Gazinin Sesi 1 E Dergi - AYDIN / GERMENCİK

Transkript

Gazinin Sesi 1 E Dergi - AYDIN / GERMENCİK
1
Germencik Gazi Mustafa Kemal İlköğretim Okulu
Eğitim – Öğretim Kadrosu
İlhan ÇELİK
Okul Müdürü
Özgür TOPÇU
Müdür Yardımcısı
Asiye ULAŞ
Ana Sınıfı Öğr.
Ayşegül ÖZCAN
Sınıf Öğretmeni
Sema Z. KEYİK
Sınıf Öğretmeni
A.ALBAYRAK
Sınıf Öğretmeni
Şakire YİĞİN
Sınıf Öğretmeni
Saliha YILMAZ
Sınıf Öğretmeni
Deniz SANNAV
Sınıf Öğretmeni
Güler TANRIVERDİ
Sınıf Öğretmeni
Arzu ERSOY
Sınıf Öğretmeni
Gülsüm GÜNAY
Sınıf Öğretmeni
Neslihan AK
Fen ve Teknoloji
Hüseyin OKUL
Bilişim Teknolojisi
Recep KÖKER
Rehber Öğretmen
Seçil VARDAR
Türkçe Öğr.
Ö.K ARADENİZ
İngilizce Öğr.
Murat BEZELİ
Matematik Öğr.
Ahmet ARSLAN
Beden Eğitimi
Ali Hakan ÖKTEM
Beden Eğitimi
İ. BÖLÜKBAŞ
Sosyal Bilgiler
Muharrem KÜÇÜK
Müzik Öğretmeni
2
VİZYONUMUZ
MİSYONUMUZ
Geleceğe umutla bakan, değişime açık,
özgüveni yüksek, yeteneklerini doğru
kullanabilen, sorumluluk bilinci gelişmiş
bireyler yetiştirmek.
Çevresiyle olumlu ilişkiler kurabilen, kendine
güvenen, Atatürk ilke ve inkılâpları ışığında
çağdaş düşünebilen, milli değerlerine bağlı
mutlu bireyler yetiştirmek
ÖNSÖZ
YAYIN EKİBİ
Yıl: 1
Yüreğimizde saklı kalmış,
söyleyemediğimiz ne varsa söylemek amacıyla, biraz
eğlenmek biraz öğrenmek için "Gazi'nin Sesi"ni
kaleme almaya karar verdik. Dergimizi en güzel
şekliyle sizlerle buluşturmak için yaklaşık bir yıldır
gerek öğrencilerimiz gerek öğretmenlerimizle
hummalı bir çalışma gerçekleştirdik.
Sayı: 1
Temmuz 2010
Sahibi :
İlhan ÇELİK (Okul Müdürü)
Dergimizde herhangi bir konu
sınırlandırmasına gitmedik, içimizden geleni tüm
samimiyetimizle sizlerle paylaştık, içeriğimizde
edebiyatın nadide örnekleri de var. Unutulmaya yüz
tutmuş el sanatlarımız da... Müzikten de bahsettik,
toplumumuzdaki aksaklıklardan da... ilçemizi de
tanıttık, sağlıklı yaşamanın faydalarını da... Kısacası
insana dair ne varsa bu derginin sayfalarında
görebilirsiniz.
Yayın Kurulu:
Seçil VARDAR
Hüseyin OKUL
Sema Zahide KEYİK
Şakire YİĞİN
Ayşegül ÖZCAN
Arzu ERSOY
Çağdaş eğitim, öğrenci-öğretmen işbirliğini
öngörmektedir. Biz de bu çalışmamızda bunu en iyi
şekilde yerine getirdik. Dergimiz için emek sarf eden
öğretmen ve öğrencilerimizi tebrik ediyorum ve onlara
sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.
Yayın Kurulu:
Özgür TOPÇU
Abdullah ALBAYRAK
Güler TANRIVERDİ
Deniz SANNAV
Neslihan AK
Saliha YILMAZ
Asiye ULAŞ
Bizlerle makalesini paylaşan değerli hocam
Hasan Kağan YAYLA' ya, sağlık köşemizde bizlere
değerli bilgiler veren Hıdırbeyli Sağlık Ocağı
doktorumuz Naim ÇAKAR' a ve ney yapımıyla ilgili
pek çok bilgiyi bizlerle paylaşan Coşkun
Ağabey'imize çok teşekkür ediyorum.
Teşekkürün en büyüğünü hak eden ve bu
derginin her safhasında büyük emek sarf eden
Bilgisayar Öğretmenimiz Hüseyin OKUL'A ayrıca
şükranlarımı sunuyorum.
"Gazi'nin Sesi" ilk sayısında sizlere içten bir
"merhaba" diyor. Daha sonraki sayılarımızda tekrar
görüşmek dileğiyle...
Basım Yeri:
ENSAR OFSET /O 232 237 67 73
Muhabbetle kalın.
İLETİŞİM BİLGİLERİ TELEFON:
0256 563 07 17
Türkçe Öğretmeni
E-Posta
:
[email protected]
WEB: http://germencikgmk.meb.kl2.tr
Seçil VARDAR
3
4
Germencik Kaymakamı Resul ÇELİK
Kısaca özgeçmişinizden bahseder misiniz?
Olduğumuz yerden başka yerlere yayılmasını, insanlara
bulaşmasını engelledik. Bunun sonucunda İçişleri Bakanlığı,
1968 yılında Elazığ’da dünyaya geldim. İlkokul, ortaokul ve liseyi
Tarım Bakanlığı’ndan takdirname aldım. Ama önemli olan
köyde okudum. Daha sonra üniversiteyi Ankara’da tamamladım.
aldığım takdirnamelerden ziyade bu hastalığın yayılmasını
Ankara üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi
önlemektir. Bu da beni çok mutlu etmiştir.
Bölümü’nden mezun oldum. Evliyim. Üç kızım var.
İlçemizin genel durumu hakkında bilgi verebilir misiniz?
İlçemize gelmeden önce nerelerde görev yaptınız?
Her türlü ulaşım imkânına sahiptir. Halkımız eğitimlidir,
Trabzon- Düzköy, Trabzon -Araklı, Sivas- Koyulhisar, Aksaray kültürlüdür, etrafında gelişen olayları takip edecek kadar dünya
Sarıyahşi kaymakamlıkları; Şırnak vali yardımcılığı ve Balıkesir
görüşü sahibidir. Fakat hak ettiği yerde değildir. Daha iyi
Manyas kaymakamlığı yaptım. Daha sonra Germencik’e geldim.
yerlerde olunabilir.
“Bir gün ben de kaymakam olmak istiyorum” desem bana ne
Eğitimde çok iyiyiz, sağlıkta çok iyiyiz. Fakat bu yerimizde
gibi tavsiyelerde bulunurdunuz?
saymayı gerektirmiyor. Daha çok çalışmamız gerekiyor.
Yapmamız gereken: sosyal hayatı canlandırmak için, genç
Kaymakam olabilmek için öncelikle üniversitelerin hukuk ya da
siyasal, idari- iktisadi bilimler fakültelerinin çeşitli bölümlerinden nüfusumuzu eğlendirebilmek için güzel sosyal mekânlar
yapmamız gerekiyor. Yerel yönetimle işbirliği yaparak parklar,
mezun olmanız gerekiyor. Peki, buraları kazanmak için sizin ne
spor sahaları yapılmalıdır.
yapmanız gerekiyor: Öncelikle çok çalışmalısınız. Derslerinizde
başarılı olmanız gerekiyor.
İlçemizi üç kelimeyle özetlemenizi istesek bize ne söylerdiniz?
İyi bir kaymakam olabilmek için vatanını çok seveceksin, insanını
Enerji, Tarım, turizm.
çok seveceksin, bayrağını çok seveceksin. Sadece söylemekle “
ben vatanımı çok seviyorum” demekle olmaz. Ülkene olan
İlçe halkımızın sorunlarını maddelersek size göre ilk üçe hangi
sevgini göstermenin en güzel yolu çok çalışmaktır. Bu yüzden
sorunlar girer?
çok çalışmanız gerekiyor.
İşsizlik, altyapı, eğitim.
“Meslek hayatımın en güzel günüydü” dediğiniz bir anınızı
Son olarak okulumuz hakkındaki düşüncelerinizi alabilir miyiz?
bizlerle paylaşabilir misiniz?
Gazi Mustafa Kemal İlköğretim Okulu ilgilenmemiz gereken bir
Çok önemli olaylar yaşıyoruz. Bunları birbirinden ayırmak çok
okuldur. Öğrenci, veli, okul yönetimi ve öğretmen arasında
zordur. Bizler için çok basit gibi görünen olaylar bir vatandaşımız
sağlıklı bir iletişim kurulması gerekiyor. Çünkü okulun eğitim
için çok önemli olabilir. O yüzden biz olayları
seviyesi öyle bir ilişkiyi zorunlu hale getiriyor, olmazsa olmazı
sınıflandıramıyoruz. Ama beni en çok etkileyen olay Balıkesir
haline getiriyor. Fiziki yönden bir takım eksiklikleri olsa da yine
Manyas’ta yaşadığım bir olaydır.
de güzel bir okuldur, yeni bir binası vardır. Gazi Mustafa Kemal
Biliyorsunuz bir zamanlar Türkiye’de kanatlı hayvanlarda
İlköğretim Okulu bende bunları çağrıştırıyor.
görülen” Kuş gribi” dediğimiz bir hastalık ortaya çıkmıştı. Bu
Röportajı yapanlar: Ayşe LALECİOĞLU, Ayşe
hastalık Türkiye’de ilk defa Manyas’ta görüldü. Almış olduğum
tedbirler sonucu bu afetin olduğu yerde sönmesini sağladım.
ŞENGÜL, Toprak YELKIRAN
5
Germencik İlçe Milli Eğitim Müdürü Tamer TUNÇ
Ayşe ŞENGÜL: Bize kendinizden biraz bahseder misiniz?
Eğitim ülkemizde yaşayan her çocuğun hakkıdır. Türkiye’nin
maalesef eğitim açısından çok iyi seviyede olmadığı
görülmüştür. Bunun sonucu 2005’te çağdaş eğitim anlayışı
benimsendi ve okullarda eğitim açısından ciddi bir değişime
gidildi. Çağdaş eğitimin temelinde öğrenci yatar. Öğrenci bilgiye
kendisi ulaşır. Öğretmen rehber rolündedir.
Ben size eğitimci yönümden bahsedeyim. Eğitim: Bir toplumun,
çocukların en güzel şekilde yetişmesi için yapılan çalışmalardır.
Bizim en büyük hedefimiz öğrencilerimizin güzel yerlere
ulaşmasıdır. Hedefimiz eğitimli, bilgili, kaliteli öğrenciler
yetiştirerek ülkemizi muasır medeniyetler seviyesine
ulaştırmaktır.
Ayşe LALECİOĞLU: Yeni eğitim sistemine göre okulun öğrenci
hayatındaki yeri ne olmalıdır?
Toprak YELKIRAN: Milli eğitim müdürümüz olmadan önce
nerelerde görev aldınız?
Okul öğrencilerin sevdiği bir ortam olmalıdır. Öğrenci okulu,
kendini, arkadaşlarını, öğretmeninin sevmelidir. Öğrenciler
koşarak okula gelmelidir.
Rize, Yozgat, Kirazlıda öğretmenlik yaptım. Balatçıkta ve
Germencik Hürriyet İlköğretim Okulu’nda müdürlük yaptım.
Kuşadası’nda Şube Müdürlüğü yaptım.
Ayşe ŞENGÜL: “öğretmen” kelimesi sizin için ne anlam ifade
ediyor?
Ayşe LALECİOĞLU: İlçe geneline baktığınızda okullarımızdaki
genel başarı durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
En az öğrenci kelimesi kadar önemlidir. Öğretmen olmada
eğitim olmuyor.
Burada “başarı” kelimesini açmak lazım… Mevcut başarının tek
ölçütü SBS değildir. Sporcular, ustalar da çeşitli başarılara imza
atabiliyorlar. Güzel şiir okumak, güzel resim yapmak da
başarıdır. Gerçek başarıyı ölçmek için geniş kapsamlı bir
araştırma yapmak lazım. Bunun ilk adımını attık. İlçe genelinde
istatistikler yapılmaya başlandı. Bu bilgilerden yola çıkarak
okullardaki başarı durumu hakkında daha gerçekçi sonuçlara
ulaşabiliriz.
Kendini iyi yetiştiren öğretmenler, işlerini güzel yapar.
Öğretmenler daima kendini yenilemek zorundandır. Bu mesleği
sevmezsen hiçbir zaman başarılı olamazsın. Eğitim sistemimizin
temelinde öğrenmen yatar. Bu yüzden öğretmenlerimiz bizim
için çok önemlidir.
Toprak YELKIRAN: Son olarak Gazi Mustafa Kemal İlköğretim
Okulu’na neler söylemek istersiniz?
Ayşe ŞENGÜL: Size göre SBS’yi kazanan öğrenci sayısı okulların
başarı durumu için tek ölçüt müdür?
Diğer soruda da belirttiğim gibi bana göre SBS başarı ölçümünde
tek ölçüt değildir. Eğitimin temel amacı sosyal çevreyle iyi
ilişkiler kurabilen bireyler yetiştirmektir. Bizim amacımız hem
bilgili hem de kişiliği oturmuş bireyler yetiştirmektir. Sadece
teste dayalı eğitim yapıp öğrencileri sosyal yönden eksik
bırakırsak bireylerde ve toplumda ciddi sorunlar meydana çıkar.
Gazi Mustafa Kemal yeni bir okuldur. Açılalı beş yıl oldu.
Okulumuz güzel bir okuldur fakat asıl güzelliği sizin bu okulu
sevmenizdir. Okulunuzu güzelleştiren sizlersiniz.
Siz azmettiğiniz sürece bütün engelleri aşıp hedeflerinize
ulaşabilirsiniz. Yeter ki önünüze bir hedef koyun ve bu hedefe
ulaşmak için çok çalışın. Küçük adımlarla büyük engeller
aşılabilir.
Toprak YELKIRAN: Çağdaş eğitim anlayışını nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Yolunuz açık olsun.
6
İlhan Çelik
Okul Müdürü
Özgür TOPÇU
Müdür Yardımcısı
DAVAMIZ
"İlköğretim Davası, İnsan alma, millet olma davasıdır."
Bu davada bize düşen en temel görev eğitimlerini üstlenmiş
olduğumuz yavrularımızı geleceğe umutla bakan bireyler olarak
yetiştirmektir.
ÖĞRETMEN OLMAK
Bir sevdadır öğretmen olmak. Hani yemeden içmeden
kesen; hani sevdiğine pervane olan; yani gözü başka bir şey
görmeyen bir sevda. Bir kara sevda desek daha doğru olur.
Kendimize, ailemize, çevremize, ulusumuza, İnsanlığa
yararlı olmak okuma - yazma öğrenmekle başlar. Okuma yazma
devamında temel eğitim ile insanın kendine güveni artar. Bu
güven artışıyla birlikte cehalet, yavaş yavaş kaybolur. İnsan
cehaleti yendikçe daha özgür düşünme gücüne sahip olur. Özgür
düşünce her türlü ön yargıdan kendini soyutlayarak insanın
gelecek için umutlarını yeşertir.
Hiç düşündünüz mü neyin sevdasıdır bu? Ne ile
açıklanabilir almadan vermek, verdikçe çoğalmak, çoğaldıkça
yaşamı kucaklamak? Bir damla suya hasret bir çöl susuzu gibi
bilgi bekleyen, aydınlığa susamış, annelerini bekleyen kuş
yavruları gibi ağzınıza akar binlerce, on binlerce çocuğa
beyninizi, bedeninizi açmak neyin karşılığıdır? Hayır zor değil, bir
tek sözcükle anlatabilirsiniz bütün bunları, bir tek sözcük sizi
geleceğe çevirir: "Öğretmen"
İşte bu umut insanın kendine saygısını, ailesine
sevgisini. Milletine ve devletine olan inanç ve güvenini artırır. Bu
yüzdendir ki "İlköğretim Davası" önemlidir.
Damardan verilmiş bir güçtür öğretmen olmak. Aç
kalmayı, açıkta kalmayı, iklimlerin değişkenliğini, mevsimlerin
zorluğunu unutmaktır size imrenerek bakan çocuk gözlerde.
Hani gerçek sanatçılar vardır bilirsiniz. İçleri yanıp, gözleri
buğulanmış ve yürekleri kan revanken bile izleyicilerini hiç
unutmazlar, unutmak ellerinde değildir çünkü.
Bu önemli davada rol alan Gazi Mustafa Kemal
İlköğretim Okulu öğretmenleri aldıkları sorumluluğun bilincinde
olarak çalışmalarını olağan üstü gayretlerle sürdürmektedirler.
Bu azim vizyonumuzun {"Geleceğe umutla bakan, değişime açık,
özgüveni yüksek, yeteneklerini doğru kullanabilen, sorumluluk
bilinci gelişmiş bireyler yetiştirmek") temel şartıdır.
İşte böyle bir duygudur öğretmen olmak. Sınıfa
girdiğiniz anda sorunlar, dertler, acılar, hüzünler yok olur. Çünkü
sizi bekleyen, ağzınızdan çıkacak sözcüklere bakan çocuklarınız
vardır. Nasıl unutabilirsiniz! Nasıl yok sayabilirsiniz! Nasıl bana
ne diyebilirsiniz! Öğretmen olmak bir yürek işidir çünkü,
beyninizle yüreğinizi birleştiren bir köprüdür.
Her işin mutlak zor yanları vardır. Önemli olan bütün
bu zorlukları yenip başarıya ulaşmaktır.
Bizim için dergi bastırmak maddi anlamda aşılması güç
bir engeldi. Bu engeli aşmak biraz zamanımızı aldı planlanan
süreyi geçirdik ama her şeye rağmen Okulumuz adına çıkarmış
olduğumuz dergimizi siz değerli okuyucularımıza sunduk.
Umarım beğenir, bizleri yüreklendirirsiniz.
Mustafa Kemal'in Kocatepe'den bakışıdır Öğretmen
olmak, dalga dalga sürüklemektir gençleri. Samsun'dan
karanlığın üstüne doğmaktır öğretmen olmak. Önüne katıp
cehaleti Ege'de sulara gömmektir.
Derginin hazırlanmasında emeği geçen herkesi
gönülden kutluyor, başarılarının daim olmasını diliyorum.
Berrak bir Türkçedir öğretmen olmak, diline kültürüne
sarılmaktır. Ayyıldız olup göklerde dalgalanmaktır öğretmen
olmak. Sözün özü hir sevdadır öğretmen olmak, yüreklerde
vatan vatan atmak, damarlarda bayrak bayrak dolaşmaktır.
2. sayıda buluşmak ümidiyle hoşça kaim Saygılarımla...
"Öğretmen bir mum gibidir." denmiştir hep. Yani
aydınlatan ama aydınlattıkça yok olan. Yanılgıdır bu. Evet
aydınlatmaktır öğretmen olmak, ama aydınlattıkça yok olmak
değildir. Aydınlattığınız her beyinde çoğalmak, boğduğunuz her
karanlıkta bahar toprağı olmaktır. Bereketli ve doğurgan bir
bahar toprağı. Verdiğiniz her bilgi cemre olup düşmüştür
zemheri ayazının üstüne ve toprak sıcaktır, su sıcak, hava
sıcaktır artık. Dallar meyveye durmuştur gayrı. Nasıl yok
olduğunuz söylenebilir? Şimdi varsınızdır asıl. Büyüyen her
fidanda, açılan her goncada renginiz, kokunuz vardır çünkü.
Bakın çevrenize, elleri çalışkan, yüreği umuda gebe,
ülkesinin geleceğini vicdanı ile hazırlayan, gözlerindeki coşku ile
"Bir sevdadır öğretmen olmak." diyen birini görürseniz saygıyla
selâm durun önünde, çünkü Atatürk'ün baş eğmez bir neferidir
o...
7
etkisinin olduğunu, hatta çocuklarımızın duyarsız hale geldiğini
de görmekteyiz. Çocuk bir köşede oyun oynasın, sesi çıkmasın,
“Aman dur bir, işten geldim yorgunum, biraz da ben
dinleneyim, bırak bırak karnı tok nasıl olsa” gibi
davranışlarımızın sonunda tepkisiz ve bilinçsiz çocuklar
yetiştiriyoruz. Hayat da sadece kendilerinin olduğunu sanan bu
çocuklar, gün geldiği zaman ne paylaşmayı biliyorlar ne de diğer
yaşıtlarına veya büyüklerine karşı sevgi ve saygıyı öğreniyorlar.
Ne yazık ki paylaşımcı toplum yerine asosyal çocuklar ve gençler
oluşmasına sebep oluyoruz.
Recep KÖKER
Rehber Öğretmen
ÇOCUK GELİŞİMİNDE ŞİDDETİN ÖNLENMESİ
Çocuk gelişiminde, şiddete yol açtığını düşündüm
silah’ın hiç bir halini sevmediğim gibi oyuncak halini de
sevmiyorum. Ebeveyn olarak, bazen karşı koyamadığımızdan,
bazen çocuğun ağlamasına kıyamadığımızdan, oyuncak silah
alımına engel olamıyoruz.
Çocukların bilinçaltında ne yazık ki bu oyuncak silahlar
zamanla yer etmekte. Bizler, her ne kadar da yok canım, çocuk
ne anlayacak diye düşünsek bile, belli bir süre sonra bu es
geçtiğimiz konular bir bir önümüze geliyor.
Diyorum ki, oyuncak silahların üretimine son verilsin.
Eldeki tüm oyuncak silahlar toplatılıp yok edilsin. Mesela
hükümet de bir kanun çıkarsın ve oyuncak silahların üretimine
de, satışına da son versin, yasaklasın. Yasak! Hükümet hangi
birine yetişsin diye düşünecek olabilirsiniz. Aslında bu kökten
çözüm olduğu için böyle düşündüm. Ebeveynler evde silah
bulundurmaya devam ettiği sürece, hükümet oyuncak silah
üretimini yasaklasa bile, bir şekilde çocuklar evdeki silahtan bile
etkilenerek şiddet eğiliminde olacaktır zaten. Birde ebeveynler,
“Eee nede olsa erkek çocuğu tabi silahla oynayacak kardeşim”
gibi söylemlerde olurlarsa bu eğilim daha da çok artacaktır.
