Hayatta kalite arayanlar bu kentlere aşık olur!

Transkript

Hayatta kalite arayanlar bu kentlere aşık olur!
TNT HOLDİNG BV 2008 SAYI: 36 - Mayıs 2009
TNT Ekspres’in armağanıdır. Para ile satılmaz.
Hayatta kalite arayanlar
bu kentlere aşık olur!
İçindekiler
10
editörden
Erdenay Gül [email protected]
Yeni ekonomik sistemde
reçeteniz hazır
TNT Ekspres Türkiye Pazarlama Koordinatörü
Dünya kentleri tüm ihtişamıyla
14
AKUT’un kurucusu Nasuh
Mahruki, bilinmeyen yönleriyle
18
24
E
Yeryüzünün en yaşanılır yerleri
Konu kentler, mimari ve kültürel özellikler olunca röportaj için
bu konuları iyi bilen birinin kapısını çalmalı diye düşündük. Ve
bu düşünce bizi Mimarlar Odası’na götürdü. Eyüp Muhçu ile
hem İstanbul hem de mimari ve kültürel yapılar üzerine keyifli
bir röportaj gerçekleştirdik.
Türkiye’nin görkemli mimarisi ve
içinde sakladığı tarihi
28
n yaşanabilir kent! Size ne ifade ediyor? Her yıl onlarca araştırma şirketi insanların nasıl bir coğrafyada hangi
duygularla yaşamak istediğini sorguluyor… Bu sayıda
kapak konumuzu buna ayırdık. Ve bu dergiyi okuyan herkesin
kendi için özel diyebileceğimiz bir teline dokunmak istedik.
Kim bilir yazımızı okuduktan sonra kendinizi İspanya’da veya
Romanya’da hayal edeceksiniz.
Yeşilırmak kıyısında karşı konulmaz
güzellikleriyle Amasya Yalıları
İş dünyasını da yakından takip ediyoruz. Malumunuz son dönemde tatsız gelişmeleri takip ettik. ‘Küresel Mali Kriz’in etkilemediği kişi yoktur sanırım. Kriz yaşanmasına yaşandı da yeni
dünya nereye gidiyor? Kriz bizden ne aldı, bize ne getirdi?
Şimdi rotayı belirleme zamanı. Alternatif iş dünyası haberi yeni
dünyada yönünü arayanlar için bulunmaz bir kılavuz…
Kent Kültürü köşemizde bu sayıda Amasya’yı işledik. Yeşilırmak kenarında yer alan yalıların ihtişamına biz kayıtsız kalamadık, sanırım sizler de bizim gibi düşüneceksiniz.
Dergimizin olmazsa olmazlarından spor köşemizde son yıllarda
popülaritesini ciddi oranda artıran Tenis’i bulacaksınız. Bugün
milyarlara ulaşan Tenis’in tarihçesi ve Türkiye’deki gelişimini
Röportaj demişken; bundan böyle her sayımızda bir ‘Sure we yazımızdan takip edebilirsiniz.
can’ bölümü okuyacaksınız. Bu sayfanın konukları zor işlerin
altından alnının akıyla çıkmış kişiler olacak. İlk konuk; Nasuh Aradan geçen zamanda kurum içerisinde yaşanan yerel ve
Mahruki...
global gelişmeleri takip edebileceğiniz TNT’den haberler köşesini de keyifle okuyacağınızı tahmin ediyorum.
Ve bir TNT Wiev klasiği olan müşteri röportajında da konuğumuz Bursa’nın kalite odaklı şirketi Etay Giyim ile söyleşi ger- Keyifli okumalar dileğiyle…
çekleştirdik.
Erdenay Gül
TNT Ekspres Türkiye Pazarlama Koordinatörü
34
Milyarlarca insanın yeni ilgi alanı; Tenis
Sayı: 36 - TNT VIEW İmtiyaz Sahibi: Turgut Yıldız • Sorumlu Müdür: Müzeyyen Dilek Özgür • Yayın Kurulu: Erdenay Gül, Süleyman Karan, Selin Karakaş • Yapım: Medyaevi İletişim • Editör: Murat Uludağ •
Baskı: Ömür Matbaacılık A.Ş. Tel: 0212 422 76 00 Fax: 0212 422 46 00 • Basım Yeri ve Tarihi: İstanbul, Temmuz 2008 • İmtiyaz Sahibi, Sorumlu Müdür ve Yönetim Yeri Adresi: Ertürk Sok. Uzka İş Merkezi No:9
Kat: 3-4-5-6 Kavacık - Beykoz 34810 İstanbul Tel: 0216 425 17 30 Fax: 0216 425 17 12 • 6 ayda bir yayınlanır. • Yayının türü: Dergi, Yerel, Süreli • The TNT name & logo are trademarks & TNT Holding B.V.
03
TNT’den haberler
Sistemleri Direktörü Oğuz Tüzün ve kurye Salih
Demir’in üçüncü olduğu yarışmada, 2008 yılının ‘En İyi Toplama ve Dağıtım Kurye’ unvanını
Brezilya alırken, ikinciliği Hollanda Posta Servisi
kazandı. Unutmadan; katılımcılar bu yarışma
sayesinde elektrikli ve karma yakıtlı araçlar ile
sıkıştırılmış doğalgaz yakan kamyonetleri kullanma şansı da buldu.
TNT Ekspres Türkiye’de üç yeni atama
TNT Ekspres yatırımlarını sürdürüyor...
Türkiye’de bİr İlke İmza atarak ‘ ‘İnsana Yatırım Yapan
Şİrket’ ödülüne layık görülen TNT Ekspres Türkiye’de üç
yenİ görev değişikliği oldu.
Dünya çapında yaşanan küresel ekonomik krİz birçok
sektörü olumsuz etkİlerken, TNT Ekspres Türkİye şube
sayısını artırarak büyümesine devam edİyor.
E
T
kspres dağıtım sektörünün
hızlı ve güvenilir şirketi TNT
Ekspres’te üç ayrı bölümde atamalar gerçekleşti. Satış ve Pazarlama Direktörlüğü görevine Sinan Türel atanırken, Bursa Bölge
Müdürlüğü’ne Cenker Ural, Fuar
Hizmetleri Müdürlüğü’ne Serkan
Kes atandı.
Satış ve Pazarlama Müdürü
Sinan Türel oldu
TNT Ekspres Türkiye’deki ilk görevine 1993 yılında finans bölümünde başlayan Türel, 1996 yılında
TNT Ekspres Bursa Bölge Müdürü
oldu. Sinan Türel bundan sonra
TNT Ekspres Türkiye Satış ve Pazarlama Direktörü olarak kariyerine devam edecek.
Türel’in yerine Cenk Ural
Bursa Bölge Müdürlüğü’ne getiri-
len Cenk Ural ise TNT’de ilk olara 2003 yılında göreve başladı.
Görev süresi boyunca Bursa Satış Bölgesi Müdürü, TNT Ekspres
Doğu Grup Satış Müdürü gibi iki
farklı pozisyonda hizmet verdi.
Ural, TNT Ekspres’teki başarılarının ardından bundan sonra Bursa
Bölge Müdürü olarak kariyerine
devam edecek.
ürkiye genelinde 28 noktada
hizmet veren TNT Ekspres,
Samsun şubesiyle bu sayıyı 29’a
çıkardı. TNT Ekspres Türkiye, coğrafik konumu sonucu kara, hava
ve deniz taşımacılığına elverişliliği
nedeniyle ekonominin canlı oluşu,
bölgedeki potansiyel gönderi artışı gibi kriterleri göz önünde bulundurarak yeni şubesi için doğru
adres olarak Samsun’u belirledi.
Kes Fuar Departmanı’nda
TNT Ekspres’in, yurtdışında fuarlara katılan firmalar için özel
olarak kurduğu Fuar Departmanı
Müdürlüğü’ne getirilen Serkan
Kes ise bu göreviyle TNT Ekspres
ile tanıştı. Daha önce Expotim
Yurtdışı Fuarcılık A.Ş’de operasyon müdür yardımcısı olarak çalışan Serkan Kes, bundan böyle
TNT Ekspres’te Fuar Hizmetleri
Müdürü görevini yürütecek.
Müzesi ödüllerle dolu
1988 yılında Türkiye’ye gelen
TNT Ekspres, 765 çalışanı, 347
aracı ve 29 lokasyonu ile hizmet
veriyor. Hizmet verdiği sürede başarılara imza atan TNT Ekspres,
aldığı ödüllerle de bu çalışmalarının karşılığını alıyor. 2000 yılında tüm dünya TNT’leri arasında
yüzde 98 operasyon servis performans hedefine ulaşan dün-
04
ya birincisi oldu. Aynı zamanda
Türkiye’de bir ilk olarak ‘Investor
in People’ kalite belgesini aldı. 2001 ve 2002 yıllarında büyüme
alanında göstermiş olduğu başarılarla ödüle aylık görülen TNT
Ekspres Türkiye, 2001, 2004 ve
2005 yıllarında da ‘En İyi Satış
Ekibi’ ödülünü de koleksiyonuna
ekledi. 2003 yılında ‘TNT Masters İş Mükemmelliği’ ödülünü
alan şirket, 2006’daysa ‘Kal-Der
Ulusal Kalite Başarı Ödülü’ne layık görüldü. TNT Ekspres Türkiye
son olarak Peryön İnsan Yönetimi Ödülleri kapsamında ‘İşe Alım
Kategorisi’nde ödül aldı. TNT Ekspres Türkiye bu ödüllerin yanı sıra
ISO 9001:2000, ISO 14001 Çevre
Yönetim ve OHSAS 18001 İşçi
Sağlığı ve İşçi Güvenliği Yönetim
Sistemleri standartlarına da sahip.
Kazanan takımlara ödülü TNT CEO’su Peter Baker verdi. Konuyla ilgili açıklamalarda bulunan
Bakker şöyle konuştu: ‘Drive Me Challenge’,
kurye ve müdürlerine, bazı çok basit sürüş yöntemlerinin benimsenmesiyle yakıt tasarrufu ve
trafik güvenliği bakımından ne kazanımlar elde
edilebileceğini açıkça gösteriyor. Bu küresel yarışma, tüm çalışanlarımızın ve altyüklenicilerimizin dikkatini, güvenli ve tasarruflu araç kullanmanın büyük etkisine çekmeyi hedefliyor. Sözgelişi herkes lastik basıncının doğru olmasının
önemini kavrayabilir, klimanın ne zaman kullaTNT Ekspres’in, küresel karbondioksit azaltma programı olan ‘Planet Me’ pronılıp ne zaman kullanılmayacağını anlayabilir. jesi kapsamında düzenlemiş olduğu ‘Drive Me Challenge’ yarışması Milano’da
Bu sadece çevre için olumlu bir adım olmakla
gerçekleşti. Yarışmaya TNT Ekspres Türkiye’den katılan Oğuz Tüzün ve Salih
kalmaz, size para da kazandırır. Amacımız ve
Demir üçüncü oldu.
umudumuz, bu kişilerin sadece işte değil, özel
araçlarını kullanırken de sürüş davranışlarını deNT’nin küresel karbondioksit azaltma progra- Hem hızlı hem güvenli
ğiştirmeleridir” dedi.
mı ‘Planet Me’nin (Gezegen Benim) bir parçası hem de tasarruflu
olan ve özellikle kurye araçlarını hedef alan ‘Drive ‘Drive Me Challenge’ yarışmasında 1’inci olmak
Me Challenge’ın odak noktasında iş süreçlerinin için öncelikle pist üzerindeki belirli duraklarda
her alanında çevre odaklı çalışmayı amaçlıyor. paket alıp bırakırken, güvenlik ve yakıt tasarrufunu birleştirerek toplamda en düşük puanı almak
Bu doğrultuda sürücülerin davranışlarını değiştir- gerekiyor. Toplam puan ise kullanılan yakıt, topmenin yanı sıra, karbondioksit salımını azaltmak lam süre ve aşırı hız ya da dikkatsiz araç kullaniçin elektrikli ve karma yakıtlı araçlar geliştirmek, ma için verilecek ceza puanlarından oluşuyor.
alternatif yakıtları ve pilot teknolojileri araştırmak, karayolu ağını iyileştirmek, yeşil ofisler ve Bu yıl ikincisi düzenlenen yarışmaya Fransa, İtaldepolar kurmak, telekonferans yoluyla iş seya- ya, Almanya, Türkiye, Brezilya, Portekiz, Britanhatlerini azaltmak ve dünya çapındaki 160 bin ya, Benelüks, Ekspres Karayolu Ağı, Hollanda
çalışanını evlerinde de çevreyi gözetmeye teşvik Posta ve Kargo olmak üzere toplam 11 birim
etmek gibi birçok konu yer alıyor.
katıldı. TNT Ekspres Türkiye Bilgi ve Haberleşme
TNT ailesi kendisiyle yarıştı
T
05
gerçekleşti. Yarışmaya TNT Ekspres Türkiye’den katılan Oğuz Tüzün ve Salih
Demir üçüncü oldu.
Avrupa sinemasına anlamlı destek
TNT, sanata verdiği desteği sürdürüyor. Avrupa Film Akademisi ile köklü bir
işbirliği içinde olan TNT Ekspres, 12 yıldır olduğu gibi bu yıl da Avrupa Film
Ödülleri’nin ‘resmi taşıyıcılığı’nı üstlendi.
Turgut Yıldız
Peter Bakker
TNT Ekspres Türkiye Genel Müdürü
TNT Ekspres CEO’su
Sure we can!
Başarının en önemli anahtarı inanmaktır.
İnanmadığınız bir konuda başarıya ulaşmak sadece tesadüflerle gerçekleşebilir.
Bu durum işlerimiz açısından da geçerli.
Şirketimizin yıllık hedeflerini açıkladığımızda, bu hedeflere herkes inanmıyorsa başarının elde edilmesi mümkün değildir...
Ancak; tek hedefe varacağına inananlar,
bu hedefe ulaşacaktır. Üstelik bu hedeflere ulaşmak için tesadüflere de şansa da
ihtiyacı olmayacaktır.
Yeni sloganımız ‘Sure we can’ yukarıda
anlattığım felsefeyi çok iyi tanımlıyor. Ancak inanırsak ‘yapabiliriz’. Yapabilmek, başarmak ve en önemlisi istediğimiz sonuca
ulaşmak sadece ulaşmayı amaçladığımız
noktaya inanmakla gerçekleşecektir. Müşterilerimize hizmetlerimizi en iyi şekilde
sunabilen, onları daima şirketin kalbine
yerleştiren, dinleyen, zor olanı istese bile
‘yapabilen’ bizleriz aslında. Çünkü biz hedefimize ulaşmayı biliriz.
Çünkü biz farklıyız.
Turgut Yıldız
00
Peter Bakker
İşbirliği ne kadar önemli?
GPS ile her şey kontrol altında
TNT Ekspres, Mobiliz Bilgi ve İletişim Teknolojileri A.Ş ile yapmış olduğu iş
birliğiyle bundan böyle araç filosunu her an her yerden harita üzerinden
izleyecek.
B
irleşmiş Milletler Çevre örgütü ‘Temiz
Araç’ projesi için TNT Ekspres Türkiye’yi pilot ülke seçti. Proje çerçevesinde karbondioksit miktarını azaltmak için dizel araçlarda düşük sülfürlü yakıt eurodizel, diğer tüm araçlarda
kurşunsuz benzin kullanılıyor. Ayrıca TNT yakın
zamanda çevre dostu otomobiller olarak tanımlanan iki tane hibrid araç satın aldı. Motosikletlerini de ‘4 zamanlıya’ çeviren TNT Ekspres Türkiye, 2006 yılında ‘Euro3’ ve ‘Euro4’ normlarında
da araçlar satın almaya başladı. Ayrıca hedefler
arasında Türkiye’ye gelmesi durumunda ‘Euro5’
yakıtıyla uyumlu araçların satın alınması da var.
