversitesi, İİBF İşletme Bölümü; [email protected].
Çankırı Karatekin Üniversitesi, İİBF İşletme Bölümü; [email protected].
**
69
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Scorecard’s, as an instrument of strategic management, contribution to overcoming of crisis will be
discussed.
Key Words: Crisis Management, Strategic Management, Overcoming with the crisis, Balanced
scorecard.
70
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Giriş
Bilgi toplumuna geçişle birlikte yaşanan değişim ve dönüşüm örgüt yapılarını ve yönetim biçimlerini
de etkilemektedir. Artık örgütlerin faaliyetlerini sürdürmelerinde geleneksel yaklaşımlar yetersiz
kaldığından etkinlik, verimlilik, kalite ve insan unsurları öne çıkarılarak örgüt sadece ekonomik
yönüyle değil, bir bütün olarak ele alınmaktadır (Çukurçayır ve Eroğlu 2004:42). Buna bağlı olarak
örgütün performansını izlemede sadece finansal göstergelerin değil bunun yanında finansal
olmayan örgüt içi ve örgüt dışı bazı göstergelerin de dikkate alınması zorunluluğu doğmaktadır.
Dengeli Sonuç Kartı, bir takım somut ve soyut ölçütler yoluyla örgütteki tüm çalışanlara bugün ve
gelecekte hangi etkenlerin kendilerini başarıya götüreceği hakkında bilgi üretmeye çalışmaktadır.
Bu ölçütler: Örgütün vizyon ve stratejisini tanımlamak, bunun örgüt geneline yayılıp doğru
algılanmasına yardımcı olmak, bölümlerin faaliyetlerini ortak bir amaca yöneltmek ve birbirleri ile
ahenk içinde çalışmasını sağlamak amacıyla kullanılmaktadır (Kaplan ve Norton 2003:32). Dengeli
Sonuç Kartı’nı bir uçağın pilot kabininde bulunan gösterge paneline benzetmek mümkündür. Pilotlar
uçuş gibi karmaşık bir eylemi gerçekleştirmek için yakıt durumu, yükseklik, seyir rotası gibi
hâlihazırdaki durumu ve gelecekteki durumu gösteren bilgi setine ihtiyaç duyarlar. Pilotun tek bir
göstergeye bakarak hareket etmesinin mümkün olmadığı gibi bir örgüt içinde de performans
yönetimini tek bir göstergeye bağlı kalarak uygulamak arzu edilen sonuçlara ulaşmamızı
zorlaştıracaktır (Kaplan ve Norton 1992:71). Kriz ortamında bu göstergelerde yer alan tüm değerler
stratejik önem taşımaktadır. Kriz ortamlarında, örgütsel odaklanma genellikle finansal göstergelere
doğru bir yönelim göstermektedir. Oysaki insan kaynaklarını krizin oluşturduğu olumsuz ortamda
sağlıklı yönlendirebilmek için stratejik bilince ihtiyaç vardır. Bu aşamada stratejik bir performans
ölçüm aracı olan Dengeli Sonuç Kartı hem stratejilerin ne denli başarılı hayata geçirildiğini kontrol
eder hem de çalışanların kriz karşısındaki direncini ve karar vericilere olan güvenini arttırma da
etkin bir rol üstlenebilir.
Krizle Yönetiminde Dengeli Sonuç Kartı’nın Rolü
Kriz yönetimini işletmenin krizden doğabilecek potansiyel zararı en aza indirmek, kriz durumunun
oluşturduğu koşulları denetim altına alabilmek, krizden meydana gelebilecek fırsatlardan
faydalanmayı sağlamak için yürütülen faaliyetler toplamı olarak görmek gerekir (Tüz 2004). Krizin
temel özelliklerine stratejik açıdan bakıldığında, örgütün stratejik hedeflerini ve sürekliliğini tehdit
etmesi, örgütün önleme ve öngörme mekanizmalarını zayıflatması, acil müdahaleye bağlı olarak baş
gösteren zaman baskısı, iç ve dış çevrede beklenmedik ve ani değişikliklere yol açması, karar
71
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
mekanizmalarında riskin yükselmesine bağlı olarak gerilim yaratarak korku ve paniğe yol açması,
örgütün imajını, insan kaynaklarını, finansal yapısını ya da doğal kaynaklarını tehdit etmesi ilk akla
gelen unsurlardır (Özdemir 1994:17-18). Örgütlerde stratejik yönetim, örgütsel başarıyı etkileyen,
amaçlara ulaşma düzeyini arttıran bir yönetsel yaklaşımdır. Kriz ortamında iç ve dış çevrenin
değişkenliği stratejik yönetimin önemini daha da arttırmaktadır. Kriz dönemlerinde belirsizlikten
doğan stratejik açıklık örgütün kriz ortamına daha hızlı sürüklenmesini beraberinde getirir. Dinçer’e
(1998:391) göre çevrenin eksik ve yanlış analiz edilmesi, örgüt yapısının esnek olmayışı, yetersiz
çevre desteği, kaynakların yeterli ve uygun olmaması, örgüt tarafından çevre etkisinin basite
alınması, yetersiz uygulama ve yöntemden doğan yanlışlıklar, değişiklik gereğine yönelik sinyallerin
dikkate alınmaması stratejik açıklığı doğuran başlıca sebeplerdir.
Krizlere bir sınır çizebilmek oldukça zordur. Beklenmedik bir şekilde herhangi bir zamanda, herhangi
bir yerde, herhangi bir örgütte ortaya çıkarak bir domino etkisi yaratması muhtemeldir (Klann
2003:3). Kriz önceden beklenmeyen ve sezilemeyen, örgüt tarafından hızlı cevap verilmesi gereken,
örgütün önleme ve uyum mekanizmalarını zayıflatarak mevcut değerlerini, amaçlarını ve
varsayımlarını tehdit eden gerilimli bir durumu ifade eder (Tağraf 2003:150). Bu gerilimli durumu
anlayabilmek, doğru analiz edebilmek ve gerektiğinde doğru müdahalelerde bulunabilmek için çok
boyutlu düşünme ihtiyacı doğmaktadır. Kriz ortamında örgütsel performansın normal ortamlara
göre önemi artmaktadır. Ortaya çıkabilecek aksaklıklara hızlı müdahaleler ancak sağlıklı bir
performans yönetiminin sonucunda gerçekleşebilir. Örgütlerdeki performans ölçümü, koordinasyon
ve kontrol sağlanması amaçlarıyla hâlâ geniş şekilde finansal verilere odaklanmaktadır (Kloot ve
Martin 2000). Finansal ölçütler geçmişte neler olduğuyla ilgili önemli veriler sağlamakla birlikte
organizasyonun bugün ortaya çıkardığı gerçek değeri, bilgi ve ilişkiler ağı gibi somut olmayan
varlıkları ifade etmekte yetersiz kalmaktadır. Dengeli Sonuç Kartı seçilen hedefler ve ölçütler yoluyla
bir örgütün geçmişten geleceğe tüm hikayesini anlatan yeni bir çerçeve çizerek örgütün vizyon ve
politikalarını dönüştürmesine imkan sağlamaktadır (Niven 2002:13).
Örgütle çevresi arasındaki uyumsuzluğa (stratejik açıklığa) buna bağlı olarak da krize yol açan çok
sayıda faktör bulunmaktadır. Bu faktörleri Ataman (2002:243), dış çevre faktörleri ve iç çevre
faktörleri şeklinde iki başlık altında değerlendirmektedir. Krize yol açan dış çevre faktörler arasında
sosyo-kültürel çevre değişikliklerini, politik ve hukuki çevre değişikliklerini, teknolojik çevre
değişikliklerini, rekabet koşullarındaki değişiklikleri ve tabii felaketleri ele almıştır. İç çevre faktörleri
olarak da işletmenin büyüklüğünü, işletmenin içinde bulunduğu hayat safhasını, işin özelliklerini,
iletişimin, koordinasyonun ve kontrolün yetersizliğini, katı örgüt yapısını, örgütün merkezileşme
derecesini, yönetimin yetersizliğini saymaktadır. Dengeli Sonuç Kartı kısa ve uzun dönem hedefler,
72
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
finansal olan ve olmayan ölçütler, geri kalan ve ileri götüren göstergeler ile ve dışsal ve içsel
performans boyutları arasındaki dengeyi yansıtmaktadır (Kloot ve Martin 2000). Dengeli Sonuç
Kartı’nın örgütlerde kullanımının amacı çalışanların görevlerini kolayca anlamalarına ve örgüt
stratejisini
destekleyen
performansla
ilgili
ölçütlerin
dağıtımına
odaklanmalarına
katkı
sağlamaktadır. Rollerin açıklığının, müşteri hizmetlerinin dağıtımını ilgilendiren amaçların ve örgütün
hedeflerinin başarılmasında olumlu etkisi olduğu ifade edilmektedir (Greatbanks ve Tapp
2007:846).
Krizlerin başarılı şekilde atlatılması, etkili bir kriz yönetim planlamasını zorunlu kılmaktadır. Kriz
yönetim planlaması, örgütte muhtemel tüm kriz alanlarının sanal olarak belirlenmesini ve gerekli
tedbirlerin
oluşturulmasını
sağlar.
Potansiyel
kriz
durumlarının listelenmesi,
kriz
önleme
politikalarının oluşturulması, her bir potansiyel kriz durumuyla baş etmede kullanılacak strateji ve
taktiklerin formüle edilmesi, krizlerden kimlerin ne derece etkileneceğinin tahmini, örgütün
uğrayacağı zararı en aza indirmek için krizlerden etkileneceklerle etkili iletişim kanallarının
oluşturulması ve krizle ilgili mevcut her şeyin değerlendirilmesi krizle mücadelede bütünsel bir
yaklaşımı zorunlu kılmaktadır (Regester ve Larkin 1997:173-174). Dengeli Sonuç Kartı’nın çıktıları
örgütün stratejisinin ne ölçüde başarılı uygulandığını sorgulamada bir altyapı oluşturmaktadır
(Niven 2002:19). Üst yönetim için düzenli olarak kayıt altına alınan veriler bilgi haline
dönüştürülerek karar desteği sağlamak amacıyla kullanılır. Bu süreçte bazen rutin olan verilerden
türetilen bilgiler de üst yönetime sunulabilir. Dengeli Sonuç Kartı ayrıca bu noktada bilgi işlemeyi
kolaylaştırarak ve karar vericilerin değişik kaynaklardan gelen bilgi yükünü azaltarak strateji
üzerinde yoğunlaşmalarına imkan sağlamaktadır (McWhorter 2003:23-27).
Örgütlerin maruz kaldığı krizler genellikle finansal krizler olduğu için finansal göstergelere olan aşırı
hassaslığı makul karşılamak gerekir. Krizle mücadele etmede tek boyutlu bir yaklaşımın yetersizliği
de Kaplan ve Norton, (2003:27) şöyle açıklamaktadır: “Eğer örgütler bilgi çağında değişen şartlarla
birlikte yaşamlarını devam ettirmek ve zenginleşmek istiyorlarsa, geleneksel yöntemleri terk edip
kendi strateji ve yeteneklerine göre belirlenen ölçüm ve yönetim sistemlerini kullanmalıdırlar”.
Fitzgerald vd. (1991) altı boyutlu bir performans modelini öne sürerek performans boyutlarından
ikisi olan rekabet yeteneği ve finansal başarının stratejinin sonucu olarak ortaya çıktığını ifade
etmektedirler. Kalan dört boyut ise bu stratejilerin başarılarının belirleyici faktörleri olan kalite,
esneklik, kaynak kullanımı ve yeniliktir. Benzer şekilde Atkinson vd. (1997) ölçülebilir faktörlere
odaklı olan ve bu faktörlerle ilgilenen birincil hedefler (ve sonuçlar) ile farklılaştırmalara gitmiştir.
İçsel koşullara odaklı ikincil hedefler ise hizmetlerin nasıl ulaştırılacağıyla ilgilenmektedir. İşte bu
modellere benzer bir model olan Dengeli Sonuç Kartı da Kaplan ve Norton performansın dört boyut
73
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
içerisinde ölçümünü tartışmaktadır (Kloot ve Martin 2000). Dengeli Sonuç Kartı, finansal kontrol
araçlarına odaklanmak yerine stratejinin başarılmasında anahtar öğeleri tanımlayacak yeni bir dil
olan ölçütleri kullanmaktadır (Niven 2002:13). Bu sistemle beraber kriz yönetiminde farklı boyutları
dikkate alma özelliğiyle dar bakış açısından kurtulan örgütler kısa vadeli hedeflere odaklanmak
yerine uzun dönemli stratejik sonuçlara odaklanmış olurlar ve sürdürülebilir bir büyümenin
önündeki engelleri kaldırmış olurlar. Bu açıdan bakıldığında Dengeli Sonuç Kartı’nın öngördüğü dört
boyutta kriz yönetiminin nasıl ele alınabileceğini boyutlar açısından değerlendirmek gerekmektedir.
Finansal Boyut
Finansal amaçlar, Dengeli Sonuç Kartı modelinde yer alan diğer boyutların amaç ve ölçüleri için
odak noktası niteliğindedir (Kaplan ve Norton 2003:61). Bu amaçlar genellikle işletme geliri,
sermayenin kârlılık oranı, ekonomik katma değer gibi ölçülebilen kârlılıkla ilgilidir (Kaplan ve Norton
2003:33). Seçilen her ölçünün finansal performansta bir gelişmeye yol açacak sebep-sonuç
ilişkilerinin bir parçası olması gerekmektedir. Dengeli Sonuç Kartı uzun dönemli finansal amaçlardan
başlayarak, bu amaçlara ulaşmak için uygulanacak çeşitli finansal işlemler, müşteriler, örgüt içi
yöntemler ve son olarak da örgüt çalışanları ve sistemleri tanımlayarak örgütün stratejisini bütünsel
olarak ele almalıdır (Kaplan ve Norton 2003:61).
Tablo 1’de finansal boyutta kullanılabilecek
göstergeler yer almaktadır.
Tablo 1
Finansal Boyut Ölçütleri
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
Toplam varlıklar
Çalışan başına düşen toplam varlık
Toplam varlığın yüzdesi olarak karlılık
Gelirler/Toplam varlıklar
Net gelir
Satışların yüzdesi olarak karlılık
Çalışan başına düşen kar
Kâr payları
Hisse senedi fiyatı
Hissedar sadakati
Toplam maliyetler
Borçlar
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
Gelir
Yeni ürünlerden elde edilen gelir
Çalışan başına düşen gelir
Yatırımın geri dönüş oranı
Ekonomik katma değer
Piyasa katma değeri
Çalışan başına katma değer
Piyasa değeri
Hissedar karması
Nakit akışı
Kredi oranı
Kaynak: Niven (2002:119)
Kriz ortamlarında Tablo 1’de yer alan göstergelerden hangilerinin stratejik açıdan öncelikli olduğu
tespit edilmelidir. Sürdürülebilir rekabet avantajının korunmasının yanında taktiksel olarak kısa
74
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
vadeli bazı göstergelerin ön plana çıkartılması ihtiyacı gündeme gelebilir. Bu durum örgüt açısından
iç ve dış paydaşlar nezdinde imajının korunmasını ve yıpranmamasını sağlayabilir. Ayrıca kriz
ortamının değişen koşulları dikkate alınarak bu hedeflerde bazı düzeltmelere gitmek de
mümkündür.
Örgütlerin yaptıkları hatalar çoğunlukla finansal hedefler ile finansal olmayan stratejiler arasındaki
bağlantıyı kuramamalarından kaynaklanmaktadır (Nair 2004:21). Geçmiş dönemlerde yapılan
işlemleri ve bu işlemlerle ilgili mevcut durumların ölçülebilen iktisadi sonuçları hakkında bilgi
edinilmesinde finansal ölçütler oldukça faydalı olduğundan, Dengeli Sonuç Kartı modeli finansal
boyutu olduğu şekliyle muhafaza etmektedir (Kaplan ve Norton 2003:33). Finansal ölçütler diğer
boyutlarda ortaya koyulan ölçütlerle detaylandırılmış olan strateji uygulamasının örgütü gelişmiş
sonuçlara götürüp götürmeyeceğini göstermektedir (Niven 2002:17). Kısacası bu ölçütler örgütün
stratejisine yönelik uygulamaların örgütün gelişimine katkıda bulunup bulunmadığını ortaya çıkarır
(Kaplan ve Norton 2003:33). Bütün var olan enerji ve yoğunlaşma, müşteri memnuniyeti, kalite,
zamanında ulaştırma gibi farklı şeyler için harcanabilir fakat örgütün finansal getirilerinde bunların
etkisi olduğuna dair bir gösterge olmadığında bunların değerleri sınırlı kalacaktır (Niven 2002:17).
Müşteri Boyutu
Dengeli Sonuç Kartı kriz ortamında örgütlerin müşteri ve paydaşları dikkate almasını sağlayarak kriz
yönetimine dışsal bir boyut kazandırmaktadır. Hedefler müşteriler ve onların alışkanlıkları hakkında
yapılan varsayımların bir doğal sonucudur. Örgütün hedefleri aşağıda listelenen sorular yoluyla
sınırlandırılır veya çerçevelenir (Nair 2004:22-23).
•
Hedef kitlemiz nedir?
•
Müşteri ya da müşterilerimiz kimlerdir?
•
Müşterileri kazanmak için kime karşı rekabet ediyoruz?
•
Örgütün mevcut müşterisi hangi değeri algılar?
•
Eğer organizasyon yok olursa, bizi kaybeden kimlerdir? Ne yapacaklardır?
Bu boyut müşterilerin gereksinimlerinin karşılanması amacını taşımasının yanında örgütün insan
kaynaklarının değerlendirilmesinde hangi yollara başvurulacağı hakkında da bilgi verir. Sonuçta ele
geçen veriler verimlilik, rekabet edebilme, istihdam, hizmetlerin yeterli düzeyde sağlanması, müşteri
memnuniyetinin sağlanması gibi alanların hepsinde kullanılmaktadır (Çukurçayır ve Eroğlu
2004:46). Bu boyutla örgütün kaliteli mal/hizmet üretme kapasitesi, müşteriye mal ve hizmetin
etkin bir ağ yoluyla ulaştırılması ve müşterilerin tatmini ölçülmektedir. Buradan çıkan sonuçlara
75
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
göre gelecek dönemler için stratejiler oluşturulmaktadır. Örgütün hedeflerine ulaşabilmesi müşteri
ile yakın ilişkiler kurarak, müşterilerin değişen taleplerine rakip örgütlerden daha hızlı cevap
vermesiyle mümkündür (Köseoğlu 2005:51). Kriz ortamında rakip örgütlerden daha hızlı şekilde
müşteriye tepki verebilmek stratejik bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır.
Tablo 2’de örnek
olarak müşteri boyutunda kullanılabilecek bazı ölçütler verilmiştir.
Tablo 2
Müşteri Boyutu Ölçütleri
•
•
•
•
•
•
•
•
Müşteri tatmini
Müşteri sadakati
Müşteri şikâyetleri
İlk görüşmede çözülen müşteri şikâyeti
Dönüş oranı
Müşteri isteklerine cevap verme süresi
Müşteri ile ilişkinin ortalama süresi
Ortalama müşteri boyutu
•
•
•
•
•
•
•
•
Müşteri sayısı
Müşterilerin örgütü ziyaret sayısı
Reklâm sayısı
Tanınırlık
Cevap verme oranı
Hedef müşteri harcamalarının payı
Çalışan başına düşen müşteri sayısı
Çalışan başına düşen müşteri
harcaması
hizmet
Kaynak: Niven (2002:127)
Tablo 2’de belirtilen göstergelerin hangilerinin kriz ortamında hassasiyetle ele alınacağı karar
mekanizması tarafından belirlenmelidir. Kriz yönetiminde örgütün hedef kitle olarak ele alınan
müşterileri ile sağlıklı ve sıkı bir ilişki kurmak gerekecektir. Bu konuda halkla ilişkiler faaliyetleri
önem kazanmaktadır. Her hedef kitleyle değişik yol ve biçimlerde iletişim kurulabilir ancak onlara
gönderilecek mesajların birbiriyle çelişmemesine, tutarlı olmasına özen göstermek ve dikkatli
adımlar atmak gerekmektedir. Her krizin, gerek medya gerekse konuyla ilgili olan çevreler için
önemli bir haber kaynağı özelliği taşıdığı unutulmamalıdır (Çamdereli 2000:125-126). Finansal
boyut göz önünde bulundurularak reklâm ve tanıtım çabaları yeni oluşan kriz ortamına göre
yeniden düzenlenmelidir. Ayrıca İletişim hatalarından oluşan her boşluk dedikodu, rivayet, yanlış
anlamalarla doldurulacağından hedef kitlenin doğru yönlendirilmesinin önemi artacaktır (Göztaş
1997: 59-60). Kriz yönetiminde iletişim, kontrol, maliyet, kültür, düzenleme, durum planlaması,
sistemlerin karmaşıklığı ve birbirine bağımlılığı gibi önemli faktörler göz önünde bulundurularak bir
kriz reçetesi düzenlenmelidir. Örgütün değer ve inançları doğrultusunda krizlerin yönetilmesi olumlu
sonuçlar almak açısından önemli bir husustur (Haşit 2000:67).
İçsel İş Süreçler Boyutu
İçsel süreçler, ahlak kuralları, kültürler, örgütün tüm bölümlerindeki prosedürler ve iş ünitelerindeki
değerleri
kapsamaktadır
(Nair
2004:23).
Bu
76
boyut,
verimlilik
artışından
üretilecek
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
ürün/hizmetlerdeki taleplere, üretim sürecinde ortaya çıkarılabilecek etkinliklere, ürün/hizmet
sunumunda olabilecek hata oranlarında yapılması gereken iyileştirmelere, üretim ve sunum
bölümlerinde faaliyet gösteren çalışanların iş tatmin seviyelerinin artırılmasına kadar içerisinde
birçok faktörün ele alınabileceği bir boyuttur (Akın 2006:64). Bu boyut doğrultusunda örgütün
müşteriler ve paydaşlarla ilgili amaçlarına ulaşmasında yöneticilerin en önemli ve kritik yöntemleri
belirlerken çok dikkatli olmaları gerekmektedir (Kaplan ve Norton 2003:115). Bu boyutla ilgili olarak
örgütün hizmet sağladığı müşterilere ve bununla beraber paydaşlara değer sağlamaya devam
edebilmesi için iyileştirmesi gereken önemli süreçler bulunmaktadır (Niven 2002:15). Bu süreçlerde
finansal hesap verebilirliği gösterme ihtiyacıyla tutarlılık gösterecek şekilde hizmetlerin maliyet
açısından etkin ve yüksek kaliteye ulaştırılması anlayışı mevcuttur. Bu durum, maliyet içeren
performans ölçütleri de dahil olmak üzere tüm maliyetleri azaltmak için süreçlerde ve sistemlerde
belirgin reformlar yapmayı gerektirir (Kloot ve Martin 2000). Kriz ortamında Dengeli Sonuç Kartı
örgütü çevresindeki değişkenlere göre değerlendirerek verilecek kararları ve izlenecek politikaları
olması muhtemel değişimleri dikkate alarak gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Tablo 3’de örnek olarak
içsel süreçler boyutunda kullanılabilecek ölçütler verilmiştir.
Tablo 3
İçsel İş Süreçler Boyutu Ölçütleri
• İşlem başına ortalama maliyet
• Ortalama süreç zamanı
• Zamanında teslimat/dağıtım
• Araştırma geliştirme harcamaları
• İşgücü kullanım oranı
• Devir zamanı (süreç zamanı) gelişimi
• Yer, mekân kullanımı
• Doğruluk, kesinlik planlaması
Kaynak: Niven (2002:134)
•
•
•
•
•
•
•
•
Yeni hizmetlerin toplam arz içindeki oranı
Müşteri isteklerine cevap verme süresi
Çalışanların katılımı
Müşteri veritabanına ulaşılabilirlik
Hata oranları
Sürekli gelişim
Aksaklık süresi, çalışılmayan süre
Yeni projelerin iç verimlilik oranı
Bu boyut kapsamında birçok örgüt, daha iyi hizmet sağlama amacına yönelik olarak çoğunlukla
tedarikçi ilişkileri ve diğer üçüncü kişi düzenlemelerine dayalı çalışmaktadırlar. Bu durumlarda bu
tür ilişkilerin kritik öğelerini temsil etmesi amacıyla içsel süreç boyutunda kriz ortamlarında örgüt
yapısına bağlı olarak yeni ölçütler geliştirilmesi mümkün olabilir. Örgütün müşterilerine daha iyi
hizmet sağlayabilmesi ve değer üretmesi için belli içsel süreçlerin etkin şekilde işlem yapmaları
zorunlu hale gelmektedir (Niven 2002:15). Eğer kriz ortamlarında içsel süreçler boyutunda uygun
performans ölçütleri geliştirilirse süreç değişimi daha fazla strateji odaklı olacaktır (Kloot ve Martin
2000).
77
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Krizin yarattığı kaos ortamı kriz sonrasında örgüt için uzun bir oryantasyon sürecini gerekli
kılmaktadır. Karar mekanizmalarında baş gösteren ve psikolojik bir süreç olarak ele alınan kriz
sonrası durum beş aşamadan oluşmaktadır. Bu aşamalar; inkâr, tartışma, öfke, depresyon ve son
olarak da kabul aşamalarıdır. Bu süreçlerden geçen bir örgüt karar mekanizmalarına direnç
kazandırdığı için bu baskıyı olumlu etkileriyle de ele alabilir. Belirsizliğin doğurduğu baskı bazı
zamanlarda karar vericilerin canlı ve üretken davranmalarını da sağlayabilir. Kriz yönetiminde karar
vericilere düşen en önemli görevlerin başında önleyici doğru iletişimin kurulması gelmektedir.
İletişim kanallarının güçlü ve hızlı çalışması yanlış anlamaları ortadan kaldırdığı gibi yatay ve dikey
düzlemde doğru mesajların ilgili birim ya da kişilere ulaşmasına olanak sağlayacaktır (Goldsmith
2001:6).
Kriz döneminde içsel süreçleri boyutunda çalışanların katılımı stratejik bir önem taşımaktadır.
“Çalışanların fikirlerini söylemelerini teşvik etmek ve tepkilerini yargılamamak, telefon ve e-mail
kullanımıyla ilgili kısıtlamalardan kaçınmak, dedikodu yollarını beslemek yerine bilgiye kaynağından
ulaşmalarını sağlamak, anlayışlı olmak, iş konsantrasyonuna öncelik vermek, yardım etmek üzere
beyin fırtınası yapabilecekleri ortamı yaratmak, planları tekrar gözden geçirmek, sabırlı olmak”
yapılması gerekenler arasında sayılabilir (Melymuka vd. 2001:38). Bu bağlamda çalışanlarla birebir
görüşme, çeşitli şekillerde bilgilendirme, çalışma atölyeleri, belirli zamanlarda bilgilendirme
toplantıları ve kurum içi internet ağıyla kamu kurumlarının içsel ve dışsal iletişim sorunu önemli
ölçüde fonksiyonel bir çözüme kavuşturulmaktadır. Bunun yanında bir diğer boyut çalışanların
başarıya odaklandırılması ve motivasyonudur. Bu konuda da stratejilerin geliştirilmesi zorunludur
(Çukurçayır ve Eroğlu 2004:51).
Öğrenme ve Gelişme Boyutu
Örgütün çalışma yaşamında yenilikler yaratabilme ve ortaya çıkan teknik yeniliklere ve yeni
teknolojilere entegre olmada nasıl bir uyum süreci yaşadığı Dengeli Sonuç Kartı bakımından önemli
bir ölçüm konusu olarak ele alınabilir. Yeniliklerin birim zamanda nasıl karşılandığını ve hangi
sonuçlara yol açtığını iş süreçlerini ve sonuçlarını izleyerek değerlendirmek mümkündür (Çukurçayır
ve Eroğlu 2004:46). Öğrenme ve gelişme boyutunun ölçütleri diğer üç boyutun oluşumunu
mümkün kılar. Müşteri boyutunda ve içsel süreçler boyutunda ölçütler ve bunlarla ilgili olan diğer
konular netleştirildikten sonra işgörenlerin yetenekleri, bilgi sistemleri ve sonuçları, başarmak için
gerekli olan seviye gibi mevcut örgütsel altyapıdaki boşluklar keşfedilebilir. Bu boyutta tasarlanmış
olan ölçütler tespit edilen boşluğu kapatmaya yardımcı olacaktır ve gelecekte sürdürülebilir bir
performansa sahip olmayı garantileyecektir (Niven 2002:16). Tablo 4’de örnek olarak öğrenme ve
gelişme boyutunda kullanılabilecek ölçütler verilmiştir.
78
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Tablo 4
Öğrenme ve Gelişme Boyutu Ölçütleri
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
İçsel iletişim oranı
Devamsızlık
Çalışan devir oranı
Çalışan önerileri
Çalışan tatmini
Motivasyon indeksi
Yetki indeksi (Yöneticilerin sayısı)
Rapor edilen kazalar
Stratejik bilgi oranı
Bilgi yönetimi
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
Çalışanların profesyonel kurumlara katılımı
Müşteri başına düşen eğitim yatırımı
Çalışma ortamının kalitesi
İletişim planlaması
Çalışan verimliliği
Çalışan başına katma değer
Eğitim saati
Kişisel hedeflerin başarılması
Performans değerlendirmelerin zamanlılığı
Etik değerlerin ihlali
Kaynak: Niven (2002:140)
Süregelen örgütsel başarı bir örgütün öğrenme ve yenilikler yaratabilme yeteneğine bağlıdır (Senge
1990). Yenilik ve öğrenmenin önemi konusunda gün geçtikçe artan bir farkındalık mevcuttur (Kloot
ve Martin 2000). Dolayısıyla kriz ile karşı karşıya kalan bir örgüt amaçlarını gerçekleştirebilmek için
öğrenerek gelişme ilkelerine özel önem vermek durumundadır. Bir örgütün salt içinde bulunduğu
performansını koruyabilmek için bile olsa devamlı bir gelişim içinde olması zorunludur. Hedef olarak
eğer var olan performanslarının üzerine çıkma çabasında iseler sadece üst kademedeki yöneticilerin
geliştirdiği yöntem ve operasyonlar yeterli olmayacaktır (Kaplan ve Norton 2003:155).
Krizle mücadelede yazılı kriz planları hazırlanması ve rollerle sorumlulukların tespit edilmesi önemli
bir konudur çünkü kriz oluştuğunda örgütün bütün üyeleri plansız biçimde duruma müdahale etmek
istediklerinde karışıklık meydana gelecektir. Önleyici tedbirler alınarak krizin oluşmasının
engellenmesi, örgüte para ve zaman kazandıracaktır. Planlama aşamasında, çalışanların eğitimi ve
planın başarısızlığı durumunda alınacak tedbirler konuları ele alınmalıdır. İyi eğitimli bir ekibin varlığı
stratejik bir öneme haizdir. Krizin ardından gelecek toparlanma aşamasında da örgütün normal
düzene bir an önce geçebilmesi için yapılacaklar önem taşımaktadır (NyBlom vd. 2003:18). Zuzak
(2005) kriz yönetiminde örgütlerin yerleşik kültürlerinin de başarı ya da başarısızlıkta önemli rol
oynadığını ifade etmektedir. Yerleşik kültürü zayıf örgütlerde gizli bireysel çatışmaların ve değer
yargılarının birdenbire su üstüne çıkabilme ihtimali vardır. Yerleşik kültüre sahip ve değerleri güçlü
olan ve bireylerini gözeten örgütlerin kriz ortamlarında hazırlıksız yakalansalar bile ani tepkilere
cevap vermede başarılı oldukları gözlenmiş ve ani tepki ekipleri oluşturulurken birbirlerini tanıyan
bireylerin kolayca ve sakinliklerini koruyarak emir-komuta altına girebildikleri belirtilmiştir (James ve
Wooten 2005).
79
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Sonuç
Örgütler kriz ortamından en az kayıpla çıkabilmeleri için maddi varlıklarının yanında fiziki olmayan,
entelektüel varlıklarını da etkin biçimde kullanmak ve değerlendirmek durumundadırlar. Eğer
örgütler kaliteli ürün/hizmet, müşteri tatmini, örgütsel öğrenme ve gelişme, çalışanların becerileri,
çabuk yanıt veren içsel süreçler, yeni ürün/hizmet geliştirme, müşteri sadakati gibi fiziksel olmayan
varlıklarını dikkate almazlarsa kriz ortamında stratejik bilinçle hareket edemezler. Fiziksel olmayan
bu varlıkların hesaba katılması uzun dönem için çok önemlidir. Sonuç olarak Dengeli Sonuç Kartı
örgütlere şu konularda krizle mücadelede yardımcı olabilir:
•
Sürdürülebilir Büyümeyi Sağlamak: Kısa dönemli operasyonel kararların kriz ortamlarında
uzun dönemli stratejik sonuçlarla bağlantısını sağlayarak sürdürülebilir büyümeye katkı
sağlar.
•
Odaklanmayı Sağlamak: Krizle mücadelenin birden çok kritik stratejiye bağlı olduğu
durumlarda Dengeli Sonuç Kartı, örgüt için öncelikli olan göstergeleri ele alarak stratejilere
odaklanmayı sağlar. Örgütün önceliği olan ve sürekli olarak kontrol edilmesi gereken
performans ölçütlerini işgörenlerin de katılımını sağlayarak net bir şekilde organizasyonun
bütününe benimsetmekte aktif bir rol oynamaktadır.
•
Çalışanlarda eylem birliği sağlamak: Örgütlerin krizle mücadelede Dengeli Sonuç Kartı’nı
kullanmaları çalışanların bireysel olarak stratejilere ne ölçüde katkı yaptıklarını anlamaya
yardımcı olur. Tüm faaliyetlerin strateji doğrultusunda şekillenmesine yardımcı olur. Örgüt
stratejisinin etkin olarak uygulanmasının önündeki engelleri ortadan kaldırır. Dengeli Sonuç
Kartı örgütün stratejilerini eyleme dönüştürmesine vurgu yapar.
•
Örgüt içi ve örgüt dışı paydaşlarla etkin bir iletişim sağlamak: Müşteri ve çalışanların
sorunlarıyla görüş ve önerilerinin üst yönetime ulaştırılmasında Dengeli Sonuç Kartı
katılımcılığı esas aldığından görüş ve önerilerin üst yönetime ulaştırılmasında iletişim kanalı
rolü üstlenir.
80
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Kaynaklar
Akın, Onur (2006). “Kamu Sermayeli Şirketlerde Performans Ölçümü ve Türkiye Uygulaması
Üzerine Bir İnceleme”. Uzmanlık Tezi. KİT Genel Müdürlüğü. Hazine Müsteşarlığı. Ankara.
Ataman, G. (2002). İşletme Yönetimi Temel Kavramlar & Yeni Yaklaşımlar. 2. Baskı. İstanbul:
Türkmen Kitabevi.
Atkinson, A. Waterhouse, J. ve Wells, R. (1997). “A stakeholder approach to Strategic Performance
Measurement”. Sloan Management Review. Spring. Vol.38-3. ss.25-37.
Çamdereli, Mete (2000). Ana Çizgileriyle Halkla İlişkiler. Konya: Çizgi Kitabevi.
Çukurçayır, M. Akif, H. Tuğba Eroğlu (2004). “Yerel Yönetimlerde Yeniden Yapılanmaya Farklı Bir
Yaklaşım: Verimlilik ve Başarı Karnesi”. Sayıştay Dergisi- S.53.
Dinçer Ömer (1998). Stratejik Yönetim ve İşletme Politikaları. Beta yayınları: İstanbul.
Fitzgerald, L., R. Johnston, T.J. Brignall, R. Sivestro ve C. Voss (1991). Performance Measurement
in Service Businesses. London: Chartered Institute of Management Accountants.
Goldsmith, Barton (2001). Dealing With The Chaos Of Crisis. Women in Business. 00437441. Vol.
53. Issue 6.
Göztaş, Aylin (1997). Kriz Yönetimi ve Halkla İlişkiler. İzmir: Ege Yayıncılık.
Greatbanks, Richard; Tapp David (2007). “The Impact of Balanced Scorecards in a Public Sector
Environment. Empirical Evidence From Dunedin City Council”. New Zealand Department of
Management. School of Business. University of Otago. Dunedin. International Journal of Operations
& Production Management. Vol. 27. No: 8. ss. 846-873.
Haşit, Gürkan (2000). İşletmelerde Kriz Yönetimi ve Türkiye’nin Büyük Sanayi İşletmeleri Üzerinde
Yapılan Araştırma Çalışması. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi Yayınları:616.
James, Erica Hayes; Wooten, Lynn Perry (2004). “Leadership in Turbulent Times: Competencies for
thriving amidst Crisis”. Working Paper Series.Paper No: 04-04. Darden Graduate School of Business
Administration. University of Virginia.
Kaplan, Robert ve David Norton
(2003). Balanced Scorecard-Şirket Stratejisini Eyleme
Dönüştürmek. İstanbul:Sistem Yayıncılık.
Kaplan, Robert ve David Norton (1992). “The Balanced Scorecard – Measures That Drive
Performance”. Harvard Business Review. January-February.
Klann, Gene (2003). Crisis Leadership. CCL Pres.
Kloot, Louise ve John Martin (2000). “Strategic Performance Management: A
Balanced Approach
to Performance Management İssues in Local Government”. Management Accounting Research.
(231–251).
Köseoğlu, Mehmet Akif (2005). Kamu İktisadi Teşebbüslerinde Performans Ölçümü. DPT Uzmanlık
Tezi. Haziran. Ankara.
81
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Mcwhorter, Lauire Burney (2003). “Does the Balanced Scorecard Reduce Information Overload?”.
Management Accounting Quarterly. C:IV. No:4. ss.23-27.
Melymuka, Kathleen; Solomon, Melissa; Nash, Kim (2001). Helping Your Employees Through Times
Of Crisis. Computerworld. 00104841. Vol. 35. Issue 38.
Nair, Mohan (2004). Essentials of Balance Scorecard. New Jersey: John & Wiley Sons. Inc.
Niven, Paul R. (2002). Balanced Scorecard, Step-By-Step, Maximizing
Maintaining Results. London: Jhon Wiley and Sons Inc.
Performance
and
NyBlom, Steven E; Reid, Janine; Coy, William J; Walter, Fred (2003). Understanding Crisis
Management. Professional Safety. Mar. Vol. 48 Issue 3. p18.
Özdemir, Aylin (1994). Kriz Yönetimi ve Halkla İlişkiler. İzmir: Ege Yayıncılık.
Regester, Michael ve Larkin, Judy (1997). Risk Issues and Crisis Management. A Casebook of Best
Practice. London: Kogan Page Limited.
Senge, P. (1990). The Fifth Discipline, Sydney: Random House.
Tağraf, H. ve Arslan, N.T.(2003). Kriz oluşum süreci ve kriz yönetiminde proaktif yönetim. C.Ü.
İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi.(4-1).
Tüz, Vergiliel Melek ( 2004). Kriz Yönetimi. İstanbul: Alfa Yayınları
Zuzak, Roman (2005). Corporate Culture as a Source of
http://www.wccep.com/html/20051119155449-1.html (01.11.2010).
82
Crisis
in
Companies,
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
KÜRESEL REKABET ORTAMINDA FİNANSAL KRİZLERİN KOBİLER ÜZERİNDEKİ
ETKİLERİ VE KOBİ YÖNETİCİLERİNİN KRİZ DÖNEMİNE YÖNELİK ANALİZLERİ
Yrd. Doç. Dr. Mustafa ÇAM*
ÖZET
Dünyamız yeni bin yıla hızlanan küreselleşme olgusu yanında ekonomik ve sektörel krizlerin
küçük işletmeler üzerinde birçok olumsuz etkileri ile birlikte adım atmıştır. Küresel ortamda firmalar
arası rekabet her geçen gün artmakta ve iyi yönetilmeyen işletmelerin piyasada kalma şansları
azalmaktadır. Piyasa koşulları başarılı kuruluşların yaşamasına olanak tanırken, başarısız kuruluşları
iflasa kadar götürebilmektedir. Yapıları gereği küçük işletmelerin özellikle finansal kriz dönemlerinde
karar sorumluluğunu üstüne almak durumunda olan Küçük ve Orta Büyüklükteki İşletme(KOBİ)
yöneticilerin alacakları finansal kararların krizden çıkma noktasında hayatı öneme sahip olduğu
açıktır.
Bu çalışma, finansal krizlerin, Küçük ve Orta Büyüklükteki İşletmelerin (KOBİ) finansal,
yönetsel ve örgütsel yapıları üzerine etkilerini ortaya koyarak en azından finansal krizlerin olumsuz
etkilerini minimum düzeye indirgemek açısından alacakların finansal kararların önemini ortaya
koymaktır.
Anahtar Kelimeler: KOBİ, Finansal Kriz, Küresel Rekabet, Çözüm Önerileri.
ABSTRACT
The world has stepped into a new century not only with globalisation concept but also with
the lots of negative effects of sectoral crisises over small businesses. The competition between
business' is increasing day after day and the small businesses' chance of presence on the market is
decreasing. While the market conditions give way to the existence of small business', it may even
lead to bankrupcty of failed business'. It is quite obvious that the financial decisions taken by the
KOBI managers managing small and middle scaled business' have vital importance during financial
crisis' periods.
This study introduces the effects of financial crisis' on the Small and Medium Sized
Enterprises administrative and organisational structures and puts forward, at least, the importance
*
Mustafa Kemal Üniversitesi Turizm İşl. ve Otel. Yük. Ok.; [email protected].
83
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
of financial decisions aimed to decrease the negative effects of financial crisis' to minimum level.
Key Words: KOBI, Financial Crisis, Global Competition, Solution Suggestions.
84
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
1. Finansal Krizler
1.1. Finansal Krizin Tanımları ve Özellikleri
Finansal krizlerin KOBİ’ler üzerinde önemli birçok olumsuz etkilerinin bulunması ve bu
etkilerin de ülkeleri ekonomik, sosyal siyasi yönden etkilemesi krizlerin tanımlanmasını ve
nedenlerinin açıklanmasını gerekli kılmıştır.
Finansal krizler için yapılmış birçok tanım mevcuttur. Bunlardan Mishkin (1996:1-2) göre,
“Finansal kriz, verimli yatırım olanaklarına sahip finansal piyasaların ahlaki tehlike ve ters seçim
problemlerinin gittikçe kötüleşmesi nedenleriyle, fonları etkili biçimde kanalize edememesi sonucu
ortaya çıkan doğrusal olmayan bozulmadır” diye tanımlarken, İrvine (1987: 36-37) “Örgütün uzun
ve kısa dönemli amaçlarını tehdit eden, acil tepkiler gerektiren ve bununla birlikte yanıt için karar
verme süresini kısıtlayan ve en önemlisi varlığıyla karar verme birimlerini şaşırtan ve kararsızlığa
sürükleyen bir süreçtir” diye tanımlamaktadır. Bu anlamda, kriz “belirli bir anda veya son derece
hayati önemi olan bir zamanda daha kötüye dönüş noktası”; “kritik bir devreye ulaşan durum” (Fink
1986:15), “çabuk uyum sağlamayı gerektiren değişiklikler” (Saraçoğlu 1995:196); “örgütlenmemiş
ve planlanmamış bir olayın işletmenin bütününü etkileyecek sonuçları ve yansımaları” şekillerinde
tanımlanabilmektedir.
Öte yandan, Paul Krugman krizin belirli bir tanımının bulunmadığını öne sürerken, Edward
ve Santanella ise krizleri paranın değerindeki belirgin bir düşüşe bağlamıştır. Bunların dışında
kalanlar ise krizleri paranın değerindeki düşüşe ve uluslararası rezervlerin ciddi biçimde
tükenmesine bağlamışlardır (Edwards 2001:29).
Finansal krizlerin özelliklerden bazıları şunlardır (Haşit 2000:65):
• Kriz yönetimi öncelikli olarak krizleri önceden görebilen, bunların çeşitlerini ayırt edebilen,
bunlara göre gerekli önlemleri alabilen, bunlardan yeni şeyler öğrenebilen ve mümkün olan en kısa
sürede toparlanabilen işletmeleri ortaya çıkarmayı amaçlamaktadır.
• Krizleri önleme yöneticilerin krizleri algılama şekillerine göre değişmektedir. Yöneticiler
krizleri tehdit olarak algıladıklarında krizi önlemede başarı olasılığı artmaktadır.
85
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
• Kriz yönetimi başı ve sonu olmayan, süreklilik gerektiren bir uygulamadır. • Kriz yönetimi
krizlerin türüne göre oluşturulmaktadır. Her kriz türü kendine özgü işaretler ve çözümler
içerdiğinden, kriz yönetimi kriz türlerine göre şekillenmektedir.
• Kriz yönetiminde başarıya ulaşma yöneticilerin kendilerine olan güvenlerinin artmasına ve
morallerinin yükselmesine yol açacaktır.
• Kriz yönetimi önemli, gerekli, zor, karmaşık uzun zaman alan bir süreç olduğundan,
esnek, yaratıcı, objektif, atak, cesaretli grup çalışmasını seven, harekete hazır, yeniliğe açık,
beklenmeyen durumlarda bilinmeyene ya da istenmeyene de hazır olmayı gerektirir.
• Kriz yönetiminde iletişim, düzenleme, kontrol, maliyet, kültür, durumsallık, planlama,
sistemlerin karmaşıklığı ve birbirine bağlılığı gibi etkenler kriz yönetiminde önem arz etmektedir.
• Kriz yönetimi bazı yetenekleri ve belirli bir toleransı gösterebilmeyi gerektirmektedir.
• Krizler stratejik hedefleri de tehdit altına aldığından kriz yönetimi stratejik yönetim
kapsamında yer almaktadır.
• Kriz yönetim ekibi hem fiziksel hem de ruhsal açıdan eğitime tabi tutulmalıdır.
1.2. Finansal Krizin Nedenleri
1.2.1. Dış Çevre Etmenleri
Krize sebep olan dış çevre etmenleri, işletmenin dışında kalan ve tamamıyla kontrol etmesi
mümkün olmayan faktörlerdir. Çevrenin, sürekli değişim karşısında giderek daha karmaşık bir hal
alması sebebiyle olayları önceden tahmin etmenin imkansız hale gelmesi, işletmelerde krizin alt
yapısını oluşturmaktadır. Belirsizlik ve karmaşıklık arttıkça, finansal krizin ortaya çıkma ihtimali de
artmaktadır.
Değişimin gerisinde kalma, diğer bir deyişle gecikilen her an krizin şiddetinin artmasına
neden olur. İşletmelerde krize neden olabilecek dış çevre faktörleri;doğal şartların, toplumsal
ekonomik, teknolojik ve politik yapısının değişimidir(Vergiliel 2001: 5).
86
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Ekonomik Sistem ve Durum: Örgütlerin içinde çalıştıkları ekonomik sistem örgütün
karşılaşabileceği belirsizlik ve karmaşıklık derecesini etkilemektedir. Ayrıca ekonomik koşulların
niteliği de örgütü etkiler. Ekonomik dalgalanmalar ve istikrarsızlık, arz-talep dengesini bozarak,
örgütün kullanacağı girdilerin ve satacağı ürünlerin fiyat ve miktarını, yatırım kararlarını, kar
marjlarını etkileyebilmektedir(www.izto.org.tr.:2009)
Teknolojik Faktörler: Gelişen teknolojik değişikliklere uyum sağlamak, varlığını
sürdürmek ve gelismek zorunda olan isletmeler için kosuldur. İsletmenin kullandığı teknik ve
yöntemlerde hızlı bir değişme söz konusuysa, bunun isletmenin temel amaçlarını etkileyeceği
açıktır. Krizin ortaya çıkmasında teknolojik değişikliklerin hızı, değişikliğe uyum süreci ve teknolojiye
bağımlılığın oranı önemli ölçüde etkili olacaktır. Özellikle gelişen bir teknoloji, isletmenin arz ettiği
mal ve hizmetin yerine ikame edilebilecek yeni mamuller ve faaliyet alanları ortaya çıkarmışsa örgüt
için kriz kaçınılmaz olabilir (Dinçer 1998: 387).
Sosyo-Kültürel Faktörler: belirli bir coğrafik alanda yaşayanların tutumları, değerleri,
normları, inançları, davranışları ile görgü ve geleneklerinden oluşan sosyokültürel çevre örgütün
hedeflerinin başarılmasında etkili olmaktadır(Gürüz vd. 998:89). Toplumun değer yargılarındaki
zaman içerisindeki
değişim,
müşterilerin memnuniyetindeki
değişim,
sosyal
karışıklık
ve
huzursuzluklar, işletmelerde krize sebep olabilir.
Uluslararası Çevre Etmenleri: Dış pazarlarda oluşan fiyat dalgalanmaları, savaşlar, arztalep dengelerindeki değişiklikler işletmeyi krize götürebilir (Budak vd, 1988: 241).Özellikle büyük
örgütler açısından uluslararası çevre koşulları büyük önem taşır. Uluslararası pazarlarda oluşan fiyat
dalgalanmaları, savaş ve benzeri olaylar, arz talep değişiklikleri gibi benzeri olayları izlemekte
başarısız kalan örgütler için her an kriz ortamı doğar. Hızla globalleşen dünyada bu gibi değişimlere
çok dikkat edilmeli ve izlenmelidir.
Güçlü Rekabet: KOBİ’lerin piyasadaki rakiplerinin, mamullerini farklılaştırarak ve
teknolojik yeniliklerin avantajlarını kullanarak pazar payını artırma mücadelesine girmeleri, işletmeyi
krize sürükleyebilir. Bunun için işletmeler rakiplerini yakından izlemeli ve rekabet stratejilerini
bilmelidirler.
Doğal Etmenler: Yönetimin kontrol edemediği yangın, sel, deprem gibi doğal felaketler,
krizin en belirgin sebebidir. Beklenmedik felaketler ve doğal çevreyle ilgili bir çok faktör, işletmeleri
krize yöneltebilir.
87
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
1.2.2 İç Çevre Etmenleri
DPT kılavuzuna göre (2006) iç çevre analizi; kuruluşun mevcut durumunu ve geleceğini
etkileyebilecek, iç ortamdan kaynaklanan ve kuruluşun kontrol edebildiği koşulların ve eğilimlerin
incelenerek güçlü ve zayıf yönlerin belirlenmesi ve değerlendirilmesidir. Güçlü yönler, kuruluşun
amaçlarına ulaşması için yararlanabileceği olumlu hususlardır. Zayıf yönler ise, kuruluşun başarılı
olmasına engel teşkil edebilecek eksiklikler, diğer bir ifadeyle, aşılması gereken olumsuz
hususlardır. Belirlenecek güçlü yönler kuruluşun hedeflerine; zayıf yönler ise kuruluşun alacağı
tedbirlere ışık tutacaktır.
Faulkner ve Campbell, (2003:408) iç çevre faktörlerini, stratejik varlıklar olarak ele almakta
ve krizden korunmak için strateji oluşturmada faktörlere özel önem verilmesi gerektiğini
düşünmektedirler.
Örgüt İçi Faktörler ve Başarısız Yönetim
İşletmelerde krizin ortaya çıkmasına yol açan ikinci önemli alan, örgüt içi yetersizlik ve
problemlerdir. Gerçekte dış çevre tamamıyla kontrol edilemez ve tahmin edilemez değilse,
başlangıçta dış çevreden kaynaklanıyor gibi görünse bile, işletmenin krize düşmesinde örgüt içi
faktörlerin
etkili
olduğu
iddia
edilebilir.
İç
çevre
faktörlerini
altı
grupta
toplamak
mümkündür(Özyazılım.com)
a) Tepe yöneticilerin yetersizliği: İşletmelerin krize düşmelerinde en önemli faktör, üst
kademe yöneticilerin kabiliyetsiz ve yetersiz olmalarıdır. Bunlar;
- Yöneticinin tahmin etme ve sezgi gücünün zayıf olması,
- Yeni problemlerin farklılığını kavramama ve eski çözümleri uygulama eğilimi,
- Çevrenin aktif ve dinamik yapısı karşısında pasif ve yavaş kalma. Sistemi kusurlu bulma,
krizi inkâr etme ve taktikleri tehir etme,
- Kişilik. Kriz genellikle sübjektif bir özelliğe sahiptir. Yani bir kişiye göre kriz olan bir
durum, başka bir kişi veya gruba göre kriz olarak nitelendirilmeyebilir. Bu açıdan karar verme
durumundaki yöneticinin kişiliği krizi algılamada etkili olur.
88
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Tepe yöneticisinin rolünü algılayışı: tepe yöneticilerinde kendilerini stratejist olarak göre
eğilimi vardır. Halbuki, tepe yöneticilerinin moral, motivasyon, amaç oluşturma, inanç ve değerleri
yerleştirme ve ideoloji aşılama gibi birçok özel sorumluluğu bulunmaktadır.
b) Bilgi toplama ve tecrübe
c) Yönetimin değerleri
d) İşletmenin tarihi geçmişi ve tecrübeleri
e) İşletmenin hayat safhası
2. KOBİ’lerin Kriz Dönemlerine Yönelik Yönetim Tarzları
2.1. KOBİ Yöneticilerinin Yönetim Tarzları
Küçük işletme yöneticilerinin yönetim yaklaşımları; Geleneksel Yönetim, Kriz Yönetimi,
Kantitatif
Yönetim, Süreç (Sistem) Yönetimi ve Davranışsal Yönetim olmak üzere 5 gruba ayrılabilir;
2.1.1. Geleneksel Yönetim
KOBİ yöneticilerinde en sık görülen bir yönetim tarzı olan geleneksel yönetim
yaklaşımlarına göre işletmenin faaliyetleri o ana kadar nasıl yürütülüyorsa o andan snrada aynı
şekilde sürdürülmelidir. İşletmenin karşı karşıya kaldığı avantajlar ve dezavantajlar bu durumu
değiştirmemektedir. Buna göre işletmenin öncelikli amacı işletmeninin piyasadaki konumunun
korunması olurken; işletme sahibinin veya yöneticisinin öncelikli hedefi ise kendisinin işletme
içindeki konumunun korunması olmaktadır. Dolayısıyla işletmenin bütün karar ve faaliyetleri bu iki
amaç çerçevesinde gerçekleştirilmektedir. Bu anlamda mecburiyetler olmadan stratejiler geliştirmek
söz konusu olmamaktadır.
2.1.2. Kriz Yönetimi
Kriz yönetimi kriz yokken bile sanki kriz olacakmış gibi gerçekleştirilen yönetim pratikleridir.
Bu tür bir yönetim yaklaşımına sahip olan küçük işletme yöneticileri genellikle çok meşgul
görünmektedirler. Kriz yönetimiyle ilgili plan yapmak, işletmenin yaşamını sürdürebilmesi için
oldukça önemlidir. (Regester vd. 2005:197). Kriz yönetimi; erken uyarı sinyali toplama, hazırlık ve
89
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
önleyici tedbirler, hasarın sınırlanması, iyileşme, öğrenme ve değerlendirme mekanizmalarının
planlanması ve uygulaması gibi seri faaliyetleri içeren bir süreçtir (Gordon 1993:696).
Her kriz başarısızlığın kökleri kadar başarının tohumlarını da kendi içinde taşır. Bu
potansiyel başarıyı saptamak, geliştirmek ve sonuçlarını almak kriz yönetiminin özünü teşkil eder.
Kötü kriz yönetiminin temeli ise durumu kötü görme ve daha da kötüleştirme eğilimine kapılmaktır
(Augustine 2000:13-14). Kriz yönetimini, örgütsel gelişim için bir engel değil, örgütsel gelişimi
destekleyici bir araç olarak görmek mümkündür.
Yöneticiler, problemleri kriz, tehdit veya fırsat olarak kabul ve kategorize edebilirler. Bu
kategorileştirme sürecinin karakteristikleri problemin nasıl algılandığına bağlı olarak değişir.
Yöneticiler
problemi
fırsat
olarak
algılandığında;
derinlemesine
değerlendirme,
adem-i
merkeziyetçilik, farklı fikirlerin değerlendirilmesi, uzun dönemli bakış açısı ortaya çıkar ve temel
mantık “krizi fırsata çevirebilmektir (Papadakis vd. 1999:31)
2.1.3. Kantitatif Yönetim
Kantitatif yönetim tarzında KOBİ
sahipleri ve yöneticileri çoğu zaman mühendislik ve
benzeri eğitim almış olan kişilerdir ve önemli ölçüde ölçülebilir kararlar vermeye çalışmaktadırlar. Bu
anlamda herhangi bir faaliyete veya projeye başlanmadan önce bütün teknik araştırmalar
yapılmakta ve planlar sadece üretim birimine yönelik olarak gerçekleştirilmektedir. Personel sadece
bir üretim faktörü olarak ele alınmakta ve insan faktörünün küçük işletme için çok önemli bir
stratejik kaynak olduğu fark edilmemektedir.
2.1.4. Davranışsal Yönetim:
Bu yönetim tarzında ise işletme sahibi veya yöneticisi her şeyden önce çalışanları motive
etmeyi amaçlar. Bu anlamda personelin karar verme süreçlerine katılımı bir ölçüde sağlanmakta ve
tatmin edilmiş personelin işletmenin performansını ve verimliliğini artıracağı varsayılmaktadır.
Stratejik düşünceye uygun ilk adımlar bu aşamada atılmaktadır. Fakat bu yönetim tarzında
planlama, eşgüdüm, yapısal değişimler, bilgi ve iletişim gibi önemli kavramlar yönetim sürecine
dahil edilmemiştir.
90
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
2.1.5. Süreç (Sistem) Yönetimi
Bu yaklaşıma göre yönetim amaçlara ulaşmak için kullanılan bir süreçtir. Bu çerçevede
birçok rutin faaliyet çalışanlara devredilmekte; işletme sahibi veya yöneticisi rekabet üstünlüğü
sağlamak, yeni pazarlar bulmak, ürünü veya hizmeti farklılaştıracak metotlar geliştirmek, yapısal
değişiklikler yapmak gibi faaliyetlerle uğraşmaktadır (Sandeno 1985:266-267).
2.2. Kriz Yönetiminde Uygulanan Teknikler
Bir işletmenin çeşitli içsel fonksiyonları dış çevresindeki küresel ve ahlaki faktörlere
duyarlıdır. Bu duyarlılık gelecekteki krizleri ele almak ve değerlendirmek için gereklidir. Bu sürecin
temelinde uygun bilgi sistemleri, planlama prosedürleri ve karar verme teknikleri yer almaktadır.
Sağlam temelli bir bilgi sistemi çevreyi tarayacak, uygun verileri toplayacak, bu verileri fırsatlara ve
meydan okumalara göre yorumlayacak ve krizleri önleme işlevi görebilecek stratejiler için somut bir
çerçeve oluşturacaktır. Kriz yönetiminde kullanılan teknikleri genellikle stratejik tahmin, olasılık
planlaması, sorun analizi ve senaryo analizi şeklinde sıralamak mümkündür (Kash vd. 1998:182183, 185).
2.2.1. Stratejik Tahmin
Stratejik tahminden gelecekteki muhtemel olaylar için bu günden tahmin yapma
anlaşılmaktadır.
Bu tahminler işletmelerin yeni durumlara uyum sağlayacağı varsayımına
dayanmaktadır. Bugün KOBİ yöneticilerinin tahmin yapmakta kullanabileceği pek çok töntem vardır.
Ancak bu tahmin yöntemleri süreç içerisinde meydana gelebilecek beklenmedik olaylar karşısında
yetersiz kalmaktadır. Bu teknikler niteliksel tahmin yöntemleri, ekstrapolasyon, simülasyon ve
neden-sonuç metotlarından oluşmaktadır. Bu tahmin tekniklerinin özünü büyük veya geniş
değişikliklerin etkisini doğru bir şekilde tahmin etme ve değerlendirme oluşturmaktadır.
2.2.2. Olasılık Planlaması
Tahmin edilen olayların gerçekleşmemesi durumunda gerçekleşmeyen olayların yerine
konulabilecek alternatif planlardır. Tahmin önceden hakkında bazı şeyler söylenen durumlara ve
makul belirli olaylara dayandırılmakla beraber, bir örgütün hazırladığı olasılık planları daha belirli
durumlar içindir. Havayolları şirketleri genellikle bir işçi grevi olayında idari ve büro personelini
kullanmaktadır. İthalat kesildiğinde veya azaldığında, şirketler yurt içi tedarikçilerden satın alma
91
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
yapma yönünde alternatif planlara sahiptir. Bu tür olasılık planları bir dereceye kadar tahmin
edilebilir çevresel değişikliklere dayandırılmaktadır. Hazır olasılık planlarına sahip olma bir şirketin
yalnızca krize karşı korunmasına değil, aynı zamanda ortaya çıktıkça kriz durumlarını çözmesine
yardımcı olabilmektedir.
2.2.3. Sorun Analizi
Bu yaklaşım olasılık planlamasına benzer. Burada amaç, işletmenin dış çevresindeki
eğilimleri yavaş yavaş geliştirerek şirkette karar verenleri hazırda tutmaktır. Diğer taraftan,
işletmenin gerçekleştireceği çabalar, sorunu avantaja döndürmeye yönelik olmaktadır. Örneğin,
çevreyi koruma eğilimi bazı şirketlerin eninde sonunda üretim metotlarını, kullandığı enerji
kaynaklarını ve ürettiği ürünleri değiştirmek zorunda kalacağını kanıtlamıştır.
2.2.4. Senaryo Analizi
Senaryolar önceden belirlenmiş nihai bir duruma yol açabilen olayların sonucunu ayrıntılı
olarak tanımlama veya alternatif olarak bugünkü tercihlerin sonuçlarını düşünme girişimleridir.
Ayrıca, senaryo neden-sonuç süreçlerine ve karar noktalarına dikkat çekmek için tasarlanan
olayların varsayımsal dizisidir. Senaryo analizi ortaya çıkabilen olumlu ve olumsuz durumlar ve bu
durumların ortaya çıkmasına neden olan süreçleri önlemede, kolaylaştırmada veya engellemede
işletmenin uygulamaya koyabileceği alternatifler çözümler hakkında düşünmeyi gerektirmektedir.
3. Finansal Krizleri Açıklamaya Yönelik Modeller
3.1. Birinci Nesil Modeller
Kuramsal düzeyde az sayıda olmasına rağmen 1990’lı yıllardan önce ve sonra karşılaşılan
finansal krizlerin farklı özellikler taşıyor olması nedeniyle, finansal krizleri açıklamaya yönelik olarak,
birinci nesil ve ikinci nesil modeller geliştirilmiştir. Finansal krizlerini açıklamaya yönelik pek çok
teorik model bulunmaktadır. Bu modellerin ortak noktaları bulunsa da modellerin her biri bütün
krizleri açıklayabilecek nitelikte değildir.
1970’lerde ve 1980’lerin başında Latin Amerika ülkelerinde ortaya çıkan krizleri açıklamak
için Birinci nesil kriz modelleri ortaya atılmıştır. Fakat Şili (1982), 1992 Avrupa Para ve Meksika
(1994), Asya (1997-1998) krizlerini açıklamada bu model yeterli gelmemiş, ikinci nesil para krizleri
92
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
teorisi literatüre girmiştir (Kibritçioğlu vd. 1999:3). Sonraki yıllarda finansal kriz modelleri
konusundaki çalışmalar geliştirilmiş ve 3. nesil olmaya aday çeşitli kriz modelleri ortaya çıkarılmıştır.
Finansal krizler iktisat literatüründe hem teorik hem de ampirik alanda geniş yer tutmaktadır. Fakat
bu alanda hala çözüme gerçekleştirilememiş sorunlar bulunmaktadır. Her ortaya çıkan kriz yeni bir
kriz modeli adayı olmaya namzettir
Spekülatif Atak Krizleri de denilen, Meksika ve Arjantin ‘deki finansal krizleri açıklayabilmek
adına ortaya çıkan bu geleneksel kriz modellerinin teorik temellerini atan Krugman, Flood ve
Garber’e göre finansal krizler, uygulanan makro politikalar ve sabit kur rejimi arasındaki
uyumsuzluktan kaynaklanır. Bu modele göre hükümetin verdiği bütçe açığı, iç borçlanma veya
emisyon yardımıyla finanse edilmektedir. Bu durum da yani makro politikaların para arzının
artırılması yoluyla finansmanı enflasyona, sermayenin kaçışına ve beklentilerin olumsuza dönmesine
yol açmaktadır. Bu durum da ödemeler dengesinde bir açığın oluşması sonucunu doğurur. Sabit kur
sisteminin devam ettirilmesi konusunda ısrarcı olan para otoritesi bu kez ödemeler dengesi açığını
kapatmak için rezervlerini kullanmak durumunda kalır. Gelişmekte olan bir ülke ekonomisi açısından
da bakıldığında sınırlı miktarda rezervlere sahip olunması nedeniyle sabit kur rejimi konusunda çok
fazla ısrar edilmesi söz konusu olmayacaktır. Bu noktada para ya devalüe edilir ya da dalgalanmaya
bırakılır. Birinci nesil modele göre kriz, yanlış makro ekonomik politikaların bir sonucudur ve paranın
reel olarak aşırı değerlenmesi, cari işlemler bilânçosundaki artan açık ve rezervlerdeki ciddi azalma
ile birlikte öngörülebilir(Karaçor vd. 2006:36-56)
3.2. İkinci Nesil Modeller
İkinci Nesil Modeller ile ilgili olarak Obstfeld bazı önemli katkılar yapmıştır. Obstfeld’e göre
hükümetin, sabit döviz kurunun çökeceği beklentisine sahip olması üretimi azaltır çünkü bu
beklenti, ücretlerin artmasına ve istihdamın azalmasına yol açar. Dolayısıyla üretim azalışlarını
engellemek için devlet, sabit döviz kurundan vazgeçebilir29. Yine sabit döviz kurunun çökeceği
beklentisi faiz oranlarının yükselmesine yol açarak kamu borcunun artmasına neden olabilir. Artan
kamu borcu nedeniyle borç miktarının belli bir aralıkta bulunması, kendiliğinden gerekleşen bir
spekülatif saldırıya yol açarak ekonominin krize girmesine neden olur. Bu nedenle Obstfeld, faiz
oranlarındaki artışın, borçların artışına yol açarak finansal krizin oluşumunu tetiklediğini
belirtmektedir. Bu şartlar altında eğer kamu borcunun kaynağı iç borçlanma ise banka sisteminin
kısa dönem borç kompozisyonu, faiz oranı ve tahvil fiyatları artışları kriz göstergesi olarak kabul
edilmektedir. Buna karşılık kamu borçlarının kaynağı dış borçlanma ise yabancı sermaye
93
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
hareketlerinin vadelerindeki değişmeler, dünya faiz oranı ve ülke faiz oranı arasındaki farklar kriz
göstergesi olarak kabul edilmektedir(Ayça 2008:183-208).
3.3. Üçüncü Nesil Modeller
1990’ların sonlarına kadar finansal krizler birinci ve ikinci nesil kriz modelleri ile açıklanırken
Asya, Brezilya ve Rusya’da yaşanan krizler neticesinde üçüncü nesil diyebileceğimiz bir modele
ilişkin çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmaların bir kısmında krizlerle finansal piyasa ve bu piyasadaki
şirketlerin bilançoları arasındaki ilişkileri incelenirken, bir kısmında da krizin bir ülkeden diğerine
hangi yollarla yayıldığını ortaya çıkarmak amacı güdülmüştür (Akçağlayan 2005:118).
Finansal piyasaların giderek bütünleştiği günümüz dünyasında, üçüncü nesil kriz modelleri,
herhangi bir ülkenin finans piyasasında meydana gelen istikrarsızlıkların veya krizin bir başka yerde
makroekonomik temellerle açıklanamayan bir krizi başlatabilmesi gerçeğinden hareket etmektedir.
Bu modellerde, hükümetlerin ahlaki tehlikeye yol açan politikaları (özellikle finansal güvenlik ağları)
krizi yaratan temel faktör olarak ele alınmaktadır. Bu modellerde farklı ülkelerde eşanlı olarak
ortaya çıkan krizler açıklanırken ülkelerin kendi içlerinde benzer kırılganlıklar taşıdıkları ve bu
yüzden ortak şoklarla sarsıldıkları öne sürülmektedir. Diğer taraftan bireylerin rasyonel olmayan
davranışları veya parasal fon yöneticilerinin karşılaştıkları asimetrik güdüler nedeniyle yatırımcılarda
oluşan rasyonel olmayan beklentilerin de krizlerin yayılmasını etkilediği kabul edilmektedir (Delice
2003:63).
3.4. Dışsal Faktörlere Vurgu Yapan Modeller
Bu tür krizler, kredi verenlerin verdiği krediyi alacaklılarından tahsil edememe riski ortaya
çıktığında kredi vermeyi bırakıp, mevcut kredileri geri almaya çabaladıklarında borç ortaya
çıkmaktadır. Bu krizler özel veya kamu borcundan kaynaklanabilir. Kamu sektörünün geri ödeme
yükümlülüklerini yerine getiremeyeceği şeklindeki risk algılamaları özel sermaye girişlerinde şiddetli
bir düşüşe ve bir para krizine yol açabilmektedir.
Bir ülkenin kamu ve özel kesimine ait dış borçlarını ödeyememe durumu dış borç krizi
olarak tanımlanmaktadır. Özellikle, hükümetlerin dış borçların çevrilmesi ve yeni dış kredi bulma
konusunda sıkıntı yaşamaları nedeniyle dış borcun yeni ödeme planlarına bağlanması veya
yükümlülüklerinin ertelenmesi şeklinde ortaya çıkmaktadırlar (Delice, 2003: 64).
94
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
3.5. Sistemik Finansal Krizler
Sistemik finansal krizler, finansal piyasaların ciddi biçimde hasara uğradığı krizlerdir.
Ekonomik, politik ve sosyal yaşamın yapısından ve değişkenliğinden etkilenmektedir. Bütün sisteme
etki eden sistemik finansal krizler, genel olarak makro ekonomik dengesizlikten ileri gelmektedir. Bu
tür dengesizlikler sistemik krizleri başlatmakta, krizlerin tekrarlanması ve derinleşmesi ise sektörün
kurumsal ve düzenleyici unsurlarınca belirlenmektedir (Bıçak vd. 2009:17)
Finansal
birkaç aşamada
meydana
gelmektedir. Finansal ve finansal
olmayan
bilânçolarda bozulmanın olduğu başlangıç aşamasının, ikinci aşamada bir para krizi takip
etmektedir. Üçüncü aşama ise para krizinin bir sonucu olarak ortaya çıkan finansal ve finansal
olmayan bilânçoların daha da bozulmasıdır. Bu aşamada ekonominin yıkıcı sonuçları olan sistemik
bir finansal krize girme aşamasıdır. Genellikle gelişen piyasa ekonomilerinde, bir spekülatif atak
başladığında ve paranın değerinde bir düşüş ortaya çıktığında borç piyasalarının kurumsal yapısı ile
ulusal paranın devalüasyonu arasında karşılıklı bir etkileşim ortaya çıkmakta ve ekonomi sistemik
finansal krize doğru sürüklenmektedir (Mishkin 2003).
4. Finansal Kriz Dönemlerinde Stratejik Analizlerin Önemi
KOBİ’ler geleceğin belirsizliğinde hem küçük hem de büyük işletmelerle rekabet içerisinde
olduğundan finansal krizlerle karşı karşıyadırlar. Geleceğin işletmeyi neyle karşı karşıya bırakacağını
tam olarak bilmediklerinden KOBİ yöneticileri muhtemel sonuçlar için alternatif senaryolar üretmek
durumundadırlar. Belisizliklerle mücadele edebilmenin en etkin yolu ise geleceği doğru okumaya
özen gösterip içerisinde bulunduğu durumu en iyi şekilde analiz etmeye bağlıdır. KOBİ’lerin
yöneticileri stratejik düşünebildiği ölçüde başarılı olacaktır.
Stratejik analizlerin gerekliliğini gösteren ikinci önemli neden ise küçük işletmelerin çok
şiddetli bir rekabet ortamında faaliyet göstermek zorunda olmaları ve bu ortamdan büyük
işletmelere göre çok daha fazla etkilenmeleridir (Mount-.Zinger 1993:114). Çevrede meydana gelen
değişikliklerin hiçbir şekilde kontrol edilemiyor oluşu da stratejik analizleri küçük işletmeler
açısından gerekli hale getiren faktörlerden üçüncüsü olmaktadır. Stratejik yönetim; belirli rekabet
çevresi içinde işletmelerin varlıklarını devam ettirmeleri ve etkinlik kazanmalarını sağlayan bir araç
olarak tanımlandığında; bir işletme küçük veya büyük ölçekli olsun mutlaka stratejik analizler
yapma ihtiyacı duymaktadır (Kuhn 1989:194).
95
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Yaşadığı çevre içinde kendi yönünü belirlemek ve olası krizlerden daha az etkilenmek
amacında olan bir küçük işletme bu amacını sistematik ve planlı bir şekilde gerçekleştirirse etkinliği
artabilmektedir (Foster 1993:124). Dolayısıyla; küçük işletme yöneticileri faaliyetlerini sürdürürken
bir sonraki adımda ne yapacaklarına karar vermek için çevrede meydana gelen değişiklikleri sürekli
gözlemlemek ve değişikliklere karşı aktif bir tutum takınmak zorundadırlar. Bu çerçevede stratejik
analizler çevredeki değişimleri izlemeyi ve işletmelerin yapısal unsurlarını bu değişimlere göre
geliştirmeyi ve değiştirmeyi öngördüğünden yöneticiler açısından doğru bir yaklaşım olarak
görülmektedir (Scarborough- Zimmerer 1984:65-66).
4.1. KOBİ Yöneticilerinin Finansal Kriz Dönemlerine Yönelik Stratejik Analizleri
Stratejik yönetim süreci, işletmelerin uzun dönemde faaliyetlerini sürdürebilmesine ve
sürdürülebilir rekabet üstünlüğü sağlamasına yönelik olarak bilgi toplama, analiz, seçim, karar ve
uygulama faaliyetlerinin tümünü ifade etmektedir. Bu anlamda süreç, stratejik bilinç oluşturulması
ile başlamakta ve veri-bilgi toplama, analiz, stratejik analiz uygulama ve kontrol ile son bulmaktadır
(Doğan vd. 2009:11). Bu aşamada küçük işletme yöneticisi analiz sürecinde öncelikli olarak
işletmenin içerisinde bulunduğu çevrenin şartlarını yeniden gözden geçirerek amacını net bir şekilde
ortaya koymalı, işletmenin finansal kriz karşısında güçlü ve zayıf yönlerini tespit etmeli, işletmenin
yönetim yapısını ve işlevlerini incelemesi gerekir. Bu tür analizlerin yapılması küçük işletmelerini
varlığını devam ettirebilmesi için son derece önemlidir.
Diğer işletmelerle karşılaştırıldıklarında krizlerden çok daha fazla etkilenen küçük
işletmelerin değişim, belirsizlikler ve rekabetle sürekli karşı karşıya oldukları iş dünyasında
geleneksel yönetim tarzlarının dışında bir yönetim anlayışına sahip olmaları gerekmektedir. Bu
çerçevede stratejik yönetim krizlerin sıkça yaşandığı iş dünyasında küçük işletmelerin daha rasyonel
davranabilmelerine yardımcı olan bir yönetim yaklaşımı veya süreci olarak nitelendirilebilmektedir
(Waalewijn-Senan 1993:24).
4.1.1. Çevre Analizi
Çevre analizi, “kendi iş çevresi ve genel dış çevrelerin işletmeye sunduğu fırsat ve tehlikeli
araştırma, gözleme ve yorumlama sürecidir.” Bu analiz yoluyla işletme teknolojideki ilerlemeleri,
sosyal yapıdaki gelişmeleri, enerji ve hammadde piyasasındaki değişikliği ve mamulün piyasadaki
yeri ve imajı hakkında bilgi toplayarak ve bu bilgileri inceleyerek, karşı karşıya bulunduğu fırsat ve
96
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
tehditleri belirler. Böylece işletmenin çevreye uyması ile ilgili planlar geliştirmesi mümkün olur
(Dinçer 1995:44).
Küçük işletmelerde çevresel analiz şu aşamalardan oluşabilmektedir:(ScarboroughZimmerer 1989:55).
Gelecekte meydana gelebilecek ekonomik, politik, teknolojik ve sosyal olayların işletme
üzerindeki etkilerinin belirlenmesi: Bu aşamada beş yıl içinde meydana gelmesi muhtemel olaylar
ve bunların gerçekleşme olasılıkları belirlenmeye çalışılmakta ve bu olasılıklar yüksek, orta ve düşük
şeklinde sınıflandırılmaktadır.
Gerçekleşme olasılığı yüksek olarak değerlendirilen olayların karşılıklı etkileşim analizlerinin
yapılması: Bu aşamada gerçekleşme olasılığı yüksek olan ekonomik, politik ve teknolojik değişim
veya gelişimlerin işletme üzerindeki beklenen etkileri belirlenmektedir.
Bütün bu beklentilere ve etkilere bağlı olarak alternatif senaryoların geliştirilmesi:
Geliştirilecek senaryoların sayısı ne işletmenin hareket alanını daraltacak kadar az, ne de birbirine
karıştırılacak kadar fazla olmalıdır.
Pazar, rekabet ve müşteri analizlerinin yapılması: Bu aşamada pazarın genel özellikleri
tekrar gözden geçirilmeli, rakip işletmelerin güçlü ve zayıf yönleri incelenmeli ve işletmenin
müşterilerinin olası davranış değişiklikleri izlenmelidir
4.1.2. İçsel Analiz
İçsel analizde küçük işletmeyi diğerlerinden ayıran işletmenin yönetim yapısı, pazarlama
dağıtım ve satış yapısı, finansman yapısı gibi iç faktorleri gözden geçirilmekte, güçlü ve zayıf yapısı
ortaya konmaktadır.
Küçük işletmelerin kendi iç çevresi denildiğinde bundan işletmenin sahip ve yöneticilerinin,
çalışanların, iş kültürünün analiz edilmesi anlaşılır. Faaliyet çevresi ise işletmenin faaliyette
bulunduğu sektörde ilişkide bulunduğu kişi,kurum ve kurallar yer alır. Örneğin faaliyet çevresi
dışında kalan alanı kapsar. Makro ekonomik ortam, uluslar arası çevre,kültürel çevre,teknolojik
çevre, demografik çevre,dışsal çevrenin kapsamına girer(Aktan 2000:32)
97
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
4.1.3. Yönetim Yapısı Sürecinin Analizi
Stratejik yönetim süreci stratejinin seçimi ve planlamada sona ermekte, bunun
uygulamalar için gerekli düzenlemeleri ve doğal olarak örgütsel yapının ayarlanmasını
gerektirmektedir. Bir diğer deyişle, stratejinin etkili bir uygulama olmaksızın başarılı olamayacağı
çok açık bir gerçektir. Strateji ne kadar iyi planlanmış ve seçilmiş olursa olsun iş gücü ve stratejiyi
uygulamak için iyi biçimde organize etmediğimiz takdirde başarı şansımız olmayacaktır. O yapının
içerisindeki, insanların, özellikleri, değerleri, beklentileri de strateji seçiminde etkili olmaktadır.
Örgütsel yapı kurmanın ve strateji değiştirdikçe onu değiştirme ya da geliştirmenin ana
nedeni, yönetimin örgütü gereğince kontrol edebilmesi için görev ve yetkileri yeniden dağıtmak ve
denetlemektir. Yetki ile örgütsel kaynakların kimler tarafından ve ne ölçüde kullanılacağı ortaya
konur. Böylece insanlar iş yaptırma emirleri verilirken, maddi kaynaklar nerelerde, kimin
tarafından, ne ölçüde kullanılacağı açıklanmış olur. Sorumlu olan kimse yetki kullanırken keyfi
davranmaz, amaçlar, stratejiler, planlar ve politikalar doğrultusunda hareket etmek zorunluluğunu
taşır. Yetki ve sorumluluklar örgütün en üst kademesinden derece derece azalarak kademelere
doğru dağılmaktadır. Bu dağılımda her strateji ve politika değişimi etkili olmakta, bazı etkileri
arttırırken bazıları azalmakta, bazılarını da tamamen ortadan kaldırmaktadır. Bu arada da yeni
örgütsel kaynaklar, yani yeni insanlar ve yöneticiler ile yeni maddi unsurlar örgüte katıldığında
bunların kullanma izninin kimlere verileceği konusu gündeme gelmektedir(Kahveci 1999:59).
4.1.4. Örgütsel Yapının Analizi
Krizden daha az zararla çıkmak isteyen küçük işletme yöneticilerinin örgütsel yapılarının
getirdiği olumsuzlukların ve avantajların farkında olmaları gerekmektedir. Bu nedenle yapılması
gereken içsel analizlerde ikinci aşamayı örgütsel yapının gözden geçirilmesi oluşturmaktadır.
İşletme yöneticileri bu aşamada stratejik üstünlük sağlayabilen veya stratejik zayıflığa neden
olabilen örgütsel özellikleri yeniden belirlemek durumundadırlar. Bu çerçevede küçük ölçekli bir
işletme açısından her dönemde üstünlük sağlayabilecek bazı özellikler şunlardır(Titiz vd. 2001:214)
- Esneklik,
- Yenilikçilik,
- Sınırlı Pazar ve Ürün Hatları
- İnformal Yönetim ve Personel İlişkileri
98
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
4.1.5. Finansman Yapısının Analizi
Kriz dönemlerinde küçük işletmelerin üzerindeki en ciddi olumsuz sonuçlar finansal yapı ile
ilgili olarak ortaya çıkmaktadır. Bu çerçevede küçük işletme yöneticisinin finansal yapıyı yeniden
analiz etmesi gerekmektedir. Küçük işletmeler açısından önceki dönemlerin finansal sonuçlarını
değerlendirmenin en kullanışlı yollarından birisi oran analizi yapmaktır.
Fakat oran analizi tek
başına yeterli değildir. Sağlıklı bir sonuca ulaşabilmek için bu analizin yanında işletmenin analizi
yapılan dönemlerde ne ürettiğinin, ürününü kimlere, hangi şartlarda sattığının ve piyasaların o
dönemdeki durumunun da göz önüne alınması gerekmektedir (Brigham 1989:287).
Kriz dönemlerinden küçük işletmelerin satışlarında önemli oranda azalma meydana
geldiğinden işletmeler finansman sıkıntına düşmekte ve bu durumda en uygun şartlarda kredi temin
etme ve temin edilen krediyi en uygun şekilde kullanma önem kazanmaktadır. Bu sorunun ise
işletmenin güçlü bir finansal yapıya sahip olması ile çözülebilir.
4.2. Finansal Krizlerin KOBİ’ler Üzerindeki Etkileri
Finansal kriz KOBİ’ler açısından risklerin ve belirsizliklerin arttığı, normal faaliyetlerine
devam edemediği ve krize acil cevap verme zorunluluğunun olduğu kritik dönemlerdir. Finansal kriz
dönemlerinde KOBİ’ler kısa süre içerisinde hem mevcut sorunlara cevap vermek, hem de değişen
koşullara ayak uydurmak gibi önemli zorunlulukları vardır. Dolayısıyla, finansal kriz dönemlerinin
işletmeleri hem içsel hem de dışsal yönleriyle etkileyen birçok yönünden bahsedilebilir.
Finansal kriz dönemlerinde bankaların kredi vermekte hem isteksiz davranmaları hem de
daha yüksek faiz istemeleri, bankaların verdikleri kredileri geri çağırmaları, kredi yenilenmesi
taleplerine olumsuz karşılık vermeleri, daha yüksek teminat istemeleri, kredi sözleşmelerine
kendilerini daha çok garanti altına alacak maddeler koymaları KOBİ’lerin finansal açıdan zor duruma
düşmelerine sebep olacaktır.(Ekşi 2007:77).
Finansal kriz dönemlerinde, likidite sıkıntısı ve geleceğin belirsizliğinden dolayı tahmin
yapmanın zorlaşması nedeni ile KOBİ’ler yatırım politikasında değişikliğe gitme ve bazı durumlarda
yatırım kararlarını tamamen iptal etmek zorunda kalmaktadırlar.
KOBİ’lerin kriz dönemlerinde maliyet düşürme anlamında uyguladıkları eylem-önlemlerle
ilgili en temel faaliyet küçülme (downsizing) olacaktır. Küçülme, personel sayısının tekrar gözden
99
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
geçirilerek, sayının üretim hacmi ile orantılı hale getirilmesidir. Bu yöntem literatürdeki çalışmalarda
incelenen KOBİ’lerin hemen hepsinde az veya çok görülen bir durumdur (Altan vd. 2001:461).
SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
Küreselleşme ile birlikte özellikle 1990’lı yıllardan itibaren artan kontrolsüz kısa dönemli
sermaye akımları Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeleri yüksek finansal risklerle karşı karşıya
getirmistir. İçinde bulunduğumuz dönemde etkisini yaşamakta olduğumuz finansal krizden en çok
krizle mücadelede hala çok önemli eksiklikleri bulunan küçük işletmeler etkilenmektedir.
Günümüzde KOBİ’lerin varlığını sürdürmesi, satışlarını arttırıp kar elde edebilmesi ve
değişen şartların olumsuz etkisini en az şekilde yaşaması, büyümesi ve gelişmesini sağlayabilmesi
için stratejik yönetimin kurallarını uygulanması gerekir. Stratejik yönetimi uygulamayan KOBİ’lerin
artık günümüzde rekabet şansları giderek azalacak, devamlılıkları tehlikeye girecektir. Çünkü
stratejik yönetime yer vermeyen KOBİ’ler değişikliklere uyum sağlama ve rekabette üstünlüğü ele
geçirme şanslarını kaybetmiş olacaklardır.
Finansal krizlerin ve bankacılık krizlerinin çözümü, ülkedeki makroekonomik iyileşme, banka
problemlerinin hızlı ve gerçekçi bir yaklaşımla ele alınması, yeniden sermayelendirme ve borçların
yeniden yapılandırılmasına ilişkin programların koordineli olarak yürütülebilmesi, mali bünyesi zayıf
bankaların sistemden çıkarılması gibi birçok faktöre bağlı olarak işleyen bir süreçtir. Krizlerin
çözümünde başarı elde edilmesi, hükümetlerin kriz yönetimindeki kurumsal kapasitesine,
politikaların eş zamanlı olarak zamanında ve yerinde uygulanmasına, sisteme zarar veren
uygulamaların değiştirilmesi konusunda alınacak kararlarda istekli olunmasına ve karar alıcıların
sosyal ve politik açıdan karşı karşıya kalınılabilecek güçlüklerle mücadele yeteneğine bağlı
olmaktadır. Bunun yanında ahlaki risk problemleri ortaya çıktığında piyasa mekanizması kendi
kendisini düzenleyemediği için, etkin kamu düzenlemesi ve denetlemesi gerekli hale gelmektedir
(Duman 2002:133-143)
‘‘Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı bu kriz, ne kısa dönemde ortaya çıkmış, ne de sırf ekonomik
nedenlerden kaynaklanmıştır. Türkiye, ekonomik, siyasal ve insan kaynaklarını kapsayan ciddi
yapısal sorunlarla karşı karşıya bulunmaktadır. Bu krizin atlatılmasına katkıda bulunacak birkaç
öneri aşağıda yer almaktadır’’ (Toprak 2001:266):
1- Döviz gelirlerini arttırmalı, bunun için özellikle komşu ülkelerle olan ticareti canlandırmalıdır.
100
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
2- Döviz kazandırıcı faaliyetlere doğrudan teşvik sistemi geliştirilmelidir.
3- Yurtdışındaki Türklerin tasarruflarının ülkeye getirilmesi sağlanmalıdır.
4- Bankalar desteklenmelidir.
5- Vergi oranları vergi tabanını yaygınlaştırmak için düşünülmeli, vergi sistemi şeffaf ve basit
hale getirilmelidir.
6- İşlevini tamamlamış kamu kurumları tasfiye edilmelidir.
7- Eğitim, sağlık ve emeklilik sigortası gibi alanlarda özel sektörün yer almasındaki engeller
kaldırılmalıdır.
8- Savunma harcamaları kısılmalıdır.
9- Kamu ihale sistemi şeffaflaştırılmalı, kamu mülkiyeti özelleştirilmelidir.
101
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
KAYNAKLAR
Akçağlayan, Anıl (2005), “Para Krizleri” İktisat, İşletme ve Finans Dergisi, Vol.20, Issue.230.
Aktan, Coşkun, Can (1999)2000’li Yıllarda Yeni Yönetim Teknikleri,(2) Stratejik Yönetim, İstanbul:
TÜGİAD Yayını.
Altan, M., Bezirci, M. (2001), “Ekonomik Krizlerin KOBİ’ler Üzerine Etkisi: Karaman Örneği”,
I. OrtaAnadolu Kongresi, 18-21 Ekim, KOSGEB-Erciyes niversitesi, Nevşehir İktisadi Ve İdari
Bilimler Fakültesi
Augustıne, Norman R. (2000). Önlemeye Çalıştığınız Krizi Yönetmek. Kriz Yönetimi. Harvard
Business Review. Çev. Salim Atay. MESS. Türkiye Metal Sanayicileri Sendikası. İstanbul: BZD
Yayıncılık.
Brigham. Eugene. F. (1989), Fundemantals of Financial Management, 5. Edition, Drayden, Orlando
Budak, Gönül ve Budak, Gülay (1998). Halkla İliskiler, 2.baskı, İzmir.
Delice, Güven (2003). Finansal Krizler. Teorik ve Tarihsel Bir Perspektif, Erciyes Ünv. İ.İ.B.F.Dergisi,
Sayı.20,
Dinçer, Ömer. (1995) Stratejik Yönetim ve İşletme Politikası, İstanbul,Beta Basım Yayım Dağıtım
A.Ş,
Dinçer, Ömer (1998). Stratejik Yönetim ve İsletme Politikası. 5. Baskı, Beta Yayıncılık, İstanbul,
1998.
Dinçer, Ömer (1989). Kriz Dönemlerinde Yönetim ve Plansız Değismenin Sorunları. 3. Ulusal
İsletmecilik Kongresi (30 Kasım-3 Aralık 1989/Kapadokya), Gazi Üniversitesi, İİBF, Ertem
Matbaacılık, Ankara,
Doğan, Selen. Hatipoğlu, Celal (2009). Küçük ve Orta Boy İşletmelerde Vizyon Açıklamasının
İşletmenin Performansına Etkisine İlişkin Bir Araştırma. Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari
Bilimler Dergisi, Cilt: 23, Sayı: 2,
Duman, Koray (2002). Finansal kriz ve bankacılık sektörünün yeniden yapılandırılması’’,
Akdeniz Üniversitesi İİBF Dergisi, Sayı:4.
Edwards, Sebastian (2001). Does the Current Account Matter?, National Bureau of Economic
Research Working Papers, No:8275..
102
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Ekşi, H.İ. (2007), “Finansal Krizlerin KOBİ’ler Üzerindeki Etkileri ve Başarılı- Başarısız KOBİ’lerin Kriz
Dönemi Stratejileri”, Yayınlanmamış Doktora Tezi,
Süleyman Demirel Üniversitesi, Isparta Faulkner, David. O. ve Campbell, Andrew(2003). The
Oxford Handbook of Strategy,Volume I:A Strategy Overview and Competetive Strategy. Oxford
University Press, Great Britain.
Fink, Steven (1986), Crisis Management, American Management Association.
Flood, Robert. Marıon, Nancy (1998). Perspectives on the Recent Currency Crises Literature.
National Bureau of Economic Research Working Papers, No:6380.
Foster, M. John. (1993). Scenario Planning For Small Businesses. Long-Range Planning, 26 ISSN
(print) 0024-6301
Gordon, Judith R. (1993). A Diagnostic Approach To Organizational Behavior (4th Edition), Boston:
Allyn and Bacon Publishing.
Haşit, Gürkan (2000). İşletmelerde Kriz Yönetimi ve Türkiye’nin Büyük Sanayi İşletmeleri Üzerinde
Yapılan Araştırma Çalışması, Anadolu Üniversitesi Yayınları, Eskişehir.
Irvine, Robert B. (1987). What’s a Crisis, Anyway. Midyear Special, 4.Edition
Kash, J. T. ve R. J. Darling (1998). Crisis Management: Prevention, Diagnosis and Intervention.
Leadership & Organisation Development Journal, Vol.19, No.4.
Kibritçioğlu, Bengi. Köse, Bülent. Uğur, Gamze (1999). A Leading Indicators Approach to the
Predictability of Currency Crises: The Case of Turkey.
Kruger, Mark. Osakwe, N.Patrick (1998). Fundementals, Contagion, and Currency Crises: An
Empirical Analysis. Bank of Canada Working Papers, No:10.
Kahveci, Yusuf (1999). Küçük ve Orta Ölçekli İşletmelerde Stratejik Yönetim (Sakarya Örneği),
(Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Sakarya Üniversitesi)
Karaçor, Z. Alptekin (2006). Finansal Krizlerin Önceden Tahmin Yolu ile Değerlendirilmesi: Türkiye
Örneği, Yönetim ve Ekonomi Dergisi, Sayı 13.
Kuhn, Robert, Lawrence (1989). Creativity and Strategy in Mid-Sized Firms, Prentice-Hall, New
Jersey.
Mishkın, Frederic,S (2003). The Economics of Money, Banking and Financial Markets, Seventh
Edition, Pearson Addison Wesley.
103
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Mishkın, Frederic, S (1996). Lessons From the Asian Crisis. NBER Working Papers, 1-2.
Mount J. Zinger, Michael (1993), "Organizing for Development in Small Businesses", Long-Range
Planning, 26 (5).
Sandeno, Stanley (1985), Small Business Management Principles, Business Pub., Texas.
Papadakis, Vassilis M. Kaloghirou, Yiannis ve Iatrelli, (1999). Strategic Desicion Making: From Crisis
to Opportunity, Business Strategy Rewiev, Volume: 10, Issue: 1, 29-37.
Pıçak, Murat. Yılmaz. Sema, Giray.Yavuz (2009). Küresel Ekonomik Sistemde Finansal Krizleri
Önleme ve Yönetme Sorunsalı. Mevzuat Dergisi, Yıl:11, Sayı:137
Regester, Michael ve Judy Larkin (2005). Risk Issues and Crisis Management: A Casebook of Best
Practice, 3rd Edition, Kogan Page: London.
Saraçoğlu, Rüştü (1995). İstikrar Programı Üzerine Düşünceler, Türkiye İçin Yeni Bir Orta Orta
Vadeli İstikrar Programına Doğru, TUSİAD. Yay. No:6-180, İstanbul,
Scarborough, Normon. M. W.Zimmerer, Thomos (1984). Effective Small Business Management,
Charles Merrill, Ohio.
Şimşek, H. Ayça (2008). Küreselleşme Sürecinde Finansal Krizler ve Maliye Politikaları: Teorik Bir
Değerlendirme, Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi.
Sayı.13.
Toprak, Metin (2001), Küreselleşme ve Kriz - Türkiye ve Dünya Deneyimi, Ankara: Siyasal Kitabevi
Vergiliel, M. (2001) “Kriz ve İşletme Yönetimi”Alfa Yayınları
Waalewijn, Philips, P. Senan (1993). Strategic Management: The Key to Profitability in Small
Companies. Long-Range Planning, 26(2).
www. dpt. gov. tr. (22.12.2009).
www.econturk.org, (KrizYonetimi) (12-01-2010).
www.ozyazilim.com/ozgur/marmara/ (15-01-2010)
104
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
GEÇİŞ EKONOMİLERİNDE GLOBAL MALİ KRİZLERİN AŞILMASINDA “TOPLAM KALİTE
YÖNETİMİ”NİN YERİ VE ÖNEMİ
Dr. Osman DAĞDELEN*
ÖZET
2008 yılında gerçekleşen global finansal kriz, başta ABD`leri olmak üzere, küresel finans
piyasalarını ciddi boyutlarda etkilemiştir. Bu kriz, 1990 yılında SSCB’nin yıkılmasıyla merkezi planlı
ekonomiden serbest pazar ekonomisine geçiş kararı alan Orta Asya Türk Devletleri ekonomilerini de
derinden etkilemiş, olumlu ekonomik büyüme trendlerini tersine döndürmüştür.
Çalışmada, bu krizden daha fazla zarar görmeden kurtulmak ve gelecekte olabilecek benzeri
krizlere karşı alınabilecek önlemler arasında; 1973 dünya petrol krizinde, Japonların gösterdiği
yüksek performansın arkasında yatan Toplam Kalite Yönetim Felsefesi olduğu gerçeğinden
hareketle, günümüzde de TKY felsefesi başarıyla uygulandığında krizler aşılabilir.
Bugüne kadar Türk Sanayi Sektörü, kaliteli üretim konusunda büyük tecrübe kazanmış ve çeşitli
alanlarda firmalarımız uluslar arası kalite ödülleri kazanmışlardır. Bu birikimin Orta Asya geçiş
ekonomilerine aktarılması her iki tarafın da yararına olacaktır.
Yapılan çalışmalar sonucunda, Toplam Kalite Yönetiminin, yeterli koşullar yaratıldığında, bu
ülkelerin işletme ve kurumlarında, günümüzdeki krize ve gelecekte olabilecek olası finansal krizlere
karşı etkili bir çözüm yolu olabileceği değerlendirilmiştir. Toplam Kalite Yönetim ilkelerinin ne
şekilde hayata geçirilebileceği üzerinde durulmuştur.
Anahtar Kelimeler: Global Mali Kriz, Geçiş Ekonomileri, Toplam Kalite Yönetimi (TKY)
ABSTRACT
The last financial crisis that was realized in 2008 had detrimental effects on the global financial
markets. Primarily economies of the US, Europe and also, on the economies of Central Asian
Transformation Economies those have historical, socio-cultural and geographical ties with Turkey.
*
Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi Ekonomi Fak., [email protected]
105
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
As a result of this global financial crisis, the positive economical growth rates of these
transformation economies turned back to the negative.
In 1973, world petroleum crisis, generally the whole world economies, affected badly, except
Japan Economy that was stayed healthy and his growth rate was increased. The main reason
behind this success was “Total Quality Management Philosophy”. In the west, in 1980`s, this
philosophy was adopted as an antidote for the crisis.
Turkish Industrial Sector was experienced with respect to the quality, and some of the Turkish
organizations have won international quality awards in 1990`s. Turkey can transfer her quality
experience to these countries.
If suitable organizational climates are created in these countries, the principles of the Total Quality
Management Philosophy can be applied successfully in any kind of organization. In this study, it
was showed how to apply these principles to the organizations. It is concluded that if these
principles are adopted and realized, organizations could be more competitive and also could be
protected against probable future crises.
Key words: Global Financial Crisis, Transformation Economies, Total Quality Management (TQM)
106
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
GİRİŞ
1990 yılında SSCB’nin yıkılmasıyla bağımsızlığını kazanan, merkezi planlı ekonomiden
serbest piyasa ekonomisine geçiş sürecini yaşamakta olan
dönüşüm ekonomileri,
ülkeleri tanımlamakta kullandığımız
1998 yılı Ağustos ayında gerçekleşen Rusya ekonomik krizinden
etkilenmişlerdir. 2008 yılında ise tüm dünyayı etkisi altına alan global mali krize de hazırlıksız
yakalandıklarından bu krizin etkilerini daha fazla hissetmişlerdir.
Dünyada her gün 1,5 trilyon dolara yakın bir nakit sıcak para el değiştirmekte, getirisi
hangi ülkede yüksek ise oraya yönelmekte bazen da çok kısa süreler için giriş yapıp çıktığı ülkeleri
şiddetli depremler gibi sarsabilmektedir.
Serbest piyasa ekonomilerinde arz talep dengesi sağlıklı bir şekilde kurulup istikrar
sağlanıncaya kadar krizlerin çıkması doğal görünmektedir. Önemli olan, ülke dışında gerçekleşen
krizleri önlemek değil, ki zaten hiçbir ülkenin gücü de buna yetmemektedir, krizlere karşı daha
dayanıklı bir ekonomik yapının oluşturulmasıdır.
1973 ilk dünya petrol krizinden sonra, önce Japonya ve sonra diğer ülkelerde başarıyla
uygulanan ‘Toplam Kalite Yönetimi Felsefesi’ işletmelerin çalışanları, müşterileri, tedarikçileri ve
diğer paydaşlarının çıkar ve beklentilerini optimal düzeyde karşılayabildiği için başarılı olmuştur.
Günümüzde ilgili tüm paydaşlar için ‘kazan-kazan’
stratejisine göre kurgulanmayan oyunların
başarı şansının kalmadığını bilmek zorundayız.
Çalışmada, Toplam Kalite Yönetimi Felsefesinin içinde yaşadığımız coğrafyada nasıl
uygulanabileceği, pazar yerindeki bir satıcıdan en üst düzey işletme yöneticilerine kadar çeşitli
düzeydeki kişi ve yöneticilerle yapılan mülakatlar sonucu elde edilen veriler ışığında incelenmiş
krizlere çözüm önerileri kapsamında TKY yaklaşımının da ele alınması gerektiği değerlendirilmiştir.
NEDEN GLOBAL KRİZLERLE KARŞILAŞIYORUZ?
Global finansal krizler kapsamında bugüne kadar yaşanan yüzlerce krizden üçünün etkisi,
kapsamı ve süresi daha büyük olmuştur.
Bu krizlerden ilki 1882 yılında vadeli hisse senetleri alım satımı yapan yatırımcıların neden
olduğu ve Fransız Union Generale Bankasının iflasıyla sonuçlanan kriz, ikincisi 1929 yılında New
York Menkul Kıymetler Borsasında hisse senetlerinin aşırı değer kaybetmesi ile kendini gösteren ve
107
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
tüm dünyada ekonomik sarsıntılar yaratan krizdir. Sonuncusu ise mortgage (ipotekli konut kredisi)
kredilerinin aşırı speküle edilmesi sonucu, 2008 yılı başında Amerika`da başlayıp tüm dünyayı
etkileyen ve hala sürmekte olan büyük finansal krizdir (Özerol 2009:131-139).
Nasıl ki Newton Yer Çekim Yasasına göre atmosferde hiçbir nesne serbestçe duramayıp
yere düşerse spekülasyon amacıyla elde tutulan nakit paralar da herhangi bir finansal enstrümana
bağlı kalmadan uzun süre bekleyemezler. Nakit değerler için çekim gücünü faiz ve getiri oranlarının
yüksekliği belirler. Bugün için internet veya TV’lerdeki finansal haberleri izleyenler görecektir ki
globalleşen dünyamızda çok büyük bir nakit bolluğu vardır. Nerdeyse ortalama günlük 1.5 trilyon
dolar
civarındaki
bir
parasal
kaynak
dünyanın önemli
finansal
merkezleri
arasında
el
değiştirmektedir. Bu kadar büyük para dünyada bir yılda gerçekleşen direkt yabancı yatırımlar
tutarını bile aşmaktadır.
Konumuz açısından son global mali krizin oluşum mekanizmasını açıklamanın yararlı
olacağını değerlendiriyorum. 2005 yılından itibaren Amerika’daki bankalar müşterilerine genelde 10
yıldan 20 yıla kadar çok düşük faizli mortgage kredisi verirken tasarruf sahibi müşterilerinden bu
kadar uzun vadeli mevduat toplama şansları yoktu. Genelde en fazla 2-3 yıllık emeklilik vb.
fonlardan yararlanmaktaydılar. Bu durumda ortaya çıkan vade uyumsuzluk riskini gidermek için
bankalar kullandırdıkları mortgage kredilerini manipüle ederek bunların karşılığında Varlığa Dayalı
Menkul Kıymet (VDMK) fonları oluşturma yoluna gittiler. İşin ilginç yönü kullandırılan bir kredi
karşılığında 3-4 yıl içinde talebe bağlı olarak 8-10 kez VDMK çıkarıldığı olmuştur. Global olarak işlem
gören en güvenilir paranın dolar olması ve piyasalardaki dolar bolluğu, dolara bağlı finansal
enstrümanlara olan talebi artırdıkça VDMK’lerin tüm dünyadaki satışını da artırmıştır. 2007 yılına
gelindiğinde ABD’ndeki mortgage kredileri toplamının 10 trilyon dolara yaklaştığı, bunun 1.4 trilyon
dolarının ise yüksek risk taşıyan konutlar için kullandırıldığı ortaya çıkmıştır (Özerol 2009:145).
Örneğin, normal değeri 30 bin dolar olan konut aşırı spekülasyon nedeniyle fiyatı 100 bin
dolara yükseldiği zaman kredi kullandırılan
müşteri, fiyatlar düşme trendine girip vadesi gelen
konut kredilerini geri ödeyemediğinde, mortgage yasası gereği bankaların alacağı sadece ipotekli
evle sınırlı olduğundan verilen 100 bin dolarlık konut kredisi karşılığında bazen 40-50 bin dolar zarar
etmeleri sonucunu doğurmuş ve bankalar iflas etmeye başlamışlardır. VDMK’lerin yarıya yakını
İngiltere, Fransa, Almanya, Hollanda gibi Avrupa ülkelerinde satılmıştır.
Amerika’da bankalar iflas etmeye başlayınca tasarruf sahiplerinin vadesi gelen alacaklarına
ve panik halinde bankalara hücum eden banka mudilerine ödeme yapabilmek için büyük miktarda
acil paraya ihtiyaç doğdu. Bu kriz ortamında, öncelikle gelişmekte olan ülkelere ve dönüşüm
108
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
ekonomilerine kredi veren bankalar ve finansal kuruluşlar krize girip paralarının bir kısmını geri
çekmek istediklerinde, özellikle dış ödemeler dengesinde problemi olan ülkeler başta olmak üzere
tüm dünya ülkeleri finansal krizle karşı karşıya kaldılar.
Bu son finansal kriz geçiş veya dönüşüm ekonomilerinden Orta Asya Türk Cumhuriyetlerini
de büyük çapta etkilemiş ve bu ülkeler hala krizden tam olarak kurtulabilmiş değildirler. Örneğin,
Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin ekonomik açıdan en büyüğü olan Kazakistan 2009 yılına
gelindiğinde, ülkenin 2008 yılı ihracatı 72 milyar dolardan 2009 da 41.64 milyar dolara gerilerken
sadece bankaların dış borçları 40 milyar dolara çıkıp vadesi gelen krediler, yıllık 4 milyar dolardan,
global kriz nedeniyle 12 milyar dolara fırlayınca kriz kaçınılmaz olmuştur www.un.org/esa
(09.11/2009). Fazla miktardaki yabancı krediler ülkeye giriş yapınca, halk bankaların vermeye
başladığı ucuz kredileri,
sanki hiç geri ödenmeyecek gibi, ihtiyaçlarının üzerinde kullanmış ve
sonuçta konut fiyatları birkaç yılda katlanarak astronomik değerlere yükselmiştir. Konut sektörü
yanında lüks oto alımları da akıl almaz düzeyde yükselerek ülkenin dış ödemeler dengesi açıkları ilk
yıllarda alınan dış borçlarla kapatılmış fakat 2008 yılına gelindiğinde artık bu imkanın da maliyetinin
katlanamaz boyutlara geldiği anlaşılınca Şubat 2008 yılında tenge yüzde 20 devalüe edilmiştir. 2008
yılında dış kredilerin ödeme zamanı geldiği halde global mali krizin de etkisiyle kredi kullanan halk
ve bankalar geri ödemeleri zamanında gerçekleştiremeyerek krize girmiştir. Yatırımcılardan bir
kısmının yüz binlerce dolara aldıkları konutları yarı fiyatından daha düşük bir bedelle satarak
bankalara olan borçlarını ödemeleri yanında, hala bireysel kredi kullanıp ta bir tenge bile ödemede
bulunmayan müşterilerle karşılaşıldığında halkın ve ekonomik sistemin tüm kural ve kuruluşlarıyla
hala serbest piyasa ekonomisi gerekleri doğrultusunda organize edilemediği anlaşılmaktadır. Krizin
başlangıcında zor durumdaki bankalar ya devletleştirilmiş ya da devlet müdahalesiyle iflastan
kurtarılmış, fakat müşterilerine yeni kredi kullandırmalarına çok büyük sınırlamalar getirilmiştir.
TOPLAM KALİTE YÖNETİMİ VE KRİZLER
Krizlerden korunmanın etkili bir yolu olarak değerlendirebileceğimiz Toplam Kalite Yönetimi
yaklaşımı, II. Dünya savaşından harap olarak çıkan Japonya’da, Deming ve Juran gibi Amerika’dan
gelen bilim adamları ile Japon Ishikawa öncülüğündeki özverili ve sabırlı çalışmalarıyla uygulama
sahasına konmuş ve yıllar içinde müesseseleşmiştir (Sashkin 1992:5-22). Krizlerin panzehiri
olabileceği konusunda TKY felsefesine Japonların genel olarak inancı tamdır. Amerika’nın dünyanın
en büyük ekonomik ve siyası gücü olmasında onların organize etme yeteneklerinin ve dolayısıyla
yönetim becerilerinin büyük etkisi ve katkısı olduğu genel kabul görmüş bir düşüncedir.
109
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
TKY, 1970’lerin sonları ve 1980’lerin başlarında Amerikan sanayinin Japonlarla rekabette
güçlüklerle karşılaşması, Amerikalıları Japon mucizesinin arkasındaki nedenleri araştırmaya yöneltti.
1980’lerin başında Edwards Deming`in ismiyle birlikte TKY kavramı da gündemdeki yerini almış
oldu (Şimşek, Hasan 2007:35). 1980’lerde sosyalist ülkeler hariç, ABD ve tüm dünya ülkelerin özel
sektör işletmelerinde uygulanmaya başlanan TKY anlayışı 1990’larda kamu örgüt ve yöneticilerinin
de dikkatini çekmiş ve kamu kurumlarında da uygulanabilirliği üzerinde çalışmalar başlatılmıştır.
1973 yılında OPEC ülkelerinin yarattığı dünya petrol kriziyle beraber artan üretim maliyetleri
ve daralan talep nedeniyle dünya ekonomisi de durgunluğa girmiştir (Yüzbaşıoğlu 2008:155). 1973
petrol krizi, ürün kalitesi ve ürünle ilgili müşteri taleplerinden ziyade verimlilik, standardizasyon ve
kütlesel üretim teknikleri üzerinde duran klasik yönetim anlayışında çözülmeye yol açan ve ezberleri
bozan çok tipik bir tetikleyici olmuştur. Piore ve Sabel’e göre kitlesel üretim yöntemleriyle üretilen
standardize
ürünlerle
piyasaların
doygunluğa
ulaşması
ve
sonuçta
yeterli
tüketici
yaratılamadığından ekonomik bunalım ortaya çıkmıştır. Özellikle tüketicilerin alım gücünün göreceli
olarak düştüğü dönemler kitlesel üretim için en sorunlu dönemler olmuştur (Bellek 1999:161).
İşletme yönetimi, bilimsel bir disiplin ve asli çalışma alanı olarak 19’ncu yüzyılın sonları ile
20’nci yüzyılın başlarında kendini göstermiştir. Genel anlamda, 1970’lere kadar, işletme
yönetiminde geçerli olan parametreleri kısaca ifade etmek istersek: maddi ödüllerle çalışma
performansının artırılabileceğini varsayan ve insana materyalist bir yaklaşım, işletme ve örgütte
aşırı uzmanlaşmanın öne çıkması ve sonuçta iş bütünlüğünün kaybolması, iş kalitesinin ve
çalışanların motivasyonunun azalması, üretim süreçlerinde hala büyük ölçüde kol ve kas gücünün
egemen olması, yaratıcılığı ve yenilikçiliği özendirmeyen baskıcı bir örgüt kültürü, hiyerarşik otorite
dağılımı, kaliteden ziyade verimliliği ve çıktının hacim ve niceliğini her şeyin üstünde tutan bir
işletme yönetim anlayışı hakim olmuştur (Şimşek H. 2007: 25).
YENİ EKONOMİ DÖNEMİ VE TKY
1973 petrol krizi, sanayileşmiş ülkelerdeki kapitalist üretim biçiminin değişme zamanını
göstermesi açısından bir dönüm noktasıdır. Örneğin, ekonomisi ile kapitalist üretim biçimine ve
Sovyetler Birliği’ne karşı oluşturulan siyasal bloğa öncülük eden ABD’nde yükselen petrol fiyatları ve
uzayan benzin kuyrukları nedeniyle neredeyse duran otomobil talebi, Amerikan ekonomisinin lideri
olan otomobil endüstrisini derinden etkilemişti. Elbette ki ekonominin bir sektöründeki kriz sadece o
sektörle kalmayıp kısa sürede diğer sektörlere de sıçramıştır. Çok zaman geçmeden, başta Amerika
olmak üzere hemen bütün Avrupa ülkeleri kendilerini derin bir krizin içinde bulmuşlardır. Tam bu
110
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
sırada, daha önceleri Amerikan halkı tarafından pek kaliteli ve rahat bulunmayan küçük ve
ekonomik Japon otomobillerine olan talep hızla artmaya başlamıştır. O zamana kadar,
Amerikalıların yaşamının her alanına nüfuz etmiş olan (geniş otomobiller, gökdelenler, geniş ve lüks
konutlar) “büyük iyidir” olarak ifade edilebilen endüstriyel paradigmasının geçersizliğini göstermiştir.
Japon otomobillerinin ABD’nde yaygın kullanımı Amerikalıların değer yargılarını da
değiştirmiş; geleneksel olarak israfçı olan ve ekonominin belli dinamizmini bu israfa borçlu olan
Amerikalılar gittikçe daha tutumlu olmaya, kaliteye ve dayanıklılığa da önem vermeye başlamışlardır
(Şimşek H.2007:25).
1973 krizi ve devamında Japon şirketleri daha da güçlenmiş, 1980’lerde ise özellikle
Amerikan şirketleri, Japon şirketlerinin bunaltan rekabetiyle baş etmenin yollarını ararken Japon
mucizesinin ardındaki gücün Toplam Kalite Yönetimi ilkelerinin sanayide başarıyla uygulanmasından
kaynaklandığı gerçeği ortaya çıkmıştır. Nitekim 1980 yılında Amerikan NBC Televizyonunda
programcı Clair Crawford Mason tarafından hazırlanan “Eğer Japonya Yapıyorsa Biz Neden
Yapamayalım?” adında bir belgesel film yaparak TKY felsefesi Amerika ve tüm dünyanın gündemine
oturmuştur (Şimşek, H.2007:8)
Paradigma (dünyayı belli bir açıdan algılayış veya anlayış biçimi) değişmesine neden olan
krizden kurtulmak için serbest piyasa ekonomisinin geçerli olduğu ülkelerin çoğunda ve bu arada
Türkiye’de de TKY yaklaşımının çeşitli uygulama araçları kullanılmaya başlanmıştır. Batı
ekonomilerinde en çok kullanılan TKY aracı olarak “Kalite Çemberleri” uygulamasından her
işletmede beklenen performans artışı gerçekleşmemiştir. Başarısızlık nedenleri araştırıldığında,
başarısız işletmelerin TKY felsefesinin altında yatan gerçekleri anlamadan sadece biçimsel olarak
mekanik bir şekilde uygulamalarından kaynaklandığı anlaşılmıştır. (Şimşek, M.2007:190-203)
Global finansal krizden olumsuz olarak etkilenen dönüşüm ekonomilerinden Orta Asya Türk
Cumhuriyetleri işletmelerinin mevcut krizin yaralarını etkili bir şekilde sarmak ve gelecekte
olabilecek krizlere karşı daha dirençli ve güçlü olarak çıkabilmeleri için TKY yönetim yaklaşımının
topyekün bir değişim felsefesi olarak benimsenip evrensel niteliklere sahip, her türlü zaman ve
koşula adapte olabilen ilkelerinin etkili bir şekilde hayata geçirilmesiyle mümkün olabileceği
değerlendirilmektedir.
111
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
TOPLAM KALİTE YÖNETİMİ (TKY) NEDİR?
İkinci Dünya Savaşı sonunda, şehirleri atom bombalarına hedef olup yakılıp yıkılan,
ekonomik koşulları son derece bozulan Japonya’da, normal şartlarda bile zaten kısıtlı olan doğal
kaynaklara işgücü ve sermaye yetersizliği de eklenince, Japonya, ekonomik varlığını sürdürebilmek
için kısıtlı olan kaynakları mümkün olan en düşük maliyetle
kullanmayı ve Japon Mucizesini
yaratmayı Deming ve arkadaşlarının planlı ve sabırlı çalışmalarıyla ABD kaynaklı TKY’ni önce
öğrenip sonra da kendi kültürlerine adapte edip daha da geliştirerek evrensel uygulama olanağı
kazandırmışlardır.
Şimşek, M.(2007:95)`e göre: “TKY, klasik anlamdaki yönetim anlayışının alternatifi olarak
doğan, gelişen ve günümüzde de gelişimini sürdüren bütüncül bir yönetim anlayışının adıdır. TKY,
müşterinin en ekonomik düzeyde, tam olarak tatmin edilmesi için, şirket içindeki pazarlama,
mühendislik, satın alma, üretim, kontrol, satış ve servis faaliyetlerinin organize edilerek, kalitenin
oluşturulmasını,
sürekliliğini,
geliştirilmesi
ve
takibini
temin
edecek
etkin
bir
sistemin
gerçekleştirilmesidir”.
Etkin bir Kalite Yönetim Sisteminin geliştirilebilmesi için ISO tarafından yayınlanan ISO
9000 kalite standartlarına uygunluğunun belirlenmesi önemli bir aşama olacaktır. Londra’da 1947
yılında kurulan ISO (Uluslar arası Standartlar Örgütü) üyesi olan ülkelerin ulusal standartlarla ilgili
kurumlarını bir araya getirip onları yönlendiren bir kuruluştur.Merkezi İsviçre’nin Cenevre
kentindedir. Amaç ülkelerarası mal ve hizmet alışverişini kolaylaştırmak ve akademik, bilimsel,
ekonomik sahalarda işbirliği kurmak ve geliştirmektir (Özkan 2005:144).
Halen bütün dünya devletlerinde kullanılan ve ülkemizde de benimsenen ISO 9000
standartlarını, Türk Standartları Enstitüsü (TSE)1987 yılında bire bir Türkçeye çevirmiş ve başına TS
getirilerek TS-ISO 9000 olarak yayınlamıştır. Herhangi bir ISO 9000 Kalite Yönetim Sisteminin
belgelendirilmesinin anlamı, ürün ve hizmetten ziyade, üretim veya hizmet süreçlerinin standardize
edilerek sürekli aynı kalitede ürün ve hizmet üretilmesini güvenceye almaktır.
ISO 9000:2000 Yönetim Sistemi, Toplam Kalite Yönetiminin 8 ilkesini benimsemiştir. Bu
ilkeler, Avrupa Kalite Vakfı (EFQM)’nın Kalite Yönetimi İş Mükemmelliği modelinde de küçük isim
farklılıklarıyla benzer nitelikte olup şunlardır (TSE 1996:22) :
1. Müşteri Odaklılık,
2. Liderlik,
3. Çalışanların Katılımı,
112
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
4. Proses Yaklaşımı,
5. Yönetimde Sistem Yaklaşımı,
6. Sürekli İyileştirme,
7. Verilere Dayalı Karar Verme Yaklaşımı, ve
8. Tedarikçilerle Karşılıklı Faydaya Dayanan İlişkilerdir.
Yukarıdaki ilkeler incelendiğinde görüleceği gibi TKY, yönetim olgusuna çoklu bir yaklaşım
olup, yönetim anlayışının 20nci yüzyılın başından bugüne değin geçirdiği evrim sürecinde en son
gelinen noktayı yansıtmaktadır. TKY anlayışı kendinden önceki yönetim yaklaşımlarını hepten
reddetmemekte, yararlı gördüğü ilkelerini benimseyip bünyesine katmaktadır. Örneğin, Klasik
Yönetim anlayışı olarak adlandırılan yaklaşımdan H. Fayol’un süreç yaklaşımını, Neo klasik yönetim
anlayışı olarak da adlandırılan Davranışçı yaklaşımdan liderlik ve çalışanların katılımı ilkelerini,
Modern Yönetim yaklaşımlarından biri olan Sayısalcı yaklaşımdan verilere dayalı karar verme ilkesini
ve Sistem Teorisi yaklaşımından yönetime sistem yaklaşımı ilkelerini benimsemiş; müşteri odaklılık,
sürekli iyileştirme (Kayzen) ve tedarikçilerle sürekli ve iyi ilişkiler kurulması ilkeleri TKY Yaklaşımı ile
Yönetim Teorisi literatürüne kazandırılmıştır.
TKY İLKELERİNİN GEÇİŞ EKONOMİLERİNDE UYGULANMASI
Bu
sekiz
uygulandığında
bu
ilke
yardımıyla
ülke
işletme
oluşturulan
ve
TKY
sistem
kurumlarının
krizlere
modeli
geçiş
dayanıklı
ekonomilerinde
ekonomik
yapılara
kavuşturulabileceği inancıyla bu ilkeler ışığında neler yapılması gerektiği sırasıyla açıklanmaktadır:
1. Müşteri Odaklılık İlkesi
Bu ilke gereğince, işletmelerin varlık nedeni, kıt kaynakları kullanarak müşteri istek ve
ihtiyaçlarını en ekonomik yoldan gidermektir. Türk kültüründeki ‘Müşteri Velinimettir’ düsturu,
Japonlar tarafından TKY anlayışı ile yönetim literatürüne kazandırılmıştır.
Bu ilke ile müşterinin ihtiyaç ve istekleri; pazar araştırmaları, anketler, görüşmeler ve diğer
veri toplama araçlarıyla elde edilen veriler değerlendirilerek ürün ve hizmet tasarımı, üretim süreci
ve satıştan sonraki hizmet aşamasında da göz önüne alınarak karşılanmalıdır.
Bu ilkeye göre, ürün ve hizmetin ilk anda ve doğru olarak
yapılmasını sağlamak için,
üretim zinciri içinde yer alan he bölümün ve her kişinin satıcı-müşteri ilişkileri içerisinde çalışma
113
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
esasının getiren iç müşteri anlayışı ışığında ‘Bir Sonraki Proses Müşterinizdir’ sloganıyla kalıcılık
kazanmıştır (Özkan 2005:28).
Orta Asya Geçiş Ekonomilerinin mevcut işletmelerini göz önüne aldığımızda bu ilkenin
kurumlar ve halkın kültüründe henüz yer almadığı gözlemlenmiştir. Bu coğrafyadaki işletmelerin
genel yaklaşımı, müşteriye hizmeti ben veriyorum, onlar bana mahkümdür, ben ne istersem onu
yaparım anlayışıdır. Çevresinde onlarca rakibi olsa da özellikle küçük işletmelerin, sanki bir monopol
gibi davrandıkları sık görülmektedir. Bölge ülkelerinin Sovyet dönemi geçerli olan tabanda eşitlik
pratiği bugün de geçerliliğini korumakta ve işletme sahiplerinin kültürel değerleri arasında aşırı
kazanç hırsının yer almadığı yüz yüze yapılan görüşmelerden anlaşılmıştır. Diğer taraftan, yabancı
firmaların daha rekabetçi yaklaşımları benimseyip uyguladıkları görülmektedir.
2. Liderlik İlkesi
TKY bir yönüyle istatistiki hesaplama araçlarının günlük üretim süreçlerinde yaygın olarak
kullanılması, üretim süreçlerinin sistematik ve nesnel yöntemlerle kontrol altına alınması, çeşitli
kalite iyileştirme araçlarının çalışanlara öğretilmesi yoluyla sorunların kaynağında giderilmesi ve
maliyetin düşürülmesi, bunlara ek olarak takım çalışması, katılımlı yönetim gibi ayırıcı özellikleri
nedeniyle oldukça aşağıdan yukarı bir sistem ve süreç gibi algılansa da liderlik, TKY yaklaşımının
çok önemli ilkelerinden biridir.
TKY yaklaşımına göre liderlik, örgütün vizyon, misyon v stratejilerinin oluşturulması,
çalışanların ortak amaçlar doğrultusunda motive edilip yönlendirilmesi ve sonuçların kontrol edilerek
hedeften sapmaların düzeltilmesini sağlayan bir iletişim ve etkileşim sürecidir. TKY yaklaşımında
hataların kaynaklarının belirlenmesinde Juran’ın kullandığı ’85/15’ kuralı geçerlidir. Juran, kalite
sorunları ortaya çıktığında %85 sorumluluk yönetimin, %15 sorumlulukta çalışanların üzerinde
olması gerektiğini ifade ederek TKY’nin yönetim ve liderlik boyutuna dikkatleri çekmiştir (Şimşek.H.
2007:151-154).
Bağımsızlığını 1991 yılında elde eden Orta Asya Türk Cumhuriyetleri, Sovyetler Birliği
döneminde izlenen politikaların doğal sonucu olarak az gelişmiş birer ülke olarak ekonomik yarışa
başlamışlardır. Dolayısıyla, 1990’lı yıllarda bölge ülkelerinde girişimciliği ve özel teşebbüste liderliği
teşvik eden devlet politikaları, etik değerler, pazar ekonomisi bilinci, grup ve örgüt psikolojisi, adetgelenek ve aileden gelen liderlik ve girişimcilik kültürü gibi faktörlerin hiç birisi mevcut değildi
(Kuloğlu 2008:241).
2010’lu yıllara gelindiğinde, yabancı ülke doğrudan yatırımları, ortak yatırımlar ve yabancı
ülke lisansıyla üretim yapan yerli sanayicileri sayesinde bölge ülkelerinin, dünya ekonomisine
114
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
entegrasyonda oldukça başarılı oldukları fakat, gelişmiş birer ekonomi olabilmeleri için önlerinde
aşılması gereken çok mesafenin olduğu da gözden uzak tutulmamalıdır. Ekonomileri hala geri
kalmış ülke özelliği gösteren; genelde tarım, hayvancılık, petrol ve doğal gaz kaynaklarına dayalı
olan bölge ülkelerinde 2009 yılında kişi başına düşen milli gelirler gerçek dolar kuru üzerinden,
Dünya ortalamasına 10.000 dolar dersek, Türkiye’nin 7.800 dolar, Kazakistan’ın 6.700 dolar,
Türkmenistan’ın 6.100 dolar, Azerbaycan’ın 5.150 dolar, Özbekistan’ın 1.100 dolar, ve Kırgızistan’ın
860 dolardır (www.cia.gov/factbook/2009). Kişi başına düşen milli gelirin en çok Kazakistan`da
olması, Kazakistan Lideri Nazarbayev tarafından üstün bir liderlik örneği gösterilip Kazakistan 2030
stratejisi gibi bir ekonomik kalkınma vizyon hedef ve planlarının ortaya konulup hayata
geçirilmesiyle yakından ilgili olduğu değerlendirilmektedir.
3. Çalışanların Katılımı İlkesi
Ishikawa’ya göre: yönetim, TKY’ne geçiş kararı aldığı zaman, bütün proses ve yöntemlerini
standartlaştırmalı ve daha sonra bütün alt kademe çalışanlarına cesaretle yetki vermelidir. TKY’nin
temel ilkesi her seviyedeki çalışanların kendilerini ilgilendirdiği kadarıyla işini planlama, sürecin
kendi sorumluluğu altındaki bölümünde kalite kontrolü sağlama, kullandığı makine ve teçhizata
koruyucu bakım uygulama ve kalite kontrole ilişkin istatistiki metod ve yöntemler üzerinde
uygulama düzeyinde bilgi sahibi olarak bütün yetenekleriyle örgütsel faaliyetlere katılmalarına izin
verildiğinde kuruluş amaçlarının gerçekleştirilmesi yolunda da olumlu katkı yapmalarının
özendirilmesi sağlanmış olacaktır. Nitekim Kalite Kontrol Çemberleri (KKÇ) ve bu amaçla oluşturulan
ekip çalışması, en önemli TKY araçlarından biridir (Özkan 2005: 28-29).
Orta Asya Türk Cumhuriyetleri’nde yaşayan halk, Sovyetler Birliği döneminde sovhozlarda,
kolhozlarda ve üretim işletmelerinin alt düzeylerinde ekip halinde çalışma alışkanlığına sahip
olmalarına rağmen bu uygulamalar modern TKY felsefesi ve başarıya odaklı bir örgütsel kültür
anlayışından oldukca uzaktır. Diğer taraftan, Doğu kültür değerleri ve Japon kültürüne çok yabancı
olmayan bölge halkı için
TKY’nin bu ilkesinin hayata geçirilmesinde önemli zorluklarla
karşılaşılmayacağı değerlendirilmektedir.
4. Süreç Yaklaşımı İlkesi
Bir kurumda veya işletmede arzulanan performans veya sonuç; insan, materyal, üretim
metodu ve makine gibi iş elemanlarının bir değer, bir çıktı oluşturacak şekilde sıralı entegrasyonu
yoluyla, ölçülebilir girdilerin, ölçülebilir çıktılara dönüştürüldüğü bir süreç olarak yönetildiği zaman
daha verimli olarak elde edilir (TSE 1996:26).
115
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
ISO 900’e göre, bir mal veya hizmet üreten kuruluş, ilgili standardın öngördüğü şartlara
uygun olarak bir kalite yönetim sistemi oluşturup, yapılan her türlü işi; örneğin satın alma, tedarik,
üretim, pazarlama, finansman temini, personel yönetimi ,
ar-ge vb. İş ve görevlerin nasıl yapıldığı
ayrıntılı olarak açıklanıp dokümante edildiğinde; o kurum veya işletmedeki mal ve hizmet üretim
süreçleri de tanımlanmış olacaktır. İstenen standartlara uyumlaştırılan bu süreçler sürekli aynı
şekilde uygulandığında mal ve hizmet kalitesi de kişilere bağlı kalmaksızın her zaman aynı kalitede
olabilecektir. Bu ilkenin hayata geçirilmesinde danışmanlık kuruluşlarından bilgi ve teknik yardım
almak mümkündür. Bu konuda TSE ile yapılacak protokollerle istenen sonuca en kısa zamanda
ulaşılabilir.
5. Yönetimde Sistem Yaklaşımı İlkesi
Birbirleri ile ilgili süreçlerin bir sistem olarak tanımlanması, anlaşılması ve yönetilmesi,
hedeflerin başarılmasında kuruluşun etkinliğine ve verimliliğine olumlu katkı yapar (TSE 2005:27).
TKY sistemi de her sistemde olduğu gibi; girdi, süreç, çıktı ve geri bildirimden meydana
gelmektedir.
Bu sistemin girdileri şunlardır:
• Müşteri istek ve ihtiyaçları ,
•
İşletme politikaları ve
• Teknolojik imkânlar ve teknik bilgidir.
Sistemin Süreç aşamasında:
• Ürün tasarımı,
• Üretim işlemleri,
• Süreç kontrolü, ve
• Muayene ve test unsurları yer alır.
Sistemin çıktıları olarak:
Tasarım faaliyetleri, ‘Tasarım Kalitesi’ni’, diğer süreç faaliyetleri de “Uygunluk Kalitesi”ni
oluşturur.
Tasarım ve uygunluk kalitesinin ikisi birden “Ürün kalitesi”ni meydana getirir (Özkan
2005:241-242).
116
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Sistemi geri bildirim döngüsünde ise ürün veya hizmet hakkındaki müşteri düşünceleri,
istek, öneri ve şikâyetleri gibi bilgilerden yararlanılarak sistemin girdi aşamasında değerli bilgiler
olarak kullanılır.
Bu ilkenin işletme ve kurumlarda uygulanabilmesi için üst yönetimim değişim konusunda
kararlı olması ve personelin bu konuda eğitilmesi gereklidir.
6. Sürekli İyileştirme (Kaizen) İlkesi
Sürekli iyileştirme ve geliştirme TKY’nin en önemli öğelerinden biridir. Kuruluşun
toplam
performansının sürekli geliştirilmesi kalıcı bir hedef olarak üst yönetimce benimsenip örgüt
kültürünün değişmez bir elemanı haline getirilmelidir. Ürün, proses ve sistemlerin sürekli
geliştirilmesi kuruluştaki her bireyin hedefidir. Üst yönetimin liderliğinde, eğitilmiş personel, takımlar
halinde organize olarak, ‘müşteri odaklılığın’ sonucu olarak belirlenen sürekli gelişme çalışmaları
yapılacaktır. Günümüzde işletmelerin rekabet gücü, sürekli gelişmeleriyle doğru orantılıdır.
Sürekli geliştirme çalışmalarının amacı müşteri memnuniyetini artırmak olduğundan,
memnuniyet düzeyi sürekli ölçülerek izlenmeli ve elde edilen bulgular, sürekli iyileştirme sağlanacak
şekilde geri bildirim döngüsünde kullanılmalıdır.
Anlaşılacağı gibi, ‘ölçüm ve istatistik’ ve ‘grup çalışması’ olmadan ‘sürekli gelişmeyi’ anlamak
mümkün değildir.