Çocukların saldırganlığının artmasına, diğer
arkadaşlarına zarar vermesine, kolay yoldan her şeyi
yapabileceklerini sanmalarına ve aslında tüm bu şiddete
sahipken bile korkak çocuklar yetiştirilmesine sebep oluyoruz.
Belki biraz ağır olacak ama ne yazık ki öldürücü bir gelecek
yetiştiriyoruz.
Çocuklar iyide, kötüyü de gözlemleyerek, örnek
alarak ve taklit ederek öğreniyorlar. Babam öyle yapmıştı bir
kere bende yapacağım. Tabi bu bununla da kalmayıp çevredeki
diğer insanları da taklit ediyorlar. Kimi zaman izledikleri bir film,
okulda arkadaşına saldırganlık olarak geri dönüyor. Çünkü çocuk
gözlemlediği şeyleri taklit ediyor aslında. Zararlı veya zararsız
olduğunu şayet, uyarılmadıysa bilemiyor.
Her gün değişik bir haber okuyoruz. Daha geçen gün
bir çocuk gerçek bir silahla iki çocuğu vurmuş. Şimdi kim suçlu
dört yaşında bu silahı kullanan çocuk mu yoksa o silahı ortalıkta
bırakan aile mi? Bütün hayatı boyunca bu çocuk, diğer
çocukların acısıyla büyüyecek, düşünsenize nasıl bir psikolojisi
olacak bu çocuğun. Kim verecek bunun hesabını bilmiyorum?
Şimdi herkes diyecek ki o zaman şu silahlı filmde
Çocuklarda ki şiddet eğiliminin en büyük sorumlusu
kaldırılsın ki, bence de kaldırılsın ya da çok geç saatlerde
ailedir. Çocukları olumsuz yönde etkileyen TV programları,
izletilsin. Ya da diyeceksiniz ki şiddet içeren çizgi filimler ne
kitap, CD, bilgisayar ve internet de ailelere bu konuda ne yazık
olacak, bana soracak olurlarsa lütfen o çizgi filmlerde kaldırılsın. ki destek olmaktadır. Aile olarak yapmamız gereken en önemli
Şiddet içerikli filimler, çizgi filmler, bilgisayar oyunları, şey, çocuklarla olan paylaşımı artırmak ve çocuklara insan
dergiler ve oyuncaklar. Bütün bunların birçoğunda silah olmasa sevgisini aşılayabilmek. Çocuklar için en önemli olgu sevgi ve
ilgidir. Çocuk desteklenmek ve onurlandırılmak ister. Her türlü
bile şiddet var. Ya uçan bir tekme, ya öldürücü bir silah ya da
imkânı çocuğa sunmak yeterli diye düşünüyorsak yanılıyoruz.
buna benzer savaşlar. Mümkün olduğunca izletmiyorum,
Çocukların tüm vakitlerini, sürekli bilgisayar ve televizyon
almıyorum, izin vermiyorum diye söylemlerde bulunsak bile,
başında geçirmelerine engel olmalı ve onlara faydalı uğraşlara
tesadüfen izlenen filmlerden bile çocuklar çok etkilenmekte.
teşvik etmeliyiz. Şiddetten uzaklaştırmak ve her açıdan daha
Kötü adam, iyi adam, dünyayı kurtaran adam.
sağlıklı çocuklar yetiştirmek için önemli olan şey çocukla birebir
Özellikle bu tip filmlerin çocuklardaki sosyal gelişime kötü
ilgilenebilmektir.
8
denizkadayıfıdır. Saf suda eritilen bu maddeler sayesinde
yoğunlaşan su, teknede adeta dingin bir deniz gibi
beklemektedir boyaları.
Seçil VARDAR
Türkçe Öğretmeni
Boyaları elde etmek için özel bir çalışma gerekir. Bizlere
sunulan her nimeti faydamız için kullanırsak çamur bile değerli
bir madene dönüşebilir. Topraktır ebru boyasının özü.
Ayağımızın altında her gün binlerce adım darbesiyle ezdiğimiz
toprak… Renkli toprağın desteseng yardımıyla ezilip su ile
karıştırılmasıyla elde edilen boyalar bekletilir. Dibe çöken
boyanın üstündeki fazla su atılır ve dipte kalan boya kullanıma
hazırdır.
SUDAKİ DANS
Ebru… Suyun boyayla dansıdır. Harikulade bir renk
cümbüşüdür. Bu muhteşem sanat eserinin tarihçesine göz
gezdirecek olursak Asya’dan Avrupa’ya doğu uzun bir yolculuğa
tanık oluruz. Ortaya çıkış yeri ve tarihine ilişkin kesin bir delil
bulunmamaktadır. Ancak, köklerinin 9. ve 10. yüzyıla kadar
uzandığı varsayılmaktadır. Bilinen o ki, bu sanat, kâğıdın tarih
sahnesine girmesiyle gelişmiştir.
Ebrunun asıl sihri ödde
saklıdır. Boyaların birbirine
karışması ve dibe çökmesini
engelleyen bu madde
sayesinde işte ebrunun sihrine
kapılıp kendimizden geçiyoruz.
Nasıl oluyor da suya resim
çiziliyor sorusuna cevap ödde
gizlidir. Birtakım işlemlerden
geçtikten sonra damlalık
yardımıyla boyalara damlatılan
öd ebruya hayat verir.
Ebru yapımı için en önemli malzemelerimizden biri hiç
şüphesiz fırçadır. Fırça öyle hazır alınıp kullanılamaz. Gül
dallarının bir boyda kesilip belli bir müddet kurutulması sonucu
fırçamızın sapı elde edilir. Fırça ucu için ise at kuyruğu kullanılır.
Atın her türlü nimetinden faydalanana bir toplum olarak
kuyruğundan faydalanmak da bizlere nasip olmuştur. At
kuyruğu kullanılmasının özel bir sebebi vardır. At kuyruğu boyayı
birden salmaz ve damla damla akıtır.
Çin'de lin-şa-şien, XII. asırdan itibaren Japonya'da
suminagaşi ve beninagaşi isimleriyle sulu vasatta yapılan bir
takım çalışmaların mevcudiyeti, daha sonraki asırlarda Çağatay
Türkçesi'yle ebre adını alarak Türkistan'da ortaya çıkan bu
sanatın tarihi gelişimi hakkında bir fikir vermektedir.
Türkistan'dan en geç XVI. asır başlarında İpekyolu'nu takiben
İran'a geçişinde ebri olarak isimlendirilen bu sanat, görünüşüyle
gerçekten bulut kümelerine benzer şekiller taşıdığından, buluta
nispet ifade eden bu Farsça ismi doğrulamaktadır. Osmanlı
ülkesinde de revaç bulan aynı isim, telaffuz zorluğundan son
yüzyılda Türkçe'de ebru'ya dönüşmüştür. Galat olmakla
beraber, kaş gibi şekiller de ihtiva ettiğinden, bu sanata ebru
denilmesi bir çelişki sayılmamalıdır; çünkü ebru kelimesi
Farsça'da kaş manasına gelmektedir. XVI. asır ortalarında Mir
Muhammed Tahir tarafından Hindistan'da yapılmaya başlandığı
rivayet olunan ebruculuk, buradan İran'a ve sonra da İstanbul'a
kadar yayılmıştır.
Her şey hazır artık… Bütün
malzemeler ebru yapımı için
yerlerini almıştır. Emek emek
hazırlanan malzemeler sabır
dolu, geniş bir yürekten
dökülen damlalarla muhteşem
lezzetler sunmak için
sabırsızlanıyor. Hoş bir ney
eşliğinde, sevda yüklü boyaların
toprağa düşen yağmur
damlaları gibi suya bereket
sunmasını ve tıpkı doğanın
yeşillenmesi gibi teknenin içinin
çiçek bahçesine dönüşmesini
seyretmek… İşte huzura erip, aşk ile yanmak bu olsa gerek.
Pek çok çeşiti var ebrunun. Battal ebru, şal ebru, gel-git
ebru, taraklı ebru, akkase, hafif ebru, hatip ebrusu, çiçek ebru…
Her biri farklı duyguyu raks ettirir suyun yüzeyinde…
Bilinen ustalarımızdan bazılarını isimlerini sıralayacak
olursak: Hazarfen Ethem Efendi, Nafiz Efendi, Necmettin Okyay,
Abdülkadir efendi, Sami Okyay, Sacit Okyay, Mustafa
Düzgünman, Niyazi Sayın sadece birkaçıdır. Ebruyu bizlerle
tanıştıran bu insanlara ne kadar teşekkür etsek azdır herhalde.
Gören gözde hoşluk vardır. Bazı eserlerin değerinin
anlaşılması için önce onları görmek lazımdır. Ebru en güzel
geleneksel sanatlarımızda biridir. Kalpten suya akıtılan,
bereketli ve büyüleyici damlaların harikulade hoşluğudur ebru.
Seyretmek bile insana tarifsiz duygular aksettirirken, yaparkenki
eşsiz yükselişi düşünün bir de.
Suya akıtılan boyalar biz yardımıyla şekilden şekle girip
gönül dergâhımıza hoşluk kazandırır. Tabi sadece su değildir
boyanın su yüzeyinde kalmasını sağlayan. Suya yoğunluk katan
birtakım maddelerle su yoğunluğu arttırılır. Bunlar kitre, salep,
9
İcadımız bir gece lambası ve bir sinek kovan cihazından
oluşmaktadır. Bu iki aracı birleştirerek bir prizde hem gece
lambası, hem de sinek kovar cihazını kullanılabilir hale getirdik.
Neslihan AK
Fen ve Teknoloji Öğretmeni
SİNEKKOVAN GECE LEMBASI
Bu yılki “Bu Benim Eserim Proje Yarışması” nda Gazi
Mustafa Kemal İlköğretim Okulu olarak biz de vardık. Yarışmaya
“Sinek Kovan Gece Lambası” adlı icadımızla katıldık.
Şartlar ne denli zor
olursa olsun “çalışarak her
sorunun üstesinden
gelinebilir” düşüncesiyle yola
çıktık. İcadımızı uzun
araştırma ve çalışma sonucu
ortaya çıkardık. İcadımızla
ilgili ilk fikri ortaya atan
yedinci sınıf öğrencimiz Ali
SERT oldu. Daha sonra Ali
SERT ve sınıf arkadaşı Yakup
İLBASAN bu fikri geliştirerek
çok güzel bir icat ortaya
koydular. “İcat” diyorum,
çünkü yaptığımız
araştırmalarda daha önce böyle bir çalışmanın yapıldığına dair
bir bulguya rastlamadık.
Funda BALLI
Yusuf HOŞER
6-A
7/A
ZEYTİN AĞACININ AĞIDI
Yakacık'ta bir zeytin ağacıyım.
Bir zamanlar,
Rüzgârlar okşardı saçlarımı,
Yapraklarım her sabah
Güneşe gülerdi,
Masalar dinlerdim yıldızlardan.
Yaşamak güzeldi.
Dört yanımda
Kardeş ağaçlar, dost çiçekler vardı.
Görseniz, ne yağmurlar yağardı bereketli,
Kuşlar, çocuklar yerdi en çok
Meyvelerimi.
Nasılda cömertti toprak ana,
Sere serpe uzardı
Dallarım gökyüzüne,
İçten bir türküydü yaşamak
O günler nerede!
Yakacık'ta bir zeytin ağacıyım,
Şimdi beton evler sardı çevremi,
Projemiz “Bu Benim Eserim Proje Yarışması” Aydın
komisyonu tarafından kabul gördü; fakat İzmir komisyonundan
onay alamadı. Bu yüzden de ilerleyemedi. İzmir komisyonundan
bize gönderilen açıklamada “Projenin özgün olmadığı ve daha
önce benzer projelerin yapıldığı” yönündeydi. Oysaki yaptığımız
araştırmalarda bu projeye benzer başka bir projeyle
karşılaşmadık. Yarışma araştırmalarını ne genişlikte olduğunu
bilemiyoruz. İcadımızın özgünlüğüne gelince: Yedinci sınıf
öğrencilerinin hem sevilerine,
hem de hayal güçlerine göre
yeterince özgün olduğunu
düşünüyorum. Tabi, özgünlük
dediğimiz kavram kişinin
yaşına ve öğrenim seviyesine
uygunluk olarak ele alınırsa
projemizin özgün olduğunu
iddia etmek pek de ukalâlık
olmaz herhalde.
Yine de şunu biliyorum ki
öğrencilerimiz artık
başarmanın ne demek
olduğunu ve başarmak için ne
yapmak gerektiğinin
farkındalar. “Bu Benim Eserim Proje Yarışması” nda hem benim
hem de öğrencilerim için önemli bir yer tutuyor. Bundan sonraki
yıllarda daha “özgün” ve iyi projelerle bu tür yarışmalarda yer
alacağımıza eminim.
Artık ne dalım var, ne yaprağım,
Biliyorum, bir gün kesecekler beni.
FUNDA BALLI 6-A
AH BİR BİLSEN
Ah bir bilsen duyduklarımı,
Sanki bir dağ ağırlığı kalkacak üzerimden
Ve nehirler boşalacak bir an içerimden
Sakın bilme!
Anlatsan duyarım bütün güzelliklerimi.
Erir dağlarımın başındaki kar.
Sussan içerisinden kıymeti kopar.
Sakın konuşma!
Ha küreğe mahkûm olmak ha prangaya vurulmak
Ha görmemek gözlerini, hepsi de bir.
Bütün kör düğümler çözülecek gözlerinde.
Sakın bakma!
Bir haberin gelse iki satırlık.
Yüreğim birdenbire kanatlanır, yücelir.
Bir martı gibi çıkar kapına gelirim.
Sakın yazma!
Çıkıp gittiğinden beri sessiz sedasız
Başı boş kalan esir, zindanda yatan hürüm.
Dönmesem çaresiz kalır ölüm.
Sakın işitme!
Yusuf HOŞER 7-A
10
edin. Evinizde internet yoksa okulda, kütüphanede ya da
ailenize bilgi vererek arkadaşınızın bilgisayarında İnternete
girebilirsiniz. 12 yaşından küçükseniz velinizi yanınıza almadan
İnternet kafelere gitmeyin.
İNTERNET KÖŞESİ
Hüseyin OKUL
Bilişim teknolojisi Öğretmeni
4.
Merhaba Sevgili Çocuklar,
İnternetten yararlanmak sizin temel hakkınızdır.
İnternet sizi istediğiniz yere götüren uçan halı gibidir. Internet
dünyamıza açılan büyük bir özgürlük penceresidir. Internet hava
gibidir. Değeri ancak yokluğunda anlaşılır. O hâlde arkadaşlar.
Bilinmeyen yerlere açılan ve sizi davet eden her kapıdan içeri
girecek misiniz? Her pencereden başınızı çıkarıp bakacak
mısınız?
ARKADAŞINIZI SİZ BELİRLEYİN!
İnternet ortamında sadece tanıdığınız kişilerle sohbet edin
ve iletişim kurun. Tanımadığınız kişilerin İnternetten yaptığı
arkadaşlık tekliflerini reddedin! İnternet sitelerinde yer alan
oyunlara, aktivitelere, yarışmalara katılmadan önce mutlaka
ailenize ve öğretmenlerinize danışın. İnternette tanıştığınız
yabancılarla ailenizin bilgisi olmadan yüz yüze görüşmeyin,
buluşmayın!
Tabii ki hayır! Çünkü sizin seçme özgürlüğünüz vardır.
Hangi kapının ardında yolculuk yapacağınıza, Hangi pencereden
yıldızları seyredeceğinize, Engin ufuklara doğru hangi halı
üzerinde uçacağınıza, siz karar vereceksiniz!
Öyleyse Genç İnternet Kullanıcısı, İnternetin uçsuz
bucaksız ve zenginliklerle dolu dünyasını keşfetmeye hazır
mısın? Bu İnternet yolculuğunda gemine beni de al! Sana eslik
edeyim. Hızlı, heyecanlı ve eğlenceli bir yolculuğa çıkalım. Sana
İnternet yolculuğunda karşılaşabileceğin sinsi tehlikeleri
anlatayım. Ama önce güvenli bir İnternet yolculuğu için kullanıcı
kaptanın dikkat etmesi gereken konuları birlikte hatırlayalım:
1.
5.
GİRECEĞİNİZ KAPIYI, BAKACAĞINIZ PENCEREYİ SİZ
BELİRLEYİN!
ZAMANI SİZ YÖNETİN!
Ziyaret edeceğiniz internet sitelerini aileniz ya da
öğretmenlerinizle
birlikte siz belirleyin. Size teklif edilen internet
Arkadaşlar, Zaman sizin en değerli varlığınızdır. Internet ve
sitelerini,
ailenize
ya
da öğretmenlerinize sormadan ziyaret
bilgisayar başında kalacağınız zamanı iyi ayarlayın. İnternetin
etmeyin. Size teklif edilenlere değil, ailenizin ve
zamanınızı çalmasına izin vermeyin. Dışarıda oyun oynamak,
öğretmenlerinizin tavsiyelerine önem verin. Ailenizle ya da
sevdiğiniz sporları yapmak, ailenizle beraber vakit geçirmek,
öğretmenlerinizle birlikte güvenli olduğunu tespit ettiğiniz
derslerinizi yapmak ve kitap okumak için kendinize zaman ayırın.
İnternet sitelerini bilgisayarınızın "sık kullanılanlar" bölümüne
2. VÜCUT SAĞLIĞINIZI KORUYUN!
ekleyin.
Sevgili Genç İnternet Kullanıcıları, Bilgisayar karşısında dik
oturun; sırtınızı destekleyecek bir sandalye veya oturma alanı
seçin. Bilgisayarınızı aydınlık ortamlarda kullanın. Bilgisayarın
önünde uzun süreli hareketsiz kalmayın.
6.
T.C. kimlik numaranız, adresiniz, telefon numaranız
okulunuzun adı, anne ve babanızın iş adresleri ve iş yeri telefon
numaralarını yabancılarla paylaşmayın. İnternet üzerinden kendi
resimlerinizi, ailenizin resimlerini, video görüntülerinizi
yabancılara göndermeyin. Yabancılarla web kamera kullanarak
konuşmayın. Evinizi ve odanızı yabancılarla paylaşmayın.
7.
3.
YERİ SİZ BELİRLEYİN!
Anne ve babanıza karşı açık, şeffaf ve dürüst olun.
İnternette yaptığınız maceralı yolculuklarınızda onları da
yanınıza almaktan çekinmeyin. İnternette gezinmek için eviniz
ve ailenizle birlikte oturduğunuz odayı tercih edin. İnterneti
başka bir yerde kullanıyorsanız bu yerin neresi olduğu hakkında
ailenizi bilgilendirin. Sigara içilmeyen ve havadar yerleri tercih
KİMLİĞİNİZİ VE KİŞİLİĞİNİZİ KORUYUN!
"HAYIR!" DEME HAKKINIZI VE ÖZGÜRLÜĞÜNÜZÜ
KULLANIN!
İnternette iken sizi rahatsız eden, görüntü, ses ve yazılara
rastladığınızda hemen Internet kullanımını bırakın. Rahatsız
edildiğinizde karşılık vermeyin. Hemen ve hiç çekinmeden
ailenize haber verin. Zararlı ve rahatsız edici İnternet sitelerini
www.ihbarweb.org.tr adresine ya da 0312 582 82 82 numaralı
telefona hemen şikâyet edin. Sizleri rahatsız eden kişilere cevap
vermeyin ya da onları yetkililere şikâyet ederek cezalandırın.
Çünkü onlar için en büyük ceza, saldırılarına karşılık
vermemenizdir.
.
8.
CÜZDANINIZI HIRSIZLARDAN KORUYUN!
Anne ve babanızdan izin almadan ya da onlar yanınızda
olmadan İnternet üzerinden alışveriş yapmayın. Unutmayın!
İnternette kredi kartı bilgilerini karşı tarafa vermek, cüzdanınızı
tanımadığınız bir kişiye emanet etmek gibidir.
11
9.
İYİ VE NAZİK BİR KULLANICI OLUN!
14. BİLGİSAYARINIZDAKİ HIRSIZ VE YANKESİCİLERE
DİKKAT EDİN!
İnternette güzel Türkçemizi nazik ve kibar bir şekilde
kullanın. Saka yapmak amacıyla dahi tehdit edici, kötü ve kaba
sözler kullanmayın. Internet özgürlüğünüzü kullanırken
başkalarını rahatsız etmeyin. Size yapılmasını istemediğinizi siz
de başkasına yapmayın! Hatalıysanız özür dilemekten
çekinmeyin. İyi ve nazik olmaktan hiçbir zarar görmezsiniz.
Kötü niyetli kişiler şifrenizi, banka bilgilerinizi ve diğer
kişisel bilgilerinizi adeta olta atarak çalabilirler. Bu hırsız ve
yankesiciler şöyle çalışır:
Dolandırıcılar bir bankanın ya da finans kurumunun
İnternet sitesinin her şeyini tamamen taklit ederek size bir eposta gönderirler. Sizden banka kart numarası ve şifresi gibi
kişisel bilgilerinizi isterler. Sevgili Genç İnternet Kullanıcıları,
kişisel bilgilerinizi isteyen bir e-posta alırsanız bunu kesinlikle
cevaplamayın! İnternette güvenmediğiniz ve bilmediğiniz
İnternet sitelerinden alışveriş yapmayın!
10. E-POSTALARINIZI KORUYUN!
15. TAKİP EDİLİYOR OLABİLİRSİNİZ!
Keylogger (casus) programı, İnternetteki tüm adımlarınızı
izler, kaydeder ve ekranınızın resmini çeker. Bu sinsi program,
İnternetteki tüm klavye hareketlerinizi ve bilgilerinizi çalarak
programın sahibine gönderir.
Casusları Nasıl Atlatabiliriz? Bilgisayarınızın sistem ve anti-virüs
güncellemelerini zamanında yapın. Casuslara karsı etkili olan
anti-casus yazılımları kullanın. Yabancı bilgisayarlarda kişisel
bilgilerinizle faaliyetlerde bulunmayın.
Şifresi kolay olan elektronik posta (e-posta) adresleri güvenli
değildir. Bu nedenle e-posta adresleriniz için güvenli şifreler
oluşturun. İstenmeyen e-postaları önlemek ve gereksiz mesaj
trafiği oluşturmamak için internette güvenmediğiniz sitelere
kayıt olmayın. Mecbur kalmadıkça özel ve kişisel bilgilerinizi
İnternet üzerinden göndermeyin. Çünkü bu bilgiler başkaları
tarafından ele geçirilebilir!
