Bilgisayarı_10 Spor Birliği Yeni Başkanı ile İTÜ`de Spor üzerine_38

Transkript

Bilgisayarı_10 Spor Birliği Yeni Başkanı ile İTÜ`de Spor üzerine_38
ISSN: 1305-4783
Arıbamız var
İTÜ Güneş Arabası Ekibi_8
Metro İTÜ’ye geliyor_6
Nasuh Mahruki
Kuşbakışı Maslak
ve AKUT_12
Maslak’a bir de böyle bakın_19
Spor Birliği Yeni Başkanı
Bilgi İşlem Daire
ile İTÜ’de Spor üzerine_38
Başkanlığı_4
İTÜ’nün Süper
Savaş Sanatları_35
Bilgisayarı_10
2
Arıyorum
Kasım 2005
arıyorum
ilerliyor
Evet, 2005-2006 Öğretim Yılımızın ilk sayısı ile
karşınıza çıkıyoruz. Bu sayımız, bizim çok
heyecanlandığımız sayılarımızdan birisi oldu. Çok
heyecanlandık çünkü işler yoluna girmeye başladı.
Yaz dönemi ile birlikte yoğun bir çalışma sürecinden
geçip yeni yıla iyi bir şekilde adım atalım dedik. Yaz
dönemi ile başlayan tanışma toplantılarımız ile
birlikte kurul sayımızın genişlemesi de bu süreçte
etkili oldu. Gazetemizi içerik ve tasarım olarak
geliştirdik, sayfa sayımızı arttırdık. Farklı kollardan
çalışmalarımızı yürütmeye çalıştık. Bununla birlikte
çözmeye çalıştığımız sorunlarımız da yok değil. Bu
sorunlarımızdan en önemlisi kaynak sorunu.
Gazetemizin basımı için gerekli olan bütçeyi, kendi
kaynaklarımızı yaratarak karşılamak durumundayız
ki bu hiç de kolay olmuyor. Özellikle belli bir
sürekliliğe ulaşmadan "reklam" konusunda da
beklediğimiz gelişmeleri alamıyoruz. Bu konu ile ilgili
farklı girişimlerde de bulunacağız. Bu girişimlerimizi
öncelikle mezunlar derneklerimiz ile başlatmayı
düşünmekteyiz. İTÜ'nün büyük bir aile olmasındaki
en önemli gücü mezunlarıdır. Mezunlarımızın da bu
sorunlarımıza karşı duyarlı davranacaklarını ve
ellerinden gelen desteği vereceklerini biliyor ve
mezunlarımıza güveniyoruz.
Gazete Arabası Projesi
Çalışmalarımız sırasında daha önceden de
aklımızda olan bazı projelere başlama olanağımız da
oldu. Bu projelerin önemlilerinden biri bahar
dönemine yetiştirmeyi planladığımız "Gazete
Arabası Projesi"dir. Bu projede amaç; Ayazağa
Yerleşkesi içerisinde "maskot" olabilecek, gazete
dağıtılabilecek, diğer kulüplerin etkinlik duyurularını
da yapabileceği bir araç üretmek. Bu konu ile ilgili
hazırlamaya başladığımız proje dosyasını kısa
sürede sonuçlandırıp kaynak aramaya başlayacağız.
Bu süreçte IEEE Öğrenci Kulübü ve Güneş Arabası
Ekibi'nden
arkadaşlarla
fikir
paylaşımında
bulunduğumuz toplantılar gerçekleştirdik. Diğer
fakültelerden de (özellikle Makina) gelecek destekle
kısa süre içerisinde yapımına başlamayı planlıyoruz
(Konu
ile
ilgilenebilecek
arkadaşlarımız
[email protected] adresine e-posta yollayabilirler.)
Önümüzdeki sayımızda da bu araba ile ilgili bir
tasarım yarışması başlatacağız. Ödüllü olabilecek
yarışmada seçilecek tasarım üzerinden yapım
çalışmasına başlanacak.
Kulüplere Davet
Başarılı olmasını umduğumuz bu projemizin
yanında, diğer kulüplerle ortaklaşa yapmaya
başladığımız başka projelerden de söz etmek isteriz.
Bunlar, gazetemizle birlikte basılıp dağıtılacak,
kulübün ilgi alanına göre hazırlanacak içerikten
oluşan ekler olacak. Bu çalışmaların ilk ikisini
Moleküler Biyoloji ve Genetik Kulübü ve Platform
ve
Bilgisayar
Oyunları
Kulübü
ile
gerçekleştireceğiz. Dileriz ki diğer başka kulüplerle
de bu tarz veya başka türlü ortaklaşmalar
yapabilelim. Bu konu ile ilgili her türlü paylaşıma
Arıyorum İTÜ Gazetesi olarak hazırız. Çünkü
kulüpler arasında oluşturulacak iletişim, önemli
kaynaklardan birisidir. Bu kaynak ortaklaşmadır,
paylaşımdır, etkileşimdir. Üretken öğrencilerin
etkileşimli ve eşgüdümlü çalışmaları yapılan işlerde
verimliliği ve başarıyı da arttıracaktır.
Mezunlarımıza Çağrı
Tabi ki bu çalışmalarda üretken öğrencilerin
sıkıntıları da gündeme gelmektedir. Bu bağlamda
ortaklaşılması gereken en önemli kişi/kurumlar İTÜ
mezunları, mezun dernekleridir. Mezunlarımızın
öğrenciler ile iç içe olmaları gerekmektedir. Bu, hem
üniversite içerisindeki paylaşımın daha genişlemesi
ve etkisinin artması açısından hem de
mezunlarımızın sorumluluk almaları ve bu
sorumluluklarını yeni mezun olacak öğrencilere
aktarması açısından oldukça önemlidir; aile bilincinin
kavranmasının temel taşı, odak noktasıdır. Bu
nedenlerle mezunlarımızı ve mezun derneklerini
İTÜ'nün üretken öğrencileri ile ortaklaşmaya ve
destek vermeye davet ediyoruz.
Teşekkür
Bu sayımızda pek çok farklı konuya açılım getiren
kalabalık bir içeriği sizlere sunuyoruz. 40 sayfaya
ulaşan içeriğimizle sizlere ulaşabilmenin gururunu
yaşıyoruz. Çalışmalarımız sırasında verdiği
desteklerle bizlere heyecan katan, destekleyen tüm
İTÜ’lülere teşekkürü borç biliriz.
Yaptıkları unutulmaz katkılar ile gazetemizin daha
verimli çalışmalar yapmasını sağlayan Sayın Prof.
Dr. Erkin Nasuf’a, Sayın Prof. Dr. Bihrat Önöz’e,
Sayın Doç. Dr. Yüksel Güvenilir’e ve Sayın Y. Doç.
Dr. Beyza Taşkın’a; gazemizin teknik bazı
donanımlara
ulaşması
konusunda
verdiği
desteklerden ötürü Sayın Zeki Şimşek’e; öğrenci
kulüplerinin toplantı yeri konusunda çok büyük
duyarlılık gösteren Maden Fakültesi Dekanı Sayın
Prof. Dr. Mahir Vardar ve Dekan Yardımcılarına;
olanaklarını bizlerle paylaşmaktan çekinmeyen İTÜ
Öğrenci Danışma Merkezi’ne, İTÜ İş ve İnsan
Kaynakları Merkezi’ne, İTÜ Bilgi İşlem Daire
Başkanlığı’na, İTÜ Avrupa Birliği Merkezi’ne, İTÜ Dış
İlişkiler ve Enformasyon Ofisi’ne, İTÜ Proje Yönetim
Merkezi’ne, İTÜ Süleyman Demirel Kültür
Merkezi’ne, İTÜ Uzaktan Eğitim Merkezi’ne;
İTÜ’lülerin dayanışmasını ve paylaşımcılığını
gösteren
Mezunlarımıza
ve
Mezunlar
Derneklerimize; sıkıntılı dönemlerimizde en büyük
desteği sağlayarak gazetemize eşsiz katkıları
dokunan Sayın İdil Peker’e; tasarım konusundaki
destekleri
ile
herzaman
yanımızda
olan
arkadaşlarımız Şahincan Erdemir’e, Ali Çetin
Çetinel’e; İTÜ Kültür ve Sanat Birliği ile İTÜ Spor
Birliği’ne
bağlı
öğrenci
kulüplerine
içten
teşekkürlerimizi sunarız.
Özel bir teşekkürü ise, İTÜ Öğrenci İşleri Daire
Başkanlığı’na sunmak isteriz; bütün destekleri,
katkıları, anlayışları için...
Yeni sayılarımızda görüşmek, paylaşmak dileğiyle...
Fatih Avcı
İTÜ Basın Yayın Kulübü Arıyorum İTÜ Gazetesi , Süreli Yayın, ISSN: 1305-4783
İstanbul Teknik Üniversitesi Adına Yayın Sahibi Prof. Dr. Erkin Nasuf, Genel Yayın Yönetmeni Y. Doç. Dr. Beyza Taşkın
Yayın Danışmanları: Prof. Dr. Fuat Anday, Prof. Dr. Bihrat Önöz, Doç. Dr. Yüksel Güvenilir
Yayın Kurulu: Fatih Avcı, Selin Erkişi, Beril Alpagut, Ufuk Sevim, S. Selçuk Bucak, Harun K. Subaşı, Ufuk Çavuş, M. Bahadır Kılınç, Murat Özgür
Doğan, Batuhan Çetin, Doğan Yurdakurban, Hatice Gökcan, Yusuf Güngör, Engin Özsoy, Sarp İçaçan, Güven Çalışkan, Ömer Elmasrı, Zeynep Ankay,
Özge Taşkın, Perihan Gürbaş, Müge Turan, Sedat Bayrak, Mert Soyel, Yasemin Usal, Anıl Çatık, Cansev Baydar, Utku H. Kevenoğlu, Can Yükselen,
Şeyda Hatiboğlu, Mehmet Doğan Aşık, Sefa Demir, Ufuk Şişli, Şefik Elbeyli, Banu İyisan, Huriye Uzun, Bahar Sağlam, Ece Bekpınar, Orhan Gökpınar,
Goncagül Özbalıkçı, Ayça İmrek, Esin Ekmekçi, Erdem Emre Pınar, Leyla Işık Çelebioğlu, Melike Özkan, İzzet Göksel, Osman Taha Arı, Kerim Akören,
Filiz Akgün, Ahmet Alban, Gökçe Sezgin, Emrah Yıldır, Zeynel Solmaz, Nagihan Mutlu, Betül Elci, Ali Önalp, Fatma Sezgin, Merve Sakar
Baskı: Cenkler Matbaa, 0212 264 18 21
www.gazete.itu.edu.tr
İTÜ Basın Yayın Kulübü
Arıyorum İTÜ Gazetesi
Öğrenci İşleri Otomasyonu Binası, Giriş Katı
İTÜ Ayazağa Yerleşkesi
Maslak-İstanbul
[email protected]
http://www.gazete.itu.edu.tr
Tel: 0212 285 34 00-151
Faks: 0212 285 65 95
Kasım 2005
10. İstanbul Saydam
Günleri açılışına İTÜ
İTÜ, 2005-2006
Öğretim Yılı'nı
19 Eylül’de
gerçekleştirdiği
törenle başlattı
İTÜ Süleyman Demirel Kültür Merkezi'nde
yapılan tören, saygı duruşu ve İstiklal Marşı
ile başladı. Akademisyenlerin, öğrencilerin,
velilerin ve diğer üniversitelerden davetlilerin
katıldığı törende açılış konuşmasını İTÜ
Rektörü Prof. Dr. Faruk Karadoğan
yaparak, 2005-2006 Öğretim Yılı'nı açtı.
Rektör
Karadoğan,
açılış
konuşmasında
İTÜ'yü yeni kazanan
öğrencilere
İTÜ'nün
olanaklarından bahsetti.
Başarıya ulaşabilmek için
bu olanakları en iyi
şekilde değerlendirmeleri
gerektiğine değindi:
"İstanbul
Teknik
Üniversitesi'nde okuma
şansını yeni elde etmiş
değerli öğrenciler, yakın geleceğin aydın
mühendisleri,
mimarları,
denizcileri,
sanatçıları, bu büyük kuruma katılırken
göstermiş
olduğunuz
başarı
ile
övünebilirsiniz. Kendinize güven, burada
özümseyeceğiniz bilgi ve görgüden
kaynaklanacaktır. Burada düşünmeyi ve
öğrenmenin yollarını öğreneceksiniz.
İstanbul Teknik Üniversitesi'nin altyapısı,
size, bu yönde en büyük yardımcı
olacaktır...
Değerli öğrencilerim; gerek kendi
konularınızda yoğunlaşırken gerekse ülke
sorunları ile ilgilenirken doğru bilgilenmek
için hep şüpheci ve sorgulayıcı olmak,
çağdaş değerlerle bezenmek için sanattan
kopmamak, yalnız dış görünüşle değil
kafaca çağdaşlaşmak ve bunun için
çalışmak çok önemlidir. Başarmak için en
iyisi olmak, ve sürekli öğrenmek
ön
koşuldur. Bunu şeref ve güç olan
dürüstlük tamamlayacaktır.”
Açılış Töreni'ne davet
edilen Berlin Teknik
Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Kurt Kutzler
ise yaptığı konuşmada
üniversite eğitimindeki
uluslar arası ilişkilerin
öneminden
bahsetti.
Kutzler, Berlik Teknik
Üniversitesi'nin 31.500
öğrencisi olduğunu, bu
öğrencilerin
yüzde
20'sinin
133
farklı
ülkeden gelen yabancı uyruklulardan
oluştuğunu ve 780 de Türk öğrenci olduğunu
söyledi. Kutzler, Türkiye'nin hızla büyüyen
ekonomisi ve genç nüfusu ile AB uyum
sürecini gereğince yerine getireceğine
inandığını ve Türkiye'nin AB'ye tam üyeliğini
desteklediğini belirtti. Özel Sektör-DevletÜniversite işbirliğinin önemini anlatan Rektör
Kutzler, İTÜ ile ortak çalıştıklarını ve elde
3
Güncel
ev sahipliği yaptı
ettikleri
başarılarla
gurur
duyduğuna
değinerek profesyonel ve zihinsel gelişim için
alınan
eğitimin
çok
büyük
fayda
sağlayacağını söyledi. İTÜ öğrencilerine de
tavsiyede bulunan Kutzler şöyle dedi:
"Benim kişisel deneyimlerimden size
verebileceğim tavsiye olacaksa, İTÜ'nün
sembolü olan “arı”yı ilk dersiniz olarak
kabul edin derim. Bütün fırsatları
değerlendirmeye çalışın ama zamanınızı
iş,
aile
ve
arkadaşlar
arasında
dengelemeyi asla unutmayın…"
Törenin
davetli
konuşmacısı olan Dünya
Bankası Eski Başkan
Yardımcısı Dr. Attila
Karaosmanoğlu ise "21.
Yüzyılın Türkiye'sinde
Bilimsel ve Teknolojik
Gelişmede
Devlete,
Üniversitelere ve Özel
Teşebbüse
Düşen
Görev"
konulu
bir
konuşma
yaptı.
Türkiye'nin 20. yüzyılın ikinci yarısında, bilgi
toplumu olma yolunda yapabileceklerini
yapmayarak büyük bir atılım şansını
kaybettiğini belirten Karaosmanoğlu, o
yıllarda olanakları Türkiye'den ileri olmayan
Güney Kore, Hindistan, Çin gibi ülkelerin
büyük sıçramalar yaptığını söyledi:
"Yazılımda büyük başarılarla başlayan
Hindistan'ın bugün dünyanın bilim ve
teknoloji liderlerinden biri haline gelmekte
olduğu konusunda genel bir kanaat var."
"Çin
Nano
Teknoloji
konusundaki
araştırmalara 1980'lerde başladı. Bugün
Çin'in henüz Amerika'nın seviyesine
ulaşamadığı fakat gittikçe artan sayıda
önemli buluşlar yaptığı kabul ediliyor."
"Kore özellikle DNA ve Reproductive
Technology ile ilgili konularda önemli
deneyler yapıyorlar. Geçen ay bir köpek
klone ettiklerini açıkladılar."
Öğrenciler
adına
konuşma yapan İTÜ
Öğrenci
Konseyi
Başkanı Yiğit Özgül ise
konsey çalışmalarından
bahsetti.
Öğrencilerin
sorunlarının en etkin
biçimde dile getirilerek
çalışmalar yaptıklarına
değinen
Özgül,
bir
öğrenci olarak İTÜ'de
okumanın
ayrıcalık
olduğunu ve yeni gelen arkadaşların da bu
ayrıcalıklarının farkında olması gerektiğini
söyledi. İTÜ Öğrenci Konseyi olarak, diğer
üniversitelerle birlikte Türkiye'de bir öğrenci
birliği oluşturulması ile ilgili çalışmalarda da
bulunduklarını söyledi.
www.gazete.itu.edu.tr
Bu yıl onuncusu düzenlenen İstanbul Saydam Günleri
açılışı 14 Ekim 2005, Cuma günü İTÜ Maçka Yerleşkesi'nde
gerçekleşti. Geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi bu yıl da
Beyoğlu'nun çeşitli mekanlarında gerçekleştirilecek olan
etkinlik, okulumuzun Maçka Yerleşkesi'nde akışına başladı.
Ayrıca bu yıl farklı olarak sergi Kadıköy KargART Salonu’nda
da gösterimde oldu.
Bu yılın temaları; İntifada (Filistin halkının başkaldırısı),
Çingeneler ve Dans olarak belirlenmiş. Açılışta bu temaları
konu alan yerli ve yabancı fotoğraf sanatçılarının saydam
gösterileri sunuldu. Aralarında Larry Towell, Paolo
Pellegrin, Antoine d'Agata gibi ünlü isimlerin de bulunduğu
yedi ayrı ülkeden dokuz ayrı sanatçının fotoğraflarından
meydana gelen ve "Confronting Views" başlığı altında kitap
olarak da yayımlanan Filistin konulu saydam, törende
katılımcılara sunuldu. Üç ayrı bölümde sunulan gösterimde,
bu yıl "Saydam Gösteri Bursu'nu" almaya hak kazanan
genç fotoğraf sanatçısı "Burak Olçaylı " ödülünü elde ettiği
"Gölgem… Her yerde!" adlı eseri ve ünlü fotoğraf sanatçısı
Arif Aşçı’nın son projesi olan "İstanbul Panoromaları" da
yer aldı. Gecede ayrıca 10. İstanbul Saydam Günleri'nin
mekan, donanım, basın ve gereçler konusundaki destekçileri
birer kristal kamera ile onurlandırıldı. Açılış verilen kokteyl ile
son buldu.
İTÜ Fotoğraf Kulübü'nün çalışmalarıyla açılışının
okulumuzda gerçekleştirildiği "İstanbul Saydam Günleri" 1423 Ekim tarihleri arasında Beyoğlu Turkcell ve İfsak sergi
salonları ve Kadıköy KargART gösteri salonunda, Hüsnü
Atasoy ve Tanju Akleman'ın 12 Eylül'ün 25. yılı nedeniyle
çalışmalarının da yer aldığı özel gösterimlerle
sanatseverlerle buluştu. Ayrıca saygı bölümünde de bu yıl
içerisinde kaybettiğimiz ünlü fotoğraf sanatçılar; Tolunay
Timuçin, Mehmet Gülbiz ve Merter Oral fotoğrafları ile
anıldı.
Ufuk Sevim, Anıl Çatık
www.saydamgunleri.org
4
Güncel
Kasım 2005
IAESTE
Yarım Asırdır İTÜ'de
IAESTE (The International Association for the
Exchange of Students for Technical Experience)
50. kuruluş yıldönümünü 15 ekim Perşembe günü
Maçka Sosyal Tesisleri'nde kutladı. Türkiye tanıtımıyla
başlayan
kutlama
toplantısı
katılımcıların
konuşmalarıyla devam etti. Konuşmalardaki samimiyet,
salondakilerin de yüzüne yansıdı. Bunun hemen
ardından konuklar İTÜ Devlet Konservatuarı
sanatçılarının o muhteşem enstrümantal Türk müziği
dinletisiyle başbaşa bırakıldılar. Verilen 20 dakikalık
kahve molasında da sohbetler hiç eksik olmadı.
Konuşmalarda genel olarak IAESTE'nin ve kültürel
kaynaşmanın önemine değinildi. Staj programından
faydalanan öğrencilerle kurulan samimi ilişkilerden,
bunların sürekliliğinden bahsedildi. Tabii, özellikle yaz
döneminde faaliyet gösteren IAESTE üyeleri; tatillerinin
olmadığını, ancak gençlerle birlikte olmanın onları mutlu
ettiğini ve buna değdiğini sıkça belirttiler. Program,
harika bir flüt dörtlüsü müzik dinletisi ve plaket töreniyle
son buldu. Programın ardından yenen öğle yemeği de
hoş sohbetler eşliğinde devam etti. Yemeğin ardından
yabancı konuklarla İstanbul turuna çıkıldı.Türkiye'de
yurtdışına en çok stajyer öğrenci gönderen ve
yurtdışından da en çok öğrenciyi alan IAESTE İTÜ'nün
bu anlamlı ve faydalı organizasyonlarını asırlar boyunca
sürdürmesini diliyoruz.
IAESTE Nedir?
IAESTE, öğrencilerin bir başka ülkede, öğrenim gördüğü
teknik konuyla ilgili tecrübe kazanmasını sağlayan bir
staj
değişim
organizasyonudur.
Ülkemizde Milletlerarası Teknik Stajyer
Öğrenci Mübadelesi Birliği adı altında
faaliyetini sürdüren IAESTE, 1948'de
Londra'da Imperial College'de kuruldu.
Savaştan sonra ülkeler ve kültürler
arasındaki hoşgörüyü artırmak için
başlayan organizasyon, o günden bu
yana 300.000'den fazla öğrenciyi staj
değişim programıyla başka ülkelerle
tanıştırmış. 1955'ten bu yana da
ülkemizde faaliyet gösteren IAESTE, İTÜ
Rektörlüğü'ne bağlı genel merkez
liderliğinde, 32 üniversite temsilciliğinden
oluşan bir yapıdır. IAESTE Türkiye,
kuruluşundan bu yana 10.000'den fazla
Türk öğrencisine dış ülkelerde, ve yine 10.000'e yakın
yabancı öğrenciye de ülkemizde staj imkanı sağlamış.
Irk, renk, cinsiyet, inanç ayrımı yapmayan IAESTE,
öğrencilere bölümleriyle ilgili teknik deneyim
kazanmasını, işverenlere nitelikli stajyerler, stajyerlere
ve ev sahibi topluma kültürel zenginlik katmayı sağlamak
amaçlarını gütmekte. IAESTE'nin öğrencilere en büyük
getirisi; farklı ülkelerin öğrencileri, yani geleceğin
mühendisleri, mimarları, teknik adamları ve yöneticileri
arasında sosyal ve kültürel paylaşım ve yakınlaşmanın
artmasıdır. Yurtiçi aktivitelerinde üzerine düşen görevleri
yerine getirip elemelerde yurtdışında staja gitmeye hak
kazanan bir öğrencinin önünde farklı alanlarda bir çok
kapı açılıyor. Teknik alanda öğrenim gördüğü konuda
farklı bir ülkedeki sistemi tanıma ve bir süreliğine bu
sistemin içinde yer alma şansını kazanan öğrenci,
ülkesine döndüğünde farklı bir vizyona, daha fazla
bilgiye, ve daha fazla özgüvene sahip oluyor.
Ufuk Sevim, Perihan Gürbaş
Maçka’da AB Tartışıldı
İşletme
Mühendisliği
Kulübü, farklı
görüşten Avrupa
Birliği
uzmanlarıyla
İTÜ'lüleri Maçka
Avrupa Birliği
Konferanslarında
buluşturdu
11 ve 12 Ekim tarihlerinde Maçka Mustafa Kemal
Amfisi, Türkiye- AB ilişkilerinin tartışıldığı iki konferansa
tanıklık etmiş oldu. Konferanslara Prof. Dr. Eser
Karakaş, Prof. Dr. Erol Manisalı, Dr. Can Baydarol,
Ingmar Karlsson ve Prof. Dr. Lerzan Özkale katıldı.
Tarafsız konumda yer almak amacı ile AB yanlısı ve
karşıtı görüşleri savunan konuşmacıları aynı
platformda buluşturan İşletme Mühendisliği Kulübü,
son günlerde kitle iletişim araçlarında dolaşan Avrupa
Birliği tartışmalarının aydınlatılması açısından yararlı
bir etkinlik gerçekleştirdi. Konuşmacıların Türkiye - AB
ilişkileriyle ilgili farklı görüşlere sahip uzmanlar olması,
olayların farklı boyutlarda ele alınmasını sağladı.
Etkinliğin ilk gününde, İTÜ AB Merkezi Başkanı,
öğretim üyesi Prof. Dr. Lerzan Özkale'nin yönettiği,
“Türkiye’nin Avrupa Birliği ile Müzakere Süreci”
konulu panele İsveç İstanbul Başkonsolosu Dr.
Ingmar Karlsson, Bahçeşehir Üniversitesi Rektör
Yardımcısı Prof. Dr. Eser Karakaş ve AB Uzmanı Dr.
Can Baydarol katıldı. Başkonsolos Karlsson,
Türkiye'yi dini ve kültürel nedenlerle dışlamak isteyen
Avrupalılardan dem vurarak ve Türkiye'nin Avrupa
Birliği'ne girmesinin, Avrupa Birliği'nin kültürel yapısını
zenginleştireceğini anlattı. Panelde Prof. Karakaş ise
Avrupa Birliği'nin genel olarak Türkiye'yi Birliğe almak
konusunda iyi niyetli olduğunu söyledi. Karakaş,
Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne girmesinin, Türkiye'deki
www.gazete.itu.edu.tr
egemenlik ilişkilerini değiştirmek
ve
demokratik
bir
topluma
kavuşabilmek açısından gerekli
olduğunu ve Türkiye'nin Avrupa
Birliği'ne girebilmek için AB mevzuatına
harfien uyum sağlaması gerektiğini belirtti.
Dr. Baydarol da Eser Karakaş'ın fikirlerini
destekledi. Başmüzakerecinin "Başuyumcu"
olması gerektiğini söyleyen Baydarol, Türkiye'nin AB
sürecinde vereceği en önemli mücadelenin, AB
yasalarını Türk milletine benimsetmek olduğunu belirtti.
Etkinliğin ikinci gününde “Türkiye-Avrupa Birliği
İlişkilerinde Son Gelişmeler” konulu konferansı ile
İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Erol
Manisalı çok farklı bir açıdan yaklaşarak, Türkiye'nin
Avrupa Birliği'ne bakışını eleştirdi. Türkiye - Avrupa
Birliği ilişkilerinin çok sağlıksız bir şekilde yürüdüğünü
söyledi. Manisalı, çeşitli devletlerin müzakere
sürecinden istifade ederek, Türkiye üzerinde oyunlar
oynandığına da değinerek Türkiye'nin, Avrupa Birliği ile
imzaladığı Gümrük Birliği antlaşmasını, “Türkiye AB'ye
girmeden Gümrük Birliği'ne girerek "kumalığı" kabul
etmiş oldu diyerek” eleştirdi.
Üniversite
Kasım 2005
Üniversiteler, Aktif Öğrencileri ile Sivriliyor
Türkiye'nin En Sosyal
Üniversitesi İTÜ
Üniversite Kampüs Rehberi - Üniaktivite ve
Toplum Gönüllüleri Vakfı (TOG) işbirliği ile tüm
Türkiye ve KKTC'deki üniversite kulüpleri
arasında düzenlenen yarışmanın 2.si sonuçlandı.
En aktif üniversitelerde birinciliği
İstanbul Teknik Üniversitesi
aldı
Üniversite Kampüs Rehberi - Üniaktivite ve Toplum
Gönüllüleri Vakfı (TOG) işbirliği ile tüm Türkiye ve
KKTC'deki üniversite kulüpleri arasında düzenlenen "En
Aktif Kulüp/Topluluk Yarışması"nın (EAK/T) 2.si
sonuçlandı. En aktif üniversitelerde birinciliği İstanbul
Teknik Üniversitesi (İTÜ) alırken, İTÜ'yü Orta Doğu
Teknik Üniversitesi (ODTÜ) ve Yıldız Teknik Üniversitesi
izledi.
"En Aktif Kulüp/Topluluk Yarışması" (EAK/T);
Üniaktivite ve Toplum Gönüllüleri Vakfı (TOG) işbirliği ile
üniversite kulüpleri ve toplulukları arasında bir rekabet
oluşturarak, öğrencilerin sosyal alanda daha katılımcı
olmalarını sağlamak, öğrenciler arasında varolan iletişim
eksikliğini en aza indirmek ve girişimci ruhu destekleyen
etkinliklerin artmasına katkıda bulunmak amacı ile
düzenleniyor.
Bu yıl ikincisi düzenlenen yarışmaya, Türkiye ve
KKTC'deki üniversitelerden toplam 400 öğrenci kulübü
ve topluluğu katıldı. Yıl boyunca Üniaktivite'ye
(www.uniaktivite.net) aktivitelerini ekleyen üniversite
kulüpleri; Bilim ve Teknoloji, İş ve Kariyer, Spor, Sanat,
Düşünce ve Genel Kültür, Sosyal Sorumluluk olmak
üzere toplam 6 kategoride yarıştılar.
Kulüplerin
düzenlediği aktiviteler, TOG ve Üniaktivite jürileri
tarafından değerlendirildi.
Ayrıca, üniversitelerin düzenlediği etkinliklerin de
duyurulduğu Üniaktivite sitesinde en aktif üniversiteler
de belirlendi. Yıl boyunca Üniaktivite'ye tamamı
üniversite öğrencileri tarafından girilen aktivitelere göre
Türkiye'nin en aktif üniversitesi İstanbul Teknik
Üniversitesi (İTÜ) oldu. İTÜ'yü Orta Doğu Teknik
Üniversitesi (ODTÜ) ile Yıldız Teknik Üniversitesi izledi.
En aktif üniversitelerin "teknik" üniversiteler oluşu ise
dikkat çekti.
Bu yıl da en aktif üniversitelerde ilk üç sıraya vakıf
üniversiteleri giremedi. Kulüpler içerisinde ise Anadolu
üniversite kulüplerinin ağırlığı hissedildi. Siteye yarışma
süresince girilen 1300'e yakın aktivitenin büyük
çoğunluğu Marmara bölgesindeki üniversitelere aitken,
İç Anadolu ve Karadeniz, Marmara Bölgesi'nin ardından
en aktif üniversitelerin bulunduğu bölgeler olarak dikkat
çekiyor.
Üç büyük şehirdeki aktiviteler daha çok bilim, kariyer
ve sanat üzerine yoğunlaşırken diğer illerdeki üniversite
kulüpleri spor ve sosyal sorumlulukta da daha aktif bir
görüntü çiziyor.
En Aktif Kulüp/Topluluk Yarışması (EAK/T) İnternet
Adresi:
http://www.uniaktivite.net/eakt
Ayrıntılı bilgi için :
Güray ERİŞKİN
Genel Koordinatör
+90 532-3142099
[email protected]
Toplum Gönüllüleri Vakfı
Toplum Gönüllüleri Vakfı, 17-25 yaş grubundaki gençlere
maddi-manevi destek sağlamak suretiyle onların
bireysel gelişimlerine katkıda bulunmak ve çeşitli sosyal
sorumluluk projelerini üstelenmeye yönlendirmek
istemektedir. Bu sayede oluşacak duyarlılık ve sinerji ile
ihtiyaç duyulan değişimleri gençlerin öncülüğünde ve
tüm toplumun kucakladığı sivil bir güç olarak
gerçekleştirebilmeyi amaçlamaktadır.
Ayrıntılı Bilgi için: http://www.tog.org.tr
Üniaktivite
Üniaktivite - Üniversite Kampüs Rehberi yayın hayatına
Eylül 2002'de başlamış, üniversite kulüplerinin büyük
katkılarıyla Türkiye'nin tüm üniversitelerinin haber ve
aktivitelerini internet ortamına taşımak için yola
koyulmuştur. Gençlerin yoğun olarak kullandığı internet
ortamını başlıca iletişim kanalı olarak belirleyen
Üniaktivite, sunduğu hizmetlerle Türkiye'deki üniversite
öğrencilerini ve kulüplerini tek çatı altında birleştirmeyi
ve bilginin mümkün olduğunca paylaşılabildiği bir gençlik
havuzu oluşturmayı amaçlamaktadır.
Ayrıntılı bilgi için: http://www.uniaktivite.net
www.gazete.itu.edu.tr
5
6
Güncel
Kasım 2005
kapıya dayandı
Ve beklenen gerçekleşti. İTÜ Ayazağa
Yerleşkesi metroya kavuşuyor.
Taksim - 4. Levent Metrosunun devamı
olarak projelendirilen ve Ayazağa’ya kadar
uzanacak metronun çalışmaları sürüyor
Dünyada artan şehirleşme ve nüfus yoğunluğu
trafik sorununu da beraberinde getiriyor. Bir çok
Avrupa ülkesi trafik sorununu büyük bir problem
olarak görüyor ve çeşitli çözüm yolları üretiyorlar.
1863 yılında Londra'da inşa edilen ilk metro ile
birlikte trafik sorununun çözümünde önemli
gelişmeler kaydedildi. İzleyen tarihlerde diğer
birçok Avrupa şehrinde de metro yapımı hız
kazandı. Özellikle Moskova, Paris, Londra gibi
gelişmiş şehirlerde de inşa edilen metrolar trafik
sorununun çözümü için metro sisteminin ne kadar
önemli olduğunu gösterdiler.
Türkiye'de de örneğini gördüğümüz, İstanbul
da1885 yılında yapılan Galata ile Karaköy
arasındaki 600 metrelik tünel sistemi Türkiye'nin ilk
dünyanın ise 3. metrosu sayılabilir. Her ne kadar
kısa da olsa günde ortalama 25 bin yolcu taşıyan bu
sistem, o günlerde mevcut taşımacılığın önemli bir
unsuruydu. Modern anlamda Türkiye de ilk metro
sistemi ise Ankara'da 1960'lı yıllarda başlayan
projelendirme çalışmalarından yaklaşık 40 yıl sonra
1997 yılında hizmete açıldı. İstanbul da 1985
yılında projelendirilen 4. Levent Topkapı metro
hattı'nın bir bölümü olan Taksim- 4.Levent metro
hattı çalışmaları 1992 yılında başladı. Eylül 2000'de
son bulan bu çalışma 8 km'lik uzunluğuyla da
dünyanın sayılı kısa metroları arasında yerini aldı.
15 milyon nüfuslu İstanbul da 8 km'lik bir metro
hattının ne kadar yeterli olduğu tartışıla dursun
neden bu kadar geç yapıldığı da ayrı bir tartışma
konusu oldu.
İstanbul Metrosu'nun iyi ve kötü yönleriyle
İstanbul ulaşımına ne kadar katkı sağladığı ortada;
teknik donanımıyla da birçok Avrupa metrosunun
üzerinde olduğu tartışılmaz. Peki bu ne kadar
yeterli? Hepimizin bildiği gibi Avrupa'nın en kısa
metrosu olan İstanbul metrosu pek de bekleneni
verememekte. Bu sorunu aşmak için yapılan
çalışmalardan biri de biz İTÜ'lüleri pek yakından
ilgilendiren "4.Levent-Ayazağa metrosu". Böyle bir
projenin varlığından haberdar olduktan sonra
Arıyorum ekibi olarak araştırmalarımıza başladık
Taksim-4. Levent metrosu hizmete girdiği zaman
çoğu İTÜ'lünün zihninden benzer düşünceler
geçiyordu. Aslında metronun kısa olmadığı inişi,
çıkışı yürüyen merdiven ve koşan yolları da
sayarsak Avrupa'nın uzun metroları arasında
sayılabileceği gibi. Bunlar İTÜ sözlüğünde yerleşke
hikayeleri olarak yerini alırken geçtiğimiz yıl atılan
büyük bir adım yakında bunun hayal olmaktan çıkıp
gerçeğe dönüşeceğini gösterdi.