Adım adım takip ediliyor
‘Temiz Araç’ çalışmalarını sürdüren TNT Ekspres
Türkiye, yeni bir projeye imza atarak araç filosunu takip altına alıyor. Böylece TNT, hem sü-
06
rücü ve gönderilerin güvenliğini sağlamış hem
de yakıt tüketimini kontrol altına alıyor. Mobiliz
Araç Takip ve Filo Yönetim Sistemi sayesinde 350
araçtan oluşan TNT filosu adım adım takip ediliyor, araçların bekleme ve çalışma süreleri, hızı,
harita üzerinde aracın bulunduğu lokasyon, gün
içerisinde yapılan toplam kilometre bilgisi, izlenen güzergâhlar, ani durma ve kalkışlar ile ani
şerit değişikliği gibi bilgilere ulaşılabiliyor.
Mobiliz Araç Takip ve Filo Yönetim Sistemi ile izlenen araçlardan edinilen bilgiler doğrultusunda,
özel kullanım için harcanan yakıt, fazla emisyona
sebep olan sürüş hataları ile güvenliği tehlikeye
atabilecek hatalar belirlenebiliyor. Böylece özellikle sürücü davranışlarında iyileştirmelere gidilerek emisyon oranlarının azaltılması ve güvenliğin
sağlanması amaçlanıyor.
G
erçekleştirdiği sosyal içerikli projeler dışında
kültür-sanat organizasyonlarına da destekten
kaçınmayan TNT, 1997 yılından bu yana resmi
ortağı olduğu Avrupa Film Akademisi’nin düzenlediği
Avrupa Film Ödülleri’ni 12 yıldır olduğu gibi bu yıl da
resmi taşıyıcısı oldu. TNT, yarışmaya katılan filmleri tüm
Avrupa’ya taşırken, törende verilecek heykelcikleri de
Kopenhag’daki ödül törenine ulaştırdı. Ve son olarak da
heykelcikleri sahiplerine teslim etmekte yine TNT Ekspres tarafından gerçekleştirildi.
TNT Ekspres geçtiğimiz aylarda, 2008 Avrupa Film
Ödülleri’ne başvuruda bulunan 44 filmin kopyasını Avrupa Film Akademisi’nin Avrupa’nın değişik bölgelerinde bulunan bin 850 üyesine ulaştırdı. TNT aynı zamanda
19 ödül heykelciğini, Londra’da bulunan dünyaca ünlü
mücevher mağazası Theo Fannel’den ödül töreninin yapılacağı Kopenhag’daki Forum alanına taşıdı.
Ödül töreninden sonra heykelcikler TNT Ekspres tarafından geri alınarak, üzerlerine isimleri kazındıktan sonra ödül sahiplerine yeniden teslim edildi. TNT Ekspres
Bölge Direktörü Dr. Dietmar Rau, “Medya kazananların
ödüllerini çantalarını koyup evlerine götürdükleri izlenimi yaratıyor, ancak bu kıymetli heykelciklerin özel olarak
paketlenip, büyük bir titizlikle taşınması gerekiyor. TNT
olarak bizler bu işin uzmanlarıyız ve tabii ki, güvenilir
ve zamanında teslim edilmeleri konusunda da” şeklinde
konuşarak Avrupa Film Ödülleri’ne verdikleri desteğin
önemini belirtti.
07
Çalışma hayatım boyunca öğrendiklerimden
bir tanesi, işbirliği içinde olmak sadece bir kaç
basit kurala bağlı… Nedir bunlar?
İlki görünür olmak; Görünür olmanın anlamı, kendinize dürüst olmak ve tutku, amaç
ve vizyonunuzu paylaşma cesaretine sahip
olmaktır.
İkinci olarak birbirimize saygı duymak; İnsanlar arasındaki farklılıkları tehdit olarak değil,
fırsat olarak görmeliyiz
Üçüncüsü güven; Saygının olduğu yerde güven de olmalı... Sonuçta şirket için neyin iyi,
neyin kötü olduğunu biliyoruz.
Sonuncu olarak iletişim içinde olun; Birbirinizle sürekli konuşun, yüz yüze konuşamadığınız
zaman telefon veya video konferans aracılığıyla iletişime geçin. Ama muhakkak aranızda
bir bağ olsun.
Bu saydıklarım konusunda işbirliği içerisinde
olursak, eminim daha çok şey başarabiliriz.
Saygılarımla,
Peter Bakker
TNT’den haberler
30 dakikada bir uçağa
30 otomobil nasıl yüklenir?
‘Yeşil Binalar’ 2010’a yetişiyor
İlk ‘yeşil depo’
Hollanda’da hizmete girdi
TNT Ekspres çevre yatırımlarının meyvelerini topluyor.
‘Yeşil depo’larda sürdürülebilir çözümlerin benimsenmesiyle yüzde 70’ten fazla enerji tasarrufu sağlıyor.
T
NT, karbondioksit üretmeyen ilk deposunu, Hollanda’nın Veenendaal
kentinde açtı. Resmi açılışını TNT Posta Yönetim Kurulu Üyesi ve Grup
İdare Müdürü Harry Koorstra’nın yaptığı depo, TNT’nin dünya genelindeki çevre programı ‘Planet Me’ kapsamında kuracağı ‘yeşil’ binaların
ilki. Küresel posta ve ekspres taşımacılık devi TNT, bu çalışmalarıyla birlikte
65 ülkede 3 milyon metrekareden fazla binasının karbondioksit salımını kısıtlamayı planlıyor.
İşbirliği ile ‘0’ karbondioksit
Çarpıcı dış görünümü ile çevresindeki diğer iş yerlerinden ayrılan bina,
olabildiğince çok gün ışığını alarak, kullanılan yapay ışığı kısıtlamak üzere
tasarlandı. 300’den fazla güneş paneli, ışığı toplayıp enerjiye dönüştürerek binanın kendi enerjisini sürdürülebilir yöntemlerle üretmesini sağlıyor.
Ayrıca ‘yeşil binalarda’ ısıtma ve soğutma için ise yer altı suları kullanılıyor.
Binanın kullanımı sırasında ‘0’ karbondioksit salımını hedefleyen TNT, bu
proje için ‘VolkerWessels’ inşaat şirketiyle işbirliği yaptı. Ortak çalışmalar sonucunda, ekolojik tuvaletlerin temizliği için yağmur suyu kullanılmasından
düşük tüketimli kahve makineleri ve geri dönüştürülebilir mobilyalara kadar
TNT’nin ‘Yeşil Binalar’ programı, mevcut
binalardan enerji tasarrufunun iyileştirilmesi ve postayla ekspres birimlerine sınıfının
en iyisi ‘yeşil’ işyerleri kurulması üzerine
odaklanıyor. 65 ülkede 3 milyon metrekareyi aşan kapalı mekanı olan TNT, farklı yer
ve binalarda farlı çözümlere ihtiyaç duyulduğu için bu çeşitliliğe uyum sağlıyor. İlk
‘yeşil’ iş merkezini, Hollanda’nın Hoofddorp
kentinde kurmayı planlayan TNT, lokasyonu toplu taşıma noktalarına yakın yaparak
gidiş geliş için üretilen karbondioksit miktarının azaltılmasını hedefliyor. TNT’nin
Hoofddorp’taki yeni ofisinin 2010 yılının
ikinci yarısında açılması bekleniyor.
pek çok yaratıcı çözüm geliştirildi. Asfalt işleri için kullanılmış cüruftan yararlanılırken kâğıt atıkları ve geri dönüştürülemeyen atıklar için daha büyük
konteynırların kullanılmasıyla, boşaltma aralığı da uzatıldı.
Bu yöntemlerin ve önlemlerin tek bir işyerinde birleştirilmesi sayesinde,
sıradan depolara göre yüzde 70’ten fazla enerji tasarrufu sağlandı. VolkerWessels, TNT’nin ‘yeşil’ deposunun başka sürdürülebilir işyeri sahipleri
için örnek teşkil ederek aynı çözümlerden yararlanmalarını bekliyor. Ekim
ayı ortalarında faaliyete geçen ‘yeşil’ depo Veenendaal ile çevresine posta
dağıtımı işlerini yürütecek.
Verwaaijen: “Çalışanları çevreyi düşünmeleri için teşvik ediyoruz”
Konuyla ilgili olarak görüş bildiren TNT Emlak Direktörü Flip Verwaaijen;
“TNT olarak çalışanlarımızı gündelik hayatlarında çevreyi düşünmeye teşvik
ediyoruz. Bir işveren olarak, enerjiden nasıl tasarruf edileceğini ve çevreye
etkinin nasıl azaltılacağını göstererek iyi örnek olmayı amaçlıyoruz. Veene
ndaal’daki 140 çalışanımız, enerji tasarrufu bakımından olağanüstü bir işyerinde çalışıyor. Çevre önlemlerimizi tam olarak uygulamak suretiyle tüm
çalışanlarımızı, enerji bilincinin önemine ikna etmeyi umuyoruz” dedi.
TNT Ekspres çevre yatırımlarının meyvelerini topluyor. ‘Yeşil depo’larda sürdürülebilir
çözümlerin benimsenmesiyle yüzde 70’ten fazla enerji tasarrufu sağlıyor.
T
NT Ekspres ve otomobil dergisi TopGear, 23 Ekim 2008 tarihinde bir dünya rekoruna imza attı. Yedi kişiden oluşan ekip,
Belçika’nın Liege kentindeki TNT Avrupa Hava Taşımacılığı
Merkezi’nde, Smart marka 30 otomobili TNT’nin Boeing 747 uçağına 60 dakikanın altında; tam 35 dakika 34 saniyede yükleyerek Guinness Dünya Rekoru’nu kırdı.
İngiltere’nin önde gelen otomobil dergisi TopGear’in İtalya baskısı ve
BBC, dünyanın en küçük otomobili olan Smart’ın 10’uncu yaşını kutlamak için, dünyanın en büyük uçaklarından biri olan Boeing 747’ye
bu otomobillerden kaç tane sığacağını görmeye yönelik bir deneme
yaptı. Rekor denemesi için 30 adet ‘Smart Fortwo’yu, ‘Mercedes-Benz
Italia SpA’ ve ‘Mercedes-Benz Belgium Luxembourg SA’ sağladı.
Bin 300 kişinin çalıştığı denemenin yapıldığı merkeze 130’dan fazla
kamyon girip çıkıyor ve aralarında TNT Ekspres’in amiral gemileri olan
iki Boeing 747’nin de bulunduğu 47 uçak bu havalimanından dünyanın dört bir köşesine dağılıyor. TNT Liege Merkezi Yer Operasyonları
Başkanı Christine Heine konuyla ilgili şöyle konuştu: “En önemli sorun, denemenin yapılması için, 365 gün 24 saat inip kalkan uçaklarla
dolu bir tarifede uygun bir zaman aralığı bulmaktı. Her TNT uçağının
inip kalkma süresi çok büyük önem taşıyor çünkü her an her yere yüz
binlerce paket taşıyan eşgüdümlü bir ağ içinde çok büyük bir etkiye
yol açıyor.”
30 otomobili Boeing 747’ye yüklemek, ardından indirmek ve uçağı
Şanghay’a gidecek gönderilerle doldurmak için sadece üç saat gibi az
bir zamanı olan yedi kişilik ekip inanılmaz bir sonuç elde etti. Bu sonuç ile hem TNT’nin ‘sure we can’ anlayışını destekleyen çalışanların
profesyonelliği, hem de 10 yıllık ömründe pek çok rekor kırmış Smart
Fortwo otomobilin başarısı kanıtlanmış oldu. Rekor başarısının ayrıntılı
haberi, TopGear Italia’nın aralık sayısında yer alacak.
İş Dünyası
H
er yaş grubundan, her ülkeden, her ırktan, tüm insanoğlunun ortaklaşa yaşadığı
pek çok şey vardır… Aşk, böyle bir şeydir.
Güzel bir yemeğin zevki de öyle… Yeni bir eve
sahip olmanın mutluluğu da… Ya da kariyerinde bir basamak daha yükselmek… V etabii ki
bunların her birini kaybetmenin travması da tüm
insanların aynı tepkiyi verdiği bir durum. Tıpkı
bugünlerde milyonlarca kişinin paylaştığı hüzün,
kızgınlık, kırgınlık gibi…
Krizle yatıp, kirzle kalkıyor 6 milyar insan… Belki
biraz abarttık, zira Sudan’daki açlığı yaşayanlar
ya da şizofrenik bir korku ülkesi olan Kuzey Koreliler için zaten kabus bir hayat tarzı! Ama uzun
süredir insanlığın topyekun paylaştığı duylgular
Yeni hayata şimdiden hazırlanmak
Krizi tanımlamak, bir filin görme engelli biri tarafından tarif edilmesine benziyor. İşinizden olduysanız, kriz bir felaket. Borsada para batırdıysanız,
finans sisteminin yalan olduğunu hissetmek.
Mortgage ile aldığınız evi hacizle kaybettiyseniz,
barınaksız kalmanın müthiş korkusu… Saymakla
bitmeyen kişisel tarjediler… Ama tarih gösteriyor ki, hiçbir kriz sonsuza kadar devam etmiyor.
Her dibin bir çıkışı var. Ve görünen o ki, birkaç
sarsıntı daha olacaksa da, artık yavaş yavaş dibi
bulmuş durumda küresel ekonomi. Şimdi hesap
kitap yapma zamanı. Küresel ekonominin yeni
baştan şekilleneceği yıllar bekliyor hepimizi. Küresel ekonomi şekillenirken de tek tek hepimizin
hayatını değiştirecek. Uyum sağlayabilenler,
Çevre teknolojİlerİ, yenİlenebİlİr enerjİ,
nanoteknolojİ ve bİyoteknolojİ sektörlerinin küresel
ekonomİnİn yenİ lokomotİflerİ olması İçİn devlet
desteğİyle yenİ bİr kalkınma hamlesİnİn gündeme
gelmesİ muhtemel. Bu atılım, eğer geç kalmadıysak ki,
ne yazık ki bu konuda hala net bir veri yok, küresel
iklim değişikliklerinden kaynaklacak felaketleri de
asgariye indirecek.
Kriz bir reçete verdi bizlere:
Mütevazı ve sağlıklı bir hayat
Bir rüyadan uyanmaktır bazen kriz… Rüyanın güzel olup olmadığını sonra
sorgularız. Krizi bir kabus gibi yaşadık. Şimdi fark ediyoruz ki, gerçek
olmayan bir lüksün rüyasından uyandırmak içinmiş kriz. Bundan sonra da
rüyalar kuracağız, ama her zamankinden daha ayağı yere basan rüyalar…
bu denli ortak. Aslında kriz dediğimiz, değişim!
Hani hemen hepimizin hayat boyu pek çok kez
tekraraladığı bir tekerlemede gecçen, “Değişmeyen tek şey değişim!” Bugün yaralayan, kabus
gibi üstümüze çöken, küresel mali krizi şöyle biraz yeryüzünden yukarı çıkıp izlediğimizde yeni
bir dünyanın kuruluşunun habercisi olduğunu
anlamak pek de zor değil. Tabii ki gündelik mücadeleden çıkma şansı olanların becerebileceği
bir iş bu hayata biraz kuşbakışı bakmak… İşte
şimdi onu deneyeceğiz hep birlikte.
10
Patronların CEO aşkı bitiyor
Bir yıl içinde devasa şirketlerin piyasa değeri yüzde 70’lere varan bir erime yaşayınca, CEO’lar
hedef tahtası haline geldi. Sadece bu dev şirketlerin patronları değildi CEO’lara diş bileyen, hepsi
halka açık olan bu şirketlerin 10 binlerce hisse
sahibinin de nefret nesnesi haline geldi chief executive officer’lar… Tabii ki mesele basının da katkısıyla aldıkları maaş ve ikramiyelere odaklandı.
