BEHİÇ BEY

Transkript

BEHİÇ BEY
BEHİÇ BEY
Mete GÜRLER
4 Mayıs 2013
İTÜ Evi
Mustafa Kemal, 1918’de I. Dünya Savaşı’ndan 550.000 kayıpla çıkan, Mondros Ateşkes
Antlaşması’yla orduları dağıtılan, ağır silahları elinden alınan, demiryolları, tersaneleri, yer altı ve
yer üstü zenginlikleri, telgraf hatları ele geçirilen, bu da yetmezmiş gibi elindeki son toprakları da
emperyalistlerce işgal edilen, kapitülasyonlar altında ezilen, sanayileşmemiş, aşiret ve tarikat
kıskacında, aydınlanmamış, geri kalmış, yıkık ve perişan bir ülkeyi önce bağımsız, sonra çağdaş bir
ülke haline getirmeyi başarmıştır.
Mustafa Kemal, emperyalist ve kapitalist Avrupa’ya, “Biz, bizi mahvetmek isteyen
emperyalizme karşı ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı bütün ulusça savaşan insanlarız”
diyerek başkaldırmış ve kazanmıştır.
Böylece dünyada ilk kez bir adam ve o adama inanan bir millet, eli kanlı emperyalizmi dize
getirmiştir.
Bu büyük başarı Mustafa Kemal’i ve Türk milletini ezilen-sömürülen Doğu’nun bağımsızlık
sembolü haline getirmiştir.
Mustafa Kemal, hiç abartısız önce bir vatan, sonra bir millet sonra da bu vatanda
bağımsız yaşayacak millete çağdaş (uygar) bir gelecek hazırlamıştır.
Üstelik ATATÜRK Cumhuriyet mucizesine imza atarken, ilk on yıl içinde bir büyük isyan
(Şeyh Sait İsyanı), irili ufaklı çatışmalar, iki kısmi seferberlik ve bir büyük dünya krizi
yaşanmıştır. Kısıtlı bütçesine rağmen yabancılardan borç almadan kalkınmayı başarmıştır.
Cumhuriyet, İzmir İktisat Kongresi’yle başlayan kalkınma sürecinde denk bütçe, açık diplomasi,
“yurtta barış dünyada barış” ilkeleriyle hareket etmiştir. Milletler Cemiyeti’ne ancak davet
edilince girmiştir. Bu dönemde % 10 kalkınma hızı, %20 sanayileşme hızı yakalamıştır. Son beş
yılda ise, bir büyük isyan (Dersim İsyanı) ve irili ufaklı çatışmalar, Hatay ve Boğazlar sorununa
rağmen fabrikalarını, demiryollarını, bankalarını kurmuş ve büyük bir hızla sanayileşmiştir.
Halkçılık ilkesi doğrultusunda halkevleri, halkodaları, köy öğretmen okulları, köy okulları, millet
mektepleri, enstitüleri, yüksekokulları ve üniversitesini kurarak halkı bilinçlendirmiştir. 15 yıl
Sayfa | 1
gibi kısa bir sürede, ortaçağ kalıntısı geri kalmış bağımlı bir toplumdan çağdaş bir ulus
yaratılmıştır. Neresinden bakarsanız bakınız bunun adı Atatürk ve Cumhuriyet Mucizesidir.
1938’de devletin Osmanlı borçlarından başka borcu yoktur.
Kardeşlerim;
Mustafa Kemal’in silah arkadaşlarından her biri hem savaş zamanında, hem de genç
Türkiye Cumhuriyeti’nde çok kritik sorumluluklar yüklenmişlerdir. Bu kıymetli insanlardan bazıları
ön plana çıkmayı, bazıları ise arka planda kalmayı tercih etmişlerdir.
Ben bugün sizlere bu arka planda kalmayı tercih edenlerden birisini, gerek Çanakkale
Harbimizde, gerek Kurtuluş Savaşımızda, gerekse de genç Türkiye Cumhuriyeti’nde çok kritik
görevler üstlenen, Mustafa Kemal’in en yakın arkadaşlarından biri olan Behiç Bey’i anlatacağım.
Atatürk 10. yıl marşı hazırlanıp ilk defa kendisine sunulduğu zaman, bu marşı çok
beğenmekle beraber, bir mısrasını değiştirme zorunluluğu
hissetmiş ve değiştirmiştir.
"Yurdun her bir tepesinde dumanlar tütüyor" mısrasını,
10. yıl marşından çıkarmış, yerine kendisinin şahsen yazdığı şu
mısrayı eklemiştir:
"Demir ağlarla ördük ana yurdu dört baştan"
Bu mısrayı yazdıktan sonra da yakın arkadaşı Behiç Bey’e:
"Sizin emeğinizin karşılığı değildi, değiştirdim" diyerek,
kendi yazdığı mısrayı ona okumuştur.
Ülke demir ağlarla baştanbaşa örülmüştür ve bu çabanın en önemli mimarlarından biri de
Behiç Bey’dir. O, Eskişehir’den Ankara’ya trenle gelenlerin, Ankara’ya yaklaşırken gördükleri o
şirin, küçük istasyona, Behiç Bey İstasyonu’na ve istasyonun arkasındaki dev komplekse, Behiçbey
Triyaj Garına ve TCDD Behiçbey Tesislerine adı verilen kişidir.
1800’lerin ikinci dönemi ile 1900’lerin ilk 30 yılında, bu topraklardaki tek ulaşım aracı
demiryolları idi, eski deyimi ile şimendiferlerdi, şimendifer kumpanyaları idi.
