Sayı 18 / Aralık 2009 - İletişim Fakültesi

Transkript

Sayı 18 / Aralık 2009 - İletişim Fakültesi
Deniz Sipahi
Tuğrul Eryılmaz
Geçen sayımızdan itibaren tanıtmaya başladığımız
İEÜ İletişim Fakültesi Danışma Kurulu üyelerimizden bu ay ki konuğumuz Hürriyet Gazetesi Ege Bölge Temsilcisi Sn. Deniz Sipahi. Sinema – Sahne Sanatlarını bitirmesine rağmen
çocukluktan bu yana hayalini kurduğu gazetecilik mesleğini başarıyla yürüten İzmirli
gazeteci Deniz Sipahi, İzmir hakkında son
dönemde yaşanan gelişmeler hakkında gazetemize çarpıcı açıklamalarda bulundu. 8’de
Medya ve İletişim Bölümü mutfağının biricik ve değerli “aşçı”sı Tuğrul Eryılmaz
ile kısa ama dopdolu bir röportaj...
Gazateciliğinin yanı sıra bu sezon
üç diziye birden danışmanlık
yapan Tuğrul Hoca ile “Bu
Kalp Seni Unutur mu? adlı
diziyi konuşup, genç gazetecilerin karanlık geleceğiyle
ilgili dertleştik.
4’de
Ünivers
http://univers.ieu.edu.tr
İEÜ İletişim Fakültesi Uygulama Gazetesi
İletişim üstadına veda
Dünya İnsan Hakları Günü
10 Aralık
Aralık2009 Yıl2 Sayı18
Ceylan Kavi
B
ir iletişim öğrencisinin dinledikleriyle
hayatına katabileceği şeylerden yoksun olsam da, hakkında okuduklarımla ve
eserleriyle yetinmeye çalışmam gerektiği
kanısına vardığım değerli bir insan Ünsal Oskay. İletişim alanında olmazsa olmaz, bilmezsen yarım olduğun Frankfurt
Okulu’nun, yaptığı çalışmalarla Türkiye’de
filizlenip köklenmesini sağlamış bir akademisyen üstelik. Yani bizlerin bu ünlü okulun hocaları Walter Benjamin ve Theodor
Wiesengrund Adorno ile ilk kez tanışmasını sağlayan şahsiyet, daha ne olsun… 17
Ekim’de Oskay’ın hayatını kaybettiği haberlerini ekranlarda ve gazetelerde büyük
manşetlerle, flaş haberlerle gördüğümde,
Türkiye’nin iletişim ve sosyoloji alanındaki üstatlarından birinin yitip gittiğini
anladım. Ertesi gün yapılan cenaze töreninde, geride kalanlar ve onu tanıyanlar
için Oskay’ın önemi, katılan güruhtaki
isimlerin söyledikleri son sözlerden yüksek
vurgularla hissediliyordu.
Çok kısaca! hayatı…
İletişim dehası Oskay, 1939 yılında
Şanlıurfa’da doğdu. Üniversite eğitimini Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler
Fakültesi’nde (nam-ı diğer mülkiye) tamamladı. 1959 yılında, yani henüz 20
yaşındayken, ilk yazısı o zamanlar ikinci
yeni şiirinin yeşermesini sağlayan ve ikinci
yeni şairlerinin ürettiklerine yer bulabildikleri Pazar Postası gazetesinde yayınlandı. 1966-1968 yıllarında ABD’de Stanford Üniversitesi İletişim Araştırmaları
Merkezi’nde yüksek lisans-konuk öğrenci
olarak eğitim gördü. Sonrasında, üniversite yıllarının geçtiği Ankara’ya ve Ankara
Üniversitesi’ne geri döndü. SBF Basın ve
Yayın Yüksek Okulu’nda asistanlığa başla-
Bu ay ki sayımızda okulumuzdan yeni
mezun olmuş ve mezun olduğu ilk yıl
İstanbul’da Octagon-Sports Marketing
Agency ‘de çalışmaya başlayan Ceylan Kavi
ile İletişim Fakültesi ve özellikle Halkla
İlişkiler ve Reklamcılık bölümünden yeni
mezun olacak arkadaşlarımız için özel bir
röportaj hazırladık.
Kampüs2
Hakan Boyav
Ünsal Oskay
dı. 1972 yılında TRT Toplumsal Araştırma Büyük Ödülü’nü kazandı. Aynı yıl,
Kültür Değişimi Modelleri teziyle doktorasını tamamladı. 1982’de “19. Yüzyıldan
Günümüze Kitle İletişiminin Kültürel
İşlevleri”tez çalışmasıyla doçent; 1989 yılında ise profesör oldu.
1990’lı yıllarda Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon Bölüm
Başkanlığı ve 2000-2002 arasında İletişim
Fakültesi Dekanlığı yapan Oskay, 2002
yılında Marmara Üniversitesi’nden emekliye ayrıldı. Bunun yanında çeşitli dönemlerde Ankara SBF Basın ve Yayın Yüksek
Okulu’nda, Bursa Akademisi’nde, Anadolu
Üniversitesi’nde, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi ve Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde
ve Kültür, Beykent ile Yakın Doğu gibi özel
üniversitelerde hocalık yaptı.
Siyaset bilimi, iletişim teorileri, sosyoloji,
estetik ve sosyal teori konularında çok sayıda eserin Türkçe’ye çevrilmesini sağlayan
Oskay, girişte de değindiğim üzere eleştirel
teoriye dayalı Frankfurt Okulu’nun popüler kültür konusundaki çalışmalarının
Türkiye’de tanınmasına yazıları ve çevirileriyle büyük katkıda bulundu.
Akademik alandaki başarılarının ve gayretlerinin yanında, medyanın dördüncü kuvvet olma özelliğini de kullanan Oskay’ın
makale ve incelemeleri, Oluşum, Forum,
Akis, 7 Gün, Devrim, Yeni Gündem,
Somut, Birikim, Argos, Varlık, Hürriyet
Gösteri gibi birçok bilim ve sanat kaynaklı dergide yayımlandı. Bunun yanında ilk
yazısından sonra gazetelerle ilişkisini koparmayarak Son Baskı, Yeni Tanin, Akis ve
Milliyet’te çalıştı.
(devamı 8. sayfada)
İletişim’den bir panel daha
İ
letişim Fakültesi tarafından geçtiğimiz yıl ilk defa Medya-Siyasetİktidar başlığı altında düzenlenen ve
bu yıl Medya-Kültür-İktidar ilişkisine
odaklanan panel 17 Kasım’da ikinci
defa düzenlendi. Geçen yıl akademisyenlerin ve gazetecilerin söz aldığı
panelin bu yıl ki konukları İEÜ İletişim Fakültesi öğretim üyeleri Yrd.
Doç. Dr. Nuran Erol Işık, Yrd. Doç.
Dr. Zafer Yörük ve İbrahim Cansızoğlu, Fulda Üniversitesi’nden Prof.
»
Dr. Volker Hinnenkamp ve Karlstad
Üniversitesi’nden Yard. Doç. Dr.
Christian Christensen’di. İki bölümden oluşan panelin ilk kısmında Işık
ve Yörük ‘Mustafa’, ‘Devrim Arabaları’ ve ‘Osmanlı İmparatorluğu’ filmleri üzerinden kültürel hafıza, tarih
ve post-kemalizmi konuştular. İkinci
bölümde sözü devralan Hinnenkamp,
Almanya’da yaşayan Türk gençlerin dil
üzerindeki etkilerine odaklandı. Christensen ise konuşmasında ‘Twitter dev-
Muhteşem bir yüz. Biraz Fransız, biraz
Jean Reno. Çok karakteristik, güçlü,
şeytani bir ifade. Serin ve sakin. Hiçbir fazlalığı olmayan bir oyunculuk.
“Hanımın Çiftliği” dizisinin Berber
Reşit’i, “Barda” filminin Patlak’ı Hakan Boyav ile...
Medya8
Uğur Mumcu
Bu sayıda 93’ yılında arabasına bomba
konularak öldürülen devrimci demokrat gazetecimiz Uğur Mumcu’yu sizlere
tanıtacağız. Mumcu’nun fail-i meçhul
kalan bu suikastının arkasındaki sırrının
sebeplerinin belki de O’nun yazılarında
gizlendiğini göreceğiz.
Dosya10
rimi’ diye nitelendirdiği yeni teknolojinin siyasi yaşamdaki yankılarına yer
verdi. Son olarak Youtube jenerasyonu
gençler ve yeni medyayı analiz eden
Cansızoğlu konuşmasını ‘Afterschool’
adlı film ile örneklendirdi. Panelin sonunda sözü devralan ve kapanış konuşmasını yapan İletişim Fakültesi Dekanı
Sevda Alankuş, bu panellerin sürekli
hale geleceğini ve toplumu ilgilendiren
geniş yelpazede pek çok konuyu ele
alacaklarını belirtti.
Selin Bayraktar
İletişim2 z Kampüs3-4 z Gündem5 z English6 z İnceleme7 z Medya8 z Kültür-Sanat9 z Dosya10 z Rehber11 z Spor12
Blues
Bugüne kadar 77 grup, 227 sanatçı,
19 yılda 286 konserle 335.894 müziksevere ulaşan, Türkiye’nin ilk ve tek
blues festivali olan “Efes Pilsen Blues
Festivali” 20. yılında 20 şehirde blues
severlerle buluştu.
Kültür-Sanat9
02 İletişim
Aralık2009 Yıl2 Sayı18
http://univers.ieu.edu.tr
“İyi Çocuklar”a en iyi örnek: Tuğrul Eryılmaz
Yıllardır gazetecilik alanındaki üretkenliği ve iletişim sektöründeki onlarca kimliğiyle, Medya ve İletişim Fakültesi’nin
üretken akademisyeni Tuğrul Eryılmaz ile danışmanı olduğu televizyon dizisi “Bu Kalp Seni Unutur mu” hakkında konuştuk. Ekstralar da cabası...
Daha önce hiç bu tip bir teklif almış mıydınız?
Hatırla Sevgili dizisinden böyle bir öneri
gelmişti, ama o zamanlar gazetede sürekli
çalışıyordum ve zaman ayıramayacağım için
kabul edememiştim. Yani hayatımda ilk defa
dizi işlerine bulaştım.
Geçtiğimiz günlerde katıldığınız bir televizyon programında kendinizi “düz gazeteci” olarak tanımladınız. Fakat başarılı
bir dönem dizisinin danışman kadrosunda bulunmanız sadece bu kimliğinizle olmasa gerek...
Ben 12 Eylül döneminde gazetecilik yapıyordum, üstelik de sol yayın organlarında
çalışıyordum. Ayrıca 12 Eylül başladığında
üniversitede hocaydım, öğrencilerim dayak
yiyordu ve sonunda üniversiteden istifa etmek zorunda kaldım. Yani ben o dönemi
derinlemesine yaşamış bir insanım, bu kadar
sıfatın bana yettiğini düşünüyorum.
Peki diziyi beğendiniz mi?
Beğendim. Ben olsam varoşları ve akademiyi
senaryoya daha fazla katardım. Yani senaryo
daha çok devlet ve militanları arasında bir
kavgaya sıkışmış gibi görünüyor. Ama sanıyorum senaristler bir süre sonra konuyu
genişletip varoşlara ve fabrikalara yayacaklar.
Televizyon en etkili popüler kültür araçlarından biri olduğu için, onun da kendine göre
bir raconu var; asıl derdi izlenmek. Bu yüzden kimi öğeler yavaş yavaş hikayeye dahil
oluyor.
Bu dizilerde çalışmanın sizin için avantajları oldu mu?
Ben 60 yaşımda yeni birşey öğreniyorum.
Medyanın her yerine bulaşmışım ama televizyon dizisi nasıl çekilir onu bilmiyordum.
İnanmayacaksın ama sık sık montaj öğrenmeye gidiyorum. Bu çok işime geldi tabii.
Senaryoya nasıl bakılır, senaryo neden zayıftır... Yani bir nevi öğrenci gibi oldum ben
de. Ben onlara yakın tarihimizi hatırlatırken,
onlar da bana bunları öğretiyorlar.
Danışma kurulunun değişik siyasi ideolojilere sahip kişilerden oluşması hala tartışma yaratıyor. İlk öğrendiğinizde siz bunu
nasıl yorumladınız?
Aslında o kadar da çok görüş yok; sağ görüşten biri var, tutucu olan var, daha liberal solcularımız var, bir de Ertuğrul Kürkçü ve be-
nim gibi Marksist olduğunu iddia edenimiz
var. İlk tepkim “Olur mu canım böyle şey?”
olmuştu. Ama sonra baktım ki oluyormuş;
çünkü herkes kendi yaşadığı olayları anlatıyor, sonra senarist yapacağını yapıyor zaten.
Yapımcı Tomris Giritlioğlu çok eskiden arkadaşımdır, hep ortak bir projede çalışalım
isterdi, ben de mesleğimden memnunum
diye ertelemiştim hep. Ama Tomris biraz
baskı yapınca, yeni bir meslek öğreneceğim
konusunda beni ikna edince ve başka dizilere de katılmanı sağlayacağım deyince, bir tür
rüşvet, kabul ettim artık.
Peki bu kadroyla çalışırken farklı görüşlerden kaynaklanan sorunlar çıkıyor mu?
Tabii oluyor, zaman zaman kostümlere kadar
varıyor tartışmalar. Düzgün birşey olmasını
istediğimiz için bu tartışmalar hiç bitmeyecek. Ama kendi aramızda belli bir sorun
olmuyor. Zaten genelde herkes yazarak bildiriyor. Her hafta bir araya geliyoruz ve kahvelerimizi içip birbirimize kibar davranıyoruz.
Yani Fehmi Koru ve benim aramda çok ortak
birşey yok ama bir süre sonra gayet makul bir
adam olduğunu fark ediyorsun. Birbirimizi
anlamaya çalışıyoruz.
inanmam için arkasından Mamak ve Metris
de geldi. Onlar hala sürüyor aslında, hiçbiri
hesaplaşılamadı. Adam başka bir dil konuşuyor neden Türkçe konuşmak zorunda olsun
ki... Ama gayet de oluyormuş. Dizide Kürtçe
konuşulan sahnelerde reytinglerimiz oldukça
arttı, demek ki halk da bunu reddetmiyor.
Önemli olan televizyon gibi bir araçta becerebildiğin kadar doğruyu söylemek.