Milyon dolarlık ikramiyelerini pek çoğu almaktan
vaz geçti kriz süresince… Ama bu meselenin sadece bir yüzüydü. Aslına bakarsanız, CEO’ların
tek günahı vardı, şirket hisselerinin piyasa değerini artırmak için ellerinden geleni yapmak. Bunun
anlamı da köpüren bir piyasada hisseleri de köpürtmeknet geçiyordu. Hissedarlar hisselerini tavan ayapraken pek memnundu, oysa ki pek çok
uzman yıllardır “Kral çıplak” demekteydi! Şimdi
kral çıplak, hisseler gerçek değerlerinin de altında. Suçlu finansal sistem olsa da, bir kurban gerekiyor ve bu kurban da CEO’lar. Bundan böyle
CEO’ların yetkileri çok daha törpülenmiş olacak.
Yönetim kurullarının aldığı kararların çok daha
şeffaf ve sorgulanabilir olduğu bir şirket yönetimi
11
İLLÜSTRASYONLAR: Meral Erdoğan
yoktan varolmaz, varken yok olmaz” demişti ya,
küresel finans sistemi sihirbazlığa kalkıp, bu kuralı görmezden geldi. Şimdi yoktan varolanların,
yok olmasını izliyoruz aslında!
Hala pek çok ekonomistin
bile hesabını yapamadığı
bir bedeli var krizin ve
emin olun, asla tam
olarak bir kriz faturası
çıkarılamayacak.
sistemi gelecek. Ki zaten şimdiden öyle… Bir de
tabii çoğunluk hissesi sahibi olanlar var ki, artık
her CEO, koltuğunda oturduğu süre boyunca
nefeslerini enselerinde hissedecek.
Denetim, denetim, denetim…
CEO’lar alev alev nefesleri enselerinde hissededursun, topun ağzında olan ve büyük olasılıkla
krizin toz dumanı biraz dindiğinde FBI soruşturmalarında ter dökecek bir yönetici grubu var ki,
işte onların işi çok daha zor. Bu krizde sınıfta
kalanlar denetim şirketleri… Aslında çok daha
önce, ABD’yi sarsan Enron skandalında güvenilirlikleri sarsılmıştı, ama ‘beşer nisyanla malüldür’
ya, unutuldu gitti. Ancak bu kez beşer unutsa
bile devlet unutacağa benzemiyor! Özellikle de
ABD’de pek çok denetim şirketinin defteri dürülecek gibi. Sonrası ise devletin çok sıkı denetimi
altında, belki de yeni kurulacak kamu otoriteleri
tarafından şirketlerin çokt daha sıkı denetleneceği bir sistem. Her ne kadar ultra liberaller karşı
çıksa da, devletin denetimi ‘Demokles’in kılıcı’
gibi iş dünyasının üzerinde olacak.
Kaldıraç enstrümanlar
yerine kaldıraç sektörler
Hala pek çok ekonomistin bile hesabını yapamadığı bir bedeli var krizin ve emin olun, asla tam
olarak bir kriz faturası çıkarılamayacak. Bunun
temel sebebi, dünyayı tepetaklak eden türev
enstrümanlar. Mortgage krizinin bir emlak krizi
değil de finansal enstrümanlardan kaynaklanan
bir kriz olduğunu artıkm herkes biliyor. Ama bu
finansal enstrümanların oluşturduğu balonu anlayınca, insanın dudağı uçukluyor. Küresel ekonomideki köpüğü yaratan, reel sektörle finans
sektörü arasındaki devasa uçurumu da yaratan,
geçmişte herkesin favorisi olan bu kaldıraç finansal enstrümanlar, bugün ‘insanlık düşmanı’
ilan edilip, ‘zehirli varlıklar’ olarak ilan edilmiş
durumda. Gelecekte de hiçbir zaman bu denli
büyük bir balon oluşturmalarına izin verilmeyecek. Tabii kimse dönüp şu soruyu sormuyor,
“Uzun yıllar boyunca sürekli büyümeyi sağlayan
finansman kaynağı da aynı enstrümanlar değil
miydi?” haksızlık etmemek lazım, bu sorunun
cevabı “Evet”! Ama zaten mesele bu denli hızlı
ve sakat büyümekti! Çin’de, Endonezya’da, Latin Amerika’da milyarlarca dolarlık yatırım yapabilecek küresel sermayenin finansal kaynağını
şimdi zehirli varlıklar dediğimiz bu enstrümanlar
sağladı. Şimdi yine o yatırımların çökmesine neden olan da onlar! Aslında lise fizik kitaplarından
çoğumuzun aklında kalan bir kuramı unutmuş
olmak hepimizin suçu. Lavoisier; “Hiçbir şey,
12
Çevre teknolojileri
ekonominin yeni lokomotifi
İşte bu nedenle gelecekte tüm finansal enstrümanlar, bizim Sermaye Piyasası Kurulu’nun küresel ölçekteki benzerleriyle çok sıkı bir denetim
altında olacak. Bin dolarlık bir finansal enstrümandan 1 milyon dolarlık türev enstrüman yaratmaya izin verilmeyecek. Yani fizik kurallarına
daha uygunh bir finansal piyasada yaratılacak
kaynaklarla yatırım yapılacak gelecekte. Tabii
bu, aynı zamanda daha sakin ve mantıklı bir büyüme anlamına da geliyor ki, bir diğer anlamı da
yeni iş alanları yaratmak çok daha zor olacak.
Asıl mesele, sürdürülebilir kalkınmayı sağlayabilecek yeni sektörlerin ortaya çıkmasında. Ki bu
konuda gelişmiş ülkeler harıl harıl bir arayış içerisinde. Ve aslında tüm dünyanın elinde de bir
kılavuz var. Ve kılavuz bir felaket habercisi, yani
küresel iklim değişikliği! Bu çerçevede çevre teknolojileri, yenilenebilir enerji, nanoteknoloji ve
biyoteknoloji sektörlerinin küresel ekonominin
yeni lokomotifleri olması için devlet desteğiyle
yeni bir kalkınma hamlesinin gündeme gelmesi muhtemel. Bu atılım, eğer geç kalmadıysak
ki, ne yazık ki bu konuda hala net bir veri yok,
küresel iklim değişikliklerinden kaynaklacak felaketleri de asgariye indirecek.
Tüketim toplumu sorguda
İki krizin üst üste binmesi, hayatımızı hiç olmadığı kadar değiştirecek. Tüketim toplumu, bir şekilde tarihe karışacak. Ama travmatik bir dönüşümle, ama bir ölçüde zamana yayılarak. Artık
herkes biliyor ki, fosil yakıtla çalışan otomobillerle herkesin otomobil sahibi olması mümkün
değil. Hatta bırakın onu, Çin’deki orta sınıfın
tümünün otomobil sahibi olması ibel dünyanın
tahammül edebileceği bir kirliliğin ötesinde kirlilik yaratacak. Biz daha basit konular üzerinde gidelim. Söz gelimi, her Çinli’nin biftek yemesi de
mümkün değil bu dünyada. Çünkü bu nüfusla
herkesin et yemesi bir lüks. Hatta hatta herkesin pirinç yemesi bile lüks. Daha tahıl ve sebze
ağırlıklı bir beslenme bekliyor insanoğlunu. Aynı
zamanda daha az suya ihtiyaçc duyan tarımsal
ürünlerin ağırlık taşıdığı bir tarım sektörü.
Yine tasarruf ve verimlilik , hayatın her alanında
öne çıkacak. Bu finans sektöründe tasarrufta olduğu gibi, tüketim mallarının dönüşüm hızında
da yaşanacak. Her yıl cep telefonu değiştirmek
yerine, gereksinim doğrultusunda, tasarımdan
önce işlevi öne çıkaran bir tüketici tercihi piyasalara egemen olacak. Nanoteknoloji ürünü kendini temizleyen giysilerden belki birkaç tanesiyle
yetinmeyi öğreneceğiz. Diyecksiniz ki, “O zaman
tekstil sektörü ne olacak?” Cevabı ekonomi biliminin kuralları vceriyor zaten, geçmişte daralan
ve yok olan o kadar çok sektör var ki!
Zenginliği coğrafi olara eşitlemek
Yine geleceğin dünyasında gelir eşitliğine yönelik, sınıfsal olmasa da coğrafi bir dönüşüm yaşanacak. Küresel finansal krizin ardından geçmişte
refah ülkesi olarak adlandırılan pek çok ülke,
daha vasat hayat koşullarıyla tanışacak. Özellikle nüfusu az ve iç piyasası dar olan İskandinav
ülkelerinde bu eğilim şimdiden görülüyor. Baltık
ülkeleri daha refahı göremeden zaten mütevazı
olmak zorunda. Amerikalılar ve İngilizler başta
olmak üzere tüm gelişmiş ülkelerde hayat seviyesi biraz daha dünya ortalamasına gerileyecek.
Buna karşın yeni ekonomik aktörler hızla güçlerini artıracak. Çin, Hindistan, Rusya, Brezilya geleceğin yıldızları… Türkiye gibi gelişmekte olan
piyasalardan bazıları da bölgesel güç olarak biraz daha öne çıkacak.
Daha mütevazı, daha insani
Sonuçta, gelecek daha az zenginlik ve şaşaa
vaat ediyor bizlere… Ama belki daha huzurlu bir
hayat! Hayatın anlamını, tüketmek ve satın almak üzere kuran bir toplumdan, doğayla uyumlu, daha çok üretip daha az tüketen bir topluma
geçmek dışında zaten pek fazla seçenek yokken,
en akılcısı hayattan beklentileri değiştirmek. Söz
gelimi bir 4x4 hayali kurmak yerine, hafta sonları bir trene atlayıp pikniğe gitmek! Modanın
peşinde her sezon üç pantolona bin lira harcamak yerine, kendi tarzımızı yaratıp, bunun dörtte biriyle giyinmek… Daha az enerji harcamak,
daha az su harcamak, daha az et yemek! Aslına
bakarsanız, hepsi de sağlıklı değil mi?
13
Tarih gösteriyor ki,
hiçbir kriz sonsuza
kadar devam etmiyor.
Her dibin bir çıkışı var.
Ve görünen o ki, birkaç
sarsıntı daha olacaksa
da, artık yavaş yavaş
dibi bulmuş durumda
küresel ekonomi. Şimdi
kriz travmasının ardından
hesap kitap yapma zamanı.
Küresel ekonominin yeni
baştan şekilleneceği yıllar
bekliyor hepimizi. Küresel
ekonomi şekillenirken de
tek tek hepimizin hayatını
değiştirecek.
Mutluluğu tüketimde
aramadan yaşamak
Artık fiktif rakamların peşinde koşmak
yerine reel ekonomiyi keşfedeceğiz…
Tıpkı daha önceki krizlerde olduğu gibi…
Ekonomideki kuralların da fizik kuralları gibi olduğunu hatırlayıp, “Hiçbir şey
yoktan var olmaz, varken yok olmaz”
sözünü hatırlayacağız. Ve bu sözün gerçek anlamını arayacağız. Sonunda da bu
fizik kuralının daha az tüketmek, daha
çok üretmek sonucuna ulaşacağız. İşte
bunu fark edince yeni bir şey daha öğreneceğiz. Ve sonunda mutluluğu tüketimde aramaktan vazgeçerek, belki de
her zamankinden daha sağlıklı bir haya-
Aktüel Ropörtaj
önlemek amacıyla böyle bir düşüncenin içerisine
girdik. Ve bunu yaparken de Türkiye’nin afetlere açık bir ülke olduğunu fark ettik. Sonrasında
da kapsamını biraz daha geniş tutarak 14 Mart
1996 yılında AKUT’u kurduk.
Peki, bu düşünceleri eyleme geçiren olay
neydi? AKUT ve Nasuh Mahruki’yi ortak
paydada birleştiren unsur neydi?
AKUT’un kuruluşunda ilk adımları atmamız
1994 yılının Kasım ayında yaşanan bir dağ kazası ve sonrasında kaybolan iki genç öğrencinin
arama çalışmalarına denk geliyor. Bu haber bize
ulaşınca, hemen gençlerin kaybolduğu Bolkar
Dağı’na hareket ettik. O dönemde arama-kurtarma çalışmaları böyle gelişiyordu. Bir dağ kazası
yaşandığında dağcılar doğal olarak, herhangi bir
organizasyon olmaksızın bölgeye gidiyor ve ara-
“Bir kişinin bilgili olması,
kimseye fayda sağlamaz”
H
erkes onu ve kurucusu olduğu AKUT’u 1996 yılında kurulmuş olmasına rağmen ‘Marmara Depremi’ ile tanıdı. O günden sonra deprem,
çığ, sel, orman yangını gibi bütün afetlerde ‘kırmızı giyen adamları’
gördük televizyon ekranında. Sadece yurtiçinde değil, yurtdışında da hayat
kurtarmaya gitti Mahruki’nin gözü kara arkadaşları… Kimi zaman engellendi AKUT, kimi zaman desteklendi. Üstelik tek yaptıkları afetten sonra ‘can
kurtarmak’ değildi. Türkiye’yi iki kez dolaştılar, afet konusunda halkı bilinçlendirmek için. Aynı zamanda bir dağcıydı Nasuh Mahruki. Dağcılar arasında
efsane niteliği taşıyan K2’ye oksijen desteği olmadan tırmanarak ilk hayalini
gerçekleştirdi. Sonra kilometrelerce yol kat etti. Birbirinden farklı dağlara
tırmandı. Ve sonra bir şey fark etti: Bilginin paylaşılmadan bir anlam taşımadığını… Şimdilerde yedinci kitabını yazmak için kollarını sıvayan Mahruki’yi
evinde ziyaret ettik ve ‘sure we can’ röportajlarının ilkini ‘zoru başarmayı
seven adam’ ile gerçekleştirdik.
AKUT nasıl bir düşüncenin ürünü olarak doğdu?
Ben profesyonel bid dağcıyım. AKUT’u da dağcılar kurdu zaten… Dağ ve
doğa sporlarında meydana gelebilecek kazalarda can kaybı yaşanmasını
14
Dağcılığa
başladığımdan
İtİbaren hayalİm
K2’ye oksİjen
desteksİz
tırmanmaktı.
Şimdİkİ hayalİmse
bu kez oksİjen
desteği olmadan
Everest’e
tırmanmak…
Marmara Depremİ İle hayatımıza bİr sİvİl toplum kuruluşu gİrdİ: AKUT. O gün bugündür
pek çok felakette hayatı kurtarmak İçİn tüm dünyada çaba harcayan AKUT’un
kurucusu üyesi ve başkanı Nasuh Mahrukİ, bİr yandan da kİşİsel bİrİkİmlerİnİ paylaşmak
için semİnerler verİyor, kİtaplar yazıyor. Ona göre, bİlgİ paylaşılmadığı sürece, bİr
anlam taşımıyor.
ma çalışmaları doğaçlama yapılıyordu. Askeri helikopterlerin de yardımıyla arama çalışmalarımızı
sürdürdük. Ancak 14 günlük çok yoğun bir çalışmanın sonunda çocukları bulamadık. Bu olayın
ardından benim de aralarında bulunduğum bir
grup dağcı, bir toplantı düzenledi. Bu toplantıda
bazı öngörülerde bulunduk. Toplantıda ön plana
çıkan başlıca iki öngörüden biri Türkiye’deki genç
nüfusun artışı ve dağ sporlarına artan ilgiydi. Bu-
nun sonucunda da doğru orantılı olarak kazalarda da artış beklenebilirdi.
Toplantılarımızda dikkat çektiğimiz diğer öngörümüzse dağda kazaya uğrayan bir sporcuya
ancak diğer dağcıların yardımcı olabileceğiydi.
