Bilgisayarı_10 Spor Birliği Yeni Başkanı ile İTÜ`de Spor üzerine_38
Transkript
Bilgisayarı_10 Spor Birliği Yeni Başkanı ile İTÜ`de Spor üzerine_38
ISSN: 1305-4783 Arıbamız var İTÜ Güneş Arabası Ekibi_8 Metro İTÜ’ye geliyor_6 Nasuh Mahruki Kuşbakışı Maslak ve AKUT_12 Maslak’a bir de böyle bakın_19 Spor Birliği Yeni Başkanı Bilgi İşlem Daire ile İTÜ’de Spor üzerine_38 Başkanlığı_4 İTÜ’nün Süper Savaş Sanatları_35 Bilgisayarı_10 2 Arıyorum Kasım 2005 arıyorum ilerliyor Evet, 2005-2006 Öğretim Yılımızın ilk sayısı ile karşınıza çıkıyoruz. Bu sayımız, bizim çok heyecanlandığımız sayılarımızdan birisi oldu. Çok heyecanlandık çünkü işler yoluna girmeye başladı. Yaz dönemi ile birlikte yoğun bir çalışma sürecinden geçip yeni yıla iyi bir şekilde adım atalım dedik. Yaz dönemi ile başlayan tanışma toplantılarımız ile birlikte kurul sayımızın genişlemesi de bu süreçte etkili oldu. Gazetemizi içerik ve tasarım olarak geliştirdik, sayfa sayımızı arttırdık. Farklı kollardan çalışmalarımızı yürütmeye çalıştık. Bununla birlikte çözmeye çalıştığımız sorunlarımız da yok değil. Bu sorunlarımızdan en önemlisi kaynak sorunu. Gazetemizin basımı için gerekli olan bütçeyi, kendi kaynaklarımızı yaratarak karşılamak durumundayız ki bu hiç de kolay olmuyor. Özellikle belli bir sürekliliğe ulaşmadan "reklam" konusunda da beklediğimiz gelişmeleri alamıyoruz. Bu konu ile ilgili farklı girişimlerde de bulunacağız. Bu girişimlerimizi öncelikle mezunlar derneklerimiz ile başlatmayı düşünmekteyiz. İTÜ'nün büyük bir aile olmasındaki en önemli gücü mezunlarıdır. Mezunlarımızın da bu sorunlarımıza karşı duyarlı davranacaklarını ve ellerinden gelen desteği vereceklerini biliyor ve mezunlarımıza güveniyoruz. Gazete Arabası Projesi Çalışmalarımız sırasında daha önceden de aklımızda olan bazı projelere başlama olanağımız da oldu. Bu projelerin önemlilerinden biri bahar dönemine yetiştirmeyi planladığımız "Gazete Arabası Projesi"dir. Bu projede amaç; Ayazağa Yerleşkesi içerisinde "maskot" olabilecek, gazete dağıtılabilecek, diğer kulüplerin etkinlik duyurularını da yapabileceği bir araç üretmek. Bu konu ile ilgili hazırlamaya başladığımız proje dosyasını kısa sürede sonuçlandırıp kaynak aramaya başlayacağız. Bu süreçte IEEE Öğrenci Kulübü ve Güneş Arabası Ekibi'nden arkadaşlarla fikir paylaşımında bulunduğumuz toplantılar gerçekleştirdik. Diğer fakültelerden de (özellikle Makina) gelecek destekle kısa süre içerisinde yapımına başlamayı planlıyoruz (Konu ile ilgilenebilecek arkadaşlarımız [email protected] adresine e-posta yollayabilirler.) Önümüzdeki sayımızda da bu araba ile ilgili bir tasarım yarışması başlatacağız. Ödüllü olabilecek yarışmada seçilecek tasarım üzerinden yapım çalışmasına başlanacak. Kulüplere Davet Başarılı olmasını umduğumuz bu projemizin yanında, diğer kulüplerle ortaklaşa yapmaya başladığımız başka projelerden de söz etmek isteriz. Bunlar, gazetemizle birlikte basılıp dağıtılacak, kulübün ilgi alanına göre hazırlanacak içerikten oluşan ekler olacak. Bu çalışmaların ilk ikisini Moleküler Biyoloji ve Genetik Kulübü ve Platform ve Bilgisayar Oyunları Kulübü ile gerçekleştireceğiz. Dileriz ki diğer başka kulüplerle de bu tarz veya başka türlü ortaklaşmalar yapabilelim. Bu konu ile ilgili her türlü paylaşıma Arıyorum İTÜ Gazetesi olarak hazırız. Çünkü kulüpler arasında oluşturulacak iletişim, önemli kaynaklardan birisidir. Bu kaynak ortaklaşmadır, paylaşımdır, etkileşimdir. Üretken öğrencilerin etkileşimli ve eşgüdümlü çalışmaları yapılan işlerde verimliliği ve başarıyı da arttıracaktır. Mezunlarımıza Çağrı Tabi ki bu çalışmalarda üretken öğrencilerin sıkıntıları da gündeme gelmektedir. Bu bağlamda ortaklaşılması gereken en önemli kişi/kurumlar İTÜ mezunları, mezun dernekleridir. Mezunlarımızın öğrenciler ile iç içe olmaları gerekmektedir. Bu, hem üniversite içerisindeki paylaşımın daha genişlemesi ve etkisinin artması açısından hem de mezunlarımızın sorumluluk almaları ve bu sorumluluklarını yeni mezun olacak öğrencilere aktarması açısından oldukça önemlidir; aile bilincinin kavranmasının temel taşı, odak noktasıdır. Bu nedenlerle mezunlarımızı ve mezun derneklerini İTÜ'nün üretken öğrencileri ile ortaklaşmaya ve destek vermeye davet ediyoruz. Teşekkür Bu sayımızda pek çok farklı konuya açılım getiren kalabalık bir içeriği sizlere sunuyoruz. 40 sayfaya ulaşan içeriğimizle sizlere ulaşabilmenin gururunu yaşıyoruz. Çalışmalarımız sırasında verdiği desteklerle bizlere heyecan katan, destekleyen tüm İTÜ’lülere teşekkürü borç biliriz. Yaptıkları unutulmaz katkılar ile gazetemizin daha verimli çalışmalar yapmasını sağlayan Sayın Prof. Dr. Erkin Nasuf’a, Sayın Prof. Dr. Bihrat Önöz’e, Sayın Doç. Dr. Yüksel Güvenilir’e ve Sayın Y. Doç. Dr. Beyza Taşkın’a; gazemizin teknik bazı donanımlara ulaşması konusunda verdiği desteklerden ötürü Sayın Zeki Şimşek’e; öğrenci kulüplerinin toplantı yeri konusunda çok büyük duyarlılık gösteren Maden Fakültesi Dekanı Sayın Prof. Dr. Mahir Vardar ve Dekan Yardımcılarına; olanaklarını bizlerle paylaşmaktan çekinmeyen İTÜ Öğrenci Danışma Merkezi’ne, İTÜ İş ve İnsan Kaynakları Merkezi’ne, İTÜ Bilgi İşlem Daire Başkanlığı’na, İTÜ Avrupa Birliği Merkezi’ne, İTÜ Dış İlişkiler ve Enformasyon Ofisi’ne, İTÜ Proje Yönetim Merkezi’ne, İTÜ Süleyman Demirel Kültür Merkezi’ne, İTÜ Uzaktan Eğitim Merkezi’ne; İTÜ’lülerin dayanışmasını ve paylaşımcılığını gösteren Mezunlarımıza ve Mezunlar Derneklerimize; sıkıntılı dönemlerimizde en büyük desteği sağlayarak gazetemize eşsiz katkıları dokunan Sayın İdil Peker’e; tasarım konusundaki destekleri ile herzaman yanımızda olan arkadaşlarımız Şahincan Erdemir’e, Ali Çetin Çetinel’e; İTÜ Kültür ve Sanat Birliği ile İTÜ Spor Birliği’ne bağlı öğrenci kulüplerine içten teşekkürlerimizi sunarız. Özel bir teşekkürü ise, İTÜ Öğrenci İşleri Daire Başkanlığı’na sunmak isteriz; bütün destekleri, katkıları, anlayışları için... Yeni sayılarımızda görüşmek, paylaşmak dileğiyle... Fatih Avcı İTÜ Basın Yayın Kulübü Arıyorum İTÜ Gazetesi , Süreli Yayın, ISSN: 1305-4783 İstanbul Teknik Üniversitesi Adına Yayın Sahibi Prof. Dr. Erkin Nasuf, Genel Yayın Yönetmeni Y. Doç. Dr. Beyza Taşkın Yayın Danışmanları: Prof. Dr. Fuat Anday, Prof. Dr. Bihrat Önöz, Doç. Dr. Yüksel Güvenilir Yayın Kurulu: Fatih Avcı, Selin Erkişi, Beril Alpagut, Ufuk Sevim, S. Selçuk Bucak, Harun K. Subaşı, Ufuk Çavuş, M. Bahadır Kılınç, Murat Özgür Doğan, Batuhan Çetin, Doğan Yurdakurban, Hatice Gökcan, Yusuf Güngör, Engin Özsoy, Sarp İçaçan, Güven Çalışkan, Ömer Elmasrı, Zeynep Ankay, Özge Taşkın, Perihan Gürbaş, Müge Turan, Sedat Bayrak, Mert Soyel, Yasemin Usal, Anıl Çatık, Cansev Baydar, Utku H. Kevenoğlu, Can Yükselen, Şeyda Hatiboğlu, Mehmet Doğan Aşık, Sefa Demir, Ufuk Şişli, Şefik Elbeyli, Banu İyisan, Huriye Uzun, Bahar Sağlam, Ece Bekpınar, Orhan Gökpınar, Goncagül Özbalıkçı, Ayça İmrek, Esin Ekmekçi, Erdem Emre Pınar, Leyla Işık Çelebioğlu, Melike Özkan, İzzet Göksel, Osman Taha Arı, Kerim Akören, Filiz Akgün, Ahmet Alban, Gökçe Sezgin, Emrah Yıldır, Zeynel Solmaz, Nagihan Mutlu, Betül Elci, Ali Önalp, Fatma Sezgin, Merve Sakar Baskı: Cenkler Matbaa, 0212 264 18 21 www.gazete.itu.edu.tr İTÜ Basın Yayın Kulübü Arıyorum İTÜ Gazetesi Öğrenci İşleri Otomasyonu Binası, Giriş Katı İTÜ Ayazağa Yerleşkesi Maslak-İstanbul [email protected] http://www.gazete.itu.edu.tr Tel: 0212 285 34 00-151 Faks: 0212 285 65 95 Kasım 2005 10. İstanbul Saydam Günleri açılışına İTÜ İTÜ, 2005-2006 Öğretim Yılı'nı 19 Eylül’de gerçekleştirdiği törenle başlattı İTÜ Süleyman Demirel Kültür Merkezi'nde yapılan tören, saygı duruşu ve İstiklal Marşı ile başladı. Akademisyenlerin, öğrencilerin, velilerin ve diğer üniversitelerden davetlilerin katıldığı törende açılış konuşmasını İTÜ Rektörü Prof. Dr. Faruk Karadoğan yaparak, 2005-2006 Öğretim Yılı'nı açtı. Rektör Karadoğan, açılış konuşmasında İTÜ'yü yeni kazanan öğrencilere İTÜ'nün olanaklarından bahsetti. Başarıya ulaşabilmek için bu olanakları en iyi şekilde değerlendirmeleri gerektiğine değindi: "İstanbul Teknik Üniversitesi'nde okuma şansını yeni elde etmiş değerli öğrenciler, yakın geleceğin aydın mühendisleri, mimarları, denizcileri, sanatçıları, bu büyük kuruma katılırken göstermiş olduğunuz başarı ile övünebilirsiniz. Kendinize güven, burada özümseyeceğiniz bilgi ve görgüden kaynaklanacaktır. Burada düşünmeyi ve öğrenmenin yollarını öğreneceksiniz. İstanbul Teknik Üniversitesi'nin altyapısı, size, bu yönde en büyük yardımcı olacaktır... Değerli öğrencilerim; gerek kendi konularınızda yoğunlaşırken gerekse ülke sorunları ile ilgilenirken doğru bilgilenmek için hep şüpheci ve sorgulayıcı olmak, çağdaş değerlerle bezenmek için sanattan kopmamak, yalnız dış görünüşle değil kafaca çağdaşlaşmak ve bunun için çalışmak çok önemlidir. Başarmak için en iyisi olmak, ve sürekli öğrenmek ön koşuldur. Bunu şeref ve güç olan dürüstlük tamamlayacaktır.” Açılış Töreni'ne davet edilen Berlin Teknik Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Kurt Kutzler ise yaptığı konuşmada üniversite eğitimindeki uluslar arası ilişkilerin öneminden bahsetti. Kutzler, Berlik Teknik Üniversitesi'nin 31.500 öğrencisi olduğunu, bu öğrencilerin yüzde 20'sinin 133 farklı ülkeden gelen yabancı uyruklulardan oluştuğunu ve 780 de Türk öğrenci olduğunu söyledi. Kutzler, Türkiye'nin hızla büyüyen ekonomisi ve genç nüfusu ile AB uyum sürecini gereğince yerine getireceğine inandığını ve Türkiye'nin AB'ye tam üyeliğini desteklediğini belirtti. Özel Sektör-DevletÜniversite işbirliğinin önemini anlatan Rektör Kutzler, İTÜ ile ortak çalıştıklarını ve elde 3 Güncel ev sahipliği yaptı ettikleri başarılarla gurur duyduğuna değinerek profesyonel ve zihinsel gelişim için alınan eğitimin çok büyük fayda sağlayacağını söyledi. İTÜ öğrencilerine de tavsiyede bulunan Kutzler şöyle dedi: "Benim kişisel deneyimlerimden size verebileceğim tavsiye olacaksa, İTÜ'nün sembolü olan “arı”yı ilk dersiniz olarak kabul edin derim. Bütün fırsatları değerlendirmeye çalışın ama zamanınızı iş, aile ve arkadaşlar arasında dengelemeyi asla unutmayın…" Törenin davetli konuşmacısı olan Dünya Bankası Eski Başkan Yardımcısı Dr. Attila Karaosmanoğlu ise "21. Yüzyılın Türkiye'sinde Bilimsel ve Teknolojik Gelişmede Devlete, Üniversitelere ve Özel Teşebbüse Düşen Görev" konulu bir konuşma yaptı. Türkiye'nin 20. yüzyılın ikinci yarısında, bilgi toplumu olma yolunda yapabileceklerini yapmayarak büyük bir atılım şansını kaybettiğini belirten Karaosmanoğlu, o yıllarda olanakları Türkiye'den ileri olmayan Güney Kore, Hindistan, Çin gibi ülkelerin büyük sıçramalar yaptığını söyledi: "Yazılımda büyük başarılarla başlayan Hindistan'ın bugün dünyanın bilim ve teknoloji liderlerinden biri haline gelmekte olduğu konusunda genel bir kanaat var." "Çin Nano Teknoloji konusundaki araştırmalara 1980'lerde başladı. Bugün Çin'in henüz Amerika'nın seviyesine ulaşamadığı fakat gittikçe artan sayıda önemli buluşlar yaptığı kabul ediliyor." "Kore özellikle DNA ve Reproductive Technology ile ilgili konularda önemli deneyler yapıyorlar. Geçen ay bir köpek klone ettiklerini açıkladılar." Öğrenciler adına konuşma yapan İTÜ Öğrenci Konseyi Başkanı Yiğit Özgül ise konsey çalışmalarından bahsetti. Öğrencilerin sorunlarının en etkin biçimde dile getirilerek çalışmalar yaptıklarına değinen Özgül, bir öğrenci olarak İTÜ'de okumanın ayrıcalık olduğunu ve yeni gelen arkadaşların da bu ayrıcalıklarının farkında olması gerektiğini söyledi. İTÜ Öğrenci Konseyi olarak, diğer üniversitelerle birlikte Türkiye'de bir öğrenci birliği oluşturulması ile ilgili çalışmalarda da bulunduklarını söyledi. www.gazete.itu.edu.tr Bu yıl onuncusu düzenlenen İstanbul Saydam Günleri açılışı 14 Ekim 2005, Cuma günü İTÜ Maçka Yerleşkesi'nde gerçekleşti. Geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi bu yıl da Beyoğlu'nun çeşitli mekanlarında gerçekleştirilecek olan etkinlik, okulumuzun Maçka Yerleşkesi'nde akışına başladı. Ayrıca bu yıl farklı olarak sergi Kadıköy KargART Salonu’nda da gösterimde oldu. Bu yılın temaları; İntifada (Filistin halkının başkaldırısı), Çingeneler ve Dans olarak belirlenmiş. Açılışta bu temaları konu alan yerli ve yabancı fotoğraf sanatçılarının saydam gösterileri sunuldu. Aralarında Larry Towell, Paolo Pellegrin, Antoine d'Agata gibi ünlü isimlerin de bulunduğu yedi ayrı ülkeden dokuz ayrı sanatçının fotoğraflarından meydana gelen ve "Confronting Views" başlığı altında kitap olarak da yayımlanan Filistin konulu saydam, törende katılımcılara sunuldu. Üç ayrı bölümde sunulan gösterimde, bu yıl "Saydam Gösteri Bursu'nu" almaya hak kazanan genç fotoğraf sanatçısı "Burak Olçaylı " ödülünü elde ettiği "Gölgem… Her yerde!" adlı eseri ve ünlü fotoğraf sanatçısı Arif Aşçı’nın son projesi olan "İstanbul Panoromaları" da yer aldı. Gecede ayrıca 10. İstanbul Saydam Günleri'nin mekan, donanım, basın ve gereçler konusundaki destekçileri birer kristal kamera ile onurlandırıldı. Açılış verilen kokteyl ile son buldu. İTÜ Fotoğraf Kulübü'nün çalışmalarıyla açılışının okulumuzda gerçekleştirildiği "İstanbul Saydam Günleri" 1423 Ekim tarihleri arasında Beyoğlu Turkcell ve İfsak sergi salonları ve Kadıköy KargART gösteri salonunda, Hüsnü Atasoy ve Tanju Akleman'ın 12 Eylül'ün 25. yılı nedeniyle çalışmalarının da yer aldığı özel gösterimlerle sanatseverlerle buluştu. Ayrıca saygı bölümünde de bu yıl içerisinde kaybettiğimiz ünlü fotoğraf sanatçılar; Tolunay Timuçin, Mehmet Gülbiz ve Merter Oral fotoğrafları ile anıldı. Ufuk Sevim, Anıl Çatık www.saydamgunleri.org 4 Güncel Kasım 2005 IAESTE Yarım Asırdır İTÜ'de IAESTE (The International Association for the Exchange of Students for Technical Experience) 50. kuruluş yıldönümünü 15 ekim Perşembe günü Maçka Sosyal Tesisleri'nde kutladı. Türkiye tanıtımıyla başlayan kutlama toplantısı katılımcıların konuşmalarıyla devam etti. Konuşmalardaki samimiyet, salondakilerin de yüzüne yansıdı. Bunun hemen ardından konuklar İTÜ Devlet Konservatuarı sanatçılarının o muhteşem enstrümantal Türk müziği dinletisiyle başbaşa bırakıldılar. Verilen 20 dakikalık kahve molasında da sohbetler hiç eksik olmadı. Konuşmalarda genel olarak IAESTE'nin ve kültürel kaynaşmanın önemine değinildi. Staj programından faydalanan öğrencilerle kurulan samimi ilişkilerden, bunların sürekliliğinden bahsedildi. Tabii, özellikle yaz döneminde faaliyet gösteren IAESTE üyeleri; tatillerinin olmadığını, ancak gençlerle birlikte olmanın onları mutlu ettiğini ve buna değdiğini sıkça belirttiler. Program, harika bir flüt dörtlüsü müzik dinletisi ve plaket töreniyle son buldu. Programın ardından yenen öğle yemeği de hoş sohbetler eşliğinde devam etti. Yemeğin ardından yabancı konuklarla İstanbul turuna çıkıldı.Türkiye'de yurtdışına en çok stajyer öğrenci gönderen ve yurtdışından da en çok öğrenciyi alan IAESTE İTÜ'nün bu anlamlı ve faydalı organizasyonlarını asırlar boyunca sürdürmesini diliyoruz. IAESTE Nedir? IAESTE, öğrencilerin bir başka ülkede, öğrenim gördüğü teknik konuyla ilgili tecrübe kazanmasını sağlayan bir staj değişim organizasyonudur. Ülkemizde Milletlerarası Teknik Stajyer Öğrenci Mübadelesi Birliği adı altında faaliyetini sürdüren IAESTE, 1948'de Londra'da Imperial College'de kuruldu. Savaştan sonra ülkeler ve kültürler arasındaki hoşgörüyü artırmak için başlayan organizasyon, o günden bu yana 300.000'den fazla öğrenciyi staj değişim programıyla başka ülkelerle tanıştırmış. 1955'ten bu yana da ülkemizde faaliyet gösteren IAESTE, İTÜ Rektörlüğü'ne bağlı genel merkez liderliğinde, 32 üniversite temsilciliğinden oluşan bir yapıdır. IAESTE Türkiye, kuruluşundan bu yana 10.000'den fazla Türk öğrencisine dış ülkelerde, ve yine 10.000'e yakın yabancı öğrenciye de ülkemizde staj imkanı sağlamış. Irk, renk, cinsiyet, inanç ayrımı yapmayan IAESTE, öğrencilere bölümleriyle ilgili teknik deneyim kazanmasını, işverenlere nitelikli stajyerler, stajyerlere ve ev sahibi topluma kültürel zenginlik katmayı sağlamak amaçlarını gütmekte. IAESTE'nin öğrencilere en büyük getirisi; farklı ülkelerin öğrencileri, yani geleceğin mühendisleri, mimarları, teknik adamları ve yöneticileri arasında sosyal ve kültürel paylaşım ve yakınlaşmanın artmasıdır. Yurtiçi aktivitelerinde üzerine düşen görevleri yerine getirip elemelerde yurtdışında staja gitmeye hak kazanan bir öğrencinin önünde farklı alanlarda bir çok kapı açılıyor. Teknik alanda öğrenim gördüğü konuda farklı bir ülkedeki sistemi tanıma ve bir süreliğine bu sistemin içinde yer alma şansını kazanan öğrenci, ülkesine döndüğünde farklı bir vizyona, daha fazla bilgiye, ve daha fazla özgüvene sahip oluyor. Ufuk Sevim, Perihan Gürbaş Maçka’da AB Tartışıldı İşletme Mühendisliği Kulübü, farklı görüşten Avrupa Birliği uzmanlarıyla İTÜ'lüleri Maçka Avrupa Birliği Konferanslarında buluşturdu 11 ve 12 Ekim tarihlerinde Maçka Mustafa Kemal Amfisi, Türkiye- AB ilişkilerinin tartışıldığı iki konferansa tanıklık etmiş oldu. Konferanslara Prof. Dr. Eser Karakaş, Prof. Dr. Erol Manisalı, Dr. Can Baydarol, Ingmar Karlsson ve Prof. Dr. Lerzan Özkale katıldı. Tarafsız konumda yer almak amacı ile AB yanlısı ve karşıtı görüşleri savunan konuşmacıları aynı platformda buluşturan İşletme Mühendisliği Kulübü, son günlerde kitle iletişim araçlarında dolaşan Avrupa Birliği tartışmalarının aydınlatılması açısından yararlı bir etkinlik gerçekleştirdi. Konuşmacıların Türkiye - AB ilişkileriyle ilgili farklı görüşlere sahip uzmanlar olması, olayların farklı boyutlarda ele alınmasını sağladı. Etkinliğin ilk gününde, İTÜ AB Merkezi Başkanı, öğretim üyesi Prof. Dr. Lerzan Özkale'nin yönettiği, “Türkiye’nin Avrupa Birliği ile Müzakere Süreci” konulu panele İsveç İstanbul Başkonsolosu Dr. Ingmar Karlsson, Bahçeşehir Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Eser Karakaş ve AB Uzmanı Dr. Can Baydarol katıldı. Başkonsolos Karlsson, Türkiye'yi dini ve kültürel nedenlerle dışlamak isteyen Avrupalılardan dem vurarak ve Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne girmesinin, Avrupa Birliği'nin kültürel yapısını zenginleştireceğini anlattı. Panelde Prof. Karakaş ise Avrupa Birliği'nin genel olarak Türkiye'yi Birliğe almak konusunda iyi niyetli olduğunu söyledi. Karakaş, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne girmesinin, Türkiye'deki www.gazete.itu.edu.tr egemenlik ilişkilerini değiştirmek ve demokratik bir topluma kavuşabilmek açısından gerekli olduğunu ve Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne girebilmek için AB mevzuatına harfien uyum sağlaması gerektiğini belirtti. Dr. Baydarol da Eser Karakaş'ın fikirlerini destekledi. Başmüzakerecinin "Başuyumcu" olması gerektiğini söyleyen Baydarol, Türkiye'nin AB sürecinde vereceği en önemli mücadelenin, AB yasalarını Türk milletine benimsetmek olduğunu belirtti. Etkinliğin ikinci gününde “Türkiye-Avrupa Birliği İlişkilerinde Son Gelişmeler” konulu konferansı ile İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Erol Manisalı çok farklı bir açıdan yaklaşarak, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne bakışını eleştirdi. Türkiye - Avrupa Birliği ilişkilerinin çok sağlıksız bir şekilde yürüdüğünü söyledi. Manisalı, çeşitli devletlerin müzakere sürecinden istifade ederek, Türkiye üzerinde oyunlar oynandığına da değinerek Türkiye'nin, Avrupa Birliği ile imzaladığı Gümrük Birliği antlaşmasını, “Türkiye AB'ye girmeden Gümrük Birliği'ne girerek "kumalığı" kabul etmiş oldu diyerek” eleştirdi. Üniversite Kasım 2005 Üniversiteler, Aktif Öğrencileri ile Sivriliyor Türkiye'nin En Sosyal Üniversitesi İTÜ Üniversite Kampüs Rehberi - Üniaktivite ve Toplum Gönüllüleri Vakfı (TOG) işbirliği ile tüm Türkiye ve KKTC'deki üniversite kulüpleri arasında düzenlenen yarışmanın 2.si sonuçlandı. En aktif üniversitelerde birinciliği İstanbul Teknik Üniversitesi aldı Üniversite Kampüs Rehberi - Üniaktivite ve Toplum Gönüllüleri Vakfı (TOG) işbirliği ile tüm Türkiye ve KKTC'deki üniversite kulüpleri arasında düzenlenen "En Aktif Kulüp/Topluluk Yarışması"nın (EAK/T) 2.si sonuçlandı. En aktif üniversitelerde birinciliği İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) alırken, İTÜ'yü Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) ve Yıldız Teknik Üniversitesi izledi. "En Aktif Kulüp/Topluluk Yarışması" (EAK/T); Üniaktivite ve Toplum Gönüllüleri Vakfı (TOG) işbirliği ile üniversite kulüpleri ve toplulukları arasında bir rekabet oluşturarak, öğrencilerin sosyal alanda daha katılımcı olmalarını sağlamak, öğrenciler arasında varolan iletişim eksikliğini en aza indirmek ve girişimci ruhu destekleyen etkinliklerin artmasına katkıda bulunmak amacı ile düzenleniyor. Bu yıl ikincisi düzenlenen yarışmaya, Türkiye ve KKTC'deki üniversitelerden toplam 400 öğrenci kulübü ve topluluğu katıldı. Yıl boyunca Üniaktivite'ye (www.uniaktivite.net) aktivitelerini ekleyen üniversite kulüpleri; Bilim ve Teknoloji, İş ve Kariyer, Spor, Sanat, Düşünce ve Genel Kültür, Sosyal Sorumluluk olmak üzere toplam 6 kategoride yarıştılar. Kulüplerin düzenlediği aktiviteler, TOG ve Üniaktivite jürileri tarafından değerlendirildi. Ayrıca, üniversitelerin düzenlediği etkinliklerin de duyurulduğu Üniaktivite sitesinde en aktif üniversiteler de belirlendi. Yıl boyunca Üniaktivite'ye tamamı üniversite öğrencileri tarafından girilen aktivitelere göre Türkiye'nin en aktif üniversitesi İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) oldu. İTÜ'yü Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) ile Yıldız Teknik Üniversitesi izledi. En aktif üniversitelerin "teknik" üniversiteler oluşu ise dikkat çekti. Bu yıl da en aktif üniversitelerde ilk üç sıraya vakıf üniversiteleri giremedi. Kulüpler içerisinde ise Anadolu üniversite kulüplerinin ağırlığı hissedildi. Siteye yarışma süresince girilen 1300'e yakın aktivitenin büyük çoğunluğu Marmara bölgesindeki üniversitelere aitken, İç Anadolu ve Karadeniz, Marmara Bölgesi'nin ardından en aktif üniversitelerin bulunduğu bölgeler olarak dikkat çekiyor. Üç büyük şehirdeki aktiviteler daha çok bilim, kariyer ve sanat üzerine yoğunlaşırken diğer illerdeki üniversite kulüpleri spor ve sosyal sorumlulukta da daha aktif bir görüntü çiziyor. En Aktif Kulüp/Topluluk Yarışması (EAK/T) İnternet Adresi: http://www.uniaktivite.net/eakt Ayrıntılı bilgi için : Güray ERİŞKİN Genel Koordinatör +90 532-3142099 [email protected] Toplum Gönüllüleri Vakfı Toplum Gönüllüleri Vakfı, 17-25 yaş grubundaki gençlere maddi-manevi destek sağlamak suretiyle onların bireysel gelişimlerine katkıda bulunmak ve çeşitli sosyal sorumluluk projelerini üstelenmeye yönlendirmek istemektedir. Bu sayede oluşacak duyarlılık ve sinerji ile ihtiyaç duyulan değişimleri gençlerin öncülüğünde ve tüm toplumun kucakladığı sivil bir güç olarak gerçekleştirebilmeyi amaçlamaktadır. Ayrıntılı Bilgi için: http://www.tog.org.tr Üniaktivite Üniaktivite - Üniversite Kampüs Rehberi yayın hayatına Eylül 2002'de başlamış, üniversite kulüplerinin büyük katkılarıyla Türkiye'nin tüm üniversitelerinin haber ve aktivitelerini internet ortamına taşımak için yola koyulmuştur. Gençlerin yoğun olarak kullandığı internet ortamını başlıca iletişim kanalı olarak belirleyen Üniaktivite, sunduğu hizmetlerle Türkiye'deki üniversite öğrencilerini ve kulüplerini tek çatı altında birleştirmeyi ve bilginin mümkün olduğunca paylaşılabildiği bir gençlik havuzu oluşturmayı amaçlamaktadır. Ayrıntılı bilgi için: http://www.uniaktivite.net www.gazete.itu.edu.tr 5 6 Güncel Kasım 2005 kapıya dayandı Ve beklenen gerçekleşti. İTÜ Ayazağa Yerleşkesi metroya kavuşuyor. Taksim - 4. Levent Metrosunun devamı olarak projelendirilen ve Ayazağa’ya kadar uzanacak metronun çalışmaları sürüyor Dünyada artan şehirleşme ve nüfus yoğunluğu trafik sorununu da beraberinde getiriyor. Bir çok Avrupa ülkesi trafik sorununu büyük bir problem olarak görüyor ve çeşitli çözüm yolları üretiyorlar. 1863 yılında Londra'da inşa edilen ilk metro ile birlikte trafik sorununun çözümünde önemli gelişmeler kaydedildi. İzleyen tarihlerde diğer birçok Avrupa şehrinde de metro yapımı hız kazandı. Özellikle Moskova, Paris, Londra gibi gelişmiş şehirlerde de inşa edilen metrolar trafik sorununun çözümü için metro sisteminin ne kadar önemli olduğunu gösterdiler. Türkiye'de de örneğini gördüğümüz, İstanbul da1885 yılında yapılan Galata ile Karaköy arasındaki 600 metrelik tünel sistemi Türkiye'nin ilk dünyanın ise 3. metrosu sayılabilir. Her ne kadar kısa da olsa günde ortalama 25 bin yolcu taşıyan bu sistem, o günlerde mevcut taşımacılığın önemli bir unsuruydu. Modern anlamda Türkiye de ilk metro sistemi ise Ankara'da 1960'lı yıllarda başlayan projelendirme çalışmalarından yaklaşık 40 yıl sonra 1997 yılında hizmete açıldı. İstanbul da 1985 yılında projelendirilen 4. Levent Topkapı metro hattı'nın bir bölümü olan Taksim- 4.Levent metro hattı çalışmaları 1992 yılında başladı. Eylül 2000'de son bulan bu çalışma 8 km'lik uzunluğuyla da dünyanın sayılı kısa metroları arasında yerini aldı. 15 milyon nüfuslu İstanbul da 8 km'lik bir metro hattının ne kadar yeterli olduğu tartışıla dursun neden bu kadar geç yapıldığı da ayrı bir tartışma konusu oldu. İstanbul Metrosu'nun iyi ve kötü yönleriyle İstanbul ulaşımına ne kadar katkı sağladığı ortada; teknik donanımıyla da birçok Avrupa metrosunun üzerinde olduğu tartışılmaz. Peki bu ne kadar yeterli? Hepimizin bildiği gibi Avrupa'nın en kısa metrosu olan İstanbul metrosu pek de bekleneni verememekte. Bu sorunu aşmak için yapılan çalışmalardan biri de biz İTÜ'lüleri pek yakından ilgilendiren "4.Levent-Ayazağa metrosu". Böyle bir projenin varlığından haberdar olduktan sonra Arıyorum ekibi olarak araştırmalarımıza başladık Taksim-4. Levent metrosu hizmete girdiği zaman çoğu İTÜ'lünün zihninden benzer düşünceler geçiyordu. Aslında metronun kısa olmadığı inişi, çıkışı yürüyen merdiven ve koşan yolları da sayarsak Avrupa'nın uzun metroları arasında sayılabileceği gibi. Bunlar İTÜ sözlüğünde yerleşke hikayeleri olarak yerini alırken geçtiğimiz yıl atılan büyük bir adım yakında bunun hayal olmaktan çıkıp gerçeğe dönüşeceğini gösterdi. 