Sayı 2 - TOPLUM VE SOSYAL HİZMET

Transkript

Sayı 2 - TOPLUM VE SOSYAL HİZMET
TOPLUM ve SOSYAL HİZMET
Society and Social Work
DANIŞMA KURULU / ADVISORY BOARD
Prof. Dr. Aliye MAVİLİ AKTAŞ (Selçuk Üniversitesi)
Prof. Dr. Haluk SOYDAN (Univ. of Southern California)
Prof. Dr. Horst UNBEHAUN (Georg-Simon-Ohm-Fachhochschule Nürnberg)
Prof. Dr. Işıl BULUT (Başkent Üniversitesi)
Prof. Dr. İlhan TOMANBAY (Hacettepe Üniversitesi)
Prof. Dr. Theda Borde (Alice Salomon Hochschule Berlin)
Prof. Dr. Kemal ÇAKMAKLI (İstanbul Üniversitesi)
Prof. Dr. Muammer ÇETİNGÖK (Tennessee University)
Prof. Dr. Remzi OTO (Dicle Üniversitesi)
Prof. Dr. Ronald FELDMAN (Columbia University)
Prof. Dr. Şengül HABLEMİTOĞLU (Ankara Üniversitesi)
Prof. Dr. Vedat IŞIKHAN (Hacettepe Üniversitesi)
Prof. Dr. Veli DUYAN (Ankara Üniversitesi)
BU SAYININ HAKEMLERİ / REVIEWERS OF THIS ISSUE
Prof. Dr. Vedat Işıkhan (Hacettepe Üniversitesi)
Prof. Dr.Sunay İl (Hacettepe Üniversitesi)
Prof. Dr. Veli Duyan (Ankara Üniversitesi)
Prof. Dr. Selahattin Gelbal (Hacettepe Üniversitesi)
Prof. Dr. Gülen Baran (Ankara Üniversitesi)
Doç. Dr. Yüksel Baykara Acar (Kocaeli Üniversitesi)
Doç. Dr.Tarık Tuncay (Hacettepe Üniversitesi)
Doç. Dr. Elif Gökçearslan Çifci (Ankara Üniversitesi)
Doç. Dr. Sema Buz (Hacettepe Üniversitesi)
Doç. Dr. Gülsüm Çamur Duyan (Turgut Özal Üniversitesi)
Doç. Dr. Cengiz Özbesler (Yıldırım Beyazıt Üniversitesi)
Doç. Dr. Özgür Uğurluoğlu (Hacettepe Üniversitesi)
Doç. Dr. İsmet Galip Yolcuoğlu (İstanbul Üniversitesi)
Yrd. Doç. Ercüment Erbay (Hacettepe Üniversitesi)
Yrd. Doç. Sibel Kalaycıoğlu (ODTÜ)
Yrd. Doç. Bilge Önal Dölek (Turgut Özal Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Nüket Paksoy Erbaydar (Hacettepe Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. İshak Aydemir (Turgut Özal Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Oğuz Işık (Kırıkkale Üniversitesi)
Dr. Uğur Özdemir (Hacettepe Üniversitesi)
Dr. Özcan KARS (Hacettepe Üniversitesi)
Dr. Gonca Polat
Dergimiz, EBSCO HOST ve INDEX COPERNICUS uluslararası; ASOS INDEX, TÜBİTAK ULAKBİM Sosyal
Bilimler ve Türkiye Atıf Dizini ulusal bilimsel veri tabanları içerisinde yer almaktadır.
The journal is listed in the international indexes of EBSCOHOST and INDEX COPERNICUS besides
being listed in the national indexes of ASOS INDEX, TUBITAK ULABIM for social sciences and the Turkish
Reference Index.
TOPLUM VE SOSYAL HİZMET
Society and Social Work
Hacettepe Üniversitesi
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
Sosyal Hizmet Bölümü Dergisi
Publication of Social Work Department
Faculty of Economics and Administrative Sciences, Hacettepe University
Hakemli Dergidir.
Blind Peer Reviewed Journal
H. Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Adına
On Behalf of H.U.
Faculty of Economics and Administrative Sciences
SAHİBİ/PUBLISHER
Prof. Dr. Ahmet Burçin YERELİ
SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ/EDITING AUTHORITY
Yrd. Doç. Dr. Ercüment ERBAY
YAYIN KURULU BAŞKANI/CHIEF EDITOR
Prof. Dr. Vedat IŞIKHAN
YAYIN KURULU BŞK. YRD./ASSOCIATE EDITOR
Prof. Dr. Kasım KARATAŞ
YAYIN KURULU/EDITORIAL BOARD
Prof. Dr. Vedat IŞIKHAN
Prof. Dr. Doğan Nadi LEBLEBİCİ
Prof. Dr. Kasım KARATAŞ
Doç. Dr. Özlem CANKURTARAN ÖNTAŞ
Doç. Dr. Hilal ONUR İNCE
Doç. Dr. Tarık TUNCAY
Yrd. Doç. Dr. Ercüment ERBAY
YAYIN SEKRETERİ
Arş. Gör. Özgür ALTINDAĞ
Arş. Gör. Ahmet EGE
Arş. Gör. Buğra YILDIRIM
İNGİLİZCE EDİTÖR/ENGLISH EDITOR
Prof. Dr. Mehmet DEMİREZEN
CİLT/Volume: 24
SAYI/Number: 2
AY/Month: EKİM
YIL/Year: 2013
ISSN 2147-3374
YAYIN TÜRÜ/TYPE OF PUBLICATION
YEREL/SÜRELİ YAYIN
YAYIN DİLİ
TÜRKÇE
YAYINLANMA BİÇİMİ
Altı Ayda Bir
BASIM TARİHİ/PUBLICATION DATE
27 Aralık 2013
BASIMCININ TİCARİ ÜNVANI/TRADE TITLE OF PUBLISHER
HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ HASTANELERİ BASIMEVİ
06100, SIHHİYE-ANKARA
Tel: 0312 310 97 90
YAYIN YÖNETİM YERİ/ADMINISTRATION OFFICE OF PUBLICATION
Hacettepe Üniversitesi
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
Beytepe/Ankara
Tel: (0312) 297 68 30
İLETİŞİM ADRESİ/CONTACT ADDRESS
Arş. Gör. Ahmet EGE
Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
Sosyal Hizmet Bölümü
Beytepe/ANKARA-TÜRKİYE
Tel: +90 312 297 63 63
Faks: +90 312 297 63 65
http://www.tsh.hacettepe.edu.tr
E-Posta: [email protected]
İÇİNDEKİLER/CONTENTS
Araştırma/Research
9-22
Toplumsal Cinsiyet Algısı Ölçeğinin Geçerlik
Güvenirlik Çalışması
The Validity And Reliability of Perception
of Gender Scale
23-44
45-58
İnsani Hizmet Örgütlerinde Sosyal
Emine ÖZMETE
Çalışmacıların Karşılaştıkları Mobbing
Ayşegül LALEOĞLU
Davranışları İle İş Tatmini ve Sağlık Sorunları
Arasındaki İlişkinin Değerlendirilmesi
Assessing the Relationship between Mobbing
Behaviours Fronted By Social Workers in Human
Services Organizations and Their
Work Satisfaction and Health Problems
Yalnızlık ve Sosyal Memnuniyetsizlik Ölçeği’ninZeliha YAZICI
60-72 Aylık Türk Çocuklarına Uyarlanması
Veli DUYAN
Adaptation of the Loneliness and Social
Selahattin GELBAL
Dissatisfaction Scale to 60-72 Month
Old Turkish Children
59-82
Hükümlülerin Suç Davranışının Nedenlerine
ve Suç Davranışı Risk Faktörlerine
İlişkin Düşünceleri
Prisoners’ Opinions Regarding Reasons And
Risk Factors of Criminal Behaviour
83-94
Türkiye Tıbbi Ürünler Sektörünün Avrupa Birliği Cuma YILDIRIM
Ülkeleri İle Karşılaştırılmasına İlişkin Bir ÇalışmaSelami YILDIRIM
Comparative Analysis of the Medical Device Sectors
of Turkish and European Community
95-108
Sosyal Hizmet Öğrencilerinin Sosyal Hizmet
Uygulaması Dersleri Kapsamında Uygulama
Yürütecekleri Kurumları Tercih Etme Süreçleri
The Process of Organisation Selection by Social
Work Students Within the Scope of Social Work
Practice Courses
Hasan Hüseyin ALTINOVA
Veli DUYAN
Tuğba GÖRGÜLÜ
Özlem CANKURTARAN ÖNTAŞ
Ercüment ERBAY
İlkay Başak ADIGÜZEL
Sinan AKÇAY
İÇİNDEKİLER/CONTENTS
109-122Huzurevinde Kalmakta Olan Yaşlılarda
Aile İçi İstismar
Family Abuse Against the Elders Living in
Nursing Homes
Taner ARTAN
123-144Yetiştirme Yurdunda Kalmakta Olan Ergenlerin
Anne-Baba Algıları: Nitel Bir Çalışma
Perception Of The Adolescents Living In The
Orphanage Regarding Parents: A Qualitative Study
Özlem KARAKUŞ
Mehmet KIRLIOĞLU
Doğa BAŞER
Burcu BATI
Derleme/Review
145-154Yaşam Sonu Bakımda Sosyal Hizmet
Uzmanının Rolleri
Roles of Social Workers in End-of-Life Care
Tarık TUNCAY
155-178Sağlık Kurumlarında Dış Çevre Analizi
External Environmental Analysis in
Healthcare Organizations
Özgür UĞURLUOĞLU
179-192Sosyal Hizmet Mesleğinin Bir Uygulama Alanı Doğa BAŞER
Olarak Toplum Temelli Ruh Sağlığı Sistemi ve Mehmet KIRLIOĞLU
Güncel Değişimler
Aliye MAVİLİ AKTAŞ
Community Mental Health System as a Practise
Field of Social Work Profession and
Current Changes
193-208Palyatif ve Yaşam Sonu Bakımda Sosyal Hizmet Semra SARUÇ
Uzmanının Rolleri ve Sosyal Hizmet
Mesleği Standartları
The Role of the Social Worker and Social Work
Standards in Palliative and End of Life Care
209-230Feminist Grup Çalışması:
Melike TUNÇ
Temeli, Kapsamı ve Süreci
Feminist Group Work:
Backround, Scope and Process
231-252Onkolojide Sosyal Hizmet: Vaka Örnekleri
Social Work in Oncology: Case Examples
Melis ACAR
İÇİNDEKİLER/CONTENTS
Vaka Sunumu / Case Presantation
253-268İntihar Sonucu Ebeveyn Kaybı Yaşayan Çocuğa Zeki KARATAŞ
Yönelik Sosyal Hizmet Müdahalesi:
Bir Vaka Sunumu
A Case Study: Social Work Intervention in for
Child Who Lost His Parent Due to Suicide
Altınova ve Duyan
Araştırma
olduğu bulunmuştur. Sonuçta alfa güvenirlik
katsayısının kabul edilebilir düzeyde olduğu
bulunmuştur. Yapılan bu çalışmanın sonucunda Toplumsal Cinsiyet Algısı Ölçeği’nin
geçerli ve güvenilir olduğu belirlenmiştir.
TOPLUMSAL
CİNSİYET ALGISI
ÖLÇEĞİNİN GEÇERLİK
GÜVENİRLİK
ÇALIŞMASI
Anahtar Sözcükler: Toplumsal cinsiyet,
toplumsal cinsiyet algısı ölçeği, geçerlik,
güvenirlik
The Validity and
Reliability of Perception of
Gender Scale
Hasan Hüseyin ALTINOVA*
Veli DUYAN**
* Öğr. Gör., Ankara Üniversitesi, Sağlık Bilimleri
Fakültesi, Sosyal Hizmet Bölümü
** Prof. Dr., Ankara Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Sosyal Hizmet Bölümü
ABSTRACT
The aim of this research is to develop a scale
which is devoted to assess the people’s perception of gender. At the end of the study,
we come up with five point likert scale, consisting of 25 items which are considered to
represent people’s perception of gender. In
order to determine structural validity of the
scale, data collected from 443 (244 women,
199 men) people are analyzed by Principal
Components Analysis and factor structures
are examined. According to explanatory factor analysis which has conducted for validity
it is seen that the scale is unidimensional. In
order to determine the validity of the scale
Cronbach Alpha has the value of 0.872. Also
alpha reliability coefficient is acceptable. As
a result of this study, Perception of Gender
Scale is decided to be valid and reliable.
Key Words: Gender, perception of gender
ÖZET
Bu çalışmanın amacı, bireylerin toplumsal
cinsiyet algılarını değerlendirmeye yönelik
bir ölçme aracı geliştirmektir. Çalışma
sonunda bireylerin toplumsal cinsiyet algılarını temsil ettiği düşünülen toplam 25 maddeden oluşan beşli Likert tipi bir ölçek elde
edilmiştir. Ölçeğin yapı geçerliğini saptamak
amacıyla 443 (244 kadın 199 erkek) kişiden
toplanan verilerin Temel Bileşenler Analizi
yöntemi ile faktör yapısına bakılmıştır. Geçerlik için yapılan açıklayıcı faktör analizi
sonuçlarına göre, ölçeğin tek boyutu olduğu
ortaya çıkmıştır. Ölçeğin güvenirliği saptamak için Cronbach Alpha değerinin 0.872
scale, validity, reliability
GİRİŞ
Toplumsal cinsiyet toplumsal ve kültürel olarak belirlenmiş cinsiyeti, biyolojik
cinsiyetten ayırmak üzere kullanılan bir
kavram olup; toplumsallaşma süreci ve
kültürün içinde edinilen kadın ve erkek
olma özelliklerine işaret eder, kadının
ve erkeğin sosyal olarak belirlenen rollerini ve sorumluluklarını tanımlar, toplum içindeki konumlarını ve davranışlarını belirler. Tarihsel-toplumsal süreç
9
Toplum ve Sosyal Hizmet
içinde oluşan, dinamik ve değişebilir
ilişki örüntülerini içerir (Ertürk, 1996).
Toplumsal cinsiyet kadının sosyal,
kültürel, politik ve ekonomik alanlarda
erkeğe göre düşük konumlarda tutulması olarak tanımlanır (Sakallı-Uğurlu
(2002).
Kadının ve erkeğin rolleri, aslında toplumsal cinsiyet temelinde tanımlanmış
olmasına rağmen, biyolojik cinsiyet
esasında tanımlanmış gibi düşünülmektedir. Bu anlayış, kadının erkekten farklı olduğu, ayrı roller oynaması,
erkekten ayrı bir dünyada yaşaması
gerektiği şeklindeki yargıların gelişmesine kaynaklık etmektedir. Bu nedenle
toplumsal cinsiyet, erkek ya da kadınların birbirlerinden farklı olmalarına yol
açan fiziksel niteliklere değil, erkeklik
ve kadınlık hakkındaki toplum tarafından oluşturulmuş özelliklere göndermede bulunmaktadır (Atauz, Kardam,
Saktanber, Yalın, 1999; Giddens, 2000;
Özvarış, 2008). Dolayısıyla toplumsal
cinsiyet biyolojik faklılıklardan dolayı
değil, kadın ve erkek olarak toplumun
bizi nasıl gördüğü, nasıl algıladığı, nasıl düşündüğü ve nasıl davranmamızı
beklediği ile ilgili bir kavramdır.
Bireyin içinde yaşadığı toplumun kültürü; bir kadının ya da erkeğin nasıl
davranacağı, nasıl düşüneceği ve nasıl
hareket edeceğine ilişkin beklentileri
ortaya koyan, yani kadın ve erkeği sosyal olarak yapılandıran özellikleri belirlemektedir (Akın ve Demirel, 2003:74;
Üner, 2008:6; Powell ve Greenhause,
2010:1012). Bir başka deyişle, insanlar
dişi veya erkek cinsiyeti ile doğar ancak
yetiştirilirken toplumun cinsiyetlerine
özgü beklediği roller çerçevesinde sosyalleşerek büyür (Terzioğlu ve Taşkın,
2008: 63).
10
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
Çocuklar cinsiyetlerine uygun roller
kazanmakta ve toplumsal cinsiyet kimliğini edinmektedirler. Böylece kadınlar
için ev ile ilgili işleri yürütme ve çocuk
bakımı gibi işler öne çıkarken, erkekler için iş rolleri aile rollerinden daha
önemli hale gelmektedir (Powell ve
Greenhause, 2010:1012).
Toplumsal cinsiyet kavramının en kritik
noktası üretim ile ilgili rollerdir (Ecevit,
2003). İş, üç ayrı kategoriye ayrılabilir:
Üretken iş, yeniden üretim işi ve topluluk işleri. Kadınların rolü, her üç kategoriyi de kapsar ve bu nedenle, kadınların rolü “Üçlü Rol” olarak adlandırılır.
Toplumsal cinsiyet kavramı kadınlık ve
erkekliğin içinde örüldüğü toplumsal
ilişkilere işaret etmektedir. Aynı zamanda bu ilişkiler politik bir duruşun da
ifadesidir. Cinsiyetin içinde kurulduğu
toplumsal ilişkilerin birer iktidar ilişkisi
olduğunu, bu ilişkilerin belirli ve kavranabilir bir sistematiğinin bulunduğunu,
bu sistematiğin toplumdaki bütün iktidar ilişkileri ve yapılarıyla da etkileşim
içinde işlediğini iddia eder (Bora ve
Üstün, 2005). Toplumsal cinsiyet rolleri
genel olarak yeniden üretim, topluluğun
idame edilmesi ve toplumsal- siyasal
katılım gibi dört tip aktivite içinde ele
alınır (Atauz ve diğ. 1999). Dolayısıyla
bu süreç basitçe “sosyalleşme” olarak
adlandırılamaz, tersine, kişinin çeşitli
biçimlerde müdahil olduğu karmaşık
ilişkileri içerir ve bir yandan kişisel düzeyde kadınlık ve erkekliğe, diğer yandan toplumsal düzeyde bir cinsiyet rejimine işaret eder (Bora ve Üstün, 2005).
Toplumsal cinsiyeti oluşturan bir başka olguda rol kavramıdır. Toplumsal
sistem içinde belirli konumdaki kişinin
nasıl davranması gerektiğini belirten
normlara rol denir ve toplumsal ve
Altınova ve Duyan
kültürel beklentiler, insanlara bu beklentilere uymaları konusunda baskı yapar. Cinsiyet rolü, bireyin kendi kimliğini
kadın veya erkek olarak algılayıp, cinsiyetinin gerektirdiği davranışı göstermesi anlamına gelir. Toplumsal cinsiyet
rolü, toplumun tanımladığı ve bireylerin
yerine getirmelerini beklediği cinsiyetle
ilişkili bir grup beklentisidir. Dökmen’e
(2006) göre, kadın ve erkeğin yaşamda
üstlendiği ya da üstlenmesi gerektiği
roller bellidir ve bu roller keskin çizgilerle ayrılır.
Birçok toplumdaki kültürel normlarda,
evdeki erkeklerin daha yüksek statü
ve daha yüksek karar verme gücünün
yanı sıra başlıca gelir ve sağlık payına sahip olduğu da görülür. Kadınların
“bakım verme rolleri” ofis işleri, hizmet
endüstrisi ve hemşirelik gibi kadınların
hâkim olduğu formal iş alanlarında kendini gösterir. Bu alanların da güçlü bir
bakım ve hizmet verme unsurları mevcuttur (Akın, 2007).
Cinsiyet rolü bireye içinde yaşadığı
toplum kurallarına uygun olarak öğretilmekte ve bireyin de bu cinsiyet rolü
kalıpları içinde davranması beklenir.
Kısacası kadın, toplumca benimsenen
kadınsı özelliklerin hepsine sahip olup,
erkeksi özellikleri taşımamalı, erkek ise,
toplum tarafından cinsiyet rolüne uygun
kabul edilen özelliklerin hepsine sahip
olup (erkeksi) kadınsı özellikleri göstermemelidir (Aydın ve Kavuncu, 1991).
Yaşamları boyunca kız ve erkek çocukların belli roller için yetiştirildiği dikkate
alındığında, cinsiyet kalıp yargılarını
etkileyen en temel unsurun toplumsallaşma süreci olduğu görülür. Toplumsallaşma süreci içerisinde, etkileşimde
bulunduğumuz diğer insanlar ve topluma ait sosyal, ekonomik, ahlaki, kültürel
düşünme sistemi, önyargılarımızı, kalıp
yargılarını oluşturur ve geliştirir (Ecevit, 1985; Fichter,1994; Atauz ve diğ.,
1999;Tanrıöver, 2003; Yogev, 2006).
İnsanlar, sınıflandırma süreci yoluyla
dünyayı birçok farklı toplumsal gruba
ayırır ve bu toplumsal gruplara ilişkin
bilgilerini, inançlarını ve beklentilerini
içeren bilişsel bir yapı geliştirir. Bu bilişsel yapıya da “kalıp yargı” adı verilir
(Kağıtcıbaşı, 1999). Kalıp yargılar kadına ve erkeğe nasıl davranacağını öğretir. Kalıp yargılar; algılayışları, toplumsal gruplara ilişkin bilgileri inançlarımızı
ve beklentiler içeren bilişsel bir yapı
olarak tanımlanabilir (Mackie, Hamilton, Susskind, Rosselli, 1996).
Kadınlara ve erkeklere ilişkin ayrımcılığın, eşitsizliğin ve tutumların oluşmasında kalıp yargılar en önemli unsur
olarak karşımıza çıkar. Dünyadaki birçok toplumda erkekler; güçlü, kendine
güvenli, korkusuz, bağımsız, gerçekçi
gibi güçlü benlikleri yansıtan ve istenir kalıp yargılarla kadınlar ise bağımlı, pasif, kararsız, duygusal gibi daha
zayıf benlikleri yansıtan kalıp yargılarla tanımlanır (Sakallı-Uğurlu, 2003).
Kültürde kadınlar ve erkekler sadece
doğuştan farklı olarak görülmemektedir; akılcılık, bağımsızlık, önderlik gibi
erkekler doğuştan kadınlardan üstün
görülür ve erkeklerle ilişkilendirilen
özellikler genellikle kültürün en fazla
değer verdiği özelliklerdir. Duygusallık,
duyarlılık, ortak çalışma gibi kadınlarla
ilişkilendirilen özellikler ise kültürün en
az değer verdiği özelliklerdir. Bu beklentiler içinde kadınlardan sorun çıkarmayan, uyumlu olan, sorgulamayan,
eşine itaat eden, eşine hizmet eden,
hem iyi bir eş, hem iyi bir iş kadını, iyi
bir anne olan bir kadın rolü vardır.
11
Toplum ve Sosyal Hizmet
Toplumsal cinsiyet kalıp yargıları, toplumsal cinsiyet beklentilerini doğurur ve
bu beklentiler bizim diğerlerine bakışımızda birer algısal filtre görevi görürler.
Beklentilerle tutarlı davranışları normal
karşılarken (örneğin, bir kadının yemek
pişirmesi), beklentilerle tutarlı olmayan
davranışları istisna olarak kabul edilir
(örneğin, bir erkeğin yemek pişirmesi).
Böylece bu algısal filtre sürekli pekiştirilir, değişime direnç gösterir ve gittikçe daha da güçlenir (Zanna ve Pack,
1975; Basow, 1992).
Kültürel yargılar daha dünyaya gelirken kız ve erkek çocukları ayırır. Kızlara daha olumsuz yüklemelerde bulunur. Bunlar atasözleri ve deyimlerle
de içselleştirilir. Örneğin, “Dünyaya kız
çocuğu olarak geldiğinde, bir evde iki
kız, biri çuvaldız biri biz”, “Oğlan doğuran övünsün, kız doğuran dövünsün”,
“Kadın erkeğin şeytanıdır”, “Dişi köpek
kuyruk sallamadıktan sonra çevresinde
erkek köpek dolaşmaz”, “Benim derdim
inek ile dana da karının derdi sürme
ile kına da” “Kadın gibi düşman olmaz,
güler, bildirmez”, “Atın ardında, kadının
önünde gitme”, “Kadının saçı uzun, aklı
kısadır”, “Kadının kazdığı kuyudan su
çıkmaz” ve “Zehirden şifa, kadından
vefa beklenmez”. Bunlar gibi atasözleri, kadının kategorik olarak kötülüğünü ifade eder, toplumsal ilişkilerde de
bozucu ve doğaları gereği suçlu taraf
olarak görülür (Tekeli,1988).
Toplumsal cinsiyet rolleri oluştuktan
sonra kadın ve erkeklerin kamusal alana nasıl çıkacağı ve kamusal alandan
nasıl, ne kadar yararlanacağı belirlenir.
Kadın ve erkeğin toplumdaki işlevleri,
sorumlulukları, hakları, üretim sürecindeki konumları gibi unsurlar, toplumsal
cinsiyete göre şekillendirilmekte ve
bunun sonucunda kadınlar özel alana,
12
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
erkekler ise kamusal alana yönlendirilir (Altan, 2001). Kamusal alan her
türlü rekabete açık, soyut olarak fırsat
eşitliğinin bulunduğu, ama hep güçlü olanın ayakta kaldığı bir mücadele
alanıdır. Özel alan ise tüm gününü savaşarak geçiren erkeğin, ertesi günün
muharebesine hazırlandığı rahatlık ve
huzur alanıdır. Kadının da görevi erkeğini bu güne hazırlamaktır. Dolayısıyla
özel alanın tek efendisi erkek, tek hizmetçisi de kadındır. Erkek ailenin reisi
sayılır; ev ona aittir; onu korur ve geri
kalan dünya, eskiden olduğu gibi diğer
erkeklerle rekabet edeceği yani av ve
savaş alanıdır.
Birçok toplumda hem özel hem kamusal alanda erkekler kadınlardan daha
fazla iktidara sahiptir (Kammeyer –
Ritzer,1997; Tekin, 2006). Kamu ve
özel alan ayırımı, aynı zamanda aile
içindeki egemenlik ilişkilerinin de belirleyicisi olarak değerlendirilebilir. Bu
egemenlik ilişkisinde erkek üstün olup
kendi istekleri doğrultusunda yaşamını
sürdürmesine karşın kadının isteklerini
gerçekleştirme düzeyi erkeğin izin verdiği yere kadardır. Kadının aile dışındaki yaşamı kamusal alanda rol almadığı
için her yönüyle sınırlıdır. Kadının bu
şekilde özel alanda sınırlandırılması
aileyi antisosyal bir kuruma dönüştürür.
Antisosyallik, yaşam alanı sınırlı olmasından dolayı kadında da bir özellik haline gelir.
Özel alan, yani mahremiyet alanı, kadının kendi değerlerini ve kültürünü yarattığı ve nesillere aktardığı bir alan olarak
feminist kuram acısından da ayrıcalıklı
bir önem taşır. Tekeli (1988) feminizmi,
“kadınların dünyaya, erkeklerin gözlerinden, onların çıkarları açısından
değil, kendi gözleriyle bakmasını savunan, kendi seslerini bulmalarını isteyen
Altınova ve Duyan
bir düşünce akımıdır. Feminizm, kadınlara, kadın-insan olma yolunda cesaret
veren ya da kadınlar için “kadınca” denilen yaşam biçiminin sınırlılığını, yetmezliliğini ortaya koyan bir düşünce”
olarak tanımlamaktadır.
Bütün toplumlarda doğuştan gelen biyolojik farklılıklar kültürel olarak yorumlanıp değerlendirilir. Böylece kadınlar
ve erkeklerin hangi davranış ve faaliyetleri yapabileceklerine, hangi haklara
ve güce kimin ne derece sahip olduğuna veya sahip olması gerektiğine ilişkin toplumsal beklentiler geliştirilir. Bu
beklentiler, toplumdan topluma ve aynı
toplum içinde bir toplumsal kesimden
diğerine kısmen değişse de özünde ortak noktalar vardır.
Toplumsal cinsiyet kavramı sonuçta
kadın ve erkek eşitsizliğini ortaya çıkarır. Avrupa Birliği kadın-erkek eşitliği
kavramını “Tüm insanların kendi kişisel
yeteneklerini geliştirmekte ve belirlenmiş katı toplumsal cinsiyet rolleriyle
sınırlanmaksızın seçimlerini yapmakta
özgür oldukları bağlamından hareketle;
kadınların ve erkeklerin farklı davranış,
istek ve ihtiyaçları eşit şekilde dikkate
alınır, değerlendirilir ve kayrılır” şeklinde
tanımlanır (Avrupa Komisyonu, 1998).
Dökmen’e (2006) göre toplumdaki en
önemli sorunlardan biri toplumsal cinsiyet ayırımcılığıdır. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması, modern ve
demokratik toplum olmanın gereğidir.
Akhun, (2000) kadın ve erkeklere eşit
olanaklar sunulmayan bir toplumda,
gerçek anlamıyla demokrasinin varlığından söz edilemeyeceğini ülkemizde
ailede, eğitimde, istihdamda ve siyasette cinsiyet ayırımına dayalı, eşitlikçi
olmayan uygulamalar söz konusu olduğunu belirtir.
Türkiye’de insanların toplumsal cinsiyet rollerini nasıl gördükleri ve algıladıkları hakkında güvenilir ve
geçerli bir biçimde ortaya koyacak
bir ölçme aracına gereksinim bulunmaktadır. Bununla birlikte ülkemizde
sıklıkla kullanılan Bem Cinsiyet Rolü
Envanteri, Çelişik Duygulu Cinsiyetçilik Ölçeği gibi ölçekler sadece kadınsılığı, erkeksiliği ve cinsiyetçiliği
ölçtüğü için toplumsal cinsiyet rolleri
hakkında yeterince fikir vermemektedir. BCRE sıfatlardan (kendine
güvenen, fedakâr, karamsar, hırslı
gibi) oluşmaktadır ve kişilerin erkeklik
ve kadınlık özelliklerini ölçmektedir.
Diğer bir deyişle, bu envanter kişilerin
kendilerini veya karşılarındaki kişiyi
nasıl (erkeksi veya kadınsı) tanımladıkları konusuna odaklaşmaktadır.
Kalıp yargıların ölçümü ve cinsiyetler
arası farklılaştırma konusu için uygun
olabilecek olan bu envanter, kadınlara ilişkin yanlış ve esnek olmayan
genellemelere dayalı olumsuz tutumları, yani genel olarak kadınlara ilişkin
önyargıyı ölçmede yetersiz kalacağı
düşünülmektedir. Çelişik Duygulu Cinsiyetçilik Ölçeği’nde de “feminist” kelimesinin geçtiği maddeler öğrenci dışı
popülâsyonda bazı ölçek doldurma
sorunları yaratabilmektedir. Öğrenci olmayan popülâsyondan, özellikle
eğitim seviyesi düşük katılımcılar bu
kelimenin anlamını sorabilmektedir.
Ayrıca, bilindiği gibi “feminist” kelimesi öğrenciler tarafından bile olumsuz
olarak algılanmakta ve değerlendirilmektedir (Sakallı, 2002). Bunun için
Türk toplumunun değerleri ve kültürü
göz önüne alınarak toplumsal cinsiyet
hakkında Türkiye’ye özgü bir ölçeğin geliştirilmesinin yerinde olacağı
düşünülmektedir.
13
Toplum ve Sosyal Hizmet
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
Amaç
Çalışma Grubu
Bu çalışmanın amacı, bireylerin toplumsal cinsiyet algılarını belirlemeye
yönelik bir ölçme aracı geliştirmektir.
Çalışma grubuna ilişkin bilgiler Tablo
1’de verilmiştir.
Ankara İli Çankaya, Sincan, Gölbaşı,
ilçelerinde çocukları ilköğretime devam
eden 244 kadın (%55,1), erkek 199 (%
44,9) veli olmak üzere 443 katılımcı
araştırma grubunu oluşturmaktadır.
Araştırmaya katılan velilerin 136’sı ilkokul (96 kadın, 40 erkek), 49’u ortaokul
YÖNTEM
Bu bölümde çalışma grubu, veri toplama aracının geliştirilmesi, verilerin toplanması ve çözümlenmesi konularına
yer verilmiştir.
Tablo 1. Çalışma Grubunu Tanıcı Bilgiler
Durum
Cinsiyet
Kadın
Yerleşim Çankaya
Yeri
Sincan
Gölbaşı
%
%
Erkek
%
Toplam
98
56,65
75
43,35
173
39,1
92
53,18
81
46,82
173
39,1
54
55,67
43
44,33
97
21,8
Öğrenim İlk
Düzeyi
Orta
96
70,6
40
29,4
136
30,7
27
19,8
22
16,1
49
11,1
Lise
78
57,3
71
52,2
149
33,6
Üniversite
39
28,6
56
41,1
95
21,4
Yüksek lisans
ve doktora
4
2,9
10
7,3
14
3,2
Çalışma Çalışıyor
Durumu Çalışmıyor
52
21,31
183
91,96
235
53,05
192
78,69
16
8,04
208
46,95
Yaş
25-30 arası
19
90,4
2
9,6
21
4,5
31-35 arası
71
73,1
26
26,9
97
21,9
36-40 arası
93
57,4
69
42,6
162
36,6
41-45 arası
41
40,9
61
59,1
102
23
46-50 arası
16
36,3
28
63,7
44
9,9
51-55 arası
3
33,3
6
66,7
9
2
56-60 arası
1
16,6
5
83,4
6
1,4
61-65 arası
0
0
2
100
2
0,5
37,5
-
41,5
-
38,6
Yaş ort.
14
Altınova ve Duyan
(27 kadın, 22 erkek), 149’u lise (78 kadın, 71 erkek) 95’i üniversite (39 kadın,
56 erkek), 14’ü de yüksek lisans ve
doktora (4 kadın 10 Erkek) mezunudur. Kadınların özellikle ilkokul mezunu
olma oranı erkeklere göre daha yüksektir. Çok az kişinin yüksek lisan ve
doktora yaptığı görülmektedir. Okuma
yazma bilmeyen veliler araştırma kapsamına alınmamıştır. Araştırmaya katılan kadınlardan sadece 52’si (%21,31)
bir gelir getirici bir işte çalışmaktadır.
Erkeklerin hemen hemen tamamı (183,
%91,96) gelir getiren bir işte çalışmakta ya da emekli maaşı vardır. Araştırmaya katılan velilerin yaş ortalaması
kadınlarda 37,5, erkeklerde 41,4 olup,
yaşları 26 ile 65 arasında değişmektedir. Kadın ve erkeklerin yaş ortalamaları birbirine yakındır.
Ölçme Aracının Geliştirilmesi
Ölçek geliştirme çalışmaları şu aşamalardan oluşmuştur:
Denemelik ölçek hazırlanırken toplumsal cinsiyet kavramı ile ilgili makale,
kitap ve tezler taranmış, toplumsal cinsiyete ilişkin kavramsal çerçeve oluşturulmuştur. Araştırma için öncelikle toplumsal cinsiyet ile ilgili literatür taraması
yapılmıştır. Alanda kullanılan diğer ölçekler incelenmiştir. Diğer ölçeklerden
de yararlanılarak ölçek maddeleri oluşturulmuştur. Ölçek maddeleri hazırlanırken; Çelişik Duygulu Cinsiyetçilik
Ölçeği (Sakallı-Uğurlu, 2002). Cinsiyet
Rolleri ile İlgili Kalıp Yargı Ölçeği (Kantiyoti, Akt.Tok, 2001) Attitudes Towards
Women Scale-Short version (Spence,
Helmrich, Stapp, 1978), Personal Attributes Questionnaire (Spence, Helmreich ve Stapp, 1974) ölçeklerinden
yararlanılmıştır. Sonuçta araştırmacılar
tarafından toplumsal cinsiyet algılarını
temsil ettiği düşünülen 40 maddelik bir
madde havuzu oluşturulmuştur.
İkinci aşamada, maddelerin kapsam
geçerliği için eğitim bilimleri, psikoloji, sosyal hizmet, kadın çalışmaları ile
ölçme değerlendirme alanında uzmanlıklarını almış yedi öğretim üyesinin
görüşlerine başvurulmuştur. Değerlendirmeler sonucunda, bazı maddeler
yeniden düzenlenmiş, tekrar ve benzer
ifade olarak algılanan sorular çıkarılarak toplumsal cinsiyet algılarını temsil
ettiği düşünülen toplam 30 maddeden
oluşan beşli Likert tipi bir ölçek elde
edilmiştir.