Bunun üzerine örgütlenmeye karar verdik. Ardından bir yılı ön çalışmalarla geçirdik. Bu süreçte
bir şey daha fark ettik; Türkiye’nin coğrafi yapısı
15
nedeniyle yüzde 92’inin deprem riski içerdiğini…
Ve nüfusun yüzde 98’i de bu bölgelerde yaşıyordu. Hal böyle olunca “Madem biz, bir aramakurtarmak ekibi kuruyoruz, Türkiye’de bu açıdan
bir doğal afet bölgesi, bu durumda kapsamımızı
biraz daha genişletelim” dedik. Ve AKUT’u bu
zihniyetle kurduk. O günden bugüne kadar da
hem arama-kurtarma yapan ve eğitimler veren
bir sivil toplum kuruluşu olarak çalışıyoruz.
Bugün AKUT dendiğinde akla ilk olarak Nasuh Mahruki geliyor. Şüphesiz bu durumda
kuruluşun başkanı olmanızın etkisi de var,
ama sanki bununla sınırlı değil gibi…
Söylediğiniz üzere bunda başkanı olduğum kadar kurucu üyesi olmamın da payı var. Ayrıca lider kadro içinde AKUT’un vizyonundan ve stratejisinden de sorumlu olan kişiyim. Bununla alakalı
olduğunu düşünüyorum. Tabii buna ek olarak
gerçekleştirdiğimiz çalışmalarda elde ettiğimiz
başarıların da ön plana çıkmamızda etkisi var.
Türkiye’yi iki kez TIR ile dolaştınız. Dolayısıyla her kesimden Türk insanıyla karşılaştınız. Halkın AKUT’a yaklaşımı nasıl?
Türkiye, maalesef gündemi hızlı değişen bir ülke.
Yoksa AKUT’a büyük sempati, saygı ve en önemlisi de güven var. Ancak Türk insanı tam olarak
yapılması gerekenleri yapamıyor ve kendi geleceğine sahip çıkamıyor. Örneğin deprem konusu...
Evinden taşınması gerekiyor; ancak taşınamıyor.
Bu ciddi bir ekonomik yük. Bu konuda çok daha
farklı çalışmalar yapılmalı. En önemlisi, büyükşehirlere göçün durdurulması gerekli. Göçü durdurmak bir yana, tersine çevirmek gerekiyor.
Göçkaçak yapılaşmayı ve çarpık kentleşmeyi
doğuruyor. Keza sorunların çözülmesi zorlaşıyor.
Ve depremler bu çarpık kentleşmenin yaşandığı
bölgeleri tehdit ediyor. Peki, bu nasıl önlenir? En
önemlisi, diğer illerde de yatırım yapıp, istihdam
sağlayarak… İnsanların sıkıntısı olmasa, kendi
evini terk edip, göç eder mi?
Bir AKUT gönüllüsü, bir felakette nasıl hareket eder? Ne zaman uyur? Ne zaman temposunu yükseltir? Zamanı nasıl kullanır?
AKUT’u dünyadaki
arama-kurtarma
ekiplerinden ayıran en
önemli özellik, kapsamlı
bir ekip olması. Zira
AKUT dağ kazalarında
da, doğal afetlerde de
gereken yetkinliğe sahip
bir ekip...
Bu olaylara göre farklılık gösterebiliyor. Normalde bizim gibi ekiplerde vardiya usulü çalışılır. Belli
ekipler çalışırken, belli ekipler dinlenir. Ancak biz,
hiç böyle çalışmadık. AKUT’un özellikle depremlerdeki disiplini gayet iyidir. Çünkü depremlerde ilk üç-beş günde ne yapıyorsanız yaparsınız.
Marmara Depremi’nde büyük özveriyle çalıştık.
Şu kadarını söyleyeyim, ben beş gün boyunca
yalnız altı saat uyudum. Ekipteki herkes böyleydi.
Bu yüzden de hem yurtiçinde hem de yurtdışında başarılı olabiliyoruz. Dolayısıyla sistematik biçimde hareket ettiğimiz, şu saatte yatacağız, şu
saatte arayacağız şeklinde oluşturduğumuz bir
planımız yok. Daha doğrusu teoride var, ancak
uygulamada yok. Özellikle kitlesel afetlerde tek
hedefimiz, daha çok insanın hayatını kurtarmak!
Nasuh Mahruki’ye dönecek olursak; sitenizde 1992 yılından bu yana yaptığınız çalışmaları görebiliyoruz. Merak ettiğim, aralarından hangisi, doğa sporlarına başlarken
Mahruki’nin kurduğu bir hayaldi ve gerçeğe
dönüştü?
Hepsinin kendi içinde ayrı bir önemi var. Ama
bir hayal diyorsanız, oksijen desteği almadan tırmandığım K2’ydi… K2’nin zirvesine çıkmak, dağ
sporuyla ilgilenen herkesin hayalidir. Daha da
ötesinde efsanedir. Zirvesine ulaşan her sekiz kişiden birinin hayatını kaybettiği bir dağdan bahsediyoruz. ‘Dikey Limit’ adında bir film yapılmıştır
Tibet’te ...
K2 üzerine. Bu nedenle biraz diğerlerinden ayırırım K2 tırmanışımı. Everest’i ve bir de Pobeda
tırmanışını da çok önemserim.
Mahruki’nin AKUT çatısı altındaki çalışmalarının yanında seminerler verdiğini, Bahçeşehir Üniversitesi’nde ders verdiğini, keza yazdığı kitapları biliyoruz. Bilgi ve birikimi paylaşmak sizde nasıl bir duygu uyandırıyor?
En önemli konu bu. Ben dağ sporlarına başladığımda ve sonra AKUT’u kurduğumuzda önümde
kimse yoktu. Ve sorularım olduğunda sorabileceğim kimse de... Her şeyi deneyerek öğrendim.
Benden sonrakilerin daha rahat etmesini istediğim için bilgilerimi, birikimlerimi paylaşmanın çok
önemli ve gerekli olduğunu kavradım. 20 - 21
yaşında dağlara mağaralara, kamplara, ormanlara gidip o güzellikleri yaşayınca insan bunları paylaşmazsa bir şeylerin eksik kalacağını hissediyor.
İnanılmaz güzellikteki bu yerlerde elde ettiğim
tecrübeleri ve birikimi kimseyle paylaşmadıktan
sonra, bir şeyler eksik kalır hep. Çünkü paylaşmadıktan sonra o bilgiyi sadece sen biliyorsun. O
yüzden paylaşmak, en az yapmak kadar önemli.
Bu düşünceden hareketle 7 bin metrelik ilk tırmanışımı konu alan ‘Bir Dağcının Güncesi’ adıyla ilk
kitabımı yazdım 24 yaşında... O tırmanışta günlük tuttum, fotoğraf çektim. Sonrasında da her
tırmanışımda, her çalışmamda günlük, fotoğraf
makinesi, video kamerası götürmeye başladım.
Günlük tuttuğunuzda, aslında bir rehber hazırlı-
Bİr dönem Sİvİl
Savunma İle karşı
karşıya geldİk.
Ancak bu tasarruf
sonrasında sert bİr
bİldİrİ yayınlayarak
sesİmİzİ yükseltİnce,
sular duruldu.
Şİmdİlerde sorunumuz
yok...
yorsunuz. Mesela motosikletle yaptığım yolculuğumu anlattığım kitabımı rehber gibi kullanarak,
aynı yolculuğu gerçekleştiren insanlar var.
TNT ‘sure we can’ sloganıyla insan hayatıyla
faaliyetlerini ilintilendirilen bir vizyona sahip. Başarılması güç çalışmalara imza atan
Nasuh Mahruki’den bu vizyon odaklı bir iki
cümle duymak, bizi mutlu edecek…
Aslında yazmaya devam ettiğim ‘Kendi
Everest’inize Tırmanın’ adını verdiğim kitabımda
da biraz bu konudan bahsediyorum. Bir kişisel
gelişim kitabı. Yaklaşık 14 yıldır liderlik, takım
çalışması, kendini tanımak, risk yönetimi gibi
konularda verdiğim seminerlerin birikimini pay-
Hindistan depremi...
laşıyorum. Kitabın ana fikrinde de insanın her şeyi
başarabilecek bir varlık olduğu yatıyor. Çünkü her
insanın içinde bir potansiyel var. Önemli olan insanın kendini keşfetmesi ve kendine uygun hedefler
belirlemesi. Önce insanın kendini tanıması gerekiyor. ‘Sure we can’ vizyonunu da bu doğrultuda
düşünebiliyorum. Zira herkes, içindeki potansiyelle
doğru orantılı olarak koyduğu hedefleri gerçekleştirebilecek yapıya sahip. Ama en kritik nokta, önce
insanın kendini doğru tanımlaması ve kendi zirvesini doğru seçmesi. Sonrasında da bu hedeflerin
arkasından inançla, cesaretle ve kararlılıkla yürümesi gerekli tabi…
Şimdi sırada Everest’e
oksijensiz tırmanmak var
Everest’e bir kez daha, bu kez oksijen desteksiz tırmanmak istiyor. Ancak henüz
sponsor bulamamış. Sponsoru bulduğu an
gitmeye hazır. 15 yıl sonra tekrar Everest’e
tırmanmanın heyecanını bize bu projesini
anlatırken yaşıyor. Konu sponsora gelmişken, ülkemizdeki sponsorluk faaliyetlerine de bir gönderme yapıyor: “Türkiye’de
sponsorluk kavramı, hala oturmuş değil. Ne
kadar etkili bir tanıtım aracı olduğu anlaşılamadı. Hem başarılı ve üretken insanlar için
hem de vizyon sahibi kurumlar için çok iyi
bir fırsat sponsorluk.
Hayatta kalite arayanlar
BU KENTLERE AŞIK OLUR!
Bİr İstanbullu İçİn ne olursa olsun, en güzel kent İstanbul’dur. Ve doğrudur da… Bu
kentte yaşamak bir ayrıcalıktır, ama ne pahasına! Dünyanın en yaşanabilir kentlerİ,
belkİ İstanbul kadar güzel değİl, ama hayatta kalİte arayanlardansanız, sankİ
bambaşka bİr dünya!..
C
eşitli uluslararası kuruluşlar, “Nasıl bir kentte yaşamak istersiniz?” sorusunu yanıtlamak için çeşitli ölçütler ve bu ölçütlere
dayalı göstergeler geliştirip durur. Her yıl onlarca sıralama yapılır. Kıstaslar, farklılıklar taşır, ama hepsi ‘en yaşanılır kenti arama’nın
peşindedir. Genelde kamusal hizmetler, hayat kalitesi, kentin doğla
ve tarihi güzellikleri, nüfusun gelir düzeyi, güvenlik gibi ölçütler en
ön sırada yer alır. Her yıl bu sıralamada bazı kentler bir iki sıra geriler, bazılarının yıldızı parlar. Bu her zaman o kentin hayat kalitesinin
yükseldiği anlamına da gelmez. Küresel ölçekte cazibe merkezi olarak kalmak zordur ve bazen sırf bu nedenle yeni kentleri keşfetmek
gerekir.
‘Mercer Yaşam Niteliği Araştırması’, her yıl ‘en yaşanılır kentler’ sıralaması yapan çalışmalardan biri. Dünyanın belli başlı kentlerini
aşağıdaki 10 ölçüte göre karşılaştırıyor. Siyasal ve toplumsal çevre, bu kıstaslardan ilki… Suç oranı, yasaların uygulanması, can güvenliği, katılımcı demokrasi gibi konular, bu kıstası oluşturuyor.
Can güvenliğinin ardından doğal olarak ekonomik olanaklar geliyor.
Yani kentin sakinlerine sunduğu iş imkanları, finansal hizmetler, gi-
18
19
Bern, Cenevre, Helsinki, Zürih… Mal ve hizmetler
açısından Kanada, Avustralya, Avusturya, Finlandiya ve İsviçre ideal ülkeler. Kişisel güvenlik riski
düşük, altyapıları güçlü yerler. Rapor Vencouver’ı
Melbourne ile birlikte ‘en yaşanabilir dünya kenti’ olarak tanımlıyor. Bu iki kenti Viyana izliyor.
Dünyanın en kötü kenti Zimbabve’nin başkenti
Harare. Afrika, Singapur dışında Güney Asya ve
Latin Amerika kentleri de genelde kötü puan alıyor
Barınmak, insanoğlunun yeme-içmeden sonraki en
hayati meselesi… Makul fiyata, kaliteli ev satın almak
ya da kiralamak, evi döşeyebilmek. bakım hizmetlerini
karşılayabilmek de ‘en yaşanılır kent’ olmanın
ölçütlerinden. Hatta pek çok insan için ilk sıralarda yer
alan ölçütlerden biri...
rişim kolaylıkları… Sosyokültürel yapı da en
az o kadar önemli…
Bazıları daha iyi yaşar!
Mercer’a göre önemli bir ölçüt; yani tiyatrodan tutun da her türlü kültürel sanatsal etkinliğin desteklenmesi ve özgürce yaşanabilmesi…
Tabii ki konu ‘en yaşanabilir’ olunca, sağlık ve
sağlık önlemleri de ilk sıralarda yerini alıyor. Sağlık hizmetlerine erişim, bulaşıcı hastalıklara karşı
önlemler, atık yönetimi ve hava kirliliğinin düzeyi
kentin yaşanabilirliğinde önemli bir rol oynuyor.
Bir kenti çekici yapan unsurlardan biri de eğitim imkanları… Uluslararası okulların düzeyi ve bu okullara erişim olanakları bu açıdan büyük önem taşıyor. Özellikle gençlerin New York ya da Londra’yı
tercih etmelerinde temel etken işte bu unsur.
Bir kentten söz ediyorsak eğer, tabii ki ilk akla
gelecek konulardan biri de belediye hizmetleri-
nin kalitesi. Toplu taşıma, elektrik, su, trafik yoğunluğu, bir kent sakininin hayat kalitesini doğrudan etkileyen etmenler… İstanbul’da yaşayanlar için bunu anlamak hiç de zor olmasa gerek!
Tabii ki her kente en az bir Beyoğlu lazım… Eğlence, yeme-içme olmadan, bir kentin cazibe
merkezi olması mümkün değil. Mercer’ın kıstaslarından biri de kent halkının boş zamanlarını
değerlendirmesindeki imkan çeşitliliği. Lokantalar, tiyatrolar, sinemalar, spor merkezlerinin
sayısı ve çeşitliliği, bu sıralamada önem taşıyor.
Ve tabii ki her türlü tüketim malının kolay
erişilebilir olması da o kentin hayat kalitesini ortaya koyan bir ölçüt. Yiyecek, günlük tüketim maddeleri, hatta taksi bulmak
bile bu kıstasın unsurları arasında yer alıyor.
Barınmak, insanoğlunun yeme-içmeden sonraki
en hayati meselesi… Makul fiyata, kaliteli ev satın almak ya da kiralamak, evi döşeyebilmek. ba-
20
En çevreci kentler, Kuzey Avrupa’da
Bir diğer sıralama yapan kurum ise ünlü Readers
Digest dergisi… Ağırlıklı olarak çevre kriterlerini
alan bu klasmanda çevre koruma ve halkının refahına düşkün Finlandiya, İzlanda ve Norveç ‘en
yeşil’ ülkelerin başında. Hava kalitesi, su, biyoçeşitlilik veya sera etkisne yol açan gaz salımı gibi
kım hizmetlerini karşılayabilmek de ‘en yaşanılır
kent’ olmanın ölçütlerinden. Hatta pek çok insan
için ilk sıralarda yer alan ölçütlerden biri.
