ġnsan haddġnġ bġlmelġ

Transkript

ġnsan haddġnġ bġlmelġ
EDĠTÖRDEN
Remzi Zengin
2011 yılını geride bırakırken siz değerli okuyucuların verdiği destekle 22. sayımızla yine
beraberiz. Geriye dönüp baktığımızda kültür ve sanat adına pek çok faaliyete imza attığımızı rahatlıkla
söyleyebiliriz.
Türk kültür ve sanatının yayılmasında önemli görevler üstlenen dergiler olarak Kültür ve
Turizm Bakanlığı‘nın son yıllarda vermiĢ olduğu katkıyı çok iyi değerlendirmemiz gerekir. Bu açıdan
Bakanlığımıza bir kez daha teĢekkür etmeyi borç biliyoruz.
Tokat ġairler ve Yazarlar Derneği ve KÜMBET Dergisi önceki yıllarda olduğu gibi 2011 yılında
da Tokat‘ta kültür, sanat adına faaliyet gösteren sivil toplum örgütleriyle koordineli bir Ģekilde
çalıĢmayı kendisine Ģiar edinmiĢtir. ÇalıĢmalarını sadece dergi ve gazete gibi yayın alanlarında
bırakmayıp birbirinden değerli belgesel nitelikte ―KÜLTÜR SOFRASI ―adıyla televizyon programları
da yaparak geniĢ bir izleyici topluluğu oluĢturmuĢtur.
Bu etkinliklerin baĢında Tokat Kent Konseyi-Eğitim Kültür ve Sanat ÇalıĢma Grubu ile ĠLESAM
iĢbirliğiyle gerçekleĢtirilen ―TOKAT-ELAZIĞ-ANKARA KÜLTÜR BULUġMASI ―‗nı önemli bir kültür
buluĢması olarak kabul etmek gerekir. Bu etkinlik sadece Tokat‘la sınırlı kalmayıp birer kültür, sanat
merkezi olan Erbaa ve Niksar‘daki Ģiir ve müzik programlarıyla da devam etmiĢtir. Bu etkinliklere
büyük katkı sağlayan Tokat, Erbaa ve Niksar Belediyelerine müteĢekkiriz.
Derneğimiz, ĠLESAM, Niksar Belediyesi ile birlikte Niksar Yağıbasan Medresesi‘nde yapılan
Erzurumlu Emrah Paneli, Cahit KÜLEBĠ 2.Memleketime BakıĢ ġiir YarıĢması ve ġiir ġöleni kültür ve
sanat alanlarında büyük ilgi gördü.
SarıkamıĢ ġehitlerini 96.yılında anmak amacıyla Türkiye ġehitlerine Yürüyor Etkinliklerine
Kars Valiliği ve SarıkamıĢ Kaymakamlığı ve Belediyesi‘nce davet edilen Tokat Kent Konseyi, Eğitim
Kültür ve Sanat ÇalıĢma Grubu, Tokat ġairler ve Yazarlar Derneği, ĠLESAM, Tokat ġehit Aileleri
Sosyal YardımlaĢma ve DayanıĢma Derneği‘nden oluĢan 25 kiĢilik bir ekip bu davete icap ederek onurlu
bir Ģekilde Tokat‘ı temsil etmiĢtir.
Kültür programlarında Mehmet Akif ERSOY, Çanakkale ġehitleri, SarıkamıĢ ġehitleri, ÂĢık
Veysel, Erzurumlu Emrah, Cahit KÜLEBĠ anılırken Ģairlerimiz ve yazarlarımız Kütahya Simav ġiir
ġöleni, Zile Yaylakent Festivali, Tarihiyle ve Kültürüyle 2.Zile Sempozyumu‘na katılmıĢlardır.
Irak Türkmen Cephesi Ankara Temsilciliği ziyaret edilerek Kerkük Meselesine hassas
olunduğu dile getirilmiĢtir. Azerbaycan‘dan Niksar Belediyesi ve Tokat ġairler ve Yazarlar Derneği‘nin
davetlisi olarak gelen Azerbaycan Devlet Televizyonu mensuplarıyla birlikte ortak programlar
yapılarak Azerbaycan AZ Televizyonu‘nca yayını sağlanmıĢtır.
ĠLESAM BaĢkanı M. Nuri PARMAKSIZ‘ın bizzat katılımıyla ―Telif Hakları ve Korsanla
Mücadele ‖konusunda Tokat ve ilçelerinde konferanslar verilmiĢtir. Saraybosna Müftü ve Yardımcısı
ile Tokat Müftüsünün iĢtiraki ile kültür etkinliği yapılmıĢtır. Çanakkale ġehidi Kınalı Ali‘nin torunu
Kınalı Ali ve ÂĢık Veysel‘in oğlu Bahri ġatıroğlu televizyon programlarına konuk edilmiĢtir.
Öğretmenler Günü‘nde il Milli Eğitim Müdürü, emekli eğitimciler ve genç eğitimciler bir araya
getirilerek kutlama yapılmıĢtır. 1O kasım Atatürk‘ü Anma Etkinlikleri çerçevesinde Tokat‘taki Atatürk
Evi ve Etnografya Müzesi‘nde Atatürk‘ün silah arkadaĢlarından Mustafa Vasfi SÜSOY‘un torunlarının
da katıldığı televizyon programı yapılmıĢtır.
Dernek tarafından üç yıl önce yayınlanan Tokat‘tan Mısralar-I ġiir Antolojisi‘nin ikincisi
Tokat‘tan Mısralar-II adıyla yayınlanarak tanıtımı yapılmıĢtır. Dernek üyelerinden Salih AktaĢ‘ın
―Yayla Çorbası‖ adlı eseri üçüncü yayın olarak gerçekleĢtirilmiĢtir.
Derneğimize ve dergimize göstermiĢ olduğunuz teveccühe teĢekkür eder, 2012 yılının Yüce
Türk Milletine, kültür ve sanat dünyasına hayırlara vesile olmasını dileriz.
EĞĠTĠMDE YENĠ UFUKLAR
Prof. Dr. Ertuğrul YAMAN
([email protected])
Eğitim kavramı, insanlığın var oluĢu kadar eski; insanlık var oldukça da sürecek kadar
yeni bir hayati ihtiyaçtır. Eğitim kavramının çok farklı boyut ve alanları vardır: Bireysel
eğitim, ailede eğitim, yaygın ve örgün eğitim, mesleki eğitim, özel eğitim, kurumsal eğitim vb.
Doğumdan ölüme kadar devam eden bu süreç, özellikle AB mevzuatıyla hayat boyu eğitim
modellemesiyle artık herkesi kapsar duruma getirilmiĢtir.
Devletlerin yükümlü olduğu en önemli konu, hiç Ģüphesiz, eğitimdir. Dünya‘nın bütün
ülkelerinde olduğu gibi, Türkiye‘de de eğitim sistemimizi daha yüksek standartlara taĢımak,
eğitimli bireyler yetiĢtirmek ve eğitilmiĢ bir toplum kurmak hepimizin idealidir. Bireyden
aileye, aileden topluma, toplumdan millete, milletten insanlık ailesine geçiĢ süreçlerinde
eğitimsiz bir an dahi düĢünülemez. GeliĢmiĢ ve uygarlaĢmıĢ tüm ülkelerde eğitim en önemli
yatırım alanı ve en öncelikli ihtiyaç olarak tespit edilmiĢtir.
Ülkemizdeki eğitim anlayıĢı ve uygulamalarını daha iyiye, güzele ve doğruya
taĢıyabilmek için yeni ufuklara yelken açmamız gerekiyor. Bu bağlamda bir yandan eski kalıp
anlayıĢlarımızı terk etmek yanında yeni açılımlara da ihtiyacımız vardır. Öncelikle
belirtmemiz gerekir ki eğitimin yalnızca okulda yürütülen bir etkinlik olduğu anlayıĢı çoktan
rafa kalkmıĢtır. Eğitim anne karnında baĢlayıp son nefese kadar devam edegelen bir süreçtir.
Bireylerin öğrendiği her bilgi, ortaya koyduğu her davranıĢ, sarf ettiği tüm sözler, bakıĢı,
duruĢu, oturuĢu, yürüyüĢü, yemesi, içmesi, giyimi, kuĢamı… kısacası hayatın her karesi
eğitimin kapsama alanı içindedir.
GeniĢ anlamıyla eğitim, hem bilgi verip öğretmeyi hem de verilen bilgileri davranıĢa
dönüĢtürmeyi ifade eder. Türkiye‘de halen uygulanan eğitim sistemi bilgi verme üzerine
kurulu öğretim modelidir. Bilgi, her zaman değerlidir. Günümüzde bilgiye ulaĢmak çok daha
kolaylaĢmıĢtır. Ġnternet teknolojisi sayesinde, hemen her tür bilgiye kısa zamanda ve
kolaylıkla ulaĢılabilmektedir. Eğitim sisteminde -özellikle lise ve üniversitede- bilgi
aktarımından çok bilginin adresi gösterilmeli ve bilgi kazanma metotları üzerinde durularak
gençler, araĢtırma ve uygulamaya teĢvik edilmelidir. Günümüzde bilgi kazanmaktan çok,
bilginin uygulamaya dönüĢtürülmesi önem kazanmıĢtır. Bunun en pratik ifadesi ise, bilgili,
bilinçli ve bilge bireyler yetiĢtirmektir.
Kalkınma AnlayıĢı
Türkiye‘de eğitime verilen değer ve önem, devletin kalkınma anlayıĢı ile doğrudan
bağlantılıdır. Ülkemizde kalkınma anlayıĢı, genellikle, teknolojik buluĢlar ve altyapı yatırımları
ile sınırlandırılmıĢtır. Yani, Türkiye‘de kalkınmanın karĢılığı fabrikalar kurmak, barajlar inĢa
etmek ve yollar yapmaktır. Kalkınabilmemiz için bunlara gerçekten de ihtiyacımız vardır ama
aslında bu anlayıĢ, kalkınma kavramının ancak yarısını oluĢturur.
Bu yanlıĢ ve yetersiz anlayıĢın doğal sonucu olarak ülkemiz, bugün yalnızca, ekonomi
temelli kalkınmanın peĢine düĢmüĢ; insanın iç huzuru, geliĢimi ve psikolojik tatminleri gözden
ırak tutulmuĢtur. Bilgi yönünden nispeten yeterli bireyler yetiĢtirilmiĢse de iç disiplini(huzur
ve mutluluk), insan iliĢkileri ve davranıĢlar açısından olumsuz sonuçlar ortaya çıkmıĢtır.
Yeni bir ufuk olarak asıl kalkınmanın insanın iyi eğitilmesi ve yetiĢtirilmesi,
toplumun geliĢtirilmesi olduğunu kabullenmemiz gerekmektedir. Ġnsana yapılan yatırım her
Ģeyin üzerindedir. Bir yandan insan için gerekli olan her türlü maddi ihtiyaçlar karĢılanırken
diğer yandan da doğrudan insanın ve toplumun manevi ihtiyaçlarını (sevgi, saygı, güven,
hoĢgörü, adalet, dayanıĢma…) temin etmek gerekir. BeĢikten mezara kadar değiĢik tarz ve
derecelerde devam eden eğitim süreci, insanın en önemli ihtiyaçlardan birisidir.
Ġnsan YetiĢtirme Politikası
Halk adına toplumu yönetme iĢini ve sorumluluğunu üstlenen devlet adamlarının en önemli
görevi insan yetiĢtirme politikasını oluĢturmaktır. Çünkü toplum adına ve halk yararına hizmet
etmek demek, halkı huzur içinde yaĢatmak demektir.
Türkiye‘de bir “insan yetiĢtirme politikası” ne yazık ki henüz yoktur. Bugün ülkenin en
önemli sorunu, eğitimsizlik ve iletiĢimsizliktir. Sorun olarak gösterilen iĢsizlik, ekonomi, terör
vb.leri sorun değil, eğitimsizliğin en önemli sonuçlarıdır. Ġnsanı ve toplumu iyi yetiĢtirmeden
bu sonuçları ortadan kaldıramayız. Bunu baĢarabilmek için, ciddi bir ―insan yetiĢtirme
politikası‖ oluĢturulmalıdır. Çocuklar ve gençler için model insanlar doğru belirlenmeli ve
doğru davranıĢlar üzerinde toplumca uzlaĢma sağlanmalıdır.
Ailenin de okulun da devletin de en önemli görev ve sorumluluğu iyi insanlar
yetiĢtirmektir. Eğitimin en temel amacı, insan kalitesinin yükseltilmesidir. Çağımızda
insanı gereğince eğitmek ve iyi yetiĢtirmek toplumdaki huzur ve refahın ilk Ģartıdır. Sevginin,
saygının, hoĢgörünün, dayanıĢmanın olmadığı bir yerde, huzur ve kalkınmadan söz edilemez.
Her Ģey, insana verilen değer ve onun eğitilmesiyle baĢlar. Mutlu insanlar, üretici olurlar.
Mutsuz insanlar, çılgınca tüketirler.
Eğitim/Öğretim Algılaması
Eğitim ve öğretim kavramlarının zihinlerde ve uygulamada tam olarak netleĢmediği,
eğitimcilerin dahi bu iki kavramı zaman zaman iç içe, hatta birbirlerinin yerine kullandıkları
gözlenmektedir. Eğitim vermekle, bilgi aktarmak(öğretmek) eĢdeğer kabul edilmekte;
böylece de ciddî hatalara düĢülmektedir. Öncelikle bu kafa karıĢıklığı ve kavram kargaĢasının
berraklaĢtırılması gerekir.
Eğitim kavramı, öğretimi ve eğitimi kapsayan çok geniĢ bir anlam alanına sahiptir.
Eğitim, hem öğretmeyi hem de verilen bilgileri davranıĢa dönüĢtürmeyi ifade eder.
Türkiye‟deki eğitim anlayıĢı ise, yalnızca “öğretim” yapmayı öngörmektedir. Eğitim
kurumlarında kuru bilgiler, yarım yamalak aktarılırken kiĢilik ve karakter eğitimi yok denecek
kadar azdır.
Aile En Harika Okuldur!
Her insan, bir aile içinde dünyaya gelir. Dolayısıyla bireyler, aile içinde var olurlar ve
yine varlıklarını aile içinde sürdürürler. Bireyin ruh sağlığı ve beden sağlığı için aile en
vazgeçilmez mekândır. Güvenli ve huzurlu bir toplumun temeli de sağlıklı ailelerdir.
Bir toplumu ayakta tutan en önemli birim ailedir. Bireylerden oluĢan toplumda, bireyler
sağlıklıysa aileler sağlam kurulur, sağlıklı ailelerden de sağlıklı bir toplum oluĢur. Ailenin
sağlamlığı hem bireylerin hem de toplumun en önemli güvencesidir.
Bütün bu bozma
gayretlerine rağmen, toplumumuzda hâlen en sağlam kurum ailedir.
Ülkemizde eğitim alanındaki diğer yeni bir
yeni ufuk eğitimde en önemli ve en temel basamağın
aile olduğu gerçeğinin kabul edilmesidir. Bu yeni
ufkun öngörüsü Ģudur: Çocuklar açısından aile;
Dünya‘nın en harika okulu; anne ve babalar ise,
Dünya‘nın en harika eğitmenleri olmalıdır. Özelde
öğretmenler, genelde eğitimciler ise, ailenin diktiği
fidanları meyveye durduran muhteĢem insanları
anlayıĢıyla konuya yaklaĢmaları gerekir. Eğitimcilik,
insan yetiĢtirme sanatıdır.
Sağlam temelli aileler kurmak amacıyla
evlenecek bireylere evlilik öncesinde birtakım
eğitimler zorunlu olarak verilmelidir. Evlilik okulu, Anne-Baba Okulu projesiyle evlilik
öncesinde çiftler, 20 günlük veya 1 aylık eğitimlerden geçirilerek sorumlulukları anlatılabilir.
Bireyler evlilik kurumuna saygı duymalı, devlet de bu kurumu her yönden desteklemelidir.
Çünkü; aileyi sağlamlaĢtırmak geleceğe sahip çıkmaktır.
Eğitim; ailede, okulda, medyada, camide, kıĢlada ve tüm ortamlarda -ana ilkeler
bağlamında- ortak bir eğitim anlayıĢıyla verilmelidir. Japonlar çocukları HiroĢima‘ya götürüp o
ruhu yaĢamalarını sağlıyorlar. Biz de bu iĢi Çanakkale‘ye giderek yedi düvelle nasıl
çarpıĢtığımızı hissederek yeniden çocuklarımıza yaĢatmalıyız. YaĢananları film gibi
izlememeli, geçmiĢle günümüz arasında empati yapmalıyız.
Çocuklarımızın zihinlerine bunca bilgi depolamak yerine, onlara daha fazla oranda “kiĢilik
ve karakter eğitimi, ortak duygu, ortak bilinç” vermeliyiz. Bunu yaparken en önemli güç
kaynağımız ise, ecdadımızın dünyaya bakıĢ açısı olmalıdır. Gelecek nesillerini planlamayan ve
kendince ideal insan yetiĢtiremeyen toplumlar, ekonomik açıdan ilerleseler dahi ayakta
kalamazlar. Bütün yatırımlar içinde en kıymetli olanı insana yapılan yatırımdır. Okuyan,
araĢtıran, değer veren, düĢünen, sorgulayan, iletiĢim kuran ve çok çalıĢan nesiller tek
kurtuluĢ reçetemizdir. Bireyi ve toplumu eğitmeden kalkınmak da mümkün değildir.
Sonuç itibariyle en baĢta birey ve aile olmak üzere, toplum birimlerini sağlıklı
yetiĢtiremezsek; millet, ülke ve devlet olarak büyük bir tehlike ile karĢı karĢıya kalırız. Bu
tehlike, ekonomik yıkımlardan çok daha ağır ve öldürücüdür! Bir an önce aklımızı baĢımıza
devĢirip çocuklarımızı, insanımızı ve aileleri gerçekçi bir eğitimden geçirmenin çaresine
bakmalıyız. Maddî sefalete göğüs gerebiliriz ama manevî sefaletin çaresi yoktur. Sözün özü;
eğitim meselesi, Türkiye‟nin en önemli ve en güncel meselesidir!
TÜRK - ĠSLAM ÜLKÜSÜ MÜTEFEKKĠRĠ SEYYĠD AHMET ARVASĠ
(Hayatı ve Eserleri )
Mustafa KUVANCI
15 ġubat 1932 tarihinde Ağrı Doğubeyazıt‘ta dünyaya geldi. Ailece Van‘ın bugünkü adı
Bahçesaray olan Müküs ilçesine bağlı Arvas köyündendir. Babası gümrük memurluğundan
emekli Abdülhakim Efendi‘dir. (N. Fazıl'ın üstadı Abdülhakim Arvasi ile karıĢtırılmamalıdır.)
Ġlkokula Van‘da baĢlamıĢ, Doğubeyazıt‘ta devam etmiĢtir. Karaköse‘de baĢladığı
ortaokulu da Erzurum‘da bitirmiĢ, ardından Erzurum Öğretmen Okuluna girerek 1952 yılında
mezun olmuĢ ve aynı yıl Konya‘nın Doğanbeyli nahiyesine ilkokul öğretmeni olarak göreve
baĢlamıĢtır. Ardından Ağrı‘nın Molla ġemdin köyüne tayin edilen Arvasi üç yıllık ilkokul
öğretmenliğinin ardından askere gitmiĢ, askerliğini yedek subay olarak tamamladıktan sonra
Gazi Eğitim Enstitüsü Pedegoji bölümüne kaydolmuĢ ve 1958‘de burayı bitirdikten sonra Van
ErciĢ Alparslan Ġlköğretmen Okulu‘na pedegoji öğretmeni olarak tayin olmuĢtur.
18 Kasım 1959‘da SavaĢtepe Ġlk öğretmen Okulu‘na pedegoji dersleri öğretmeni olarak
gelen Arvasi 4 Kasım 1965‘te Balıkesir Necati Eğitim Enstitüsü‘ne nakil olmuĢ 22 Ocak
1972‘ye kadar Balıkesir‘de görev yapmıĢtır.
Balıkesir‘den Bursa Eğitim Enstitüsü‘ne tayin olan Arvasi, 1979 yılında Ġstanbul
Atatürk Eğitim Enstitüsü‘nden emekli olmuĢtur. 1979‘da MHP genel idare kuruluna üye olarak
seçilmiĢ, 12 Eylül darbesinden sonra da tutuklanarak Mamak zindanlarında yatmıĢ, 4. Kolordu
Komutanlığı Bir Numaralı Askeri Mahkemesi‘nde yargılanmıĢ ve beraat etmiĢtir.
Ġlk kez ―Sır‖ adlı Ģiir kitabını 1955 yılında yayınlayan S. Ahmet Arvasi, bu kitaptan
sonra düzyazıya geçmiĢ ve sırasıyla Ġleri Türk Milliyetçiliğinin Ġlkeleri (1965), Kendini Arayan
Ġnsan (1968), Ġnsan ve Ġnsan Ötesi (1970), Eğitim Sosyolojisi (1976), Türk Ġslam Ülküsü
(1979-1980), Diyalektiğimiz ve Estetiğimiz (1982), Ġlm-i Hal (1982), Doğu Anadolu Gerçeği
(1986),
ġiirlerim
(1989),
Size
Sesleniyorum
(1989),
Hasbihal
(1990)
Hasbihal adlı eser Burak Yayınevi tarafından konularına göre tasnif edilerek yeniden
düzenlenmiĢ ve on iki kitap halinde yayınlanmıĢtır.
S. Ahmet Arvasi Üzerine Yapılan ÇalıĢmalar
S. Ahmet Arvasi hakkında birçok yazı ve
kitap yazılmıĢtır. Kitap alanında ilk çalıĢma
Ģahsıma aittir. 1992 yılında Van 100. Yıl
Üniversitesi‘nde lisans tezi olarak hazırladığım
çalıĢma 1997 yılında Ġstanbul‘da Burak Yayınevi
tarafından basılmıĢtır. (Seyyid Ahmet Arvasi
Hayatı-Tefekkürü- Eserleri, Mustafa Kuvancı,
Burak Yay. Ġst. 1997.) Arvasi üzerine
hazırladığım ikinci kitabım ―Bir Gönül Dostu
Seyit Ahmet Arvasi‖ Ekim 2009‘da Bilgeoğuz
Yayınları tarafından basılmıĢtır.
S. Ahmet Arvasi üzerine yapılan çalıĢmaları Ģöyle sıralayabiliriz A) Kitaplar:
1. Mustafa Kuvancı, Seyyid Ahmet Arvasi Hayatı – Tefekkürü- Eserleri, Burak Yayınları, Ġst.
1997. 2. Hüdavendigar Onur, Asrın Yesevisi S. Ahmet Arvasi, Burak Yay. Ġst. 1999
3. Hakkı Öznur, S. Ahmet Arvasi, Alternatif Yay. Ank. 2002 4. ġuayip Özdemir, Seyyit
Ahmet Arvasi Hayatı, Eserleri ve Eğitim Üzerine GörüĢleri, Arı Sanat Yayınevi, Ġstanbul,
2006 5. Hüdavendigar Onur, Arvasi Hocayla BaĢ BaĢa, Biyogafi.net, Ġst. 2007 6.Mustafa
Kuvancı, Bir Gönül Dostu Seyit Ahmet Arvasi, Bilgeoğuz, Yay. Ġst. 2009 7.Mehmet Ozan
Semerci‘nin çalıĢması Ocak 2011 sonunda çıkacaktır.
B) Yüksek Lisans Tezleri: 1. Arvasi‘de Din-Milliyetçilik-Eğitim-Felsefe-Kültür ve
Siyaset AnlayıĢı, Faruk Bartan, 1993, Ġstanbul Üniversitesi, (176 s) DanıĢman: Prof. Dr.
Amiran Kurtgan Bilgiseven 2.S. Ahmed Arvasi‘nin Sosyolojik GörüĢlerinde Dini ve Mali
Unsurlar, Çetin Nar, 1996, Marmara Üniversitesi, (129 s.) DanıĢman: Doç. Dr. Yümni Sezen
3.Seyyid Ahmet Arvasi‘nin Ġnsan AnlayıĢı, Salih Arslan, 1997, Süleyman Demirel
Üniversitesi, (101 s.) DanıĢman: Prof. Dr. Ġsmail Yakıt 4.1950‘den Sonra Türkiye‘de Felsefi
Hareketlerden Bir Örnek Olarak Seyyid Ahmet Arvasi, Ender Ġskurt, 1998, Atatürk
Üniversitesi, (120 s) DanıĢman: Doç. Dr. Ġbrahim Hakkı Aydın 5.Seyyid Ahmet Arvasi‘de
Estetik ve Sanat, Osman Mutluel, 1998, Süleyman Demirel Üniversitesi, (66 s.) DanıĢman:
Prof. Dr. Ġsmail Yakıt 6.Seyyid Ahmet Arvasi‘nin Eğitim ve Din Eğitimi Ġle Ġlgili GörüĢleri,
Cemalettin Perçemkaya, 1999, Atatürk Üniversitesi, (129 s.) DanıĢman: Yard. Doç. Dr. Abbas
Çelik 7. Seyyid Ahmet Arvasi‘nin Devlet ve Eğitim AnlayıĢı, Serdar Polat, 2009, Yüzüncü Yıl
Üniversitesi, (99 s.), DanıĢman: Prof. Dr. Necmeddin Tozlu
Fikir adamı S. Ahmet Arvasi: Türk ilim ve fikir hayatına ―Kendini Arayan Ġnsan‖ adlı
eseriyle katılan ve dikkatleri üzerine çeken Arvasi, kısa bir sürede fikri ağırlığını kabul
ettirmiĢ, özellikle dönemin gençliği tarafından aranılan, güvenilen ve yol gösteren bir
mütefekkir olarak kabul edilmiĢtir.
1969‘larda ilk defa açıktan ve yüksek sesle Türkiye radyolarından ―Türk –Ġslam
Sentezi‖ Ģeklinde Ahmet Er tarafından açıklanan milli ve Ġslami düĢünce yapımızla ilgili olarak
―sentez‖ kelimesinin kullanılmasını doğru bulmamıĢ, bunun yerine Türk Ġslam Ülküsü ifadesini
uygun görmüĢtür.
S. Ahmet Arvasi idealini Ģöyle açıklar: ―Ben, Ġslam iman ve ahlakına göre yaĢamayı en
büyük saadet bilen, büyük Türk milletini iki cihanda aziz ve mesut görmek isteyen ve böylece
Ġslam‘ı gaye edinen Türk milliyetçiliği Ģuuruna sahibim. Ġnanıyorum ki hem Türk hem
Müslüman olmak hem de muasır dünyaya öncülük etmek mümkündür. Ecdadımız bütün
tarihleri oyunca bunu denediler ve baĢarılı oldular. O halde bizler niye bu tarihi misyonumuzu
yerine getirmeyelim?‖
Arvasi‘nin Ģu sözleri onun fikri yapısını açıkça ortaya koyar: ―Türk-Ġslam kültürüne,
Türk-Ġslam medeniyetine, Türk-Ġslam ülküsüne bağlı, Türklük Ģuur ve vakarına, Ġslam iman,
aĢk, ahlak ve aksiyonuna sahip, Türklüğü bedeni, Ġslamiyet‘i ruhu bilen, milletini teknolojik
hamlelerle dünyanın bir numaralı devleti yapmak özlemi ile çırpınan, Dünya Türklüğünün,
Ġslam dünyasının ve bütün mazlum milletlerin ümidi olmaya namzet bir gençlik yetiĢtirmekten
baĢka çaremiz yoktur.‖ Bu amaç doğrultusunda yıllarca çalıĢtığı öğretmen okullarında
Anadolu‘nun bağrından kopup gelen öğrencileri yetiĢtirmiĢ, onlara bu fikirleri vermiĢ;
öğretmenlik dıĢında yazdığı yazılarla, verdiği konferanslarla bu ideale hizmet etmiĢtir.
Arvasi Hoca Seyyid‘dir. Kendi el yazısıyla hazırladığı ve bir nüshasını M. Necati
Özfatura‘ya verdiği Ģeceresinde 48‘inci göbekte Hz. Ali‘ye dayanır. Arvasi Hocanın soyu 35.
göbekte Seyyid Hacı Kasım Bağdadi‘ye dayanır. Hacı Kasım Bağdadi, 15 ev akraba ve
yakınlarıyla Bağdat‘tan sefere çıkmıĢ, üç yıl Musul‘da konakladıktan sonra Mardin‘e, oradan
Diyarbakır‘a gelmiĢtir. Uzun yıllar bu bölgede kurduğu dergâhlarla gönüllere sultan olmuĢtur.
Hacı Kasım Bağdadi Bursa‘ya gelerek Orhan Gazi‘yle görüĢmüĢ, Orhan Gazi‘nin de tasdikiyle
bölgeye yerleĢen Seyyidler, Doğu-Güneydoğu Anadolu‘da Ġran ve ġii yayılmasına karĢı bir yay
oluĢturarak Osmanlı‘nın Doğu‘da güvende olmasını sağlamıĢtır.
Seyyid, dolayısıyla Arap asıllı olan S. Ahmet Arvasi‘nin neden Türk milliyetçisi
olduğu hep merak konusu olmuĢtur. Bize göre bu ülküyü Ģekillendiren en önemli faktör,
ailesinden gelen asalettir. Eski Van mebusu Ġbrahim Arvas, Tarihi Hakikatler (Ankara 1964)
adlı eserinde bir olaydan bahseder:
Osmanlı‘nın dağılma döneminde müridleriyle birlikte Suriye üzerinden Hacc‘a giden
Abdülhakim Arvasi‘ye (N. Fazıl‘ın üstadı) oranın ileri gelenleri kendisine medrese yaptırarak
her türlü imkânı sağlayacaklarını taahhüt ederek Arabistan‘da kalmasını istemiĢlerdi.
―Osmanlı zaten öldü, Türk diye bir Ģey kalmamıĢtır.‖ denilince Abdülhakim Arvasi sinirlenip
yerinden kalkmıĢ ―Dünyada iki Türk kalsa biri benim!‖ diyerek meclisi terk etmiĢtir. S. Ahmet
Arvasi kendisine bu yönde sorulan bir soruya cevaben Ģunu söyler: ―Ben Afrika‘nın ortasında
doğmuĢ bir zenci olsaydım ve bu aklım da bende olsaydı yine Türk milliyetçisi olurdum. Çünkü
ben Amentü‘ye iman ettiğim gibi iman ediyorum ki, Türk milletinin de Ġslâm âleminin de
mazlum
milletlerin
de
kurtuluĢu
Türk
milliyetçilerindedir,
Türk
Ġslâm
ülkücülerindedir.‖ Arvasi Hoca Oğuz Han‘ın Zülkarneyn olduğuna inanırdı ve Türk milletinden
bahsederken ―Oğuz‘un Çocukları‖ derdi.‖ Ömer Kaplan anlatıyor: Sohbetin bir yerinde
―Hocam Ġslâmî-dini konularda dahi Türk milletini hep öne çıkarıyorsunuz. Sebebini anlatır
mısınız demiĢtim.‖ Cevaben Ģunları söyledi: ―Bir kere Sahabe-i Kiram‘dan sonra Ġslâm‘a en
büyük hizmeti yapan Türklerdir. Bu millet yüzyıllarca Ġslâm âlemini korumuĢ, kollamıĢ ve bu
uğurda hiç çekinmeden oluk gibi kanını akıtarak milyonlarca Ģehit vermiĢtir. Bunun yanı sıra
Ġslâm kültür ve medeniyetinin geliĢmesine de maddi manevi büyük katkıları olmuĢtur. Türk
milleti Ġslâm‘la bütünleĢmiĢ ve iç içe girmiĢ bir millettir. Batı‘ya, Avrupa‘ya gittiğinizde hangi
millettensin diye sorarlar. Eğer Türk‘üm dersen ikinci soruya muhatap almazsın. Çünkü bilirler
ki sen Müslümansın. Türk demek, Müslüman demektir. Ama Arap‘a Hıristiyan mısın, Müslüman
mısın diye soruyorlar… Aradaki farkı Ģimdi anladın mı?.. Türkler millet olarak hep beraber
Ġslâm‘ı seçen bir millettir. Ġslâm‘a büyük hizmetleri olmuĢtur ve hâlâ da olmaktadır. Bulgar
da olabilirsin, Makedon da olabilirsin; hatta Afrikalı zenci de olabilirsin. Ama ne olursan ol,
eğer Müslüman‘san Türk‘e saygı göstermelisin. Bu milletin Ġslâm‘a hizmetleri unutulmaz onun
için de bu millet sevilir.‖
Arvasi‘nin Ģu sözlerine iyice kulak vermek gerek: : ―Ben, Ġslam iman ve ahlakına göre
yaĢamayı en büyük saadet bilen, büyük Türk milletini iki cihanda aziz ve mesut görmek
isteyen ve böylece Ġslamı gaye edinen Türk milliyetçiliği Ģuuruna sahibim. Benim milliyetçilik
anlayıĢımda asla ırkçılığa, dar bölgeciliğe ve dar kavmiyet Ģuuruna yer yoktur. Ġster
azınlıktan gelsin ister çoğunluktan gelsin her türlü ırkçılığa karĢıyım. Bunun yanında Ģanlı
Peygamberimizin ―KiĢi kavmini sevmekle suçlandırılamaz‖, ―Kavminin efendisi kavmine hizmet
edendir.‖ ve ―Vatan sevgisi imandandır.‖ tarzında ortaya koydukları yüce prensiplere
bağlıyım.‖ Arvasi Türk milliyetçiliğini de Ģöyle tanımlar: ―Milliyetçilik, bir milletin kendini
ekonomik, kültürel, sosyal, politik yönden güçlendirmesi ve baĢka millet ve gruplara
sömürtmeme çabasıdır. Bu bakımdan milliyetçilik meĢru bir hak ve Ģuurdur.‖.
―Türk milliyetçiliği Ġslam iman ve Ģuuru içinde yücelmeyi gaye edinen ve Türk‘ün mutluluğunu
burada arayan bir harekettir.‖
―Türk milliyetçiliği sadece bir aydın zümre hareketi değildir. Bütün nesil, dilim ve
tabakaları ile Türk milletini kucaklayan bir fikir ve harekettir. Onun programı, çağdaĢ Türk –
Ġslam ülküsünü, sosyal, kültürel, ekonomik ve politik yönleri ile gerçekleĢtirmektir. Büyük ve
güçlü
Türk
devletini
gerçekleĢtirme
iradesini
daima
ayakta
tutmaktır.‖
Arvasi Hoca‘nın fikirlerinin anlaĢılabilmesi için onun kitaplarının okunması gerekmektedir.
Buraya alabildiğimiz onun düĢüncelerinden, çizdiği yol haritalarından sadece birkaçıdır. O,
bütün ömrünü Türk gençliğini bilinçlendirmeye ve yetiĢtirmeye vakfetmiĢtir. Bugün bizler de
onun eserlerinin gençler tarafından okunmasını sağlayarak bilinçli bir Türk gençliği
yetiĢtirmek zorundayız.
Öğretmen S. Ahmet Arvasi: 1952‘de baĢlayan öğretmenlik hayatı 1979‘da emekliye
ayrılmasıyla resmi olarak son bulmuĢ, ancak Arvasi hoca fiili olarak öğretmenliğe devam
etmiĢtir. 27 yıllık öğretmenlik hayatı boyunca sayısız öğrenci yetiĢtirmiĢ, Milli Ģuurla dolu
nice öğretmen mezun ederek okullara göndermiĢtir. Arvasi Hoca‘yı Yazar BeĢir Ayvazoğlu
Ģöyle anlatıyor:
―Onun talebesi olan herkes ondan etkilenmiĢtir. Her yeni ders, yeni ufuklar açan bir
derstir. Sadece konuĢmasıyla değil, çok güzel jestlerle, mimiklerle de etkilerdi. Aktör gibi
anlatırdı. Acaba büyük bir aktör olabilir miydi diye sormuĢumdur kendi kendime. Gözlerindeki
derin ifade… Çok okuyan, düĢünen, rahatsız insan gözleri, insana sonsuzluk ve derinlik hissini
verirdi. Adeta hipnotize ederdi karĢısındakileri.‖
Emekli öğretmen, yazar Mehmet Ozan Semerci hocayla ilgili bir anısını Ģöyle anlatıyor:
―1971 yılı kıĢında bir gece üç dört arkadaĢ, eğitim enstitüsünde okuduğumuz o günlerin
sıkıntılı atmosferi içinde iyice sıkıldığımız, bunaldığımız bir günde ne yaptıysak bir türlü
feraha çıkamamıĢtık. En nihayet ‗Haydi hocaya gidelim‘ dedik. Saat gecenin 24‘ü. Perdeden
sızan ıĢıktan cesaret alarak kapısını çaldık. Tahmin ettiğim gibi hala yatmamıĢ (fakat yatmak
üzere) olduğundan bizi kapıda karĢıladı. Her zamanki mütebessim çehresi ile Ģaka yollu bir
ifadeyle: ‗Bre zalimler, saat kaç biliyor musunuz?‘ deyince biz de ‗Evet hocam.‘ karĢılığını
verdik. ‗Peki, öyleyse girin içeri‘ diyerek bizi kabul etti. O gece sabaha kadar son derece
bereketli ve feyizli bir sohbet oldu. Moralimiz düzelmiĢ, ruhumuz aydınlanmıĢ, gönlümüz
ferahlamıĢ olarak yanından ayrıldık.‖
S. Ahmet Arvasi öğretmenliğinin ilk yıllarında baĢından geçen bir olayı anlatıyor bir
yazısında: Ağrı`nın Doğubeyazıt ilçesi Molla ġemdin Köyü`nde köy muhtarı kendisine
"müellim bey" diye seslenir her zaman. O, muhtarın Ģivesidir, "muallim" sözünü telaffuz
edemediği için böyle söylüyordur diye düĢünür. Ancak birkaç ay sonra muhtar Hoca`ya gelir
ve Ģöyle der: "Ahmet Bey, sen gerçekten muallimmiĢsin. Senden önce buraya gelenler hep
"müellim" oldular ama sen "muallim"sin." (müellim: elem veren, üzen, inciten; muallim: ilim
öğreten).
O, hep muallim oldu. Sakin Öner ―Türk Ġslam Ülküsü Mütefekkirinin Eğitimle Ġlgili
DüĢünceleri‖ baĢlıklı yazısında Ģunları anlatıyor: ―Merhum S. Ahmet Arvasî, her Ģeyden önce
bir eğitimciydi. Hem de, büyük bir eğitimciydi. O‘nun bu yönünü, muarızları ve düĢmanları bile
ittifakla kabul etmiĢlerdi. Kader bize, meslek hayatının son yıllarında (1975-1978) üç yıl
kadar birlikte çalıĢma fırsatı verdi. Arvasî Hoca, benim Müdür BaĢyardımcılığını yaptığım
Atatürk Eğitim Enstitüsünde, Meslek dersleri öğretmeni olarak vazife yapıyordu. BranĢında
söz sahibiydi. Zaten bunu, okuttuğu Eğitim Sosyolojisi dersinin tek kitabını yazarak da,
ispatlamıĢtı.
O
tarihlerde,
terör
ve
anarĢi
doruk
noktasındaydı.
Okullarda iĢgaller ve boykotlar bir türlü gündemden inmiyordu. Arvasî Hoca, buna
rağmen her zaman olduğu gibi, derslerinde bir ilim adamının namus anlayıĢıyla, taviz
vermeden ders konularını iĢliyor, fikirlerini savunuyordu. Doğu ve Batı‘nın bütün psikolog,
sosyolog ve filozoflarının fikirlerini çok iyi bildiğinden, onunla tartıĢma cesaretini
gösterenler, sürekli kaybediyorlardı. Bu yüzden, aĢırı sol militanlar, tesir altında kalmamak ve
ideolojilerini zaafa uğratmamak için, sempatizanlarıyla birlikte, Hoca‘nın derslerine
girmemeye baĢladılar. Hatta o günlerin bazı sol fraksiyon dergilerinde, Hoca‘dan ―Ülkücülerin
ideoloğu‖ sıfatıyla söz ediliyor ve militanlara hedef gösteriliyordu. Fakat o, bunlardan
yılmıyor ve ders dıĢındaki zamanlarında Türk gençlerine, Türk-Ġslam ülküsünü konferanslar
ve seminerler halinde anlatıyordu. Evinde geçirdiği bir kaç saat içinde bile, Ġstanbul‘dan ve
yurdun çeĢitli yerlerinden gelen sevenleri ile çeĢitli memleket meseleleri hakkında hasbihal
ediyordu. Okuma ve yazma alıĢkanlığı ise son nefesine kadar aralıksız devam etti. Sanıyorum,
kendisine ve ailesine ayırdığı özel bir vakti yoktu. Okulda ders dıĢı zamanlarda, bizlerin
yanına gelerek, Enstitünün genç idareci ve öğretmenlerinin sıkıntılarına ortak olur,
müĢküllerini çözmelerine yardım ederdi. Kısacası, o, sadece öğrencilerin değil, biz idareci ve
öğretmenlerin
de
hocasıydı.‖
Yakın dostu, akrabası, Van Belediye BaĢkan yardımcısı merhum M. Demiray ġaĢıhüseyinoğlu
Arvasi Hocayı Ģöyle anlatıyor: ―Öğretmen okulun bitirirken, yalnız bir öğretmen değil,
yetiĢmiĢ, vasıflı bir aydın olarak meslek hayatına atılmıĢtı. Yalnız öğrencilerine değil,
arkadaĢlarına ve muhitine de öğretiyordu. Bu arada pek çoğunun takdir ve hayranlığını
toplarken, aĢağılık duygularına kapılan bazılarının husumetini de çekti. UlaĢamadıkları bu
yüksek Ģahsiyete iftira ve çamur atmak isteyenler oldu. Zor Ģartlarda yüksek tahsil lüzumunu
hissetti. Gazi Eğitimde okuduğu sürece bir öğrenci değil, mihrak adam, merkez adam oldu.
Rastladığım bir grup sınıf arkadaĢı, aralarında konuĢurken, ―filan kitap Ģöyle diyor yahut filan
hoca Ģöyle dedi‖ demek yerine: ―Arvasî Ģöyle dedi, Arvasî böyle dedi‖ diye onun fikirlerinden
bahsediyorlardı. Derslerde hocaları isteksiz dinleyen öğrenciler, ders dıĢında Ahmet
Arvasî‘nin etrafında kümeleniyor, onu büyük bir zevkle ve dikkatle dinliyorlardı.
O, okulda ayrı bir okul, ayrı bir kürsüydü. Diyebilirim ki o dönemin öğrencileri, okulun
yanında, Arvasî‘den de mezun olan üstün meziyetli bir kadro oluĢturmuĢlardır.‖
Anılarda Seyyid Ahmet Arvasi: Sigara Olayı; merhum Ġsmail IĢıkman
anlatıyor: ―SavaĢtepe Ġlk öğretmen Okulunda okurken 1963 – 1964 yılında okul ―YeĢilay
Kolu‖nunda baĢkanı olmuĢtum. Kol rehber öğretmenimizde S. Ahmet Arvasi Bey‘di. Yıl içinde
çeĢitli faaliyetlerde bulunduk. Mart 1964‘deki ―YeĢilay Haftası‖na da çok iyi hazırlanmıĢtık.
Esas konumuz sigara ve zararları hakkında bilgilendirme çalıĢması yapmak ve sonunda da
öğrenci arkadaĢlarımız arasında ―Sigarayı bırakma kampanyası‖ baĢlatmaktı. O zamanlar
hocamız da hızlı sigara içenlerdendi. Zannediyorum ―Birinci‖ sigarası içerdi ama
konuĢmacımızda Arvasi Bey‘di. Okul salonu hınca hınç doluydu. Hocamız sigaranın içerdiği
zararlar hakkında çok güzel Ģeyler anlattı. Belliydi ki konuĢmasına çok iyi hazırlanmıĢtı. Bu
sebepledir ki sözleri arkadaĢlarımızın üzerinde çok etkili oldu. Bunu onların yüz ifadelerinden
gayet açık bir Ģekilde anlayabiliyordum. Hocamız konuĢmasının sonunda: ―Bu kadar çok zararı
olan bir Ģeyi içmemek gerekir‖ dedi. Sonra da arkadaĢlarımızın meraklı bakıĢları arasında
cebindeki sigara paketini çıkararak herkesin gözü önünde parçaladı ve ―Bundan böyle bende
içmiyorum. Sigarayı bıraktım. Eğer ben de bırakıyorum bir daha sigara içmeyeceğim diyen
varsa oda getirsin paketi buraya koysun…‖ dedi. Nasıl oldu anlayamadım. Birçok kiĢi yerinden
fırladı. Sigara içip de bırakmak isteyen öğrenci arkadaĢlarımız upuzun bir kuyruk
oluĢturdular. Sigara içenler birer birer sahneye çıktı. ―Sigarayı bıraktım bir daha
içmeyeceğim. Söz veriyorum.‖ diyerek elindeki sigara paketini parçalayıp yere attı. Ġyi
hazırlanılmıĢ, güzel anlatılmıĢ ve son derece samimi örnek bir davranıĢla bitirilmiĢ bir toplantı
hedefine ulaĢmıĢtı. SavaĢtepe Ġlköğretim Okulu‘nda geçen altı yıllık öğrencilik hayatımda
bundan daha etkili bir olay ve bundan daha olumlu bir öğrenci hareketi hatırlamıyorum.
Arvasi ve Öğrencileri: Necati Özfatura‘dan ―Öğrencileri geldi. Gece geç vakit. O gün
de hasta idi. Buna rağmen öğrencileri kabul etti. KonuĢmalar uzun sürdü. Uzayan vakit Arvasi
Bey‘in hasta halini daha da ağırlaĢtırdı. Halinden epeyi sıkıntıya girdiğini ve gittikçe daha çok
yorulduğunu ve daha da rahatsızlığının arttığını hissetmekte fakat kendisine müdahalede
bulunamamaktaydım. (Ġncitirim, yanlıĢ bir Ģey yapar, bir Ģey söylerim diye çekinmekte idim)
fakat kendisi bu durumunu belli etmemeye ve öğrencilerinin sorularını cevaplamaya gayret
ediyordu. Bir ara bana sanki kalbi duracakmıĢ gibi geldi… Öğrenciler gidince hemen odasına
götürüp yatırdık. Dinlenince biraz kendine geldi. Ben kendisine ―Epeyi sıkıntıya girdiniz.
KeĢke öğrencilerinizden müsaade isteyip, bu ziyareti kısa kesseydiniz, bakınız sağlığınızı
tehlikeye attınız ve bizleri de kaygılandırdınız‖ dediğimde Ģu cevabı verdi: ―Ben
öğrencilerimin isteklerini geri çeviremem. Onları kıramam. Sonra huzur-u mahĢerde onlara ne
derim. Onların nasıl yüzlerine bakarım.‖
Tepki: Ahmet Karabacak anlatıyor: 1980 yılı içerisinde ve 12 Eylül darbesinden çok
öncesinde bir gün Arvasi Bey‘in evindeyken misafir olarak bir Albay geldi. Mıymıntı tipli bir
adam... Kuleli Askeri Lisesi‘nde öğretmenmiĢ konuĢması sırasında bir ara Ģöyle dedi: ―Okula
bir yüzbaĢı geldi. Açıktan dini milli konularda konuĢmalar propagandalar yapıyordu. Sonra onu
görevden aldılar. Ben hiçbir Ģeye karıĢmadım sesimi de çıkarmadım. Göze batmadım okulda
kaldım ama namazımı da kıldım.‖ Albayın bu konuĢması canımı sıktı hemen lafa karıĢtım. ―Sen
orada pısırık pısırık oturmuĢ hiçbir iĢe yaramamıĢsın bir de bu halinle öğünüyorsun.‖ diye
sitem ettim. Arvasi ayağa kalktı öfkeli ve celalli bir Ģekilde: ―Orada ben olsaydım elimle,
dilimle sonuna kadar mücadele ederdim. Sizin yaptığınız yanlıĢ bir Ģey‖ diye Albaya sert bir
tepki gösterdi.
ġANLI PEYGAMBERĠM - M. Ozan Semerci: Sevgili hocam Peygamberimiz Hz.
Muhammed (sav) Efendimizden bahsederken daha ziyade Ģu iki ifadeyi kullanırdı: ―Resulullah
Resulü‖ ve ―ġanlı Peygamberim‖… Kendisinden dinlemiĢtim. Bir topluluk içerisinde iken ―ġanlı
Peygamberim‖ deyiĢine bir Ģahıs itiraz etmiĢ Peygamberimizden bu Ģekilde bahsetmesini
doğru bulmadığını söylemiĢ ve ardından da ―Neye dayanarak böyle sıfatlandırıyorsunuz?‖
diyerek sormuĢ. Arvasi Hocam da: ―Peygamber-i ZiĢan‖ denilmesine bir itirazın var mı?
ÇeĢitli kaynaklarda bu ifade geçiyor?‖ Muhatabı bu soruyu sükût ederek karĢılamıĢ. Bunun
üzerine hocam da ―ZiĢan‖ Arapça‘da ―ġanlı‖ demektir. ―Peygamber-i ziĢan‘a itiraz etmeyip de
―ġanlı Peygamberim‖ dememe niye itiraz ediyorsun. Böyle söylemek de güzel değil
mi?.. Mevki – Makam hırsı yoktu Efendi Barutçu anlatıyor: Mart 1975‘de Süleyman Demirel
baĢkanlığında ―1. Milliyetçi Cephe Hükümeti kurulmuĢtu. MHP de hükümet ortağı idi. Bir gün
MHP genel merkezinden beni telefonla aradılar. Arvasi hocaya ulaĢamadık. Kendisi ile görüĢ
Milli Eğitim Bakanlığı‘nda bürokraside üst dereceli bir yöneticilik kadrosu arzu eder mi
öğrenip bize bildir, dediler. Okulda hocayı bulup kendisine Ankara‘nın bu teklifini bildirdim.
Hoca biraz hayret, biraz da kızgınlıkla bana dönerek: ―KardeĢim ne yapmak istiyorsunuz? Ben
bu okullarda Türk gençliğine bir Ģeyler öğretmek çabasındayım, siz beni götürüp bir masaya
bağlayacaksınız. Bunu asla kabul edemem‖ dedi. Efendi Barutçu bu olayı Ģöyle
yorumluyor: ―Hoca yine büyüklüğünü göstermiĢti. Tek maaĢlı beĢ çocuklu bir aile reisi…
Bursa‘nın Muradiye semtinde, mütevazı bir evde oturuyordu. Mütevazı bir hayat sürüyor, çok
sevdiği Türk gençlerinden, genç nesillerden kopmamak için, onlara bir Ģeyler verebilmek için,
yüksek maaĢlı, havalı, yetkili bürokratlık teklifini elinin tersi ile itiyordu.‖ Göktürk Mehmet
Uytun, yakın dostları olan S. Ahmet Arvasi ve Necip Fazıl Kısakürek için diyor ki: ―Her iki
Ģair, yazar ve büyük davamızın öncüleri maddi sıkıntılar içinde yaĢıyorlardı, buna rağmen
Ģikâyetçi olduklarını hiç iĢitmedim…‖
Arvasi Hoca‘ya Kürtçülük iftiraları: Arvasi Hoca Van Alparslan Ġlk Öğretmen
Okulu‘nda görev yaparken (1958) solcu öğretmenler tarafından Ģikâyet edilir. Bakanlık
müfettiĢi gelir, inceleme yapar, ifadelere baĢvurur. Tüm ifadeler Arvasi hocanın aleyhinedir.