Yani, medyanın gündemi yaratarak insanları uyutmak ve bilinçsizleştirmek fonksiyonunun yanında, bu dizilerle televizyonun gerçekleri göstermek için bir araç
olarak kullanıldığını söylüyorsunuz.
Dizinin birçok eksiğine rağmen bu açıdan
başarılı görüyorum; aptal kutusu denen bir
araçla birdenbire geçmişteki gerçeklere yakınlaşılabiliyor. Yani bu aptal kutusu her zaman da insanları aptallaştırmaya çalışmıyor.
İnsanların kendileriyle biraz da olsa yüzleşmesini sağlıyor. Bunu bir dizinin başarması
da çok önemli; çünkü en iyi filmi 40-50 bin
kişi izliyorsa, bunu televizyonda milyonlar
seyrediyor. Bu müthiş birşey, bence bu da
tarihi bir olaydır.
Dizide çok sarsıcı sahneler var. Fakat yine
de anlatılanlar gerçeklerin hepsi değil sanki. Sizin hiç kısıtlandığınız zamanlar oluyor mu?
Aslında sen kendi kendini kısıtlıyorsun. Yani
televizyonda insanlara göstereceğin şiddetin
de bir sınırı olmak zorunda. Mesela Diyarbakır Cezaevi’nde yatmış olan bir adam da
“Öyle şeyler oldu ki bunları size anlatamayacağım” diyor. Yani şiddeti yaşayan adam, hatırlamak bile istemediği şeyleri anlatmaktan
kaçıyor. Elbette bir denge kurmak zorunda
kalıyoruz, fakat yine de televizyonun çizdiği sınırları zorluyoruz. “Türkiye’de işkence
vardır, bunu asker de yapar, polis de yapar,
adam karısına da yapar. Artık bunu konuşun
ve saklamayın.” diyoruz.
Daha önce Çemberimde Gül Oya ve Hatırla Sevgili dizilerinin de izlenme oranları
oldukça yüksekti. Benim merak ettiğim
şey, o dönemlerde insanlar bu olayların
ardından askeri darbenin gelmesine sevinerek bir daha asla o zamanları hatırlamak istemediler ve hafızalarını sildiler.
Peki insanların bu dizilere olan ilgisini bu
durumda siz neye bağlıyorsunuz?
Düzgün bir senaryo ve başarılı, tanınmış
oyuncular bunda etkilidir. Ama ben bu dizinin izlenmesindeki en önemli faktörün insanların yakın tarihi en az çarpıtılmış olarak
izlemek istemeleri olduğunu düşünüyorum.
Yakın tarihi herkes bilmek ister. Ben de 80 ve
sonrasında doğmuş olsam bu diziyi izlerdim.
Sonuçta bu diziler kuşaklar arası kopukluğu
bir ölçüde ortadan kaldırıyor.
Peki şiddet dışında, o zamanlarda uygulanan politikalar veya yaşanmış olaylar konusunda kendinizi sansürlediğiniz zamanlar oluyor mu? Şu an gündemde olmaması
daha iyi olur dediğiniz şeyler mesela...
Örneğin Kürt meselesi. Diyarbakır
Cezaevi’nde yaşanan şiddet üzerine ilk defa
Kürtler’den isyanlar geldiği zaman ve orada
yaşananlar inanılmazdı. Doğru olduğuna
Sizce bu diziler, 80 sonrası kuşağın o günleri ve olayları öğrenmesine yardımcı oluyor mudur?
Bunu ileride göreceğiz. Tüm eksikliklerine
rağmen bu cesur bir dizi, hala birşeyler söylemeye çalışıyor. Dizinin sonunda, Diyarbakır
Cezaevi’nde ölenler diye bir liste bile yayınlandı. Bunu bana 10 sene önce söyleselerdi
“Dalga mı geçiyorsun Türkiye’deyiz” der-
Selin Bayraktar ve Tuğrul Eryılmaz
dim, ama demek ki olabiliyormuş. Gençler
konusuna gelirsek, biz işimizi yapıyoruz ve
birşeyler alıp almamak onların elinde, ben
sadece yanlış anlaşılmasını istemem. Ama şu
örneği verebilirim; Çemberimde Gül Oya ve
Hatırla Sevgili gibi dönem dizilerinden sonra
o dönemleri anlatan kitap satışları patlama
yaptı, gençler merak ettiler ve okumaya başladılar. Yine de Türkiye’de bazı gençler hala
Kenan Evren’i eski ve sıradan bir cumhurbaşkanımız zannediyor. Bu üniversitelerde
bile oluyor. Hamaseti çok seviyoruz, “Biz
Türkler şurdan geldik, şuraya gidiyoruz,
yaşasın şanlı tarihimiz!” demeye bayılıyoruz
ama 20 sene öncesi karanlık... Bu bakımdan
faydalı olacağını düşünüyorum. Demem o
ki bu işler diziyle, kitapla olmaz, bunlar sana
sadece bir yol açar; herşeyi en iyi kendileri
bulacaklardır.
Peki bizim jenerasyondan bahsetmişken,
bir röportajınızda “İyi çocuklar artık gazeteci olmak istemiyorlar” demişsiniz.
Bunun işsizlikten ve genel anlamda medyadaki kötü havadan kaynaklandığını
söylemişsiniz, ki o röportajdan sonra hava
daha de kötüleşti. Peki gazeteci olmak isteyen iyi çocuklara öneriniz nedir?
Benim tavsiyem şu: İyi çocuklar ısrarla gazeteci olmayı denesinler. Kimsenin lafına
bakmasınlar ve kendi tokatlarını kendileri
yesinler. Gidip sağlam bir şekilde gazetecilik
yapmaya çalışsınlar, denemek için zamanınız var. Bakarsınız iki üç sene sonra olmadı,
siz de diğer tüm iyi çocuklar gibi reklamcı
veya bankacı olursunuz. Ama birçok üniversitede ders verdiğim için biliyorum, en
iyisi bile “Hocam bize gazetecilikte galiba iş
yok, hiç değilse üniversitede kalayım” diyor.
Halbuki biz öyle değildik, benim o zamanlar
-70’lerde- gazeteci olmak için girmediğim
sınav kalmadı. Şimdi öyle değil, iyi çocuklar hakikaten gelmiyorlar. Sadece çok kafayı
takmış ve idealistse geliyor, ama o da hızla
kayboluyor çünkü şimdi idealist olmak ayıp
oldu Türkiye’de. Tabii bir de sömürü var, 5-6
ay parasız çalıştırıyorlar, sonra da seni beğendik ama kadromuz yok diyorlar. Halbuki
“Kardeşim sen bu işe uygun değilsin” dese
bu insana koymaz, bize de koymamıştı. Ama
diğer türlü bu çok yaralayıcı birşey. O zaman
kendini haksızlığa uğramış hissediyorsun.
Bir de genç olduğunda insan daha kırılgan
oluyor. Ama gençlerin öfkesini dışarıya atması ve denemeye devam etmesi şart.
http://univers.ieu.edu.tr
İzmir’den İstanbul’a Ceylan Kavi’nin büyük başarısı
Bu ay ki sayımızda okulumuzdan yeni mezun olmuş ve mezun olduğu ilk yıl İstanbul’da
Octagon-Sports Marketing Agency‘de çalışmaya başlayan Ceylan Kavi ile İletişim Fakültesi ve özellikle Halkla İlişkiler ve Reklamcılık bölümünden yeni mezun olacak arkadaşlarımız için özel bir röportaj hazırladık.
Ceylan Kavi
Özge Üçtop: Okulda aldığın eğitimin çalıştığın sektördeki izdüşümü nedir? Ceylan Kavi: Öncelikle okuldan aldığım
eğitimin ve bana sağladığı sosyal etkinliklerin beni bu sektöre başarılı bir şekilde hazırlamış olduğunu gördüm. Halkla İlişkiler ve
Reklamcılık alanı iletişim becerilerinin en
üst planda tutulduğu çok önemli bir sektör.
Yani sadece iyi bir stratejik pazarlama bilgisine sahip olmak iş hayatında başarıyı getirmemekte. İnsanlarla kurduğumuz iletişim,
ikna yeteneğimiz, araştırmacı, sürekli kendini yenileyen düşünme yapısı ve yabancı
dilimiz bu sektörde ilerlemenin ana taşları.
Üniversiteden aldığım temel sunum teknikleri, üzerinde yoğun olarak çalıştığımız
sosyal sorumluluk kampanyaları, reklam
kampanyaları ve bunun gibi büyük projeler
sayesinde iş hayatımda zorluk çekmiyorum.
Üniversite hayatımda hep yakındığım bu
projelerin, bana çok iyi bir altyapı sağlamış
olduğunu iş hayatına girdiğimde fark ettim.
İş hayatında ve okul hayatında ne gibi
farklılıkların olduğunu düşünüyorsun?
Okul hayatından iş hayatına atılırken
neler hissettin? Daha başlarındayım ama gördüm ki iş hayatı ve okul hayatı apayrı iki dünya. İş hayatında en önemli konunun ‘’zaman’’ olduğunu
anladım. Zamanı doğru ve etkili bir biçimde
kullandığımız taktirde ilerlememiz mümkün. Üniversite yıllarımdaki gibi bu işi yarın
da yapsam olur ya da sınavdan bir önceki
gün çalışma gibi rahatlık maalesef olmuyor.
Ben Sportsnet bünyesi altında Türkiye’nin
ilk ve tek spor odaklı iletişim yapan reklam ajansında çalışıyorum. Bu ajansın spor,
sponsorluk, pazarlama departmanındayım.
İşimiz gereği markalara, yoğun olarak teklif
sunumları hazırlıyoruz. Büyük markalarla
çalışmak ciddiyeti ve doğru zamanda doğru
iletişimi yapmayı gerektiriyor. Onun için de
sıkı bir iletişim çalışması oluyor. Toplantılara girmek, patronuna raporlar hazırlamak,
büyük markalara önemli projelere sponsor
olmaları için büyük teklif sunumları hazırlamak, onları ikna etmek için her türlü görsel ve teknik materyallerle donanımlı olarak
çalışmak çok ayrı bir duygu. Bu işe başladığımda sıkıntılarım da oldu. Yeni bir şehir,
yeni bir çevre ve kendi ayakları üzerinde
durmak. İşte o an “bu hayat benim” ve “ben
yön vereceğim” diyorsunuz. Hayatınızın sorumluluğu artık size veriliyor.
Peki şu an çalıştığın iş ortamından memnun musun? Çalıştığım iş ortamı, tasarımı ve insanlarıyla
rengarenk, eğlenceli ve dinamik bir ortam.
Ajans eski milli voleybolculardan ve basketbolculardan oluşmakta. Hangi departmana
gitseniz milli voleybolcular ve basketbolcularla karşılaşıyorsunuz. Onlardan spor pazarlama iletişimini öğrenmek ve sporun içinde
olmak tarif edilemez bir duygu. Ben de eski
voleybolcu olduğum ve sporun içinde büyüdüğüm için orada geçirdiğim her gün bana
ayrı bir mutluluk ve heyecan veriyor. Uluslararası çalışan bir ajans olduğumuzdan dolayı
yurtdışı bağlantılarımız yoğun bir şekilde
yürüyor. Ünlü yöneticiler ve sporcularla tanışma fırsatını yakalıyorum. Eğitimini gördüğüm bu alanı sporla beraber tadabilmek
çok güzel bir şey.
Mezun ve aynı zamanda iş sahibi olmuş
biri olarak bizim mezun adaylarımıza ne
tür tavsiyelerde bulunabilirsin? Kendimce önerebileceğim birkaç şey var,
kısa ve öz söylemek gerekirse: Araştır, kendini yenilikleri takip ederek geliştir ve yine
araştır. Evet, belki garip gelecek ama bu çok
önemli. Gelişen ve değişen hayat şartlarını ve yenilikleri takip etmek, etrafımızdaki
fırsatları nasıl kullanmamız gerektiğini bize
gösterir. İş hayatına girmeden önce aldığımız
eğitimin yanında kendimizi bireysel olarak
geliştirmek de çok önemli. Bu asla sonu olan
bir şey değil. Kendimizi diğerlerinden farklı
göstermek, araştırarak ve yaratıcı stratejiler
üreterek elde ediliyor. Şunu unutmamak
gerekir, hayat hep mücadele gerektirir ve o
kadar çok rakibimiz var ki, farklı olmak için
hep kendimizi geliştirmeli ve içinde bulunduğumuz pazarı iyi analiz etmeliyiz.
Sen de biliyorsun ki günümüzdeki iş olanakları çok kısıtlı. Buna göre senin bu işteki geleceğini nasıl yorumlarsın? Yaptığı işten zevk alan, üreten bir insan için
yaşadığı başarı duygusu bir bağımlılıktır. Bu
duyguyu her zaman yaşamak için, bir önceki
günden daha iyi olma ihtiyacı içinde olan bir
insan, diğer negatif unsurların tasasını daha
az hisseder.
Bir Octagon Sports Marketing Agency çalışanı olarak, bu sektörün avantajlarının
ve dezavantajlarının ne olduğunu bize
söyleyebilir misin?
Bu beş aylık sürecimi değerlendirecek olursam iletişim sektörü, sponsorluk pazarlama
ve alanında avantajları olduğu kadar dezavantajları da olan bir sektör. Şöyle bir bakarsak günümüz teknolojisinin durmadan
gelişmesi ve çeşitli kuruluşlarının ürünlerini
daha çok satabilmesi, aynı alanda iş yapan
diğer firmalarla rekabete girmesi, reklamcılık sektörüne yeni boyutlar kazandırmıştır.
Bu buluşlar tüketicinin dikkatini çekerek
ürünün daha çabuk satılmasına yol açmıştır.
Bu rekabet ortamı pazarında farklılaşmak
ve uzun süreli, bilinirliliği yüksek projelere
imza atmak zor hale gelmiştir. Özellikle benim iş alanım olan sponsorluk yönetiminde ülkemizi derinden vuran ekonomik kriz işleyişi yavaşlatmıştır. PR-Etkinlik projelerianlamında önceki senelere nazaran markaların proje girişimleri azalma göstermektedir.
Ama yeniden iyileşmeye başlayan bu pazar
büyük projeleri de yanında getirmeye başlamıştır. Avantajları bakımından da bakıldığında spor pazarı fırsatlarla dolu bir sektör.