Verilerin Toplanması
Ölçek çocukları ilköğretime devam
eden anne babalara uygulanmıştır. Ölçek öğrenciler yoluyla anne babalarına
ulaştırılmış ve doldurmaları istenmiştir.
Katılımcılara öncelikle hem araştırmanın amacı hem de uygulama aşamasında nelere dikkat etmeleri gerektiği
konusunda bilgi notu verilmiştir. Katılımcılardan kişisel bilgileri istenmemiştir. Ölçeğin uygulanması yaklaşık 10-15
dakikalık bir süreyi kapsamaktadır.
30 maddeden oluşan ölçek değişik
sosyo-ekonomik özellikler gösteren
kadın ve erkekler üzerinde uygulanmıştır. Araştırmada toplam 550 form
kullanılmış ve bunların 497’si (%90,3’
ü) geri dönmüştür. Tam olarak doldurulmamış olan 42 form, tüm yanıtların
aynı seçenekten verildiği ya da çift yönlü uç değerleri veren 12 form çıkartılmış kalan 443 form üzerinde analizler
gerçekleştirilmiştir.
Verilerin Analizi
Ölçeğin yapı geçerliliğini sağlamak için
geçerlilik ve güvenilirlik testi yapılmıştır.
15
Toplum ve Sosyal Hizmet
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
Veriler bilgisayar ortamına aktarıldıktan sonra, SPSS 17.0 paket programı
ile analizler yapılmıştır. Bu analizlerde maddelerin psikometrik özellikleri
(madde ayırı-cılık gücü ve madde-toplam puan korelasyonları) ve testin psikometrik özellikleri (yapı geçerliği ve
güvenirlik) belirlenmeye çalışılmıştır.
BULGULAR
Bu bölümde deneme uygulamasından
elde edilen verilerin analizi ile ulaşılan
bulgulara ve bulgulara ilişkin yorumlara
yer verilecektir.
Geçerlik
Ölçeğin yapı geçerliğini analizlerini
gerçekleştirmeden önce örneklem uygunluğunu incelemek amacıyla KaiserMeyer Olkin (KMO) ve Bartlett testi yapılmıştır. Bir ölçme aracının geçerliliği,
aracın ölçmeyi amaçladığı özelliği ne
denli doğru ölçtüğüne işaret etmektedir. Faktör analizi aynı zamanda yapı
geçerliliği hakkında bilgi vermektedir.
Faktör analizinin yapılabilmesi için yeterli sayıda örnekleme ulaşılması gerekmektedir. KMO katsayısı, 1’e yaklaştıkça verilerin analize uygun olduğu,
1 olmasında ise mükemmel bir uyum olduğu anlamına gelir ve ,70’in üzerinde
değer veren veri kümeleri faktörleşme
için uygundur (Pett, Lackey ve Sullivan,
2003; akt: Di Lorio). Bartlett küresellik
testi korelasyon matrisinin faktör analizi için uygun olup olmadığını değerlendirmek amacı ile kullanılır. Bartlett testi
sonucunda elde edilen değerler istatistiksel açıdan anlamlı olduğu durumda
verilerin faktör analizi için uygun olduğu kabul edilmiş olur (Munro, 2005).
Araştırmanın verileri ile gerçekleştirilen
KMO ve Bartlett testi sonuçları Tablo
2’de yer almaktadır.
Test sonuçlarına göre KMO katsayısı ,882; Bartlett testi ki-kare değeri
3389,153 (df=435) ve istatistiksel açıdan anlamlı (sig.=.000) bulunmuştur.
Bu sonuçlara göre veriler temel bileşenler analizi için uygun olduğundan
ölçeğin yapı geçerliğini saptamak amacıyla toplanan verilerin temel bileşenler analizi yöntemi ile faktör yapısına
bakılmıştır. Madde toplam puan korelasyonunun yorumlanmasında mutlak
ölçüler dikkate alınmıştır. Buna göre
korelasyonu ,30 ve daha yüksek olan
maddelerin bireyleri iyi derecede ayırt
ettiği, ,20-,30 arasında kalan maddelerin zorunlu görüldüğü takdirde ölçeğe
alınabileceği, ,20’den düşük maddelerin ise ölçeğe alınmaması gerektiği
söylenebilir (Büyüköztürk, 2009).
Maddelerin ortalamaları, standart sapmaları, madde- toplam puan korelasyonları ve madde ayırt edicilikleri Tablo
3’dedir.
Tablo 2. KMO ve Bartlett Testi Sonuçları
Kaiser-Meyer-Olkin
(KMO)
Bartlett Testi
16
Measure of Sampling Adequacy
,882
Ki-Kare
3389,153
Serbestlik
435
Sig.
,000
Altınova ve Duyan
Tablo 3. TCAÖ’nın Ayırt Edici Özellikleri
X
SS
Extraction
Component
Matrix(a)
Corrected ItemTotal Correlation
M1
3,5463
1,58885
,406
,454
,406
M2
2,6862
1,58141
,421
,488
,424
M3
2,6826
1,58141
,326
,213
,256
M4
3,5440
1,56741
,558
,480
,432
M5
4,1919
1,32560
,665
,504
,441
M6
3,9661
1,47566
,550
,367
,322
M7
3,2709
1,58720
,529
,540
,476
M8
3,6298
1,47933
,550
,464
,413
M9
2,3160
1,36683
,512
,419
,385
Madde
M 10
2,3160
1,36683
,445
,279
,213
M 11
2,9278
1,65708
,498
,430
,354
M 12
4,2438
1,29362
,544
,610
,539
M 13
3,4537
1,48735
,550
,408
,354
M 14
3,0000
1,50565
,398
,462
,395
M 15
3,6027
1,47381
,478
,362
,314
M 16
3,0000
1,65456
,419
,480
,413
M 17
3,1242
1,67100
,517
,542
,469
M 18
3,5937
1,63174
,506
,650
,581
M 19
4,6366
1,03391
,411
,472
,408
M 20
4,6366
1,03391
,607
,253
,223
M 21
3,5124
1,64405
,485
,574
,501
M 22
3,6005
1,52674
,401
,496
,435
M 23
3,6005
1,52674
,568
,289
,250
M 24
3,0474
1,46760
,513
,589
,518
M 25
3,0474
1,46760
,425
,229
,211
M 26
3,8916
1,43707
,516
,644
,578
M 27
3,7043
1,55026
,506
,399
,336
M 28
2,8939
1,65593
,469
,453
,390
M 29
3,5914
1,55666
,441
,420
,355
M 30
3,5463
1,58885
,473
,572
,500
17
Toplum ve Sosyal Hizmet
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
Ölçeğin güvenirlik çalışması için 30
maddeden oluşan bir madde listesi hazırlanmış ve uygulanmıştır. İç tutarlılık
ölçüsü olarak hesaplanan güvenirlik
katsayılarında 5 maddenin istenilen düzeyde olmadığı için ölçekten çıkartılmış
ve geri kalan 25 madde için geçerlik
katsayılarının istenilen düzeyde olduğu
görülmektedir.
Güvenirlik
Ölçeğin boyutlarına ilişkin olarak hesaplanan güvenirlik analizi sonuçları
Cronbach Alpha katsayısı ile hesaplanarak Tablo 4’de verilmiştir.
Toplumsal Cinsiyet Algısı Ölçeği’nin
bütününe ait iç tutarlılık ölçüsü olarak
hesaplanan güvenirlik katsayısının
(Cronbach Alpha ,872) istenilen düzeyde olduğu görülmektedir. Bu sonuçla
ölçeğin 25 madde için güvenirliğinin
sağlandığı ifade edilebilir.
Puanlama
Bireylerin toplumsal cinsiyet algılarını
ölçmek üzere geliştirilen ölçekte, toplam
25 madde bulunmaktadır. Maddelerin
10’u olumlu, 15’i olumsuz olarak yazılmıştır. Beşli Likert şeklinde oluşturulan
ölçekte Maddelerde belirtilen düşünceye, bireylerden “tamamen katılıyorum
(5), katılıyorum (4), kararsızım (3), katılmıyorum (2), tamamen katılmıyorum
(1) olmak üzere beş derecede görüş bildirmeleri istenmektedir (Ek 1) olumsuz
maddeler tersten hesaplanmaktadır.
Ölçekte 2., 4., 6., 9., 10., 12., 15., 16.,
17.,18., 19., 20., 21., 24. ve 25. maddeler
olumsuz olup tersten hesaplanmaktadır.
Buna göre, ölçekten alınabilecek puanlar 25-125 aralığında olup, yüksek puanlar toplumsal cinsiyet algısının olumlu olduğunu ifade etmektedir.
SONUÇ
Bu çalışmada “Toplumsal Cinsiyet Algısı Ölçeği”’nin geçerlik ve güvenirlik çalışması yapılmıştır. Öncelikle toplumsal
cinsiyet kavramına açıklık getirilmeye
çalışılmıştır. Bu bağlamda toplumsal cinsiyeti oluşturan etmenlere yer verilmiştir.
Bireylerin toplumsal cinsiyet algılarını ölçmek üzere geliştirilen ölçek 25
maddeden oluşmaktadır (Ek 1). Araştırmanın sonuçları, ölçüm aracının tek
boyuttan oluştuğunu ve alfa güvenirlik
katsayılarının kabul edilebilir düzeyde
olduğunu ortaya koymuştur.
Toplumsal Cinsiyet Algısı Ölçeği yetişkin insanların toplumsal cinsiyet rol ve
algılarını değerlendirmek için düzenlenen kendi kendini bildirim tarzında
bir değerlendirme aracıdır. Toplumsal
Cinsiyet Algısı Ölçeği’ne ilişkin olarak
hesaplanan güvenirlik analizi sonuçları
Cronbach Alpha katsayısı ile hesaplanmıştır. Bu katsayı ölçek için 0.872
olarak hesaplanmıştır. Sonuç olarak
Toplumsal Cinsiyet Algısı Ölçeği’ni
oluşturan maddelerin istendik özelliklerde olması, Ölçeğin güvenirliğinin ve geçerliğinin yüksek olması, bu
ölçeğin insanların toplumsal cinsiyet
algısını belirmede kullanılabileceğini
göstermektedir.
Tablo 4. Toplumsal Cinsiyet Algısı Ölçeğine Ait Güvenirlik Analizi Sonuçları
Ölçeğin Boyutları
1
18
Madde Sayısı
25
Cronbach Alpha Güvenirlik Katsayısı
,872
Altınova ve Duyan
Çalışmada test-tekrar test uygulaması
yapılmamış olması çalışmanın bir kısıtlılığı olarak ele alınabilir. Bu çalışma bir
ölçek geliştirme çalışması olduğundan
üzerinde çalışılan örneklemin toplumsal cinsiyet algı düzeyine bakılmamıştır. Araştırmacılar gerçekleştirecekleri
ileri çalışmalarda daha geniş ve farklı
örneklemler üzerinde çalışabilir ve bu
örneklemlerin toplumsal cinsiyet algı
düzeylerini farklı değişkenler açısından
inceleyebilirler. Ayrıca gerçekleştirilecek toplumsal cinsiyet eğitimi, farkındalığı gibi etkinliklerinden önce ve sonra yapılacak uygulamalar ile grupların
toplumsal cinsiyet algı düzeylerinde
oluşabilecek farklar araştırılabilir.
Bu bağlamda ölçek toplumsal cinsiyet
algılarının düşük olduğu düşünülen
gruplar için bir değerlendirme aracı olarak kullanılabilir. Ayrıca ölçek, toplumsal cinsiyet algılarını güçlendirilmesi
amacıyla gerçekleştirilebilecek mesleki uygulamaların (bireylerle sosyal hizmette, gruplarla sosyal hizmette gibi)
etkililiğini değerlendirebilmek amacıyla
da kullanılabileceği düşünülmektedir.
Ölçeğin geçerlik ve güvenirlik çalışmalarının yürütüldüğü araştırma grubu
çocukları ilköğretime devam eden velilerdir. Dolayısıyla ölçeğin geçerlik ve
güvenirliği için farklı örneklemler üzerinde yapılacak çalışmalar da son derece önemlidir. Çeşitli düzeylerdeki gruplarla ölçek uygulanabilir. Ayrıca çeşitli
meslek grupları mensuplarının toplumsal cinsiyet algı düzeyleri bu ölçek ile
belirlenebilir. Sonuç olarak bireylerin
toplumsal cinsiyet algı düzeylerinin belirlenmesi bireysel farkındalık düzeyinin
geliştirilmesinde katkı sağlayabilir. Bu
ölçek bu konuda yapılabilecek diğer
çalışmalarla geliştirilebilir.
KAYNAKÇA
Akhun, İ. (2000). Kız çocuklarının mesleki
eğitime ve istihdama yönelimleri. Ankara:
Cem Ofset.
Akın, A. (2007). Cinsiyet rollerinin kadının
günlük yaşamına etkisi. Http://www.Gencgazeteciler.Org/Crolleri.Asp 11 Aralık.2007’
de alınmıştır.
Akın, A. ve Demirel, S. (2003).Toplumsal cinsiyet kavramı ve sağlığa etkisi. Cumhuriyet
üniversitesi tıp fakültesi dergisi, 25 (4), 73-82.
Aksoy, N. (2006). Toplumsal cinsiyete duyarlı bütçeleme ve kadının statüsü genel
müdürlüğünün rolü. TC Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü, Kadının Statüsü Uzmanlığı Tezi, Ankara.
Altan, S. (2001). Eğitim materyallerinde cinsiyetçi öğeler. Ankara: Can Matbaacılık.
Atauz, A.,Kardam, F.,Saktanber, A. ve Yalın, H.İ. (1999). Toplumsal cinsiyet eğitimi el
kitabı. Kadın İstihdamını Geliştirme Projesi T.C Başbakanlık Kadının Statüsü Genel
Müdürlüğü.
Aydın B., Kavuncu, A, N, (1991). Farklı sosyo-ekonomik düzeylerdeki lise öğrencilerinde cinsiyet rollerinin araştırılması. Psikolojik
danışma ve rehberlik dergisi, 1 (2), 23–39
Basow, S. A. (1992). Gender: stereotypes
and roles (3. Baskı). Pasific Grove, Ca: Brooks/Cole.
Bora, A. Üstün, İ. (2005). Sıcak aile ortamı: demokratikleşme sürecinde kadın ve
erkekler. Tesev Yayınları.
Büyüköztürk, Ş. (2009). Sosyal bilimler için
veri analizi el kitabı, Ankara: Pegem Akademi
Di L. ve Colleen K. (2005). Measurement in
health be-havior methods for research and
education. USA: Pub. John Wiley & Sons Inc.
Dökmen, Z.Y. (2006). Toplumsal cinsiyet.
İstanbul: Sistem Yayıncılık
Ecevit, Y. (1985). Üretim ve yeniden üretim
sürecinde ücretli kadın emeği. Toplumsal
araştırmalar dergisi, Şubat-Mart, 72–93
19
Toplum ve Sosyal Hizmet
Ertürk, Y. (1996). Alternatif kalkınma stratejileri: toplumsal cinsiyet, kadın ve eşitlik.
ODTÜ Geliştirme Dergisi, 2 (1–2), 341–356
Fichter, J. (1994). Sosyoloji nedir. (Çeviren:
N. Çelebi ) Ankara: Atilla Kitabevi
Giddens, A. (2000). Sosyoloji. Ankara: Ayraç Yayınları
Jolliffe, I. T. (2002). Principal component
analysis, USA: Springer Series in Statistics, Second Edition.
Kağıtcıbaşı, Ç. (1999). Sosyal psikoloji.
İstanbul: Evrim Yayınevi
Kammayer, K; Ritzer G; Yetman, N. (1997).
Sociology experiencing -changing societies, 7. Baskı, Boston: Allyn ve Bacon
Mackie, D. M., Hamilton, D. L., Susskind,
J. ve Rosselli, F. (1996). Social psychological foundations of stereotype Formation.
(Derleyenler: C. N. Macrae, C. Stangor ve
M. Hewstone), Stereolype And Stereotyping Ny: Guilford, 41–47
Munro, B. H.. (2005). Statistical methods
for health care research, (5. Baskı). USA:
Lippincott Williams and Williams
Özvarış, S. (2008). Toplumsal cinsiyetsağlık ilişkisi ve türkiye’deki durum. 1 kadın sağlığı kongre “”kadına yönelik şiddet”.20–22 Mart 2008.
Powell, G.N. ve Greenhaus, J.H. (2010).
Sex, gender, and decisions at the family work ınterface. Journal of management. 36
(4),1011-1039
Sakallı-Uğurlu, N. (2003). Cinsiyetçilik: kadınlara ve erkeklere ilişkin tutumlar ve çelişik duygulu cinsiyetçilik kuramı. Türk psikoloji yazıları, 6 (11–12), 1–20
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
Spence, J. T., Helmreich, R., & Stapp, J.
(1974). The personal attributes questionnaire: a measure of sex role stereotypes
and masculinity-femininity. Journal supplement abstract service catalog of Selected
Documents İn Psychology, 4, 43. (Ms. No.
617)
Tanrıöver, H. (2003). Türkiye’de Televizyon
Kültürü ve Kadınlar. Kadın Yaşantıları. (Yayına Haz. Ayşegül Yaraman) İstanbul: Bağlam Yayınları.
Tekeli, Ş. (1988). Kadınlar İçin: Yazılar
(1977-1987). Femizim Nedir, Ne Değildir.
İstanbul: Alan yayıncılık.
Tekin,İ. (2006). Kadın Sorunlarına Yönelik
Sosyal Sorumluluk Kampanyaları Ve Reklamlarda Kadın Cinsiyetinin Sunumu. Yayımlanmamış yüksek lisans tezi. Marmara
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İletişim Bilimleri Ana Bilim Dalı Reklamcılık Ve
Tanıtım Bilim Dalı, İstanbul.
Terzioğlu, F. ve Taşkın, L. (2008). Kadının
toplumsal cinsiyet rolünün liderlik davranışlarına ve hemşirelik mesleğine yansımaları.
C.Ü. Hemşirelik yüksekokulu dergisi. 12 (2),
62-67
Tok, Y. (2001). Cinsiyet rolleri ile ilgili farklı
kalıp yargılara sahip üniversite öğrencilerinin saldırganlık düzeyleri. Yayımlanmamış
yüksek lisans tezi. Hacettepe Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.
Üner, S. (2008). Toplumsal cinsiyet eşitliği,
kadına yönelik aile içi şiddetle mücadelede
temel eğitim seti. TC Başbakanlık Kadının
Statüsü Genel Müdürlüğü, UNFPA, Avrupa
Komisyonu Türkiye Delegasyonu, Ankara:
Dumat Ofset
Sakallı-Uğurlu, N. (2002). Çelişik duygulu
cinsiyetçilik ölçeği: geçerlik ve güvenirlik
çalışması. Türk psikoloji dergisi, 17 (49),
47 – 5
Yogev, S.P. (2006). Ergenlerde toplumsal
cinsiyetin kazanılması aile, okul ve arkadaş
etkisi. Yayımlanmamış yüksek lisans tezi.
Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara
Spence, J.T. ve Helmreich, R.L. (1978). Masculinity and femininity: their psychological
dimensions, correlates, and antecedents.
Austin, Tx: University Of Texas Press.
Zanna, M. P. ve Pack, S. J. (1975). On the
self-fulfilling nature of apparent sex differences in behavior. Journal of experimental
social psychology, 11, 583–591.
20
Altınova ve Duyan
Ek 1: Toplumsal Cinsiyet Algısı Ölçeği
Tamamen katılıyorum
Katılıyorum
Kararsızım
Katılmıyorum
Tamamen katılmıyorum
Aşağıda yer alan ifadelere ne derece katıldığınızı “Kesinlikle katılmıyorum”,
“Kısmen katılmıyorum”, “Kararsızım”, “Kısmen katılıyorum”, “Kesinlikle
katılıyorum” seçeneklerinden birini (x) işareti ile belirtiniz. Lütfen hiçbir soruyu
cevapsız bırakmayınız.
1.
Evlilik, kadının çalışmasına engel olmaz.
() () () () ()
2.
Kadın sadece ailesinin ekonomik sıkıntısı varsa
çalışmalıdır
() () () () ()
3.
Çalışan kadın da çocuklarına yeterince zaman ayırabilir. ( ) ( ) ( ) ( ) ( )
4.
Kadınlar anne olduktan sonra çalışmamalıdır.
() () () () ()
5.
Kadın siyasetçiler de başarılı olabilir.
() () () () ()
6.
Kadınlar evlendikten sonra çalışmamalıdır.
() () () () ()
7.
Çalışma hayatı kadının ev işlerini aksatmasına neden
olmaz.
() () () () ()
8.
Çalışan bir kadın hayattan daha çok zevk alır.
() () () () ()
9.
Kadınlar erkekler tarafından her zaman korunmalıdır.
() () () () ()
10. Kocası izin vermiyorsa kadın çalışmamalıdır.
() () () () ()
11.
() () () () ()
Kadınlar yönetici olabilir.
12. Çalışan bir kadın kazandığı geliri eşine vermelidir.
() () () () ()
13. Çalışan bir kadın çocuklarına daha iyi anne olur.
() () () () ()
14. Erkekler de çamaşır bulaşık gibi ev işlerini yapmalıdır.
() () () () ()
21
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
() () () () ()
17.
Kadınlar kendi başına ticarethane gibi yerler (kafe,
market, emlakcı gibi) açmamalıdır.
Tamamen katılıyorum
16. Bir ailenin gelirini erkekler sağlamalıdır.
Katılıyorum
() () () () ()
Kararsızım
15. Kocasız kadın sahipsiz eve benzer.
Katılmıyorum
Tamamen katılmıyorum
Toplum ve Sosyal Hizmet
() () () () ()
18. Kadınların birinci görevi ev işlerini üstlenmektir.
() () () () ()
19. Bir kadın kocasından fazla para kazanmamalıdır.
() () () () ()
20. Erkek her zaman evin reisi olmalıdır.
() () () () ()
21. Toplumun liderliği genellikle erkeklerin elinde olmalıdır.
() () () () ()
22.
Kız çocuklarına da erkek çocuklar kadar özgürlük
verilmelidir.
() () () () ()
23.
Bir kadın kendi haklarına sahip olabilmesi için gerekirse
kocasına karşı çıkabilmelidir.
() () () () ()
24. Kadın kocasından yaş olarak daha küçük olmalıdır.
() () () () ()
25. Ailedeki önemli kararları erkekler vermelidir.
() () () () ()
22
Özmete ve Laleoğlu
Araştırma
İNSANİ HİZMET
ÖRGÜTLERİNDE
SOSYAL
ÇALIŞMACILARIN
KARŞILAŞTIKLARI
MOBBİNG
DAVRANIŞLARI
İLE İŞ TATMİNİ VE
SAĞLIK SORUNLARI
ARASINDAKİ İLİŞKİNİN
DEĞERLENDİRİLMESİ1
Assessing the Relationship
between Mobbing
Behaviours Fronted by
Social Workers in Human
Services Organizations and
Their Work Satisfaction
and Health Problems
Emine ÖZMETE*
Ayşegül LALEOĞLU**
*Prof.Dr. Ankara Üniversitesi, Sağlık Bilimleri
Fakültesi, Sosyal Hizmet Bölümü
**Bilim Uzmanı, Diyarbakır Aile ve Sosyal
Politikalar İl Müdürlüğü
1
Bu makale “İnsani Hizmet Örgütlerinde Mobbing Davranışlarının Değerlendirilmesi” konulu Yüksek Lisans tezinin verileri kullanılarak
hazırlanmıştır.
ÖZET
Bu araştırma insani hizmet örgütlerinde
görev yapan sosyal çalışmacıların mobbing
davranışlarına ilişkin değerlendirmelerini; mobbing davranışları ile iş tatmini ve
yaşanan sağlık sorunları arasındaki ilişkiyi ortaya koymak amacıyla yürütülmüştür.
Mobbing, iş yaşamında geçmişten bu yana
yaşanan ancak yeni adlandırılmış bir olgudur. Günümüzde çalışanların motivasyonunu, verimliliğini, sağlığını ve iş tatminini
olumsuz yönde etkileyen en önemli faktörlerden biri “mobbing”dir. Çünkü mobbing; bir
ya da birkaç bireyin genellikle tek bir bireye karşı sistematik bir şekilde uyguladıkları
düşmanca ve ahlaki olmayan davranışları
içermektedir. Bu durum bireyi savunmasızlığa ve çaresizliğe itmekte; devam eden taciz
davranışlarıyla da bireyin bu durumdan kurtulması engellenmektedir. Bu nedenle mobbing; birey, grup ve toplumun tümü üzerinde
olumsuz etkilere neden olmaktadır. İnsani
hizmet örgütlerinde görev yapan 228 sosyal çalışmacının katıldığı bu araştırmada;
mobbing davranışlarına maruz kalanların
hem iş arkadaşları ile ilişkiler ve işin niteliği, hem de yöneticiler ile ilişkiler açısından
iş yaşamından duydukları tatminin azaldığı; depresyon nöbetleri, psikolojik/duygusal
sorunlar ile fiziksel sağlık sorunları yaşama
sıklıklarının da arttığı belirlenmiştir.
Anahtar Sözcükler: Sosyal hizmet, sosyal
çalışmacı,
sorunları
mobbing,
iş
tatmini,
sağlık
ABSTRACT
This research has been conducted to present the evaluations on mobbing behaviors
of social worker who work in human service
organizations. It also handles the relation
between mobbing behaviors-job satisfaction
and health problems. Mobbing has been in
existence from past till today, but it is a phenomenon which is currently encountered.
It is one of the most important factors that
23
Toplum ve Sosyal Hizmet
affect people’s motivation, productivity of
work, health and job satisfaction negatively. As mobbing includes immoral and hostile
behaviors directed towards an individual
systematically, this situation pushes the individual into vulnerability, and on going molestations prevent the individual’s recovery
from this situation. For this reason mobbing
causes negative effects on the individual,
group and society. 228 social workers participated to this study, and the social workers
who faced mobbing behaviors experienced
that their satisfaction from working life, both
with their collaborators and administrators,
has decreased and their depressions, crises, psychological/emotional problems and
physical health problems have been on the
increase.
Key Words: Social work, sosyal çalışmacı,
mobbing, job satisfaction health problems
GİRİŞ
Günümüzde çalışanların motivasyonunu, verimliliğini, sağlığını ve iş tatminini
olumsuz yönde etkileyen en önemli konulardan biri “mobbing”dir. Mobbing çalışanların iş tatminini ve sağlığını olumsuz etkilemekte; örgütte performansın
ve verimin düşmesine neden olmaktadır (Jelic ve diğerleri, 2005:347). Böylece “mobbing”in çok yönlü olarak analiz
edilmesinde yöneticilere büyük görevler düşmektedir. Bu makale insani hizmet örgütlerinde görev yapan sosyal
çalışmacıların mobbing mağduru olma
durumlarını; mobbingin çalışanların iş
tatmini ve sağlık durumları üzerindeki
etkilerini açıklamayı amaçlamaktadır.
Örgütsel verimliliğin ve örgütsel bağlılığın oluşmasındaki en önemli unsur
örgütsel güvendir. Bir örgüt, çalışanları
karar alma süreçlerine dahil ederek, sorumluluk ve yetki alanlarını genişletip,
24
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
kendi kontrol alanlarını oluşturarak, çift
yönlü bilgi akışı ile etkin bir iletişim sağlayarak, çalışanlarda örgüte karşı güven duygusunu geliştirebilir. Güven ile
şekillenen iş ilişkileri, işbirliği yaratmakta, çatışma oranını düşürmekte ve iş
tatminini artırarak çalışanlar arasındaki
ayrılma eğilimini azaltmaktadır (Locke,
1976:1327). Ancak son yıllarda insani
hizmet örgütlerinde sıklıkla ortaya çıkan mobbing davranışlarının örgütte
istenen bu güven atmosferini bozduğu görülmektedir. Mobbing örgütlerde,
bireyler arası anlaşmazlık ve çatışmalara, olumsuz örgüt iklimine, örgüt
kültürü değerlerinde çöküşe, güvensiz
bir çalışma ortamına, genel saygı duygularında azalmaya ve çalışanlarda
isteksizlik nedeniyle yaratıcılığın kısıtlanmasına neden olmaktadır (Tınaz,
2006:7). Örgütlerde yaşanan mobbing,
çalışanları kısa ve uzun dönemde etkileyerek, bireylerin çeşitli sağlık sorunları yaşamasına ve buna bağlı olarak
da işten duydukları tatminin azalmasına neden olabilmektedir. Aynı zamanda bu süreçte çalışanların örgüte ilgi
ve bağlılığının, sorumluluk duygusunun
azalması; işte hata yapma ve yetersizlik duygusu, doğrudan ortaya çıkan
yansımalarıdır. İşe devamsızlık yapma,
işe geç gelme, işten erken ayrılma, ani
emeklilik istemi, iş tatminsizliği ve işe
yoğunlaşamama ise dolaylı olarak ortaya çıkan durumlardır (Tengilimoğlu,
2005:29).
Sosyal hizmet açısından işyerinde
mobbing konusu; birey, grup ve toplumun tümü üzerindeki duygusal ve diğer
olumsuz etkileri nedeni ile önemlidir.
İtibar ve saygı herkesin hakkı olduğu
için işyerinde bireye nasıl davranıldığı
gerçekte temel insan hakları sorunudur. Bu nedenle özellikle sosyal hizmet
Özmete ve Laleoğlu
bakış açısı ile sosyal çalışmacıların
araştırma kapsamına alınarak konunun
değerlendirilmesi, bilimsel olarak alana
katkı sağlayacak verilerin elde edilmesi
açısından önemlidir.
KAVRAMLARIN TANIMLANMASI
Mobbing
İngilizce “mob” kökünden gelen mobbing kavramı “yasal olmayan biçimde
şiddet uygulayan kalabalık ya da çete”
anlamında kullanılmaktadır (Bayrak,
2001:3). Türkçe karşılığı saldırma, sataşma, hücum etme olsa da bildiğimiz
kaba şiddetten farklı bir durumu içerdiğinden “psikolojik terör”, “ruhsal taciz”,
“psikolojik taciz”, “duygusal taciz”, “ psikolojik şiddet” kavramları ile açıklanmaktadır (Yavuz, 2007:11). Mobbing,
iş yaşamında geçmişten bu yana yaşanan ancak yeni adlandırılmış bir olgudur. Mobbing kavramı çalışmalarda
farklı şekillerde tanımlanmıştır:
Brodsky 1976 yılında, mobbing kavramını bir bireyin bir başkasını yıpratmak, engel olmak ya da eziyet etmek
için sürekli ve tekrar eden davranışlarda bulunması olarak tanımlamıştır.
Mobbingin karşı tarafı kışkırtacağını,
üzerinde baskı yaratacağını, korkutup,
sindireceğini diğer bir anlatımla rahatsız edeceğini açıklamıştır (Brodsky,
1976:30). İş yerinde mobbing kavramı
geniş şekli ile 1980’li yılların sonunda
İsveç’te yaşayan Alman Çalışma Psikoloğu Dr. Heinz Leymann tarafından
tanımlanmaktadır. Leymann’ a (1990)
göre mobbing; bir ya da birkaç bireyin
genellikle tek bir bireye karşı sistematik
bir şekilde uyguladıkları düşmanca ve
ahlaki olmayan davranışları içermektedir. Bu durum bireyi savunmasızlığa ve
çaresizliğe itmekte; devam eden taciz
davranışlarıyla da bireyin bu durumdan
kurtulması engellenmektedir. Söz konusu davranışlar sıklıkla tekrarlanmakta (en az haftada bir kez) ve belirli bir
süreçte (en az altı ay) devam etmektedir. Zapf (1999:70) 1990 lı yıllarda
mobbingi çalışanların öz benliğinin
parçalanmasına neden olacak; itibar
ve statüsünü düşürecek kötü davranışlar serisi olarak açıklamıştır. Hoel ve
arkadaşları (2001) ile Salin (2001) ise
mobbing tanımında mobbing davranışının birden fazla kişi tarafından, belirli
bir zamandan bu yana sürekli olarak
uygulanmasına dikkat çekerek; bir kez
gerçekleşen vakaların mobbing olarak
kabul edilmeyeceğini belirtmektedirler
(Hoel, Cooper, Faragher, 2001:458;
Salin, 2001:427).
Mobbing ile ilgili farklı tanımlar yapılmasına karşın bu alanda çalışan araştırmacıların hem fikir oldukları bazı
temel noktalar bulunmaktadır. Bunlardan ilki, mobbingin kurban tarafından
olumsuz olarak algılanan agresif ve
düşmanca hareketleri içermesidir. İkinci olarak, bu davranışların bir kez ve
birbirinden bağımsız olarak gerçekleşen davranışlar değil, belirli bir süredir
devam eden ve belirli bir sıklıkta gerçekleşen davranışlar olmasıdır. Üçüncü olarak, taraflar arasında belirgin
bir güç dengesizliğinin bulunmasıdır,
bu güç dengesizliği nedeniyle kurban
eşit bir platformda kendisini savunamayacağı hissine kapılmaktadır (Salin,
2003:10). Söz konusu güç dengesizliği, kurumsal hiyerarşiden kaynaklanan
resmi bir güç farklılığı olabileceği gibi,
bireysel, durumsal ya da toplumsal güç
farklarından da oluşabilmektedir (Salin,
2003:12).
İşyerinde mobbing;(i) anlaşmazlık, (ii)
saldırgan eylemler, (iii) psikolojik saldırılar ve (iv) istifa ya da işten kovulma
25
Toplum ve Sosyal Hizmet
aşaması olmak üzere 5 aşamalı bir
süreç olarak ortaya çıkmaktadır. Mobbing olgusunun, birey üzerinde olduğu
kadar örgüt üzerinde de tahrip edici
sonuçları vardır. Bu nedenle yöneticilerin, mobbingin hem çalışanlara hem de
örgütlerine vereceği zararların ne denli
ağır olacağının farkında olarak konu ile
mücadele etmeleri ve buna son vermeleri gerekmektedir. İşveren açısından
ortaya çıkan hasarlar, öncelikle ekonomik niteliktedir. Ancak bunun yanında
ağır sosyal sonuçların oluşması da kaçınılmazdır (Tınaz, 2006:19).
İş Tatmini
İş tatmini en genel anlamda iş ortamına
ilişkin olumlu ya da olumsuz duyguların tümü şeklinde ifade edilmektedir.
Vroom (1967) ise iş tatmini “kişinin işini veya iş deneyimini değerlendirmesinden kaynaklanan hoşa giden veya
olumlu duygusal durumdur” şeklinde
açıklamaktadır. Locke (1976) iş tatminini, “bir kimsenin işini ya da deneyimini
değerlendirmesi sonucunda oluşan,
zevkli veya olumlu hisleri’” şeklinde tanımlamaktadır. Davis (1981), iş tatmini
kavramını tanımlarken, işten duyulan
memnuniyet ve mutluluk kavramlarına
odaklanmıştır.
Davis’e (1981) göre iş tatmini üç önemli
boyutu vardır: (i) iş tatmini bireyin işe
ve iş çevresine karşı duygusal yanıtıdır,
(ii) iş tatmini genellikle kazançların ne
ölçüde karşılandığı ya da beklentilerin
ne kadar aşıldığının belirlenmesidir,
(iii) iş tatmini birbirleriyle ilişkili çeşitli
tutumları temsil eder. Bireyin yaşam
tatmini ile yakından ilişkili olan iş tatmini (Feldman ve Arnold, 1983:197) yöneticiler için çalışanların işlerine karşı
tutumlarının performans ve verimlilik
üzerindeki etkisi açısından önemlidir. İş
26
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
tatmini, çalışanların bedensel ve zihinsel sağlıkları yanında bireysel fizyolojik
ve ruhsal duygularının bir belirtisidir.
