PDF olarak indir - İstanbul
Transkript
PDF olarak indir - İstanbul
3 katkıda bulunanlar contributors Merhaba! Hello! Hamit Hamutçu [email protected] 23 Kasım 2012’de açıldığından beri, Mixer’de olup biteni biz bile takip etmekte zorlandık. İstanbul sanat ortamının en genç üyelerinden olan Mixer, çok farklı bir format ve iddiayla yola çıktı. Bizi ziyarete gelen herkes, hem mekan hem de sanatçı ve eser portföyü açısından yepyeni bir yaklaşım görmenin heyecanını paylaştı, destekledi. Even we’ve had a hard time keeping up with what’s been happening at Mixer since we opened on November 23rd, 2012. As one of the youngest members of Istanbul’s art scene, Mixer started out with a unique and ambitious objective and everybody who visited us was energized by, and supported our fresh approach to artists and their portfolios. Bu kadar hızlı hareket ederken yaptıklarımızı hem daha iyi belgelemek hem de bizi takip etmek isteyenlerin işini kolaylaştırmak için Mixer’i bir de kağıt üzerinde görelim istedik. Sergileri, sanatçıları, eserlerini ve etkinliklerimizi, zamanı durdurup örnekledik ve bunu arada bir yapmayı hedefliyoruz. As we move at lightning speed, we wanted to take a moment to stop and sample what we have been doing and see what Mixer looks like on paper. We hope this will help document our activities and make it easier for people who are following Mixer. KURUCU FOUNDER Bengü Gün [email protected] DİREKTÖR DIRECTOR Ali Gazi [email protected] SANATÇI İLİŞKİLERİ ARTISTS RELATIONS Mehmet Kahraman [email protected] SANATÇI İLİŞKİLERİ ARTISTS RELATIONS Robbie-Lee Valentine [email protected] İLETİŞİM SORUMLUSU COMMUNICATIONS MANAGER Serhat Cacekli [email protected] İÇERİK SORUMLUSU CONTENT MANAGER Yelda Kiraz [email protected] GRAFİK TASARIMCI GRAPHIC DESIGNER Zeynep Yavuzcezzar STAJYER INTERN Seçil Ofset 100. yıl mahallesi massit matbaacılar sitesi 4. cadde no: 77 bağcılar, istanbul BASKI PRINT Lütfiye Kösten kimliksiz faceless tuval üzerine karışık teknik mixed media on canvas 80 cm x 70 cm, 2012 KAPAK COVER 4 Elinizde tuttuğunuz ‘dergi’ birkaç bölümden oluşuyor. Öncelikle, 3 Haziran’a kadar devam edecek olan ‘Benden Ne İstiyorsam Onu Yap’ isimli karma sergi ve ondan önceki iki solo sergimizin sanatçıları Berkay Buğdanoğlu ve Sibel Kocakaya var. Onları, sürekli değişen koleksiyonuyla pek çok farklı disiplinden genç ve yetenekli sanatçıları bir arada görebileceğiniz İstanbul’daki tek mekan olan Açık Depo’nun öne çıkan isimleri izliyor. Ayrıca ArtLab ve diğer etkinliklerimizden de bahsediyoruz. Şimdilik bizden bu kadar, facebook/mixer.tophane, @mixerarts ya da mixerarts.com’dan haberleşmek üzere. The ‘magazine’ you are holding consists of a few sections. You can track this by looking at the bottom part of each page. Firstly we have the group exhibition named Make What I Will From Me and artists from our two previous solo exhibitions Berkay Buğdanoğlu and Sibel Kocakaya. We also have a few featured artists from Open Space, a new concept introduced by Mixer. Open Space is the only venue in Istanbul where you can find many exciting emerging artists from multiple disciplines all under one roof. Finally you can read about ArtLab and various other activities. That’s all for now, hope to keep in touch through facebook/mixer.tophane, on @mixerarts or mixerarts.com. Hamit Hamutçu 5 güncel sergi / current exhibition benden ne istiyorsam onu yap make what I will from me Sanatçılar: A.Aktivities, Ahmet Yavru, Ece Kalabak, Elif Boyner, Elçin Poyraz, Evrim Kavcar, Gaye Kalavlı, Gümüş Özdeş, Kaan Küley, Melike Kılıç, Nazım Ünal Yılmaz, Sibel Horada, Volkan Yıldırmaz Artists: A.Aktivities, Ahmet Yavru, Ece Kalabak, Elif Boyner, Elçin Poyraz, Evrim Kavcar, Gaye Kalavlı, Gümüş Özdeş, Kaan Küley, Melike Kılıç, Nazım Ünal Yılmaz, Sibel Horada, Volkan Yıldırmaz Kürator: Nihan Çetinkaya Curator: Nihan Çetinkaya Mixer’in yeni sergisi, ismini Paris’in çeşitli yerlerinde karşınıza çıkabilecek bir sokak ressamı ve şair olan Miss.tic’in bir duvar yazısından alıyor. Fransızca’da ‘Benden ne istiyorsan onu yap’ anlamındaki ‘Fais de moi ce que tu veux’ deyişinin anlamını ‘Benden ne istiyorsam onu yap’ şeklinde küçük bir harf değişikliği yaparak tümüyle ters yüz eden Miss.tic bu cümlede; aşığın kendinden vazgeçmesinin, kendini kayıtsızşartsız sevdiğinin ellerine bırakması ya da sevdiği uğruna ölmeyi göze alması değil, yolunun ‘kendiliğinden’ çizilmesinde aşkın sağaltıcılığına güvenmesi olarak anlaşılmasına dair bir önermede bulunuyor: ‘Sana ihtiyacım var ama benim yolumda bana yardımcı olabildiğin sürece sana muhtacım.’ Mixer’s latest exhibition ‘Make What I will from me!’ takes its name and inspiration from the street artist and poet Miss.tic, whose work can be found adorning the streets and walls of Paris. The English translation and the meaning of the French phrase “Fais de moi ce que tu veux” is ‘Make what you will from me’. Simply playing with, and shifting the pronoun, the entire meaning is altered. In this context, Miss.tic’s premise surrounding love suggests that the condition where the loved loses site of one’s self, means that it is not he that is unconditionally devoting himself to the lover, nor is he running the risk of metaphorically dying; but that one need only to entrust in the ‘therapeutic’ powers of love, fulfilling his rightful destiny: “I need you, yet, it means I am dependent on you, as long as you help me to find, and gradually recognise myself.” Aşk, antik çağlardan bugüne değin 6 GÜNCEL SERGİ / CURRENT EXHIBITION 1 düşünce gücüyle üstesinden gelinmeye çalışılan temel bir çelişkinin göbeğinde duruyor. Çelişki tam da insanın insan olduğu için barındırdığı bir ikilem. İnsan, bedeninin sonlu olduğunu bilir. Bu bilince sahip olduğundandır ki bu eksikliği ortadan kaldırmak için uğraşır. Aşk ise tam da bu ikilemin ara yüzünde yer alıyor. Sonlu bir bedenin arzularının peşinden gidilerek başlayan aşk serüveni, o eksikliği giderebilmek üzere gerektiğinde insanın kendi ölümünü bile göze alacak hale gelmesini beraberinde getiriyor. Burada kastedilen ölüm, fiziksel bir ölüm değil, kendinden vazgeçiş anlamına geliyor. Bu vazgeçiş, aşığın kendisini kayıtsız From ancient times to the current day love stands at the heart of a fundamental contradiction that is most often attempted to be overcome by man with the power of thought and procrastination. The inconsistency that man maintains by virtue of being human is a profound dilemma. Man knows that his physical being is not infinite and by being constantly aware of this deficiency, he struggles to eliminate it and the distinctly human emotion of love stands at the crossing point of this dilemma. A love story that begins with the pursuit to satisfy the desire of a mortal body may lead to a point of renunciation. However, this may not mean the lover GÜNCEL SERGİ / CURRENT EXHIBITION 7 şartsız sevdiğinin ellerine bırakması ya da sevdiği uğruna ölmeyi göze almasından çok, kendini tekrar bulmayı amaçlıyor. Dolayısıyla aşıklar kendi varlık nedenlerini aslında basite indirgeyerek tam da insanoğluna dayatıldığı şekliyle tuzağa düşerler ve aşk serüvenlerinin umutsuzluğunda boğulmaya mahkum olurlar. Kurallara bağlanan aşkın, erotik olanın doğası gereği ihlal ediciliğini göz ardı edip bu esrime anını şeytani olarak kabul ederek, önümüze sunulan ve gitgide bizi dünyevi olana bağımlı kılan, dünyevi ihtiraslarımızı gerçekleştirmeye yönelik hırslarımızı kontrol edemeyeceğimiz boyutlara getiren dispozitiflerin boyunduruğunda ilerlediğinde en ufak bir sağaltıcı gücü yok. Tam tersine bu, aşka indirgenir ve kişiler arasında karşılıklı ego savaşına ya da sakil birer ilgiye dönüşür. Oysa aşk, kendisindeki iyinin farkında unconditionally surrenders to the one he loves. He may take the risk of his own death, which must be understood as a renunciation to rediscover himself rather than a physical death. It could be said that in this case, this is the reason the meaning of death carries with it altered significance, a devoted lover either fights for unconditional love, or runs the risk of dying and being forced back to a life of yearning and heartache. Therefore lovers fall into a trap, simplifying their reason of existence in a way that is imposed on humankind, are condemned to be drowned in the despair of their love’s adventure. Once absorbed in a dispositive atmosphere and forced into a situation where one struggles to control his earthly ambitions and passions, we discover there is not a single kabul etmez. Verili her yapıya karşı duruş yoludur. İnsan aklı ve bedeninin bir olduğu, yaşam enerjisinin onu eyleme -iyiye- doğru iterek bildiği yolda etkili olmasını buyuran güçtür ve bu noktada sanatla aynı karakterdedir. Çünkü yalnızca sanat ve aşk, hakikate giden yolda aklımız, bedenimiz ve sezgilerimizi ortak bir paydada birleştirmeyi becerendir. of egos amongst individuals. Love requires one’s ego to be established or else there remains nothing to be served and it becomes merely a matter of peculiar interest. Love is an unconscious choice where we endeavour to be the best version of ourselves. Likewise in death, love points us to a state of exclusion and this is the reason for its rigidity, perhaps a way of standing against every written rule, or act of its inner workings. It is this power that commands the energy of life to be efficient in its own right by pushing through to the action –the worthinessto a point where human mind and body are united, sharing with it the same characteristic of art. Moreover, it is only art and the state of love that holds the power to marry our mind, bodies and instincts together on the road to the truth. While we are open to hearing the definition of love from an artist’s perspective, we must not only expect that they accentuate the developmental nature of the modern individual, one existing in a dilemmatic existential sense. 