Sürekli kendini yenileyen dinamik yapısı
ve hızla büyüyen bir sektör oluşuyla büyük
yatırımları peşinde getirmektedir. Özellikle ajansımızda izlediğimiz 360 derece spor
iletişimi stratejisiyle büyük projelere de imza
atılıyor. Spor pazarına yapılan yatırımların,
hem sosyal sorumluluk bazında hem de spora yapmış olduğu yatırımlarla markalarına
olumlu ve başarılı bir imaj yaratmalarına
katkı sağlamış oluyoruz. Bu da markaların
kendi pazarında farklılaşmaları için önemli
bir fırsat ve avantaj yaratmakta.
Ekonomi’nin Sultanları tutulmuyor
A
ROMA Bayanlar Voleybol 3. Ligi’nde
mücadele veren İzmir Ekonomi Üniversitesi Bayan Voleybol Takımı, oynadığı
sekiz maçı da kazanarak namağlup unvanıyla liderliğini koruyor. Sezona aldığı
seri galibiyetlerle harika bir başlangıç yapan takımımız, geçtiğimiz haftalarda grubun güçlü takımlarından biri olan Gazi
Gençlikspor’u deplasmanda set vermeden
3-0’ lık skorla dize getirmeyi başardı. Ligin sekizinci haftasında ise Balçova Spor
Salonu’nda konuk ettiği ligin iddialı takımlarından İzmir BŞB’yi 25-20, 25-21
ve 25-11’lik setlerle 3-0 mağlup eden
Ekonomi’nin Sultanları’na Balçova Belediye Başkanı Mehmet Ali Çalkaya, İEÜ
Rektörü Prof. Dr. Atilla Sezgin ve İEÜ
Genel Sekreteri Levent Gökçeer de destek
verdi. Maçın ardından gazetemize konu-
Kampüs 03
Aralık2009 Yıl2 Sayı18
şan Spor Koordinatörümüz Vehbi
İşgören geçen sezon
kıl payı kaçırdığımız 2. Lig hedefine
bu sezon mutlaka
ulaşacağımızı söylerken, kaptanımız
smaçör Gözde Karluk ise çok önemli bir rakibi daha
yendiklerini
ve
bu sezon sonunda
gülen tarafın İEÜ
olacağını söylerken
kalan zorlu maçlarda taraftarlardan
destek istedi.
Radyo İzmir Ekonomi Yayında
http://comm.ieu.edu.tr/radyo/radyo_index.html
Radyomuzu dinlemek için;
http://www.ieu.edu.tr
ON AIR butona tıklayınız.
100
kişiye sorduk...
Domuz gribi aşısı olmayı
düşünüyor musunuz?
%8 Evet
%90 Hayır
%2 Kararsız
Üniversitemizde vize haftası
olmalı mı?
%64 Evet
%36 Hayır
Twitter’dan haberiniz var mı?
%48 Evet
%52 Hayır
Ünivers
İEÜ İletişim Fakültesi
Uygulama Gazetesi
Sahibi
Prof.Dr. Attila Sezgin
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Prof.Dr. Sevda Alankuş
Yayın Kurulu
Öğr.Gör. Burak Doğu
Araş. Gör. Nükhet M. Tayaz
Yazı İşleri
Seray Özbiçer, Halil Türkden
Sarphan Uzunoğlu, Hakan Gözütok,
Selin Bayraktar, Erman Gönülşen,
Gizem Güngör
Aralık Sayısı Bölüm Editörleri
Öğr.Gör. Burak Doğu
Araş.Gör. Nükhet M. Tayaz
Görsel Yönetmen
Öğr.Gör. Burak Doğu
Tasarım
Hakan Gözütok
Yer
İzmir Ekonomi Üniversitesi
Balçova
http://univers.ieu.edu.tr
Yerel, aylık süreli yayındır.
Aralık 2009
Basım Yeri: Yılmaz Matbaacılık
ve Form 2826 Sokak No: 52
Kat: 3/301 I. Sanayi Sitesi
İzmir (232) 459 97 18 pbx
»
04 Kampüs
Kısa Kısa
İEÜ hayat boyu öğrenme
•günlerine
evsahipliği yaptı
Hayat Boyu Öğrenme Günleri’nde
(LLP) dokuz farklı ilden 17 farklı
kuruluş projelerini sergiledi. Eş zamanlı
seminerlerden oluşan toplantıda, bilgi
toplumu haline gelerek istihdam yaratmanın
yolları, topluluk içindeki eğitim ve öğretim
sistemleri arasında karşılıklı işbirliği
sağlayarak gelecek kuşaklara sağlıklı bir
çevre bırakmanın önemi tartışıldı. Etkinlik
kapsamında kurulan proje stantlarını tek tek
ziyaret etti. Her bir proje hakkında bilgi alan
Prof. Dr. Sezgin, tüm katılımcılara teşekkür
ederek, “Hayat Boyu Öğrenme Günleri’ne
ev sahipliği yapmaktan mutluluk duyduk.
Projelerin kalkınmaya katkısı katlanarak
devam edecek” diye konuştu.
ODİSSİ, İzmir Ekonomi
•Üniversitesi’ni
büyüledi
Geleneksel Hindistan dansı Odissi’nin
en önemli temsilcilerinden Rajashree
Chintak Behera ve ekibi İzmir Ekonomi
Üniversitesi’nde unutulmayacak bir gösteriye
imza attı. Chintak Behera, sunduğu dans
gösterisiyle izleyenleri büyüledi. Behera’nın
ekibi ise en güzel Hint ezgilerini İzmir
Ekonomi Üniversitesi Konferans Salonu’na
taşıdı. Sergilediği farklı dansların her birinin
mitolojisini izleyenlere anlatan Behera,
Odissi’yi ise şöyle tanımladı: “Hindistan
tapınaklarında gözlerden uzak tanrıya
yakarış olarak yapılan Odissi’yi, Tanrı’nın
en büyük yardımcısı Devdası bir adak ya da
ritüel için sadece Orissa tapınağı çevresinde
gerçekleştirirdi. Odissi, Hindistan’ın 8 klasik
dans formundan lirik, duruş ve ifadelerle en
ağırbaşlı dansı olarak kabul edilir ”. Gösterinin
sonunda İzmir Ekonomi Üniversitesi Rektör
Yardımcısı Prof. Dr. Cemali Dinçer, sanatçılara
teşekkür plaketi sundu. Dansı, Hindistan
Fahri Başkonsolosu Turgut Koyuncuoğlu,
İzmir Vali Yardımcısı Mustafa Aydın, RTÜK
Bölge Müdürü Cengiz Karakaşoğlu, ve
Modacı Zuhal Yorgancıoğlu izledi.
dolu dizgin
•İzmirİEÜÜniversiteler
Platformu kapsamında
düzenlenen Agora Kupası’nda İzmir
Ekonomi Üniversitesi rakip tanımıyor. İzmir
Ekonomi Üniversitesi Basketbol Takımı
son olarak rakibi Dokuz Eylül Üniversitesi
Erkekler Basketbol Takımı karşısında 8458’lik galibiyet elde etti. Yaşar Üniversitesi’yle
olan bir önceki karşılaşmadan da 6359’luk üstünlükle ayrılan İzmir Ekonomi
Üniversitesi son karşılaşmadan sonra ikide
iki yapmış oldu. Öte yandan geçtiğimiz
gün yine Agora Kupası kapsamında İzmir
Ekonomi Üniversitesi Bayan Voleybol Takımı
ve Dokuz Eylül Üniversitesi Bayan Voleybol
Takımıy’la karşı karşıya geldi. İzmir Ekonomi
Üniversitesi 3 seti de alarak rakip tanımadığını
gösterdi. İzmir Ekonomi Üniversitesi Bayan
Voleybol takımı geçtiğimiz hafta da Yaşar
Üniversitesi’ni 3-0 mağlup etmişti.
Geleceğin tasarımcıları
•hünerlerini
sergiledi
İzmir Ekonomi Üniversitesi Moda Tasarımı
Bölümü öğrencileri, ünlü moda tasarımcısı
Bora Aksu önderliğinde hazırladıkları
“Drape Atölye Çalışması”nı Moda
Tasarımı Bölümü’nde düzenlenen kokteyl
ile sergiledi. Drapaj tekniği kullanılarak,
titizlikle hazırlanan 40 sıra dışı kıyafet
davetlilerden büyük ilgi ve beğeni gördü.
Çalışmalarını Londra’da sürdüren ve 2003
yılından bu yana Londra Moda Haftası’nın
resmi listesinde yer alan tasarımcı Bora
Aksu, Moda Tasarımı Bölümü eğitmenleri
Angela Burns, Özge Dikkaya Göknur ve
Berrin Gönen ile sürecin tüm aşamalarını
değerlendirdiklerini söyledi.
http://univers.ieu.edu.tr
Aralık2009 Yıl2 Sayı18
İzmir’de yetişen bir gazeteci: Deniz Sipahi
Geçen sayımızdan itibaren tanıtmaya başladığımız İEÜ İletişim Fakültesi Danışma Kurulu üyelerimizden bu ay ki konuğumuz Hürriyet Gazetesi Ege Bölge Temsilcisi Sn.
Deniz Sipahi.
Erman Gönülşen: Kişisel biyografinizden
kısaca bahseder misiniz?
Deniz Sipahi: İzmir’de doğdum. İzmir Özel
Saint Joseph Fransız Ortaokulu’nu ve İzmir
Özel Tevfik Fikret Lisesi’ni bitirdim. Ardından Dokuz Eylül Üniversitesi SinemaTelevizyon-Sahne Sanatları Bölümü’ne gittim. Aynı bölümde de yüksek lisans yaptım.
Bitirme tezi olarak Aziz Nesin’in sinemaya
ve tiyatroya uyarlanmış eserlerini, yüksek
lisans tezi olarak da İzmir’in kent kimliğini
inceledim. Gazeteciliğe Yeni Asır’da stajyer
olarak başladım, ekonomi muhabirliği yaptım. Haftalık ekonomi gazetesi Gözlem’in
ilk kadrosunda yer aldım. Türk medyasının
duayen isimleriyle oralarda çalıştım. Yeni
Asır ve Gözlem’den sonra gazeteciliğe Ege
Bölgesi’nde çıkan Gazete Ege ile devam ettim. Önce yazı işleri müdürlüğü ardından
Genel Yayın Yönetmenliği yaptım. 1999 yılında o dönemde Hürriyet Gazetesi’nin Ege
Bölge Temsilcisi olan Nedim Demirağ’ın
davetiyle Hürriyet’te Yazı İşleri Müdürü ve
aynı zamanda Temsilci Yardımcılığı olarak
görev yaptım. 2004 yılında tekrar Doğan
Grubu’na döndüm. Doğan Gazetecilik’in
Ege Bölge Temsilcisi Bülent Zarif ’in davetiyle Milliyet, Posta, Radikal, Fanatik sonra
da Vatan Gazeteleri’nin Ege Bölge Temsilci
Yardımcılığı görevlerini üstlendim. Gazete Ege’de başladığım günlük yazılarıma da
Milliyet Gazetesi’nde devam ettim. Dönem
dönem Dokuz Eylül Üniversitesi ve Ege
Üniversitesi’nde Halkla İlişkiler ve Gazetecilik Bölümleri’nde “Medyayla İlişkiler”
ve “Haber Değerlendirme” dersleri verdim.
Halen de İzmir Ekonomi Üniversitesi’nde
Danışma Kurulu Üyeliğim devam ediyor.
Ve en sonunda da…1999’da görev yaptığım
Hürriyet’e yeniden geri dönüş oldu. Hakan
Tartan’ın Konak Belediye Başkanı olmasından sonra boşalan Ege Bölge Temsilciliği’ne
getirildim.
Sinema - televizyon - sahne sanatlarını bitirmişken neden gazete?
Çocuk yaşta sorulur, “Ne olacaksın?” diye.
Ben kendimi bildiğim günlerden bu yana
hep gazeteci olmak istedim. İlkokulda da,
üniversiteye girişte de… Ama benim hedefim hukuk okuyup gazetecilik yapmaktı.
gazetecidir. Yine Hürriyet’in İnternet Yayın Yönetmeni Fatih Çekirge de İzmir’den
İstanbul’a giden bir gazetecidir. Bu kentin
yetiştirdiği insan saymakla bitmez. İzmir
medyası büyük sıkıntılarına rağmen hala
güçlüdür. Türkiye’nin hiçbir bölgesinde olmayan rekabet İzmir’de vardır.
Deniz Sipahi
Yanlış bir tercih listesi yaptığım için aradan
sinema, televizyon ve sahne sanatları çıktı.
Bundan da çok mutsuz değilim. Aldığım
eğitim gazetecilikte bana çok yardımcı oldu.
Medya artık çok yönlü bir uğraş haline geldi.
Ama işin özü haber… Habercilik… Haberi
biliyorsanız; medyanın farklı alanlarında da
görev yapabilirsiniz. İyi bir gazeteci televizyonda da çalışabilir, internet medyacılığında
da, radyolarda da. Önemli olan haberdir,
haberden kopmamaktır. Bugünün televizyoncuları genellikle yazılı medyada yetişen
insanlardır. İnsanlar sevdiği ve bildiği işleri
yapmalı. Ve yaptığı işe aşık olmalılar, tutkuyla bağlanmalılar. Çünkü gazetecilik artık 24
saat istiyor. Gazetecilik bir yaşam biçimidir
ve bana en fazla uyan meslektir.
Ege Basınında önemli kuruluşlarda önemli mevkilerde görev aldınız. İzmir yerel
basının şu anki durumunu nasıl görüyorsunuz?
Ben İzmir’i iyi bir laboratuara benzetiyorum.
İzmir’de başarılı olan Türkiye’de başarılı olur,
dünyada başarılı olur. Bu söylediklerim Türk
medyası için de geçerlidir. İzmir’den yetişmiş bir çok dostumuz bugün iyi yerlerde
çalışıyorlar. Hürriyet’ten yine örnek vereyim.
Türkiye’nin en fazla okunan yazarlarından
biri Yılmaz Özdil Yeni Asır’da yetişmiş bir
DTP - İzmir kapışması hakkında ki görüşleriniz ve “Faşist İzmir” söylemi hakkındaki düşünceleriniz neler?