Toplam Kalite Felsefesinin temelleri ‘hedeflerle yönetim’ çevrimine [ Planla Uygula Kontrol
et Düzelt (PUKD) çevrimi] dayanır. Bu çevrimi ilk olarak Dr. W. A. Shewhart ortaya atmış; PUKD
çevrimini özümseyerek 1950 yılında Japonlara aktaran, Dr. E. Deming olmuştur. Masaaki İMAİ’ de
Japonya’da KAIZEN (Kai=Değişim, Zen=İyi) => ‘Sürekli İyiye Doğru Değişim’ felsefesini ortaya
çıkarmıştır. Sürekli gelişme kavramının Japonların günlük hayatının bir parçası haline gelmesiyle
işletmelerde neredeyse her bir faaliyet için KAİZEN grupları oluşturulmuştur (Şimşek M.2007:137138).
Bu ilkenin hayata geçirilmesinde de üst yönetimin destek olması, ilkenin örgüt kültürünün
bir parçası haline getirilmesi ve personelin konu hakkında uygulama düzeyinde uzunca bir süre
eğitilmesi gerekir. Uygulamaya olabilecek örgütsel değişime direnç olgusunu gerekli özendiriciler
kullanılarak ve değişimin personelin geleceği açısından gerekli olduğuna inandırılmasıyla aşılabilir.
117
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
7. Verilere Dayalı Karar Verme İlkesi
Kuruluşta
etkili
kararlar
veri
ve
bilgilerin
analizine
dayandırılmalıdır.
Bu
amaç
doğrultusunda:
• Hedeflerle ilgili ölçümler yapılması, her birimin çalışma performansını etkileyen olaylar ve
nedenlerinin incelenmesi,
• Uygun istatistik analiz tekniklerinin firmada her düzeyde çalışana öğretilmesi ve
kullanılmasının sağlanması,
• Veri ve bilgilerin yeterli doğrulukta, güvenilir araçlarla tam ve zamanında elde edilip
güvenilir araçlarla analizinin yapılması,
• Sezgi ve deneyimlerle dengelenmiş mantıksal analiz sonuçlarını temel alarak karar verme
ve aksiyon başlatma amacıyla kullanılması TKY’nin problem çözme ve karar verme sürecinde
bilimsel esaslardan yararlandığını göstermektedir (Özkan 2005:28, TSE1996:29).
Bu ilkenin hayata geçirilmesi için yapılması gereken; her düzeyde personelin eğitilerek
verilerin nasıl toplanacağı, ne tür yöntemlerle bilgi haline getirileceği, problem çözme sürecinde
bunlardan nasıl yararlanılacağı uygulama düzeyinde öğretilmesidir.
8. Tedarikçilerle Karşılıklı Faydaya Dayanan İlişkiler İlkesi
Kuruluş ve tedarikçileri birbirlerine karşılıklı bağlıdır ve karşılıklı faydaya dayanan uzun süreli
bir ilişki her iki tarafın da değer yaratma yeteneğini artırır.
Bu ilkenin gerçekleştirilebilmesi için:
• Anahtar tedarikçilerin tanımlanması ve seçimi,
• Kuruluş amaçları ve toplumsal sorumluluk anlayışı çerçevesinde kısa dönem kazançlar
yerine uzun dönemli itibar ve gelişme potansiyelini hesaba katarak tedarikçi ilişkisini geliştirmek,
• Tedarikçilerle iş etiğine uygun temiz ve düzgün bir iletişim kurulması,
• Birlikte ürün proses iyileştirme çalışmaları yapılması,
• Müşteri ihtiyaçlarının tedarikçiler tarafından çok iyi anlaşılmasının sağlanması,
• Mümkün oldukça ortak bir bilgi sistem veri tabanı oluşturularak, geleceğe yönelik plan ve
bilgilerin paylaşılması , ve
118
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
• Tedarikçileri
Bişkek 2010
eğitip proseslerinin geliştirilmesini özendirmek
ve başarılı
olanları
ödüllendirmek gerekir (TSE 1996:30).
Dünyanın en büyük perakende satış mağazası olan Wal-Mart günümüzde bu ilkeyi en iyi
uygulayan işletmedir. 100 milyar doların üstündeki yıllık karı ve çeşitli ülkelerde 4000’nin üzerindeki
mağazası olan bir işletme olarak tedarikçileri yanında toptan alışveriş yapan müşterilerini de içine
alan bir elektronik veri değişim (EVD) sistemi kurmuştur.
Bu sistem bir bakıma ortak veri tabanından yararlanan kurum içi intranet şebekesine
benzer. Tedarikçi-üretici-müşteri üçlüsü gerçek zamanlı olarak stoktaki veya süreçte işlem
görmekte olan ürünler hakkında anında bilgi elde edebilmektedir. Örneğin, bir tedarikçi Wal-Martın
hangi mağazasında, hangi üründen ne zaman ne kadar satıldığını, stoklarında ne kadar ürün
bulunduğunu görüp, mal stokları belli düzeyin altına düştüğünde ekonomik sipariş miktarı kadar
ürünü otomatik olarak Wal-Mart’a göndererek ikmal akışının sürekliliğini sağlamakta ve müşteri
memnuniyetini
maksimize
ederek
rekabette
diğer
rakiplerinden
daha
avantajlı
konuma
gelebilmektedirler (Dağdelen 2008:150)
Aynı şekilde EVD sayesinde müşteri de anında ortak veri tabanına erişerek Wal-Mart’ın
hangi mağazasından hangi üründen ne miktarda alabileceğini belirleyip, siparişini verip en kısa
sürede ürünün kendisine teslim edilmesini sağlayabilmektedir. Bu uygulamasıyla Wal-Mart işlevsel
alanlardan dağıtım ve yönetim bilgi sistemlerindeki üstünlüğü sayesinde global düzeyde ve ABD’nde
rekabetçi üstünlüğe sahip olmuştur (Hill 2004:382)
Günümüzde Orta Asya Türk Cumhuriyetleri işletmelerinde de böyle sistemlerin uygulanması
mümkün olup ülke çapında bilgi iletim ve haberleşme alt yapısına oldukça yüksek meblağlarda
yatırım yapılması ve işletmeler arası ağ bağlantılarının oluşturulması gerekir.
SONUÇ VE ÖNERİLER
Daha önce de belirtildiği gibi, , özel işletmelere, resmi kurumlara, örgütte çalışan insana,
amaçlara, diğer iç ve dış paydaşlara ilişkin topyekün bir değişim felsefesidir. Dönüşüm ekonomileri
dediğimiz Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinde ve özelde Kazakistan örneğinde, bazı özel sektör
işlemeleri ve kamu eğitim kurumları TKY felsefesini ülkede ve uluslar arası piyasada rekabetin bir
gereği olarak benimsemişlerdir. Bu hedef istikametinde uluslar arası akreditasyon kurumlarına
başvurarak, kalitelerinin uluslar arası kabul edilebilir düzeyde olduğunu belgelemek için
sistemlerini ISO 9000 standartlarında geliştirmektedirler.
119
TKY
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Bu alanda Uluslar arası HAY Türk-Kazak Üniversitesi 15 Haziran 2006 tarihinde öncü
misyonu üstlenerek ISO 9001:2000 Kalite Yönetim Sistemi Standartlara Uygunluk Belgesini almış,
2007’de ise KİMEP Üniversitesi uluslararası bir akreditasyon kurumuna başvurmuştur. Çeşitli eğitim
kurumları yanında, başta gıda alanında faaliyet gösteren işletmeler olmak üzere iş hayatında kalite
bilinci yerleşmeye başlamıştır. Bu gelişmelerde Türk resmi kurumları ile sanayici ve işadamlarının da
katkısını vurgulamak gerekir.
TKY felsefesinin, uzunca bir zamana yayılan ortak tarihleri, kültürleri, dilleri ve ekonomik
gelişme düzeyleri benzerlik gösteren bu kardeş ülkelerin standartlar ile ilgili kuruluşları ile TSE’nin
işbirliği içinde çalışabilir. Amerika’nın II. Dünya Savaşından sonra Japonya’da yaptığı gibi, belirli
sektörlerde yapılacak pilot uygulamalarla, şartları yerine getiren başarılı işletmelere Kalite Yönetim
Sistemi uygunluk belgeleri verilerek ve ödüllendirilerek bu toplumlarda kalite bilinci oluşturulmasına
olumlu katkı verilebilir. Ülke içinde, TKY konusunda uluslar arası kalite belgeli eğitim kuruluşlarınca
ortaklaşa oluşturulacak ekiplerle sanayi ve hizmet işletmelerinin ayağına gidilerek TKY sistemi
konusunda uygulamaya dönük çalışma yapılması gereklidir.
Böyle çabaların sonuçları kısa vadeden ziyade,
3-5 yıldan sonra görülebilir. Kaliteye
yolculuğun başlangıçta çok zor fakat zaman içinde çok zevkli geçeceği konusunda üst yönetimler ve
tüm işletme personeli bilgilendirilmelidir. TKY konusunda model ülke Türkiye’nin kazandığı deneyim
ve işletmelerinin uluslar arası alanda aldığı kalite ödülleri, TKY konusunda kardeş ülke işletme
yönetimlerini işbirliği ve ortak çalışma konusunda özendirebilecektir.
Kaliteye doğru yolculuğun başlamasıyla, küreselleşen dünya ekonomisinde rakipleriyle ne
şekilde yarışabileceğini öğrenen kardeş ülke işletmelerinin ülkemiz işletmeleri, bilimsel kurumlar,
ilgili devlet kurumları ve Türk iş dünyası temsilcileriyle oluşturulacak çalışmalar sayesinde kazankazan oyun kuralı ilkesine göre her iki tarafın da bu bilgi alışverişi ve ortak girişimlerden karlı
çıkacakları açıktır.
Birlikten güç doğar veciz sözünün de ifade ettiği gibi, Türk ekonomisi için gerekli olan
kaynakların bir kısmı Orta Asya Türk Devletlerinde vardır. Aynı şekilde bu cumhuriyetler için gerekli
olan ürün ve teknik hizmetlerin çoğunluğu da Türkiye’de mevcuttur. TKY Sistemi yaklaşım
penceresinde Türk Sanayicisi, bürokratı ve ilim adamlarının, kardeş ülkelerin benzeri kurumlarıyla
işbirliğine giderek oluşturulacak sinerji sayesinde, gelecekte olabilecek krizlerden hep beraber
güçlenerek çıkılabileceği değerlendirilmektedir.
120
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
KAYNAKÇA
BELEK, İlker (1999).”Post Kapitalist Paradigmalar”, Sorun Yayınları, İstanbul.
DAĞDELEN, Osman (Temmuz-Ağustos 2008).” Wal-Mart’ın Rekabet Stratejisinin Kaynak-Temelli
Teori Bağlamında Değerlendirilmesi”, HAY Türk-Kazak Üniv., Haberler Dergisi, Sayı
2(62).Türkistan, Kazakistan.
HILL,C.W. ve J. GARETH ( 2004). “Strategic Management”, 6th ed., Houghton Mifflin Co.,N-York.
http://www.un.org/esa/policy/wess (09.11.2009)
http://www.cia.gov/publications/factbook,2009 (20.01.2010)
KULOĞLU, Derya,” Eski Sovyetlerde İzlenen Politikaların Türkistan Cumhuriyetlerinde Girişim
(Teşebbüs) Kültürü Üzerindeki İzleri ve Alınması Gereken Tedbirler”, HAY Üniv.Haberler Dergisi,
Sayı 2(65) Türkistan, Kazakistan.
ÖZEROL,Hakan (2009).” Kriz Geliyorum Der!: Dünden Bugüne Türkiye’de ve Dünya’da Finansal
Krizler”, Elma Yayınevi, Ankara
ŞİMŞEK, H. (2007).” Toplam Kalite Yönetimi”. Kuram,İlkeler,Uygulamalar, Seçkin Yay., Ankara.
ŞİMŞEK, Muhittin (2007). “Toplam Kalite Yönetimi”, Alfa Yayıncılık, İstanbul.
ÖZKAN,Yılmaz (2005), “Toplam Kalite”, Sakarya Kitabevi, Adapazarı.
SASHKIN M. ve K.S.KISHER (1993). “Putting Total Quality Management to Work: How to Sustain It
Over the Long Run”, San Francisco, C.A.Berrett-Koehler.
TSE (1996). “TSE-İSO 9000 Kalite Güvencesi ve Yönetimi”, Eğitim Notları, Ankara.
YÜZBAŞIOĞLU, N., M. BAY (Temmuz-Ağustos 2008). “Türk Otomotiv Sektörü 1973 Sonrası
Paradigma Yardımıyla Değerlendirilmesi”, HAY. Üniv. Haberler Dergisi, Sayı:2(62), Türkistan,
Kazakistan.
121
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
122
Bişkek 2010
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
FİNANSAL KRİZİN GELİŞMEKTE OLAN ÜLKE EKONOMİLERİNE ETKİ MEKANİZMALARI
Prof. Dr. HÜSEYİN AVNİ EGELİ*
Yrd. Doç. Dr. HAKAN KAHYAOĞLU**
Öğr. Gör. PINAR EGELİ***
ÖZET
Global finansal kriz, 1929 Büyük Bunalımından beri yaşanan en kötü finansal kriz olarak
adlandırılmaktadır. Globalleşme, önemli miktarlarda paranın sınır ötesine gitmesine yol açmış ve bu
da türev piyasalar, bankalar ve ülke ekonomileri üzerinde ciddi etkiler yaratmıştır. Ülkeler krize karşı
ayni hızlı tepkileri gösterememişler, dolayısıyla krizin etkileri global bir sorun yaratmıştır. Krizden
olumsuz etkilenen Amerika, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler şimdi finansal krizin olumsuz
etkilerinden kurtulmaya çalışmaktadırlar.
Bu çalışmada amaç Amerika Birleşik Devletleri’nde ortaya çıkan bankacılık krizinin dünya
ekonomisine yayılması ve gelişmekte olan ülkelerin finansal ve parasal değişkenleri üzerindeki
etkisini araştırmaktır. Bu etkilerin ekonomik büyüme üzerindeki yansıması, ülkelerin sanayi üretim
endekslerinde ortaya çıkarmış olduğu değişikliklere göre analiz edilmektedir. Krizin yayılması reel ve
finansal aktarım mekanizmaları altında tanımlanmaktadır. Reel aktarım mekanizması ticarete konu
olan malların fiyatlarındaki değişimle, finansal aktarım mekanizmaları ise uluslararası likidite ve
finansal risk göstergelerindeki gelişmelerle tanımlanmaktadır. Değişkenlerin frekans özelliği ve
etkileşimi dikkate alındığında yöntem olarak dinamik panel yöntemi olan genelleştirilmiş momentler
yöntemi (GMM) analiz aracı olarak seçilmiştir. Ele alınan ülke verilerinin yapısına göre ülkelerin
uluslararası finansal değişkenlerle etkileşiminin ortaya konması amacıyla çok değişkenli gecikmesi
dağıtılmış
oynaklık
(GARCH-genelleştirilmiş
otoregresif
koşullu
değişen
varyans
modeli)
tekniklerinden de yararlanılmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Küreselleşme, Finansal kriz, Gelişmekte olan ülkeler, Türev piyasalar,
Genelleştirilmiş momentler yöntemi
*
Dokuz Eylül Üniversitesi İİBF, [email protected].
Dokuz Eylül Üniversitesi İİBF, [email protected].
***
Celal Bayar Üniversitesi, [email protected]
**
123
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
REFLECTİON MECHANISMS OF THE FINANCIAL CRISES OVER THE DEVELOPING
COUNTRIES ECONOMIES
ABSTRACT
The Global Financial Crisis has been called the worst financial crisis since the Great
Depression of the 1929. However, globalization, encourageously, evoked the handsome amount of
money to move cross-border and this also incurred major impact on the derivative markets,
banking system and national economies. The countries cold not response, simultaneously against
the crisis so it rather caused serious impacts which leads to a global problem. Now, the contries
like USA and other developed and underdeveloped countries try to be recovered from the negative
effects of the financal crisis in USA.
The purpose of this paper is to seek the spread of emerging US banking crisis to the world
economy and its impact on financial and monetary variables of developing countries. The reflexion
of these effects on economic growth have been analyzed to the changes emerging from industrial
production indices of various countries. Spreading of crises are defined under reel and financial
transfer mechanisms. Both the reel transfer mechanism is defined with changes in price of trading
goods and the financial transfer mechanisms is also defined by the progresses of international
liquidity and financial risk indicators As a dynamic panel process, generalized method of moments
(GMM) had been chosen as a tool of analysis when the interaction and frequency traits of variables
taken into consideration. For the reason to set forth the interaction, according to the structure of
data of tackled country, of countries’ international financial variables, multivariate generalized
autoregressive conditional heteroskedasticity (GARCH) techniques has also been utilized.
Key Worlds: Globalization, Financial crisis, Developing countries, Derivative markets, Generalized
method of moments
124
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
I- GİRİŞ
Son çeyrek yüzyılda Doğu Bloğunun yıkılması ve olağanüstü gelişen iletişim olanakları ile dünyayı
etkisi altına alan çok uluslu işletmelerdir. Küreselleşme sürecinin oluşturduğu yeni durumun
temelinde, işletmelerin bütün bölgelerinde hiçbir kısıtlamaya maruz kalmadan tek bir Pazar gibi
faaliyet gösterebilmesi çabası yatmaktadır. Bu çerçevede de Dünya Ticaret Örgütü kimi kurumların
oluşturduğu uluslararası ticaretteki yeni düzenlemeler empoze edilmektedir.
Uluslararası ticarette serbestlik düzeyinin artmasıyla mal, hizmet, bilgi ve sermaye hareketleri
hızlanmıştır. Bu ise işletmelerin dünyanın değişik bölgelerinde daha kolay ticari faaliyet yapabilme
olanağı sağlamaktadır.
2007 yılında Amerika’da başlayan ve 2008’de küresel hale gelerek dünyayı etkisi altına alan kriz,
gelişmiş ve gelişmekte olan ülke ekonomilerini resesyon içine sokmuştur. Başlangıçta finansal
piyasalarla sınırlı kalacağı tahmin edilen kriz, bir süre sonra reel piyasalara da sıçramıştır.
Çalışmanın ilk kısmında kısaca küreselleşme olgusu ele alınacak, ikinci bölümde 2008 krizinin
nedenleri ve oluşum süreci tartışılacaktır. Son bölümde ise Amerika Birleşik Devletleri’nde ortaya
çıkan finansal krizin dünya ekonomisine yayılması ve ülkeler üzerindeki etki kanalları GMM yöntemi
ile tahmin edilmeye çalışılacak ve elde edilen sonuçlar değerlendirilecektir.
II- KÜRESELLEŞME OLGUSU
Kökeni çok eski dönemlere gitmesine karşılık, küreselleşmeyi yeni kılan, onun nitel ve nicel
boyutlarındaki değişimdir. Niteliksel olarak sosyal, politik ve ekonomik süreçleri kapsayan
küreselleşme, nicel olarak sermaye akımları, ticaret, yatırımlar ve insanların ülkeler arasındaki
dolaşımındaki artışı belirtmektedir (Doğan 2009:17). Küreselleşme konusunda birbirine alternatif
olabilecek çeşitli tanımlar yapılabilmektedir. Kavramı ilk kullanan R.Robertson’a göre küreselleşme,
dünyanın küçülmesi ve bir dünya bilincinin oluşması olarak ifade edilmektedir (Robertson 1991:24).
Bir başka tanıma göre ise küreselleşme, modernliğin sonucudur. Bu süreç salt bir finans etkinliği
olmanın ötesinde siyasal, teknolojik ve kültürel bir olgu olarak bakılmalıdır. Bu yaklaşım ile tüm
dünyayı birbiriyle bağlantılı, birbirini şekillendiren bir boyutta değerlendirmektedir (Durak 2009:3).
Diğer bir tanıma göre küreselleşme; ülkeler arasında mal, hizmet, uluslararası sermaye akımları ve
teknolojik gelişimini hızlı bir şekilde artmasını, serbestleşmesini ve bunlar sonucu ortaya çıkan
ekonomik gelişmeyi ifade eder. (Yılmaz vd. 2002:240). Bu tanıma göre küreselleşme; ülkeler
arasındaki mal işlemlerini, çeşitliliği, değer artışlarını, hizmetler ve uluslararası sermaye
akımlarındaki artışları, teknolojinin çok hızlı, yaygın bir şekilde yükselmesini, ekonomik yönden
gelişme ve bütünleşmeyi ifade etmektedir. Kimine göre küreselleşme, dünya güç dengesini ABD
125
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
lehine değiştirecek ve ABD’nin kontrolünde olacak bir sistemin yeni adıdır. Kimilerine göre ise;
pazarların serbestleşmesi, kamu kurumlarının özelleştirilerek devletin küçültülmesi, devletlerin elini
ekonomiden çekmesi, artan uluslararası yatırımlar sayesinde dünya mali pazarlarının küçülmesi
anlamını taşımaktadır.
Benzer tanımları çoğaltmak mümkün olmakla birlikte küreselleşme dünyadaki ekonomik ve sosyal
yönden meydana gelen bir dizi değişimin doğal sonucu olarak karşımıza çıkan bir süreçtir. Bu süre
geçmiş dönemlerde ortaya çıkan gelişmiş – az gelişmiş ülke, sanayileşmiş - sanayileşmekte olan
ülke ve merkez çevre ülke ayrımlarını anlamsızlaştırmıştır. Emeğin iş bölümünü dünya ölçeğine
yaymış, coğrafi anlamda iktisadi faaliyetleri yeniden organize etmiştir. Küreselleşmeyle sanayi
iktisadi anlamda gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan ülkelere kaymış, dünya ürünleri ortaya çıkmış,
finansal piyasalar sınırlar dışına taşmış, önemli sayıda insan ülkeler arasında hareket eder, aynı
ürün farklı ülkelerde tükenebilir hale gelmiş, dünya üzerinde demokrasi ve insan haklarına ilişkin
talepler artmıştır.
19.yüzyılın sonu kapitalizmin büyük ölçüde yerleştiği dönem olmuş, sanayileşme hareketinin
ardından üretim ve yaşam biçiminde önemli değişiklikler ortaya çıkarken, I.Dünya Savaşı’na kadar
olan sürede liberal kapitalizm giderek yaygınlaşmıştır.
1929 krizi sonucu ekonominin devlete
müdahale etmesini savunan Keynesyen politikalar, II.Dünya Savaşı’ndan sonra genel kabul görmüş
ve 1960’lara kadar hemen hemen tüm kapitalist ülkelerde uygulanmıştır. Savaş sonrasında hem
merkezde hem de çevre ülkelerde devletin ekonomiye müdahalesi ve düzenlemeleri olağan
sayılmıştır. Merkezde makro politikalar ile kamu harcamaları oldukça genişlemiş, çevrede ise
kalkınma iktisadı okulu kuramlarından hareketle her türlü devlet müdahalesi kabul görür olmuştur
(Kazgan 2005:84). Keynesyen ekonominin egemenliği 1960’lardan itibaren çeşitli ekonomi
okullarının meydan okumasıyla sarsılmıştır. Bu akımlar arasında; M.Friedman’ın öncülüğünü yaptığı
Monetarizm ile klasik ekonominin öngörülerini ve monetarizmin bazı görüşlerini rasyonel beklentiler
teorisi bağlamında ele alarak piyasaların kendi haline bırakılması gerekliliğini vurgulayan yeni klasik
iktisatçılar yer almaktadır.
İktisat literatüründe “Yeni Dünya Düzeni” olarak da ifade edilen ve ikinci küreselleşme evresinin
başlangıcı olan 1980 ve sonrasında, özelleştirme, mal-hizmet ve sermaye hareketlerinin tam
serbestleşmesi, serbest piyasa uygulamaları ile yeni bir döneme girilmiştir. Bu dönemde Berlin
Duvarı’nın 1989’da yıkılması ve SSCB’nin 1991’de dağılmasıyla komünizm tehdidinin yok olarak tek
kutuplu dünyanın ortaya çıkmasının ardından, Tarifeler ve Ticaret Genel Anlaşması’nın (GATT)
devamı olarak 1 Ocak 1995 yılında Dünya Ticaret Örgütü (WTO) kurulmuş ve birçok ülke bu örgüte
giriş anlaşmasını imzalamıştır. ABD ve diğer G-8 ülkeleri tarafından kabul edilen IMF, Dünya
126
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Bankası ve WTO tarafından dayatılan ve başlıca kriterleri arasında; mali disiplin, kamu
harcamalarının azaltılması, özelleştirme, ticaretin serbestleştirilmesi, finansal reform, uluslararası
ticaretin önündeki engellerin kaldırılması ve sermaye hareketlerinin liberalleştirilmesinin bulunduğu
“Washington Konsensüsü” ile kar düşüşlerini engellemek ve karlılığı arttırmak amacıyla neo-liberal
politikalar uygulamaya konmuştur.
Dünyanın küreselleşme düzeyine bir dizi deneyim sonucu ulaştığı bilinmektedir. Ülkeler kapalı
ekonomik yapıyı aşarak öncelikle karma ekonomik modele ulaşmış buradan da piyasa
mekanizmasının geçerli olduğu serbest piyasa ekonomisine doğru ilerlemiştir. Bu süreçte ülkeler
arasında sosyal, kültürel, ticari, ekonomik ve politik değişimler oluşmuş; serbest ticaret bölgeleri,
ortak gümrük birliği, ortak ekonomik birlik anlaşmaları ve dolayısıyla ortak kurumsal ve kültürel
yapılanma denen küreselleşme olgusu ortaya çıkmıştır. (Yılmaz vd 2002:241)
III- 2008 KÜRESEL KRİZİNİN NEDENLERİ VE GELİŞİMİ
Küresel finansal kriz, 1929 Büyük Bunalımından beri yaşanan en kötü finansal kriz olarak
adlandırılmaktadır. Globalleşme, önemli miktarlarda paranın sınır ötesine gitmesine yol açmış ve bu
da türev piyasalar, bankalar ve ülke ekonomileri üzerinde ciddi etkiler yaratmıştır. 1990’lı yıllarda
başlayan piyasaların liberalleştirilmesi sonucu kontrol ve finansal denetimden uzaklaşan finansal
sistemin yarattığı kriz olan 2008 krizi, tüm dünyayı etkisi altına almıştır. Küresel ekonominin 2008
krizi, kapitalizmin finansallaşma sürecinin doğrudan bir ürünüdür (BSB 2009:59).
Amerikan Merkez Bankası’nın (FED) 2000’li yılların başındaki durgunluğunu engellemek için 2003
Haziran’ında faiz oranlarını son 45 yılın en düşük oranı olan %1’e indirmesi ve bunun da
gayrimenkul köpüğünü teşvik ederek ABD’de yüzbinlerce aileye konut sahibi olma fırsatını sunması
ile balon şişirildi. 2006 yılı sonunda ABD’de hane halklarının borç stoku 13 trilyon dolara
yaklaşırken, bunun %75’i mortgage kredilerinden oluşuyordu (Sönmez 2009, 26). ABD’de para
hacminin yüksek olması nedeniyle, bazı finansal kuruluşlar kredibilitesi zayıf olan kişilere de
mortgage kredisi vererek geri dönüşü riskli bir mali yapıya girdiler. Sadece dar gelirlilerin kullandığı,
değişken faizli ve subprime (eşik altı-vasıfsız krediler) olarak adlandırılan yüksek riskli kredilerin
boyutu 1.5 trilyon dolara ulaştı. Kredi kullananların özellikle orta ve alt gelir grubunda yer alıp
ödeme güçlüğüne düşecek profilde olmalarına ve bu bilinmesine karşın, konut kredisi verilenlerden
alınan senetler hemen menkul değerlere dönüştürüldü. Bu senetler paketlenerek, fon adı altında
diğer piyasalara satılmaya başlandı. Ancak FED faiz oranlarını arttırınca, kredi kullanan düşük gelirli
gruplar kredileri geri ödeyemez duruma geldiler. ABD’de bankalar konut kredileri için gereken
parayı yatırım bankalarında ihraç ettikleri tahviller ile borçlanarak sağladıklarından, kredilerin
127
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
ödenmesi zora girince yatırım bankaları ve ABD mortgage piyasası için de tehlike başladı. Bankalar
ve finansal kuruluşlar ellerinde çok önemli miktarlarda değersiz toksik kağıt olduğu gerçeğiyle
karşılaştılar. Toksik kâğıtları satın alan kalmadığından, piyasa değerleri de sıfıra indi. Varlıklarının bir
bölümü bu kağıtlardan oluşan banka bilançoları da olağanüstü bozuldu. Bankalar birbirine kredi
vermeyi kestiler ve finansal sistem felce uğradı (Sönmez 2009:29).
Başlangıç olarak 2007 Ağustosunda ABD’nin ipotekli emlak sektöründe patlak veren ve ilk etapta
sadece emlak piyasası ile sınırlı gibi görünen kriz, tahminlerin çok ötesine geçerek kısa sürede
likidite krizine dönüşmüştür. Finansal sektörde başlayan kriz, reel sektörü de etkileyerek ülkeleri
resesyona sürüklemiş ve giderek artan işsizlik bunalımını da beraberinde getirmiştir. Ülkeler krize
karşı ayni hızlı tepkileri gösterememişler, dolayısıyla krizin etkileri global bir sorun yaratmıştır. Krizin
ana nedeni, finansal ekonominin reel ekonomiden kopması ve finansal sistemdeki aşırı şişkinliktir.
Krizden olumsuz etkilenen ABD, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler şimdi finansal krizin olumsuz
etkilerinden
kurtulmaya
çalışmaktadırlar.
15
trilyon
dolarlık
GSMH
büyüklüğüyle
dünya
ekonomisinin yaklaşık %20’sini üreten ABD ekonomisinde başlayan kriz, yüksek küreselleşme
düzeyiyle bir domino etkisi yaratarak bütün dünyayı etkisi altına almıştır. 2005’te bir duraklama
içine giren dünya
ekonomisi
büyümesi,
2006’da %5.1
olurken,
2007’de %4.9
olarak
gerçekleşmiştir. Dünya ekonomik krizinin başlangıç yılı olan 2008’in ilk yarısında küresel ekonomide
yavaşlama ortaya çıkarken ikinci yarıda Amerikan finans piyasalarındaki saadet zincirinin kopması
sonucu büyüme oranlarında ciddi gerilemeler yaşanmaktadır. Nisan 2008’de %3,7 olarak revize
edilen dünya ekonomik büyümesi, yıl sonunda beklentilere uygun bir şekilde gerçekleşmiştir.
2009’da dünya ekonomisi büyüme tahmini önce %3,9 olarak açıklanmış, ancak ABD’de başlayan
resesyonun önce finansal daha sonra da reel ekonomide hissedilmesiyle birlikte dünyaya yayılan
dalga, dünya ekonomik büyümesinde de yeni ve daha düşük büyüme oranlarına doğru
düzeltmelere yol açmış, Nisan 2009 tahminlere göre dünya ekonomisinin %-1,1 oranında
daralacağı ifade edilmiştir.
Dünya ekonomisinde kriz nedeniyle yaşanan resesyonun yol açtığı en önemli olumsuzluklar
arasında işsizlik ile ticaret ve yatırım hacimlerindeki daralmalar yer almaktadır. 2007 yılında %7.3
ve 2008 yılında %2.9 artan dünya ticaret hacminin 2009 yılında yaklaşık %12 daralması
beklenmektedir.
Ekonomik büyümedeki daralmanın çeşitli gelişmiş ve gelişmekte olan ülke ekonomileri üzerindeki
etkisi aşağıdaki tabloda görülmektedir (Tablo:1). Tabloda yer alan 182 ülkenin satın alma gücü
128
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
paritesine göre toplam GSYİH’sı yaklaşık 69 trilyon dolar, nüfusu ise 6.5 milyar kişidir. Dünya
üzerindeki 33 gelişmiş ekonomi, dünya nüfusunu %15’ini oluşturmakta ve dünya gelirinin %55’ini
almakta; buna karşılık dünya nüfusunun %85’ini oluşturan 149 gelişmekte olan ekonomi dünya
gelirinin
sadece
%45’ini
almakta
yani
dünyada
bir
yılda
yaratılan
gelirin
%45’ini
gerçekleştirebilmektedir (www.imf.org).
Ekonomik büyümedeki yavaşlamaya eşlik eden krizin beklenen etkilerinden biri dünya ticaret ve
uluslararası yatırım hacimlerindeki daralmadır. 2007 yılında dünya ihracat hacmi %7.4 ve dünya
ithalat hacmi %7.2 artarken, 2009’da ihracat hacminde %11.4, ithalat hacminde ise %12.4
oranında daralma beklenmektedir. Tablo 1 incelendiğinde, 2009 yılı itibariyle bölgelerin gerek
ihracat gerekse de ithalat hacimlerinde daralmalar söz konusudur.
Ekonomik büyüme açısından konuya bakıldığında; en büyük daralmanın gelişmiş ekonomilerde
(%3.4) gerçekleştiği görülmektedir. Bu daralma Euro bölgesinde %4.2, G-7 ülkelerinde %3.7 ve
Yeni Sanayileşmiş Asya ülkelerinde de %2.4 düzeyinde tahminlenmektedir. Buna karşılık özellikle
gelişmekte olan Aya ülkelerinde büyüme hızları düşmekle birlikte, bir küçülme söz konusu
olmamakta ve 2007’de %10.6 olan GSYİH artış hızının 2009 yılında %6.2 olarak gerçekleşmesi
beklenmektedir. Gelişmekte Olan Asya Ülkeleri içinde yer alan Çin’de 2008’de büyüme hızı %9 ve
Hindistan’da %7.3 düzeyinde gerçekleşmiş, bu oranların adı geçen iki ülkede 2009 yılında beklenen
oranları sırasıyla %8.5 ve %5.3’tür.
BDT ülkelerinde de 2007 ve 2008 yıllarında büyümede daralma yaşanmazken, 2009’da başta
Ermenistan (%15.6), Ukrayna (%14), Moldova (%9) ve Rusya’da (7.5) olmak üzere birçok ülkede
negatif büyüme beklenmektedir. En iyi konumdaki iki ülke ise Azerbaycan ve Özbekistan’dır. Her iki
ülkede de %7 dolayında büyüme görülmektedir.
129
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Tablo:1
Bölgeler İtibariyle GSYİH, Yatırım, İstihdam ve Dış Ticaret Göstergeleri (%)
BÖLGELER
DÜNYA
2007
2008
2009
GELİŞMİŞ EKONOMİLER
2007
2008
2009
EURO BÖLGESİ
2007
2008
2009
G7 ÜLKELERİ
2007
2008
2009
YENİ SANAYİLEŞEN ASYA
ÜLKELERİ
2007
2008
2009
G7 ve EURO BÖLGESİ DIŞINDA
GELİŞMİŞ EKONOMİLER
2007
2008
2009
AVRUPA BİRLİĞİ
2007
2008
2009
GELİŞMEKTE OLAN
EKONOMİLER
2007
2008
2009
AFRİKA
2007
2008
2009
AFRİKA (SAHRA ALTI)
2007
2008
2009
GSYİH
Artışı
Yatırım
(GSYİH’nın
yüzdesi)
5.1
3.0
- 1.1
23.9
24.0
21.9
2.7
0.5
- 3.4
21.5
20.9
18.0
2.7
0.7
- 4.2
22.1
22.1
19.3
2..2
0..2
- 3.7
5.6
1.5
- 2.4
25.9
27.6
22.0
4.5
1.6
- 2.0
İşsizlik
Oranı
İhracat
Hacmi
İthalat
Hacmi
7.4
2.8
- 11.4
7.2
3.1
- 12.4
5.4
5.8
8.2
4.7
0.4
- 13.7
6.3
1.8
- 13.6
7.5
7.5
9.9
6.1
0..9
- 15.0
5..5
0.8
- 13.5
5.4
5.8
8.2
5.3
1.6
- 16.3
2.8
0..5
- 14.6
3.4
3.4
4.5
9.5
2.9
- 8.0
8.6
2.5
- 9.0
8.0
2.9
- 8.0
8.5
3.3
- 10.6
3.0
1.0
- 4.2
21.7
21.5
18.7
8.3
5.9
1.7
30.0
30.9
30.6
9.7
4.6
- 7.2
13.8
9.4
- 9.4
6.2
5.1
1.7
24.5
25.0
25.1
6.1
- 0.4
- 4.8
19.0
11.2
- 1.6
6.9
5.4
1.3
22.1
22.1
22.2
7.2
0.1
- 5.2
20.8
9.6
- 4.1
130
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
BÖLGELER
İhracat
Hacmi
İthalat
Hacmi
9.2
6.9
-12.6
13.7
4.3
- 17.1
8.5
- 0.5
- 8.9
23.6
15.8
- 26.0
14.6
6.5
- 8.1
11.3
6.9
- 6.7
6.7
4.3
- 8.1
11.3
6.9
- 6.7
4.1
5.7
- 1.8
13.6
20.3
2.5
5.8
3.0
- 6.6
12.4
7.4
- 11.2
GSYİH
Artışı
Yatırım
(GSYİH’nın
yüzdesi)
İşsizlik
Oranı
ORTA VE DOĞU AVRUPA
2007
5.5
25.0
2008
3.0
24.9
2009
- 5.0
19.6
BDT ÜLKELERİ
2007
8.6
26.3
2008
5.5
26.2
2009
- 6.7
22.2
GELİŞMEKTE OLAN ASYA
ÜLKELERİ
2007
10.6
39.8
2008
7.5
41.8
2009
6.2
42.1
ASEAN -5
2007
6.2
2008
4.7
2009
0.7
ORTA DOĞU
2007
6.1
23.8
2008
5.3
22.8
2009
2.0
25.4
BATI YARIKÜRE
2007
5.7
22.2
2008
4.1
22.9
2009
- 2.5
19.7
KAYNAK: IMF- World Economic Outlook Database, October 2009,
http://www.imf.org/external/pubs/ft/weo/2009/02/weodata/index.aspx
Ekonomik büyümedeki yavaşlamanın ya da resesyonun en önemli olumsuz toplumsal yansıması
işsizliktir. Tablo 1’deki verilere göre 2009 yılında Euro Bölgesinde işsizliğin %9.9, G-7 Ülkelerinde
%8.2 ve Yeni Sanayileşmiş Asya ülkelerinde %4.5 olarak gerçekleşeceği tahmin edilmektedir.
Aşağıdaki Tablo:2’de ise seçilmiş ülkelerdeki işsizlik oranları yer almaktadır. Tabloda yer alan ülkeler
içinde işsizlik oranlarının en yüksek olduğu ve daha da yükselmesi beklenen ülke İspanya’dır. G-7
Ülkeleri içinde Japonya ve AB Ülkeleri içinde Hollanda ve Yeni Sanayileşmiş Asya Ülkeleri içinde de
Singapur, işsizlik rakamları açısından en iyi konumda bulunan ülkeler olarak sıralanmaktadır.
Finansal krizin dünya üzerinde görülen olumsuz etkilerinin yanı sıra gelişmekte olan ülke
ekonomileri için de ağır sonuçlar doğurması ve ekonomik daralmanın özellikle ihracata dayalı
ekonomilere sahip ülkelerin piyasalarını olumsuz etkilemesi söz konusudur. Özellikle gelişmiş
131
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
ülkelerde büyümenin düşmesi, talebin de gerilemesine yol açınca gelişmekte olan ülkelerden
yapılan ithalatta bir azalma ortaya çıkmasına, bu da gelişmekte olan ülkelerin dış ticaret gelirlerinin
düşmesine ve ekonomilerinin küçülmeye başlamasına yol açmıştır. Bütün bu karşılıklı daralma
eğiliminin sonucu olarak petrol ve metal fiyatları hızlı bir çöküş etkisine girmiş ve bu da ayrıca
deflasyonist bir etki yaratmaya başlamıştır (Eğilmez 2009: 69). Önümüzdeki süreçte de özellikle
hammadde ihraç eden azgelişmiş ülkeler, hammadde fiyatları talebindeki düşüşten olumsuz
etkilenecek, finans sistemindeki belirsizlik, güven kaybı, likidite darlığı ve risk algısındaki değişim
yüzünden uygun koşullarda borç alma sıkıntısı yaşayacak, gelişmiş ülkelerin mali pozisyonlarındaki
bozulma gelişmekte olan ülkelere yönelik yardımları olumsuz etkileyecektir.
Tablo:2
Seçilmiş Ülkelerde İşsizlik Oranları (%)*
ÜLKELER
Kanada
Fransa
Almanya
İtalya
Japonya
İngiltere
ABD
İspanya
Yunanistan
İrlanda
Finlandiya
Hollanda
İsveç
Lüksemburg
Hong Kong
Kore
Singapur
Tayvan
2007
6.0
8.3
8.4
6.1
3.8
5.4
4.6
8.2
8.3
4.5
6.8
3.2
6.1
4.4
4.0
3.2
2.1
3.9
2008
6.1
7.9
7.4
6.8
4.0
5.5
5.8
11.3
7.6
6.1
6.3
2.7
6.1
4.3
3.5
3.2
2.2
4.1
2009**
8.3
9.5
8.0
9.1
5.4
7.6
9.2
18.2
9.5
12.0
8.7
3.7
8.4
6.7
6.0
3.7
3.6
6.0
2010**
8.6
10.2
10.7
10.5
6.1
9.3
10.1
20.2
10.5
15.5
9.7
6.6
8.2
6.0
6.4
3.6
3.7
5.9
* G7 Ülkeleri, seçilmiş AB Ülkeleri ve Yeni Sanayileşmiş Asya Ülkelerini kapsamaktadır.
** Tahmini
KAYNAK: IMF- World Economic Outlook Database, October 2009
http://www.imf.org/external/pubs/ft/weo/2009/02/weodata/index.aspx
Küresel kriz önemli ölçüde marjinal alanlara, kişi ve kurumlara verilmiş mortgage
kredileriyle türev ürünler bileşiminin yarattığı bir finansal krizdir. 2000’li yıllardaki serbestleştirme,
kuralları azaltma ve deregülasyon modası yani kısacası kuralların yetersizliği ve denetimin eksikliği,
krizin bu kadar büyümesinin temel nedeni olarak ifade edilebilir.
132
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
IV- YÖNTEM, VERİ VE BULGULAR
2007-2008 Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) ortaya çıkan finansal kriz, 2008 yılı
itibariyle bir uluslararası finansal krize dönüşmüştür. Bu krizin etkisinin ABD’den diğer ülke
ekonomilerine yayılmasında (transmission) iki önemli kanal vardır. Bu iki kanaldan ilki faiz ikincisi
ise dış ticaret hadleri kanalıdır.
Faiz kanalının etkisi konusunda finansal küreselleşmeyi savunanların ileri sürdükleri temel
fikir; finansal küreselleşmenin ve bunun bir aşaması olan finansal bütünleşmenin ülkelerin iç
tasarruflarının üstünde bir likidite kaynağına ulaşmalarının olanaklı hale gelecek olmasıdır. Böylece
bu ülkelerde sermayenin maliyeti de düşecektir (Schmukler ve Vesperoni 2006:183-184).
Schmukler ve Vesperoni’ye göre uluslararası finansal piyasalarda işlem yapan ekonomik birimlerin
bilgi edinme maliyetleri var ve yüksek ise küreselleşme ülkelerin vade riskinin ve kısa vadeli borç
birikiminin artmasına yol açmaktadır. Bu yukarıdaki düşünceye ters bir durumdur. Kısa vadeli borç
birikiminin ekonominin karar birimleri arasında da hakim olması, ekonomik karar birimlerinin
bilançolarında varlıklara göre daha yüksek bir yükümlülük artışını ortaya çıkarmaktır. Söz konusu
bu durum finansal krizlerin temel nedenidir (Krugman 1999).
Finansal bütünleşmenin kriz yaratıcı bir unsur olarak dikkate alınmamasının önemli nedeni
arbitraj kavramının anlaşılmamış olmasıdır. Genel olarak finansal bütünleşmenin en önemli sonucu,
bütünleşen kurum ve piyasalar için tek bir fiyatın geçerli olması gereklidir. Bu tek fiyat kanunu
olarak tanımlanır. Tek fiyat kanunu demek arbitrajın olmaması anlamına da gelmektedir. Bu
durumun pratikteki karşılığı ülkelerin finansal göstergelerinin arasında bir getiri farklılığının
olmamasıdır.
Bu açıdan ülkelerin finansal piyasalarındaki faiz oranları arasındaki farklılıklar
bütünleşmenin olmadığını gösterecektir.
Faiz oranlarının ekonomiler üzerindeki etkisinin büyüklüğü ve şiddetini belirleyecek olan
ekonomik birimlerin bilanço durumları olacaktır. Makro ekonomik açıdan ekonomik birimlerin
bilançosu hakkında temel göstergeler ödemeler bilançosu ve büyük finansal kurumların bilanço
durumlarıdır (Kaminsky vd. 1999). Buna göre bir değerlendirilme yapıldığında faiz dışındaki diğer
finansal araçların fiyatlarındaki ortaya çıkan değişimler de dikkate alınabilir. Ancak makro açıdan
finansal kurumların ellerinde bulundurdukları finansal araçlar da vardır. Bunların getirileri genel
olarak kısa dönemde ekonomideki faiz oranı tarafından belirlenmektedir. Bu nedenle faiz oranları
bir ekonomi için ortalama finansal getirilerin alternatif maliyetini gösterir.
133
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Finansal krizlerin iktisadi etkileri konusunda gelişen literatür genel olarak finansal
değişkenlerin reel etkilerini ortaya koyan parasal veya finansal aktarım mekanizmalarına dayalı bir
gelişim göstermiştir. Bu bağlamda bankacılık kanalı-kredi kanalı, finansal hızlandırıcı, döviz kuru
kanalı ve faiz kanalı gibi yaklaşımlar geliştirilmiştir (Fisher 1933; Benanke vd. 1989;14-31; Kiyotaki
vd 1997:211-248). Kiyotaki ve Moore tarafından geliştirilen model ABD’de ortaya çıkan finansal krizi
genel olarak açıklarken ekonomide ortaya çıkabilecek bir kredi darlığının veya kısıtının ekonomideki
dalgalanmayı nasıl artıracağını göstermektedir. Söz konusu yazarların çalışması gelişmiş ülke
kaynaklı bir finansal krizin dünya ekonomisi üzerindeki etki kanalını ortaya koymasından dolayı bu
çalışmaya temel oluşturmaktadır. Söz konusu yazarlara göre herhangi bir kredi daralması ülkelerin
reel iş çevrimlerinde ortaya çıkan büyüme hızlarındaki düşmeden daha yüksek oranda bir küçülme
ortaya çıkacaktır. Bu çalışmada Kredi daralmasını temsilen, ülkelerin iç ve dış faiz oranları
arasındaki farklılık ile bu farklılığın dış borçlanma faiz oranın kullanılmasına karar verilmiştir. Burada
iç ve dış faiz farklılığı hem kredi riskini hem de dışa açık bir ekonomi için uluslararası piyasalardan
borçlanabilme olanağını temsil etmektedir. Ayrıca iç ve dış faiz oranlarındaki artış finansal piyasalar
arasında bir ayrışmanın olduğu yönünde bir bilgi vermektedir. Bundan dolayı bu çalışmadaki
ampirik bulguların bu açıdan yorumlanması önemli olmaktadır.
Benanke ve Gertler bir ekonomide parasal değişkenlerin reel değişkenler üzerindeki
etkisinin hangi mekanizmayla ortaya çıktığı konusunda bir model geliştirmişlerdir (Benanke vd.
1989:14-31). Yazarlar ortaya koyduğu mekanizmayı “finansal hızlandırıcı” olarak tanımlamışlardır.
Finansal hızlandırıcı mekanizması firmaların iç ve dış fon kullanım maliyetleri arasındaki farka göre
parasal değişkenlerin reel ekonomi üzerindeki etkisinin büyük ve şiddetli olacağını ifade etmektedir.
Bu açıdan ülkelerin iç ve dış faiz oranları arasındaki farkın artması uluslararası finansal etkilerin
ekonominin büyüme oranı üzerindeki etkisini artıracaktır.
ABD’de ortaya çıkan finansal krizin gelişmekte olan ülkelere yayılmasında önemli bir etken
de ticaret hadlerindeki değişimlerdir. Finansal krizin ülkelerin büyüme oranları üzerindeki negatif
etkisi, ülkenin ticari açıklığına bağlı olarak, ticaret hadlerindeki aleyhe gelişme sonucunda
artmaktadır (IMF 2009:139-172). Ticaret hadleri dışa açık bir ekonomide dış kaynaklı bir finansal
şokun reel ekonomi üzerinde ortaya çıkacak etkilerin dolaylı kanalını göstermektedir. Bununla
birlikte, ticaret hadleri ülkelerin ihraç mallarının fiyatındaki değişim etkilerine bağlı olarak da dış
ticaret çarpanı yoluyla büyüme üzerindeki dolaysız etki kanalıdır( Presbitero 2009:4). Bu çalışmada
dış ticaret hadlerini temsilen kullanılan değişkenler bu açıdan tercih edilmiştir.
134
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
A- YÖNTEM
Bu çalışmada yöntem olarak Genelleştirilmiş Momentler Methodu (GMM) Kullanılmaktadır. Bu
yöntemin seçilmesinin nedeni analizde kullanılan özellikle bağımsız değişkenlerin kendi aralarındaki
ilişkilerin ortaya çıkardığı sapmalardır. Bununla birlikte uygulamada değişen varyans sorunuyla
karşılaşılmasına rağmen analizler yapılabilmektedir. Çünkü GMM yönteminde değişkenlerin olasılık
dağılımlarının dikkate alınmasına
gerek yoktur(Zivot vd.2006:785). Bu nedenle bu çalışmanın
kapsamındaki dinamik etkilerin tahmininde GMM etkin bir tahmincileri veren bir yöntem olmaktadır
(Hansen 1982:1029-1054). Dinamik panel veri analizlerinde incelenen zaman aralığının kısalığı
özellikle bağımlı değişken üzerinde başlangıç koşullarını etkili olmasına yol açmaktadır. Bundan
dolayı GMM yönteminde ele alınan serilerin başlangıç koşulları veya zamanı çok önemli olmaktadır.
GMM Yönteminde Rastsal etkili dinamik panel yaklaşımıyla söz konusu başlangıç koşullara bağlılık
sorunu ortadan kalkmaktadır.
Panel Veri analizleri zaman boyutunun ve bu zaman boyutunda farklı grup, küme ve bireylere ait
bilgilerin bir araya gelmesiyle oluşmaktadır. Farklı her bir grup, küme veya birey yatay kesit olarak
ifade edilmektedir. Yatay kesit verilere ait ortalama sabit bir eğim değerinin olması sabit etkiler
olarak tanımlanır. Bu modellerde kesim noktaları grup, küme veya bireylere göre değişebilmektedir.
Bununla birlikte eğim ile kesimi ifade eden parametre katsayıları grup, küme veya bireyler ile
zamana göre de değişebilmektedir. Genel olarak sabit etkili modellerde grup, küme veya bireylerin
bir eksiği ile ele alınan zaman döneminin bir eksiğinin toplamı kadar kukla değişken
kullanılmaktadır. Bu kadar çok kukla değişken kullanımı ise serbestlik derecesi sorununu ortaya
çıkarmaktadır.
Bu eşitlikteki kukla değişkenlerin ve bağımsız değişkenlerin istatistiki olarak anlamlı olması sabit
etkiler modelinin geçerli olduğunu göstermektedir. Ancak Panel veri çalışmalarında analizi yapılan
iktisadi ilişkilerin ele alındığı zaman aralığının kısa olması başlangıç koşullarının etkili olamamasına
yol açan önemli bir faktördür. Bu durumda dinamik panel çalışmalarında rastsal etkiler yaklaşımı
daha etkin tahmin sonuçlar verir. Bir panel veri analizinde rastsal etki, gözlenen ve gözlenmeyen
açıklayıcı değişkenler arsında bir korelasyonun olmaması durumunu ifade etmektedir (Woolddrigge
2002:252). Sabit veya rastsal etkiler yaklaşımları panel veri analizinde bağımsız değişkenlerin dışsal
olduğu varsayımına dayanmaktadır. Eğer dışsal olduğu varsayılan bağımsız değişkenler hata terimi
ile ilişkiliyse o durumda bu değişkenler içsel özelliğe sahiptirler. Bu durumda bağımlı değişkenin
135
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
gecikmesi
bağımlı
değişken
olarak
kullanılmalıdır.
Panel
veri
Bişkek 2010
analizlerinde
değişkenlerin
gecikmelerinin bağımsız değişken olarak kullanılması durumunda ele edilecek tahmin sonuçları
sapmalı olmaktadır (Baltagi 2001:130-132). Bu sorunun ortadan kaldırılmasına yönelik olarak
değişkenlerin birinci farkları ile modellerin kurularak, bağımlı değişkenin gecikmeli değerinin araç
değişken olarak kullanılması önerilmektedir (Arellano vd.1991:277-297)
GMM yönteminin uygulanmasında belirlenme hatalarının etkisini gidermek için iki farklı teknikten
yararlanılmaktadır. Bu tekniklerden ilki fark alma diğeri ise dikey sapmalar yaklaşımlarıdır. Söz
konusu tekniklerden ilki literatürde Arellano Bond diğeri ise Arellano-Bover yaklaşımı olarak
bilinmektedir. Arellano-Bover yaklaşımı gruplardan ortaya çıkan sapmaları ortadan kaldırmaktır. Bu
yaklaşımlar gruplar arası ilişkilerin güçlü olmasına bağlı olarak sapmalı sonuçlara neden
olabilmektedir. Böyle bir sorunun varlığında GMM’in uygulanmasında ağırlıklandırma yöntemi
kullanılmaktadır. Genel olarak sorun yatay kesit verilerden kaynaklanıyorsa White yatay kesit
ağırlandırma tekniği kullanılmalıdır.
Arellano-Bond yaklaşımının bu çalışma da temel uygulama tekniği olarak seçilmesindeki en önemli
neden, değişen varyansın varlığı ile normal dağılım olmaması varsayımları altında bile söz konusu
yaklaşımların etkin olabileceği yönündeki eğilimdir.
Arellano-Bond yaklaşımı yukarıdaki eşitlikteki gibi bağımlı değişkenin gecikmesinin bağımsız
değişken olarak yer aldığı modellerde etkindir. Ayrıca N yatay kesit ve T zaman boyutunda
oluşturulan kukla değişkenler matrisinin bağımlı değişkenin gecikmeli değeriyle arasında bir ilişki
olması durumunda da bu yöntem daha etkin tahmincilerin elde edilmesini sağlamaktadır (Baltagi
2001). Bu amaçla Arellano Bond bu denklemdeki değişkenlerin birinci farkının alınması durumunda
söz
konusu
sorunun
ortadan
kalkacağını
belirterek
aşağıdaki
denklemin
kullanılmasını
önermektedir.
Bu denklem yoluyla ele alınan ilişkiler dinamik panel yöntemiyle analiz edilmiş olmaktadır.
B. VERİLER
Bu çalışmada kullanılan veriler çeyrekli olup 1995-2008 aralığındaki döneme aittir. Söz konusu
veriler IMF International Financial Statistics veri dağıtım sisteminden alınmıştır. Bu
136
veriler ele
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
alınan ülkelerin hacim olarak GSMH’sı, dış ticaret hadleri ve risk göstergesi olarak tanımlanan
bankalararası (interbank) faiz oranları ile tahvil faiz oranları arasındaki farkın gösterge niteliğindeki
uluslararası faiz oranına bölünmesiyle elde edilmiş serilerden oluşmaktadır. Risk göstergesi faiz
oranı tarafımızdan oluşturulmuş olup, ülke içindeki finansal serbestleşmeyle, ülkenin dış finansal
piyasalarla bütünleşmesinin derecesini göstermesi açısından tercih edilmiştir. Üç farklı değişkenin
bir değişken olarak kullanılması yoluyla modelin cimri özelliğe sahip olması sağlanmıştır. Dış ticaret
hadleri, ihracat birim fiyatlarının ithalat birim fiyatlarına bölünmesi yoluyla oluşturulmuştur. Söz
konusu veriye, ele alınan bütün ülkeler için ulaşılmamıştır. Bu nedenle ihracat fiyat endeksinin
ithalat fiyat endeksine bölümü yoluyla eksik veriler tamamlanmıştır. Analize ilk olarak 35 ülkeyle
başlanmıştır. Ancak söz konusu ülkelere ait veriler farklı kaynaktan alındığında önemli sapmalar
göstermiştir. Bundan dolayı aynı kaynaktan alınmış ve teknik olarak aynı kısıtlara göre hazırlanmış
verilerden yararlanmak amacıyla, bu veri kısıtı kapsamında ülke sayısı azaltılmıştır. Böylece analizin
ve kurulan modelin sağlıklı olması amacıyla verilerinin özelliği aynı nitelikte olan ülkelerin
seçilmesine karar verilmiştir. Bu ülkeler, İsrail, Japonya, İtalya, Fransa, Amerika Birleşik Devletleri,
Yeni Zelanda, Türkiye, İspanya, İsveç, İngiltere dir.
C. BULGULAR
Bu çalışmada uygulanan yöntemin neden seçildiğiyle ilgili bilgiler daha önce verilmiştir.
Yapılan analiz sonucunda aşağıdaki bulguya ulaşılmıştır. Arellano-Bond testine ait sonuçlara göre
değişkenlere ait katsayılar anlamlıdır. Bu katsayıların yorumlanabilir olması konusunda bilgi veren
tanı istatistiği Wald testidir. Tabloda görülen Wald testinin sonucuna göre olasılık değeri 0.05’den
küçük olduğu için söz konusu değişkenler ve kasayılar model için geçerli kabul edilebilir. Ulaşılan
bulgulara göre GSMH hacmindeki bir önceki dönemdeki artış GSMH’sının cari dönem içinde
düşürmektedir. Bu durumun nedeni baz yıl etkisidir. Genel olarak yüksek oranlı büyüme
dönemlerini düşük oranlı büyüme dönemleri izlemektedir. Dış ticaret hadleri ihraç mallarının
fiyatlarındaki değişmeyi ifade eden endeksin, ithal mallarının fiyatlarındaki değişmeyi gösteren
endekse bölünmesiyle elde edildiği dikkate alındığında, dış ticaret hadleri ülkeler lehine geliştiğinde
büyüme üzerinde negatif etki yaratmaktadır. Bu aynı zamanda dışa kaynak aktarıldığının da önemli
bir göstergesidir. Bu modelde GSYİH’nın miktar cinsinden olduğu dikkate alındığında ihracat
artışının azaltıcı bir etkisi olduğu yönündeki bulgu beklenmektedir. Artan ihracat fiyatlarına bağlı
olarak üreticilerin daha çok yurt dışına mal satmak isteğinde olmaları iç mal arzını düşürmektedir.
137
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
DEĞİŞKENLER KATSAYILAR STANDART HATALAR t İSTATİSTİKLERİ ANLAMLILIK DÜZEYİ
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------DBO(-1)
7.06e-007
1.5e-007
4.61
0.000
DTH
7.37e-006
1.6e-006
4.61
0.000
DFO
-2.022e-007
4.3e-008
-4.61
0.000
Sabit
-0.00144
0.00032
-4.61
0.000
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------Wald (ortak): Ki-Kare (3)
=
21.25 [0.000] **
Wald (kukla): Ki-Kare (1)
=
21.25 [0.000] **
AR (1) test:
N (0,1)
=
-0.9464 [0.344]
AR (2) test:
N (0,1)
=
1.693 [0.090]
** Modelin anlamlığını gösteren olasılık değerleri
Bundan dolayı dış ticaret hadlerinde lehe gelişme, fiyat etkisine karşın miktar etkisi açısından
büyüme üzerinde negatif etki ortaya çıkarmaktadır. Risk göstergesi olarak kullanılan iç ve dış faiz
oranının katsayısı da negatif çıkmıştır. İç faiz oranlarındaki farkın uluslararasındaki gösterge
niteliğinde olan LİBOR faiz oranına, oranı artarsa ülkelerin büyüme oranlarında bir düşme ortaya
çıkmaktadır. Bunun anlamı, ülkelerin ödediği risk primlerin GSMH üzerinde etkisinin negatif
olduğudur. Yani ülke risk priminin düşmesi ekonomik büyümeyi artırmaktadır.
IV- SONUÇ
Ulaşılan bulguların sonuçlarına göre dışa açık bir ekonomide ekonomik şokların ülkelere yayılması
iki yolla olmaktadır. Bunlardan ilki reel kanal olarak tanımlanan dış ticaret hadleri, ikincisi ise
finansal kanal olarak tanımlana bilecek olan faiz oranlarındaki değişimlerdir.
Bu çalışmada ulaşılan sonuçlara göre söz konusu iki kanalda 1995-2008 dönemi içinde ele alınan
ülkeler üzerindeki etkisi negatif olmuştur. Ele alınan ülkelerin içinde gelişmiş ülkelerin olduğu
dikkate alındığında söz konusu ülkeler üzerinde ortaya çıkan olumsuz etkinin daha büyüğünün
gelişmekte olan ülkeler üzerinde daha yoğun olacağı söylenebilir. Bu çalışmadan ortaya çıkan en
önemli sonuç ülkelerin borçlanma yoluyla ödeyecekleri risk primlerinin büyüme üzerinde negatif
etkileri olacağıdır. Bu durumu ülkelerin borçluluk oranlarının yüksekliğiyle ve daralan finansal
sistemdeki likidite düşüyle birlikte yorumlarsak, gelecek dönem içinde finansal etki kanalı olan faiz
oranlarının büyüme üzerindeki negatif etkisi devam edecektir. Bu çerçevede ülkelerin çok hızlı bir
şekilde borçlarını azaltmaları ve küçülmeleri söz konusu olacaktır. Ayrıca finansal piyasalarda
arbitraj olanağının artmasına yol açacak bir gelişme büyüme üzerinde negatif etkiler ortaya
çıkaracaktır.
138
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
KAYNAKÇA
Arellano, Manuel ve Bond Stephan, (1991), “Some Test of Specification For Panel Data: Monte
Carlo Evidence An Application ToEmployment Equtions”, The Review of Economic Studies, Vol:58.
Bağımsız Sosyal Bilimciler (2009), Türkiye’de ve Dünyada Ekonomik Bunalım 2008-2009, Yordam
Kitap, İstanbul.
Baltagi, H. Badi, Econometric Analysis of Panel Data, Wiley, 2001.
Bernanke, Ben ve Gertler, Mark, (1989) “Agency Cost Net Worth, ve Business Fluctuations”,
American Economic Review, 79, (1).
Doğan, Seyhun (2009), “Küreselleşme, Finansal Kriz Olgusu ve İstikrar”, Güncel Ekonomik
Sorunlar:Global Kriz (içinde), (Ed.)Sadi Uzunoğlu, Literatür Yayınları, İstanbul .
Dönmez, Mustafa (2009), Küresel Kriz ve Türkiye, Alan Yayıncılık No:206, İstanbul.
Durak, Nejdet (2009), “Küreselleşme Evrensel Bir Etik İmkanı Sağlar mı?”, Uluslararası Davraz
Kongresi 24-27 Eylül 2009, Isparta , Türkiye.
Eğilmez, Mahfi (2009), Küresel Finans Krizi, 3.Basım, Remzi Kitabevi, İstanbul.
Fisher, Irvin, (1933), The Debt_Deflation Theory Of Great Depressions, Econometrica” 1.
Hansen, L. Peter, (1982) “Large Sample Properties of Generalized Method of Moments Ertimator”,
Econometrica, Vol:50.
IMF- World Economic Outlook Database, October 2009,
http://www.imf.org/external/pubs/ft/weo/2009/02/weodata/index.aspx
IMF, Global Stability Report, April, 2009,
http://www.imf.org/external/pubs/ft/weo/2009/01/pdf/c4.pdf
Kaminsky, Garcia ve Karmen Reinhart, (1999) “The Twin Crises: The Causes of Banking
Balance of Payments Problems, Ameriac Economic Review, 89.
Kazgan, Gülten (2002), Küreselleşme ve Ulus Devlet-Yeni Ekonomik Düzen, 4.Baskı,
Bilgi Üniversitesi Yayınları:3, İstanbul.
Kiyotaki, Nobuhiro & Moore, John (1997), "Credit Cycles", Journal of Political Economy 105 (2)
Krugman, Paul, (1999),”Balance Sheets, The Transfer Problem, And Financial Crisis”,
http://web.mit.edu/krugman/www/FLOOD.pdf
139
and
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Robertson, Roland. (1991), "The Globalization Paradigm: Thinking Globally." Pp. 207-24 in Religion
and Social Order. Greenwich: JAI Press.
Rodrik, Dani (1997), Küreselleşme Sınırı Aştı mı? (çev.) İzzet Akyol-Fatma Ünsal, Kızılelma
Yayıncılık, İstanbul.
Presbitero, Andrea F.(2009) “The 2008-2009 Financial Crisis And The HIPCs: Another Debt Crisis?”
MOFİR, Working Papers, http://www.mofir.univpm.it/files/working%20paper/Mofir_29.pdf
Vardareri, A. Demet ve Gülten Dursun (2009), “Finansal Kriz, Yansımaları ve Değişimin
Zorunluluğu”, EconAnadolu:2009: Anadolu International Conference In Economics, June 17-19,
Eskişehir, Turkey.
Schmukler L. Sergio ve Vesperoni, Esteban,(2007), “Financial Globalization And Debt Maturity in
Emerging Economics”, Journal of Development Economics, 79.
Wooldridge, M. Jeffrey, Econometric Analysis of Cross Section and Panel Data, MIT Press, 2002.
Yılmaz, Cengiz, Naci Muter ve Tuncer Özdil (2002), “Globalleşmenin Gelişmekte Olan Ülkeler
Üzerine Etkileri”, Küreselleşme ve Geçiş Ekonomileri Uluslararası Sempozyumu, KTMÜ Yayın No:29,
Kongre Dizisi:3, Bişkek, Kırgızistan,
Zivot Eric ve Wang, Jiahui, Modeling Financial Time Series with S-Plus, 2006,
140
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
İNOVASYON, KRİZDEN KURTULMANIN BİR YOLU OLABİLİR Mİ?:
OTEL İŞLETMELERİ EKSENİNDE KAVRAMSAL BİR İNCELEME
Yrd. Doç. Dr. Barış ERDEM*
Özet
Ulusal ekonomide oldukça önemli bir role sahip olan otel endüstrisi, son yıllarda gittikçe
artan bir sosyal ve ekonomik değişim süreciyle karşı karşıyadır. Bu durum, otel işletmelerini rekabet
açısından derinden etkilemektedir. Söz konusu değişime konu olan olgulardan biri, küresel ölçekte
yaşanan krizlerdir. Kriz dönemleri değişimin en hızlı yaşandığı dönemlerdir ve bu süreçte kendilerini
yenilemeyen oteller, deyim yerindeyse yaşamını yitirmek zorunda kalmaktadır. Otel işletmelerinde
değişime uyum sağlamanın en etkili yollarından biri, inovasyon yapmaktır. İnovasyon ya da Türkçe
yazındaki karşılığı ile yenilikçilik, otellerin son yıllarda bu amaçla kullandığı en önemli araçlardan biri
olarak kabul edilmektedir.
Bu araştırmada, otel işletmelerinde krizden kurtulmada bir araç olarak inovasyon olgusunun
önemi tartışılmaktadır. Çalışmada, otel endüstrisindeki günümüz yenilikleri geniş bir yazın taraması
ile incelenmektedir. Böylece bu çalışma, otel yöneticilerine, kriz ortamından kurtulmaya ilişkin
olarak
inovasyonlardan
nasıl
yararlanabilecekleri
yönünde
bir
dizi
öneride
amaçlamaktadır.
Anahtar Kelimeler: İnovasyon, Otel İşletmeleri, Kriz.
*
Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi, Turizm ve Otelcilik Yüksekokulu, [email protected]
141
bulunmayı
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Giriş
Küreselleşmeyle birlikte daha sık kullanılmaya başlanan kriz kelimesi, günümüzde birçok
örgütü derinden etkileyen bir olgu olarak kabul edilmektedir. Özellikle hizmet odaklı faaliyet
gösteren otel işletmeleri ulusal ve uluslararası boyutta birçok krizden olumsuz etkilenmiş,
faaliyetlerine ara vermiş ve hatta bu işletmelerin bir kısmı kapanmak zorunda kalmıştır. Gün
geçtikçe daha da çeşitlenen kriz durumları, otel işletmelerinin faaliyetlerini ciddi biçimde tehdit eden
noktalara ulaşmaktadır. Bu yüzden otel işletmelerinin krizlere karşı hazırlıklı olmaları, krizin olumsuz
etkilerini azaltmada ve örgütsel faaliyetlerin devamlılığını sağlamada önemli olmaktadır (Öztürk ve
Türkmen 2006: 75).
Öte yandan, küreselleşmeyle birlikte üretimin uluslararası boyuta ulaşması, örgütlerin
dünya ekonomisini bütün bir pazar olarak görmelerine ve rekabet stratejilerini buna göre
belirlemelerine neden olmuştur. Böylece tüketici seçenekleri çoğalmış ve yoğun araştırma-geliştirme
faaliyetleri gerektiren pazarlar ortaya çıkmıştır (Kayalı ve Aktaş 2003: 32). Bu bağlamda küresel
rekabet, işletmecilik disiplininde pek çok yeni kavramın kullanılmaya başlamasına neden olmuştur.
Bu kavramların özündeki temel düşünce, daha rekabetçi ortamda ve değişen ekonomik koşullar
altında, örgütlerin uzun süre varlıklarını devam ettirebilmelerini sağlamaktır. Söz konusu
kavramlardan biri de inovasyondur. İnovasyon, son zamanlarda gerek akademisyenler gerekse
uygulayıcılar tarafından üzerinde sıklıkla tartışılan bir konu haline gelmiştir. Özellikle küresel krizler,
örgütlerin inovasyon yapma gerekliliğini artırmaktadır (Toraman vd. 2009: 92–95). Örneğin yakın
bir zamanda Europe INNOVA (Avrupa İnovasyon Topluluğu), yaşanan ekonomik krizden çıkabilmek
için inovasyondan nasıl yararlanılabileceğini tartışmak üzere bir araya gelmiştir. Bu toplantıda,
mevcut ekonomik krizin ülkeler ve endüstriler üzerinde yadsınamayacak yansımalarının bulunduğu
ve
inovasyonun
bu
noktada
en
önemli
çözüm
aracı
olduğu
(http://www.inovasyon.com/2009/01/07avrupada-inovasyon-zamani/).
üzerinde
Şüphesiz
durulmuştur
dünya
ekonomisindeki olumsuz gelişmelerin turizm üzerindeki etkileri de artmaktadır. ABD’nin finans
sektöründen başlayarak tüm dünyaya yayılan ve diğer sektörleri de etkisi altına almaya başlayan
küresel kriz, otel endüstrisini de yakından etkilemektedir. Otellerin doluluk oranlarının düşmesiyle
birlikte oda fiyatlarının da iazalması öngörülmektedir. Bu açıdan otel yöneticilerinin yenilikçiliğe
odaklanmaları ve inovasyonu ön plana çıkaran bir yönetimi benimsemeleri önerilmektedir
(http://www.euractiv.com.tr/turizm/article/sector-krizin-etkilerini-inovasyon-ile-silecek).
Bu araştırmada, kriz ve inovasyon ilişkisi otel işletmeleri perspektifinden analiz edilmeye
çalışılmıştır. Araştırmanın temel amacı, otel yöneticilerinin kriz dönemlerinde inovasyondan nasıl
142
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
yararlanabileceklerini tartışmaktır. Çalışma dört kısımdan oluşmaktadır. Birinci kısımda kriz kavramı,
türleri, nedenleri ve krizin muhtemel etkileri üzerinde durulmuştur. İkinci kısımda inovasyon
olgusunun tanımı, önemi ve türleri irdelenmektedir. Üçüncü kısımda, kriz ve inovasyon ilişkisi
tartışılmaktadır. Çalışmanın dördüncü ve son bölümünde ise, otel işletmelerinde inovasyon örnekleri
incelenmektedir.
1. Kriz Kavramı, Türleri, Nedenleri ve Etkileri
İlgili yazında kriz kavramına yönelik pek çok tanıma rastlanmaktadır. Bunlardan bazılarını şu
şekilde sıralamak mümkündür:
Çelik ve Özdevecioğlu’na (2002: 56–57) göre kriz; örgütün amacına ulaşmasını ve işleyiş
düzenini tehdit eden, örgütün yaşamını tehlikeye sokan ve acil olarak tepki gösterilmesini
gerektiren bir durumu ifade eder. Tağraf ve Aslan (2003: 150) ise, krizi; önceden beklenilmeyen ve
sezilemeyen, örgüt tarafından acele cevap verilmesi gereken, örgütün önleme ve uyum
mekanizmalarını yetersiz hale getirerek, mevcut değerlerini, amaçlarını ve varsayımlarını tehdit
eden bir gerilim durumu, olarak tanımlamaktadır. Diğer bir tanımlamaya göre ise kriz; örgütün kısa
ve uzun dönemli amaçlarını tehdit eden, acil tepkiler gerektiren, yanıt için karar verme süresini
kısıtlayan ve en önemlisi, varlığıyla karar verme birimlerini şaşırtarak kararsızlığa sürükleyen bir
süreçtir (Titiz ve Çarıkçı 2001: 204). Kriz, örgütte sadece devam eden faaliyetleri değil, aynı
zamanda örgütün yaşamını da tehdit eder ve üretim kapasitesini kullanılamaz duruma getirir
(Öztürk ve Türkmen 2006: 75).
İşletmelerde krize neden olan faktörler iki grupta toplanabilir. Bunlar işletme dışı (doğal
faktörler, makro düzeyde ekonomik belirsizlik ve dalgalanmalar, hukuki ve politik düzenlemeler,
sosyo-kültürel faktörler, teknolojik gelişmeler, terörizm vb.) ve işletme içi (tepe yöneticilerle ilgili
sorunlar, örgütsel belirsizlikler, teknik donanım ve tecrübe yetersizliği vb.) faktörlerdir (Çelik ve
Özdevecioğlu 2002: 57; Öztürk ve Türkmen 2006: 75). Özellikle ekonomik krizler, son yıllarda her
ülkenin sıklıkla karşılaştığı durumlardır. 1997’de Güney Doğu Asya Krizi, 1999’da Rusya Krizi,
2001’de Türkiye’de finans piyasalarından kaynaklanan ekonomik kriz ve son olarak 2007 sonlarında
tüm dünyada finans sektöründen özel sektörün tamamına yayılan ekonomik kriz, örgütler açısından
önemli değişiklikleri beraberinde getirmiştir (Ener 2009: 28; Kumcu 2008: 5, Titiz ve Çarıkçı 2001:
203). Doğal afetler dışındaki bütün sorunlar, diğer bir ifadeyle bütün ekonomik ve sosyal gelişmeler
işletmelere çeşitli belirtilerle kriz sinyalleri verebilir (Titiz ve Çarıkçı 2001: 204). Bu sinyallerin doğru
değerlendirilmesi ve gerekli önlemlerin alınması durumunda, işletme ister krize girmiş, isterse kriz
143
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
oluşum sürecinin başlangıcında olsun, mevcut durumdan en avantajlı şekilde çıkmayı başarabilir. Bu
yüzden, krize karşı geliştirilecek strateji ve teknikler oldukça önem taşır (Tağraf ve Arslan 2003:
152).
Krizlerin işletmeler üzerindeki olumsuz etkilerini şu şekilde sıralamak mümkündür (Çelik ve
Özdevecioğlu 2002: 58-59; Titiz ve Çarıkçı 2001: 205):
•
İşletme nakit sıkıntısına girer,
•
Örgüt üyeleri arasında korku ve panik artar,
•
Örgüt içinde beklenmeyen maliyetler ortaya çıkar,
•
Yönetim üzerinde hızlı karar verme baskısı oluşur,
•
Örgütte küçülme çalışmaları başlar ve buna bağlı olarak işgören azaltımı gündeme gelir,
•
Örgütsel imaj zedelenir,
•
Örgütün iç ve dış gelişmelere karşı uyum yeteneği zayıflar.
Öte yandan, günümüz küreselleşme sürecinde işletmeler eskiye nazaran daha yoğun bir
rekabet ortamında faaliyetlerini sürdürmektedirler. Özellikle turizm endüstrisinin, günümüzde çeşitli
küresel risklerle karşılaşması kaçınılmaz bir durum haline gelmiştir. Dünya Turizm Örgütü, turizm
endüstrisindeki krizi; beklenmedik anlarda ortaya çıkan, turistlerin destinasyona olan güvenini
azaltan ve
turizm işletmelerinin olağan
faaliyetlerini
engelleyen olaylar bütünü,
olarak
tanımlamaktadır (Öztürk ve Türkmen 2005: 172–173). Köroğlu (2004: 70) ise, turizmde krizi;
turizm işletmelerinin olağan faaliyetlerini tehdit eden, turistik bölgenin güvenli olmadığı izlenimi
yaratan, turistleri yörenin turistik çekicilikleri ve rahatlığı konusunda olumsuz etkileyen ve bölgeye
yönelik turizm talebinin ve harcamaların azalması nedeniyle yöresel turizm işletmelerinin
faaliyetlerini yerine getirememeleri ya da varlıklarını devam ettiremedikleri, bölgesel, ekonomik ve
turizm talebinin azalmasına neden olan olaylar, şeklinde tanımlamaktadır.
Turizm endüstrisinde yaşanan krizler, doğal olarak turizmin en önemli unsurlarından biri
olan otel işletmelerini de yakından etkilemektedir. Türksoy (2007: 105–108), otel işletmelerine
gelen yabancı turistlerin, kendi ülkelerinin iç dinamiklerinden kaynaklanan ekonomik ve politik
istikrarsızlıklar, bu ülkelerle yaşanan ikili sorunlar, bölgeye has olaylar (körfez krizi, terör gibi), rakip
ülkelerin anti propagandaları, kuş gribi ve domuz gribi gibi salgın hastalıkların, işletmenin
bulunduğu yöreye yönelik talebi olumsuz yönde etkileyerek krize neden olabildiğini ifade
etmektedir. Yazar ayrıca, özellikle Türkiye’deki otel yöneticilerinin kriz dönemlerine ilişkin yeterince
bilgi ve tecrübeye sahip olmamalarının, bu dönemlerin aşılmasında güçlüklerle karşılaşılmasına
neden olduğunu öne sürmektedir. Türkiye’de Nevşehir ve İçel illerinde faaliyet gösteren 83 otel
144
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
işletmesi üzerinde yapılan bir araştırmada; Nevşehir’deki otellerin % 58’inin, İçel’deki otellerin ise
% 76’sının daha önceki krizlerden olumsuz etkilendikleri belirlenmiştir (Çelik ve Özdevecioğlu 2002:
65). Marmara Bölgesi’nde faaliyet gösteren A, AG, B ve C grubu seyahat acentaları ile 3, 4 ve 5
yıldızlı otelleri kapsayan toplam 364 işletme üzerinde yapılan bir başka araştırmada; işletmelerin %
86’sının daha önceki dönemlerde herhangi bir krizden etkilendikleri tespit edilmiştir. İşletmelerin
karşılaştıkları kriz türlerinden en önemlileri; ülke ekonomisindeki dalgalanmalar, savaş ve fiyat
dalgalanmaları gibi uluslararası boyutta yaşanan olumsuzluklar, çevresel tahribat ve terörizm,
olarak belirlenmiştir (Öztürk ve Türkmen 2005: 183–186). Benzer şekilde, İstanbul’da faaliyet
gösteren 86 A grubu seyahat acentası üzerinde yapılan diğer bir araştırmada ise, işletmelerin %
92’sinin daha önce kriz durumu ile karşılaştıkları belirlenmiştir. Araştırmada, krize neden olan en
önemli faktörler; ekonomik (% 96), doğal (% 49), ve yasal ve politik (% 38), faktörler olarak tespit
edilmiştir. İşletmelerin, kriz dönemlerinde izlediği stratejilerde öne çıkan bulgular ise; müşteriye
cazip teklifler ve tatil alternatiflerinin sunulması (% 83,5), işletmede kaynak tasarrufuna gidilmesi
(% 82,3) ve farklı satış tekniklerinin ve dağıtım kanallarının kullanılması (% 57), şeklinde
belirlenmiştir (Köroğlu 2004: 77–79).
Otel işletmelerinin sahip olduğu bazı ortak özellikler, krizlerin bu işletmeler üzerindeki
etkinliğini artırmaktadır. Kriz dönemleri ve krizden etkilenme şartları dikkate alındığında, otel
işletmelerinin ayırt edici özellikleri şu şekilde özetlenebilir (Çelik ve Özdevecioğlu 2002: 60):
Mevsimsellik Özelliği: Oteller genellikle (şehir otelleri hariç) belirli dönemlerde yoğun olarak
hizmet verirler. Otel işletmelerinde düşük sezon olarak adlandırılan dönemlerde doluluk oranları
önemli ölçüde azalır. Talebin yoğun olduğu dönemlerde yaşanabilecek olası bir kriz, otel
işletmelerinin tüm yıl atıl kapasiteyle çalışmasına neden olabilir.
Kriz Dönemlerinde Tüketiciler Tarafından Kolay Terk Edilebilmesi: Otel işletmelerinde
üretilen hizmet, lüks tüketim olarak görüldüğünden, ekonomik kriz dönemlerinde tüketiciler
tarafından ilk terk edilen unsurlardan biri olmaktadır.
Otel Hizmetlerinin Depolanamaması: Otel işletmelerinde üretim ve tüketim eş zamanlı
gerçekleşmektedir. Bir otel odasının depolanıp gelecek bir zaman diliminde satılması mümkün
olmadığından, satılamayan her oda o gün için işletmeye zarar olarak geri dönmektedir.
Özellikle Bazı Bölgelerde Rekabetin Şiddetli Olması: Yoğun turist trafiğinin bulunduğu
bölgelerde çok sayıda otelin olması, bu işletmeler arasındaki rekabeti artırmaktadır. Kriz, rekabetçi
kalamayan otelleri daha olumsuz etkilemektedir.
145
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
2. İnovasyon Kavramı, Önemi ve Türleri
Günümüzün hızla değişen rekabet ortamında, örgütlerin ayakta kalabilmek için ürünlerini,
hizmetlerini ve üretim yöntemlerini sürekli yenilemeleri gerekmektedir. Söz konusu değişim süreci
“inovasyon” olarak adlandırılmaktadır (Devecioğlu 2008). Porter (1998), ucuz işgücü ve ölçek
ekonomisi sayesinde rekabet üstünlüğü elde etmenin geçmişte kaldığını, günümüzde en önemli
üstünlük sağlama yollarından birinin inovasyon olduğunu öne sürmektedir. Makridakis (1998) ise,
mevcut eğilimlerin artarak devam edeceği düşünüldüğünde, önümüzdeki 15 yılın sonunda arz
fazlası vermeyecek ürün ve hizmetlerin yalnızca yeni ya da özgün ürün/hizmetler olacağını
belirtmektedir. Yazar bu açıdan, bu tür ürün ve hizmetleri pazara sunma yeteneğinin, örgütsel
başarıya ulaşmada en önemli faktör olacağını öne sürmektedir (Porter, 1998 ve Makridakis,
1998’den aktaran Güleş ve Bülbül 2004: 115–116).
İnovasyon, yeni ve değişik bir şey yapmak anlamındaki Latince ‘innovane’ kelimesinden
türetilmiştir. Türkçe’de yenilenme, yenilik veya yenilikçilik gibi kelimelerin karşılığı olarak
kullanılmakla birlikte (Eraslan vd. 2008: 24), bu kavramın anlamı tek bir sözcükle ifade
edilemeyecek kadar geniştir. İnovasyonun özünde, ticari bir başarı elde etme ve katma değer
yaratma vardır. Birçok yenilik, ticari bir gelir elde etme başarısı gösteremeden yok olmak zorunda
kalmaktadır. Bu yüzden, önemli bir iktisadi katma değer yaratmayan yenilikler inovasyon olarak
kabul edilmemektedir (İnsel ve Sarıdoğan 2009).
İlgili yazında inovasyon olgusuna yönelik çok sayıda tanıma rastlanmaktadır. Tüm bu
tanımlardaki ortak nokta, inovasyonun; birey ya da grupların ürettiği ve uyguladığı fikirlerin bir
sonucu olmasıdır. Bu anlamda, ortaya çıkan sonuç ister soyut ister somut bir olgu olsun, aynı
zamanda bir inovasyondur (Yeloğlu 2007: 147). Literatürde inovasyon ile ilgili olarak yapılan
tanımlardan bazıları şu şekilde özetlenebilir:
İrmiş ve Akça (2003: 778), inovasyonu en basit şekliyle, “yeni ve yararlı ürünlerin
yaratılması ve bu ürünlerin pazara sunulması ile ilgili bilginin kullanımını kapsayan süreç”, olarak
tanımlamaktadır. Sarıkaya’ya (2002: 89) göre ise inovasyon; iç ve dış çevrelerden kaynaklanan her
türlü baskı, tehdit, istek ve olanaklara; teknoloji, ürünler, hizmetler, yöntemler ve politikalar
açısından başarılı olarak cevap verebilmek için yapılan değişimleri içeren yaratıcı bir süreci, ifade
etmektedir. Güleş ve Bülbül’e (2004) göre örgütsel açıdan yenilik; “işletme tarafından bir
düşüncenin, aracın, sistemin, politikanın, programın, ürünün, hizmetin veya sürecin ilk kez
146
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
sunulması ya da kullanılması”, anlamına gelmektedir (Güleş ve Bülbül, 2004’den aktaran Öğüt vd.
2007: 414). Bununla birlikte bazı yazarlara göre inovasyon, hem bir süreci hem de bir sonucu
içermektedir. Bir süreç olarak inovasyon; “bir fikri pazarlanabilir bir ürün/hizmete, yeni ya da
geliştirilmiş bir imalat ya da dağıtım yöntemine, veya toplumsal hizmet yöntemine dönüştürmeyi
ifade eder. Bu dönüştürme süreci sonunda ortaya çıkan ise, yeni ve/veya geliştirilmiş ürün, yöntem
ya da hizmettir (Eraslan vd. 2008: 25).
Diğer taraftan, bazen icat ve inovasyon kavramları birbiriyle karıştırılmakta ve aynı
anlamları içerdikleri belirtilmektedir (Başer 2002: 46). Ne var ki, bu iki olgu birbirinden farklı
anlamlar taşımaktadır. İcat, bilimsel ve teknik olarak bir ürünün ilk defa ortaya çıkarılmasıdır. Ancak
çoğu icat, inovasyon aşamasına geçememektedir. İnovasyon aşaması ise, ürünün ticari olarak
satışa sunulmasını da içermektedir. Bir başka deyişle, bir işletme daha önce başkaları tarafından
ortaya konulmuş bir icadı ticari hale getirerek inovasyon yapabilmektedir. İcat ile inovasyon
arasındaki farkı basit bir örnekle şu şekilde açıklamak mümkündür (Oğuztürk 2003: 255–256):
“Aslında tahmin edilenin aksine, Isaac Singer, dikiş makinesini icat eden ve dolayısıyla adını
veren kişi değildir. Dikiş makinesini 1846 yılında Boston’lu bir mucit olan Elias Howe icat etmiştir.
Ancak, icadını yeniliğe dönüştürme imkanını elde edemeyen Howe, hem icat ettiği makineye adını
verme hem de bundan milyarlarca dolar kazanma şansını kaybetmiştir. Bu işi başaran Singer,
dünyanın her yerinde dikiş makinesi denince akla gelen marka ve isim olma başarısını elde
etmiştir”.
Singer’in bunu nasıl başardığı, işletmeciler için önemli bir ipucu niteliği taşımaktadır.
Günümüzde örgütlerin rekabetçi kalabilmeleri için kendi alanlarındaki yeni ürün/hizmet ve üretim
yöntemlerini sürekli iyileştirerek bu alanda patentler geliştirmeleri büyük yarar sağlar. Bu bağlamda
girişimciden beklenen, icad değil, inovasyon yapmasıdır. Örgütler ancak inovasyon sayesinde pazar
payını
ve
kârlılığını
yükseltip
rekabetçi
kalmayı
başarabilmektedir
(Yamaç,
http://www.genbilim.com/content/view/831/86/).
Diğer taraftan, inovasyon olgusu ile karıştırılan kavramlardan bir diğeri, taklittir. Manofield
(1963), inovasyonun; bir ürün, hizmet, süreç veya fikrin ilk kullanımı olduğunu, sonraki
kullanımların taklit kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini öne sürmektedir (Manofield, 1963’ten
aktaran Eryılmaz 2005: 81). İnovasyon genellikle bir veya birkaç işletme tarafından başlatılmakta,
diğer birçok örgüt, yeniliğin öncülüğünü yapan bu işletmelerin uygulamalarından faydalanmaktadır.
147
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Dolayısıyla, bu tür işletmelerin yapmış oldukları değişimleri inovasyon olarak nitelemek mümkün
olamamaktadır (Güleç, http://www.geocities.com/ceteris_tr2/hbg3.doc).
Bir işletme inovasyona kapalıysa, zamanın ve çevrenin gerektirdiği koşullara uymakta
güçlük çeker, değişim ve uyum sağlama yeteneği azalır ve dolayısıyla gelişme ve yaşama gücünü
önemli ölçüde yitirir. Böylece inovasyon, bir örgütün yeni gereksinimlere ve çevresel koşullara
uyum sağlayabilmesinin önemli bir kıstasını oluşturur (Zerenler vd. 2007: 661). Porter (1992: 578)
bu bağlamda, küresel rekabet ortamında inovasyonun önemini şu şekilde vurgulamaktadır:
“Rekabet üstünlüğü, temel olarak, gelişme, yenilik yapma ve değişimden kaynaklanmaktadır. Birçok
işletme için üstesinden gelinmesi gereken, gelişme ve yenilik yapma yeteneklerini artırmaktır”.
Higgins’e (1999) göre inovasyon; bir işletmeye rakiplerine kıyasla bir farklılık, göreli bir düşük
maliyet ya da her ikisinin belirli bir düzeyde başarılması sayesinde rekabetçi üstünlük olanağı
sunmaktadır (Higgins, 1999’dan aktaran Güleş ve Bülbül 2004: 117). İnovasyon, bir örgütün daha
yüksek kar marjı elde etmesine olanak sağlamakla birlikte, bu olumlu durumun ne kadar süreceğini
tahmin etmek oldukça güç olmaktadır. Günümüzde müşteri istekleri ile ilgili bilgilere ve gelişen
teknolojiye kolaylıkla erişebilen rakiplerin inovasyonu taklit etme becerilerinin olabileceği
düşünüldüğünde, tek bir inovasyonla elde edilen rekabet avantajının kısa sürebileceğini tahmin
etmek zor olmayacaktır. Bu nedenle, işletmede inovasyonu sürekli kılacak bir örgüt kültürü
oluşturmak oldukça önemlidir (Devecioğlu 2008).
Örgütler açısından başarı, rakiplere göre fark yaratmakta gizlidir. Piyasada, birbirine benzer
nitelikte çok sayıda mal ve hizmet bulunmaktadır. Müşteriler, bu kadar bol seçenek arasından,
öncelikle kendi ihtiyacını bunlardan hangisinin karşılayacağını irdeler. Bunlar arasından ihtiyacını en
iyi karşılayan, en ucuz ve en kolay ödeme şartları olanları tercih eder. Bu ise, örgütlerin kar elde
etmesini ve büyümesini kolaylaştırır. İşte bu noktada inovasyon gündeme gelir (Gemlik vd.,
http://www.idc.sdu.edu.tr/tammetinler/yonetim/yonetim50.pdf). Örgütler açısından inovasyonun
önemi
basit
bir
örnekle
şu
şekilde
açıklanabilir
(Aksoy,
http://www.temelaksoy.com/2008/12/23/krizde-inovasyon-nasil-yapilir/):
“Para verilip satın alınan her ürün veya hizmet, müşteriye bir değer ifade eder. İyi bir
lokantanın sunduğu değer; kuşkusuz sunduğu yemektir, ama aynı zamanda hangi semtte olduğu,
atmosferi, müziği, garsonların hizmeti, lokantaya kimlerin geldiği ve hakkında ne konuşulduğudur.
Bir lokanta açıp başarılı olan bir girişimci, başarı nedenlerini analiz etme ihtiyacı duymayabilir.
Ancak işler yavaşladığında, lokantayı yeniden tercih edilen bir yer haline getirmek için, yenilik
yapmak gerekir. Genellikle bir müşteri ne istediğini bilmez ve dolayısıyla da bilmediği bir şeyi ifade
148
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
edemez. Bu yüzden, işletmenin müşteriyi mutlaka araştırması, beklentilerini keşfetmesi ve deyim
yerindeyse onun hayatının içine girmesi gerekir. Yenilikçiliğin hayati önemi burada yatar”.
Jong ve Vermeulen’e (2003: 845) göre, inovasyon için gerekli olan temel koşul, bir fikir
üretmektir. Ancak, tek başına fikir üretmek de inovasyon sayılamamaktadır. Önemli olan yararlı
fikrin uygulamaya konup kullanılabilmesidir. Diğer bir ifadeyle, örgüt içinde girişilen bir faaliyet,
ticari hale gelebildiği oranda başarılıdır ve yenilikçidir (Zerenler vd. 2007: 660). Son yıllarda
işletmelerin inovasyon konusunda yeterli bir gelişme gösteremediği yönünde bir görüş hâkim
olmasına rağmen; Toyota Motor, Apple, Procter&Gamble gibi bu süreci iyi yöneten örgütlere de
rastlanmaktadır. Bu işletmelerin ortak özelliği, çoğu girişimin başarısız olabileceği varsayımını
düşünmelerine rağmen, inovasyon adına çalışmalarını sürekli sürdürmeleri ve denemekten
vazgeçmemeleridir. Bu nedenle, günümüzde riske girip, yeni fikirler üretmek ve bu fikirleri iyi
yönetmek, ayakta kalabilmenin yeni kuralı olmaktadır. Son dönemlerde teknoloji alanında çığır açan
iPod’un yaratıcısı Apple, bunu en iyi başaran örneklerdendir. Apple şirketi, 2001 yılında Sony
firmasının Walkman’ine karşı yeni bir ürün üretmek üzere başlattığı çalışmalarını, iPod’u piyasaya
sürmeyi başararak sonlandırmıştır (Bayıksel 2005). Diğer bir örnekle, ‘amazon.com’, interneti yeni
bir dağıtım kanalı aracı olarak kullanarak son on yılın en önemli ürün yeniliklerinden birini yaratmayı
başarmıştır. Benzer şekilde Japon işletmeleri, ileri imalat teknolojilerini üretim süreçlerine entegre
ederek dünyanın sayılı şirketleri arasında yerlerini almıştır. Ürün ve hizmet yenilikleri, müşteri
ihtiyaç ve beklentilerini karşıladığı sürece, işletmeler için her zaman en önemli stratejik araçlardan
biri olmaktadır (Güleş ve Bülbül 2004: 115). İşletme literatüründe buna benzer birçok başarılı
inovasyon örneklerine rastlanmaktadır. Bunlardan bazılarını şu şekilde özetlemek mümkündür
(Aksoy, http://www.temelaksoy.com/2008/12/23/krizde-inovasyon-nasil-yapilir/):
Emporia
Telecom:
Yaşlıların,
standart
cep
telefonlarının
gelişmiş
fonksiyonlarını
kullanamamalarından esinlenerek, ‘kolay arama’ kavramı üzerine geliştirilmiş basit cep telefonları
üreterek bir değer inovasyonu yaratmıştır.
Fiat 500: Bu yüzyılın en modern arabası, en yeni tasarımını yaratmak yerine, ‘temel
değerlere dönerek’ eski bir konsepti, nostaljik bir ürünü, yeni bir yüzle pazara sunmayı başarmıştır.
Toyota: Basitlik kavramını en iyi şekilde uygulayabilmek için, tüm süreçlerini yalınlaştırmış
ve yalın yönetim felsefesini iş dünyasının gündemine sokmuştur.
149
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
HIP Otelleri: Yapıların, çevrenin ve hizmetlerin monotonlaştığı bir dönemde turizm
sektöründe; mimari tasarım, hizmet ve otelcilik anlayışını yeniden tarif ederek otelcilik alanında
başlı başına bir inovasyon olmuştur.
Günümüzde farklı endüstrilerde faaliyet gösteren çok sayıda işletmede pek çok inovasyon
örneğine rastlanmaktadır. Burada fikir oluşturması bakımından yukarıdaki inovasyon örnekleri ile
yetinilmek durumunda kalınmıştır. Çalışmanın son kısmında ise, otel işletmelerinde karşılaşılan
inovasyonlar detaylı bir incelemeye konu olmaktadır.
İnovasyon olgusunu farklı şekillerde sınıflandırabilmek mümkün olmakla birlikte, ilgili
yazında rastlanılan en yaygın iki sınıflama, yeniliğin derecesine (radikal ve kademeli) ve odağına
(ürün ve süreç) göredir (Güleş ve Bülbül 2004: 116). Radikal yenilikler, henüz bilinmeyen ya da
tanınmayan ve işletme ya da endüstri için tamamen yeni olan ürün/hizmetlerdir. Kademeli yenilikler
ise; şu anda mevcut olan ürün/hizmetlerin ya da süreçlerin geliştirilmesini ifade etmektedir (Mole
ve Worrall 2001: 354). Örneğin, bilgisayarla haberleşme sistemine sahip bir işletme için internet,
kademeli bir yenilik iken; elektronik posta uygulaması ile yeni tanışan ve örgütün iletişim kanallarını
bu yönde değiştiren işletme için internet, radikal bir yeniliktir (Güleş ve Bülbül 2004: 116). Öte
yandan ürün yeniliği; mevcut özellikleri ve öngörülen kullanımlarına göre yeni ya da önemli
derecede iyileştirilmiş bir mal ya da hizmetin ortaya konulmasını ifade ederken; süreç yeniliği, yeni
veya önemli derecede iyileştirilmiş bir üretim veya teslim yönteminin gerçekleştirilmesi, anlamına
gelmektedir (Zerenler vd. 2007: 661–662). Good Year’ın ‘patlasa da gidebilen lastiği’ ve Colin’s
Jeans’in ‘iki tarafı da giyilebilen pantolonu’ ürün yeniliklerine örnek olarak gösterilebilirken; tam
zamanında üretim ve toplam kalite yönetimi gibi örgütsel uygulamalar günümüzde işletmelerde
süreç yeniliklerinin ideal örneklerini oluşturmaktadır (Elçi 2008).
3. Kriz ve İnovasyon İlişkisi
Örgütlerin çevresinde birçok kaynak bulunmaktadır. Önemli olan, örgütlerin bunların
farkında olabilmesidir. Kriz gibi problemler bile, eğer olaya inovasyon perspektifinden bakılırsa
önemli bir kaynak olabilmektedir (Özözer 2009). Diğer bir ifadeyle, kriz, beklenmedik olağan dışı bir
durumu ifade ettiğinden, krizin çözümünü de olağan dışı yöntemlerle aramak gerekmektedir. Bu
durum,
örgütün
yenilikçi
bir
karaktere
sahip
olmasını
gerektirmektedir
(Filiz,
http://www.atillafiliz.com/makale.php?id=44).
Örgütler, önceden almış oldukları sinyallere göre, krize karşı bir takım strateji ve teknikler
geliştirebilirler. Ancak bu stratejilerin hazırlanması, gerçekte bir öngörü becerisi gerektirir. Çünkü
150
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
her şey olağan giderken, genellikle kriz için hazırlık yapmak pek düşünülmez (Tağraf ve Arslan
2003: 152–153). Oysa yenilikçiliği sürekli kılacak bir kurum kültürü yaratmak bu aşamada oldukça
önem taşır. Bu durum, örgütün krize karşı hazırlıklı olmasına ve krizin örgüte neden olabileceği olası
zararların önceden önlenmesine imkân verebilir.
İlgili yazında sıklıkla, krizin hem bir ‘tehlike’, hem de ‘fırsat’ içeren bir durum olduğu ifade
edilmektedir. Tehlike, bir girişimcinin her an yaşayabileceği bir durumdur. Fırsat ise, krizden sonra
ortaya çıkacak olaylara hazırlıklı olmak anlamına gelmektedir. Bunun yolu ise, inovasyondan
geçmektedir (Müftüoğlu, http://www.rekabet.gov.tr/dosyalar/perskonfyyn/perskonfyyn99.pdf). Kriz
dönemlerinde işletmelerin yürütmekte olduğu alışılagelmiş faaliyetler yeterliliğini yitirir. Başlangıçta
olumsuz gibi görünse de, kriz dönemleri iyi değerlendirildiğinde inovasyonla birlikte bir fırsata
dönüşebilir (Özgenç 2009). Kriz dönemlerinde örgütler açısından önemli olan nokta, karamsarlık ve
durağanlık yerine, dinamik bir şekilde yeni fikirlere yönelmek ve bunlar içinden en iyilerini seçerek
uygulamaya koyabilmektir. Çünkü kriz dönemlerinde rakiplerin çoğu, yolu açmak yerine bir kenara
çekilip yolun açılmasını beklemeyi tercih ederler. Bu da, kriz ile birlikte bir fırsatın doğması anlamına
gelir (Özten 2008). Başka bir ifadeyle kriz, işletmelerin kendilerini yeniden keşfetmeye başladığı
dönemler olup; bu yönüyle işletmelere inovasyon geliştirmek için önemli bir fırsat sunmaktadır.
Kriz, eski dönemdeki faaliyetlerin yeni düzene uygun olup olmadığının sorgulanmasını sağlayarak
işletmelerde inovasyona bir zemin hazırlamaktadır (Kadıbeşegil 2009). Tüketici davranışları, kriz
sonrasında, önceki döneme göre değişiklik gösterir. Her kriz dönemi sonrasında, kriz sırasında
ertelenmiş olan talebin bir anda canlanmaya başladığı görülür. Yenilikçi ürün ve hizmetlerle bu
duruma hazırlıklı olan örgütler, müşterilerin taleplerini karşılayarak kriz ortamından en avantajlı
şekilde çıkmayı başarabilirler (Özgenç 2009).
Genelde kriz dönemlerinde yöneticiler, durağan bir yapıya bürünüp, küçülerek bu yapıyı
atlatmayı hedeflerler. Böyle bir davranış içinde olan yönetici, maliyet azaltarak kendi işletmesinin
rekabet konusunda daha başarılı olacağını ve müşterilerinin daha sadık kalacağını varsayar. Buna
göre, maliyetlerin ve fiyatların aşağı çekilmesiyle deyim yerindeyse örgüt korunaklı bir limana
çekilecek ve sadık müşteriler sayesinde olumsuz durum güven içinde atlatılacaktır. Ne var ki,
rekabetçi bir ortamda işletmenin maliyetlerini daha iyi yönetebileceği tartışmalı bir konudur. Maliyet
düşürme teknikleri herkes tarafından bilinen bir yöntemdir ve rakiplerin de benzer stratejiyi izlemesi
muhtemel bir durumdur. İkinci olarak ise, kriz dönemlerinde kaliteyi daha ucuza alabilen,
standartları yüksek, seçeneği çok müşterinin markaya sadık kalacağını beklemek fazla iyimserlik
olacaktır. Bu dönemde müşteri, hiç olmadığı kadar akılcı davranarak kendi çıkarlarını korumaya
151
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
çalışmaktadır. Bu süreçte yöneticinin rolü, tüketicinin beklentisini anlamaya çalışıp, ona uygun
inovasyonlar
geliştirmektir
(Aksoy,
http://www.temelaksoy.com/2008/12/krize-care-
inovasyondur/).
Görüldüğü gibi, örgütlerin kriz dönemlerinde en kolay ve çabuk başvurdukları yol, ‘tasarruf
etmek’ olmaktadır. Ancak bu, herkes tarafından bilinen ve kolay uygulanabilen bir yöntemdir. Kriz
dönemlerinde, örneğin tanıtım bütçesini kısmak gibi bir yola başvurmak gereksizdir. Bu dönemde
yenilikçi ve fark yaratan düşünceler yaratmak, önemli bir çözüm yolu olmaktadır (Filiz,
http://www.atillafiliz.com/makale.php?id=44). Ne var ki, İstanbul’daki seyahat acentaları üzerinde
yapılan bir araştırmada, kriz dönemlerinde işletmelerin % 82,3’ünün kaynak tasarrufuna gittikleri
tespit edilmiştir (Köroğlu 2004: 77).
Diğer yandan, tasarrufun örgütte ehil olmayan kişiler
tarafından yönetilmesi de son derece tehlikeli sonuçlara neden olabilmektedir. Her düzeyde
çalışanın, geleceği ile ilgili kaygı duyduğu bir ortamda tasarruf, işgörenler açısından endişe dolu bir
bekleyişe yol açabilmektedir (Kadıbeşegil 2009: 89). Nitekim Nevşehir’deki otel işletmeleri üzerinde
yapılan bir araştırmada, işletmelerin % 58’inin kriz döneminde işgören azaltımına gittikleri
saptanmıştır (Çelik ve Özdevecioğlu 2002: 68).
Kriz dönemlerinde inovasyon, örgütler açısından en önemli çözüm yollarından biri olarak
görülmekle birlikte; günümüzde hükümet ve devlet organlarının da teşvik edici politikalarla
inovasyona destek olması önemli bir konuyu oluşturur. Örneğin Güney Kore hükümeti, 1990’lı
yılların sonunda yaşanan ekonomik krizde özel sektörün inovasyon faaliyetlerine hızla ve artan
miktarlarda destek sağlamıştır. Ekonomik kriz sona erdiğinde, Güney Koreli işletmeler rakiplerinin
önünde yarışa devam etmeyi başarabilmişlerdir. Benzer şekilde, Finlandiya’nın 1990’larda karşı
karşıya kaldığı kriz döneminde işsizlik % 20’ler, bütçe açığı ise, GSYİH’nın % 70’leri düzeyindeydi.
Devletin o dönemde geliştirdiği ilk çözüm; inovasyon, eğitim ve araştırma-geliştirmeye hızla kaynak
ayırmak olmuştur. Bunun sonucunda günümüzde Finlandiya, dünyanın en yenilikçi ve rekabetçi
ülkelerinden biri olmayı başarmıştır (Yuzar 2009).
Bilim ve teknoloji politikalarının da merkezinde yer alan inovasyon, bir ülkenin ekonomik
büyüme ve toplumsal gelişiminde önemli rol oynamaktadır. Bu bağlamda, gerek Avrupa Birliği
ülkeleri gerekse ABD’de inovasyonun gelişmesi maddi ve manevi olarak desteklenmektedir. Örneğin
Avrupa Komisyonu, ‘Hayal Et, Yarat, İnovasyon Yap’ sloganıyla 2009’u Avrupa Yaratıcılık ve
İnovasyon Yılı, olarak ilan etmiştir (Keskin 2009).
152
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Kriz dönemleri tüm sektörleri olduğu gibi turizm endüstrisini de derinden etkiler. Zira
özellikle ekonomik kriz dönemlerinde insanlar öncelikle lüks tüketim ürünlerinden ve seyahat
harcamalarından kısıntıya giderler. Buna rağmen, turizm işletmelerinin krizi geçici bir dönem olarak
görüp, kriz sonrasına hazırlıklı olmaları gerekir. Nitekim turizm işletmelerinin kriz dönemlerinde
uyguladıkları stratejilere yönelik Marmara Bölgesi’nde yapılan bir araştırmada, araştırmaya katılan
işletmelerin; “müşteri ihtiyaçlarına yönelik yeni ürünlerin geliştirilmesi”, “diğer işletmelerden daha
farklı ve özgün ürünler sunulması”, “farklı ürünlerin sunumu yoluna gidilmesi” ve “ürünlerde yenilik
yapılarak kalitenin artırılması”, konularında yüksek bir katılım oranına sahip oldukları saptanmıştır
(Öztürk ve Türkmen 2006: 84–86). Benzer şekilde, İstanbul’da faaliyet gösteren seyahat acentaları
üzerinde yapılan diğer bir araştırmada; “turizm piyasasını ve seyahat işletmesini etkileyecek
çevresel koşulların sürekli gözden geçirilmesi (%80,2)”, “stratejik ortaklıklar oluşturma (%59,3)” ve
“işletmede yeni yönetim teknikleri kullanarak esnek ve yaratıcı örgüt yapısının oluşturulması
(%51,2)”, işletmelerin krizleri önlemeye yönelik yaptıkları en önemli çalışmalar olarak tespit
edilmiştir (Köroğlu 2004: 80).
Bilindiği gibi dünya turizm hareketlerinden Avrupa kıtasının aldığı pay her geçen yıl
azalmakta ve Asya-Pasifik ülkelerinin cazibesi giderek artmaktadır. Nitekim dünya turizm
hareketlerinin geleceğe yönelik projeksiyonlarında da benzer trendlerden bahsedilmektedir (Emekli
vd. 2006: 1–16; Çeken ve Ateşoğlu 2008: 136–151; Bozok ve Köroğlu 2007: 156). Son yıllarda
Avrupa ülkeleri turizminde yaşanan düşüş sonucu, Lizbon Stratejisi’ni hazırlayan Avrupa Birliği
ülkeleri, “inovasyonu”, söz konusu krizden kurtulmada en önemli araç olarak kabul etmişlerdir. Bu
yönde verilen kararın en güzel uygulayıcılarından biri, İsveç olmuştur. İsveç, “Ice Hotel” adını
verdiği ve her şeyin buzdan oluşturulduğu işletmeyi tüm dünyaya tanıtarak önemli bir merak
uyandırmayı başarmıştır (Mutlu, http://www.yenilesim.org/). Otel endüstrisinde, günümüzde buna
benzer çok sayıda inovasyon örneğine rastlamak mümkündür.
4. Otel İşletmelerinde İnovasyon Örnekleri
Otel işletmelerinde inovasyon geliştirme ve uygulamaya koymaya ilişkin çalışmalar
günümüzde hala az sayıda olmakla birlikte (Jong ve Vermeulen 2003: 846); otel, motel, tatil köyü
gibi işletmeler, hizmetlerde yenilik geliştirmenin önem arz ettiği alana ideal bir örnek teşkil eder.
Victorino vd. (2005: 556) bunu 3 temel nedene dayandırmaktadır. Birincisi; bir müşteri bakış
açısıyla ağırlama piyasası, çok sayıda birbirine benzer ürün/hizmetlerin sunulduğu bir endüstridir.
Bu durum, otel yöneticilerini rakip otellerle rekabette güç bir durumda bırakabilmektedir. Böyle bir
ortamla karşı karşıya kalan oteller için çözüm yollarından birisi, müşterilerine yeni ve farklı bir
153
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
özelliği
olan ürün/hizmet
sunmaktır.
İkincisi;
ağırlama endüstrisi,
Bişkek 2010
bilgi
teknolojilerindeki
ilerlemelerden dolayı hızla değişmektedir. Yöneticilerin, dinamik/hızla değişen bir çevrede rekabetçi
kalabilmek için müşteri tercihleri, kalite ve teknoloji gibi gittikçe daha fazla öneme sahip alanlarda
değişiklik yapmaya ihtiyacı vardır. Üçüncüsü ise; günümüz seyahatçileri, geçen son on yıldaki gibi
sadık müşteri davranışı göstermemektedir. Seyahatçiler bunun yerine, bütçelerini zorlamayacak,
ancak en iyi öneriyi sunacak otelleri tercih etmektedir. Bu açıdan otel yöneticileri, müşteri değeri
yaratabilmek için, müşterilerinin tercih ettikleri hizmetleri belirleyip, sunmuş oldukları hizmetleri
onların bu beklentileriyle buluşturmak zorundadır.
Ne var ki, otel işletmelerinde, hizmet unsurunun kendine has özellikleri nedeniyle,
inovasyon geliştirmek oldukça zordur. Zirâ bu işletmelerde üretim ve tüketim aynı anda
gerçekleşmekte ve deyim yerindeyse, tüketici (yani turistler) çoğu zaman üretim sürecinin içinde
olmaktadır. Bir başka deyişle, konaklama işletmelerinde, hizmeti satın alan kişi, hizmetin
üretilmesine katkıda bulunmaktadır. Bu işletmelerde, hizmeti talep eden kişi, söz konusu hizmetten
ne beklediğini açıkça belirtmek ve çalışanı bu konuda yönlendirmek zorundadır. Restorana giden bir
kişinin, ısmarladığı bifteğin ne kadar pişirilmesini istemesi veya bir müşterinin, barda, bilinmeyen bir
kokteyli yapması konusunda hangi içkilerin ne oranda karıştırılması gerektiğini barmene anlatması,
bu duruma iyi bir örnek oluşturmaktadır (Birgan 1994: 35).
Buna rağmen, otel endüstrisinde rekabetin giderek artması, işletmeleri, daha fazla müşteri
çekebilme adına, farklı ve benzersiz hizmet sunma arayışlarına itmektedir. Bu çerçevede, farklı tür
ve büyüklükteki otellerde yeni hizmet anlayışları geliştirilmektedir. Örneğin Cruz (1998: 40–41),
resort otelleri tercih eden turistlere yönelik hazırlanan tatil paketlerinin, eskiye özgü olan ‘havuz
kenarında alınacak bir içki’ veya ‘tenis dersleri’ gibi klasik hizmetlerin ötesine geçerek, maceracı
insanlara hitap eden öğeler içerdiğini belirtmektedir. Bu çerçevede Hilton Hawaiian Village yönetimi,
tesisin fiziksel yapısında büyük bir değişikliğe gitmiştir. İşletmede, yirmi bine yakın balık türünün
gezineceği yapay bir göl, yapay şelaleler, yürüyüş güzergâhları ve denizaltı mağaraları inşa
edilmiştir. Bu tesis, günümüz resortlarının sadece seyirlik manzaralarla değil, interaktif aktivitelerle
ayakta durabileceklerinin önemli bir kanıtını oluşturmaktadır. Florida’daki Daytona Beach Hilton ise
inovasyon geliştirmede farklı bir yöntem seçmiştir. İşletme yöneticisi Randy Newby, kendi kişisel
hobisiyle bağlantılı ilginç bir paket yaratmıştır. Newby’in çarpışan otomobil sürme hobisi
bulunmaktadır. Otelin hazırlamış olduğu bir hafta sonu paketinde; tesisin yakınlarındaki New
Symrna pistinde, ziyaretçilere çarpışan otomobillerde mürettebat olma fırsatı tanınmaktadır. Eğer
otel yöneticisi yarışta birinci veya ikinci olursa, kabinde mürettebattan biri olarak yarışmış olan
154
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
ziyaretçi, parasını geri almakta veya bir gecelik ücretsiz konaklama hakkı kazanmaktadır (Cruz
1998: 42).
Otel endüstrisinin geleceği ile ilgili bir başka trend, geleceğin seyahatçilerinin kolay
yaşamak isteyenlerden oluşacağı ile ilgilidir. Bu öngörüye göre geleceğin turistleri; giyim, ayakkabı
ve diğer gereksinimlerinden; yatak, yiyecek-içecek ve yeni ürün ve hizmetlere kadar her
ihtiyaçlarını bulabilecekleri “ev otelleri”ni tercih edeceklerdir. Ancak, insanları kendi evlerindeki
rahat ortamdan ayırıp bu ev otellerine gelmeyi teşvik etmek için, farklı bir hizmet sunmak
gerekecektir. Bu yüzden, tipik bir evden farklı olarak, onların ihtiyaçlarını daha iyi tatmin edecek
eşsiz bir atmosfer ve farklı ürün ve hizmetler sunmak gerekecektir (Holjevac 2003: 133).
Otel işletmelerindeki inovasyonlar kuşkusuz yalnızca bu örneklerle sınırlı değildir. Son
yıllarda farklı türdeki otellerde birçok inovasyon örneğine rastlanmaktadır. Örneğin, İstanbul’daki
Four Seasons Hotel zincirinde, sürekli gelen misafirlerin özel eşyaları (yastık, bornoz, kıyafet vb.
gibi) otel bünyesi içinde saklanmakta ve misafir otele gelmeden önce bunlar kontrol edilerek her
şey odasında hazır konuma getirilmektedir (Seçer 2003: 63–64). İstanbul’daki The Ritz-Carlton
Hotel zinciri bunun daha da ötesine geçmiştir. Bu otelde konuk hakkındaki tüm bilgiler en ince
detayına kadar veritabanına işlenmekte ve tekrar gelişlerinde bir takım düzenlemeler yapılmaktadır.
Örneğin, bir misafir geldiğinde odasının başucunda kızının veya uzun zamandır görmediği oğlunun
resmini görebilmektedir. Veya balayı çiftleri odaya girdiklerinde başuçlarında fotoğraflarını
görebilmektedir (Güngör 2003: 66–68). İstanbul’daki Hyatt Regency otelinde ise, yeni hizmet
anlayışı gerçekleştirme çerçevesinde “Guest History” sistemi kullanılmaktadır. Bu sistem,
misafirlerin otelde kaç kez kaldığının, ne kadar para harcadığının, en son hangi odada
konakladığının ve bu sırada neleri kullandığının bilgisayarlara kaydedilmesini içermektedir. Bu
sistem sayesinde, otelde daha önce konaklayan konuklara, tercihlerine göre aynı oda tahsis
edilebilmekte, fiziksel rahatsızlıkları olan müşterilerin odalarına özel eşyalar konabilmektedir
(örneğin boynunda bir rahatsızlığı olan konuk odasına ortopedik yastık konması gibi). Hatta bu
işletmede müşteriler henüz otele gelmeden önce, kişisel seçimlerine bakarak, kullandığı parfüm,
içtiği sigara, okuduğu gazete vb. odalarında hazır bulundurulmaktadır (Eren 2003: 72).
Öte yandan, İstanbul’daki Point Hotel, farklı tasarımı ve hizmet yaklaşımıyla yenilikçiliğe
önemli bir örnektir. Otelde ‘Voiceover IP’ sistemiyle yurt içi ve yurt dışı telefon konuşmalarında çok
düşük ücretli bir hizmet sunulmaktadır. Tüm müşteri odalarında bulunan kablolu ve interaktif TV’ler
sayesinde ve kablosuz bir klavye yardımıyla, müşterilerin ek bir ücret ödemeden internet hizmeti
almaları sağlanmaktadır. Müşterilerin tüm istek ve ihtiyaçları, ‘Guest Ware’ sistemine bağlı olarak
155
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
çalışan çağrı cihazları sayesinde gerekli birimlere iletilmekte ve sonucu kontrol edilebilmektedir.
Otelin genel alanları ve odalarında toplam 220 adet eski İstanbul fotoğraflarından oluşan tablolar
kullanılarak kalıcı bir ‘fotoğraf müzesi’ oluşturulmuş ve böylece farklı bir atmosfer yaratılmıştır.
Otelin genel müdürü, deyim yerindeyse çalışanların ‘inovasyonla uyuduğunu ve inovasyonla
uyandığını’ belirtmektedir. Böylece bu otelde örgüt çalışanları, yenilikçiliğin en önemli unsuru olarak
görülmektedir. Çalışanlardan gelen ilginç öneriler arasında; ülkelere göre oda konsepti yaratılması
ve
tuvaletlerde
kuş
sesi
duyulması
gibi
uygulamalar
bulunmaktadır
(http://www.morfikirler.com/yazi/hizmet-sektorunde_bir_inovasyon_ornegi).
Ankara’daki Sheraton oteli de sunmuş olduğu yenilikçi hizmetlerle inovasyona güzel bir
örnek oluşturmaktadır. Oteldeki ‘Business Center’ uygulaması kapsamında, özellikle iş amaçlı
konaklayan misafirlere idari asistan, kişisel bilgisayar, özel çalışma masası, fotokopi makinesi ve
yüksek hızlı internet erişimi gibi hizmetler sunulmaktadır. Öte yandan bu otelde, Club, Deluxe ve
Suit odalarda konaklayan konuklara özel olarak ‘Lounge’ hizmetleri sunulmaktadır. Otelde Lounge
olarak adlandırılan alanlarda çay, kahve ve meyve suyu hizmetleri tüm gün devam ederken, 18.00–
21.00 saatleri arası ise ‘Happy Hour’ olarak belirlenmiştir. Bu dönemde günlük gazeteler,
magazinler, LCD TV gibi hizmetler tüm Club misafirlerine ücretsiz olarak sunulmaktadır. Böylece
‘Happy Hour’ hizmeti, misafirler için dinlenme ve rahatlama dönemi olarak tasarlanmıştır. Oteldeki
en ilginç yenilikçi uygulamalardan bir diğeri ise, ‘Luggage Liaison’ olarak adlandırılan ‘Bagaj
Hizmetleri’dir. Bu hizmet sayesinde misafirlerin bagajları henüz otele gelmeden alınmakta ve
böylece misafirler, havaalanında bagaj taşıma, check-in sırasında uzun süre bekleme ya da kayıp
bagaj konusunda endişelenme gibi durumlarla karşılaşmamaktadır. Böylece otel misafirleri,
bagajlarını
otele
geldiklerinde
bulacakları
güvencesiyle
rahat
bir
yolculuk
yapmaktadır
(http://www.sheratonankara.com/o_f.asp?id=1).
5. Sonuç
Günümüzde işletmeler, oldukça dinamik ve belirsizliklerle dolu bir çevrede faaliyet
göstermektedirler. Böyle bir ortamda, işletme yöneticileri için en önemli konulardan biri, çevresel
belirsizliklerin kaynaklarının ne olduğunu anlamak ve bunlarla mücadele etmenin yollarını aramaktır.
Diğer
bir
deyişle,
gerçekleştirebilmesini
günümüzde
ve
yaşanan
yaşamlarını
hızlı
değişim
sürdürebilmesini,
ortamı,
büyük
örgütlerin
ölçüde
amaçlarını
çevreye
uyum
sağlayabilmelerine bağlı hale getirmektedir. İşletmenin türü ve faaliyet alanı ne olursa olsun,
örgütler hızlı ve sürekli değişen bir çevre içinde yer almaktadırlar. Bu durum, örgütleri çok çeşitli
tehlikelerle karşı karşıya bırakmaktadır. Örgütlerin hayatta kalmaları, bu tehlikelere karşı
156
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
göstereceği duyarlılık, öngörü ve tedbirlere bağlıdır. Şüphesiz kriz dönemleri de örgütler açısından
bir tehlike içermektedir. Ne var ki bu dönemlerde uygulanan klasik ve sıradan yöntemler çoğu
zaman bir çözüm yolu olamamaktadır (Öztürk ve Türkmen 2005: 168). Bu yüzden, günümüzde
örgütlerin yenilikçi bir karaktere sahip olmaları, rekabetçi kalabilmede önemli bir rol oynamaktadır.
Kriz dönemlerinde, otel işletmeleri sahip oldukları kaynakları en verimli şekilde kullanmak
zorundadırlar. Özellikle, otellerin en önemli kaynağı durumunda olan işgörenlerin yaratıcılığından en
üst düzeyde yararlanmak temel hedef olmalıdır. Bu durum, otel işletmelerinde üst yönetimin,
inovasyonu teşvik eden bir ortam yaratmasına bağlıdır. İnovasyon sürecinin başarıya ulaşmasındaki
ön koşullardan biri, üst yönetimin bu süreçteki desteği ve aktif rol oynamasıdır. Bu yüzden otel
işletmelerinde, örgütsel yapı içinde daha fazla özgürleştirilmiş ve müşteri beklentilerini
karşılayabilmeye yönelik daha fazla yetki ve kaynakla donatılmış işgörenlere ihtiyaç bulunmaktadır.
Bu bağlamda, örgütlerde inovasyonun başlıca ön şartının, ‘fikir özgürlüğü’ olduğu
söylenebilir. Nitekim söz konusu konu, günümüz bilgi toplumunda sanayi toplumuna göre büyük
farklılıklar göstermektedir. Henry Ford’un 1910’lu yıllarda konu ile ilgili değerlendirmesi oldukça
dikkat çekicidir: “Ben bu işçileri iki elleri için alıyorum, ama kafalarıyla geliyorlar, üretimi berbat
ediyorlar, kafalarıyla düşünüyorlar, hayal kuruyorlar, iki saniyede yapacakları bir işi üç saniyede
yapıyorlar ve sistem alt üst oluyor”. Dolayısıyla, sanayi toplumunda Ford’un ifadesiyle, ‘baş belası’
olan fikir özgürlüğü, günümüzde ekonomik değerler yaratmada en önemli unsur haline gelmiştir
(Müftüoğlu, http://www.rekabet.gov.tr/dosyalar/perskonfyyn/perskonfyyn99.pdf).
Günümüzde işletmelerin rekabetçi kalabilmeleri, öncelikle kendilerini tamamen farklı
biçimde tanımlayabilmelerine, temel stratejilerini yeniden yaratabilmelerine, içinde bulunduğu
sektörü yeniden keşfetmelerine ve ürün ve hizmetlerinde fark yaratabilme yeteneklerine bağlıdır.
Bu açıdan, uzun vadede bir örgütü başarılı kılan en önemli unsur, yenilikçi olmaktır (Zerenler, 2007:
661). İnovasyon, bu yönüyle özellikle kriz dönemlerinde anahtar unsurlardan biri olarak kabul
edilmektedir. Kriz dönemi gibi zorlanmalar olmadan bir örgütün yapmayı düşündüğü yenilikçi
yaklaşımlar uzun zaman alabilecekken; bu fırsatı iyi kullanan yöneticiler, inovasyondan değer
yaratmayı başarabilmektedir (Filiz, http://www.atillafiliz.com/makale.php?id=44).
Bu araştırmanın en önemli kısıtı, konunun kavramsal çerçevede incelenmiş olmasıdır. Bu
çalışmanın bir sonraki aşaması, örgütlerde kriz ve inovasyon arasında hangi yönde bir ilişki
olduğunu görgül bir çalışma ile incelemek olmalıdır. Araştırmanın diğer bir kısıtı, konunun otel
işletmeleri ile sınırlı olmasıdır. Yapılacak ileriki çalışmalarda, turizm endüstrisinin kapsamına giren
diğer işletmelerdeki yenilikçi uygulamaların da irdelenmesi yararlı olabilir.
157
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Kaynakça
Aksoy, Temel. “Krizde İnovasyon Nasıl Yapılır?”. http://www.temelaksoy.com/2008/12/23/krizdeinovasyon-nasil-yapilir/ (erişim tarihi: 20.11.2009).
Aksoy,
Temel.
“Krize
Çare
İnovasyondur”.
http://www.temelaksoy.com/2008/12/krize-care-
inovasyondur/ (erişim tarihi: 20.11.2009).
Başer, Serhan (2002). “İnovasyon (Yenilikçilik)”. İstanbul Sanayi Odası Dergisi, Sayı: 430, Ocak.
Bayıksel,
Şeyma
Öncel
(2005).
“Hızlı
Büyümenin
Sırrı
‘Yenilik
Yönetiminde’
”.
http://www.capital.com.tr/haber.aspx?HBR_KOD=3015 (erişim tarihi: 08.02.2010).
Birgan, İbrahim (1994). “Bir Hizmet Sektörü Olarak Turizm”. Anatolia Turizm ve Çevre Kültürü
Dergisi, Aralık: 34–38.
Bozok, Düriye ve Ahmet Köroğlu (2007). “Akdeniz Ülkelerine Yönelik Uluslararası Turizm
Hareketleri”. Gazi Üniversitesi Ticaret ve Turizm Eğitim Fakültesi Dergisi 2007 (1): 146–
157.
Cruz, Tony Dela (1998). “Resortlar Dinlenme Değil Yorulma Yerleri Oldu”. Hotel Dergisi, Türkiye
Otelciler Birliği Yayın Organı, Eylül (9): 40–42.
Çeken, Hüseyin ve Levent Ateşoğlu (2008). “Küreselleşme Sürecinde Turizm Endüstrisinin Avrupa
Birliği ve Türkiye Ekonomisindeki Yeri ve Önemi”. Gazi Üniversitesi Ticaret ve Turizm Eğitim
Fakültesi Dergisi 2008 (1): 136–151.
Çelik, Cemile ve Mahmut Özdevecioğlu (2002). “Otel İşletmelerinin Ekonomik Krizden Etkilenme
Düzeyleri ve Kriz Dönemlerinde Uyguladıkları Politikalara İlişkin Bir Araştırma”. Çukurova
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 9 (9): 56–74.
Devecioğlu, Sebahattin (2008). “Spor Klüplerinde İnovasyon Yönetimi”. Futbol Ekonomisi Stratejik
Araştırma Merkezi (FESAM).
http://perweb.firat.edu.tr/personel/yayinlar/fua_9/9_46967.pdf (erişim tarihi: 01.03.2010).
Elçi,
Şirin
(2008).
“İnovasyon,
İnovasyon
Stratejileri
ve
Sistemleri”.
http://www.trabzonticaret.net/resimler/haber/Inovasyon_SE_Technopolis.pdf
tarihi: 18.02.2010).
158
Technopolis.
(erişim
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Emekli, Gözde, Aydın İbrahimov ve Füsun Soykan (2006). “Turizmde Küreselleşmeye Coğrafi
Yaklaşımlar ve Türkiye”. Ege Coğrafya Dergisi 15 (2006): 1–16.
Ener, Hakan (2009). “Şirketlerin Kriz Sonrası Görünümü”. Leaders, Kasım: 28–31.
Eraslan, Hakkı, Melih Bulu ve İsmail Bakan (2008). “Kümelenmeler ve İnovasyona Etkisi: Turizm
Sektöründe Uygulamalar”. SOİD Seyahat ve Otel İşletmeciliği Dergisi, Ağustos-Eylül 5 (3):
15–50.
Eren, Gözde Savaş (2003). “Teknolojiyi Misafirperverliğe Entegre Ettik”. Gastronomi Otel
Ekipmanları ve Yiyecek İçecek Dergisi. Aralık (45): 70–72.
Eryılmaz, Mehmet (2005). “Bireylerin Bölüm Bazlı Bolluk Algılarının Yüksek Düzeyde Olduğu
Durumlarda, Örgütsel Yapı Unsurlarının Yenilik Süreci Üzerine Etkileri”. Akdeniz Üniversitesi
İ.İ.B.F. Dergisi (9): 79–92.
Filiz, Atilla. “İnovasyon İle Krizi Aşmak”. http://www.atillafiliz.com/makale.php?id=44 (erişim tarihi:
03.02.2010).
Gemlik, Nilay, Fatma Ayanoğlu Şişman ve Nur Şişman. “Yenilik Yönetiminde Stratejinin Rolü ve
Önemi”.
http://www.idc.sdu.edu.tr/tammetinler/yonetim/yonetim50.pdf
(erişim
tarihi:
01.02.2010).
Güleç, Hüseyin Başol. “İşletmelerde Yenilik Politikası ve Malatya’da Tekstil Sektöründe Uygulaması”.
http://www.geocities.com/ceteris_tr2/hbg3.doc (erişim tarihi: 07.01.2010)
Güleş, Hasan Kürşat ve Hasan Bülbül (2004). “Toplam Kalite Yönetiminin İşletmelerde Yenilik
Çalışmalarına Katkıları”. Gazi Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi 1 (2004): 115–129.
Güngör, Başak (2003). “Biz Misafire Bakmıyoruz, Görüyoruz”. Gastronomi Otel Ekipmanları ve
Yiyecek İçecek Dergisi. Aralık (45): 66–68.
“Hizmet
Sektöründe
Bir
İnovasyon
Örneği”.
http://www.morfikirler.com/yazi/hizmet-
sektorunde_bir_inovasyon_ornegi (erişim tarihi: 22.11.2009).
Holjevac, Ivanka Avelini (2003). “A Vision of Tourism and the Hotel Industry in the 21st Century”.
Hospitality Management (22): 129–134.
159
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
http://www.euractiv.com.tr/turizm/article/sector-krizin-etkilerini-inovasyon-ile-silecek (erişim tarihi:
07.02.2010).
http://www.inovasyon.com/2009/01/07avrupada-inovasyon-zamani/ (erişim tarihi: 15.02.2010).
http://www.sheratonankara.com/o_f.asp?id=1 (erişim tarihi: 25.02.2010).
İnsel, Aysu ve Ercan Sarıdoğan (2009). “İktisat Denizinde Fırtına: Yaratıcı Yıkım ve İnovasyon
Dalgaları”. Vira Dergisi, Haziran.
http://www.mimoza.marmara.edu.tr/~ainsel/Vira_July_2009.pdf (erişim tarihi:
01.03.2010).
İrmiş, Ayşe ve Bilge Akça (2003). “Sektörlerin Araştırma-Geliştirme ve Yenilik Yaratma Eğilimleri:
Denizli Örneği”. 11. Ulusal Yönetim ve Organizasyon Kongresi, Afyon Kocatepe Üniversitesi
İ.İ.B.F., 22-24 Mayıs, Afyon..
Jong, P. J. De ve Patrick A. M. Vermeulen (2003). “Organizing Successful New Service
Development: A Literature Review”. Management Decision 41 (9): 844–858.
Kadıbeşegil,
Salim
(2009).