Demiryolları sadece dönemin tek ulaşım aracı değildi, emperyalist ülkeler için Osmanlı’yı
çökertmede kullandıkları en önemli finansal silahlardan biriydi. Bu vatan topraklarındaki
demiryollarını hep yabancı şirketler işletmişti. Hem demiryolu inşası için kredi verip Osmanlı’yı
daha da borç batağına batırıyorlar, hem işletmesini kendileri yapıp işletmenin zarar etmeme
garantisini yaptıkları anlaşmalarla sağlıyorlar, hem de kilometre başına kâr güvencesi,
demiryolunun 20 ile 45 kilometre çevresindeki maden ocaklarının
işletilmesi, çevredeki ormanlardan odun, kereste sağlanması, gerekli
yerlerde rıhtım, iskele, mağaza, depo ve benzeri tesisler kurabilmesi ve
işletebilmesi, demiryolunun geçtiği sancaklardan toplanacak öşürler gibi
imtiyazlar alarak korkunç bir kaynak sömürüsü gerçekleştiriyorlardı. Özetle
Osmanlı Demiryolu Tarihi bir anlamda emperyalizmin Türkiye’ye girişinin
de tarihidir.
1906 senesinde bir genç Osmanlı Subayı sıra dışı bir rapora imza atarak,
tarihe bir ilk olarak demiryollarında ulusallık kaydını düştü:
"Demiryolu işletmesinde gayrimüslimler değil Türk memurlar
kullanılmalıdır ve işletme lisanı Fransız dili yerine Türk dili olmalıdır."
O subay 1903 yılında ilk defa ordu tarafından kurulan İltisak Hattı Muhafız Kuvvetleri
Müfettişi görevine atanan Kurmay Kolağası (Kıdemli Kurmay Yüzbaşı) Behiç Bey’di. Behiç Bey’in
Sayfa | 2
kişiliği pek çok subaydan farklıdır. Karşısındaki kişinin makamı ve rütbesi ne olursa olsun,
fikirlerini hiç çekinmeden söyleyebilmektedir.
Behiç Bey pek çok görevden sonra Selanik’e tayin olmuş ve burada yıllarca sürecek bir
dostluğun temelleri atılmıştır. 1907 yılında Şam’dan, Selanik’e tayin olan Mustafa Kemal ile
tanışmış ve onun komutanlığını yapmıştır. İlerleyen yıllarda aralarındaki dostluk o kadar
güçlenmiştir ki, bu durumu tarihçi Cemal Kutay; “Mustafa Kemal’in fikir danıştığı tek adam”
diyerek anlatmaktadır. (Bu dostlukları, daha sonra ev arkadaşlığına da dönüşür. 31 Mart
Vakası’nda İstanbul’a gelen ve isyanı bastıran ekipteki komutanlar Mustafa Kemal ve Behiç Bey,
Beyoğlu’nda Lebon Pastanesi’nin karşı sokağında ev kiralayıp, bir süre birlikte otururlar.)
Daha sonra, gerek dillere destan disiplini ve çalışkanlığı, gerek 1903 senesinden beri,
atandığı demiryollarına kendini adaması, gerekse de senelerce büyük emek verdiği kitabı,
("Demiryolunun Askerlik Açısından Tarihi,
Kullanımı ve Teşkilatı") yani; demiryolu
bilgisi ve tecrübesi olan Behiç Bey’e,
Türk milletinin ölüm kalım savaşları
olan Çanakkale ve İstiklal Harpleri’nde,
kader ve Mustafa Kemal ona tüm cephe
sevkiyatlarını yapma sorumluluğunu
yükleyecekti.
Behiç Bey III. Ordu’da her
manevrada aynı çadırda kaldığı yakın
arkadaşı Mustafa Kemal’e bir defasında
demiryolları ile ilgili bir Fransız kitabında
yazan, bir Rus generalinin tespitini
anlattı:
"Harpte iki cephe vardır, ilki sevkiyat, ikincisi düşmanla çarpışma. Sevkiyattaki
muvaffakiyet cephedeki muvaffakiyetin zeminidir, zemin sağlamsa cephe sağlamdır, zemin
kaygansa cephe her sonuca açıktır."
Bu konuşmayı yaptıktan kısa bir süre sonra Mustafa Kemal Derne Komutanı olarak
Trablus’a, Behiç Bey ise İstanbul’daki Ordu Dairesi’ne İkmal Şubesi Müdür Yardımcısı olarak tayin
oldu. Mustafa Kemal Derne’den düzenli olarak mektup gönderdi Behiç Bey’e. Gerek savaş
alanlarında yaşadıklarını yazdı, gerekse de memleketin gidişatından olan endişesini paylaştı
mektuplarında. (İnkılâp Tarihi Müzesi’nde bu mektuplar halen
görülebilir).
Kader bu ikiliyi ikinci defa Çanakkale Harbinde bir araya
getirdi. Biri Gelibolu’da cephedeydi, Anafartalar komutanıydı, öbürü
Osmanlı’da demiryollarına atanan ilk 'Demiryolu Askeri Hat
Komiseri'. Biri cephede taarruzu değil ölmeyi emrediyordu, öbürü
de onlar ölünceye kadar geçecek olan zaman zarfında takviye
kuvvetleri yetiştirmeye çalışıyordu cephelere. (Çanakkale Savaşı
boyunca cepheye tam 22 tümen asker sevkedilmiştir ve zayiatı karşılamak üzere gelen ikmal
erleri ile birlikte tüm muharebelere 310 bin kişi katılmıştır.) 29 Mart 1918 yılında Mareşal Liman
Von Sanders, Gelibolu Savaşı’nda asker ve erzak sevkiyatının mükemmelliğine hayran kaldığı için
Miralay Behiç Bey’e birinci dereceden Alman Demir Haç Madalyası takar. Bu madalya, Alman
ulusu için çok değerlidir. Sadece önemli Alman devlet adamlarına verilen en üst seviyeden bu
madalyanın bir yabancıya verilmesi o dönemde görülmemişti.