Ancak müfettiĢ güngörmüĢ biridir ve olayı çözer. Arvasi hocayı da ifade için çağırır, onu
biraz konuĢturduktan sonra Ģöyle der: ―Söyle bakalım, bu okuldan kimin gitmesini istiyorsun?
Arvasi hoca bu soru karĢısında ĢaĢırır; fakat müfettiĢ ısrar eder. Arvasi hoca da ısrar
üzerine birkaç isim verir ve müfettiĢ de not alır, sonra Arvasi‘ye dönerek sorar: ―Bunu neden
yapıyorum biliyor musun? Sonra devam eder, ―Evladım, ben seni anladım. Sana iftira atıyorlar.
Bunu belgeleyeceğim ve seni bu badireden kurtaracağım, ismini verdiğin kiĢilerin de ne
olduklarını biliyorum; sen sabret, onların tayinini çıkaracağım. Bunu neden yapıyorum merak
ediyorsun değil mi?‖ Arvasi hocanın ―Evet efendim, merak ediyorum.‖ sözü üzerine müfettiĢ
devam eder: Sen temiz, vatansever, milliyetçi bir gençsin. Bunu anladım ve sana sahip çıktım.
Ahmet, biz bu memlekette kaç kiĢiyiz? Sana bu iyiliği yapıyorum ama senden bir isteğim var.
Bundan sonra sen de böyle yapacaksın. Her zaman ve her yerde milliyetçi, vatansever
gençlere sahip çıkacaksın. Bu konuda bana söz vereceksin!‖ der, Arvasi hocadan söz
alır. Zaman sonra o öğretmenlerin tayinleri çıkar, Arvasi hocanın tayini çıkmaz. Ancak
okuldaki iftiracılar boĢ durmazlar ve bu sefer Van‘a yeni tayin olan vali kendi görüĢlerinden
olduğu için onu devreye sokarlar ve O dönemin Van Valisi Ġbrahim Sadri Öztürk, Arvasi hoca
için bakanlığa bir yazı gönderir. Yazı Ģöyledir: ―Kürtçü, bölücü faaliyetlerde bulunmaktadır.
Bölgemizde kalması tehlikelidir, uzak bir yere tayin edilmesi uygun olur.‖ Bu yazı üzerine S.
Ahmet Arvasi Van‘dan uzaklaĢtırılarak SavaĢtepe‘ye tayin edilir. Bu valinin ithamı ve yazısı
ömrü boyunca hocanın peĢini bırakmamıĢtır. Bu konuda Necdet Özkaya‘nın da bir anısı
vardır: Ayvaz Gökdemir Milli Eğitim Bakanlığı öğretmen okulları genel müdürü iken ben de
Orta Öğretim Genel Müdür Yardımcısı idim. Ahmet Arvasi Hoca‘ma telefon edip Ġstanbul‘a
tayinini ister misin diye sordum. O da kabul etti. Bunun üzerine Ayvaz Gökdemir‘e Ahmet
Arvasi Bey‘i Bursa‘dan alıp Ġstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsü‘ne tayin edelim. Orada
kendisinden daha çok yararlanırız, dedim. Ayvaz Bey‘de kabul etti. Bir müddet sonra hâlâ bu
tayinin yapılmadığını öğrenince Ayvaz Gökdemir‘e sebebini sordum. O da ‗Yapacaktım ama
özlük dosyasına girmiĢ ‗Kürtçüdür‘ diye bir valilik yazısı var. Bu yüzden tereddüde düĢtüm.
Hani kaĢ yapayım derken göz çıkarmayalım.‖ diye cevap verdi. Ben de bu sözlere Ģiddetle
karĢı çıktım dedim ki: Bu sözler tamamen yalandır ve iftiradır. Seyyid Ahmet Arvasi benim
hem Van Ernis Ġlk öğretmen Okulu‘ndan hocamdır. Hem de sonraki yıllarda meslektaĢım ve
yakın arkadaĢımdır. Ben onu çok iyi tanırım. Bu sözler tamamen yalandır ve iftiradır. Ben her
Ģeyine kefilim. Bana niye inanmıyorsun? Bu esnada yanımızda Ayvaz Gökdemir‘in müdür
yardımcılarından Hüseyin Sarı Bey‘de vardı O da Necati Eğitim‘de Ahmet Arvasi ile beraber
çalıĢtık. Onu iyi tanırım. Yok öyle bir Ģey, Necdet Hocam doğru söylüyor.‖ deyince Ayvaz
Bey‘de ―Peki yapalım öyleyse!‖ dedi. Ahmet Arvasi‘nin Bursa‘dan Ġstanbul‘a tayini de böyle
oldu. Ben de Arvasi Bey hakkındaki ―Kürtçüdür‖ iftirasını ve bunun resmi kaynağını bu vesile
ile öğrenmiĢ oldum. Ama bundan Arvasi Bey‘e bahsetmedim. O durumu zaten biliyordu,
okumuĢtur.
Vefatının 22. yılında rahmetle ve saygıyla anıyoruz.
TOKAT GAZİ OSMAN PAŞA LİSESİ ÖĞRETMENLİĞİ YILLARI
(1972-1978)
Dr. Lütfi Sezen
*
Gazi Osman PaĢa Lisesi Edebiyat Öğretmenliği‘ne atama yazım tebliğ edilince, Tokat‘a
gelip 21 Ocak 1972 tarihinde göreve baĢladım. Araya yarıyıl tatili girdiği için geri dönüp
ġubat ayı baĢında trenle Sivas üzerinden eĢimle Tokat‘a gitmek üzere hareket ettik. Sivas‘a
varınca eĢyamızı istasyonda Tokat postasını taĢıyan kamyonete yükleyecektik. O anda
yanımızda köydeki kapı komĢumuz Sertip Bilir belirdi. Onun da yardımı ile eĢyayı kamyona
yükledik. Sonra Ģoför mahalline binerek Tokat‘a hareket ettik.
Önceden gidip göreve baĢladığımda ev kiralamıĢtım. Bu konudaki bir anımı dile getirmeden
geçemeyeceğim: Gurbete ilk çıkıĢın vermiĢ olduğu hüzünle düĢünceli bir Ģekilde öğretmen
evinde oturuyordum. Yanıma yaklaĢan bir öğretmen: ―Hocam, her halde yeni atandınız, Hangi
okula atandınız, Nerelisiniz?‖ vb. sorular sordu. Ben de atandığım okulu ve Erzurum‘un
Horasan ilçesinden olduğumu söyledim. ―Ġlçenizden bir öğretmenin ismini versem tanır
mısın?‖ dedi. Ben de ―Sorun bakalım, belki tanırım‖ dedim.
Sorduğu kiĢi amcam Ömer Bey idi. Soyadımız farklı olmasına rağmen, öz amcam ve
ilkokul öğretmenim olduğunu söyleyince; hemen ayağa kalkıp adının Necati olduğunu
belirterek boynuma sarıldı. Necati Bey, konuĢmasına Ģöyle devam etti: ―Ben Ömer Bey‘e
minnet borcumu nasıl öderim diye hep düĢünmüĢümdür. Allah yeğenini karĢıma çıkardı.‖
diyerek konuĢmasına devam etti: ―Ben, Horasan‘ın Hacı Ahmet köyünde öğretmendim. Kar ve
tipinin yoğun olduğu bir gün, doktora gittiğim Horasan‘dan geri dönüyordum. Sizin köyden
geçerken karĢıma çıkan Ömer Bey, akĢamın yaklaĢtığını, hasta halimle köye gidemeyeceğimi
söyleyerek beni evine misafir etti. Evde hiç yemediğim çok nefis yemekler ikram edildi.
Ertesi gün köy bekçisini çağırarak kendi atını hazırlattı. Bekçi beni Ömer Bey‘in atı ile Hacı
*
Atatürk Üniversitesi Kâzım Karabekir Eğitim Fakültesi Türkçe Eğitimi Bölümü Öğretim Üyesi.
Ahmet Baba köyüne bıraktıktan sonra geri döndü. Ömer Bey‘in bu iyiliğini hiç unutamadım.
Evli misin?‖ Evli olduğumu söyleyince; ev bulup bulmadığımı, ev bulamamıĢsam yardımcı
olacağını söyledi. Ev aradığımı ifade edince; ―O halde hemen ev aramaya çıkalım‖ dedi.
Necati Bey‘in kefil olması üzerine Ali PaĢa Camii civarında, Selanik muhacirlerden
Süleyman Çataloluk‘un evini kiraladık. O yıllarda Tokat‘ta yakılacak kıĢlık odun, katır ve
eĢeklerle ormandan getirilip sokak sokak dolaĢtırılarak satılıyordu. Necati Bey, Ģimdilik odun
almaya gerek olmadığını, evde yakılacak odunu sonradan kendisinin alıp kırdırdıktan sonra
odunluğa yerleĢtireceğini söyledi. Ben de gerekli olan parayı bırakarak eĢimi getirmek için
Erzurum‘a döndüm. Tokat‘a geldiğimizde yakacak odunu odunlukta kırılmıĢ olarak hazır
buldum.
Ev sahibimizin eĢi Safiye Teyze‘nin (Çataloluk) ilk çocuğumuz Hakan‘ın doğduğu ilk
günlerinde çok emeği geçmiĢtir. Hanımın doğumuna aileden kimse gelemediğinden, eĢime
büyük yardım ve desteği olmuĢtur. Kendisini saygıyla anıyorum.
Ne var ki Süleyman Amca‘nın evi bir ara sokakta güneĢ almayan zemin katta olduğu
için baĢka bir eve taĢınmak zorunda kaldık. Önce yine rahat edemediğimiz ahĢap bir ev, sonra
da Behzat Camii civarında Hızarhane Sokak‘taki Fevzi SarıtaĢlı‘nın evine taĢındık. Fakat
Tokat‘ta kaldığımız sürece Süleyman Amca ve eĢiyle iliĢkilerimiz devam etti.
1975 yılının Temmuz-Kasım ayları arasında; Ġzmir Bornova‘da vatani görevimi yerine
getirdim. Kızım IĢık 15 Ağustos 1975 tarihinde ben askerken Horasan‘da doğdu. .
21 Ocak 1972 tarihinden 1 Temmuz 1978 tarihine kadar yaklaĢık 6,5 yıl süren Tokat
Gazi Osman PaĢa Lisesi‘ndeki öğretmenliğim ile ilgili olarak da pek çok acı ve tatlı anılarım
oldu. 1971-1972 öğretim yılının ilk yarıyılında Horasan Lisesi Müdürü N.K…, atamam
yapılıncaya kadar fahri olarak derslere girme talebinde bulunmuĢtu. Ben de öğrencilerin
dersleri boĢ geçmesin diye bu talebi kabul etmiĢtim. Fakat benim bu iyi niyetim istismar
edilmiĢ, atamama iliĢkin kararnamem okul müdürünün giriĢimi sonucunda il yöneticileri
tarafından geç tebliğ edilmiĢti. Ancak 2. yarıyılın baĢında Tokat, Gazi Osman PaĢa Lisesi‘nde
göreve baĢlayabildim.
GOP Lisesi o
yıllarda Tokat‘ın tek
lisesi
olup
2000
civarında
öğrencisi,
60‘a yakın öğretmeni
ile ilin en saygın eğitim
kuruluĢu idi. Göreve
baĢladığımda
Okul
Müdürü V.T…‘nin Ģöyle
bir önerisi oldu: ―
Lütfi Bey, haftada 75
saat
Edebiyat
dersimiz var, bunun 60
saatini
mevcut
edebiyat öğretmenlerimiz olan Cevat Bey ve Resmi Bey‘e vermiĢim. Kalan 15 saati sana
vereceğim. Yabancı dilin Ġngilizce olduğuna göre 15 saat de Atatürk Ortaokulu‘ndan Ġngilizce
dersi verelim.‖ Benim cevabım ise Ģu oldu: ―Müdür Bey, benim Ġngilizce‘m yeterli değil.
Edebiyat derslerini eĢit olarak dağıtıp payıma düĢeni verirseniz daha iyi olur.‖ Müdür,
öğrencinin seviyesinin çok düĢük olduğunu, Ġngilizce derslerinde hiç zorlanmayacağımı ifade
ederek beni ikna etti. Böylece Atatürk Ortaokulu‘nda haftada 15 saat Ġngilizce dersine
girmeyi kabul ettim.
Yanılmıyorsam aynı yıl Nisan ayı içinde okulumuza Bakanlık müfettiĢleri beĢ yılda bir
yapılan teftiĢe geldiler. Beni huzuruna çağıran MüfettiĢ Ģöyle bir çıkıĢ yaptı: ― KardeĢim sen,
Edebiyat öğretmeni misin, Ġngilizce öğretmeni misin?‖ Edebiyat öğretmeni olduğumu
söyleyince; ―Peki neden kendi dersine girmiyorsun da baĢka okulda Ġngilizceye giriyorsun‖.
Ben de ―Müdür beyin ısrarı üzerine bu derse girmek zorunda kaldım. Kedisinden dersleri eĢit
olarak dağıtmasını istedim Fakat böyle takdir etti.‖ MüfettiĢ; ―Oysa müdür bana senin
ısrarla Ġngilizce dersi almak istediğini söyledi. ġimdi müdürü çağırıp dersleri eĢit olarak
dağıtmasını isteyeceğim, gidebilirsin‖.
MüfettiĢ teftiĢten ayrılmadan Edebiyat dersleri eĢit olarak dağıtıldı. Diğer
arkadaĢların eksik kalan dersleri de baĢka derslerle tamamlandı. Müdürümüzün böyle bir
uygulamaya baĢvurmasını ve daha sonra da savunmaya geçmesini anlamakta zorluk çekmiĢtim.
Atatürk Ortaokulu‘nun problemli öğrencileri yanında soyadını Ģimdi hatırlayamadığım baĢarılı
bir müdürü vardı. Müdür Bedrettin Bey ile ilgili bir anımı dile getirmeden geçemeyeceğim. Bir
sınıfta iktidar partisinden senatör adayı olan bir bürokratın Ģımarık bir oğlu vardı. Hiçbir
uyarıyı ciddiye almıyor, öğretmenlere karĢı saygısız tavırlar takınıyordu. Bir seferinde de
sinirlerime hâkim olamayıp bu öğrenciye bir kaç tokat attım.
Bunun üzerine okula gelen bürokrat ve eĢi ; ―O adam kim oluyor bizim çocuğumuza
tokat atıyor, haberiniz olsun onu sürdüreceğiz.‖ Sonradan öğrendiğime göre, Bedrettin Bey‘in
cevabı ise Ģu oluyor: ―Beni sürdürmeden, o arkadaĢı sürdüremezsiniz. Öğrenciye karĢı kendim
hata yapabilirim. Fakat o arkadaĢ yapmaz. Siz kusuru kendi çocuğunuzda arayınız.
Çocuğunuzdan bütün öğretmenler Ģikâyetçi. Sizi öğretmenle de görüĢtürmüyorum. Bildiğiniz
yere gidiniz.‖ Olayla ilgili olarak daha sonra bir geliĢme olmadı.
1970‘li yıllar eğitim açısından diyebilirim ki Cumhuriyet döneminin en sıkıntılı yıllarıydı.
ÇeĢitli cepheler oluĢmuĢ, siyasiler oy uğruna insanları birbirine düĢürmüĢtü. Bu oyuna alet
olan öğretmenler de vardı. Kendi görüĢlerinden olmayan ailelerin çocuklarına zayıf not
vermek suretiyle sınıfta kalmalarına, hatta okuldan atılmalarına sebep olabiliyorlardı. Bu da
sürtüĢmelerin boyutunu daha da artırıyor, kavgalara, yaralamalara, hatta ölümlere sebep
olabiliyordu. Benim öğrenci arasında ayrım yapmadığımı herkes bildiği için yedi yıla yakın süre
içerisinde birkaç istisna dıĢında önemli bir sorun yaĢamadım. DeğiĢik siyasi görüĢte olanların
bana karĢı tavır almaları durumunda yine aynı görüĢte olanlar; ―O öğretmen, öğrencileri
arasında ayrım yapmaz, hatayı kendi çocuğunda ara!‖ Ģeklinde uyarıda bulunurlardı.
Bu tutumumdan dolayı Tokat‘ta kaldığım süre içerisinde farklı görüĢlerde olan hiçbir veliden
ayrım yaptığıma dair bir tepki almadım. Hatta dönem baĢında sınıflara girdiğim zaman
öğrencilerin birbirlerine sarılarak sevinçlerini dile getirdikleri olurdu.
Öğretmen arkadaĢlarla da iyi diyalog kurarak siyasi düĢüncelerinden kaynaklanan
sürtüĢmeleri asgariye indirme konusunda çabalarımız da oluyordu. 1978 yılında Erzurum‘a
dönünce verilen veda yemeğinde dönemin okul müdürü Hamdi Gökalp, hatırladığım kadarıyla
Ģunları söylemiĢti: ― Edebiyat öğretmeni ve müdür yardımcımız Lütfi Bey, bizim okulumuzun
direği idi. Öğrencilerin eğitim düzeyinin yükseltilmesi konusundaki çabaları, kültürel
faaliyetlerde verdiği hizmetler, arkadaĢlar arasındaki sürtüĢmeleri önleyen, birbirine
kenetleyen barıĢçı tutumu ile okulumuzun baĢarısında önemli katkıları olmuĢtur. Gazi Osman
PaĢa
Lisesi‘ni
Lütfi
Bey‘siz
düĢünmek
bana hüzün
veriyor.
Bundan
sonraki
çalıĢmaları
nda
kendisine
baĢarılar
diliyorum‖.
Tok
at‘ta görev
yaptığım
yıllarda sağ-sol çatıĢmalarının doğurduğu terör doruk noktasında idi. O dönemde çok zor
günler yaĢadığımızı Ģimdi daha iyi anlıyorum. Ülkemizin 1970‘li yılları yeniden yaĢamaması en
büyük dileğimdir.
Bütün tatlı ve acı anılarıyla yine de ―Ġyi ki Tokat‘ta görev yapmıĢım‖ diyorum. Çünkü
görev yaptığım yıllarda Tokat kültürüne karınca kararınca hizmet etme fırsatı da buldum.
Tokat halk kültürüne iliĢkin çeĢitli dergilerde çıkan yazılarım yanında; bir de ―Manilerle
Tokat‖ isimli kitabımız 2005 yılında Tokat Valiliği tarafından yayınlandı (Bkz. L. Sezen,
Manilerle Tokat, Tokat Valiliği Kültür Yayınları, No: 2)
Yine Tokat‘ta; Uğur ġahin, Hamdi Gökalp, ġahistan Ceylan, Nuri Ay, Sami Demirel ve
Ģu anda ismini hatırlayamadığım dostlarla benim için her biri ayrı bir değer olan öğrencilerimi
tanımıĢ olmanın mutluluğunu yaĢadım.
BĠLĠġĠM ÇAĞI VE TÜRKÇENĠN SORUNLARI
Prof. Dr. ġükrü Halûk Akalın
Ġnsanoğlu 1969‘da Ay‘a ilk adımını attığında önümüzdeki çağın uzay çağı olacağı ileri
sürülmüĢtü. Çok iyi hatırlıyorum, o günlerde uzay ile ilgili çeĢitli haberler gazetelerde
yayımlanıyordu. Haberlerde insanlığın gelecekle ilgili uygarlık düĢleri de yer alıyordu. Bu
haberlere göre 2000 yılında insanlar tatillerini geçirmek üzere artık aya gidecekti, uzayda
çeĢitli üsler kurulacak, ayda bitki yetiĢtirilecekti. Evlerde her Ģey otomatik olacak, her iĢi
robotlar yapacaktı, elektronik beyin (o günlerde bilgisayar terimi henüz kullanılmıyordu,
bilgisayarlar da zaten bu kadar yaygın değildi.) insanın yerine düĢünecek, çözümler
üretecekti. Yine o günlerde gazetelerde bir devlet dairesine alınan elektronik beyin ile ilgili
haberler yer alıyordu. Bir gazetede bu haber bir karikatürle birlikte yayımlanmıĢtı. Haberde
bundan sonra devlet dairelerinde vatandaĢın her iĢini elektronik beyinlerin halledeceği
belirtiliyordu. Bu haberin yanındaki karikatürde ise kasketli, Ģalvarlı bir vatandaĢ elindeki
dilekçeyi buzdolabı büyüklüğündeki makineye uzatıyordu. Elektronik beyinden ise Ģöyle bir
ses geliyordu: ―Bu gün git, yarın gel !‖
O
günlerde
2000
yılıyla
ilgili
tahminlerden hangilerinin tuttuğunu bugün
gördük. Ġnsanoğlunun uzay macerası bugün hâlâ
devam ediyor, ama Ay‘da tatil, uzayda balayı,
Ay‘da tarım, Merih‘te futbol maçı gibi
fantezilerin gerçekleĢmesi için daha uzun
yıllara ihtiyacımız var. Evlerimizde robotlar da
iĢ görmüyor henüz. Bu robotların öncüleri olan
mutfak
robotları,
elektrik
süpürgeleri,
otomatik çamaĢır ve bulaĢık makineleri ise
geliĢerek yaygınlaĢıyor. Elektronik beyinlerle
yani bilgisayarla ilgili tahminler ise beklenenin
çok çok ötesinde gerçekleĢti. Bilgisayarların bu
kadar
yaygınlaĢacağı,
evlere,
okullara,
kahvehanelere
ve
kafelere,
hatta
lahmacunculara gireceği, o yıllarda asla tahmin
edilmiyordu. Çünkü o yıllarda bilgisayarlar
dörde dört oda büyüklüğündeydi, muazzam
elektrik harcıyorlardı ve müthiĢ bir ısı
yayıyorlardı. Tabiî ekonomik değillerdi. O
yıllarda internet hayal bile edilemiyordu.
Ġnternetin atası olan ve askerî haberleĢme
amacıyla kullanılan ARPANET‘in temeli de 1969‘da atılmıĢtı.
Neden diğer tahminler, fanteziler gerçekleĢmedi de bilgisayar teknolojisi tahminlerin
ötesinde bir geliĢme gösterdi? Elbette bunun birkaç sebebi var, ama bence en önemli sebep
Ģu: insanoğlu bilginin önemini bir kere daha kavradı. Bilimde ve teknolojide bugün ulaĢılan
nokta insanoğlunun düĢlerini ve fantezilerini gerçekleĢtirmeye henüz yeterli değil. Daha pek
çok bilinmeyen bizi bekliyor. Geçen zaman içerisinde insanı uzayın derinliklerine ulaĢtıracak
tek Ģeyin bilgi olduğu anlaĢıldı. Her Ģeyin temelinde bilgi vardı. GeliĢen teknoloji ile
insanoğlunun sahip olduğu bilgi sürekli olarak artıyordu. Ġnsanlık tarihi göz önüne
alındığında daha önce bilimde yüzyıllar süren geliĢmeler artık birkaç yılda yaĢanmaktaydı. Bu
nedenle yaĢadığımız dönem artık uzay çağı değil, bilgi çağı olarak adlandırılmaya baĢlandı.
Bilgi çağının ana ürünü ise hiç Ģüphesiz bilgisayar oldu.
Bilimdeki geliĢme her alanda olduğu gibi iletiĢim alanında da büyük bir geliĢmeye yol
açmıĢtı. GeliĢen iletiĢim araçları, bilgiye ulaĢmadaki zorlukları ortadan kaldırdı. Bilgisayar ve
iletiĢim teknolojisindeki geliĢmeler bu iki sektörü önce birbirine yaklaĢtırdı, sonra da bilgi ve
iletiĢimin birlikteliği ile biliĢim terimi gündeme geldi. Bilgisayar ve iletiĢim teknolojileri
bütünleĢmeye baĢladı. ĠĢ yerimizdeki, okulumuzdaki, evimizdeki, bilgisayarlar kablo ile
birbirine bağlanmaya baĢladı. Askerî amaçla kullanılan ağ, genelleĢti ve internetin omurgası
ortaya çıktı. Bilgisayarlar böylece iletiĢim aracı özelliğini de kazandı. Ancak bu iletiĢim aracı,
asla basit bir iletiĢim aracı değildir. Telefonun, belgegeçerin (facsimile>fax), telgrafın
iĢlevlerini gören, veri aktarımında kullanılabilen, görüntülü konuĢmayı ( video conference)
gerçekleĢtirebilen, sizin yerinize telefon açabilen, hatta telefonlara cevap verebilen,
randevularınızı düzenleyebilen, veri bankası olarak kullanılabilen, görüntü ve ses alıcısıvericisi olabilen araç haline geldi bilgisayar. Bunlar, Ģu anda aklıma gelenler. Bildiğiniz gibi
bilgisayarın baĢka pek çok marifeti var ve yakın gelecekte bunlara yenileri eklenecek.
Bilgisayar teknolojisindeki bu geliĢme diğer sektörleri ürküttü. Çünkü bilgisayar önüne
gelen teknolojiyi yiyor, yutuyor kendi bünyesine dâhil ediyordu. Bilgisayarın bu atağı diğer
sektörlerde anlayıĢ değiĢikliğine yol açtı. Bilgisayarların televizyonlaĢmasına karĢılık
televizyonlar bilgisayarlaĢmaya baĢladı. Ġnternet televizyonu bunun sonucudur. Telefonlar
bilgisayarlaĢtı. KUP (Kablosuz Uygulama Protokolü: WAP) iĢte bu rekabetin sonucudur.
Bu geliĢmeler olurken dilimize de bir Ģeyler oluyordu. Hiç duymadığımız sözcükler,
terimler dilimize yerleĢmeye baĢladı. Çünkü biliĢim teknolojisinde biz üretici değil
kullanıcıydık, tüketiciydik. Teknolojiyi icat eden, üreten terimlerini de kendi diliyle
karĢılıyordu. Bu teknolojiyi alan diğer milletler de bilgi alıntısı olarak bu terimleri, sözcükleri
de ister istemez dillerine alıyorlardı. Her bilim dalının, her teknolojinin kendi özel terimleri
vardır. Doğal olanı, her dilde bu terimlerin karĢılıklarının olmasıdır. Ancak biliĢim
teknolojisinin kendisine özgü bir özelliği var: BiliĢim teknolojisi bir maden mühendisliği gibi,
otomotiv gibi sınırlı bir topluluğu ilgilendirmiyor. BiliĢim teknolojisi toplumun her kesimini
ilgilendiriyor.
BiliĢim teknolojisinin bu kadar geliĢtiğini (bu geliĢmenin sonunun olmadığını da
söyleyeyim) ve etkili olduğunu göz önüne aldığımızda, Türkçeyi biliĢim çağında hangi
tehlikeler bekliyor, biliĢim çağı Türkçesi nasıl olacak, ĠngilizceleĢmiĢ bir Türkçeyle mi
konuĢacağız yoksa Türkçeyi bırakıp hepimiz Ġngilizce mi konuĢacağız soruları, aklı baĢında
her Türk aydınını düĢündürüyor, kaygılandırıyor.
Gelecekte Ġngilizcenin bütün insanlığın dili olacağı Ģeklinde tahminlerde bulunanlar var.
Teknolojideki geliĢmeye ve Ġngilizcenin en yaygın yabancı dil olma özelliğine bakarak bir süre
sonra bütün dillerin yerini Ġngilizcenin alacağını savunanlar ülkemizde de mevcut. Ġngilizce en
yaygın yabancı dildir, farklı uluslardan insanların birbiriyle anlaĢma ve iletiĢim kurma dilidir.
Bütün bunlar doğru. Ama dünyadaki 6 milyar insanın tamamının tek bir dili konuĢacağını
düĢünmek bugün için de yakın gelecek için de hatta uzak gelecek için de kolay bir Ģey
değildir. Ġnternetin yaygınlaĢmasıyla Ġngilizcenin hâkimiyetinin artacağı söyleniyordu, bu hiç
de sanıldığı kadar bir hâkimiyet Ģeklini almadı. ġu anda internette her dilden ağ kümesi (web
site) ve ağ sayfası (web page) var. Ġnternette Türkçe ağ kümeleri ve sayfaları arzu edilen
düzeyde değilse de giderek yaygınlaĢıyor.
Bilgisayar ve internet terimlerinin Ġngilizceden dilimize olduğu gibi girmesi, Türkçenin
son yıllarda yaĢadığı sorunun bir baĢka boyutudur. Dilimize yabancı dillerden, özellikle de
Ġngilizceden, yoğun bir sözcük ve terim akıĢı olduğu bilinen bir gerçek. Bu akıĢ, Türkçeyi söz
varlığının yanı sıra ses bilgisi, Ģekil bilgisi ve söz dizimi özellikleri açısından da kötü olarak
etkiledi. Bilgisayar teknolojisi alanında çalıĢanlar, gönüllü kuruluĢlar Türkçe konusunda çok
büyük bir duyarlılık göstererek terimlere Türkçe karĢılıklar bulmuĢlardı. Bu konuda Türkiye
BiliĢim Derneğinin çalıĢmalarını takdirle karĢılamak gerekir. Bugün kullandığımız bilgisayar,
yazılım, donanım, bellek, yazıcı, sürüm gibi Türkçe kökenli terimler iĢte bu çabaların
sonucunda dilimize kazandırıldı. Bu terimler biliĢim dünyasında tartıĢılmıĢtı. Zamanla önerilen
karĢılığın yerine Ġngilizceden girip TürkçeleĢen terimler de kullanılır oldu. Buna en iyi örnek
Microsoft ürünlerindeki Yazı Tipi Biçemi‘dir. Gelen eleĢtiriler üzerine Microsoft yeni
sürümlerde bunu Yazı Tipi Stili‘ne çevirmiĢtir.
Bilgisayar ve iletiĢim teknolojilerinin son derece hızlı geliĢmesi, teknolojiye her geçen
gün yüzlerce yeni terim eklenmesi karĢısında bu çabalar ne yazık ki etkili olmamağa baĢladı.
KarĢılık bulunması gereken terim sayısı artık binlerle ifade ediliyordu. Bir terime karĢılık
bulmak, onu benimsemek, yayılmasını sağlamak aylar, yıllar alırken Ġngilizce bir terim elini
kolunu sallayarak Türkçeye giriyor ve pek çok kiĢi bu durumu yadırgamıyor, yabancı kökenli
terimi olduğu gibi kabul ediyordu.
Türk Dil Kurumu da bilgisayar terimlerindeki bu durumu göz önüne alarak Yabancı
Kaynaklı Sözcüklere KarĢılıklar Komisyonu çalıĢması içerisine bilgisayar terimlerini de aldı.
KarĢılıklar önerdi. Ancak bu karĢılıkların benimsenmesi zaman alacak. Bunlardan kullanılmağa
baĢlananlar var. Meselâ elmek terimini internette benim yöneticisi olduğum Türkoloji
HaberleĢme Grubunda (http://www.egroups.com/group/turkoloji) uzun süre tartıĢtık,
sonuçta grubun pek çok üyesi bu sözü benimsedi. Benimsemeyenler de var, ama zaman
terimlerin kaderini belirleyecek. Bu konuda Türk Dil Kurumunun desteği ile
yürüttüğümüz Bilgisayar Terimleri Sözlüğü projesi henüz baĢladı. Üniversitelerimizdeki
bilgisayar bölümlerinden, Türk Dili ve Edebiyatı, Ġngiliz Dili ve Edebiyatı bölümlerinden
öğretim üyelerinin ve bilgisayar uzmanlarının oluĢturduğu çalıĢma grubu içerisinde bilgisayar
terimleri tartıĢılmakta, Türkçe karĢılıklar önerilmektedir. Önerilen karĢılıklar yakın zaman
içerisinde internette kamuoyuna duyurulacak ve kamuoyunun düĢünceleri alınacaktır. GeniĢ
katılımlı bu çalıĢmayla mesafe alacağımıza inanıyorum. Türk Dil Kurumu üzerine düĢen görevi
yerine getirmeğe çalıĢıyor. Bu çalıĢmaların baĢarıya ulaĢması, toplumun bu konuda duyarlı
davranmasına ve önerilen karĢılıkları benimsemesine bağlıdır.
Bu konuda eleĢtiri aldığımız da oluyor. Kimileri bilgisayar terimlerinin Türkçe karĢılık
bulunmasını, hatta programların Türkçe olmasını eleĢtiriyor. Terimlerin evrensel olduğu,
değiĢtirilmemesi gerektiği söyleniyor. Önerilen terimler alaya alınıyor. Evet, yerleĢmiĢ
yaygınlaĢmıĢ yabancı terimlere karĢılık bulmak zor olmaktadır. Ama hiçbir Ģey yapmadan
oturup bekleyelim mi? Bilgi ve iletiĢim gibi son derece önemli konularda Ġngilizce terimleri mi
kullanalım? O zaman sormak gerekmez mi bu nasıl iletiĢim, bu nasıl bilgi iletiĢimi diye? ġimdi
hepimiz b i l g i s a y a r terimini kullanıyoruz. Eğer bu konuya duyarlı bilgisayarcılar olmasaydı
ve bu terimi türetmeselerdi ben eminim bugün hepimiz computer terimini kullanacaktık. Tabiî
kimimiz kampuytr,
kimimiz komputer,
kimimiz
de computer diyecektik.
Ve
birileri computer için bir karĢılık türetmeğe çalıĢınca da yine bilinen çevreler «Canım, ne
gerek var Ģimdi computer‘a karĢılık aramaya. Evrensel bir sözcük iĢte.» diyerek karĢı
çıkacaklardı. Oysa bakın herkes bilgisayar terimini kullanıyor. ġimdi kimse bu terimi
oluĢturan sözcüklerin gerçek anlamını düĢünerek, «Bu alet bilgi saymıyor öyleyse bu terim
uygun değil!» demiyor. ġu halde ciddî olarak bu iĢin üzerine eğilirseniz, duyarlı davranırsanız,
Türkçenin yapısına uygun terim üretirseniz, toplum da benimserse dilin söz varlığına yeni
terimler, yeni sözcükler katılabilir.
Web‘in sözlükte 11 anlamı var. 1. Dokuma, dokunmuĢ kumaĢ. 2. Örümcek ağı. 3. Ağ gibi
karıĢık Ģey. 4. KuĢların parmakları arasındaki zar, perde. 5. KuĢ tüyünün yumuĢak kısmı. 6.
Bağlantı levhası. 7. Örs boğazı. 8. Tomar, kâğıt rulosu. 9. Halı saçağı. 10. Giz, sır. 11.
HaberleĢme ağı, muhabere Ģebekesi. (Hâmit Atalay, Ġngilizce-Türkçe Sözlük, TDK yayını,
Ankara, 1999, s.3635)
Ancak web karĢılığında ağ deyince, «Ne ağı? Balıkçı ağı mı, örümcek ağı mı ?» diye
sözlerle karĢılaĢıyorsunuz. Oysa bilgisayardan, internetten bahsederken bir Ġngiliz‘in veya
bir Amerikalının aklına on bir anlamdan haberleĢme ağı anlamı geliyor. Meselâ ben
internetteki sayfalarım için web site demiyorum ağ kümem diyorum. Bu terim de giderek
yaygınlaĢıyor. Eğer sayfamızı hem Türkçe hem Ġngilizce hazırlıyorsak web site terimini
Türkçe sayfamızda niye kullanalım? Ġngilizce terimleri Ġngilizce sayfalarda kullanalım,
Türkçe sayfalarda ise Türkçe terimleri kullanalım. Çünkü bu sayfaları Türkler okuyacak.
Zaman zaman internetteki söyleĢi (chat) programlarını izliyorum. Buralarda kullanılan dilin
özel radyo ve televizyonlarda kullanılan dile rahmet okuttuğunu da belirtmem gerekir.
Ġnternette zaman önemli olduğu için söyleĢide kısaltmalar yaygın olarak kullanılıyor. Bu
dünyanın her yerinde böyledir. Hatta Amerika‘da söyleĢide kullanılan kısaltmalar ve iĢaretler
sözlüğü bile yayımlandı. Beni asıl üzen kaba dil kullanılması, ana dili Türkçe olan gençlerin
birbiriyle Ġngilizce yazıĢması, Türkçe yazıĢmalarda ise yabancı kökenli sözcüklerin çok sık
kullanılması.
Genç kuĢak ana diline sahip çıkmalı, Türkçemiz konusunda duyarlı davranmalı, dilimizi
bozanları uyarmalı. Bizim yaptığımız bu çalıĢmalar, genç kuĢakların ana diline sahip çıkmasıyla
baĢarıya ulaĢacaktır.
Sözlerimi bir Kızılderili Ģefin dünya için söylediklerini Türkçemize uyarlayarak
bitireceğim:
BĠZ BU DĠLĠMĠZĠ ATALARIMIZDAN MĠRAS ALMADIK, GELECEK KUġAKLARDAN
ÖDÜNÇ ALDIK...
Hep birlikte Türkçemize sahip çıkalım, biliĢim çağında gelecek kuĢaklara Türk‘e yakıĢır
bir Türkçe bırakalım.
PederĢahî Aileden Veled ġahî Aileye
Mehmet Ali Uz
Türk toplumunu ayakta tutan unsurların baĢında sağlam aile yapısı gelir. Dünyada en
sağlam aile yapısı da bizdedir Ve bütün dünya bunu takdir eder, toplumlarındaki bozuklukların
Türk aile yapısına benzer bir aile yapısı ile önlenebileceğini açıkça söylemekten çekinmezler.
Buna rağmen bizde son yarım asır içerisinde en büyük iki değiĢiklik aile yapımızla
tarihî dokumuzda oldu. Tarihî doku büyük çapta tahrip oldu. Aile yapımızda da değiĢiklikler
yanında büyük çözülmeler ve travmalar yaĢandı. Toplumumuzda nadir görülen kadına Ģiddet
olayları günlük olaylar arasına girdi.
Geçen haftalardaki bir yazımda, büyük aile tipinden küçük aile tipine geçiĢ konusu
üzerinde durmuĢtum. Bu gün de bir süre önce cereyan eden üzücü bir olay, yine aile konusu
üzerinde durmaya beni âdeta mecbur etti.
Gazetelere intikal ettiği Ģekilde, bir polis
memurumuz evine nöbetten gelip uykuya yatıyor.
Zavallı baba, birisi on iki, diğeri on dört yaĢında
iki oğlunun münakaĢası üzerine uyanıyor. Bu
arada aralarında ne geçtiğini bilemiyoruz. On
dört yaĢındaki büyük oğlu babasına elindeki çay
bardağını fırlatınca cinnet geçiren baba,
tabancasını alıp oğluna kurĢun yağdırdıktan
sonra, bir kurĢun da kendi kafasına sıkıp intihar
ediyor. Gerçekten son derece üzücü ve
toplumumuzda olmaması gereken bir olay.
Eğer bu çocukta olması gereken
Ģeylerden bir veya ikisi bu çocukta bulunsa idi, bu olay cereyan etmeyecekti. Bunlar; sevgi,
saygı ve çekince idi. Sevilen, sayılan ve çekinilen bir insana böyle bir tavır asla
sergilenemezdi. Maalesef bugünkü eğitim ve terbiye sistemi buna el vermiyor.
Osmanlı toplumunda asırlarca pederĢahî dediğimiz, erkeğin öne çıktığı ve saygınlığı
olan bir aile sistemimiz vardı. Erkek ailenin reisi idi. Saime Yardımcı Hanımefendi‘nin
naklettiği bir anekdot, son derece dikkat çekici. Saime Hanım‘ın yeni gelin geldiği sıralarda
bir gün Dr. Feti Ferit Bey‘in (M. Ferit Hoca‘nın oğlu, bunlar Saime hanımlarla yakın akrabadır)
de bulunduğu bir aile toplantısında Saime Hanım, getirdiği kahveyi, bayanlardan baĢlamak
üzere ikrama baĢlayınca, Dr. Feti Ferit Bey, ―Gelin Hanım, biz pederĢahî bir aileyiz. Kahve
ikramına lütfen erkeklerden baĢlayın‖ diye uyarıda bulunur.
PederĢahî ailede erkeğin astığı astık, kestiği kestik bir rolü yoktur. Yukarıda anlatılan
olayda olduğu gibi erkeğin önceliği ve saygınlığı vardır. Zaman içerisinde bu aile tipi gerilerde
kaldı. Erkek-kadın eĢitliği, kadın hakları mücadeleleri, bu konuda yapılan hukuki düzenlemeler
erkeğin durumunu sarstı. Kadın da bu düzende tam yerini alamadı. Yani bizde maderĢahî bir
aile tipi hiçbir zaman olmadı.
Son 30-40 yıl içerisinde ise, yeni terbiye sistemleri, ahir zaman Ģahsiyet geliĢimcileri
sayesinde çocuk öne çıkarılıp âdeta veledĢahî denilebilecek bir aile tipi çıktı ortaya. Bu
sistemde çocuğa asla müdahale edilmez. Ailenin ekseninde çocuk vardır. Her Ģey ona göre
düzenlenir. Çocuğun aile içerisinde korktuğu, çekindiği hatta saydığı hiç kimse yoktur.
Bencillik en büyük özelliğidir. OturuĢunda, kalkıĢında, davranıĢlarında ebeveyne karĢı en
küçük bir saygı izi bulunmaz. Kendisini onlar dünyaya getirdiler ya, ebeveynlerini kendilerine
bakmaya, büyütmeye, okutmaya, yemeyip yedirmeye, giymeyip giydirmeye mecbur saymaya
baĢladılar.
Pek çok ebeveyn, çocuk sevgisinde aĢırılıktan kaçınıp, dengeyi tesis edemedi. AĢırı
düĢmanlık gibi, aĢırı sevginin de zararlı olacağını düĢünemedi. Zaman içerisinde çocuğun
Ģahsiyetinde kemikleĢen bu terbiye sistemi, okul hayatında da devam etti.
Birkaç örnek vermek isterim. Bir gün büyük liselerimizin birisinde konuĢma yapıyor,
perdedeki Ģekiller üzerinde de elimdeki lazer vasıtasıyla açıklamalarda bulunuyordum.
Perdede benim lazer ıĢığımın yanında bir ıĢık daha gezinmeye baĢladı. Önce rica ettim, sonra
sertçe uyardım. Ama bir türlü engel olamadım. KonuĢmayı kesip salondan ayrılmak
mecburiyetinde kaldım.
Talebelerin baĢında hocaları da vardı. Bunlardan birisi çok eskiden beri tanıdığım bir
dostumdu. Bir gün bu arkadaĢıma niye engel olmadıklarını sorduğumda, ―Ne yapalım müdahale
etmeye çekiniyoruz, açıkçası korkuyoruz.‖ Cevabını aldım. Eskiden öğrenci hocasından
çekinirdi, Ģimdi hocası talebesinden çekinir hale geldi.
BaĢka bir örnek. Bir gün de bir özel ilköğretim okulunda konuĢma yapıyordum.
Öğretmenler bir türlü sükûneti sağlayamıyordu. ―Bunlar sınıflarda da mı böyleler‖ dediğimde,
aldığım cevap, ―Maalesef‖ olmuĢtu. Örnekler üniversitede de aynı. Ġstanbul
Üniversitelerinden birisinden bir profesör, öğrenciler sınıfa girdiğimizden on dakika sonra
sınıfa girdiğimizin farkına varıyorlar diye yakınıyordu. Öküz bile trenin geçiĢinden 17-18
dakika sonra trenin geçtiğinin farkına varır derler.
Yukarıdaki üzücü olayda anne, çocuklarının gürültü yapmasına engel olabilirdi. Demek
ki olamadı.
Bizim bin yıllık bir Ġslâmî, en az beĢ asırlık da bir Türk eğitim ve terbiye sistemimiz
vardı. Bundan uzaklaĢmanın, buna göre çocuklarımızın terbiye edilememesinin faturası
topluma çok ağır oldu.
Mesele aile tipinde değil, önemli olan aile fertleri arasında karĢılıklı sevgi ve saygının
teessüs edebilmesidir. Eğer aile fertleri arasında sevgi ve saygı teessüs etmemiĢse o ailede
huzur yoktur.
1950‘li yıllarda anlatmıĢlardı. Bir daire müdürü, çocuklar üzerinde saygı ve otoritesi
sarsılır diye çocuklarının yanında pijama ile dolaĢmaz ve bu Ģekilde katiyen sofraya
oturmazmıĢ.
Çocuğun ebeveynine karĢı sevgi ve saygısı yanında aralarında bir mesafe de olmalı,
çocuk bilhassa babasından korkmasa bile bir çekincesi olmalıdır. Bunu tesis edemeyen aile
sonuçlarına da katlanmak zorundadır. Mesele aile arasında kalmıyor, topluma da yansıyor.
Son olarak söylemek istediğimiz Ģudur: Ailenin çocuk terbiyesi üzerinde rolü çok
büyüktür. Bu asla ihmal edilmemelidir.
Sözümüz mesuliyetinin Ģuurunda olan gençlere değildir. Kimse alınmasın. Gerçek bu…
TÛT‟-Ġ MU‟CĠZE-GÛYEM
Âdem TERZĠ
Türk Dil Kurumu Uzmanı
Dilde yabancılaĢma olgusu son zamanlarda diğer boyutlarından daha çok iĢ yeri ve ürün
adlarında göze batıyor. Buna bağlı olarak kamuoyunda giderek artan bir tepki oluĢmaya
baĢladı. Sayıları gün geçtikçe artan kiĢiler, topluluklar, dernekler, vakıflar bu alanlardan
bolca örnek vererek Türkçenin geleceği konusunda endiĢelerini dile getiriyor, kampanyalar
düzenliyor. Kitle iletiĢim araçlarında, sosyal paylaĢım sitelerinde ise yine baĢta iĢ yeri ve ürün
adlarındakiler olmak üzere yabancı sözlere yönelik bireysel tepkiler de daha sık görülür oldu.
Bu tepkilerin yöneldiği bir grubu da kamuya dönük alanlarda yabancı sözler kullanan kurum ve
kuruluĢlar oluĢturuyor.
Önerilen çözüm yolları ise daha çok yasal yaptırım ve baĢta Türk Dil Kurumu olmak
üzere ilgili kurum ve kuruluĢların konuya müdahale etmesi baĢlıklarında toplanıyor.
Düzenlenecek yasalarla yabancı sözlerin kullanımına karĢı yasakların getirilmesi gerektiği dile
getirilirken kampanyalar daha çok ―VatandaĢ Türkçe KonuĢ!‖ gibi baĢlıklar etrafında
Ģekilleniyor.
Günümüzde sayıları fazla olmayan konuyla ilgili akademik çalıĢmaların önemli bir
bölümünde de yabancılaĢma sorununu yine iĢ yeri ve ürün adları üzerinden değerlendirmeye
alınıyor. ÇalıĢmaların bir bölümü yabancı sözlerin dilde yol açtıkları olumsuzluklara yönelirken
bu olumsuzluklar yabancı sözlerin Türkçenin söz varlığını tehdit etmesi, belli ses uyumlarına
sahip Türkçede yabancı sözlerin yol açtıkları yazım sorunları olmak üzere iki üst baĢlıkta
toplanıyor. Bu konudaki örneklerin çoğunu ise kitle iletiĢim araçlarından alınanlar oluĢturuyor.
Hem bu bilimsel çalıĢmalara hem de kampanyalara dayanak oluĢturabilecek örnekler de
her geçen gün artıyor. Bulmak için özellikle aramaya gerek kalmıyor. Bunlardan biri forum
içerikli bir Genel Ağ sayfasında yer almakta:
―spellere yapılan echntlar gibi mesela insect swarmın süresini 3 saniye artırıo ama hit
rating debuffunu düĢürüo‖
Forumun içeriği göz önünde tutulduğunda okul çağındaki birinin yazdığı anlaĢılan
noktasız virgülsüz, büyük harfsiz bu cümle, yazım yanlıĢları ve içerdiği yabancı sözlerle dilde
yozlaĢma ve yabancılaĢmaya çarpıcı örnek oluĢturabilir. PeĢi sıra Türkçenin geleceği
konusunda ciddi endiĢeler dile getirilip kimi yasaklardan söz edilebilir. Ancak aklıma ilk gelen
bunlar değil de Nef‘î‘nin ―tût‘-i mu‘cize-gûyem ne desem lâf değil‖ dizesi oldu. Bunun sebebini
de içlerindeki yabancı sözler yüzünden ikisini de ilk karĢılaĢtığımda anlayamamıĢ olduğuma
bağladım.
Arapça ve Farsçanın Türkçe üzerindeki uzun dönem etkisi kelime alıntılarıyla sınırlı
kalmamıĢ, zamanla bu iki dilin gramer yapıları da Türkçeye sızmıĢtı. Son aĢamada Türkçe
kökenli sözlerin nerdeyse hiç kullanılmadığı metinlerin yer aldığı Osmanlıca ortaya çıkmıĢtı.
Özellikle divan edebiyatı eserleri bu durumun baĢat örnekleri olagelmiĢtir. Dolayısıyla
yukarıda yer alan Türkçe cümle ile Nef‘î‘nin Türkçe gazeli arasındaki çağrıĢım bağının ilki söz
varlığı açısındandı.
ÇağrıĢımın ikinci ayağı ise bu cümlenin gerçekten mucize bir söylem taĢımasından
kaynaklanmaktadır. Bu mucize, yukarıdaki cümlede yer alan Türkçe kökenli sözlerin
yazımındaki özensizliğin yabancı sözlerin yazımında büyük bir dikkat ve özene dönüĢmesinde
yatmaktadır. Türkçe sözlere göre yazılıĢları zor olan cümledeki yabancı sözlerin tamamı
hatasız yazılmıĢtır. Bu da o sözlerin yazımına özellikle dikkat edildiğini göstermektedir.
Dikkat, özen, ilgi gibi olgular psikolojiyle ilintili kavramlardır.
Bu iki çağrıĢımın dıĢında, cümlenin baĢka bir düĢündürdüğü de forumun ilerleyen
bölümlerinde gazelin devamını bulup bulamayacağımdı. Hem bu merakı gidermek hem de tek
bir cümleden yola çıkarak genel bir kanıya varmamak amacıyla cümlenin yer aldığı forum
baĢlığındaki ve konuyla ilgili diğer baĢlıklardaki iletileri okuduğumda bir divan oluĢturacak
kadar benzer cümleye rastladım:
“ram kaç bide patch tam indirdin mi?”