“Titanik
Neden
2
Kere
Battı”.
İnfomag,
Ocak.
http://www.salimkadibesegil.blogspot.com/.../titanik-neden-2-kere-batti.html (erişim tarihi:
01.03.2010).
Kayalı, Cevdet A. ve Hüseyin Aktaş (2003). “Türkiye’de Küçük ve Orta Ölçekli İşletmelerde Yönetim
Krizi ve Toplam Kalite Yönetimi”. Yönetim ve Ekonomi Dergisi, Celal Bayar Üniversitesi
İ.İ.B.F. 2003 (2): 31–48.
Keskin,
Ekin
(2009).
“Ekonomik
Krizden
Çıkışta
Kaçırdığımız
Nokta:
İnovasyon”.
http://www.21yyte.org/tr/yazararsiv.aspx?yazar=140 (erişim tarihi: 17.02.2010).
Köroğlu, Ahmet (2004). “Turizm İşletmelerinin Muhtemel Krizlere Yönelik Hazırlık Çalışmaları ve
Seyahat Acentalarında Bir Uygulama”. Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi 7 (12):
69–87.
Kumcu, Ercan (2008). “Küresel Mali Kriz ve Türkiye”. Leaders, Aralık: 4–9.
160
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Mole, Kevin ve Les
Worrall
(2001).
“Innovation,
Business
Bişkek 2010
Performance and Regional
Competitiveness in the West Midlands: Evidence from the West Midlands Business Survey”.
European Business Review 13 (6): 353–364.
Mutlu,
Arda.
“Turizmde
İnovatif
Açılımlar-Turizm
İnovasyonu”.
http://www.yenilesim.org/index.php?...turizmde-inovatif-acilimlar-turizminovasyonu...inovasyonmakale... (erişim tarihi: 15.02.2010).
Müftüoğlu,
Tamer.
“Global
Rekabet
ve
Türk
Kobileri”.
Perşembe
http://www.rekabet.gov.tr/dosyalar/perskonfyyn/perskonfyyn99.pdf
Konferansları.
(erişim
tarihi:
01.03.2010)
Oğuztürk, Bekir Sami (2003). “Yenilik Kavramı ve Teorik Temelleri”. Süleyman Demirel Üniversitesi
İ.İ.B.F. Dergisi 8 (2): 253–273.
Öğüt, Adem, Tahir Akgemci, Emrah Şahin ve Ayşe Kocabacak (2007). “İşletmelerde Düşünce
Aşamasından Patent Aşamasına Uzanan Süreçte Yenilik Stratejileri ve Buluş Yönetimi”.
Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi (17): 413–425.
Özgenç,
Ali
(2009).
“Krizin
Panzehiri
İnovasyon”.
http://aliozgenc.typepad.com/ali_ozgenc/2009/04/krizin-panzehiri-inovasyon.html
(erişim
tarihi: 08.02.2010).
Özözer,
Yekta
Ö
(2009).
“Şirketler
İçin
Kriz
Yönetimi
ve
Pratik
Öneriler”,
http://www.gazeteparc.com/h37293-sirketler-icin-kriz-yonetimi-ve-pratik-oneriler.html
(erişim tarihi: 17.02.2010).
Özten, Erdem (2008). “Kobiler İçin Krizi Fırsata Dönüştürmenin Yolu: İnovasyon ve Kararlılık”.
http://www.morfikirler.com/yazi/kobiler-icin-krizi-firsata-donusturmenin-yolu-inovasyon-vekararlilik (erişim tarihi: 12.02.2010).
Öztürk, Yüksel ve Fatih Türkmen (2005). “Turizm İşletmelerinin Krizden Etkilenme Düzeylerine
İlişkin Bir Araştırma”. Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi 8 (14): 167–198.
Öztürk, Yüksel ve Fatih Türkmen (2006). “Turizm İşletmelerinin Kriz Dönemlerinde Uyguladıkları
Pazarlama Stratejilerine Yönelik Bir Araştırma”. Gazi Üniversitesi Ticaret ve Turizm Eğitim
Fakültesi Dergisi 2006 (1): 74–95.
161
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Porter, M. E. (1992). The Competitive Advantage of Nations. Hong Kong: The Macmillan Press Ltd.
Sarıkaya, Nilgün (2002). “Kalite İyileştirme Faaliyetlerinin Algılanmasının İşletme Performansı
Üzerindeki Etkilerinin İncelenmesi ve Türkiye Uygulaması”. Yayınlanmamış Doktora Tezi,
Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sakarya.
Seçer, Ebru (2003). “Bizde ‘Hayır’ Sözcüğü Yoktur”. Gastronomi Otel Ekipmanları ve Yiyecek İçecek
Dergisi. Aralık (45): 62–64.
Tağraf, Hasan ve N. Talat Arslan (2003). “Kriz Oluşum Süreci ve Kriz Yönetiminde Proaktif
Yaklaşım”. Cumhuriyet Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi 4 (1): 149–160.
Titiz, İsmet ve H. İlker Çarıkçı (2001). “Krizlerin İşletmeler Üzerindeki Etkileri ve Küçük İşletme
Yöneticilerinin Kriz Dönemine Yönelik Stratejik Düşünce ve Analizleri”. Cumhuriyet
Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi 2 (1): 203–218.
Toraman, Cengiz, Abdioğlu, Hasan ve Burcu İşgüden (2009). İşletmelerde İnovasyon Sürecinde
Entelektüel Sermaye ve Yönetim Muhasebesi Kapsamında Değerlendirilmesi”. Afyon
Kocatepe Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi 11 (1): 91–120.
Türksoy, Adnan (2007). “Konaklama İşletmelerinde Mali Başarısızlığa Yol Açan Etmenler”. Ege
Akademik Bakış, Ege Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi 7 (1): 99–115.
Victorino, Liana, Rohit Verma, Gerhard Plaschka ve Chekitan Dev (2005). “Service Innovation and
Customer Choices in the Hospitality Industry”. Managing Service Quality 15 (6): 555–576.
Yamaç, Kadir. “Nedir Bu İnovasyon”. http://www.genbilim.com/content/view/831/86/ (erişim
tarihi: 20.02.2010).
Yeloğlu, Hakkı Okan (2007). “Örgüt, Birey, Grup Bağlamında Yenilik ve Yaratıcılık Tartışmaları”. Ege
Akademik Bakış, Ege Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi 7 (1): 133–152.
Yuzar, Özlem (2009). “Kriz Ortamında İnovasyon”. http://www.yapi.com.tr/sektorden/krizortaminda-inovasyon_65781.html (erişim tarihi: 12.01.2010).
Zerenler, Muammer, Necdet Türker ve Esen Şahin (2007). “Küresel Teknoloji, Araştırma-Geliştirme
(Ar-Ge) ve Yenilik İlişkisi”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi (17): 653–
667.
162
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
FİNANSAL SERBESTLEŞME POLİTİKALARI VE FİNANSAL KRİZLER:
LATİN AMERİKA, GÜNEYDOĞU ASYA VE TÜRKİYE ÖRNEĞİ
Prof. Dr. Ekrem Erdem*
Araş. Gör. Cüneyt Dumrul**
Özet: 1980’li yıllardan itibaren gelişmekte olan ülkelerin iktisat politikaları, uluslararası ekonomik
düzene intibak yönünde ve serbestleşme içerikli uygulanmıştır. Belirtilen intibak çabası, ekonominin
reel kesiminde olduğu kadar finansal kesiminde de sürdürülmüş; 1980’li yıllardan günümüze birçok
gelişmekte olan ülkenin finans sistemi dışa dönük bir şekilde serbestleştirilmiştir. Aynı dönemde
finans sisteminden kaynaklanan ulusal ve küresel çapta meydana gelen krizler artmaya başlamış;
şiddet ve sıklık bakımından da gelişmekte olan ülkeleri daha derinden etkilemiştir. Dolayısıyla,
belirtilen finansal serbestleşmeye yönelik intibak sürecine ve son dönemde yaşanan küresel finansal
krize yöneltilen eleştiriler de bu çerçevede artmaya başlamıştır. Belirtilenler doğrultusunda bu
çalışmanın temel amacı, birbirleri ile benzer özelliklere sahip Latin Amerika, Güneydoğu Asya
ülkeleri ile Türkiye’de uygulanan finansal serbestleşme politikaları ve finansal krizler arasındaki
ilişkilerin ortaya konmasıdır. Söz konusu amaç doğrultusunda ilgili ülkelerde uygulanan finansal
serbestleşme politikaları ve finansal krizler ele alınacak; belirtilen kavramlara ilişkin değişkenlerden
yararlanılarak bir uygulama yapılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Finansal Sistem, Finansal Serbestleşme, Finansal Krizler, Latin Amerika,
Güneydoğu Asya, Türkiye
*
Erciyes Üniversitesi, İİBF İktisat Bölümü Melikgazi/Kayseri, [email protected]
Erciyes Üniversitesi İİBF İktisat Bölümü Melikgazi/Kayseri, [email protected]
**
163
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
FINANCIAL LIBERALIZATION POLICIES AND FINANCIAL CRISIS: EVIDENCE FROM
LATIN AMERICA, SOUTH EAST ASIA AND TURKEY
Abstract: Since the beginning of the 1980s, many developing countries have moved towards
liberalization of their financial system and real economic activities. These policies aimed to provide
the adoptation to new international economic order in developing countries as well as developed
countries. During the same period, developing countries suffered from the financial crisis. which
become a worldwide phenomenon in the last three decades. Economic problems, which emerged
as a result of financial crises, have led to an increase in academic studies about the link betwen
financial crises and financial liberalization policies. The latest global financial crisis has aroused
scepticism about the benefits of financial liberalization policies. This paper attempts to examine the
linkage between financial liberalization and financial crisis in Latin America, Southeast Asia and
Turkey. These countries shared various features in the pattern and process of financial
liberalization and financial crisis. In order to ensure this aim, we will test the effects of financial
liberalization policies on financial crisis.
Key Words: Financial System, Financial Liberalization, Financial Crisis, Latin America, Southeast
Asia, Turkey.
164
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Giriş
1970’li yıllardaki petrol krizlerinin ve dünya genelindeki stagflasyonun etkisiyle gelişmekte olan
ülkelerde (GOÜ) Keynesyen içerikli finansal baskı politikaları terk edilmiş ve finans sistemleri dışa
dönük olarak serbestleştirilmiştir. Finansal küreselleşme olarak adlandırılan bu süreçle birlikte,
özellikle 1990’lı yıllardan itibaren GOÜ’lerde finans sisteminden kaynaklanan krizlerin şiddeti,
yayılma hızı ve sıklığı artmıştır. Bu krizler, finans sisteminin daha sağlıklı bir yapıya kavuşturulması
için katlanılan maliyetlerin yanında, hâsıla ve işgücü kayıplarına da yol açmıştır. Nitekim, gelişmiş
ülkelerde (GÜ) finansal kriz dönemlerinde kümülâtif hâsıla kaybının GSYİH’nin %10-15’ine ulaştığı
görülmekte; GOÜ’lerde ise, finansal krizlerden kaynaklanan hâsıla kaybı GÜ’lere göre daha yüksek
olmaktadır. Örneğin Şili, Arjantin, Kore ve Endonezya’da yaşanan finansal krizlerinin maliyeti
sırasıyla GSYİH’nin %41, %55, %60 ve %80’ine ulaşmıştır (Ulusoy vd. 2001: 89; Delice vd. 2004,
114). Son yıllarda gelişen literatürde belirtilen durumun sebebini 1980’lerden sonra GOÜ’lerde,
uygulanan dışa dönük finansal serbestleşmeye (veya McKinnon-Shaw hipotezi önerilerine dayanan
politika uygulamalarına) bağlayan görüşler ağırlık kazanmıştır (Kar vd. 2004: 184; 186; Singh 2002:
3; Onur 2005: 149; Atamtürk 2007: 80).
Uygulamalı ve teorik literatürde finansal serbestleşme politikaları ile finansal krizler arasında ilişki
kuran birçok çalışma mevcuttur. Söz konusu ilişkiye dair literatürde iki hipotez sorgulanmaktadır.
Bunlardan birincisi, finansal serbestleşme politikalarının ardından finansal krizlerin kaçınılmaz bir
şekilde yaşanmasıdır. İkincisi ise, finansal serbestleşme politikalarından vazgeçmenin finansal
krizlere yol açmasıdır. Bu çalışmanın amacı finansal krizlere ilişkin teorilerden yola çıkılarak,
belirtilen iki hipoteze dair bulgular elde edilmesidir. Bu amacı gerçekleştirmek için ilk olarak finansal
kriz ve finansal serbestleşme kavramları açıklanacak; daha sonra, ele alınan ülkelerde uygulanan
finansal serbestleşme politikaları ile yaşanan krizler incelenecek; son olarak da, finansal krizlere ve
finansal serbestleşmeye ilişkin göstergelerden yararlanılarak belirtilen iki hipoteze ilişkin çıkarımlar
yapılacaktır. Çalışmanın uygulama kısmında 1980’li yıllardan sonra finansal serbestleşme politikaları
uygulayan ve finansal krizlere maruz kalan yedi ülke (Meksika, Brezilya, Arjantin, Güney Kore,
Malezya, Endonezya ve Tayland) ve Türkiye ele alınacaktır. Bu ülkelerin ele alınma sebebi, 1980
yıllardan sonra finansal serbestleşme politikalarını uygulayan ve önemli finansal krizler yaşayan belli
başlı GOÜ’ler olmaları ve ekonomik açıdan birbirlerine olan benzerlikleridir.
165
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
I. FİNANSAL KRİZLERİN VE FİNANSAL SERBESTLEŞMENİN TANIMI
Finansal krizler, bir iktisadî kriz türüdür ve nihaî olarak iktisadî krize neden olmaktadır. Bu nedenle
tanımlanması gereken ilk kavram iktisadî krizdir. En genel anlamda iktisadî kriz konjonktür
hareketlerinin bir evresi olarak daralmanın “alışılmış seviyenin” ötesinde ve daha derin bir dip
noktasında yaşanmasıdır (Eroğlu vd. 2002: 90–94). İktisadî kriz, “herhangi bir mal, hizmet, üretim
faktörü veya döviz/para piyasasındaki fiyat ve/veya miktarlarda, kabul edilebilir bir değişme sınırının
ötesinde gerçekleşen şiddetli dalgalanmalar” olarak da tanımlanabilir. İktisadî krizler, genellikle
krizin oluştuğu piyasalara göre sınıflandırılmaktadır. Buna göre, ekonominin reel sektör ve finans
sektöründen oluştuğu düşünülürse; ekonomik krizlerin de başlıca iki türünün olduğu ileri sürebilir.
Bunlar, reel sektör ve finans sektörü krizleridir. Reel sektör krizleri, mal-hizmet ve işgücü
piyasalarındaki “miktar”larda, yani üretimde ve/veya istihdamda ciddi daralmalar (durgunluk
ve/veya işsizlik krizi) biçiminde ortaya çıkmaktadır (Kibritçioğlu 2001: 1). Finansal krizler ise, finans
piyasalarında işlem gören döviz kurları, bono ve hisse senetleri gibi finansal araçların fiyatlarındaki
ve/veya miktarlarındaki anî ve sert düşüşler (veya değişmeler) olarak tanımlanabilir (Kibritçioğlu vd.
1999: 2). Başka bir tanımlamaya göre, finansal krizler finans sisteminde ortaya çıkan ve sistemin
varlık değerlemesi, kredi tahsisi ve ödemelerin gerçekleştirilmesi gibi önemli işlevlerini kesintiye
uğratan bir şok biçiminde tanımlanır (Crockett 1997: 2; Işık vd. 2004: 46). Finans krizleri, iktisadî
kayıplara yol açabilecek fiyat dalgalanmalarının gerçekleşmesine ve finans kurumlarının ve bu
kurumların muhataplarının sözleşmelerden doğan yükümlülüklerini yerine getirememelerine neden
olur. Ayrıca, döviz kurlarındaki aşırı yükselme, dolaylı yabancı sermayenin ülkeden anî ve hızlı bir
şekilde geri çekilmesi ve ülkelerin yoğun ödeme güçlüklerine düşmeleri finansal krizlerin diğer
önemli sonuçlarıdır. Tüm bunlar, finans piyasalarının işlevlerini yerine getiremeyerek ekonominin
genel bir krize girmesine yol açmaktadır (Ulusoy vd. 2001: 89; Eroğlu vd. 2002: 98; 103). Finansal
krizler tasnif edilirken krizin ilk olarak ortaya çıktığı piyasalar dikkate alınmaktadır. Buna göre bir
finansal kriz bankacılık krizinden, dış borç krizinden, borsa krizinden veya bir para/döviz krizinden
kaynaklanabilir (Kibritçioğlu 2001: 9; Erdem 2008: 120).
Finansal serbestleşme ise, finans piyasalarında (özellikle de bankacılık kesiminde) iktisadî birimlerin
faaliyetlerini, kurumsal yapıyı ve araçları kontrol etmeye yönelik idarî ve teknik kısıtlamaların ve
düzenlemelerin gevşetilmesinde veya tamamen yürürlükten kaldırılmasında uygulanan politika
sürecidir. Bu süreç finansal deregülasyonun gerçekleştirilmesini, finansal baskı politikalarının ve
çoklu döviz kuru uygulamalarının terk edilmesini, firmaların yurt dışından borçlanmasını ve yurt
166
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
dışına borç verebilmesini; özetle, piyasa kurallarının finans sisteminde geçerlilik kazanmasını
içermektedir (Shaw 1973: 12; Ghosh 2005: 2; Galindo vd. 2002: 3; Mangır 2006: 460). Finansal
serbestleşmenin finansal krizler açısından en önemli yönü finansal küreselleşmedir. Finansal
küreselleşme ise, deregülasyon ve serbestleşme politikaları ile ulusal finans piyasaları arasındaki
sınırların kalkması ve sınır ötesi sermaye akımlarının serbestleştirilmesi anlamına gelmekte ve
literatürde belirtilen üç küreselleşme dalgasının sonuncu ve en önemli bileşeni olarak görülmektedir
(Bakırtaş vd. 2004: 93; Das 2006: 1; Çıtak 2007: 200).
II. FİNANSAL KRİZLERİN NEDENLERİ
Finans sistemindeki krizler 1970’li yıllardan beri farklı nedenlerle ve modellerle açıklanmaktadır.
Böylesi bir durumun nedeni, dünya ekonomisindeki gelişmelerdir. 1970’li yıllardan itibaren oluşan
finansal krizlerin nedenlerini açıklayan modeller için beşli bir sınıflandırma yapılabilir (Delice 2003:
64):
•
Birinci kuşak modeller (spekülatif atak modelleri),
•
İkinci kuşak modeller (çoklu denge modelleri),
•
Üçüncü kuşak modeller (yayılma/bulaşma etkilerine ilişkin modeller)
•
Dışsal faktörlere dayalı modeller,
•
Diğer modeller.
Belirtilen beş modelin birbirinden bağımsız olduğu söylenemez. Başka bir deyişle, bir finansal krizin
oluşumu bu modellerden biri veya birkaçı ile açıklanabilir. Nitekim, ülke örneklerinde görüleceği
üzere, finans krizlerinin oluşmasında birçok faktör birlikte etkili olmaktadır.
Finansal krizlerin nedenlerinin açıklanmasında ilk olarak arz ve talepteki anî dalgalanmalar,
ekonomideki belirsizliklerin artışı ve firma bilançolarının bozulması gibi makro ekonomik
temellerdeki sorunlar dikkate alınabilir (Erdem 2008: 114). Böylesi durumlardan yola çıkılarak
1970’li yılların sonunda sabit döviz kuru sisteminde bütçe açıklarının para basma yoluyla
giderilmesinin para krizi vasıtasıyla finans krizine yol açtığını gösteren modeller geliştirilmiştir. Bu
modeller birinci kuşak para krizi modelleri (BKM) olarak adlandırılmaktadır. BKM’de bir para krizine
ilişkin nedensellik ilişkileri, Krugman (1979), Flood vd. (1984), Obstfeld (1984), Agenor vd. (1992)
ve Dooley (1998) gibi çalışmalarda geliştirilmiştir. BKM’de bir para krizi ve ardından gelen finans
krizinde temel nedensellik ilişkisi makro ekonomik dengesizlikler ve spekülatif ataklar ile
kurulmaktadır. Spekülatif ataklar ise, hükümetin bütçe açıklarını emisyon hacmini artırma suretiyle
kapatmaya çalışmasından; bu nedenle, döviz fiyatlarının merkez bankası hedeflerinin dışında
167
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
oluşmasından ve oluşan fiyatın yükselme yönünde ivme kazanmasından kaynaklanmaktadır. Bu
eğilime rağmen merkez bankasının döviz kurunu hedeflenen düzeyde tutmak istemesi, rezervleri
kullanarak serbest piyasada sürekli biçimde döviz alım-satımı yapmasını gerektirmektedir. Bu alımsatım işlemleri, merkez bankasının rezervlerindeki aşırı dalgalanmayı artırmakta; merkez bankasının
rezerv kontrolünde güç kaybetmesine de yol açmakta ve spekülatif atakların başlamasında bir
sinyal oluşturmaktadır.
1980’li yılların ortalarında makro ekonomik dengesizlikler yaşamayan gelişmiş ülkelerdeki para
krizlerine bağlı finans krizleri ise, ikinci kuşak kriz modellerinin (İKM) ortaya çıkmasına neden
olmuştur. Bu modellerde BKM’nin basitleştirici varsayımları giderilmeye çalışılmış ve BKM’de
belirtilen temel kriz sebeplerine ilaveten birçok olası durum ele alınmıştır. İKM’nin teorik çatısı,
Obstfeld (1986; 1994)’de oluşturulmuştur. İKM’de bir finans krizi sabit döviz kuru politikası
uygulayan bir ekonomide önemli bir dengesizlik olmasa bile, spekülatörlerin dövize doğru spekülatif
atakları
karşısında
yetkili
birimlerin
döviz
rezervlerini
korumak
adına
yeterince
önlem
alamamasından kaynaklanmaktadır. (Obstfeld 1986: 72-73). İKM’de bir finans krizinin ortaya
çıkmasında bankacılık sisteminin yaşadığı sorunların da etkili olduğu iddia edilmektedir. Bu
modellere göre, 1990’larda yaşanan finans krizlerini anlamak için, bankacılık sistemindeki zayıflıkları
da göz önünde tutmak gerekmektedir. Nitekim, 1982 yılında Şili’de, 1992 yılında Finlandiya ile
İsveç’te ve 1997 yılında Güneydoğu Asya Ülkelerinde ortaya çıkan bankacılık krizleri ardından finans
krizleri oluşmuştur. Literatürde ikiz krizler olarak adlandırılan bu durumda bir banka paniğinin finans
krizine yol açtığı iddia edilmektedir (Erdem 2008: 132).
Üçüncü kuşak kriz modelleri (ÜKM), 1997–1998 yıllarında Güneydoğu Asya ülkelerinde yaşanan
krizlerden sonra ortaya konulmuştur. Bu modellerin teorik temelleri Krugman (1997) ve Kruger vd.
(1998) tarafından atılmıştır. ÜKM’de krizler konusunda teorik literatürdeki bazı kavramlar ve bazı
kriz unsurları biraz daha ön plana çıkarılmıştır. Bu modellerde de ekonomik temeller göz önünde
tutulmakta; ancak, finans krizlerinin oluşmasında küçük bir pay verilmektedir. Ayrıca, ÜKM’de çoklu
denge analizleri ile de finansal krizlerin oluşumunun ve nedenlerinin açıklanabileceği iddia
edilmektedir. Ancak, bu modellerde beklenti unsuru, İKM’de olduğu gibi, biraz daha ön plana
çıkarılmaktadır. Öte yandan, finansal krizler konusunda dikkatler, bankacılık kesimi üzerine daha
fazla çekilmektedir (Kaminsky vd. 1997: 3). Ayrıca, ÜKM’de uluslararası finans sisteminin
işleyişindeki sorunlar ile finansal krizler arasında da bağ kurulmaktadır. Bu çerçevede finansal
krizlere yol açabilecek üç etkene dikkat çekilmektedir. Bunlardan ilki, yükselen piyasalarda
yatırımlara göre daha az risk belirlenmesine yol açan asimetrik bilgi ve bu soruna bağlı olarak ahlâkî
tehlike ve ters seçim problemleridir. İkincisi ise, bankerlerin veya portföy yöneticilerinin grup
168
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
hareketleridir. Sonuncusu da, ülkeler arasındaki finansal veya ticarî bağlantılar gibi bazı aktarım
kanallarının yol açtığı uluslararası yayılma (bulaşma) etkileridir (Kibritcioğlu vd. 1999: 5).
Dışsal faktörleri esas alan modellerde ise, uluslararası ekonomik gelişmelerin krizlerin oluşmasında
etken olabileceği iddia edilmektedir. Esasında yayılma/bulaşma etkileri ile ilişkilendirilebilecek bu
modellerde, gelişmiş ülkelerin faiz oranları, döviz kurları veya dış ticaret hadleri gibi
değişkenlerindeki aşırı dalgalanmaların GOÜ’lerde finansal krizlere yol açabileceği ileri sürülmektedir
(Delice 2003: 65). Böylesi bir nedenselliğin oluşmasında etken faktör ise, dünya ekonomisindeki
küreselleşmenin ve serbestleşmenin gerçekleşmesidir.
Finans krizlerinin ortaya çıkmasında etken olan başka bir neden de, enflasyonu düşürmek adına
uygulanan yanlış kur politikaları ve bu politikaların devalüasyonlara veya kurlarda aşırı
dalgalanmalara yol açmasıdır (Erdem 2008: 114). Esasında, dolaylı yabancı sermaye hareketlerinin
serbest olduğu bir ülkede enflasyonu düşürmek adına uygulanan ve sabit döviz döviz kuruna dayalı
bir stratejinin krizlerle sonuçlanacağı Türkiye’de dâhil olmak üzere birçok ülkede tecrübe edilmiştir.
Nitekim, 1990’lı yıllardan sonra GOÜ’lerde uygulanan döviz kuru hedeflemesine veya para kuruluna
dayalı enflasyonla mücadele stratejilerinin büyük bir çoğunluğu finansal krizlerle sonuçlanmıştır.
Neo-klasik iktisadın alt ekollerinden olan monetaristlerin bakış açısından finansal krizlerin sebebi,
para politikasındaki yanlış uygulamalardır. Bu nedenle, monetaristler finansal istikrar ile parasal
istikrar arasında yakın bir ilişki olduğunu iddia etmektedirler (Crockett 1997: 2–3). Monetaristlerin
belirtilen görüşü, her ne kadar 1980’li yıllardan sonra uygulanan serbestleşme politikalarını
savunmak adına ileri sürülse de, GOÜ’lerde 1980’li yılların ardından ortaya çıkan çoğu finansal krizin
temel nedenlerine uyarlanabilir. Nitekim, söz konusu ülkelerde uluslararası finans kuruluşlarının da
telkinleriyle uygulanan para politikası stratejilerinin finansal istikrarsızlıklarla birlikte finansal krizler
ile sonuçlandığı görülmektedir. Başka bir deyişle, finansal krizlerin nedeni monetaristlerin iddia
ettiği gibi doğru olmayan para politikası stratejileri olabilir; ancak, doğru olmayan para politikası
stratejileri zaten monetarist yaklaşımı esas alan uluslararası finans kuruluşları (özellikle de IMF)
tarafından telkin edilebilmiştir.
III. FİNANSAL SERBESTLEŞME POLİTİKALARI VE FİNANSAL KRİZLER
Finansal serbestleşmeye yönelik politika uygulamalarından sonra özel finans sermayesinin
uluslararası düzeyde hareketlilik kazanmasının, ülkelerdeki finansal krizlerin temel kaynaklarından
biri ve hatta en önemlisi olabileceği literatürde sıkça vurgulanmaktadır. Finansal sermayenin aşırı
ve/veya kontrolsüz akışı ile finansal krizlerin daha fazla sorun teşkil etmesi, 1980’li yıllarda birlikte
görülen iki vak’adır. Nitekim, belirtilen akımlar döviz kurunda istikrarsızlıklar yaşanmasına neden
169
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
olabilmektedir. Döviz kurunda belirtilen sebeplerle yaşanan istikrarsızlıklar karşısında GOÜ’ler
iktisadî istikrarın tesisi için kurlara doğrudan müdahale etmişlerdir. Böylesi bir durumda, hem
firmalar hem de finansal aracılar açıklanan kur politikasına güvenerek döviz cinsinden borçlanma
düzeylerini artırmaktadır. Ancak, herhangi bir devalüasyon veya ulusal paranın yabancı paralar
karşısında değer kaybetmesi, finans piyasalarında şiddetli bir istikrarsızlığa ve ardından krizlere
neden olmaktadır (Tobin 1978: 153; Ulusoy vd. 2001: 89). Nitekim, borç işlemlerinin yabancı
paralarla yapılabildiği bir finans sisteminde “döviz kuru riski” borç alanlar açısından önemli bir
tehdittir ve bu tehdit döviz kurlarının kısa bir süre içerisinde yüksek dalgalanma gösterebileceği
GOÜ’lerde daha da yıkıcı hale gelmektedir.
Dışa dönük finansal serbestleşme politikalarının uygulanmasından sonra, GOÜ’lerde ulusal merkez
bankaların nihaî ödünç mercii olma işlevleri de zayıflamıştır. Bu durum finansal serbestleşme ile
finansal krizler arasındaki ilişki açısından önem arz etmektedir. Nitekim, bir ulusal ekonomi finansal
açıdan ne kadar dışa kapalı ise, merkez bankalarının belirtilen işlevi yerine getirmesi de o kadar
kolaylaşmaktadır.
Merkez
bankalarının
belirtilen
işlevi
özellikle
bankacılık
sistemindeki
istikrarsızlıklara müdahale etmede önem kazanmaktadır. Dışa dönük finansal serbestleşme
sonrasında GOÜ’lerdeki merkez bankalarının belirtilen işlevlerinin zayıflaması, bu ülkelerin bankacılık
sistemindeki istikrarsızlıklar karşısında bir uluslararası nihaî ödünç merciiye ihtiyaçlarını da
artırmıştır. Bu ihtiyacı doğrudan karşılaması beklenen ve akla ilk gelen kurum, IMF’dir. Ancak, IMF
kuruluş felsefesi dâhilinde 1990’lı yıllara kadar ülkelerin sadece ödemeler bilançosuna ilişkin
sorunlarıyla ilgilenmiş ve bir nihaî ödünç mercii işlevi görmemiştir. IMF’nin ulusal bankacılık
sistemlerine yönelik müdahaleleri ise, daha ziyade uluslararası yatırımcıların kaybını önlemeye
yönelik bir istihbarat birimi şeklindedir. Nihaî ödünç mercii olma dışında IMF uluslararası finans
sisteminin, tıpkı bir merkez bankası gibi, koruyucusu ve gözetleyicisi olabilir. Ancak, IMF bir merkez
bankasının tersine kredi veren kurumları ve ülkeleri değil krediyi alan kurumları ve ülkeleri
gözetlemekte ve koruma işlevini daha ziyade kredi verenler üzerinde yoğunlaştırmaktadır. Bu
strateji dâhilinde kriz dönemlerinde GOÜ’lerin makro ekonomik performanslarını düzeltmek adına
önerdiği politikalar ise, krizlerin ağırlığını artırabilmektedir (White 2003: 252–253, 255; Seyidoğlu
2003: 144; Arın 1998: 13).
Yeni Keynesyen ve Post-Keynesyen iktisatta da GOÜ’lerin ve bunların finans piyasalarının
kendilerine has özellikleri itibariyle serbestleşmenin ve küreselleşmenin finansal krizlerin kaçınılmaz
sebebi olduğu iddia edilmektedir. Finansal serbestleşme-kriz ilişkilerini belirtilen temelde ele alan
çalışmalardan Mishkin (2004)’e göre, asimetrik bilgiden kaynaklanan ters seçim ve ahlâkî tehlike
sorunları finansal krizlerin sebeplerini görmede önemli unsurlardır. Çalışmaya göre, finansal krizlerin
170
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
olası ve önemli beş sebebi vardır. Bunlar; faiz oranlarındaki artış, belirsizliklerdeki artış, bilançolar
üzerindeki varlık piyasalarının etkisi, bankacılık sistemindeki sorunlar ve kamunun malî
dengesizlikleridir (Mishkin 2004: 189). Belirtilen nedenler 1980’li yıllardan sonra finans sistemine
uygulanan politikaların sonuçları ile özdeşleştirilebilir. Başka bir deyişle, MacKinnon-Shaw
yaklaşımının telkinleri ile uygulanan finansal serbestleşme ve küreselleşme politikalarının sonuçları
finansal krizlerin sebepleri olmuştur.
Her ne kadar finansal serbestleşmenin finansal krizlerin önemli bir nedeni olduğu literatürde daha
çok iddia edilse de, neo-klasik literatüre yakın iktisatçılar serbestleşme yönündeki politikalardan
uygulama sonrası hemen geri adım atılmasının ve ülkelerin finansal baskı politikalarına geri
dönmelerinin finansal krizlerin nedeni olduğunu iddia etmektedirler. 1997–1998 yıllarında
Malezya’da yaşanan krizler bu duruma örnek olarak gösterilmektedir (Ang vd. 2005: 6). Ayrıca,
ekonomi üzerinde krizler yoluyla olumsuz etkilere yol açabilmesine karşın finansal serbestleşmeden
kaçınmanın doğru olmayacağı; finansal serbestleşmeden kaçınmak yerine, geçiş dönemlerinde daha
şeffaf bir finans sisteminin tesisi gereği de literatürde iddia edilmektedir (Mehrez vd. 1999; Bakırtaş
vd. 2004: 98).
Sonuç olarak, finansal krizlerin GOÜ’lerdeki finansal serbestleşme uygulamaları ile artması, daha
önce belirtildiği gibi, birçok şekilde yorumlanabilir. Örneğin, GOÜ’lerdeki finansal serbestleşme
sonrasında kaçınılmaz bir biçimde istikrarsızlıklar yaşandığı ve bunun da krizlere yol açtığı iddia
edilebilir. Diğer taraftan, finansal serbestleşmenin yanı sıra ekonominin tam rekabet koşullarına
göre yetkin bir şekilde düzenlenmemesinin, böylesi krizlerin önemli bir nedeni olduğu da iddia
edilebilir. Böylesi bir bakış açısından, finansal serbestleşme sonrasında kötü politika uygulamalarının
olumsuz etkilerini hemen göstermesi ekonomi açısından bir avantaj olarak da değerlendirilebilir
(Singh 2002: 9; 11; Onur 2005: 130). Sebebi her ne olursa olsun, literatürde finansal serbestleşme
politikaları ile finansal krizler arasında tutarlı ilişkiler kurulmaktadır. Bu noktada, söz konusu
ilişkilerin doğru bir şekilde açıklanması ve farklı olasılıklara göre finansal serbestleşme politikalarının
uygulanması, krizlerin olumsuz etkilerinden sakınmak için gereklidir.
IV. FİNANSAL SERBESTLEŞME POLİTİKALARI VE FİNANSAL KRİZLER: LATİN AMERİKA
ÜLKELERİ, GÜNEYDOĞU ASYA ÜLKELERİ VE TÜRKİYE
Bu alt bölümde finansal serbestleşme ve finansal krizler konusunda benzer süreçleri yaşamış ülkeler
ele alınacaktır. Bölümün alt kısımlarında her bir ülkenin finansal serbestleşme aşamalarından ve
finans krizlerinin oluşum mekanizmalarından bahsedilecektir.
171
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
IV.1. Latin Amerika Ülkelerinde Finansal Serbestleşme Politikaları ve Finansal Krizler:
1980’li yılların başında Latin Amerika ülkelerinde birçok GOÜ’de görüldüğü gibi önemli derecede
makro ekonomik sorunlar söz konusuydu ve bu ülkelerin finans sistemleri gelişmiş bir yapı arz
etmediği gibi yeterli denetim ve düzenlemeden de yoksun olmuştur. Latin Amerika ülkelerinde bu
yıllarda yaşanan borç krizlerinin çözümünde birçok GOÜ’de olduğu gibi finansal serbestleşme
politikaları tercih edilmiştir (Güloğlu vd. 2002: 115).
Latin Amerika ülkelerinden Arjantin’de finansal serbestleşmenin ilk adımı olarak 1977 yılında kredi
kontrolleri kaldırılmış ve 1980 yılında dolaylı yabancı sermaye hareketlerine yönelik kısıtlamalar
gevşetilmiştir. Arjantin’de finansal serbestleşme politikalarının çok kısa zaman içerisinde
gerçekleşmesi sonrasında 1981 yılında bankacılık krizleri yaşanmış ve finansal baskı politikaları
tekrar uygulanmıştır. 1987 yılında finansal serbestleşme politikalarına yeniden dönülmüş ve
mevduat faiz oranları serbest bırakılmıştır. 1993 yılında ise, kredi kontrolleri önemli ölçüde
azaltılmıştır (Levine vd. 1998: 1175; Mehrez vd. 1999: 24; Güloğlu vd. 2002: 116). Brezilya’da ise,
finansal serbestleşme politikaları ilk olarak 1976 yılında faiz oranlarına ilişkin tavanların
kaldırılmasıyla uygulansa da 1979 yılında faiz tavanları tekrar getirilmiştir. 1980’li yılların başında
yaşanan borç krizlerinin etkisiyle finansal serbestleşme politikalarına tekrar dönülmüş; 1987 yılından
itibaren finans sisteminde serbestleşme ve deregülasyon içerikli politikalar uygulanmaya başlamış
ve 1989 yılında mevduat faizlerine ilişkin tavan politikası yine kaldırılmıştır. 1990’lı yılların ilk
yarısında da dolaylı yabancı sermaye hareketlerine serbestlik sağlanmıştır (Mehrez vd. 1999: 25;
Hermann 2002: 72; 91). Meksika’da da finansal serbestleşmeye yönelik adımlar 1972 yılında atılmış
ve bu yılda yabancı doğrudan yatırımlar üzerindeki kısıtlamalar kaldırılmıştır. Meksika 1980’lerin
ortalarından itibaren tüm ekonomisini Washington Uzlaşısı’na göre düzenlemeye başlamış ve 1989
yılında
mevduat ve kredi
faiz
oranlarının
yanı
sıra dolaylı
yabancı
sermaye
akımları
serbestleştirmiştir. Finansal serbestleşmeye yönelik ciddi adımların başlangıç tarihi de bu yıl olarak
kabul edilmektedir. Bu politikanın ardından 1992 yılında ulusal bankalar özelleştirilmiş ve yeni
bankaların sisteme girişini kolaylaştıran düzenlemeler yapılmıştır (Mehrez vd. 1999: 25; Krugman
2001: 43).
1990’lı yılların başından itibaren ekonominin her alanında hızlı bir serbestleşme stratejisi izleyen ve
bu strateji dâhilinde bankalarını özelleştiren Meksika 1994 yılının sonunda para piyasalarında
yaşanan panik ile bir finansal krize maruz kalmıştır. Meksika’da yaşanan kriz öncesinde makro
ekonomik dengesizlikler ve siyasal istikrarsızlıklar söz konusu olmuştur. Bunların yanında, zayıf
finans sistemini korumak için yurt içi faiz oranları düşük tutulmuş ve kriz öncesinde parasal
genişlemeye tezat bir şekilde döviz kurları belli bant aralığında tutulmuştur. Söz konusu kur
politikasının neden olduğu dış ticaret açığı ise, kısa vadeli yabancı sermaye hareketleri ile finanse
172
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
edilmiştir. Krizi tetikleyen olay ise, piyasalarda döviz kurunun aşırı değerlendiğinin düşünülmesi,
aşırı düzeyde bir devalüasyon olacağı beklentisi ve merkez bankasının rezervlerinin çok yetersiz
olduğunun görülmesidir. Oluşan baskı sonucunda ulusal para dalgalanmaya bırakılmış ve bir krizin
tipik göstergesi olarak ulusal paranın değeri yarı yarıya azalmıştır (Boughton 2000: 274–275).
Ancak, krizin diğer Latin Amerika ülkelerine ve dolayısıyla kendisine bulaşacağından endişelenen
ABD’nin de yardımıyla bu kriz az bir kayıpla atlatılmıştır.
Brezilya 1994 yılında enflasyonu kontrol altında tutmak için para politikalarında önemli bir reform
yaparak ulusal parasını ABD Dolar’ına bağlamış ve kur sistemini de belli bir band aralığında
yönetimli dalgalanmaya tâbi tutmuştur. 1990 yılların sonuna doğru Güneydoğu Asya ülkeleri ile
Rusya’da yaşanan krizler Brezilya’da ulusal paranın aşırı değerlenmesinde bir etken olmuştur.
Böylesi bir durum 1999 yılına kadar ulusal paranın reel değer kazanmasına ve uluslararası rekabet
gücünün düşerek dış ticaret açığına yol açmıştır. Dış ticaret açığının borçlanmayla sürdürülemez
hale gelmesiyle Ocak 1999’da belirlenen bantlar genişletilmiştir. Ancak, bu politika da yeterli
olmayınca kurlar bant belirlenmeksizin dalgalanmaya bırakılmış ve ardından önemli bir finansal kriz
yaşanmıştır. Özetle, Brezilya krizi döviz kurunun çapa kabul edildiği ve enflasyonu azaltmaya
yönelik bir istikrar programının ardından yaşanmıştır. Başka bir deyişle, İKM’de ve ÜKM’de belirtilen
finansal krizlerin yayılma etkileri Brezilya krizinde de etken olmuştur. Literatürde Brezilya’nın finans
sisteminin Güneydoğu Asya ülkelerine göre daha sağlam temellerde olduğu ve bu yüzden krizin bir
etkeni olmadığı da iddia edilmektedir (Ferreira vd. 2002: 143–144; 160).
Arjantin ise, 1990’lı yıllara kadar hiper-enflasyon sorununu gideremeyen ve bu sebeple
ekonomisinde önemli yapısal sorunlar yaşayan bir Latin Amerika ülkesidir. 1991 yılında enflasyonla
mücadele için para kurulu benzeri bir politika uygulanmaya başlanmış ve ulusal paranın değeri
Brezilya’da olduğu gibi ABD Dolar’ına bağlanmıştır. Bu politika Brezilya ve Türkiye’de yaşanan
krizlere benzer bir duruma yol açmış; ulusal para aşırı değerlenmiş ve dış ticaret açığının artması ile
bir finansal kriz yaşanmıştır. Krizin başka bir tetikleyicisi ise, Arjantin’in yakın ticaret ortaklarından
Brezilya’da 1999 yılında yapılan devalüsyondur. Bu devalüasyon ile Arjantin’deki bazı sektörler
olumsuz etkilenmiştir. Ayrıca, literatürde kriz öncesinde Arjantin’in malî disiplinini sağlayamaması da
krizin oluşmasındaki en önemli etkenlerden biridir. Tüm bu olumsuzlukların yanı sıra, krize doğru
dolaylı yabancı sermaye hareketlerindeki anî düşüş krizin ortaya çıkmasında önemli bir etken olmuş
ve 2001 yılında finans krizi yaşanmıştır (Kehoe 2002: 609–610; 621–624).
IV.2. Güneydoğu Asya Ülkelerinde Finansal Serbestleşme Politikaları ve Finansal
Krizler: 1980’li yılların ardından GOÜ’lerde yaşanan finansal krizlerin bir kısmında kriz öncesinde
temel makro iktisadî verilerde ciddi bir bozukluk görülmemiştir. Belirtilen duruma en önemli örnek
173
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
olarak 1990’lı yılların sonunda ciddi finansal krizler yaşayan Güneydoğu Asya ülkeleri
gösterilmektedir (Mishkin 1999: 10; Eroğlu vd. 2002: 171; 106–107). Böylesi bir durum MacKinnonShaw yaklaşımı taraftarlarının ve serbestleşme yönünde politikaları savunanların finansal krizlere
getirdikleri açıklamalar ile tezat teşkil etmektedir. Nitekim, belirtilen yaklaşımlara göre finansal
krizlerin nedeni esasında finansal serbestleşme ve küreselleşme uygulamaları değil; ekonomi
politikalarının müdahaleci bir anlayışta yürütülmesi ve bunların da temel makro dengelerde yarattığı
bozukluklardır. Belirtilenlerden hareketle, finansal serbestleşme ile finansal kriz ilişkisinin teyit
edilmesinde Güneydoğu Asya ülkelerinin incelenmesi gerekmektedir.
Güneydoğu Asya ülkelerinden Endonezya’da finansal serbestleşme politikalarına birçok GOÜ’de
olduğu gibi 1980’li yıllarda başlanmış ve 1983 yılında faiz oranları serbest bırakılmıştır. 1988 yılında
yabancı bankaların ortak girişimler tesis etmelerine izin verilmiş; 1989 yılında ise, kamu
girişimlerine ait mevduatların tutulmasına ilişkin kamu bankalarının tekeli kaldırılmıştır. Yine 1989
yılında dolaylı yabancı sermaye hareketlerine ilişkin kısıtlamalar kaldırılmıştır (Mehrez vd.1999: 26;
Kar vd. 2004: 185; Sharma 2001: 83). Malezya’da ise, finansal serbestleşme politikalarının
uygulanmasına 1970’li yıllarda başlanmıştır. 1978 yılında faiz oranlarının piyasada belirlenmesi ve
sermaye hesabının tam anlamıyla serbestleşmesi bu politikaların ilk ve önemli adımıdır. Faiz
oranlarına yönelik bu serbestlik 1985 yılındaki dünya resesyonu nedeniyle bir süre terk edilmiştir.
1986 yılında Malezya ekonomisinde doğrudan ve dolaylı yabancı yatırımlara ilişkin serbestleşme
uygulamaları doruk noktasına ulaşmıştır. 1991 yılında da faiz oranlarının piyasada belirlenmesi
sağlanmıştır (Ang vd. 2005: 6; Mehrez vd. 1999: 26; Levine vd. 1998: 1175). 1990’lı yıllardan kriz
yıllarına kadar Malezya ekonomisi yıllık ortalama %8 oranında büyümüştür. Ancak, bu yıllarda
finansal sistemin kırılganlığı göze çarpan bir zafiyet olmuştur. Uygulanan bu politikalarla Melezya’nın
Asya krizinde, krize karşı en zayıf ülke olmasına yol açtığı iddia edilmektedir (Ang vd. 2005: 6).
Tayland’da da 1980’li yılların ardından finansal serbestleşme politikaları uygulanmaya başlanmış ve
kredi kontrolleri aşamalı olarak kaldırılmıştır. 1985 yılında yurt içine yönelik yabancı yatırımlar
üzerindeki kısıtlamalar azaltılmıştır. 1988 yılında ise, dolaylı yabancı sermayenin anapara ve faiz
kazançlarının ana ülkeye geri dönmesine ilişkin kısıtlamalar da kaldırılmıştır. Bu yıllardan itibaren
finansal serbestleşme politikaları yürürlüğe tam anlamıyla konulmuştur. 1990 yılında yabancı
bankaların faaliyet göstermesine izin verilmiş ve 1992 yılında kredi faizlerine uygulanan tavanlar
kaldırılmıştır (Levine vd. 1998: 1175; Mehrez vd. 1999: 26). Son olarak Güneydoğu Asya
ülkelerinden Güney Kore’de ise, dolaylı yabancı sermaye hareketleri 1983 yılından itibaren aşamalı
olarak kaldırılmıştır. Ayrıca, 1990’lı yılların başından itibaren Güney Kore’nin bankacılık sistemi
uluslararası finans sistemi ile bütünleşmeye başlamıştır (Demetriades vd. 1999: 788; Mehrez vd.
1999: 26).
174
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Tayland 2 Temmuz 1997’de bir devalüasyon yapmış ve bu devalüasyon, bölgede rekabetçi
devalüasyonlara yol açmıştır. Devalüasyon dalgası ve bu devalüasyonun sonucunda finans
piyasalarının kötü durumunun ortaya çıkması, yabancı yatırımcılarda bir panik dalgası yaratmıştır.
Bu panik sonucunda, kısa vadeli yabancı sermaye akışı tüm şiddeti ülkeden geri çekilmiş ve kriz de
aynı şiddette patlak vermiştir (Aslantaş vd. 1998). Literatürde Güneydoğu Asya krizinin sebeplerine
ilişkin neo-klasik ve neo-Weberci olmak üzere iki yaklaşım söz konusudur. Neo-klasik yaklaşım kriz
sebeplerinin içsel olduğunu; neo-Weberci yaklaşım da dışsal olduğunu iddia etmektedir. Krizin içsel
sebepleri BKM’de olduğu gibi makro ekonomik dengesizliklere bağlanırken; dışsal sebeplerin ise,
kendi kendini besleyen beklentilerin olduğu ve bunların da spekülatif ataklarla krizlere yol açtığı
iddia edilmektedir (Demetriades vd. 1999: 781; Glassman 2001: 122). Belirtilen dışsal sebeplere
zemin hazırlayan durum ise, kriz yaşayan ülkelerin finans sistemlerindeki zayıflıklar ve
bozukluklardır. Zira, kriz öncesinde temel makro ekonomik değişkenlerde çok büyük olumsuzluklar
görülmezken; özellikle, söz konusu ekonomilerin finans sistemlerine ilişkin göstergelerdeki
olumsuzluklar artmıştır. Bu durum kendini, bankacılık bilançolarındaki kötüleşme ve likidite sıkıntısı
ile göstermiştir. Finans sistemindeki bozuklukların veya zayıflığın temel nedeni ise, finans sistemine
yönelik gerekli bir gözetimin ve denetiminin olmaması veya mevcut kuralların yeterince
uygulanmamasıdır. Bu denetim eksikliğinin yanında finansal serbestleşmeye şeffaflık eksikliği ile
birlikte girilmesi, bu ülkelerin finans sistemlerinin zayıflığını artıran başka bir faktördür (Eğilmez vd
2002: 260–261; Delice vd. 2004: 116).
Güneydoğu Asya krizinde finans sistemindeki sorunların başka bir kaynağı ise, hükümetlerin
getirmiş olduğu zımnî veya açık mevduat garantileridir. Özellikle bu ülkeler arasında Güney Kore’de
bankalara hükümet tarafından sağlanan zımnî ve açık garantiler, bankacılık sisteminde iki soruna
yol açmıştır. Bunlardan birincisi, durumları ne olursa olsun bankaların dışarıdan borçlanma imkânına
kavuşmasıdır. İkincisi ise, hükümetin sağladığı bu güvencenin, politikacılar tarafından istismar
edilmesidir. Bu surette kredilerin dağılımı bankacılık gereklerine göre değil, politikacıların eş-dost
kapitalizmi anlayışına göre gerçekleşmiştir (Gong 2003: 163).
Güneydoğu Asya krizine gösterilen başka bir sebep de, aşırı boyutlara varan kısa vadeli yabancı
sermaye girişleridir. Kriz öncesinde uygulanan sabit kur sistemi, dolaylı yabancı sermaye akımları
için kur riskini büyük ölçüde gidermiştir. Kur riskinin ortadan kalkması, bu ülkelere yönelen kısa
vadeli yabancı sermaye hareketlerinin boyutunu artırmıştır. Ancak, kısa vadeli yabancı sermaye
hareketlerini belirleyen tek etken döviz kurlarındaki istikrar değildir. Herhangi bir ekonomik
istikrarsızlık veya irrasyonel sebep (özellikle grup hareketleri) kısa vadeli yabancı sermayenin
ülkeden hızla geri çekilmesine yol açabilir. Kriz yaşayan ülkelerde özellikle finansal göstergelerin
175
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
olumsuz sinyaller vermesi, kısa vadeli yabancı sermaye bu ekonomilerden hızla geri çekilmesine yol
açmıştır. Hükümetler, politikaları gereği dolayı yabancı sermaye akımlarındaki bu tersine hareketi
önlemede sabit kur politikasına fazlaca güvenmişler ve bu nedenle rezervlerini kullanmak suretiyle
sistemi korumaya devam etmişlerdir. Ancak, rezerv azalışı yabancı yatırımcıların beklentilerini daha
da kötüleştirmiş ve sonuçta kısa vadeli yabancı sermayenin yurt dışına kaçışı, rasyonel sebeplere
dayalı olarak, daha fazla şiddet kazanmıştır (Larrson 2003: 143–144).
IV.3. Türk Ekonomisinde Finansal Serbestleşme Politikaları ve Finansal Krizler: 1980’li
yıllara kadar Türk finans sistemine Keynesyen içerikli baskı politikaları uygulanmıştır. 1970’lerin
sonunda yaşanan ekonomik ve siyasal kriz sonucunda küresel ekonomideki konjonktüre uygun
olarak Türk ekonomisinde finansal serbestleşme politikaları uygulanmaya başlanmıştır. Bu amaçla,
1980 yılında kredi faizleriyle tasarruf mevduat faizlerinin piyasa koşullarında belirlenmense izin
verilmiştir. Belirtilen yıldan itibaren hem sermaye piyasalarının hem de bankacılık sisteminin
gelişmesinde gerekli altyapının tesisi için çaba gösterilmiştir. Finansal serbestleşme politikaları ile bir
yandan finans sisteminin kendi içerisinde daha rekabetçi bir yapı kazanması hedeflenmiş; diğer
yandan da, dışa dönük finansal serbestleşme ile yurt dışı fon olanakları artırılmaya çalışılmıştır. Türk
ekonomisinde dışa dönük finansal serbestleşmenin milâdı ise, 1989 yılıdır. Bu yıldan itibaren dolaylı
yabancı sermaye hareketlerine yönelik tüm kısıtlamalar kaldırılmış ve aynı zamanda finans
sisteminden kaynaklanan irili ufaklı birçok kriz 1990’lı yılların önemli bir ekonomik sorunu olmuştur.
Bu alt bölümde finansal serbestleşme politikalarının ardından Türk ekonomisinde yaşanan iki büyük
kriz nedenleri itibariyle ele alınacaktır.
IV.3.1. 1994 Finans Krizi: 24 Ocak kararlarından 1990’lı yıllara kadar dış finansman olanaklarının
artması ve siyasal istikrarın etkisi ile ekonomide olumlu bir hava oluşmuş ve belirtilen dönem, bazen
dalgalanmalar yaşansa da, hızlı büyümenin yaşandığı yıllar olmuştur. Ancak, söz konusu olumlu
hava 1989 yılından itibaren sona ermiştir. Literatürde dolaylı yabancı sermaye hareketlerinin
serbest bırakılmasının, bankacılık sektöründeki aşırı genişlemenin, döviz-tahvil-para piyasalarındaki
hızlı değişmelerin ve bu piyasaların spekülatif ataklara karşı zayıf yapısının 1989 yılına kadar Türk
ekonomisinde büyüme konusunda yaşanan olumlu havanın sona ermesinde ve iki büyük finans
krizinin oluşmasında temel etkenler olduğu iddia edilmektedir (Karluk 1999: 409; Kansu 2004: 154;
Onur 2005: 141).
1980 sonrası dış borçlanma imkânlarının artması ile birlikte gerek siyasal otoritenin gerekse finans
sisteminin giderek artan bir şekilde ülkenin dış borç stokunu artırması, yeni bir yapısal bozukluğa
yol açmıştır. Belirtilen yapısal bozukluk, kamu maliyesinde çöküş, dış borcun çevrilmesinde güçlük
ve dış ticaret açıklarında kontrolsüz artış olmak üzere üç boyutta gelişmiştir (Toprak 1996: 151–
152; Kansu 2004: 158; 167; Onur 2005: 141). Dış ticaret açığındaki artışa mukabil kamu açıklarını
giderme adına dış borçlanma konusunda siyasal iktidarın hoyrat tavrı, dış borç stokunu da
176
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
artırmıştır. Ayrıca, dış borçlanma imkânlarının artması ödemeler bilançosunun sağlıksız bir şekilde
dengelenmesine neden olmuş ve söz konusu durum önemli bir yapısal bozukluk olarak finans
sistemini de olumsuz etkilemiş; kriz boyutuna ulaşmasa da 1994 yılına kadar bu piyasalarda
dalgalanmalar yaşanmıştır.
1994 yılından önce finans piyasalarında yaşanan ve kriz boyutuna ulaşmayan dalgalanmalar
kendisini Türk Lirası’na olan talebin azalması ve bütçe-cari işlemler açığının artışı şeklinde
göstermiştir. Belirtilen sıkıntıların aşılması için iç piyasadan borçlanma yoluna gidilmiş; kamu kesimi
borçlanma gereği ve yurtiçi faiz oranları artmış; sene başında TL kısmen devalüe edilmiş; ancak, bu
politikalar da geçici ve hatta ileride sıkıntı yaratıcı çözümler olmuştur. Kaldı ki, borçlanma politikası
iyi bir şekilde yürütülmediği için kamu borç ödemeleri, etkisini önce finans sisteminde; sonra da,
tüm ekonomide gösterecek bir biçimde, sıkıntılara sebep olmuştur. Zira, finansal serbestleşme ile
artan faiz oranları kamu borçlanmasının ve ardından da özel kesim borçlanmasının maliyetini artıran
bir faktör haline gelmiştir. Yükselen faiz oranlarının başka bir etkisi ise, tasarruf yerine spekülatif
özellikle sahip dolaylı yabancı sermaye hareketlerinin artması olmuştur. Tüm bu gelişmelere
rağmen para politikasının iyi bir şekilde yönlendirilmemesi ve maliye politikasında da aynı durumun
söz konusu olması, krizi kaçınılmaz hale getirmiştir (Toprak 1996: 152–153; 169; Eroğlu vd. 2002:
192; Kansu 2004: 160; Onur 2005: 141).
1994 yılı başında önceki dönemlerde iç fiyat düzeyini düşük tutma adına döviz kurunun baskı altına
alınması ve sonuçta TL’nin değerlenmesi, dış ticaret ve cari işlemler açığının sürdürülemez boyuta
ulaşmasına yol açmıştır. Batı ekonomilerinin durgunluğa girmesi ve Moody’s ve Standart and Poors
kredi derecelendirme şirketlerinin Türk ekonomisinin kredi notunu düşürmesi ile dış borçlanmanın
daha maliyetli hale gelmesi, krize giriş sürecini daha da hızlandırmıştır. Bütün bunların üstüne
bankacılık sisteminin oligopolistik yapısı ve kur riskinin düşük olmasından dolayı sistemdeki açık
pozisyonların artması; dönem sonunda ise, açık pozisyonlarını kapatmak isteyen bankaların Merkez
Bankası rezervlerini eritecek denli talepte bulunmaları, finansal paniği ve ardından krizi tetiklemiştir
(Toprak 1996: 153; 168–169; Karluk 1999: 409; Kansu 2004: 160).
IV.3.2. 2000–2001 Finans Krizi: 5 Nisan Kararları ile enflasyonu hızla düşürme, ulusal paraya
istikrar kazandırma, ihracatı artırma, iç ve dış dengeyi sağlama, sürdürülebilir ve istikrarlı büyümeyi
tesis etme gibi temel makro hedeflerin sağlanması amaçlanmıştır. Belirtilen makro hedeflerle
uyumlu bir şekilde finans piyasalarının daha etkin işlemesi için merkez bankasının özerklik
kazandırılmaya çalışılmış ve sermaye piyasasındaki bazı finansal aracılara yönelik düzenleyici esaslar
getirilmiştir. 1994 krizi sonrasında finans sistemine yönelik bir güvensizlik oluşmaması için de
177
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
mevduatlara devlet tarafından sınırsız güvence getirilmiştir (Ulusoy vd. 2001: 90; Eroğlu vd. 2002:
193; 196). 1994 yılından sonra belirtilen hedefler doğrultusunda bazı reformlar gerçekleştirilmeye
çalışılsa da, uzun vadede giderilecek yapısal sorunlar için sonuç alınamamıştır. Krizden sonra kronik
enflasyon sorunu devam etmiş; dolaylı yabancı sermayeyi cezp etmek adına yüksek faiz politikası
uygulanmış; yurt içi borçlanma hacmi sürekli yükselmiş ve tüm bunların sonucunda ekonominin
yapısal kırılganlığı artmıştır (Kansu 2004: 168). Nitekim, 1997 Asya ve 1998 Rusya krizlerinin
olumsuz etkilerinin Türk ekonomisine kolayca sirayet etmesi, yapısal önlemlerin uygulanamadığını;
uygulansa da henüz sonuç alınamadığını göstermiştir. Belirtilenlerin yanı sıra, 1999 Marmara
Depremi de ekonomideki dengeleri önemli ölçüde sarsmış ve iktisadî göstergeler (özellikle büyüme
ve enflasyon) 2000 yılına girilirken oldukça karamsar bir tablo ortaya koymuştur.
2000 yılından önce kronik hale gelen enflasyonu tek haneli rakamlara düşürmek için IMF destekli
bir programın ön adımları atılmıştır. Enflasyonun temel nedeni olarak yapışkan nitelikli beklentiler
ve maliyetler (özellikle de ithalat maliyetleri) olduğu varsayılmıştır. Bu varsayım doğrultusunda 2000
yılından itibaren kur sistemi önceden açıklanmış belli bantlar içerisinde dalgalanan ve büyük ölçüde
sabit kur sistemi çerçevesinde oluşturulmuştur. Bu politika döviz kuru hedeflemesine dayalı üç yıl
vadeli enflasyonla mücadele stratejisiydi ve bu stratejinin 2000 yılı için %25, 2001 yılı için %12 ve
2002 yılı için de %7 gibi oldukça iddialı enflasyon hedefleri bulunmaktaydı. Programda döviz kuru
çapa olarak kullanıldığından faiz oranlarının oluşumu piyasalara bırakılmıştır. Böylesi bir stratejinin
ve kur sisteminin uygulanmasından beklenen fayda ise, döviz kuru konusundaki belirsizlikleri
gidererek iktisadî birimlerin kur riskine ilişkin algılamalarını olumlu yönde etkilemek olmuştur.
Belirtilenlerin yanında, programda reel faiz oranlarının makul seviyelere düşürülmesi, potansiyel
büyüme hızının artırılması, kaynakların etkin ve verimli kullanımı, yapısal dönüşümler ve kamu
maliyesinde reformlar da hedeflenmekteydi (Ulusoy vd. 2001: 94; Celasun 2002: 175; Eroğlu vd.
2002: 199; Yeldan 2002: 190; Kansu 2004: 155–156; 171; 173–174). Başlangıçta bazı akademik
çevrelerden de destek alan ve hedeflere yakın bir düzeyde dezenflasyon sağlayan strateji 2000
yılının sonuna doğru finans piyasalarında olumsuz sinyaller vererek 2001 Şubatında ağır bir kriz ile
sonlanmıştır.
2000–2001 krizi finans sistemindeki likidite ve döviz talebindeki dalgalanmalar nedeniyle oluşan
dolaylı yabancı sermaye hareketlerinin geri çekilmesi ile şiddet kazanan tipik bir finansal krizdir
(Onur 2005: 141–142). Kriz öncesinde ve 2000 yılının başında programın kısmen yarattığı olumlu
hava ile net dolaylı yabancı sermaye girişi hızla artmış; ancak, 2000 yılının ikinci yarısında programa
olan güvenin sarsılması ile dolaylı yabancı sermaye girişi azalmış ve 2001 yılının şubat ayına doğru
sermaye hareketlerinde belirgin bir geri çekilme görülmüştür. Belirtilen durum krizin ortaya
178
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
çıkmasında finansal küreselleşmenin; yani, dolaylı yabancı sermaye akımlarına getirilen uluslararası
serbestliğin etkisini ortaya koymaktadır. Zaten, Boratav (2001)’e göre 1980 sonrasında dolaylı
yabancı sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesi, büyümenin sermaye hareketleri ile bağını
kuvvetlendirmiştir. Nitekim, çalışmaya göre net dolaylı yabancı sermaye hareketi pozitif olduğunda
büyüme hızı artarken; tam tersi durumda, büyüme hızı yavaşlamaktadır (Boratav 2001: 11; 13;
15). Boratav (2001)’e paralel bir şekilde Yeldan (2002)’de de 1980 sonrası denetimsiz,
yönlendirilmemiş ve başıboş dolaylı yabancı sermayenin piyasalarda istikrarsızlığa neden olduğu
iddia edilmektedir. Nitekim, kriz öncesinde büyüme ve istikrar son derece istikrarsız olduğu bilinen
dolaylı sermaye hareketlerine bağlanmıştır (Yeldan 2002: 191; 193). Bunların yanında 2000–2001
finansal krizinin ortaya çıkmasında etken faktörlerin, uygulanan istikrar politikasının özellikleri ve bu
politikanın gerekli altyapı tesis edilmeden uygulanması olduğu iddia edilebilir.
Krizin çıkmasında etken olan bir diğer faktör de, finans sisteminde (özellikle de bankacılık
sisteminde) gerekli düzenlemelerin ve denetlemelerin yetersiz olmasıdır. Gerçi, program
uygulamaya geçirilmeden önce finans sistemine yönelik bazı tedbirler alınmıştır. Bu tedbirler beş
bankanın TMSF’ye devredilmesi ve bankaların zorunlu karşılık oranlarında indirime gidilmesidir.
Ancak, finans sistemindeki asıl sorunlar görülememiş ve/veya giderilememiştir (Kansu 2004: 179;
184; Yıldırım 2004: 2). Nitekim, 1980 sonrası tüm finansal serbestleşme ve küreselleşme
uygulamalarına karşın özellikle bankacılık sistemini denetleyecek bir üst kurul ancak 2000 yılında
tesis edilmiştir. Tabi ki bu kadar geç bir politikanın krizi önleyebilecek gücü ve zamanı olmamıştır.
Program süresince de finans sistemine yönelik herhangi bir reform ne öngörülmüş ne de
uygulanmıştır. Hatta, 1994 krizinin ardından getirilen mevduata sınırsız güvence sistemi, sektördeki
asimetrik bilgiden kaynaklanan zaafları artıran ve krizin oluşmasında etken olan bir faktör haline
gelmiştir. Zayıf denetim ve düzenleme altında, bankaların yurt dışı borçlanmasının kısa vadeli
olması, bunların sterilize edilememesi ve para arzının yurt dışı borçlanmaya bağlanması yaşanan
dalgalanmaların önemli bir kaynağı olmuştur (Celasun 2002: 170; Eroğlu vd. 2002: 202; Kansu
2004: 168; 178; 182–184). Program süresince bankacılık sisteminde rekabet koşullarına ve risk
yönetimine uymayan kurumların varlığı ve söz konusu kurumların aktif-pasif dengesizliği, açık
pozisyonlarda bir artışa yol açmış ve yıl sonunda açık pozisyondan kaynaklanan sorunlar
giderilememiştir. Zira, Merkez Bankası piyasanın artan likidite ihtiyacını uygulanan enflasyonla
mücadele stratejisi gereği karşılamamış ve 2000 Kasımında bir bankanın likidite ihtiyacının
karşılanmaması ani bir likidite krizine yol açmıştır. Söz konusu dalgalanma çok kısa bir süre
içerisinde ortaya çıkmış ve büyük ölçüde bankacılık sisteminden kaynaklanmıştır (Celasun 2002:
176; Mangır 2006: 468–469; Eroğlu vd. 2002: 209–210; Yeldan 2002: 194; Kansu 2004: 177;
179
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
178). Kasım ayında yaşanan dalgalanma IMF’nin ek desteği ile atlatılsa da, artık programın
başarısına olan inanç çok zayıflamıştır. Kasım dalgalanmasının ardından dokuz bankanın Tasarruf
Mevduatı Sigorta Fonu’na devredilmesi de krizin finans piyasalarından kaynaklandığının açık bir
göstergesidir.
Kasım
ayından
sonra
da
Merkez
Bankası’nın
piyasanın
likidite
ihtiyacını
karşılamayacağını açıklaması, faiz oranlarında %1000’leri aşan rakamlara ulaşılmasına yol açmış ve
tabi ki bu durum da birçok bankanın krize girmesine neden olmuştur (Kansu 2004: 178–179; 191–
197).
Belirtilen gelişmeler iç ve dış iktisadî birimlerin programa olan güvenlerini daha da sarsmış, yurt içi
ve yurt dışı fon olanakları artan risk primi nedeni ile azalmış ve piyasalarda kriz beklentisini
doğurmuştur. 2001 yılı şubat ayında siyasal istikrarsızlığı bahane edinen dövize yönelik spekülatif
saldırılar sonucunda tipik bir finans krizinin mekanizmaları işlemiş; istikrarsız canlanma (büyüme),
finansal kargaşa ve finansal kriz sarmalı işlemiş (Boratav 2001: 16; Kansu 2004: 198) ve
Cumhuriyet tarihinin finans sektöründen kaynaklanan en şiddetli krizlerinden biri yaşanmıştır.
Yukarıda belirtilenler ışığında finans sistemindeki sorunların 2000–2001 krizinin ortaya çıkmasında
en etken faktör olduğu iddia edilebilir. Söz konusu sorunlar esasında 1990’lı yıllar boyunca sürmüş
ve özellikle bankacılık sisteminin aslî fonksiyonlarını yerine getirmemesi ile kendini göstermiştir. Bu
durumun sebebi, daha önce değinildiği üzere, bankaların reel sektörü değil kamu açıklarını finanse
eder bir role bürünmeleri ve hükümetin zımnî/açık mevduat güvencelerinin asimetrik bilgiden
kaynaklanan finansal sistem sorunlarını artırmasıdır (Kansu 2004: 170; 204).
V. Finansal Serbestleşme Politikaları ve Finansal Krizler: Ülke Uygulamaları: Önceki
bölümlerden görüleceği üzere finansal serbestleşme politikalarını uygulayan ele alınan GOÜ’lerin
tümünde finansal krizler yaşanmıştır. Teorik açıklamalarda belirtildiği üzere, finansal serbestleşme
politikalarının erken veya ekonomideki yapısal sorunların giderilmeden uygulanmas finansal krizlerin
nedeni olabilmektedir. Bu bölümde çalışmanın amacı doğrultusunda ele alınan tüm ülkeler için
finansal baskı endeksi (FBE) kullanılarak finans piyasalarındaki dalgalanmaların boyutu ortaya
konulacaktır. Ardından finansal serbestleşme açısından ilgili ülkelerin durumu ele alınacaktır.
Böylece, finansal krizlerin sıklığı ve şiddeti ile finansal serbestleşme derecesi arasında ilişki
kurulmaya çalışılacaktır.
Finansal krizlerin ölçümü için uygulamalı çalışmalarda çoğunlukla kukla değişkenler kullanılmaktadır.
Ancak, son dönem uygulamalı literatürde hem finansal krizlerin tahmininde hem de bir ülkede
gerçekleşen finansal kriz sayısının ve şiddetinin belirlenmesinde finansal baskı endeksinden
yararlanılmaktadır. Bu indekste faiz oranlarının yüzde değişimi (YFO), döviz kurlarının yüzde
180
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
değişimi (YDK) ve merkez bankasının döviz rezervlerindeki yüzde değişimi (YDR) yer almaktadır.
Endekste yer alan verilerin birim farklılığından doğabilecek sıkıntıların giderilmesi için de her bir
 xi , − µ 
 formülü ile standartlaştırılmaktadır. Buna göre, FBE belirlenen eşik değerleri
 σ 
değişken 
geçtiğinde ülkede bir finans krizinin yaşandığı veya bir krizin yaklaştığı kabul edilmektedir.
Aşağıdaki denklem bu endeksi göstermektedir (Uygur 2001: 7; 9; Kaya vd. 2006: 138; Ural vd.
2007: 52-53):
 (YFO ) − µ YFO   (YDK ) − µYDK   (YDR ) − µ YDR 
FBE = 
+
−

σ YFO
σ YDK
σ YDR
 


 
FBE dâhilinde krizlerin tahmini, tespiti ve şiddeti belli bir eşik değere göre yapılmaktadır. Eşik
değerlerin belirlenmesinde farklı ölçütler söz konusudur. Bunlardan en yaygın kullanılanı ele alınan
dönem itibariyle FBE’nin standart hatasının 1,5 katına göre kriz eşiğinin belirlenmesidir. Herhangi
bir dönem içerisinde FBE’nin değeri geçmiş değerlerine ilişkin standart sapmanın 1,5 katını
geçtiğinde krizin yaklaştığı veya oluştuğu söylenebilir.
Tablo 1’de üç dönem itibariyle ele alınan sekiz ülke için FBE hesaplanmış ve FBE’nin standart
sapmaları ile kriz eşikleri sunulmuştur. FBE’nin elde edilmesinde kullanılan değişkenler için IMF-IFS
2008 Veri CD’sinden yararlanılmıştır. İlgili değişkenler, “mevduat faiz oranları”, “merkez bankasının
döviz rezervleri” ve “nominal döviz kurlarına” ilişkin üç aylık frekanstaki verilerdir. Tablo 1’den
görüleceği üzere, tüm ülkeler için FBE’ye ilişkin standart sapmalar finansal serbestleşme
politikalarının uygulanmaya başlandığı 1980’li ve 1990’lı yıllarda yüksek düzeylerde iken, 2000’li
yıllardan sonra düşmüştür. Bu durumun anlamı, finansal baskının 2000’li yıllardan sonra daha az
dalgalanma gösterdiğidir. Ayrıca, 2000’li yıllardan sonra Latin Amerika ülkelerinde FBE’ye ilişkin
standart sapmalar diğer ülkelere göre daha düşük değerler alırken Güneydoğu Asya ülkelerinde
daha yüksek değerler söz konusu olmuştur. Tablo 1’deki ilginç bulgulardan biri de Türk ekonomisi
ile ilgilidir. Nitekim, ele alınan ülkeler içerisinde dönemler itibariyle en yüksek standart sapma Türk
ekonomisinde görülmektedir. Böylesi bir durum, ele alınan değişkenler itibariyle en yüksek
dalgalanmanın Türk ekonomisinde yaşandığını göstermektedir.
181
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Tablo 1.
1980–2008 Yılları Arasında Dönemler ve Ülkeler İtibariyle FBE Endeksinin Standart Sapmaları ve
Kriz Eşikleri
Ülkeler
Arjantin
1980–1990
1990–2000
2000 ve Sonrası
3,80
1,01
0,52
(5,7)
(1,51)
(0,78)
Brezilya
2,30
2,37
0,69
(3,45)
(3,55)
(1,03)
Endonezya
1,84
2,08
0,93
(2,76)
(3,12)
(1,39)
Kore
1,87
2,55
0,97
(2,80)
(3,82)
(1,45)
Malezya
2,27
2,77
0,99
(3,40)
(4,15)
(1,48)
Meksika
2,25
2,22
0,58
(3,37)
(3,40)
(0,87)
Tayland
1,56
2,37
1,85
(2,34)
(3,55)
(2,77)
Türkiye
67,78
34,38
26,65
(101,67)
(51,57)
(39,97)
Not: Tablo içerisinde yer alan parantez içerisindeki rakamlar hesaplanan standart sapmaların 1,5
katı olup finansal kriz eşiklerini göstermektedir.
Tablo 2’de ise, Tablo 1’deki kriz eşiklerinden yararlanılarak tüm ülkeler için elde edilen kriz
dönemleri gösterilmektedir. Tablo 2’den görüleceği üzere, ülkeler için literatürde belirtilen kriz yılları
genel olarak ortaya çıkmıştır. Bu durum, finansal baskı endeksinin finansal krizleri ve istikrarsızlıkları
ortaya koymada ve tahmin etmede etkin bir yaklaşım olduğunu göstermektedir. Tablo 2’de bazı kriz
dönemlerinde FBE üst üste iki dönem eşik değerlerin üzerine çıkmıştır. Böylesi bir durum, ilgili krizin
son derece şiddetli yaşandığını göstermektedir. Türkiye’de 1994 ve 2000–2001 yıllarında,
Güneydoğu Asya ülkelerinde de 1997 yılında yaşanan krizler bu duruma örnektir. Tablo 1 ve Tablo
2 birlikte değerlendirildiğinde, FBE’nin standart sapması düştükçe finansal krizlerin şiddetinin ve
sayısının azaldığı iddia edilebilir. Bu duruma karşın 2000’li yılların ardından özellikle de 2008 yılında
Güneydoğu Asya ülkelerinde FBE kriz sinyali vermiştir. Başka bir deyişle, küresel finans
piyasalarında yaşanan kriz bu ülkeleri daha fazla etkilemiştir. Güneydoğu Asya ülkelerinin göze
çarpan başka bir özelliği de, herhangi finansal krizi veya istikrarsızlığı hep birlikte yaşamalarıdır.
Nitekim, hem 1997 krizinde hem de 2008 yılındaki küresel krizde bu ülkelerin FBE değerleri
belirlenen eşik değerleri eş-anlı olarak aşmıştır. Belirtilenlere ilave olarak Kore’de 1996 yılının
sonlarına doğru FBE’nin eşik değeri aşması krizin ilk sinyali olmuştur. Tablo 2’de göze çarpan başka
bir durum da, 2008 yılında ortaya çıkan küresel finans krizinin Latin Amerika ve Türkiye’deki finans
sistemini çok olumsuz etkilememesidir. Nitekim, Latin Amerika ülkelerinde ve Türkiye’de FBE
182
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
çerçevesinde kriz eşikleri aşılmamıştır. Bu durum ülkeler itibariyle küresel krizin etkilerinin
farklılaştığını göstermektedir.
Tablo 2.
Dönemler ve Ülkeler İtibariyle FBE Endeksine Göre Kriz Sayıları ve Dönemleri (1980–2008)
Ülkeler
Arjantin
Brezilya
Endonezya
Kore
1980–1990
1989:Q2 (22,26)
1986:Q4
1987:Q1
1989:Q3
1989:Q4
1984:Q1
1984:Q2
1986:Q3
(3,43)
(6,71)
(6,12)
(8,64)
(3,08)
(4,17)
(3,50)
1988:Q1 (4,09)
1989:Q1 (4,35)
Meksika
1982:Q1 (6,49)
1982:Q2 (3,54)
1982:Q4 (7,21)
1985:Q3 (3,48)
1987:Q4 (3,69)
1980:Q4 (3,08)
1981:Q3 (2,81)
1982:Q1 (3,49)
1981:Q3 (400,76)
Türkiye
1990:Q1 (7,75)
1990:Q4 (3,64)
1991:Q4 (4,28)
1984:Q1 (2,52)*
Malezya
Tayland
1990–2000
1990:Q1 (2,18)
2000 ve Sonrası
2001:Q4 (0,74)
2002:Q1 (1,50)
2002:Q2 (1,23)
-
1997:Q3 (4,24)
1997:Q4 (5,67)
1998:Q1 (5,71)
1998:Q2 (6,78)
1996:Q3 (5,20)
1997:Q4 (13,01)
1997:Q3 (8,65)
1997:Q4 (7,68)
1998:Q2 (4,31)
1994:Q2 (6,20)
1995:Q1 (7,96)
2005:Q3 (1,95)
2008:Q3 (1,31)*
1997:Q3 (10,09)
1997:Q4 (6,22)
2005:Q2 (5,32)
2008:Q2 (2,49)*
2008:Q3 (3,25)
2005:Q4 (1,45)
2008:Q3 (2,83)
-
1994:Q1 (125,05)
2000:Q4 (76,32)
1994:Q2 (73,71)
2001:Q1 (97,32)
1995:Q4 (57,16)
Not: Tabloda yer alan koyultulmuş dönemler literatürde de belirtilen kriz dönemlerini
göstermektedir. Parantez içerisindeki rakamlar ise, FBE’nin ilgili dönemde almış olduğu değeri
göstermektedir. (*) işaretleri de, FBE’nin eşik değere çok yakın olduğu dönemleri belirtmek için
kullanılmıştır.
Tablo 3’de ise, Haritage Vakfı’nın ele alınan ülkeler için hesaplamış olduğu finansal serbestleşme
indeksleri gösterilmektedir. Bu indeks sıfır ile 100 arasında değerler almakta ve 100 değerine
yaklaştıkça ilgili ülkede finansal serbestleşmenin arttığını göstermektedir. Tablodan görüleceği
üzere, finansal krizlerin ardından neredeyse tüm ülkelerde finansal serbestleşmeden geri adım
atılmıştır. Başka bir deyişle, ele alınan ülkelerde krizlerden önce daha serbest bir finans sistemi söz
konusu iken; krizlerin yaşanması ile sistem baskı altına alınmaktadır. Bu bulgu finansal
183
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
serbestleşme politikalarından vazgeçmenin finansal krizlere yol açtığı yönündeki hipotezin geçerli
olmadığını göstermektedir. Ayrıca, finansal krizlerin finansal serbestleşme endeksinin göreli olarak
yüksek olduğu dönemlerde ortaya çıkması da finansal serbestleşmenin bir kriz nedeni olabileceğini
ima etmektedir.
Tablo 3.
Finansal Serbestleşmenin Ülkeler İtibariyle Gelişimi (1995-2009)
Yıllar
Arjantin
Brezilya
Endonezya
Kore
1995
50.0
50.0
50.0
1996
70.0
50.0
50.0
70.0
50.0
30.0
50.0
70.0
1997
70.0
50.0
50.0
70.0
50.0
30.0
50.0
70.0
1998
70.0
50.0
50.0
70.0
50.0
30.0
50.0
70.0
1999
70.0
50.0
30.0
50.0
50.0
30.0
50.0
70.0
2000
70.0
50.0
30.0
50.0
50.0
30.0
50.0
70.0
2001
70.0
50.0
30.0
50.0
30.0
50.0
50.0
50.0
2002
70.0
50.0
30.0
50.0
30.0
70.0
50.0
50.0
2003
30.0
50.0
30.0
50.0
30.0
70.0
50.0
50.0
2004
30.0
50.0
30.0
50.0
30.0
70.0
50.0
50.0
2005
30.0
50.0
30.0
50.0
30.0
70.0
50.0
30.0
2006
30.0
50.0
30.0
50.0
30.0
70.0
50.0
50.0
2007
40.0
40.0
40.0
50.0
40.0
60.0
50.0
50.0
2008
40.0
40.0
40.0
60.0
40.0
60.0
50.0
50.0
2009
40.0
50.0
40.0
60.0
40.0
60.0
60.0
50.0
70.0
Malezya
Meksika
Tayland
Türkiye
50.0
30.0
50.0
70.0
Kaynak: Haritage Vakfı, http://www.heritage.org/
Not: Tabloda koyultulmuş rakamlar krizlerin yaşandığı yılları göstermektedir.
Tablo 4’de ise, ele alınan ülkelerin FBE değerlerinin 2000’li yıllardan sonra gelişimi sunulmaktadır.
Finansal serbestleşmeye yönelik politika uygulamalarının durağan olduğu bu dönemde 2008 küresel
finans krizinden özellikle Güneydoğu Asya ülkelerinin olumsuz etkilendiği görülmektedir. Bu
ülkelerde FBE’ye ilişkin değerler eşik değerleri aşacak şekilde bir sıçrama göstermiştir. Diğer
taraftan, 2008 küresel finans krizinden Latin Amerika ülkeleri ve Türkiye FBE itibariyle Güneydoğu
Asya ülkelerinde olduğu kadar olumsuz etkilenmemişler ve finansal istikrarlarını korumuşlardır. Bu
durum Güneydoğu Asya ülkelerindeki finans sistemlerinin Latin Amerika ve Türkiye’ye göre daha
kırılgan olduğunu göstermektedir.
184
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Tablo 4.
Finansal Baskı Endeksinin 2000 Yılından Sonraki Gelişimi (Latin Amerika, Güneydoğu Asya Ülkeleri
ve Türkiye
2
2.0
1.5
1
1.0
0
0.5
-1
0.0
-0.5
-2
-1.0
-3
2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008
2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008
ARJANTIN
BREZILYA
2
4
3
1
2
1
0
0
-1
-1
-2
-2
-3
2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008
2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008
ENDONEZYA
KORE
3
1.0
2
0.5
1
0.0
0
-0.5
-1
-1.0
-2
-1.5
-2.0
-3
2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008
2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008
MEKSIKA
MALEZYA
100
6
80
4
60
2
40
20
0
0
-2
-20
-40
-4
2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008
2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008
TURKIYE
TAYLAND
185
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Sonuç
1980’li yıllardan itibaren Latin Amerika ve Güneydoğu Asya ülkeleri ile Türkiye’de finansal
serbestleşme politikaları kısa bir dönem zarfında uygulanmıştır. Uygulanan bu politikalar esasen
yapısal bir reform olarak değerlendirilebilir. Söz konusu yapısal reformlardan beklenenler ise,
ekonomilerin dış borçlanma olanaklarından yararlanması ve finans sisteminin daha rekabetçi ve
etkin işlemesi olmuştur. Belirtilen amaçlarla uygulanan finansal serbestleşme politikaları ile birlikte
ilgili
ülkelerin
finans
piyasalarındaki
istikrarsızlıklar
da
artmıştır.
Bu
nedenle
finansal
serbestleşmenin faydaları hakkında hem akademik çevrelerde hem de politika uygulayıcılarda bir
şüphe uyanmıştır.
Çalışmanın ilgili bölümlerinde görüleceği üzere ele alınan ülkelerde krizler birbirine benzer ilişkilerle
ortaya çıkmıştır. Türkiye’de yaşanan 1994 krizinin ortaya çıkmasında makro ekonomik bozukluklar
(özellikle de kamu finansmanındaki sağlıksız yapı) etken faktör olmuş ve söz konusu özelliği ile bu
kriz daha çok Latin Amerika ülkelerindeki krizlerle benzerlik arz etmiştir. Diğer yandan, 2000–2001
yıllarında Türkiye’de yaşanan finansal kriz de döviz çapasına dayalı enflasyon hedeflemesi
politikasının ardından meydana gelmiş; bu yönüyle de Latin Amerika ülkelerinde yaşanan krizlerle
benzerlik göstermiştir. Güneydoğu Asya ülkelerinde yaşanan krizler ise, bu ülkelerin kendilerine has
özelliklerinden kaynaklanmış ve bir ölçüde Türkiye ile Latin Amerika ülkelerindeki krizlerden
farklılaşmıştır. Böylesi bir durum, finans krizlerinin finansal serbestleşme de dâhil olmak üzere tek
bir faktörle açıklanamayacağını göstermektedir.
Finansal krizler ile finansal serbestleşme politikaları arasında ilişki kuran iki temel yaklaşımın
varlığından bahsedilebilir. Bunlardan birincisi, finansal serbestleşmeye ilişkin politikaların yeterli
altyapı oluşturmadan uygulanmasının krizlere yol açacağıdır. Bu yaklaşımda yapısal sorunlarını
gidermeyen, gerekli düzenleme ve denetleme kurumlarını yetkin bir şekilde ihdas etmeyen
GOÜ’lerde finansal krizlerin ortaya çıkma olasılığının daha yüksek olduğunu ima etmektedir. Bu
yaklaşıma göre, finansal serbestleşme ve küreselleşme politikalarını temel amaç olarak değil;
iktisadî kalkınmanın farklı aşamalarını destekleyen bir araç olarak gerekli altyapının tesisi ile aşamalı
bir şekilde uygulamak daha doğrudur. Aksi takdirde, finansal krizler ekonominin kaçınılmaz vak’ası
olmakta ve büyümenin istikrarı bozulup uzun dönem trend değeri düşebilmektedir. Bu çalışmada
elde edilen FBE değerlerine göre finansal serbestleşmenin başlangıç ve yoğun uygulama
aşamalarında finans sistemlerinin tüm ülkeler için daha istikrarsız bir yapı arz ettiği görülmüştür.
186
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Böylesi bir durum, finansal serbestleşme politikalarının uzun döneme yayılacak bir şekilde ve gerekli
altyapının tesisi ile uygulanması gerektiğini ima etmektedir.
Finansal krizler ile finansal serbestleşme arasındaki ilişkiye dair ikinci yaklaşımda ise, finansal
serbestleşme politikalarından geri adım atılmasının veya dirayetli bir şekilde bu politikaların
uygulanmamasının krizlere yol açtığı iddia edilmektedir. Gerçekten de, hem Türkiye’de hem Latin
Amerika ülkelerinde 1980’li yıllardan itibaren finansal serbestleşme politikalarında bir dur-kalk
paterni izlenmiştir. Ancak, böyle bir durumun sebebi finansal krizler ve istikrarsızlıklardır. Nitekim,
kriz yıllarına dek ele alınan ülkelerin tümünde finansal serbestleşme indeksi kriz sonrasına göre
daha yüksek değerlere sahiptir. Başka bir deyişle, finansal serbestleşme politikalarından geri adım
atılmasında krizler etken iken; tam tersi yönde bir bulgu bu çalışmada tespit edilmemiştir.
Belirtilenler itibariyle literatürde ileri sürülen “finansal serbestleşme politikalarının ardından finansal
krizlerin oluştuğuna” yönelik hipotezi doğrulayacak bulgular elde edilmiştir.
Sonuç olarak küresel şartların etkisi altında finansal serbestleşme politikalarından vazgeçmek doğru
bir politika olmayacaktır. Ancak, finansal serbestleşmenin olumsuz etkilerinin de politika yapıcı
tarafından dikkate alınması; makro ekonomik dengesizliklerin giderilmesi ve ülke ve dünya
şartlarına göre etkin finansal düzenleme ve denetleme politikaları uygulanması gerekmektedir.
Böylece, bir yandan finans sistemi sağlıklı bir şekilde gelişme gösterecek; diğer yandan da, olası
finansal krizlerin sayısı ve şiddeti asgari düzeye inecektir.
187
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Kaynaklar
Agenor, Pierre.-Richard, Jagdeep S. Bhandari ve Robert P. Flood (1992). “Speculative Attacks and
Models of Balance of Payments Crises”. IMF Staff Papers 39(2): 357–394.
Aizenman, Joshua (2004a). “Financial Opening and Development: Evidence and Policy
Controversies”. American Economic Review 92(2): 65–70.
Ang, James B. ve Warwick J. McKibbin (2005). “Financial Liberalization, Financial Sector
Development and Growth: Evidence From Malaysia”. CAMA Working Paper Series. 5.
Arın, Tülay (1998). “Asya Krizi ve Kriz Yönetiminde Hegemonya”. İktisat Dergisi, 375: 5–20.
Aslantaş, Mesut ve Necmi Odyakmaz (1998). “Para Krizleri”. İnternet Adresi:
(http://www.foreigntrade.gov.tr/ead/DTDERGI/mart98/parakr.htm), Erişim Tarihi: 25.07.2002.
Atamtürk, Burak (2007). “Gelişmekte Olan Ülkelerde ve Türkiye’de Finansal Serbestleşmenin İç
Tasarruflar Üzerine Etkisi”. Marmara Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi 23(2): 75–89.
Bakırtaş, Tahsin ve Sohbet Karbuz (2004). “Finansal Küreselleşme ve Çevre Ülkelerin Durumu”.
İktisat, İşletme ve Finans Yıl 19, Sayı 215: 92–108.
Boratav, Korkut (2001). “2000–2001 Krizinde Sermaye Hareketleri”. İktisat, İşletme ve Finans Yıl
16, Sayı 186: 7–17.
Boughton, James M. (2000). “From Suez to Tequila: The IMF as Crisis Manager”. The Economic
Journal 110(460): 273–291.
Bulutay, Tuncer (2004). “Kalkınma ve Büyüme”. İktisat, İşletme ve Finans 214: 5-91.
Celasun, Merih (2002). “Gelişen Ekonomilerin Dış Kaynak Kullanımı, Finansal Krizler ve Türkiye
Örneği, 2001”. Doğu Batı Dergisi 17: 161–180.
Crockett, Andrew (1997). “The Theory and Practice of Financial Stability”. Essays in International
Finance, 203.
Çıtak, Levent (2007). “Değişen Global Finansal Piyasalar ve Türk Sermaye Piyasasının Geleceğine
Dönük Beklentiler”. iç. Türkiye’nin Jeoekonomisi ve Jeopolitikası, -Türkiye Geleceğin
Neresinde?, ed. Nejat Doğan, Ferit Kula, Mehmet Öcal, Ankara: Nobel Yayın Dağıtım.
188
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Das, Dilip K. (2006). “Globalization in the World of Finance: An Analytical History”. Global
Economy Journal, 6(1): 1-22.
Delice, Güven (2003). “Finansal Krizler: Teorik Ve Tarihsel Bir Perspektif”. Erciyes Üniversitesi
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 20: 57-81.
Demetriades, Panicos O. ve Bassam A. Fattouh (1999). “The South Korean Financial Crisis:
Competing Explanations and Policy Lessons for Financial Liberalization”. International Affairs
(Royal Institute of International Affairs 1944), 75 (4): 779–792.
Delice, Güven, Adem Doğan ve A. Meral Uzun (2004). “Finansal Regülasyon ve Piyasa Disiplini”.
Cumhuriyet Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 5(1): 101-130.
Dooley, Micheal P. (1998). “A Model of Crises in Emerging Markets”. Board of Governors of the
Federal Reserve System, International Finance Discussion Papers, Number 630, pp. İnternet
Adresi: http://www.papers.nber.org/papers/W6300, Erişim Tarihi: 09.08.2002.
Eğilmez, Mahfi ve Ercan Kumcu (2002). Ekonomi Politikası: Teori ve Türkiye Uygulaması. İstanbul:
Om Yay.
Erdem, Ekrem (2008). Para ve Banka ve Finansal Sistem. Ankara: Detay Yay.
Eroğlu, Ömer ve Mesut Albeni (2002). Küreselleşme, Ekonomik Krizler ve Türkiye. Isparta: Bilim
Kitabevi Yay.
Eser, Kadir (1996). "Finansal Liberalizasyon Politikalarının Makroekonomik Performans Üzerindeki
Etkileri". Hazine Dergisi, 1: 21–40.
Ferreira, Afonso (2002). “Giuseppe Tullio The Brazilian Exchange Rate Crisis of January 1999”.
Journal of Latin American Studies, 34(1):143–164.
Flood, P Robert ve Peter M. Garber (1984). “Collapsing Exchange Rate Regimes: Some Linear
Examples”. Journal of International Economics, 17: 1–17.
Fry, Maxwell J. (1997). “In Favour of Financial Liberalization”. The Economic Journal, 107: 754–
770.
Galindo, Arturo, Alejandro Micco ve Guillermo Ordonez (2002). “Financial Liberalization and
Growth: Empirical Evidence”. Inter American Development Bank, pp. İnternet Adresi:
www.worldbank.org, Erişim Tarihi: 27.07.2005.
189
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Ghosh, Jayati (2005). “The Economic and Social Effects of Financial Liberalization: A Primer for
Developing Countries”. DESA Working Paper No. 4.
Glassman, Jim (2001). “Economic Crisis in Asia: The Case of Thailand”. Economic Geography,
77(2): 122–147.
Gong, Byeong-Ho (2003). “Kore’nin Tercihi: Yaratıcı Yıkım veya Yıkıcı Reform”. iç. Kapitalizm ve
Küresel Refah: Kapitalizm Kendini Savunuyor, Ed. Ian Vasquez, Çev. Murat Doğanlar,
Ankara: Liberte Yay.
Güloğlu, Bülent ve Ender Altunoğlu (2002). “Finansal Serbestleşme Politikaları ve Finansal Krizler:
Latin Amerika, Meksika, Asya ve Türkiye Krizleri”. İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler
Fakültesi Dergisi 21: 111–140.
Haritage Vakfı, http://www.heritage.org/
Hermann, Jennifer (2002). “Financial Structure and Financing Models: The Brazilian Experience
over the 1964-1997 Period”. Journal of Latin American Studies 34(1): 71-114.
Işık, Sayım, Koray Duman ve Adil Korkmaz (2004). “Türkiye Ekonomisinde Finansal Krizler: Bir
Faktör Analizi Uygulaması”. Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
Dergisi 19(1): 45–69.
Kaminsky, Graciela L. ve Carmen M. Reinhart (1998). “Financial Crises in Asia and Latin America:
Then and Now Source”. The American Economic Review 88 (2): 444-448.
Kaminsky, Graciela, Saul Lizondo ve Carmen M. Reinhart (1998). “Leading Indicators of Currency
Crises”. IMF Staff Papers 45(1).
Kansu, Aydan (2004). Döviz Kuru Sistemleri Döviz Krizleri Türkiye 1994 ve 2001 Krizleri. İstanbul:
Derin Yay.
Kar, Muhsin (2001a). “A Critical Review of The Theory of Financial Liberalization”. Atatürk
Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi 15 (3-4): 81-96.
Kar, Muhsin ve Seyhan Taş (2004). “İktisadi Kalkınmada Para ve Sermayenin Yeri”. iç.: Kalkınma
Ekonomisi: Seçme Konular, Ed. Sami Taban; Muhsin Kar, Bursa: Ekin Kitabevi.
Karluk, Rıdvan (1999). Türkiye Ekonomisi (Tarihsel Gelişim, Yapısal ve Sosyal Değişim). İstanbul:
Beta Yay.
190
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Kaya; Vedat ve Ömer Yılmaz (2006). “Para Krizleri Öngörüsünde Sinyal Yaklaşımı: Türkiye Örneği,
1990–2002”. Ankara Üniversitesi SBF Dergisi 61 (2): 129–155.
Kehoe, Timothy J. (2003). “What Can We Learn From The Current Crisis in Argentina?”. Scottish
Journal of Political Economy 50(5): 609–633.
Kibritçioğlu, Aykut (2001). “Türkiye'de Ekonomik Krizler ve Hükümetler, 1969–2001”. Yeni Türkiye
Dergisi,
Ekonomik
Kriz
Özel
Sayısı
1(7):
İnternet
Adresi:
http://www.dialup.ankara.edu.tr/~kibritci/publications.html), Erişim Tarihi: 06.09.2007
Kibritçioğlu, Bengi, Bülent Köse ve Gamze Uğur (1999). “A Leading Indicator Approach to the
Predictability of Currency Crises: The Case of Turkey”. General Directorate of Economic
Research the Undersecretariat of Treasury, Ankara.
Kruger, Mark, Patrick N. Osakwe ve Jennifer Page (1998). “Fundamentals, Contagion and Currency
Crises: An Empirical Analysis”. Bank of Canada Working Papers No. 98/10.
Krugman, Paul (1979). “A Model of Balance-of-Payments Crises”. Journal of Money, Credit and
Banking 11 (3): 311–325.
Krugman,
Paul
(1997).
“Currency
Crisis”.
NBER
Conference,
1997,
http://www.web.mit.edu/krugman/www/crises.html, erişim tarihi: 29.07.2002.
Krugman, Paul (2001). “Bunalım Ekonomisinin Geri Dönüşü”. çev. Neşenur Domaniç, Literatür
Yayınları: 60, 1. Basım.
Larsson, Tomas (2003). “Doğu Asya’da Başarısızlık ve Gelişme”. iç. Kapitalizm ve Küresel Refah:
Kapitalizm Kendini Savunuyor, 1. Baskı, ed. Ian Vasquez, çev. Metin Toprak, Ankara: Liberte
Yay.
Laurence, Henry (1999). “Financial System Reform and the Currency Crisis in East Asia”. Asian
Survey 39 (2): 348–373.
Levine, Ross ve Sara Zervos (1998). “Capital Control Liberalization and Stock Market
Development”. World Development 26 (7): 1169–1183.
Mangır, Fatih (2006). “Finansal Deregülasyonun (1989–2001) Türkiye Ekonomisi Üzerine Etkileri:
Kasım 2000 ve Şubat 2001 Krizleri”. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 16:
459–472.
191
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Mehrez, Gil ve Daniel Kaufmann (1999). “Transparency, Liberalization and Financial Crises”.
Mimeo,
The
World
Bank,
İnternet
Adresi:
http://129.3.20.41/eps/fin/papers/0308/
0308008.pdf, Erişim Tarihi: 09.11.2007
Mishkin, Frederic S. (1999). “Global Financial Instability; Framework, Events, Issues”. Journal of
Economic Perspectives 13(4): 3–20.
Mishkin, Frederic S. (2004). The Economics of Money, Banking, and Financial Markets. Seventh
Edition, The Addison-Wesley Series in Economics.
Obstfeld, Maurice (1984). “Balance-of-Payments Crises and Devaluation”. Journal of Money, Credit
and Banking 16: 208–217.
Obstfeld, Maurice (1986). “Rational and Self-Fulfilling Balance-of-Payments Crises”. The American
Economic Review 76 (1): 72–81.
Onur, Sara (2005). “Finansal Liberalizasyon ve GSMH Büyümesi Arasındaki İlişki”. Zonguldak
Karaelmas Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi 1(1): 127–152.
Pamuk, Şevket (2007). “1820–2005: İktisadi Büyümede Dünya Nereye Geldi? Türkiye Nereye?”.
Cumhuriyet Bilim-Teknoloji, Yıl 20, Sayı 1040: 12-15.
Quinn, Dennis (1997). “The Correlates of Change in International Financial Regulation”. American
Political Science Review 91: 531–551.
Seyidoğlu, Halil (2003). “Uluslararası Mali Krizler, IMF Politikaları, Az Gelişmiş Ülkeler, Türkiye ve
Dönüşüm Ekonomileri”. Doğuş Üniversitesi Dergisi 4(2): 141–156.
Sharma, Shalendra D. (2001). “The Indonesian Financial Crisis: From Banking Crisis to Financial
Sector Reforms, 1997–2000”. Indonesia 71: 79-110.
Shaw, Edward S. (1973). Financial Deepening in Economic Development. London and New York:
Oxford University Press.
Singh, Ajit (2002). “Capital Account Liberalization, Free Long-Term Capital Flows, Financial Crises
and Economic Development”. ESRC Centre For Business Research University of Cambridge
Working Paper No. 245, İnternet Adresi: http://www.cbr.cam.ac.uk/pdf/WP245.pdf, Erişim
Tarihi: 03.08.2003.
192
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Tobin, James (1978). “A Proposal for International Monetary Reform”. The Eastern Economic
Journal 4(3–4): 153–159.
Toprak, Metin (1996). Türk Ekonomisinde Yapısal Dönüşümler: 1980–1995, Ekonomik ve Sosyal
Araştırmalar. Ankara: Turhan Kitabevi.
Ulusoy, Ahmet ve Birol Karakurt (2001). “Finansal İstikrarın Korunması ve Önemi”. İktisat, İşletme
ve Finans, Yıl l6, Sayı 188: 88–98.
Ural, Mert ve Nilgün Acar Balaylar (2007). “Bankacılık Sektöründe Yüksek Risk Alımı ve Baskı
İndeksleri”. Finans, Politik ve Ekonomik Yorumlar 44(509): 47-57.
Uygur, Ercan (2001). “Krizden Krize Türkiye: 2000 Kasım ve 2001 Şubat Krizleri”. Türkiye Ekonomi
Kurumu Tartışma Metni 2001/1, İnternet Adresi: http://www.tek.org.tr., Erişim Tarihi: 05.03.
2007
White, Lawrance H. (2003). “Küresel Finansal Piyasalar ve Uluslararası Para Fonu”. iç. Kapitalizm ve
Küresel Refah: Kapitalizm Kendini Savunuyor, Ed. Ian Vasquez, Çev. Ekrem Erdem, Liberte
Yayınları.
Yeldan, Erinç (2002). “Türkiye Ekonomisi'nde 2000–2001 Krizinin Yapısal Kaynakları Üzerine”. Doğu
Batı: Düşünce Dergisi 4 (17): 187–195.
Yıldırım, Oğuz (2004). “Türk Bankacılık Sektörünün Temel Sorunları ve Sektörde Yaşanan Mali
Riskler”.
Dış
Ticaret
Dergisi,
Sayı
30,
İnternet
www.econturk.org/Turkiyeekonomisi/oguzbanka.doc, Erişim Tarihi: 15.12.2006.
193
Adresi:
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
194
Bişkek 2010
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
KÜRESEL KRİZİN KAMU MALİYESİNE ETKİLERİ VE MALİ POLİTİKALARIN ETKİNLİĞİ:
AVRUPA BİRLİĞİ ÜLKELERİ ÜZERİNE BİR ANALİZ
Prof. Dr. Ekrem ERDEM*
Yrd. Doç. Dr. Tekin AKDEMİR**
Araş. Gör. Miraç Fatih İLGÜN***
ÖZET
Dünya 2008 yılının ikinci yarısından itibaren, 1929 buhranı sonrasında yaşanan en büyük finansal
kriz ile karşı karşıya kalmıştır. ABD kaynaklı bu kriz dış kredi kanallarının tıkanması, iç ve dış
talepteki daralmalar, olumsuz beklentiler vb. nedeniyle üretim, istihdam ve ticaret hacminde
gerilemelere yol açmıştır. Krizin olumsuz etkilerini gidermek amacıyla parasal ve mali önlemler
uygulamaya konulmuştur. Ancak, gerek bu önlemler gerekse otomatik stabilizatörler ve diğer iradi
olmayan faktörlerin etkisiyle kamu maliyesi önemli bozulmalarla karşı karşıya kalmıştır.
“Küresel Krizin Kamu Maliyesine Etkileri ve Mali Politikaların Etkinliği: Avrupa Birliği Ülkeleri Üzerine
Bir Analiz” başlığını taşıyan bu çalışmada, kriz, krize karşı alınan önlemlerin kamu maliyesine etkileri
ve mali politikaların etkinliği değerlendirilmiştir. Çalışmada krize karşı alınan önlemlerin AB
ülkelerinin ekonomilerinde nispi bir toparlanma sağladığı, bununla birlikte bu ülkelerin kamu
maliyesi üzerinde önemli maliyetlere neden olduğu sonucuna da ulaşılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Küresel Kriz, Küresel Krizin Etkileri, Mali Canlandırma Paketleri, Avrupa
Kurtarma Planı, Glbal Krizin Mali Etkileri, Mali Politikaların Etkinliği
THE EFFECTS OF GLOBAL CRISIS ON PUBLIC FINANCE AND EFFECTIVENESS OF FISCAL
POLICY: AN ANALYSIS OF EUROPEAN UNION COUNTRIES
ABSTRACT
Starting in the summer of 2008, the world has faced the biggest global financial crisis since 1929.
This crisis originating US has been leed to decline on production, employment and trade volume,
*
Erciyes Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İktisat Bölümü, [email protected]
Erciyes Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Maliye Bölümü, [email protected]
***
Erciyes Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Maliye Bölümü, [email protected]
**
195
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
because of the fact that tightening external credit conditions, the contraction of domestic and
external demand, negative expectations, etc.. In order to eliminate the negative effects of Crisis
has been implemented monetary and fiscal measures However public finances have been
negatively influenced because of the fact that, discretionary measures, automatic stabilizers and
another nondiscretionary factors.
In this study called “The Effects of Global Crisis on Public Finance and Effectiveness of Fiscal
Policy: An Analysis Of European Union Countries " attempts to have been evaluated the crisis, the
effects of public finance measures taken against to ease the crisis and the effectiveness of fiscal
policies. Study was concluded that, measures against the crisis in the economies of EU countries
has made relative recovery, but also have led to significant cost on public finances of these
countries
Key Words: Global Crises, Effects of Global Crises, Fiscal Stimulus Packages, European Recovery
Plan, Fiscal Implications of Global Crisis, Effectiveness of Fiscal Policy
196
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
GİRİŞ
2008 yazında dünya 1929 ekonomik buhranından bugüne dek yaşanan en büyük küresel finansal
krizle karşı karşıya kalmıştır. Kriz pek çok ülkede resesyona yol açmış; finansal piyasalar, reel çıktı,
işgücü piyasası ve kamu maliyesini olumsuz yönde etkilemiştir. Krizin etkisinin 2009 yılının
sonlarından itibaren etkisinin azaldığı ve gelişmiş ülke ekonomilerinde krizden çıkış yönünde önemli
sinyaller alındığı bir gerçek olmakla birlikte, etkilerinin daha ne kadar devam edeceği henüz tam
olarak bilinmemektedir.
Birçok ülke krizden çıkış amacıyla; toplam talebi artırmak, finansal sektörü desteklemek ve
ekonomide güveni tekrar tesis etmeye yönelik mali teşvik paketleri uygulamaya koymuşlardır. Bu
paketlerin ülke kamu maliyeleri üzerine getirdiği ilave maliyetin yanı sıra, mal fiyatları, varlık
fiyatları ve ekonomik faaliyetlerin hacminde meydana gelen düşüş nedeniyle vergi gelirleri önemli
ölçüde azalmıştır. Bu etkiler; bir taraftan kamu harcamalarında artışa yol açarken, diğer taraftan
kamu gelirlerinin azalmasına ve kamu kesimi açıklarının ve dolayısıyla kamu borç yükünün
artmasına neden olmuştur.
Yaşanan süreçte, bir çok ülke, küresel finansal krizin olumsuz etkilerini bertaraf etmek için, mali
teşvik paketlerini uygulamaya koymuştur. Bu kapsamda bir taraftan harcama artırıcı politikalar
uygulamaya konulmuş ve diğer taraftan gelir ve harcamalar üzerinden alınan vergilerle, sosyal
güvenlik primlerinde indirimlere gidilmiştir. Ancak, krizin etkileri ve krize karşı alınan önlemler ve
bunların kamu maliyesi üzerindeki etkileri ülkeden ülkeye farklılık göstermiştir. Örneğin para ve
sermaye piyasaları dünya ile entegre olmamış ülkelerde kriz, finansal kesimi ve bu ekonomileri
diğer ülkelere oranla daha az etkilemiştir. Krize karşı uygulanan ekonomi politikalarında büyük bir
asimetri söz konusudur. Örneğin; İngiltere, Fransa, Almanya gibi ülkeler konjonktür karşıtı
politikalar uygularken, Romanya, Letonya, İrlanda gibi ülkeler ise konjonktür yanlısı politikalar
uygulamıştır.
Bugün, gelişmiş ve gelişmekte olan tüm ülkeler gibi, AB ülkeleri de krizin getirdiği maliyetler
nedeniyle, yüksek kamu açıkları ve borçlanma sorunuyla karşı karşıyadır. Ayrıca, kriz dolayısıyla
uygulamaya konulan paketlerin gelecekte harcama artışı baskısı doğurması söz konusudur. Bu
durumun özellikle AB üyesi ülkelerde kamu kesimi finansman dengesinde bozulmalara yol açması
ve sağlam kamu maliyesinin oluşturulmasına yönelik çabaları sekteye uğratacağı açıktır.
197
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Krize karşı çözüm arayışlarında; faiz oranlarında yapılacak ilave indirimlerin sınırlı olması ve parasal
aktarım mekanizmasındaki bozulmalar (piyasalarda yaşanan likidite sıkıntısı) nedeniyle para
politikası önlemleri sınırlı kalmıştır. Bu durum, maliye politikasının ekonomik krizden çıkış için
uygulanabilecek önemli bir politika aracı olarak ön plana çıkmasına yol açmıştır. Bu bağlamda
maliye politikasının kısa vadede ve zaman içinde ekonomik büyümeyi desteklemede ne ölçüde
başarılı olacağı hususu ile mali politikaların etkinliği, kriz ve krize karşı alınan önlemlerin kamu
maliyesine etkileri tartışma konusu olmuştur.
“Küresel Krizin Kamu Maliyesine Etkileri ve Mali Politikaların Etkinliği” başlığını taşıyan bu çalışmada,
kriz, krize karşı alınan önlemlerin kamu maliyesine etkileri ve mali politikaların etkinliği
değerlendirilmiştir. Bu amaçla, çalışmada öncelikle, küresel krizin nedenleri ve etkileri ele alınmıştır.
Daha sonra, krizin yol açtığı etkilerle mali önlemlerin kamu maliyesine yansıması incelenmiştir.
Çalışmada son olarak, alınan mali önlemlerin etkinliği konusu değerlendirilmiştir.
1. KÜRESEL KRİZİN NEDENLERİ
1980’lerin sonlarından itibaren dünya genelinde finansal serbestleşme dalgası başlamıştır. Bu
kapsamda özellikle bankalar arasında rekabetin artması, finansal denetimin azaltılması, finansal
araçların çeşitlenmesi finans sektöründeki kırılganlığı artırmıştır. Bu durum sonraki yıllarda ülke
veya bölge bazında görülen finansal krizlerin sıklığını da önemli ölçüde artırmıştır. Bu dönemde
1994 Meksika, 1998 Rusya, 1999 Brezilya, 2000/2001 Türkiye, 2001 Arjantin krizlerinin büyük yıkıcı
etkileri olmuştur.
2000’li yılların başından itibaren yükselen piyasa ekonomilerinde yaşanan hızlı büyümenin etkisiyle
küresel anlamda bir likidite bolluğu yaşanmıştır. Bu durum emlak ve diğer varlık fiyatlarında önemi
artışları beraberinde getirmiştir. ABD’de bu gelişmelerin etkisiyle mortgage piyasasında yüksek riskli
kredilerin payında son altı yılda büyük bir artış yaşanmıştır. Ancak başlangıçta finansal piyasalarda
para hacmi yüksek olduğundan düşük faizlerin de etkisiyle değişken faizli kredi kullanan düşük
gelirlilerin, son iki yılda faiz oranlarındaki artışların ardından kullandıkları kredilerin geri ödemesi
sekteye uğramıştır. Zira, yapılan ampirik çalışmalar kredi genişlemesi ile borç kalitesi ve borçların
geri ödenmesi arasında güçlü ve negatif yönlü bir ilişkinin varlığına işaret etmektedir (Dell’Ariccia
vd. 2008: 18). Bu durum başta konut kredisi sağlayan bankalar olmak üzere, onların fon temin
ettiği yatırım bankaları ile birlikte tüm mortgage piyasasında ciddi bir kırılganlığa yol açmıştır.
İpotekli konut finansman sistemi krizi şeklinde etkilerini göstermeye başlayan durum 2007’den
itibaren boyut değiştirerek likidite krizine dönüşmüş, ABD’de genel ekonominin büyüme hızı önemli
198
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
ölçüde yavaşlamıştır. Söz konusu durgunluk boyut değiştirerek Ağustos 2007’den sonra dünyaya
yayılmış, öncelikle gelişmiş ülkeleri, Kasım 2008’den itibaren de gelişmekte olan ülkeleri etkisi altına
alan küresel bir mali kriz haline gelmiştir.
Mortgage
krizinin
nedenleri;
mortgage
kredilerinin
yapısının
bozulması,
faiz
yapısının
uyumsuzlaşması, konut fiyatlarındaki spekülatif artışlar, menkul kıymetlerin fonlanmasında yaşanan
sıkışıklık, kredi türev piyasalarının genişlemesi, kredi derecelendirme surecindeki sorunlar şeklinde
özetlenebilir (BDDK 2008: 45). Söz konusu krizi daha öncekilerden ayıran temel faktör krediye
dayalı finansal varlıkların yoğun olarak kullanıldığı gelişmiş ekonomilerde ortaya çıkmasıdır. Finansal
türev ürünlerin çeşitliliğinin az olduğu az gelişmiş ve gelişmekte olan ekonomiler ise durgunluktan
bir sonraki aşamada etkilenmeye başlamışlardır.
Krizin derinleşmesinde ve likidite sıkıntısının yayılmasında kredi derecelendirme kuruluşlarının
önceleri olumlu not verdiği ipotekli konut kredilerine dayalı tahvillerin notunu düşürmesinin de
önemli bir etkisi olmuştur. Bu ortamda bankalar kredi politikalarını değiştirmiş, gelişmekte olan
ülkelerden büyük çaplı sermaye çıkışları yaşanmıştır. Tüketim ve yatırım imkanları azalmış ve
sonuçta küresel çapta bir durgunluk meydana gelmiştir. G20 ülkelerinin 8-9 Kasım 2008’de
düzenledikleri toplantının sonuç bildirgesinde, yaşanmakta olan krizin en olumsuz etkisinin “kredi ve
hisse senedi piyasalarında görülen daralma ile sermayenin krizin kaynağı olan ülkeye dönme eğilimi
göstermesi” olduğu vurgulanmıştır.
Tablo-1’de tek başına etkisi sınırlı olmakla beraber bir araya geldiğinde krizin temelini oluşturan
faktörler üç grup altında toplanmıştır. Bu faktörler, politika başarısızlıkları, düzenlemedeki
aksaklıklar ve piyasa başarısızlıklardır. Tablo 1 genel olarak değerlendirildiğinde, kriz bir piyasa
başarısızlığıdır. Piyasanın denetim dışı bırakılması (düzenleme ve denetimlerin yokluğu) ve onun her
şeyin üstünde tutulması, krizi öngörememiş ve önleyememiştir. Gölge finansal sektörün
denetlenmesi savı, yani sistem (piyasa) kriz üreten mekanizmaları yakalar, denetler, sistemin dışına
iter söylemi geçersiz kalmış ve piyasa temelli bir kriz yaşanmıştır.
199
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Tablo 1
Krizin Kaynağını Açıklayan Temel Aksaklıklar
Politika Başarısızlıkları
Düzenlemede Aksaklıklar
Piyasa Başarısızlıkları
- Finansal piyasalardaki
gelişmelere hızla adapte olan
para politikası
- Basel sermaye gerekliliklerinin bazı olumsuz
özellikleri
- Topluluk psikolojisi ve
irrasyonel davranışlar
- Bazı yükselen piyasalardaki
sabit kur rejimi
- Ticari bankaların bilanço dışı
faaliyetleri ve yatırım
bankalarının düzenlemelere
karşı dokunulmazlığı
- Temsilci vekil problemi
- Finansal sistemin önemli
sektörlerinin düzenleme
kapsamı dışında kalması
- Originate-to-distributea
modelinin şeffaf olmaması
a
Originate-to-distribute modeli bankaların kredilerini paket halinde diğer yatırımcılara ve aracılara
satması, bu şekilde hem kredilerin daha karmaşık finansal ürünlere dönüşmesi, hem de riskin
ekonominin geneline yayılmasıdır.
Kaynak: Furceri vd. 2009: 17
2. KRİZE KARŞI ÖNLEMLER
Finansal krizlerin diğer kriz türlerine göre daha şiddetli ve uzun sürdüğü, krizden çıkışın ise daha
yavaş gerçekleştiği yapılan ampirik çalışmalarla ortaya konmuştur. Küresel finansal kriz durumunda
ise, krizin daraltıcı etkilerinin giderilmesi için ülkelerarası işbirliği ve alınan önlemler daha önemli
hale
gelmektedir.
Bu
çerçevede
önlem
paketleri
uluslararası
ve
ulusal
ölçekli
olarak
değerlendirilebilir. Aşağıda, küresel finansal krize karşı alınan para ve maliye politikası önlemleri
AB’ye üye ülkeler bazında değerlendirilmiştir.
2.1. Parasal Önlem Paketleri
Bankacılık krizleri diğer tüm sektörleri etkileyecek sonuçlar doğurmaktadır. Küresel finansal kriz
birçok büyük bankanın iflasına yol açmıştır. Bu ise diğer bankaların kredi verme standartlarını
önemli ölçüde yükseltmiştir. Bankaların kredi verme eğilimini kısıtlayan faktörlerin başında; kredi
kullananların geri ödeme riskinin artması ve bankaların fon kaynaklarına ilişkin kısıtlar gelmektedir.
Sıkı kredi koşulları nedeniyle ABD ve Euro bölgesinde faaliyet gösteren bankaların kullandırdığı
kredilerin yıllık artış oranı 2008 yılından itibaren yavaşlamış, 2009 yılı içerisinde ise negatife
düşmüştür (TCMB 2009a: 6). Diğer yandan, banka ve yatırım fonlarının gelişmekte olan ülkelerden
200
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
fonlarını çekmeleri bu ülkelerin finansal piyasalarını olumsuz etkilemiştir. Bankaların fon çekişlerinin
arkasında sadece söz konusu ülkelerin taşıdığı riskler bulunmamaktadır. Buna ek olarak,
yatırımlarında zarar eden bankalar yatırımcılarına ödeme yapmak için dünya çapındaki varlıklarını
satmak zorunda kalmışlardır.
Küresel krizin etkisinin hissedilmeye başlandığı ilk zamanlarda Avrupa Birliği bünyesinde krize
yönelik olarak ulusal düzeyde tedbirlerin alınması fikri öne çıkmıştır. Bankaların kurtarılmasına
yönelik olarak Avrupa çapında bir fon oluşturulması fikri reddedilmiş, devlet tarafından müdahale
edilmesi durumunda da müdahalenin belli bir süreyle sınırlı olması önerilmiştir. Ancak krizin
derinleşmeye başlamasıyla birlikte işbirliği içerisinde hareket etme fikri ağır basmıştır. 12 Ekim
2008’de Euro Bölgesi ülkeleri ve İngiltere’nin öncülüğünde AB kapsamında krize karşı uygulanması
önerilen ortak politikalara ilişkin bir deklerasyon yayınlanmıştır*. Bu kapsamda; bankaların sermaye
yapısının yeniden düzenlenmesi, bankaların bir kısım hissesinin kamu mülkiyetine geçirilmesi,
bankalar arası piyasadan sağlanan kredilerde garanti uygulaması, regülasyonların iyileştirilmesi,
Avrupa Merkez bankası tarafından bankacılık sistemine nakit para enjekte edilmesi, sıkıntıdaki
bankalara devletler tarafından para aktarılması gibi tedbirler benimsenmiştir.
Diğer yandan Avrupa Merkez Bankası banka sistemine sabit faiz oranı ile önemli miktarda borç
vermiştir. Bütün dünyada dolar likiditesinde yaşanan problemler nedeniyle en çok sıkıntı yaşanan
bölge Avrupa olduğundan Avrupa Merkez Bankası ve Avrupa’daki diğer merkez bankaları ile FED
arasında swap anlaşmaları yapılmıştır. Devlet garantisi kapsamındaki mevduatın asgari tutarı
yükseltilmiştir. Avrupa Birliği Komisyonu devlet yardımlarıyla ilgili olarak değişik üye devletlerin
bankaları arasındaki rekabeti koruyabilmek için birtakım kurallar da koymuştur (Tezcan 2009: 2).
Avrupa Birliği’nde merkez bankaları ve Avrupa Merkez Bankası Kasım 2008’in başlarından itibaren
borçlanma maliyetlerini düşürerek, para piyasasındaki yüksek tansiyonu kontrol altına almaya
çalışmışlardır. Faiz indirimleri 2009’un yaz aylarına kadar devam etmiştir. Ayrıca merkez bankaları,
bankaların kısa dönem likidite ihtiyacını karşılamak amacıyla döviz için likidite sağlanması, faiz oranı
aralığının
genişletilmesi,
haftalık
işlemlerde
sabit faiz
oranı
uygulaması
gibi
önlemlere
başvurmuştur. Bunların dışında finansal piyasalara destek olmak amacıyla, Avrupa Merkez Bankası
60 milyar Euro değerinde Euro cinsinden tahvil alımını içeren önlem paketini uygulamaya
koymuştur (EC 2009b: 65-66). Diğer yandan, 2009’da AB kapsamında menkul kıymet alım satımı,
bankacılık faaliyetleri ve kredi derecelendirme başta olmak üzere, finans piyasalarındaki birçok
*
Summit of the Euro Area Countries: Declaration on a Concerted European Action Plan of the Euro Area
Countries, Avrupa Birliği, 12 Ekim 2008.
201
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
konuda koordinasyon ve denetimin sağlanmasına yönelik yasal düzenlemeler hayata geçirilmiştir.
Ocak 2009’da Avrupa Menkul Kıymet Düzenleme Komitesi, Avrupa Bankacılık Düzenleme Komitesi
ile Avrupa
Sigorta
ve Emeklilik
Sistemi
Denetim Komitesi’nin güçlendirilmesine yönelik
düzenlemeler, 23 Nisan 2009’da kredi derecelendirme kuruluşlarının şeffaflığı ve kalitesini
yükseltmeye yönelik yasal düzenlemelerin onaylanması bunlardan bazılarıdır (Nanto 2009: 57).
Ülke bazında ise Avrupa Birliği bünyesinde krize karşı farklı uygulamalar ortaya çıkmıştır. Her ülke
kendi öncelikleri çerçevesinde bankacılık sisteminin güçlendirilmesine yönelik tedbir paketlerini
uygulamaya koymuştur. Örneğin Yunanistan ve İspanya gibi ülkeler bankalardaki varlıkları daha
likit olanlarla değiştirmiştir. İtalya ve Avusturya gibi ülkelerde para piyasası işlemleri için altyapı
güçlendirilmiş, Danimarka, Almanya ve İngiltere gibi ülkelerde ise finansal kurumlara danışmanlık
desteği sağlanması yoluna gidilmiştir. Ayrıca Avusturya, Almanya, İrlanda, Danimarka, Yunanistan
gibi ülkeler mevduatlara uygulanan garantiyi sınırsız hale getirmiştir. Belçika, Estonya, Fransa,
Macaristan, Hollanda, İngiltere, İsveç, Portekiz, İspanya gibi ülkeler ise sigorta limitini önemli
ölçüde yükseltmişlerdir.
Para politikası önlemleri krize öncelikli müdahale aracı olarak değerlendirildiğinden, ülkeler krize
karşı ilk olarak bu yönde tedbirleri uygulamaya koymuşlardır. Maliye politikasına ise daha ihtiyatlımesafeli yaklaşmışlardır. Fakat, nihai anlamda para politikasının esneklik ve etkinliği maliye
politikasının başarısına bağlıdır. Nitekim, özellikle AB parasal birliği gibi uygulamalarda, parasal
birliğin başarısında, mali politikaların uyumlaştırılması ve bütçe disiplininin sağlanmasının önemli bir
payı vardır. Özellikle kriz dönemlerinde kamu kesimi dengesinde yaşanan bozulmalar dikkate
alındığında; ülkelerin, verimli harcamaları artırıcı verimsiz harcamaları ise azaltıcı mali politikarı
uygulamalarının, mali disiplini ve büyümeyi olumlu yönde etkileyeceği ifade edilebilir.
2.2. Mali Önlem Paketleri
Son 20-30 yılda para politikasının makroekonomik istikrarı sağlamadaki rolü daha ön plana
çıkmıştır. İradi maliye politikası uygulamalarında yaşanan gecikmeler ve politik suistimaller
nedeniyle, maliye politikası uygulamalarında otomatik istikrar sağlayıcı politikaların rolü ön plana
çıkmıştır. Ancak küresel ekonomide son 20 yılda yaşanan gelişmeler, maliye politikası
uygulamalarıyla ilgili olarak yeni bir bakış açısını ortaya çıkarmıştır. Bu bakış açısı, ekonomilerde
yaşanabilecek uzun dönemli yavaşlama karşısında, iradi maliye politikası uygulamalarının para
politikası önlemlerini tamamlayıcı rol oynayabileceği şeklindedir. Ekonomilerde şiddetli daralmaların
yaşandığı durumlarda, iradi maliye politikası uygulamaları daha öngörülebilir ve güçlüdür. İradi
202
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
maliye politikası aynı zamanda finansal şokların ekonomik aktivitelerde daralmaya yol açtığı ve kısa
dönem faiz oranlarının sıfıra yaklaştığı dönemlerde daha yararlıdır (Ray 2009: 1).
Keynesyen teoriye göre, bir ekonomideki çıktı düzeyi ve istihdam üzerinde harcamaların belirleyici
etkisi vardır. Kamu kesiminin sahip olduğu mali araçlarla toplam harcamalar üzerinde önemli etkide
bulunabileceği dikkate alındığında, istikrarsızlık dönemlerinde devletin bu araçları kullanarak toplam
talebin seviyesini değiştirebileceği ve ekonomide yaşanan dalgalanmaları giderebileceği ifade
edilmektedir. Bugün devletin toplam talebi etkilemede kullanabileceği harcamalar ve vergilerden
oluşan iki temel araç vardır (Bontas vd. 2009: 3). Ancak genellikle ekonominin daralma
dönemlerinde, kamu yatırım ve tüketim harcamalarından oluşan harcama artırıcı politikaların, vergi
indirimleri ve hane halklarına transferlerden daha büyük olumlu etkisi olduğu kabul görmektedir
(EC 2009b:70).
Bugün, para politikası makro ekonomik istikrarı sağlamada temel araç olma özelliğini korumakla
birlikte, maliye politikası uygulamaları kaybettiği cazibesini tekrar kazanmaya başlamıştır. Öyle ki,
küresel kriz sonrasında toplam talebi canlandırmak ve ekonomik büyümenin yavaşlamasını önlemek
amacıyla pek çok ülkede iradi mali önlemler uygulamaya konulmuştur.
2009 ve 2010 yıllarında AB üyesi ülkeler tarafından ilan edilen mali canlandırma paketlerinin toplam
büyüklüğü GSYH’nin %1,8’i olup, bu önlemlerin %1’i gelir önlemlerini %0,8’i ise harcama
önlemlerini içermektedir
(EC 2009a: 1,14)*. Krize karşı alınan önlemlerin harcama ya da gelir
ağırlığı ülkeler itibariyle değişiklik gösterebilmektedir. Örneğin Avusturya, İrlanda, İspanya ve
İsveç’te gelir ağırlıklı önlemler ön plana çıkarken, Almanya, Macaristan ve Malta’da ise harcama
ağırlıklı önlemler ön plana çıkmaktadır.
AB üyesi ülkelerde krize karşı alınan gelir önlemlerinin gösterildiği Tablo 2’den de görüleceği üzere,
krizin neden olduğu ekonomik daralmanın üstesinden gelebilmek için üye ülkelerin en fazla
başvurduğu yöntem; gelir üzerinden alınan vergilerde (kişisel gelir + kurum gelirleri), ücretler
üzerinden alınan vergilerde ve sosyal güvenlik katkı paylarında indirimdir. Üye ülkelerde ayrıca, özel
sektör yatırımlarının teşviki ve özel sektöre likidite sağlamak amacıyla yatırım indirimi uygulaması,
hızlandırılmış amortisman, vergilerin ödeme zamanı, dilimleri ve vergi iadesine ilişkin süreçte
*
AB ülkelerinin ekonomiyi canlandırmak amacıyla uygulamaya koyduğu, ancak bütçeyle doğrudan bağlantısı
olmayan bir takım mali önlemler de söz konusudur. Bütçeye doğrudan etkisi olmayan bu önlemler; Özel
sektörün bankalara olan borçlarına verilen garantiler, KDV iadelerinin hızlandırılması ve ihracata yönelik
şirketlerin desteklenmesi gibi önlemleri içermektedir (EC 2009a: 148).
203
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
değişiklikler yapılması gibi uygulamalarda hayata geçirilmiştir. İlave olarak, sağlık, turizm ve konut
sektörlerine yönelik vergi indirimleri de söz konusudur.
Genişletici maliye politikası uygulamalarına örnek teşkil eden bu önlemlerin yanı sıra, özellikle kamu
kesimi dengesi önemli ölçüde bozulan va düşük mali alana sahip olan İrlanda, Yunanistan,
Macaristan, Romanya ve Litvanya gibi ülkelerde; KDV oranının artırılması (İrlanda, Litvanya),
benzin, tütün ve alkollü içecekler üzerinden alınan harcama vergilerinin artırılması (Yunanistan,
İrlanda, Litvanya, Romanya), kurum kazancı ve sermaye kazancı üzerinden alınan vergilerin
artırılması (İrlanda, Yunanistan, Litvanya), yıllık geliri öngörülen tutarı aşanlardan bir seferlik vergi
alınması (Yunanistan), enerji firmalarının geliri üzerine 2009 ve 2010 yıllarını kapsayan tek seferlik
geçici vergi konulması (Macaristan), sigara elektrik, kömür ve gazyağı üzerindeki vergi oranlarının
artırılması (Bulgaristan), sosyal güvenlik katkı paylarının artırılması (Romanya) ve sağlık hizmeti
katkısının artırılması (İrlanda, Bulgaristan) gibi kamu kesimi dengesindeki bozulmanın daha da
kötüleşmesini önlemeye yönelik tedbirler de söz konusudur.
Tablo 2
AB Üyesi Ülkelerde Krize Karşı Alınan Gelir Önlemleri
Ülke
Gelir Önlemleri
Belçika
- Konut inşaatlarında KDV indirimi, Kişisel gelir vergisinde indirim
Bulgaristan
- Emeklilik sosyal güvenlik katkısında %4 indirim, Minimum zorunlu sigorta geliri sınırının
yükseltilmesi, Sağlık hizmeti katkısının %2 artırılması, Sigara, elektrik, kömür ve gazyağı
üzerindeki vergi oranlarının artırılması, Yerel varlık vergilerine konu varlıkların
değerlerinin artırılması
- Sosyal güvenlik katkı payında indirim, Sermaye mallarının nominal değerlerinin
düşürülmesi
- Şirketler için vergi indirimi, Gelir vergisi kesintisi
Çek Cum.