4.levent-Ayazağa metrosunun toplam metro
uzunluğunu 12 km ye çıkaracak olması İstanbul
metrosunu Avrupa'nın en kısa metrosu olmaktan
kurtaramayacak olsa da; biz itü öğrencileri için
dünyanın en uzun metrosu gibi görüneceği ve değer
kazanacağı tartışılmaz. Peki, bu projeyi bizler için
bu kadar değerli kılan ne? Bu soruya çoğumuzun
farklı ve etkili cevaplar vereceği şüphesiz. Fakat
hepimizin hemfikir olacağı konuları kısa başlıklar
www.gazete.itu.edu.tr
halinde şöyle özetleyebiliriz. Sabah çalan
saatimizin alarmını kapatmadan önce defalarca
düşündüğümüz, çoğu zaman uykumuza devam
ettiğimiz ve kâbuslar görerek uyandığımız,
saatimize baktığımızda ise alarmın çalmasının
üzerinden sadece birkaç dakika geçtiğini fark
ettiğimiz bir konu: İstanbul da trafik sorunu. Bu
sorunu biliyoruz ve onunla yaşamaya alıştık,
bağışıklık sistemimiz ona göre gelişti ve İstanbul
trafiğine çıkmadan önce yolluk bile hazırlar olduk.
İstanbul da ki bu trafik karmaşasında, araç
aktarımının azalması tek başına bir ağırlığa sahip
olsa da, belirli bir maddi külfetten kurtulmak bu işin
kaymağı denebilir. Ayrıca Taksime tek araçla ve yarı
yarıya bir zaman kazancıyla ulaşmak gerçekten çok
işimize yarayacağa benziyor.
Güzel söylüyoruz da, bu proje ne zaman
tamamlanacak sorusu sizleri de bizleri üzdüğü
Güncel
Kasım 2005
kadar üzecektir sanırım. Çünkü projenin toplam
tamamlanma süresi olan 4 yıl şu an gazetemizi
okuyan çoğu İTÜ öğrencisini mezun edecek gibi.
Şimdiye kadar bahsetmediğimiz ancak en önemli
olarak göze çarpan konu ise can güvenliği. Son
yıllarda çoğu metro ve tünel benzeri yapılarda
meydana gelen yangın, çökme ve benzeri doğal
afet sonucu oluşan, insan hayatını tehdit eden
olaylardan korunma adına yapılan çalışmalar
açıkçası bizleri daha çok ilgilendirmekte. Olası
felaket senaryolarının dilden dile dolaştığı şu
günlerde, deprem bölgesi olarak ilan edilen
İstanbul da her gün milyonları taşıyacak olan
İstanbul metrosunun depreme ne kadar dayanıklı
olduğu biliniyor mu acaba. Görüştüğümüz belediye
yetkilileri yaptıkları inşaatın 9 şiddetindeki bir
depreme dayanıklı olduğunu vurguladılar. Tünelin
yer yüzeyine olan yüksekliğinin 22 ila 34 metre
arası olduğunu söyleyen yetkililer, bu derinliğin ayrı
bir önlem niteliği taşıdığını belirttiler. En alçak
derinlik
noktasının
Fatih
sultan
Mehmet
köprüsünün uzantısındaki otoyol yüzeyi olduğunu
söyleyen yetkililer buradaki 14 metrelik derinliğin
bir istisna olduğuna değindiler.
Metro da gerçekleşebilecek olası bir kaza veya
yangın durumunda, metrolardaki yangınlar
genellikle duman çıkarmak suretiyle gerçekleşiyor,
duman zehirlenmesinden meydana gelen can
kayıplarının daha fazla olduğu ve bu yönde etkili
önlemler alındığı da söyleniyor. İki yüz metrede bir
bulunan emniyet tünelleri bu gibi felaketlerde
yolcuların diğer hat tarafına geçmelerini sağlamak
amacıyla yapılmış. Bu sayede mevcut hat tüneli
dumandan temizlenirken yolcular diğer hat
tünelinde güvende olacaklar.
"Yapılan metro çalışması çevreye ne kadar duyarlı,
bunun denetimi yapılıyor mu?" gibi sorulara
gelince,
metro çalışmasının ÇED
raporu
gerektirmediğini söyleyebiliriz.
ÇED (Çevresel Etki Değerlendirmesi) nedir, ÇED
raporu nedir?
Belirli bir proje veya gelişmenin, çevre üzerindeki
önemli etkilerinin belirlendiği süree ÇED denir. Bu
süreç, projenin çevreye olabilecek sürekli veya
geçici potansiyel etkilerinin sosyal sonuçlarını ve
alternatif çözümlerini de içine alacak şekilde analizi
değerlendirmesidir. ÇED'in amacı; ekonomik ve
sosyal gelişmeye engel olmaksızın, çevre
değerlerini
ekonomik politikalar karşısında
korumak, planlanan bir faaliyetin yol açabileceği
bütün olumsuz çevresel etkilerin önceden tespit
edilip, gerekli tedbirlerin alınmasını sağlamaktır.
ÇED raporu ise gerçekleştirmeyi planladıkları
faaliyetleri sonucu, çevre sorunlarına yol
açabilecek kurum, kuruluş ve işletmelerin çevreye
yapabileceği tüm olumsuz etkileri göz önünde
bulundurarak, çevre kirlenmesine sebep olabilecek
artık ve atıkların ne şekilde zararsız hale
getirileceğini ve bu hususta alınacak tedbirleri
belirten rapordur. Böyle bir projede ÇED raporunun
gerekmemesi şüphesiz metronun planlanandan
daha kısa sürede tamamlanmasını sağlayacaktır.
a
az
Ay
ğa
on
sy
ta
İs
u
Yeni Rektörlük İnşaatı
Rektörlük
Ayazağa Metro İstasyonu için öngörülen alan
apısı
slak K
İTÜ Ma
www.gazete.itu.edu.tr
7
Ancak tasarım aşamasında ortaya çıkabilecek
olumsuz durumların önceden belirlenerek etkisiz
hale getirilmesi, gerekli tedbirlerin ortaya
konulması ve olumsuz etkilerin minimize edilmesi
gibi konularda ÇED raporu olmadan ne kadar
başarı sağlanabilir, bilinmez.
Teknik Bilgi
4.levent-Ayazağa metrosunun temeli 2005 yılının
mart ayında atılmış. Şu an tek yönlü 270 toplam
540 metresi tamamlanmış olan metronun tüm
uzunluğuysa 4300 metre olacak. Bu çalışma çift
yönlü olduğu için 8600 metre tünel inşaatını
kapsıyor. Toplam tünel uzunluğu ise ara geçişler
güvenlik tünelleri ve triaj alanıyla birlikte 12000
metreye kadar ulaşabilir. 4.levent-Ayazağa metrosu
için 3 ana istasyon düşünülmekte. Bunlar
Seyrantepe, Sanayi ve Ayazağa istasyonları. Ayrıca
Seyrantepe'de devam etmekte olan triaj alanı
içinde ayrı bir istasyon planlanmakta. Bu istasyona
Seyrantepe'den geçiş hattı yapılması düşünülüyor.
Önümüzdeki yıllar da Sarıyer'e kadar uzatılması
düşünülen metro için maddi kaynak sıkıntısı
çekildiği de kulağımıza ulaşan haberler arasında.
Projenin 2002 birim fiyatlarıyla maliyeti 71 trilyon
olarak hesaplanmış. Bu rakam günümüz koşulları
ve elektromekanik kısmı da düşünüldüğünde 180
milyon dolara kadar çıkabilir. İTÜ içerisinde
gözümüze takılan, halı saha bitişiğinde ki çalışma
ise bir şaft açım operasyonu. Şaft, yer yüzeyine
açılan ve derinliği çalışmaya bağlı olan bir baca. İş
makineleri bu açılan bacadan içeri girerek
çalışmalarına
başlıyorlar.
İTÜ
deki
şaft
çalışmasının duvarlarının yapımını İTÜ öğretim
görevlisi Prof. Dr. Mete Tapan ve Yapı Teknik Daire
Başkanı Mustafa Hamit Dinibütün üstlenmiş. Bu
şaft açımı metro tünel inşaatı için çift yönlü ayna
oluşturma amaçlı. Ayna, şaft açımından sonra
makinenin kazmaya başladığı cepheye deniyor.
Buradan sanayi ve Seyrantepe tarafına tünel
inşaatı eş zamanlı ilerleyecek.
Ayazağa'ya yapılacak olan istasyon için İTÜ'ye
özel bir çıkış yapılması planlanmış. Yeni Rektörlük
binasının yola bakan tarafına yakın olması
düşünülen bu çıkış için nasıl bir güvenlik kontrolü
yapılacağını bilmiyor olsak da, İTÜ içinde zaten
belirli bir tartışılma potansiyeli olan giriş
kontrollerinin önümüzdeki yıllarda daha sert bir
şekilde gündemi geleceğini söyleyebiliriz.
Ufuk Çavuş, [email protected]
Harun K. Subaşı, [email protected]
8
Güneþ Arabasý
Kasým 2005
güneþe kanatlandýk
ve
arýba
yollarda
Öncelikle güneþ enerjisine nasýl bakýyorsunuz?
Türkiye'de güneþ enerjisinin uygulama alanlarýnýn
arttýrýlmasý için yapýlmasý gerekenler sizce nelerdir?
Þu su götürmez bir gerçek ki; dünyada petrol gibi fosil
yakýtlar tükenmek üzere. Bu yüzden insanlar artýk
alternatif enerji kaynaklarý üzerinde çalýþma yapmakta.
Biz de bu projemizde alternatif sürdürülebilir enerji
kaynaklarýnýn tanýtýmýný yapmaya çalýþtýk. Hiçbir ülke
enerjisiz kalamaz. Türkiye de bu tür alternatif enerji
arayýþlarýna girmek zorunda. Bu yüzden güneþ enerjisi
de araþtýrýlmasý, desteklenmesi gereken bir enerji
türüdür. Kaldý ki Türkiye'de güneþ enerjisi potansiyeli
bakýmýndan iyi durumda olan bir ülkedir. Üstelik güneþ
enerjisine geçmenin maliyeti de fazla deðildir. Güneþ
enerjisinin önündeki temel problem þu; dünya üzerinde
metrekareye 100 watt gibi bir güneþ enerjisi düþüyor.
Laboratuar koþullarýnýn haricinde bu enerjinin ancak
yüzde yirmisi çevrilebiliyor. Eðer yüzde yüz verimle
çalýþýlabilse bile megawattlar düzeyinde enerji elde
edebilmek için geniþ alanlara ihtiyaç var. Bizlerin
yapabileceði þey insanlarýn dikkatini bu güneþ pillerine
çekmektir. Fakat daha verimli güneþ pillerini üretmek
için ciddi araþtýrma geliþtirme
çalýþmalarýnýn yapýlmasý gerekir.
TÜBÝTAK’ýn düzenlediði yarýþmada
ÝTÜ’yü “Arýba” ile temsil eden ÝTÜ
Güneþ Arabasý Ekibi ile güneþ enerjisi
ve Türkiye’nin ilk güneþ arabasý
yarýþmasý üzerine...
Bizce disiplinler arasý bir çalýþma, olmazsa olmaz gibi
bir þey. Makina, Elektrik-Elektronik, Uçak-Uzay ve
Ýþletme fakülteleri olarak ortak çalýþtýk. Disiplinler arasý
çalýþmalarda zor olan herkesin kendi iþini yapmasý. Bu
konu hakikaten zorluk çýkarýyor. Bu da insanlarýn bakýþ
açýlarýnýn farklýlýðýndan kaynaklanýyor. Disiplinler arasý
çalýþma denen olayýn ana unsuru optimizasyondur.
Belki bir mühendis tek baþýna bu çalýþmayý çýkarabilir.
Ama farklý disiplinlerden farklý kiþiler çalýþýnca bu,
birçok þeyin üstünkörü olarak geçilmemesi anlamýna
geliyor. Sorunlar zamanýnda fark ediliyor. Biz birçok
ayrýntýda diðer ekiplere göre üstün bir konumdaydýk.
Örneðin aerodinamik konusunda çok iyiydik.
Bu ekip nasýl baþladý, nasýl oluþtu?
2003 Eylül'de Bilim-Teknik dergisindeki yarýþma
hakkýndaki yazýyý okuyup bu iþe karar verdik. Ekip
yarýþma için kuruldu. TÜBÝTAK'taki yazýyý okuyunca
Elektrik-Elektronik Fakültesi'nden 4 öðrenci iþe giriþtik.
Sonra Uçak ve Uzay Bilimleri Fakültesi Dekaný ile
görüþtük. Bizi öðrenci kulübüne yönlendirdi. Sonraki
çalýþmalarda iki fakülte öðrencileri çalýþtý. Yaz tatilinden
sonra Makine Fakültesi öðrencileri de projeye dahil
oldu. Daha sonra Ýþletme Fakültesi öðrencileri ile bir
organizasyon kurulu oluþturuldu. 2004 Eylül'de de ekip
fiili olarak çalýþmaya baþladý
Ekipte son durumda kimler vardý, kadro nasýldý?
Toplamda 35 kiþi var, dört fakülteden. Aðýrlýklý olarak
Makine ve Elektrik-Elektronik Fakültesi öðrencilerinden
oluþuyor.
Çalýþma süreci nasýl geliþti?
Ýlk toplantý 2003 Eylül'de yapýldý. Yaklaþýk 20 kiþi vardý
o toplantýda. Orada alýnan kararlarla 4 alt grup kuruldu:
mekanik, elektrik, aerodinamik, organizasyon. Önce
yurtdýþýndan yapýlmýþ projeleri inceledik. Daha sonra
uzun bir süre sponsor arayýþýyla geçti. Tabii ki bu
konuda hepimiz çalýþtýk. Paramýza göre çalýþma
yapmak zorundaydýk. Bu yüzden çok ciddi bir süre para
bulmak için uðraþtýk. Daha sonra teknik konulara
yöneldik. Fakat bu teknik iþler, grupta kimsenin tahmin
etmediði kadar uzun sürdü. Bu yüzden araba
yarýþmadan ancak bir gün önce hazýr hale geldi.
Arabanýn oluþum sürecinde gruplar nasýl
çalýþtýlar, hangi aþamada hangi ekip
görev yaptý? Uçak uzaydan arkadaþlar
aerodinamik konusunda neler yaptý diye
sorarak baþlayalým…
Arabanýn çok yüksek süratlerde seyrettiði
durumda hava sürtünmesinin etkisi artar. O
yüzden biz arabanýn aerodinamik yapýsýyla
ilgilendik.
Yani
arabaya
karþýdan
bakýldýðýnda, en geniþ alaný mümkün
olduðunca dar tutmaya çalýþtýk. Bunlarý
yaparken de mekanikçi arkadaþlarla
beraber, arabanýn karakteristiðine göre þekil
vermeye çalýþtýk. Kýrka yakýn kabuk
deðiþimi yapýldý diyebiliriz. Aslýnda bir
yandan kabuk tasarlanýrken diðer yandan
güneþ gözeleri tasarlanýyordu, bir yandan
da
süspansiyon
sistemi
üzerinde
çalýþýlýyordu. Yani disiplinler arasý çalýþma
yaptýk.
Bazen
bizim
istediðimiz,
tasarladýðýmýz þeyler üretici firmalar
tarafýndan karþýlanamadý.
Dünya'da
güneþ
enerjisinin
kullanýlmasý ile yapýlan ileri
düzeyde çalýþmalar var mý?
NASA'da keþif uçaklarý üzerine bir
çalýþma yapýlýyor. Sanýrým iki milyar
dolarlýk bir bütçesi olan bir çalýþma.
Sürekli havada kalan, atmosfer
koþullarýndan etkilenmeyen bir keþif
uçaðý üzerinde çalýþýlýyor. Ýmkânlar el
verdiðince havada kalan, güneþ
enerjisi ile çalýþan bir uçak. Özel
askeri tesislerde ekstra enerji
saðlamak için güneþ panellerinin
kullanýldýðý biliniyor.
Bu tür enerji potansiyellerin
kullanýmýnda
disiplinler
arasý
çalýþmanýn etkisi nedir? Disiplinler
arasý bir çalýþma yapmak size ne
kazandýrdý?
www.gazete.itu.edu.tr
Kasým 2005
Güneþ Arabasý
Elektrik Elektronik'teki arkadaþlarýn
görevleri neydi?
Yaptýðýmýz bir güneþ arabasýydý. Yani
yegane enerji kaynaðýmýz Güneþ.
Üzerinde durduðumuz en önemli nokta
güneþ gözeleriydi. Bu gözelerin nereden
alýnacaðý, boyutlarý, vs. konular üzerinde
çok durduk. Bir firma belirledik. Sonra bu
gözeleri aerodinamikçi arkadaþlarla
araca uydurmaya çalýþtýk. Bu sýrada
motorla da uðraþtýk. Yapýlan araþtýrma
ve hocalarýmýzýn da desteði ile motor
üretildi. Bu yarýþa özel bir motordu bu.
Aküleri þarj eden bir devre gerekiyordu.
Bu devreyi yurt dýþýndan aldýk. Bunun
için de araþtýrmalar yaptýk. Yani genel
olarak parçalar üzerinde çalýþtýk.
Peki Mekanik grubu?
Mekanik grubu genel olarak fren, süspansiyon, jant ve
tekerlekler, þasi, direksiyon sistemi ve kokpit üzerinde
çalýþtý. Yaptýðýmýz aracýn 3 tekerlekli olmasý biraz ilginç
bir durumdu. Panellerden aldýðý enerjiyle pisti en hýzlý
þekilde tamamlayacak bir araba tasarlamamýz
gerekiyordu. Bunun için de süspansiyon sistemimizi çok
iyi oturmak zorundaydýk. Yaptýðýmýz araþtýrmalar
sonucunda öne ve arkaya en uygun süspansiyon
sistemini kuruduk. Öne iki adet, arkaya da tek salýncak
süspansiyon sitemini kurduk. Daha önce hazýr almayý
planladýðýmýz parçalar bizim aracýmýza uymadýðý için bir
çok parçayý yeniden tasarlayýp ürettirdik. Fren sistemine
de ralli arabalarýnda kullanýlan sistemin bir benzerini
kurduk. Fren disklerini motosikletlerden uyarladýk.
Direksiyon sistemi de bir çok aþamadan geçti. Önceleri
geride olan direksiyonun yeri, güvenlik sebebiyle
deðiþtirildi. Direksiyon sistemimiz Renault 9'un
direksiyon sitemiydi. Tabii ki biz bunu kendi aracýmýza
uyarladýk. Yarýþ esnasýnda gördük ki, hiçbir aracýn
manevra kabiliyeti bizim aracýmýz kadar iyi deðildi.
Yaptýðýmýz þasi çok basit ve saðlam bir þasiydi. Yarýþtaki
diðer araçlara göre çok daha hafif bir aracýmýzýn
olmasýnýn sebebi ise karbon fiber þasi kullanmamýzdý.
Bu teknoloji Formula 1 teknolojisiyle üretilen arabalarda
kullanýlan bir sistem. Kurallara dahil edilen çarpýþma
esnasýnda sürücünün canlý kalmasýný saðlayacak
standartlarý saðlayan tek araba bizim arabamýzdý. Bunu
da teknik ekip yarýþ öncesi kontrollerde dolaþýrken bize
söyledi. En son 19 Eylül 2005 günü okul açýlýþýnda
Maslak yerleþkesinde arabamýzý sürdük. Yol tutuþu, fren
ve direksiyon çok uyumlu ve normal yollarda da gidecek
kadar güven verici. Enerji sisteminde de bir sorun
çýkmadý. Jantlarý da biz tasarladýk. Bunlarý üretmek için
çok kaliteli bir alüminyum bulduk. Blok halindeki
alüminyumu kestirmek için CNC atölyesi bulduk.
Sonuçta bize özel bir jant ortaya çýktý. Diðer takýmlar
motosiklet lastiði kullanýrken, biz güneþ arabalarýna özel
tasarlanmýþ lastikler kullandýk. Yani mekanik olarak
hiçbir parça hazýr alýnmadý. ÝTÜ'de yapýlabilecek her þeyi
yaptýk.
Ýþletme ekibi?
Ýþletme ekibi mali sorunlarla ilgilendi. Önce kendimiz
tanýmladýk, sonra kendimizi tanýttýk. Tanýtým etkinliklerini
sürdürdük. Ýki yüze yakýn öðrenciyi ve aileyi yarýþa
götürdük.
ÝTÜ'nün size nasýl bir desteði oldu?
ÝTÜ, bize 5.000 YTL'lik bir bütçe ayýrdý. Laboratuvarlarý
kullandýk. Hocalarýmýzýn da yardýmlarý oldu. Aslýna
bakarsak bize bu yarýþma için hiçbir ayrýcalýk tanýnmadý.
Bu okulda okuyan normal bir öðrencinin sahip olduðu
haklarýn fazlasýný kullanmadýk. Bizim isteklerimiz bir
þekilde karþýlanmaya çalýþýldý.
Çalýþmalarý nerede yürüttünüz?
Çalýþmalarýn büyük kýsmý Tuzla'da yürütüldü. Elektrik
makineleri laboratuarýnda çalýþmalarýmýz oldu. Tuzla'da
"Yonca-Onuk" tersanesi tasarýmýn çok büyük kýsmýnda,
üretimin de tamamýnda yer aldý, destek verdiler.
Elektronik ve mekanik aksam ise "Tekiþ Kalýp" isminde
bir firmada yapýldý. Ayrýca arabanýn süspansiyon ve fren
kýsýmlarý birer bitirme projesiydi. Bu yüzden hocalardan
çok büyük yardýmlar aldýk.
Yarýþmada genel kurallar nelerdi, sizden neler
istendi?
Türkiye'de ilk defa yapýlan bir yarýþma olduðu için, biz de
yarýþmanýn normunu yarýþma yapýldýktan sonra gördük.
Mesela yarýþmaya saatler kala yarýþma uzunluðu yarýya
indirildi. Teknik denetimler yeteri kadar yapýlmadý. Bunun
gibi pek çok aksaklýklar olmasýna raðmen biz ekip olarak
orada olmaktan çok mutluluk duyduk. Hayatýmýzda
yaþadýðýmýz en büyük heyecanlardan biriydi. Geceli
gündüzlü çalýþmamýz bir þekilde kendini amorti etti.
Teknik olarak istenenler nelerdi?
Temel güvenlik kurallarýnýn saðlamasý istendi. Ayrýca
haksýz rekabeti önlemek için enerji ile ilgili sýnýrlamalar
da vardý. Bu ikisini saðlayan tüm ekipler yarýþa dahil
oldu.
Yarýþma sonrasýnda sýk sýk
toplanarak yeni dönem planlarý
yapan ÝTÜ Güneþ Arabasý Ekibi.
Söyleþide bulunan arkadaþlar ve
fakülteleri ise þöyle:
Arda Tüysüz Elektrik-Elektronik
Kaan Titiz Elektrik-Elektronik
Ali Yýldýrým Elektrik-Elektronik
Murat Bayramoðlu Uçak-Uzay
Umut Doðan Makina
Ahmet Burak Bali Makina
Orhan Kösebay Makina
Sayat Sahakoðlu Makina
Alper Deniz Makina
Arzu Olgun Ýþletme
Cihangir Ertaban Ýþletme
www.gazete.itu.edu.tr
9
Yarýþma anýnda neler oldu? Bazý
aksaklýklar oldu galiba?
Yarýþ 30 Aðustos 2005 Salý günüydü.
Bizim 27 Aðustos'ta kontroller için
orada olmamýz gerekiyordu. Fakat biz
arabayý hala tam olarak bitirememiþtik.
O gece sabaha kadar motorun montajý
ile uðraþtýk. Tersanede hocalarýmýzla
sabahladýk. Sabah motoru denemeye
karar verdik. Fakat ilk çalýþtýrmamýzla
birlikte bir duman ve koku çýktý. Motor
yanmýþtý.
Hemen
hocalarýmýza
danýþtýk. Arabayý piste götürelim bari
orada dursun dedik. Motor sökülüp
sargýcýya gitti. Sargýcý o motoru 29
Aðustos'a yetiþtirdi. Bu arada sýralama
turlarýný kaçýrdýk. Sonuncu olarak
baþlamayý göze aldýk. Test yapamadýk.
Pazartesi günü motor geldi ve saat 9:10'da araba ilk defa
yürüdü. 9:30 da arabayý kapattýk. Salý sabahý, yarýþ günü
10:00'da arabayý teslim ettik. Yarýþ baþlayýnca yaklaþýk
bir buçuk km gittikten sonra araba bozuldu.
Sürüþ açýsýndan araba nasýldý?
Araba diðer arabalara göre yavaþ kalkýyordu. Fakat son
hýzý gayet iyiydi. Bu yüzden baþta geride kalsak da
düzlüðün sonunda diðer arabalarý yakaladýk. Fakat
yokuþu týrmanýrken araba gitgide yavaþladý. Daha sonra
da koku ve dumanlar çýktý.
Diðer arabalarý inceleme þansýnýz oldu mu? Onlarýn
özellikleri nelerdi?
Aslýnda mekanik açýdan ve aerodinamik açýdan favori
takým bizdik. Yarýþý kazanan takým bile bizi favori
gösteriyordu. Fakat bazý þeyler planlandýðý gibi gitmedi.
Belki ilk senemiz olduðundan, belki zamanýmýzýn
yetmediðinden... Ama asýl acý olan, aracýn yarýþtan
sadece iki gün sonra Maslak'ta açýlýþta sorunsuz, gayet
güzel çalýþmasýydý. Ýnsan düþünüyor; iki gün önce
bitirseydik belki size þu an þampiyon arabanýn hikayesini
anlatýyor olacaktýk. Artýk yapmamýz gereken burada
öðrendiklerimizi bizden sonra gelenlere aktarmak
olacak. Bunu yapabilirsek asýl hedefe ulaþmýþ olacaðýz
bence. Yunus Bey -OTAM (ÝTÜ Otomotiv Teknoloji ARGE Merkezi) Koordinatörü - dedi ki; "Siz pastayý yaptýnýz;
bir tek kremasý eksik kaldý. Krema da zaten saðlýða
zararlýdýr." Biz hakikaten yapýlmasý gerekeni yaptýðýmýza
inanýyoruz. Birincilik önümüzdeki yýllarda gelecektir.
Sizce TÜBÝTAK'ýn pist seçimi nasýldý? O pist bu tür
bir yarýþma için uygun muydu? Çünkü tek arabanýn
haricinde yarýþý tamamlayan olmadý.
Pek de uygun bir pist olmadýðýný gördük; fakat biz bu
aksaklýklarý yaþamasaydýk bizim arabamýz da o pisti
kaldýrabilecek bir arabaydý. Araçlar tasarlanýrken pist
bilgisi vardý. Yani herkes bu piste göre tasarladý aracýný.
Eðer daha çok aracýn bitirmesi isteniyorsa, ya pist
deðiþtirilecek, ya da enerji kýsýtlamalarý biraz
deðiþtirilecek.
2. yarýþmaya ayný arabayla mý katýlacaksýnýz?
Mevcut araba üzerinde önümüzdeki süreçte
iyileþtirilmeler yapýlacak. Ýkinci bir arabanýn
yapýlmasý da gündemde.
Bu tarz çalýþmalara katýlmayý düþünen
arkadaþlara neler tavsiye edersiniz?
Ekibimizin, bu çalýþmaya baþlamadan önce
gerçekten konu hakkýnda bir bilgisi yoktu. Ne bu
arkadaþlar daha önce bu tür bir projede yer
almýþlardý, ne de önümüzde bitmiþ bir güneþ arabasý
örneði vardý. Yani hakikaten zor bir þey yaptýk.
Bundan sonrasý daha kolay olacak. Artýk firmalara
sponsorluk için gidip "Biz güneþ arabasý yapýyoruz"
dediðimizde "Haha, geceleri ne yapacaksýnýz"
demeyecekler; tam tersi "Hadi ya, geçen sene de
yapýlmýþtý" diyecekler. Bu bile bizim için bir baþarý
oldu. Tavsiyemiz, eðer bu gibi projeler yapacaklarsa
öncelikle kendilerine sponsor bulsunlar.
Fatih Avcý, [email protected]
10
Asırlardır Çağdaş
Kasım 2005
İstanbul Teknik Üniversitesi'nde
Hesaplamalı Bilim ve Mühendislik Eğitimi ve
Türkiye'nin ilk
Süper Bilgisayarı
1980'li yıllara kadar bilim ve/ya mühendislik eğitim
ve öğretimi ile bu alanlardaki araştırmalar ya teorik ya
da deneysel olarak gerçekleştirilmekte idi. Bilgisayar
teknolojisindeki gelişmeler sonucu bu iki yolun dışında
üçüncu bir yol olarak "hesaplamalı (computational)"
bilim ve mühendislik eğitim ve öğretimi yapılmağa ve
yine hesaplamalı olarak araştırmalar da yapılmağa
başlandı. Hesaplamalı bilim veya mühendislik kolayca
kabul edilmedi. Hala, azımsanamayacak sayıda bilim
insanı hesaplama yolu ile bilim veya mühendislik
olamayacağına inanmaktadır. Oysa hesaplamalı bilim
(computational science) çok hızla gelişmekte ve bu
gün önde gelen üniversitelerin çoğunda "Hesaplamalı
Bilim" lisans programları açılmaktadır. Bu lisans
programları tamamen bağımsız birer program ve/ya
bölüm olabileceği gibi matematik ve bilgisayar
mühendisliğinden belli sayıda dersler alınarak bir bilim
veya mühendislik programı hesaplama ağırlıklı olarak
da yürütülebilmektedir. Artık, hesaplamalı fizikten
hesaplamalı
finansa,
hesaplamalı
kimyadan
hesaplamalı sosyolojiye kadar değişen programlar
veya uzmanlık alanları görmek mümkündür.
Lisans düzeyindeki gelişmeler hızla devam ederken
benzer fakat daha uzun süredir devam eden lisansüstü
"hesaplamalı bilim (mühendislik)" programları da artık
ciddi bir şekilde tanınmağa başlamış durumdadır.
Türkiye'de ilk Hesaplamalı Bilim ve Mühendislik
lisansüstü programı İ.T.Ü'de Bilişim Enstitüsü'nde
2001 yılında başladı ve halen bu alandaki en büyük ve
gelişmiş programdır. 2005-2006 akademik yılı itibari ile
39 yüksek lisans, 35 doktora öğrencisi olmak üzere
toplam 74 öğrenci programa aktif bir şekilde devam
etmektedir.
Hesaplamalı bilimi uygulamalı matematik veya
sayısal yöntemlerle eşdeğer tutmamak gerekir.
Kuşkusuz hemen hemen her bilim veya mühendislik
dalı belli düzeylerde sayısal yöntemleri kullanmaktadır.
Hesaplamalı bilmin bir tanımını verebilemek için önce
bir kaç tanım yapalım.
Bilgisayar Bilimleri:
Bilgisayar algoritmaları, programlama dilleri ve
makinalarını inceleyen bir dal.
Bilgisayar Mühendisliği:
Bilgisayarların tarasım ve üretilmesi ile ilgili bilim
dalıdır.
Hesaplamalı Bilim (ve Mühendislik) :
Bilgisayar Bilmleri ve matematikten (özellikle
uygulamalı matematik konularından) ciddi bir şekilde
yararlanarak ve bilgisayarı araç olarak kullanarak
bilim veya mühenislik problemlerini çözmeğe
çalışır [1].
Tanımdan da anlaşılacağı üzre Hesaplamalı
Bilim, uğraşılan bilimsel ve/ya mühendislik
problemini daha iyi algılayabilmek, problemi doğru
bir şekilde matematiksel olarak modellemek ve
eldeki modeli bilgisayar yardımıyla çözdükten
sonra elde edilen çözümü irdelemeyi gerektirir.
Çözümün daha iyi anlaşılması için görselleştirme
araçlarından da ciddi bir şekilde yararlanma söz
konusudur. Hesaplamalı bilim daha ziyade
çözümünün analitik olarak ifadesinin çok zor ya da
imkansız olduğu gerçek hayat problemlerini
sayısal olarak çözme çabaları sonucu ortaya
çıkmıştır. Bu durumda hesaplama aracı olarak
kaçınılmaz bir şekilde Süper Bilgisayarlar devreye
girmektedir.
Süper bilgisayar ifadesini tanımladan
önce bir kaç tanım yapmakta fayda vardır.
Paralel işlem/bilgisayar: Bilgisyar dilinde paralel
işlem denildiğinde veya paralel bilgisayar denildiğinde
belli olayların aynı anda yapılması kastedilmektedir. Bu
olaylar ise aşağıdakilerden biri olabillir:
- artimetik işlemleri,
- mantıksal işlemleri (karşılaştırma işlemleri),
- belleğe erişim işlemleri ve
- girdi-çıktının (I/O) paralel yapılma işlemi.
Parallelik iki farklı seviyede olabilir.
- İş seviyesinde: Birden fazla birbirinden bağımsız iş
paralel olarak (aynı anda) bilgisayar sisteminde
gerçekleştirilebilir.
- Program seviyesinde: Bir tek problemin farklı
birimleri
aynı
anda
bilgisayar
sisteminde
gerçekleştirilebilir [2].
Çok işlemcili sistemler (multi processor systems): Bir
bilgisayarın birden fazla merkezi işlem birimini (central
processing unit, CPU) barındırması durumudur.
Yoğun paralel işlemciler (massively parallel
processors, MPPs): Çok yüksek sayıda merkezi
işlem birimi ve iligili donanımlarının (ara bağlantılar,
bellekler, kontrol mekanizmaları vs) bir arada
bulundurulduğu sistemlerdir.
Öbek bilgisayarlar (cluster computers): Bağımsız
olarak işlev görebilen birden fazla bilgisayarın yüksek
hızlı haberleşme ağları ile birbirlerine bağlanarak
oluşturulduğu sistemlerdir(Basit bir örnek olarak bir
öğrenci bilgisayar laboratuarı verilebilir).
www.gazete.itu.edu.tr
Bu tanımlar ışığında Süper Bilgisayar basit olarak;
yoğun paralel işlemciler, yüksek başarımlı vektör
işlemciler ve öbek bilgisayarların oluşturduğu
sistem (her bileşen olmak zorunda değil) olarak
tanımlanabilir. Süper bilgisayarlar bilimde, deney ve
hesaplamayı birleştiren hesaplamalı bilim gibi yeni
metodolojilerin oluşmasını sağlamıştır.
Günümüde süper bilgisayarlar saniyede yüzlece trilyon
işlem yapar hale gelmiştir. Örneğin, dünyanın en hızlı
süper bilgisayarı saniyede 136,8 trilyon kalıcı işlemle
Amerika'da Lawrance Livermore National Laboratuary
isimli ulusal laburatuarın kullanımındadır (teorik sınır
bu rakamın üzerinde olup adı geçen makina için
saniyede 183,5 trilyon işlemdir) [3].
Peki, ne tür problemler için süper bilgisayar
kullanılmaktadır? Kullanım alanları aslında hemen
hemen her bilim dalı ve mühendislik alanı dersek çok
fazla abartılı olmayacaktır. Zira aşağıdaki listede
verilen bazı uygulama alanları bu kanımızı
güçlendirmektedir.
1. Hava tahminleri: Günümüde yapılan hava
tahminleri ancak 4-5 gün için geçerlidir. Daha uzun
süreler, 8-10 gün
gibi, için yapılma gerekliliği
kaçınılmazdır. Zira hortum gibi olayların daha iyi
anlaşılabilmesi için lokal doğrusal olmayan modellerin
kullanılması gereklidir.
2. İklim modelleme: Global ısınma gibi hepimizi
yakından ilgilendiren (en azından umuyoruz) olaylarda
iklim davranışlarının uzun süreli incelenmesi
3. Mühendislik: Uçak tasarımından, araç tasarım ve
çarpışma testlerine, deprem yıkım senaryolarından,
nükler
serpintiye
kadar
geniş
mühendislik
11
Asırlardır Çağdaş
Kasım 2005
uygulamaları
4. Malzeme bilimleri: Yüksek sıcaklıktaki süper iletkenler, yarı iletken
cihaz simülasyonları, özellikle inşaat sektörü için hafif ve dayanıklı
malzeme tasarımı
5. İlaç tasarımı: İlacın etkisinin tahmini için simülasyon yapmak. Bunun
için büyük moleküllerin özelliklerinin ve konfigürasyonunun bilinmesi
gerekir.