İklim koşulları, coğrafi yapı ve doğal afetlerle karşı
karşıya kalma riske de bir kentin yaşanabilirliğini
belirleyen ve insan eliyle değiştirilmesi mümkün
olmayan koşullar olarak önem taşıyor. Söz gelim
pek az kişi, ne kadar hayat kalitesi yüksek olsa da
İskandinavya’da yaşamayı tercih etmiyor. Sadece
kış mevsimi boyunca gün yüzü görmemek bile,
pek çok insan için kabul edilemez bir durum. Kaldı ki İskandinavlar bile hala buna alışabilmiş değil, intihar oranının yüksekliği bu doğal koşullara
bağlanıyor. Deprem, fırtına, sel ve yanardağlarla
hayatı paylaşmak da kent ne kadar güzel olursa
olsun, insanları tedirgin ediyor. Felaket yaşandığında ise hayat kalitesi diye bir şey kalmıyor.
Bazıları içinse hayatın sonu anlamına geliyor. Bu
nedenle New Orleans’ın o kendine özgü güzelliğinden çok Katrina kasırgası hatırlanıyor.
Avrupa, Avustralya ve Kanada
hayat kalitesinde fark atıyor
İşte tüm bu kıstaslar çerçevesinde belirlenen
Mercer’ın 2008 listesinde Avrupa kentleri egemenliğini ilan etmiş. İsviçre ve Almanya ilk 10’da
üçer kente sahip. Tabii Kanada, Avustralya ve
Yeni Zelanda’dan kentler de var.
İlk 50’de, yalnızca, Avrupa ülkeleri, ABD, Kanada,
Avustralya, Yeni Zelanda, Japonya ve Singapur
kentleri var ve hiçbir Afrika ya da Güney Amerika
kenti bulunmuyor. Asya’dansa yalnızca Japonya
ve Singapur yer alıyor. Mercer araştırması, ayrıca, belli başlı kentleri, kişisel güvenlik düzeyine
göre karşılaştırıyor. Kişisel güvenlik açısından ilk
50’deki kıtasal dağılımı aşağı yukarı aynı. Geçmiş yıllarla kıyaslanınca Güney Asya, özellikle
Hindistan’dan, Doğu Asya özellikle Çin’den, Ortadoğu ve Doğu Avrupa’nın yükselişte olduğu
dikkat çekiyor.
çevre ölçütlerinin yanı sıra GSMH, eğitim ve işsizlik oranıyla halkın mutluluk seviyesi gibi kriterler
göz önüne alınarak hazırlanmış. Liste hazırlanırken, BM tarafından geliştirilen İnsani Kalkınma
Endeksi’nin yanı sıra Amerikan Yale ve Columbia
üniversiteleriyle Dünya Ekonomik Forumu endesklerine de dikkat edilmiş.
Yaşanabilirlik ölçütleri atıklar, geri dönüşüm,
elektrik fiyatı, partikül kirliliği, yeşil alanlar, toplu
taşıma verileri… En yeşil listesinde Stockholm ve
Oslo ilk üç sırada. Münih ve Paris onları izliyor.
İlk 10’daki sekiz ülke Avrupa’dan… En çevreci
kentler sırasıyala; Stockholm, Oslo, Münih, Paris,
Frankfurt, Stuttgart, Lyon, Düsseldorf, Nantes,
Kopenhag.
Az nüfus, huzur ve kalite getiriyor
Güvenlik, sağlık, beledİye hİzmetlerİ, sosyokültürel
ortam, ekonomİk fırsatlar, doğal çevre ve daha pek
çok kıstasları dİkkate alarak hazırlanan ‘dünyanın
en yaşanabİlİr kentlerİ’ arasında Türkiye’den bİr kent
bulmak ne yazık ki imkansız... Ama Avustralya ve Kanada,
bu koca kıtayla yarışacak kadar kent sokabİlİyor
lİsteye…
Kişisel güvenlik listesi de yapmış Mercer. AB ve
İsviçre kentleri öne çıkıyor. İlk beş Lüksemburg,
21
Doğasıyla ve dokusuyla büyüleyen kentler
Dünyaca ünlü iş dünyası dergisi Forbes’un, doğal güzellikleri dikkate kıstas alarak
seçtiği, Avrupa’da yaşanabilecek en iyi 10 kentten ikisi İtalya’da…
Gaiole (Toscana, İtalya)
Tarihi Floransa kentine 40 kilometre uzaklıkta
olan Gaiole, üzüm bağları ve şaraplarıyla ünlü.
Pastoral bir ortamda, bol bol şarap içip, otantik İtalyan yemekleri yemek için biçilmiş kaftan.
Kopenhag (Danimarka)
Danimarka’nın başkenti olan Kopenhag, Zealand ile Amager adaları üzerine kurulmuş bir
kent. Kopenhag, İskandinav ülkeleri arasında
en çok turist çeken şehir olma özelliğini de taşıyor. Hayat kalitesi gerçekten müthiş… UlaSaint-Remy-de-Provence (Fransa)
şımdan bir örnek verelim… Belediye meydanÜlkenin güneyinde bulunan bu kent, antik lara bisikletler bırakıyor. Bir jeton atıp, bisikleti
Roma kenti Glanum’un kalıntılarına ev sa- alıyor, istediğiniz gibi kenti gezebiliyorsunuz.
hipliği yapıyor. Tarihi dokusunun yanı sıra
otelleri ve restoranlarıyla da çok çekici…
22
Kefalonya (Yunanistan)
Ülkenin batısında bulunan İyon Denizi’nin en büyük adası. Yaklaşık 45 bin nüfusu olan ada, doğal
güzellikleri nedeniyle dünyanın birçok bölgesinden
turistleri ağırlıyor. Denizin tadını çıkarmak için en
iyi adreslerden biri. Tabii ki taze deniz ürünleri ve
uzo eşliğinde keyif yapmayı da unutmamak gerek.
Ljubljana (Slovenya)
Slovenya’nın başkenti ve en büyük şehri olan
Ljubljana, Alpler ile Adriyatik Denizi arasında yer alan bir Avrupa kenti. En büyük şehri dediğimize bakmayın, İstanbul’un yanında bir maket kadar kalır. Mimari dokusuyla
herkesi kendine hayran bırakacak bir şehir.
kent, 15’inci yüzyıldan kalma evleriyle ünlü. ürperten Balkanlar’a özgü ormanlarla çevrili ve özgün mimarisiyle Sibiu, çok farklı bir atmosfere sahip.
Budapeşte (Macaristan)
Macaristan, Orta Avrupa’nın en güzel ülkelerin- Roma (İtalya)
den biri…Başkent Budapeşte, Tuna’nın bir yan- Aslında çok söze hacet yok! 2 bin 500 yılı aşkın
dan hayat verdiği öte yandan ikiye böldüğü ilginç bir tarihiyle İtalya’nın başkenti bir açıkhava mübir kent. Bir yakasında Budin ile diğer yakasındaki zesi gibi… İstanbul gibi yedi tepe üzerine kurulPeşte kentlerinin 1873’te birleştirilmesiyle doğ- muş bu kenti, çarpıcı kılan sadece tarih değil, hala
Burford (İngiltere):
muş. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun cıvıl cıvıl hayat dolu olması. Her adım başında
Oxfordshire bölgesinde bulunan Burford, bugüne mirası olan Budapeşte’de tarih, mi- İtalyan mutfağının özgün lezzetlerini tadabileWindrush nehri üzerinde yer alıyor. Orta- mari ve doğa iç içe bir seranad yapıyor. ceğiniz restoranları, özgün mimarisi de cabası…
lama bir evin fiyatının 1 milyon TL’yi aştığı Avrupalılar’ın en sıcakkanlıları sayılabilecek Macarlar ise bu dokuya ayrı bir güzellik katıyor. Deja (İspanya)
Deja kenti, İspanya’nın en büyük adası olan ve turistlerin akınına uğrayan Mallorca üzerinde… Her
Sibiu (Romanya)
Drakula’nın ülkesi Transilvanya’da bulunan bu şe- türlü konforu bulabileceğiniz, buna karşın görece
hir, 2007’e Avrupa Kültür Başkenti seçilmişti. Biraz az betonlaşmış bir kent.
23
K
apak konusu Avrupa’nın sanayisi ve kültürel yapısı diğerlerinden ‘özel’ kentler
olunca bunların arasında İstanbul’u da
ayrı bir kefeye koymalı diye düşündük. Ve konu
İstanbul’un mimari yapısı, kültürel ve tarihi mirası olunca adres olarak Mimarlar Odasına çevirdik
rotayı… Mimarlar Odası Kurucu Şubesi’nde Başkanlığı yürüten Eyüp Muhçu ile İstanbul, kentsel
dönüşüm projeleri ve mimari doku üzerine keyifli bir röportaj gerçekleştirdik.
Eyüp Muhçu’yu yakından tanıyabilir miyiz?
1962 yılı Trabzon doğumluyum. Serbest mimarlık yapabilecek seviyeye gelene kadar da tahsil
hayatım dahil tüm zamanımı Trabzon’da geçirdim. Ardından İstanbul’a geldim. Ve serbest
mimar olarak mesleki çalışmalarıma yön verdim.
Ve bugün başkanlığını yürüttüğüm Mimarlar
Odası’na 1987 yılında girdim. Ve 20 yılı aşkın
nıyor. Şu anda röportajı gerçekleştirdiğimiz Büyükkent Şubesi de Oda’nın kuruluşuna sahne
olan yerdir. Geçen 55 yıllık süre içerisinde 1984
yılını bir kenara bırakırsak Mimarlar Odası çalışmalarında sürekliliği ön planda tutmaktadır. 55
yıl boyunca gösterdiği direnç ve duruş da bir
yerde geleneklerine ve köklü kültürüne dayanmaktadır. Bugün İstanbul Büyükkent Şubesi’nde
15 bin, Mimarlar Odası’nın genelinde ise 35 bin
üyesi bulunmaktadır. Bu rakamların kuruluş aşamasında binler civarında olduğunu düşünecek
olursak aradan geçen zamanda kaydedilen aşamanın ne denli büyük olduğunu görebiliyoruz.
Mimarlar Odası mesleki alandaki çalışmalarının
yanı sıra kurumsal çalışmalarıyla da kendine bir
kimlik oluşturmuştur. Bu çalışmalarının temel
yaklaşımında da toplum yararına hizmet vardır.
Mimarlar Odası ile ilgili bir de küreselleşmeden
Bu coğrafyadan ayrı kalmayı
düşünemiyorum!
“İstanbul mimari yapısıyla, sakladığı gizli tarihiyle bir dünya mirası…” Sözlerin sahibi Eyüp
Muhçu. Mimarlar Odası Büyükkent Şubesi Başkanlığı’nı yürütüyor... Bu coğrafyayı her
yönüyle çok seviyor ve ekliyor: “Bu coğrafyadan ayrı kalmayı hayal dahi edemiyorum…”
süredir Mimarlar Odası’nın birçok kademesinde
görevler aldım. Ve şuanda Büyükkent Şubesi’nin
başkanlığını üstleniyorum. Bunun yanında sosyal ve kültürel farklı derneklerde de bazı görevler yürütüyorum.
Bize biraz Mimarlar Odası’ndan bahseder
misiniz?
Mimarlar Odası’nın kuruluşu 1954 yılına daya-
bahsetmek istiyorum. Biz küreselleşmeyi kendimize en önemli vizyon olarak belirledik. Çünkü çalışmalarımızın odak noktasında Mimarlar
Odası’nın temelini her adımda daha da güçlü
kılmak yatıyor. Bugün de çalışmalarımıza bu
doğrultuda yön veriyoruz. Şöyle ki uluslararası
alanda hem bölgesel hem de genel kuruluşlara
üyeliklerimiz bulunuyor. Örneğin; Uluslararası
Mimarlar Birliği’ne üye olduğumuz gibi Kara-
24
deniz Ülkeleri Mimarlar Birliği’ne de üye konumdayız. Bizim bu adımlardaki temel amacımız;
Mimarlar Odası’nın global anlamda diğer ülkelerdeki meslektaşlarıyla bir diyalog kurması ve
globalleşme var…
İstanbul ve mimariye dönecek olursak; İstanbul bakıldığında birçok medeniyete ev
sahipliği yapmış bir kent… Bu duruma ne-
redeyse her köşesinde rastlıyoruz. Bu açıdan İstanbul’un mimarisi ve köklü geçmişi
konusunda sizden de birkaç cümle duymak
isteriz…
İstanbul her yönüyle önemli bir kent. Bir dünya
kenti. Bunun yanında taşıdığı kültürel niteliklerle
de bir dünya mirası. Taşıdığı topoğrafya, ve peyzaj yapısı İstanbul’u dünyanın vitrinine çıkarmış
vaziyette. Şimdi böyle bir kentin mimari değerlerini bir bütün olarak düşünmek gerekiyor. Neolitik devirden başlayarak, Roma, Bizans, Osmanlı
ve Cumhuriyet’in kültürleriyle doğru orantılı olarak taşıdığı mimari yapısı İstanbul’u çok önemli
bir şehir haline getirmiş durumda. Her dönemin
kendine has güzelliği bugün İstanbul’un farklı
farklı köşelerinde geçmişi saklıyor. İstanbul gibi
birbirinden farklı mimari çizgilerin bir arada olduğu kentlerden dünya üzerinde çok çok az var.
Bu kentlerin arasında mesela Kaire var, Pekin var.
Avrupa’da da bu kadar geniş bir kültür geçmişine sahip kent yok. Bu bile İstanbul’un nasıl dün-
Ekonomİk krİzden
mİmarlar da nasİbİnİ
aldı. Ancak neyse
kİ baştakİ olumsuz
hava bugünlerde
yerİnİn daha
huzurlu bİr ortama
bırakıyor.
ya kültür mirası kentlerinden bir tanesi olduğunu
açıklıyor.
Peki, bu kadar sevdiğiniz İstanbul’un sizin
için özel sayılabilecek bir köşesi var mı?
Yukarıda da dediğim gibi İstanbul’u İstanbul yapan bu eşsiz bütünlüğü… Farklı mimarilerin bir
arada buluştuğu bir kent İstanbul… Bu nedenle
25
birini birinden ayırmak bana çok doğru gelmiyor. Hepsinin kendi içinde bir güzelliği, geçmişi
ve özelliği var. Dolayısıyla her köşesini farklı değerlendirmektense İstanbul’u ve diğer mimari
özelliğe, geçmişe sahip kentleri bir bütün olarak
görüp değerlendirmeli…
Tarihi güzelliklerin korunmasından bahsediyorken; Özellikle Tarlabaşı ve Haydarpaşa
projelerinde Mimarlar Odası’nın sesini yükselttiğini görüyoruz. Biraz bu kentsel dönüşüm ve diğer projelerden bahseder misiniz?
Sizce atılan adımlar nasıl?
Aslında bu dönüşüm projeleri konusunda çarpık kentleşme anlayışı 1950’li yıllara dayanıyor.
Bu tarihten sonra yapılan bazı projelerle tarihi
yapıların bir kısmı zarar görmüş, bir kısmı yok
olmuş, bir kısmıysa yok olmaya yüz tutmuştur.
Ve bu süreç ne yazık ki günümüzde de devam
etmektedir. Düşünün aradan geçen zaman 1 yıl
10 yıl değil… Yarım asır… Ve daha da kötüsü bu
akımın bugün hız kazanmış olması. Bu sürecin
temel özelliği ulaşımın karayoluna indirgenmesi
ve göçün özendirilmiş olması. Ve göçün temelinde de sanayi yatırımlarının sadece belli bölgelerle
kısıtlı kalması… Dolayısıyla bir kentsel dönüşüm
planı yaparken oranın kendine has kültürünü,
oranın halkını ve oranın mimarisini zarara uğratıyorsanız; yaptığını projenin pek de bir artısı yok.
Siz sadece taşları oynatarak yapıya zarar veriyorsunuz demektir.
Peki, son dönemdeki büyük projelere bakacak olursak; yerli yatırımların yabancı
mimarlarla çalıştığını görüyoruz. Sizce bu
durumun temelinde ne yatıyor?