Mobbing, İş Tatmini ve Sağlık
Sorunları
Çalışan bireylerin örgütte etkili olabilmeleri için sağlıklı olmaları gerekir. Örgütlerde yöneticiler ile çalışanlar, çalışanlar ile çalışanlar arasında yaşanan
olumsuzluklar; iş ve görev tanımındaki
yetersizlikler; çalışanların karar verme
süreçlerine katılmaması gibi sorunlar
çalışanları kısa ve uzun dönemde etkileyerek, işten duyulan tatmini azaltmakta; örgütsel faaliyetlerde verimliliği
ve performansı düşürmektedir (Tutar,
2004). Son yıllarda çalışma yaşamında
olumsuz bir atmosferin oluşmasındaki
en önemli risk faktörlerinden biri olarak
mobbing, bireylerin mesleki bütünlük
ve benlik duygusunu zedelemekte; kişinin kendine yönelik kuşkusunu artırıp, paranoyaya ve kafa karışıklığına
neden olmaktadır. Böylece kurban olarak seçilen birey kendine güven duygusunu yitirmekte, huzursuzluk, korku, utanç, öfke ve endişe duygularını
yaşayabilmektedir. Mobbing, ağlama,
uyku bozuklukları, depresyon, yüksek
tansiyon, panik atak, kalp krizine kadar
giden sağlık sorunları ve travma sonrası stres bozukluğu yaratabilmektedir. Birçok araştırma; kalp hastalıkları,
sindirim sistemi hastalıkları, yüksek
tansiyon, gerginlik ve depresyon gibi
sorunların, bireyin işinden ve çalışma
koşularından memnun olmayışından
kaynaklandığını göstermektedir (Baltaş
ve Baltaş, 2003).
Örgütler için olumsuz bir çalışma çevresi yaratan, çalışanın mesleki başarısını, sosyal ilişkilerini ve sağlığını olumsuz yönde etkileyen mobbing, iş tatmini
Özmete ve Laleoğlu
azaltan ve bireyi işten ayrılmaya kadar
zorlayan bir durumdur. Bu çalışma insani hizmet örgütlerinde çalışan sosyal
hizmet uzmanlarının mobbing davranışlarına maruz kalma durumları; mobbing davranışlarının iş tatmini ve sağlık sorunları üzerindeki etkisini ortaya
koymayı amaçlamaktadır. Özellikle ülkemizde mobbing ve sosyal hizmet ilişkisini ortaya koyan çalışmaların sayısı
oldukça sınırlıdır. Toplumsal değişim
sürecinde ve çalışma yaşamının çoğu
zaman yazılı olmayan değişen kuralları çerçevesinde bu çalışmada sosyal
hizmet ve mobbing arasındaki ilişki de
açıklanacaktır.
Mobbing ve Sosyal Hizmet
Çalışmak, bireyin yaratıcı gücünü kullanabilmesi, kendini gerçekleştirebilmesi, işlevselliğini kullanarak toplumla
bütünleşmesinde en önemli araçlardan
biridir. Bu nedenle çalışma yaşamını
olumlu ya da olumsuz olarak etkileyen
tüm faktörlerin farklı boyutları ile saptanması gerekmektedir. Bu süreçte örgüt yöneticilerinin, ortaya çıkan olumsuz duruma yönelik çözüm yollarını
üretebilmesi, yardımcı ve destekleyici
mekanizmaları oluşturabilmesi, barışçıl
ve hoşnut bir çalışma ortamının yaratabilmesi açısından önemlidir (Işıkhan,
1994:379).
Bilindiği gibi son yıllarda çalışma yaşamındaki barışçıl atmosferi bozan mobbbing olgusu sosyal çalışmacılar için birey, grup ve toplumun tümü üzerindeki
duygusal ve diğer olumsuz etkilerinin
ortaya çıkması nedeni ile önemlidir.
İtibar ve saygı herkesin hakkı olduğu
için işyerinde bireye nasıl davranıldığı
temel insan hakları sorunudur (Reichert, Çev. Özmete 2010:2). İşyerindeki
istismarın bu şeklinin yaygınlaşması,
sosyal çalışmacıların mobbing olgusunu anlamasını zorunlu hale getirmektedir. İşyerindeki çatışma ve istismar
gerçeği mobbing dinamiklerinin, kültürünün ve diğer ilişkili faktörlerin daha
derinlemesine anlaşılmasını gerektirir.
Örgütte mobbinge maruz kalan bir sosyal çalışmacının performans düzensizliklerinin neden olduğu olumsuzluklar,
örgüte katkısından daha fazladır. Özellikle uzmanın örgütte istenilen performans seviyesine ulaşamaması çoğunlukla mobbingin sonucu olarak ortaya
çıkmaktadır. Mobbingin, sosyal çalışmacılar üzerinde bıraktığı psikolojik etkilerin giderilmesine yönelik yapılacak
müdahale çalışmaları, bu bireylerin
çalışma yaşamlarına daha sağlıklı bir
şekilde dönmelerini kolaylaştıracaktır.
Materyal ve Metot
Araştırma, insani hizmet örgütlerinde görev yapan sosyal çalışmacıların
mobbing davranışları ile karşılaşma
durumlarını; mobbing davranışları ile
işten duydukları tatmin ve sağlık sorunları yaşama sıklıkları arasındaki ilişkiyi
belirlemek amacı ile planlanmıştır.
Araştırma Evreninin Saptanması ve
Örnek Seçimi
Araştırmanın evrenini halen bir insani
hizmet örgütünde (yalnızca kamu kuruluşları) görev yapan sosyal çalışmacılar oluşturmaktadır. Araştırmanın örneklemi kartopu örnekleme yöntemi ile
belirlenmiştir. Kartopu örnekleme yöntemi, özellikle bir çerçevenin mevcut
olmaması ya da oluşturulmasının güç
olduğu durumlarda kullanılmaktadır.
Bu yöntemde, örnekleme süreci tanımlanan evrende yer alan bir bireyin, genellikle rassal olarak seçilmesiyle başlar. Belirlenen bu birey örneklemeye
27
Toplum ve Sosyal Hizmet
giren birinci birimdir. Temas kurulan
birimin yardımıyla ikinci birime, ikinci
birimin yardımıyla üçüncü birime gidilir.
Bu şekilde, sanki bir kartopunun büyümesi gibi örneklem büyüklüğü genişler
(Yazıcıoğlu ve Erdoğan, 2004:45). Bu
süreç araştırmacı tarafından belirlenen
en hacimli örneklem oluşturuluncaya kadar sürdürülür. Bu araştırmada
örneklem; araştırma sırasında ulaşılabilen ve araştırmaya gönüllü olarak
katılmayı kabul eden sosyal hizmet uzmanlarından oluşmaktadır.
Veri Toplama Yöntem ve Araçları
Araştırma kapsamına alınan sosyal
hizmet uzmanlarının araştırma konusu
açısından iş yerindeki mevcut durumlarını ortaya koyabilecek verilerin elde
edilmesinde anket tekniğinden yararlanılmıştır. Anket formunda yer alan
soruların insani hizmet örgütlerinde görev yapan sosyal hizmet uzmanlarının
mobbinge maruz kalma davranışlarına
ilişkin değerlendirmelerini, yaşadıkları
sağlık sorunlarını ve işten duydukları
tatmini ölçüp ölçmediği yapı geçerliliği
analizi ile test edilmiştir. Analiz sonucunda anket formunda aynı ve farklı
yapıyı ölçen sorular belirlenmiş, soruların bir yapı altta yer alıp almadıkları
ise madde faktör yük değeri ile incelenmiştir. Faktör analizinde yük değerinin
0.45 ve üstü olması önerilmekle birlikte
pratikte 0.30 yük değerinin alt sınır olarak alına bildiğine de rastlanılmaktadır. Bu çalışmada bir maddenin faktör
yük değerinin 0.30 ve üstünde olması
yeterli kabul edilmiştir. Bu değerin üstünde olan sorular seçilerek, bu değerin altında kalanlar çalışmanın sonraki
aşamalarında istatistiksel analizlere
dahil edilmemiştir (Kerlinger, 1973:437)
28
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
Anket formunun güvenirliği için iç tutarlılık katsayısı olan “Cronbach Alpha” hesaplanmıştır. Ayrıca anket formunda yer alan soruların olumlu tutum
ve olumsuz tutumları ayırt etme gücü
madde analizi yapılarak incelenmiştir.
Bu amaçla madde toplam puanları arasındaki korelasyonlar hesaplanmıştır.
Araştırma verilerinin elde edilmesinde
kullanılan anket formu dört bölümden
oluşmaktadır:
Birinci bölümde araştırma kapsamına
alınan bireyleri tanıtıcı bilgileri elde etmeyi amaçlayan cinsiyet, yaş, öğrenim
düzeyi, medeni durum, çalışılan il ve
kurum, kurumdaki pozisyon gibi sorular
yer almaktadır.
İkinci bölüm Aiello ve arkadaşları tarafından 2008 yılında İtalya’ da, çalışan
bireylerin mobbinge maruz kalma durumlarını değerlendirmeleri amacıyla
kullanılan ve geliştirilen “VOL. MOB.”
adlı mobbing ölçeğinden oluşmaktadır.
Bu ölçek esasında Leymann’ın mobbing ölçeğine dayanmaktadır. Çalışan
bireyin iş arkadaşları ile ilişkilerinin ne
düzeyde olduğu, bireyin fiziksel, psikolojik şiddete ve tacize maruz kalıp kalmadığı, yaptığı işle ilgili geribildirimlerin
ne düzeyde olduğu, bireyin kendisini
de ilgilendiren konularda görüşünün
alınıp alınmadığı, işle ilgili değişikliklerden haberdar edilip edilmediği gibi
konuları tespit etmeye yönelik sorular
yer almaktadır. Mobbing ölçeğinin yapı
geçerliliği için faktör analizi sonucunda
Aiello ve arkadaşlarının (2008) geliştirdikleri ve bu araştırma için temel oluşturan mobbing ölçeğinde beş faktör
ortaya çıkmıştır (Çizelge:1).
Üçüncü bölümde Scott Macdonald ve Peter Maclntyre (1997) tarafından geliştirilmiş ve farklı meslek
Özmete ve Laleoğlu
çalışanları üzerinde uygulanmış 10
maddelik iş tatmini ölçeği bulunmaktadır. İş tatmini ölçeği iki faktörden oluşmaktadır (Çizelge:2).
Anketin dördüncü bölümünde bireylerin sağlık sorunları yaşayıp yaşamadıklarını belirlemek amacı ile Leymann
(1990) tarafından oluşturulan Sağlık
Sorunları Ölçeği yer almaktadır. Sağlık sorunları ölçeğinde, çalışan bireyin
uykusuzluk, baş ağrısı, sindirim sistemi
sorunları, yorgunluk gibi sağlık sorunlarını ne düzeyde ve ne sıklıkta yaşadığını tespit etmeye yönelik sorular bulunmaktadır (Çizelge: 3).
BULGULAR
Araştırma sonucunda elde edilen bulgular; “ Sosyal Çalışmacıları Tanıtıcı
Bilgiler”, “Sosyal Çalışmacıların İnsani
Hizmet Örgütlerinde Mobbing Davranışlarını Değerlendirme Durumları”,
“İş Tatmini” ve “Sağlık Sorunları” başlıkları altında verilmiş ve tartışmaları
yapılmıştır.
Sosyal Çalışmacıları Tanıtıcı Bilgiler
Bu bölüm araştırma kapsamına alınan
sosyal çalışmacılara ilişkin “Demografik Özellikler” ile “Çalışma Yaşamına
İlişkin Bilgiler” başlıkları altında ele
alınmıştır.
Demografik Özellikler: Katılımcıların
yaklaşık yarısı (%50,4) kadın, yarısı
(%49,6) ise erkektir. Sosyal çalışmacıların yarısına yakını (%48,2) 29 ve
daha küçük yaş gurubundadır. 30–39
yaş grubunda olanların oranı %24,7
iken; yaşı 40 ve daha büyük olanların
oranı %27,1’dir. Katılımcıların yaşları
22–60 arasında değişmektedir. Ortalama yaş 32,08+64,808 olarak belirlenmiştir. Sosyal çalışmacıların %11,8’i
yüksek lisans mezunudur. Çok az sayıda birey (%0,9) doktora yapmaktadır. Sosyal çalışmacıların %49,1’inin
evli, %48,2’ünün bekar, %2,2’sinin
boşanmış oldukları ve %0,4’ünün eşini kaybettiği saptanmıştır. Araştırma
kapsamına alınanların yarısına yakını
%48,2’si bekardır. Evli olup çocuğu
olmayan (%17,5) ile evli ve bir çocuklu (%17,1) olanların oranı birbirine yakındır. Sosyal çalışmacıların yalnızca
%14,9’unun iki çocuğu vardır.
Çalışma Yaşamına İlişkin Bilgiler:
Araştırmaya katılan sosyal çalışmacıların yaklaşık üçte biri (%24,1) Marmara Bölgesinde, yaklaşık dörtte biri
ise (%31,6) İç Anadolu Bölgesinde
çalışmaktadır. Doğu Anadolu Bölgesi
(%5,3) ile Güneydoğu Anadolu Bölgesinde (%4,8) çalışan ve araştırmaya katılanların oranı daha düşüktür.
Karadeniz Bölgesinde (%12,3), Ege
Bölgesinde (%10,1) çalışanların oranı birbirine yakındır. Araştırma kapsamına alınan sosyal çalışmacıların
%79’u (%34,6) Sağlık Bakanlığı’nda,
35’i (%15,4) Aile ve Sosyal Politikalar
Bakanlığı’nda, 32’si (%14,1) gençlik ve
çocuk alanında, 30’u (%13,2) yaşlılık ve
engellilik alanında, 30’u (%13,2) Adalet
Bakanlığı bünyesinde, 8’i (%3,5) sosyal
yardımlaşma ve dayanışma alanında,
7’si (%3,1) Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı’nda, 6’sı (%2,6) kadın ve
aile alanında, 1’i (0,4) ise Belediye’de
çalışmaktadırlar. Sosyal çalışmacıların yarısından fazlasının (%89,9) uzman olarak, 20’ sinin uzmanlığın yanı
sıra (%8,8) orta düzey yönetici olarak,
3’ünün de (1,3) üst düzey yönetici olarak
çalıştıkları belirlenmiştir. Araştırmaya
katılanların yarısına yakını (%49,1) 4 yıl
ve 4 yıldan daha az süredir çalışmaktadırlar. 5–15 yıl aralığında çalışanların
29
Toplum ve Sosyal Hizmet
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
Çizelge 1. “VAL. MOB.” Ölçeği’nin (Aiello, Deitinger, Nardella ve Bonafede, 2008)
Türkçe Uyarlamasında Ortaya Çıkan Faktörler
FAKTÖR 1 (Cronbach Alpha:0.96)
FAKTÖR 3 (Cronbach Alpha:0.90)
İş arkadaşları ile ilişkiler
İş ve kariyer ile ilgili engellemeler
•İş arkadaşlarımın ben yokmuşum gibi
davranırlar.
•Uzmanlık gerektirmeyen basit işler bana
verilir.
•İş arkadaşlarım benimle yüksek ses
tonuyla konuşurlar.
•İş için kullandığım araç gereçler bana
haber verilmeden kaldırılır.
•İş arkadaşlarım arkamdan konuşur
•Benim uzmanlık alanıma uygun olmayan
işler bana verilir.
•İş arkadaşlarım ile düşmanca ilişkilerim
vardır
•İş arkadaşlarım beni azarlamak için
bahane ararlar.
•İş arkadaşlarımın beni boykot ettiklerini
düşünüyorum
•İş arkadaşlarımın beni reddettiğini ve
bana arkadaşça olmayan tavırlarla
yaklaştıklarını düşünüyorum.
•İşte aşağılayıcı sözlerin hedefi haline
geldiğimi düşünüyorum.
•Aldığım ücrete uygun olmayan işler bana
verilir.
•Gereksiz işler ile ilgili olarak çalışmam
istenmektedir.
•Kariyerimin yönetim tarafından
engellendiğini düşünüyorum.
•Yetenek gerektirmeyen işler bana
veriliyor.
•Kariyer gelişimimim kasten engellendiğini
düşünüyorum.
•Çevremde düşmanca bir havanın
olduğunu hissediyorum
•Çalışırken kendimi çok kaygılı
hissediyorum.
•İş arkadaşlarım tarafından izlendiğimi
düşünüyorum.
•İş arkadaşlarımın benimle ilgili olarak
dedikodu yaptıklarını düşünüyorum.
•Saygısızca davranışların hedefi haline
geldiğimi düşünüyorum.
•İş arkadaşlarım tarafından günah keçisi
ilan edildiğimi düşünüyorum.
•İş arkadaşlarımın sürekli bana baktığı
izlenimine kapılıyorum.
•Molalarda yalnız kalıyorum.
•Kimsenin beni dinlemediğini
düşünüyorum.
30
FAKTÖR 4 (Cronbach Alpha:0.86)
Özel Yaşama Müdahale
•Siyasi görüşlerim eleştiri odağı haline
geliyor
•İş arkadaşlarımın özelime girdiğini
düşünüyorum
•İş arkadaşlarım benim özel yaşamımla
ilgili olarak gereksiz eleştirilerde
bulunuyorlar.
•İş arkadaşlarım benim dini inançlarımla
ilgili olarak eleştirilerde bulunmaktadırlar
Özmete ve Laleoğlu
FAKTÖR 2 (Cronbach Alpha:0.90)
FAKTÖR 5 (Cronbach Alpha:0.93)
Tehdit ve taciz
İşe bağlılık
•İş arkadaşlarımdan yazılı tehditler
alıyorum.
•Hiçbir şey işten daha önemli değildir.
•İşim benim için her şeyden önce gelir.
•Hafif derecede fiziksel şiddete maruz
kalıyorum.
•Cinsel tacize maruz kaldığımı
düşünüyorum.
•Cinsel içerikli kabaca şakalara maruz
kalıyorum.
•Dış görünüşüm ile dalga geçiliyor.
•İş arkadaşlarım kişisel eşyalarıma zarar
veriyor.
•İş arkadaşlarımdan telefonla tehditler
alırım.
Çizelge 2. İş Tatmini Ölçeği’nin (Scott Macdonald ve Peter Maclntyre,1997)
Türkçe Uyarlamasında Ortaya Çıkan Faktörler
FAKTÖR 1 (Cronbach Alpha:0.83)
FAKTÖR 2 (Cronbach Alpha:0.78)
İş arkadaşları ile ilişkiler ve işin niteliği
Yöneticiler ile ilişkiler
•İş arkadaşlarımla olan ilişkilerimi olumlu
buluyorum.
•İşimi iyi bir şekilde yaptığımda takdir
edilirim.
•Bu kurumda çalışmak bana kendimi iyi
hissettiriyor.
•İdare (yönetim) yaptığım işten dolayı beni
önemsiyor.
•İşim bana kendimi güvende hissettiriyor.
•Yaptığım işten mutluluk duyuyorum.
•Genel olarak, işimin sağlığım üzerinde
olumsuz bir etkisi bulunmamaktadır.
•İşimde sahip olduğum tüm bilgi ve
becerilerimi kullanabiliyorum.
•İşimin karşılığı olarak aldığım ücreti
yeterli buluyorum.
•Amirlerimle olan iş ilişkilerim olumludur.
31
Toplum ve Sosyal Hizmet
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
Çizelge 3. Sağlık Sorunları Ölçeğinin (Leymann, 1990) Türkçe Uyarlamasında Ortaya
Çıkan Faktörler
FAKTÖR 1 (Cronbach Alpha:0.92)
FAKTÖR 2 (Cronbach Alpha:0.87)
Depresyon belirtileri
Psikolojik duygusal sorunlar
•Depresyon nöbetleri
•Kaygı
•İlgisizlik
•Demoralizasyon
•Mantıksız korkular
•Agresiflik
•Panik atak
•Unutkanlık
•İşle ilgili kritik konularda senaryo
düşünceler üretme
•Konsantrasyon sorunları
•Bireylerarası güç ilişkiler
•Aşırı güvensizlik duygusu
•Aşağılık duygusu
•Aşırı yorgunluk hissi
FAKTÖR 3 (Cronbach Alpha:0.79)
Fiziksel Sorunlar
•Kendini suçlama duygusu
•Uykusuzluk
•Ağlama nöbetleri
•Mide bulantısı / Kusma
•Ritim bozukluğu
•Kas sorunları
•Migren, baş ağrısı
•Gastrit
oranı (%29,8), 16 yıl ve daha uzun süredir çalışanların oranı ise %12,1 olarak
belirlenmiştir.
Sosyal Çalışmacıların İnsani Hizmet
Örgütlerinde Mobbing Davranışlarını
Değerlendirme Durumları
Bu bölümde sosyal çalışmacıların iş
yerlerinde mobbing davranışlarını değerlendirme durumları; (i). İş arkadaşları ile ilişkiler, (ii). Tehdit ve taciz, (iii).
İş ve kariyer ile ilgili engellemeler, (iv).
Özel yaşama müdahale, (v). İşe bağlılık
başlıkları altında incelenmiştir.
Mobbinge Maruz Kalma:
İş Arkadaşları İle İlişkiler
Sosyal çalışmacıların iş yerinde iş arkadaşları ile ilişki ve etkileşime bağlı
32
ortaya çıkabilecek mobbing davranışlarına ilişkin değerlendirmeleri incelenmiştir. Buna göre sosyal çalışmacıların
aşağılayıcı sözlerin hedefi
_ haline gelmedikleri belirlenmiştir (x:6,53). Ancak
diğer yandan sosyal çalışmacıların çoğunlukla iş arkadaşlarının
arkalarından
_
x:4,86),
konuştuklarını
(
dedikodu
yap_
tıklarını (x:5.15) ve çalışırken
kendilerini
_
kaygılı hissettiklerini (x:5,59) belirttikleri ortaya çıkmıştır. Sosyal çalışmacıların iş yerinde ilişkilere bağlı olarak değerlendirdikleri mobbing davranışları
sayı ve yüzde değerler dikkate alınarak
yorumlanmıştır. Böylece iş arkadaşlarının kendilerini azarlamak için bahane
aramadıkları(%67,5), iş arkadaşları ile
düşmanca ilişkilere sahip olmadıkları (%64,0), iş arkadaşlarının kendilerini boykot ettiklerini düşünmedikleri
Özmete ve Laleoğlu
(%63,2) ve kendilerine karşı arkadaşça
olmayan davranışlarla karşılaşmadıkları (%60,1) belirlenmiştir. İş arkadaşları
tarafından günah keçisi ilan edilmediğini düşünenlerin oranı %63,2’dir. İş arkadaşlarının sürekli kendilerine baktığı
izlenimine kapılmadıkları (%57,0) ve
molalarda yalnız kalmadıkları (%56,6)
anlaşılmaktadır. Sosyal çalışmacılar iş
yerinde saygısızca davranışların hedefi
haline gelmediklerii (%58,3) ve kendilerinin dinlenmediğini düşünmediklerini (%57,0) belirtmektedirler. Ayrıca iş
arkadaşlarının kendileri yokmuş gibi
davranmadıklarını (%50, %32,9) ve
kendileri ile yüksek ses tonunda konuşmadıklarını (%51,3, %37,3) belirttikleri
anlaşılmaktadır.
İş yerindeki ilişkiler ve etkileşim açısından sosyal çalışmacıların çok yüksek
oranlarda olmasa da arkalarından konuşulması (%6,1, %6,1, %9,2), haklarında dedikodu yapılması (%7,0, %8,8,
%9,2), ve böylece çalışırken kendilerini çok kaygılı hissetme (%4,4, %5,3,
%9,2) gibi mobbing davranışları ile
karşılaştıkları saptanmıştır. Dedikodu, arkadan konuşma gibi davranışlar
mobbing sürecinde hedef seçilen kişiye yıldırmak üzere itibar ve statüsünü
zedelemek için kullanılan yöntemlerin
başında gelmektedir. Bu süreçte iş
çevresi, katlanılmaz ve düşmanca bir
ortama dönüşür.
İş arkadaşları ile ilişkilere dayalı olarak
karşılaşılan mobbing davranışlarının
cinsiyete göre istatistiksel açıdan bir
anlamlılık oluşturmadığı bulunmuştur.
Bu konu yaşa göre değerlendirildiğinde; 40 ve daha büyük yaştaki bireylerin diğer yaş gruplarına kıyasla iş
arkadaşlarının kendilerini boykot ettiklerini daha çok düşündükleri (p<0,05),
çevrelerinde düşmanca bir havanın
olduğunu daha çok belirttikleri (p<0,05)
ve molalarda daha çok yalnız kaldıkları
(p<0,05) bulunmuştur. Ayrıca toplam iş
deneyimi (yıl) değişkenine göre; 16 yıl
ve daha uzun süredir çalışanların iş arkadaşlarının kendilerini boykot ettiklerini düşündükleri (p<0,05), kendilerine
reddeden ve arkadaşça olmayan tavırlarla yaklaştıkları (p<0,05), çevrelerinde düşmanca bir havanın olduğunu düşündükleri (p<0,05) ve iş arkadaşları
tarafından daha çok günah keçisi ilan
edildikleri (p<0,05) bulunmuştur. 16 yıl
ve daha uzun süredir çalışanların 0 – 4
yıl ya da 5 – 15 yıl aralığında görev yapan sosyal çalışmacılara kıyasla sözü
edilen davranışlara daha çok maruz
kaldıkları görülmektedir. Bu sonuçlar
istatistiksel açıdan da anlamlı bulunmuştur. Bu araştırmada yaş ve toplam
iş deneyimi arttıkça özellikle bireylerarası ilişkiler açısından mobbing davranışları ile daha fazla karşılaşıldığı
sonucunun ortaya çıkması dikkat çekicidir. Çünkü mobbingin ilk tanımlarında
mobbing uygulayanların genellikle yöneticiler ve üstler olduğu belirtilmektedir. Yaş ve toplam iş deneyimi arttıkça
çalışanların yönetici olma durumları
da genellikle artmaktadır. Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın 2013
Mayıs ayında yayınladığı mobbing bilgilendirme rehberinde mobbing astları
tarafından üstlerine de uygulanabilir
ibaresi yer almaktadır. Böylece mobbingin yeni şekilleri arasında astların
üstlerine uyguladığı mobbingden daha
fazla söz etmek mümkün olabilmektedir. Ayrıca astların daha yaşlı ve daha
uzun yıllar çalışmış olanları boykot etmeleri ve molalarda yalnız bırakmaları
kendi aralarında üstlere karşı güç birliği
yaptıklarını düşündürmektedir.
33
Toplum ve Sosyal Hizmet
Mobbinge Maruz Kalma:
Tehdit ve Taciz
Sosyal çalışmacıların mobbing açısından tehdit ve tacize maruz kalma
durumlarına ilişkin değerlendirmeleri
incelendiğinde; katılımcıların iş yerinde iş arkadaşlarından
yazılı tehditler
_
almadıkları (x:6.82; %80,7), hafif derecede fiziksel
şiddete maruz kalma_
x:6,72;
dıkları
(
%86,0), cinsel tacize
_
(x:6,66;%85,1;) ve cinsel içerikli _kabaca
şakalara maruz kalmadıkları (x: 6,61;
%80,7;) belirlenmiştir.
Cinsiyet ve yaş değişkeninin tehdit ve
taciz açısından mobbing davranışlarına etkisi değerlendirildiğinde; istatistiksel açıdan herhangi bir anlamlılık
bulunamamıştır.
Ancak toplam iş deneyimine göre;
5–15 yıl arası görev yapan sosyal çalışmacıların 4 yıl ve daha az süre ile
16 yıl ve daha fazla süredir çalışanlara
kıyasla daha çok cinsel içerikli kabaca
şakalara maruz kaldıkları (p<0,05) saptanmıştır. Bu sonuç istatistiksel açıdan
anlamlıdır.
Mobbinge Maruz Kalma: İş ve
Kariyer İle İlgili Engellemeler
Sosyal çalışmacıların mobbing ile ilgili
olarak iş ve kariyer ile ilgili engellemeler açısından; genellikle kendilerine
uzmanlık gerektirmeyen
basit işlerin
_
verilmediğini (x:5,54), iş için kullandıkları araç gereçlerin kendilerine_ haber
verilmeden kaldırılmadığını (x:5,78),
uzmanlık alanlarına _uygun olmayan
işlerin verilmediğini (x:5,10), yetenek
gerektirmeyen
işlerin verilmediğini
_
(x:5,49), kariyer gelişimlerinin kasten
engellendiğini düşünmediklerini
_
(x:5,44), belirtmişlerdir. Ancak aldıkları ücrete uygun olmayan işlerin
34
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
_
kendilerine verildiği (x:4,72), gereksiz
işler ile ilgili
olarak çalışmalarının is_
tendiği (x:4,84), kariyerlerinin _yönetim tarafından engellendiği (x:4,77)
belirlenmiştir.
İş ve kariyerle ilgili engellemeler faktörüne bağlı olarak sosyal çalışmacıların
karşılaştıkları mobbing davranışları
cinsiyete göre değerlendirildiğinde sonuçların istatistiksel açıdan anlamlı bir
farklılık ortaya koymadığı bulunmuştur.
Ancak ortalamalar incelendiğinde; kadınlara erkeklere göre daha fazla uzmanlık _gerektirmeyen basit işlerin verildiği (x:5,53),
_ uzmanlık alanına uygun
olmayan (x:5,06) ve aldıkları _ücrete
uygun olmayan işlerin verildiği (x:4,68),
gereksiz işlerle _ilgili olarak çalışmalarının istendiği (x:4,72) görülmektedir.
Erkeklerin ise kadınlara kıyasla daha
fazla iş için kullandıkları araç gereçlerin
kendilerine
haber verilmeden kaldırıldı_
ğını (x:5,75), yetenek gerektirmeyen
iş_
lerin kendilerine verildiği (x:5,35), kariyer gelişimlerinin
_ kasten engellendiğini
düşündükleri (x: 5,33) anlaşılmaktadır.
Bu noktada kadınların daha çok yaptıkları ve verilen işin niteliğine ilişkin
mobbing davranışlarına maruz kaldıkları erkeklerin ise işi yaparken daha
çok teknik konularda sorun yaşadıkları
anlaşılmaktadır. Kadınlara düşük nitelikli ve uzmanlık gerektirmeyen işlerin
verilmesi; çalışma yaşamında kadının
düşük statülü olarak algılanmasının;
mesleki bilgi ve becerilerinin görmezden gelinmesinin bir nedenidir ve kadın
istismarı sürecini içermektedir.
Konu yaşa göre değerlendirildiğinde;
40 ve daha büyük yaştaki çalışanların
diğer yaş grubundakilere kıyasla kariyerlerinin yönetim tarafından engellendiğini (p<0,01), kariyer gelişimlerinin
Özmete ve Laleoğlu
kasten engellendiğini düşündükleri
(p<0,001) ortaya çıkmıştır.
Toplam iş deneyimi açısından ise; 16
yıl ve daha uzun süredir çalışanlara
daha çok uzmanlık alanlarına uygun
olmayan işlerin verildiğini (p<0,05), gereksiz işlerle ilgili olarak çalışmalarının
istendiğini (p<0,001), yetenek gerektirmeyen işlerin kendilerine verildiğini
(p<0,001), kariyer gelişimlerinin kasten
engellendiğini düşündükleri (p<0,05)
saptanmıştır.
Hem 40 ve daha büyük yaştakilerin
hem de daha uzun süre çalışanların
kariyerlerinin engellendiğini düşünmeleri; yöneticilerin kendilerine rakip
olarak gördükleri, yönetici adayı olabilecek “parlak”, “başarılı” sosyal çalışmacıların kariyerlerini engelleyici
mobbing davranışlarını uyguladıklarını
açıklamaktadır.
Mobbinge Maruz Kalma:
Özel Yaşama Müdahale
İş yerinde sosyal çalışmacıların özel
yaşama müdahale açısından mobbing
ile ilgili olarak durumları incelendiğinde; iş arkadaşlarının kendilerinin dini
inançları ile ilgili_ olarak eleştirilerde
bulunmadıkları (x:6,14) belirlenmiştir.
Ayrıca çalışanların siyasi görüşlerinin
_ eleştiri odağı haline gelmediğini
(x:5,92), iş _arkadaşlarının özellerine
girmediğini (x:5,86), iş arkadaşlarının
özel yaşamları ile ilgili olarak gereksiz
_
eleştirilerde bulunmadıklarını (x:5,82)
belirttikleri anlaşılmaktadır.
Mobbing açısından özel yaşama müdahale faktörü cinsiyete göre değerlendirildiğinde; kadınların iş arkadaşlarının özellerine girme (p<0,05) ve iş
arkadaşlarının kendilerinin özel yaşamları ile ilgili olarak gereksiz eleştirilerde
bulunma (p<0,05) durumunu erkeklere
kıyasla daha çok yaşadıkları saptanmıştır. Bu sonuçlar istatistiksel açıdan
anlamlıdır. Sosyal çalışmacıların özel
yaşama müdahale davranışlarına maruz kalma durumları yaşa ve toplam
iş deneyimine göre istatistiksel açıdan
anlamlı bir farklılık göstermemektedir.
Kadınların özel yaşama müdahale konusunda daha çok mobbing davranışlarına maruz kalmaları; kadın olsun
erkek olsun diğer bir kadın çalışma arkadaşının özeline girmeyi ve bu konuda eleştirilerde bulunmayı kendilerine
hak görüyor olmasından kaynaklanabilir. Bunun esası çalışma yaşamında
toplumsal cinsiyet ayrımcılığına ve kadın istismarına dayanmaktadır.
Mobbinge Maruz Kalma:
İşe Bağlılık
Sosyal çalışmacıların mobbing ile ilgili
olarak işe bağlılık durumları incelendiğinde; işin kendileri için her şeyden
önce gelmediği (%29,4, %29,8, %12,7)
ve “hiçbir şey işten daha önemli değildir” cümlesine katılmadıkları (%31,6,
%3,03, %10,1) belirlenmiştir.
Mobbing Faktörlerinin
Farklı Değişkenlere
Göre Analizi
Araştırma bulgularının bu bölümünde
sosyal çalışmacıların mobbing davranışlarını değerlendirme durumları
mobbing faktörleri toplam puanlar üzerinden; cinsiyet, yaş ve toplam iş deneyimi değişkenlerine göre incelenerek
belirlenmiştir. Böylece; toplam puanlardan sosyal hizmet uzmanlarının en çok
iş arkadaşları ile ilişkiler anlamında
mobbing davranışlarına maruz kaldıkları anlaşılmaktadır.
35
Toplum ve Sosyal Hizmet
Cinsiyete göre mobbing faktörlerinin
istatistiksel açıdan anlamlı bir farklılık
ortaya koymadığı saptanmıştır. Ancak
ortalamalar incelendiğinde
“iş arka_
daşları ile _ilişkiler” (x:1,0784), “tehdit
ve taciz” (x:46,4336), _“iş ve kariyer
ile ilgili engellemeler”
(x: 41,5398) ve
_
“işe bağlılık” (x:10,2920) faktörlerindeki mobbing davranışlarına erkeklerin
kadınlara göre daha fazla maruz kaldıkları ortaya _çıkmıştır. “Özel yaşama
müdahale” (x:23,3652) faktöründeki
mobbing davranışlarına ise kadınların
erkeklere kıyasla daha fazla maruz kaldıkları anlaşılmaktadır.
Mobbing faktörlerinin yaşa göre farklılık gösterip göstermediği incelenmiştir.
Buna göre; iş ve kariyer ile ilgili engellemelere bağlı ortaya çıkan mobbing
davranışlarının yaşa göre istatistiksel
açıdan anlamlı bir farklılık gösterdiği anlaşılmıştır. _Bu farkın 29 ve daha
küçük yaştaki (x:43,8219)
_ bireyler ile
30–39 yaş grubundaki (x:37,8667) bireylerin ortalamaları arasındaki farktan
kaynaklandığı saptanmıştır.