4.levent-Ayazağa metrosunun toplam metro uzunluğunu 12 km ye çıkaracak olması İstanbul metrosunu Avrupa'nın en kısa metrosu olmaktan kurtaramayacak olsa da; biz itü öğrencileri için dünyanın en uzun metrosu gibi görüneceği ve değer kazanacağı tartışılmaz. Peki, bu projeyi bizler için bu kadar değerli kılan ne? Bu soruya çoğumuzun farklı ve etkili cevaplar vereceği şüphesiz. Fakat hepimizin hemfikir olacağı konuları kısa başlıklar www.gazete.itu.edu.tr halinde şöyle özetleyebiliriz. Sabah çalan saatimizin alarmını kapatmadan önce defalarca düşündüğümüz, çoğu zaman uykumuza devam ettiğimiz ve kâbuslar görerek uyandığımız, saatimize baktığımızda ise alarmın çalmasının üzerinden sadece birkaç dakika geçtiğini fark ettiğimiz bir konu: İstanbul da trafik sorunu. Bu sorunu biliyoruz ve onunla yaşamaya alıştık, bağışıklık sistemimiz ona göre gelişti ve İstanbul trafiğine çıkmadan önce yolluk bile hazırlar olduk. İstanbul da ki bu trafik karmaşasında, araç aktarımının azalması tek başına bir ağırlığa sahip olsa da, belirli bir maddi külfetten kurtulmak bu işin kaymağı denebilir. Ayrıca Taksime tek araçla ve yarı yarıya bir zaman kazancıyla ulaşmak gerçekten çok işimize yarayacağa benziyor. Güzel söylüyoruz da, bu proje ne zaman tamamlanacak sorusu sizleri de bizleri üzdüğü Güncel Kasım 2005 kadar üzecektir sanırım. Çünkü projenin toplam tamamlanma süresi olan 4 yıl şu an gazetemizi okuyan çoğu İTÜ öğrencisini mezun edecek gibi. Şimdiye kadar bahsetmediğimiz ancak en önemli olarak göze çarpan konu ise can güvenliği. Son yıllarda çoğu metro ve tünel benzeri yapılarda meydana gelen yangın, çökme ve benzeri doğal afet sonucu oluşan, insan hayatını tehdit eden olaylardan korunma adına yapılan çalışmalar açıkçası bizleri daha çok ilgilendirmekte. Olası felaket senaryolarının dilden dile dolaştığı şu günlerde, deprem bölgesi olarak ilan edilen İstanbul da her gün milyonları taşıyacak olan İstanbul metrosunun depreme ne kadar dayanıklı olduğu biliniyor mu acaba. Görüştüğümüz belediye yetkilileri yaptıkları inşaatın 9 şiddetindeki bir depreme dayanıklı olduğunu vurguladılar. Tünelin yer yüzeyine olan yüksekliğinin 22 ila 34 metre arası olduğunu söyleyen yetkililer, bu derinliğin ayrı bir önlem niteliği taşıdığını belirttiler. En alçak derinlik noktasının Fatih sultan Mehmet köprüsünün uzantısındaki otoyol yüzeyi olduğunu söyleyen yetkililer buradaki 14 metrelik derinliğin bir istisna olduğuna değindiler. Metro da gerçekleşebilecek olası bir kaza veya yangın durumunda, metrolardaki yangınlar genellikle duman çıkarmak suretiyle gerçekleşiyor, duman zehirlenmesinden meydana gelen can kayıplarının daha fazla olduğu ve bu yönde etkili önlemler alındığı da söyleniyor. İki yüz metrede bir bulunan emniyet tünelleri bu gibi felaketlerde yolcuların diğer hat tarafına geçmelerini sağlamak amacıyla yapılmış. Bu sayede mevcut hat tüneli dumandan temizlenirken yolcular diğer hat tünelinde güvende olacaklar. "Yapılan metro çalışması çevreye ne kadar duyarlı, bunun denetimi yapılıyor mu?" gibi sorulara gelince, metro çalışmasının ÇED raporu gerektirmediğini söyleyebiliriz. ÇED (Çevresel Etki Değerlendirmesi) nedir, ÇED raporu nedir? Belirli bir proje veya gelişmenin, çevre üzerindeki önemli etkilerinin belirlendiği süree ÇED denir. Bu süreç, projenin çevreye olabilecek sürekli veya geçici potansiyel etkilerinin sosyal sonuçlarını ve alternatif çözümlerini de içine alacak şekilde analizi değerlendirmesidir. ÇED'in amacı; ekonomik ve sosyal gelişmeye engel olmaksızın, çevre değerlerini ekonomik politikalar karşısında korumak, planlanan bir faaliyetin yol açabileceği bütün olumsuz çevresel etkilerin önceden tespit edilip, gerekli tedbirlerin alınmasını sağlamaktır. ÇED raporu ise gerçekleştirmeyi planladıkları faaliyetleri sonucu, çevre sorunlarına yol açabilecek kurum, kuruluş ve işletmelerin çevreye yapabileceği tüm olumsuz etkileri göz önünde bulundurarak, çevre kirlenmesine sebep olabilecek artık ve atıkların ne şekilde zararsız hale getirileceğini ve bu hususta alınacak tedbirleri belirten rapordur. Böyle bir projede ÇED raporunun gerekmemesi şüphesiz metronun planlanandan daha kısa sürede tamamlanmasını sağlayacaktır. a az Ay ğa on sy ta İs u Yeni Rektörlük İnşaatı Rektörlük Ayazağa Metro İstasyonu için öngörülen alan apısı slak K İTÜ Ma www.gazete.itu.edu.tr 7 Ancak tasarım aşamasında ortaya çıkabilecek olumsuz durumların önceden belirlenerek etkisiz hale getirilmesi, gerekli tedbirlerin ortaya konulması ve olumsuz etkilerin minimize edilmesi gibi konularda ÇED raporu olmadan ne kadar başarı sağlanabilir, bilinmez. Teknik Bilgi 4.levent-Ayazağa metrosunun temeli 2005 yılının mart ayında atılmış. Şu an tek yönlü 270 toplam 540 metresi tamamlanmış olan metronun tüm uzunluğuysa 4300 metre olacak. Bu çalışma çift yönlü olduğu için 8600 metre tünel inşaatını kapsıyor. Toplam tünel uzunluğu ise ara geçişler güvenlik tünelleri ve triaj alanıyla birlikte 12000 metreye kadar ulaşabilir. 4.levent-Ayazağa metrosu için 3 ana istasyon düşünülmekte. Bunlar Seyrantepe, Sanayi ve Ayazağa istasyonları. Ayrıca Seyrantepe'de devam etmekte olan triaj alanı içinde ayrı bir istasyon planlanmakta. Bu istasyona Seyrantepe'den geçiş hattı yapılması düşünülüyor. Önümüzdeki yıllar da Sarıyer'e kadar uzatılması düşünülen metro için maddi kaynak sıkıntısı çekildiği de kulağımıza ulaşan haberler arasında. Projenin 2002 birim fiyatlarıyla maliyeti 71 trilyon olarak hesaplanmış. Bu rakam günümüz koşulları ve elektromekanik kısmı da düşünüldüğünde 180 milyon dolara kadar çıkabilir. İTÜ içerisinde gözümüze takılan, halı saha bitişiğinde ki çalışma ise bir şaft açım operasyonu. Şaft, yer yüzeyine açılan ve derinliği çalışmaya bağlı olan bir baca. İş makineleri bu açılan bacadan içeri girerek çalışmalarına başlıyorlar. İTÜ deki şaft çalışmasının duvarlarının yapımını İTÜ öğretim görevlisi Prof. Dr. Mete Tapan ve Yapı Teknik Daire Başkanı Mustafa Hamit Dinibütün üstlenmiş. Bu şaft açımı metro tünel inşaatı için çift yönlü ayna oluşturma amaçlı. Ayna, şaft açımından sonra makinenin kazmaya başladığı cepheye deniyor. Buradan sanayi ve Seyrantepe tarafına tünel inşaatı eş zamanlı ilerleyecek. Ayazağa'ya yapılacak olan istasyon için İTÜ'ye özel bir çıkış yapılması planlanmış. Yeni Rektörlük binasının yola bakan tarafına yakın olması düşünülen bu çıkış için nasıl bir güvenlik kontrolü yapılacağını bilmiyor olsak da, İTÜ içinde zaten belirli bir tartışılma potansiyeli olan giriş kontrollerinin önümüzdeki yıllarda daha sert bir şekilde gündemi geleceğini söyleyebiliriz. Ufuk Çavuş, [email protected] Harun K. Subaşı, [email protected] 8 Güneþ Arabasý Kasým 2005 güneþe kanatlandýk ve arýba yollarda Öncelikle güneþ enerjisine nasýl bakýyorsunuz? Türkiye'de güneþ enerjisinin uygulama alanlarýnýn arttýrýlmasý için yapýlmasý gerekenler sizce nelerdir? Þu su götürmez bir gerçek ki; dünyada petrol gibi fosil yakýtlar tükenmek üzere. Bu yüzden insanlar artýk alternatif enerji kaynaklarý üzerinde çalýþma yapmakta. Biz de bu projemizde alternatif sürdürülebilir enerji kaynaklarýnýn tanýtýmýný yapmaya çalýþtýk. Hiçbir ülke enerjisiz kalamaz. Türkiye de bu tür alternatif enerji arayýþlarýna girmek zorunda. Bu yüzden güneþ enerjisi de araþtýrýlmasý, desteklenmesi gereken bir enerji türüdür. Kaldý ki Türkiye'de güneþ enerjisi potansiyeli bakýmýndan iyi durumda olan bir ülkedir. Üstelik güneþ enerjisine geçmenin maliyeti de fazla deðildir. Güneþ enerjisinin önündeki temel problem þu; dünya üzerinde metrekareye 100 watt gibi bir güneþ enerjisi düþüyor. Laboratuar koþullarýnýn haricinde bu enerjinin ancak yüzde yirmisi çevrilebiliyor. Eðer yüzde yüz verimle çalýþýlabilse bile megawattlar düzeyinde enerji elde edebilmek için geniþ alanlara ihtiyaç var. Bizlerin yapabileceði þey insanlarýn dikkatini bu güneþ pillerine çekmektir. Fakat daha verimli güneþ pillerini üretmek için ciddi araþtýrma geliþtirme çalýþmalarýnýn yapýlmasý gerekir. TÜBÝTAK’ýn düzenlediði yarýþmada ÝTÜ’yü “Arýba” ile temsil eden ÝTÜ Güneþ Arabasý Ekibi ile güneþ enerjisi ve Türkiye’nin ilk güneþ arabasý yarýþmasý üzerine... Bizce disiplinler arasý bir çalýþma, olmazsa olmaz gibi bir þey. Makina, Elektrik-Elektronik, Uçak-Uzay ve Ýþletme fakülteleri olarak ortak çalýþtýk. Disiplinler arasý çalýþmalarda zor olan herkesin kendi iþini yapmasý. Bu konu hakikaten zorluk çýkarýyor. Bu da insanlarýn bakýþ açýlarýnýn farklýlýðýndan kaynaklanýyor. Disiplinler arasý çalýþma denen olayýn ana unsuru optimizasyondur. Belki bir mühendis tek baþýna bu çalýþmayý çýkarabilir. Ama farklý disiplinlerden farklý kiþiler çalýþýnca bu, birçok þeyin üstünkörü olarak geçilmemesi anlamýna geliyor. Sorunlar zamanýnda fark ediliyor. Biz birçok ayrýntýda diðer ekiplere göre üstün bir konumdaydýk. Örneðin aerodinamik konusunda çok iyiydik. Bu ekip nasýl baþladý, nasýl oluþtu? 2003 Eylül'de Bilim-Teknik dergisindeki yarýþma hakkýndaki yazýyý okuyup bu iþe karar verdik. Ekip yarýþma için kuruldu. TÜBÝTAK'taki yazýyý okuyunca Elektrik-Elektronik Fakültesi'nden 4 öðrenci iþe giriþtik. Sonra Uçak ve Uzay Bilimleri Fakültesi Dekaný ile görüþtük. Bizi öðrenci kulübüne yönlendirdi. Sonraki çalýþmalarda iki fakülte öðrencileri çalýþtý. Yaz tatilinden sonra Makine Fakültesi öðrencileri de projeye dahil oldu. Daha sonra Ýþletme Fakültesi öðrencileri ile bir organizasyon kurulu oluþturuldu. 2004 Eylül'de de ekip fiili olarak çalýþmaya baþladý Ekipte son durumda kimler vardý, kadro nasýldý? Toplamda 35 kiþi var, dört fakülteden. Aðýrlýklý olarak Makine ve Elektrik-Elektronik Fakültesi öðrencilerinden oluþuyor. Çalýþma süreci nasýl geliþti? Ýlk toplantý 2003 Eylül'de yapýldý. Yaklaþýk 20 kiþi vardý o toplantýda. Orada alýnan kararlarla 4 alt grup kuruldu: mekanik, elektrik, aerodinamik, organizasyon. Önce yurtdýþýndan yapýlmýþ projeleri inceledik. Daha sonra uzun bir süre sponsor arayýþýyla geçti. Tabii ki bu konuda hepimiz çalýþtýk. Paramýza göre çalýþma yapmak zorundaydýk. Bu yüzden çok ciddi bir süre para bulmak için uðraþtýk. Daha sonra teknik konulara yöneldik. Fakat bu teknik iþler, grupta kimsenin tahmin etmediði kadar uzun sürdü. Bu yüzden araba yarýþmadan ancak bir gün önce hazýr hale geldi. Arabanýn oluþum sürecinde gruplar nasýl çalýþtýlar, hangi aþamada hangi ekip görev yaptý? Uçak uzaydan arkadaþlar aerodinamik konusunda neler yaptý diye sorarak baþlayalým… Arabanýn çok yüksek süratlerde seyrettiði durumda hava sürtünmesinin etkisi artar. O yüzden biz arabanýn aerodinamik yapýsýyla ilgilendik. Yani arabaya karþýdan bakýldýðýnda, en geniþ alaný mümkün olduðunca dar tutmaya çalýþtýk. Bunlarý yaparken de mekanikçi arkadaþlarla beraber, arabanýn karakteristiðine göre þekil vermeye çalýþtýk. Kýrka yakýn kabuk deðiþimi yapýldý diyebiliriz. Aslýnda bir yandan kabuk tasarlanýrken diðer yandan güneþ gözeleri tasarlanýyordu, bir yandan da süspansiyon sistemi üzerinde çalýþýlýyordu. Yani disiplinler arasý çalýþma yaptýk. Bazen bizim istediðimiz, tasarladýðýmýz þeyler üretici firmalar tarafýndan karþýlanamadý. Dünya'da güneþ enerjisinin kullanýlmasý ile yapýlan ileri düzeyde çalýþmalar var mý? NASA'da keþif uçaklarý üzerine bir çalýþma yapýlýyor. Sanýrým iki milyar dolarlýk bir bütçesi olan bir çalýþma. Sürekli havada kalan, atmosfer koþullarýndan etkilenmeyen bir keþif uçaðý üzerinde çalýþýlýyor. Ýmkânlar el verdiðince havada kalan, güneþ enerjisi ile çalýþan bir uçak. Özel askeri tesislerde ekstra enerji saðlamak için güneþ panellerinin kullanýldýðý biliniyor. Bu tür enerji potansiyellerin kullanýmýnda disiplinler arasý çalýþmanýn etkisi nedir? Disiplinler arasý bir çalýþma yapmak size ne kazandýrdý? www.gazete.itu.edu.tr Kasým 2005 Güneþ Arabasý Elektrik Elektronik'teki arkadaþlarýn görevleri neydi? Yaptýðýmýz bir güneþ arabasýydý. Yani yegane enerji kaynaðýmýz Güneþ. Üzerinde durduðumuz en önemli nokta güneþ gözeleriydi. Bu gözelerin nereden alýnacaðý, boyutlarý, vs. konular üzerinde çok durduk. Bir firma belirledik. Sonra bu gözeleri aerodinamikçi arkadaþlarla araca uydurmaya çalýþtýk. Bu sýrada motorla da uðraþtýk. Yapýlan araþtýrma ve hocalarýmýzýn da desteði ile motor üretildi. Bu yarýþa özel bir motordu bu. Aküleri þarj eden bir devre gerekiyordu. Bu devreyi yurt dýþýndan aldýk. Bunun için de araþtýrmalar yaptýk. Yani genel olarak parçalar üzerinde çalýþtýk. Peki Mekanik grubu? Mekanik grubu genel olarak fren, süspansiyon, jant ve tekerlekler, þasi, direksiyon sistemi ve kokpit üzerinde çalýþtý. Yaptýðýmýz aracýn 3 tekerlekli olmasý biraz ilginç bir durumdu. Panellerden aldýðý enerjiyle pisti en hýzlý þekilde tamamlayacak bir araba tasarlamamýz gerekiyordu. Bunun için de süspansiyon sistemimizi çok iyi oturmak zorundaydýk. Yaptýðýmýz araþtýrmalar sonucunda öne ve arkaya en uygun süspansiyon sistemini kuruduk. Öne iki adet, arkaya da tek salýncak süspansiyon sitemini kurduk. Daha önce hazýr almayý planladýðýmýz parçalar bizim aracýmýza uymadýðý için bir çok parçayý yeniden tasarlayýp ürettirdik. Fren sistemine de ralli arabalarýnda kullanýlan sistemin bir benzerini kurduk. Fren disklerini motosikletlerden uyarladýk. Direksiyon sistemi de bir çok aþamadan geçti. Önceleri geride olan direksiyonun yeri, güvenlik sebebiyle deðiþtirildi. Direksiyon sistemimiz Renault 9'un direksiyon sitemiydi. Tabii ki biz bunu kendi aracýmýza uyarladýk. Yarýþ esnasýnda gördük ki, hiçbir aracýn manevra kabiliyeti bizim aracýmýz kadar iyi deðildi. Yaptýðýmýz þasi çok basit ve saðlam bir þasiydi. Yarýþtaki diðer araçlara göre çok daha hafif bir aracýmýzýn olmasýnýn sebebi ise karbon fiber þasi kullanmamýzdý. Bu teknoloji Formula 1 teknolojisiyle üretilen arabalarda kullanýlan bir sistem. Kurallara dahil edilen çarpýþma esnasýnda sürücünün canlý kalmasýný saðlayacak standartlarý saðlayan tek araba bizim arabamýzdý. Bunu da teknik ekip yarýþ öncesi kontrollerde dolaþýrken bize söyledi. En son 19 Eylül 2005 günü okul açýlýþýnda Maslak yerleþkesinde arabamýzý sürdük. Yol tutuþu, fren ve direksiyon çok uyumlu ve normal yollarda da gidecek kadar güven verici. Enerji sisteminde de bir sorun çýkmadý. Jantlarý da biz tasarladýk. Bunlarý üretmek için çok kaliteli bir alüminyum bulduk. Blok halindeki alüminyumu kestirmek için CNC atölyesi bulduk. Sonuçta bize özel bir jant ortaya çýktý. Diðer takýmlar motosiklet lastiði kullanýrken, biz güneþ arabalarýna özel tasarlanmýþ lastikler kullandýk. Yani mekanik olarak hiçbir parça hazýr alýnmadý. ÝTÜ'de yapýlabilecek her þeyi yaptýk. Ýþletme ekibi? Ýþletme ekibi mali sorunlarla ilgilendi. Önce kendimiz tanýmladýk, sonra kendimizi tanýttýk. Tanýtým etkinliklerini sürdürdük. Ýki yüze yakýn öðrenciyi ve aileyi yarýþa götürdük. ÝTÜ'nün size nasýl bir desteði oldu? ÝTÜ, bize 5.000 YTL'lik bir bütçe ayýrdý. Laboratuvarlarý kullandýk. Hocalarýmýzýn da yardýmlarý oldu. Aslýna bakarsak bize bu yarýþma için hiçbir ayrýcalýk tanýnmadý. Bu okulda okuyan normal bir öðrencinin sahip olduðu haklarýn fazlasýný kullanmadýk. Bizim isteklerimiz bir þekilde karþýlanmaya çalýþýldý. Çalýþmalarý nerede yürüttünüz? Çalýþmalarýn büyük kýsmý Tuzla'da yürütüldü. Elektrik makineleri laboratuarýnda çalýþmalarýmýz oldu. Tuzla'da "Yonca-Onuk" tersanesi tasarýmýn çok büyük kýsmýnda, üretimin de tamamýnda yer aldý, destek verdiler. Elektronik ve mekanik aksam ise "Tekiþ Kalýp" isminde bir firmada yapýldý. Ayrýca arabanýn süspansiyon ve fren kýsýmlarý birer bitirme projesiydi. Bu yüzden hocalardan çok büyük yardýmlar aldýk. Yarýþmada genel kurallar nelerdi, sizden neler istendi? Türkiye'de ilk defa yapýlan bir yarýþma olduðu için, biz de yarýþmanýn normunu yarýþma yapýldýktan sonra gördük. Mesela yarýþmaya saatler kala yarýþma uzunluðu yarýya indirildi. Teknik denetimler yeteri kadar yapýlmadý. Bunun gibi pek çok aksaklýklar olmasýna raðmen biz ekip olarak orada olmaktan çok mutluluk duyduk. Hayatýmýzda yaþadýðýmýz en büyük heyecanlardan biriydi. Geceli gündüzlü çalýþmamýz bir þekilde kendini amorti etti. Teknik olarak istenenler nelerdi? Temel güvenlik kurallarýnýn saðlamasý istendi. Ayrýca haksýz rekabeti önlemek için enerji ile ilgili sýnýrlamalar da vardý. Bu ikisini saðlayan tüm ekipler yarýþa dahil oldu. Yarýþma sonrasýnda sýk sýk toplanarak yeni dönem planlarý yapan ÝTÜ Güneþ Arabasý Ekibi. Söyleþide bulunan arkadaþlar ve fakülteleri ise þöyle: Arda Tüysüz Elektrik-Elektronik Kaan Titiz Elektrik-Elektronik Ali Yýldýrým Elektrik-Elektronik Murat Bayramoðlu Uçak-Uzay Umut Doðan Makina Ahmet Burak Bali Makina Orhan Kösebay Makina Sayat Sahakoðlu Makina Alper Deniz Makina Arzu Olgun Ýþletme Cihangir Ertaban Ýþletme www.gazete.itu.edu.tr 9 Yarýþma anýnda neler oldu? Bazý aksaklýklar oldu galiba? Yarýþ 30 Aðustos 2005 Salý günüydü. Bizim 27 Aðustos'ta kontroller için orada olmamýz gerekiyordu. Fakat biz arabayý hala tam olarak bitirememiþtik. O gece sabaha kadar motorun montajý ile uðraþtýk. Tersanede hocalarýmýzla sabahladýk. Sabah motoru denemeye karar verdik. Fakat ilk çalýþtýrmamýzla birlikte bir duman ve koku çýktý. Motor yanmýþtý. Hemen hocalarýmýza danýþtýk. Arabayý piste götürelim bari orada dursun dedik. Motor sökülüp sargýcýya gitti. Sargýcý o motoru 29 Aðustos'a yetiþtirdi. Bu arada sýralama turlarýný kaçýrdýk. Sonuncu olarak baþlamayý göze aldýk. Test yapamadýk. Pazartesi günü motor geldi ve saat 9:10'da araba ilk defa yürüdü. 9:30 da arabayý kapattýk. Salý sabahý, yarýþ günü 10:00'da arabayý teslim ettik. Yarýþ baþlayýnca yaklaþýk bir buçuk km gittikten sonra araba bozuldu. Sürüþ açýsýndan araba nasýldý? Araba diðer arabalara göre yavaþ kalkýyordu. Fakat son hýzý gayet iyiydi. Bu yüzden baþta geride kalsak da düzlüðün sonunda diðer arabalarý yakaladýk. Fakat yokuþu týrmanýrken araba gitgide yavaþladý. Daha sonra da koku ve dumanlar çýktý. Diðer arabalarý inceleme þansýnýz oldu mu? Onlarýn özellikleri nelerdi? Aslýnda mekanik açýdan ve aerodinamik açýdan favori takým bizdik. Yarýþý kazanan takým bile bizi favori gösteriyordu. Fakat bazý þeyler planlandýðý gibi gitmedi. Belki ilk senemiz olduðundan, belki zamanýmýzýn yetmediðinden... Ama asýl acý olan, aracýn yarýþtan sadece iki gün sonra Maslak'ta açýlýþta sorunsuz, gayet güzel çalýþmasýydý. Ýnsan düþünüyor; iki gün önce bitirseydik belki size þu an þampiyon arabanýn hikayesini anlatýyor olacaktýk. Artýk yapmamýz gereken burada öðrendiklerimizi bizden sonra gelenlere aktarmak olacak. Bunu yapabilirsek asýl hedefe ulaþmýþ olacaðýz bence. Yunus Bey -OTAM (ÝTÜ Otomotiv Teknoloji ARGE Merkezi) Koordinatörü - dedi ki; "Siz pastayý yaptýnýz; bir tek kremasý eksik kaldý. Krema da zaten saðlýða zararlýdýr." Biz hakikaten yapýlmasý gerekeni yaptýðýmýza inanýyoruz. Birincilik önümüzdeki yýllarda gelecektir. Sizce TÜBÝTAK'ýn pist seçimi nasýldý? O pist bu tür bir yarýþma için uygun muydu? Çünkü tek arabanýn haricinde yarýþý tamamlayan olmadý. Pek de uygun bir pist olmadýðýný gördük; fakat biz bu aksaklýklarý yaþamasaydýk bizim arabamýz da o pisti kaldýrabilecek bir arabaydý. Araçlar tasarlanýrken pist bilgisi vardý. Yani herkes bu piste göre tasarladý aracýný. Eðer daha çok aracýn bitirmesi isteniyorsa, ya pist deðiþtirilecek, ya da enerji kýsýtlamalarý biraz deðiþtirilecek. 2. yarýþmaya ayný arabayla mý katýlacaksýnýz? Mevcut araba üzerinde önümüzdeki süreçte iyileþtirilmeler yapýlacak. Ýkinci bir arabanýn yapýlmasý da gündemde. Bu tarz çalýþmalara katýlmayý düþünen arkadaþlara neler tavsiye edersiniz? Ekibimizin, bu çalýþmaya baþlamadan önce gerçekten konu hakkýnda bir bilgisi yoktu. Ne bu arkadaþlar daha önce bu tür bir projede yer almýþlardý, ne de önümüzde bitmiþ bir güneþ arabasý örneði vardý. Yani hakikaten zor bir þey yaptýk. Bundan sonrasý daha kolay olacak. Artýk firmalara sponsorluk için gidip "Biz güneþ arabasý yapýyoruz" dediðimizde "Haha, geceleri ne yapacaksýnýz" demeyecekler; tam tersi "Hadi ya, geçen sene de yapýlmýþtý" diyecekler. Bu bile bizim için bir baþarý oldu. Tavsiyemiz, eðer bu gibi projeler yapacaklarsa öncelikle kendilerine sponsor bulsunlar. Fatih Avcý, [email protected] 10 Asırlardır Çağdaş Kasım 2005 İstanbul Teknik Üniversitesi'nde Hesaplamalı Bilim ve Mühendislik Eğitimi ve Türkiye'nin ilk Süper Bilgisayarı 1980'li yıllara kadar bilim ve/ya mühendislik eğitim ve öğretimi ile bu alanlardaki araştırmalar ya teorik ya da deneysel olarak gerçekleştirilmekte idi. Bilgisayar teknolojisindeki gelişmeler sonucu bu iki yolun dışında üçüncu bir yol olarak "hesaplamalı (computational)" bilim ve mühendislik eğitim ve öğretimi yapılmağa ve yine hesaplamalı olarak araştırmalar da yapılmağa başlandı. Hesaplamalı bilim veya mühendislik kolayca kabul edilmedi. Hala, azımsanamayacak sayıda bilim insanı hesaplama yolu ile bilim veya mühendislik olamayacağına inanmaktadır. Oysa hesaplamalı bilim (computational science) çok hızla gelişmekte ve bu gün önde gelen üniversitelerin çoğunda "Hesaplamalı Bilim" lisans programları açılmaktadır. Bu lisans programları tamamen bağımsız birer program ve/ya bölüm olabileceği gibi matematik ve bilgisayar mühendisliğinden belli sayıda dersler alınarak bir bilim veya mühendislik programı hesaplama ağırlıklı olarak da yürütülebilmektedir. Artık, hesaplamalı fizikten hesaplamalı finansa, hesaplamalı kimyadan hesaplamalı sosyolojiye kadar değişen programlar veya uzmanlık alanları görmek mümkündür. Lisans düzeyindeki gelişmeler hızla devam ederken benzer fakat daha uzun süredir devam eden lisansüstü "hesaplamalı bilim (mühendislik)" programları da artık ciddi bir şekilde tanınmağa başlamış durumdadır. Türkiye'de ilk Hesaplamalı Bilim ve Mühendislik lisansüstü programı İ.T.Ü'de Bilişim Enstitüsü'nde 2001 yılında başladı ve halen bu alandaki en büyük ve gelişmiş programdır. 2005-2006 akademik yılı itibari ile 39 yüksek lisans, 35 doktora öğrencisi olmak üzere toplam 74 öğrenci programa aktif bir şekilde devam etmektedir. Hesaplamalı bilimi uygulamalı matematik veya sayısal yöntemlerle eşdeğer tutmamak gerekir. Kuşkusuz hemen hemen her bilim veya mühendislik dalı belli düzeylerde sayısal yöntemleri kullanmaktadır. Hesaplamalı bilmin bir tanımını verebilemek için önce bir kaç tanım yapalım. Bilgisayar Bilimleri: Bilgisayar algoritmaları, programlama dilleri ve makinalarını inceleyen bir dal. Bilgisayar Mühendisliği: Bilgisayarların tarasım ve üretilmesi ile ilgili bilim dalıdır. Hesaplamalı Bilim (ve Mühendislik) : Bilgisayar Bilmleri ve matematikten (özellikle uygulamalı matematik konularından) ciddi bir şekilde yararlanarak ve bilgisayarı araç olarak kullanarak bilim veya mühenislik problemlerini çözmeğe çalışır [1]. Tanımdan da anlaşılacağı üzre Hesaplamalı Bilim, uğraşılan bilimsel ve/ya mühendislik problemini daha iyi algılayabilmek, problemi doğru bir şekilde matematiksel olarak modellemek ve eldeki modeli bilgisayar yardımıyla çözdükten sonra elde edilen çözümü irdelemeyi gerektirir. Çözümün daha iyi anlaşılması için görselleştirme araçlarından da ciddi bir şekilde yararlanma söz konusudur. Hesaplamalı bilim daha ziyade çözümünün analitik olarak ifadesinin çok zor ya da imkansız olduğu gerçek hayat problemlerini sayısal olarak çözme çabaları sonucu ortaya çıkmıştır. Bu durumda hesaplama aracı olarak kaçınılmaz bir şekilde Süper Bilgisayarlar devreye girmektedir. Süper bilgisayar ifadesini tanımladan önce bir kaç tanım yapmakta fayda vardır. Paralel işlem/bilgisayar: Bilgisyar dilinde paralel işlem denildiğinde veya paralel bilgisayar denildiğinde belli olayların aynı anda yapılması kastedilmektedir. Bu olaylar ise aşağıdakilerden biri olabillir: - artimetik işlemleri, - mantıksal işlemleri (karşılaştırma işlemleri), - belleğe erişim işlemleri ve - girdi-çıktının (I/O) paralel yapılma işlemi. Parallelik iki farklı seviyede olabilir. - İş seviyesinde: Birden fazla birbirinden bağımsız iş paralel olarak (aynı anda) bilgisayar sisteminde gerçekleştirilebilir. - Program seviyesinde: Bir tek problemin farklı birimleri aynı anda bilgisayar sisteminde gerçekleştirilebilir [2]. Çok işlemcili sistemler (multi processor systems): Bir bilgisayarın birden fazla merkezi işlem birimini (central processing unit, CPU) barındırması durumudur. Yoğun paralel işlemciler (massively parallel processors, MPPs): Çok yüksek sayıda merkezi işlem birimi ve iligili donanımlarının (ara bağlantılar, bellekler, kontrol mekanizmaları vs) bir arada bulundurulduğu sistemlerdir. Öbek bilgisayarlar (cluster computers): Bağımsız olarak işlev görebilen birden fazla bilgisayarın yüksek hızlı haberleşme ağları ile birbirlerine bağlanarak oluşturulduğu sistemlerdir(Basit bir örnek olarak bir öğrenci bilgisayar laboratuarı verilebilir). www.gazete.itu.edu.tr Bu tanımlar ışığında Süper Bilgisayar basit olarak; yoğun paralel işlemciler, yüksek başarımlı vektör işlemciler ve öbek bilgisayarların oluşturduğu sistem (her bileşen olmak zorunda değil) olarak tanımlanabilir. Süper bilgisayarlar bilimde, deney ve hesaplamayı birleştiren hesaplamalı bilim gibi yeni metodolojilerin oluşmasını sağlamıştır. Günümüde süper bilgisayarlar saniyede yüzlece trilyon işlem yapar hale gelmiştir. Örneğin, dünyanın en hızlı süper bilgisayarı saniyede 136,8 trilyon kalıcı işlemle Amerika'da Lawrance Livermore National Laboratuary isimli ulusal laburatuarın kullanımındadır (teorik sınır bu rakamın üzerinde olup adı geçen makina için saniyede 183,5 trilyon işlemdir) [3]. Peki, ne tür problemler için süper bilgisayar kullanılmaktadır? Kullanım alanları aslında hemen hemen her bilim dalı ve mühendislik alanı dersek çok fazla abartılı olmayacaktır. Zira aşağıdaki listede verilen bazı uygulama alanları bu kanımızı güçlendirmektedir. 1. Hava tahminleri: Günümüde yapılan hava tahminleri ancak 4-5 gün için geçerlidir. Daha uzun süreler, 8-10 gün gibi, için yapılma gerekliliği kaçınılmazdır. Zira hortum gibi olayların daha iyi anlaşılabilmesi için lokal doğrusal olmayan modellerin kullanılması gereklidir. 2. İklim modelleme: Global ısınma gibi hepimizi yakından ilgilendiren (en azından umuyoruz) olaylarda iklim davranışlarının uzun süreli incelenmesi 3. Mühendislik: Uçak tasarımından, araç tasarım ve çarpışma testlerine, deprem yıkım senaryolarından, nükler serpintiye kadar geniş mühendislik 11 Asırlardır Çağdaş Kasım 2005 uygulamaları 4. Malzeme bilimleri: Yüksek sıcaklıktaki süper iletkenler, yarı iletken cihaz simülasyonları, özellikle inşaat sektörü için hafif ve dayanıklı malzeme tasarımı 5. İlaç tasarımı: İlacın etkisinin tahmini için simülasyon yapmak. Bunun için büyük moleküllerin özelliklerinin ve konfigürasyonunun bilinmesi gerekir. 6. Plasma fiziği: Geleceğin ucuz ve bol enerji kaynakları için plasma füzyon cihazlarının incelenmesi 7. Ekonomi: Karar vermeyi yönlendirmede kullanılacak ekonomik projeksiyonlar. Borsa davranışının tahmini. 8. Astrofizik: Yıldızların içyapılarının modellenmesi. Supernova'nın simülasyonu. Uzayın yapısının modellenmesi. 9. Savunma sanayi: Şavaş oyunları simülasyonu. Şifre kırma. yörüngesi izleme. Füze Yukarıdaki listede görüleceği üzre süper bilgisayarların kullanımını gerektiren pek çok alan mevcuttur ve teknolojik gelişmelerin birçoğu da bu tür teknolojileri etkin bir şekilde kullanmaya baglıdır. Ayrıca çevremizdeki olayları daha iyi anlamak da yine bu teknolojileri etkin olarak kullanmakla mümkündür. Hesaplamalı Bilim ve Mühendislik yüksek lisans ve doktora programının ihtiyacı olarak ilk süper bilgisayar 2002 yılında oluşturuldu. 