6. Plasma fiziği: Geleceğin ucuz ve bol enerji kaynakları için plasma
füzyon cihazlarının incelenmesi
7. Ekonomi: Karar vermeyi yönlendirmede kullanılacak ekonomik
projeksiyonlar. Borsa davranışının tahmini.
8. Astrofizik: Yıldızların içyapılarının modellenmesi. Supernova'nın
simülasyonu. Uzayın yapısının modellenmesi.
9. Savunma sanayi: Şavaş oyunları simülasyonu. Şifre kırma.
yörüngesi izleme.
Füze
Yukarıdaki listede görüleceği üzre süper bilgisayarların kullanımını
gerektiren pek çok alan mevcuttur ve teknolojik gelişmelerin birçoğu da bu
tür teknolojileri etkin bir şekilde kullanmaya baglıdır. Ayrıca çevremizdeki
olayları daha iyi anlamak da yine bu teknolojileri etkin olarak kullanmakla
mümkündür.
Hesaplamalı Bilim ve Mühendislik yüksek lisans ve doktora programının
ihtiyacı olarak ilk süper bilgisayar 2002 yılında oluşturuldu. 16-işlemcili
ortak bellekli olan bu ilk süper bilgisayarın gücü ortak bellekli olarak 2003
yılında 2 katına (ilave 16 işlemcili ortak bellekli sistem), toplamda ise 80
işlemcili bir sisteme geçildi (48 işlemcili diğer sistem dağıtık bellekli)
çıkarıldı. 2004 yılında Linux işletim sistemi tabanlı 112 adet dağıtık bellekli
sistem ilavesi ile İ.T.Ü. Bilişim Enstitüsü bünyesinde yaklaşık 200 islemcili
bir süper bilgisayar hesaplamalı çalışan bilim insanlarının kullanımına
açıktır. Üniversitemiz bünyesinde bulunan diğer çok işlemcili sistemler ile
İ.T.Ü'nin sahip olduğu hesaplama sisteminin gücü saniyede 1 trilyon işlem
(1 Tera floating point operations per second) civarındadır. Bu sisteminin
neredeyse tamamı GRID teknolojileri ile tek çatı altında toplanarak bir
süper bilgisayar gibi hizmet verecek durumdadır. Detaylar için
http://www.be.itu.edu.tr adresine bakılabilir.
SOSYAL
KÜLTÜREL
MERKEZ
İTÜ Sosyal ve Kültürel Merkez (SKM), İstanbul Teknik Üniversitesi
Yabancı Diller Yüksekokulu'nun bünyesinde sosyal etkinlikleri hazırlamayı
kendine görev edinmiş kurum. Pekçoğumuzun haberdar dahi olmadığı SKM,
aslında hepimiz için büyük önem taşıyor. Öncelikli hedef kitlesi üniversiteye
yeni başlamış öğrenciler olsa da aslında tüm İTÜ'lülere yönelik sosyal
etkinlik düzenlemek için özveriyle çalışıyor Sosyal ve Kültürel Merkez.
Üniversiteye yeni gelenler için kente uyumu kolaylaştıracak, üniversite
yaşamının güzellikleriyle karşılaşmalarını sağlayacak etkinlikler, kent turları,
konserler; üniversiteye uyumu çoktan sağlayabilmiş diğer İTÜ'lüler içinse
konferanslar, toplantılar ve kampanyalar yine Kurucu Koordinatör Mine
Canıtez Özpay'ın önderliğinde bu yıl 11. yaşını dolduran SKM'nin işlevleri
arasında. SKM, düzenlediği kurslarla öğrencileri ilgi alanları doğrultusunda
yönlendirirken, etkinlikleriyle de onları üniversite yaşamının stres ve
yorgunluğundan arındırmayı amaçlıyor. Ayrıca Yabancı Diller
Yüksekokulu'nun spor takımlarını oluşturarak öğrencilere İTÜ içindeki
yarışmalarda Yabancı Diller Yüksekokulu'nu temsil etme şansını da veriyor.
Geçen yıldan da hatırlayabileceğiniz, Sosyal ve Kültürel Merkez'in
başarıyla sonlandırdığı kampanyalardan biri de Bamteli'nin yaratıcısı Tayfun
Talipoğlu ile ELELE Bilgisayar ve Kitap Toplama Kampanyası idi. Genel
olarak amacı bilgisayarla tanışamamış, imkanı olmayan okullara
kullanılmayan -ancak çalışır durumda olan- bilgisayarlar göndermek, kitap
Bu yıl alımı planlanan yaklaşık 200 ilave işlemci ile sistem kapasitesi 2
katından biraz daha fazla bir duruma gelecek olan İ.T.Ü süper bilgisayarı
Türk endüstrisinin de kullanınımına açılarak İ.T.Ü'nin teknolojik olarak
ülkemize katkılarını sürdürmesine ciddi bir destek vermiş olacaktır.
Süper bilgisayara sahip olmaktan çok onu etkin bir şekilde bilim ve
mühendislik uygulamalarında kullanabilen bilim insanlarının çokluğu ile
sistemi güncel olarak yönetme becerisine sahip teknik elemanların varlığı
daha önemlidir. Bu bağlamda Hesaplamalı Bilim ve Mühendislik Programı
bir yandan teknik bilgi düzeyi yüksek bireyler yetiştirirken diğer yandan bu
alandaki araştırmacılara desteklerini sürdürmektedir.
İ.T.Ü'nin süper bilgisayarı; hesaplamalı kimya, fizik, finans ve akışkanlar
mekaniği alanları başta olmak üzere yakalaşık 30 grup ve 120 civarında
kullanıcıya hizmet etmektedir.
Van Dumlupınar İlköğretim OKulu
ihtiyacı olan okullara ise kitap yardımı sağlamak olan bu kampanya
İTÜ'lülerin sosyal anlamda ne kadar duyarlı olduklarını gösterdi. 50
bilgisayar ve çok sayıda bilgisayar donanımının yanı sıra 23 koli kitap da
kampanya kapsamında çeşitli illere gönderildi. Aynı zamanda bir sınıfa da ilk
dönem boyunca kullanabilecekleri tüm kırtasiye malzemeleri armağan edildi.
KAYNAKÇA:
[1]. Scientific Computing with an Introduction with Parallel Computing, G. Golub ve
J. M. Ortega, Academic Press Inc., 1994.
[2]. David W. Walker, "Parallel Processing" ders notları.
[3]. http://www.top500.org.
Prof. Dr. Hasan DAĞ
www.gazete.itu.edu.tr
12
Söyleşi
Kasım 2005
çığ
doğal
deprem dağ kazası
kayıpafetler
bizlerle sel
Sivil toplum örgütlerinin toplum için ne kadar önemli olduğunu
bir çoğumuz bilir, çünkü bir çok konu hakkında toplumu bilinçlendirerek
yaşam kalitesini yükseltirler. Anadolu'nun coğrafi yapısı sebebiyle
arama kurtarma dernekleri ise sivil toplum örgütleri içinde en çok göze
çarpanlardandır. Örneğin 17 Ağustos 1999'da Düzce'de meydana
gelen depremde yaşanan can kaybının fazlalığı, o dönemde arama
kurtarma derneklerinin azlığı ve insanların yeterli derecede bilinçli
olmamasına bağlıdır. Böyle bir yıkımdan sonra toplumumuzun bu konu
hakkında duyarlılığı artmıştır. Bir çok kamu kuruluşunda ve özel iş
yerlerinde deprem tatbikatları yapılarak, eğitimler verilerek halk
bilinçlendirilmiştir. İstanbul Teknik Üniversitesi de bu konu hakkında bir
çalışma yapmıştır. Öyle ki üniversitemize 2002 yılında girenler kayıtta
sorulan şu soruyu hatırlayacaktır:
“Acil durum göreviniz ne olsun, arama kurtarma mı, lojistik mi
yoksa ilk yardım mı?”
Ben de bu soruyla karşılaşan öğrencilerden biriydim. Bu soruya arama
kurtarma cevabını verdim ve cevap verirken bu konu hakkında eğitim
alacağımı düşündüm. Maalesef düşündüğüm gibi olmadı ve İTÜ
öğrenci kimliğimde o yıl giren arkadaşlarımda olduğu gibi acil durum
görevi ibaresi bulunmasına karşın üniversitemiz hiç bir eğitim vermedi.
Bu eksiklikten yola çıkarak, bu sayımızda Türkiye'nin önde gelen sivil
toplum örgütlerinden olan Akut Arama Kurtarma Derneği'ni tanıtmak
istedik. Misyonlarının dağcılık veya diğer doğa sporlarında meydana
gelecek kazalarda, doğal afetlerde can kaybını en aza indirmek ve bu
konular hakkında toplumu bilinçlendirmek olduğunu söyleyen Akut
Arama Kurtarma Derneği Başkanı Nasuh Mahruki ile bir söyleşi
yaptık
www.gazete.itu.edu.tr
Kasım 2005
Akut'un kuruluş hikayesi nedir?
1994 yılında bir dağ kazası sonucunda yüz kadar dağcı
Bolkar Dağları'nda arama kurtarma çalışmalarına
gitmişti. Arama kurtarma çalışmasına bölgedeki köylüler,
jandarma ve helikopterler de katılmıştı, fakat dağcılar
kurtarılamadı. Kaybolan iki dağcıdan birinin cesedi sekiz
ay sonra bulundu diğeri ise hala kayıp. Bu olaydan sonra
on kadar dağcı oturduk ve dedik ki " Türkiye'de artık
daha çok genç doğaya çıkıyorsa ve bir dağda ya da
doğa koşullarında bir kaza gelecekse başlarına bunlara
sadece dağcılar yardım edebilir.". Yani biz kendi
kendimize yardım etmek için örgütlenmeye karar verdik.
1994 yılının Kasım ayında verdik bu kararı. 1995 yılı bu
örgütlenmeyi nasıl yapacağız diye düşünerek geçti ve
dernek kurmaya karar verdik. Sonuç olarak Akut adında
bir dernek kurduk. Bu sırada şunu fark ettik:
Türkiye'nin %92si deprem riski taşıyor ve nüfusun %98i
bu bölgelerde yaşıyor.Bu bölgelerin bir kısmı aynı
zamanda her yıl veya birkaç yılda bir aşırı yağış
nedeniyle seller yaşıyor ve heyelan oluşuyor.Türkiye
doğal afetlere açık bir ülke.
O zaman dedik ki " Becerilerimizi bu ülkede bulunan
herkes için kullanalım. Depremse depreme, selse sele,
büyük kazaysa kazaya gidelim.".
Akut üyelerinde ne gibi özellikler arıyorsunuz?
Herkesin bir takım evraklar doldurması gerekiyor.
Genelde kullandığımız cümle "Vatanını, milletini seven
herkes Akut'a üye olabilir.". Sonuçta yaptığımız iş, vatan
için sorumluluk duygusuyla yardım etmek, destek olmak.
Sosyal sorumluluk duygusuna sahip olan ve kendisini
arama kurtarma alanında geliştirmek isteyen herkese
kapımız açık. İllaki herkes enkazların altına girecek,
iplerle kayalardan adam indirecek, karda kışta dağlara
tırmanacak diye bir kural yok. Sonuçta bizim bu işi
yapacak kuvvetli elemanımız var, ama geri planda, insan
kaynaklarında, kaynak yaratmasında, lojistiğinde
çalışacak insanlara da ihtiyaç var.
Akut şu ana kadar uyguladığı projelerde amacına
ulaştı mı?
Tabi. Akut çok başarılı bir sivil toplum örgütü.1999 ve
2000 yıllarında TSK ile Türkiye'nin en güvenilir kurumu
seçildi, ama bu işin bir sonu yok. Çarpık kentleşme, dere
yataklarına köyler, kasabalar kurulduğu için heyelan
riski, çığ tehlikesi, doğaya daha fazla kişinin çıkması ve
kaza riskinin olması yüzünden böyle bir kuruluşa ihtiyaç
var ve biz iyi bir örnek olmaya çalışıyoruz. Bunu
başardığımıza inanıyorum. 17 Ağustos depreminde
arama kurtarmayı misyon edinmiş olan dernek sadece
Akut idi ve şu an neredeyse beş yüz tane arama
kurtarma derneği var.
Şimdiye kadar halk tarafından en çok ilgi gören
projeniz hangisiydi?
Arama-kurtarma çok muhtelif bir olay. Mesela Göynük
Kanyonu'nda kaza geçirmiş ve bacağı kırılmış bir
çocuğa yardım ediyorsunuz ve sadece ailesi bunu
görüyor; çığ altında kalmış genç bir dağcıya yardım
ediyorsunuz, ailesi ve dağcı camiası bunu görüyor; ya
da Kocaeli'nde yaylada kaybolmuş bir çocuğu
buluyorsunuz yine yalnızca aileler bunun farkına varıyor.
Yani yaptığımız çalışmaların farkına çok az kişi varıyor
ve çok küçük kitlelere yayılıyor. Fakat kitlesel afetlerde,
mesela Adana-Ceyhan 1998 depreminde veya 17
Ağustos depreminde, çok sayıda kişi farkınıza varıyor.
Kamuoyunun bizi en çok tanıdığı olay 17 Ağustos
depremi. Onun dışında Akut Anadolu Tırı projesi ile 81 ili
dolaştık ve yaklaşık bir milyon kişi tırımızı ziyaret etti,
çok sayıda seminer ve film gösterimi oldu, kitapçıklar
dağıttık. Dört aylık bir projeydi ve kamuoyu Akut'u daha
yakından tanıdı.
Akut doğal afet dönemleri dışında ve doğada
kaybolanları arama kurtarma faaliyetleri haricinde
neler yapıyor?
Akut'un yaptığı bir dolu açılım var. Örneğin acil durum
yönetimi hakkında eğitim ve danışmanlık hizmetleri
veriyoruz. Toplum Afet Müdahale Takımı (TAMT)
eğitimini birçok kuruma vermiş durumdayız. Polislerle,
jandarmayla, belediyelerle çalışmalarımız oluyor. Genç
Söyleşi
Akut Üyesi adı altında 3-4 yıllık bir projemiz var. 9-12
yaşlarındaki genç kardeşlerimize Akut'un temel
değerlerini, saygı ve sosyal sorumluluk gibi değerleri
aktarmaya çalışıyoruz.
Akut herhangi bir operasyonda zorluklarla
karşılaşıyor mu?
Genelde operasyonun teknik problemleri dışında başka
problemlerle uğraşmıyoruz. Genellikle bizi çağıranlar
Akut'un yardım ve desteğine ihtiyaç duyduğu için
çağırıyor. Operasyonları hep bir mülki idare ile ilişkili,
işbirliği içinde yaptığımız için bir problemle
karşılaşmıyoruz.
Akut'un bu kadar tanınmasındaki en önemli sebep
nedir, 17 Ağustos depremi mi?
Evet. İnsanların en zor anlarında hiçbir karşılık
beklemeden yanlarında yer almasıdır. Örgütlü bir yapı
olarak verdiği sözü yerine getirmesi, tutamayacağı sözü
vermemesi, ağzından çıkan kelimeye dikkat etmesi,
yalan yanlış şeyler söylememesi Akut'u güvenilir bir
kurum haline dönüştürdü. 17 Ağustos depremi aslında
seksen dördüncü arama kurtarma görevimizdi.
Depremde bu çocuklar, karşılıksız olarak devlet
kurumlarının bile hazırlıksız yakalandığı bir dönemde
kendi örgütlenmelerini yapmışlar, kimseden izin
almadan bölgeye gitmişler, bütün organizasyonu
yapmışlar, başka insanları da örgütlemişler ve arama
kurtarma çalışmaları yapmışlar diye düşündürdü. O
andan itibaren Akut en iyi şekilde tanındı ve en iyi
seviyeye geldi.
Akut'un medya ile çok iç içe olduğunu düşünen
kişiler var, bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Medya konusu Türkiye'de kimsenin kontrol edebileceği
bir konu değil. Medya tamamen bağımsız bir güç olarak
gösteriliyor, hatta yasama, yürütme, yargıdan sonra
dördüncü büyük güç olarak adlandırılıyor. Hukuğun
dışında ve hemen hemen üstünde, hukuk tarafından
kontrol edilemeyen bir güç.Medya sizi istediği zaman
kullanıyor, istediği zaman devre dışı bırakıyor. Biz de
bunu anlamakta zorlandık aslında. 1999-2000 yıllarında
çok üst düzeye gelmişken ondan sonraki süreçte saçma
sapan şeylerle karşılaştık. Ne medyanın gözünde
büyümek ne de saçma sapan laflarla taşlanmak istedik.
Sadece süreci yürütmeye çalıştık.
Akut'un farklı şehirlerdeki ekiplerinin durumu nasıl,
başka ekipler kurulacak mı?
İstanbul merkez olmak üzere Ankara, Antalya, Marmaris,
Kocaeli Bingöl, Niğde, Olimpos olmak üzere Akut'un
sekiz ekibi var ve bu ekipler kendi bölgeleri için oldukça
yeterli, ama koca bir coğrafya için tabiî ki yeterli değil,
bizim böyle bir iddiamız da yok zaten. Önemli olan
Akut'un iyi bir model olarak her zaman en üst seviyede
olması ve Türkiye'nin diğer coğrafyalarında çalışma
yapmak isteyen gönüllü bireylerin kendi örgütlerini
kurmaları için onlara yardım etmesidir. Başka türlü zaten
olmaz. Türkiye'nin tamamını acil durum yönetimi haline
getirerek sorunları çözemezsiniz.
Önümüzdeki dönemde Akut'un planladığı bir proje
var mı?
Tır projesinden çok büyük bir verim aldık. Çünkü
kamuoyunun bilmediği birçok şey var ve biz bunları
kamuoyuna aktarmayı başardık. Bunun devamını
getirmek istiyoruz. Özellikle doğal afetler öncesi önlem
konusunda son derece bilinçsizler. O yüzden bu konuya
arama kurtarmadan daha çok önem veriyoruz. Çünkü bu
durunda arama kurtarmaya daha az ihtiyaç duyulacak.
Anadolu Tırı projesini tekrar yapmayı planlıyoruz, tabi bu
sefer beş yıl sürecek ve bütün ilçeleri gezecek. Önlem
aşamasını anlatmak ve kişisel olarak alacakları
önlemleri anlamalarını sağlamak üzere bir sistemimiz
var. Sonuçta bir milyon kişiye ulaştığımız projeyi belki on
milyonlarca kişiye ulaştırmayı başaracağız. Şu anki en
büyük hedefimiz bu.
Hatice Gökcan, [email protected]
-Operasyon fotoğrafları Akut Arşivi’nden
alınmıştır.
Arşivi
Nasuh Mahruki Fotoğrafları: Fatih Avcı
www.gazete.itu.edu.tr
13
14
Asırlardır Çağdaş
Kasım 2005
bilgi işlem
daire başkanlığı
BİDB, İTÜ'de öğrencilere, akademisyenlere ve idari
personele güncel bilişim teknolojilerini sunmak ve bunları
mümkün olduğu kadar yaygın ve bilinçli bir şekilde
kullanılmasını sağlamaya çalışmaktadır. Bu anlamda
BİDB dinamik yapılanmayı, değişimlere açıklığı, güncel
uygulamaları takip etmesi ile Türkiye'de öncü olmayı
kendine ilke edinmiştir.
Kısaca İTÜ BİDB'nin tarihçesine göz atarsak; geçmişi
1964 yılında kurulan İTÜ Hesap Merkezi'ne
dayanmaktadır. 1964 yılında IBM 1620 sistemleri ile
başlayan teknoloji yolculuğu, 1974 yılında Borruoughs
3700 sistemine, 1982 yılında da IBM 4341 ve 4331
sistemlerine yerini bırakmıştır. 1998 yılına kadar main
frame mimarisine dayanan çözümler sunan BİDB bu
yıllarda istemci/sunucu modelli yapıya geçmiştir. Bunlara
paralel olarak ilk defa 1988 yılında Avrupa Akademik
Araştırma Ağı'na bağlanan İTÜ, bugün 100Mbps dış
bağlantı ve Gigabit hızlarında çalışan yerel ağ
omurgası, birçok sunucu ve sistemi bünyesinde
barındıran gelişmiş altyapısıyla hizmet vermektedir.
Geçen yıl yapılan alt yapı yatırımıyla İTÜ'nün ağ
omurgası güçlendirilmiş, e-posta, web ve diğer hizmetleri
veren sunucular yenilenmiş, ayrıca fakültelerin bilgisayar
lablarında kullanılan 1000'e yakın bilgisayar yenileriyle
değiştirilmiştir. Bu yatırımlarla birlikte 2001 yılından beri
BİDB bünyesinde kullanılmakta olan Ağ Depolama Alanı
(SAN - Storege Area Network) yenilenmiş ve toplam
kapasiteleri 10 TB'a çıkarılmıştır.
BİDB, Cisco CNAP Akademi ve Microsoft IT Academy
eğitimleri ile IT eğitimleri sektöründe de faaliyet
göstermektedir. 2000 yılında tüm dünyada geçerliliği olan
Cisco CNAP eğitimlerine başlamış ve bugüne kadar
4000'den fazla öğrenci kursları tamamlamıştır. 2002
yılında İTÜ CNAP Bölgesel Akademi olarak kendine bağlı
diğer akademilerin açılmasına öncülük etmiştir. 2004
yılında İTÜ CNAP Akademisi Avrupa 5.'incisi (Türkiye
1.'incisi) olmuştur. Microsoft IT Academy ise 2001 yılında
eğitimlere başlamıştır. IT Academy kapsamında .NET
Yazılım Geliştirme uzmanlığı, Microsoft Sistem
Yöneticiliği ve SQL Veritabanı geliştirme eğitimleri
verilmektedir. İTÜ IT Academy bugüne kadar 1000'den
fazla mezun vermiştir. 2006 yılının başında ise BİDB'nin
kendi bünyesinde geliştirilen Linux Sistem Yöneticiliği
eğitimlerine başlanması planlanmaktadır. Bu kurs temel
Linux kullanımı, Linux üzerinde mail, web gibi ağ
servislerinin kurulum, yapılandırma ve yönetimi ile sistem
ve ağ güvenliği konularını kapsayacaktır. Benzer bir
çalışma Ofis programları için de planlanmaktadır.
İç yapısına bakıldığında İTÜ BİDB'nin dört temel
bileşenden
oluştuğu
görülür.
Yarı
zamanlı
öğrencilerden oluşan 7/24 Help Desk birimi, Yazılım
Geliştirme Grubu, Sistem Destek Grubu, Ağ
Hizmetlerini Planlama ve Destekleme Grubu.
Yarı zamanlı öğrenci sistemi, BİDB'nin gücünü aldığı,
onu genç ve dinamik kılan en önemli unsurdur. İkinci veya
üçüncü yıllarında BİDB'ye alınan İTÜ öğrencileri, belirli
eğitimlerden
geçirilerek
yarı
zamanlı
olarak
çalışabilmektedirler. Kendilerini geliştirip rekabet edebilen
ve inisiyatif kullanabilen öğrencilere daha çok yetki ve
sorumlulukla birlikte daha çok imkan ve bire bir gruplarda
çalışma imkanı sunulmaktadır. Bu sistem hem onları
çalışma hayatına hazırmakta, hem de BİDB'nin ihtiyaç
duyduğu uzman eleman ihtiyacına cevap vermektedir.
Yazılım Geliştirme Grubu üniversitemizin ve BİDB'nin
ihtiyaç duyduğu yazılım otomasyon ve web projelerini
üretmektedir. Bunlar arasında Döner Sermaye
Otomasyonu, Bilimsel Araşırma Projeleri Otomasyonu,
Akıllı Kart Otomasyonu, Mezun Bilgi Sistemi, Kullanıcı
Yönetim Sistemi ve benzerleri gösterilebilir. Yazılım
Geliştirme Grubu uygulamarını Visual Basic .NET, Visual
C# .NET ve Visual Basic 6.0 kullanılarak geliştirmektedir.
Veritabanı olarak Microsoft SQL Server 2000
kullanılmakta, ASP .NET (web) uygulamaları ise IIS 6.0
sunucularda host edilmektedir.
Sistem Destek Grubu BİDB bünyesinde bulunan ve
www.gazete.itu.edu.tr
üzerinde etki alanı sunucularından, DHCP, DNS,
Exchange, Antispam, Antivirüs, Sendmail, Samba, IIS'e
kadar çeşitli servislerin çalıştığı 100'e yakın Windows ve
RedHat Linux sunucuların yönetim, konfigürasyon ve
güvenliğinden sorumludur. Ayrıca İTÜ öğrenci
laboratuvarlarının kurulum, bakım ve yönetimi ile ITU
kullanıcı uzayının yönetimini de yapmaktadır.
Ağ Hizmetlerini Planlama ve Destek grubu İTÜ/NET
kapsamında altı bin aktif kullanıcıdan oluşan tüm ağ alt
yapı omurgasının planlanması, geliştirilmesi, yönetimi ve
sürekli çalışır tutulmasından sorumludur. İTÜ/NET
kampüs genelindeki kablosuz ağ cihazları, yaygın IP
telefon ağı, 3000'den fazla yurt internet bağlantısı ve 25
000'e yakın kullanıcısı ile son derece gelişmiş bir ağ alt
yapısına sahiptir.Grup çalışanlarının tamamı network
yönetimi konusunda sertifikalıdır. Tam zamanlı çalışanlar
aynı zamanda Cisco Network Academy programında
eğitim vermektedirler.
Son olarak öğrencilerin yakından tanıdığı ve 1998
yılından bu yana İTÜ BİDB'ye bağlı olarak hizmet veren
Merkezi Öğrenci Laboratuvar Sisteminden bahsetmek
doğru olacaktır. Kullanıcılar bu sistemle İTÜ'de herhangi
bir fakültenin bilgisayar labından kendi hesaplarına
girebilmekte ve BİDB tarafından verilen hizmetleri
kullanabilmektedirler. Daha önceleri dağınık bir yapı
sergileyen öğrenci labları ilk defa 1998 yılında üzerinde
hem RedHat Linux hem de Windows NT çalışan işletim
sistemleriyle tanıştılar. Yapılan ilk çalışmada tüm İTÜ
öğrencilerine hem Windows hem de Linux kullanıcı
hesapları açılıp dağıtıldı. Bu sistemde tüm kullanıcıların
iki ayrı kullanıcı hesabı ve iki ayrı şifre ile çalışması
gerekiyordu. 2002 - 2004 yılları arasında yapılan Merkezi
Yetkilendirme Sistemi (MYS) çalışması ile tek kullanıcı
hesabı ve şifresi kullanılmaya başlanmış, aynı zamanda
sistemlerin güvenilirliliği ve güvenliği artırılmıştır. MYS
çalışması
öğrenciler
ve
akademisyenler
için
gerçekleştirilebilecek yazılımlar ve verilebilecek hizmetler
anlamında önümüze yeni ufuklar açmıştır. Güvenli ve
yetkilendirilmiş erişim gerektiren İTÜ Giriş sayfaları buna
örnek gösterilebilir.
İTÜ BİDB tarafından verilen hizmetler ve eğitimlerle ilgili
daha fazla bilgiye www.bidb.itu.edu.tr sayfasından
ulaşabilirsiniz.
Kasım 2005
Yaz Dönemi İTÜ
"Üretme ve paylaşma heyecanıyla
dolu her yaştan genç haritacılar
Haziran'da başladı. İTÜ Ayazağa Yerleşkesi'nde
oluşturulan konser alanında "Hoş Geldin Partisi" ile
ülkemiz ve dünya müziğinden örnekler sergilendi. Gece,
tüm katılımcıların hayranlıkla izlediği Ahırkapı Roman
Orkestrası'nın muhteşem performansıyla son buldu.
Etkinliğin ilerleyen günlerinde Süleyman Demirel Kültür
Merkezi'nde düzenlenen resepsiyon, seminer, forum ve
teknik sunumların yanında şehir gezisi, halk oyunları
gösterisi, Grup Yeni Türkü konseri, Boğaz turu,
Büyükada'da piknik ve orienteering gibi etkinliklerle
katılımcılar güzel günler geçirdi.
Genç Haritacılar
Günleri'nde buluştu"
IGSM-GHG 2005 etkinliği İTÜ
Jeodezi
ve
Fotogrametri
Kulübü'nün ev sahipliğinde 13-18
Haziran
tarihleri
arasında
düzenlendi. Etkinlik ülkemizin
değişik illerindeki Jeodezi ve
Fotogrametri
Mühendisliği
bölümünde ve 18 farklı ülkenin
Jeodezi, Ölçme, Kartoğrafya,
Uzaktan Algılama, Fotogrametri
bölümlerinde okuyan yaklaşık 300
öğrenci ve öğretim elemanının
katılımı ile gerçekleştirildi.
IGSM: International Geodetic Student Meeting
IGSM - Uluslararası Jeodezi Öğrencileri Toplantısı, farklı
kültür ve ülkelerden olan jeodezi öğrencilerini bir araya
getirmeyi amaçlayan bir toplantıdır. Her yıl tüm dünyadan
jeodezi öğrencileri birbirlerini tanımak, deneyimleri ve
15
kültürlerini paylaşmak adına bir araya gelirler. IGSM ilk
olarak 1988 yılında Hollanda'da Delft Teknoloji
Üniversitesi jeodezi öğrencileri tarafından düzenlenmiş
ve 1992 yılında Avusturya - Graz'da Uluslararası Jeodezi
Öğrencileri Birliği kurulmuştur. Her toplantıda iki yıl
sonraki ev sahibi ülke, yapılan Genel Kurul'da aday
ülkeler arasından seçilir. Günümüzde Uluslararası
Jeodezi Öğrencileri Birliği 28 ülkeden toplam 72 üyeye
sahiptir.
Veda günü geldiğinde katılımcılar geleceğe dair umutlarla
2006'da Polonya'da tekrar buluşmak üzere sözleştiler.
Geleceğe dair mesleki, sosyal, kültürel ve toplumsal
gelişmeler çerçevesinde yapılan seviyeli tartışmalar, bilgi
alışverişleri, uygarlık ve çağdaşlık yolunda önemli bir
adımdı.
GHG: Genç Haritacılar Günleri
Genç Haritacılar Günleri (GHG) iki yılda bir yapılan ve
tüm Türkiye'deki Jeodezi ve Fotogrametri okuyan
öğrencileri, mühendisleri ve öğretim elemanlarını bir
araya toplayan ve uluslararası katılıma da açık bir
organizasyondur. 2001'de İstanbul'da ilki ve 2003`te
Trabzon'da ikincisi gerçekleştirilen GHG bu yıl 13
Bir Yaz Gecesi Rüyası... BEST ile İTÜ'de...
arasında FESTO ve Güneş Sigorta'nın ana
sponsorluğunda, Bosch, Tuborg ve Kamil Koç yan
sponsorluklarında, Picaldi Jeans ve Cenkler
Matbaacılık desteğinde başarıyla gerçekleştirdiğimiz
teknik içerikli BEST Yaz Kursumuz Avrupa'nın çeşitli
üniversitelerinden 22 yabancı öğrenci katılımıyla
gerçekleşti. Romanya'dan İspanya'ya, Estonya'dan
Yunanistan'a kadar çeşitli ülkelerden gelen katılımcılar,
14 unutulmaz günü bizimle yaşadılar. Kurs süresince
18 saati ders, 8 saati firma gezisi ve 2 saati sınav olmak
üzere 28 saatlik akademik program uygulandı, bunun
yanında katılımcılara ülkemizi tanıtacak birçok kültürel
gezi düzenlendi. Sponsorlarımızdan FESTO'ya firma
Bir yolculuktu bu çıktığımız 2003 yılında Belçika'da.
İTÜ Uluslararası Mühendislik Kulübü olarak 2003
yılında ülkemizden ilk kez Board of European Students
of Technology - BEST'e alkışlar eşliğinde hoşgeldiniz
denirken 2005 yazında yaptıklarımız o zamanlar uzak
bir hedefti. 2004 yılının Mart ayında ilk uluslararası
toplantımız olan BEST Doğu Avrupa Bölgesi
toplantısını İTÜ'de organize ettiğimizde de bu hedef
hala uzakta duruyordu. 2004 yılının Kasım ayında
Portekiz'de alkışlar bu sefer İTÜ'nün BEST'e resmi üye
olmasını kutlarken, artık hedeflerimiz de netleşmişti. Bu
yaz artık İTÜ öğrencisinin neler yapabileceğini BEST
camiasına gösterme zamanımız gelmişti.
2005'in ilkbahar aylarında başladığımız BEST Yaz
Kursları tanıtımlarında, hedefimiz gönderebildiğimiz
kadar İTÜ öğrencisini
sadece yol masraflarını
ödeyerek katılabilecekleri bu kurslara göndermekti.
Ancak 25 Nisan'da başvurular bittiğinde, İTÜ tüm
Avrupa'da, ilk senesi olmasına karşın, 3'üncü sırada,
daha sonra kabul edilen öğrenciler açıklandığında ise
4üncü sırada olduğumuzu görmek özellikle son iki yılda
harcanan emeğin boşa gitmediğini bizlere göstermiştir.
Bunun yanında, bir de burada düzenleyeceğimiz kurs,
en çok başvuru alan kurslar arasında yer alınca
sevincimiz daha da arttı. Ancak tabii ki, bu da bizden
beklentileri ve de sorumluluğumuzu arttırdı. Burada
düzenleyeceğimiz kurs yıllarca konuşulacak kadar
başarılı olmalıydı. İTÜ öğrencisine de bu yakışırdı
zaten...
Başta rektörlüğümüzün verdiği destek olmak üzere,
çeşitli firmaların desteği de alınarak, çok çalışarak,
gerektiğinde hayatımızdan tavizler vererek, çok güzel
bir kurs düzenlemeyi başardık. 10 - 24 Temmuz tarihleri
ziyaretinde bulunup, otomasyon çalışmalarında gelinen
son noktayı ve ülkemizin bu teknolojiyi nasıl gün be gün
takip ettiğini yabancı öğrencilere de göstermiş olduk.
Sunumlar ve fabrika gezisi sonrası,öğrencilerin
teknikten ergonomiye, çeşitli sorularını yanıtladılar ve
ardından hoş bir kokteyl verdiler.
Kurs süresince İTÜ Makina Mühendisliği'nden Prof.
Dr. Ahmet Kuzucu, Y.Doç.Dr. Şeniz Ertuğrul, Y.Doç.Dr.
Levent Trabzon, İTÜ Kontrol Mühendisliği'nden de
Araş.Gör. Tolga Hasdemir ve Araş. Gör.Yaprak Yalçın
gelen öğrencilere Kontrol ve Otomasyon Teknikleri
hakkında Gümüşsuyu Makine Fakültesi'nde ve Maslak
Ayazaga Kampusunde dersler verdi. Bu dersler
endüstri robotlarının incelemesi, robotik alanında
güncel teknolojler, uygulamalı veri toplama sistemleri,
mikroelektro-mekanik sistemler ve de programlanabilir
mantık kontrolü üzerinde olup, Elektrik-Elektronik
Fakültesi'nde ve Makina Fakültesi'ndeki otomasyon
laboratuarlarında
yapılan
deneyler
eşliğinde
www.gazete.itu.edu.tr
gerçekleştirildiler.
İstanbul'u kendi başlarına tanıyacakları şehir
rallisinin yanı sıra saray ve müzelerin de ziyaret edildiği
geziler düzenlendi. Ayrıca kültürel
etkileşimi
kolaylaştırmak için her BEST organizasyonunda olan
Uluslararası Gece ( International Evening ) organize
edildi. Uluslararası Gece'de her katılımcı kendi
ülkesinin yerel yemeklerini ve içkilerini diğer
katılımcılara ve bizlere tanıttı, kendi ülkesinin başlıca
gelenekleri hakkında, birer şarkı eşliğinde bilgiler verdi.
Türk yemeklerini ve tatlılarını ise 14 gün boyunca öğle
ve akşam yemeklerinde tatma fırsatları olan katılımcılar
için, kursun ortasındaki haftasonu bir tekne gezisi de
düzenlendi. 12 saat süren gezide, katılımcılar Adalar
civarında yüzme fırsatının yanında, barbekü eşliğinde
Boğaz'da güzel bir gece geçirdiler.