16. İKİ KİSİNİN BİLDİĞİ ŞİFRE, SIR DEĞİLDİR!
İnternetteki kullanıcı adlarınız ve şifreleriniz size ait en önemli
sırlarınızdır. Bu sırlarınızı hiç kimseyle paylaşmayın. İnternet
hesaplarınız için mutlaka güçlü şifreler belirleyin. Şifrenizin
içinde harflerin dışında sayılar ve noktalama işaretleri gibi farklı
karakterler de bulunsun. Şifrenizin sizinle ilgili bilgilerden
oluşmamasına dikkat edin.
11. BİLGİSAYARINIZ! VİRÜSLERDEN KORUYUN!
Virüslü bilgisayar, vücuduna bulaşıcı mikrop girmiş ve grip
hastalığına yakalanmış olan insana benzer. Virüslü bilgisayar,
nezle olmuş insan gibi yorgun ve halsiz çalışır. Öyleyse
Arkadaşlar,
Bilgisayarınıza mutlaka bir anti-virüs programı kurun. En az
haftada bir kez anti-virüs programınızı güncelleyin ve
bilgisayarınıza tam virüs taraması yapın. Güvenli olmayan
İnternet sitelerinden dosya, müzik, oyun veya film indirmeyin.
Önemli dosyalarınızı mutlaka yedekleyin. Unutmayın arkadaşlar.
Bir hastalığın en etkili ilacı o hastalığa yakalanmamak için
önceden önlem almaktır.
12. BİLGİLERİNİZİ ÇALMAYA GELEN HIRSIZLARA DİKKAT!
Spamlar (istenmeyen e-postalar) okumanız için başucunuza
zarf bırakıp giden maskeli hırsızlara benzer. Bu zarfı merak edip
açtığınızda ve mektuptaki istekleri yerine getirdiğinizde tüm
bilgilerinizi çalmış olurlar. Bu şekilde gelen, istenmeyen epostaları kabul etmeyin ve hiç okumadan silin, istemediğiniz
halde size ulaşan e-postaları asla arkadaşlarınıza iletmeyin.
İnternette gezinirken kendi amaçlarınıza önem verin.
Başkalarının amaçlarını ve e-postalarını merak etmeyin.
13. TRUVA ATI BİLGİSAYARINIZI ESİR ALMASINI
Truva atı, sinsi bir programdır. Kaleyi içerden fethetmek
için kılık değiştirerek kaleye girmiş askerlere benzer. Önce
kendisini masum bir müzik, film ya da oyun dosyası olarak tanıtır
ve kabul ettiğinizde bilgisayarınızın yönetimini sinsice ele geçirir.
Böylece bilgisayarınız başka programların kölesi hâline gelir,
sizin kontrolünüzden çıkar ve onların istediklerini yapar. Güvenli
olmayan ve bilmediğiniz İnternet sitelerine girmeyin. Bu
İnternet sitelerinden dosya indirmeyin. Haftalık virüs taramanızı
ihmal etmeyin.
17. İNTERNETTE EN GÜVENİLİR DOSTUNUZ BİZİZ!
Aklınıza takılan en küçük konuyu bile çekinmeden bize
sorun. Zararlı ve rahatsız edici Internet siteleriyle
karşılaştığınızda hemen www.ihbarweb.org.tr adresinden ya da
0312 582 82 82 numaralı telefondan bize ulaşın ve şikâyet
hakkınızı ve sorumluluğunuzu kullanın.
Haydi, sizler için hazırladığımız www.guvenliweb.org.tr
adresindeki İnternet sitemizde buluşalım!
KAYNAKÇA
http://www.bced.gov.bc.ca
http://www.besafeonline.org
http://www.childnet-int.org
http://www.dmoz.org
http://www.guvenliweb.org.tr
http://www.kidskonnect.com
http://www.protectkids.com
http://www.rtuk.gov.tr
12
Toplum sağlığını etkileyenler: Özellikle okul gibi toplu
yaşanan yerlerde:
SAĞLIK KÖŞESİ
Naim ÇAKAR
Ortamın havalandırılması
Ortam sıcaklığının uygunluğu
Hapşırırken ve öksürürken ağzımızın kolun iç yüzüyle
kapatılması
Tuvalete girmeden önce ve sonra ellerimizin yıkanması
Tuvaletlerin temiz bırakılması
Yerlere tükürmemek
Okula gelen çocukların bulaşıcı hastalık aşılarını
yaptırmış olması(Grip aşısı, kızamık, suçiçeği aşısı gibi)
Kazaya yol açabilecek davranışlardan kaçınmak
Hıdırbeyli Sağlık Ocağı Başhekimi
www.naimcakar.com
SAĞLAM KAFA SAĞLAM VÜCUTTA BULUNUR
"Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur" atasözü, akıl ve
ruh sağlığı ile vücut sağlığının bir bütün olduğunu vurgular.
Gerçekten de vücut ve zihin ayrılmaz bir bütündür. Fiziksel
rahatsızlıklar öğrenmemizi ve başarımızı doğrudan etkiler.
İnsan vücudu, çok karmaşık aynı derecede de
mükemmel bir sistemdir. Hiç durmaksızın çalışır ve çok değişik
koşullara uyum sağlayabilir.
Bu kurallara ne kadar uyarsak o derece sağlıklı ve
başarılı oluruz. Çünkü hem hastalık nedeniyle devamsızlık
yaparak derslerimizden geri kalmayız hem de çalışmak ve
başarmak için gerekli olan güce sahip oluruz.
Vücudumuzun sağlıklı kalmak için bunca çaba
göstermesine karşılık bize düşen tek görev, bu harika makinenin
nasıl çalıştığını öğrenmek ve temel sağlık kurallarına uyarak
vücudumuzun en iyi biçimde çalışmasına yardımcı olmaktır.
Hastalıklardan korunmak tedaviye göre hem daha ucuz
hem de daha az eziyetlidir. Sağlığın temeli koruyucu sağlık
hizmetleridir. Hastalıklardan korunabilmek için neler yapılacağını
bilmemiz gerekir. Bize aile içinde ve okulda öğretilen yaşam
kurallarının bir bölümü hastalıklardan korunmaya ve hastalıkların
yayılmasını önlemeye yöneliktir. Örneğin hepimiz yemeklerden
önce ve sonra ellerin yıkanması, öksürür ya da hapşırırken ağzın
kapatılması ve terliyken soğuk su içilmemesi gerektiğini erkenden
öğreniriz. Bu kurallardan bazıları bireysel sağlığımızı korumada
bazıları da toplum sağlığını korumada etkilidir.
Birey sağlığını etkileyenler:
Sigara içmemek
Çok fazla şeker ve hayvansal yağlar yemekten kaçınıp
dengeli beslenmeye özen göstermek
Çiğ sebze ve meyveleri iyice yıkamadan yememek
Temiz olmayan suları içmemek ve mikroplu sularda
yüzmemek
Bol bol egzersiz ve spor yapmak
Düzenli olarak yıkanmak
Giyeceklerin, kullanılan eşyanın ve yaşanan yerin
temizliğine özen göstermek
Kazaya yol açabilecek davranışlardan sakınmak
Stresten kaçınmak
Her yemekten sonra dişleri fırçalamak
Belirli aralıklarla doktora görünmek
Alışılmadık, olağan dışı ya da rahatsız edici herhangi bir
belirtide hemen doktora başvurmak
Bağımlılık yaratıcı ilaçlar ve alkol kullanmamak.
Okuyup yazarken yeterli ışığın soldan arkadan veya
yukarıdan gelmesine dikkat etmek. Hareketli taşıtlarda
veya yüzüstü kitap okumamak, bu durumlarda gözün
uyum yeteneği bozulabilir. Okunan yazı ile göz arasındaki
uzaklığın 40 cm olmasına dikkat edilmelidir.
Göz sağlığı açısından televizyon ve bilgisayar başında fazla
durmamak.
Yüksek tonda ve kulaklıkla müzik dinlemek işitme kaybına
neden olabilir.
Sivilcelerin sıkılması, iltihabın yayılması ve kalıcı deri
yaralarına sebep olabileceği için özellikle yüzdeki
sivilceleri sıkmamak.
Gülümseten Anılar
KUDUZ OLURMUYUM
90 yıllarda yöremizdeki yaban hayvanlarında kuduz
hastalığının çok görüldüğü ve insanlarımızın kuduz hastalığı
bulaşmasından çok korktuğu günlerde oldukça tedirgin bir hasta
geldi:
-
Doktor bey özel bir şey sorabilir miyim?
Buyurun!
Hasta odanın kapısını kapattıktan sonra,
-
Doktor bey dün gece beni rüyamda köpek ısırdı
acaba kuduz olur muyum?
Tam gülerek ''Dalgamı geçiyorsun''diyecektim ki; adam
gayet ciddi panik haliyle bana bakıyor. Dolayısıyla ciddi bir
tutum takınarak:
-
Nereden ısırdı?
Paçamdan.
Ayağını ısırdı mı, yoksa sadece paçanı mı ısırdı?
Yok. Sadece pantolonumun paçasından ısırdı.
O zaman korkma! Hiç bir şey olmaz.
Allah razı olsun! Sağ ol doktor bey.
Güle güle geçmiş olsun.
Hasta gitti. Neyse ki çalışma arkadaşlarım var, yoksa
ben de tereddütteyim bu gerçek miydi? Yoksa rüya mı?
13
Sema Zahide KEYİK
1/A Sınıfı Öğretmeni
NEY SESİNE YOLCULUK
Duyduğumuz anda titretir yüreği inceden inceye. Şöyle bir
anlam vermeye çalışırız nedir diye. Bu kadar ruha yakın ama yeni bir
keşif gibi. Çağırır sonra bizi yanına hasretle, aşkla, özlemle dinleriz.
Sanki bedene hapsolan o ruhun bir lisanıdır bu işte.
Kamışlıktan gelmiş ama ayrılmıştır vatanından. Ondan
böyle yanık ve içten bir sesi vardır der alimler evliyalar.
Neyi en güzel anlatanlardan biride bütün insanlığa ‘’GEL’’
diye seslenen Mevlana Celalettin Rumi’dir. Mesnevinin ilk on sekiz
beytinde şöyle anlatır neyi;
1.
Dinle, bu ney nasıl şikâyet ediyor, ayrılıkları nasıl
anlatıyor:
2.
Beni kamışlıktan kestiklerinden beri feryadımdan
erkek, kadın herkes ağlayıp inledi.
3.
Ayrılıktan parça parça olmuş kalb isterim ki iştiyak
derdini açayım
4.
Aslından uzak düşen kişi, yine vuslat zamanını arar.
5.
Ben her cemiyette ağladım, inledim. Fena hallilerle de
eş oldum, iyi hallilerle de.
6.
Herkes kendi zannınca benim dostum oldu ama kimse
içimdeki sırları araştırmadı.
7.
Benim esrarım feryadımdan uzak değildir, ancak (her)
gözde, kulakta o nur yok.
8.
Ten candan, can da tenden gizli kapaklı değildir, lakin
canı görmek için kimseye izin yok.
Mevlana bir ney sesinde işte bu kadar derinlikleri
gördü asırlar öncesinden. Şimdi yine aynı ses ama bu sesteki o
sırrı bilecek ruhlar hangimizde.
Büyük Türk bilginleri de aslına genel olarak ney
müziğinin insanın depresif ruh hali üzerinde olumlu ve tedavi
edici tesirler bıraktığını gözlemlemişlerdir. Örneğin büyük Türk
bilgini Farabi Türk müziğindeki bazı makamların ruha etkisini
şöyle sınıflandırır:
Rast makamının insana neşe ve huzur verdiğini, saba
makamının cesaret ve azim verdiğini, hicaz makamının tevazu ve
alçak gönüllülük verdiğini, nihavent makamının da insana
sakinlik ve huzur verdiğini gözlemlemiştir. Düşünün ki bu kadar
şifa veren melodileri ney sesi ile işitmek kim bilir ruhumuzu nasıl
dinlendirir.
Büyük neyzenler insanla neyi birbirine o kadar yakın
görmüşlerdir ki ney ile insanı şöyle karşılaştırmışlardır. Ney
dokuz boğumdan meydana gelmiştir, insanda dokuz ayda
meydana gelmiş ve insan gırtlağı da dokuz boğumdan
oluşmuştur. İnsan vücudunda dokuz delik vardır ney de dokuz
delikten meydana gelmiştir. Kim bilir bu kadar benzerlik mi bizi
neye yakınlaştıran.
Bu kadar derinliğe sahip neyin yapımına gelince,
geçmişten
bu yana en iyi kamışın Hatay ilinde yetişmekte olduğu
9. Bu neyin sesi ateştir, hava değil; kimde bu ateş yoksa
bilinmektedir.
Ney kamışları kasım aralık gibi toplanmaktadır.
yok olsun!
Toplanan kamışlar ilk kurutma işlemi için kabukları temizlenip
10. Aşk ateşidir ki neyin içine düşmüştür, aşk
havalandırılır. Ney yapılacak kamışın üzerinden en az bir yıl
coşkunluğundur ki şarabın içine düşmüştür.
geçmelidir. Eğri kamışlar düzeltilir. İki çeşit ney açma yöntemi
11. Ney, dosttan ayrılan kişinin arkadaşı, haldaşıdır. Onun vardır. Neyin içi boşaltıldıktan sonra ölçülere göre delikler açılır.
Kamışların iki ucuna parazvâne takılır. Üflenecek kısma
perdeleri, perdelerimizi yırttı.
başparesi eklenir. Başpare yapımında manda boynuzu, fil dişi,
12. Ney gibi hem bir zehir, hem bir tiryak, ney gibi hem bir
gibi malzemeler kullanılır.
hemden, hem bir müştak kim gördü?
13. Ney kanla dolu olan yoldan bahsetmekte, Mecnun
aşkının kıssalarını söylemektedir.
14. Bu aklın mahremi akılsızdan başkası değildir, dile de
kulaktan başka müşteri yoktur.
15. Bizim gamımızdan günler, vakitsiz bir hale geldi;
günler yanışlarla yoldaş oldu.
16. Günler geçtiyse, geçip gitsin; korkumuz yok. Ey
temizlikte naziri olmayan, hemen sen kal!
17. Balıktan başka her şey suya kandı, rızkı olmayana da
günler uzadı.
18. Ham, pişkinin halinden anlamaz, öyle ise söz kısa
kesilmelidir vesselam.
14
PARAZVÂNE
Başpârelerin dudağa temas eden açıklıkları, iç yüzeye
verilen derinlikleri (hazne derinliği) ve dış çapları neyzenlerin
Neylerin üst ve alt ucuna çatlamayı önlemek için çeşitli
istek ve alışkanlıklarına göre değişebilmektedir. Ağız açıklık
metallerden yapılmış, kamışa sıkıca giren birer bilezik takılır. Bu
çapları 16-17 mm; hazne derinlikleri 1-3 mm; dış çapları da
bileziklere parazvâne adı verilir. Metaller altın, gümüş, bakır, vs
(boynuz malzemede boynuz kalınlığının elverdiği ölçüde olmak
gibi olabilir. Ancak gümüş, bakır gibi metaller oksitlendiğinden
kaydıyla) 35-50 mm olabilmektedir.
hava ile irtibatları kesilmelidir. Alpakka (bafon) oksitlenmeyen
bir alaşım olduğundan tavsiye edilmektedir.
Başpârenin kamışa giren kısmının konik açısı, ses
kutusunun girişindeki konik açıyla aynı olmalıdır. Bu açı yaklaşık
Neyin üst ucuna takılan üst parazvâne, (en üstteki
beş derecedir.
boğum aynı zamanda ses kutusu olduğundan) 0.30 mm den
kalın ve 12 mm den geniş olmamalıdır. Alt parazvâne istenilen
Ancak çok duyulmamakla birlikte yeni yeni ses
kalınlıkta ve genişlikte olabilir. Neylerin boğum çizgilerine
vermeye başlayan Aydın-Germencik bölgesinde de ney kamışı
çatlamalara karşı dayanıklılığını arttırmak ve süslemek amacıyla yetişmektedir. Bu bölgede müzikle ilgilenen vatandaşlar bu
gümüş veya başka madenlerden teller sarılabilmektedir.
kamışları ney yapım sürecinden geçirerek bu tılsımlı sesi
keşfetmişlerdir.
Coşkun Sezertaşlı ve Besim Acar ney yapımı ile
amatörlükten profesyonelliğe açılma aşamasındadır. Bölge
insanımızın bu arayışında da aslında ne kadar duygu
yoğunluğuna sahip olduğunu anlayabiliriz.
Geçmişten günümüze neyin olgunluğuna erişmiş
büyük neyzenlerimizi de anmadan geçemeyiz. Neyzen Tevfik,
neyzen Aziz Dede, neyzen Emin Dede, neyzen Mehmet Akif
Ersoy, neyzen Niyazi SAYIN, neyzen Sultan 3.Selim, neyzen Ulvi
Erguner ve Süleyman Erguner, neyzen Koca Yusuf Paşa, neyzen
Aka Gündüz Kutbay, neyzen Sultan Abdullaziz ve isimi
sayamayacağımız kadar bu sırra erişen bütün neyzenler.
Okulumuzda da neye gönül veren öğretmen ve
öğrenci arkadaşlarımızla yaptığımız etütlerde neyin feryadını
hepimiz yüreklerimizde hissetmeye çalışmaktayız.
Neyin sesindeki sırlara erişebilen nefislerden
olabilmek ümidiyle…
BAHAR
Pırıl pırıl dereler.
Renk renk çiçekler.
Güzel güzel ağaçlar.
BAŞPARE
Neylerin üst ucuna (üflenen yerine) sesin daha net
çıkması ve dudakların yaralanmaması için başpâre denilen bir
parça takılır. Başpâre genellikle manda boynuzundan yapılmakla
beraber, fildişinden, abanoz veya şimşir gibi sert ağaçlardan
yahut benzer malzemelerden yapılabilir.
Günümüzde başpâre yapımında sanayide kullanılan
teflon, fiberglas gibi malzemeler kullanılmaktadır. Ney yapım
geleneğinde çoklukla kullanılan manda boynuzu, manda neslinin
tükenmek üzere olması nedeni ile artık bulunamadığı için
kullanılmamaktadır.
15
Kuşlar cik cik eder.
Pınarların suyu tatlı.
Uçurtmalar havada uçar.
Yeşil dağlar, yeşil tepe.
Bazı yerler çimen,
Bazı yerler taş olur.
Bazı evlerin içi mis gibi kokar.
Havada uçurtmalar uçar.
Enes EKİNCİ 1-A
İLGİNÇ BİLGİLER
Bir deve kuşunun gözü beyninden büyüktür.
Ayşegül ÖZCAN
1/B Sınıfı Öğretmeni
Emine KURU
1-B
Bir insan yaşamı boyunca iki yüzme havuzunu
dolduracak kadar tükürük salgılar.
BAŞARININ SIRLARI
Bir gün Einstein’dan “hayatta başarılı olmayı”
matematiksel bir ifadeyle anlatmasını istediler. Einstein dedi ki:
Nazar ERTAŞ
1-B
Timsahın gözlerinin arasındaki uzaklık, ayaklarının
büyüklüğüne eşittir.
- Eğer “a” başarıyı gösterirse, formül şöyledir:
a=x+y+z. Bu formülde “x” çalışmayı, “y” de dinlenmeyi gösterir.
Formülde açıklanmayan harfi fark edenler “ “z” neyi
gösterir?” diye sorunca, bilgin taşı gediğine koyar.
Baran GÖKTÜRK
1-B
Çocuklar baharda daha fazla büyür
- “z” de çenenizi tutmayı!!!
***
Başarı merdiveni dinlenme yeri değildir. O
merdivendeki basamaklar, tırmanan kişinin bir ayağını öteki
ayağından daha yükseğe çıkarmak için yapılmıştır.
Berna ZURNACIOĞLU
1-B
Gözler açık tutarak hapşırmak imkansızdır.
Thomas HUXLEY
Seyman ÜŞAR
1-B
***
Atatürk Gülümsedi öğretmenim
Dünyada başarı kazanmanın iki yolu vardır. Kendi
aklından faydalanmak ve başkaların akılsızlığından faydalanmak.
Atatürk Gülümsedi öğretmenim
Biz sınıfa girince
Le BRUYERE
Dağıldı kara bulutlar
***
Açıldı gonca
Başarı: Bilmek, istemek, cesaret etmek ve susmak…
Hanife KAÇAR
1-B
Alex MINTE
***
Özetlersek:
1.
Öğrenci başaracağına inanmalı
2.
Öğrencinin hedefi olmalı
3.
Okulu ve okumayı sevmeli
4.
Öğrencinin çalışma ortamı uygun olmalı
5.
Öğrencinin zihninin dağılmasına yol açan (hayal
kurma, üzüntü, televizyon, bilgisayar, telefon, müzik
vb.) olmamalı.
6.
Öğrenci kendine çalışma programı yapmalı ve planlı
çalışmalı.
7.
Öğrenci çalıştığı halde başarılı olamıyorsa, ders
dinleme ve çalışma yöntemlerini gözden geçirmelidir.
8.
Dersi derste öğrenmelidir. Çünkü ders okulda
öğrenilir. Derste anlayamadıklarını ders çıkışında
öğretmeninden ya da arkadaşlarından öğrenmelidir.
9.
Ders dinlerken ve çalışırken mutlaka not tutulmalıdır.
10. Öğrendiklerini tekrar etmeli ve sorular çözerek
pekiştirmelidir. Ayrıca yarınki derse hazırlıklı
gitmelidir.
16
Emine KURU
1-B
Nazar ERTAŞ
1-B
Hanife KAÇAR
1-B
Baran GÖKTÜRK
1-B
Berna ZURNACIOĞLU
Seymen ÜŞAR
1-B
1-B
Abdullah ALBAYRAK
2/A Sınıfı Öğretmeni
Geleceğin Suçlusunu Yetiştirmenin En Basit Kuralları
Daha küçükken çocuğa istediği her şeyi vermeye
başlayın! Bu şekilde o, herkesin onun geçimini
sağlamak zorunda olduğuna inanacaktır.
Kötü sözler söylediği zaman gülün! Böylece o
kendisinin akıllı olduğuna inanacaktır.