1 ece kalabak hapşırığını tutabilir misin? can you hold your sneeze? tuval üzerine yağlıboya oil on canvas 116 cm x 92 cm, 2012 2 3 2 elif boyner hiçleme ve çile annulment and askesis video, 02’06”, renkli, loop video, 02’06”, color, loop (edisyon edition: 3+1), 2013 olan biri için mutlak iyiye ulaşmanın bilinçsizce yapılmış bir tercihidir. Aşk da ölüm gibi tam bir istisna halini imler ve bu yüzden yasa ya da kural remedy to cure us from the pulling influence, and the unwritten rules of love. Equally this can be construed to earthly love, war and complications 3 kaan küley alan savunması defense zone heykel enstelasyon, polyester döküm sculpture installation, polyester molding 69 cm x 124 cm, 2012 8 GÜNCEL SERGİ / CURRENT EXHIBITION GÜNCEL SERGİ / CURRENT EXHIBITION 9 öne çıkan sanatçılar / featured artists Aslı Türkeli Mixer Açık Depo’nun en “renkli” sanatçılarından olan Aslı Türkeli, çalışmalarında mekan ve beden kavramlarına yoğunlaşarak kent insanının günlük yaşamda karşısına çıkan ikilemlerin sıradanlığını anlatıyor. 1985 yılında İstanbul’da doğan Türkeli, lisans eğitimini 2011 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi’nde tamamladı. Yüksek lisans eğitimini İstanbul Kemerburgaz Üniversitesi Plastik Sanatlar Bölümü’nde sürdürmekte olan Türkeli, son olarak Arte İstanbul Sanat Merkezi’ndeki “Beyoğlu Beyoğlu” başlıklı sergide yer aldı. One of the most “colorful” artists of Mixer’s Open Space, Aslı Türkeli was born in Istanbul in 1985. Türkeli graduated from Yıldız Teknik University, Art and Design department in 2011. She later went on to continue her education at Kemerburgaz University in the fine arts department, where she gained a master’s degree. Türkeli later went on to exhibit her work in an exhibition entitled ‘Beyoğlu Beyoğlu’ at Arte Istanbul. Her work comprises around the concepts of space and body where she deals with the trials and tribulations of everyday life. 2 1 1 hokus pokus serisi hocus pocus series tuval üzerine akrilik-triptik acrylic on canvas-tryptic 65 cm x 65 cm, 2012 2 hokus pokus hocus pocus tuval üzeri yağlıboya oil on canvas 70 cm x 100 cm, 2012 10 AÇIK DEPO / OPEN SPACE AÇIK DEPO / OPEN SPACE 11 öne çıkan sanatçılar / featured artists Engin Konuklu İzleyiciyi kimi zaman eski aile albümünden bir kareye, kimi zamansa bir film sahnesine götüren resimleriyle Mixer Açık Depo’nun en çok ilgi gören sanatçılarından olan Engin Konuklu, 1990 yılında Adana’da doğdu. 2007 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü’nden mezun olan Konuklu, 2011 yılında “Tanımsız” adlı ilk kişisel sergisini Amerikan Hastanesi Operation Room’da açtı. Sanatçı resimlerini, “fotoğrafın daha büyük boyutlardaki doğrudan aktarımından çok, onun bir iması” olarak tanımlıyor. İzleyicinin algısıyla şekil alan ve bellekte bir imge olarak beliren açıklı koyulu leke alanları, izleyiciyi sürecin bir parçası yaparken, resmi kolay tüketilebilir bir imge olmaktan çıkartıyor. The nostalgia of an old family album, or that scene from the black and white movie you never forget... One of Mixer’s Open Space’s favorite artists, Engin Konuklu creates memoirs belonging to nobody and takes you on a reminiscing journey with his paintings. Born in Adana in 1990, Konuklu graduated from Dokuz Eylül University’s painting department in 2007 and went on to open his first solo exhibition ‘Undefined’ which took place at American Hospital’s ‘Operation Room’. His paintings convey an intentional additional meaning rather than being a reproduction of photographic images. The light and dark pigments that are shaped by the viewer’s perception of form and memory, allows the viewer to be taken on an interactive journey of the process, and removes the painting from becoming a consumable image. 2 1 3 1 lamotta akrilik acrylic 75 cm x 100 cm, 2012 2 isimsiz untitled akrilik acrylic 30 cm x 60 cm, 2012 3 jake tuval üzeri akrilik acrylic on canvas 75 cm x 100 cm, 2012 12 AÇIK DEPO / OPEN SPACE AÇIK DEPO / OPEN SPACE 13 öne çıkan sanatçılar / featured artists Emine Akbucak “‘Dioptrics’ serisiyle ışığın gizemini aramaya başladım. Nesnelerin her seferinde başka bir elbiseye bürünüp kendilerini gözler önüne sermesi, ışığın nesneye çarpması, nesneden yansıması, onu yeni baştan var etmesiyle mümkün oluyor.” 