Toplam iş deneyimi değişkeni de yalnızca iş ve kariyer ile ilgili engellemeler
faktöründe istatistiksel açıdan anlamlı
bir farklılık ortaya koymaktadır. Bu fark
16
_ yıl ve daha fazla süredir çalışanlar
(x:46,9554)
_ ile 4 yıl ve daha az süredir
çalışan (x: 47,2083) bireylerin ortalamalarından kaynaklanmaktadır.
İş Tatmini
Araştırma bulgularının bu bölümün de
sosyal çalışmacıların iş yaşamından
duydukları tatmin (i) iş arkadaşları ile
ilişkiler ve işin niteliği, (ii) yöneticiler
ile ilişkiler başlıkları altında incelenmiş
bulgular cinsiyet, yaş ve toplam iş deneyimine göre yorumlanmıştır.
36
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
İş Tatmini: İş Arkadaşları İle İlişkiler
ve İşin Niteliği
Sosyal çalışmacıların iş arkadaşları_
ile olan ilişkilerini olumlu buldukları (x
:4,04, %27,2, %57,5) ve_ yaptıkları işten mutluluk duydukları (x:3,68, %21,5,
%44,7) ve bu açıdan iş yaşamlarını
tatmin edici buldukları belirlenmiştir.
Araştırma kapsamına alınan sosyal çalışmacıların yarısından biraz fazlasının
(%13,6, %42,1) yaptıkları işin kendilerini güvende hissettirdiğini belirtikleri
ve işlerinde sahip oldukları tüm bilgi
ve becerilerini kullanabildikleri (%16,2,
%37,3) saptanmıştır. Kendilerini yaptıkları iş nedeniyle güvende hissetmeyen
(%13,6, %5,3) ve bu konuda kararsız olan (%25,4) çalışanların oranı az
değildir. Ayrıca sosyal çalışmacıların
yaklaşık dörtte biri işlerini yaparken
sahip oldukları tüm bilgi ve becerilerini kullanamadıklarını (%18,4, %9,2)
düşünmektedirler.
Sosyal çalışmacıların iş arkadaşları ile
ilişkiler ve işin niteliğine bağlı iş tatmini belirleyicilerini değerlendirmelerinin
cinsiyet, yaş ve toplam iş deneyimi değişkenlerine göre istatistiksel açıdan
anlamlı bir farklılık ortaya koymadığı
belirlenmiştir.
İş Tatmini: Yöneticiler İle İlişkiler
Sosyal çalışmacıların yöneticiler ile
ilişkiler kapsamında en çok amirleri ile
olan ilişkilerini
olumlu olarak değerlen_
dirdikleri (x:3,67, %14,9, %56,6) ancak
yaptıkları işin karşılığı olarak aldıkları
ücreti yeterli bulmadıkları
_ ve bundan
memnun olmadıkları (x:2,45, %20,2,
%35,5) belirlenmiştir. Ücretlerinin yanı
sıra sosyal çalışmacılar genel olarak
işlerinin sağlıkları üzerinde olumsuz etkisi bulunduğunu da düşünmektedirler
Özmete ve Laleoğlu
(%13,02, %36,4). Çalışanların yarısından fazlası yönetimin yaptıkları işten
dolayı kendilerini önemsediğini (%12,3,
%42,0) ve işlerini iyi bir şekilde yaptıklarında takdir edildiklerini (%16,2,
%39,0) belirtmektedirler.
Sosyal çalışmacıların iş tatmini ile ilgili
olarak yöneticiler ile ilişkilerini değerlendirmeleri cinsiyete göre istatistiksel
açıdan anlamlı bir farklılık göstermemektedir. Ancak bu konuda yaş ve toplam iş deneyimi değişkenlerinin etkili
olduğu anlaşılmaktadır.
Yaş değişkenine göre yöneticiler ile
ilişkiler incelendiğinde; 29 ve daha küçük yaştaki çalışanların işlerini iyi bir
şekilde yaptıklarında daha çok takdir
edildikleri (p<0,05), yönetimin yaptıkları işten dolayı kendilerini daha çok
önemsedikleri (p<0,01), işlerinin sağlıkları üzerinde olumsuz bir etkisinin
bulunmadığı (p<0,05), işlerinin karşılığı
olarak aldıkları ücreti yeterli buldukları
(p<0,001), amirleri ile olan ilişkilerini
daha olumlu buldukları (p<0,001) belirlenmiştir. Ancak 30–39 yaş grubundaki
uzmanlar ile 40 ve daha büyük yaştaki çalışanların işlerinin karşılığı olarak aldıkları ücreti yeterli bulmadıkları
(p<0,001), işlerinin sağlıkları üzerinde
olumsuz bir etkisinin bulunduğunu düşündükleri (p<0,05) saptanmıştır.
Toplam iş deneyimine göre; 4 yıl ve
daha az süredir görev yapan sosyal
çalışanların işlerini iyi bir şekilde yaptıklarında takdir edildikleri (p<0,05), yönetimin yaptıkları işten dolayı kendilerini önemsediği (p<0,05), genel olarak
işlerinin sağlıkları üzerinde olumsuz bir
etkisinin bulunmadığı (p<0,01), işlerinin karşılığında aldıkları ücreti yeterli
buldukları (p<0,001), amirleri ile olan
ilişkilerinin olumlu olduğu (p<0,001)
belirlenmiştir. 5–15 yıl ya da 16 yıl ve
daha uzun süredir çalışanların sözü
edilen durumlardan daha az memnun
oldukları ve olumsuz değerlendirmelerde bulundukları saptanmıştır. Bu sonuçlar istatistiksel açıdan daha anlamlı
bulunmuştur.
Bu sonuçlar yaş ve toplam iş deneyimi
arttıkça artan mesleki bilgi, beceri ve
deneyim sonucunda ücretin artması
beklentisinin de yükseldiğini; işin psişik
maliyeti yaşla birlikte arttığı için sağlık
sorunlarının daha sıklıkla yaşandığını
göstermektedir.
Sağlık Sorunları
Bu bölümde araştırma kapsamına alınan sosyal çalışmacıların sağlık sorunları yaşama sıklıkları (i) depresyon belirtileri, (ii) psikolojik/duygusal sorunlar
ve (iii) fiziksel sorunlar incelenmiş; sonuçlar cinsiyet, yaş ve toplam iş deneyimi değişkenine göre yorumlanmıştır.
Sağlık Sorunları:
Depresyon Belirtileri
Sosyal çalışmacıların sağlık sorunları ile ilgili olarak depresyon belirtilerini
değerlendirmeleri incelendiğinde;
pa_
x:3,74),
nik atak olmadıkları
(
kendilerini
_
suçlamadıkları (x:3,69),
_ mantıksız korkular yaşamadıkları (x:3,51),
_ depresyon
nöbetleri yaşamadıkları (x:3,51), aşırı
güvensizlik
duygusu yaşamadıkları
_
(x:3,48),
ağlama
nöbetleri geçirmedik_
leri (x:3,70) belirlenmiştir. Diğer yandan
sosyal çalışmacıların işle ilgili kritik konularda
senaryo, düşünceler ürettikleri
_
(x:3,23), bireyler arası
ilişkilerde güç_
lükler yaşadıkları (x:3,24) belirlenmiştir.
Depresyon belirtileri cinsiyete göre incelendiğinde; kadınların erkeklere göre
daha fazla depresyon nöbeti (p<0,05)
37
Toplum ve Sosyal Hizmet
ve ağlama nöbetleri geçirdikleri
(p<0,001) saptanmıştır. Bu sonuçlar istatistiksel açıdan anlamlı bulunmuştur.
Bu sonuç çalışma yaşamında kadınların daha fazla sorunlarla karşılaştıklarını, karşılaşılan bu sorunlar ile baş
etme sürecinde kadınların depresyon
belirtilerini daha sıklıkla yaşadıklarını
göstermektedir.
Depresyon belirtileri yaşa göre incelendiğinde; 29 ve daha küçük yaştaki bireylerin diğer yaş grubundaki bireylere
kıyasla daha sıklıkla mantıksız korkular
yaşadıkları (p<0,05), panik atak oldukları (p<0,05), aşağılık duygusuna kapıldıkları (p<0,05), kendilerini suçladıkları
(p<0,05) ve ağlama nöbetleri geçirdikleri (p<0,05) saptanmıştır. İş yerinde
sağlık sorunlarına bağlı olarak ortaya
çıkabilecek depresyon belirtileri toplam
iş deneyimine göre istatistiksel açıdan
anlamlı bir farklılık göstermemektedir.
29 ve daha küçük yaştaki çalışanların
henüz başlangıç kariyer düzeyinde olmaları nedeniyle mesleki bilgi, beceri,
deneyim açısından kendilerinin yeterli olmadığını düşünmeleri ve zaman
zaman geleceğe yönelik belirsizlikler
nedeniyle daha sıklıkla suçluluk ve
aşağılık duygusu yaşamalarına neden
olabilir.
Sağlık Sorunları: Psikolojik/
Duygusal Sorunlar
Sosyal çalışmacıların psikolojik/duygusal sorunlara bağlı oluşabilecek
sağlık sorunları
incelendiğinde; kon_
santrasyon (x:2,93, %62,5) ve unutkanlık
problemlerini bazen yaşadıkları
_
(x:2,96,
%56,1), bazen kaygılı oldukları
_
(x:2,88, _%55,7), bazen demoralize oldukları (x:2,82,%55,3)
ve bazen agresif
_
oldukları (x:2,96, %56,6) görülmüştür. Aşırı yorgunluk hissini her zaman
38
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
yaşayanların oranı ise diğer psikolojik/
duygusal sorunlara göre daha yüksektir (%11,4). Ayrıca kadınların erkeklere
kıyasla daha çok unutkanlık durumunu
(p<0,01) ve yorgunluk hissini yaşadıkları (p<0,01) saptanmıştır. Bu sonuç
istatistiksel açıdan da anlamlıdır. Sosyal çalışmacıların yaşadıkları psikolojik
duygusal sorunlar yaşa ve toplam iş
deneyimine göre incelendiğinde; 29 ve
daha küçük yaştaki bireylerin daha fazla agresif _oldukları (p<0,05), unutkan
oldukları (x:2,86) belirlenmiştir. 30–39
yaş arası çalışanların
daha fazla kaygılı
_
oldukları (x:2,79),
daha çok demoralize
_
oldukları (x:2,70), konsantrasyon
_ sorunlarını daha sık yaşadıkları (x:2,90)
belirlenmiştir. Ayrıca 4 yıl ve daha az
süredir çalışan uzmanların daha çok
agresif tavırlar sergiledikleri (p<0,05)
saptanmıştır.
Sağlık Sorunları:
Fiziksel Sorunlar
Sosyal çalışmacıların iş yerinde fiziksel sorunlara bağlı olarak yaşadıkları
sağlık problemlerini değerlendirmeleri
istenmiş;
bireylerin en çok uykusuz_
x:3,0,
luk
(
%16,2), migren–baş _ağrısı
_
(x:3,20, %11,8,%2,2), ve gastrit (x:3,32,
%10,1, %5,3) sorunlarını yaşadıkları
bulunmuştur. Sosyal çalışmacıların ritim bozukluğu (%4,4, %2,2) mide bulantısı, kusma (%3,9, %1,8) sorunlarını
yaşama sıklıkları daha azdır.
Sosyal çalışmacıların cinsiyete göre
fiziksel sağlık sorunlarını yaşama sıklıkları incelendiğinde; kadınların erkeklere kıyasla daha fazla uykusuzluk
(p<0,05), migren, baş ağrısı (p<0,001)
ve mide bulantısı, kusma (p<0,05)
problemlerini yaşadıkları saptanmıştır.
Bu sonuçlar istatistiksel açıdan anlamlıdır. Sonuçlar kadınların erkeklere
Özmete ve Laleoğlu
göre söz konusu fiziksel sorunları daha
çok yaşadıklarını göstermektedir.
Kadınların daha sık fiziksel sağlık sorunları yaşamaları; daha sık depresyon
belirtileri yaşamalarına ilişkin bulguyu
desteklemektedir. Çalışma yaşamında
karşılaştıkları sorunlar ile baş ederken
yaşadıkları depresyon belirtilerinin psikosomatik sonuçları olarak kadınlarda
fiziksel hastalıkların da ortaya çıktığı
anlaşılmaktadır.
Sosyal çalışmacıların fiziksel sorunlara
bağlı olarak yaşayabilecekleri sağlık
sorunları yaşa göre incelendiğinde,
29 ve daha küçük yaştaki bireylerin
uykusuzluk (p<0,05), 30–39 yaş arası
bireylerin ise daha çok migren, baş ağrısı şikayetlerinin olduğu (p<0,05) saptanmıştır. Toplam iş deneyimine göre;
4 yıl ve daha az süre çalışan bireylerin
uykusuzluk sorununu(p<0,05), 5–15
yıl ve 16 yıl ve daha uzun süre çalışan
uzmanların gastrit sorununu daha çok
yaşadıkları (p<0,05) belirlenmiştir.
Mobbing Davranışları ile İş Tatmini
ve Sağlık Sorunları Faktörleri
Arasındaki İlişki
Araştırma bulgularının bu bölümünde
sosyal çalışmacıların mobbing davranışlarını değerlendirme durumları ile
işten duydukları tatmin ve yaşadıkları
sağlık sorunları arasında bir ilişki olup
olmadığı Pearson Korelasyon analizi
ile araştırılmıştır. Böylece;
İş arkadaşları ile ilişkiler, kariyer ile ilgili engellemeler konusunda mobbing
davranışlarına maruz kalan sosyal
çalışmacıların hem iş arkadaşları ile
ilişkiler ve işin niteliği (p<0,001) hem
de yöneticiler ile ilişkiler açısından
(p<0,001), iş yaşamından duydukları tatmin azalmaktadır. Ayrıca bu
konularda mobbinge maruz kalma davranışları arttıkça; depresyon nöbetleri
(p<0,001), psikolojik/duygusal sorunlar
(p<0,001) ile fiziksel sorunlar (p<0,001)
ile fiziksel sorunlar (p<0,001) yaşama
sıklıkları da artmaktadır.
Sosyal çalışmacıların tehdit ve taciz
gibi mobbing davranışları ile karşılaşma durumları arttıkça özellikle yöneticiler ile ilişkilerden duydukları tatminin
azaldığı (p<0,0001) ancak depresyon
nöbetleri (p<0,001), psikolojik/duygusal
(p<0,001) ve fiziksel sağlık sorunları
(p<0,001) yaşama sıklıklarının arttığı
görülmektedir. Özel yaşama müdahale
ile ilgili mobbing davranışları ile iş tatmini arasında istatistiksel açıdan anlamlı bir ilişki bulunmuştur (p<0,001),
(p<0,005). Ayrıca özel yaşama müdahale arttıkça depresyon nöbetlerinin (p<0,001) ve fizik sağlık sorunları
yaşama sıklığında (p<0,001) arttığı
anlaşılmaktadır.
İşe bağlılığı yüksek olan sosyal çalışmacıların hem iş arkadaşları ile ilişkiler
ve işin niteliği (p<0,001) hem de yöneticiler ile ilişkiler (p<0,001) açısından işten daha fazla tatmin duydukları; depresyon nöbetlerini (p<0,001) psikolojik/
duygusal sağlık sorunlarını (p<0,001)
ve fiziksel sağlık sorunlarını (p<0,001)
daha az yaşadıkları bulunmuştur
(Çizelge:4).
SONUÇ
İnsani hizmet örgütlerinde görev yapan sosyal çalışmacıların mobbing
davranışlarına maruz kalma durumları;
mobbing davranışlarının iş tatmini ve
sağlık sorunları üzerindeki etkisini ortaya koymayı amaçlayan bu araştırmada; mobbingin sosyal çalışmacıların iş
tatmini ve sağlıkları üzerinde olumsuz
39
40
- 0,392**
0,000
228
- 0,285**
0,000
228
0,044
0,507
228
0,163**
0,000
228
0,531**
0,000
228
0,163**
0,000
228
0,497**
0,000
228
0,462**
0,000
228
0,507**
0,000
228
0,524**
0,000
228
Fiziksel Sorunlar
P
N
- 0,263**
0,000
228
0,207**
0,002
228
0,630**
0,000
228
0,661**
0,000
228
0,248**
0,000
228
İşe
Bağlılık
0,492**
0,000
228
0,153*
0,021
228
0,248**
0,000
228
Özel Yaşama
Müdahale
Psikolojik/Duygusal Sorunla
P
N
Depresyon nöbetleri
P
N
- 0,596**
0,000
228
- 0,245**
0,000
228
- 228
- 0,424
0,000
228
- 0,327**
0,000
228
Yöneticiler ile İlişkiler
P
N
Sağlık Sorunları
- 0,257**
0,000
228
Kariyer ile İlgili
Engellemeler
- 0,424
0,000
228
Tehdit ve
Taciz
- 0,336**
0,000
228
İş arkadaşları ile
İlişkiler
İş arkadaşları ile İlişkiler ve
İşin niteliği
P
N
İş tatmini
Mobbing
Çizelge 4: Mobbing ölçeği ile iş tatmini ve sağlık sorunları ölçekleri arasındaki ilişkisi
Toplum ve Sosyal Hizmet
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
Özmete ve Laleoğlu
sonuçlarının olduğu görülmüştür. İş yerinde mobbinge maruz kalma durumu
bireylerin iş arkadaşları ile ilişkilerini;
işin niteliğini ve yöneticiler ile olan ilişkilerini olumsuz yönde etkilemektedir.
Ayrıca mobbinge maruz kalanların fiziksel, psikolojik/duygusal sorunlar ve
depresyon nöbetlerini daha çok yaşadıkları belirlenmiştir. İnsani hizmet
örgütlerinde görev yapan sosyal çalışmacıların mobbing davranışlarının
değerlendirildiği araştırmadan çıkan bu
sonuçlar mobbingin çalışanlar üzerinde olumsuz sosyal, psikolojik ve fizyolojik etkilerinin olduğu ve bu olumsuzluklardan örgütlerin de büyük zararlar
görebileceğini ortaya koymaktadır.
Sosyal çalışmacıların istihdamındaki
yetersizlikler nedeniyle aşırı iş yükü
olması, insanlarla birebir çalışmaları,
mesleğin tanımı ve içeriği açısından
bazı sıkıntılar yaşamaları mobbingden
daha fazla etkilenmelerine neden olabilmektedir. Mobbing eylemine uğrayanlar kafa karışıklığı ve yalıtılmışlık
yaşayarak, sürekli bir tehlike duygusu hissedebilmektedirler. Kaygıların
artmasıyla da yaşama ve geleceğe
umutsuz bakabilmektedirler. Mobbingin etkileri birey, aile yaşamı ve örgüt
düzeyinde aşamalı olarak ortaya çıkmakta böylece tüm boyutları ile bireyin
yaşamını kontrol altına almaktadır.
Mobbingin ortaya çıkardığı sonuçların
örgütlerde travmatik bir çevre ve kirli
bir örgüt kültürü yarattığı belirtilmektedir. Bu konuda sosyal güvenlik kurumlarına, yöneticilere, sendikalara, sağlık
kuruluşlarına, meslek odalarına, basın
ve yayın kuruluşlarına da görevler düşmektedir. Bu kurumların sağladığı yardım ve sosyal destek, stresli olayların
çalışanlar üzerindeki etkisini azaltacaktır. Mobbingin olumsuz etkileri bir
bütün olarak ele alındığında mobbingle gerek politika yapıcılar, gerek diğer
kurum ve kuruluşlar, gerekse çalışanlar
mücadele etmek zorundadır. Mobbingle mücadelede en önemli konu soruna
ilişkin farkındalığın, mağdurun kendisi
tarafından olduğu kadar; işveren, iş
arkadaşları ve tüm toplum tarafından
aynı önemde sağlanmış olmasıdır.
Konuyla ilgili herkes, iş yerinde mobbingi durdurmak için bir şeyler yapmalıdır.
Çünkü mobbing hedef ya da mağdur
kişinin mental sağlığını açık bir şekilde
olumsuz etkiler. İş yerinde mobbinge
maruz kalan bireyler ağır stres ve kaygı
yaşarlar. Mobbing hastalıklara, sosyal
dışlanmaya neden olur, mesleki ilerlemeyi engelleyebilir.
Mobbingin, sosyal çalışmacıların üzerindeki psikolojik etkilerinin giderilmesine yönelik yapılacak müdahale
çalışmaları, bu bireylerin çalışma yaşamlarına daha sağlıklı bir şekilde sürdürmelerini kolaylaştıracaktır.
Son yıllarda mobbing konusu davranış bilimleri ile sosyal bilimler alanında
bulunan birçok disiplinin dikkatini çekmektedir. Ancak sosyal hizmet bilimi
ve uygulaması kapsamında mobbing
konusunda yurt içinde ve yurt dışında
yapılan bilimsel çalışmaların ve uygulamaların sayısı oldukça sınırlıdır. Bu
nedenle bu araştırmada sosyal hizmet bakış açısı ile ortaya konulabilecek öneriler önemli hale gelmektedir.
Çalışan birey olarak sosyal hizmet
uzmanlarının kendi iş yaşamlarında
karşılaştıkları mobbing süreci ile ilgili
çözümlemeleri yapabilmeleri için öncelikleri nelerdir sorusuna yanıt aranması gerekmektedir. Diğer yandan müdahaleye dayalı süreçleri kullanan bir
meslek ve disiplin olarak sosyal hizmet
41
Toplum ve Sosyal Hizmet
mobbingin önlenmesi ve mobbing sürecinin kontrol edilebilmesi için neler
yapar/yapmalıdır sorusu yanıtlanmalıdır. Sosyal hizmet açık bir şekilde insan
haklarının korunmasına dayalı bir meslektir. İş yerinde bir insana nasıl davranıldığı, insan hakları konusudur ve işyerinde mobbing mevcut insan hakları
doktorinlerini/öğretilerini ihlal eden bir
konudur. İşyerinde mobbing uygulayarak insan haklarını ihlal etme noktasında sosyal hizmet uzmanları mobbing
karşıtı politikaların iyileştirilmesinde
katkı sağlayabilirler.
İşverenler mobbing olayı gerçekleştiğinde çalışanlara yol gösterebilecek bir
rehber oluşturmalıdır. Bunun için her
kurumda bir sosyal servis kurulmalıdır.
Bir işveren mobbingle ilgili yasal bir uygulama olursa çalışana misilleme yapılamayacağını garanti etmelidir. Süreç
bir grubun genel görüşüne karşı olsa
bile, mobbingden şikayet eden bireyi
korumalıdır. Mobbing karşıtı politikaların oluşturulması, kabul edilebilir davranış normlarına uygun örgütsel politikaların gelişmişliği ile ilişkilidir.
Bu makro ve genel düzeydeki mobbingle mücadele önerilerinin yanısıra
bu araştırmanın sonuçlarına odaklanarak gerçekleştirilecek öneriler aşağıdaki gibi açıklanabilir:
Bu araştırmada iş arkadaşları ile ilişkiler konusunda sosyal çalışmacıların
en çok iş arkadaşlarının arkalarından
konuşmaları, dedikodu yapmaları gibi
mobbing davranışlarına maruz kaldıkları belirlenmiştir. Bu davranışlar sonucunda uzmanların çalışırken kendilerini
kaygılı hissetmeleri durumu da ortaya
çıkmıştır. Oysa iş, bireyin yaşamının
en önemli parçasıdır. Bireyler sıklıkla
kendilerini iş deneyimleri ile tanımlarlar
42
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
ve genellikle saygın bir işyerinde günün
önemli bir bölümünü geçirirler. Bu nedenle, bireyler için çalışma arkadaşlarının davranışları büyük öneme sahiptir.
İş ve kariyerle ilgili süreçte kadınların
işin niteliği açısından erkeklerin daha
çok araç-gereç gibi teknik konularda
sorunlar yaşadıkları görülmektedir.
Ayrıca özel yaşama müdahale konusunda kadınların iş arkadaşlarının özel
yaşamları ile ilgili olarak gereksiz eleştirilerde bulunma durumunu erkeklere
kıyasla daha çok yaşamaları toplumsal
cinsiyet ayrımcılığının mobbing davranışlarına da yansıdığını göstermektedir.
Cinsiyet değişkenine göre madde düzeyinde yapılan analizlerde bazı anlamlılıklar olmasına karşın; mobbing
faktörleri üzerinden yapılan analizlerde
cinsiyet değişkeninin mobbing davranışlarına maruz kalma açısından istatistiksel açıdan anlamlı bir fark oluşturmadığı belirlenmiştir. Aynı şekilde yaş
değişkeninin toplam faktör puanları
üzerinden yapılan ANOVA analizine
göre yalnızca iş ve kariyer ile ilgili engellemeler faktöründe istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık ortaya çıkardığı
saptanmıştır. Buna göre 30-39 yaş grubundaki çalışanlar ile 40 ve daha büyük
yaştakilerin daha fazla iş ve kariyer ile
ilgili engellemeler ile karşılaştıkları bulunmuştur. Buna paralel olarak ayrıca
16 yıl ve daha uzun süredir çalışanların
da daha fazla iş ve kariyer ile ilgili engellemeler ile karşılaştıkları istatistiksel
olarak ortaya konulmuştur.
Araştırmada
kadınların
erkeklere
oranla daha sıklıkla depresyon belirtileri, psikolojik sorunlar ve fiziksel rahatsızlıklar yaşadıkları belirlenmiştir.
Mobbing davranışları ile karşılaştıkça
çalışanlarda işten duyulan tatminin
azaldığı ve sağlık sorunlarının arttığı
Özmete ve Laleoğlu
anlaşılmaktadır. Araştırma sonuçlarına
dayanarak, bireyin tüm yaşamını etkisi
altına alan mobbing sürecinin yaşanmaması ya da var olan mobbing davranışlarının etkilerini en aza indirebilmek
bazı önlemlerin alınması gereklidir. İlk
olarak çalışanların, yöneticilerin ve işverenlerin mobbing konusundaki farkındalığını artırmak önemlidir. Bireyin,
bilinmezin ve çaresizliğin karşısında
duyduğu korku ve endişeyle kendi içinde, tek başına mücadele edebilmesi
çok güçtür. İnsanlar, bir olguyu tanımayı öğrendikleri takdirde yaşadıkları
deneyimlerini çok daha gerçekçi bir
bakışla değerlendirebilir. Bu olgunun
yarattığı zararlardan kaynaklanan korunun şiddeti de azalır. Bu süreçte;
mobbing mağdurlarına karşılaştıkları
mobbing davranışlarının onların hatası olmadığı; dirençli ve cesur olmaları,
öz güvenlerini yüksek tutmaları; üstesinden gelemeyeceği durumlar söz
konusu olduğunda (yönetim mobbingi
uygulayan taraf olduğunda) kendisine
bir eylem planı oluşturması ve çok geçmeden profesyonel destek alması gerektiği ve yasal yollara başvurabileceği
anlatılmalıdır.
Ayrıca yapısal değişime ve örgüt politikalarına dayalı olarak; işveren ve yöneticilerin psikolojik süreçler ve insan
kaynakları yönetimi konusunda bilgili
olmaları, başka insanların tutum, davranış ve duygularını anlayabilmeleri;
etik dışı davranışları (ayrımcılık yapma,
şiddet–baskı–saldırganlık,
hakaret,
cinsel taciz, dedikodu) engelleyici etik
değerleri uygulamada kararlı olmaları; farklılıkları yöneterek, anlaşmazlık, uyumsuzluk, zıtlaşma ve birbirine
ters düşme gibi mobbingi tetikleyici
durumlarda güç ve otoritelerini kullanmaları ve çatışmaları çözümleyecek
stratejileri geliştirmeleri; temiz bir örgüt
kültürü oluşturmak için gerekli sosyalizasyon sürecini ve eğitimi sağlamaları
gerekmektedir.
KAYNAKÇA
Aiello, A. ve Dientinger, P. (2008). A tool for
assessing the risk of mobbing in organizational environments:the “val.mob.” scale.
Prevetion Today, 3,9-24.
Baltaş, A. (2003). Adı yeni konmuş bir olgu:
işyerinde yıldırma. http://www.baltas-baltas.com/web/makaleler/m_20.htm. Erişim
Tarihi: 11 Ocak 2012.
Bayrak, S. (2001). İş ahlakı ve sosyal sorumluluk.İstanbul: Beta Yayınları.
Brodsky, C.M. (1976). The harassed worker. Toronto:Lexington Books.
Davis, K. (1981). Human behavior at
work, organization behavior. New York:
McGrawHill.
Feldman, C.D. ve Arnold, J.H. (1983). Managing individual and group behavior in organization. Auckland: Mc.Graw-Hill.
Hoel, H. Cooper, C.L. ve Faragher, B.
(2001). The experience of bullying in Great
Britain: The impact of organizational status.
European Journal of Work and Organizational Psychology, 10, 443 – 465.
Işıkhan, V. (2004).Çalışma hayatında stres
ve başa çıkma yolları. İstanbul: Sandal
Yayınları.
Josipovic-Jelic Z, Stoini E, ve Celic-Bunikic
S. (2005). The effect of mobbing on medical staff performance. Acta Clin Croat, 44,
347–352.
Kerlinger, F.N. (1973). Foundations of behavioral research. New York: Hold, Rinehart and Winston.
Leymann, H. (1990). Important note in preface to Heinz Leymann, mobbing and psychological terror at workplaces. Violence
and Victims, 5, 119-126.
43
Toplum ve Sosyal Hizmet
Locke, A. (1976). The nature and causes
of job satisfaction.In Hanbook of ındustrial
and organizational psychology. Chicago:
Rand mc.Nally Collage Publishing Comp.
Mcdonald,S., MacIntrye, P. (1997). The
generic job satisfaction scale: scale development and its correlates. Employee Assistance Quarterly, l3,2,1-16.
Reichert, R. (2003). Work place mobbing: a
new frontier for the social work profession,
professional development: The International Journal of Continuing Social Work Education,4 – 12: Çeviren: Emine Özmete
Salin, D. (2001). Prevalence and forms of
bullying among business professionals: a
comparison of two different strategies for
measuring bullying. European Journal of
Work and Organizational Psychology,10, 4.
Salin, D. (2003). Workplace bullying among
business professionals – prevalance, organisational antecedents and gender differences. Swedish School of Economics
and Business Administration, Unpublished
Report, Helsingfors.
Tengilimoğlu, D. (2005). Hizmet işletmelerinde liderlik davranışları ile iş doyumu
arasındaki ilişkinin belirlenmesine yönelik
bir araştırma. Gazi Üniversitesi Ticaret Ve
Turizm Eğitim Fakültesi Dergisi,1,28 – 32.
Tınaz, P. (2006). Mobbing: işyerinde psikolojik taciz, Çalışma ve Toplum Dergisi, 10,
19– 24.
Tutar, H. (2004). İşyerinde psikolojik şiddet.
Platin Yayınları:Ankara.
Vroom, V. H. (1967). Work and motivation.
New York:John Wiley and Sons Inc.
Yavuz, H. (2007). Çalışanlarda mobbing
(psikolojik şiddet) algısını etkileyen faktörler: sdü tıp fakültesi üzerine bir araştırma.
Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İşletme Ana Bilim Dalı, Yayınlanmış Yüksek Lisans Tezi, Isparta.
Yazıcıoğlu, Y. ve Erdoğan, S. (2004). Spss
uygulamalı bilimsel araştırma yöntemleri.
Detay Yayıncılık: Ankara.
44
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
Zapf, D.(1999).Organizational work group
related and personal causes of mobbing/
bullying at work. International Journal of
Manpower, 20, 70 – 85.
Yazıcı, Duyan ve Gelbal
Araştırma
YALNIZLIK VE SOSYAL
MEMNUNİYETSİZLİK
ÖLÇEĞİ’NİN 60-72
AYLIK TÜRK
ÇOCUKLARINA
UYARLANMASI
Adaptation of the
Loneliness and Social
Dissatisfaction Scale to
60-72 Month Old Turkish
Children
ğun sosyalleşmesinde akranların rolü büyüktür. Okul öncesi dönemdeki çocukların
akran ilişkilerinde yaşadığı sorunlar genellikle ebeveyn veya öğretmenler tarafından
değerlendirilmekte ya da gözlem tekniği
kullanılmaktadır. Alanda, çocuğun akran
ilişkilerine dayalı olarak yaşadığı yalnızlığı
ve soysal ilişkilerindeki memnunluk düzeyini
kendi değerlendirmelerine dayalı olarak ölçen bir ölçme aracı bulunmamaktadır. Bu nedenle bu çalışmada Cassidy ve Asher (1992)
tarafından geliştirilen Loneliness and Social
Dissatisfaction Questionnaire (Yalnızlık ve
Sosyal Memnuniyetsizlik Ölçeği)’nin 60–72
aylar arasındaki Türk çocuklarına uyarlanması amaçlanmıştır. Bu amaçla ölçek 60–72
aylar arasındaki 297 (kız: 139, erkek: 158)
çocuğa uygulanmıştır. Veriler üzerinden
temel bileşenler analizi yöntemi ile faktör
analizi yapılmıştır. Faktör analizi sonucunda ölçme aracının 15 maddeden oluşan, tek
boyutlu bir yapı sergilediği anlaşılmıştır. Ölçeğin iç tutarlılık katsayısı 0.759, test-tekrar
test yöntemi ile hesaplanan güvenirlik katsayısı 0.849 olarak hesaplanmıştır.
Anahtar Sözcükler: Okul öncesi çocuk,
Zeliha YAZICI*
Veli DUYAN**
Selahattin GELBAL***
*Yrd. Doç. Dr., Akdeniz Üniversitesi,
Eğitim Fakültesi, İlköğretim Bölümü,
Okul Öncesi Eğitimi Anabilim Dalı
**Prof. Dr., Ankara Üniversitesi,
Sağlık Bilimleri Fakültesi,
Sosyal Hizmet Bölümü
***Prof. Dr., Hacettepe Üniversitesi,
Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü
ÖZET
Sosyal gelişim okul öncesi yıllarda büyük
önem taşımakta ve bu yıllarda çocuklar daha
sonraki yaşantılarına temel oluşturacak pek
çok sosyal beceri kazanmaktadırlar. Çocu-
yalnızlık, sosyal memnuniyetsizlik, ölçek
uyarlama
ABSTRACT
Social development is an important issue in
pre-school period and in these years children gain lots of social skills which provide a
basis for future experiences. The peers have
a vital role in child’s socialization. The problems that the children who are in pre-school
period have in peer relations are generally
evaluated by parents or teachers or observation technique is used. In the field, there
isn’t any evaluation tool which evaluates the
child’s loneliness and pleasure level in social
relations according to its own assessment.
Because of this in this study adaptation of
Loneliness and Social Dissatisfaction Scale
which was developed by Cassidy and Asher
45
Toplum ve Sosyal Hizmet
(1992) to 60-72 months old Turkish children
is aimed. With this aim the scale was applied to 297 children (girl:139, boy:158) who
are between 60-72 months. On the basis of
that data factor analysis was done by using
components analysis method. According to
factor analysis result it was found that evaluation tool is unidimentional and formed by
15 items. The inner coefficient of consistence
of the scale is 0.759, the reliability of co-efficient is 0.849 that was calculated by test-retest method.