Ona düşünmeyi ve beynini kullanmayı hiç öğretmeyin!
21 yaşına gelince kendi kararlarını, kendisi versin diye
bekleyin!
Yerde bıraktığı her şeyi kaldırın; kitaplarını,
ayakkabılarını, kıyafetlerini, onun için her şeyi siz
yapın ki; o bütün sorumluluklarını başkalarına
yüklemeye alışsın!
Onun gözünün önünde sık sık kavga edin ki; bu sayede
aile bir gün parçalanırsa çok fazla üzülmesin.
KEDİM
Benim bir kedim var.
Çok güzel bir kedi.
Tüyleri pamuk gibi.
Arkadaş canlısı gibi,
Patileri çok güzel.
Kendini oyuna kaptırır.
Benim kedim.
Yasin ÖRS 2-A
Ona istediği kadar harçlık verin ki; hiçbir zaman kendi
parasını kazanmanın ne olduğunu öğrenmesin.
KÖPEĞİM
Benim bir köpeğim var.
Çok sevimlidir.
Benim köpeğim hiç can
sıkmaz.
Bekçi köpeği gibidir.
Havlamaz benim köpeğim.
Her gün oynar benimle.
Canım sıkıldı mı gelir
yanıma.
Benim canım köpeğim.
Emre YAY 2-A
Yiyecek, giyecek ve konforla ilgili bütün arzularını
yerine getirin ki; istediklerine ulaşmak için çalışmak
gerektiğini öğrenmesin.
Komşulara, öğretmenlere, polislere karşı daima onun
tarafını tutun ki, onların hepsine karşı peşin
hükümleri oluşsun.
Bütün bunları ve benzerlerini yaparak yetiştirdiğiniz
çocuğunuz bir gün suç islerse, kendisinden özür
dileyin! Ama onu felaket dolu bir hayata hazırladığınız
için kendinize teşekkür etmeyi ihmal etmeyin!!
Bu belge ABD Houston Polis Müdürlüğü tarafından
hazırlanmış ve kentteki tüm evlere ve okullara
dağıtılmıştır.
Yasin ÖRS
2-A
17
Emre YAY
2-A
Yıldız İLBASAN
2-A
öğretilseydi, doğru olanı yapabilirdik. Çünkü gerçeğin ve
doğrunun ne olduğunu öğrenmiş olurduk.
Saliha YILMAZ
Doğru olanı yapma kararı belleklerimizdeki canlılığını
hiçbir zaman yitirmez. Bu anıyı dostlarımıza ve torunlarımıza
göğsümüz kabara kabara anlatırız. Fırsatlardan yararlanmak
değil, doğru olanı yapmaktır önemli olan.
3/A Sınıfı Öğretmeni
Değerlerinizi kaybetmeden sevgiyle kalın…
DEĞERLER
Bizi biz yapan manevi değerlerimizdir. Yaptığımız bir
şeyin iyi veya kötü olduğunu bu ölçülere göre ayırırız. İşte bir
toplumun iyi bir toplum olup olmadığının ölçüsü de bu
değerlerin ne ölçüde uygulandığına bağlıdır. Değerlere bağlılık
konusunda ne zaman tereddüt etsem aklıma hep okuduğum bir
yazı gelir. İsterseniz bu yazıyı sizinle paylaşayım.
İLKBAHAR
Masmavi gökyüzünde,
Uçuyor kırlangıçlar.
Laleler, sümbüller,
Kokuyor çok güzel.
John 11 yaşındaydı ve New Hampshire gölünün
ortasındaki adadaki evlerinde ne zaman eline bir fırsat geçse
hemen balığa giderdi.
Fadime DENER 3-A
Levrek avı yasağının kalkmasından bir gün önce,
babasıyla akşamın ilk saatlerinde küçük güneş balıklarından
yakaladı. Sonra oltasına yem takıp, oltayı fırlatma talimi yaptı.
Yem suya değdiği zaman gün batımında suda altın haleleler
oluşturmuş, daha sonra gölün üzerinde ay doğmuştu. Oltasının
hızla çekildiğini hissedince, oltaya büyük bir balık geldiğini
anladı. Babası oğlunun balığı çekişini hayranlıkla izledi. Çocuk
sonunda yorgun düşen balığı sudan çıkardı. Bu o güne kadar
gördüğü en büyük balıktı, bir levrek; ama av yasağının
kalkmasına sadece saatler kalmıştı.
PROFESÖR VE SEYİS
Bir profesör konferans vermek üzere salona girmiş. Ama
bakmış ki salon, on sırada oturan seyis dışında bosmuş.
Konuşup konuşmama konusunda tereddüde düsen
Profesör sonunda seyise sormuş:
- Buradaki tek kişi sensin. Sana göre konuşmalı mıyım,
yoksa konuşmamalı mıyım?
Seyis cevap vermiş:
Baba-oğul güzelim balığa baktılar, pulları ay ışığında ışıl
ışıl parlıyordu. Babası bir kibrit yakıp saatine baktı. Saat 22.00
- Hocam ben basit bir insanim, bu konulardan anlamam.
olmuştu. Av yasağının bitmesine daha iki saat vardı. Önce balığa, Fakat ahıra gitseydim ve bütün atların kaçıp bir tanesinin kaldığını
sonra oğluna baktı.
görseydim, yine de onu beslerdim.
“Suya geri bırakman gerekiyor, oğlum,” dedi.
Bu sözlere hak veren Profesör konferansa başlamış. İki
saatin üzerinde konuşmuş durmuş, konferanstan sonra da kendini
mutlu hissetmiş, dinleyicisinin de konferansın çok iyi olduğunu
onaylanmasını isteyerek sormuş:
“Baba!” diye itiraz etti çocuk ağlamaklı bir sesle.
“Başka balıklar da var,” dedi babası.
“Ama hiçbiri bunun kadar büyük değil!” dedi çocuk.
- Konuşmamı nasıl buldun?
Seyis cevap vermiş:
Göle şöyle bir göz attı. Gölde hiçbir balıkçı teknesi
yoktu. Babasının yüzüne baktı bu kez. Kendilerini hiç kimsenin
görmemiş olmasına, kimsenin ne balığı yakaladıklarını
bilmesinin olanaksız olmasına karşın, babasının sesinden bu
konuda hiçbir ödün vermeyeceğini anlamıştı.
- Hocam sana daha önce basit bir adam olduğumu ve bu
konulardan pek anlamadığımı söylemiştim. Gene de eğer ahıra
gidip, biri dışında tüm atların kaçtığını görseydim, onu beslerdim,
ama elimdeki tüm yemi ona verip de hayvani çatlatmazdım.
Oltanın ucunu balığın ağzından çekti ve balığı gölün
karanlık sularına bıraktı. Balık suya düşer düşmez, şöyle bir
çırpındı ve gözden kayboldu. Çocuk bir daha bu kadar büyük bir
balık tutamayacağından emindi...
Sinan GÖKHAN ve Arda ÖZTÜRK 3-A
Bu olay bundan tam 34 yıl önce oldu. Bugün o çocuk
New York City”nin ünlü mimarlarındandır.
Babasının küçük evi hâlâ o adadadır. Oğlunu ve
kızlarını hâlâ o adadaki küçük eve balık tutmaya götürür.
Çocuk haklıydı. Bir daha o kadar büyük bir balık
tutamadı. Fakat “değerler” konusunda bir ikilem yaşadığı
zaman hep o balığı gözünün önüne getirir. Babasından öğrendiği
gibi “değerler”, doğru ile yanlışın ne olduğu konusunda çok basit
bir konudur. Güç olan yalnızca değerlerin uygulanabilmesidir.
Birileri görmediği zaman da doğru olanı yapabiliyor
muyuz? Evet, küçüklüğümüzde bizlere balığı suya geri bırakmak
18
Fadime DENER
3-A
Sinan GÖKHAN
3-A
Arda ÖZTÜRK
3-A
Oysa ki senin pek çok güzel özelliğin var. Kalbin öylesine
yüce ki! Bu gece gelip beni öpüşün de bunu kanıtlıyor. Bu gece başka
hiçbir şeyin önemi yok oğlum. Karanlıkta, yatağının yanında diz
çöktüm ve çok utanıyorum. Bunları sana uyanıkken anlatsam da
anlamazsın biliyorum. Ama yarın gerçek bir baba olacağım. Seninle
oynayacağım. Sen acı çektiğinde acı çekecek, sen güldüğünde
güleceğim. Dilimin ucuna kötü şeyler geldiğinde dilimi ısıracağım.
Kendi kendime sürekli, "O bir çocuk!" diyeceğim.
Şakire YİĞİN
3/B Sınıfı Öğretmeni
Eleştirmeyin, kınamayın ve şikâyet etmeyin!
Eleştiri zararlı bir kıvılcımdır, öyle bir kıvılcımdır ki
övünç denilen cephane deposunun patlamasına yol açar.
İnsanları suçlamaktansa onları anlamaya çalışalım. Neden böyle
davrandıklarını bulmayı deneyelim. Bu yol, eleştiriden çok daha
yararlı olan sempati, hoşgörü ve sevecenlik doğurur.
Çocuklarınızı eleştirmek istiyorsanız eleştirmeden önce
Amerikan gazeteciliğinin klasiklerinden biri olan aşağıdaki yazıyı
okuyun. Unutmayalım ki, "Allah bile insanları yaşamının son
gününe dek yargılamaz."
İnsanları eleştirmek yerine onları anlamaya çalışalım. Ne
yapmak istediklerini anlayalım. Sempati, hoşgörü ve nezaket
eleştiriden çok daha yararlıdır. "Bilmek affetmektir."
Dinle oğlum, bunları sana sen uyurken söylüyorum.
Küçücük elini yanağının altına sokmuşsun, nemli alnındaki sarı
lülelerin yapış yapış ıslak. Odana bir hırsız gibi süzülerek girdim.
Birkaç dakika önce kütüphanede oturmuş gazetemi okurken
vicdan azabım nefes kesen bir dalga gibi üstüme geldi. Bir suçlu
gibi yatağının başucuna geldim.
DERSHANEMİZ
Ne güzel dershanemiz
Neler mi düşündüm oğlum? Sabah sabah kızmıştım.
Pırıl pırıl tertemiz
Okula gitmek üzere giyinirken seni azarladım, çünkü yüzünü
Oyun oynar zıplarız
ıslak havluyla öylesine silivermiştin. Ayakkabılarının kirli
Her şeyi bilmeliyiz
olduğunu görünce sana onları temizlettim. Bazı eşyalarını yere
Sıra, masa, dolap, tahta
attığında sana öfkeyle bağırdım.
Sakın yere çöp atma
Temiz sınıf, temiz hava
Kahvaltı ederken bir sürü kusurunu buldum. Yiyecekleri Burası sanki bir yuva.
etrafına saçıyordun, lokmalarını çiğnemeden yutuyordun,
ekmeğine çok fazla tereyağı sürmüştün. Sen oyun oynamaya
Tuğba KACAR 3-B
gidiyordun, bense trenime yetişmek zorundaydım. Bana baktın
GÜNEŞ
elini salladın ve "Güle güle babacığım" dedin. Ben ise kaşlarımı
Ey güneş kardeş
çattım ve "Dik dur!" dedim sana.
Görüyor musun?
Akşamüzeri de durum farksızdı. Eve gelirken seni yere Bugün hava ne güzel
Çocuklar koşup oynuyor
çömelmiş arkadaşlarınla bilye oynarken buldum. Çorapların
Kelebekler uçuşuyor
yırtılmıştı. Arkadaşlarının önünde seni küçük düşürdüm ve
Mis gibi çiçekler kokuyor.
kolundan tutup eve götürdüm. Bu çoraplar çok pahalıydı ve
giymek istiyorsan dikkatli olmalıydın. Düşün oğlum bunları sana Umut CİLASIN 3-B
baban söylüyordu!
OKUL
Geldi işte okul zamanı
Çocuklar sevinçli
Taştı bugün neşemiz
Coştu bütün çocuklar
Süsleyelim okulumuzu
İşte bizim okulumuz
Okulumuz bizim yuvamız
Onu hep korumalıyız
Neşeliyiz hepimiz
Kavuştuk okulumuza
Ne mutlu çocuklara
Batuhan KAÇAN 3-B
Hatırlıyor musun? Sonra çalışma odama girdin.
Gözlerinde incinmiş bir ifade vardı. Kâğıtlarımın üzerinden sana
baktığımda bir an için çıkmaya yeltendin. "Ne istiyorsun?" diye
bağırdım sana.
Hiç bir şey söylemeden koşup boynuma sarıldın ve beni
öptün. Hem de büyük bir sevgiyle. Sonra koşarak dışarı çıktın.
Kâğıdım elimden düştü. Bana neler oluyordu? Sürekli senin
hatalarını buluyordum. Seni böyle ödüllendiriyordum. Seni
sevmediğim için değil bu; senden çok şey beklediğim için. Seni
kendi çağımın değer yargılarına göre değerlendiriyorum çünkü.
19
Tuğba KACAR
3-B
Umut CİLASIN
3-B
Batuhan KAÇAN
3-B
Başarıya ulaşanlar diyor ki:
Güler TANRIVERDİ
Mustafa Kemal ATATÜRK: Tembelliği alışkanlık haline
getiren toplumların sonunu Atatürk şöyle yorumluyor: “Çalışmadan,
öğrenmeden, yorulmadan rahat yaşamanın yollarını alışkanlık haline
getirmiş milletler; evvela haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini ve daha
sonrada istikballerini kaybetmeye mahkumdurlar..”
4/A Sınıfı Öğretmeni
Güzel şey “insan olmak”,
Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki!...
İnsan olmayı, insan olduğumuz unutmak neredeyse…
İyi insanları görünce şaşırır olduk. “Kaldı mı böyle insanlar?”
demekten kendimizi alamıyoruz. Para bürüdü gözlerimizi. Bu
yüzden de yapmadığımız kötülükler kalmadı. Savaşlar,
cinayetler, hırsızlıklar, yalanlar gibi birçok olumsuzluklar… Haber
izleyemez olduk, dizileri takip edemez olduk, çizgi filmler bile
savaş konulu oldu artık. Çocuklar nefreti, yalanı-dolanı, savaşı,
aldatmayı küçük yaşta öğrenir oldular. Bugünün küçükleri
yarının büyükleridir diyoruz. Bugün bu şartlarda büyüyen
çocuklar yarın ne olacaklar? Soruyorum size.
Oysaki güzel şeydir insan olmak!
Büyük önder daha sonra çalışmak konusunda şunlerı
söylüyor: “Denebilir ki hiçbirşeye muhtaç değiliz. Yalnız tek bir şeye
çok ihtiyacımız var. Çalışkan olmak!”
Bayram İLBASAN 4-A
Newton’un Dinlenme Şekli
Newton günde onaltı saat çalışırdı. Dinlenme tarzı ise
alışılagelenden oldukça farklıydı. Hukuk kitaplarından sıkıldığı zaman
matematiğe yönelir, oradaki yorgunluğunu da felsefe okuyarak
atardı. Kendini dinlendirebilmek için sadece üzerinde çalıştığı
konuyu değiştirmekle yetiniyordu.
Simge TAŞLI 4-A
Doğumla gün ışığına sevdalanmak gibi. Emekleyerek
geçen zamanda öğrenmenin, tanımanın, aşkıyla doğaya sıkı
sıkıya tutunarak ayağa kalkma savaşı verilen bir yumak gibi
yuvarlanmak, bir odadan bir odaya. Ve tutunmak güvenli bir ele
avuçlarında sevgi damıtan.
Mutlu Olmanın Sırları
Ufak tefek şeyleri dert etmeyin.
Kusursuz olmayabileceğinizi kabullenin.
Rahat ve ılımlı olun
Birisine bir iyilik yapın ve kimseye bundan
bahsetmeyin
Sevgi elini ilk siz uzatın
Sık sık tekrar edin “Hayat bir acil durum değildir”
Tanımadığınız insanların gözlerine bakın ve
gülümseyerek “Merhaba” deyin.
Her gün kendinize sessiz zaman ayırın.
Sahip olduğunuz şeyleri değil, elde etmiş
olduklarınızı düşünün.
Olumsuz düşüncelerinize yüz vermemeye çalışın.
Sorunlarınızı öğretmeniniz olarak görün.
Başkalarını suçlamayı bırakın.
“Daha fazlası daha iyidir” şeklinde düşünmekten
vazgeçin.
Bulunduğunuz konumda mutlu olmaya çalışın.
Bugünü son gününüzmüş gibi yaşayın, öyle olabilir.
Anne tadını bulmak hayatın ilk damlasında.
Güzel şey insan olmak! Ayaklanmak, dikilmek hayatın
karşısına, ezilmiş diz kapaklarının ağrısından uzaklaşarak
büyümek… Uzanabilmek en uzağındaki düşlere birer birer…
Bilgiyle, sevgiyle, emekle…
Nazlı KARAKOBAK 4-A
Güzel şey insan olmak!
Hayatta olmak, yaşamı duyumsayan, duyumsadıklarını
anlamaya çalışan, tanımlayan ve duyumsadıklarından yeni yeni
yaşamlar çoğaltan bir güç olmak ve güçlerini kendi gibi hayat
taşlarına kutsal bir armağan havasında sunmak…
Güzel şey insan olmak!
Düşünebilmek, sorabilmek, gülebilmek, ağlayabilmek,
üretebilmek, yaşatabilmek, yaşam bağışlanmış her bir zerreyi
insan eliyle, insan yetisiyle… İnsan gibi insan olabilmek…
Güzel şey insan olmak!
Anne-babalar ve eğitimciler olarak bize düşen görev
çocuklarımıza insan olmayı öğretebilmek. Bunu başarırsak ne
mutlu bize. Sorunsuz yarınlar, güvenli yarınlar bizim olacaktır o
zaman…
Bayram İLBASAN
4-A
20
Simge TAŞLI
4-A
Nazlı KARAKOBAK
4-A
Hayata Dair
-
Çocuklardan öğrenilebilecek üç şey:
Günler günleri kovalamış ve sonbaharın ilk rüzgârları
başladığında, kabak önce üşümüş sonra da yapraklarını düşürmüş.
Soğuklar arttıkça da aşağıya doğru inmeye başlamış. Endişeyle
kavağa sormuş:
1.
2.
3.
Nedensiz yere mutlu olabilmek
Her zaman meşgul olabilecek bir şey bulmak
Elde etmek istediği şey için tüm gücüyle savaşmak.
Biz büyükler de bu üç şeyi başarabilsek mutluluk bizimle
olmaz mı?
Lale Pınar ÇUBUK 4-A
-
Doğru, demiş ağaç doğru.
Neler oluyor bana ağaç?
Ölüyorsun, demiş kavak.
Niçin?
Benim on yılda geldiğim yere iki ayda gelmeye çalıştığın için!
Gönül ALAN 4-A
Mümkün Olsaydı
Çocuğumu yeniden yetiştirmek mümkün olsaydı:
Ona işaret parmağımı kaldırıp yasaklar koymak
yerine, parmaklarıyla resim yapmayı öğretirdim.
Hatalarını daha az düzeltir, onunla daha çok yakınlık
kurmaya çalışırdım.
Onu sadece gözlerimle izler, saat kısıtlamalarını
koymazdım.
Daha bilgili olmaya çalışır, daha çok şefkat
gösterirdim.
Onunla daha çok yürüyüşlere çıkar, uçurtmalar
uçururdum.
Ona karşı ciddi bir tavır içinde olmak yerine, onunla
oyun oynardım.
Onunla kırlarda koşar, yıldızları seyrederdim.
Onunla daha az çekişir, ona daha çok sarılırdım
Önce benlik saygısını kazanmasını sağlar, sonra bir
ev almaya çalışırdım
Ona her zaman katı davranmaz, onu daha çok
onaylar ve yüreklendirirdim.
Güç konusunda daha az ders verir, sevgi konusunda
daha çok şey öğretirdim.
Batıhan KAÇAN 4-A
Kavak Ağacı ile Kabak
Ulu bir kavak ağacının yanında bir kabak filizi boy
göstermiş. Bahar ilerledikçe bitki kavak ağacına sarılarak
yükselmeye başlamış. Yağmurların ve güneşin etkisiyle müthiş hızlı
büyümüş ve neredeyse kavak ağacıyla aynı boya gelmiş. Bir gün
dayanamayıp sormuş kabağa:
-
Sen kaç ayda bu hale geldin ağaç?
On yılda, demiş kavak.
On yılda mı? diye gülmüş ve çiçeklerini sallamış kabak.
Ben neredeyse iki ayda seninle aynı boya geldim bak.
Lale Pınar ÇUBUK
4-A
Batıhan KAÇAN
4-A
İmkânsız mı? Eğer Gerekiyorsa Elbette Değil.
Bir gün bir baba oğluna timsahla kaplumbağanın
öyküsünü anlatır. Der ki: “Bir timsah kaplumbağayı yutmak ister.
Kovalamaya başlar, tam yakalayıp yutacağı sırada kaplumbağa
kenara sıçrar ve ağaca tırmanır.” Öykünün burasında çocuk
hayretle: “Baba, hiç kaplumbağa ağaca çıkar mı?” Babası şu cevabı
verir: “Çıkması lazımdı oğlum. Çıkması lazımdı. Kurtulması için
çıkması lazımdı” der.
Kiraz LALECİOĞLU 4-A
23 NİSAN
Aylardan nisan ayı
Geliyor çocuk bayramı.
Bütün çocuklar heyecanlı,
Çünkü bu onların bayramı.
Nasıl heyecanlanmaz insan?
Dünyada tek bizde var bu bayram.
Nasıl mutlu olmaz insan?
Eğleniyoruz, kaynaşıyoruz bu bayram.
Caddeler, evler, okullar bayraklarla süslendi.
Herkesin yüzüne bir neşe geldi.
Çok şanslıyız biz Türk çocukları,
Unutmayacağız hiçbir zaman büyük önderimizi.
Odur bize armağan eden bu bayramı.
Bu yüzden imreniyor bize, bütün dünya çocukları.
Ona çok şey borçluyuz.
Bizler de korumalıyız bu güzel vatanı.