1975 yılında Yozgat’ta doğan Emine Akbucak, 2001’de Marmara Üniversitesi Radyo-Televizyon-Sinema Bölümü’nü bitirdi ve 2004 yılında ilk fotoğraf çalışmalarına başladı. Işığın kendisi ve oluşturduğu gölge arasındaki ilişkiyle ilgilenmeye başlayan Akbucak, ‘Yansımalar’ adlı ilk kişisel sergisini 2008 yılında açtı. Işık ve gölge oyunlarının ayrıcalıklı bir perspektif yarattığı yapılarda, renklerin çalışıldığı geometrik kompozisyonlar oluşturan sanatçının son işleri olan ‘Dioptrics’ serisi, 2012 yılında Galeri Artist Çukurcuma’da sergilendi. “I started to look for the mystery of light with my new series ‘Dioptrics’. The objects themselves don a new dress every time with the reflections and changes in the light, making it possible to create a new beginning.” Emine Akbucak was born in Yozgat in 1975. In 2001 she graduated from Marmara University’s TelevisionRadio-Cinema Department and began working on her work as a photographer in 2004. Akbucak began to explore the relationship between light and the shadows created by light, going on to open her first solo exhibition entitled ‘Reflections’ in 2008. In her latest work exhibited at Gallery Artist in Çukurcuma, she plays with the structures created by advantageous perspectives, the light and shadows created by geometric compositions. 1 2 3 4 dioptrics 1-2-3-4 creane museo silver rag kağıt archival pigment baskı creane museo silver rag paper archival pigment print 80 cm x 60 cm, 2012 (edisyon edition: 1/5+1) 14 AÇIK DEPO / OPEN SPACE AÇIK DEPO / OPEN SPACE 15 öne çıkan sanatçılar / featured artists Kaan Bağcı “Kaan Bağcı’nın işlerini tanımlamak biraz zor. Grafik tasarımın ve büyüleyici bir görselliğin iç içe geçtiği illüstrasyonlarında anatomik detaylı balık, keçi ve böcek gibi hayvan figürleri, fütüristik elementlerle dengeli bir harmoni yakalıyor.”* 1 2 1986 yılında tasarımcı bir ailenin çocuğu olarak doğan Kaan Bağcı, çizim yapmaya çok küçük yaşta başladı. Okul yıllarında görsel ve işitsel sanatlar üzerine katıldığı atölyeler bir anlamda bugünkü tasarım tarzının yönünü belirledi. 2011 yılında yerleştiği İstanbul’da illüstratör ve web tasarımcısı olarak çalışan sanatçı, illüstrasyon çizimleri, heykel tasarımları ve fotoğraf çalışmalarına devam ediyor. *Gail Deayton, Hong Kong Art Tutoring “It’s very difficult to ‘label’ the work of Kaan Bağcı. He fuses graphics and illustration with Fine Art conceptual elements. His drawings and collages of animals, such as geese, fish, insects, are drawn in a clinical and detailed manner. Each image has an anatomically scientific and academic textbook feel; a feel where they could almost have been drawn and created a hundred years ago. However, each piece has a contemporary edgy and almost futuristic quirky twist.”* Kaan Bağcı was born in 1986 into a family of designers and artists. The workshops he attended on visual arts and graphic design throughout his school years set his current style. The artist lives and works in Istanbul as a freelance illustrator for several agencies and magazines since 2011. *Gail Deayton, Hong Kong Art Tutoring 1 first point dijital baskı digital print 70 cm x 50 cm, 2013 2 speechless II dijital baskı digital print 70 cm x 50 cm, 2012 3 six points dijital baskı digital print 70 cm x 50 cm, 2012 4 four points dijital baskı digital print 70 cm x 50 cm, 2012 3 16 AÇIK DEPO / OPEN SPACE 4 AÇIK DEPO / OPEN SPACE 17 mixer artlab Francisco De Soarl 18 ARTLAB Mixer’in uluslararası ve yerel sanatçılar ile ilişkisini güçlendirmek amacıyla ortaya çıkan Mixer ArtLab, pek fazla paylaşılmayan sanat üretim sürecini, sürekli olarak değişen izleyici kitlesinin de katılımıyla, hem sanatçı hem de izleyen için farklı bir tecrübeye dönüştürüyor. ArtLab’in ikinci konuğu İspanyol sanatçı Francisco De Soarl, ArtLab is another of Mixer’s key initiatives in solidifying further its relationship with international and local artists. ArtLab offers this usually unseen aspect of an artist’s production process to a constantly rotating audience, offering them the opportunity to interact with the guest artist, and vice-versa. 