Sayfa | 3
Behiç Bey, daha sonra Azerbaycan’a giderek, 1918’de ilk Azeri düzenli ordusunu ve
Azebeycan Jandarma Teşkilatını kurar.
İngilizler İstanbul’u işgal edince şehre
geri döner. Ancak hasta olduğu için
Anadolu’ya kaçamaz. Mustafa Kemal, bunu
bir fırsat olarak görür ve Anadolu’ya
kaçırılmasını istediği meşhur “beyaz subaylar”
listesini yakın dostu Behiç Bey’e gönderir.
Behiç Bey’e bu görevinde yardımcı olan kişi
de Üzeyir Garih’in babası Azra Garih’tir.
İngilizler, Behiç Bey için ölüm ilanı çıkardıkları
zaman, bir süre saklandığı ev de, ileride
yazdığı hatıratlarında “kadim dostum”
diyerek bahsettiği Azra Garih’in babası Üzeyir Garih Efendi’nin evidir. İngilizlerden kaçarak
Anadolu’ya geçen Behiç Bey, Bursa’da İsmet İnönü’den bir telgraf alır. "Anadolu’ya geçtiğinin
mutlu haberini aldık. Mustafa Kemal derhal
Ankara’ya gelmenizi istiyor."
Ankara’ya vardığında Behiç Bey iki
teklifle karşılaşır. İsmet İnönü, kendisine
Erkan-ı Harp Umumiye İkinci Reisliği’ni
(Genelkurmay İkinci Başkanlığı) teklif
ederken, Fazıl Paşa ise demiryollarının başına
geçmesini ister. Bu konuları konuşmak için
Mustafa Kemal’in yanına çıkan Behiç Bey’e
Başkomutan, o meşhur sözünü söyler: “Behiç
Bey, ben cephede ne yapılacağını çok iyi
biliyorum, fakat ordumuzu cepheye taşımaya
nasıl muvaffak olacağımızı bilmiyorum. Zamanında sahip olduğunuz tecrübelerden bunu sizin
başarabileceğinizi biliyorum. Sizin demiryollarının başına geçmenizi isterim. Varoluş savaşımızda
ancak bu şekilde başarılı olabiliriz”. Bunun üzerine Behiç Bey, kimsenin işine karışmaması şartıyla
bu görevi kabul edebileceğini söyler. Başkomutan, gülümser ve Behiç Bey’in elini sıkar. Bu
konuşmanın üzerine Büyük Taarruz dahil olmak üzere cepheye asker sevkiyatı Behiç Bey
tarafından mükemmel şekilde gerçekleştirilir.
Koşullar ne olursa olsun doğruları
savunan Behiç Erkin, aynı zamanda tüm silah
arkadaşlarına işine karışılmadığı müddetçe
kendi doğru bildiğini en iyi şekilde
yapabildiğini göstermiştir. Mustafa Kemal’le
Kurtuluş Savaşı’nın en sıcak zamanında
yaşadığı bir hikâye aslında bunu en iyi
şekilde kanıtlamaktadır. Savaşın ortasında
Mustafa Kemal’den bir telgraf gelir.
Telgrafın üstünde, “Dakika tehiri (gecikmesi)
idamla cezalandırılacaktır” yazmaktadır.
Telgrafın içeriği şu şekildedir: “Trenlerin son
sürate çıkarılarak cepheye asker sevkiyatının
hızlanması gerekmektedir”. Her zaman
doğru olduğuna inandığı şeyi yapan Behiç Bey, Başkomutanın emrine şu şekilde cevap verir: “Hat,
Sayfa | 4
40 km’den hızlı gitmeye müsait değildir. Eğer daha hızlı sevkiyat yapılmaya kalkışılırsa korkarım
tek bir sevkiyat bile yapamayabiliriz. Emrinizi aldım. Bu şartlardan dolayı uygulamadım. İkinci bir
emrinizi bekliyorum”. Başkomutandan ikinci bir telgraf gelir. Telgrafta aynen şu kelimeler
yazmaktadır: “Siz nasıl uygun görürseniz Behiç Bey”…
Kurtuluş Savaşı sürerken işletmeyi çalıştıracak tek kuruş yoktu. Lokomotifi bozulsa yedek
parçası yoktu, bulunsa alacak para yoktu, kömür yoktu, odun kullanılmak zorunda idi. Odunu
bulmak ise büyük bir marifet, vatanı müdafaa edecek kuvvetleri cepheye sevk edecek odunu
bulduğunda, Ticaret Bakanlığı izinsiz odun kesiminden mahkemeye vermişti Behiç Bey’i. İşletme
dilinin Türkçe olmaması sorunu, işletme çalışanları arasında devede kulak olan Türk çalışanı ile de
birleşince, eldeki birkaç eski lokomotif ve vagondan oluşan trenleri işletmek işi ikinci bir savaş
verilmesini gerektirmiştir. Bu demiryolu savaşının başkomutanı Behiç Bey’di. Turgut Özakman
Behiç Bey’in İstiklal Harbi esnasında başardığını, "bir lojistik mucizesi" olarak tanımlamaktadır. Bu
hikâye her ne olursa olsun düşmandan vatanlarını kurtaracakları inancına odaklanmış, bir ölüm
kalım savaşının içinde, savaşın neticesine etkisi itibarı ile lokomotif kazanının sıcaklığında ateşten
gömleği giyen ulusal demiryolculuğumuzun kuruluş hikâyesiydi. Bu ateş yıllarının sorumluluğunu
sırtında taşıyan komutan, Mustafa Kemal’in ordusunu cephelere taşımak için elde kalan bir avuç
kara treni emanet ettiği Behiç Bey, Büyük Taarruz’un başladığı dakika Ankara Hükümeti’nden bir
telgraf aldı: “İş bu dakikadan itibaren bütün millet, fedakâr şimendifercilerimizi Allah’tan sonra,
kahraman ordumuzun yegâne muin-i zaferi (zaferin biricik yardımcısı) görmektedir."