Key Words: Preschool child, loneliness,
social dissatisfaction, scale adaptation
GİRİŞ
Erken çocukluk yılları bireyin kendisine, başkalarına ve tüm dünyaya karşı olumlu ya da olumsuz duygularının
oluştuğu en önemli dönemdir. Bu dönemdeki duygusal özellikler sosyal ilişkiler üzerinde güçlü bir etkiye sahiptir
(Trawick-Smith, 2013:296). Duygusal
açıdan sağlıklı çocukların hem akranlarıyla, hem de yetişkinlerle olumlu ilişkiler kurduğu birçok araştırma ile kanıtlanmıştır (Fabes ve diğ., 200: 908;
McElwain diğ., 2007). Erken çocukluk
yıllarında akranla kurulan ilişkiler ve
sosyal beceriler sonraki yaşamda genel mutluluk ve ruh sağlığının en önemli göstergeleridir (Ladd, 2006:822). Bu
yıllarda bazı çocuklar arkadaş edinme,
oyun arkadaşları tarafından kabul edilme ve saygı görmede oldukça başarılı
iken, bazıları akranlarıyla etkileşime
girmede problem yaşayabilmektedir
Yalnızlık; “üzücü ya da acı verici bir
tecrit hissi, birliktelik, temas ya da
yakınlıktan yoksunluk ya da bunlara
özlem duymayla ilişkili olarak yalnız
olma, başkalarıyla bağı kopmuş ya da
46
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
mesafeli olma durumu” olarak tanımlanmaktadır (Parkhurst ve Hopmeyer,
1999:58). Benzer şekilde, pek çok
araştırmacı sosyal ilişkilerin nitel ve nicel yönlerinde fark edilen bozukluklar
ve beraberinde gelen duygusal rahatsızlıkların ortaya çıkardığı sıkıntıların
her yaş dönemindeki bireyleri etkileyen
sosyal ve duygusal bir problem olabileceği noktasına vurgu yaparak, özellikle
erken çocukluk yıllarında yalnızlık düzeyinin incelenmesi gerektiğini savunmaktadırlar (Asher ve diğ, 1984: 1461;
Asher ve Wheeler, 1985:1456; Cassidy ve Asher, 1992:355; Page ve diğ.,
1994:109; Margalit ve Efrati, 1996:70;
Margalit, 1998:175; Pavri ve MondaAmaya, 2000:26; Asher ve Paquette, 2003:76; Han ve Choi, 2006:540;
Jobe ve White, 2007:1480; Bakkaloğlu,
2010:335; Margalit, 2010:37). Erken
çocukluk döneminde akran ilişkileri
üzerine yapılan çalışmalarda özellikle
akranları tarafından dışlanan çocukların yalnızlık duygusuna kapıldığı vurgulanmaktadır (Asher ve diğ., 1984: 1462;
Asher ve Wheeler, 1985:1455; Cassidy
ve Asher, 1992:356; Parkhurst ve Asher, 1992:240; Yu ve diğ., 2005:325).
Sanderson ve Seagal (1995:562) de
akranları tarafından dışlanan çocukların ihmal edilmiş çocuklardan daha yalnız olduklarını vurgulamaktadır.
Bireylerin gruplara katılma, yakın ilişkiler kurma gibi temel ihtiyaçları vardır.
Erken çocukluk döneminden itibaren
sosyal ihtiyaçların karşılanmaması durumunda ne gibi sonuçların oluşabileceğinin incelenmesi gerekmektedir.
Son otuz yıldır çocukların akran ilişkilerindeki zorlukları gelişimsel ve çocuk
klinik psikolojisi çalışmalarının odak
noktalarından biri haline gelerek çocukların sosyal hayatlarının içsel, öznel
Yazıcı, Duyan ve Gelbal
ve duygusal yönlerine önem verilmeye
başlanmıştır (Rubin ve diğ., 1998:620).
Çocuklarda sosyal yalnızlık ve memnuniyetsizlik düzeyinin değerlendirilmesine yönelik ölçüm araçları incelendiğinde; 1980’lerin ortasında çocuklarda
yalnızlıkla ilgili çeşitli ölçeklerin geliştirildiği ve kullanıldığı görülmektedir
(Asher ve diğ., 1984:1458; Marcoen ve
Brumagne, 1985:335). Çocukların yalnızlık düzeyi ve akran ilişkileri çalışmalarında en çok kullanılan ölçme aracı
Yalnızlık ve Sosyal Memnuniyetsizlik
Ölçeği (Loneliness and Social Dissatisfaction Scale)’dir. Ölçeğin orijinali ilk
olarak 3. sınıftan 6. sınıfa kadar olan
çocuklarda kullanılmıştır (Asher ve
diğ., 1984:1458). Daha sonrasında ise
ölçeğin Cassidy ve Asher, (1992:352)
tarafından 5-7 yaş çocuklar için (okul
öncesi ve birinci sınıf), Parkhurst ve
Asher (1992:238) tarafından ortaokul çocukları için Williams ve Asher
(1992:373) tarafından 8-11 yaşlarındaki
hafif zihinsel engeli olan çocuklar için,
Vellymalay (2010:170) tarafından da 6
yaş çocukları için uyarlanmış olduğu
görülmektedir.
Okul öncesi dönemindeki çocuklarda
yalnızlık ve sosyal memnuniyetsizliğin
değerlendirilmesinin pek çok amaca
hizmet edebileceği düşünülmektedir.
Çocukluğun ilk yıllarında görülen yalnızlık ve sosyal memnuniyetsizlik, okul
öncesi ve temel eğitimdeki sosyal ve
akademik başarıda ciddi problemlere
sebep olabilirken, aynı zamanda ileriki
yaşamdaki sosyal ve duygusal uyum
düzeyleriyle ilgili ciddi bir ölçüt de olabilmektedir (Asher ve diğ., 1984:1457).
Rastlantısal olarak yalnızlıkla ilgili zaman içinde tekrarlayan değerlendirmeler yalnızlık duygusunun 10 haftalık bir
süreçte (r=.66) ve hatta bir yılda (r=.56)
oldukça istikrarlı bir biçimde devam
ettiğini göstermektedir. Belirtilen ilişki
katsayısının büyüklüğü, yalnızlık çeken
çocukların ileride de yalnızlık çekmelerinin muhtemel olduğunu öngörmekte
ve yalnızlıkla ilgili bir tutarsızlığın varlığının, yalnızlığın kronik olmasının yanı
sıra, durumsal olabileceği varsayımını
da güçlendirmektedir (Renshaw ve
Brown, 1993:1277; Asher ve Gazelle,
1999:19).
Çocukların sosyal ve duygusal yaşamlarıyla ilgili birçok araştırma yapılmış
ve yapılmaya devam etmektedir. Ancak okul öncesi dönemdeki çocukların
yalnızlık ve sosyal memnuniyetsizlik
düzeyleri konusunda alanda yapılmış
fazla çalışmaya rastlanılmamaktadır.
Bu nedenle bu tür çalışmaların değerlendirilmesi amacıyla kullanılacak olan
yalnızlık ve sosyal memnuniyetsizlik
ölçeğinin alana kazandırılması Türk
çocuklarının da ileriki yaşamını etkileyecek olan yalnızlık ve memnuniyetsizliğin erken çocukluk döneminden
itibaren belirlenmesine yardımcı olabilir. Çocukların akranlarıyla ilişkilerinde memnuniyetsiz olup olmadıklarının
saptanması ve duygularının değerlendirilmesi müdahale programlarına katılması gereken çocukların belirlenmesine yardımcı olabilir. Çocukların sosyal
ilişkilerinin değerlendirilmesi, gözlem
ya da yetişkin değerlendirmelerine
dayalı olarak yapılmakta olduğundan
özellikle çocuğun kendisini değerlendirmesine dayalı çalışmalara da ihtiyaç
duyulmaktadır. Çocuklardaki yalnızlık
ve sosyal memnuniyetsizlik düzeyleri
hakkında değerlendirmeler yapılırken
çocuğun sosyal ortamındaki anne-baba ya da öğretmen gibi gözlemcilerden
elde edilen verilerin yanında çocuğun
kendisini değerlendirmesine yönelik
47
Toplum ve Sosyal Hizmet
verilerinde göz önünde bulundurulması
çalışmaların daha kapsamlı olmasına
olanak tanıyacaktır. Ayrıca, çocuğun
kendi bakış açısıyla ilgili veriler, sosyal
beceri eğitiminin çocukların yalnızlık
ve sosyal memnuniyetsizlik duygularını
azaltıp azaltmadığının değerlendirilmesinde ve müdahale çabalarının çocukların eğitim öncesindeki duygularında
işlev olarak fark oluşturacak biçimde
başarılı olup olmadığının belirlenmesinde kullanışlı olabilir.
Sıralanan nedenlerden dolayı erken
çocukluk eğitiminde tüm diğer gelişim
alanlarında olduğu gibi sosyal gelişim
boyutunda da çocukların sosyal yalnızlık ve memnuniyetsizlik düzeyinin değerlendirilmesine yönelik geçerlik ve güvenirlik özelliği taşıyan ölçme araçlarına
ihtiyaç duyulmaktadır. Cassidy ve Asher
(1992) tarafından geliştirilen Yalnızlık ve
Sosyal Memnuniyetsizlik Ölçeği (Loneliness and Social Dissatisfaction Questionnaire) 60-72 aylık çocukların yalnızlık
ve sosyal memnuniyetsizlik düzeyini
değerlendirmeye olanak sağlayacaktır.
Türkiye’de 60-72 aylık çocukların yalnızlık ve sosyal memnuniyetsizlik düzeyini
güvenilir ve geçerli bir biçimde ortaya
koyacak, çocuğun kendi kendini değerlendirmesine olanak tanıyan bir ölçme
aracına gereksinim duyulmaktadır. Bu
nedenle Yalnızlık ve Sosyal Memnuniyetsizlik Ölçeği’nin Türkçe uyarlamasının bu gereksinimi büyük ölçüde karşılayacağı düşünülmektedir.
Amaç
Bu çalışmanın amacı Cassidy ve Asher (1992) tarafından geliştirilmiş olan
Loneliness and Social Dissatisfaction
Scale (Yalnızlık ve Sosyal Memnuniyetsizlik Ölçeği)’ni 60-72 aylar arasındaki Türk çocuklarına uyarlamaktır.
48
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
Çalışma Grubu
Antalya İli Merkez İlçelerine bağlı ilköğretim okullarına bağlı beş anasınıfı
ve beş bağımsız anaokulundan 6072 aylar arasında toplam 297 çocuk
araştırmaya dâhil edilmiştir. Öncelikle
ilköğretim okulu ve bağımsız anaokullarının yönetiminden izin alınmıştır.
Daha sonra her okulun veli toplantısında ebeveynlerle görüşülmüş (çoğunlukla anneleri) ve ebeveynlerden
sözlü izin alınmıştır. Çocuklarla yapılan
uygulama öncesinde her çocuğa kısa
uygulama ile ilgili bir bilgi verilmiştir.
Çocuklarla yapılan görüşmeler birinci
araştırmacı ve üç yüksek lisans öğrencisi tarafından gerçekleştirilmiş olup,
her bir görüşme 15-20 dakika sürmüştür. Ebeveynlerin tamamı izin vermiş
olmakla birlikte araştırmaya katılmayı
istemeyen ya da görüşme sürecinde
sıkılma, dikkat dağınıklığı ve cevap vermeme gibi nedenlerle 36 çocuk araştırma kapsamı dışında bırakılmıştır.
Sonuçta ölçeğin güvenirlik ve geçerlik
çalışması tamamı 60-72 aylar arasındaki 297 çocuktan elde edilen veriler
temel alınarak gerçekleştirilmiştir.
Tablo 1’de Yalnızlık ve Sosyal Memnuniyetsizlik Ölçeği’nin uyarlama çalışmasına katılan 60-72 aylar arasındaki
çocukların sosyo-demografik özelliklerine ilişkin bilgilere yer verilmiştir.
Tablo 1’den de anlaşılacağı üzere uyarlama çalışması 60-72 aylar arasındaki
çocuklar üzerinde gerçekleştirilmiştir.
Bu çocukların %46,8’i (n=139) kadın
ve %53,2’i (n=158) erkektir. Çocukların
beşte dördü çekirdek (%81,8), yedide
biri geniş (%13,1) ve çok az bir bölümü (%5,1) de tek ebeveynli ailelerde
yaşamakta olup; genelde tek çocuktur
(%38,7) ya da bir kardeşi (%37,6) vardır.
Yazıcı, Duyan ve Gelbal
Tablo 1. Çalışma Grubunun Sosyo-Demografik Özellikleri
Sosyo-Demografik Özellikler
S
%
Cinsiyet
Kadın
139
46,8
Erkek
158
53,2
Aile Yapısı
Çekirdek
243
81,8
Geniş
39
13,1
Tek ebeveynli
15
5,1
Toplam
297
100.0
Kardeş Sayısı*
Tek çocuk
115
38,7
Bir kardeş
112
37,6
İki – dört kardeş
70
23,7
Toplam
297
100,0
Annenin Yaşı**
24-30
76
25,6
31-35
146
49,1
36-40
67
22,7
41-48
8
2,6
Toplam
297
100,0
Babanın Yaşı***
27-30
17
5,7
31-35
115
38,7
36-40
118
39,7
41-48
47
15,9
Toplam
297
100,0
Annenin Öğrenim Durumu
Okur-yazar değil
3
1,0
İlkokul
70
23,6
Ortaokul
126
42,4
Lise
61
20,5
Önlisans
12
4,0
Lisans
25
8,5
Toplam
297
100,0
Babanın Öğrenim Durumu
Okur-yazar değil
4
1,3
İlkokul
55
18,5
Ortaokul
127
42,8
Lise
66
22,2
Önlisans
17
5,7
Lisans
28
9,5
Toplam
297
100,0
* Ort=0,92; SS=0,93; En alt-En üst=0-4
** Ort=33,54; SS=3,96; En alt-En üst=24-48
*** Ort=36,57; SS=4,22; En alt-En üst=27-48
49
Toplum ve Sosyal Hizmet
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
Uyarlama çalışması yapılan çocukların
annelerin %25,6’ının yaşı 30 ve altında,
%49,1’i 31-35 yaş arasında, %22,7’side
36- 40 yaş aralığındadır. Babaların %
38,7’si 31-35 yaş arasında, %39,7’si
36-40 yaş aralığındadır. Anne-babalar
ağırlıklı olarak ortaokul mezunudur (anneler %42,4, babalar %42,8).
ve “Hayır=1” olarak puanlanmaktadır.
Ölçekten alınabilecek toplam puan 15
ile 45 arasında değişmektedir. Ölçekten alınan yüksek puanlar yalnızlık ve
sosyal memnuniyetsizlik düzeyinin
yüksek; düşük puanların ise yalnızlık
ve sosyal memnuniyetsizlik düzeyinin
düşük olduğu anlamına gelmektedir.
Yalnızlık ve Sosyal
Memnuniyetsizlik Ölçeği:
Geçerlik ve Güvenirlik Sonuçları
Cassidy ve Asher, (1992) tarafından
geliştirilmiş olan Loneliness and Social Dissatisfaction Scale (Yalnızlık
ve Sosyal Memnuniyetsizlik Ölçeği)
okul öncesi çocukların yalnızlık ve
memnuniyetsizlik düzeyini ölçmek için
kullanılmaktadır.
Puanlama
Yalnızlık ve Sosyal Memnuniyetsizlik
Ölçeği’nde toplam 23 madde bulunmaktadır. Maddelerde belirtilen ifadeye, çocuklardan “Evet”, “Bazen” ve
“Hayır” seçeneklerinden birini seçmesi
istenmektedir. Ölçekte yer alan 1, 3, 4,
6, 8, 9, 10, 12, 14, 16, 17, 18, 20, 21
ve 23. maddeler çocukların yalnızlık
ve sosyal memnuniyetsizlik düzeyini değerlendirmede kullanılmaktadır.
Yalnızlık ve Sosyal Memnuniyetsizlik Ölçeği’nde yer alan 2, 5, 7, 11, 13,
15, 19 ve 22. maddeler çocukların
hobilerini ve ilgilerini belirlemeye yardımcı olan “dolgu=filler” sorusu olup
yalnızlık ve sosyal memnuniyetsizlik
düzeyini belirlemede değerlendirmeye
alınmamaktadır.
Yalnızlık ve Sosyal Memnuniyetsizlik Ölçeği’ndeki 1, 3, 4, 8, 10, 14, 16,
18, 21 ve 23. maddeler “Evet=1”, “Bazen=2” ve “Hayır=3”; 6, 9, 12, 17 ve 20.
maddeler tersine “Evet=3”, “Bazen=2”
50
Bu bölümde ölçeğin geçerlik ve güvenirlik çalışmasına ilişkin bilgiler verilmiştir. Ölçeğin Türkçe formu araştırmacıların gözetiminde üç yüksek
lisans öğrencisi tarafından ilköğretim
okullarına bağlı anasınıfları ve bağımsız anaokullarının gözlem odasında
gerçekleştirilen yüz yüze görüşmeler
yoluyla toplanmıştır. Çocuklarla yapılan
görüşmeler 15-20 dakika sürmüştür.
Sonuçta ölçeğin güvenirlik ve geçerlik
çalışması tamamı 60-72 aylar arasındaki 297 çocuktan elde edilen veriler
temel alınarak gerçekleştirilmiştir.
Geçerlik
Dil Geçerliği: Yalnızlık ve Sosyal
Memnuniyetsizlik Ölçeği’nin uyarlama
çalışmaları kapsamında ilk olarak ölçeğin İngilizce formu Akdeniz, Ankara,
Hacettepe ve Yıldırım Beyazıt üniversitelerinde dil çalışmaları ve okul öncesi eğitimi alanında akademisyen olan
dört kişinin yanı sıra, yabancı dil bilgisi
çok iyi düzeyde olan bir yüksek lisans
öğrencisi tarafından Türkçe’ ye çevrilmiştir. Daha sonra bu çeviriler bir araya
getirilerek hepsinin ortak yönleri aranmış ve farklılık gösteren ifadeler, çeviri
yapan kişiler ile görüşülerek ortak bir
cümle haline getirilmiştir. Uzman görüşüne dayanarak oluşturulan Türkçe
formu, öncekinden farklı, her iki dile de
hâkim İngilizce öğretmenliği ve dil bilim
Yazıcı, Duyan ve Gelbal
çalışan iki kişi tarafından tekrar İngilizceye çevrilmiştir. Ölçeğin orijinal hali
ile tekrar İngilizceye çevrilmiş hali Akdeniz ve Hacettepe üniversitelerinden
birer akademisyene incelettirilerek,
ikisi arasında farklılığın olmadığı yönünde ortak görüşe varılmıştır. Uzman
görüşü referans alınarak elde edilen ölçeğin Türkçe formu ile İngilizce formunun aynı anlamı ifade edip etmediğini
uygulamada görebilmek açısından iyi
derecede İngilizce bilgisine sahip 22
öğrenciye uygulanmış ve her iki ölçekten alınan puanlar arasında Pearson
Momentler Çarpımı Korelasyon Katsayısı 0.816 (p=0.000) olarak bulunmuştur. Elde edilen korelasyon katsayısına
ve uzman görüşlerine bakılarak ölçeğin
çeviri açısından paralelliğin sağlandığı
kabul edilmiştir.
Yapı Geçerliği: Faktör analizi yapılmadan önce verilere Bartlett testi uygulanmıştır. Bartlett testine göre k-kare
değerinin manidar (k-kare=939,293;
p=0.001) olduğu saptanmıştır. Aynı
zamanda KMO (Kaiser-Meyer-Olkin)
değerinin yüksek olduğu (0.726) görülmüştür. KMO değerinin yüksek çıkması ve Bartlett testinin manidar olması
örneklem büyüklüğünün faktör analizi
yapmak uygun olduğu söylenebilir. Bu
verilere dayalı olarak yapı geçerliğini
belirlemek amacıyla açımlayıcı faktör
analizi (döndürülmüş) yapılmıştır. Faktör analizi ile ölçeğin, ölçmek istediği
yapıyı ölçüp ölçmediği belirlenmeye
çalışılmıştır. Faktör analizine alınan değişkenlerin (maddelerin) kaç faktörde
toplandığını belirlemek amacıyla öncelikle öz değerlere (Eigenvalue) ve açıklanan yüzdelere bakılmıştır.
Tablo 2 incelendiğinde; öz değerleri
1.00’ın üzerinde beş bileşenin olduğu
ve ölçeğin beş faktörlü bir yapıya sahip olduğu anlaşılmaktadır. Tablodan
da anlaşılacağı üzere birinci bileşene
ait öz değerin ikinci bileşene ait öz
değerden en az iki kat fazla olması ve
ikincisi ile sonrakiler arasında çok fazla
bir farkın olmaması ölçeğin tek boyutlu
olduğunu göstermektedir (Lord, 1980).
Tablodan da anlaşılacağı üzere birinci
bileşene ait öz değer 3,643 iken, ikinci
bileşene ait öz değer 1,644 olarak hesaplanmıştır. Elde edilen bu sonuçlar
Yalnızlık ve Sosyal Memnuniyetsizlik
Ölçeği’nin tek boyutlu olduğuna işaret
etmektedir. Ölçeğin toplam varyansının açıklanma yüzdesinin yüksekliği
Yalnızlık ve Sosyal Memnuniyetsizlik
Ölçeği’nin ölçmek istediği yapıyı ölçebildiğini göstermektedir. Bu nedenle
ölçeğin geçerli olduğu kabul edilmiştir.
Tablo 2. Yalnızlık ve Sosyal Memnuniyetsizlik Ölçeği Maddelerinin Özdeğerleri
ve Açıklanan Yüzdeleri
Bileşenler
Özdeğer
Açıklanan Var. %
Toplam %
1
3,643
24,285
24,285
2
1,644
10,963
35,248
3
1,326
8,840
44,088
4
1,118
7,454
51,542
5
1,064
7,090
58,633
51
Toplum ve Sosyal Hizmet
Doğrulayıcı faktör analizi ile model-veri
uyumuna ilişkin hesaplanan istatistiklerden en sık kullanılanları Ki-kare (c2),
c2/sd, RMSEA, RMR, GFI ve AGFI’dir.
Hesaplanan c2/df oranının 5’ten küçük
olması, GFI ve AGFI değerlerinin 0.90
dan yüksek olması, RMR and RMSEA
değerlerinin ise 0.05 dan düşük çıkması, model-veri uyumunu göstermektedir
(Jöreskog ve Sorbom, 1993; Marsh
ve Hocevar, 1988). Bununla birlikte,
GFI’nin 0.85’ten, AGFI’nin 0.80’den büyük çıkması, RMR ve RMSEA değerlerinin 0.10’dan düşük çıkması, model
veri uyumu için kabul edilebilir alt sınırlar olarak kabul edilmektedir (Anderson
ve Gerbing, 1984; Cole, 1987; Marsh,
Balla ve McDonald, 1988).
Yalnızlık ve Sosyal Memnuniyetsizlik
Ölçeği ’nin geçerlik çalışması için yapılan doğrulayıcı faktör analizinden elde
edilen diyagram Şekil 1’de verilmiştir.
Yalnızlık ve Sosyal Memnuniyetsizlik
Ölçeği’nin doğrulayıcı faktör analizi sonuçlarının uyumuna ilişkin istatistikler
Tablo 3’te verilmiştir.
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
Yalnızlık ve Sosyal Memnuniyetsizlik
Ölçeği’nin kuramsal yapısına ilişkin
kurulan model Şekil 1’de görülmektedir. Kurulan bu modelin uygunluğuna
ilişkin yapılan doğrulayıcı faktör analizinden (Confirmatory Factor Analysis)
elde edilen uyum indeks sonuçlarına
göre, model ve veri arasındaki uyum
yüksektir. Ki-kare değerinin serbestlik
derecesine olan bağımlılığını düzeltmek için bu değer serbestlik derecesine bölündüğünde, elde edilen sonuç
model-veri uyumuna işaret etmektedir.
Buna ek olarak yine model-veri uyumu
göstergelerinden olan CFI (0.93), NFI
(0.88), AGFI (0.90) değerleri model ve
veri uyumunu göstermektedir. Ayrıca,
örneklemden bağımsız olarak SRMR
değerinin olasılığını veren uyum indeksi IFI değeri 0.93 çıktığından, modelveri uyumunun uygun olduğu yorumu
yapılabilir. Modelin standartlaştırılmış
hatalarına ilişkin model uyumunu veren
SRMR değerinin 0.08’den küçük (Hu ve
Bentler, 1999) olması da modelle veri
uyumunun güçlü bir göstergesi olarak
Tablo 3. Yalnızlık ve Sosyal Memnuniyetsizlik Ölçeği’nin Uyum İyiliği Testlerine
(Goodness-of-Fit Indices) İlişkin Değerler
Uyum İyiliği Testlerine İlişkin
Değerler
Yalnızlık ve Sosyal Memnuniyetsizlik
Ölçeği
Chi-Square
DF
P-Value
CFI
NFI
AGFI
IFI
SRMR
RMSEA
90% C.I RMSEA
1401.06
83
P < .05
0.93
0.88
0.90
0.93
0.057
0.058
0.045–0.070
52
Yazıcı, Duyan ve Gelbal
Şekil 1. Yalnızlık ve Sosyal Memnuniyetsizlik Ölçeği’nin Sorularına Uygulanan
Doğrulayıcı Faktör Analizi Diyagramı
değerlendirilebilir. Ayrıca RMSEA değerinin %90 olasılıklı güven aralığının
0.045-0.070 olması, model-veri uyumunun yüksek olduğunu göstermektedir. Model – veri uyumuna ilişkin değerlerin tamamı dikkate alındığında,
kurulan modelin veriyle mükemmele
yakın uyum verdiği, bu nedenle ölçeğin
yapısal geçerliğe sahip olduğu söylenebilir. Ölçeği oluşturan maddelerin
yalnızlık ve sosyal memnuniyetsizlik
örtük değişkenini ölçebildiği kabul edilebilir görülmektedir.
Güvenirlik
Ölçeğin uygulama sonuçları madde
analizine alınmıştır. Maddelerin ayırt
edicilik özelliği olarak bilinen maddetoplam korelasyonları Tablo 4’de verilmiştir. Tablodan da anlaşılacağı üzere
53
Toplum ve Sosyal Hizmet
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
Tablo 4. Yalnızlık ve Sosyal Memnuniyetsizlik Ölçeği’ndeki Maddelerin Maddetest Korelasyonları
Ölçek Maddeleri
Madde-test Korelasyonu
m17
,265
m12
,297
m23
,307
m8
,317
m14
,318
m16
,342
m18
,350
m3
,357
m10
,382
m20
,384
m21
,400
m6
,404
m4
,431
m9
,476
m1
,541
madde-toplam puan korelasyonlarının
0,265 ile 0.541 arasında değiştiği görülmüştür. Korelasyon katsayıları, test
puanlarından madde puanları düşülerek hesaplandığından düzeltilmiş katsayı olarak görülmektedir. Düzeltilmiş
korelasyon katsayıları, düzeltilmemiş
katsayılara göre daha düşük çıkmaktadır. Bu nedenle hesaplanan en düşük
0,265 korelasyon katsayısı yeterli kabul
edilmektedir. Bu katsayının yeterliliği
konusunda Özçelik (2010) 0.20 ve üzerinin yeterli olabileceğini belirtmektedir.
Madde-toplam puan korelasyonlarının
istendik düzeyde olması, bu maddelerle oluşan ölçeğin güvenilir olduğu konusunda da önemli ipuçları vermektedir. Homojen maddelerden oluşan test
de homojen, dolayısıyla güvenilir bir
ölçektir denilebilir.
54
Güvenirlik için, ölçekten alınan puanların tutarlılık derecesi ve ölçeğin homojenliğini belirlemek amacıyla iki yönteme başvurulmuştur. Bunlardan birincisi
test-tekrar test yöntemidir. Bağımsız
anaokulundaki 15 ve anasınıfındaki
20 olmak üzere 35 çocuğa Yalnızlık
ve Sosyal Memnuniyetsizlik Ölçeği iki
hafta arayla iki kez uygulandığında, bu
çocukların ölçekten aldıkları puanlar
arasındaki korelasyon 0.849 (p=000)
olarak bulunmuştur. Bu sonuç ölçeğin
farklı zamanlarda uygulanmasıyla elde
edilen puanlar arasında tutarlılık olduğunu göstermektedir. Bu nedenle ölçek
güvenilir olarak kabul edilmiştir. Ayrıca
ikinci yöntem olarak ölçeği oluşturan
maddelerin iç tutarlılığını veren Cronbach Alpha Katsayısı hesaplanmıştır.
SPSS 16.0 ile maddelerin iç tutarlılık
katsayısı 0.759 olarak belirlenmiştir.
Yazıcı, Duyan ve Gelbal
Yalnızlık ve Sosyal Memnuniyetsizlik
Ölçeği’nin farklı kültürlerde yapılan güvenirlik çalışmalarında; ilkokul çağı çocuklar için Cronbach’s alpha değerinin
0.90 olduğu (Asher ve diğ., 1990:260,
Parker ve Asher 1993:614; Asher ve
Gazelle, 1999:22), 5-7 yaş çocukları için 0,79 olduğu (Cassidy ve Asher,
1992:357), 6 yaş çocukları (okul öncesi
çocuklar) için ise 0.88 olduğu (Vellymalay, 2010:170) belirlenmiştir. Bu
çalışmada ise Cronbach alpha değeri
0.759 olarak belirlenmiştir. Test-tekrar
test yöntemi ve iç tutarlılık katsayısının her ikisi de yüksek bulunmuş ve
bu nedenle Loneliness and Social Dissatisfaction Scale (Yalnızlık ve Sosyal
Memnuniyetsizlik Ölçeği)’nin Türkçe
formunun 60-72 aylık çocukların yalnızlık ve sosyal memnuniyetsizlik düzeylerini değerlendirmede güvenilir bir
ölçme aracı olduğu kabul edilmiştir.
Sonuç
Cassidy ve Asher (1992) tarafından
geliştirilmiş olan Loneliness and Social
Dissatisfaction Scale (Yalnızlık ve Sosyal Memnuniyetsizlik Ölçeği)’ni 60-72
aylar arasındaki Türk çocuklarına uyarlamak amacıyla yapılan bu çalışma
Antalya İli Merkez İlçelerindeki ilköğretim okullarına ve bağımsız anaokullarına devam eden toplam 297 çocuk
üzerinde gerçekleştirilmiştir. Yalnızlık
ve Sosyal Memnuniyetsizlik Ölçeği’ni
oluşturan maddelerin istendik özelliklerde olması ve orijinal haliyle benzerlik
göstermesi, ölçeğin güvenirliğinin ve
geçerliğinin yüksek olması, bu ölçeğin
Türkiye’de çocuklarda yalnızlık ve sosyal memnuniyetsizlik düzeyini belirmede kullanılabileceğini göstermektedir.
KAYNAKÇA
Anderson, J.C. and Gerbing D.W. (1984).
The Effect of Sampling Error on Convergence, Improper Solutions, and Goodness
of Fit Indices for Maximum Likelihood Comfirmatory Factor Analysis. Psychometrika,
49,155-173.
Asher, S.R. and Wheeler, V.A. (1985).
Children’s loneliness: A comparison of rejected and neglected peer status. Journal
of Consulting and Clinical Psychology, 53,
500-505.
Asher, S.R. and Paquette, J.A. (2003).
Loneliness and Peer Relations in Childhood. Current Directions In Psychological
Science, 12 (3) 75-78.
Asher, S.R., Hymel, S. and Renshaw, P.D.
(1984). Loneliness in Children. Child Development, 55,1456-1464.
Asher, S. R., Parkhurst. J. T, Hymel, S. and
Williams, G. A. (1990). Peer rejection and
loneliness in childhood. In S. R. Asher and
J. D. Coie (Eds.), Peer rejection in childhood (pp. 253-273). Cambridge, England:
Cambridge University Press.
Bakkaloglu, H. (2010). A comparison of the
loneliness levels of mainstreamed primary students according to their sociometric
status. Procedia - Social and Behavioral
Sciences, 2(2), 330-336.
Cassidy, J. and Asher, S.R. (1992). Loneliness and peer relations in young children.
Child Development, 63, 350-365.
Cole D. A. (1987). Utility of Confirmatory
Factor Analysis in Test Validation Research.
J Consult Clin Psych. 55,1019-1031.
Fabes, R. A., Leonard, S. A. Kupanoff, K.
and Martin, C. L. (2001). Parental coping
with children’s negative emations: Relations with children’s emational and social
responding. Child Development, 72, 907920.
Hu, L. and Bentler, P.M. (1999). Cut-Off Criteria for Fit Indexes in Covariance Structure
Analysis: Conventional Criteria Versus New
55
Toplum ve Sosyal Hizmet
Alternatives. Structural Equation Modeling,
6,1-55.
Jobe, L.E. and White, S.W. (2007). Loneliness, social relationships, and a broader
autism phenotype in college students. Personality and Individual Differences, 42(8),
1479–1489.
Jöreskog K.G. and Sörbom, D. (1993). LISREL 8: Structural Equation Modeling with
the SIMPLIS Command Language. Hillsdale, NJ: Lawrence Erlbaum Associates
Publishers.
Ladd, G.W. (2006). Peer Rejection, Aggressive or Withdrawn Behavior, and Psychological Maladjustment from Ages 5 to 12:
An Examination of Four Predictive Models.
Child Development. 77 ( 4), 822-846
Lord, F. M. (1980). Applications of Item Response Theory to Practical Testing Problems. New Jersey: Lawrence Erlbaum.
Marcoen, A. and Brumagne, M. (1985).
Loneliness among children and young adolescents. Developmental Psychology. 3,
344-350.
Margalit, M. and Efrati, M. (1996). Loneliness, coherence and companionship
among children with learning disorders. Educational Psychology, 16(1), 69-79.
Margalit, M. (1998). Loneliness and coherence among preschool children with learning disabilities. Journal of Learning Disabilities, 31(2), 173-180.
Margalit, M. (2010). Lonely Children and
Adolescents: Self-Perceptions, Social Exclusion, and Hope. New York, Published by
Springer Science+Business Media.
Marsh, H.W. and Hocevar, D.A. (1988). New
more powerful approach to multitrait-multimethod analyses: application of second-order confirmatory factor analysis. Journal of
Applied Psychology . 73 (1), 107-117.
Marsh, H.W., Balla J.R. and McDonald, R.P.
(1988). Goodness-of-Fit Indices in Confirmatory Factor Analysis: The Effect of Sample
Size. Psychological Bulletin, 102: 391-410.
56
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
McElwain N.L., Halberstadt A.G. and
Volling B.L. (2007).Mother- and father-reported reactions to children’s negative
emotions: Relations to young children’s
emotion understanding and friendship
quality. Child Development. 78:1407–1425.
(http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/
PMC2562604/Erişim Tarihi, 08.08.2013)
Özçelik, D. A. Test Hazırlama Klavuzu, Pegem Akademi Yayıncılık, Ankara.
Page, R.M., Scanlan, A. and Deringer, N.
(1994). Childhood loneliness and isolation:
Implications and strategies for childhood
educators. Child Study Journal, 24(2), 107118.
Parker, J.C. and Asher, S.R. (1993). Friendship and friendship quality in middle school:
Links with peer group acceptance and feelings of loneliness and social dissatisfaction.
Developmental Psychology, 29, 611-621.
Parkhurst, J.C. and Asher, S.R. (1992).
Peer rejection in middle school: Subgroup
differences in behaviour, loneliness, and interpersonal concerns. Developmental Psychology, 28, 231-241.
Parkhurst, J.T. and Hopmeyer, A. (1999).
Developmental change in the source of
loneliness in childhood and adolescence:
Contructing a theoretical model. In K.J.
Rotenbeerf and S. Hymel (Eds.) Loneliness
in childhood and adolescence (pp.56-79)
New York: Cambridge University Press.
Pavri, S. and Monda-Amaya, L. (2000).
Loneliness and students with learning disabilities in inclusive classroom: Self–perception, coping strategies, and preferred interventions. Learning Disabilities Research &
Practice, 15(1), 22-33.
Renshaw, P.D. and Brown, P.J. (1993).
Loneliess in middle childhood: Concurrent
and longitudinal predictırs. Child Development. 64, 1271-1284.
Rubin, K.H., Bukowski, W. and Parker,
J.G.(1998). Peer interactios, relationships,
and groups. In W. Damon (Eds-in-Chief)
and N. Eeisenberg (Vol. Ed.), Handbook of
Yazıcı, Duyan ve Gelbal
child psyhology: Vol. 3. Social, emotional,
and personalty develeopment (pp.619700). New York: Wiley.
Sanderson, J.A. and Siegal, M. (1995).
Loneliness and stable friendship in rejected
and nonrejected preschoolers. Journal of
Applied Developmental Psychology, 16(4),
555-567.