16-işlemcili ortak bellekli olan bu ilk süper bilgisayarın gücü ortak bellekli olarak 2003 yılında 2 katına (ilave 16 işlemcili ortak bellekli sistem), toplamda ise 80 işlemcili bir sisteme geçildi (48 işlemcili diğer sistem dağıtık bellekli) çıkarıldı. 2004 yılında Linux işletim sistemi tabanlı 112 adet dağıtık bellekli sistem ilavesi ile İ.T.Ü. Bilişim Enstitüsü bünyesinde yaklaşık 200 islemcili bir süper bilgisayar hesaplamalı çalışan bilim insanlarının kullanımına açıktır. Üniversitemiz bünyesinde bulunan diğer çok işlemcili sistemler ile İ.T.Ü'nin sahip olduğu hesaplama sisteminin gücü saniyede 1 trilyon işlem (1 Tera floating point operations per second) civarındadır. Bu sisteminin neredeyse tamamı GRID teknolojileri ile tek çatı altında toplanarak bir süper bilgisayar gibi hizmet verecek durumdadır. Detaylar için http://www.be.itu.edu.tr adresine bakılabilir. SOSYAL KÜLTÜREL MERKEZ İTÜ Sosyal ve Kültürel Merkez (SKM), İstanbul Teknik Üniversitesi Yabancı Diller Yüksekokulu'nun bünyesinde sosyal etkinlikleri hazırlamayı kendine görev edinmiş kurum. Pekçoğumuzun haberdar dahi olmadığı SKM, aslında hepimiz için büyük önem taşıyor. Öncelikli hedef kitlesi üniversiteye yeni başlamış öğrenciler olsa da aslında tüm İTÜ'lülere yönelik sosyal etkinlik düzenlemek için özveriyle çalışıyor Sosyal ve Kültürel Merkez. Üniversiteye yeni gelenler için kente uyumu kolaylaştıracak, üniversite yaşamının güzellikleriyle karşılaşmalarını sağlayacak etkinlikler, kent turları, konserler; üniversiteye uyumu çoktan sağlayabilmiş diğer İTÜ'lüler içinse konferanslar, toplantılar ve kampanyalar yine Kurucu Koordinatör Mine Canıtez Özpay'ın önderliğinde bu yıl 11. yaşını dolduran SKM'nin işlevleri arasında. SKM, düzenlediği kurslarla öğrencileri ilgi alanları doğrultusunda yönlendirirken, etkinlikleriyle de onları üniversite yaşamının stres ve yorgunluğundan arındırmayı amaçlıyor. Ayrıca Yabancı Diller Yüksekokulu'nun spor takımlarını oluşturarak öğrencilere İTÜ içindeki yarışmalarda Yabancı Diller Yüksekokulu'nu temsil etme şansını da veriyor. Geçen yıldan da hatırlayabileceğiniz, Sosyal ve Kültürel Merkez'in başarıyla sonlandırdığı kampanyalardan biri de Bamteli'nin yaratıcısı Tayfun Talipoğlu ile ELELE Bilgisayar ve Kitap Toplama Kampanyası idi. Genel olarak amacı bilgisayarla tanışamamış, imkanı olmayan okullara kullanılmayan -ancak çalışır durumda olan- bilgisayarlar göndermek, kitap Bu yıl alımı planlanan yaklaşık 200 ilave işlemci ile sistem kapasitesi 2 katından biraz daha fazla bir duruma gelecek olan İ.T.Ü süper bilgisayarı Türk endüstrisinin de kullanınımına açılarak İ.T.Ü'nin teknolojik olarak ülkemize katkılarını sürdürmesine ciddi bir destek vermiş olacaktır. Süper bilgisayara sahip olmaktan çok onu etkin bir şekilde bilim ve mühendislik uygulamalarında kullanabilen bilim insanlarının çokluğu ile sistemi güncel olarak yönetme becerisine sahip teknik elemanların varlığı daha önemlidir. Bu bağlamda Hesaplamalı Bilim ve Mühendislik Programı bir yandan teknik bilgi düzeyi yüksek bireyler yetiştirirken diğer yandan bu alandaki araştırmacılara desteklerini sürdürmektedir. İ.T.Ü'nin süper bilgisayarı; hesaplamalı kimya, fizik, finans ve akışkanlar mekaniği alanları başta olmak üzere yakalaşık 30 grup ve 120 civarında kullanıcıya hizmet etmektedir. Van Dumlupınar İlköğretim OKulu ihtiyacı olan okullara ise kitap yardımı sağlamak olan bu kampanya İTÜ'lülerin sosyal anlamda ne kadar duyarlı olduklarını gösterdi. 50 bilgisayar ve çok sayıda bilgisayar donanımının yanı sıra 23 koli kitap da kampanya kapsamında çeşitli illere gönderildi. Aynı zamanda bir sınıfa da ilk dönem boyunca kullanabilecekleri tüm kırtasiye malzemeleri armağan edildi. KAYNAKÇA: [1]. Scientific Computing with an Introduction with Parallel Computing, G. Golub ve J. M. Ortega, Academic Press Inc., 1994. [2]. David W. Walker, "Parallel Processing" ders notları. [3]. http://www.top500.org. Prof. Dr. Hasan DAĞ www.gazete.itu.edu.tr 12 Söyleşi Kasım 2005 çığ doğal deprem dağ kazası kayıpafetler bizlerle sel Sivil toplum örgütlerinin toplum için ne kadar önemli olduğunu bir çoğumuz bilir, çünkü bir çok konu hakkında toplumu bilinçlendirerek yaşam kalitesini yükseltirler. Anadolu'nun coğrafi yapısı sebebiyle arama kurtarma dernekleri ise sivil toplum örgütleri içinde en çok göze çarpanlardandır. Örneğin 17 Ağustos 1999'da Düzce'de meydana gelen depremde yaşanan can kaybının fazlalığı, o dönemde arama kurtarma derneklerinin azlığı ve insanların yeterli derecede bilinçli olmamasına bağlıdır. Böyle bir yıkımdan sonra toplumumuzun bu konu hakkında duyarlılığı artmıştır. Bir çok kamu kuruluşunda ve özel iş yerlerinde deprem tatbikatları yapılarak, eğitimler verilerek halk bilinçlendirilmiştir. İstanbul Teknik Üniversitesi de bu konu hakkında bir çalışma yapmıştır. Öyle ki üniversitemize 2002 yılında girenler kayıtta sorulan şu soruyu hatırlayacaktır: “Acil durum göreviniz ne olsun, arama kurtarma mı, lojistik mi yoksa ilk yardım mı?” Ben de bu soruyla karşılaşan öğrencilerden biriydim. Bu soruya arama kurtarma cevabını verdim ve cevap verirken bu konu hakkında eğitim alacağımı düşündüm. Maalesef düşündüğüm gibi olmadı ve İTÜ öğrenci kimliğimde o yıl giren arkadaşlarımda olduğu gibi acil durum görevi ibaresi bulunmasına karşın üniversitemiz hiç bir eğitim vermedi. Bu eksiklikten yola çıkarak, bu sayımızda Türkiye'nin önde gelen sivil toplum örgütlerinden olan Akut Arama Kurtarma Derneği'ni tanıtmak istedik. Misyonlarının dağcılık veya diğer doğa sporlarında meydana gelecek kazalarda, doğal afetlerde can kaybını en aza indirmek ve bu konular hakkında toplumu bilinçlendirmek olduğunu söyleyen Akut Arama Kurtarma Derneği Başkanı Nasuh Mahruki ile bir söyleşi yaptık www.gazete.itu.edu.tr Kasım 2005 Akut'un kuruluş hikayesi nedir? 1994 yılında bir dağ kazası sonucunda yüz kadar dağcı Bolkar Dağları'nda arama kurtarma çalışmalarına gitmişti. Arama kurtarma çalışmasına bölgedeki köylüler, jandarma ve helikopterler de katılmıştı, fakat dağcılar kurtarılamadı. Kaybolan iki dağcıdan birinin cesedi sekiz ay sonra bulundu diğeri ise hala kayıp. Bu olaydan sonra on kadar dağcı oturduk ve dedik ki " Türkiye'de artık daha çok genç doğaya çıkıyorsa ve bir dağda ya da doğa koşullarında bir kaza gelecekse başlarına bunlara sadece dağcılar yardım edebilir.". Yani biz kendi kendimize yardım etmek için örgütlenmeye karar verdik. 1994 yılının Kasım ayında verdik bu kararı. 1995 yılı bu örgütlenmeyi nasıl yapacağız diye düşünerek geçti ve dernek kurmaya karar verdik. Sonuç olarak Akut adında bir dernek kurduk. Bu sırada şunu fark ettik: Türkiye'nin %92si deprem riski taşıyor ve nüfusun %98i bu bölgelerde yaşıyor.Bu bölgelerin bir kısmı aynı zamanda her yıl veya birkaç yılda bir aşırı yağış nedeniyle seller yaşıyor ve heyelan oluşuyor.Türkiye doğal afetlere açık bir ülke. O zaman dedik ki " Becerilerimizi bu ülkede bulunan herkes için kullanalım. Depremse depreme, selse sele, büyük kazaysa kazaya gidelim.". Akut üyelerinde ne gibi özellikler arıyorsunuz? Herkesin bir takım evraklar doldurması gerekiyor. Genelde kullandığımız cümle "Vatanını, milletini seven herkes Akut'a üye olabilir.". Sonuçta yaptığımız iş, vatan için sorumluluk duygusuyla yardım etmek, destek olmak. Sosyal sorumluluk duygusuna sahip olan ve kendisini arama kurtarma alanında geliştirmek isteyen herkese kapımız açık. İllaki herkes enkazların altına girecek, iplerle kayalardan adam indirecek, karda kışta dağlara tırmanacak diye bir kural yok. Sonuçta bizim bu işi yapacak kuvvetli elemanımız var, ama geri planda, insan kaynaklarında, kaynak yaratmasında, lojistiğinde çalışacak insanlara da ihtiyaç var. Akut şu ana kadar uyguladığı projelerde amacına ulaştı mı? Tabi. Akut çok başarılı bir sivil toplum örgütü.1999 ve 2000 yıllarında TSK ile Türkiye'nin en güvenilir kurumu seçildi, ama bu işin bir sonu yok. Çarpık kentleşme, dere yataklarına köyler, kasabalar kurulduğu için heyelan riski, çığ tehlikesi, doğaya daha fazla kişinin çıkması ve kaza riskinin olması yüzünden böyle bir kuruluşa ihtiyaç var ve biz iyi bir örnek olmaya çalışıyoruz. Bunu başardığımıza inanıyorum. 17 Ağustos depreminde arama kurtarmayı misyon edinmiş olan dernek sadece Akut idi ve şu an neredeyse beş yüz tane arama kurtarma derneği var. Şimdiye kadar halk tarafından en çok ilgi gören projeniz hangisiydi? Arama-kurtarma çok muhtelif bir olay. Mesela Göynük Kanyonu'nda kaza geçirmiş ve bacağı kırılmış bir çocuğa yardım ediyorsunuz ve sadece ailesi bunu görüyor; çığ altında kalmış genç bir dağcıya yardım ediyorsunuz, ailesi ve dağcı camiası bunu görüyor; ya da Kocaeli'nde yaylada kaybolmuş bir çocuğu buluyorsunuz yine yalnızca aileler bunun farkına varıyor. Yani yaptığımız çalışmaların farkına çok az kişi varıyor ve çok küçük kitlelere yayılıyor. Fakat kitlesel afetlerde, mesela Adana-Ceyhan 1998 depreminde veya 17 Ağustos depreminde, çok sayıda kişi farkınıza varıyor. Kamuoyunun bizi en çok tanıdığı olay 17 Ağustos depremi. Onun dışında Akut Anadolu Tırı projesi ile 81 ili dolaştık ve yaklaşık bir milyon kişi tırımızı ziyaret etti, çok sayıda seminer ve film gösterimi oldu, kitapçıklar dağıttık. Dört aylık bir projeydi ve kamuoyu Akut'u daha yakından tanıdı. Akut doğal afet dönemleri dışında ve doğada kaybolanları arama kurtarma faaliyetleri haricinde neler yapıyor? Akut'un yaptığı bir dolu açılım var. Örneğin acil durum yönetimi hakkında eğitim ve danışmanlık hizmetleri veriyoruz. Toplum Afet Müdahale Takımı (TAMT) eğitimini birçok kuruma vermiş durumdayız. Polislerle, jandarmayla, belediyelerle çalışmalarımız oluyor. Genç Söyleşi Akut Üyesi adı altında 3-4 yıllık bir projemiz var. 9-12 yaşlarındaki genç kardeşlerimize Akut'un temel değerlerini, saygı ve sosyal sorumluluk gibi değerleri aktarmaya çalışıyoruz. Akut herhangi bir operasyonda zorluklarla karşılaşıyor mu? Genelde operasyonun teknik problemleri dışında başka problemlerle uğraşmıyoruz. Genellikle bizi çağıranlar Akut'un yardım ve desteğine ihtiyaç duyduğu için çağırıyor. Operasyonları hep bir mülki idare ile ilişkili, işbirliği içinde yaptığımız için bir problemle karşılaşmıyoruz. Akut'un bu kadar tanınmasındaki en önemli sebep nedir, 17 Ağustos depremi mi? Evet. İnsanların en zor anlarında hiçbir karşılık beklemeden yanlarında yer almasıdır. Örgütlü bir yapı olarak verdiği sözü yerine getirmesi, tutamayacağı sözü vermemesi, ağzından çıkan kelimeye dikkat etmesi, yalan yanlış şeyler söylememesi Akut'u güvenilir bir kurum haline dönüştürdü. 17 Ağustos depremi aslında seksen dördüncü arama kurtarma görevimizdi. Depremde bu çocuklar, karşılıksız olarak devlet kurumlarının bile hazırlıksız yakalandığı bir dönemde kendi örgütlenmelerini yapmışlar, kimseden izin almadan bölgeye gitmişler, bütün organizasyonu yapmışlar, başka insanları da örgütlemişler ve arama kurtarma çalışmaları yapmışlar diye düşündürdü. O andan itibaren Akut en iyi şekilde tanındı ve en iyi seviyeye geldi. Akut'un medya ile çok iç içe olduğunu düşünen kişiler var, bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz? Medya konusu Türkiye'de kimsenin kontrol edebileceği bir konu değil. Medya tamamen bağımsız bir güç olarak gösteriliyor, hatta yasama, yürütme, yargıdan sonra dördüncü büyük güç olarak adlandırılıyor. Hukuğun dışında ve hemen hemen üstünde, hukuk tarafından kontrol edilemeyen bir güç.Medya sizi istediği zaman kullanıyor, istediği zaman devre dışı bırakıyor. Biz de bunu anlamakta zorlandık aslında. 1999-2000 yıllarında çok üst düzeye gelmişken ondan sonraki süreçte saçma sapan şeylerle karşılaştık. Ne medyanın gözünde büyümek ne de saçma sapan laflarla taşlanmak istedik. Sadece süreci yürütmeye çalıştık. Akut'un farklı şehirlerdeki ekiplerinin durumu nasıl, başka ekipler kurulacak mı? İstanbul merkez olmak üzere Ankara, Antalya, Marmaris, Kocaeli Bingöl, Niğde, Olimpos olmak üzere Akut'un sekiz ekibi var ve bu ekipler kendi bölgeleri için oldukça yeterli, ama koca bir coğrafya için tabiî ki yeterli değil, bizim böyle bir iddiamız da yok zaten. Önemli olan Akut'un iyi bir model olarak her zaman en üst seviyede olması ve Türkiye'nin diğer coğrafyalarında çalışma yapmak isteyen gönüllü bireylerin kendi örgütlerini kurmaları için onlara yardım etmesidir. Başka türlü zaten olmaz. Türkiye'nin tamamını acil durum yönetimi haline getirerek sorunları çözemezsiniz. Önümüzdeki dönemde Akut'un planladığı bir proje var mı? Tır projesinden çok büyük bir verim aldık. Çünkü kamuoyunun bilmediği birçok şey var ve biz bunları kamuoyuna aktarmayı başardık. Bunun devamını getirmek istiyoruz. Özellikle doğal afetler öncesi önlem konusunda son derece bilinçsizler. O yüzden bu konuya arama kurtarmadan daha çok önem veriyoruz. Çünkü bu durunda arama kurtarmaya daha az ihtiyaç duyulacak. Anadolu Tırı projesini tekrar yapmayı planlıyoruz, tabi bu sefer beş yıl sürecek ve bütün ilçeleri gezecek. Önlem aşamasını anlatmak ve kişisel olarak alacakları önlemleri anlamalarını sağlamak üzere bir sistemimiz var. Sonuçta bir milyon kişiye ulaştığımız projeyi belki on milyonlarca kişiye ulaştırmayı başaracağız. Şu anki en büyük hedefimiz bu. Hatice Gökcan, [email protected] -Operasyon fotoğrafları Akut Arşivi’nden alınmıştır. Arşivi Nasuh Mahruki Fotoğrafları: Fatih Avcı www.gazete.itu.edu.tr 13 14 Asırlardır Çağdaş Kasım 2005 bilgi işlem daire başkanlığı BİDB, İTÜ'de öğrencilere, akademisyenlere ve idari personele güncel bilişim teknolojilerini sunmak ve bunları mümkün olduğu kadar yaygın ve bilinçli bir şekilde kullanılmasını sağlamaya çalışmaktadır. Bu anlamda BİDB dinamik yapılanmayı, değişimlere açıklığı, güncel uygulamaları takip etmesi ile Türkiye'de öncü olmayı kendine ilke edinmiştir. Kısaca İTÜ BİDB'nin tarihçesine göz atarsak; geçmişi 1964 yılında kurulan İTÜ Hesap Merkezi'ne dayanmaktadır. 1964 yılında IBM 1620 sistemleri ile başlayan teknoloji yolculuğu, 1974 yılında Borruoughs 3700 sistemine, 1982 yılında da IBM 4341 ve 4331 sistemlerine yerini bırakmıştır. 1998 yılına kadar main frame mimarisine dayanan çözümler sunan BİDB bu yıllarda istemci/sunucu modelli yapıya geçmiştir. Bunlara paralel olarak ilk defa 1988 yılında Avrupa Akademik Araştırma Ağı'na bağlanan İTÜ, bugün 100Mbps dış bağlantı ve Gigabit hızlarında çalışan yerel ağ omurgası, birçok sunucu ve sistemi bünyesinde barındıran gelişmiş altyapısıyla hizmet vermektedir. Geçen yıl yapılan alt yapı yatırımıyla İTÜ'nün ağ omurgası güçlendirilmiş, e-posta, web ve diğer hizmetleri veren sunucular yenilenmiş, ayrıca fakültelerin bilgisayar lablarında kullanılan 1000'e yakın bilgisayar yenileriyle değiştirilmiştir. Bu yatırımlarla birlikte 2001 yılından beri BİDB bünyesinde kullanılmakta olan Ağ Depolama Alanı (SAN - Storege Area Network) yenilenmiş ve toplam kapasiteleri 10 TB'a çıkarılmıştır. BİDB, Cisco CNAP Akademi ve Microsoft IT Academy eğitimleri ile IT eğitimleri sektöründe de faaliyet göstermektedir. 2000 yılında tüm dünyada geçerliliği olan Cisco CNAP eğitimlerine başlamış ve bugüne kadar 4000'den fazla öğrenci kursları tamamlamıştır. 2002 yılında İTÜ CNAP Bölgesel Akademi olarak kendine bağlı diğer akademilerin açılmasına öncülük etmiştir. 2004 yılında İTÜ CNAP Akademisi Avrupa 5.'incisi (Türkiye 1.'incisi) olmuştur. Microsoft IT Academy ise 2001 yılında eğitimlere başlamıştır. IT Academy kapsamında .NET Yazılım Geliştirme uzmanlığı, Microsoft Sistem Yöneticiliği ve SQL Veritabanı geliştirme eğitimleri verilmektedir. İTÜ IT Academy bugüne kadar 1000'den fazla mezun vermiştir. 2006 yılının başında ise BİDB'nin kendi bünyesinde geliştirilen Linux Sistem Yöneticiliği eğitimlerine başlanması planlanmaktadır. Bu kurs temel Linux kullanımı, Linux üzerinde mail, web gibi ağ servislerinin kurulum, yapılandırma ve yönetimi ile sistem ve ağ güvenliği konularını kapsayacaktır. Benzer bir çalışma Ofis programları için de planlanmaktadır. İç yapısına bakıldığında İTÜ BİDB'nin dört temel bileşenden oluştuğu görülür. Yarı zamanlı öğrencilerden oluşan 7/24 Help Desk birimi, Yazılım Geliştirme Grubu, Sistem Destek Grubu, Ağ Hizmetlerini Planlama ve Destekleme Grubu. Yarı zamanlı öğrenci sistemi, BİDB'nin gücünü aldığı, onu genç ve dinamik kılan en önemli unsurdur. İkinci veya üçüncü yıllarında BİDB'ye alınan İTÜ öğrencileri, belirli eğitimlerden geçirilerek yarı zamanlı olarak çalışabilmektedirler. Kendilerini geliştirip rekabet edebilen ve inisiyatif kullanabilen öğrencilere daha çok yetki ve sorumlulukla birlikte daha çok imkan ve bire bir gruplarda çalışma imkanı sunulmaktadır. Bu sistem hem onları çalışma hayatına hazırmakta, hem de BİDB'nin ihtiyaç duyduğu uzman eleman ihtiyacına cevap vermektedir. Yazılım Geliştirme Grubu üniversitemizin ve BİDB'nin ihtiyaç duyduğu yazılım otomasyon ve web projelerini üretmektedir. Bunlar arasında Döner Sermaye Otomasyonu, Bilimsel Araşırma Projeleri Otomasyonu, Akıllı Kart Otomasyonu, Mezun Bilgi Sistemi, Kullanıcı Yönetim Sistemi ve benzerleri gösterilebilir. Yazılım Geliştirme Grubu uygulamarını Visual Basic .NET, Visual C# .NET ve Visual Basic 6.0 kullanılarak geliştirmektedir. Veritabanı olarak Microsoft SQL Server 2000 kullanılmakta, ASP .NET (web) uygulamaları ise IIS 6.0 sunucularda host edilmektedir. Sistem Destek Grubu BİDB bünyesinde bulunan ve www.gazete.itu.edu.tr üzerinde etki alanı sunucularından, DHCP, DNS, Exchange, Antispam, Antivirüs, Sendmail, Samba, IIS'e kadar çeşitli servislerin çalıştığı 100'e yakın Windows ve RedHat Linux sunucuların yönetim, konfigürasyon ve güvenliğinden sorumludur. Ayrıca İTÜ öğrenci laboratuvarlarının kurulum, bakım ve yönetimi ile ITU kullanıcı uzayının yönetimini de yapmaktadır. Ağ Hizmetlerini Planlama ve Destek grubu İTÜ/NET kapsamında altı bin aktif kullanıcıdan oluşan tüm ağ alt yapı omurgasının planlanması, geliştirilmesi, yönetimi ve sürekli çalışır tutulmasından sorumludur. İTÜ/NET kampüs genelindeki kablosuz ağ cihazları, yaygın IP telefon ağı, 3000'den fazla yurt internet bağlantısı ve 25 000'e yakın kullanıcısı ile son derece gelişmiş bir ağ alt yapısına sahiptir.Grup çalışanlarının tamamı network yönetimi konusunda sertifikalıdır. Tam zamanlı çalışanlar aynı zamanda Cisco Network Academy programında eğitim vermektedirler. Son olarak öğrencilerin yakından tanıdığı ve 1998 yılından bu yana İTÜ BİDB'ye bağlı olarak hizmet veren Merkezi Öğrenci Laboratuvar Sisteminden bahsetmek doğru olacaktır. Kullanıcılar bu sistemle İTÜ'de herhangi bir fakültenin bilgisayar labından kendi hesaplarına girebilmekte ve BİDB tarafından verilen hizmetleri kullanabilmektedirler. Daha önceleri dağınık bir yapı sergileyen öğrenci labları ilk defa 1998 yılında üzerinde hem RedHat Linux hem de Windows NT çalışan işletim sistemleriyle tanıştılar. Yapılan ilk çalışmada tüm İTÜ öğrencilerine hem Windows hem de Linux kullanıcı hesapları açılıp dağıtıldı. Bu sistemde tüm kullanıcıların iki ayrı kullanıcı hesabı ve iki ayrı şifre ile çalışması gerekiyordu. 2002 - 2004 yılları arasında yapılan Merkezi Yetkilendirme Sistemi (MYS) çalışması ile tek kullanıcı hesabı ve şifresi kullanılmaya başlanmış, aynı zamanda sistemlerin güvenilirliliği ve güvenliği artırılmıştır. MYS çalışması öğrenciler ve akademisyenler için gerçekleştirilebilecek yazılımlar ve verilebilecek hizmetler anlamında önümüze yeni ufuklar açmıştır. Güvenli ve yetkilendirilmiş erişim gerektiren İTÜ Giriş sayfaları buna örnek gösterilebilir. İTÜ BİDB tarafından verilen hizmetler ve eğitimlerle ilgili daha fazla bilgiye www.bidb.itu.edu.tr sayfasından ulaşabilirsiniz. Kasım 2005 Yaz Dönemi İTÜ "Üretme ve paylaşma heyecanıyla dolu her yaştan genç haritacılar Haziran'da başladı. İTÜ Ayazağa Yerleşkesi'nde oluşturulan konser alanında "Hoş Geldin Partisi" ile ülkemiz ve dünya müziğinden örnekler sergilendi. Gece, tüm katılımcıların hayranlıkla izlediği Ahırkapı Roman Orkestrası'nın muhteşem performansıyla son buldu. Etkinliğin ilerleyen günlerinde Süleyman Demirel Kültür Merkezi'nde düzenlenen resepsiyon, seminer, forum ve teknik sunumların yanında şehir gezisi, halk oyunları gösterisi, Grup Yeni Türkü konseri, Boğaz turu, Büyükada'da piknik ve orienteering gibi etkinliklerle katılımcılar güzel günler geçirdi. Genç Haritacılar Günleri'nde buluştu" IGSM-GHG 2005 etkinliği İTÜ Jeodezi ve Fotogrametri Kulübü'nün ev sahipliğinde 13-18 Haziran tarihleri arasında düzenlendi. Etkinlik ülkemizin değişik illerindeki Jeodezi ve Fotogrametri Mühendisliği bölümünde ve 18 farklı ülkenin Jeodezi, Ölçme, Kartoğrafya, Uzaktan Algılama, Fotogrametri bölümlerinde okuyan yaklaşık 300 öğrenci ve öğretim elemanının katılımı ile gerçekleştirildi. IGSM: International Geodetic Student Meeting IGSM - Uluslararası Jeodezi Öğrencileri Toplantısı, farklı kültür ve ülkelerden olan jeodezi öğrencilerini bir araya getirmeyi amaçlayan bir toplantıdır. Her yıl tüm dünyadan jeodezi öğrencileri birbirlerini tanımak, deneyimleri ve 15 kültürlerini paylaşmak adına bir araya gelirler. IGSM ilk olarak 1988 yılında Hollanda'da Delft Teknoloji Üniversitesi jeodezi öğrencileri tarafından düzenlenmiş ve 1992 yılında Avusturya - Graz'da Uluslararası Jeodezi Öğrencileri Birliği kurulmuştur. Her toplantıda iki yıl sonraki ev sahibi ülke, yapılan Genel Kurul'da aday ülkeler arasından seçilir. Günümüzde Uluslararası Jeodezi Öğrencileri Birliği 28 ülkeden toplam 72 üyeye sahiptir. Veda günü geldiğinde katılımcılar geleceğe dair umutlarla 2006'da Polonya'da tekrar buluşmak üzere sözleştiler. Geleceğe dair mesleki, sosyal, kültürel ve toplumsal gelişmeler çerçevesinde yapılan seviyeli tartışmalar, bilgi alışverişleri, uygarlık ve çağdaşlık yolunda önemli bir adımdı. GHG: Genç Haritacılar Günleri Genç Haritacılar Günleri (GHG) iki yılda bir yapılan ve tüm Türkiye'deki Jeodezi ve Fotogrametri okuyan öğrencileri, mühendisleri ve öğretim elemanlarını bir araya toplayan ve uluslararası katılıma da açık bir organizasyondur. 2001'de İstanbul'da ilki ve 2003`te Trabzon'da ikincisi gerçekleştirilen GHG bu yıl 13 Bir Yaz Gecesi Rüyası... BEST ile İTÜ'de... arasında FESTO ve Güneş Sigorta'nın ana sponsorluğunda, Bosch, Tuborg ve Kamil Koç yan sponsorluklarında, Picaldi Jeans ve Cenkler Matbaacılık desteğinde başarıyla gerçekleştirdiğimiz teknik içerikli BEST Yaz Kursumuz Avrupa'nın çeşitli üniversitelerinden 22 yabancı öğrenci katılımıyla gerçekleşti. Romanya'dan İspanya'ya, Estonya'dan Yunanistan'a kadar çeşitli ülkelerden gelen katılımcılar, 14 unutulmaz günü bizimle yaşadılar. Kurs süresince 18 saati ders, 8 saati firma gezisi ve 2 saati sınav olmak üzere 28 saatlik akademik program uygulandı, bunun yanında katılımcılara ülkemizi tanıtacak birçok kültürel gezi düzenlendi. Sponsorlarımızdan FESTO'ya firma Bir yolculuktu bu çıktığımız 2003 yılında Belçika'da. İTÜ Uluslararası Mühendislik Kulübü olarak 2003 yılında ülkemizden ilk kez Board of European Students of Technology - BEST'e alkışlar eşliğinde hoşgeldiniz denirken 2005 yazında yaptıklarımız o zamanlar uzak bir hedefti. 2004 yılının Mart ayında ilk uluslararası toplantımız olan BEST Doğu Avrupa Bölgesi toplantısını İTÜ'de organize ettiğimizde de bu hedef hala uzakta duruyordu. 2004 yılının Kasım ayında Portekiz'de alkışlar bu sefer İTÜ'nün BEST'e resmi üye olmasını kutlarken, artık hedeflerimiz de netleşmişti. Bu yaz artık İTÜ öğrencisinin neler yapabileceğini BEST camiasına gösterme zamanımız gelmişti. 2005'in ilkbahar aylarında başladığımız BEST Yaz Kursları tanıtımlarında, hedefimiz gönderebildiğimiz kadar İTÜ öğrencisini sadece yol masraflarını ödeyerek katılabilecekleri bu kurslara göndermekti. Ancak 25 Nisan'da başvurular bittiğinde, İTÜ tüm Avrupa'da, ilk senesi olmasına karşın, 3'üncü sırada, daha sonra kabul edilen öğrenciler açıklandığında ise 4üncü sırada olduğumuzu görmek özellikle son iki yılda harcanan emeğin boşa gitmediğini bizlere göstermiştir. Bunun yanında, bir de burada düzenleyeceğimiz kurs, en çok başvuru alan kurslar arasında yer alınca sevincimiz daha da arttı. Ancak tabii ki, bu da bizden beklentileri ve de sorumluluğumuzu arttırdı. Burada düzenleyeceğimiz kurs yıllarca konuşulacak kadar başarılı olmalıydı. İTÜ öğrencisine de bu yakışırdı zaten... Başta rektörlüğümüzün verdiği destek olmak üzere, çeşitli firmaların desteği de alınarak, çok çalışarak, gerektiğinde hayatımızdan tavizler vererek, çok güzel bir kurs düzenlemeyi başardık. 10 - 24 Temmuz tarihleri ziyaretinde bulunup, otomasyon çalışmalarında gelinen son noktayı ve ülkemizin bu teknolojiyi nasıl gün be gün takip ettiğini yabancı öğrencilere de göstermiş olduk. Sunumlar ve fabrika gezisi sonrası,öğrencilerin teknikten ergonomiye, çeşitli sorularını yanıtladılar ve ardından hoş bir kokteyl verdiler. Kurs süresince İTÜ Makina Mühendisliği'nden Prof. Dr. Ahmet Kuzucu, Y.Doç.Dr. Şeniz Ertuğrul, Y.Doç.Dr. Levent Trabzon, İTÜ Kontrol Mühendisliği'nden de Araş.Gör. Tolga Hasdemir ve Araş. Gör.Yaprak Yalçın gelen öğrencilere Kontrol ve Otomasyon Teknikleri hakkında Gümüşsuyu Makine Fakültesi'nde ve Maslak Ayazaga Kampusunde dersler verdi. Bu dersler endüstri robotlarının incelemesi, robotik alanında güncel teknolojler, uygulamalı veri toplama sistemleri, mikroelektro-mekanik sistemler ve de programlanabilir mantık kontrolü üzerinde olup, Elektrik-Elektronik Fakültesi'nde ve Makina Fakültesi'ndeki otomasyon laboratuarlarında yapılan deneyler eşliğinde www.gazete.itu.edu.tr gerçekleştirildiler. İstanbul'u kendi başlarına tanıyacakları şehir rallisinin yanı sıra saray ve müzelerin de ziyaret edildiği geziler düzenlendi. Ayrıca kültürel etkileşimi kolaylaştırmak için her BEST organizasyonunda olan Uluslararası Gece ( International Evening ) organize edildi. Uluslararası Gece'de her katılımcı kendi ülkesinin yerel yemeklerini ve içkilerini diğer katılımcılara ve bizlere tanıttı, kendi ülkesinin başlıca gelenekleri hakkında, birer şarkı eşliğinde bilgiler verdi. Türk yemeklerini ve tatlılarını ise 14 gün boyunca öğle ve akşam yemeklerinde tatma fırsatları olan katılımcılar için, kursun ortasındaki haftasonu bir tekne gezisi de düzenlendi. 