(Çarh ile söyleĢemem âyinesi sâf değil)
“Haacı launcerden palye basınca launcher gidipde wow gelmiyorsa bekle”
(Ehl-i dildir diyemem sînesi sâf olmayana)
“Millet Ģimdi ben yakın bir arkadaĢımla oyuna baĢlıyorum yarın civarı”
(Ehl-i dil birbirini bilmemek insâf değil)
“arkadaĢlar lich king vardı bende (3.3.5 ) sonra serverimiz de bi sıkıntı çıktı bende
cata oynamaya karar verdim launcerden update ettim wow u 4.2.0 a yükseltti”
(Yine endîĢe bilir kadr-i dür-i güftârım)
“private serverların kendı ozel launcherı oluyor normal wow launcherdan gırersen olmaya
bılır bıde gırmek ıstedıgın patchina dıkkat et”
―Rûzgâr ise denî dehr ise sarrâf değil‖
“Emin diilim ama repairi calıstır muhtemelen duzelir cache yi realm listi fln da kontrol
et.”
(Girdi miftâh-i der-i genc-i ma‘ânî elime)
“ArkadaĢlar
oyunun
starter
versiyonunu
oynuyorum
17level
oldum
full
yapmayı
düĢünüyorumda hangi siteden alcam nasıl yapçam yardım pls...”
(Âleme bez-i güher eylesem itlâf değil)
“wowun sağında game client var ona tıkla en üstte eu eng full client olcak ordan indir”
(Levh-i mahfûz-i suhandır dil-i pâk-i Nef'î)
“…. burning crusade vardı smdı yenı patch hatta patchler gelmiĢ fakat bunlar gereklimi
fun server icin?”
(Tab'-i yârân gibi dükkânçe-i sahhâf değil)
Divan edebiyatında Nef‘î‘ninkine benzer gazeller, kasideler sayıca oldukça fazladır.
Benzerin de ötesinde neredeyse hiç Türkçe kökenli söz içermeyen Ģiirler de vardır. Bilim dili,
sanat dili ve gündelik dilde de durum bundan çok farklı değildi. Dolayısıyla yukarıdaki
cümlenin ileriki aĢamalarda böyle bir yapıya dönüĢme olasılığı vardır. Bu olasılık çok düĢük de
değildir. Günümüzde özellikle bazı alanlarda kullanılan dilin söz varlığının yarıya yakınını
(yukarıdaki cümle gibi) yabancı sözler oluĢturmaktadır. Bu yarı oran da önemli bir eĢiği
simgelemektedir. ġimdilik kıyıda köĢede konuĢulan bu dil, içeriğiyle zamanla sporun, sanatın,
bilimin, yasaların kapsamına gireceğinden yazı dilinde, yazı dilinin sözlükleri, yazım kılavuzları
ve dil bilgisi konularında da yer bulacaktır.
Ayrıca yabancı sözlerin dilimize girdiği alanlar artık parmakla sayılacak kadar az
değildir. Yeni bir spor dalı, bir temizlik malzemesi, yiyecek türü, yeni çıkan bir bilgisayar
oyunu, daha önce kullanılmayan bir makyaj malzemesi, bu ülkede bilinmeyen bitkiler,
hayvanlar, takılar, yeni bir saç modeli gibi yeni adlandırmalar her biri yanında birer ikiĢer
baĢka bir yabancı sözle dile girebilmektedir. Bu tür yabancı sözler belli bir bilim, sanat veya
meslek dalının kapsamı altında bir araya getirilemeyeceğinden tespit edilmeleri ve ilgili
baĢlıklar altında toplanmaları da oldukça zordur. Ayrıca derinliği ve yaygınlığıyla iletiĢimin
üçüncü boyutu sayılabilecek Genel Ağ etkeni de göz önünde tutulduğunda benzer alanlarda
kullanılan yabancı sözler, ilgili bir göze takılmadan yüz binlerce kiĢi tarafından cümle içinde
kullanılıyor duruma gelebilmektedir.
Dolayısıyla yabancı sözlerin tespiti ve Türkçe sözlerle karĢılanmasında geleneksel
yöntemlerin yanı sıra çevirmenler, tasarımcılar, editörler, reklam yazarları, modacılar,
üreticiler, ithalatçılar ve bu alanlara yönelik federasyon, dernek, oda, kurum ve kuruluĢlarla
mutlaka sıkı bir iĢ birliğine gidilmelidir.
Konunun psikolojik yönüyle ilgili olarak da en baĢta öğretmenlerin ve kamuoyu önündeki
kalem ve söz sahiplerinin kitlelere Türkçenin kökleri, temel özellikleri, evreleri, söz varlığı,
diğer diller ve diller arası iliĢkiler gibi konularda sağlam ve etkili bilgileri aktarabilecek
konumundan yararlanılmalıdır. Kampanyalar da bu kiĢilerin etkin katılımıyla uzun soluklu
projeler olarak tasarlanmalıdır.
Dildeki yabancılaĢma olgusu artık emir kipiyle kurulu kampanya sloganlarıyla
çözülebilecek kadar yüzeysel olmadığı gibi yabancı sözleri dile sokanlar da genellikle
vatandaĢlar değildir.
* Metindeki örneklerin tamamı ―www.frmtr.com/forum/oyun‖ adresinden alınmıĢtır.
&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&
AZERBAYCAN‟IN ÜNLÜ ġAĠRĠ ZELĠMHAN YAGUB‟UN
YARATICILIĞINDA KARABAĞ KONUSU
Prof.Dr. Ġfrat Aliyeva
Bakı Devlet Üniversitesi,
ÇağdaĢ Azerbaycan Edebiyatı Bölümü,
Öğretim Üyesi, Bakı, Azerbaycan
1980. yıllarda Azerbaycan adlı güzel bir diyarın baĢı üzerinde kara bulutlar dolanmaya
baĢlar. Senelerce susturulmuĢ Azerbaycan gerçeği bütün açıklığı ile yüze çıkıyor. Nankör
komĢumuz Ermeniler eski düĢmanlıklarını yeniden ortaya koyar. Onlar Azerbaycan‘ın yeraltı,
yerüstü servetini elinden çıkarmak istemeyen Ruslarla birleĢerek Karabağ‘ı hıyanet yoluyla
iĢkâl ederler. Azerbaycan nüfusunun her yedi insanından birinin talihine göçkünlük düĢer.
ġiirlerinde Azerbaycan‘ın sevincini, güzel günlerini dile getiren ünlü Ģair Zelimhan Yagub‘un
Ģiirleri yerini dert, kedere bırakır. ġiirler tümüyle mateme bürünür. ġair Ģiirlerinde
Azerbaycan‘ın bugünkü tarihi faciasının köklerini bulmaya çalıĢıyor, o bu facianın nedenlerini
cevap veriyor, öğrenmeye çalıĢıyor. Z.Yagub bu iĢte olanlara sorular soruyor. Ama suçlular
Ģairin bu önemli soruları karĢısında dilsizleĢiyorlar, ne deyeceklerini, kendilerini nasıl
savunacaklarını bilmiyorlar. ġair sorulara kendisi cevap veriyor. Diyor ki, ―bu uğursuzluğun
nedeni güçte, kuvette, kılıçta değil, helekarlıktadır‖ (1) Bu gerçekği anlayan Ģair ―demirden
çarık giyiyor, demir asa alarak tarihe seyahate çıkıyor. Mevlana‘nın dediği gibi, ―Hangi
makama çıktımsa karĢımda Türkmen hocası Yunus Emre‘yi buldum‖.(2). Z. Yagub, Yunus‘un
yoluydan gidiyor. Zamanın ve tarihin zorlu sorularına cevapları da Y.Emre helâlığında, Y.Emre
felsefesinde arıyor, buluyor. Diyor ki, ―Milli değerlerin ebediliğini, onların baba, ecdat,
Yesevi, Yunus kökenini, baĢlangıcını ―Yunus Emre destanı‖nda Z. Yagub yeniden hatırlatır,
ananelerin diriliği, ideasını övüyor‖ (3).
Azerbaycan halkının 20.yüzyılın sonlarında baĢına gelen felaket, Karabağ SavaĢı ile
ortaya çıkıyor. YurttaĢlarımızın bin bir belaya düçar olmaları Ģair Z. Yagub‘un yaratıcılığında
kaleme alınıyor. 80. yılların sonu ile 90. yıllarda Azerbaycan‘ın hayatında öyle önemli içtimai,
siyasi, milli, manevi ve psikolojik olaylar yoktur ki, Z. Yagub‘un eserlerinde ifade edilmesin.
Özellikle, 1990. yılarının 20 Ocağında olayı Z. Yagub kalemiyle okuyuculara takdim etmiĢtir.
ġair, üç renkli Azerbaycan bayrağını alarak ġehitler Hıyabanı‘na gidiyor:
Bu gün kara giyinmiĢim, kara günümdür benim,
Dünyayı yerinden oynatır ahım, ünüm benim.
ġehitler Hıyabanı kıblem, yönümdür benim,
Kendi derdimi çekmesem, özgeler derde kalmaz. (4)
ġairin gazabı yeri, göğü inletir, o suçluları itham ediyor:
Hain belli, tarih Ģahit, amaç aydın, fikir kati,
Zaman özü hâkim olar, bağıĢlamaz hıyaneti.
Yüz perdele, yüz sıva, örtmek olmaz cinayeti,
Hakk haksızlığın ağasıdır, Ģehitler yatan yerde
Z.Yagub 90. yıllarda Ģiirlerinde sevgi, doğa, vatan konusu, yerini siyasi konulara bırakır.
ġairin 90. yıllarda basılmıĢ ―Ziyaretin Kabul Olunsun‖ (1991), ―ġair Hayatı‖ (1995), ―Bir Eli
Toprakta, Bir Eli Hakta‖ (1997) kitaplarındaki Ģiirlerde içtimai, siyasi mazmun daha güçlüdür.
Z.Yagub, kendi manevi dünyasına, hisler ve duygular âlemine kapılır. Duygusal problemlerini,
dertlerini, ağrı ve acılarını Ģiirleriyle dile getirir.
O, bu derdi yana yana yaĢıyor, lakin bu dertler Ģairin iyimser ruhunu kıramıyor. Z.Yagub
derdin gözüne dik bakıyor:
Vatan, bir de baĢın üste kara bayrak takılmasın,
Dedem Korkut bayrak olsun, kara dağın yıkılmasın.
ġehitleri veren halkım, koy yüreğim sıkılmasın,
ġehidi olmayan toprak kalır ayaklar altında (5)
Bu dert, gam içerisinde Z.Yagub hakikatin zaferle sonuçlanacağına inanıyor:
Ordusunda alay-alay kurĢun olsa da,
Her kuruĢunun bir alıcı kuĢun olsa da,
ġerin sesi karıĢamaz hakkın sesine,
Ġnanırım hakikatin tantanasına. (6 )
Bu sayısız, hesapsız dertlerin içinde kavrulan Ģairin yarına, geleceğe umudu yok olmuyor,
doğma halka, ana diline olan sevgisi daha da derinleĢtiriyor:
―Enelhak bayraklı, ―hayret‖ ni
Mısırı kılıcım tek keserli dilim.
Naralı, lehçeli sesli, sedalı,
ġiirli, Ģarkılı, eserli, dilim.
Z.Yagub, yıllar geçtikçe kalemine daha fazla ilhamla sarılır, yaranmıĢ durumda yaratıcılığını
savaĢa, masasını sengere, kalemini silaha çevirir, kendisini er sayıyor:
Kalem silah, masa senger, ben er,
ĠnanmıĢım, inanıyorum kaleme.
Dosta mektup, yara yazı talihim,
Ağ kagıda kara yazı talihim.
Bu yolların kar ayazı talihim,
ĠnanmıĢım, inanıyorum kaleme (7)
Z.Yagub‘un Ģiirlerinde olduğu gibi, mesnevilerinde de keder vardır. ―Göyçe Derdi‖, ―Ġnsan‖
v.s… Mesnevilerinde kayıp edilen yerlerin talihine, halkımızın kederli tarihi talihine kalben
yanıp-yakılan Ģairin yürek acıları Ģöyle ifade edilmiĢtir:
Bana neler vermedi asrın en son yılları,
Gözüme yaĢı, saçıma karı verdi.
Her köye, her Ģehre bir Ģehit mezarlığı,
Her eve, her ocağa Ģehit mezarı verdi.
Tarih bana ne verdi; -Ağrı, iĢkence, kazap.
Kanın sellere döndü, elden Hocalı gitti,
ġuĢa elden gidende uzun dilim kısa
Sözümün, sohbetimin Ģerbeti, tadı gitti (8)
―ġair Harayı‖ mesnevisinde Ģairin de yarasına tuz basılmıĢ, göğsüne köz basılmıĢ, ulu bir
memleketin zorlu ağrıları, kara bulutlar oynaĢan, toprağı düĢman tapdağında kalan, çölleri
Ģehit kanından renk alan, deniz gibi kabarıp çekilen, yayık gibi çalkanan, hala da yağ üste
çıkıp, ayranı ayran olmayan, ölüm kalım arasında çırpınan, dâhilden parçalanan, kenardan
sökülen Azerbaycan‘ın talihi hakkında duygu yüklü, dumanlı-gümanlı düĢünceler, itiraflar, ağrı,
azap bu eserde dikkatimizi çekmektedir (9)
Bu gece rüyama girmiĢti ġuĢa,*
Cabbar* ağlıyordu, Han* ağlıyordu.
DönmüĢtü kanadı kırılmıĢ kuĢa,
Karabağ baĢtanbaĢa kan ağlıyordu.
Tarihi hıyanetliklerin sarsıntılarını Ģair kendi varlığı, kalbi ile yaĢıyor, eli dünyadan
yüzülen Ģair kendini suçluyor:
Bu ne tür kalemdi Laçın* elden gidende,
Yıldırıma çevrilip, alıĢmadı, sönmedi,
Kırılanda Hocalı, verilende
Yağıların baĢında ĢimĢeklere dönmedi. (10)
Bu ümitsizlik geçicidir. Birbirini takip eden tarihi olaylara, yaralara bakmayarak Ģairin lirik
kahramanı kendinde kuvvet buluyor, onun büyük ve sarsılmaz zafer azmi her zamanki gibi
yücedir.
ġairin fikrince, halkın bu zorlu gününde onun evlatları silaha sarılmalı, mısraları, sözleri
silaha, mermiye dönüp savaĢa gitmeli, Ģairler halkı ruhlandırmalı, seferber etmelidir:
Hakkın var baĢ olup baĢta durmağa,
Kaldır memleketi ayağa Ģiirim.
Mısralar meydanda mermiye dönsün,
Kelimeler kurĢuna, tarağa Ģiirim.
ġimdiden iyice hesabını çek,
Yerimiz, yurdumuz bilinmeyecek,
Lekemiz tarihten silinmeyecek.(11)
Hakk‘a doğru giden yolda insanın dâhilindeki manevi çağırıĢ Ģairi öyle bir doruğa götürür ki,
bu noktada insanın ―Bir eli toprakta, bir eli hakta‖ kalıyor. ġair daima yollardadır. Bir ayağı
Ġstanbul‘da, bir ayağında Tebriz, Tahran, Mekke, Medine, Pekin, ġankay‘dadır. Z.Yagub,
gittiği ülkelerde Azerbaycan‘ı hakk sesini dünyaya duyurmaya çalıĢıyor. Onun Ģiirlerinden
doğduğu vatan toprağı güzel Borçalı boylanır, bu Ģiirlerde Batı Azerbaycan‘ın en füsunkâr
bölgesi Göyce‘nin hüznü, kederi görünür. Bu Ģiirlerde düĢman elinde olan ġuĢa kanlı gözyaĢı
döküyor, Laçın, Kelbecer haray koparır, Hocalı‘nın ah-nalesinden gökteki kuĢlar kanat salıyor.
Z.Yagub, Karabağ adlı vatan derdini yüreğinin kanıyla mısralara döküyor. Karabağ azat
olmayınca Ģaire rahatlık yoktur. Deha sanatkâr Mehmet Aras‘ın dediği gibi, bir gün uyumuĢ
volkan püskürecek, Karabağ düĢman zulmünden azat olacak. O gün çok yakındadır.
*ġuĢa: Karabağ‘ın BaĢkenti,
*Cabbar, Han: Karabağ‘ın dünyaca ünlü sanatçıları
*Laçın: Karabağ‘ın en eski, güzel kentlerinden biridir, Ermenistan‘la Karabag‘ın sınırında
yerleĢmiĢtir.
Kaynakça:
1. Zelimhan, Yagub (1995), ġair Harayı, Bakı, s.476
A.G.E. s.476
A.G.E. s.477
Zelimhan, Yagub (1995), Ziyaretin Kabul Olunsun, Bakı, s.6
Zelimhan, Yagub (1995), Ziyaretin Kabul Olunsun, Bakı, s.16
A.G.E. s.23
A.G.E. s.58
A.G.E. s.15
Zelimhan, Yagub (1995), ġair Harayı, Bakı, s.3
A.G.E. s.75
A.G.E. s.55
MEVLANA ve ġEMS
Mahmut HASGÜL
Mevlana düĢünce iklimine bahar getiren kiĢidir. Gül bahçesini gönül çeĢmesine çeviren
kiĢidir. Kubbe-i Hadrasında ölümsüzlüğü yudumlayan ve bunu her an insanlığa ispat eden
kiĢidir. Aklı kemale erdirdikten sonra gönlü duvarlarından arındırmıĢ, hakikat adına ne varsa
HAK iksiriyle yıkamıĢ ve faniliğin fenalığını HAKK potasında eritmiĢtir.
Mevlana yalnızdır Konya‘da. Etrafında onu anlayabilecek tek kiĢi yoktur. Her gün ilim
ve maneviyat ırmakları dolar dolar da yüreğine, bunca yükü boĢaltabileceği bir umman
bulamaz. Anlatsa anlaĢılmaz. Dünya denen bu Hak‘tan sürgün yaĢanılan gurbette onun gönül
dilini bilen bir kimse yoktur. Sabahlara kadar Allah‘a yakarıĢları duyulur hanesinden.
GözyaĢları damla damla eritir içini dolduran denizleri.
Tebriz‘den çıkıp yalın ayak, yalın yürek, bir hırkanın sahibi, bir lokmanın fakiri ġems,
Konya Ģehrine gelir. Uzun yolların, girift muammaların adamıdır ġems. Her kula nasip
olmayacak kadar büyük bir zekâya ve uzun emeklerin neticesinde ulaĢılmıĢ onca ilime rağmen,
akıl kapısını kırmıĢ, gönül duvarlarını çoktan yıkmıĢtır. Yalnızdır. Çoktandır unutmuĢtur
insanlar gibi konuĢmayı. Derin manalarla yüklü iri iri gözyaĢları döker Hak ve hakikat için.
Gönül lisanının tercümanı yoktur bu dünya gurbetinde. Bütün iĢaretler Konya‘yı
göstermektedir. Mevlana ġems, Mevlana Celaleddin adında bir Hak tercümanının adını
duymuĢtur ve bu uğurda çetin yollar aĢarak Konya‘ya gelmiĢtir.
ġems ile Celaleddin, ikisi de Mevlana‘dır. Yani ki sevgi yolculuğuna çıkmıĢ sevgi
adamlarıdır. Ġki nehirdir derin ve coĢkulu. Ġki denizdir, dipsiz ve dalgalı. Mesafelerin koyduğu
set kalkınca aradan coĢkun denizlerin karıĢmasıyla yeryüzünün o güne kadar görmediği
ihtiĢamlı dalgalar çıkar akıl ve gönül âlemlerinde. Depremler olur sahte yapıları bir bir
deviren. Gönül volkanlarının lavlarına dayanabilecek hiçbir gerçek kalmamıĢtır. Dünyaya
tapanlar için korkunç, vahdet sırrına erenler için muhteĢem bir manzaradır.
Kim, kimden feyiz almaktadır?
Hangisi mürit, hangisi mürĢittir?
Hangisi daha büyüktür? Bunların bir önemi var mıdır? Ġki ateĢ buluĢmuĢtur artık. Kim
kimi yakabilir ki. Onlar birlikte yanmaktadır. Birlikte yakmaktadırlar bir ömür boyu itinayla
yazdıkları dünya kitabının yapraklarını. Yanan her yapraktan sonra aydınlanmaktadır hakikat
kitabının nurlu sayfaları. Lisan ortaktır artık, irfan ortaktır artık, yaratılıĢın ana fikri olan
aĢk ortaktır artık. ġems bir söz söyler, Celaleddin Mecnun olur, mest olur, mey-hoĢ olur.
Celaleddin bir söz söyler ġems tutuĢur da pür-nar olur, pür-nur olur. Her söz diğerinde yeni
evrenlere kapı aralar.
Nasıl bir hasrettir ki bu geceler boyu giderilemez, günlerce tesiri geçmez, aylarca ilk
günkü tazeliğinden zerre kaybetmez. Büyük vuslatın küçücük bir provasıdır aslında bu iki
Mevlana‘nın vuslatı. Buna bile bu koskoca yüreğe sahip iki eren dayanamazken büyük vuslata
kavuĢmaya hangi kalp tahammül edebilir? Susmaları bile titretir ruhları. Öyle susarlar ki
gecelerce, günlerce. Öyle ağlarlar ki, göz pınarları yetiĢemez susuzluklarına.
Ey her aĢka savaĢ açan dünya söyle, bunca zulümden ne geçti eline? Kaç cana kıydın,
kaç kiĢinin derisini yüzdün, kaç kiĢiyi darağacına çektin, kaç Kays‘ı mecnun ettin, kaç Keremi
kül eyledin, kaç yiğidi kul eyledin; kaç genç kızın tabutuna gelinlik örttün. Senin bu aĢka karĢı
hıncı nedendir? Neden Hak aĢkına ram olan Mevlana ve ġems‘e Hakkı çok gördün, aĢkı çok
gördün?
Ey ademden gelip de Âdemden olmakla övünen kibirli varlık, hangi zekâya sahiptin ki
anlayıverdin bu iki âlimin halini; hangi yüreğe, hangi cesarete sahiptin ki bir çırpıda
kavrayıverdin bu aĢkın esrarını? Ey küçük ve kirli yürek sahipleri, Hak adına Hakka savaĢ
açanlar, ne istediniz ġems‘ten ki Mevlana‘yı güneĢinden ettiniz.
Ġhtiyar ġems küçük dostundan vaktinden evvel koparıldı ama yücelerin yücesi Dost‘a
kavuĢtu, bahtiyardı.
Mevlana yine yalnız kaldı bu dünya zindanında. IĢığı elinden alınmıĢtı. Ġçine kapandı
bütün bütün. Aksakallarından göğsüne dökülen yaĢlar kalbinin ateĢine ulaĢmıyordu. ġemsin bu
ikinci ve kat‘i gidiĢi Mevlana‘nın mahkûmiyetini müebbet eylemiĢti. Tek bir tesellisi kalmıĢtı ki
o hayatta tutuyordu onu: küllü nefsin zâikatül-mevt. Ne güzel, ne büyük bir müjde ki ölüm
vardı âlemde. ġimdi sabırla beklemek gerekti ölüm denen o kutlu günü. Mevlana her gün acı
çekti, kimselere diyemedi derdini. Dese de anlamazlardı. Dua dua, mısra mısra hafifletmeye
çalıĢtı sancılarını.
Her zulmün sonu vardır elbette. Elbette batan güneĢ çağacaktır vakti gelince. Her
nefis muhakkak dünyaya ölecek, âhirete doğacaktır. Elbette Hayy‘dan gelen Hu‘ya gidecektir.
ġimdi Hu zamanıdır ey Mevlana! Hazırla kendini büyük buluĢmaya. Bu vuslatı bir ömür
bekledin. ġimdi ġeb-i Arus vaktidir. Bak, açmıĢ toprağını bütün sevecenliği ile Dost seni
beklemektedir. ġimdi arın Hakikatlerden ki Hakk seni beklemektedir. Kurtul ten kafesinden,
ayrıl belalı nefsinden. ġimdi Rabbin nurunda erit ruhunu. Hak ile yeksan olma vaktidir.
Doğum günün kutlu olsun Mevlana.
ÖĞRETMENLER GÜNÜ…
Bedrettin KELEġTĠMUR
“Bir çivi yüzünden bir nal, bir nal yüzünden bir at, bir at yüzünden de bir atlı
gidiverir.” Bu ülkenin çivileri tabir yerinde ise, „muallimlerdir‟
Gazi Atatürk bir sözünde, “Muallimler, gelecek nesiller sizlerin eseri olacaktır”
Sorumluluğu bizleri bir ömür boyu kuĢatacak, „mukaddes‟ bir görev! Eğitim ve Öğretim
siz sanmayınız ki; bir günü, bir ayı veya bir mevsimi değil, „bir asrı, nesilleri Ģekillendirir‟
Bu hizmete, „bir milleti, yarınlarını veya geleceğini ihya edecek bilgi ağacı‟ deriz!
Eğitim konuĢulduğu zaman, „titrerim‟
Öyle ki, hayatın özellikle de; „ilimde geç kalanları affetmediğini‟ gayet iyi biliriz!
Çok değil, son üç asrın Ģöyle bir fotoğrafına bakınız; „dün batıyı büyük bir hayranlık
içerisinde derinden etkileyen ve Ģekillendiren Türk ve Ġslâm Medeniyeti‟ bugün, 21. asrın
Ģu nazik konumunda nerelerdedir?..
24 Kasım Tarihini, öncelikle sorumluların, tarihi mukayeseler getirerek kendilerini,
„sorgulamaları‟ gerektiğine inanıyorum. Ġnsan içinde, milletler içinde geçerli olan ve altını
kalın çizgilerle çizmemiz gereken; ―Hayatta bir gayesi olmayan insanlar/veya milletler, bir
nehir üzerinde akıp giden saman çöplerine benzerler; onlar kendilerini (zamanın) suyun
insafsız akıĢına bırakırlar‖ Hedefi olmayan bir insan/veya devlet tasavvur edebilir misiniz?
“Hayatta en hakiki mürĢit ilimdir”
Bu milleti, „cihan hâkimiyetine‟ taĢıyan sır nedir? Kendisine hâkim olan bir Ģuurun
büyük fırtınalar kopararak; bir baĢkasına/ yeryüzüne hâkim olacağı inancıdır! O inanç
felsefesinin tarihi yapraklarını biraz olsun aralayınız, kendi tarihinize olan hayranlığınız bir
kat daha artarken; içerisinde bulunduğunuz, „garip ve anlamsız kavgalar‟ sizleri acı acı
düĢündürecektir!
Kıtaları fethetmek kadar, „gönülleri fethetmek‟ önemlidir. Bu millet gittiği
coğrafyada hâkimiyetini; „ilim ve hikmet, hoĢgörü ve adalet, sabır ve tahammül, güzel
ahlak ve doğruluk‟ ile kalıcı kılmıĢtır.
Zembilli Ali Efendi, Yahya Efendi, ġeyh Edebali, Somuncu Baba, Emir Sultan, Nalıncı
Baba, Molla Hüsrev, Molla Gürani, Ahmet KemalpaĢazade, Hoca Sadettin Hz. Hızır Bey,
Hasan Can, Hacı Bayram-ı Veli, Gül Baba, Geyikli Baba, Ebusuut Efendi, Ebu‘l Vefa Hz. Aziz
Mahmut Hüdai Hz. Merkez Efendi vesaire devlet adamlarına yol göstermiĢ alperen ruhlu nice
Ģahsiyetler o kadar etkileyici olmuĢtur ki!..
“Bir âlimin göçmesi, âlemin göçmesi gibidir” diyen bir felsefe elbette üç kıtaya
hükümran olacaktı!
“Âlimlerin mürekkebi, Ģehitlerin kanlarından daha değerlidir‖ diyen bir idrak
elbette, 8 asırdan 16.asra kadar çok büyük bir coğrafyada; tıp, fizik, kimya, astronomi,
matematik vs. bilim dallarında günümüze kadar ıĢık tutacak büyük ilim adamlarını bağrından
çıkaracaktı
Bilimin, batı dünyasını da etkisi altına alan, „altın devri‟ olarak, bu dönemi
gösterebiliriz. Ġbn-i Sina, Gazali, El-Biruni, Ebu'l Vefa, Farabi, Cebir b. Hayyan, M.Ġbn Musa
al-Harizmi, Ġbn-i Heysem, Ġdrisi, Sabit bin Kura, Cizreli Ebul-Ġz her biri bilimin bir dalında
kapı açıyor!
24 Kasım, Öğretmenler Günü! Bu günü özellikle, „sloganın ötesinde‟ düĢünüyorum!
Öğretmene ne diyorduk, “Muallim”
Kökünde, „âlim‟ ve ‟hikmet‟ var.
AĢk ve sevda insanı olarak yorumlamaya çalıĢtığım öğretmeni, “baĢkalarına sürekli
ıĢık saçan bir kandile” benzetirim!
Kusura bakmayınız ama aĢk ile meĢk bir arada olmaz!
Vecd ile caz ve patırtı aynı iklimi paylaĢmaz!
Sürekli tartıĢıyoruz; 88 yılını dolduran Cumhuriyet tarihimizin o nezih ikliminde,
Ģimdiye kadar yapılan 19 Milli Eğitim ġuralarında; Önce doğrularda buluĢmamız gerektiğini;
doğrular Ģu toplum içerisinde hazmedildikçe nerede yanlıĢ yaptığımızın da ortaya çıkacağı
düĢüncesini birlikte paylaĢtık…
Bu toplumun iki yakasında; Ģüphe ve tereddüt dolu gözler yerini hoĢgörüye terk
etmezse, „taassup‟ koyu bir cendere halini almaya baĢlar!
Sadi ne diyor; “Üç Ģey sürekli kalmaz; ticaretsiz mal, tekrarsız bilgi, cesaretsiz
iktidar” Bu sözü Ģöyle bütünleĢtirebiliriz; “ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan
çekil.”
Öğretmenler gününü, 1981 tarihinden itibaren kutlamaya baĢladık. Bugünün
kutlanması, esasen bugün Gazi Atatürk‘ün, „milli mekteplerin‟ açılıĢ, „BaĢöğretmenliğin‟ kabulü
tarihi olan 24 Kasım 1928 tarihinden ilham alınmıĢtır.
Öğretmen andında ne vardır; “Türk Milletinin milli, ahlaki, insanı, manevi ve
kültürel değerlerini benimseyip, koruyup, bunları geliĢtirmek için çalıĢacağıma… Bunları
davranıĢ halinde göstereceğime söz veririm” deniyor!
G. Atatürk ne diyor; “Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaĢ
meydanlarında ne kadar parlak zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaĢayacak
neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. Eğitimdir ki bir milleti ya hür,
bağımsız, Ģanlı, yüksek bir topluluk halinde yaĢatır; ya da milleti esaret ve sefalete
terk eder.”
Elbette, “bana bir harf öğretenin kölesi olurum” veciz düĢüncesine kendimi teslim
ettiğim öğretmenlerden; „fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller istememiz‟ bir milletin
en tabii hakkıdır.
1923 yılında 5,1 bin okul varken, bu sayı günümüzde katlanarak, 48,9 bine ulaĢmıĢtır.
Aynı Ģekilde, 1923 yılında 36,5 bin öğrenci öğrenim görmekte iken günümüzde, 16 milyona
ulaĢmıĢtır. 1923 yılında 12,2 bin öğretmen görev yaparken, bu sayı da 1 milyon 243 bin
olmuĢtur.
Bozkırlara can veren aĢk nehrinin kıyılarında geziniyorum. Hayat iksirimiz, „Ümmetim,
Ümmetim‟ diyen, Rahmet ve Mağfiret Peygamberi, Ġki Cihan Saadeti, ezeli ve ebedi muallimimiz
Allah Resulü‘ nün manevi huzurunda kendimizi sürekli olarak hissedebiliyor muyuz? O his bile, „her
Ģeye bedel‟ bütün dertlerimize, can iksiri, devadır! Gayrisi berhavadır!
O his, bizleri Ģüphesiz ki, „asırların tacı‟ gönüllerin utacı olarak bildiğimiz ve sürekli
hasretini çektiğimiz, hicranıyla yandığımız, „Saadet Asrına‟ götürecektir. Allah‘ın Resulü
buyuruyorlar, “Ashabım gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine tabii olursanız hidayete
erersiniz…” ĠĢte asır, iĢte bizleri hidayete taĢıyacak, muallimler halkası! Böyle bir halkadan
süzülerek gelen, Ġslâm âlimleri, yolumuzu aydınlatan iĢaretler/ nur halkasından rehberler
oluyorlar!
Allah Resulünün çevresinde halkalanan yüz binin üzerindeki Sahabenin sadece on bin
civarındakinin kabirleri „cennet‟ül bakiye‟de, Medine‘de bulunmaktadır. Ya diğerleri? Kıtalar
ötesine kadar taĢan bir büyük fethin aĢkıyla bizleri buluĢturmuĢlardır! “Ġlim, Çin‟de de olsa gidin
arayın” diyor, bizim kutlu inancımız! Mutlak bir güzellik uğruna verilen muazzam bir seferberlik!
“Hikmetli söz mü‟minin yitiğidir, nerede bulursa onu almalıdır.” “BeĢikten mezara kadar ilim
isteyin” fermanı karĢısında, hayat iksirinin ilim olduğu inancı ile bütünleĢen bir ahlak doğuyordu!
ġüphesiz ki, “vatan müdafaasının en emin yolu eğitimdir” O halde, “milletleri kurtaran
yalnız ve yalnız öğretmenlerdir”
Buradan nereye, nerelere geleceğim; 21.asrın fetih ruhunu aradığı muallimlere! “Bir damla
dava yüklü bir insan, kendisinden elli kat bilgi yüklü bir dâhiden daha güçlüdür” Bir
öğretmen‘in mesleğini sevmesi kadar, „davasına‟ inanması ve ona kalbi bir irade ile sarılması
Ģarttır! Samimiyet ve fedakârlığın karĢısında neler diz çökmedi ki? Öğretmen için, “GeçmiĢin
öğreticisi, geleceğin kurucusu” diyebiliriz. Öğretmen, “öyle bir sanatkâr ki, yarınların
temellerini o attığı gibi, kiĢilik hamuruna da o biçim verir.”
Yavuz Sultan Selim: "Âlimlerin atının ayağından sıçrayan çamur, bizim üzerimize ancak
süs olur." diyerek ilme ve muallime verdiği değeri anlatırken, Aristo‘nun öğrencisi öğretmeni
için, “Allah beni gökten yere indirdi, öğretmenim beni yerden göğe çıkardı." sözleriyle haklı
bir tespiti dile getiriyordu.
TÜRKLER VE KÜTÜPHANE!
Matbaa Kültürü, „Uygurlarda‟
9. Asırda biliniyor…
Bu kültürü ilk defa Moğollar,
13. yy‘da, Avrupa‘ya taĢıyorlar…
15.yy‘da, Gutenberg‘in bulduğu
Matbaanın,
Temellerinde, Uygurlar vardır!
Doğu Türkistan‘da, Turfan‟da
yapılan kazılarda;
„Otuz bin eser…‟ toplu halde
bulunuyor!
Gazneli Mahmut‘un,
„Saray Kütüphanesi‟ dillere
destandır!
Büyük Selçuklularda,
Nizamülmülk‘ün,
Bağdat ve NiĢabur‟da kurduğu
kütüphaneler…
Anadolu Selçukluları ve Konya,
O dönemin en büyük kütüphanesi
buradaydı…
Osmanlılarda,
Ġznik, Bursa ve Ġstanbul‘da…
Medrese ve Kütüphaneler iç içedir!
***
***
Tarihin en eski kütüphanesi,
Asurlulara aittir…
Ninova Kütüphanesi (MÖ,625)
Mısır‘da,
Ġskenderiye Kütüphanesi…
Türk Ġslam Kültüründe,
Medrese ve Kütüphane iç içedir!
Osmanlılarda Ġlk Kütüphane,
Osman Bey zamanında,
Ġznik‟te ve Edirne‟de kurulur…
Daha sonraki yıllarda,
Ġstanbul, Amasya, Edirne, Bursa,
Manisa, Trabzon
Ve birçok Ģehirlerde,
„Büyük Kütüphaneler‟ açılır…
ġunu söylememiz gerekirse,
Gerek Kütüphane Kültürü,
Ve gerekse „çarĢı kültürü…‟
Türklerden Avrupa‘ya geçmiĢtir!
BĠR YUDUM ĠNSAN;
―PAMUK DEDE‖NĠN ARDINDAN
A.Turan ERDOĞAN-Eğitimci / AraĢtırmacı
Dünyanın ruhu nerededir diye bir soru yöneltilse, tereddütsüz ―Anadolu‖ derim.
Tarihin, kültürün, medeniyetin harmanlandığı binlerce yıllık miras hep ―Anadolu‖ adresli çıkar.
Bu mirasa ev sahipliği yapan bir diyardan; Tokat‘tan ve onun Ģirin kasabası Avlunlardan bir
hatıra nakletmek istiyorum. ―Bir Yudum Ġnsan‖ yazımızın konuğu Avlunlar Eze Mahallesinde
yaĢamıĢ olan, ancak bu yazımızın yayınlanmasından yıllar önce ilahi kat‘a uğurladığımız Kaya
TOYGUN nâm-ı diğer ―Pamuk Dede‖dir.
Yerel kimliklere hayranlığını yakinen bildiğim araĢtırmacı arkadaĢım Hasan AKAR 'a
asırlık bir çınardan, Pamuk Dede‘den söz etmiĢtim. Hasan Bey bu insanı konuĢturup
birikimlerini kendinden sonraki nesillere aktarmamız gerektiğini ifade etmiĢti.
Pamuk Dede ile söyleĢi yapmak, hayatının gizemini gün yüzüne çıkartmak gayesi ile
2002 yılının 18 Eylül ÇarĢamba günü akĢamı Avlunlar Eze Mahallesine gittik. Osmanlı‘dan
aldığı vakarı Cumhuriyetin beyefendiliği ile yoğurmuĢ iki güzel insan Pamuk Dede ve
muhterem eĢleri Fatma nine bizleri gözlerinin içi gülerek, asırlık yaĢlarını hiç önemsemeden
hoĢ bir eda ile karĢıladılar.
Sivrin Tepeye nazır, her köĢesi el emeği göz nuru yapı malzemeleriyle donatılmıĢ
odalarına aldılar. Duvarda, yerini kimseyle paylaĢmak istemeyen kocaman bir masa radyosu
dikkatimizi çekti. Kaya Dede: ―Bu köyde ilk radyoyu (Ladyoyu) ben aldım. Her akĢam bu oda
akĢam 7:00 ajansını dinlemek isteyen insanlarla dolup taĢardı" dedi. Ustalık ve sanatsal
maharetin sergilendiği karyolayı göstererek: "Bunu da ilk defa bu köyde ben aldım" diyerek
merakımızı giderdi.
Sohbete daldık…
Fatma Nine, mübarek
Anadolu kadını, sohbeti
aralıyor ve "Ġlla çay ve
yemek ikram etmeden
sizleri
göndermem"
diyor. Bu topraklar
kadınıyla, erkeğiyle ham
insan
yetiĢtirmemiĢ.
Ġhtiyar
delikanlıların
gönüllerini incitmemek
için var gücümüzle itina
gösteriyoruz.
Çaylarımızı yudumlayıp
kendileri gibi saf, temiz
ve katıksız ikramlarını
kabul ederken Pamuk Dede'nin sırlı dünyasına girmeye çalıĢıyoruz.
— Kaya Dede kaç yaĢındasınız?
—Atatürk Cumhuriyeti ilan ettiğinde 13 yaĢındaydım. Tevellüt 1326 (1910). Babam Ali Osman
Efendi, anam ise Emine Hanımdır.
—Avlunlar bölgesinin dolayısı ile Camili Köy‘ün tarihi ve kültürü hakkında sizden bilgi almak
istiyoruz.
—Tabiii, memnuniyetle. Ben bu köyün Eze (Camili) 30 hane olduğunu biliyorum. Buraya
yerleĢenlerin büyük bir tarihi geçmiĢi var. Yüzyıllarca Rumlarla iç içe yaĢamıĢlar.
Hatta yakın tarihi ben de onlarla birlikte yaĢadım. Avlunlar‘dan kervan yolu geçerdi. Ben
Samsun-Erbaa güzergâhından gelen kervanları, hatta satıĢ yaptıkları malları bile
hatırlıyorum. 15-20 tane deve, katır ve eĢekler mal yüklü olarak gelip bizim ―Deveci Meydanı‖
diye bildiğimiz, bugün ise ―Soku Dibi‖ dedikleri köy meydanında satıĢ yaparlardı. Kocaman
kitleler halinde Ģeker (loğ Ģekerler, kuru üzümler v.s), ihtiyaç maddeleri satarlar, buradan da
Niksar'a doğru giderlerdi.
Pamuk Dede‘nin gizemli hayatı, vatani göreve çağrılmasıyla daha da anlam kazanır. Her
Türk genci gibi o da önce Erzincan, Edirne ve Ankara olmak üzere 4 yılda Jandarma olarak
askerliğini tamamlar. Atatürk vefat ettiğinde Ankara'da olduğunu büyük komutanın vefatının
herkesi hüzne boğduğunu üç gün yas tuttuklarını söylüyor.
—Sohbetimize Avlunlar‘ın yakın tarihi ile ilgili hatırladıklarınızla devam edelim.
—Bizim dedelerimize "Kösemeli" diyorlar. Hangi maksatla söylendiğini bilmiyorum. Ancak köy
halkının yapısı hakkında büyüklerimizden duyduklarımı nakletmek isterim. Bölgeye Ahıska‘dan,
Ġran Horasan‘dan, Ġskefsir bölgesinden gelenler oldu.
Rumlar tarafından yakılan Camili Köy 1337 (1921)
—Bölgedeki Rum yerleĢim alanlarından ve iliĢkilerinden bahseder misiniz?
—Memnuniyetle... Bu civarda Yenice, Musullu, Köseli, Ġkipınar, Endikpınarı, Tekke gibi Rum
köyleri vardı. Benim özellikle Ġkipınar Rumlarıyla irtibatım oldu. Hambi ve kardeĢi ile
arkadaĢtım. Her Rum köyünün bir kilisesi ve bir papazı vardı. Ġkipınar‘daki papazı çok iyi
hatırlıyorum. Sakallı, pek konuĢkan olmayan, saçları arkadan iki örgülü, arkaya atılmıĢ
vaziyette idi. Rum köylerinde oturan insanlar genellikle sanat erbabı idi. Terzi, marangoz,
demirci gibi vasıflı insanlardı. Hatta bir defasında anamla birlikte çift demirini
burunlattırmak için gitmiĢtik. Fakirleri çok fazlaydı. Köylerimiz arasındaki insani iliĢkiler çok
güzeldi. Yirmiye yakın Ġkipınarlı Rum, köyümüzde iĢçi olarak çalıĢırdı. Beldemizin saygın insanı
Süleyman Ağa‘nın evinde en az yedi kiĢi çalıĢır ve nafakasını temin ederdi. Rumlardan
hatırladığım isimler arasında Anastas, Hambi, Todor, Yani, Kosti, Sufrat gibi isimler vardı.
Anastas bunların lideri durumundaydı. Hambi köyler arasında değiĢimli mal alıĢveriĢi yapardı.
ġunu da hemen hatırlatayım çok güzel üzüm bağları vardı.
Pamuk Dede'yi heyecanla dinlerken Ģu soruyu yöneltme gereğini duydum.
— Peki, iliĢkiler bu kadar güzeldi de neden düĢmanlıklar hâsıl oldu?
—Bize bir haber geldi. GazipaĢa Yunanlılarla konuĢmuĢ mübadele olacakmıĢ dediler. Yunandaki
soydaĢlarımız, kardeĢlerimiz buraya, buradaki Rumlarda oraya gideceklermiĢ. Bunu duyan
Rum erkekler silahlanarak dağa çıktılar. Onların kadınlarını, kızlarını, yaĢlılarını devlet
görevlilerimiz güvenlik içerisinde köye getirdiler. Ġki gün köyde kaldıktan sonra
askerlerimizin gözetiminde en ufak bir sıkıntıya maruz kalmadan gittiler. Dağdaki silahlı
Rumlar yol kesmeye, can yakmaya, baskınlar düzenlemeye baĢladılar. Karağa Deresinde iki
askerimizi Ģehit ettiler. Anastas ve Kosti liderliğinde 200-300 kiĢilik Rum eĢkıya yıllarca
komĢuluk ettikleri, karınlarını doyurdukları vefa örneği sergileyen Camili (Eze) köyünü yakıp
yıktılar. (337-1921)Özellikle de onlara sahip çıkan Süleyman Ağa‘nın evini hınçla yaktılar.
Hatta beĢikte yatan bir küçük bebeği dıĢarı attılar. Yalnız bizim evi yakmadılar. Orayı da
mevzi olarak kullandılar. Mehmet ÇavuĢun evini basıp sandığını soymaya çalıĢırken karĢı koyan
anasını canice öldürdüler. Halil Ağa‘nın yeğeni Çolak Salih'i dik baĢlılık ediyor, ibret olsun
diye Sivrin denilen yere götürerek öldürdüler. Tokat'a gitmekte olan yaĢlı kadınların önünü
Karağa Deresinde keserek, Sivrin Tepesine götürdüler. Bütün bu anlatılanları kanımız donmuĢ
Ģekilde dinlerken, Pamuk Dedenin gözleri dolu dolu oldu. Sanki o günleri yeniden yaĢıyormuĢ
gibi heyecanla anlatmaya devam ediyordu.
Bu noktada Hasan AKAR'la, Müjdat ÖZBAY'ın ortaklaĢa hazırladıkları ''Milli Mücadele
Yıllarında Niksar" adlı orijinal bilgi ve belge yüklü eser hatırıma geldi. Konu ile bağdaĢtığı için
o güne ıĢık tutan tarihi bir yazıĢmayı aktarmak istiyorum.
―AteĢkesten sonra Ohtab nahiyesinin Ġkipınar Köyünden olup Erbaa'nın Tekne köyüne
evini taĢımıĢ olan Arapoğlu Anastas baĢkanlığında Ohtap 'ın Ölçek köyünden Lazar oğlu Deli
Hacı ile yeğeni San Murat oğlu Yanko ve Köseli köyünden Cündoğlu Fot ve Ġkipınar Köyünden
olup Tazı" köyünde bulunan Servan oğlu Aleksi ve Kiril oğlu Kosti'den oluĢan çetenin Esdiğin
köyünden Dal oğlu Hüseyin Ağa'nın 60 baĢ davarını gasp ettikleri ve 1919 yılı Nisan'ında
Erbaa'nın Kozlu Nahiyesine bağlı Göl Önü köyünden Kara Yani çetesinden Ohtap'ın Musullu
köyünden 30 adet damızlık ve koĢu hayvanları sürdükleri ve AteĢkesten 1919 yılı baĢlarına
kadar Göl Önü Köyü‘nden Kara Yani ve Endikpınar'lı Koca Anastas, Külçek Köylü Deli Hacı
çetelerinin birleĢerek birçok defalar Serkis köyünü bastıkları ve hayvanlarını ve eĢyalarını
toptan gasp ettikten sonra köyü yaktıkları ve yine bu çetelere katılan Çerdiğin, Sarıtarla,
Gökçukur, Katara ve Cibril Rumlarından oluĢan çetenin 1920 yılı martında Erbaa pazarından
gelmekte olan Ohtap'ın Frenkhisar Köyü halkından 40 kiĢilik bir kafilenin önüne çıkarak 10
çift öküz, 7 eĢek ve arabalarda bulunan 25000 kuruĢluk eĢya ve zahireyi gasp ettikleri ve
kafileden bir bakire kızla kardeĢini öldürdüklerini ve annelerini ağır Ģekilde yaraladıkları ve
bekçinin kulağını kesmek suretiyle öldürdükleri Ohtap Müdüriyetinden bildirilmiĢ olduğu.
(8 Mart 1921 Tokat Mutasarrıfı Mustafa)
Belgede yer alan isimlerin ve olayların Kaya Dede‘nin anlattıkları ile örtüĢtüğünü
görüyorum. Kaya Dede‘ye Rumların bu vahĢetinin nasıl durdurulduğunu soruyorum.
—Devletimiz bize sahip çıktı. Çok büyük bir askeri birlik geldi. Köyün altına çadırlar kurdular.
Askerin tüm iaĢesini o zamanda yine Süleyman Ağa karĢıladı.
—Bundan sonrasını anlatır mısınız?
-Yunanlı bir yetkilinin geldiğini
öğrendik. Yaylacık'a silahlı
Rum çetelerinin yanlarına gidip
onları ikna etmiĢ. Yapılan
anlaĢmaya göre silahlarına
dokunmadan
bölgeyi
terk
edecekleri söylendi. Böylece
bu beladan kurtulduk.
—Rumların boĢalttığı yerler ne
yapıldı?
Ġkipınar,
Yenice,
Musullu, Köseli gibi köylere
soydaĢlarımız, kardeĢlerimiz
geldi.
YerleĢmeleri
için
yardımda bulunduk. Çok güzel
insanlardı. Aralarında saygın
âlimler, sanatkârlar vardı.
Sohbetin bir yazı dizisiyle neticelenecek bir durumda olmadığının farkında olarak bu
güzel asırlık çınara veda etmek durumunda kaldık.
Avlunlar bölgesi DaniĢmentli Malikânesi, Selçuklu Kervansarayı, Osmanlı ve Cumhuriyet
döneminin tarihi bilgi ve belgeleriyle dolu gizemli bir kasaba. Biz burada bölgenin son hatırası
canlı Ģahidi ile yakın tarih söyleĢisinde bulunduk. Pamuk Dede‘ye ve münevver eĢlerine
teĢekkür ederken bizi tekrar bekleyeceklerinin hüznü ile yakın tarihimizle bir kez daha
yüzleĢerek Avlunlar‘dan ayrılıyoruz. Bu dünyadan göç eden Pamuk Dede ve kıymetli eĢleri
Fadime nineye bu yazı vesilesi ile bir kez daha rahmet diliyoruz.
&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&
ZEVRAKΑNĠN KIRILDI GÖNÜL SAZI
M.NĠHAT MALKOÇ
Türk halk edebiyatı henüz tam
anlamıyla keĢfedilmemiĢ büyük bir
kültür hazinesidir. Bu büyük
kaynaktan tam anlamıyla haberdar
değiliz. Bu muhteĢem Ģiir konağında
geçmiĢten günümüze kadar binlerce
halk Ģairi konaklayarak on binlerce
Ģiir söylemiĢtir. Bu Ģiirler sözlü
gelenekle bugünlere geldiği için
çoğu değiĢmiĢ veya kaybolmuĢtur.
Günümüzde halk Ģiiri geleneği
devam etse de eski ihtiĢamından ve
özgünlüğünden çok Ģeyler
kaybetmiĢtir.
Halk Ģiirimizin kaynakları her geçen gün kuruyor. Son dönemlerin yaĢayan en büyük
halk Ģairlerinden biri olan Akif Timurhan‘ı yeni yılın ilk gününde 01 Ocak 2008‘de kaybettik.