10 Nisan – 3 Mayıs tarihleri arasında üç hafta boyunca Mixer’de kendisine ayrılan bölümde sanatsal pratiğini ziyaretçilerle buluşturdu. Yarısını Mixer Café’de, yarısını stüdyosunda gerçekleştirdiğimiz bu röportajda Francisco’nun İstanbul serüveni, ahşap paneller üzerine yaptığı işleri ve ArtLab hakkında konuştuk. ArtLab’s second guest artist, Francisco de Soarl was working at Mixer’s Open Studio space (ArtLab) from April 10 to May 3, sharing his production period with audience. We talked about his life Istanbul, his works and the ArtLab while drinking coffee at Mixer Café, and then we visited his home studio. ARTLAB 19 Serhat Cacekli Seni ikidir görüyorum, konuşuyoruz, ama hiç kişisel sorular sormamıştık birbirimize. Nerden geliyor, neler yapıyorsun, anlat biraz. Francisco De Soarl Merhaba, ben Francisco. İspanya’da doğdum. Fotoğraf ağırlıklı bir sanat okuluna başladım, fakat iki sene sonra okulu bırakarak denizci olmaya karar verdim. Daha sonra arkadaşlarla bir müzik grubumuz oldu, öyle takıldık biraz. Sanatla profesyonel anlamda ilgilenmeye Köln’e taşınınca başladım. İlk önce tuval üzerine yağlı boyayla büyük işler ürettim, fakat pek hoşuma gitmedi. Daha sonraları ahşap üzerinde çalışmaya başladım. S.C. Peki İstanbul’a ne zaman yerleştin? Mixer ArtLab’e katılma sürecin nasıl oldu? F.S. Mayıs 2012’de Serpil’le 11 günlüğüne gelmiştik İstanbul’a. Sonra burada kalmaya karar verdik. Geldiğimde içinde çizimlerimin bulunduğu defterciklerimi de yanımda getirmiştim. Onları Pi Artworks’e götürdüm ve orada Mehmet (Kahraman) ile tanıştım. Buraya taşındığımızda Mixer açılışa hazırlanıyordu ve evim yakın olduğu için sürekli uğruyordum. Mehmet de Mixer’de çalışmaya başlamıştı ve bana ArtLab projesinden bahsetti. S.C. Şu anda yaptığın işler açık renkli ahşap paneller üzerine. Peki ilk ne zaman “bu kadar tuval yeter, artık ahşap üzerine resim yapacağım” dedin? F.S. Ahşaptan önce başka materyaller 20 ARTLAB Serhat Cacekli I’ve seen you a couple of times, but never been bothered asking you personal questions. So where do you come from, what do you do? Tell me a little bit about yourself. Francisco De Soarl Hello, my name is Francisco. I was born in Spain. I started studying photography, but I quit and became a sailor. Then I played in a band for a while, it was good. I decided to become a full-time artist when I moved to Cologne. First, I was making huge paintings, mostly oil on canvas, but I didn’t like them that much. After a while, I started painting on plywood. S.C. So when did you decide to move to Istanbul? How did you hear about ArtLab? F.S. Serpil and I came here in May 2012, for 11 days and that was enough to decide. I had my sketchbooks with me and I took them to Pi Artworks. I met Mehmet (Kahraman) there. Four months later, when we moved here, Mehmet told me about the ArtLab initiative and I liked it. S.C. Most of your works feature minimal forms painted with contrasting colors on plywood panels. When did you say “that’s enough with canvas, I’m gonna start painting on wood” the first time? 1 F.S. I tried painting on some other material before settling down on plywood, but I didn’t like any of them. After I started working with this style, I went to Germany to intern at a carpenters. ARTLAB 21 üzerine de resim yapmayı denedim ama kendimi hiçbirine yakın hissetmedim. Ahşapla çalışmaya başladıktan kısa bir süre sonra Almanya’da bir marangozda staj yapmaya başladım. Sonra hep öyle devam etti. geçiyorum. S.C. Merak ettiğim bir şey var. Tuval üzerine yapılan işler genellikle duvara asılıyor ve sadece görsel bir tatmin yaşatıyorlar. Fakat marangozların ürettikleri objelerin çoğu günlük hayatımızda kullanılıyor, eskitiliyor. Senin ürettiğin işler de masa tablası ya da dolap kapağı olarak kullanılsın, insanlar onları eskitsin ister misin? S.C. Tuval ile üzerinde çalıştığın kontraplak levhaları karşılaştıracak olursan, tuvalde eksik olan şey neydi senin için? F.S. ... Hayır, onları kullanılabilen objeler olarak değil, resim olarak görüyorum, bir sanat eseri olarak. Ama güzel soru. F.S. Tuval bembeyaz bir yüzey. Baktığımda bir şeyler hissetmiyordum. Ama ahşap öyle değil, kendi sıcaklığı, kendi dokusu var. S.C. Ve daha doğal bir his veriyor insana değil mi? Sonuçta, bir zamanlar yaşayan bir şeydi. Gerçi tuval bezi de keten ve pamuktan yapılıyor ama formu değiştiği için daha yapay olarak algılanıyor. F.S. Evet. Zaten benim işim ilk önce levhayı seçmekle başlıyor. Tarlabaşı’nda tanıdığım bir marangoz var, oraya gidip isteğim levhaları seçiyorum ve çerçeveleri hazırlıyorum. S.C. Peki üzerlerine çizip boyadığın formlar nereden geliyor? F.S. Belli bir kaynağı yok. Bazen bir fikirden veya ruh halimden ilham alıyorum, çoğunlukla kişisel şeyler. Her bir resim, ilk buradan başlayarak (ahşap çerçevelere pat pat vuruyor) birden fazla hikaye anlatıyor aslında. Çoğu zaman birçok panel üzerinde çalışıyorum ve onları bitirmek haftalarımı alabiliyor. Tıkandığımı hissettiğimde yeni bir panele 22 ARTLAB 2 S.C. If you compare working on canvas and working on plywood, what was missing in canvas for you? F.S. Canvas is a blank surface; I don’t feel much when I look at it. But wood is not like that; it has warmth and its own texture. Serpil Aslan Serhat, bu arada sen geldiğinden