Trawick-Smith, J. (2013). Erken Çocukluk
Döneminde Gelişim (Çok Kültürlü Bir Bakış Açısıyla). (Beşinci basımdan çeviri Edit.
Prof. Dr. Berrin Akman). Ankara. Nobel Yayınları.
Vellymalay, S.K.N. (2010). Loneliness and
Social Dissatisfaction among Preschool
Children. Canadian Social Science. 6(4),
167-174.
Williams, G. V. and Asher, S.R. (1992). Assessment of loneliness at school among
children with mental retardation. American
Journal of Mental Retardation. 96, 373-385.
Yu, G., Zhang, Y. and Yan, R. (2005). Loneliness, peer acceptance, and family functioning of Chinese children with learning
disabilities: Characteristics and relationships. Psychology in the Schools, 42(3),
325-331.
57
Toplum ve Sosyal Hizmet
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
Ek-1: Yalnızlık ve Sosyal Memnuniyetsizlik Ölçeği (60-72 Aylar)
Değerli Katılımcı, bu çalışma okulda çocukların diğer çocuklarla ilişkilerini ve bazı
etkinliklerden hoşlanıp hoşlanmadığını değerlendirmek üzere yapılmaktadır. Aşağıda yer alan soruları çocuklara sorunuz ve verdikleri yanıtları uygun sütunlara
işaretleyiniz. Lütfen yanıtlanmamış soru bırakmayınız.
No
Maddeler
1
Okulda yeni arkadaşlar edinmek senin için
kolay mıdır?
2
3
4
5
Okumayı sever misin?
Okulda konuşabileceğin başka çocuklar var
mı?
Okulda diğer çocuklarla ortak çalışma
yapmada iyi misin?
Çok televizyon seyreder misin?
6
Okulda yeni arkadaşlar edinmek senin için zor
mudur?
7
Okulunu sever misin?
8
Okulda çok arkadaşın var mı?
9
Okulda kedini yalnız hisseder misin?
10
İhtiyacın olduğu zaman bir arkadaş bulabilir
misin?
11
12
Çok spor yapar mısın?
Okuldaki çocuklara kendini sevdirmen zor
mudur?
13
Bilimle ilgilenir misin?
14
Okulda oyun oynayacağın arkadaşın var mI?
15
Müzikten hoşlanır mısın?
16
Okulda diğer çocuklarla aran iyi mi?
17
Okulda faaliyetlerden dışlandığını hissettiğin
olur mu?
18
Okulda ihtiyacın olduğunda yardım
isteyebileceğin arkadaşın var mı?
19
Resim yapmayı ve boyamayı sever misin?
20
Okulda kendini yalnız hissettiğin olur mu?
21
Okuldaki çocuklar seni sever mi?
22
Oyun kartlarıyla oynamayı sever misin?
23
Okulda arkadaşların var mı?
58
Evet
Bazen
Hayır
Görgülü ve Cankurtaran Öntaş
Araştırma
HÜKÜMLÜLERİN
SUÇ DAVRANIŞININ
NEDENLERİNE VE
SUÇ DAVRANIŞI RİSK
FAKTÖRLERİNE
İLİŞKİN DÜŞÜNCELERİ
Prisoners’ Opinions
Regarding Reasons and
Risk Factors of Criminal
Behaviour
Tuğba GÖRGÜLÜ*
Özlem CANKURTARAN ÖNTAŞ**
*Uzman Psikolog, Adalet Bakanlığı
**Doç, Dr., Hacettepe Üniversitesi,
İİBF, Sosyal Hizmet Bölümü
ÖZET
Normatif sosyal düzenin ve yasaların ihlali
olan suç davranışının birçok nedeni olmakla
birlikte suç davranışı, birçok faktörün birleşmesi ya da etkisiyle meydana gelmektedir. Literatürde de suç davranışının birçok nedeni
olduğu ifade edilmektedir. Ancak genel olarak işsizlik, ekonomik sorunlar, ailevi problemler, arkadaş ilişkileri, yaşam koşulları,
çevresel koşullar, kişinin geçmişinde bir suç
davranışının olması, psikolojik problemler,
geçmişinde fiziksel ya da cinsel tacizin olması
gibi faktörler suç davranışının nedenleri arasında gösterilmektedir. Peki suç işlemiş bireyler, suç davranışlarının nedenlerini açıklar-
ken hangi faktörlere atıfta bulunmaktadırlar.
Bu soruya cevap aramak adına, bu çalışma
Ankara Ceza İnfaz Kurumları Kampüsü’ nde
kalmakta olan 60 hükümlüyle yapılmış, 60
hükümlünün onbeşiyle, 60 ile 90 dakika arası
bireysel görüşülmüştür. Hükümlülere, “Neden burada olduğunuzu düşünüyorsunuz?”,
“Ne tür ayrımcılıklarla karşılaştınız”, “Cezaevini anlatır mısınız?”, “Bundan sonra ne
yapmayı düşünüyorsunuz?” soruları sorulmuş ve alınan cevaplar analiz edilmiştir. Bu
çalışma nitel bir çalışma olup, çalışmada katılımcı araştırma yöntemlerinden olan metin
yazdırma yöntemi kullanılmıştır.
Anahtar Sözcükler: Suç davranışı, risk
faktörleri, hükümlüler.
ABSTRACT
Crime behavior happens with the combination or influence of multiple factors in addition to its being a reason of many crime
behaviors which break normative social order and laws. But generally, unemployment,
economical problems, family problems,
friendships, life conditions, environmental
conditions, any prior crimes, physiological problems, and any prior physiological
or physical abuse are shown as reasons of
crime. Which factors do criminal individuals
refer to when they explain their crime behaviors? The research was made with sixty prisoners as participants who were interviewed
individually sixty and ninety minutes with
fifteen of sixty prisoners who were in Ankara
Prisons Campus in order to look for answer
this question. The questions such as “Why
do you think you are here?”, “What kind of
discriminations did you meet?”, “Could you
talk about the prison?”, “What do want to do
after your prison life?”, were asked and the
answers were analyzed. This study is a qualitative work, and a script writing method from
participative research methods was used.
Key Words: Criminal behavior, risk factors,
prisoner
59
Toplum ve Sosyal Hizmet
GİRİŞ
Suç davranışı farklı disiplinlerde tanımlanmış olup genel olarak yasanın
ihlal edilmesi ve normatif kabul edilmiş
sosyal düzende sorunlara neden olan
davranış olarak tanımlanmaktadır (içli,
2004: 4). Literatürde suç davranışının
birçok nedeni olduğu ifade edilmektedir. Suçun nedenleri olarak; kalıtım,
hormonlar, kafa travmaları gibi faktörlerle açıklayan biyolojik teoriler (Dugdale, 1985; Leon-Carrión ve Ramos,
2003; Rada ve diğ., 1976), suçu model
alma ve öğrenmeyle açıklayan sosyal
öğrenme teorisi (Bandura, 1978), suça
makro bir perspektif sunan sosyolojik
teoriler (Baron, 2008; Smångs, 2010)
ve yine suça mikro perspektif sunan
psikolojik teoriler (Adler, 1976; İçli,
2004) suçun nedenlerine ilişkin farklı
bakış açıları getirmişlerdir. Yine de bu
teorilerin tek başına suç davranışını
açıklaması mümkün olmamıştır.
Alan yazısında tek bir faktörle açıklanamayan suç davranışı genel olarak
çoklu faktörlerin birleşmesi ya da bu
faktörlerin etkileşimiyle meydana gelmektedir. Genel olarak işsizlik, ekonomik sorunlar, ailevi sorunlar, arkadaş
ilişkileri, eğitim, yaşam koşulları, çevresel faktörler, kişinin geçmişinde suç
davranışının olması, psikolojik problemler ve geçmişinde fiziksel ya da
cinsel tacizin olması (Biles, 1979; Britt,
1997; Felson ve Jo Lane, 2009; Keels, 2008; Mears ve Field, 2002; Warr,
1993) suç davranışının nedenleri arasında gösterilmektedir. İşsizlik ve suç
arasındaki ilişki hala tartışma konusu
olsa da kronik bir işsizliğin olması ya
da ekonomik problemlerin yoğun olarak yaşanıldığı dönemlerde suç davranışlarında artış olduğu bilinmektedir
(Biles, 1979). Yine evsiz olan ve yanı
60
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
sıra hırsızlık, gasp gibi suç davranışları nedeniyle tutuklanmış olan suç
popülasyonunda işsizliğin daha yoğun
olduğu bilinmektedir (Smith ve diğ.,
1992). Arkadaş ilişkilerinin de suç davranışında etkisi olduğu araştırmalarca
gösterilmiştir. Arkadaş ilişkilerinin suç
davranışına etkisi özellikle çocuk suçluluğunda önemli bir faktör olarak gösterilmektedir (Smångs, 2010; Stepp ve
diğ., 2011). Psikolojik faktörlere baktığımızda ise kişilik bozuklukları, özellikle
antisosyal kişilik bozukluğu, madde
kötüye kullanım hikayesi, hiperaktivite
bozukluğu ve mental bozuklukluklar
gibi faktörlerin (Bennet ve diğ., 2011;
Fridell ve diğ.; 2007; Kröber ve Law,
2000; Männynsalo ve diğ., 2009; Pratt
ve diğ., 2002) suç ile ilişkisi üzerinde
durulmaktadır.
Görüldüğü üzere, suçla ilişkilendirilebilecek birçok faktör vardır. Bu bile bize
suçun tek bir faktörle açıklanamayacağının kanıtıdır. Peki, suç davranışı gösteren bireyler açısından suçun nedenleri nelerdir? Buu soruya cevap bulmak
adına, bu çalışmanın amacı cezaevinde kalmakta olan hükümlülerin kendilerini suç davranışına iten faktörlerin neler olduğu onların gözüyle anlamak ve
suç davranışlarına ilişkin hangi faktörlere atıfta bulunduklarını araştırmaktır.
YÖNTEM
Bu araştırma Mayıs-Haziran 2012 tarihinde Ankara Ceza İnfaz Kurumları
Kampüsü’ nde kalmakta olan 60 hükümlüyle yapılmıştır. Ayrıca bu çalışma
nitel bir araştırma olup, katılımcı araştırma yöntemlerinden metin yazdırma
ve derinlemesine görüşme yöntemleri
kullanılmıştır, veriler birinci yazar tarafından toplanmıştır. Verilerin toplanma
aşamasında çalışmaya dahil edilecek
Görgülü ve Cankurtaran Öntaş
olan katılımcılar cezaevi hükümlü listesinden rastgele seçilmiş, ayrıca, suç
türü dağılımın eşit olmasına dikkat edilmiştir. Çalışmaya katılmayı kabul eden
hükümlüler beşer kişilik gruplar halinde
cezaevi sınıflarına çıkarılmıştır. Çalışmaya başlamadan önce her gruba kendisini tanıtan araştırmacı, bilimsel bir
çalışma yapıldığı, bu çalışmanın mahkeme süreci, cezaevi koşulları ya da
kendilerinin suç davranışı ile ilgili olmadığı ve kişisel bilgilerinin tamamen saklı kalacağı ifade etmiştir. Ayrıca araştırmaya katılmanın zorunlu olmadığı ve
istemeyenlerin ayrılabileceği belirtilmiş, üç hükümlünün katılmak istememesi üzerine çalışmadan çıkarılmışlardır. Hükümlülere, kendilerine dört soru
sorulacağı ve bu sorulara içtenlikle cevap vermeleri ifade edilmiş ve istedikleri her şeyi yazabilecekleri belirtilmiştir.
Söz konusu sorular şunlardır:
1. “Neden
burada
olduğunuzu
düşünüyorsunuz?”
2. “Ne tür ayrımcılıklarla karşılaştınız?
3. “Cezaevini anlatır mısınız?”
4. “Bundan
sonra
ne
yapmayı
düşünüyorsunuz?”
Bu süreçten sonra, yine suç türleri
dağılımına dikkat edilerek, onbeş hükümlüyle yüzyüze görüşme yapılmış,
görüşmeler ortalama 60-90 dakika
arasında değişmiştir.
Hükümlüler tarafından yazılan her metin olduğu gibi tırnak işareti içinde verilmiş ve o ifadenin hangi hükümlüye
ait olduğuparantez içinde numaralarla
belirtilmiştir.
BULGULAR
I.Tanımlayıcı Bulgular
Çalışmaya toplam 60 hükümlü katılmış olup, bu hükümlülerin büyük
çoğunluğunu genç popülasyonun oluşturduğu (%63’ ü 18-32 yaş aralığında),
hükümlülerin %51,7’ sinin bekar, %25’
inin ilkokul mezunu olduğu, %65’ inin
daha önce en az 1 kez cezaevine girdiği, %36,7’ sinin cezaevine girmeden
önce en fazla asgari ücretle geçindiği ya
da hiç gelirlerinin olmadığı, %75’ inin ise
mektup, telefon ya da açık-kapalı görüşlerle ailesiyle görüştükleri bulunmuştur.
II. Nitel Bulgular
Hükümlüler Açısından Suçun
Nedenleri
Bu bölümde hükümlülerin kendilerini
suça iten faktörler üzerinde durulmuş
ve hükümlülerin yazdıkları literatür bilgileri ile eşleştirilerek verilmiştir. Hükümlülere kendilerini cezaevine getiren
nedenleri düşünmeleri ve akıllarına gelen her şeyi yazmaları istenmiştir. Hükümlülerin yazdıkları analiz edildiğinde
aile, arkadaş çevresi, işsizlik, ekonomik
sorunlar, yaşanılan çevre, madde kullanımı, eğitimsizlik ve suç davranışının
cezaevi ortamında öğrenilmesi… vb
faktörlerin suç davranışının nedenleri
olarak karşımıza çıktığı görülmüştür.
Belirtilen faktörlere aşağıda kısaca
değinilmiştir.
Aile
Suç davranışında aile faktörünün rolü
oldukça önemlidir. Aile içinde yaşanan
olumsuz tutumların benimsenmesi, çocuğun suç davranışı göstermesi için
bir risk faktörüdür. Özellikle ailede suç
işleme davranışı söz konusuysabireyin
de suç işleme riski artmaktadır (Van
De Ract ve diğ, 2009; Warr, 1993). Ayrıca ailenin bireyi reddetmesi ya da bireyden desteğini çekmesi bireyin suça
yönelmesini daha da kolaylaştırmaktadır. Kriminoloji bilimi çocuk ve yetişkin
61
Toplum ve Sosyal Hizmet
suçluluğunda ailenin önemi üzerine
vurgu yapmaktadır. Ailelerin, bireylere
agresif, antisosyal ve şiddet davranışını öğretmede güçlü bir model olduğu
ifade edilmektedir. Yine ebeveynlerden
birinin ya da ikisinin yokluğu kişinin
suç davranışı için risk oluşturmaktadır (Hansom ve diğ., 1984; Wright ve
Wright, 1994). Bu çalışmanın popülasyonunu oluşturan hükümlüler de suç
işleme davranışında aile faktörünün
etkisini ifade etmişlerdir.
34 yaşında yaralama suçundan cezaevinde bulunan hükümlünün tek ebeveynli olmanın suç davranışı üzerindeki
etkisini şu cümlelerle ifade etmektedir:
“ Babam yok zaten, çok oldu vefat edeli. Bir annem var. Eve pek gitmezdim,
sürekli evden kaçardım, gezerdik arkadaşlarla, anne –abi dinlemedik. Annem
baş edemedi tabi.” demiştir. (15)
Yine 18 yaşında gasp suçundan ceza
almış bir hükümlü, tek ebeveynli olmanın suç davranışı üzerindeki etkisini şu
cümleleriyle anlatmaktadır: “Babam
vardı yapamıyorduk. Annem baş edemedi. Babam sınırlıyordu, çevrenin iyi
olmadığını biliyordu o yüzden de kızıyordu. Babam gidince böyle olduk, yine
en iyisi (kardeşlerinden bahsediyor)
benim.” (26)
31 yaşında gasp suçu nedeniyle cezaevinde bulunan hükümlü ise suç işleme
davranışında ailenin önemini şu şekilde belirtmiştir: “Ailemin cezaevinden
cıktıktan sonra beni istememesi ve
devletimizin Adaletindeki adaletsizliğinden dolayı buradayım.” demiştir. (27)
Yine 28 yaşında hırsızlık suçundan cezaevinde olan bir hükümlü: “Hem ailevi
sorunlar yani kopuk yaşamım hem arkadaş çevrem hemde biraz da kendi
Aptallığımdan dolayı…” demiştir. (13)
62
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
Yine aile yaşantısının dolayısıyla aile
desteğinin eksikliği, kişinin kendini yalnız hissetmesine ve dolayısıyla umutsuzluğa neden olduğu ifade edilmiştir.
37 yaşında hırsızlık suçu nedeniyle
cezaevinde kalmakta olan bir hükümlü
aile desteğinin olmaması ve dolayısıyla
çaresizliğini şu şekilde ifade etmiştir: “
Çaresizlikten ve kimsesizlikden Anam
ve Babam yok Tek Başıma bir kulum
Bu sepevlerden dolayı sık sık Çeza
Evne girip çıkıyorum napayımki başka”
demiştir. (3)
31 yaşında gasp suçu nedeniyle cezaevinde olan bir diğer hükümlü ise:
“Cezaevinden çıktıktan sonra ailemi
aradım ne babam ne de kardeşim beni
istedi. Annem başkasıyla yakalandı zaten. Babam annemi öldürmemi istedi,
17 yıldır baskı yapıyor. 12 yaşımda elime silah verdi. 12 yaşından beri dışarıdayım, tek yaşarım.” (27)
Ailenin sorumluluklarını yerine getirmemesi, aile kontrolünün ve denetiminin olmaması kişinin suça yönelmesi
için zemin hazırlayan faktörler arasında olduğu da açıktır. Bunu başka hükümlü şu şekilde anlamaktadır: “ 13-14
yaşındaydım, babam koskoca iş yerini
bana bıraktı, o yaşta bana hiç bir şey
sormadı, ne iş yaptığımı sorgulamadı,
altımda araba gezip tozuyordum, 2 cebimde para, şımarık büyüdüm, azıttık
tabi.” (58)
Benzer şekilde aile içinde sorunların
olması, özellikle genç bireylerin evden
uzaklaşmasına ve suç davranışına yönelmesine neden olduğu görülmektedir. Bu durumu başka bir hükümlü şu
şekilde aktarmaktadır. “Manevi sorunlar da var tabi. Aile içi tartışmalar da sıkıntı yarattı. Aile içi sorunlar nedeniyle
eve gitmedim, kaçtım, gittiğim yerde de
Görgülü ve Cankurtaran Öntaş
ne para ne de kalacak yerim oldu. Parasız kalınca da…” (10)
Suç davranışına etki eden aile faktörlerinden bir diğeri de ailede suç davranın olmasıdır. Ailede suç davranışının
olması, bireylerin suç davranışını öğrenmesine ve bir süre sonra suç davranışını normalleştirmesine neden
olmaktadır. Kısaca sosyal öğrenme
zarar verici ve suç davranışların öğrenilmesinde en etkili faktörler arasında
gösterilmektedir (Akers ve Diğ., 1979).
Bu durumu 19 yaşında tüm ailesi cezaevinde olan ve adam öldürme suçu
nedeniyle hüküm almış bir birey şu
şekilde ifade etmiştir:“ Beklide buraya
gelmesem ben ölecektim çünkü bizim
çok pis bi yaşam tarzımız var ama ben
yaşadıklarımı kesinlikle çocuma yaşatmamayı düşünüyorum.” (34)
Bir diğer hükümlü: “akrabalarımızın
hepsinde bi suç var, hepsi azılı katiller
ister istemez yanımızdaki insanlar böyle. Hepsine bakıyorum paralı, bu sefer
noluyor temelli hırslanıyorsun. Bakıyorum hepsi kötü yolla para kazanıyor,
sen de öyle yapıyorsun, zamanında
büyüklerimiz bize iyi yolu öğretseydi,
böyle mi olurdu?” demiştir. (47)
50 yaşında uyuşturucu ticareti suçundan hüküm almış olan bir başka hükümlü ise, ailede, çevrede suç davranışının
olmasının ve ailenin çocuk yetiştirmedeki yanlışlarının bireyin suç davranışını öğrenmesindeki etkisini şu şekilde
ifade etmektedir :“Arkadaş kurbanıyım
kötü çevre itti. Mesela mahallemizin
hepsi bu işi yapıyor, babam yapıyor,
kardeşim, ağabeyim yapıyor, öğreniyorsun… bu güne kadar doğru yolu gösteren olmadı, cahillikten neler olmaz ki,
o yaşlarda bilemiyorsun, göremiyorsun,
kişiliğimi kaybettim.” demiştir. (50)
Yaşanılan olumsuz çevre koşulları
Olumsuz çevre koşulların suç davranışına olumsuz etkisi açıktır. Yapılan
çalışmalarda da özellikle gasp, hırsızlık
ve uyuşturucu gibi suçlarda, yaşanılan çevrenin rolü gösterilmiştir (Keels,
2008; Klingve diğ., 2005).
25 yaşında gasp suçundan cezaevinde
olan bir hükümlü çevrenin suç davranışı
üzerindeki etkisini şu şekilde ifade etmiştir:“ Yetişmiş olduğum cevre ve kişiler tarafından Yanlış yönlendirme ve yönlenme sonucundan dolayı buradayım.” (22)
31
yaşında
uyuşturucu
suçundan ceza almış olan bir başka
hükümlü:“bulunduğumuz ortamlar, aile
ve çevre etkenleri” demiştir. (41)
23 yaşında hırsızlık suçundan ceza almış bir hükümlü: “Devlet Büyüklerimiz
ne zaman Bizlerin Ellerinden tutaçak.
Bizler varoş semptlerde yoksulluk içinde yetişiyoruz…” demiştir. (12)
Bir başka hükümlü: “Oturduğum ortam
da iyi değil. Uyuşturucu satanı var, içeni var, hırsızı var. Sizin aklınızın alamayacağı şeyler oluyor. İnsanlar yan komşusunun evine giriyor, adamın haberi
olmuyor. İyi bir yerde olsak böyle olur
muydu hiç!” demiştir. (10)
Arkadaşlık İlişkileri
Bu çalışmada hükümlüler, suç davranışlarının sebeplerini ifade ederken genel olarak gençlikte yapılan hatalar ve
olumsuz arkadaş ilişkilerine atıfta bulunmuşlar, özellikle genç suçluların suç
davranışlarının nedenlerini genellikle
olumsuz arkadaş çevresi ile açıklamışlardır. Daha çok uyuşturucu, hırsızlık ve
gasp suçu işleyen hükümlülerin, olumsuz arkadaş çevresine atıf yaptıkları
görülmektedir. Yapılan çalışmalarda da
63
Toplum ve Sosyal Hizmet
genç suçluluğunda arkadaş ilişkilerinin
önemine vurgu yapılmaktadır. Ülkemizde Öntaş ve Akşit’ in (2006) çocukların
suça yönelme nedenleri üzerine yaptıkları çalışmada, benzer sonuçlar ortaya
konmuştur. Buna göre çocuklar, suça
itilmelerinde ilk sebep olarak arkadaş
çevresini göstermektedirler.
18 yaşında hırsızlık suçu nedeniyle
cezaevinde olan bir hükümlü işlediği
suçun sebebi olarak;“ arkadas cevremden dolayı burdayim” demiştir. (1)
31 yaşında gasp suçu nedeniyle cezaevinde olan bir hükümlü: “Arkadaş
ortamım da iyi değildi. Yokluktan geliyorsunuz, arkadaşlarınız iyi yaşıyor,
gezdiğiniz ortam, takıldığınız kişiler
farklı. Her şey var uyuşturucu falan her
şey vardı, biraz da özendim. Suça iten
onlar oldu, onların ortamında olmam
için para lazımdı, gasp, hırsızlığı onlardan öğrendim.” demiştir. (27)
18 yaşında gasp suçu nedeniyle cezaevinde olan bir diğer hükümlü ise:
“Arkadaş çevrem de psikopat gibiydi.
Ne aklına gelirse yaparlar. Uyuşturucu
satarlar, kavga dövüş zaten hiç eksik
olmaz. Mahallede doğru düzgün kimse yok. Çocukluktan beri onlarlasınız,
artık bu olayların içinde buluyorsunuz
kendinizi.” demiştir. (26)
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
23 yaşında uyuşturucu ticareti yapmak
nedeniyle ceza alan bir diğer hükümlü ise: “Bulunduğumuz ortam, Kimbilir
Belkide hayat şartları. Bizde istemezdik. Yanlış arkadaş seçimi en büyük
etken bence… ” şeklinde ifade etmiştir.
(49)
İşsizlik ve Ekonomik Sorunlar
Ekonomik sorunların suç davranışı ile
ilişkisini açıklayan birçok teori vardır. Bu
teorilerden bir tanesi Agnew’ in (1992)
açıkladığı Genel Gerilim Teorisidir. Bu
teoriye göre, suçun ilişkili olduğu objektif deneyimler, sübjektif yorumlar ve
duygusal reaksiyonlar olarak 3 temel
durum vardır ki, objektif deneyimlerden
ekonomik sorunların, özellikle işsizlik
olgusunun, suç davranışı ile anlamlı
olarak ilişkilidir. Geçmişte yapılmış olan
çalışmalar bu iki olgu arasındaki ilişkinin zayıf olduğunu söylüyor olsa da
(Chiricos, 1987), günümüzde yapılan
çalışmalar suç davranışı ile ekonomik
sorunların ve işsizlik arasında manidar
bir ilişkinin olduğunu göstermektedir
(Baron, 2008; Britt, 1997; Farrington
ve diğ., 1986). Bu çalışmaya dahil olan
hükümlüler de yaşadıkları ekonomik
sorunların, suç davranışına etkisini ifade etmişlerdir.
30 yaşında gasp suçu nedeniyle cezaevinde olan bir diğer hükümlü: “ Ben
neden burada olduğumu düşündüğüm
zaman aklıma gelen ilk cevap yanlış
zamanda yanlış insanlarla ve arkadaşlarla görüşmemdir ve şu an çok pişmanlığım var” demiştir. (16)
26 yaşında hırsızlık suçu nedeniyle
cezaevinde olan bir hükümlü, yaşadığı ekonomik güçlüklerin suç davranışına olumsuz etkisini şu şekilde ifade
etmektedir:“Fakirlik. Hırsızlık yapmamın sebebi bu, ailemin, benim istediğim hayat kalitesinde bir yaşam sağlayamadığımdan dolayıdır.” (11)
40 yaşında uyuşturucu ticareti yapmak
nedeniyle cezaevinde olan bir hükümlü: “yanlış arkadaşlık ve nefsime yenik
düştüm.” demiştir. (48)
30 yaşındaki bir diğer hükümlü: “Bazen maneviyatın, maddiyat ile geldiğini düşünüyorum. İnsanın ailesi oldumu, bu aileye düzenli bakamaz ise,
64
Görgülü ve Cankurtaran Öntaş
bir çocuğun beslenme çantasına sıra
arkadaşlarının yediklerinden koyamıyorsanız, ailesinin durumu yoksa… yarı
yolda kalır işte… Başka ne çaresi varki!” demiştir. (33)
18 yaşında gasp suçu nedeniyle cezaevinde olan bir başka hükümlü, sabıkalı
olmanın doğurduğu işsizlik sorununun,
kendisini suça ne şekilde ittiğini şu
cümlelerle anlatmıştır. “Aldığımız maaşla ev geçindiremedik. 650 TL para
alıyorsun zaten. Ben de buradayım
işte. Ev kirası, elektriği, suyu yeter mi?
Dolayısıyla yapıyorsun, zaten sabıkan
da var ve her işte çalışamıyorsun, çalıştırmazlar, temiz kağıdı isterler. Temiz
değilsen seni işe alırlar mı? Sonra çaresiz kalıyorsun işte…” demiştir. (26)
55 yaşındaki uyuşturucu ve uyarıcı ticareti yapmak suçundan cezaevinde
olan bir hükümlü, yine sabıkalı olmanın
doğurduğu işsizlik sorunu ve bunun
neden olduğu suç işleme davranışınışu
şekilde açıklamaktadır. “kimse burada olmak istemez. Bir iş istiyorsun,
sabıkalı adamsın, adamlar biz seni
ararız diyorlar. Çoluğun çocuğun var,
ya birinin gırtlağına sarılacaksın ya da
hırsızlık yapacaksın yoksulluktan. İşim
gücüm olsa uyuşturucu satar mıyım
sanıyorsun. İşsizlik başımızı yaktı işte,
sen (devlet) iş verdin de ben mi yapmadım?” demiştir. (47)
Öfke
Öfke problemlerinin suçlu popülasyonunda, özellikle şiddet suçlularında,
belirgin bir özellik olduğu bilinmektedir.
Şiddet suçluları sıklıkla agresif ve öfke
temelli zarar verici davranışlar göstermektedirler (Hollin, 2001). Çalışmalar,
cezaevlerinde öfke problemlerinin şiddet ve fiziksel/sözel saldırganlıkla ilişkili
oluğunu, öfkenin suçlu popülasyonu için
güçlü bir yordayıcı olduğunu göstermiştir (Cornell ve Diğ., 1999).Özellikle şiddet
suçlarında öfke puanlarının diğer suç
türlerine göre daha yüksek olduğu ifade
edilmektedir (Howells ve diğ., 2004). Elbette ki öfkenin şiddet suçları ya da diğer suç grupları için tek başında etken
bir faktör olabileceğini söylemek yanlış olsa da, özellikle şiddet suçları için
önemli bir değişken olduğu gerçektir.
Öfke duygusu bu araştırmada da suç
davranışı için bir önemli bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak sadece adam öldürme suçu nedeniyle
cezaevinde olan hükümlüler, öfkelerini
kontrol edemediklerini ve bu nedenle
suç işlediklerini ifade etmişlerdir. Hükümlüler, yaşadıkları öfke duygusu
nedeniyle suç işlediklerini şu şekilde
anlatmaktadırlar.
35 yaşında adam öldürmekten ceza
almış olan bir hükümlü:“Çocukların
anası beni aldattı. Sonra ailesi geldi,
arayı düzeltmeye çalıştılar, çocuklarımı
düşünüp bağışladım. Eşim, sevgilisini
düşünüp planlar yapmaya çalışıyordu,
bende insanım her şey bir yere kadar,
çok öfkelendim, kendimi kaybettim ve
onu öldürdüm. Çok ama çok pişmanım.” demiştir. (36)
33 yaşında adam öldürme ve yaralama
suçundan hüküm giymiş bir hükümlü,
aile içinde yaşanan öfke sorunlarının
olumsuz öğrenmişlikler için zemin hazırladığını, bireyi olumsuz etkilediğini
ve neticede suç davranışına neden
olduğunu şu cümlelerle anlatmıştır. “
insanın küçük yaşta hem ailesi içindeki
öfkeye, hem de dışarıdaki öfkeye şahit
olması, kendisinin de öfkeli yetişmesine ve kendi gördükleriyle bütünleşmesine neden oluyor. Bundan işte…” (33)
65
Toplum ve Sosyal Hizmet
44 yaşında ateşli silahla adam öldürme
suçundan hüküm almış olan bir diğer
hükümlü: “Eşimin ihaneti ve buna göz
yuman ve bundan menfaat sağlayan
eşimin ailesinin benim üzerime gelmeleri ve beni tehdit ve tahrik etmeleri sonucunda bir anlık öfke ile cinayet işlemem sonucu buradayım.” demiştir. (31)
Diğer nedenler
Bu çalışmada yukarıda belirtilen faktörler dışında iftira, gençlik, cehalet,
kader, özenti, macera, haksız yargılama, sosyal politika eksiklikleri… gibi
olguların bazı hükümlülerce suç davranışlarına neden olan faktörler arasında gösterildiği bulunmuştur. Özellikle
“kadercilik” temasının suç davranışının
meşrulaştırılmasında çok sık kullanıldığı görülmektedir. Kaderci anlayışla hükümlü, yaşadığı olumsuzluğu dış faktörlere yüklemekte, böylece yaşadığı
olumsuz duyguyu hafifletmeye çalıştığı
düşünülmektedir.
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
kendime kızıyorum, benim yaptığım
salaklık senin ne işin olur Adam öldürmekle daha on sekiz günlük bebeğin varken neyse her şerrin altında bir
hayır vardır belkide buraya gelmesem
ben ölecektim.” demiştir. (34)
19 yaşında gasp suçu işlemiş bir hükümlü: “Cahillikten ve suça sürüklenen
çocuk olduğumdan dolayı buradayım.”
demiştir. (14)
Yine 19 yaşında gasp suçu nedeniyle
hüküm almış bir diğer hükümlü: “Cahillik diyelim çünkü 14 yaşındaki bir
çocuğu düşünün cahil dimi ama acısını
halen çekiyorum” demiştir (19)
Yine “haksız yargılama” teması özellikle gasp ve hırsızlık suçlarından hüküm
giymiş bireylerce çok sık ifade edilmiştir. 42 yaşında gasp suçu nedeniyle hüküm giymiş bir hükümlü: “Neden
buradayım? Tamamen iftira ve haksız
yargılamadan” demiştir. (25)
Örneğin 32 yaşında ateşli silahla adam
öldürme ve yaralama suçlarından ceza
almış olan bir hükümlü, işlediği suçu
kadercilik anlayışla dışsallaştırmaktadır. “burada olma sebebim Cenabı
Allah’ ın takdiridir. Bütün bu olanlar kaderdir. Bizim bunun önüne geçmemize
imkân yoktur. Cenabı Allah alnımıza ne
yazdıysa o olur. İnsanların kaderi daha
doğmadan önce alnına yazılmıştır.” demiştir. (28)
26 yaşında hırsızlık suçu nedeniyle hüküm almış bir başka hükümlü: “Esat’
ta oturuyoruz, babam polis memuru.