Bu telgraf Büyük Taarruz’un başladığı an Türk Milleti’nin gözünde demiryolcuların
üstlendikleri sorumluluğu en iyi ifade eden resmi belgedir.
Düşmana vurulacak son darbe için Büyük Taarruzun başlanması kararı alınmıştır. Doğal
olarak da cepheye çok hızlı bir
şekilde
asker
yetiştirilmesi
gerekmektedir.
(...)
Ne korkunçtur hasreti
yaylı bir karyolada ölmenin./
Bunu Sakaryalı Şakir bilir./
Kartallı Kazım
başını dayadı tahtasına bölmenin./
Kısıldı sarı kurt gözleri./
Vagonla birlikte sarsılarak
başı sallanıyor iki yana./
Gözetliyor Şakir'i/
"Mehmetçik," diye düşünüyor,
"Memetçik, Memet."/
Ve teker teker
Kesilmeden tekrarlıyor tıkırdayan tekerlekler/
Sayfa | 5
(gitgide daha çabuk, gitgide daha sert):/
"Memetçik, Memet,
"Memetçik, Memet."/
(...)
Gece gündüz cephelere sevkiyat gider./
Nerede başlayıp, nerede biter?/
Ocağında çam ağacı yakan tirenler./
Hat boyları yanmış odun kokusu./
Askeri de hat boyunun tapısı/
Memetçik, Memet
Memetçik, Memet./
Dört cephe içinde koptu kıyamet./
Vagonların kırk kişilikse de yapısı
Seksen Memet, yüz Memet yüklü hepisi./
Kilitlenmiş vagonların kapısı./
Tirenler gidiyor Memetçik dolusu./
Memetçik, Memet
Memetçik, Memet./
Peki, Trenler dolusu Memetçik Memet cepheye nasıl gidiyor?
Ordu İzmir’e doğru ilerlerken, ikmal trenlerinin gecikmesi, kesin zaferi etkileyebilirdi.
Düşman çekilirken her bir metrekare rayı tahrip ederek söküyor, köprüleri yıkıyordu.
Demiryolcular sadece ordumuzu taşımakla kalmadılar, aynı zamanda o yoklukta düşmanın yok
ettiği demiryolunu da yapmak zorunda kaldılar. Genel Müdür Behiç Bey, herkesi seferber etmiş,
hattın Afyon’dan Eskişehir yönüne doğru uzanan Gazlıgöl ve Hamam bölümündeki traversler,
sökülerek İzmir yönüne nakledilmiştir. Düşmanın tahrip ettiği raylar da kesilerek, eklemeli olarak
kullanışlı hale getirilmiştir. Mustafa Kemal, onarım için “Nereden işçi bulacaksın? O çevrede
bütün erkekler silâh altında” deyince;
Sayfa | 6
Behiç Bey’den “Kadınlarımız sağ olsun paşam” yanıtını alır. Bu hattın en kısa zamanda kadınlar
tarafından yeniden inşa edildiği ve onarıldığı resmi kayıtlarda görülmektedir.
Bu stratejik manevra sayesinde Yunanlıların üç aydan önce yapılamayacağını düşündükleri
köprüler birkaç günde tamir edilmiş ve söz
verdiği üzere 7 Eylül günü bayraklarla süslü, her
tarafı kurşun izi bir lokomotifin önünde, asker ve
cephane dolu vagonlarla beraber Afyon’a girdi
Behiç Bey. Böylece 14 Ağustos’da demiryollarının
aylardır hazırlandığı büyük sevkiyat başlar.
100,000 asker Afyon’un güneyine cepheye
kaydırılır.
Hattın açılmasıyla birlikte, gövdesinde
kurşun izleri bulunan lokomotiflerin çektiği
trenler, ordunun ardından İzmir’e doğru akmaya başlamıştır.
İşte
bu
başlatılabildi.
suretle
Büyük
Taarruz
Savaş bittikten sonra, TBMM Behiç Bey’i
hem
"Meclis
Özel
Takdirnamesi"
ile
onurlandırdı, hem de "İstiklal Madalyası" ile
zaferin kazanılmasındaki payını resmileştirdi.
Savaş bitmişti bitmesine ama Behiç Bey’i
bu sefer başka bir savaş beklemekteydi.
Demiryollarının ülke içi dağılımı, yapanların
gereksinimine yanıt verecek biçimde ve
sömürgeci anlayışa uygun olarak düzenlenmişti. Türkiye’nin iç ulaşımına yanıt verecek durumda
değildi ve dengesiz bir dağılımı vardı. Almanların yaptığı Bağdat Demiryolu, Haydarpaşa’dan
Gaziantep’e ulaşıyor, sınırı takip ederek, Nusaybin’den Bağdat’a geliyordu. Parasını Osmanlıların
ödemesine karşın, Almanların Ortadoğu’ya ulaşması için yapılmıştı. İzmir-Aydın, İzmir-TurgutluAfyon ve İzmir-Manisa-Bandırma hatlarını yapan İngilizler; dışalım ve dışsatım merkezi olarak
kullandıkları ve ticaretini tümüyle ellerinde bulundurdukları İzmir’i, çevresindeki bereketli
topraklara ve maden bölgelerine bağlamışlardı. Anadolu’nun içine giren tek demiryolu, Ankara’ya
kadar geliyordu. Ülkenin doğusuyla batısı,
kuzeyiyle güneyi, birbirlerine bağlı değildi.