Ben bunları bir pazarlama stratejisi olarak görüyorum. Yani temelinde “Yabancı mimar iyi, yerli
mimar kötü” ayırımı yok! En azından buna inanıyorum. Zira yabancı bir mimarı projeye adapte
ettiğinizde o yapının geleceği konusunda gerek
medya gerekse halk algısı istenen şekilde yönlendirilebiliyor. Hal böyle olunca da yatırımcılar yerli
mimardansa yabancı bir mimarı tercih ediyor. Bu
arada bir şeyi daha göz ardı etmemek gerekir;
Restorasyon oldukça
riskli bir iş. Zira içinde
tarihi barındıran yapıyı
yıllara dayanıklı
hale getirelim
derken ortadan
kaldırabilirsiniz. Bu
nedenle restorasyon
işleri nitelikli yapılmalı.
Niteliğin temelinde
de restorasyon
malzemelerinin ülke
içerisinde üretimi de
önemli paya sahip…
yabancı mimar tercihinde kentsel suçun meşrulaştırılması da yatıyor. Nedir bu kentsel suç? İşte
yapacağınız şey kentin mimari yapısıyla zıtsa; veya
halkın yaşam alanını kısıtlıyorsa; veya muadili yapı-
26
lardan negatif farklılık taşıyorsa, siz bunu yabancı
mimar getirerek kendi düşüncelerinizi ona empoze ediyor, işlediğiniz kentsel suçu meşrulaştırıyorsunuz. Oysa Türkiye’deki mimarlık hizmetlerinin
niteliği köklü geçmişe sahiptir. Bugün bir çok üniversitede mimarlık fakülteleri vardır, Türk mimarlığı uluslararası mimarlarıyla başa baş vaziyettedir.
Buna rağmen yabancı mimarların Türkiye’de söz
sahibi olması Türk mimarisine zarara vermektedir.
Ayrıca yabancı mimar demişken; getirdiğiniz yabancı mimar, yapacağı semtteki kültürel dokuyu
size Türk mimardan daha mı iyi bilecektir? Bana
“Projeye başlamadan tabii ki araştırma yapıyordur
Eyüp Bey” diyebilirsiniz. Araştırma yaparak kazanılan bilgi bambaşkadır, yaşanarak elde edilmiş
kültür bambaşkadır. Dolayısıyla yabancı mimar
dediğimizde bu durumu da göz ardı etmemeliyiz.
Hazır projelerden bahsediyorken; son dönemde imza atılan restorasyon veya yeni
projelerden beğendiğiniz veya ayrı tuttuğunuz bir çalışma var mı?
Tekil bir bina olarak bir projeyi bir kenara ayırmam
doğru değil. Ancak restorasyon uygulamalarıyla
ilgili birkaç cümle sarf etmek isterim… Röportajın
başından bu yana Türkiye’nin mimarisinin bir dünya mirası olduğundan ve bu yapının korunmasından bahsediyoruz. Gerçekten de bu yapıya sahip
olmak kadar bu yapıyı korumak da önemli… Bugün Türkiye’de oldukça başarılı restorasyon projeleri olduğunu görüyoruz. Kimi kamusal destekle
kimiz özel teşviklerle desteklenen birçok proje var.
Ancak aralarında talihsiz şeklinde niteleyeceğimiz
işler de var. Örneğin surların restorasyonu; O kadar uzun sürmesine detaylı çalışılmasına rağmen
istenen sonuca ulaşılamadı. Surlar göz önündeydi,
gördük, kim bilir gözden ırak Anadolu kentlerinde
neler oluyor?
Restore etmek oldukça riskli bir iş… Zira var olan
yapıyı iyileştirmeye çalışırken yok etme riskiniz bulunuyor. Yok etmekten sadece yıkmak sonucunu
çıkarmayın! Burada yapının kültürel geçmişine zarar vermeniz, o yapıyı yerle bir etmenizle eşdeğer
bir şey…
Var olan yapıya zarar vermeden restore etmek nitelikli çalışmalarla sağlanabilir. Bunun temelinde
de restorasyon malzemelerinin üretimini gerçekleştiriyor olmak yatıyor. Örneğin İtalya bu konuda en başarılı ülke konumunda. Neden? Çünkü
restorasyon malzemelerini kendi üretiyor. Keza
Almanya. Dolayısıyla bizim ülkemizde de başarılı
restorasyonlar yok diyemiyoruz, ancak daha nitelikli hale getirilmesini istiyoruz.
İstanbul’un her
köşesİ tarİhİn
İzlerİnİ taşıyor. Ve
Marmaray Projesİ’ndekİ
kalıntıların da
gösterdiğine göre
geçmişi 40 bin yıla
kadar dayanıyor. Bu
miras bugüne kadar
geldi. Bugünden
sonraya korunması
da bizim elimizde.
Kentimize gereken önemi
göstermeliyiz.
Kültürel ve tarihi yapı demişken; dünya kentleri hakkında belki bize birkaç cümle kurarsınız. Biraz kıtaları aşıp bize oranın mimarisi
ve kültürel yapısı hakkında görüş bildirir misiniz? Veya soruyu kişiselleştirecek olursak,
Muhçu hangi kentte yaşamak ister?
Kendine has bir kültürel ve mimari altyapıya sahip
tek coğrafya burası değil… Şüphesi bir İtalya’nın
bir Roma’nın bir Mısır’ın keza Balkan ülkelerinin
ve daha birçok kentin kendine münhasır özellikleri
var. Çünkü yukarıda da dediğim üzere 40 bin 50
bin yıllık bir geçmişten bahsediyoruz. Ve tarih her
adımda bir iz bırakmıştır çeşitli kentlerde. Dolayısıyla her kentin içinde sakladığı saklı bir gizem vardır. Örneğin Floransa’nın mimarisi çok güzeldir.
Her sokağın, her binanın içinde gizli bir tarih yatmaktadır. Sorunun ekine gelirsem; Muhçu hangi
kentte yaşamak ister dediniz… Muhçu İstanbul’u
Türkiye’yi sadece kültürel bir gezi için terk eder.
Onun dışında hayatımı sürdürmek için başka bir
kente gitmeyi hayal dahi edemiyorum.
27
Mimarlar Odası
Büyükkent Şubesi
Büyükkent Şubesi neden önemli? Çünkü
yarım asırdan bu yana varlığını sürdüren
derneğin temelleri Beşiktaş Yıldız’daki tarihi
binada atıldı. Kim bilir belki de Eyüp Muhçu ile röportajımızı yaptığımız yerde 54 yıl
önce kuruluş çalışmaları yapılıyordu. Ve Büyükkent Şubesi’nin önemini gözler önüne
koyan bir başka veri; İstanbul’daki mimarların yüzde 50’ye yakını Büyükkent Şubesi’ne
üye…
Etkinlik
S
adece doğası ve tarihi geçmişiyle değil, hemen her özelliğiyle Anadolu, sürprizlerle
doludur. Her iline, bırakın her ilçesine özgü
mutfak kültürü bu sürprizlerden biridir. Ama
daha büyük bir sürpriz, her ilin kendine özgü
mimari dokusudur. Benzersiz, kendine özgü ve
anonim bir sanat gibi gelişmiştir Anadolu’da mimari… Bir köşesinde Bizans, bir kolonunda Selçuk, pek çok detayında çok daha eski Anadolu
Amasya’nın her mahallesinde özgün mimarisyel
şirin yüzlerce ev karşılar misafirleri…
uygarlıklarının küçük ya da büyük bir mirası göz
kırpar Anadolu’nun evlerinde…
İşte Amasya da böyle bir mimari mirasa ev sahipliği yapar. Karadeniz ile Doğa Anadolu bölgelerinin coğrafi, topografik ve iklimsel özelliklerini
barındıran bu kentinde, bir an kendinizi İstanbul
Boğazı’ndaymış gibi hissetmeniz, fantastik bir
hikayedir aslında! Denize bayağı bir uzak olan,
Osmanlı’nın ‘Şehzadeler Şehri’nde, şehzadelere
yakışır yalılar dizilir Yeşilırmak boyunca…
Osmanlı mimarisi örnekleridir. Genellikle yan
yana, bitişik nizâm olarak düzenlenmiş olan bu
konut mimarisinin güzel örneklerini ‘Yalıboyu
Evleri’ olarak bilinen konut dokusu oluşturur.
Yeşilırmak kenarında, tarihi sur duvarı üzerine, ahşap çatkı arası kerpiç dolgulu olarak,
kırma ya da beşik çatı üzeri oluklu kiremitle
örtülü bir biçimde düzenlenmiş olan ve geleneksel Osmanlı evinin bütün özelliklerini bünyesinde taşıyan bu evler, Amasya’nın tarihsel
kimliğiyle uyumlu bir görünüm ortaya koyuyor.
Osmanlı mimarisinden nadide örnekler
Amasya kent dokusunun çeşitli yerlerinde, özellikle Yeşilırmak sahilinde yer alan geleneksel Osmanlı evi örnekleri Amasya mimarî yapıları içerisinde önemli bir grup teşkil eder. Zira sadece
Yeşilırmak kıyısındaki evler değildir özgün olan,
Gündelik hayat ne gerektiriyorsa…
Evler, bodrum üzeri tek kat ya da iki katlı olarak
düzenlenmiş. Bazı uygulamalarda birinci kat üzerinde bazı uygulamalarda ise ikinci kat üzerinde
köşk olarak bilinen şahniş yer alır. Genellikle avlulu ve bahçelidir. Özellikle haremlik ve selamlık
İşte bu nedenle Amasya evleri, daha çok 19’uncu
yüzyıla ait ve hepsi de 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’na istinaden
Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kurulu’nca koruma altına alınmıştır. Bu konutlar, ‘Hımış’ ve ‘Bağdadî’ teknikle inşa edilmiş
Denizden çok uzakta yalı keyfi yaşamak
Anadolu’nun her köşesinde insanı önce şaşırtan, ardından hayran bırakan bir
mimariyle karşılaşıyoruz. Bunlardan biri de denizden uzak Amasya’daki yalılar!
Osmanlı mimarisinin bu özgün yapıları, Yeşilırmak boyunca diziliyor bir inci kolye gibi…
Belki İstanbul Boğazı’ndakiler kadar heybetli değil, ama o mütevazılıkları içinde çok
daha nadideler!
28
29
tarzda düzenlenmiş örneklerde bahçe ortada
kalmakta ve konutlar dışa kapalı bir görünüme
sahiptir. Bu dışa kapalılık diğer konutlarda bazen
yüksek bir bahçe duvarı nedeniyle karşımıza çıkar.
Konutların ikinci kat uygulamaları genellikle
dışa taşkın, cumbalıdır. Bu yapım tekniği hem
evin plânında bir simetri oluşturur hem de daha
fazla yaşam alanına sahip olunmasını sağlar.
Özellikle Yalıboyunda tarihi sur duvarı üzerine
yapılmış olan konutlarda bu durumu çarpıcı bir
şekilde görülür. Buradaki konut dokusu, ‘eliböğründeler’ ile desteklenerek dışa taşırılmış ve
böylece evlerin iç mekanlarında bir genişleme
meydana gelerek mekan kazanımı sağlanmıştır.
Çıkmalarla dışa açılan mekanlar
Bu dışa doğru çıkmalar sayesinde daha çok
dışa açık, geniş ve aydınlık olan ikinci katlar,
alt katlara oranla daha fazla pencere uygulamasına olanak verir. Pencereler daha çok giyotin pencere tarzında ele alınır ve genellikle üçlü
gruplar halinde düzenlenir. Pencere önlerinde,
dışarıdan bakıldığında içerinin görülmesini engelleyen ahşap kafeslikler dikkat çeker. Günlük
yaşam evlerin iç mekanında, sofa etrafında biçimlenen odalar içerisinde geçer. Bu odalarda
genellikle ocak, şerbetlik, yüklük (gömme dolap), raf ve sedir gibi işlevsel birimler bulunur.
Ayrıca birkaç örnek dışında evlerde bağımsız bir
gusülhane bulunmadığı için de bazı odalarda
büyük ve geniş olarak düzenlenmiş olan yüklükler gusülhane (banyo) olarak değerlendirilmiştir. Odalar içerisinde yer alan bütün bu birimler
gündelik hayatın ayrılmaz birer parçasıdırlar.
Evlerin iç mekanları içerisinde yer alan birimler
dışında bahçe ya da avlu içerisinde bulunan ve
birbirini tamamlayıcı niteliktedir.
gündelik hayatın gereksinimlerini tamamlayan
evin genel mimarisyle uyumlu başka birimlerde
de yer alır ‘Yalıboyu Evleri’nde. Bunlar arasında
su kuyusu ve ocak ilk göze çarpanlardır ki, beslenme ve temizlik için olmazsa olmazlardır. Hatta
bazı evlerde ekmek ihtiyacını karşılamak için fırın
da bulunur. Amasya evlerinde gerek iç gerekse
de dış mekanlarda yer alan bütün birimler arasında kesintisiz bir bağlantı vardır bu bağlantı
büyük bir bölümü restore edilerek otel, pansiyon,
kafe, restoran ve lokanta olarak hizmet veriyor.
Yerli ve yabancı turistlerin konaklamak için tarihi
evleri tercih etmesi, turizmcilerin bölgeye yaptığı yatırımların artmasını sağlamış. Geçmişte alıcı
bile bulamayan evler, şimdilerde 200 bin liraya
kapanın elinde kalıyor.
Anlayacağınız, bu güzel doğayla iç içe en az doğa
kadar güzel bir mimari yapıda birkaç gün yaşama
Huzur, bu mekanların ana mimarisi!
Tüm bu mimari özelliklerini bilin ya da bilmeyin, yolunuz Amasya’ya düştüğünde Yalıboyu
Evleri ile karşılaştığında ilk izleniminiz ‘iç huzuru’ olur. Kısa bir süre için hayale kapılır, erken
emeklilik düşleri kurarsınız. “Bir an önce işi bırakıp, Amasya’da Yeşilırmak kıyısında huzuru
bulmalıyım” dersiniz. Çoğumuz için düştür belki,
ama emin olun Yalıboyu Evleri’nden satın alan
pek çok şehirli var. Kimi gerçekten huzurlu bir
emeklilik hayali nedeniyle kimisiyse bir yatırım
olarak satın alıyor bu kendine özgü evlerden…
Bu arada hatırlatalım, evlerin değeri her geçen
gün biraz daha artıyor.
Turizmcilerin büyük ilgi gösterdiği tarihi evlerin
‘Yalıboyu Evleri’, bodrum
üzeri tek kat ya da iki
katlı olarak düzenlenmiş.
Genellikle avlulu ve
bahçeli... Özellikle
haremlik ve selamlık
tarzda düzenlenmiş
örneklerde bahçe ortada
kalıyor ve konutlar
dışa kapalı bir görünüme
sahip. Bu dışa kapalılık
diğer konutlarda
bazen yüksek bir bahçe
duvarıyla karşımıza
çıkıyor.
şansınız var en azından… Bu yıl tatil planlarınızı
değiştirip, otel olarak hizmet veren bir Amasya
evinde ‘huzur dolu bir tatil’ benzersiz bir seçenek
olabilir.
Tarihin izlerini taşıyan
yalılarda şimdiden
ilgi büyük
Görkemli bir görüntüye sahip Amasya Evleri, daha çok 19’uncu yüzyıla ait ve hepsi de
2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’na istinaden Ankara Kültür
ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nca
koruma altına alındı. Evler, bodrum üzeri
tek kat ya da iki katlı olarak düzenlenmiş.