12 saat süren gezide, katılımcılar Adalar civarında yüzme fırsatının yanında, barbekü eşliğinde Boğaz'da güzel bir gece geçirdiler. Katılımcılar ayrılırken, bir üzüntü kaplasa da herkesi, Beyoğlu Hamam, Aziza ve de Life Roof'ta verilen partiler artık geride kalsa da, Avrupa'nın bir başka noktasında görüşmek üzere verilen sözlerle ilk yaz sezonu UMK için bitmiş oldu, tabii ki Mart başında yapılacak "BEST Academics and Companies Forum" ( BACo ) ve 2006 yazında düzenlenecek yaz kursuna kadar, başka aktiviteler nedeniyle asla bir tatil ortamı oluşmayacaktır... Sizi de bu kış sezonundan itibaren BEST macerasına katılmaya davet ediyoruz. UMK'nın web sayfasına bir göz atmakta her zaman yarar vardır... Ömer Hantal, [email protected] İTÜ Uluslararsı Mühendislik Kulübü, Yerel BEST Grup www.umk.itu.edu.tr 16 Kültür Sanat Hayat Kasım 2005 Bu bienal İstanbul için ve İstanbul hakkında. İşler ile sergilenecekleri mekanlar arasında bir yakınlık kurmak istedik. Sanatı, kentin farklı lehçeleri ile bunlar üzerindeki değişik gözlemler arasındaki bir diyalog içerisinde yerleştirmeye çalıştık. Bu da sanatçılardan kentte yaşamalarını ve yeni işler üretmelerini istemeyi ve bunun yanı sıra başka kentlerle karşılaştırıldığında İstanbul'un öne çıkan özelliklerine ışık tutabilecek işler seçmemizi ve aynı zamanda, işleri segirlemek için, kentteki daha mütevazi yaşam ve çalışma ortamlarını tercih etmek adına, etkileyici ve tarihi mekanları reddetmemizi gerektirdi." diyor İstanbul Bienal'inin bu seneki küratörleri Charles Esche ve Vasıf Kortum. Adının anlamı üzerine 2 yılda bir gerçekleşen ve bu yıl dokuzuncusu düzenlenen İstanbul Bienali'nin amatör ruhu göze çarpan ilk özelliklerinden. Biz de, İstanbul'un Dan Perjovschi - İstanbul Çizimi farklı noktalarında bulunan 7 binada sergilenen eserleri amatör gözlerimizle izledik. Karaköy 5. Antrepo, Tütün Elinizde sadece bir kalem ve bir tebeşir varsa, uygulama alanınız ise sadece Deposu, Bankalar Caddesi'ndeki Garanti Binası, duvarlar ve zemin ise, ne yapabilirsiniz? Şişhane'de Deniz Palas Apartmanı ve Bilsar Perjovschi bizi duvarların ortasında bienale, İstanbul'a, Türkiye'ye, Dünya'ya; aslına Apartmanı, İstiklal Caddesi'ndeki Garibaldi bakarsak hayata dair mesajlarıyla selamlıyor. Binası ve Platform Garanti Güncel Sanat Bilsar Binası'nın alt katında saatler geçirmemizi sağlayacak bu çalışma, aslında Merkezi'ni sırasıyla gezdik ve İstanbul'la bütünleşme amacında olan ve sergilenen çalışmalardan hedef kitlesini "koleksiyoncular değil, İstanbullular" olarak tanımlayan bienal için gözümüze çarpanları yazdık. bize göre en özel duraklardan birisi. Nedko Solakov - (dünyanın benim tarafımda) Sanat ve Yaşam Terkedilmiş, yıkık bir dairede bir sanat eseri nereyi layık görür kendine? Önce tertemiz, aydınlık bir oda istemiş; daha sonra da zarafetini daha da fazla yansıtabilmek için yenileme çalışmalarının tüm artıklarının en üstünde bir yere takılmış gözü... Evdeki yıkıntıların, çatlamış parkelerin, boyası dökük duvarların içerisinde kibirle "en üst"ü hedefleyen, ancak ulaşmak istediği sonuca ulaşıp ulaşamayacağı tartışılabilecek bir sanat eseri... Zıtlıkların, gururun ve kıskançlığın güzel bir gösterisi... Servet Koçyiğit - Mavi Taraf Yukarı "Saçını süpürge etmek" deyiminin gerçek anlamıyla hayata geçirildiği bir çalışma. Sanatçı, peruktan oluşan bir süpürgeyi raylı bir sisteme monte ederek bütün daireyi temizletiyor. Diğer bir odada ise "Bazen, buzdolabını gerçekten kapanmış mı diye on kez kontrol ediyorum" yazısı ve kapağı açık bir buzdolabı bulunmakta. Türk kadını üzerine gerçekleştirilen bu çalışmada süpürge daireyi dolaştıkça adeta kadının ruhunun da odaları turladığını hissediyoruz... Axel John Wieder, Jesko Fezer Kentsel Durumlar (Berlin) Berlin kentinin II. Dünya Savaşı'ndan sonraki değişimi istatisklerle, iki ve üç boyutlu görsellerle çok başarılı bir şekilde tasvirlenmiş. Araştırmaları temel alan video ve röportajlarla da desteklenen çalışma şehrin dönüşümünü algılayarak bir kentin yönlendirilmesi hakkında bize bir örnek sunmakta. Kasım 2005 17 Kültür Sanat Hayat Hüseyin Alptekin - H-olgusu: Atlar ve Kahramanlar İstanbul'da yapılan ancak 1204 yılında Haçlılar tarafından çalınıp Venedik'e götürülen binicisiz dört atlı heykelinin Bienal süresince sergilenecek kopyalarını görüyoruz Platform Garanti Güncel Sanat Merkezi'nin giriş katında. Sanatçı, at heykellerinin tarihsel süreç içerisinde kentlerdeki konumları üzerine çalışmalar yapmış ve bu heykelleri sergilerken Bizans döneminden itibaren gözlenen etkileri de gözler önüne sermeye çalışmış. Jakup Ferri - İngilizce Bilmeyen Sanatçı Sanatçı Değildir Jakup Ferri, bir sanatçının kültürel kimliği ve sanatının arasındaki ilişkiyi vurgulamak için çektiği bu kısa filmde, "İngilizce bilmeyen sanatçı sanatçı değildir" diyen Hırvat sanatçı Stilinovic'e cevaben, bilinçli bir biçimde bozuk bir İngilizce'yle konuşup kendisini gülünç konuma düşürerek, ironik bir durum açığa çıkartıyor. Luca Frei - Enstalasyon Tütün deposu binasının mekansal yalınlığına yakışan bir kompozisyon tasarlanmış. Aynalı masaların altına saklanan çocuk grafitileri hepimizi bir anlığına çocukluğumuza götürecek. Seçilen mobilya ve objelerle sanatçı mekanı ve mekandaki detayları vurgulamayı amaçlamış. Grafitiler ise insanın kamusal ve özel alan kavramlarını sorgulamasını sağlıyor. Pavel Büchler - Şato 1920'lerden kalan ses yansıtıcıları birdenbire insanı "şu andan" koparıp hiçbir zaman yaşamadığımız ama hep merak duyduğumuz geçmişe götürüyor. Yansıyan sesler ise Franz Kafka'nın "Şato" kitabından kısa bir alıntı. Yani bir diğer deyişle katı ve karmaşık denetim sistemlerinin "farklı" olanı dışlaması üzerine ki bu da yaşadığımız şehirle çok ilgili gibi görünüyor: "Sen şatodan değilsin! Köyden değilsin! Hiçbir şey değilsin! Veya aksine, maalesef, bir şeysin, bir yabancı, istenmeyen ve herkesin yoluna çıkan bir adam..." Bu seneki bienalde bazı değişimler söz konusu. Geçen bienalden farklı olarak, sergi mekanları Karşılıklı iki ekran kurulu odada Tel Aviv sahilinde yüzen ve birbirinden kopuk binalarda düzenlendi. Böylece oynayan kadın ve çocukların görüntülerini ses olmadan İstanbul'un kendisinin tema olduğu bienalde, izledikten sonra arkanızdaki ekranda o görüntülere ait seslerin eşliğinde altyazılarla karşılaştığınızda "tedirginlik" ve "huzur" İstanbul'u algılamak, şehir yaşamı içinde arasında sıkışıp kalacaksınız. kaybolan tarihi binaları farketmek ve içlerinde Daniel Bozhkov - Eau d'Ernest gezerek onları hissetmek, amacına uygun İlham kaynağı Ernest Hemingway'in cesaretin "zor durumda olarak gerçekleşiyor. Bu uygulamanın tek zarafetin korunması" olduğu fikri olan parfümün şişe tasarımı ve olumsuz yanı, şehir içinde bir binadan diğerine afişleri arasındaki ilişki dikkatli gözlerden kaçmayacaktır. giderken yaşanılan kaos... Çünkü eğer şehre Erik Göngrich - Yeni İstanbul tamamen yabancı biriyseniz, tabela ve yol Daha önce de eserlerini görme şansı bulduğumuz mimarlık gösterici işaretlerin eksikliğinden dehşete geçmişi olan Göngrich'in İstanbul'daki mekan algısını fotoğraf ve düşebilirsiniz. Sergilerin olduğu ana binaların eskizlerle anlatma yolu oldukça tipik. Bunun yanında sanatçı İstanbul'un silüetini temsil eden ahşap bir tasarım yapmış. cepheleri ya da pencere doğramaları bienalin rengi İstanbul'u mekansal algılamanın küçük ölçekli bir örneği olan bu olan macentaya boyanmış; böylece algı sorunumuz model aynı zamanda dinlenme amaçlı da kullanılmakta. bir nevi aşılıyor. Kısacası, bu yılki bienal kökten değişimlerine rağmen devam ettirdiği amatör ruhu ile ziyaretçilerine keyifli saatler sundu. Vizeler öncesi, sanat dolu bir gün geçirmek için ideal bir tercihti. Smadar Dreyfus - Cankurtaranlar Ayça İmrek, Yusuf Güngör, Beril Alpagut 18 İTÜFEST İTÜ Kültür ve Sanat Birliği Kulüpleri öğrencilerinin düzenlediği ve Türkiye’nin en büyük öğrenci şenliği olan İTÜFEST bu yıl da büyük coşku ile gerçekleşti. Geçen yıl “Reamonn” adlı grubu getirerek Türkiye’de üniversite kampüsüne ilk defa bir yabancı grubun sahne almasını sağlayan İTÜ öğrencileri, bu yıl festivali 2 güne çıkartarak, finallerin bitimi ile İTÜ’lülerin unutamayacağı etkinliği gerçekleştirdi. İTÜFEST’in bu yılki en önemli konuğu Candan Erçetin ve Mor ve Ötesi’ydi. 26-27 Mayıs 2005 tarihlerinde gerçekleştirilen etkinlik gündüz etkinlikleri ile başladı. 46, Anason, Bluesis, Fason, Kep, Lost Kasım 2005 the Band, Wade gibi amatör grupların sahne aldığı etkinlik alanında ödüllü yarışmalar, bilgisayar oyunları, öğrenci kulüplerinin çeşitli etkinlikleri gibi pek çok faaliyet gerçekleştirildi. Bununla birlikte araba test sürüşleri, perküsyon sahneleri de gündüz etkinlikleri arasında yerini aldı. Festivalin ilk günü Clémentine, Demirhan Baylan ve Gece Yolcuları’nın ardından sahne alan ve sahne performansı ile İTÜ’lüleri hayran bırakan Candan Erçetin ile sona erdi. Festivalin ikinci günü ise alternatif Türk Rock müziğinin genç gruplarından Çilekeş, Redd ve Kurban’ın ardından Mor ve Ötesi ile son buldu. 11. GELENEKSEL T AŞKIŞLA B AHAR Ş ENLİĞİ İstanbul’un en görkemli binalarından olan Taşkışla’da eğitimini sürdüren İTÜ Mimarlık Fakültesi öğrencileri geleneksel şenlikleri olan “Taşkışla Bahar Şenliği”nin geçen dönem 11.sini gerçekleştirdiler. 9-13 Mayıs 2005 tarihleri arasında gerçekleştirilen etkinliğin ilk günündeki ihtişamlı açılışıyla başlayan etkinlik, dinletilerle devam etti. Günün akşamında kıyafet balosu yapıldı ve Mimarlık Fakültesi öğretim üyelerinden oluşan jüri, gecenin en güzel kıyafetini seçti. 5 gün süren etkinlik boyunca halk oyunları, atölyeler, yarışmalar, gece gösterimleri, orta bahçe gösterimleri, arka bahçe gösterimleri, yoga gösterimleri gibi pek çok etkinlik biraraya getirildi. Müziğin doyasıya www.gazete.itu.edu.tr yaşatıldığı etkinlik amatör grupların konserleri ile sona erdi. Maslak, Maçka ve Gümüşsuyu yerleşkelerinden de katılımın yoğun olarak gerçekleştiği etkinlik, özellikle gece saatlerinde Taşkışla binasının da aydınlatılması ile şatovari bir havaya büründü. Kasım 2005 Bu yazıda yerleşkemizde bulunan fakat çoğumuzun farkına bile varmadığı canlılardan ve ismine kuş gözlemi denen çoğunuza değişik gelebilecek bir nevi hobiden bahsetmek istiyoruz. Çok güzel çiçeklerle, ağaçlarla, çeşit çeşit kuşlarla, kelebeklerle, böceklerle dolu İstanbul’da askeri alanları saymazsak artık ender bulunabilecek bir bölgede okuyoruz veya çalışıyoruz. Bazen Mecidiyeköy gibi yoğun trafiğin olduğu yerlerde fazla kaldığım zaman hafif başım ağrır, sıkıntı basar, acaba okulumuz öyle bir yerde olsaydı öğrenciden ne kadar verim alınabilirdi diye düşünüyorum. İTÜ’den de hep akıllı, başarılı insanların çıkması belki bu temiz hava ve bol oksijen takviyesinden kaynaklanmaktadır. Fakat bu güzelliklerin yeterince farkında mıyız? 1981’de İTÜ Ayazağa Yerleşkesi’ne taşındıktan sonra yavaş yavaş Maslak’ın çehresi değişmeye başladı. Ben İTÜ’ye ilk geldiğim 1994 yılında tek tük gökdelen varken şimdi okulun karşısı yüksek binalardan geçilmiyor. Acaba daha eskiden yerleşkenin hali nasıldı? Büyüklerimizden öğrendiğimize göre 1980’lerin başında Rektörlük binasının yakınlarında bir mandıra bile varmış ve yerleşkenin içinde inekler gezermiş, şimdi bu durumu hayal etmek bile zor. Yemekhane’de çalışan bir ağabeyimiz de “Maslak’da çeşit çeşit rengarenk kuşlar vardı buraya ilk geldiğimizde, şimdi hiçbiri kalmadı“demişti. İnsan ve bina yoğunluğunun artmasıyla belki de milyonlarca yıldır bu bölgede yaşayan canlılar yavaş yavaş azalmaya ve yok olmaya başladılar. Kalan son canlılara da insana bağlı bir yaşam sürdürüp gücünü de bir nevi insandan alan kedi, köpek gibi evcil hayvanlar son darbeyi vuruyor. Bizim yok edemediklerimizi de onlar yok ediyor. Aslında bu tüm dünya için geçerli bir durum, gelişmeye paralel olarak çevremizdeki canlılar bu durumdan olumsuz etkileniyor. Yerleşkemizde bu durumu yansıtan ufak bir model aslında. Fotoğraf: Özgür Ekincioğlu 19 Kuşbakışı Özellikle saat 21’den sonra yerleşkede sık rastlayabileceğimiz bir kirpi İnşaat Fakültesi yakınlarındayken maslak herhalde, yaz aylarında yerleşkede gece saat 910 gibi dolaşıp da bir kirpiye rastlamayan yoktur sanırım. Bunların dışında kuşlar, kertenkeleler, yılanlar ve kaplumbağalar için de durum pek iç açıcı görünmüyor, özellikle kuşlar ve kertenkeleler müthiş avcılık yeteneği olan kedilerden kaçamıyorlar. Kuş yuvalarını ve yavrularını bulmada bayağı uzman bu hayvanlar. Kedi ve köpek gibi hayvanların kontrolsüz bir biçimde çoğalması diğer hayvanlar için büyük tehdit oluşturuyor. Ekosistem içindeki bütün canlılarla birlikte bir bütündür ve bu ekosistemin insanoğlu karışmadığı sürece kendi içinde bir dengesi vardır ve kolay kolay bozulmaz, kartal yılanı, yılan kertenkeleyi, kertenkele böceği-tırtılı yer ve bu denge böylece devam eder. Belki diyeceksiniz ki kedi ve köpek de bu ekosistemin bir parçası ve bu dengeyi sağlayan bir faktör değil mi? Bana göre değil çünkü kedi ve köpek gibi hayvanlar insan artıklarıyla veya bizzat insan eliyle beslenerek çok rahat ve çabuk çoğalan, doğanın zor koşullarıyla insanın yardımı sayesinde mücadele etmek zorunda kalmayan hayvanlar, ama diğer canlılar öyle değil, dolayısıyla diğer Büyük Çamlıca tepesinde çekilen bu fotoğrafta Leş Kargasının taciz ettiği bir küçük orman kartalı görülüyor. Uzun mesafeleri kat etmelerinden dolayı yorgun düşmüş kuşları kargaların bu şekilde taciz etmesi sık rastlanan bir durum. İstanbul Boğazı’ndan çok sayıda geçen yırtıcılardan biri olan KOK’un onbinlercesi, her yıl ilkbaharda Afrika’dan Avrupa’ya göç ederken, sonbaharda aynı rotadan geri dönüyorlar. Yerleşkede hala 1 tilkinin kaldığını, bunu görenler olduğunu duyarım. Bu kadar köpeğe rağmen hala hayatta kalabilmiş midir acaba 1 tilki? İki sene önce de biri İnşaat Fakültesi’nin önündeki havuzda biri de İnşaat Fakültesi’nin alt katında olmak üzere 2 kaya sansarı ölü olarak bulunmuştu, hala başka sansarlar var mıdır acaba? Arada kirpi ölüleri bulduğum da oluyor, ama onlar için durum biraz daha iyi gibi görünüyor, sırtlarında bulunan silahları onları biraz koruyor Fotoğraf: Özgür Ekincioğlu 22.08.2003 tarihinde İnşaat Fakültesi’nde elektrik çarpması sonucu ölen kaya sansarı. Fotoğraf: Özkan Üner www.gazete.itu.edu.tr 20 Kuşbakışı Kasım 2005 İngiltere’de de 1 milyonun üzerinde kayıtlı kuş gözlemcisi var. Türkiye’de ise bu sayı 500 civarında. Türkiye, şu ana kadar belirlenmiş 456 kuş türü (son 1 yıl içinde bunların dışında 3 yeni tür daha gördüğünü söyleyenler de oldu.) ile Batı Palearktik bölgesinin (Avrupa, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’yı içine alan bölge) en önemli ülkesi. Bunlardan 300’den biraz fazlası Türkiye’de üremekte, kalanları ise göç dönemlerinde ülkemizden geçip gitmekte veya kışı geçirmek için Kuzey’deki ülkelerden ülkemize gelmekte. Ayrıca İstanbul’un da önemi kuşlar açısından çok büyük çünkü her sene Afrika ile Avrupa arasında göç eden kuşlar İstanbul Boğazını senede 2 defa yoğun olarak kullanıyorlar. Bu kuşlar hava termallerini kullanarak Erkek bireyleri tamamen siyah vücudu ve sarıturuncu gagası ile dikkat çeken karatavuk da yerleşkemizde bulunan kuşlardan. Fotoğraf: Melih Özbek Göç eden bazı küçük akbaba bireyleri her geçen yıl daha da azalmasına rağmen hala Sarıyer semalarından (özellikle Koç Üniversitesi üzerinden) geçerken görülebiliyor. canlılara hem sayısal açıdan hem de daha besili ve sağlıklı olmaları açısından rahatlıkla üstünlük kurabilen canlılar. Bu yüzden yerleşkedeki bütün kedi ve köpeklerin kısırlaştırılması gerektiği düşüncesindeyim. Dünyada eskiden beri olan ama Türkiye’de son yıllarda yayılan (bireysel olarak eskilere dayanıyor ama kulüpler aracılığıyla bu işin yayılması son yıllarda oldu) bir doğa koruma yöntemi var, kuş gözlemciliği. Kuşa bakmanın doğa korumayla ne alakası var demeyin, çünkü kuşlar doğadaki bozulmadan kolay etkilenebilen ve sayıları azalabilen canlılar, dolayısıyla kuş sayısındaki artma veya azalma bize o bölgenin durumunun iyiye mi yoksa kötüye mi gittiği hakkında bir fikir verebiliyor. Eğer kötüye gidiş varsa gerekli tedbirler alınabiliyor. Gerçi kuş gözlemini hastalık haline getirip 1 turna görmek için 18 saat otobüs yolcuğu yapıp Muş’a gidip aynı gün geri dönen insanlar da var. Güvercin besleyenlerde de bu özellik görülebiliyor, özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da güvercin yetiştirmek bazen insanlarda hastalık haline gelebiliyor, benim dayılarımın Fotoğraf: Koray Yeşiladalı süzüldükleri ve bu termallerin de sadece kara üzerinde bulunması denizde olmamasından dolayı deniz üzerinde en az uçacakları bir rota izliyorlar. Mısır-Sina yarımadası, İsrail, Lübnan ve Suriye’yi geçtikten sonra Hatay üzerinden ülkemize giriş yapıyorlar, buradaki Belen Geçidinden sonra bir kısmı İstanbul ve Çanakkale boğazlarından geçerek Avrupa’nın, bir kısmı da Artvin- Fotoğraf: Özkan Üner En renkli karga olan alakarga diğer karga türlerinden farklı olarak ortalıkta gözükmeyi pek sevmiyor ve diğer kuş seslerini taklit etmesiyle ünlü. Yerleşkemizde de biraz dikkat edilirse rahatlıkla görülebilecek kuşlardan. Ardahan tarafından giderek Asya’nın yolunu tutuyor. Afrika’ya dönüşte de gene aynı rotayı izliyorlar. Kuş gözlemciliğinin faydalı bir yanı, kuş gözlemciliğine merak saran insan, doğada daha fazla zaman geçirmeye ve onu daha iyi tanımaya başlar, böylece kendisinin de doğanın bir parçası olduğunu anlar. Bir süre sonra kuşlar doğayı koruyun mesajı vermeye başlar bu insana. Türkiye’de kuş gözlemciliği yaygınlaştığında, ülkemizin doğal yaşam alanları konusunda daha fazla bilgimiz ve bu bölgeleri korumak Ayazağa Yerleşkesinde ilk defa Haziran 2005’de gözlenen kızılbaşlı örümcek kuşu, sadece göç zamanlarında yerleşkemizden geçerken görülebilecek bir kuş. için daha fazla ne de ni miz olabilir. Çünkü insan farkına varmadığı, sevmediği bir şeyi koruyamaz. Belki kaybettikten sonra değerini anlayabilir ama o zaman da iş işten çoktan geçmiş olur. Yerleşkedeki canlılardan bahsederken söz kuş gözlemciliğine geldi. Kuş gözlemciliği hakkında daha fazla bilgiyi ODTÜ Kuş gözlem Topluluğundan Barbaros Demirci'nin yazdığı yan sayfadaki yazıda okuyabilirsiniz. Ayrıca Ayazağa Yerleşkemizde bugüne kadar görülmüş kuş türlerinin listesi de yan sayfada verilmektedir. Bugüne kadar görülen toplam 78 tür var. Fakat, sayının bununla sınırlı kalmayacağını, başka insanların da özellikle göç dönemlerinde dikkat etmesiyle bu sayının çok daha fazla artacağını umuyorum. Bundan sonra her sayıda yerleşkemizde görülebilecek kuş türlerini sizlere kısaca tanıtmaya çalışacağız, bu haftanın kuşu aşağıda. Kuş gözlemciliği hakkında daha fazla bilgi edinmek için www.kustr.org’a bakabilir veya İstanbul Kuş Gözlem Topluluğu ile iletişime geçmek için [email protected]’a üye olabilirsiniz. Özgür Ekincioğlu [email protected] Büyük Baştankara (Parus major-Great tit) Fotoğraf: Koray Yeşiladalı da ben çocukken belki 200 tane güvercini vardı ve evin çatı katını kuşlara ayırmışlardı. Yurtdışında bu durum daha da yaygın Haziran ayında Türkiye’ye ABD, İngiltere ve Kanada’dan gelen bir grup 50 yaşın üzerindeki kuş gözlemcisi hızlı bir şekilde 3 hafta boyunca askeri bir disiplin içinde sabahları 3-4 gibi kalkıp akşamlara kadar dağ bayır gezerek 274 tür kuş görmüşler. Toplam 100’den fazla ülkeye gitmiş ve dünya kuşlarının %60’ından fazlasını görmüş olan ve dünyanın en tecrübeli kuş gözlemcilerinden oluşan kuşçuların her biri, buna rağmen daha önce görmedikleri 50 ila 100 türü görmeyi başarmış ve ülkelerine çok mutlu bir şekilde dönmüşler. Siyah beyaz başı ve parlak sarı karnıyla hemen tanınır. Gıdıdan kuyruk altına kadar siyah bir şerit uzanır, bu şerit erkeğin özellikle karın bölgesinde daha geniştir. Gencinin başlığı ve karın çizgisi kahverengi, yanakları sarıdır. Çok geniş bir ses repertuarı vardır, ispinoza çok benzeyen bir ‘pink’ en çok duyulan sesidir. Ötüşü gürdür. ‘tii-ça, tii-ça’. Her türlü ağaçlık alanda; ormanlar, parklar, fundalıklar, meyve ve zeytin bahçeleri, bahçeler ve yerleşimlerde bol sayıda bulunur. Boy: 14 cm. Kaynak:Türkiye’nin ve Avrupa’nın kuşları, DHKD yayını. Fotoğraf: Özkan Üner www.gazete.itu.edu.tr 21 Kuşbakışı Kasım 2005 Kuş Gözlemciliği "Huzur denilince aklınıza ne geliyor ?" diye bir soru sorsanız Mehmet Ali Birand'ın sokaktaki adamına ve edebiyatla az da olsa ilgisi olanların vereceği "Tanpınar'ın bir romanıdır." cevabını da es geçseniz, çoğu kez yanından tertemiz derelerin çağladığı, rengarenk çiçeklerde kelebeklerin fink attığı, yemyeşil ormanların, zirveleri bembeyaz dağların etrafını çevrelediği, kuş şakımalarıyla taçlanan ütopik yerlerde yaşamaktan bahsedileceğini görürsünüz. İlkokul öğrencilerine ezberlettirilen ve lay lay lom başlığı altında toplanabilecek olan şarkıların da özünü oluşturan bu özlem belki de metropolitan köylerde yaşama kavgası veren günümüz insanının geçmişe dönük bir nidasıdır. Nitekim herkes eski akrabalarının yaşadığı köyleri ve bunların sahip olduğu doğayı destansı bir dille yücelten sayısız hikaye dinlemiştir çevresindeki insanlardan. Belki o içinde 2.5m'lik ayıların ve yüzlerce kurdun yaşadığı dört beş kişinin el ele verse de çevresini tamamen saramayacağı anıt çamlardan oluşan, kışın sisli, güzün böğürtlenli ormanlardan pek kalmadı ama insanların keşfedebileceği, barındırdığı canlılarla iletişim kurabileceği, her tür maddi baskıdan uzak yerler hala mevcut. Yakından bakıldığında kişinin içine ürperti veren ormanlarımız, bataklık denilerek geçiştirilen oysa ki içinde re ng a ren k çiçekleri, yüzlerce hayvanı b u l u nd u r a n sazlıklarımız, nisan ayında muhteşem birer halıya dönüşen bozkırlarımız, emsallerini sadece süt ve ürünlerinin pazarlandığı reklamlarda görebileceğiniz çayırlarımız hala var. İşte bu noktada bahsi geçen yerlere insanı sürükleyen bir hastalıktan bahsedeceğiz: Kuş Gözlemciliği. Kuşçuluk, herhangi bir alanda bulunan; yani üreyen, beslenen, alandan göç sırasında geçen kuş türlerini incelemeyi, gözlemlemeyi baz alan bir hobidir. Bu sayfanın yazarı gibi doğaya karşı eğilimi olanlar için kendilerini tatmin etmenin en güzel yoludur kuş gözlemek. Bu kanatlı yaratıkların çöllerden kutuplara, suyun derinliklerinden 4000m yükseklikteki dağ zirvelerine kadar yeryüzünün her yerine dağılmış olmaları, onların peşinden koşuşan gözlemciler için de aslında şehirlerden bir çeşit kurtuluş yolu olmakta ve tatillerini ayarlarken veya hafta sonlarını planlarken bu şahıslara değişik seçenekler sunmaktadır. Eğer bir kuşçu iseniz artık tatillerinizi deniz-kum ikilisinden farklı olan opsiyonlara kaydırmanız size hiç de mantıksız gelmeyecektir. Örnek vermek gerekirse, yaklaşık bir yıl içinde kuş gözlem amacıyla; Bafra, Burdur, Erzincan, Sivrihisar, Kızılcahamam, Beypazarı, Nallıhan, Kulu, Kozanlı, Kayseri, Köyceğiz, Bafa ve Acıgöl yörelerini kapsayan bir düzineden fazla gezi yaptığımı söylemem gerekir. Ayrıca bu gezilerde tanıştığım insanları ve edindiğim hatıraları da unutmamak lazım. - Kuşlar bir habitat'ın (yaşama alanı-Hitler'in Liebestraum'undan biraz farklı!-) göstergeleridir. Mikroorganizmalar, böcekler, bitkiler ve omurgalıların bir arada yaşadığı bu ortamlarda kuşlar genelde besin zincirinin en tepesindeki (en az sayıda ve en güçlü) canlılar olduğundan ortamdaki küçük bir değişim bile onları etkiler. Örneğin haşeratla başetmek için kullanılan DDT benzeri zirai taaruz ilaçları böceklere verdiği zararın daha büyüğünü bu böceklerle beslenen yırtıcılarda göstermiştir. DDT sonucu yokolacağı düşünülen zararlı böcek türleri bir kaç nesil sonra ilaca bağışıklık kazanıp sorunun üstesinden gelmiş ancak su kuşlarının ve yırtıcıların dokularında biriken bu güçlü zehirler nesiller boyu artarak tehlikeli boyutlara ulaşmıştır. - İnsan baskısı türlerin devamını zora sokan en büyük etkendir. Aşırı ve bilinçsiz avlanma, yaşama alanlarının (göllerin, bataklıkların kurutulması, baraj inşaası ve orman kıyımı) yok edilmesi ve yasadışı hayvan ticareti bir çok canlı gibi kuşları da olumsuz etkilemiştir. Son yüzyılda insanların olumsuz etkisi sonucu sadece ülkemizde onlarca kuş türü sayıca çok azalmış ve 2 türün doğal hayatta nesli tükenmiştir. Meşhur Kelaynak, DDT'nin aşırı kullanımı sonucu yok olurken, Amik Gölü' nün kısa günün karı mantığıyla kurutulması sonucu Yılanboynu Türkiye'yi sonsuza dek terk etmiştir. Doğa'nın kurallarını çiğneyebileceğini sananlar, Amik Ovası'nda gözle görülür verim düşüşlerini ve yağış rejimi düzensizliklerini öngörebilselerdi belki de olayın gidişatı farklı olabilirdi. Mayıs 2001'deki 2 günlük yağışın Hatay ilini harabeye çevirmesini sadece yağışın fazla olması ile açıklayamayız. İşte Kuş Gözlem burada devreye girmektedir.Yukarıdaki etkenler yüzünden her geçen gün daha da önemli hale gelen kuşların ve daha genel bir açıdan doğal yaşantının (veya vahşi doğa da denilebilir, hangi tarafın daha vahşi olduğu tartışma göturse de...) ne durumda olduğunu belirlemede belki de en etkili yöntemdir çünkü. Yılın belirli bölümlerini değişik bölgelerde geçirmek üzere göç eden kuşların geçiş rotalarının belirlenmesi, geçiş tarihlerinin ve geçen birey sayısının kaydedilmesi sadece kişisel bir hobi olmaktan çok uluslararası önem arzeden bir konu olmuştur. Örnek vermek gerekirse, I. Körfez Savaşı'nda Amerikan Hava Kuvvetleri, Saddam'ın uçaksavar bataryalarının verdiği zararın bir kaç katını jetlerinin balıkçıl gibi büyük kuşlar ile çarpışması sonucu yaşamışlardır. Ülkemizde de her yıl, teknik bir arıza nedeniyle motor sorunu yaşayan veya yere çakılan askeri ve sivil uçakların belli bölümünde kuşların etkili olduğu düşünülebilir. Bu noktada Kuş Araştırma Derneği'nin üzerinde çalışmalar yaptığı ve Hatay/Belen'den geçen dünyanın en önemli kuş göç rotalarından birinin üstünde devletin bir havaalanı inşaasını takdirlerinize sunuyorum. Barbaros Demirci, [email protected] ODTÜ Kuş Gözlem Topluluğu İTÜ Ayazağa Yerleşkesi Kuşları Listesi • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • Büyük baştankara Mavi baştankara Çam baştankarası Akyanaklı baştankara Uzunkuyruklu baştankara Karabaşlı ötleğen Maskeli ötleğen Akgerdanlı ötleğen Küçük akgerdanlı ötleğen Çitkuşu İspinoz Kızılgerdan Florya Saka Çıvgın Bataklık kirazkuşu Serçe Bülbül Söğütbülbülü Dağ bülbülü • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • Ak mukallit Benekli sinekkapan Küçük iskete Karabaşlı iskete Kızılkuyruk Kara kızılkuyruk Kızılsırtlı örümcekkuşu Kızılbaşlı örümcekkuşu Akkuyruksallayan Dağ kuyruksallayanı Sarı kuyruksallayan Kır incirkuşu Boz kuyrukkakan Çobanaldatan Guguk Tarla ardıcı Kızıl ardıç Öter ardıç Karatavuk Sığırcık • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • Güvercin Tahtalı Küçük kumru Kumru Leylek Karabatak Gri balıkçıl Küçük akbalıkçıl Alaca Balıkçıl Bahri Sakarmeke Küçük batağan Sutavuğu Su kılavuzu Dere düdükçünü Yalıçapkını Karabaş martı Gümüş martı Küçük gümüş martı Akdeniz martısı www.gazete.itu.edu.tr • • • • • • • • • • • • • • • • • • Karasırtlı martı İbibik Alaca ağaçkakan Ak karınlı ebabil Kırlangıç Saksağan Leş kargası Küçük karga Ekin kargası Kuzgun Alakarga Yeşil papağan Şahin Küçük Orman Kartalı Bozdoğan Kukumav Atmaca Kerkenez Not: Bu listenin oluşturulmasındaki katkılarından dolayı S. Koray Yeşiladalı ve Eray Çağlayan'a teşekkür ederim. 