Seher CİLASUN 4-A (23 NİSAN’DA 1. OLAN ŞİİR)
Gönül ALAN
4-A
Kiraz LALECİOĞLU
4-A
21
Seher CİLASUN
4-A
Mahmut ERTAŞ
4-A
Deniz SANNAV
4/B Sınıfı Öğretmeni
BENİM OKULUM
Ben bir öğretmenim. Gazi Mustafa Kemal İlköğretim
Okulu’nun öğretmeniyim. Bu ismi neden mi belirttim? Bugün bu
okulda görevliyim ama yarın başka bir okulda görevli olabilirim. Bu
okulda görev yapmaktan da oldukça mutluyum.
Beni asıl üzen başkalarının bakış açısı. Bu bakış aslında
okula da değil okulun öğrencilerine. Bu konuda onların ne kadar
haksız olduklarını biliyorum. Bu okulun öğrencilerinin de diğer
okulların öğrencilerinden hiçbir farklarının olmadığını biliyor ve
görüyorum.
EN İYİ DOSTUMDUR O
Yere düşsem,
Yaramı sarar.
Çok iyi bakar bana,
En iyi dostumdur o.
Parçalanmış aile çocukları olmaları, onların hayata
maalesef 1-0 yenik başlamalarına neden oluyor. Gelin bu yenilgiyi
henüz hayatın daha başında olan bu miniklerin kaderleri olmadığını
gösterelim. Gerek maddi, gerekse manevi anlamda onların
arkasında duralım. Onları vatanını ve milletini seven, ahlaklı, iyi
huylu ve yardımsever yetiştirmek için gerekli bütün olanaklarımızı
seferber edelim.
Elindeki yiyeceği,,
Yarısını verir bana.
O yüzden çok seviyorum,
En iyi dostumdur o.
Öğrencilerimi çok seviyorum. Onlara birikimlerimi
aktarırken; bu okulun ve öğrencilerin de hayat ve tecrübe
bağlamında bana bir şeyler kazandırdığının farkındayım. Durumları
sebebiyle yaptıkları / yapabilecekleri davranışlar karşısında daha
anlayışlıyım çünkü onları anlayabiliyorum. Sizlerin de onları
tanımaya ve anlamaya davet ediyorum. Unutmayın ki onların
yerinde sizler de olabilirdiniz.
Ödevimizi yaparız birlikte,
Acılarımızı paylaşırız.
En iyi arkadaşım,
En iyi dostumdur o.
Onu çok severim ben.
Her şeyini severim.
Adını vereyim.
En iyi dostumdur o.
Canlıları Koruyalım
Sevda KARTAL 4-B
Tavuk, köpek, inek, eşek
Kimi kümeste, kimi binek,
Arkadaş ol sen, severek
Canlıları koruyalım.
Balkonda gül, kasımpatı
Suda balık, denizatı
Değil mi ki ağız tadı
Canlıları koruyalım.
Tüm hayvanlar ölmeden
Yeşillikler kurumadan
Güzel dünya çöl olmadan
Canlıları koruyalım.
Sevda KARTAL
4-B
22
Songül KARA
4-B
Nazlı ERDAL
4-B
JİPTE YOKSA
ÖĞRETMEN UYUYAKALINCA
İki acemi er, paraşüt eğitimlerini tamamladıktan sonra
ilk atlayışları için havalanırlar. Makul seviyeye geldiklerinde
komutanları son kontrolleri yapıp:
Öğretmen sınıfta uyuyakalmıştı. Uyanınca hatasını
örtbas etmek için:
-Rüyalar ülkesinin kralıyla randevum vardı. Dedi
Ertesi gün uyuyakalan bir öğrenciyi sopayla uyandırıp:
Atladıktan bir süre sonra paraşütün sağ tarafındaki ipi
Sınıfta nasıl uyursun? Diye bağırdı.
çekin, paraşütleriniz açılacaktır. Şayet açılmazsa hiç telaşa
Öğrenci de kendini savundu:
kapılmayın sol tarafta yedek bir ip var onu çekin, sorun kalmaz.
-Benim de rüyalar ülkesi kralıyla randevum vardı.
İndiğinizde sizi bir jip bekliyor olacak, sizi karargâha geri götürecek.
Öğretmen:
-Kral ne dedi? Diye sordu.
Askerler korkarak da olsa atlamışlar. Heyecanla sağ
Öğrenci cevapladı:
taraftaki iplerine asılmışlar. tık yok. Biraz korkuyla sol taraftaki
-Kral: ben sizin öğretmeninizi hiç görmedim! Dedi
iplere asılmışlar, paraşütler yine açılmamış. Çok sinirlenen asker:
-Bu komutanın hiçbir dediği çıkmıyor, aşağıda jip de
yoksa o zaman görüşürüz onla!
Yavuz BALLI 4/B
Songül KARA 4/B
BUGÜN YARIN
Birini döven bir adam hakimin karşısına çıkarılmış,
hakim sormuş:
-Nerede yaşıyorsun?
-Orada burada…
-Ne iş yaparsın?
-Onu bunu…
-Barda dövdüğüm adamı önceden tanıyor musunuz?
-Şöyle böyle…
-Ne demek yani nereden tanıyorsun?
-Oradan buradan…
Hakim artık dayanamamış:
-Anlaşıldı, götürün bu adamı tıkın içeri!…
İki jandarma adamın koluna girmiş götürürken, adam
hakime seslenmiş:
Heeeey bir Dakka!… Ne zaman çıkacağım ben
buradan!…
-BUGÜN YARIN!…
Nazlı ERDAL 4/B
BOZUK YUMURTA
Herkes sofra başındaydı. Birden küçük Ahmet ‘in sesi duyuldu:
-Anneciğim galiba, benim yumurtam bozuk!
Annesi hemen tersledi:
-Ahmet, Sofrada herkesin yanında böyle söylenmez!
Oradan birkaç dakika geçti ve biraz sonra küçük Ahmet’in sesi tekrar
duyuldu:
-Anneciğim, gagasını da yiyeyim mi?
Kader ZENTUR 4/B
ÜÇ TEMBEL ÇOCUK
Bir gün adamın biri en büyük oğlundan su istemiş. Oğlu da:
-Öf be baba, her şeyi benden istiyorsun, deyip vermemiş. Ortanca
oğluna:
-Oğlum sen ver bari demiş. Ortanca oğlu da:
-Ağabeyime söz geçiremedin, benden mi istiyorsun, demiş ve
vermemiş. En küçük oğlu da babasına demiş ki:
-Baba sen bu iki terbiyesize bakma, kalk bir tane sen iç, bir tane de
bana ver…
Ali YABURGA 4/B
İSMİMİ BİLİYORUM DA…
HİZMETÇİ
Evin hanımı işe yeni başlayan hizmetçiye:
-Biz 8’de kalkar, 9’da kahvaltı yaparız. Sen ona göre
hazırlanırsın tamam mı? Dedi.
Hizmetçi gayet sakin cevap verdi:
-Uyanamazsam siz başlayın.
Gülistan ÇİTİL 4/B
Gülistan ÇİTİL
4-B
Temel askerdeyken yeni başçavuş gelir ve tüm bölüğe şöyle der:
-Sakın benim adımı unutmayın, benim adım Arslan Arslanoğlu. Eğer
adımı unutursanız, geldiğimde canınızı okurum. Sonra da gider…
Aradan haftalar geçer ve başçavuş gelir. Herkese adını sorar ve
hepsi bilir. Sıra temele gelir…
Temel:
-Bir hayvan oğlu hayvandı ama haçen ismini bilemiyorum.
Onur TAŞLI 4/B
Yavuz BALLI
4-B
Kader ZENTÜR
4-B
Ali YABURGA
4-B
23
Onur TAŞLI
4-B
Alpez Can GELDİ
4-B
Ben önceden biraz çekingen bir çocuktum. Yabancı bir kimse
gördüğüm zaman, hemen annemin kucağına kaçardım. 4 yaşına
gelince annem beni bölgedeki bir anaokuluna haftada birkaç gün
Arzu ERSOY
göndermeye başladı. İlk başlarda gitmek istemedim ama sonra
5/A Sınıfı Öğretmeni
alıştım. Yabancı insanlarla ve arkadaşlarla tanıştım.
Öğretmenlerimle konuşurken büyüklerle konuşmayı öğrendim.
Arkadaşlarımla geçinmeyi, yabancı çocuklarla arkadaş olmasını
biliyorum artık. Evimize bir yabancı geldiğinde yine biraz
Oyun benim en doğal hakkım
utanıyorum ama eskisi kadar değil. Bu değişimi toplumun içine
Devamlı oyun oynuyorum diye bana kızıyorsunuz. Yok, oyun başında katılmaya borçluyum sanırım. Ve topluma karışmanın en güzel yolu
çok vakit geçiriyormuşum, işim gücüm oyunmuşum, kocaman adam da bizim için oyun.
olmuşum daha hala oyun oynuyormuşum. Bir de bu şikâyetlerle
rehberlik uzmanlarına gitmeniz yok mu, sizi hiç anlamıyorum. Gerçi
siz de beni anlamıyorsunuz.
Siz! Siz büyüklerim. Siz de bir sürü oyun oynuyorsunuz. Kahvelerin
önünden geçerken tavla, dama, okey oynayan bir sürü amcalar
görüyorum. Sonra iddia gişelerinin önünde, piyango gişelerinde şans
oyunları oynayan sizler değil misiniz? Arkadaşlarınızla haftada bir
yaptığınız maçlar bir oyun değil mi? Ya, iş aralarında
bilgisayarlarınızdan karşılıklı oynadığınız Counter-Strike oyununa ne
demeli? Facebook’da oynadığınız Farm Wille ne? Bir oyun değil mi? Oyun ve Yaş
Üniversite gençlerinin oynadığı Tabu ne peki? Köylerimizde oynanan
Dedim ya, “Oyunun yaşı olmaz.” diye. Koca koca amcalar bile
cirit oyununu biz mi oynuyoruz?
kahvelerde oyun oynuyor diye. O yüzden oyun oynamamın
Bence bize hiç kızmayın. Çünkü siz de en az bizim kadar
bitmesini beklemeyin benden. Her dönemde oynayacağım. Yaşıma,
seviyeme ve çevreme göre oyunlar her yaş dönemimde olacak.
oyuncusunuz. Ortamı olsa, misket de oynarsınız, sek sek de.
Salıncağa da binersiniz, kaydırağa da. Aslında sizin de içinizde en az
Psikolog amcaların dediğine göre sizin göreviniz benim yaş ve
gelişim seviyeme uygun oyunları bulmakmış. Siz bulmasanız da ben
bizimki kadar oyun isteği var ama “Koca adamın oyun oynaması
ayıptır” anlayışından dolayı çekiniyorsunuz. Hadi, itiraf edin.
kendim bulurum ama neyse siz yine de bana yardımcı olun.
Bilgisayar Oyunları
Anneciğim-babacığım şunu bilmenizi istiyorum. Oyun benim en
doğal hakkım. Çünkü çocuk demek oyun demek. Yemek içmek
benim için nasıl bir ihtiyaçsa emin olun oyun da benim için o kadar
ihtiyaç.
Oyun ve Öğrenme
Aslında ben birçok şeyi oyunda öğreniyorum biliyor musunuz? Oyun
benim için en büyük öğrenme alanı. Arkadaşlarımla nasıl ilişki
kuracağımı, kurallara uymayı, başkasının sırasını beklemeyi,
incitmeden konuşmayı hep oyunlarda öğreniyorum. Üstelik oyun
oynarken yeni kelimeler duyuyorum. Bazen renkleri, bazen
hayvanları, bazen de sesleri oyunda keşfediyorum.
Anneciğim-babacığım eğer bana bir şey öğretmek ve anlatmak
istiyorsanız bunun için en güzel alan oyun biliyor musunuz? Oyun
esnasında söyledikleriniz adeta zihnime çakılıp kalıyor. Benimle
oynarken bana söylemek istediklerinizi, oyundaki hayali bir
kahramana, bir oyuncağa söyletin yeter.
Geçen gün ne oldu biliyor musunuz? Tırnaklarım uzamıştı ve ben
kesmek istemiyordum. Annemle birlikte oynarken annem arabamı
aldı. Arabam tam uçarak benim elime konacaktı ki, birden durdu.
“Neden gelmiyor” dedim. Annem dedi ki “Araban senin tırnaklarının
uzadığını görmüş, uzun tırnaklı eller pis olurmuş, o yüzden
gelmiyor” dedi. Hemen annemle birlikte tırnaklarımı kestim.
Oyun ve Hayal Dünyası
Biz çocuklar çok hayalciyiz. Aslında buna hayal dünyamız geniş
demem gerekiyor sanırım. Oyun benim hayal dünyamı genişletiyor.
Çünkü oyundaki plastik bir oyuncak bazen canavara, bazen çekice
dönüşebiliyor. Bir çubuk bazen asker, bazen sopa, bazen de direk
olabiliyor. Oyun oynarken düşünme, üretme yeteneklerim gelişiyor.
Oyun ve Sosyalleşme
Oyun benim topluma karıştığım, arkadaş edindiğim, insanları
tanıdığım, arkadaşlarımla iletişim kurmayı öğrendiğim bir alan. Ben
insan olduğumu, topluluğun bir üyesi olduğumu, sevilip
sevilmediğimi arkadaşlarımla birlikte oynarken anlıyorum.
Son zamanlarda herkes bizlerin bilgisayar karşısında oyun
oynadığından şikâyetçi. Katılıyorum size. Üstelik bilgisayar
oyunlarının pek öğreticiliği olmadığını, hayal dünyasını körelttiğini
ve bizleri asosyal bir varlık yaptığını duydum. Ama ne yapabiliriz ki?
Sizlerin zamanınızdaki gibi bizim sokaklarımız yok. Olsa bile anne ve
babalarımız topluma güvenip bizi dışarı salmıyor ki.
Diyelim dışarı çıktık, bakkallarda misket satılmıyor ki. Gazoz kapağını
elimize alsak hemen “Pistir o, at onu!” diye atmamızı istiyorsunuz.
Çamurla oynasak, “Üstün kirlenir.” diye kızıyorsunuz. Birazcık koşsak
“Aman düşeceksiniz! Fazla koşma evladım terleyeceksin!” diyip
durduruyorsunuz. Apartmandaki arkadaşlarımıza gitmek istesek
“Onları rahatsız etmeyelim.” diyip engel oluyorsunuz.
Gelelim eve. Evde boya yapamıyoruz, çünkü yerler kirlenirmiş.
Çekyatlarda zıplayamıyoruz, örtüler bozulurmuş. Evde koşulmazmış,
çünkü komşular rahatsız olurmuş. Oyuncaklarımızı dökerek
oynayamazmışız, ev dağılırmış.
Soruyorum size. Biz ne yapacağız peki? Bilgisayardan başka
seçeneğimiz var mı? Etrafı dağıtmadan, hiç ses çıkarmadan, döküpkırmadan, ortalıkta çok görünmeden, annemizin televizyon
dizilerine babamızın haberlerine maydanoz olmadan oynanacak
başka oyun var mı?
Bilgisayardan kurtulmamızı istiyorsanız öncelikle bize alternatif oyun
seçenekleri sunmanız gerekir. Gelin beraber oynayalım. Açıkçası ben
babamla oynamayı bilgisayarla oynamaya tercih ederim. Ama
babam çok yoğun. İşten geç geliyor zaten. Sonrasında yemek, haber
derken ben uyumuş oluyorum. Annem mi? O da gündüz
komşularda, yemek hazırlama, ev işlerini görme telaşında. E, akşam
olunca da bulaşıklar var. Sonrasında ise dizileri başlıyor. Onun da
vakti yok. Yani bize bilgisayardan başka oyun alanı ve oyun arkadaşı
kalmadı.
Neyse çok uzattım herhalde. Ne yapayım ama kendimi her yerde
böyle anlatamıyorum ki. Lütfen en doğal hakkım olan oyunlarıma
saygı gösterin. Ve beni oyunlarla eğitin.
24
Tablonun Fiyatı
DÜNYA ATASÖZLERİ
Avrupa'nın ünlü sanat merkezlerinden birinde, çocuğun
biri, vitrinde çok hoş bir tablo görür. Tablonun bedeli oldukça
yüksektir. Çocuk bu tabloyu bir sonraki sene ağabeysinin doğum
gününe almayı ister ve bir iş bulup kıt kanaat geçinerek biriktirdiği
tüm para ile mağazaya gider.
İnsan dışı ile karşılanır, içi ile uğurlanır. (MOGOLISTAN)
Ne kadar az yüksekten uçarsan, düştüğün zaman o kadar az
incinirsin. (TIBET)
Kadın gölge gibidir, kendisini takip edenden kaçar, önünden
gidenin arkasından koşar. (KONGO)
Şanslıdır, tablo hala satılmamıştır. İçeri girer, tabloyu bir
süre yakından izledikten sonra resmi yapan sanatçıyı bulur ve;
"Ağabeyimin doğum günü için bu resmi satın almak istiyorum, tüm
param da bu kadar" der. Ressam bir süre düşündükten sonra
tabloyu paketler ve çocuğa satar. Çocuk paketini alır ve teşekkür
ederek çıkar.
Evlenmeden evvel gözlerinizi dört açın. Evlendikten sonra yarı
yarıya kapayın. (PORTEKIZ)
Mutluluk herkesin hayatından bir kere geçer. (VENEZUELA)
İnsanlar yaşadıkça ihtiyarladıklarını sanırlar, hâlbuki
yaşamadıkça ihtiyarlarlar. (ISKOCYA)
Mağazada adamın arkadaşları da vardır ve şaşkın şaşkın
Hakiki sevgi ayrılıkta unutulmaz. (BELCIKA)
sorarlar:
Allahın gülü dikenli yarattığına hayret edeceğiniz yerde, dikenler
arasında gül yarattığına şükrediniz. (ARABISTAN)
"Sen ne yaptın, o resmin değeri milyonlar ederdi. Neden
bu kadar düşük bir rakama sattın?"
Biri öteki kadar zengin olunca, kardeşler birbirlerini severler.
(UGANDA)
Ressam cevap verir: "Evet, ben bu resme milyonlarını
verecek bir sürü insan bulabilirdim, ancak tüm servetini bu resme
verecek kaç kişi bulabilirdim?..."
Yaşını söyleyen kadın ya genç olduğu için kaybedecek bir şeyi
yoktur ya da yaşlı olduğundan kazanacak bir şeyi yoktur.
(MALEZYA)
Çabuk gelen kotü şans, geç gelen iyi şanstan iyidir.
(ARNAVUTLUK)
Başkalarını azarlar gibi kendini azarla, kendini affeder gibi
başkalarını affet. (ÇİN)
Erkek yaşını saklamaya, kadın ise saklamamaya başladığı zaman
yaşlanmıştır. (PERU)
Güzellik, tabiatın kadınlara verdiği ilk hediye, ayni zamanda geri
aldığı ilk şeydir. (ŞİLİ)
Ömrünün sonuna kadar eşeğe binmektense, bir yıl ata binmek
yeğdir. (HOLLANDA)
Yatağa yattığım zaman, problemlerimi elbiselerimde bırakırım.
(HOLLANDA)
Sözün Özü: Günümüzde insanlar her şeyin fiyatını biliyor,
fakat hiçbir şeyin değerini bilmiyorlar.
Hacı Ömer AÇIKGÖZ 5-A (Oscar WILDE’dan alıntıdır)
Kim Barbar
Rahmetli Barış Manço, Fransa'da bir televizyon
programına katılır. Her şey gayet güzel giderken, sunucu klasik
Avrupalı edası ile:
- Siz Türkler barbarsınız! Der.
Bunun üzerine Barış Manço sunucuya üzerinde para olup
olmadığını sorar. Sunucu, cebinden birkaç banknot çıkartıp Barış
Manço'ya uzatır:
- Şimdi bu paranın üzerindeki kim? Diye sorar sevgili
Barış. Sunucu:
Aşkın tokadı üzüm gibi tatlıdır. (MISIR)
- General bilmem ne, bilmem neredeki savaşta
kahramanlık yapmıştır.
Taşı delen suyun kuvveti değil, damlaların sürekliliğidir.
(BREZILYA)
Sunucunu verdiği diğer banknotun üzerindeki resmi
göstererek:
Hiç bir mutfak iki kadını alacak kadar zengin değildir. (SUDAN)
Üç taşınma bir yangına bedeldir. (JAPON)
Nisan yağmuru, Mayıs çiçeği getirir. (KANADA)
Bir yalan ne kadar hızlı olursa olsun, hakikat onu yetişip geçer.
(KENYA)
Küçük üzüntüler konuşurlar, büyük dertler dilsizdir. (NIJERYA)
- Peki bu?
- Teğmen bilmem ne, böyle etmiştir, şöyle etmiştir. Diye
astıkları kestikleri insanlardan bahseder. Bunun üzerine Barış Manço
cebinden birkaç banknot çıkarır ve üzerindekileri teker teker anlatır:
- Bu Mevlana Celaleddini Rumi; ünlü bir Türk
düşünürüdür. Bu Halit Refik KARAY; ünlü bir Türk Edebiyatçısıdır. Bu
Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusudur.
Birleşmek başlangıçtır, birliği sürdürmek gelişmedir; birlikte
çalışmak başarıdır. (U.S.A)
Sessizliğin üzerine sunucuya bakarak şöyle der:
İdealler yıldızlar gibidir, onları tutmak mümkün olmaz ama
karanlık gecelerde yolumuza onlar rehberlik ederler. (FRANSA)
Melik DURAK 5-A
- Şimdi siz söyleyin, kim barbar?
Evinde huzurlu olmak istiyorsan eşinin bütün istediklerini yap.
(NIJERYA)
Yalan dörtnala gider, gerçek adım adım yürür, fakat gene de
vaktinde yetişir. (NORVEC)
Bir şekilde doğar, fakat binbir şekilde ölürüz. (YUGOSLAVYA)
Hak yenir ama hazmedilmez. (YUNAN)
Ağaç ne kadar yüksek olursa olsun, yaprakları yine de yere
düşer. (ÇİN)
Küçük kazançlar servet getirir. (JAMAIKA)
Hüseyin ACAR
5-A
Hüseyin ACAR 5-A
25
H. Ömer AÇIKGÖZ
5-A
Melik DURAK
5-A
BENİM İÇİN TEK VARLIK
Seninle bir yağmur başlıyor iplik iplik.
Bir güzellik doğuyor yüreğime şiirden.
Martılar konuyor omuzlarıma.
O güzel gözlerin ağrı oluyor birden.
AH BİR BİLSEN
Akşamlardan, gecelerden, senden uzağım.