Katılımcılar ayrılırken, bir üzüntü kaplasa da herkesi,
Beyoğlu Hamam, Aziza ve de Life Roof'ta verilen
partiler artık geride kalsa da, Avrupa'nın bir başka
noktasında görüşmek üzere verilen sözlerle ilk yaz
sezonu UMK için bitmiş oldu, tabii ki Mart başında
yapılacak "BEST Academics and Companies Forum" (
BACo ) ve 2006 yazında düzenlenecek yaz kursuna
kadar, başka aktiviteler nedeniyle asla bir tatil ortamı
oluşmayacaktır...
Sizi de bu kış sezonundan itibaren BEST
macerasına katılmaya davet ediyoruz. UMK'nın web
sayfasına bir göz atmakta her zaman yarar vardır...
Ömer Hantal, [email protected]
İTÜ Uluslararsı Mühendislik Kulübü, Yerel BEST Grup
www.umk.itu.edu.tr
16
Kültür Sanat Hayat
Kasım 2005
Bu bienal İstanbul için ve İstanbul hakkında. İşler ile sergilenecekleri
mekanlar arasında bir yakınlık kurmak istedik. Sanatı, kentin farklı
lehçeleri ile bunlar üzerindeki değişik gözlemler arasındaki bir diyalog
içerisinde yerleştirmeye çalıştık. Bu da sanatçılardan kentte
yaşamalarını ve yeni işler üretmelerini istemeyi ve bunun yanı sıra
başka kentlerle karşılaştırıldığında İstanbul'un öne çıkan özelliklerine
ışık tutabilecek işler seçmemizi ve aynı zamanda, işleri segirlemek
için, kentteki daha mütevazi yaşam ve çalışma ortamlarını tercih
etmek adına, etkileyici ve tarihi mekanları reddetmemizi gerektirdi."
diyor İstanbul Bienal'inin bu seneki küratörleri Charles Esche ve
Vasıf Kortum. Adının anlamı üzerine 2 yılda bir gerçekleşen ve
bu yıl dokuzuncusu düzenlenen İstanbul Bienali'nin amatör
ruhu göze çarpan ilk özelliklerinden. Biz de, İstanbul'un
Dan Perjovschi - İstanbul Çizimi
farklı noktalarında bulunan 7 binada sergilenen eserleri
amatör gözlerimizle izledik. Karaköy 5. Antrepo, Tütün
Elinizde sadece bir kalem ve bir tebeşir
varsa, uygulama alanınız ise sadece
Deposu, Bankalar Caddesi'ndeki Garanti Binası,
duvarlar ve zemin ise, ne yapabilirsiniz?
Şişhane'de Deniz Palas Apartmanı ve Bilsar
Perjovschi bizi duvarların ortasında bienale,
İstanbul'a, Türkiye'ye, Dünya'ya; aslına
Apartmanı, İstiklal Caddesi'ndeki Garibaldi
bakarsak hayata dair mesajlarıyla selamlıyor.
Binası ve Platform Garanti Güncel Sanat
Bilsar Binası'nın alt katında saatler
geçirmemizi sağlayacak bu çalışma, aslında
Merkezi'ni sırasıyla gezdik ve
İstanbul'la bütünleşme amacında olan ve
sergilenen çalışmalardan
hedef kitlesini "koleksiyoncular değil,
İstanbullular" olarak tanımlayan bienal için
gözümüze çarpanları yazdık.
bize göre en özel duraklardan birisi.
Nedko Solakov - (dünyanın benim tarafımda) Sanat ve Yaşam
Terkedilmiş, yıkık bir dairede bir sanat eseri nereyi layık görür
kendine? Önce tertemiz, aydınlık bir oda istemiş; daha sonra da
zarafetini daha da fazla yansıtabilmek için yenileme çalışmalarının
tüm artıklarının en üstünde bir yere takılmış gözü... Evdeki
yıkıntıların, çatlamış parkelerin, boyası dökük duvarların içerisinde
kibirle "en üst"ü hedefleyen, ancak ulaşmak istediği sonuca ulaşıp
ulaşamayacağı tartışılabilecek bir sanat eseri... Zıtlıkların, gururun ve
kıskançlığın güzel bir gösterisi...
Servet Koçyiğit - Mavi Taraf Yukarı
"Saçını süpürge etmek" deyiminin gerçek anlamıyla hayata geçirildiği
bir çalışma. Sanatçı, peruktan oluşan bir süpürgeyi raylı bir sisteme
monte ederek bütün daireyi temizletiyor. Diğer bir odada ise "Bazen,
buzdolabını gerçekten kapanmış mı diye on kez kontrol ediyorum"
yazısı ve kapağı açık bir buzdolabı bulunmakta. Türk kadını üzerine
gerçekleştirilen bu çalışmada süpürge daireyi dolaştıkça adeta
kadının ruhunun da odaları turladığını hissediyoruz...
Axel John Wieder, Jesko Fezer Kentsel Durumlar (Berlin)
Berlin kentinin II. Dünya
Savaşı'ndan sonraki değişimi
istatisklerle, iki ve üç boyutlu
görsellerle çok başarılı bir şekilde
tasvirlenmiş. Araştırmaları temel
alan video ve röportajlarla da
desteklenen çalışma şehrin
dönüşümünü algılayarak bir kentin
yönlendirilmesi hakkında bize bir
örnek sunmakta.
Kasım 2005
17
Kültür Sanat Hayat
Hüseyin Alptekin - H-olgusu: Atlar ve
Kahramanlar
İstanbul'da yapılan ancak 1204 yılında
Haçlılar tarafından çalınıp Venedik'e
götürülen binicisiz dört atlı heykelinin
Bienal süresince sergilenecek kopyalarını
görüyoruz Platform Garanti Güncel Sanat
Merkezi'nin giriş katında. Sanatçı, at
heykellerinin tarihsel süreç içerisinde
kentlerdeki konumları üzerine çalışmalar
yapmış ve bu heykelleri sergilerken
Bizans döneminden itibaren gözlenen
etkileri de gözler önüne sermeye
çalışmış.
Jakup Ferri - İngilizce Bilmeyen
Sanatçı Sanatçı Değildir
Jakup Ferri, bir sanatçının kültürel
kimliği ve sanatının arasındaki ilişkiyi
vurgulamak için çektiği bu kısa filmde,
"İngilizce bilmeyen sanatçı sanatçı
değildir" diyen Hırvat sanatçı
Stilinovic'e cevaben, bilinçli bir biçimde
bozuk bir İngilizce'yle konuşup
kendisini gülünç konuma düşürerek,
ironik bir durum açığa çıkartıyor.
Luca Frei - Enstalasyon
Tütün deposu binasının mekansal yalınlığına yakışan bir
kompozisyon tasarlanmış. Aynalı masaların altına saklanan
çocuk grafitileri hepimizi bir anlığına çocukluğumuza götürecek.
Seçilen mobilya ve objelerle sanatçı mekanı ve mekandaki
detayları vurgulamayı amaçlamış. Grafitiler ise insanın kamusal
ve özel alan kavramlarını sorgulamasını sağlıyor.
Pavel Büchler - Şato
1920'lerden kalan ses yansıtıcıları birdenbire insanı "şu andan"
koparıp hiçbir zaman yaşamadığımız ama hep merak
duyduğumuz geçmişe götürüyor. Yansıyan sesler ise Franz
Kafka'nın "Şato" kitabından kısa bir alıntı. Yani bir diğer deyişle
katı ve karmaşık denetim sistemlerinin "farklı" olanı dışlaması
üzerine ki bu da yaşadığımız şehirle çok ilgili gibi görünüyor:
"Sen şatodan değilsin! Köyden değilsin! Hiçbir şey değilsin!
Veya aksine, maalesef, bir şeysin, bir yabancı, istenmeyen
ve herkesin yoluna çıkan bir adam..."
Bu seneki bienalde bazı değişimler söz konusu.
Geçen bienalden farklı olarak, sergi mekanları
Karşılıklı iki ekran kurulu odada Tel Aviv sahilinde yüzen ve
birbirinden kopuk binalarda düzenlendi. Böylece
oynayan kadın ve çocukların görüntülerini ses olmadan
İstanbul'un kendisinin tema olduğu bienalde,
izledikten sonra arkanızdaki ekranda o görüntülere ait seslerin
eşliğinde altyazılarla karşılaştığınızda "tedirginlik" ve "huzur"
İstanbul'u algılamak, şehir yaşamı içinde
arasında sıkışıp kalacaksınız.
kaybolan tarihi binaları farketmek ve içlerinde
Daniel Bozhkov - Eau d'Ernest
gezerek onları hissetmek, amacına uygun
İlham kaynağı Ernest Hemingway'in cesaretin "zor durumda
olarak gerçekleşiyor. Bu uygulamanın tek
zarafetin korunması" olduğu fikri olan parfümün şişe tasarımı ve
olumsuz
yanı, şehir içinde bir binadan diğerine
afişleri arasındaki ilişki dikkatli gözlerden kaçmayacaktır.
giderken yaşanılan kaos... Çünkü eğer şehre
Erik Göngrich - Yeni İstanbul
tamamen yabancı biriyseniz, tabela ve yol
Daha önce de eserlerini görme şansı bulduğumuz mimarlık
gösterici işaretlerin eksikliğinden dehşete
geçmişi olan Göngrich'in İstanbul'daki mekan algısını fotoğraf ve
düşebilirsiniz. Sergilerin olduğu ana binaların
eskizlerle anlatma yolu oldukça tipik. Bunun yanında sanatçı
İstanbul'un silüetini temsil eden ahşap bir tasarım yapmış.
cepheleri ya da pencere doğramaları bienalin rengi
İstanbul'u mekansal algılamanın küçük ölçekli bir örneği olan bu
olan macentaya boyanmış; böylece algı sorunumuz
model aynı zamanda dinlenme amaçlı da kullanılmakta.
bir nevi aşılıyor. Kısacası, bu yılki bienal kökten
değişimlerine rağmen devam ettirdiği amatör ruhu ile
ziyaretçilerine keyifli saatler sundu. Vizeler öncesi, sanat dolu bir
gün geçirmek için ideal bir tercihti.
Smadar Dreyfus - Cankurtaranlar
Ayça İmrek, Yusuf Güngör, Beril Alpagut
18
İTÜFEST
İTÜ Kültür ve Sanat Birliği
Kulüpleri öğrencilerinin düzenlediği
ve Türkiye’nin en büyük öğrenci
şenliği olan İTÜFEST bu yıl da
büyük coşku ile gerçekleşti. Geçen
yıl “Reamonn” adlı grubu getirerek
Türkiye’de üniversite kampüsüne ilk
defa bir yabancı grubun sahne
almasını sağlayan İTÜ öğrencileri,
bu yıl festivali 2 güne çıkartarak,
finallerin bitimi ile İTÜ’lülerin
unutamayacağı etkinliği gerçekleştirdi.
İTÜFEST’in bu yılki en önemli
konuğu Candan Erçetin ve Mor ve
Ötesi’ydi. 26-27 Mayıs 2005
tarihlerinde gerçekleştirilen etkinlik
gündüz etkinlikleri ile başladı. 46,
Anason, Bluesis, Fason, Kep, Lost
Kasım 2005
the Band, Wade gibi amatör
grupların sahne aldığı etkinlik
alanında
ödüllü
yarışmalar,
bilgisayar
oyunları,
öğrenci
kulüplerinin çeşitli etkinlikleri gibi
pek çok faaliyet gerçekleştirildi.
Bununla birlikte araba test sürüşleri,
perküsyon sahneleri de gündüz
etkinlikleri arasında yerini aldı.
Festivalin ilk günü Clémentine,
Demirhan Baylan ve Gece
Yolcuları’nın ardından sahne alan ve
sahne performansı ile İTÜ’lüleri
hayran bırakan Candan Erçetin ile
sona erdi. Festivalin ikinci günü ise
alternatif Türk Rock müziğinin genç
gruplarından Çilekeş, Redd ve
Kurban’ın ardından Mor ve Ötesi ile
son buldu.
11. GELENEKSEL T AŞKIŞLA B AHAR Ş ENLİĞİ
İstanbul’un en görkemli binalarından olan
Taşkışla’da eğitimini sürdüren İTÜ Mimarlık
Fakültesi öğrencileri geleneksel şenlikleri
olan “Taşkışla Bahar Şenliği”nin geçen
dönem 11.sini gerçekleştirdiler. 9-13 Mayıs
2005 tarihleri arasında gerçekleştirilen
etkinliğin ilk günündeki ihtişamlı açılışıyla
başlayan etkinlik, dinletilerle devam etti.
Günün akşamında kıyafet balosu yapıldı ve
Mimarlık Fakültesi öğretim üyelerinden
oluşan jüri, gecenin en güzel kıyafetini seçti.
5 gün süren etkinlik boyunca halk oyunları,
atölyeler, yarışmalar, gece gösterimleri, orta
bahçe gösterimleri, arka bahçe gösterimleri,
yoga gösterimleri gibi pek çok etkinlik
biraraya getirildi. Müziğin doyasıya
www.gazete.itu.edu.tr
yaşatıldığı etkinlik amatör grupların
konserleri ile sona erdi.
Maslak,
Maçka
ve
Gümüşsuyu
yerleşkelerinden de katılımın yoğun olarak
gerçekleştiği etkinlik, özellikle gece
saatlerinde
Taşkışla
binasının
da
aydınlatılması ile şatovari bir havaya büründü.
Kasım 2005
Bu yazıda yerleşkemizde bulunan fakat
çoğumuzun farkına bile varmadığı canlılardan ve
ismine kuş gözlemi denen çoğunuza değişik
gelebilecek bir nevi hobiden bahsetmek
istiyoruz.
Çok güzel çiçeklerle, ağaçlarla, çeşit
çeşit kuşlarla, kelebeklerle, böceklerle
dolu İstanbul’da askeri alanları
saymazsak artık ender bulunabilecek
bir
bölgede
okuyoruz veya
çalışıyoruz. Bazen Mecidiyeköy
gibi yoğun trafiğin olduğu yerlerde
fazla kaldığım zaman hafif başım ağrır,
sıkıntı basar, acaba okulumuz öyle bir
yerde olsaydı öğrenciden ne kadar verim
alınabilirdi diye düşünüyorum. İTÜ’den de
hep akıllı, başarılı insanların çıkması belki
bu temiz hava ve bol oksijen takviyesinden
kaynaklanmaktadır. Fakat bu güzelliklerin
yeterince farkında mıyız?
1981’de İTÜ Ayazağa Yerleşkesi’ne
taşındıktan sonra yavaş yavaş Maslak’ın
çehresi değişmeye başladı. Ben İTÜ’ye ilk
geldiğim 1994 yılında tek tük gökdelen varken şimdi
okulun karşısı yüksek binalardan geçilmiyor. Acaba
daha eskiden yerleşkenin hali nasıldı? Büyüklerimizden
öğrendiğimize göre 1980’lerin başında Rektörlük
binasının yakınlarında bir mandıra bile varmış ve
yerleşkenin içinde inekler gezermiş, şimdi bu durumu
hayal etmek bile zor. Yemekhane’de çalışan bir
ağabeyimiz de “Maslak’da çeşit çeşit rengarenk kuşlar
vardı buraya ilk geldiğimizde, şimdi hiçbiri
kalmadı“demişti.
İnsan ve bina yoğunluğunun
artmasıyla belki de milyonlarca yıldır bu bölgede
yaşayan canlılar yavaş yavaş azalmaya ve yok olmaya
başladılar. Kalan son canlılara da insana bağlı bir yaşam
sürdürüp gücünü de bir nevi insandan alan kedi, köpek
gibi evcil hayvanlar son darbeyi vuruyor. Bizim yok
edemediklerimizi de onlar yok ediyor. Aslında bu tüm
dünya için geçerli bir durum, gelişmeye paralel olarak
çevremizdeki canlılar bu durumdan olumsuz etkileniyor.
Yerleşkemizde
bu
durumu yansıtan ufak
bir model aslında.
Fotoğraf: Özgür Ekincioğlu
19
Kuşbakışı
Özellikle saat 21’den
sonra yerleşkede sık
rastlayabileceğimiz
bir kirpi İnşaat
Fakültesi
yakınlarındayken
maslak
herhalde,
yaz aylarında
yerleşkede
gece saat 910 gibi dolaşıp
da bir kirpiye
rastlamayan
yoktur sanırım.
Bunların dışında kuşlar,
kertenkeleler, yılanlar ve
kaplumbağalar için de durum
pek iç açıcı görünmüyor, özellikle
kuşlar ve kertenkeleler müthiş
avcılık yeteneği olan kedilerden
kaçamıyorlar.
Kuş yuvalarını
ve
yavrularını bulmada bayağı uzman bu
hayvanlar. Kedi ve köpek gibi hayvanların
kontrolsüz bir biçimde çoğalması diğer hayvanlar
için büyük tehdit oluşturuyor.
Ekosistem içindeki bütün canlılarla birlikte bir
bütündür ve bu ekosistemin insanoğlu karışmadığı
sürece kendi içinde bir dengesi vardır ve kolay kolay
bozulmaz, kartal yılanı, yılan kertenkeleyi, kertenkele
böceği-tırtılı yer ve bu denge böylece devam eder. Belki
diyeceksiniz ki kedi ve köpek de bu ekosistemin bir
parçası ve bu dengeyi sağlayan bir faktör değil mi? Bana
göre değil çünkü kedi ve köpek gibi hayvanlar insan
artıklarıyla veya bizzat insan eliyle beslenerek çok rahat
ve çabuk çoğalan, doğanın zor koşullarıyla insanın
yardımı sayesinde mücadele etmek zorunda kalmayan
hayvanlar, ama diğer canlılar öyle değil, dolayısıyla diğer
Büyük Çamlıca tepesinde çekilen
bu fotoğrafta Leş Kargasının taciz
ettiği bir küçük orman kartalı
görülüyor. Uzun mesafeleri kat
etmelerinden dolayı yorgun
düşmüş kuşları kargaların bu
şekilde taciz etmesi sık rastlanan
bir durum. İstanbul Boğazı’ndan
çok sayıda geçen yırtıcılardan biri
olan KOK’un onbinlercesi, her yıl
ilkbaharda Afrika’dan Avrupa’ya
göç ederken, sonbaharda aynı
rotadan geri dönüyorlar.
Yerleşkede hala 1 tilkinin kaldığını, bunu görenler
olduğunu duyarım. Bu kadar köpeğe rağmen hala
hayatta kalabilmiş midir acaba 1 tilki? İki sene önce de
biri İnşaat Fakültesi’nin önündeki havuzda biri de İnşaat
Fakültesi’nin alt katında olmak üzere 2 kaya sansarı ölü
olarak bulunmuştu, hala başka sansarlar var mıdır
acaba? Arada kirpi ölüleri bulduğum da oluyor, ama
onlar için durum biraz
daha
iyi
gibi
görünüyor, sırtlarında
bulunan
silahları
onları biraz koruyor
Fotoğraf: Özgür Ekincioğlu
22.08.2003 tarihinde
İnşaat Fakültesi’nde
elektrik çarpması
sonucu ölen kaya
sansarı.
Fotoğraf: Özkan Üner
www.gazete.itu.edu.tr
20
Kuşbakışı
Kasım 2005
İngiltere’de de 1 milyonun üzerinde kayıtlı kuş
gözlemcisi var. Türkiye’de ise bu sayı 500 civarında.
Türkiye, şu ana kadar belirlenmiş 456 kuş türü (son 1
yıl içinde bunların dışında 3 yeni tür daha gördüğünü
söyleyenler de oldu.) ile Batı Palearktik bölgesinin
(Avrupa, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’yı içine alan bölge)
en önemli ülkesi. Bunlardan 300’den biraz fazlası
Türkiye’de üremekte, kalanları ise göç dönemlerinde
ülkemizden geçip gitmekte veya kışı geçirmek için
Kuzey’deki ülkelerden ülkemize gelmekte. Ayrıca
İstanbul’un da önemi kuşlar açısından çok büyük çünkü
her sene Afrika ile Avrupa arasında göç eden kuşlar
İstanbul Boğazını senede 2 defa yoğun olarak
kullanıyorlar. Bu kuşlar hava termallerini kullanarak
Erkek bireyleri
tamamen siyah
vücudu ve sarıturuncu gagası ile
dikkat çeken
karatavuk da
yerleşkemizde
bulunan kuşlardan.
Fotoğraf: Melih Özbek
Göç eden bazı küçük akbaba bireyleri her geçen yıl daha
da azalmasına rağmen hala Sarıyer semalarından (özellikle
Koç Üniversitesi üzerinden) geçerken görülebiliyor.
canlılara hem sayısal açıdan hem de daha besili ve
sağlıklı olmaları açısından rahatlıkla üstünlük kurabilen
canlılar. Bu yüzden yerleşkedeki bütün kedi ve
köpeklerin kısırlaştırılması gerektiği düşüncesindeyim.
Dünyada eskiden beri olan ama Türkiye’de son
yıllarda yayılan (bireysel olarak eskilere dayanıyor ama
kulüpler aracılığıyla bu işin yayılması son yıllarda oldu)
bir doğa koruma yöntemi var, kuş gözlemciliği. Kuşa
bakmanın doğa korumayla ne alakası var demeyin,
çünkü kuşlar doğadaki bozulmadan kolay etkilenebilen
ve sayıları azalabilen canlılar, dolayısıyla kuş
sayısındaki artma veya azalma bize o bölgenin
durumunun iyiye mi yoksa kötüye mi gittiği hakkında bir
fikir verebiliyor. Eğer kötüye gidiş varsa gerekli tedbirler
alınabiliyor. Gerçi kuş gözlemini hastalık haline getirip 1
turna görmek için 18 saat otobüs yolcuğu yapıp Muş’a
gidip aynı gün geri dönen insanlar da var. Güvercin
besleyenlerde de bu özellik görülebiliyor, özellikle Doğu
ve Güneydoğu Anadolu’da güvercin yetiştirmek bazen
insanlarda hastalık haline gelebiliyor, benim dayılarımın
Fotoğraf: Koray Yeşiladalı
süzüldükleri ve bu termallerin de sadece kara üzerinde
bulunması denizde olmamasından dolayı deniz üzerinde
en az uçacakları bir rota izliyorlar. Mısır-Sina
yarımadası, İsrail, Lübnan ve Suriye’yi geçtikten sonra
Hatay üzerinden ülkemize giriş yapıyorlar, buradaki
Belen Geçidinden sonra bir kısmı İstanbul ve Çanakkale
boğazlarından geçerek Avrupa’nın, bir kısmı da Artvin-
Fotoğraf: Özkan Üner
En renkli karga olan
alakarga diğer karga
türlerinden farklı
olarak ortalıkta
gözükmeyi pek
sevmiyor ve diğer
kuş seslerini taklit
etmesiyle ünlü.
Yerleşkemizde de
biraz dikkat edilirse
rahatlıkla
görülebilecek
kuşlardan.
Ardahan tarafından giderek Asya’nın
yolunu tutuyor. Afrika’ya dönüşte de
gene aynı rotayı izliyorlar.
Kuş gözlemciliğinin faydalı bir yanı,
kuş gözlemciliğine merak saran
insan, doğada daha fazla zaman
geçirmeye ve onu daha iyi tanımaya
başlar, böylece kendisinin de
doğanın bir parçası olduğunu anlar.
Bir süre sonra kuşlar doğayı koruyun
mesajı vermeye başlar bu insana.
Türkiye’de
kuş
gözlemciliği
yaygınlaştığında, ülkemizin doğal yaşam alanları
konusunda daha fazla bilgimiz ve bu bölgeleri korumak
Ayazağa
Yerleşkesinde ilk
defa Haziran
2005’de gözlenen
kızılbaşlı örümcek
kuşu, sadece göç
zamanlarında
yerleşkemizden
geçerken
görülebilecek bir kuş.
için daha fazla
ne de ni miz
olabilir.
Çünkü
insan
farkına
varmadığı, sevmediği
bir şeyi koruyamaz.
Belki kaybettikten sonra
değerini anlayabilir ama o
zaman da iş işten çoktan
geçmiş olur.
Yerleşkedeki
canlılardan
bahsederken
söz
kuş
gözlemciliğine
geldi.
Kuş
gözlemciliği hakkında daha fazla
bilgiyi
ODTÜ
Kuş
gözlem
Topluluğundan Barbaros Demirci'nin
yazdığı
yan
sayfadaki
yazıda
okuyabilirsiniz.
Ayrıca
Ayazağa
Yerleşkemizde bugüne kadar görülmüş
kuş türlerinin listesi de yan sayfada
verilmektedir. Bugüne kadar görülen toplam
78 tür var. Fakat, sayının bununla sınırlı
kalmayacağını, başka insanların da özellikle
göç dönemlerinde dikkat etmesiyle bu
sayının çok daha fazla artacağını
umuyorum.
Bundan sonra her
sayıda
yerleşkemizde
görülebilecek kuş türlerini
sizlere kısaca tanıtmaya
çalışacağız, bu haftanın
kuşu aşağıda.
Kuş
gözlemciliği
hakkında daha fazla bilgi
edinmek için www.kustr.org’a bakabilir veya İstanbul Kuş
Gözlem Topluluğu ile iletişime geçmek için
[email protected]’a üye olabilirsiniz.
Özgür Ekincioğlu
[email protected]
Büyük Baştankara (Parus major-Great tit)
Fotoğraf: Koray Yeşiladalı
da ben çocukken belki 200 tane güvercini vardı ve evin
çatı katını kuşlara ayırmışlardı.
Yurtdışında bu durum daha da yaygın Haziran
ayında Türkiye’ye ABD, İngiltere ve Kanada’dan gelen
bir grup 50 yaşın üzerindeki kuş gözlemcisi hızlı bir
şekilde 3 hafta boyunca askeri bir disiplin içinde
sabahları 3-4 gibi kalkıp akşamlara kadar dağ bayır
gezerek 274 tür kuş görmüşler. Toplam 100’den fazla
ülkeye gitmiş ve dünya kuşlarının %60’ından fazlasını
görmüş olan ve dünyanın en tecrübeli kuş
gözlemcilerinden oluşan kuşçuların her biri, buna
rağmen daha önce görmedikleri 50 ila 100 türü görmeyi
başarmış ve ülkelerine çok mutlu bir şekilde dönmüşler.
Siyah beyaz başı ve parlak sarı karnıyla hemen
tanınır. Gıdıdan kuyruk altına kadar siyah bir
şerit uzanır, bu şerit erkeğin özellikle karın
bölgesinde daha geniştir. Gencinin başlığı ve
karın çizgisi kahverengi, yanakları sarıdır. Çok
geniş bir ses repertuarı vardır, ispinoza çok
benzeyen bir ‘pink’ en çok duyulan sesidir.
Ötüşü gürdür. ‘tii-ça, tii-ça’. Her türlü ağaçlık
alanda; ormanlar, parklar, fundalıklar, meyve ve
zeytin bahçeleri, bahçeler ve yerleşimlerde bol
sayıda bulunur. Boy: 14 cm.
Kaynak:Türkiye’nin ve Avrupa’nın kuşları, DHKD
yayını.
Fotoğraf: Özkan Üner
www.gazete.itu.edu.tr
21
Kuşbakışı
Kasım 2005
Kuş Gözlemciliği
"Huzur denilince aklınıza ne geliyor ?" diye bir soru
sorsanız Mehmet Ali Birand'ın sokaktaki adamına ve
edebiyatla az da olsa ilgisi olanların vereceği
"Tanpınar'ın bir romanıdır." cevabını da es geçseniz,
çoğu kez yanından tertemiz derelerin çağladığı,
rengarenk çiçeklerde kelebeklerin fink attığı, yemyeşil
ormanların, zirveleri bembeyaz
dağların etrafını
çevrelediği, kuş şakımalarıyla taçlanan ütopik yerlerde
yaşamaktan bahsedileceğini görürsünüz. İlkokul
öğrencilerine ezberlettirilen ve lay lay lom başlığı altında
toplanabilecek olan şarkıların da özünü oluşturan bu
özlem belki de metropolitan köylerde yaşama
kavgası veren günümüz insanının geçmişe
dönük bir nidasıdır. Nitekim herkes eski
akrabalarının yaşadığı köyleri ve
bunların sahip olduğu doğayı destansı
bir dille yücelten sayısız hikaye
dinlemiştir çevresindeki insanlardan.
Belki o içinde 2.5m'lik
ayıların ve yüzlerce kurdun
yaşadığı dört beş kişinin el ele
verse de çevresini tamamen
saramayacağı anıt çamlardan
oluşan, kışın sisli, güzün
böğürtlenli ormanlardan pek
kalmadı
ama
insanların
keşfedebileceği, barındırdığı
canlılarla iletişim kurabileceği,
her tür maddi baskıdan uzak
yerler hala mevcut. Yakından
bakıldığında kişinin içine ürperti
veren ormanlarımız, bataklık
denilerek geçiştirilen
oysa ki içinde
re ng a ren k
çiçekleri,
yüzlerce
hayvanı
b u l u nd u r a n
sazlıklarımız,
nisan ayında
muhteşem birer
halıya dönüşen bozkırlarımız, emsallerini sadece süt ve
ürünlerinin pazarlandığı reklamlarda görebileceğiniz
çayırlarımız hala var. İşte bu noktada bahsi geçen
yerlere insanı sürükleyen bir hastalıktan bahsedeceğiz:
Kuş Gözlemciliği.
Kuşçuluk, herhangi bir alanda bulunan; yani üreyen,
beslenen, alandan göç sırasında geçen kuş türlerini
incelemeyi, gözlemlemeyi baz alan bir hobidir. Bu
sayfanın yazarı gibi doğaya karşı eğilimi olanlar için
kendilerini tatmin etmenin en güzel yoludur kuş
gözlemek. Bu kanatlı yaratıkların çöllerden kutuplara,
suyun derinliklerinden 4000m yükseklikteki dağ
zirvelerine kadar yeryüzünün her yerine dağılmış
olmaları, onların peşinden koşuşan gözlemciler için de
aslında şehirlerden bir çeşit kurtuluş yolu olmakta ve
tatillerini ayarlarken veya hafta sonlarını planlarken bu
şahıslara değişik seçenekler sunmaktadır. Eğer bir
kuşçu iseniz artık tatillerinizi deniz-kum ikilisinden farklı
olan opsiyonlara kaydırmanız size hiç de mantıksız
gelmeyecektir. Örnek vermek gerekirse, yaklaşık bir yıl
içinde kuş gözlem amacıyla; Bafra, Burdur, Erzincan,
Sivrihisar, Kızılcahamam, Beypazarı, Nallıhan, Kulu,
Kozanlı, Kayseri, Köyceğiz, Bafa ve Acıgöl yörelerini
kapsayan bir düzineden fazla gezi yaptığımı söylemem
gerekir. Ayrıca bu gezilerde tanıştığım insanları ve
edindiğim hatıraları da unutmamak lazım.
- Kuşlar bir habitat'ın (yaşama alanı-Hitler'in
Liebestraum'undan biraz farklı!-) göstergeleridir.
Mikroorganizmalar, böcekler, bitkiler ve omurgalıların bir
arada yaşadığı bu ortamlarda kuşlar genelde besin
zincirinin en tepesindeki (en az sayıda ve en güçlü)
canlılar olduğundan ortamdaki küçük bir değişim bile
onları etkiler. Örneğin
haşeratla başetmek için
kullanılan DDT benzeri zirai taaruz ilaçları böceklere
verdiği zararın daha büyüğünü bu böceklerle beslenen
yırtıcılarda göstermiştir. DDT sonucu yokolacağı
düşünülen zararlı böcek türleri bir kaç nesil sonra ilaca
bağışıklık kazanıp sorunun üstesinden gelmiş ancak su
kuşlarının ve yırtıcıların dokularında biriken bu güçlü
zehirler nesiller boyu artarak tehlikeli boyutlara
ulaşmıştır.
- İnsan baskısı türlerin devamını zora sokan en
büyük etkendir. Aşırı ve bilinçsiz avlanma, yaşama
alanlarının (göllerin, bataklıkların kurutulması, baraj
inşaası ve orman kıyımı) yok edilmesi ve yasadışı
hayvan ticareti bir çok canlı gibi kuşları da olumsuz
etkilemiştir. Son yüzyılda insanların olumsuz etkisi
sonucu sadece ülkemizde onlarca kuş türü sayıca çok
azalmış ve 2 türün doğal hayatta nesli tükenmiştir.
Meşhur Kelaynak, DDT'nin aşırı kullanımı sonucu yok
olurken, Amik Gölü' nün kısa günün karı mantığıyla
kurutulması sonucu Yılanboynu Türkiye'yi sonsuza dek
terk etmiştir. Doğa'nın kurallarını çiğneyebileceğini
sananlar, Amik Ovası'nda gözle görülür verim
düşüşlerini
ve
yağış
rejimi
düzensizliklerini
öngörebilselerdi belki de olayın gidişatı farklı olabilirdi.
Mayıs 2001'deki 2 günlük yağışın Hatay ilini harabeye
çevirmesini sadece yağışın fazla olması ile
açıklayamayız.
İşte
Kuş
Gözlem
burada
devreye
girmektedir.Yukarıdaki etkenler yüzünden her geçen
gün daha da önemli hale gelen kuşların ve daha genel
bir açıdan doğal yaşantının (veya vahşi doğa da
denilebilir, hangi tarafın daha vahşi olduğu tartışma
göturse de...) ne durumda olduğunu belirlemede belki
de en etkili yöntemdir çünkü. Yılın belirli bölümlerini
değişik bölgelerde geçirmek üzere göç eden kuşların
geçiş rotalarının belirlenmesi, geçiş tarihlerinin ve
geçen birey sayısının kaydedilmesi sadece kişisel bir
hobi olmaktan çok uluslararası önem arzeden bir konu
olmuştur. Örnek vermek gerekirse, I. Körfez Savaşı'nda
Amerikan Hava Kuvvetleri, Saddam'ın uçaksavar
bataryalarının verdiği zararın bir kaç katını jetlerinin
balıkçıl gibi büyük kuşlar ile çarpışması sonucu
yaşamışlardır. Ülkemizde de her yıl, teknik bir arıza
nedeniyle motor sorunu yaşayan veya yere çakılan
askeri ve sivil uçakların belli bölümünde kuşların etkili
olduğu düşünülebilir. Bu noktada Kuş Araştırma
Derneği'nin
üzerinde
çalışmalar
yaptığı
ve
Hatay/Belen'den geçen dünyanın en önemli kuş göç
rotalarından birinin üstünde devletin bir havaalanı
inşaasını takdirlerinize sunuyorum.
Barbaros Demirci, [email protected]
ODTÜ Kuş Gözlem Topluluğu
İTÜ Ayazağa Yerleşkesi Kuşları Listesi
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
Büyük baştankara
Mavi baştankara
Çam baştankarası
Akyanaklı baştankara
Uzunkuyruklu baştankara
Karabaşlı ötleğen
Maskeli ötleğen
Akgerdanlı ötleğen
Küçük akgerdanlı ötleğen
Çitkuşu
İspinoz
Kızılgerdan
Florya
Saka
Çıvgın
Bataklık kirazkuşu
Serçe
Bülbül
Söğütbülbülü
Dağ bülbülü
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
Ak mukallit
Benekli sinekkapan
Küçük iskete
Karabaşlı iskete
Kızılkuyruk
Kara kızılkuyruk
Kızılsırtlı örümcekkuşu
Kızılbaşlı örümcekkuşu
Akkuyruksallayan
Dağ kuyruksallayanı
Sarı kuyruksallayan
Kır incirkuşu
Boz kuyrukkakan
Çobanaldatan
Guguk
Tarla ardıcı
Kızıl ardıç
Öter ardıç
Karatavuk
Sığırcık
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
Güvercin
Tahtalı
Küçük kumru
Kumru
Leylek
Karabatak
Gri balıkçıl
Küçük akbalıkçıl
Alaca Balıkçıl
Bahri
Sakarmeke
Küçük batağan
Sutavuğu
Su kılavuzu
Dere düdükçünü
Yalıçapkını
Karabaş martı
Gümüş martı
Küçük gümüş martı
Akdeniz martısı
www.gazete.itu.edu.tr
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
Karasırtlı martı
İbibik
Alaca ağaçkakan
Ak karınlı ebabil
Kırlangıç
Saksağan
Leş kargası
Küçük karga
Ekin kargası
Kuzgun
Alakarga
Yeşil papağan
Şahin
Küçük Orman Kartalı
Bozdoğan
Kukumav
Atmaca
Kerkenez
Not: Bu listenin oluşturulmasındaki
katkılarından dolayı S. Koray Yeşiladalı
ve Eray Çağlayan'a teşekkür ederim.