22 Sinema çarpacağını kaçmaktan alamadılar! Yeni döneme başlarken belki de sinemanın başlangıcını ele almak iyi bir fikir olabilir. Kimine göre sadece eğlence kimininse bir numaralı ilgi alanı… Benim için öncelikli bir konu olduğundan burada bundan bahsetmek istedim. Hersey nasıl başladı? Bunun için 115 yıl öncesine dönmemiz gerekiyor. Birçok sinema tarihçisi sinemanın babası olarak Fransız Lumiere Kardeşleri gösterse de iki ismi unutmamak gerekir: Max Sklandowsky ve kardeşi Emil. Ne var ki 1 Kasım 1895'teki ilk gösterimleri hareketli görüntüler yerine resimleri ard arda gösteren makineleri nedeniyle çok da önemsenmedi ve Berlin'deki bu ilk gösterim tarihten silinip gitti. Şüphesiz sinemanın bu noktaya gelmesinde başka birçok kişinin de emeği olsa da birşeylerin eksik olduğunu gören August ve Luis Lumiere kamera ve projeksyon makinasını birleştirerek 'sinematograf'ı geliştirdiler ve bu sayede sinemanın önculeri olma ünvanını kazandılar. İlk gösterimlerinden yaklaşık iki ay sonra (28 Aralık 1895), Lumiere Kardeşler Paris'te bir kafede yirmi dakikalık ilk filmlerini göstediler. Otuz üç kişinin biletle girip izlediği bu sessiz program o dönem insanları için oldukça yeniydi. O kadar ki, bir trenin gara girişini konu alan gösteri sırasında izleyiciler trenin kafeye Kasım 2005 düşünüp dışarı kendilerini Hayatta erken pes etmememek gerekir. Londra ve NewYork'ta birkaç film gösterisinden ve 1897'de ilk sinema salonunu açtıktan sonra, bu iki kardeş sinemanın çok bir geleceği olmayacağını düşünüp yerlerini Georges Melies isimli bir illüzyoniste devrettiler ki bu isim daha sonra 531 kadar film yönetecek olan büyük bir yapımcı olarak karşımıza cıkacaktır. En ünlü filmi: Ay'a Seyahat - La Voyage dans la Luna. Melies'e göre sinemada eksik olan duşsellikti, bir illüzyon belki de. Sadece gerçeklik sıkıcı olmaya başlamış ve bu sıradanlık onu yeni arayışlara sürüklemiştir. Bu arayışların sonucu olarak Melies fotoğraf hileleri kullanmaya başlamış ve gerceküstü filmler ortaya çıkarmıstır. Sinema alanındaki gelişmeler tüm hızıyla sürüyordu. Melies elle renklendirme ve “stopmotion” özelliklerini kullanan ilk yönetmendi ki bu teknik Lumiere Kardeşler`in 1902'de 'autochrome' tekniğini bulmasına kadar kullanılmıştır. Bunun yanında sinema dünyasına 1897'de girmiş ancak kayda deger bir film çekemediği için gözardı edilmiş olan Thomas Edison 35 mm film şeridini bulmuştur. Savaş herşeyi olduğu gibi sinemayı da etkilemiştir. O zamana kadar gelişmeler Avrupa ve Amerika'da sürerken savaş sonrası sinema, gelişimini Amerika'da sürdürmüştür; ancak sinemanın sanat alanındaki gelişimi Avrupa'da olmuştur. Aynı dönemde Amerika`da daha çok ticari yapımlar öne çıkmaya başlamıstır. Savaş sırasındaki baskılar sinemada birçok akımın doğmasına neden olmuştur, bunlar: 1.Dışa Vurumculuk: 1900'lu yıllarda görülür. Savaş sonrası dönemdeki kargaşa bu akımı ortaya cıkardı. Başkaldırılardan etkilenmiş bilinçaltının yansımasıdır. Filmlere kaba görüntüler hakimdir ve mutlu hayata özlem başlıca konulardandır. Özellikle Alman sinemasında yaygın olarak görülmüştür. Bu akımın doğuşu sinemada devrim niteliğindedir. 2.Sairane Gerçekçilik: Tahmin edilceği gibi Fransız Sineması'nda görülmüstür. Islak sokaklar, kır kahveleri, evlilikleri mutsuz geçen kadınlar, yasak aşklar, umutsuz katiller başlıca temalardır. 3.Yeni Gerçekçilik: 1945 sonrası İtalya'sında görülür. Bu dönemde yönetmenler kameralarını sokağa taşıdılar. Doğal ışık kullandılar. Roller dogaçlama oynanıyordu, senaryo yoktu. Filmlere konu olarak işsizlik ve ekonomik sorunlar hakimdi. Kamera hareketlendi. Bu akımın bilinen en önemli filmi 'Postacı Kapıyı İki Kere Çalar' dır. 4.Yeni Dalga: Ellili yıllarda sadece Fransa'da varolmuş bir akımdır. Asıl çıkış amacı Hollywood'a rakip olmaktır ve sinemaya hakettigi Kasım 2005 değeri vermektir. İlk kez başka filmlere göndermeler bu akımla yapılmıştır. "Tarantino Tarzı" denen carpıcı gecisler ve uyumsuz sahneler ilk kez bu akımda ortaya çıkmıştır. Toplumdan uzak bunalımlı oğrenciler baş kahramanlardır. 5.Özgür Sinema: Çalışan sınıfının problemlerini ele alır. Bu akım politikaya dahi yansımıstır. 6.Yeni Sinema: 1960'lı yıllarda Brezilya'da gorulur. Kulturel filmler yapmayı hedeflemistir. Folklorik ogeler hakimdir. Ancak ekonomik krizlerle amacından sapmıs ve yabancı etkilerden nasibini almıstır. 7.Deneysel Sinema: Sıradan olmayan, gelenekleri önemsemeyen bir yapıya sahiptir. Sinema tarihi boyunca var olmuş ve olacaktır. Neden Hollywood? Avrupa'da savaş devam ederken Amerikan Sineması altın çağını yaşıyordu. Günümüzün dokuz büyük yapımcı şirketinden ilk önce Paramount Pictures kuruldu. 1913 yılında Jesse Lasky, avukatı Samuel Goldwyn ve Cecille B. de Mille adında bir aktörle birlikte bu şirketi kurdu. İlk olarak bir “western” filmi çekmeye karar verdiler(The Sguav Man). Çekim Arizona Flagstaff'ta yapılacaktı. Yönetmen De Mille Flagstaff'a geldiğinde -kötü havanın da etkisiyle- burayı hiç beğenmedi. Trene atladı ve yolculuğu Hollywood'un güneşli ve huzurlu ortamında sona erdi. Burada bir depo kiraladılar. Asıl anlamıyla ilk studyo 1915'te Universal tarafından kurulmuş olsa da Mille'nin deposu ilk stüdyo olarak gösterilebilir. Sadece bu küçük kaprisler sonucu değildir, mutlaka başka nedenleri de vardır ama Hollywood'un öyküsü bu şekilde başlıyor. 23 Sinema Daha sonraları bu şirketleri United Artist, Warner Brothers, Colombia, MGM, RKO ve 20th Century Fox izledi. Bu hızlı gelişmelere rağmen Amerikalılar sanat alanında çok birşey yapmamıslardır, teknoloji öncüsüdürler ama Hollywood hala Avrupa'nın öğrencisidir. 1920'li yıllarda Charlie Chaplin'i keşfeden Hollywood, bu gücü sonuna kadar kullanmış ve lider olmaya devam etmiştir; taa ki 1950'lerde televizyonun ortaya çıkıp da insanları sinemadan uzaklaştırmasına kadar. O gün hava güzel olsaydı ve De Mille Los Angeles'a dönmeseydi, filmler dağın üzerinde "Flagstaff" yazan bir yerde çekilir ve herşey farklı mı olurdu bilmiyorum. Belki de 'klasik Hollywood filmi işte' yerine, 'klasik Flagstaff filmi işte' derdik... Şimdilik bu kadar… Bunları Biliyor muydunuz? İlk sesli film 1927'de Warner Brothers tarafından çekilen, Al Jolson'un oynadığı "The Jazz Singer" dı. İngiltere Hollywood'u taklit etmeyi biraz abartıp "Pinewood" adında bir stüdyo kurmuştu. İlk renkli film 1933 yılında Walt Disney tarafından çekilen 'Üç Küçük Domuz'du. Jules Verne'in kitabından uyarlanan, Georges Melies tarafından çekilen "Ay'a Seyahat" filmi ilk bilim kurgu filmiydi.Thomas Edison bunu NewYork'ta gösterip yuklu paralar kazandıktan sonra Melies'e bir ödeme yapmadı. Mary Pickford 1928 yılında imzaladığı antlaşmayla starlık dönemini başlattı. Miş`li geçmiş zamanın geniş zamanı kullanılabilir... "... bir stüdyo kurmuştur" Özge Taşkın 24 UIA Kasım 2005 UIA - International Union of Architects 2005 Mimarlık Kongresi Istanbul Teknik Universitesi - Mimarlık Fakültesi, 3-10 Temmuz tarihleri arasında ülkemiz ve mimarlık sektörü açısından çok önemli bir organizasyona ev sahipliği yaptı. Dünya’nın çeşitli ülkelerinden 10.000’e yakın mimar ve mimarlık öğrencilerinin katıldığı organizasyon; UIA 2005 İstanbul – Mimarlık Kongresi, 4 gün boyunca yeşil vadiyi bilim ve sanatla buluşturdu Bu kongre, Dünya mimarlık sektörüne İstanbul’u tanıtmasının ötesinde, İTÜ Mimarlık Fakültesi’nin, akademik, sosyal ve fiziksel anlamda, konusunda ne kadar seçkin bir yerde olduğunu tüm Türkiye ve Dünya’ya göstermiş oldu. Taşkışla, mimarlık kongresinin kalesi oldu. Binlerce mimar; ortabahçeden, Taşkışla’yı hayranlıkla izlediler. Böyle bir fakültede tasarım eğitimi almanın, ne büyük bir şans olduğunu anlattılar. mimarın yer aldığı bu vapura birşey olmasıyla Dünya İnşaat Sektörü büyük bir sekteye uğrayabilirdi (!). Tekne gezisinin ardından, Nurus'un Esma Sultan Yalısında düzenlediği serbest parti tek kelimeyle mükemmeldi. Canlı Müzik eşliğinde seçkin bir parti gerçekleştirildi. Bu tip eğlencelerle, kongre katılımcıları daha ilk günlerden birbirleriyle çok sıcak iletişim içerisine girdiler. Şimdi kongrenin 5 günü için kısa bir özet geçelim; 3. Gün – Seminerler ve Vitra! Bugün; Lütfi Kırdar sabahın erken saatlerinde çok önemli bir mimarı konuk etti. Peter Eisenman, ilgisini, konferans saatinden 40 dakika önce gelip öğrencilerle sohbet ederek, fotoğraf çektirerek ve imza dağıtarak gösterdi. Mimarlığın esaslarından bahsettiği konuşmasını genç mimarlara seslenerek sonlandırdı. Lütfi Kırdar Salonu'nda takip eden konuşma Dominique Perrault'a aitti. Konferansın başlama vakti geldiğinde, salon dolmuş, fotoğraflarını çekmek isteyenler bile sahnenin önüne dizilmişti. Tam bu sırada Perrault'un gelemeyeceği haberi ulaştı. İstanbul'a gelmek istemediği söylentileri yayıldı. Tepkiler, "Madem Türkiye'ye gelmedi, neden daha önce duyurulmadı" şeklindeydi. Salon boşaltıldı, binlerce insan kongrenin farklı noktalarına doğru dağıldı. Gün içinde; süregiden sergiler, konuşmalar ve atölyelere katılan insanlar, akşam saatlerinde, Karaköy'de İstanbul Modern Sanat Müzesinde toplandı. Açık alanda 5000'in üzerinde mimarın katıldığı bir kokteyl yapıldı, müze gezildi. Vitra'nın mekan için yarattığı konsept dikkat çekiciydi. Konser alanına bağlanan koridor, çevre elemanları, sahne ve çalışanların görüntüsü muazzam bir uyum içindeydi. Saat 21.00'de sahneye çıkan Burhan Öcal, tüm mimarlara hayatları boyunca unutamayacağı mükemmel bir gece yaşattı. Vitra'nın organize ettiği, sorunsuz gece, 5000 mimar'a tek kelimeyle "göbek attırdı". Konserin son bölümlerinde, Burhan Öcal'ın solo performansı tüyleri diken diken etti. Burhan Öcal 2 kez bis yaptı. Gece sonunda dikkat çeken nokta Vitra'nın organize ettiği eğlence ve kendi ürünlerinin tanıtımı birbirine o kadar uyumlu ve dengeliydi ki, firma açısından da çok büyük kazanımların gerçekleştiğini söylemek mümkün. Bu geceden herkes mutlu ve doygun ayrıldı. 1. Gün; Açılış UIA İstanbul 2005'in açılış töreni, Yedikule zindanlarında büyük ve görkemli bir törenle yapıldı. Gündüz sergi ve vadi gezilerinin ardından, 6000'e yakın kişi 17.30'da Yedikule Zindanlarına götürüldü. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Mimar Kadir Topbaş ve Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen'in katıldığı açılış konuşmalarına, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer de sağlık sorunları nedeniyle video konferans ile bağlandı. 2. Gün; Kongre Başlıyor. UIA’in ikinci günü heyecanlı başladı. Aynı anda 10’larca salonda devam eden sohbet odaları, konferanslar ve atölye çalışmaları sürerken, kongrenin ağır topları Hilton’da sabırsızlıkla beklenen konuşmalarını gerçekleştiriyorlardı. Yağmur nedeniyle ufak gecikmeler yaşansa da Cengiz Bektaş'ın etkileyici ve eşsiz konuşması tüm moralleri düzeltti. Organizasyonda sürekli bir akış vardı, küçük aksamalar dikkat çekmedi. Öğleden sonra Mario Botta’nın konuşması, kongre vadisinin diğer bölümlerindeki katılımcıların da gelmesiyle oldukça kalabalık geçti. Günün konuşmacısı; Zaha Hadid, Dünya Starı edasıyla katıldığı konferansında, salonu dolduran 4000'e yakın kişiden uzun süre yoğun alkış aldı. Günün sonunda boğazda vapur turu organize edilmişti. Büyüleyici boğaz manzarası, sağanak yağmuru unutturdu. Canlı müzik eşliğinde gerçekleştirilen gezi, dünyanın uç noktalarından gelen tüm mimarları büyüledi. Yağmur bir ara o kadar ağırlaştı ki, 1000’in üzerinde 4. Gün - En şişman kedi Çarşamba günü kongre programında sabah saatlerindeki Ross Lovegrove/Greg Lynn konuşmasında problem yaşanmazken, Massimiliano Fuksas teknik bir arıza sebebiyle konuşmasına 40 dakika geç başladı. Son yaptığı projelerinin anlatan Fuksas'ın büyülü sunuşu konferansın geç başlamasının getirdiği huzursuzluğu baştan sona yok etti. Daha sonra kendisine ayrılan süre dolmasına rağmen katılımcıların yoğun ısrarları sonucu 3 ayrı video gösterisiyle Fuksas katılımcıların bir kez daha hayranlığını kazandı. Günün son konuşmacısı, UIA'nın en ağır topu, Alaylı mimar Tadao Ando’ydu. Ando'nun yaptığı projelerden www.gazete.itu.edu.tr çok, doğanın ve yeşilin kentsel dokudaki önemini anlatan konuşması ve slayt gösterileri büyük beğeni topladı. Farklı mimarların eserlerinden örnekler sunması ve başarı öyküsünün zevkli bir özeti son derece ilgi çekiciydi. Konuşma kahkalar ve alkışlarla sık sık bölündü. Bugün'ün sonunda Tadao Ando'nun UIA özel ödülünü aldığı, ücretli bir davet düzenlendi. 5. Gün - Final Bugün; Lütfü Kırdar yine önemli mimarları ağırladı. Aynı saatte bir salonda Venturi dinleyicilerine seslenirken diğer salonda Shigaru Ban kendi yapılarından bahsediyordu. Ban, depreme ilişkin sorunlara, analizleri sonucu getirdiği ilginç fikirlerle ortamın ilgisini çekti. Hemen ardından konuşmaya çıkan Mathias Klotz ise çalışma ortamından bahsederek başladığı konuşmasında yapıların tasarlanma mantığı üzerindeki düşüncelerini uyguladığı projeler üzerinden anlattı. Gündüz saatlerinde yine tüm hızıyla devam eden etkinlikler, Malezyalı Mimar Ken Yeang'ın sunumu ile son buldu. Ünlü mimarın mimariye bakışı ve sunumda üzerine eğildiği noktalar, Tadao Ando'nunki ile büyük benzerlik gösterdi. O da kendi projelerini sunmakla beraber, bir eğitmen edasıyla çevre ile eser arasındaki iletişim ve bağlantının üzerinde durdu. Sürekli "yeşil"den bahsetti, "yeşil"i, gösterdi. Bugün kongrenin kapanış töreni Dolmabahçe'de büyük bir tören ve gösteriler zinciriyle yapıldı. Aynı anda Ortaköyde de "Orient Impressions" konser gerçekleştirildi. Gece 10'a kadar süren gösteri, standart katılımcılar için heyecanlı bir haftanın son noktasını oluşturuyordu. UIA Mimarlık Kongresi, misyonlarını başarıyla tamamladı. Bu etkinlik en çok Taşkışla öğrencilerine yaradı. Taşkışla; tarihinin en önemli etkinliklerinden birine ev sahipliği yaptı. Kongre hazırlıkları vesilesiyle yenilenen WC’ler, ortabahçe ve yeni eklentiler, Taşkışla’yı daha da güzelleştirdi. Katılımcı öğrencilerin vizyonu doruk noktasına taşındı. Sedat Bayrak, Taşkışla İletişim Platformu Kulüpler ve Kulüp Etkinlikleri Kasým 2005 MHK 4100 25 GECE DEMEDÝ, GÜNDÜZ DEMEDÝ Mühendisliðe Hazýrlýk Kulubü (MHK), her yýl düzenledikleri GAP gezisi yerine bu yýl bir deðiþiklik yaparak Karadeniz'e bir teknik gezi düzenlediler. 42 öðrenci ve 1 öðretim üyesinin katýldýðý gezi, Batý Karadeniz'den baþlayarak, Orta ve Doðu Karadeniz olmak üzere tüm bölgeyi kapsayan bir çalýþma þeklinde yürütüldü. Gerek Karadeniz'in büyüleyici coðrafyasý ve mimarisi, gerekse öðrencilerin teknik misyonlarý ile iliþkili olan her türlü yol-tünel-baraj projeleri; konularýnda deneyimli kiþiler tarafýndan tanýtýldý. Henüz eðitim safhasýnda olan geleceðin mühendisleri, ülkelerinde yürütülen büyük çaptaki projeleri yakýndan görme ve uygulanmalarýnda bizzat görev alan mühendislerden projeleri dinleme fýrsatý buldular. Gezi sýrasýnda yapýlan etkinlikleri ve gezilen görülen yerleri, MHK baþkan yardýmcýsý Utkan Çorbacýoðlu'ndan dinledik: "...Önceki yýllarda düzenledigimiz Gap gezisinde, o bölgedeki barajlarý ve termik santralleri gezip, uygulamada ileride çok faydasýný göreceðimiz mekanizmalar görmüþtük. Bu sene ise Karadeniz'e yol alalým dedik ve gezi kurulumuz Karadeniz üzerine yoðunlaþtý ancak daha önceden elimizde veri olmadýðýndan dolayý biraz çalýþmak zorunda kaldýlar. Sonuçta fakülteden deðerli hocamýz Ýlhan Avcý' nýn da çok büyük desteði ile ortaya çok güzel bir program çýktý. 42 öðrenci ve baþýmýzda yine deðerli hocamýz Berrak Teymur ile beraber bir pazar günü Ýnþaat Fakültesi önünden zevkli yolculuðumuza baþladýk. Ýlk gün Bolu km yol katetti Tüneli'nin içine kadar girdik; dünyanýn en büyük çaplý tünelinin, inþaat aþamasýný görmek gerçekten büyüleyiciydi. Oradan ayrýlýp Safranbolu evlerini gezdik. Ýlk günün yorgunluðunun ardýndan, ertesi günümüz Amasra ve Bartýn'da verdiðimiz aradan sonra genel anlamýyla Samsun'a doðru yol alarak geçti. Belirtmeden geçemeyeceðim ki, KSB Eþ Baþkanýmýz Beyza Taþkýn'ýn tavsiyesiyle Bartýn Belediye Baþkaný Rýza Yalçýnkaya'yý ziyaret ettik; kendisi Bartýn'ýn en güzel yerlerini bir rehber gibi gezdirdi ve sonunda da bize çok güzel bir Karadeniz pidesi ziyafeti çektirdi ve Samsun'a uðurladý. 3. Gün sabah kahvaltýsýndan sonra kendimizi yine yollara vurup Hasan Uðurlu ve Suat Uðurlu barajlarýný gezdik. ÝTÜ Ýnþaat Fakültesi öðrencisi olmanýn avantajýyla barajýn gezilebilecek her tarafý ilgili kiþiler tarafýndan gezdirildikten sonra Bolaman-Perþembe otoyol inþaatýna doðru yol aldýk. Otoyol inþaatýný gezerken, yoldan geçen ilk otobüs olma þerefine eriþtik ve Türkiye'nin en uzun tünelinin içinden geçtik. Gece Trabzon'a vardýðýmýzda saat epey geç olmuþtu. Ertesi sabah bizi yorucu Sümela Manastýrý gezisi bekliyordu. Manastýr'a çýkýp bolca fotoðraf çektikten sonra Uzungöl'e yola çýktýk. Uzungöl'de daha önceden hazýrlamýþ olduðumuz hediyeleri oradaki bir köy ilkokulunda karne heyecaný içinde olan küçük arkadaþlarýmýza daðýttýk, bu da bizim için apayrý bir mutluluktu. Oradan sonraki duraðýmýz, bizim hiç beklemediðimiz kadar güzel bir yer olan Artvin'di. Doðuya doðru gitmemize raðmen sýcaklýkta herhangi bir deðiþlik olmuyordu, hava sýcaklýðý bir hayli yüksekti. Artvin'de DSÝ tesisleri çok güzeldi, ertesi gün için enerjimizi toplayýp bizim için özel olarak açýlan yollardan Deriner Barajý Þantiyesi'ne gittik. Gerçekten görülemeye deðer, mühendislik açýsýndan çok büyük bir proje olan Deriner Barajý'nýn maliyeti 3 milyar dolarý bulmasýna raðmen, 7 sene içinde maliyetini çýkaracaðýný söylediklerinde hepimiz hayretler içerisinde kaldýk. Daha sonra Artvin'in yeþillikler içerisindeki yaylalarýný gezip Kapadokya üzerinden Ýstanbul'a döndük. Otobüsün kilometre sayacýna baktýðýmýzda 4100 km yi okumuþtuk. Herkes yorgun ama halinden memnundu. Bu gezide bize yardýmcý olan baþta ENKA ve HEMA olmak üzere tüm sponsorlarýmýza çok teþekkür ediyoruz." Sözlerini, Karadeniz gezisi boyunca Teknik Üniversiteli olmaktan duyduðu gururla bitiren Utkan Çorbacýoðlu, Karadeniz'de gezip gördükleri tüm projelerde Ýstanbul Teknik Üniversitesi mezunu mühendislerin kendileri ile bizzat ilgilendiklerini belirterek, onlarýn sayesinde ÝTÜ'lü olmanýn ne kadar büyük bir ayrýcalýk olduðunu tekrar hatýrladýklarýný ve onlara kendisi ve diðer arkadaþlarý adýna tek tek teþekkür ettiklerini söyledi. haydi Ý.T.Ü. Linux Kullanýcýlarý Topluluðu Ý.T.Ü.’de Linux kullananlar ve özgür yazýlýmýn felsefesine inananlar arasýnda bilgi paylaþýmýný saðlamak ve Linux iþletim sistemini insanlara tanýtmak için oluþturulmuþ bir topluluktur. Düþünce olarak geçen yýl güz döneminde ortaya çýkan ve bahar döneminde yapýlan bir seminer ve bir tanýþma toplantýsý ile kendini gösteren oluþum henüz baðýmsýz bir kulüp deðildir. Konu ile ilgili bilgi sahibi birçok arkadaþýn yer aldýðý oluþumda, Linux kullanýmýyla ilgili yeni bilgilerin paylaþýlmasýnýn yanýnda ilginç haberler ve duyurular da tek bir kaynaktan herkese daðýlmakta. Ayrýca kullanýcýlarýn sorunlarýna çözümler üretilmeye çalýþýlýyor. linux’a Bu yýl daha etkin bir þekilde çalýþmayý planlayan oluþumun hedefleri ise þöyle: Ücretsiz kurslar vermek (PHP, C/C++, Linux…), özgür yazýlým dünyasý hakkýnda seminerler düzenlemek, diðer üniversitelerle daha fazla etkileþimde bulunmak ve ortak etkinlikler düzenlemek, büyük Linux daðýtýcýlarýyla iþbirliði içinde olmak, bazý yarýþmalara ekipler halinde hazýrlanmak, internet sitesinin tamamlanmasý ile bir ftp sunucuyla daha etkili bilgi paylaþýmýný saðlamak, yazýlýmý diðer mühendislik dallarýyla bütünleþtirecek projeler hazýrlamak (Linux ortamýnda elektronik ve mekanik cihazlarýn kontrolü gibi). www.gazete.itu.edu.tr “Özgür yazýlýma inanan, nedir bu Linux, nedir bu özgür yazýlým diyen, ben biliyorum arkadaþlara da yardýmcý olmak istiyorum diyen, BIL 101 dersiyle yetinmeyen, Ý.T.Ü.’deki ve dünyadaki geliþmelerden haberdar olmak isteyen herkes öbeðimize üye olabilir.” diyen ÝTÜ Linux Kullanýclarý Topluluðu, özgür yazýlýmýn felsefesine ve gücüne inanan tüm ‘arý’larý arada bir “penguen” gözüyle dünyayý seyre davet ediyor. [email protected] Öneriler ve üyelik ile ilgili sorular için: Osman Ceylan, [email protected] 26 Bilim ve Teknoloji DC++ NE ÝÞE YARAR VE NASIL KULLANILIR [gecekusu(muHUBbet OwNeR)] Nedir Bu DC++? DC++'ý hiç bilmeyenler için kýsaca kendim tanýmlayayým. DC++ insanlarýn dünyanýn her yerinden girip dosya paylaþtýðý ve muhabbet edebilme imkanýnýn olduðu bir program. Bir dosyaya ihtiyacýnýz olduðunda aratýp kolayca bulabileceðiniz bir yer ama bunun yaný sýra biz en çok muhabbetini seviyoruz. Nasýl Kullanacaðým? Programýn son sürüm olan 0.674’ü http://dcplusplus.sourceforge.net/ adresinden indirebilirsiniz. Programý kurun ve çalýþtýrýn. Karþýnýza ilk çýkan ekranda: Nick kýsmýna kullanmak istediðiniz adý yazýn. Eposta yazmak zorunda deðilsiniz ve description'a da paylaþacaðýnýz dosya türünü veya benim yaptýðým gibi istediðiniz herhangi birþey yazabilirsiniz. Baðlantý türümüzü seçtikten sonra sol tarafta connection settingse týklýyoruz ve karþýmýza þöyle bir ekran çýkýyor: Nedir bu active passive kýsaca özet geçeyim. Pasif olduðunuzda yalnýzca aktif olan insanlardan dosya çekebilirsiniz oysa aktif olduðunuzda herkesten dosya çekebilirsiniz ve hýz daha fazla olur.bu yüzden aktif olmanýz önerilir. Seçeneklerden active'i iþaretleyip IP numaranýzý yazýn ve daha sonra açýk olan port numaralarýnýzý yazýn (yazdýðým portlar geçen yýl dc++ de ÝTÜ için açýk olan portlar). Daha sonra bir aþaðý iniyoruz ve download's a týklýyoruz: dosyalaranýzýn saklanacaðý klasörleri belirtin.þimdi sýra geldi paylaþým kýsmýna.sharing'i týklýyoruz: Hublara girebilmek için belli miktarlarda onlarýn sizden istediði kadar paylaþým yapmanýz gerekiyor. Örneðin bizim hubýmýzda 1 gb'lýk paylaþým yeterli. Bunun için add folder'a týklayýp oradan paylaþmak istediðiniz dosyalarý seçiyorsunuz. Daha sonra altta upload slots var o sayý ise bi anda sizden kaç kiþinin çekebileceðine izin vereceðiniz anlamýna geliyor. Hublarda bu da deðiþen þartlardan biri. muHUBbet HUB için 2 slot yeterli. Daha sonraki yerler DC++'ýn kiþisel ayarlarý oralarý keþfetmek size kalmýþ… Bu iþlemlerden sonra "tamam" dedikten sonra önünüze boþ bi ekran geliyor. Þimdi sýra geldi bir huba baðlanmaya. Ekranýn üst kýsmýnda kalan bu sarý yýldýza týkladýðýmýzda önümüze gelen pencerede aþaðý kýsýmda yer alan "New" butonuna týklýyoruz.karþýmýzda açýlan pencere þu þekilde olacak: Bu pencerede üstte hub ile ilgili bilgiler yer alýyor ve aþaðýdaki kýsým ise bizim kiþisel bilgilerimiz. Buralarý doldurduktan sonra OK'e basýyoruz karþýmýza gelen pencerede yukarýda hubýmýzla ilgili bilgiler yer almakta. Her seferinde tekrar tekrar girmemek için baþýný tikleyip hubýn üzerine gelip sað týklayýp Connect diyoruz. Ýþte hubýmýza baðlandýk artýk ve istediðimiz dosyayý indirebiliriz. S. Buðra Aktürk, [email protected] Gelen ekranda sadece yukarýdaki kýsma indirilen dosyalarýnýzýn ve indirilmesi bitmemiþ (gecekusu, muHUBbet OwNeR) Katkýlarýndan olayý Aykut Akýncý’ya (iceberg) teþekkür ederiz. www.gazete.itu.edu.tr Kasým 2005 27 Kasım 2005 www.itusozluk.com İTÜ’lülerin sözlük platformu. Bu platformda İTÜ ile ilgili her konu ile ilgili sözlük tarzında yorumlar okuyabiliyor, giri yazabiliyor ve etkinlik düzenleyebiliyorsunuz. En yoğun etkileşimin yaşandığı sitenin kurucusu Çağatay Gürtürk ile İTÜ Sözlük üzerine söyleştik İTÜ Sözlük fikrinin ortaya çıkışını,sözlüğün yapısını genel olarak anlatabilir misiniz? İTÜ Sözlük, 2004 Mart'ında ortaya çıkan ve hayata geçirilen bir fikir. Amacımız, internet'te zaten var olan etkileşimli sözlük kavramını bir miktar yenileyip İTÜ'lülere sunmak, onlar için genel bir fikir paylaşım platformu kurmaktı. Bu fikir 1,5 seneyi aşkın bir süredir oldukça yoğun bir biçimde benimsenmiş durumda. Buna göre, sözlükte yazma hakkına sahip herkes akla gelebilecek her türlü bilgiyi sözlüğe yazabiliyor; bunların diğer yazarlar ve okurlar tarafından okunmasını sağlayıp sesini duyurabiliyor. Bu imkanın, üniversitelilerin fikirlerini demokratik biçimde açıklayabilmeleri açısından çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bu bağlamda kişilerin, olaylar ve kavramlar hakkında, hakaret sınırını aşmadan her türlü öznel veya nesnel yorumu ve bilgiyi sözlüğe aktarmaları olası. Sözlüğün şu anki büyüklüğü ve yazar profili ne durumda? Sözlük, çeşitli sebeplerle kayıtları silinmiş 3000'e yakın yazarı saymazsak, şu an 1500'e yakın yazardan oluşuyor. 