―Zevrakî‖ mahlasıyla halk Ģiiri geleneğine hizmet eden Akif Timurhan 86 yaĢındaydı. O ―tahta
kayık‖ anlamına gelen ―Zevrakî‖ mahlasıyla halk Ģiiri tarzında eserler vermiĢtir.
Akif Timurhan, 1922 senesinde GümüĢhane‘nin Köse ilçesine bağlı Yuvacık
(Gelinpertek) köyünde dünyaya gelmiĢ, ömrünü o topraklarda sürdürmüĢtü. ġiire küçük
yaĢlardan itibaren ilgi duymaya baĢlamıĢtı. Sanatın diğer alanlarına da ilgi duyardı. Bağlama
ve kaval çalar, resim yapardı. Hece ölçüsüyle yazdığı Ģiirlerini kendi resimleriyle süslerdi. Bu
resimli Ģiirler eski taĢ basma divanları hatırlatıyor bize.
Merhum Akif Timurhan‘ı belki de yaĢadığı acılı hayat Ģair yapmıĢtır. O, ailesinin tek
çocuğuydu. Buna rağmen ailesi onu bir devlet memuruna evlatlık vermiĢti. Onun içindir ki
biyolojik ve psikolojik anlamda anne baba sevgisinden uzak bir atmosferde yaĢamak zorunda
kalmıĢtır. Onun Ģiire olan meyli gördüğü bir rüyadan sonra daha da artmıĢtır. O, gençliğinde
kendi adıyla Ģiirler oluĢturdu, sonra halk Ģiiri geleneğine uyarak mahlas kullanmayı tercih
etti.
Son dönem Türk halk Ģiirinin adı pek duyulmamıĢ gerçek Ģairlerinden biri olan ÂĢık
Zevrakî, Ģöhretten uzak yaĢamayı tercih ettiği için kendini hep gizledi. Ġsteseydi, bir de
geniĢ çevresi olsaydı adını ananların sayısı milyonları bulurdu. Fakat o, kalender bir kiĢiliğe
sahipti. Dünyanın görünen yüzünden daha çok, görünmeyen yüzüyle ilgileniyordu. Bu yüzden
günümüz gençlerinin çoğu bu önemli halk Ģairini tanımazlar. ġiir sahasında onun tırnağı bile
olamayacak Ģairlerin Ģiirleri TRT repertuarlarında yer aldı, pek çok meĢhur sanatçının
albümünde seslendirildi. Zevrakî‘nin Ģiirleri de Ģiirden anlayanlarca sevildi, el üstünde
tutuldu. Onun Ģiirleri de değiĢik kiĢiler tarafından bestelendi ve okundu. Fakat bu yeterli
miydi? Onun adını GümüĢhane sınırlarıyla sınırlayanlar Ģiire ihanet edenlerdir. ġimdi
samimiyetten uzak laflar söylemenin, timsah gözyaĢları dökmenin anlamı ve önemi yoktur.
O, zor Ģartlarda yaĢadıysa da, Ģiir kudretini ve sermayesini paraya dönüĢtürmeyi hiç
düĢünmedi. ġiirlerindeki kalite ve harcadığı emek ona ilgi olarak yansımadı. Yani yaĢadığı
sürece hak ettiği ilgi ve sevgiyi maalesef göremedi. Çok yakınındakiler bile onu görmezden
geldiler. Hayatı ve Ģiirleri hakkında yeterli çalıĢmalar yapılmadı. Ġstanbul Kültür
Üniversitesi‘nde Halk Edebiyatı alanında öğretim üyesi olarak görev yapan Prof. Dr. Muhan
Bali bu önemli halk ozanıyla ilgili ciddi çalıĢmalar yapmıĢ bir bilim adamımızdır. Onun
―GümüĢhaneli ÂĢık Akif Timurhan (Zevrakî) (Hayatı, Sanatı, Eseri)‖ adlı bildirisi bu sahadaki
en dikkate değer çalıĢmadır. Bu bildiri GümüĢhane‘de sempozyumda sunulmuĢtur.
ÂĢık Zevrakî, düĢünce olarak BektaĢî felsefesinden beslenmiĢtir. Bağnazlığı ve tek
taraflı düĢünmeyi aklın afeti olarak görmüĢtür. Akif Timurhan, Batılı ve Doğulu değerler
arasında sentez yapabilmeyi becerebilen ender halk Ģairlerinden biridir. Ġnsan sevgisini ve
hoĢgörüyü baĢ tacı yapmıĢtır. Yunus Emre‘nin ‗Yaratılanı hoĢ gördük Yaradan‘dan ötürü‘ mistik
anlayıĢı onun Ģiir kaynaklarını beslemiĢ, dünyaya bakıĢında temel oluĢturmuĢtur. ġiirlerinde
bunun etkilerini açıkça görebiliriz. O, bu zamanın insanının kendi görüĢlerini ve Ģiirlerini
anlamayacağını, anlamak için gayret sarf etmeyeceğini söyler, bundan yola çıkarak Ģiirlerini
iki kapak arasına almaya yanaĢmazdı. O, Ģiiri faydalı bir uğraĢ olarak görürdü. ġu sözü onun
Ģiire olan sevgi ve sadakatini göstermesi bakımından önemlidir: ―Bir kiĢi dahi olsa, kötü bir
Ģey yapacakken Ģiirimi hatırlayıp vazgeçerse, hayatım boĢa gitmemiĢ olacaktır.‖
Zevrakî mahlasıyla halk Ģiiri formlarında Ģiirler yazan Akif Timurhan‘ın oturmuĢ bir üslubu
vardır. ġiirlerindeki konular, mecazlar, mazmunlar, nazım Ģekilleri, dil ve söyleyiĢ ustalıkları
güçlü bir geleneğin zirveye ulaĢmıĢ bir değerini açıkça gösterir.
Akif Timurhan‘ın Ģiirleri hayatın aynasıdır. O, yaĢananlara hiçbir zaman kayıtsız
kalmamıĢ, gördüklerini, duyduklarını ve yaĢadıklarını Ģiirin tılsımıyla birleĢtirerek ifade
etmiĢtir. Sosyal meselelere hiçbir zaman ilgisiz kalmamıĢtır. Son dönemde toplumda meydana
gelen yozlaĢmayı ve değerlerin aĢınmasını yergilerine konu edinmiĢtir. Bunu yaparken de
nükteyi elden bırakmamıĢtır. DüĢündürürken güldürmüĢ, güldürürken de dokundurmuĢtur.
Fakat eleĢtirilerini daha çok, yakın çevresindeki meselelere yoğunlaĢtırmıĢtır. Yani onun Ģiir
aynası bir anlamda sınırlı mekânlara tutulduğu için görüntüler de sınırlı olmuĢtur. O sadece
eleĢtirmekle kalmamıĢ, hayat tecrübelerinden yararlanarak kurtuluĢ reçeteleri mahiyetinde
nasihatlerde de bulunmuĢtur. Cehaletin bizi geride bıraktığını, o varken baĢka düĢmana gerek
kalmadığını her fırsatta dile getirmiĢtir. Onun Ģu Ģiiri bu mânâda dikkate değerdir:
―Cehalet yüzünden geldik ne hale
Fezaya bir füze atamaz olduk
Sıratın üstüne kurarken kale
Koca Ay‘da bir çöp çatamaz olduk
Fazilet ararken çıkıp fezada
Neden düĢtük arzda fitne fesada
Koydum ya kendimi kendim mezada
Sırf safı sarrafa satamaz olduk‖
Bütün halk Ģiirlerinde olduğu gibi Zevrakî‘nin Ģiirlerinde de aĢk çok önemli bir yer tutar. AĢk
Ģiirin ana kaynağıdır. Bu aĢk bazen beĢerî, bazen de ilâhî aĢk Ģeklinde tecelli eder. Fakat
beĢerî de olsa, ilahî de olsa aĢk aĢktır. AĢk sevginin tutku derecesindeki tezahürüdür. KiĢi
bir kulu da sevse neticede onun yaratıcısına muhabbet duymuĢ olur. Zira kulu en güzel
biçimde yaratan Allah‘tır. Usta, hünerinin bilinmesinden ve takdir edilmesinden doyumsuz bir
haz alır. Onun, aĢkı konu edindiği Ģiirleri akıcı ve sürükleyicidir. Yani lirik Ģiirlerdir bunlar…
AĢk muhtevalı bu Ģiirlerden birkaç dörtlüğü dikkatinize sunmak istiyorum:
―Böyle miydi sennen bizim sözümüz
Kapıyı üstüme çektin de gittin
Hüsnüne doymadan hasret gözümüz
Gül çehreni çatıp çıktın da gittin
Nöbete dikersin bir hudut gibi
SarhoĢ ettin düĢtüm hem de dut gibi
Evim oldu tıpkı bir tabut gibi
Çiviyi kapağa çaktın da gittin.‖
ÂĢık Zevrakî‘nin Ģiirlerinde dinî unsurlar da dikkat çekici miktarda ve düzeydedir. O,
Müslümanlıkla muasırlaĢmayı birbiriyle bağdaĢtırmıĢ, daima bağnazlığın karĢısında olmuĢtur.
Ne olursa olsun bütün inançlara daima saygı duyulması gerektiğini savunmuĢtur. Ġnsanların
her türlü düĢünceye karĢı tahammül göstermesini istemiĢ ve bunu bizzat uygulamıĢtır.
Halk Ģiirimizin son dönem ustalarının baĢında gelen Zevrakî yaĢadıkça düĢünmüĢ,
düĢündükçe tefekkür etmiĢ, yakın ve uzak çevresine gözlemci bir anlayıĢla bakmıĢtır.
ġiirlerinde yerel değerlere ve motiflere ağırlıklı olarak yer vermiĢtir. ġiir ağını örerken
yaĢadığı doğa onu yönlendirmiĢ ve bir anlamda sınırlandırmıĢtır. O, büyük Ģehirlerde
yaĢasaydı belki de hayata bu kadar geniĢ perspektiften bakamaz, bu kadar hoĢgörülü
olamazdı. ġiir kozasını örerken GümüĢhane‘nin tabiatı onun ilhamının altyapısını
oluĢturmuĢtur. Hayata Ģiirin penceresinden bakmıĢ, gördüklerini mısralara söyletmiĢtir.
ġairler milletin gözü ve kulağıdır. Onlar daima toplumun önünde yürürler. Toplumun gidiĢatına
yön verir ozanlar. Toplumdaki aksaklıklar herkesten çok onları üzer. Geleneğin yaĢanması ve
yaĢatılması hususunda kendilerini birinci derecede sorumlu hissederler. Toplumun,
gelenekleri bir kenara bırakıp yanlıĢ yollara sapması, Ģairleri herkesten daha çok üzer.
Kültürel değiĢim beraberinde bozulmaları ve kopmaları getiriyorsa bu, Ģairlerin yüreğinde
dert olur. Bu anlamda Zevrakî kültürel bozulmanın sancısını çekenlerden birisidir. Onun
aĢağıdaki mısraları bana Faruk Nafiz Çamlıbel‘in ―Sanat‖ Ģiirindeki ifadeleri hatırlattı:
―Sapık insan olmaktansa
Sadık köpek daha eydir
Kentte girmektense dansa
Köyde köçek daha eydir‖
ÂĢık Zevrakî, ülkemizin gelmiĢ geçmiĢ bütün değerleriyle iftihar eder. O, Türkiye
Cumhuriyeti‘nin mimarı Gazi Mustafa Kemal‘i çok seven ve onun için Ģiirler yazan bir halk
Ģairidir. Bunun yanında Türkiye‘nin Atatürk‘ten sonra gelen ikinci adamı olan Ġnönü‘ye de
methiyeler yazmıĢtır. Bugünkü güzellikleri Atatürk‘ten kalan miras olarak gören ozanımız
Türk‘ün Ata‘sına olan sevgisini Ģu dizelerde ebedileĢtirmiĢtir:
―En mukaddes mirasıdır Mehmetçiğe sözlerin
Mevzilere hükmeder yine mavi gözlerin
Emanetin daha gür, daha zorlu, daha zinde
Yılmadan yürüyoruz Atam senin izinde
ÂĢık Zevrakî der bayrağına büstüne
Billahi, yâd yel bile estirmeyiz üstüne‖
Akif Timurhan, Ģiirlerinde dünyanın geçiciliğine, kulların dünya heveslerine uyup aldandığına
değinir çoğu zaman. Fakat ömür sermayesi tükenince yanıldığını anlar insanoğlu. Fakat bu
noktadan sonra duyulan piĢmanlığın hiç kimseye faydası yoktur. Geçen ömrü geri getirmek
mümkün değildir. Zevrakî‘nin ―Vay Yalan Dünya‖ Ģiirinde bu hissiyata rastlıyoruz:
―EĢdikçe de vurdun taĢa
Vay gidi vay yalan dünya
Emeğimi verdin boĢa
Vay gidi vay yalan dünya
Kapı alçak kafamız dik
Biraz olsun eğilmedik
Alnımıza çarptı eĢik
Vay gidi vay yalan dünya‖
ÂĢık Zevrakî‘nin Ģiirlerinde halk edebiyatı unsurlarının tamamını görmek mümkündür.
O, Ģiirlerinde heceyi ustalıkla kullanmıĢtır. Hecenin daha çok 11‘li kalıbını tercih etmiĢ; bu
kalıbın 6+5=11 duraklarını benimsese de bazen 4+4+3=11 duraklarına da yer vermiĢtir.
ġiirlerinde kullandığı nazım Ģekli ekseriyetle koĢmadır. KoĢmanın güzelleme, taĢlama,
koçaklama ve ağıt türlerinde baĢarılı örnekler vermiĢtir. Bunun yanında, yazdığı semailer ve
destanlar da gerek içerik, gerekse Ģekil bakımından kalıcı olmaya ve övülmeye namzettir. Bu
güçlü yapı uzun tecrübeler sonucunda elde edilmiĢtir. ġiirlerinde kullandığı nazım birimi
dörtlüktür. Halk Ģairlerinin sıkça kullandığı yarım kafiye onun da tercihidir.
Zevrakî‘nin dili sade olsa da Ģiirlerinde zaman zaman Arapça ve Farsça kökenli kelimelere yer
verdiği görülür. Bunun yanında ağız özellikleri, yöresel sözler bu güzel halk Ģiirlerinde
kendilerine yer bulurlar. Onun kullandığı eski ve yöresel kelimeler arasında ―ağyar, gümrah,
güman, tazarru, naliĢ, dığa, liğ, gülzar, dıray, uğru, bar, buhağ, har, muhannet, ferzant, efgan,
zülal, hatem, temre, ruz, keĢfü raz, bünyad, cehim, sakil, leçek, kelem, tınas, fiğ, külür,
köstü, ledünni, harabat, cam-ı encam, nuĢ, baki, nas, enval, esvab, gaffar, cebel, od, temren,
visal, Ģakird…‖ ilk akla gelenlerdir. Bunlar Ģiire serpiĢtirilmiĢtir.
GümüĢhaneli halk ozanı merhum Akif Timurhan çok yazan bir kiĢiydi. Bunun içindir ki
Ģiirlerinde zaman zaman söyleyiĢ ve kafiye hatalarına rastlamaktayız. Onun Ģiirleri binli
rakamlara ulaĢmıĢtır. ġayet bu Ģiirler kitap haline getirilmeye kalkılsa onlarca ciltlik bir
külliyat oluĢturulabilir. Bu Ģiirlerin tez zamanda iki kapak arasına alınması bir görevdir.
O, Ģiir ağını örerken teĢbihten istiareye kadar hemen hemen bütün edebî sanatları
kullanmıĢtır. Fakat bunu yaparken Ģiirin sadeliğinin ortadan kalkmasına, anlamın
belirsizleĢmesine asla müsaade etmemiĢtir. Halkın anlayacağı bir tarzda Ģiirler vücuda
getirmeye gayret etmiĢtir. AĢağıdaki dörtlükte onun benzetmelerinden birkaçını
görebiliyoruz:
―Kartala benziyor kaĢların tipi
GerilmiĢ üstüne bir kanat gibi
Sanarsın can alan bir cellât gibi
SıyırmıĢ kılıcı kından gözlerin.‖
Onun Ģiirlerinde yer yer Karacaoğlan, ÂĢık Veysel havasını görmek mümkündür. Gerçi halk
edebiyatı geleneğinden beslenen Ģiirlerin birbirine benzemesi doğaldır. Çünkü aynı kaynaktan
beslenen Ģiirlerin farklı formlarda ve içeriklerde olması beklenemez.
Halk Ģiirinin son dönemine imzasını atan çok önemli simalardan biri olan merhum Akif
Timurhan dünyanın boĢ olduğunu, ne kadar uzun yaĢarsak yaĢayalım ölümün bir gün herkesin
kapısını çalacağını söyleyerek, ölümden bütün insanların ibret almasını istiyor. Ona göre ölüm;
hayatın bütün lezzetlerini acılaĢtırıyor. Timurhan‘ın Ģiirlerinde en çok değinilen konu
kuĢkusuz ki ölüm ve ölüm sonrası hayattır. O, anne ve babasının mezar taĢları için ayrı ayrı
Ģiirler yazmıĢ, bu Ģiirlerde hayata ve ölüme dair Ģahsî felsefesini ortaya koymuĢtur:
―Binde olsa anda biter
Bunun adı yaĢ değil mi?
Delil dersen bu taĢ yeter
Dünya denen düĢ değil mi?
Sen kendini bir ölü san
Yarın yoksun bugün varsan
Uçar tenden kaçar en son
Can kafeste kuĢ değil mi?‖
Halk Ģairleri toplumsal hayatın merkezinde yer aldıkları için, insanların iyi kötü her ne varsa
yaĢadıklarını gerçekçi bir bakıĢla yansıtırlar. Onlar hayata ve insanlara tepeden bakmazlar.
Halkın içinde yaĢadıkları için, olup bitenleri çok iyi gözlemlerler ve Ģiirlerine yansıtırlar.
Sözlerinin ilham kaynağı halktır. Toplumu ilgilendiren sorunlar onları da yakından ilgilendirir.
Zevrakî de yaĢadığı sürece kendini toplumdan sorumlu bir kiĢi olarak görmüĢtür.
1922‘de Köse‘de baĢlayan hayatı yeni yılın daha ilk gününde 01 Ocak 2008‘de Ġstanbul‘da son
bulmuĢtur. O, 86 yıllık ömründe çok Ģeye Ģahit olmuĢtur. Ġstanbul‘da GüneĢli Mezarlığı‘nda
değil de memleketi Köse‘de, baba topraklarında, memleketinin yağmurları altında
defnedilseydi çok daha anlamlı olmaz mıydı? Hayatına dair muhasebeyi iĢlediği dörtlüklerle
sözlerimi bitirirken bu büyük halk Ģairine Allah‘tan rahmet diliyorum. Türk Ģiirinin baĢı sağ
olsun. Bu kaynak hiçbir zaman kurumasın, ebediyen coĢarak aksın:
―Hani malın mülkün, hani yoldaĢın?
Kaldır da bir kez bak kimsesiz baĢın
Mor yosun bağlamıĢ mermerli taĢın
Boz baykuĢ konup da ötsün bir zaman
Gülmedin Zevrakî bugünde, dünde
Göçtün bu dünyadan, kime küstün de
Kök salıp kalbine, kabrin üstünde
Karanfiller güller bitsin bir zaman‖
TOKAT
“Bu havası hoĢ Ģehrin dört tarafında, bahçe ve bostanlar içinde sular akar.
Bu bahçelerde bülbüllerin ötüĢü, insan ruhuna sefa verir.
Her bağında birer köĢk, havuz, fıskiye ve çeĢitli meyveler bulunur.
Halkı zevk ehlidir. Gariplerle dostturlar; kin tutmaz, hile bilmez, deryadil, halûk, selim ve
halim insanlardır…
Camii, saray, köĢk ve imaretleri o kadar güzel ve metin olur ki, buralara girenler hayran
olurlar…
Hacı BektaĢ Veli'nin hayırlı ve bereketli duaları ile bu eski tarihi Ģehir,
"ÂLĠMLER KONAĞI, FAZILLAR YURDU ve ġAĠRLER YATAĞIDIR..."
Evliya Çelebi
Seyahatname (Cilt: 5 Sayfa: 69-70)
Orta Karadeniz Bölgesi‘nin iç kesiminde yer alan Tokat; zengin doğal kaynakları,
jeostratejik konumu ve doğal güzellikleri ile tarih boyunca beyliklerin, devletlerin ve
imparatorlukların yaĢama ve fetih alanı olmuĢtur.
Orta Karadeniz dağlarından güneye, Anadolu'nun içlerine doğru, değiĢik yükseltilerde
dizi dizi yaylalar, ovalar, bağ ve bahçeler içindeki akarsularıyla, dünyada benzeri az olan bu
cennet yöremiz, 6.000 yıllık canlı ve zengin tarihinin izlerini bugün de yaĢatmaktadır.
Tarih boyunca Tokat‘a birçok isimler verilmiĢtir. Bunlar içinde en çok bilinenleri
Comano Pontika, Komana, Evdoksia, Dokia, Dokat, Kah-Cun, Sobaru, Dar ün-Nusret, Dar ün-
Nasr ve Tokat‘tır.
―Tokat‖ adının kaynağı hakkında değiĢik rivayetler vardır. Bunlardan biri Ģehir Togayıt
Türkleri tarafından kurulmuĢ ve ismi de buradan gelmektedir. Bir diğeri surlu kent manasına
gelen Toh-kat‖dan gelmiĢtir. Evliya Çelebi ise Tokat kalesinin Amalika kavminden efsanevi bir
kahraman olan ―Dok-Ad‖ın inĢa ettiğini ve oradan geldiğini yazmaktadır.
Bir diğer rivayete göre ise, Bizans‘ın önemli Ģehirlerinden biri olan Comano Pontica,
DaniĢmendli ordusu tarafından kuĢatılır. Yörenin fatihi olan Melik DaniĢmend Gazi, bir
askerini bilgi almak için gizlice kaleye gönderir. Kaleye silahsız olarak tırmanan Türk
askerinin etrafı Bizans askerleriyle çevrilince, onlarla ―sille-tokat‖ olağanüstü bir mücadele
yapar, bir vurduğu bir daha yerden kalkamaz ve kısa sürede kaleden kaçıp kurtulur. Bu olayı
uzaktan seyreden kale komutanının korkudan yüreği ağzına gelir. ―Türk‘ün tokadı bu ise silahı
nasıl olur? Ölmektense teslim olmak daha iyidir!‖ diyerek, kale kapılarını açar. Kale, kahraman
bir Türk askerinin tokadı ile kazanılmıĢ olduğundan ―Tokat‖ adı verilir.
TARĠHÇE: M.Ö. 4.000 yıllarından baĢlayarak 14 devlet ve 5 beyliğin yaĢayıp egemen
olduğu yörede yapılan kazılarda ele geçen buluntular, yörenin Kalkolitik Çağdan beri
yerleĢime açık olduğunu göstermektedir. Hatti, Hitit, Frig, Med, Pers, Büyük Ġskender,
Pontus, Roma, Bizans, Arap, DaniĢment, Türkiye Selçuklu, Ġlhanlı, Beylikler, Osmanlı ve
Türkiye Cumhuriyeti dönemlerinde bu topraklar hep önemli birer yerleĢim alanı olmuĢtur.
Kalkolitik ve Ġlk Tunç çağlarından sonra, YeĢilırmak‘ın kolları olan Kelkit, Tozanlı ve
Çekerek vadileri boyunca Büyük Hitit Devleti‘nin doğu federasyonlarına bağlı birçok kentin
kurulması ile baĢlayan, Pers ve Pontus dönemlerinde de doruğa ulaĢan derebeylik dönemi
Tokat, Niksar, Zile ve Turhal‘da en tipik ve güçlü Ģeklini almıĢtır.
M.Ö. 9. yüzyıldan itibaren, Ġskitler bölgeye akınlarda bulunmuĢlardır.
Hititlerin Balkan kavimleri karĢısında dağılmaları ve Anadolu‘nun güneydoğusuna
çekilmeleri üzerine Anadolu‘da 500 yıl sürecek olan Frig egemenliği baĢlamıĢ, yöre toprakları
üzerinde kurulan Hitit ve Frig yerleĢim alanları M.Ö. 2500-400 yılları arasında, yüksek
düzeyde sanat ve kültür yaĢamına sahip olmuĢtur.
M.Ö. 6. yüzyılda Med ve yine aynı yüzyılda Pers egemenliğine giren Ģehir,
M.Ö. 4.
yüzyılda Makedonya Kralı Ġskender‘in hâkimiyetine girmiĢtir. Büyük Ġskender‘in ölümünden
sonra, önce Selevkos‘un sonra da Pontus Krallığı‘nın egemenliğine girince, yörenin eski halkı
olan Hattiler, Hititler, Huriler, Mitanniler ve Frigler zaman içinde yeni kavimlerle kaynaĢmıĢ,
terk ettikleri kentler üzerinde Pers, Helenistik ve Pontus kentleri kurulmaya baĢlamıĢtır.
M.Ö. 1. yüzyılda Küçük Asya fethine giriĢen Romalılar, Anadolu‘daki krallıkları teker
teker ortadan kaldırmıĢlar ama sıra Pontus Krallığına geldiğinde büyük bir dirençle
karĢılaĢmıĢlardır. Pers kökenli Pontus kralları Romalılara karĢı uzun süre mücadele etmiĢler
fakat baĢarılı olamamıĢlardır. M.Ö. 47‘de Zile önlerinde yapılan üçüncü savaĢı kazanan
imparator Jül Sezar, bu sevincini ―Veni-Vidi-Vici‖ yani ―Geldim-Gördüm-Yendim‖ sözleriyle
Roma‘ya müjdelemiĢtir. Ġmparator Hadrianus zamanında Neocaeserea (Niksar) Büyük Pontus
eyaletinin Metropolisi ilan edilerek, Anadolu‘nun siyasi baĢkenti haline gelmiĢtir.
M.S. 5.
yüzyıla kadar Comana(Tokat), Sebastopolis(Sulusaray) ve Zela(Zile) birer Roma eyalet Ģehri
olarak kalmıĢlardır.
375‘te Hunların batıya yaptıkları büyük seferde, güneyden ilerleyen kol Kafkasya‘dan
güneye dönüp Anadolu‘ya girmiĢ, Orta Karadeniz ve Ġç Anadolu‘yu istila etmiĢlerdir.
395 yılında Roma Ġmparatorluğu‘nun ikiye bölünmesiyle doğu kanadında kurulan Bizans
Ġmparatorluğu, 1.000 yıl gibi uzun bir süre Anadolu‘ya hâkim olmuĢ, Tokat ve Niksar bu
dönemde Pontika Kapadokyası‘nın piskoposluk merkezi olmuĢtur.
Bizans, 9. ve 10. yüzyıllarda Peçenek ve Kuman(Kıpçak) Türklerinin akınlarını önce
savuĢturmuĢ, daha sonra da bu Türk boylarını özellikle Karadeniz bölgesinde iskân etmiĢtir.
Günümüzde bu Türk boylarının izlerini Tokat ve Niksar‘da, yer isimlerinde görmekteyiz.
Anadolu, Bizans döneminde Sasani ve Ġslâm ordularının akınlarına da uğramıĢ fakat
Sasani ve Arap orduları Anadolu‘da sürekli kalamamıĢ, Tokat ve Niksar kaleleri Sasani ve
Ġslâm orduları ile yapılan savaĢlara sahne olmuĢ ve birçok defalar da el değiĢtirmiĢtir.
Tokat‘ın Bizans devrindeki en hareketli dönemlerinden biri de, Büyük Selçukluların 11.
yüzyıl boyunca Anadolu‘ya yaptıkları akınlarla yaĢanmıĢtır ve Alp Arslan‘ın komutanlarından
AfĢin Bey, 1067‘deki akında Niksar‘ı fethetmiĢtir.
Türkiye tarihinin en büyük dönüm noktalarından biri olan Malazgirt Zaferi sonucunda
Bizans savunmasının yıkılması üzerine doğudan akın akın gelen Türkler, Orta ve Batı
Anadolu‘da
Türkiye
Selçukluları;
Sivas,
Tokat,
Niksar
ve
Amasya
yöresinde
ise
DaniĢmendliler Devleti‘ni kurmuĢlardır. DaniĢmendli Devleti‘nin kurucusu GümüĢtekin Ahmet
Gazi, Niksar‘ın fethinden sonra burayı stratejik öneminden dolayı kendisine baĢkent yapmıĢ
ve Orta Karadeniz‘in fethini buradan yönlendirmiĢtir.
Malazgirt sonrası ilk önce DaniĢmendli ülkesinde baĢlayan kültür, sanat, bayındırlık,
mimari ve bilimsel çalıĢmalar daha sonra iki yüzyıl gibi kısa bir zamanda Türkiye‘ye yayılmıĢ
ve hümanist bir uygarlıkla Anadolu bir Türk yurdu haline getirilip ĠslâmlaĢtırılmıĢtır.
En büyük emeli, Anadolu‘da siyasi birliği sağlamak olan Selçuklu Sultanı II. Kılıç
Arslan, 1175 yılında Sivas, Tokat, Niksar ve diğer DaniĢmendli illerini alarak bölgede Türkiye
Selçukluları dönemini baĢlatmıĢtır.
Selçukluların 1243 yılında Ġlhanlılara mağlup olmasıyla Anadolu‘da baĢlayan Moğol
baskısı giderek artmıĢ ve devlet parçalanma sürecine girmiĢtir. Bu dönemde, yıkılmaya
baĢlayan Selçuklu hanedanını kurtarma çareleri arayan Muineddin Pervane, Moğollarla
anlaĢmıĢ ve devleti Tokat'tan 15 yıl boyunca yönetmiĢ, ülkede nizam ve intizamı sağlamıĢ ama
devletin çöküĢüne engel olamamıĢtır.
Ġlhanlılar, bir süre sonra Anadolu‘yu doğrudan kendilerine bağlayarak genel valiler ile
yönetmeye baĢlayacaklardır. 1335‘te Ġlhanlı Devleti‘nde saltanat mücadeleleri baĢlayacak, bir
Uygur Türkü olan Eretna Bey vali olarak geldiği Anadolu‘da bu karıĢıklardan faydalanarak
1340‘ta Eretna Devleti‘ni kuracak ve Tokat da, bu devlet sınırları içinde yerini alacaktır.
1352‘de Eretna Bey‘in ölümü üzerine Taceddin Bey‘de Niksar merkez olmak üzere
Taceddinoğulları Beyliğini kuracak, 1381‘de Eretna Devleti‘ne son veren Kadı Burhanettin
bölgeye hâkim olacaktır.
Selçuklularda Anadolu'nun en büyük ve canlı kentlerinden biri olan Tokat, 1243
yılından itibaren Moğol baskısına girmesine rağmen, Ġlhanlı ve beylikler döneminde de
geliĢmesini sürdürmüĢ, antik dönemlerde olduğu gibi ekonomi ve ticareti geliĢmiĢ, doğu batı
yönündeki büyük ticaret kervanlarının konakladığı hanlar, kervansaraylar ile yol ve köprüler
inĢa edilmiĢtir. Selçuklu Türklerinin Anadolu'da yarattığı, güzellik ve sabır dolu bu uygarlığın
kültür, sanat, mimarlık, bayındırlık eserleri ile Tokat'ta her an yüz yüze gelmekteyiz.
Tokat ve yöresi, Kadı Burhanettin‘in ölümü üzerine kendi isteği ile 1398‘de Osmanlı
egemenliğine girmiĢtir. Tokat, Ankara SavaĢı öncesi Timur tarafından kuĢatılmıĢ ancak kent
direnmiĢ, teslim olmamıĢtır. Bundan sonra baĢlayan Fetret Devri‘nde de Amasya ve Çorum
sancaklarıyla birlikte Çelebi Mehmet yönetiminde kalmıĢ ve Timur yönetimine girmemiĢtir.
Çelebi Mehmet ve II. Murat zamanlarında Osmanlı hâkimiyetinin pekiĢtiği Tokat,
zaman zaman çeĢitli isyan ve çatıĢmalara sahne olmasına rağmen canlı bir ticaret ve kültür
merkezi haline geldi. Günümüzde de kullanılan pek çok tarihi anıt, bu yükselme yıllarında
yapılmıĢtır. Sayısız saray, han, medrese ve zaviyenin yer aldığı Tokat‘ta baĢta Molla Lütfi,
Ġbni Kemal, Molla Hüsrev gibi âlimler olmak üzere pek çok devlet adamı, sanatçı, bilim adamı,
tarihçi, BektaĢi ve Mevlevi âlimleri bu çağlarda yetiĢmiĢ, Osmanlı Devleti‘nin yükselmesinde
ve birliğinde önemli katkıları olmuĢtur.
17. yüzyılın son çeyreğinde baĢlayan gerileme döneminden Tokat da olumsuz
etkilenmiĢ, geliĢme ve canlılığını kaybetmiĢtir.
Tokat, farklı dönemlerde beylerbeylik merkezi, sancak ve kaza statüsünde Osmanlı
taĢra teĢkilatının idari bir birimi olmuĢtur. 1863‘ten sonra Sivas‘a bağlı Kaza, 1880‘de Sivas
Vilayetine bağlı bir Mutasarraflık, 1920‘de müstakil Liva ve nihayet 1923‘te Türkiye
Cumhuriyeti‘nin ilanı ile birlikte vilayet olmuĢtur.
30 Ekim 1918‘de imzalanan Mondros AteĢkes AntlaĢması‘ndan sonra Anadolu‘nun her
tarafı düĢman kuvvetleri tarafından iĢgal edilirken Tokat bu iĢgalin dıĢında kalmıĢ, ancak
burada Rum ve Ermenilerin yaptıkları katliam ve tecavüzler düĢman kuvvetlerini aratmayacak
bir hal almıĢtır. Vatanın kurtuluĢu için mücadeleyi görev bilen Tokat halkı, iĢgale
uğramamasına karĢın üzerine düĢen görevi yapmıĢ, milli teĢkilatlar kurmuĢ, yardımlar yapmıĢ,
canlar vatan yolunda seve seve fedâ edilmiĢtir.
1919 ġubat ayında Tokat‘ta Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Ģubesi kurulmuĢ, aynı teĢkilat
1920‘nin Mart ayında Vilayet-i ġarki Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti‘nin bir Ģubesine
dönüĢtürülmüĢtür. Bu arada Yunanlıların Mayıs 1919‘da Ġzmir‘e asker çıkarmasından sonra ise
Redd-i Ġlhak Cemiyetleri kurulmuĢtur.
Niksar Redd-i Ġlhak Cemiyeti, bunların içinde en aktif ve etkili olanıdır. Niksar
Belediye Reisi Hacı Mahir Bey‘in önderliğinde örgütlenen bu cemiyet, Ġhtiyat Zabitleri Teavin
Cemiyeti‘nin de yardımını sağlayarak kısa zamanda geliĢip güçlenmiĢtir.
Ġzmir‘in Yunanlılarca iĢgali üzerine, Mustafa Kemal PaĢa Amasya‘da iken, 20 Haziran
1919‘da Tokat‘ta ilk miting, Tokat ve ilçelerinde kurulan Redd-i Ġlhak Cemiyetleri‘nin de
katılımıyla, Niksar‘da yapılmıĢtır. Niksar halkı miting sonunda alınan kararları Redd-i Ġlhak
Cemiyeti BaĢkanı Hacı Mahir Bey imzasıyla Ġtilaf Devletleri temsilcilerine ve ABD
CumhurbaĢkanı Wilson'a göndermiĢlerdir. Bu kararda Ģöyle denilmektedir:
―Biz Türk olan her vatan parçasının Türk kalmasını istiyoruz. Siz de buna söz verdiniz.
ġimdi ise sözünüzde durmadığınızı görüyoruz. Anadolu'ya uzatılacak bir tecavüz, bizi
öldürmek için atılacak bir adımdır, insaniyet ve adalet namına suikasttan vazgeçiniz…‖ d
16 Mayıs 1919 da Samsun'a hareket eden Bandırma Vapuru'nda Atatürk'ün yanında
bulunan 18 kiĢiden birisi, Tokat'ın yerli eĢrafından Karargâh komutanı Mustafa Vasfı
Süsoy'dur. Büyük Atatürk, 26 Haziran 1919 dıĢında, ilimizi 5 defa daha ziyaret etmiĢlerdir.
COĞRAFĠ YAPI: Tokat, Orta Karadeniz Bölgesinin iç kesiminde yer alan; tarihi,
kültürel ve doğal güzelliklerini koruyarak günümüze kadar taĢıyan ender bir Anadolu Ģehridir.
Kuzeyinde
Samsun,
kuzeydoğusunda
Ordu,
güney
ve
güneydoğusunda
Sivas,
güneybatısında Yozgat, batısında Amasya topraklarıyla çevrili olan ilimiz, YeĢilırmak‘ın
bereketli vadisinin üzerinde kurulmuĢ olmasının verdiği avantajıyla, tarih boyunca önemli bir
yerleĢim merkezi olma özelliği göstermiĢtir.
Tokat, 1923 yılında il olmuĢ; Erbaa, Niksar, ReĢadiye, Zile ilçeleri bağlanmıĢ, 1943
yılında TaĢova, 1944‘te Artova ve Turhal, 1954 yılında Almus, 1987 yılında Pazar ve YeĢilyurt,
1990 yılında Sulusaray ve BaĢçiftlik ilçeleri kurulmuĢtur. Tokat‘a bağlı TaĢova ilçesi, 1953
yılında Amasya‘ya bağlanmıĢtır.
Ġlimizde, merkez dâhil 12 ilçe 64 belde ve 609 köy vardır. 2000 yılında yapılan nüfus
sayımına göre il toplam nüfusu 828 027 iken, 2010 yılında nüfus 617 802‘ye gerilemiĢtir ve
kilometre kareye 62 kiĢi düĢmektedir. Bu nüfusun 136 600‘ü merkezde yaĢamaktadır.
Ġlin yüzölçümü 9958 km2‘dir. Bu alanı ile Türkiye topraklarının %1,3‘ünü kaplar.
Denizden yükseltisi 623 m.‘dir. Coğrafi koordinatları 39º 51' - 40º 55' kuzey enlemleri
ile 35º 27' - 37º 39' doğu boylamları arasındadır.
Orta Karadeniz bölümünün iç kısımlarında yer alan Tokat; hem Karadeniz, hem de Ġç
Anadolu‘daki kara ikliminin etkisi altında olup, bir geçiĢ iklimi özelliği gösterir. Kuzeyden
güneye doğru, yükseltinin artması nedeniyle kıĢ mevsimi daha sert bir karakter gösterir.
Kelkit ve Tozanlı vadisinde kıĢlar ılık, yazlar serin geçerken, Çekerek bölümünde yayla
karakterli sert kıĢlar, serin yazlar görülür.
Ġlde yağmurlar batı rüzgârları ile gelir. Yağmur daha çok baharda yağar. Yaz
aylarında, akĢamüzerleri kuzeyde, denizden meltem rüzgârları, kıĢın da doğudan soğuk
rüzgârlar eser. Yıllık ortalama sıcaklık 12,3ºC, ortalama yıllık yağıĢ 456.4mm.(Kg/m²)‘dir.
Kelkit-Tozanlı-Çekerek sularının havzaları, bu havzalar arasındaki yükseklikler,
akarsuların oluĢturduğu alüvyonlu düzlükler ve kuzeyden güneye doğru gittikçe artan sıra
dağlar ilin önemli yer Ģekillerini oluĢturur. Kelkit vadisinde ortalama yükseklik 300-350 m.,
Tozanlı havzasında 500-550 m. ve Çekerek havzasında 900 m.‘dir.
Dağlık alanlar il topraklarının % 45‘ini kaplar ve üç önemli sıra halinde Karadeniz‘e
paralel uzanan sıradağlar Ģeklinde devam ederler. Doğuya doğru gidildikçe dağlar birbirlerine
çok yaklaĢırlar ve yükseklikleri de artar. Rakımı 188 m. den 2870 m. ye kadar değiĢen
yükseklikler arasında yer alan dağlar; Mamu(1779 m.),Yaylacık(1620 m.), Deveci(1892 m.),
Bugalı(1945m), Dumanlı (2200 m.), Çamlıbel (2020 m.), Akdağ (1900 m.)
Her türlü tarım yapılabilen bereketli ovalar, il topraklarının yaklaĢık %15,4‘ünü kaplar
ve ilin dört bir yanına dağılmıĢtır. Kazova, Omala Ovası, Turhal Ovası, Niksar Ovası, Erbaa
Ovası, Artova Ovası, Zile Ovası Tokat‘ın önemli ovalarıdır. Bu ovalarda tahıl, Ģekerpancarı,
tütün baĢta olmak üzere her çeĢit meyve, sebze ve ayçiçeği yetiĢtirilmektedir.
Tokat ili topraklarını YeĢilırmak ve kolları sulamaktadır. Köse Dağları‘ndan doğan
Tozanlı Çayı ile Çamlıbel Dağları‘ndan doğan Çekerek Çayı, Amasya‘nın Gendingen Ovası‘nda
birleĢip, Erbaa‘nın Kaleköy yakınında da Kelkit Çayı ile kavuĢur ve YeĢilırmak‘ı oluĢturarak
ÇarĢamba‘da Karadeniz‘e dökülür.
Tokat, üçü büyük diğerleri irili ufaklı olmak üzere
birçok
göle
sahiptir.
ReĢadiye‘de bulunan iki büyük gölden Zinav Gölü; etrafını çeviren ormanları, kıyılarındaki
nilüferleri ve Kızılkanat adı verilen çok lezzetli balıkları ile meĢhurdur. Yine ReĢadiye‘nin
Güllüköy köyündeki Güllüköy Gölü ile Almus Baraj Gölü büyük göllerdendir. Bunların dıĢında
Belpınar, Bozpınar, Bedirkale, Akbelen, Akınköy, Sulugöl, KoçaĢ, AĢağıgüçlü, Ortaören,
Boldacı, Üçyol, Kızık, Güzelbeyli, Büğet göl ve barajları bulunmaktadır
Tokat ili topraklarının yaklaĢık olarak %48,8‘i orman ve fundalıklarla, %34,8‘i ekili
dikili alanlarla ve %14,5‘i çayır ve meralarla kaplıdır. %1.9‘u ise tarıma elveriĢsiz alanlardan
oluĢur. Tokat yurdumuzun sayılı orman bölgelerinden biri olup, iller içinde altıncı sırada gelir.
Tokat‘ta narenciye hariç diğer bütün bitki ve ağaçları görmek mümkündür. Lübnan
sediri, yabani çay, zeytin, nar ve incir doğal Ģekilde yetiĢmektedir. Ormanlar daha çok
Niksar, Erbaa, Almus ve ReĢadiye dolaylarındadır. Karaçam, sarıçam, köknar, gürgen ve sedir
gibi ağaç türleri en yaygın olanlarıdır. Bu türler arasında fındık, kızılcık, yabani erik, elma,
ahlat ve alıç gibi türlere rastlanır. Ovalarda ve tabanlarında ise söğüt ve kavak çoğunluktadır.
Ġlin güneyinde, Artova ve Zile dolaylarında ağaçlar çok seyrekleĢir, bozkır görünümü alır.
Dağların ve ormanların geniĢ yer tuttuğu ilde değiĢik türlerde yaban hayvanları da
yaĢamaktadır. Bunların baĢlıcaları kurt, tilki, sansar, tavĢan, sincap, vaĢak, ayı ve domuzdur.
KuĢ türlerinin nesilleri giderek tükenmektedir. Kınalı keklik, bıldırcın ve yaban ördeği önemli
av kuĢlarıdır. Balık türleri olarak akarsularda olan, gölet ve barajlarda yetiĢtirilen alabalık,
sazan, aynalı sazan, yayın balığı ve Zinav gölündeki kızılkanat önemli balık türleridir.
Tokat ilindeki yaylalar, devlet orman sınırları kapsamında, korumaya alınmıĢtır.
Bunların baĢlıcaları, Tokat‘ta Topçam, BatmantaĢ, Almus‘ta Muhat ve Dumanlı yaylaları,
ReĢadiye'de Selemen, Bozcalı ve Kızılcaören yaylaları ile Niksar'da Çamiçi yaylasıdır.
EKONOMĠ: Ġlin doğal yapısı, YeĢilırmak'ın suladığı verimli ovalar, rakım değiĢiklikleri
ve iklimin çok çeĢitli ürünler yetiĢtirmeye elveriĢli oluĢu il ekonomisinde tarım sektörünün
hâkim olmasına neden olmuĢtur. Yeni teknolojilerin kullanılması, yeni yapılan göletlerle sulama
imkânlarının artması tarımda; gübreleme, ilaçlama ve zararlı bitkilerle mücadele etme
zorunluluğu da getirmiĢ ve dolayısıyla verimin artması sağlanmıĢtır. Ġl topraklarının 346.295
hektarlık bölümünde elde edilen ürünlerin baĢlıcaları buğday, arpa, mısır, baklagiller, tütün,
Ģekerpancarı, ayçiçeği ve domatestir.
Tokat, tarih boyunca meyve ve sebze üretim merkezi olmuĢ, özellikle meyve olarak
üzüm, elma, armut, Ģeftali, kiraz, viĢne ve ceviz; sebze olarak da domates, biber, patlıcan,
fasulye, patates ve soğan yetiĢtirilmektedir. Yapılan araĢtırmalarda kiraz ve viĢnenin en
önemli gen kaynaklarının Tokat yöresinde olduğu ve Tokat'a özgü "Cerasus Ġnkana" adlı kiraz
türünün endemik bir bitki olduğu görülmüĢtür. Niksar, Türkiye‘de ceviz üretim ve iĢleme
merkezi olmuĢ, ince kabuklu beyaz ceviziyle tanınmıĢtır. Yine bir sanayi bitkisi olan, özellikle
ilaç ve kozmetik sanayinde kullanılan mahlebinde üretim ve iĢleme merkezi Niksar‘dır. Zile‘nin
pekmezi,
Erbaa‘nın
salamura
yaprağı
da
Türkiye
çapında
tanınmıĢtır.
Hayvancılık ise bitkisel üretimden sonra gelir. Bölge zengin denilebilecek hayvan
varlığına sahip olup, süt hayvancılığını geliĢtirmek amacı ile ıslah çalıĢmaları yapılmaktadır.
Koyunculukta "Karagül" cinsinin yetiĢtirilmesi için üreticiler teĢvik edilmektedir. Ġlde genel
olarak çok çeĢitli arı florası mevcuttur. Merkez ilçe ReĢadiye ve Zile'de fenni sistemle
arıcılık ilerlemiĢtir. Bölge ipek böcekçiliğine de elveriĢli iklim ve bitki örtüsüne sahiptir.
Eskiden Tokat‘ta baĢlı baĢına bir endüstri kolu olan dericilik sektörü canlı
hayvanların il dıĢı sevkiyatının yapılması ve deri iĢlemesindeki tekniğin yetersizlikten
gerilemektedir. Dolayısıyla dericiliğe bağlı el sanatları da olumsuz yönde etkilenmektedir.
Son yıllarda Tokat sanayisinde büyük geliĢmeler kaydedilmiĢ, geniĢ çapta istihdam
alanları oluĢturulmuĢtur. Bu geliĢme özellikle tekstil sanayisinde kendini göstermiĢ ilimiz ve
ilçelerinde birçok tekstil fabrikası kurulmuĢtur. Tekstil konusunda Türkiye ve Dünya
pazarlarına açılmıĢ, bu pazarlarda söz sahibi konuma gelmiĢtir. Bunun yanında meyve suyu ve
gıda sanayii ürünleri de yurtiçi ve yurtdıĢı pazarlarında rekabet edebilecek düzeye gelmiĢtir.
ġeker fabrikası ile makine sanayi, ahĢap sanayi, süt ve yem sanayi, toprak tuğla sanayi, kireç
sanayi, plastik ve lastik sanayi dallarında pek çok fabrika faaliyet göstermektedir. Son
yıllarda özel sektörün halka açık A.ġ. kurmaları sonucu baĢta gıda sanayii olmak üzere bazı
konularda fabrikasyona gidilmiĢtir. Tokat‘ta merkezde dâhil olmak üzere beĢ Ticaret ve
Sanayi Odası vardır.
Tokat, ticaret yolları üzerinde olmasından dolayı uzun yıllar boyunca ticaret
kervanlarının uğrak yeri olmuĢ, ekonomi ve ticaret alanında çok geliĢmiĢtir. Ancak bu özellik,
19. yüzyılın ortalarından itibaren gerilemeye baĢlamıĢtır. Ġlin ticari potansiyelini genellikle
tarım ürünleri oluĢturmaktadır. Bu nedenle ticaret hayatı özellikle ürün alım zamanı olan
sonbahar aylarında daha hareketlidir.
Türk Hava Yolları tarifeli uçak seyahatlerine açılan Tokat Havaalanı da ekonomi,
eğitim, yatırım ve endüstri hamlesini büyük ölçüde etkilemiĢtir.
KÜLTÜR: Tokat, YeĢilırmak ve kollarının oluĢturduğu bereketli vadilerin üzerinde
kurulmuĢ olmasının verdiği avantajla, tarihi boyunca birçok önemli medeniyete ev sahipliği
yapan, bu medeniyetleri özümseyerek, sahip olduğu zengin kültürel mirası koruyup yaĢatarak
günümüze kadar taĢıyan önemli bir kültür merkezidir.
Kelkit, Tozanlı ve Çekerek ırmakları boyunca oluĢan yörede meydana getirilen Hitit,
Frig, Pers, Helenistik, Roma, Bizans, Selçuklu, Ġlhanlı ve Osmanlı dönemlerine ait birçok eser,
Tokat‘ın ne kadar zengin bir kültür mirasına sahip olduğunu göstermektedir.
Tokat, siyasetten edebiyata, hukuktan spora kadar birçok alanda Türk kültür hayatına
birçok değerli Ģahsiyet hediye etmiĢtir. Molla Hüsrev, Ġbni Kemal, Molla Lütfi, Gazi Osman
PaĢa, Kul Himmet, Arif Nihat Asya, Cahit Külebi, Mustafa Necati Sepetçioğlu, Yekta Güngör
Özden, Ahmet Taner KıĢlalı ve Hüseyin AkbaĢ bunlardan sadece birkaçıdır.
Adını Plevne kahramanı Gazi Osman PaĢa‘dan alan Gazi Osman PaĢa Üniversitesi, 1992
yılında kurulmuĢtur. 8 Fakülte, 8 Yüksek Okul, 14 Meslek Yüksek Okulu, 4 Enstitü ve 7
AraĢtırma ve Uygulama Merkezi‘nde 18 500 öğrenci öğrenim görmekte, 943 akademik, 669
idari personel hizmet vermektedir. 2772 öğrenci kapasiteli 7 yurdun bulunduğu üniversitede,
öğrenciler 24 kulüpte sosyal aktivitelerde de bulunabilmektedirler.