Danimarka
Almanya
Estonya
İrlanda
- Sosyal güvenlik kaklı payında indirim, Gelir desteği, Uygun amortisman kurallarını da
kapsayan özel yatırım teşvikleri, Abonman haklarının yeniden tanımlanması
- Sosyal güvenlik minimum vergi katkı tabanının yükseltilmesi, Zorunlu emeklilik katkı
planının ertelenmesi, İşsizlik sigortası katkı payında artış
- Damga vergisi üst sınırında indirim, Standart vergi oranı aralığının genişletilmesi, Gelir
üzerinden alınan yeni bir verginin uygulamaya konulması, Sağlık katkı paylarında sosyal
güvenlik ödemeleriyle orantılı değişiklik, Faizlerle ilgili vergi indiriminde katı kurallar,
Standart KDV oranında artış, Tüketim vergisinde artış, Kurum ve sermaye geliri vergi
ödemelerinin ileri alınması, Sermaye kazancı vergi oranında artış, Emeklilik fonu
varlıklarının transferi
204
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Ülke
Yunanistan
İspanya
Fransa
İtalya
G.Kıbrıs
Letonya
Litvanya
Lüksemburg
Macaristan
Malta
Hollanda
Avusturya
Polonya
İngiltere
İsveç
Finlandiya
Bişkek 2010
Gelir Önlemleri
- Tütün ve alkolden alınan tüketim vergilerinde artış, Girişimlere ödenen avans
oranlarında yükseltme, Kar payı üzerine %10 vergi uygulaması, Hisse senetleri üzerine
ücret gelirleriyle uyumlu vergi uygulamasına başlama,Vergi barışı, Yıllık geliri 60 bin
Euro’yu aşanlardan bir seferlik ek vergi alımı
- Mortgage mükellefleri için stopaj indirimi, KDV hasılat sisteminde değişim, Kişisel gelir
vergisinde indirim, Servet vergisinin yürürlükten kaldırılması
- Devletin şirketlere yaptığı ödemlerini hızlandırılması, Ecza ve sigorta devir şirketleri
üzerindeki vergilerin artırılması, Sermaye kazançları üzerine yeni vergiler, Mali program,
Kar payı vergilendirmesinde değişiklik
- Kurumlar vergisi indirimi, Şirket aktiflerinin yeniden değerlemesi üzerinden bir defaya
mahsus vergi alınması, Vergi kaçırma ve vergiden kaçınma ile şiddetli mücadele, Enerji,
bankacılık ve sigortacılık sektörleri üzerine yeni vergiler
- 1.4.2009-31.12.2009 döneminde havayolu şirketlerinden havaalanı iniş harçlarında
indirim vb.,Oteller için bazı vergi indirimleri, Petrol üzerindeki tüketim vergisinin
yükseltilmesi, Yarı kamusal organizasyonlardan kar payı alınmaması, Özel teşebbüslerle
uyumlu hale getirilmesi amacıyla yarı kamusal organizasyonların kurumlar vergisi
oranında indirim, Faiz geliri üzerinden alınan stopajın %10’dan %3’e indirilmesi
- Standart KDV oranının %18’den %21’e, indirimli oranın %5’ten %21’e çıkarılması, Alkol
ve alkollü içecekler, petrol, türün üzerinden alınan tüketim vergilerinin artırılması,
Minimum emeklilik ücretlerinin yükseltilmesi, Kişisel gelir vergisinde indirim, asgari
ücrette artış, gelir vergisi alt sınırının yükseltilmesi
- Kişisel gelir vergisinde indirim %24’ten %21’e, Kurumlar vergisinde artış ve kar payı
üzerinden alınan verginin %15’ten %20’ye çıkarılması, KDV artışı, Bazı iş sahalarının
sosyal güvenlik sistemine dahil edilmesi, Benzin, tütün ve alkol üzerindeki tüketim
vergilerinin yükseltilmesi, Emeklilik reformunun yürürlüğe konulması
- Vergi dilimlerinin ayarlanması, Çocuklar için vergi indiriminin değiştirilmesi, Sermeye
artışı vergi payının yürürlükten kaldırılması
- 2009 ve 2010’da enerji firmalarının kazançları üzerine %8 geçici vergi,
- Kişisel gelir vergisi dilimlerinde genişletme, Motorlu araç ehliyetlerinde reform, Tüketim
vergisinde artış, Çevresel önlemler
- Sosyal yardımlarda indirim, Yatırımlar için hızlandırılmış amortisman uygulaması, Sağlık
hizmetleri priminde indirim, Tüketim vergilerinde artış
- Gelir vergisi indirimi, Çocuklarla ilgili vergi indirimde artış, Üniversite harçlarının
kaldırılması, Vergi muafiyetleri, Eczacılık sektöründe KDV indirimi, İşsizlik sigortası katkı
payında indirim
- Kişisel gelir vergisi düzenlemeleri, Ticari vergilerde düzenlemeler, Tüketim vergisi
düzenlemeleri
- KDV oranının düşürülmesi, Gelir vergisinin düşürülmesi, Tütün ve alkol vergileri, İşletme
vergisi oranındaki artışın ertelenmesi
- Kazanılmış gelire daha düşük vergi oranı uygulaması, Konutun iyileştirilmesine yönelik
hizmetlerin vergiden indirilmesi, Kurumlar vergisi oranının düşürülmesi, Emeklilere
düşük vergi uygulaması, Sosyal güvenlik katkı paylarının düşürülmesi, Belirli şirketlere
yönelik düşük fiyatlama kurallarının değiştirilmesi, Şirketlerin faiz maliyetini indirmesine
yönelik düzenlemelerde değişiklik
- Gelir vergisi indirimi, Emeklilik gelirlerine daha düşük vergi uygulanması, Çeşitli vergi
indirimlerinin artırılması , Alkol ve tütün vergilerinin artırılması
205
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Ülke
Slovakya
Slovenya
Romanya
Portekiz
Bişkek 2010
Gelir Önlemleri
- Gelir vergisi indirimi, Tütün mamüllerinden alınan ÖTV’de artış , Sosyal güvenlik katkı
paylarında ve ikinci kademe emeklilik sisteminden yapılan sermaye transferlerin de
değişiklikler
- Ücretlilerden alınan verginin elemine edilmesi, Kurumlar vergisi oranının %22’den
%21’e düşürülmesi, Şirketler için ilave yatırım indirimi, ilave yatırım indirimleri, Özel
tüketim vergilerinde artış
- Sosyal güvenlik katkı payının artırılması, Tüketim vergilerini artıracak bir tarifenin
uygulanması , Yerel emlak vergisinin matrahını güncelleyerek piyasa değerine
yaklaştırma
- Seçilmiş bazı grupların sosyal güvenlik primi ödemlerinde geçici indirim, Bazı vergilerin
ödeme zamanını ve prosedürünü değiştirerek firmalara likidite desteği sağlanması,
KDV’nin standart oranının Haziran 2008’den itibaren 1 puan düşürülmesi Konut
varlıklarına daha düşük vergi uygulanması
Kaynak: European Commission (2009a)’dan yararlanılarak derlenmiştir.
Maliye politikası önlemlerinin harcama ayağında ise, sosyal koruma programlarına yönelik
harcamaların artırılması (istisnalar olmakla birlikte), bireyler ve hane halklarına yönelik destekler ile
özel sektör yatırımları için uyarıcı nitelikte olan; eğitim, konut, altyapı, turizm, telekominikasyon ve
enerji gibi alanlara yapılan yatırımların desteklenmesi gibi önlemler ön plana çıkmaktadır. Ayrıca,
stratejik sektörlerin gelişimi için ödenek ayrılması (İspanya) ve çevresel önlemler ile çevreye duyarlı
kalkınmanın teşvik edilmesi gibi önlemler de söz konusudur. İlave olarak, yenileme yatırımları ve
istihdamı teşvik için firmalara yönelik mali destekler de uygulamaya konulmuştur (Tablo 3).
Gelir önlemlerinde olduğu gibi, harcama önlemlerinde de daraltıcı maliye politikasına örnek teşkil
eden tedbirler söz konusudur. Bu tür tedbirlere; sosyal transferlerde tasarruflar ( İrlanda,
Yunanistan ve Macaristan), personel harcamalarında kesintiler (Romanya, Litvanya, Yunanistan),
kamu kesiminin personel harcamaları dışındaki diğer cari harcamalarında kesintiler (Litvanya,
Romanya), kamu yatırımlarının tekrar önceliklendirilmesi (İrlanda), çevre koruma, ulaşım gibi bazı
programlarda kesintiler (Macaristan), bütçesel kurumların operasyonel maliyetlerinde geniş
kapsamlı kesintiler (Macaristan) ve yerel yönetimlere yapılan transferlerde indirim (Litvanya) örnek
olarak verilebilir (Tablo 3).
206
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Tablo 3
AB Üyesi Ülkelerde Krize Karşı Alınan Harcama Önlemleri
Ülke
Belçika
Bulgaristan
Çek Cum.
Danimarka
Almanya
Estonya
İrlanda
Yunanistan
İspanya
Fransa
İtalya
G.Kıbrıs
Letonya
Litvanya
Lüksemburg
Harcama Önlemleri
- Sübvansiyonlar yoluyla emek üzerindeki vergi yükünün azaltılması, Ödemelerin
hızlandırılması
- Sosyal yardımların artırılması
- Bütçe gelir sonuçlarının öngörülenden kötü olması durumunda, sosyal güvenlik
transferleri dışındaki, faiz dışı harcamaların bütçe ödeneğinin %902ı ile
sınırlandırılması, Yatırım harcamalarının yükseltilmesi, 1 nisan ve sonrasında emekli
olacaklar için tarihin 1 temmuz 2009’a çekilmesi, Bütçeden ücretlere ayrılan
ödeneklerin %10 oranında artırılması
- Altyapı yatırımları, Kamu tüketimi ve ücretlerde artış, Emeklilik ödemelerinin endekse
bağlanması
- İnşaat bakım onarım, Çevreye duyarlı ulaşım altyapısı
- Altyapıyı da kapsayan yatırım harcamaları, Çevresel primler, Endüstri destekleri, Emek
piyasasına destekler,Sağlık hizmet harcamalarının yükseltilmesi
- Yeni iş kanunu uygulaması, Emekli maaşlarında artış
- Sosyal hizmetler paketi, Kamu yatırımlarının tekrar önceliklendirilmesi, Sosyal
transferlerde tasarruf
- Kamu sektörü ücretlerinde zorunlu emeklilik kesintisi, Kamu hizmeti kadrolarında
azaltmalar
- Personel ücretlerinde kararlaştırılan artışların ertelenmesi, Denizaşırı ülkelere sağlanan
yardımlarda indirim)
- Düşük gelirli emekli ve işsizlere bir defalık sosyal dayanışma yardımı, Kayıtlı işsizlere
mortgage yoluyla konut sağlanması, Kayıtlı işsizlere iki kat fazla paskalya primi, Kamu
sektöründe istihdam artışının engellenmesi, Kamu sektöründe yüksek seviyeli
memurların ödemelerinde azaltma, Esnek kamu harcama kalemlerinde %10 indirim,
Kamu ücretlerinin 2009’da dondurulması
- Yerel kamu yatırımları için merkezi yönetim desteği, Stratejik sektörlerin gelişimi için
ödenek
- Konut ve otomotiv endüstrilerine sektörel destekler, Düşük gelirli hane halkı için
sosyal önlemler
- Ek kamu yatırımları, Düşük ücretle çalışanlardan yapılan vergi indirimlerinin azaltılması
yoluyla çalışanların durumlarının iyileştirilmesine yönelik önlemler
- Hane halkına tek seferlik gelir desteği, Kamu kaynaklarının rasyonel hale getirilmesi
- Turizmin canlandırılması, Kamu altyapı yatırımlarının artırılması, Petrol tüketim vergisi
artışının etkisini dengeleyici önlemler, İnşaat alanı üzerindeki KDV’nin minimuma
indirilmesi
- Sosyal harcamaların artırılması
- Sosyal transferlerin artırılması, Emeklilik kesintisinde indirim, Yerel yönetimlere yapılan
transferlerde indirim, Kamu sektörü ücretlerinde kesinti, Cari kamu harcamalarında
kesinti
- Kamu yatırımlarında artış, Emekli maaşlarında %2 artış, İşsizlik başvurularının teşvik
edilmesi
207
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Ülke
Macaristan
Bişkek 2010
Harcama Önlemleri
Hollanda
- Merkezi ısıtma sisteminin modernizasyonu, emekli maaşlarının ortalama emekli maaşı
ile sınırlandırılması, Bütçesel kurumların operasyonel maliyetlerinde geniş kapsamlı
kesinti, Çevre koruma, ulaşım gibi bazı programlarda kesinti, Sosyal transferlerde
tasarruf
- Turizme destek, Altyapı tesislerine yönelik harcamalar, Eğitim harcamaları, Endüstriler
için yatırım projeleri, Yatırım teşviklerinin artırılması, Eğitim kurumlarına yatırımlar,
Yerel düzeyde sürdürülebilir gelişme, Çevresel önlemler, Enerji ve diğer alanlardaki
sübvansiyonlarda indirim
- Altyapı projelerinde artış, Emek piyasasında önlemler, Eğitim harcamalarında artış
Avusturya
- Emek piyasasına yönelik önlem paketi,
Polonya
- Yatırımların artırılması, Devlet yardımlarının azaltılması, Ara tüketimin azaltılması
İngiltere
- Sermaye harcamalarını öne alma, İşletmeler ve sanayi sektörünün desteklenmesi,
Sosyal harcamalar ve konut harcamaları
- Altyapı ve altyapı bakım harcamalarında artış, Eğitim ve Ar-Ge harcamalarının artışı, İşgücünün eğitimi ve beceri kazandırılmasına yönelik harcamalarda artış
- İşletmelerin finansman sağlamasının kolaylaştırılması, Altyapı yatırımlarının artırılması,
Kiralık konut inşaatının artırılması, Belediye birleşmelerine finansman sağlanması
- Yeni satın alınan araçlara teşvik, Refah tedbirlerinde değişiklikler
Malta
İsveç
Finlandiya
Slovakya
Slovenya
Romanya
Portekiz
- Kısa süreli çalışanlar için ücret desteği, Küçük ve orta ölçekli işletmeler ile yeni işe
başlayan işletmelere yönelik teşvikler, Yeni teknolojiler ve Ar-Ge yatırımlarına yönelik
teşvikler, Kamu sektörü çalışanlarına ücret artışı (ücret farklılıklarının kaldırılmasına
yönelik kararın uygulanması) ücret faturasındaki artış alınan bazı önlemlerle kısmen
önlendi), Belirli türde transferlerin artırılması
- Kamu yatırım harcamalarının artırılması, Mal ve hizmetlere yönelik harcamaların
azaltılması, Personel harcamalarında kesintiler
- Okul binalarının yenilenmesi, Enerji ve telekomünikasyon alanına yapılan yatırımların
artırılması ve bu alanda yapılacak yatırımların desteklenmesi, İhracat ile küçük ve orta
ölçekli işletmelerin, desteklenmesine yönelik özel teşvikler, Hane halkı gelirini
artırmaya yönelik teşvikler, Firmalara yönelik teşvikler
Kaynak: European Commission (2009a)’dan yararlanılarak derlenmiştir.
Tablo 2 ve 3 birlikte değerlendirildiğinde AB ülkelerinin krize karşı aldığı önlemlerin; krizin ilgili
ülkeyi etkileme derecesi, ülkelerin makro makroekonomik koşulları ve ihtiyaçlarına bağlı olarak
daraltıcı ya da genişletici nitelikte olabildiği görülmektedir. Örneğin; Almanya, İngiltere, Danimarka,
Belçika genişletici harcama ve gelir poltikaları uygularken, Macaristan, Romanya, İrlanda gibi
ülkeler krize karşı daraltıcı gelir ve harcama politikaları, Yunanistan, Letonya ve Estonya ise gelir
açısından daraltıcı mali politikalar, harcamalar açısından ise genişletici politikalar uygulamaya
koymuştur (Tablo 2,3).
208
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Alınan önlemler AB ülkelerinin finansal krize karşı uygulamaya koyduğu maliye politikasının
temelde; toplam talebi artırmak ve ekonomik faaliyet hacmindeki daralmayı önlemek amacına
odaklandığını göstermektedir. Ancak, maliye politikası önlemleri, ekonomiyi canlandırma özelliğinin
yanı sıra, kaynak tahsisi ve gelir dağılımı üzerinde de etkili olabilmektedir. Özellikle, kriz sonrasında
istihdam hacmindeki daralmalar, maliye politikası uygulamalarının diğer amaçlarının da göz ardı
edilmemesi gerektiğini göstermektedir.
3. KÜRESEL KRİZE KARŞI ALINAN ÖNLEMLERİN MALİYETİ
Küresel kriz farklı kanallar aracılığıyla kamu maliyesini etkilemektedir. Birinci etki, ülkelerin finansal
sektörü desteklemeye yönelik doğrudan müdahalelerinden kaynaklanmaktadır. İkincisi, büyüme
hızının düşmesi, varlık ve mal fiyatlarındaki düşüşün kamu gelirlerinde (bazı durumlarda kamu
harcamalarında) azalmaya yol açmasıdır. Üçüncüsü ise, toplam talebi artırmaya yönelik mali
canlandırma paketlerinden kaynaklanmaktadır. Bunun yanı sıra, emeklilik fonlarının varlıklarındaki
kayıplar da hükümetlerin koşullu yükümlülüklerini artırabilecek niteliktedir (IMF 2009a: 1-2)*.
Çalışmanın bundan sonraki kısmında söz konusu müdahaleler ve bunların kamu maliyesine etkileri
değerlendirilmiştir.
3.1. Finansal Sektörü Desteklemeye Yönelik Adımların Maliyeti
Finansal sektörü desteklemeye yönelik adımlar, hükümetlerin varlıklarını ve yükümlülüklerini
etkilemektedir. Söz konusu müdahaleler; finansal sektöre sermaye enjeksiyonu, hazine tarafından
doğrudan borç verilmesi yada varlık satın alımı (özellikle de likit olmayan varlıkların satın alınması),
finansal sektörün yükümlülüklerine verilen garantiler ya da merkez bankası desteklerinden (kredi
limitlerinin artırılması, ticari senetlerin satın alınması vb.) oluşmaktadır. Bu müdahaleler,
hükümetlerin koşullu yükümlülüklerini artırmaktadır (elde edilen varlıkların elden çıkarılması
sonrasında katlanılan maliyet karşılanamayabilir ya da finansal sektörün borcunu ödeyememesi
durumunda devlet bu borcu üstlenmek zorunda kalabilir) (IMF 2009a: 2).
AB üyesi ülkelerde finansal sektörü desteklemeye yönelik önlemler ve bu önlemlerin boyutunun
GSYH’ye oranının gösterildiği Tablo 4’ten de görüleceği üzere, Mayıs 2009 itibariyle, finansal
*
Özellikle bazı ülkelerde demografik değişiklikler nedeniyle sosyal güvenlik kurumlarının aktif pasif yapısındaki
bozulmaya bir de kriz dolayısıyla sosyal güvenlik kurumlarının kayıpları ve artan işsizlik oranlarının ve işgücüne
katılım oranının düşmesinin sisteminin aktif-pasif dengesine yansımaları düşünüldüğünde gelecekte sosyal
güvenlik açıklarının kamu maliyesi üzerinde önemli bir baskı aracı olacağı söylenebilir (Bkz: IMF 2009: 2).
209
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
sektörü desteklemek amacıyla 23 plan onaylanmıştır. Bu planlardan 11 tanesi bankaların
yükümlülüklerine yönelik garantiler, 5 tanesi yeniden sermayelendirmeye yönelik planlar, 5 tanesi
birden fazla önlemi içeren planlar, bir tanesi finansal varlıkların satın alınmasına yönelik plan, bir
tanesi de likidite desteğini içeren plandır. Onaylanan planların büyüklüğü AB ülkelerinin GSYH’sinin
%36,5’ine denk gelmekte olup, gerçekleşme ise %11,1 düzeyindedir (Tablo 3). Finansal sektörü
desteklemeye yönelik önlemler çerçevesinde bankalara 310 milyar Euro (GSYH’ye oranı %2,6)
sermaye enjekte edilmesi öngörülmüş ve bunun 170 milyarı
(GSYH’ye oranı %1,5) realize
edilmiştir. Finansal sektörü desteklemeye yönelik önlem paketlerinden en büyük payı, banka
yükümlülüklerine verilen garantiler almıştır. Öyle ki, bankaların yükümlülüklerine karşı verilen
garantileri içeren önlemlerin boyutu 2 trilyon 9 milyar Euro olup (GSYH’ye oranı %24,7), bunun 920
milyar Euro’su (GSYH’ye oranı %7,8) verilen garantiler kapsamında alacaklılara ödenmiştir (EC
2009a: 145,146).
210
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Tablo 4
AB Üyesi Ülkelerde Finansal Sektörü Desteklemeye Yönelik Önlemler (Mart 2009 itibariyle GSYH’nin
yüzdesi olarak)*
Sermaye
Enjeksiyonu
Avusturya
Belçika
Bulgaristan
G.Kıbrıs
Çek Cum.
Danimarka
Estonya
Finlandiya
Fransa
Almanya
Yunanistan
Macaristan
İrlanda
İtalya
Letonya
Litvanya
Lüksemburg
Malta
Hollanda
Polonya
Portekiz
Romanya
Slovakya
Slovenya
İspanya
İsveç
İngiltere
Toplam AB
Toplam
Euro Bölgesi
1
5,0
4,2
0,0
0,0
0,0
6,1
0,0
0,0
1,2
4,2
2,0
1,1
5,1
1,3
1,4
0,0
6,9
0,0
7,9
0,0
2,4
0,0
0,0
0,0
0,0
1,6
3,5
2,6
2,6
2
1,7
5,7
0,0
0,0
0,0
0,3
0,0
0,0
0,8
1,6
0,0
0,1
2,1
0,0
0,0
0,0
7,9
0,0
7,9
0,0
0,0
0,0
0,0
0,0
0,0
0,2
2,6
1,5
1,4
Banka
yükümlüklerine
garantiler
1
27,3
70,8
0,0
0,0
0,0
253,0
0,0
27,7
16,6
18,6
6,1
5,9
225,2
NA
10,9
0,0
12,4
0,0
34,3
0,0
12,5
0,0
0,0
32,8
9,3
48,5
21,7
24,7
20,6
2
5,1
16,3
0,0
0,0
0,0
NR
0,0
0,0
3,1
7,3
0,4
0,0
225,2
0,0
2,8
0,0
NR
0,0
5,7
0,0
3,0
0,0
0,0
0,0
2,8
8,8
9,5
7,8
8,3
Hasarlı
varlıklara
güvence
1
0,4
5,7
0,0
0,0
0,0
0,0
0,0
0,0
2,3
3,6
0,0
0,0
0,0
0,0
0,0
0,0
0,0
0,0
0,0
0,0
0,0
0,0
0,0
0,0
0,0
0,0
0,0
12,0
12,0
2
0,4
5,0
0,0
0,0
0,0
0,0
0,0
0,0
0,3
0,4
0,0
0,0
0,0
0,0
0,0
0,0
0,0
0,0
4,9
0,0
0,0
0,0
0,0
0,0
0,0
0,0
0,0
0,5
0,7
Likidite ve
banka
finansman
desteği
1
2
27,3
1,5
NA
NR
0,0
0,0
0,0
0,0
0,0
0,0
NA
NR
0,0
0,0
0,0
0,0
0,0
0,0
0,0
NR
3,3
1,7
0,0
0,0
0,0
0,0
0,0
0,0
10,9
6,1
0,0
0,0
0,0
0,0
0,0
0,0
0,0
5,8
0,0
0,0
0,0
0,0
0,0
0,0
0,0
0,0
0,0
0,0
2,8
1,8
0,1
0,0
25,1
18,7
4,3
3,0
1,3
0,7
Toplam
1
60,1
74,6
0,0
0,0
0,0
243,8
0,0
27,7
20,2
26,4
11,4
7,0
230,3
1,2
23,1
0,0
19,3
0,2
42,2
0,0
14,9
0,0
0,0
32,8
12,1
50,2
50,3
43,6
36,5
2
8,7
35,3
0,0
0,0
0,0
0,5
0,0
0,0
4,2
6,3
2,2
0,1
227,3
0,0
8,9
0,0
18,5
0,0
24,4
0,0
3,0
0,0
0,0
0,0
4,6
8,9
30,8
12,8
11,1
Mevduat
garanti
planı*
%100
100000
50000
100000
50000
%100
50000
50000
70000
%100
%100
%100
%100
CA.103000
50000
100000
100000
100000
100000
50000
100000
50000
%100
%100
100000
50000
CA.57000
---
Not : Veriler 08.05.2009 tarihi itibariyledir. GSYH verileri Komisyonun 2009 bahar tahminlerine dayalıdır.
* : Aksi belirtilmedikçe Euro
NA : Veri yok
NR : EFC anketinde üye ülke tarafından rapor edilmeyen
1 : Onaylanan
2 : Gerçekleşen
Kaynak : EC, 2009a:147.
3.2. Otomatik Stabilizatörler ve Diğer İhtiyari Olmayan Unsurların Maliyeti
Otomatik stabilizatörlerin etkisi, ekonomik koşullar kötüye gittiğinde hızla artmaktadır. 2009 yılında
AB ülkelerinde GSYH’nin %2,9’u kadar çıktı açığı (output gap) olacağı ve 2010’da çıktı açığının
GSYH’nin %3,7’sine yükseleceği tahmin edilmektedir (EC 2009a: 148). Çıktı açığının mali açıklar
üzerindeki etkisini ölçmeye yönelik duyarlılık analizinde; 2009 yılı itibariyle çıktı açığındaki bir
211
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
birimlik kötüleşmenin (artışın), mali açıkların GSYH’ye oranında, İngiltere’de %2, Fransa’da %1,9,
İspanya’da %1,8, Almanya’da %1,7 ve İtalya’da %1,4’lük bir artışa yol açacağı tahmin edilmiştir
(IMF 2009a: 7). Bu çerçevede kriz dolayısıyla, AB ülkelerinde büyüme oranlarında yaşanan
gerilemelerin, bu ülkelerin kamu kesimi açıklarını artırıcı etkide bulunabileceği söylenebilir.
İhtiyari olmayan faktörlerin etkisi otomatik stabilizatörlerle sınırlı değildir. Hisse senedi fiyatlarında,
konut fiyatlarında, finansal sektörün karlarındaki, mal fiyatlarındaki düşüşler ile risk primlerindeki
artışlarla, döviz kurlarındaki artışların yabancı para cinsi yükümlülükler ve dış borçlanmanın
maliyetini artırması da kamu maliyesini olumsuz yönde etkilemektedir (IMF 2009b, 14-15).
3.3. İhtiyari (İradi) Politikaların Maliyeti
Kriz dolayısıyla uygulamaya konulan iradi politikalar büyük ölçüde mali canlandırma paketleri
çerçevesinde şekillenmektedir. Mali canlandırma paketleri kapsamında alınan önlemler üç ana
başlıkta ele alınabilir. Bunlar; Kamu mal ve hizmetlerine yönelik harcamaların artırılması, tüketicileri
hedef alan nakit transferleri ile vergi indirimleri ve firmalara yönelik vergisel önlemleri içermektedir
(Khatiwada 2009: 15).
Mali canlandırma paketlerinin içeriği ve boyutu ülkelerin ihtiyaçları, imkanları, krizden etkilenme
derecesi vb. faktörlere bağlı olarak önemli farklılıklar gösterebilmektedir. Nitekim AB üyesi
ülkelerden İngiltere, Fransa, ve Portekiz, gibi ülkeler genellikle harcama bileşeni ağırlıklı, politika
çeşitlendirilmesine dayalı önlemleri uygulamaya koymuşlar, bu kapsamda alt yapı harcamalarını
artırmışlar ve düşük gelirli korumasız gruplara yapılan transferleri artırmışlardır (Horton vd. 2009:
1-2; EC 2009a: 14). İrlanda, Romanya ve Macaristan gibi ülkelerde ise sıkı maliye politikası
uygulamaları söz konusu olmuştur (tablo 3).
Kriz dolayısıyla uygulamaya konulan mali canlandırma paketlerinin içerdiği maliyetlerin bir kısmı
geçici, bir kısmı sürekli, diğer bir kısmı ise geri döndürülebilir niteliktedir (IMF 2009b: 14).
Geçici Maliyetler: Kamu kesimi tarafından uygulamaya konulan çoğu mali canlandırma paketinin
özellikle harcamalarla ilgili kısmı belirli bir süre için (altyapı harcamaları gibi bazı harcama
programlarının tekrarlanan maliyetleri -yeni altyapı harcamalarının bakım masrafları gibi- söz
konusu olabilir) yürürlüğe konulmuştur. Geçici nitelikteki bu önlemler kamu kesimi açıkları üzerinde
geçici etkiler meydana getirirken, borç stoku üzerinde kalıcı etkilere yol açabilecektir (IMF
2009b:15).
212
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Sürekli (Kalıcı) Maliyetler: Krize karşı uygulamaya konulan çoğu mali canlandırma önleminin
kamu gelirleri ile ilgili olanları sürekli niteliktedir. Bu önlemlerin, kamu gelirlerinde azalmaya yol
açarak, mali açıkları artıracağı ve kamu borç stokunda da kümülatif artışa yol açacağı söylenebilir
(IMF 2009b:15).
Geri Döndürülebilir (Kendi Kendini Finanse Edebilecek) Maliyetler: Bu tür önlemler kamu
kesimi açıkları ve borç stoku üzerinde geçici etkilere yol açabilmektedir. Bazı yatırım harcamalarının
kendi kendini finanse etmesi buna örnek olarak gösterilebilir. Bazı önlemler ise uzun dönemde
hiçbir etki doğurmayan niteliktedir. İngiltere’de KDV oranındaki kesintinin yol açacağı gelir kaybının,
2010 yılında uygulamaya konulacak gelir artışı önlemleriyle denkleştirilmesi öngörülmektedir (IMF
2009b:16).
AB üyesi ülkeler tarafından ilan edilen iradi mali önlem paketlerinin toplamının GSYH’ye oranı 2009
yılında AB GSYH’sinin %1,1’i, 2010’da ise %0,7’sidir. İlan edilen mali canlandırma paketlerinin %1’i
gelir önlemlerini %0,8’i ise harcama önlemlerini içermektedir. AB üyesi ülkelerde 2009 yılında krize
karşı açıklanan iradi mali önlem paketlerinin GSYH’ye oranının gösterildiği Grafik1’den de görüleceği
üzere, iradi mali önlemlerin boyutunun GSYH’ye oranı esas alındığında; AB’de parasal birliğe dahil
ülkelerde en büyük iradi mali önlem paketini İspanya açıklamıştır. Bu ülkeyi, Avusturya, Finlandiya,
Malta, Almanya ve Lüksemburg izlemiştir. Parasal birliğe dahil olmayan AB üyesi ülkelerde ise
İngiltere ve İsveç en büyük mali önlem paketini açıklayan ülkeler olmuştur (EC 2009a: 1,14; Grafik
1).
Kaynak: EC, 2009a (Annex Charts).
213
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
4. KÜRESEL KRİZİN KAMU MALİYESİNE YANSIMALARI
Küresel krizin kamu maliyesine yansımaları kamu gelirlerine, kamu harcamalarına, bütçe dengesine
ve borçlanmaya yansımalar başlıkları altında ele alınabilir. Çalışmanın ilerleyen bölümünde krizin AB
üyesi ülkelerin kamu maliyesine yansımaları bu başlıklar çerçevesinde ele alınmıştır.
4.1. Krizin Kamu Gelirlerine Yansımaları
Küresel krizin kamu gelirlerine yansımaları; vergi oranlarındaki indirim ve muafiyetler, vergi
tabanının aşınması ve vergiye gönüllü uyumun azalması gibi çeşitli kanallar aracılığıyla
gerçekleşmektedir (IMF 2009c: 14).
Vergi indirimleri ve muafiyetler: Küresel krize karşı bir önlem olarak, pek çok ülkede vergi
idarelerinin mükelleflerin yükümlülüklerini yerine getirebilmeleri için ilave yardım ve destek
sağlaması istenmektedir. Bugün AB üyesi birçok ülke ekonomilerindeki daralmanın önüne
geçebilmek ve toplam talebi artırabilmek için vergi oranlarında indirime gitmiş ve yeni vergi
muafiyetleri uygulamaya koymuştur. Bu uygulamalardan vergi gelirleri olumsuz yönde etkilenmiştir
(Brondolo 2009: 4; IMF 2009a: 14).
Vergi matrahındaki aşınmalar: Ekonomik koşulların kötüleşmesi ve dış ticaret
hacmindeki
daralma nedeniyle, dış ticaretten alınan vergi gelirlerinde bir azalma meydana gelirken, mal ve
hizmet fiyatlarının düşmesi, tüketim vergisi gelirlerinde azalmaya neden olmaktadır. Ayrıca,
istihdamdaki daralma kaynakta kesilen vergileri azaltmaktadır. Ülke ekonomilerinin resesyona
girmesi nedeniyle kar hacminde ve üretim miktarında dolayısıyla da GSMH’deki küçülme,
vergilendirilebilir kapasitede daralmaya yol açmaktadır (Minassian 2009: 19-21). Özellikle tüketim
hacmindeki daralmalar harcamalar üzerinden alınan vergilerde düşüşe yol açarken, kişisel gelir
vergilerinin artan oranlı tarifeye dayalı olması ise, kriz nedeniyle azalan gelirlerden dolayı kişisel
gelir vergisi gelirlerinde düşüşe yol açmıştır.
Vergiye gönüllü uyumdaki düşüş: Küresel kriz vergi mükelleflerinin vergiye gönüllü uyumunda
da azalmaya yol açmaktadır. Vergi mükellefleri özellikle vergi idaresinin zayıf olduğu ülkelerde
finansal kurumlar aracılığıyla ya da diğer finansman yöntemleriyle sağladıkları fonlarda bir azalma
meydana geldiğinde, vergiden daha fazla kaçınma eğilimindedirler (IMF 2009a: 14). Buna ilaveten,
nakit ekonomisinin artması ve işletme faaliyetlerinin eksik bildirimi gibi nedenlerle vergiye gönüllü
uyum azalmaktadır. Bu ise vergi kayıp ve kaçaklarını artırmaktadır. Bunun sonucunda, vergi
214
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
idareleri önemli gelir kayıpları ile karşı karşıya kalmaktadır. Ayrıca, bu idareler artan mali baskılar
nedeniyle gelecekte bütçe kesintisi riski ile karşı karşıyadır (Brondolo 2009: 4).
AB ülkelerinde kamu gelirlerinin GSYH’ye oranının 2006 yılının son çeyreği ile 2009 yılının üçüncü
çeyreğini kapsayan dönemde gelişiminin gösterildiği Grafik 3’ten de görüleceği üzere, Romanya,
Polonya, Lüksemburg, Finlandiya, Estonya ve Danimarka'da kamu gelirlerinde %0,17 ile %7,78
arasındaki oranlarda artış görülürken, Çek Cumhuriyeti, Fransa, Güney Kıbrıs, Hollanda, İngiltere,
İrlanda, İspanya, İsveç, İtalya, Letonya, Macaristan Portekiz, Yunanistan vb. gibi ülkelerde ise
kamu gelirleri %0,42 ile %15,96 oranında azalma göstermiştir. Bu dönemde kamu gelirlerinde
ortalama düşüş %2,73 olarak gerçekleşirken, kamu gelirlerindeki en yüksek artış, %7,78 ile
Estonya'da, en yüksek düşüş ise, %15,96 ile İrlanda'da gerçekleşmiştir.
Kaynak:
Eurostat,
Quarterly
Financial
http://epp.eurostat.ec.europa.eu (11.012.2009)
Accounts
for
General
Government,
4.2. Krizin Kamu Harcamalarına Yansımaları
Küresel krizin etkilerini gidermek amacıyla birçok ülke finansal sektörü desteklemeye yönelik
paketler açıklamış ve mali canlandırma paketlerini uygulamaya koymuştur. Ülkelerin uygulamaya
koyduğu birinci grup önlemler, finansal dalgalanmaları önlemeye yönelik olarak krizin ilk
aşamasında ortaya çıkmıştır. Bu paketlerin temel hedefi, likidite problemi yaşayan veya iflasın
eşiğinde olan finans kuruluşlarına yardım edilmesidir. İkinci grup paketler ise, krizin finans
sektöründen reel kesime yayılmaya başlaması ile ortaya çıkmaya başlamıştır. Bunlar, ekonomik
215
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
küçülmeyi azaltmaya yönelik olarak kamu harcamalarının artırılması veya reel sektöre kredi desteği
sağlanması gibi önlemleri içermektedir. Finans sektörünün şiddetli bir kredi daralmasına gitmesi ve
varlık fiyatlarının düşmesi yurt içi talep üzerinde kuvvetli bir baskı yaratmaktadır. Bu tür paketler ile
özel sektörün tüketim ve yatırım harcamalarını kısması sonucunda ortaya çıkan talep açığının, kamu
harcamaları ve vergi indirimleri ile kapanması planlanmaktadır (Yılmaz 2008: 9).
AB üyesi ülkelerde krize karşı alınan mali önlemlerin %45’i harcamalara ilişkin önlemleri
içermektedir. Örneğin, İtalya, Belçika, Litvanya, Letonya, Avusturya ve’da Estonya’da emek
piyasasına yönelik harcamalar ve sosyal harcamalar ön plana çıkarken, Almanya, Malta ve İsveç’te
eğitim, sağlık ve altyapı harcamaları ön plana çıkmıştır. Ayrıca, Danimarka’da çevreye duyarlı ulaşım
altyapısı harcamaları, Finlandiya’da kiralık konut inşaatının artırılması ve belediye birleşimlerine mali
destek sağlanması, İspanya’da yerel kamu yatırımlarına destek sağlanması, Fransa’da konut ve
otomotiv sektörüne yönelik destekler,
Malta ve Güney Kıbrıs’da turizmi desteklemeye yönelik
harcamaların artırılması vb gibi uygulamalar da söz konusudur (Tablo 2).
AB ülkelerinde kamu harcamalarının GSYH'ye oranının gösterildiği Grafik 4'ten de görüleceği üzere,
ele alınan dönemde, Bulgaristan, Güney Kıbrıs, İspanya, İtalya, Letonya, Litvanya, Macaristan,
Malta, Polonya, Portekiz, Romanya ve Slovakya'da kamu harcamalarının GSYH' ye oranı %0,18 ile
%10,46 arasında azalma gösterirken, Avusturya, Belçika, Çek Cumhuriyeti, Danimarka, Estonya,
Finlandiya, Fransa, Hollanda, İngiltere, İrlanda, İsveç, Lüksemburg, Norveç, Slovenya ve
Yunanistan'da ise kamu harcamaları GSYH oranı, %0,12 ile % 8,85 oranında artış göstermiştir.
Bu dönemde AB genelinde harcama artırıcı politika uygulayan ülkeler ağırlıkta olmakla birlikte, krize
karşı daraltıcı önlem uygulayan ülkelerin kamu harcamaları/GSYH oranında yaşanan düşüşler,
genişletici politika uygulayan ülkelerin kamu harcamaları/GSYH oranına nispeten daha büyük
olduğu için AB 27 ülkeleri esas alındığında kamu harcamaları/GSYH oranında %0,16’lık bir azalma
söz konusudur. Ancak, harcama daraltıcı politika uygulayan ülkelerin AB’nin toplam GSYH’sı içinde
aldıkları paylar nispeten düşük olduğundan, AB genelinde kamu harcamaları/GSYH oranı %0,16
düşüş göstermekle birlikte, toplam rakam olarak kamu harcamalarında bir artış vardır. Ayrıca, kamu
harcamalarının GSYH oranında da, 2009 yılından itibaren bir artış eğilimi söz konusudur.
216
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Kaynak:
Eurostat,
Quarterly
Financial
http://epp.eurostat.ec.europa.eu (11.012.2009)
Accounts
for
Bişkek 2010
General
Government,
Küresel krizden etkilenen birçok ülkede olduğu gibi AB ülkelerinde de, kamu harcamalarının küresel
kriz nedeniyle ertelenmiş özel sektör yatırım harcamaları üzerinde uyarıcı etki yapması
öngörülmektedir. Bu sebeple kamunun mal ve hizmet alımına yönelik harcamaları ile özellikle
altyapı yatırımlarına yönelik harcamaları artırılmaktadır.
Artan kamu harcamalarının ilave talep
oluşturarak ekonomik daralmayı önleyici işlev görmesi beklenmektedir. Ancak, artan harcamalar
beraberinde kamu mali dengesinin bozulması sorununu da getirmektedir.
Mali krizin yıkıcı etkileri ve borçlanma rasyolarının daha da kötüleşmesinin önüne geçilmesi ihtiyacı
göz önüne alındığında, kriz sonrasında pek çok ülkenin kamu altyapı harcamalarına ve sosyal
harcamalara daha az kaynak ayıracağı söylenebilir. Bu durum büyüme oranında gelecekte meydana
gelmesi muhtemel artışları sınırlayabilecektir. Ayrıca, kriz süresince kişi başına düşen gelirin
azalması nedeniyle, bir çok ülke yoksulluğun artması gibi sorunla karşı karşıya kalabilecektir (UN
2009: 4).
4.3. Krizin Bütçe Dengesine Yansımaları
Krizin kamu bütçesi üzerindeki etkisi önemli boyutlarda olmuştur. Potansiyel büyüme oranlarındaki
düşüş kamu maliyesi üzerinde ilave maliyetlere yol açmıştır. Finansal sektörü desteklemeye yönelik
adımlar koşullu yükümlülükleri artırmıştır. İlave olarak pek çok ülke mali canlandırma paketleri
217
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
uygulamaya koymuştur. Bu paketlerin içerdiği gelir azaltıcı ve gider artırıcı önlemler kamu bütçesi
üzerinde önemli maliyetlere yol açmıştır (EC 2009b:41).
AB üyesi ülkelerde kamu gelir gider dengesinin gösterildiği Grafik 5’ten de görüleceği üzere, 2007
yılı sonunda %0,9 olan bütçe açıkları GSYH'ye oranının 2010 yılında %7,3’e çıkacağı tahmin
edilmektedir. Ele alınan dönemde, Lüksemburg, Güney Kıbrıs, Bulgaristan, Danimarka, İsveç,
İspanya, Finlandiya, İrlanda, Slovenya, Hollanda ve Estonya’da kriz öncesindeki bütçe fazlaları
yerini açığa bırakırken, Litvanya, İngiltere, Polonya, Letonya, Fransa, Portekiz, Yunanistan,
Avusturya, Romanya ve İtalya’da ise bütçe açıkları daha da artmıştır (Grafik 5).
Kaynak: EC, 2009a (Annex Charts).
Küresel krizin neden olduğu bütçe açığındaki artış, uzun dönemde sürdürülebilirlik tartışmalarını
gündeme getirmektedir. Bu nedenle, krize karşı alınan önlemlerin bütçe açığının sürdürülebilirliğini
tehlikeye atmaması için IMF, OECD ve AB gibi uluslararası kuruluşlar sürekli vergi indirimi ve
harcama artışı yerine, belli bir süreliğine uygulanan canlandırma paketleri olmasını önermektedirler.
Yunanistan’ın bütçe açığı ve kamu borcu GSYH oranının yüksekliğinden dolayı yaşadığı krizde bu
tehlikeyi açıkça ortaya koymaktadır.
4.4. Krizin Kamu Borçlanmasına Yansımaları
Küresel krizle birlikte ülkelerin karşı karşıya kaldıkları önemli sorunlardan biri de kamu borç
stokunun
artmasıdır.
Borç
stokundaki
artış
yalnızca
bütçe
açıklarındaki
artışlardan
kaynaklanmamaktadır. Aynı zamanda mali stres altındaki bankalara hükümetlerin uyguladığı
218
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
sermaye enjeksiyonu ve borç olarak sağlanan fonlara verdikleri garantilerden de kaynaklanmaktadır
(EC 2009b: 41).
Kriz, dünya ticaret hacminin daralması ve mal ve hizmetlerin ihraç fiyatlarındaki düşme nedeniyle
birçok ülkede ödemeler bilançosu açıklarına ve mevcut açıkların artmasına neden olmuştur. Aynı
dönemde net özel sermaye akımlarında da %50 daralma meydana gelmiştir (UNCTAD 2009: 5).
Kriz sonrasında, bir taraftan artan ödemeler bilançosu açıkları diğer taraftan doğrudan ve dolaylı
sermaye hareketlerindeki azalma ve krizin ekonomik maliyetleri (finansal maliyetler, iradi ve iradi
olmayan maliyetler vb. gibi) nedeniyle, borçlanmanın sürdürülebilirliği konusu gündeme gelmiştir.
Öyle ki, AB üyesi ülkelerde kamu borç stokunun GSYH’ye oranının gösterildiği, Grafik 6’dan da
görüleceği üzere, 2007-2010 döneminde AB ülkelerinde kamu borç stokunun GSYH'ye oranının
%20,7 oranında artış göstereceği öngörülmektedir. Ele alınan dönemde Bulgaristan ve Güney
Kıbrıs’ta borç stokunun GSYH'ye oranında bir azalma söz konusu iken, diğer ülkelerde borç stoku
GSYH oranının %4,3 ile %54,7 oranında artış göstereceği tahmin edilmektedir. Bu dönemde
özellikle Fransa, İngiltere, İspanya, Litvanya ve İrlanda’da, kamu borç stoku GSYH oranında
meydana gelen artışın %20'nin üzerinde olması beklenmektedir. Borç stokunun GSYH'ye oranının,
Belçika, Yunanistan ve İtalya’da %100’ün üzerine çıkması, İspanya, Hollanda, Malta, Avusturya,
Almanya, İrlanda, Portekiz, İngiltere, Fransa, Belçika, Yunanistan ve İtalya’da Maastricht
kriterlerinde öngörülen %60 oranını aşması beklenmektedir.
Kaynak: EC, 2009a (Annex Charts).
219
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Kriz sonrasında, özellikle ülkelerin daha fazla dış borçlanma ihtiyacı borç yükünü artırdığı gibi, artan
borç yükü ve borçların sürdürülebilirliği yönündeki endişeler de risk algılamasında değişime yol
açmakta ve ülkelerin dış borçlanma maliyetini artırmaktadır. Borçlanma maliyetindeki bu artış;
özellikle Yunanistan, İtalya, İrlanda ve İspanya gibi ülkelerde, vadesi gelen borçların geri
ödenmesinde sorun oluşturabilecektir (UN 2009:4).
Son beş yılda uygulanan ihtiyatlı politikalar sayesinde, AB üyesi ülkelerin önemli bir bölümü döviz
rezervlerini artırmıştır. Döviz rezervlerindeki bu artış sayesinde özellikle AB’nin yüksek gelirli
ülkelerinin 2 ya da 3 yıl daha sermaye piyasalarında yaşanan sorunlara karşı donanımlı olduğu
söylenebilir. Ancak bu durum AB’nin düşük gelirli ülkeleri için böyle değildir. Söz konusu ülkeler
krizin bu şekilde sürmesi ya da şiddetini artırması durumunda döviz rezervlerini önemli ölçüde
tüketebilecektir*. Bu durum anılan ülkelerin likidite sorunu ve borçlarını geri ödeyememe riski ile
karşı karşıya kalmalarına yol açabilecektir. Yani, küresel krizin doğrudan etkisinin görece düşük
kaldığı ülkeler dahi, artan uluslararası likidite sıkışıklığından dolayı önemli maliyetlerle karşı
karşıyadırlar ve bu durum onları borçların geri ödenmesinde önemli güçlüklerle karşı karşıya
bırakabilir. Böyle bir durumda ülke ekonomilerindeki daralmaların gelecekte daha da yüksek olması
muhtemeldir.
5. KÜRESEL KRİZE KARŞI ALINAN MALİ ÖNLEMLERİN ETKİNLİĞİ
Maliye politikalarının istikrar fonksiyonu 1970’lerden itibaren tartışılmaktadır. Bu tartışmalar iradi
politikaların istikrar sağlayıcı etkisinin olup olmadığı ve otomatik istikrarlandırıcıların etki düzeyi
olmak üzere iki temel noktada odaklanmaktadır. Mevcut krizin iki temel özelliği standart kriz karşıtı
politikaların etkin olamayacağını göstermektedir. Öyle ki resesyonun küresel nitelikte olması büyük
ekonomiler için devalüasyon gibi ihracatı teşvik politikalarının işe yaramayacağını göstermektedir.
Krizin kaynaklarının politika faiz oranı ile banka kredileri arasındaki bağı zayıflatması ise geleneksel
parasal iletim mekanizmalarının etkinliği azalmaktadır. Bu durumda maliye politikası en iyi politika
tercihi haline gelmektedir (Spilimbergo vd. 2008: 4).
Maliye politikasının etkisi, otomatik istikrarlandırıcılar ve iradi önlemlerin etkilerinin toplamından
oluşmaktadır. Otomatik istikrarlandırıcıların etkisi bütçenin milli gelir içerisindeki payına, bütçe
bileşenlerinin konjonktürel dalgalanmalara karşı duyarlılığına ve ekonomik şokun türüne bağlıdır
*
Dünya Bankasına göre, 16 ülkenin döviz rezervi 4 aylık ithalatının finanse edebilecek düzeyde, 18 ülke ise,
2008 Eylülünden beri uluslar arası rezervlerinin %20 ya da daha fazlasını tüketmiş durumda (WB, 2009,den
aktaran, UN, 2009, s.6).
220
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
(Köhler-Töglhofer vd. 2009: 84). İradi mali politikalar konusunda genel kabul gören görüş ise, bu
tip politikaların normal zamanlara kıyasla kriz dönemlerinde etkisinin daha büyük olduğu
şeklindedir. Bu nedenle örneğin Avrupa Ekonomik Canlanma Raporu’nda iradi politikaların kullanımı
özellikle tavsiye edilmektedir*. Gelişmiş ülkelerde iradi maliye politikaları genellikle konjonktür
karşıtı iken, gelişmekte olan ülkelerde bu tür politikalar canlanma dönemlerinde teşviklerin artması,
daralma dönemlerinde azalması şeklinde konjonktür yönlü hareketler sergileyebilmektedir (IMF
2008: 160).
Bugün küresel krize karşı, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler gibi, AB ülkeleri de finansal piyasaları
desteklemeye yönelik önlemlerin yanı sıra, mali canlandırma paketlerini uygulamaya koymuşlardır.
Mali canlanma paketlerinin içeriği etkinlik açısında önemli bir faktördür. Yatırım çarpanının değeri
mal ve hizmet alımına yönelik harcama çarpanından büyüktür. Transfer harcamaları çarpanının
etkisi de küçüktür. Emek geliri üzerinden alınan vergilerdeki geçici azalmalarda çarpan etkisi
zayıftır. Tüketim vergilerindeki geçici azalma durumundaki çarpan ise nispeten daha büyüktür (EC
2009a: 143).
Mali önlemlerin ekonomik faaliyetler ve istihdam özerindeki etkisi, bu önlemlerin daha yüksek
harcama ya da daha düşük vergi içerip içermediğine de bağlıdır. Ayrıca, Mali önlemlerin etkisi,
yaşanan şokun geçici yada kalıcı olarak algılanıp algılanmamasına bağlıdır. Eğer kriz kalıcı olarak
algılanırsa ekonomik birimler gelecekte daha fazla vergi ödeyeceklerini düşünerek tasarrufa
yöneleceklerdir (EC 2009b: 70). Örneğin, ilave olarak önlemlerin etkinliği, toplam talep ve
üretimdeki düşüşü kontrol edip etmediğine de bağlıdır. Vergi indirimi ve yatırım teşviklerinin
ekonomide istikrarlandırıcı olabilmesi vergi indirimlerinin tüketici harcamalarına destek vermesine
ve istihdamı teşvik etmesine bağlıdır (CEA, 2008:2).
Kamu tüketim harcamalarının artışı ve/veya tüketim üzerinden alınan vergilerde yapılan indirim,
krizden çıkış açısından kamu yatırımları ve gelir vergisi indiriminden daha etkili olmakla birlikte, kriz
sonrası büyümenin desteklenmesi açısından tersi durum geçerlidir (Baldacci vd. 2009: 27). Tedbir
paketlerinin harcama bileşimlerinin büyük kısmı geciçi önlemlerden oluşmaktadır. Ancak vergisel
tedbirlerin yarıdan fazlası kalıcı niteliktedir. Gelişmiş ülkelerde kalıcı tedbirlerin oranın daha yüksek
olduğu görülmektedir (IMF 2009a: 13). Mali teşvik paketlerinin etkinliğini belirleyen diğer bir faktör
*
AB genelinde mali canlanma paketlerinin 2009 yılında milli gelirin yüzde 1’i, 2010 yılında ise yüzde 0,5’ine
ulaşacağı tahmin edilmektedir (EC 2008: 15-16).
221
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
ülkelerin dışa açıklık düzeyleridir. Bir yandan açıklık arttıkça önlem paketlerinin etkinliği azalırken,
diğer yandan dışa açıklık ile paketlerin büyüklüğü arasında negatif ilişki vardır.
Krize karşı alınan mali önlemlerin etkinliğini şu aşamada değerlendirmek zor olsa da, AB
komisyonunun AB ülkelerinde kamu maliyesindeki gelişmeleri değerlendiren 2009 tarihli
raporundan yola çıkarak, mali canlandırma paketlerinin etkinliği hususunda bir takım çıkarımlar
yapmak mümkündür. Örneğin, AB komisyonun bu raporunda AB üyesi ülkeler tarafından açıklanan
mali önlem paketlerinin ekonomiye etkilerini gösteren similasyon analizinin sonuçları verilmiştir.
Analiz sonuçlarına göre, mali canlandırma paketlerinin hane halkının satın alma gücünü 2009’da
%0,5 ve 2010’da %0,2 oranında artırması beklenmektedir. Aynı dönemde mali önlemlerin
yatırımları sırasıyla %1 ve %0,5 oranında artırması tahmin edilmektedir. Ayrıca, GSYH’nin’de
2009’de %0,8, 2010’da ise %0,3 artacağı öngörülmektedir (Tablo 5)*.
Tablo 5
AB’de Mali Canlandırma Paketlerinin Etkisine Yönelik Simulasyon Modeli
Mali önlemlerin GSYH’ye oranı
Hane halkının satın alma gücüne etkisi
İigücü piyasasına etkisi
Şirketlere etkisi (yatırım güdüsü vb.)
Yatırımlara etkisi
Toplam
GSYH büyümesine etkisi
Kaynak: EC, 2009a: 27.
2009
0,5
0,1
0,2
0,3
1,0
0,8
2010
0,2
0,0
0,1
0,1
0,5
0,3
Küresel krize karşı alınan önlemler ülke ekonomilerinde nispi bir toparlanma sağlamakla birlikte,
kamu kesimi dengesi üzerinde önemli maliyetlere yol açmaktadır. Nitekim finansal krizler büyük
çaplı talep şoklarına yol açmakta ve hükümetler teşvikleri kısa dönemde talebin desteklenmesi ve
uzun dönemde potansiyel hasılanın yükseltilmesi arasında ayarlamak durumunda kalmaktadır.
Ancak finansal piyasaların temizlenmesi, mevduat sahiplerinin korunması vb. için uygulanan bu
*
İradi mali önlemlerin yanı sıra, AB ülkelerinde otomatik stabilizatörlerin etkisiyle de bir toparlanma
beklenmektedir. Özellikle bu ülkelerde devletin ekonomideki ağırlığının fazla olması ve kamu harcamalarında
sosyal güvenlilk harcamalarının ağırlıklı olması krizden çıkışta, otomatik stabilizatölerin etkisinin büyük olması
yönünde katkı yapabilecektir. Nitekim AB Komisyonu da 2009.. tarihli raporunda, AB üyesi ülkelerde 2009 ve
2010 yılında iradi ve otomatik istikrar sağlayıcı mali önlemlerin GSYH büyümesine toplamda %5 etkisi olacağını
ve bunun %1,8’inin iradi önlemlerden, %3,2’sinin ise otomatik stabilizatörlerden kaynaklanacağını
öngörmüştür (EC 2009a: 2,15).
222
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
tedbirlerin, küresel krizin olumsuz etkilerini gidermek (belirsizlikleri önlemek, toplam talebi
canlandırmak vb) isteyen birçok ülkeye olduğu gibi AB ülkelerine de önemli maliyetleri vardır*.
Nitekim AB üyesi ülkelerin kamu kesimi dengesi ve borç stoğuna ilişkin veriler, genel olarak mali
durumun kötüleşmekte olduğunu ve sürdürülebilir olmadığını göstermektedir.
Şöyle ki, kamu
kesimi açıkları 2007 yılında bir önceki yıla göre GSYH’nin %1’i oranında artmışken, 2010 yılında
GSYH’nin %7’si oranında artması beklenmektedir. Kamu mali dengesindeki bu bozulmanın nüfusun
yaşlanmasının (sağlık ve emeklilik harcamaları nedeniyle) bütçe üzerindeki etkisi, uzun dönem
büyüme oranlarındaki düşüş ve mali canlandırma paketleri kapsamındaki devlet garantileri
nedeniyle daha da artması söz konusu olabilir (EC 2009a:
11). Kamu kesimi dengesindeki bu
bozulmanın borç stoku artışı üzerinde önemli etkisi olacaktır. Nitekim AB ülkelerinde kamu borç
stokunun GSYH’ye oranının 2007–2010 döneminde %20 oranında artması beklenmektedir (EC
2009a: 43).
SONUÇ
2007 yılının ikinci yarısıyla birlikte, ABD’de önce konut piyasasında çöküşe yol açan gelişmelerin
negatif etkisi finansal piyasalara sıçramıştır. İpotekli konut finansman sistemi krizi şeklinde etkilerini
göstermeye başlayan durum 2007 yılının sonlarına doğru boyut değiştirerek likidite krizine
dönüşmüştür. Eylül 2008’de Lehman Brothers’ın batmasıyla bir çok ülkede finansal piyasalarda
istikrarsızlıklar baş göstermiştir. ABD kaynaklı bu kriz, Kasım 2008’den itibaren de gelişmiş ve
gelişmekte olan ülkeleri etkisi altına alan küresel bir mali kriz haline gelmiştir. Finansal bağlımlılığın
(iç içe geçmişliğin) krizin yayılmasının hızlı olmasına ve aynı şekilde yıkıcılığının da yüksek olmasına
neden olduğunu gösteren bu kriz, aynı zamanda, finansal olarak dışa açık ekonomilerde pek çok
kırılganlık olduğunu da ortaya koymuştur.
Küresel kriz Başta ABD olmak üzere, bir çok ülke ekonomisini ve Avrupa Birliği ülkelerini önemli
ölçüde etkilemiştir. Kredi kanallarının daralması, konut fiyatlarının ve borsaların düşmesi, tüketici
güvenini ve beklentileri olumsuz yönde etkileyerek, yatırımlar ve toplam talepte daralmaya neden
*
Reinhart vd. (2008) 1945-2007 yılları arasında ele aldıkları 66 bankacılık krizinin bütçe üzerindeki etkisiyle
ilgili olarak; bu krizlerin vergi gelirlerinde sert düşüşlere, kamu harcamalarında ise önemli artışlara neden
olduğunu, krizi takip eden üç yıl içerisinde kamu borçlarının ortalamada toplam yüzde 86 yükseldiğini
hesaplamışlardır. Laeven vd. (2008) ise aynı dönem içerisinde gerçekleşen 124 bankacılık krizini ele almışlar ve
bu krizlerin giderilmesine yönelik politikaların bütçe üzerindeki yükünün ortalamada milli gelirin yüzde 13’ü
seviyesine ulaştığını tahmin etmişlerdir.
223
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
olmuştur. Yaşanan bu olumsuz gelişmelerin etkisiyle bir çok ülkede büyüme oranları negatif eğilim
sergilemiş ve işsizlik oranlarında artış meydana gelmiştir.
Küresel kriz kamu maliyesini de olumsuz yönde etkilemiştir. Krizin kamu maliyesi üzerindeki etkileri
3 farklı kanal aracılığıyla gerçekleşmiştir. Bunlardan ilki, ülkelerin finansal sektörü desteklemeye
yönelik doğrudan müdahalelerinden kaynaklanmaktadır. İkincisi, büyüme hızının düşmesi, varlık ve
mal fiyatlarındaki düşüşün kamu gelirlerinde (bazı durumlarda kamu harcamalarında) azalmaya yol
açmasıdır. Üçüncüsü ise, toplam talebi artırmaya yönelik mali canlandırma paketlerinden
kaynaklanmaktadır.
Krize karşı alınan mali önlemlerin etkinliği konusunda şu aşamada kesin değerlendirmeler yapmak
güçtür. Ancak, AB Komisyonu’nun 2009 tarihli kamu maliyesi raporunda yer alan similasyon analizi
sonuçlarına göre, mali canlandırma paketlerinin hane halkının satın alma gücünü 2009’da % 0,5 ve
2010’da % 0,2 oranında artırması beklenmektedir. Aynı dönemde mali önlemlerin yatırımları
sırasıyla % 1 ve % 0,5 oranında artırması beklenmektedir. Ayrıca, GSYH’nin’de 2009’de % 0,8,
2010’da ise % 0,3 artacağı öngörülmektedir.
Küresel krize karşı alınan önlemler ülke ekonomilerinde nispi bir toparlanma sağlamakla birlikte,
kamu kesimi dengesi üzerinde önemli maliyetlere yol açmaktadır. Nitekim, AB ülkelerinin kamu
maliyesine ilişkin göstergeleri gerek iradi gerekse iradı olmayan faktörlerin etkisiyle, kamu kesimi
dengesinde önemli bozulmalar meydana geldiğini göstermektedir. Ayrıca, 2007-2010 dönemine
ilişkin kamu kesimi açıkları ve borç stoğuna ilişkin beklentiler de bu yöndedir. Şöyle ki, AB
Komisyonu’nun 2009 kamu maliyesi raporunda AB üyesi ülkelerde, 2007 yılı sonunda % 0,9 olan
bütçe açıkları GSYH oranının 2010 yılında % 7,3’e, yükselmesi ve aynı dönemde kamu borç
stokunun GSYH'ye oranının % 20,7 oranında artış göstereceği öngörülmektedir.
Özellikle kriz sonrasında ekonomilerde yaşanacak olumlu gelişmelerle birlikte, enflasyon ve faiz
oranlarında yaşanacak artışların, borç stoğu Maastricht kriterlerinde öngörülen eşik değeri önemli
ölçüde aşan, Yunanistan, Belçika, İtalya, İspanya ve Portekiz gibi ülkelerde bir borç krizine yol
açabilecektir. Bu durum AB’nin diğer ülkelerinin ekonomilerinde negatif dışsallıklara yol açacaktır.
Negatif dışsallıkların önlenebilmesi ve kamu maliyelerindeki bozulmaların daha da kötüye gitmesinin
önlenebilmesi için, uygulanan iradi politikaların koordinasyonunun sağlanması ve sürekli nitelikte
etkilere yol açabilecek maliye politikası önlemlerinden ziyade, geçici etkiler doğurabilecek önlemlere
ağırlık verilmesi büyük önem taşımaktadır.
224
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
KAYNAKÇA
Baldacci E., S. Gupta, C.Mulas-Granados (2009). How Effective is Fiscal Policy Response in
Systemic Banking Crises?. International Monetary Fund Working Paper WP/09/160
BDDK (2008). ABD Mortgage Krizi. Strateji Geliştirme Daire Başkanlığı Çalışma Tebliği, Sayı: 3.
Brondolo John (2009), Collecting Taxes During an Economic Crisis: Challenges and Policy Options,
IMF, Staff Position Note, SPN/09/17.
Bunea-Bontas, Cristina Aurora and Petre, Mihaela Cosmina, Fiscal Policy During the Current Crisis,
MPRA Paper No. 18676, November 2009, S.3, http://mpra.ub.uni-muenchen.de/18676,
(Erişim:13.01.2010).
CEA (2008), “The Case for Fiscal Policy to Forestall Economic Slowdown”, Executive Office of The
President Council of Economic Advisers, Washington D.C.
Dell’Ariccia, Giovanni, Deniz Igan, Luc Laeven (2008). Credit Booms and Lending Standards:
Evidence from the Subprime Mortgage Market, IMF Working Paper No. 08/106.
European Commission (2008). A European Economic Recovery Plan. Commission Of The European
Communities, Brüksel.
EC (2009a). Public finances in EMU – 2009. European Commission, 5/2009, Luxembourg
EC (2009b). Economic Crisis in Europe: Causes, Consequences and Responses European Economy,
European Commission, 7/2009, Luxembourg.
Eurostat, http://epp.eurostat.ec.europa.eu
Furceri, D. ve A. Mourougane (2009). "Financial Crises: Past lessons and Policy Implications".
OECD Economics Department Working Papers, No. 668
Horton, Mark ve Ivanova Anna (2009). The Size of the Fiscal Expansion: An Analysis for the
Largest Countries. IMF Fiscal Affairs Department, February 2009.
IMF (2008). “World Economic Outlook October 2008: Financial Stress, Downturns, and
Recoveries”. World Economic and Financial Surveys.
225
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
IMF (2009a). The State of Public Finances Cross-Country Fiscal Monitor: November 2009. Staff of
the Fiscal Affairs Department, SPN/09/25
IMF (2009b). Fiscal Implications of the Global Economic and Financial Crisis. Occasional Paper,
No:269, International Monetary Fund Fiscal Affairs Department, SPN/09/13. Washington
DC.
IMF (2009c). State of Public Finance, Outlook and Medium-Term Policies After the 2008 Crisis, IMF
Fiscal Affairs Department, March 2009, s.53.
Khatiwada, Sameer (2009). Stimulus Packages to Counter Global Economic Crisis: A review.
International Institute for Labour Studies Geneva, Discussion Papers, No: 196.
Köhler-Töglhofer W. ve L. Reiss (2009). “The Effectiveness of Fiscal Stimulus Packages in Times of
Crisis”. Journal of Monetary Policy & the E conomy, OeNB’s publication, Vol. 2009/01.
Laeven L. ve F. Valencia (2008). Systemic Banking Crises: A New Database. IMF Working Paper
WP/08/224.
Minassian, Teresa Ter (2009). “Effects of the Global Financial Crisis on LAC’s, Public Finances”, 21st
Regional Fiscal Policy Seminar, ECLAC, Santiago, January 26-29, 2009
Nanto, Dick K. (2009). The Global Financial Crisis: Analysis and Policy Implications. Congressional
Research Service Report for Congress.
OECD
(2009),
Economic
Outlook,
Interim
Report
No:
86.
Kasım
2009
www.oecd.org/oecdeconomicoutlook (Erişim Tarihi: 25.01.2010)
Ray, Nigel (2009). “The Role of Fiscal Policy in the Current Enviroment”, Keynote Address to the
Finance Professionals Forum, Sydney, 31 March 2009.
Reinhart C.M. ve K. S. Rogoff (2008). This Time is Different: A Panoramic View of Eight Centuries
of Financial Crises. NBER Working Paper No. 13882.
Spilimbergo A., S. Symansky, O. Blanchard, C. Cottarelli (2008). Fiscal Policy for the Crisis. IMF
Staff Position Note SPN/08/01.
TCMB (2009a). Finansal İstikrar Raporu - Kasım 2009. Sayı: 9
http://www.tcmb.gov.tr/yeni/evds/ yayin/finist/ Fir_TamMetin9.pdf (Erişim 11.01.2010)
226
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
TCMB (2009b). Enflasyon Raporu.
Bişkek 2010
Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası Ekim 2009. Sayı: IV.
www.tcmb.gov.tr/research/parapol/enf-temmuz2009.php (Erişim 03.01.2010)
Tezcan, Ercüment (2009). “Küresel Kriz ve Avrupa Birliği”. Uluslararası Stratejik Araştırmalar
Kurumu. http://www.usak.org.tr/makale.asp?id=1006 (erişim tarihi 09.01.2010)
UN (2009). Towards a Durable Solution To The Debt Problems Of Developing Countries. Report of
the Secretary-General. United Nations, A/64/167.
UNCTAD (2009). The Impact Of The Financial And Economic Crisis On Debt Sustainability In
Developing
Countries
September
2009.
http://www.unctad.org/en/docs/
gdsdmfasmisc20091_en.pdf.
Yılmaz, Durmuş (2008). “Küresel Mali Kriz ve Türkiye Ekonomisine Etkileri: Nasıl Başladı, Hangi
Aşamadayız?”. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, Ankara, 27 Aralık 2008.
227
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
228
Bişkek 2010
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
KRİZ DÖNEMLERİNDE KOBİ’LERİN FİNANSMAN SORUNLARI VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ:
İZMİR TEKSTİL SANAYİİ ÖRNEĞİ
Araş. Gör. Hilal Hümeyra ERDOĞAN*
ÖZET
İşletmelerin içinde bulundukları çevre koşulları günden güne değişmekte ve bu değişimler onları
çeşitli riskler ve belirsizlikler ile karşı karşıya getirmektedir. Karşılaşılan bu gibi olumsuzluklar,
krizlerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bu krizlerin etkileri, kendi iç dinamiklerine göre,
ülkeden ülkeye veya işletmeden işletmeye farklılık gösterebilmektedir. Bu noktadan hareketle
yapılan bu çalışmada, finansal krizlerin, ekonomide önemli bir yer tutan küçük ve orta ölçekli
işletmeler üzerindeki etkileri araştırılmakta, kriz dönemlerinde KOBİ’lerin karşılaştıkları sorunların
belirlenmesi ve bu sorunlara yönelik, işletmelerin finansal yönetim uygulamalarının tespiti
amaçlanmaktadır. Bu kapsamda, öncelikle, krizlerle ilgili literatür özetlenmekte ve KOBİ’ler
hakkında gerekli teorik bilgiler verildikten sonra krizlerin KOBİ’lere olası etkilerine değinilmektedir.
Daha sonra bu çerçevede son dönemde yaşanan global mali kriz incelenmekte ve Türkiye Ege
Bölgesi İzmir ilindeki küçük ve orta ölçekli tekstil işletmelerinin sahipleri veya üst kademe
yöneticileri üzerinde bir araştırma anketi uygulanmaktadır. Bu sayede, KOBİ’lerin kriz sürecinde
karşılaştığı sorunlar ve uyguladıkları finansal eylem ve önlemleri ortaya konulmaya çalışılmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Kriz, KOBİ, Finansal Yönetim Uygulamaları
THE FINANCIAL PROBLEMS OF SME’ AND RECOMENDATIONS FOR SOLUTION:
İZMİR TEXTILE INDUSTRY CASE
ABSTRACT
Environmental conditions which enterprises come in changes day by day and these changes face
them with various risks and ambiguities. Like these complications encountered, cause to appear of
crises. The effects of these crises, according to their own internal dynamics, may vary country to
country or business to business. From this point, the effects of financial crises are being
*
Gediz Üniversitesi, İzmir, İİBF, İşletme Bölümü, (+90 232 484 34 34), [email protected]
229
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
researched on SME’s those performing very important function in economy, are being aimed to
determine problems which SME encounter in crisis periods and financial management applications
of enterprises. In this context, firstly, literature about crises are being abridged and after necessary
theoretical knowledges about SME are being given, are being touched upon the potential effects of
crises on SME. Later, in this context, the last global financial crisis are being analysed and are
being implemented a research survey on business owners and upper-level managers of small and
medium sized textile enterprises in Izmir, Aegean Region, Turkey. So, the problems of SME which
encounter in crisis process and financial actions and cautions are being worked to display.
Keywords: Crisis, SME, Financial Management Applications
230
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
1. GİRİŞ
Bilindiği üzere KOBİ’ler, özellikle ülkemiz gibi gelişmekte olan ekonomilerde gün geçtikçe artan
öneme sahip bir duruma gelmektedirler. Artık devleşmiş endüstriler yerine, hızlı karar verme
kabiliyeti yüksek olan KOBİ'ler, az sermaye kullanımı yanında daha çok el emeği ile çalışan, düşük
düzeyde yönetim giderleri ile çalışan ve ucuz bir üretim gerçekleştiren iktisadi teşebbüsler olmaları
ile tercih sebebi haline gelmişlerdir. Yeri ve önemi her geçen gün artan KOBİ’lerin de her kar amacı
güden işletme gibi ödemeleri gereken borçları, almaları gereken mali sorumlulukları, işini devam
ettirebilmesi için yaptığı sabit ve değişken giderleri söz konusu olmaktadır. Bunları karşılarken
zaman zaman finansman desteğine ihtiyaç duymaktadırlar. Kriz
dönemlerinde ise ülke
ekonomisinde vazgeçilmez bir konumda bulunan KOBİ’lerin bu ihtiyacı hızla artmakta ve KOBİ’ler
yönetsel ve finansal sorunlarla başa çıkmaya çalışmaktadırlar. Bu sorunların çözümü de ekonominin
geleceği açısından büyük önem arz etmektedir. Özellikle 20. yüzyılın son çeyreğinde 1980’li yıllarda
dünya borç krizi ile başlayıp, ERM Krizi, Güney Doğu Asya Krizi, Rusya Krizi ve Türkiye’nin yaşadığı
2000, 2001 ve 2008 krizleri, gerek krizin yaşandığı ülkeyi ve gerekse diğer ülkeleri birçok alanda
etkilemiş ve büyük problemlere neden olmuştur.
Bu çalışma içeriği itibari ile kriz dönemlerinde KOBİ’lerin ihtiyaçlarını karşılamakta gerekli olan
desteği ne şekilde ve nereden temin edebileceklerine, finansman ile ilgili problemlerini nasıl
çözebileceklerine yönelik olarak hazırlanmıştır.
2. KRİZ KAVRAMI
2.1. Krizin Tanımı ve Önemi
İşletmelerin amaçlarını gerçekleştirebilmeleri ve varlıklarını sürdürebilmeleri, alt sistemlerinin
birbirleriyle etkileşimlerini organize etmelerinin yanı sıra çevrelerine uyum gösterebilmelerine ve
davranışlarını çevrenin gereksinimleri çerçevesinde yönlendirebilmelerine bağlıdır. Dünyada
yaşanan hızlı, stratejik ve teknolojik gelişmeler ve değişimler, işletmeleri derinden etkilemiştir.
İşletmelerin sürekli ve hızlı değişimlerle karşı karşıya kalmaları onları çeşitli riskler, belirsizlikler,
tehlikeler ve kaos ile karşı karşıya getirmektedir. Karşılaşılan bu gibi durumlar, krizleri gündeme
getirmektedir.
Kriz dendiğinde, neyin anlaşılması gerektiği konusunda bir görüş birliği yoktur. Günümüzde kriz
dendiğinde, ilk akla gelen ekonomik ve finansal sebepler olsa da, birçok faktör krize yol
açabilmektedir. Siyasi ve sosyal olaylar, çevre faktörleri, üretim ve ürün sorunları, yönetim
231
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
sorunları, yolsuzluklar, adaletsiz vergi sistemi, yabancı yatırımcı ile yurt dışına kaçan yerli yatırımcı
kaynakların israfı, dış borç ve iç borç yükü, riskli ülke sayılma, yatırım yapmadan yüksek kazanç
peşinde olma, kazalar ve hatta bazen gaflar bile krize dönüşebilmektedir. Görüldüğü gibi, hemen
her konuda krizlerle karşılaşma olasılığı vardır. Bu yüzden, kriz konusunda yapılmış birçok da tanım
bulunmaktadır. Ancak, en basit anlamıyla kriz; işletme örgütünün normal aktivitelerini tahrip eden
önemli bir dengesizlik durumudur. Örgütün uzun ve kısa dönemli amaçlarını tehdit eden, acil
tepkiler gerektiren ve bununla birlikte yanıt için karar verme süresini kısıtlayan ve en önemlisi
varlığıyla karar verme birimlerini şaşırtan ve kararsızlığa sürükleyen bir süreçtir (Titiz 2001: 204).
Ancak her zaman kriz gibi belirsizlik dönemlerinin tehlikeler getirdiği düşünülmemelidir. Aksine
işletmeyi başarıya ulaştıracak bir köprü olarak düşülmelidir. Bu yüzden, işletmelerin krizin gelmekte
olduğunu görebilmeleri, krizin getirdiği tehlikeleri fırsatlar haline dönüştürebilmeleri ve kriz
durumlarında işletmeyi tehlikelerden korumak için etkili bir yönetim anlayışının geliştirilmesi
gerekmektedir. İşletmelerin hedeflerine ulaşabilmeleri amacıyla; sürekliliklerini sağlayabilmek ve
krizden karlı çıkabilmelerinin yaşamsal önemi, işletmelerde “kriz yönetimi” kavramını öne
çıkarmakta ve gerekli kılmaktadır.
2.2. Kriz Yönetimi
Kriz yönetim, olası kriz durumlarına karşılık, karşılaşılabilecek sorunları önceden tahmin etmek ve
planlamak suretiyle, söz konusu riskin gerçekleşmesi durumunda olumsuz etkiyi azaltmak ya da
kontrol edilebilir duruma getirmek için kullanılacak iletişim yöntemlerinin planlanması, gerekli
önlemlerin alınması ve uygulanması sürecidir (Filiz 2007: 18-19). Bu kapsamda kriz yönetimi
sürecinde krizle ilgili ilk sinyaller ortaya çıktıktan sonra,
krize karşı hazırlık ve önlemler
alabilmesine yardımcı olan mekanizmaları kurması gereklidir. Ancak bazı durumlarda erken uyarı
sistemleri ile önleme ve koruma mekanizmaları etkili biçimde çalışsa da kriz durumundan tamamen
kurtulmak olanaklı olmayabilir. Bu nedenle, üst yönetimin, kriz yönetiminin ilk iki aşamasında elde
ettiği verileri kullanarak krizin seyrini izleyerek gerekli önlemleri alması gerekmektedir (Sumer vd.
2009: 46). Kriz kontrol altına alınıp atlatıldıktan sonra, işletmenin istikrarlı duruma getirilmesi
gerekmektedir. Durumun en kısa zamanda eski verimli haline getirilmesi ve bozulan örgütsel
mekanizmanın yeniden işletilmesi sağlanarak (Sumer vd. 2009: 46) krizin yarattığı olumsuz etkilerin
giderilmesine çalışılmalıdır. Son olarak, Kriz yönetimi sürecinin son aşaması, kriz döneminde alınan
karar, önlem ve uygulamaların gözden geçirilmesi ve kriz dönemindeki fırsatları yakalayabilme
faaliyetlerini içermektedir (Can 2005: 398-400).
232
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
2.3. Yaşanan Bazı Mali Krizler
2.3.1. 1997 Asya Krizi:
Bugün dünya pazarları ülke ekonomilerine büyük olanaklar sunduğu kadar, aynı zamanda tehlikeler
de taşımaktadır. İkinci dünya savaşı sonrasındaki döneme göre, krizler giderek sıklaşmaktadır.
Bunun en önemli örneklerinden biri de Asya Mali Krizidir. 1997 yılında ortaya çıkan ve dünya
ekonomisini ve özellikle finansal piyasaları etkileyen bu kriz, Tayland’da başlayarak kısa sürede tüm
Asya’yı etkilemiştir (Karluk 2003: vd. :1).
Küresel boyutta düşündüğümüzde ufak tefek sarsıntılar olsa da dünya 1997 yılının ortasına kadar
olumlu gelişmeler yaşamıştır. Kriz ülkeleri dünyanın en büyük pazarını oluşturmaya başlamışlardır
(Eroğlu vd. 2002: 106). Ekonomide her şey yolunda giderken, 1996’da ihracatın ve GSMH
büyümesinin yavaşlaması ile erken uyarı sinyalleri gelmiş, bölge faizleri yükselmiş ve başta Tayland
olmak üzere paraları dolara bağlı olan ülkeler ekonomik büyüme sorununa yol açan para problemi
ile karşı karşıya kalmışlardır. Kredilerde anormal şişkinlik, yabancı sermayeye aşırı bağlılık, yanlış ve
verimsiz yatırımlar, altyapı sorunlarının üzerine gidilmemesi, ihracatta rekabetin zayıflaması, lüks
tüketim malları ithalatındaki büyüme bölgede bir ekonomik krizin habercisi olmuştur (Karluk
vd.2003: 2). Bu ülkelerde artan sermaye rizikosu ve bilhassa Tayland’da artan ölçüde yeni işyeri
binasının boş durduğunun ve gayrimenkul fiyatlarının gerilemekte oluşunun fark edilmesiyle 1997
yılında Asya krizi diye nitelendirilen kriz ortaya çıkmış olmuştur. Bu krizle birlikte gayrimenkul
sektöründe sorunlar çıkmış, menkul kıymetler borsasında keskin düşüşler ve mali dengeler
bozulmaya başlamıştır (Kınaytürk 2006: 34).
2.3.2. Şubat 2001 Krizi:
Siyasal alanda meydana gelen bir tartışmayla ortaya çıkan kriz, toplumda siyasi istikrarsızlık olarak
değerlendirilmiş ve bu sebepten dolayı piyasalarda yaşanan sıkıntılar 2001 döviz krizinin temelini
oluşturmaktadır. Bu krizin etkisiyle büyük ölçekli dövize karşı yabancı yatırımcıların yanında yerli
yatırımcılardan özellikle bankalardan spekülatif talep artışı başlamıştır. Şubat 2001 yılında başlayan
kriz, TL’nin önemli ölçüde değer kaybetmesine yol açmıştır (Kınaytürk 2006: 64).
Hükümet siyasi istikrarsızlığın ortadan kalkması ve siyasi aktörlerin kendi aralarında uzlaşması
halinde ekonominin düzeleceği kanaatini taşıyordu. Bu yüzden bir revizyona ihtiyaç duyulmamıştı.
Ancak krizle beraber ekonomide yeni bir dönem başlamış ve eski program tümüyle yürürlükten
kalkmıştı. IMF ile anlaşma sağlanarak güçlü ekonomiye geçiş programı uygulanmaya başlamıştır.
Fakat programın, uygulanan politikalar ve ortaya çıkan sonuçlar sonrasında etkin bir program
233
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
olmadığı söylenebilir. Bu sebeple kriz sonrasında birçok banka tasfiye edilmiştir. Yıllık büyüme oranı
büyük oranda küçülme göstermiştir. Enflasyonda bir önceki yıla göre artış meydana gelmiştir. Mali
kesimde başlayan bu sarsıntı kısa süre sonra reel sektör üzerindeki olumsuz etkilerini de
göstermeye başlamıştır. Piyasada ortaya çıkan faiz dalgalanmaları talep canlılığını birdenbire
kesivermiş, talepte ortaya çıkan bu ani sarsıntı, reel kesimin satışlarının daralmasına ve dolayısıyla
stoklarının hızla yükselmeye başlamasına yol açmıştır (Eğilmez, 2008: 78). Ekonomide yaşanan bu
belirsizlikler yatırımları da durdurmuş, döviz üzerinden borçlanan firmalar iflas ile karşı karşıya
kalmışlardır (Kınaytürk 2006: 64). İşsizlik oranı yükselmiş, ödemeler dengesi üzerinde yarattığı
etkide ise dış ticaret açığının en çok yaşandığı dönem olmuştur. Sermaye hareketleri de olumsuz
yönde bir boyut kazanmış sermaye çıkışı gerçekleşmiştir. Sonuç olarak, ekonomik istikrarı tekrar
sağlamak için izlenen yanlış politikalar ve kötü yönetim neticesinde de faizler çok fazla yükselmiş ve
ekonomiye büyük maliyetler yüklemiştir.
2.3.3. 2008 Küresel Krizi ve Türkiye:
2008 ekonomik krizi, 2008 yılının son aylarında ortaya çıkan ve dünyanın birçok ülkesini olumsuz
yönde etkileyen ekonomik gelişmelerdir.Bu küresel krizin kökeninde tarihin en büyük gayrimenkul
ve kredi balonu yatmaktadır. Başlangıçta mortgage kredilerinin büyük ağırlığı, yüksek kaliteli
müşterilere verilen kredilerden oluşuyordu. Zaman içinde krediler daha düşük kaliteli müşterilere de
yönelmeye başladı. Bu kişiler de aldıkları kredileri geri ödeyememiş ve bu kişilerin iflas etmelerine
ve hatta konutlarına el konmasına neden olmuştur. Ayrıca bankalar bu tüketicilere kredi
vermemeye başlamıştır. Neticede, konut fiyatları düşmüş ve kredi sağlayamayan tüketicilerin
harcamaları azalmış, ürerimden tüketime tüm piyasa daralmaya girmiştir. (www.finzoom.com)
ABD’deki taşınmaz mal piyasasının birden değer kaybetmesi ve bunun sonucu tutulu satışlardaki
kişisel iflasların artmasının bu krizi tetiklediği düşünülmektedir.
Gelişmiş ülkelerdeki büyümenin düşmesi, talebin de gerilemesi, gelişme yolundaki ülkelerden
yapılan ithalatın azalmasına neden olmuştur. Bu durum gelişme yolundaki ülkelerin dış ticaret
gelirlerinin düşmesine ve dolayısıyla ekonomilerinin küçülmeye başlamasına yol açmıştır.
2008 krizinin diğer krizlerden farkı bunun tam anlamıyla küresel bir kriz olması ve dünyadaki bütün
ülkeleri etkilemiş olmasıdır. Bu kadar büyümesinin temel nedeni ise, kuralların yetersizliği ve
denetimin eksikliğidir (Demir vd. 2008:109).
234
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
3. KÜÇÜK VE ORTA ÖLÇEKLİ İŞLETMELER
KOBİ’ler dünya ekonomisinde olduğu gibi, Türkiye ekonomisinin de dinamik ve sürükleyici
unsurlarından biri olup, ülkemizin sosyo - ekonomik gelişmesi açısından çok büyük öneme
sahiptirler. Genel olarak, az sermaye kullanımı yanında emek-yoğun teknoloji kullanan, çabuk karar
verme yeteneğine sahip, düşük düzeyde yönetim giderleri ile çalışan ve ucuz bir üretim
gerçekleştiren iktisadi teşebbüslerdir (Uludağ vd. 1990: 14). Bu tür işletmeler dinamik, yenilikçi,
fırsatları zamanında değerlendirebilen işletmelerdir (Oktay vd. 2002: 2).
Bütün ekonomilerin temel dinamiğini oluşturmalarına rağmen yine de KOBİ’lerle ilgili kabul görmüş
ortak bir tanım yoktur. Bunun nedeni ise, ölçekle ilgili kriterlerin göreceli bir özellik taşımasıdır.
Büyüklük ölçüsü olarak hangi kriterlerin alınacağı ve bunların miktarı konusunda ülkemizde çeşitli
görüşler bulunmaktadır (Oktay vd. 2002: 2). Bazı kurumlara göre çalışan sayısı önemli olurken,
diğer bazı kurumlara göre ise, firmaların ciroları baz alınarak bir takım tanımlamalar yapılmıştır
(Türköz 2008: 6). Ancak KOBİ’lerin devlet desteği alabilmek, kredi avantajlarından yararlanabilmek,
ilgili danışmanlık kuruluşlarından destek alabilmek ve sözleşmeler yapabilmek için firma ölçeğinin
belirlenmesi gerekmektedir (Türköz 2008: 4).
Aşağıdaki tabloda KOBİ’lerin ülke ekonomilerindeki paylarına ve Türkiye’deki KOBİ tanımları ile AB
ve ABD tanımlarına yer verilmiştir.
Tablo 1
KOBİ Tanımlamaları ve Ülke Ekonomilerindeki Payları
Toplam İşletmeler
İçindeki Payı
Tanım Kriteri
Küçük ve Orta
Ölçekli İşletme
TÜRKİYE
99,5
İş gören Sayısı
250 Kişiye Kadar
Yıllık Net Satış Hasılatı 50 Milyon Euro
AB
99,7
İş gören Sayısı
250 Kişiye Kadar
Yıllık Net Satış Hasılatı 25 Milyon TL
ABD
97,2
İş gören Sayısı
1500 Kişiye Kadar
Görüldüğü gibi, tanımlardaki sınırlar, genellikle ülkelerin ekonomilerinin büyüklüğüne bağlı olarak
değişmektedir. Örneğin, ülkemizde KOBİ sayılan herhangi bir işletme Amerika’da küçük bir işletme
235
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
olabilmektedir. Ayrıca tablo serbest piyasa sisteminin büyük ölçüde geçerli olduğu ülke
ekonomilerindeki faaliyetler boyutuyla önem arz eden işletmelerin büyüklüğü hakkında önemli bir
fikir vermektedir. Buna göre bu işletmelerin yaklaşık % 98’ini KOBİ’ler oluşturmaktadır. Bu da
KOBİ’lerin önemini ve ülke ekonomilerine olan katkılarını açıkça ortaya koymaktadır.
Türkiye için düşündüğümüzde KOBİ literatürü açısından oldukça önemli olan KOSGEB tanımlaması
ile Türkiye Halk Bankası’nın KOBİ sınıflandırması öncelikli olarak ele alınmıştır.
KOSGEB, istihdam desteğinden yararlanmak isteyen işletmelerden; “1 -150 arası işçi çalıştırmak,
imalat sanayinde faaliyet göstermek ve gerçek usulde defter tutmak” koşullarını istemektedir
(Türköz 2008: 6).
Türkiye Halk Bankası ise, normal KOBİ’lerde iş gören sayısı 1 – 250 arası olup, toplam makine ve
ekipmanlarının kayıtlı net değeri 400 Milyar TL’yi aşmayanları KOBİ olarak değerlendirmektedir.
(www.halkbank.gov.tr)
Bakanlar Kurulu’nun 2005/9617 satılı kararı ile kabul edilen “Küçük ve Orta Büyüklükteki
İşletmelerin Tanımı, Nitelikleri ve Sınıflandırılması Hakkında Yönetmelik”, 18 Kasım 2005 tarihinde
Resmi Gazetede yayımlanmıştır. Bu tanıma göre KOBİ’ler; mikro işletme, 10 kişiden az çalışan
istihdam eden ve yıllık net satış hasılatı ya da bilançosu 1 milyon YTL’yi aşmayan çok küçük ölçekli
işletmeler, küçük işletme, 50 kişiden az çalışan istihdam eden ve yıllık net satış hasılatı 5 milyon
YTL’yi aşmayan işletmeler orta büyüklükteki işletmeler; 250 kişiden az çalışan istihdam eden ve
yıllık net satış hasılatı 25 milyon YTL’yi aşmayan işletmeler olarak tanımlanmıştır (Kınaytürk 2006:
75).
3.1 KOBİ’lerin Ülke Ekonomilerine Katkıları
Özellikle son yıllarda oldukça önem kazanan KOBİ’ler, bir ülkenin sosyo - ekonomik yapısı
çerçevesinde endüstrileşmenin, sağlıklı kentleşmenin, optimum dağıtım ve ticaret uygulamalarının
vazgeçilmez faktörü konumuna gelmişlerdir. Teknolojinin gelişmesi, kişi ve toplumlardaki
bağımsızlık eğiliminin artması, krizlerden daha az etkilenmeleri ve bilgi toplumuna geçiş gibi
nedenlerden dolayı da KOBİ’ler daha önemli hale gelmiş bulunmaktadırlar (Dinçer 1995: 2). Sayısal
verilere de baktığımızda KOBİ’lerin faaliyette bulundukları ülke ekonomilerine olan katkılarını ve
sahip oldukları önemi anlayabiliriz.
236
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Tablo 2
KOBİ’lerin Ülke Ekonomilerine Katkıları*
Toplam İşletmeler İçindeki Payı (%)
Toplam İstihdam İçindeki Payı (%)
Toplam Yatırım İçindeki Payı (%)
Katma Değer İçindeki Yeri (%)
Toplam İhracat İçindeki Payı (%)
Toplam Kredilerden Aldığı Pay (%)
TÜRKİYE
99.5
61.1
56.5
37.7
8.0 – 10.0
3.0 – 4.0
AB
99.7
65.0
40.0
50.0
25.0
40.0
ABD
97.2
50.4
38
36.2
32
42.7
Günümüzde, KOBİ’ler ekonomide, istihdam ettikleri işgücünden yatırım hacmine, oluşturdukları
katma değerden, üretim değerine ve ödedikleri vergilere kadar pek çok açıdan büyük bir ağırlığa
sahiptirler. Gelişmiş ülkelere de bakarak, Dünya genelinde toplam işletmelerin yaklaşık % 98’ini
KOBİ’ler oluşturmaktadır. Bu da KOBİ’lerin önemini ve ülke ekonomilerine olan katkılarını açıkça
ortaya koymaktadır. Ülkemizde ise, bu oran %99.5 civarındadır. Ayrıca, KOBİ’ler ülkemizdeki
toplam istihdamın %61.1’ini oluşturmaktadır. KOBİ yatırımlarının toplam yatırımlar içindeki payı
%56.5’tir. Toplam katma değerin %37.7’si KOBİ’ler tarafından sağlanmaktadır. Toplam ihracat
içindeki KOBİ payı ortalama %8-%10 arasında gerçekleşirken, bu kesimin topla banka kredilerinden
aldığı pay %4 civarındadır. Diğer ülkelere baktığımızda, KOBİ’lerin toplam yatırımlar içindeki payı ile
katma değer içindeki payı ABD ve diğer AB ülkeleriyle büyük farklılıklar göstermezken, toplam
ihracat içindeki payı ile toplam kredilerden almış oldukları pay diğer ülkelere göre çok düşüktür. Bu
da ülkemizdeki KOBİ’lerin büyük çoğunluğunun dışa açılma derecesinin düşük olduğunu ve
küreselleşme sürecine giremediklerini ortaya koymaktadır. Ayrıca bankaların KOBİ’lere kredi
verirken çekimser davranmalarının bir sebebi de, KOBİ’lerin miktar, vade, faiz oranı, teminat
açısından zorlu kredi koşullarına maruz kalarak ödemelerde zorlanmalarıdır (Yılmaz 2003).
KOBİ’lerin kredilerden aldığı pay artırılıp, ihracat olanakları konusunda desteklenirse, Türkiye’nin dış
ticaret hacminin iyileşmesine ciddi katkılar sağlayabilirler (Çelik 2007: 18). Katma değerin de
istihdama oranla biraz düşük olmasının sebebi ise, KOBİ‘lerin emek yoğun çalışmaları ve
teknolojilerinin yenileyememeleridir (Yılmaz 2004).
*
Yılmaz, Beytullah, “KOBİ’lerin Finansman Sorunlarına Bir Çözüm Önerisi: Risk Sermayesi Finansman Modeli”
isimli makaleden yararlanılmıştır.
237
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
İstihdam ve üretime katkıları, değişen pazar koşullarına hızla uyum sağlama esneklikleri, büyük
işletmeleri tamamlama yetenekleri, bölgelerarası dengeli büyüme ve çevre korumasına olumlu
etkileri ve gelirin daha adil dağılımı açısından oldukça önemli roller üstlenmektedirler (Gafuroğlu
2007: 42). Ayrıca iç göçün önlenerek sağlıksız kentleşmenin önüne geçilmesinde ve kalifiye eleman
yetiştirilmesinde de (Yücel 2004: 107) göz ardı edilemeyecek katkıları bulunmaktadır. Ayrıca
girişimciliğe teşvik edilmesinde, tam rekabetin sağlanmasında, sosyal barışın korunmasında ve
toplumsal
hayatın
canlı
tutulmasında
önemli
katkılar
sağlamaktadırlar.
KOBİ’lerin
ülke
ekonomilerine olan katkılarını daha da artırmak için KOBİ’lerin güçlendirilerek rekabet koşullarına
uygun çağdaş işletme koşullarına kavuşturulması gerekmektedir.
4. KRİZ DÖNEMLERİNDE KÜÇÜK VE ORTA ÖLÇEKLİ TEKSTİL
İŞLETMELERİNİN FİNANSMAN SORUNLARI VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ ÜZERİNE
BİR ARAŞTIRMA
4.1. Araştırmanın Amacı
Bu çalışması ile yaşanan son global mali krizin tekstil sektöründe faaliyet gösteren KOBİ’ler
üzerindeki etkileri belirlenmeye çalışılmıştır. KOBİ’lerin karşılaştıkları sorunların belirlenmesi ve bu
sorunlara yönelik, işletmelerin uyguladıkları finansal eylem ve önlemlerinin tespiti amaçlanmaktadır.
4.2. Araştırmanın Yöntemi
Araştırmada veri toplamak amacıyla Türkiye Ege Bölgesi İzmir ilindeki küçük ve orta ölçekli tekstil
işletmelerinin sahipleri veya üst kademe yöneticileri üzerinde bir araştırma anketi uygulanmıştır. Bu
amaçla EBSO’ ya kayıtlı ve İzmir şehir merkezinde dış giyim üzerine faaliyet gösteren 200 hazır
giyim işletmesine yüz yüze anket uygulanmıştır. 93 tane elverişli anket formu elde edilmiştir. Anket
formlarının uygulanması sonucu elde edilen verilerin değerlendirilmesinde, SPSS 15.0 (Statistical
Package for Social Sciences) paket programından yararlanılarak frekans ve yüzde dağılımlarının
bulunduğu tablolar hazırlanmıştır.
4.3. Elde Edilen Bulgular
İşletme İle İlgili Genel Sorular: Anket sonuçlarına göre, KOBİ yöneticilerinin büyük bir
bölümünün 35 yaş ve yukarısı olduğu gözlemlenmektedir. Bunun sebebi, KOBİ’lerde yönetici olarak
çalışan kişilerin genellikle işletme sahibi olması veya işletmede çok uzun süredir çalışan, işletmeyi
sahiplenmiş kişiler olarak değerlendirilebilecektir.
238
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Araştırmaya katılan işletmeler, personel sayıları baz alınarak incelenmiş ve yapılan analiz
sonuçlarına göre işletmelerin büyük bir çoğunluğunun (% 80) 50 kişiye kadar personel çalıştırdığı,
gözlemlenmiştir. 2007 yılıyla karşılaştırdığımızda ise, işletmelerin personeli işten çıkarma eğilimi söz
konusudur.
Araştırmaya katılan işletmelerin %62’si 10 yıldan daha uzun süredir faaliyetlerine devam ettiklerini
belirtmiştir.
Görüşme yapılan isletmelerin %84’ünde ayrı bir finansman departmanının bulunmaması henüz
yeterince kurumsallaşılmadığı ve geleneksel yönetim organizasyonunun devam ettiği ve dolayısıyla
etkin bir finansal planlamanın yapılamadığı izlenimini vermektedir.
Görüşülen 93 işletmeden 70 adetinin (% 75.3) yönetimi bizzat sermayedarlar tarafından
üstlenilmiştir. Sermayedarlardan sonra gelen 23 adeti (%24.7) profesyonel yöneticiler tarafından
yönetilmektedir. Sermayedar ağırlıklı yönetim bicimi, çalışan sayılarına bakılarak yorumlandığında,
ticari işletmelerin büyük bir bölümünün sahibi tarafından (%86) tek basına ya da 1-2 çalışanla
islerini yürütmekte oldukları belirtilebilir. İşletme sahiplerinin de genel olarak aile üyelerinden
oluştuğu da elde edilen bulgular arasındadır.
Görüşme yapılan isletmelerin sahiplerinin veya yöneticilerinin %23’ü ilkokul ve ortaokul, %38.3’ü
lise ve %35.6’sı lisans mezunudur. % 1.1’i ise lisansüstü eğitimlerini tamamlamışlardır. Üniversite
mezunu işletme sahiplerinin sayısı beklenenin üzerindedir.
KOBİ’lerin kuruluş sermayelerini temin şeklinin dağılımına bakıldığında; %84’lük gibi büyük bir
çoğunluğunun
kuruluş
sermayelerinin
kendi
öz
sermayeleri
olduğu
görülmektedir.
%8’i
yakınlarından borç alarak, % 6.7’si işletmeye ortak alarak ve % 1.3’ü banka kredisi kullanarak
kuruluş sermayelerini temin ettiklerini belirtmişlerdir. Görüldüğü gibi, kobiler banka kredileri pahalı
oldukları için, kredi temininde zorluk çekmekte ve bu imkandan yararlanamamaktadırlar. Genel
olarak işletme sahipleri daha çok ev, arsa gibi gayrimenkullerini satarak iş kurduklarını
belirtmektedirler.
Katılımcı işletmelerin hukuki yapılarının %61’i limited şirket, %33’ü anonim şirket ve % 6’lık kısmı
ise şahıs şirketi olarak dağılmıştır. Limited şirketlerin anonim şirketlere göre sayılarının yaklaşık iki
katı olması ise bize şirketlerin hukukî anlamda kurumsallaşma çabası içinde olsa da henüz bunun
yetersiz olduğunun bir göstergesi olabilir.
239
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Kriz Dönemlerinde KOBİ’lerde Karşılaşılan Finansal Sorunlara İlişkin Sorular:
Tablo 3
Son Global Mali Krizin İşletmeye Etkileri
Frekans
68
43
62
57
36
59
Yatırımlarda Azalma
Üretim Kapasitesinde Düşüş
Satışlarda Azalma
Alacak Tahsilinde Gecikmeler
Hammadde Fiyatlarında Artış
Kredi Almada Zorluklar
%
73.1
46.2
66.7
61.2
38.7
63.4
Ankette ulaşılan veriler, ekonomik kriz dönemlerinde yatırımların büyük ölçüde azaldığını
göstermektedir. Buna göre katılımcı işletmelerin % 73.1’inde yatırımlarda azalma olduğu ifade
edilmiştir. Bunun dışında işletmelerin % 66.7’ sinin satışlarında azalma olduğu, %63.4’ünün kredi
almada zorluklar çektiği, %61.2’sinin alacak tahsilinde gecikmelerden kaynaklanan sıkıntılar
yaşadığı, %46.2’sinin üretim kapasitesinin düştüğü ve %38.7’sinin hammadde fiyatlarında artış
olduğu gözlemlenmiştir. “Yatırımlarda azalma”, “satışlarda azalma”, “kredi almada zorluklar”,
“alacak tahsilinde gecikmeler” faktörlerine bakıldığında ekonomik kriz sürecinde en çok etkilenen
alanlar olarak görülürken, diğer faktörlere bakıldığında ise, krizin “üretim kapasitesinde düşüş” ve
“hammadde fiyatlarında artış” faktörlerini daha az etkilediği görülmektedir.
Tablo 4
Alınan Önlem ve Uygulamalar
Öz kaynakla finansmana ağırlık verdik
Üretim miktarını azalttık
Maliyet düşürücü tedbirler aldık
Personele ilişkin bazı tedbirler aldık
Yatırımları azalttık
Yeni yatırımlara yöneldik
Eldeki stoklarla üretimi devam ettirdik
Özvarlıkları satarak nakde çevirdik (arsa, makine, tesis satışı gibi vb.)
Faiz, repo, borsa, döviz gibi yatırım alanlarına yönelerek faaliyet dışı
gelirlerini artırmak
Frekans
25
36
51
56
59
10
55
21
39
%
26.9
38.7
54.8
60.2
63.4
10.8
59.1
22.6
41.9
Katılımcıların % 26.9’ si kriz sürecinde, ekonomik krizin etkilerini minimize etmeye yönelik olarak
üretim içerisindeki pahalı hammaddelerin miktarını azaltma politikası uygulamışlardır. Maliyetleri
azaltmaya yönelik bu tedbir satın alma gücünün azaldığı kriz dönemlerinde, maliyetler boyutu ile
240
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
ürünün fiyatını düşürmeye yöneliktir. Bu noktada işletmeler, fiyatları düşürerek talebin
canlanmasına yönelik çaba göstermektedirler.
Kriz dönemi göz önüne alındığında, işletmelerin çoğunluğunun (%59,1) bu süreç içerisinde eldeki
stoklarla üretimlerini devam ettirerek, stok miktarlarını tükettiklerini ifade etmişlerdir. Ayrıca,
işletmelerin % 22.6’ sı atıl durumda olan makine – teçhizatlarını ve arsa gibi gayrimenkullerini
satarak nakit elde etmişlerdir.
Ankete katılan işletmelerin (%38,7’si) krizlere yönelik olarak üretim miktarlarını azaltma stratejisini
kullandıklarını ifade etmişlerdir. Bu stratejinin kullanılmasındaki amaç, işletmelerin likit sıkıntılarını
giderebilmek için maliyetleri kısma yoluna gitmesi şeklinde açıklanabilecektir.
İşletmelerin % 63.4’ ü yatırımlarını azalttıklarını, % 10.8’ i ise, yeni yatırımlara yöneldiğini
kaydetmektedir. Yeni yatırımlara yönelen işletmelerin yöneticileri göz önüne alındığında ise, daha
çok genç girişimcilerin bu kararı aldıkları söylenebilir.
Katılımcı işletmelerin % 60.2’ si personele ilişkin tedbirler almıştır. Bunun büyük çoğunluğu çalışan
personel sayısını azaltmak şeklindedir. Çalışılan süreyi azaltmak, personele geçici ücretli izin vermek
alınan diğer tedbirler arasındadır.
Katılımcı işletmelerin % 41.9’ u faiz, repo, borsa, döviz gibi yatırım alanlarına yönelerek faaliyet dışı
gelirlerini artırma stratejisini kullandıklarını ifade etmişlerdir. Kriz dönemlerinde ortaya çıkan temel
sıkıntılar belirsizlik ve piyasaların dengesizliğidir. Bu noktadan hareketle işletmeler portföy
çantalarındaki ürünlerini çeşitlendirerek riski azaltma ve yüksek getiri elde etme çabası içine
girebileceklerdir.
Bunların yanında, satış vadelerini uzatan ya da vade farklarını düşüren, yatırım projelerini
erteleyen, eldeki fonlarını yüksek getirili menkul kıymetlere yatıran, yabancı kaynaklara yönelen,
satışlarını yurt dışına yönelten, nakit giriş veya çıkışı olmadan takas yoluyla alışverişini yapan,
sermaye artırımına giden ve bazı işletme süreçlerinde çekilerek taşeronlaşmaya giden, leasing
yoluyla mamulleri ya da teçhizatları satın almak yerine kiralayan işletmelerimiz de olmuştur.
241
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Tablo 5
Finansal Sorunların Kaynağı
Öz kaynak yetersizliği
Çalışma sermayesindeki ihtiyacının hızla artması
Kredi alımında karşılaşılan güçlükler
Sermaye piyasasından yararlanma olanaklarının kısıtlı olması
Teşviklerden yararlanamama
Finansal yönetimde bilgi eksikliği
Diğer
Frekans
36
34
32
25
10
15
28
%
38.7
36.6
34.4
26.9
10.8
16.1
30.1
Anket sonuçlarına göre, işletmelerin yaşadığı finansal sorunlara neden olan etkenlerin başında öz
kaynak yetersizliği gelmektedir. Katılımcıların %38.7’si bu fikirde olduklarını belirtmişlerdir. Ancak
sonuçlara baktığımızda, çalışma sermayesi ihtiyacının hızla artması (%36.6) ve kredi alımında
karşılaşılan güçlükler (%34.4) de finansal
sorunların en büyük sebeplerinden oldukları
gözlemlenmektedir. Katılımcıların bir kısmı (%26.9) sermaye piyasasından yararlanma olanaklarının
kısıtlı olmasının da finansal sorunlarda önemli bir rolünün olduğunu düşünmektedirler. Katılımcıların
% 16.1 ‘i finansal yönetimde bilgi eksikliğine sahip olduklarını belirtmişlerdir. Bunun sebebi
KOBİ’lerin genel olarak uzman eleman istihdam edememeleri olabilir. Ayrıca teşviklerden
yararlanamayan ve bu yüzden finansal sorun yaşayan işletmeler (%10.8) de bulunmaktadır. Ek
olarak, işletmeler maliyet artışlarından, teminat şartlarının ağır olmasından, döviz kurlarının yüksek
olmasından satış karlılığının düşüklüğünden ya da alacak tahsilindeki gecikmelerden kaynaklanan
bazı finansal sorunlar yaşadıklarını da ifade etmişlerdir.
Ankete katılan işletmeler, yaşanan bu finansal sorunların çözümü için yapılması gereken
düzenlemeler için “uzun vadeli ve düşük faizli kredi sağlanmalı, KOBİ’lerin gelişimi için yeni teşvikler
oluşturulmalı, kredi teminatları azaltılmalı, KOBİ’lerin sermaye piyasasından yararlanabilmeleri için
yeni düzenlemeler yapılmalı” gibi önerilerde bulunmuşlardır.
Kredi Kullanımına İlişkin Sorular: Anket sonuçlarına göre, katılımcı işletmelerin 74 tanesi (%
79.6), kredi kullanmakta, geriye kalan 19 tanesi (% 20.4) kredi kullanmamaktadır. Kredi
kullananların kredi alırken karşılaştığı güçlükler tabloda belirtilmiştir.
242
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Tablo 6
Kredi Alırken Karşılaşılan Güçlükler
Frekans
20
22
18
14
15
34
Kredi faizlerinin yüksek olması
Teminat göstermedeki zorluklar
Kredi miktarının azlığı
Kredi kullanımında teşviklerin yetersiz olması
Kredi vadelerinin kısa olması
Bürokratik İşlemlerin Çokluğu
%
27
29.7
24.3
18.9
20.3
46
Tabloya baktığımızda, kredi alırken KOBİ’lerin karşılaştıkları sorunların başında bürokratik işlemlerin
fazla olması gelmektedir. Bunu teminat göstermedeki zorluklar ve kredi faizlerinin yüksek olması,
kredi miktarının azlığı ve kredi vadelerinin kısa olması takip etmektedir. KOBİ’ler kredi kullanımında
teşviklerin yetersiz olmasının diğerlerine göre daha az güçlük yarattığını belirtmişlerdir.
Tablo 7
Kredi Maliyetlerinin Yüksekliği Karşısında Uygulanan Politikalar
Frekans
21
32
28
22
Stok azaltıldı
Öz kaynaklar artırıldı
Yatırım projeleri kısıldı
Personel azaltıldı
%
28.4
43.2
37.8
29.7
Ankete katılan işletmeler kredi maliyetlerinin yüksekliği karşısında öncelikle öz kaynakları artırma
yoluna gitmişlerdir. Daha sonra işletmeler yatırım projelerini kıstıklarını ve personel sayılarını
azalttıklarını belirtmişlerdir. En az uyguladıkları politika ise stokları azaltmak olmuştur.
Tablo 8
Kredi Kullanmama Nedenleri
Frekans
2
9
10
7
4
2
Sermayemizin yeterli olması
Kredi faizlerinin yüksek olması
Teminat şartlarının ağır olması
Kredi veren kuruluşların çekimser davranması
Kredi vadelerinin kısa olması
Bürokratik İşlemlerin Fazla Olması
%
10.5
47.3
52.6
36.8
21.1
10.5
Kredi kullanmayan 19 işletmenin 10 tanesi (%52.6), teminat şartları ağır olduğu için kredi
kullanmadıklarını belirtmiştir. Ankete katılan diğer işletmelerden 9 tanesi (%47.3) kredi faizlerinin
243
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
yüksek olmasından dolayı, 7 tanesi (%36.8) kredi veren kuruluşların çekimser davranmasından
dolayı, 4 tanesi ise kredi vadelerinin kısa olmasından dolayı kredi kullanmadıklarını ifade etmişlerdir.
%10.5’lik bir kısmın bürokratik işlemler fazla olduğu için, bir diğer %10.5’lik kısmın ise,
sermayelerinin yeterli olduğunu düşündükleri için krediye başvurmadıkları gözlemlenmiştir.
Bankaların KOBİ’lere kredi verirken çekimser davranmalarının sebebi, KOBİ’lerin miktar, vade, faiz
oranı, teminat açısından zorlu kredi koşullarına maruz kalarak ödemelerde zorlanmalarıdır.
Tablolardan da görüldüğü gibi, ankete katılan işletmelerin büyük çoğunluğu kredi işlemlerinde aynı
unsurları göz önüne almaktadırlar. Ancak sadece kredi kullananların büyük bir çoğunluğu bürokratik
işlemlerin fazla olduğunu düşünürken, kredi kullanmayanlar bunu pek önemsememektedirler.
Buradan hareketle, kredi kullanmayanların bürokratik işlemler öncesinde düşünmesi gereken başka
etkenleri olduğu veya bu konuda bilgi yetersizliğine sahip oldukları söylenebilir. Teminat, kredi
faizleri, kredi vadeleri gibi unsurları dikkate almadan kredi çekmeye karar veren işletmeler, bu
süreci başlattığında bürokratik işlemlerin fazla olduğunu görebileceklerdir.
Devlet Destekleri ve Kurum Teşviklerine İlişkin Sorular: Anketten elde edilen veriler
çerçevesinde katılımcı işletmelerin %66.7‘si devlet destekleri ve kurum teşviklerinden yararlandığını,
% 33.3‘ü yararlanmadığını kaydetmiştir. Sağlanan destekler arasında hangilerinden yararlanıldığına
dair bilgiler tabloda yer almaktadır.
Tablo 9
Yararlanılan Destek Türleri
Frekans
32
26
23
12
15
7
3
KOSGEB Destekleri
Halk Bankası Kredileri
Yatırım Teşvikleri
İhracat Teşvikleri
Vergi Teşvikleri
Üretim Teşviği
AB Destekleri
Destek
ve
teşviklerden
yararlanan
62
katılımcının
büyük
%
51.6
42
37.1
19.3
24.2
11.3
4.8
çoğunluğu
KOSGEB’in
teknik
desteklerinden yararlanmakta, ikinci önemli yararlanılan destek türü ise %42 ile Halk Bankası
Kredileri olarak karsımıza çıkmaktadır. Özellikle AB’ye entegrasyon döneminde, örneklem içinde
ankete katılan ve desteklerden yararlandığını belirten 62 KOBİ’nin sadece 3 tanesinin AB
desteklerinden yararlanıyor olması, ilgili kurumlarca dikkat çekilmesi gereken bir konu olarak
karşımıza çıkmaktadır. KOBİ’lerin AB’ye uyumu, onların rekabet seviyesine ulaşıp ayakta
244
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
kalabilmeleri, ancak bu tür desteklerden yararlanmaları ile mümkün olabilecektir. Bunlar dışında
anket sonuçlarına göre Eximbank Kredilerinden ve Kredi Garanti Fonu’ndan yararlanan KOBİ’ler de
bulunmaktadır. Ancak destek ve teşviklerden yararlanan katılımcılardan %70.2 ‘si destek ve
teşvikleri yetersiz bulduklarını ifade etmişlerdir. Katılımcıların büyük çoğunluğu, yapılan yatırım
indirimlerinin
yetersiz
olduğu
görüşündedir.
Yine
desteklerden
yararlanmak
için
destek
kuruluşlarının tarafından aranan şartların ağır olduğunu düşünen katılımcılar da bulunmaktadır.
Teşvikte sağlanan kredinin maliyetinin yüksek olması ve kredilere ulaşmakta yaşanılan bürokratik
engeller de olduğu gibi desteklerin zamanında sağlanılamıyor olması da bir diğer şikâyet sebebidir.
KOBİ’lerin Türkiye ekonomisindeki önemleri göz önüne alındığında, verilen desteklerin yetersiz
olduğu söylenebilir. Bu durumun temelinde kaynak yetersizliğinin olduğu bilinmektedir. Ayrıca söz
konusu desteklerin birden çok kurulusun onayına bağlı olması dolayısıyla prosedürlerin fazlalığı ve
bu tür destekleri takip edecek nitelikte eleman istihdam etmeyen KOBİ’lere kaynakların
aktarılmasında büyük problemlerle karşılaşılmaktadır.
5. SONUÇ
Gelişmiş ve gelişmekte olan ekonomilerde, gün geçtikçe önemleri artan KOBİ’ler geçen zaman ve
değişen ekonomik koşullar ile birlikte, fırsatlarla olduğu kadar tehditlerle de karşı karşıyadır.
Tüketici tercihlerine daha esnek olarak yaklaşabilme, yeniliklere açık olmaları, çalışanlarla daha
yakın ilişkiler, büyük firmaların tamamlayıcısı konumunda olmak, rekabet edilebilirlik, daha az
yönetim maliyeti, ferdi tasarrufların teşvik edilmesi, devlet teşvik ve yardımlarının olması gibi
olumlu özelliklerinin yanında; olumsuz rekabet, genel yönetim yetersizlikleri, uzman bir finansman
ekibinin olmaması, sermaye yetersizliği, sermaye piyasalarından yeterince yararlanamama, banka
ve diğer finans kurumlarından yeterli desteği görememe, modern pazarlama etkinliklerini
sürdürememe, kalifiye eleman istihdamında yetersizlik, üretim ve satış alanlarındaki yetersizlik ve
bunun gibi birçok soruna da maruz kalmaktadırlar. Sorunların kaynağına baktığımızda, finansmanın
en önemli kalemlerden birini oluşturduğu görülmektedir.
Türkiye’nin çoğu yerinde olduğu gibi, İzmir’deki KOBİ’ler de birçok sorunla karşı karşıya bulunmakta
ve yaşanan krizlerden olumsuz yönde etkilenmektedir.
Bu çalışmada, yaşanan 2008 krizinin KOBİ’ler üzerindeki etkisi esas alınmış ve KOBİ’lerin
uyguladıkları politika ve aldıkları önlemlerin ne derece yeterli ve faydalı olduğu İzmir ili içerisinde
uygulanan anket çalışması ile açıklanmıştır.
245
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Yapılan anket çalışması sonuçlarına göre, İzmir’de tekstil sektöründe faaliyet gösteren işletmelerin
2008 Şubat Krizi’nden etkilendikleri, bu süreçte birçok sorunla karşılaştıkları ortaya çıkmaktadır.
Yine araştırma sonuçlarına göre krizin etkisinin hala devam ettiği, buna rağmen işletmelerin
yaşanan finansal sorunlara karşı gerekli önlemleri almadıkları ve kriz yönetimi konusunda bilgilerinin
yetersiz olduğu anlaşılmaktadır. Aynı zamanda işletmeler, KOBİ’ler için devlet ve çeşitli kurumlar
tarafından sağlanan destek ve teşvikleri yetersiz olduğunu düşünmektedirler. KOBİ’lerin gelişimi için
yeni teşvikler oluşturulmalı ve işletmelerin sermaye ve para piyasalarından yararlanabilmeleri için
yeni düzenlemeler getirilmelidir. Bu sayede sorunların aşılması kolaylaşacak ve KOBİ’lerin
ekonomimize katkıları artmış olacaktır.
246
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
KAYNAKLAR
Akdiş, Muhammet ve Bayrak Sabahat (2000), “Türkiye’de KOBİ’lerin Genel Görünümü ve Finansal
Krizlere Dayanıklılığı:5 İli Kapsayan Bir Araştırma”, İktisat ve Yönetim Dergisi, Celal Bayar
Üniversitesi İİBF Dergisi, Sayı 6, s.13-44.
Akgemici, Tahir (2007), Stratejik Yönetim, Ankara:Gazi Kitabevi
Ataman, G. (2001), İşletme Yönetimi, İstanbul:Türkmen Kitabevi
Can, Halil (2005), Organizasyon ve Yönetim, Ankara:Siyasal Kitabevi
Ceylan, Ali (2001), İşletmelerde Finansal Yönetim, Bursa:Ekin Kitabevi
Çelik, İsmail (2007), Basel II Bağlamında KOBİ’lerin Finansman Sorunları Tekstil Sektöründe Bir
Uygulama, Isparta: Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi
Çolakoğlu, Mustafa (2002), KOBİ Rehberi
Demirdöğen, Osman (1996), Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeler, (Problemleri ve Çözüm Önerileri)
Erzurum Ticaret ve Sanayi Odası, Yayın No:1996-1, Erzurum
Dinçer, Ömer(1998), Stratejik Yönetim ve İşletme Politikası, İstanbul:Beta Yayınları
Eğilmez, Mahfi ve Kumcu, Ercan (2002), Ekonomi Politikası, İstanbul:Om Yayınevi
Eğilmez, Mahfi (2008), Küresel Finans Krizi, Piyasa Sisteminin Eleştirisi, İstanbul:Remzi Kitabevi, 2.
Basım
Ekşi, İbrahim Halil (2007), Finansal Krizlerin KOBİ’ler Üzerindeki Etkileri ve Başarılı – Başarısız
KOBİ’lerin Kriz Dönemi Stratejileri, Isparta: Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi
Eroğlu, Ömer ve Albeni, Mesut (2002), Küreselleşme, Ekonomik Krizler ve Türkiye, Isparta:Bilim
Kitabevi Yayınları
Gafuroğlu, Şahin (2007), Ekonomik Krizlerin KOBİ’ler Üzerindeki Etkilerini Belirlemeye Yönelik Bir
Araştırma, Adana:Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi
Gençtürk, Mehmet (2008), İşletmelerin Finansman Kararlarına Finansal Krizlerin Etkileri, Bursa:Ekin
Basım Yayın Dağıtım
Karacibioğlu, Serkan Reşit (2007), KOBİ’lerin Finansman Sorunları ve Çözüm Önerileri:Muğla
Örneği, Aydın: Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi
Karluk, Rıdvan ve Tonus, Özgür ve Çatalbaş Nazım (2003), “Güneydoğu Asya ve Rusya Krizi
Karşısında Türkiye”
Kazgan, Gülten (2008), Türkiye Ekonomisinde Krizler (1929 - 2001), İstanbul:İstanbul Bilgi
Üniversitesi Yayınları, 2. Baskı
247
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Kınaytürk, Zuhal (2006), 1990 Yılından Sonra Yaşanan Ekonomik Krizlerin KOBİ’ler Üzerindeki
Etkileri, Isparta: Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi
Murat, Güven ve Mısırlı, Kamuran (2005), “KOBİ’lerde Kriz Yönetimi:Çaycuma Örneği”, ZKÜ Sosyal
Bilimler Dergisi, Cilt 1 Sayı 1
Özdemir, Aylin (2004), Kriz Yönetiminde İletişim, Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi
Sabahat, Bayrak ve Akdiş, Muhammet (2001), “Küresel Finansal Krizlerin Türkiye’ye Yansımaları ve
KOBİ’ler Üzerindeki Etkileri”, Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 1, Sayı 1, Mart, s.1-22.
Sarıaslan, Halil (2001), “Avrasya ve Türkiye'de KOBİ'lerin Ekonomik Kalkınmadaki Yeri ve Önemi”.
I. Avrasya Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeler Kongresi bildiriler kitabı içinde, (TİKA Yayını), BişkekKırgızistan
Sumer, Haluk ve Pernsteiner, Helmut (2009), Kriz Yönetimi, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları
Titiz, İsmet ve Çarıkçı İlker (2001), “Krizlerin İşletmeler Üzerine Etkileri ve Küçük İşletme
Yöneticilerinin Kriz Dönemine Yönelik Stratejik Düşünce ve Analizleri”. Çukurova Üniversitesi
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt 2 Sayı 1
Türköz, Perihan (2008), KOBİ’lerin Finansman Sorunu ve Bankaların KOBİ’lere Yaklaşımı:Isparta
Alan Araştırması, Isparta: Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi
Usta, Öcal(1996), İşletme Finansı ve Finansal Yönetim, İzmir:Anadolu Matbaa
Vergiliel, Tüz, (2001), Kriz ve İşletme Yönetimi, İstanbul:Alfa Yayınları
www.finzoom.com (25.09.2009)
http://www.tek.org.tr/dosyalar/calistay2009/2008.Kuresel.Krizi.ve.Turkiye.pdf (11.11.2009)
www.kosgeb.gov.tr (03.01.2010)
www.halkbank.gov.tr (03.01.2010)
Yılmaz, Figen (2003), “Türkiye’de KOBİ’ler”
Yılmaz, Beytullah (2004), “KOBİ’lerin Finansman Sorunlarına Bir Çözüm Önerisi: Risk Sermayesi
Finansman Modeli”
Yücel, H., (2004) “Uluslararası Pazarlara Açılmada Küçük ve Orta Büyüklükteki İşletmelerin Rolü”.
İGEME’den Bakış Yıl: 8, Sayı: 26, Ankara
Zerenler, Muammer ve İraz, Rıfat (2006/2), “ Kriz Dönemlerinde Ürün ve Süreç Esnekliğinin İşletme
Performansına Etkileri: Küçük ve Orta Ölçekli Tekstil İşletmelerinde Bir Araştırma”. Sosyal Bilimler
Enstitüsü Dergisi Sayı: 21 247-267
248
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
EKONOMİK KRİZİN DIŞ TİCARET ŞİRKETLERİNE ETKİLERİ VE ALINAN ÖNLEMLER
ÜZERİNE BİR ALAN ARAŞTIRMASI
Murat KOÇSOY*
Murat DOĞANAY**
ÖZET
Dış Ticaret Şirketleri, özellikle gelişmekte olan ülkeler açısından ekonominin temel dinamiklerini
oluşturmaktadır. Bu yapıdaki şirketler, gerek içsel gerekse de dışsal dinamiklerden kaynaklanan tüm
kriz süreçlerinde en çok etkilenen işletmelerdir. 2008 Küresel Krizi’nin dünya genelinde hızlı bir
şekilde yayılması ve zincirleme bir etki olarak nitelendirebileceğimiz bir şekilde başta gelişmiş
ülkeler olmak üzere tüm dünya ülkelerinin ticaret hadleri üzerindeki olumsuz etkileri son derece
büyük olmuştur. Özellikle Türk ekonomisinin ihracatında Dış Ticaret Sermaye Şirketleri’nin payı göz
önünde bulundurulduğunda (%25-30) ülke ekonomisi açısından önemi daha iyi anlaşılmaktadır.
Bu çalışmada, ülke ekonomisinin omurgasını oluşturan mevcut 56 dış ticaret sermaye şirketlerimizin
yükselen küresel krizle birlikte artan sorunlarına çözüm getirilebilmesini sağlamak amacıyla, bu
şirketler üzerinde bir anket araştırması yapılmıştır. Yapılan anket çalışmasıyla, küresel ekonomik
krizin şirketler üzerindeki etkileri ve şirketlerin özellikle finansal ve muhasebe uygulamaları
açısından krize karşı aldıkları önlemler ve izledikleri stratejiler ile bunların başarı düzeyinin
belirlenmesi amaçlanmıştır.
Anahtar Kelimeler: Ekonomik Kriz, Dış Ticaret Sermaye Şirketleri, Muhasebe Uygulamaları,
Finansal Yönetim.
A FIELD STUDY ON THE ECONOMIC CRISIS’ EFFECTS ON INTERNATIONAL TRADING
COMPANIES AND THE MEASURES TAKEN
ABSTRACT
Foreign Trade Companies are the driving force of the economies of especially developing countries.
These companies are those most affected by the crises caused by both internal and external
factors. Rapid worldwide spread of the 2008 Global crisis has produced enormous successive
*
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Bozok Üniversitesi, Yozgat, Türkiye, [email protected]
Siyasal Bilgiler Fakültesi, Ankara Üniversitesi, Ankara, Türkiye, [email protected]
**
249
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
effects on the countries’ foreign trade rates. When the share of Foreign Trade Capital Companies
(30%) in total exports of Turkey is taken into consideration, these companies’ importance for the
Country’s economy is better understood.
In this study, a survey study is carried out on 56 Foreign Trade Capital Companies which are the
backbone of Turkish economy. Doing this, it is intended to provide a solution for these companies’
increasing problems caused by the ongoing crisis. With the survey study, the effects of the crisis
on these companies and their crisis countermeasures especially in terms of accounting and finance
applications were intended to be determined. It was also measured whether these companies are
successful in coping with the crisis.
Keywords: Economic Crisis, International Trading Companies, Accounting Applications, Financial
Management.
250
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
1. GİRİŞ
Dünya ekonomisinde yaşanan gelişmeler rekabet şartlarını giderek zorlaştırırken işletmelerin ayakta
kalabilmesi için büyük işletmeler haline gelmelerini de gerekli kılmıştır. Küresel işletmelerin faaliyet
gösterdiği ülkelerde rekabeti arttırması, birçok KOBİ’nin de ortadan kalkmasına ya da bu
işletmelerin bir araya gelmesine yol açmıştır. Ülkemiz açısından KOBİ’ler hızlı gelişen ekonomik
şartlara karşı koymakta zorlansa da özellikle esnek yapıları, girişimcilikleri, varlığını sürdürebilme
becerileri en önemli avantajları olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak zaman içinde işletmelerin
varlığını sürdürebilmeleri, sürdürülebilir büyümelerini sağlayabilmeleri için başta finans olmak üzere
pazarlama, yönetim, araştırma-geliştirme ve ortak iş yapma kültürü gibi konularda kurumsal bir
dönüşüme gereksinimleri bulunmaktadır. Ülkemizdeki işletmelerin %99 gibi önemli bir kısmının
KOBİ olduğu göz önünde bulundurulduğunda, bu yapısal değişimin sağlanması doğal olarak ülke
ekonomisinin rekabetçi avantajını da arttıracaktır. Küreselleşmenin etkili olduğu günümüzde, uluslar
arası ticaretin geliştirilmesi, işletmelerin daha yoğun dış ticaret işlemleri yapması, yapısal
dönüşümde etkili olmaktadır. Bu doğrultuda başta KOBİ’ler olmak üzere işletmelerin ihracat
yapmalarını sağlamak, kurumsallaşmasına yardım etmek ve küresel ölçekte marka olmalarını
sağlamaya yönelik çeşitli teşvik mekanizmaları geliştirilmiştir.
Dış ticaret alanında geliştirilen teşvik mekanizmalardan birisi de “Dış Ticaret Sermaye Şirketleri”
olmaktadır. Bu yapı, Türkiye'de 24 Ocak 1980 yılında İhracata Yönelik Kalkınma Stratejisinin
benimsenmesiyle birlikte teşvik sisteminde de köklü değişiklikler yapılmış ve sistem yeni bir yapıya
kavuşturulmuştur. Özellikle Japonya, Güney Kore, Tayland, Brezilya ve ABD’de uygulanan “Genel
Ticaret Şirketleri” modeli, 18.07.1980 tarihli 8/1173 sayılı ihracatçı sermaye şirketlerini teşvik Kararı
ile Türkiye'de uygulamaya konulmuştur (Dış Ticaret Müsteşarlığı 2009). “İhracata Dayalı Büyüme”
politikası çerçevesinde ekonominin dinamikleri arasında önemli bir yer tutan KOBİ’lerin ihracata
yönelmelerini sağlamak üzere geliştirilen bu model, işletmelerin ihracat alanında bir araya
gelmelerine yönelik uygun ortamın hazırlanmasını hedeflemektedir. 24 Ocak 1980 kararları
doğrultusunda ihracatın geliştirilmesi hedefinin hızlı şekilde gerçekleşebilmesi için daha önceden
ihracat potansiyelleri bulunan işletmelerin desteklenmesi benimsenmiştir. Bu amaçla, özellikle
251
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Japonya’da* başarıyla uygulanan ve daha sonra Kore’de büyük başarı kazanan “Genel Ticaret
Şirketleri” modeli örnek alınarak, “İhracatçı Sermaye Şirketleri” (daha sonra yapılan değişiklikle dış
ticaret sermaye şirketleri) adı altında bir şirket modeli uygulamaya başlanmıştır (Hatipağaoğlu
2007:1).
2. DÜNYADA VE TÜRKİYE’DE DIŞ TİCARET SERMAYE ŞİRKETLERİ
Bütün ülkeler dünya ticaretinden daha büyük bir pay alabilmek için bir yarış ve rekabet
içerisindedirler. Özellikle gelişmiş ülkelerdeki büyük işletmeler cirolarının ve karlarının büyük
bölümünü ülke dışındaki üretimlerinden ve pazarlama faaliyetlerinden elde etmektedirler. İç
pazarda talebin azalması, çeşitli nedenlerle atıl kapasite ortaya çıkması, iç pazardaki rekabetten
kurtulmak ve riski azaltmak, mamul hayat eğrisini uzatmak, dış pazarlardaki vergi ve teşvik
avantajlarından yararlanmak, döviz girdisi sağlamak, iç pazarda daha güçlü hale gelebilmek,
işletmenin etkinliğini artırmak isteyen işletmeler dış pazarlara açılmak istemektedir (Özdemir vd.
2007:4-5).
Dünya ekonomisinde zaman zaman ortaya çıkan ekonomik krizler ve son 30 yıldır globalleşme
sürecinde yaşanan yoğun rekabet, işletmelerin ihracatta başarılı olabilmeleri için, yeterli sayı ve
kalitede mal üretebilmelerinin yanında, iyi bir organizasyon, bilgi, deneyim, sermaye ve kadroya
sahip olmalarını ve modern pazarlama yöntem ve tekniklerinden yararlanmalarını zorunlu hale
getirmiştir. Doğal olarak, bu yöntem ve tekniklerin kullanımı, işletmeler açısından oldukça pahalı ve
güç bir iş olarak algılanmaktadır. Çoğu zaman bu olanaklara sahip olmayan KOBİ'lerin ise tek
başlarına bunların üstesinden gelmeleri imkansız görünmektedir (Çelikkol 2001:376). Bu nedenle,
küresel ekonomik krizin ve belirsizliğin hakim olduğu bir ortamda, işletmelerin tek başlarına dış
pazarlara açılarak rekabete girişmesi yerine başka işletmelerle dayanışma içinde olmaları başarı
şanslarını yükseltmektedir (Koçel 2003:426). (Özdemir vd. 2007:4-5).