İzmir’in faşist olmadığını, olamayacağını
herkes biliyor. Aynı zamanda İzmir ne solcu, ne sağcı bir kenttir. İzmir’i anlatmak
için ancak şu kelimeleri kullanabilirim. Demokrat, çağdaş, ilerici bir kent. Hayata hoşgörüyle bakan bir kentin uçlarda olması da
düşünülemez. Türkiye hassas bir dönemden
geçiyor. Sakin, aklı selim davranan İzmir’in
duyarlılıklarını da anlamak gerekir diye düşünüyorum. Herkes Güneydoğu’yu, Doğu
Anadolu’yu konuşuyor. Peki ya İzmir’in,
İzmirlilerin, Egelilerin beklentileri… Biraz
da madalyonun öteki yüzünden bakmak gerekiyor. Ama gerçek olan şu ki… İzmir bu
tanımlamaların hiçbirini hak etmiyor.
İzmir’in spor tarihini yakından bilen biri
olarak son dönemlerde İzmir futbolunun
girdiği darboğazı nasıl yorumlarsınız?
Türkiye’de ilk futbolun ve ligin olduğu kent
İzmir’dir. Sporda ilkleri yapan bir kentin
Süper Lig’de bir takımının olmaması büyük
bir eksikliktir. Ben sporu sadece spor olarak
görmüyorum. Toplumları barıştıran, kaynaştıran en önemli araçlardan biri spordur. Spor
ekonomisi de giderek büyüyor. İzmir’in bu
gelişmelerden daha fazla yararlanamaması
üzücüdür. İzmir futbolunun gelişebilmesi
için daha iyi statlara ihtiyacımız bulunuyor.
Bugün spor tesisleri sadece maça gidilen, gelinen yerler olmaktan çoktan uzaklaştı. Artık
aileler hafta sonlarını bu modern tesislerde
geçiriyorlar. İzmir’de Alsancak Stadı da, Atatürk de bu beklentileri karşılayamıyorlar. Federasyon Başkanı’nın bir İzmirli ve içimizden
biri olan Mahmut Özgener’in olması büyük
bir şanstır. Bunu iyi değerlendirmek gerekir.
Statlar düzeldikçe, kentten katkı arttıkça takımlarımız da zirveyi zorlayacaktır. Bundan
çok eminim.
Eski konsey başkanı ile konsey üzerine
Öğrenci Konseyi Seçimleri ile ilgili eski başkan Murat Dede ile sohbet ettik. Geçtiğimiz
bir sene içerisinde konsey olarak çalışmalarından bahsetti ve yeni göreve geleceklere tavsiyelerde bulundu.
Halil Türkden: Son bir yılda Murat Dede
ve ekibi neler yaptı. Kısaca özetleyebilir
miyiz?
Murat Dede: Göreve geldiğimiz günden bu
yana çok sıkı bir çalışma içerisindeydik. Son
derece organize ve sistematik bir şekilde çalıştık. Kulüplerin sorunlarıyla ilgilenen bir ekibimiz vardı, sosyal faaliyetler ile ilgilenen ayrı bir
ekibimiz vardı, afişleri bastıran ekip, asan ekip,
tasarımını yapan ayrı bir ekip vardı. Üniversitenin yetişemediği alanlarda öğrencilerin dertlerini halletmek için çabaladık. Örneğin, bursu
yatmayan öğrenciler bile yanımıza geldi. Gerekli
görüşmeyi yaptık ve bursu yattı. Daha bunun
gibi birçok sorunlarla bizzat ilgilendik. Bir diğer
konu ise bahar şenlikleri. Geçtiğimiz yıl krizden
dolayı okulumuz bahar şenliği düzenleyemeyecekti. Çok eleştirilen ve hatta konuşma için çıktığımda yuhalandığım şenlikler için, bizzat Ekrem
Demirtaş ile görüşüp maddi destek istedik. Başka üniversitelerde öğrenci konseylerinin işi değil
şenlik düzenlemek. Her gün tıklım tıklım dolan
bahçemizde, büyük bir çabayla ve özveriyle ekip
olarak üstesinden geldik bu organizasyonun
da. Yurtta mutfak istemek gibi, kütüphanenin
alt katının kullanılabilir olmasını istemek gibi,
öğrenciler ucuz çıktı alabilsin ve sıra beklemesin
diye kioslar koymak gibi çalışmalarımız oldu.
İnsanların çabaladıklarında gerçekten bir şeyler
yapabildiklerini görünce, biz de anladık ki eğer
çabalarsak insanlar bize güvenir ve daha fazla iş
yaparız ve böylece daha büyük bir kitle arkamızda olur.
Seçimlerde aday olmaya niyetli arkadaşlara
önerileriniz nelerdir?
Öncelikle kendileri için değil, arkadaşları için
bir şeyler yapmaya gelsinler. Hatırlarsanız, geçen
yıl 760 öğrencinin katıldığı bir futbol turnuvası
yaptık. O 760 öğrenciyle turnuva yaparken okul
bizim yanımızda değildi. Tabii ki her alana yetişemiyor onlar da haklı olarak, dolayısıyla okul her
zaman konseyin yanında olamıyor, tüm bunlara
hazırlıklı olmalı gelecek öğrenciler. Her şartta
çözüm üretebilmeli ve beyin fırtınalarına hazır
olmalılar. Aynı şekilde “SOKAK” organizasyonunu yaparken okul yanımızda değildi. Birçok
okul yetkilisi bize yapamayacağımızı söyledi.
Murat Dede
Biz sponsorları kendimiz bulduk, mekânların
hepsiyle anlaştık ve “bu sokağı dolduracağız” dedik.10 Ağustos’tan beri sırf bu organizasyon için
o sokaktaydık. Sadece Konak Belediye Başkanı
Hakan Tartan yanımızda oldu. Okulumuzun şu
zamana kadarki en büyük organizasyonlarından
biriydi ve çok iyi bir reklam oldu okul için.
Öğrenci Konseyi’nin önceki yıllara göre çok
daha aktif olduğunu bu yıl gördük, umarım bu
yükselişi bizden sonra geleceklerde de görürüz.
Tüm katılımcı arkadaşlara ve yeni konsey ekibine bol şans ve başarılar diliyorum.
http://univers.ieu.edu.tr
Aralık2009 Yıl2 Sayı18
25 Kasım: Hak günü ve yine biber gazı
Türkiye’nin dört bir yanında yaklaşık 2 milyon kamu emekçisi, toplu sözleşme ve grev
hakkı ile AKP hükümetinin ekonomi politikalarını protesto etti. Öğretmenler, sağlık
çalışanları, vergi dairelerindeki memurlar ve
demiryolları çalışanları başta olmak üzere
çok sayıda memur 25 Kasım’da bir gün iş bırakarak alanlara çıktı. Kamu-Sen ve KESK
tarafından düzenlenen iki ayrı mitingle iş
bırakma eylemine destek verildi. İstanbul’da
konuşan KESK Başkanı, “toplu görüşme”
değil, eşit koşullarda toplu iş sözleşmesi masası kurulmasını istediklerini, hükümetin
bundan kaçtığını söyledi. Grevin ardından
açıklama yapan Evren, eyleme toplumun,
demokratik kamuoyunun da onay verdiğini,
hükümetin toplu sözleşme ve grev haklarını
tanımaması halinde işçi-memur ortaklaşa
bir genel grev örgütleyebileceklerini belirtti.
Kamu-Sen Başkanı Bircan Akyıldız ise hükümeti sert bir dille eleştirerek “Masayı yok
sayan, bizleri görmeyen, duymayan Başbakan, bugün mü toplu görüşme masasının
önemini kavramıştır? Bunca zamandır siyasi
iradeden ciddiyet bekleyen memurlarımız
için artık sözün bittiği yere gelinmiştir. Hakkımızı istiyoruz.” diye konuştu. Yoğun ka-
Demokratik Açılım Paketi tartışmaları
TBMM’ye taşındı. CHP’li milletvekilleri
açılım görüşmelerinin 10 Kasım’da yapılmasını protesto eden Atatürk posterleri ve
pankartlar açtığı görüşmelerde farklı görüşlerden milletvekilleri arasında sık sık tartışmalar çıktı. İstanbul 1. Bölge Bağımsız
Milletvekili Ufuk Uras’ın konuşması AKP
ve DTP sıralarından alkış alırken CHP’li
ve MHP’li vekiller Uras’ın konuşmasını sık
sık bölmeye çalıştı. Ayrıca, konuşmacıların
tamamı ekonomik sorunların bölgedeki demokrasiye etkisine değinirken Uras sorunu
yalnızca ekonomik olarak değerlendirmenin hata olacağını belirtti. DTP grubu adına söz alan Ahmet Türk ise bir Kürt olarak
Türkiye’de yaşamak üzerine yaptığı konuşmada açılıma muhalif milletvekillerine hitaben “Eğer eşit yurtaş olduğumuzu, hiçbir
sorunumuz olmadığını düşünüyorsanız lütfen biraz empati yapın. Bu haksızlığa karşı
çıkmazsanız insanlık onurunuzu koruyabilir misiniz?” diyerek AKP’nin açılım sürecini, DTP’nin ve Kürt halkının bakış açısından uzakta yürüttüğü eleştirisini yaptı.
PKK’nın Kuruluş Yıldönümünde
Yine Olay Var
PKK’nın 31. kuruluş yıldönümü nedeniyle
başta Güneydoğu olmak üzere Türkiye’nin
farklı yerlerinde eylemler düzenlendi. Göstericiler ile polis arasında yaşanan çatışmada
polis yine biber gazı ve tazyikli su kullandı. Hakkari Yüksekova’da polisin müdahelesine eylemciler taş atarak cevap verdi.
Diyarbakır’da yapılan eylemlerde AKP ve
Şura-Der binalarına molotofkokteyli atılmasını İslamcı dernekler protesto etti. Yaklaşık 100 kişinin katıldığı gösteride Hizbullah örgütünün bayrakları açıldı.
Sözde Değil Özde Eşit Yurttaşlık
İçin 200 Bin Kişi Kadıköy’deydi
Alevi Bektaşi Federasyonu, Hacı Bektaşi
Veli Derneği ve Pir Sultan Abdal Kültür
Derneği’nin çağrısıyla dün 8 Kasım 2009’da
İstanbul Kadıköy’de bir araya gelen 200
bini aşkın kişi Aleviler için eşit yurttaşlık
istedi. Çeşitli parti ve sivil toplum kuruluşlarının da desteklediği mitingdeki öncelikli
talepler zorunlu din dersinin kaldırılması,
Alevi köylerine cami yapılmasının durdurulması, cemevlerinin ibadethane sayılması
Karpuz Kabuğundan Gemi
Yapmayı Başaran Adam...
Yakın dostları tarafından ‘dahi sinemacı’ olarak adlandırılan yönetmen Ahmet Uluçay (55) 30 Kasım’da hayatını
kaybetti. Uluçay, “Karpuz Kabuğundan
tılımın olduğu Ankara’da polis eylemcilerin
üzerine biber gazı sıktı.
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı
Uluslararası Dayanışma Günü nedeniyle
Türkiye’nin çeşitli illerinde eylemler yapıldı.
Ankara Kadın Platformu ve bazı sivil toplum
örgütlerinin kadın üyeleri, yürüyüş istekleri
karşısında polisin barikatını bulunca otur-
Siyaset
TBMM’de Demokratik Açılım
Müsameresi
Gündem 05
ma eylemi yaptı. Bu sırada DTP Şırnak Milletvekili Sevahir Bayındır ile KESK’e bağlı
sendika üyesi kadınlar da eyleme destek verdi. Polis ve grup arasında yaşanan arbede sırasında polis, biber gazı ve cop kullandı. Üç
saat süren eylemin ardından, kadına yönelik
şiddetin sona erdirilmesi taleplerini içeren
Türkçe ve Kürtçe basın açıklamalarının yapılmasıyla grup dağıldı.
Sayfa: Selin Bayraktar, Sarphan Uzunoğlu
ve Sivas’taki Madımak Oteli’nin müze yapılmasıydı.
CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur
Öymen’in “Dersim İsyanı’nda Analar Ağlamadı mı?” sözü 71 yıllık tarihi yarayı kanattı. CHP’nin sadık seçmen kitlesi olarak
bilinen Aleviler isyan etti. Tunceli’de (Dersim) ve Türkiye’nin çeşitli yerlerinde protestocular ellerinde Onur Öymen’i Hitler
şeklinde gösteren pankartlarla sokağa çıktı.
Bir Tuncelili olarak Dersim Olayları’nı en
iyi bilenlerden biri olduğunu söyleyen CHP
Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu, Onur
Öymen’in sözleriyle ilgili olarak “Öymen
gereğini yapmalıdır” açıklamasında bulundu. CHP İstanbul İl Başkanlığı’nın önüne
Aleviler tarafından siyah çelenk bırakılırken
CHP İstanbul İl Başkanı Gürsel Tekin yuhalandı. CHP il teşkilatı üyeleri ve Aleviler
arasında tartışma çıktı.
lunu, İstanbul Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas
Kurulu’nun verdiği rapor açtı. Daha önce
“Cezaevinde kalmasında sakınca yok” raporu veren kurul, tepkiler üzerine son olarak
verdiği raporda “Hastanın kanser tedavisine
cevap vermediği, bu nedenle Anayasa’nın
104/b maddesi kapsamında kaldığı mütalaa
olunur” dedi. Zere’nin babası Haydar Zere,
“Kızımın hastalığından dolayı üzüntülüyüm. Habere sevinçliyim. Ama çok beklettiler. Erken bırakılsaydı kızımın kurtulma
şansı olabilirdi. Hasta birçok mahkum var,
keşke onları da en azından düzelene kadar
bıraksalar. Bunu isterim” diye konuştu.
Ahmet Uluçay
Gemiler Yapmak” isimli uzun metrajlı
filmiyle pek çok uluslararası festivalden
ödül kazanan ve beğeni toplamıştı.
Sinemayla ilkokul sıralarındayken köye
gelen bir seyyar sinemacı sayesinde tanıştı ve daha 12 yaşındayken arkadaşı
ile sinema makinesi yapmak için yola
koyuldu. Uluçay, tam üç yıl uğraştı
ve filminde de anlattığı gibi bir ahırda
köylü halkına film göstermeye başladı. Sinemaya yaşamını adayan Uluçay,
yıllarca geçim derdiyle uğraştı, kamyon
şoförlüğü, inşaat işçiliği ve tavukçuluk
gibi pek çok işte çalıştı. İki çocuk babası
olan Uluçay, “Bozkırda Deniz Kabuğu”
filminin çekimlerine 2007 yılında başlamış, ancak sağlık sorunları nedeniyle
film yarım kalmıştı.