Bir tarih, kültür ve doğa kenti olan Tokat; tarih boyunca çeĢitli yerlerden göç etmiĢ
ve birlikte yaĢamıĢ insanların kültürel farklılıklarının zenginliğini folklorunda, türkülerinde,
manilerinde,
ninnilerinde,
ağıtlarında,
halaylarında,
giysilerinde,
yemeklerinde,
el
sanatlarında, gelenek ve göreneklerinde kaynaĢtırarak özümsemiĢ, zengin bir folklor
dokusuna sahip olmuĢtur.
―Tokat bir bağ içinde / Gülü bardağ içinde / Tokat‘tan yar sevenin / Yüreği yar
içinde.‖ Halk deyiĢlerinin en ince ve açık ifade Ģekli olan ve genellikle bir kıta ve yedi heceyle
söylenen Tokat manileri, halk edebiyatımızda çok zengin bir kaynak oluĢturmaktadır.
Tokat‘ta; destan, koĢma, divan, semai, garip, derbeder, hurĢit, gibi havalar, düğün ve
sinsin havaları, halay havaları, davar sürme ve kırık havaları mevcuttur. Hey onbeĢli onbeĢli,
Kalenin bedenleri (Niksar‘ın fidanları), Burçak tarlası, Bugün ben bir güzel gördüm, Sabahın
seherinde, YeĢil ördek gibi daldım göllere, Değmen benim gamlı yaslı gönlüme, El vurup yaremi
incitme tabip, Oy tombulum tombulum gibi daha birçok türkünün doğduğu Tokat‘ta Kul
Himmet, Talibi, Fedai, Ceyhuni, Tokatlı Nuri, Niksarlı Bedri, Zileli Fikri, ÂĢık Selmani ve daha
birçok halk ozanı yetiĢmiĢtir. Erzurumlu Emrah‘ta hayatının önemli bir bölümünü Niksar‘da
geçirmiĢ ve burada vefat etmiĢtir. 18. yüzyıldan itibaren bir kültür harmanı haline gelen
yörede, ―ReĢadiye türkü, Zile âĢık, Artova halay oymağı‖ olarak ifade edilmiĢtir.
Tokat; gerek jeopolitik konumu ve topraklarının verimliliğiyle yurt içi ve dıĢından
yoğun bir Ģekilde göç almıĢtır. Bu kiĢiler gelirken adet, gelenek ve göreneklerini getirmiĢler,
yerli ve çevre kültürlerin de kaynaĢmasıyla zengin bir halk kültürü oluĢmuĢ, halay, horon, bar
ve karĢılama gibi oyun türleri günümüze kadar varlıklarını canlı bir Ģekilde sürdürmüĢlerdir.
Yöre halk oyunları; düğün, bayram, niĢan, kına, asker uğurlama, özel günler (Hıdrellez,
nevruz) ve çeĢitli törenlerde (Sıra gezmeleri, ferfene toplantıları) davul, zurna, bağlama,
kaval, horlatmalı kaval, def eĢliğinde oynanmaktadır. Oyunlarda; din, sosyal ve eğlenceye
dayalı olarak dayanıĢma, sevgi, aĢk, felaket, savaĢ, barıĢ ve doğa-insan-hayvan iliĢkileri gibi
temalar iĢlenmektedir. Oyunlar ağırlama, yanlama ve yelleme(yeldirme) olmak üzere üç
bölümden oluĢmaktadır
Hititlerden beri birçok tarih devirlerine sahne olan Tokat, doğu-batı ve kuzey-güney
arasında ulaĢımı sağlayan önemli yolların kavĢağında yer almıĢtır. Bu konumundan dolayı
zanaatçı çeĢitliliği bakımından oldukça zengindir. Keçecilik, kazzaz ve ipekçilik, mumculuk,
boyacılık, sabunculuk, bezcilik ve taĢçılık gibi zanaatlar toplumun ihtiyaçları karĢısında
yetersiz
kalmasından
dolayı
artık
günümüzde
kaybolmuĢ
sanatlarımızdandır.
Ancak
yazmacılık, bakırcılık, kalaycılık, dokumacılık (kumaĢ, kilim, cicim, halı, çorap), mutaflık,
semercilik, çarıkçılık, yemenicilik, dericilik, küpçülük, süpürgecilik, demircilik, tenekecilik,
iğne oyacılığı, müzik aletleri yapımcılığı (davul, zurna, bağlama, kaval), saraçlık, urgancılık,
hasırcılık, nalıncılık, oymacılık, yayıkçılık, kuyumculuk ve folklorik elbise iĢlemeciliği gibi el
sanatları halen günümüzde il, ilçe ve köylerimizde yapılmakta ve yaĢatılmaktadır.
Bir tarih ve kültür kenti olan Tokat‘ta, yazmacılığın 600 yıllık bir geçmiĢi vardır ve
yazmacılık türünün en güzel örneklerini burada vermiĢtir. Türk El Sanatları içinde çit,
yemeni, çevre, çember deyimleri ile tanıdığımız yazma yıllar boyunca kadınlarımızın baĢörtüsü
olmuĢtur. Türkülere ve manilere konu olan yazma, bir Almus türküsünde sarı rengi ile dikkat
çekerken, bir maninin sözlerinde desen ve çiçekleri ile dile gelir.
Anadolu‘nun yemyeĢil, Ģirin bir ili olan Tokat‘ta ―Karakalem‖ ve ―Elvan‖ olmak üzere iki
tip yazma basılmaktadır. Tokat‘ın karakteristik motifleri, tüm özellikleri ile birlikte
yazmalara yansıtılmıĢ, doğadan alınan bitkisel motifler, çiçek ve meyve motifleri kalıp
ustasınca baĢarılı bir kompozisyon içinde kumaĢ üzerine aktarılmıĢtır.
Anadolu‘da
yazmacılığın merkezi konumunda olan Tokat‘ta üretilen yazmalardaki renk uyumu gerçekten
mükemmeldir. Tokat yazmaları çok renklidir. Tokat‘ta bugün çok değiĢik yazma deseni
basılmaktadır. Tokat‘a özgü yazma desenleri Ģunlardır; Tokat içi dolusu, Tokat beĢlisi, Tokat
üzümlüsü, Tokat elmalısı, Tokat yarım elmalısı, Tokat kirazlısı, Tokat içi boĢ (Kayseri kenar),
Purket (plaka), KaĢık sapı, Kaynana yumruğu, Asma yaprağı, Ev iĢi yazma, Trabzon kenar.
Yazma artık; elbise, etek, bluz, fular, sabahlık, gecelik, tayyör gibi çeĢitleriyle hanımların
gardroplarına da girmiĢtir. Bugün yazmaların çeĢitli özelliklere sahip motifleri, günün
anlayıĢına uygun olarak modacılarımız tarafından çeĢitli alanlarda kullanılmaktadır.
Geleneksel Tokat evlerinin en büyük özelliği, büyük odalarından birinin mutfak
olmasıdır. Mutfağa halk ağızı ile ―ĠĢevi‖ veya ―aĢgana‖ denir. Taban döĢemesi bal peteğini
andıran kiremit tuğla ile kaplıdır. Odanın bir köĢesinde yemek yapmaya ve çamaĢır kazanını
kaynatmaya yarayan yer ocağı bulunurken; diğer tarafta kurutulmuĢ yiyecek, konserve, salça,
peynir, yaprak saklanan kiler bulunur. Ayrıca kuru baklagil ve tahılın saklandığı bölmeli ambar
vardır. Bağ evlerinde kebap fırını, üzüm suyunun çıkarıldığı Ģirehane, geleneksel Tokat
mutfağının en belirgin özelliğidir.
Tokat‘ın kendine özgü yemekleri deyince ilk akla gelen Tokat kebabıdır. Tokat
kebabının özel bir fırınının olması ilk Ģartıdır. ġiĢlere dizilen malzemeler Ģu sırayı takip eder;
kuyruk yağı, kuzu eti, sonra sebze, en son ise tadını vermesi için bir iki diĢ sarımsak. Ayrı
ĢiĢlerde ise domates biber piĢirilir, yine özel yapılan pidelerle de yenir. Günümüzde hâlâ,
Tokat kebabının özel fırını hemen hemen her evde bulunmaktadır.
Diğer yöresel yemeklere baktığımızda; çorbalardan bacaklı çorba, gendüme toygası,
erikli bulgur çorbası, oğmaç çorbası, katıklı düğün çorbası, tutmaç çorbası, zoğallı çorba,
yemeklerden ayvalı yahni, etli bütün soğan yahnisi, ferfene, çemenli, gelin parmağı, ıspanaklı
mıhlama, kabak kabuğu kavurması, kömeç yemeği, madımak, nivik, patlıcanlı pehli, Tokat
tavası, bat, dolma içi, erikli dolma, baklalı dolma, erikli yavan sarma, pırasa sarması, yeĢil
fasulyeli bulgur pilavı, nohutlu pirinç pilavı, yufkalı pilav, kavlak börek, mısır böreği, pırasa
böreği, çarĢaf böreği, haĢhaĢlı ve cevizli parmak, biĢi, Ģipsi, kulak, tatlılardan ise kuru erik
tatlısı, leylek giliği, pancar tatlısı, pekmez helvası, yufka tatlısı, ekmek nazlısı, hurma tatlısı
ve bunların dıĢında Tokat pastırması, elbiseli sucuk, yörede bolca yetiĢen kuĢburnundan elde
edilen reçel, marmelat, nektar gibi yiyeceklerden baĢka enfes bir içimi olan mahlep Ģarabı da
ilimizin mutfak özelliklerinden bazılarıdır.
TURĠZM: Tokat, binlerce yıllık medeniyetlerin kültür ve sanatını yansıtan, arkeolojik
kalıntılarıyla, tarihi eserleriyle, asırlık mimari yapılarıyla, milyonlarca yılda oluĢmuĢ fosil
mağaralarıyla, termal zenginlik ve bozulmamıĢ doğal güzellikleriyle, yüzyıllardır alın teri ve
göz nuru ile süregelen el sanatları ile turizm potansiyeli oldukça zengin olan bir yöremizdir.
Tokat tarih ve kültürünün en güzel eserlerini Tokat Müzesi‘nde görmek mümkündür.
1277 yılında Selçuklu devlet adamı Muineddin Süleyman Pervane tarafından medrese ve
darüĢĢifa olarak yaptırılan Gökmedrese, Türkiye Selçuklu medreselerinin en güzel
örneklerinden biri olup; 1926 yılında H. Turgut Cinlioğlu‘nun çevreden topladığı tarihi
eserlerin sergilenmeye baĢlamasıyla müze haline getirilmiĢtir. Günümüzde çağdaĢ ve modern
bir müze olarak faaliyetlerini sürdüren müzede; Tokat‘ın 6.000 yıllık tarih ve kültürüne ait
arkeolojik ve etnoğrafik eserler sergilenmektedir.
Niksar ve çevresinden toplanan eserlerin sergilendiği Niksar Kent Müzesi ile Melik
Gazi Türk-Ġslâm TaĢ Eserleri Müzesi, Niksar Belediyesi tarafından düzenlenmiĢ olup, değiĢik
dönemlere ait çok sayıda eser sergilenmektedir.
Tokat‘ta bulunan çok sayıdaki ören yerinin en önemlileri ise;
MaĢat Höyük: Zile ilçesi Yalınyazı köyünde yer alan MaĢat Höyük ören yerinde, M.Ö.
3000 yıllarında Eski Tunç Çağı, M.Ö. 2000 yıllarında Hitit çağı, M.Ö. 1000 yıllarında Firig
Çağının yaĢandığı üç dönem tespit edilmiĢtir. Yapılan kazılar sonucu ortaya çıkartılan Hitit
çivi yazısı
ile yazılmıĢ tabletler Tokat tarihini aydınlatan en önemli kaynaklardan
biri olmuĢtur. Bu tabletlerin bir bölümü halen Tokat müzesinde sergilenmektedir.
Sebastapolis: Sulusaray ilçe merkezindeki antik kentin tarihi ilk Tunç çağına kadar
uzanmaktadır. Müze Müdürlüğünce kurtarma çalıĢmaları sonucunda kentin Helenistik Roma
ve Bizans Dönemlerinde de önemli bir yerleĢim merkezi olduğu anlaĢılmıĢtır.
Horoztepe: Erbaa ilçe sınırları içerisinde yer alan Horoztepe de yapılan kazılar
sonucunda M.Ö. 4000 yıllarına ait bulgular ele geçirilmiĢ, M.Ö. 3000 yılına ait bir mezar
ortaya çıkartılmıĢtır. Bu mezarlıkta madeni ve altın süs eĢyaları
bulunmuĢtur. Bu eĢyalar
arasında en önemli olanı altın ve bronzdan yapılmıĢ çocuğunu emziren kadın heykelciğidir. Bu
paha biçilmez eser halen Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesinde teĢhir edilmektedir.
Niksar: Helenistik dönemde Caberia, Roma döneminde ise Neocaeseria adını alan antik
kentin üzerinde bugünkü ilçe merkezi
bulunmaktadır. Müze Müdürlüğünün Harmancık
mahallerindeki kazılarda çıkartılan çok sayıda eser Tokat müzesindedir. Niksar, Helenistik,
Roma ve Bizans, daha sonra Anadolu Selçuklu Döneminde çok önemli bir merkez olmuĢtur.
Ayrıca bir dönem de DaniĢmentli Devleti‘ne baĢkent olmuĢ çok sayıda tarihi esere sahiptir.
Komana: Tokat‘ın Roma ve Bizans Dönemindeki yerleĢim merkezidir. 1940‘larda yapılan
araĢtırmada Helenistik ve Roma çağlarına ait kalıntılar bulunmuĢtur. Kentin içinde tapınak ve
sarayların bulunduğu anlaĢılmaktadır.
Boyunpınar:
Artova
ilçe
sınırları
içerisinde
yer
alan
Boyunpınar
Köyündeki
Kalkolitik Döneme ait höyükte kırmızı, kahverengi, siyah astarlı seramik çanak çömlekler
bulunmuĢtur. Ayrıca
Boyunpınar Köyü Özündürük mevkiinde, sığınak ve ibadet amacıyla
kullanılmıĢ 3 katlı yer altı yerleĢim merkezi ortaya çıkartılmıĢtır.
Bolus (Aktepe Höyüğü): Tokat merkez Çamlıbel kasabası yakınındadır. Bugünkü köy
Eski Tunç, Hitit ve Frig dönemlerini ihtiva eden büyük ölçekli bir höyük üzerindedir.
MaĢattepe: Almus Baraj Gölünün sular altında bıraktığı geniĢ düzlüğe hâkim tepedir.
Yapılan kazılar sonucu ortaya çıkartılan seramikler buranın antik döneme ait bir yerleĢim
merkezi olduğunu göstermektedir.
Hitit, Frig, Pers, Roma, Bizans, DaniĢmend, Selçuklu, Ġlhanlı ve Osmanlı kültürlerinin
yaĢandığı Tokat‘ta bugün bu dönemlere ait çok sayıda tarihi eseri görmek mümkündür.
Tokat Ģehir merkezinde; Kale, Bedesten ve Arasta, TaĢhan, Suluhan, PaĢahan ve
Deveci Hanı, Ulu Camii, Ali PaĢa, Behzat, Meydan, Takyeciler ve Garipler Camii, Erenler
Kümbeti, Yağıbasan,
Orta ve Hatuniye Medreseleri, Mevlevihane, Pervane ve Ali PaĢa
Hamamları ile Hıdırlık Köprüsü; Niksar‘da etrafı üç sıra surla çevrili, bir akropol
görünümündeki Niksar Kalesi, Melik DaniĢmend Gazi Türbesi, Yağıbasan Medresesi,
Çöreğibüyük ve Ulu Camii, Kırkkızlar Kümbeti, Talazan ve Leylekli Köprü, Alaaddin (Belediye)
ÇeĢmesi; Zile‘de Jül Sezar‘ın ―Veni, Vidi, Vici‖ (Geldim, Gördüm, Yendim) sözünün yazıldığı
sütunun bulunduğu Zile Kalesi, Tiyatro, Kaya Mezarları, Tarihi Camii ve Türbeler; Erbaa‘da
Boğazkesen Kalesi ve Köprüsü ile ahĢap mimarinin en önemli örneklerinden sayılan Fidi
Köyü‘ndeki Silahtar Ömer PaĢa Camii; Pazar‘da Mahperi Hatun Kervansarayı ve Pazar Köprüsü
ve daha nice eser geçmiĢi günümüze taĢımaktadırlar.
Tokat‘ta çok sayıda tarihi eseri de, birbirleri üzerine yaslanmıĢ, adeta bir dayanıĢma
içerisinde olma görüntüsü veren yaĢlı evlerin, mahzun görüntülerinin insanı apayrı bir dünyaya
götürdüğü daracık sokakların arasında buluruz.
Tokat il merkezinde bulunan Bey ve Beyhamam Sokağı‘nın her iki tarafında Osmanlı ve
Cumhuriyetin ilk dönemine ait ahĢap sivil mimari evler sıralanmaktadır. Sokakların huzur
veren görüntüsü, gezenlere bambaĢka bir haz vermektedir.
Uzun yıllar ayakta kalabilme mücadelesi vererek yorgun düĢmüĢ, umutla eski
muhteĢem günlerine dönüĢü bekleyen Tokat evlerinde, günlük aile yaĢamı ile sonbahar ve kıĢ
ihtiyaçları için yapılan hazırlıklarla, bayramlardaki komĢuluk iliĢkileri apayrı bir nostaljidir…
Tokat evlerinin en güzellerinden biri olan Latifoğlu Konağı; planı ve süslemeleriyle 19.
yy. ev mimarisinin özelliklerini taĢımaktadır. GeçmiĢteki fonksiyonlarına göre yörenin eĢyası
ile donatılmıĢ mankenlerle canlı ve gerçekçi bir teĢhir yapılarak 1989 yılında müze-ev olarak
hizmete açılmıĢtır. Bunu 2006 yılında Atatürk Evi ve Etnografya Müzesi izlemiĢtir
Zile ve Niksar, tarih kokan sokaklarıyla insanları büyülemektedir. Niksar‘da birçok
tarihi evin restorasyonu yapılmıĢ, özellikle Belediyenin mülkiyetini alarak restore ettirdiği
Softoğulları Konağı Niksar evi olarak hizmete açılmıĢtır.
Gizemli güzellikler hazinesi. Ballıca Mağarası.
Pazar ilçesindeki mağara, her yıl yüz bini aĢkın yerli ve yabancı turisti ağırlayan
yurdumuzun seçkin turizm köĢelerinden biridir.
Üç farklı zamanda oluĢan ve birbirine bağlı 5 kattan ve 8 koldan ibaret mağara; Ana
galeriler, Büyük DamlataĢlar Salonu, Fosil (Yarasalar) Salonu olmak üzere üç büyük bölümden
meydana gelmektedir. Yan kolları ile 680 m. uzunluğa sahip olan Ballıca Mağarası‘nın en
yüksek yeri ile en alçak bölümü arasındaki yükseklik 94m‘yi bulmakta ve adımınızı attığınız
her köĢede artık sizi sürprizler beklemektedir. Zira soğan sarkıtlar, dikitler, sütunlar, perde
halindeki damlataĢlar, mağara gülleri, iğneleri, gölleri, damlataĢ havuzları ile oluĢum yönünden
dünyanın en zengin ve en güzel mağaralarından biri kabul edilen bu mağara; sarı, kırmızı, gri,
mavi ve yeĢilin farklı tonlarıyla oluĢan renk armonisinde insanı büyülemekte ve adeta baĢka
bir dünyaya sürüklemektedir.
Mağara içinin polen tozlarından arınmıĢ, bol oksijenli havası özellikle astımlı hastalara
iyi gelmekte ve onların rahat nefes almalarını sağlamaktadır. Mağaranın, bugünkü
görünümünün iki milyon yılı aĢkın bir sürede aldığı tahmin ediliyor.
Bir gün bu mağaraya gelir, içeride onun gizemli güzelliğini yaĢama olanağı bulursanız
dıĢarı çıkınca çevredeki tesislere oturup çayınızı yudumlarken etrafın doğal güzelliğini
seyretmeyi ihmal etmeyin. Bir de vaktiniz müsaitse burada mevcut olan yöresel el sanatları
sergisine ve yiyeceklere göz atabilir, pekâlâ meĢhur Tokat kebabını da yiyebilirsiniz.
Bir KuĢ Cenneti… Kazgölü.
Saksağan, akleylek, angıt, alaca balıkçıl, akkuyruk, kuyruksallayan, gri balıkçıl, su
tavuğu, sakarmeke, elmabaĢ, karnıĢcın, karatavuk, küçük batağan gibi onlarca çeĢit kuĢu
barındıran Kaz gölünün kıyısında akĢam güneĢinin batıĢını seyretmek veya sazlar arasında
ilkel sallarla gezinti yapmanın heyecanını yaĢamak apayrı bir zevktir.
Almus Baraj Gölü ile etrafı ormanlarla kaplı olan ve Kızılkanat denilen çok lezzetli
balıkları bulunan Zinav Gölü, görülmeye değer tabiat güzelliklerindendir.
Tokat, yayla turizmi açısından da Ģanslıdır. Temiz havası ve gür ormanları ile
olağanüstü güzelliğe sahip Topçam Yaylası; Yavuz Sultan Selim‘in Çaldıran Seferi sırasında
konakladığı ve Cuma namazı kıldığı, bundan dolayı her Cuma yayla pazarı kurulan Selemen
Yaylası; Çim kayağına uygun geniĢ çayır alanı, çam ve kayın ağaçlarından oluĢan muhteĢem
manzaralı Akbelen Yaylası; bünyesinde kırktan fazla yayla barındıran, rengârenk yayla
çiçeklerinin büyüleyici görüntüsü ile yaĢama sevincini bir kat daha artıran Dumanlı Yaylası; sık
ve gür çam ormanları, havası ve buz gibi suları ile BatmantaĢ Yaylası; Niksar‘dan Karadeniz‘e
açılan Canik Dağları üzerinde bulunan, Niksar Belediyesince her yıl Çamiçi Yayla ġenliklerinin
ve 2006 - 2009 yılları arasında Türkiye Oryantirik ġampiyonası finallerinin, 2007 – 2009
yılları arasında ise Ġnternatıonal Niksar Cup‘un düzenlendiği, 12 km² lik Oryantiring parkur
haritası ile bütün arazi Ģekillerini bünyesinde barındırdığından yerli-yabancı yarıĢmacılar
tarafından özellikle tercih edilen parkuru ile Turizm Bakanlığı‘ndan belgeli tesislerin,
otellerin, apartların, pansiyonların ve lokantaların yaz kıĢ hizmet sunduğu bir doğa harikası
olan Çamiçi Yaylası ve daha nice yayla misafirlerini beklemektedir.
Sağlık turizmi alanında iki kaplıca Ģifalı suları ve modern konaklama tesisleri ile hizmet
vermektedir. ReĢadiye kaplıcası, çıktığı noktadaki sıcaklığı 48-49º olan Ģifalı kaplıca suyu ile
felçli hastalara, kireçlenmesi, böbrek ve romatizmal hastalara hizmet vermektedir.
Çevresindeki kayalıklarda yer yer pamukkaleler oluĢmuĢtur. Son derece modern otel, villa,
apart, bungalov tipi evleri, yüzme havuzları, sosyal ve spor tesisleri ile hizmet vermektedir.
Günümüzde iki otele sahip olan Sulusaray Kaplıcası; kamp yerleri, pansiyonları, özel
banyoları, havuzları, lokanta ve gazinosu ile yıl boyunca hizmet vermektedir. 55º su
sıcaklığına sahip kaplıcalar romatizmal hastalıklara, bağırsak, mide, böbrek, safra kesesi,
karaciğer ve kadın hastalıklarına Ģifa vermektedir.
Mesire yerlerini, yaylaları gezmek, Niksar Ayvaz Suyu‘nu kaynağında görmek ve içmek,
Ayvaz Mesire Yeri ve Parkı‘nda günün yorgunluğunu atmak veya piknik yapmak için daha çok
yaz mevsimi tercih edilmektedir.
Tokat‘ta kara avcılığı oldukça geliĢmiĢtir. Merkez av komisyonunun belirlediği av
mevsimi süreleri içerisinde yaban ördeği, keklik, bıldırcın, tavĢan avı yapılmaktadır. Ayrıca
yaban domuzları için de sürek avları düzenlenmektedir.
Tokat Orman ĠĢletme Müdürlüğü Yaylacık ġefliğine bağlı Tek Mezar mevkiinde geyik
üretme sahası oluĢturulmuĢtur. Bu çevrede kamping, trekking ve doğal göllerde yüzme sporu
yapılabilmektedir. Alan Yaylası, Akdağ Zirvesi (2000 m.) ve Ballıca Mağarası arası ve Çamiçi
Yaylası trekking sporunu sevenler için mükemmel bir alandır. Gümenek, Sulusaray Kaplıcası,
Gıj gıj Dağı ve Çamiçi Yaylası kamp ve karavan turizmi için doğal ortamlardır. Ġl, baĢta
YeĢilırmak, Kelkit ve Tozanlı çayları olmak üzere akarsu ve göllerinin yoğun olması nedeni ile
olta avcılığı için ideal bir mekândır. Almus Baraj Gölü her türlü su sporlarına uygun doğal bir
oluĢumdur. Kaz Gölü onlarca çeĢit kuĢun yuvalandığı, beslendiği sazlıkları ve görüntüsü ile tam
bir kuĢ cenneti konumunda olup, mükemmel bir kuĢ gözlem alanıdır.
Yörede yoğun olarak sosyal ve kültürel etkinlikler de düzenlenmektedir.
Niksar Çamiçi Yayla ġenlikleri, Zile Kiraz Festivali, Turhal Kültür Festivali, Erbaa
Küçük Yayla ġenlikleri, ReĢadiye Bereketli Koç Festivali, Almus ViĢne Festivali, Almus Kul
Himmet Festivali, Almus Akarçay Mahlep Festivali, Erbaa Keçeci Baba-Ahi Mahmut Veli
Kültür Festivali, Niksar Gökçeli Üzüm ve Yaprak Festivali, Niksar Yazıcık Kültür ve Sanat
Festivali, Niksar Kuyucak Kültür ve El Sanatları Festivali, ReĢadiye Baydarlı-BüĢürümKurtgölü Yayla festivalleri ile daha birçok etkinlikler yapılmaktadır.
Karadeniz`i Sivas ve Kayseri üzerinden Ġç Anadolu, Akdeniz ve Güney Doğu Anadolu
bölgelerine; Doğu Anadolu‘yu Erzincan, Niksar ve Merzifon üzerinden Ġstanbul‘a bağlayan
karayolları Tokat‘tan geçmektedir. Ülkenin her yerinden Tokat‘a ulaĢmak mümkündür.
Demiryolu ve Havayolu ulaĢımı da oldukça kolay sağlanmaktadır. Samsun`u Sivas‘a ve
diğer Anadolu illerine bağlayan demiryolu Artova, Zile ve Turhal ilçelerinden geçer.
Tokat - Turhal karayolunun 17. Km.‘sinde yer alan Tokat Havaalanından Ġstanbul Ankara bağlantılı günlük, tarifeli uçak seferi düzenlenmektedir.
Tokat‘ın önemli merkezlere uzaklıkları Ģöyledir: Ġstanbul 785 km., Ankara 399 km.,
Ġzmir 978 km., Erzurum 492 km., Samsun 231 km. ve Adana 498 km.
Ülkemizin, Ģirin yerleĢim merkezlerinden olan Tokat; zengin tarih ve kültürü, yeĢil
doğası ve güzelliklerini paylaĢmak üzere Kültür ve Turizm Bakanlığı onaylı; yıl boyunca hizmet
veren otel, motel, apart otel, pansiyon ve restoranlar ile zengin yöre mutfağının örneklerinin
bulunduğu kültür evleri, misafirlerini konuk etmekten büyük onur duymaktadır.
KAYNAKLAR
1- ADIGÜZEL, Selahattin; Gülü Bardağ Ġçinde, Tokat, 2004
2- AKAR, Hasan - GÜNEġ, M. Necati; Niksar‘da Vakıflar ve Tarihi Eserler, Niksar
Kaymakamlığı - Niksar Belediyesi Yay., Niksar, 2002
3- AKAR, Hasan - ÖZBAY, Müjdat; Milli Mücadele Yıllarında Niksar, Niksar Belediyesi Yay.,
Niksar, 1998
4- ASARKAYA, Halis; Ulusal SavaĢta Tokat, Tokat Basımevi, Tokat, 1936
5- Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedi, ―Tokat‖, Milliyet Yay., C.22, Ġstanbul, 1986
6- CĠNLĠOĞLU, H. Turgut; Osmanlılar Zamanında Tokat, C.3, Tokat, 1952
7- KARASOY TEPEBAġI, Yüksel; GeçmiĢten Geleceğe Damak Tadı, Ġstanbul, 2004
8- KÜÇÜKARSLAN, Hüsnü; Tokat ve Ballıca Mağarası, Tokat Kültür AraĢtırma Dergisi,
Yıl:11, Sayı:18, Ankara, 2003
9- Niksar Dün Bugün Yarın; Niksar Belediyesi, Ġstanbul, 1988
10- ġAHĠN, M. Adnan; Ġçinde―kiler‖ (Tokat Bölge Mutfağı), Ankara, 2003
11- TURAN, Osman; Selçuklular Zamanında Türkiye, Ġstanbul, 1971
12- ULU, M. Emin; Alperenler Cenneti Tokat, Ġstanbul 2004
13- UZUNÇARġILI, Ġ.Hakkı; Tokat Kitabeleri, Yay.Haz.: Mehmet MERCAN, M.Emin ULU,
Ankara, 2003
14- YAVĠ, Ersal; TOKAT, Tokat Otelcilik Turizmi Yap. Aġ., Ġstanbul, 1986
15- http://www.tokat.gov.tr
16- http://www.tokat-bld.gov.tr
17- http://www.tokatkulturturizm.gov.tr
18- http://www.tokat.pol.tr
19- http://www.tokatsitesi.com
20- http://www.kenthaber.com
21- http://www.tokat.meteor.gov.tr
22- http://www.devletonline.com
23- http://www.mybilgi.net
24- http://rmyo.gob.edu.tr
25- http://www.bookinturkey.com
SERDENGEÇTĠ
Ömer IġIDAN
(Bu dünyadan bir SERDENGEÇTĠ, geçti…)
Bir döneme damgasını vuran Büyük Dava adamı, ġair, Yazar, Siyasetçi kimliklerini hak
eden Rahmetli Osman Yüksel Serdengeçti; bizim dönem gençliğin uç beylerinden biriydi.
Onun davası, mücadelesi, yaĢadıkları, nükteleri, milliyetçi gençliğin moral kaynağı idi.
Onun yaĢamında karĢılaĢtığı olaylar, mücadelesi bile davası ve
edebi kiĢiliği ve bugünkü gençliğimiz için birer örnektir.
―Yüksek vekâletin alçak vekiline”, diye baĢlayan, Dönemin
Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel‘e yazdığı ünlü mektup ―Beni
tuttuğum Yoldan Yücel Değil ecel gelse döndüremez… Diye
bitiyordu.
Osman Yüksel, Milletvekili olduğu dönemlerde bir mesele ile
ilgili meclis kürsüsünde konuĢurken CHP meclis sıralarından sıra kapaklarına vurularak
protesto edilir. Engellenmeye çalıĢılır, Bunun üzerine Osman Yüksel ―Bu meclisin yarısı
Hıyar‖ diyerek, iner. CHP‘li vekiller meclisin Ģahsına yapılmıĢ bir hakaret sayılarak sözün geri
alınmasını isterler.
Osman Yüksel tekrar kürsüye gelerek, özür dilemek zorunda kalır. Ve ―tamam sözümü
geri alıyorum. Bu meclisin yarısı hıyar değil.‖ der.
1965 yılında Adalet Partisi‘nden bir dönem maceralı bir Ģekilde Antalya milletvekilliği
de yapan Serdengeçti, akrabası da sayılan Ġsmet Hanım‘la evlenir ve bu evlilikten bir erkek
çocukları dünyaya gelir. Lakin o da iki yaĢında vefat ettikten sonra bir daha da çocukları
olmadı.
Bu konuda; daha sonra, ―Hayatıma iki Ġsmet girdi. Biri zürriyetimi aldı. Diğeri
hürriyetimi.‖ Diyecektir.
Yine bir gün Malatya hapishanesinde dayak yer. Sol gözü morarır. ―Bize ne geliyorsa
soldan geliyor.‖ diye nüktedan bir Ģekilde cevap verir.
Uzun zamandır görüĢmediği bir arkadaĢı hatırını sorar. Osman abi ―sağ mısın”, diye.
Serdengeçti; ―yaĢadıkça sağım‖ Ģeklinde cevap verir.
Parkinson hastalığından muzdariptir. Gelen çayı karıĢtırmakta güçlük çeker. Doktoru,
―Osman abi müsaade buyur ben karıĢtırayım.‖ Der. Teklifi kabul eder ama Ģu ibretli sözü
hemen yapıĢtırır. ―Bir zamanlar Türkiye yi karıĢtırıyordum. Ama Ģimdi bir bardak çayı
karıĢtıramıyorum.‖ Diye nükte yapar.
Yine Parkinson hastalığı ile ilgili; benim hastalığımın ismi bile acayip, Traktör markası
gibi, bir Ģey der. Bu nedenle de hastanede yatarken ziyaretine Alparslan TürkeĢ gelir.
Sevinir ― Albayım hoĢ geldin. Ey Türk titre ve kendine dön dedin. Bir titremeye baĢladım
kendime dönemiyorum.” Der.
―Ben kravatsız milletimin, kravatsız milletvekiliyim, cebi dolarlı, boynu yularlılarla bu
kutsal dava yürümez‖ diyerek halkın yanında tavır almıĢ, bu yüzden de, hayatının çok az bir
kısmını mebus, uzun bir kısmını ise mahpus olarak geçirmiĢtir.
―Ben kıtalara, iklimlere sığmayan bir ırkın çocuğuyum Damarlarımızda üç kıtanın
damarları dolaĢır. Üç kıtanın denizlerinde hür dalgalar beni anar, beni söyler. Hangi zaferden
bahsedeyim. Altaylardan dünyanın dört bucağına akın eden dedelerden mi, Malazgirt,
Kosova, Niğbolu, Çaldıran, Mohaç‟tan mı,‖ derken atalarımızın azametiyle gururlanırdı.
Büyük ülkü adamı, halk adamı, derviĢ Serdengeçti.
―Hani o meydanlar?
Hani o insanlar?
Hani o kahramanlar…‖
Meydanlarda yoksun… Meydanlardan kaçmıĢız. Karılar gibi evimize, kabuğumuza
çekilmiĢiz. ―Aman bize biĢey olmasın‖ diye titreyip duruyoruz.
―Ey tarih bizi gör. Bizi yaz. Türklük böyle olmaz‖
Serdengeçti kendisini atalarına layık Türk saymıyor.
Ya biz neyiz. Diye sorardı.
Tanrı Dağı kadar Türk, Hıra dağı Kadar Müslüman. Sloganı onunla özdeĢleĢmiĢti..
Artık o Türklüğün alperenleri, Alp er Tunga‘larla, Oğuz Kağan, Atilla, Mete, Bilge
Kağan, KaĢgarlı Mahmut, Tuğrul, Çağrı, Selçuk, Osman Beyler, Atatürk, Akif, Gökalp, Atsız,
BaĢbuğ, Necip Fazıl, Arif Nihat Asya‘lar la ve ismini zikretmediğimiz bilinen bilinmeyen
yiğitlerimizle, kahramanlarımızla Cennet Bahçelerinde dolaĢanlar arasında,
Bir 10 Kasım‘da hakkın rahmetine yürümüĢtü. (10 Kasım 1983)
Ruhu Ģad olsun.
Onları ananlara, anlayanlara, hatırlayanlara, selam olsun.
ĠNSAN HADDĠNĠ BĠLMELĠ
Burhan KURDDAN / Eğitimci
Ġnsanoğlu mükemmel yaratılıĢının yanında,
hayat imtihanını kazanmasına veya
kaybetmesine etken olacak akıl ve fikrine karĢılık, nefis ve Ģeytan ile de mücadele etmek
zorundadır. Nefisteki ene aĢırı kabarırsa kendisini taĢıyan sahibini enayi konumuna düĢürür.
Bazen de esfele sâfilin dediğimiz aĢağıların aĢağısına indirir.
BaĢkalarının
yanında
utanacak, sıkılacak ve
hatta özür dileyip diyet
ödeyecek
duruma
düĢmemek
için,
bu
nefis
mücadelesi
soluksuz olmalıdır.
Yüce
yaratıcı,
göndermiĢ
olduğu
kutsal
kitabında
yaratılıĢ
gayemizin
kulluk olduğunu ―Ben
cinleri
ve
insanları
ancak
bana
kulluk
etsinler diye yarattım.‖
diye açıklamaktadır.
Kulluğun bilindiği üzere muhtelif Ģekilleri vardır. Bunları dil, mal ve bedenle yapılan
ibadetler olarak sınıflandırabiliriz.
Dil ile ibadet de çeĢitlere ayrılır. Zariyat Suresi‘ndeki ‖Kalpler ancak Allah‘ı anmakla
huzur bulur.‖ ifadesi çok önemli bir metottur. Bu metot uygulandığında nefsin kontrol altına
alındığı ve Ģeytanın uzaklaĢtırıldığı tecrübe ile sabittir. Namazın bir adı da zikirdir. Zikre
alıĢan dilden tevhid ve Ģükür çıkar, zikirsiz dilden Ģirk ve küfür çıkar.
Günümüzde insanlarımız ―Din nasihatle kaimdir.‖ sözü sanki herkes için söylenmiĢ gibi
kendisine görev çıkarmaktadır. Doğruluğuna inandığı Ģeyleri kendince uygun Ģekilde etrafına
aktarmaktadır. Adına ister tebliğ, ister nasihat, isterseniz aydınlatma deyin bu anlatım
iĢinde de dikkat edilecek çok önemli kurallar vardır. Bu kurallar da ehline malumdur ve bu
çalıĢmanın onlar tarafından yapılması, sonucu olumlu olarak etkileyecektir. Ehil olmayanların
yaptıkları emekler –ki ne kadar iyi niyetle olursa olsun- boĢa gideceği gibi sonuç aleyhe de
dönebilir. Ġyi niyetle dinimizi öğrenmek isteyenler umduğunu bulamaz, sükûtu hayale uğrar.
Dinden soğur ve baĢka taraflara yönelebilir. O zaman da tut kelin perçemini. Bu hatanın
vebali hatayı yapanların boyunlarına. Bu durumda bilgi kıt, metot güdek ve hitabet cılız
kalmıĢ demektir. Tamiri kim nasıl yapacak? Kırılan soğuyan kalpleri yeniden ısındırmak ki hiç
kolay değildir- gene bu iĢin ehli olanlara kalıyor. KeĢke herkes kendi iĢini yapsa da sonuç iyi
olsa. Aksi takdirde yapılmaya çalıĢılan bu iyi niyetli çalıĢma öncelikle çalıĢmayı yapana daha
sonra da Ġslam‘a zarar verir. Bunu da hiç kimse istemez.
Kendisini konuĢmacı sınıfında yetkili gören kiĢilerin önce kendi kendilerine otokritik
yapmaları ve ―Ben her Ģeyi bilmiyorum.‖ DüĢüncesini kabul etmesi gerekir. Bir konuĢma
sırasında kiĢinin tam bilmediği konularda ―Bilmiyorum!‖ demesi konuĢmacıyı küçük düĢürmez
bilakis yükseltir.
ġu sıralarda insanların bilgi dağarcığında bulunan ve dillerde dolaĢan Ģeylerin önemli
bir kısmı ifrat (abartı), tefrit (aĢırı kısma) ve israiliyat (uydurma hikâyeler) den ibarettir. Bu
durum daha çok bazı cemaat veya grup üyelerinde daha çok görülmektedir. Böyle olunca da
Ġslam‘ı tanımak isteyenler ürküp kaçmakta, Ġslam Dini‘nin yaĢanmaz bir olgu olduğunu
sanmaktalar. Ya hafife almakta veya karĢı atağa (hücuma) geçmekteler. Yani kazanmak
isterken kaybetmek iĢte budur. Bu kaybetmenin vebali ve sorumluluğu önce bu yetkisiz
kiĢilerde sonra da onu fark edip susturmayan, uyarmayan üstlerindedir.
Bedeni ibadetlerden olan ve her gün her Müslümanı Allah‘ın huzuruna çıkaran namaz
ibadetinde de sorunlar devam etmektedir. Buradaki sorunlar da yer yer görevlilerden zaman
zaman cemaatten kaynaklanmaktadır.
Önce cemaati ele alırsak Ģunlarla karĢılaĢabiliyoruz. Camiye gelen cemaatin tamamına
yakını yaĢlılardan oluĢur. Toplumumuzda cemaate baĢlama yaĢı genellikle emeklilikten sonraki
yaĢlardır. Tabiki emeklilerin hepsi gelmez. Bu cemaatin yaĢlıları yaĢlılıktan dolayı sabrı
azalmıĢ kiĢilerdir. Bunlardan baĢka zaman zaman çocuklar da gelmekteler. Bunlar
camilerimizin mis kokulu kardelenleridir. YaĢları itibariyle namaz esnasında bazen gülmekte,
konuĢmakta veya koĢuĢurlar. ĠĢte bu hareketlilik hazanı yaĢayan yaĢlıların sabrını
tüketmekte ve kızdırmaktadır. ĠĢin bundan sonrası tam bir CĠHAD. Nasıl mı dersiniz? Selam
verilir verilmez bizim yaĢlılar grubu var ya (o yaĢa kadar iĢledikleri ve affedilmeleri için
Allah‘a yakaranlar), daha günahtan sorumluluk almamıĢ günahsız ve emekli yaĢı henüz
gelmemiĢ taze kan olan KARDELENLER‘i yalın kılıç düĢmana saldıran akıncılar gibi saldırmakla
tehdit etmekteler. Böylece kıldıkları namazı ve cami adabını kurtarma savaĢını baĢlatıp
genelde kazanmıĢ görülmektedir. Ancak kaybeden o cemaat mi yoksa cemaati korkutulup
soğutulduğu için mahzun kalan, emekli olup ta camiye baĢlayacak yeni cemaati hasretle
bekleyecek olan cami mi? Bunun hesabı iyi yapılmalıdır. Bu meydan savaĢını önlemenin en kolay
yolu bu kardelenleri safların arasına yerleĢtirerek birbiriyle irtibatlarını kesmek, namazdan
sonra da baĢlarını sıvazlayarak ―Aferin, hoĢ geldin, gene bekleriz, ne güzel namaz kılıyorsun‘‘
gibi sözlerle teĢvik ederek devamını sağlamaya çalıĢmaktır.
Aklıma takılan bir soru var, bilenler lütfen cevap versin. Kardelenleri camiden soğutup
kaçıranların oğulları ve torunları camide yok. YaĢlılar baĢkalarının nesillerini kovalıyorlar
kendi nesillerini getiremiyorlar. Ha sahi bu camileri yaĢlılardan sonra kim doldursun istiyoruz.
Gelelim kristalin baĢka boyutuna yani görevliler boyutuna. Görevliler eğitim ve
pedagojik açıdan ne kadar yetiĢmiĢler ve kendilerine gelenlere ne kadar hazırlar? Ben Ģahsen
bu konuda tam yeterli olduklarını sanmıyorum. Ya bana hep böyleleri rast geliyor ya da geneli
böyle. NasılmıĢ diyenleri fazla merakta bırakmayalım. Genelde kıyafetlerine fazla önem
vermeyen, bir yerde konuĢurken çoğu zaman ürkek, toplumda rahat edemeyen çekingenler.
Acaba bir hata yapar mıyım, yanlıĢ bir Ģey söyler miyim? türünden tedirginler. Bir de
camilerde sorumluluk kendilerinde olduğu halde genelde caminin bakım ve tamirat iĢlerinde
özelikle paralı iĢlerde cami temsil heyeti daha çok söz sahibi durumda. Yani asıl görevli
etkisiz eleman durumunda. Paralı iĢlerde bazı görevlilerin baĢına gelen asılsız iddialar
kulağımıza gelenler arasında. Bu durumdan dolayı paralı iĢlerden biraz uzak durmalarını da
normal karĢılamak lazım. Ancak paraya karıĢmasalar da fikir bakımından etkili olmalarını
beklemek cemaat olarak en doğal hakkımızdır sanıyorum.
ġAĠR, ġĠĠR ve ġEHĠR
Ali BAL
Ġnsan hayal ettiği müddetçe yaĢarmıĢ. Hayal, gördüklerimizin ve yaĢadıklarımızın
tesiriyle mümkündür aslında. Nerede yaĢıyorsak ve nasıl bir dünya ve çevrede yaĢıyorsak
hayallerimiz de bunlarla sınırlı olacaktır. ġiir de insanın imge ve hayal Ģehridir; biri dıĢta biri
içte iki dünyası vardır insanoğlunun.
Ġnsan varsa Ģehir de olacaktır. Ġnsanlar ne kadar hayal ederse Ģehirler de o kadar
yaĢayacaktır. Bugünün Ģehirleri dünkü insanların hayalleridir, yıkılan ve yok olan Ģehirler
varsa bilinmelidir ki, Ģehirleri kuranların hayalleridir yıkılanlar. YaĢadığı Ģehrin karakteri ve
ruhu bir insana sirayet etmemiĢse, o insan o Ģehre ait ne hayal kurabilir ne de o Ģehri
sevebilir. DıĢ dünyayla bağları zayıf olan insanın iç âlemi de sanırım sıkıntılı olur. Bir Ģair
Ģehrin ruhunu taĢımalı bedeninde, Ģehrin ruhunu hissetmeyen ve nefesini solumayan biri ne
Ģair olabilir ne de Ģiirden anlayabilir. ġiir, Ģairin hayal ikliminin en büyüleyici ve esrarlı
sesidir. ġehir ise, Ģairin ilham kaynağı ve güzellik ufkunun belirleyici unsurudur. ġehirsiz Ģiir,
cansız bedendir; Ģiiri olmayan Ģehirse sessiz bir yığındır, harabedir belki de. Evet, Ģiir ve
Ģehir, her iki kelimeyi telaffuz ederken dahi bir ahenk ve bütünlük oluĢuyor insanda.
ġairler vardır, Ģehrin aynasıdır; Ģehirler vardır Ģairin rüyasıdır. ġiir deryamıza
baktığımızda Ġstanbulsuz bir Ģair var mıdır? Nedim‘i anarken Ġstanbul‘u unutabilir miyiz?
Nitekim Nedim‘in Ģu dizeleri unutulabilinir mi?
―Bu Ģehri Stanbûl ki bî-misl ü bahâdır
Bir sengine yekpare Acem mülkü fedadır.‖
(Bu Ġstanbul Ģehri eĢsiz değerdedir, baha biçilmez/ Bir taĢına bütün bir Acem mülkü
feda olsun.)
ġehirlerin de Ģairler gibi dili var. Ahmet Hamdi TANPINAR o dili çözebilmiĢ ve
Bursa‘yı nasıl anlatmıĢ bakalım:
Bursa‘da eski bir cami avlusu,
Küçük Ģadırvanda Ģakırdayan su;
Orhan zamanından kalma bir duvar…
Onunla bir yaĢta ihtiyar çınar
Eliyor dört yana sakin bir günü.
Bir rüyadan arta kalmanın hüznü
Ġçinde gülüyor bana derinden.
Yüzlerce çeĢmenin serinliğinden
Ovanın yeĢili göğün mavisi
Ve mimarîlerin en ilâhisi.
……..
Tanpınar, rüya ve zamanı hem içinde hem dıĢında yaĢayan bir Ģair. ġehrin ruhunu
keĢfetmiĢtir bu dizelerde. Onun için eĢya nesneden öte bir Ģey; zaman ve rüya ise hayatın
hakikatidir. ġehir kendisine ruh ve ilham veren bir membadır. Öyle olmasa ―BeĢ ġehir‖ adlı
eserinde adeta kendini anlatır gibi Ģehirleri anlatmazdı. Aslında BeĢ ġehir‘de anlatılanlar
Tanpınar‘dır, Tanpınar hayatı da BeĢ ġehir‘dir.
Ya Orhan Veli‘nin, Ġstanbul‘u sokaklarıyla ve tüm canlılığıyla Ģiirine konu etmesini nasıl
unuturuz? ġehrin dilini çözen bir baĢka Ģairdir Orhan Veli. Onun Ģiiri Ģehrin kendisidir. Bakın
Ģu dizelere hak vereceksiniz:
…………
Ġstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Serin serin KapalıçarĢı
Cıvıl cıvıl MahmutpaĢa
Güvercin dolu avlular
Çekiç sesleri geliyor doklardan
Güzelim bahar rüzgârında ter kokuları;
Ġstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.
……….
Hayat akıp giden bir nehir gibidir ve hayatın tüm çağıltılarını bu Ģiirde bulabilirsiniz.
ġiiri, gözünüzü kapatın ve dinleyin, her mısrada hayat ve hayatın seslerini bulacaksınız.
Ġstanbul‘dan ve Ģiirden bahsedip Üstat Necip Fazıl‘dan bahsetmemek mümkün mü?
Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuĢlar;
Onu Ġstanbul diye toprağa kondurmuĢlar.
Ġçimde tüten bir Ģey; hava, renk, eda, iklim;
O benim, zaman, mekân aĢıp geçmiĢ sevgilim.
Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur;
Ay ve güneĢ ezelden iki Ġstanbulludur.
Denizle toprak, yalnız onda ermiĢ visale,
Ve kavuĢmuĢ rüyalar, onda, onda misale.
Ġstanbul benim canım;
Vatanım da vatanım...
Ġstanbul,
Ġstanbul...
Ġstanbul Ģairin sevgilisi, ruhu ve canıdır; hemen her Ģeyin vatanıdır, hemen her Ģeyin
buluĢtuğu noktadır.
ġunu söyleyebilirim ki insanda iki kalp vardır: Biri bedenindeki nefes alıp vermesini
sağlayan organıdır, diğeri ise âleminde yaĢadığı Ģehirdir. Ġnsan her iki kalbini buluĢturduğu
anda sanatı, Ģiiri ve estetiği yakalayacaktır. KeĢfe çıkan insanoğlu bu iki visali
gerçekleĢtirmediği müddetçe hayatın kenarında kalacaktır sürekli.
ġehrimiz Tokat, bir zamanlar âlimler, fazıllar ve Ģairler memleketi imiĢ. Plansızca
yükselen binalar, tarumar edilen bağlar, yalnız bedenimizi değil ruhumuz dahi sarsan tozlu ve
bozuk yollar bize ilham olabilir mi? Hangi Ģair bu iklimde nasıl Ģiirler yazar ki? Bu Ģehirde Ģiir
yazmak için ya hayal görmek lazım ya da rüyada olmak. Kim bilir belki de gerçekten
rüyadayız, onun için sesimiz çıkmıyor, onun için Ģair sessiz ve onun için bu Ģehrin Ģiiri yok.