Aslında sorunum yoktu ama istediğim
hayat başkaydı. 23 yaşındaydım, Çankaya’ daki insanları görüyorum, aramızdaki farkı görüyorsun, özendim. Biraz
da macera diyelim, iyi hayat istiyordum,
arkadaşlarım da bu işi yapıyorlardı, kolay oldu, bu işe girdim. Baktım yeteri
kadar param yok, direkt aklıma geldi
zaten.” demiştir. (9)
Yine 19 yaşında adam öldürme suçu
nedeniyle ceza almış bir diğer hükümlü, suç işleme davranışının sebepleri
arasında cehalet, çocukluk ve kaderi
göstermektedir.“Neden burada olduğumu elbetteki düşünüyorum benim
burada oluş sebebim tamamen çocukluk Düşünmeden hareket ettim. Bazen
Ceza infaz sisteminin amacı bireyleri
cezaevlerine kapatmak değil, bireylerin
rehabilitasyonu ve tekrar suç işlemelerini engellemektir. Ancak en büyük
hedef bireyler suç işlemeden suçun
engellenmesine yönelik yapılan mikro
ve makro çalışmalar olmalıdır. Suçun
engellenmesine yönelik sosyal politika
66
Görgülü ve Cankurtaran Öntaş
eksikliklerinin ya da yanlış politik tutumların suç davranışlarını tetikleyeceği açıktır. Bu noktada suç davranışının
önlenmesinde sosyal politikaların rolü
yadsınamaz. Suç davranışı konusunda
sosyal politika eksikliğinin etkisini 18
yaşında gasp suçu işlemiş bir hükümlü şu şekilde anlatmaktadır. “Devletin
ve yargı kurumlarının bu cezaevine
düşmemde yetersiz kaldığından, bana
karşı kurumların sosyal bir yaklaşım
göstermediğinden, yargının insanları
sadece mahkum edip cezaevlerinde
ıslah etme çabası olduğundan, bana
sahip çıkıp kucak açmadıklarından
Topluma kazandırma gibi bir niyetleri
olmadığından ben şu an bu nedenlerle
buradayım.” demiştir. (24)
Cinsel suçtan hükümlü olanlara baktığımızda on kişiden altısı suç davranışını inkar etmiş, diğerleri ise farkındalığını olmamasına ya da adalet ve yargı
sistemindeki hatalara atıfta bulunmuşlardır. Buna göre bir hükümlü: “insan
küçümseniyor tabi burada, çünkü yüz
kızartıcı bir suç, ben olsam ben bile
öyle düşünürüm. Dışarı çıktığımda da
bu suçun bana ait olmadığını anlatacağım herkese. Benim 15-16 yaşında
bir kızım var, o da biliyor zaten bu suçu
yapmadığımı, kendimden eminim” demiştir. (59)
“Kız kaçırma” olgusunun ülkemizde
cinsel suç kapsamında değerlendirildiğinden, temelde kız karçırma nedeniyle
ceza almış birçok hükümlü bulunmaktadır. Bu durumun adaletsizlik olduğunu düşünen ve kendine göre yargı
sisteminin yanlışlarına atıfta bulunan
bir hükümlü bu durumu şu şekilde ifade etmiştir. “Yaptığım olay iyi niyetle
bile olsa bir suç iki seveni kavuşturmak
için. Yaptığım suçtan pişmanlık duymuyorum çünkü 2 çocuklu mutlu bir aile
oluştu. 33 gün hapis yattık tahliye olunca evlendiler, ama ben 11 yıl sonra neden ceza aldım hala anlayamadım. Benim cinsel suçum olmamasına rağmen
çok utanıyorum. Neden bu koğuştayım
diye kızıyorum, çünkü çok kötü suçu
olanlar var burada, onlarla yatmaktan
çok rahatsızım. Evlenmek için kız kaçıranla seri sapıkların bir arada olması
çok yanlış bence. Bir an önce tahliye
olup bu azaptan kurtulmak istiyorum”
demiştir. (55)
Cinsel suçun bir diğer boyutu da para
karşılığı yapılan cinsel ilişkilerde taraflar arası yaşanan sorunlardır. Bu tarz
ilişkiler sonucu olan anlaşmazlıklar
kişilerin adli sistem içinde ceza almalarıyla sonuçlanmaktadır. Bu olumsuz
durumu bir hükümlü şu şekilde ifade
etmiştir. “İftira olduğunu söylemek istiyorum çünkü iftira. Para istediler vermeyince şikayetten ettiler. Çoğu insan
artık bu işi meslek haline getirmiş durumda. İnsanların hayatıyla oynuyorlar.
Şikayet edip para veya değerli eşyalar
istiyorlar vermeyince de ya şikayetten
ya da kamudan ceza aldırıyorlar böylece çoğu insanın hayatını karartıyorlar”
demiştir. (54)
Yine başka bir hükümlü: “Yanlış bir zamanda yanlış insanların yanında bulunduğum için. Çünkü bizlere para karşılığı kurulmuş bir tuzağa düşürüldüm
ve iftiraya uğradım ve bu şahıslar 2007
yılına kadar bu faaliyetlerine devam ettiler. Bu konulara biraz dikkat edilmesini istiyorum bu olaydan 7,5 yıl ceza aldım ve halen neden olduğunu anlamış
değilim” demiştir. (53)
Ayrımcılık
Bu bölümde hükümlülere “ne tür ayrımcılıkla karşılaştınız? ” sorusu
67
Toplum ve Sosyal Hizmet
sorulmuş, cezaevindeki ya da dışarıdaki hayatlarında herhangi bir ayrımcılığa
uğrayıp uğramadıkları ve maruz kaldıkları ayrımcı tutum ve davranışların suç
davranışlarına olumsuz bir etkisi olup
olmadığı anlaşılmaya çalışılmıştır.
Hükümlülerin bu soruyu yanıtlarken
oldukça zorlandıkları gözlenmiştir. Gerekli açıklama yapılmış olsa da bazılarının soruyu anlamadıkları ve dolayısıyla
soruyla ilişkili olmayan yanıtlar verdikleri gözlenmiştir. Örneğin 5275 sayılı
kanuna göre cezaevinde aynı suç türündeki mahkûmların aynı koğuşta kalmaları zorunluluğu, “ayrımcılık” olarak
algılamıştır. Hükümlüler genel olarak
herhangi bir ayrımcı davranışa maruz
kalmadıklarını belirtmişlerdir. Ayrımcı
tutum ve davranışlara maruz kaldıklarını söyleyen hükümlüler ise genel
olarak suç türü, etnik köken, ekonomik
ya da suç işlemiş olduklarından dolayı
ayrımcı tutum ve davranışlara maruz
kaldıklarını belirtmişlerdir. Yine de suç
türü hariç diğer nedenlerin somut gerekçeleri olmadığı gözlenmiştir.
Suç türü nedeniyle ayrımcılığa uğradıklarını söyleyenler genel olarak cinsel
suç nedeniyle cezaevinde olan hükümlülar olduğu bulunmuştur. On cinsel
suçludan sekizi (%80), suç türleri nedeniyle ayrımcılığa uğradıklarını ifade
etmekte, suç türleri nedeniyle utanç
duymakta ve yaşadıkları olumsuz
duygulardan bahsetmektedirler. Örneğin;30 yaşında “çocukları fuhşa teşvik
etmek ya da yaptırmak” suçu nedeniyle
ceza almış bir hükümlü, yaşadığı ayrımcılığı şu şekilde ifade etmektedir.
“Ayrımcılık bütün cezaevlerinde var.
Suç cinsel olunca bütün mahkûmlara
ayrımcılık yapıyorlar. Bunu da gerek
sözle gerekse iş yaptırarak belli ediyorlar” demektedir. (56)
68
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
22 yaşındaki bir diğer mahkûm: “Cinsel
diyip konsere çıkarmıyorlar kavga falan
çıkar diye. Çoğu faaliyetlere katılmıyoruz temizlikleri biz yapıyoruz. Çocuğundan, kardeşinden yararlananla aynı
koğuştayız, bize de onlar gibi muamele
yapıyorlar” demiştir. (54)
26 yaşındaki yine cinsel suç nedeniyle
ceza almış bir diğer hükümlü: “Cezaevinde selam almıyorum. Cinsel suç
olduğum için insanlar yüzüme bile bakmıyor bazen, çok gücüme gidiyor –Ağlıyor-. Daha önce de cezaevindeydim
ama hiç böyle ayrımcılıklarla karşılaşmadım. Kardeş ne yapıyorsun deyip
konuşuyorlardı. –Ağlıyor-” demiştir. (58)
Gasp suçu nedeniyle cezaevinde olan
bir diğer hükümlü, yine cinsel suç türü
nedeniyle ayrımcılığı şu şekilde ifade etmiştir. “4 dosyadan yargılandım,
bir tanesi de cinsel suçtu fakat beraat
ettim. Cinsel suçta ister suçlu ol istersen suçsuz, yargı aşamasında bile bu
suçta ayrımcılık ve dışlanma gördüm.
İnsanların cezasını adalet veriyor ikinci
bir cezaya gerek yok diye düşünüyorum.” demiştir. (16)
Diğer bazı hükümlüler suç işleme davranışları nedeniyle ayrımcılığa maruz
kaldıklarını belitmişlerdir.
19 yaşında, gasp suçu nedeniyle ceza
almış bir hükümlü, suç işleme davranışı
nedeniyle yaşadığı ayrımcılığı şu şekilde anlatmaktadır: “cezaevine girdim,
çıktım. İnsanlar korkuyorlardı, soğuk
davranıyorlardı, dışlanmış gibiydim. Cezaevine girmiş çıkmış dediler. Benden
uzak durmak istediler.” demiştir. (15)
31 yaşında gasp suçu nedeniyle ceza
almış olan bir hükümlü, yine suç işleme
davranışı nedeniyle dışlandığını ve ayrımcılığa uğradığını şu cümlelerle ifade
Görgülü ve Cankurtaran Öntaş
etmiştir: “suçlu olduğumdan ve sabıkalı bir insan olduğum için beni ilk başta
ailem suçladı ve sonra çevremdeki insanlar. Bana kol-kanat gerselerdi beni
kendilerinden ayrı tutmasalardı şu an
burada olmazdım.” (27)
Sadece bir hükümlü etnik ayrımcılıktan
bahsetmiştir. 28 yaşında gasp suçu nedeniyle hüküm giyen bir hükümlü etnik
ayrımcılığa uğradığını ve bu nedenle
suç işlediğini ifade etmiştir. “Doğulu olmamdan dolayı hep toplum tarafından
dışlandım tabi genel olarak bu durumla
karşı karşıya kalmadım ama yaşamın
boyunca hep karşılaştım bu beni toplumun dışında bıraktı suça itti. Bu sebepten dolayı suça karıştığım için çok
pişmanım” demiştir .(13)
Bir diğer hükümlü yargı sistemindeki
ayrımcı tutum ve davranışların sonuçlarına atıfta bulunmaktadır. Buna göre:
“Ben 14 yaşında girdim ama çocuk
mahkemesinde yargılanmadım nedir
bu hep 1. ağır cezada yargılandım sizce bu ayrımcılık değil mi? Belki de özgür olacaktım ya da az ceza alacaktım”
demiştir. (19)
Yine başka bir hükümlü ekonomik
problemelerin ve sınıfsal ayrımların ayrımcılığa neden olan faktörler arasında
göstermektedir. Buna göre: “1. Sınıf,
2.sınıf, 3. Sınıf insanlar var. Tamamen
3.sınıf insanlar yerine koyduğumuz için
bu tür ayrımcılıklar üzerine maddi ve giyime önem verdiklerinden bizler 3.sınıf
oluyoruz, bundan dolayı ayrımcılık yapıyorlar” demiştir. (12)
Suç Döngüsünde Cezaevinde
Yaşamak
Bu bölümde hükümlülere “cezaevini
anlatır mısınız?” sorusu yöneltilmiş,
nerdeyse her hükümlünün cezaevine
karşı olumsuz düşünceleri olduğu gözlenmiştir. Yanı sıra hükümlüler, kapalı
ortamda kalmanın, aile ve arkadaşlardan uzak olmanın kendilerinde yarattığı
olumsuz duygulardan bahsetmişlerdir.
Cezaevi yaşantısının en problemli yaşantılardan biri olduğu açıktır. Kapalı
ortamda kalmak, dışarıyla bağlantıya geçememek, aile ve arkadaş gibi
sosyal desteklere istedikleri zaman
ulaşamıyor olmak hükümlülarde ciddi
problemlere neden olmaktadır (Yılmaz,
1997). Konuyla ilgili yapılan çalışmalarda, cezaevindeki bireylerde çeşitli
psikiyatrik bozuklukların yanı sıra kendine zarar verme ve intihar davranışları
gibi birçok sorunlar oduğu bulunmuştur
(Görgülü ve Kışlak, 2012; Kaya ve diğ.,
2004; Motiuk ve Porporino, 1992).
Bu çalışmaya dahil olan hükümlüler kapalı ortamda yaşamanın, özgürlüğün
kısıtlanmış olmasının, aile ve arkadaşlardan uzak olmanın yarattığı olumsuz
duygu ve düşünceleri şu cümlelerle
anlatmışlardır. 20 yaşında cinsel suç
nedeniyle ceza almış olan bir hükümlü:
“Bir insanın hayatı boyunca hiç girmek
istemeyeceği özgürlüğünün kıymetini
anladığı ama anlasa da geriye dönüşü olmayacağı bir hata yaptığı için çok
pişman olacağı bir yer. Anne, baba,
kardeş özlemiyle yanıp tutuştuğu bir
yer.” demiştir. (60)
26 yaşındaki cinsel suç nedeniyle cezaevinde olan bir diğer hükümlü: “bir
canlının en büyük kazancı özgürlüktür.
Bana hayatta daha önce sorsalardı
neyini kaybetmek istemezsin diye özgürlük derdim tereddütsüz. Şimdi özgür değilim. Buradaki yaşanan her şey
gelip geçsin istiyorum bir anda. Burası
anlatılmaz sadece yaşamak lazım anlamak için” demiştir. (58)
69
Toplum ve Sosyal Hizmet
22 yaşındaki cinsel suç nedeniyle ceza
alan bir diğer hükümlü yaşadığı olumsuz duyguları ve bu duyguların neden
olduğu olumsuz sonuçlarını şu cümlelerle anlatmaktadır: “Cezaevi kimsenin
girmek istemediği bir yerdir. İnsanlar
buraya düştüğünde hayatın ne kadar
değerli olduğunu ve özgürlüğün tadını
çıkarmasını bilmediğini burada anlayıp
bir daha düşmemek için elinden gelen
her şeyi yapmaya çalıştığı bir yer ve
burası insanların hayatlarını karartan
kimilerini intihara, kimilerini kendine
zarar vermeye zorlayan bir yerdir” demiştir. (54)
51 yaşındaki hırsızlık suçu nedeniyle
cezaevinde olan bir hükümlü ise: “Perişanlık çektiren hayattan bıktıran mezardan önce gelinmesi gereken son
yer” demiştir. (20)
27 yaşında adam öldürme suçu nedeniyle ceza almış olan bir hükümlü, hem
kalabalık içinde kapalı ortamda kalmanın verdiği sıkıntıyı hem de cezaevinin
kalıplaşmış jargonunun yarattığı problemleri şu şekilde anlatmıştır: “Güzel
bir yer değil, buna emin olun. Komik kurallar var mesela, bacak bacak üstüne
atılmaz, volta atarken kimsenin önüne
geçilmez geçilirse küfür ediyorsun anlamı çıkıyormuş. Dört duvar arası tabut
işte uğraşacak bir şeyler lazım insanlara, onlar da garip kurallar çıkarıyorlar.
TV’ den kavga çıkar, yan baktın kavga,
benim sandalyeme oturdun kavga…
yani bir dünya saçma enerji birikir, toprak yok, çim yok enerji nereye gidecek?
Kavga edilir, stres atılır… Kışın çok soğuk olur kalorifer yansa da romatizma
falan olursunuz duvardan soğuk geldiği için, sürekli sıkıntı yaparak yatarsınız
yavaş yavaş böbreklerin iflas etmeye
başlar… 37 ekran TV’ yi 20-25 metre
uzaktan izleyince gözler bozulmaya
70
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
başlar, sürekli düşünmekten psikolojin
bozulmaya başlar. Spor yapamazsınız,
spor dediğimde volta, kemikler uyuşmaya başlar ve zamanda sıkıntı yaratır.
Yani burası iyi bir yer değil, hiç gelmeyin” demiştir. (32)
Bazı hükümlüler de cezaevinde olmanın ıslah edici yanından bahsetmiştir.
Ancak bu hükümlüler de ıslah edici
yanından bahsederken, cezaevinin
olumsuz davranışları pekiştirici ve suçu
öğretmeye yönelik bir yer olduğu gerçeğini de ifade etmişlerdir.
19 yaşındaki adam öldürme suçu nedeniyle cezaevinde olan bir hükümlü,
farkındalığının arttığını şu cümlelerle
anlatmıştır. “Cezaevi bir açıdan benim
için iyi bir yer oldu. Kendimi tanıdım,
kendime göre daha sağlıklı düşünmeye başladım nerde nasıl davranacağımı öğrendim bi açıdanda çok kötü bir
yer aile ve sevdiklerinden hepsinden
uzaksın işte!” demiştir. (19)
26 yaşında ‘kullanmak için uyuşturucu
madde temin etmek’ suçundan ceza
almış olan bir hükümlü ise ceza infaz
sisteminin farkındalık kazandırabileceğini şu cümlelerle anlatmıştır: “Cezaevi insanlara düşünme zamanı veriyor.
Dışarıda insanlar her şeyi düşünmez,
yaptıklarını düşünmez. Ama burada
her şeyi ayrıntılı bir şekilde düşünüyorsunuz. Yaptığınız hataları bir daha yapmayacağanıza söz veriyorsunuz, ama
burası ömür çürüten bir yer…” demiştir.
(42)
40 yaşındaki uyuşturucu ticareti yapmak suçu nedeniyle cezaevinde olan
bir hükümlü, cezaevinin ıslah edici ve
aynı zamanda suç davranışını pekiştirici ve öğretici yanını şu şekilde ifade
etmiştir. “Cezaevi insanların özgürlüğünü elinden almaktadır. Hasreti, özlemi
Görgülü ve Cankurtaran Öntaş
görmektir. Aslında bir nevi doğruyu
bulmak için çok ama çok kısa süreli
yatanlar bunu anlamalı ve bir daha girmemelidir. Uzun yatanlar için pek fazla
bir şey söylemek istemiyorum. Sadece
uzun yatan mahkumlar çok daha suça
meyilli ve kinci olur.” demektedir. (48)
Bir diğer hükümlü: “Allah kimseyi düşürmesin, buralar çok zor. Özgürlüğün
yok, yuva yıktırır, aç kal açıkta kal ama
dışarıda ol. İnsan burada uyuşturucu
bağımlısı olur, iş yok güç yok, ilaç alıyorlar yatıyorlar, yatıp kalıyorlar…normal olanda kendini kaybediyor, resmen
uyuşturucu bağımlısı oluyorlar.” biçiminde ifade etmiştir. (6)
49 yaşındaki gasp suçu nedeniyle cezaevine girmiş olan bir diğer hükümlü
şöyle belirtmiştir: “Cezaevi insanları
topluma kazandırmak için yapılan ceza
çekme yerdir. Ama ne suç olursa olsun
onun pişmanlığı duymak ve dışarı sosyal hayata çıktığı zaman geçmişteki
yaşadığı yer beynin bir yerine kazımasıdır”. (17)
olumsuz etkisini şu şekilde anlatıyor:
“Cezaevleri insanları ıslah olmaları için
kurulmuş bir tesis. Bence bu böyle değil insanlar buraya girip çıkınca daha
da azılı suçlular olarak çıkıyorlar…” demiştir. (10)
18 yaşında gasp suçu nedeniyle yine
birkaç kez cezaevine girmiş olan bir
diğer hükümlü ise cezaevini şu cümlelerle anlatmaktadır. Cezaevi benim
görüşüme göre insanı bitiren hayatını
karartan tüm hayallerini yıkan ve insanı
ıslah etmeye çalışıldığı ama kesinlikle
ıslah etmeyen suç potansiyelini Toplumda Tavan yaptıran suç artışını daha
kolay sağlayan Devletin bir kurumu
bence…” demiştir (24)
Gelecekle İlgili Planlarına Dair
Düşünceler
18 yaşındaki gasp suçu nedeniyle ceza
almış bir diğer hükümlü ise suç davranışının öğrenilmesini şu şekilde anlatıyor: “15-30 suçlu bir arada yatıyor.
Herkes anlatıyor suçlarını suçu öğreniyorlar, çıkınca daha profesyonel oluyorlar. Burası insanların düzelmesini
ve arındırılmasının sağlanmasını sağlayan kapalı bir ortam olarak bilinmektedir. Ama ne yazık ki tam tersi insanlar
akıllanacağı yerde cezaevinde kurmuş
oldukları arkadaşlıklarla daha da kötü
bir suçlu haline geliyorlar. Ben her şeyi
burada öğrendim.” demiştir. (26)
Bu bölümde hükümlülere “bundan
sonra ne yapmayı düşünüyorsunuz?” sorusu yöneltilmiştir. Bu soruyla
hükümlülerin gelecekle ilgili bir planlarının olup olmadığı anlaşılmaya çalışılmıştır. Cevaplar analiz edildiğinde bir
kısmının gelecekle ilgili, özellikle evlilik
ve çalışma hayatı ile ilgili, planları olduğu gözlenmiş, aynı zamanda bu hükümlüler bir daha suç işlememe, anne
ve babanın sözünden çıkmama ya da
hayırlı bir evlat olma… gibi geleceğe
dair olumlu düşüncelerinden bahsetmişlerdir. Aksine diğerleri ise, özellikle
uzun süre ceza alanlar, gelecekle ilgili
bir planları olmadığını, dahası geleceğe dair umutsuz olduklarını belirmişlerdir. Gelecekle ilgili olumlu planları olan
hükümlüların ifadeleri şu şekildedir:
26 yaşında hırsızlık nedeniyle cezaevinde olan ve birkaç kez cezaevine girmiş olan bir diğer hükümlü cezaevinin
suç davranışını öğrenme üzerindeki
32 yaşında cinsel suç nedeniyle cezaevinde olan bir hükümlü, geleceğe
dair beklentilerini şu şekilde açıklamıştır: “Tahliye olduğum zaman işime
71
Toplum ve Sosyal Hizmet
kaldığım yerden devam edeceğim, şirketimi büyütmek ve daha çok istihdam
sağlamak istiyorum, ve inşallah alnımda yazılı insanı bulup mutlu bir evlilik
yapmak istiyorum.” demiştir. (55)
27 yaşında adam öldürme suçu nedeniyle ceza almış olan bir hükümlü, cezaevinden çıktıktan sonraki planlarını
şu şekilde anlatmaktadır: “Çok güzel bir
hayatım varken buralara gelmek zorunda kaldım. Bundan sonra eski düzenimi tekrar kurup huzurlu ve mutlu olmak
istiyorum. Giden gitmiş olacak yıllar
geçmeye devam edecek ama buradan
ne kadar çabuk kurtulursam o kadar
çabuk geçmişle değil gelecekle yaşayacağım. Ve en sonunda da düzenimi
tekrar sağladıktan sonra evlenip güzel
bir aile kurmak istiyorum.” demiştir. (29)
31 yaşında gasp suçu nedeniyle cezaevinde olan bir diğer hükümlü ise: “buradan çıkıp topluma faydalı bir insan
olarak yaşamayı amaçlıyorum suçtan
uzak bir yerde, geri kalan zamanımı değerlendirmek istiyorum.” demiştir (27)
21 yaşında cinsel suç nedeniyle cezaevinde olan bir başka hükümlü özgür
olmayı hayal ettiğini ve aynı zamanda
ailesiyle planladığı yaşamı şu şekilde
anlatmaktadır: “Bundan sonra sadece
dışarı çıkmayı ve özgür olmayı hayal
ediyorum, ailemle tertemiz bir sayfa
açıp kalan yoluma devam etmek istiyorum.” (52)
26 yaşında cinsel suç nedeniyle cezaevinde olan bir hükümlü hem dışarı
çıktığında güzel bir yaşam beklentisi
içerisinde olduğunu hem de uzun süreli
ceza aldığından dolayı yaşadığı umutsuzluk duygusunu şu şekilde anlatıyor:
“Bir gün gelirde bu cezaevinden çıkabilirsem, kendi evime ve bir aileye o kadar
çok ihtiyacım var ki. İşime girip güzel
72
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
bir yuva kurmak istiyorum, sabah işime
akşam evime gelmek hayata ve aileme
hiç bırakmayacak gibi sıkı sıkı sarılmak
istiyorum. Bir de düşünüyorum gencin
kötüsü olur mu acaba. Burada yıllarca
yatan bir insan dışarıda ne yapabilir ki?
Sahiplenen olur mu ki?” demiştir. (58)
Umutsuzluğunu ifade eden hükümlülerden biri ise: “28 sene sonra çıkacam
gibi görünüyor. Bu sürede ben psikopat
olurum. İçeride 24 saat sevmediğin insanlarla bile olsa yan yana olmak zorundasın. Ayrılamıyorsun… buradan
emekli olacağım ben, kaybolmuş bir ailem olacak, belki herkes ölmüş olacak.
Ben de o saatten sonra bir şey yapamayacağıma göre ben de kaybolurum
herhalde…” (9)
35 yaşında adam öldürme suçu nedeniyle ceza almış bir diğer hükümlü gelecekle ilgili umutsuzluğunu şu ifadelerle anlatmaktadır: “20-25 sene sonra 60
yaşında olacağım yaşarsam o yaştan
sonra benden bir şey olmayacağı için
hiç plan yapamıyorum. Nasıl olsa iş de
bulamam. Ya fakirlikten ya da iş bulamamaktan ölürüm herhalde. Benim sonum belli” demiştir. (30)
Yine 51 yaşında adam öldürme suçu
nedeniyle müebbet hapis cezasıyla
yargıtayda yargılanan bir hükümlü yaşadığı umutsuzluk duygusunu şu cümleleriyle anlatıyor:“Kaç yıl alacağım
Allah bilir. Çıktığımda en az 70 olurum
herhalde, o saatten sonra ne yapılır
ki? Hiç ümidim yok ama Allah bana
fırsat verirde çıkarsam insanların iyiliği
için çalışırım herhalde. Burada bunları
daha iyi görme fırsatım oldu keşke buraya girmeden önce bunları düşünebilseydim.” demiştir. (37)
Görgülü ve Cankurtaran Öntaş
TARTIŞMA
Bu araştırma ile farklı suç türlerinden
hükümlü bireylerin suç davranışlarının
nedenleri, ayrımcılık deneyimleri ve
gelecek planlarına ilişkin görüşleri nitel
araştırma yöntemi ile ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır. Bu araştırmaya katılan
60 hükümlüye “Neden burada olduğunuzu düşünüyorsunuz?”, “Ne tür ayrımcılıklarla karşılaştınız?”, “Ayrımcılıkla
karşılaştıysanız sizce nedeni ya da
nedenleri nelerdir?”, “Cezaevini anlatır
mısınız?”, “Bundan sonra ne yapmayı
düşünüyorsunuz?” soruları yöneltilmiştir. Bu çalışma niteliksel bir araştıma
olup, çalışmada katılımcı araştırma
yöntemlerinden metin yazdırma ve
derinlemesine görüşme yöntemi kullanılmıştır. Katılımcılara öncelikle metin
yazdırılmış, bu işlemden sonra onbeş
hükümlü ile yüz yüze görüşülerek yazdıkları üzerine derinlemesine görüşme
yapılmıştır.
Bu çalışmada, cinsel suç işlemiş bireylerin %60’ ının (n=6), suç davranışlarını kabul etmedikleri ve aldıkları cezayı
hak etmediklerini düşündükleri bulunmuş olup, cinsel suç işlemiş hükümlülerinin bir kısmı ise cinsel suç koğuşunda
kalmaktan duydukları rahatsızlığı dile
getirmişlerdir. Cinsel suçlulardaki bu
inkâr davranışı, hükümlülerın suçun niteliği nedeniyle çevre tarafından dışlanıyor olmaları,saldırgan ve reddedilme
davranışlarıına açık olmaları, toplumda
yoğun korku ve kaygı duyguları uyandırmaları (Levenson ve Diğ., 2007) nedeniyle suç davranışlarını reddettikleri
ve benliklerini rahatlama yoluna gittikleri düşünülmektedir. Ayrıca yapılan çalışmalarda cinsel suç işlemiş bireylerde
davranım bozuklukları gibi psikiyatrik
olguların sık rastlandığı bulunmuştur
(Galli ve Diğ., 199; Kavoussi ve Diğ.,
1988). Dolayısyla cinsel suç işlemiş bireylerde varolan davranış bozuklukları
gibi psikopatolojiler, bu bireylerin suç
davranışların inkar etmelerine ve davranışlarını manipüle etmelerine neden
olduğu düşünülmektedir. .
Kız kaçırma olgusuna baktığımızda,
kız kaçırma Türkiye’nin kültürel yapısı
bağlamında evlenme gelenekleri arasında gösteriliyor ve kültürel bir olgu
olarak ifade ediliyor olsa da (Tezcan,
2003), kızın rızası yoksa ya da reşit olmayan kızla cinsel ilişki söz konusuysa Türk Ceza Kanunu’ na göre cinsel
suç kategorisinde yer almaktadır ve
cezai müeyyide söz konusudur. Bu
çalışmada da “kız kaçırma” nedeniyle
cezaevinde olan bireylerin, yaptıkları
eylemi suç davranışı olarak algılamadıkları hatta evlenenlere yardım ettiklerini düşündükleri, bu nedenle cinsel
suç koğuşunda kalmak istemedikleri
görülmüştür. Bu sorunun ortadan kaldırılması adına bu bireylerin cezaevi
içerisinde başka koğuşlarda kalmaları
gerektiği ve böylece “kabullenmeme”
duyguları nedeniyle yaşadıkları olumsuz duyguların minimize edilmesi gerektiği düşünülmektedir.
Yapılan bu çalışmada aile faktörünün
suç davranışında oldukça önemli bir
değişken olduğu bulunmuştur. Buna
göre ailenin bireyi reddetmesi, aile
birlikteliğinin noksanlığı ya da ailenin
sorumluluğunu yerine getirmemesi,
çocuk üzerinde aile kontrolünün eksikliği, ebeveynlerden birinin ya da ikisinin
yokluğu, aile içi sorunlar, aile içi şiddet
ve ailede suç davranışının olması…
gibi ailesel faktörlerin bireylerin suç
davranışı için önemli faktörler olduğu
bulunmuştur. Yapılan çalışmalar bu
çalışmanın bulgularını destekler niteliktedir. Hanson ve ark. (1984) 163 aile
73
Toplum ve Sosyal Hizmet
ve bu ailelerin erkek çocukları ile yaptıkları çalışmada, aileleri ile çocuklarının suç davranışları arasındaki ilişkiyi
araştırmışlardır. Çalışmanın sonuçlarına göre, 89 erkek çocuğun babasının
olmadığı gözlenmiş ve ebeveynlerin en
az birinde sosyal agresyon bozuklukluğunun olması, erkek çocukların suç
davranışları için en iyi yordayıcı değişken olduğu ortaya çıkmıştır. Yine Öntaş
ve Akşit’ in (2006) 69 suça sürüklenen
çocuk ile yaptıkları nitel çalışmada, aile
içi bağların zayıf olan ve aile etkileşimlerinde sorun yaşayan çocukların, suç
davranışlarına daha eğilimli oldukları
bulunmuştur. Yine ailede suç davranışının olması bireydeki suç davranışı
için önemli belirleyici bir faktör olduğu
görülmektedir. Yapılan çalışmalar da
bu bulguyu destekler niteliktedir. Van
de Ract ve ark. (2012) ebeveynlerin suç
deneyimlerinin çocuklarının kriminal
davranışları üzerindeki etkisini inceledikleri çalışmalarında, ebeveynlerin
suç davranışı ile çocukların suç işleme
davranışları arasında anlamlı bir ilişki
olduğunu bulmuşlardır. Yine Goodwin
ve Davis’ in (2011) yaptıkları çalışmada, ailede kriminal davranışı olan çocukların, ailesinde böyle bir deneyim
olmayan çocuklara göre (erkekler için
%70, kızlar için %80 ve üzeri) suç işleme davranışı açısından daha riskli oldukları bulunmuştur. Ailenin, çocuğun
psikolojik ve sosyal gelişimde en önemli faktörlerden olduğu bilinmektedir.
Sorunlu yetişen bir çocuğun, ailesinde
de sorunlu yetişkin ya da yetişkinlerin
olacağı açıktır. Bu nedenle ailelere
çocuk gelişimi, anne-baba eğitimi gibi
eğitimler verilmelidir. Ayrıca şiddete
eğilimli ebeveynlere psikolojik destek
sağlanması ve bu uygulamaların makro boyutta bir sosyal politika olarak benimsenmesi gerektiği düşünülmektedir.
74
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
Bu çalışmada suç davranışı ile yaşanılan yerin ilişkili olduğu bulunmuştur.
Buna göre suç davranışının yoğun
olduğu, yoksulluk içinde ve fiziksel
imkânların oldukça yetersiz olan bir
yerde yaşamak bireylerin ileride suç işlemelerine etken olabileceği görülmüştür. Yapılan çalışmalarda da benzer sonuçlar elde edilmiştir. Sosyal çevrenin
suç davranışı üzerindeki etkisi araştırılan bir çalışmada, suçlu bireylerle suç
işlememiş bireyler aynı ortama koyulmuş, kontrol grubundaki suçlu bireyler
ise daha uzak bir yerde barındırılmıştır. Çalışmanın sonuçlarına göre deney grubunun tekrar suç işleme riski,
kontrol grubuna göre % 21 daha yüksek olduğu bulunmuştur (Kling ve Diğ.,
2005). Yapılan bu çalışmada da sosyal
çevrenin suç davranışı üzerindeki etkisi hükümlülerce de ifade edilmiştir. Bu
bulgular ışığında, yoksullukla mücadele etmeye yönelik çalışmaların yapılması, kötü koşullarda yaşayan çocuklar ve
ailelerin gerekli ihtiyaçlarının karşılanması ve en önemlisi suç davranışının
yoğun olan yerlerde çarpık kentleşmeyi
önleyici ve suç davranışını önlemeye
yönelik gerekli çalışmaların yapılması
gerektiği düşünülmektedir. Ayrıca suç
davranışında öğrenme faktörünün de
göz önüne alınarak ilgili yerde yaşayan
çocuklara ve ailelere olumlu davranışların öğrenilmesine yönelik psikolojik
ve sosyal hizmet desteğin verilmesi gerektiği düşünülmektedir.
Yine bu çalışmada, arkadaşlık ilişkilerinin suç davranışı üzerinde olumsuz bir
etkisi olduğu bulunmuştur. Arkadaşlık
ilişkilerinin suç davranışı üzerindeki etkisi birçok teoride ve bu teorileri analiz
eden çalışmalarca gösterilmiştir. Örneğin sosyal kontrol teorisine (social
control theory) göre bireyler arkadaşlık
Görgülü ve Cankurtaran Öntaş
ilişkilerini suç davranışına göre seçerken, farklılaşmış ilişkiler teorisi (differential association theory) ise suç davranışın yakın ilişkilerde öğrenildiğini ve
arkadaşlık ilişkilerinin suçun derecesine bağlı olduğunu ifade etmektedir
(Knetch ve diğ.., 2010; Tittle ve diğ.,
1986). Arkadaşlık, özellikle adolosan
dönemde etkili bir faktör olduğu düşünüldüğünde, olumsuz davranışlar da
dolesanlar arasında bir “kabul görme”
olarak algılanıyor olabilir. Bu nedenle
özellikle çocuklara yönelik davranışsal
desteğin sağlanması, suç davranışına
yönelen çocuklara yönelik sistematik
çalışmaların ve ailelerin bilinçlenmesine yönelik eğitsel çalışmaların yapılması gerektiği düşünülmektedir. Kuşkusuz bireylerin suç işleyen bireylerle
geçirdikleri süre de önemlidir (Haynie
ve Osggod, 2005). Özellikle cezaevi
içerisinde diğer suçlu bireylerle sürekli
etkileşim halinde olmak da suç davranışını pekiştirilmesine ya da yeni suç
türlerinin öğrenilmesine neden olabilir.
Cezaevinin suç davranışlarının öğrenilmesi üzerindeki etkisini bazı hükümlüler ifade etmiş olsa da, bu risk bu
çalışmada açıkça belirlenememiştir.
Yapılacak başka çalışmalarda, bu faktörün de göz önünde alınması gerektiği
önerilmektedir.
Ekonomik problemler günümüzde büyük bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Özellikle neoliberal politikaların
sonuçlarından olan yoksuzluk, evsizlik,
işsizlik… gibi sorunlar kişilerin yaşam
kalitelerinin düşmesine ve sonuçta
suç davranışlarına neden olabilmektedir. Yapılan bu çalışmada da, ekonomik problemlerin suç davranışına
neden olan risk faktörlerinden biri olduğu bulunmuştur. Baron (2008) 400
sokak çocuğu ile yaptığı çalışmada
işsizlik ve suç davranışını incelenmiş,
işsizliğin ve evsizliğin suç davranışına
neden olan önemli bir risk faktörü olduğu göstermiştir. Bu nedenle kişilerin
ekonomik zorluklar nedeniyle işlenen
gasp, hırsızlık, uyuşturucu madde satmak… gibi suçları önlemenin en gerekli
yollarından biri, aktif refah politikalarını üretmek ve bu politikaları harekete
geçirilmesidir. Devlet, bu politikaları
üretmek ve uygulamakla mükelleftir
ve suçu önleme politikalarında, refah
politikalarının üretilmesi ve risk faktörlerinin minimize edilmesi gerektiği
düşünülmektedir.