Osmanlı’dan devralınan 4.112 km’lik
demiryolunun bakıma gereksinimi vardı.
Demiryolu köprülerinin çoğu, Ulusal Bağımsızlık
Savaşı sırasında ahşapla onarılmıştı. Demiryolu
işletmeciliği tümüyle yabancıların elindeydi. Bu
alanda, yetişmiş yerli teknik kadro yoktu. Ulusal
Bağımsızlık Savaşı’ndan sonra ülkeyi terk eden
teknik kadronun yerine, çok kısa zamanda yerli
teknisyenler ve işletme uzmanları yetiştirildi. Demiryolu işletmeciliğinin kurulması ve
ulusallaştırılmasında elde ettiği başarılarla Behiç Bey simge bir isim oldu. Verdiği uzun
mücadelenin sonunda 22 Nisan, 1924′de Anadolu Demiryolları millileştirilmesi ve Genel
Müdürlüğün Teşkilatı ve Görevleri’ne ait 506 sayılı kanun kabul edildi.
Sayfa | 7
Bu suretle ülkenin dört biryanı demiryolu ağlarıyla birbirine bağlamıştır. 1928-1938
arasında, Osmanlı’dan Cumhuriyete miras kalan, bir metresi bile bizim olmayan,
tamamı yabancıların kontrolündeki 4.112 km demiryolunun 3.387 kilometrekaresi satın alınarak
milleştirilmiştir. 1923’de 4.112 kilometre olan demiryolu uzunluğu, 1938’de 7.132 kilometreye
ulaşmıştır. Yani Osmanlı’nın son 150 yılında üstelik tamamen yabancılara yaptırıp işlettiği
demiryoluna yakın uzunlukta bir demiryolu ağını genç Cumhuriyet 10 yılda kendi imkânlarıyla
yapmıştır. Üstelik Cumhuriyetin demiryolları, ülkenin doğusuyla batısını, kuzeyiyle güneyini
eksiksiz birbirine bağlayan çok daha işlevsel niteliktedir. 1938’den günümüze kadar geçen 73
yılda yaklaşık, 1500 kilometre demiryolu yapıldığı göz önüne alınırsa, Atatürk Cumhuriyeti’nin
demiryolu konusundaki başarısı çok daha iyi anlaşılacaktır.
Behiç Bey’i daha birçok sene iş
başında gördük. Geçmişi, anlayışı,
yöneticiliği daima takdire ve övgüye
layık olmuştur. Behiç Bey’in aklı, bu
çağın istediği ve özellikle yeni
Türkiye’nin
muhtaç
olduğu
akıllardandır. Behiç Bey sakin,
mütevazı ama verdiği karar ve attığı
adımda ısrarla yoluna devam eden
aydın ve yüksek bir enerjidir.
1 Mart 1927 tarihli Demiryolu
Dergisi’nde Türk Demiryolcuları Behiç Bey’i "Türk şömendifercilerinin babası" ilan ettiler.
1 Eylül 1928 günkü Demiryolu Dergisi’nde ise Türk Demiryolcular şunu yazdılar:
"İdarenin genelinde ve her şubesinde görülen hayat, intizam hep sizin ölmez eserinizdir.
Vücuda getirdiğiniz şu varlık karşısında demiryollarımızın sadece mensupları değil, hareket
eden tüm parçalarının, binalarının ve kurumlarının, hatta tek bir rayının bile dili olsa konuşsa,
size teşekkür ederdi."
Cumhuriyet rejiminin vazgeçilmez bir milli politikası oldu demir ağlar, ulusal güvenliğin,
ulusal bütünlüğün bir simgesi haline geldi.
Atatürk, Behiç Bey’den hep aynı şeyi istedi, "Bir karış fazla demiryolu", Behiç Bey’de tam
25 yılını verdiği demiryollarında hep bu gaye ile çalıştı, demir ağlarla vatanı örmek.
Savaş sona erip de, genç Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra Mustafa Kemal pek çok
yeniliğe imza atar. Bunların içinde soyadı kanunu da var. Kendisine Meclis tarafından Atatürk
soyadı verilmesinin ardından, Mustafa
Kemal’de yakın çevresindeki 37 kişiye
yazılı olarak soyadı verir. Atatürk, 37
kişiye
neden
o
soyadını
uygun
gördüğünü birer mektupla belirtmiş ve
bunu da Dil Tarih Coğrafya Enstitüsü’ne
gönderip “Türkiye’nin ilk 37 soyadı
olarak kaydedilsin” talimatını vermiştir.
Bu soyadlardan dokuzuncusu Behiç
Bey’e uygun gördüğü ERKİN’dir. Bunun verilme sebebi olarak Atatürk şu notu düşmüştür:
“Her şart altında kendi doğrularını dile getirme cesaretini gösteren, bağımsız kişi. Behiç Erkin
genç Türkiye Cumhuriyeti’nde ilk Demiryolları Genel Müdürü olarak görevlendirilir. Sonrasında
İstanbul milletvekili olup Bayındırlık Bakanı olarak kabinede yerini alır.