1970’li yıllardan itibaren birçok ülke, işletmelerin (özellikle KOBİ’lerin) güçlerini ve deneyimlerini bir
araya getirip ihracatlarını tek elden yürüterek, küresel rekabette daha başarılı olunabileneceğinin
farkına varmışlardır. Nitekim, gelişen ülkelerin ihracat performanslarını kısa sürede geliştirmede
"ortak ihracat grupları" şeklindeki organizasyonların etkili olduğu, dolayısıyla bu tür düzenlemelerin
dış pazarlara açılan küçük işletmeler için son derece yararlı olduğu görülmüştür. Japonya, İtalya,
*
Kanada’da bulunan Saskatchewan Üniversitesi Uluslararası İş Çalışmaları Merkezi tarafından yapılan bir
araştırmada; Japon ticaret (özellikle dış ticaret) firmalarının, uluslararası ticarete çok önemli katkılar
sağladıklarını, kendi ürünleri için ihraç pazarları bulmanın yanısıra, Japonya’ ya yönelik ithalatı da özendirdikleri
belirtilmektedir.
252
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Amerika, G. Kore, Finlandiya, Arjantin, Hindistan, Kenya, Singapur, İsrail, Brezilya, İsveç bu
konudaki başarılı örnekler olarak gösterilmektedir (Alagöz vd:118: Çelikkol 2001:377).
İhracata yönelik etkin örgütlenme modellerinin en başarılı örnekleri Japonya ve G. Kore'den
verilebilir. Makro temele dayalı ve devletin desteği ile ihracatçılara yardımcı olan ve planlama
altyapısını oluşturan JETRO ve KOTRA gibi organizasyonlar Japonya ve G. Kore'nin bugünkü başarılı
ihracat performanslarının en önemli faktörleridir, JETRO, Japonya ve diğer ülkeler arasında karşılıklı
ticaretin tesis edilmesi ve geliştirilmesi amacıyla kurulmuş, kar amacı gütmeyen devlet destekli bir
organizasyondur (Çelikkol 2001:377). JETRO tarafından 30 yıldan fazla bir süredir Dünya'daki
değişen koşullar doğrultusunda desteklenen Japon Küçük ve Orta Boy İşletmelerin yapısı genel
olarak diğer ülkelerden farklı bir şekilde dev işletmelerin altında, kaliteli ve yenilik taşıyan parçaları
üreten yan sanayi şeklinde oluşmuş olsa da ihracatta örgütlenmenin iyi bir örneğini vermektedir
(Alagöz vd:118). Kore Ticareti Geliştirme Şirketi (KOTRA)'nın 1962 yılında kurulması ile de G. Kore,
ihracat pazarlaması programlarını izlemeye başlamıştır. Bu iki ülkede ihracatı desteklemeye yönelik
ikinci önemli örgütlenme ise, işletmeler düzeyindeki ortak girişimler ile ihracatın yönetimi ve ihracat
pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesidir Japon Dış Ticaret Şirketleri (Sogo Şoşa) ve G Kore Genel
Ticaret Şirketleri'nin uluslararası pazarlama yönetimi bilgi ve deneyimine sahip olmayan bireysel
ihracat organizasyonları ve işletmelerinin dünya pazarlarında daha etkin bir güç ve sinerjik
potansiyel elde edebilmeleri yönünde bu ülkelere çok önemli avantajlar sağladıkları görülmüştür
(Çelikkol 2001:377). G. Kore ekonomide baskın olan büyük şirketlerin ekonomik krizler sırasında
daha fazla etkilenmesinden dolayı, ekonomideki ağırlıklarını ve güçlerini artırmak için planlı bir
ekonomik destek programı uygulamıştır.
Uyguladığı ekonomik programlar sayesinde KOBİ
niteliğindeki işletmeleri örgütleyerek değişen teknolojik yeniliklere ve bilgiye kendilerini hızlı bir
şekilde adapte edebilen şirketler haline dönüştürerek, ekonominin büyük şirketlere bağımlığını
azaltarak 21. yüzyılın başlarında bu şirketleri ekonomik kalkınmanın en önemli itici gücü haline
getirmiştir (Gregory vd. 2002:10-15).
1970’li yıllardan sonra G. Kore, ABD, İtalya, Brezilya ve benzeri ülkeler literatüre “Sogo Shosha”
olarak geçen Japon dış ticaret şirketleri modelini uygulamaya başlamışlardır. Bu model sayesinde
İtalya 1974, G. Kore 1975, Brezilya 1982 ve ABD 1982 yılında uygulamaya koyduğu “Dış Ticaret
Sermaye Şirketleri” yardımıyla KOBİ’lerin dış ticarette örgütlenmesini gerçekleştirmişlerdir. (Alagöz
2002:73).
Diğer taraftan Amerika’daki "Webb-Pomerene Associations" organizasyonları ile başarılı bir ihracat
uygulaması gerçekleştirilerek, ABD KOBİ'leri ihracata yönlendirilmiştir. Yine, daha çok ABD'de
253
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
yaygın olan ve genellikle rakip olmayan sınırlı sayıdaki üretici işletmeler için komisyoncu-temsilci
veya distribütör olarak ihracat pazarlaması hizmetleri sunan, belirli mallarda uzmanlaşmış "İhracat
Yönetim Şirketleri" (Export Management Companies) de, bulunmaktadır. (Alagöz vd. :118),
(Çelikkol 2001:377).
İhracatta örgütlenme modellerinden İtalyan Federexport Modelinde ise; küçük sanayi işletmelerinin
ihracat birlikleri ve konsorsiyumlar şeklinde toplanan küçük sanayi işletmelerinin uluslararası
pazarlara girmelerine imkan verilerek, ülke ihracat performansı artırılmıştır (Alagöz vd. : 118).
Ayrıca, Arjantin'de şarap üreticilerinin kurdukları "Winos Argentinos", Kolombiya'da kadın
konfeksiyoncuların kurdukları "Consexport", İsrail'de hassas tezgah, hazır giyim alanlarında kurulan
ihracat şirketleri ile Avusturya'da "Eta", Fransa'da "Beta", İsviçre'de "Delta" ve İtalya'da kurulan
"Federexport" grubu bu tip organizasyonlara örnek oluşturmaktadır (Çelikkol 2001:377).
Türk ekonomisinde yaşanan yapısal sorunlar ve değişimler ile ihracatın ithalatı karşılama oranının
her geçen yıla göre hızla ülke aleyhine gelişmesi (Alagöz vd. : 118) sonucu Türkiye, 1980’den
itibaren dışa açık bir ekonomi politikası ile ihracata dayalı büyümeye yönelmiş ve bu amaca uygun
olarak işletmelerin dışa açılmasına katkı yapabilmek amacıyla arayış içine girmiştir. Birçok ülkede
başarıyla uygulanan modeller incelenerek (Öz vd. 2007:20) özellikle Japonya, Güney Kore, Tayland,
Brezilya ve hatta A.B.D."de uygulanan Genel Ticaret Şirketleri modeli esas alınarak, 18/07/1980
tarihli 8/1173 sayılı İhracatçı Sermaye Şirketlerini Teşvik Kararı ile DTSŞ’leri Türkiye'de uygulamaya
konulmuştur.
(http://www.dtm.gov.tr/dtmweb/index.cfm?action=detay&yayinID=13&icerikID=103&dil=TR)
(20.01.2010). Dış Ticaret Sermaye Şirketleri (DTSŞ), dış ticaretin büyük ölçekli şirketler eliyle
yürütülmesini öngören ve ihracatta belirli mal ile pazarlar konusunda uzmanlaşmayı amaçlayan bir
modeldir (Alagöz vd. : 118).
DTSŞ’lerin ilk şekli olan “İhracatçı Sermaye Şirketleri” tanımı 18.07.1980 tarih ve 17051 nolu Resmi
Gazetede yayımlanan “İhracatçı Şirketleri Teşvik Kararı” ile imalatçı olmayan fakat dış pazarlamada
uzmanlaşmış
ihracatçı
sermaye şirketleri
tarafından ihracatın geliştirilmesi
ve artırılması
amaçlanmıştır. Bu şirketlere zamanla sağlanan mali kaynaklar ve statüsünden dolayı elde ettiği
avantajlardan dolayı DTSŞ sayıları hızla artmıştır (Öz vd. 2007:20).
08 Aralık 2004 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan “Dış Ticaret Sermaye Şirketi Statüsüne İlişkin
Tebliğ”de yapılan ve 18 Eylül 2009 Resmi Gazetede yayımlanan son değişikliğe göre Dış Ticaret
Sermaye Şirketleri (DTSŞ): Ödenmiş sermayeleri en az 2 milyon TL olan ve bir önceki takvim
254
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
yılında gümrük beyannamesi bazında; en az (FOB) 100 milyon ABD doları veya eş değerdeki fiili
ihracatı gerçekleştiren (transit ve bedelsiz ihracat hariç) anonim şirketlere, her yılın Ocak ayının son
gününe kadar başvurulması kaydıyla "Dış Ticaret Sermaye Şirketi" statüsü verilebilir veya
halihazırda Dış Ticaret Sermaye Şirketi Statüsünü haiz firmalar için söz konusu statü yenilenebilir.
(http://www.dtm.gov.tr/dtmweb/index.cfm?action=detay&yayinID=13&icerikID=103&dil=TR)
(20.01.2010).
2009 yılı sonu itibariyle 56 adet DTSŞ faaliyettedir. DTSŞ’lerden 36 tanesi İstanbul’da, 4 tanesi
İzmir’de, 3’er tanesi Ankara ve Bursa’da, 2 tanesi Denizli’de, 1’er tanesi ise Hatay, İçel, Gaziantep,
Kayseri,
Adana,
Mersin,
Manisa
ve
Zonguldak’da
kurulmuştur.
(http://www.dtm.gov.tr/dtmweb/index.cfm?action=detay&yayinID=169&icerikID=88&dil=TR)
(20.01.2010).
3. DIŞ TİCARET SERMAYE ŞİRKETLERİNİN TÜRKİYE EKONOMİSİNDEKİ YERİ
24 Ocak 1980 kararları doğrultusunda İhracata Dayalı Büyüme” politikası çerçevesinde ekonominin
dinamikleri arasında önemli bir yer tutan KOBİ’lerin ihracata yönelmelerini sağlamak üzere
geliştirilen “Dış Ticaret Sermaye Şirketleri” sayesinde, ihracatta hızlı bir ivme yakalanmıştır. 1980’li
yıllarda oluşturan “Dış Ticaret Sermaye Şirketleri” modeli kapsamında faaliyette bulunan ülkemiz
ihracatçı firmaları büyük gayret göstererek, kendilerine sağlanan teşviklerinde önemli katkısıyla,
1980 yılı itibariyle yaklaşık 3 milyar ABD doları olan ülkemiz ihracatının 1990 yılında 13 milyar ABD
dolarına çıkmasını sağlamışlardır (Hatipağaoğlu 2007:1), (Alagöz 2002:68). 1980-1990 döneminde
ülkemiz ihracatının dört kattan fazla artışında çok önemli katkıları bulunan ve o dönem itibarıyla
ihracatın lokomotif gücü olarak adlandırılan DTSŞ’leri, geçtiğimiz beş yıl içerisinde de ülkemiz
ihracatının yakalamış olduğu ivmeye önemli katkı sağlamışlardır.
255
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
3.1. Dış Ticaret Sermaye Şirketlerinin Türkiye’nin İhracatı İçindeki Yeri
Grafik 1 ve 2’de DTSŞ’nin yıllar itibarıyla toplam ihracat içerisindeki payları görülmektedir.
Grafik 1: Türkiye’nin Toplam İhracatı ve DTSŞ’nin İhracatı
Grafik 2: DTSŞ’nin İhracatının Toplam İhracat İçindeki Payı
Grafik 1’de görüldüğü gibi, toplam ihracat artışı ile dış ticaret sermaye şirketlerinin ihracat artışları
paralellik arz etmektedir. Bu şirketlerin Grafik 2’deki toplam ihracat içindeki payları incelendiğinde
ise 1988 yılı hariç olmak üzere, 1995 yılına kadar sürekli bir azalma eğiliminde olduğu, 1995-1999
arası dönemde ise aşağı yukarı sabit kaldığı, 2000-2008 yılları itibarıyla yukarı yönlü bir istikrarın
256
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
devam ettiği, ancak, 2008 yılının sonlarına doğru tüm dünyayı etkilemeye başlayan küresel
ekonomik krizin etkisiyle 2009 yılında tekrar azalma eğilimi içinde olduğu görülmektedir.
1980 -1991 döneminde DTSŞnin genel ihracat içindeki payları ortalama % 40 olarak gerçekleşmiş,
1988
yılında
ise
%
50
ile
en
yüksek
seviyesine
ulaşmıştır.
(http://www.dtm.gov.tr/dtmweb/index.cfm?action=detay&yayinID=13&icerikID=103&dil=TR)
(20.02.2010). 1992-1999 yılları arasında toplam ihracat içindeki payları ortalama %25’e düşmüştür.
2007 ve 2009 yılları hariç son 10 yıllık dönemde performanslarına bakıldığında ise, genel
ihracatımızın içerisindeki paylarının % 30 seviyelerinde olduğu gözlemlenmektedir. DTSŞ’nin 1990
yılından sonraki dönemde toplam ihracat içindeki paylarının azalmış olmasında, diğer ihracatçı firma
sayılarının giderek artması, ihracat yapan diğer işletmelerin ihracatında görülen artışlarla birlikte
DTSŞ’nin ihracat artış hızının genel ihracat artış hızının gerisinde kalması da etkili olmuştur.
1980 sonrası dönemde hemen uygulamaya konulmuş olan ihracata dayalı büyüme modelinin
sonuçlarına DTSŞ’nin etkisini aşağıdaki Grafik 3 ve 4’de açıkça görebiliriz.
Grafik 3: Toplam İhracatın ve DTSŞ’nin GSMH İçindeki Payı
Grafik 3’de, 1980-2009 yılları arasında gerçekleşen toplam ihracatın ve aynı dönemde 1987 yılından
başlamak üzere DTSŞ’nin gerçekleştirdikleri ihracatın GSMH içindeki oranları gösterilmektedir.
257
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Grafik 4: DTSŞ, Toplam İhracat ve GSMH Artış Oranları
Grafik 4’de, 1980-2009 yılları arasında gerçekleşen toplam ihracat artışı oranı, aynı dönemde 1987
yılından başlamak üzere DTSŞ’nin gerçekleştirdikleri ihracat artış oranı ve GSMH artış oranı
gösterilmektedir. İhracatın, GSMH içindeki payının 1980 yılı sonrasında artarak devam ettiği açık bir
şekilde görülmektedir. 1980 yılında %3,5 düzeyinde olan oran DTSŞ’lerin de önemli katkısıyla 1985
yılında %9’a ve 1988 yılında DTSŞ’lerin yaklaşık %5’lik katkısıyla %10’a yükselmiştir. 1989-2000
yılları arasında GSMH artış hızının gerek toplam ihracat artış hızından daha fazla olması gerekse
DTSŞ’nin ihracatının toplam ihracat artış hızından daha düşük olması toplam ihracatın GSMH
içindeki payının artmamasına neden olmuştur. Bu 10 yıllık dönemde toplam ihracatın GSMH içindeki
payı ortalama olarak yaklaşık %9,6 olarak gerçekleşmiştir. 2001-2009 yılları arasında her iki
oranında GSMH içindeki payları hızla artarak 2008 yılında DTSŞ’lerin %5’lik katkısıyla toplam
ihracatın en yüksek seviyesi olan %18’e ulaşmıştır. Bu artışın temel nedeni, bu dönemde toplam
ihracatın ve DTSŞ’nin ihracat artış hızlarının GSMH’nın artış hızından genel olarak daha yüksek
olmasıdır. Özellikle 2008 yılında en yüksek paya ulaşılmasında DTSŞ’nin %63lük ihracat artış oranı
çok büyük katkı sağlamıştır. Bununla birlikte, bu şirketlerin yıllar itibariyle gerçekleştirdikleri ihracat
artışı oranının toplam ihracattaki artış oranından çok daha değişken olduğunu ve oranların üst ve
alt limitlerinin her zaman için toplam ihracat oranlarından daha yüksek olduğu anlaşılmaktadır. Bu
durum dış ticaret sermaye şirketlerinin ihracatının ekonomik durgunluk ve krizlere karşı çok daha
kırılgan olduğunu göstermektedir. Özellikle 1990, 1991, 1998 ve 2009 yıllarında DTSŞ’nin
ihracatındaki negatif büyümenin temel nedeninin dünyada yaşanan ekonomik krizler olduğu
söylenebilir.
258
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
90'lı yılların başında dünya ekonomisinde yaşanan durgunluk ve 1991 yılındaki “Körfez Krizi” ile
1997 yılı ortalarından itibaren, önce Uzakdoğu ülkelerinde mali piyasalarda başlayan küresel krizin
1998 yılı Ağustos ayında Rusya'ya sıçraması ülkemiz ihracatında beklenen artışın gerçekleşmesini
engellediği
gibi
DTSŞ’nin
ihracatlarının
daha
fazla
azalmasına
neden
olmuştur.
(http://www.dtm.gov.tr/dtmweb/index.cfm?action=detay&yayinID=169&icerikID=88&dil=TR)
(20.02.2010). Benzer şekilde 2008 yılında Amerikan finansal piyasalarında başlayan 2009 yılında
tüm dünyayı etkisi altına alan küresel ekonomik kriz DTSŞ’nin ihracatında 2009 yılında %38’lik
azalmaya neden olmuştur. Türkiye’nin toplam ihracattaki azalması ise %23 olarak gerçekleşmiştir.
1980 sonrası uygulanan ihracata dayalı sanayileşme stratejisinin bir sonucu olarak 1980-2009
döneminde DTSŞ’nin de katkısıyla ihracatın kompozisyonu da değişmiştir. İhracatımız içinde tarım
ürünleri payı hızla gerilerken sanayi mallarının payı önemli oranda artış göstermiştir. Nitekim 1980
yılında % 36 olan sanayi ürünlerinin toplam ihracat içindeki payı 1990 yılına gelindiğinde % 80’e,
2000
yılında
%91’e
ve
2008
yılında
ise
%87’e
ulaşmıştır
(http://www.dtm.gov.tr/dtmweb/index.cfm?action=detay&yayinID=169&icerikID=88&dil=TR)
(20.02.2010). 2008 yılı itibariyle DTSŞ’lerinin gerçekleştirmiş olduğu 36,6 milyar dolarlık ihracatın
yaklaşık %90’ı sanayi ürünlerinden oluşmaktadır.
4. DIŞ TİCARET SERMAYE ŞİRKETLERİ VE İHRACAT TEŞVİKLERİ
1980 sonrası ihracat hamlesinin başarısı uygulanan teşvik mekanizmasına ve teşviklerin
ihracatçılara doğrudan kanalize edilmiş olmasına bağlıdır. 1980 sonrasında yoğun bir şekilde
uygulanan ihracat performansına dayalı doğrudan ve nakdi teşvikler kaldırılarak, uluslararası
yükümlülüklerimize uygun olarak hazırlanan "İhracata Yönelik Devlet Yardımları" programları ve
tanıtım faaliyetleri uygulamaya konulmuştur.
Yürürlükteki Devlet Yardımları* sistemi incelendiğinde, dış ticaret sermaye şirketlerinin,
i-Araştırma ve Geliştirme Yardımı
ii-Yurtdışında Ofis-Mağaza Açma, İşletme ve Marka Tanıtım Yardımı,
*
Devlet Yardımları konusunda ayrıntılı bilgi için;
http://www.dtm.gov.tr/dtmweb/index.cfm?action=detay&yayinID=76&icerikID=58&dil=TR
adresine bakınız.
259
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
iii-Türk Ürünlerinin Yurtdışında Markalaşması ve Türk Malı İmajının Yerleştirilmesine Yönelik
Faaliyetlerin Desteklenmesi,
iv-Uluslararası Nitelikteki Yurtiçi İhtisas Fuarları Yardımı,
v-Yurtdışı Fuar Yardımı,
vi-Yurt Dışında Düzenlenen Fuar ve Sergilere Milli Düzeyde veya Bireysel Katılımın Desteklenmesi
gibi devlet yardımlarından yararlanabildiği görülmektedir.
Sağlanan devlet yardımlarından DTSŞ’nin son yıllarda yararlandıkları destek türleri itibariyle
aşağıdaki Tablo 1’de gösterilmiştir.
Tablo 1
DTSŞ’lerin Devlet Yardımlarından Yararlanma Miktarları
Destek Türü
Ofis/Mağaza
Desteği
Turquality
(Marka) Desteği
2004
2005
2006
2007
2008
2009
Tebliğ Bazlı
Toplam
Destek
Tutarı
53.555
82.392
221.594
174.006
103.037
39.642
674.226
457.531
0
97.815
1.028.892
4.107.295
5.323.877
11.015.410
4.261.730
1.452.366
1.581.132
1.829.122
3.010.464
1.156.172
13.290.986
E-Ticaret
Desteği
0
0
0
0
0
2.188
2.188
Çevre Desteği
0
0
0
0
6426
25655
32.081
4.772.816
1.534.758
1.900.541
3.032.020
7.227.222
6.547.534
25.014.891
76.868.233 75.461.327
80.342.492
120.285.740
121.423.204
179.156.914
653.537.910
2,37%
2,52%
5,95%
3,65%
3,83%
Ar-Ge Desteği
DTSŞ'nin Aldığı
Tutar
Toplam Destek
Tutarı
Toplam İçindeki
Pay
6,21%
2,03%
Son altı yıllık dönem itibarıyla dış ticaret sermaye şirketlerinin yararlanmış oldukları devlet
yardımları miktarı incelendiğinde, söz konusu şirketlerin devlet yardımlarından aldıkları toplam payın
(%3,83) oldukça düşük olduğu anlaşılmaktadır. Bununla birlikte;
- e-ticaret ve çevre desteğinden hemen hemen hiç yararlanılmadığı,
- ofis-mağaza yardımından yararlanma oranının ise çok düşük düzeyde (%2,7) kaldığı,
260
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
- ar-ge yardımından yararlanma oranının yıllar itibarıyla dalgalanmalar göstermekle birlikte
toplam yararlanılan yardımlar arasında en fazla paya (%53) sahip olduğu,
- marka yardımından yararlanma oranının özellikle son iki yılda ciddi ölçüde artarak
toplamda ikinci (%44) en fazla yararlanılan destek türü olduğu,
görülmektedir.
Genel olarak dış ticaret sermaye şirketi modeli gözönüne alındığında, bu tespitlerin dış ticarette
profesyonel pazarlama yapma amacıyla oluşturulan modele uygun olduğu düşünülebilir. Ancak,
halihazırda bu statüyü elinde bulunduran firmaların durumları incelendiğinde, 56 firmadan 32’sinin
imalatçı-ihracatçı, 18’sinin bir grup veya holdingin dış ticaret şirketi, geri kalan 6’sının ise Sektörel
Dış Ticaret Şirketi veya Çok Ortaklı Dış Ticaret Şirketi olarak kurulmuş, ancak daha sonra Dış ticaret
sermaye şirketi statüsü almış firmalar oldukları görülmektedir.
Bu durum çerçevesinde, Dış Ticaret Sermaye Şirketlerinin yarısından fazlasının ya imalatçı ya da
imalatla iştigal eden bir grup ya da holdingin bünyesinde kuruldukları anlaşılmaktadır. Dolayısıyla,
bu firmaların e-ticaret, çevre ve ofis-mağaza açma desteği gibi devlet yardımlarından istenen
düzeyde yararlanmadıkları, özellikle de e-ticaret, çevre desteği yardımlarından nerdeyse hiç pay
almadıkları söylenebilir. Bunda, e-ticaret ve çevre yardımının son yıllarda destek kapsamına
alınmasının da payı olduğu söylenebilir. En fazla yararlanılan destek türü ar-ge olmasına rağmen
şirketlerin çoğunluğunun imalatçı-ihracatçı olma nitelikleri dikkate alındığında, ya ar-ge yatırımlarına
pek yönelmedikleri ya da ar-ge yatırımlarını tamamen kendilerinin finanse ettikleri düşünülebilir.
Bunun yanında, kendi markalarıyla ihracat yapma noktasında, uygulanan devlet yardımlarından hiç
yararlanmama durumunda oldukları, ancak her ne kadar yetersiz olsa da son iki yılda ki artışa
bakarak markalaşmaya yönelik çalışmalar başlattıkları söylenebilir. Diğer taraftan, pazarlama
faaliyetlerinin yoğun bir şekilde ve doğrudan müşteri odaklı yapılması amacıyla desteklenen ofismağaza yardımından çok az faydalandıkları tablodan görülmektedir. DTSŞ’nin devlet yardımlarından
yeterince yararlanmamalarının bir nedenleri olarak, bürokratik işlemlerin çokluğu ve bu şirketlerin
daha çok büyük şirketlerden oluşması nedeniyle bu ihtiyaçlarını kendilerinin finanse edebildiği
söylenebilir.
Avrupa Birliği komisyonu tarafından yapılan son araştırmaya göre, Avrupa Birliği’nde faaliyet
gösteren KOBİ’lerin yaklaşık %25’nin ihracat yapabildiği ve devlet desteklerinden yararlanmanın ve
bu yardımlar hakkındaki farkındalığın düşük olduğu belirtilmektedir. KOBİ’lerin %37’sinin bu
yardımlardan yararlanabildiği ve bu yardımlarında işletmelerin dış ticaret işlemlerini gerek
261
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
hızlandırması gerekse artırması bakımından çok fazla etkili olmadığı da ifade edilmektedir. Gerek
ihracatçı olmayan mevcut KOBİ’lerin dış pazarlara açılmasında gerekse hali hazırda ihracat yapan
KOBİ’lerin dış ticaretlerini kısıtlayan en büyük engeller olarak, ihracata ilişkin bürokratik işlemlerin
zorluğu ve maliyeti, yeterli devlet desteğinin olmayışı, sermaye yetersizliği ve yüksek ihracat
maliyetleri görülmektedir
(http://www.euractiv.com/en/enterprise-jobs/eu-export-support-schemes-dead-weight-loss-
news-304932) (05.02.2010).
Türk işletmelerinin de benzer sorunlara sahip olduğu yapılan araştırmalarda sık sık dile
getirilmektedir. Bu nedenle, bir an önce gerek DTSŞ’lerin gerekse ihracat potansiyeline sahip
KOBİ’lerimizin ihracata katkılarını artırabilmek için bu tür sorunlarına acil çözüm bulunması gerekir.
İşletmelerimizi daha fazla uluslararasılaşmaya teşvik etmede büyük etkisi olacak özellikle bürokratik
işlemlerin azaltılması, devlet yardımlarının kapsamının genişletilmesi ve işletmeler arasındaki
farkındalığının artırılması yönünde çalışmalar yapılmalıdır.
Türk DTSŞ’nin statülerinden dolayı devlet tarafından sağlanan diğer avantajlar ise şunladır:
•
KDV iadelerinde teminat kolaylığı
•
Dâhilde İşleme Rejiminde teminat kolaylığı
•
Eximbank TL. ve döviz kredilerinde indirimli faiz uygulaması, kredi temininde indirimli
teminat kolaylığı
•
İhracatta bazı devlet yardımlarından yararlanma
•
Onaylanmış Kişi Statüsü edinmek yoluyla, gümrük işlemlerinde sürat ve kolaylık
5. EKONOMİK KRİZLERİN İŞLETMELER ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ VE ALINAN
ÖNLEMLER
Küresel ekonomik krizler; alıcı ve satıcı sarmalı içinde adeta bir domino etkisi ile yavaş yavaş
şirketlerin alım, satım, üretim, tahsilat, ödeme, istihdam güçlerini, imkanlarını, piyasa konumlarını,
karlılıklarını, mali/nakit durumlarını, rekabet güçlerini olumsuz olarak etkilemektedir. Hiç şüphesiz,
ekonomik krizlerin şirketler üzerindeki en ciddi olumsuz sonuçları finansal yapı ve muhasebe
uygulamaları ile ilgili olarak ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle, krizle birlikte ortaya çıkan döviz kuru
artışları, para ve sermaye piyasasındaki gelişmeler, değişken faizli borçlanmadan kaynaklanan
262
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
finansman giderleri, düşük kapasite kullanımından doğan boş kapasite maliyetleri işletmenin
finansal yapısını ve muhasebe uygulamalarını da doğrudan etkilemektedir (Tenekecioğlu 2009).
2008 yılında ABD finansal piyasalarında ortaya çıkan ve hızla tüm dünyaya yayılan küresel
ekonomik krizin boyutu ve şiddeti henüz tam olarak bilinmemesine rağmen tüm işletmeleri
derinden sarsmıştır. Finansal piyasalarda ortaya çıkmasına rağmen asıl etkisi reel sektör üzerinde
olmuştur. Zayıf talep ve sıkı kredi politikaları tüm şirketlerin karşı karşıya kaldığı temel sıkıntılardır
(Vandenberg 2009:4).
Ekonomik kriz sürecinde, işletmelerin uzun vadeli borç bulmadaki sıkıntıdan dolayı borçların
özkaynaklara oranı ve uzun vadeli yabancı kaynakların toplam yabancı kaynaklara oranı
azaldığından finansman yapıları bozulmakta, talebin azalmasından dolayı kapasite kullanım oranları
düşmektedir (Berry vd. 2001:3-4).
19 Latin Amerika ülkesinde KOBİ niteliğindeki işletmelere sağlanan banka kredileri 2008 yılında
%58 azaltılmıştır. Kriz sürecinde maliyetleri arttığı ve siparişleri azaldığından artan çalışma
sermayesi ihtiyaçlarını karşılamak için kredi bulmakta zorlanan şirketler kapanmaya başlamıştır. Bu
yüzden İngiltere’de 2009’un başlarında günde ortalama 85 şirket kapanmıştır (Vandenberg
2009:11-12). 1998’de Asya’da başlayan ekonomik krizde ise, Kore’de 1998’in ilk iki ayında kapanan
şirket sayısı yaklaşık 6.700 olmuştur (Gregory vd. 2002:3).
Hemen hemen tüm dünyada ülkeler tarafından işletmeler için vergilendirme, borçların yeniden
yapılandırılması, devlet garantisindeki kredi programlarının uygulanması veya mevcut olanların
kapsamının genişletilmesi, istihdamın korunması yönelik sübvansiyonlar ve devlet alımları gibi teşvik
paketleri uygulamaya konulmuştur. (Paul Vandenberg 2009:4-5). Alınan önlemlerin (nakdi ve gayri
nakdi ödemelerin, vergi indirimlerinin, ayrılan fonlar vd.) mali büyüklüğünün 15 trilyon dolar
düzeyinde olduğu tahmin edilmektedir. Bu önlemlerin 10 trilyon dolarlık kısmı mali sektöre 5 trilyon
dolarlık kısmı ise reel sektöre yapılan yardımlardan oluşmaktadır (Arslan vd. 2009:2). Şirketlerin bu
uygulamalardan haberdar olması ve bürokratik engeller ve süreci uzatan gereksiz işlemler
olmaksızın bunlardan faydalanabilmeleri önemlidir.
İhracat yapan endüstrilerde faaliyet gösteren işletmeler, iharacat yaptıkları pazarlarında ekonomik
krizden etkilenmesinden dolayı büyük sıkıntı yaşamaktadırlar. İhracatçı şirketlerin azalan sipariş
miktarları nedeniyle satış ve kazançlarında meydana gelen keskin düşüşler bu şirketleri zor
durumda bırakmaktadır. (Vandenberg 2009:6).
263
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Bu krizden en az etkilenen şirketler ise bir birleriyle işbirliği yapan KOBİ niteliğindeki şirketler
olmuştur (Vandenberg 2009:4-5). Aynı zamanda kriz zamanlarında tekstil imalatı gibi sektörlerde
faaliyet gösteren KOBİ’lerin makine imalatı gibi ağır sanayi sektörlerinde faaliyet gösteren
KOBİ’lerden daha fazla etkilendiği belirtilmektedir (Gregory vd. 2002:8)
Küresel krize karşı şirket yönetim politikalarının dünya uygulamalarına baktığımızda ise; kriz
dönemlerinde işletmeler daha çok, çalışanları geçici olarak işten çıkarmayı, çalışanların verimliliğini
artırmaya yönelik eğitim vermeyi, çalışanların çalışma sürelerinin azaltılmasını, geçici olarak
işyerlerini kapatmayı (Vandenberg 2009:5), (Berry vd. 2001:3-4) tercih etmektedirler. Ayrıca
şirketlerin işletme sermayelerini artırmayı, genel yönetim giderlerini azaltmayı, üretim maliyetlerini
düşürmeyi de tercih ettikleri görülmektedir. Bununla birlikte, iş süreçlerini iyileştirmek ve verimliliği
sağlamak, alım-satım sözleşmelerini gözden geçirmek, yatırımları durdurmak, çevre ve sosyal
sorumluluklarla ilgili maliyetlerini azaltmak, Ar-Ge çalışmalarını nispeten yavaşlatmak, borçları
yeniden yapılandırmak, faaliyetleri geçici olarak durdurmak, kapasite ve stok ayarlamaları yapmak,
rasyonel hareket etmek, yeniden yapılandırma sürecini başlatmak, hükümetlerin sağladıkları her
türden destek ve teşviklerden en iyi biçimde yararlanmak gibi politikalar da izlenmektedir. Diğer
taraftan bazı şirketlerin de krizden karlı çıkmak gibi iyimser bir beklenti içinde oldukları
gözlemlenmektedir (Tenekecioğlu 2009).
Etkinin büyüklüğü ve yönü şirketlerin krizle mücadeledeki uyum yeteneğine bağlıdır. Kriz
dönemlerinde en az zararla çıkabilen işletmeler, en güçlü işletmeler değil uyum yeteneği en fazla
olan işletmelerdir. Bu çerçevede, krizle mücadelede uyum yeteneğinin geliştirilmesinin ve krizin
finansal açıdan olumsuz etkilerini asgari düzeyde tutabilmenin en iyi yolu kriz eğilimli stratejik
finansal planların ve muhasebe politikalarının oluşturulmasıdır (Tenekecioğlu 2009). Buna yönelik
olarak, ekonomik kriz sürecinde işletmelerin, konusunda uzman danışmanlık şirketlerinden
profesyonel yardım almaları krizin etkilerini en az zararla atlatmaları için hayati öneme sahiptir
(Apec 2009).
6. ARAŞTIRMANIN AMACI, KAPSAMI VE SINIRLILIKLARI
6.1. Araştırmanın Amacı
Son küresel ekonomik krizin, Türkiye’nin ihracatında oldukça önemli bir yere sahip Türk Dış Ticaret
Sermaye Şirketleri (DTSŞ) üzerindeki etkileri ve şirketlerin özellikle finansal ve muhasebe
uygulamaları açısından krize karşı aldıkları önlemler ve izledikleri stratejilerin belirlenmesi
264
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
amaçlanmıştır. Bu sayede, yapılacak çalışmayla, son küresel ekonomik krize karşı alınan önlemlerin
yeterli olup olmadığı belirlenmeye çalışılmıştır.
6.2. Araştırmanın Ana Kütlesi, Kapsamı ve Sınırlılıkları
Araştırmanın ana kütlesi, Dış Ticaret Müşteşarlığı’nca belirlenen Türk Dış Ticaret Sermaye
Şirketleri’nden oluşmaktadır. 2010 yılında faaliyette bulunan 56 Dış Ticaret Sermaye Şirketi
araştırmanın ana kütlesini oluşturmuştur.
7. ARAŞTIRMANIN METODOLOJİSİ
7.1. Örneklem Seçimi, Veri Toplama Tekniği ve Anket Formunun Hazırlanması
Araştırmada kullanılan veriler, Dış Ticaret Sermaye Şirketi’ne uygulanan anket sonucu elde edilen
bilgilerden oluşmaktadır. Anket söz konusu işletmelerin üst düzey bölüm yöneticilerine
uygulanmıştır.
Hazırlanan anket formu, araştırma kapsamındaki 56 DTSŞ’ye öncelikle elektronik posta yoluyla
ulaştırılmış ve ayrıca geri dönüş yapan 20’si ile telefonla bilgi alınmıştır. DTSŞ’ler sayıca az
olmasında dolayı küçük kitle kategorisinde değerlendirilmektedir. Bu kitlelerde posta yoluyla yapılan
anket çalışmalarında beklenilen geri dönme oranı %20-30 arasında olması yüksek kabul
edilmektedir (Peterson 1982:210). Yapılan çalışmada, örneklem oranı %36 olarak gerçekleşmiştir.
Hazırlanan anket sorularının bir kısmı çoktan seçmeli, açık uçlu sorulardan, bir kısmı ise 5’li likert
ölçeğinde hazırlanan sorulardan oluşmaktadır.
Araştırmanın amaçları ve kapsamı doğrultusunda anket sorularının ve ölçeklerinin belirlenmesinde
ilgili literatürde ve çeşitli kuruluşlarca krizlerin işletmeler üzerindeki etkilerini tespit etmeye yönelik
yapılmış daha önceki çalışmalar (Alıç vd. 2009:51-52), (TİM 2009:1-33), (Özdemir 2007: 7-17),
(Tenekecioğlu 2009), (Dodi 2009), (http://www.w3.org/1999/xhtml) dikkate alınarak anket formu
oluşturulmuştur.
7.2. Analiz Yöntemi
Ekonomik krizlerin Türk Dış Ticaret Sermaye Şirketleri üzerindeki etkileri ve şirketlerin özellikle
finansal ve muhasebe uygulamaları açısından krize karşı aldıkları önlemler ve izledikleri stratejilerin
belirlenmesine yönelik olarak ülkemizde daha önce hiçbir araştırma yapılmamıştır. Özellikle bu
şirketlerin krizden korunmak için finansal ve muhasebe uygulamaları hakkında hiçbir bilgi mevcut
değildir. Bu nedenle, son ekonomik krizin bu işletmeler üzerindeki etkilerini ve alınan önlemleri
265
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
belirlemeye yönelik durum tespitinde bulunmak amacıyla yapılan anket çalışması sonucunda elde
edilen verilerin tanımlayıcı istatistik yöntemleri kullanılmıştır. Anket verilerinin değerlendirilmesinde
istatistiksel paket program olan SPSS-13 (Statistical Package for Social Sciences) kullanılmıştır.
8. ARAŞTIRMA BULGULARININ DEĞERLENDİRİLMESİ
8.1. İşletme Profili
Katılımcıların sektörlerdeki faaliyet sürelerine bakıldığında 3 ile 56 yıl arasında oldukları
görülmektedir. Katılımcıların faaliyet süresi ortalaması ise 23.6 yıl olarak görülmektedir.
Grafik 5: Firmaların Faaliyet Süreleri
Ankete katılan 20 firmanın 9’u ortaklarla yöneticilerin farklı olduğunu, 9’u da profesyonel yönetime
sahip olduklarını belirtmiştir. 2 firma ise yanıt vermemiştir.
Tablo 2
İşletmelerin Ticaret Yapısı
Firma Sayısı
%
Yalnızca ihracat
5
25
İhracat ve İthalat
3
15
İhracat ve yurtiçi
1
5
İhracat, ithalat ve yurtiçi
11
55
266
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Grafik 6: DTSŞ’lerin Faaliyet Alanları
Firmaların iç ve dış ticaret dağılımına bakıldığında ağırlık olarak ihracat ve ithalatın yanı sıra yurt
içine de yönelik faaliyet gösterdikleri görülmektedir. Bu yapı firmaların olası kriz dönemlerinde
etkilenmelerini de azaltabilmektedir. Ancak “Krizin DTSŞ’ler üzerindeki etkisi diğer büyük ölçekli
şirketlere göre daha fazla olmuştur” ifadesine verilen cevaplar değerlendirildiğinde yalnızca dış
ticaretle ilgilenen 8 firmanın 4’ü, dış ticaretle birlikte yurtiçi satış yapan 12 firmanın 9’u, dış ticaret
şirketlerinin diğer firmalara kıyasla krizden daha fazla etkilendiklerini belirtmiştir. Anketi yanıtlayan
firmaların %65’i dış ticaret şirketleri üzerindeki kriz etkisinin daha fazla olduğu kanaatindedir.
8.2 İşletmelerin Üretim Teknolojisi ve Girdi Tedarik Yapısı
Katılımcıların üretim teknolojileri büyük ölçüde modern olarak değerlendirilmektedir. Soruya yanıt
veren 13 firmanın 10’u üretim teknolojisini modern, 3’ü yeni sayılabileceğini ifade etmiştir. Bu
itibarla DTSŞ’lerin üretim teknolojilerin çağın gereklerini taşıyacak ölçüde modern olduğu sonucuna
ulaşılmaktadır.
Kriz dönemlerinde pazarda oluşan değişimlere ayak uydurabilmenin de bir göstergesi olan esnek
üretim sürecinin varlığı katılımcılara sorulduğunda 12 firmanın yanıtladığı ve bunlardan 9’u esnek
üretim sürecinin uygulandığını belirtmiştir. Buna karşın cevap veren 14 firmadan 12’sinde toplam
kalite yönetimine sahip oldukları ortaya çıkmaktadır. Benzer şekilde faaliyet tabanlı maliyet
sisteminin, cevaplayan 11 firmadan 9’u; sürekli iyileştirme sisteminin uygulanmasının ise 12
firmadan 8’inde uygulandığı görülmektedir.
267
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
DTSŞ’lerin temel hammadde ve ara malı ithal dağılımına bakıldığında 20 katılımcının 15’nin yanıt
verdiği görülmektedir. Buna göre 5 firma yalnızca yurtiçinden bu girdileri temin ederken, 10 firma
hem yurt içi hem de yurtdışından temin etmektedir. Yurtiçinde girdi kullananların toplam girdi
dağılımı %17 ile %100 arasında değişmektedir. Buna karşılık yurtdışından girdi kullananların ağırlığı
%10 ile %83 arasında değişmektedir. Yalnızca bu oranlara bakıldığında yerli girdilerin ortalama
%57 olduğu ve daha fazla kullanıldığı sonucuna ulaşılmaktadır.
Tablo 3
İşletmelerin Üretim Girdisi Tedarik Yapısı
Katılıyorum
Katılmıyorum
Toplam
Yurtiçi
fiyatların
pahalı olması
7
5
12
Yurtiçi
kalitenin
yetersizliği
4
8
12
Yurtiçi
üretimin
olmaması
5
7
12
Yurtiçi
üretimin
yetersizliği
6
6
12
Yabancı
ortaklığın
varlığı
1
8
12
Yurtdışı
cazip kredi
imkânı
1
11
12
Katılımcıların yurtdışından temel hammadde veya ara malını yurt dışından temin etme nedenlerine
bakıldığında yurtdışı cazip kredi imkânlarının, yabancı ortak varlığının ve yurtiçi kalitenin
yetersizliğinin çok fazla etkili olmadığı görülmektedir. Diğer taraftan katılımcılar, yurtiçi fiyatlarının
pahalı olmasını önemsedikleri görülmektedir.
8.3. Krizin İşletmeler Üzerindeki Etkileri
Katılımcıların son ekonomik kriz döneminde hangi unsurlardan ne ölçüde etkilendiklerini ortaya
çıkarmak amacıyla 25 farklı soru yöneltilmiştir. Belirgin bir yargıya ulaşabilmek amacıyla yanıtlar
3’lü yapıda (arttı, azaldı, aynı kaldı) yöneltilmiştir. Buna göre en dikkat çekici olanlar örneklemin
DTSŞ olması nedeniyle doğal olarak ihracat düzeyi olmaktadır. Bu unsuru, ithal girdi kullanım oranı,
hammadde ithalat birim fiyatı, ihracat karlılık düzeyi, genel karlılık düzeyi, alacakların vadesi,
alacakların tahsil oranı, şüpheli ticari alacaklar, finansman ihtiyacı, kısa ve uzun vadeli borçlar
izlemektedir.
268
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Tablo 4
Krizin İşletmelerin İşletmelerin Aktif-Pasif ve Karlılık Yapısına Etkileri
Üretim düzeyi
Stoklar
İhracat düzeyi
Birim ihracat fiyatı
İthal girdi kullanım oranı
Hammadde ithalat birim fiyatı
İhracat karlılık düzeyi
Genel karlılık düzeyi
Alacakların vadesi
Alacakların tahsil oranı
Şüpheli ticari alacaklar
Finansman gereksinimi
Kısa vadeli yabancı kaynaklar
Uzun vadeli yabancı kaynaklar
Özkaynaklar
Arttı
1
6
5
2
1
7
1
1
7
1
11
8
8
7
4
Azaldı
10
4
13
7
2
2
10
13
1
7
1
3
6
3
6
Aynı kaldı
3
1
5
8
2
5
4
6
6
4
8
5
7
7
Toplam
11
13
19
14
11
11
16
18
14
14
16
19
19
17
17
Son dönemde gelişmiş ülkelerde görülen talep daralmasının en önemli sonuçların başında ihracat
düzeyinin ve ihracat karlılık düzeyinin gerilemesi olmaktadır. Nitekim DTSŞ’lerde bu değişim belirgin
şekilde ortaya çıkmaktadır. Kriz döneminde döviz kurlarında görülen hareketlilik ve TL’nin değer
kazanması DTSŞ’lerin ithal girdi kullanım oranı üzerinde çok fazla etkili olmadığı sonucuna
ulaşılmaktadır. Krizin yapısından bağımsız olarak karşılaşılan sorunlardan biri de genel karlılık
düzeyinin düşmesi, alacakların vadesinin artması, alacakların tahsil oranın azalması ve şüpheli ticari
alacakların artması olmaktadır. Bu dörtlü sorun bileşeni, finansman gereksinimini de beraberinde
getirebilmektedir. Ancak DTSŞ’lerde finansman gereksiniminin belirgin bir yöne sahip olmadığı
görülmektedir. Finansman gereksinimi, firmaları yurtiçi satışlarının bulunmasına göre veya ihracat
düzeylerinde değişime göre de değerlendirildiğinde belirgin bir ağırlık görülmemektedir. Dolayısıyla
DTSŞ’lerin finans gereksinimleri açısından belirgin bir şekilde etkilenmedikleri görülmektedir.
269
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Tablo 5
Krizin İşletmelerin Üretim Maliyetleri ve Giderlerine Etkileri
Hammadde maliyetleri
İşçilik maliyetleri
Genel üretim gideri
Pazarlama satış ve dağıtım giderleri
Genel yönetim giderleri
Finansman giderleri
Enerji giderleri
Ar-Ge giderleri
Arttı
3
4
5
7
8
6
9
1
Azaldı
5
3
3
4
4
3
3
1
Aynı kaldı
3
6
5
5
6
6
2
8
Toplam
11
13
13
16
18
15
14
10
Kriz döneminde DTSŞ’lerin giderlerindeki değişime bakıldığında ise belirgin şekilde enerji
giderlerinde önemli bir artış görülmektedir.
DTSŞ’ler kriz döneminde yurtdışında yaşanan gelişmelere olan yaklaşımlarına bakıldığında, müşteri
veya pazar kaybı yaşan firmaların yeni pazarlara yöneldikleri görülmektedir. Anketi yanıtlayan 20
firmanın 13’ü kriz döneminde hem müşteri veya pazar kaybı yaşadıklarını hem de yeni pazarlara
girdiklerini belirtmiştir. Buna karşın 19 firmanın yalnızca 5’i tamamen pazar kaybettiklerini
belirtmiştir. Ortaya çıkan bu tablo, DTSŞ’lerin kriz döneminde pazarlarını tamamen kaybetmek
yerine belirli düzeyde müşteri veya pazar payının azaldığını göstermektedir. Pazar kaybının
görüldüğü ülkelere bakıldığında ise Avrupa ülkelerinin önemli bir paya sahip olduğu görülmektedir.
Dış pazarlarda görülen bu daralma ile birlikte, DTSŞ’ler bu açığı kapatmak üzere yeni pazarlara
yönelmişlerdir. Bu gelişme uzun dönemde firmalarımızın yeni pazarlarda da tutunmalarını, krizin
etkilerinin ortadan kalkmasıyla mevcut pazarlardaki payların yeniden artabileceğini ve gelecekte
çeşitlendirilmiş pazarlarda daha yüksek ihracatın yapılabileceğini işaret etmektedir.
Kriz döneminde DTSŞ’lerin dış finansman gereksinimleri incelendiğinde ise cevap veren 18 firmanın
10’u dış finansman ihtiyacının olduğunu belirtirken 8’i dış finansman gereksinimin bulunmadığını
belirtmişlerdir. Dış finansman gereksinimi duyan 10 firmanın 8’inin yeni pazarlara yöneldikleri
görülmektedir. Bu doğrultuda DTSŞ’lerin yeni pazarlara yönelmelerini ve bu pazarlarda başarılı
olmalarına yönelik finansman imkanlarının sağlanması, kolaylaştırılması gibi çözüm geliştirilmesi
faydalı olabilecektir.
Firmaların bu dönemde ortaya çıkan finansman gereksinimlerinin büyük ölçüde karşılandığı
sonucuna ulaşılmaktadır. 17 firmadan 10’u tamamen, 2’si de büyük ölçüde ve 4’ü de kısmen
270
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
karşılanabildiğini belirtmiştir. Ortaya çıkan bu sonuç, finansman gereksinimlerinin karşılanmasında
özellikle bankacılık sektörünün daha önce görülen krizlerden farklı olarak reel sektöre kredi kanalını
kesmediğini yansıtmaktadır.
DTSŞ’lerin kriz dönemde finansman gereksinimlerinin kaynağına bakıldığında işletme sermayesi
ihtiyacının hızla artması öne çıkmaktadır. Cevap veren 12 firmanın 5’i işletme sermayesi ihtiyacının
artmasını neden olarak gösterirken yalnızca 2’si bu ifadeye katılmadıklarını belirtmişlerdir. Cevap
veren 11 DTSŞ’nin 5’i kredi maliyetlerinin yüksek olduğunu belirtirken 4’ü kredi maliyetlerinin
yüksek olmadığını belirtmişlerdir. Finansman gereksinimlerinin bileşenlerinde öne çıkan bir diğer
unsur ise krediye erişim düzeyidir. Cevap veren 10 DTSŞ’nin 7’si kredinin bulunamaması görüşüne
katılmamaktadır. Yalnızca 1 firma kredinin bulunamadığını belirtmiştir. Öne çıkan bu sonuçlara göre
kriz döneminde DTSŞ’lerin çoğunlukla, işletme sermayesi gereksinimleri arttığı için finansman
aradıkları, kısmen de olsa kredi maliyetlerinin yüksek olduğu ancak krediye erişimin de mümkün
olduğu sonucuna ulaşılmaktadır.
DTSŞ’lerin finansman kaynaklarına bakıldığında özel bankaların kullanımı dikkate çekmektedir. Kriz
öncesi dönemde ve kriz döneminde en yaygın kullanılan finansman kaynağı özel bankalar olmuştur.
Finansman kaynaklarının kriz dönemindeki tercih değişimine bakıldığında Türk Eximbank’tan
yaralanma düzeyinin belirgin bir şekilde değiştiği dikkat çekmektedir. Özellikle kriz dönemlerinde
ihracatçıların daha fazla kullanması beklenen Eximbank’tan yararlanma düzeyi kriz döneminde
azalmıştır.
Tablo 6
İşletmelerin Yararlandıkları Finansman Kaynakları
Kısmen
Çok az / hiç
Çoğunlukla
Kısmen
Çok az / hiç
Kriz Dönemi
Çoğunlukla
Kriz Öncesi Dönem
Özel Bankalar
13
1
2
11
4
1
Eximbank
6
5
3
4
3
8
Kamu Bankaları
4
2
3
5
2
4
Leasing
2
-
5
1
-
6
271
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
DTSŞ’lerin türev araçlardan büyük ölçüde yararlanmadıkları görülmektedir. Cevap veren 14
firmadan 11’i vadeli işlem sözleşmelerinden, 12 firmadan 10’u opsiyon sözleşmelerinden, 12
firmadan 8’i swap işlemlerinden hiçbir şekilde yararlanmadıklarını belirtmiştir. Ortaya bu tablo,
DTSŞ’lerin finansal risk yönetim araçlarından yeterince yararlanmadıklarını yansıtmaktadır. Ancak
bu firmaların döviz kuru riskini daha çok bilanço içi unsurlarla yönettikleri sonucuna ulaştırmaktadır.
Faaliyetlerini ağırlıkla ihracatla sürdüren DTSŞ’lerin kriz döneminde diğer büyük ölçekli şirketlere
göre daha fazla etkilendikleri görülmektedir. Buna göre 20 DTSŞ’den
yalnızca 5’i diğer büyük
ölçekli şirketlere göre daha fazla etkilenmediklerini belirtmiştir.
Kriz sürecinin önceden tahmin edilebilirliği ile ilgili olarak DTSŞ’lerin acil eylem planlarının varlığı
değerlendirildiğinde bu firmaların hazırlıklı oldukları, olası gelişmelere göre planlanan uygulamaların
hayata geçirildiği görülmektedir. 20 DTSŞ’nin 11’inin acil eylem planının olduğu, 2’sinin herhangi bir
eylem planının olmadığı ve 7’sinin ise belirgin bir planının olmadığı görülmektedir. Diğer taraftan
kriz çıktıktan sonra acil eylem planının hazırlanması ve hayata geçirilmesi sorulduğunda 20
firmadan 14’ü eylem planlarının hazırlayarak hayata geçirdikleri görülmektedir. Buna karşın yalnızca
5 DTSŞ’nin kriz döneminde herhangi bir eylem planı olmadığı ve 1 firmanın da kararsız kaldığı
sonucuna ulaşılmaktadır.
DTSŞ’lerin faaliyet gösterdiği alandaki yasala düzenlemelerden yeterince bilgi sahibi oldukları
görülmektedir. 20 katılımcının 18’i bu doğrultuda görüş bildirirken 2 firmanın kararsız oldukları
görülmektedir. Katılımcıların aynı dağılım oranında DTSŞ’lerle ilgili gerek ulusal gerekse uluslar arası
basında yer alan gelişmeleri yakından izledikleri görülmektedir.
Yöneltilen sorular arasında öne çıkan sonuçlardan birisi de muhasebe bilgi sisteminin kriz
yönetiminde gerekli finansal bilgileri sağlamada başarıl olduğu aynı zamanda muhasebe ve
finansman bölümlerinin kriz döneminde çözüm üretme noktasında başarılı olduklarıdır. Buna göre
20 katılımcının 18’i bu doğrultuda görüş bildirirken 2 firmanın kararsız oldukları görülmektedir.
Kriz döneminin fırsata çevrilmesi noktasında DTSŞ’lerin belirgin bir yöne sahip olmadıkları
görülmektedir. Buna göre 20 firmanın 8’i krizi fırsata çeviremediklerini, 7’sinin bu konuda başarılı
oldukları ve 5 firmanın ise kararsız oldukları sonucuna ulaşılmaktadır.
Kriz döneminde ortaya çıkan finansman gereksinimin sermaye yapısı üzerindeki etkileri
değerlendirildiğinde,
DTSŞ’lerin
ortaklık
yapısında
güçlendirilmesini yönelmedikleri görülmektedir.
değişiklik
yaparak
sermaye
yapısının
Cevap veren 17 firmadan hiçbiri bu dönemde
272
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
ortaklık yapısında değişiklik olduğunu belirtmemiştir. Benzer şekilde kaynak sağlamak amacıyla
hisse satışının olmadığı görülmektedir. Dolayısıyla kriz döneminde DTSŞ’lerin ortaklık yapısında
değişiklik olmadığı ve finansman açısından değişikliğin düşünülmediği görülmektedir. Ayrıca
aralarında İMKB’de faaliyet gösteren şirketlerin büyüklüğüne sahip firmaların da yer aldığı
DTSŞ’lerin kaynak sağlanmasına yönelik olarak halka arzı düşünmedikleri görülmektedir.
Kriz dönemlerinin işletmeler üzerindeki en önemli etkilerinden birisi daha esnek üretim ile müşteri
odaklı üretim yapılmasıdır. DTSŞ’lerin de bu dönemde müşteri odaklı üretim yaptıkları
görülmektedir. 14 firmadan 9’u müşteri odaklı üretim yapılmaya başlandığını ifade ederken yalnızca
2 firmanın bu üretim modelini hayata geçirmediklerini belirtmişlerdir.
Kriz dönemlerinde işletmeler daha agresif yapı içerisinde riskli pazarlara veya riskli müşterilere de
yönelebilmektedirler ancak bu durumun DTSŞ’lerde olmadığı dikkate değerdir. 16 firmadan 13’ü
riskli pazarlardan ve riskli müşterilerden uzak durduklarını, 2 firma riskli pazarlara ve müşteri
gruplarına yöneldiklerini belirtmiştir.
Kriz dönemlerinde işletmelerin maliyetlerini kısma eğilimine yönelmeleri ürün kalitelerinin
azalmasına neden olabilmektedir. DTSŞ’lerin kriz döneminde üretim kalitesini düşürmediği, cevap
veren 14 katılımcıdan 13’ü bu yönde cevap verirken yalnızca 1 firma kararsız görüş ifade etmiştir.
Kriz döneminde üretim kalitesinde ortaya çıkan bu belirgin yapının kriz sürecinde rekabet gücünün
azalmasına neden olmadığı görülmektedir. 16 firmanın 8’i kriz döneminde rekabet gücünün
azalmadığını, 3’ü azaldığını ve 5’i de kararsız olduklarını belirtmişlerdir.
Kriz döneminde alanında deneyimli uzman yöneticilerin bulunması kriz sürecinin yönetilmesine katkı
sağladığı görülmektedir. Cevap veren firmalarının tamamının bu yönde görüş bildirmiştir. Diğer
taraftan kriz sürecinde yardımcı bir danışmanlık şirketinden yardım alınmasında karışık bir yapı
ortaya çıkmaktadır. Cevap veren 15 firmanın 5’i bu girişimin yardımcı olduğunu, 6’sı faydalı
olmadığını ve 4’ü de kararsız olduğunu belirtmiştir.
8.4. İşletmelerin İhracatta Karşılaştıkları Sorunlar
DTSŞ’lerin ihracat sektörünün sorunları açısından değerlendirmeleri istendiğinde hem kriz öncesi
dönem hem de kriz döneminde finansman maliyetleri, vergi maliyetleri ile hammadde ve aramalı
maliyetleri öne çıkan ve çözülmesi gereken sorunların başında yer almaktadır.
Şirketlerin ihracat yaptıkları sektörlerin sorunlarına bakıldığında, döviz kurları, finansman maliyetleri,
istihdam maliyetleri ve enerji maliyetleri ilk sıralarda yer almaktadır. Kriz döneminde karşılaşılan
273
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
başlıca sorunların kriz öncesine göre anlamlı bir değişiklik olmadığı görülmektedir. Ancak kriz öncesi
dönemde 16 firmadan 3’ü teşviklerin yetersizliğini önemli kabul ederken kriz döneminde 16
firmadan 8’i teşviklerin yetersizliğinin önemli bir sorun olduğunu belirtmiştir. Öte yandan ihracat
yapılan sektörün vergi maliyetleri ile ilgili sorunlarına bakıldığında, kriz öncesi dönem ve kriz dönemi
arasında anlamlı bir farklılık bulunmaktadır. Kriz öncesi dönemde 15 firmadan 9’u vergi maliyetlerini
önemli bir sorun olarak kabul ederken, kriz döneminde 15 firmadan 13’nün vergi maliyetlerini
önemli bir sorun olarak gördükleri sonucuna ulaşılmaktadır.
DTSŞ’ler büyük çoğunlukla 2010 yılı ilk ayları itibariyle küresel kriz etkilerinin tamamen ortadan
kalkmadığını ancak kısmen azalmanın olduğunu belirtmişlerdir. 18 firmanın 9’u kısmen azalmanın
olduğunu, 4’ü krizin normal seyrinin sürdüğü, 3’ü etkilerin az da olsa artarak devam ettiğini ve 2’si
hiçbir şekilde azalmanın olmadığını belirtmiştir. DTSŞ’lere yöneltilen açık uçlu soruya ise krizin
etkilerinin tamamen ortadan kalkmasını 2010 yılı sonunda ve 2011 yılı ortalarında cevap verdikleri
görülmektedir.
9. SONUÇ VE ÖNERİLER
Özellikle gelişmekte olan ülkelerin büyümesinin motoru ihracat olarak değerlendirilmektedir.
Türkiye gibi son dönemde önemli dönüşüm sürecinde içinde bulunan ülkeler için ihracat daha da
önemli hale gelmektedir. Son yıllarda Türkiye ekonomisinin dış ticaret yapısı kapsamlı bir dönüşüm
geçirmiştir. 2003 yılında ihracat yapan firma 35587 iken bu sayının 2009 yılında 48550 olarak
gerçekleşmiştir. Sadece ihracat yapan firma sayısının artmasının yanında ihracatı yapılan ürünlerin
bileşiminde önemli değişimler olduğu görülmektedir. Katma değeri yüksek ürünlere, giderek
teknoloji ağırlıklı ürünlerin ihracatının arttığı, nitelikli ihracat yapıldığı görülmektedir. Bu süreçte
Türkiye ihracatının yaklaşık dörtte birini yalnızca 50 civarındaki DTSŞ’ler gerçekleştirmiştir. Bu
gerçekten hareketle Türkiye’nin ihracatında önemli bir paya sahip DTSŞ’lerin kriz dönemindeki
yapıları ve etkilenme düzeyleri önem arz etmektedir.
Yapılan çalışma sonucunda, DTSŞ’lerin faaliyet gösterdiği alanda az sayılmayacak tecrübeye sahip
oldukları görülmektedir. Bu itibarla DTSŞ’lerin edindiği tecrübeler krizden etkilenme düzeylerinde,
yönetim başarılarında diğer firmalara göre avantaj sağlamaktadır.
Ancak son dönemde ortaya
çıkan küresel krizin talep daralmasından kaynaklandığı dikkate alındığından ihracat ağırlıklı
firmaların diğerlerine göre daha fazla etkilendikleri göz ardı edilemeyecek bir gerçektir. Özellikle
2009 yılında ihracatta görülen yaklaşık 31” milyar dolarlık azalmanın %70’nin yani 21 milyar
dolarının Avrupa bölgesindeki ülkelerden kaynaklandığı dikkate alındığında ihracatında bu bölgelerin
274
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
ağırlığı olan firmaların etkilenme düzeyleri daha yüksek olmuştur. Nitekim ankete katılan DTSŞ’lerin
%65’i diğer firmalara göre daha fazla etkilendiklerini belirtmiştir.
Kullanılan girdilerin dağılımında yerli girdilerin ithal girdilerden daha yüksek olduğu görülmektedir.
Ortaya çıkan bu veriler genel bir yaklaşım sergilemekle birlikte, ithal girdilerin kullanılmasında
yurtiçi girdilerin fiyatının yüksek olması ön plana çıkmaktadır. Mevcut durumda yerli girdi fiyatlarının
yüksekliği uluslar arası rekabet gücünün azalmasında etkili olmaktadır. Buna karşın DTSŞ’ler ithal
girdi kullanılmasında yerli girdilerin kalite düzeyinin yetersizliği gerekçesine katılmadıkları
görülmektedir.
Türkiye’deki firmaların, özellikle KOBİ’lerin en önemli avantajlarından birisi olan esnek üretim
modelinin DTSŞ’lerce de uygulandığı soncuna ulaşılmaktadır. Diğer taraftan kriz sürecinde ihracat
ve üretim düzeylerinde, ihracat ve genel karlılık düzeyinde düşüşler görülürken, şüpheli ticari
alacaklarda belirgin artışlar görülmüştür. Ayrıca Kriz döneminde DTSŞ’lerin giderlerindeki değişime
bakıldığında ise belirgin şekilde enerji giderlerinde önemli bir artış görülmektedir.
DTSŞ’lerin kriz döneminde pazarlarını tamamen kaybetmek yerine belirli düzeyde müşteri veya
pazar payının azaldığını göstermektedir. Dış pazarlarda görülen bu daralma ile birlikte, DTSŞ’ler bu
açığı kapatmak üzere yeni pazarlara yönelmişlerdir. Bu gelişme uzun dönemde firmalarımızın yeni
pazarlarda da tutunmalarını, krizin etkilerinin ortadan kalkmasıyla mevcut pazarlardaki payların
yeniden artabileceğini ve gelecekte çeşitlendirilmiş pazarlarda daha yüksek ihracatın yapılabileceğini
işaret etmektedir. Bu doğrultuda DTSŞ’lerin yeni pazarlara yönelmelerini ve bu pazarlarda başarılı
olmalarına yönelik finansman imkanlarının sağlanması, kolaylaştırılması gibi çözüm geliştirilmesi
faydalı olabilecektir.
Kriz dönemlerinde yaygın şekilde görülen finansman kanalının kesilmesi bu dönemde görülmemiştir.
Buna göre, DTSŞ’lerin kriz döneminde finansman gereksinimlerinin karşılanabildiği görülmektedir.
Buna karşın DTSŞ’lerin, ihracatçıların en önemli finansman kaynaklarının başında gelen
Eximbank’tan yeterince yararlanamadıkları ortaya çıkmaktadır.
Kriz döneminde DTSŞ’lerin riskli pazarlardan ve riskli müşteri gruplarından uzak durdukları, bu
süreçte danışmanlık firmalarından yararlanmadıkları sonuçlarına da ulaşılmıştır. Kriz sürecinde
DTSŞ’ler ihracatın geliştirilmesindeki engeller arasında vergi maliyetlerini kriz öncesi döneme göre
daha önemli bulmaktadır. Dolayısıyla özellikle kriz döneminde buna yönelik politikaların hayata
geçirilmesi önem kazanmaktadır.
275
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
DTSŞ’ler krizin etkilerinin tamamen ortadan kalkmasını genel itibariyle 2010 yılı sonunda ve 2011
yılı ilk yarısında beklemektedir.
Sonuç olarak, Türkiye ihracatının önemli bir kısmını az sayıdaki DTSŞ’lerin yaptığı gerçeğinden
hareketle, bu firmalara sağlanan avantajların, ihracat performanslarını arttıracak şekilde yeniden
yapılandırılması; performansa düzeyine göre farklı kategorilerin oluşturulması; ithalat bağımlılığının
giderilerek daha fazla katma değerin oluşturulması ve küresel ticarette rekabet avantajı sağlayacak
şekilde bu firmalar üzerinden diğer KOBİ’lerin yeni pazarlara erişimine yönelik yapılanmaların
gerçekleştirilmesi faydalı olacaktır.
276
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
KAYNAKÇA
Alıç, Ali Burak, Bediha Akboğa, Ayten Aslan ve Gizem Kayabaşı (2009): “Küresel Krizin Kobilerin
İhracatlarına Etkileri Ve Kobilerde Kriz Yönetimi: Eskisehir İli Kobiler Üzerine Bir Arastırma”, XII.
Uluslararası İktisat Öğrencileri Kongresi 7-8 Mayıs, İzmir, Ege Üniversitesi İİBF:1-52
Alagöz, Mehmet (2002). “Türkiye’deki Dış Ticaret Şirketlerinin Yapılanması”, S.Ü Sosyal Bilimler
Enstitüsü Dergisi, 7: 61-78.
Alagöz, Selda ve Mehmet Alagöz. “İhracatta Bir Örgütlenme Modeli: Sektörel Dış Ticaret Şirketleri
ve Dış Ticaretteki Performansı”:117-131.
Apec (2009). “Helping Smes Access Global Markets And Overcome Trade Barriers”, Small And
Medium Enterprises Ministerial Meeting, 8-9 October, Singapore:1-4,
http://www.apec.org/apec/ministerial_statements/sectoral_ministerial/small___medium_enterprise
s/2009_small_and_medium_html.html
Arslan, Halil Bader ve Murat Doğanay (2009). “Dünyada Kurtarma, Canlandırma ve Yardım
Paketleri”, T.C. Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Sektörel İzleme Ve Değerlendirme Merkezi, Kurum İçi
Rapor, Ankara:1-31.
Berry, A. and Edgard R. (2001). “Dynamics of Small and Medium Enterprises in a Slow-Growth
Economy: The Philippines in the 1990s”, World Bank Institute, Washington, D.C, USA: 1-21.
Çelikkol, Hakan (2001). “Küçük ve Orta Ölçekli Mermer İşletmelerinde İhracata Yönelik Bir İşbirliği
Stratejisi: Sektörel Dış Ticaret Şirketleri”, Türkiye III. Mermer Sempozyumu (MERSEM '2001)
Bildiriler Kitabı, 3-5 Mayıs, Afyon: 369-384.
Dış Ticaret Müsteşarlığı (2009)
Dodi, Kadir (2009). “Krizin Muhasebesi Olurmu”, MuhasebeNet, Ocak,
www.muhasebenet.net/makale_kadir%20dodi%20smmm_krizin%20muhasebesi%20olur%20mu.h
tml (27.11.2009)
EurActiv (2010). “EU export support schemes a 'dead weight loss”, Published: 04 March.
http://www.euractiv.com/en/enterprise-jobs/eu-export-support-schemes-dead-weight-loss-news304932 (05.02.2010)
Gregory, Gary, Charles Harvie and Hyun-Hoon Lee (2002). “Korean SMEs in the Wake of the
Financial Crisis: Strategies, Constraints, and Performance in a Global Economy”, University of
Wollongong, Department of Economics, Working Paper Series:1-19.
277
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Hatipağaoğlu, Aziz (2007). Dış Ticaret Sermaye Şirketlerinin Dünü ve Bugünü, Dış Ticaret
Müşteşarlığı Kurum İçi Rapor: 1-10.
http://www.dtm.gov.tr/dtmweb/index.cfm?action=detay&yayinID=13&icerikID=103&dil=TR
(20.01.2010)
http://www.dtm.gov.tr/dtmweb/index.cfm?action=detay&yayinID=169&icerikID=88&dil=TR
(20.02.2010).
http://www.dtm.gov.tr/dtmweb/index.cfm?action=detay&yayinID=76&icerikID=58&dil=TR
(23.02.2010).
Koçel, Tamer (2003). İşletme Yöneticiliği, Genişletilmiş 9. Bası, İstanbul: Beta Yay.
Öz, Ersan ve Beytullah Yılmaz (2007) “Kobi’lerin Dış Ticarete Açılımında Dış Ticaret Şirketlerinin
Rolü”, Çimento İşveren Dergisi, Kasım: 12-31.
Özdan, Vedat (2009). “Kriz Dönemlerinde Dikkat Etmemiz Gereken Muhasebe İşlemleri”, Muhasebe
Dergisi, Ekim, www.muhasebedergisi.com (12.12.2009).
Özdemir, Şuayip ve Yusuf Karaca (2007). “Kobiler İçin Dış Ticaret Yöntemleri Ve İhracat
Problemleri: Afyon İli Doğal Taş Sektöründe Bir Araştırma”, C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 8
(1): 1-19.
Peterson, Robert A. (1982). Marketing Research, Business Publications, Inc., Texas.
Tenekecioğlu, Murat (2009). “Küresel Kriz ve Şirket Yönetim Politikaları”, Mart,
www.w3.org/1999/xhtml, (27.11.2009)
TİM (2009). “İhracat Eğilim Anketi”, Kurum İçi Rapor:1-33.
TÜGİK (2008). Kriz Beklenti Anketi Sonuçları, http://www.w3.org/1999/xhtml (27.11.2009).
Vandenberg, Paul (2009). “Micro, Small and Medium-sized Enterprises and the Global Economic
Crisis: Impacts and Policy Responses”, International Labour Organization, ISSN 1999-2947 (web
pdf): 1-42.
278
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
KRİZ DÖNEMLERİNDE TÜRKİYE’NİN DÖRT İMALAT SANAYİİNDE
ENDÜSTRİ İÇİ TİCARET
Öğr. Gör. Bige KÜÇÜKEFE*
ÖZET
Mal üretiminden daha fazla artan günümüz ticareti, özellikleri açısından, geleneksel ticaret
teorileriyle açıklanamayacak kadar karmaşık bir yapıdadır. Günümüz ticaretini açıklamakta
kullanılan yeni dış ticaret teorilerinin içinde endüstri içi dış ticaret (EİT) dikkat çekmektedir. EİT,
ülkelerin aynı endüstriye ait malları hem ihraç hem de ithal etmesinin nedenleri üzerinde durur.
Bu makalede Türk İmalat Sanayi ile ilgili ampirik sonuçlara ulaşılmış ve EİT ölçümleri yapılmıştır. Bu
ölçümlerde Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) istatistiki verileri içeren Elektronik Veri
Dağıtım Sisteminde (EVDS) bulunan 1982-2008 yıllarını kapsayan verilerden yararlanılmıştır. Bu
veriler, anametal sanayi, deri ve ayakkabı sanayi, kağıt sanayi, taşıt araçları sanayinin ithalatihracata ait olan verilerdir. Bu verilerle MATLAB programı kullanılarak Grubel Lloyd endeksi
hesaplanmıştır. Bu çalışmanın amacı Türkiye’deki ticaret yapısının incelenmesi, 1982-2008 yılları
arasında EİT’in hangi sanayi sektöründe ne oranda yapıldığının araştırılması ve 2001 ve 2009
krizlerinin
etkilerinin
ortaya
konulmasıdır.
Çalışmanın
sonucunda
2001
krizinden
sonra
özelleştirmeler ve yabancı doğrudan yatırımların etkisiyle ticaret yapısında değişme ve EİT’de bir
artış görülmüştür.
Anahtar Kelimeler: Türkiye, Endüstri içi ticaret, Finansal krizler
INTRA INDUSTRY TRADE IN FOUR MANUFACTURING INDUSTRIES OF TURKEY
DURING CRISES
ABSTRACT
With an increase exceeding the goods production, today’s trade is so complex that it can’t be
explained for traditional trade theories. Intra-industry trade (IIT) draws attention among the new
*
Namık Kemal Üniversitesi Marmara Ereğlisi MYO, [email protected].
279
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
trade theories to explain today’s trade. IIT deals with the causes of both export and import of the
goods in the same industry by countries.
This article presents the empirical results of an intra-industry trade analysis of the four sectors of
Turkish industry and EIT measurements are performed. The statistical data used in the
measurements belong to the years from 1982 to 2008 and have been obtained from the electronic
data distribution system of the Central Bank of Turkey. The industries for which the IIT
measurements have been presented are main metal industry, leather and shoe industry, paper
industry, motorized vehicles industry. Grubel Lloyd index have been calculated by using MATLAB
software. The purpose of this article is to analyze trade structure in Turkey and to investigate the
portion of IIT in the studied industries for the period 1982-2008 and conceive the impacts of the
2001 and 2009 crisis. As a conclusion of this study, changes in the trade structure and increases in
IIT have been observed because of the foreign direct investment following 2001 crisis and 2009
global financial crisis.
Key Words: Turkey, Intra-Industry Trade, Financial Crisis
280
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
1. GİRİŞ
Paul Krugman uluslar arası iktisat teorisindeki en önemli fikirlerin aşağıdaki gibi sıralanabileceğini
söyler (Krugman vd. 2005:53):
-
Karşılaştırmalı üstünlükler,
-
Ticaret hadlerinin karşılıklı talep ile belirlenmesi,
-
Faktör bolluğu ve yoğunluğu arasındaki ilişki,
-
Yurt içi aksaklıklar ve ticaret politikası arasındaki ilişki,
-
Artan getiriler ve uzmanlaşma.
Bu fikirlerin ilk üçü modern uluslararası iktisat teorisinin temelini oluşturur. Son ikisi ise yeni dış
ticaret teorilerinde incelenen konulardır. Endüstri-içi ticaret de günümüz ticareti açıklayabilen
yönleriyle yeni dış ticaret teorilerinde önemli bir yer edindi.
Klasik iktisatçılar ve Ricardo emek-değer teorisini kullandılar. Günümüzde artık Ricardo’nun emekdeğer teorisinin eksik yönleri fark edilmiş ve dış ticareti tamamıyla açıklamaktan uzak olduğu
görülmüştür. Neoklasiklerin fayda teorisi ise ekonomide kullanışlı miktar olarak belirlenmesi zor
olduğu için kullanışlı değildir. Geleneksel Dış Ticaret Teorilerinden olan, hem Ricardo’nun
karşılaştırmalı avantajlar teorisinde hem de Heckscher-Ohlin teoremlerinde ülkeler ne kadar az
benzerse o kadar fazla ticaret olacağını gösterdikleri halde, dünya ticaretinin büyük bir oranını
gelişmiş ülkelerin kendi aralarında yaptıkları ticaretin oluşturduğu görülmektedir. Sermayenin daha
bol bulunduğu gelişmiş ülkeler, emeğin bol ve ucuz olduğu gelişmekte olan ülkelerle ticareti tercih
etmemektedirler. Ayrıca 1960’lı yıllarda yapılan çalışmalara göre belli mal ya da mal gruplarında
uzmanlaşma yerine aynı endüstriler içindeki malları ihraç ve ithal ettiği gözlemlenmiştir. Bu durum
sanayi sektöründe daha da belirgindir. Faktör donanımları benzerlikleri gelişmekte olan ülkelere
göre daha fazla olan gelişmiş ülkeler arasındaki ticaret incelendiğinde Endüstri-içi Ticaret’in (EİT)
Endüstriler-arası Ticaret’e (EAT)’e göre çok daha yaygın olduğu görülmüştür. Geleneksel dış ticaret
teorilerinin açıklayamadığı bu durum, EİT’le açıklanmaya çalışılmış ve bu çalışmalar büyük ilgi
görmüştür.
281
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
EİT’in tanımı birkaç şekilde yapılabilir,
- Yakın ikame olan farklılaştırılmış ürünlerin dış ticareti,
- Bir endüstrinin, ithalat değerine karşılık olarak çakışan ihracat değeri veya ihracat değeri
kadar yapılan ithalat,
- Aynı endüstriye ait ürünlerin ihracat ve ithalatı.
Daha önce bazı çalışmaların yapılmasına karşın asıl 1960’lardan sonra bu konuya önemli katkılar
gerçekleşmiştir. Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) kurulduktan sonra bu topluluğa katılan
ülkelerde tarifelerin ve dış ticaret engelleri kaldırıldığında hangi endüstrilerin karşılaştırmalı
üstünlüğünün artacağı ya da azalacağı, karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olmadıkları endüstrilerinin
sonunun ne olacağına dair endişeler ortaya çıkmaya başladı. Fakat yapılan çalışmalarla ticaretteki
büyümenin EAT’den değil daha çok EİT’den kaynaklandığı ortaya çıktı. Örneğin Fransa’da elektrik
makineleri endüstrisinde çalışanlar kaybederken Almanya’daki aynı endüstride çalışanlar kazandı
gibi bir durum yerine artan verimlilik sayesinde her iki endüstride çalışanlar da kazançlı
çıktılar.(Krugman vd. 2005:140)
Grubel ve Lloyd’un 1975 yılı çalışmasında da EİT’in sadece AET’ye özgü bir durum olmadığı
gösterilmiş ve son yıllarda da bu konuyla ilgili, EİT’nin ekonometrik olarak ölçülmesini de kapsayan
çok sayıda çalışma yapılmıştır. Bu ilginin büyük bir kısmı daha çok gelişmiş ülkelerarası ticareti
(kuzey-kuzey) açıklamaya çalışır. EİT’nin daha çok gelişmiş ülkelerde ortaya çıktığını söyleyen
çalışmalarla birlikte, gelişmekte olan ülkelerin kendi aralarındaki ticarette EİT’nin varlığını ortaya
koyan çalışmalar da mevcuttur.(Şimşek 2005:140)
2. Endüstri-içi Dış Ticareti Ölçme Yöntemleri
Dış ticaret literatüründe EİT’i ölçmek amacıyla çok çeşitli yöntemler geliştirilmiştir. Hangisinin EİT’i
en doğru şekilde ölçtüğü konusu oldukça tartışmalıdır. Her biri EİT’yi farklı yönleriyle olan
özelliklerine göre ölçmüşlerdir. Bu alanda daha sonra da sıkça kullanılan çalışmalardan olan
Balassa’nın 1966 yılında ortaya attığı Balassa endeksi ve Grubel ve Lloyd tarafından geliştirilen hala,
yine kendi adlarının verildiği Grubel-Lloyd endeksleridir.
Grubel ve Lloyd 1971 yılında yayınladığı çalışmasında i endüstrisi için endüstri-içi ticareti, herhangi
bir toplulaştırma seviyesinde, tamamen aynı endüstrinin ithalatına karşılık gelen bir endüstrinin
ihracat değeri olarak tanımlamıştır.(Grubel vd. 1971:494)
282
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Grubel ve Lloyd’un EİT’i tanımladığı endeksin formülasyonu aşağıdaki gibidir:
(7)
Burada
ve
değeridir. EİT
yerli ülke para biri cinsinden sırasıyla aynı endüstrideki ihracat ve ithalat
ile ifade edilmektedir. Bu eşitlik kullanılarak ev sahibi ülkenin, bir grup ülke ya da
tüm dünya ile EİT’i ölçülebilir. EİT hesaplanırken kullanılan yöntem bir endüstrinin toplam
ticaretinden net ihracat ve net ithalat değerlerinin çıkarılmasından elde edilen kalanın bulunması
şeklindedir. EAT ise:
(8)
formülü ile hesaplanır.
Grubel ve Lloyd, EAT ve EİT’nin farklı endüstriler ve farklı ülkelerde karşılaştırma yapılabilecek
şekilde ölçülebilmesi amacıyla aşağıdaki endekslerin kullanılmasını önermişlerdir:
(9)
(10)
Yukarıdaki
ve
endeksleri birleştirilerek aşağıdaki şekilde de geliştirilebilir:
(11)
Burada yine
değeridir.
ve
EAT’nin,
yerli ülke para biri cinsinden sırasıyla aynı endüstrideki ihracat ve ithalat
ise EİT’nin toplam ticaret içindeki yüzdesel paylarını göstermektedir. Bu iki
endeks 0 ile 100 değerleri arasında değişir. Bir endüstride ihracat ithalata eşit ise
, ve
, değerlerini alır. Bunun anlamı ise EAT’nin hiç olmadığı, EİT’nin ise tam olduğudur. Tersi
durumda, yani EAT’nin tam olduğu, EİT’nin ise hiç olmadığını belirten endeks rakamları,
283
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
, ve
Bişkek 2010
ile gösterilir. Endeks bu değerleri alırken endüstri ihracat yaparken ithalat
hiç yapmıyordur. İhracat ve ithalat rakamları birbirine yakınlaştığında EİT artarken
’nin endeks
değeri de 100’e yaklaşır.
Grubel ve Lloyd, bireysel ölçümlerin dağılımını özetlediğini söylediği aşağıdaki endekste, n sayıda
endüstrinin toplam ithalat ve ihracat değeri içerisindeki her bir endüstrinin ihracat artı ithalat
değerlerinin ağırlıklandırılmış hali kullanılarak hesaplanan ortalama EİT’ye ulaşılmıştır:
(12)
Temelde farklı toplulaştırma seviyelerinde EİT’in ölçümünü mümkün kılan Grubel ve Lloyd endeksi
bulunan bu ölçümlerin karşılaştırılabilmesi için kullanılan formül aşağıdaki gibidir:
(13)
j gibi alt kategorilerden oluşan i endüstrisinin ihracat ve ithalat toplamı yukarıdaki formülde
ve
olarak hesaplanır. Bu formülün elde edilmesindeki amaç belirli bir
toplulaştırma düzeyinde i’ninci endüstri için
ve
, sırasıyla
ve
olarak belirtilen daha
ayrıştırılmış düzeydeki endüstrilerin ihracatlarının ve ithalatlarının her birinin toplamıyla elde edilir.
Bu toplulaştırma düzeyinden çıkarılacak bir sonuç da şöyle belirtilmektedir:
(14)
Bi’nin paydası toplulaştırmada aynı kaldığı için daha çok toplulaştırmaya dayalı endüstrilerde EİT
yüksek ya da aynı seviyede çıkacaktır. Bu toplulaştırma etkisi ülkeler arası toplulaştırma
yapıldığında da geçerlidir. Bir ülkenin ticaret yaptığı ülkelerle olan ağırlıklandırılmış EİT ortalaması,
bu ülkenin söz konusu ülkelerle bir bütün olarak hesaplanan EİT’ten genelde daha düşük
çıkar.(Grubel vd. 1971:251)
Grubel ve Lloyd endeksinin EİT’nin mutlak miktarını değil, daha çok EİT oranını ölçtüğünü belirten
Greenaway ve Milner, dış ticaret yazınında bu endeksin EİT’nin her iki yönünü de ölçüyormuş gibi
kullanılmasını eleştirmiştir.(Greenaway 1987:44)
284
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
3. TÜRKİYE İMALAT SANAYİİ SEKTÖRLERİNİN ENDÜSTRİ İÇİ TİCARET
AÇISINDAN İNCELENMESİ
Bu bölümde buraya kadar yapılan teorik çerçeve içinde ticaret ortaklarıyla EİT oranları
hesaplanacak ve sonuçlar yorumlanacaktır. Öncelikle dış ticaretimizde önemli olduğu düşünülen
imalat sanayi kapsamına giren on dört sektör hakkında genel bir bilgi verilecek ve hesaplanan EİT
endekslerinin bu sektörler için ne anlama geldiği üzerinde durulacaktır. Burada EİT endekslerini
hesaplamak kendi başına bir amaç değildir. Amacımız Türkiye’deki dış ticaretin hangi etkenlerle
oluştuğunu, imalat sanayiinin dış ticaret yapısını araştırmaktır. Türkiye İmalat Sanayii’nin EİT
saikiyle mi yoksa EAT saikiyle mi hareket ettiğini araştırmak bize dış ticaret yapısı hakkında önemli
ipuçları vermektedir.
Türkiye için dış ticareti ve EİT katsayıları etkileyen önemli olayları bilerek analize başlamak gerekir.
Analizlerimizde göz önünde bulunduracağımız olaylar aşağıdaki gibi sıralanabilir:
• 1996 yılı Türkiye-AB Gümrük Birliği’nin yürürlüğe girmesi,
• 1997 yılı Ağustos ayında başlayan Asya krizi,
• 1998 yılı Temmuz ayında başlayan Rusya krizi,
• 1999 yılı Ağustos ve Kasım aylarında meydana gelen depremler,
• 2000 yılında uygulamaya konulan döviz kuruna dayalı istikrar programı,
• 2000 yılı Kasım ve 2001 yılı Şubat ayında meydana gelen krizler
3.1. Anametal Sanayi
Anametal sanayi endüstrisine giren mal grupları; demir, çelik ve diğer adi metaller olarak ele
alınmış fasılların ihracat ve ithalat rakamları kullanılarak EİT değerlerine ulaşılmıştır
285
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Kaynak: www.tcmb.gov.tr.’den alınan verilerle tarafımızdan hesaplanmıştır.
Anametal sanayinin EİT endekslerine baktığımızda da dış ticaret dengesi fazlası verdiğimiz 1989
yılına kadar düşük seyretmektedir. İthalatın arttığı ve dış ticaret açıklarının oluştuğu 1989 yılından
sonra EİT endeks değerleri de artmaktadır. 2000 yılından kriz yılı 2001 yılına kadar olan kriz öncesi
dönemde EİT’in arttığını görüyoruz. 2001 yılından sonra ise düşüşe geçmiştir. Anametal sanayi
sektöründe EİT endekslerindeki düşüşleri giderek artan dış ticaret açıkları izlemiştir. 0.5 değerinin
üzerine 2001 ve 2002 yılları dışında çıkmayan EİT değeri bu sektörde genel olarak EİT’in çok yoğun
olmadığını, karşılaştırmalı üstünlükler teorisinin geçerli olduğu bir sektör olduğunu bize gösterir.
Teknoloji açısından orta grupta yer alan bu sektörde dış ticaret açığı giderek artmaktadır.
286
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
3.2. Deri ve Ayakkabı Sanayi
Deri sanayini ele alırken:
1-Deri eşya,
2-Ham postlar ve deriler,
3-Postlar, kürkler ve taklit kürkler fasıllarının ihracat ve ithalat rakamları kullanılarak EİT
endeks rakamlarına ulaşılmıştır.
Bu sanayinin kapsamını derinin tabaklanması ve işlenmesi; bavul, el çantası, saraçlık, koşum takımı
ve ayakkabı imalatıdır. ISIC Rev3.1 sınıflandırma sistemine göre sektör üçlü basamakta iki ana
grubu içerir. Birinci grup, derinin tabaklanması ve işlenmesi ile bavul, el çantası ve benzerleri ile
saraçlık ve koşum takımı imalatıdır. Bu grup, dörtlü ayırımda derinin tabaklanması ve işlenmesi ile
deriden yapılan imalat olarak ikiye ayrılır. İkinci grupta ise ayakkabı imalatı yer alır. Özel kesim
dikkate alındığında bu iki gruptan ayakkabı üretimi daha büyük bir paya sahiptir.(DPT 2007)
Kaynak: www.tcmb.gov.tr.’den alınan verilerle tarafımızdan hesaplanmıştır
287
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Deri ve ayakkabı sanayi 1994 yılına kadar dış ticaret fazlası verdiğimiz bir sektör olmasına rağmen
1995 yılından itibaren sadece 1999 yılı dışında ithalatçı bir sektör konumuna gelmiştir. Deri
sektöründe Rusya önemli bir alıcı ülke durumundadır. 1998 yılı Rusya krizinden sonra önemli ölçüde
düşen ihracat rakamları 2008 yılında bile 1990’lardaki seviyesine erişememiştir. Deri ve ayakkabı
sanayinde EİT katsayısının giderek artan bir seyir izlediği görülmektedir. 1996 yılı sonrası 1999
yılına kadar olan dönemde görülen dış ticaret açıklarında azalma ve EİT oranlarındaki artmayı
Gümrük Birliği’nin bu sektördeki olumlu etkisine bağlamak mümkündür. 2000- 2001 yılları arasında
yine bu sektör EİT rakamlarında artma sonrasında azalma eğilimi görmekteyiz.
3.3. Kağıt Sanayi
Kağıt sanayini ele alırken:
1- Basılı kitaplar, gazeteler ve resimler
2- Kâğıt ve karton fasıllarının ihracat ve ithalat rakamlarından EİT değerlerine ulaşılmıştır.
Kağıt ve kağıt ürünleri imalatı kağıt hamuru, kağıt ve mukavva; oluklu karton ve mukavva ile kağıt
ve mukavvadan yapılan ambalajlar ile diğer kağıt ve mukavva ürünleri imalatları olarak
sınıflandırılmaktadır. Diğer kağıt ve mukavva ürünleri, ISIC Rev3 sınıflamasında tek bir başlık
altında gösterilmektedir (Doğruel vd. 2008:167)
Kaynak: www.tcmb.gov.tr.’den alınan verilerle tarafımızdan hesaplanmıştır
288
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Dış ticaret açığı devamlı olarak artan bu sektörde EİT değerleri çok dalgalı bir seyir izlemektedir.
Burada da 2000-2001 yılları arasında EİT değerlerinde bir artış sonrasında ise bir azalma
görülmektedir.
3.4. Taşıt Araçları Sanayi
Taşıt araçları sanayi ele alınırken motorlu kara taşıtları, bunların aksam ve parçaları faslı ithalat ve
ihracat rakamları kullanılarak EİT değerlerine ulaşılmıştır.
Bu sektör motorlu kara taşıtlarının imalatı; motorlu kara taşıtları karoseri imalatı; römork ve yarırömork imalatı; motorlu kara taşıtları ve bunların motorlarıyla ilgili parça ve aksesuarların imalatını
kapsamaktadır.
Kaynak: www.tcmb.gov.tr.’den alınan verilerle tarafımızdan hesaplanmıştır.
OECD’nin teknoloji sınıflandırmasında orta-üst seviyede yer alan taşıt araçları sanayi, ülkemizin hem
teknolojisi yüksek, hem de dış ticaret fazlası verdiğimiz önemli, bir sektörümüzdür. Bu sektörde
1996 Gümrük Birliği anlaşması ile ihracatımız çok artmıştır. 2001 krizi öncesi görülen EİT
değerlerinin artması 2001 yılından sonra yerini kısmi bir düşüşe sonra yine artışa bırakmıştır.
289
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
4. SONUÇ
Anametal, Deri ve ayakkabı, Kağıt, Taşıt Sektörlerinin ticaret yapısının araştırıldığı bu çalışmada
aşağıdaki sonuçlara ulaşılmıştır:
Anametal sanayi’nin EİT endekslerine baktığımızda dış ticaret dengesi fazlası verdiğimiz 1989 yılına
kadar düşük seyretmektedir. İthalatın arttığı ve dış ticaret açıklarının oluştuğu 1989 yılından sonra
EİT endeks değerleri de artmaktadır. Dış ticaret açıklarının hızlandığı 2002 yılından sonra EİT
değerlerinin artış yönünü azalışa çevirmiştir. 1989 yılının iktisat hayatımızdaki önemi dış mali
liberalleşme reformunun gerçekleştirildiği yıl olmasıdır. 2001 krizinin Anametal sanayi üretimine
etkisi ithalatlaşmanın çok artması şeklinde olmuştur.
Deri ve ayakkabı sanayi 1994 yılına kadar dış ticaret fazlası verdiğimiz bir sektör olmasına rağmen
1995 yılından itibaren sadece 1999 yılı dışında ithalatçı bir sektör konumuna gelmiştir. Bu durumda
Rusya Krizi etkilidir. Deri ve ayakkabı sanayinde EİT katsayısının giderek artan bir seyir izlediği
görülmektedir. 1982-2008 yılları arası EİT endeksine genel olarak baktığımızda sürekli artan EİT’in
2008’de 0.72’lere çıkması endüstri yapısının EİT’e göre olduğunu gösterir.
Kağıt sektöründe 2000 yılından sonra EİT 0,5, 0.6 seviyesindedir. Çok dalgalı seyreden EİT
değerlerinin yanında giderek artan dış ticaret açıkları söz konusudur. 2001 krizinden sonra EİT’de
bir artış gözlemlenmiştir.
Taşıt araçları sanayi yüksek teknolojisi ile yarattığı katma değer ve ihracat kapasitesiyle Türkiye’nin
önemli bir sektörüdür. 1982’den 2000 yılına kadar 0.2 ile 0.6 arasında dalgalanarak düşük
seviyelerde seyreden EİT endeksi 2000 yılından sonra 0.8 ile 0.9 arasında yüksek bir seviyede
seyretmiştir. Otomotiv sektöründe ürün sayısı çok çeşitlenmiştir. Ayrıca üretimimiz çok arttığı için
otomotiv sektörü ölçek ekonomilerinden yararlanır hale gelmiştir. Yabancı doğrudan yatırımlar
artmasıyla teknoloji transferi gerçekleşmiştir. Teknolojinin ülkemizde gelişimini sağlayabilmek
önemlidir.
2001 krizi sonrası yabancı doğrudan yatırımlar ve özelleştirme nedeniyle anametal sanayi dışında
EİT
değerlerinin
arttığı
gözlemlenmiştir.
EİT’nin
sağladığı
ek
kazanımlardan
daha
çok
yararlanabilmek ve uluslararası rekabetin yoğun olduğu piyasalarda daha çok var olabilmek için
daha yüksek kalitede mal ihraç edebilmemiz gereklidir. Emek yoğun mallarda rekabet daha çok
kalitede değil fiyatta olabilmektedir. Emek yoğun mallar bu sebeple kalitesi yüksek olmayan
290
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
mallardan oluşur. Katma değeri yüksek olan ileri teknoloji ürünlerinde uzmanlaşabilmemiz ve
ticaretin rantından gelişmiş ülkeler gibi daha çok faydalanabilmemiz için teknoloji de gelişmeyi
sağlayabilmemiz gereklidir. Bunun için yenilik, yaratıcılık ve ar-ge çalışmaları desteklenmeli, ileri
teknolojili mal üretimi teşvik edilmelidir.
291
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
KAYNAKLAR
Dogruel, Suut ve Dogruel, Fatma. (2008): Türkiye Sanayi’ne Sektörel Bakış, İstanbul, Tüsiad
Yayınları, Yayın no: TÜSİAD-T/2008-05/466.
DPT (2007): 9. Kalkınma Planı, Tekstil, Deri ve Giyim Sanayii Özel İhtisas Komisyonu Deri ve Deri
Ürünleri Alt Komisyonu Raporu, Ankara, 2007.
Greenaway, David ve Milner, Chris (1987). “Intra Industry Trade:Current Perspectives and
Unresolved Issues”, Weltwirtschaftliches Archiv, 123.
Greenaway, David ve Milner, Chris (2003): What have we learned from a generation’s research on
intra industry trade?, Leverhulme Centre For Research On Globalization And Economic Policy (ed.):
GEP Research Paper 2002/44.
Grubel,Herbert G. ve Lloyd, Peter J.(1971). “The Empirical Measurement of Intra-Industry Trade”,
The Economic Record, 47.
Krugman, Paul R.ve Obstfeld, Maurica (2005). İnternational Economics: Theory and Policy, Boston:
Pearson Addison-Wesley.
Şimşek, Nevzat (2007). Türkiye’nin Endüstri-İçi Dış Ticaretinin Analizi, İstanbul: Beta Yayınevi.
292
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
2008 GLOBAL MALİ KRİZİN TÜRKİYE’DE ÖZEL SAĞLIK İŞLETMELERİ ÜZERİNE ETKİSİ:
BİR ALAN ARAŞTIRMASI
Prof. Dr. Dilaver TENGİLİMOĞLU*
Prof. Dr. Rıfat ORTAÇ**
K.Gökben ÇETİN, Şerife KIBRIS***
Elmira İMATAYEVA****
ÖZET
Türkiye ekonomisi 1980 öncesinde çeşitli boyutlarda ve farklı yapılarda kriz yaşamış bunlardan bir
kısmı kendi dışındaki gelişmelerden kaynaklanmıştır. İlk olarak Amerika’da ortaya çıkan daha sonra
dalga dalga tüm dünya ekonomilerini etkisine alan 2008 global mali kriz Türk ekonomisini ve sağlık
sektörünü de etkilemiştir.
1980’li yıllardan sonra izlenen liberal politikaların etkisi sonucunda özel sağlık kuruluşları sağlık
hizmetleri sunumunda artan bir oranda yer almaya başlamıştır. Son on yıl içerisinde özel sağlık
kuruluşu sayısında hızlı bir artış gözlenmiştir. Nitekim Türkiye`de son beş yılda, 222 özel hastane
açılmıştır. Ancak 2008 Global Mali krizin ortaya çıkmasından bu yana 95 özel hastane açılmış
olmasına karşın, 9 özel hastane, 294 tıp merkezi kapanmıştır.
Bu çalışmada dünyada yaşanan Global Mali Krizin Türk özel sağlık işletmeleri üzerindeki etkisi 123
özel sağlık işletmesi yöneticisi ile yapılan anket çalışması sonucunda belirlenmeye çalışılmıştır.
Anahtar Kelimeler: 2008 Global Mali Kriz, Sağlık sektörü, Özel sağlık işletmeleri.
*
Gazi Üniversitesi, Ticaret ve Turizm Eğitim Fakültesi, [email protected].
Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü, [email protected].
***
Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Hastane İşletmeciliği Bölümü, Yüksek Lisans Öğrencileri,
[email protected]; [email protected]
****
A.Yesevi Uluslararası Kazak-Türk Üniversitesi, İşletme Bölümü, G.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sağlık
Kurumları Yönetimi Doktora Öğrencisi, [email protected].
**
293
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
THE EFFECTS OF GLOBAL FINANCIAL CRISIS (2008) ON THE PRIVATE HEALTH
SECTOR IN TURKEY: A FIELD RESEARCH
ABSTRACT
Turkish economy experienced crises that differ in the dimension and the structure before 1980,
and some of them derived from the situations that were shaped by external power, not by the
country itself. The 2008 Global Financial Crisis, which rose in the United States and affected the
economies of the countries throughout the world, has also affected Turkish economy and health
sector.
As a result of the liberal policies that have been pursued after 1980s, private health institutions
have had an increasing share from the health services sector. In parallel to this, 222 private
hospitals have been established and 95 private hospitals have been closed in Turkey in the past
five years. On the other hand, 95 private hospitals and 294 medical centres have been closed since
the emergence of 2008 Global Financial Crisis.
In this study, the effects of Global Financial Crisis on the private health institutions are tried to be
determined by the help of the outcomes of a survey carried out with the directors of 123 private
health institutions.
Keywords: 2008 Global Financial Crisis, Health Sector, Private Health Institutions.
294
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
GİRİŞ
Kriz, bir organizasyonun tamamını etkileyen, organizasyonun yapısını bozma eğilimi gösteren bir
olaydır. Ekonomik kriz ise enflasyon ya da deflasyona sebep olurken ülke sakinlerinin yaşam
standartlarını düşürmektedir. Dünya; 2007 son çeyreğinde başlayan ve ABD subprime (yüksek
riskli) konut kredilerinden kaynaklanan ve özellikle Avrupa (başta İngiltere) Kanada ve Japonya’daki
finansal piyasa ve kurumlara yansıyan bir ekonomik bunalım ve istikrarsızlık yaşamaktadır. Bu krizin
temel ekonomik göstergeleri; 2008 ve 2009 yıllarında düşen büyüme hızları ve toplam talep
yetersizliği ile enerji ve gıda fiyatlarının yükselmesi sonucu artan enflasyonist eğilimlerdir.
Küreselleşmeye bağlı olarak ülkeler arasındaki sınırların kalkmasıyla birlikte, herhangi bir ülkede
ortaya çıkan ekonomik kriz kolaylıkla diğer ülkeleri de etkileyebilmektedir. Ülkelerin üretim yapısı,
büyüme oranları, fiyat istikrarı, istihdam yapısı, ödemeler dengesi gibi değişkenler küresel krizden
etkilenerek ülkelerin ekonomik performanslarını düşürmektedir.
Ekonomik krizler Türkiye’de çok sık karşı karşıya kalınan ve hatta olağan görülmeye başlanan
durumlardır. Kriz durumu ortaya çıktığında genellikle beklenilmeyen bir anda ortaya çıkan ve
işletmelerde-kurumlarda-ülkelerde önemli kayıplara sebep olan bir durumdan bahsedilir. Aslında
durum öyle değildir. Çoğu zaman krizler sinyaller göndermekte ve yöneticiler bu sinyalleri dikkate
almamakta ve kaçınılmaz olarak krize girilmektedir. Bu açıdan krizi önlemeye yönelik olarak
geliştirilen teknikler işletmenin-kurumun- devlet ekonomisinin devamını sağlaması için önemlidir.
2008 Global Ekonomik Kriz, tüm alanlarda olduğu gibi sağlık sektörünü de etkilemiştir. Ekonomide
yaşanan dalgalanmalar ve yeni tedbirlerin odağında kaçınılmaz olarak sağlık sektörü de olmaktadır.
Krizle birlikte sağlık hizmetleri yoksul ve savunmasız gruplar için daha fazla ihtiyaç haline
gelmektedir. Ekonomik krizlerin yüksek oranlı işsizliğe sebep olması, dolayısıyla da işsizliğin de
insan sağlığını bozma ihtimali mevcuttur. Sağlığını kaybeden insanlar eski sağlıklarına kavuşmak
için sağlık kuruluşlarından hizmet alamaya yönelecektir. Sağlık hizmetlerine olan bu talep artışı
devletin sağlık harcamalarındaki artışını da beraberinde getirmektedir. Bu artış normal ekonomik
büyümenin önüne geçmemesi gerekmektedir. 2009’da sağlık hizmetlerinin finansmanında ciddi
zorluklar yaşanmıştır ve 2010’da da hızlı bir şekilde artmaya devam edeceği hesaplanan sağlık
harcamalarından ötürü sağlık hizmetleri finansmanında olası sıkıntılar yaşanacağı beklenmektedir.
295
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Bu çalışmada; yaşanan global ekonomik krizin Türkiye’de sağlık hizmetlerinde önemli bir yere sahip
olan özel sağlık işletmeleri üzerindeki etkisini tespit etmek amacıyla özel sağlık işletmesi
yöneticilerinin görüşleri belirlenmeye çalışılmıştır.
1. EKONOMİK KRİZ VE KAPSAMI
1.1.Kriz Tanımı
Kriz sözcüğü Türk Dil Kurumunca; ‘Bir toplumun, bir kuruluşun veya bir kimsenin yaşamında
görülen güç dönem, bunalım, buhran’ olarak tanımlanmaktadır (Türk Dil Kurumu, 2010). Lerbinger
(1997:4) krizi, bir organizasyonun gelecekteki karlılığını, büyümesini ve yaşamını tehlikeye atan ya
da atma potansiyeline sahip bir olay olarak tanımlamıştır.
Kriz, en basit anlamıyla işletme
örgütünün normal aktivitelerini tahrip eden önemli bir dengesizlik durumudur. Örgütün uzun ve kısa
dönemli amaçlarını tehdit eden, acil tepkiler gerektiren ve bununla birlikte yanıt için karar verme
süresini kısıtlayan ve en önemlisi varlığıyla karar verme birimlerini şaşırtan ve kararsızlığa
sürükleyen bir süreçtir (Irvine 1987: 36-37).
Rosental ve Pijenburg (1991:3) ise kriz kavramının üç ana boyutuna dikkat çekmişler ve bu
boyutları bir tehdidin varlığı, belirsizlik ve aciliyet olarak ifade etmişlerdir.
Ekonomik kriz konusunda ise bir görüş birliği yoktur. Bazen karşımıza resesyon (durgunluk);
ekonomik faaliyetin yavaşlaması, bazen enflasyon; fiyat endeksinin sürekli yükselmesi, bazense
deflasyon; fiyatlar genel seviyesinin sürekli bir şekilde düşmesi, olarak karşımıza çıkabilmektedir.
Ekonomik kriz genel olarak; piyasada bulunan mallarda, hizmetlerde, bu mal ve hizmetlerin
üretiminde kullanılan üretim faktörleri ile, farklı piyasalarda oluşan fiyatlarda meydana gelen
ekonomik faaliyetlere göre normal olmayan aşırı dalgalamaları ifade eder. Tüm bu tanımlarından
hareketle “ekonomik kriz”i, tüketici talebinde ve firmaların yatırımlarındaki büyük düşüş, yüksek
oranlı işsizlik ve dolayısıyla yaşam standartlarının düşmesi olarak nitelendirilebilir (Eğilmez
2009:48).
Finansal kriz ise, Mishkin’e göre (1996:1-2) verimli yatırım olanaklarına sahip finansal piyasaların
ahlaki tehlike ve ters seçim problemlerinin gittikçe kötüleşmesi nedeniyle, fonları etkili biçimde
kanalize edememesi sonucu ortaya çıkan doğrusal olmayan bozulmalardır. Çünkü finansal kriz
ortamında finansal piyasalar en verimli yatırım fırsatlarına sahip fon kanallarına ulaşamamakta,
işlevlerini etkin bir şekilde yerine getirememektedir. Sonuçta finansal kriz, ekonomiyi yüksek bir
296
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
üretimin var olduğu dengeden, hızla azalan bir üretimin var olduğu bir noktaya doğru
sürüklemektedir.
Günümüzde finansal sistem içerisinde, finansal krizler farklılık göstermektedir. Bütün krizlerin
kendine has bir takım özellikleri olmasına karşın bazı ayırt edici özellikleri vardır. Literatürde çok
sayıda ekonomik ya da finansal kriz türünden söz edilmektedir. Bunların en önemlileri para krizleri,
bankacılık krizleri, sistematik finansal krizler ve dış borç krizleridir.
1.2.Krizlerin Özellikleri
Yöneticilerin karşılaştığı her olay kriz değildir. Krizin kendine özgü nitelikleri vardır. Farklı kriz türleri
olsa da bu kriz türlerinin ortak birçok özelliği tespit edilebilir. Ortaya çıkabilecek krizlerin özelliklerini
aşağıdaki gibi belirlemek mümkündür (Tağraf vd, 2003:150):
•
Krizler, aniden ve beklenmedik bir şekilde ortaya çıkar.
•
Kriz belirsiz ve karmaşıktır. Duygusallığı yüksektir ve güven duygusunu sarsar.
•
Yüksek oranda stres oluşturur.
•
Kişinin bilgi aktarma kapasitesini ve yöneticinin yeteneklerini kısıtlar.
•
Önceden önlem alınabilmekle birlikte tümüyle engellemek çok zordur.
•
Kriz iyi yönetildiğinde fırsata dönüştürülebilir.
1.3. Kriz Türleri ve Krizin Nedenleri
Krizler, çok farklı şekillerde sınıflandırılabilir. Bunlardan birinci sınıflama oluşum biçimleri bakımından
yapılan sınıflamadır. Oluşum biçimleri bakımından krizler; ani krizler ve yavaş yavaş oluşan krizler
şeklinde gruplandırılmaktadır. İşletmeyi beklenmeyen bir durumda etkileyen krizler ani krizler,
aşama aşama oluşan ve kat ettiği aşamalarda işletmeyi bir öncekine göre daha da etkileyen krizler
ise yavaş oluşan krizlerdir. İşletme yönetiminin krizi öngörme becerisine göre tahmin edilebilir
krizler ve tahmin edilemeyen krizler olarak sınıflandırılabilir (Eğilmez, 2009:50).
İkinci sınıflama ise kapsamı açısından krizlerin sınıflandırılmasıdır. Çünkü krizlerin kapsamı krizin
etkilediği ya da etkileyeceği alanlara göre farklılık göstermektedir. Kapsam açısından krizler yerel,
bölgesel ve küresel kriz şeklinde sınıflandırılabilir. Örneğin, krizin çıktığı ülke göreli olarak küçük bir
ekonomiye ve dünya ticaretinde küçük bir paya sahipse kriz o ülke ve yakın çevresiyle sınırlı
kalabilir. Bu tür krizler daha çok kapitalizm öncesinde görülmekteydi (Eğilmez 2009:52-53). Bazen
bir ekonomik kriz ilişkili ekonomilere yansıyarak bir bölgesel kriz haline dönüşebilmektedir (Örneğin
1997 yılı Asya krizi). Bu tür krizlerin ortaya çıkmasındaki en önemli neden; yatırımcıların bölgeleri
297
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
ayrı ayrı ülkeler değil de bir bütün halinde görmeleridir. Sermaye hareketlerinin serbestleşmesi ve
küreselleşmeyle beraber büyük ekonomilerde çıkan krizler küresel alana kolaylıkla ve hızla
yayılabilir. Bu krize örnek olarak 1929 ekonomik kriz verilebilir. Küresel ekonomik krizlerde ülkelerin
krize duyarlılığı oldukça zayıftır.
Krizler yönetim hataları veya çevresel faktörler gibi kaynaklandıkları etmenler çerçevesinde pek çok
şekilde kategorize edilebilir. Bunlar (Baran 2008:27); Endüstriyel kazalar, Çevresel ve Finansal
problemler, El değiştirmeler, Yoğun dedikodular, Grev, Ürün toplatılması, Yasal değişimler, Bilgi
sistemlerindeki bozukluk, Doğal afetler, İflas, Hizmet aksaklıkları şeklinde sıralanmaktadır.
Sonuç olarak kriz türleri teknik, ekonomik, insan kaynakları, toplumsal, hukuki, yönetsel ve
iletişimsel kökenli olmaktadır.
1.4.Krizlerin Oluşumu ve Yönetimi
Regester ve Larkin (2000:67-69) krizin oluşumunu bir zincir reaksiyon olarak ele almaktadır. Bu
reaksiyonun ilk aşaması önemli bir olayın ortaya çıkmasıyla başlar. Devamında söz konusu olay hız,
etkinlik ve ağırlık kazanır. Zincirin üçüncü aşamasında kriz tüm boyutlarıyla ortaya çıkmış ve
etkinliğini göstermiştir. Dördüncü aşamada işletmelerin krize gösterdikleri tepkiler, davranışlar ve
önlemler vardır. Son aşama ise krizin sona ermesiyle oluşan durumdur.
Kriz dönemlerinde krize karşı etkin önlemler almak, mevcut tehlike ve tehditlerden en az zararla
çıkmak ve kriz ortamındaki gelişmeleri fırsata çevirmek ancak etkin bir “kriz yönetimi” ile olur.
Firmaların ölçeği büyüdükçe, krize hazırlık dereceleri artmakta, gerek kriz yönetim planları gerekse
kriz yönetim takımları ile kendilerini ileride karşılaşmaları muhtemel krizlere karşı hazırlamaktadır.
Daha küçük firmalar ise, kriz yönetimini kriz yöneticileri olarak bilinen yöneticilere bırakmanın daha
doğru olacağı kanısındadırlar. Kriz yönetiminin temel amacı krizi oluşmadan önlemek ve krizden
mümkün olduğunca çabuk çıkarak krizin etkilerini süratle ortadan kaldırmaktır (Korkmazyürek
2009:24).
Rosental ve Pijnenbudrg`a göre etkili bir kriz yönetiminde (1991:3) şu çabaların olması gerekir;
•
Krizlerin oluşumunu engellemek,
•
Krizin etkilerine karşı koruma sağlayacak hazırlıklar yapmak,
•
Kriz oluştuğunda ona karşı etkili bir tepki göstermek,
•
Krizin sona ermesiyle, yeniden toparlanma ve iyileştirme için gerekli planlamayı ve kaynak
tahlillerini yapmak.
298
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Kriz için hazırlığın temelinde yatan amaç, daha etkin bir kriz yönetimi için bu tecrübelerin örgütsel
yapılara ve yönetsel süreçlere dönüştürülmesidir. Fakat burada işletmenin yaşadığı geçmiş krizlerin,
yaşanacak krizlere karşı her zaman etkili olmayacağı göz önüne alınmalı ve bu nedenle etkin kriz
yönetim politikaları oluşturulmalıdır. Krize hazırlık çalışmalarının amacı oluşacak muhtemel krizlerin
oluşmadan önlenmesi ve oluşması durumunda ise işletmeyi etkileme derecesini minimum düzeye
indirgemektir (Korkamazyürek 2009:30).
Kriz, iyi durumda olan, borcu az, likiditesi yüksek olan işletmeler için bir fırsattır. Daha açık bir
anlatımla, firmaların yapmayı tasarlayıp yapamadıkları, örneğin maliyet kalemlerinin yeniden kontrol
edilmesi, yeni ortaklar veya iş kolu geliştirilmesi gibi, birçok işi yapmak ve önlemek amacıyla büyük
bir fırsat yaratmaktadır.
Krizi önleme çabalarının yetersiz kalması durumunda işletme etkilendiği krizden mümkün olan en az
hasarla çıkmak ve kayıpları önlemek için çaba sarf edecektir. Bu nedenle yönetimin süratle şu
çalışmaları yapması beklenir;
•
Krizin tanımlanması,
•
Krizin işe devamlılığı üzerindeki etkilerinin belirlenmesi,
•
Krizden etkilenecek muhtemel hedef kitlenin ve etkilenme derecesinin belirlenmesi ve işe
devam planının uygulamaya konulması,
•
Kriz yönetim planının uygulamaya konulması,
•
Kriz iletişim planının hazırlanması ve kriz yönetim takımının kurulması.
Kriz sonrasında işletmenin yapması gereken yaşanmış olan krizden ders çıkarmaktır. Bunun için kriz
yönetim takımından beklenen en önemli çalışma iş etki analizinin yapılmasını sağlamaktır.
İşletmenin kırılganlıklarının ve işin devamı ile müşteriler için hangi iş fonksiyonlarının yaşamsal
öneme sahip olduğunun belirlenmesi gerekir
1.5. Geçmişten Bugüne Türkiye’de Oluşan Krizler
Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana Türkiye giderek sıklaşan ve şiddeti artan ekonomik krizlere
sahne olmuştur. Tanık olunan altı adet çok ciddi (1929-31, 1958-61, 1978-81, 1988-89, 1994,
1998-2002 ) ekonomiyi derinden sarsan ve büyük ekonomi politikası dönüşümlerine yol açan bu
krizlerin yanında, daha kısa süreli ve etkileri daha sınırlı dört adet (1947, 1969, 1982, 1991) kriz de
yaşanmıştır. Şiddetli ve göreli daha hafif krizlerin kapsadığı yılların toplamı yirmidir ve cumhuriyet
tarihinin dörtte birine tekabül etmektedir. Türkiye, son 85 yıldır ortalama her sekiz yılda bir,
ekonomik krizle sarsılmaktadır. Her kriz borç yükünü arttırmakta, milli geliri azaltmakta ve işsizliğin
299
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Yapılan araştırmalar (Han, 2009:3) 1980–2008 yılları arasında
yaşanan ekonomik darboğazların, 1923–1980 arasındaki döneme göre 4 kat daha fazla olduğunu
ortaya koymuştur. 1950–1957 döneminde dış açıktaki aşırı büyüme beraberinde 1958 istikrar
tedbirlerinin yürürlüğe konulmasına neden olmuştur. 1960 sonrası Türk Ekonomisi planlı döneme
geçmiş, planlı dönemde dış açıklardaki aşırı büyümeyi kapatmaya dönük ilk devalüasyon 1970
yılında yapılmıştır. 1977 yılında ekonomik dengeler tümüyle ortadan kalkmış, Nisan 1978 ve Mart
1979 tarihlerinde birbirinin benzeri iki istikrar paketi yürürlüğe konulmasına rağmen siyasal
istikrarsızlık yüzünden bu programlar başarısızlıkla sonuçlanmıştır.
1990 sonrası görülen krizlerin temelinde finansal gerekçeler bulunmaktadır. Finansal alandaki
krizler sonucu 5 Nisan 1994 kararları alınmış, fakat yeterli sonuçlar elde edilemeden Asya ve Rusya
krizleri, beraberinde ise 1999 Marmara Depremi Türk ekonomisini olumsuz yönde etkilemiş,
arkasından 1999 Aralık ayıda IMF ile Stand-by anlaşması imzalanmıştır. 2000 yılının başında
yürürlüğe giren "Enflasyonu Düşürme Programı" 2000 Kasım ve 2001 Şubat krizleri ile birlikte
başarısızlıkla sonuçlanmıştır (Turan 2005:1).
Türkiye’de yaşanan Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizlerinin bankacılık sektörünün kırılgan yapısından
kaynaklandığı ileri sürülmektedir. Bankacılık sisteminin artan açık pozisyonları ile kamu
bankacılığının artan görev zararları, faiz oranlarının artmasına neden olmuş ve borçların
sürdürülebilirliği üzerindeki kuşkuları arttırmıştır. Şubat 2001 kriz döneminde IMF’in baş ekonomisti
olan Fischer ise “cari açığın en önde gelen kriz kaynağı-göstergesi olduğu ve Türkiye’deki Kasım
krizine bankacılık kesimi ile birlikte yüksek cari açığın neden olduğunu” ileri sürmektedir (Erdil
2000: 20).
Türkiye, kriz yılları dışında, yıllık ortalama yüzde 7.8 gibi çok yüksek bir büyüme oranı tutturmuştur.
1954'ten 1979 yılına kadar 24 yıl kesintisiz büyüyen Türkiye ekonomisi, 1979 yılında yeniden krize
girmiş, ekonomi yüzde 0.5 küçülerek, 1980 yılında da yüzde 2.8 gerilemiştir. Bu tarihten itibaren
yeniden büyüme trendi yakalayan Türkiye, 1990'lı yıllarda birbiri ardına gelen krizlerle sarsılmış,
1994 yılında yüzde 6.1, 1999 yılında yüzde 6.1,
2001 yılında da yüzde 9.5 küçülmüştür (ATO
2005:1).
2. 2008 GLOBAL MALİ KRİZ ve SEKTÖREL ETKİLERİ
Globalleşme kelimesi; genişleyen uluslararası ticaret, sınırları aşan finansal kaynak aktarımı yaratan,
artan dış yatırımlar, büyüyen çok uluslu işletmeler ve ortak girişimler anlamına gelmektedir.
300
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Globalleşme, gelişmekte olan ülke ekonomilerinin gelişmiş ülke standartlarına uyum gösterebilmek
için rekabet yeteneklerini süratle geliştirmelerini gerektirmektedir.
ABD’de 2007 yılının yaz ayında ortaya çıkan kriz, ABD’nin en büyük yatırım bankalarından biri olan
ve 158 yıllık bir geçmişe sahip bulunan Lehman Brothers’in çok yüksek düzeye çıkan borçlarını
ödeyememesine bağlı olarak 2008 yılının Eylül ayında iflasını açıklamasıyla tüm dünyayı etkisi altına
almıştır. Ortaya çıkan bu kriz ekonomistler tarafından 1929 Büyük Buhranından sonra, dünyanın
yaşadığı en büyük kriz olarak kabul edilmektedir. Yine bu krizin ne zaman sonlanacağı konusunda
da tam bir görüş birliği bulunmamaktadır. Krizi ortaya çıkaran nedenler arasında, son dönemlerde
ABD’nin gayrimenkul piyasasında ortaya çıkan aşırı fiyat artışları, konut kredisi alan riskli kişilerin bu
kredileri geri ödememesi ve bunları önlemek amacıyla kullanılan finansal araçların etkin bir şekilde
işletilememesi sonucu piyasaya çıkarılan milyar dolarlar sayılmaktadır (Ünal ve Kaya 2009: 4).
Mortgage krizi olarak ortaya çıkan durum takip eden süreçte bir likidite krizine dönüşmüştür.
ABD’de 2007 yılında, finans ve sigorta, gayrimenkul, inşaat ve madencilik sektörü başta olmak
üzere toplam dört sektörün büyüme hızının yavaşlamasıyla genel ekonominin büyüme hızı da
yavaşlamıştır. Yatırımcıların risk almadan kazanç elde etme isteği maliyeti düşük, kolay kredi
imkânlarına bağlı olarak tüketicilerin aşırı borçlanmasına ve kontrolsüz kredi genişlemesine neden
olarak sistemin risk durumunu arttırmıştır (www.ntvmsnbc.com).
Finansal kriz gelişmiş ülkelerde başlamış olmakla birlikte Kasım 2008 ortalarından itibaren
gelişmekte olan ülkeleri de etkilemeye başlamıştır. Birçok gelişmekte olan ülke borsalarında ciddi
değer kayıpları olmuş, ülke paraları değer yitirmiş, ülke tahvilleri ve ticari bonolarda risk primleri
artmış, aynı zamanda bu ülkelere olan yabancı sermaye akımları ve banka borçlanmaları önemli
oranda düşmüştür.
Uluslararası piyasalarda yaşanan gelişmeler karşısında finansal sisteme olan güvenin tekrar
artırılması için ABD ve Avrupa’da merkez bankaları ve hükümetleri tarafından çok sayıda önlem
alınmış ve trilyon dolarları bulan kurtarma paketleri açıklanmıştır (Erdönmez 2009: 85).
Dünyanın en büyük ekonomisi ABD`de 2008 Ocak ayında %1,8 gerileyen sanayi üretimi, aynı ay
sonu itibariyle yıllık %10 düşmüştür. AB`de ortak para euro kullanan 16 ülkede sanayi üretimi ise
Aralık ayında bir önceki yılın aynı dönemine göre %12 gerilemiştir. AB istatistik kurumu Eurostat`ın
verilerine göre, 27 üyeli AB`nin sanayi üretimindeki yıllık gerilemesinin Aralık ayı itibari ile 11,5
olduğu belirlenmiştir. Eurostat’ın verilerine göre sanayi üretimi en sert gerileyen ülkeler sırasıyla
%20,7`yle Estonya, %19,6`yla İspanya, % 18,4`le İsveç, % 17,5`le Romanya ve Slovenya
301
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
şeklinde belirlenmiştir. Aralık ayında sanayi üretimindeki düşüş, AB`nin büyük ekonomileri
Almanya`da % 12,4, Fransa`da % 10,7, İngiltere`de %8,8 ve İtalya`da %14,3`e ulaşmış, Ocak
ayında ise Fransa`da sanayi üretimi bir önceki aya göre % 3,1, İngiltere`de % 2,6 ve İsveç`te %
2,5 olarak gerçekleşmiştir. Küresel krizin ihraç mallarına olan talebin azalması nedeniyle ihracatı
önemli oranda düşen dünyanın ikinci büyük ekonomisi Japonya`da ise sanayi üretimi ocak ayında
%10 düşmüştür. Küresel krizle birlikte petrol gelirlerinin azaldığı Rusya`da ocak ayında sanayi
üretimi Aralık ayına göre % 19,9, geçen yılın aynı dönemine göre de % 16 azalmıştır. Gelişmekte
olan ülkelerden Hindistan`da toplam sanayi üretimi 2008 yılında 2007 yılına göre yüzde 0,4, 2008
Aralık ayında ise Aralık 2007`ye göre yüzde 11,9 oranında gerilemiştir. Güney Amerika`nın en
büyük ekonomisi Brezilya`da sanayi üretimi Ocak ayında bir yıl önce aynı aya göre yüzde 17,2
düşmüştür (www.tumgazeteler.com).
Küresel kriz başta gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler olmak üzere işsizliğin artması ve
ekonomilerde daralmaya neden olmaktadır. Maliye Bakanlığı Strateji Geliştirme Başkanlığı Ekonomik
ve Sektörel Analiz Dairesi 14.09.2009 tarihli haftalık ekonomi raporuna göre (2009:8) ABD`de
2008 Ocak ayında işsizlik oranı % 7,6`ya, AB bölgesinde % 8,2`ye, OECD bölgesinde %6,9`a
çıkmıştır. Türkiye’de ise 2006 ve 2007 yıllarında yüzde 10’ların altına düşen işsizlik oranları tekrar
yüzde 10 un üzerinde seyretmeye başlamıştır (www.sgb.gov.tr).
Şekil 1. Yıllara Göre İşsizlik Oranları
Kaynak: www.sgb.gov.tr, erişim tarihi 15.11.2009.
302
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Aynı raporda OECD bölgesinde GSYH 2008 yılının son çeyreğinde % 1,5 daralarak, OECD`de
kayıtların tutulmaya başladığı 1960 yılından bu yana en büyük düşüş olarak meydana geldiği
belirtilmektedir. AB bölgesi ise aynı dönemde % 1,5, G-7 ülkeleri %1,9 küçülmüştür. ABD 2008`in
son çeyreğinde %1,6, Japonya %3,3 ve İngiltere %1,5 daralmıştır.
2009’da Türkiye’yi de etkisi altına alan küresel ekonomik krizden etkilenen sektörlerden birisi de
sağlık sektörüdür. Sağlık sektörü üzerindeki etkisi kısaca aşağıda verilmeye çalışılmıştır.
3. TÜRK SAĞLIK SİSTEMİ, ÖZEL SAĞLIK KURULUŞLARININ GELİŞİMİ ve
KRİZLERİN ETKİLERİ
Sağlık sistemi; amacı doğrudan sağlığı geliştirmek olan her türlü hizmeti bünyesinde barındıran
girdi, çıktı ve sonuç (etki) unsurlarından oluşan bir bütündür. Sağlık sistemleri, yalnızca insanların
sağlığını yükseltme sorumluluğuna değil, aynı zamanda da onları hastalığın finansal risklerine karşı
korumak ve onları saygınlıkla tedavi etmek sorumluluklarına da sahiptirler. Sağlık sistemleri belli
başlı üç önemli amaca sahiptir. Bunlar; Hizmet sunulan nüfusun sağlığını korumak ve yükseltmek,
insanların beklentilerine yanıt vermek ve hastalık ya da sağlığın maliyetlerine karşı finansal koruma
sağlamaktır. Sağlık sistemlerini bu temel amaçlara ulaştırmak için bazı hedeflerin gerçekleştirilmesi
gerekir. Bunlar; nüfusun sağlık durumunu iyileştirmek, nüfus sağlık durumunun hakkaniyetini
geliştirmek, bireyler, sosyal gruplar, bölgeler vs. arasında sağlık konusundaki adil olmayan
farklılıkları azaltmak ve fakirlerin sağlık durumunu geliştirmektir (Uğurluoğlu ve Çelik 2005:8).
Türkiye’de sağlık sektörü kamu ve özel sektör kuruluşlarından oluşmaktadır. Kamu sağlık kuruluşları
tedavi edici sağlık hizmeti sunması yanında, koruyucu sağlık hizmetlerini de vermektedir. Ayrıca
üniversite hastaneleri ve Sağlık Bakanlığına bağlı hastanelerde tedavi hizmetleri yanı sıra, eğitim ve
araştırma faaliyetleri de yürütülmektedir. Özel sağlık kuruluşları ise daha ziyade tedavi edici sağlık
hizmeti sunmaktadır. Hizmet sunumunda özel sağlık kuruluşlarının payı son yıllarda büyük oranda
artış göstermiştir. Sağlık bakanlığı verilerine göre Türkiye’deki toplam hastanelerin %27,7’si ve
yatak sayılarının %9’ı özel sektöre aittir (Tengilimoğlu vd. 2009: 107-108). Sağlık Bakanlığı Tedavi
Hizmetleri Genel Müdürlüğü 2009 yılı verilerine göre Türkiye’de 450 özel hastane, 596 tıp merkezi,
602 dal merkezi, 432 poliklinik bulunmaktadır.
Sağlık hizmetlerinin finansmanı ise sosyal güvenlik kurumu fonları, özel sigorta şirketleri ve cepten
ödemler ile karşılanmaktadır.
Türkiye’de toplam sağlık harcamalarının (kamu+özel) 2000 yılında GSYİH’ya oranı %4,9
düzeyindeyken, 2006 yılında özellikle kamu sektöründeki reel artışın etkisiyle % 5,7 oranına
303
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
çıkmıştır (OECD 2008). 2008 yılında ise bu oranın % 6 düzeyine yükseldiği tahmin edilmektedir
(Yılmaz, 2007:3). Kamu sağlık harcamaları bu gelişmeler çerçevesinde, 2000-2009 döneminde sabit
fiyatlarla yüzde 40, GSYH’ya oran olarak ise % 65 oranında oranında artmış ve eğitim
harcamalarının üzerine çıkmıştır ( Yılmaz 2009:5).
4,50
4,30
4,10
3,90
3,70
3,50
3,30
3,10
2,90
2,70
Sağlık
2008
2007
2006
2005
2004
2003
2002
2001
2000
1999
2,50
Eğitim
Şekil 2. Sağlık ve Eğitim Harcamalarının GSYH’ya Oranı
Kaynak: Yılmaz H. Hakan (2009) “Son dönem Ekonomik Gelişmeler Çerçevesinde Kamu
Sağlık Harcamalarının Sürdürülebilirliliği: Muhtemel Riskler Belirleyiciliğinde Bir Değerlendirme”, TC
Sağlık Bakanlığı Strateji Geliştirme Başkanlığı Seminer Sunumu, 24 Haziran 2009, Ankara.
2003 yılında, devletin tüm sağlık harcamaları 13,87 milyar lira iken bu rakam 2009 yılında 40 milyar
lirayı aşacak hale gelmiştir. Yani altı yılda sağlık harcamaları 3 kattan fazla artmıştır. Bu artışta özel
hastanelerin artış oranı ise genel artış oranından daha fazla olmuştur. 2003 yılında özel hastanelere
sadece yarım milyon lira ödenmişken, 2009 yılında bu rakam 11 kat artarak 5,7 milyon TL’ye
ulaştığı tahmin edilmektedir. 2008 yılında SGK tarafından hastanelere 18.968 milyon TL. ödenmiştir.
Hastanelere yapılan ödemelerin kurumlara göre dağılımı ise (Teksöz vd 2009: 3);
- 10.214 Milyon TL’yi devlet hastaneleri
- 3.048 Milyon TL’yi üniversite hastaneleri
- 5.706 Milyon TL’yi özel hastaneler almıştır.
304
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Şekil 3: SGK Tarafından Kamu Yapılan Tedavi Ödemelerinin Sağlık Kuruluşlarına Göre
Dağılımı
Kaynak: Teksöz Tuncay, Kaya Yalçın ve Helvacıoğlu Kerem (2009) “Sağlık Reformunun
sonuçları İtibariyle Değerlendirilmesi”, Türkiye Ekonomik Araştırmalar Vakfı (Tepav) Raporu, s.3.
Bu artışta en önemli etken, 19 Şubat 2005 tarihinden itibaren SSK ya bağlı hastanelerin ve diğer
tüm kamu hastanelerinin Sağlık Bakanlığına devredilmesi ve bunun sonucunda tüm SSK’lıların
devlet hastanesine gitmelerinin önünün açılması ve tüm özel eczanelerin SSK’lılara hizmet vermeye
başlamasıdır. İkinci önemli etken ise 2007 yılından itibaren Resmi Gazetede yayınlanan SUT (Sağlık
Uygulama Tebliği) ile tüm SSK ve Bağ-Kur’lulara özel hastanelerden yararlanma imkanının
tanınmasıdır.
Son yıllarda SGK’nın ve kamunun sağlığa harcadığı para artarken, Hazinenin SGK’ya aktardığı para
da büyümektedir. Ekonomik daralmayla hızlanan vergi ve prim gelirlerindeki reel düşme bütçenin
ve SGK’nın mali riskini artırmaktadır.