İzmir’de DTP konvoyuna
saldırı
Erol Zavar Ölümü Değil Özgürlüğü Bekliyor
İnsan Hakları
Kötü Siyasetin Bedeli: 17 Gazeteci
Katledildi
Filipinler’de mayıstaki başkanlık seçimi
öncesi bir kampanya konvoyundaki siyasilerle gazetecileri hedef alan saldırıda 57 kişi
katledildi. 24 kadın ve en az 17 gazetecinin
öldürüldüğü saldırı, rakip aşiretin güneydeki Maguindanao eyaleti valiliğine aday
koymasını engellemek için yapıldı. Olayların sorumlusu belediye başkanı Andal
Ampatuan tutuklanırken, vahşi siyasetçinin
tecavüz, uzuv kesme ve ceseteleri toplu mezarlara atma gibi insanın kanını donduran
eylemleri de tanıklar tarafından kanıtlandı.
Uluslararası Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü (RSF), olayı sert bir şekilde kınadıktan sonra, “Tarihte gazetecilik mesleği,
bir günde hiç bu kadar ağır bir bedel ödememişti” açıklaması yaptı.
Güler Zere Artık Özgür
‘Güler Zere ölmesin’ kampanyası sonunda sonuç verdi. Cumhurbaşkanı Abdullah
Gül, yaklaşık bir yıldır kanser tedavisi gören
Güler Zere’yi ‘sürekli hastalık’ gerekçesiyle
affetti. Çankaya Köşkü’nden yapılan açıklamada, Zere’nin yanı sıra Nurettin Ateş,
Şirin Aydın ve Fehmi Akar isimli hasta
hükümlüler için Anayasa’nın 104. maddesindeki yetkisini kullandığı duyuruldu. Yakalandığı ağız ve çene kanseri hastalığının
son evresine ulaştığı belirtilen Zere’ye af yo-
“Anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüs”
suçundan ötürü 2001 yılından beri hapiste
olan ErolZavar ölümle mücadele ediyor.
Avukatı, Erol Zavar’ın 19. kez mesane kanseri nedeniyle ameliyat masasına yatacağını
belirterek, ceza ve güvenlik tedbirlerinin
infazı hakkındaki kanun gereği serbest bırakılmasını talep etti. Zavar’ın hastalığı
yakınlarının ve demokratik kitle örgütlerinin uzun uğraşları sonucu ilk kez cezaevine
girdikten üç yıl sonra tespit edilmişti. Güler
Zere’nin serbest bırakılmasının ardından
Erol Zavar ve yakınlarının umutları artarken, avukatı geçen zamanın Erol Zavar’ın
aleyhine işlediğini belirtti.
İsviçre’nin Minare Seçimi
İsviçre’de minare tartışması ülkeyi referanduma taşındı. İktidar ortağı sağcı İsviçre
Halk Partisi (SVP), minarelerin siyasal
İslam’ın iktidar talebini temsil ettiği iddiasıyla 100 bin imza toplayarak öneri getirdi.
2.5 milyona yakın seçmenin oy kullandığı
halk oylamasında 26 kantonda kullanılan
toplam 1 milyon 534 bin 54 minarelere karşı oy kullanırken 4 kantonda 1 milyon 135
bin 108 seçmen minarelerin zararı olmadığı
tercihini yaptı.
İzmir’in Hatay semtinde DTP Genel
Başkanı Ahmet Türk’ü karşılamak
üzere oluşturulan araç konvoyundaki
partililerle bir grup arasında kavga çıktı. Üçyol semtinde meydana gelen olayların konvoya taş atılmasıyla başladığı
belirtildi. Çıkan kavgada ikisi polis beş
kişi yaralanırken DTP’yi protesto eden
grup “Şehitler ölmez, vatan bölünmez”
şeklinde slogan atıp, İstiklal Marşı’nı
okudu. Polis olaylara hakim olabilmek
için havaya ateş açarken konvoydaki
araçların ve polis otomobillerinin camları kırıldı. Olaylar meydana geldiği sırada MHP İzmir İl Başkanlığı ve DTP
İzmir İl Başkanlığı önünde toplanan
gruplar ise parti teşkilatlarının talimatıyla olay çıkmadan dağıldılar. Saldırıdan sonra Taraf Gazetesi “İzmir’de Taş
Devri” başlığını atarken, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu
ise “Bu İzmir üzerinde oynanan bir
oyundur. İzmir´e komplodur. Maşalık
yapmak için İzmir´e faşist diyenler, kafasını bir yere bırakanlar, kiraya veren
insanlardır. İzmir´e faşist diyenlerin
makamları, şöhret ve ünleri ne olursa
olsun kınıyorum” dedi.
06 English
http://univers.ieu.edu.tr
Aralık2009 Yıl2 Sayı18
This time, media, culture, and power are discussed
T
he panel organized last year for the
first time under Media-PoliticsPower title by Faculty of Communication is organized for the second time
this year on November 17 under MediaCulture-Power title. This year, the guests
of the panel were IUE Faculty of Communication lecturers Assoc. Prof. Nuran
Erol Işık, Asst. Prof. Zafer Yörük and İbrahim Cansızoğlu, Prof. Dr. Volker Hinnekamp from Fuld University Germany,
Assoc. Prof. Christian Christensen from
Karlstad University. In the first part of
the panel made up of two sessions, Işık
and Yörük talked about cultural memory, history and post-kemalism over
the movies ‘Mustafa’, ‘Devrim Arabaları’
and ‘Osmanlı İmparatorluğu’. In the second part, Hinnenkamp focused on the
effects of Turkish people living in Germany on the language. Christensen talked about the reflections of the new technology that is called ‘Twitter Revolution’
on the political life. Lastly, Cansızoğlu,
The designers of the future showed their skills
İ
zmir University of Economics Department of Fashion Design students exhibited the “Drape Workshop Study” prepared
under the leadership of Bora Aksu with a
cocktail organized in Department of Fashion Design. The 40 extraordinary clothes
prepared meticulously by using drape technique won the recognition of the guests.
Bora Aksu, who works in London and who
takes place in the official list of London Fashion Week since 2003 pointed out that they
evaluated all the phases of the process with
Department of Fashion Design instructors
Angela Burns, Özge Dikkaya Göknur and
Berrin Gönen.
Social responsibility success of Izmır University
of Economics
IEU Department of Public Relations and
Advertising students Ceren Güven, Pınar
Ekler, Başak Özkan and Selen Erdurak participated in the competition with a project
on “Conversion of Waste Vegetable Oil to
Biodiesel” and took their awards in the ceremony that took place in İstanbul Hilton
Hotel.
GREEN PROJECT
Ceren Güven stated that 796 students from
23 universities attended the competition
and said, “Before starting, we examined all
the projects that had attended the competition before. We all know that the global
contamination today is the biggest threat of
the near future. So we chose the subject of
our project that would contribute to this issue and that was never made before.”
Başak Özkan said, “We are very proud to
have stood out among our rivals and won
an award on Public Relations. I believe that
we represented our school in the best way in
İstanbul.”
IUE Dean of Faculty of Communication
Prof. Dr. Sevda Alankuş, Instructor Selin
Türkel, Visiting Faculty Member of Department of Public Relations and Adverti-
sing Assoc. Prof. Nilay Başok Yurdakul and
Research Assistant Gül Coşkun attended
the ceremony to support the students.
who analyzed the Youtube generation
and new media, exemplified his speech
with the movie entitled “Afterschool”.
Dean of Faculty of Communication Sevda Alankuş made the closing speech and
said these panels would continue and
they would discuss many subjects that
concerned the society.
Sultans of Economics
are unstoppable
İ
zmir University of Economics maintained its leadership in Ladies Aroma 3rd Volleyball League Group A. by
winning all eight games they played.
Our team that started the season with
a streak of wins has defeated one of the
strongest teams in the group, Gazi Gençlikspor with a 3-0 score. Balçova Mayor
Mehmet Ali Çalkaya, İzmir University
of Economics Rector Prof. Dr. Attila
Sezgin and İzmir University of Economics Secretary General Levent Gökçeer
gave support to the Sultans of Economics
that had a game with İzmir Metropolitan
Municipality Ladies Volleyball Team in
the eighth week of the league and defeated them by a 3-0 score (25-20, 25-21,
25-11). İzmir University of Economics
Sports Coordinator Vehbi İşgören stated
that this season they wanted to join the
second league, which was lost by a hair’s
breadth last year, and the captain Gözde
Karluk said that they had defeated another important rival and wanted support
for the remaining tough games.
http://univers.ieu.edu.tr
Travel 07
Aralık2009 Yıl2 Sayı18
From Paul’s perspective: Yenifoça
S
tanding by the road, waiting and carefully watching for a Foça bus, I was
receiving some final Turkish lessons and
pointers from a Turkish friend of mine. It
was rather foolish of me to begin a trip out
of Izmir with such poor planning, but I
was frustrated. Here I was, an incoming
university student, fresh from America,
living in Turkey, and I hadn’t even seen
any of “the sites.” After living here for a
month, most people assumed that I had
already seen the famous, tourist-attracting
venues. When I discovered that I was going to have an extra long weekend, I made
up my mind to explore. The day before I
wanted to leave, I talked to some people,
and decided on a destination: Foça.
Before I continue, let me say a little more
about myself. I have lived in 5 different
American States, and visited many more.
Outside of America, I have been to Canada, Mexico, Belize and Guatemala. I
love to travel. When I found out I had the
opportunity to study abroad this year, I
immediately started to use the internet to
research possible destinations, reading for
hours at a time. Here in Izmir, there is an
American family that I had never met, but
many of my friends knew, and I ended up
connecting with them. The more they told
me about their experiences in the 5 years
that they have lived here, the more I wanted to come. I could tell from their stories
that if I didn’t come to Turkey when I had
the chance, I would be seriously missing
out. I made up my mind: I would go to
University in Izmir.
So there I was, standing by the road. I had
a sleeping bag, a camera, and a change of
clothes. My friend told me to ride the bus
all the way until the end, “and wait until
the driver tells you to get off. That’s how
you know you are there.” He was also attempting to teach me a few helpful phrases, such as “Fiyat ne kadar?” As we watched the oncoming traffic, a bus caught my
attention, but I dismissed it as the one I
would need to ride because although it did
say FOÇA on the front, it was preceded
by another word, YENI. As it passed by
us, though, my friend whistled and waved
at the driver, and it slowed down, so we
ran to catch it. My friend, out of breath,
wheezed out, “This will work! Have fun!”
And I boarded the bus.
My disappointment at being rerouted to
a new destination dissolved as soon as I
arrived. Yenifoça is such a beautiful place!
The bay is so blue, and the assortment of
boats lined up along the dock is so rustic, giving the scene a welcoming, neighborly atmosphere. As I explored on foot,
through the inner streets and out on the
waterfront, I couldn’t help but fall in love
with the place.
I am not the standard tourist. I prefer to
stay off the beaten track, and if I go somewhere which does have a distinct appeal
to tourists, I like to go in the off-season.
In October, Yenifoça is wonderful. No
crowds, just peaceful silence along the sea,
with only a few fisherman plying their trade to remind you that you aren’t on your
own private bay.
My favorite part of my day in Yenifoça was
as evening was coming on. I had enjoyed a
delicious meal of pide ve çorba for lunch,
and I wasn’t very hungry, so I stopped by a
fruit market and bought some “mandalina
and üzüm”. Sitting on bench, facing the
bay, as the sun was sinking down to eventually touch the mountains at my back,
life was, for a moment, perfect.
08 Medya
Seray Özbiçer
İç Mimarlık ve Çevre T.
70 GÜNDE DEVRİALEM
Dünyanın merkezinde bir yer...”Ben”. Kendi
odağından resmini çekiyor 70 gün boyunca...
Bakmak nedir, bilmeden; etrafını sıradanlaştırarak kendi yüceliğini sınıyor. İçindeki karanlığın
dışına çıkabilse bir; görecekleri karşısında nutku
tutulacak halbuki, bilmiyor. Sabun gibi, sudan
bahaneleriyle köpük köpük aslında teni. Birbirinden ilginç sokaklarda biraz dolaşsa da kir tutsa
kılıfı, mucizelere sürüklense yemyeşil bir nehrin
durgun sularında. Şüphe demir atsa yüreğine ve
sonra boğazına kadar battığı murdar yalnızlığını
inceden inceye soysa , çıkarsa…
Dünyanın merkezine gitmek... Gidip de keşfetmek ya da keşif nedir bilememek. İyiden bir
soğuk yemek gibi titretir insanı, içimize işleyecek
soğuktan da değil; korkularımız titretir içimizi!
Korkar insan, korkar Ben’ini bulamayınca. Uzak
bir yer sanır ve yüksüz çıkar yoluna. Karşılaşır
soytarılar ve onların açmazlarıyla. Uçurumun
dibindeki merdiven küçülür gittikçe sen. Halbuki herhangi birisi olsan ve atlasan bisikletine.
Dünyanın herhangi bir yerinde herhangi bir
zamana pedal çevirsen. Birisi olsan ve hissetsen
vücudunun tutuşan etlerini sonra sıyrılsan soyutlanarak çevirdikçe pedalını. Uzaklaşsan kendine; yaklaşa yaklaşa Berlin’e. İstanbul olsa bir
diğer adresin ama hiç gitmediğin; gidip de kaybolmadığın sokakları ve insanlara sahip İstanbul
olsa bu sefer keşfedeceğin. Filipinlerin başkenti
Manila’nın bir buçuk milyonu aşkın insanına
sorsan cevapsız sorularını. Bataklıkta yetişen
“Mangrov”un çiçek açması gibi açsan yaprak
yaprak Manila’da derdini tasanı. Tam inanmaya
başlamışken masallara, işitsen “Mendoza”nın
Buenos Aires’i kurduğu gün sevinçten attığı
çığlıkları. Sidney’e doğru çevirdiğin zaman pedallarını fark etsen dünyanın en eski yerleşim
birimlerinden birinde yumacaksın gözlerini
diğer bir gün için. Gözlerin kapalıyken kendi
Batı’na; Darling Limanı’nda, limanın geçmişi gibi sen de 221. yaşını kutlamayı dilesen ve
Avustralya’ nın enfes şaraplarından yudumlayabilsen. Tatlı bir sarhoşluk sarsa seni, saatler
sabaha karşı beşi gösterdiğinde, 1906 yılında.