ġiiri de içine alan edebiyat, hayatın ve hakikatin kendisidir. Edebiyat hayatın yani Ģehrin
kalbidir, onun merkezindedir. Edebiyat yaĢar, yaĢadığını hikâye, roman ve Ģiir gibi
evlatlarından anlarız. YaĢadığımız Ģehrin romanı, hikâyesi ve Ģiiri yoksa o Ģehir de yoktur; o
Ģehirde yaĢayanlar da…
KELİMELERİN DİLİ
Muhsin DEMİRCİ/ Araştırmacı Yazar
Türk Edebiyat‘ında ―hayvan motifleri‖ne 22. sayımızda da devam ediyoruz. Yirmi
birinci sayımızda ―A ve B‖ Harfleri ile olan ve içerisinde hayvan sembolü bulunan; Atasözü,
Mani, Halk Ģiirlerinden araĢtırmalarımızı seçkin okurlarımıza arz etmiĢtik.
Yirmi ikinci sayımızda da ―C-Ç-D-E-F-G-H‖ harfleri ile olan araĢtırmalarımızı
aktarıyoruz.
Bunun baĢlangıcında diyebiliriz ki:
Türk
Dili
ulu
bir
çınardır.
AraĢtırmalarımız bu çınarın ancak çok ufak
dallarıdır. Elbette bir ağaç; dalı ve yaprakları
ile gürdür. Onlarla bütünlük kazanır. Dil de
seçkin sözcükleri ile ―Kültür Dili, Sanat ve
Edebiyat dili, ilim‖ dili olur.
Hiç Ģüphe yok ki: Türkçe, benzetmeleri,
tahlil ve analizleri, soyut ve imalı anlatımları ile
dünya dilleri arasında zirvedeki yerini almıĢtır.
Onu bulunduğu yerden doruğa taĢımak, yine
sanatçılara, araĢtırmacılara düĢer.
Halkın dili olan Türkçe; mensup olduğu
toplumun duygu ve düĢüncelerini ifadede bir
çağlayan gibidir. Her ulus, dilinin bir kuyumcu
vitrini gibi göz alıcı olmasını ister. Benim de bu
araĢtırma çalıĢmaların vitrinin bir yüzünü teĢkil
etmektedir. Günümüzün insanlarında direkt
konuĢma yerini sanatsal ifadeye bırakmıĢtır. Bu
cümleden olarak edebi konuĢmalarda ―hayvan
motifleri‖ çok önemli bir yer tutar.
Halkın ve Sanatçıların dilinde yer alan
―hayvan motiflerini‖ canlı ve diri tutabilmek,
araĢtırmamın temelini teĢkil etti. Gelecek
kuĢaklara,
bir
motiflerin
dilimize
yeniliyorum.
köprü
atabilmem
hayırlı
olması
için;
bu
dileğimi
C-Ç
- CANI YANAN EġEK ATI DA GEÇER.
- CĠNAYET ÇOCUK DÜĞÜġÜ ĠLE KÖPEK
BOĞUġMASINDAN
(DALAġMASINDAN) ÇIKAR.
- ÇEKĠRGE BĠR SIÇRAR, ĠKĠ SIÇRAR
ÜÇÜNCÜSÜNDE YAKAYI ELE
VERĠR.
- ÇEKĠRGE KURAKLIĞIN
ALAMETĠDĠR.(GÖSTERGESĠDĠR)
- ÇIĞIRTKAN KUġU BESLEME
- ÇOBANIN GÖNLÜ OLURSA, TEKEDEN SÜT
SAĞAR.
- CÜCÜĞÜ (CĠVCĠVĠ) GÜZÜN SAYARLAR.
- CĠVCĠVLER GĠBĠ CIYAKLAMAK.
- CULUK(HĠNDĠ) GĠBĠ DÜġÜNMEK.
- CANAVAR GĠBĠ OLMAK.
- ÇEKĠRGE GĠBĠ SIÇRAMAK.
- CANAVARCA ĠġKENCE ETMEK.
-―ÇarĢamba yazıları
Körpedir kuzuları
Allah alnıma yazmıĢ
Bu kara yazıları‖
-―Çoban kaval çaldı sordu bülbüle
Sürülerim hani ovam nerede
Bülbül sordu boynu bükük bir güle
ġarkılarım hani yuvam nerede.‖
CAHĠLE SÖZ ANLATMAK DEVEYE HENDEK
ATLATMAKTAN ZORDUR.
CANI YANAN EġEK, ATTAN YÖRÜK OLUR.
CANI KAYMAK ĠSTEYEN, MANDAYI
YANINDA TAġIR.
CĠNS HOROZ YUMURTADA ÖTER.
CĠNS KEDĠ ÖLÜMÜNÜ GÖSTERMEZ.
ÇINGIRAKLI DEVE KAYBOLMAZ.
ÇĠFT ĠLE KOYUN, KALANI OYUN.
ÇĠFTE GĠTMEYEN ÖKÜZÜN, ĠġE GĠTMEYEN
OĞLUN OLSUN.
ÇOBANA VERME KIZ, YA KOYUN YA DA
KUZU GÜTTÜRÜR.
ÇOBANI OLMAYAN KOYUNU KURT KAPAR.
ÇOK ARPA ATI ÇATLATIR.
ÇOK HAVLAYAN KÖPEK ISIRMAZ.
ÇUL ĠÇĠNDE ASLAN YATAR.
―Çayın öte yüzünde
Ceylanlar yayılır yüzünde
Ben yârimi tanırım
Çifte ben var yüzünde‖
- ―Çorlunun güzelleri
HoĢ öter bülbülleri
Yaktı beni kül etti
Nuriye‘nin dilleri‖
-―Çıkar yücelerde yumak
Yumak leyli leyli leylam
Ġner dünyaya Ģahin kovalar
O yar gitti yalnız kaldı buralar‖
- ―Çaya iner ağlarım
Çayda balık avlarım
Balık değil efkârım;
Ben derdime ağlarım.‖
- ―Çekirgeyi saldım bayıra,
Bu dertten Mevlam gayıra,
Hoplayı ver çekirge
Zıplayı ver çekirge‖
CEYLAN GÖZLÜ OLMAK.
ÇINGIRAKLI YILANDAN ĠNSANA ZARAR
GELMEZ.
CANINI YAKARSAN KEDĠ YÜZÜNE SIÇRAR.
CEBĠN DOLUYSA AHIRINDA HAYVANLAR
DA CANLI OLUR.
CEPTEKĠ ÇÖREK TAVUĞA YEM OLUR.
CIRGIT GĠBĠ YANIP SÖNMEK.
ÇEKĠRGE ĠSTĠLASINA UĞRAMAK.
ÇIĞIRTKAN KUġ OLMAK.
CEYLANLARI KORUMA ALTINA ALMAK.
ÇEKĠRGE GĠBĠ ZIPLAMAK.
ÇÖL TĠLKĠSĠ YAKIġTIRMASI (MUAMMER
KADDAFĠ ĠÇĠN)
ÇÖL FARESĠ OLMAK (LĠBYADA ĠSYANCILAR
ĠÇĠN SÖYLENDĠ)
-D- DERTLERĠNĠ KURTLARA, KUġLARA
ANLATMA.
- DEVEYE BĠNĠP, KUYRUĞUNU AĞZINA
ALMAK.
- DEVE DĠġĠ GĠBĠ ADAMLARIN OLMASI.
- ―Dert dolaba girdi
PeĢinden fare yedi
Kurtuldum derken;
Ġkinci dert beni yedi‖
ÇAKALLAR GĠBĠ ULUMAK.
ÇAKALIN BĠRĠ OLMAK.
-―Derenin kıyıları,
Ata vurdum yuları,
Yâr sahili ister
Gezelim Yalıları.‖
- DÜĞEN ÖKÜZÜNÜN AĞZI BAĞLANMAZ.
- ―Derelerin kıyıları
Ata vurdum yuları
Uyu Sevdiğim uyu
Sevdalı uykuları.‖
- Çek deveci develeri engine aman,
ġimdi rağbet güzel ile zengine
- Çek Deveci Develeri Sulansın aman,
Sulansın da akan çaylar bulansın aman.
- ―Denize varayım mı?
Bir balık alayımı?
Ay battı, güneĢ doğdu;
Yar yanına varayım mı?‖
-―Ceylanlar gezer oldu,
Ördekler yüzer oldu,
Yeni yetiĢen gençler;
Sevgiye Leyla oldu.‖
DOKUZ EġEĞĠNEN GURBETTEN MĠ
GELMĠġ?
―Derelerde kuĢ burnu,
KuĢ burnunu kuĢ yemiĢ
BeĢ bin liralık gelin,
Kaynanaya baĢkaldırmıĢ.‖
DEVE KURBAN ETMEK.
―Dere boyu giderim,
Koyun kuzu güderim.
Ġkimizi görürler
Nasıl ederim
Ay Eminem vay Eminem‖
―Dağları duman aldı
Bülbülü figan aldı
Azrail‘e borçlu kaldım
Bir canım var, Canan aldı
Oy dağlar, Oy dağlar.‖
DEVENĠN ÜSTÜNDE KUDUZ DALAR MI?
DALAR…
―Derbent Deresini duman bürüdü
Yedi deve ile Musa‘m yürüdü
Musa‘nın yüreği kof oldu çürüdü
Ağlasın, Ağlasın anam ağlasın.‖
―Dediler Zati‘ye birkaç gammaz,
Bâki-i zağ (karga) uğurlar sözünü
Dediler O bülbül-i gülzârı sühan
Besle kargayı oysun gözünü.‖
―Dilini akrep sokmuĢ,
Koynuna yılan girmiĢ,
Cadaloz kaynana
Yılan da girsin koynuna.‖
DĠLĠNĠ AKREP SOKMUġ OLMAK.
―Dost bağında açılır gül,
Güle sarılır bülbül.‖
―Derya balıkla doldu,
Koluma nasip kondu
Koklayayım derken
Gülüm hemen soldu.‖
DEVEDEN KURBAN ADAMAK.
DEVE BĠR PULA, ALAMAM
DEVE BĠN PULA AL GETĠR.
DAĞ KUġU DAĞDA, BAĞ KUġU BAĞDA OLUR.
DAĞDA GEZEN, AYIYA DA RASTLAR, KURDA DA.
DAMGALI EġEĞĠ HERKES TANIR.
DANA BÜYÜR, ÇULU BÜYÜMEZ.
DANA YEDĠĞĠ TAġI BĠLĠR.
DEVE BÜYÜKTÜR AMA BEġĠNĠ BĠR EġEK
ÇEKER (YÜRÜTÜR)
DEVE BÜYÜRSE EġEĞE YÜK OLUR.
DEVE ÇÖKECEK YER BULUR.
DEVEYE BĠNDĠKTEN SONRA, ÇALI
ARKASINA SAKLANILMAZ.
DĠġĠ KÖPEK KUYRUK SALLAMADIKÇA,
ERKEK KÖPEK ARDINA DÜġMEZ.
DĠġĠ KUġ YAPAR YUVAYI, ĠÇĠNĠ SIVAYI
SIVAYI.
DOMUZDAN DOMUZ, KOYUNDAN KOYUN
DOĞAR.
DOMUZUN BURNUNU KESMĠġLER, YĠNE
DOMUZ, YĠNE DOMUZ
DOST, DOST ĠÇĠN ÇĠĞ TAVUK YER.
DÜġMANIN KARINCA BĠLE OLSA, KENDĠNĠ
SAĞLAM TUT.
DEVE TÜYÜNE BENZEMEK.
DEVEYE NĠYE BOYNUN EĞRĠ DEMĠġLER: O
DA: ―NEREM DOĞRU KĠ‖
DEVEYĠ YARDAN AġIRAN BĠR DEMET
OTTUR.
DENĠZE DÜġEN YILANA SARILIR.
DERYA KUZULARI GÖRÜCÜYE ÇIKTI
(BALIK)
DEVE KĠNĠ BESLEMEK.
DEVE ADIMLARININ ―ARUZ VEZNĠNE‖
ÖRNEK OLMASI.
DUT YEMĠġ BÜLBÜL GĠBĠ SUSMAK.
DEVENĠN PABUCUNU DAMA ATMAK.
DERYA KUZUSU BENZETMESĠ.
DAM ÜSTÜNDE SAKSAĞAN, VUR BELĠNE
KAZMAYI.
DEVENĠN HÖRGÜCÜNE YAPIġMAK.
DEVEDE KULAK BENZETMESĠ.
DEVENĠ SAĞLAM KAZIĞA BAĞLA, KĠMSEYE
BAHANE BULMA.
DEVE KATARINA BĠR EġEK LÂZIM.
DĠRGENDEN KORKAN PORSUK HARMANA
GĠRMEZ.
DEVEYE ZAĞAR ÜRMEZ.
DĠLĠNĠ EġEK ARISI SOKSUN.
―Dün gece deliĢmen bir böcek
Cevizden bir sandığı oydu
Bekledim ha bitti ha bitecek
Humması sürdü ha bitti ha bitecek
Bir doluya bir boĢa koydu
Tohum mu toprağa ekilecek
Belki de söylenecek türküydü
Balık mı suda tutulacak.‖
DEVESĠNĠ, TAVAN ALTINDA ARAYAN
ADAM MĠSALĠ.
DEVEYĠ HAMUDU ĠLE YUTMAK.
DELĠ DANA GĠBĠ ORTALIKTA DOLAġMAK.
DEVEDE BĠR TÜY MĠLSALĠ.
-―Dedim o yâre bu gün gül,
Baktı bana, eğdi boynunu adım sümbül
Mahzun durma sakın Ģakı bülbül
Eğilip kokladım, oldu en güzel gül.‖
DURDU, DURDU, TURNAYI GÖZÜNDEN VURDU.
DAĞDA DOMUZU EKSĠK OLMAK.
DEVLET VATANDAġTA ALACAĞINA ġAHĠN
KESĠLĠYO.
DEVEYĠ HAMUDU ĠLE YUTMAK.
DEVE NERDE, PĠRE NERDE?
DANA DĠYE DOMUZ ETĠ YEDĠRMEK.
DEH, DEH, DEYĠP, AT ÜSTÜNDE
ZAYIFLAMA ÇALIġMASI.
DOMUZ GRĠBĠ GERĠ DÖNDÜ
―Duvar üstünde dara,
Baktım tuğlası kara
Sen de mani bilmezsin;
Maymun yüzlü maskara.‖
EV DANASINDAN ÖKÜZ OLMAZ.
EBABĠL KUġLARININ, EBREHE‘NĠN
ORDULARINI YENMESĠ.
EġEĞĠ MALDAN KENDĠNĠ ADAMDAN
SAYMAK.
―Dağlar ile taĢlar ile
Çağırayım Mevla‘m seni
Seherde kuĢlar ile
Çağırayım Mevla‘m seni.‖
―Dağlarda dağlar da
Koyun güder ovalarda.‖
DĠLĠNĠ EġEK ARISI SOKSUN.
―Dandini dandini das dana
Danalar girmiĢ bostana
Danalar çiçekleri yiyecek
Benim yavrum büyüyecek.‖
DOMUZUN BĠRĠ OLMAK.
DEVE KUġU GĠBĠ BAġINI KUMA GÖMMEK.
―Değirmenden geldim beygirim yüklü
O kızı görenin deli olur aklı
On beĢ yaĢlarında kırk beĢ bölüklü
Bir kız bana emmi demiĢ neyleyim.‖
DĠLĠNĠ EġEK ARISI SOKSUN YAKARMASI.
DEVE DĠġĠ GĠBĠ ADAMLAR BENZETMESĠ.
-E-
―Ehli keyfe keyf verir,
Kahvenin kaynaması
EĢeği yoldan çıkarır,
Sıpanın oynaması.‖
EġEĞE SEMER, ATA EYER YARAġIR.
EKMEK, ÖKÜZÜN BOYNUZUNDAN GEÇER.
EġEK EVĠNE YAKLAġINCA ANIRMAYA
BAġLAR.
EġEK EġEKLĠĞĠNĠ YĠNE YAPTI.
EKMEK ġĠMDĠ ASLANIN AĞZINDA DEĞĠL
MĠDESĠNDE.
EġEĞE SEMERĠ YÜK DEĞĠLDĠR.
EġEK, EġEK OLALI BÖYLE RAĞBET
GÖRMEDĠ.
EVDEKĠ TAVUK, KOMġUDAKĠ KAZDAN
YEĞDĠR.
EġEK ATA ÖZENMĠġ, ALNINDAN ÇĠFTE
YEMĠġ.
EVDEKĠ SERÇE, DAMDAKĠ TAVUKTAN DAHA
ĠYĠDĠR.
ECELĠ GELEN KÖPEK CAMĠ DUVARINA
SĠYER.
EġEK ġEHĠRDE BĠLE, MAKAMLA ANIRIR.
EġEĞĠ SAĞLAM KAZIĞA BAĞLAMAK.
EL ELĠN EġEĞĠNĠ ÜFLÜK ÇALARAK ARAR.
EġEKBAġI OLMAK.
―Efkârlanma kara gözlüm gül gayri
Ġbibikler öter ötmez ordayım.
Mektubunda diyorsun ki gel gayri
Sütler kaymak tutar tutmaz ordayım.‖
EġEK GĠBĠ ÇALIġIP ĠNSAN GĠBĠ YEMEK.
EġEK SUDAN GELĠNCEYE KADAR DAYAK
YEMEK
EġEK SUDAN GELĠNCEYE KADAR DAYAK
ATMAK.
EġEK ÖLÜR KALIR SEMERĠ, ĠNSAN ÖLÜR
KALIR ESERĠ.
EġEK EġEKTĠR, GĠYSE DE ATLAS, ÇUL;
ĠNSAN ĠNSANDIR OLURSA DA CEBĠNDEKĠ
PUL.
―Ektiğin biçtiğin yoncalardan
Yerdeki karıncalardan
Sakınırım kıskanırım.‖
EġEĞĠ MALDAN, KENDĠNĠ ADAMDAN
SAYMAK.
ETRAFI PORSUK BOĞMASINA VERMEK.
―Erzurum‘un ovaları,
Yayılır develeri
OturmuĢ oyun oynar
Erzurum‘un kızları.‖
―Evlerinin önü bakla,
Güvercinler atar takla
Ninne yavrum nine
Esmer yârim nine.‖
―Evlerinin önü onar
Hep kuĢlar ona konar‖
―Ekin ektim gül bitti,
Dalında bülbül öttü
Ötme bülbülüm ötme
Yârim elimden gitti.‖
―Evleri iki katlı
Kız geliyor atlı
Almus‘tan yar sevdim
Güzelliği saltanatlı.‖
―Erikler çiçek açtı
Bülbül yuvadan uçtu
Bahar gelip geçiyor
Ayrılık koku saçtı.‖
―Ekinler biter oldu,
Bülbüller öter oldu
Ayrılık yeter oldu
Nar tanem nur tanem
Bir de sen iki tanem.‖
―Evlerinin önünde bir büyük avlu,
Avluda kır atımız bağlu.‖
EL ATINA BĠNĠP ÇALIM SATMAK.
―Elli bin atlı, kılıç koymamak azmiyle kınına
Doludizgin koĢuyorlardı akından akına.‖
―Ey Ģimdi süzgün rüzgârlarla dalgalı
BarıĢın güvercini savaĢın kartalı.‖
―Evlerinin önü bulgur sokusu,
KarĢı yerden geliyor yârin kokusu
GiyinmiĢ kuĢanmıĢ geliyor saçusu
Ceylan gözlerine kurban olduğum.‖
―Evlerinin önü bakla,
Güvercinler atar takla
Al beni koynunda sakla.‖
ESKĠYE RAĞBET OLSA BĠTPAZARINA NUR
YAĞARDI.
―Ezelden bahar olmayınca
Kırmızı gül bitmez imiĢ
Kırmızı gül bitmeyince
Dertli bülbül ötmez imiĢ.‖
EKMEKSĠZ EV, KÖPEKSĠZ KÖY OLMAZ.
EL ADAMI KULLANAN SIĞIR YÜREĞĠ
YUTMALI.
ELĠN TAVUĞU, ELE KAZ, FINDIĞI KOZ
(CEVĠZ) GÖRÜNÜR.
ELDEKĠ BÜLBÜLLERDEN, BĠZDEKĠ KARGA
DAHA ĠYĠDĠR.
ELĠN TUTTUĞU KUġUN, KUYRUĞU KISA
OLUR.
EMANET EġEĞĠN YULARI GEVġEK OLUR.
EMANET ATIN KAYIġI, YOKUġTA KOPAR.
ERKEK KOYUN KASAP DÜKKÂNINA YAKIġIR.
EġEĞE BĠNMEK BĠR AYIP, ĠNMEK ĠKĠ AYIP.
EġEĞE SEMERĠ YÜK OLMAZ.
EġEĞĠ DAMA ÇIKARAN YĠNE KENDĠSĠ ĠNDĠRĠR.
EġEĞĠN ANIRMAYANI OLMAZ.
EġEĞĠN ANIRTISI KENDĠNE HOġ GELĠR.
EġEĞĠN HESABI BAġKA, EġEKÇĠNĠN
HESABI BAġKA OLUR.
EġEĞĠN KULAĞINI KESSENĠZ DE
KÜHEYLAN OLMAZ.
EġEĞĠN KUYRUĞUNU KALABALIKTA
KESSENĠZ; KĠMĠ UZUN KĠMĠ KISA DER.
EġEK, AT, CĠĞER YEMEZ,
EġEK BÜYÜDÜ SEMER KÜÇÜLDÜ.
EġEK YÜKLÜ OLUNCA ANIRMAZ.
EġEK YĠNE EġEKTĠR ALTINDAN ÇUHA OLSA.
EġEKTEN DOĞAN KATIR, NE HAL BĠLĠR NE
HATIR.
EġKĠN AT, YEMĠNĠ KENDĠ ARTIRIR.
EġEĞĠ YÜKLEYENE YARDIM EDERLER.
EġEK, ATIN YERĠNE GEÇMEZ.
ERKEK SĠNEKLE BĠLE ARKADAġLIK
EDEMEMEK.
EL ATINA BĠNEN TEZ ĠNER.
EġEK GĠBĠ ÇALIġIP ĠNSAN GĠBĠ EVĠNĠ
GEÇĠNDĠRMEK.
EVEN KANCIK KÖPEK GÖZSÜZ ENĠK DOĞURUR.
EVĠNĠ SIRTINDA TAġIYAN KAPLUMBAĞA
OLMAK.
-FFARELERĠ KOBAY OLARAK KULLANMAK
FARELERĠN CĠRĠT ATMASI.
FĠL GĠBĠ OLMAK
FĠL GĠBĠ HORTUMLAMAK.
FAREYĠ GÖZÜNDEN, KÖSTEBEĞĠ ĠZĠNDEN
TANIMAK.
FARE ÇIKTIĞI DELĠĞĠ BĠLĠR.
FARE KAÇMAYINCA DELĠK GÖRÜLMEZ.
FUKARANIN TAVUĞU, ZENGĠNĠN ATI
KIYMETLĠDĠR.
FĠDAN GÖLGESĠNDE KOYUN SÜRÜSÜ.
FĠNCANCI KATIRLARINI ÜRKÜTMEK.
FARE GĠBĠ ÜREMEK.
FOK BALIĞI GĠBĠ YATMAK.
FATURAYI EġEĞE KESMEK.
-GGÖZLERĠNĠ BALAK MI YALADI.
GÖNÜLSÜZ KÖPEK KOYUNA GĠTMEZ.
GÖÇMEN KUġLARA BENZEMEK.
GEÇTĠ BOR‘UN PAZARI, SÜR EġEĞĠ NĠĞDE‘YE
―Göklerden gelen bir ses bak, sana ne diyor dinle
Kartal yuvalarında hürdür millet seninle.‖
―Giderim ilinizden,
Kurtulam dilinizden,
YeĢilbaĢ ördek olsam;
Su içmem gölünüzden.‖
―Güvercin uçu verdi, Amman Amman,
Kanadın açı verdi ben yandım Amman.‖
―Garip bülbül gibi
Garip garip öterken,
Kirpiklerin oku
Kalbimi delerken
Gel gizli gizli…‖
―Gelin kır ata bindi,
Haydi nasibim dedi,
Kız doğru sür atını,
DüĢmanları sindirdi.‖
―Gökte yıldız bir sıra,
Yârim gitti Mısır‘a
Yaktı beni un etti
Yar keklik ben Ģahin,
Giderim ardı sıra.‖
―Güvercin uçtu gitti
Kanadın açtı gitti
Elin oğlu değil mi?
Öptü de kaçtı, gitti.‖
―Gitme bülbül gitme
Bahar eriĢti.
Gonca güller
Bağa karıĢtı
Ġkimiz gurbetin
Cefası a bülbül.‖
―Güvercin duruĢu, keklik sekiĢli,
Kıl ördek boynuzlu ceylan bakıĢlı,
Tavus kuĢu gibi göğsü nakıĢlı
ġöyle bir güzel ver gönül eğleyelim.‖
―Gitme turnam gitme
Yollar ıraktır.
ġu halime, Ģu gönlüme
Bak benim
Bu yaban eller
Duraktır bana.‖
GÖKTEN KINALI KOÇUN ĠNEREK KURBAN
EDĠLMESĠ.
GELĠN ATA BĠNMĠġ DE,
HEM AĞLARIM HEM GĠDERĠM DEMĠġ.
―Gökte yıldız bir sıra
Yârim gitti Mısır‘a
Yâr keklik ben Ģahin
Giderim ardı sıra.‖
―Gitme turnam bizim elden
Dön gel Allah‘ını seversen,
Kanadını kıracaklar;
Seni yârdan koparacaklar.‖
―Geldi geçti benim ömrüm,
Ömrüm kadrini bilmedim.
Bir kuĢ gibi uçtu ömrüm
Ömrüm kadrini bilmedim.‖
―Güvercin uçuverdi,
Kanadın açı verdi,
Eloğlu değil mi?
Sevdi de kaçı verdi.‖
―Gül dikensiz bitmez imiĢ,
Bülbül gülsüz ötmez imiĢ,
Eli yârdan ayrılanın
ĠĢe güce yetmez imiĢ.‖
―Güvercinim uyur mu?
Çağırsam uyanır mı?
Sen orada ben burada,
Buna can dayanır mı?‖
GÜNAH KEÇĠSĠ SAYMAK.(YERĠNE KOYMAK)
Giderim ilinizden
Kurtulam dilinizden
YeĢilbaĢ ördek olsam,
Su içmem gölünüzden.‖
―Gökyüzünde bölük bölük turnalar,
Neredir meskeniniz
Bir nağme yazayım
Yâre götürün leyli…
Dost evine uğrar mı yolunuz
Telli turnam, gökyüzünün
Gülüsünüz leyli leyli.‖
GAFĠL ÇOBANA, DAĞ TAġ KURT KESĠLĠR.
GARĠP KUġUN YUVASINI ALLAH YAPAR.
GARĠP ĠTĠN KUYRUĞU BACAĞI ARASINDAN
GEÇER.
GEMĠ OLMAYAN ATIN, ÖLÜMÜ YAKINDIR.
GEZEN KURT AÇ KALMAZ.
GÖNÜLSÜZ DAVARA GĠDEN ĠT, SÜRÜYE
GETĠRĠR KURT.
―Gün eksilmesin penceremden,
Ne doğan güne hükmün geçer,
Ne halden anlayan bulunur.
Ah, aklımdan ölümüm geçer,
Sonra bu kuĢ, bu bahçe, bu nur!‖
―Gelin bir çiçek, her dediği gerçek;
Kaynana yılan, her dediği yalan.‖
―Gelin geldi evime
NeĢe doldu yerine
Mutluluktan uçtum
Bülbül kondu gülüme‖
GEMSĠZ ATA, DĠZGĠN OLMAZ.
GÖZÜ TANEDE OLAN KUġUN AYAĞI,
TUZAKTAN KURTULMAZ.
GELĠN ATA BĠNMĠġ DE YA NASĠP DEMĠġ…
GELĠN ATI HAZIRLAMAK.
GEYĠK GĠBĠ KAÇMAK
GEYĠĞĠN ASLANA YEM OLMASI GĠBĠ.
GEMSĠZ ATA BĠNEN DÜġMEYĠ GÖZE ALIR.
GÖLE SU GELĠNCEYE KADAR KURBAĞANIN
GÖZÜ ÇIKAR.
-HHOROZU ÇOK OLAN KÖYÜN SABAHI GEÇ OLUR.
HOROZ DÖĞÜġÜ YAPMAK.
HOROZ GĠBĠ DĠKLEġMEK.
HOROZ HOROZ AMMA DENĠZLĠ HOROZU
BAMBAġKA.
HER TAVUK KÜMESĠNE BĠR HOROZ GEREK.
HAYVANLARIN ―BREMEN MIZIKACILIĞI
YAPMASI‖
HER KURNAZ TĠLKĠ BĠR ALIĞIN
SIRTINDAN GEÇĠNĠR.
HER SÜRÜYE BĠR KOÇ GEREK.
HĠNDĠ GĠBĠ GUBARMAK.
―HEKĠMOĞLU DEDĠĞĠN ASLAN YÜREKLĠ.‖
HĠNDĠ GĠBĠ DÜġÜNMEK
HER KÜTÜĞÜN BAġINA KARINCA BĠRĠKMEZ.
HAYVAN HAKLARI SAVUNUCUSU OLMAK.
HER KUġUN ETĠ YENMEZ.
HER KOYUN KENDĠ BACAĞINDAN ASILIR.
―Hilvan‘da turna sesi var
Yârimin ninnoĢ sesi var
Salını salını gezende
Vallah dostlar ben aklımı ĢaĢırdım.‖
HAVACILARIN, KUġLAR GĠBĠ SÜZÜLMESĠ.
―Hapishane içinde yüzer kazlar
Bayramdan bayrama çalınır sazlar.‖
Evlerinin önü yazı
Yayılır turnası kazı
YaĢına yetmedik kuzu
Koç ile vuruĢur oldu
Gevheri her iĢler hata
Katırlar baskındır ata
Olur olmaz maslahata
Çocuklar karıĢır oldu.‖
HER GÖNÜLDE BĠR ASLAN YATAR.
HER KUġ YUVASINI KENDĠ YAPAR.
HER ġEYĠN VAKTĠ VAR, HOROZ BĠLE
VAKTĠNDE ÖTER.
HER HOROZ KENDĠ ÇÖPLÜĞÜNDE ÖTER.
HER HOROZ KENDĠ ÇÖPLÜĞÜNDE EġĠNĠR.
HER ÇÖPLÜĞE BĠR HOROZ GEREK.
HAMSĠ GÖZLÜ OLMAK.
HĠNDĠ DOLDURMAK.
HOROZ GĠBĠ ÜRÜÜÜ, ÜRÜÜÜÜ DEMEK (ETMEK)
―Hozat derler ilimize
Bülbül konmaz gülümüze
Anne sütünü helal eyle
Misafirim bu gün size.‖
HAMSĠLĠ PĠALV YAPMAK
―Her canlıya hak, layık olan cevheri verdi.
Tırtıl iki diĢ bulsa eğer ormanı yerdi.
ġayet kediler haftada bir gün uça bilse,
Dünyada bütün kuĢların nesli biterdi.‖
―Hüma kuĢu yükseklerden seslenir.
Oğul yar koynunda bir çift turna beslenir.
Yavru yavru sen ağlama kirpiklerin ıslanır.‖
―Hoppalaya çıkarsın,
Yükseklerden uçarsın
Attan inip, eĢeğe binince
Ne olduğunu anlarsın.‖
―Hey ağalar zaman azdı
DüĢmüĢe il iĢer oldu
Küllükte sürünen eĢek
Cins atla yarıĢır oldu
…….
Palas üstünde yatanın
Bıyığına dala batmayan
Porsuk ardından yetmeyen
Ceylana ulaĢır oldu.
HER ÇÖPLÜKTE BEġ HOROZ, DENĠZLĠDE BĠR
HOROZ.
HAMSĠ BALIĞI GĠBĠ HOP HOP OYNAMAK.
―Havada turna sesi var,
Yârimin billûr sesi var.‖
HER KÜTÜK KARINCAYI KALDIRMAZ.
HÜMA KUġU GĠBĠ YÜKSEKLERDEN UÇMAK,
HER GÖNÜLDE BĠR ASLAN VARDIR.
HOROZ DÖĞÜġÜ TERTĠPLEMEK.
HOROZ DÖĞÜġÜ YAPMAK.
HOROZU DÖĞÜġKEN YETĠġTĠRMEK.
HER YERDE ATINI OYNATMAK.
HER ĠġTE ATINI ÖNE SÜRMEK.
HANGĠ DAĞDA KURT ÖLDÜ.
HOROZ BĠR ĠNCĠ BULDU, KUYUMCUYA
VERDĠ; ODA ONA DARI.
―Her uçan kuĢ vurulmaz
YeĢilırmak durulmaz
Sabret ey gönül sabret
Dertsiz safa sürülmez.‖
Devamı gelecek sayıda.
Ġstanbul II. Türk Dünyası Hukuk Kurultayı
Irak Türklerinden Sadun KÖPRÜLÜ
Ġstanbul II. Türk Dünyası
Hukuk
Kurultayı
Özyeğin
Üniversitesi Hukuk Fakültesi ev
sahipliğinde Ġstanbul'da baĢladı.
Farklı
Türk
Cumhuriyetlerinden, içinde yaĢadıkları
ülkede bazen çoğunluk bazen de
azınlığı
oluĢturan
Türk
hukukçuların bir araya gelip
Hukukun
çeĢitli
alanlarda
tebliğler vermesi, birbirlerini
tanımaları, görüĢ alıĢveriĢinde
bulunmaları,
tecrübelerini
aktarmaları amacıyla düzenlenen
II.
Türk
Dünyası
Hukuk
Kurultayı, 14 Kasım 2011 Pazartesi günü Özyeğin Üniversitesi Hukuk Fakültesi ev sahipliğinde
Ġstanbul'da baĢladı. AçılıĢ etkinliği birinci gün toplantıları Swissotel'de gerçekleĢtirilen
Kurultay toplam 3 gün sürecek.
Kurultay'ın ikinci ve üçüncü günleri Özyeğin Üniversitesi Altunizade Kampüsünde
gerçekleĢtirilecek oturumlarla devam edecek.
Kurultayda insan hakları hukuku, ceza hukuku, hukuk felsefesi, medeni hukuk, ticaret
hukuku gibi hem hukuk uygulaması, hem de hukuk dogmatiğini ilgilendiren konular ele alındı.
2. Türk Dünyası Hukuk Kurultayı Özyeğin Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Ünver: ''Türk
Dünyası Hukuk Kurultayı, tüm katılımcılar için çok boyutlu bilimsel iĢ birliklerinin kurulması,
değerli hukukçular yetiĢtirilmesi ve bilimsel projelerin ilk adımlarının atılması için önemli bir
zemin oluĢturuyor''
Özyeğin Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Yener Ünver, ikincisi yapılan
Türk Dünyası hukuk Kurultayı'nın, tüm katılımcılar için çok boyutlu bilimsel iĢ birliklerinin
kurulması, değerli hukukçular yetiĢtirilmesi ve bilimsel projelerin ilk adımlarının atılması için
önemli bir zemin oluĢturduğunu söyledi.
Özyeğin Üniversitesi Hukuk Fakültesinin ev sahipliğinde Swiss Otel'de düzenlenen 2.
Türk Dünyası Hukuk Kurultayı, saygı duruĢunda bulunulması ve Ġstiklal MarĢı'nın okunmasıyla
baĢladı.
Kurultayın açılıĢında konuĢan Ünver, Özyeğin Üniversitesi Hukuk Fakültesi olarak,
hukuki iĢ birliği kapsamında, öncelikli olarak, Türkiye'deki veya bölgelerdeki önemli insan
hakları sorunlarının karĢısında, hukuksal çözümler üretmeyi ve Türk resmi kurumlarından
destek alarak kültürel iĢ birliği sağlamayı hedeflediklerini anlattı.
Ünver, ortak Ġstanbul Türkçesi ve Latin Alfabesi kullanımını özendirmek, öğrenci
değiĢimine zemin hazırlayarak, Türk Cumhuriyetlere hukukçu yetiĢtirmek, hukuk alanlarını
birbirine ve özellikle Türkiye'ye yaklaĢtırmak, lisansüstü öğrenci alarak, bilim insanı
yetiĢtirmenin kurultayın hedefleri arasında olduğunu ifade etti. Prof. Dr. Dr. Ünver, ''Çok
önemli ülkelerden son derece değerli bilim insanları ve üniversite yöneticilerinin katıldığı 2.
Türk Dünyası Hukuk Kurultayı, tüm katılımcılar için çok boyutlu bilimsel iĢ birliklerinin
kurulması, değerli hukukçular yetiĢtirilmesi ve bilimsel projelerin ilk adımlarının atılması için
önemli bir zemin oluĢturuyor'' dedi.
Özyeğin Üniversitesi Mütevelli Heyeti BaĢkanı Hüsnü Özyeğin de Üniversitelerinde
hukuk fakültesini bu yıl kurduklarını hatırlatarak, 120 öğrenciyle baĢladıkları fakültelerinde
öğrencilerin yüzde 60'ını kızların oluĢturduğunu ekonomiye katkısıyla, Türk ekonomisinin
daha da hızlı büyüyeceğinin konuĢulduğu son zamanlarda, bu ilgiyi çok olumlu bulduğunu
söyledi.
Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi ve YÖK Denetim Kurulu BaĢkanı Prof. Dr.
Ġlyas Doğan da Sovyetler Birliği sonrası Türk dünyası ile Türk aydınları arasında birbirini
tanıma Ģansı doğduğunu belirterek, ancak hukuk bilimleri alanında henüz arzu edilen noktada
olmadıklarını kaydetti. Doğan, kurultayın, bundan sonrası için Türk soylu bölge ve ülkelerle
üniversiteler ve bilim insanları düzeyinde kalıcı iliĢkilerin temellerinin atılacağı bir bilimsel
etkinlik olacağını bildirerek, ''Bu tarz etkinliklerin sadece kurultaylarla sınırlı kalmaması,
ortak çalıĢmalar, karĢılıklı bilgi ve tecrübe paylaĢımı Ģeklinde sürekli hale getirilmesi,
katılımcı ülkelerin daha büyük fayda elde etmelerini sağlayacaktır'' dedi.
Azerbaycan, Bulgaristan, Gürcistan ve Kazakistan, Kerkük Irak Türkleri gibi Türk
kökenli tüm bağımsız devlet ve özerk otonom bölgelerin temsilcilerinin katıldığı kurultay, 16
Kasım'a kadar sürecek.
Kurultayda Doğu Türkistan Vakfı BaĢkanı Ilgar Alptekin, Doğu Türkistan'da insan
hakları ihlalleri hakkında konuĢma yapmıĢtır.
Türk kökenli tüm bağımsız devlet ve özerk otonom bölgelerin temsilcilerinin katıldığı
'2. Türk Dünyası Hukuk Kurultaya; BaĢkurdistan Ufa Hukuk Fakültesi Dekanı Ord. Prof.
MuhametĢin Faim Bayazitoviç, Azerbaycan Bakü Devlet Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı
Prof. Dr. Emir Aliyev, Doğu Türkistan Vakfı BaĢkanı Ilgar Alptekin, Farabi Üniversitesi
Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Baydeldinov Daulet Laykobiç, Batı Trakya - Yunanistan
Rodop-Evros Ġlleri GeniĢletilmiĢ Valiliğinin Gümülcine Vali Yardımcısı Av. Rıdvan Kocamümin,
Bulgaristan Ruse Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Yard. Doç. Dr. Elitza Georgieva
Valcheva-Kumanova, Azerbaycan Kafkas Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Doç. Dr.
Mübariz Yolçiyev, Irak Kerkük Türklerinden Av AraĢtırmacı yazar Sadun Köprülü, Türkmen
Weekly Energy Review Hukuk DanıĢmanı Doç. Dr. Dövran Orazgylyjow gibi önemli isimler
katılıyor. Türk kökenli tüm bağımsız devlet ve özerk otonom bölgelerin temsilcilerinin
katıldığı 2. Türk Dünyası Hukuk Kurultayı'nda Azerbaycan, Bulgaristan, Gürcistan,
Kazakistan, Kırgızistan, KKTC, Kosova, Özbekistan, Türkiye, Türkmenistan, Doğu Türkistan,
Irak Kerkük, Özbekistan, Yunanistan, Altay, BaĢkurdistan, ÇuvaĢistan, Hakasya, Tataristan,
Tuva yer alıyor.
Kurultay'ın ardından, Kurultay'da sunulan tüm tebliğler katılımcı ülkelerin
hukukçularıyla paylaĢılmak üzere Özyeğin Üniversitesi Hukuk Fakültesi tarafından kitap
haline getirilerek yayımlanacak.
II. Türk Dünyası Hukuk Kurultayında Kerküklü Av. AraĢtırmacı yazar Sadun Köprülü
Kerkük Irak Türklerinin Ġnsan Haklarını konumlarını dile getirerek, Kerkük Türk Ģehrinde ve
tüm Türkmen bölgelerinde Irak devletinin kuruluĢundan, bu yana, Cumhuriyet dönemiyle,
Diktatör Saddam döneminin 35 iĢkence, baskı, hapishane, idam, katliam, soykırım
AraplaĢtırma sinsi, Asimilasyon politikası dönemi, 2003 Saddam düĢtükten sonra Amerika
ĠĢgalinde KürtleĢtirme, politika baskılar, tutuklama, Kerkük ve Türkmen eline yüz binlerce
Kürtlerin yerleĢtirmesi, Kerkük'ün demografisinin bozulmasıyla, bir Kürt devletinin kurulması
amacı, Tapu, Nüfus kayıtların yakılması, yandırmasıyla suikast, patlama, kaçırma, fidye
katliamlardan konuĢarak, 85 yıl Irak Türklerinin 14 Temmuz Kerkük, soykırım katliamı, 28
Mart 1991 Altunköprü katliamı, 31 Ağustos Erbil katliamı Amirli, Tuzhurmatu, Tazehurmatu,
Karakoyunlu, ġirin Han, Kara Tepe, Yengice, Kerkük 2004 tarihinden 2007 tarihine kadar
Amerika ve Kürtlerinin Telafer katliamını belgelerle sunum yaparak, ayrıca 1920 tarihinde
Ġngilizler tarafından uygulanan Telafer katliamı ile genel olarak Kerkük Irak Türklerinin tüm
acılarını, Türk bölgelerinin, Irak Türklerinin nüfus baskılarını, iĢkencelerini geniĢ çapta
bildirerek, konuĢarak kurultayda çok etkili olmak üzere Türk Dünyasından gelen tüm Türk
Hukukçular tarafından sevgiyle, coĢkuyla karĢılanarak uzun süre alkıĢlanarak derin izler,
gözyaĢları, hasret Türkçülük duygusuyla insanlarda derin iz bırakmıĢtır.
Öte yandan Sadun Köprülü Irak Türklerinin ve Dünya Türklerinin Ġnsan haklarını
ihlallerini acı durumlarını, yaĢamıĢ oldukları baskıları Uygur Türkleri, Doğu Türkistan
Ġnternet Radyo, Televizyonu ve TEK RUMELĠ televizyonu ile Ġngilizce Daily News
Gazetesiyle birçok haber ajanslarına bildirerek önemli konuĢmalarda bulunmuĢtur.
Sadun Köprülün konuĢmasından sonra Sayın Ziyatdin Ġsmihanoğlu Kassanov Dünya
Ahıska Türkleri Birliği Genel BaĢkanı Ve Prof. Dr. Dr. C. Yener ÜNVER Hukuk Fakültesi
Dekanı Ve Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi ve YÖK Denetim Kurulu BaĢkanı
Prof. Dr. Ġlyas Doğan Kerkük'te Türklere Yönelik Ġnsan Hakları Ġhlalleri Konulu bir Sunum
Yapmasından dolayı bir Plaket / Onurluk ile katılım belgesi verilmiĢtir.
&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&
ÖZBEKĠSTAN HATIRALARI -2/ Hasan AKARSLAN
Hani derler ya doğduğun Ģehir mi, doyduğun Ģehir mi diye. Ben Ģu anda doyduğum
ġehir Frankfurt‘tayım. Kaderin cilvesine bakın ki Anayurt‘tan ulaĢamadığım Atayurt
Türkistan‘a doyduğum toprak Frankfurt‘tan uçarak defalarca ziyaret etme imkânı buldum.
Türkistan neresidir demeyin? Türkistan
Orta Asya'da batıda Hazar Denizi ve AĢağı
Volga'dan baĢlamak üzere doğuda Moğolistan'daki Altay Dağlarına, güneyde Kopet - HindukuĢ
- Kuenlun dağlarına, kuzeyde Aral ve BalkaĢ göllerinin ötesinde Kırgız bozkırına kadar uzanan
yüzölçümü 6 milyon km²'den geniĢ coğrafi ve tarihi bölgedir. Lügavi bilgilere ulaĢmak
istersek; Türkistan Farsça; Türklerin oturduğu yer, Arapça da ise Bilad al-Turk yani
Türkler‘in Beldesi anlamlarına gelir.
Bir Özbekistan Üçlemesi vardır. Semerkant-TaĢkent-Buhara. Sizleri kitabi
bilgilerle sıkmak istemem ama neresidir bu Özbekistan. Nedir bu üçleme sorularına da cevap
vermeden yoluma devam etmek istemiyorum.
Özbekistan 447 bin kilometrekare yüzölçümü ve 25 milyonluk nüfusu ile bölgenin en
kalabalık ülkesi. Sovyetler Birliği‘nin dağılmasıyla, 1991 yılında Özbekistan Cumhuriyeti‘nin
yeni, özgür, ama zorlu serüveni de baĢlamıĢ. Tarıma, özellikle de pamuğa dayalı ekonomisi,
zengin tarihi, kültürel yapısı ve sağlam devlet yapısıyla geleceğe umutla bakmayı baĢaran bir
ülke doğmuĢ.
17 Nisanda baĢlayan Özbekistan ziyaretimin ikincisini 11 Kasım 1993 yılında annem ve
babamla birlikte gerçekleĢtirdim. Benim yaĢadığım ilk heyecanı annem ve babamda aynen
yaĢadılar. Daha önceki gezimizde kazandığımız, kardeĢ ailemiz adına sevgili dostumuz Abdu‘l
celil bizi heyecanla bekliyordu. KarĢılaĢmamız sanki yıllarca birbirine hasret duyan iki
kardeĢin karĢılaĢmasına döndü. Bizi doğruca evlerine götürdü. Biraz istirahat ve ikramların
akabinde gezimiz yine start aldı. TaĢkent ve Semerkant ziyareti ilk iĢimiz oldu.
TAġKENT‟ĠN SAYILGAH CADDESĠ
BaĢkent TaĢkent geniĢ caddeleri, ormanı andıran parkları ile kocaman ve yemyeĢil bir
Ģehir. 1966 yılında, tüm çehresini değiĢtiren depremin ardından, çağdaĢ Ģehircilik anlayıĢı ile
yeniden yapılanmayı baĢarmıĢ. Kentin ve genç Cumhuriyet‘in sevinç dolu bahar havasını en çok
Sayılgah Caddesi‘nde hissediyorsunuz. Bu ünlü yürüyüĢ güzergâhı, ele avuca sığmaz canlılığıyla
sizi içine çekiveriyor. Sıra sıra kafeleri, nefis Özbek pilavını tadabileceğiniz restoranları, on
dakikada harika bir portrenizi veya tipik karikatürünüzü yapmaya hazır çizer ve ressamları,
keĢfedilmeyi bekleyen canlı müzik sunan mekânları, güler yüzlü ve içten insanlarıyla sürekli
bir Ģölen havasında. Cadde, değiĢim rüzgârlarının derin izlerine de tanıklık ediyor. Bir köĢede
saksafonunu satmaya çalıĢan yorgun müzisyeni, diğer tarafta altın takılarıyla lüks
arabasından inen genç ve hızlı iĢadamını görebilirsiniz. Hayat, bu caddede bir film Ģeridine
dönüĢüveriyor. Sayılgah Caddesi‘ndeki Anadolulu Türklerin iĢlettiği market ve lokantalarda,
Türkiye‘den gelen her türlü ürünün yanı sıra, Türk mutfağının doyumsuz lezzetlerini de
bulabiliyorsunuz.
ġehrin
parklarından
Türkçesi‘nin
orman
yavrusu
birinde,
Çağatay
büyük
Ģairi
Ali
ġir
Nevaî‘nin dev anıtı yer alıyor. Anıt ve
parktaki gölet, nikâh dairesine giden
genç çiftlerle dolu. Burada günün her
saatinde, biraz asık suratlı damatları,
ürkek gelinleri ve onları yönlendiren
video
kameramanları
Sonradan
görebilirsiniz.
öğrendiğimize
göre
damatların asık suratlı olmasının nedeni
gelecek faturalarmıĢ.
TaĢkent‘in pazarları da, Semerkant‘ta da tanık olabileceğiniz gibi bir renk ve lezzet
cümbüĢü içinde. Asya‘nın her yanından gelen envai çeĢit kuruyemiĢlerin yanı sıra, Orta
Asya‘nın en verimli vadisi Fergana‘nın meyve ve sebzelerini de bulabiliyorsunuz. Bu pazarlar,
yöresel giysilerini kuĢanmıĢ satıcıları ile sizi aynı anda farklı diyarlara götürüveriyor. Bir
Koreli‘den hazır yemek, bir Türkmen‘den halı, bir Kırgız‘dan Ģapka alabilirsiniz.
SEMERKANT‟TA ZAMAN YOLCULUĞU
Bir Özbek atasözüne göre, ―Evrende iki büyük yol vardır. Gökyüzünde Samanyolu,
yeryüzünde Ġpek Yolu...‖ Bu çağdaĢ ve güzel kentten ayrılıp, Ġpek Yolu‘nun en önemli durakları
Semerkant ve Buhara yoluna çıktığınızda, zamanın eteklerinden kayıp düĢmeye hazır
olun. 2500 yıllık bir geçmiĢi sırtlayan dünya kültür mirasının hazinelerine dalacaksınız. Zaman
duygunuzun
sendelediğini,
tutunacak
bir
yerler
aradığını
hissedeceksiniz.
Semerkant, Siab Pazarı‘ndan Registan denen eski Ģehir meydanına, rasathanesi ve
medreselerine kadar baĢka zamanlara ait, efsanevi bir kent. 1220‘de Cengiz Han istilasında
yıkılmıĢ, ama Maveraünnehir hükümdarı Timur‘un 1370‘de baĢkent yapmasıyla dirilmiĢ. Timur
35 yıllık iktidarı süresince masallara yaraĢır bir Ģehir kurmuĢ. Tarih, Ģiir, matematik, müzik
ve özellikle astronomiye büyük ilgi duyan torunu Uluğ Bey, dedesinin izinden devam etmiĢ.