22
Sinema
çarpacağını
kaçmaktan
alamadılar!
Yeni döneme başlarken belki de
sinemanın başlangıcını ele
almak iyi bir fikir olabilir. Kimine
göre sadece eğlence kimininse
bir numaralı ilgi alanı… Benim
için
öncelikli
bir
konu
olduğundan burada bundan
bahsetmek istedim. Hersey nasıl
başladı? Bunun için 115 yıl
öncesine dönmemiz gerekiyor.
Birçok
sinema
tarihçisi
sinemanın babası olarak Fransız
Lumiere Kardeşleri gösterse de
iki ismi unutmamak gerekir: Max
Sklandowsky ve kardeşi Emil.
Ne var ki 1 Kasım 1895'teki ilk
gösterimleri hareketli görüntüler
yerine resimleri ard arda
gösteren makineleri nedeniyle
çok da önemsenmedi ve
Berlin'deki bu ilk gösterim
tarihten silinip gitti.
Şüphesiz sinemanın bu noktaya
gelmesinde başka birçok kişinin
de emeği olsa da birşeylerin
eksik olduğunu gören August ve
Luis Lumiere kamera ve
projeksyon
makinasını
birleştirerek
'sinematograf'ı
geliştirdiler ve bu sayede
sinemanın
önculeri
olma
ünvanını kazandılar.
İlk gösterimlerinden yaklaşık iki
ay sonra (28 Aralık 1895),
Lumiere Kardeşler Paris'te bir
kafede yirmi dakikalık ilk
filmlerini göstediler. Otuz üç
kişinin biletle girip izlediği bu
sessiz program o dönem
insanları için oldukça yeniydi. O
kadar ki, bir trenin gara girişini
konu alan gösteri sırasında
izleyiciler
trenin
kafeye
Kasım 2005
düşünüp dışarı
kendilerini
Hayatta erken pes etmememek
gerekir. Londra ve NewYork'ta
birkaç film gösterisinden ve
1897'de ilk sinema salonunu
açtıktan sonra, bu iki kardeş
sinemanın çok bir geleceği
olmayacağını düşünüp yerlerini
Georges Melies isimli bir
illüzyoniste devrettiler ki bu isim
daha sonra 531 kadar film
yönetecek olan büyük bir
yapımcı
olarak
karşımıza
cıkacaktır. En ünlü filmi: Ay'a
Seyahat - La Voyage dans la
Luna.
Melies'e göre sinemada eksik
olan duşsellikti, bir illüzyon belki
de. Sadece gerçeklik sıkıcı
olmaya
başlamış
ve
bu
sıradanlık onu yeni arayışlara
sürüklemiştir. Bu arayışların
sonucu olarak Melies fotoğraf
hileleri kullanmaya başlamış ve
gerceküstü
filmler
ortaya
çıkarmıstır.
Sinema alanındaki gelişmeler
tüm hızıyla sürüyordu. Melies
elle renklendirme ve “stopmotion” özelliklerini kullanan ilk
yönetmendi ki bu teknik Lumiere
Kardeşler`in
1902'de
'autochrome'
tekniğini
bulmasına kadar kullanılmıştır.
Bunun
yanında
sinema
dünyasına 1897'de girmiş ancak
kayda deger bir film çekemediği
için gözardı edilmiş olan Thomas
Edison 35 mm film şeridini
bulmuştur.
Savaş herşeyi olduğu gibi
sinemayı da etkilemiştir. O
zamana
kadar
gelişmeler
Avrupa ve Amerika'da sürerken
savaş sonrası sinema, gelişimini
Amerika'da sürdürmüştür; ancak
sinemanın sanat alanındaki
gelişimi Avrupa'da olmuştur.
Aynı dönemde Amerika`da daha
çok ticari yapımlar öne çıkmaya
başlamıstır.
Savaş sırasındaki baskılar
sinemada
birçok
akımın
doğmasına neden olmuştur,
bunlar:
1.Dışa Vurumculuk:
1900'lu yıllarda görülür. Savaş
sonrası dönemdeki kargaşa bu
akımı
ortaya
cıkardı.
Başkaldırılardan
etkilenmiş
bilinçaltının
yansımasıdır.
Filmlere
kaba
görüntüler
hakimdir ve mutlu hayata özlem
başlıca konulardandır. Özellikle
Alman sinemasında yaygın
olarak görülmüştür. Bu akımın
doğuşu
sinemada
devrim
niteliğindedir.
2.Sairane Gerçekçilik:
Tahmin edilceği gibi Fransız
Sineması'nda görülmüstür. Islak
sokaklar, kır kahveleri, evlilikleri
mutsuz geçen kadınlar, yasak
aşklar, umutsuz katiller başlıca
temalardır.
3.Yeni Gerçekçilik:
1945
sonrası
İtalya'sında
görülür.
Bu
dönemde
yönetmenler
kameralarını
sokağa taşıdılar. Doğal ışık
kullandılar. Roller dogaçlama
oynanıyordu, senaryo yoktu.
Filmlere konu olarak işsizlik ve
ekonomik sorunlar hakimdi.
Kamera hareketlendi. Bu akımın
bilinen en önemli filmi 'Postacı
Kapıyı İki Kere Çalar' dır.
4.Yeni Dalga:
Ellili yıllarda sadece Fransa'da
varolmuş bir akımdır. Asıl çıkış
amacı
Hollywood'a
rakip
olmaktır ve sinemaya hakettigi
Kasım 2005
değeri vermektir. İlk kez başka
filmlere göndermeler bu akımla
yapılmıştır. "Tarantino Tarzı" denen
carpıcı gecisler ve uyumsuz
sahneler ilk kez bu akımda ortaya
çıkmıştır.
Toplumdan
uzak
bunalımlı
oğrenciler
baş
kahramanlardır.
5.Özgür Sinema:
Çalışan sınıfının problemlerini ele
alır. Bu akım politikaya dahi
yansımıstır.
6.Yeni Sinema:
1960'lı yıllarda Brezilya'da gorulur.
Kulturel
filmler
yapmayı
hedeflemistir. Folklorik ogeler
hakimdir. Ancak ekonomik krizlerle
amacından sapmıs ve yabancı
etkilerden nasibini almıstır.
7.Deneysel Sinema:
Sıradan olmayan, gelenekleri
önemsemeyen bir yapıya sahiptir.
Sinema tarihi boyunca var olmuş
ve olacaktır.
Neden Hollywood?
Avrupa'da savaş devam ederken
Amerikan Sineması altın çağını
yaşıyordu. Günümüzün dokuz
büyük yapımcı şirketinden ilk önce
Paramount Pictures kuruldu. 1913
yılında Jesse Lasky, avukatı
Samuel Goldwyn ve Cecille B. de
Mille adında bir aktörle birlikte bu
şirketi kurdu. İlk olarak bir
“western” filmi çekmeye karar
verdiler(The Sguav Man). Çekim
Arizona Flagstaff'ta yapılacaktı.
Yönetmen De Mille Flagstaff'a
geldiğinde -kötü havanın da
etkisiyle- burayı hiç beğenmedi.
Trene
atladı
ve
yolculuğu
Hollywood'un güneşli ve huzurlu
ortamında sona erdi. Burada bir
depo kiraladılar. Asıl anlamıyla ilk
studyo
1915'te
Universal
tarafından kurulmuş olsa da
Mille'nin deposu ilk stüdyo olarak
gösterilebilir. Sadece bu küçük
kaprisler sonucu değildir, mutlaka
başka nedenleri de vardır ama
Hollywood'un öyküsü bu şekilde
başlıyor.
23
Sinema
Daha sonraları bu şirketleri United
Artist, Warner Brothers, Colombia,
MGM, RKO ve 20th Century Fox
izledi. Bu hızlı gelişmelere rağmen
Amerikalılar sanat alanında çok
birşey yapmamıslardır, teknoloji
öncüsüdürler ama Hollywood hala
Avrupa'nın öğrencisidir.
1920'li yıllarda Charlie Chaplin'i
keşfeden Hollywood, bu gücü
sonuna kadar kullanmış ve lider
olmaya devam etmiştir; taa ki
1950'lerde televizyonun ortaya
çıkıp da insanları sinemadan
uzaklaştırmasına kadar.
O gün hava güzel olsaydı ve De
Mille Los Angeles'a dönmeseydi,
filmler dağın üzerinde "Flagstaff"
yazan bir yerde çekilir ve herşey
farklı mı olurdu bilmiyorum. Belki
de 'klasik Hollywood filmi işte'
yerine, 'klasik Flagstaff filmi işte'
derdik...
Şimdilik bu kadar…
Bunları Biliyor muydunuz?
İlk sesli film 1927'de Warner
Brothers tarafından çekilen, Al
Jolson'un oynadığı "The Jazz
Singer" dı.
İngiltere Hollywood'u taklit
etmeyi biraz abartıp "Pinewood"
adında bir stüdyo kurmuştu.
İlk renkli film 1933 yılında Walt
Disney tarafından çekilen 'Üç
Küçük Domuz'du.
Jules
Verne'in
kitabından
uyarlanan,
Georges
Melies
tarafından çekilen "Ay'a Seyahat"
filmi ilk bilim kurgu filmiydi.Thomas
Edison bunu NewYork'ta gösterip
yuklu paralar kazandıktan sonra
Melies'e bir ödeme yapmadı.
Mary Pickford 1928 yılında
imzaladığı antlaşmayla starlık
dönemini başlattı.
Miş`li geçmiş zamanın geniş
zamanı kullanılabilir... "... bir stüdyo
kurmuştur"
Özge Taşkın
24
UIA
Kasım 2005
UIA - International Union of
Architects 2005 Mimarlık
Kongresi
Istanbul Teknik Universitesi - Mimarlık Fakültesi, 3-10
Temmuz tarihleri arasında ülkemiz ve mimarlık sektörü
açısından çok önemli bir organizasyona ev sahipliği yaptı.
Dünya’nın çeşitli ülkelerinden 10.000’e yakın mimar ve
mimarlık öğrencilerinin katıldığı organizasyon; UIA 2005
İstanbul – Mimarlık Kongresi, 4 gün boyunca yeşil vadiyi bilim
ve sanatla buluşturdu
Bu kongre, Dünya mimarlık sektörüne İstanbul’u
tanıtmasının ötesinde, İTÜ Mimarlık Fakültesi’nin,
akademik, sosyal ve fiziksel anlamda, konusunda ne
kadar seçkin bir yerde olduğunu tüm Türkiye ve Dünya’ya
göstermiş oldu. Taşkışla, mimarlık kongresinin kalesi
oldu. Binlerce mimar; ortabahçeden, Taşkışla’yı
hayranlıkla izlediler. Böyle bir fakültede tasarım eğitimi
almanın, ne büyük bir şans olduğunu anlattılar.
mimarın yer aldığı bu vapura birşey olmasıyla Dünya
İnşaat Sektörü büyük bir sekteye uğrayabilirdi (!).
Tekne gezisinin ardından, Nurus'un Esma Sultan
Yalısında düzenlediği serbest parti tek kelimeyle
mükemmeldi. Canlı Müzik eşliğinde seçkin bir parti
gerçekleştirildi. Bu tip eğlencelerle, kongre katılımcıları
daha ilk günlerden birbirleriyle çok sıcak iletişim içerisine
girdiler.
Şimdi kongrenin 5 günü için kısa bir özet geçelim;
3. Gün – Seminerler ve Vitra!
Bugün; Lütfi Kırdar sabahın erken saatlerinde çok
önemli bir mimarı konuk etti. Peter Eisenman, ilgisini,
konferans saatinden 40 dakika önce gelip öğrencilerle
sohbet ederek, fotoğraf çektirerek ve imza dağıtarak
gösterdi. Mimarlığın esaslarından bahsettiği konuşmasını
genç mimarlara seslenerek sonlandırdı.
Lütfi Kırdar Salonu'nda takip eden konuşma
Dominique Perrault'a aitti. Konferansın başlama vakti
geldiğinde, salon dolmuş, fotoğraflarını çekmek
isteyenler bile sahnenin önüne dizilmişti. Tam bu sırada
Perrault'un gelemeyeceği haberi ulaştı. İstanbul'a gelmek
istemediği söylentileri yayıldı. Tepkiler, "Madem
Türkiye'ye gelmedi, neden daha önce duyurulmadı"
şeklindeydi. Salon boşaltıldı, binlerce insan kongrenin
farklı noktalarına doğru dağıldı.
Gün içinde; süregiden sergiler, konuşmalar ve
atölyelere katılan insanlar, akşam saatlerinde,
Karaköy'de İstanbul Modern Sanat Müzesinde toplandı.
Açık alanda 5000'in üzerinde mimarın katıldığı bir kokteyl
yapıldı, müze gezildi.
Vitra'nın mekan için yarattığı konsept dikkat çekiciydi.
Konser alanına bağlanan koridor, çevre elemanları,
sahne ve çalışanların görüntüsü muazzam bir uyum
içindeydi. Saat 21.00'de sahneye çıkan Burhan Öcal, tüm
mimarlara hayatları boyunca unutamayacağı mükemmel
bir gece yaşattı. Vitra'nın organize ettiği, sorunsuz gece,
5000 mimar'a tek kelimeyle "göbek attırdı". Konserin son
bölümlerinde, Burhan Öcal'ın solo performansı tüyleri
diken diken etti. Burhan Öcal 2 kez bis yaptı.
Gece sonunda dikkat çeken nokta Vitra'nın organize
ettiği eğlence ve kendi ürünlerinin tanıtımı birbirine o
kadar uyumlu ve dengeliydi ki, firma açısından da çok
büyük kazanımların gerçekleştiğini söylemek mümkün.
Bu geceden herkes mutlu ve doygun ayrıldı.
1. Gün; Açılış
UIA İstanbul 2005'in açılış töreni, Yedikule
zindanlarında büyük ve görkemli bir törenle yapıldı.
Gündüz sergi ve vadi gezilerinin ardından, 6000'e yakın
kişi 17.30'da Yedikule Zindanlarına götürüldü. Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul Büyükşehir Belediye
Başkanı Mimar Kadir Topbaş ve Devlet Bakanı Kürşad
Tüzmen'in
katıldığı
açılış
konuşmalarına,
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer de sağlık sorunları
nedeniyle video konferans ile bağlandı.
2. Gün; Kongre Başlıyor.
UIA’in ikinci günü heyecanlı başladı. Aynı anda
10’larca salonda devam eden sohbet odaları,
konferanslar ve atölye çalışmaları sürerken, kongrenin
ağır topları Hilton’da sabırsızlıkla beklenen konuşmalarını
gerçekleştiriyorlardı. Yağmur nedeniyle ufak gecikmeler
yaşansa da Cengiz Bektaş'ın etkileyici ve eşsiz
konuşması tüm moralleri düzeltti. Organizasyonda sürekli
bir akış vardı, küçük aksamalar dikkat çekmedi. Öğleden
sonra Mario Botta’nın konuşması, kongre vadisinin diğer
bölümlerindeki katılımcıların da gelmesiyle oldukça
kalabalık geçti.
Günün konuşmacısı; Zaha Hadid, Dünya Starı
edasıyla katıldığı konferansında, salonu dolduran 4000'e
yakın kişiden uzun süre yoğun alkış aldı.
Günün sonunda boğazda vapur turu organize edilmişti.
Büyüleyici boğaz manzarası, sağanak yağmuru
unutturdu. Canlı müzik eşliğinde gerçekleştirilen gezi,
dünyanın uç noktalarından gelen tüm mimarları büyüledi.
Yağmur bir ara o kadar ağırlaştı ki, 1000’in üzerinde
4. Gün - En şişman kedi
Çarşamba günü kongre programında sabah
saatlerindeki Ross Lovegrove/Greg Lynn konuşmasında
problem yaşanmazken, Massimiliano Fuksas teknik bir
arıza sebebiyle konuşmasına 40 dakika geç başladı. Son
yaptığı projelerinin anlatan Fuksas'ın büyülü sunuşu
konferansın geç başlamasının getirdiği huzursuzluğu
baştan sona yok etti. Daha sonra kendisine ayrılan süre
dolmasına rağmen katılımcıların yoğun ısrarları sonucu 3
ayrı video gösterisiyle Fuksas katılımcıların bir kez daha
hayranlığını kazandı.
Günün son konuşmacısı, UIA'nın en ağır topu, Alaylı
mimar Tadao Ando’ydu. Ando'nun yaptığı projelerden
www.gazete.itu.edu.tr
çok, doğanın ve yeşilin kentsel dokudaki önemini anlatan
konuşması ve slayt gösterileri büyük beğeni topladı.
Farklı mimarların eserlerinden örnekler sunması ve
başarı öyküsünün zevkli bir özeti son derece ilgi çekiciydi.
Konuşma kahkalar ve alkışlarla sık sık bölündü.
Bugün'ün sonunda Tadao Ando'nun UIA özel ödülünü
aldığı, ücretli bir davet düzenlendi.
5. Gün - Final
Bugün; Lütfü Kırdar yine önemli mimarları ağırladı.
Aynı saatte bir salonda Venturi dinleyicilerine seslenirken
diğer salonda Shigaru Ban kendi yapılarından
bahsediyordu. Ban, depreme ilişkin sorunlara, analizleri
sonucu getirdiği ilginç fikirlerle ortamın ilgisini çekti.
Hemen ardından konuşmaya çıkan Mathias Klotz ise
çalışma
ortamından
bahsederek
başladığı
konuşmasında yapıların tasarlanma mantığı üzerindeki
düşüncelerini uyguladığı projeler üzerinden anlattı.
Gündüz saatlerinde yine tüm hızıyla devam eden
etkinlikler, Malezyalı Mimar Ken Yeang'ın sunumu ile son
buldu. Ünlü mimarın mimariye bakışı ve sunumda üzerine
eğildiği noktalar, Tadao Ando'nunki ile büyük benzerlik
gösterdi. O da kendi projelerini sunmakla beraber, bir
eğitmen edasıyla çevre ile eser arasındaki iletişim ve
bağlantının üzerinde durdu. Sürekli "yeşil"den bahsetti,
"yeşil"i, gösterdi.
Bugün kongrenin kapanış töreni Dolmabahçe'de
büyük bir tören ve gösteriler zinciriyle yapıldı. Aynı anda
Ortaköyde
de
"Orient
Impressions"
konser
gerçekleştirildi. Gece 10'a kadar süren gösteri, standart
katılımcılar için heyecanlı bir haftanın son noktasını
oluşturuyordu.
UIA Mimarlık Kongresi, misyonlarını başarıyla tamamladı.
Bu etkinlik en çok Taşkışla öğrencilerine yaradı. Taşkışla;
tarihinin en önemli etkinliklerinden birine ev sahipliği
yaptı. Kongre hazırlıkları vesilesiyle yenilenen WC’ler,
ortabahçe ve yeni eklentiler, Taşkışla’yı daha da
güzelleştirdi. Katılımcı öğrencilerin vizyonu doruk
noktasına taşındı.
Sedat Bayrak, Taşkışla İletişim Platformu
Kulüpler ve Kulüp Etkinlikleri
Kasým 2005
MHK 4100
25
GECE DEMEDÝ, GÜNDÜZ DEMEDÝ
Mühendisliðe Hazýrlýk Kulubü (MHK), her yýl
düzenledikleri GAP gezisi yerine bu yýl bir deðiþiklik
yaparak Karadeniz'e bir teknik gezi düzenlediler. 42
öðrenci ve 1 öðretim üyesinin katýldýðý gezi, Batý
Karadeniz'den baþlayarak, Orta ve Doðu Karadeniz
olmak üzere tüm bölgeyi kapsayan bir çalýþma þeklinde
yürütüldü. Gerek Karadeniz'in büyüleyici coðrafyasý ve
mimarisi, gerekse öðrencilerin teknik misyonlarý ile iliþkili
olan her türlü yol-tünel-baraj projeleri; konularýnda
deneyimli kiþiler tarafýndan tanýtýldý. Henüz eðitim
safhasýnda olan geleceðin mühendisleri, ülkelerinde
yürütülen büyük çaptaki projeleri yakýndan görme ve
uygulanmalarýnda bizzat görev alan mühendislerden
projeleri dinleme fýrsatý buldular.
Gezi sýrasýnda yapýlan etkinlikleri ve gezilen görülen
yerleri,
MHK
baþkan
yardýmcýsý
Utkan
Çorbacýoðlu'ndan dinledik:
"...Önceki yýllarda düzenledigimiz Gap gezisinde, o
bölgedeki barajlarý ve termik santralleri gezip,
uygulamada ileride çok faydasýný göreceðimiz
mekanizmalar görmüþtük. Bu sene ise Karadeniz'e yol
alalým dedik ve gezi kurulumuz Karadeniz üzerine
yoðunlaþtý ancak daha önceden elimizde veri
olmadýðýndan dolayý biraz çalýþmak zorunda kaldýlar.
Sonuçta fakülteden deðerli hocamýz Ýlhan Avcý' nýn da çok
büyük desteði ile ortaya çok güzel bir program çýktý. 42
öðrenci ve baþýmýzda yine deðerli hocamýz Berrak
Teymur ile beraber bir pazar günü Ýnþaat Fakültesi
önünden zevkli yolculuðumuza baþladýk. Ýlk gün Bolu
km yol katetti
Tüneli'nin içine kadar girdik; dünyanýn en büyük çaplý
tünelinin, inþaat aþamasýný görmek gerçekten
büyüleyiciydi. Oradan ayrýlýp Safranbolu evlerini gezdik.
Ýlk günün yorgunluðunun ardýndan, ertesi günümüz
Amasra ve Bartýn'da verdiðimiz aradan sonra genel
anlamýyla Samsun'a doðru yol alarak geçti. Belirtmeden
geçemeyeceðim ki, KSB Eþ Baþkanýmýz Beyza Taþkýn'ýn
tavsiyesiyle Bartýn Belediye Baþkaný Rýza Yalçýnkaya'yý
ziyaret ettik; kendisi Bartýn'ýn en güzel yerlerini bir rehber
gibi gezdirdi ve sonunda da bize çok güzel bir Karadeniz
pidesi ziyafeti çektirdi ve Samsun'a uðurladý. 3. Gün
sabah kahvaltýsýndan sonra kendimizi yine yollara vurup
Hasan Uðurlu ve Suat Uðurlu barajlarýný gezdik. ÝTÜ
Ýnþaat Fakültesi öðrencisi olmanýn avantajýyla barajýn
gezilebilecek her tarafý ilgili kiþiler tarafýndan
gezdirildikten sonra Bolaman-Perþembe otoyol inþaatýna
doðru yol aldýk. Otoyol inþaatýný gezerken, yoldan geçen
ilk otobüs olma þerefine eriþtik ve Türkiye'nin en uzun
tünelinin içinden geçtik. Gece Trabzon'a vardýðýmýzda
saat epey geç olmuþtu. Ertesi sabah bizi yorucu Sümela
Manastýrý gezisi bekliyordu. Manastýr'a çýkýp bolca
fotoðraf çektikten sonra Uzungöl'e yola çýktýk. Uzungöl'de
daha önceden hazýrlamýþ olduðumuz hediyeleri oradaki
bir köy ilkokulunda karne heyecaný içinde olan küçük
arkadaþlarýmýza daðýttýk, bu da bizim için apayrý bir
mutluluktu. Oradan sonraki duraðýmýz, bizim hiç
beklemediðimiz kadar güzel bir yer olan Artvin'di. Doðuya
doðru gitmemize raðmen sýcaklýkta herhangi bir deðiþlik
olmuyordu, hava sýcaklýðý bir hayli yüksekti. Artvin'de DSÝ
tesisleri çok güzeldi, ertesi gün için enerjimizi toplayýp
bizim için özel olarak açýlan yollardan Deriner Barajý
Þantiyesi'ne gittik. Gerçekten görülemeye deðer,
mühendislik açýsýndan çok büyük bir proje olan Deriner
Barajý'nýn maliyeti 3 milyar dolarý bulmasýna raðmen, 7
sene içinde maliyetini çýkaracaðýný söylediklerinde
hepimiz hayretler içerisinde kaldýk. Daha sonra Artvin'in
yeþillikler içerisindeki yaylalarýný gezip Kapadokya
üzerinden Ýstanbul'a döndük. Otobüsün kilometre
sayacýna baktýðýmýzda 4100 km yi okumuþtuk. Herkes
yorgun ama halinden memnundu. Bu gezide bize
yardýmcý olan baþta ENKA ve HEMA olmak üzere tüm
sponsorlarýmýza çok teþekkür ediyoruz."
Sözlerini, Karadeniz gezisi boyunca Teknik Üniversiteli
olmaktan duyduðu gururla bitiren Utkan Çorbacýoðlu,
Karadeniz'de gezip gördükleri tüm projelerde Ýstanbul
Teknik Üniversitesi mezunu mühendislerin kendileri ile
bizzat ilgilendiklerini belirterek, onlarýn sayesinde ÝTÜ'lü
olmanýn ne kadar büyük bir ayrýcalýk olduðunu tekrar
hatýrladýklarýný ve onlara kendisi ve diðer arkadaþlarý
adýna tek tek teþekkür ettiklerini söyledi.
haydi
Ý.T.Ü. Linux Kullanýcýlarý Topluluðu
Ý.T.Ü.’de Linux kullananlar ve özgür yazýlýmýn
felsefesine inananlar arasýnda bilgi paylaþýmýný
saðlamak ve Linux iþletim sistemini insanlara tanýtmak
için oluþturulmuþ bir topluluktur. Düþünce olarak geçen
yýl güz döneminde ortaya çýkan ve bahar döneminde
yapýlan bir seminer ve bir tanýþma toplantýsý ile kendini
gösteren oluþum henüz baðýmsýz bir kulüp deðildir.
Konu ile ilgili bilgi sahibi birçok arkadaþýn yer aldýðý
oluþumda, Linux kullanýmýyla ilgili yeni bilgilerin
paylaþýlmasýnýn yanýnda ilginç haberler ve duyurular da
tek bir kaynaktan herkese daðýlmakta. Ayrýca
kullanýcýlarýn sorunlarýna çözümler üretilmeye çalýþýlýyor.
linux’a
Bu yýl daha etkin bir þekilde çalýþmayý planlayan
oluþumun hedefleri ise þöyle:
Ücretsiz kurslar vermek (PHP, C/C++, Linux…), özgür
yazýlým dünyasý hakkýnda seminerler düzenlemek, diðer
üniversitelerle daha fazla etkileþimde bulunmak ve ortak
etkinlikler düzenlemek, büyük Linux daðýtýcýlarýyla
iþbirliði içinde olmak, bazý yarýþmalara ekipler halinde
hazýrlanmak, internet sitesinin tamamlanmasý ile bir ftp
sunucuyla daha etkili bilgi paylaþýmýný saðlamak,
yazýlýmý diðer mühendislik dallarýyla bütünleþtirecek
projeler hazýrlamak (Linux ortamýnda elektronik ve
mekanik cihazlarýn kontrolü gibi).
www.gazete.itu.edu.tr
“Özgür yazýlýma inanan, nedir bu Linux, nedir bu özgür
yazýlým diyen, ben biliyorum arkadaþlara da yardýmcý
olmak istiyorum diyen, BIL 101 dersiyle yetinmeyen,
Ý.T.Ü.’deki ve dünyadaki geliþmelerden haberdar olmak
isteyen herkes öbeðimize üye olabilir.” diyen ÝTÜ Linux
Kullanýclarý Topluluðu, özgür yazýlýmýn felsefesine ve
gücüne inanan tüm ‘arý’larý arada bir “penguen” gözüyle
dünyayý seyre davet ediyor.
[email protected]
Öneriler ve üyelik ile ilgili sorular için:
Osman Ceylan, [email protected]
26
Bilim ve Teknoloji
DC++
NE ÝÞE YARAR VE NASIL KULLANILIR
[gecekusu(muHUBbet OwNeR)]
Nedir Bu DC++?
DC++'ý hiç bilmeyenler için kýsaca
kendim tanýmlayayým. DC++
insanlarýn dünyanýn her yerinden
girip dosya paylaþtýðý ve muhabbet
edebilme imkanýnýn olduðu bir
program. Bir dosyaya ihtiyacýnýz
olduðunda aratýp kolayca
bulabileceðiniz bir yer ama bunun
yaný sýra biz en çok muhabbetini
seviyoruz.
Nasýl Kullanacaðým?
Programýn
son
sürüm
olan
0.674’ü
http://dcplusplus.sourceforge.net/ adresinden
indirebilirsiniz. Programý kurun ve çalýþtýrýn.
Karþýnýza ilk çýkan ekranda:
Nick kýsmýna kullanmak istediðiniz adý yazýn. Eposta yazmak zorunda deðilsiniz ve description'a
da paylaþacaðýnýz dosya türünü veya benim
yaptýðým gibi istediðiniz herhangi birþey
yazabilirsiniz. Baðlantý türümüzü seçtikten sonra
sol tarafta connection settingse týklýyoruz ve
karþýmýza þöyle bir ekran çýkýyor:
Nedir bu active passive kýsaca özet geçeyim.
Pasif olduðunuzda yalnýzca aktif olan insanlardan
dosya çekebilirsiniz oysa aktif olduðunuzda
herkesten dosya çekebilirsiniz ve hýz daha fazla
olur.bu
yüzden
aktif
olmanýz
önerilir.
Seçeneklerden active'i iþaretleyip IP numaranýzý
yazýn ve daha sonra açýk olan port numaralarýnýzý
yazýn (yazdýðým portlar geçen yýl dc++ de ÝTÜ için
açýk olan portlar). Daha sonra bir aþaðý iniyoruz
ve download's a týklýyoruz:
dosyalaranýzýn
saklanacaðý
klasörleri
belirtin.þimdi sýra geldi paylaþým kýsmýna.sharing'i
týklýyoruz:
Hublara girebilmek için belli miktarlarda onlarýn
sizden istediði kadar paylaþým yapmanýz
gerekiyor. Örneðin bizim hubýmýzda 1 gb'lýk
paylaþým yeterli. Bunun için add folder'a týklayýp
oradan
paylaþmak
istediðiniz
dosyalarý
seçiyorsunuz. Daha sonra altta upload slots var o
sayý ise bi anda sizden kaç kiþinin çekebileceðine
izin vereceðiniz anlamýna geliyor. Hublarda bu da
deðiþen þartlardan biri. muHUBbet HUB için 2 slot
yeterli. Daha sonraki yerler DC++'ýn kiþisel
ayarlarý oralarý keþfetmek size kalmýþ… Bu
iþlemlerden sonra "tamam" dedikten sonra
önünüze boþ bi ekran geliyor. Þimdi sýra geldi bir
huba baðlanmaya.
Ekranýn üst kýsmýnda kalan bu sarý yýldýza
týkladýðýmýzda önümüze gelen pencerede aþaðý
kýsýmda
yer
alan
"New"
butonuna
týklýyoruz.karþýmýzda açýlan pencere þu þekilde
olacak:
Bu pencerede üstte hub ile ilgili bilgiler yer alýyor
ve aþaðýdaki kýsým ise bizim kiþisel bilgilerimiz.
Buralarý doldurduktan sonra OK'e basýyoruz
karþýmýza gelen pencerede yukarýda hubýmýzla
ilgili bilgiler yer almakta. Her seferinde tekrar
tekrar girmemek için baþýný tikleyip hubýn üzerine
gelip sað týklayýp Connect diyoruz. Ýþte hubýmýza
baðlandýk artýk ve istediðimiz dosyayý indirebiliriz.
S. Buðra Aktürk, [email protected]
Gelen ekranda sadece yukarýdaki kýsma indirilen
dosyalarýnýzýn
ve
indirilmesi
bitmemiþ
(gecekusu, muHUBbet OwNeR)
Katkýlarýndan olayý Aykut Akýncý’ya (iceberg) teþekkür ederiz.
www.gazete.itu.edu.tr
Kasým 2005
27
Kasım 2005
www.itusozluk.com
İTÜ’lülerin sözlük platformu. Bu platformda İTÜ ile ilgili her konu ile
ilgili sözlük tarzında yorumlar okuyabiliyor, giri yazabiliyor ve
etkinlik düzenleyebiliyorsunuz. En yoğun etkileşimin yaşandığı
sitenin kurucusu Çağatay Gürtürk ile İTÜ Sözlük üzerine söyleştik
İTÜ Sözlük fikrinin ortaya çıkışını,sözlüğün yapısını genel olarak anlatabilir
misiniz?
İTÜ Sözlük, 2004 Mart'ında ortaya çıkan ve hayata geçirilen bir fikir. Amacımız, internet'te
zaten var olan etkileşimli sözlük kavramını bir miktar yenileyip İTÜ'lülere sunmak, onlar
için genel bir fikir paylaşım platformu kurmaktı. Bu fikir 1,5 seneyi aşkın bir süredir
oldukça yoğun bir biçimde benimsenmiş durumda. Buna göre, sözlükte yazma hakkına
sahip herkes akla gelebilecek her türlü bilgiyi sözlüğe yazabiliyor; bunların diğer yazarlar
ve okurlar tarafından okunmasını sağlayıp sesini duyurabiliyor. Bu imkanın,
üniversitelilerin fikirlerini demokratik biçimde açıklayabilmeleri açısından çok önemli
olduğunu düşünüyorum. Bu bağlamda kişilerin, olaylar ve kavramlar hakkında, hakaret
sınırını aşmadan her türlü öznel veya nesnel yorumu ve bilgiyi sözlüğe aktarmaları olası.
Sözlüğün şu anki
büyüklüğü ve yazar profili
ne durumda?
Sözlük, çeşitli sebeplerle
kayıtları silinmiş 3000'e yakın
yazarı saymazsak, şu an
1500'e
yakın
yazardan
oluşuyor. 94 bin ayrı başlığa
ise 350 bin giriş yapılmış
durumda. Bunların dışında,
yine çeşitli sebeplerden ötürü
140 bin giri silinmiş. Yazar
profilimiz
oldukça
renkli
diyebiliriz. İTÜ öğrencilerinin çoğunlukta olmasının yanında belli sayıda araştırma
görevlisi, öğretim üyesi ve mezun halen yazarlık yapmakta. Bunun haricinde temelimiz
İTÜ'de olsa da herhangi bir sınırlamaya gitmediğimiz için sözlükte ciddi oranda İTÜ
dışından da yazar bulunuyor. Yazarların kültürel altyapılarının farklı olması sözlükte eşine
az rastlanır bir çeşitlilik yaratıyor ki sözlüğü çekici kılan en önemli etkenlerden biri de bu.
Sözlüğün belirli kuralları var mı ?
Sözlük, yapısını koruyabilmesi için belli kurallara tabi olmak durumunda. Sözlükte genel
olarak uyulması gereken ana kural, bir girinin tanım veya örnek olması prensibini içeren
sözlük formatı biçiminde girilmesidir. Bunun dışında biçimsel bir kalıp bulunmuyor. Fakat
çeşitli sebeplerle hukuki sorunlara yol açabilecek içerik sözlükte barındırılmıyor. Bu
kontrol mekanizmasını sağlayan en önemli faktörün yazarların bilinci olmasının yanısıra
güvenilirliği sağlamak için sayıları 5 olan moderatörler ve çeşitli kural aykırılıklarını
moderatörlere bildirmekle görevli 120'ye yakın ispiyoncu bulunuyor. Kurallara ısrarla
uymayan yazarların kayıtları silinebiliyor.
Yazar olabilmek için ne yapmak gerekiyor?
Yeni yazar olmak için ilk aşamada sözlük formatına uygun 10 adet giri girip bunların
onaylanmasını beklemek gerekiyor. Ayrıca yukarıda bahsettiğim sözlük içi kontrol
zorluğundan ötürü yazar alımının her zaman yapılmadığını belirtmem gerekli. Çeşitli
dönemlerde topluca yeni yazarlar alınıyor ve bir süre sonra alımı durdurmak zorunda
kalıyoruz.