94 bin ayrı başlığa ise 350 bin giriş yapılmış durumda. Bunların dışında, yine çeşitli sebeplerden ötürü 140 bin giri silinmiş. Yazar profilimiz oldukça renkli diyebiliriz. İTÜ öğrencilerinin çoğunlukta olmasının yanında belli sayıda araştırma görevlisi, öğretim üyesi ve mezun halen yazarlık yapmakta. Bunun haricinde temelimiz İTÜ'de olsa da herhangi bir sınırlamaya gitmediğimiz için sözlükte ciddi oranda İTÜ dışından da yazar bulunuyor. Yazarların kültürel altyapılarının farklı olması sözlükte eşine az rastlanır bir çeşitlilik yaratıyor ki sözlüğü çekici kılan en önemli etkenlerden biri de bu. Sözlüğün belirli kuralları var mı ? Sözlük, yapısını koruyabilmesi için belli kurallara tabi olmak durumunda. Sözlükte genel olarak uyulması gereken ana kural, bir girinin tanım veya örnek olması prensibini içeren sözlük formatı biçiminde girilmesidir. Bunun dışında biçimsel bir kalıp bulunmuyor. Fakat çeşitli sebeplerle hukuki sorunlara yol açabilecek içerik sözlükte barındırılmıyor. Bu kontrol mekanizmasını sağlayan en önemli faktörün yazarların bilinci olmasının yanısıra güvenilirliği sağlamak için sayıları 5 olan moderatörler ve çeşitli kural aykırılıklarını moderatörlere bildirmekle görevli 120'ye yakın ispiyoncu bulunuyor. Kurallara ısrarla uymayan yazarların kayıtları silinebiliyor. Yazar olabilmek için ne yapmak gerekiyor? Yeni yazar olmak için ilk aşamada sözlük formatına uygun 10 adet giri girip bunların onaylanmasını beklemek gerekiyor. Ayrıca yukarıda bahsettiğim sözlük içi kontrol zorluğundan ötürü yazar alımının her zaman yapılmadığını belirtmem gerekli. Çeşitli dönemlerde topluca yeni yazarlar alınıyor ve bir süre sonra alımı durdurmak zorunda kalıyoruz. Sözlüğün sanalda kalmayıp gerçek hayata da geçen yansımaları oluyor mu? Oluyor. İTÜ Sözlük'ü kimliğine kavuşturan en önemli şeylerden biri sözlüğün, bünyesindeki yazarların gerçek hayatta da diyalog içine girmelerine fırsat tanıması. Özellikle, her yazarın düzenleme hakkı olan ve çeşitli zamanlarda gerçekleşen sözlük zirvelerinde kurulan dostlukları görüyor ve mutlu oluyoruz. Sonuç olarak sözlük, aynı okullarda okuyan, günlerinin önemli kısmını aynı ortamda geçiren yazarların, sözlükte birbirlerinin fikirlerini kendilerine yakın bularak daha seviyeli bir tanışıklık içine girmelerini kolaylaştırıyor. Sözlüğün toplumsal duyarlılığını da temmuz ayında başlayan ve halen devam etmekte olan Doğu Anadolu'daki okullara yönelik kitap kampanyası ile göstermiş bulunmaktayız. Sözlükteki potansiyeli böylesine faydalı bir iş icin kullanmamız ve bu işin altına İTÜ Sözlük imzasını atmış olmamız tüm yazarlarla birlikte beni de oldukça gururlandırmaktadır. Sözlüğün geleceği için ne düşünüyorsunuz? Sözlüğün gidişatı şüphesiz benim değil onu var eden yazarların kontrolünde olan bir olgu. Kaliteli ve zeki beyinlerin sözlükte bulunması sözlüğü, hem zevkle okunan hem de yazılan gerçek bir paylaşım platformuna çevirecek ve onu daha ileriye götürecektir. Bunun dışında teknik anlamda şüphesiz ki her türlü gelişmeyi sağlayabilmek arzusundayız ve bunu da kısmen başardığımızı düşünüyoruz. Amacımız olaylara karşı kozmopolit bir duruş geliştirebilmek, gençlerin seslerini rahatlıkla duyurabilecekleri bir platform yaratmak. Her geçen gün bu hedefe yaklaşıyoruz ve bu süreçte bize katılmak isteyen dostlarımızı aramıza davet ediyoruz. BİR OTOBÜS YOLCULUĞU GARDEN BUS Evde de kalsa yurtta da, İTÜ'lülerin başlıca sorunlarından birisi akşam yemekleridir. Ya kendi becerilerimizle çabucak bir şeyler hazırlamak ki bu çoğu zaman makarna veya yumurta olur ya da bir lokanta siparişi hatta daha kötüsü gündüz yediklerimizi tekrar önümüze koyan yemekhane! Oysa okul dışında da uygun fiyatlı, sıcak ortamıyla evi aratmayan hoş mekânlar var. Öğrenciler bunları ararken ya saatlerce yollarda vakit harcar, ya da bir dolu para verir. Ama yine de adam gibi bir yer bulunamaz. Hak verdiğinizi duyar gibiyim, peki tüm bu beklentilere cevap verecek bir işletmenin yerleşkemizin çok yakınında bulunduğunu biliyor muydunuz? Maslak'taki Ayazağa dönemecinde yoldan çıkmış gibi görünen otobüs aslında mütevazı bir lokanta. İşletme sahibi Ali Osman Usta ise 30 yıllık meslek hayatı ve edindiği tecrübeleri ile üniversitemiz öğrencilerine 3 yıldır hizmet vermekte. Ali Osman Usta otobüsten lokanta yapma fikrini yaşama geçirirken otobüsün içini mutfak olarak döşemiş. Otobüsün geri kalan kısım ise haliyle otobüs koltuklarından oluşan sıcacık bir yemek salonuna dönüşmüş. Ne diyelim, bize de bu sıcacık ortamın geniş menüsünden karnımızı doyurmak düşmüş. Menüsünde birçok çeşit kebabın yanı sıra menemen, ızgara çeşitleri ve kahvaltılık barındıran bu şirin mekânda aynı zamanda öğrencilere yönelik indirimli menü de bulunuyor. 24 saat hizmet vermekte olan Garden Bus özellikle gece servis imkânıyla tercih edilebilecek güzel bir mekân. Servis için telefon numarası: (212) 2865708-09 www.gazete.itu.edu.tr 28 Kulüpler ve Kulüp Etkinlikleri Kasım 2005 İTÜ'de Dönem Boyu Tiyatro Timis Oyuncuları İTÜ Tiyatro Kulübü - Timis Oyuncuları, İTÜ'de üretilen ve yapılan sanat dışında, İTÜ'deki sanatsal gündemi canlandırmak için amatör tiyatro gruplarını İTÜ'de oyunlarını sergilemeye davet ediyor. Grup, şimdilik yalnızca İstanbul ili sınırları içerisinde kalan bu daveti, oyunlara ilgi ve diğer nesnel koşulları da göz önünde bulundurarak mümkün olduğunca genişletmek istediklerini belirtiyor. Timis Oyuncuları, "Dönem Boyu Tiyatro" adını verdikleri etkinliğin İstanbul'un ve Türkiye'nin birçok yerinde yapılan benzer etkinliklerden farkının, sıkıştırılmış bir zaman dilimi yerine geniş bir zamana yayılmış olması ve daha da önemlisi İTÜ gibi sözel bölümlerin oldukça kıt olduğu bir okulda yapılması olduğunu söylüyor. Program Ankara Oda Tiyatrosu Tiyatro Karşı Kıyı Beşiktaş Atatürk Anadolu Lisesi Oyuncuları Marmara Üniversitesi Dans Tiyatrosu 9 Kasım 24 Kasım 7 Aralık 14 Aralık teknikforum.com İTÜ Maslak Yerleşkesi Kültür ve Sanat Birliği Büyük Salon’da (KSB Oditoryum) sergilenecek oyunların gösterim saatleri afişlerden ve grubun internet sayfasından öğrenilebilir. Ne yaptılar? 2005 yılının şubat ayında İTÜ Kültür ve Sanat Birliği bünyesinde kurulan TİMİS Oyuncuları, çoğunluğu önceden İTÜ Tiyatro Kulübü'nde tiyatro yapmış İTÜ öğrencilerinden oluşuyor. 2005 yılının Mayıs ayında, ünlü Çek oyun yazarı Václav Havel'in "Bildirim" adlı oyunu ile ilk defa seyirci karşısına çıkan Timis'in oynadığı bu oyun, çalışma süresi ve sahneleme deneyimi bakımından grup için önemli bir süreçti. Yaklaşık 1,5 ay süren bu sürecin en önemli yanı sahnelemedeki pratiklerin yeniden gözden geçirilmesi ve gruptaki her bireyin oyuna mümkün olduğunca dahil edilmesi idi. Böylece gruptaki her bireyin grubun devamlılığı açısından deneyimler kazanması amaçlandı. Oyunu göremeyenler ve yeniden izlemek isteyenler için "Bildirim", 25 Ekim'de yeniden seyirci karşısına çıktı. Ne yapmak istiyorlar? Timis’in amaçlarımızdan biri insanların sanat konusundaki yaratıcılıklarını ve düşüncelerini mümkün olduğunca kaybetmeden üretime çevirebilmektir. “Her sanatsal ürünün iki muhatabı olmasından yola çıkarak; biz, üretimi yapanlar olarak elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalışırken, oyunlarımızın hitap edebileceği izleyici grubunu da mümkün olduğu kadar geniş tutmaya çalışıyoruz. Sanat adı altında yapılan çalışmaların, ya seri üretimmişçesine birbirine benzediği ya da kendi kendini tanımlayan bir kitle içinde kaldığı bir dönemde; hem farklı ve yaratıcı bir şeyler üretmek hem de mümkün olduğunca toplumsal imgelerden kopmayarak anlaşılır kalmak gerçekten zor hedefler. Elimizden geleni yaptığımız bu işte her türlü eleştiriniz ve önerileriniz bizim için değerlidir.” diyen Timis’e aşağıdaki adreslerden ulaşabilirsiniz. [email protected] http://www.timis.blogspot.com İTÜ’lülerin forum sayfası. 2004 yılında etkin bir şekilde çalışmalarına başlayan Teknik Forum, İTÜ’lülerin her konuda fikir paylaşımı yapabilmesi için tasarlanmış. Site nasıl ortaya çıkmış, amaçları ve çalışmaları nedir? Teknik Forum Yöneticilerine bunları sorduk durumlarında engelleyecek moderatör arkadaşlarımızın yardımını almaktayız. Fakat kurallar Onlar içinde geçerlidir, unutmayalım. Teknik Forum ilk ne zaman ortaya çıktı, amacı ve hedefi nedir? Teknik Forum fikri seneler önce, biz İTÜ'den mezun olmadan aklımıza gelmişti, fakat uygulamaya bazı teknik eksiklikler yüzünden geçememiştik. Kısaca web tasarımından anlayan biri yoktu yanımızda. İki İTÜ mezunu ve bir sosyal bilgiler uzmanı arkadaşımızla oturup ciddi bir şekilde sitemizi kafamızda oluşturduk. Nasıl ve niçin sorularını birbirimize sorup, bizden sonraki öğrencilerin sitede konuşup tartışacakları, bilgi alacakları, okul hakkında fikir edinip fikir verecekleri en iyi yeri planladık. Bu planımızı da 2004 yılında, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'nda faaliyete geçirdik. Site içeriği nelerden oluşuyor? “Vergonen Technologies” tarafından verilen destekle de sürekli gelişen Teknik Forum, öğrencilerin, ders veren öğretim üyelerini eleştirdikleri ve geçmiş yıllara ait grafiklere bakabildikleri, bölümleri ve aldıkları dersler hakkında bilgi alabildikleri bir içeriğe sahiptir. Forumumuz şöyle başlıklara sahiptir: Duyurular; İTÜ ile alakalı yapılan, öğrencileri ilgilendiren duyuruların yapıldığı bölüm, Öğretim Üyeleri; İTÜ de ders veren öğretim üyeleri hakkında bilgi alınıp verilen, öğretim üyelerinin eski not dağılımlarına bakılabilen bölüm, Dersler; İTÜ'de aldığınız dersler hakkında bilgi alıp verebileceğiniz ödevler hakkında yorum yapıp, paylaşabileceğiniz bölüm, Bölümler; İTÜ'de okuduğunuz veya yeni gelen öğrencilerin okuyacağı bölüm hakkında bilgi alıp verebilecekleri bölüm, Yeni üyelerden ne bekliyorsunuz? Yeni gelen üyeler forumumuzda okulumuzla ilgili bilgiler paylaşsınlar, okul hakkında fikirler öne sürsünler ve Okulla ilgili başlıklara daha çok yer versinler istiyoruz. Bu sayede sitemize giren bazı üst düzey yöneticilere de bazı istekler ve fikirler göndermiş olacaklardır. Bir bakıma Teknik Forum "Öğrencinin Sesidir" diyebiliriz. Acil Servis; Kayıt günlerinde kullanılan veya öncelik içeren mesajların atıldığı bölümdür. Bunlarla birlikte günlük hayata dair bilgilerin paylaşıldığı forum başlıklarımız da mevcuttur. Teknik Forum'un şu anki büyüklüğü ve yazar profili ne durumda? Zaten bu sayede sitemiz 9000 civarı kullanıcı ve aylık 15 milyon üstü "hit"e sahiptir ki bu bir okul web sitesi için çok iyi bir rakamdır. Aktif kullanıcı sayımız da gayet yüksektir. Hatta kayıt günlerinde sitemiz fazla yoğunluktan dolayı kilitlenmektedir. Okul hakkında bilmek istediklerinize arkadaşlarımız anında yanıt vereceklerdir. Ayrıca şunun da önemle altını çizeriz ki, forumumuzda "yazar profili" diye bir ayrım yoktur. Herkes yazardır ve okurdur, hiç bir şekilde kullanıcı ayrımı yapmamaktayız. Sadece kullanıcılarımızı, bazı aşırıya kaçma www.gazete.itu.edu.tr Teknik Forum'un yaşama yansımaları ne durumda? Site üzerinden buluşmalar yapılıyor mu? Teknik Forum bilgi paylaşım ortamı olması üzere İstanbul Teknik Üniversitesi'ndeki öğrencilerimize tanışma ve konuşma ortamı da oluşturmaktadır. Bu ortam yeni sosyal ortamların oluşmasına ve öğrencilerin birbirleri ile olan ilişkilerini arttırmalarına imkan vermiştir. Aldığımız bilgilere ve sitemizi takip ettiğimiz kadarıyla, sonuncusu geçtiğimiz günlerde yapılan toplantılara çok sayıda üye katılmakta, seviyeli ve eğlenceli konuşmalarla güzel bir gün geçmesi sağlanmaktadır. Bu sayede, okula yeni gelen öğrencilerimizin yeni arkadaşlar edinmeleri de sağlanmıştır. Peki yeni arkadaşlara söylemek istedikleriniz var mı? Bütün arkadaşlarımıza derslerinde başarılar diliyoruz, ileriki okul hayatlarında kolaylıklar hep onlarla olsun. Ve şunu hiçbir zaman unutmasınlar: Teknik Forum zor anınızda yanınızda olacak. Bilgilerinize. Kasım 2005 29 Kulüpler ve Kulüp Etkinlikleri İTÜ KULÜPLERİ PANAYIRDA BULUŞTU İTÜ Kültür ve Sanat Birliği ile İTÜ Spor Birliği'ne bağlı öğrenci kulüpleri, İTÜ Kulüpleri Tanıtım Panayırı'nda bir araya geldi. 21-22 Eylül 2005 tarihlerinde 75. Yıl Öğrenci Sosyal Merkezi önünde hazırlanan alanda gerçekleştirilen panayırda 32 kültürsanat, uzmanlık ve spor kulübü tanıtım masası açtı Özellikle yeni İTÜ'lülere yönelik düzenlenen panayırda kulüplerin farklı etkinlik gösterimleri de yapıldı. Yeni öğrencilerin yoğun ilgisin gören panayır, kulüplerin çeşitli etkinlikleri ile canlandı. Dans ve Jimnastik Kulübü'nün sürekli dans gösterileri, Capoiera Kulübü'nün capoiera gösterisi, Uçak ve Uzay Mühendisliği'nin maket uçak sergisi gibi etkinliklerin de yer aldığı panayırda kulüpler kendi tanıtım masalarında meraklıları ile buluştu. Kulüplerin bir arada olduğu etkinlik dolayısıyla da öğrenciler pek çok farklı kulübü aynı anda tanıma fırsatına eriştiler. Üniversite yıllarının önemli bir kısmı da ilgi alanlarına yönelik topluluklarda üretim yapmaktır. Bu panayır da bu bilincin özellikle yeni gelen öğrencilere aktarılması açısından faydalı geçti. Pek çok öğrenci ilgilendikleri farklı alanlarda etkinlik gösterebilecekleri topluluklara katılıp becerilerini geliştirme fırsatını buldular. İTÜ Sahnesi Çalışmalarına Devam Ediyor… 1997'den beri Kültür Sanat Birliği bünyesinde faaliyetlerini sürdüren bir topluluk olan Tiyatro Kulübü-İTÜ Sahnesi, kurulduğu dönemden itibaren üniversite bünyesinde kulüp kurmanın kolay, ancak yaşatmanın zor olduğu bilinçliliğiyle hareket ederek kurumsal bir grup yapısı ve süreklilik taşıyan kadrolaşma pratiğini hedeflemektedir. Teatral alandaki arayışlarını tiyatronun vazgeçilmez unsurlardan biri olan oyunculuk üzerine odaklayan İTÜ Sahnesi, oyunculuk merkezli bir tiyatro anlayışını benimsemekte ve bu anlayışı gerek eğitim çalışmalarında, gerekse de seyirciyle buluşacak geniş kadrolu eğitim prodüksiyonlarında uygulamaktadırlar. Bu yıl yeni katılanlarla eğitim çalışmalarına başlayan İTÜ Sahnesi, 2005-2006 Öğretim Yılı'nda eğitim çalışmaları kapsamındaki oyunculuk çalışmalarının yanı sıra, Stanislavski, Brecht, Grotowski, Mnouchkine gibi tiyatro teorisyenlerinin kuramlarını tartışmaya açıyorlar. "Tiyatroyu tüm seneye yayılması gereken bir faaliyet olarak gördüğümüz için yaz döneminde de çalışmalarına devam eden bir grubuz." diyen İTÜ Sahnesi, yaz çalışmalarında şimdiye kadar Shakespeare, Brecht, Moliere, Lonesco, Lorca gibi tiyatro tarihinde önemli yerlerde duran yazarların eserlerini inceleme fırsatı bulmuş ve bu incelemeler sırasında seçilen bazı metinler üzerinde hem dramaturji hem de sahneleme çalışmaları yaparak teatral birikimlerini zenginleştirmeyi amaçlamışlar. Ve yine bu yaz çalışmalarının sonucunda da bizleri dönemin ilk aylarında tiyatroyla tekrar buluşturuyor İTÜ Sahnesi. Öğrencilik yıllarında İTÜ Sahnesi'nde tiyatro yapmış İTÜ mezunlarından kurulu İTÜ Mezunları Sahnesi'yle Moliere'in "Cimri" adlı oyununu, Kasım ayı başında sahneleyecekler. Ayrıntılı Bilgi İçin: www.tiyatro.itu.edu.tr [email protected] 0536 358 47 95 Kadının Atölyesi Kulübü İTÜ Kadının Atölyesi Kulübü, İTÜ'de kadın gündemi yaratabilmek ve bunu yaymak için bir araya gelen bir kulüp. 2003-2004 Öğretim Yılı'nda etkinliklerine başlayan Kadının Atölyesi Kulübü, "Kadın olmaktan kaynaklanan sorunlarımızı paylaşabilmek; içinde bulunduğumuz aile, okul ve her türlü kamusal-özel alanda ataerkil söylemin nasıl meşrulaştığını üzerine düşünmek, tartışabilmek amacıyla çalışmalar yürütebileceğimiz bir platform oluşturmak niyetindeyiz." diyor. Kulüp, daha fazla insana ifade etme isteğiyle tanışma toplantıları düzenleyerek grubun yönelimine göre, yıl içerisinde yapılacak kısa veya uzun vadeli çalışmaları planlıyor. Atölye çalışmaları, araştırma, akademik yazı-makale-kitap okumaları ve tartışmaları ağırlıklı çalışmaların yanı sıra kadın mücadelesi konusunda farklı açılımlar yakalayabilecek yazı yazma denemeleri, seminer çalışmaları, sosyolojik araştırmalar da grubun gündemine giriyor. Kulüp içi çalışmalarını yalnızca kadınlarla birlikte yürüten Kadının Atölyesi Kulübü, Maslak, Maçka ve Taşkışla yerleşkelerinde de farklı çalışma grupları şeklinde çalışabiliyor, etkinliklerini ise ortak gerçekleştiriyorlar. 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddeti Kınama Günü ve 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nde www.gazete.itu.edu.tr yerleşkelerde etkinlikler düzenleyen kulüp, hazırladıkları yazı ve bültenlerin yer aldığı standlar açıyor, kadın sorununa dair basın haberlerinden oluşan arşivini ayda bir güncellenen panolarında paylaşıyor, tartışmak ve gündeme getirmek istedikleri konular üzerine film gösterimleri düzenliyor. Kulüp, üyeleri ve konukları tarafından sunulan ve tüm İTÜ'ye duyurulan seminer/panel/söyleşi düzenliyor. Bu çalışmalardan biri geçen yıl 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddeti Kınama Günü ve beraberinde İnsan Hakları Haftası dolayısıyla, İşletme Fakültesi hocalarından İpek İlkkaracan ve Kadriye Bakırcı ile TCK Tasarısı ve yasa değişiklikleri üzerine verdikleri bir seminer oldu. Yine geçen yıl Boğaziçi Üniversitesi'nin katkıları ile İTÜ'de kadın-erkek cinsiyet rollerini belirleme amaçlı bir anket çalışması başlatan ve yaklaşık 1500 İTÜ'lü lisans öğrencisine bu anketi uygulayan İTÜ Kadının Atölyesi Kulübü, çalışmalarına yön verebilecek bu anket çalışmasını hala sürdürmektedir. Daha ayrıntılı bilgi edinmek için: Web : www.ituka.itu.edu.tr (internet sitemiz henüz yapım aşamasındadır) E-posta : [email protected] Tel: 0505 347 95 63 30 4 Konser yıllık bir aradan sonra yeniden bir araya gelerek "Ateş ve Su" albümüyle hayranlarına merhaba diyen Kargo grubu, şimdi de eski şarkıları yeniden yorumladıkları "Yıldızların Altında" albümüyle karşımızdalar. Albümün çıkışıyla birlikte yoğun bir konser turuna başlayan Kargo, geçtiğimiz günlerde gençturkcellfest kapsamında okulumuzda da bir konser verdi. Biz de fırsat bu fırsat deyip Kargo'yla röportaj yapmanın yollarını aramaya başladık. Gece gündüz demeden çalıştık ve yoğun çabalarımız sonucu (menajerleri Simla Vuran'ın tabiriyle kendisini 388 kere arayarak) konser bitiminde onlarla görüşmeyi başardık. Artık biz kulisteydik ve Kargo grubu karşımızdaydı. İşte grup üyelerinin rahat ve samimi tavırları sayesinde bir sohbet havasında geçen röportajımız... Peki mühendis olarak mezun olduğun okuluna yıllar sonra konser vermek için gelmek nasıl bir duygu? Selim: Aslına bakarsan ben İTÜ'ye girdiğimde de müzisyen olmaya karar vermiştim zaten. Ama tabi liseden sonra üniversite sınavına giriyorsun, kazanıyorsun ve okuyorsun. Ben o süreci o şekilde geçtim. Yani hiçbir zaman tekstil mühendisliği yapacağımı hissetmedim. O yüzden bu okuldan böyle su gibi geçtim. Serkan: Öğretmenlerin üzülmüştür herhalde boşuna mı eğittik biz bunu diye... (kahkahalar...) Selim: Boşuna eğittiler belki beni ama İTÜ bana çok şey kattı. Yani müzikal hayatıma da sosyal hayatıma da...O yüzden bugün burada olmak çok zevkli bir şey. (Bu arada şunu da belirtelim; Koray endüstri mühendisliği, Burak ise endüstriyel tasarım mezunu. İçlerinde konservatuar okuyan yani onların deyimiyle "doğuştan müzisyen" olan tek kişi Serkan.) Bu İTÜ'deki ilk konseriniz mi? Çok sık gelmiyorsunuz galiba İTÜ'ye. Koray: İTÜ'ye ilk albüm zamanı gelmiştik. Burak: Bahar şenliklerinize geldik. Daha önce İTÜ Rock Günleri’ne ve Mizah Kulübü’ne söyleşiye gelmişsiniz ama konser olmamış. Koray: Ama konser için organizasyon olması lazım. Serkan: Hadi biz İTÜ'ye geldik çalalım deyince olmuyor. Uyarlama (cover) şarkılardan oluşan bir albüm yaptınız. Bu şarkıların ilk yorumcularıyla konuşma fırsatınız oldu mu? Koray: Birkaç tanesi baygınlık geçirdi. Serkan: Fenalaştılar... Şaka şaka. Koray: Biz o insanlarla çok konuşmadık. Temasları şirketimiz kurdu, onlar halletti. Biz daha çok işin mutfak tarafını, müziği yaptık. Selim, sen İTÜ tekstil mühendisliği mezunusun. Bir İTÜ’lü olarak bugün burada olmak sana neler hissettiriyor? Selim: Çok keyifli bir şey tabi. Kendi okulunda konser vermek kadar güzel bir şey yok. O yüzden insan daha bir aşka geliyor, heyecanlanıyor. Kasım 2005 Yorumları beğenmişler mi? Hiç onu konuştunuz mu? Koray: İzin alındıktan sonra özellikle bir dipnot gelmedi. Ama karşılaşırsak onlarla herhalde tepkilerini alırız. Burak: Aslında biz bir Orhan Gencebay şarkısı yapmak istiyorduk. Kendisiyle görüşme fırsatımız olmadı da oğluyla görüşme fırsatımız oldu. Güzel bir sohbet geçti aramızda ama maalesef olmadı. www.gazete.itu.edu.tr O zaman diğer albümlerinizde belki bir Orhan Gencebay şarkısı dinleyebiliriz? Burak: Bir daha “cover” yapar mıyız yapmaz mıyız bilmiyoruz. "Yalnızlık Mevsimi" albümünüzden sonra müziğiniz daha yumuşadı gibi. Peki bundan sonra Kargo'nun müziğinin çizgisi ne olacak? Serkan: Biz bulunduğumuz dönemi direkt yansıtabilen bir grubuz. Yalnızlık Mevsimi öyle bir dönemimizdi. Zorlamayla da olabilecek bir durum değil bu. Bu dönemlerimiz de böyle geçiyor. Ama bundan sonra ne olur, daha mı sertleşir daha mı yumuşar bilmiyoruz. Koray: Hadi "Yalnızlık Mevsimi" gibi bir albüm yapalım diyerek girmiyoruz albüm çalışmasına. Giriyoruz ne çıkarsa ortaya öyle oluyor. Burak: Herkes içinde bulunduğu sosyal ve kişisel durumuna göre besteler üretiyor. Yani bu besteler içinde bulunduğumuz durumu anlatıyor. Daha bunun üstüne gidip de agresif bir şarkıyı yumuşak bir şekilde yaptığın zaman şarkı zaten kötü oluyor. Koray: En sert şarkılarımız belki de geçen sene yaptığımız "Ateş ve Su" albümünde olabilir. Selim: Evet yani aslına bakarsan "Yalnızlık Mevsimi" albümü müzik olarak değil söylem olarak sert bir albüm. Serkan: Teknik olarak sert. Koray: Karanlık bir albüm. Kasım 2005 Yeni nesil Türk rock müziğinin en önemli temsilcilerinden biri sizsiniz. Hatta bugün pek çok rock grubu sizin açtığınız yoldan giderek müziğini daha geniş kitlelere sunma imkanı buldu. Peki bu sizi nasıl etkiliyor? Bir sorumluluk yüklüyor mu? Selim: Bazen öyle sorumluluklar hissediyoruz. '96 senesinde ilk başladığımızda Türkiye'de hiçbir rock grubu popüler değildi. İlk biz popüler olduk. Bu yüzden böyle bir durum söz konusu. Bu durumun da gururunu yaşıyoruz. Bizim yaptığımız biraz da abilik gibi oluyor. Ama onlar bizim kardeşimiz, biz onların abisiyiz gibi de davranmıyoruz. Sonuçta hepsi bizim arkadaşımız. Serkan: Birçok yeni müzisyene de yardım ediyoruz. (Bu arada bu yardımlardan sebeplenenler arasında Yalın, Aslı ve Manga gibi popüler isimler de var.) Koray: Sonradan çıksaydık da daha güzel olabilirdi. İşimiz daha kolay olurdu. Türkiye'de şu anda rock müzik çok popüler oldu. Hatta bu popülerliğin etkisiyle halk müziğinden rock müziğe geçen isimler bile var. Serkan: Evet, artık gitar ürkütücü değil galiba. Peki bunun bir yozlaşma getireceğini düşünüyor musunuz? Pop müzikteki gibi rock müzikte de bu yaşanabilir mi? Serkan: Şimdi böyle bir furya var ve örneklerini görüyoruz. Prodüktörler de bunun farkına vardı. Onlara kolay kazanç gibi geliyor ama tahmin ettikleri gibi olacağını zannetmiyorum. Çünkü rock dinleyicisi çok daha bilinçli dinleyicidir. Elemeyi çok daha sağlıklı yapar. Yani çok uzağa gidemezler. Burak: Rock müzik yurtdışında nasıl bir yozlaşma yaşamıyorsa burada da pek olacağını sanmıyorum. Çünkü gerçekten dinleyici profili yurt dışına daha yakın. Selim, İTÜ öğrencileriyle paylaşmak istediğin İTÜ'yle ilgili bir anın ya da bahsetmek istediğin herhangi bir şey var mı? Koray: Abi komik bir şey anlat da gülelim. Selim: Aslında ben okula sürekli gelerek okumadım. Anılarım da genelde dışarıda geçti. Müzikle ilgileniyordum, biraz da zıpçıktı bir adamdım. O yüzden bazı derslerde sorun yaşamıştım. Bir dersten böyle 3 senede falan geçebilmiştim. Son olarak İTÜ'deki hayranlarınıza neler söylemek istersiniz? Serkan: Bugünkü enerji çok güzeldi sahnede. Çok keyif aldık. Emeği geçen herkese çok teşekkür ediyoruz. Simla(menajerleri): Yine gelmek istiyoruz. Selim: Bir de ben tabi İTÜ'de okumuş bir insan olarak şunu söylemek istiyorum. İTÜ çok bilinçli bir okuldur. Öğrencileri de çok bilinçlidir. O yüzden de ekstra iyi geçti konser. O zaman sizi bundan sonra daha sık görebilecek miyiz İTÜ'de? Koray: Tabi tabi, kesinlikle. Zaten biz dört sene ara verdik. Onun boşluğundan da kaynaklanmış olabilir. Bundan sonra her zaman gelebiliriz. Konser ROCK ON THE STAGE 1 Ekim 2005… Arıyorum Gazetesi yayın kurulu üyeleri olarak Yedikule Zindanlarındaki konsere gitmek üzere Taksim AKM önünde toplandık. Stage Organizasyon'un davetlisi olan biz, hevesle ve neşe içerisinde Taksim meydanından Yedikule'ye gitmek üzere İETT otobüsüne bindik. Yedikule Surları'nın içerisinden gelen müzik sesi herkesi daha da neşelendiriyor ve zindanların atmosfer merak uyandırıyordu. Özellikle Erkin Koray ve Duman'ın sahne alacak olması daha da büyük bir mutluluk kaynağıydı. Biri nam-ı diğer Erkin Baba'ydı... Fazla söze gerek bırakmadan tüyleri diken diken eden âşıkken, yalnızken, mutluyken, üzgünken şarkılarıyla yanımızda olan Erkin Baba. Diğeri ise şu an Türkiye'nin en iyi rock gruplarından birisi olup özellikle gençliğin beğenisini kazanmış bir grup, Duman! Surların içerisine girildiği sırada sahnede DJ Fattish vardı. DJ Fattish özellikle geçen yazın popüler disko şarkılarını kendi yorumunu katarak dinleyicilerine dinletti. Yakup sahneye çıkıncaya kadar Yedikule Zindanları'ndaki kalabalık bu sırada artsa da yeterince izleyici gelmemişti. Yakup o gece surların içerisinde rock müzik severlere Türk ezgileriyle beraber müzik ziyafeti verdi. Vakit ilerliyor ve sahneye Hayko Cepkin çıkıyordu. Türkiye alternatif müzik camiasının yakından tanıdığı, sahne şovları ve klavye çalış stili ile bulunduğu her konserde dikkat çeken Hayko Cepkin yine tarzını Yedikule'nin ziyaretçilerine sergiliyordu. Mine Çayıroğlu, Yedikule'deki sahnesinde daha çok Duman, Mor ve Ötesi, Kargo, Sezen Aksu şarkılarını kendini yorumunu katarak seslendirdi. ----Dumansız Rock On The Stage---- Konserlerinin hemen ardından yorgun olmalarına rağmen bizimle bu keyifli sohbeti gerçekleştiren Kargo'ya ve o yoğunluğun içinde onlara ulaşmamızı sağlayan menajerleri Simla Vuran'a çok teşekkür ediyoruz. Banu İyisan, [email protected] Şefik Elbeyli, [email protected] 31 Saat ilerliyor, herkes artık Duman'ın sahne almasını bekliyordu. Mine Çayıroğlu indikten sonra sahnede çalgılar değişti, biri gitti biri geldi fakat sahneye çıkan hala yoktu… Sonra kurulan düzenekler tekrar değiştirildi. Neşeli kalabalık yavaş yavaş öfkeli bir hal almaya başlıyordu. Kulaktan kulağa yayılan Duman'ın sahne almayacağı yolundaki haber gerçek mi oluyordu? Yoksa gerçekten şarkılarıyla hayranlarını mest eden, farklı çizgisiyle Türkiye'de rock müziğin en önde gelen isimlerinden olan Duman günler haftalar öncesinden belli olan bir organizasyona çıkmayacak mıydı? Yedikule'ye cumartesi gecelerini belki de sadece Duman'ın şarkılarıyla geçirmek için gelen yüzlerce insanın onları dinleme haklarını ellerinden mi alacaklardı? Yedikule'deki rock müzik severlerden Duman sesleri yüksele dursun sahneye Erkin Koray çıktı. www.gazete.itu.edu.tr 1960'ların başında 'Erkin Koray ve Ritimcileri' isimli grubuyla başladığı müzik yolculuğuna 40 yılı aşkın süredir büyük bir başarıyla devam ve 'Erkin Baba' ünvanını alan Erkin Koray Yedikule Zindanları'nın tarihi ortamında sahneye çıktı ve en sevilen parçalarından bir demet sundu. Erkin Baba'yla herkes coştu. Özellikle Estarabim, Çöpçüler ve Arap Saçı çalarken Yedikule'ye gelen müzikseverlerin keyfine diyecek yoktu. Erkin Baba'nın sahneden inmesiyle beraber herkes artık Duman'ın gelmeyeceğini anlamıştı. Öfkeli topluluk bunun büyük bir saygısızlık olduğunu düşünüyor, Duman'ın öncelikle hayranlarını hiçe sayarak sahneye çıkmamasını kabullenemiyorlardı. Bir grup ki adını, şarkılarını kitlelere duyurmuş ve hayranlık uyandırmış, nasıl olur da Erkin Koray'ın - belki de Duman'ın yaptığı müziğin temellerini bu ülkede atmış bir kişilik, bir üstat- ilgi ne kadar istenilen düzeyde olmasa da sahneye çıkıp şarkılarını söylemesine rağmen o sahneye çıkmama saygısızlığını gösterebilirdi? Duman grubu elemanları böyle bir davranışı hangi düşünce ve hangi ruh haliyle yapabilmişti? Oradaki herkes şaşkınlık içerisindeydi. Duman'ın konser alanına gelip, takılıp ilginin azlığını görüp konsere çıkmaktan vazgeçmesinin öğrenilmesinin ardından şaşkınlık yerini öfkeye bırakmaya başladı. Duman, Taksim'de barlarda müzik hayatına başlamış bir grup sayılabilirdi fakat Erkin Koray'ın bile ilgi azlığını sorun etmeden sahneye çıkmasına rağmen Rock on the Stage sahnesine çıkmamışlardı. İnanılır gibi değildi. Sahne arkasına gelip de orada takılırken ve çıkmama kararı alırken hiç mi hayranlarını hayal kırıklığına uğratacaklarını düşünmemişlerdi… 1 Ekim 2005… İyi niyetli, güzel hazırlanılmış bir organizasyona davetli olarak gidildi DumanSIZ da olsa güzel bir gece yaşanıldı. Ve şu öğrenildi ki saygı ne parayla ne şöhretle ne de kaset tirajlarıyla kazanılabilen bir değer. Saygı belki sadece verilen sözün ne şartta olursa olsun tutulabilmesiyle kazanılabilen bir değer… Sarp İçaçan, [email protected] 32 kıs a ısa sa kısa a sa kıs sa ısa kıs k kısa k ı sa kısa k a kıs kısa kı kı sa sa a sa kı sa k kı sa kısa kı k ı sa sa kı Kasım 2005 kısa kıs kısa a kı kıs sa kı a kısa kı kı a k ıs sa kısa kı s a kı ısa kısa Kültür Sanat Hayat Kentten Kısa Kısa Müzikten Kısa Kısa Soyut Boyut (Sergi) 12 Kasım’a kadar İş Kuleleri, Levent Doruk Hemen & Moiz Meseri `Çocuk Hallerim` Fotoğraf Sergisi 18 Kasım’a kadar Fototrek Fotoğraf Merkezi Camdan Hayvanat Bahçesi 30 Aralık’a kadar Taksim Metrosu HÜSNÜ ŞENLENDRİCİ'DEN HÜSN-Ü KLARNET Laço Tayfa'dan ve Laço Tayfa'nın Brooklyn Funk Essentials ile ortak yürüttüğü çalışma "In the Buzzbağ"dan tanıdığımız Hüsnü Şenlendirici, 5 senelik bir aranın ardından ikinci albümü Hüsn-ü Klarnet ile sevenleriyle yeniden buluştu. 