Hükümdarlığı sırasında bir rasathane ve medrese kurup matematik ve astronomi eğitimi
vermiĢ. ġehir, kültür ve bilim merkezine dönüĢmüĢ. Bugün de kentin en etkileyici yeri, eski
bir kültür merkezi olan Registan (Kum Meydanı). Uluğ Bey, ġir Dar ve Tel Kari medreselerinin
çevrelediği meydan canlılığını koruyor. Sırasıyla 1420, 1636, 1660 yıllarına tarihlenen bu
yapılar dünya kültür mirasındaki yerlerini almıĢlar.
Semerkant‘taki
en
önemli
eserlerden biri, Özbeklerin ‗Gur Emir‘
olarak adlandırdıkları Timur‘un henüz
hayattayken yaptırdığı türbesi. Timur‘un
yanı sıra en sevgili torunu Uluğ Bey ve
piri Seyyid Berk‘in de yattığı türbe,
turkuaz çinileriyle göz alıcı bir ihtiĢama
sahip. Çinli eĢi Bibi Hanım Cami ve
Medresesi ise kentin diğer tarafında.
Bir baĢka anıt mezar da ġahı
Zinde Türbesi. Sahabiler‘in Ġslamiyet‘i
yaymak için Semerkant‘a geldiklerinde,
Hz. Muhammed (s.a.v)‘in yeğeni Kusem Ġbn-Abbas burada Ģehit olup defnedilmiĢ.
Allah yolunda Ģehit olanlar hiçbir zaman ölmeyeceği için, Kusem Ġbn-Abbas‘a ―ġahı
Zinde‖, yani yaĢayan ġah adı verilmiĢ. Bugün de çevreleyen türbe ve mescitlerle kutsal
ziyaret yerlerinden biri durumunda. Kusem Ġbn-Abbas: Peygamber Efendimizin amcası,
Hazreti Abbas (ra) ve Hazreti Hatice‘den (ra) sonra Müslüman olan ilk kadın sahabe Ümmü‘lFazl Lübabe‘nin oğludur. Babası ve kardeĢleri ile birlikte Yüce Peygamberin duasına nail
olmuĢtur. Dört halife dönemi ve Emevilerin ilk yıllarında yaĢamıĢtır. Hazreti Ali (ra)
zamanında Mekke valiliğinde bulunmuĢtur. Orta Asya‘ya gidip Ġslamiyet‘i tebliğ edenlerin
ilklerindendir. Semerkand yakınlarında bulunan türbesi günümüze kadar bir ziyaretgah olma
özelliğini devam ettirmektedir. Risale-i Nur‘da ismi zikredilmekte ve Peygamber Efendimizin
kendileri için yaptığı dua nakledilmektedir. Künyesi Kusem bin Abbas bin Abdülmuttalib elHaĢimi Ģeklindedir.
HAYALĠMDEKĠ BUHARA
Semerkant gibi Buhara da, tarihi, mimarisi, özellikle eski ġehristanıyla hayali bir
öykünün düĢsel mekânlarına benziyor. 1127‘de yapılmıĢ 47 metre yüksekliğindeki Kalan
Minare‘ye -Tacikçe ―büyük‖ demek- çıktığınızda Ömer Hayyam‘ın, Firdevsi‘nin, Ġbn-i Sina‘nın,
Timur‘un, Uluğ Bey‘in, Bîrûnî‘nin mekânlarında soluk aldığınızı hissediyorsunuz. Hemen
doğudaki Mir-i Arab Medresesi kubbelerindeki çinilerin coĢkulu renkleriyle öne çıkıyor.
Abdul Aziz Han ve Uluğ Bey medreseleri onun arkasında. Güneylerinde Nadir Divan Bey
Medresesi ile Lebi Havuz. Uzaklarda Samani hükümdarı Ġsmail bin Ahmed‘in mütevazı ve
zarif türbesi...
Kalan Minaresi‘nden indiğinizde kent sokaklarında baĢka zamanlara dalıyorsunuz.
Kalem ve çini iĢçiliğindeki renkler ve desenlerin coĢkusuyla büyüleniyorsunuz. Eski
giysilerdeki ince örgüler ve estetik motifler ĢaĢırtıcı. Detaylardaki bu zenginlikte köklerini
doğadan alan ve tüm zamanların imbiğinden süzülen, Orta Asya‘dan Anadolu‘ya kadar uzanmıĢ
görkemli bir kültürün izleri var.
1620‘de yapılan Lebi Havuz, halkın suyla ve yeĢille buluĢtuğu bir yer olmuĢ. Dut
ağaçlarının gölgesinde yeĢil çay içip satranç oynayan ihtiyar delikanlıların suskunluğuna,
havuzu kulaçlayan çocukların neĢesi karıĢıyor. Kahvaltıda tanıĢtığımız Çek fotoğrafçılara,
bisikletle Pekin‘e pedal basan Alman çift katılıyor. Farklı kültürleri yaĢamayı yeğleyen
gezginler düĢünce ve deneyimlerini paylaĢıyor. Yeni rotaların düĢleri filizleniyor. Buralar
seyyahlar için bir okula dönüĢmüĢ.
Semerkant‘ta Ġmam-ı Buhari Hazretlerinin misafirhanesinde konakladık. MeĢhur hadis
âlimi Ġmam-ı Buhari:
― Teheccüd namazından sonra ellerini açıp; "Yâ Rabbi! Yeryüzü bu
geniĢlikle bana dar oldu. Beni tarafına al!" diye dua etmiĢ. O ay, orada hastalanmıĢı ve 870
yılının Ramazan bayramı gecesi Semerkant‘tan 72 km uzaklıkta olan Hartenk‘de vefat etmiĢ.
Kabri orada.
Ziyaretin akabinde misafirhanenin aĢçısı ile tanıĢtık. Bizim doğulu ailelerde olduğu
gibi tam 12 çocuğu var. Ancak takdir ve gıbta ettiğimiz bir yönü ise bu kadar zor Ģartlarda
geçimini sağlamasına rağmen bir yetim çocuğu okutması idi. Misafirhanede hep birlikte
televizyon izliyoruz. Bize özel bir jest midir nedir bilemem TRT‘yi açtılar. Memleketimi TV
ekranında görmek bile bana ayrı bir sevinç ve gurur verdi. Ertesi gün Semerkant‘ı gezdik, her
taraf tarih kokuyor. Ancak Registan‘ın içi Ruslar döneminde buğday ambarı olarak kullanılmıĢ,
her tarafı harap olmuĢ vaziyette. Her Ģeye rağmen ayakta kalabilmiĢ. AkĢam‘ın hüznü Ģehre
çökmeye baĢlayınca bizde dönüĢ hazırlığına giriĢtik. Bu arada karnımızı doyurmak için bir
lokantaya girdik. Sıcak bunaltınca dıĢarı çıktık. Fakat yaĢlı baĢlı ihtiyarlar bile zil zurna
sarhoĢ. Ġnsan üzülüyor. 70 yıllık Rus despotizmi sonunda bir asimilasyon getirmiĢ. SarhoĢ
kafayla yediler, içtiler birde ellerini kaldırıp dua ettiler. Güler misin, ağlar mısın?
TaĢkent‘te Cuma namazı kılıyoruz. Kalabalık bir cemaat. Ben heyecanlıyım; ancak
rahmetli babam çok daha heyecanlı. Yüreği kıpır kıpır.. Hutbe irad eden hoca efendi elinde
asa ile hitabesini yaptı. Ġlk defa Ģahit olmuĢtum. Muhammed Sadık kardeĢimiz de müezzinlik
yaptı. Namazdan sonra hoca efendi ile tanıĢtık. Türk olduğumuzu duyunca çok memnun
kaldığını ifade etti. O‘da KaĢgar‘dan gelmiĢ. Doğu Türkistanlı. 20 yıldır TaĢkent‘te imamlık
yapıyormuĢ. Ġsminin Ahmet olduğunu da öğrendiğimiz bu hocamıza da veda ederek oradan
mutlu bir Ģekilde ayrıldık.
Ahmet hoca ikindi namazında bizi tekrar sormuĢ. AkĢam eve ziyaretimize geldi.
Kendimi Türkiye‘de sanki bir aile ziyaretine gitmiĢ ve muhabbet ortamı içeresinde mutluluğu
yudumluyormuĢum gibi geldi. Dikkatimi çeken bir Ģey vardı. Ġkindinin ve yatsının ilk sünnetini
kılmıyorlardı. Ahmet hocaya bunu da sordum. Hoca efendi 70 yıllık esaret bizi sünnetlerden
de kopardı. Siz doğrusunu yapıyorsunuz dedi. Bir sonraki ziyaretim de Ahmet Hoca‘nın
rahmet-i Rahman‘a kavuĢtuğunu öğrendim. Mekânı cennet olsun.
Hani derler ya neye nasip neye kısmet diye. TaĢkent‘te bir fotoğrafçıya gittik. Orada
da Tarkan adında Sivaslı bir öğretmen kardeĢimizle tanıĢtık. Tarkan Bey TaĢkent‘te Teknik
Lisede müdürlük yaptığını söyledi. Sivas, Tokat iki kardeĢ Ģehir. ġaĢırdık ama tatlı bir
mutluluk yaĢadık. Tarkan Bey TaĢkent‘te beĢ tane özel Türk koleji olduğundan bahsetti.
Buraları da gezdik. Ülkem adına gurur duydum. Çok güzel anılara kapı araladı. Türkistan için
―Turan Yurdu‖ derler ya iĢte ben onu tattım. En çok mutlu olduğum hâdise ise ölmeden önce
ata yurdu Türkistan‘ı anne ve babama tanıtmıĢ olmanın mutluluğunu yaĢayarak Rabbime
ellerimi açıp gözyaĢlarıyla suladığım duaları ilahi kat‘a gönderdim. 1994 yılında bu gezi
tekrarlandı. Türkistan‘ daki kardeĢlerimi Türkiye‘ye doğduğum, hamurumun yoğrulduğu,
mayalandığım, kaderimin çizildiği topraklara Tokat‘a, camili köye davet emek oldu.
Bu
diyarları yazılarla, fotoğraflarla anlatmak mümkün değil. Gidip yaĢamaktan baĢka çare yok.
Dünya Kültür Miras‘ını incileriyle taçlandıran Özbekistan‘daki dostlarımız bizi Özbekçe
uğurladılar. ―Yolunuz ak bolsin.‖ Yeni hatıralarda buluĢmak dileği ile Ģen ve esen kalınız.
ARAġTIRMALARIN DĠLĠ…(2)
“KÜMBET ĠÇĠN…”KÜMBET YOLCULUĞU…(2)
MUSTAFA GÜLER/ Eğitimci-AraĢtırmacı-Yazar
―Bir yolculuk ki azığımız tarih, tarihimiz;
Yolumuz öylesi devran dönse de biziz.
Sen ben yok sahil, Ģu yönden bu yönden;
GeliĢ Orta Asya‘dan; kalıĢ Türkiye‘den…
GiriĢ kısmındaki ve bir anlamda ilk yazımın bölümlerindeki ifadelerimi hatırlıyorum.
YaĢadığım, kültürü ile yoğrulduğum, ki çocukluğum öylesine geçti; gençlik yıllarım da
―Mefkûreci Muallim‖ örnekli, iĢlevli ve heyecan taĢıyan eğitim iĢçisi olarak, kültür
katmanlarından nasibini almıĢ birisinin anıları mı ne? Bu genel yargıyı okurlarıma bırakıyorum;
dilerim hoĢ bir seda oluverir. Bir tartıĢmanın da kapısını araladığımı ilk yazıma not
düĢmüĢtüm; tartıĢmalara açık olduğumu kayda geçmiĢtim. Yine o sözümdeyim. Kümbet Kırı ve
elinizdeki Kümbet kültür ambarı olarak de değerlendirdiğim dergimizin bir hizmeti oluversin,
kümbetlerden söz ederek o kavramlardan geçiĢ yayıp, tarihimiz ve onun getirisi olan kültürel
mirasımızı aydınlatmak gerekli değil midir? Yazılarım, bunlarımla araĢtırmaları bu yöne
çekmeyi amaçladım, var mısınız? Ġskefsür‘ün kuzeyindeki Kümbet Kırı ve onun geçmiĢini konu
ederken bu kapı öylesine bir tartıĢmayı getiriyor, doğal olarak. Bu ana unsur üstelik tarih için
de bir kapı oluvermiĢtir.
Okur olmak bir meziyettir ve insanın aslı onu getirir veya getirmelidir. Eğitim de bunu
yön alır ve amacıdır da. Okur olarak hayallerimizi yönlendirirsek ki bu düĢünceyi getirir o ki
bilgi toplayıp değerlendirmenin de aslı oluverir. Bu açıkça düĢünce demektir ve yapmayı öne
alır. Hatırlamaktır ve çağdaĢlığa kapı açan iĢlevi getirir. Bu Türkiye idealinin ve Atatürkçü bir
düĢüncenin, anlayıĢın ve bütünleĢmenin de bir mayasıdır. Kümbet Kırı ve bu bütünlüğün
getirisi olan ‖Mevzubahis vatan ise, gerisi teferruattır.‖ anlamını bir miras olarak Atatürk
öncülüğünde vazife ediniriz. Bu yakın tarihin de bir getirisi ve gerekliliği oluverir. Ġstiklâl
MarĢı ile Ey Türk Gençliğine‘yi de hatırlayınız. Sözünü çok ettiğim Kümbet kırı, bunun asıl
mihrakıdır.
Tokat, Amasya, Sivas ve Samsun bütünlüğü, tarih ve kültürel mayanın esasıdır. Ülkenin
Kuzey ve güney kesiminin güvencesidir. Tarihin bir getirisidir. Bu bütünlüğe Doğu ve Batı‘yı da
aldığımızda ki, doğal bir gereksinimdir; vatanın bütünlüğünü ve korunmasının da teminatıdır.
Amasya Tamimi de bunu içerir ki ‖Vatanın tamamı, milletin istiklâli tehlikededir. Kaydını
görürüz ki, bu gün de benzer endiĢeler içerisindeyiz. ‖Bizim Tarih‖ bu bütünlüğün esasıdır,
ayna misâli bir yansımadır. Bu tarih bilmeyi aĢar ve yaĢamayı getirir veya eylem olarak
öylesidir.
Kümbet Kırı‘nın bir ayrı yönü daha görülür. Karadeniz yol güvenliği de güven altındadır.
Hayvancılık doğal ve zaruri bir geçim telâĢı değildir; zenginlik kaynağıdır. Güney yönü de bu
zenginliğin güvencesi altındadır; Sivas‘ı aĢarcasına…
-Hitit Türk‘lerinden bu yana, her dönemde bu gerçek tutum görülür ve yaĢanırdı;
-Ġlk Ġki Ġnsan inancımızın temelinde vardır; Orta Asya geleneği de bu bütünlüktedir;
-O geliĢler binlerce yıl sürmüĢ; bu gün bunlar görülüyor ―Biz kimleriz? Biz Altay‘dan gelen
erleriz, ‖diye baĢlayan Enis Behiç Koryürek‘in dizeleri;‖ Yürüyoruz baĢımızda ay yıldızımız,/
Genç, ihtiyar, kadın, erkek, oğul, kızımız,/Soyumuzda ne kahraman kardeĢler
vardır;/Türkmen, Oğuz, BaĢkurt, Tatar ve Kırgızımız.‖ demesi de bir tarih gerçeğini gösterir.
Bakınız oralara…
Kümbet bir vesile olmuĢ gibi. Benim öncesinden aldığı Kümbet Kırı da bir diğer gerçek.
Bu yörenin ve genelde Türkiye‘nin doğal yapısı da bunları gerektiriyor. Tepecik, altında oda ve
odacıklar iĢlenmiĢ taĢ kapılar görünümünde; güvenli yer. Yönetici ve yöneticiler için. ‖Sen ne
güzel bulursun, gezsen Anadolu‘yu‖ diyen Ģairlerimiz varken; anlatımlarımı yabana da
atamazsınız. Tarihin her iki odası, bunların örnekleriyle de doludurlar. Tarih yapanlar da bu
gerçeği elbet biliyordur. Yazan mı? O da yapana sadık kalacaktır, benim gibi. Bunlar bir
bakıma on bin yılı aĢan oluĢumlardır. Kümbet ve Kümbet Kırı‘na, öylesine geliyoruz; gelmeler
sürecek de. Bir anlamda tarih canlıdır, bizimle birliktedirler yaĢatılırken, bizler yaĢıyoruz…
-Kümbet, Kümbetler ve bu arada önemli olması bakımından Kümbet kırı; anlam içerirler;
-Tarihin bir sayfası onlar yönetim ve kültür hazinesidirler; baĢtırlar, baĢkent gibidirler;
-Açık anlamlı ve tarihin arka odasıdırlar, yön ve yöntem içerirler, tarih ve tarihimiz mi?
―O zafer getiren atların,/Nalları altındanmıĢ,/GidiĢleri akına,/GeliĢleri akındanmıĢ./Ve zafer
getiren atların,/Nalları altındanmıĢ.‖ diyen B a y r a k ġairi Arif Nihat Asya kaleme almıĢ ki
yarınlar nasıl kurula veya koruna? Notlarımdaki Ģu bilimselliği de sunuyorum, esas içeriyor;
―Sen ne güzel bulursun gezsen Anadolu‘yu,/Dertlerden kurtulursun, gezsen Anadolu‘yu‖
diyen Ģairlerimiz vardır; bunlar iftihar verici dizeler. Bunlar akıllara geldikçe, baĢka
ifadelere de rastlanır. ‖8 bin yıllık tarihin üstünde‖ olmanın da gururu vardır. Hep, bilim
adamları beĢ bin veya altı bin yıllık tarih konu ediliyordu. Bu yazı bölüklerinde, tartıĢmalardan
ve buna hazır olunmasından söz ettiğimi de hatırlarsınız; iĢte öylesine bir bulgu ki, bilimseldir
de. Ġstanbul, metro inĢaat ve tünel çalıĢmalarında; çok sayıda insan iskeletine rastlanır.
Bunlar üzerine yapılan bilimsel çalıĢmalarda ve incelemelerde on bin yılı aĢkın insan iskeletleri
olduğu ortaya çıkar ki; inandırıcıdır. Alacahöyük, HattuĢaĢ ve Yazılıkaya‘da Hitit‘lere ait
olanlar olmuĢtur. Anadolu uygarlıkları böylesi geleneği ortaya çıkarır ve çıkarmaktadır.
Anadolu‘nun değiĢik yerlerinde kazı ve inĢaat çalıĢmalarında bunlara benzer durumlara
da rastlanmaktadır. Yapılan bilimsel tetkik ve incelemelerde; Antropolojik ve yine
Paleontolojik sonuçlar da, birer ikiĢer bulgu olarak açıklanmaktadır. Bu temel bilgi ve belge
nitelikli ve ayrıca bilimsellik içeren bulgular ki böylesi gerçeklere sırt çevirmek de
düĢünülemez. ‖Ey koca dünya, ey eski Dünya‖ diyesim gelmiyor da değil. Anadolu böylesine
birçok uygarlığa kapı açmıĢtır ve mekân oluvermiĢtir. Bunları sıralarken, okullarımızda eğitim
aracı olarak kullanılan tarih Ģeritleri ki, önem içerirler; Milat‘tan öncesini on binin üzerinde
gösterebilir ve göstermelidir de. Anadolu, onu iĢaretliyor…
Yazı serimin ilk ve bu bölümlerinde; genellikle Kümbet Kırı ve insan unsuru üzerinde
ağırlıklı olarak dururken, Tokat, Amasya, Sivas ve Samsun üzerinde bütünleĢip; tarihin
getirisi olarak ilkellikten geliĢmiĢliğe doğru gidiĢi vurguladığımı sanıyorum. Böylesine bir
bulgu üzerinde durduğumuz da olmuĢtu, gerekli olarak. Bu bilgiler belli bir bölgenin müĢterek
vasıf ve özellikleri görülüp ifade edilirken, Anadolu her an yaĢanmıĢtır. Bu bir anlamda
Türkiye Tarihi olarak karĢımıza çıkar ki, iftihar ederim. Bunun genel anlamı, geçmiĢi
hatırlamaktan öteye bir görüĢü de aĢar, yarınlara geçiĢin temellerini görürsünüz. GeçmiĢi
hatırlamak ve bilinçli olarak hatırlamak, yarınlara bir temel oluĢturur; tarih bu gerçeğin
bilimidir de. Life Of Reason‖ öylesine bir sözünün de sırası gelmiĢ olmalı. ‖GeçmiĢi
hatırlayamayanlar, onu tekrarlamaya mahkûm olurlar.‖ derken, çağdaĢ ve bilimsel olmayı ve
geliĢmeyi gösterir.‘ (Devamı var)
ÇANAKKALE ġEHĠDĠ KINALI ALĠ‟NĠN
TORUNU
ALĠ KINALI ĠLE RÖPORTAJ
Ahmet
DĠVRĠKLĠOĞLU
Ali Kınalı, 1933 yılında Tokat ili Zile ilçesi Yaylakent (Gederük) köyünde doğdu.
Ailesine köyde ―Çıtıkçıoğulları‖ denmektedir. Soyadı kanunu çıktığında, Kınalı Ali‘nin oğlu
‖Memed‖ , babasına izafeten ―Kınalı‖ soyadını almıĢtır.
Ali Kınalı, dördü erkek ikisi kız
olmak üzere altı kardeĢtir. Babası
Memed, ―dedenin ve ninenin isminin
toruna
verilmesi‖
hareketle,
Ali
geleneğimizden
Kınalı
‘ya
babası
―Çanakkale ġehidi Kınalı Ali‘nin‖ ismini
vermiĢtir.
Ali
Kınalı
bir
söyleĢimizde
Ģunları söylüyor;
―Ebem (Ninem) beni küçükken
kocamın adı ağzımın tadı diye severdi.
Dedemi her sorduğumda hüzünlenir, yavrum
deden
akranlarından
fizik
olarak
daha
geliĢkin
olduğundan
18
yaĢında
Çanakkale‟ye askere gitti, gidiĢ o gidiĢ. Bir sene evli kaldık. Ne o damatlığını ne de ben
gelinliğimi bildim. O savaĢ yıllarında, köyde erkek kalmadı. Bizler, eĢkıya korkusundan
geceleri ormanda yatardık. Kağnı ile Niksar‟a çok erzak taĢıdım. Benimle beraber
ihtiyar kadınlar, çocuklar ne çektik Allah bilir! Bir de üstüne üstlük dedenin Ģehit haberi
gelince… – der yemenisinin uçlarıyla gözlerinden akan yaĢları silerdi.
Benim altısı erkek, biri kız olmak üzere yedi çocuğum var. Yirmi bir tane de torunum
var. En düĢük tahsil yapanı liseyi bitirdi. Çünkü benim küçüklüğümde köyde okul yoktu. Ben
okuma yazmayı askerlikte öğrendim. Bu yüzden okumak içimde uhde olarak kaldı. 1965 yılında
köyümüze muhtar seçildim. Ġlk iĢim köyümüze bir okul açılması için çaba göstermek oldu.
Allah‘a Ģükürler olsun ki Ģu anda köyümden sayamayacağım kadar yüksel tahsil yapan var.
1983 yılında Turhal ilçesi BahçebaĢı köyünden arazi alarak çiftlik kurdum. ĠlerlemiĢ
yaĢıma rağmen, sabah gün doğumu ile uyanır, gece geç vakte kadar çalıĢırım. Biz eski
toprağız, çalıĢmaktan yılmayız. Bizler millet olarak çalıĢmalıyız ki ülkemiz kalkınsın,
insanlarımız refah içinde yaĢasın. Çok Ģükür ülkemiz geliĢiyor. Ama Ģehit haberleri beni çok
üzüyor. Ne zaman televizyonda bir Ģehit haberi duysam, gözlerim dolar ve Türk milletinin bir
ferdi olarak derinden sarsılırım. Ġnanın ülkemizde ki bu terörist saldırıları durdurmak için bu
yaĢımda seve seve askere gitmeye hazırım. Çünkü Türk milleti asker doğar. Her soydan
mutlaka bir Ģehit çıkmıĢtır. Bu vatan kolay yollardan bugünlere gelmedi. Bunun bilincinde
olmamız ve uyanık olmamız gerekiyor. Dedem Kınalı Ali ve daha nice ecdat, kanlarını bu vatan
için boĢuna mı döktüler? Hani dedemin annesi mektubunda – Bizde üç Ģeye kına yakılır.
1)Gelinlik kıza gitsin kocasına ve çocuklarına kurban olsun diye… 2)Kurbanlık koça,
Allah‟a kabul bir kurban olsun diye… 3)Askere giden yiğitlerimize, Mehmetçiklerimize
kına yakılır ki, VATANA KURBAN OLSUN diye! – demiĢ ya, iĢte ne kadar güzel izah etmiĢ.
Biz bu vatanın taĢına toprağına kurban olmalıyız. Çünkü baĢka vatan yok!
Biz kadirĢinas bir milletiz. Ecdadına saygılı, vatanına bayrağına bağlı, bu değerleri
namusu bilen nadir bir milletiz. Sağ olsun hemĢerimiz Ģair –yazar ve araĢtırmacı Ahmet
DĠVRĠKLĠOĞLU, dedemle ilgili etraflı bir araĢtırma yaptı. 77 kıta Çanakkale ġehidi Zileli
Kınalı Ali Destanı‟nı kaleme aldı. Bununla birlikte Kınalı Ali Türküsünün güftesini yazdı. Bu
güfte Tekin KĠREÇCĠ tarafından bestelenip oğlu müzik öğretmeni Ali Ġhsan DĠVRĠKLĠOĞLU
tarafından notaya alınarak Kültür Bakanlığı Asker Türküleri arĢivine kazandırıldı. Bu
çalıĢmalar, 2005 yılında ―Çanakkale ġehidi Zileli Kınalı Ali Öyküsü – Destanı – Türküsü‖ isimli
CD‘de toplandı.
O yıllarda ki Zile Belediye baĢkanımız Sayın Murat AYVALIOĞLU ise halk
kütüphanemizin önündeki parkın düzenlemesini yaparak içine Kınalı Ali, babası, annesi ve
oğlunu temsil eden dörtlü bir anıt yaptırdı. ġehrimizde bir caddeye de ġehit Kınalı Ali
Caddesi ismi verildi. Bunlar güzel Ģeyler. Milletimiz ve yurdumuz ebediyen baki kalacak,
bayrağımız ilelebet dalgalanacak ve bu Ģehitlerimizin ismi de dünya durdukça hayırla yâd
edilecektir. Bütün Ģehitlerimize Allah‘tan rahmet diliyor, ailelerinin ise Ģehitleri ile gurur
duymalarını istiyorum.‖
Çanakkale ġehidimiz Zileli Kınalı Ali‘nin torunu Ali Kınalı‘nın aktardıkları böyle…
Kınalı Ali, milyonlarca Ģehidimizden sadece bir tanesidir. Üç kıtada kefensiz yatan
nice Ģehitlerimiz var. Hala da ecdat yadigârı bu vatan için nice civanlar toprağa düĢüyor.
Bunlar bizim manevi güç ve gurur kaynaklarımızdır. Bende diyorum ki;
Vatansız bayrak olmaz!
Bayraksız vatan olmaz!
Uğrunda kan akmazsa,
Vatan bayrak hür olmaz!
&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&
SALTANAT TRENĠ
Ruhi Türkyılmaz
Bütün değerlerimiz küflendi. Ne yazsak, nereye yazsak kimsenin umurunda değil. Ancak soluk
aldığımız sürece gerçekleri sanata ve yazına dökeceğiz.
Bugünlerde Türk insanının karnını doyurmak için yaban yurtlara gidiĢinin 50. yılı saltanat treniyle
kutlanıyor. Oysa 5,5 milyon genç insanımızın öz yurdundan göç etmesi ülkemiz için ulusal bir yas günü
olarak kutlanmalıydı. Biz iki arada bir derede 50 yıldır yabanlaĢmanın acılarını sineye çekmeye devam
ediyoruz.
Bulunduğumuz ülkede sınıfımız en alttakiler olarak yazılıp numaralandırılmıĢtır.
Möll kentinde, Solingen‘de ve suçlusu bilinmeyen birçok yerde yakılıp kavrulduğumuz ne çabuk
unutuldu. Kömür olmuĢ çocuk bedenleri karabulutlardan düĢmüĢtü vatan toprağına. Önce ÇarĢambayı
sel almıĢtı, daha sonra Amasya‘yı… Ne çabuk kurudu yaĢlarımız.
Emekçi treni 50 yıl önce sirkeciden emekçilerin gözyaĢlarıyla kalkıĢ sirenini çalmıĢtı. Saltanat treninde
üst düzey bürokratlar vardı. NeĢeleri ve gelirleri Avrupa düzeyindeydi. Davul dümbeleğin sesi, siren
sesinden gür çıkıyordu.
F.Hüsnü Dağlarca‘nın iki dize Ģiirinden kimsenin haberi yoktu.
―Sığmazken atalarım düne yarına
DüĢmüĢüm ah düĢmüĢüm ben el kapılarına‖
Genç insanlarımız emeklerini ve bedenlerini yaban yurtlara verdiler. Onurları kırılmasın diye öz
yurtlarında korunduğunu sanıyorlardı. Onların onurlarının bu saltanat trenin raylarında ezildiğinin
kimse farkına varmamıĢtı.
Genç evlatlarını göç veren bir ülkenin böyle bir olayı devlet düzeyinde kutlaması bize göre gereksizdi.
Bu göç alan ülke için bir kutlama nedeni sayılabilirdi.
ġimdi Ülkemiz adına sözün bittiği yerdeyiz. Yakında göçün gerçek destanından seslenip Hasan
Hüseyin‘in dizelerinde olduğu gibi ―acıyı nasıl bal‖ ettiğimizi halkımıza sunacağız. Göçümüz emek
damlasıdır saltanat treniyle, davul dümbelekle kutlanmaz.
Mozaik Yankısı
ben o göçün kuzeylisiyim
çevrelenmiĢ acılar esti üstüme
sevisi yüze sarılmayan gözün
içinde kavurdum yılları
kendimi çözerken dünden
hep benden aldı vakit
ondandır güçsüzlüğüm
sesi taĢlara döküp gitmiĢtim
yenilgiydi kimsesizlik
aldım yanıma güneĢi
susadıkça içmek için
kimimiz yaban kadar cesur
yıldız kovan göklerden kopmuĢ
emek rotası yolumuz
ve ben
ıĢık Ģarkısı duyunca coĢan
günün çağcıl korosunda
mozaik bir ses yankısıydım
hem söylemek hem duymak için
tadını insan oluĢun
sınır ötesi savrulmuĢum
yüzleĢtiğim kelebek
iĢlerken çiçeği kanadına
kaçıncı sızımdır dokunan
eziyete dayanıklı
bir ufuktan ötekine
içselimde delice yüzen
ahımı üfler ıslığım
ben oralıyken olmuĢ olan
kendinden geçmekmiĢ hiçlik
göçük milatlar sefer etti içime
akan burçta
sendeledi bakıĢım
dönmez bana damlayan su
bir demet Ģiirdir elimdeki
bambaĢka dünyalarda açan
bıraktı kapınıza beni
sürgün edin isterseniz
Ruhi Türkyılmaz
&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&
OSMANLI DEVLETĠ‟NĠN BALKANLARDAKĠ ESERLERĠ
ÜZERĠNE BAZI ÇALIġMALAR
ELĠF NUR BIYIK- YAĞMUR ER
(TOKAT ANADOLU LĠSESĠ ÖĞRENCĠLERĠ)
MOSTAR KÖPRÜSÜ
Mostar Köprüsü, Bosna-Hersek Cumhuriyeti'nin Mostar Ģehrinden geçen, Neretva
Nehri üzerinde Mimar Sinan'ın öğrencisi Mimar Hayreddin tarafından 1566 yılında inĢa
edilen köprüdür. Mimar Sinan'ın öğrencisi olan Hayruddin, köprü için 456 kalıp taĢ kullandı.
Köprü, çevresindeki kente adını da verdi. Mostar, Hersek bölgesinin ana kenti oldu.
Özellikleri
Neretva Nehri'nden 24 metre yüksekte 30 metre uzunluğunda, 4 metre geniĢliğinde
olan Mostar Köprüsü, dönemine göre geliĢmiĢ bir teknolojiyle inĢa edildi. Köprü inĢaatında
456 kalıp taĢ kullanıldı. Köprü, inĢa edildikten sonra yakınındaki Ģehre ismini verdi, Ģehirde
ticareti canlandırdı ve zenginleĢtirdi. Böylece Mostar, Hersek bölgesinin önemli bir Ģehri
haline geldi. Mostar Köprüsü, cesur sporcular tarafından yıllarca bir atlama platformu olarak
kullanıldı. Geleneğe göre Ģehrin erkekleri, niĢanlılarına cesaretlerini ispatlamak için düğün
öncesinde köprüden atlarlardı.
YıkılıĢı
Bosna-Hersek'te baĢlayan iç savaĢ sırasında Mostar Köprüsü'ne ilk saldırıyı 1992'de
Bosnalı Sırplar düzenledi. 1993'te Hırvat tankları köprüye daha büyük bir zarar veren
saldırılarını baĢlattı. Kasım ayının sonunda köprü tamamen yıkıldı. Dev taĢları, Neretva
Nehri'nin sularına gömüldü. Mostar Köprüsü, yüzyıllar boyunca Bosna'da hoĢgörü ve kültürel
çeĢitliliğin sembolüydü. ġehrin Müslüman ve Hırvat kesimini, birbirine bağlıyordu. Köprünün
yıkımı, Mostar'ın çok uluslu mirasının reddedilmesi anlamına geliyordu.
SavaĢ sonrasında Ġngiliz güçleri yıkılan köprünün yerine geçici bir demir köprü yaptı.
Mostar civarındaki diğer köprüler de tahrip edildiğinden, nehrin iki yakasını birleĢtiren tek
yapı olarak bu köprü kaldı.
Yeniden inĢası
Mostar Köprüsü'nün eski haline uygun olarak yeniden inĢası çalıĢmaları (TĠKA)
UNESCO ve Dünya Bankası'nın desteğiyle 1997'de baĢladı. Köprünün inĢaatını Türk Ģirketi
olan ER-BU üstlendi. Macar ordusundan dalgıçlar orijinal taĢları nehir yatağından bulup
vinçlerle çıkardı. Civardaki taĢ ocaklarından yeni taĢlar da getirilerek köprü yapımında
kullanıldı. Orijinal modele sadık kalan Ģirket, köprünün temellerini de sağlamlaĢtırdı. 30
metre uzunluğundaki, 24 metre yüksekliğindeki köprünün kemerindeki çalıĢma Haziran
2002'de baĢladı. Kilit taĢı Ağustos 2003'te yerine konuldu.
ĠnĢaatı tamamlanan Mostar Köprüsü, aralarında Türkiye'nin de bulunduğu çok sayıda
devletin temsilcilerinin hazır bulunduğu bir törenle, Ġngiliz Prensi Charles tarafından 23
Temmuz 2004 tarihinde açıldı. AçılıĢı çok sayıda televizyon ekibi naklen yayınla seyircilerine
ulaĢtırdı.
Mostar Köprüsü, eski Mostar Ģehriyle birlikte 2005 yılında Dünya Miras Listesi'ne
eklendi.
Bugün çok uluslu bir yönetim tarafından idare edilen Mostar'da savaĢ döneminde
baĢlayan bölünmeler hala devam etmektedir. Hırvatlar nehrin batısında, Müslümanlar ise
doğusunda yaĢıyor. SavaĢ sırasında Ģehirden ayrılan Sırplarsa bir daha geri dönmedi.
GAZĠ HÜSREV BEY CAMĠĠ
Gazi Hüsrev Bey Camii, Bosna-Hersek'in baĢkenti Saraybosna‘nın kalbi sayılan BaĢ
ÇarĢı‘da yer almaktadır. Bey Camii olarak da bilinir. Osmanlı mimarisinin en göze çarpan
eserlerinden biri olup, Bosna Sancak Beyi Gazi Hüsrev Bey tarafından 1531 yılında Mimar
Sinan'a inĢa ettirilmiĢtir.
Bosna SavaĢı sırasında Saraybosna'da yer alan tüm kültürel ve dinî eserleri ortadan
kaldırmayı amaçlamıĢ bulunan Sırp ordusunun baĢlıca hedeflerinden biri haline gelmiĢtir.
1996 yılında dıĢ yardımlarla tamir edilmiĢ olmakla beraber, Suudi Arabistan tarafından
sağlanan malî desteğin etkisiyle aslına sadık bir Ģekilde Osmanlı mimarisine uygun biçimde
restore edilmiĢtir.
Gazi Hüsrev Bey,
1531 ve 1534 yılları
arasında aynı camiden
Suriye'nin
Halep
Ģehrinde de yaptırmıĢtır.
Caminin yanında
Türk
zamanına
göre
çalıĢan bir saat kulesi
dikili. Bu saat kulesi
akĢam güneĢ batarken
saat 12'yi gösteriyor.
Gazi Hüsrev Bey Camii Bosna 1537 yılında Gazi
Hüsrev Bey adına inĢa
edilmiĢtir. Mimarı Farsi
Džem Esir Ali, vaktinde
Gazi Hüsrev Bey Türbesi-Bosna
Osmanlı baĢ mimarıdır.
Camii‘nin yanında bir
Ģadırvan bir mektep bir abdesthane, Gazi Hüsrev Beyin türbesi, Bedesten, Muvakkithane ve
45 metre uzunluğundaki minaresi ve saat kulesi ile Ģehrin merkezi konumunda ve merkezdeki
en büyük ve en kapsamlı yapıdır. SavaĢta görmüĢ olduğu hasar nedeniyle restorasyonu
yapılmıĢ ve halen ibadete acıktır.
SOFYA BÜYÜK CAMĠĠ
Sofya Büyük Camii Bulgaristan'ın baĢkenti Sofya‘da bulunur. Bu camiinin asıl adı Koca
Mahmut PaĢa Camii‘dir. Bu caminin inĢası Vezir Mahmut PaĢa döneminde 1451 yılında
baĢlanmıĢ ancak paĢanın ölümünden 20 yıl sonra 1494 yılında bitmiĢtir.
Camii yapısı içerinde medrese, su sarnıcı ve
çeĢme bulunmaktadır. Caminin bulunduğu
mahalleye halk arasında Büyük Camii mahallesi
denilmekteymiĢ.
Osmanlı Rus savaĢı 1877 – 1878
yıllarında camii hastaneye dönüĢtürülmüĢtür.
Daha sonraki yıllarda camii kütüphane olarak
kullanılmıĢ ve 1892 yılından günümüze kadar da
Sofya Arkeoloji Müzesi olarak kullanılmaktadır.
MUSTAFA PAġA KÖPRÜSÜ
Mustafa PaĢa Köprüsü, 16 yüzyıl Osmanlı
mimarisi ile kemer Ģeklinde inĢa edilmiĢ bir taĢ
köprüdür. Köprü, bugün Bulgaristan sınırları
içerisinde kalan Svilengrad'da Meriç nehri
üzerine inĢa edilmiĢtir. Mimar Sinan'ın önemli
eserlerinden biri olan köprü 1529 yılında
tamamlanmıĢ, 1766'daki su taĢkınlarıyla zarar
görse de 1809 yılında yeniden inĢa edilmiĢtir. 20
kemerden oluĢan köprü 300 m. uzunluğunda ve 6
m. geniĢliğindedir. Günümüzde Svilengrad Ģehrinin
simgesi haline gelmiĢtir.
SĠNAN PAġA CAMĠĠ
Sinan PaĢa Camisi Ġstanbul'un BeĢiktaĢ
ilçesinde yer alan Mimar Sinan tarafından
inĢa edilmiĢ bir Osmanlı camisidir. Ġlçenin
merkezinde yer alan Sinan paĢa
mahallesine adını vermiĢtir.
Cami BeĢiktaĢ Ġskelesi karĢısında
yer alır. 1550-1553 yılları arasında
Osmanlı Donanması'nın Kaptan-ı Deryası
olan Sinan PaĢa tarafından yaptırılmıĢtır. Sinan PaĢa 1553 yılında öldüğünde cami inĢa halinde
bulunmaktaydı. O yüzden Sinan PaĢa Üsküdar'daki Mihrimah Sultan Camisi'ne gömüldü. Cami
ise 1555 yılında tamamlandı.
Mimar Sinan'ın eseri olan bu cami dikdörtgen bir plan üzerine oturtulmuĢtur. Merkezi
kubbe kemerlerle altı köĢeli bir Ģekilde sütunlara dayandırılmıĢ olup iki yanda ikiĢer kubbe
bulunur. Kurulduğundan bu yana çeĢitli tarihlerde onarım görmüĢtür. Mabedin son cemaat
yerini medrese çevreler. Tek minareli olan caminin Hünkâr mahfili yıkılmıĢtır. Caminin
Ģadırvanının üstü havuzdaki suyun kirlenmemesi için mermer eteklikle kapatılmıĢtır. Mermer
eteklik ve sütun baĢlıkları 16. yüzyıl Osmanlı iĢçiliğinin en güzel örneklerinden biridir.
Günümüzde hala tarihi yapısını korunmaktadır.
FETHĠYE CAMĠĠ
Fethiye Camii, Ġstanbul Fatih'e
bağlı Fethiye mahallesinde bulunan
camidir.
Hıristiyanlık'ta,
Fethiye
Camii'nin
adı
Pammakaristos
Manastırı'dır.
Aslında kilise olarak, 13. yüzyıl
sonlarında Bizans‘ın ileri gelenlerinden
Mihail Glabas Tarkaniotes tarafından
inĢa
ettirilmiĢtir.
Ġstanbul'un
fethinden
sonra
1454
yılında
patrikhane olarak kullanılmıĢtır. 1601
yılında Ġran savaĢlarında Gürcistan ve
Azerbaycan'ın fethedilmesiyle, fethin
hatırası olarak camiye dönüĢtürülmüĢtür.
Fethiye Camii, camiye dönüĢtürülürken kilisenin apsis kısmı yıkılarak yerine kıble
yönüne uygun bir mihrap yapılmıĢ, bir minare ve medrese inĢa ettirilmiĢtir. Cumhuriyet
döneminde müzeye dönüĢtürülmüĢ, 1955 yılında Amerikan Bizans Enstitüsü tarafından
içindeki mozaik ve freskolar açığa çıkarılmıĢ, sonradan yapılan kemer sökülüp yerine eski
haline uygun sütunlar yapılmıĢtır. 1960'lı yıllarda yeniden camii olarak ibadete açılmıĢtır.
Camii'nin duvarları taĢ ve tuğla karıĢımıdır. DıĢ duvarlarında ve içerideki mozaiklerde Grekçe
yazılar göze çarpmaktadır.
KAYNAKLAR:
http://tr.wikipedia.org/wiki/Mostar_K%C3%B6pr%C3%BCs%C3%BC
http://tr.wikipedia.org/wiki/Gazi_H%C3%BCsrev_Bey_Camii
http://tr.wikipedia.org/wiki/Sofya_B%C3%BCy%C3%BCk_Camii
http://tr.wikipedia.org/wiki/Mustafa_Pa%C5%9Fa_K%C3%B6pr%C3%BCs%C3%BC
http://tr.wikipedia.org/wiki/Sinan_Pa%C5%9Fa_Camii
http://tr.wikipedia.org/wiki/Fethiye_Camii
&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&
KIRġEHĠR ÂġIK PAġA ġĠĠR ġÖLENĠ
Sevim YAKICI
KırĢehir adının ÂĢık PaĢa ile
bütünleĢmesinde Ģiir aracılığıyla bir
kere daha ön ayak olan ve
Ģimdiye kadar katıldığım etkinlikler
içerisinde
en
güzeli
olan
bu
etkinlikle
doyumsuz
güzellikler
tatmaya davet eden, ağırlayan
sevgili dostum, ablam KırĢehirli
değerli Ģair Zübeyde GÖKBULUT‟a,
bu süreçte eĢinin yanında olup
inanılmaz bir özveriyle bizleri rahat
ettirmek için elinden geleni yapan
Sayın
Uğur
GÖKBULUT‟a
ve
onu hiç yalnız bırakmayan güzel
kızına teĢekkür ederim.
18-19-20 Kasım 2011 tarihlerinde ĠLESAM KırĢehir Temsilcisi Sayın Zübeyde GÖKBULUT‘un
KırĢehir Valiliği ve diğer tüm yerel kuruluĢlarının tam desteği ile düzenlemiĢ olduğu ―2.Ulusal KırĢehir
ÂĢık PaĢa ġiir ġöleni‖ ne katılmak üzere 18 Kasım Cuma akĢamı vardığım KırĢehir‘de beni değerli
büyüğüm ve ağabeyim, Uğur GÖKBULUT ve Ģair kardeĢim Kadir TURAN karĢılayarak akĢam yemeği için
toplandıkları ASPAVA yemek evine götürdüler. Gerçi o gün saat 14.30 da Prof. Dr. Ahmet GÜNġEN‘in
vermiĢ olduğu ―ÂĢık PaĢa‖ konulu konferansa yetiĢememiĢtim. Ama aynı akĢam Termal Kaplıca Otelde
Sayın Hüseyin SARI‘nın kendi emekleri ile yaptıkları çiğ köfte ikramı ve KırĢehir‘in yetiĢtirdiği THM
sanatçısı Abdullah GÜNDÜZ için hazırladıkları sürpriz doğum günü kutlaması hepimizin içini ısıttı.
Ertesi gün erkenden Kaman‘a hareket edildi. KırĢehir için bir gurur vesilesi olan yüzlerce
varlıktan birisi olan yaklaĢık 3000 metrekarelik alan kaplayan, 5000 yıllık tarihi geçmiĢe ıĢık tutan
Kaman Kalehöyük Arkeoloji Müzesi, sorumlu arkelolog eĢliğinde gezildi. Ġnsanın bulunduğu topraklarda
geçmiĢte yaĢayan insanlarla olan ĢaĢırtıcı bir bağı var. Sanırım o bağ ancak bu tür kültür ziyaretleri ile
canlı kalabiliyor.
Sonrasında ziyaret ettiğimiz Kaman Abdallar Derneğinde bizi kendilerine has tarzları olan
davul ve zurnalarla karĢılayan KırĢehir Abdalları hepimize duygulu anlar yaĢattı. Bir ara yanımda
bulunan Zübeyde GÖKBULUT bana; ―Yüzlerindeki ifadeye bak dedi. Nasıl da mutlular ve ne kadar
doğal gülüyorlar, tıpkı Ģiir gibiler.‖ Dediğinde ben de aynı Ģeyleri düĢünüyordum. Ona; ―Asıl sen Ģuan
burada bulunan herkesin yüzüne bak, abdallardan yayılan pozitif enerji herkesi nasıl da aynı
tebessümde ortak kılmıĢ.― dedim. Gerçekten de herkesin yüzü aynıydı. ĠĢte dedik Ģiir bu. Çünkü
Dernek baĢkanı Adem Bey refakatinde sunulan karĢılama merasimi gerçekten Ģiir gibiydi. O Ģiirsel
coĢku ile soluğu KırĢehir‘in sarıp sarmaladığı Ozan DADALOĞLU‘nun anıt mezarında aldık. Burada
KırĢehirli araĢtırmacı-yazar Mümtaz BOYACIOĞLU tarafından verilen kısa brifinge göre
DADALOĞLU‘nun Çukurova‘da doğup büyüse de ömrünün en önemli zamanlarını KırĢehir‘de yaĢamıĢ
olduğunu öğrendik. Kaman‘da yenilen öğlen yemeğinin ardından, Belediye BaĢkanı Sayın Erhan TALU‘nun
sıcak dost ikramları ile Ģereflendik ve orada kendisine bilfiil teĢekkür ederek KırĢehir‘e doğru yola
çıktık.
KırĢehir‘de; Türkçenin zenginliğini savunan ve eserlerini Türkçe olarak yazan, mutasavvıf ve
halk Ģairi AĢık PaĢa‘nın türbesini, arkasından 1273 yılında KırĢehir valisi Cacabey Bey tarafından,
dünyanın ilk gözlem evi olarak inĢa edilmiĢ yapısı olan o zamanki Gökmedrese, Ģimdiki Cacabey Camisini
ziyaret ettik. Döneminde astronomi yüksek oklu olarak hizmet veren muhteĢem medresenin dört
yanında bulunan ve her biri roket atılıĢı sırasındaki aĢamaları gösteren dört yuvarlak, sütunlu
kubbedeki intizam ve düĢünüĢ adeta kanımı dondurdu. Ecdadımın kudretli ilminin yerinde Ģimdi yeller
esiyor demekten kendimi alamadım.
Son olarak yolumuzun üzerinde KırĢehir‘li Ģair ve araĢtırmacı Ġbrahim ÖZDEMĠR‘in evini
ziyaret ettik. Çünkü Ġbrahim Bey Ģairliğinin yanı sıra büyük bir antika eĢya ve tesbih koleksiyonuna
sahip.
Otele geldiğimizde beklenen diğer konuklarımız da gelmiĢlerdi. Lobide Bahaettin KARAKOÇ‘u
gördüm evvela. Sonra Cemal SAFĠ hocamızın da orada olduğunu fark ettim.
Ne diyebilirim ki, ikisi de kendi alanlarında birer duayen, hislerim tarifsiz. Bahaettin
Hocamızın elini öperken Ģair olmak ne güzel Ģey diye düĢündüm. Evet, Ģair olmak, hele de böylesine
kültür elçiliği yapmak sıradanlıktan çok uzakta olmak demekti.
KırĢehir Belediyesinde yenen akĢam yemeğinin ardından Ġl Kültür Müdürlüğüne geçildi.
Daha sonra THM hocası Sayın Abdullah GÜNDÜZ programı baĢlatırken salonu Ġstiklal
MarĢımızı okumaya davet ettiğinde adeta salon yıkılıyordu. Ne kadar güzel bir marĢ okundu o gün.
KırĢehir‘den tüm yurda ―Korkma sönmez bu Ģafaklarda yüzen al sancak!‖ diyen gümbür gümbür bir
Anadolu vardı! Öylesine duygulanmıĢ ve heyecanlanmıĢtım ki, daha sonra bu kutlu heyecanım, sahnede
kendi Ģiirimi okurken de kendini gösterecekti!
Ġstiklal marĢımızdan sonra ĠLESAM KırĢehir temsilcisi Ģair Zübeyde GÖKBULUT‘un veciz
konuĢmasının ardından KırĢehir Valisi Sayın Mehmet Ufuk ERDEN nazik konuĢmasını yaparken, bu
toplantıya adını veren ÂĢık PaĢa‘dan bir Ģiir okumayı da ihmal etmedi. Daha sonra ĠLESAM BaĢkanı
Sayın M.Nuri PARMAKSIZ konuĢmasını yaptı ve baĢta Bahaettin KARAKOÇ olmak üzere programa
davetli tüm Ģairler sırası ile Ģiirlerini okudular. Her iki hocamızın kendi seslerinden kendi Ģiirlerini
dinlemek bu güne kısmetmiĢ, mutluluğumu anlatmak mümkün değildi.