Sözlüğün sanalda kalmayıp gerçek hayata da geçen yansımaları oluyor mu?
Oluyor. İTÜ Sözlük'ü kimliğine kavuşturan en önemli şeylerden biri sözlüğün,
bünyesindeki yazarların gerçek hayatta da diyalog içine girmelerine fırsat tanıması.
Özellikle, her yazarın düzenleme hakkı olan ve çeşitli zamanlarda gerçekleşen sözlük
zirvelerinde kurulan dostlukları görüyor ve mutlu oluyoruz. Sonuç olarak sözlük, aynı
okullarda okuyan, günlerinin önemli kısmını aynı ortamda geçiren yazarların, sözlükte
birbirlerinin fikirlerini kendilerine yakın bularak daha seviyeli bir tanışıklık içine girmelerini
kolaylaştırıyor. Sözlüğün toplumsal duyarlılığını da temmuz ayında başlayan ve halen
devam etmekte olan Doğu Anadolu'daki okullara yönelik kitap kampanyası ile göstermiş
bulunmaktayız. Sözlükteki potansiyeli böylesine faydalı bir iş icin kullanmamız ve bu işin
altına İTÜ Sözlük imzasını atmış olmamız tüm yazarlarla birlikte beni de oldukça
gururlandırmaktadır.
Sözlüğün geleceği için ne düşünüyorsunuz?
Sözlüğün gidişatı şüphesiz benim değil onu var eden yazarların kontrolünde olan bir olgu.
Kaliteli ve zeki beyinlerin sözlükte bulunması sözlüğü, hem zevkle okunan hem de yazılan
gerçek bir paylaşım platformuna çevirecek ve onu daha ileriye götürecektir. Bunun
dışında teknik anlamda şüphesiz ki her türlü gelişmeyi sağlayabilmek arzusundayız ve
bunu da kısmen başardığımızı düşünüyoruz. Amacımız olaylara karşı kozmopolit bir
duruş geliştirebilmek, gençlerin seslerini rahatlıkla duyurabilecekleri bir platform
yaratmak. Her geçen gün bu hedefe yaklaşıyoruz ve bu süreçte bize katılmak isteyen
dostlarımızı aramıza davet ediyoruz.
BİR OTOBÜS
YOLCULUĞU
GARDEN BUS
Evde de kalsa yurtta da, İTÜ'lülerin başlıca sorunlarından birisi akşam
yemekleridir. Ya kendi becerilerimizle çabucak bir şeyler hazırlamak ki
bu çoğu zaman makarna veya yumurta olur ya da bir lokanta siparişi
hatta daha kötüsü gündüz yediklerimizi tekrar önümüze koyan
yemekhane! Oysa okul dışında da uygun fiyatlı, sıcak ortamıyla evi
aratmayan hoş mekânlar var. Öğrenciler bunları ararken ya saatlerce
yollarda vakit harcar, ya da bir dolu para verir. Ama yine de adam gibi
bir yer bulunamaz. Hak verdiğinizi duyar gibiyim, peki tüm bu
beklentilere cevap verecek bir işletmenin yerleşkemizin çok yakınında
bulunduğunu biliyor muydunuz? Maslak'taki Ayazağa dönemecinde
yoldan çıkmış gibi görünen otobüs aslında mütevazı bir lokanta. İşletme
sahibi Ali Osman Usta ise 30 yıllık meslek hayatı ve edindiği tecrübeleri
ile üniversitemiz öğrencilerine 3 yıldır hizmet vermekte.
Ali Osman Usta otobüsten
lokanta yapma fikrini yaşama
geçirirken otobüsün içini mutfak
olarak döşemiş. Otobüsün geri
kalan kısım ise haliyle otobüs
koltuklarından oluşan sıcacık bir
yemek salonuna dönüşmüş. Ne
diyelim, bize de bu sıcacık
ortamın geniş menüsünden
karnımızı doyurmak düşmüş. Menüsünde birçok çeşit kebabın yanı sıra
menemen, ızgara çeşitleri ve
kahvaltılık barındıran bu şirin
mekânda
aynı
zamanda
öğrencilere yönelik indirimli menü
de bulunuyor. 24 saat hizmet
vermekte olan Garden Bus
özellikle gece servis imkânıyla
tercih edilebilecek güzel bir
mekân.
Servis için telefon numarası:
(212) 2865708-09
www.gazete.itu.edu.tr
28
Kulüpler ve Kulüp Etkinlikleri
Kasım 2005
İTÜ'de Dönem Boyu Tiyatro
Timis Oyuncuları
İTÜ Tiyatro Kulübü - Timis Oyuncuları, İTÜ'de üretilen
ve yapılan sanat dışında, İTÜ'deki sanatsal gündemi
canlandırmak için amatör tiyatro gruplarını İTÜ'de
oyunlarını sergilemeye davet ediyor. Grup, şimdilik
yalnızca İstanbul ili sınırları içerisinde kalan bu daveti,
oyunlara ilgi ve diğer nesnel koşulları da göz önünde
bulundurarak mümkün olduğunca genişletmek
istediklerini belirtiyor. Timis Oyuncuları, "Dönem Boyu
Tiyatro" adını verdikleri etkinliğin İstanbul'un ve
Türkiye'nin birçok yerinde yapılan benzer etkinliklerden
farkının, sıkıştırılmış bir zaman dilimi yerine geniş bir
zamana yayılmış olması ve daha da önemlisi İTÜ gibi
sözel bölümlerin oldukça kıt olduğu bir okulda yapılması
olduğunu söylüyor.
Program
Ankara Oda Tiyatrosu
Tiyatro Karşı Kıyı
Beşiktaş Atatürk Anadolu Lisesi Oyuncuları
Marmara Üniversitesi Dans Tiyatrosu
9 Kasım
24 Kasım
7 Aralık
14 Aralık
teknikforum.com
İTÜ Maslak Yerleşkesi Kültür ve Sanat Birliği Büyük
Salon’da (KSB Oditoryum) sergilenecek oyunların
gösterim saatleri afişlerden ve grubun internet
sayfasından öğrenilebilir.
Ne yaptılar?
2005 yılının şubat ayında İTÜ Kültür
ve Sanat Birliği bünyesinde kurulan
TİMİS
Oyuncuları,
çoğunluğu
önceden İTÜ Tiyatro Kulübü'nde
tiyatro yapmış İTÜ öğrencilerinden
oluşuyor. 2005 yılının Mayıs ayında,
ünlü Çek oyun yazarı Václav
Havel'in "Bildirim" adlı oyunu ile ilk
defa seyirci karşısına çıkan Timis'in
oynadığı bu oyun, çalışma süresi ve
sahneleme deneyimi bakımından
grup için önemli bir süreçti. Yaklaşık
1,5 ay süren bu sürecin en önemli
yanı sahnelemedeki pratiklerin
yeniden gözden geçirilmesi ve
gruptaki her bireyin oyuna mümkün
olduğunca dahil edilmesi idi.
Böylece gruptaki her bireyin grubun
devamlılığı açısından deneyimler
kazanması amaçlandı.
Oyunu göremeyenler ve yeniden izlemek isteyenler
için "Bildirim", 25 Ekim'de yeniden seyirci karşısına
çıktı.
Ne yapmak istiyorlar?
Timis’in amaçlarımızdan biri insanların
sanat konusundaki yaratıcılıklarını ve
düşüncelerini
mümkün
olduğunca
kaybetmeden üretime çevirebilmektir.
“Her sanatsal ürünün iki muhatabı
olmasından yola çıkarak; biz, üretimi
yapanlar olarak elimizden gelenin en
iyisini yapmaya çalışırken, oyunlarımızın
hitap edebileceği izleyici grubunu da
mümkün olduğu kadar geniş tutmaya
çalışıyoruz. Sanat adı altında yapılan
çalışmaların, ya seri üretimmişçesine
birbirine benzediği ya da kendi kendini
tanımlayan bir kitle içinde kaldığı bir
dönemde; hem farklı ve yaratıcı bir
şeyler üretmek hem de mümkün
olduğunca
toplumsal
imgelerden
kopmayarak anlaşılır kalmak gerçekten
zor hedefler. Elimizden geleni yaptığımız
bu işte her türlü eleştiriniz ve önerileriniz bizim için
değerlidir.” diyen Timis’e aşağıdaki adreslerden
ulaşabilirsiniz.
[email protected]
http://www.timis.blogspot.com
İTÜ’lülerin forum sayfası. 2004 yılında etkin bir şekilde çalışmalarına başlayan Teknik Forum,
İTÜ’lülerin her konuda fikir paylaşımı yapabilmesi için tasarlanmış. Site nasıl ortaya çıkmış,
amaçları ve çalışmaları nedir? Teknik Forum Yöneticilerine bunları sorduk
durumlarında
engelleyecek
moderatör
arkadaşlarımızın yardımını almaktayız. Fakat
kurallar Onlar içinde geçerlidir, unutmayalım.
Teknik Forum ilk ne zaman ortaya çıktı, amacı
ve hedefi nedir?
Teknik Forum fikri seneler önce, biz İTÜ'den
mezun olmadan aklımıza gelmişti, fakat
uygulamaya bazı teknik eksiklikler yüzünden
geçememiştik. Kısaca web tasarımından anlayan
biri yoktu yanımızda. İki İTÜ mezunu ve bir
sosyal bilgiler uzmanı arkadaşımızla oturup ciddi
bir şekilde sitemizi kafamızda oluşturduk. Nasıl
ve niçin sorularını birbirimize sorup, bizden
sonraki
öğrencilerin
sitede
konuşup
tartışacakları, bilgi alacakları, okul hakkında fikir
edinip fikir verecekleri en iyi yeri planladık. Bu
planımızı da 2004 yılında, 23 Nisan Ulusal
Egemenlik ve Çocuk Bayramı'nda faaliyete
geçirdik.
Site içeriği nelerden oluşuyor?
“Vergonen Technologies” tarafından verilen
destekle de sürekli gelişen Teknik Forum,
öğrencilerin, ders veren öğretim üyelerini
eleştirdikleri ve geçmiş yıllara ait grafiklere
bakabildikleri, bölümleri ve aldıkları dersler
hakkında bilgi alabildikleri bir içeriğe sahiptir.
Forumumuz şöyle başlıklara sahiptir:
Duyurular; İTÜ ile alakalı yapılan, öğrencileri
ilgilendiren duyuruların yapıldığı bölüm,
Öğretim Üyeleri; İTÜ de ders veren öğretim
üyeleri hakkında bilgi alınıp verilen, öğretim
üyelerinin eski not dağılımlarına bakılabilen
bölüm,
Dersler; İTÜ'de aldığınız dersler hakkında bilgi
alıp verebileceğiniz ödevler hakkında yorum
yapıp, paylaşabileceğiniz bölüm,
Bölümler; İTÜ'de okuduğunuz veya yeni gelen
öğrencilerin okuyacağı bölüm hakkında bilgi alıp
verebilecekleri bölüm,
Yeni üyelerden ne bekliyorsunuz?
Yeni gelen üyeler forumumuzda okulumuzla ilgili
bilgiler paylaşsınlar, okul hakkında fikirler öne
sürsünler ve Okulla ilgili başlıklara daha çok yer
versinler istiyoruz. Bu sayede sitemize giren bazı
üst düzey yöneticilere de bazı istekler ve fikirler
göndermiş olacaklardır. Bir bakıma Teknik Forum
"Öğrencinin Sesidir" diyebiliriz.
Acil Servis; Kayıt günlerinde kullanılan veya
öncelik içeren mesajların atıldığı bölümdür.
Bunlarla birlikte günlük hayata dair bilgilerin
paylaşıldığı forum başlıklarımız da mevcuttur.
Teknik Forum'un şu anki büyüklüğü ve yazar
profili ne durumda?
Zaten bu sayede sitemiz 9000 civarı kullanıcı ve
aylık 15 milyon üstü "hit"e sahiptir ki bu bir okul
web sitesi için çok iyi bir rakamdır. Aktif kullanıcı
sayımız da gayet yüksektir. Hatta kayıt
günlerinde sitemiz fazla yoğunluktan dolayı
kilitlenmektedir.
Okul
hakkında
bilmek
istediklerinize arkadaşlarımız anında yanıt
vereceklerdir. Ayrıca şunun da önemle altını
çizeriz ki, forumumuzda "yazar profili" diye bir
ayrım yoktur. Herkes yazardır ve okurdur, hiç bir
şekilde kullanıcı ayrımı yapmamaktayız. Sadece
kullanıcılarımızı,
bazı
aşırıya
kaçma
www.gazete.itu.edu.tr
Teknik Forum'un yaşama yansımaları ne
durumda? Site üzerinden buluşmalar
yapılıyor mu?
Teknik Forum bilgi paylaşım ortamı olması üzere
İstanbul Teknik Üniversitesi'ndeki öğrencilerimize
tanışma ve konuşma ortamı da oluşturmaktadır.
Bu ortam yeni sosyal ortamların oluşmasına ve
öğrencilerin birbirleri ile olan ilişkilerini
arttırmalarına imkan vermiştir. Aldığımız bilgilere
ve sitemizi takip ettiğimiz kadarıyla, sonuncusu
geçtiğimiz günlerde yapılan toplantılara çok
sayıda üye katılmakta, seviyeli ve eğlenceli
konuşmalarla
güzel
bir
gün
geçmesi
sağlanmaktadır. Bu sayede, okula yeni gelen
öğrencilerimizin yeni arkadaşlar edinmeleri de
sağlanmıştır.
Peki yeni arkadaşlara söylemek istedikleriniz
var mı?
Bütün arkadaşlarımıza derslerinde başarılar
diliyoruz, ileriki okul hayatlarında kolaylıklar hep
onlarla olsun. Ve şunu hiçbir zaman
unutmasınlar: Teknik Forum zor anınızda
yanınızda olacak. Bilgilerinize.
Kasım 2005
29
Kulüpler ve Kulüp Etkinlikleri
İTÜ KULÜPLERİ
PANAYIRDA
BULUŞTU
İTÜ Kültür ve Sanat Birliği ile İTÜ Spor
Birliği'ne bağlı öğrenci kulüpleri, İTÜ
Kulüpleri Tanıtım Panayırı'nda bir araya
geldi. 21-22 Eylül 2005 tarihlerinde 75. Yıl
Öğrenci Sosyal Merkezi önünde hazırlanan
alanda gerçekleştirilen panayırda 32 kültürsanat, uzmanlık ve spor kulübü tanıtım
masası açtı
Özellikle yeni İTÜ'lülere yönelik düzenlenen panayırda
kulüplerin farklı etkinlik gösterimleri de yapıldı. Yeni
öğrencilerin yoğun ilgisin gören panayır, kulüplerin çeşitli
etkinlikleri ile canlandı. Dans ve Jimnastik Kulübü'nün sürekli
dans gösterileri, Capoiera Kulübü'nün capoiera gösterisi, Uçak
ve Uzay Mühendisliği'nin maket uçak sergisi gibi etkinliklerin de
yer aldığı panayırda kulüpler kendi tanıtım masalarında
meraklıları ile buluştu. Kulüplerin bir arada olduğu etkinlik
dolayısıyla da öğrenciler pek çok farklı kulübü aynı anda
tanıma fırsatına eriştiler.
Üniversite yıllarının önemli bir kısmı da ilgi alanlarına yönelik
topluluklarda üretim yapmaktır. Bu panayır da bu bilincin
özellikle yeni gelen öğrencilere aktarılması açısından faydalı
geçti. Pek çok öğrenci ilgilendikleri farklı alanlarda etkinlik
gösterebilecekleri topluluklara katılıp becerilerini geliştirme
fırsatını buldular.
İTÜ Sahnesi
Çalışmalarına Devam Ediyor…
1997'den beri Kültür Sanat Birliği bünyesinde
faaliyetlerini sürdüren bir topluluk olan Tiyatro
Kulübü-İTÜ Sahnesi, kurulduğu dönemden
itibaren üniversite bünyesinde kulüp kurmanın
kolay, ancak yaşatmanın zor olduğu bilinçliliğiyle
hareket ederek kurumsal bir grup yapısı ve
süreklilik
taşıyan
kadrolaşma
pratiğini
hedeflemektedir. Teatral alandaki arayışlarını
tiyatronun vazgeçilmez unsurlardan biri olan
oyunculuk üzerine odaklayan İTÜ Sahnesi,
oyunculuk merkezli bir tiyatro anlayışını
benimsemekte ve bu anlayışı gerek eğitim
çalışmalarında, gerekse de seyirciyle buluşacak
geniş kadrolu eğitim prodüksiyonlarında
uygulamaktadırlar.
Bu yıl yeni katılanlarla eğitim çalışmalarına
başlayan İTÜ Sahnesi, 2005-2006 Öğretim
Yılı'nda eğitim çalışmaları kapsamındaki
oyunculuk çalışmalarının yanı sıra, Stanislavski,
Brecht, Grotowski, Mnouchkine gibi tiyatro
teorisyenlerinin kuramlarını tartışmaya açıyorlar.
"Tiyatroyu tüm seneye yayılması gereken bir
faaliyet olarak gördüğümüz için yaz döneminde
de çalışmalarına devam eden bir grubuz." diyen
İTÜ Sahnesi, yaz çalışmalarında şimdiye kadar
Shakespeare, Brecht, Moliere, Lonesco, Lorca
gibi tiyatro tarihinde önemli yerlerde duran
yazarların eserlerini inceleme fırsatı bulmuş ve
bu incelemeler sırasında seçilen bazı metinler
üzerinde hem dramaturji hem de sahneleme
çalışmaları yaparak teatral birikimlerini
zenginleştirmeyi amaçlamışlar.
Ve yine bu yaz çalışmalarının sonucunda da
bizleri dönemin ilk aylarında tiyatroyla tekrar
buluşturuyor İTÜ Sahnesi. Öğrencilik yıllarında
İTÜ Sahnesi'nde tiyatro yapmış İTÜ
mezunlarından kurulu İTÜ Mezunları
Sahnesi'yle Moliere'in "Cimri" adlı oyununu,
Kasım ayı başında sahneleyecekler.
Ayrıntılı Bilgi İçin:
www.tiyatro.itu.edu.tr
[email protected]
0536 358 47 95
Kadının
Atölyesi
Kulübü
İTÜ Kadının Atölyesi Kulübü, İTÜ'de kadın
gündemi yaratabilmek ve bunu yaymak için bir
araya gelen bir kulüp. 2003-2004 Öğretim
Yılı'nda etkinliklerine başlayan Kadının
Atölyesi
Kulübü,
"Kadın
olmaktan
kaynaklanan sorunlarımızı paylaşabilmek;
içinde bulunduğumuz aile, okul ve her türlü
kamusal-özel alanda ataerkil söylemin nasıl
meşrulaştığını
üzerine
düşünmek,
tartışabilmek
amacıyla
çalışmalar
yürütebileceğimiz bir platform oluşturmak
niyetindeyiz." diyor. Kulüp, daha fazla insana
ifade etme isteğiyle tanışma toplantıları
düzenleyerek grubun yönelimine göre, yıl
içerisinde yapılacak kısa veya uzun vadeli
çalışmaları planlıyor. Atölye çalışmaları,
araştırma,
akademik
yazı-makale-kitap
okumaları ve tartışmaları ağırlıklı çalışmaların
yanı sıra kadın mücadelesi konusunda farklı
açılımlar yakalayabilecek yazı yazma
denemeleri, seminer çalışmaları, sosyolojik
araştırmalar da grubun gündemine giriyor.
Kulüp içi çalışmalarını yalnızca kadınlarla
birlikte yürüten Kadının Atölyesi Kulübü,
Maslak, Maçka ve Taşkışla yerleşkelerinde de
farklı çalışma grupları şeklinde çalışabiliyor,
etkinliklerini ise ortak gerçekleştiriyorlar.
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddeti Kınama
Günü ve 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nde
www.gazete.itu.edu.tr
yerleşkelerde etkinlikler düzenleyen kulüp,
hazırladıkları yazı ve bültenlerin yer aldığı
standlar açıyor, kadın sorununa dair basın
haberlerinden oluşan arşivini ayda bir
güncellenen panolarında paylaşıyor, tartışmak
ve gündeme getirmek istedikleri konular
üzerine film gösterimleri düzenliyor.
Kulüp, üyeleri ve konukları tarafından sunulan
ve tüm İTÜ'ye duyurulan seminer/panel/söyleşi
düzenliyor. Bu çalışmalardan biri geçen yıl 25
Kasım Kadına Yönelik Şiddeti Kınama Günü
ve beraberinde İnsan Hakları Haftası
dolayısıyla, İşletme Fakültesi hocalarından
İpek İlkkaracan ve Kadriye Bakırcı ile TCK
Tasarısı ve yasa değişiklikleri üzerine verdikleri
bir seminer oldu. Yine geçen yıl Boğaziçi
Üniversitesi'nin katkıları ile İTÜ'de kadın-erkek
cinsiyet rollerini belirleme amaçlı bir anket
çalışması başlatan ve yaklaşık 1500 İTÜ'lü
lisans öğrencisine bu anketi uygulayan İTÜ
Kadının Atölyesi Kulübü, çalışmalarına yön
verebilecek bu anket çalışmasını hala
sürdürmektedir.
Daha ayrıntılı bilgi edinmek için:
Web
: www.ituka.itu.edu.tr
(internet sitemiz henüz yapım aşamasındadır)
E-posta : [email protected]
Tel: 0505 347 95 63
30
4
Konser
yıllık bir aradan sonra yeniden
bir araya gelerek "Ateş ve Su" albümüyle
hayranlarına merhaba diyen Kargo
grubu, şimdi de eski şarkıları yeniden
yorumladıkları "Yıldızların Altında" albümüyle
karşımızdalar. Albümün çıkışıyla birlikte yoğun
bir konser turuna başlayan Kargo, geçtiğimiz
günlerde
gençturkcellfest
kapsamında
okulumuzda da bir konser verdi. Biz de fırsat
bu fırsat deyip Kargo'yla röportaj yapmanın
yollarını aramaya başladık. Gece gündüz
demeden çalıştık ve yoğun çabalarımız sonucu
(menajerleri Simla Vuran'ın tabiriyle kendisini
388 kere arayarak) konser bitiminde onlarla
görüşmeyi başardık. Artık biz kulisteydik ve
Kargo grubu karşımızdaydı. İşte grup
üyelerinin rahat ve samimi tavırları sayesinde
bir sohbet havasında geçen röportajımız...
Peki mühendis olarak mezun olduğun okuluna yıllar
sonra konser vermek için gelmek nasıl bir duygu?
Selim: Aslına bakarsan ben İTÜ'ye girdiğimde de
müzisyen olmaya karar vermiştim zaten. Ama tabi
liseden sonra üniversite sınavına giriyorsun,
kazanıyorsun ve okuyorsun. Ben o süreci o şekilde
geçtim. Yani hiçbir zaman tekstil mühendisliği
yapacağımı hissetmedim. O yüzden bu okuldan böyle
su gibi geçtim.
Serkan: Öğretmenlerin üzülmüştür herhalde boşuna mı
eğittik biz bunu diye... (kahkahalar...)
Selim: Boşuna eğittiler belki beni ama İTÜ bana çok şey
kattı. Yani müzikal hayatıma da sosyal hayatıma da...O
yüzden bugün burada olmak çok zevkli bir şey.
(Bu arada şunu da belirtelim; Koray endüstri
mühendisliği, Burak ise endüstriyel tasarım mezunu.
İçlerinde konservatuar okuyan yani onların deyimiyle
"doğuştan müzisyen" olan tek kişi Serkan.)
Bu İTÜ'deki ilk konseriniz mi? Çok sık
gelmiyorsunuz galiba İTÜ'ye.
Koray: İTÜ'ye ilk albüm zamanı gelmiştik.
Burak: Bahar şenliklerinize geldik.
Daha önce İTÜ Rock Günleri’ne ve Mizah Kulübü’ne
söyleşiye gelmişsiniz ama konser olmamış.
Koray: Ama konser için organizasyon olması lazım.
Serkan: Hadi biz İTÜ'ye geldik çalalım deyince olmuyor.
Uyarlama (cover) şarkılardan oluşan bir albüm
yaptınız. Bu şarkıların ilk yorumcularıyla konuşma
fırsatınız oldu mu?
Koray: Birkaç tanesi baygınlık geçirdi.
Serkan: Fenalaştılar... Şaka şaka.
Koray: Biz o insanlarla çok konuşmadık. Temasları
şirketimiz kurdu, onlar halletti. Biz daha çok işin mutfak
tarafını, müziği yaptık.
Selim, sen İTÜ tekstil mühendisliği mezunusun. Bir
İTÜ’lü olarak bugün burada olmak sana neler
hissettiriyor?
Selim: Çok keyifli bir şey tabi. Kendi okulunda konser
vermek kadar güzel bir şey yok. O yüzden insan daha
bir aşka geliyor, heyecanlanıyor.
Kasım 2005
Yorumları beğenmişler mi? Hiç onu konuştunuz
mu?
Koray: İzin alındıktan sonra özellikle bir dipnot gelmedi.
Ama karşılaşırsak onlarla herhalde tepkilerini alırız.
Burak: Aslında biz bir Orhan Gencebay şarkısı yapmak
istiyorduk. Kendisiyle görüşme fırsatımız olmadı da
oğluyla görüşme fırsatımız oldu. Güzel bir sohbet geçti
aramızda ama maalesef olmadı.
www.gazete.itu.edu.tr
O zaman diğer albümlerinizde belki bir Orhan
Gencebay şarkısı dinleyebiliriz?
Burak: Bir daha “cover” yapar mıyız yapmaz mıyız
bilmiyoruz.
"Yalnızlık Mevsimi" albümünüzden sonra müziğiniz
daha yumuşadı gibi. Peki bundan sonra Kargo'nun
müziğinin çizgisi ne olacak?
Serkan: Biz bulunduğumuz dönemi direkt yansıtabilen
bir grubuz. Yalnızlık Mevsimi öyle bir dönemimizdi.
Zorlamayla da olabilecek bir durum değil bu. Bu
dönemlerimiz de böyle geçiyor. Ama bundan sonra ne
olur, daha mı sertleşir daha mı yumuşar bilmiyoruz.
Koray: Hadi "Yalnızlık Mevsimi" gibi bir albüm yapalım
diyerek girmiyoruz albüm çalışmasına. Giriyoruz ne
çıkarsa ortaya öyle oluyor.
Burak: Herkes içinde bulunduğu sosyal ve kişisel
durumuna göre besteler üretiyor. Yani bu besteler içinde
bulunduğumuz durumu anlatıyor. Daha bunun üstüne
gidip de agresif bir şarkıyı yumuşak bir şekilde yaptığın
zaman şarkı zaten kötü oluyor.
Koray: En sert şarkılarımız belki de geçen sene
yaptığımız "Ateş ve Su" albümünde olabilir.
Selim: Evet yani aslına bakarsan "Yalnızlık Mevsimi"
albümü müzik olarak değil söylem olarak sert bir albüm.
Serkan: Teknik olarak sert.
Koray: Karanlık bir albüm.
Kasım 2005
Yeni nesil Türk rock müziğinin en önemli
temsilcilerinden biri sizsiniz. Hatta bugün pek çok rock
grubu sizin açtığınız yoldan giderek müziğini daha geniş
kitlelere sunma imkanı buldu. Peki bu sizi nasıl etkiliyor?
Bir sorumluluk yüklüyor mu?
Selim: Bazen öyle sorumluluklar hissediyoruz. '96
senesinde ilk başladığımızda Türkiye'de hiçbir rock grubu
popüler değildi. İlk biz popüler olduk. Bu yüzden böyle bir
durum söz konusu. Bu durumun da gururunu yaşıyoruz.
Bizim yaptığımız biraz da abilik gibi oluyor. Ama onlar bizim
kardeşimiz, biz onların abisiyiz gibi de davranmıyoruz.
Sonuçta hepsi bizim arkadaşımız.
Serkan: Birçok yeni müzisyene de yardım ediyoruz.
(Bu arada bu yardımlardan sebeplenenler arasında Yalın,
Aslı ve Manga gibi popüler isimler de var.)
Koray: Sonradan çıksaydık da daha güzel olabilirdi. İşimiz
daha kolay olurdu.
Türkiye'de şu anda rock müzik çok popüler oldu. Hatta
bu popülerliğin etkisiyle halk müziğinden rock müziğe
geçen isimler bile var.
Serkan: Evet, artık gitar ürkütücü değil galiba.
Peki bunun bir yozlaşma getireceğini düşünüyor
musunuz? Pop müzikteki gibi rock müzikte de bu
yaşanabilir mi?
Serkan: Şimdi böyle bir furya var ve örneklerini görüyoruz.
Prodüktörler de bunun farkına vardı. Onlara kolay kazanç
gibi geliyor ama tahmin ettikleri gibi olacağını
zannetmiyorum. Çünkü rock dinleyicisi çok daha bilinçli
dinleyicidir. Elemeyi çok daha sağlıklı yapar. Yani çok uzağa
gidemezler.
Burak: Rock müzik yurtdışında nasıl bir yozlaşma
yaşamıyorsa burada da pek olacağını sanmıyorum. Çünkü
gerçekten dinleyici profili yurt dışına daha yakın.
Selim, İTÜ öğrencileriyle paylaşmak istediğin İTÜ'yle
ilgili bir anın ya da bahsetmek istediğin herhangi bir şey
var mı?
Koray: Abi komik bir şey anlat da gülelim.
Selim: Aslında ben okula sürekli gelerek okumadım.
Anılarım da genelde dışarıda geçti. Müzikle ilgileniyordum,
biraz da zıpçıktı bir adamdım. O yüzden bazı derslerde sorun
yaşamıştım. Bir dersten böyle 3 senede falan geçebilmiştim.
Son olarak İTÜ'deki hayranlarınıza neler söylemek
istersiniz?
Serkan: Bugünkü enerji çok güzeldi sahnede. Çok keyif
aldık. Emeği geçen herkese çok teşekkür ediyoruz.
Simla(menajerleri): Yine gelmek istiyoruz.
Selim: Bir de ben tabi İTÜ'de okumuş bir insan olarak şunu
söylemek istiyorum. İTÜ çok bilinçli bir okuldur. Öğrencileri
de çok bilinçlidir. O yüzden de ekstra iyi geçti konser.
O zaman sizi bundan sonra daha sık görebilecek miyiz
İTÜ'de?
Koray: Tabi tabi, kesinlikle. Zaten biz dört sene ara verdik.
Onun boşluğundan da kaynaklanmış olabilir. Bundan sonra
her zaman gelebiliriz.
Konser
ROCK ON THE STAGE
1 Ekim 2005… Arıyorum Gazetesi yayın kurulu
üyeleri olarak Yedikule Zindanlarındaki konsere
gitmek üzere Taksim AKM önünde toplandık. Stage
Organizasyon'un davetlisi olan biz, hevesle ve
neşe içerisinde Taksim meydanından Yedikule'ye
gitmek üzere İETT otobüsüne bindik. Yedikule
Surları'nın içerisinden gelen müzik sesi herkesi
daha da neşelendiriyor ve zindanların atmosfer
merak uyandırıyordu. Özellikle Erkin Koray ve
Duman'ın sahne alacak olması daha da büyük bir
mutluluk kaynağıydı. Biri nam-ı diğer Erkin
Baba'ydı... Fazla söze gerek bırakmadan tüyleri
diken diken eden âşıkken, yalnızken, mutluyken,
üzgünken şarkılarıyla yanımızda olan Erkin Baba.
Diğeri ise şu an Türkiye'nin en iyi rock gruplarından
birisi olup özellikle gençliğin beğenisini kazanmış bir
grup, Duman!
Surların içerisine girildiği sırada
sahnede DJ Fattish vardı. DJ Fattish
özellikle geçen yazın popüler disko
şarkılarını kendi yorumunu katarak
dinleyicilerine dinletti. Yakup sahneye
çıkıncaya
kadar
Yedikule
Zindanları'ndaki kalabalık bu sırada
artsa da yeterince izleyici gelmemişti.
Yakup o gece surların içerisinde rock
müzik severlere Türk ezgileriyle
beraber müzik ziyafeti verdi.
Vakit ilerliyor ve sahneye Hayko
Cepkin çıkıyordu. Türkiye alternatif
müzik camiasının yakından tanıdığı,
sahne şovları ve klavye çalış stili ile
bulunduğu her konserde dikkat çeken Hayko Cepkin
yine tarzını Yedikule'nin ziyaretçilerine sergiliyordu.
Mine Çayıroğlu, Yedikule'deki sahnesinde daha
çok Duman, Mor ve Ötesi, Kargo, Sezen Aksu
şarkılarını kendini yorumunu katarak seslendirdi.
----Dumansız Rock On The Stage----
Konserlerinin hemen ardından yorgun olmalarına rağmen
bizimle bu keyifli sohbeti gerçekleştiren Kargo'ya ve o
yoğunluğun içinde onlara ulaşmamızı sağlayan menajerleri
Simla Vuran'a çok teşekkür ediyoruz.
Banu İyisan, [email protected]
Şefik Elbeyli, [email protected]
31
Saat ilerliyor, herkes artık Duman'ın sahne
almasını bekliyordu. Mine Çayıroğlu indikten sonra
sahnede çalgılar değişti, biri gitti biri geldi fakat
sahneye çıkan hala yoktu… Sonra kurulan
düzenekler tekrar değiştirildi. Neşeli kalabalık yavaş
yavaş öfkeli bir hal almaya başlıyordu. Kulaktan
kulağa yayılan Duman'ın sahne almayacağı
yolundaki haber gerçek mi oluyordu? Yoksa
gerçekten şarkılarıyla hayranlarını mest eden, farklı
çizgisiyle Türkiye'de rock müziğin en önde gelen
isimlerinden olan Duman günler haftalar öncesinden
belli olan bir organizasyona çıkmayacak mıydı?
Yedikule'ye cumartesi gecelerini belki de sadece
Duman'ın şarkılarıyla geçirmek için gelen yüzlerce
insanın onları dinleme haklarını ellerinden mi
alacaklardı?
Yedikule'deki rock müzik severlerden Duman
sesleri yüksele dursun sahneye Erkin Koray çıktı.
www.gazete.itu.edu.tr
1960'ların başında 'Erkin Koray ve Ritimcileri' isimli
grubuyla başladığı müzik yolculuğuna 40 yılı aşkın
süredir büyük bir başarıyla devam ve 'Erkin Baba'
ünvanını alan Erkin Koray Yedikule Zindanları'nın
tarihi ortamında sahneye çıktı ve en sevilen
parçalarından bir demet sundu. Erkin Baba'yla
herkes coştu. Özellikle Estarabim, Çöpçüler ve Arap
Saçı çalarken Yedikule'ye gelen müzikseverlerin
keyfine diyecek yoktu.
Erkin Baba'nın sahneden inmesiyle beraber
herkes artık Duman'ın gelmeyeceğini anlamıştı.
Öfkeli topluluk bunun büyük bir saygısızlık olduğunu
düşünüyor, Duman'ın öncelikle hayranlarını hiçe
sayarak sahneye çıkmamasını kabullenemiyorlardı.
Bir grup ki adını, şarkılarını kitlelere duyurmuş ve
hayranlık uyandırmış, nasıl olur da Erkin Koray'ın -
belki de Duman'ın yaptığı müziğin temellerini bu
ülkede atmış bir kişilik, bir üstat- ilgi ne kadar
istenilen düzeyde olmasa da sahneye çıkıp
şarkılarını söylemesine rağmen o sahneye çıkmama
saygısızlığını gösterebilirdi? Duman grubu
elemanları böyle bir davranışı hangi düşünce ve
hangi ruh haliyle yapabilmişti? Oradaki herkes
şaşkınlık içerisindeydi.