Sağlık sistemine aktarılan para artınca kamu ekonomisi yöneticileri “Global Bütçe” uygulamasını
getirmiştir. Bu uygulamaya öncelikle Sağlık Bakanlığı hastaneleri ile başlanmış ve önümüzdeki
günlerde üniversite ve özel hastanelere yaygınlaştırılması planlanmaktadır. Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanının bir TV programında yaptığı açıklamaya göre 2010 yılında özel hastanelere de
önceden belli edilen bir rakam verilecektir (yaklaşık 6 milyar lira).Bu uygulamaya karşılık özel
hastane yöneticileri vatandaşlardan aldıkları yüzde 30 oranının artırılmasını istemektedir.
305
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Her krizde olduğu gibi 2008 global mali krizde de sağlık sektörü olumsuz olarak etkilenmiştir.
Ekonomik krizlerin sağlık üzerinde en önemli etkisi “gelirin düşmesi” üzerinden olmaktadır.
Milyonlarca ailenin yoksullaşması temel besin maddelerini bile satın almalarına engel olmakta,
toplumdaki beslenme bozuklukları giderek artarken sınıflar arasındaki eşitsizlik artmakta ve
enfeksiyon hastalıkları nedeniyle oluşan salgınlara sebep olmaktadır. 1990’dan sonra Rusya’da
yaşanan özellikle tüberküloz ve difteri salgınları, Küba’da ambargo sonrasında çocukluk çağı
pnömonilerinde artış ekonomik krizin sağlık üzerine en net olarak tanımlanmış sonuçlarıdır (Lodahl
2000:255-262; Garfield 1997:15-21; Tulchinsky & Varavikova 1996:313:320).
Türkiye’de yaşanan 2001 krizinin sağlığa yansıması da rakamlarla belirlenmiş ve birinci basamak
sağlık hizmetleri ile aşılama oranlarının önemli oranlarda gerilediği görülmüştür. Difteri aşılama
oranları, aşılanan hedef kitle olarak 2000 yılında yüzde 92 iken, 2003 yılında yüzde 76 ya
düşmüştür (Dünya Sağlık Örgütü -DSÖ- istatistik verileri 2007).
Krizlerin halkın sağlık hakkına, toplum sağlığına yönelik öngörülebilir etkileri şunlardır(Ato 2005).
1. Sağlık hizmeti kullanımında eşitsizlik artırması,
2. İlaç fiyatlarının artması ile birlikte ilaca erişimde zorlukların yaşanması,
3. Tüm sağlık göstergelerinde bozulmalar (kısa ya da uzun vadede),
4. Hem fiziksel hastalıklarda, hem de depresyon, panik atak, anksiyete, madde bağımlılığı
gibi ruhsal problemlerde artışlar,
5. Çalışma sürelerinin uzaması ve ağırlaşması yeni sağlık sorunlarına yol açması,
6.
Koruyucu sağlık hizmetlerinin önemli bir başlığını oluşturan aşılama programının aşıda
dışa bağımlılık, döviz fiyatlarındaki aşırı yükselme vb. nedenlerle önemli aksamalar yaşanması,
7.
Özellikle tüberküloz ve diğer bulaşıcı hastalıklarda artışlar
8.
Uzun dönemde beklenen yaşam sürelerinde görülecek kısalmalar.
Dünya ile birlikte ülkemizde yaşanan kriz için sağlık alanında herhangi bir tedbirin gündeme bile
gelmediği görülmektedir. IMF ile yapılacak anlaşmada harcamaların azaltılması gündeme geldiğinde
ilk kısılan sağlık harcamaları olmaktadır. İşsizliğin ve yoksulluğun baş döndürücü bir hızla arttığı
Türkiye ‘de krizden her zaman olduğu gibi alt gelir düzeyinde olanlar en çok etkileneceklerdir. Bu
kesimlerin sağlığının korunması sosyal devletin en önemli görevleri arasındadır.
Global kriz ile birlikte ekonomik daralmayla hızlanan vergi ve prim gelirlerindeki reel düşme
bütçenin ve SGK’nın mali riskini artırmaktadır. Sağlık harcamaları artarken sağlık hizmetini sunan
kurumların mali yapılarındaki bozulma ve ödeme güçlüğü içine düşmesi bir bütün olarak sağlık
306
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
sektörünü olumsuz etkilemektedir. Ekonomide yaşanacak olan dalgalanmalar ve yeni tedbirlerin
odağında kaçınılmaz olarak sağlık sektörü olacaktır.
Global bütçe çalışmalarını sürdüren Hükümet, Sağlık Bakanlığının 2010 yılı bütçesini 12 milyar 700
milyon TL olarak belirlemiştir. Özel sağlık ve ilaç sektörü bütçeleri henüz netleşmemiştir. Ekonomik
kriz nedeniyle diş hekimleri muayenehanelerinden hizmet alınamayacağı düşünülmektedir.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer, Sağlık alanında tedbir almak zorunda olduklarını
belirterek Dinçer, son dönemde yapılan iyileştirmelerin devletin maliyetini arttırdığını işaret
etmektedir. Bakan, yapılan tüm harcamaların sürdürülebilir nitelik taşımadığını, harcamaların
kısılacağını,
bu
noktada
gerekirse
radikal
tedbirlerin
alınacağını
bildirmiştir
(www.ntvmsnbc.com/news).
Küresel kriz sebebiyle bütçe gelirlerinin, prim gelirlerinin düştüğünü buna karşılık harcamaların
azalmadığına dikkat çeken Dinçer, şunları ifade etmektedir:
“2007–2008 yıllarında %52–53 civarında sağlık harcamalarımızı öz gelirlerimizle karşılayabiliyorduk.
Ama bugün sağlık harcamalarının sadece %43’ünü öz gelirlerimizle karşılayabiliyoruz. Bu bizde ciddi
açık meydana getirdi. Fakat sektöre baktığımızda ciddi gelişme sağlamışlar. Mesela, ilaç sektörü
2002 yılından bugüne 4 katı büyümüş. 2002’de sektörün toplam hacmi 5 milyar 230 milyon TL
civarındayken 2009’da tahmini 15 milyar 586 TL’ye yakın harcama gözüküyor. Tedavide ise 4 milyar
200 milyon TL’den yaklaşık 20 milyar 196 milyon TL’ye yakın harcama gözüküyor. Toplamda 9
milyar 900 milyondan 36 milyar 400 milyona yakın. Ortalama 4 katına yakın bir büyüme söz
konusu.”
Bakan, sektörlere ne kadar global bütçe ayrılacağı yönündeki soruyu şöyle yanıtlamıştır
(www.ntvmsnbc.com/news/460082.asp):
“Özel sektörün, ilaç sanayinin global bütçe rakamlarını belirlemedik. Sağlık Bakanlığına 2010 yılı için
12 milyar 700 milyon TL kaynak ayırdık. 2010’da verebileceğimiz nihai rakam bu. Bu rakam her 4-6
ayda gözden geçirilecek. Harcamalar bu rakamı aştığı takdirde, ne kadar aşıyorsa o orandaki
miktarı ödemelerden kısmaya başlayacağız. Yılsonuna gittiğimizde belki birkaç aylık geri ödeme
haricinde planladığımız rakamda harcamaları tutmayı umuyoruz.”
Ayrılan bütçenin yılsonuna kadar özel hastaneye yetmemesi durumunda çözümün çok kolay
olacağını ifade eden Dinçer, “Her bir hastaneyle sözleşme imzalıyoruz. Hastane bizimle sözleşme
imzalamak zorunda değil. Ama sözleşme şartlarına uymak zorunda” dedi. Bakan, özel hastanelerin
307
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
2009’da % 12 büyümüş göründüğünü belirterek tüm dünyada ve Türkiye’de yılsonu itibariyle % 6
küçülme olacağını bildirdi. Radikal tedbirler konusuna açıklık getiren Dinçer, önümüzdeki yıl global
bütçe uygulamasına geçileceğini kaydetti. Dinçer şöyle ifade etmiştir:
“Global bütçe sisteminde önümüzdeki yıl hükümet olarak ilaç için ne kadar para harcayabileceğimizi
belirleyeceğiz, özel hastanelere verebileceğimiz parayı açıklayacağız. Mutabakata varmaya
çalışıyoruz. Uzlaşamazsak çok radikal tedbirler alarak özel önlemler alacağız. İlaç fiyat uygulaması,
Bütçe Uygulama Talimatı, Sağlık Uygulama Tebliğini gözden geçirerek tedbirler alacağız.”
Gerek kamu ve gerekse özel sağlık hizmetleri için en önemli finans kaynağı durumunda olan Sosyal
Güvenlik Kurumu(SGK) nun sağlık giderlerini daha etkin bir şekilde kontrol altında tutma politikası
özel sağlık işletmelerinin gelirlerini önemli ölçüde etkileyeceği bir gerçektir. İki yıl önce özel
kuruluşlardan hizmet alma eğilimine girmiş kişilerin kriz nedeni ile fark ücret ödememek için belirli
bir oranı yine devlet hastanelerine döndüğü ve cebinden para harcamamayı seçtiği görülmektedir.
Bu durumun özel sağlık işletmelerine olan talepte genel olarak bir azalmaya yol açtığı söylenebilir.
Diğer açıdan sağlık sektörüne malzeme olarak girdi sağlayan firmaların gerek ithal gerek yurt içi
üretimlerinde finansal krizin muhasebe sistemlerinde borç/alacak dengesini etkilemesinden dolayı
taahhüt etmiş oldukları mal ve/veya malzemeyi zamanında teslimat ile ilgili gecikmeler yaşanmış
olup stok takip işleri sağlık bakanlığınca üç aya indirilmesi ile sağlık sektöründe hizmet veren
hastane ve tedavi merkezleri ciddi anlamda sıkıntılar yaşamaktadırlar.
4. ARAŞTIRMA
4.1. Yöntem: Araştırma bir betimleyici araştırma niteliğindedir. Özel sağlık işletmelerinin 2008
global mali krizden etkilenme durumlarını belirlemek için alan araştırması yapılmıştır. Elde edilen
veriler İstatistiksel paket programlarla değerlendirilmiştir. Veri analizinde ki-kare testi kullanılmış
anketin güvenirliliği için Cronbach –Alpha testi yapılmıştır. Hipotezlerin test edilmesinde istatistiksel
olarak anlamlılık düzeyi p: 0.05 alınmıştır.
4.2. Amaç: Bu araştırmanın temel amacı, özel sağlık kuruluşu yöneticilerinin krize bakış açılarını,
özel sağlık işletmelerinin etkilenme düzeylerini ortaya koymak, bu kurumların krize karşı duyarlılığını
değerlendirmektir.
4.3. Varsayım ve Hipotezler: Araştırmaya katılan sağlık işletmesi yöneticilerin ankette sorulan
sorulara doğru cevap verdikleri varsayılmıştır.
Araştırmada, özel sağlık kurumu yöneticilerinin etkilenme derecesi, demografik özelliklere göre,
hastane yatak kapasitesine göre ve hastanenin hizmet alanına göre değişip değişmediğini
308
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
belirlemeye yönelik hipotezlere yer verilmiştir. Araştırmada sınanmak istenen temel hipotezler
aşağıda verilmiştir.
H1: Özel sağlık işletmelerinin faaliyet alanları ile krize karşı hazırlık durumları arasında ilişki vardır.
H2: Özel sağlık işletmelerinin türü ile krizden etkilenme durumları arasında ilişki vardır.
H3: Özel sağlık işletmesi türü ile krizden etkilenme düzeyleri arasında ilişki vardır.
H4: Özel sağlık işletmesinin faaliyet süresi ile krizden etkilenme durumu arasında ilişki vardır.
H5: Özel sağlık işletmesi yöneticilerinin unvanları ile kriz sürecinde maliyetlerin değişmesi arasında
ilişki vardır.
H6: Yöneticilerin unvanları ile krizi algılama biçimleri arasında ilişki vardır.
H7: Sağlık işletmelerinin çalıştırdıkları personel sayısı ile sağlık işletmelerinin ekonomik krizinden
etkilenme durumları arasında ilişki vardır.
H8: Sağlık işletmelerinin çalıştırdıkları personel sayısı ile krize karşı verdikleri eğitim arasında ilişki
vardır.
H9: Sağlık işletmelerinin faaliyet alanı ile personele verilen eğitim türü arasında ilişki vardır.
H10: Özel sağlık işletmelerinin yatak sayısı ile uygulanan kriz yönetim politikalarının etkili sonuç
verme durumu arasında ilişki vardır.
H11: Yöneticilerin unvanları ile krizi algılama şekilleri arasında anlamlı bir ilişki vardır.
H12: Özel sağlık işletmelerinin yatak kapasitesi ile krizin olumlu etkileri arasında ilişki vardır.
H13: Özel sağlık işletmelerinin yatak kapasitesi ile kriz esnasında maliyetlerde değişim arasında
İlişki vardır.
H14 Yöneticilerin unvanları ile krizin devam etme süresi arasında ilişki vardır.
H15: Yöneticilerin unvanı ile göre krizden çıkmak için devletten beklentiler arasında ilişki vardır.
4.4. Evren ve Örneklem: Araştırma Türkiye Cumhuriyeti ile sınırlı tutulup, Türkiye’de ki tüm özel
sağlık işletmelerin üst düzey yöneticileri araştırmanın evrenini oluşturmaktadır. 2009 yılı Sağlık
Bakanlığı verilerine göre Türkiye genelinde özel sağlık kurumlarının sayısı 1648 (Genel hastane, Dal
309
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Hastanesi, Tıp Merkezi) dir. Araştırmada örneklem seçilmemiş olup her hastaneden bir üst
yöneticiye anket gönderilmiştir. Anketler Ankara ilinde yüz yüze anket yöntemi ile uygulanmış,
diğer illerde ise e-mail yolu ile gönderilmiş ancak hatırlatma yazılarına rağmen 123 hastane
yöneticisinden geri dönüşüm sağlanabilmiştir. Zaman ve maliyet kısıtlılığından dolayı istenilen
sayıya ulaşılamamıştır. Anket uygulaması 15 Ekim 2009 ile 28 Aralık 2009 tarihleri arasında
gerçekleştirilmiş olup, veriler 32 yöneticiden internet üzerinden, 91 yönetici ile yüz yüze görüşerek
elde edilmiştir.
4.5. Veri Toplama Yöntemi: Daha önce de belirtildiği üzere araştırmada veri toplama yöntemi
olarak, anket tekniği uygulanmıştır. Anket sorularının oluşturulmasında uzman görüşlerinden
yararlanılmıştır. Anket toplamı 33 sorudan oluşmaktadır.
İki bölümden oluşan anket formunun birinci bölümünde yöneticilerin kişisel bilgileri ve hastanelere
ait tanımlayıcı sorulara yer verilmiştir. İkinci bölümde ise,
2008 mali krizin hastaneler üzerine etkisini belirlemeye ilişkin ifadeler ve sorulara yer verilmiştir. Bu
sorular kapalı uçlu sorular olup, yöneticilerin kriz hakkındaki düşünceleri ölçülmeye çalışılmıştır.
Araştırma ki kare yöntemi kullanılarak anlamlandırılmaya çalışılmıştır.
4.6. Bulgular: Araştırmada verilerin analizi sonucunda elde edilen temel bulgular iki grupta
verilmiştir. Birinci grupta araştırmaya katılan yönetici ve bunların görev yaptıkları hastanenin
özelliklerine yönelik bulgulara yer verilmiştir. Anketin güvenirliliği için uygulanan Cronbach’s Alpha
testine göre güvenirlilik 0,624 bulunmuştur.
310
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Tablo.1
Katılımcıların Kişisel Özellikleri ve Özel Sağlık İşletmelerine Ait Bulgular
Değişkenler
1.
Cinsiyet
2.
Eğitim Düzeyi
3.
Yaş
4.
Unvan
5. İşletmenin Faaliyet
Süresi
6.
Kapasite
7.
İstihdam
8.
Bölge
9.
Faaliyet Alanı
Kategoriler
N
%
1.
Bayan
88
71.5
2.
Erkek
35
28.5
1.
2.
3.
1.
2.
3.
1.
2.
3.
4.
1.
2.
3.
4.
Lisans
Yüksek Lisans
Doktora
35 Yas Ve Altı
36-45
46 Yas Ve Üzeri
İşletme Sahibi
Genel Müdürü
Bölüm Müdürü
Diğer
1-5 Yıl
6-10 Yıl
11-15 Yıl
16 Yıl Ve Üzeri
76
23
24
46
49
28
23
33
43
24
33
30
29
61.8
18.7
19.5
37.4
39.8
22.8
18.7
26.8
35.0
19.5
26.8
24.4
23.6
31
25.2
1.
2.
3.
4.
1.
2.
3.
4.
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
1-50
51-100
101-150
151yatak Ve Üzeri
1-100
101-200
201-300
301 Ve Üzeri
Marmara
Ege
Akdeniz
Karadeniz
İç Anadolu
Doğu Anadolu
Güneydoğu
1.
2.
3.
Dal
Genel
Tıp Merkezi
67
28
10
18
38
47
13
25
21
6
14
9
64
5
4
20
86
17
123
54.5
22.8
8.1
14.6
30.9
38.2
10.6
20.3
17.1
4.9
11.4
7.3
52.0
4.1
3.3
16.3
69.9
13.8
100
Toplam
Tablo 1 den de görüleceği üzere, araştırmaya katılan özel sağlık işletmesi yöneticilerinin büyük bir
bölümü (%71.5) bayan katılımcılardan oluşmaktadır. Katılımcıların tamamının lisans veya lisansüstü
düzeyde eğitime sahip oldukları görülmektedir. Bu dağılım Türkiye’de özel sağlık işletmelerinde
görev yapan yöneticilerin eğitim düzeyinin oldukça yüksek olduğunu göstermektedir. Katılımcıların
311
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
büyük bir kısmının İç Anadolu bölgesinde (%52.0) ve 45 yaş altındaki yöneticiler olduğu, yarıya
yakın kısmının 10 yıl altında deneyim sahibi olduğu ve sağlık işletmesi yatak sayısının büyük bir
çoğunun ise (%77.3 ) 100 yataktan küçük ve genel hastane (%69.9) olduğu görülmektedir.
Tablo 2
Özel Sağlık İşletmelerinin Faaliyet Alanlarına Göre Kriz Öncesi Hazırlık Durumları
Kriz Oluştuğunda Örgütlenme ve Yönetim Açısından
Yeterince Hazırlıklı mıydınız?
Evet
Hayır
11
9
8,9
7,3
45
41
36,6
33,3
3
14
2,4
11,4
59
64
48
52
Alan
Dal
N
%
N
%
N
%
N
%
Genel
Tıp Merkezi
Toplam
χ2=7,313 p=,026
Toplam
20
16,3
86
69,9
17
13,8
123
100
Özel sağlık işletmesi yöneticilerinin “Kriz oluştuğunda örgütlenme ve yönetim açısından yeterince
hazırlıklı mıydınız?” sorusuna verdikleri yanıtların ankete katılan yöneticilerin çalıştıkları özel sağlık
kurumlarının faaliyet alanları ile arasında anlamlı bir ilişki olup olmadığını belirlemek amacıyla ki
kare testi yapılmıştır. Ankete katılan yöneticilerin çalıştıkları sağlık işletmesinin faaliyet alanları ile
krize karşı hazırlıklı olup olmamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmuştur
[χ2=7,313p<0,5]. Bu durumda H1 nolu hipotez kabul edilmiştir. Tablodan da görüleceği üzere, tıp
merkezlerinin diğer sağlık işletmelerine göre daha az hazırlıklı oldukları görülmüştür. Genel anlamda
ise işletmelerin %52’si krize karşı yeterince hazırlıklı olmadıkları, %48’sinin ise hazırlıklı oldukları
belirtilmiştir.
Tablo 3.
Özel Sağlık İşletmelerinin Türüne Göre Krizden Etkilenme Durumları
Alan
Dal
Genel
Tıp Merkezi
Toplam
N
%
N
%
N
%
N
%
2008 Yılın Ekonomik Krizi
Sizi Etkiledi Mi?
Evet
Hayır
16
4
80
20
74
12
86
14
15
2
89
11
107
16
87
13
X2 = 3.474 SD= 2, p= .176
312
Toplam
20
100
86
100
17
100
123
100
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Özel sağlık işletmesi yöneticilerinin “2008 ekonomik krizi sizi etkiledi mi” sorusuna verdikleri
yanıtların görev yaptıkları sağlık işletmesinin faaliyet alanı ile arasında anlamlı bir ilişki olup
olmadığını belirlemek amacıyla ki-kare testi yapılmıştır. Tablo 3’de görüldüğü gibi, özel dal
hastanelerinde çalışan yöneticilerin diğer işletmelerde çalışanlara göre krizden daha az etkilendiği
görülmektedir. Ancak aradaki ilişki istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır [x2(3)= 2.468, p>05].
Bu bulgu hem dal hastanelerinde hem de genel hastanelerde ve tıp merkezlerinde krizin benzer
şekillerde algılandığını göstermektedir. Yani sağlık işletmesi yöneticilerinin
%87 si krizden
etkilendiğini belirtmiştir. Bu burumda H2 nolu hipotez reddedilmiştir.
Tablo 4
Özel Sağlık İşletmesi Yöneticilerinin Çalıştıkları Sağlık İşletmesi Türüne Göre Krizden Etkilenme
Düzeyi
Alan
Dal
Genel
Tıp Merkezi
Toplam
N
%
N
%
N
%
N
%
Hasta
Sayısı
Azaldı
7
35
27
32.5
7
41.2
44
36.7
Kriz Sizi Ne Ölçüde
Kredi
Gelirler
Şartları
Azaldı
Zor
10
1
50
5
36
6
43.4
7.2
7
1
41.2
5.9
54
7
45.0
5.8
Etkiledi
Ödeme
Güçlüğü
Mevcut
1
5
10
12
1
5.9
11
9.2
X2 =8.06, SD= 8, p=.425
Malzeme
Alımı Zor
1
5
4
4.8
2
11.8
4
3.3
Toplam
20
100
83
100
17
10
120
100
Özel sağlık işletmesi yöneticilerinin “Kriz sizi ne ölçüde etkiledi” sorusuna verdikleri yanıtların görev
yaptıkları işletme türü ile ilişki olup olmadığını belirlemek amacıyla yapılan ki -kare testi sonucunda
(Tablo 4) krizden etkilenme dereceleri ile işletme türleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki
olmadığı görülmüştür ( p>0.05). Bu durumda hipotez 3 reddedilmiştir. Ancak dal hastanelerinde
çalışan yöneticiler gelirlerinin diğer hastanelere göre biraz daha az olduğunu, tıp merkezlerini ise
malzeme alımlarında daha fazla güçlüklerle karşılaştıklarını ifade ettikleri görülmektedir. Bu bulgu
hem dal hastanelerinde hem genel hastanelerde hem de tıp merkezlerinde krizin etkisisin hemen
hemen aynı olduğunu göstermektedir. Bu durumda H3 hipotezi reddedilmiştir.
313
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Tablo 5
Özel Sağlık İşletmelerinin Faaliyet Süresine Göre Krizden Etkilenme Durumları
Faaliyet Süresi
1-5 Yıl
N
%
N
%
N
%
N
%
N
%
6-10 Yıl
11-15 Yıl
16 Yıl Ve Üzeri
Toplam
2008 Yılı Global Mali Kriz
Sizi Etkiledi Mi?
Evet
Hayır
30
3
90.9
9.1
25
5
83.3
16.7
22
7
75.9
24.1
30
1
96.8
3.2
107
16
87.0
13.0
X2 = 6.598, SD= 3, p= .086
Toplam
33
100
30
100
29
100
31
100
123
100
Özel sağlık işletmesi yöneticilerinin “2008 yılı Global Mali kriz sizi etkiledi mi” sorusuna verdikleri
yanıtlara baktığımızda, sağlık işletmesinin faaliyet süresi ile krizden etkilenme durumu arasında
istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki olmadığı görülmektedir (p>0.05)(Tablo 5). Bu durumda hipotez
4 reddedilmiştir. Faaliyet süresinde fark gözetilmeksizin yaşanan ekonomik krizden bütün sağlık
işletmeleri etkilenmişlerdir. Tabloda da görüldüğü gibi 11–15 yıl arasında faaliyette bulunan özel
sağlık işletmelerinde görev yapan yöneticiler yaşanan krizden işletmelerinin daha az etkilendiklerini
ifade etmişlerdir.
Tablo 6
Özel Sağlık İşletmelerin Yöneticilerinin Unvanlarına Göre Kriz Süresince Maliyetlerinin Değişme
Durumu
Unvan
İsletme Sahibi
Genel Müdür
Bölüm Müdürü
Diğer
Toplam
N
%
N
%
N
%
N
%
N
%
Kriz Süresince Maliyetleriniz
Ne Yönde Değişti
Aynı
Arttı
Azaldı
Kaldı
15
6
2
65.2
26.1
8.7
18
5
9
56.3
15.6
28.1
23
11
9
53.5
25.6
20.9
13
5
6
54.2
20.8
25.0
69
27
26
56.6
22.1
21.3
X2 = 3.997 SD= 6, p= .677
Özel sağlık işletmesi yöneticilerinin
Toplam
23
100
32
100
43
100
24
100
122
100
“Kriz süresince maliyetleriniz ne yönde değişti” sorusuna
verdikleri yanıtların unvanları ile kriz sürecinin maliyetleri etkileme düzeyleri arasında ilişki olup
314
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
olmadığını belirlemek amacıyla ki kare testi yapılmıştır. Tablo 6’dan da görüldüğü gibi, işletme
sahipleri diğer kademe yöneticilerine göre maliyetlerinin arttığını düşünmektedirler. Aralarında
istatistiksel olarak anlamlı ilişki bulunmamıştır. [x2 = 3.997, p>05]. 5 nolu hipotez reddedilmiştir.
Tablo 7
Yönetici Unvanına Göre Özel Sağlık İşletmesi Yöneticilerinin Krizi Algılama Biçimi
Unvan
İsletme sahibi
Genel müdür
Bolum müdürü
Diğer
Toplam
N
%
N
%
N
%
N
%
N
%
Tehdit
6
27.3
9
28.1
15
36.6
12
50.0
44
37.0
Hastaneniz krizi nasıl algılar?
Devlet
Profesyonel
Fırsat
Desteği
Yönetim Desteği
2
10
4
9.1
45.5
18.2
7
7
9
21.9
21.9
28.1
3
14
9
7.3
34.1
22.0
6
4
2
25.0
16.7
8.3
16
35
24
13.4
29.4
20.2
X2 = 16.921 SD= 9, p= .050
Toplam
22
100
32
100
41
100
24
100
119
100
Özel sağlık işletmesi yöneticilerin “Hastanenizin krizi nasıl algılar” sorusuna verdikleri yanıtların
yönetici unvanlar ile algılama biçimleri arasında ilişki olup olmadığını belirlemek amacıyla ki-kare
testi yapılmıştır. Tablo 7’den de görüldüğü üzere, araştırmaya katılan başhekim ve başhemşirelerin
%50 si krizi bir tehdit olarak algılarken, %25’i krizin bir fırsat olduğu görüşündedirler. Ancak
unvanlarla kıyaslama yapılınca kriz algılama biçimi ile yönetici unvanları arasında anlamlı bir ilişki
bulunmuştur [x2 = 16.921, p<05]. Bu durumda H6 nolu hipotez kabul edilmiştir. Tablodan da
görüleceği üzere genel olarak kriz algısı tehdit olarak görülürken işletme sahiplerinde bu durum
devlet desteğinin sağlanması şeklinde görülmektedir.
315
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Tablo 8
Özel Sağlık İşletmelerinin Çalıştırdıkları Personel Sayısına Göre İşletmelerin 2008 Ekonomik
Krizinden Etkilenme Durumları
İstihdam
1–100
101–200
201–300
301 Ve Üzeri
Toplam
N
%
N
%
N
%
N
%
N
%
2008 Ekonomik Krizi Sizi
Etkiledi Mi?
Evet
Hayır
33
5
86.8
13.2
41
6
87.2
12.8
11
2
84.6
15.4
22
3
88.0
12.0
107
16
87.0
13.0
X2 = 0.91, SD= 3 p= .993
Toplam
38
100
47
100
13
100
25
100
123
100
Özel sağlık işletmesi yöneticilerinin “2008 ekonomik krizi sizi etkiledi mi” sorusuna verdikleri
yanıtların istihdam ettikleri personel sayısı ile arasında bir ilişki olup olmadığını belirlemek amacıyla
ki kare testi yapılmıştır. Tablo 8’de görüldüğü gibi, araştırmaya katılan 301 ve daha fazla personele
sahip olan yöneticilerin birçoğu 2008 global mali krizinden etkilendikleri görülmüştür. İstihdam
edilen personele sayısı ile krizden etkilenme durumu arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki
bulunamamıştır [x2 = 0.91, p>05]. 7 nolu hipotez reddedilmiştir.
Tablo 9
Özel Sağlık İşletmelerinin Çalıştırdıkları Personel Sayısına Göre İşletmelerin Krize Karşı Personele
Eğitim Verme Durumu
İstihdam
1–100
101–200
201–300
301 Ve Üzeri
Toplam
N
%
N
%
N
%
N
%
N
%
Kriz İçin Personelinize Verdiğiniz
Herhangi Bir Eğitim Var Mı?
Evet
Hayır
13
25
34.2
65.8
24
23
51.1
48.9
1
12
7.7
92.3
12
13
48.0
52.0
50
73
40.7
59.3
X2 = 9.179, SD= 3 p= .027
Toplam
38
100
47
100
13
100
25
100
123
100
Sağlık işletmesi yöneticilerinin “Kriz için personelinize verdiğiniz herhangi bir eğitim var mı”
sorusuna verdikleri yanıtlar ile istihdam ettikleri personel sayısı arasında bir ilişki olup olmadığını
belirlemek amacıyla yapılan ki-kare testi sonucunda istihdam edilen personel sayısı ile kriz eğitimi
316
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
verme durumu arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmuştur [x2 =9.179, p<05]. Bu
bulgular ışığında H8 nolu hipotez kabul edilmiştir. Tablo 9’dan da görüldüğü üzere, araştırmaya
katılan 201-300 arası personel istihdam eden sağlık işletmelerinin diğer işletmelere göre daha az
eğitim verdikleri görülmektedir.
Tablo 10
Özel Sağlık İşletmelerinin Faaliyet Alanlarına Göre Personele Verilen Eğitim Konusu
Personelinize Verdiğiniz Eğitim Konusu Hangisidir
Alan
Dal
Genel
Tıp Merkezi
Toplam
N
%
N
%
N
%
N
%
Temel Kriz Bilgisi
3
5,4
13
23,2
3
5,4
19
33,9
İş Güvenliği
3
5,4
9
16,1
0
0
12
21,4
X2=3,644, p=,456
Toplam
Psikolojik Hazırlık
4
7,1
15
26,8
6
10,7
25
44,6
10
17,9
57
66,1
9
16,1
56
100
Personellerine krize karşı eğitim verdiklerini belirten yöneticilerin “Personelinize verdiğiniz eğitim
konusu hangisidir?” sorusuna verdikleri yanıtların ankete katılan yöneticilerin çalıştıkları özel sağlık
işletmelerin faaliyet alanları ile arasında bir ilişki olup olmadığını belirlemek amacıyla yapılan ki-kare
testi sonucunda sağlık işletmelerinin faaliyet alanları ile kriz için personele verilen eğitimin konusu
arasında bir ilişki bulunmamıştır [χ2=1,643 p>0,5]. 9 nolu hipotez reddedilmiştir. Tablodan da
görüleceği üzere, ankete katılan yöneticilerinin yaklaşık %45’i personellerine krize karşı psikolojik
eğitimin verildiğini, % 34’ü temel kriz bilgisi eğitiminin verildiğini belirtmiştir.
Tablo 11
Özel Sağlık İşletmelerinin Yatak Kapasitesine Göre Kriz Politikalarının Sonuç Verme Durumu
Kriz Yönetim Politikanız Etkili Sonuç Verdimi?
Kapasite
1-50
51-100
101-150
151 Yatak Ve Üzeri
Toplam
N
%
N
%
N
%
N
%
N
%
Evet
14
15,6
9
10
6
6,7
8
8,9
37
41,1
Hayır
4
4,4
3
3,3
2
2,2
1
1,1
10
11,1
Henüz Uygulanıyor
30
33,3
8
8,9
2
2,2
3
3,3
43
47,8
X2=11,262, p=,081
317
Toplam
48
53,3
20
22,2
10
11,1
12
13,3
90
100
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Özel sağlık işletmesi yöneticilerinin “Kriz yönetim politikanız etkili sonuç verdi mi?” sorusuna
verdikleri yanıtların ile sağlık işletmesi yatak kapasitesi arasında ilişki olup olmadığını belirlemek
amacıyla yapılan ki- kare testi sonucunda, yatak kapasitesi ile politika belirleme durumu arasında
istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmamıştır [χ2=11,262 p>0,5]. Bu durumda H10 nolu
hipotez reddedilmiştir. Tablo 11’den de görüleceği üzere, hastanelerin büyük bir bölümü kriz
yönetim politikalarını uygulamaya devam etmekte veya politikalarının etkili sonuç verdiğini
düşünmektedirler. Tablodan da görüleceği üzere 50 yataktan daha küçük işletmelerde kriz
politikalarının diğer işletmelere nazaran daha etkili olduğu söylenebilir.
Tablo 12
Yönetici Unvanlarına Göre Sağlık İşletmelerinin Krizi Algılama Durumları
İşletmeniz Krizi Nasıl Algılamakta?
Devlet
Prof.Yön.
Tehdit
Fırsat
Desteği
Desteği
Unvan
İşletme Sahibi
Gn. Müdür/Mesul M.
Bölüm Müdürü
Başhek./Baş Hemş.
Toplam
N
%
N
%
N
%
N
%
N
%
Toplam
8
0
10
4
22
6,7
9
7,6
15
12,6
12
10,1
44
37
0
7
5,9
3
2,5
6
5
16
13,4
8,4
7
5,9
14
11,8
4
3,4
35
29,4
3,4
9
7,6
9
7,6
2
1,7
24
20,2
18,5
32
26,9
41
34,5
24
20,2
119
100
X2=16.921, p=,05
Özel sağlık işletmesi yöneticilerinin “Hastaneniz krizi nasıl algılar?” sorusuna verdikleri yanıtlarına
bakıldığında, krizi algılama ile sağlık yöneticilerinin unvanları arasında istatistiksel olarak anlamlı
ilişki olduğu görülmüştür [χ2=16.921 p<0,5]. Bu durumda H11 nolu hipotez kabul edilmiştir.
Tabloda da görüldüğü gibi ankete katılan sağlık kurumları yöneticilerinin %37’si krizi bir tehdit
olarak görürken, %29,4’ü devlet desteğinin gerekliliğini düşünmüşlerdir. Ancak unvanlar açısından
özel işletme de görevli hastane müdürleri, başhekimler ve başhemşirelerin krizi tehdit olarak
algılama yüzdesi işletme sahiplerine ve mesul müdürlere göre fazla olduğu görülmektedir
318
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Tablo 13
Özel Sağlık İşletmelerinin Yatak Kapasitesine Göre Krizin Olumlu Etkileri
Kapasite
1-50 Yatak
51-100 Yatak
101-150 Yatak
151 ve Üzeri
Toplam
N
%
N
%
N
%
N
%
N
%
Krizin Hangi Konularda Olumlu Etkisi Oldu
Yeni Şube
Ar-Ge
Özkaynaklar
Kalite
Önem
Önem
Önem
Açmaya
Kazandı
Kazandı
Kazandı
fırsat verdi
23
39
3
1
18,9
32
2,5
0,8
16
10
2
0
13,1
8,2
1,6
0
4
5
1
0
3,3
4,1
0,8
0
6
9
2
1
4,9
7,4
1,6
0,8
49
63
8
2
40,2
51,6
6,2
1,6
X2=3,644, p=,456
Toplam
66
54,1
28
23
10
8,2
18
14,8
122
100
Özel Sağlık işletmesi yöneticilerinin “Krizin hangi konularda olumlu etkisi oldu?” sorusuna verdikleri
yanıtların özel sağlık işletmesi yatak kapasitesi arasında ilişki olup olmadığını belirlemek amacıyla
yapılan ki-kare testi sonucunda, hastane kapasiteleri ile krizin işletmeleri etkisi arasında istatistiksel
olarak anlamlı bir ilişki bulunmamıştır [χ2=3,644 p>0,5]. H12 nolu hipotez reddedilmiştir Tabloda
da görüldüğü gibi krizin hastanelerde öz kaynağın ve kalitenin öneminin anlaşılması konularında
olumlu etkisi olmuştur. Ancak. Özel sağlık işletmesi yöneticilerinin krizde özkaynaların ve kalitenin
daha da önem kazandığı fikrine daha fazla katıldıkları görülmektedir (%91.8).
Tablo 14
Özel Sağlık İşletmelerinin Yatak Kapasitelerine Göre Kriz Maliyetlerindeki Değişim Durumu
Kriz Süresince Maliyetleriniz Ne Yönde Değişti
Kapasite
1-50
51-100
101-150
151 Yatak ve Üzeri
Toplam
N
%
N
%
N
%
N
%
N
%
Arttı
41
33,6
14
11,5
5
4,1
9
7,4
69
56,6
Azaldı
12
9,8
7
5,7
2
1,6
6
4,9
27
22,1
X2=3,843, p=,698
Aynı Kaldı
14
11,5
7
5,7
3
2,5
2
1,6
26
21,3
Toplam
67
54,9
28
23
10
8,2
17
13,9
122
100
Özel sağlık işletmesi yöneticilerinin “Kriz süresince maliyetleriniz ne yönde değişti?” sorusuna
verdikleri yanıtların hastane yatak kapasitesi ile arasında ilişki olup olmadığını belirlemek amacıyla
yapılan ki-kare testi sonucunda, maliyetler ile sağlık işletmesinin yatak kapasitesi arasında anlamlı
319
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
bir ilişki bulunmamıştır [χ2=3,843 p>0,5]. Bu durumda H13 nolu hipotez reddedilmiştir. Özel sağlık
işletmesi yöneticilerinin büyük çoğunluğu (%56.6) maliyetlerin arttığını ifade etmiştir.
Tablo 15
Yöneticilerin Unvanlarına Göre Krizin Etki Süresi
Toplam
Sizce Krizin Etkileri Daha Ne Kadar Sürer
Unvan
İşletme Sahibi
N
%
N
%
N
%
N
%
N
%
Gn.Müd./Mesul Müd.
Bölüm Müdürü
Başhekim/Başhemş.
Toplam
6 Ay
5
4,1
2
1,6
3
2,4
0
0
10
8,1
1yıl
4
3,3
8
6,5
14
11,4
5
4,1
31
25,2
2 Yıl
9
7,3
13
10,6
15
12,2
6
4,9
43
35
X2=15,803, p=,200
3yıl
3
2,4
4
3,3
6
5
6
4,9
19
15,4
3 Yıldan Fazla
2
1,6
6
4,9
5
4,1
7
5,7
20
16,3
23
18,7
33
26,8
43
35
24
19,5
123
100
Sağlık işletmesi yöneticilerinin “Sizce krizin etkileri daha ne kadar sürer?” sorusuna verdikleri
yanıtların yöneticilerin unvanları arasında ilişki olup olmadığını belirlemek amacıyla yapılan ki-kare
testi sonunda, yönetici unvanları ile krizin süresi hakkında verdikleri cevaplar arasında istatistiksel
olarak anlamlı bir ilişki bulunmamıştır (p>0.05). H 14 nolu hipotez reddedilmiştir. Tabloda da
görüldüğü gibi ankete katılan sağlık kurumları yöneticilerinin %8 i krizin 6ay süreceğini düşünürken,
%66.7 si 2 ve üstü bir zamanda krizin daha fazla devam edeceğini ifade ettikleri görülmüştür.
Tablo 16
Yöneticilerin Unvanına Göre Krizden Çıkmak İçin Devletten Beklentileri
Krizden Çıkmak İçin Devlet Ne Yapmalı
Unvan
İş. Sahibi
Gn.Müd./Mes.Md.
Bölüm.Müd.
Başhek./Başhemş.
Toplam
N
%
N
%
N
%
N
%
N
%
Düşük
Faizli
Kredi
1
0,8
1
0,8
2
1,6
0
0
4
3,3
Hizmet
Teşvik
Edilmeli
3
2,4
13
10,6
17
13,8
13
10,6
46
37,4
Ödemeler
Ertelenmeli
1
0,8
1
0,8
5
4,1
2
1,6
9
7,3
X2=14,417, p=,275
320
Enerji
Maliyetleri
Düşürülmeli
2
1,6
1
0,8
3
2,4
1
0,8
7
5,7
Vergi ve
Sigorta
Borçları
Ertelenmeli
16
13
17
13,8
16
13
8
6,5
57
46,3
Top.
23
18,7
33
26,8
43
35
24
19,5
123
100
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Özel sağlık işletmesi yöneticilerinin “Krizden çıkmak için devlet ne yapmalı?” sorusuna verdikleri
yanıtların ankete katılan yöneticiler unvanları arasında bir ilişki olup olmadığını belirlemek amacıyla
yapılan ki-kare testi sonucunda, yöneticilerin unvanları ile krize karşı devletin yapması gerekenler
arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmadığı görülmüştür [χ2=14,417p>0,5]. Bu
sonuçta H15 nolu Hipotez reddedilmiştir.
Tabloda da görüldüğü gibi ankete katılan sağlık işletmesi yöneticilerinin %46 sı krize karşı devletin
sağlık işletmelerinin vergi ve sigorta borçlarının ertelenmesi konusunda destek olmasını, %37 si
hizmetin
her
türlü
koşulda
yerine
getirilmesi
için
devletin
teşvik
vermesi
gerektiğini
düşünmektedirler.
5. SONUÇ VE ÖNERİLER
Araştırma sonucu elde edilen önemli bulgular aşağıda kısaca özetlenmiştir.
Elde edilen bulgulara göre araştırmaya katılan yöneticilerin çoğunlukla orta yaş grubu, yatak
kapasitesi düşük olan genel hastanelerde ve bünyesinde 100 den fazla personel istihdam eden
sağlık işletmelerinde çalıştıkları görülmüştür. Ayrıca katılımcıların faaliyet gösterdikleri kurumlarda
genel müdür ve bölüm müdür (hastane müdürü, hasta ilişkileri müdürü vb.) olarak görev yaptıkları
görülmüştür.
Araştırma sonuçlarına göre; yöneticilerin büyük bir kısmı daha önce bir kriz yaşadığını ifade
etmiştir.
Araştırmaya katılan yöneticilerin çoğunluğu görev yaptıkları hastanelerin kapasitesi altında hizmet
verdiğini ve polikliniğe gelen hasta sayıları azalırken acile gelen hasta sayılarının arttığını, krizin
maliyetlerini arttırdığını, malzeme alımlarında herhangi bir değişikliğin olmadığını düşünmektedirler.
Yöneticilerin %56.6 ‘sı krizin maliyetlerini artırdığını ifade etmiştir. Ayrıca yöneticilerin % 37 ‘si
krizi tehdit, % 13’ü ise fırsat olarak algılamıştır.
Ayrıca, yapılan görüşmelerde kriz süresinde personel alımlarını durdurduklarını, personel
azaltılması yoluna gittiklerini ve mevcut personele herhangi bir ücret artışı yapmadıklarını ifade
etmişlerdir.
Yöneticilerin % 87’si krizden etkilendiklerini ifade etmişlerdir. % 45 ‘i gelirlerinin
azaldığını, % 36.7 ‘si hasta sayısının azaldığını, % 9.2 ‘si ise ödeme güçlüğü çektiklerini ifade
etmişlerdir. Ençok krizden etkilenen sağlık işletmesi ise % 89’ luk oran ile tıp merkezleridir.
321
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Önemli bir diğer bulgu da yöneticilerin % 48”i krize hazırlıklı olduğunu ve % 41.1 ‘i krize karşı
geliştirdikleri politikada başarılı olduğunu ifade etmiştir.
Yöneticilerin % 40 ‘ı kriz konusunda
personeline eğitim verdiğini (bu eğitimlerin personelin krizi tanıması ve krizin çalışanlarında yarattığı
korku ve endişenin giderilmesi amacıyla verildiğini) ifade etmiştir. Ayrıca yöneticilerin büyük
çoğunluğu krizi önlemeye yönelik bir çalışma yapmamış, yapanlar ise aylık rasyo analizleri ve rakip
kurumlarla karşılaştırmalarla eksiklerini görmeyi amaçladıklarını ifade etmiştir.
Araştırmaya katılan yöneticilerin % 66.7 ‘si krizin 2 yıldan daha fazla süreceği görüşünde olduğu,
krizle mücadelede % 46 ‘sı vergi ve sigorta ödemelerinin bir yıl ertelenmesini, % 37 ‘si hizmetlerini
kesintisiz sunabilmeleri için devletin destek vermesini, % 5.7 si enerji fiyatlarının düşürülmesini
istemektedir.
Araştırmaya katılan yöneticiler krizin 1–2 yıl daha süreceği kanısındadırlar.
Kriz süresince
yöneticiler hizmetin her türlü imkânla teşvik edilmesi gerektiğini düşünmektedir. Ayrıca yöneticilerin
çoğu devletin özel sağlık kurumlarına destek vermesini istediklerini belirtmişlerdir.
Bu çalışma sonucunda, dünyada yaşanan 2008 Global Ekonomik krizin tüm sektörleri etkilediği gibi
özel sağlık kurumlarını da etkilediği bir kez daha anlaşılmıştır. Özel sağlık kurumlarında alan ayırımı
yapılmadan, tüm sağlık personeline ve tüm kademe yöneticilerine gerekli eğitimler verilmelidir. Kriz
oluşmadan önce kurumun muhtemel krizlerden etkilenmemesi için gerekli ön çalışmalar yapılarak,
özel sağlık işletmelerinde iç müşteri olarak nitelendirilen çalışanların ve dış müşteri olarak
nitelendirilen sağlık hizmeti alıcılarının, kriz dönemlerinde kaybı minimum tutulmalıdır. Araştırma
sonuçlarından hareketle oluşturulan öneriler aşağıda sıralanmıştır;
-
Özel sağlık kurumları geçmişte yaşanan krizlerden ders çıkarmalıdır.
-
Sağlık işletmeleri yöneticileri Kriz Yönetim Politikası oluşturmalıdır.
-
Kurum içi iletişim arttırılmalıdır
Sadece üst yönetim değil sağlık kurumunda çalışan tüm personelin kararlara katılması
sağlanmalıdır.
-
Yetiştirilmiş nitelikli personelin istihdamı sağlanmalıdır.
-
Sağlık işletmeleri tüm yönleriyle incelenerek varsa eksilikler ve hatalar giderilmelidir.
-
Hizmet alıcılarına değer verildiğini göstermek için, şikayetler, görüşler ve beklentiler
dinlenmelidir.
- Devlet özel sağlık işletmelerine destek olmalı, zor durumda olan sağlık işletmelerine uygun
koşullarda kaynak sağlanmalıdır.
322
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Krizler; Akılcı yöntemlerle, planlama, eğitim, motivasyon, esnek yönetim politikaları, uzun vadeli
stratejiler, etkili iletişim, birliktelik ve öngörü ile kolay atlatılabilir. Son beş yıllık reform döneminde
toplam sağlık harcamaları genel olarak iyi yönetilmiş olmasına rağmen, 2008 global finansal krizin
etkisi ile, istihdam ve ücretler genel seviyesinde yaşanan düşüşün yol açtığı prim geliri kaybı, Genel
Sağlık Sigortasının mali sürdürülebilirliğini tehdit eder boyuta ulaşmıştır. Bunun sonucunda GSS
Kurumu tarafından hizmet alıcılarına yönelik olarak katkı payları alınmaya başlanmıştır. 2008 yılı
Ekim ayında başlayan muayene katkı payı alınması ile sağlık harcamalarını radikal olarak
baskılayacak önlemlerle sosyal güvenlik sisteminin bütçeye yükünün azaltılması hedeflenmiştir.
Katkı paylarının özellikle özel hastanelere başvuruyu olumsuz yönde etkilediği belirtilmektedir.
Muayene ücretleri yanında özel hastaneler tarafından hastalardan alınacak katkı paylarının (% 30 70 arasında hastanelerin ait oldukları sınıflara göre değişmektedir) da özel hastanelere başvuruyu
kriz döneminde daha da etkileyeceği söylenebilir. Nitekim, Dünya Sağlık Örgütü (WHO) Avrupa
Bölge Direktörü Dr. Marc Danzon; "Bütçede kesinti yapmak yerine sistemin iyileştirilmesi
yaklaşımının benimsenmesi kamuoyunun moralini de yükseltecektir. Küresel bir kriz anında sağlık
hemen olumsuz etkilenir. Kısa bir süre önce bir sağlık bakanı bana kriz nedeniyle sağlık bütçesinde
kesinti yapıldığını söyledi. Bu tür bütçe kısıtlamalarından en olumsuz etkilenecek kimseler
yoksullardır. Tüm ülkelerin sağlık bütçelerinin etkileneceğini, kaynakları kısıtlı olan ülkelerin ise daha
da fazla etkileneceğini düşünüyorum." ifadesinde bulunmaktadır (www.bianet.org).
Özel sağlık işletmeleri yanında kamu sağlık işletmelerinin de krizden olumsuz etkilendiği
görülmektedir. Nitekim Sağlık Bakanlığı 2009 yılı sonunda yayınladığı bir genelge ile hastanelerin
tasarruflu olmasını istemektedir. Söz konusu genelgede sağlık kuruluşlarının döner sermayeli
işletmeler olduğu, dengeli nakit giriş/çıkışının önemli olduğu, istikrarlı, dengeli ve etkin bir sağlık
hizmetini devam ettirebilmek için kurum ve kuruluşların güçlü bir mali bünyeye sahip olmaları
gerektiği ve bu doğrultuda her kademede ve bütün alanlarda gerekli önemin gösterilmesi gerektiği
ifade edilmektedir.
Genelgede; elektrik, su, telefon, yakıt gibi sabit tesis giderlerinin azaltılması noktasında gerekli
tedbirlerin alınması, maliyet düşürücü alternatif uygulamaların araştırılması istenmektedir. Bu
çerçevede, özel telefon görüşmelerinin kişilerden tahsil edilmesi, görüşmelerin dakika ile
sınırlandırılması,
şehirlerarası
ve
GSM
operatörlerine
yönelik
aramaların
belli
hatlarla
sınırlandırılması, Elektrik, su, telefon gibi giderlere ilişkin faturaların çok iyi incelenerek, gerçek
kullanım miktarı ile faturaya yansıtılan miktar arasında itiraz edilmesi gereken bir husus varsa, ilgili
kurum ve kuruluşlarla irtibata geçilmesi gerektiği kaydedilmektedir.
323
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Genelgede, bazı kurum ve kuruluşların kurumlarını tanıtıcı basılı yayımlar hazırlatarak, bu yayımları
başta Bakanlık olmak üzere çeşitli kurumlara gönderdiklerine dikkat çekilmektedir. Bu tür tanıtım
araçlarının sınırlandırılması istenmektedir. Ayrıca, ileri teknolojiye dayalı tıbbi cihaz ve diğer
donanımlar ile laboratuar gibi ünitelerin, yapılacak protokoller ile diğer kurum ve kuruluşlara
kullandırılarak gelir artışı sağlanabileceği aktarılmaktadır.
Özetle; Sağlık işletmeleri krize karşı uyarı amaçlı mekanizmalar geliştirmeli ve sağlıklı veriler elde
etmeli ve bu verileri yorumlayabilmelidir. Ayrıca hastanelerin dış çevre üzerindeki kontrolleri kısıtlı
olmakla birlikte dış çevredeki gelişmeler yakından takip edilmeli, bu değişimlere uyum sağlama
kapasiteleri hastanelerinin finansal durumu için de olumlu sonuçlar doğurabilecektir.
Vizyon sahibi bir yönetim dış çevrede oluşabilecek şoklara karsı daima reaktif bir yol değil de
proaktif yöntemler izleyerek olumsuzlukları en aza indirgeyebilir, sonuçta çoğu zaman bu dışsal
şokların önlenmesi mümkün olmayan olaylar olduğunu bilmesi de gerekmektedir. Hizmet sunulan
bölgenin pazar şartlarını ve bölge nüfusunun hizmet ihtiyacını kapsayan ayrıntılı bir pazarlama planı
hazırlanmalıdır. (Rakipler ne durumda, nüfusun yapısı nasıl, hangi hizmetlere daha çok talep olması
mümkün bu ve benzeri soruların muhtemel cevaplarının yer aldığı bir plan).
Borçlanma oranları özel bir dikkatle izlenmelidir. Yüksek düzeyde maliyet gerektiren teknolojik
altyapı veya bina yatırımlarının giderleri gelirlerle finanse edilmelidir. Bu tip yatırımları tamamıyla
borçla finanse edilmemelidir.
Yatak doluluk oranı, ortalama yatış süresi, hasta yoğunluğu, yatak başına düşen personel sayısı,
hasta gün maliyeti, birim hizmet maliyetleri ve hasta dağılımı gibi hastane istatistikleri kullanılarak
hastanenin yönetsel süreçleri ve verimliliği değerlendirilmelidir.
Hastanede yürütülen faaliyetlerin maliyet kontrolü sağlanmalıdır. Özellikle de yatak sayısı ve
sunulan hizmet kapsamında bu değerlendirmeye gidilerek, yatak basına elde edilen net gelir
hesaplanarak hastanenin ölçek ekonomisi geliştirebilecektir.
Ölçek ekonomisinin sağlanabilmesi, maliyetlerin düşürülmesi, kapsamlı, verimli ve daha üretken
hizmet sunumunun sağlanabilmesi için coğrafi olarak birbirine yakın bölgelerde faaliyet gösteren
hastanelerin birleşmesi yakın gelecekte ihtimal dâhilinde düşünülmesi gereken bir olgudur. Sağlık
işletmeleri arasında dikey birleşmelere gidilebileceği gibi, malzeme ve personel alımları ortak
merkezi bir örgüt tarafından gerçekleştirilerek verimlilikte artış sağlanabilecektir.
324
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
KAYNAKLAR
ATO (2005). Ato Raporları: Krizler Tarihi Raporu. Ankara.
16.10.2009).
(www.ato.org.tr Erişim tarihi:
Baran Hitay (2008). İşletmelerde Kriz Yönetimi. Araştırma ve Meslekleri Geliştirme Müdürlüğü. A&G
Bülten.(2):26-32.
Eğilmez Mahfi (2009). Küresel Finans Krizi. Remzi Kitabevi. İstanbul.
Erdil U. (2001) “Krizden Krize Türkiye: 2000 Kasım Ve 2001 Şubat Krizleri”. Türkiye Ekonomi
Kurumu. Tartışma Metni. Nisan: 1-36. S.20.
Erdönmez. P. A. (2009). “Küresel Kriz Ve Ülkeler Tarafından Alınan Önlemler Kronolojisi”.
Bankacılar Dergisi. Sayı 68. S.85-101.
Garfield R. Santana S. (1997) The İmpact Of The Economic Crisis And The Us Embargo On Health
İn Cuba. American Journal Of Public Health. 87(1):15-21.
Han Ercan (2009). Türkiye’de Kriz Ve Çıkışın Yol Haritası Ekonomide Milli Mütabakat Programı.
Türkiye Kamu-Sen Ar-Ge Merkezi.
Irvine. Robert B. (1987). What’s A Crisis, Anyway. Midyear Special 4:36-37.
Kokmazyürek Haluk Ve Basım Nejat (2009). İş Modeli Ve Kriz Yönetimi. Siyasal Kitabevi. İstanbul.
Lerbinger Otto. (1997) The Crisis Manager:Facing Risks and Responsibility, Mahwah. Lea.
Lodahl Nicol (2000). Russia: Demographic Trends Pose Economic Problems. Economic Bulletin
8:255-262.
Maliye Bakanlığı Strateji Geliştirme Başkanlığı Ekonomik ve Sektörel Analiz Dairesi. Haftalık Ekonomi
Raporu. 2009 (81): 1-8. www.sgb.gov.tr. Erişim 15.11.2009.
Mishkin Frederic (1996). Understanding Financial Crises: A Devoloping Country Perspective. Nber
Woorking paper Series.(5600):1-49.
Regester Michael. Larkin Judy (2000). Risk Issues And Crisis Management. The Institute Of Public
Relations. Kogan Page. London.
Rosenthal Uriel. Pıjnenburg Bert (1991). Simulation-Oriented Scenarios. Dordrecht. Acadamic
Publishes.
Tağraf Hasan Ve Arslan N.Talat (2003). Kriz Oluşum Süreci Ve Kriz Yönetiminde Proaktif
Yöntemler. C.Ü.İİBF Dergisi. 4(1):149-160.
325
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Teksöz Tuncay, Kaya Yalçın ve Helvacıoğlu Kerem (2009). Sağlık Reformunun sonuçları İtibariyle
Değerlendirilmesi, Türkiye Ekonomik Araştırmalar Vakfı (Tepav) Raporu, s.3.
Tengilimoğlu. Dilaver. Oğuz Işık ve Mahmut Akpolat (2009). Sağlık İşletmeleri Yönetimi. Nobel
Basımevi. Ankara.
Tulchinsky Th. Varavikova Ea (1996). Addressing The Epidemiologic Transition İn The Former
Soviet Union: Strategies For Health System And Public Health Reform İn Russia. American Journal
Of Public Health. 86(3):313-320.
Turan Zübeyir (2005). Türkiye Ekonomisinde Kasım 2000- Şubat 2001 Krizleri.
Türk Dil Kurumu (2010). Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlüğü. TDK. Ankara
Uğurluoğlu Ömer. Yusuf Çelik (2005).“Sağlık Sistemleri Performans Ölçümü. Önemi Ve Dünya
Sağlık Örgütü Yaklaşımı”, Hacettepe Sağlık İdaresi Dergisi, 8 (1):2- 8
Ünal. A. Kaya. H.. (2009). Küresel Kriz Ve Türkiye. Ekonomi Ve Politika Araştırmaları Merkezi.
İstanbul.
Who (2000). World Health Report 2000: Health Systems-Improving Performance. Geneva.
Switzerland.
Yılmaz. H. Hakan (2007). İstikrar Programlarında Mali Uyumda Kalite Sorunu: 2000 Sonrası Dönem
Türkiye Deneyimi. Tepav Yayını.
Yılmaz H. Hakan
(2009) “ Son dönem Ekonomik Gelişmeler Çerçevesinde Kamu Sağlık
Harcamalarının Sürdürülebilirliliği: Muhtemel Riskler Belirleyiciliğinde Bir Değerlendirme”, TC Sağlık
Bakanlığı Strateji Geliştirme Başkanlığı Seminer Sunumu, 24 Haziran 2009, Ankara.
http://www.tepav.org.tr/tur/admin/dosyabul/upload/TEPAV_saglik_reformunun_sonuclari_dn.pdf
(Erişim, 24.02.2010).
http://www.tumgazeteler.com/?a=4796794 mali krizin dünyadaki etkileri ekonomik-krizin-salk-alanuezerinden-deerlendirmesi&catid=15:ato-rap. (Erişim, 22.2.2010).
http://bianet.org/bianet/kriz/111264-krizde-saglik-saglikta-kriz. (Erişim.23.02.2010).
www.ntvmsnbc.com/news/460082.asp. (Erişim, 23.02.2010).
326
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
KOBİ’LERDE KRİZ YÖNETİMİ: ÇANKIRI İLİ ÖRNEĞİ - TÜRKİYE
Harun YAKIŞIK*
Hasan AKÇA**
Özet
Ekonomilerin açık ve karşılıklı etkileşim içerisinde olduğu günümüzde global mali krizin tüm ülkeleri
etkiler hale geldiği herkes tarafından bilinen bir gerçektir. Ülke ekonomilerinde KOBİ’ler, yarattığı
istihdam kapasitesi ve üretim hacmi bakımından çok önemli paya sahiptir. Fakat kriz yönetimi ve
finansal kaynak bulmada yeterli donanıma sahip olmayan KOBİ’lerin krizden etkilenmesi beklenen
bir gerçektir. Bu çalışmada global mali krizin Türkiye‘deki KOBİ’lere yaptığı olumlu ve olumsuz
etkiler Çankırı ili örneği ele alınarak anket yöntemi ile elde edilen veriler analiz edilmiştir. Çalışmanın
popülasyonunu Çankırı ilinde faaliyet gösteren yaklaşık 450 KOBİ oluşturmaktadır. Gayeli örneklem
yöntemi kullanılarak belirlenen 106 adet KOBİ’ye, kriz yönetimiyle ilgili sorular yöneltilmiştir. Anket
yöntemiyle elde edilen veriler Çankırı’da faaliyette bulunan KOBİ’lerin mali kriz karşısındaki
reaksiyonlarını değerlendirmek için kullanılmıştır.
Anahtar Kelimeler: KOBİ, Global Mali Kriz, Kriz Yönetimi, Türkiye
CRISES MANAGEMENT IN SMES: CASE OF CANKIRI PROVINCE-TURKEY
Abstract
It is known that global financial crises affect all countries since economies are open and influence
each other. SMEs have very important role in creating employment capacity and production in
countries’ economies. But, it is expected that especially SMEs which do not have sufficient ability in
crises management and to reach financial resources have been affected mostly from crises.In this
study, positive and negative effects of global financial crises on SMEs were analyzed via case study
of Cankiri province in Turkey. About 450 SMEs in Cankiri province constitutes population of the
study. Integrated survey method was used to determine 106 SMEs which are subject to questions
about crisis management. Data collected via survey were used to evaluate reaction of the SMEs to
the financial crisis in Cankiri province.
Key Words: SMEs, Global Financial Crises, Crisis Management, Turkey.
*
Çankırı Karatekin Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İktisat Bölümü, [email protected].
Çankırı Karatekin Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İktisat Bölümü, [email protected].
**
327
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
1. Giriş
Krizlerin daha sıklıkla yaşanmaya başladığı 1990 sonrası, ülke istihdamına ve üretimine yaptıkları
önemli katkılardan dolayı KOBİ’lerin krize karşı aldığı tedbirlerin önemi ve oluşturdukları kriz
yönetimi politikaları önem kazanmaya başlamıştır. Mali krizlerin en önemli özelliği gerçekleşme
anından önce güvenilir teşhis konulup tedbirlerin ivedilikle uygulanamayışı ve krizin sektörleri
olumsuz etkileme sürecinin hızlı yayılmasıdır. Bu bağlamda kriz algılaması ve kriz yönetimi zayıf
olan ve ilgisiz olan işletmelerin krizle başa çıkmaları zor hale gelecektir. Dolayısıyla krizlerin olumsuz
etkilerinin yanında işletme faaliyetlerini çeşitlendirme açısından krizlerin işletmeler üzerine olumlu
etkilerinden de bahsetmek mümkündür. Geçmişte yapılan ampirik çalışmalar göstermiştir ki;
krizlerin fırsata dönüştürülmesi muhtemeldir. Literatür taraması göstermektedir ki; KOBİ’lerin kriz
yönetimi konusunu kapsayan alan çalışması oldukça yetersizdir. Bu nedenle, bu çalışmadan elde
edilebilecek bulgular gerek politika yapıcılara, gerek konu uzmanlarına/araştırmacılara ve gerekse
gelecekte kriz yönetimi konusunda başarılı olmak isteyen KOBİ yöneticilerine bir yönlendirici bilgi
olabilecektir. Bu bilgiler ışığında; Çankırı il genelinde faaliyet gösteren KOBİ’lerin kriz deyince ne
algıladıkları, kriz yönetimi konusunda nasıl bir uygulama yaptıkları ve ekonomi yönetiminden birinci
derecede sorumlu ilgili kurum/kuruluşlara güven dereceleri bu çalışmanın amacını oluşturmaktadır.
2. KOBİ’lerin Sınıflandırılması
İnsanlık tarihiyle yaşıt olan ekonomik faaliyetler, tarih öncesi toplumlarda daha çok temel fizyolojik
ihtiyaçları karşılama merkezli gerçekleşmiştir. Bölgenin coğrafik özellikleri ve toplumsal yapısından
doğrudan etkilenen bu faaliyetler, zamanla çeşitlenmiş ve daha karmaşık hale gelmiştir. Küçük
işletmelerle başlayan bu faaliyetler, sermaye, bilgi ve teknoloji düzeylerindeki ilerlemelere paralel
olarak büyük ölçekteki işletmelerin doğmasına zemin hazırlamıştır. Hem yarattığı istihdam hem de
ürün yelpazesinde meydana getirdiği çeşitlenmeyle KOBİ’lerin önemi yadsınamaz. Yüklendiği
önemine rağmen, KOBİ kavramının ekonomi literatüründe kapsamlı ve Avrupa Birliği’ne (AB)
uyumlu tanımı ancak 2005 yılında yapılabilmiştir. KOBİ’lerle ilgili, 8.1.1985 tarih ve 3143 sayılı
Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’nın Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanunun, 15.03.2005’te kapsamı
genişletilmiştir. Bu sınıflandırmaya göre; net satış hâsılatları, malî bilânço tutarları ve çalışan eleman
sayıları dikkate alınarak Küçük ve Orta Büyüklükteki İşletmeler “KOBİ” olarak adlandırılıp,
16.04.2005 tarihinde Resmi Gazete de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir (Anonim 2009a). Bu
kapsamlı tanıma göre; KOBİ’ler istihdam yapılarına, net satış hâsılatı ya da yıllık mali bilânçolarına
328
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
göre mikro ölçekli işletmeler, küçük işletmeler ve orta ölçekli işletmeler olarak üç sınıfta
toplanmıştır. Diğer bir KOBİ tanımlamasında, küçük ve orta ölçekli işletme; sahibi tarafından
yönetilen, daha çok yöresel faaliyette bulunan ve büyümesini büyük ölçüde iç kaynaklarla finanse
eden işletmeler şeklinde tanımlanmaktadır (Özdemir 1996:31).
Tablo 1
KOBİ Sınıflandırması
KOBİ Ölçeği (Yıllık)
KOBİ Grubu
İstihdam Açısından Net Satış Hâsılatı – Mali Bilânço
Mikro Ölçekli İşletmeler
10 kişiden az
1 milyon TL’yi aşmayan
Küçük Ölçekli İşletmeler
50 kişiden az
5 milyon TL’yi aşmayan
Orta Ölçekli İşletmeler
250 kişiden az
25 milyon TL’yi aşmayan
Kaynak: Anonim (2009b)
3. KOBİ’lerin Ülke Ekonomisindeki Önemi
Gerçekleştirdikleri ve üstlendikleri fonksiyonlar açısından KOBİ’lerin ülke ekonomisindeki önemi
daha iyi anlaşılabilir. Seçilmiş bazı ülkelerde KOBİ’lerin istihdam, yatırım, üretim ve ihracattaki
payları Tablo 2’de verilmiştir. Bu veriler, KOBİ’lerin ülke ekonomilerinde üstlendikleri fonksiyonlarını
gösterme açısından önemlidir.
Tablo 2
Türkiye ve Seçilmiş Ülke Ekonomilerinde KOBİ’lerin Önemi (%)
İstihdam Oranı
Yatırım Payları
Üretimdeki Payları
İhracat Payları
ABD
50.4
38.0
36.2
32.0
Almanya
64.0
44.0
49.0
40.0
Japonya
81.4
40.0
52.0
38.0
İngiltere
36.0
29.5
25.1
25.5
Fransa
49.4
45.0
54.0
23.0
Türkiye
45.6
6.5
37.7
8.0
Kaynak: Yüksel, Ayhan (2009).
KOBİ’lerin dünya ekonomilerinde yarattığı istihdam başta Japonya olmak üzere diğer gelişmiş batı
ekonomilerinde de önem arz etmektedir. KOBİ’ler Japonya’da %81.4’lük bir pay ile en yüksek
istihdam payına sahiptirler. Bunu %64.0 ile Almanya izlemektedir. Türkiye’de KOBİ’lerin
istihdamdaki payı %45.6 düzeyindedir. Bu tabloda dikkati çeken husus, bu çalışmanın konusu olan
KOBİ’lerin Türkiye’de yüksek istihdam oluşturmasına rağmen diğer ülke verilerine göre daha düşük
bir ihracat hacmine sahip olmaları (%8.0) ve finansal kaynak bulmada karşılaştıkları güçlüklerin
yatırım seviyelerini olumsuz etkilediği (%6.5) gerçeğidir. Gelişmiş ülkelerde KOBİ’lere sağlanan
desteklerin daha fazla olduğu ve bunların her türlü olumsuz gelişmelere karşı korunduğu
anlaşılmaktadır (Anonim 2000:82). Eğer Türkiye’de acil önlem alınmazsa, AB Uyum Yasaları
329
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
çerçevesinde oluşturan Basel II kriterleriyle birlikte KOBİ’lerin finansal destek bulma ve bunları
yatırıma dönüştürme konusunda daha da sıkıntı çekebilecekleri önemini korumaktadır (Yüksel
2009).
4. Finansal Krizler ve KOBİ’lerde Kriz Yönetimi
Finansal piyasaların liberalizasyonu ve daha esnek hale gelmeleriyle birlikte işlem hacimleri artmış
bunun yanında çeşitlenen enstrümanlarıyla piyasalar daha kırılgan hale gelmiştir. Bu gelişmeler
krizlerin daha sık yaşanmasına ve dünya piyasalarının daha istikrarsız hale gelmesine yol
açmaktadır. Yaşanan 2008 mali kriziyle dikkatleri çeken konu, liberal ekonominin ısrarlı bekçisi
pozisyonunda olmaya çalışan ABD’nin ekonomi karar otoriteleri, merkezin piyasalara müdahale ve
kurtarma operasyonlarıyla etkilemesi liberal ekonomi mantığına ters düşeceği yanılgısı olmuş ve
müdahalede geç kalınmıştır. Daha önce yaşanan krizlerin çıkış noktası gelişmekte ülkeler iken; 2008
mali krizinin çıkış merkezi ABD olmuştur. ABD krizinin etki alanının finansal piyasalar başta olmak
üzere zaman içerisinde reel sektörü de etkiler hale gelmesi krizi derinleştirmiştir. Krizin reel sektör
üzerine olumsuz etkisi durgun suya atılan taşın dalga boyu etkisi gibi artarak devam etmektedir.
Dolayısıyla dalga boylarının yayılan etkisi halen devam etmekte ve ülke ekonomilerinde krizden
daha derin etkilenen işletmelerin KOBİ’lerden ziyade yönetim ve üretim yapıları itibariyle esnek
olmayan büyük işletmeler olduğu görülmektedir (Erçel 2000:16).
Kriz yönetimi, krizin olumsuz etkilerini en aza indirmek açısından özellikle KOBİ’ler için öncelikli
politikalardandır. En genel anlamıyla, Kriz Yönetimi “tahmin edilen kriz durumuna karşılık, olası
etkileri değerlendirilerek önlemlerin alınması ve uygulanması süreci olarak tanımlanmaktadır”
(Şimşek 1998: 312). Literatür bilgisi, üretim ve yönetim açısından daha esnek yapıya sahip olan
KOBİ’lerin kriz yönetiminde daha başarılı oldukları ve olumsuz sonuçları avantajlara çevirebildikleri
yönündedir. Krizi iyi yönetebilmek ve muhtemel olumsuz etkilerini en aza indirmek işletmenin çok
uzun geçmişe sahip veya rakipleri arasında en tanınmış olması gibi faktörlerin kriz yönetiminde her
zaman geçerli bir iddia olmadığı, batışına kayıtsız kalınan ABD’deki Lehman Brothers Yatırım
Bankası örneğinde yaşanmıştır. Önemli olan krizi iyi değerlendirip uygulama aşamalarının hayata
zamanında geçirilmesi ile ilgili olduğu genel kabul gören yaklaşımlardandır. Augustine (2000:1739)’ye göre; işletmelerde kriz yönetiminin altı aşaması bulunmaktadır. Bunlar:
•
Krizden kaçınmak (Krizi önlemek),
•
Krizi yönetmeye hazırlanmak,
•
Krizi saptamak (Kriz olduğunu kabul etmek),
330
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
•
Krizi dondurmak,
•
Krizi çözmek,
•
Krizden yarar sağlamaktır.
Bişkek 2010
KOBİ’lerin krize karşı kayıtsız kalmaları düşünülemez. Özellikle geleneksel işletme yöntemlerinin
yürütüldüğü ve kaderci yaklaşımların yaygın olduğu KOBİ’ler, krizi beklenenden daha farklı
uygulamalarla yönettikleri beklenen bir gelişmedir. Çünkü kriz dönemleri hem tehditlerin hem de
fırsatların bir arada
oluştuğu dönemlerdir.
Bu hususta
Ram Charon’un krizi
fırsatlara
dönüştürebilmek için geliştirdiği yöntemler önem taşımaktadır. Bunlar (Altan ve Bezirci 2001):
•
Kriz işaretlerini iyi yorumlamak,
•
İstatistikler temkinli yaklaşmak,
•
Krizi iyi yönetebilmek için yetersiz yöneticilerin işine son vermek,
•
İşletmeyi yeniden yapılandırmak,
•
İç iletişimi etkin hale getirmek,
•
Yeni fırsatları değerlendirmektir.
5. Materyal ve Metod
Çankırı Ticaret ve Sanayi Odası ile yapılan görüşmelerde, il genelinde 450 adet KOBİ’nin faaliyet
gösterdiği belirlenmiştir. KOBİ’lere ait bilgiye erişim, yöneticilerin anket sorularına doğru cevap
verme ve halen aktif olarak faaliyetlerini sürdürme durumları gibi faktörler dikkate alınarak ana
populasyondan gayeli örneklem yöntemi ile 106 adet KOBİ anket yapılmak için belirlenmiştir. Anket
formunda; işletme sahibi/yöneticiye ait sosyo-demografik özellikler, işletmelerin faaliyet alanı, kriz
öncesi ve sonrası istihdam yapılarındaki değişimler, hukuki statüleri, krizden etkilenme durumları,
krize karşı aldıkları önlemler, ülke ekonomisini yönlendiren kurum/kuruluşlara olan güven durumları
gibi sorular yer almıştır. Anket sonucunda elde edilen veriler çalışmanın ana materyalini
oluşturmuştur. Anket verileri Excel ortamına aktarılmış ve yapılan analiz sonucunda elde edilen
veriler tablo halinde sunularak gerekli yorumlar yapılmıştır.
6. Araştırma Bulguları
Örneğe çıkan KOBİ’lerden anket sonucu elde edilen bazı veriler Tablo 3’de özetlenmiştir.
331
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Tablo 3
Anket Yapılan KOBİ’lere ait Genel Bilgiler
İşletmecinin Yaşı
(Yıl)
İşletmecinin
Eğitim Durumu
Firmanın Hukuki
Statüsü
Firmanın Faaliyet
Yeri
Firmanın
Faaliyette
Bulunduğu Sektör
Firmanın Faaliyet
Gösterdiği Alan
Teknolojik Düzeyi
18-25
26-35
36-45
46-55
56 ve üzeri
TOPLAM
İlköğretim
Ortaöğretim
Üniversite
TOPLAM
Özel Kişi İşletmesi
Adi Ortaklık
Anonim Şirket
Limited Şirket
Kollektif Şirket
TOPLAM
Şehir merkezi
İlçe
Organize Sanayi Bölgesi
Sanayi Sitesi
TOPLAM
Gıda
Tekstil
Turizm
Tarıma Bağlı Sanayi
Sağlık
Mobilya
İnşaat Malzemesi
Beyaz Eşya Satışı
Akaryakıt
Diğer
TOPLAM
Hammadde olarak üretim
Hammaddeyi işleme
Paketleme
Yurt İçi Pazarlama
Diğer
TOPLAM
Modern teknoloji
Modern teknolojiye geçiş aşaması
Geleneksel klasik teknoloji
TOPLAM
332
Adet
11
35
31
11
18
106
20
59
27
106
58
5
11
30
2
106
70
33
2
1
106
26
11
3
9
3
6
13
4
2
29
106
6
15
3
52
30
106
55
15
36
106
%
10.4
33.0
29.2
10.4
17.0
100.0
18.9
55.7
25.4
100.0
54.7
4.7
10.4
28.3
1.9
100.0
66.1
31.1
1.9
0.9
100.0
24.5
10.4
2.8
8.5
2.7
5.7
12.3
3.8
1.9
27.4
100.0
5.6
14.2
2.8
49.1
28.3
100.0
51.8
14.2
34.0
100.0
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Ankete katılan KOBİ’lerin sahiplerinin/yöneticilerinin yaklaşık olarak ¾’ünün genç (18-45 yaş arası)
olduğu belirlenmiştir. İşletmecilerin yarısından fazlası (%55.7’si) lise mezunu, 25.4’ü üniversite
mezunu ve %18.9’unun ilköğretim mezunu olduğu anlaşılmaktadır. KOBİ’ler hukuki statüleri
açısından değerlendirildiğinde; anket yapılan KOBİ’lerin %54.7’si özel kişi işletmesidir. Diğerleri ise
Limited Şirket (%28.3), Anonim Şirket (%10.4), Adi Ortaklık (%4.7) ve Kolektif Şirket (%1.9)
olarak sıralanmaktadır. KOBİ’lerin %66.1’i şehir merkezinde, %31.1’i ilçede, geri kalan kısmı ise
Organize Sanayi Bölgesi (%1.9) ve Sanayi Sitesinde (%0.9) faaliyetlerine devam etmektedir.
KOBİ’lerin yoğunlaştığı faaliyet alanı olarak, gıda (pazarlama ve işleme), tekstil (pazarlama ve
üretim) ve inşaat malzemeleri pazarlaması dikkat çekmektedir. Anket sonucunda, KOBİ’lerin
faaliyetlerine üretimden ziyade yurt içi pazarlama şeklinde yoğunlaştıkları belirlenmiştir. KOBİ’lerin
teknoloji düzeyleri modern yapıda (%51.8) olmakla birlikte %34’lık bir kesimin geleneksel
teknolojiyle faaliyetlerini sürdürdükleri anlaşılmaktadır.
Çalışmada en dikkat çekici bulgu, 2006 yılında kalkınmada öncelikli illerde uygulamaya konulan
teşvik politikalarının yansımaları Çankırı’da kriz sonrası dönemde görülmeye başlamasıdır. Özellikle
KOBİ’lerde Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK)’na kayıtlı daimi işçi sayılarındaki dikkat çekici artış kriz
öncesi ve sonrası değişim miktarı 257 kişidir (Tablo 4). Bu artışı sağlayan diğer faktörler ise
Çankırı’da faaliyette bulunan KOBİ’lerin faaliyet alanı gıda işleme-pazarlama alanında olması ve iç
talebinde sürekli artan bir trend izlemesi üretim kapasitelerinin artmasına ve 2006 yılında
uygulamaya konulan teşviklerin en yüksek seviyeye ulaşmasıyla istihdam artışı üzerine olumlu
yansımaları şeklinde değerlendirilebilir (Anonim 2009c)
Tablo 4
Firmada İstihdam Edilen Kişi Sayısı (SGK’ya Kayıtlı)
Yönetici Sayısı
Teknik Personel Sayısı
İdari Personel Sayısı
Daimi İşçi Sayısı
Geçici İşçi Sayısı
Kriz Öncesi
163
88
125
688
97
Kriz Sonrası
151
80
109
945
59
Değişim
-12
-8
-16
+257
-28
Araştırma sonuçlarına göre küresel mali krizden her düzeyde etkilenen KOBİ’lerin olması dikkat
çekicidir. Az ve orta düzeyde etkilenen KOBİ’ler ankete katılan toplam KOBİ’lerin %60.4’ünü
oluşturmaktadır. Krizden yüksek düzeyde etkilenme oranı %39.6’dır (Tablo 5).
333
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Tablo 5
Firmaların Küresel Mali Krizden Etkilenme Durumu
Sonuçlar
Az düzeyde etkilendim
Orta düzeyde etkilendim
Yüksek düzeyde etkilendim
TOPLAM
Adet
32
32
42
106
%
30.2
30.2
39.6
100.0
KOBİ’lerin kriz kelimesini nasıl algıladıklarını ölçmeye yönelik soruda, dikkat çeken en önemli bulgu,
KOBİ’lerin kriz algısının banka iflaslarının olmayacağı yönündedir. Diğer bir algılama ise, KOBİ’lerin
ülkenin kredi notunun düşmeyeceği yöndedir (Tablo 6).
Tablo 6
Kriz Denince Deneklerin Ne Algıladıkları
Kriz Kelimesinin Algılanışı (*)
Ülke kredi notunun düşeceği
Güvensizlik ortamının oluşabileceği
Karşılıksız çek-senet sayısının artacağı
Bireylerin maddi sıkıntısının artacağı
IMF’den kredi kullanma mecburiyeti
Döviz ve altın fiyatlarının artacağı
Kredi kartı mağdurlarının azalacağı
Devletin daha fazla borçlanacağı
Ülkeden yabancı sermaye kaçışının olacağı
Sıkıntılı günlerin yakın olduğu
Devlet kurumlarının satılacağı
Kriz fırsatçılarının çoğalacağı
Firma iflaslarının artacağı
Birçok ürüne zam yapılacağı
Satın alma gücünün azalacağı
Devlet yatırımlarının azalacağı
Özel sektör yatırımlarının azalacağı
İşsizliğin artacağı
Vergilerin düşeceği
Vergilerin artacağı
Tedbirli olmak gerektirdiği
Borsada çöküş-dibe vurma
Satın alma gücünün artacağı
Devlet yatırımlarının artacağı
Banka iflaslarının artacağı
Fikri yok
Diğer
(*) Birden fazla seçenek işaretlenmiştir.
Adet
20
66
67
60
23
38
69
44
32
67
25
60
63
47
65
32
51
74
11
50
43
26
6
4
18
4
6
334
%
18.9
62.3
63.2
56.6
21.7
35.9
65.1
41.5
30.2
63.2
23.6
56.6
59.4
44.3
61.3
30.2
48.1
69.8
10.4
47.2
40.6
24.5
5.7
3.8
17.0
3.8
5.7
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Ekonomi yönetiminden birinci derecede sorumlu kurum ve kuruluşlara güvenme derecesi, ülkede
banka iflaslarının olmayacağı beklentisiyle paralellik göstermektedir. BDDK’ya güvenen ve
kararsızların oranı %70.8’dir. Hiç güvenmeyenler ise ankete katılanların %29.2’sini oluşturmaktadır
(Tablo 7).
Tablo 7
KOBİ’lerin Ekonomi Yönetimi ile İlgili Kurum ve Kuruluşlara Güvenme Derecesi
İlgili Kurumlara Güvenme Durumu (%)
MB
BDDK
HM
TMSF
Hiç Güvenmiyorum
18.9
29.2
17.9
25.5
Az Güveniyorum
19.8
17.9
19.9
15.1
Kararsızım
20.8
32.1
33.0
38.7
Güveniyorum
35.8
18.9
28.3
19.8
Çok Güveniyorum
4.7
1.9
0.9
0.9
TOPLAM
100.0
100.0
100.0
100.0
MB: Merkez Bankası, BDDK: Bankacılık Denetleme ve Düzenleme Kurulu, HM: Başbakanlık Hazine
Müsteşarlığı, TMSF: Tasarruf Mevduat Sigorta Fonu
Anket yapılan KOBİ sahibi/yöneticilerinin yaklaşık olarak yarısı (%49.1) Başbakan’ın “Kriz Türkiye’yi
Teğet Geçecektir” sözüne katılmadıkları belirlenmiştir. Kısmen katılmayanların oranı %9.4’tür.
Kararsızların oranı ise %9.4’tür. Başbakan’ın yorumuna katılanların oranı ise sadece %32.1
düzeyindedir
(Tablo
8).
Ankete
katılan
KOBİ’ler çoğunlukla
krizin
kendilerini
derinden
etkilemeyeceği yönünde görüş bildirmişlerdir.
Tablo 8
Başbakanın “Kriz Türkiye’yi Teğet Geçecek” Sözü Hakkında Deneklerin Düşüncesi
Hiç katılmıyorum
Kısmen katılmıyorum
Kararsızım
Kısmen katılıyorum
Tamamen katılıyorum
Toplam
%
49.1
9.4
9.4
20.8
11.3
100.0
KOBİ’lerin krizi nasıl yönettikleri sorusu ise, ankete katılanların %57.5’inin tasarruf tedbirlerine
ağırlık verdiği, %41.5’inin kriz süresince stoklarını eriterek nakite dönüştürmeye çalıştığı,
%37.7’sinin alternatif pazarlar aradığı, %32.1’inin vadeli mal satışı yerine peşin ödemeye indirimli
mal satışına ağırlık verdiği, %22.6’sının kısa vadeli ve döviz bazlı banka kredilerinden kaçındıkları,
sadece %23.6’sının işçi çıkardığı belirlenmiştir. Ankete katılan KOBİ’lerin sosyo-demografik
verilerinden elde edilen bulgularla da paralellik arz eden geleneksel ve kurumsal yapıları gereği,
335
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
düşük bir oranla kriz yönetim birimi oluşturma (%6.6) ve eğitim ve danışmanlık hizmetleri desteği
alma (%4.7) faaliyetlerini yürüttükleri anlaşılmaktadır (Tablo 9).
Tablo 9
KOBİ’lerin Küresel Mali Krize Karşı Aldığı Önlemler
Önlemler (*)
Bankalarla yeni kredi ilişkilerine ara verilmesi
Eğitim ve danışmanlık hizmetleri için destek alınması
Kriz Yönetim Birimi oluşturma
Alternatif pazarlar arama
Yeni işçi istihdam ederek devletin istihdam teşviklerinden yararlanma
Kalite ve rekabet gücü yüksek ürünlerin tercih edilmesi
Vadeli mal satımı yerine peşin ödemeye indirimli satış uygulaması
Üretime ara verilmesi
Ödemelerin ertelenmesi
Ürün çeşitlendirme
İşçi çıkarma
Karlılığı düşük ya da zarardaki bölümlerin kapatılması
Tasarruf tedbirleri uygulama
Karlılığı düşük ürünlerin üretimden vazgeçilmesi
İşletme sermayelerinin arttırılması
Büyümenin öz kaynaklarla finanse edilmesi
Kısa vadeli borçlardan ve döviz bazlı banka kredilerinden kaçınma
TL’ye dayalı uzun vadeli borçlanma olanaklarından yararlanılması
Kriz süresince, stokların eritilerek nakit’e dönüştürülmesi
Diğer
(*) Birden fazla seçenek işaretlenmiştir.
Adet
20
5
7
40
15
24
34
6
33
20
25
15
61
10
5
14
24
21
44
6
%
18.9
4.7
6.6
37.7
14.2
22.6
32.1
5.7
31.1
18.9
23.6
14.2
57.5
9.4
4.7
13.2
22.6
19.8
41.5
5.7
7. Sonuç ve Öneriler
KOBİ’lerin olası krizleri en az hasarla atlatabilmeleri ve krizi fırsatlara dönüştürebilmeleri açısından,
örgütsel ve yönetsel anlamda kurumsallaşmalarını gerçekleştirmeleri önem arz etmektedir. Esnek
ve sürdürülebilir kriz yönetimi KOBİ’ler için yadsınamaz öneme sahip bir gerçektir. Araştırmada,
KOBİ’lerin sahip/yöneticilerinin kriz durumunda tasarruf tedbirleri uyguladıkları, alternatif pazarlar
aradıkları ve vadeli satışlar yerine peşine indirimli satış politikası yürüttükleri tespit edilmiştir. Bunun
yanında kriz dönemlerinde ilk beklenen tepkinin işçi çıkarma olasılığı gibi görünürken, 2006 yılında
kalkınmada öncelikli bölgeler için uygulamaya konulan SGK’lı işçi çalıştırma teşvik politikalarının
yansımalarının gecikmeli olarak Çankırı’da KOBİ istihdam politikalarını da olumlu etkilediği
görülmüştür. Geçici işçi sayıları azalırken daimi işçi sayılarındaki artış miktarları SGK verileri ile de
doğrulanmış olması teşviklerin istihdam üzerine olumlu yansıdığı gözlemlenmiştir. Fakat bu teşvik
süresinin sona
ermesiyle muhtemel yansımalarının nasıl
336
gerçekleşeceğini kestirmek
güç
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
görünmektedir. Teşvik süresinin 2012 yılına kadar uzatılması ani şokların yaşanmasını minimize
etme bağlamında dikkat çekicidir. Çalışmada dikkat çeken diğer bir bulgu ise KOBİ’lerin finansal
destek bulmada karşılaştıkları zorluklar olduğudur. Bu sonuç, ankete katılan kişilere kriz hakkında
başka belirtmek istedikleri düşüncelerinin olup olmadığı sorusundan elde edilmiştir. Genel anlamda
ortak kanaatler, finansal kaynaklara ulaşmadaki zorluklar, iç pazardan dış pazarlara yönelmede
karşılaştıkları örgüt yapısı oluşturma güçlükleri ve krizin dış kaynaklı olmasından KOBİ’lerin kriz
öngörülerini güçleştirdiği yönündedir. Dolayısıyla gelişmiş ülkelerde KOBİ’lere uygulanan korumacı
politikaların hayata geçirilmesi, kurumsal yapılarının iyileştirilmesi, AR & GE ve yenilik konusunda
daha aktif olunmalı ve sürdürülebilir büyüme için iç piyasadaki daralmaları ve krizin olumsuz
etkilerini aşmak için ihracata yönelik politikalara ağırlık verilmelidir.
337
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
KAYNAKLAR
Altan, Mikail ve Muhammet Bezirci (2001). “Ekonomik Krizlerin KOBİ’ler Üzerine Etkisi: Karaman
Örneği”. I. Orta Anadolu Kongresi - KOBİ’lerin Finansman ve Pazarlama Sorunları. Nevşehir:
KOSGEB.
Anonim (2009a). http://www.resmi-gazete.org/25788+say+gazete (29.11.2009).
Anonim (2009b). http://www.ikv.org.tr/icerik.asp?konu=haberler (11.10.2009).
Anonim (2009c). http://www.cankiri.gov.tr/default_B0.aspx?content=298 (14.10.2009).
Anonim (2000). Sanayi Politikaları. Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı Sanayi Politikaları Özel İhtisas
Komisyonu KOBİ Alt Komisyonu Raporu. Ankara: DPT Yayını.
Augustine, R. Norman (2000). Önlemeye Çalıştığınız Krizi Yönetmek. Çev. Salim Atay, Kriz
Yönetimi. Harward Business Review, MESS Yayın No: 328.
Erçel, Gazi (2000). “Enflasyonu Düşürme Programı ve Küçük ve Orta Boy İşletmeler”. Ekonomik
Forum Dergisi 7: 9.
Özdemir, Hülya (1996). “Gümrük Birliği Kapsamında Türkiye’deki KOBİ’ler İçin İhracatı Teşvik
Olanakları”. İzmir Ticaret Odası Dergisi Ekonomik Vizyon 6: 23.
Şimşek, M. Şerif (1998). Yönetim ve Organizasyon. Konya: Damla Ofset Matbaacılık ve Ticaret A.Ş.
Yüksel, Ayhan (2009). Basel II’nin KOBİ Kredilerine Muhtemel Etkileri.
http://www.bddk.org.tr/websitesi/turkce/raporlar/calisma-raporları/pdf (01.03.2010).
338
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
BASEL II KRİTERLERİNİN BANKA SERMAYE YAPISINA ETKİSİ
H.Serdar YALÇINKAYA*
ÖZET
Fon fazlası olan kişilerle il fon eksiği olan kişiler arasında fon hareketliliğini sağlayan
finansal kurumların en önemlisi günümüzde bankalar oluşturmaktadır. Bu açıdan ekonomilerin
finansal dinamiklerini ve bunların sonucunda reel sektör dinamiklerini etkileyen en temel kurumsal
yapı
olarak bankalardır. Bankalar fonksiyonlarını gerçekleştirirken;
fon fazlası
verenlerin
sermayelerini kullanmak ve bunları fon eksikliği yaşayanlara aktarmakla oldukça büyük riskleri
tespit etmek ve bunları yönetmekle karşı karşıya kalmaktadır.
Günümüz ekonomisi içerisinde yaşanan krizlerin finansal piyasalardan başlayıp diğer
sektörlere zincirleme olarak sirayet ettiği görülmektedir. Bu olguya bağlı olarak, finansal piyasa
aktörlerinin ve özellikle bankaların sistemdeki muhtemel risklerin tespiti, ölçülmesi ve kontrol
edilmesi ihtiyacı artmaktadır. Bu ihtiyaca bağlı olarak Basel II Uzlaşısı olarak adlandırılan risk
yönetimi uzlaşısı ortaya çıkmıştır. Basel II Uzlaşısı ilk bakışta finansal kurumlara risk yönetimi
açısından tavsiyeler olarak algılanmasına karşın, Basel II Uzlaşısı belirli bir takvime bağlı olarak
kademeli bir biçimde geçilmesi gereken risk yönetim kurallarıdır. Son olarak Amerika Birleşik
Devletleri’nden başlayarak tüm dünyaya yayılan finansal kriz, finansal piyasalarda risk yönetimin ne
kadar gerekli olduğunu ortaya koymaktadır.
Basel II Uzlaşısı içerisinde finansal kurumların yönetmesi gereken üç farklı risk grubu
bulunmaktadır. Bunlar kredi riski, piyasa riski ve operasyonel risk olarak tanımlanmaktadır. Basel II
Uzlaşısında temel kavram olarak Sermaye Yeterlilik Oranı (SYO) üzerinde durulmakta ve bu oranın
%8 olması gerektiği saptanmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Basel II, Sermaye Yeterlilik Oranı, Kriz, Risk
*
Selçuk Üniversitesi Ereğili K.A. MYO., [email protected].
339
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
BASEL II CRITERIA EFFECT OF BANK CAPITAL STRUCTURE
ABSTRACT
Funds with more people who are lacking in funds to people with mobility between funds
that provide financial institutions, banks constitute the most important today. In this respect, the
financial dynamics of the economy as a result of which the most basic institutional structures that
affect the dynamics of the real sector as banks are out of our face. Performing functions of banks
to use capital funds and those who give them more than a lack of funds banks have to transfer
those to detect and manage risk quite large, but is facing.
The crises in today's economy and other sectors of the financial markets began to spread
that could be seen as a chain. This case depending on the financial market actors, and especially
the detection of the possible risk of banks in the system, the need to measure and control is
increasing. Depending on the needs of this so-called Basel II risk management consensus of
consensus has emerged. Basel II consensus first glance, the financial institutions in terms of risk
management advice to be perceived as a compromise, but the Basel II risk management principles
based on a specific calendar, as late-stage risk management rules to be as a whole stands out
against us. Finally, starting from the United States financial crisis spread to the whole world how
much of risk management in financial markets suggests the need.
Basel II consensus within the financial institutions required to manage three different risk
groups. These credit risk, market risk and operational risk is defined as. Basel II Capital Adequacy
Ratio of reconciliation as the basic concepts (CAR) and focus on this ratio is 8% was supposed to
be determined. This rate calculation formula given below, we will be seen that financial institutions
may face in the markets according to the above-mentioned three risk capital base will remain in a
position to regulate
Keywords: Basel II, Capital Adequacy Ratio, Crisis, Risk
340
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
GİRİŞ
Bankaların ve diğer finansal aracı kuruluşların temel çalışma prensipleri piyasadan fon temin etmek
ve bu fonları fon eksiği olan kişilere sunmak ve arada spread denilen karlarını sağlamaktır. Ancak
bankacılık ve diğer finansal işlemlerinde öteden beri olan ve günümüzde daha da artmış riskler
mevcuttur. Bankalar bu riskleri doğru yönettiği sürece problem yaşamayacaklar fakat yanlış
yönettiklerinde büyük zararlar ile karşılaşacakları bir gerçektir.
Basel Komitesi bu doğrultuda Basel kriterlerini bankaların risk yönetimlerinin standartlaşması amacı
ile oluşturmuş fakat gelişen finansal piyasalar ve finansal riskler karşısında yetersiz kalmıştır. Buna
bağlı olarak komite Basel II kriterlerini oluşturmuş bankalara bu kriterler başlangıç olarak belli bir
süre için tavsiye niteliğinde olmasına karşılık bir çok ülke bu kriterleri kendi standartları olarak
benimsemiştir.
Bu konuda, Türkiye’de Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK) kademeli olarak
bankaların uygulamaya geçmesini istemiş ve bu konuda bir uygulamaya geçiş takvimi belirlemiştir.
Türkiye’de bankalar Basel II kriterlerine bağlı olarak Sermaye Yeterlilik Oranı (SYO) standartlarını
2003 yılından itibaren ölçmeye başlamışlardır. Bu doğrultuda çalışmada bankaların SYO verilerinde
değişimler incelenmiş ve bu rasyoya bağlı olarak karlılıkları ve takipteki kredilerine göre pozisyonları
incelenmiştir.
1. Basel Uzlaşısı ve Tarihsel Gelişimi
Basel Uzalaşılarının tarihsel gelişimini inceleme noktasında Bank of International Settlements (BIS)
kuruluşunu önce irdelemek gerekmektedir. BIS, 17 Mayıs 1930’da, uluslararası ödemeler sistemini
düzenlemek amacıyla kurulmuştur. BIS, 1960’larda, Bretton Woods sisteminin işlerliğini sağlamak
için önemli çalışmalar yapmıştır. 1980’lerdeki petrol krizlerinin arkasından da ödemeler sisteminin
aksamamasına çalışmıştır. Merkez bankaları için bir işbirliği forumu oluşturma çabalarının yanı sıra,
uluslararası piyasalarda istikrarı sağlamaya yönelik araştırmalar yapmak ve öneriler getirmek
(örneğin sermaye yeterlilik rasyosu) gibi görevleri de olan BIS, merkez bankası müşterileri ve
uluslararası organizasyonlar için temel bankacılık faaliyetleri de yapmaktadır.
BIS yönetim kurulunun 17 üyesi bulunmaktadır. 6 temel üye (Belçika, Fransa, Almanya, İtalya,
İngiltere Merkez Bankaları Başkanları ve ABD Merkez Bankaları Kurulu Başkanı) ve bu üyelerin
341
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
kendi ülkelerinden seçecekleri 6 üyenin yanı sıra, seçimle iş başına gelmiş 5 üyesi (Kanada,
Japonya, Hollanda, İsveç ve İsviçre) bulunmaktadır (Babuscu 2003:187).
Bankhaus I.D. Herstatt'ın, Almanya'da 1974 yılındaki iflası uluslararası para ve bankacılık
alanlarında ciddi problemlerin yaşanmasına neden olmuş ve aynı yıl G-10 ülkelerinin Merkez
Bankası Başkanları tarafından, bankacılık düzenlemeleri ve gözetimi konusunda çalışacak
uluslararası bir komite olan Basel Komitesi kurulmuştur. Belçika, Kanada, Fransa, Almanya, İtalya,
Japonya, Lüksemburg, Hollanda, İsviçre, İsveç, İngiltere ve ABD'nin üyesi olduğu komite ilk
toplantısını 1975 yılı Şubat ayında gerçekleştirmiştir. Bu tarihten itibaren Komite yılda 3-4 defa
düzenlenen toplantılar yoluyla çalışmalarını sürdürmektedir. Komitenin 1975 yılında yayınladığı
“Basel Concordat”ı bankacılık düzenlemeleri ve denetimi konusunda gerçekleştirilen işbirliğinin ilk
resmi belgesidir. Bu doküman, uluslararası bir bankanın merkezinin bulunduğu ülke ile şubesinin
yer aldığı ülkenin düzenleme ve denetim otoriteleri arasındaki ilişkileri ve her bir otoritenin hak ve
sorumluluklarını açık bir şekilde tanımlamaktadır. 1983 yılının Mayıs ayında, bu belgenin bankacılık
alanında yaşanan değişikliklere paralel olarak güncelleştirilmiş ve geliştirilmiş formu, "Yabancı
Banka Şubelerinin Gözetim Prensipleri" adı altında yayınlanmıştır (BIS1997).
1.1. Basel I Düzenlemeleri
1980’li yılların basında uluslararası aktif bankaların ağır borç yükü altındaki ülkelerden kaynaklanan
risklerindeki artısın bu bankaların sermaye yeterliliklerini düşürdüğü yönündeki endişeler sonucu,
G–10 ülkeleri Merkez Bankası Başkanlarının talebi üzerine Basel Komitesi bankacılık sistemlerinde
geçerli sermaye standartlarındaki erozyonun durdurulması ve sermaye yeterliliği ölçümlerinin
uyumlaştırılmasını sağlamak üzere çalışmaya başlamıştır. Komite uluslararası bir sermaye uzlaşısının
uluslararası bankacılık sistemindeki istikrarı artıracağı, ayrıca ulusal düzeydeki farklı sermaye
yeterliliği düzenlemelerinden kaynaklanan rekabet eşitsizliğini de ortadan kaldıracağı kanaatini
taşımaktadır(Altıntaş 2006: 62).
Bankacılıkta uluslararası düzeyde ilk riske dayalı sermaye yeterliliği düzenlemesini, 1988 yılında
yürürlüğe konulan Basel I oluşturmaktadır. İlk kez bu düzenlemede “Cook Rasyosu” olarak ifade
edilen sermaye yeterliliği oranına yer verilmiştir. Sermaye uzlaşısında sermaye yeterlilik oranı
yalnızca kredi riskine duyarlı bir şekilde oluşturulmuştur. “Sermaye Uzlaşısı” başlangıçta uluslararası
faaliyet gösteren bankalar için önerilmiş bir yaklaşım iken, zaman içerisinde beklenenin üzerinde
kabul görmüş ve 100’den fazla ülkede kabul edilip uygulanmıştır.
342
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
G–10 ülkelerinde bile uygulanmasına yönelik hiçbir yaptırım gücü olmayan bu Düzenleme’nin
neticede bu kadar geniş bir uygulama alanı bulmuş olması bir tesadüf değildir. 1996 yılında İsveç’in
Stockholm kentinde yapılan “Dokuzuncu Uluslararası Bankacılık Denetimi Konferansı’na katılan 129
ülkenin temsilcileri arasında yapılan bir ankette bu ülkelerin %90’ının Basel Sermaye Düzenlemesi
benzeri risk ağırlıklandırılmış sermaye tabanı yaklaşımını uyguladıkları görülmüştür (Coşkun vd.
1999: 74).
Basel Sermaye Yeterlilik Oranı = Sermaye / Kredi Riski≥%8 (Cook Rasyosu)
1.2. Basel II Düzenlemeleri
Yeni Basel Sermaye Uzlaşısı (Basel-II), bankaların sermaye yeterliliklerinin ölçülmesine ve
değerlendirilmesine ilişkin olarak Basel Bankacılık Denetim Komitesi ( Basel Committee on Banking
Supervision-BCBS) tarafından yayımlanan ve yakın bir tarihte birçok ülkede yürürlüğe girmesi
beklenen standartlar bütünüdür (BDDK 2005).
Uluslararası piyasalardaki gelişmeler, mevcut düzenlemenin değişen koşullar karşısında yetersiz
kalması, risk çeşitlerinin artması gibi unsurlar yeni sermaye standartları oluşturmayı gerektirmiştir.
Bu açıdan bakıldığında Basel I ortaya çıktığı dönemdeki ihtiyaçları karşılayan, ancak günümüzde risk
ölçme yapısının yetersizliği nedeniyle eksik kalan bir uygulama haline gelmiştir. Bu çerçevede
Haziran 1999’da ilk taslak metni yayımlanan “Basel II Yeni Sermaye Uzlaşısı”, daha hassas risk
ölçümüne ulaşma amacı taşıyan bir düzenleme olarak ortaya konulmuştur. Bankaların kredi riski
taşıyan aktiflerini, yeni bir karşı taraf sınıflandırmasına tabi tutan düzenleme ile, karşı tarafların
kredi değerliliği ön plana çıkarılmış, ulusal denetim otoritelerinin denetimlerinin önemi vurgulanmış
ve kamuyu aydınlatma gereklilikleri belirlenerek şeffaflık sağlama yolunda adımlar atılmıştır (BDDK
2005:15).
Düzenleme’nin taslaklar halinde farklı zamanlarda kamuoyunun bilgisine sunularak tartışılması
sağlanmış ve en son Haziran 2004’de en son şekli verilerek “Basel II, 2.Sermaye Uzlaşısı” adı
altında kesinleşmiş metin olarak yayınlanmıştır. Basel düzenlemelerinin sermaye yeterliliği
hesaplamasına yönelik gibi görünmesine karşın, gerektirdiği çok detaylı veriler ve bunların analizi
bankanın sağlıklı bir risk profilini çıkarmak ve yasal gerekliliklerin ötesine risk yönetimini
etkinleştirmek açısından gerekli görülmektedir (Babuşcu 2003:264).
Düzenlemeler temel olarak yönetime, banka faaliyetlerinin risklerini etkin olarak yönetmek ve kötü
şartlara karşı yeterli finansal kaynakları sağlamak ödevlerini yüklemektedir. Bu nedenle kurumlarda
343
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
risk kültürünün yerleşmesi açısından yeni düzenlemelerin zorlayıcı etkileri olacaktır. Düzenlemelerde
yer alan farklı yaklaşımların basit ve kapsamlı seçenekleri bulunmaktadır. Basit yaklaşım ve
seçenekler, ortalama bir banka düşünülerek hazırlanmış standart kuralları içerdiğinden, yaklaşım
veya seçenek olarak basit yöntemleri seçen bankalar, ellerindeki avantajları tam olarak
değerlendiremeyecekleri için gerekenden fazla sermaye tutmak durumunda kalabileceklerdir. Kredi
riski ölçümünde kullanılacak risk ağırlıkları için dış ve/veya iç derecelendirme (rating) notları esas
alınacağından, reel sektör firmalarını kredi değerliliklerini tespit ettirmeleri bir zorunluluk haline
gelecek, bunun sonucunda da ülkede derecelendirme şirketlerinin faaliyetleri yaygınlaşacak ve
şeffaflık artacaktır. Bankaların risk yönetiminin etkinleştirilmesi ile mevduat sahipleri de korunmuş
olmaktadır. Ayrıca, kamuyu aydınlatma ilkelerinin yerine getirilmesiyle de yatırımcının sağlıklı karar
alması yönünde aşama kaydedilmiş olacaktır. Vurgulanması gereken önemli bir nokta da OECD
ülkesi olmanın avantajının kaybolmasıdır. Türkiye gibi gelişmekte olan OECD ülkeleri bu noktada
olumsuz etkilenecektir. Bunların yanı sıra, rating kültürü yerleşmemiş ülkelerde ve reel sektörü
küçük işletme yoğun bir profile sahip ülkelerde Basel II gerekliliklerini yerine getirmek, çok sıkıntılı
bir süreç haline gelebilecektir. Firmaların önemli bir kısmının ratingi çok yüksek olmayan ülkelerin
bankaları için sermaye gereksinimi doğacaktır.
1.2.1. Basel II’ nin Temel Kriterleri
Basel II düzenlemesi kendi içinde 3 ana bölümden (yapısal blok) oluşmaktadır (BDDK, 2005:18).
Bunlar;
• Birinci Yapısal Blok: Asgari sermaye gereksinimi (bankaların risk türlerine göre
sermaye gereksinimlerini hesaplama sistemleri anlatılmaktadır).
• İkinci Yapısal Blok: Denetim otoritesinin gözden geçirilmesi (denetim otoritelerinin risk
bazlı denetim yaparken dikkate alacakları hususlar belirtilmektedir. Bu aynı zamanda denetime
yönelik bankaların yapması gereken faaliyetleri göstermesi bakımından önemlidir).
• Üçüncü Yapısal Blok: Piyasa disiplini (bankaların şeffaflığını sağlamak amacıyla
kamuya açıklamaları gereken bilgilere ilişkin asgari unsurların belirlendiği bölümdür).
2. Basel-II Uzlaşısında Bankacılık Riskleri
Basel-II Uzlaşısı, hem yalın hem de oldukça kapsayıcı bir kavramsal açılımla bankacılık risklerini üç
ana baslık altında ele almış; gerek risklerin tanımlanması gerekse de ölçümlenmesi konusunda
344
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
uluslararası birliktelik oluşmasına olanak vererek bankacılıkta risk yönetimi işlevine çok önemli bir
katkı sağlamıştır.
Kredi riski, piyasa riski ve operasyonel riskten oluşan söz konusu risk türleri, kapsamlarının genişliği
ve taşıdıkları yüksek önem dolayısıyla gerek kuramsal alanda gerekse uygulamada ayrı birer
uzmanlık dalı haline gelmiştir. Bunda, risk türlerinin kapsamlarının genişliğinin yanında,
ölçümlemede kullanılan içsel modellerin karmaşık yapısının etkisi de büyüktür.
Bankacılığın ortaya çıktığı ilk zamanlardan beri var olmasına karşın, bahsedilen risklerin ölçümüne
dönük ileri yöntemlerin geliştirilmesindeki asıl hızlanma ancak 90’lı yılların baslarından itibaren söz
konusu olabilmiştir. Bunda en önemli etken, özellikle karmaşık ve geniş kapsamlı yaklaşımlar için
gereksinilen çok sayıdaki verinin biriktirilmesi ve izlenmesine olanak sağlayan bilgisayar
teknolojisindeki gelişmelerdir(Matten 2000; 185).
2.1. Piyasa Riski
1990’lı yıllara kadar bankacılık alanında kredi riskine oranla çok daha geri planda olan ve Basel-I
Uzlaşısı’nın ilk halinde göz ardı edilmiş olan piyasa riski, finansal piyasalardaki bütünleşmenin hız
kazandığı o yıllardan itibaren Komitenin de gündemine girmiştir. İlk Uzlaşı’ya dönük yoğun
eleştirilerin ve sunulan önerilerin de etkisiyle gerçekleştirilen çalışmalar sonucunda, piyasa riski için
de sermaye ayrılmasını öngören taslak, 1993 yılında ilgili çevrelerin görüşleri alınmak üzere
yayınlanmıştır. Söz konusu taslakta bankalarca gerçekleştirilen işlemler ‘bankacılık işlemleri’ ve ‘alım
satım işlemleri’ olarak ikiye ayrılmış ve alım satım işlemlerinden kaynaklanan piyasa riski için
sermaye yükümlülüğü öngörülmüştür(Basel Committee 1993). 1988 yılındaki Uzlaşı’ya ek olarak
hazırlanan ve piyasa riskini de sermaye yeterliliği hesaplamalarına ekleyen yeni düzenleme, 1996’da
son halini alarak (1997 yılı sonunda yürürlüğe girmek üzere) yayınlanmıştır.
Piyasa riski, fiyatlardaki değişmelere bağlı olarak bankaların bilanço içi ve bilanço dışı
pozisyonlarında ortaya çıkan zarar etme olasılığıdır(Basel Committee 1996). Bir başka tanımlamayla
piyasa riski, risk faktörlerindeki(etkenlerindeki) değişimlerden kaynaklanan olası kayıpları ifade
etmektedir(Chance 2001:690). Komite söz konusu riskin kaynağını oluşturan etkenleri, faiz oranı
riski, kur riski, pay senedi fiyat riski, ticari mal(emtia) fiyat riski ve opsiyon riski olmak üzere 5 ayrı
baslık altında toplamıştır.
Yaşanan bankacılık krizlerinin de gösterdiği gibi Türk bankacılık sektörü bu risk gruplarından
özellikle kur riski ve faiz oranı riskinin etkisi altındadır. Pay senedi riskinin, bu alana yönelik yapılan
345
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
yatırımların boyutlarına koşut olarak oldukça düşük olduğu gözlemlenmektedir. Organize borsalarda
işlem gören fiziksel ürünlerdeki fiyat değişim olasılıklarını yansıtan emtia riski ise, yine işlem boyutu
ekseninde, henüz Türk bankacılık sektörünü etkileyebilecek büyüklükte bir risk unsuru olarak
değerlendirilmemektedir.
Gerçekte tüm bankacılık işlemleri piyasa riski içermektedir. Ancak söz konusu yeni düzenleme,
fiyatların günlük olarak pazara uyarlanabilmesi ve böylece hesaplamaların doğru bir biçimde
yapılmasının
olanaklı
hale
gelmesi
gerekçesiyle özellikle
alım satım
portföyleri
üzerine
odaklanmaktadır(Hendricks vd. 1997: 2). Basel-I Uzlaşına yönelik olarak gerçekleştirilen bu ek
düzenleme, alım satım işlemlerinden kaynaklanan fiyat risklerine karsı bankalara güvenli bir
sermaye koruması sağlamayı amaçlamaktadır. Kredi riskine oranla daha yeni bir risk unsuru olan
piyasa riskinin ölçümüne dönük çalışmalar, finansal piyasalarda ve özellikle bankacılık sektöründe
krizlere karsı duyarlılığın gittikçe artmasının da etkisiyle oldukça yoğun biçimde gerçekleşmiş; bu
çerçevede, yeni istatistiksel ölçüm yöntemlerini de içeren çok önemli gelişmeler sağlanmıştır. İleri
istatistiksel yöntemler ilk defa bu risk türünün ölçümünde kullanılmıştır. Komite tarafından piyasa
riskinin ölçümüne dönük olarak standart yaklaşım ve içsel ölçüm yaklaşımı olmak üzere iki ayrı
seçenek sunulmaktadır(Hendricks vd. 1997:2). Basel-II Uzlaşısı’nda piyasa riski ölçümünde, 1996
düzenlemesine ek olarak önemli bir değişiklik yapılmasına gerek duyulmamıştır.
2.2. Kredi Riski
Kredi riski genel olarak, banka müşterisinin (ya da anlaşmanın karsı tarafının) yükümlülüklerini
sözleşmede belirtilen koşullar doğrultusunda yerine getirememe olasılığı olarak tanımlanmaktadır.
Bankalar tarafından verilen krediler, kredi riskinin en önemli unsuru olmakla birlikte özellikle son
yıllarda artan bankalar arası para piyasası işlemleri, döviz işlemleri, garanti ve kefaletler, türev
piyasa işlemleri ve bono yatırımları gibi işlemler, bankaların karsı karsıya kaldıkları diğer önemli
kredi riski kaynaklarıdır (Basel Committee On Banking Supervision Report 2000: 1).
Yaşanan iflaslar çerçevesinde ele alındığında da, kredi riskinin sermaye piyasalarındaki en temel
risk olduğu görülmektedir (Deventer 2003: 5). Banka bilançolarının çok önemli bir kısmının bu risk
unsuruyla karsı karsıya olması nedeniyle, kredi riski yönetimi bankalar açısından çok büyük bir
önem taşımaktadır. Bankalar hem bütün olarak kredi portföyünün hem de tekil olarak her kredinin
taşıdığı riski yönetmek durumundadırlar. Kredi riski yönetimi bankanın kredi riskini kabul edilebilir
düzeylerde tutarak, risk ayarlı getirisinin en yükseğe çıkarılmasını amaçlamaktır. Bu çerçevede,
etkin bir risk yönetimi şu işlevleri içermelidir:
346
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
- Kredi riskiyle ilgili uygun ortamın oluşturulması,
- Kredilendirme sürecinin etkin bir biçimde sürdürülmesi,
- Doğru bir kredi riski ölçümü ve izlemesi sürecinin sağlanması,
- Kredi riskinin kontrolünün sağlanması.
Kredi riski ölçümüyle ilgili olarak son yıllarda çok önemli gelimseler sağlanmıştır. Banka iflaslarının
artması, kredi derecesi düşük olan orta ve küçük ölçekli firma sayısının artması, kredi faiz
oranlarının oldukça rekabetçi hale gelmesi, taşınmaz değerlerin ve dolayısıyla teminatların
değerindeki düşüş ve dalgalanmalar, hızla artan bilanço dışı işlemler, bilgisayar sistemlerinde büyük
ilerlemeler sağlayan teknolojik gelişmeler gibi etkenler kredi riski ölçümüne dönük yeniliklerin
ortaya çıkmasında önemli rol oynamıştır. Anılan tüm bu etkenlerin yanında, bankaları yeni ölçüm
yöntemleri kullanmaya yönelten bir diğer önemli unsur ise, iflas etmek üzere olan bir firmayla en
yüksek kredi notuna sahip bir firmayı aynı risk düzeyinde değerlendiren ve aynı sermaye
gereksinimini öngören Basel-I Uzlaşısı’nın ölçüm konusundaki yetersizliği olmuştur (Saunders 1999:
4).
Yıllar boyunca sürdürülen çalışmalar ve sağlanan gelişmeler sonucunda oluşturulan ölçüm
yaklaşımlarının bankalar tarafından belirli koşullarla kullanılmasını öngören yeni Basel Uzlaşısı’ndaki
kredi riski ölçüm yöntemleri, önceki Uzlaşı’ya göre neredeyse tamamen değiştirilerek pazar
koşullarına ve gereksinimlerine uygun hale getirilmiştir.
2.3. Operasyonel Risk
Diğer bankacılık risklerine göre finans yazınında çok daha yakın zamanda ele alınmaya başlanan
operasyonel risk, genel olarak ‘piyasa riski ve kredi riski dışında kalan riskler’ olarak
tanımlanmaktadır.
Bazı
çalışmalarda
operasyonel
risk
temsil
kuramıyla
(agency
theory)
ilişkilendirilmektedir. Temsil riski, işletme sahiplerinin yönetim yetkisini yöneticilere devretmesiyle
ortaya
çıkmaktadır.
Tarafların
çıkarlarının
her
zaman
uyuşmaması,
sorunun
kökenini
oluşturmaktadır (Sheedy 1999: 8). Taraflar arasındaki çıkar farklılığı dolayısıyla zamanla oluşan bilgi
asimetrisi (bilginin orantısız dağılımı), operasyonel riskin çok önemli bir kaynağını oluşturmaktadır.
Operasyonel risk, kredilendirme ya da piyasada pozisyon alma süreçlerinde ortaya çıkan bir risk
olduğundan, aslında bankaların karşı karşıya kaldıkları ilk risk türü olarak kabul edilmektedir (Gieger
2000: 1).
347
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
İlk olarak, büyük ölçekteki birçok finansal kurumun özellikle yönetim aşamasındaki yetersizliklerden
kaynaklanan nedenlerle çok büyük boyutlu kayıplarla karsı karsıya kaldığı 90’lı yıllarda ele alınmaya
başlanan operasyonel risk, anılan sorunların etkisini gün geçtikçe arttırması sonucu zamanla ayrı bir
risk türü olarak kabul edilmiş ve risk yönetimi süreçleri kapsamına alınmıştır. Söz konusu süreçte
ilgili birçok kurum tarafından ele alınarak çeşitli tanımlamaları yapılan operasyonel risk, sermaye
yeterliliği kapsamına ilk olarak Basel Komitesi tarafından 1999 yılında yayınlanan ‘Yeni Sermaye
Yeterliliği Çerçevesi’ isimli raporla alınmış ve böylelikle ayrı bir önem kazanmıştır. Komite tarafından
2001 yılında yayınlanan raporda söz konusu risk, ‘yetersiz veya başarısız içsel süreçler, çalışanlar,
sistem ya da dışsal olaylardan kaynaklanan doğrudan ya da dolaylı kayıp riski’ olarak tanımlanmıştır
(Basel Committee On Banking Supervision 2001: 2). Tanımlamadaki ‘dolaylı kayıp’ ifadesine karşın,
hesaplamalarda stratejik risk ve itibar riski gibi dolaylı etkenlerin kapsam dışında tutulması, daha
sonra önemli eleştirilere neden olmuştur. Bunun üzerine Komitece yayınlanan bir sonraki rapordaki
‘doğrudan ve dolaylı’ ifadesi kaldırılmış ve tanım son seklini almıştır: Operasyonel risk, yetersiz veya
başarısız içsel süreçler, personel ve sistem ya da dışsal olaylardan kaynaklanan kayıp riskidir (Basel
Committee On Banking Supervision 2001: 2).
BDDK tarafından 2001 yılında yayınlanan ilgili yönetmelikte ise operasyonel risk, banka içi
kontrollerdeki aksamalar sonucu hata ve usulsüzlüklerin gözden kaçmasından, banka yönetimi ve
personeli tarafından zaman ve koşullara uygun hareket edilmemesinden, banka yönetimindeki
hatalardan, bilgi teknolojisi sistemlerindeki hata ve aksamalar ile deprem, yangın, sel gibi
felaketlerden kaynaklanabilecek kayıplar ya da zarara uğrama ihtimali’ olarak tanımlanmıştır(BDDK,
2001; 16).
Personel riski, çalışanların bilinçli yanlışlarından; süreç riski, kurumun isleyişiyle ilgili kurallardaki
eksikliklerden; sistem riski, kullanılan teknolojik sistemlerdeki istem dışı aksaklıklardan; dışsal risk
ise kurumun etkisi dışında gelişen doğal olaylardan ve isletme dışındaki üçüncü kişilerden
kaynaklanabilecek kayıpları ifade etmektedir(Harmantsiz 2004:2).
348
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Tablo.1
Operasyonel Risk Kaynakları
1.Dolandırıcılık; Hırsızlık, banka çalışanlarının kendi aralarında ya da banka
çalışanlarıyla müşteriler arasındaki gizli işbirlikleri, para aklama
2.İnsan Kaynakları; Çalışanların yetenek kişilik ve psikolojik yapılarına dönük
ölçümlemelerin yetersiz olması,
3. Yetki Asımı; Döviz ticareti, teminatsız kredi verilmesi
4. İşlem Süreçleri; Hatalı veri girişi
5. Teknoloji; Yanlış teknoloji yatırımları, sistemin eskimiş olması
6. Dış çevre; Ekonomik darboğaz
7. Yönetim süreçleri; (Bilinçli veya bilinçsiz) denetçilerin anlaşmazlığı,
yönetime eksik bilgi sunulması
8. Satış uygulamaları; Finansal tabloları hatalı olması, nitelik yerine rakamsal
büyüklüklerin ödüllendirilmesi
9. Felaketler; Sel, yangın, terörist saldırılar
Kaynak: Carolyn V. Currie, Basel-II And Operational Risk - Overview Of Key Concerns, IQPC
Operational Risk Forum, University Of Technology, Sydney, 2004, s.8.
Diğer risk türlerine göre çok daha yeni bir çalışma alanı olan operasyonel risk çözümlemesi, isletme
başarısında stratejik kararların öneminin çok daha belirleyici hale gelmesinin de etkisiyle, gelişime
ve yeniliğe son derece açık bir nitelik taşımaktadır. Basel Komitesi tarafından operasyonel risklerin
ölçümüne dönük olarak, temel gösterge yaklaşımı, standart yaklaşım ve gelişmiş ölçüm yaklaşımları
olmak üzere 3 ayrı yaklaşım önerilmektedir.
UYGULAMA
Çalışmamızda Türkiye Bankalar Birliği 2009 yılı çalışmasında bankacılık sektörü gerçek verileri
kullanılmış olup bu veriler 2001- 2008 yıllarına aittir. Bankacılık sektöründe bulunan ve verileri
kullanılan bankalar Tablo 3 de verilmiştir. Ayrıca, bankaların kümülatif SYO verileri, dönem net karı
/ özkaynak ve takipteki krediler / toplam krediler oranları da kullanılmıştır. Dönem net karı /
özkaynak ve takipteki krediler / toplam krediler verileri ayrı, ayrı SYO verileri ile korelasyon
analizine ve regresyon analizine tabi tutulmuştur. Bankaların SYO verilerinin değişimine karşılık
karlılıkları ve takipteki kredilerinin arasında bir ilişki olup olmadığı araştırılmıştır.
349
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Tablo 2
Türkiye’deki Bankaların Dönem Net Karları
Dönem Net Karı-Zararı ( Bin TL)
Türk Bankacılık Sistemi
2003
2004
2005
2006
2007
2008
%
Kümülatif
%
5.590.686 6.391.220
5.648.912
11.101.115 14.565.266 12.986.576
100
5.028
Mevduat Bankaları
5.105.613 5.988.643
4.793.319
10.242.578 13.466.696 11.851.867
93
2.776
Kamusal Sermayeli Mevduat Bankaları
1.790.361 2.682.316
2.869.057
3.733.230
4.512.830
3.905.772
31
166
Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası A.Ş.
1.072.487 1.530.665
1.802.120
2.100.002
2.351.091
2.134.259
16,71
16,71
Türkiye Halk Bankası A.Ş.
485.885
527.723
531.767
863.498
1.131.039
1.018.315
7,97
71,70
Türkiye Vakıflar Bankası T.A.O.
231.989
623.928
535.170
769.730
1.030.700
753.198
5,90
77,60
2.339.913 2.174.115
283.380
4.543.043
7.154.752
6.480.777
51
872
-43.670
-12.755
1.552
865
2.765
0,02
100,13
1.324.524 1.020.528
Özel Sermayeli Mevduat Bankaları
Adabank A.Ş.
Akbank T.A.Ş.
-21.612
1.438.294
1.600.192
1.994.294
1.704.553
13,34
43,76
Alternatif Bank A.Ş.
12.483
5.134
20.765
29.654
63.320
53.016
0,42
97,78
Anadolubank A.Ş.
16.184
43.165
39.528
47.995
72.554
86.852
0,68
96,10
Şekerbank T.A.Ş.
59.216
82.375
37.030
52.001
122.861
144.307
1,13
93,39
Tekstil Bankası A.Ş.
6.310
4.275
10.135
15.068
42.457
12.579
0,10
99,75
Turkish Bank A.Ş.
5.019
1.375
3.918
5.761
1.507
10.010
0,08
99,92
Türk Ekonomi Bankası A.Ş.
50.902
33.800
78.717
105.700
130.286
164.198
1,29
91,13
Türkiye Garanti Bankası A.Ş.
301.502
450.549
708.394
1.063.663
2.315.616
1.750.488
13,70
30,41
Türkiye İş Bankası A.Ş.
423.106
635.455
955.628
1.109.218
1.701.807
1.509.408
11,82
55,57
Yapı ve Kredi Bankası A.Ş.
162.279
-58.871
-2.996.274
512.239
709.185
1.042.601
8,16
63,73
Birleşik Fon Bankası A.Ş.
281.344
386.341
259.445
391.503
104.305
80.450
0,63
97,36
Yabancı Bankalar
693.995
745.871
1.381.437
1.574.802
1.694.809
1.384.868
11
1.641
Türkiye´de Kurulmuş Yabancı Bankalar
656.838
721.366
1.322.789
1.571.099
1.637.512
1.309.136
10
1.044
6.268
6.025
4.455
5.006
2.745
2.710
0,02
100,15
Citibank A.Ş.
38.082
28.860
113.927
60.115
165.462
81.361
0,64
96,73
Denizbank A.Ş.
94.761
122.711
200.714
276.344
211.250
278.090
2,18
87,89
Deutsche Bank A.Ş.
42.119
44.349
24.767
45.286
40.511
33.849
0,26
98,95
7.642
5.021
2.164
12.386
18.498
12.367
0,10
99,84
Finans Bank A.Ş.
153.075
191.560
350.441
740.972
552.726
362.648
2,84
83,34
Fortis Bank A.Ş.
171.656
107.171
80.864
75.413
150.080
144.671
1,13
92,26
HSBC Bank A.Ş.
94.727
108.106
237.454
280.618
364.140
249.686
1,95
89,84
Tasarruf Mevduatı Sig. Fon. Devr. B.
Arap Türk Bankası A.Ş.
Eurobank Tekfen A.Ş.
ING Bank A.Ş.
Millennium Bank A.Ş.
Turkland Bank A.Ş.
63.118
115.170
307.796
104.583
135.282
140.053
1,10
94,48
-18.140
-12.518
-7.369
-27.053
-3.784
2.865
0,02
100,11
3.530
4.911
7.576
-2.571
602
836
0,01
100,18
350
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Dönem Net Karı-Zararı ( Bin TL)
2003
2004
2005
Türkiye´de Şube Açan Yabancı Bankalar
2006
Bişkek 2010
2007
2008
%
Kümülatif
%
37.157
24.505
58.648
3.703
57.297
75.732
1
597
ABN AMRO Bank N.V.
4.792
13.728
23.281
10.194
26.966
33.931
0,27
98,68
Bank Mellat
4.665
3.090
4.552
4.575
8.444
14.002
0,11
99,65
Habib Bank Limited
1.242
451
-531
-691
2.249
4.451
0,03
100,09
JPMorgan Chase Bank N.A.
10.719
823
16.803
5.226
21.916
21.019
0,16
99,38
Société Générale (SA)
13.814
6.029
8.352
-15.753
-15.003
-18.521
- 0,14
100,00
1.925
384
6.191
152
12.725
20.850
0,16
99,54
WestLB AG
Kalkınma ve Yatırım Bankaları
400.495
315.145 682.624
738.646 863.539
922.198
7
1.258
Kamusal Sermayeli Bankalar
315.917
227.713 509.655
618.755 628.508
709.687
6
265
121.290
159.675 198.126
301.977
2,36
85,71
209.673 361.839
302.931 387.294
371.031
2,90
80,51
43.088
36.679
0,29
98,42
123.385 208.477
İller Bankası
158.946
Türk Eximbank
234.217
Türkiye Kalkınma Bankası A.Ş.
-77.246
17.886
26.526
Özel Sermayeli Bankalar
154
156.149
80.652
86.920
149.515
183.815
1
594
Aktif Yatırım Bankası A.Ş.
6.622
3.317
4.296
5.198
2.670
1.599
0,01
100,16
Diler Yatırım Bankası A.Ş.
-710
-1.133
155
353
4.265
7.088
0,06
100,05
100,00
GSD Yatırım Bankası A.Ş.
3.867
5.524
4.215
4.383
8.175
9.346
0,07
İMKB Takas ve Saklama Bankası A.Ş.
34.228
30.940
42.955
32.561
39.020
45.208
0,35
98,13
Nurol Yatırım Bankası A.Ş.
-4.205
1.135
-2.131
-25.512
6.866
1.593
0,01
100,18
Türkiye Sınai Kalkınma Bankası A.Ş.
40.850
47.137
100.025
106.402 147.481
118.981
0,93
95,42
3.926
512
23.454
0
400
Yabancı Bankalar
BankPozitif Kredi ve Kalkınma Bankası A.Ş
Calyon Yatırım Bankası Türk A.Ş.
Merrill Lynch Yatırım Bank A.Ş.
Taib Yatırım Bank A.Ş.
-3.494
26.554
28.696
8.322
10.848
15.677
8.217
27.034
33.515
0,26
99,21
-1.494
-7.144
7.799
-3.561
1.022
-469
- 0,00
100,18
-773
-1.368
23
-7.462
-1.353
-1.259
- 0,01
100,17
-2.129
-1.824
-45
-688
-149
-3.091
- 0,02
100,14
Kaynak: TBB ( Türkiye Bankalar Birliği) 2010 www.tbb.org.tr
Tablo 3
Türkiye’deki Bankaların Kümülatif SYO Verileri
Özkaynaklar / (Kredi + Piyasa + Operasyonel Riske Esas Tutar)
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
Türk Bankacılık Sistemi
24,2
30,9
28,8
24,2
22,0
19,1
18,1
Mevduat Bankaları
23,1
28,1
26,2
21,6
19,8
17,4
16,5
Kamusal Sermayeli Mevduat Bankaları
50,2
56,3
37,1
37,7
29,1
20,1
16,4
Özel Sermayeli Mevduat Bankaları
19,7
23,5
22,3
17,2
17,5
17,2
16,4
Yabancı Bankalar
32,6
36,2
26,9
17,4
16,0
14,5
16,7
40,2
78,4
90,4
104,3
86,2
66,7
59,4
Kalkınma ve Yatırım Bankaları
Kaynak: TBB ( Türkiye Bankalar Birliği) 2010 www.tbb.org.tr
351
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Tablo 4
Türkiye’deki Bankaların Kümülatif Dönem Net Karı / Özkaynak Verileri
Net Dönem Karı (Zararı) / Özkaynaklar
Karlılık, %
2008
2007
2006
2005
2004
2003
2002
Türk Bankacılık Sistemi
15,4
19,5
18,9
10,6
14,0
15,8
Mevduat Bankaları
2001
9,2
-76,5
-83,6
16,4
20,9
20,3
10,6
15,0
16,5
8,3
Kamusal Sermayeli Mevduat Bankaları
22,5
26,8
25,1
21,6
26,6
18,7
15,7
-33,5
Özel Sermayeli Mevduat Bankaları
15,8
19,9
16,9
4,7
10,3
13,9
16,0
-103,8
Yabancı Bankalar
10,5
15,2
20,5
15,5
11,9
11,2
5,9
3,2
8,7
9,6
9,8
10,9
6,1
10,6
15,5
-25,4
Kalkınma ve Yatırım Bankaları
Kaynak: TBB ( Türkiye Bankalar Birliği) 2010 www.tbb.org.tr
Tablo 5
Türkiye’deki Bankaların Kümülatif Takipteki Krediler/ Toplam Krediler Verileri
Aktif Kalitesi, %
Takipteki Krediler (brüt) / Toplam Krediler
2008
2007
2006
2005
2004
2003
2002
2001
Türk Bankacılık Sistemi
3,6
3,5
3,8
4,9
6,2
12,3
18,5
37,4
Mevduat Bankaları
3,7
3,6
3,8
5,0
6,4
13,3
20,4
42,5
Kamusal Sermayeli Mevduat Bankaları
3,8
4,1
5,1
8,0
11,1
33,8
48,6
55,7
Özel Sermayeli Mevduat Bankaları
3,5
3,6
3,6
4,2
5,0
6,8
9,1
36,4
Yabancı Bankalar
4,1
2,9
2,7
3,9
3,2
4,4
5,0
5,7
1,4
1,4
1,9
2,0
2,5
2,7
2,9
7,6
Kalkınma ve Yatırım Bankaları
Kaynak: TBB ( Türkiye Bankalar Birliği) 2010 www.tbb.org.tr
BULGULAR
Bankaların dönem net kar ve SYO verileri arasında gerçekleştirilen regresyon ve korelasyon
analizleri sonucunda veriler arası anlamlılık düzeyi yüksek çıkmış ve aralarındaki ilişki ise oldukça
yüksek ve ters çıkmıştır. Buna göre tüm bankacılık sektör toplam verilerine göre korelasyon sayısı 0,88332489 olarak ters ve oldukça yüksek bir ilişkinin varlığını göstermektedir. Bu dönemler
arasında bankaların SYO ları düşerken, karlılıkları artmıştır.