Program aralarında programa Ankara‘dan katılan THM sanatçısı Cemile YÜCEL muhteĢem sesi
ile 2 KırĢehir bozlağı okuyarak gönülleri mest ederken, Üstat Cemal SAFĠ‘nin ―Vurgun‖ adlı eserini
yine üstadın huzurunda canlı olarak okuyan KırĢehirli bir hanım sanatçının (….) anlamlı heyecanı da o
dakikalara adeta damgasını vurdu.
Program sırasında dikkatimi çeken çok önemli bir husus var ki bu toplantıyı Ģimdiye kadar
katıldığım bütün etkinliklerin önüne geçiriyor. Evet, diğer Ģehirlerin aksine protokol, özellikle de
KırĢehir Valisi Sayın Mehmet Ufuk ERDEN‘in, programda ailesi ile birlikte olması ve programı baĢından
sonuna kadar büyük bir nezaket ve fedakarlık ile izlemesi bizleri çok mutlu etti. Protokol salondan
ayrılmadığı için hiç kimse de ayrılmadı ve salon toplantı sonuna kadar izleyicisini de, ciddiyetini de
muhafaza etti. Bu sebeple kendisine ve refakatindeki diğer protokol üyelerine ve KırĢehir Ġl Kültür
Müdürüne bir kere daha teĢekkürü borç bilirim.
AkĢamki program otelimizin Ģark köĢesinde, çay ve yöreye ait saç böreği ikramı ile son
bulduğunda saat gecenin neredeyse 3‘ü olmuĢtu bile. Bir yandan böreklerimizi yiyip, bir yandan da
Bahaettin KARAKOÇ hocamızın hem nükteli hem de tecrübeli sohbetinden yararlanırken sabah erken
gidecek arkadaĢlarımızı vedalaĢarak ayrıldılar.
Normalde diğer etkinliklerde kahvaltıdan sonra vedalaĢıp ayrılma faslı yaĢanırken, 20 Kasım
2011 sabahı kahvaltıdan sonra hep birlikte Seyfe Gölüne hareket ettik. Aman Allah‘ım inanılmaz bir
geziydi bu. Ben göldeki flamingoları görmeyi umut ediyordum ama hava sisli olduğundan göremedik.
Fakat gölü seyir için çıktığımız tepeden bir anlık sessizliğe bürünüp farklı kuĢ seslerini adeta
kulaklarımızla imbikledik. O anki ruh halimi Ģimdi anlatmak çok zor.
Program dâhilinde olan ve Seyfe Gölü Ekoloji Derneği BaĢkanı Sayın Ömer ÇETĠNER‘in, bize
Seyfe Gölü hakkında verdiği bilgiler eĢliğindeki sunum harikaydı. Özellikle de yöredeki ekolojik yapının
korunmasını amaçlayan çalıĢmalara hepimiz hayran kaldık. Ama ben en çok semazen çiçeğini görünce
duygulandım, çünkü bu bitki benim çocukluğumdan beri hayranı olduğum bitkiydi ve ben onun taç
yapraklarının tam açılma anında bir semazen ortaya çıktığını yeni öğrendim. O an, içimi sonsuz bir ilahi
tefekkür kapladı, gözlerim ve ruhum, ağlamanın anlayabilmekten geçtiğini bir kere daha idrak ederken
gücü her Ģeyi yaratmaya yeten rabbime sonsuzca Ģükrettim.
Yok, artık düĢündüğümü söyleyeceğim. Biz Allah‘ın sıra dıĢı ve sevgili kullarıyız ve adeta ilk iki
günü aratmayan, bilakis daha da mükemmel kılan veciz bir uğurlanma programındayız. Çünkü öğlen
yemeğini yemek üzere Malya Tarım ĠĢletmesine vardığımızda az sonra Sayın Valimizin de yine il
protokolü ile bize eĢlik edeceğini öğrendik. Malya tarım ĠĢletmesi Müdürü… nün nezaketli ve cömert ev
sahipliğinde çok nezih bir yemek yendi ve arkasından çay ikramı ile yine nezih bir sohbet edildi. Daha
fazla dayanamadım bu farklılık ve sıra dıĢı ihtimam için kendilerine ve diğer emeği geçenlere bilfiiil
teĢekkür etmek istedim. Tüm arkadaĢlarım adına bu teĢekkürü yaptığımda her anı gerçekten dolu dolu
geçen, Ģiir ile baĢlayıp, kültürel manada amacına ulaĢan ve her birimizde unutulmayacak anların
hatırasını bırakan 3 koca günün tatlı rehavetindeydik hepimiz. Sonrası birer birer elveda!
En son ayrılan misafir olmam sebebiyle bir de Zübeyde ablamızın evinde özel olarak
ağırlanmanın ayrıcalığı ile diyorum ki; öyleyse Ģimdi bir kere daha teĢekkür zamanıdır.
KırĢehir adının ÂĢık PaĢa ile bütünleĢmesinde Ģiir aracılığıyla bir kere daha ön ayak olan ve
Ģimdiye kadar katıldığım etkinlikler içerisinde en güzeli olan bu etkinlikle doyumsuz güzellikler
tatmaya davet eden, ağırlayan sevgili dostum, ablam KırĢehirli değerli Ģair Zübeyde GÖKBULUT‘a, bu
süreçte eĢinin yanında olup inanılmaz bir özveriyle bizleri rahat ettirmek için elinden geleni yapan
Sayın Uğur GÖKBULUT‘a ve onu hiç yalnız bırakmayan güzel kızına teĢekkür ederim.
Sayenizde KırĢehir‘den ve diğer Ģehirlerden gelen pek çok Ģair dostumu fiilen tanıma Ģansım
oldu. Kimleri mi mesela, Sizleri de asla unutmayacağım.
Kargülünüz!
ETKĠNLĠKLERĠMĠZ
10 Kasım Atatürk‟ü Anma Programları Çerçevesinde Tokat Atatürk Evi‟nde
Derneğimizce Düzenlenen Kültür Sofrası Etkinliği
Tokat Cumhuriyet BaĢsavcısı Özkan Gültekin‟i Ziyaret
Türk Ocakları Yönetim Kurulu Üyesi Efendi Barutçu‟nun
Derneğimizi Ziyaretleri
10 Kasım Atatürk‟ü Anma Etkinliği
24 Kasım Öğretmenler Günü Televizyon Programı-Ġl Milli Eğitim
Müdürü Ömer Albayrak ve Tokat ġairler ve Yazarlar Derneği Üyeleri
Türk Ocakları
Yönetim Kurulu Üyesi Efendi Barutçu,
Tokat ġairler ve Yazarlar Derneği
BaĢkanı Remzi Zengin ve Tokat Türk
Ocağı BaĢkanı Yunus Emre Tekinsoy
Derneğimiz Üyeleri
Semra ve Yusuf Meral
Erzincan‟da oğullarının
mutlu gününde
Muharrem Ayı ve Kerbelâ ġehitlerini Anma konulu TV Programı
ġĠĠRLER
ANNE
Hasretin hançeri değer bağrıma
Gurbette yaĢamak gider ağrıma
Gençliğim biterken bir hiç uğruna
Sevdim, sevilmedim, gülmedim Anne.
Zülfüm değil hep çiledir ördüğüm
Gönül periĢandır, akıl kördüğüm
Kara topraklarda canım sevdiğim
Kahrıyla tükendim, kalmadım anne
Ah ne zormuĢ sevdiğinden ayrılmak
Sıla hasretiyle yanıp kavrulmak
Bir ah ile yüreğimden vurulmak
Bir kere vuruldum ölmedim anne
Karackızım Ģu kaderde ahım var
Sinemi dağlayan gizli vahım var
Ağlarım bahtıma, ne günahım var
Bu dünyada mutlu olmadım anne
Nerde çocukluğum o gülden taçlar
DüĢlerimde yeĢerttiğim ağaçlar
DüĢe kalka yürüdüğüm yamaçlar
Kaç yıldır yurduma gelmedim anne
UTANIRIM KONUġAMAM
Utanırım KonuĢamam
Duvarların dili olsa konuĢsa
Neler çektiğimi bir ben bilirim.
Anlatamam, konuĢamam, susarım,
Utanırım.
Dolu dolu bakma soran gözlerle
Ġste dünyayı birbirine katarım
Yerinden fırlayacak gibi olsa da kalbim
KonuĢamam utanırım
Erkeklikten olsa gerek ağlayamam
Bakamam gözlerine; ılık bir Ģey aksa da
yüreğime
Bir Ģeyler düğümlense boğazıma
KonuĢamam, utanırım...
Gözler yalan söylemez anla beni
Diyemem, diyemem sevdiğimi
Diyemem utanırım
Bedrettin GüreĢ
Süreyya Kaya
15.03.2011
VEDA
Yüreğimin üstünde oturan bu altından
kalkamayacağım vebal,
Gözümün ucuna kadar gelip yanağımdan
süzülen sevdam,
Gitmek istediğim ama kalmam için sebebim
olan,
Sahip olamadığım her Ģeyim ama hiç bir
Ģeyim,
Yalnızlığım, kimsesizliğim,
Gözlerinde kaybolduğum yeĢilim, mavim,
AĢkın en tatlısı,
Sana diyorum:
Gidiyorum…
Küsmedim, kızmadım, inan hiç piĢman olmadım.
Sadece sevdim…
Canan ECDAR-21.09.2011
ALLAH BĠZE YETER
ġEHĠTLER ÖLMEZ
Hamdi ERTÜRK
Cephelerde önce vatan dediler
Cihana unutulmaz dersler verdiler
Vatan toprağımız kutsal diyerek
O yenilmez orduları yendiler
Denizden havadan ve de karadan
Saldırdılar acımasız düĢmanlar
Sağnak gibi yağıyor Ģarapneller
El bombaları mermiler, kurĢunlar
Allahu Ekber sesleri çınlattı
Hiç durmadan dağları, ovaları
Gülümseyerek ölüme koĢtular
Seve seve akıttılar kanları.
Vatan aĢkı, cesaret ve iman sende
Vücudunla mukabele ettin, fenne
Kum gibi kaynıyor, tufan gibi mahĢer
Bir vahĢet yaĢanıyor cephelerde.
…….
Cihan hayran, azmine imanına
Canını feda ettin vatan uğruna
Bak milyonlarca Ģehit yatıyor
Kutsal toprağın sıcak koynunda.
Asırlar boyu savaĢlar kazandılar
Hep zaferden zafere koĢtular
EĢi bulunmaz bu cennet vatanı
Bize ebediyen hediye ettiler.
Tüm Ģehitlerimize çok minnettarız
Onlara rahmetle hep duacıyız
ġükran duygularımız hiç eksilmiyor
ġehitleri saygıyla selamlıyoruz.
Sokakta kimsesiz bir çocuk
Sırtında eskimiĢ bir gocuk
Elinde poĢet içi dolu mendil
O ki, elindeki kâğıttan mendil
Gelip geçene uzatır bir dal
Amca bir tanede sen al
Alanlara cevap hazır ve sıcacık
Sağ ol amca sağlıcakla kal
Ne yapsın ekmek parası kazanacak
Belli ki yalnız kalmıĢ yavrucak
On, on iki yaĢ, o kadar ancak
Sordum çocuğa ne yapıyorsun
Sen okula gidiyor musun?
Hayır amca gitmiyorum
Ama neden niçin yavrum?
Babam öldü anam hasta
Evde ne ekmek var ne pasta
KardeĢlerim var her yaĢta
Kimi muzdarip, kimi hasta
Kimi mahzun, kimi var yasta
Büyükleri benim diğerleri küçük
Hele biri var ki, hepten küçücük
Hepsinin de geçimi bana kaldı
Bu gece hepside aç kaldı
Aç sefil, susuz uykuya daldı
Ne kimsecikler sordu bizi
Ne de kimse yaramızı sardı
Bunları söyledi düĢünceye daldı
Ey insanlık düĢünsene bir anlık
Bu mudur garip gurabayı farkındalık
Ne garip ve acayip dünyadayız
Ne de açın sefilin farkındayız
Peki yavrum size kim bakar
O ne demek amca, elbette ALLAH bakar
O değil mi kimsesizlerin sahibi
Darda kalmıĢların dostu habibi
Ben bu yolla rızkımı arıyorum
Onun verdiği rızıkla kendimize bakıyorum
Veren de O alan da, ALLAH bize yeter
ġükür ALLAH‘a vardır bizden de beter.
Halil KONYALI
ġAHĠN‟CE UÇMAK ASYA‟DAN
Hasan AKAR
Asya‘yla doğar
ġahin‘ce konar Niksar‘da
Ġner bağlara Kur‘an bülbülleri
Ilıcak Dere‘den Kelkit‘e
Bir sel gibi coĢar bazen
Bazen eser bir uhrevi rüzgâr
Melikgazi‘den Harmancık‘tan
ġakĢak‘tan ilahilerle koĢar
Ellerinde katıksız bir somun
Yürürler ayaklarında kara lastik
Her birinin yüreği kalemden yastık
Kör kandillerin ıĢığında Gözlerinde bin bir umut
Asya‘nın barakadan yuvasına
Asya‘dan göçer ellere CıvıldaĢarak katar katar
Arkasına bakmadan uçarlar
Bir gün sesleri boğuk
Kanatlanır dualı ağızlarıyla
Sonra bir yorgunluk molası
Su içerler kana kana, Oluklu‘dan oluk oluk
Kırılır kanatları apansız
Bir Kasım ayında Niksar‘da eser
Acılara bürünür beklenmedik bir soğuk
Sen gittin çiçekler hâlâ rengârenk bahçende
Allı morlu sarılı
Bir huĢuyla sallanıyor servilerle, çamların
Bülbüllerin dört köĢesinde vatanın
Susturmamak için ötüĢüyorlar ezanın
ġahince uçtular ġahin‘le
Kimi ırak kimi yakın
Bu dünyadan birer birer
IĢıklar, Üstünler, Yıldızlar
Beyaz atlara bindiler nihayet
Sobacılar, Özdemirler
Bir daha dönmemek üzere
Allı turnalar gibi
Yeteroğulları, Özdemirciler
Selam gönderdiler Dostlarınız kucak kucak
Sezginlerle, Arslanlar
Bil ki sizi unutmadı ne Niksar Ne de çiçek
açan her bir bahar
Yâd ediyor rahmetle gözyaĢlarıyla
Güz yağmurlarıyla ıslak ıslak
Ve hepsi bilin ki;
Çıkmıyorsa sesleri dualardalar
Hem kim bilir belki de olmazlar mı?
Rûz-ı MahĢerde size birer yâr
DOSTLAR
Bu dünyanın adı yalan
Bazıları olmuĢ yılan
Hep iĢleri yalan dolan
Değil midir söylen dostlar
Geçer bu dünya geçer
Geçer amma nasıl geçer
Dertli dertsiz hepsi göçer
Değerini bilin dostlar
Bu dünyaya geldin ise
Hak yolunu buldun ise
Kandıramaz seni kimse
Siz Ģeytana kanman dostlar
Biz imtihan için geldik
Hesap için döneceğiz
Bu dünyada neler yaptık
Hesabını yapın dostlar
Birbirinize verin selam
Dilinizde olsun kelam
Verilirse benim selâm
Cenazeme gelin dostlar
Gafil Hasan benim adım
Her yüze gülene kandım
Sahte dostlara inandım
Harcadınız beni dostlar
Hasan KOÇAK/26.09.2007
BEKLEYĠġ/ Ebubekir Tahiroğlu
Gönül hânemde var her dem depreniĢ,
Bir umut ıĢığına doğru bekleyiĢ,
Zamanı bilinmeze doğru serzeniĢ,
Belki mutlu son, belki de tükeniĢ.
Mahkûmum bilinmeze herkes gibi
Ama gerçek de bilinen tek kalem,
Öteler duygusuna sahipse biri,
Korku-ümit ekseni bir tek kelam.
HASRET/Hüseyin KOÇ
Döküldü yine bu gönlümün hüznü,
Kader âleminin Ġrem Bağına.
Aldı götürdü, tüm hülyalarımı,
Acem‟den, Lâle, Endülüs çağına.
Seyreyledi gönül, devr-i âlemi,
Semerkand, Kurtuba, Kırım, Buhara.
Dursa da gözyaĢı, çeker elemi,
Olmak ister, yâre yine dilâra.
Tat vardır, içtiğim her yudum suda,
Dicle‟den, Meriç‟ten, Ren‟den, Tuna‟dan.
Nevbahar kokusuyla ruhlar sûde,
Rahmet olup dökülür âsumandan.
Değildi maksat, beldeler(i) istilâ,
Tek hedef: Ġlâ-yı Kelimatullah.
Niyet hayır, sonuç hayır, yok bilâ,
Verir nusreti, lütfü geniĢ Allah.
Dinle, Ey nesl-i Asım, aks-i sedâ tarihi,
Gök kubbede çınlar nal, kılıç sesi.
Yürürsen sese, bulursun Fatih‟i,
Duyduğun ses, tebĢîr-i Resul sesi.
Haber var diyar-ı Faran Dağından,
Can kulağıyla bağlı Gül Baba‟lara.
Duy, at kiĢnemesini Estergon‟dan,
Hayrandır Bedâyî Kosova‟lara.
Durur mu artık müjdeyi alanlar,
Gönüller oldu birer serdengeçti.
Tekbirlere karıĢtı tüm duâlar,
Kıyamda ruhlar, tenden-candan geçti.
Hedef göster(il)di okunan hutbe(ler)de,
Malazgirt‟te Anadolu, (Ġzmir'imde) Akdeniz.
Sosyal harç, Manisa‟da mâneviyat,
Ey Zafer(ler) ġehidi, hakkın(dır)istirahat.
LEB-Ġ KÜLEBĠ / Ġbrahim ġAġMA
Damgasını vuruyor, gurbet inatla ömre.
UymuĢum hâsıl olan, aĢktan ibaret emre.
Toprağıma düĢerken bin muĢtuyla bir cemre;
Yağmurun kokusunda o duyduğum haz benim.
Cennet vatan içinde bahar benim, yaz benim.
Ben Gabar‟ın Cudi‟nin, ayazında yatarım.
Bayrağa kızıllığı, al kanımla katarım.
Kıl çadırda yörüğüm, ben Çerkez‟im, Tatar‟ım.
Mürekkebim Ege‟den, kalemime az benim.
Karadeniz içinde uĢak benim, Laz benim.
Sırtım yere gelmiĢtir, felek ile oyunda.
Meramı türkü etmek, ozanların huyunda.
Karacaoğlan olmuĢum Torosların boyunda;
Tezene nin değdiği, sevda yüklü saz benim.
Kara kızın özünde, eda benim naz benim.
Aslı ġirinde özge, bendeki yarlığıdır
Bir ulusun ġerefi, arıdır, arlığıdır.
Bozkırda “guzum“ diyen, anamın varlığıdır.
Türkçe benim kimliğim, Ģu sinemde öz benim.
Karaman‟da Mehmet Bey, fermanında söz benim.
Çanakkale‟de esip, Sakarya‟da aktığım.
Vicdan kapısını çalıp, Âsım olup çıktığım.
AteĢi üĢüttüğüm, aĢkla suyu yaktığım
Sakarya‟nın boyunda Ģehitlerden iz benim
AĢk ne zaman aĢk olur sualinde giz benim.
GüneĢin yanık yüzü, bir daha kavurduğu.
Hacca‟nın elek ile buğdayın savurduğu,
Yedi baĢlı haneye, akĢam aĢın vurduğu,
Küllenmeye meyilli, tandırdaki köz benim.
Dumanın garezinden ıslattığı göz benim.
Vardım Niksar eline, ahvaline bakmaya.
Bir pınarın suyunda döne döne akmaya…
Erzurumlu Emrah‟a türküleri yakmaya
Yarasına bastığı, avuç avuç tuz benim
Palandöken dağında, ayaz benim buz benim.
Küheylanın sırtında, ha Evliya Çelebi,
Gurbet akĢamlarında, ha ben Cahit Külebi.
Bir memleket aĢkına çatlamıĢım bu lebi
Kaç özlemle eskittim, Ģu gördüğün yüz benim.
Firkat varsa kapımda, hazan benim güz benim.
YÜREĞĠME
M. YaĢar Genç
Yüreğim, ne oldu sana böyle?
Kim vurdu sana söyle?
Vurgun olmuĢ gecelerin üstüne üstüne damlar
Korku doludur kimliğin kahır kahır adımlar
Harman olmuĢ hatıralar kat kat bohçalanmıĢım
YanlıĢ bahar yârim! Toprağımda yağmalanmıĢım
Kavgayı bürünmüĢüm, gölgem ile yürüyorum
Zamanın saçlarında kıyamet görüyorum
GülüĢlerimin ardında yürüyor karanlıklar
Gönlümün ortasından yükseliyor kayalıklar
Zindan kokusu gelen, düĢlerim boğuluyor
Yolumun az ötesine intihar koyuluyor
Ruhumda kopar fırtınalar, uzadıkça gecelerim
Elimde tek sermayem, Ģafak kokan hecelerim
Ayak bastığım yerler ağlatır sözlerimi
KirletilmiĢ sevdalar kanatır gözlerimi
Türküler ses vermiyor, dağlarım sahipsizdir
Acısını duyduğum sevdamdan kalan izdir
Meçhule sürüklenen kaptansız bir gemideyim
Bozgunlardır yaĢadığım, korku denizindeyim
Karabasan gördüğüm rüyalarım bana düĢman
Çıkmazlardır gördüğüm, kirlenmiĢ Ģimdi zaman
Geç kalmıĢ bir baharı seherinde beklerim
Ufuklarım yanıyor, huzursuz emeklerim
Omuzumda taĢıdığım, hissettiğim emanet
Ağlama ey yüreğim! ġafak sökecek elbet.
DELĠ KIZ
―Ģiirler serptim toprağa, çiçek açtı gördün mü?‖
düĢleri düĢ_tü
mercan gül_üĢ
eylüllü Ģiirlerden
ekim kasımlar damlar üzerine
değdi parmak uçları
fesleğen kokulu gecelerden
göz kırpan ikindi saatlerine
mutluluğun
ardı arkası kesilmeyen
kahkahası
yanak boĢluklarında ters altının a sı
bir tek sus kaldı geriye
saat yuvarlağının
akrep ve yelkovanı
kaybolduğu boĢlukta hasretin
kavuĢma anına garezi boĢunaydı
oysa
sesin içimi ferahlatan yağmur
yağ
kelimeler yangın yeri
sus
ve içime dökülsün incilerin
konuĢ
kapıları sensizlik
sessizlik
rıhtımı sana açılan
gemisi ol düĢlerimin
Ģimdi
Mualla KÂTĠP
ÖĞRETMENĠM
Mahir GÜRBÜZ
ALTMIġALTI ÖĞRETMEN
Bir Pazar öğle vakti, kavruldu yüreğimiz
Yedi onda ikiyle yıkıldı evlerimiz
Ne Van kaldı ne ErciĢ, feryat figan dört yanı
Enkazların altından ses ve nefes bekleriz
Caddeler, mahalleler her taraf inim inim
Cenazeler çıktıkça artar gamım kederim
IĢık olayım diye gelmiĢti ErciĢ Van‘a
Molozların altında can veren öğretmenim.
Öldüren deprem değil, yine çürük binalar
Kimi çadır peĢinde, kimi saçların yolar
Soğuk, kar ve acılar birleĢti gözyaĢıyla
Dizlerini dövüyor analar ve bacılar.
Geceler ayaz Ģimdi, yanan ciğere inat
AltmıĢaltı öğretmen, çoğu almamıĢ murat
Sağ çıkarılan Yunus yolda vefat edince
Dayanılmaz acılar artıyor en az yüz kat.
Mevla‘m rahmet eylesin, mekânın olsun Cennet
Kaderinde yazgıymıĢ hem deprem, hem de gurbet
Emanet edilirken sana dün öğrenciler
Bu gün kara toprağa sen verildin emanet…
Nihat AYMAK
Sındırgı Ġlçe Milli Eğitim Müdürü
NakıĢ nakıĢ örensin
Yarınları görensin
Öğretmenim bizlere
Ġlim irfan verensin.
Asaletin özünde
Güven dolu sözünde
Çocukların sevgisi
Gülümsüyor yüzünde.
Silsen yaĢlı gözleri
Biter mi hiç nazları
Dert selinden unutma
Baharları yazları.
Öpülesi elin var
Bal tatlısı dilin var
Gönül bahçende açan
Çocuklardan gülün var.
Bize duyguyu öğret
Bize saygıyı öğret
Ġnsanı insan yapan
Yüce sevgiyi öğret.
Nasihattır sözlerin
Gönlümüzdedir yerin
Sınıfları doldurun
Bizlere umut verin.
Vatana elçi benim
Geleceğe güvenim
Size çok Ģey borçluyuz
TeĢekkür öğretmenim.
KERBELÂ
-Sulara Baktıkça AğlarımDavet edilmiĢti... Gâipten bir ferman düĢtü,
Gidecekti... Çıkmadan kalbine hicrân düĢtü.
At sürdü Dicle‟ye, vuruldu boynundan okla,
Avuçlarındaki suya bir damla kan düĢtü.
AĢkı, Ģefkati, rahmeti denk vurdular bir bir,
Çöllere bineklerle nurlu bir kervan düĢtü.
Akıp git ebediyen, nura mahrum ey nehir!
Senin bahtına payına bir kızgın umman düĢtü.
Dönüp dönüp bakıyordu Ģehrin tepelerine,
Yâdına dedesi, anası; kardeĢi Hasan düĢtü.
Ve sonra doğrandı evladı, önünde bir bir,
Kadınlar ardından o ġah-ı Sultan düĢtü.
EndiĢe ve tereddütle sarsıldığı bir an,
Önüne birden babası ġah-ı Merdân düĢtü.
Nurundan yeĢermiĢken evren; arz toprağına,
O hilkat mayasından yetmiĢ iki can düĢtü.
Evlad ü ıyaliyle yürüdü kaderine,
Gün be gün gözlerine hayâl-i vatan düĢtü.
Emanetten kalan tek yavru arslan önünde,
Zaman ceylandı ki vuruldu o ceylan düĢtü.
Çöller, dağlar aĢıp döndüler belâ yurduna,
Dünyada bahtına, yazılan bu mekân düĢtü.
Gök yarılıp, güneĢ sönmeli, yer çökmeliydi,
Olmadı, ruhlara koyu bir zindan düĢtü.
Kalem yazmıĢ, mürekkep kurumuĢtu ezelde,
Baharlara kıĢtan farksız bâd-ı hazan düĢtü.
O zulüm ardından Ġslam yurtlarına çağlarca,
Sarsarı andıran koyu, soğuk bir duman düĢtü.
Haberi inmiĢ, toprağı da gösterilmiĢti,
Bu o yerdi ki arza ebedî hüsran düĢtü.
Vuruldu baĢlar, suya verildi ilim, hikmet,
Hatırla bir, salgın gibi Hülagu Han düĢtü.
Bir serap gibi uçarken çöllerde seneler,
Cibril inmedi daha, zamana nisyan düĢtü.
Çok sonra sar‟a nöbetlerine tutuldu arz,
Ve bir iftarda minarelerle ezan düĢtü.
Yolu kesildi, ihtiraslar sardı kervanı,
Arzın sinesine kara, acı bir an düĢtü.
Fil sahipleri kırdı kapıları her gece,
Çiğnendi mescitler, binlerce hanüman düĢtü.
“Dönün!”dediler ve haram ettiler ekmeği suyu,
Dicle sahillerine sanki bir nîrân düĢtü.
DurmamıĢtınız sözünüzde ey Kûfeliler!
Bu gün evladınız ahdinize kurban düĢtü.
Maverâ‟ya çekil ya Hüseyn yakma bizleri!
ĠĢte Kerbelâ ufkuna kıpkızıl tan düĢtü…
Hiç dinmeyecek feryatlarımız âh haĢre dek,
Mü‟minlere ne zor ne ağır bir imtihan düĢtü.
YetmiĢ iki can yandı, yakıldı günlerce,
Toprağa hiç mi hiç dinmeyecek figan düĢtü.
Hatıra geldikçe-ki hiç çıkmaz- yanarım hep,
ġükür payıma Ģu iki çeĢm-i giryân düĢtü.
ZerdüĢt olsaydılar söndürürlerdi ateĢi,
Damla su vermediler, kalplere külhan düĢtü.
Bir zengin sofra, soğuk bir su gelse ağlarım,
Yazlara hep muharrem ile ramazan düĢtü.
MüĢrik olsaydılar kırardılar putlarını,
Azgın nefisleri önünde din iman düĢtü.
ġimdi orda kanlı bir nehir akıp gidiyor,
Yazık! O zulme bombalarla asuman düĢtü.
”Yahudi, Nasara da içer Ģu sudan, dedi,
Neden biz Ehl-i Beyt‟e âteĢ-i sûzan düĢtü?”
Kıyamet kopsun; kıyam olsun, kurulsun mîzan!
Ey zalimler! Gölgesiyle âhir zaman düĢtü...
Saffet ÇAKAR/ Edebiyat öğretmeni/Tokat
GALMAYAYDI KAġ…
Sona ÇERKEZ
O bahar iydeler derd çiçekledi
Elendi baĢıma o bahar kadar
O bahar sevinci gam üsteledi
Men derd görmemiĢtim o vakta kadar
Bir göz kırpımında ayrıldık senden
Dünyanın üzünü sanki su aldı…
Hayat hemin andan bu güne kimi
Menimçün cevapsız kalan su aldı…
Döndü taleyimin üzü özümden
Gördüğüm ne varsa geldi gözümden.
Teselli, teskinlik bazen de gınah
Söhbet olmadı birce dözümden…
O bahar ömrüme geldi zülm ile
Geldi etek dolu gucağında daĢ…
Sensiz illerimin sayı arttıkça
Asıldı sinemden ömür adlı daĢ…
Ġffetten bağrımda dillendi ürek
Men yanıp yakıldım göz eledi yaĢ…
Ele eleyeydin nolardı ya Rabb,
O bahar dünyaya gelmeyeydi kaĢ…
GURBETĠN KAHRI
Kurban ola‟m kaĢı gözü elâya
Dert baĢıma kaldı, düĢtüm belâya
Selamım tez gitsin benden sılaya
Gurbetin kahrını çekemem gönül.
Bağlandı yollarım, gelemem gayrı
Yârdan ayrı kaldım, gülemem gayrı
Nerdesin, nasılsın bilemem gayrı
Gurbetin kahrını çekemem gönül.
Seni gördüm, gözüm gönlüm tutuldu
Ecel Ģerbetime zehir katıldı
AĢk ayağa düĢtü, ucuz satıldı
Gurbetin kahrını çekemem gönül.
Her güzele gönül verilmez imiĢ
ġu gurbetin kahrı çekilmez imiĢ
Feleğin bileği bükülmez imiĢ
Gurbetin kahrını çekemem gönül.
Osman Tekerci Burdur-Bucak
UMUT, SEN NE GÜZELSĠN!
Karanlıkların değiĢmeyen nuru
Sen ne güzel „yola‟ mihmansın umut!
Çatlayan toprağın en bol yağmuru
Sen ne güzel „çöle‟ ummansın umut!
Mecnun senin için çöllere düĢtü
Ferhat senin için dağlara düĢtü
Kerem senin için nâra tutuĢtu
Sen ne güzel „küle‟ dumansın umut!
Dedemin eĢiğinde meĢe sensin
Bebemin beĢiğinde neĢe sensin
Nenemin keĢiğinde köĢe sensin
Sen ne güzel „kale‟ imansın umut!
Anaların aĢı seninle kaynar
Babanın maaĢı seninle oynar
Evlât rüyasında seni sayıklar
Sen ne güzel „dile‟ dermansın umut!
ÜĢüyen balanın pazar gocuğu
Masum bakıĢların nazar boncuğu
Büyük hülyaların beyaz çocuğu
Sen ne güzel „çile‟ yamansın umut!
Fakirin ekmeği senle tatlanır
Acı lokmalara senle katlanır
Yüreğinde ne dilekler saklanır
Sen ne güzel „ele‟ amansın umut!
Tabipsin yarayı hep sen sararsın
Hasta yatağında sen bir Ģifasın
Çiçeklere konup açan baharsın
Sen ne güzel „güle‟ harmansın umut!
Karacaoğlan‟ın yârinin bağı
ÂĢık Veysellerin sadık toprağı
Her gelinlik kızın o ak duvağı
Sen ne güzel „tüle‟ kirmansın umut!
Mevlâna sesinde kutlu çağrısın
Buğday nefesinde Hacı BektaĢ‟sın
Aytmatov‟umuzda bizim tanıĢsın
Sen ne güzel „hâle‟ zamansın umut!
Umutla tanıĢın kargalar sussun
Umutla barıĢın davullar vursun
Umutla yarıĢın ozanlar coĢsun
Sen ne güzel „tele‟ fermansın umut!
Semra MERAL
TURNAM
Yol verin turnama sılamdan yana
Gözden ırak gönülden yakın
Diyardan yana
Yüreğimde depreĢen hasretten yana
Mevsimsiz kalan seherden yana
Süzül de gel turnam
Süzülde gel
Turnam var git yârime selam et
Bahar görmüĢ dağlarıma kelam et
Kekik kokan yüreğimi
Dağ kokulu çocukluğumu
Sularında kalan ruhumu
alda gel turnam
Al da gel!
Turnam aç kanatlarını dağlarıma doğru
Dağ çiçeklerini topla benim için
Papatyaları da al yanına
Çocukluğumda taç yapardım baĢıma
Tüm dağ kınalarını da yak elime
Yak elime turnam!
Turnam gözüm kaldı yollarında
Göğün ufuksuz maviliklerinde
Suların esintisinde, dirilerinde, göçenlerinde
Sokaklarında kalan gülüĢümde
soranım olursa halimden yana
Bildir de gel
Bildir de gel turnam!
Turnam yaralıdır yüreğim
Gidiyorsun bensiz, çaresiz ve sessiz
Baharına yetiĢemediğim,
KıĢında çaresiz kaldığım
Memleketimin insanını
Benden yana kucakla
Kucakla da gel turnam!
Var git turnam sılama doğru
Bütün sevdiklerime selama doğru
Yağmurun yıkadığı güzüme doğru
Toprağın kokusunu,
Çocuk bahçesindeki çocukluğumu
Yüklen de gel
Yüklen de gel turnam!
Ya da beni götür
Beni götür turnam!
Sündüs ARSLAN AKÇA
Bedrettin
yürür
hükümet konağı önünden
eli yüreğinde akĢamüstleri
düĢleri gök mavisinde
nedendir bilmem
gurbetten türküler alır
Ģiirler verir
yakın eder sılayı hasretlere
mevsim mevsim
çıkar meydanlara
yaylalara
tarihin tünelinden geçer
umutlar eker sevince
------ böyle bilinir Bedrettin
ince bir dal gibi
yürür
kendi gölgesinden ilerde
Bedrettin bir öğretmen
hep gülümser
seyrek bıyıkları arasından
çoğalırken
Kelkit vadisinde özgün sesiyle
tüketir kendini bir yandan
Kuyucaklı Nuri‟nin yerinde
gönlüne gam biner
akĢamlarına kasvet
hey gidi Bedrettin‟im hey
ReĢadiye iki dağın arası bir Ģehir
altın olsan eritir
demir olsan erirsin
çaresiz akarsın Kelkit‟e
sevincine arkadaĢ durulsa da
hüzünlerinin rengini
------ kim bilir
Ünal YILDIRIM
MEÇHUL
Yalan ile sonu sarp, hep kandırdı, kuzuya büründü yar
Talan ile dindi harp, can yandırdı, küle döndürdü son nâr
Hazan ile sustu kalp, son ziyaydı özde, söndürdü o rüzgâr
Bekleme diyemem ama dönmeyeceğim, ben oldum meçhul
Damla ile gözden aĢ, bırakma hayalini al düĢümden
Hece ile dilden aĢ, anmam artık ismini sil kalbimden
Ecel ile tenden aĢ, tükettin sen seni çık ömrümden
Beklemem demiyorum ama dönemezsin, sen oldun meçhul
Gam ile gün bitti ah, ansızın vurdu canı, sonsuz hasret
Kör ile lâl etti âh, zulme durdu dört yanı, kalpte kasvet
Dem ile taĢ kesti vah, ziyan oldu her anı, sardı illet
Sen sana dönünce ben bana zehir oldum, ruh ve ten meçhul
Süreyya ġen
&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&
ĠġTE BĠZĠM HĠKÂYEMĠZ
CoĢkun Demirçelik
50'li yıllarda Demokrat Parti'yle
Hayata gözlerini umutla açanlar.
Tahta beĢiklerde ninnilerle uyuyup,
60 ihtilalinin ayak sesleriyle uyananlar.
Çocukluğunu bu kargaĢayla geçirip,
68'de 18 yaĢın heyecanıyla
68 kuĢağının çilesini çekenler.
Bu hikâye sizin.
Bizim o yıllarda çocukluğumuz
Hep sıkıntılarla geçmedi.
Biz nedense ergenliğe geç girdik.
Çocukluğumuzu uzun yaĢadık.
Bizim oyun alanlarımız çoktu.
YemyeĢil çayırlarda, bahçelerde
Evimiz kadar güvenli sokağımızda
Güven içinde oyunlar oynardık.
Biz küçük Ģeylerden mutlu olmasını iyi bilirdik.
Uzun kıĢ gecelerinde içilen semaver çaylarıyla,
Samimi aile toplantılarının sıcaklığını hep hissettik.
O yıllarda komĢuluk bağlarımız da çok güçlüydü.
''Bir maniniz yoksa akĢam annemler size gelecek.''
Sözü bizi çok mutlu ederdi.
Karanlık günlerde önlüklerimiz karaydı ama
Karanlıkları aydınlatan beyaz yakalarımız gibi
Umutlarımız, mutlu günlerimiz de vardı.
Kitaplarımızı, defterlerimizi itinayla biz kaplardık.
Tahtadan, telden, ağaçtan oyuncaklar yapardık.
Yaratıcı, yetenekli, paylaĢımcı çocuklardık.
Biz, yuvarlak, köĢeli kurĢun kalemlerimizle
Düz, eğik, süslü okunaklı yazılar yazardık.
Biz halk kütüphanelerine, Halk Evlerine giderdik.
Ne omuza asmalı deri, renkli çantalarımız
Ne 0,5 uçlarımız, ne kokulu silgilerimiz vardı.
Tahta sıralı, varil sobalı sınıflarımızda
Kara tahta baĢı heyecanlar yaĢardık.
Nohutlu, fasulyeli matematik derslerimiz.
Cin Ali serisi okuma saatlerimiz
Andımız, 50.Yıl MarĢımız, Cumhuriyet Ģiirlerimiz
Sapanla kuĢ avımız, derelerde yüzme yarıĢlarımız
Ömer Seyfettin, Dede Korkut hikâyeleri
Kafdağı arkasına uzanan masallarımız.
Battalgazi, Köroğlu Destanları
Uzun kıĢ gecelerinde uyuklayarak dinlediğimiz
Babaların, dedelerin askerlik anıları.
Amerikan yardımı süt tozundan hazırlanmıĢ
Beslenme saatlerimizi unutmak mümkün mü?
Ya sabahları üzerine ''sana''yağı sürülmüĢ dilimlerle
Taze yumurtalı, pekmezli sabah kahvaltılarımız.
Tarhana Çorbası'nın lezzetini nasıl unuturuz?
Pazar sabahları sıcak ekmek için kuyrukta bekleyiĢlerimiz
Buharı kokusuna karıĢmıĢ pidelerden, somunlardan
Elimiz yana yana yediğimiz lokmalar
Bizim Amerika'dan ithal hemen herkesin okuduğu
Teksas-Tommiks'imiz -Zagor'umuz da vardı.
Hayat, Ses Mecmuaları, Hürriyet‘in GüngörmüĢler'i
Radyoda Enosis-Makarios, Vietnam haberleri
Arkası Yarınlarımız, efektte Korkmaz Çakar Bizimkiler,
Kaynanalar, Radyo Tiyatrolarımız
Erkan Yolaç'la Evet-Hayır yarıĢmalarımız
Orhan Boran'ımızla Yuki'miz.
Hayatımızın bir parçasıydı.
Soğuk kıĢ günlerinde, buzlu yollarda
Tahta okul çantalarımızı kızak yapar kayardık.
Bizim mahalle bakkalımız Haydar Amca'mız
Yolunu hasretle beklediğimiz postacımız
Bekçi Hasan‘ımız, kasabımız, manavımız
Aile fertlerinden biri sayılırdı.
Mahalle bekçimizin düdüğünün sesini
Hepimiz çok uzaklardan tanırdık.
Lastik ayakkabıdan naylon ayakkabıya
Bez toplardan naylon toplara
Batarya pilli radyodan ağır, iri, sandukalı
Siyah-beyaz televizyona biz kavuĢtuk.
Gazocağından ''Aygaz''lı ocaklara biz geçtik.
''Vita''yağı tenekelerinden su kapları yapardık.
60'lı sıkıntılı yılların sonunda
Amerika Apollo 11'i Ay'a gönderirken
Bizim ilk yerli otomobilimiz Anadol'umuz
BaĢarılı olamadığımız ''Devrim''arabamız
Arkasından 124 Hacı Murat'ımız
O yıllarda bizim ne emniyet kemerimiz
Ne otomatik klimamız, CD çalarımız
Ne uzaktan kumandamız, ne oto alarmımız
Ne hava yastığımız, ne otoyollarımız vardı
Bizim uzaktan kumandamız yoktu.
Çatılarda daha iyi görüntü için ölüm tehlikesiyle
Antenleri biz çevirirdik.
Gurundik, ġaplorenz asker bavulu televizyonlarda
Karlı, silik, bulanık görüntülerden oluĢan
Yerli diziler bizi mutlu ederdi.
Sokaktaki Arnavut kaldırımlarındaki oyunlarımız
Gece muhabbetlerimiz, cambazlı-palyaçolu panayırlar
Topacımız, misketimiz, uçurtmamız, beĢ taĢ oyunumuz
Gizlice içtiğimiz, birinci, bafra, gelincik sigaraları.
Pamuk ġeker, ġeker Elma, Kâğıt Helvalı dondurmalarımız
UzuneĢek, birdirbir, saklambaç, körebe oyunlarımız.
Hayatımıza renk katan, anlam kazandıran bayramlarımız.
Biriktirdiğimiz bayram harçlıklarıyla gittiğimiz
Dönme dolap, atlıkarınca, çadır tiyatrosu.
Ġstop, dokuztaĢ, el üstünde kimin eli, mendil kapmaca
Gazoz kapağı, sigara kutusu, bilye, düğmelerle
YaratılmıĢ bir oyun dünyamız vardı
Yakan Top, seksek, ip atlama, çelik-çomak oyunları.
Okulda Yerli Malı Haftalarımız
Evde tasarrufa teĢvik edici kumbaralarımız
Ada'ya barıĢı götürmek için yaptığımız 'Kıbrıs Harekâtı'
Sokakta Ģeker, yağ, benzin kuyrukları.
Postahaneden yazdırmalı çevirmeli telefonlarımız
Pötükareli, kalın çizgili muĢamba kaplı odalarımız
Odalarımızda kestane piĢirdiğimiz Kuzine sobalarımız
Mutfaklarımızda Tel Dolaplarımız
Duvarında günlük ''Saatli Marif''takvimimiz
Samimi, sıcak sohbetlerle dolu aile toplantılarımız
At arabası, eĢek arabası, süslü faytonlarımız
Ağustin, Magürüs, Ford marka
Bagajı üstünde Ģehirlerarası otobüslerimiz.
Futbol sahalarında Baba Hakkı‘lı, Lefter‘li, Metin Oktay'lı
Unutulmaz derbi maçları.
Sinemalarda John Wayne‘lı, Clint Eastwort'lu
Unutulmaz kovboy filmlerimiz
Beyaz Perdede Ayhan IĢık, Belgin Doruk, Sadri AlıĢık
Kötü Adam Ahmet Tarık Tekçe
Göksel Arsoy, Filiz Akın, Fatma Girik, Yılmaz Güney.
Orhan Gencebay Ģarkıları, arabesk duygular
Zeki Müren-Erkin Koray-Berkand-Samanyolu
BarıĢ Manço ile dünya turu
AĢk dolu, duygu dolu, hüzünlü Ģarkılar.
Sonra Dallas-Köle Izaura-Yalan Rüzgârı-A Takımı
Cosby Ailesi-Uzay Yolu-Tatlı Cadı-Küçük Ev
Amerika-Avrupa-Brezilya dizileri
Beatles, Rolling Stones, Boneym, Adamo
Amerika, Avrupa hayranlığı derken,
Hippiler, bitli turistler, ansızın girdi hayatımıza.
Benliğimizi yavaĢ yavaĢ kaybetmeye baĢladık.
Cola-adidas-bulujin, Rak-Rok-Pop merakıyla
Unutuverdik kendi müziğimizi, öz değerlerimizi
Halk Oyunlarını, Destanları, Hikâyelerimizi.
80 de 12 Eylül sabahı Hasan Mutlucan'la uyananlar
Tutuklananlar, gözaltına alınanlar
Akıl almaz iĢkencelere uğrayanlar
Bedenlerini, ruhlarını kaybedenler
Yeni idamlara, haksızlıklara Ģahit olanlar.
Gönülden yaralanıp gençliğini sürdürenler.
20 yılı aĢkın süredir terörle birlikte yaĢayanlar.
Bu öykü sizin.
Oysa ilk kolayı biz boykot ettik.
Ulusal değerlere biz sahip çıktık.
Güzelim Ġstanbul'da Amerikalıları Dolmabahçe'den
Biz denize döktük.
Tam bağımsızlık sevdalısı vatansever gençlerdik.
ÖSS 'yi bilmezdik ama gece en son 23.00 de
Radyodan puanları dinler erken davranmak için
Sabahları bagajı üste otobüslerle yola çıkardık.
Eğitimin çilesini de biz çektik.
Ülkesini ölesiye seven de bizdik.
Erkeklerde Ġspanyol paça pantolonlar
GeniĢ gösteriĢli kravatlar, uzun saç ve favoriler
Siyasi görüĢe uygun, yukarı-aĢağı, kalın-ince bıyıklar
Deri uzun çizmeler, asker postalları, askeri renkler
Parkalar, kalın kemerler, palaskalar, kalpaklar
Arka cepte ince diĢli taraklar, yuvarlak aynalar
Gömlek ceplerinde gelincik, bafra sigaraları
Kızlarımızda lüle lüle saçlar, allıklar, küpeler
''Her genç kızın rüyası Zetina dikiĢ makinası''reklamları
Ġnce belli mantolar, yüksek topuklu rugan ayakkabılar
Döpiyesler, jarseler, koyu kırmızı rujlar, kalın kemerler
Doğal güzellikler, tabii kokular, masumane bakıĢlar.
Kınalı eller, ah... ah o ince beller...
Biz anne-baba sözü de dinlerdik.
Çoğumuz görücü usulü ile evlendik.
Kim ne derse desin,
Hala devam eden çok mutlu evlilikler kurduk.
Sevmesini de sevilmesini de iyi bilirdik.
Leyla'yı bilir, Mecnun‘u anlardık.
Bizim ne unutulmaz aĢklarımız vardı.
Mevsim mevsim yaĢadık duygularımızı
ġarkılarda sever Ģarkılarda ayrılırdık.
Bizim mektuplarımız vardı renk renk kâğıtlara yazılmıĢ
Kendi el yazımızla, gözyaĢı dökülmüĢ,
AĢk mektupları, asker mektupları
Gül kokulu, duygu dolu, gözyaĢlarıyla ıslanmıĢ
Ġçinde bir tutam sac, bir küçük el izi, dudak izi
TaĢıyan selamla baĢlayıp, selamla biten mektuplar...
Ah... Biz neydik ne değildik.
Romanlara konu hayatların sahibiydik.
Biz o yıllarda iyi ki vardık.
Bütün olumsuzluklara rağmen
Mutlu bir çocuk, sevdalı birer gençtik.
Biz 2000'li yıllarda yine varız.
Biz 60 'larda çocuk, biz 70'lerde gençtik
Biz 80 'lerde ihtilali, biz 90'larda ekonomik krizleri
Bir kez daha yaĢayanlarız.
ġimdi teknolojik geliĢmelerle dolu 21. Asrı yaĢıyoruz.
Kredi kartı, bilgisayar, internet, cep telefonu
Süper market, mp3 çalar, dizüstüler, plazmalar
Artık o kokulu, duygu dolu uzun mektuplar yok
AĢklar yok oldu, duygular kısaldı, sembol oldu
Gençlerin iletilerinde ''nbr'', ''by'',''slm'' kısaltmaları.
Cep telefonlarında kısa mesaj çılgınlıkları.
Nerede meyvesini elimizle topladığımız ağaçlar?
Korkusuzca oyunlar oynadığımız sokaklar...
Nerede o sözünün eri yağız delikanlılar?..
Vefalı dostluklar, ölesiye arkadaĢlıklar
Nerede utangaç al yanaklı kızlar?..
Saflık, doğallık, bağlılık nerde?..
Bu nedenle çocukluğumu özlüyorum.
El yapması oyuncaklarımı,
Uçurtmamı, yaralı dizimi, annemin ninnisini
Kâğıt helvayı, bakkalın sakızını
Bahçedeki kiraz ağacını özlüyorum.
Ya Ģimdiki çocuklar çoğu internet baĢındalar
Fesfutlarda süper menülerle beslenerek
Bilmem hangi yabancı müziği indirip dinliyorlar
Cep telefonlarına, bilgisayarlarına sarılmıĢ
Çoğu kilolu, renkleri uçuk, diĢleri bozuk
Teknoloji çağını yaĢıyorlar.
Artık 20. asır gerilerde kaldı.
Çocuktuk genç olduk, baba olduk, dede olduk.
Ne badireler atlattık, yıkılmadık ayakta kaldık.
Artık yaĢadığımız kadar yaĢayamayacağımızı,
Bir bu kadar daha ömrümüzün olmadığını biliyoruz.
Olsun iyi ki o yılları gördük, o hayatları yaĢadık.
PiĢmanlık mı asla!!!
Sadece o güzel, doludizgin unutulmaz yılları
Özlüyoruz...
Verseler aynı hayatları yeni baĢtan
Büyük bir keyifle yaĢamak isteriz.
ĠĢte bizim hikâyemiz...
Yarım asrı biz böyle yaĢadık.

Benzer belgeler

kaybolan değerlerġmġz

kaybolan değerlerġmġz Turizm Bakanlığı‘nın son yıllarda vermiĢ olduğu katkıyı çok iyi değerlendirmemiz gerekir. Bu açıdan Bakanlığımıza bir kez daha teĢekkür etmeyi borç biliyoruz. Tokat ġairler ve Yazarlar Derneği ve K...

Detaylı