Duman'ın konser alanına gelip, takılıp ilginin
azlığını görüp konsere çıkmaktan vazgeçmesinin
öğrenilmesinin ardından şaşkınlık yerini öfkeye
bırakmaya başladı. Duman, Taksim'de barlarda
müzik hayatına başlamış bir grup sayılabilirdi fakat
Erkin Koray'ın bile ilgi azlığını sorun etmeden
sahneye çıkmasına rağmen Rock on the Stage
sahnesine çıkmamışlardı. İnanılır gibi değildi. Sahne
arkasına gelip de orada takılırken ve çıkmama
kararı alırken hiç mi hayranlarını hayal kırıklığına
uğratacaklarını düşünmemişlerdi…
1 Ekim 2005… İyi niyetli, güzel hazırlanılmış bir
organizasyona davetli olarak gidildi DumanSIZ da
olsa güzel bir gece yaşanıldı. Ve şu öğrenildi ki
saygı ne parayla ne şöhretle ne de kaset tirajlarıyla
kazanılabilen bir değer. Saygı belki sadece verilen
sözün ne şartta olursa olsun tutulabilmesiyle
kazanılabilen bir değer…
Sarp İçaçan, [email protected]
32
kıs
a
ısa
sa kısa
a
sa
kıs
sa ısa kıs
k
kısa k
ı
sa
kısa k
a
kıs
kısa kı
kı sa
sa
a
sa
kı
sa k
kı
sa kısa
kı
k
ı sa
sa kı
Kasım 2005
kısa kıs
kısa
a kı
kıs
sa kı
a kısa kı
kı
a k ıs
sa kısa kı
s a kı
ısa kısa
Kültür Sanat Hayat
Kentten Kısa Kısa
Müzikten Kısa Kısa
Soyut Boyut (Sergi)
12 Kasım’a kadar
İş Kuleleri, Levent
Doruk Hemen & Moiz Meseri
`Çocuk Hallerim` Fotoğraf Sergisi
18 Kasım’a kadar
Fototrek Fotoğraf Merkezi
Camdan Hayvanat Bahçesi
30 Aralık’a kadar
Taksim Metrosu
HÜSNÜ ŞENLENDRİCİ'DEN HÜSN-Ü KLARNET
Laço Tayfa'dan ve Laço Tayfa'nın
Brooklyn Funk Essentials ile ortak
yürüttüğü
çalışma
"In
the
Buzzbağ"dan tanıdığımız Hüsnü
Şenlendirici, 5 senelik bir aranın
ardından ikinci albümü Hüsn-ü
Klarnet ile sevenleriyle yeniden
buluştu.
2000'de
yayınlanan
"Bergama Gaydası" albümü ile yurt
içi ve yurt dışında çeşitli
organizasyonlarda
beğeniyle
izlenen sanatçı yeni albümünde
bağlamada
İsmail
Tunçbilek,
perküsyonlarda Mehmet Akatay,
buzukide Orhan Osman, piyanoda Orhan Şallıel,
akordeonda Ceyhun Çelikten, kanunda Nuri
Lekesizgöz ve Aytaç Doğan,
gitarlarda Serhan Yastıman, Erdinç
Şenyaylar ve Gültekin Kaçar gibi
başarılı müzisyenlerle çalışmış.
Kendi bestelerinin yanında Sezen
Aksu, Fikret Kızılok, Neşet Ertaş,
Zülfü Livaneli gibi sanatçıların
tanınmış bazı parçalarına da kadife
sesli klarnetiyle farklı bir yorum
katmış.
Türk sanat müziğinden zeybeğe,
oyun
havasına
kadar
Türk
kültürünün farklı ezgilerini bir arada
dinleyebileceğiniz klarnet aromalı
albüm Doublemoon etiketiyle dünya müzikleri
raflarda yerini aldı.
Orhan Osman (Konser)
9 Kasım Çarşamba, 21:30
Babylon
Murat Özgür Doğan
Edebiyattan Kısa Kısa
Therion (Konser)
11 Kasım Cuma
Yeni Melek Gösteri Merkezi
Puslu Kıtalar Atlası - İhsan Oktay Anar
Puslu Kıtalar Atlası, yayımlanmış dört
kitabı bulunan İhsan Oktay Anar'ın ilk
kitabı. Büyükler için bir masal puslu
kıtalar atlası. Osmanlı ülkesinden
yeniçeriler, dilenciler, paşalar, hırsızlar,
casusların dahil olduğu maceraları
anlatan; eski İstanbul'dan yaşam
manzaraları sunan bir roman. Fantastik
kitaplardan hoşlananlar için ilginç bir
Casablanca (Tiyatro)
12 Kasım Cumartesi, 21:00
Profilo Kültür Merkezi
Özcan Ulucan (Keman, Konser)
17 Kasım Perşembe, 20:00
Akbank Sanat
seçenek; Osmanlı ülkesinde fantastik bir
hikaye. Okuyan hemen herkeste tarihe az
çok ilgi uyandıracak, çok renkli çok
eğlenceli bir kitap. Kitabın kapağı onu çok
güzel anlatıyor. Kapağa bakınca içinizde
eski İstanbul'un çok renkli, çok kültürlü,
curcunalı
sokaklarında
gezinme,
maceraya karışma isteği uyanıyorsa
okumanızı öneririm.
Ufuk Şişli
Şimdi’nin Gücü - Eckhart Tolle
Janeck Quartet (Konser)
21 Kasım Pazartesi, 20:00
CRR Konser Salonu
Oidipus Sürgünde (Tiyatro)
23 Kasım Çarşamba, 20:30
İTÜ Maçka Yerleşkesi
Kendimize
ayırdığımız
zamanın
giderek
azaldığı
"modern"
yaşantımızda, "yarın"a ait planlardan
ve düne ait pişmanlıklardan "bugün"e
kalan alanın giderek yok olduğu bir
eğilim söz konusu. Eckhart Tolle, Akaşa
Yayınları'ndan çıkan eserinde, huzur ve
mutluluğun önündeki en büyük engel
olarak gördüğü kaygıların kaynaklarını
Engin Özsoy
www.gazete.itu.edu.tr
irdeliyor ve bunların nasıl aşılabileceği
üzerine deneyimlediklerini aktarıyor.
Düşünülerek içinden çıkılamayacak
pek çok açmazı daha sezgisel
yaklaşımlarla
sorun
olmaktan
çıkartmayı
ve
"şimdi"ki
ana
yoğunlaşmayı hedefleyen Tolle'nin
eseri farkındalığı arttırmak üzere farklı
bir bakış açısı sunuyor.
Kasım 2005
Neredeyse kırk yaşındayım ve bütün renklerim
birbirinin aynı. Neredeyse kırk yaşındayım ve hiçbir
resmimde güneş, ışık, sevinç yok. Resim yapmaya
başladığımdan beri içimde ne varsa kusuyorum
tuvalime, her seferinde karalara boyuyorum onu. Belki
de çok daha renkli olmayı hak ederdi kim bilir, ama
yaptığım bütün resimlerdeki bütün renklerim birbirinin
aynı. Neredeyse kırk yaşındayım, iki sene sonra artık
“neredeyse” deme ihtiyacım da kalmayacak, ve ben bu
sessiz evde tek başıma geçirdiğim her saniyenin
omuzlarıma yeni bir yük olarak binmesine katlanmaya
çalışıyorum. Yaşama katlanmaya çalışıyorum;
gençliğimin tüm renklerini içimden adeta emen bu
yaşama karşı kurumuş, yaprakları dökülmüş, yıkılacak
gibi olan; ancak yine de ayakta duran bir ağaç gibi.
Güçlü fakat bezmiş, yılmış. İçimdeki oyuklara böcekler
doluşmuş kemiriyorlar beni, mutlular onlar. Renk renk
şallar, örtüler bağlamışlar vücutlarına ve dans ediyorlar
kadınlar gibi. Kadın gibi; sen gibi... Sahi neredesin sen?
Bir daha birbirimizi düşünmeyeceğimize söz verip de
farklı yönlere doğru yürümüştük ya, bir zamanlar
gölgesinde ışığının gözümü kör ettiği o ağaçtan, peki
şimdi neredesin sen?
Ayağa kalkmam lazım, hayır bunu kendim için
istemiyorum; bütün gün koltuğa gömülüp şarap içmeye
hiç itirazım yok ama bana derse gelecek öğrencilere de
bir parça saygı göstermeliyim; onlar sayesinde yeni
şaraplar, yeni tuvaller, yeni boyalar, yeni fırçalar
alıyorum! Tıraş olsam hiç de fena olmayacak. Saçlarımı
da tarayabilirim, peki ya daha şık bir şeyler giymeye ne
dersin? Tabloları iyi paraya giden bir ressama az da
olsa bir şeyler öğrenmeye gelen çaresiz öğrenciler...
Uyanın be, bana kimse ders vermemişti ki..! Saçlarımı
taramaktan nefret ediyorum. Belki de hiç ellemesem
daha güzel duracaklardır, kim bilir? Aynalar bilir...onları
gerçekten seviyorum. Aynalar cansızdırlar ama
içlerinde ben yaşarım. Aman tanrım, gözlerim niçin bu
kadar kırmızı? Kapı çalıyor, hoşgeldin, içeri geç. Şarap
ister misin, peki, ben de derste içmekten hoşlanmam
zaten. Çalışmalarını yanında getirdiğin iyi olmuş,
istersen ışığı aç da inceleyelim başlamadan önce.
Kişisel bir soru mu, peki sorabilirsin. Neden mi tüm
resimlerim karanlık..? Baksana çocuğum, şu çizdiğin
resimde niçin bu kadar renk var? Aşk mı var! İşte benim
resimlerimde de senin aşk dediğin şey var. Ben varım
benim resimlerimde. Görüyor musun solundaki
tamamlanmamış tabloyu? İşte onda da benim aşk
dediğim şey var çocuğum. Evet doğru bildin oradaki bir
mezar ve kurumuş ağacın altında oturan bir melek.
Baksana, hayat hakkında ne düşünürsün sen? Demek
mutlusun çocuğum, benimse mutlu olabilmek için bir
sebep yok elimde, kalbimde. Doğru, ben de kimi
zamanlar bazı kaynaklara sarıldım su içme umuduyla,
ama boğazım hep kuru kaldı. Benim için mutlu olmak,
ya da “mutlu olmak bu olsa gerek” diye adlandırdığım
his zirveye tırmanmaya çalışmaktı zirvede
olmak değil, o zirveyi kafamı kaldırıp da
gördüğüm zaman ona doğru çıkabilmekti mutlu
olmak; oraya ise hiç varamadım zaten... Sana
bir şey söyleyeyim mi çocuğum, neredeyse
kırk yaşındayım ve artık gücüm de kalmadı.
Gözlerim de bozulmuş ya da farklı bir manzara
var karşımda artık, kafamı kaldırdığımda
yükseklerin daha uzak, alçakların daha yakın
olduğunu görüyorum sadece; düştüğümü
görüyorum. Zirveye ne mi oldu? Diplerden
bahsetsek daha doğru olacak. Şarap
istemediğine emin misin, peki, ben şu
şişeyi bitireyim. Zirve yok çocuğum, ben
artık dibe daha yakınım, çaresizce
Edebiyat
düşüyorum aşağıya doğru, ne yazık ki tutunabileceğim
bir el ya da bir dal olmadan. Umut mu; Pandora’nın
kutusunu bilirsin, Nietzsche der ki, “Aslında kötülüklerin
en kötüsüdür umut, insanın çektiği eziyeti uzatır.” Sen
umutlu olabilirsin çocuğum ama ben değilim. Aşık mısın
yoksa, ah çocuğum, keşke gerçekten aşık olabilsen...
Sen sadık çoban Endymion ve ay tanrıçası Selene’nin
aşkını bilir misin? Tanrıyla anlaşıp da aşkı uğruna
ömründen vazgeçen Endymion’u ve her gece saçtığı
ışıklarıyla onu ziyaret eden Selene’yi bilmiyor musun?
Peki şövalye Tristan ve prenses Isolde’yi bilir misin;
bilmiyor musun, o zaman sana ufak bir ipucu vereyim
çocuğum, Endymion ve Selene de, Tristan ve Isolde de
nerede mutlu olabildiler tahmin et, evet doğru bildin,
ölümde. Otuz sekiz senede ne öğrendim biliyor musun:
Yaşamak acı çekmeyi sevmektir, aşk ise ölmeyi. Mutlu
musun çocuğum, mutlusun, renklerin çok parlak.
Gitmeden önce sana bir sır vereyim mi, ben de
çocukken senin gibi saf ve temizdim, benim de
renklerim vardı. Umarım sana sürekli çocuğum
diyebilirim; çünkü büyürsen emin ol sen de
kirleneceksin, senin de renklerin solacak...
Tek başına kalmak bir kaçış mıdır yoksa seni en iyi
anlayan insanla beraber mi olursun yalnızlık diye
adlandırdığın süreçte? Ben beni en çok anlayan insanla
beraberim, ama öyle bir yere sürükleniyorum ki, kendimi
bile anlayamıyorum artık. Kimse anlayamadı beni
zaten, otuz sekiz sene boyunca annem bile anlayamadı
beni. Keşke ölmeseydi de şimdi yanımda olsaydı, keşke
ölmeselerdi ne o ne de babam; ama anlayamamışlardı
beni, sadece sevmişlerdi; aynı kadınlar gibi, ama
onlardan çok daha dolu, çok daha yoğundu sevgileri;
çok yumuşak ve çok sessizdi. Eskiden sevgililerim
olduğunu sanıyordum beni seven, ama bugün eski
sevgililerim olduğunu sanmıyorum. Sevgilim olmadı
benim, hiçbirine verecek aşkım da olmadı.
Sevmektense sevişmeyi tercih ettim hepsiyle, ölmeyi
göze alamadım çünkü; aşkın eş anlamlısının ölüm
olduğunu bile bile bildiklerime bile direnerek
siyahlarımdan renkler yaratmaya çalıştım kendime,
sana, bize. Kim bilir belki de rengarenk şallarla, örtülerle
sarmalayıp ikimizi dans etmek istemiştim sadece...
Yıllar boyunca kendimi kandırdım ya da beni kandırdı
kadınlar, sen beni kandırdın, birbirimizi kandırdık.
Neredesin sen? Düşünmeyeceğimize söz vermiştik ya
birbirimizi, düşünmüyorsun değil mi gerçekten? En az
benimki kadar kapkara olan yüreğinden tamamen
attın değil mi beni de bana sunduğun tüm
ışıklarınla beraber? Atmış olmalısın zira yıllar
geçti üzerinden, yıllar geçti ve nerede
olduğunu bile bilmiyorum. “Zaman alır acıyı
yüreğinden, götürür uzaklara” demiştin ya
bana, peki düşünmüş müydün zamanın
bunları almasının bu kadar zaman alacağını?
www.gazete.itu.edu.tr
33
Gerçek olmadığını bildiğin bir ışığın peşinden koşmak,
tek bir damla su içemeyeceğini bildiğin bir çeşmeye
ağzını dayamak, asla yeşeremeyeceğini bildiğin kurak
bir toprağa kök salmak inatla... Bilmelisin, bunu yapmak
gerçekten çok zor... Yine de denedim çünkü umudum
vardı, inancım vardı. Bugünse dün benimle olan tüm
hisler, tüm insanlar tarafından terk edilmişim benliğimin
gölgesinde, bir tek şaraplar ve fırçalar kalmış benim
yanımda, renklerdense siyahın bile solgun olanı. Bir de
öğrencilerim; çocuklarım... Çocuklar için üzülüyorum,
hepsinin renkleri var ama hepsi alınacak ellerinden,
yerine kapkara gözyaşları verilecek büyümelerinin
armağanı olarak; yıkık hayallerin, tükenmiş umutların
pınarından beslenen kapkara gözyaşları armağan
edilecek onlara... Renklerini kaybetmeyenler ise
anlamsızca savuracak fırçalarını hayata, çizdikleri
şeyler karalamadan öteye gidemeyecek ne yazık ki;
tıpkı öğrencilerimin, çocuklarımın çizdikleri gibi
anlamsız, boş çizgiler olacak karşımda fakat renklerin
bir köşesinde ait oldukları yüreklerin saf sevgisini de
taşıyacaklar. O saf sevgiyi sunmaya çalışmıştım ben de
sana ama kirliydim ne yazık ki, kirliyim ne yazık ki; her
geçen saniye suratımdaki çizgiler derinleşiyor çünkü,
aşağıya düşüyorum. Zirveye yeniden tırmanabilmek gibi
bir düşünce ise beyin kıvrımlarımın arasında kendine
yer edinemediğinden olsa gerek çoktan terk etti beni,
kim bilir belki de on sekiz yaşındaki bir bedende hayat
bulmuştur... Belki sen de bana saf bir sevgi sunmaya
çalıştın ama hadi itiraf et, senin de renklerin
kaybolmuştu, büyümüştün sen de... Büyümüştün ya da
ben öyle sanıyordum, ya da unut gitsin bugün keşke ile
başlayan cümleler kurmayacağım çünkü artık her şeyin
bittiğinin, en azından benim tükendiğimin farkındayım.
Tükendiğimin farkındayım çünkü aynaya bakıyorum.
Aynaları gerçekten seviyorum, cansızdırlar ama
içlerinde ben yaşarım. Hiç yalan söylemediler bana
aynalar, hiç hata da yapmadılar; ama hatayı ben
kendimi görebilmek için aynaya değil de senin gözlerine
baktığım an yaptım belki de...
Yusuf Güngör
[email protected]
34
“My light slowly fades away
My hope's gone and went astray
But I see their dark dream-sails...
Take me away...from here!”
İşte tam bu satırlarla başladı benim Draconian ile
olan tanışıklığım. 16 Mayıs 2005, final zamanı gelmişti ve
normal şartlarda finallerden önceki bir kaç günlük süreci
sınavlara hazırlanarak geçirmem gerekiyordu; ben ise belki de bir kaç gün sonraki Anathema konserine
hazırlanmanın daha iyi bir fikir olacağını düşünerekmüzik arşivimi genişletme yolunu seçmiştim kendime.
Yabancı forumlarda "Draconian" hakkında yazılan şeyleri
okuyunca meraklanarak rastgele bir şarkısını indirdim
bilgisayarıma; yukarıdaki dizeyle başlıyordu, çok güzeldi,
ama belki de en etkileyicisi, sözlerden önce yazan "Lyrics
by Anders Jacobsson, 16/5 2003" satırıydı...
Draconian, İsveçli bir doom-metal grubu. Bugüne kadar
yayınlanan iki albümleri var ve şu sıralar üçüncü bir
albüm üzerinde çalışıyorlar. Beş tane de tanıtım albümleri
olan grubun "My Dying Bride"
ya da "Lacrimas
Profundere" kadar bilindiğini iddia etmek pek gerçekçi
olmayacaksa da, uluslararası alanda doom-metal
denildiğinde akla ilk gelen isimlerden biri olduğunu
söyleyebiliriz. Grup Anders Jacobsson, Johan Ericson,
Lisa Johansson, Jerry Torstenson, Daniel Arvidson,
Andreas Karlsson ve Jesper Slope'dan oluşuyor. Anders
şarkıların büyük çoğunluğunda sözleri yazan ve aynı
zamanda Lisa ile beraber vokal yapan kişi. Ben de,
grubun forumunun üyelerinden biri olma avantajımı da
kullanarak, Anders ile Arıyorum İTÜ Gazetesi adına
internet aracılığıyla bir röportaj yaptım:
İlk olarak, Draconian'ın tarihinin kısa bir özetiyle
başlasak iyi olacak...
Draconian, "Kerberos" adı altında mayıs 1994'te kuruldu.
6 ay sonra ben gruba katıldım ve ismimizi Draconian
olarak değiştirdik. Ekim 1995'te ilk tanıtım albümümüz
olan "Shades of a Lost Moon"u kaydettik. "Shades of a
Lost Moon" çok iyi izlenimler aldı, ancak 1997'ye dek
başka bir tane daha kaydetmedik. Sonraki tanıtım
albümümüz olan "In Glorious Victory"yi yapımının
gerçekten kötü olması sebebiyle yayınlamamayı tercih
ettik. Aynısı 1999'daki tanıtım albümümüzde de geçerli
oldu, "The Closed Eyes of Paradise" en iyi
şarkılarımızdan bazılarını içeriyordu, ancak bu da
satmama kararımız yüzünden büyük bir kitleye ulaşmadı.
2000 yılında "Frozen Features" tanıtımım albümümüzle
başarılı olduk ve ilk kez gerçek anlamda doom müziğini
keşfettik. Dünya çapında yeni dinleyiciler edindik ve daha
fazla tanındık. 2002 yılında, bize Napalm Records'la bir
kayıt anlaşması sağlayan "Dark Oceans We Cry"ı
kaydettik. Bu tanıtım albümü hala İskandinav
doom/gothic sahnesinin en beğenilenlerinden birisi olarak
anılır, ve bunun sayesinde daha da fazla dinleyici
kazandık. İlk albümümüz olan "Where Lovers Mourn"
2003 yılında yayınlandı ve çok iyi izlenimler aldı, ancak
Müzik
biz yapımdan tatmin olmamıştık. Bir sonraki sene
"Arcane Rain Fell" başka bir stüdyoda kaydedildi ve
sonuç daha iyi, daha doom ve Draconian'ın kendisini
görmek istediği şekle daha yakındı. Bu yeni albümle
Draconian olarak bir kez daha dünya çapında sağlam bir
iş yaptık ve kendimize daha önce hiç olmadığı kadar
fırsatlar yarattık. Draconian şimdi Avrupa'nın önde gelen
Doom/Gothic gruplarından birisi.
Her iki albümünüzde; "Where Lovers Mourn" ve
"Arcane Rain Fell"de, sözlere bakarsak, sadece bir
doom metal grubunun tipik özellikleri olan acı, kayıp,
ölüm gibi öğeleri görmekle kalmıyoruz; aynı zamanda
bunların çok etkileyici bir dille yazılmış olduğunu da
görüyoruz... "Where Lovers Mourn"da "A Slumber
Did My Spirit Seal" şarkısı Wordsworth'ün bir şiiri, ve
"Arcane Rain Fell" başlı başına Lucifer kavramıyla
ilgili bir albüm. Sen sözleri müziğin temel öğesi
olarak mı görüyorsun?
Evet, öyle görüyorum. Benim için sözler çok önemli.
İleride "A Slumber Did My Spirit Seal"daki gibi daha fazla
eski şiirler kullanacağım. Sözlerimizin çoğu ölüm, kayıp,
yalnızlık, çöküş ve sıkça insanlardan kaçan hislerle ilgili.
Aynı zamanda, senin de vurguladığın gibi, karanlık ruhsal
olaylarla ilgili şeyler de içeriyoruz. Ben "karanlık yol"la
çok ilgiliyim, ve bence bu hayatımdaki en önemli
şeylerden birisi.
Söylediğin gibi, şarkılar çok duygusal ve bence her
bir nota hislerimizle dans ediyor... Romantizm,
melankoli, hüzün ya da kimi zaman umut; hepsi çok
iyi işlenmiş ve kesinlikle kalbimize dokunuyorlar...
İnsanların yüreklerinin köşelerine ulaşmak nasıl bir
duygu ve bunu nasıl yapıyorsunuz, sözleri yazarken
ve müziğin kompozisyonunu yaparken nelerden
ilham alıyorsunuz?
Sözlere gelirsek, çoğunlukla kendi hislerimle başlayan
neredeyse her şey bana ilham veriyor... Ancak aynı
zamanda şiirlerden, filmlerden, okuduklarımdan da ilham
alıyorum... Çok küçük şeyler benim ilhamımı
tetikleyebiliyor ve bana fikirler veriyor. Müziğe geldiğinde,
işlerin çoğunu Johan hallediyor, ancak bu onun için de
aynı...onun iç dünyası ve demin vurguladığım şeyler. Ve
tabii ki bize benzeyen diğer gruplardan da ilham alıyoruz,
"My Dying Bride" gibi tanrı sayılabilecek gruplardan.
"Arcane Rain Fell"i Ocak 2005'te yayınladınız ve
yakın zaman önce, yıl sonuna doğru "The Burning
Halo"
isimli
bir
albüm
yayınlayacağınızı
duyurdunuz... Bir yılda iki albüm yayınlamak biraz
yorucu değil mi? Ayrıca, "The Burning Halo" ve diğer
gelecek planlarınızdan bahsedebilir misin?
Açıkçası bu yeni albümde sadece 3 yeni şarkı olacak, 3
tane "The Closed Eyes of Paradise" tanıtım
albümümüzden yeni kaydedilecek şarkıyla beraber...ve 3
tane de uyarlama. Dinleyiciler uzun bir süredir eski
tanıtım albümlerimizdeki şarkıları istiyorlar; biz de kötü
kayıt yüzünden, onları yayınlamaktansa şarkıları yeniden
kaydetmeyi tercih ediyoruz. Aslında o kadar da zor değil.
Bu kez tüm yapım işleriyle kendimiz ilgileneceğiz.
Gelecek planlarımız şu an için bu albüm, ve bir turne;
yurtdışındaki bir kaç konserle beraber. Aynı zamanda
www.gazete.itu.edu.tr
Kasım 2005
artık bir rezervasyon şirketimiz de var yani gelecek
dönemde daha çok konser ve turne olacak :)
Şimdi en zor soruya geliyorum: Daha önce Türkiye'ye
hiç geldin mi, Türkiye hakkında bir şeyler biliyor
musun?
Haha...o kadar da zor bir soru değil. Açıkçası Türkiye'de
hiç bulunmadım ve doğrusunu söylemek gerekirse
Türkiye hakkında az şey biliyorum. Kız kardeşim orada
bulunmuştu, ancak ne yazık ki kapkaça uğradı ve
arabasını sürerken yanlışlıkla bir kedinin üzerinden
geçmiş, yani onun ülkenizle ilgili güzel bir tecrübesi yok...
:) Ancak Türkiye'nin harika bir ülke olduğundan eminim,
çok güzel olduğunu duymuştum.
Pek de iyi bir deneyim değil ancak gelirseniz pişman
olmayacağınızı garanti edebilirim..! Ve şimdi de en
kolayı; bu yazıyı okuyan insanların çoğunun daha
önce Draconian'ı hiç duymamış olduğunu kabul
edecek olursak, insanları sizin dünyanıza gelmeye
nasıl ikna edebilirsin?
Aslına bakarsan en kolay yolu internet sitemize
uğramaları, eğer okuduklarını beğenirlerse de
albümlerimize bir şans vermeleri. Ayrıca, bu trajik ve ıssız
dünyada iyi bir konfor yakalamak istiyorlarsa, Draconian'ı
öneririm. Draconian'ın mesajı kendisini bu dünyada
uzaylı gibi hissedenlere: Kırık kanatlarıyla kaybolmuş
olup da, sadece buralardan uçmak isteyenlere...
Bize zaman ayırdığın için teşekkürler, bunun yüz yüze
bir röportaj olmasını gerçekten isterdim ancak ne
yazık ki yapabileceğimiz bir şey yoktu..! Draconian'ı
mümkün olan en yakın zamanda burada görmeyi
isterim; kapkaççılar konusunda garanti veremesem
de..! Bize söyleyeceğin son bir kaç kelime var mı?
Son kelimelerim: Her zaman hatırlayın; cennette kölelik
etmektense cehennemde hüküm sürmek daha iyidir.
Cennetiniz kendi içinizde yatar...herhangi bir şeye itaat
etmeyin. Kendi kendinizin tanrısı olun ve "karanlık
yol"unuzda yürüyerek ışıkların en safını bulun!
Bazen, bazı güzel tesadüfler herkesin kapısını çalıyor;
16 Mayıs'ta benim başıma gelen gibi. Kendimizi ifade
etmek için konuştuklarımız yeterli olmadığında, bir
başkasının kelimeleri imdadımıza yetişiyor şans eseri
olsa da. Hangimiz kimi zaman -ya da belki her zamansadece bir mumun titrek ışığı tarafından aydınlatılmış bir
odada, sırtımızı duvara yaslayıp tek başımıza sessiz
çığlıklar atmak istemeyiz ki..? İşte bana göre Draconian
tam bu zaman için; tam bu insan için... Belki de Anders'in
dediği gibi bulunmak istemediği bir yerde kalmaktan
başka çaresi olmayanlar; yaşayacağı her yeni günü
aşağıdaki satırlarla ifade edenler için...
“Another day will go astray...
Another tear in this life so grey
If you ever saw me smile
You should know I felt sick inside”
Yusuf Güngör, [email protected]
Kasım 2005
Spor
35
İTÜ AİKİDO KULÜBÜ
Disiplin, savaş, sanat, spor,
felsefe… Pek çok kavramı içeren
bir savaş sanatı; Aikido. Japon
kültüründen
gelen
Aikido,
savaşlara karşı doğayı ve
yaratıcının
tüm
varlıklarını
korumaya
yönelik,
doğayla,
evrenle bir bütün olma sanatı
olarak tanımlanmaktadır. Aynı
zamanda
Aikido,
kendini
savunmanın ve taktik bilimi
olmasının ötesinde bireyin uyumlu
bir insan olarak ortaya çıkabilmesi
için ruhu mükemmelleştirmenin,
vücudu ve aklı güçlendirmenin,
bireyin fiziksel ve zihinsel gücünü birleştirmenin yoludur.
Aikido içsel bir olgudur. Aikido toplumcudur. Kısacası,
Aikido dövüş sporunun ötesinde felsefedir. Bu
felsefeyi en iyi yorumlayan topluluklardan birisi de İTÜ
Aikido Kulübü'dür. Kulübün amacı Aikido'nun İTÜ'de
tanıtılması ve yaygınlaştırılmasıdır. Kulüp uzun yıllardır
düzenli olarak antrenmanlarını yapmakta, dersler
vermekte,
gösteri,
seminer
ve
konferanslar
düzenlemektedir. Bütün bu
etkinliklerin yanı sıra
Aikido felsefesinin önemli
yapı taşlarından olan
toplumsal
duyarlılığı
güçlendirici çalışmalara
öncelik
veren
kulüp,
ÇEKÜL Vakfı ile ortaklaşa
çalışarak 700 fidanlık İTÜ
Aikido
Kulübü
Korusu'nu Sivas iline
kazandırmıştır.
Bunun
gibi birçok farklı projeye
daha girişen İTÜ Aikido
Kulübü son günlerde
Üsküdar Çocuk Yuvası’nın
7-12 yaş çocuklarına,
temel
gereksinim
malzemelerinin alımında katkıda bulunmak amacıyla
yardım kampanyası başlatmış ve toplanan paranın bir
kısmını da Pakistan’daki depremzedelere göndermiştir.
Aikido’nun yalnızca savaş disiplini olmadığını, toplumsal
konularda da girişimlerde bulunmanın, insanlarla
yardımlaşmanın, dayanışmanın ve huzurlu bir dünya
sağlanmasının da Aikido’nun amaçları arasında
olduğunu söylüyor. Nitekim Aikido’nun öncüsü Morihei
Ueshiba’nın (1883-1969) küçük yaşlardan beri ilgisini
çeken savaş sanatları üzerine ülkesini karış karış
dolaşıp, devrinin en büyük ustaları ile ilişki kurup kısa
süre içerisinde savaş sanatlarının tamamını araştırıp
uygulaması ve bu dallarda ustalık mertebesine
ulaşması bile Ueshiba’nın içindeki eksiklik duygusunu
örtmeye yetmemişti. Ueshiba felsefeyle ilgileniyordu,
düşünüyordu. Gerçeği arıyordu. Yaptığı işin insanlara
yararlı olmasını istiyordu. Barış istiyordu, kardeşlik
istiyordu. Bu arayışlar sonucunda Ueshiba kendini
felsefeye ve daha sonraları dine adadı. Nihayet Ueshiba
gerçeğe, aradığı noktaya ulaşmıştı ve sevgi, uyum,
barış ve şefkatin yolu “Aikido” doğmuştu. Kısa sürede
Japonya’da yaygınlaşan bu yeni öğreti, hızla dünyanın
her tarafında tanınan ve ilgi gören bir savaş sanatı halini
aldı.
Aikido’da bükme ve fırlatma teknikleri kullanılır.
Saldırganın gücünü ve hamlelerini yine saldırgana
yönlendirme yeteneği kazandırması açısından diğer
birçok dövüş sanatından ayrılır. Ayrıca kişinin sizi
tutmasına, sarsmasına, itmesine, vurmasına olanak
vermeden onu ekarte edebilecek şekilde savunmayı ve
tekrarlanan ataklara karşılık verebilmeyi amaçlar.
Efendiliği ve saygıyı geliştirmek Aikido eğitimlerinin
ayrılmaz bir parçasını oluşturur.
İTÜ Aikido Kulübü’nün eğitim sisteminden
bahsedecek olursak öncelikle eğitim süreçlerindeki
önemli uygulamalardan birinin “Kyu Sınav Sistemi”
olduğunu belirtmek gerekir. 6 faklı kademeden oluşan
sınavlarda seviyenize uygun teknik anlayışınız, saldırı
anındaki tepkiniz, saldırının gücüne göre hareketinizi
ayarlamanız, konsantrasyon ve bilinç, hareketin hızı,
akılcılığı ve devamlılığı gibi kıstaslar dikkate alınıyor.
Sınav sistemi süresince belli şartları ve seansları
tamamlayan kulüp üyeleri makale, proje ve tez
çalışmalarında bulunuyorlar. Üyeler, kendi cümleleri ile
Aikido’nun ne ifade ettiğini
anlatan makale yazmalıdırlar.
Sonraki aylarda ise verilen
konu
üzerinden
proje
hazırlayıp sunmakla yükümlü
olan kulüp üyeleri, projeleri
başarıyla
tamamladıktan
sonra ise tez çalışması
yapmaktadırlar. Proje konusu
üzerinde
çalışmayı
derinleştirmek için yapılan
tezden
sonra
proje
konularından farklı ve kendi
belirleyecekleri
konu
üzerinden tezlerini hazırlayıp
sunmakla yükümlüdürler. İTÜ Aikido Kulübü,
Türkiye’deki “Bilimsel Aikido”nun merkezi olma yolunda
hızlı adımlar atmaktadır.
Aikido’da seviyeler ise “Dan” olarak adlandırılmaktadır. 8 dan mevcuttur.
Shodan birinci dandır ve başlangıçtır. Shodan’da
beden emirlere yanıt vermeye, teknikler şekil
kazanmaya başlamış, Aikido’nun ne olduğu hakkındaki
fikir derinlik kazanmıştır.
Nidan ikinci dandır. Bu aşamada, Shodan’dan
istenilenlere, yüksek seviyede bir zihinsel azimle birlikte
aynı anda gözlemlenebilecek hız ve güç eklenir.
Sandan üçüncü dandır. Aikido’nun ruhsal boyuta
geçiş aşamasıdır. İncelik, ustalık, hareketlerde netlik ve
tekniklerde etkililik ortaya çıkmaya başlamıştır.
Yondan dördüncü dandır. Teknikleri oluşturan
unsurlar sezinlenmeye başlamıştır.
Godan beşinci dandır. Tekniğin dış görüntüsüyle
sınırlı kalmadan, teknik şekillerden sıyrılarak -ama zirve
ve ilkelere bağlı kalınara- sanat kendini göstermeye
başlar.
Rokudan altıncı dandır. Teknik göz alıcı, hareketler
akıcı ve güçlüdür. Güç ve fiziksel serbestlik hareketin
içinde birleşir, günlük hayatta hissettirir.
Nanadan yedinci dandır. Varlık, yanılsamalardan
arınır ve gerçek doğası içinde yeniden dopar. Her çeşit
bağlılıklardan sıyrılıp özgürce, burada ve şimdi
yaşamanın zevkinin farkına varır.
Hachidan sekizinci dandır. Hayatın ve ölümün
ötesinde zihin açıktır. Zıtlıkları uzlaştırabilme yetisine
sahip, süşmansız, kendisiyle barışıktır. Rakipsiz,
mücadelesiz, tek ve mutlak galiptir. Ayak bağı
olmaksızın özgürdür, özgürlüğün içinde serbesttir.
Hayat görüşü bütünle uyum içindedir. Ancak bu aşama
da yolun sonu değildir...
İletişim için: www.aikido.itu.edu.tr
www.gazete.itu.edu.tr
36
“
Spor
Kasım 2005
Vücutları silahlarıydı.
Dansları ise kamufle.
Bu gizlilik aynı zamanda da
onların hayat felsefesi
ve kültürü oldu.
“
İTÜ Capoeira Kulübü
Capoeira, Brezilya kökenli bir savunma sanatıdır.