Şiirlerin rüzgârdır uzak dağlarda esen.
Durgun sular gibi azalacağım.
Bir gün birdenbire gelmezsen.
Ah bir bilsen duyduklarımı,
Sanki bir dağ ağırlığı kalkacak üzerimden
Ve nehirler boşalacak bir an içerimden
Sakın bilme!
Yakup İLBASAN 7-A
Anlatsan duyarım bütün güzelliklerimi.
Erir dağlarımın başındaki kar.
Sussan içerisinden kıymeti kopar.
Sakın konuşma!
DUYGULAR
Ha küreğe mahkûm olmak ha prangaya vurulmak
Ha görmemek gözlerini, hepsi de bir.
Bütün kör düğümler çözülecek gözlerinde.
Sakın bakma!
Bir aşktır,
İnsanı birbirine bağlayan.
Bir kalptir,
Seni ve beni yaşatan.
Bir hüzündür ki,
Ayrılınca acıtan.
Bir haberin gelse iki satırlık,
Yüreğim birdenbire kanatlanır, yücelir.
Bir martı gibi çıkar kapına gelirim.
Sakın yazma!
Sevmek bir gül gibidir;
Seversen açar.
Ayrılırken dikeni,
Kalbine batar.
Çıkıp gittiğinden beri sessiz sedasız
Başı boş kalan esir, zindanda yatan hürüm.
Dönmesem çaresiz kalır ölüm.
Sakın işitme!
Ayşe LALECİOĞLU 6-B
Yusuf HOŞER 7-A
İMECE
Tarladan ürün kaldırmaya
Yetim yoksul damı onarmaya,
Kışlık odun için dağa,
Ve cami duvarının kerpicini karmaya…
Pir Hacı Bektaş’tan, Hacı Bayram Veli’den beri,
Yaşlısı, genci, Anadolu’nun kadını eri,
Kulak verip gönül sesine,
Sevap saymış imeceyi, hep baş görev bilmiş.
Muhammet LALECİOĞLU 7-A
BAYRAK VE YURDUM
Bulutların ardında.
Ay-yıldızlı bayrağım.
Yurdumun her köşesinde,
Şerefle dalgalanır.
Her zaman yüreğimde,
Kalbimdesin bayrağım.
Varlığın beni yaşatır,
En umutsuz anımda.
Sensizliği düşünmem,
Ufuklarda dalgalı,
Ay-yıldızlı bayrağım.
Yusuf HOŞER
7-A
Ercan DOĞAN-Yusuf HOŞER 7-A
26
Ercan DOĞAN
7-A
Yakup İLBASAN
7-A
SENİN SEVGİNDEN KORKTUM
Ölüm dediğin nedir ki gülüm!
Ben senin için yaşamayı göze almışım.
Bu sinsi, karanlık dünyada,
Ölmekten değil, senin sevginden korkmuşum.
Karanlığa ışık attım.
Senin aydınlık sevgin sayesinde
Kahpe kurşunlardan değil,
Senin sevginden korktum.
ÖĞRETMENİMİN SEVGİSİ
Aydınlandım karanlıkta.
Yok ettim gölgeleri.
Büyük donanmalardan değil,
Senin sevginden korktum.
Canım öğretmenim.
Sensin derdime derman.
Bana yardımcı olursun,
Derdimi paylaşan.
Yakup İLBASAN- Yusuf HOŞER 7-A
SENİN SEVGİNDEN KORKTUM
Sensin bana ana, baba.
Bilmediğimi öğreten.
Yanlışımı düzelten.
Sensin canım öğretmenim.
Ölüm dediğin nedir ki gülüm!
Ben senin için yaşamayı göze almışım.
Bu sinsi, karanlık dünyada,
Ölmekten değil, senin sevginden korkmuşum.
Bizim için emek harcayan,
Bizim için uğraşan.
Bizi okutan, bilgi veren,
Sensin canım öğretmenim.
Karanlığa ışık attım.
Senin aydınlık sevgin sayesinde
Kahpe kurşunlardan değil,
Senin sevginden korktum.
Her sabah gülücüğüyle bizi karşılayan.
Annemin sevgisini,
Babamın sevgisini yaşatan,
Sensin canım öğretmenim.
Aydınlandım karanlıkta.
Yok ettim gölgeleri.
Büyük donanmalardan değil,
Senin sevginden korktum.
Cansel TAŞLI 7-A
Yakup İLBASAN- Yusuf HOŞER 7-A
ZEYTİN AĞACININ AĞIDI
İLKBAHAR
Yakacık'ta bir zeytin ağacıyım.
Bir zamanlar,
Rüzgârlar okşardı saçlarımı,
Yapraklarım her sabah
Güneşe gülerdi,
Masalar dinlerdim yıldızlardan.
Yaşamak güzeldi.
Gelince ilkbahar, neşe saçar.
Kuzular meleşir, kuşlar ötüşür.
Ağaçlar çiçek açar, gelin gibi olur.
Ben çok severim ilkbaharı.
Çocuklar koşuşur kırda, bayırda.
Ben hiç doyamam ilkbahara.
Gelince hemen gitme ne olur.
Benim çok sevdiğim ilkbaharım.
Dört yanımda
Kardeş ağaçlar, dost çiçekler vardı.
Görseniz, ne yağmurlar yağardı bereketli,
Kuşlar, çocuklar yerdi en çok
Meyvelerimi.
Ayşe ŞENGÜL 6-B
Nasılda cömertti toprak ana,
Sere serpe uzardı
Dallarım gökyüzüne,
İçten bir türküydü yaşamak
O günler nerede!
Yakacık'ta bir zeytin ağacıyım,
Şimdi beton evler sardı çevremi,
Artık ne dalım var, ne yaprağım,
Biliyorum, bir gün kesecekler beni.
Cansel TAŞLI
7-A
Funda BALLI 6-A
27
Funda BALLI
6-A
Ayşe ŞENGÜL
6-B
ülke belki de İran’dır. İran’ın tamamen çöl ve dağ olan orta ve
güneydoğu kesimi hariç bütün her yerinde Türklere ve Türkçeye
rastlamak mümkün.
Hasan Kağan YAYLA
EGE ÜNİVERSİTESİ
Türk Dili Okutmanı
TÜRKÇENİN VATANI NERESİ?
Dilimiz… Dünyayı kendisiyle tanıdığımız ve kendisiyle
sevdiğimiz kimliğimiz. Hayatımız boyunca bizimle yaşayan;
bilincimiz açıkken bir an bile ayrı kalamadığımız varlığımız.
Annemizin bize en güzel emaneti. “Dil” kavramının birçok
tanımı var elbette, ama maalesef çoğu onun “insan olmak”taki
rolünü içermez. Oysa bize “insan” sıfatını veren kavram “dil”dir.
Peki acaba bize “insan” sıfatı veren ve diğer insanlar
içinde ayrı bir “kimlik” kazandıran güzel dilimiz Türkçemiz
hakkında ne kadar şey biliyoruz? Mesela Türkçenin yaşayan
diller arasında bilimsel olarak ispatlanmış en eski dil olduğunu
biliyor muyuz? Bilinen en eski yazıyı icat ederek insanlık tarihini
başlatan Sümerlerin Türkçeden 180 civarında kelime aldığından
kaçımız haberdar? MÖ 3500 yıllarına tarihlendirilen Sümer
tabletlerinde ses ve anlam bilime göre Türkçeden geçtiği ispat
edilen “gişik “(eşik, kapı), “dingir” (tengri, tanrı) gibi kelimelerin
bulunduğunu ve bu tanıkların dilimizin yaşını en az 5500 olarak
ispat ettiğini biliyor muyuz? Ya da konuştuğumuz bu güzel dilin
lehçeleri göz önüne alındığında Kuzey Kutbu’ndan Basra
Körfezi’ne, Çin içlerinden Avrupa ortalarına kadar ana dil olarak
yayıldığını ve dünyaya anadil olarak yayılan en büyük dil
olduğunu hiç duyduk mu? Bu sorular çoğaltılmasına çoğaltılabilir
ama karşımıza çıkan şu gerçek değişmez: Saçma sapan popüler
özentiler uğruna harcadığımız ve el birliğiyle mahvettiğimiz
Türkçe hakkında aslında pek de bir şey bilmiyoruz; daha da
kötüsü hiç merak etmiyor ve bu konuları araştırmıyoruz.
Ülkede en çok Türkçe konuşulan yer kuzeybatısında
yer alan “Güney Azerbaycan” bölgesidir. Adından belli olacağı
üzere bu bölgede Azerbaycan Türkçesi konuşuluyor. Azerbaycan
Cumhuriyetinde 8 milyon Azerbaycan Türkü yaşarken en büyük
şehri Tebriz olan bu bölgede Türkçe konuşan yaklaşık 30 milyon
insan yaşıyor. Yani buradaki Türk nüfus Azerbaycan’dan çok
daha fazla. Ve daha da önemlisi maalesef bizlerin de diline
dolaşan ve bölgede yaşayan Türkler için Ruslar tarafından “Türk”
kelimesinin yerine icat edilen tuhaf “Azeri” sözcüğünü burada
duyma ihtimaliniz yok. Buradakiler kendilerine Türk; dillerine de
Türkçe diyorlar. Şah İsmail zamanında Anadolu’dan gelen
Türkmenlerin torunları da burada yaşıyor ve hala Yörüklük
yapıyorlar. Buradaki konargöçer aşiretlere “Şahsevenler”
deniliyor. Şahsevenler de Azerbaycan Türkçesi ile konuşuyorlar.
Bu bölgeden olan yaklaşık 7 milyon Türk ise ülkenin başkenti
Tahran’da yaşıyor. Yani 10 milyon nüfusa sahip Tahran’da alış
veriş yapmak isterseniz Türkçe bilmeniz yeterli. Çünkü başkentin
yüzde yetmişi Türklerden oluşuyor. Tahran’da bir dükkana girin
ve ne almak istediğinizi Türkçe söyleyin, eğer girdiğiniz
dükkanda sizi anlamamışlarsa hemen yandaki dükkana gidin,
inanın bu sefer karşınızdaki kesinlikle Türk olacaktır.
Ülkenin ortalarından güneyindeki Basra Körfezine
kadar olan bir alanda ise “Kaşgay” Türkleri yaşıyorlar. Eskiden
göçerlik yapan Kaşgay Türkleri artık yerleşik durumdalar. Bu
arada bir popüler kültür bilgisi verelim: Kendilerinden haberdar
olmadığımız Kaşgay Türklerinden haberdar olan Nissan otomobil
şirketi ürettiği bir arazi aracının adını “Kasgai” yani “Kaşgay”
koydu. Ülkedeki Kaşgay Türklerinin nüfusu 2 milyon civarında.
Ülkenin Kuzeybatısında ise Türkmen Sahra bölgesi var. Burada
da 3 milyona yakın Türkmen Türkçesi konuşan Türk var.
Türkmenler Sünni mezhebine bağlı iken kalan bütün diğer
Türkler Şii mezhebindeler. Ayrıca Kızılbaşlar, Horasanlılar,
Sıra konumuzun esası olan cevabı içeren soruda; Halaçlar gibi küçük Türk boyları da İran’da yaşayan Türkler
acaba kaçımız Türkiye’den sonra en çok Türkçe konuşulan arsındalar.
ülkenin hangisi olduğunu biliyor? Biraz düşünelim bakalım acaba
Görüldüğü gibi İran tarihi geçmişi ve barındırdığı
Türkiye dışında en çok Türk hangi ülkede yaşıyor? Belki de büyük Türk nüfusu ile bir Türk ülkesi. Ne yazık ki günümüzde
çoğumuzun aklına şu anda bağımsız cumhuriyetler olan İran Türkleri dillerinden uzaklaştırılıyorlar. 80 milyona yakın
Kazakistan, Kırgızistan gibi ülkeler gelecek. Ama bu sorunun nüfusu olan İran’da yaklaşık 35 milyon kişi tarafından ana dil
cevabı olan ülke hiç uzakta değil, hatta sınır komşumuz. Resmî olarak konuşulan Türkçenin Farsça, Lorca, Belucça,
dili Farsça olmasına rağmen birçoğumuz tarafından kullandığı Mazenderanca, Gılekçe, Arapça, Kürtçe gibi çok farklı dillerin
alfabe sebebiyle Arapça konuştuğu zannedilen bir ülkeden konuşulduğu bir yerde çoğunluğun dili olmasına rağmen resmi
bahsedeceğim; İran’dan…
dil kabul edilmemesi gerçekten de şaşılacak bir durum.
İran, komşumuz olmasına rağmen hakkında çok şey
bilmediğimiz ülkelerden birisi. Ve bilmediğimiz en önemli gerçek
ise ülkede ana dil olarak konuşulan diller arasında yaklaşık 35
milyon kişi tarafından konuşulan Türkçenin birinci sırada olması.
Tarih öğretimimizde sıklıkla tekrarlanan hatalardan biri olan
“Türk-İran İlişkileri” başlığı bizim bu ülke hakkında pek bir şey
bilmememizin en büyük sebeplerinden birisi. Çünkü İran,
Selçukluların kurulduğu ülke olarak yaklaşık bin yıldır Türklerin
idare ettiği bir coğrafya. Bizim tarih kitaplarımız görmek
istemese de İran bin yıl boyunca sırasıyla Selçuklular,
Karakoyunlular, Akkoyunlular, Safeviler, Avşarlar ve Kacarlar gibi
değişik Türk boylarınca yönetilen bir Türk ülkesiydi. İngilizlerin
ayak oyunlarıyla 1926’da Fars kökenli Rıza Pehlevi’nin başa
gelmesiyle ülkede Türk yönetimi bitti ve ülke hızla Farslaştırılma
sürecine girdi. Ülkedeki en büyük etnik grup olan Türkler yok
sayıldı ve o coğrafyada en çok konuşulan dil olan Türkçe
dışlandı. Bir ülkede en çok konuşulan dilin resmi dil olmadığı tek
Türkiye’den sonra en çok Türkçe konuşulan ikinci ülke olarak
hafızalarımızda yer almayı çoktan hak eden bir ülke İran. Bu
anlattığım bilgileri şiir ve nesir ürünleri ile desteklemek isterdim
ama yazının çok uzayıp okuyucuları sıkmasını istemem. Elbette
gelişen teknolojinin hayatımızı ele geçirdiği bu yıllarda, bu yazıyı
okuduktan sonra İnternette İran Türkleri ve İran Türkçesi ile ilgili
bilgi ve belgelere ulaşmak da okuyuculara düşüyor.
Doğudan batıya, kuzeyden güneye Asya ve Avrupa
kıtalarına anadil olarak yayılmış güzel Türkçemizi biraz merak
etmek, Türkçenin gizli hazinelerinin önümüze olanca ihtişamı ile
serilmesi için yeterli olacaktır. Bu hazine de hayata ve dünyaya
bakışımızı daha da netleştirecek bir mercek olacaktır. Yazımı
Atatürk’ün sözleriyle bitirmek istiyorum: “Millî his ile dil
arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin millî ve zengin olması, millî
hissin gelişmesinde başlıca müessirdir. Türk dili, dillerin en
zenginlerindendir. Yeter ki, bu dil şuurla işlensin.”
28
yapıp Atamızın yanına gelmiş ve kulağına “Çanakkale savaşında
dedesini öldürmüşüz o yüzden size bu şekilde sert sert bakıyormuş”
demiş.
Atamızın cevabı ise çok net ve kısa olmuş.
"Sor bakalım dedesinin Çanakkale'de ne işi varmış..."
Gizem AYER 6-A
BİZİM DE LİDERİMİZ OLUR MUSUNUZ?
ATATÜRK’TEN EĞİTİMLE İLGİLİ ÖZLÜ SÖZLER
Bir gün Müslüman memleketlerinden birinde (Mısır’da)
bağımsızlık davası için çalışan liderlerden biri, Mustafa Kemal'i
görmeye gelmişti. Kendisine:
Bir millet irfan ordusuna sahip olmadıkça, muharebe
meydanlarında ne kadar parlak zaferler elde ederse etsin, o
zaferlerin kalıcı sonuçlar vermesi ancak irfan ordusuna bağlıdır.
1923
-"Bizim hareketin de başına geçmek istemez misiniz?"
diye sordu.
Öğretmenler her fırsattan yararlanarak halka koşmalı,
halk ile beraber olmalı ve halk, öğretmenin çocuğa yalnız alfabe
okutan bir varlıktan ibaret olmayacağını anlamalıdır. 1927
Olabilecek şey değildi ama insan yoklamalarını pek seven
Mustafa Kemal:
Milli eğitimde süratle yüksek bir seviyeye çıkacak olan bir
milletin, hayat mücadelesinde maddi ve manevi bütün kudretlerinin
artacağı muhakkaktır. 1928
-"Yarım milyonunuz bu uğurda ölür mü?" diye sordu.
Adamcağız yüzüne bakakaldı.
Milli eğitim ışığının memleketin en derin köşelerine kadar
ulaşmasına, yayılmasına özellikle dikkat ediyoruz. 1924
-"Fakat Pasa Hazretleri yarım milyonumuzun ölmesine ne
lüzum var? Başımızda siz olacaksınız ya..."
Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir.
Öğretmenden, eğiticiden yoksun bir millet henüz millet adını almak
kabiliyetini kazanmamıştır. Ona basit bir kitle denir, millet denemez.
Bir kitle millet olabilmek için mutlaka eğiticilere, öğretmenlere
muhtaçtır. 1925
-"Benimle olmaz beyefendi hazretleri, yalnız benimle
olmaz. Ne vakit halkınızın yarım milyonu ölmeye karar verirse, o
zaman gelip beni ararsınız."
İsmehan YAŞIM 6-A
Yeni nesil, en büyük Cumhuriyetçilik dersini bugünkü
öğretmenler topluluğundan ve onların yetiştirecekleri
öğretmenlerden alacaktır. 1924
Türkiye’nin birkaç yıla sığdırdığı askeri, siyasi, idari
inkılâplar sizin, sayın öğretmenler, sizin sosyal ve fikri inkılâptaki
başarılarınızla pekiştirilecektir. Hiçbir zaman hatırlarınızdan
çıkmasın ki, Cumhuriyet sizden “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür”
nesiller ister. 1924
Öğretmenler; yeni nesli Cumhuriyetin fedakâr öğretmen
ve eğitimcileri, sizler yetiştireceksiniz, yeni nesil sizin eseriniz
olacaktır. Eserin kıymeti, sizin beceriniz ve fedakârlığınızın
derecesiyle orantılı olacaktır. Cumhuriyet; fikren, ilmen, fennen,
bedenen kuvvetli ve yüksek karakterli koruyucular ister. Yeni nesli,
bu özellik ve kabiliyette yetiştirmek sizin elinizdedir... Sizin başarınız,
Cumhuriyetin başarısı olacaktır. 1924
Deniz GÖKÇE 6-A
YENİ TÜRK ALFABESİNİN KABULÜ
Atatürk 1928 yılı Haziran' ında, yeni Türk Alfabesi' nin
tespiti ile ilgili bir komisyon kurulmasını istedi. Çalışmaların sonucu
olan alfabeyi Ata'ya Falih Rıfkı Atay getirdi. Atatürk bunları uzun
uzun inceledi ve sordu:
- Yeni yazıyı uygulamak için ne düşündünüz?
Falih Rıfkı: - Bir onbeş yıllık uzun, bir de beş yıllık kısa
süreli iki öneri var dedi. Öneri sahiplerine göre ilk zamanlar iki yazı
bir arada öğrenilecekti. Gazeteler yarım sütundan başlayarak yavaş
yavaş yeni yazılı kısmı artıracaklardı. Daireler ve yüksek okullar
içinde bazı yöntemler düşünülmüştü. Atatürk Falih Rıfkı’ya baktı:
SOR BAKALIM DEDESİNİN ÇANAKKALE'DE NE İŞİ VARMIŞ
Savaş sonrası, ülkelerin subay ve üst düzey yöneticilerinin
katıldığı bir resepsiyon verilmiş. Ulu önder Atatürk de bu
resepsiyona katılmış.
Davet süresince bir subay atamıza gözlerini dikmiş bir
şekilde sürekli sert sert bakıyormuş. Atatürk bu durumdan rahatsız
olmuş ve yanındaki subaylardan birini gönderip sorunun ne
olduğunu öğrenmek istemiş. Atamızın yardımcı subayı görüşmesini
- Bu, ya üç ayda olur ya da hiç olmaz, dedi.
Hayli radikal bir devrimci iken Falih Rıfkı dahi sasırmış ve
bakakalmıştı. Atatürk devam etti ve:
- Çocuğum, dedi, gazetelerde yarım sütun eski yazı kaldığı
zaman dahi herkes bu eski yazılı parçayı okuyacaktır. İşte bu yüzden
olmaz, dedi.
Esra ŞENGÜL 6-B
29
BAŞÖĞRETMEN ATATÜRK
Yazı devriminden sonra(1928),Atatürk'ün kara tahta
başındaki resmi görülünce, O’na "başöğretmen" denilmeye
başlanmıştı.
Aslında, adlandırmada geç kalınmıştı. Kurtuluş
Savaşı’ndan hemen sonra, bir İstanbul gazetecisi kendisine söyle bir
soru yöneltmişti:
-Yurdu kurtardınız. Simdi ne yapmak isterdiniz?
Hiç duraklamadan su cevabi vermişti:
YANINA ALDIĞI İLK ER
O, Samsun'a çıktığı zaman, üstü başı yırtık, postalları
patlamış, silahsız bir er gördü. Yüzünün rengi bakıra dönmüş, eriyip
kemik ve sinir kalmış bu Türk askeri ağlıyordu. O'na sordu:
- Asker ağlamaz arkadaş, sen ne ağlıyorsun?
Er irkildi, başını kaldırdı. Bu sesi tanıyordu ve bu yüz ona
yabancı değildi. Hemen doğruldu ve Anafartalar'daki Komutanını
çelik yay gibi selamladı.
- Söyle niçin ağlıyorsun?
-Milli Eğitim Bakanı olarak Türk Kültürünü Yükseltmeye
çalışmak, en büyük amacımdır.
Ondan sonra Atatürk nerede görünse, mutlaka orada bir
okula girer, öğretmen ve örgencilerle konuşurdu.