beri Francisco’nun resimlerini elleyip duruyorsun ama bana bile izin vermez. Birisi işlerine dokunduğunda neredeyse ağlayacak hale gelir. S.C. Kusura bakma ya, bilerek yapmıyordum. Ne zaman böyle bir ahşap yüzey görsem elimle üzerinden geçerim, biraz severim. Özür dilerim gerçekten. S.C. Ahahah olsun, ben de aynısını yapıyorum S.C. And it gives more of a natural feeling right? F.S. I agree. My work starts here (he is petting the wooden frames). I go to a carpenter in Tarlabaşı, I choose the wood and build the frame and the panel there. S.C. Where do the drawings come from? Whilst walking through the streets do you see images that you 1 francisco de soarl isimsiz untitled ahşap üzerine akrilik acrylic laquer on wood 123 cm x 80 cm, 2012 2 francisco de soarl isimsiz untitled ahşap üzerine akrilik acrylic laquer on wood 123 cm x 123 cm, 2013 like, and then decide to implement these on to your panels? F.S. Sometimes it is just an idea I have, other times my emotions inspire me. Mostly personal stuff. Every painting tells different and multiple stories. Most of the time, I simultaneously work on many panels. When I can’t think of something to paint on a certain panel, I start a new painting. S.C. You know, you hang up a painting, and it gives you visual satisfaction. But when you talk about carpentry, we use almost every object that carpenters make in our daily lives. Do you see your paintings as table tops or cabinets? Do you want people to use these in their everyday lives and wear them out? F.S. .... No, I don’t see them as objects; I see them as artworks. Good question though. Serpil Aslan By the way, you’ve been touching Francisco’s paintings, since you came here but he doesn’t even let me. When someone touches his work, he almost cries. S.C. Oh, I’m really sorry, I didn’t even notice I was touching them. Whenever I see a wooden surface, I always want to feel and pet it. F.S. Hahah, no worries, I do that all the time ARTLAB 23 etkinlikler / events performans performance: Itır Demir isimsiz untitled Itır Demir’in “13 yaşında evlendim. Evliyken sokakta oyun oynuyordum.” cümlesinden yola çıkarak 6 Şubat’ta Mixer’de gerçekleştirdiği performansı, ergenliğe henüz adım atan evli bir genç kızın hayatını konu alıyor. Kendi eliyle çizdiği sek sek oyununda ıskalayacağı karelerin bile eril şiddet araçları tarafından belirlendiği performansta genç kız, bireyselliğini ve tecrübe ettiklerini, yaşam alanını izleyicilere açarak ve onları da performansa dahil ederek kitleleştiriyor. Her an herkesin maruz kalabileceği şiddetin gündelik hayatın içine ne kadar sinmiş olduğunu fark ettiren sanatçı, performansında bunu çeşitli metaforlarla eyleme dönüştürerek daha görünür kılmayı amaçlıyor. 24 ETKİNLİKLER / EVENTS “I was 13 and playing on the street when I got married.” You may have heard or read this not-so unfamiliar phrase on various media organs in Turkey. Based on this sentence, the figure in the performance of the artist Itır Demir, hosted at Mixer on February 6, 2013 is a married young girl. Playing clap-the-hands game on her own, she shows how resistless she becomes against the damage done to her by the established social roles. She opens up her individuality by sharing her living space with the audience and including them in the performance. Based on the lives of many in our society, Itır Demir transforms those life experiences into a performance with the help of various metaphors. She shows the effort of making this situation visible with anything and anybody encountered in daily life. performans performance: Marieke Warmelink paylaşılan sesler shared voices Maddi veya manevi fark etmez, bazen gerçekten ihtiyaç duyduğumuz şeylere sahip olmak isterken bazen de kendimizi gereksiz şeylere göz dikmiş buluyoruz. Geçtiğimiz Mart ayında Hollandalı sanatçı Marieke Warmelink, sahip olduklarımızı ve istediklerimizi gözden geçirmemiz ve bunları doğru listelere atamamız gerektiğini fark ettiren bir performans gerçekleştirdi. Tophane halkından da katılımın olduğu etkinlikte Marieke’nin hazırladığı parlamento dekorunun önüne geçen katılımcılar, ‘Neye sahipsiniz?’, ‘Neye ihtiyacınız var?’ ve ‘Neye gerek duymuyorsunuz?’ sorularını yanıtladılar. Çalışmalarında otorite ve politik sunum stratejileri üzerine yoğunlaşan sanatçı, ‘Paylaşılan Sesler’den elde ettiği görüntüleri ve ses kayıtlarını 29 Mart’ta Mixer ArtLab’de sergiledi. Material or spiritual, some things we possess are indispensable, but sometimes they might not be as crucial as we think they are. In March, Mixer hosted Dutch artist Marieke Warmelink’s performance, which made the participants revise the list of things they have and they want, and place them into the correct mental bins. The visitors of Mixer and a few locals from Tophane got in front of the panel, painted by Marieke to resemble a parliament house and answered three questions: ‘What do you have?’ ‘What do you need?’ and ‘What can you do without?’. The audio recordings and the photos from the performance that examines the politics of individual realm were exhibited at the end of Warmelink’s residency at Mixer ArtLab, with the paintings she made during her stay in Istanbul. ETKİNLİKLER / EVENTS 25 teknik / technique gravür engraving Rooting back to the French language as a technique in printing, gravure refers to ‘the art of scraping’ in an artistic sense and also can be named as ‘engraving’. 1 Fransızca’daki “gravure” sözcüğünden dilimize geçen ve matbaacılıkta da kullanılan bir teknik olarak gravür, sanatsal anlamda “kazıma resim sanatı”nı ifade eder ve “oyma baskı” olarak da adlandırılır. İlk aşamada ahşap, metal veya linolyum gibi çeşitli malzemelerin üzerine kazıma yapılarak veya taş üzerine yağlı kalemle işlenerek elde edilen “resim-görüntü”nün yüzeyine ikinci aşamada boya verilir ve bu resim özel preslerle baskı uygulanarak dokulu kağıtlara geçirilir. Plakalar üzerine görüntünün “ayna hayali”, yani ters olarak işlenmesi gerekir. Bu kazıma yapılmış yüzey, bir kalıp 26 TEKNİK / TECHNIQUE In the first stage, ‘painting-image’ is obtained either by scraping on various materials such as wood, metal and linoleum or by the greasy ink on a stone. The color applied on the surface and the paint is passed on textured papers by applying pressure through special presses. The image must be applied as the opposite (that is, “mirrored dream”) on plates. Since the scraping is used as a mold surface, both a unique print and the editions of it can be produced. In the Western art of painting, the first engraving examples in the 15th century are technically simple; include negative-positive areas and the outer lines of the image. As the art of engraving has been adopted as an application method, the technical details have improved over time. In the 16th century, with the German artist Dürer’s wood carvings, engraving reached a point that is technically detailed as well as it gives an embossed effect on the surface of textured paper. In the 17th century, Rembrant particularly works on patterns onto copper plates while Rubens is known for his colored engravings. These early works mostly olarak kullanıldığı için aynı baskı tekrar edilerek resmin edisyonları çoğaltılabileceği gibi, tek ve özgün baskılar da gerçekleştirilebilir. Batı resim sanatı içinde 15.yy’dan itibaren görülmeye başlanan ilk gravür örnekleri, teknik açıdan basit, negatifpozitif alanlar içeren ve görüntüyü dış hatlarıyla veren denemelerdir. Gravür sanatı bir uygulama yöntemi olarak benimsendikçe teknik detaylarda zamanla ilerleme sağlanmış, 16.yy’da Alman sanatçı Dürer’in ahşap oymalarıyla, hem teknik olarak detaylı hem de dokulu kağıt yüzeylerde adeta kabartma etkisi veren bir noktaya ulaşılmıştır. 17.yy’da Rembrant, özellikle bakır levhalar üzerine desenler çalışmış, Rubens ise renkli gravürlerle tanınmıştır. Bu ilk dönem eserleri daha çok iç mekanlar, portreler ve günlük yaşam kesitlerinden oluşur. Modern dönemde ise toplumsal olaylara eleştirel bakışı ile Goya daha canlı, daha doğal, kişisel ve yer yer ürkütücü seriler üretmiş, 20.yy’da ise M.C. Escher, gravür baskının tüm olanaklarını kullanarak iki boyutlu düzlemlerde perspektif ve simetri oyunlarıyla paradoksal illüzyonlar yaratmıştır. 1 altuğ alaçlı isimsiz untitled özgün baskı original print 39 cm x 53 cm, 2012 2 consist of interiors, portraits and dailylife photographs. In the modern era, Goya, with a critical perspective to social events, creates series that are more vivid, more natural, personal and at some points creepy; and in 20th century, M.C. Escher creates paradoxical illusions with symmetrical and perspective plays on 2D level by using all the opportunities of engraving. 2 seçil büyükkan atmaca auscwitz litografi lithography 35 cm x 50 cm, 2007 TEKNİK / TECHNIQUE 27 geçmiş sergi / past exhibition Sibel Kocakaya 1 Sibel Kocakaya, ilk solo sergisini Ocak ayında Mixer’de açtı. Kocakaya çalışmalarında, günümüz dünyasının yarattığı kaotik süreç içerisindeki bireyin durumunu irdelerken küreselleşme ile birlikte bir probleme dönüşen varoluşsal sürecin birey üzerindeki etkilerine odaklanır. Bireyin değişken algılara karşı kendini ifade etme süreci, verili olanı yıkma refleksi olarak okunabilir. Resim, fotoğraf ve video araçlarını kullanarak kendini ifade etme biçimlerini çoğullaştıran Sibel Kocakaya’nın resimleri, ruhsal devinimlerin yansıması olarak görülebilirken fotoğraf ve –özellikle– video çalışmaları bireyin değişken hallerini görselleştirir. Sibel Kocakaya’s first solo exhibition opened in January at Mixer. Whilst she questions the situation of individuals of today’s chaotic world, she also focuses on the effects of existential problems on self-perception in the process of globalization. The self-expression of the individual against variable perceptions can be read as a reflex to deconstruction of given values. The artist enhances multiple self-expressional forms such as painting, photography and video installations. While Kocakaya’s paintings can be seen as spiritual reflections, her photographs and –notably– video works visualize the unsteadiness of emotional structures. 1 isimsiz untitled c-print pleksiglass 68 cm x 100 cm, 2011 2 isimsiz untitled tuval üzeri yağlı boya oil on canvas 180 cm x 130 cm, 2012 2 28 GEÇMİŞ SERGİ / PAST EXHIBITION GEÇMİŞ SERGİ / PAST EXHIBITION 29 geçmiş sergi / past exhibition Berkay Buğdanoğlu Grigori Nisan ayında Mixer’de Berkay Buğdanoğlu’nun son dönem çalışmalarını içeren sergisi, lüks tasarım markalarının demode olmuş ve bu nedenle çürümeye bırakılmış tabelalarını yıkım estetiğini vurgulayan bir görsellik üzerine kurgulayarak ortaya koyuyor. Pasifleştirilen toplumlarda zamanla bireyler hareketsiz homojen yapılara dönüşmektedir. Küçük reaksiyonlar ile bu edilgen yapı değiştirilmeye çalışılsa da kemikleşmiş sistem yüzünden 1 hareket etmek zorlaşmaktadır. Bu yapılanmalar içerisinde oluşan bozulmalar ve çözümlemelerin sonucunda varoluşsal olarak birey, içinde yaşadığı topluma dair aidiyet duygusunu yitirir. Buğdanoğlu’nun çalışmalarında mekanın belirsizliği ekseninde değişkenlik gösteren kimlik kendi 30 GEÇMİŞ SERGİ / PAST EXHIBITION Berkay Buğdanoğlu’s latest work, exhibited at Mixer throughout April, features a series of obsolete and rusting signs, once glistening advertising boards of a bygone era’s fashionable luxury designers. Throughout a series of fictionalised plots, Berkay envisages these scrap, rusting objects as items of sheer beauty; and in doing so is able to evoke images of a decaying aesthetic destruction. In a passive society made up of homogenous, cloned individuals, a society where even the slightest hint of pandemonium fails to make any difference. A society now so deeply rooted, it takes more than a few individuals to break the mould, and as a result of this lack in individual force, any glitches that one attempts to gather are meaningless; a single person’s efforts are guaranteed to fail, as one belongs merely in an existential sense. Within the confines and uncertainty of the space, Buğdanoğlu questions a temporal existence and seeks to attempt a visualisation of his own identity through his work. Berkay Buğdanoğlu’s second solo exhibition, ‘Grigori’ focuses on the individual’s consumption of luxury items and 31 3 varoluş yolunu arayan konumda olarak görselleştirilmiştir. Berkay Buğdanoğlu’nun resim çalışmalarından oluşan kişisel sergisi lüks tüketimin bireyin bedensel ve ruhsal eylemlerinde ortaya çıkardığı zıtlıklar üzerine odaklanmıştır. Sanatçı, çalışmalarında hazır halde bulduğu ya da aldığı metal tabakaların yüzeyine çalışmalarını yapmaktadır. Çalışmalar eskimiş metal tabakalara tarihsel bir kimlik kazandırdığı gibi kompozisyonlara da yeni bir benlik katmıştır. Berkay Buğdanoğlu, sanat eğitimini Maryland Institute College of Art’ta David Jacobs ve C.V. Starr bursları ile tamamladı. 2007 - 2011 yılları arasında ABD ve Doğu Avrupa’yı serbest olarak animasyon ve illüstrasyon yaparak dolaştı. İlk kişisel sergisini “01; Ante Bellum” Mayıs 2012’ Mim Art & Antiques’de açtı. examines this through the physical and mental contrasts that are revealed as a consequence. He makes use of re-cycled/readymade pieces of discarded metal and transforms these once historic, decaying, rusting items in to a thing of sheer beauty. Berkay Buğdanoğlu studied fine arts at Maryland Institute College of Art by securing scholarships from David Jacobs and C.V. Starr. Between 2007 - 2011, Buğdanoğlu travelled throughout the States and Eastern Europe whilst working as a freelance animator and illustrator. He opened his first solo exhibition ‘01; Ante Bellum’ at Mim Art & Antiques in May 2012. 1 aegis metal üzeri karışık teknik mixed media on metal 135 cm x 90 cm, 2013 2 haliç 2 metal üzeri karışık teknik mixed media on metal 100 cm x 135 cm, 2013 3 herşeye karşi contra omnes metal üzeri karışık teknik mixed media on metal 130 cm x 170 cm, 2013 28 GEÇMİŞ SERGİ / PAST EXHIBITION GEÇMİŞ SERGİ / PAST EXHIBITION 33 34 35 boğazkesen cad. no: 45 bodrum kat tophane beyoğlu istanbul +90 212 243 54 43 | www.mixerarts.com | [email protected]