Bazı uygulamalarda birinci kat üzerinde bazı
uygulamalarda ise ikinci kat üzerinde köşk
olarak bilinen şahnişler yer alırken evlerin
geneli avlulu ve bahçeli… Amasya evlerinde
önceki dönemin kültürel yansımalarına da
şahit olabiliyoruz. Zira Amasya Yalıları’nın
bazıları haremlik ve selamlık tarzda düzenlenmiş… Bu evleri diğerlerinden ayıran özel
bir yapısı var. Özellikle dönemin kültürel
etkileşimiyle yapılan yalılarda, bahçe ortada kalıp, konutlar dışa kapalı bir görünüm
sergiliyor. Dışa kapalılık demişken, Amasya
Yalıları’nın diğer örneklerinde de bu durum
yüksek bir bahçe duvarlarıyla sağlanıyor.
Amasya’ya yolunuz düşer mi bilinmez ancak Amasya Yalıları’ndan emeklilik yıllarını
düşünerek ev alan çok şehirli insan var. Kim
bilir belki siz de onlardan biri olursunuz…
Kültür Mirası
ketimizde liderlik, müşteri memnuniyeti, sürekli
iyileştirme gibi kavramlar ön plana çıkarken,
kalite çalışmalarının yayılımı konusunda da büyük gelişmeler kaydedildi ve çalışanlarımızın bu
konudaki bilinç düzeyleri, sürekli mükemmellik
arayışları ciddi seviyelere ulaştı.
“TNT ile aynı dili konuşuyoruz”
Arif Özer, bu hayali ne zaman kurdu bilinmez ancak; 20 yılı aşkın süredir eşi Serpil Özer
ile birlikte Bursa’nın en başarılı şirketlerinden biri kurmayı başarmış. Sadece yurtiçiyle
de kısıtlı kalmayan ve birbirinden prestijli ödüller kazanan Etay Giyim, kendisi gibi
yenilikçi vizyona sahip TNT ile çalışıyor.
A
rif Özer’in Yönetim Kurulu Başkanlığı’nın
yürüttüğü Etay Giyim, 1988 yılından bu
yana faaliyetini sürdürüyor. 10 yılı aşkın
süredir yurt dışında da başarı kovalayan firmanın
hem iş süreçleri hem de sosyal çalışmaları doğrultusunda aldığı birbirinden prestijli ödüller var.
Lojistik hizmetlerinde TNT’yi seçen Arif Özer ile
iş dünyası ve lojistik sektörü üzerine konuştuk.
Tabii ödülleri ve işletme modelini de öğrenmeyi
atlamadık…
İş hayatınıza mali müşavirlikle başlamışsınız. Ardından hazırgiyim sektörü… Nasıl bir
geçiş oldu?
İstanbul İktisadi Ticari İlimler Akademisi mezunuyum. 15 yıl mali müşavirlik yaptıktan sonra, Tekstil Tasarımcısı olan eşim Serpil Özer ile
birlikte 1988 yılında modaya yönelik bayan dış
Bugüne kadar elde
ettiğİmİz başarılar
çalışmamızın boşa
gİtmedİğinİ gösterİyor.
Ve daha da önemlİsİ
aldığımız ödüller bİzİ
her seferinde daha
iyiye yönlendİrİyor,
motİve edİyor…
giyim imalatı ve ihracatı yapmak üzere Etay Giyim San ve Tic Ltd. Şti.’ni, ardından 1996 yılında Etay Giyim Dış Ticaret A.Ş.’yi kurduk. Halen
varlıklarını sürdüren şirketimizin Yönetim Kurulu
Başkanlığı’nı üstleniyorum. Aynı zamanda Bursa
32
Sanayici ve İşadamları Derneği (BUSİAD) Başkanlığını yürütüyorum. Ayrıca Uludağ İhracatçılar
Birliği(UİB) Yönetim Kurulu ve Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM), Bursa Kalite Derneği üyesiyim.
Çalışmalarınız doğrultusunda kazandığınız
ödüller olduğunu görüyoruz. Özellikle kalite alanında EFQM ödülü sahibisiniz. Biraz
bu ödüllerin hikâyelerinden bahseder misiniz?
Firmamızda kalite sistem çalışmalarının temeli
1993 yılına dayanıyor. Kuruluşumuzdan itibaren
toplam kaliteye yönelik olarak yapmış olduğumuz çalışmaların daha sistemli hale getirilmesi
amacıyla 1993 senesinde başlanan eğitimler,
kurulan iyileştirme, geliştirme, proje yönetim takımları ve komiteler aracılığı ile şirket içi takım
çalışmalarımızda önemli başarılar elde edildi. Şir-
Bu doğrultuda Kal-Der-BUSİAD işbirliğiyle düzenlenen ‘Bursa Kalite Ödülü Yarışması’nda
‘Bursa Kalite Başarı Ödülü’nü almaya hak kazandık. ‘EFQM Mükemmellik Modeli’ çerçevesinde
firmaların tetkik edildiği bu yarışmanın; katılımcı
tüm firmalara olduğu gibi bizim firmamıza da
çok büyük getirileri oldu.
İş süreçleri dışında imza attığımız ‘Kurumsal Soysal Sorumluluk’ çalışmalarımız çerçevesinde de
ödül almaya hak kazandık. 2003 yılında aldığımız
‘Kurum İçi Etik Yönetmenliği’ kursundan sonra;
kuruluşumuzdan bu yana yürütmekte olduğumuz ‘etik’ çalışmalarımıza sistematik bir boyut
kazandırıldı ve firma değerlerimiz, etik anlayışımız, çalışanlarımızdan beklediğimiz davranış ve
ilkelerimiz konularında etik kodlar oluşturularak
‘Etik Değerlerimiz’ kitabı oluşturuldu.
Daha sonra bu çalışmalarımızın Bursa’da başta
Üniversite olmak üzere birçok kurum ve organizasyonlarda tanıtımı ve eğitimi yapıldı.
Bunun sonucu olarak da 2007 yılında TEDMER
tarafından Türkiye genelinde verilen dört ‘Etik
Teşvik Ödülü’nün birisini almayı başardık.
EFQM ve Teşvik Ödülü gibi başarılar hiçbir çalışmamızın boşa gitmediğini gösteriyor.
Bir lojistik firmasından beklentileriniz
nelerdir?
Bugünün ekonomik şartları göz önünde alındığında; lojistik firmaları, üretim ve ihracat yapan
firmalar için verdikleri hizmetlerde iletişim, hız ve
maliyet unsurlarının kritik önem taşıdığının bilinci ile stratejik ortak olarak hareket etmelidirler.
Dolayısıyla biz de bu kriterleri göz önüne alarak
Bugüne kadar elde
ettiğimiz başarılar
çalışmamızın
boşa gitmediğini
gösteriyor. Ve daha
da önemlisi aldığımız
ödüller bizi her
seferinde daha iyiye
yönlendiriyor, motive
ediyor…
kendi kültürümüze en uygun olarak nitelediğimiz TNT ile çalışıyoruz.
Kalite konusunda öncü şirketlerden, birbirinden prestijli ödüllere sahip firmalardan
bir tanesi TNT ile çalışıyorsunuz. Beklentilerinizle karşılaştırdığınızda iş ortağınızı nasıl
tasvir edersiniz?
EFQM Modeli ile çalıştığınız için, aslında TNT ile
aynı lisanı konuşuyoruz. Bu da iletişim ve işbirliği
anlamında bizlere avantaj sağlıyor. İş ortağımız
TNT’yi kısaca tasvie edecek olursak; yeniliklere
açık, iletişimi kuvvetli ve hızlı diyebilirim.
Aradan geçen zamanda TNT ile olan iş ilişkilerinizi değiştirmeyi düşündünüz mü?
TNT ile olan ilişkilerimizi karşılıklı stratejik ortak
düşüncesi ve ‘kazan kazan’ felsefesine göre oluşturduk. Toplama noktasından, teslim noktasına
kadar olan iş süreçlerimizde, bugüne kadar yaşamış olduğumuz sorunları ve alınması gereken
önlemleri önceden tespit ettik ve bu doğrultuda iyeleştirme çalışmaları yaptık. İki firmanın da
sürekli iyileştirme anlayışı ile çalışması dolayısıyla
ilişkilerimiz gelişerek devam ediyor.
TNT’de tüm isteklerinize yanıt bulabiliyor
musunuz?
33
TNT ile olan işbirliğimizde neredeyse 4’üncü yılı
geride bırakacağız. Yukarıda bahsettiğim gibi
biz TNT ile koordineli çalışıyoruz. Sorun olacak
şeyleri önceden tespit ediyor, iş süreçlerinde aksamalar yaşanmasını önlüyoruz. Vizyonlarımız
da uyuştuğundan dolayı TNT ile çalışmalarımızda bugüne kadar tüm isteklerimize yanıt bulduk.
Yeri gelmişken emekleri için teşekkür ederiz.
TNT’den beklentileriniz nelerdir?
Aslında sadece TNT olarak değil genel olarak
lojistik firmasından aradıklarımız şeyler vardı.
Doğru bilgi aktarımı, sağlıklı yönlendirme ve olası sıkıntılara çözümler üreterek, servis kalitesinin
sürekli artması… Tabii bu arada ücretlendirmeler de günümüzde çok önemli bir nokta. Neyse
ki TNT ile hep aynı lisanı konuşuyor, hep aynı ortak adımlar atıyoruz. Bu açıdan beklentilerimizin
tüm karşılıklarını TNT’de bulabiliyoruz.
Yurtdışında da başarının peşinde
Etay giyim sadece yurtiçi pazarda hizmet vermiyor. 1988 yılında faaliyetlerine başlayan firma,
yurtdışında da başarı peşinden koşuyor. Ana
pazarı olarak Avrupa’nın gelişmiş ekonomiye
sahip iki ülkesi Almanya ve İngiltere’yi seçen şirket halihazırda 400 kişiyi istihdam ediyor.
İ
lk olarak ne zaman başladığı, kimler tarafından oynandığı ve nasıl geliştiği soru işareti olan Tenis, son 30 yılda gösterdiği gelişimle futbol ve
basketbol kadar popüler bir spor haline dönüştü. Tabii bu gelişimde Pete
Sampras, Boris Becker, Andre Agassi, Roger Federer, Rafael Nadal, Gustavo
Kuerten, Steffi Graf, Henin-Hardenne, Monica Seles, Serena Williams, Anna
Kournikova, Maria Sharapova gibi saha içerisinde başarılı olduğu kadar kort
dışında da ilgi gören isimlerin payı büyük.
etmeyen oyun anlayışıyla kitleleri bu oyuna çekti. Sonraki yıllarda da büyük
kitlelerin takip ettiği her oyunda yaşandığı gibi teniste de ‘endüstriyel’ dönem başladı.
ediyor ve tenis o yıldan itibaren her kesimden insanın dikkatini çekmeyi başarıyor.
Her zeminin farklı bir ustası var!
Tenis çim, toprak ve sert zemin olmak üzere üç farklı kortta oynanıyor. Zeminler, oyuncuların başarıların başarılarına doğrudan etki eden bir unsur.
Güncel bir örnekle açıklayacak olursak; dünya sıralamasının bir numarası
Nadal, uzun süre bir numara olan Federer’i neredeyse her toprak kort maTenisin ilk kez nerede ve ne zaman oynandığı bilinmese de yazılı doküman- çında mağlup etmeyi başarmıştır. Keza Federer de çim kortta Nadal’ı çoğu
lar, bize oyunun ilk gelişiminin 1874 yılı olduğunu gösteriyor. Galli Binbaşı kez mağlup etmiştir. Unutmadan bu başarılar tenisçilere ‘toprak kort uzmaWalter Clopton Wingfield tarafından Yunanca’da ‘top’ kelimesine karşılık nı’ gibi unvanlar kazandırır…
gelen ‘Sphairistike’ ismini satın alarak bu alanda zenginleşebileceğini fark
Bireysel sporların jet-set’i
Ne futbol ne de basketbol kadar seyirci çekecek belki… Ama bir gerçek var ki, o da tenis
turnuvalarının şampiyonlarının en az futbol ya da NBA yıldızları kadar geniş bir hayran kitlesi olduğu… Bunun iki nedeni var; birincisi kortlardaki yıldızların sportif başarısı kadar güzel ve yakışıklı olmaları, diğeriyse tribünü dolduran high-society!
Zeminlerin oyuna bu denli etki etmesinin sebebi, topların sekme ve sürat kazanma özellikleri… Sert ve çim kortlar topun daha hızlı hareket ettiği yüzeylerdir. Özellikle çim kortun en önemli noktası kısa sıçrayışlardır. Bu kortların
avantajlı isimleri servislerini hızlı kullanabilen oyunculardır. Toprak kort ise
topun düştüğü yerde hız kaybetmesine neden olur. Bu açıdan topun sekme
hızı ve süratini iyi bilen oyuncular diğer bir deyişle bu kortun uzmanları çim
korta alışkın ‘acemiler’ karşısında her zaman avantaj sahibidir. Sert zeminler
de çim zeminler gibi aynı özellikleri taşımaktadır. Top daha hızlı seyreder,
servislerin karşılanması zordur.
Raketin starları
Tenisin bugünkü popülaritesi kort içerisinde olduğu kadar kort dışında da
taraftarın ilgisini çeken isimler tarafından sağlandı. Mesela geçmiş yıllardan
Stan Smith maçlardaki şıklığıyla ön plana çıkarken, Margaret Court asla pes
34
Saha içerisinde ter döken oyuncular saha dışında da pazarlanmaya başladı.
Bu akımın en güzel örnekleri Boris Becker, Rafael Nadal, Steffi Graf gibi
isimlerle sergilenirken, aslında bu oyunun çok daha büyük kitlelere ulaşabileceği fark edildi. Ve bu doğrultuda turnuvalar yapılmaya başlandı. Teniste
üç büyük turnuva modeli var: Grand Slam, Şampiyonalar- Dünya serileri ve
‘Challenger’lar…
Zirvenin adı, ‘Grand Slam’
Grand Slam dört büyük ‘açık’ turnuvanın adıdır. Teniste Grand Slam sezonu
ocak ayında ‘Avustralya Açık’ ile başlar. Burada ‘açık’ ifadesi amatör sporcuların da katılabileceği anlamını taşır. Güney yarım küredeki turnuvadan
sonra sezon Mayıs ayında ‘Roland Garros’ ile devam eder. Adını Akdeniz’i
ilk kez uçakla geçen pilot ve tenisçi olan Roland Garros’tan alan turnuvanın sonrasında rota kuzeye çevrilir. Britanya’da tenisin en eski ve en prestijli turnuvası oynanır. Temmuz ayında düzenlenen Wimbledon’da oynanan
turnuvanın özellikle çekişmeli maçlarında ayarlanan Merkez Kort’unda maç
seyretmek için bilet bulmak çok zordur ve içeri girmek için diğer maçlara
nazaran korta çok erken gelmek gerekir. Efsane turnuva da sona erdiğinde
‘Grand Slam’ın son oyunu için Amerika ktasına gidilir. Amerika Açık da oynandıktan sonra Eylül ayında Grand Slam sezonu kapanır. Bu dört ‘Grand
Slam’i kazanan oyuncu Türkçesi ‘Grand Slam’e ulaşmak’ ifadesine karşılık
gelen bir unvan alır.
Grand Slam turnuvalarının dışında popüler olan bir diğer tür de ŞampiyonaDünya serileridir… Grand Slam sezonun takvimi dışında düzenlenen şampiyonlar oyuncular için dünya sıralamasına doğrudan etki eden serilerdir. Bu
nedenle oyuncular genellikle bu turnuvalara katılmaya özen gösterirler…
Tenisin endüstriyel çağda kullanımınıysa tam anlamıyla ‘Challenge’ oyunlar
göstermektedir. Kimi zaman bir şirketin sponsorluğunda oynanan turnuvalar, genellikle dünya sıralamasının orta ve alt düzey oyuncularının katılımıyla
gerçekleşir.