Birgün Atatürk'ün yolu köy okuluna düştü. Tek sınıflı
okulda bir genç öğretmen ders veriyordu. Atatürk sınıfa girince,
öğretmen kürsüsünü terk etti. Atatürk:
-Hayır, yerinizde oturunuz ve dersinize devam ediniz,
dedi. Eğer izin verirseniz, bizde sizden faydalanmak isteriz. Sınıfa
girdiği zaman, Cumhurbaşkanı bile öğretmenden sonra gelir.
İç Anadolu'nun yanık yürekli çocuğu içini çekti:
- Düşman memleketi bastı, hükümet beni terhis etti.
Silahımızı elimizden aldı. Toprağıma giren düşmanı ne ile
öldüreceğim? Kemal Atatürk, er'in omzuna elini koydu:
- Üzülme çocuğum, dedi. Gel benimle! Ve Samsun
deposunda giydirilip silahlandırarak yanına aldığı ilk er bu
Mehmetçik oldu.
Zuhal BASTI 7-A
Toprak YELKIRAN 6-B
KAHRAMAN TÜRK KADINI (17Mart 1923 Tarsus)
Mustafa Kemal İstasyon’dan şehre doğru, bir süre yaya
olarak yürüdü. O'nu görmek için sabahtan itibaren yolları dolduran
Tarsusluların arasından neşe ile selamlar vererek, ilerledi. O sırada
ansızın bir olayla karşılaştı.
Milli Mücadele'deki çete giysili bir kadın, Atatürk'ün
yolunu keserek ayağına kapandı. Gözyaşlarıyla söyle haykırıyordu:
- "Bastığın toprağa kurban olayım Paşam!"
Mustafa Kemal onu yerden kaldırmak için eğilirken kulağına bu
kadının Kurtuluş Savaşında cephelerde çarpışmış olan (Adile Çavuş)
olduğunu fısıldadılar.
ATATÜRK'TEN ÇOK GÜZEL BİR ANI:
İzmir kurtulur, çok tatlı bir yorgunluk, Atatürk ve silah
arkadaşları Ankara'ya hareket edecekler. Trene binerler
kompartımana çekilirler.
Gözlerinden iki damla yas düsen Mustafa Kemal, bu
güneşten yüzü yanmış kadının elinden tutup ayağa kaldırdı ve ona
söyle seslendi:
- "Kahraman Türk kadını! Sen yerlerde sürünmeye değil,
omuzlar üzerinde yükselmeye layıksın."
Leyla ERELİ 7-A
Ertesi gün kompartımanın kapısını çalar yaveri, açar.
Yorgun, bitkin, kravatını yıkamaktadır Atatürk. Yaveri "ya paşam bu
ne hal hiç uyumadınız herhalde niye böylesiniz" der.
"Ya çocuk kompartımanıma yastıkla battaniye koymayı
unutmuşsunuz. Kolumu yastık yaptım ağrıdı, setremi yastık yaptım
üşüdüm. Bende uyuyamadım kalktım" der.
Deniz GÖKÇE
6-A
Gizem AYER
6-A
İsmehan YAŞIM
6-A
Esra ŞENGÜL
6-B
Gürkan ÜŞÜNTÜ
6-B
Toprak YELKIRAN
6-B
Leyla TERELİ
7-A
Zuhal BASTI
7-A
Yaveri; "aman paşam! Birimize haber vereydiniz hemen
size bir yastıkla battaniye getirirdik" der.
Bir ülke kurtarmaktan dönen komutan tarihi bir cevap
verir.
"Geç fark ettim. Hepiniz en az benim kadar yorgundunuz.
Hiçbirinize kıyamadım. Önemli olan benim uyumam değil milletimin
rahat uyuması".
Gürkan ÜŞÜNTÜ 6-B
30
yüklemiş bir amca, o gariban çocukların küçücük ellerine kitap ları
verir. Düşünün, Noel Baba gibi. Noel Baba yalan, Mustafa Amca ise
gerçek. Geyikler yerine eşeği var. Eşek de daha gerçek, Mustafa
Amca da.
- Çocuklar bunları okuyun, aranızda da değişin. On beş
gün sonra aynı gün gelip alacağım. Aman yıpratmayın, diğer
köylerdeki arkadaşlarınız da okuyacak" der.
Mustafa artık Ürgüp'teki kütüphanede bir iki gün
durmakta, diğer günler eşeği Yüksel'le köy köy gezmektedir.
Köylerdeki çocuklar Eşekli Kütüphaneciyi her seferinde alkışlarla
karşılarlar. Kalpleri küt küt atar heyecandan, sevinç içinde yeni
kitapları beklerler. Mustafa Amca'nın ünü etrafa yayılır. Diğer devlet
memurları makam odalarında sıcak sıcak oturup iş yapmazken,
Mustafa'nın eşeği Yüksel yediği otu hepsinden fazla hak etmektedir.
Zamanla insanlar kütüphaneye de gelmeye başlar.
Mustafa bakar ki kütüphaneye kadınlar hiç gelmiyor. Zenith ve
Singer'e mektup yazar: "Bana dikiş makinesi yollayın, firmanızın
adını kütüphanenin girişine kocaman yazayım" der. Zenith dokuz
tane, Singer bir tan e dikiş makinesi yollar (ilk sponsorluk
faaliyeti). Salı günlerini kadınlar günü yapar. Kumaşı alan kadın
kütüphaneye koşar. On makine yetmediği için sıra oluşur. Sırada
bekleyen kadınların eline birer kitap verir, beklerken okusunlar diye.
Okuma-yazma oranının düşüklüğünü görünce halkevlerine okuma
yazma kursları vermeye gider. Halktaki bu gayreti gören Mustafa
gelir getirmesi açısından önem taşıyan Halıcılık kursları başlatır,
bölgede halıcılığı canlandırır.
EŞEKLE GELEN AYDINLIK
Yıl 1943. Genç Mustafa'nın tayini kütüphaneci olarak
Ürgüp Tahsin Ağa Kütüphanesi'ne çıkar. Devlet memurluğu o
dönemde süper bir şey. Çünkü özel sektör falan yok. Bizimki
kütüphanede heyecanla okurları bekler; bir gün olur, beş gün olur,
gelen giden yok. Etraftakilerle konuşur, herkese anlatır:
- Bakın kütüphane bomboş duruyor, gelin kitap okuyun."
Gelen giden olmaz. Amirlerine durumu bildirir.
- Kardeşim otur oturduğun yerde, maaşını düzenli alıyon
mu, almıyon mu?
- Alıyorum.
- Eee, o zaman ne karıştırıyon ortalığı, gelen giden olsa
maaşın mı artacak? Başına daha fazla bela alacan, o kütüphaneye
yıllardır kimse gelmez zaten.
23 yaşındaki genç memur "Ne yapayım, ne yapayım?"
diye düşünür durur. Sonunda aklına bir fikir gelir, eşine söyler. Eşi
önce "Deli misin bey?" der, ama kocasının bir şeyler üretme, işe
yarama çabasını yakından görünce fikri kabullenir.
O dönem devletteki amirlerinin çıkardığı tüm engellerin
tek tek, binbir güçlükle üstesinden gelir. Çünkü o zaman da şimdiki
gibi, "Aman bir şey yapmayalım da başımıza bir iş gelmesin. Çalışsan
da aynı maaş, çalışmasan da" zihniyeti aynen var.
O bıyıklı, kravatlı, asık yüzlü, sigara kokan, arkalarındaki
Atatürk resminden utanmayan, ama ülkesine gram faydası olmayan
bürokratları zorlukla ikna eder ve bir eşek alır. İki tane de sandık
yaptırır. İki sandığa, kalınlığına göre 180-200 kitap sığar. Sandıkların
üstüne "Kitap İare Sandığı" yazar.
Kitapları eşeğe yükler ve köy köy gezmeye başlar.
Bu arada valilik Mustafa hakkında dava açar, "kendi görev
tanımı dışında davranıyor" diye. 50 yaşına gelen Mustafa Amca
baskıyla emekli edilir. Mustafa Amca köylüler arasında efsane olur,
yıllar geçtikçe köylerdeki çocuklarda okuma aşkı yerleşir. 2005
yılında Mustafa Amca vefat eder. Tüm Kapadokya çok üzülür,
aralarında toplanırlar. Ürgüp'e "Eşekli Kütüphaneci" Mustafa
GÜZELGÖZ ve eşeğinin heykelini dikerler.
Girişimcilik ne biliyor musun? Bulunduğun yere yenilik
katmalısın. Mutlaka adım atmalısın. Yaptığın iş olduğu yerde durup
duruyorsa, sende bir uyuzluk vardır arkadaş.
İnsan var, dokunduğu yere değer
katar; insan var, dokunduğu yere değer
kaybettirir. Bakın Nevşehir'den ve bu ülkeden
nice müdür, amir, vali, bürokrat, milletvekili,
politikacı geçti; binlercesinin adını kimse
hatırlamaz ama Mustafa GÜZELGÖZ ve
eşeğinin heykeli var.
Kütüphaneye de bir yazı asar: "Sadece Pazartesi ve Cuma
günleri açıyoruz." Köydeki çocuklar şaşırır. Eşeğe bir sürü kitap
Derya İLBASAN 6-B
31
KALDIRIMLAR
vitrini gibi kullanmakla kalmamış, dükkânının önüne herhangi
bir aracın park etmemesi için yola evet “YOLA” satacağı
bisikletleri dizmiş. Bazılarınızın, edep sınırlarını aşarak “oha”
dediğini duyar gibi oluyorum. Öyle ya yayalar için ayrılmış ve
“Kamu Malı” sayılan kaldırımı bu şekilde işgal etmeyi insan
psikolojisiyle açıklamak mümkün değil. Bence bunları yapma
nedenleri sadece çok para kazanma hırsı ve kültürsüzlük.
Şehirleşmeyi becerememiş belediyelerimizin öksüz
çocuklarıdır kaldırımlar. Evden dışarıya adım attığımızda fark
ederiz onları. Kimi yüksek kimi alçak, kimi dar kimi geniş ama
hepside ortak bir amaç için oluşturulmuş; biz yayalar için bir
şehrin olmazsa olmazları.
Ne yazık ki günümüz belediyeleri kaldırımlara gerekli
önemi verebilmiş değiller. Hatta bazı belediyelerimizin bırakın
önem vermeyi, ne yazık ki bu önemi bile kavrayamamışlardır.
Yolun olması onlar için önemlidir, asfalt veya taş döşeme
yaparlar. Hatta yolla kaldırımı ayırmak için (rastgele de olsa)
kenar taşlarını döşerler. Göze batacak yerdeyse kaldırımın
taşları da döşenir. Hepsi o kadar.
Kaldırımdan yürümenin mümkün olmadığını anlayıp
etrafa göz atarak yoldan yürümeye devam ettik. Kaldırımlarda
daha başka nelerimiz var görebildiklerimizi saymaya çalışalım.
Traktör, otomobil, ziraat aletleri, römork, ağaç, çöp konteynırı,
lağım akıntıları, dükkânlara ait ticari mallar, berberlerin havlu
kurutma askıları, kahvehane masaları (müşterileriyle beraber),
Lokanta masaları, inşaat artıkları, inşaat malzemeleri, ağaçlar
sadece göz ucuyla görebildiklerimiz.
Bu kaldırımın yüksekliği ne kadar olmalı? Genişliği ne
kadar olmalı? İnsanların rahat yürüyebileceği cinsten bir taşla
döşenmiş mi? Özürlüler için, özürlü araçları için rampalar var
mı? Çoğu belediye düşünmez bunları. Yolları yapayım da
kaldırımlar nasıl olsa fark etmez görüşündedirler. Bir düşünür “
kaldırımların yüksekliği bir ülkenin gelişmişlik seviyesi ile ters
orantılıdır” demiş. Demek ki memleketin gidişatını anlamak için
fazla uzağa gitmemiz gerekmeyecek…
Bir belediye başkanına “Başkanım, yayaların geçmesi
için yapılmış olan yaya kaldırımını, ağaç dikerek kullandınız bu
yayalara saygısızlık değil midir” diye sormuşlar. Başkan da gayet
pişkin “Bizim millet zaten kaldırımdan yürümez” demiş. Bir yaya
kaldırımını bile vatandaştan esirgeyen anlayışın son bulması en
büyük dileğimiz. Bu iş sadece dilemekle olmaz tabii.
Kaldırımların fiziki durumu madalyonun sadece bir
tarafı. Diğer tarafı ise içler acısı. Belediyenin iyi veya kötü,
yapmış olduğu kaldırımları kullanabiliyor muyuz peki? “Nerede
efendiiim” dediğinizi duyar gibi oluyorum. Öyle ya bizim
kaldırımlardan yürümek, olimpiyatlardaki “Pentatlon” yarışını
tamamlamaktan daha zor. Abarttığımı düşünenler hemen bir
sokak kaldırımına çıkıp yürümeye başlayabilirler. Bana hak
vereceklerine adım kadar eminim.
Hangi şehirdeydi hatırlamıyorum bir grup genç
üzerinde “Kaldırımımı Geri Ver” yazılı kâğıt bastırmışlar. Yaya
kaldırımını işgal etmiş olan otomobil ve bilumum engellerin
üzerine bu çıkartmaları yapıştırıyorlarmış. Karanlıktan şikayet
etmek yerine, bir mum yakmayı tercih ettikleri için onları tebrik
ediyorum.
İsterseniz sizinle kısa bir kaldırım yolculuğu yapmaya
çalışalım. En yakın kaldırıma çıkıyoruz. Çıkmamızla inmemiz
hemen bir oluyor. Çünkü önümüzdeki market dükkânındaki
malların yarısını kaldırıma dizmiş ve dükkânından yola bir
koridor oluşturmuş. İlk “Lehavle” mizi çektik, marketi geçip
tekrar kaldırıma çıktık. Daha iki adım atmıştık yolumuz bir masa
tarafından kesildi. Neymiş efendim, sigara yasağı yüzünden
içeride oturamıyormuş vatandaş. Kaldırım var ya, koy masayı
(babanın malı gibi) kaldırıma müşteri hem sigara hem çay
içsin!!!
Kaldırımına önem vermiş, doğaya ve insana saygılı bir
Germencik’te yaşamak düşünceleriyle hoşçakalın…
Hatice TOSUN, Melisa NEŞELİ, Asya DEMİR 7-A
Olmayacak indik yola, kahvehaneyi geçtikten sonra
tekrar kaldırıma çıkmak istedik. Mümkün değil, yolun
kenarından değil ortasından yürümek zorunda kaldık bu sefer.
Beyaz eşya satan bir ticarethane kaldırımın tamamını beyaz eşya
32
Hatice TOSUN
7-A
Melisa NEŞELİ
7-A
Asya DEMİR
7-A
JEOTERMAL ENERJİ İLE İLGİLİ BİR SÖYLEŞİ
Efecan EĞRİBOYUN : Jeotermal Enerji nedir?
Kabil BİRALMIŞ* : Jeotermal kaynak kısaca yer ısısı olup,
yerkabuğunun çeşitli derinliklerinde birikmiş ısının oluşturduğu,
kimyasallar içeren sıcak su, buhar ve gazlardır. Jeotermal enerji ise
jeotermal kaynaklardan doğrudan veya dolaylı her türlü
faydalanmayı kapsamaktadır.
Efecan EĞRİBOYUN : Jeotermal enerjinin diğer enerji türlerine göre
avantajları nelerdir?
Kabil BİRALMIŞ
: Jeotermal enerji günümüzde fosil enerji
kaynaklarına göre önemli avantajlar sunmaktadır. Bunlar:
Yerlidir,
Yenilenebilir,
Ucuzdur,
Çevre dostudur,
Dışa bağımlılığı yoktur.
Dünyada kullanım alanları oldukça gelişmiştir. Elektrik elde etme,
ısıtma, soğutma, termal turizm, mineral-tuz eldesi, endüstride
kullanım (entegre) gibi çok amaçlı olarak kullanma şansı yaratmakta
olup topluma ve ekonomiye katkısı büyüktür.
Ömerbeyli bölgesinde bulunan jeotermal enerji
potansiyelinin güvenilir, ekonomi ve kaliteli biçimde
ekonomiye kazandırılması
Elektrik üretimi için kullanılan kaynakların çeşitliliğinin
artırılması
Seracılık için kullanıldığında sera gazı emisyonlarının
azaltılması
Atıkların değerlendirilmesi
Çevrenin korunması
Efecan EĞRİBOYUN : Bir Jeotermal santral kurabilmek için hangi
izinlerin alınması gereklidir.
Kabil BİRALMIŞ
: Jeotermal santral kurabilmek için değişik
kurum ve kuruluşlardan izin alınması gerekmektedir bunlar:
Elektrik Üretim Lisansı
Teşvik Belgesi
MTA Sözleşmesi
ÇED Gerekli Değildir Belgesi
Fizibilite Raporu
Mühendis Sözleşmesi
Türkiye, dünyada jeotermal zenginliği ile yedinci sırada yer
TPIC Sözleşmesi
almasına rağmen mevcut potansiyelinin sadece yüzde 4’ünü
Proje Finansmanı Hakkında
kullanabilmektedir
Efecan EĞRİBOYUN : Jeotermal çalışmalarınız devam etmekte
Efecan EĞRİBOYUN : Jeotermal santralin buraya kuruluş amacı midir? Bu alanda jeotermal potansiyel ne kadardır?
nedir?
Kabil BİRALMIŞ
: Sahada bu güne değin MTA tarafından yapılan
yapılan detay jeoloji, jeokimya, jeofizik, sondaj ve test çalışmaları,
Kabil BİRALMIŞ
: Bunun birçok sebebi var bunlar:
sıcaklığı 200 °C den fazla bir rezervuarın varlığını ortaya çıkarmıştır
Jeotermal kaynağın elektrik enerjisi üretimi amaçlı (MTA, 1988). 2002 yılında MTA tarafından yapılan jeofizik
kullanımının yaygınlaştırılması
33
değerlendirme raporu sonuçları, Germencik jeotermal anomalisinin Mevcut planlamaya göre, ruhsat alanımızı batısında yer alan
yaklaşık 50 km²’lik alana yayıldığını göstermektedir.
yaklaşık ¼ lük bölümü enjeksiyon alanıdır. Bu alan üzerindeki 5 kuyu
enjeksiyon kuyusu olarak seçilmiştir. Bu kuyuların rezervuar
Sahadan sürdürülebilir enerji üretiminin sağlanabilmesi ve
sıcaklıkları 191-205 °C arasında değişmektedir. Bu sıcaklık değerleri
rezervuarda oluşacak basınç düşümünün en aza indirilmesi ve çevre
“binary cycle yöntemi” ile enerji üretimine çok uygun değerlerdir.
kirliliği oluşturmamak için, atık jeotermal suyun sahanın batı
bölümünde açılan kuyulara geri basılması uygun bulunmuştur.
Efecan EĞRİBOYUN : Jeotermal bölgede birçok kuyunun açılmış
olduğunu gördük. Bu kuyular arasında özellik olarak herhangi bir
GÜRMAT, Ömerbeyli jeotermal sahasının yüksek sıcaklıklı alanın
farklılık var mıdır?
potansiyelini kullanarak ilk aşamada 47.4 MWe kurulu gücü olan bir
santrali gerçekleştirmiş olup; santralde enerji üretim test Kabil BİRALMIŞ
: Ömerbeyli jeotermal sahasında MTA
çalışmalarına Mart/2009 ayı içerisinde başlanılması planlanmıştır.
tarafından 1982-1986 yılları arasında dokuz adet arama ve üretim
kuyusu açılmıştır. GÜRMAT, Germencik jeotermal santralının
jeotermal akışkan üretimi ve atık jeotermal su enjeksiyonu için 9
adet yeni jeotermal kuyuyu 2007-2008 yılları arasında, uygun yeni
sondaj teknolojileri uygulayarak açmıştır. ÖB-5, 6, 8, 10, 11, 14, 17
ve 19 no.lu kuyular üretim, ÖB-9, AG-22, 24, 25 ve 26 no.lu kuyular
jeotermal su enjeksiyon ve ÖB-3 kuyusu ile kondense su
enjeksiyonu için kullanılacaktır.
Aydın-Germencik Ömerbeyli jeotermal sahası, Büyük Menderes
Grabeninin batı bölümünde Ömerbeyli-Alangüllü yerleşim yerleri
sınırları içinde yer alan yüksek sıcaklıklı bir sahadır. En yüksek 232 °C
sıcaklığa sahip Ömerbeyli jeotermal rezervuarı “su baskın” (waterdominated) bir jeotermal rezervuardır.
Fay kontrollü hidrotermal tip Ömerbeyli jeotermal sahası, arama ve
üretim sondaj çalışmaları ile, belirlenmiştir (MTA 1988). Sahada
MTA tarafından yapılan yapılan jeolojik,
jeofizik, sondaj, test ve jeokimya çalışmaları,
rezervuar sıcaklığını 200-215 °C üzerinde
Santral için toplam 8 adet üretim kuyusundan 2530 ton/saat
olduğunu göstermiştir.
jeotermal akışkan üretimi planlanmaktadır. Santralden yılda 8200
saat elektrik üretimi öngörülmesi halinde; jeotermal rezervuardan
Efecan EĞRİBOYUN 6-A
yılda yaklaşık 20.8 milyon metreküp jeotermal akışkan üretimi
* Kabil BİRALMIŞ, Germencikte faaliyet
yapılacaktır. Bu miktarın yaklaşık 16.4 milyon metreküpü (%79)
gösteren
Gürmat Jeotermal Elektrik
reenjeksiyon yoluyla yeniden Sahanın batı bölümünde yer alan
Santrali’nin yüksek mühendisidir.
enjeksiyon kuyularına basılacaktır. Ayrıca, kondenserde yaklaşık 100
ton/saat kondense su da rezervuara geri basılacaktır.
34
JEOTERMAL ENERJİNİN ELDE EDİLİŞİ
6-7 bar gibi basınçtadır ve türbin hızlandırmada kullanılır.
Alçak Basınç Seperatörü
: Bu kısımda, Yüksek Basınç
Seperatörü’nden gelen kızgın buhar-su içindeki su ayrıştırılarak daha
düşük basınçlı bir kuru buhar elde edilir. Bu seperatörden alınan
buhar 1,6-2,2 bar gibi basınçtadır ve türbin için itici güç sağlar.