2000'de yayınlanan "Bergama Gaydası" albümü ile yurt içi ve yurt dışında çeşitli organizasyonlarda beğeniyle izlenen sanatçı yeni albümünde bağlamada İsmail Tunçbilek, perküsyonlarda Mehmet Akatay, buzukide Orhan Osman, piyanoda Orhan Şallıel, akordeonda Ceyhun Çelikten, kanunda Nuri Lekesizgöz ve Aytaç Doğan, gitarlarda Serhan Yastıman, Erdinç Şenyaylar ve Gültekin Kaçar gibi başarılı müzisyenlerle çalışmış. Kendi bestelerinin yanında Sezen Aksu, Fikret Kızılok, Neşet Ertaş, Zülfü Livaneli gibi sanatçıların tanınmış bazı parçalarına da kadife sesli klarnetiyle farklı bir yorum katmış. Türk sanat müziğinden zeybeğe, oyun havasına kadar Türk kültürünün farklı ezgilerini bir arada dinleyebileceğiniz klarnet aromalı albüm Doublemoon etiketiyle dünya müzikleri raflarda yerini aldı. Orhan Osman (Konser) 9 Kasım Çarşamba, 21:30 Babylon Murat Özgür Doğan Edebiyattan Kısa Kısa Therion (Konser) 11 Kasım Cuma Yeni Melek Gösteri Merkezi Puslu Kıtalar Atlası - İhsan Oktay Anar Puslu Kıtalar Atlası, yayımlanmış dört kitabı bulunan İhsan Oktay Anar'ın ilk kitabı. Büyükler için bir masal puslu kıtalar atlası. Osmanlı ülkesinden yeniçeriler, dilenciler, paşalar, hırsızlar, casusların dahil olduğu maceraları anlatan; eski İstanbul'dan yaşam manzaraları sunan bir roman. Fantastik kitaplardan hoşlananlar için ilginç bir Casablanca (Tiyatro) 12 Kasım Cumartesi, 21:00 Profilo Kültür Merkezi Özcan Ulucan (Keman, Konser) 17 Kasım Perşembe, 20:00 Akbank Sanat seçenek; Osmanlı ülkesinde fantastik bir hikaye. Okuyan hemen herkeste tarihe az çok ilgi uyandıracak, çok renkli çok eğlenceli bir kitap. Kitabın kapağı onu çok güzel anlatıyor. Kapağa bakınca içinizde eski İstanbul'un çok renkli, çok kültürlü, curcunalı sokaklarında gezinme, maceraya karışma isteği uyanıyorsa okumanızı öneririm. Ufuk Şişli Şimdi’nin Gücü - Eckhart Tolle Janeck Quartet (Konser) 21 Kasım Pazartesi, 20:00 CRR Konser Salonu Oidipus Sürgünde (Tiyatro) 23 Kasım Çarşamba, 20:30 İTÜ Maçka Yerleşkesi Kendimize ayırdığımız zamanın giderek azaldığı "modern" yaşantımızda, "yarın"a ait planlardan ve düne ait pişmanlıklardan "bugün"e kalan alanın giderek yok olduğu bir eğilim söz konusu. Eckhart Tolle, Akaşa Yayınları'ndan çıkan eserinde, huzur ve mutluluğun önündeki en büyük engel olarak gördüğü kaygıların kaynaklarını Engin Özsoy www.gazete.itu.edu.tr irdeliyor ve bunların nasıl aşılabileceği üzerine deneyimlediklerini aktarıyor. Düşünülerek içinden çıkılamayacak pek çok açmazı daha sezgisel yaklaşımlarla sorun olmaktan çıkartmayı ve "şimdi"ki ana yoğunlaşmayı hedefleyen Tolle'nin eseri farkındalığı arttırmak üzere farklı bir bakış açısı sunuyor. Kasım 2005 Neredeyse kırk yaşındayım ve bütün renklerim birbirinin aynı. Neredeyse kırk yaşındayım ve hiçbir resmimde güneş, ışık, sevinç yok. Resim yapmaya başladığımdan beri içimde ne varsa kusuyorum tuvalime, her seferinde karalara boyuyorum onu. Belki de çok daha renkli olmayı hak ederdi kim bilir, ama yaptığım bütün resimlerdeki bütün renklerim birbirinin aynı. Neredeyse kırk yaşındayım, iki sene sonra artık “neredeyse” deme ihtiyacım da kalmayacak, ve ben bu sessiz evde tek başıma geçirdiğim her saniyenin omuzlarıma yeni bir yük olarak binmesine katlanmaya çalışıyorum. Yaşama katlanmaya çalışıyorum; gençliğimin tüm renklerini içimden adeta emen bu yaşama karşı kurumuş, yaprakları dökülmüş, yıkılacak gibi olan; ancak yine de ayakta duran bir ağaç gibi. Güçlü fakat bezmiş, yılmış. İçimdeki oyuklara böcekler doluşmuş kemiriyorlar beni, mutlular onlar. Renk renk şallar, örtüler bağlamışlar vücutlarına ve dans ediyorlar kadınlar gibi. Kadın gibi; sen gibi... Sahi neredesin sen? Bir daha birbirimizi düşünmeyeceğimize söz verip de farklı yönlere doğru yürümüştük ya, bir zamanlar gölgesinde ışığının gözümü kör ettiği o ağaçtan, peki şimdi neredesin sen? Ayağa kalkmam lazım, hayır bunu kendim için istemiyorum; bütün gün koltuğa gömülüp şarap içmeye hiç itirazım yok ama bana derse gelecek öğrencilere de bir parça saygı göstermeliyim; onlar sayesinde yeni şaraplar, yeni tuvaller, yeni boyalar, yeni fırçalar alıyorum! Tıraş olsam hiç de fena olmayacak. Saçlarımı da tarayabilirim, peki ya daha şık bir şeyler giymeye ne dersin? Tabloları iyi paraya giden bir ressama az da olsa bir şeyler öğrenmeye gelen çaresiz öğrenciler... Uyanın be, bana kimse ders vermemişti ki..! Saçlarımı taramaktan nefret ediyorum. Belki de hiç ellemesem daha güzel duracaklardır, kim bilir? Aynalar bilir...onları gerçekten seviyorum. Aynalar cansızdırlar ama içlerinde ben yaşarım. Aman tanrım, gözlerim niçin bu kadar kırmızı? Kapı çalıyor, hoşgeldin, içeri geç. Şarap ister misin, peki, ben de derste içmekten hoşlanmam zaten. Çalışmalarını yanında getirdiğin iyi olmuş, istersen ışığı aç da inceleyelim başlamadan önce. Kişisel bir soru mu, peki sorabilirsin. Neden mi tüm resimlerim karanlık..? Baksana çocuğum, şu çizdiğin resimde niçin bu kadar renk var? Aşk mı var! İşte benim resimlerimde de senin aşk dediğin şey var. Ben varım benim resimlerimde. Görüyor musun solundaki tamamlanmamış tabloyu? İşte onda da benim aşk dediğim şey var çocuğum. Evet doğru bildin oradaki bir mezar ve kurumuş ağacın altında oturan bir melek. Baksana, hayat hakkında ne düşünürsün sen? Demek mutlusun çocuğum, benimse mutlu olabilmek için bir sebep yok elimde, kalbimde. Doğru, ben de kimi zamanlar bazı kaynaklara sarıldım su içme umuduyla, ama boğazım hep kuru kaldı. Benim için mutlu olmak, ya da “mutlu olmak bu olsa gerek” diye adlandırdığım his zirveye tırmanmaya çalışmaktı zirvede olmak değil, o zirveyi kafamı kaldırıp da gördüğüm zaman ona doğru çıkabilmekti mutlu olmak; oraya ise hiç varamadım zaten... Sana bir şey söyleyeyim mi çocuğum, neredeyse kırk yaşındayım ve artık gücüm de kalmadı. Gözlerim de bozulmuş ya da farklı bir manzara var karşımda artık, kafamı kaldırdığımda yükseklerin daha uzak, alçakların daha yakın olduğunu görüyorum sadece; düştüğümü görüyorum. Zirveye ne mi oldu? Diplerden bahsetsek daha doğru olacak. Şarap istemediğine emin misin, peki, ben şu şişeyi bitireyim. Zirve yok çocuğum, ben artık dibe daha yakınım, çaresizce Edebiyat düşüyorum aşağıya doğru, ne yazık ki tutunabileceğim bir el ya da bir dal olmadan. Umut mu; Pandora’nın kutusunu bilirsin, Nietzsche der ki, “Aslında kötülüklerin en kötüsüdür umut, insanın çektiği eziyeti uzatır.” Sen umutlu olabilirsin çocuğum ama ben değilim. Aşık mısın yoksa, ah çocuğum, keşke gerçekten aşık olabilsen... Sen sadık çoban Endymion ve ay tanrıçası Selene’nin aşkını bilir misin? Tanrıyla anlaşıp da aşkı uğruna ömründen vazgeçen Endymion’u ve her gece saçtığı ışıklarıyla onu ziyaret eden Selene’yi bilmiyor musun? Peki şövalye Tristan ve prenses Isolde’yi bilir misin; bilmiyor musun, o zaman sana ufak bir ipucu vereyim çocuğum, Endymion ve Selene de, Tristan ve Isolde de nerede mutlu olabildiler tahmin et, evet doğru bildin, ölümde. Otuz sekiz senede ne öğrendim biliyor musun: Yaşamak acı çekmeyi sevmektir, aşk ise ölmeyi. Mutlu musun çocuğum, mutlusun, renklerin çok parlak. Gitmeden önce sana bir sır vereyim mi, ben de çocukken senin gibi saf ve temizdim, benim de renklerim vardı. Umarım sana sürekli çocuğum diyebilirim; çünkü büyürsen emin ol sen de kirleneceksin, senin de renklerin solacak... Tek başına kalmak bir kaçış mıdır yoksa seni en iyi anlayan insanla beraber mi olursun yalnızlık diye adlandırdığın süreçte? Ben beni en çok anlayan insanla beraberim, ama öyle bir yere sürükleniyorum ki, kendimi bile anlayamıyorum artık. Kimse anlayamadı beni zaten, otuz sekiz sene boyunca annem bile anlayamadı beni. Keşke ölmeseydi de şimdi yanımda olsaydı, keşke ölmeselerdi ne o ne de babam; ama anlayamamışlardı beni, sadece sevmişlerdi; aynı kadınlar gibi, ama onlardan çok daha dolu, çok daha yoğundu sevgileri; çok yumuşak ve çok sessizdi. Eskiden sevgililerim olduğunu sanıyordum beni seven, ama bugün eski sevgililerim olduğunu sanmıyorum. Sevgilim olmadı benim, hiçbirine verecek aşkım da olmadı. Sevmektense sevişmeyi tercih ettim hepsiyle, ölmeyi göze alamadım çünkü; aşkın eş anlamlısının ölüm olduğunu bile bile bildiklerime bile direnerek siyahlarımdan renkler yaratmaya çalıştım kendime, sana, bize. Kim bilir belki de rengarenk şallarla, örtülerle sarmalayıp ikimizi dans etmek istemiştim sadece... Yıllar boyunca kendimi kandırdım ya da beni kandırdı kadınlar, sen beni kandırdın, birbirimizi kandırdık. Neredesin sen? Düşünmeyeceğimize söz vermiştik ya birbirimizi, düşünmüyorsun değil mi gerçekten? En az benimki kadar kapkara olan yüreğinden tamamen attın değil mi beni de bana sunduğun tüm ışıklarınla beraber? Atmış olmalısın zira yıllar geçti üzerinden, yıllar geçti ve nerede olduğunu bile bilmiyorum. “Zaman alır acıyı yüreğinden, götürür uzaklara” demiştin ya bana, peki düşünmüş müydün zamanın bunları almasının bu kadar zaman alacağını? www.gazete.itu.edu.tr 33 Gerçek olmadığını bildiğin bir ışığın peşinden koşmak, tek bir damla su içemeyeceğini bildiğin bir çeşmeye ağzını dayamak, asla yeşeremeyeceğini bildiğin kurak bir toprağa kök salmak inatla... Bilmelisin, bunu yapmak gerçekten çok zor... Yine de denedim çünkü umudum vardı, inancım vardı. Bugünse dün benimle olan tüm hisler, tüm insanlar tarafından terk edilmişim benliğimin gölgesinde, bir tek şaraplar ve fırçalar kalmış benim yanımda, renklerdense siyahın bile solgun olanı. Bir de öğrencilerim; çocuklarım... Çocuklar için üzülüyorum, hepsinin renkleri var ama hepsi alınacak ellerinden, yerine kapkara gözyaşları verilecek büyümelerinin armağanı olarak; yıkık hayallerin, tükenmiş umutların pınarından beslenen kapkara gözyaşları armağan edilecek onlara... Renklerini kaybetmeyenler ise anlamsızca savuracak fırçalarını hayata, çizdikleri şeyler karalamadan öteye gidemeyecek ne yazık ki; tıpkı öğrencilerimin, çocuklarımın çizdikleri gibi anlamsız, boş çizgiler olacak karşımda fakat renklerin bir köşesinde ait oldukları yüreklerin saf sevgisini de taşıyacaklar. O saf sevgiyi sunmaya çalışmıştım ben de sana ama kirliydim ne yazık ki, kirliyim ne yazık ki; her geçen saniye suratımdaki çizgiler derinleşiyor çünkü, aşağıya düşüyorum. Zirveye yeniden tırmanabilmek gibi bir düşünce ise beyin kıvrımlarımın arasında kendine yer edinemediğinden olsa gerek çoktan terk etti beni, kim bilir belki de on sekiz yaşındaki bir bedende hayat bulmuştur... Belki sen de bana saf bir sevgi sunmaya çalıştın ama hadi itiraf et, senin de renklerin kaybolmuştu, büyümüştün sen de... Büyümüştün ya da ben öyle sanıyordum, ya da unut gitsin bugün keşke ile başlayan cümleler kurmayacağım çünkü artık her şeyin bittiğinin, en azından benim tükendiğimin farkındayım. Tükendiğimin farkındayım çünkü aynaya bakıyorum. Aynaları gerçekten seviyorum, cansızdırlar ama içlerinde ben yaşarım. Hiç yalan söylemediler bana aynalar, hiç hata da yapmadılar; ama hatayı ben kendimi görebilmek için aynaya değil de senin gözlerine baktığım an yaptım belki de... Yusuf Güngör [email protected] 34 “My light slowly fades away My hope's gone and went astray But I see their dark dream-sails... Take me away...from here!” İşte tam bu satırlarla başladı benim Draconian ile olan tanışıklığım. 16 Mayıs 2005, final zamanı gelmişti ve normal şartlarda finallerden önceki bir kaç günlük süreci sınavlara hazırlanarak geçirmem gerekiyordu; ben ise belki de bir kaç gün sonraki Anathema konserine hazırlanmanın daha iyi bir fikir olacağını düşünerekmüzik arşivimi genişletme yolunu seçmiştim kendime. Yabancı forumlarda "Draconian" hakkında yazılan şeyleri okuyunca meraklanarak rastgele bir şarkısını indirdim bilgisayarıma; yukarıdaki dizeyle başlıyordu, çok güzeldi, ama belki de en etkileyicisi, sözlerden önce yazan "Lyrics by Anders Jacobsson, 16/5 2003" satırıydı... Draconian, İsveçli bir doom-metal grubu. Bugüne kadar yayınlanan iki albümleri var ve şu sıralar üçüncü bir albüm üzerinde çalışıyorlar. Beş tane de tanıtım albümleri olan grubun "My Dying Bride" ya da "Lacrimas Profundere" kadar bilindiğini iddia etmek pek gerçekçi olmayacaksa da, uluslararası alanda doom-metal denildiğinde akla ilk gelen isimlerden biri olduğunu söyleyebiliriz. Grup Anders Jacobsson, Johan Ericson, Lisa Johansson, Jerry Torstenson, Daniel Arvidson, Andreas Karlsson ve Jesper Slope'dan oluşuyor. Anders şarkıların büyük çoğunluğunda sözleri yazan ve aynı zamanda Lisa ile beraber vokal yapan kişi. Ben de, grubun forumunun üyelerinden biri olma avantajımı da kullanarak, Anders ile Arıyorum İTÜ Gazetesi adına internet aracılığıyla bir röportaj yaptım: İlk olarak, Draconian'ın tarihinin kısa bir özetiyle başlasak iyi olacak... Draconian, "Kerberos" adı altında mayıs 1994'te kuruldu. 6 ay sonra ben gruba katıldım ve ismimizi Draconian olarak değiştirdik. Ekim 1995'te ilk tanıtım albümümüz olan "Shades of a Lost Moon"u kaydettik. "Shades of a Lost Moon" çok iyi izlenimler aldı, ancak 1997'ye dek başka bir tane daha kaydetmedik. Sonraki tanıtım albümümüz olan "In Glorious Victory"yi yapımının gerçekten kötü olması sebebiyle yayınlamamayı tercih ettik. Aynısı 1999'daki tanıtım albümümüzde de geçerli oldu, "The Closed Eyes of Paradise" en iyi şarkılarımızdan bazılarını içeriyordu, ancak bu da satmama kararımız yüzünden büyük bir kitleye ulaşmadı. 2000 yılında "Frozen Features" tanıtımım albümümüzle başarılı olduk ve ilk kez gerçek anlamda doom müziğini keşfettik. Dünya çapında yeni dinleyiciler edindik ve daha fazla tanındık. 2002 yılında, bize Napalm Records'la bir kayıt anlaşması sağlayan "Dark Oceans We Cry"ı kaydettik. Bu tanıtım albümü hala İskandinav doom/gothic sahnesinin en beğenilenlerinden birisi olarak anılır, ve bunun sayesinde daha da fazla dinleyici kazandık. İlk albümümüz olan "Where Lovers Mourn" 2003 yılında yayınlandı ve çok iyi izlenimler aldı, ancak Müzik biz yapımdan tatmin olmamıştık. Bir sonraki sene "Arcane Rain Fell" başka bir stüdyoda kaydedildi ve sonuç daha iyi, daha doom ve Draconian'ın kendisini görmek istediği şekle daha yakındı. Bu yeni albümle Draconian olarak bir kez daha dünya çapında sağlam bir iş yaptık ve kendimize daha önce hiç olmadığı kadar fırsatlar yarattık. Draconian şimdi Avrupa'nın önde gelen Doom/Gothic gruplarından birisi. Her iki albümünüzde; "Where Lovers Mourn" ve "Arcane Rain Fell"de, sözlere bakarsak, sadece bir doom metal grubunun tipik özellikleri olan acı, kayıp, ölüm gibi öğeleri görmekle kalmıyoruz; aynı zamanda bunların çok etkileyici bir dille yazılmış olduğunu da görüyoruz... "Where Lovers Mourn"da "A Slumber Did My Spirit Seal" şarkısı Wordsworth'ün bir şiiri, ve "Arcane Rain Fell" başlı başına Lucifer kavramıyla ilgili bir albüm. Sen sözleri müziğin temel öğesi olarak mı görüyorsun? Evet, öyle görüyorum. Benim için sözler çok önemli. İleride "A Slumber Did My Spirit Seal"daki gibi daha fazla eski şiirler kullanacağım. Sözlerimizin çoğu ölüm, kayıp, yalnızlık, çöküş ve sıkça insanlardan kaçan hislerle ilgili. Aynı zamanda, senin de vurguladığın gibi, karanlık ruhsal olaylarla ilgili şeyler de içeriyoruz. Ben "karanlık yol"la çok ilgiliyim, ve bence bu hayatımdaki en önemli şeylerden birisi. Söylediğin gibi, şarkılar çok duygusal ve bence her bir nota hislerimizle dans ediyor... Romantizm, melankoli, hüzün ya da kimi zaman umut; hepsi çok iyi işlenmiş ve kesinlikle kalbimize dokunuyorlar... İnsanların yüreklerinin köşelerine ulaşmak nasıl bir duygu ve bunu nasıl yapıyorsunuz, sözleri yazarken ve müziğin kompozisyonunu yaparken nelerden ilham alıyorsunuz? Sözlere gelirsek, çoğunlukla kendi hislerimle başlayan neredeyse her şey bana ilham veriyor... Ancak aynı zamanda şiirlerden, filmlerden, okuduklarımdan da ilham alıyorum... Çok küçük şeyler benim ilhamımı tetikleyebiliyor ve bana fikirler veriyor. Müziğe geldiğinde, işlerin çoğunu Johan hallediyor, ancak bu onun için de aynı...onun iç dünyası ve demin vurguladığım şeyler. Ve tabii ki bize benzeyen diğer gruplardan da ilham alıyoruz, "My Dying Bride" gibi tanrı sayılabilecek gruplardan. "Arcane Rain Fell"i Ocak 2005'te yayınladınız ve yakın zaman önce, yıl sonuna doğru "The Burning Halo" isimli bir albüm yayınlayacağınızı duyurdunuz... Bir yılda iki albüm yayınlamak biraz yorucu değil mi? Ayrıca, "The Burning Halo" ve diğer gelecek planlarınızdan bahsedebilir misin? Açıkçası bu yeni albümde sadece 3 yeni şarkı olacak, 3 tane "The Closed Eyes of Paradise" tanıtım albümümüzden yeni kaydedilecek şarkıyla beraber...ve 3 tane de uyarlama. Dinleyiciler uzun bir süredir eski tanıtım albümlerimizdeki şarkıları istiyorlar; biz de kötü kayıt yüzünden, onları yayınlamaktansa şarkıları yeniden kaydetmeyi tercih ediyoruz. Aslında o kadar da zor değil. Bu kez tüm yapım işleriyle kendimiz ilgileneceğiz. Gelecek planlarımız şu an için bu albüm, ve bir turne; yurtdışındaki bir kaç konserle beraber. Aynı zamanda www.gazete.itu.edu.tr Kasım 2005 artık bir rezervasyon şirketimiz de var yani gelecek dönemde daha çok konser ve turne olacak :) Şimdi en zor soruya geliyorum: Daha önce Türkiye'ye hiç geldin mi, Türkiye hakkında bir şeyler biliyor musun? Haha...o kadar da zor bir soru değil. Açıkçası Türkiye'de hiç bulunmadım ve doğrusunu söylemek gerekirse Türkiye hakkında az şey biliyorum. Kız kardeşim orada bulunmuştu, ancak ne yazık ki kapkaça uğradı ve arabasını sürerken yanlışlıkla bir kedinin üzerinden geçmiş, yani onun ülkenizle ilgili güzel bir tecrübesi yok... :) Ancak Türkiye'nin harika bir ülke olduğundan eminim, çok güzel olduğunu duymuştum. Pek de iyi bir deneyim değil ancak gelirseniz pişman olmayacağınızı garanti edebilirim..! Ve şimdi de en kolayı; bu yazıyı okuyan insanların çoğunun daha önce Draconian'ı hiç duymamış olduğunu kabul edecek olursak, insanları sizin dünyanıza gelmeye nasıl ikna edebilirsin? Aslına bakarsan en kolay yolu internet sitemize uğramaları, eğer okuduklarını beğenirlerse de albümlerimize bir şans vermeleri. Ayrıca, bu trajik ve ıssız dünyada iyi bir konfor yakalamak istiyorlarsa, Draconian'ı öneririm. Draconian'ın mesajı kendisini bu dünyada uzaylı gibi hissedenlere: Kırık kanatlarıyla kaybolmuş olup da, sadece buralardan uçmak isteyenlere... Bize zaman ayırdığın için teşekkürler, bunun yüz yüze bir röportaj olmasını gerçekten isterdim ancak ne yazık ki yapabileceğimiz bir şey yoktu..! Draconian'ı mümkün olan en yakın zamanda burada görmeyi isterim; kapkaççılar konusunda garanti veremesem de..! Bize söyleyeceğin son bir kaç kelime var mı? Son kelimelerim: Her zaman hatırlayın; cennette kölelik etmektense cehennemde hüküm sürmek daha iyidir. Cennetiniz kendi içinizde yatar...herhangi bir şeye itaat etmeyin. Kendi kendinizin tanrısı olun ve "karanlık yol"unuzda yürüyerek ışıkların en safını bulun! Bazen, bazı güzel tesadüfler herkesin kapısını çalıyor; 16 Mayıs'ta benim başıma gelen gibi. Kendimizi ifade etmek için konuştuklarımız yeterli olmadığında, bir başkasının kelimeleri imdadımıza yetişiyor şans eseri olsa da. Hangimiz kimi zaman -ya da belki her zamansadece bir mumun titrek ışığı tarafından aydınlatılmış bir odada, sırtımızı duvara yaslayıp tek başımıza sessiz çığlıklar atmak istemeyiz ki..? İşte bana göre Draconian tam bu zaman için; tam bu insan için... Belki de Anders'in dediği gibi bulunmak istemediği bir yerde kalmaktan başka çaresi olmayanlar; yaşayacağı her yeni günü aşağıdaki satırlarla ifade edenler için... “Another day will go astray... Another tear in this life so grey If you ever saw me smile You should know I felt sick inside” Yusuf Güngör, [email protected] Kasım 2005 Spor 35 İTÜ AİKİDO KULÜBÜ Disiplin, savaş, sanat, spor, felsefe… Pek çok kavramı içeren bir savaş sanatı; Aikido. Japon kültüründen gelen Aikido, savaşlara karşı doğayı ve yaratıcının tüm varlıklarını korumaya yönelik, doğayla, evrenle bir bütün olma sanatı olarak tanımlanmaktadır. Aynı zamanda Aikido, kendini savunmanın ve taktik bilimi olmasının ötesinde bireyin uyumlu bir insan olarak ortaya çıkabilmesi için ruhu mükemmelleştirmenin, vücudu ve aklı güçlendirmenin, bireyin fiziksel ve zihinsel gücünü birleştirmenin yoludur. Aikido içsel bir olgudur. Aikido toplumcudur. Kısacası, Aikido dövüş sporunun ötesinde felsefedir. Bu felsefeyi en iyi yorumlayan topluluklardan birisi de İTÜ Aikido Kulübü'dür. Kulübün amacı Aikido'nun İTÜ'de tanıtılması ve yaygınlaştırılmasıdır. Kulüp uzun yıllardır düzenli olarak antrenmanlarını yapmakta, dersler vermekte, gösteri, seminer ve konferanslar düzenlemektedir. Bütün bu etkinliklerin yanı sıra Aikido felsefesinin önemli yapı taşlarından olan toplumsal duyarlılığı güçlendirici çalışmalara öncelik veren kulüp, ÇEKÜL Vakfı ile ortaklaşa çalışarak 700 fidanlık İTÜ Aikido Kulübü Korusu'nu Sivas iline kazandırmıştır. Bunun gibi birçok farklı projeye daha girişen İTÜ Aikido Kulübü son günlerde Üsküdar Çocuk Yuvası’nın 7-12 yaş çocuklarına, temel gereksinim malzemelerinin alımında katkıda bulunmak amacıyla yardım kampanyası başlatmış ve toplanan paranın bir kısmını da Pakistan’daki depremzedelere göndermiştir. Aikido’nun yalnızca savaş disiplini olmadığını, toplumsal konularda da girişimlerde bulunmanın, insanlarla yardımlaşmanın, dayanışmanın ve huzurlu bir dünya sağlanmasının da Aikido’nun amaçları arasında olduğunu söylüyor. Nitekim Aikido’nun öncüsü Morihei Ueshiba’nın (1883-1969) küçük yaşlardan beri ilgisini çeken savaş sanatları üzerine ülkesini karış karış dolaşıp, devrinin en büyük ustaları ile ilişki kurup kısa süre içerisinde savaş sanatlarının tamamını araştırıp uygulaması ve bu dallarda ustalık mertebesine ulaşması bile Ueshiba’nın içindeki eksiklik duygusunu örtmeye yetmemişti. Ueshiba felsefeyle ilgileniyordu, düşünüyordu. Gerçeği arıyordu. Yaptığı işin insanlara yararlı olmasını istiyordu. Barış istiyordu, kardeşlik istiyordu. Bu arayışlar sonucunda Ueshiba kendini felsefeye ve daha sonraları dine adadı. Nihayet Ueshiba gerçeğe, aradığı noktaya ulaşmıştı ve sevgi, uyum, barış ve şefkatin yolu “Aikido” doğmuştu. Kısa sürede Japonya’da yaygınlaşan bu yeni öğreti, hızla dünyanın her tarafında tanınan ve ilgi gören bir savaş sanatı halini aldı. Aikido’da bükme ve fırlatma teknikleri kullanılır. Saldırganın gücünü ve hamlelerini yine saldırgana yönlendirme yeteneği kazandırması açısından diğer birçok dövüş sanatından ayrılır. Ayrıca kişinin sizi tutmasına, sarsmasına, itmesine, vurmasına olanak vermeden onu ekarte edebilecek şekilde savunmayı ve tekrarlanan ataklara karşılık verebilmeyi amaçlar. Efendiliği ve saygıyı geliştirmek Aikido eğitimlerinin ayrılmaz bir parçasını oluşturur. İTÜ Aikido Kulübü’nün eğitim sisteminden bahsedecek olursak öncelikle eğitim süreçlerindeki önemli uygulamalardan birinin “Kyu Sınav Sistemi” olduğunu belirtmek gerekir. 6 faklı kademeden oluşan sınavlarda seviyenize uygun teknik anlayışınız, saldırı anındaki tepkiniz, saldırının gücüne göre hareketinizi ayarlamanız, konsantrasyon ve bilinç, hareketin hızı, akılcılığı ve devamlılığı gibi kıstaslar dikkate alınıyor. Sınav sistemi süresince belli şartları ve seansları tamamlayan kulüp üyeleri makale, proje ve tez çalışmalarında bulunuyorlar. Üyeler, kendi cümleleri ile Aikido’nun ne ifade ettiğini anlatan makale yazmalıdırlar. Sonraki aylarda ise verilen konu üzerinden proje hazırlayıp sunmakla yükümlü olan kulüp üyeleri, projeleri başarıyla tamamladıktan sonra ise tez çalışması yapmaktadırlar. Proje konusu üzerinde çalışmayı derinleştirmek için yapılan tezden sonra proje konularından farklı ve kendi belirleyecekleri konu üzerinden tezlerini hazırlayıp sunmakla yükümlüdürler. İTÜ Aikido Kulübü, Türkiye’deki “Bilimsel Aikido”nun merkezi olma yolunda hızlı adımlar atmaktadır. Aikido’da seviyeler ise “Dan” olarak adlandırılmaktadır. 