Tenis bugünlerde popüler bir spor dalı olarak milyarlarca insana ulaşmış durumda. Türkiye’de ise henüz dünyada olduğu kadar tenise ilgi gösterilmiş
değil. Ancak son beş yılda İpek Şenoğlu ve Marsel İlhan ile birlikte bir tırmanışa geçen tenis, Federasyon önderliğinde ülkemizde düzenlenen turnuvalarla seyircinin ilgisini çekmeye çalışıyor.
35
Türkiye’de tenis
Türkiye’de tenis 1900’lü yıllarda, İngiliz
diplomatlar aracılığıyla tanıtıldı. 1905’te
İzmir, Bornova ve Karşıyaka’da İngilizler
arasında tenis oynanırken, Türkler’in ilk
tenis oynadıkları tarih kayıtlara 1915 olarak geçti. Bu tarihten itibaren Amerikan
kolejlerinde tenis oynanmaya başlandı.
Fenerbahçe Spor Kulübü’nde tenis takımının kurulmasıyla Fuat Hüsnü Kayacan
ilk Türk tenis hareketini başlattı. Ve o tarihten itibaren önce Tenis, Eskrim, Dağcılık Kulübü (TED) altında sonra da bağımsız yapılanarak Türkiye Tenis Federasyonu altında faaliyetlerini yürütüyor.
Sergi
İznik çinilerinin en nadideleri...
95 yıllık tarih gün ışığına çıkıyor...
Sadberk Hanım Müzesi ve Ömer M. Koç Koleksiyonları’nda yer alan 330 parça İznik çini ve
seramikleri, 12 Nisan-11 Ekim tarihleri arasında Vehbi Koç Vakfı Müzesi’nde sergileniyor.
1914 yılında yapılan ve günün tarih efsanelerinden biri Sarıkamış Harekâtı, ünlü ressam
Tayfur Sanlıman’ın resimleriyle yeniden canlanıyor.
‘Ateşin Oyunu’
12 Nisan / 11 Ekim 2009
Sadberk Hanım Müzesi /
Sarıyer
V
ehbi Koç Vakfı Sadberk
Hanım Müzesi, altı ay
boyunca çok özel bir sergiye ev sahipliği yapıyor.
Sadberk Hanım Müzesi ve
Ömer M. Koç koleksiyonunda yer alan, Erken Osmanlı
dönemi İznik çini ve seramik
örnekleri ile başlayıp 17’nci yüzyıl
eserleriyle tamamlanan sergide 330
parça eser yer alıyor. İlk kez bir arada, toplu olarak sergilenen eserler,
İznik çini ve seramik sanatının gelişiminin açıkça izlenebilmesine olanak tanıyor.
İznik atölyelerinde doğan sanat eserleri
Eserlerin büyük çoğunluğunu İznik atölyesi
üretimi olan duvar çinileri ile seramik sanatı
örnekleri olan tabak ve farklı formlarda kaplar
oluşturuyor. Sadberk Hanım Müzesi’nde 12
Nisan-11 Ekim tarihleri arasında sanatseverlerle buluşacak eserlerle İznik atölyelerinde çalışan çini ustalarının yaratma gücünün sonsuz-
luğu, kompozisyon repertuarlarının
zenginliği, renk paletini nasıl bir
ustalıkla kullandıkları ve her zaman yeni teknik arayışlar içerisinde oldukları bir kez daha
gözler önüne seriliyor.
Tüm dünyaya dağıldı
Marmara Bölgesi’nde, aynı
adla anılan gölün doğusunda, surlarla çevrili şirin bir
yerleşim yeri olan ve antik
çağda ‘Nikaia’ olarak bilinen
İznik kenti, 15’inci ve 17’nci
yüzyıllar
arasında
Osmanlı
İmparatorluğu’nun, anıtsal
mimari yapılarının süsleme programında
kullanılan çinilerin
ve çeşitli formlarda seramik kapların üretildiği önemli bir merkez
durumundaydı. Hamur hazırlayanından sırça çekenine, nakış
yapanından fırına yerleştirenine
kadar çeşitli kollarda çalışan ustaların ortak çalışması sonucu yaratılmış olan İznik çini ve seramikleri, yüzyıllar boyunca büyük beğeniyle karşılanıp,
dünyadaki çeşitli müze ve özel koleksiyonlara
36
dağıldı. Günlük hayattaki ihtiyaçları estetikle
birleştiren bu çini ve seramikler, döneminde
de dünya pazarında, dokuma ve halılar gibi
talep görerek, ekonomide önemli bir rol üstlendiler.
İşte aynı topraklardan, belki aynı fırından, belki de aynı usta elinden çıkmış olan bu eserlerin
bir araya getirilmesinden oluşan ‘Ateşin Oyunu’ sergisi, sanat tarihi açısından
olduğu kadar Osmanlı çiniciliğinin teknoloji düzeyini göstermek
açısından da çok önemli bir adım
olarak değerlendiriliyor.
meden seri tablolar olarak da Türkiye’de
bir ilk…
‘Sarıkamış Bir Destandır’
12 Nisan / 11 Ekim 2009
Hobi Sanat Galerisi / Nişantaşı
Tablolar satılmayacak, sonsuza dek
sergilenecek
Sarıkamış Dayanışma Grubu Başkanlığı’nı
üstlenen Prof. Dr. Bingür Sönmez
Sanlıman’ın resimlerinin satılmayacağına
dikkat çekerek; “Bu resimleri satmaktansa hepsini bir arada sonsuza kadar sergileyecek olmak derneğimize ve Sarıkamış
Harekâtı’nda hayatını kaybedenlere paha
biçilmez değer haline gelecek. Bu
nedenle resimlerin hepsi Sarıkamış
Dayanışma Grubu’nun bir parçası
olarak tarih boyunca bizimle olacak.”
30 eserden oluşan bu sergiyi Sarıkamış Dayanışma Grubu’na
hediye eden Tayfur Sanlıman’ın
birbirinden değerli bu tabloların,
1914 Sarıkamış Müzesi kurulduğu
günden itibaren özel bir odada
sonsuza dek sergilenmesi planlanıyor. Ayrıca sergide yer alan 30
eserin kataloğu ve birebir baskıları
(röprodüksiyon) Sarıkamış Dayanışma Grubu’na gelir amacıyla
satışa sunuluyor.
B
ir asra yaklaşan mazisiyle bugün bile
hafızalardaki yerini koruyan Sarıkamış
Harekâtı, Sarıkamış Dayanışma Grubu
Başkanı, Prof. Dr. Bingür Sönmez’in öncülüğünde ‘Sarıkamış Bir Destandır’ resim
sergisi Harbiye Askeri Müze’den sonra
şimdi de Hobi Sanat Galerisi’nde tarih ve
sanatseverlerle bir araya geliyor.
Türkiye’de bir ilk
22 Mayıs-20 Haziran
tarihleri
arasında Hobi Sanat Galerisi’nde
gerçekleşecek olan resim sergisi 30 değerli eserden oluşuyor.
Sanlıman’ın bu özel sergisi, Sakıp
Sabancı Müzesi’nde sergilenen
Sami Yetik’e ait ‘Sarıkamış Bozgunu’ isimli tek tablodan yıllar sonra
ortaya konmuş, Sarıkamış Şehitleri
adına düzenlenen ilk resim sergisi
olma özelliğini taşıyor. Bu yıl içerisinde yoğun ilgi üzerine ikinci kez
sergilenecek olan ‘Sarıkamış Bir
Destandır’ resim sergisi; savaşı,
acıyı, dramı ve kahramanlığı res-
37
DVD / Kitap
Babam
Romulus
(Romulus,
My Father)
Issız Adam
‘Sil Baştan’
(Eternal
Sunshine)
Yönetmen: Franka Potente
Oyuncular: Eric Bana, Franka
Potente, Marton Csokas
Yönetmen: Çağan Irmak
Oyuncular: Cemal Hünal,
Melis Birkan
Yönetmen: Kirsten Dunst
Oyuncular: Jim Carrey, Kate Winslet
Babayla oğul arasındaki güçlü bağı vurgulayan imkansız bir sevginin hikayesi.Yönetmen
Richard Roxburgh tarafından yedi yılı aşkın
bir sürede geliştirilen ‘Babam Romulus’, beyazperdeye şair ve oyun yazarı Nick Drake
tarafından uyarlandı. Raimond Gaita’nın beğeni toplayan anılarına dayandırılan filmde
Romulus ve güzel karısı Christina’nın oğulları Raimond’ı yetiştirme konusunda karşılaştıkları zorluk ve çekişmelerin hikayesi. 60’lı
yılların başında geleceğini Avustralya’da
arayan Romulus Gaita, tutkuyla sevdiği karısı Christina ile sorunlu bir ilişki yaşıyor. Ve
bu durum 11 yaşındaki oğulları Raimond’ın
ruhunda kapanmayan acılara neden oluyor.
Bir yanda idolü olan babasının eriyişine tanık
olan minik Raimond, öte yandan annesini
kaybetmemek için uğraşıyor.
Alper, 30’lu yaşlarda, restoran sahibi iyi bir
aşçıdır. Lüks yaşamayı seven, işinde başarılı
ama özel yaşantısını düzene koyamayan, hayatını; yaptığı yemekler, günübirlik ilişkiler,
paralı kadınlar üçgeninde yaşayan birisiyken;
Hayatının akışı, bir gün bir kitapçıya girmesiyle değişir. Plak aradığı sırada Ada ile tanışan Alper, kendinin aksine mütevazı, hayatta fazla inişleri çıkışları olmayan genç kadınla
arkadaşlığa başlar. Alper, kopamadığı özgür
hayatının içerisinde Ada’ya yer açmaya çalıştıkça, yaşamının daraldığını fark eder. Aşkı
ve özgürlüğü arasında kalan Alper’in sessiz
çığlıklarını duyamayan Ada, kendini aşkın
rüzgârına kaptırmıştır. ‘Issız Adam’, modern
hayatın yalnızlaştırdığı insanları anlatan, yemekler, anneler, eski şarkılar ve aşk üzerine
bir film.
Jim Carrey ve Kate Winslet’ın başrollerini
paylaştığı ‘Sil Baştan’, sıra dışı bir olayı beyaz
perdeye yansıtıyor. ‘Joel karakterinde karşımıza çıkan Carrey, Winslet’ın canlandırdığı
eski kız arkadaşı ‘Clementine’in ilişkilerine
dair tüm anılarını sildirmek için gizem dolu
tıbbi bir müdahaleye başvurduğunu öğreniyor. Bu durum karşısında hayal kırıklığına
uğrayan ve Clementine’i unutmak için aynı
işlemi kendi üstünde uygulatmaya karar veren Joel, deneysel tıp merkezinin yolunu tutar. Dr Mierzwiak’ın gözetiminde hatıralarını sildirmek için derin bir uykuya yatan Joel,
gözyaşı ve kızgınlık dolu anılarının altında
sevgilisine olan aşkı fark eder ve onu kaybetmek istemediğini fark eder. Ve o andan
itibaren Clementine’i unutmadan önce bu
işlemi durdurmanın bir yolunu arar.
38
Bir Kadının
Yaşamından
24 Saat ve
Bir Yüreğin
Ölümü
Stefan Zweig
Göçebe
Stephen
Meyer
Asla Kimseyi
Öldürmedi
Benim
Babam
Jean-Louis
Fournier
Can Yayınları
Çeviri: Gülperi Sert
124 Sayfa
Epsilon Yayınevi
Çeviri: Mine Atafırat
680 Sayfa
Yapı Kredi Yayınları
Çeviri: Zafer Demez
84 Sayfa
Hayata ve Tutkulara dair
öyküler
Bambaşka, fantastik bir
bilim-kurgu
Ölüm, bambaşka bir hayat
sunar!
Stefan Zweig’ın psikolojiye ve Sigmund
Freud’un öğretisine duyduğu ilgiyi yansıtan
‘Bir Kadının Yaşamından 24 Saat ve Bir Yüreğin Ölümü’ adlı yapıtlarını bir arada toplayan kitap, yazarın öykü sanatındaki becerisini gözler önüne seriyor. İnsan ruhunun en
karmaşık duygularından biri olan ‘tutkuyu’
olanca canlılığıyla dile getiren öyküler, duygularının peşinden korkusuzca giden bir kadının apansız yön değiştiren inişli çıkışlı hayatını konu ediniyor. Kitabın içinde sakladığı
diğer bir öykü olan ‘Bir Yüreğin Ölümü’ ise,
ruh ikizini Lev Tolstoy’un unutulmaz kahramanı İvan İlyiç’teki yaşlı bir adamın ailesinden ve yaşamdan uzaklaşmasını öykülüyor.
Düşsel ve tarihsel karakterler üzerine yazdığı
biyografilerinde olduğu kadar öykülerinde
de karakterlerini kendine özgü derin, incelikli ruh çözümlemeleriyle betimleyen yazar
Stefan Zweig bu kitapta buluşturdu iki uzun
öyküsü, edebiyat tarihinde Freud’un çözümlediği yapıtlar arasında yer alıyor.
Dünya görünmeyen bir düşman tarafından
istila ediliyordu ve insanların bedenleri olmasa da zihinleri ele geçiriliyordu. Geriye kalan
vahşi birkaç insandan biri olan Melanie, yakalandığı zaman sonunun geldiğine inanıyordu. ‘Göçebe’, Melanie’nin bedenini alan
ruh, yetkililer tarafından bir insan bedeninin
içinde yaşarken, karşılaşabileceği zorlukları
konu ediniyor. Baskın duygular, hislerin yoğunluğu, çok canlı olabilen anılar… ‘Göçebe’, Melanie’nin düşüncelerinin derinlerine
inerek geri kalan insanların nerede olduğunu öğrenmeye çalışıyor. Ama Melanie’nin
zihninde tek görebildiği, sevdiği adamın,
hâlâ saklanan bir insan olan Jared’ın hayali.
Bedeninin arzularına direnemeyen Göçebe,
yakalamak zorunda olduğu bu adama karşı özlem duyuyor. Dış güçler, ‘Göçebe’ ve
Melanie’yi, aslında istemeseler de, ortak
bir hedefte birleştiriyor ve birlikte sevdikleri
adamı bulmak için tehlikeli ve sonu belli olmayan bir macera için yola koyuluyor.
Bir baba çocuğunun hayatında kaç farklı
role bürünebilir. Jean-Louis Fournier, annesine ithaf ettiği kitabında babasını birbirinden farklı karakterlerle okuyucusuna
sunuyor. Babasını kimi zaman bir ayyaş olarak tasavvur ediyor, kimi zaman hayat kurtaran bir doktor. Ve doktor olan babasının
yardım severliğini, yumuşak kalbini kitabın
her satırında okuyucusuna hatırlatıyor. Ve
ailesinden herhangi birinin ölebileceğine
inanmıyor. Çünkü mesleğinden dolayı bir
kahraman olarak gördüğü babasının ailesini
koruyacağını biliyor. Ta ki kötü bir sabaha
uyanıncaya dek. Annesinin “Sanırım baban
öldü” diyerek uyandırdığı Jean, babasının
gerçekten öldüğünü kendisini azarlamadığını gördüğünde fark ediyor. Bir çocuğun
hayatındaki idolü olan ‘Baba’ modelini kendi yaşantısı ve gerçek anılarıyla okuyucuyla
paylaşan Fournier’nin, ‘Kimseyi Öldürmedi
Benim Babam’ adlı kitabında herhangi bir
olayda kendinizi bulabilirsiniz.
39
Bir küresel ısınma macerası
Bölüm 4
TNT uçağı Şangay’a
yaklaşıyor… Paletlerde
uyuyan kutup ayısı Kuzey
kutuplarındaki evinin
sessizliği ve huzuru
Ve kutup ayısı ‘planet
me’ çubuklarıyla karnını
Cömert ev sahibi Panda misafirine
TNT’nin ‘Planet me’ yemek
çubuklarından hediye ediyor.
doyurdu...

Benzer belgeler