Enjeksiyon Pompası : Seperatörlerden elde edilen sıcak suyun içinde
doğaya zarar verecek kimyasallar bulunduğundan tekrar çıkarıldığı
derinliğe gönderilmesi gerekmektedir. İşte bu pompalar suyu bu
derinliğe göndermek için gerekli basıncı sağlarlar. Bu pompalar çok
güçlü olup yüksek miktarda elektrik tüketirler (3 megawatt).
Enjeksiyon Kuyusu : Pompadan gelen basınçlı suyun verildiği
kuyudur. Rezervin ısısının düşmemesi için üretim sahasından 5001000 metre ileriye açılırlar.
Buhar Türbini ve Jenaratör : Türbin alçak basıncın etkisiyle güç
alırken, yüksek basıncın etkisiyle de hız kazanır. Türbinin çevirdiği
jeneratörden elektrik elde edilir (37 megawatt). Bu elektrik bir
enerji hattıyla ulusal ağa aktarılır.
Ana Kondenser
: Yüksek sıcaklıktaki (?) kuru buharın dışarıya
verilmeden önce soğutulması gerekmektedir. Bunun için buhar bu
ünitenin içerisinden geçirilerek bir miktar soğutulur.
NCG Yoğunlaşmamış Gaz Sistemi
: Buhar doğaya salınmadan
önce çevreye ve insanlara zarar verebilecek gazlardan temizlenmesi
gerekmektedir. Bunun için bu ünite içerisinde değişik kimyasallarda
kullanmak suretiyle buhar içerisinde bulunan Zaralı madde oranları
kabul edilebilir oranın altına çekilir.
Vakum Pompaları : İçindeki zararlı maddelerden arındırma
işleminde kimyasalların yanı sıra vakum pompaları da kullanılır.
Burada işlem gören buhar soğutma kulelerine
yönlendirilir.
Üretim Kuyusu
: Buhar-Su karışımı basınçlı suyun çıktığı
kuyudur. Çıkma derinliği 1800 ile 2400 metre arasında değişebilir.
Çıkan karışımın sıcaklığı 180 °C ile 240 °C arasında olup yaklaşık
olarak 30-40 Bar basıncındadır.
Soğutma Kuleleri : Pompadan alınan
buharda hala yüksek miktarda ısı vardır. Bunun
alınması için soğutma kulelerine alınan buharın
üzerine su püskürtülür. Yeteri derecede ısıdan
ve zararlı maddelerden arındırılan buhar
bacalar yoluyla doğaya salınır.
Yüksek Basınç Seperatörü
: Bu kısımda kızgın buhar içindeki su
ayrıştırılarak kuru buhar elde edilir. Bu seperatörden alınan buhar
Yeşim TOSUN 8-A
35
KAHVE TADINDA BİR HAYAT
Bir zamanlar, her şeyden sürekli şikâyet eden; her gün
hayatının ne kadar berbat olduğundan yakınan bir kız vardı.
Hayat, ona göre, çok kötüydü ve sürekli savaşmaktan,
mücadele etmekten yorulmuştu. Bir problemi çözer çözmez, bir
yenisi çıkıyordu karşısına.
Genç kızın bu yakınmaları karşısında, mesleği aşçılık olan
babası ona bir hayat dersi vermeye niyetlendi. Bir gün onu mutfağa
götürdü. Üç ayrı cezveyi suyla doldurdu ve ateşin üzerine koydu.
Cezvelerdeki sular kaynamaya başlayınca, bir cezveye bir patates,
diğerine bir yumurta, sonuncusuna da kahve çekirdeklerini koydu.
Daha sonra kızına tek kelime etmeden, beklemeye
başladı. Kızı da hiçbir şey anlamadığı bu faaliyeti seyrediyor ve
sonunda karşılaşacağı şeyi görmeyi bekliyordu. Ama o kadar
sabırsızdı ki, sızlanmaya ve daha ne kadar bekleyeceklerini sormaya
başladı. Babası onun bu ısrarlı sorularına cevap vermedi.
Yirmi dakika sonra, adam, cezvelerin altındaki ateşi
kapattı. Birinci cezveden patatesi çıkardı ve bir tabağa koydu.
İkincisinden yumurtayı çıkardı, onu da bir tabağa koydu. Daha sonra
son cezvedeki kahveyi bir fincana boşalttı. Kızına dönerek sordu:
- Ne görüyorsun?
- Patates, yumurta ve kahve? Diye alaylı bir cevap verdi
Söylenileni yapan kızın yüzüne, kahvenin nefis tadıyla bir
gülümseme yayıldı. Ama yine de bütün bunlardan bir şey
anlamamıştı:
- Bütün bunlar ne anlama geliyor baba?
Babası, patatesin de, yumurtanın da, kahve
çekirdeklerinin de aynı sıkıntıyı yaşadıklarını, yani kaynar suyun
içinde kaldıklarını anlattı. Ama her biri bu sıkıntı karşısında farklı
tepkiler vermişlerdi.
Patates daha önce sert, güçlü ve tavizsiz görünürken,
kaynar suyun içine girince yumuşamış ve güçten düşmüştü.
Yumurta ise çok kırılgandı; dışındaki ince kabuğun içindeki
sıvıyı koruyordu. Ama kaynar suda kalınca, yumurtanın içi sertleşmiş
katılaşmıştı.
Ancak, kahve çekirdekleri bambaşkaydı. Kaynar suyun
içinde kalınca, kendileri değiştiği gibi suyu da değiştirmişlerdi ve
ortaya tamamen yeni bir şey çıkmıştı.
- Sen hangisisin? Diye sordu kızına. Bir sıkıntı kapını
çaldığında nasıl tepki vereceksin? Patates gibi yumuşayıp ezilecek
misin? Yoksa yumurta gibi, kalbini mi katılaştıracaksın?
Yoksa kahve çekirdekleri gibi, başına gelen her olayın
duygularını olgunlaştırmasına ve hayatına ayrı bir tat katmasına izin
mi vereceksin?
kızı.
Hepinize kahve tadında bir yaşam
- Daha yakından bak bir de dedi baba, patatese dokun.
dilerim.
Kız denileni yaptı ve patatesin “yumuşamış” olduğunu
(İnternetten alınmıştır)
söyledi.
Seda ERTAŞ 6-A
- Aynı şekilde, yumurtayı da incele.
Kız, kabuğunu soyduğu yumurtanın katılaştığını gördü. En
sonunda, kızının kahveden bir yudum almasını söyledi.
36
37
Acı Kaybımız
Öğrencilerin evcil hayvan beslemelerinin onların
sorumluluk duygularını artıracağını düşündüğüm için birer ev
hayvanı alıp beslemelerini önerdim.
Öğrencilerimden biri de kaplumbağa beslemeye
başlamış. Adını da "Necmi" koymuşlar.
Hacim nedir?
5. Sınıfların Fen Bilgisi sınavının 2. sorusu: "Hacim
nedir? Bir örnek vererek açıklayınız".
Öğrencimizden gelen cevap: "Hacdan gelenlere hacim
denir. Örnek: Nasılsın hacim?".
Özür
Yeni atandığım okuldaki öğrencilerin notları çok
düşüktü. Öğrenciler bu karnelerle evde problem yaşayacaklarını
söylediler. Bende velileri çağırıp, ortalığın yatışması açısından:
"Sakın çocuğun moralini bozmayın, sakın kötü bir şey
söylemeyin notlarına bakıp özellikle çocuğunuzun gururunu
kırmayın " şeklinde konuşmalar yapınca; erkek velilerden biri
dayanamayıp sordu:
Necmi bir gün önce hareketsiz kalınca, öldüğü
düşünülerek ailecek sade bir törenle evin arka bahçesine
gömmüşler. Öğrenciye; herhangi bir rahatsızlığı olup olmadığını
sordum. “Yoktu” dedi.
Hayvancağız durduk yerde can verdiği için gidip,
Necmi’yi aldıkları dükkânın sahibine sebebinin ne olabileceğini
sorduğumuzda ”Hocam onlar kış uykusuna yatar” cevabını almış
bulunmaktayız. Hepimizin başı sağ olsun. Bu vicdan azabıyla çok
yaşamazlar herhalde.
Ailenin başı kimdir?
Görmüş geçirmiş hatta ermiş bir dede ile konuşurken
sordum;
- Dede ailenin başı kadın mıdır, erkek mi?
- Erkek baştır.
- Getirdikleri kötü karne için ne zaman özür
dileyelim?"
- Peki, kadın nedir?
- Kadın boyundur, başı nereye isterse oraya çevirir...
Hugo’lar Beşledi
Sınıfın en yaramazı Türkçe dersi kitabından bir metni
tüm sınıfa sesli olarak okurken V. Hugo’ya "Beşinci Hugo"
deyince diğer öğrenciler kısa süren bir sessizlikten sonra
gülmekten kırılmışlardı.
İngilizce Yazılısı
Bir alkış da İngilizce sınavında "Nice …….." şeklindeki
boşluğu "Nice mutlu yıllara!" biçiminde dolduran, dahi mi yoksa
aptal mı olduğunu henüz anlayamadığımız öğrencime istiyorum.
Andropolos’un pantolonu
Osmanlı zamanında, Bizans donanması ile Osmanlı
donanması savaşacaklar.
Bizans yirmi gemilik muhteşem bir donanma hazırlar
ve denize açılır. Donanmanın başında Andropolos vardır.
Andropolos en öndeki geminin burnunda elleri göğsünde
heybetli bir heykel gibi durmaktadır ve hemen arkasında
yaverleri vardır. Hep birlikte Osmanlı donanmasını
beklemektedirler.
Yukarıdan gözcü bağırır:
Alfabe
Ben de bu yıl okula başlayan bir minimini için kuvvetli
bir moral alkışı istiyorum.
Okulun açılmasının daha ikinci gününde: “örrrtmenim,
taa evden buraya tel çizmeye mi geldik, hep yumarlak mı
yapcaz, harf felan öretmicen mi?” deme cesaretini gösterdiği
için.
"Komutanım, Osmanlı donanması altı gemiyle
göründü". Komutan yaverine döner ve:
"Bana kırmızı gömleğimi getirin, eğer savaşta
yaralanırsam kanım belli olup da askerlerin morali bozulmasın"
der.
Hemen kırmızı gömleği giyer ve ayni ihtişamıyla
yerinde durur. Bir zaman sonra gözcü yine bağırır:
"Komutanım, o altı geminin ardından atmış gemi daha
göründü"
Teknoloji
Temel Eskişehir'den Ankara'ya gidecek bir trene
binmiş. Karşısındakine nereye gittiğini sormuş, İstanbul'a
gittiğini öğrenince,
Andropolos tekrar yaverine döner ve hafifçe
mırıldanır:
"Bana kahverengi pantolonumu getirin"
- Teçnoloji ne çadar celişti, pen purada oturayrum
Ançara'ya, sen çarşumda oturaysun İstanbul'a cideysun.
38
Çinli ile Oflu
Sahipsiz
Çinli'nin biri Of'da bir kahvehaneye girer yüksek bir
sesle “İçinizde bana yan bakan delikanlı var mı?” diye sorar.
Yargıç, otomobil çalmak suçundan sanık olarak
karşısına getirilen Temel'e sordu:
Tabi bizim sazan Temel:
- Otomobil çalmışsın, bunu neden yaptın söyler misin?
- Ben varım diye, atlar. İkisi beraber dışarıya çıkar,
aradan beş dakika geçer ve Temel gözü morarmış bir halde
kahveden içeri girer, hemen ardından giren Çinli'de kasıla kasıla
Temel'i göstererek.
- Sahibi yok sanmiştum...
- Peki, sahibi olmadığı kanısına nereden vardın?
- Mezarluğun önine parketmiştu da...
- Ona ”yokohamanın tekmesi” tekniğiyle vurdum der.
Ertesi gün Çinli yine kahveye gelir, herkese meydan
okur. Temel tekrar kalkar, dışarıya çıktıktan beş dakika sonra
Temel, burnu kırılmış diğer gözü morarmış bir vaziyette içeri
girer.
Temelin Sırrı
Taka kaptanı Temel Reis yıllardır her sabah kasasını
açar ve çıkardığı bir kâğıt parçasına dalgın dalgın bakarmış.
Sonra onu dikkatle kasaya koyar ve kimseye emanet etmediği
anahtarıyla dikkatle kilitlermiş.
Arkasından içeri giren Çinli yine Temel'i göstererek:
- Bu kez ona “ejderin yumruğu” tekniğiyle vurdum,
Tayfa merak içindeymiş, define haritası falan
zannediyorlarmış. Bir gün Temel Reis ölmüş. Anahtarı
koynundan alıp sararmış kâğıdı çıkarmışlar.
Şöyle yazıyormuş:
der.
Üçüncü gün Çinli'nin restini yine Temel görür, ikisi
beraber dışarı çıkarlar, herkes Temel'i beklerken, Çinli ağzı
burnu kırılmış, üstü başı kan revan içinde içeri girer, hemen
arkasından kasıla kasıla kahveye giren Temel, eliyle Çinliyi işaret
ederek:
“Sancak sağ, iskele sol.”
Korku
- Ona “Toyota'nın krikosuyla” vurdum, der.
Adamın biri elinde büyük bir bıçakla camiye dalar ve
sorar:
Temel Boyacı
-Aranızda Müslüman olan var mı?
Temel’e karayollarını boyama işi vermişler. Temel
başlamış çalışmaya. İlk gün tam 200 metre boyamış. İkinci gün
100 metre, üçüncü gün 50 metre. Artık dördüncü gün 10 metre
boyayınca amiri Temel’i çağırmış:
Korkudan kimse bir şey diyemez. Birazdan yaşlı bir
adam ayağa kalkar:
-Ben Müslümancım, der.
- Hayırdır evladım iyi çalışıyordun?
Bıçaklı adamla yaşlı adam camiden çıkarlar. Adam
Dışarıdaki inek sürüsünü gösterip:
- Ben yine iyi çalışıyorum
- İyi ama dün 50 metre bugün de 10 metre boyamışsın.
- E... haliyle. İlk günlerde boya kovasına gidip gelmek
kolaydı, sonraları çok vakit almaya başladı.
-Amca, şunları kurban edeceğim de ben beceremem
yardım eder misin? Der.
Yaşlı adam 4-5 hayvanı kestikten sonra “evladım ben
yoruldum başka birini bul” der.
Adam bu sefer kanlı bıçakla yine cami avlusuna girer
Oruç
ve sorar:
Dursun Temel'e sormuş:
-Aranızda başka Müslüman var mı?
- Uşağum oruçlu oruçlu kaç hamsi yiyepilursun?
Az önceki adamı doğradığını düşünen cemaat çok
korkar ve herkes aynı anda imama bakar, imam:
- 100 tane demiş. Dursun:
-Ulan iki rekât namaz kıldırdık diye Müslüman mı
olduk yahu?
Temel:
- Hadi oradan yesen yesen 1 tane yersin geriye kalan
99 hamsiyi oruçsuz yersin demiş.
Bu espri Temel'in çok hoşuna gitmiş. Yolda Cemal'i
görmüş ve hemen sormuş:
- Uşağum oruçlu oruçlu kaç hamsi yiyepilursun ?
Cemal:
- 50 demiş.
-Ha uşağum 100 deseydun sana müthiş bir espiri
yapacaktum demiş.
Kedi sütü iç
Çocuk peltekmiş. Öğretmeni tahtaya kaldırmış ve
tahtadaki "kedi sütü iç" yazısını okumasını istemiş. Çocuk "tedi
tütü it" demiş. Öğretmen bağırmış ve doğru söyle demiş. Çocuk
yine "tedi tütü it" demiş. Öğretmen acayip sinirlenmiş ve çocuğu
dövmüş ve "doğru oku dedim sana şunu" demiş.
Çocuğun artık canına tak etmiş ve “pis tedi, ittene tu
tütü" demiş.
39
Denize girmek yasak
Aslan bizimkileri fark edince üzerlerine doğru gelmeye
başlamış. Amerikalı bir yudum viski içip acı sonu beklemeye
başlamış.
Bir grup İngiliz, Amerikan ve Türk gemiyle yolculuk
ediyorlarmış. Birden şiddetli bir fırtına kopmuş. Geminin batacağını
anlayan kaptan hemen yolculara koşup gemiyi boşaltmalarını
Bu arada Japon da botlarını çıkarıp spor ayakkabılarını
istemiş. Fakat kimse buna inanmayarak kendini denize atmayı kabul giymeye çalışıyormuş. Amerikalı sormuş:
etmemiş. Bir süre sonra bütün yolcuların ölüm tehlikesiyle karşı
-Ne o, aslandan hızlı mı koşacaksın?
karşıya olduğunu gören kaptan hemen bir tayfasını çağırmış. "Git bir
de sen dene onları gemiden atlamaya ikna etmeyi" demiş. Tayfa
-Yoo, senden hızlı koşsam yeter.
gitmiş ve kısa bir süre sonra geri dönmüş. Kaptan merakla sormuş:
---Bu bölümü Hazırlayanlar--Eee, ne oldu?
-Hepsi atladılar efendim.
Kaptan çok şaşırmış:
-Nasıl olur, daha demin kıllarını bile kıpırdatmamışlardı.
Ne dedin onlara?
-Çok kolay. İngilizlere "Sizin gibi soylu insanlar batmak
üzere olan bir gemide olmamalılar" dedim.
Amerikalılara deniz suyunun insan vücudu için çok faydalı
olduğunu söyledim.
-Peki ya Türklere ne dedin?
Ali ZENTÜR
5-A
Elif VAR
5-A
Onur CİLASIN
5-A
H.Ömer AÇIKGÖZ
5-A
Seren ZABINOĞLU
5-A
Oğuzhan İLHAN
5-A
-Onlara da "Denize girmek yasak! " dedim.
Safari
Bir Amerikalı ile Japon safari'ye çıkmışlar. Her ikisi de son
teknolojik silahlarını da birbirlerine nazire yapmak için yanlarına
almışlar.
Derken uzakta bir aslan görünmüş. Amerikalı lazer
tüfeğini doğrultmuş ve aslana ateş etmiş. Ama karavana. Hemen
Japon uydudan yönlendirmeli tüfeğini doğrultup ateş etmiş. Fakat o
da karavana.
40
Asiye ULAŞ
Ana Sınıfı Öğretmeni
OKUL ÖNCESİ EĞİTİMİN ÖNEMİ ve AMAÇLARI...
Okul öncesi eğitimin amaçları, Türk Milli Eğitiminin genel
amaçlarına ve temel ilkelerine uygun olarak;
Çocukların; Atatürk, vatan, millet, bayrak, aile ve insan
sevgisini benimseyen, milli ve manevi değerlere bağlı,
kendine güvenebilen, çevresiyle iyi iletişim kurabilen,
dürüst, ilkeli, çağdaş düşünceli, hak ve sorumluluklarını
bilen, saygılı ve kültürel çeşitlilik içinde hoşgörülü bireyler
olarak yetişmelerine temel hazırlamak amacıyla çaba
göstermek,
Sevgili Anne ve Babalar;
Çocuğunuzun seven, üreten ve paylaşan bir birey olmasını
istiyorsanız, okul öncesi eğitim kurumlarının açık olduğu sürece
çocuğunuzu bu eğitimden yararlandırmalısınız…
Gelin, ülkemizi güzel yarınlara birlikte hazırlayalım.
Çocukların beden, zihin ve duygu gelişmesini ve iyi
alışkanlıklar kazanmasını sağlamak,
Anasınıfı Öğrencilerimizin Yaptığı Çalışmadan Örnekler
Çocukların Türkçe' yi doğru ve güzel konuşmalarını
sağlamak,
Çocuklara sevgi, saygı iş birliği, sorumluluk, hoşgörü,
yardımlaşma, dayanışma ve paylaşma gibi davranışları
kazandırmak,
Çocuklara hayal güçlerini, yaratıcı ve eleştirel düşünme
becerilerini, iletişim kurma ve duygularını anlatabilme
davranışlarını kazandırmak,
Toplumumuzun temelini oluşturan çocuklarımız ülkemizin
geleceğidir. Ulu Önder Atatürk' ün söylemi ile "Çocuklar geleceği
yapacak adamlardır".
Yeteneklerin en hızlı geliştiği ve biçimlendiği dönemin Okul
Öncesi Çağı olduğu bilinmektedir. Bu nedenle 0-6 yaş dönemi;
çocuğun gelişiminin en kritik, en ilginç, en çok dikkat isteyen ve
ziyan edilmemesi gereken bir dönemdir.
Bu dönemde görev alacak usta öğreticiler eğitimli olmalıdırlar;
Çocuğun üç yaşından sonra başlayarak, ilköğretime gelinceye kadar
olan zaman içinde bakımını, korunmasını ve her yönden gelişiminin
sağlanması çok önemlidir.
Son yıllarda dünya genelinde her alanda olduğu gibi eğitim
anlayışında da pek çok değişiklik meydana gelmiştir. Çocuk gelişimi
eğitimine verilen önemin artması bu değişikliklerden sadece bir
tanesidir.
Çocuk Gelişimi Eğitimi; çocukla çevresindeki insanlar
arasındaki gerginliği azaltır. Anneyi çocuğun sürekli isteklerinden
kurtarması ve rahat bir nefes almasını sağlamaktadır.
Okul öncesi yaşlarda çocuk, çevresindeki kişilerin ortamlarıyla
etkileşim yollarını, kendine özgü duyuş, düşünüş ve davranış
biçimiyle bağdaştırarak benimser. Böylece benlik kavramını
geliştirir. İçinde bulunduğu toplumun bir parçası, bir örneği olur.
Toplum ondan neler beklediğini, kendisinin topluma neler vermek
zorunda olduğunu, bulunduğu toplum kesitinin gelenek ve
göreneklerini çevresinden öğrenmeye çalışır.
Çocuğa ilk örnek olacak kişiler anne ve babalardır. Çocuk
Gelişimcinin ailelerle işbirliği sağlaması çocuğun gelişimini olumlu
şekilde etkilemesi önemlidir.
Bu amaçlar doğrultusunda yetişen Çocuk gelişimciler geleceğimiz
olan çocuklarımızın eğitiminde önemli bir yer kaplamaktadır.
41
42
43

Benzer belgeler

Benim Bir Hayalim Var

Benim Bir Hayalim Var için çok önemli olabilir. O yüzden biz olayları seviyesi öyle bir ilişkiyi zorunlu hale getiriyor, olmazsa olmazı sınıflandıramıyoruz. Ama beni en çok etkileyen olay Balıkesir haline getiriyor. Fiz...

Detaylı