Sayfa | 8
Bakanlığı sırasında yaptığı en önemli işlerden biri de o zamanki adı Mühendis Mekteb-i
Alisi, bugün ki İstanbul Teknik Üniversitesi’nin özerkleşmesi kararını vermesidir. Okulun Milli
Eğitim Bakanlığı’na bağlanmasına direnir ve sonunda özerk olarak çalışmasını sağlayacak kanunu
çıkartır. “Bilim her türlü etkiden uzak olmalıdır” diyen Behiç Erkin, Teknik Üniversite’nin derslerini
Türkçeleştirir. Taşkışla arazisini de okula bağışlar. İTÜ kendisine fahri profesörlük verme kararı
alır. Behiç Bey bu ünvanın kendisine bakanlık görevinden ayrıldıktan sonra verilmesini talep eder.
Ancak İTÜ bakanlıktan ayrıldıktan sonra Behiç Bey’i unutur.
Ankara’ya tarihte ilk defa elektrik ve havagazını o getirdi, ülkede ilk kamu müzesini o
kurdu, ilk demiryolu meslek okulunu o açtı, ilk uluslararası kongreyi o düzenledi.
Ama genç Türkiye Cumhuriyeti’nin sağlam temeller üzerine oturtulması için
gerçekleştirdiği en değerli işler, bugün bile hala ülkemizin en önemli ve güçlü kurumlarının
başında gelen, Milli İstihbarat Teşkilatı’nın kurucusu, Emekli Sandığının kurucusu ve tabi ki
TCDD’nin kurucusu olmasıdır. Bu üç dev kurumunda resmi kurucu imzasına sahiptir. Ancak Behiç
Bey bu önemli işleri yaparken yeri geldi, birçok kişi ve kuruma karşı büyük mücadeleler vermek
zorunda kaldı.
Behiç Erkin 1928-1939 yıları
arasında Budapeşte Elçiliği ve 1939-1943
yılları arasında Paris Büyükelçiliği
görevlerinde bulunmuştur.
Ayrıca; 31 Aralık 1925 tarihinde II.
Dönem İstanbul Milletvekili, 5 Eylül 1927
tarihinde III. Dönem İstanbul Milletvekili
ve 2 Eylül 1943 tarihinde de VII. Dönem
Çankırı Milletvekili olmuştur.
Erkin’in Paris’te göreve başladığı
tarih, kurtardığı insanların kaderini belirleyecektir. Göreve başladığı tarih 31
Ağustos 1939’dur. Ertesi gün, 1 Eylül’de
Hitler’in Almanya’sı Polonya’ya girerek II.
Dünya Savaşı’nı başlatır. Haziran 1940’ta Alman orduları artık
Paris’tedir. İşgalle birlikte işbirlikçi Fransa hükümeti ile
Almanya, özellikle Yahudilere karşı farklı bir tutum izlemeye
başlarlar. O sırada, yıllar önce Türkiye’den Fransa’ya gelmiş,
ama vatandaşlık haklarını kaybetmiş veya hala Türk vatandaşı
olan pek çok Yahudi vardır.
O
Behiç Erkin “Bizim ülkemizde din, dil, ırk ayrımı yoktur.
vatandaşların hepsi Türk’tür. Türk vatandaşlarına
Sayfa | 9
dokunamazsınız” diyerek Yahudilere yönelik uygulamalara karşı çıkmıştır. Almanlar ve Fransızlarla
yazışmalar sürerken, Paris Büyükelçiliği’ne bağlı konsolosluklardan haber gelir. “Birçok Yahudi
başvuruyor, ancak çoğunun belgesi yok. Ne yapalım.” Behiç Erkin’in verdiği emir şu şekildedir;
“Altı kelime ezberlesinler kâfidir. Ben Türk’üm. Akrabalarım Türk toprağında yaşıyor. Bunu
ezberleyen herkese vatandaşlık vesikası ve formu verin.” Bu arada Almanlar Paris’te yaşayan
Yahudilerin evlerine sarı yıldız yapıştırmaya başlamıştır. Behiç Erkin, ekibine ve ona bağlı
konsolosluklara emir verir. “Derhal Türk Yahudilerin kapılarına “Türk Vatandaşıdır” diye bir kâğıt
yapıştırın.” Bunun üzerine bütün Türk Yahudilerinin kapılarına ay-yıldızlı vatandaşlık ilmühaberi
yapıştırılır. Böylece Behiç Erkin’in üçüncü savaşı başlamış olur. Ancak bu kez savaş siyasi manevralarla sürmektedir. Paris’in düşmesinden kısa süre sonra Fransız Hükümeti Vichy’ye taşınır.
Almanların baskısıyla yeni bir kanun çıkartan Fransa, en sonunda Yahudilerin işyerlerine el
konulması kararını verir. Uygulama başlayınca Behiç Erkin hemen Fransa Hükümeti ile bağlantıya
geçer ve “Türk Yahudilerinin mallarına el koyamazsınız” der.
Fransa Hükümeti ise “Bu işyerleri Fransa sınırları içindedir, bu duruma karışamazsınız”
deyince, Behiç Erkin kapitülasyonlara sığınır. Kapitülasyonlar karşılıklı feshedilmediği için hala
yürürlüktedir. Yürürlükte olan bu kapitülasyonlara göre; Fransa sınırları içindeki hiçbir Türk
vatandaşının mallarına el koyulamaz ve millileştirilemez. Bu anlaşma bizim için de geçerlidir.