352
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Tablo 6
Dönem Net Karı ve SYO Arasındaki Regresyon Korelasyon Sonuçları
Türk Bankacılık Sistemi
Eğim
-684049,095
Std. Hata
181504,98
R2
0,78026286
F Stat
14,2035679
SSxy
6,2475E+13
T İstatistiği
-3,76876212
Korelasyon
-0,88332489
25690114,46
4411431,984
2097272,387
4
1,75942E+13
5,823531803
Mevduat Bankaları
Eğim
-677176
Std. Hata
211590,7
R2
0,719152
F Stat
10,2426
SSxy
5,07E+13
T İstatistiği
-3,20041
Korelasyon
-0,84803
23207643
4661501
2224441
4
1,98E+13
4,978578
Kamusal Sermayeli Mevduat Bankaları
Eğim
-64732,2769
5371495,097
Std. Hata
11098,0048
392061,8702
R2
0,89479604
357383,7168
F Stat
34,0213819
4
SSxy
4,3453E+12
5,10892E+11
T İstatistiği
-5,83278509
13,70063121
Korelasyon
-0,94593659
Özel Sermayeli Mevduat Bankaları
Eğim
-426014
11927381
Std. Hata
385905,6
7413860
R2
0,233521
2631196
F Stat
1,21867
4
SSxy
8,44E+12
2,77E+13
T İstatistiği
-1,10393
1,608795
Korelasyon
-0,48324
Yabancı Bankalar
Eğim
-46571,5932
Std. Hata
8648,8342
R2
0,87877048
F Stat
28,9952627
SSxy
7,9266E+11
T İstatistiği
-5,38472494
Korelasyon
-0,93742758
Kalkınma ve Yatırım Bankaları
Eğim
-7640
1271954
Std. Hata
6473,743
532674,3
R2
0,258265
237000,8
F Stat
1,39276
4
SSxy
7,82E+10
2,25E+11
T İstatistiği
-1,18015
2,387864
Korelasyon
-0,5082
2237591,98
196136,6847
165340,4029
4
1,0935E+11
11,40832977
Dönem net karı / Özkaynak oranları ve SYO ile gerçekleştirilen analiz sonuçları aşağıdadır. Buna
göre veriler arası anlamlılık ilişkisi zayıflamakla birlikte toplam sektörde veriler arası ilişki negatif
yönlü olup zayıflamaktadır. Özellikle özel sermayeli mevduat bankalarında ilişki oldukça zayıftır.
Bunun nedeni SYO göre karlılığa ve risklere karşılık özkaynakların da arttırılma zorunluluğu
düşünülmektedir. Yinede SYO düştükçe net dönem karı / özkaynak oranlarında artış olduğu tespit
edilmiştir.
353
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Tablo 7
Dönem Net Karı/ Özkaynak ve SYO Arasındaki Regresyon Korelasyon Sonuçları
Türk Bankacılık Sistemi
Eğim
-0,25313
Std. Hata
0,349667
R2
0,094869
F Stat
0,524062
SSxy
8,561385
T İstatistiği
-0,72392
Korelasyon
-0,30801
20,83753
8,492415
4,041855
5
81,68297
2,453663
Mevduat Bankaları
Eğim
-0,38089
Std. Hata
0,448435
R2
0,126096
F Stat
0,721455
SSxy
16,32584
T İstatistiği
-0,84939
Korelasyon
-0,3551
23,75618
9,951877
4,756999
5
113,1452
2,387106
Kamusal Sermayeli Mevduat Bankaları
Eğim
-0,20001
29,50747
Std. Hata
0,090298
3,415051
2
R
0,495258
3,253325
F Stat
4,906058
5
SSxy
51,92634
52,92063
T İstatistiği
-2,21496
8,640418
Korelasyon
-0,70375
Özel Sermayeli Mevduat Bankaları
Eğim
-0,30345
19,7445
Std. Hata
0,789177
15,21875
R2
0,02872
5,405485
F Stat
0,147848
5
SSxy
4,320021
146,0963
T İstatistiği
-0,38451
1,29738
Korelasyon
-0,16947
Yabancı Bankalar
Eğim
Std. Hata
R2
F Stat
SSxy
T İstatistiği
Korelasyon
Kalkınma ve Yatırım Bankaları
Eğim
-0,07309
15,66067
Std. Hata
0,04923
3,824087
R2
0,305988
2,587301
F Stat
2,204482
5
SSxy
14,75709
33,47064
T İstatistiği
-1,48475
4,095271
Korelasyon
-0,55316
-0,35033
0,172595
0,451753
4,119984
58,36338
-2,02977
-0,67213
20,99077
4,20251
3,763764
5
70,82961
4,994818
Yapılan çalışma takipteki krediler / toplam krediler oranları ve SYO arasında ilişkinin aranması
olarak yapılmış anlamlılık oranları özellikle kamu bankalarında yüksek çıkmıştır. Ayrıca veriler
arasında en çok ilişki kamu bankalarında ortaya çıkmış en düşük ilişki ise özel bankalar ve kalkınma
bankalarında ortaya çıkmıştır. Buna göre bankalar genel olarak SYO düşmesine karşılık kredi
risklerini azaltmışlardır. Bu da risk yönetimi sistemi ve Basel kriterleri bankacılık sektörünü olumlu
etkilemiştir denilebilmektedir.
354
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Tablo 8
Takipteki Krediler / Toplam Krediler ve SYO Arasındaki Regresyon Korelasyon Sonuçları
Türk Bankacılık Sistemi
Eğim
0,589087
Std. Hata
0,476637
2
R
0,234011
F Stat
1,52751
SSxy
46,36726
T İstatistiği
1,235925
Korelasyon
0,483747
-6,53928
11,57615
5,509518
5
151,7739
-0,56489
Mevduat Bankaları
Eğim
0,840013
Std. Hata
0,547352
2
R
0,320214
F Stat
2,355258
SSxy
79,40351
T İstatistiği
1,534685
Korelasyon
0,565875
-10,2889
12,1471
5,806316
5
168,5665
-0,84702
Kamusal Sermayeli Mevduat Bankaları
Eğim
1,009835
-19,286
Std. Hata
0,291095
11,00917
R2
0,706479
10,48782
F Stat
12,03457
5
SSxy
1323,733
549,9714
T İstatistiği
3,469087
-1,75181
Korelasyon
0,840523
Özel Sermayeli Mevduat Bankalar ı
Eğim
0,451121
-3,50902
Std. Hata
0,269499
5,197109
R2
0,359141
1,845939
F Stat
2,802029
5
SSxy
9,547889
17,03746
T İstatistiği
1,673926
-0,67519
Korelasyon
0,599284
Yabancı Bankalar
Eğim
0,064058
Std. Hata
0,031151
R2
0,458211
F Stat
4,228679
SSxy
1,951333
T İstatistiği
2,056375
Korelasyon
0,676913
Kalkınma ve Yatırım Bankaları
Eğim
-0,0033
2,361648
Std. Hata
0,012861
0,999013
R2
0,012959
0,675913
F Stat
0,065648
5
SSxy
0,029992
2,28429
T İstatistiği
-0,25622
2,36398
Korelasyon
-0,11384
2,26564
0,75849
0,679303
5
2,307261
2,987041
Sonuç
Yapılan çalışmada Türkiye’deki bankalara Basel kriterlerinin, özellikle SYO (sermaye yeterlilik
oranı)’nın nasıl bir etki yaptığı araştırılmıştır. Bu doğrultuda, SYO’nın bankaların karlılık oranlarına
etkisinin olumlu olduğu tespit edilmiştir. Bankaların SYO düşerken, bankaların karlılık oranları
yükselmiştir. Böylece bankalar öz kaynak kullanımlarını risklere göre daha verimli kullanmışlardır.
SYO ve takipteki krediler / toplam krediler oranı arasında negatif ilişki tespit edilmiş olup, bu
doğrultuda bankaların SYO düşerken, takipteki krediler / toplam krediler oranları da düşmüştür ve
aralarında yüksek sayılabilecek pozitif ilişki tespit edilmiştir. Risk yönetimine geçişle bankaların kredi
riskleri azalmıştır.
355
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Genel olarak Basel uzlaşısının prensipleri Türk Bankacılık sektörüne olumlu bir etki yapmıştır. Buna
bağlı olarak 2008 krizine karşılık Türk bankacılık sektörü hazırlıklı ve donanımlı girmiş ve krizi sorun
yaşamadan atlatmıştır.
356
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
KAYNAKÇA
ALTINTAŞ, M. Ayhan (2006) “Bankacılıkta Risk Yönetimi ve Sermaye Yeterliliği” Turhan Kitapevi
BABUSCU, Ş.(2003) “Türk Bankacılık Sektöründe Beklentiler ve Gelişmeler”, Halkbankası,
Eğitim Daire Başkanlığı, Ankara
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, (2005) “Bankacılık Sektörü Risk Degerlendirme
Raporu” (http://www.bddk.org.tr/turkce/yayinlarveraporlar/yayinlarveraporlar.htm#5, 20.09.2005)
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (2001). “Bankacılık Sektörü Yeniden Yapılandırma
Programı”
(http://www.bddk.org.tr/turkce/yayinlarveraporlar/rapor/yapilandirmaprogrami/bank
_yapilandirma_prog.doc, 20.09.2005)
Basel Committee On Banking Supervision, (1993). “The Supervisory Treatment Of Market Risks”
Basel Committee On Banking Supervision Report, (2000). “Basel Committee On Banking
Supervision ‘Principles For The Management Of Credit Risk”
CAROLYN V. Currie, (2004) “Basel-II And Operational Risk” - Overview Of Key Concerns, IQPC
Operational Risk Forum, University Of Technology, Sydney,
DARRYLL Hendricks, BEVERLY, Hirtle (1997). “Bank Capital Requirements For Market Risk: The
Internal Models Approach”, Federal Reserve Bank of NewYork Economic Policy Review,
DON, M. Chance (2001). “An Introduction To Derivatives And Risk Management” Harcourt
College Publishers, Texas,
GIEGER Hans, (2000). “Regulating And Supervising Operational Risk For Banks”,
Working Paper, University Of Zurich
HARMANTZİS,
Fotios
C.(2003).
“Operational
Risk
Management”
February
.
http://
www.lionhtrpub.com/orms/orms-2_03/ frrisk.html,
KÜÇÜKÖZMEN, Coşkun (1999). “Bankacılıkta Risk Yönetimi Ve Sermaye Yeterliliği Value At Risk
Uygulamaları” Iktisat Isletme ve Finans 14, (156), 71-87
357
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
MATTEN, Chris (2000). “Managing Bank Capital: Capital Allocation And Performance
Measurement” John Wiley, New York
SAUNDRRS, A. ve M. M. CORNET, (2003). “Financial Inslihıtions Managemen”, McGraw-Hill, US.
SHEEDY Elizabeth, (1999). “Applying An Agency Framework To Operationalrisk
Management”, CMBF Papers, No:22,
VAN DEVENTER, Donald R., K. İMAI (2003). “Credit Risk Models & the Basel Accords” Wiley
Fİnance, US.
358
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
2008 KÜRESEL MALİ KRİZİNİN NEDENLERİ VE TÜRKİYE İLE KIRGIZİSTAN
EKONOMİLERİ ÜZERİNDEKİ ETKİSİNİN ANALİZİ
Prof. Dr. Ahmet Burçin YERELİ*
Özet
Küresel mali kriz 2009 yılında dünya ekonomisinde ciddi bir daralmaya yol açmıştır. ABD ve
ticari ortaklarının ticaret hacminde ve milli hasılalarında bir düşüş beklenirken, Çin, Hindistan ve
Orta Asya ülkelerinin dış ticaretlerinde ve ekonomilerindeki büyüme beklentisi devam etmektedir.
Genelde bu ülkelerin ve özelde Kırgızistan ekonomisinin küresel krizlere karşı performanslarını
artıran etkenler bu çalışmanın ana temasını oluşturmaktadır. Bu ülkelerin sosyo-ekonomik yapıları,
kriz psikolojisinden uzak olmaları, tüketim kalıpları, üretim kültürleri ve kayıt dışı ekonomilerinin
büyüklüğü gibi etkenler çerçevesinde konu ele alınacaktır. Kırgızistan ve Türkiye birbirine mesafe
olarak çok uzak ama kültürel yapı ve gelenek olarak bir o kadar yakındır. Krizler ve büyüme
üzerinde beşer faktörünün etkisini görebilmek açısından iki ülkenin mukayesesi kayda değer
sonuçlar ortaya koyabilecek niteliktedir. O nedenle her iki ülkeninin ekonomi sosyolojisi bağlamında
bir değerlendirmesi yapıldıktan sonra gelecekte iki ülke arasında karşılıklı çıkarı artırmaya yönelik
olarak ne gibi politikalar izlenebileceği tartışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Küresel Mali Kriz, Reel Ekonomik Büyüme, Kayıt Dışı Ekonomi, Yoksulluk,
Ekonomik İstikrarsızlık.
CAUSES OF 2008 GLOBAL FINANCIAL CRISIS AND ANALYSIS OF ITS EFFECTS ON
TURKISH AND KYRGYZ ECONOMY
Abstract
Global finance crisis cause a curicial decline on world economics in 2009. The below
expectations for foreign trade volume and gross national product of USA and its trade partners are
still exist. On the other hand, real economic growth keeps going in China, India and Central Asian
countries. In this paper, the economic performance of these countries in general and privately
Krgyzstan economy against economic crises are considered. These issues will be studie around the
socio-economic structure of these countries, being free from psychological effects of crises,
*
Hacettepe Üniversitesi, İ.İ.B.F. Maliye Bölümü Başkanı, [email protected]
359
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
consuming powers and patterns, production strategies and the size of shadow economy.
Kyrgyzstan and Turkey are a long distance from each other, but very near in terms of culture and
tradition. Comparatively analyzing the human factor of these two countries on economic growth
and economic crisis will display significant results. So, these two countries will be sociologically and
economically evaluated first and then will argue the selective policies which increase the
comparative benefits between them.
Key Words: Global Finance Crisis, Real Econoic Growth, Shadow Economy, Poverty, Economic
Instability, Inflation.
360
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
1. Giriş
Küresel ölçekte felaket senaryolarının üretildiği 2000’li yılların ilk küresel felaketi 26 Aralık
2004 tarihinde meydana gelen ve tahminen 300.000 kişinin hayatını kaybettiği Endonezya ya da
Sumatra Depremi olmuştu. İklime dayalı felaket senaryoları ve deprem tahminleri ile gündem
meşgul iken ciddi ve etkili bir felaket haberi A.B.D.’den geldi. 2007 yılının Aralık ayında A.B.D.’de
başlayan iktisadi durgunluk, giderek hızlandı ve 2008 yılının sonunda etkisini derinleştirerek küresel
bir mali krize dönüştü.
Küresel mali kriz, A.B.D.’de 2000’li yıllar boyunca içi boş bir genişlemeye sahne olan finansal
piyasaların birden likidite darlığına düşmesi sonucunda patlak verdi. Değerinin çok üzerine çıkan
konut fiyatları, piyasadaki nakit darlığına bağlı olarak ekonominin ana atardamarları konumundaki
bazı büyük mali kurumların iflasına varan ölçüde şiddetli bir krizi tetikledi. A.B.D.’de yaşanan
ekonomik durgunluk nedeniyle, bu ülke ekonomisi ile bütünleşik diğer ülke ekonomileri de kısa
sürede krizin etki alanına girdiler.
Bu çalışmada küresel mali krizin ortaya çıkışı ve Türkiye ile Kırgızistan ekonomileri üzerindeki
etkisi karşılaştırmalı olarak ele alınacaktır. Çalışmada mümkün olduğu ölçüde 2008 ile 2009 yıllarına
ait veriler ekseninde değerlendirme yapılacaktır.
2. Küresel Mali Krizin Nedenleri ve Etkileri
Ekonomik krizler farklı nedenlere dayanmakta ve zamana ve mekana göre farklı etkilere yol
açmaktadırlar. Krizler ekonomik büyüme, istihdam, enflasyon ve faiz oranlarında hissedilir derecede
etki yaparlar. Üretim miktarının azalması, enflasyon ve işsizlik oranlarının artması, gelir dağılımının
bozulması krizlerin ortaya çıkarmış olduğu etkilere birer örnektir (Altuntepe, 2009: 131).
A.B.D.’nde 2000’li yıllara kadar ve hatta 2000’li yıllar boyunca finansal piyasalarda yaşanan
spekülatif genişleme ve değer artışlarına karşın kağıt para arzı aynı ölçüde büyümedi. Bu durum
mali piyasalarda yatırımcılar tarafından baştan öngörülemeyen sonuçları da beraberinde getirdi.
Aslında, kâğıt üzerinde büyüyen kazançların ve kayıtlarda yer alan ama kasada olmayan dolarların
bir noktadan sonra, Keynes tarafından yıllar önce tanımlanan “Likidite Tuzağı” etkisine neden
olacağı, Amerikalı iktisatçılar tarafından zaman zaman dile getiriliyordu. Ama Amerikan
ekonomisinin muazzam gücüne ve Amerikan siyasetinin küresel dinamiklerine güvenen yatırımcılar
361
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
mali piyasalardaki olağanüstü kazanç beklentilerini (Hedge Fonlar marifetiyle) inadına sürdürdüler.
Bu süreç devam ederken, küresel ölçekte üretim yapan bazı kuruluşların mali yolsuzluklara
yönelmesi ve bazı bağımsız denetim kuruluşlarını da bu işe ortak etmeleri aslında sistemdeki ilk
çatlak olarak ortaya çıktı. Ardından asırlık mali kurumların bir kısmı likidite yetersizliği nedeniyle
faaliyetlerini durdurdu ve hatta bazıları faaliyetlerine son verdi. İşte bu noktada mali kriz artık
küresel bir boyut kazanmaya başlamıştı. Çünkü bu mali kurumlarda eriyen sermaye sadece
A.B.D.’nin tasarrufları değil aynı zamanda diğer bazı zengin ülkelerin de birikimleriydi.
A.B.D.’de krizin odaklandığı sektör konut sektörü oldu. Düşük faiz politikalarına bağlı olarak
spekülatif amaçlı yükselen konut fiyatları ve bu fiyatlar üzerinden uzun vadeli olarak finanse edilen
konut satışları (Mortgage Sistemi) nedeniyle oluşan yüksek aylık ödeme tutarlarının, durgunluk
döneminde geri ödenememesi bu sektöre fon sağlayan kurumların mali sıkıntıya düşmesine yol açtı
(Şimşek ve Altay, 2009: 13–14; Soylu, 2009: 255–256). Varlık fiyatlarında yaşanan hızlı düşüş
finansal kuruluşların sermayelerini eriterek bilançolarında ağır hasar yarattı (Togan, 2009: 7). Mali
piyasalarda görev yapan kurumların birbirleri ile olan mali ilişkilerinin bozulmasının bir domino etkisi
yapmasından korkan Amerikan yönetimi ise mali tabloları kötüleşen kurumları nakden desteklemek
(bir bakıma onları kurtarmak) suretiyle sisteme müdahale etmek zorunda kaldı.
Uluslararası Para Fonu (I.M.F.) tarafından yayınlanan Küresel Mali İstikrar Raporu, 2009 yılı
başında toksik varlıkların toplam tutarını 4,1 trilyon Amerikan doları olarak tahmin etmiştir. Bunun
2,7 trilyon dolarlık kısmının A.B.D.’de, 1,2 trilyon dolarlık kısmının ise Avrupa’da olduğu
düşünülmektedir. Japon finansal kurumlarının elinde ise 150 milyar dolarlık bir toksik yapının
varlığından söz edilmektedir (I.M.F., 2009a). Böyle bir yapının tamamen bilançolara zarar olarak
yansıması ise bir seferde olmayacaktır. Nitekim aynı rapor sadece zararın üçte birinin bilançolara
yansıdığına dikkat çekmektedir. Dolayısıyla küresel mali krizin kaydî etkisinin önümüzdeki birkaç
bilanço dönemine yayılabileceği beklentisi mevcuttur.
Amerikan ekonomisinin temel dinamiğini özel sektör yatırımları oluşturmaktadır. Amerikan
özel sektörünü oluşturan büyük kuruluşların önemli bir kısmı kurumsallaşmış bir yönetim anlayışına
sahiptir. Dolayısıyla, A.B.D.’de özel sektörün kazançları azalınca reel sektör yatırımları da azalmakta
ve ekonomideki toplam yatırım düzeyi de hızla düşmektedir. Yatırımların azalması ve giderek
işsizliğin artması ise sistemin sosyal güvenlik dengesini bozmaktadır. Kamunun ekonomide yatırım
yapmak suretiyle piyasaya müdahale etmesi ise A.B.D.’nde pek rastlanan bir tercih değildir.
362
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Krizler ilk önce ortaya çıktığı ülke ekonomisini etkilemekle birlikte aynı zamanda krizin ortaya
çıktığı ülke ile ekonomik ilişki içerisinde olan diğer ülkeleri de etkisi altına almaktadır. Ortaya çıkan
kriz ülkenin ihracatının azalmasına yol açarken, uluslararası finans piyasalarında ortaya çıkan
olumsuz hava krizin hızlı bir şekilde yayılmasına neden olmaktadır (Altuntepe, 2009: 131). 2008
yılında A.B.D.’nde bu sıkıntılar yaşanırken, ekonomide giderek ağırlaşan durgunluk ve daralma,
A.B.D.’nin ticari ortaklarına da yansımış ve Amerikan piyasalarına üretim yapan ülkelerin de krizden
etkilenmesine yol açmıştır. Aşağıdaki tabloda krize bağlı olarak A.B.D. dış ticaretinin gelişimi
görülmektedir.
Tablo: 1
A.B.D.’de Küresel Mali Kriz Boyunca Aylar İtibariyle Dış Ticaretin Gelişimi
Toplam İhracat (Milyar U.S.D.)
1
2
3
4
5
6
7
8
9 10
2007 86 85 100 92 98 99 92 101 98 107
2008 99 106 112 111 114 119 116 118 107 112
2009 78 81 88 81 84 87 86 Toplam İthalat (Milyar U.S.D.)
2007 150 140 161 156 164 164 167 170 162 182
2008 166 166 170 181 182 189 202 190 181 187
2009 122 109 121 119 117 127 135 Kaynak: A.B.D. Uluslararası Ticaret Komisyonu,
<http://dataweb.usitc.gov>, 28.02.2010.
11 12 Toplam
103 102
1.163
97 90
1.300
584
175 162
147 138
-
1.954
2.100
850
A.B.D.’nin 2007 yılında toplam ihracatı 1.163 milyar dolardan 2008 yılında 1.300 milyar
dolara yükselmiştir. 2009 yılının 7 aylık verilerine baktığımız zaman ise 2008 yılının ilk 7 ayında 776
milyar dolar olan ihracat bir sonraki yılın aynı döneminde 584 milyar dolara gerilemiştir. Yaklaşık
%25’lik bir düşüş olarak ifade edilebilecek bu durum Amerikan ekonomisi açısından son derece
önemlidir. İthalatta 2008 ve 2009 yıllarının ilk altı aylık verilerine dayalı olarak yapılan bir tespitte
söz konusu dönemdeki azalma %32,3’tür.
363
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Tablo: 2
A.B.D.’nin Ülkelere Göre Dış Ticaretinin Değişimi
ABD'nin En Çok İthalat Yaptığı İlk 10 Ülke
2007
2008
2008/7 2009/7 2008 – 2009
Ülke
Milyon dolar
(%)
Çin
321.508
337.790
185.468 159.131
-14,2
Kanada
313.111
335.555
205.792 123.272
-40,1
Meksika
210.799
215.915
128.939
93.893
-27,2
Japonya
145.464
139.248
85.677
50.740
-40,8
Almanya
94.364
97.553
59.997
39.226
-34,6
İngiltere
56.893
58.619
34.763
25.847
-25,6
Suudi Arabistan
35.626
54.786
34.141
11.746
-65,6
Venezüella
39.897
51.401
32.176
15.010
-53,3
Güney Kore
47.566
48.076
28.860
22.641
-21,5
Fransa
41.589
43.997
26.130
19.871
-24,0
Ara Toplam
1.306.817 1.382.941 821.943 561.379
-31,7
Diğerleri
646.882
717.200
434.618 289.016
-33,5
Toplam
1.953.699 2.100.141 1.256.561 850.395
-32,3
ABD'nin En Çok İhracat Yaptığı İlk 10 Ülke
2007
2008
2008/7 2009/7 2008 – 2009
Ülke
Milyon dolar
(%)
Kanada
248.437
260.914
158.435 112.528
-29,0
Meksika
136.541
151.539
87.781
69.786
-20,5
Çin
65.238
71.457
43.129
35.663
-17,3
Japonya
62.665
66.579
39.655
28.903
-27,1
Almanya
49.652
54.732
32.704
24.465
-25,2
İngiltere
50.296
53.775
33.975
26.667
-21,5
Hollanda
32.986
40.223
23.853
19.041
-20,2
Güney Kore
34.703
34.807
21.564
14.998
-30,4
Brezilya
24.628
32.910
17.826
14.119
-20,8
Fransa
27.407
29.187
17.393
15.721
-9,6
Ara Toplam
732.554 796.124
476.317 361.891
-24,0
Diğerleri
430.154
504.012
300.121 222.028
-26,0
Toplam
1.162.708 1.300.136 776.437 583.920
-24,8
Kaynak: A.B.D. Uluslararası Ticaret Komisyonu,
<http://dataweb.usitc.gov>, 28.02.2010.
Krizin etkisi A.B.D. ile ticareti yoğun olan bazı ülkelerde daha şiddetli hissedilmiştir. Bu etkiyi
bir deprem olayı gibi düşünebiliriz. Depremin merkez üssünde sarsıntı şiddetli hissedilmekle birlikte
yıkım sarsıntının dalgalarının ilk yayılmaya başladığı alandan başlayarak son halkaya doğru
zayıflamaktadır. Aynı depreme dayanıklı olarak inşa edilen binalarda olduğu gibi krizlere dayanıklı
bir mali sisteme sahip olan ülkelerde krizin yıkıcı etkisi daha zayıf olmaktadır. Krizin merkez üssünü
A.B.D. olarak kabul edersek bu ülkede kriz şiddetli hissedilmiş ama hasar riski ikinci halkadaki
ülkelerde biraz daha fazla olmuştur. İkinci halkadaki ülkeler arasında Kanada, Venezüella, Japonya
364
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
ve Körfez Ülkeleri (Suudi Arabistan) sayılabilir. Üçüncü halkada ise Bağımsız Devletler Topluluğu ile
Türkiye yer almaktadır. Son halkada yer alan Avrupa Birliği, Çin ve Hindistan ise krizden daha
uzaktan etkilenen ülkeler konumundadır. İkinci halkada yer alan ama ekonomik yapısı daha güçlü
olan Kanada krizden pek fazla etkilenmemiştir. Japonya, Körfez Ülkeleri, İngiltere, Almanya, Fransa
ve Rusya Federasyonu ise krizden daha fazla etkilenmişlerdir.
Uluslararası Para Fonu (I.M.F.) tarafından yayınlanan bir başka raporda ise 2009 yılında
dünya ekonomisinin %1,3 küçüleceği tahmin edilmektedir. Küçülme Japonya’da %6,2 iken Euro
bölgesinde %4,2 şeklinde öngörülmektedir. A.B.D.’de ise küçülme beklentisi %2,8 olarak
düşünülmüştür (I.M.F., 2009b). Dolayısıyla söz konusu beklentilere ve Amerikan dış ticaretinin
yapısına bağlı olarak Şekil: 1’de konu deprem benzetmesi ile açıklanmaya çalışılmıştır.
Şekil: 1
Küresel Mali Krizin Etki Alanı
Avrupa Birliği
Bağımsız Devletler Topluluğu
Körfez Ülkeleri
Çin
Kanada
A.B.D.
Venezüella
Türkiye
Hindistan
365
Japonya
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Aslında Şekil: 1’e bir halka daha eklenmek suretiyle Hindistan ve Çin en son halkaya
alınabilir. Çünkü Bağımsız Devletler Topluluğu ülkelerinin bir kısmı, küresel mali kriz döneminde,
ciddi bir ekonomik büyüme performansı yakalamış iken Rusya Federasyonu ve Kırgızistan gibi
bazıları ise 2009 yılını ekonomik açıdan küçülerek kapatmışlardır. Ancak bu durum deprem
benzetmesinin anlaşılabilirliği üzerinde fazla bir etki yapmadığı için şekil mevcut halka sayısı ile de
yeterli görülmüştür.
Krizin şiddetli olması beklenen ülkelerin bir kısmı da aşırı borçlu ülkelerdir. Bu ülkeler
ürettiklerinin çok çok üzerinde borçlanmış durumdadırlar. Cnbc-e tarafından hazırlanan ve çeşitli
basın kuruluşlarında yer alan bir araştırmaya göre gayrisafi yurtiçi hâsılası içinde toplam dış borç
yükü ciddi bir baskı unsuru haline gelen ülkeler Tablo: 3’te görülmektedir.
Tablo: 3
Gayrisafi Yurtiçi Hâsıla İçindeki Toplam Dış Borç Yükü Açısından En Riskli Ülkeler
2009 (9 Aylık Veriler) (Milyon USD)
Toplam Dış Borcun
Ülkeler Toplam Dış Borç
GSYİH
GSYİH’ya Oranı
İrlanda
2.390.000.177.300.1.352,0
İngiltere
9.260.000.- 2.170.000.427,6
Hollanda
2.580.000.652.000.395,6
İsviçre
1.230.000.316.000.390,0
Belçika
1.320.000.381.400.345,6
Danimarka
627.600.199.100.315,2
İsveç
916.420.333.200.275,0
Avusturya
869.130.323.200.268,9
Fransa
5.220.000.- 2.110.000.247,2
Portekiz
538.100.232.400.231,5
Hong Kong
659.270.301.300.218,8
Norveç
577.800.276.500.208,9
Finlandiya
376.800.183.100.205,7
Almanya
5.330.000.- 2.810.000.189,4
İspanya
2.530.000.- 1.370.000.184,7
Yunanistan
594.600.339.200.175,3
İtalya
2.710.000.- 1.760.000.154,6
Macaristan
231.330.186.300.124,2
Avustralya
891.260.819.000.108,8
A.B.D.
13.670.000.- 14.250.000.95,9
(Hürriyet, 2010)
Borç yükü açısından bakıldığında Euro Bölgesi ve Avrupa Birliği üyesi ülkeler oransal
büyüklükleri ile başı çekmektedirler. A.B.D. ise toplam borç büyüklüğü açısından ilk sıradadır.
Yeryüzündeki tasarrufların önemli bir kısmına sahip olan bu ülkelerin aynı zamanda bu
366
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
tasarruflardan da fazlasıyla yararlandıkları görülmektedir. Küresel mali kriz bu alandaki tasarrufların
alan dışına çıkmasına yol açarsa, işte o zaman yeryüzünün diğer bölgelerinde de ekonomik
dinamikler harekete geçebilecektir. Nitekim yukarıda sayılan ülkeler arasında dolaşan sermaye
yavaş yavaş diğer ülkelere doğru hareket etmeye; yeni ve kârlı alanları finanse etmeye başlamıştır.
3. Küresel Mali Kriz ve Sonrasında Türkiye Ekonomisi
Durgunluğa dayalı ekonomik krizlerin ilk etkisi işsizliktir. Nitekim Türkiye’de de krizin etkisi
öncelikle işsizlik şeklinde kendisini hissettirmiştir. 2008 yılının dördüncü çeyreğinde dış ticarette çok
sert bir düşüş yaşanmıştır. İthalattaki düşüş çok daha hızlı olmuştur. İthalattaki düşüşe bağlı olarak
cari açık da azalmıştır. İthal girdiye dayalı ihracatta da tıkanmalar baş göstermiştir. Otomotiv ve
tekstil sektöründeki tahribat diğer sektörlerden daha ağır olmuştur. Yabancı sermaye girişleri aynı
dönemde çıkışa dönüşmüş ve İstanbul Menkul Kıymetler Borsası Endeksi 20.000 puanın altına
inmiştir*. 2009 yılına gelindiğinde ise işsizlik oranı %16 gibi oldukça yüksek bir seviyeye ulaşmıştır.
Türkiye’de krizle mücadeleye yönelik tartışmalar krizin küresel bir tehdit riski taşıdığının
anlaşılması üzerine başlamıştır. Bu açıdan bakıldığında krizle mücadeleye diğer ülkelere nazaran
daha ciddi yaklaşıldığı ve daha erken başlandığı söylenebilir. Ancak krizin beklenen etkisi Türkiye’ye
çabuk ulaşmıştır. Bunun en önemli nedeni Türkiye’nin dış ticaret yapısıdır. İthal girdiye dayalı
ihracat kapasitesi dünya piyasalarındaki en ufak dalgalanmadan anında etkilenmektedir. Nitekim
dünyanın önemli ekonomik güçlerinden olan ve yeryüzündeki tasarrufların ciddi bir kısmını kullanan
A.B.D. ve İngiltere gibi iki ülkenin mali piyasalarının bozulması bir anda küresel durgunluğu
tetikleyebilecek riskler taşımaktadır ve gelişmeler de bu yönde olmuştur. Türkiye’nin dış ticareti
daha çok Avrupa’daki durgunluğa bağlı olarak tıkanmıştır. Özellikle 1980’li yıllardan itibaren
Türkiye’nin dışa açık büyüme modellerini tercih etmesinin doğal bir sonucu olarak küresel kriz
dönemlerinin Türkiye üzerindeki etkisi daha hızlı ortaya çıkmaktadır. Aşağıdaki tabloda bu durum
daha net bir şekilde gözlemlenmektedir.
*
1 Mart 2010 tarihi itibariyle aynı endeks yaklaşık olarak 51.200 düzeyindedir.
367
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Tablo: 4
Türkiye’de Dışa Açık Büyüme Döneminde Dış Ticaretin Gelişimi
Dış Ticaret (Milyon USD)
İhracat/İthalat
İhracat Değişim (%) İthalat Değişim (%) Denge Hacim
(%)
1990 12.959
11,5
22.302
41,2
-9.343 35.261
58,1
1991 13.593
4,9
21.047
-5,6
-7.454 34.640
64,6
1992 14.715
8,2
22.871
8,7
-8.156 37.586
64,3
1993 15.345
4,3
29.428
28,7
-14.083 44.773
52,1
1994 18.106
18,0
23.270
-20,9
-5.164 41.376
77,8
1995 21.637
19,5
35.709
53,5
-14.072 57.346
60,6
1996 23.224
7,3
43.627
22,2
-20.402 66.851
53,2
1997 26.261
13,1
48.559
11,3
-22.298 74.820
54,1
1998 26.974
2,7
45.921
-5,4
-18.947 72.895
58,7
1999 26.587
-1,4
40.671
-11,4
-14.084 67.258
65,4
2000 27.775
4,5
54.503
34,0
-26.728 82.278
51,0
2001 31.334
12,8
41.399
-24,0
-10.065 72.733
75,7
2002 36.059
15,1
51.554
24,5
-15.495 87.613
69,9
2003 47.253
31,0
69.340
34,5
-22.087 116.593
68,1
2004 63.167
33,7
97.540
40,7
-34.373 160.707
64,8
2005 73.476
16,3
116.774
19,7
-43.298 190.251
62,9
2006 85.535
16,4
139.576
19,5
-54.041 225.111
61,3
2007 107.272
25,4
170.063
21,8
-62.791 277.334
63,1
2008 132.027
23,1
201.964
18,8
-69.936 333.991
65,4
2009 102.165
-22,6
140.775
-30,3
-38.611 242.940
72,6
Kaynak: T.C. Başbakanlık Dış Ticaret Müsteşarlığı’nın 17.02.2010 tarihinde güncellenen
verilerine dayanılarak hazırlanmıştır.
Yıllar
Tablodan da çok açık bir şekilde görüldüğü üzere 1994, 1999, 2001 ve 2009 yıllarında dış
ticaret hacminde yaşanan düşüşler dönemin kriz koşullarına bağlı olarak gelişen süreçler şeklinde
açıklanabilir. Son küresel mali kriz döneminin aylık değişimleri dikkate alındığında ise kriz etkisinin
hızla şiddetlendiği ve daha sonra bu etkinin azalmaya başladığı aşağıdaki tabloda görülmektedir.
368
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Tablo: 5
Küresel Mali Kriz Döneminde Türkiye’de Dış Ticaretin Gelişimi
2008
2009 (2)
Aylar
İthalat İhracat (1) İthalat İhracat (1)
Ocak
16.339 10.632 65,1
9.282
7.886 85,0
Şubat
16.027 11.078 69,1
9.075
8.436 93,0
Mart
16.812 11.429 68,0 10.525
8.160 77,5
Nisan
17.889 11.364 63,5 10.121
7.564 74,7
Mayıs
19.306 12.478 64,6 10.839
7.346 67,8
Haziran
19.477 11.771 60,4 12.500
8.336 66,7
Temmuz
20.557 12.595 61,3 12.815
9.058 70,7
Ağustos
19.251 11.047 57,4 12.812
7.828 61,1
Eylül
17.885 12.793 71,5 12.471
8.486 68,0
Ekim
14.942
9.723 65,1 12.731 10.098 79,3
Kasım
12.074
9.396 77,8 12.616
8.906 70,6
Aralık
11.405
7.722 67,7 14.989 10.062 67,1
Ocak-Aralık
201.964 132.027 65,4 140.775 102.165 72,6
Program
182,000 117,000 64,3 138,000 104,000 75,4
Gerçekleşme (%) 110.969 112.844
102.011 98.235
Kaynak: T.C. Başbakanlık Dış Ticaret Müsteşarlığı’nın 29.01.2010
tarihinde güncellenen verilerine dayanılarak hazırlanmıştır.
(1) İhracatın ithalatı karşılama oranı.
(2) Katılım öncesi programda yapılan revize Nisan 2009.
2008 yılının Ekim ayından itibaren etkisini hissettirmeye başlayan kriz 2009 yılının Eylül
ayından sonra etkisini yitirmeye başlamıştır. Bu açıdan bakıldığında yaklaşık 12 aylık bir süre
Türkiye’de krizin etkisinin net bir biçimde hissedildiği dönem olarak değerlendirilebilir. 2009 yılının
Ekim ayından itibaren dış ticarette başlayan canlanma ise küresel durgunluğun etkisinin azalmaya
başladığı şeklinde yorumlanabilir. Her şeye rağmen ekonominin iyileşmesinin en belirgin ölçütü
işsizlik rakamlarıdır. Bu noktada rakamlara göz attığımızda 2009 başında %15,9 olan işsizlik 2010
yılı Mart ayı başında ancak %14 düzeyine gerilemiştir ki, kriz öncesindeki yaklaşık %10 oranındaki
bir işsizlik düzeyinin kısa vadede yakalanması pek mümkün görünmemektedir.
Dışa açık ekonomik büyüme modelinin tercih edildiği son yirmi yılın makroekonomik
göstergelerine baktığımızda da 1994, 1999, 2001 ve nihayet 2009 yılları küçülme dönemleri olarak
göze çarpmaktadır. Tamamen iç dinamiklere bağlı olarak gelişen 1994 krizinde ve 2001 krizinde
yaşanan küçülmelerin 2009 krizinden daha yüksek olduğu izlenmekle birlikte 2009 krizinin küresel
ölçekte etki meydana getirmesi, krizin etkilerinden kurtulmanın daha uzun bir zamana yayılacağı
şeklinde düşünülebilir.
369
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Tablo: 6
1990 Sonrasında Türkiye’de Makro Göstergeleri Değişimi
Yıllar
1990
1991
1992
1993
1994
1995
1996
1997
1998
1999
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
2009
Döviz Paritesi
TEFE
Kapasite
GSYH
$/TL Değ. (%) Euro/TL Değ. (%) EURO/$ (%) Kullanım Oranı Büyüme (%)
0,0026
24,3
49,2
74,4
9,4
0,0042
60,2
59,2
75,6
0,3
0,0069
64,8
61,4
77,3
6,4
0,0111
60,5
60,3
80,5
8,1
0,0299
169,9
149,6
72,9
-6,1
0,0460
53,9
64,9
78,5
8.0
0,0818
78,0
84,9
78,0
7,1
0,1528
86,8
91,0
79,4
8,3
0,2622
71,6
54,3
76,5
3,9
0,4222
61,0 0,4478
1,06
62,9
72,4
-3,4
0,6267
48,5 0,5767
28,8
0,92
32,7
75,9
6,8
1,2313
96,5 1,0990
90,6
0,89
88,6
70,9
-5,7
1,5131
22,9 1,4367
30,7
0,95
30,8
75,4
6,2
1,5003
-0,8 1,6934
17,9
1,13
13,9
78,4
5,3
1,4292
-4,7 1,7762
4,9
1,24
13,8
81,7
9,4
1,3473
-5,7 1,6776
-5,6
1,25
2,7
80,7
8,4
1,4380
6,7 1,8087
7,8
1,26
11,6
81,7
6,9
1,3078
-9,1 1,7868
-1,2
1,37
5,9
81,1
4,7
1,2992
-0,7 1,9049
6,6
1,47
8,1
64,7
0,9
1,5545
19,7 2,1609
13,4
1,39
5,9
69,7
(1) -3,3
Kaynak: Türkiye İstatistik Kurumu’nun 17.02.2010 tarihinde güncellenen verilerine dayanılarak
hazırlanmıştır.
(1) İlk 9 aylık büyümeyi ifade etmektedir.
2000’li yıllarda alternatif pazar arayışlarına giren Türk sermayesi ve tüccarları son yıllarda
elde ettikleri başarılarla aslında krizin daha az hasarla atlatılmasında ciddi pay sahibi olmuşlardır.
Kuzey Afrika ülkeleri ve EFTA ülkelerine yönelik olarak ihracatın kriz döneminde artış gösterdiği
görülmektedir. Bu tür pazar arayışları özellikle küçük ve orta ölçekli işletmeler açısından kriz
dönemlerinde ayakta kalabilmenin temel koşullarından biri haline gelmiştir.
370
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Tablo: 7
Küresel Mali Kriz Döneminde Türkiye’de Dış Ticaretin Uluslararası Pazarlara Göre Değişimi
İhracat (Milyon USD)
İthalat (Milyon USD)
2008 (%) 2009 (%) Değ. 2008 (%) 2009 (%) Değ.
TOPLAM
132.027 100,0 102.165 100,0 -22,6 201.964 100,0 140.775 100,0 -30,3
A- A.B. (27)
63.390 48,0 47.014 46,0 -25,8 74.802 37,0 56.513 40,1 -24,4
B- Türkiye Serbest Bölgeleri
3.008 2,3 1.956 1,9 -35,0 1.334 0,7
965 0,7 -27,7
C- Diğer Ülkeler
65.629 49,7 53.195 52,1 -18,9 125.827 62,3 83.297 59,2 -33,8
1. Diğer Avrupa
15.678 11,9 11.359 11,1 -27,5 44.196 21,9 26.142 18,6 -40,8
2. Afrika
9.063 6,9 10.182 10,0 12,3 7.770 3,8 5.699 4,0 -26,7
Kuzey Afrika
5.850 4,4 7.449 7,3 27,3 5.267 2,6 3.542 2,5 -32,8
Diğer Afrika
3.212 2,4 2.733 2,7 -14,9 2.503 1,2 2.157 1,5 -13,8
3. Amerika
6.532 4,9 4.838 4,7 -25,9 17.224 8,5 12.266 8,7 -28,8
Kuzey Amerika
4.802 3,6 3.564 3,5 -25,8 13.404 6,6 9.505 6,8 -29,1
Orta Amerika ve Karayıp
829 0,6
597 0,6 -28,0
560 0,3
476 0,3 -15,2
Güney Amerika
901 0,7
678 0,7 -24,8 3.260 1,6 2.286 1,6 -29,9
4. Asya
32.505 24,6 25.895 25,3 -20,3 55.715 27,6 38.409 27,3 -31,1
Yakın ve Ortadoğu
25.430 19,3 19.190 18,8 -24,5 17.628 8,7 9.590 6,8 -45,6
Diğer Asya
7.074 5,4 6.705 6,6 -5,2 38.087 18,9 28.820 20,5 -24,3
5. Avustralya ve Yeni Zelanda
435 0,3
360 0,4 -17,3
876 0,4
648 0,5 -26,1
6. Diğer Ülke ve Bölgeler
1.417 1,1
561 0,5 -60,4
45 0,0
133 0,1 196,4
Seçilmiş Ülke Grupları
1. OECD Ülkeleri
70.472 53,4 54.256 53,1 -23,0 102.902 51,0 75.054 53,3 -27,1
2. İslam Konferansı Teşkilatı
32.597 24,7 28.669 28,1 -12,1 45.632 22,6 28.554 20,3 -37,4
3. Karadeniz Ekonomik İşbirliği 20.867 15,8 12.316 12,1 -41,0 42.614 21,1 26.032 18,5 -38,9
4. Bağımsız Devletler Topluluğu 13.938 10,6 8.743 8,6 -37,3 29.179 14,4 17.696 12,6 -39,4
5. Ekonomik İşbirliği Teşkilatı
6.248 4,7 5.945 5,8 -4,8 13.221 6,5 6.736 4,8 -49,1
6. Türk Cumhuriyetleri
3.749 2,8 3.397 3,3 -9,4 6.218 3,1 2.778 2,0 -55,3
7. EFTA Ülkeleri
3.262 2,5 4.327 4,2 32,7 4.279 2,1 2.603 1,8 -39,2
Kaynak: T.C. Başbakanlık Dış Ticaret Müsteşarlığı verilerine dayanılarak hazırlanmıştır.
Ülkeler itibariyle bakıldığında ise Türkiye ihracatı küresel mali krizden en çok etkilenen
ülkelerin başında gelmektedir. Türkiye için kriz yılı olarak ele alabileceğimiz 2009 yılında en çok
ihracat yapılan ilk 40 ülkenin bir önceki yıla göre değerlendirmesinin yapıldığı aşağıdaki tabloda
durum daha net bir şekilde anlaşılmaktadır.
371
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Tablo: 8
2009 Yılında Türkiye’nin En Çok İhracat Yaptığı İlk 40 Ülkenin Bir Önceki Yıla Göre
Değerlendirilmesi
Ülkeler
2008
(%)
2009
(%) Değişim (%)
Almanya
12.952
9,8
9.800
9,6
-24,3
İngiltere
8.159
6,2
5.923
5,8
-27,4
Fransa
6.618
5,0
6.212
6,1
-6,1
İtalya
7.819
5,9
5.893
5,8
-24,6
Irak
3.917
3,0
5.126
5,0
30,9
Birleşik Arap Emirlikleri
7.975
6,0
2.899
2,8
-63,7
Rusya Federasyonu
6.483
4,9
3.203
3,1
-50,6
A.B.D.
4.300
3,3
3.225
3,2
-25,0
İsviçre
2.857
2,2
3.932
3,8
37,6
İspanya
4.047
3,1
2.826
2,8
-30,2
Çin
1.437
1,1
1.599
1,6
11,3
İran
2.030
1,5
2.025
2,0
-0,2
Belçika
2.122
1,6
1.796
1,8
-15,4
Romanya
3.987
3,0
2.215
2,2
-44,4
Hollanda
3.144
2,4
2.124
2,1
-32,4
Libya
1.074
0,8
1.800
1,8
67,6
İsrail
1.935
1,5
1.529
1,5
-21,0
Suudi Arabistan
2.202
1,7
1.771
1,7
-19,6
Cezayir
1.614
1,2
1.782
1,7
10,4
Mısır
1.426
1,1
2.618
2,6
83,6
Azerbaycan
1.667
1,3
1.399
1,4
-16,1
Suriye
1.115
0,8
1.425
1,4
27,8
Yunanistan
2.430
1,8
1.634
1,6
-32,7
Polonya
1.587
1,2
1.321
1,3
-16,7
Bulgaristan
2.152
1,6
1.388
1,4
-35,5
Ukrayna
2.188
1,7
1.034
1,0
-52,8
Türkmenistan
663
0,5
945
0,9
42,6
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
1.072
0,8
771
0,8
-28,1
Malta
956
0,7
655
0,6
-31,5
İsveç
919
0,7
750
0,7
-18,3
Danimarka
953
0,7
680
0,7
-28,7
Tunus
778
0,6
647
0,6
-16,8
Fas
958
0,7
601
0,6
-37,3
Gürcistan
998
0,8
746
0,7
-25,2
Avusturya
991
0,8
807
0,8
-18,5
İngiliz Virjin Adaları
82
0,1
194
0,2
137,9
Lübnan
665
0,5
687
0,7
3,2
Yemen
354
0,3
379
0,4
7,3
Kazakistan
891
0,7
634
0,6
-28,8
Macaristan
684
0,5
446
0,4
-34,8
Listedeki Ülkeler Toplamı 108.200 82,0 85.441 83,6
-21,0
Diğer Ülkeler Toplamı
23.827 18,0 16.723 16,4
-29,8
Genel Toplam
132.027 100,0 102.165 100,0
-22,6
Kaynak: T.C. Başbakanlık Dış Ticaret Müsteşarlığı verilerine dayanılarak hazırlanmıştır.
Irak, İsviçre, Çin, Suriye, Türkmenistan, Lübnan, Yemen, Mısır ve Libya’ ya olan ihracatımız
artarken Almanya, İngiltere, Fransa ve İtalya gibi ülkelere olan ihracatımızda ciddi düşüler
372
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
yaşanmıştır ki bu ülkeler Türkiye’nin önemli dış ticaret ortaklarıdır. Aynı durum ithalat rakamlarında
da kendini göstermektedir.
Tablo: 9
2009 Yılında Türkiye’nin En Çok İthalat Yaptığı İlk 40 Ülkenin Bir Önceki Yıla Göre Değerlendirilmesi
Ülkeler
2008
(%)
2009
(%) Değişim (%)
Rusya Federasyonu
31.364
15,5
19.710
14,0
-37,2
Almanya
18.687
9,3
14.076
10,0
-24,7
Çin
15.658
7,8
12.655
9,0
-19,2
A.B.D.
11.976
5,9
8.568
6,1
-28,5
İtalya
11.012
5,5
7.666
5,4
-30,4
Fransa
9.022
4,5
7.084
5,0
-21,5
İngiltere
5.324
2,6
3.465
2,5
-34,9
İspanya
4.548
2,3
3.774
2,7
-17,0
Güney Kore
4.092
2,0
3.116
2,2
-23,9
Ukrayna
6.106
3,0
3.155
2,2
-48,3
Japonya
4.027
2,0
2.779
2,0
-31,0
İran
8.200
4,1
3.402
2,4
-58,5
Hollanda
3.056
1,5
2.539
1,8
-16,9
Romanya
3.548
1,8
2.257
1,6
-36,4
Belçika
3.151
1,6
2.370
1,7
-24,8
Polonya
1.978
1,0
1.816
1,3
-8,2
Hindistan
2.458
1,2
1.891
1,3
-23,1
İsveç
1.909
0,9
1.887
1,3
-1,2
Norveç
623
0,3
771
0,5
23,9
Cezayir
3.262
1,6
2.028
1,4
-37,8
Suudi Arabistan
3.322
1,6
1.692
1,2
-49,1
İsviçre
5.588
2,8
1.997
1,4
-64,3
Brezilya
1.424
0,7
1.106
0,8
-22,3
Tayvan
1.684
0,8
1.339
1,0
-20,5
Yunanistan
1.151
0,6
1.129
0,8
-1,9
Macaristan
1.286
0,6
986
0,7
-23,3
Bulgaristan
1.840
0,9
1.116
0,8
-39,4
Avusturya
1.526
0,8
1.203
0,9
-21,2
Kanada
1.428
0,7
937
0,7
-34,4
Endonezya
1.409
0,7
1.016
0,7
-27,9
İsrail
1.448
0,7
1.070
0,8
-26,1
Tayland
1.473
0,7
956
0,7
-35,1
Çek Cumhuriyeti
1.304
0,6
1.027
0,7
-21,2
Kazakistan
2.332
1,2
1.077
0,8
-53,8
Irak
1.321
0,7
952
0,7
-27,9
Malezya
1.512
0,7
960
0,7
-36,5
Güney Afrika
1.502
0,7
1.102
0,8
-26,6
İrlanda
973
0,5
814
0,6
-16,4
Slovakya
904
0,4
812
0,6
-10,2
Finlandiya
1.181
0,6
795
0,6
-32,7
Listedeki Ülkeler Toplamı 184.609 91,4 127.094 90,3
-31,2
Diğer Ülkeler Toplamı
17.354
8,6 13.682
9,7
-21,2
Genel Toplam
201.964 100,0 140.775 100,0
-30,3
Kaynak: T.C. Başbakanlık Dış Ticaret Müsteşarlığı verilerine dayanılarak
hazırlanmıştır.
373
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Türkiye küresel kriz ile mücadelede çok hızlı hareket etmiş ve acil önlemler paketini büyük bir
hızla yürürlüğe koymuştur. 2001 krizi sonrasında bankacılık sisteminde yaşanan yapısal dönüşüm
sayesinde bankaların krizden diğer ülkelerde olduğu gibi etkilenmesi söz konusu olmamıştır.
Türkiye’deki
bankalar
kredi
işlemlerinde
daha
sıkı
davranmaktadırlar.
Merkez
Bankası
özerkleştirildikten sonra para piyasalarındaki işleyiş daha rasyonel bir yapıya kavuşmuştur.
Bankacılık sisteminin sağlam duruşu krizin tahrip gücünü azaltmıştır. Kriz döneminde bankaların
nakit yapılarının güçlü olması bir bakıma Türk bankacılık sisteminin şansı olarak kabul edilebilir.
Yaşanan tüm bu olumsuzluklara rağmen kriz döneminde Türkiye’de yaşanan en olumlu
gelişme reel faizlerdeki düşüştür. Enflasyon oranı ile faiz oranı arasındaki makas kapanmıştır. Kriz
öncesinde bu makasın yaklaşık bire iki olduğu ve neredeyse %10 reel faiz elde edilebildiği
düşünülürse krizin bu olumlu etkisinin de göz ardı edilmemesi gerektiği anlaşılabilir. Nitekim düşen
faizin etkisiyle sektörel yatırımlara kaynak aktarılması sayesinde yatırımların daha da düşmesinin
önüne geçilmiştir. Ayrıca konut sektörü ve otomotiv sektörü başta olmak üzere düşük faizli ve uzun
vadeli tüketici kredisi uygulamaları da durgunluğun daha da şiddetlenmesini engellemiştir.
2009 yılında turizm sektöründe beklenen durgunluk ise hiç gerçekleşmemiş ve turizm
sektöründeki canlılık sayesinde 2009 yılına ait 12 aylık küçülme beklentisi ilk dokuz ayda
öngörülenin yarısı düzeyinde gerçekleşmiştir. İspanya ve Yunanistan gibi turistik ülkelerde ise
küresel durgunluğa bağlı olarak yaşanan turizm gelirlerindeki düşüş yılsonunda bu ülkelerin risk
düzeylerinin yükselmesine yol açmıştır. Dolayısıyla sözü edilen ülkelerin kredi notları 2010 yılı
başından itibaren düşürülmüştür.
Türkiye kriz döneminde de mali disiplinden taviz vermemiştir. I.M.F. ile Stand-By antlaşması
baskılarına rağmen krizle mücadele politikasını bağımsız ekonomi yönetimi ile yürütmeyi
başarabilmiştir. Kriz döneminde milli geliri artırma amacına yönelik harcamalardan ziyade,
toplumsal beklentileri karşılama hedefine yönelik harcamalara ağırlık verilmiştir. Yani, kamu
harcamaları, cari milli gelir düzeyinde oluşan, toplumsal beklentileri gerçekleştirecek alanlara
yönelik planlanmıştır. Aslında Türkiye, 2003 yılından beri, performans bütçe uygulamalarıyla kamu
harcamalarını bu doğrultuda planlamaktadır. 2003 sonrası dönemde kara yolu ve enerji
yatırımlarına yönelik harcamalar ile kısmen bu sağlanmıştır (Selen ve Eryiğit, 2009: 195). Kriz
döneminde yerel seçimlerin de yapıldığı düşünülürse, Türkiye 2009 yılını en az hasarla atlatmıştır.
374
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
4. Küresel Mali Kriz ve Sonrasında Kırgızistan Ekonomisi
Kırgızistan ekonomisi 2000’li yıllar boyunca düzenli bir büyüme trendi yakalayamamıştır.
Ülkede zaman zaman yaşanan siyasi çalkantılar ve yolsuzluğa dayalı bir ekonomik yapı ülkenin
temel dinamiklerini harekete geçirebilmenin önündeki en büyük engeldir. Kırgızistan ekonomisi
2007 yılında %8,5 büyümesine rağmen 2008 yılında bu oran %7,6 olarak gerçekleşmiştir (N.B.K.R.,
2009: 6). 2009 yılında ise %1 oranında bir küçülmeden söz edilmektedir (C.I.A., 2009).
Kırgızistan’ın dış ticareti dalgalı bir seyir izlemektedir. Uzun dönemli analizlerde 2009 yılı
değerlendirme dışı bırakılırsa, dış ticaret hacminin arttığı ve ihracatın ithalatı karşılama oranının
düştüğü görülmektedir. Aşağıdaki tabloda Kırgızistan dış ticaretinin izlediği değişim yer almaktadır.
Tablo: 10
Kırgızistan’da Dış Ticaretin Gelişimi
İhracat
İthalat Dış Ticaret Açığı İhracat/İthalat
(Milyon $) (Milyon $)
(Milyon $)
(%)
1998
514
842
-328
0,61
1999
454
600
-146
0,76
2000
505
554
-49
0,91
2001
476
467
9
1,02
2002
486
587
-101
0,83
2003
582
717
-135
0,81
2004
719
941
-222
0,76
2005
672
1.102
-430
0,61
2006
794
1.718
-924
0,46
2007
1.135
2.417
-1.282
0,47
2008
1.642
4.072
-2.430
0,40
2009*
1.334
2.379
-1.045
0,56
Yıllar
Kaynak: World Trade Organization, International Trade Statistics
2009.
* Tahmini.
2009 yılında yaşanan küresel mali krizin Kırgızistan’ın dış ticareti üzerindeki etkisi net bir
biçimde görülmektedir. Kırgızistan’ın dış ticaret ortaklarının yapısına baktığımızda kriz etkisinin
nedenleri daha rahat anlaşılabilmektedir.
375
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Tablo: 11
Kırgızistan’ın Dış Ticaret Ortakları
İhracat
Ülkeler
2008/10 2009/10
İsviçre
Fransa
Rusya
Özbekistan
Kazakistan
B.A.E.
Türkiye
A.B.D.
Çin
Afganistan
377.196,2
5.200,0
300.155,1
215.795,8
175.488,1
49.289,8
41.298,5
4.291,7
42.355,9
44.932,6
271.401,2
177.700,0
172.112,8
152.106,5
120.435,7
98.292,2
30.943,9
19.389,6
17.737,8
16.996,6
İthalat
Değişim
(%)
-28,0
3.317,3
-42,7
-29,5
-31,4
99,4
-25,1
351,8
-58,1
-62,2
Ülkeler
2008/10
2009/10
Rusya
1.392.259,6 979.736,9
Çin
631.322,6 520.863,2
Kazakistan
341.733,0 301.068,0
Özbekistan 144.756,5 104.946,4
A.B.D.
105.824,7 95.033,2
Almanya
284.026,6 89.914,0
Ukrayna
86.612,8 81.891,0
Türkiye
80.750,0 65.189,0
Belarus
40.349,2 62.544,7
Japonya
116.827,4 56.884,5
Değişim
(%)
-29,6
-17,5
-11,9
-27,5
-10,2
-68,3
-5,5
-19,3
55,0
-51,3
Kaynak: Kırgızistan Cumhuriyeti, Milli İstatistik Komitesi verilerinden yararlanılarak
oluşturulmuştur.
Krizin etkisinde olan ülkelerde yaşanan daralmalara bağlı olarak Kırgızistan’ın dış ticaretinde
de gerilemeler yaşanmıştır. Özellikle B.D.T. ülkeleri ile ortak bir pazar haline gelen Kırgızistan, bu
pazarda yaşanan daralmadan da doğrudan etkilenmiştir.
Satın alma gücü paritesine göre hesaplanan milli gelir düzeyi 2008 ve 2009 yıllarında pek
fazla değişmeyen Kırgızistan’ın uluslararası istatistiklere göre yaklaşık 11,1 milyar dolar düzeyinde
bir gayrisafi yurtiçi hâsılası bulunmaktadır. Kişi başına milli gelir düzeyi ise 2.100 dolar civarındadır.
Ancak cari fiyatlarla yapılan hesaplamalarda bulunan gayrisafi yurtiçi hâsıla tutarı yaklaşık olarak
4,7 milyar dolardır. Bu da neredeyse kişi başına 840 dolarlık bir gelir dağılımını ifade etmektedir.
Nüfusun %40’ı yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. İşsizlik tahminleri ise %20’nin üzerindedir.
Kırgızistan’ın en önemli sorunlarından biri olan kayıt dışılık, küresel mali krizin Kırgızistan
ekonomisi üzerindeki etkisinin de tam olarak anlaşılamamasına neden olmaktadır. Küçük ve orta
ölçekli işletmelerin ikili hatta üçlü muhasebe tekniklerini kullanmaları* nedeniyle işletmelerin krizden
kaynaklanan sorunlarının kamu marifetiyle anlaşılabilmesi mümkün değildir. Bu tip sorunların tespiti
için işletmelerle birebir görüşmeler yapılmak suretiyle araştırma yapılması daha sağlıklı sonuçlar
vermektedir.
*
Genelde bu tip uygulamalarda işletmeler kendi muhasebelerinden ayrı maliye ve sigorta idareleri için ayrı ayrı
defterler tutarlar. Gerçek muhasebelerini resmi birimlerden gizlerler. Kırgızistan’ın bazı bölgelerinde ve hatta
Bişkek’te yaygın olarak ikili muhasebe uygulamalarına rastlamak mümkündür.
376
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Kırgızistan’ın sermaye birikimi son derece zayıf ve yetersizdir. Gelir akımlarının düşük ve cılız
olması nedeniyle daha çok tüketim ağırlıklı bir ekonomik görünüm hâkimdir. Ekonomide yatırımları
artırabilmek için yurtdışı tasarrufların ülkeye girişini teşvik edecek uygulamalara ihtiyaç
bulunmaktadır. Ancak son yıllarda B.D.T. ile ortak pazar olma ideali uğruna diğer ülkelerden
yabancı sermaye girişinin önü neredeyse tıkanmış ve serbest bölgelerde faaliyet gösteren B.D.T.
dışı firmalar çok zor durumda bırakılmıştır.
Kırgızistan daha çok tarım ve hayvancılık ağırlıklı bir ekonomik yapıdan gelmektedir.
Sanayileşme çabalarına rağmen bu görünüm hala geçerliliğini korumaktadır. Küresel mali kriz çoğu
fakir Kırgız çiftçisinin elindeki ürününü ya da hayvanını yok pahasına satmaya zorlamıştır (Trilling,
2009). Bu tür sonuçlara yol açmaması için özellikle ve öncelikle tarım kesiminin desteklenmesi
gerekmektedir.
Kırgızistan’da özel sektör tam anlamıyla kurumsallaşamamıştır. Bunun etkisi her alanda
görülmektedir. Ekonomik özgürlüklerin garanti edilmediği, sermaye hareketlerinin kontrol altında
tutulduğu, sözleşme hukukunun tam anlamıyla yargı garantisinde olmadığı ve rüşvetin yaygınlığı
düşünüldüğünde yabancı kurumsal işletmelerin Kırgızistan’ı tercih etmemelerinin nedeni daha kolay
anlaşılmaktadır.
5. Reel Büyüme Hedefi İçin Türkiye ve Kırgızistan Açısından Genel Bir Değerlendirme
Ekonomik durgunluğa dayalı krizlerde izlenecek ilk politika toplumun psikolojik direncinin
kırılmamasına yönelik olmalıdır. İnsanların tüketimden vazgeçmelerinin en önemli nedeni gelecek ile
ilgili endişelerinin artmasıdır. Böyle bir süreç kişileri iddihara kadar sürükler. İddihar ise en
ekonomik olmayan tercihtir. Dolayısıyla bireylere kendilerinin işleyen bir ekonominin parçası
oldukları her daim hatırlatılmalıdır. Günümüz refah toplumunun temel dayanağı bireydir. Rasyonel
ve özgür bir biçimde üretim ve tüketim kararı veren birey refah toplumunun temel dinamiğidir. İşte
bu nedenle siyasi gücü elinde bulunduran otoriteler öncelikle krizin psikolojik baskısına karşı önlem
almaya çalışmalıdırlar. Nitekim Türkiye’de de siyasi iktidar krizin “teğet geçtiği” söylemi ile bu
tedbiri en baştan almıştır.
Durgunluk dönemlerinde çarpan ve hızlandıran etkisi nedeniyle kamu harcamaları iyi
kullanılmalıdır. Yatırım harcamalarının çarpan etkisi ve tüketim harcamalarının hızlandıran etkisi
düşünülerek kamu bütçelerine en uygun harcama bileşeni konulmalıdır.
377
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Performans bütçe hedeflerinin belirlenmesinde konjonktürel duyarlılık önemli bir faktördür.
Bu noktada kamu harcamalarının hedef milli gelirle tutarlı olabilmesi için hedef milli gelirin
konjonktürel değişikliklere duyarlı ve esnek bir biçimde belirlenmesi kaçınılmazdır. 2008 yılında
görülen küresel ekonomik kriz ortamında, tüm dünyada, genişletici maliye politikaları izlenmiştir.
Hedef milli gelir tahminlerini ve kamu harcamalarını konjonktüre duyarlı planlamayı başaran ülkeler,
şiddetli bir yapısal kırılmaya uğramadan gelişimlerini sürdüreceklerdir. Diğer taraftan yapısal
kırılmanın şiddetine ve yönüne bağlı olarak, milli gelirdeki değişim kamu harcama büyüklüklerini
belirleyecektir. (Selen ve Eryiğit, 2009: 195)
Ekonomi yönetimini para politikalarına endeksleyen ve maliye politikalarını göz ardı eden
anlayış küresel mali kriz ile birlikte terk edilmeye başlamıştır. Ekonomi politikasının hem para
politikası ve hem de maliye politikasının bir bütünü olduğu küresel mali kriz sonrasında tekrardan
öne çıkmıştır. Kamu harcamaları, vergiler ve borç yönetimi çerçevesinde ele alınan maliye politikası
O.E.C.D. ülkelerinde ekonomik performansı artırarak sıçrama etkisi meydana getirecek popüler
araçlar haline gelmiştir (Dayton-Johnson, 2009).
Piyasa faizlerinde yaşanan düşüşün de ekonomiyi durgunluktan çıkarmaya yönelik bir etkisi
olacaktır. Bankacılık sistemi güçlü olursa tüketici kredileri marifetiyle yatırımlarda bir hızlandıran
etkisi meydana getirilebilecektir.
Gerek Türkiye ve gerekse Kırgızistan açısından konut sektörü kilit sektörlerdir. Her iki ülkede
de ciddi bir konut açığı bulunmaktadır. Ancak Türkiye kamu sektörü marifetiyle konut yatırımlarını
düzenleyebilmektedir. Piyasa ekonomisinin doğal işleyişiyle uyuşmayan bu süreç kriz döneminde işe
yaramıştır. Konut üretiminin devam etmesi piyasaları canlı tutmuştur. Kırgızistan’da ise yerel
yönetimlerin arsa karşılığı konut yaptırma imkânları bulunmaktadır. Ancak bu sürecin sağlıklı
işletilebilmesi için tarafların sözleşme ile garanti edilmiş haklarını koruyan adil bir yargı sisteminin
tesis edilmesi gerekmektedir.
Özel sektör yatırımlarının devam ettirilebilmesi açısından, durgunluk dönemlerinde can suyu
projelerine de ağırlık verilmelidir. İşletmelere uzun vadeli ve düşük faizli yatırım kredileri ya da
işletme sermayesi için kısmi hibe destekleri sağlanmalıdır. Bu uygulamalar özel işletmelerin
durgunluk dönemlerini atlatabilmeleri açısından önem taşımakla birlikte, eğer gereğinden fazla
miktarda ve sürede uygulanırsa işletmelerde atalete sebep olma gibi bir riski de bünyelerinde
taşımaktadırlar.
378
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Durgunluk dönemlerinde yaşanan en ciddi sıkıntı ise işsizlik olmaktadır. Özel işletmeler uzun
dönemli nakit tehdidi algıladıklarında ilk önce işgücü yapılarını ayarlamayı düşünmektedirler. Bu
nedenle durgunluk dönemlerinde uygulanacak esnek çalışma yöntemleri de kriz ile mücadelede
etkin bir politika olabilir. Türkiye kısa çalışma ödeneği uygulaması ile belli bir dönemdeki işsizlik
baskısını hafifletmeyi başarabilmiştir.
Daha önce de söylendiği üzere durgunluk dönemlerinde kamu maliyesi milli geliri artırıcı
politikalar yerine sosyal beklentileri karşılayacak politikalara öncelik vermektedir. Bu nedenle uzun
dönemde milli geliri artırıcı ancak kısa dönemde sosyal riskleri karşılayacak politikalar ön plana
çıkmaktadır. Bu uygulamaların en belirgin olanı dönemsel vergi indirimleridir. Durgunluğun
şiddetine göre zaman zaman oldukça keskin bir şekilde yapılan vergi indirimleri, daha sonra belli bir
zaman dilimine yayılarak tekrar eski seviyesine çekilmektedir.
Gelişmekte olan ülke ekonomileri açısından en önemli sorunlardan bir tanesi de dış ticarette
belli ülkelere ve belli ürünlere bağımlılıktır. Dış ticaret ortaklarının ve dış ticaret ürünlerinin sayısı
mümkün olduğunca artırılmalıdır. Türkiye’nin otomotiv ve tekstil ya da Kırgızistan’ın altın ihracına
dayalı yapısı kriz dönemlerinde her zaman olumlu sonuç vermeyebilir. Alternatif ürünlerle de dış
ticaret devam ettirilebilmelidir. Ancak bu noktada Kırgızistan için ayrı bir tespit yapmakta da fayda
vardır. Zaman zaman kriz dönemlerinde altın fiyatlarında yaşanan şok yükselişler krizin tahripkâr
etkisini tersine çevirebilir. Son dönemde altın fiyatlarında yaşanan sert yükselişler de bunu doğrular
mahiyettedir. Dolaysısıyla Kırgızistan açısından kriz yönetimi giderek daha önemli bir konu haline
gelmektedir.
Türkiye’nin toplam ithalatı ve toplam ihracatı yıllar itibariyle artış gösterirken Orta Asya
ülkeleri ile olan dış ticaret rakamları bu değişimin üzerinde bir gelişim sergilemiştir. Hiç şüphesiz en
ciddi dış ticaret artışı Azerbaycan ile olmuştur. Bu ülke ile olan coğrafi yakınlık ticaret potansiyelinin
gelişiminde önemli bir role sahiptir. Ancak, Türkiye’ye coğrafi olarak en uzak mesafede bulunan
Kırgızistan ile olan ticari ilişkilerin de hızla geliştiği düşünülürse, aradaki kültürel bağların ticaret
etkisi meydana getirdiğine dair bir yaklaşımda bulunmak yanlış olmayacaktır. Çünkü Kırgızistan ile
olan mesafe uzaklığından ziyade aradaki ülkelerin birbirleri ile olan kara ve demiryolu alt yapısının
yetersizliği de ticaret üzerinde olumsuz etkiler yapmaktadır. Mesafe engeli ve ulaşım alt yapısının
yetersizliğine rağmen her geçen gün artan dış ticaret hacmi Kırgızistan ile olan kültürel bağların
önemini ortaya koymaktadır.
379
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Kırgızistan ekonomisinde yaşanan gelişmeler gelecekte bu ülkede hizmetler sektörünün daha
fazla büyüyeceğini göstermektedir. Türkiye özellikle bankacılık ve turizm sektörlerinde daha ciddi
yatırımlarla bölgeye ağırlık verebilecek güçtedir. Bugüne kadar özellikle inşaat ve gıda sektörü
ağırlıklı olarak bölgede faaliyette bulunan Türkiye kökenli firmaların yanına yakında finans ve turizm
firmalarının katılması kaçınılmaz olacaktır.
Kırgızistan’ın bir diğer mukayeseli üstünlüğü ise enerji ve madencilik sektörleridir. Türkiye
kendi bölgesinde gerek enerji ve gerekse madencilik konularında önemli gelişmeler kaydetmiştir. Bu
birikimlerini gelecekte Orta Asya bölgesine de aktarmak durumundadır. Tacikistan ve Kırgızistan’ın
sahip olduğu hidroelektrik potansiyeli Türkiye’nin uzman olduğu alanlardan biridir ve bu ülkeler
Türkiye’deki gibi konunun uzmanı firmaların projelerini beklemektedirler.
Kırgızistan’ın turizm, madencilik ve enerji sektörlerinde sahip olduğu mukayeseli üstünlük
nedeniyle, gelecek yıllarda bölgeye yabancı sermaye girişinde de artışlar olması muhtemeldir.
Ancak, bu sürecin iyi yönetilmesi gerekmektedir. Bu sektörlerde yaratılan katma değerin bölgede
kalabilmesi açısından çok ciddi planlama ve programlama politikalarına ihtiyaç bulunmaktadır.
6. Türkiye ve Kırgızistan Açısından Sonuç
Reel büyümenin sağlanabilmesi, işsizliğin azaltılması ile hız kazanacaktır. 2009 yılında krizin
daraltıcı etkisi her iki ülkede de hissedilmiştir. Türkiye durgunlukla mücadelede izlediği sosyal ve
mali politikalarla krizden en kısa sürede çıkan ülkelerden biri konumuna gelmiştir. 2010 yılından
itibaren ekonomik büyümesini devam ettirmeyi hedeflemektedir. Kırgızistan ile Türkiye arasındaki
ekonomik ilişkilerin gelişmesi ve birbirlerinin pazarlarının bütünleşmesi her iki ülkenin de ortak
çıkarları açısından son derece önemlidir.
Geleceğe yönelik tüm olumlu beklentilere rağmen ülkenin mevcut yapısından kaynaklanan
engeller nedeniyle Kırgızistan pazarı aynı zamanda ciddi riskler taşıyan bir pazardır. Bu riskleri
aşağıdaki gibi sıralayabiliriz:
-
Kırgızistan’da rüşvet ve yolsuzluk önemli bir sorundur.
-
Kırgızistan Bağımsız Devletler Topluluğu ile ortak bir dış ticaret rejimi izlemektedir.
-
Serbest Bölge rejimi daha çok Bağımsız Devletler Topluluğu üyelerini destekler
mahiyettedir.
-
Kayıt dışı ekonomi ve ikili muhasebe sistemi ülkeyle ticareti zorlaştırmaktadır.
380
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Tüm mücadelelere rağmen rüşvet ve yolsuzluk Kırgızistan’ın en belirgin özelliğidir. Gümrük
memurluğu, vergi memurluğu, mali polislik, trafik polisliği gibi meslekler en gözde meslekler
arasındadır. Bu mesleklere girebilmek için ciddi bedeller ödenmektedir. Bu meslek kollarında çalışan
ara kademe yöneticiler ve hatta üst düzey yöneticiler çok sık değişmektedirler. Rüşvet ve yolsuzluk
bu süreci kullanabilen firmalar açısından çok ciddi avantajlar sağlasa da, eşit koşullarda rekabeti
engellemekte ve ülke ekonomisine olan rağbeti azaltmaktadır.
Dağılan Sovyetler Birliği’nin ardından tekrar toparlanma sürecine giren Rusya Federasyonu,
bu sefer Bağımsız Devletler Topluluğu adı altında farklı bir siyasi kimlikle nüfuz gücünü kullanmaya
başlamıştır. Son yıllarda bölgede giderek güçlenen Bağımsız Devletler Topluluğu kurallarına
bakılacak olursa, Topluluk Avrupa Birliği’ne alternatif olma idealini daha fazla ön plana çıkarmaya
başlamıştır. Bağımsız Devletler Topluluğu üye ülkeler ile birlikte ortak bir dış ticaret politikası
izlemektedir. Bu politika Türkiye’yi ticari anlamda giderek daha da bölgenin dışına itmeye
başlamıştır. Şu an için rüşvet ve yolsuzluğa dayalı dış ticaret kurallarını kullanarak bölgede ayakta
kalmaya çalışan Türk firmaları, yakın gelecekte yeni pazarlara yönelerek bölgeyi terk
edebileceklerdir.
Serbest bölgelerde faaliyette bulunan Türk firmaları serbest bölgelerin daha çok Bağımsız
Devletler Topluluğu üyesi ülkelerin firmalarını kayıran bir rejime dönüşmesi neticesinde çok zor
duruma kalmışlardır. Türkiye’den işlenmek üzere bir Bağımsız Devletler Topluluğu ülkesindeki
serbest bölgeye getirilen ürünlerin işlendikten sonra bir başka Bağımsız Devletler Topluluğu üyesi
ülkeye
satılması
halinde
vergi
destekleri
uygulanmamaktadır.
Oysa
aynı
ürün
Rusya
Federasyonu’ndan satın alınıp serbest bölgede işlendikten sonra satıldığında serbest bölgelere
tanınan tüm vergisel teşviklerden yararlanılabilmektedir.
Türkiye ve Kırgızistan birbirlerine derin kültürel bağlarla bağlı olan ve ortak bir kültürün
uzantılarını oluşturan iki ülkedir. Son yirmi yıldır kültürün ticaret yaratıcı etkisi her iki ülkede de
olumlu yönde seyretmiştir. Bundan sonra da ticarete ivme kandıracak politikalara ağırlık vermek
gerekmektedir.
Türkiye ve Kırgızistan arasında geleceğe yönelik olarak nasıl bir ekonomik ve ticari işbirliği
süreci işletilmelidir sorusuna en akılcı cevabı verebilmek için aşağıdaki hususlara öncelikle dikkat
etmek gerekecektir:
-
Ülkelerin kendi para birimleri ile ticaret yapmalarının önü açılmalıdır.
381
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
-
Bişkek 2010
Kırgızistan ile Türkiye arasında Bağımsız Devletler Topluluğu benzeri bir ticaret bölgesi
oluşturulmalıdır.
-
Ülkeleri birbirine bağlayan ticaret yolları en kısa sürede inşa edilmeli ve bu yollarda en
süratli şekilde taşımacılık hizmetini sağlayacak bir alt yapı tesis edilmelidir.
-
Kırgızistan ile Türkiye arasında ortak sanayi, ortak tarım, ortak enerji ve ortak turizm
politikaları geliştirilmeli ve ciddiyetle uygulanmalıdır.
-
Teknoloji geliştirmeye yönelik olarak her türlü işbirliği imkânları geliştirilmelidir.
382
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Kaynakça
A.B.D. Uluslararası Ticaret Komisyonu (U.S.I.T.C.), <http://dataweb.usitc.gov>, 28.02.2010.
Altuntepe, Nihat (2009), “2008 Küresel Krizinin Ülkelerin İstihdam Yapısı Üzerine Etkilerinin Dinamik
Bir Analizi”, SDÜ Vizyoner, E-Dergi, Cilt: 1, S. 1, 129–145.
C.I.A. (2009), World Fact Book, <https://www.cia.gov/library/publications/the-worldfactbook/geos/kg.html>, 02.03.2010.
Dayton-Johnson, Jeff (2009), “Is Fiscal Policy Back? An Emerging Markets Perspective”, OECD
Observer, No 270/271 December 2008 - January 2009,
<http://www.oecdobserver.org/news/fullstory.php/aid/2781/>, 26.02.2010.
Hürriyet, (2010), “Borçlarıyla Korkutan Ülkeler”,
<http://fotoanaliz.hurriyet.com.tr/galeridetay.aspx?P=1&cid=32807&rid=4369>, 20.02.2010.
I.M.F. (2009a), Global Financial Stability Report, January
<http://www.imf.org/external/pubs/ft/gfsr/2009/01/pdf/text.pdf>, 25.12.2009.
I.M.F. (2009b), World Economic Outlook, April,
<www.imf.org/external/pubs/ft/weo/2009/01/index.htm >, 28.11.2009.
N.B.K.R. - National Bank of The Kyrgyz Republic (2009), Annual Report, Bishkek.
Selen, Ufuk ve Kadir Eryiğit (2009), “Yapısal Kırılmaların Varlığında, Wagner Kanunu Türkiye İçin
Geçerli Mi?”, Maliye Dergisi, T.C. Maliye Bakanlığı, (156), Ocak-Haziran, 177–198.
Soylu, Hülya (2009), “Global Krize Karşı Politika Önlemleri ve Türkiye”, Maliye Dergisi, T.C. Maliye
Bakanlığı, (157), Temmuz-Aralık, 251–266.
Şimşek, Hayal Ayça ve Asuman Altay (2009), “Küresel Kriz Ortamında Türkiye’de Maliye
Politikalarının Değerlendirilmesi”, Finans, Politik ve Ekonomik Yorumlar, (528), Şubat, 11–23.
Togan, Sübidey (2009), “Küresel Kriz ve Türkiye”, TİSK Akademi, Cilt: 4, Özel Sayı: 2, 6–25.
Trilling, David (2009), “Kyrgyzstan: Farmers in Distress Turn to Selling Livestocks”, EurasiaNet
Business & Economics,
<http://www.eurasianet.org/departments/insightb/articles/eav012309.shtml>, 23.10.2009.
W.T.O. - World Trade Organization (2009), International Trade Statistics.
383
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
384
Bişkek 2010
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
KÜRESEL KRİZ VE TÜRKİYE EKONOMİSİ’NE ETKİLERİ
Emel YURT∗
Senem ÇAKMAK ŞAHİN∗∗
Özet
ABD’de yüksek riskli konut kredilerinin toplam krediler içindeki payının artması ve kredi geri
ödemelerinde yaşanan sorunlar sonucunda ortaya çıkan kriz, hem gelişmiş hem de gelişmekte olan
ülke ekonomilerine hızla yayılmıştır. Krizin ülke ekonomileri üzerindeki etkileri ekonomik ve sosyal
göstergeler üzerinden izlenebilmektedir. Ülkelerin büyüme hızları düşmüş, ABD ve AB’de işsizlik
oranları son 30 yılın en yüksek düzeylerine çıkmış, uluslararası ticaret hacmi daralmıştır. Krizden en
çok zarar gören ülkelerden biri de Türkiye’dir. 2007-2008 küresel krizi, Türkiye’nin yaşadığı en
büyük kriz sayılabilecek 2001 krizinden daha etkili olmuştur. İnşaat, otomotiv ve tekstil sektörleri
başta olmak üzere, doğrudan üretim ve talep daralması olarak reel kesimde büyük kayıplar
yaşanmış, işsizlik oranı aşırı derecede yükselmiştir. Bu çalışmada, küresel krizin ortaya çıkışının
arkasında yatan nedenler belirtilerek, krizin Türkiye ekonomisini hangi kanallar üzerinden etkilediği
ele alınacaktır. Krizin Türkiye ekonomisi üzerindeki etkileri; büyüme oranı, ticaret hacmi, işsizlik
oranı vb. makroekonomik göstergeler üzerinden açıklanmaya çalışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Küresel Kriz, Türkiye Ekonomisi, Makroekonomik Göstergeler
GLOBAL CRISIS AND ITS IMPACTS ON TURKISH ECONOMY
Abstract
The global crisis occured as a result of increasing share of subprime mortgage credits in
total credits and the problems in repayment of credits has quickly expanded into economies of
both developed and developing countries. The effects of the crisis on the nations’ economies can
be monitored through economic and social indicators. Growth rates have declined, uemployment
rates in the USA and EU have climbed to the highest level of past thirty years and the volume of
international trade has decreased. Turkey is one of the countries crucially affected by the global
∗
Yıldız Teknik Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fak. İktisat Bölümü, [email protected]
Yıldız Teknik Üniversitesi, İktisadi Ve İdari Bilimler Fak. İktisat Bölümü, [email protected]
∗∗
385
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
crisis. Global crisis of 2007-2008 has been more powerful than the crisis of 2001 which can be
considered as the most acute one Turkey has encountered. Directly as contradictions in production
and demand, important losses has been experienced in real economy, especially in the sectors of
construction, automotive and textile, and the unemployment rate has mounted. Indicating the
reasons behind global crisis, the question of through which channels Turkish economy has been
affected will be undertaken in this study. The impacts of the crisis on Turkish economy is intended
to be explained in the frame of macroeconomic indicators such as growth rate, trade volume,
unemploymet rate etc.
Key Words: Global Crisis, Turkish Economy, Macroeconomic Indicators
386
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
1. Giriş
Ülke ekonomilerinin artan oranda birbirine bağımlı olduğu bir ortamda, küresel finans piyasalarında
ortaya çıkan kriz hem çıktığı gelişmiş ülkeleri hem de gelişmekte olan ülkeleri hızlı ve yıkıcı bir
biçimde etkilemiştir. Kriz başlangıçta finansal kuruluşlar arasındaki borçlanma piyasalarında likidite
krizi olarak ortaya çıkmış, ancak süreç içerisinde finansal kuruluşlara güvensizlik sorununa
dönüşmüştür. Yaşanan küresel kriz nedeniyle gelişmiş ülkeler finansal istikrarı sağlamak amacıyla
finansal kuruluşlara likidite desteği sağlamışlar, mevduat ve diğer yükümlülüklerine çeşitli
derecelerde garanti vermişler, para ve maliye politikalarını gevşetmişlerdir. Bu önlemler sayesinde
kredi piyasalarının işleyişinde belirli ölçüde bir düzelme sağlansa da piyasalardaki oynaklık halen
yüksek düzeydedir ve küresel ekonomik faaliyetlere ilişkin göstergeler olumsuz seyretmektedir.
Ekonomilerde artan belirsizlik ortamı kredi mekanizmasının işleyişini engelleyerek, reel kesimin
borçlanma olanaklarını sınırlamış ve borçlanma maliyetlerini de artırmıştır. Ülke ekonomilerinin
büyüme oranlarında sert düşüşler yaşanmış, işsizlik oranları yükselmiş, gerek iç talepte gerekse dış
talepte belirgin düşüşler yaşanmıştır. Dünya ticaret hacmi daralmıştır. Uluslararası finans
piyasalarındaki sorunlar, yurtiçi ekonomik faaliyette daralma, tüketici güvenindeki azalış yurtiçi
kredi hacminin de daralmasına neden olmuştur. Gelişmekte olan ülkelerde kriz 2008 yılının ikinci
yarısından itibaren etkisini göstermeye başlamıştır.
Bu çalışmada, küresel krizin ortaya çıkışının arkasında yatan nedenler belirtilerek, krizin Türkiye
ekonomisini hangi kanallar üzerinden etkilediği ele alınmaktadır. 2001 krizinden sonra yapılan
düzenlemeler sayesinde krizin Türk bankacılık sektörü üzerindeki etkileri sınırlı olduğundan
çalışmada, krizin Türkiye ekonomisini nasıl etkilediği mali sektörden daha çok reel sektör üzerinden
incelenmiştir. Ancak, reel sektördeki sıkıntıların süreç içerisinde mali sektörü etkilemesinin
kaçınılmaz olacağı da bir gerçektir.
2.
Küresel Krizin Ortaya Çıkışı
Küresel krizin ilk olarak 2007 yılının şubat ayında ortaya çıktığı söylenebilirse de krize yol açan
sürecin çok daha önce başladığı bilinmektedir. Tüm dünyayı etkisi altına alan krizin doğru bir
şekilde anlaşılabilmesi için kriz öncesi dönemde ABD ekonomisinde yaşananların ele alınması
gerekmektedir.
387
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Bazı çalışmalar krizi hazırlayan koşulları 1970’lere kadar götürmektedir. Buna göre, 1970’lerde
borsa simsarlarına ödenen komisyonların düzenlemelere tabi olmaktan çıkarılması ve 1990’larda
ticari bankacılık ve yatırım bankacılığı faaliyetleri arasındaki kısıtların ortadan kaldırılması 2007-2008
küresel krizinin ortaya çıkışını hazırlamıştır. Ayrıca, geleneksel bankacılık sisteminin “gölge
bankacılık sistemi” ne göre daha fazla düzenlenmesinin ve denetlenmesinin bu sektörü daha az
kârlı hale getirmesi ve bu durumun normal bankaları daha riskli türev ürünlere yöneltmesi de krizin
ortaya çıkmasına katkıda bulunmuştur. (Tepav 2008:2)
2001 yılının ilk çeyreğinde ABD ekonomisinin durgunluğa girmesi ve aynı yılın 11 Eylül’ünde
meydana gelen saldırının ekonomiye duyulan güveni olumsuz yönde etkileyerek finansal bir çöküşe
yol açabileceği korkusu FED’in kısa vadeli faiz oranlarını %6.5 civarından %1.75’e kadar
düşürmesine yol açmıştır. Ekonomide bir durgunluğun yaşanması ihtimaline karşı önlem olarak
indirilen faiz oranları, kolay borçlanmanın da önünü açmıştır. Borçlanma (ya da kredilerde artış)
aracılığıyla, tüketim ve yatırım harcamaları arttırılarak toplam talebin canlandırılması ve dolayısıyla
durgunluğun önlenmesi, reel sektördeki kâr sıkışıklığı aşılarak sermayenin finansal sektör üzerinden
yeniden değerlenmesi ve sermayenin aşırı kâr hırsının tatmini hedeflenmekteydi. Bu dönemde
borsada fiyatlar çökerken, para konut piyasasına yönelmiştir. (Durmuş 2009:57-58)
ABD konut sektöründeki gelişmelerin izlenmesi için kullanılan, on eyaletteki konut fiyatlarının
ağırlıklı ortalamasından oluşan Case-Shiller endeksi incelendiğinde, 1996 yılından itibaren endekste
yükselme olduğu, 2002 yılından sonra bu yükselişin hızlandığı, 1996-2006 döneminde reel artışın
%86 düzeyinde olduğu görülmektedir. Konut fiyatlarında ortaya çıkan artış, konutların iktisadi
temeller tarafından belirlenen değerlerinden giderek uzaklaşmalarına yol açmıştır. Konut
fiyatlarındaki yükseliş sürdüğü müddetçe kredi alanlar açısından herhangi bir sorun söz konusu
değildi. Çünkü konutların değeri yükseldikçe hem borçların ödenmesiyle ilgili bir sorun ortaya
çıkmamaktaydı, hem de konutların değerinin teminatı aşan kısmı yeni kredilerin alınmasını
kolaylaştırmaktaydı. Ancak zamanla borçların geri ödenmesinde yaşanan sorunlar, FED’in faiz
artırımları, el konulan ev sayısının giderek artması ve kredi vermede azalma sonucunda konut arzı
artarken konut talebi de düşmüştür. Bu gelişme ile bağlantılı olarak da 2006 yılının başından
itibaren önce konut fiyatlarının artış hızı, sonra da fiyatların kendisi düşme eğilimine girmiş ve satın
aldıkları konutları teminat göstererek ipotekli konut kredisi alanlar zor duruma düşmüşlerdir.
(Özatay 2009:105-106) Kredileri ödeyemeyenler evleri terk etmeye başlayınca, evlere el koyan
kurumlar evleri satmaya çalışmışlar, ancak arz arttığı için fiyatlar daha da düşmüştür. Kredilerin geri
dönmemesi sadece krediyi kullananları etkilememiş, ipotekli konut kredileri ile başlayan saadet
388
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
zincirinin diğer halkalarında yer alan kesimler açısından da sorunlar yaratmıştır. Krizin etkisinin
büyüklüğü bu saadet zincirinin yapısından kaynaklanmaktadır.
Özatay (2009:112-116), ABD ipotekli konut kredisi piyasasının gelişimini dört aşamada ele
almaktadır. 1938’e kadarki dönemi içeren birinci aşamada, düzenlemeye ve denetlemeye tabi olan
bankalar sahip oldukları mevduatın bir bölümünü konut kredisi olarak vermektedirler. Bu geleneksel
yöntemde kredi riski bankada kalmaktadır. İkinci aşamada konut piyasasını büyütmek ve düşük
gelirlileri konut sahibi yapabilmek için ABD devleti 1938’de Fannie Mae’yi (Federal National
Mortgage Association) kurmuştur. Fannie Mae, ipotekli konut kredisi satan çok sayıda finansal
kurumdan bu kredileri satın almakta, bunu yapabilmesi için de ABD Hazinesi, Fannie Mae’ye kaynak
aktarmaktaydı. Böylece konut kredisi açan finansal kurum, yeni krediler açabileceği bir nakte sahip
olmaktaydı. Fanni Mae, bu aşamada sadece kredi notu yüksek olan kesime (prime kesim) açılan
konut kredilerini satın alabilmekteydi. Üçüncü aşama, 1968’de Fannie Mae’nin ikiye bölünmesini,
yeniden düzenlenmesini, özelleştirilmesini ve Ginnie Mae (Government National Mortgage
Association) ve Freddie Mac’in (Federal Home Loan Mortgage Corporation) kurulmasını
içermektedir. Ginnie Mae, savaş gazilerine ve benzeri gruplara devlet garantisiyle konut kredisi
açmak üzere kurulurken, devlet Fannie Mae’yi desteklemeye de devam etmekteydi. Freddie Mac ise
eski usül ipotekli konut kredilerini menkul kıymete dönüştürüp yeniden pazarlamak ve piyasada
rekabeti geliştirmek amacıyla 1970’te kurulmuştur. 1970’ten itibaren bu kurumlar, konut kredisi
açan finansal kurumlardan aldıkları konut kredilerini yeni bir varlık haline dönüştürüp, ipotekli konut
kredisine dayalı menkul kıymet çıkarmaya başlamışlardır. Çıkardıkları ipotekli konut kredisine dayalı
menkul kıymetleri de tasarruf sahiplerine satmışlardır. Böylece konut kredisi riski, zincirin diğer
halkalarına da yayılmış ve risk bu kurumlarla birlikte bu menkul kıymetleri alanların da üzerinde
kalmıştır. Bu arada piyasaya da yeni konut kredisi yaratmak için daha fazla nakit girişi sağlanmıştır.
Yani, Fannie Mae, konut kredisini, yatırım şirketlerine satmakta, karşılığında bu şirketlerden nakit
almaktaydı. Şirketler Fannie Mae’den konut kredisi ödenmezse, Fannie Mae’nin ödeyeceğine dair
garanti almaktaydılar. Yatırım şirketleri de konut kredisine dayalı menkul kıymeti tasarruf
sahiplerine satmaktaydılar. Risk, daha geniş bir kesime dağılmakla birlikte, prime kesime açılan
kredilere dayanan menkul kıymetler satıldığı için yüksek düzeyde değildi. Dördüncü aşamada,
sistemin içine yeni finansal kurumlar dahil olmuştur. Bu yeni kurumlar “özel etiketli” menkul
kıymetleri ihraç etmekteydiler. 2006 yılında varlığa dayalı menkul kıymet pazarının %43’ü Fannie
Mae ve Freddie Mac’in elindeyken, Wall Street şirketlerinin payı %57’ye çıkmıştır. Wall Street
şirketlerinin sisteme dahil olmasıyla artık sadece prime kesime verilen krediler değil, ikinci (Alt-A) ve
üçüncü gruptakilere (eşik altı) verilen yüksek riskli krediler de menkul kıymetleştirilmişlerdir.
389
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
2006’nın ilk altı ayında açılan ipotekli konut kredilerinin %30’u eşik altı kredilerden oluşurken,
sadece %26’sı prime kesime yönelik kredilerden oluşmaktaydı.
Wyplosz (2008:17-18), konut kredilerinin menkul kıymetleştirilmesi sürecinin tüm dünyaya
yayıldığına ve kayıpların nerede başladığını kimsenin bilmediğine işaret etmektedir. Riskin
seyreltilmesinin doğru bir yaklaşım olduğunu ifade ederken sorunun hiçkimsenin bu kötü kredilerin
ne kadarını elinde tuttuğunu bilmemesi olduğunu vurgulamaktadır. İşler iyi gittiğinde herkes
birbirine güvenmektedir, ama durum kötüleştiğinde herkes bir diğerinin daha kötü durumda
olduğundan kuşkulanmaktadır. Böylece bankalararası piyasa donmuştur.
Menkul kıymetleştirme, teoride riski dağıtarak azaltmayı amaçlarken kredi riskinin potansiyel bir
sistemik risk halini almasına da neden olmuştur. Bu süreç aynı zamanda NINJA (no income, no job,
no asset) kredilerine de yol açmıştır. (BSB 2008:46-47) Menkul kıymet haline getirilen ipotek
kredilerinin riski, yeni finansal araçların yaratılması yoluyla dağıtılmıştır. Bu yeni finansal araçlar
yoluyla “yarat-paketle-dağıt” biçiminde işleyen finansal aracılık ticari modeli güçlenirken, bu model
de söz konusu araçların genişlemesini sağlamıştır. Bu süreçte özellikle yatırım fonları, hedge fonlar
ve sigorta şirketleri rol almışlardır. Krediler yeniden paketlenerek, ambalajlanarak yeni türev ürünler
şeklinde finansal piyasalarda satılmışlardır. Türev araçlar ve menkul kıymetleştirme süreci, daha az
düzenlenen ve denetlenen ya da hiç düzenlenmeyen ve denetlenmeyen finansal kurumlardan
oluşan “gölge bankacılık sistemi” ni de yaratmıştır. Bu süreçte yaratılan ve krizin ortaya çıkmasında
büyük rol oynayan araçların başında CDO’lar (Teminatlandırılmış Borç Yükümlülüğü, Collateralized
Debt Obligation), yani devlet tahvilleri, özel sektör tahvilleri, banka kredileri, yapılandırılmış menkul
kıymetler ve diğer borçlanma araçlarından oluşan bir varlık havuzuna dayanarak ihraç edilen varlığa
dayalı menkul kıymetler gelmektedir. CDO’lara yatırım yapanlar daha çok hedge fonlardır.
Dolayısıyla CDO’lar eşik altı kredilerin riskini üstlenmiş ve menkul kıymetleştirme süreciyle bu riski
hedge fonlara transfer etmişlerdir. (Durmuş 2009:63-68)
Bu süreçte ortaya çıkan borçlanmanın düzeyinin görülmesi açısından Goldman Sachs’ın durumu
çarpıcı niteliktedir. 20 Eylül tarihi itibariyle Goldman Sachs’ın 42 milyar dolar özsermayesi varken,
1.1 trilyon dolarlık pozisyonu söz konusuydu. (Gürsoy 2009:191)
İpotek kredilerinin menkul kıymetleştirildiği, türev ürünlerin ortaya çıktığı süreci oluşturan ilişkiler
incelendiğinde, neredeyse dünyadaki bütün uluslararası çapta işlem yapan bankaların birbirlerine
kefil oldukları ve bu ilişkilerin en fazla toplandığı bankanın da Lehman Brothers olduğu
görülmektedir. (Eğilmez 2008:68) 2007’de hedge fonların ödeme güçlüğüne girerek CDO’ları satın
390
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
alamamaları, CDO pazarlayanların varlığa dayalı menkul kıymet satın almamaları, yeni kredilerin
açılmaması, el konulan evlerin sayısının artması, CDO’ların fiyatlanamaması nedeniyle hedge
fonların ellerindeki CDO’ları satarak likidite sağlayamamaları vb. gelişmeler sonucunda kriz patlak
vermiştir. Mali kurumlar arasında bir güven sorunu ortaya çıkmış ve bu kurumlar birbirlerine borç
vermemeye başlamışlardır. Dünyanın pek çok ülkesinde, eşik altı ipotekli kredilerine bir şekilde
bulaşmış olan bankalar ardarda zarar etmişlerdir.
Krize ilişkin genel açıklamalar, finansal sektördeki krizin reel sektöre yansıması biçimindedir. Ancak
bu görüşe karşı görüşler de mevcuttur. Örneğin Marksist yaklaşıma göre kriz, kapitalist sistemin
yarattığı bir durumdur. Kapitalist sistemde üretim kapasitesinin hızla artması, buna karşın gelir
dağılımındaki bozukluğun etkisiyle talebin aynı hızla artmaması krizlere yol açmaktadır. Kriz,
kapitalist sisteme içkin bir olgudur. Ayrıca, Akgüç’e (2009:8) göre finans sektörünün tek başına bir
krizin sebebi olmasının da bir açıklaması yoktur. Finans sektörü krizi tetikleyebilir, derinleştirebilir,
şiddetlendirebilir, ancak kendisi tek başına bir krize yol açamaz.
3.
Krizin Gelişmekte Olan Ülkeleri Etkileme Kanalları
Te Velde’ye (2008: 4) göre, finansal krizler gelişmekte olan ülkeleri iki yoldan etkilerler. Birincisi,
yükselen ekonomilerin hisse senedi piyasalarına ilişkin finansal bulaşma ve yayılmanın söz konusu
olması durumudur. Hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerin hisse senedi piyasalarında mayıs
2008’den beri bir düşüş söz konusudur. İkincisi, gelişmiş ülkelerdeki ekonomik düşüşün gelişmekte
olan ülkeler üzerinde de etkisi olacağıdır. Te Velde’nin ve IMF’nin (2009) çalışmasına göre,
gelişmekte olan ülkelerin etkilenme kanalları;
doğrudan finansal kanallar, yurtiçi bankalar ve
finans-dışı kuruluşlar üzerindeki etkiler, uluslararası piyasalara giriş, finansmanın maliyeti, ticaret ve
ticari fiyatlar, para transferi (işçi dövizleri), doğrudan yabancı yatırım ve özsermaye yatırımı, ticari
borç verme, yardımlar ve diğer resmi akımları içerir. Bu değişkenler büyüme ve gelişme üzerinde
doğrudan sonuçlara sahip oldukları için, söz konusu kanallar dikkatle izlenmelidir. Krizin gelişmekte
olan ülkeler üzerinde yaratacağı etkiler, gelişmiş ülkelerde finansal krize ve yavaşlamaya verilecek
yanıta ve gelişmekte olan ülkelerin ekonomik karakteristiklerine ve politika yanıtlarına bağlı olarak
farklılaşabilecektir.
Bir başka çalışma (Naude 2009: 4-5) ise küresel krizin gelişmekte olan ülkeleri etkileme kanallarını
üç başlık altında toplamaktadır. Bu kanallar; banka iflasları ve yurtiçi borç vermede azalma, ihracat
gelirlerinde azalma ve gelişmekte olan ülkelere yönelik finansal akımlarda azalmadır. ABD’de ortaya
çıkan küresel krizin ardından diğer ülkelerin yaşadığı ilk korku finansal bulaşma idi. Bu, gelişmekte
olan ülkelerdeki finansal kurumların hem doğrudan hem de dolaylı olarak negatif yönde
391
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
etkileneceklerine ilişkin bir tehlikeyi ifade etmektedir. Gelişmekte olan ülkelerdeki bankalar,
doğrudan, sahip oldukları varlıkların yüksek riskli konut kredileri tarafından kirlenmesi ölçüsünde
etkilenebilirler. Ancak, hisse senedi piyasası fiyatlarında ve konut fiyatlarında düşüşler yoluyla
ortaya çıkan daha ciddi bir dolaylı etki de söz konusudur. Bu etki, özellikle sermayelerinin yeterli bir
düzeyini nakit olarak tutmayan bankaların ve diğer büyük şirketlerin sermayelerinin azalmasına
neden olur. Bu durumda, bankalar sermayelerini desteklemek için borç vermeyi azaltacaklardır.
Borç vermede böyle bir azalma; yatırımların düşmesi, büyümenin daralması ve işsizlikte artış gibi
etkiler yaratacaktır. İşsizlikte artış, talepte düşmeye yol açacak, bu da ekonomik büyümeyi daha da
azaltacaktır. Devlet gelirinin büyümeye dayandığı göz önünde bulundurulduğunda, bu durum daha
az devlet gelirine ve sonuç olarak da yoksullukla mücadele etmek için devletin daha az olanağa
sahip olmasına yol açacaktır. Gelişmekte olan ülkelerin kendi finansal sistemleri önemli ölçüde zarar
görmese bile, gelişmiş ülkelerin durgunluğa girmesi onlara zarar verecektir. Son yıllarda çoğu
gelişmekte olan ülke ekonomik gelişmesini ihracata dayandırmaktadır. Kriz, ülkelerin ihracat
gelirlerinde önemli bir düşüşe yol açacaktır. Beklenen düşüşler, mal fiyatlarındaki düşüş, gelişmiş
ekonomilerin gelişmekte olan ülkelerin mallarına yönelik taleplerinde düşüş ve turizmde düşüşün bir
bileşimi yoluyla ortaya çıkacaktır. Mal fiyatlarındaki düşüşler başlıca mal ihracatçısı birçok ülkenin
ihracat gelirlerine zarar verecektir.
Gelişmekte olan ülkeler ekonomik büyümeyi, ticareti ve gelişmeyi kolaylaştırmak ve hızlandırmak
için dünyanın geri kalanından finansal girişlere gereksinim duyarlar. Bu finansal akımlar, resmi
kalkınma yardımlarını (official development assistance, ODA), portföy ve doğrudan yabancı
yatırımları içeren yatırım akımlarını, ticari kredileri ve para transferlerini (işçi dövizlerini)
içermektedir. Tüm bu değişkenler kriz sırasında olumsuz yönde etkilenirler. Resmi kalkınma
yardımları konusunda, pek çok gelişmiş ülkenin Uluslararası Kalkınmanın Finansmanı Konferansı’nda
(2002) kabul edilen Monterrey Konsensüsü ile GSMH’larının en az % 0.7’sini gelişmekte olan
ülkelere yardım olarak vermeyi taahhüt etmelerine rağmen, 2004 yılı sonu itibariyle sadece beş
ülkenin gelişmekte olan ülkelere yaptıkları resmi kalkınma yardımlarını GSMH’ larının binde 7’sine
ulaştırdıkları (DPT 2005: 72), Aralık 2008’de de az sayıda ülkenin bu taahhütü yerine getirdiği
görülmüştür. Ayrıca, gelişmiş ülkeler yardım katkısı olarak GSMH’larının payını korusalar bile, düşen
GSMH’larıyla birlikte mutlak yardım miktarı da düşecektir. Riskten kaçınan çok sayıda yatırımcının
fonlarını ‘daha güvenli’ limanlar olarak algıladıkları yerlere götürmeleriyle, gelişmekte olan ve
yükselen ekonomilere giren özel yatırım akımları da azalacaktır. Bu azalma, hem portföy
yatırımlarını hem de doğrudan yabancı yatırımları içerecektir. Azalan portföy akımları devlet
borçlanmasını da etkileyecektir. Gelişmekte olan ülke devletleri için önemli finansman kaynakları
392
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
olan devlet tahvillerinin maliyeti ve ticari borçlar yoğun bir şekilde artmıştır. Uluslararası ticaret,
ticari kredilerin genişlemesine dayanır; ticaretin %90’ı geleneksel olarak kısa dönemli kredilerle
finanse edilir. Kredi daralmasının etkisini göstermesiyle, bankaların karşı karşıya kaldıkları riskleri
sınırlamaları durumunda ticari finansman da azalır. Sonuç olarak, gelişmekte olan ülkelerin
ticaretleri üzerinde ikili bir baskı oluşur: ihraç ettikleri malların talebinde ve ticari kredilerde düşüş.
Göçmen işçilere sahip ülkelerin göstergelerinden, para transferlerinde (işçi dövizlerinde) de düşüş
olduğu anlaşılmaktadır. (Naude 2009, 6-7)
Te Velde’ye (2008: 4) göre, ülkeden ülkeye farklılaşabilmekle beraber krizin yaratacağı etkiler; daha
az ihracat geliri, cari işlemler ve ödemeler dengesi üzerinde daha fazla baskı, daha düşük yatırım ve
büyüme oranları, istihdamın azalması gibi makroekeonomik etkileri ve daha yüksek bir yoksulluğa
dönüşen daha düşük büyüme, daha fazla suç, daha zayıf sağlık sistemleri gibi sosyal etkileri
içerebilecektir. Ayrıca, krizin ülkeleri etkileme kanalları şu tür ülkelerin daha büyük olasılıkla risk
altında olduğunu göstermektedir:
•
ABD ve AB ülkeleri gibi krizin etkilediği ülkelere büyük ölçüde ihracat yapan ülkeler.
Meksika bu tür ülkelerdendir.
•
Fiyatları krizden etkilenen ya da yüksek gelir esnekliğine sahip olan ürünleri ihraç eden
ülkeler. Afrika ülkeleri buna örnek verilebilir.
•
Para havalelerine (işçi dövizlerine) bağlı ülkeler. Örneğin, durum daha da zorlaştıkça ve iş
fırsatları kıtlaştıkça, İngiltere’ye ve diğer gelişmiş ülkelere daha az göçmen gelecektir.
•
Cari hesaplarına ilişkin problemlerini çözmek üzere aşırı dercede doğrudan yabancı
yatırımlara ve portföy yatırımlarına bağımlı olan ülkeler. Güney Afrika bu konuda örnek
olarak verilebilir.
•
Zayıf bir şekilde düzenlenen menkul kıymetler piyasasına sahip, karmaşık bir borsa ve
bankacılık sektörü olan ülkeler.
•
Döviz kurları ve enflasyon oranları üzerinde baskıya yol açan yüksek bir cari hesap açığı
olan ülkeler. Güney Afrika böyle bir ülke olarak kabul edilebilir.
•
Yüksek bütçe açığına sahip ülkeler. Hindistan bu duruma örnek gösterilebilir.
•
Yardımlara bağımlı ülkeler.
4. Krizin Türkiye Ekonomisine Etkileri
2008 yılının üçüncü ve dördüncü çeyreğinde ülkemizde yoğun biçimde hissedilen krizin etkisi daha
çok ihracat ve iç talepte daralma biçimindedir. GSYİH daralmış, işsizlik oranı yükselmiş, imalat
393
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
sanayi ve dış ticarette gerileme ortaya çıkmıştır. Döviz kurları ve faiz oranları hızla yükselirken,
TCMB’nin döviz ve likiditeye ilişkin aldığı önlemler, faiz oranını düşürme yönündeki politikalarıyla
birlikte bu hızlı yükseliş geriletilmiştir. Uluslararası mal fiyatlarındaki hızlı düşüş, yurtiçi ve dışı
talepteki daralma enflasyonun artış hızında gerilemeye neden olmuştur. 2009 yılı için hedeflenen
enflasyon %7,5 iken gerçekleşen enflasyon %6,5 olmuştur. Süreç içerisinde 2009 yılının son iki
çeyreğinde göstergelerde iyileşme sözkonusu olmakla birlikte üretimde, özellikle sanayi sektörü
üretiminde düşüş devam etmektedir. Aşağıda Türkiye ekonomisine ilişkin çeşitli makroekonomik
değişkenlerde krizin etkileri yorumlanmaya çalışılmıştır.
GSYİH ve Bileşenleri: Türkiye ekonomisinin hem piyasa göstergeleri hem de reel ekonomik
büyüklükleri küresel krizden 2008 yılının ikinci yarısından itibaren olumsuz olarak etkilenmeye
başlamıştır. GSYİH reel olarak, 2008 yılında yıllık sabit rakamlarla % 0,89 artabilmiştir. GSYİH reel
olarak bir önceki yılın aynı dönemine göre 2008’in ilk çeyreğinde %7,3 artmış, son çeyreğinde % 6,5, 2009 yılının ilk dokuz ayında ise % -8,4 oranında
Şekil 1. Sabit fiyatlarla (1998) GSYİH ve % değişim
daralmıştır. 2008 yılının dördüncü çeyreğinden 2009’un dördüncü çeyreğine kadar sırasıyla %-6,5,
%-14,7, %-7,9, %-3,3 olarak ekonomide üst üste dört çeyrek daralma yaşanmıştır. Sanayinin
büyüme hızı 2008’in dördüncü çeyreğinde %-9,6’ya düşmüş, en düşük büyüme hızı da 2009’un
ikinci çeyreğinde (%-20,6) yaşanmıştır. Yılın üçüncü çeyreğinde ekonomideki daralma önemli
ölçüde yavaşlamıştır. 2009’un üçüncü çeyreğinde sanayi ve hizmetler sektörlerinde daralmada yılın
394
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
ilk yarısına göre önemli miktarda nispi gerileme vardır. 2007 yılında sanayi sektörü katma değeri
yıllık %5,8, hizmetler sektörü katma değeri % 6,0 ve tarım sektörünün katma değeri %-6,9 iken,
2008 yılında tarım sektörünün katma değeri % 3,5’a çıkmış, sanayi sektörü ve hizmetler sektörünün
katma değerleri sırasıyla %1,1, %0,4’e düşmüştür. 2009 yılının üçüncü çeyreğinde ise sanayi
sektörü katma değeri %4 azalmış,
Şekil 2. GSYİH’nın bileşenlerinde % değişme (sabit fiyatlarla)
tarım sektöründe katma değer %2,8 oranında artmış, hizmetler katma değerindeki daralma %-4,5
olmuştur. Hizmetler sektörü genelinde katma değerde kaydedilen gerileme yurtiçi talepteki
gerilemeyi göstermektedir. Hizmetler sektöründe daralmanın 2009’un ikinci çeyreğinden itibaren
gerilediği görülmektedir. Bu gerilemenin nedeni krize karşı uygulanan vergi indirimleridir. Tarım
sektöründe beklentiler doğrultusunda üretim artışı GSYİH büyümesine katkıda bulunmuştur. TÜİK’e
göre 2009 yılının ilk yarısı için GSYİH’daki artış oranı %-11,2’dir. 2008 yılında sanayi sektörünün
büyüme hızının düşmesinde özellikle son çeyrekte %10,8 oranında gerileyen imalat sanayi etkili
olmuştur.
İmalat sanayi katma değeri kriz öncesi 2007 yılında yıllık % 5,6, 2008 yılında ise yıllık %0,8
oranındadır. İmalat sanayi katma değerindeki azalma, 2009 yılının birinci çeyreğinde %-21,8, ikinci
çeyreğinde %-11,2, üçüncü çeyreğinde ise %-3,9’dur. 2009’un üçüncü çeyreğinde imalat sanayinde
yatırım malları üretiminde %-19,1, ara malları üretiminde %-8,4 oranında azalma, dayanıklı tüketim
malları üretiminde ise %8,4 oranında artış kaydedilmiştir. 2009 yılının ilk yarısında imalat
sanayindeki daralma %-16,4 olarak belirlenmiştir.
395
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Şekil 3. İmalat sanayinde gelişme
İnşaat sektöründe katma değer 2007 yılında yıllık %5,7 oranında artmıştır. 2008 yılının dört
çeyreğinde de üretim maliyetlerindeki hızlı artış, mali piyasalarda gözlenen dalgalanma ile birlikte
ortaya çıkan belirsizlik ortamında konut satışlarındaki durgunluk nedeniyle sektörde önemli ölçüde
daralmayı beraberinde getirmiştir. 2008 yılında inşaat sektörü yıllık %-8,2 oranında daralmıştır.
2009 yılının ilk çeyreğinde % 18,9, ikinci çeyrekte %21,4, üçüncü çeyrekte ise %-18,1 oranında
daralma gerçekleşmiştir. Bu sektörün imalat sanayinde alt sektörlerle olan girdi bağlantıları göz
önüne alındığında daralmanın boyutu artmaktadır.
Şekil 4’ten de anlaşılacağı gibi inşaat sektöründeki daralma küresel krizin ülkemize etkimeye
başladığı 2008 ikinci çeyreğinden önce başlamıştır.
Şekil 4. İnşaat sektöründe gelişme
396
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
2009 yılının ilk yarısında en çok küçülme yaşanan sektör %20’yi geçen bir oranla toptan ve
perakende ticaret olmuştur. 2007 yılında toptan ve perakende ticaret sektörü yıllık % 5,3 oranında
artmış, 2008’in üçüncü çeyreğinde %-1,5, dördüncü çeyreğinde %-15,9 oranında azalarak, yıllık %1,1 oranında azalış sergilemiştir. 2009 yılında söz konusu sektörde katma değer birinci çeyrekte %26,3, ikinci çeyrekte %-15,4 üçüncü çeyrekte ise %-7,2 oranında azalmıştır. Bununla birlikte
üçüncü çeyrekte beyaz eşya satışları ortalama %-4 oranında azalmış, otomobil satışları ise ortalama
%16,1 oranında artmıştır.
Ulaştırma ve haberleşmede katma değer 2007 yılında yıllık %7,1, 2008’de yıllık %1,3 olarak
gerçekleşmiştir. Bu sektörde krizin etkisi kendisini 2008’in dördüncü çeyreğinde göstermiş, 2008
dördüncü çeyrekte katma değeri % 7,4 azalmıştır. Ulaştırma ve haberleşmede katma değer 2009
yılında birinci çeyrekte %-17,7, ikinci çeyrekte %-12,2, üçüncü çeyrekteyse %-6,9 oranında
azalmıştır. Konut sahipliğinde katma değer 2007’de yıllık %2,1, 2008’de %2,3 ve 2009’da üçüncü
çeyrekte %3,8 artış göstermiştir.
Tekstil ve hazır giyim sektöründe en önemli pazarımız olan AB ülkelerinin Çin’e uyguladığı kotalar
2008 yılı başında kaldırılmıştır. Buna 2008 yılı son çeyreğinden itibaren küresel ekonomik krizin de
olumsuz etkilerinin eklenmesiyle tekstil ve hazır giyim sektörünün üretimi
Tablo1
İmalat Sanayinde Önemli Sektörlerde Değişmeler
SEKTÖRLER
İmalat Sanayi Toplamı
Gıda ve İçecek
Tekstil
Giyim
Deri
Kok ve Petrol Ürünleri
Kimya
Plastik ve Kauçuk
Toprağa Dayalı Sanayiler
Ana Metal
Makine
Elektrikli Makineler
Elektronik
Otomotiv
ÜRETİM (1)
2008
2009(3)
-1,8
-17,7
4,1
-3,2
-10,7
-16,6
-12,0
-13,0
-5,3
-11,3
-2,4
-28,3
-0,3
-5,0
-3,3
-16,3
-1,8
-17,6
-2,0
-22,0
-4,8
-17,0
0,5
-22,2
-26,1
-22,7
5,9
-43,8
İHRACAT (2)
İTHALAT(2) %
(3)
2008
2009
2008
2009(3)
23,8
-30,9
12,2
-36,7
25,4
-9,0
41,4
-24,0
4,8
-24,2
-4,2
-28,4
-2,4
-23,5
40,1
-9,7
8,6
-26,1
9,7
-36,2
48,8
-59,3
45,7
-34,7
23,1
-23,2
14,3
-31,6
20,9
-22,8
10,8
-35,0
27,2
-18,9
0,5
-39,1
82,8
-32,9
14,8
-59,4
21,6
-24,6
-0,5
-33,6
21,2
-25,7
16,3
-22,8
-17,7
-23,0
-8,6
-24,3
13,8
-47,7
2,8
-45,3
Kaynak: ASO
(1)Aylık Sanayi Üretim Endeksi (2005=100)
(2)Cari Fiyatlarla ABD Doları
(3)İlk 8 ay
397
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
ve ihracatı önemli oranda azalmıştır. Ancak, kriz etkilerinin azalmaya başlamasıyla 2009 yılı nisan
ayından itibaren bir önceki aya göre sektör üretiminde artış gözlenmeye başlanmıştır. Buna karşın
üretim düzeyi bir önceki yılın altında seyretmektedir. Benzer biçimde sektör ihracatı 2009 yılında bir
önceki yıla göre azalmakla birlikte son aylarda ihracattaki düşüş hızı nispi olarak gerilemektedir.
Ancak, 2009 yılı ağustos ayında sektör üretim ve ihracatında toparlanmanın sürdürülemediği
görülmektedir. 2009 yılı ilk sekiz ayında hazır giyim ithalatındaki azalma hızı imalat sanayindeki
azalma hızına göre daha düşük olmuştur. Bu durum ithalat karşısında sektörün rekabette
zorlanmasının bir göstergesidir.
Otomotiv sanayinde, geçmiş yıllarda ihracatta önemli gelişmeler sağlanmıştır. Otomotiv sanayi
ihracatı, 2000-2008 döneminde yıllık ortalama %31,8 artmıştır. 2008 yılında ihracatın da etkisiyle
1.147.110 adet araç üretilmiştir. Son dönemde iç ve dış talepteki daralma nedeniyle sektörün
krizden önemli boyutta etkilendiği görülmektedir. Uygulanan ÖTV indirimlerinin özellikle otomobilde
iç pazarın canlanmasına olumlu katkısı olmasına rağmen, 2009 yılı ilk 8 ayında adet olarak otomotiv
ana sanayi üretimi %39,2, ihracatı % 45,7, ithalatı % 9,2 düşmüş ve yurtiçi pazarı % 6 oranında
daralmıştır. Yurtiçi pazarda ithalatın payı %55,7, ihracatın üretimdeki payı %70,9 olmuştur (ASO
2009:159).
Vergiler (eksi sübvansiyonlar) 2007 yılında %5,9’dur. 2001 krizinden sonra ilk kez 2008’in ikinci
çeyreğinde %-2,6 ve dördüncü çeyreğinde %-10,1 azalarak, 2008 yılında %-0,3 oranında daralma
göstermiştir. Bu azalma 2009 yılının ilk yarısında %14’e ulaşmıştır. 2009’un üçüncü çeyreğinde
vergiler-sübvansiyonlar %-8,4 oranında azalmıştır.
Toplam Talepteki Gelişmeler: GSYİH büyümesi, 1999 yılı depremi ve 2001 yılı krizinden sonra
ilk defa 2008 yılında % 1’in altında gerçekleşmiştir. Bu gelişmede; uluslararası piyasalarda başlayan
finansal krizin ülkemize yansımalarının etkili olduğu düşünülmektedir. GSYİH büyümesi, 2007
yılında yıllık %4,7, 2008 yılında % 0,89, 2009’un üçüncü çeyreğinde de %-3,3 oranında
gerçekleşmiştir.
Toplam nihai yurtiçi talep 2007 yılında % 5 oranında artmış, 2008’de %-1,1, 2009’un üçüncü
çeyreğinde %-4,2 oranında düşmüştür. Özel tüketim 2007’de %4,6 artmış, 2008’de %-0,1,
oranında, 2009 yılının ilk çeyreğinde %-10 oranında, üçüncü çeyreğinde ise %-0,9 oranında
gerilemiştir.
2009’un üçüncü üç aylık döneminde özel tüketim harcamalarının GSYİH büyümesine katkısı %-0,6
oranında olurken, özel kesim sabit sermaye yatırımlarının büyümeye katkısı %-3,5 oranında
398
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
gerçekleşmiştir. Söz konusu dönemde kamu tüketiminin büyümeye katkısı %0,5, kamu sabit
yatırımlarının katkısı da %-0,4 oranında gerçekleşmiştir (DPT, 2009:2).
Krizin Türkiye ekonomisi üzerindeki etkileri, ekonomiye duyulan güvende azalma şeklinde de
kendisini göstermektedir. Özel sektör yatırım harcamaları üreticilerin, özel kesim tüketim
harcamaları da tüketicilerin ekonomiye duydukları güven tarafından belirlenmektedir. Üretici ve
tüketicilerin ekonominin geleceğine ilişkin beklentileri, kaygıları tüketici güven endeksi ve reel kesim
güven endeksi üzerinden incelenebilmektedir. Yıllık olarak bakıldığında, tüketici güven endeksinin
2007 yılında 94,4 iken 2008 yılında 78,2’ye düştüğü görülmektedir. Çeyrek
Tablo 2
Toplam Talepteki Değişmeler
2007
2008
2009
1.Ç
2.Ç
3.Ç
4.Ç
1.Ç
2.Ç
4,3
3
6,5
5,6
5,7
5,6 -0,8
Kamu
7 13,5
4,2
2,7
5,5
-3,4
Özel
4
1,6
6,8
6,1
5,7
1,2
4,9
3,6
4,4
8,5
8,7
3,2
7,8 12,8
1,8 18,3 14,9
5,1
3,1
3,2
9,8
7,7
2,5
-0,4
-0,1
1
4,5
3,2
6
7
2,8
5,6
Toplam Tüketim
S.Sermaye Yatırımı
Kamu
Özel
Stok Değişimi
1
T.Nihai Yurtiçi Talep
Toplam Yurtiçi Talep
1
4.Ç
1.Ç
2.Ç
3.Ç
-4,1
-8,3
-1,2
-0,2
2,6
3,4
5,2
0,5
5,2
-1,3
-5,3
-10
-1,5
-0,9
-1 -7,5 -17,7 -27,5 -24,3
-18
5,3
15,9
24,5
5,4 -10,6
-3,3
-9,6
-23,9
-33,5
-29,4 -19,4
1,3
2,2
1,7
-3,7
-7,8
6,3
6,4
0,2 -2,4
7,5
7,7
2,4
-0,7
-11,1
-20,3
0,8 -2,4 -3,5 -0,9
0,4
1,7
5,2
6,7
3,5
2
-10,1
-4,6
Net Mal ve Hizmet İhr.
0,7
Mal ve Hizmet İhracatı
13,3
9,8
Mal ve Hizmet İthalatı
8,2
5,1
8,1
3,8
GSYİH
3.Ç
4,6
-7,4 -12,9
3,3
13
3,6
3
-8,5
-11,2
14 15,5
14
1,8
-3,4
-23,7
-31
7,2
2,8
1
3,2
4,2
-6,5 -14,7
-4,3
-1,3
-6,8
-4,2
-10,9
-5,2
-20,4 -11,9
-7,9
-3,3
1
GSYİH Büyümesine katkı
dönemler itibariyle tüketici güven endeksi incelendiğinde ise 2008’in üçüncü çeyreğinde 79,2 iken
dördüncü çeyrekte 71,0’a düştüğü ve 2009 yılında ise sırasıyla 73,4, 83,1, 81,9 ve 79,2 değerlerini
aldığı gözlemlenmektedir. Yıllık olarak bakıldığında reel kesim güven endeksinin ise 2007 yılında
110,3 iken 2008 yılında 88,9’a düştüğü görülmektedir. Çeyrek dönemler itibariyle incelendiğinde
reel kesim güven endeksinin 2008’in üçüncü çeyreğinde 92,0 iken dördüncü çeyrekte 58,7’e
düştüğü, 2009 yılında ise sırasıyla 63,3, 93,8, 98,8 ve 92,5 değerlerini aldığı gözlemlenmektedir.
2009’un üçüncü çeyreğinde Tüketici Güven Endeksinde, bir önceki yılın aynı dönemine göre 2,7
puan, Reel Kesim Güven Endeksinde de 6,9 puan iyileşme kaydedilmiştir. Reel kesim güven
399
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
endeksindeki ve tüketici güven endeksindeki düşüşlere paralel olarak özel sektör yatırım
harcamaları ve özel kesim tüketim harcamalarında da azalmalar söz konusu olmuştur.
Özel kesimin sabit sermaye yatırımları 2007 yılında %5,3 artmışken, 2008’de%-7,7 azalmıştır. 2009
yılında da özel kesimin sabit sermaye yatırımlarında gerilemeler artarak sürmüş, 2009’un üçüncü
çeyreğinde %-19,4 gerilemiştir.
Dış talebin bir göstergesi olarak ihracatta 2008’in birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü çeyreğinde bir
önceki yılın aynı dönemlerine göre değişim sırasıyla% 41,2, %31,2, %36,2 ve %-12,3’tür. 2009
yılının birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü çeyreğinde 2008 yılının aynı dönemlerine göre değişim
sırasıyla %-25,8, %-32,9, %-30,2 ve %7,2’dir. Bu veriler dış talepteki düşüşün 2008 yılının son
çeyreğinde başladığını ve 2009’un son çeyreğinde artarak sürdüğünü göstermektedir. Yıllık bazda
bakıldığında ise ihracat 2007’de %23,2, 2008’de %22 artmış, 2009’da ise % 22,1 oranında
düşmüştür. Net mal ve hizmet ihracatı 2007 yılında yıllık %-1,2 oranında düşmüş, 2008 yılında
%1,7 oranında artmış, 2009 yılının üçüncü çeyreğinde, mal ve hizmet ihracatının %4,6, mal ve
hizmet ithalatının %11,9 oranında azalması nedeniyle, net mal ve hizmet ihracatının GSYİH’nın
büyümesine katkısı % 2 puandır. 2009 yılının üçüncü çeyreğinde talep açısından GSYİH
büyümesine pozitif katkılar, kamu tüketimi ile net mal ve hizmet ihracatından gelmiştir.
Emek Piyasasında Gelişmeler: 2007 yılında işsizlik oranı yıllık %10,3 iken, 2008 yılında oran
%11’e yükselmiştir. Krizin etkisini hissettirdiği 2008 üçüncü ve dördüncü çeyreğinde sırasıyla %10,2
ve %12,6’dır. 2009 yılının birinci, ikinci ve üçüncü çeyreğinde işsizlik oranı sırasıyla %16,1, %13,6
ve %13,4’tür. 2007 yılında tarım dışı işsizlik yıllık %12,6, genç nüfustaki işsizlik oranı %20’dir.
2008’de söz konusu oranlar sırasıyla %13,6 ve %20,5 olarak gerçekleşmiştir. 2008’in ikinci ve
üçüncü çeyreğinde tarım dışı işsizlik oranı sırasıyla %12,9 ve %15,5’tir. Yine 2008’in ikinci ve
üçüncü çeyreğinde genç nüfustaki işsizlik oranı sırasıyla %19,7 ve %24’tür. 2009 yılının birinci,
ikinci ve üçüncü çeyreklerinde tarım dışı işsizlik oranları sırasıyla, % 19,3, %17, %17 ve genç
nüfustaki işsizlik oranları %28,6, %24,9, %23,5 olarak gerçekleşmiştir. 2008 yılında tarım
kesiminde istihdam 2007 yılına göre %3 oranında artmış, 2009’un üçüncü çeyreğinde, 2008’in
üçüncü çeyreğine göre artış oranı %4,1 olmuştur. Sanayi kesiminde 2008 yılında istihdam 2007’ye
göre yıllık olarak %-19,9, 2009’un üçüncü çeyreğinde, 2008’in üçüncü çeyreğine göre %-8,1
oranında azalmıştır. Hizmetler kesiminde 2008 yılında istihdam 2007’ye göre yıllık olarak %13,7
artmış, 2009’un üçüncü çeyreğinde, 2008’in üçüncü çeyreğine göre %1,5 oranında artış
gerçekleşmiştir. Hizmetler sektöründeki istihdam artışında mali kurumlar alt sektöründe kaydedilen
yükseliş etkili olmuştur. Ayrıca, önceki yılların aksine tarım sektöründe gözlenen istihdam artışının
400
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
kriz nedeniyle daha önceleri tarımda çalışan bireylerin bir bölümünün yeniden tarımsal faaliyetlerle
uğraşmaya başlamasından kaynaklandığı düşünülmektedir.
Şekil 5: İşsizlik oranları
2009 yılında işsizlik oranının %14,8, 2010 yılında ise %14,6 olarak gerçekleşmesi beklenmektedir
(ASO,2009:12).
Dış Borçlar: Dış borç stoku 2002 yılından itibaren sürekli artış eğiliminde olmakla birlikte küresel
krizin etkisiyle, 2009 yılında az da olsa bir gerileme göstermiştir.