8 dan mevcuttur. Shodan birinci dandır ve başlangıçtır. Shodan’da beden emirlere yanıt vermeye, teknikler şekil kazanmaya başlamış, Aikido’nun ne olduğu hakkındaki fikir derinlik kazanmıştır. Nidan ikinci dandır. Bu aşamada, Shodan’dan istenilenlere, yüksek seviyede bir zihinsel azimle birlikte aynı anda gözlemlenebilecek hız ve güç eklenir. Sandan üçüncü dandır. Aikido’nun ruhsal boyuta geçiş aşamasıdır. İncelik, ustalık, hareketlerde netlik ve tekniklerde etkililik ortaya çıkmaya başlamıştır. Yondan dördüncü dandır. Teknikleri oluşturan unsurlar sezinlenmeye başlamıştır. Godan beşinci dandır. Tekniğin dış görüntüsüyle sınırlı kalmadan, teknik şekillerden sıyrılarak -ama zirve ve ilkelere bağlı kalınara- sanat kendini göstermeye başlar. Rokudan altıncı dandır. Teknik göz alıcı, hareketler akıcı ve güçlüdür. Güç ve fiziksel serbestlik hareketin içinde birleşir, günlük hayatta hissettirir. Nanadan yedinci dandır. Varlık, yanılsamalardan arınır ve gerçek doğası içinde yeniden dopar. Her çeşit bağlılıklardan sıyrılıp özgürce, burada ve şimdi yaşamanın zevkinin farkına varır. Hachidan sekizinci dandır. Hayatın ve ölümün ötesinde zihin açıktır. Zıtlıkları uzlaştırabilme yetisine sahip, süşmansız, kendisiyle barışıktır. Rakipsiz, mücadelesiz, tek ve mutlak galiptir. Ayak bağı olmaksızın özgürdür, özgürlüğün içinde serbesttir. Hayat görüşü bütünle uyum içindedir. Ancak bu aşama da yolun sonu değildir... İletişim için: www.aikido.itu.edu.tr www.gazete.itu.edu.tr 36 “ Spor Kasım 2005 Vücutları silahlarıydı. Dansları ise kamufle. Bu gizlilik aynı zamanda da onların hayat felsefesi ve kültürü oldu. “ İTÜ Capoeira Kulübü Capoeira, Brezilya kökenli bir savunma sanatıdır. Brezilya' da yaşayan Afrika asıllı kölelerin kendilerini savunmak için geliştirdikleri bu saldırı kökenli spor, bugün Brezilya başta olmak üzere dünyanın 48 ülkesinde resmi olarak yapılmaktadır. Capoeira'yı diğer savunma sanatlarından ayıran en önemli özellikleri estetik görünümü ve katı formlara sahip olmamasıdır. Capoeira'nın bu farklı yapısı onun bir savunma sanatının yanı sıra bir savaş sanatı ya da bir dans türü olarak görülmesini de sağlar. Capoeira, yarım veya tam daire şeklindeki bir alanda ya da RODA adı verilen insanlardan oluşan bir çember içinde iki kişi arasında oynanan JOGO (jogu) adlı bir oyundur. ANGOLA ve REGIONAL adlı iki tane temel stile sahip olan bu oyun, orkestrayı içinde barındıran RODA'nın yaptığı müzik eşliğinde saldırı ve savunma tekniklerinin uygulanmasıyla oynanır. Kullanılan stil ne olursa olsun, kurallar ile oyunun anlamının ve amacının bilinmesi, uygulama aşamasından çok daha önemlidir. Rakipler birbirlerine fiziksel üstünlükten ziyade zihinsel üstünlük sağlamaya çalışırlar. Bu noktada Capoeira'nın diğer savunma sanatlarından önemli bir farkı - Uzakdoğu kökenli olmamasının dışında - kendini gösteriyor: Capoeira'da üstünlük kurmak rakibi yıkmak için değil, aksine birliği ve uyumu sağlamak içindir. Kökeni Brezilya'daki kölelik döneminin ilk iki yüz yılı, Capoeira'nın başlangıç dönemi olarak kabul edilebilir. Her ne kadar Brezilya kökenli olarak kabul edilse de, Brezilya`da bu sporun temellerini Angola`dan getirilen zenci köleler atmistir. Capoeira'nın ölümcül bir gösteri olduğu zamana ait belgeler, ilk cumhuriyet hükümeti tarafından 15 Aralık 1890 tarihli karar ile ülkede köleliğin izlerini silmek amacıyla yakılmış. Hükümet bu kararın amacını bu şekilde belirtmiş olsa da, birçok kişiye göre bu karar aslında sahiplerin, kölelerin serbest bırakılmasıyla ilgili tazminatları ödememesi için yapılmış bir manevraymış. Capoeira ile ilgili günümüze kadar ulaşan kayıtların ilk örnekleri olan ve Capoeira'yı sosyal bir hastalık olarak kabul edip yasaklanmasına neden olan belgeler de bu dönemden sonra oluşturulmuş. Felsefesi Brezilya'daki Afrika inançlarına göre, "Star Wars" filmindeki "Jedi Savaşçıları"nın gücünün temeli olan kuvvetin (Force) bir benzeri olan Ache adlı, evrendeki her şeyin hareket kaynağı olan sihirli bir güç vardır. Özel ayinlerle, "Star Wars"ta olduğu gibi doğanın her noktasında var olan bu güç aktarılabiliyor. Capoeira'nın din ile doğrudan bir ilişkisi olmasa da, güç aktarımında Afro-Brezilya ayinlerinin izlerine rastlanır. Başlangıç seviyesinden "mestre" olmaya giden yolda öğrencilerin karşısına karanlıkta oynamak, suda oynamak ve ışıkta oynamak olarak tanımlanan fiziksel evreler çıkar. Bu uzun mesafeyi kat ederken öğrencilerin zihinleriyle bedenlerini gerilim ve tekniklerden arındırıp anlık hareketlere bir kapı açarken, Capoeira oynamayı tüm kalpleriyle öğrenmeleri gerekiyor. "Contra mestre", yani yardımcı usta adı verilen bu aşama ve sonrası şöyle anlatılıyor: “Capoeiristlerin ayakları yorulacak, acıyacak, fakat onların ruhları kristal küre ile oynamak üzere onlara yardım edecek. Onlar hareketlerin zamanlaması ve etkinliği üzerinde uzmanlaşacak ve kendilerini hayatın ritmine uyum göstermek üzere ayarlayabilecekler. Eğer fiziksel uç noktaların kesin sınırlarını keşfetmek için bu sanat üzerinde çalışmaya devam ederlerse ve yeni başlayanların karalıktaki yeni oyunlarına cevap vermek üzere onların davetlerini kabul etme cesaretleri varsa ve böyle alçak gönüllü olabilirlerse; o zaman belki onların bir "mestre" olmak için "orixas tanrıları" tarafından bahşedilen "zihinde oynamak" mertebesine erişme şansları olabilir." www.gazete.itu.edu.tr İTÜ Capoeira Kulübü Capoeira sporunu tanıtmayı ve İstanbul Teknik Üniversitesi bünyesinde yaygınlaştırmayı hedefleyen Capoeira Kulübü 2005 yılının mart ayında kurulmuş, nisan ve mayıs aylarında antrenmanlar düzenlemiştir. Nisan ayında İTÜ Capoeira Kulübü, Capoeira Brasil' in dünyaca ünlü "mestresi" Jelon Viera'yı Türkiye'ye davet etmiş ve yapılan çalışmaya Türkiye'nin çeşitli bölgelerinden birçok Capoerista katılmıştır. Çalışmaların ve kursların yanında İTÜ Capoeira Kulübü, Capoeira'yı tanıtmak için İTÜ bünyesinde çeşitli gösteriler düzenlemiştir. Mestre Jelon Vieira Dünyaca ünlü bir Capoeira "mestresi" ve eğitmeni olarak ün yapmış olmasının yanı sıra yetenekli bir koreograf olan Jelon Vieira, Capoeira Derneği'nin kurucusu ve yöneticisidir. Capoeira'yı dünya çapında üne sahip olan Mestre Bimba, Eziquiel ve Bobo ile çalışmıştır. Bununla yetinmeyen ünlü "mestre", Salvador Bahia'daki Teatro Castro Alves Bale Okulu'nda Afro-Brasil dansları yaparken aynı zamanda da James Truite, Thelma Hill, Fred Benjamin ve balet Don Farnsworth ile modern dans çalışmaları yapmıştır. Mestre Jelon, 1975 yılında Amerika'ya yerleştiği ilk günden itibaren bu ülkedeki Brezilya kültürüne karşı büyüyen ilgiyi fark etmiş ve geleneksel Afro-Brasil danslarıyla Kuzey Amerika modern dansını mükemmel bir şekilde birleştirerek kendi stilini oluşturmuştur. 1976 yılında "Capoeira of Bahia" grubunu kurmuş ve grubun diğer kurucusu olan Loremil Machado ile 20 yılı aşkın bir süredir Capoeira'yı Amerika'da tanıtma ve öğretme görevini üzerine almıştır. Mestre Jelon Vieira Amerika'da bir çok çalışma (workshop) düzenlemiş, aynı zamanda Oberlin College, Columbia University, Stanford University, Duke University ve University of Nebraska gibi Amerika'nın önde gelen üniversitelerinde ders vermiştir. Şu an ise 1982 yılında başladığı Yale Üniversitesi'ndeki konuk eğitmenlik görevini sürdürmektedir. Mestre Jelon Vieira her yaş gurubundan ve her sosyal çevreden insana Capoeira öğretmektedir. Bugüne kadar futbol efsanesi Pele ile Holywood yıldızları Wesley Snipes ve Eddie Murphy gibi ünlülere de eğitmenlik yapmıştır. Her ne kadar Amerika'da yaşıyor olsa da Mestre Jelon her yıl bir kaç ayını Brezilya'da geçirmektedir. Uzun dönemli projelerinden birisi de kimsesiz çocuklar yararına bir merkez açarak, burada Capoeira'nın da yardımıyla özgüven sahibi, disiplinli gençler yetiştirmek ve bu çocukları sokaklardan kurtararak iyi bir eğitimle topluma kazandırmaktır. İletişim için: www.capoeira.itu.edu.tr Kasım 2005 Spor 37 İTÜ’nün büyük kısmı onları ''merkez kantinin önünde birbirlerini döven adamlar'' olarak tanıyor. Bu sayımızda, Türkiye'nin ilk kuralsız dövüş takımı olan "Heroes"un üyeleriyle; Taylan Keser, MMA ne demektir? MMA; Mixed Martial Arts'ın kısaltmasıdır. Dövüş sporları karmasından oluşan bir sistemdir. Etkinliği kanıtlanmış olan bütün dövüş sporlarını benimser. İTÜ MMA'nın amacı nedir? İTÜ'de dövüş sporu yapmak isteyen gençleri, kaliteli ve bilimsel bir platformda toplamaktır. İTÜ Tekvando Kulübü'nün kapanması ve İTÜ MMA'nın kurulma sebeplerini anlatır mısınız? Kulübün kapanma sebebi Spor Birliği'nin eski yönetimiyle olan sorunlardı. Şu anda Biz, kendi aramızda dövüş sporlarına çalışıyoruz, Bu sebeple MMA topluluğunu kurduk. Kulüpleşmesek de spor salonunu kullanabiliyoruz ki, Yeni Spor Birliği yönetiminin öğrenci merkezli spor politikası sebebiyle yakın zamanda Tekvando Kulübü adı altında bir kısmımız kulüpleşmeye gidecek. Tekvando Kulübü olarak adlandırdığınız zaman, sadece tekvando ile ilgilenenlere hitap ediyor; MMA olarak adlandırınca da güreşle uğraşan, boksla ilgilenen, judo bilen insanlara da hitap etmiş oluyorsunuz. İdmanlar ne şekilde seyrediyor? Bu sporları yapmak ne kadar zamanımızı alır? Yaptığınız branşa göre değişir. Full-Contact için yeni başlayanlar için haftada iki gün, 1 saat 15 dakikalık programlar halindedir. İleriki aşamalarda ise idmanlar haftada üç güne çıkar, duruma göre arttırılabilir veya sabitlenebilir. Dövüş sporlarının spor değeri nedir? Kendimizi spor yapmış gibi hisseder miyiz? Yapabileceğiniz en iyi sporlardandır diyebiliriz. Çünkü ringde dövüşürken hem kendi bedeninizi hem de aklınızı kullanmak zorundasınız ki bunun için idman programınızın hem bedeninizi hem de algı kabiliyetinizi, odaklanma yeteneğinizi ve zihninizi geliştirecek sistematiğe sahip olması gerekir. 1 saat 15 dakikalık Full Contact idmanında 600-700 kcal civarı enerji yakarız. Üniversite çağındaki Normal bir insan cinsiyetine de bağlı olmak koşuluyla günde ortalama 2000-2400 kcal yakar. Bununla birlikte olay sadece dövüşmek olsaydı zaten spor olmazdı. Sadece çıkıp dövüşmek için bu kadar teknik çalışmaya, bu kadar ısınmaya, vücut hızını arttırmaya yönelik çalışmalar yapmaya gerek olmazdı. Ringe çıkana kadar 1,5 yıllık bir teknik ve taktik idman var. Bu idmanlar sırasında vücut kondisyonu, vücut şekli ve vücudun kullanılabilirlik oranı, odaklanma kapasitesi gibi parametreler değiştiriliyor. Ayrıca sporun tanımını tam ve net olarak bilmeden de fikir sahibi olmanın çok anlamlı olmadığı inancındayız. Başlangıç seviyesinde standart bir idman programı neleri içeriyor? Başlangıç seviyesinde temel teknikleri öğrenmek üzere çalışılıyor. Öncelikle teknik altyapıyı oturtmaya çalışıyoruz. Eğer omzunuzu kullanıyorsanız omzunuzun farkında olmanız gerekir; kalçanızı kullanacaksanız kalçanızın dönüşünün ne ifade ettiğini öğrenmeniz lazım. Koşmayı, diz çekmeyi, doğru şekilde durmayı öğrenmek gerekiyor. Pratik yaptıkça doğru dinamikleri kapmaya başlıyorsunuz. Kendi vücudunuzun farkına varıyorsunuz. Ardından elleri hızlandırmak için, uygun hale getirene kadar vücut üzerinde oynuyoruz. Şınav çalışmasıyla idman sona eriyor. 1 saat 15 dakika içinde sporculara, belli bir program dahilinde yükleyebileceğimiz maksimumu yüklüyoruz. Zayıf insanlar da bu sporu yapabilir mi? Bu sporlarda yarıştığınız kişi kendinizsiniz. Ayrıca idman programı zayıf ya da kaslı bir insan için ayarlanmış değil. Fiziksel aktivite sonucu bir yandan gelişiyorsunuz. Amaç bir sonraki kura atlamak olduğu için, vücut kontrolü iyi birisinin üç ayda atladığını, vücut kontrolü zayıf birisi altı ayda atlar. Neticede spor yaptıkça gelişiyorsunuz, bu sebeple bu sporları herkes yapabilir. Önemli olan kişisel gelişimin maksimum düzeyde tutulması. Bir sonraki idmanda bir öncekinden daha iyi olmaya çalışıyorsunuz. Mesela "full contact" yaparsanız, fiziğinizi şekillendirip,sadece teknik idmanla devam edebilirsiniz . Ama eğer ringe çıkmak istiyorsanız, uygulamaya girmeniz, teknikleri karşılıklı uygulamanız lazım. Peki bayanlar için de uygun bir spor mudur? Kızlar fiziksel olarak erkeklerden güçsüz oldukları için genelde çekiniyorlar. Daha önce de belirttiğim gibi, dövüşmek zorunluluğu yok, pek çoğu teknik idmanlara devam ederek, belli bir oranda ağırlık çalışarak forma girmek ve vücudu iyi şekillenmek için kullanıyor. Ringe çıkacak kadar Full Contact öğrenmek ne kadar zamanımızı alır? Bu tamamen sporcunun disiplini ile ilgilidir. Ortalama süre bir buçuk yıldır ama bu bir yıl da olabilir. Ayrıca olayın psikolojik yönü de var. Bütün sporlarda belli bir yerden sonra, isteklendirme belirleyici faktördür. Full Contact, B.Jiu-jitsu veya tekvando dışarıdaki bir kavgada bizi korumak için ne kadar yeterlidir? Full Contact için konuşmak gerekirse, sokak dövüşü için uygulanabilirliği olan bir sistemdir. Eğer saldırmak isterseniz saldırır, kendinizi korumak isterseniz de korursunuz, bu sizin saldırganlığınız ile ilgili bir şey. İki kur sonunda, yani 6 ayda kendinizi koruyacak hale-tek Uğur Ünal, Onur Ülkü ve Piotr Arnaut ile dövüş sporları üzerine söyleştik darbeyle karşıdaki kişiyi bayıltacak duruma- gelirsiniz. Ancak hiçbir spor dalı kendini savunma garantisi veremez. Full Contactda tam güç darbe kullanmayı öğreniyorsunuz. Dışarıdaki bir dövüşte "Jedi" güçlerin olmadığı için fiziğinizi kullanmanız gerekiyor. Dışarıda elli bin tane değişik senaryo vardır. Ama bu senaryoların darbeyle kendinizi korumanız gerekenlerinde, Full Contact kendini koruma ihtimalini maksimuma çıkartıyor. B.Jiu-Jitsu daha kapalı temaslarda karşıdakini kilitlemeniz, lüzumunda gerekli uzuvlarını kırmanız ve lüzumunda zarar vermeden bayıltmanız gereken senaryolarda etkili. Tekvando çoklu savunmada kullanılabilir bir sistem. Arkanızdaki, yanlarınızdaki ve önünüzdeki hasımlara aynı anda bacaklarınızla karşılık vermenizi sağlıyor, ayrıca bacak boyu koldan uzun olduğundan daha açık mesafeden savunma sağlayabiliyor. "Heroes"tan bahseder misiniz? Bizim kurduğumuz, Türkiye'nin ilk ve şu an için tek MMA takımı. Rakibimiz yok! İleriye yönelik bazı düşüncelerimiz var; Heroes bunun için ilk adım. Dünya'da MMA yapan kişiler genelde bir grup kurar ve bir isim alır, yurt dışında Team Punishment, Team Hammer's House gibi takımlar var. Heroes da bizim takımımızın adı. Hani dövüş sporları bireyseldir ya, işte Heroes bunu bir kademe ileri taşıyor. Bu bireysel Sporu bu şekilde arkadaşlığa, takıma taşımak çok güzel bir his, sizinle aynı çalışmayı yapan birilerinin olmasını hissetmek harika bir şey. Bir şeyi ilk yapanlar öncüler ya da kahramanlar olur. Biz de kendimize bu sebeple Heroes dedik. Okulda rahatsızlık duyduğunuz, eksikliğini hissettiğiniz şeyler var mı? Spor salonunda sadece basketbol ve diğer toplu sporlar için bir bölüm, bir de fitness ve body çalışmak için bir bölüm var. Bizim, Aikido, Dans, Eskrim, Okçuluk kulüplerinin çalışması, step-aerobik çalışması için alternatif bir salona daha ihtiyaç var. Sporla çok ilgisi yok ama okulun ışıklandırması düzeltilmeli, kampüs lambaları çalışmıyor ve kampüs karanlığa gömülüyor. Okulun güvenliği sağlamada açıkları var, yabancı kişiler dışarıdan rahatça kampüse girilebiliyorlar ve bu gasp boyutuna zaman zaman varabiliyor. Spor salonunun geç kapanması da her zaman tercihimizdir. Kampüs yaşayan ve yaşanan bir mekân olmalı. 18.00den sonra açık olan kampüs gençliğinin günün yorgunluğunu atabileceği mekanlar olmalı. Yurtlarda kalan bir sürü insan var. Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı? Merak edenler olursa idmanlarımızı izlemeye gelebilirler. Salı ve Perşembe günleri spor salonundayız. Zaman zaman dışarıdaki arkadaşların bizleri "kavgacı tipler" olarak gördüklerini duyuyoruz. Öyle değiliz, haftada beş gün idmandan canımız çıkıyor, hepimiz dövüşmek istediğimiz kadar zaten dövüşüyoruz. Tanışmak isteyen herkese kapımız açık, Merak ettikleri her şeyi istedikleri zaman sorabilirler, muhabbet etmek isterlerse çekinmesinler, kasmasınlar. www.itumma.com Doğan Yurdakurban, [email protected] www.gazete.itu.edu.tr 38 Spor Kasım 2005 İTÜ Spor Birliği Başkanı Prof. Dr. İbrahim Eksin ile İTÜ VE SPOR İTÜ Spor Birliği’nde henüz göreve başlayan, Elektrik Elektronik Fakültesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. İbrahim Eksin’le spor geçmişini, İTÜ’de sporu ve Spor Birliği ile ilgili yeni dönemdeki projelerini konuştuk. Görüyoruz ki İTÜ, spor macerasına bu dönem epey etkin bir şekilde devam edecek Öncelikle yeni görevinizde başarılar dileriz. Dilerseniz spor geçmişinizden bahsederek başlayalım. Ciddi anlamda spora, Robert Kolej'de futbol oynayarak başladım. Bahar aylarında Track&Field günlerine ''hızlı koşuyorsun'' diyerek çağırırlardı, 100-200 koşardım. Üniversiteye girdiğim zaman yine okul takımında futbol oynamaya devam ettim. Amerika'dan yeni gelen ve eskiden atletizm yapmış olan bir hocamız, benim koştuğumu duymuş, sahada ayağımda kramponlarla bir 50 metre deneme yaptırdı, beğendi. Takım kuruyoruz dedi, ben pek ilgilenmedim ama yine de İzmir'e kapalı salon yarışmalarına götürdüler. O zamanın rekortmen sporcusu Orhan Aydın ile 50 metre koştum, 5 metreye yakın bir fark yedim, şaşkına döndüm, moralim bozuldu. Daha sonra üniversitenin futbol takımında oynamaya devam ederken ciddi bir sakatlık geçirdim, futbol oynayamaz hale geldim. Baktım atletizm takımı da oturmaya başladı, futbolu tamamen bıraktım. Bu arada atletizm takımını geliştirmek amacıyla Hacettepe Üniversitesi'nden iki atleti Boğaziçi Üniversitesi'ne transfer ettiler ve bana da yurtta kalma olanağı verdiler; o zamanlar böyle şeyler yapılabiliyordu. Yeni atlet arkadaşlara çevreyi tanıtıyordum ve bu arada hemen her gün idman yapıyorduk. Sonuçta benim bünyem kaldırmamaya başladı. Futbolcu dediğin bir gün idman yapar, bir gün yatar, hafta sonunda maça çıkar. Sonra baktım bunlar ağızlarına bir şeyler atıyorlar, sen de at destek mestek dediler. Ben de böylece vitamin takviyesini öğrenmiş ve başlamış oldum. Artık haftada beş idman yapabiliyordum. 76 yılında Üniversite son sınıfa geldiğimizde, birlikte başladığım bu arkadaşlarımı geçer hale geldim. Küçük kardeşim İTÜ Spor Kulübü'nde lisanslı atlet olunca, ben de kulübümüzde lisanlı olarak yarışmaya başladım. Bu kulüp bünyesindeyken iki kez milli olma gururu yaşadım; Bağdat'a, Libya'ya uluslar arası yarışmalara gittim. Atletizmde İTÜ'yü, Türkiye kulüpler birinci ligi üçüncülüğüne kadar taşıdık. Bireysel ve takım anlamında bu başarımız beş altı yıl boyunca sürdü ve bu takımın içinden pek çok Türkiye rekortmeni ve rekorlar çıktı. Şimdi, iyi ki dizim dönmüş diyorum, yoksa atletizmi tanımazdım. Hayatım atletizm oldu, takım kaptanı oldum, antrenör oldum. Çalıştırdığım gençlerle yarışlara gitmek ve onların başarılarını izlemek, paylaşmak çok büyük bir mutluluk. Ama şu sıralar çok yoğunum, artık antrenörlüğe vakit ayıramıyorum ve haftada sadece iki gün koşabiliyorum, dört gün koşmayı tercih ederdim. 1973 yılından 89 yılına kadar, 36 yaşına kadar yarış koşmaya devam ettim. İTÜ'nün geçmişten gelen bir spor kimliği, sporda bir ekol olma durumu var. Basketbol A ligindeki takımımız da buna bir örnek oluşturuyor. Sizce İTÜ için spor neden gerekli, bir bilim kurumunda spor neden gerekli, ya da öğrenciler için spor neden gerekli? Platon, "Devlet" adlı eserinde, çocuklarınızı devlet adamı olarak yetiştirmek için üç şey öğretin der: Matematik, Müzik ve Spor. Aslında bular üç sacayağı. Matematik deyince, bugünün koşullarında, sizi buraya sınavla alıp matematik ve fen öğretmemiz anlaşılabilir. Geriye müzikle sembolleşen kültür, sanat ve spor kalıyor. İnsanların kendilerini ifade etmek için bir şeyler yapmaya veya göstermeye ihtiyaçları vardır, spor da bu konuda bir açılım sağlar. Spor yaptığınız zaman vücudunuz belirli dengeleri koruduğu gibi, kendinizi tanır, sınırlarınızı www.gazete.itu.edu.tr öğrenirsiniz. Kendini tanımak çok önemli, müzik, resim ve güzel sanatlar da çok önemli, ama spor ruhu eğittiği gibi bedeni de eğitiyor. Mesela dans ettiğinizde, hem müzik hem spor iç içedir. İTÜ'nün önemli bir spor geçmişi vardır ve bunun çıkış noktasında, İTÜ Spor Kulübü vardır. Kulübümüz, Türkiye'ye voleybolda öncülük etmiş ve basketbolde lig şampiyonluğuna erişen tek üniversite bağlantılı takım olmuştur. Üniversitelerde spor adına pek bir şey yokken bu kulüp öğrenci organizasyonlarını üstlenmiş, 80'lerde YÖK'ün gelmesinden sonra bu işlevini Beden Eğitimi Bölümü ve Spor Birliği'ne bırakarak, federe olan branşlarda faaliyetlerine Üniversite'den ayrı bir kurum olarak devam etmiştir. İTÜ'nün uzun yıllardan gelen bir spor ayağı var. Ama son yıllarda bu gelenek çok iyi aktarılamıyor. İTÜ'de yirmi beş tane spor kulübü var ama belki bu kulüplerden bihaber olan öğrenci sayısı epeyce çok? Bence bu problemin asıl kaynağı yeterli tanıtım olmaması değil. Şu anda Spor Birliği hala 1987 yılındaki yönetmelikle yönetiliyor. Yönetmeliğe göre kulüplerin başkanlarının bir öğretim görevlisi olması zorunluluğu var. Böyle olunca, öğrenciyi yeterince işin içine çekemiyorsunuz. Öğrencilere yetki ve sorumlulukların birlikte verilmesi lazım. Üzülerek söylüyorum, Teknik Üniversite'de biz, öğrencilere yeterince güvenmiyoruz. Kasım 2005 Güveniyor olsaydık, kulüp başkanlarının öğrenci olmaları gerektiğini yazardık. Benim birincil amacım bu 87 tüzüğünü değiştirmek. Ama bu devrimin kafalarda da yapılması lazım, buranın gerçek sahibinin öğrenci olduğuna gerçekten inanmak lazım. Spor Birliği yeni yönetiminin kısa vadede, orta vadede ve uzun vadede hedefleri nedir? Öncelikle öğrenciyi işin içine sokmak. Öğrenciyi sorumlu yapıp az yetkili yaparsanız bu iş olmaz. O zaman kılcal damarları tıkamış olursunuz. Haberleşmeyi en iyi öğrenci yapar. Öğretim görevlileri tarafından denetlenmesi, gözlenmesi tamam, ama öğrencilerin yolunu açmak lazım. Bir iki sene sonra zaten mezun olup karar verme aşamasına gireceksiniz. Neden şimdi karar veremeyesiniz? Yapmayı istediğim diğer bir şey, bir öğrenci spor kurulu oluşturmak. Spor Birliği bünyesindeki bazı branşları düşünürseniz, voleybol, basketbol, futbol gibi branşların kulüp olmasının çok bir anlamı yok, bunlar takımdır, antrenörleri vardır, müsabakalara hazırlanırlar. Tüm bu takım ve kulüplerin hep birlikte, eşgüdüm içinde, öğrenci spor kurulunun altında çalışmaları gerekiyor. Bağımsız çalışmalarının yanı sıra buna da önem vermeleri gerekiyor. Bu kurulun da son derece demokratik bir biçimde seçilmesi lazım. Kulüpler, takımlar ve faal sporcuların bir genel kurul oluşturması ve aralarından seçimle her yıl bir öğrenci spor kurulu oluşturması gerektiğini düşünüyorum. Bu öğrenci spor kurulu, festivalinden, Rektörlük Kupası'na, bütün organizasyonları yapmakla yükümlü olmalı. O zaman Beden Eğitimi Bölümü'nün hocaları, takım çalıştırmak, beden eğitimi ile ilgili dersler vermek, öğrencilere bilimsel anlamda yardımcı olmak gibi asli görevlerine yönelecekler. Bunu yönetmeliğe yazmak çok kolay, önemli olan bunu insanlara benimsetmek. Özellikle öğretim üyelerinin kafasının buna yatmasının sağlanması çok önemli. Bunun için dekanlardan, öğretim görevlilerinden destek istiyorum, onlarla toplantılar yapıyorum. Kısa vadedeki hedef yönetmeliği değiştirmek, uzun vadedeki hedef ise kafaları değiştirmek, yani bu çocuğu büyütmek diyebiliriz. Arzum, hayalim bu diyebilirim. Bu hayal nereden kaynaklanıyor? Kendi Fakültemin Spor Kurulu Başkanıyken, yan odada Spor Birliği'nin yaptığı bir toplantıya katılmıştım. 20'ye yakın spor hocası vardı ve o zaman bu hocalar bayağı faaldi. Beden eğitimi dersleri vermenin yanında, rektörlük kupalarını düzenliyorlar, takımları çalıştırıyorlardı. Toplantıda hocalar, fakültelerin rektörlük kupasına yeterince ilgi göstermediğinden şikayet ettiler. O dönem, Spor Birliği Başkanı Yalçın Aköz'dü. Yalçın Beyin başkanlığında, fakültelerin spor kulübü temsilcileri ve onların yanlarında getirdikleri birer öğrenci vardı, kalabalık bir gruptuk. Toplantıda Erdem Minisker adlı Uçak Uzay'dan bir öğrenci kardeşim, ''Ben öğrenci olduğumu Boğaziçi Spor Festivali'nde hissettim. Organizasyonları yapıyor, bizi karşılıyorlar. Ben de böyle olmasını isterdim'' dedi. Ben de kalktım bu genç kardeşime destek verdim. Toplantıdaki hocaların da Spor büyük kısmı da İTÜ Spor Kulübü atletizm takımından arkadaşlarımdı. Onlara, 'Siz bütün organizasyonları yapabilirsiniz, ama bu arkadaşım haklı, siz kılcal damarlara öğrenci gibi inemezsiniz' dedim. Yalçın Bey de bana 'Peki İbrahim o zaman sen yap' dedi. Ben de 'Yanlış anladınız, ben bunları öğrenciyken yaptım, bu işi öğrenciler yapmalı' dedim. Yalçın Bey de, 'Sen öğrencileri topla ve ne gerekiyorsa yap' dedi. Ondan sonra, şimdi yardımcılarımdan birisi olan Öğretim Görevlisi Dr. Hikmet İskender kardeşimle bir takım öğrencileri topladık ve kurucu bir spor kurulu oluşturduk. Bu kurul İTÜ'de ilk spor festivalini gerçekleştirdi ve o zamandan bugüne gelenek halinde yapıla geldi. Ama benim üzüldüğüm nokta, bu kurulun hiçbir yerinin olmaması. Adları Spor Kurulu, ama yönetmelikte yerleri yok. Odaları yok, bilgisayarları yok, telefonları yok. Festivalden önce bir ilan asılıyor veya bir önceki yıldan yapanlar, arkadaştan arkadaşa el verme şeklinde devam ettiriliyor. Boğaziçi'nde ise odaları, alt komisyonları 100 kişiyi bulan bir ekipleri vardır. Onların da sorunları var. Mesela, uzun yıllardır organizasyonları uluslar arası yapıyorlar, ama paraya o kadar endekslenmiş durumdalar ki, sadece para kazanmak amacıyla parti üstüne parti yapıyorlar. İTÜ'de Spor Kurulu ve spor festivallerinin başlangıçı güzel oldu ama yerli yerine oturmadı. Tabii ki bunu yok etmek de olmaz. Ben İTÜ'deki Spor Kurulu oluşumu ile ilgili durumu şöyle tanımlıyorum: tuğla konuyor, ama harcı yok; işi bitince geri yerine konuyor. Tuğlayı, harçlı koymak lazım. Eğer öğrenci spor kulüpleri de onlarla eşgüdüm içinde çalışırlarsa, az önce belirttiğiniz ''İTÜ'deki spor iyi tanıtılamıyor, spor yayılamıyor'' gibi şikayetler de ortadan kalkacaktır. Öğrenci gerekirse en güzel katalogu, en güzel afişi bastırtır. Öğrenci kitlesinin harekete geçmesi, üç beş öğretim üyesinin çabasıyla karşılaştırılamaz. Ben böyle umut ediyorum, olacağına da inanıyorum. Bir başka büyük sorunumuz da kaynaklar. Ben 21 yıldır buradayım, aynı dört tane tenis sahası, aynı kum saha, aynı salon… Kaynakların sınırlı olması ve zaman içinde eklemeler yapılamaması sebebiyle ve İTÜ Spor Kulübü'nün de aynı tesisleri paylaşması durumunda olması ayrı bir sıkıntı doğurmuştur. Bu sıkıntıyı da kısa sürede çözmek çok zor. Bunu söylemekte hiçbir sakınca yok; burası öğrenci için yapılmıştır, öğrenci harçlar fonundan yapılmıştır, öncelik öğrenciye aittir. Benim bunu korumak için çalıştığımı herkes bilmeli, herkes de anlayışla karşılamalıdır. Geçen dönem akşam saat 18'de spor salonuna basket oynamaya gidiyoruz ve 5-6 yaşlarında çocukların idmanı olduğu için sahadan çıkartılıyoruz. Eğer çalışmaları gerekiyorsa, bu saat neden öğrencilerin sahayı en fazla kullandığı saat olan 18:00 olarak seçilmiş? Bu konuda ne yapmayı düşünüyorsunuz? Yedi sekiz yıl evvel Üniversitemizi daha iyi tanıtmak amacıyla başlanmış bir hadise sonuçta öğrenciyi sıkıştırmaya başladı. Öncelik öğrencinin kullanımı olmalıdır, zaten 1990 yılında alınmış yönetim kurulu kararı ile bu öncelikler öğrenci, İTÜ personeli, İTÜ mezunları ve dışarıdan da İTÜ Spor Kulübü olarak www.gazete.itu.edu.tr 39 sıralanmıştır. Son yıllarda önceliklerde bir karışıklık olmuştur. Bu karışıklığı düzeltmek üzere benim bazı girişimlerim oldu, ama belli bir dirençle karşılaşmadım değil. Sonuç olarak ben üniversite yönetim kuruluna bir dilekçe verdim. Örneğin Gümüşsuyu Spor Salonu için şehir yerleşkemizde bulunan altı fakülte ve birime, hiç olmazsa Pazartesi, Çarşamba, Cuma akşamları ikişer saat ayrılmasını sağlattık. Maslak yerleşkesindeki spor salonumuzda da, 17:30-18:30 saatleri arasını serbest öğrenci saati olarak ayırdık Ama sıkıntı tamamen bitmiş değildir ve yeni spor alanları yaratılmadığı sürece devam eder. Bence Spor Kulübü, mezunların da desteğini alarak, okulumuzun tahsis edeceği arazide kendisine kaynak sağlayacak spor tesisleri ve ortamlar yaratmak için çalışmalıdır. Pasta küçükse paylaşım kavgası olur. Pastayı büyütmek lazım. Bunun dışında, Spor Birliği'nin yeni binalar yapmak gibi bir yetkisi yok. Ancak önerilerde bulunabiliyoruz, Rektörlük bütçe ayırıyor, ondan sonra yapılıyor. Söylemek istediğiniz son bir söz var mı? Bütün öğretim üyelerinin sporun değerini bilmesini ve fakültelerinde spor etkinliklerini arttırıcı yönde bir takım faaliyetlerde bulunmasını umuyorum. Çünkü okulumuz çok büyük, sadece Spor Birliği'nin yaptığı değişik etkinlikler ve Rektörlük Kupaları'yla büyük öğrenci kitlelerine ulaşmamız çok zor. Memleketimde herkes seyirci zaten, bu nedenle insanların spora bir yerden dokunmasını sağlamak lazım. O kadar değişik spor dalları var ki, birinden biri kişiyi cezbeder. Röportaj ve fotoğraflar: S. Selçuk Bucak Doğan Yurdakurban Fatih Avcı