Dolayısıyla Fransa’da yaşayan Türk vatandaşlarının
mallarına el konulmaması gerektiği Fransa Hükümeti’ne
hatırlatılır. Fransız Hükümeti de yediği bu siyasi gol
karşısında sesini çıkaramaz.
Fransa
Hükümetinin
işyerleri
konusundaki
kararsızlığı, Behiç Erkin’in aklına başka bir fikir getirir.
Büyükelçilik personeline ve bağlı konsolosluklara emir
verir. On yıldan daha fazla Fransa’da, son beş yıldır aynı
adreste yaşayan evli, çocuk sahibi, düzenli olarak
konsolosluğa gelip kaydını tazeleyen vatandaşlarımızın
toplantıya çağrılmasını ister. Toplantıda Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşlarına “Beni hepiniz tanıyorsunuz,
sizden bir ricam var. Elinizi vicdanınıza koyacaksınız. Kabul
etmeyebilirsiniz de. Çünkü bu söyleyeceğim çok büyük bir mesuliyettir. Fransa Hükümeti,
vatandaşımız olan ama bizim dinimizden olmayan vatandaşlarımıza karşı bir kampanya başlattı.
Ben bu insanların canını kurtarmak için elimden gelen her şeyi yapıyorum. Ama mallarıyla ilgili de
sizden yardım istiyorum. Bütün mallarını sizin üzerinize geçirecekler. Savaş bir gün bitecek, siz de
o malları gerçek sahiplerine teslim edeceksiniz.” Toplantıda bulunan insanlardan bir kısmı bu
görevi kabul eder. Kabul edenler hemen uygulamayı hayata geçirir ve Yahudilerin malları
güvence altına alınır.
Sayfa | 10
Tüm direnişe rağmen Fransa ve Almanya’nın talepleri gün
geçtikçe artar. Hatta çabalara rağmen bazı Türk vatandaşı olan
Yahudiler de toplama kamplarına götürülür. Diplomatik çabalarla
bu Yahudiler toplama kamplarından çıkartılır ve Behiç Erkin yeni
bir fikirle Fransa Hükümeti’nin kapısını çalar. “Fransa’da kalmak
istemeyen Türk vatandaşlarını bir trenle Türkiye’ye göndermek
istiyorum.” Fransa Hükümetinden gelen yanıt ise nettir. “Bu
imkânsız.” İmkânsız lafı Behiç Erkin’e söylenebilecek en son cümle olduğu için karşılığı nota olarak
verilir. Nota karşısında çaresiz kalan Fransızlar “Biz izin versek bile tren Alman topraklarından
geçecek. Almanları ikna etmeniz gerekiyor.” diyerek işin içinden sıyrılmaya çalışır. Behiç Erkin bu
kez Vichy’deki SS subaylarının en yüksek rütbeli askerine gider ve fikrini açıklar. Alman
subayından asla izin vermeyecekleri yanıtını alınca “Biz Birinci Dünya Savaşı’nda sizinle
müttefiktik. Siz savaşı kaybettiniz. Ama kaderin cilvesine bakınız ki, biz kendi topraklarımızda
verdiğimiz savaşı kazandık. Savaşın kazananı olduğumuz halde, siz kaybettiğiniz için kaybedenler
masasına oturduk. Şu anda, karşınızda hem geçmiş savaştaki müttefikiniz, hem de Alman
Hükümeti’nin birinci dereceden Demir Haç madalyasıyla onurlandırdığı kişi olarak bulunuyorum.
Bu emri vereceksiniz ve vatandaşlarımız Türkiye’ye gönderilecekler.” SS generali “Tek bir şartla
izin veririm. Belli bir zamana kadar gitmeleri gerekir.” der.
Tarihte “Büyükelçi’nin Trenleri” adıyla anılan ilk tren 1942 yılında Türkiye’ye doğru yola çıkar. Bu
trenin yolcularından biri de bugün hala hayatta olan ve İstanbul’da yaşayan Robert Lazare
Rousseau’dur. Büyükelçinin trenleri yaşama gitmektedir… Yolda karşılaştıkları trenler ise ölüme…
Ancak trenlerin yola çıkışına kadar Almanya-Fransa-Behiç Erkin üçgeninde birçok eşi benzeri
olmayan olay yaşanır. Yad Vaşem müzesinin kayıtlarında Gayrimuntazam 10.000 Türk
Yahudi’sinin bir ya da iki eksiğiyle tamamen Türkiye’ye getirildiği yazmaktadır. Bunun yanında
Türk pasaportunu hiçbir zaman bırakmamış olan 9000’in üzerinde “muntazam” Türk vatandaşı
Yahudi de sağ salim ülkeye getirilmiştir. Toplamda 19.000 kişi!
Başta Behiç Erkin olmak üzere, Fransa’da
bulunan tüm Türk büyükelçilik ve konsolosluk
çalışanları ile diplomat arkadaşları Selahattin
Ülkümen, Necdet Kent, Namık Kemal Yolga
Fransa’da yapılan ırkçı uygulamalara dirayetle
karşı durarak kendi öz evladını düşünen bir
baba gibi Yahudilerin önce mallarını, daha
sonra canlarını kurtarırlar. Bu kişiler, dünyaya
insanlık dersi vermişlerdir. Üzerine filmler
yapılan “Oscar Schindler”in 1.100 kişiyi
Sayfa | 11
kurtardığı düşünülürse, herhalde Behiç Erkin’in neler başardığı daha iyi anlaşılabilir.
Nazi işgali altındaki Fransa’da tüm Yahudilerin toplama kampına alındığı günlerde 19.000’in
üzerindeki Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Yahudi’ye
pasaport verilerek hayatları kurtarılmıştır.