San Andreas fay hattı anlatsa sana kalbinin kaç
şiddetinde attığını o gece. Şahit olsan çirkin
gökdelenlerin saniyede yok oluşlarına. Diğer
adresin New York olsa. “Hiç Uyumayan Şehir”
bugüne kadar içinde uyuyan caddeleri, sokakları ve içinde yaşayan suskun insanları uyandırsa.
24 saat çalışan bir metronun vagonlarında tanışsan onlarla; tanısan içindeki bin bir parçayı.
Missisipi Nehri’nde yıkansa pedal çevirmekten
kirlenmiş ayakların ve şehrin dışında, banliyölerde yaşayan beyazlara inat, konuşabilsen şehrin merkezindeki zencilerle. Trafikten ve ulaşımın pahalılığından sızlanan insanlar tanısan
Detroit’de. Bisiklet ile gezmek deli işi olmaktan
çıksa tıkanmış bir trafikte. Çelikten şehirlerin
günlükleri kalemler yerine ampuller ile yazılır
deseler sana ve inansan Pittsburgh’un havasını
kokladığında. İçindeki nehirler gibi kesişen bir
şehre aşık olsan, güneyinden tepelerine tırmansan ve yol alsa tekerleklerin Teksas’ a, oradan da
Kızılderililerin dilinde “geniş ve güzel bir nehir”
anlamına gelen Ohio’ da...Amerika’nın sıradan
yaşamlarına konuk olsan, ırkçılığı kemiklerinde hissetsen. Balıklar sarhoş olsa Ohio’da! Birisi
olmak için illaki “Ben” olman gerekmiyorken,
birkaç adım da ulaşabilirsin birbirinden farklı
öykülerin anlatıldığı satırlara ve şehirlere. 70
gün süren bir yolculuğun tadı damağınızda;
anlatılan hikayeler, yaşanan hayal kırıklıkları,
çocukluk rüyaları ve rastgele insanlarla yapılan
röportajların anlatıldığı ve kendi odağından
başka başka insanları resimlemek isteyen herkes kendi “ben”inden uzaklaşarak David Byrne’
nın gözünden “Talking Heads”... ile Dünyanın
merkezinde herhangi bir yerine gidebilirken
hapsolmak içimize, niye?
http://univers.ieu.edu.tr
Aralık2009 Yıl2 Sayı18
Biraz Fransız, biraz Jean Reno!
Muhteşem bir yüz. Biraz Fransız, biraz Jean Reno. Çok karakteristik, güçlü, şeytani bir
ifade. Serin ve sakin. Hiçbir fazlalığı olmayan bir oyunculuk. Birkaç satırla Hakan Boyav…
şamatacı ve gürültülü birisi. Kendimde en
çok sevdiğim tarafım da bunlar zaten, hayatı
hızlı yaşamayı seviyorum.
Hakan Boyav
Halil Türkden: Sinemalarda son olarak
International ve Vali filmleriyle karşımıza
çıktınız, şu sıralar sanırım Adana da Hanımın Çiftliği için çekimlerdesiniz. Çok kaliteli bir ekip ile çalışıyorsunuz kanımca.
Nasıl gidiyor çalışmalar?
Hakan Boyav: Hanımın Çiftliği önemli bir
dizi. Kaliteli bir dönem dizisi. Ama dönem
dizisi çekmek kolay olmuyor. Bu yüzden çok
çalışmak zorundayız. Pek çok dizinin bölümü dört günde biterken biz yedi gün 15 saat
çalışıyoruz.
Özellikle Vali ve Hırsız Polis de olmak
üzere, dizilerde ve filmlerde sizi genellikle ağır ve karanlık rollerde görmeye çok
alıştık. Özellikle “Vali” filminde, elinde
plastik su şişesiyle ve kamyonetiyle bir seri
katili oynadınız. Sakin, serinkanlı, halden
anlar ve aklı başında bir karaktere bürünüyorsunuz. Acaba Hakan Boyav gerçek
hayatta da böyle biri mi?
Hayır. Gerçek hayatta Hakan Boyav, komik,
İzmir toprağından bir Ankara çocuğu diyebilir miyiz Hakan Boyav için?
Evet, beni iki şehir tanımlayabilir: İzmir ve
Ankara. Ankara benim olgunlaşmamı ve
hayatı gerçek anlamıyla tanımamı sağlayan
şehirdir. İzmir için projem basit;
İzmir doğumluyum. Lise ve üniversiteyi orada okudum. Tilkinin dönüp dolaşıp geleceği
yer kürkçü dükkanıdır. Elbette ki, bir İzmirli
olarak, bir şekilde İzmir’de yaşayacağım .
20 yılı aşkın süredir tiyatronun içerisindesiniz. İnsanlar sizi dizi ve filmlerdeki
oyunculuklarınızdan tanıyor fakat bir de
yönetmen Hakan Boyav var. Son derece
başarılı bir çalışma “Rezervuar Kanişleri”.
İzmirli tiyatroseverler yoğun ilgi gösterdiler oyununuza. Karikatürist yanınız bence
bu çalışmada çok işe yaramıştır, ne düşünüyorsunuz?
Yönetmenlik, seyirciler için yeni ama benim
için yeni bir şey değil. İlk rejimi 1989/90
yılında Diyarbakır Devlet Tiyatrosu’nda
yapmıştım. Devlet tiyatrolarında 4 tane reji
yaptım. Son yıllarda ise her yıl mutlaka iki
değişik kentte reji yapıyorum. Tiyatroda artık rejisör olarak kariyerime devam ettiğim
söylenebilir. Bu seçim, oyuncular benimle
çalışmayı sevmeye devam ettikçe sürecektir
sanırım. Doğrudur ... Rejilerimde, karikatüristliğimin yoğun etkisi olmuştur. Normaldir, sık sık komik ve şamatacı Hakan’a
başvuruyorum.
Aynı zamanda koyu bir Ankaragücü taraftarı olan Hakan Boyav acaba nasıl oluyor
da bu kadar halkın içinde kalabiliyor?
Halkın içinde büyüyen bir ağaç gibisiniz.
Hakan Boyav, Ankara tribünlerinde sık
görülebilen, barlarda gençler tarafından
sıkça rastlanan samimi ve içten bir kişilik.
Hatta Darius Vassell’i karşılamak için taraftarlarla beraber havalimanındaydınız.
Nasıl oluyor da diğerleri gibi kaprisli ve
havalı bir arazide değil de, halkın içinde
yetişebiliyor bu ağaç?
Fildişi kulesine kapanan ve insan içine çıkmayan artistlerden değilim, olamam da. Zaten,
tiyatro sanatçılarının büyük bir çoğunluğu
da benim gibidir. Biz oyuncuyuz. Oynayacağımız karakterleri inandırıcı, ilginç ve doğru
oynayabilmek için en büyük silahımız gözlemdir. Gözlemleyebildiklerimizi heybemize
atarız ve günü geldiğinde, rolü geldiğinde,
heybemizden çıkartırız. Toplumdan, insanlardan kopuk, fildişi kulenize kapanarak
gözlem yapamazsınız. Sadece yanlış oynanan
roller yapabilirsiniz. Bir diğer taraftan, ben
10 yaşımda babamı kaybettim, yalnız büyüdüm sokaklarda. Dolayısıyla, sokaklar benim
evimdir. Bırakın fildişi kulesinde yaşayan
şöhreti, apartman çocuğu bile değilim. Ben,
sıradan yaşamaya gayret eden bir tribün çocuğuyum. Siyah camlı transporter veya jipim
yok, olmayacak da. Zaten param pulum da
yok, bisikletim var o yeter.(gülüyor)
Sporla çok iç içe olan biri olarak
Ankaragücü’ne değinmeden edemeyeceğim. Bu yıl çok geniş ve kaliteli bir kadro
kuruldu. Yıllardır özlediğimiz o Ankaragücü geri dönecek sanırım bu sene. İlk
beş çok uzak gelmiyor bana, ne dersiniz?
Ayrıca Ankaraspor skandalıyla ilgili görüşünüzü alabilir miyim?
Ankaragücü, doğru ve iyi yoldadır. Çok
yakında özlenen başkent sahalarda olacaktır. Bir iki yıl sonra, Türkiye çok şaşıracak.
Nerden çıktı bu şampiyon diye. Telaşları da
bundandır zaten, ama korkunun ecele faydası yok. Büyük Ankaragücü’nün ayak sesleri
duyulmaktadır, buna inancım tam. İşimden
fırsat ve zaman bulabildikçe tribündeki yerimi alıyorum.
...Ünsal Oskay
Son birkaç söz…
Oskay hakkında sözlüklere
akan yorumlar ve ölümünden
sonra yazılan köşelere şöyle
bir baktığımda, öznel anlamda
medyanın genel anlamda ise
hayatın biz “çocuk yaşta” insanları kandırıcı özelliklerine
sonuna dek isyan ettiğini gördüm. Kural yapıcı her türlü
varlıktan nefret eden bir kural
yıkıcı, ezber bozan bir doğaçlama üstadı ve deliliğine övgüler toplayan bir hümanist…
Hem derslerinde, hem de dost
meclislerinde ağzından çıkan
her bir cümlenin ayrı bir fenomen olduğu ise su götürmez bir gerçek. Ben o sözleri
ne yazık ki duyamadım Ünsal
Hoca’nın gerçek zamanlarında; ama yine de onu okurken
tanıyıp söylediklerine kulak
verince hem gülümsüyor, hem
de üzülüyorum yarım kalmış
sözlerine. Onun gittiği bilinmeyen uzak diyar için en anlamlı sözü oğlu Çınar Oskay
söylemiş: “Eğer gerçekten bir
Ünsal Oskay
tanrı varsa, ondan tek bir isteğim var.
Babamı Melville’in, Cervantes’in, Ece
Ayhan’ın, Âşık Veysel’in, Baudelaire’in,
Walter Benjamin’in yanına götür. Babamın başını okşasınlar. Ona sarılsınlar…”,
dileğimiz bir, başka söze ne hacet…
Çok daha fazlası var ama kısıtlı satırlarımıza sığdırmaya çalıştığımız “Ünsal Hoca
deyişleri”nden bir kaç satır:
“20 yaşına gelip de Marx okumamış olan
eşşektir, Marx okuyup marxist olmayan
eşşoğlueşektir”
“Ben böyle düşüneceğim, siz şöyle düşüneceksiniz. Ama yan yana geldiğimizde
gırtlak gırtlağa gelmeyeceğiz. Coğrafya
bir, yemeklerimiz bir. Pastırmalı fasulyeyi
kim sevmez yahu?!”
*Oğlu Çınar Oskay ile bir diyaloğu
Ç.O.: Bizim için artık çok geç. Sizin kadar
okumamız, yazmamız mümkün değil.
Ü.O.: Çınar, evet, belki bizim kadar okuyamazsın. Ama o dönem farklı bir dönemdi. Bu senin suçun değil. O insanlar
bronz heykeller gibiydi. Şimdi her şey
plastik. Akademisyenler bile.
Selin Bayraktar
http://univers.ieu.edu.tr
Kültür-Sanat 09
Aralık2009 Yıl2 Sayı18
Blues etkisi, müzik severlerin ruhunu sardı
20. yılını kutlayan Efes
Blues Festivali Shemekia Copeland, Terry
Evans ve Ray Schinnery
gibi önemli isimlerle
son durağı İzmir’de
blues severleri Hilton’da
buluşturdu.
Bugüne kadar 77 grup, 227 sanatçı, 19
yılda 286 konserle 335.894 müziksevere
ulaşan, Türkiye’nin ilk ve tek blues festivali olan “Efes Pilsen Blues Festivali” 20.
yılında 20 şehirde blues severlerle buluştu.
Her yıl olduğu gibi festival bu sene de efsanevi isimleri ağırladı. Mükemmel sesiyle
Amerikalı ünlü gitarist ve şarkıcı Johnny
Copeland’ın kızı Shemekia Copeland, folk
ve delta-blues’ın bir numaralı sesi Terry
Evans, “Master Showman” ve mükemmel
vokalleriyle anılan Ray Schinnery verdikleri
konserlerle blues fırtınasını Türkiye’de estirdiler. Festivalin son durağı ise 20-21 Kasım
tarihlerinde İzmir Hilton Otel’de yaşandı.
Biletleri günler öncesinde biten konser, İzmirli müzikseverlere muhteşem bir müzik
BİR ÇOCUĞUN
KALBİ
şöleni yaşattı. Hilton’daki festival öncesi
İzmir Ekonomi Üniversitesi blues sanatçılarını ağırladı. Öğrencilerin sorularını yanıtladıktan sonra, mini bir konser veren grup
üyeleri konsere gidenler için ısınma, gitme-
yenler için ise teselli oldu. 20 yılında coşkusundan hiçbir şey kaybetmeyen Türkiye’nin
en uzun soluklu festivallerinden olan “Efes
Pilsen Blues Festivali” daha uzun yıllar devam edecek gibi gözüküyor. Gizem Güngör
“İzmir’in Çarşıları” hayat buluyor
İ
zmir Ekonomi Üniversitesi İletişim
Fakültesi ve İzmir Ticaret Odası işbirliği ile çekilen “İzmir’in Çarşıları” isimli
belgesel program dizisinin ilk bölümü 25
Kasım’da SKY TV’de yayına girdi.
Programın Genel yönetmenliğini İEÜ
İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Sevda Alankuş ve proje sorumluluğunu Öğr.
Gör. Serkan Şavk üstlendi. Proje sorumlusu Serkan Şavk programın asıl amacının
İzmir Saat Kulesi
çarşı kültürünün yeniden canlandırılmasına katkıda bulunmak olduğunu belirtti. İletişim Fakültesi akademik kadrosu
ve öğrencileri tarafından hayata geçirilen
belgeselin ilk iki bölümünde Kemeraltı
Çarşısı’na yer veriliyor. Belgeselin birinci
bölümünde Kemeraltı Çarşısı’nın tarihi
ve kültürel yönleri işlendi. 9 Aralık’ta SKY
TV’de gösterilecek olan belgesel program
dizisinin ikinci bölümünde ise Kemeraltı
Çarşısı’nın İzmir için ekonomik ve turistik önemi işlenecek.