Şekil 6. Dış Borç Stoku
401
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
2001 krizinden sonra bankacılık kesiminin bilançoları daha yakından denetlenmekte ve
borçlanmaları yakından takip edilmektedir. Oysa finansal olmayan kuruluşların ve şirketlerin dış
borçlanması üzerinde herhangi bir denetim mekanizması mevcut değildir. Şirketler döviz kurunun
düşüklüğünü fırsat bilerek aşırı risk almaya heveslenmekte ve bunun sonucunda da dış borçlarını
hızla arttırmaktadır. Şekil 6’dan da görüldüğü gibi özel sektör içerisinde finansal olmayan
kuruluşların ve şirketlerin borçlanması hızla artmış ancak 2008’deki 126,7 milyar dolardan krizin
etkisiyle üçüncü çeyrek itibariyle 117 milyar dolara düşmüştür. Şirket dış borç stokundaki bu
denetimsiz artışlar ulusal ekonominin kırılganlığını arttırıcı tehlikeli ögeleri de beraberinde
taşımaktadır. Hem ticari bankaların hem de şirketlerin önemli miktarda dış borçlarının olması
nedeniyle bu borçların vadesi gelenlerini ödemeye yetecek kadar yeni dış borç bulmakta
zorlanmaları söz konusudur, dolayısıyla
bir kısmını kendi kaynaklarıyla ödemektedirler. Bu da
bilançolarını küçültücü, hem üretimi hem de istihdamı azaltıcı yönde bir etki yapmaktadır. Aşırı dış
borç içine sürüklenmiş bulunan şirketlerin reel sektör krizini derinleştirmesi kaçınılmazdır.
Yurtiçi Krediler: 2008 yılının dördüncü çeyreğinden 2009 yılının dördüncü çeyreğine kadar olan
süreçte bankaların yurtiçi kredilerinde, özellikle KOBİ kredilerindeki gerilemenin
Şekil 7. Bankacılık Sektörü Yurtiçi Kredi Hacmi (Bin TL)
(Mevduat ve Kalkınma Yatırım Bankaları)
etkisiyle daralma gerçekleşmiştir. Bu gelişmede, küresel krizin etkisiyle bankaların daha az riskli
yatırımlara yönelmesi, kredi standartlarının yükselmesi ve ekonomideki daralma nedeniyle kredi
402
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
talebinin daralması etkili olmuştur. Bankaların kredi hacmindeki en düşük artış 2009 yılının ikinci
çeyreği ve üçüncü çeyreğinde yaşanmıştır. İkinci çeyrekte kredi hacmi bir önceki yılın aynı
dönemine göre %4,5, üçüncü çeyrekte ise ancak %1 oranında artmıştır. 2009 yılının dördüncü
çeyreğinde yurtiçi kredi hacminde %10,3, 2010 (12 Şubat) yılında ise %15,4 oranında artış
gerçekleşmiştir.
Sermaye Hareketleri: Türkiye ekonomisindeki küçülmenin de etkisiyle sermaye girişlerinde kayda
değer bir azalma olmuştur. 2008 yılında 35,3 milyar ABD doları olan yabancı sermaye girişi, 2009
yılında 5,5 milyar dolara düşmüştür. Söz konusu azalışta; yabancı yatırımcıların DİBS ve hisse
senedi satışları ve özellikle 2008 yılı son çeyreğinde uluslararası kredi piyasalarındaki daralmayla
birlikte, banka ve banka dışı kesim tarafından kullanılan kredilerde bu sektörlerin net borç ödeyicisi
konumunda bulunması, temel belirleyici olmuştur. Bu gelişmelere ek olarak, gelişmekte olan
ülkelere yönelik doğrudan yatırımların 2009 yılında azalmasıyla doğrudan yatırım girişlerinde de
önemli bir düşüş gerçekleşmiştir. Küresel ekonomik kriz nedeniyle gelişmekte olan ülkelere yönelik
sermaye akımlarındaki
Şekil 8.Sermaye Hareketleri
yavaşlamanın etkisiyle 2008 yılında 15,7 milyar ABD doları olan doğrudan yatırım girişi, 2009 yılında
6,02 milyar dolar düzeyine gerilemiştir. Küresel krizin risk algılamalarını ve beklentileri
kötüleştirmesi, diğer ülkelere olduğu gibi Türkiye’ye yönelik portföy yatırımlarında da çıkışlara
neden olmuştur. 2009 yılında yıllık net portföy yatırımlarında 5 milyar 46 milyon dolar tutarında
çıkış yaşanmıştır.
403
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Sonuç
Kriz öncesi dönemde gelişmekte olan ülkelere devletin ekonomiye müdahale etmemesini ve
özelleştirmeleri teşvik eden politikaları öneren gelişmiş ülkeler, krizden çıkabilmek için ekonomiye
müdahale etmişler, likiditeyi arttırmışlar, genişletici para ve maliye politikaları uygulamışlardır.
Ancak, kriz sonrasında uygulanan bu politikaların neoliberal ekonomi politikalarını ve çok uluslu
şirketlerin egemen olduğu ekonomik yapıyı sarsmış olduğu açıktır. Geçmişte etkili olan, devleti
küçültme, devreden çıkarma önerileri artık savunulmamakta, kapitalizmi yaşatacak yeni bir
yaklaşım gerekliliği kabul görmektedir.
2007 yılında ABD’de ortaya çıkan kriz, 2008 yılının ikinci çeyreğinden itibaren gelişmekte olan
ülkelerde de etkisini göstermeye başlamıştır. Krizin gelişmekte olan ülkeleri ticaret, kredi, finansal
akımlar, finansmanın maliyeti vb. kanallar üzerinden etkileyeceği konusunda iktisatçılar arasında
görüş birliği söz konusudur. Bu görüşün arkasında, son yıllarda Türkiye gibi diğer gelişmekte olan
ülkelerin de büyüme konusunda ihracata dayalı olmaları ve iç tasarruf oranlarının düşük olması
nedeniyle dışarıdan borçlanmaları gerçeği yatmaktadır. Kriz nedeniyle dünyanın en büyük ithalatçısı
konumundaki ABD’nin talebindeki düşüş ticaret kanalı üzerinden bu ülkeleri olumsuz yönde
etkilemektedir. Bu bağlamda Türkiye’nin de ihracatı, özellikle Avrupa ülkeleri üzerinden
etkilenmektedir.
Türkiye’de küresel ekonomi ile ilişkilerin baş aktörleri reel üretim şirketleridir. Bu finans dışı şirketler
aşırı dış borç kullanmışlar ve yoğun kur riski almışlardır. Bankacılık kesimi üzerinde bir denetim
olmasına karşın bu finans dışı kesimin dış borçlanması üzerinde herhangi bir denetim yoktur.
Bunların iflas etmeleri durumunda büyümede düşüş ve işsizlik artışı söz konusu olmaktadır. Bu
nedenle küresel krizden öncelikle reel üretici, finans dışı kesim etkilenmektedir.
Türkiye ekonomisi üzerinde krizin olumsuz etkileri bazı göstergelerde 2009 yılının son iki çeyreğinde
azalmıştır. Örneğin, GSYİH, sanayi, hizmetler, toptan ve perakende ticaret sektöründeki daralmanın
boyutu düşmüştür. Ancak, GSYİH’daki düşme nedeniyle vergi gelirleri azalmıştır. 2009 yılının
üçüncü çeyreğinde toplam nihai yurtiçi talepteki daralmada da gerileme yaşanmıştır. 2009’un son
ayında beklentilerin üzerinde yükselen sanayi üretim endeksi iyi bir işaret olsa da bu artıştaki düşük
baz etkisi göz önüne alınmalıdır. Bir başka deyişle, bu toparlanmada 2008 sonunda yaşanan sert
durgunluğun düzelmesinin de payı olduğu ve son aylarda sanayi üretimi ve kapasite kullanım oranı
arasında görülen farklılaşmanın da ekonomide tam bir iyileşmenin henüz yaşanmadığının habercisi
404
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
olduğu göz önünde bulundurulmalıdır. Reel kesim güven endeksi ve tüketici güven endeksi de söz
konusu dönemde artış göstermiştir. İşsizlik oranında henüz kalıcı bir iyileşme olmadığı
görülmektedir. Dış borçlanmada şirket dış borçlarındaki artışlar kriz nedeniyle düşüş göstermekle
birlikte denetimsiz olmaları ulusal ekonominin kırılganlığını arttırmaktadır. 2009 yılının üçüncü
çeyreğinden itibaren yurtiçi kredilerde artış gözlemlenmektedir. Küresel kriz nedeniyle ticaret ve
finans akımları yoğun biçimde tahrip edildiğinden yeniden geliştirilmeleri zaman alacaktır. Küresel
ekonomide düşük kredi hacmi ve düşük finansal değerler geçerli olacaktır. Bu bağlamda,
gelişmekte olan ülkelerin ve Türkiye’nin kriz sonrası canlanma süreçleri gelişmiş ülkelerin
toparlanmasına bağlı olacaktır.
Türkiye’de krizin aşılabilmesi için istihdamı canlandırıcı, gelirleri arttırıcı önlemler alınmalıdır. Bu
önlemlerle toplam talep de artacaktır. Ancak, hükümet talep artışını sağlayabilmek için üretilen
malların fiyatlarını vergi indirimleri yoluyla düşürme çabası içerisine girmiştir. Çalışanların gelirlerinin
düşüklüğü
nedeniyle
hükümetin
fiyat
düşürme
yoluyla
talebi
arttırma
çabası
amacına
ulaşmamaktadır. Bu nedenle hükümetin yapması gereken, geliri arttırıcı politikalar yoluyla talebi
arttırmak olmalıdır.
405
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Kaynakça
Akgüç, Öztin (2009). “Kriz Nedeni Ve Çıkış yolları”. Muhasebe Ve Finansman Dergisi (42): 6-11.
ASO (2009) http://www.aso.org.tr/kurumsal/media/kaynak/TUR/tamim09/Dosyalar/tamim
1494_ek2. pdf (06.01.2010)
Bağımsız Sosyal Bilimciler (2008). 2008 Kavşağında Türkiye. İstanbul: Yordam Kitap.
Demir, Faruk, Ayşegül Karabıyık, Emine Ermişoğlu ve Ayhan Küçük (2008). ABD Mortgage Krizi.
BDDK, Çalışma Tebliği (Sayı 3, Ağustos) http://www.bddk.org.tr/
WebSitesi/turkce/Raporlar/Calisma_Raporlari/5176ABDMORTGAGE 05082008x.pdf (06.01.2010)
DPT (2005). Bin Yıl Kalkınma Hedefleri Raporu Türkiye 2005.
http://www.un.org.tr/includes/files/Binyıl05.pdf (24.02.2010)
DPT (2009). Ekonomik Gelişmeler (Nisan). http://www.dpt.gov.tr/DPT .portal (20.01.2010)
DPT (2009). Ekonomik Gelişmeler (Aralık). http://www.dpt.gov.tr/DPT .portal (20.01.2010)
Durmuş, Mustafa (2009). Kapitalizmin Krizi. Ankara: Tan Kitabevi Yayınları.
Eğilmez, Mahfi (2008). Küresel Finans Krizi. İstanbul: Remzi Kitabevi.
Gürsoy, Melih (2009). Ekonomik Ve Finansal Krizler. İstanbul: MG Yayınları.
IMF (2009). The Impicatons Of The Global Financial Crisis for Low-Income Countries.
http://www.imf.org/external/pubs/ft/books/2009/globalfin/globalfin.pdf (20.02.2010)
Naude, Wim (2009). The Financial Crisis of 2008 and the Developing Countries. United Nations
University Discussion Paper No. 2009/01. http://www.wider.unu.edu/publications/workingpapers/discussion-papers/2009/en_GB/dp 2009-01/_files/ 80843373967769699/default/dp200901.pdf (15.02.2010)
Özatay, Fatih (2009). Finansal Krizler Ve Türkiye. İstanbul: Doğan Kitap.
Somel, Cem (2009). “İktisadi Buhran Ve Sermaye Birikimi”. Kriz: Nedenler, Sonuçlar Ve Çıkış
Yolları. TES-İŞ (Mart):80-83.
406
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
TCMB (2008) Yıllık Rapor. Ankara.
Tepav (2008). 2007-2008 Küresel Finans Krizi ve Türkiye: Etkiler ve Öneriler.
http://www.tepav.org.tr/tur/admin/dosyabul/upload/2007_08_Kuresel_Finans_Krizi_ve_Turkiye.pdf
(15.02.2010)
Te Velde, Dirk Willem (2008). The Global Financial Crisis and Developing Countries. Overseas
Development Institute Backround Note. http://www.odi.org.uk/resources/download/2462.pdf
(24.02.2010)
Ünal, Ali ve Hüseyin Kaya (2009). Küresel Kriz Ve Türkiye. Ekonomi ve Politika Araştırmaları
Merkezi. http://www.ekopolitik.org/images/cust_files/090317164507.pdf (15.02.2010)
Wyplosz, Charles (2008). “The Subprime Crisis: Observations on the Emerging Debate”. The First
Global Financial Crisis of the 21st Century. VoxEU.org Publication.
Yükseler, Zafer (2009). Türkiye’de Kriz Dönemlerinde Ekonomik Gelişmeler Ve Ödemeler Dengesi
Uyumu. TCMB. http://www.tcmb.gov.tr/yeni/iletisimgm/Krizler_Yukseler.pdf (02.01.2010)
http://www.tuik.gov.tr (28.02.2010)
http://www.tcmb.gov.tr (28.02.2010)
407
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
408
Bişkek 2010
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
FİNANSAL KRİZLERİN ÖNCÜ GÖSTERGELERİ VE ÜLKE EKONOMİLERİNİ ETKİLEME
KANALLARI: TÜRKİYE ÖRNEĞİ
Yrd. Doç. Dr. Fatih YÜCEL*
Doç. Dr. Hüseyin KALYONCU**
Özet
Küreselleşen dünyada geçilen yüz yıl içinde çıkış noktaları ve sonuçları birbirinden farklı
çeşitli krizler yaşanmıştır. Bir ülkede ortaya çıkan krizin diğer ülkelere sirayet etmesi mali ve ticari
küreselleşmenin bir sonucu olarak düşünülebilir. Kriz, küreselleşme denizinde yüzen ülke
ekonomilerinin farklı şiddetlerde mali fırtınalara yakalanmasıdır. Bu noktada yanıt aranması gereken
soru “kriz geliyorum der mi?”. Çalışmamızda bu soruya yanıt aranacaktır. Literatürde, krizlerin
önceden bilinebileceğine yönelik çeşitli “öncü göstergeler”in varlığı tartışılmaktadır. Bu çerçevede,
Türkiye ekonomisine krizlerin hangi kanallardan yansıdığı çeşitli öncü göstergelerle ışığında
araştırılacaktır.
Anahtar Kelimeler: küresel krizler, öncü göstergeler, Türkiye
LEADING INDICATORS OF FINANCIAL CRISIS AND AFFECTING CHANNELS OF
COUNTRIES ECONOMIES: THE CASE OF TURKEY
Abstract
In a globalizing world, several crises with different causes and consequences have been
experienced in the last century. It can be considered that financial crisis arising in a country spread
to other countries as a result of financial and commercial globalization. Crisis is a situation where
countries’ economies floating in the sea of globalization are caught to financial storms at different
severity levels. The question to be answered at this point is “Does crisis give a signal before it
comes?”. In this paper, we will investigate the answer of this question. In the related literature, the
existence of various “leading indicators” is discussed. In this context we will investigate the
channels through which crisis spread to the Turkish economy in the light of leading indicators.
Keywords: Global crisis, leading indicators, Turkey
*
Niğde Üniversitesi İİBF, İktisat Bölümü, [email protected]
Melikşah Üniversitesi İİBF, Uluslararası Ticaret ve İşletmecilik Bölümü, [email protected]
**
409
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
GİRİŞ
19.yy başlarından günümüze kadar etki dereceleri birbirinden farklı birçok kriz yaşanmıştır.
19.yy’da ortaya çıkan ve dünya ekonomisini etkileyen 1825, 1836-39, 1847, 1857, 1866, 1873,
1882-84, 1890-93 krizlerinin oluşum sebepleri daha çok savaş, mali spekülasyon ve kıtlıklardır. 20.
ve 21.yy’larda ortaya çıkan krizler ise kapitalist ülkelere özgü nitelikler taşımaktadır (Dura,agis*
2009). 20. ve 21.yy. krizleri ise 1900, 1907, 1913, 1920 krizleri, I. Dünya Savaşı ardından yaşanan
1929 Büyük Bunalımı, II. Dünya Savaşı’yla beraber kendi gösteren ekonomik darboğazlar ve
ardından 1973 Enerji Şokları, 1990’lerden sonra da küreselleşmenin hız ve boyut değiştirmesine
bağlı olarak sık aralıklarla dünyanın farklı bölgelerinde krizler yaşanmıştır. Bunlar, Avrupa Para
Sistemi’ne bağlı 1992-1993 Avrupa, 1994 Meksika “tekila”, 1997-1998 Asya, 1998 Rusya, 1999
Brezilya, 2000-2001 Türkiye, 2001 Arjantin ve nihayetinde tüm dünyayı etkileyen 2008 Amerika
“mortgage” krizidir.
Kriz kavramı iktisat literatüründe, çöküntü, bunalım, durgunluk, güç dönem ya da buhran
gibi terimlere karşılık gelmekte olan ve genel bir ifadeyle ülke ekonomisini önemli derecede
sarsacak ani ve beklenmedik bir durumda ortaya çıkan genel olayların bir sonucu oluşan Ekonomik
Kriz olarak tanımlanmaktadır. Ekonomik kriz kavramı da oluşum biçimine göre iki ayrı noktada ele
alınabilir; birincisi Reel Sektör Krizleridir. Bu krizler mal ve hizmet piyasalarında enflasyon krizleri ve
durgunluk krizleri olarak, işgücü piyasalarında ise işsizlik krizleri olarak ortaya çıkmaktadır. İkincisi
ise daha spesifik olarak para piyasalarındaki sorunlara bağlı olarak ortaya çıkan Finansal Krizlerdir.
Literatürde finansal krizin tanımlanmasına yönelik birçok açıklama yapılmıştır. Bunlardan
bazıları şu şekilde özetlenebilir; Mishkin (1999) göre, “Finansal kriz, verimli yatırım olanaklarına
sahip finansal piyasaların ahlaki tehlike ve ters seçim problemlerinin gittikçe kötüleşmesi
nedenleriyle, fonları etkili biçimde kanalize edememesi sonucu ortaya çıkan doğrusal olmayan
bozulmadır.” Bir başka tanımlamaya göre de, “genel olarak herhangi bir mal, hizmet, üretim faktörü
veya finans piyasasındaki fiyat ve/veya miktarlarda kabul edilebilir bir değişme sınırının ötesinde
gerçekleşen şiddetli dalgalanmaları ifade etmektedir” (Erdoğan 2006:5). Goldstein ve Turner
finansal krizi kısa vadeli faiz oranları, varlık fiyatları, ödemelerin bozulması ve iflaslar ile mali
kurumların iflası gibi finansal göstergelerin tümünün veya çoğunluğunun ani, keskin ve açık bir
*
agis:adı geçen internet sitesi
410
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
biçimde bozulması olarak, Kindleberger ise finansal krizleri konjonktürün tepe noktasındaki
dönüşün temel bir unsuru ve önceki genişlemenin kaçınılmaz bir sonucu olarak tanımlamaktadır
(Ersoy 2007:8). Yavaş (2007) çalışmasında, “Finansal kriz, bir ülke ekonomisinin makroekonomik
dengelerinde ortaya çıkan, önceden bilinemeyen ve öngörülemeyen bazı gelişmelerin sonucunda,
makro düzeyde ülkenin tümünü, mikro düzeyde firmaları ve bireyleri etkileyen, bulaşıcı ve
yaygınlaşıcı etkisi de bulunan şoklar” olarak tanımlamıştır. Ortaya çıkışları, gelişmeleri ve etikleri
bakımından kimi zaman benzer kimi zaman farklı olsa da krizler, küresel ekonomiler için sosyoekonomik istikrarlarına dönük bir tehdit olduğu kadar krizlerin, başarılı politika uygulamaları ve
doğru yönetim stratejileriyle fırsata dönüşmesi de söz konusudur. Ancak, krizlerin oluşma
olasılıklarının erken uyarı sistemleriyle (EUS) önceden bilinebilmesi, ülkelerin krizleri fırsata
dönüştürebilmeleri açısından önemli bir noktadır.
Bu çalışmada, krizlerin oluşum öncesinde erken uyarı sistemi çerçevesinde bazı öncü
göstergeler yardımıyla tahmin edilip edilemeyeceği araştırılacaktır. Bu araştırma için çalışmanın
sistematiği şu şekilde kurgulanmıştır; birinci bölümde finansal kriz modelleri hakkında bilgiler, ikinci
bölümde kriz erken uyarı sistemi içinde öncü göstergeler yaklaşımı incelenmiş ve gösterge seçimleri
konusunda bilgiler verilecektir. Üçüncü bölümde ise seçilen öncü göstergeler yardımıyla Türkiye
Ekonomisi’nin 1994 ve 2001 krizlerindeki durumu incelenecektir. Her bölüm içinde ilgili konuya
yönelik de literatür taramasına metin içinde yer verilecektir.
1. EKONOMİK KRİZ TÜRLERİ
Finansal kriz türleri, ikiz krizler altında para krizleri, bankacılık krizleri ile sistematik finansal
krizler, döviz krizleri, dış borç krizleri ve cari işlem krizleri olarak ayrıştırılabilir. Finansal krizlerin
çeşitleri ve birbirlerini etkileme kanalları Şekil.1.1 yardımıyla gösterilmektedir.
411
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Şekil.1.1 Finansal Kriz Çeşitleri
Burada belirtilmesi gereken nokta ikiz kriz kavramı, para ve bankacılık krizlerinin kısa
dönemde birbirlerini etkilemesiyle (bankacılık krizlerinin para krizlerine yol açması ya da para
krizlerinin bankacılık krizlerine yol açması) bir arada gerçekleştiği durumu yansıtmaktadır (Erdoğan
2006:19). Şili 1982, Finlandiya ve İsveç 1992 ve Asya krizleri ikiz krizlere verilebilecek en önemli
örnekleridir.
Bankacılık krizleri genel olarak şu şekilde tanımlanabilir; geri dönmeyen krediler nedeniyle
banka bilançolarının bozulması, ticari kredi vadelerindeki daralma ve reel sektör kredi taleplerinde
düşmeler, vadesiz hesaplardan ani para çekimleri, menkul piyasalardaki ani ve sert dalgalanmalar,
finansal sisteme olan güvensizlik ile sermaye erozyonları gibi nedenlerle ortaya çıkan şoklardır.
Para krizleri ise yabancı dolaylı sermayenin ülkeden hızlı ve ani çıkışları gibi spekülatif
ataklar, faiz oranlarındaki aşırı dalgalanmalar gibi nedenlerle uluslararası rezervlerde düşüş ve
ulusal paraya olan güven kaybı ve merkez bankasının döviz kuru üzerindeki kontrolünü
kaybetmesiyle nominal döviz kurunun %10 ila %25 arasındaki değer kaybı (Frankel vd. 1996:2)
sonucu oluşan şoklardır. Bu durumlarda döviz krizleri ve ödemeler dengesi krizleri ortaya
çıkmaktadır.
Sistematik finansal krizler, kredi dağıtımı, ödemeler ve varlık değerlendirmesi gibi finansal
sistemin önemli işlevlerini kesintiye uğratan ve reel ekonomi üzerinde olumsuz etkilere neden olan
bir şoklar olarak tanımlanabilir.
412
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Dış borç krizi, bir ülkenin karsılaştığı dış ödeme sorunları dolayısıyla, kamu veya özel
sektöre ait borçların anapara ve faizlerini ödeyemeyeceğini ilan etmesi durumudur(Yavaş 2007:53).
Reel Sektör Krizleri, işgücü piyasaları ile mal ve hizmet piyasalarındaki istihdam ve üretim
miktarlarındaki
ciddi
daralmalar
olarak
ortaya
çıkar
(Kibritçioğlu,2001).
Mal
ve
hizmet
piyasalarındaki fiyatlar genel düzeyindeki sürekli artışların belli bir düzeyin üstünde seyretmeye
başlamasıyla oluşan enflasyonist baskının meydana getirdiği krizler de enflasyon krizleridir. İşgücü
piyasasındaki işsizlik oranının kabul edilebilir (doğal işsizlik oranı) düzeylerin üstüne çıkması halinde
işsizlik krizleri oluşur. Resesyon krizleri ise fiyatlar genel düzeyindeki artışların yeni mal ve hizmet
üretme noktasında yatırımları uyarmaması sonucu oluşan büyüme daralmalarına bağlı krizlerdir.
2. FİNANSAL KRİZ MODELLERİ
Finansal krizler her ne kadar birbirleriyle birçok noktada birleşseler dahi oluşum-gelişimsonuç süreçleri açısından birbirlerinin aynısı değillerdir. Ancak, krizleri bazı temel noktalarına vurgu
yapan modeller 4 grup altında literatürde yer almıştır.
2.1. Birinci Nesil Modeller (Kanonik Modeller)
Krugman (1979)’da döviz krizlerini açıklamaya yönelik ilk sistematik çalışmayı içeren ve
Flood vd. (1984) tarafından geliştirilen ve Kanonik modeller olarak da adlandırılan birinci nesil
modeller, krizi ateşleyen temel makroekonomik faktörlerin önemini vurgulamakta ve para krizlerini,
makroekonomik politikaların yapısal uyumsuzluğu, yani sürdürülemez oluşuna bağlamaktadır.
Finansal krizlerin ekonomi politikalarındaki, bütçe açıklarının para basılarak finanse edilmesi gibi
temel dengesizlikler ve döviz kurunu sabit tutma arasındaki tutarsızlıktan kaynaklandığı ifade
edilmiştir. Mali açıkların büyük ölçekli parasal finansmana dayandığı, bunun da bir rezerv erozyonu
ortaya çıkaracağı ve sonunda bir para çöküşü ile sonuçlanacağına vurgu yapılan bu modellerde,
makroekonomik verilerin kötüleşmesi krizlerin temel nedeni olarak gösterilmektedir. Spekülasyon
döviz rezervlerinde önemli azalmalara yol açar, bu da daha sonra merkez bankasını sabit tutulan
pariteyi korumaktan vazgeçmeye zorlar (Delice:64-65). Bu modeller, döviz krizlerini, izlenen döviz
kuru politikasıyla tutarsız makroekonomik politikaların bir sonucu olarak da açıklamaktadır
(Doğanlar 2006:377).
413
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
2.2. İkinci Nesil Spekülatif Atak Modelleri (Kendini Doğrulayan/Besleyen
Modeller)
İkinci Nesil Spekülatif Atak ya da Kendini Doğrulayan/Besleyen Modeller olarak anılan
modeller, 1992-93 Avrupa Para Sistemi ve 1994 Meksika krizlerinin, birinci nesil modellerce
açıklanamaması
sonucu
Obsfeld
(1986;1994)
tarafından
geliştirilmiştir.
Bu
modellerde
makroekonomik politika problemlerine vurgu yapılmaktadır. İkinci nesil kriz modellerinin, üç temel
bileşeni vardır; Birincisi, hükümetin sabit kur rejiminden vazgeçmesinin bir nedeni olmalıdır. İkincisi,
hükümetin sabit kur rejimini savunmasının bir nedeni olmalıdır. Üçüncüsü ise, krize yol açan
dairesel mantığın meydana gelebilmesi, sabit kur rejiminin koruma maliyetinin, bundan elde
edilecek faydaları astığına olan inancın yaygınlaşmasına bağlıdır (Krugman 1997:4–5). Buradaki
temel nokta, hükümetin sabit kuru korumanın faydasıyla maliyetini karsılaştırarak bir karar
vermeleridir (Obstfeld 1996:1038).
2.3. Üçüncü Nesil Modeller(Yayılma/Bulaşma Etkisi Modeli)
1994/95 Meksika ve 1997 Asya krizlerinin daha önceki kriz modelleri ile açıklamanın
mümkün olamaması nedeniyle Krugman(1997) ile başlayan Üçüncü Nesil Modeller ya da
Yayılma/Bulaşma Etkisi Modeli geliştirilmiştir. Bu modellerde bir ülkenin finans piyasasında
meydana gelen istikrarsızlıkların veya krizin bir başka yerde makroekonomik temellerle
açıklanamayan bir krize neden olabilmesi durumu irdelenmiştir (Masson 1998:2). Bu noktada krizi
yaratan temel faktör olarak, hükümetlerin ahlaki tehlikeye yol açan politikaları dikkate alınmıştır
(Mishkin 1999). Birinci nesil modellerine dayalı olan bu modellerde farklı ülkelerde eşanlı olarak
ortaya çıkan krizler açıklanırken, ülkelerin kendi içlerinde benzer kırılganlıklar taşıdıkları (örneğin
Asya’da sabit döviz kuru sistemleri ve dolar cinsinden aşırı dış borçlar gibi) ve bu yüzden ortak
şoklarla sarsıldıkları öne sürülmektedir. Diğer taraftan bireylerin rasyonel olmayan davranışları veya
parasal fon yöneticilerinin karşılaştıkları asimetrik güdüler nedeniyle yatırımcılarda oluşan rasyonel
olmayan beklentilerin de krizlerin yayılmasını etkilediği kabul edilir (Delice:65). Üçüncü nesil kriz
modelleri, finansal piyasalardaki eksiklikleri temel etken olarak görür. Bu modeller, tipik olarak iki
bozulmadan birine dayanır; ya devlet garantisinin varlığı seklindeki “kötü politikalar”, ya da
asimetrik bilgi veya sözleşmelerin yerine getirilmesindeki aksaklıklardır (Yavaş 2007:28).
Yayılma/Bulaşma etkisi bu modellerin içeriğini ise oluşturmaktadır. Krizlerin yayılması konusunda
çok çeşitli açıklamalar bulunmaktadır. Fratzscher (2000) Krizlerin bulaşıcılığını üç durum için
414
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
incelemektedir (Erdoğan 2006:42): Çokuluslu büyük finansal kurumların sınırötesi bağlantıları ile
ülkelerarası borç verme kısıtlarından kaynaklanan finansal bağlantılar. Ülkelerin karşılıklı ticari
bağları veya üçüncü piyasalardaki rekabetçi tutumlarından kaynaklanan reel bağımlılık. Sonuncusu
da küreselleşen piyasalar nedeniyle yatırımcıların ortak yatırım yapma güdülerinin artması sonucu
oluşan
egzojen
değişim
ile
yatırımcıların,
borçlu
ülkelerin
kredi
yeterliliğinin
yeniden
değerlendirilmesi sonucu bunların kredi değerliliğini düşürüp krizin yayılmasına yol açan uyanma
ikazıdır.
2.4. Dışsal faktörlere vurgu yapan modeller
Dışsal faktörlere vurgu yapan modellerde ise, özellikle gelişmekte olan ülkelerde yaşanan
krizlerde dışsal faktörlerin belirleyiciliği hareket noktası olmaktadır. Bu çerçevede sanayileşmiş
ülkelerdeki dış ticaret hadlerinde, döviz kurlarında ve faiz oranlarındaki büyük ölçekli önemli
değişmelerin sonucu olarak ekonomik gelişmeler, yatırımların küreselleşmesi ve sermaye
piyasalarının artan entegrasyonu gibi faktörlerin, gelişmekte olan ülkelerde krizleri harekete
geçirdiği kabul edilmektedir. Örneğin sanayileşmiş ülkelerin faiz oranlarındaki düşüşler, sermaye
akımlarını gelişmekte olan ekonomilere yönlendirirken, faiz oranlarında meydana gelen ani artışlar,
bu ekonomilerdeki bankaların ve firmaların maliyetlerin yükselterek, dış finansman akımlarını
sınırlayabilmektedir. Bununla birlikte, yapılan bazı çalışmalar, finansal piyasalar arasındaki artan
entegrasyonun uzun vadede makroekonomik göstergelerdeki aşırı dalgalanmaları azalttığını ortaya
koymaktadır (Delice:65).
3. FİNANSAL KRİZ ERKEN UYARI SİSTEMİ: ÖNCÜ GÖSTERGELER YAKLAŞIMI
Farklı türdeki ve farklı coğrafyalardaki krizlerin açıklanması ve tahmin edilmesi için
geliştirilen modellerde kullanılan açıklayıcı değişkenler oldukça geniş bir yelpaze içerisinde
değerlendirilebilir. İkinci kısım altında değinilen finansal kriz modellerinde kullanılmış olan
göstergeleri Kaminsky (2003) şu şekilde sınıflandırmıştır: Birinci nesil krizlerde kamu kesimi
açıklarının GSYİH’ya oranı ve aşırı reel parasal genişleme kriz göstergesi sayılırken, ikinci nesil
krizlerde ihracat, ithalat, reel efektif kur, dış ticaret haddi ve yurt içi reel faiz oranı kriz göstergesi
kabul edilmektedir. Üçüncü nesil krizlerde ise yurt içi kredi hacminin GSYİH’ya, M2’nin Rezervlere
oranı, M2, mevduatlar, hisse senedi fiyatları kriz göstergeleri olarak dikkate alınmıştır.
Yukarıda verilen bilgiler ışığında, literatürde öncü göstergeler, döviz kuru ve ödemeler
dengesi göstergeleri, parasal ve finansal göstergeler ve reel sektör olmak üzere üç ana başlık
altında toplanmış ve bunlar Tablo 1.1.’de özetlenmiştir (Uygur 2001:18; Kaminsky vd. 1998:9-10;
415
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Kaminsky vd. 1998:445; Doğanlar 2006:381; Doğan 2006:199-201; Kar vd. 2006:433; Alagöz vd.
2006:349; Atik 2006: 341; Gerni vd. 2006:302; Işık vd. 2006:249).
Tablo.1.1. Öncü Göstergeler
Döviz Kuru ve Ödemeler
Dengesi Göstergeleri
a.Reel Döviz Kuru
c.İthalatın Büyümesi
Parasal ve Finansal
Göstergeler
a.(Kısa Vadeli Dış
Borç.)/(Rezervler)
b.Merkez Bankası Döviz
Rezervlerinin Büyümesi
c.(M2Y/Rezervler)’in Büyümesi
d.Cari İşlemler Dengesi
d.Reel Mevduat Faizleri
a.İmalat Sanayi Üretim
Endeksinin Büyümesi
b. Reel Sektöre Yönelik Banka
Kredileri
c.İmalat Sanayi Haftalık ya da
Aylık Çalışma Saati
d.İşsizlik Oranı
e.Kısa Vadeli Sermaye
Hareketleri
f.(Cari Açık)/(GSYİH)
e.Toplam Mevduatların
Büyümesi
f.Borsa Endeksinin Büyümesi
e. Reel Sektör Sabit Sermaye
Yatırımları
f. Yatırımlar/ GSYİH
g. İhracatın İthalatı Karşılama
Oranı: (İhracat/İthalat)
h.Net Hata Değişim Oranı
g.M2/M2Y
g.Kapasite Kullanım Oranı
h.Toplam Yurtiçi Kredilerin
Büyümesi
ı.Reel Ankes (M1) Fazlası
h.Stoklardaki Değişme
b.İhracatın Büyümesi
ı. (İhracat/ GSYİH)
j. (İthalat/ GSYİH)
Reel Sektör Göstergeleri
j.Paranın Reel Değer
Artışı(Doğan,2006:199)
k.Hisse Senedi Fiyatları
l.Enflasyon Oranı
3.1. Öncü Göstergeler ve Temel Bileşenler Yöntemiyle Türkiye Ekonomisi
Çalışmanın bu bölümünde Türkiye Ekonomisinin 1988-2009 arası verileri kullanılarak öncü
göstergeler çerçevesinde grafiksel analizi sunulacaktır. Ayrıca üç grup altında toplanmış olan öncü
göstergelerin her bir grubu Temel Bileşenler Analizi yardımıyla birleştirilecek ve elde edilen birleşik
serilerin birer yorumu yapılacaktır. Burada kullanılan veriler IFS(International Financial Statisticsonline) ve TCMB’ndan elde edilmiştir. Bazı serilerdeki hesaplamalar ise yazarlar tarafından
hesaplanmıştır. İlgili tasnif EK1’de sunulmuştur.
3.1.1. Türkiye Ekonomisi 1994-2001 Krizleri ve Öncü Göstergeler
Birinci, ikinci ve üçüncü nesil kriz modelleri Türkiye açısından dikkate alındığında birleştikleri
nokta, cari açık sorunun ekonominin krize sürüklendiğinin en keskin işaretlerinden biri olarak
algılanması gerektiğidir. Cari açığın sürdürülebilir olması üretim artış hızına, yatırımların karlılığı ve
416
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
etkinliğine, kamu ve özel kesim tasarruflarına, enflasyon oranına, dışa açıklık ve kurun reel değer
artış bağlıdır (Orhan 2006:155). Cari işlemler hesabının önemli olduğu bir noktada, döviz kurunun
oluşumu üzerindedir. Şayet döviz fiyatları oluşumunda bir dengesizlik varsa ekonomik istikrarında
varlığı ve sürdürülmesinin zor olduğu söylenebilir. İşte burada cari açığın döviz fiyatlarının
belirlenmesinde etkin olduğu ifade edilebilir. Sermaye akımlarının serbest olduğu bir ekonomide dış
borç ve iç borç ayrımı yapmak güçtür. Çünkü özel kesim borçlanmalarının ya da hazine bonolarının
TL cinsinden veya döviz cinsinden olması dahi iç ve dış borç ayrımını yapmakta yetkin bir durum
değildir. Özetle, dış borç bir nevi cari açık anlamında gelmiş olmaktadır. Cari açık söz konusuysa,
dış borç artıyor demektir. Cari açık, GSYİH’nın %2’si dolayında sürekli açık veriyorsa ülke ekonomisi
bir kriz girdabına girmiş demektir (Cansen 2010). Bu oranın %4-5 üzerinde olan ülkelerde ise cari
açığın sürdürülemez düzeylere ulaşması ve kriz öncesinde hızlı sermaye kaçışlarının başlaması
krizleri başlatan unsurlardan birisidir (Alagöz vd. 2006:372). Cari işlem fazlası vermek de bir başka
sorundur. Ancak, bir kriz etkisi açısında cari işlem fazlası, cari açık durumuna göre daha az
tehlikelidir. Grafik.4’e bakıldığında 1994 ve 2001 krizleri öncesinde ciddi düşüşler sergilemiş ve
2004’den sonra rekor düşüşler ortaya çıkmıştır. Grafik.6’da ise cari açığın GSYİH’ya oranı verilmiştir.
Burada oranın 1990’da %2 bandında iken 1994 öncesi ve 2001 öncesinde %3-4 arasında seyrettiği
görülmüştür. 2006-2007’de ise %6 bandına gelmiştir. Bu durumun Türkiye ekonomisinin ciddi bir
cari açık krizine doğru sürüklendiğini göstermektedir.
11 Ağustos 1989 tarihinden itibaren başlayan finansal serbestleşme sonucunda kısa vadeli
sermaye hareketlerinde Grafik.4’de de görüldüğü üzere 1991’den itibaren bir artma yaşanmıştır.
Ancak, 1993 yılından sonra düşüşe geçtiği görülmektedir. 1994 krizi ardından Grafik.1’deki
kurlardaki değerlenmeyle beraber 1995’den itibaren artan sermaye girişinde 1998’de dramatik
olarak ani bir düşüş yaşanmıştır. 1999’da tekrar artan girişler 2001 krizinin bir diğer habercisi olarak
2000’den sonra yeniden sert biçimde düşmüştür. 2002’den itibaren kurlardaki değerlenmeyle
beraber tekrar artan kısa vadeli sermaye girişi 2008 ABD finans krizine bağlı olarak daha sert
biçimde düşmüştür.
Grafik.2’de 1994 ve 2001 ardından kurlardaki yeni pozisyonların ihracat üzerinde olumlu
gelişmeler yaptığını göstermektedir. 1999 yaşanan ihracat ve ithalat düşüşünde 17 Ağustos 1999
büyük depreminin etkisi olduğu söylenebilir. Çünkü Türk Sanayisinin kalbi olan doğu Marmara
Bölgesinde deprem sonrası üretim imkanlarında ciddi kayıplar yaşanmıştır. Grafik.3’de ithalatın reel
kurun değerlendiği kriz dönemlerinde ciddi düşüşler seyretmesi ithal ürünlerin fiyatlarındaki artışla
ilişkilendirilebilir.
417
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Kısa vadeli dış borçların Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası (TCMB) brüt döviz
rezervlerine oranı Grafik.11’de verilmiştir. Oran hem 1994 hem de 2001 kriz dönemleri öncesindeki
keskin artışları krizlerin kaçınılmaz olduğunu bize göstermektedir. Bu sonuçlar Doğanlar (2006)
Türkiye Ekonomisi için 1994 krizi ile Kaminsky ve Reinhart (1998) Latin Amerika ve Asya ülkeleri
için yaptıkları çalışmalarında elde ettikleri sonuçlarla benzerlik göstermektedir.
TCMB’nın döviz rezervlerindeki büyüme Grafik.12’de sunulmuştur. Yatırımcıların dövize
yönelmesiyle beraber TCMB’nın piyasalara müdahalede bulunması sonunda kriz öncesi dönemlerde
rezervlerin hızla eridiği görülmektedir. Bu durumda rezerv erimelerinin krizlerin ön habercisi
olabileceği her iki kriz ortamında kendini göstermiştir. Elbette rezerv erimesi sadece yatırımcı
kararlarının etkilerini bertaraf etmek için yapılan müdahale sonucu olmamıştır. Beraberinde krizlerin
diğer habercileri olan durgunlaşan ihracat karşısında artan ithalat ve bunlara bağlı olarak ihracatın
ithalatı karşılama oranındaki düşme, cari açığın varlığı gibi nedenler rezerv erimelerinin en etkin
diğer nedenleridir. Grafik.13’de ise M2Y/Rezervler oranı verilmiştir. Bu oran iki kriz döneminde de
artış göstermiştir.
Grafik.14’de reel mevduat faiz oranı seyri gösterilmiştir. 1993 yılında izlenen gevşek para
politikası nedeniyle düşük olan faizler nedeniyle ekonomideki fazla likidite dövize yönelmiştir
(Doğanlar 2006:392). 1989-1996 arası seyirle 1997-2004 arası seyir neredeyse örtüşmektedir. Bu
durum reel mevduat faiz oranı seyrinin iki krizinde haberci olma olasılığını ortaya koymaktadır.
Grafik.16’da verilen M2/M2Y oranı ekonomideki döviz ikamesi sürecini açıklamak için
kullanılmaktadır. Bu oran 1994 ve 2001 öncesinde bariz düşüşler göstermiştir. Bu durumu TL’den
dövize kaçış olarak değerlendirmek gerekir. Bu durumunda cari açık üzerine artırıcı etki yapacağı
gözden kaçırılmamalıdır.
Toplam mevduatların büyümesi (Grafik.15) incelendiğinde 1994 kriziyle oluşan devalüasyon
sonucu mevduatlarda kayda değer bir artış yaşanmıştır. Ancak ulusal paraya olan güvensizlik
sonucu mevduatlarda erime artarak devam etmiştir. 1994 krizi öncesi yurtiçi kredilerde (Grafik.17)
iki düşme yaşanmasına rağmen trend yükselme eğiliminde olduğu görülmektedir. Ancak 1997’den
sonra yaşanan sert düşüşler ekonomide bir parasal daralmanın varlığına işaret etmektedir. Bu
daralma 2001 krizinin bir nevi habercisi niteliğine bürünmüştür.
Türkiye’de yaşanan 1994 ve 2001 krizleri doğrudan mali sektörü etkilemiş olmasına
rağmen, 2008 küresel krizi reel sektörü etkilemiştir ve etkilemeye devam etmektedir. Türkiye’de
uygulanan politikaların bir sonucu olarak 2008 yılı basından itibaren iç pazar daralmaya başlamış,
418
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Kasım 2008’den sonra ise küresel krizin olumsuz etkileri yaşanmaya başlanmıştır. Bu süreçte özel
kesimin ekonomik ve mali durumlarında önemli değişmeler meydana gelmiş ve beklentiler de
bozulmuştur (Uzay 2009).
Grafik.19’da imalat sanayi üretim endeksinin büyüme seyri verilmiştir. 1990’dan 1994’de
kadar bir düşüş söz konudur. Benzer durum birazda 17 Ağustos 1999 depremiyle de ilişki dikkate
alındığında 2001 kriz öncesi yaşanmıştır. Benzer durum Grafik.23’de kapasite kullanım oranları
seyrinde de görülmektedir. Ancak her iki seri için bir başka etkileyici unsur olarak 1997 Asya ve
1998 Rusya krizlerinin de etkilerinin varlığı gözden kaçırılmamalıdır. 2001 krizi sonrası istikrar
yakalayan kapasite kullanım oranı 2007’den sonra önceki iki krize göre daha sert düşüş
göstermiştir.
2009’da
toparlanma
eğilimine
girmesine
karşın
önceki
düzeylerine
halen
ulaşamamıştır. Reel sektöre yönelik banka kredilerinde de her iki kriz döneminde bir düşme
yaşanmış ve krizler sonrasında da artışlar göstermiştir.
Reel sektör krizlerinden işsizlik krizine girilebileceği yönde bir öncü göstergede Grafik.21’de
verilen işsizlik oranıdır. İşsizlik oranındaki artış Gümrük Birliği Anlaşması’nın imzalanıp (1995)
yürürlüğe girdiği 1996 yılından sonra geçmiş yıllara kıyasla oldukça yüksek artış trendine girdiği
görülmektedir. Ayrıca son dönem uygulanan özelleştirme programlarının ve azalan özel kesim
yatırımlarının da bu etkide rol oynadığı söylenebilir. Bu durumun devam etmesi halinde önümüzdeki
yıllarda krize yol açabileceği trend seyrinden tahmin edilebilir. Yatırımların GSYİH’ya oranın da yıllar
boyunca azalan trendin varlığı görülmektedir.
Stoklarla ilgili değişmeler (Grafik.24) incelendiğinde 1990’da 23.75 ve 1991’de 56.76 iken
1992’de -41,24 olan stok büyümesi 1994 krizi sonrası -123,26’ya düşmüştür. 1999’da -45,56 olan
stok büyümesi 2000’de 10,21’ye çıkarken 2001 krizinde -45,53 olarak gerçekleşmiştir. Buda
göstermektedir ki kriz öncesi dönemlerde harcamaların ertelendiği ve stokların arttığı kriz
dönemlerinde ise harcamaların artmasıyla stoklarda oransal olarak önemli azalmaların yaşandığı
görülmektedir. 2001 kriz dönemi sonrası uygulanan istikrar programının etkisiyle stoklarda
hareketlilik gözlenmiştir.
3.1.2. Temel Bileşenler Yöntemi: Birleşik Seriler
Temel Bileşenler Yöntemiyle, Tablo.1.1’de verilen üç grup öncü göstergenin her birinin
altında bulunan ve Türk Ekonomisi için kullanılmış olanlar (grafikleri sunulan) seriler birleştirilerek
döviz kuru ve ödemeler dengesi (DKÖDG) için, parasal ve finansal göstergeler için ve reel sektör
göstergeleri için üç ayrı seri elde edilmiş ve bunlar Grafik.25-26-27 ve 28’de gösterilmiştir.
419
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Grafik.25’de birleşik DKÖDG serisi 1992’ye kadar artan bir trende sahipken 93 sonrası
düşüşe geçmiş olması 1994 krizinin öncüsü niteliğine sahip olduğu ifade edilebilir. 1994 krizi sonrası
döviz ve diğer alt bileşenler etkisiyle artış göstermiş ve Asya ile Rusya krizlerinin etkisiyle tekrar
düşmüştür. 2000’den sonra düşüşe geçmiş olması 2001 krizinin öncüsü niteliğine de sahip
olduğunu gösterdiği söylenebilir.
Grafik.26’de birleşik parasal ve finansal göstergeler serisi 1989 finansal serbestleşme
etkisiyle artış gösterirken 1992’den sonra yatay seyre geçmiştir. Asya ve Rusya krizlerinin de
etkisiyle düşüşe geçen seri 2001 krizi öncesi çok sert iniş yaşamış ve tekrara toparlanamamıştır.
Negatif pozisyona binen eğri gelecek bir finasal krizin öncü göstergesi olarak kabul edilebilir niteliğe
bürünmüştür.
Grafik.26’de birleşik reel sektör göstergeleri serisinde iki kriz döneminde de bir yükselme
içine girmiştir. Kriz sonrası uygulanan politikalara bağlı olarak düşüşler yaşamıştır. 2006 sonrasında
ise önemli bir artış seyrine geçmiştir.
Grafik.28’de birleştirilmiş serilerin ortak gösterimine bakıldığında reel sektör ve parasal ve
finansal kesim arasındaki ilişkinin 2001 krizi hemen öncesi koptuğu açıkça görülmektedir. 2000’ne
kadar neredeyse örtüşen bu iki seri bu yıldan sonra farklı trendlere bürünmüşler reel sektör
büyüme trendi görülürken para ve finansal kesimde azalan trend ortaya çıkmıştır. Benzer durum
kur ve ödemeler dengesi ile reel sektör göstergeleri arasında 2001 krizinin ardıl yansıması olarak
2002’de ortaya çıkmıştır.
SONUÇ VE ÖNERİLER
Krizin kaynağı ve içeriğinin neler olduğundan çok ekonomi üzerine bıraktığı etkilerin
derinliği önem kazanmaktadır. Ancak krize karşı ortaya çıkan tepki ve etkilenmelerde ekonomik
birimler arasında derece ve zamanlama açısından farklılıkların da varlığı gözden kaçırılmamalıdır.
Örneğin reel sektöre göre para ve finans kurumlarının olası krize karşı algı ve reaksiyonları daha
süratlidir. Bunun nedeni olarak da para ve finans piyasalarının hem yurt içi hem de yurt dışı dünya
piyasalar ile bütünleşmesini sağlayan elektronik bilgi ağları gösterilebilir. Para ve finans
piyasalarının sahip olduğu esneklik ve kullandıkları araçların çokluğu krizlere karşı önlemler ile kriz
dönemlerinin atlatılmasında bu piyasalara atiklik kazandırmaktadır. İşlevsellik yönünden daha ağır
olan reel sektör ise krize karşı önlemler ve kriz dönemlerindeki etkilenmesi konusunda kısmen
atalet içinde olması krizleri derinden yaşamalarına ve geç atlatmalarına neden olmaktadır.
420
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Krizlere karşı erken uyarı sistemleri çerçevesinde öncü göstergelerin neler olduğunun
belirlenmesiyle kriz olasılığını bertaraf etme veya gerekli önlemleri alma konusunda uygun politika
seçimleri ve uygulamaları ülke ekonomileri için en önemli unsurdur. Bu konularda, Türkiye’nin yakın
dönemlerde yaşadığı 1994 ve 2001 krizleri önemli dersler içermektedir. Özellikle, 2001 krizi sonrası
yapılan istikrar programı ve bunun altında para ve finans piyasalarındaki kurumsal düzenlemeler
günümüzde yaşanan küresel kriz karşısında geçerliliğini kanıtlamıştır. Ülkemizde özellikle 1989’dan
2001’e kadar uygulanan finansal liberalleşme politikaları nedeniyle, TCMB’nın belli sınırlarda kalan
uygulamaları dışında,
finansal piyasalar üzerinde yok denecek kadar azalmıştır. 2001 sonrası
uygulanan politikalar çerçevesinde finansal kesim üzerinde düzenleme ve kontrol görevi üstlenen
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK) ve Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) gibi
kurumların kurulması çok önemli bir politika uygulaması olmuştur.
2008 ABD finans krizinin dünya piyasalarını etkilediği ve hala derinliği konusunda da net
verilerin olmadığı günümüz iktisat çevrelerinde üzerinde durulan en önemli konulardan biri de
Keynesyen politikaların uygulanması tartışmalarıdır. Nitekim piyasaların nefes alabilmesi için ABD
hükümeti ekonomisine kaynak aktarmasıyla ciddi bir müdahale süreci başlatmış ve tartışmalarda
Keynesyen politikaların uygulanması konusunda ilk sinyali vermiştir. Kriz dönemlerinde kamu gücü,
ekonomilerin krizleri atlatmakta sığındıkları bir liman olma özelliğini korumaktadır.
Ayrıca Brezilya’da sıcak para olarak tanımlanan kısa vadeli yabancı sermaye girişlerine
yönelik %2’lik Tobin Vergisi’nin uygulamaya konması krizlere karşı önlemler konusunda kayda
değer bir başka gelişmedir. Çünkü kısa vadeli girişler özellikle sığ finansal piyasaya sahip ülkeler için
ciddi tehditlerdir. Piyasaların dar ve sığ olması spekülasyon etkisini güçlü kılmakta bu da kriz
olasılığını en yüksek seviyeye çıkartmaktadır.
Küresel risklerin getirdiği kriz tehditlerine karşı müdahaleler ve kurallamalar (regülasyon)
ülke ekonomileri için koruma kalkanı olarak önem arz edeceği görülmektedir.
Özetle, kriz olasılıklarına karşı her ne kadar erken uyarı sistemleri önemli bilgiler vermekte
ise bu bilgiler doğru politikalarla yönetilmiyorsa, “ekonomilerin krizlerden korunması”, kavram
olarak yeterli olmayacaktır. Bu noktada, elde edilecek ön bilgilerin iyi değerlendirilmesi ve
oluşturulacak politikaların doğru bir zamanlamayla uygulanması gerekir.
421
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
KAYNAKLAR
ALAGÖZ, Mehmet, IŞIK, Nihat ve DELİCE, Güven (2006), “Finansal Krizler İçin Erken Uyarı
Sinyali Olarak Cari Hesap Göstergeleri”, İçinde: Seyidoğlu, Halil ve Yıldız, Rıfat (2006), Ekonomik
Kriz Öncesi Erken Uyarı Sistemleri, Arıkan Yayınları, Şubat.
ATİK, Hayriye (2006), “Kriz Erken Uyarı Sinyalleri Olarak Dış Ticaret Hareketleri”, İçinde:
Seyidoğlu, Halil ve Yıldız, Rıfat (2006), Ekonomik Kriz Öncesi Erken Uyarı Sistemleri, Arıkan
Yayınları, Şubat.
Cansen, Ege (2010), “Denize Düşen Yılana Sarılır”, Hürriyet Gazetesi, 22 Şubat 2010.
DELİCE, Güven (2003), “Finansal Krizler: Teorik ve Tarihsel Bir Perspektif”, Erciyes
Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Ocak-Haziran 20:57-81.
DOĞAN, Adem (2006), “Asya Krizi: Nedenleri ve Kriz Erken Uyarı Göstergeleri Açısından Bir
Değerlendirme”, İçinde: Seyidoğlu, Halil ve Yıldız, Rıfat (2006), Ekonomik Kriz Öncesi Erken Uyarı
Sistemleri, Arıkan Yayınları, Şubat.
DOĞANLAR, Murat (2006), “Türkiye Ekonomisinde 1994 Krizi İçin Öncü Göstergeler”,
İçinde: Seyidoğlu, Halil ve Yıldız, Rıfat (2006), Ekonomik Kriz Öncesi Erken Uyarı Sistemleri, Arıkan
Yayınları, Şubat.
DURA, Cihan (2009), “Ekonomik Kriz Nedir, Özellikleri Nelerdir, Nasıl Gelişir?”,
www.cihandura.com, (erişim tarihi:24.01.2010).
ERDOĞAN, Bülent (2006), Gelişmekte Olan Ülkelerde Finansal Krizler Ve Finansal Kriz
Modelleri, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, SBE, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi,
Kahramanmaraş.
ERSOY,
Hicabi (2007), Finansal Krizlerin Çözümleme Süreçleri ve Yöntemleri (Türkiye-
Kore-Meksika Deneyimlerinin Karsılaştırmalı Analizi), Marmara Üniversitesi Bankacılık ve Sigortacılık
Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul.
FRANKEL, Jeffrey A. ve ROSE, Andrew K. (1996), “Currency Crashes in Emerging Markets:
an Empirical Treatment”, International Finance Discussion Paper, 534, January.
422
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
FRATZSCHER, M. (2002), “On Currency Crises and Contagion”, European Central Bank
Working Papers, No:139:1-36.
GERNİ, Cevat, EMSEN, Selçuk Ö. ve DEĞER, Kemal M. (2006), “Ekonomik Krizlerde Erken
Uyarı Sinyalleri Olarak Dış Ticaret Göstergeleri: Türkiye Uygulaması”, İçinde: Seyidoğlu, Halil ve
Yıldız, Rıfat (2006), Ekonomik Kriz Öncesi Erken Uyarı Sistemleri, Arıkan Yayınları, Şubat.
GOLDSTEIN, Morris ve TURNER, Philip (1999), Bankacılık Krizleri: Kökenler ve Politika
Seçenekleri, (Çev. Ali İhsan Karacan), İstanbul: Dünya Yayınları, 1999. s. 7-8.
IŞIK, Nihat, ALAGÖZ, Mehmet ve YILDIRIM, Metin (2006), “1990 Sonrası Türkiye’de
Yaşanan Krizler:1994,2000 ve 2001 Krizleri”, İçinde: Seyidoğlu, Halil ve Yıldız, Rıfat (2006),
Ekonomik Kriz Öncesi Erken Uyarı Sistemleri, Arıkan Yayınları, Şubat.
KAMINSKY Graciela L, (2003). ‘’Varieties of Currency Crises’’, NBER Working Paper
N.10193:2‐28.
KAMINSKY, Graciela L. ve REINHART, Carmen M. (1998), “Financial Crises in Asia and Latin
America: Then and Now”, American Economic Review, 88(2):444-448.
KAMINSKY, Graciela L., Saul LIZONDO and Carmen REINHART, (1998), “ Leading
Indicators of Currency Crises”, IMF Staff Papers, N.45(1) March.
KAR, Muhsin ve TABAN, Sami (2006), “Kriz Erken Sinyalleri Olarak Reel Ekonomi
Göstergeleri”, İçinde: Seyidoğlu, Halil ve Yıldız, Rıfat (2006), Ekonomik Kriz Öncesi Erken Uyarı
Sistemleri, Arıkan Yayınları, Şubat.
KİBRİTÇİOĞLU, Aykut (2001), “Türkiye’de Ekonomik Krizler ve Hükümetler”, Yeni Türkiye
Dergisi, Ekonomik Kriz Özel Sayısı Eylül Ekim, 1(41):174-182.
KINDLEBERGER, Charles (1978), Manias, Panics and Crashes. New York: Basic Books,
1978.
MASSON, P. (1998), “Contagion: Monsoonal Effects, Spillovers, and Jumps between
Multiple Equilibria”, IMF Working Paper, No. 98/142, September 1
MISHKIN, Frederic S. (1999), “Lessons From the Asian Crisis”, NBER Working Papers
No:7102, April.
423
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
ORHAN, Sevinç (2006), “Modernizmin İnşası: Pozitivist Finansal Liberalizasyon ve Finansal
Kriz Mekanizmaları” İçinde: Seyidoğlu, Halil ve Yıldız, Rıfat (2006), Ekonomik Kriz Öncesi Erken
Uyarı Sistemleri, Arıkan Yayınları, Şubat.
UYGUR, Ercan (2001), “Krizden Krize Türkiye,2000 Kasım ve 2001 Şubat Krizleri, Türkiye
Ekonomi Kurumu, No:2001/1:18
UZAY, Nıfset (2009), “Finansal Krizin Reel Sektör Üzerindeki Etkileri: Kayseri Örneği”,
EconAnadolu 2009: Anadolu Uluslararası İktisat Kongresi’nde sunulmuş tebliğ, 17-19 Haziran 2009,
Eskişehir, Türkiye.
YAVAŞ, Harun (2007), 1980 Sonrası Gelişmekte Olan Ülkelerde Yaşanan Finansal Krizler,
Finansal Kriz Modelleri ve Çözüm Önerileri,
Kadir Has Üniversitesi SBE, Yayınlanmamış Yüksek
Lisans Tezi, İstanbul.
1. Döviz Kuru ve Ödemeler Dengesi Göstergeleri
Grafik 1: Reel Döviz Kuru
Grafik 2: İhracatın Büyümesi
424
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Grafik 3: İthalatın Büyümesi
Grafik 4: Cari İşlemler Dengesi
Grafik 5: Kısa Vadeli Sermaye Hareketleri
Grafik 6: (Cari Açık)/(GSYİH)
425
Bişkek 2010
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Grafik 7: İhracatın İthalatı Karşılama Oranı
Grafik 8: Net Hata Değişim Oranı
Grafik 9: (İhracat/ GSYİH)
Grafik 10: (İthalat/ GSYİH)
426
Bişkek 2010
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
2. Parasal ve Finansal Göstergeler
Grafik 11: Kısa Vadeli Dış Borçlar/Rezervler
Grafik 12: Merkez Bankası Döviz Rezervlerinin Büyümesi
Grafik 13: (M2Y/Rezervler)’in Büyümesi
Grafik 14: Reel Mevduat Faizleri
427
Bişkek 2010
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Grafik 15: Toplam Mevduatların Büyümesi
Grafik 16: M2/M2Y
Grafik 17: Toplam Yurtiçi Kredilerin Büyümesi
Grafik 18: Enflasyon Oranı
428
Bişkek 2010
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
3. Reel Sektör Göstergeleri
Grafik 19: İmalat Sanayi Üretim Endeksinin Büyümesi
Grafik 20: Reel Sektöre Yönelik Banka Kredileri
Grafik 21: İşsizlik Oranı
Grafik 22: Yatırımlar/ GSYİH
429
Bişkek 2010
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Grafik 23: Kapasite Kullanım Oranı
Grafik 24: Stoklardaki Değişme
Birleştirilmiş Öncü Göstergeler
Grafik 25: Döviz Kuru ve Ödemeler Dengesi Göstergeleri
Grafik 26: Parasal ve Finansal Göstergeleri
430
Bişkek 2010
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Grafik 27: Reel Sektör Göstergeleri
Grafik 28: Birleştirilmiş Öncü Göstergeler
EK1.
1. Döviz Kuru ve Ödemeler Dengesi Göstergeleri
Reel Döviz Kuru IFS-tarafımızca hesaplanmıştır. R=NxP*/P
İhracatın Büyümesi IFS- tarafımızca hesaplanmıştır
İthalatın Büyümesi IFS- tarafımızca hesaplanmıştır
Cari İşlemler Dengesi IFS
Kısa Vadeli Sermaye Hareketleri TCMB
(Cari Açık)/(GSYİH) IFS- tarafımızca hesaplanmıştır
İthalatın İhracatı Karşılama Oranı :(İhracat/İthalat) IFS- tarafımızca hesaplanmıştır
Net Hata Değişim Oranı IFS
431
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
(İhracat/ GSYİH) IFS- tarafımızca hesaplanmıştır
(İthalat/ GSYİH) IFS- tarafımızca hesaplanmıştır
2. Parasal ve Finansal Göstergeler
(Kısa Vadeli Dış Borçlar)/(Rezervler) TCMB tarafımızca hesaplanmıştır
Merkez Bankası Döviz Rezervlerinin Büyümesi TCMB tarafımızca hesaplanmıştır
(M2Y/Rezervler)’in Büyümesi TCMB tarafımızca hesaplanmıştır
Reel Mevduat Faizleri IFS- tarafımızca hesaplanmıştır
Toplam Mevduatların Büyümesi TCMB tarafımızca hesaplanmıştır
M2/M2Y TCMB tarafımızca hesaplanmıştır
Toplam Yurtiçi Kredilerin Büyümesi TCMB tarafımızca hesaplanmıştır
Enflasyon Oranı IFS- tarafımızca hesaplanmıştır
3. Reel Sektör Göstergeleri
İmalat Sanayi Üretim Endeksinin Büyümesi IFS- tarafımızca hesaplanmıştır
Reel Sektöre Yönelik Banka Kredileri TCMB
İşsizlik Oranı IFS
Yatırımlar/ GSYİH IFS- tarafımızca hesaplanmıştır
Stoklardaki Değişme IFS
432
Bişkek 2010
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
EKONOMİK KRİZE KARŞI İNSAN ODAKLI BİR YÖNETİM MODELİ
Yrd. Doç. Dr. Kürşad ZORLU*
ÖZET
Ekonomik kriz dönemlerine hazırlıksız yakalanan örgütlerin, pazar ağının daraltılması, risk alma
oranının minimize edilmesinin yanında; çalışanların işten çıkarılması, yıpranması ve yabancılaşma
gibi sonuçlarla baş başa kaldığını ifade etmek mümkündür. Özellikle son dönemde bütün dünyayı
etkisi altına alan “global kriz” sürecinde işletmelerin çoğunlukla çözümleri, salt iktisadi boyutta
algıladığı ve insan unsurundan sağlanabilecek muhtemel katkıları göz ardı ettiği söylenebilir. Oysa
“insan” örgütlerin en kıt kaynağıdır. Buna göre belli bir süreç içerisinde örgüt üyelerinin potansiyel
gücünün de harekete geçirilmesi yoluyla olağanüstü koşullarla mücadele edilebilir. Üstelik günümüz
örgütleri, sürekli değişmekte olan çevre koşullarında faaliyet gösteren açık sistemlerdir. Bu sebeple
kendisini oluşturan parçaların, alt sistemlerin ahenk içerisinde ve bütünsel olarak yönetilmesi
gerekir. Dolayısıyla çalışmanın amacı, kriz dönemlerinden kaynaklanan olumsuz etkilerin
önlenebileceği temel hareket alanı olarak; güncel örnek ve araştırmalarla desteklenen insan odaklı
bir yönetim modeli sunabilmektir.
Anahtar Kelimeler: Global Kriz, Yönetim, Örgüt, İnsan Kaynağı, Değişim
A HUMAN-FOCUSED MANAGEMENT MODEL
ABSTRACT
It is possible to state that those organizations, which are caught unprepared during periods of
economic depression, face narrowing the market network, minimizing to take a risk as well as
firing employees, wearing out and becoming estranged. Especially in the recent “global crisis”,
which affects the whole world, it may be said that most enterprises understand the solutions only
in an economic dimension and omit possible contributions which may obtained from the human
component. However, “human” is the scarcest resource of the organizations. Accordingly, it is
possible to fight against extraordinary economic conditions during a specific process, by activating
*
Ahi Evran Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İşletme Bölümü, KIRŞEHİR. [email protected].
433
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
the potential power of the organization’s members. Moreover, today’s organizations are open
systems, which act in continuously changing environmental conditions. Therefore, the parts making
it, that is the sub-systems, have to be managed in harmony and integrity. Accordingly, the
objective of the study is to be able to offer a human-focused management model as a basic
movement area in which adverse effects arisen from crisis periods.
Key words: Global Crisis, Management, Organization, Human Resource, Change
434
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
1. Giriş
Örgütler küresel boyut kazanmış rekabet ortamı, başdöndürücü değişim ve meydana gelen
makro gelişmeler karşısında, daha çok gayret göstermek ve farklılaşmak zorundadır. Günümüz
örgütlerini çeşitli sebeplerle değişim baskısı altında tutan bu koşullar dinamik, anında karar
verebilen ve proaktif anlayışa sahip örgütleri işaret etmektedir. Buna göre çalışanların istek ve
beklentisinin farklılaşması, örgütlerin kendi üyelerinden katkı sağlayıcı süreçler istemesiyle birlikte
yönetici-işgören, ast-üst, üretim-tüketim, iç ve dış çevre arasında değişmekte olan bir yönetim
mekanizmasının ön plana çıktığı söylenebilir. Üstelik çalışanların başarı düzeyi örgütün etkinliğini,
gelir-gider dengesini; yöneticilerin işgörenlere olan tutum ve davranışları da çalışanların
performansını etkileme gücüne sahiptir. Böylece örgüt sistemi ile çalışanların karşılıklı beklenti ve
isteklerinin
karşılanmasının
örgütsel
başarının
anahtarı
haline
geldiğini
ifade
etmek
mümkündür(Sürvegil 2006:1-2).
Bu gereklilik bir tarafa The Wall Street Journal’de çıkan bir makalede işletmelerin
çoğunlukla yeni istihdam seçeneklerinin ek maliyetleri ile meşgul olduğu ileri sürülmektedir. Aynı
makalede yöneticilerin asıl üzerinde durması gerekenin, birbirine bağlı pek çok görevi yerine getiren
çalışanların mevcut kapasitelerini ve verimliliklerini artırabilmesi olduğu vurgulanmaktadır.
İşletmeler böylece gökdelenler, lüks araçlar ve yeni teknoloji imkânlarını kapsayan yatırım
alanlarına, çalışan kapasitesini de yerleştirmek durumundadır(Kent 2005:20).
Diğer yandan günümüz dünyası, geniş coğrafyaları etkisi altına alan, farklılaşarak
derinleşen ve iç içe geçmiş sonuçlar meydana getiren bir ekonomik kriz süreciyle baş başadır. Öyle
ki son dönemde ABD’de başlayan ve kısa zamanda bütün dünyaya yayılan ekonomik krizin belirtileri
“global” bir muhtevaya bürünmüştür. Bu süreçte faaliyet alanları ne olursa olsun irili ufaklı bütün
örgütler yaşanan krizden nasibini almaktadır. Örgütlerin pek çoğu genel yaklaşım ve algılama
bakımından söz konusu krize ilişkin zaman diliminde başarılı olmanın en önemli göstergesini mevcut
durum ve pozisyonların kaybedilmemesi olarak belirlemektedir(Bate 2009: 93). Bu sebeple radikal
karar ve uygulamalar, tasarrufa yönelik istihdam tedbirleri global ekonomik krizde işletmelerin
başvurduğu genel yöntemler arasında yer almaktadır.
Ekonomik kriz sürecinin meydana getirdiği olumsuzluklardan en çok etkilenen örgütlerin
çalışanlarıdır. 1 Kasım 2008’den bu yana ABD’deki en büyük 500 firmada işten çıkarılanların sayısı
609.500’dür (www.turk-internet.com/haber/, 12.11.2009). İşine son verilmeyen kesimlerin ise
435
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
artarak devam eden bir endişe ve kuşku sarmalında kaldığı ileri sürülebilir. İnsan kaynakları
yönetim danışmanlığı firması Mercer’in kriz sonrası değerlendirme araştırmasında şu çarpıcı
sonuçlar yer almaktadır (http://www.mercer.com.tr, 12.11.2009):
•
Global krizde çalıştığı işyerinin devam edip etmeyeceğine yönelik endişe duyanların oranı
%92’dir.
•
İşine son verilme tehlikesi duyanların oranı %85’dir.
•
Çalışanların %84’ü ücret artışlarından, %69 terfi kararlarından ve %84’ü de emeklilik
yatırımları konusunda endişe duymaktadır.
Dünya sathına yayılmakta olan bu krizin temel ekonomik sonuçları talebin azalması, stok
maliyetinin artması ve finans sıkıntısı olarak gösterilebilir(Gerçik 2009: 21). Halen devam ettiği
gözlenen global ekonomik krizde bankaların ya da reel sektörün etkilenme süreçleri birbirinden ayrı
düşünülemez. Her iki durumda da karşılıklı bağlantılı ve krize ilişkin spekülasyonlar mevcuttur.
Çünkü bankalar işletmelerin likidite ihtiyacını, işletmeler ise üretim-satış dengesi ile bankaların
müşteri ihtiyacını karşılamaktadır(Eğilmez 2009:153).
Diğer yandan örgütler global krizden çıkabilmek adına finansal ve çevresel tedbirlerin
yanında yönetim ve organizasyona dönük önlemleri de göz önünde bulundurmalıdır. Bu çerçevede
örgütlerin her aşamada kaliteyi sağlama, teknolojide yenilik, iletişimde sürat ve açıklık, yaratıcılık,
katılımcı yönetim gibi temel değişkenleri dikkate alması gerekir. Belirtilen süreçte özellikle örgüt
kültürünün söz konusu değişime uygun hale getirilmesi beklenir. Çünkü insan esaslı örgüt kültürü,
güven, aidiyet, kalite ve birlikte başarı gibi kavramların yerleşmesi adına önemli bir değişim ve
yaratıcılık alanı haline gelebilir(2009: 9-10).
Ayrıca bireylerin güncel beklentileri doğrultusunda, insan odaklı bir yönetim anlayışının
uygulamaya konulması yönetimde başarının devamlılığı açısından da büyük önem arz etmektedir.
Nitekim ABD’deki Kriz Yönetim Enstitüsünce örgütlerde ekonomik krizi meydana getiren faktörleri
inceleyen araştırmada %53 yönetim ve %28 ile çalışanların krize neden olduğu ortaya
konulmuştur(Pira vd. 2004: 33). Yine 1994 yılında Türkiye’de yaşanan ekonomik krizden ileri
düzeyde etkilenen otomotiv yan sektöründe yapılan bir araştırmada şu iki ayrı sonuç elde
edilmiştir(Tüz 2001: 164-166):
•
Krizi yoğun olarak yaşayan işletmelerde yaratıcılık, esneklik, değişim ve katılım gibi
kavramlardan yoksun olduğu;
436
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
•
Bişkek 2010
Krizi başarılı şekilde atlatan işletmelerde kararların birlikte alındığı, takım çalışmalarının
yaygınlığı, açık ve iki yönlü bir iletişim ile çalışanları motive etmeye dönük çalışmaların
olduğu anlaşılmaktadır.
Bu kapsamda Özgen ve Türk tarafından İstanbul’daki en büyük 500 sanayi firması üzerinde
yapılan araştırmada ise işletmelerin yaşadıkları kriz konusunda yeterince bilgi sahibi olmadığı,
yöneticilerin gerçekçi planlar bulundurmadığı ve daha çok kısa süreli tedbirlere yatkın oldukları
tespit edilmiştir(Özgen vd. 1996: 19-31).
Kriz dönemlerinde çalışan devir hızının yüksekliği, örgütsel bağlılığın gerilemesi ve nihayet
işten ayrılma gibi olumsuz sonuçlarla finansal sıkıntıları daha da artırabilmektedir. Zira yönetimde
insan unsurunun göz ardı edildiği işletmelerde işe bağlı kalanların oranının azalması muhtemeldir.
Söz konusu işletmelerde yetişmiş ve tecrübeli işgörenlerin işten ayrılması örgütsel etkinliği sekteye
uğratan gelişmeler arasındadır. Buna göre bir kişinin işten ayrılması, diğer bir çalışanın yıllık
maaşının %75 tutarında ek maliyet getirmektedir(Wagner vd. 2009:14-15).
Ekonomik krizde işletmelerin çoğunlukla görmezden geldiği ya da saklamaya çalıştığı ücret
farklılıkları ve dengesiz artışlar örgütteki birlik duygusunu zedeleyen temel bir problem alanıdır. Kriz
dönemlerinde ücret-emek dengesinin kurulamaması aynı zamanda kurum-birey dengesinin de
sarsılmasına zemin hazırlamaktadır(Covey 1998: 31). Aslında çalışanlar çoğunlukla ücret
farklılıklarını bilmek istemesine karşın yöneticilerin örgüt içerisinde ayrışma ve çatışmaya
dönüşebileceği tehlikesiyle bundan geri adım attığı ifade edilebilir. Eğer işletmede adil bir ücret
politikasının yürütüldüğü, özellikle işletmeye yeni girenlerin ancak belirli ve meşru kıstaslara göre
yüksek ücret alabildiği yönünde kanaat uyandırılması, krizde engellerin aşılmasını hızlandırabildiğini
ifade etmek mümkündür. Nitekim bu ve benzeri kaotik zeminler işletmelerin hızlı karar vermesini
gerektiren süreçler meydana getirmektedir(Wagner 2009: 228-229).
Kriz sürecinin verimli örgütlerinin, yönetim sürecini çok boyutlu değerlendirerek; insan, yapı
ve örgüt sistemini içerisine alan dinamik bir model ortaya koydukları ifade edilebilir. Bu süreçte
örgüt yöneticileri, kendilerinin de içerisinde bulunduğu çalışanların çeşitli açılardan durum ve
pozisyonunu değişen dünya koşullarına göre irdelemek ve düzenlemek zorunluluğu ile karşı karşıya
kalmaktadır. Bu gereklilik, işletmelerin değişen rekabet şartlarına uyum sağlaması bakımından da
önemlidir(DeGeus 1999: 100-113). Çünkü ekonomik krizde örgütleri bekleyen tehlikelerin yanında
fırsatlarla dolu alanlarda mevcuttur. Önemli olan örgütün bütünüyle bu imkânları avantaja
dönüştürebilme yeteneğine ve kararlılığına sahip olmasıdır(Aykaç 2001: 125). Nitekim 2001
437
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
ekonomik krizi ile ilgili Referans gazetesinde hazırlanan bir çalışmaya göre Akbank, Garanti Bankası,
Turkcell ve Petrol Ofisi gibi Türk firmaları satış ve karlarını büyük ölçüde artırmayı başardıkları ifade
edilmektedir(Zorlu 2009: 187).
2. Global Kriz
Kriz kavramı geniş bir tanıma göre “örgütün değer, amaç ve kaynaklarını tehdit ederek,
tüm örgütü varlığını sürdürememe tehlikesi ile karşı karşıya bırakan, belirsizlik ve zaman baskısı
nedeniyle örgüt üyeleri arasında gerilim yaratan, gerekli önlemlerin zamanında alınmasıyla ortadan
kaldırılabilecek veya etkileri en aza indirilebilecek, sınırlı zamanı kapsayan plansız bir değişim
sürecidir”(Ataman 2001: 231). Ancak hangi süreçlerin kriz ya da ekonomik kriz olarak
adlandırılacağı tartışma konusudur. Duruma göre deflasyon, durgunluk, (büyümenin sıfıra düşmesi)
ya da resesyon (büyümenin sıfırın altına inmesi) ekonomik kriz olarak kabul edilmektedir. Böyle
değerlendirildiğinde finansal tüm problemlerin ekonomik kriz olarak adlandırılması mümkün değildir.
Buna göre 2007 yılında ABD’de başlayan ve mortgage uygulamalarıyla tetiklenen kriz sürecindeki
sıkıntılar eğer o haliyle kalsaydı bu duruma ekonomik kriz denilmesi mümkün olmayabilirdi(Eğilmez,
2009: 51).
Son dönemde tüm dünyayı saran “globalleşme” kavramı, gelişmiş ve gelişmekte olan
ülkelere kadar çok geniş bir alanda kültürel ihraç süreçleri meydana getirmektedir. Bilgi ağlarının
entegrasyonuyla hızlanan uluslar arası mal ve hizmet transferleri, insan kaynağının küresel
gelişmelere adaptasyonu, karşılaşılan olağanüstü gelişmelerin de aynı ölçü ve hızda yayılmasına
neden olmaktadır. Bununla birlikte özellikle 2000’li yılların başında düşük faiz, yüksek likidite ve
tüketim artışı şeklinde gerçekleşen iyimser hava, bankaları da mutlu etmiş ve “mortgage” sisteminin
gelişmekte olan ülkelere doğru ilerlemesine katkı sağlamıştır. Belirtmek gerekir ki bu sürecin
tıkanması ve arz-talep dengesinin ekonomik sistemlerde çöküntü meydana getirmesini ABD
merkezli bir problem olarak değerlendirmek gerekir. Ancak bu genel görüşe rağmen ABD’de
başlayan ekonomik bunalım olmasaydı bile gelişmekte olan pek çok ülkenin krizle karşı karşıya
kalacağını iddia edenler de yok değildir. Dolayısıyla bugün yaşanılan krizin düşük faiz, yüksek
likidite ve aşırı talep ile başlayan ve ardından ülke sistemlerini dönüşüme zorlayan bir muhtevaya
büründüğü ifade etmek mümkündür(Sönmez 2009:79-91).
2.1. Global Krizin Boyutları
Global kriz sadece belirli bölgeleri ya da geri kalmış ülkeleri etkilemek dışında dünyanın en
güçlü ekonomilerini bile radikal önlemler almaya sevk etmiştir. Öyle ki G20 ülkelerinin ekonomilerini
438
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
desteklemek için aldıkları tedbirlerin milli gelirlerine oranı 2009 yılında %2, 2010’da ise %1,5
seviyesinde beklenmektedir. Bu tarz önlemler alma konusunda en radikal olan ülkeler Çin, Kore,
Rusya, Suudi Arabistan ve Güney Afrika olmuştur. Belirtilen ülkeler 2009 yılında milli gelirlerinin
%3'ünden fazlasını ekonomiyi desteklemek üzere kullanmıştır. IMF’nin çalışmasında ülkelerin
ekonomik krizi atlatabilmek amacıyla kamu faiz dışı fazla yaratmasının gerekliliği vurgulanmaktadır.
Buna göre, ülkelerin milli gelirlerine oranla İtalya'da yüzde 10, İrlanda'da yüzde 5,6, Yunanistan'da
yüzde 4,2, ABD'de yüzde 3,9, İngiltere'de yüzde 2,6 ve Türkiye’de 1,4 faiz dışı fazla üretilmesi
öngörülmektedir(Candemir 2009).
Global kriz pek çok işletmenin döviz cinsinden ve özellikle kısa vadeli borçlanmasına neden
olmuştur. Ancak konut sektöründeki dengesizlik ve uyumsuzlukla birlikte diğer sektörlere yayıldığı
gözlenen global krizin geniş kapsamlı etkiler meydana getirmesi ve diğer sektörleri derinden
etkilemesinden kaynaklanmaktadır. Bu sektörler(Sönmezler vd. 2009: 138-143):
•
Bankacılık
•
Konut
•
Turizm
•
Demir-Çelik
•
Otomotiv
•
Tekstil
Yukarıda belirtilen sektörler birbiriyle bağlantılı çok sayıda alt sektörü de etkilemektedir.
Özellikle krizin olumsuz yansımalarının arttığı dönemlerde ihracat neredeyse durma aşamasına
gelmekte ve zincirleme daralmalar hızlanmaktadır. Örneğin Türkiye’de demir-çelik üretiminin
%40’nı karşılayan Aliağa tesislerinde hurda demir fiyatları hızla gerilerken siparişler durma
noktasına gelmiş ve binlerce insan işsizlik tehlikesiyle baş başa kalmıştır. Üstelik demir-çelik
sektöründeki bu daralma gemi söküm, nakliye, liman ve denizcilik sektörleri ile diğer alt sektörleri
derinden etkilemiştir.
(http://www.kobisektor.com/kobisektor_sektorler/sektorler_demircelik/3005.html, 09.01.2010).
Mahfi Eğilmez ekonomik krizleri ulusal, bölgesel ve küresel olarak sınıflandırmaktadır. Buna
göre 2001 yılında Türkiye’de görülen kriz ulusal, 1997 Asya krizi bölgesel ve 2008 ikinci çeyreğinde
boyutları değişen ve bugüne intikal eden kriz ise tam anlamıyla global bir krizdir(2009: 52-53).
Diğer yandan krizlerin oluşumunda dönemsel değişimler ve örgütün kendisinden
kaynaklanan yönetimsel etkiler söz konusudur. Özellikle dış çevrede meydana gelen etkiler örgütleri
439
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
yeni durum ve koşullara uyum sağlamaya zorlar. Bu sebeple zaman ve mevcut imkânlar arasında
baskı altında kalabilen örgütler oluşmaktadır(Valle 1999: 247).
Böylesi kriz dönemlerinde iş arayanların oranı artmakta ve genel işsizlik oranının
yükselmesine neden olmaktadır. Örneğin, Türkiye’de 2008 yılı şubat ayında iş aramayan 1 milyon
41 bin kişi, 2009 yılının aynı ayında iş aramasına rağmen çalışacak bir iş bulamadığını
söylemektedir. 2009 yılında işsiz sayısındaki artış ise 1 milyon 125 bin olarak gerçekleşmiştir. Bu
sebeple işsiz sayısındaki artışın yüzde 92,5'i, daha önce iş aramazken; kriz süreci, iş aramaya
başlayıp iş bulamayanlardan; geri kalan yüzde 7,5'i ise işinden olduğu için iş arayanlardan
kaynaklanmaktadır(Candemir 2009).
Ekonomik kriz durumlarında örgütler aşırı panik, korku, güvensizlik ve acelecilik tehlikesi ile
karşı karşıyadır. Çünkü yöneticiler çoğunlukla kısa vadeli çözüm ve tedbirlere odaklanarak
krizlerden sürekli korunmanın yolunu göz ardı edebilmektedir. Bu çerçevede çalışanların istek ve
beklentilerinin, içsel süreçlerin ikinci plana atıldığını söylemek mümkündür. En kötüsü de bu
dönemlerde yöneticilerin geleceğe yönelik olumlu beklentilerini öteledikleri söylenebilir. Dolayısıyla
bu boyutlarla etkilenen işgörenlerin verimliliğinin düşme eğilimine girmesini normal bir durum
olarak karşılamak gerekir(Pearson vd. 1998: 57).
2.2. Krize Karşı Proaktif Örgüt Kültürü
Global kriz sürecinde sanayileşmiş ve güçlü piyasalara sahip ülkelere maliye politikaları
tavsiye edilmekle birlikte para ve finans tedbirleri de önemli seçenekler arasındadır. Nitekim ABD,
maliye politikalarını deneyen başlıca sanayileşmiş ülkelerdendir(Batırel 2008: 9). Oysa ekonomik
kriz ortamlarında işletmeleri öne çıkaran en önemli güç, kriz gelmeden bu sürece hazırlıklı
olabilmektir. Bu hususta en etkili unsur örgütün kültür muhtevasıdır. Çevresel gelişmelere karşı
duyarlı, problem çözme yeteneğine sahip, takım çalışmasına yatkın ve yaratıcı çalışanların olduğu
örgütlerin krizden önce meydana gelebilecek olumsuz etkilere karşı daha yüksek bir savunma
oluşturduğu ileri sürülebilir. Buna karşın aynı koşullarda benzer değer ve tepkilerden yoksun örgüt
üyelerinin muhtemel bir ekonomik krizde kaos, korku, güvensizlik ve stres gibi çeşitli sorunlara
sebep olabileceğini söylemek mümkündür(Gerçik 2009:106).
Proaktif bir örgüt insan kaynağının işe girişinden kriz anına kadar geçen sürede iletişim,
motivasyon ve katılım gibi araçlarla hazır hale getirilmesini kapsar. İşletmede çeşitli engel ve
sorunları tespit etme, derecesini belirleme, eksiklikleri gözleme, çözüm önerileri sunma ve bunları
440
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
sonuca dönüştürme gayretlerinin zemini olan yaratıcılık iklimi proaktif bir işletme meydana
gelmesine katkı sağlar. Söz konusu iklimde örgütün daha etkin hale gelmesi mümkündür.
Örgütsel başarı açısından öncelikli hareket noktası ise "doğru insanın doğru yerde
çalıştırılması" yaklaşımıdır. Bu sebeple işin gerektirdiği özellikler ile kişisel yeteneklerin örtüştüğü
alan, düşünme becerilerinin daha kolay ortaya çıkmasına imkân tanır. Böyle bir işletmede proaktif
kültür, yaratıcılığı; yaratıcılık da başarma arzusunu tetiklemektedir(İrmek 2003:73).
Bir araştırmaya göre krizin işletmeler üzerindeki etkisi ve sebepleri arasında yöneticiler
%34.1 oranında ekonomik çevreyi, %12.2 oranında hukuki ve politik çevreyi ve ancak %7.3
oranında örgüt içi nedenleri göstermektedir. Bu araştırmaya katılan yöneticilerin %75.75’i kriz
öncesinde bir hazırlıklarının olmadığını ifade etmektedir. Yine yöneticilerin %22.9’u kriz dönemlerini
bir küçülme sebebi olarak algılamaktadır. Oysa Arçelik, Tefal ve Borusan gibi kriz dönemlerinde
ayakta kalan ve bu dönemi avantaja dönüştürebilen firmaların örgüt içi karar ve tedbirlere de
başvurduğu söylenebilir.
(http://www.danismend.com/konular/stratejiyon/STR0-KRIZ%20YONETIMI-2.htm, 15.02.2009).
Capital’in 2009 yılında gerçekleştirdiği “en beğenilen şirketler” araştırmasında elde edilen
sonuçlar işletmelerin kriz dönemlerinde güçlerini koruyabilmeleri için kriz öncesi hazırlıklı
olabilmenin dışında, çalışanları esas alan bir yönetim anlayışına sahip olduğunu göstermektedir. Söz
konusu araştırmaya katılan 1348 yöneticinin toplam 18 kriter üzerindeki görüşlerinden hareket
edilerek varılan sonuçlara göre Türkiye’nin en beğenilen ilk beş şirketi Tablo 1’de yer almaktadır.
Tablo1’de yer alan sonuçlara göre araştırmaya katılanlara sunulan 7 temel kriter insanı esas alan
bir yaklaşımın ürünü olarak kabul edilebilir
(Aydın 2009, http://www.capital.com.tr/haber.aspx?HBR_KOD=5689, 10.03.2009).
441
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Tablo-1.
Yedi Kritere Göre Türkiye’de En Beğenilen İlk Beş Firma
Yönetim
kalitesi
Koç Holding
Turkcell
Arçelik
Garanti Bank.
Sabancı
Holding
Çalışanına
sunduğu
sosyal imkan
ve haklar
Koç Holding
Arçelik
Sabancı
Holding
Coca-Cola
Turkcell
Çalışanların
niteliklerini
geliştirme
İletişim ve
halkla
ilişkiler
Çalışanların
nitelikleri
Çalışan
memnuniyeti
Arçelik
Koç Holding
Turkcell
Turkcell
Arçelik
Koç Holding
Koç Holding
Arçelik
Turkcell
Koç Holding
Turkcell
Arçelik
Koç Holding
Arçelik
Turkcell
Sabancı
Holding
Coca-Cola
Garanti
Bank.
Sabancı
Holding
Sabancı
Holding
Coca-Cola
Coca-Cola
Sabancı
Holding
Garanti Bank.
Sabancı Holding
Yönetim ve
şirket
şeffaflığı
Kaynak: (Aydın 2009).
Capital’in her yıl gerçekleştirdiği araştırma kapsamında 2005-2009 yılları arasında en
beğenilen ilk beş şirketin isimleri de yer alıyor. Tablo 2’de yer alan sonuçlara göre global krizin
etkilerini artırdığı ve durgunluğun yaşandığı yıllarda doğru yönetim anlayışı ile başarısını sürdüren
firmaların olduğu söylenebilir(Aydın 2009).
Tablo-2.
Yıllara Göre (2005-2009) Türkiye’de En Beğenilen İlk Beş Firma
2005
Turkcell
2006
Koç Holding
2007
Turkcell
2008
Turkcell
2009
Turkcell
Arçelik
Turkcell
Koç Holding
Koç
Arçelik
Koç
Sabancı
Vestel
Arçelik
Sabancı
Vestel
Arçelik
Vestel
Sabancı
Arçelik
Garanti Bank.
Sabancı Holding
Garanti Bank.-Koç Holding
Coca-Cola
Sabancı Holding
Kaynak: (Aydın 2009).
Aynı araştırmada Tablo:1’ ve Tablo:2’deki firmaların ortak yanlarına ve kriz döneminde
sürdürdükleri benzer uygulamalara da yer verilmektedir. Bu çerçevede söz konusu firmaların insanı
esas alan karar ve uygulamalarını şu şekilde sıralamak mümkündür(Aydın 2009):
• Çalışanların sürekli ve güncel eğitime tabi tutularak değişen dünya koşullarına
hazırlanması. Aydın, firmaların bu durumunu “içeriden terfi” ve “yönetici okulu” gibi faaliyetler
sürdürmesine bağlamaktadır.
• Sorumluklarının farkında
olarak,
gerek
toplumsal gerekse bireysel
destekleme
yöntemlerine başvurmaları, global kriz dönemindeki tasarruflara rağmen sosyal sorumluluk
projelerine devam etmiş olmaları.
442
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
• İnsana yatırım yapmaya devam etmeleri ve ilk fırsatta işçi çıkarmak yerine stokların
eritilmesi, bunun dışında yollar bulunması ve motivasyonun artırılarak çalışanların performansının
belli bir düzeyde tutulabilmesi.
• Çalışanların mesleki ve kişisel gelişimine imkan tanımaları. Sorunları örgüt üyeleriyle ve
diğer paydaşlarla birlikte aşmaya çalışmaları.
• Ürün farklılaştırması, reklam ve pazarlama seçenekleri ile yüksek oranda medya yatırımı
gerçekleştirmeleri.
• İç ve dış çevreyle şeffaflık, güven ve açık iletişim esaslı bir ilişki biçimi sürdürmeleri.
3. İnsan Odaklı Yönetim Anlayışı
Örgütün en önemli kaynağı olan insan gücü; yetenek, tecrübe, beklenti ve duygu dünyası
ile bir bütündür. Buna rağmen çözülmeyi bekleyen pek çok problemin temelinde de insan
unsurunun bulunduğu söylenebilir. Yalnızca birer makine olarak görülen işgörenlerin olağanüstü
dönemlerde daha karmaşık hale gelmesi muhtemeldir. Çünkü yöneticilerin genellikle çalışanların
insani yönleri üzerinde durmaktan kaçındıkları ifade edilebilir. Bu sebeple işletmelerin ekonomik
krize karşı ayakta kalabilmesi için insan odaklı yönetim uygulamalarına yönelmesi gerekir.
İnsan odaklı yönetim konusunda verimlilik ekseninde yapılan çalışmalara bakıldığında farklı
sonuçlara ulaşılabildiği görülmektedir. Kazan tarafından Orta Anadolu bölgesinde gerçekleştirilen
araştırmada işletme içi verimliliği etkileyen faktörlerin incelenmesi sonucunda insan odaklı
süreçlerin tek başına verimliliği etkilemediği sonucuna varılmıştır(Kazan 2005: 337-345).
Taşımacılık sektörünün en önemli şirketlerinden birisi olan FedEx’in kurucusu Frederick
Wallace Smith, başarının çalışanlarla birlikte gelebileceğine inanan bir liderdi. Bu sebeple 1971
yılında kurulan FedEx’te, çalışanlar yüksek maaş, kardan pay alabilme ve iş güvencesi imkanına
sahipti. Yöneticiler aynı zamanda çalıştıkları şirketten hisse alabiliyordu. Verimliliği artıracak
projelere ciddi rakamlar ödeniyordu. Çalışanlar şirketin uçaklarıyla uçabiliyor ve adil bir yönetim
sistemi uygulanmaya çalışılıyordu. Smith sık sık çalışanları ile buluşuyor, piknikler düzenliyor ve
geniş katılımlı video konferanslar ile adeta yüzünü çalışanlarına hatırlatıyordu. Bu yönetim
anlayışıyla birlikte FedEx’te etkin bir “çalışan tabanı” meydana gelmiş, şirketin çalışan sayısı kriz
öncesi dönemde 250.000’e ulaşmış ve pazarında ilk sıralara yükselmeyi başarmıştır(Rothman
2007:60-63).
Oysa FedEx global krizin en yoğun yaşandığı 2008 yılında talep daralması ve gönderilerin
azalması
sebebiyle
işçi
çıkartmak
ve
maaşlarda
443
indirime
gitmek
zorunda
kalmıştı
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
(http://www.bizimhaber.com/haber-Sert-kis-sanal-alisverisi-patlatti-253464/,
Bişkek 2010
17.01.2010).
Buna
karşın şirketin Türkiye sorumlusu Serdar Yanaşan, krizin kendilerine yeni fırsatlar doğurduğunu ve
böylesi dönemlerde şirketlerin ürün satmak için daha çok uluslar arası gönderi iletmesi gerektiğini
ifade etmektedir (http://www.turkiyeturizm.com/news_detail.php?id=14474&uniq_id=1262130246,
17.01.2010).
Global krizde insan kaynağını değerlendirmek adına işletmeleri bekleyen iki seçenek vardır.
Bunlardan birisi çalışanları maliyet odaklı değerlendirerek ilk fırsatta işten çıkarmak; diğeri ise aynı
çalışanların krizden çıkış için kullanılmasını sağlamak. Örgütlerin insani değerlerin ön plana alındığı
bir dönemde ikinci seçenek üzerinde yoğunlaşması beklenir. İnsan kaynağına ilişkin sorun çözme
yeteneğinin, yaratıcı zekanın, işbirliği kültürünün ve takım ruhunun aktif hale getirilmesi belli bir
süreç içerisinde gerçekleşebilir. Bu süreç çalışanların işe girişinden, kriz dönemine kadar süregelen
proaktif seçenek ve uygulamaları içerir.
3.1. Herşey İşe Alım İle Başlar
Global krizle birlikte işletmelerin krizden kurtulmak için başvurduğu yolların başında işçi
çıkartılması ve süresiz izinler gelmektedir. Çünkü satışların düşüşü ile beraber maliyetlerin
azaltılması gerekliliği ve kriz sonrası döneme daha iyi girebilme planları çalışanların bu süreçten en
çok etkilenen işletme kaynağı olmasına temel teşkil etmektedir. İşletmeler bu kararları alırken
öncelikle verimliliği ve katkısı düşük ya da niteliksiz personelden başlamakta ve sonrasında
çalışanların işine son vermek konusunda daha ileri boyutlara varılmaktadır(Eğilmez 2009:157).
Oysa bir işletme açısından söz konusu çalışanların işe ilk girdikleri dönemde yürütülen insan
kaynakları politikası potansiyel kriz ihtimalleri de göz önüne alınarak oluşturulabilir. Böylelikle
gereksiz, niteliksiz personelin çalıştırılmasının önüne geçilerek, sürekli en yüksek kapasite ve
verimlilik düşüncesine doğru ilerlenebilir. Üstelik örgüt içerisinde zamanla bu şekilde kurulan yapı
ve sistem, hedefe odaklanmış, liyakat ilkesiyle yönetilen çalışanlar topluluğu meydan gelmesine ve
örgütün muhtemel krizlere daha hazırlıklı olmasına imkan sağlayabilir.
Öte yandan örgütler genelde çalışanlarını işe alırken en yüksek verim elde etmeye yönelik
kıstaslar belirlemektedir. Yine uygulamada ücret konusunda denge kurulması ile sonuçlanan işe
alım süreçlerinde insani faktörler görmezden gelinmektedir. Bu sebeple işe alım ve yükselme
süreçlerinde dikkatler, muhtemel kriz dönemleriyle tamamen bağlantısız ölçeklere yönelmektedir.
Örneğin çalışanların geçmişten gelen inanç ve değerlerinin ve duygu dünyalarının olduğu göz ardı
edilmektedir. Bir araştırmaya göre doğru insanın seçilememesi sonucu meydana gelen olumsuz etki
444
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
bir çalışanın yıllık maliyetinin iki katına denk geliyor. Ayrıca yanlış seçim müşteri ve pazar kaybının
yanı sıra motivasyon eksikliğine sebep olabiliyor (http://www.ekonomist.com.tr/yonetim/02711/,
02.07.2009).
Oysa işle alım süreçlerinde kriz dönemlerine ilişkin uygulamaları daha iyi algılayabilen
çalışanlar tercih edilebilir. “Doğru insan” derken, sadece o kişinin uzmanlık alanındaki bilgilerine
değil, daha ziyade kişilik özelliklerine de dikkat etmek gerekir. İnsanlar çeşitli bilgi ve becerileri
öğrenebilirler ama örgütler için onların “doğru insanlar” olmalarını sağlayan kişilik özellikleri,
sonradan edinilebilir bir şey değildir(Collins 2004:256).
Bireylerin yeni bir işe girerken çeşitli beklentileri vardır. Bu beklentilerin zaman içerisinde
karşılanacağı düşüncesiyle çalışırlar. Böyle olduğunda çalışanın iş tatmini ve moral gücü artar.
Dolayısıyla
çabalarını
yeniden
gözden
geçirme
olanağı
elde
eder.
Çoğu
zaman
ani
karşılaştırmalardan sonra çabasını artırmaya veya azaltmaya karar verir. Bazı bireyler işe alım
sırasında işverene ya da yöneticiye olan yakınlık sebebiyle rakiplerinin önüne geçebilir. Çünkü
burada örgütsel amaç ve değerler, örgüt kültürü göz önünde bulundurulmaz(Barutçugil 2006:192193).
İşletmenin üst ve alt kültür unsurlarına uyum sağlayamayan çalışanlar örgüt için bir
kambur haline dönüşebilir. Üstelik çalışanların işyerinden memnun olması ve performanslarını
artırması kişisel özellikleri başta olmak üzere çeşitli açılardan doğru bir işletme ikliminde
bulunmalarıyla açıklanabilir(Luecke 2009: 54-55).
3.2. Kriz Yerine “Biz” Vurgusu
Ekonomik kriz döneminde gerek örgüt içerisinde ve gerekse dışında en çok kullanılan
kavramlardan birisi olduğu iddia edilebilir. Sosyal çevre, kitle iletişim araçları ve çalışanlar arası
ilişkiler kriz sürecinin meydana getirdiği iklimin etkisi altına girmektedir. Bu durum panik artışlarıyla
bireyleri yarış kültüründen uzaklaştırmakta, bireysel çabaları ön plana çıkarmaktadır. Oysa
çalışanları “biz” kavramına odaklamak örgüt içi huzursuzlukların önüne geçerek, takım faaliyetlerinin
hızlanmasına neden olabilir. İşletmelerde işbirliği ve ekip çalışmasının adeta bir gelenek haline
gelmesi kültürün örgütteki işlerliği açısından da önemlidir. Bilginin üretilmesi ve işletmeye
kazandırılması süreci bu ortamın yöneticiler tarafından iyi yönetilmesiyle mümkündür(Drucker vd.
2007:76).
445
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Diğer taraftan çalışanların her birinin ayrı ayrı duygu dünyaları vardır. Bunlar
uyumlaştırılmadan ekip oyunu ya da birlikte yönetim yaklaşımını başarılı olması düşünülemez. Buna
göre yöneticiler çalışanlarına karşı yapıcı ve tutarlı olmalı; onların düşüncelerini dikkate almalıdır.
İkinci olarak iş bölümü, görev dağılımı ve yetki konusunda şüphe uyandıracak düzenlemelerden
kaçınılmalıdır. Çalışanların “ben olmasam hiç bir şey olmaz” düşüncesi yerine “birlikteysek başarırız”
duygusu ile konuya yaklaşmaları, demokratik örgüt kültürünün yansımalarındandır.
Günümüzde çalışanları iş dışında bir araya getirmek, sosyal ortamlarda çeşitli yollarla bir
şeyler yapmalarını sağlamak takım oluşturma süreci olarak algılanmaktadır. Oysa ekip oluşturmak,
ekip oyuncusu olabilme yeteneğine sahip insanları bulmayı, bu insanların yetişeceği kurumsal
iklimleri yaratmayı ve ekip ruhunu sistematik bir şekilde ortaya çıkarmayı da içeren bir insan
kaynağı yönetimidir (Barutçugil 2006:187).
3.3. Yönetişim Kuralı
Küresel ekonomik krizle birlikte küresel büyüklükte yaşanan diğer sorunları da dikkatten
kaçırmamak gerekir. İklim değişikliği, büyük felaketler ve olağanüstü olaylar globalleşme
kavramının yarattığı yakınlaşmayla beraber mesafesi uzak bölgeleri bile anında etkiler hale
gelmiştir. Bu çerçevede küresel dönüşümün aynı zamanda yönetişim kavramına da benzer
büyüklükte anlamlar yüklediği ifade edilebilir. Dolayısıyla yönetişim becerisinin küresel krizden
etkilenmemek için bir araç olarak kullanılabilmesi mümkündür(www.arge.com, 24.12.2009).
Konya ilinde faaliyet gösteren 20 banka çalışanı üzerinde yapılan anket uygulamasında elde
edilen sonuçlara göre çalışanların krize bakış açısında iletişim, yaratıcılık ve yenilikçiliğin ileri
boyutta ve örgütün değişime açık hale gelmesinin önemi vurgulanmaktadır. Aynı araştırmaya göre
mevcut durumun daha sonra yaşanması muhtemel krizlere hazırlanmanın bir yolu olarak kabul
edilmektedir. Yine yöneticiler bu kriz döneminde örgüt için yönetişimin performansı artırdığını kabul
ettiği gözlenmektedir(Doğanalp 2009:135-142).
Yönetişim üst kademe yöneticilerinin kararları nasıl, ne zaman ve neye göre aldıklarını ve
nasıl bir mekanizma kurduklarını gösteren ilkelerden meydana gelmektedir. İletişim ile ayrılması
mümkün olmayan etkin yönetişim uygulamaları örgüt içerisinde şeffaflık, yetki-sorumluluk dengesi,
hesap verebilirlik ve kurum içi adaletin en önemli şifresi haline gelmektedir(Koçel 2007:355). Bu
açıdan değerlendirildiğinde örgüt içi ilişkiler bir bilgisayardan yayılan bilgi süreçlerine benzetilebilir.
Çünkü çalışanların bir kısmı yüksek donanıma sahipken bir kısmı değildir. Başarılı bir işletme
meydana getirmenin önde gelen unsuru kusursuz bir örgütsel iletişim sistemi kurmaktır. Sabah
446
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
toplantıları, konuşmaları, fabrika gezileri, ilan panoları genelde bu işlevi görürler. Öte yandan
birimler arasında da açık ve işbirliği kültürüne dayalı bir iletişim süreci olmalıdır. Örgütsel iletişimin
işletme içi motivasyonu ve verimliliği artırmak, bilginin kolay ve doğru paylaşımını sağlayarak
katılımı üst seviyeye taşımak gibi önemli amaçları vardır. Ayrıca işletmedeki yöneticiler ve çalışanlar
arasında kurulması muhtemel çok yönlü bir iletişim ağı çalışanların motivasyonunu artırmaktadır.
Örgütsel iletişim olmadan herhangi bir örgütsel eylemin ya da yönetim sürecinin başarılması
imkânsızdır.
3.4. Esnek Çalışmaya İmkân Tanımak
Günümüz çalışanları teknolojinin ve işe dönük düşünme biçimlerinin hızla değiştiği bir
ortamda faaliyet göstermektedir. Bu durum istihdam biçimlerini ve yönetici-işgören ilişkilerini yeni
arayışlara sürüklemektedir. Türkiye’nin önde gelen üç sivil toplum kuruluşunun 23 Temmuz 2009’da
esneklik konusundaki ortak görüş ve düşüncesine göre çalışma yaşamında istihdam ve üretim
yapıları, üretim biçimi, süresi ve yeri kaçınılmaz şekilde değişmektedir. Aynı belgede devletin
özellikle kriz dönemlerinde esnek çalışma koşullarına imkân tanıyan yasal düzenleme ve kolaylığı
sağlaması gerektiğinin üzerinde durulmaktadır.
(http://www.tusiad.org/FileArchive/2009.07.23Esneklik_TISKTOBBTUSIADOrtaGorusRevizeMetin.p
df, 14.01.2009).
Kriz dönemlerinde beklenti ve tepkileri değişme eğilimine giren çalışanların örgütsel bağlılık
ve verimlilik açısından duruma göre değişebilen seçeneklerle yönetilmesi gerekir. Buna göre
çalışanların örgüte olan katkısını azaltmadan işe devamını sağlayacak ve işin başarısına katkı
oranında çalışanların desteklenebildiği şartların oluşturulması beklenir.
İngiltere’de 11.000 çalışanı olan vergi danışmanlık firması KPMG işçi çıkarmamak ve
deneyimli personelini kaptırmamak için radikal bir karar aldı. Çalışanlara maaşlarında %30’a varan
kesinti ile belili günler çalışmama seçeneği sundu. Bu seçenek çalışanlardan %80 oranında kabul
gördü. Dünya devi British Telekom (BT) ise çalışanlarına evde çalışma imkanı tanımaktadır. Bu
sistemin ölçümlenmesi sonucunda evde çalışanların %20 daha verimli olduğu tespit edildi. Üstelik
BT bu yöntemle işyeri masraflarını 500 milyon pound azaltmayı başardı. US Families and Work
Institute’un başkanı Ellen Galinsky bu konuda “Büyük şirketler esnek çalışmayı yetişmiş elemanlarını
elde tutmanın bir yolu olarak görüyor. Ancak bu sistem hem çalışan hem de işveren için aynı
kurallara sahip olmalı” diyor. Esnek çalışma ve istihdam koşulları özellikle teknoloji odaklı firmalarda
447
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
daha çok kabul görmekle birlikte, kriz dönemlerinde işsiz kalmak istemeyen çalışanların süreli ücret
kesintilerine razı olabileceğini ifade etmek mümkündür (www.isteinsan.com.tr, 03.01.2010)
Çalışanlar ağır ekonomik kriz sürecinde esnek çalışmanın meydana getirdiği güven iklimiyle
yaratıcı, yenilikçi, üretken ve değişime açık hale gelerek bulundukları örgütün etkin ve daha çok
direnç kazanmasına sebep olabilir.
3.5. Motivasyon Koşulu
Motivasyon; çalışanların isteklendirilmesi, moral gücünün yükseltilmesi ve bu sürecin
başarıyla sonuçlanması bakımından para, eğitim, takdir ve ödüllendirme gibi yönetim araçlarının
kullanılmasını içeren bir yönetim etkinliğidir. Bir başka şekilde ifade etmek gerekirse motivasyon;
davranışları
harekete geçiren ve çalışanların istenilen biçimde davranmasına
etki
eden
faaliyetlerdir(Can 2005:233). Motivasyon sağlamaya yönelik uygulamalar olmaksızın ekonomik kriz
dönemlerinin atlatılması son derece zordur. Çünkü yetişmiş, başarılı çalışanları ağır ekonomik
koşullarda ve işçi çıkarma baskısı altında kaybetmemek ya da ücret ve diğer özlük haklar
bakımından fedakarlığa davet edilebilecek işgörenlerin rutin yöntemlerle sürece dahil edilmesi
beklenemez.
Öte yandan kriz döneminde mevcudu korumanın dışında verimliliği artırmak bakımından da
motivasyonun en değerli araç olabildiğini unutmamak gerekir. Çünkü verimlilik tartışmalarına
bakıldığında, en ciddi yargılar arasında işgücünün etkilenerek verimliliği artırabildiği bulgusu
gelmektedir. ABD’de yapılan bir araştırmada çalışanların %97’si verimliliklerinde motivasyonun çok
önemli olduğunu, yine çalışanların %92’si örgütsel bağlılıkta en önemli unsurlardan birisi olarak
motivasyonu göstermektedir (Hageman 1997: 201-202).
Business Week Research 2004 yılında Avrupa ve ABD’de 650 yönetici üzerinde yaptığı bir
araştırmada kötü kararlar veren yöneticilerin % 77’sinin doğru bilgiye ulaşma güçlüğü çektiği ortaya
konulmuştur. Yöneticiler çoğu kez karar verirken seçenekler ve alternatifler oluşturmak
zorundadırlar. Tek seçenekli bir yol haritası işletmeyi sadece başarısızlığa sevk edebilir. Oysa
alternatif riski azaltır. Örgütler çalışanlarının görüşlerine başvurmak ve onlarla müzakere yapmak
yoluyla bilginin rasyonelliğini sağlayabilir ve doğru seçimler yapma imkânına kavuşur. Ekonomik
krizde işletmeyi hedefe götürmek ve başarısını artırmak için doğru ve hızlı kararlar almak yöneticiler
açısından bir zorunluluk olduğuna göre, kararlara katılım da bu sürecin ayrılmaz bir parçasıdır
(Varoğlu vd. 2008:105-106).
448
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Ancak uygulamada sıklıkla karşılaşılan göstermelik katılım süreçlerin kurtulmak gerekir.
Böyle bir yaklaşım ücret ve işsiz kalma baskısı altında ezilen çalışanların daha çok güven kaybı ve
psikolojik sorunlarla baş başa kalmasına sebep olabilir. Oysa çalışanların yönetime katılma düzeyi
arttıkça cesaretlenerek, daha fazla sorumluluk duymaya başlarlar. Bu yönüyle katılım yaratıcılığı
pekiştiren, çalışanların sonuçlara katılım isteğini şekillendiren bir süreçtir. Sıradan ve göstermelik
toplantılarla katılımın sağlandığı söylenemez. (İrmek 2003:119).
Ekonomik kriz süreçlerinde çalışanları en çok motive eden araçların duygu dünyasına hitap
edenlerden seçilmesi olağan bir durumdur. Çünkü ağır ekonomik koşullarda ücret artışlarının
seyrekleştiği, işten çıkarmaların yaşandığı göz önüne alınırsa yöneticileri bekleyen en önemli tehlike
örgüt içi adalet sistemini bozucu uygulamalar yapılmasıdır. Kamu çalışanları üzerinde yapılan bir
araştırmada çalışanların manevi ödüllerden çok parasal ödüllerden etkilendiği ve ücretler arası
dengesizliğin huzursuzluğun kaynağı olarak görüldüğü tespit edilmiştir (Öztürk vd. 2003:65).
3.6. Yönetimde Liderlik Faktörü
Krizde problemlere oldukça geniş bir açıyla bakabilmek gerekir. Aynı zamanda örgütün tüm
yönleri tarafsız ve en yüksek fayda sağlama hedefiyle irdelenmelidir. Bu süreçte geniş kesimlerin
algısı değerlendirilmelidir. İtalya’nın en büyük şirketlerinden Eni’nin genel müdürlüğünü yapmış olan
Barnabe kriz durumlarında yöneticilerin çok taraftarı olabileceğini ancak kimsenin kesin zafer
kokusu almadan gerçekçi tavırlar koymayacağından söz etmektedir. Eni şirketini milyonlarca dolarlık
zarardan kurtaran Barnabe’nin yakın bir çalışma arkadaşı, onun karizmatik ya da geleneksel lider
tiplerine uymamasına karşın yakaladığı başarının altında şirkete 10.000 metre tepeden
bakabilmesini ve hedefe kilitlenmiş olmasını göstermektedir (Hill vd. 200: 184-186).
Kriz
dönemlerinde
çalışanlar
sıradan
yöneticilerden
daha
çok,
kendilerini
doğru
yönlendirebilen liderlere ihtiyaç duyar. Böylesi liderler krizde cesur ve kararlı duruşlarıyla en önde
durarak, örgüt içi güven mekanizmasında hak ettikleri yere yükselirler (Augistine 2000:32).
Günümüzde yönetimin başarısını etkileyen liderlik yaklaşımları arasında en dikkat çekici
olarak Dönüştürücü Liderlik (transformational leadership) gösterilmektedir. Buna göre rutin
faaliyetleri uyumlaştıran, örgüt içi ahengin sağlanmasıyla vücut bulan liderlik biçimleri yerini,
değişimi, yaratıcılığı, farklılıkları, olağanüstü koşulları proaktif bir şekilde yönetebilen, teknolojiyi
etkin kullanabilen liderlik yaklaşımına bırakmaktadır(Halıcı 2007:39). Nitekim küreselleşme süreci ile
meydana gelen gelişmeler, değişim ve onu şekillendiren yaratıcılık kavramlarını ön plana
çıkarmaktadır. Bu süreçte değişimin şifresini çözen işletmeler ve yöneticiler başarıyı yakalamaktadır.
449
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
Söz konusu süreç aynı zamanda insanı esas alan lider-yönetici ihtiyacını ortaya koymaktadır(Paksoy
2008:28). Ayrıca makro anlamdaki gelişmelerin dışında görüş ve fikirler değişmeye başladıkça
bireyler ve örgütler değişimle baş başa kalır. Yönetici-liderlerin bu süreçte karşılaşılan engelleri
ortadan kaldırmak için ödüller, iyimser ikna yetenekleri, amaçları benimsetme gibi yollara
başvurdukları gözlenir (Heim vd. 1997:71-73).
Fortune 500 dergisinin yaptığı bir araştırma gelecekte şirketlerin en üst yöneticilerinde
(CEO) bulunması gereken özellikler arasında iyi iletişim kurma, güvenilir ve insan odaklı olma yer
almaktadır (www.ceosuccession.com, 10.10.2009).
Çalışanları ile şeffaf ve açık
bir iletişim kurabilen yöneticiler liderlik
başarısını
gösterebilmektedir. Örneğin, Henry Ford çalışanları ile sürekli iletişim kuran, onları dinleyen bir
işveren olmuştur. Makinistliği ile patronluğu döneminde farklı davranmamıştır. Aynı şekilde
Rockfeller, Colaroda’da bir demir fabrikasını satın aldığında grevler vardır. İş başına gelince ilk
olarak tüm işçilerin her zaman kendisini görebileceğini duyurarak grevleri sona erdirmiştir (Casson
2006:23-26).
Ekonomik krizde en çok irdelenen hususlardan birisi de “kriz” kelimesinin kullanıp
kullanılamayacağıdır. Bu konuda iki ayrı görüş ortaya çıkmıştır. Bazı yöneticiler “kriz” kavramından
uzak durulmasını bazıları ise bunu kabul ederek, gerçeklerle yüzleşmek gerektiğini ileri sürmektedir.
Bir şeyin ismi konulabiliyorsa onu sınırlandırmak ya da yönlendirmek mümkündür. O halde işletme
içerisinde yaşanan krizi farklı adlarla ifade etmek, sembollerle sınırlamak mümkün olabilir. Bu
durum çalışanların korku, güvensizlik ve stres gibi olumsuz etkileri asgari düzeye indirebilir(Gerçik
2009:84). Dünyanın önde gelen porselen firmalarından birisi olan Kütahya Porselen’in Başkanı Nafi
Güral
kriz
kelimesini
asla
kullanmadan
tedbirlerin
alınması
gerektiğini
iddia
etmektedir(http://www.milliyetkobi.com/yazar/tumyorumlar?Type=1&pnum=1&psize=10&nid=220
2, 09.12.2009). Firma aynı yaklaşımdan hareketle kriz döneminde işine son vermek zorunda kaldığı
1900
çalışanını
2010
sonunda
kadar
işe
geri
çağırmayı
planlamaktadır(http://www.ekutahya.com/News-file-article-sid-1381.html,09.12.2009). Soruna bu
açıdan bakıldığında Türkiye’nin de diğer gelişmekte olan ülkeler gibi krizden derinden etkilendiği
görülmüştür (Eğilmez 2009: 134).
4. Organizasyon Yapısında Değişim
Yöneticilerin kriz dönemlerinde çoğunlukla olağanüstü yetkilerle donatıldığı ve kararların üst
yönetimce alındığı gözlenir. Yaşanan bu merkezileşmenin kriz ortamlarının meydana getirdiği
baskıdan kaynaklandığı ifade edilebilir. Ancak aşırı merkezileşme örgütteki yetki paylaşımını
450
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
engellemekte, emir-komuta zincirinin ve hiyerarşik düzenin olağan dönemlerden daha katı hale
gelmesine zemin oluşturabilmektedir. Bu sebeple organizasyon yapısını korku, panik ve güvensizlik
sarmalıyla karşı karşıya bırakan yönetimlerin örgütteki yaratıcılık, değişim isteği ve motivasyon
kanallarını tıkaması muhtemel sonuçlar arasında gösterilebilir. Global ekonomik krizin örgütsel yapı
üzerinde meydana getirdiği olumsuz etkiler şu şekilde sıralanabilir(Özdevecioğlu, 2002: 98-100,
Titiz vd. 2006: 213-214):
•
Yetkinin tek elde toplanması
•
Değişim zorunluluğunun yarattığı zaman baskısı ve değişime direnç
•
Departmanlar arası ilişkilerin bozulması
•
Örgüt içi iletişimin aksaması
•
Karar alma süreçlerinin objektifliğini kaybetmesi
•
Aşısı finansman ihtiyacı ile katı kurallar koyma ihtiyacı
Ekonomik kriz döneminde işletmelerin doğru ve etkin kararlar alabilmesi gerekir. Üstelik
bazı kararların telafisi mümkün olmayan sonuçlar yarattığı söylenebilir. Bu durumda karar alma
süreçlerinin organizasyon yapısı ile uyumlu hale getirilmesi beklenir.
Diğer yandan ekonomik kriz dönemlerinde insan odaklı anlayışın beklenilen olumlu katkıyı
gösterebilmesi; buna uygun organizasyon yapı ve süreçlerinin kurulabilmesi ile mümkündür. Kriz
sürecinde organizasyon yapısının maliyet ve zamanı azaltarak; kalite, hizmet ve çalışma hızını
artıracak şekilde tasarlanması ya da uyarlanması gerekir. Bu aşamada dikkat edilmesi gereken
hususları şu şekilde sıralamak mümkündür(Tüz 2001: 44-46):
•
Örgüt yapısının kriz öncesi dönemde de proaktif anlayışa uygun hale getirilmesi,
•
Hiyerarşik yapının hafifletilerek, emir-komuta ilişkisinin esnetilmesi,
•
Çevredeki ani değişimlere karşı duyarlı bir sistem kurulması,
•
Uzmanlaşma ilkesinin çok yönlülük lehine tercih edilmesi,
•
Alt kademe çalışanların katılımını kolaylaştıran organik bir yapı isteği,
•
Yatay ve dikey iletişimin birlikte düşünülerek farklı kademede çalışanların iletişim
kurması göz önünde bulundurulmalıdır.
4. Sonuç
Global kriz dünya ekonomisini, birbiri ile bağlantılı temel sektörleri ve günümüz işletmelerini
derinden etkilemektedir. 2009 yılında ede edilen sonuçlar ve 2010 yılına ilişkin öngörüler söz
451
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
konusu kriz sürecinin devam edeceğini işaret etmektedir. Özellikle krize hazırlıksız yakalanan
işletmelerin çoğunlukla işçi çıkararak çözmeye çalıştığı mali sıkıntıların devam edebileceğini
söylemek mümkündür.
Günümüzde örgütlerin en çok ihtiyaç duyduğu yetişmiş ve verimli insan kaynağının
olağanüstü koşullara hazır hale getirilebilmesi kriz öncesi dönemde üzerinde durulması gereken bir
yönetim yaklaşımı olmalıdır. İnsan odaklı yönetim yaklaşımının uygulama alanı bulduğu işletmelerde
verimliliğin değişimi konusunda göreli araştırmalar bulunmaktadır. Dolayısıyla salt insan esaslı karar
ve uygulamaların işletme verimliliği üzerindeki etkisi incelenirken iç ve dış çevreden kaynaklanan
diğer bazı hususların da dikkate alınması daha sağlıklı sonuçlar meydana getirebilir. Üstelik global
krizle birlikte geliştirilen esnek çalışma seçenekleri işletmelerin ihtiyaç duyduğu tasarruf etme
isteğini karşılamaya yöneliktir. Bu çerçevede krizden etkilenmemek ya da olumsuz yansımalarını en
aza indirgemek için şu temel yaklaşımların dikkatle üzerinde durulması gerekmektedir:
•
İnsan kaynağı en önemli güç alanıdır.
•
İnsandan yüksek verimin elde edilebilmesi onun potansiyel gücünün kazanılması ile
mümkündür.
•
Rekabet koşulları, hızlı değişim ve globalleşme sürecinde örgütler başarabildiği ölçüde
bu güce sahip çalışanları işe almak ve donanım kazandırmak zorundadır.
•
Kriz dönemlerinde panikleyerek, acil ve etkisiz kararlar almak yerine proaktif yönetim
anlayışının ve insan odaklı yönetim uygulamalarının harekete geçirilmesi gerekir.
•
Yetişmiş işgücünün ilk fırsatta işine son verilmesi krizden kurtulmak için yegane çözüm
olmadığı iyi kavranmalıdır.
•
En başarılı kriz yönetimi, her an krize hazırlık yapan bir örgüt iradesini bünyesinde
barındırır.
Bütün bu seçeneklerin örgütte uygulama alanı bulurken karşılaşacağı engeller arasında yine
insan kaynağından beslenen yönetici-işgören ilişkisi ve otorite farklılıklarının yer aldığı söylenebilir.
Örgütler ekonomik krizi avantaja çevirebilmek için finansal ve parasal tedbirlerin yanında insan
odaklı çözümleri de değerlendirmeli ve vazgeçilmez olarak görmelidir. Ayrıca bu mütevazi
çalışmanın kapsamlı bir uygulama ile desteklendiğinde daha geçerli ve bilimsel sonuçlar meydana
getirebileceğini ifade etmek gerekir.
452
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
KAYNAKLAR
ATAMAN, Göksel. (2001), İşletme Yönetimi Temel Kavramlar & Yeni Yaklaşımlar, İstanbul:
Türkmen Kitapevi.
AUGUSTINE, Norman R.(2000). “Önlemeye Çalıştığınız Krizi Yönetmek”, Kriz Yönetimi, (Çev:
Salim Ay), Harvard Business Review, İstanbul: MESS Yayınları.
AYDIN,
Özlem
(2009).
“Zor
Dönemde
Beğenilme
Formülleri”,
http://www.capital.com.tr/haber.aspx?HBR_KOD=5689, (10.03.2009).
AYKAÇ, Burhan (2001). "Kamu Yönetiminde Kriz ve Kriz Yönetimi", Gazi Üniversitesi İktisadi ve
idari Bilimler Fakültesi Dergisi, C.3, S. 2, ss.123-132.
BARUTÇUGİL, İsmet (2006).Yöneticinin Yönetimi, İstanbul: Kariyer Yayıncılık İletişim.
BATE, Nicholas (2008). Krizde Ne Yapmalı?, İstanbul: Optimist Yayınları.
BATIREL, Ömer Faruk (2008). “Global Ekonomik Kriz ve Türk Kamu Maliyesi”, İstanbul Ticaret
Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Yıl:7 Sayı:13,ss.1-9.
CASSON, N. Herbert (2006). İnsan Yönetme Sanatı, İstanbul: Hayat Yayınları.
CAN, Halil (2005). Organizasyon ve Yönetim, Ankara: Siyasal Kitapevi.
CANDEMİR, Baturalp, “Kriz Önlemler ve Maliyet”, Referans gazetesi, s.14. (25.06.2009)
COLLİNS, Jim (2004). İyi’den “Mükemmel” Şirkete, İstanbul: Boyner Yayınları
COVEY, Stephen R., (1998). Farklılıkları Uzlaştırmak, Çev. Kemal Tosun vd, İstanbul:
İ.Ü.Yayınları, No:3028.
DE GEUS Arie (1999). “Yaşayan Şirket”, Çev. Levent Cinemre, Harvard Business Review,
İstanbul: MESS Yayınları.
DRUCKER, Peter ve Joseph Maciariello (2009). Etkin Yöneticinin Seyir Defteri, Çev. Zülfü
Dicleli, İstanbul: Optimist Yayınları.
453
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
DOĞANALP, Burcu (2009). “Kriz Döneminde Transformasyonel Lider Davranışlarının İşletme
Performansı Bağlamında Fırsat Yönetimine Etkisi: Bankacılık Sektöründe Bir Uygulama”,
Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, S.22, ss.131-146.
EĞİLMEZ, Mahfi (2009). Küresel Finans Krizi: Piyasa Sisteminin Eleştirisi, 5.Basım, İstanbul:
Remzi Kitapevi.
GERÇİK, Zeyd İbrahim (2009). Yöneticiler İçin Gerçek Kriz Öyküleri: Kriz Yönetimi ve Kriz
Kültürü, İstanbul: Kültür Yayınları.
HAGEMAN, Gisela (1997). Motivasyon El Kitabı, İstanbul: Rota Yayınları.
HALICI Emrehan (2007). Lider ve Teknoloji, Ed.Sevinç Engin, İdare Etmek mi? Yönetmek mi?
İstanbul: Sistem Yayıncılık.
HEİM, Pat ve Elwood N. Chapman (1997). Liderliği Öğrenmek, Çev. Tülay Savaşer, İstanbul:
Rota Yayınları.
HILL, Linda ve Suzy Wetlaufer (2000). “Fikir Alacak Biri Olmadığında Liderlik”, Kriz Yönetimi,
Çev:Salim Atay, Harvard Business Review, İstanbul: MESS Yayın No:328.
İRMEK, M. Kemal (2003). Yöneticiler İçin Karar Verme Teknikleri, İstanbul: Beta Basım A.Ş
KAZAN, Halim (2005). “İşletme İçi Verimliliği Etkileyen Faktörlerin İnsan, Makine-Ekipman Bazında
Değerlendirilmesi Üzerine bir Araştırma”, Review of Social, Economic & Business
Studies, Vol.7/8, 331-347.
KENT, Steven (2005). “Managers Journal: Happy workers are the best workers”, The Wall Street
Journal.
KOÇEL, Tamer (2007). İşletme Yöneticiliği, İstanbul: Arıkan Basım Yayın Dağıtım LTD.ŞTİ.
LUECKE, Richard (2009). En İyi Elemanı İşe Almak Elde Tutmak, Çev. Önder Sarıkaya,
İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
MURATA, K ve A.Harison (1995). Japon Yönetim Teknikleri, Çev. Özden Arıkan, İstanbul: Rota
Yayıncılık.
454
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
ÖZDEVECİOĞLU, Mahmut (2002). “Krizin İşletmelerin Yönetsel ve Örgütsel Yapısı Üzerindeki
Olumsuz Etkileri ve Kayseri Sanayi İşletmelerinde Yapılan Bir Araştırma”, Erciyes
Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, S.19, ss. 93-114.
ÖZGEN, Hüseyin ve Murat Türk (1996). “Türkiye’deki Sanayi İşletmelerinde Kriz Yönetimi
Sorunlarının Çözümlenmesi Üzerine Bir Araştırma”, Yönetim, Yıl:7, S.23, ss.19-31.
ÖZTÜRK, Zekai ve Hakan Dündar(2003).”Örgütsel Motivasyon ev Kamu Çalışanlarını Motive Eden
Faktörler”, C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt 4, Sayı 2, ss.57-67.
PAKSOY, H. Mustafa (2008). “Küreselleşme ve Liderlik”, Liderlik ve Motivasyon, (Ed.Celalettin
Serinkan), Ankara: Nobel Yayın Dağıtım.
PEARSON Christine M. ve Dennis Rondinelli (1998). “Crisis Managament in Central Europen Firms”
, Business Horizons, C.41, S.3.
PİRA, Aylin ve Çisil Sohodol (2004). Kriz Yönetimi: Halkla İlişkiler Açısından Bir
Değerlendirme, İstanbul: İletişim Yayınları.
ROTHMAN, Howard (2007). Dünya Tarihine Yön Veren En Etkin 50 Şirket. Çev. Nurşan
Üstüntaş, İstanbul: Neden Kitap Yayınları.
SÖNMEZ, Cahit (2009).”Küresel Krizin Çıkış Kaynağı: Mortgage Kredileri”, Ed:Sadi Uzunoğlu,
Güncel Ekonomik Sorunlar: Global Kriz, İstanbul: Literatür Yayınları.
SÖNMEZLER, Gökhan ve Orçun Gündüz(2009). Küresel Ekonomik Krizin Etkileri, Ed:Sadi Uzunoğlu,
Güncel Ekonomik Sorunlar: Global Kriz, İstanbul: Literatür Yayınları.
SÜRVEGİL, Olca (2006). Çalışma Yaşamında Tükenmişlik Sendromu; Türkenmişlikle
Mücadele Teknikleri. Ankara: Nobel Yayın Dağıtım.
TİTİZ, İsmet ve İlker Çarıkçı (2006). “Krizlerin İşletmeler Üzerindeki Etkileri ve Küçük İşletme
Yöneticilerinin Kriz Dönemine Yönelik Stratejik Düşünce ve Analizleri”, C.Ü. İktisadi ve
İdari Bilimler Dergisi, C. 2, S.1, ss203-218.
TÜZ, Vergiliel Melek (2001). Kriz ve İşletme Yönetimi, İstanbul: Alfa Yayınları.
VALE, Matthew (1999). “Crisis Culture and Charisma”, Public Personnel Management, C.28,
S.2.
455
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI
Bişkek 2010
VAROĞLU, A. Kadir ve Ünsal Sığrı (2008). İş Yönetim ve Diplomasi Dünyasında Müzakere,
Ankara: Siyasal Kitapevi.
WAGNER, Rodd ve James K. Harter (2009). Başarılı Yönetimin 12 Temel İlkesi, Çev.Aslı
Kurtsoy Hısım, İstanbul: Remzi Kitapevi.
ZORLU, Kürşad (2009). İşletmelerde Reklamcılık ve Propaganda Yönetimi, (Ed.), Ankara:
Savaş Yayınevi.
http://www.arge.com (24.12.2009).
http://www.ceosuccession.com,(17 Kasım 2009).
http://www.turkiyeturizm.com/news_detail.php?id=14474&uniq_id=1262130246, (25.12.2009).
http://www.bizimhaber.com/haber-Sert-kis-sanal-alisverisi-patlatti-253464/, (25.12.2009).
http://www.milliyetkobi.com/yazar/tumyorumlar?Type=1&pnum=1&psize=10&nid=2202,
(11.12.2009).
http://www.ekonomist.com.tr/yonetim/02711/, (02.07.2009).
http://www.kobisektor.com/kobisektor_sektorler/sektorler_demircelik/3005.html (09.01.2010).
http://www.tusiad.org/FileArchive/2009.07.23Esneklik_TISKTOBBTUSIADOrtaGorusRevizeMetin.pdf
(14.01.2009).
http://www.isteinsan.com.tr/isteinsan_gazete/kriz_calisma_hayatini_esnet_ti.html (03.01.2010).
http://www.mercer.com.tr (12.11.2009).
http://www.turk-internet.com/haber/ (12.11.2009).
http://www.danismend.com/konular/stratejiyon/STR0-KRIZ%20YONETIMI-2.htm (15.02.2009).
456

Benzer belgeler