Ayrıca pek çok Yahudi için, “Bu ev/işyeri bir
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşına aittir.” şeklinde belge
hazırlatarak toplama kamplarına gönderilmelerinden
kurtarmış, gönderilenler ise bir süre sonra tek tek bu
kamplardan geri alınmıştır.
Yahudi asıllı Fransa Komünist Partisi Başkanı,
Fransa eski Başbakanı Léon Blum K: de Naziler tarafından toplama kampına atılan oğlu için
Behiç Bey’e başvuracak ve Behiç Bey bir Fransa Başbakanı’na bile yardım eli uzatacaktır ve
Léon Blum’un oğlunu, arkadaşları ile beraber temerküz kampından kurtarılmasını
sağlayacaktır. Blum 1936-38 arasında ve savaştan sonra 1946-47 yıllarında Fransa Başbakanlığı
yapmıştır.
Fransa eski Başbakanı Léon
Blum’un Behiç Bey’e teşekkür
mektubunun orijinali, Ankara
Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya
Fakültesi içindeki İnkılap Tarihi
Müzesi’nde saklanmaktadır.
Behiç Erkin’in kişiliğinin daha iyi
anlaşılabilmesi için şu olayı
anlatmakta da yarar görüyorum. 2.
Dünya Savaşı’ndan sonra Birleşmiş
Milletler,
“Faciayı
Araştırma
Komisyonu”
adıyla,
soykırımı
araştırmak için bir komisyon kurar.
20.000’e yakın Yahudi’yi soykırımdan kurtardığı için Behiç Erkin’in adını ölümsüzleştirmek isterler.
Komisyon, Behiç Erkin’e yaptığı yardımlarla ilgili yanıtlanmak üzere 18 soruluk bir form verir.
Erkin, BM yetkilisine teşekkür eder, dosyayı geri verir ve şu kelimeleri kullanır: “Ben yaşlı bir
insanım ve zaten böyle şeyleri doldurmaya gerek yok. Sebebi de şudur; Biz
Atatürk’ün önderliğinde Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmakta emeği geçenler,
Musevilerin başına gelenlerin 460 yıl önce başlarına gelenlerden herhangi
bir farkı olduğunu düşünmüyoruz. Dolayısıyla benim yaptığım, tarihimize,
örf ve adetlerimize sahip çıkmak ve Türk ulusu adına insani görevimizi yerine
getirmektir.”
Behiç Erkin, 85 yıllık hayatının son 61 yılını günü gününe not etmiş.
Yazdığı günlükleri 1958 yılında Türk Tarih Kurumu’na, ölümünden bir yıl
sonra yayımlanması şartıyla bağışlayan Erkin, ayrıca 10.000 Lirasını da peşinen verip,
yayımlanacak kitapların masrafını kendi cebinden ödemiştir. Behiç Erkin, geride hepsi birer kitap
hacminde olan tam 960 defter bırakmıştır.
Ancak uzun yıllar geçmesine rağmen bu hatıralar bir türlü basılmamıştır. Torunu
tarafından peşine düşülen bu hatıralar Türk Tarih Kurumu’nun fare pisliği ile dolu, toz toprak
Sayfa | 12
içerisinde kalmış, çuvallara konulmuş, rutubetli arşivlerinde uzun süre aranmış ancak
bulunamamıştır. Sonunda emekli olmuş bazı uzmanlar devreye girmiş ve anılar Türk Tarih
Kurumu yayınevinin bodrum katında, bir demir dolabın arkasında bulunmuş ve yayınlanmıştır.
Hayatı boyunca demiryollarından hiç kopmadı, kopamadı, ne demiryolcular babaları ilan
ettikleri Behiç Bey’i unuttular, ne de Behiç Bey, tüm hayatım ve ailem dediği demiryolları ile
demiryolcuları.
Behiç Erkin’i 24 Kasım 1961 günü kaybettik.
Konuşmanın çok kısa bir özetini yapacak olursak;
Kurtuluş Savaşımızda demiryolculuğun tarihi, Türk
ulusunun bu alandaki yeteneğinin her türlü aksaklık ve
eksiğe rağmen kanıtlanmasının tarihidir. Behiç Bey’in
önderliğinde bir demiryolu “gizli tarihi” yatmaktadır.
Savaş içinde savaşın tarihidir. Kurtuluş Savaşımızın gizli
kahramanlarından biri olan Behiç Erkin, Lojistikçi kimliği
nedeni ile fazla ön planda yer almamıştır. Ancak Kurtuluş Savaşına yaptığı katkı ile tarihteki yerini
almıştır.
Vasiyeti ise çok anlamlı;
Eskişehir’de Enveriye İstasyonunda, HaydarpaşaAfyon-Ankara hatlarının birleştiği, “demiryolcu tabiriyle
müsellesin” yani üçgenin tam ortasına defnedilmesini
vasiyet ediyor.
Bu anıt isim, kendini ebediyete kadar demiryolculara emanet etmiştir ve Enveriye
müsellesinin içinde yatmaktadır.
Sayfa | 13
KAYNAKLAR;
•
Hatırat 1876 – 1958, Behiç Erkin; Hazırlayan: Ali Birinci, Türk Tarih Kurumu Yayınları; Ankara, 640 s, ISBN No:
9789751623171
•
Cepheye Giden Yol, Emir Kıvırcık, GOA Basım Yayın, İstanbul, 2008, 368 s, ISBN No: 9944291330
•
Büyükelçi, Emir Kıvırcık, GOA Basım Yayın; İstanbul, 2007, 224 s, ISBN No: 9789944291026
Sayfa | 14

Benzer belgeler