Proje sorumlusu Serkan Şavk; belgeselin
diğer bölümlerinde, Karşıyaka Çarşısı,
Gıda Çarşısı ve Mimar Kemalettin Moda
Merkezi gibi İzmir için önem taşıyan başka çarşıların tanıtımına devam edileceğini.
Belgesel kapsamında çarşıların tarihine,
sorunlarına ve mevcut sorunların çözüm
yollarına da yer verileceğini söyledi.
Feyzi ???
Sulu Boya - Cihat Hazardağlı
Suluboya/The Watercolor
Yönetmen: Cihat Hazardağlı
Senaryo: Cihat Hazardağlı
Yapım: 2009,Türkiye, 84dk
Tür: Animasyon
Tuvalin beyazperdede hayat bulduğu Suluboya, Türkiye’nin basılan ilk
dijital filmi olma özelliğini taşıyor.
Ünlü karikatürist-illüstratör Cihat
Hazardağlı’nın üç yıl boyunca üzerinde
çalıştığı filmde çizimler, maketler ve fotoğraflar dijital efektli suluboya tekniğiyle buluştu.
Film, resme çok yetenekli olan 12 yaşın-
Halil Türkden
Medya ve İletişim Bölümü
daki Marco’nun babasının onu üç sokak
ressamıyla tanıştırmasıyla başlar. Marco,
bu üç ihtiyar ressamla birlikte sanatı, ressamların büyüttüğü 18 yaşındaki Lorella
ile de aşkı ve cinselliği keşfeder. Lorella’ya
aşık olan Marco, ondan resim dersleri almaya başlar ancak Lorella suluboya sanatını küçümseyen bir sanat koleksiyoncusuna aşıktır. Marco da geleceğin en ünlü
suluboya koleksiyoncusu olmaya karar
verir ve bu amaçla çıktığı yolda buldukları hayatını değiştirir. Haluk Bilginer,
Savaş Dinçel, Cansel Elçin, Asu Emre,
Altan Erkekli, Tamer Karadağlı, Tuba
Ünsal, Selçuk Yöntem, Ayşenur Yazıcı,
Serra Yılmaz
ve
çocuk
oyuncu Sarp
Alemdaroğlu’nun
rol
aldığı filmin
müziklerinde
Fazıl Say’ın
imzası var.
Filmin çekiminden sonra hayatını kaybeden Savaş
Dinçel’i ise Müjdat Gezen seslendirdi.
Suluboya İngilizce dublaj ve Türkçe altyazılı olarak 13 Kasım’da sinemaseverlerTüre Şahin
le buluştu.
Dünya çocuk nüfusunun en çok okuduğu kitap olan Çocuk Kalbi, Edmundo De
Amicis’in oğlunun trajik intiharından sonra
bulduğu not defterine dayanmaktadır. Türkiye dâhil birçok ülkede ders kitabı olarak okutulan ve benim ilkokul yıllarımda ara tatilde
okuyup özet çıkarmamız istenilen o muazzam
kitaptan söz edeceğim biraz. Öncelikle kitap
üzerine yapılan birkaç eleştiriden bahsedeceğim. Ünlü düşünce adamlarından Umberto
Eco, kitabın tamamıyla faşizm propagandası
yaptığını belirtmiş ve ağır bir dille Amicis’i
eleştirmiştir. Din adamları tarafından ise, kitapta çocuklara “kutsal bakışı “yeterince aksettiremediği için, kitap içerisinde başkahraman Enriko’nun arkadaşlarını betimleyişleri
ise eşcinselliği özendirici olabileceği için ağır
eleştirilere uğramıştır..
İşte bu eleştirilerin çevresinde dönerek,
Enriko’nun o muazzam sınıfına kısa bir yolculuk yapalım. İlk önce biraz bencil davranarak, kendi kahramanım Garrone’den yola
çıkacağım. Garrone, yaşından büyük gösteren ve çelimsiz Nelli de dahil olmak üzere
güçsüz çocukları haylazlardan daima koruyan, bir bakıma sınıfın Robin Hood’udur.
De Rossi ise okuduğu her sınıfın birincisidir ve yakışıklı bir beyefendidir aynı zamanda.Haylaz Coretti, geleceğin tüccarı Garoffi, duvarcının oğlu, daima asık ve kederli
yüzlü Franti, iyi giyimli Carlo Nobis, sınıfa
yeni gelen Kalabriyalı çocuk..ve daha ismi
ilkokul sıralarına kalemtraşlarımızın jiletleriyle kazınmış diğer İtalyan öğrencileri. Kitabın başkahramanı, anlatıcısı ve bana göre
gerçek yazarı (günlüklerin sahibi o olduğu
için) olan Enrico örnek bir evlattır.
Şimdi gelelim günümüzün Enricolarına.
Yalnızlığın kol gezdiği bir çağ yaşıyor çocuklar. Onların yalnızlıklarını onlara hatırlatacak birileri bile yok çevrelerinde. Her
sabah kalktığımızda Tom& Jerry izlerdik,
izdivaç programları değil. Şimdilerde çizgi
filmler ya çok erken saatlerde yayınlanıyor
ya da Tom’un Jerry’i kovalayışını kablolu
yayında, parası olan izleyebiliyor. Ispanağın
gücünü fakir bir ailenin çocuğu öğrenemeyecek mi Temel Reis’ten?
Koşarken düşüp yaraladığımız dizlerimiz
vardı bizim. Hani nerede koşabilecek sokak?
Otobanlar, asfaltlar, kaldırımlar bahçelerimizi
daralttığı günden beri dizlerimize oksijenli su
süremiyoruz artık. Kabuklaşan yaralar, saklambaçta sobelenen ebeler, cips paketlerini
daha açmadan parmaklayarak taso yoklayan
eller yok artık. Önlüklerimizin yakalarındaki çizgi kahramanları göremiyorum artık, ve
hamburgerler, beslenme çantamızdaki kızarmış ekmeklerin yerini çoktan kapmış bile.
Bilmiyorum yalnızlığı tanımlayabildim mi,
günümüz çocuklarının yaşadığı kocaman bir
yalnızlık. Biz sıralarımızın üzerine sevdiğimiz
kızların ismini kazırken, bize söylenen şey,
devletin malını bizden sonra gelecek çocuklarımıza sağlam bir biçimde bırakmamız gerektiğiydi. Devletin veya bizlerin çocuklarımıza
bıraktığı ne kaldı geride acaba artık? Bence
sadece sıralara yazılmış Ayşeler Aliler kaldı.
Önümüze bakarsak ne kadar yüksek bir teknolojiye doğru yürüdüğümüzü görebiliriz ve
çok da memnunuz açıkçası. Fakat geriye baktığımızda ve ileride bu ülkede çocuk sahibi
olmayı düşündüğümüzde bu karamsar tabloyu bir daha gözden geçirmemiz gerekecek.
Mutlaka okunması gereken bir kitap. Varsın
faşizmi, eşcinselliği ya da dinsizliği bu kitapta
öğrensinler. Yeter ki samimi bir şeyler okuyabilsin çocuklar.
10 Dosya
Aralık2009 Yıl2 Sayı18
http://univers.ieu.edu.tr
Vurulduk Ey Halkım Unutma Bizi….
Bu sayıda 93 yılında arabasına bomba konularak öldürülen devrimci demokrat gazetecimiz Uğur Mumcu’yu sizlere
tanıtacağız. Mumcu’nun fail-i meçhul kalan bu suikastinin arkasındaki sırrının sebeplerinin belki de Onun yazılarında
gizlendiğini göreceğiz.
T
am da bir gazeteciye yakışır bir biçimde yazılarını korkmadan yazdı.
Susturulmaya çalışıldı, hemen hemen
hergün tehdit mektupları aldı. Yılmadı ya
da O’nu yıldıramadılar…
Sordu, sorguladı, sorgulattı. Adalet onun
temel ülküsü ve kaygısıydı. Kimseyi dili,
dini ırkı ve siyasi görüşü ile yargılamadı
ve de yargılatmadı. Onun için tek bir çıkış yolu vardı Türkiye’nin ; ve bağıra bağıra söyledi söyletti KEMALİZM…
Korktular… Fakat Uğur Mumcunun dediği gibi: “Korkaklar bin kere, cesurlar
bir kere ölür”.
Öyle de oldu…
Mumcu, bir Pazar günü aramızdan çok
gürültülü bir biçimde ayrılmak zorunda
kaldı. Geride yazdığı yazılarla, söylediği bir çok gerçekle bugünkü Türkiye’nin
planını çizerek gitti.
Vurulduk Ey Halkım Unutma Bizi
24 Ocak 1993’te arabasına bomba konularak öldürülen Uğur Mumcu’ya aitti bu
sözler. Kitlelere mal olmuş, devrimci ve
demokrat bir gazeteciydi, hayatı boyunca
bir kişiye yapılan haksızlığı, bütün topluma yapılmış sayan Mumcu, ölümüne
kadar olan süreçte kalemi ile bunun savaşını verdi. Cesurdu , korkusuzca yazıyor,
konusuyor, haykırıyordu. Sorguluyor ,
arıyor ve buluyordu. Yapılan haksızlıkları oyunları ve arkasında yatan tüm gizli
gerçekleri gün ışığına çıkarıyor ve yavaş
yavaş belki de bilmeden sonuna doğru
kendi gerçeğini yazıyordu.
Ben Ankaralıyım . . .
‘Korkak bin kere ölür, cesur bir kere
ölür. . .’ demişti öldürülmeden, çeyrek
yüzyıl önce. Hemen hemen her yazısında Mustafa Kemal’in inançlı günlerine
dönme çağrıları yapıyordu Ankara’dan,
Ankara’yı seviyordu; hem yaşadığı kent;
hem de bir simgeydi Ankara onun için,
Uğur Mumcu’ya göre Ankara, aydınlanma çoşkusu ile büyüyen gelişen bir kentti.
Yenilgiyi içine sindiremeyen emperyalistler, Ankara’yı başkent olarak tanımamakta direnmişlerdi geçmişte ama Kemalistlerin direnişi baskın çıkmıştı.
Sakıncalı Piyade !
Uğur Mumcu, Mamak cezaevinde yedek
subay öğrencisi olarak girmiş, kendi deyişi ile ‘Ne onbaşı ,ne çavus’ sadece Er
çıkmıstır. Mumcu Tuzla Piyade Okulu
disiplin kurulu tarafından, içinde bulunduğu kötü hal ve düşünceler yüzünden subay okulundan er olarak çıkmıştır.
Sakıncalı piyade kitabında Mumcu şöyle
Uğur Mumcu
yazmıştı, ‘Okul disiplin kurulu , kötü hal
ve düşünce sahibi olduğumuzu nasıl saptayıvermişti? Oysa bir kere çağırıp şöyle
boyumuz posumuz nasıl, ona bile bakmamışlardı…
Karar alındı: Gazeteci
Sakıncalı piyade , askerlik sonrası kararını alır; o artık gazetecidir. Üniversiteden
ayrılır ve Yeni Ortam gazetesinde köşe
yazısı yazmaya başlar (1974). Sorunları
dile getirirken öte yandan sorulara yanıt bulmaktadır. Tüm anti-laik ve antidemokratik oluşumları belgelere dayanarak ortaya çıkarması ile tüm dikkatleri
üzerine çekmiştir. O artık cesur ve zeki
bir gazeteci olarak izlenmeye başlanır.
Ateşle Oynamaya Başlar
Cumhuriyet gazetesinde çalıştığı sırada
öte yandan da ANKA ajansında çalışmaktadır. ANKA ajansında bir apartman
dairesinde yaklaşık otuz kişinin çalıştığı
ajansın duvarında “masa oturanındır”
yazar. Böylesi bir yerde Mumcu en ağır
yazılarını, eleştirilerini ortaya koyar.
17 Aralık 1977 ) yazısında böyle diyordu Mumcu. Bu sözlerinin ardından 1979
yılında ‘Çıkmaz Sokak’ adlı kitabında;
yaşanan olayları karşıt görüşlü öğrenciler arasındaki çatışma gibi göstermenin
yalnışlığını kanıtlar. ‘Kan Damlası ‘ adlı
yazısında da …’ yahu adam ölüyor, adam
… ‘ Vicdanlarınızı, artık çıkarın şu seçim
sandıklarından diye feryat ediyordu.
Sorgulayan Bir Gazetecinin
Sorgulanmayan Ölümü . . . ?
Mumcu , bir gece uykusundan terler içinde uyanır. Onun o telaşlı kalkışı ile eşi
Güldal Mumcu da uyanır ve sorar , “Ne
oldu Uğur” ?
“Bir rüya gördüm Güldal, korkunç bir patlama oluyor ve bacaklarım yok oluyor ve
ben bunları yukardan seyrediyorum”der.
Güldal Mumcu ürker fakat belli
etmez.
Susma Ey halkım . . .
Ankara’da mevsim yazdan güze doğru yol
alırken, Mumcu üç ay sonra yaşamını
noktalayacak suikastı rüyasında görmüştür Ertesi sabah kalkar ve 24 ocak 1993
13.25’e kadar yazmaya hep devam eder.
‘Görüyorsunuz bütün bunları ve susuyorsunuz. Ne için ? Ne için be ? . . . Bu
kan selinden, vicdanlarınıza bir damlacık
olsun kan sıçramıyormu ? ( Cumhuriyet,
Suikastın sonrasında yüze yakın ihbar,
sözde değerlendirilir. Bu sırada hükümetler kurulur, hükümetler düşer, fakat
Mumcu suikastında soruşturma hazırlığı
dahi yapılmaz. Mumcu’nun faili meçhul
cinayetlerle ilgili yaptığı araştırmalar aklımıza gelir ve Aksoy cinayeti ile ilgili söylediği şu sözleri yazar;
‘Devletin görevi bu gibi cinayetlerin kanıtlarını bulmak deği lmidir? Devlet islami hareket adına uçuşlarına susturucu
takılmış cinayetlerle cinayet işleyen çetelere karşı bu kadar mı çaresizdir ? Yoksa
devlet dediğimiz şu büyük aygıta takılan
daha başka susturucular var da biz mi bu
susturucuları görmüyoruz?