Brezilya' da yaşayan Afrika asıllı kölelerin kendilerini
savunmak için geliştirdikleri bu saldırı kökenli spor,
bugün Brezilya başta olmak üzere dünyanın 48
ülkesinde resmi olarak yapılmaktadır. Capoeira'yı diğer
savunma sanatlarından ayıran en önemli özellikleri
estetik görünümü ve katı formlara sahip olmamasıdır.
Capoeira'nın bu farklı yapısı onun bir savunma
sanatının yanı sıra bir savaş sanatı ya da bir dans türü
olarak görülmesini de sağlar.
Capoeira, yarım veya tam daire şeklindeki bir alanda
ya da RODA adı verilen insanlardan oluşan bir çember
içinde iki kişi arasında oynanan JOGO (jogu) adlı bir
oyundur. ANGOLA ve REGIONAL adlı iki tane temel
stile sahip olan bu oyun, orkestrayı içinde barındıran
RODA'nın yaptığı müzik eşliğinde saldırı ve savunma
tekniklerinin uygulanmasıyla oynanır. Kullanılan stil ne
olursa olsun, kurallar ile oyunun anlamının ve amacının
bilinmesi, uygulama aşamasından çok daha önemlidir.
Rakipler birbirlerine fiziksel üstünlükten ziyade
zihinsel üstünlük sağlamaya çalışırlar. Bu noktada
Capoeira'nın diğer savunma sanatlarından önemli bir
farkı - Uzakdoğu kökenli olmamasının dışında - kendini
gösteriyor: Capoeira'da üstünlük kurmak rakibi yıkmak
için değil, aksine birliği ve uyumu sağlamak içindir.
Kökeni
Brezilya'daki kölelik döneminin ilk
iki yüz yılı, Capoeira'nın başlangıç
dönemi olarak kabul edilebilir. Her ne
kadar Brezilya kökenli olarak kabul
edilse de, Brezilya`da bu sporun
temellerini Angola`dan getirilen zenci
köleler atmistir.
Capoeira'nın ölümcül bir gösteri
olduğu zamana ait belgeler, ilk
cumhuriyet hükümeti tarafından 15
Aralık 1890 tarihli karar ile ülkede
köleliğin izlerini silmek amacıyla
yakılmış. Hükümet bu kararın amacını
bu şekilde belirtmiş olsa da, birçok
kişiye göre bu karar aslında
sahiplerin,
kölelerin
serbest
bırakılmasıyla
ilgili
tazminatları
ödememesi
için
yapılmış
bir
manevraymış. Capoeira ile ilgili
günümüze kadar ulaşan kayıtların ilk
örnekleri olan ve Capoeira'yı sosyal
bir hastalık olarak kabul edip
yasaklanmasına neden olan belgeler
de bu dönemden sonra oluşturulmuş.
Felsefesi
Brezilya'daki Afrika inançlarına göre, "Star Wars"
filmindeki "Jedi Savaşçıları"nın gücünün temeli olan
kuvvetin (Force) bir benzeri olan Ache adlı, evrendeki
her şeyin hareket kaynağı olan sihirli bir güç vardır. Özel
ayinlerle, "Star Wars"ta olduğu gibi doğanın her
noktasında var olan bu güç aktarılabiliyor. Capoeira'nın
din ile doğrudan bir ilişkisi olmasa da, güç aktarımında
Afro-Brezilya ayinlerinin izlerine rastlanır.
Başlangıç seviyesinden "mestre" olmaya giden yolda
öğrencilerin karşısına karanlıkta oynamak, suda
oynamak ve ışıkta oynamak olarak tanımlanan fiziksel
evreler çıkar. Bu uzun mesafeyi kat ederken öğrencilerin
zihinleriyle bedenlerini gerilim ve tekniklerden arındırıp
anlık hareketlere bir kapı açarken, Capoeira oynamayı
tüm kalpleriyle öğrenmeleri gerekiyor. "Contra mestre",
yani yardımcı usta adı verilen bu aşama ve sonrası
şöyle anlatılıyor:
“Capoeiristlerin ayakları yorulacak, acıyacak, fakat
onların ruhları kristal küre ile oynamak üzere onlara
yardım edecek. Onlar hareketlerin zamanlaması ve
etkinliği üzerinde uzmanlaşacak ve kendilerini hayatın
ritmine uyum göstermek üzere ayarlayabilecekler. Eğer
fiziksel uç noktaların kesin sınırlarını keşfetmek için bu
sanat üzerinde çalışmaya devam ederlerse ve yeni
başlayanların karalıktaki yeni oyunlarına cevap vermek
üzere onların davetlerini kabul etme cesaretleri varsa ve
böyle alçak gönüllü olabilirlerse; o zaman belki onların
bir "mestre" olmak için "orixas tanrıları" tarafından
bahşedilen "zihinde oynamak" mertebesine erişme
şansları olabilir."
www.gazete.itu.edu.tr
İTÜ Capoeira Kulübü
Capoeira sporunu tanıtmayı ve İstanbul Teknik
Üniversitesi bünyesinde yaygınlaştırmayı hedefleyen
Capoeira Kulübü 2005 yılının mart ayında kurulmuş,
nisan ve mayıs aylarında antrenmanlar düzenlemiştir.
Nisan ayında İTÜ Capoeira Kulübü, Capoeira Brasil'
in dünyaca ünlü "mestresi" Jelon Viera'yı Türkiye'ye
davet etmiş ve yapılan çalışmaya Türkiye'nin çeşitli
bölgelerinden birçok Capoerista katılmıştır. Çalışmaların
ve kursların yanında İTÜ Capoeira Kulübü, Capoeira'yı
tanıtmak için İTÜ bünyesinde çeşitli gösteriler
düzenlemiştir.
Mestre Jelon Vieira
Dünyaca ünlü bir Capoeira "mestresi" ve eğitmeni
olarak ün yapmış olmasının yanı sıra yetenekli bir
koreograf olan Jelon Vieira, Capoeira Derneği'nin
kurucusu ve yöneticisidir.
Capoeira'yı dünya çapında üne sahip olan Mestre
Bimba, Eziquiel ve Bobo ile çalışmıştır. Bununla
yetinmeyen ünlü "mestre", Salvador Bahia'daki Teatro
Castro Alves Bale Okulu'nda Afro-Brasil dansları
yaparken aynı zamanda da James Truite, Thelma Hill,
Fred Benjamin ve balet Don Farnsworth ile modern
dans çalışmaları yapmıştır.
Mestre Jelon, 1975 yılında Amerika'ya yerleştiği ilk
günden itibaren bu ülkedeki Brezilya kültürüne karşı
büyüyen ilgiyi fark etmiş ve geleneksel Afro-Brasil
danslarıyla Kuzey Amerika modern dansını mükemmel
bir şekilde birleştirerek kendi stilini oluşturmuştur. 1976
yılında "Capoeira of Bahia" grubunu kurmuş ve grubun
diğer kurucusu olan Loremil Machado ile 20 yılı aşkın
bir süredir Capoeira'yı Amerika'da tanıtma ve öğretme
görevini üzerine almıştır.
Mestre Jelon Vieira Amerika'da bir çok çalışma
(workshop) düzenlemiş, aynı zamanda Oberlin
College, Columbia University, Stanford University,
Duke University ve University of Nebraska gibi
Amerika'nın önde gelen üniversitelerinde ders
vermiştir. Şu an ise 1982 yılında başladığı Yale
Üniversitesi'ndeki
konuk
eğitmenlik
görevini
sürdürmektedir.
Mestre Jelon Vieira her yaş gurubundan ve her
sosyal çevreden insana Capoeira öğretmektedir.
Bugüne kadar futbol efsanesi Pele ile Holywood
yıldızları Wesley Snipes ve Eddie Murphy gibi ünlülere
de eğitmenlik yapmıştır. Her ne kadar Amerika'da
yaşıyor olsa da Mestre Jelon her yıl bir kaç ayını
Brezilya'da geçirmektedir. Uzun dönemli projelerinden
birisi de kimsesiz çocuklar yararına bir merkez açarak,
burada Capoeira'nın da yardımıyla özgüven sahibi,
disiplinli gençler yetiştirmek ve bu çocukları sokaklardan
kurtararak iyi bir eğitimle topluma kazandırmaktır.
İletişim için: www.capoeira.itu.edu.tr
Kasım 2005
Spor
37
İTÜ’nün büyük kısmı onları
''merkez kantinin önünde
birbirlerini döven
adamlar'' olarak tanıyor.
Bu sayımızda, Türkiye'nin
ilk kuralsız dövüş takımı
olan "Heroes"un
üyeleriyle; Taylan Keser,
MMA ne demektir?
MMA; Mixed Martial Arts'ın kısaltmasıdır. Dövüş sporları
karmasından oluşan bir sistemdir. Etkinliği kanıtlanmış
olan bütün dövüş sporlarını benimser.
İTÜ MMA'nın amacı nedir?
İTÜ'de dövüş sporu yapmak isteyen gençleri, kaliteli ve
bilimsel bir platformda toplamaktır.
İTÜ Tekvando Kulübü'nün kapanması ve İTÜ MMA'nın
kurulma sebeplerini anlatır mısınız?
Kulübün kapanma sebebi Spor Birliği'nin eski yönetimiyle
olan sorunlardı. Şu anda Biz, kendi aramızda dövüş
sporlarına çalışıyoruz, Bu sebeple MMA topluluğunu
kurduk. Kulüpleşmesek de spor salonunu kullanabiliyoruz
ki, Yeni Spor Birliği yönetiminin öğrenci merkezli spor
politikası sebebiyle yakın zamanda Tekvando Kulübü adı
altında bir kısmımız kulüpleşmeye gidecek. Tekvando
Kulübü olarak adlandırdığınız zaman, sadece tekvando
ile ilgilenenlere hitap ediyor; MMA olarak adlandırınca da
güreşle uğraşan, boksla ilgilenen, judo bilen insanlara da
hitap etmiş oluyorsunuz.
İdmanlar ne şekilde seyrediyor? Bu sporları yapmak
ne kadar zamanımızı alır?
Yaptığınız branşa göre değişir. Full-Contact için yeni
başlayanlar için haftada iki gün, 1 saat 15 dakikalık
programlar halindedir. İleriki aşamalarda ise idmanlar
haftada üç güne çıkar, duruma göre arttırılabilir veya
sabitlenebilir.
Dövüş sporlarının spor değeri nedir? Kendimizi spor
yapmış gibi hisseder miyiz?
Yapabileceğiniz en iyi sporlardandır diyebiliriz. Çünkü
ringde dövüşürken hem kendi bedeninizi hem de aklınızı
kullanmak zorundasınız ki bunun için idman
programınızın hem bedeninizi hem de algı kabiliyetinizi,
odaklanma yeteneğinizi ve zihninizi geliştirecek
sistematiğe sahip olması gerekir. 1 saat 15 dakikalık Full
Contact idmanında 600-700 kcal civarı enerji yakarız.
Üniversite çağındaki Normal bir insan cinsiyetine de bağlı
olmak koşuluyla günde ortalama 2000-2400 kcal yakar.
Bununla birlikte olay sadece dövüşmek olsaydı zaten
spor olmazdı. Sadece çıkıp dövüşmek için bu kadar
teknik çalışmaya, bu kadar ısınmaya, vücut hızını
arttırmaya yönelik çalışmalar yapmaya gerek olmazdı.
Ringe çıkana kadar 1,5 yıllık bir teknik ve taktik idman var.
Bu idmanlar sırasında vücut kondisyonu, vücut şekli ve
vücudun kullanılabilirlik oranı, odaklanma kapasitesi gibi
parametreler değiştiriliyor. Ayrıca sporun tanımını tam ve
net olarak bilmeden de fikir sahibi olmanın çok anlamlı
olmadığı inancındayız.
Başlangıç seviyesinde standart bir idman programı
neleri içeriyor?
Başlangıç seviyesinde temel teknikleri öğrenmek üzere
çalışılıyor. Öncelikle teknik altyapıyı oturtmaya
çalışıyoruz. Eğer omzunuzu kullanıyorsanız omzunuzun
farkında olmanız gerekir; kalçanızı kullanacaksanız
kalçanızın dönüşünün ne ifade ettiğini öğrenmeniz lazım.
Koşmayı, diz çekmeyi, doğru şekilde durmayı öğrenmek
gerekiyor. Pratik yaptıkça doğru dinamikleri kapmaya
başlıyorsunuz. Kendi vücudunuzun farkına varıyorsunuz.
Ardından elleri hızlandırmak için, uygun hale getirene
kadar vücut üzerinde oynuyoruz. Şınav çalışmasıyla
idman sona eriyor. 1 saat 15 dakika içinde sporculara,
belli bir program dahilinde yükleyebileceğimiz
maksimumu yüklüyoruz.
Zayıf insanlar da bu sporu yapabilir mi?
Bu sporlarda yarıştığınız kişi kendinizsiniz. Ayrıca idman
programı zayıf ya da kaslı bir insan için ayarlanmış değil.
Fiziksel aktivite sonucu bir yandan gelişiyorsunuz. Amaç
bir sonraki kura atlamak olduğu için, vücut kontrolü iyi
birisinin üç ayda atladığını, vücut kontrolü zayıf birisi altı
ayda atlar. Neticede spor yaptıkça gelişiyorsunuz, bu
sebeple bu sporları herkes yapabilir. Önemli olan kişisel
gelişimin maksimum düzeyde tutulması. Bir sonraki
idmanda bir öncekinden daha iyi olmaya çalışıyorsunuz.
Mesela
"full
contact"
yaparsanız,
fiziğinizi
şekillendirip,sadece teknik idmanla devam edebilirsiniz .
Ama eğer ringe çıkmak istiyorsanız, uygulamaya
girmeniz, teknikleri karşılıklı uygulamanız lazım.
Peki bayanlar için de uygun bir spor mudur?
Kızlar fiziksel olarak erkeklerden güçsüz oldukları için
genelde çekiniyorlar. Daha önce de belirttiğim gibi,
dövüşmek zorunluluğu yok, pek çoğu teknik idmanlara
devam ederek, belli bir oranda ağırlık çalışarak forma
girmek ve vücudu iyi şekillenmek için kullanıyor.
Ringe çıkacak kadar Full Contact öğrenmek ne kadar
zamanımızı alır?
Bu tamamen sporcunun disiplini ile ilgilidir. Ortalama süre
bir buçuk yıldır ama bu bir yıl da olabilir. Ayrıca olayın
psikolojik yönü de var. Bütün sporlarda belli bir yerden
sonra, isteklendirme belirleyici faktördür.
Full Contact, B.Jiu-jitsu veya tekvando dışarıdaki bir
kavgada bizi korumak için ne kadar yeterlidir?
Full Contact için konuşmak gerekirse, sokak dövüşü için
uygulanabilirliği olan bir sistemdir. Eğer saldırmak
isterseniz saldırır, kendinizi korumak isterseniz de
korursunuz, bu sizin saldırganlığınız ile ilgili bir şey. İki
kur sonunda, yani 6 ayda kendinizi koruyacak hale-tek
Uğur Ünal, Onur Ülkü ve
Piotr Arnaut ile dövüş
sporları üzerine söyleştik
darbeyle karşıdaki kişiyi bayıltacak duruma- gelirsiniz.
Ancak hiçbir spor dalı kendini savunma garantisi
veremez. Full Contactda tam güç darbe kullanmayı
öğreniyorsunuz. Dışarıdaki bir dövüşte "Jedi" güçlerin
olmadığı için fiziğinizi kullanmanız gerekiyor. Dışarıda elli
bin tane değişik senaryo vardır. Ama bu senaryoların
darbeyle kendinizi korumanız gerekenlerinde, Full
Contact kendini koruma ihtimalini maksimuma çıkartıyor.
B.Jiu-Jitsu daha kapalı temaslarda karşıdakini
kilitlemeniz, lüzumunda gerekli uzuvlarını kırmanız ve
lüzumunda zarar vermeden bayıltmanız gereken
senaryolarda etkili. Tekvando çoklu savunmada
kullanılabilir bir sistem. Arkanızdaki, yanlarınızdaki ve
önünüzdeki hasımlara aynı anda bacaklarınızla karşılık
vermenizi sağlıyor, ayrıca bacak boyu koldan uzun
olduğundan
daha
açık
mesafeden
savunma
sağlayabiliyor.
"Heroes"tan bahseder misiniz?
Bizim kurduğumuz, Türkiye'nin ilk ve şu an için tek MMA
takımı. Rakibimiz yok! İleriye yönelik bazı düşüncelerimiz
var; Heroes bunun için ilk adım. Dünya'da MMA yapan
kişiler genelde bir grup kurar ve bir isim alır, yurt dışında
Team Punishment, Team Hammer's House gibi takımlar
var. Heroes da bizim takımımızın adı. Hani dövüş sporları
bireyseldir ya, işte Heroes bunu bir kademe ileri taşıyor.
Bu bireysel Sporu bu şekilde arkadaşlığa, takıma taşımak
çok güzel bir his, sizinle aynı çalışmayı yapan birilerinin
olmasını hissetmek harika bir şey. Bir şeyi ilk yapanlar
öncüler ya da kahramanlar olur. Biz de kendimize bu
sebeple Heroes dedik.
Okulda
rahatsızlık
duyduğunuz,
eksikliğini
hissettiğiniz şeyler var mı?
Spor salonunda sadece basketbol ve diğer toplu sporlar
için bir bölüm, bir de fitness ve body çalışmak için bir
bölüm var. Bizim, Aikido, Dans, Eskrim, Okçuluk
kulüplerinin çalışması, step-aerobik çalışması için
alternatif bir salona daha ihtiyaç var. Sporla çok ilgisi yok
ama okulun ışıklandırması düzeltilmeli, kampüs lambaları
çalışmıyor ve kampüs karanlığa gömülüyor. Okulun
güvenliği sağlamada açıkları var, yabancı kişiler
dışarıdan rahatça kampüse girilebiliyorlar ve bu gasp
boyutuna zaman zaman varabiliyor. Spor salonunun geç
kapanması da her zaman tercihimizdir. Kampüs yaşayan
ve yaşanan bir mekân olmalı. 18.00den sonra açık olan
kampüs gençliğinin günün yorgunluğunu atabileceği
mekanlar olmalı. Yurtlarda kalan bir sürü insan var.
Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Merak edenler olursa idmanlarımızı izlemeye gelebilirler.
Salı ve Perşembe günleri spor salonundayız. Zaman
zaman dışarıdaki arkadaşların bizleri "kavgacı tipler"
olarak gördüklerini duyuyoruz. Öyle değiliz, haftada beş
gün idmandan canımız çıkıyor, hepimiz dövüşmek
istediğimiz kadar zaten dövüşüyoruz. Tanışmak isteyen
herkese kapımız açık, Merak ettikleri her şeyi istedikleri
zaman sorabilirler, muhabbet etmek isterlerse
çekinmesinler, kasmasınlar. www.itumma.com
Doğan Yurdakurban, [email protected]
www.gazete.itu.edu.tr
38
Spor
Kasım 2005
İTÜ Spor Birliği Başkanı
Prof. Dr. İbrahim Eksin ile
İTÜ VE SPOR
İTÜ Spor Birliği’nde henüz göreve başlayan, Elektrik
Elektronik Fakültesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. İbrahim
Eksin’le spor geçmişini, İTÜ’de sporu ve Spor Birliği ile
ilgili yeni dönemdeki projelerini konuştuk. Görüyoruz ki
İTÜ, spor macerasına bu dönem epey etkin bir şekilde
devam edecek
Öncelikle yeni görevinizde başarılar dileriz.
Dilerseniz
spor
geçmişinizden
bahsederek
başlayalım.
Ciddi anlamda spora, Robert Kolej'de futbol oynayarak
başladım. Bahar aylarında Track&Field günlerine ''hızlı
koşuyorsun'' diyerek çağırırlardı, 100-200 koşardım.
Üniversiteye girdiğim zaman yine okul takımında futbol
oynamaya devam ettim. Amerika'dan yeni gelen ve
eskiden atletizm yapmış olan bir hocamız, benim
koştuğumu duymuş, sahada ayağımda kramponlarla bir
50 metre deneme yaptırdı, beğendi. Takım kuruyoruz
dedi, ben pek ilgilenmedim ama yine de İzmir'e kapalı
salon yarışmalarına götürdüler. O zamanın rekortmen
sporcusu Orhan Aydın ile 50 metre koştum, 5 metreye
yakın bir fark yedim, şaşkına döndüm, moralim bozuldu.
Daha sonra üniversitenin futbol takımında oynamaya
devam ederken ciddi bir sakatlık geçirdim, futbol
oynayamaz hale geldim. Baktım atletizm takımı da
oturmaya başladı, futbolu tamamen bıraktım. Bu arada
atletizm takımını geliştirmek amacıyla Hacettepe
Üniversitesi'nden iki atleti Boğaziçi Üniversitesi'ne
transfer ettiler ve bana da yurtta kalma olanağı verdiler;
o zamanlar böyle şeyler yapılabiliyordu. Yeni atlet
arkadaşlara çevreyi tanıtıyordum ve bu arada hemen her
gün idman yapıyorduk. Sonuçta benim bünyem
kaldırmamaya başladı. Futbolcu dediğin bir gün idman
yapar, bir gün yatar, hafta sonunda maça çıkar. Sonra
baktım bunlar ağızlarına bir şeyler atıyorlar, sen de at
destek mestek dediler. Ben de böylece vitamin
takviyesini öğrenmiş ve başlamış oldum. Artık haftada
beş idman yapabiliyordum. 76 yılında Üniversite son
sınıfa geldiğimizde, birlikte başladığım bu arkadaşlarımı
geçer hale geldim. Küçük kardeşim İTÜ Spor Kulübü'nde
lisanslı atlet olunca, ben de kulübümüzde lisanlı olarak
yarışmaya başladım. Bu kulüp bünyesindeyken iki kez
milli olma gururu yaşadım; Bağdat'a, Libya'ya uluslar
arası yarışmalara gittim. Atletizmde İTÜ'yü, Türkiye
kulüpler birinci ligi üçüncülüğüne kadar taşıdık. Bireysel
ve takım anlamında bu başarımız beş altı yıl boyunca
sürdü ve bu takımın içinden pek çok Türkiye rekortmeni
ve rekorlar çıktı.
Şimdi, iyi ki dizim dönmüş diyorum, yoksa atletizmi
tanımazdım. Hayatım atletizm oldu, takım kaptanı oldum,
antrenör oldum. Çalıştırdığım gençlerle yarışlara gitmek
ve onların başarılarını izlemek, paylaşmak çok büyük bir
mutluluk. Ama şu sıralar çok yoğunum, artık antrenörlüğe
vakit ayıramıyorum ve haftada sadece iki gün
koşabiliyorum, dört gün koşmayı tercih ederdim. 1973
yılından 89 yılına kadar, 36 yaşına kadar yarış koşmaya
devam ettim.
İTÜ'nün geçmişten gelen bir spor kimliği, sporda bir
ekol olma durumu var. Basketbol A ligindeki
takımımız da buna bir örnek oluşturuyor. Sizce İTÜ
için spor neden gerekli, bir bilim kurumunda spor
neden gerekli, ya da öğrenciler için spor neden
gerekli?
Platon, "Devlet" adlı eserinde, çocuklarınızı devlet adamı
olarak yetiştirmek için üç şey öğretin der: Matematik,
Müzik ve Spor. Aslında bular üç sacayağı. Matematik
deyince, bugünün koşullarında, sizi buraya sınavla alıp
matematik ve fen öğretmemiz anlaşılabilir. Geriye
müzikle sembolleşen kültür, sanat ve spor kalıyor.
İnsanların kendilerini ifade etmek için bir şeyler yapmaya
veya göstermeye ihtiyaçları vardır, spor da bu konuda bir
açılım sağlar. Spor yaptığınız zaman vücudunuz belirli
dengeleri koruduğu gibi, kendinizi tanır, sınırlarınızı
www.gazete.itu.edu.tr
öğrenirsiniz. Kendini tanımak çok önemli, müzik, resim
ve güzel sanatlar da çok önemli, ama spor ruhu eğittiği
gibi bedeni de eğitiyor. Mesela dans ettiğinizde, hem
müzik hem spor iç içedir.
İTÜ'nün önemli bir spor geçmişi vardır ve bunun çıkış
noktasında, İTÜ Spor Kulübü vardır. Kulübümüz,
Türkiye'ye voleybolda öncülük etmiş ve basketbolde lig
şampiyonluğuna erişen tek üniversite bağlantılı takım
olmuştur. Üniversitelerde spor adına pek bir şey yokken
bu kulüp öğrenci organizasyonlarını üstlenmiş, 80'lerde
YÖK'ün gelmesinden sonra bu işlevini Beden Eğitimi
Bölümü ve Spor Birliği'ne bırakarak, federe olan
branşlarda faaliyetlerine Üniversite'den ayrı bir kurum
olarak devam etmiştir.
İTÜ'nün uzun yıllardan gelen bir spor ayağı var. Ama
son yıllarda bu gelenek çok iyi aktarılamıyor. İTÜ'de
yirmi beş tane spor kulübü var ama belki bu
kulüplerden bihaber olan öğrenci sayısı epeyce çok?
Bence bu problemin asıl kaynağı yeterli tanıtım
olmaması değil. Şu anda Spor Birliği hala 1987 yılındaki
yönetmelikle yönetiliyor. Yönetmeliğe göre kulüplerin
başkanlarının bir öğretim görevlisi olması zorunluluğu
var. Böyle olunca, öğrenciyi yeterince işin içine
çekemiyorsunuz. Öğrencilere yetki ve sorumlulukların
birlikte verilmesi lazım. Üzülerek söylüyorum, Teknik
Üniversite'de biz, öğrencilere yeterince güvenmiyoruz.
Kasım 2005
Güveniyor olsaydık, kulüp başkanlarının öğrenci olmaları
gerektiğini yazardık. Benim birincil amacım bu 87
tüzüğünü değiştirmek. Ama bu devrimin kafalarda da
yapılması lazım, buranın gerçek sahibinin öğrenci
olduğuna gerçekten inanmak lazım.
Spor Birliği yeni yönetiminin kısa vadede, orta
vadede ve uzun vadede hedefleri nedir?
Öncelikle öğrenciyi işin içine sokmak. Öğrenciyi sorumlu
yapıp az yetkili yaparsanız bu iş olmaz. O zaman kılcal
damarları tıkamış olursunuz. Haberleşmeyi en iyi öğrenci
yapar. Öğretim görevlileri tarafından denetlenmesi,
gözlenmesi tamam, ama öğrencilerin yolunu açmak
lazım. Bir iki sene sonra zaten mezun olup karar verme
aşamasına
gireceksiniz.
Neden
şimdi
karar
veremeyesiniz? Yapmayı istediğim diğer bir şey, bir
öğrenci spor kurulu oluşturmak. Spor Birliği bünyesindeki
bazı branşları düşünürseniz, voleybol, basketbol, futbol
gibi branşların kulüp olmasının çok bir anlamı yok, bunlar
takımdır, antrenörleri vardır, müsabakalara hazırlanırlar.
Tüm bu takım ve kulüplerin hep birlikte, eşgüdüm içinde,
öğrenci spor kurulunun altında çalışmaları gerekiyor.
Bağımsız çalışmalarının yanı sıra buna da önem
vermeleri gerekiyor. Bu kurulun da son derece demokratik
bir biçimde seçilmesi lazım. Kulüpler, takımlar ve faal
sporcuların bir genel kurul oluşturması ve aralarından
seçimle her yıl bir öğrenci spor kurulu oluşturması
gerektiğini düşünüyorum. Bu öğrenci spor kurulu,
festivalinden,
Rektörlük
Kupası'na,
bütün
organizasyonları yapmakla yükümlü olmalı. O zaman
Beden Eğitimi Bölümü'nün hocaları, takım çalıştırmak,
beden eğitimi ile ilgili dersler vermek, öğrencilere bilimsel
anlamda yardımcı olmak gibi asli görevlerine
yönelecekler. Bunu yönetmeliğe yazmak çok kolay,
önemli olan bunu insanlara benimsetmek. Özellikle
öğretim üyelerinin kafasının buna yatmasının sağlanması
çok önemli. Bunun için dekanlardan, öğretim
görevlilerinden destek istiyorum, onlarla toplantılar
yapıyorum. Kısa vadedeki hedef yönetmeliği değiştirmek,
uzun vadedeki hedef ise kafaları değiştirmek, yani bu
çocuğu büyütmek diyebiliriz. Arzum, hayalim bu
diyebilirim.
Bu hayal nereden kaynaklanıyor?
Kendi Fakültemin Spor Kurulu Başkanıyken, yan odada
Spor Birliği'nin yaptığı bir toplantıya katılmıştım. 20'ye
yakın spor hocası vardı ve o zaman bu hocalar bayağı
faaldi. Beden eğitimi dersleri vermenin yanında, rektörlük
kupalarını düzenliyorlar, takımları çalıştırıyorlardı.
Toplantıda hocalar, fakültelerin rektörlük kupasına
yeterince ilgi göstermediğinden şikayet ettiler. O dönem,
Spor Birliği Başkanı Yalçın Aköz'dü. Yalçın Beyin
başkanlığında, fakültelerin spor kulübü temsilcileri ve
onların yanlarında getirdikleri birer öğrenci vardı,
kalabalık bir gruptuk. Toplantıda Erdem Minisker adlı
Uçak Uzay'dan bir öğrenci kardeşim, ''Ben öğrenci
olduğumu Boğaziçi Spor Festivali'nde hissettim.
Organizasyonları yapıyor, bizi karşılıyorlar. Ben de böyle
olmasını isterdim'' dedi. Ben de kalktım bu genç
kardeşime destek verdim. Toplantıdaki hocaların da
Spor
büyük kısmı da İTÜ Spor Kulübü atletizm takımından
arkadaşlarımdı. Onlara, 'Siz bütün organizasyonları
yapabilirsiniz, ama bu arkadaşım haklı, siz kılcal
damarlara öğrenci gibi inemezsiniz' dedim. Yalçın Bey de
bana 'Peki İbrahim o zaman sen yap' dedi. Ben de 'Yanlış
anladınız, ben bunları öğrenciyken yaptım, bu işi
öğrenciler yapmalı' dedim. Yalçın Bey de, 'Sen öğrencileri
topla ve ne gerekiyorsa yap' dedi. Ondan sonra, şimdi
yardımcılarımdan birisi olan Öğretim Görevlisi Dr. Hikmet
İskender kardeşimle bir takım öğrencileri topladık ve
kurucu bir spor kurulu oluşturduk. Bu kurul İTÜ'de ilk spor
festivalini gerçekleştirdi ve o zamandan bugüne gelenek
halinde yapıla geldi. Ama benim üzüldüğüm nokta, bu
kurulun hiçbir yerinin olmaması. Adları Spor Kurulu, ama
yönetmelikte yerleri yok. Odaları yok, bilgisayarları yok,
telefonları yok. Festivalden önce bir ilan asılıyor veya bir
önceki yıldan yapanlar, arkadaştan arkadaşa el verme
şeklinde devam ettiriliyor. Boğaziçi'nde ise odaları, alt
komisyonları 100 kişiyi bulan bir ekipleri vardır. Onların da
sorunları var. Mesela, uzun yıllardır organizasyonları
uluslar arası yapıyorlar, ama paraya o kadar
endekslenmiş durumdalar ki, sadece para kazanmak
amacıyla parti üstüne parti yapıyorlar. İTÜ'de Spor Kurulu
ve spor festivallerinin başlangıçı güzel oldu ama yerli
yerine oturmadı. Tabii ki bunu yok etmek de olmaz. Ben
İTÜ'deki Spor Kurulu oluşumu ile ilgili durumu şöyle
tanımlıyorum: tuğla konuyor, ama harcı yok; işi bitince
geri yerine konuyor. Tuğlayı, harçlı koymak lazım. Eğer
öğrenci spor kulüpleri de onlarla eşgüdüm içinde
çalışırlarsa, az önce belirttiğiniz ''İTÜ'deki spor iyi
tanıtılamıyor, spor yayılamıyor'' gibi şikayetler de ortadan
kalkacaktır. Öğrenci gerekirse en güzel katalogu, en
güzel afişi bastırtır. Öğrenci kitlesinin harekete geçmesi,
üç beş öğretim üyesinin çabasıyla karşılaştırılamaz. Ben
böyle umut ediyorum, olacağına da inanıyorum.
Bir başka büyük sorunumuz da kaynaklar. Ben 21 yıldır
buradayım, aynı dört tane tenis sahası, aynı kum saha,
aynı salon… Kaynakların sınırlı olması ve zaman içinde
eklemeler yapılamaması sebebiyle ve İTÜ Spor
Kulübü'nün de aynı tesisleri paylaşması durumunda
olması ayrı bir sıkıntı doğurmuştur. Bu sıkıntıyı da kısa
sürede çözmek çok zor. Bunu söylemekte hiçbir sakınca
yok; burası öğrenci için yapılmıştır, öğrenci harçlar
fonundan yapılmıştır, öncelik öğrenciye aittir. Benim bunu
korumak için çalıştığımı herkes bilmeli, herkes de
anlayışla karşılamalıdır.
Geçen dönem akşam saat 18'de spor salonuna
basket oynamaya gidiyoruz ve 5-6 yaşlarında
çocukların idmanı olduğu için sahadan çıkartılıyoruz.
Eğer çalışmaları gerekiyorsa, bu saat neden
öğrencilerin sahayı en fazla kullandığı saat olan 18:00
olarak seçilmiş? Bu konuda ne yapmayı
düşünüyorsunuz?
Yedi sekiz yıl evvel Üniversitemizi daha iyi tanıtmak
amacıyla başlanmış bir hadise sonuçta öğrenciyi
sıkıştırmaya başladı. Öncelik öğrencinin kullanımı
olmalıdır, zaten 1990 yılında alınmış yönetim kurulu
kararı ile bu öncelikler öğrenci, İTÜ personeli, İTÜ
mezunları ve dışarıdan da İTÜ Spor Kulübü olarak
www.gazete.itu.edu.tr
39
sıralanmıştır. Son yıllarda önceliklerde bir karışıklık
olmuştur. Bu karışıklığı düzeltmek üzere benim bazı
girişimlerim oldu, ama belli bir dirençle karşılaşmadım
değil. Sonuç olarak ben üniversite yönetim kuruluna bir
dilekçe verdim. Örneğin Gümüşsuyu Spor Salonu için
şehir yerleşkemizde bulunan altı fakülte ve birime, hiç
olmazsa Pazartesi, Çarşamba, Cuma akşamları ikişer
saat ayrılmasını sağlattık. Maslak yerleşkesindeki spor
salonumuzda da, 17:30-18:30 saatleri arasını serbest
öğrenci saati olarak ayırdık Ama sıkıntı tamamen bitmiş
değildir ve yeni spor alanları yaratılmadığı sürece devam
eder. Bence Spor Kulübü, mezunların da desteğini alarak,
okulumuzun tahsis edeceği arazide kendisine kaynak
sağlayacak spor tesisleri ve ortamlar yaratmak için
çalışmalıdır. Pasta küçükse paylaşım kavgası olur.
Pastayı büyütmek lazım. Bunun dışında, Spor Birliği'nin
yeni binalar yapmak gibi bir yetkisi yok. Ancak önerilerde
bulunabiliyoruz, Rektörlük bütçe ayırıyor, ondan sonra
yapılıyor.
Söylemek istediğiniz son bir söz var mı?
Bütün öğretim üyelerinin sporun değerini bilmesini ve
fakültelerinde spor etkinliklerini arttırıcı yönde bir takım
faaliyetlerde bulunmasını umuyorum. Çünkü okulumuz
çok büyük, sadece Spor Birliği'nin yaptığı değişik
etkinlikler ve Rektörlük Kupaları'yla büyük öğrenci
kitlelerine ulaşmamız çok zor. Memleketimde herkes
seyirci zaten, bu nedenle insanların spora bir yerden
dokunmasını sağlamak lazım. O kadar değişik spor
dalları var ki, birinden biri kişiyi cezbeder.
Röportaj ve fotoğraflar:
S. Selçuk Bucak
Doğan Yurdakurban
Fatih Avcı

Benzer belgeler