Bir pazar günüdür Mumcu’nun yolculuğu… Hergün bin kere ölen korkakların
bir kere öldürdüğü cesur gazetecinin ölmeden çeyrek yüzyıl önce söylediği gibi;
‘ KORKAK BİN KERE ÖLÜR, CESUR
BİR KERE …
Korkakların bin kere öldürüldüğü ülkemizde , Uğur Mumcu gibi faili meçhul
bırakılan, asla çözülmeyen ya da çözülmek istenmeyen fakat bir kere ölen cesur
gazetecimiz Uğur Mumcu’yu saygı ile
anıyoruz.
http://univers.ieu.edu.tr
•
SİNEMALAR,
FİLM GÖSTERİMLERİ
Rehber 11
Aralık2009 Yıl2 Sayı18
Yeni Türkü
25 Aralık Cuma
25 TL
Fransız Kültür Merkezi
İşte Özgür Dünya
Yönetmen; Ken Loach
Tür; Dram
2008, İngiltere, İtalya, Almanya, İspanya
11-17 Aralık 2009
•
TİYATRO
İzmir Devlet Tiyatrosu
Rezervuar Kanişleri
Konak Melek Ökte Sahnesi
10, 11 Aralık
Aşk Öldürür
Konak Melek Ökte Sahnesi
15-26, 29, 30 Aralık
Barut Fıçısı
Karşıyaka Ragıp Haykır Sahnesi
10-13, 17-20 Aralık
Kirli
31 Aralık Cuma
30 TL
Feridun Düzağaç
8 Ocak Cuma
25 TL
İzmir Sanat Büyük Salon
Oda Müziği Konseri
23 Aralık Çarşamba
20.00
Fransız Kültür Merkezi
Smadj featuring ErikTruffaz,Talvin Singh
16 Aralık Çarşamba Saat: 20.30
Soysuzlar Çetesi
Yönetmen; Quentin Tarantino
Brad Pitt, Eli Roth, Diane Kruger
Tür; Savaş / Dram, 153”
18-24 Aralık 2009
•
FESTİVAL
•
Sergi
15. Gezici Festival
4-20 Aralık
Kuşlar Mahkemesi
Selahattin Akçiçek Sahnesi
11, 17, 18, 24, 27 Aralık
İzmir Barok (Yeni yıl konseri)
29 Aralık Salı Saat: 20.30
Milyoner
Yönetmen; Danny Boyle
Tür; Dram / Suç / Romantik
2008, İngiltere, 120”
25-31 Aralık 2009
•
Yeni Yıl Özel Konseri
Serap Tamay ve Sanart Ensemble
28 Aralık Pazartesi 20.00 İsmet İnönü
Sanat Merkezi
Emre Orhun
Fransız Kültür Merkezi
9 - 16 Aralık
Jeanne D’arc’ın Öteki Ölümü
Karma Fotoğraf Sergisi
18 Aralık-11 Ocak
Yer: Abacıoğlu Hanı,
Kemeraltı Çarşısı Konak
KONSER
Ozee
Sıla
11 Aralık Cuma
25 TL
Teoman
Karşıyaka Oda Tiyatrosu
15, 16, 22, 23, 29, 30 Aralık
Düş Sokağı Sakinleri
Sakarca
•
18 Aralık Cuma
25 TL
26 Aralık
Atatürk Kültür Merkezi
Narlıdere Kültür Merkezi
15 Aralık
GÖSTERİ
Peter Pan Çocuk Müzikali
23 Aralık
Atatürk Kültür Merkezi
12 Spor
Aralık2009 Yıl2 Sayı18
İzmir Futbolu’na can suyu
http://univers.ieu.edu.tr
Erman Gönülşen
Medya ve İletişim Bölümü
DURAKLAMA
ANLARI
T
ürk Ekonomi Bankası’na ait “Bonus
İzmirim Card” ile İzmir Ticaret Odası
Eğitim ve Sağlık Vakfı’na aktarılan kaynaktan
İzmir takımlarının başarılarına gerçekleşecek
para transferinin tanıtım toplantısı okulumuzun konferans salonunda düzenlendi. Tanıtım
toplantısına İEÜ Mütevelli Heyet Başkanı
Ekrem Demirtaş, İEÜ Rektörü Prof. Dr Atilla
Sezgin ve İzmir takımlarının kulüp başkanları
katıldı. Kredi kartının yanı sıra Bonus İzmirim
kartın artık bir sosyal sorumluluk projesi haline geldiğini belirten TEB Bireysel ve İşletme
Bankacılığı Genel Müdür Yardımcısı Cemal
Kişmir, kartla yapılacak alışverişlerden kart
kullanıcılarına hiçbir ek yük getirmeden İzmir
takımlarına kaynak fonu aktaracaklarını açıkladı.
İEÜ Mütevelli Heyet Başkanı ve İTO Baş-
kanı Ekrem Demirtaş yaptığı konuşmada,
İzmir’in son yıllarda Süper Lig’den uzak kaldığını, son dönemlerde bu şansın play off
finallerinde kaçtığını hatırlatarak, ”Bu yeni
projeyle Altay, Karşıyaka ve Bucaspor’a 45’er,
İzmirspor ve Altınordu’ya ise 20’şer bin aktarıyoruz. Toplamda ilk etapta 150 bin beş takıma
paylaştırılacak”diye konuştu.
İzmir Basketbolunda yeni bir soluk
B
eko Basketbol Ligi’nin
İzmirli yeni ekibi
Bornova Belediyespor lige
heyecan katmaya devam
ediyor. Oynadığı 6 maçta
4 galibiyet elde eden kendi
evinde maç kaybetmeyen ve
geçtiğimiz haftalarda aldığı
Türk Telekom galibiyetiyle
gündeme oturan Bornova Belediyespor’da her şey
yolunda. Geçtiğimiz yıl
Türkiye Basketbol 2. Ligi
play off müsabakasında
Trabzonspor’u devirip büyük bir sürprize imza atarak Beko Basketbol Ligi’ne
adını yazdıran yeşil beyazlı ekip, bu yıl ilk
kez mücadele verdiği ligde aldıkları çarpıcı sonuçlarla otoritelerin dikkatini çekmeyi
başardı. Sezona Türkiye Kupası Grup elemelerinde B Grubu’nda başlayan Bornova
Bld, Türk Telekom ile birlikte sekizli finale
kalmayı başarırken, üzerindeki endişe bulutlarını kaldırdı. İzmir basketboluna yeni
bir soluk kazandıran yeşil beyazlılarda, bu
başarıda sezon başında gerçekleşen nokta
yabancı transferlerinin büyük bir payı var.
Özellikle pota altında Shipp ve Brown,
oyun kurucu mevkiinde ise Koljevic takımın göze batan isimleri. Sezona belki de
ligde kalmak parolasıyla başlayan Bornova
Bld’de şimdiki hedef ise ligi ilk sekiz içinde
bitirmek.
Komşunun “Türkleri”
İzmirli futbolseverler Süper Lig’de bir İzmir temsilcisinin mücadele edememesinden
dert yanarken, temelleri yüz yıllar önce İzmir ve İstanbul da atılan iki Yunan takımı,
AEK ve Panionios günümüzde Yunanistan Süper Ligi’nde
mücadele veriyor. Kökenleri ülkemize dayanan bu iki
takımın tarihlerine bir göz atalım:
P
ANİONİOS,
yaklaşık 119 yıl
önce 1890 yılında
İzmir‘de
kurulan bir futbol
takımıdır. Tam adı
Panionios
Gymnastikos
Syllogos Smyrnis olan takım Kurtuluş
Savaşı’nın en kanlı döneminde İzmir’deki
varlığını sürdürememiş ve takımın kurucuları Atina’nın biraz dışında bulunan
Nea Smyrni (Yeni İzmir) ismini verdikleri
bir köye göç ettikten sonra faaliyetlerine
burada devam ederler. İzmir’de faaliyet
gösterdiği dönemde Panionios İzmir’in
siyah-beyazlı temsilcisi Altay ile çok yakın
ilişkiler içindeydi. Hatta o kadar yakınlardı ki, her iki takım aynı sahayı kullanır,
sık sık aralarında dostluk maçları yaparlar-
dı. Altay ve Panionios takımının oyuncuları çok iyi arkadaşlardı, maçalara çıkarken
hep el ele çıkıp dostluk mesajları verirlerdi. Günümüzdeki Panionios ise Yunanistan Ligi’nde şampiyonluğu bulunmasa da,
1979 ve 1998 yıllarında iki kez Yunanistan Kupası’nı ve 1998’de Balkan Kupası’nı
havaya kaldırma sevincini yaşadı.
AEK’in kuruluş macerası ise, İzmir’den
Yunanistan’a giden Rumların kurduğu
Pera Takımı’nın İstanbul’dan giden Rum
futbolcuları bünyesine katmasıyla başlar.
Fakat, Peralı ve Kurtuluşlu olan bu futbolcular, başka bir çatı altında kendilerini
ifade etmek istediler. Önce bir çok İstanbullu Rum gencin üye olduğu, Kostas
Spanudis başkanlığında dernek kuruldu.
Bu derneğin amacı İstanbullu sporcuları tek çatı altında toplamaktı. . Derneğin
ismi konusunda hemen hemen tüm üyeler
aynı fikirdeydi. AEK (Athlitiki
Enosi
Konstantinopoleos) yani;
İstanbul
Spor
Birliği. Hemen bununu bir yıl ardından 1924 yılında futbol
kulübünü kurdular ve böylece günümüzde izlediğimiz AEK kurulmuş oldu
. AEK Kulübünün renkleri ve amblemleri de İstanbul’u çağrıştırıyor. Kulübün
renkleri Beyoğluspor’un renkleri olan
sarı-siyah AEK’nın da renkleri de oldu.
Yunanistan’da pek çok başarılar kazanmış
kulübün Avrupa Kupaları’ndaki en büyük
başarısı ise 1976 yılında Juventus’a 0-1 ve
1-4 lük skorlarla yenilerek elendiği “UEFA
Kupası” UEFA Kupası yarı finalidir.
Bank Asya 1. Ligi’nde yavaş yavaş ilk yarının sonlarına geldiğimiz haftalarda ligi domine edecek takımlar belli olmaya başladı.
İlk dört sırada yer alan Konyaspor, Karabükspor, Altay ve Kartal sezona başladığı
teknik ekiplerle yola devam ederek bunun
meyvesini toplarken, sürekli yazılarımda
belirttiğim “istikrar” kelimesi ne yazık ki
İzmir futbolunda Altay dışında anlam bulmadı. Yeni bir teknik direktör ayrılığı da
geçtiğimiz ay Karşıyaka’da yaşandı. Reha
Kapsal’la yolları ayıran Kaf-Kaf, Ümit
Turmuş’la sezon sonuna kadar anlaştı. Bu
ay öne çıkan başlık ne yazık ki yine bir
antrenör ayrılığı olurken, takımlarımızın
geçen ayki performanslarını inceleyelim:
ALTAY, bu sezon tartışmasız İzmir’in en
başarılı, en istikrarlı temsilcisi. Gerek ortaya koydukları futbolla, gerekse mücadeleyle bulundukları yeri hak eden bir ekip.
Giresunspor deplasmanında 3-1’den maçı
4-3’lük galibiyete getirmeleri Süper Lig’e
çıkmak isteyen bir takımın haykırışı gibiydi. Kaybedilen Bucaspor maçının bir iş
kazası olduğunu Gaziantep Bld maçında
gördük. Bireysel olarak oyuncu performanslarına göz attığımızda, Burak Çalık
geçen ayki yazımda bahsettiğim gibi bu
ayki performansıyla da yavaş yavaş Süper
Lig takımlarının dikkatini çekmeyi başardı. Genç oyunculardan Cenk Ahmet, sezon
başında Beylerbeyi’nden bedelsiz gelip, bu
sezon gösterdiği performansıyla Altay’a
bir piyango oldu. Türkiye Kupası’nda
Fenerbahçe’yle aynı grupta mücadele verecek temsilcimize başarılar.
BUCASPOR’un, iyi başladığı Bank Asya
serüveninde bu yıl tek eksiği deplasmanda puan alamaması. İç sahada bir şekilde
etkili gol ayaklarıyla sonuca gitmeyi bilen
sarı-lacivertli ekip, deplasmanda bir türlü
istenilen sonuçları alamıyor. Kaybedilen
Karşıyaka debisinin ardından cezalı ve
sakat oyuncunun çok olmasına rağmen
kazanılan Altay derbisi biraz olsun moral
oldu. Mersin deplasmanında eksik kadroyla ve şansız penaltı golüyle mağlup olsalar
da, hala ilk altı içinde oldukları unutulmamalı.
KARŞIYAKA, Reha Kapsal’la bir buçuk
yıllık süreçte takımın play-off oynamasına
rağmen umduğunu bulamayan yönetim,
kötü gidişin faturasını her takımda olduğu
gibi teknik adama kesip yolları ayırdı. Bu
tür kan değişiklikleri ilk haftalarda takıma
olumlu hava katsa da önemli olan uzun
vadede neler olacağıdır. Kısa vadede Karşıyaka, Rizespor’u deplasmanda 2-0 yenerek kan değişimin olumlu sonuç verdiğini
gösterdi.
GÖZTEPE, bu sezon bir iyi bir kötü performansını sürdüren sarı-kırmızılılarda,
play- off şansının hala devam etmesi taraftarlarının tek tesellisi.n Göztepe, bu yıl
kolay rakiplere özellikle iç sahada puan vermekten vazgeçmezken, gol atmakta da bir
hayli sıkıntı çekiyor. Eyüpspor maçında
kendi saha ve coşkulu seyircisi önünde gol
bulamayan Göz-Göz, tecrübeli oyunculardan kurulu Sarıyer deplasmanında altın
değerinde üç puanı Ali Mumcu ve suskun
golcü Hüseyin Kartal’la alarak play-offa
kalma yolunda önemli bir adıma attı.

Benzer belgeler

Sayı 15 / Haziran 2009 - İletişim Fakültesi

Sayı 15 / Haziran 2009 - İletişim Fakültesi gitseniz milli voleybolcular ve basketbolcularla karşılaşıyorsunuz. Onlardan spor pazarlama iletişimini öğrenmek ve sporun içinde olmak tarif edilemez bir duygu. Ben de eski voleybolcu olduğum ve s...

Detaylı

Sayı 17 / Kasım 2009 - İletişim Fakültesi

Sayı 17 / Kasım 2009 - İletişim Fakültesi gençler ve yeni medyayı analiz eden Cansızoğlu konuşmasını ‘Afterschool’ adlı film ile örneklendirdi. Panelin sonunda sözü devralan ve kapanış konuşmasını yapan İletişim Fakültesi Dekanı Sevda Alan...

Detaylı