Bu çalışmada öfke kontrolü problemlerinin özellikle şiddet suçunda etkili bir
risk faktörü olduğu bulunmuştur. Bu
çalışmada adam öldürme suçu nedeniyle hüküm giymiş bireyler yaşadıkları
öfke duygularının suç işlemelerine neden olduğunu ifade etmişlerdir. Yapılan çalışmalar da öfke problemlerinin
suça neden olduğu ve öfkenin suç için
önemli bir yordayıcı değişken olduğunu
göstermektedir (Cornell ve diğ., 1999;
Howells ve diğ., 2004). Bu nedenle
şiddete eğilimli, öfke kontrolü problemleri olan bireylerle, öfke kontrolüne
yönelik bireysel ya da grup çalışmaları yapılmalı ayrıca öfke kontrolü problemlerinin şiddet suçları gibi olumsuz
sonuçları olduğu konusunda topluma
yönelik mikro ve makro boyutta farkındalık çalışmalarının yapılması gerektiği
düşünülmektedir.
Bu çalışmada hükümlülere, “Ne tür ayrımcılıkla karşılaştınız” sorusu yöneltilmiştir. Bu soruya en çok cinsel suç
nedeniyle ceza almış bireylerin (N=8)
ayrımcılığa uğradıklarını ifade ettikleri
görülmüştür. Cinsel suç işleyen bireylerin, cezaevi içerisinde olan diğer hükümlü ve tutuklularca sosyal ortamlarda
75
Toplum ve Sosyal Hizmet
kabul görmemeleri nedeniyle ve olası
saldırılara maruz kalmamaları adına ve
mevzuat gereğince cezaevi yönetimince ortak faaliyetlerden uzak tutulmakta
ve sadece kendi suç türündeki tutuklu
ve hükümlülerle cezaevi içerisindeki
etkinliklere dahil edilmektedirler. Bu
durum cinsel suç işlemiş bireylerin
kendilerini yalnız hissetmelerine neden
oluyor ve ayrımcılığa uğradıkları düşüncelerini tetikliyor olabilir. Bu nedenle bu suç grubundaki bireylerle daha
etkili çalışmalar yapılmalı, bu bireyler
aile ve çevre desteğinin sağlanması
yolunda desteklenmelidir. Diğer bir bulgu ise hükümlülerin sabıkalı olmaları
nedeniyle ayrımcılığa uğradıkları ve
iş bulamadıkları yönündedir. Toplumdaki bireylerin suç işlemiş bireylerden
ya da suçlu davranışlardan kaygı duydukları bilinmektedir (Levenson ve diğ.,
2007). Bu nedenle birçok işveren, eski
hükümlülere iş verme konusunda isteksiz olmaktadır. Ancak bu bireylerin
topluma adaptasyonu için düzenli işe
ihtiyaçları olduğu da bir gerçektir. Bu
sorunun ortadan kaldırılabilmesi, eski
hükümlülerin topluma adaptasyonun
kolaylaşması ve suç davranışından
uzak tutulabilmeleri adına iş yaşamına
dahil edilmeleri gerekmektedir. Devlet
ve özel sektör bu bireylere istihdam
olanaklarını arttırmalı dolayısıyla suçu
önleyici bir unsur olarak eski hükümlülerin istihdamı sorunu bir sosyal politika olarak benimsemeli ve gerekli iş
olanakları sağlanmalıdır.
Hükümlülere “cezaevini anlatır mısınız” sorusu yöneltilmiş ve genel olarak
hükümlüler kapalı ortamda kalmanın,
kalabalık bir koğuşta yaşamanın, fırsatlardan yoksun, aileden ve sevdiklerinden uzak olmanın yarattığı olumsuz
duygu ve düşüncelerden bahsetmişler
76
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
ve cezaevinde yaşantısında yeni suç
davranışları öğrenmenin olumsuz bir
faktör olduğunu ifade etmişlerdir. Yine
de hükümlüler cezanın, özellikle cezaevi yaşantısının, yarattığı olumsuzluklar nedeniyle caydırıcı bir yanı olduğunu ifade etmişlerdir. Cezaevinde
kalıyor olmanın yarattığı psiko-sosyal
sorunlar açıktır. Bu problemlerin nedeni olarak küçük bir hücrede kalabalık
içinde yaşamak, uzun süre cezaevinde
kalmak, tek kişilik hücrelerde kalmak…
gibi sorunlar gösterilmektedir (Lekka
ve diğ.,2006). Türkiye’ de hala bazı
cezaevlerinde koğuş sistemi nedeniyle mahkumların kalabalık bir ortamda
yaşamaları, olumsuz fiziksel koşullar
(spor salonlarının eksikliği, psiko-sosyal çalışmaların yapılamamasına neden olan fiziki yetersizlikler, yatak kapasitesinin yetersiz olması, iaşe bedelinin
düşük olması nedeniyle olumsuz beslenme), ve uzun tutukluluk süreleri göz
önünde bulundurulduğunda, hükümlülerın yaşadıkları problemlerin daha da
derinleşeceği açıktır. Tüm bunlar göz
önünde bulundurulduğunda cezaevi
fiziksel koşullarını iyileştirici etkin planlamaların yapılması gerektiği ayrıca
olumlu davranışların pekiştirilmesine
yönelik etkin psiko-sosyal çalışmaların,
mahkumların aileleri ile iletişimlerini
güçlendirmeye yönelik sosyal hizmet
odaklı çalışmaların planlanması ve
uygulanması gerektiği düşünülülmektedir. Burada uluslar arası belgelerden
‘Hükümlülerin Tretmanı için Minumum
Kurallarında’ yer alan önemli kurallar
da hükümlülerin belirttiği konuları, minimum kurallar olarak sayılmaktadır.
Söz konusu kurallarda hükümlülerin
kaldıkları yerin okumalarını sağlayacak kadar ışık alması gerektiğine yer
verilirken spor ve tıp hizmetlerinden yararlanmaları konularına kadar gündelik
Görgülü ve Cankurtaran Öntaş
yaşam ve cezaevi sonrası hizmetlerin
ne olması gerektiğine de yer verilmiştir. Bu noktada uluslar arası belgelerin
azami düzeyde uygulamaya konması
gerektiği düşünülmektedir.
Bu çalışmada hükümlülere “bundan
sonra ne yapmayı düşünüyorsunuz?”
sorusu sorulmuştur. Bu soruyla hükümlülerin gelecekle ilgili planlarının
olup olmadığı anlaşılmaya çalışılmıştır.
Hükümlülerin bir kısmının gelecekle,
özellikle evlilik ve çalışma hayatı ile ilgili planların olduğu aynı zamanda bir
daha suç işlememe, anne ve babanın
sözünden çıkmama ya da hayırlı bir
evlat olma… gibi geleceğe dair olumlu
düşünceleri olduğu gözlenmiştir. Ancak
bir kısmının özellikle uzun süre ceza
alanların, gelecekle ilgili planlarının olmadığı, dahası geleceğe dair umutsuz
oldukları gözlenmiştir. Bu nedenle hükümlülerin salıverilmelerinden sonra
mesleki fırsatlar bulmalarına yönelik etkin meslek eğitim kursları verilmeli, bu
kurslar özellikle ilgili sektörlerle ortak
yapılmalı, salıverildikten sonra iş bulma
imkânları sağlanmalıdır. Geleceğe dair
umutsuz olan hükümlülere yönelik etkin
psiko-sosyal çalışmalar yapılmalı, özellikle umutsuzlukla ilişkili olan olası depresif semptomların (DSM-IV, 1994) minimize edilebilmesi için etkin iyileştirme
çalışmaların yapılması gerekmektedir.
Hükümlülerin psikiyatrik destek alma
konusu ‘Hükümlülerin Tretmanı için Minumum Kurallarında’ verilmesi gereken
hizmetlerden biri olarak yer almaktadır.
Bu çalışmayla suç işlemiş bireylerin,
suç davranışlarına neden olan faktörlerin neler olduğu kendi bakış açılarıyla anlaşılmaya çalışılmıştır. Dolayısıyla
objektif ölçümlerin yapılmaması bu
çalışmanın sınırlılıkları arasındadır. Bu
nedenle bu konuyla ilgili yapılacak olan
çalışmalarda geçerli ve güvenirli test ve
ölçeklerin kullanılması gerektiği önerilmektedir. Yine bu çalışmada, hükümlülerin herhangi bir psikiyatrik bozuklukları
olup olmadığı ve suç davranışları ile ilintili olabilecek psikopatolojik faktörlerler
ölçülememiştir. Bu sınırlılık nedeniyle
hükümlülerin ifadelerinin ne derece manipülatif olup olmadığı belirlenememiştir. Dolayısıyla bu konuyla ilgili yapılacak
olan çalışmalarda psikopatolojileri ölçebilen test ve ölçeklerin de kullanılmasının önemli olduğu düşünülmektedir.
Bu çalışmada hükümlülerle yapılan bireysel görüşmeler bizzat kurum psikologu tarafından yapılmıştır. Hükümlüler
kurumdan bir uzmanla görüşme yapıyor olmaları nedeniyle kaygılanmış ve
bu nedenle suç davranışlarına yönelik
önemli bilgileri saklamış ya da manipüle etmeye çalışmış olabilirler. Dolayısıyla bu sınırlılık çalışma için karıştırıcı bir
değişken olmuş olabilir. Bu sınırlılığın
ortadan kalkması için, görüşmelerin
tarafsız bir uzman tarafından yapılması
gerektiği, böylece daha objektif sonuçlar alınabileceği düşünülmektedir.
KAYNAKLAR
Adler, A. (1976). Individual psychology and
crime. Journal of Individual Psychology,
32(2), 131-144.
Agrew, R. (1992). Foundation for a general strain theory of crime and delinquency.
Criminology, 30(1), 47-66.
Akers, R. L., Krohn, M. D., Lanza-Kaduce,
L., Radosevich, M. (1979). Social learning
and deviant behaviour: a spesific test of a
general theory. American Soiological Review, 44, 636-655.
Bandura, A. (1978). Social learning theory
of aggression. Journal of Communication,
28(3), 12-29.
77
Toplum ve Sosyal Hizmet
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
Baron, S. W. (2008). Street youth, unemployment, and crime: is it that simple? Using general strain theory to untangle the
relationship. Canadian Journal of Criminology and Crime Justice, 50(4), 399-434.
Fridell, M., Hesse, M., Billsten, J. (2007).
Criminal behavior in antisocial substance
abuser between five and fifteen years follow-up. The American Journal on Addiction, 16, 10-14.
Bennet, D. J., Ogloff, J. R. P., Mullen, P.
E., Thomas, S. D. M., Wallace, C., Short,
T. (2011). Schizophrenia dissorders, substance abuse and prior offending in a sequential series of 435 homicides. Acta Psychiatrica Scandinavica, 124, 226-233.
Galli V, McElroy S. L, Soutullo C. A, Kizer
D., Raute, M., Keck, P. E., McConville, B. J.
(1999) The psychiatric diagnosis of twenty
two adolescents who have sexually molested other children. Comprehensive Psychiatry, 40, 85-88.
Biles, D. (1979). Unemployement and
crime-some research and policy considerations. Australian Journal of Forensic
Sciences, 11(4), 167-173.
Görgülü, T., Tutarel-Kışlak, Ş. (2012). Erkek
hükümlü ve tutukluların boyun eğici davranışları, depresyon ve intihar olasılıkları.
Nöropsikiyatri Arşivi Dergisi, DOI: 10.4274/
npa.y6563.
Britt, C. L. (1997). Reconsidering the unemployement and crime relationship: variation by age group and historical period.
Journal of Quantitative Criminology, 13(4),
405-428.
Cankurtaran-Öntaş, Ö., Akşit, B. T. (2006).
Çocukların gözüyle suça yönelme nedenleri ve sonrası: çocuk tutukevinde yapılan bir
çalışma. Hukuk ve Adalet Eleştirel Hukuk
Dergisi, 2(8), 134-151.
Chiricos, T. G. (1987). Rate of crime and
unemployment: an analysis of aggragate
research evidence. Social Problems, 34(2),
187-212.
Cornel, D. G., Peterson, C. S., Richards, H.
(1999). Anger is a predictor of aggression
among incarcerated adolescents. Journal of Consulting and Clinical Psychology,
67(1), 108-115.
Dugdale, R. L. (1985). The Jukes: a study in
crime pauperism, disease and heredity. (3
rd ed). New Yok: G.P. Putnam’s Sons.
Farrington, D.P., Gallagher, B., Morley, L.,
Ledger, R.J.S., West, D.J. (1986). Unemployment, school leaving and crime. The
British Journal of Criminology, 16(4), 335356.
Felson, R. B., Jo Lane, K. (2009). Sexual
and physical abuse, and adult crime. Aggressive Behavior, 35, 489-501.
78
Hanson, C. L., Henggeler, S. W., Haefele,
W. F. Rodick, J. D.(1984). Demographic,
individual, and family relationship correlates of serious and repeated crime among
adolescents and their siblings. Journal of
Consulting and Clinical Psychology, 52(4),
528-538.
Hollin, C. R. (Ed). (2001). The essential
handbook of offenders assessment and
treatment. Chichester, UK: Willey. Pp:135.
Howells, K., Day, A., Wright, S. (2004). Affect, emotion and sex offenders. Psychology, Crime and Law, 10(2), 179-195.
Haynie, D. L., Osgood, D. W. (2005). Reconsidering pers and delinquency: How do
peers matter. Social Forces, 84(2), 11091130.
Kaya N., Güler Ö., Çilli., A.S. (2004). Konya kapalı cezaevi’ ndeki mahkumlarda psikiyatrik bozuklukların yaygınlığı. Anadolu
Psikiyatri Dergisi, 5, 85-91.
Kavoussi R. J, Kaplan M, Becker J. V.
(1988) Psychiatric diagnoses in a adolescent sex offenders. Am J Acad Child Adolesc Psychiatry, 27, 241-243.
Keels, M. (2008). Second- Generation effects of Chicago’ s gautreaux residential
mobility program on children’ s participation in crime. Journal of Research on Adolescent, 18(2), 305-352.
Görgülü ve Cankurtaran Öntaş
Kling, J. R., Ludwing, J., Katz, L. F. (2005).
Neighborhood effects on crime for female
and male youth: evidences from a randomized housing voucher experiment. The
Quarterly Journal of Economics, 120, 87-130.
Kröber, H. L., Lau, S. (2000). Bad or mad?
Personality disorders and legal responsibility-the german situation. Behavioral Science and the Law, 18, 679-690.
Lekka, N. P., Argyriou, A. A., Beratis, S.
(2006). Suicidal ideation in prisoners: risk
factors and relevance to suicidal behaviour.
A prospective case-control study. Eur Arch
Psychiatry Clin Neurosci, 256, 87–92.
Levenson, .S., Brannon, Y. N., Fortney, T.,
Baker, T. (2007). Public perception about
sex offenders and community protection
policies. Analysis of Social Issues ans Public Policy, 7(1), 137-161.
Mears, D. P., Field, S. H. (2002). A closer
look at the age, peers, and delinquency
relationship. Western Criminology Review,
4(1), 20-29.
Minke, L. K. (2011). The effect of mixing offenders with non-offenders: finding from a
Danish Quasi-ecperiment. Journal of Scandinavian Studies in Criminology and Crime
Prevention, 12, 80-99.
Motiuk L. L., Porporino F. J. (1992). The
prevalence, nature and severity of mental health problems among federal male
inmates in Canadian penitentiaries. User
Raport. Research and Statics Branch Correctional Service of Canada.
Männynsalo, L., Putkonen, H., Lindberg,
M., Kotilainen, I. (2009). Forensic psychiatric perspective on criminality associated with intellectual disability: a nationwide
register-based study. Journal of Intellectual
Disability Research, 53(3), 279-288.
Pratt, T. C., Cullen, F. T., Blevins, K. R.,
Daigle, L., Unnever, J. D. (2002). The relationship of attention deficit hyperactivity
disorder to crime and delinquency: a meta-analysis. International Journal of Police
Science&Management, 4(44), 344-360.
Rada, R. T., Laws, P. R., Kellner, R. (1976).
Plasma testosterone levels in rapist. Psychodomatic Medicine, 38(4), 257-268.
Smångs, M. (2010). Delinquency, social
skills and the structure of peer relations:
assessment criminology theories by social
network theory. Social Forces, 89(2), 609632.
Smith, M. D., Devine, J. A. Sheley, J. F.
(1992). Crime and unemployement affect
across age and race categories. Sociological Perspectives, 35(4), 551-572.
Stepp, S. D., Pardini, D. A., Loeber, R., Morris, M. (2011). The relation between adolescent social competence and young adult
delinquency and educational attainment
among at-risk youth the mediating role of
peer delinquency. The Canadian Journal of
Psychiatry, 56(8), 457-465.
Tezcan, M. (2003). Türk kültüründe kız kaçırma geleneklerinin antropolojik çözümü.
Aile ve Toplum Dergisi, 2(6), 41-48.
Tittle, C. R., Burke, M. J., Jackson, E. F.
(1986). Modeling Sutherland’ s theory of
differential association: towards an empirical clarification. Social Forces, 65(2), 405432.
Van De Ract, M., Murray, J., Nieuwbeerta,
P. (2011). The long-term effect of paternal
imprisonment on criminal trajectories of
children. Journal of Research in Crime and
Delinquency, 49(1), 81-108.
Wright, K. N., Wright, K. E. (1994). (forthcoming). Family life and delinquency and
crime: A policymaker’s guide to the literature. Washington, DC: U.S. Department of
Justice.
Warr, M. (1993). Parents, peers and delinquency. Social Forces, 72, 247–264.
Yılmaz, B. (1997). Cezaevinde intiharı önleme çalışmaları ve buna ilişkin düşünceler.
Çev. Türk Psikoloji Bülteni, 3(6), 90-92.
5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin
İnfazı Hakkında Kanun (29 Aralık 2004)
T.C. Resmi Gazete, 25685
79
Toplum ve Sosyal Hizmet
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
Çizelge. Bilgi veren hükümlülerin katılımcı numaraları ve bazı değişkenlere
göre özellikleri
Suçu
Kaçıncı kez
cezaevine
girdiği
Eğitim
durumu
Cezaevine
girmeden
önce aylık
kazancı (TL)
18
Hırsızlık-Gasp
İlk
ilkokul
120
2
29
Hırsızlık
İkinci
Okur-yazar
Belli olmuyor
3
37
Hırsızlık
Üç ve üzeri
İlkokul
300
4
35
Hırsızlık
Üç ve üzeri
Okur-yazar
2000
5
35
Hırsızlık
İlk
İlkokul
750
6
39
Hırsızlık
İkinci
Lise terk
1200
7
30
Hırsızlık
İlk
Lise
mezunu
2000-2500
8
19
Hırsızlık
Üç ve üzeri
Ortaokul
500
9
27
Hırsızlık
ilk
Üni terk
100.000
10
20
Hırsızlık
İlk
Ortaokul
600
11
26
Hırsızlık
Üç ve üzeri
Ortaokul
terk
150.000
12
23
Hırsızlık
İkinci
İlkokul
1500
13
28
Hırsızlık
İkinci
Lise
1200
14
19
Gasp
Üç ve üzeri
Ortaokul
500
15
19
Gasp
İkinci
İlkokul
Bilinmiyor
16
20
Gasp
İlk
Ortaokul
Bilinmiyor
17
49
Gasp
İlk
Lise
2350
18
24
Gasp
Üç ve üzeri
İlkokul
3000
Katılımcı
numarası
Yaş
1
80
Görgülü ve Cankurtaran Öntaş
19
19
Gasp
İlk
Lise
Geliri yok
20
51
Gasp
İlk
İlkokul
600
21
41
Gasp
Üç ve üzeri
Lise
2000-2500
22
25
Gasp
İkinci
Ortaokul
1500
23
35
Gasp
Üç ve üzeri
İlkokul
Geliri yok
24
18
Gasp
Üç ve üzeri
İlkokul
500
25
42
Gasp
İlk
Lise
2000
26
18
Gasp
İlk
Ortaokul
650
27
31
Gasp
İkinci
Lise
okuyor
750
28
32
Adam Öldürme
İlk
Lise terk
Bilinmiyor
29
27
Adam Öldürme
İkinci
Üni okuyor
3000
30
35
Adam Öldürme
İlk
Üniversite
2000
31
44
Adam Öldürme
İkinci
Lise
mezunu
850
32
27
Adam Öldürme
İlk
Lise
750
33
30
Adam Öldürme
Üç ve üzeri
Okur-yazar
Geliri yok
34
19
Adam Öldürme
İlk
İlkokul
850
35
36
Adam Öldürme
ilk
Lise
700
36
33
Adam Öldürme
İlk
İlkokul
750
37
51
Adam Öldürme
İlk
İlkokul
700
38
38
Uyuşturucu
İkinci
Lise
1500
39
33
Uyuşturucu
İlk
Okur-yazar
değil
500
40
32
Uyuşturucu
Üç ve üzeri
Okur-yazar
300
81
Toplum ve Sosyal Hizmet
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
41
31
Uyuşturucu
Üç ve üzeri
Lise terk
4000
42
26
Uyuşturucu
Üç ve üzeri
Lise
mezunu
3000-5000
43
30
Uyuşturucu
Üç ve üzeri
Okur-yazar
değil
2500
44
21
Uyuşturucu
İkinci
Ortaokul
1000
45
25
Uyuşturucu
Üç ve üzeri
İlkokul
800
46
70
Uyuşturucu
İkinci
Üniversite
1500
47
55
Uyuşturucu
Üç ve üzeri
İlkokul
500
48
40
Uyuşturucu
Üç ve üzeri
Ortaokul
1500
49
23
Uyuşturucu
Üç ve üzeri
Lise terk
1200
50
26
Uyuşturucu
İkinci
Ortaokul
Geliri yok
51
42
Cinsel suç
İlk
Ortaokul
Bilinmiyor
52
21
Cinsel suç
İlk
Otaokul
Bilinmiyor
53
51
Cinsel suç
İlk
İlkokul
1000
54
22
Cinsel suç
İkinci
İlkokul
500
55
32
Cinsel suç
İlk
Ortaokul
terk
2000
56
30
Cinsel suç
Üç ve üzeri
İlkokul
1500
57
27
Cinsel suç
Üç ve üzeri
Ortaokul
terk
Bilinmiyor
58
26
Cinsel suç
İkinci
Ortaokul
5000
59
42
Cinsel suç
İkinci
Ortaokul
terk
10000
60
20
Cinsel suç
İlk
Ortaokul
Geliri yok
82
Yıldırım ve Yıldırım
Araştırma
TÜRKİYE TIBBİ
ÜRÜNLER
SEKTÖRÜNÜN AVRUPA
BİRLİĞİ ÜLKELERİ İLE
KARŞILAŞTIRILMASINA
İLİŞKİN BİR ÇALIŞMA
Comparative Analysis of
the Medical Device Sectors
of Turkish and European
Community
Cuma Yıldırım*
Selami Yıldırım**
* Uzm., University of Phoenix,
Business Administration
** Doç.Dr., Azerbeycan Devlet İktisat
Üniversitesi, İşletme Fakültesi
ÖZET
Tıbbi malzeme ve ekipman sektörü tanı ve
tedavi hizmetleri gibi sağlık hizmetlerinin
sunumunda kullanılan çok çeşitli ürünleri
içermektedir. Bu sektör, tanısal araçlar ile
tedavi amaçlı ekipmanlar ve tıbbi malzemeleri kapsamaktadır. Türkiye’de tıbbi cihaz ve
malzeme sektörü çok hızlı gelişmektedir ve
2012 yılı itibariyle 5,2 milyar Dolarlık hacme
erişeceği öngörülmüştür.
Türkiye’de tıbbi cihaz ve malzemelere yönelik talep, sağlık harcamalarının artması
ve Sağlık Bakanlığı’nın tedavi hizmetlerine
daha fazla ağırlık vermesi, yeni hastane ve
klinikler açması ve sağlık sigortası kapsamının genişletilmesi nedeniyle sürekli artırmaktadır. Türkiye’de tıbbi cihaz ve malzeme
sektöründe, uluslar arası işletmelerin pazar
payı oldukça yüksektir. Bu makalede tıbbi
cihaz ve malzeme endüstrisinin sektörel gelişimi, hem iç pazar hem de uluslararası pazarlar açısından analiz edilmiştir.
Sözcükler: Sağlık politikaları,
sağlık sektörü öngörüleri, medikal işletmeler
Anahtar
ABSTRACT
The medical products and equipment sector
cover a wide spectrum of products used in
the provision of health services such as diagnosis and treatment of diseases. This sector
includes diagnostic devices, treatment devices and medical supplies. In Turkey, the global
medical device and medical supply industry
are growing rapidly, and the value expected
to reach $5.2 billion by 2012.
In Turkey demand for medical devices is
increasing constantly by escalating via expenditures and greater attention to health
care by Ministry of Health, construction of
new hospitals, clinics, establishments, and
coverage expansion public health insurance.
International companies have a great market
share in Turkey with medical device and supply field. This article analyzed that the sectoral development of medical device industry
in both domestic and international markets
in Turkey.
Key Words: Health Policies, predictions of
the health sector, medical products, medical
entities
GİRİŞ
Sağlık sektörünün önemli parametrelerinden biri olan medikal sektör ya da
tıbbi ürünler sektörü dinamik ve önemli
83
Toplum ve Sosyal Hizmet
sayılabilecek büyüklükte bir sektördür.
Dinamiktir; çünkü teknolojik gelişime
anında ayak uydurmak zorunluluğu
vardır. Dinamiktir; çünkü hastane ve
hastaların talebini anında karşılama
zorunluluğu vardır. Sektörün sağlığa
ayrılan bütçeden ne kadar pay aldığına bakılır ise, sektörün büyüklüğü de
ortaya çıkacaktır. Sağlık hizmetleri sunumu önemli bir ölçüde tıbbi cihaz ve
ürünlerin doğru ve yerinde kullanımı ile
bağıntılıdır. Hastaneler tıbbi cihaz ve
ürünleri, sağlık sistemi içerisinde yer
alan tedavi hizmetleri sisteminin bir alt
sistemidir. Sistemin girdileri olan hasta,
doktor, çalışanlar vb. ile sistemin dış
etkileri olan devlet, bakanlık, sigorta
şirketleri vb. kurumlar ile ilişkili olduğu
düşünülür ise, sektörün önemi ve büyüklüğü bir kez daha ortaya çıkacaktır.
O halde hastanenin tanımını yapmak
bu bağlamda yerinde olacaktır (Yıldırım, 2009: 113).
Çeşitli kaynaklar incelendiğinde sağlık
politikalarının
amaçlarının;
İnsan
Hakları Evrensel Bildirgesi’ne ve Tıp
Etiği’ne dayanan, sağlıklı bireylerden
oluşan sağlıklı topluma ulaşmak,
sağlığın gelişmesine destek için
sektörler arası işbirliğini güçlendirme,
çevre sağlığını iyileştirme, halkın yaşam biçimini yükseltme ve sağlık hizmetlerinin sunumunu planlama şeklinde olduğu görülmektedir (Belek,
1994, Tokat, 1993). Sağlık politikaları
ile sağlık hizmetinin kimler tarafından
üretileceği, finansman kaynakları, hizmeti üretenlere ücretlerinin ödenme
yöntemleri ve hizmetin nasıl satın alınacağı belirlenir. Türkiye’de sağlık hizmeti kamu kurumlarınca ve özel sektör
tarafından üretilir.
Yataklı tedavi kurumları işletme yönetmeliğine göre hastane; “hasta ve
84
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
yaralıların, hastalıktan şüphe edenlerin ve sağlık durumlarını kontrol ettirmek isteyenlerin, ayaktan veya yatarak
müşahede, teşhis, tedavi ve rehabilite
edildikleri, aynı zamanda doğum yapılan kurumlardır” şeklinde tanımlanmaktadır (Resmi Gazete, 1983).
Günümüzde hastaneler, tedavi ve tıbbi
bakım işlevlerinin yanı sıra doktor ve
yardımcı sağlık personeline eğitim, tıbbi araştırma ve toplum sağlığı gibi hizmetler de vermektedirler. Bu nedenle;
hastaneleri tıbbi bir kuruluş, ekonomik
bir işletme, doktor ve diğer sağlık personeline eğitim veren bir eğitim kurumu, bir araştırma ünitesi, birçok meslek
gruplarından kişilerin çalıştığı bir örgüt,
sosyal ve toplumsal bir kurum ve büyük
çoğunluğu kamu kuruluşu nitelikleri
olan ve belirlenen amaçların gerçekleştirilmesi doğrultusunda faaliyet gösteren ve hizmet veren organizasyonlar
olarak tanımlamak olasıdır (Ak, 1990:
69).
Medikal sektörde yer alan medikal işletmeleri ise kendi içerisinde üreticiler,
tek dağıtıcılar, bayiler ve temsilciler
olarak sınıflandırılabilir. Bu sistemde
yer alan işletme sayısı on bin olarak
öngörülmektedir. Bu işletmeler üretim
yaparak ya da gelişmiş ülkelerde üretilen ve ileri teknoloji gerektiren medikal ürünleri ülkemize getirerek medikal
sektörün hizmetine sunmaktadır. Bu
süreçte, sektörde yer alan işletmelerin
kurumsallaşmamış olması dikkat çeken konuların başında yer gelmektedir. Bunun yanı sıra, sektörün oldukça
dinamik olması ve devamında büyük
oranda ileri teknoloji gerektirmesi nedeniyle üretimin düşük oranlı olması
dikkat çeken başka bir konudur. Ayrıca,
medikal sektörde faaliyet gösteren işletmelerin herhangi bir mesleki izne ve
Yıldırım ve Yıldırım
yeterliliğe tabi olmadan kurulabilmesi
ise en dikkat çeken konudur.
Ülkemizde medikal sektör büyük
oranda dışa bağımlıdır. Tıbbi cihazların
hemen hemen tamamı, tıbbi sarf
malzemelerinde büyük kısmı ithalata
dayalıdır. Bu durumun devam etmesi
sektörde
kartelleşmeyi
ve
dışa
bağımlılığı artıracaktır. Hatta az oranda
olan yerli üretimin de zor durumda kalacağı söylenebilir. Medikal ürünlerin
hasta güvenliğini etkileyen en önemli
faktörden birisi olduğu düşünülür ise,
bu ürünlerin yokluğu ve zamanında
temin edilememesi durumunda hastaların kaybedilebileceği kaçınılmaz
olacaktır. O halde medikal sektördeki
üretici işletmelerin desteklenmesi ve
sayısal olarak artırılmasını, yapılması
gerekli en önemli projelerden birisi olarak görülebilir.
Bütün dünyada, medikal sektör alanında küresel bir rekabetin yanı sıra yerel
olarak da rekabet en yüksek düzeyde
kendini hissettirmektedir. Bu kapsamda ülkemizdeki medikal işletmelerin
kendilerine iyi bir konum bulabilmeleri ve başarılı olabilmeleri için bilimsel
bir şekilde yönetilmeleri kaçınılmaz
görünmektedir. Her ne kadar medikal
sektörde faaliyet gösteren işletmeler
kendi alanlarında uzmanlaşmış olsalar
da, asıl kalıcı başarıların, yöneticilerin
sergiledikleri liderlik tarzlarıyla ilişkili
olduğu gerçeğidir (Yıldırım, 2009: 113).
BİLGİ BİRİKİMİ
Toplumların sağlık hizmetlerine olan
taleplerinin gittikçe artması ve sağlık
sisteminin en önemli öğesi olan hastanelerin artan talebi karşılayamaması,
en verimli ve etkili şekilde kullanılmalarını gerektirmektedir. Bu nedenle,
hastanelerin verim ve etkililiğini etkileyen faktörlerin analizi gittikçe daha
fazla önem kazanmaktadır (Doğrusöz,
1987: 10). Hastanelerin verimlilik ve
etkililiğini etkileyen faktörlerden birisi de tıbbi cihaz ve alet gereksinimi,
kullanımı ve planlanmasının yeniden
düzenlenmesidir.
Sağlık hizmetlerinin çağdaş bir şekilde sunumu büyük oranda tıbbi cihaz
ve aletlerin kullanımına bağlıdır. Hastalar, kullanıcılar, doktorlar, yöneticiler,
ithalatçılar, üreticiler, hükümetler gibi
birçok paydaş, tıbbi cihaz ve aletlerle
ilgileri bulunmaktadır. Bu tıbbi cihaz
ve aletlerin etkili ve güvenli kullanımı,
ilgili bütün paydaşlar arasındaki ilişkilerin düzenlenmesi ve izlenmesini gerektirmektedir (Sağlık Bakanlığı, 2003:
26). Birçok ülkede ise bu ilişkilerin izlenmesi, düzenlenmesi ve yönetilmesi
ile ilgili kuruluşlar (örneğin, FDA -U.S.
Food and Drug Administration -Türkiye
Standartları Enstitüsü) bulunmaktadır.
Tıbbı Cihaz Yönetmeliğinde Yönetmeliklerde tıbbi cihaz ya da cihaz, insanda
kullanıldıklarında asli fonksiyonunu farmakolojik, immünolojik veya metabolik
etkiler ile sağlamayan, fakat fonksiyonunu yerine getirirken bu etkiler tarafından desteklenebilen ve insan üzerinde;
• Hastalığın tanısı, önlenmesi, izlenmesi, tedavisi veya hafifletilmesi,
• Yaralanma veya sakatlığın tanısı,
izlenmesi, tedavisi, hafifletilmesi
veya mağduriyetinin giderilmesi,
• Anatomik veya fizyolojik bir işlevin
araştırılması, değiştirilmesi veya
yerine başka bir şey konulması,
• Doğum
kontrolü
uygulamak,
veya
ilaç
85
Toplum ve Sosyal Hizmet
amacı ile üretilmiş, tek başına veya birlikte kullanılabilen, amaçlanan işlevini
yerine getirebilmesi için gerekiyorsa
bilgisayar yazılımı ile de kullanılan ve
cansız hayvanların dokularından da
elde edilen ürünler dahil olmak üzere,
her türlü araç, alet, cihaz, aksesuar
veya diğer malzemeler olarak tanımlanmaktadır (Resmi Gazete, 2007).
Tıbbi cihazları sınıflamak için ise
FDA’nın (U.S. Food and Drug Administration) önerdiği sınıflama bütün
dünyada geçerli olan bir ölçüt olarak
kabul edilmektedir. Federal Gıda, İlaç
ve Kozmetik Kanunu uyarınca; FDA
tüm medikal cihazları, cihazın güvenliliği ve etkililiğinden emin olmak üzere
gerekli olan kontrol düzeyi bazında üç
düzenleyici sınıftan birine dâhil etmektedir. Sınıflandırma riske dayalı olup;
cihazın hasta ve/veya kullanıcı işin teşkil ettiği risk, cihazın hangi sınıfta yer
alacağının belirlenmesinde önemli bir
faktördür.
Üç sınıftaki cihazların tümü, kısmen
şirketlerin aşağıdakileri yapmalarını
gerekli kılan genel kontrollere tabidir;
(1) Kurumlarını kaydettirmek ve FDA ile
pazarladıkları tıbbi cihazları listelemek,
(2) tıbbi cihazlarını iyi üretim uygulamalarına göre üretmek ve (3) cihazlarını etiketleme yönetmeliklerine uygun
şekilde etiketlemek (Janson, 2011:4-5;
Fries, 2006: 28-30).
1. Sınıf cihazlar, sadece genel kontrollere tabidir. Bunlar tipik olarak zarar verme yönünden en düşük potansiyeli teşkil ederler ve II. veya III. sınıf
cihazlara göre tasarımları daha basittir.
I. sınıf cihazlara örnek; elastik bandaj,
muayene eldiveni ve elle kullanılan cerrahi gereçler verilebilir.
86
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
II. Sınıf cihazlar, güvenlik ve etkililiğin
makul
şekilde
güvence
altına
alınabilmesi için tek başına genel
kontrollerin yeterli olmadığı cihazlardır.
II. sınıf cihazlar genel kontrollerin yanı
sıra yönetimce belirlenen ve özel etiketleme gerekliliklerini, performans
standartlarını ve pazarlama sonrası takibi de içerebilecek özel kontrollere de
tabidirler. II. sınıf cihazlara örnek olarak
elektrikli tekerlekli sandalye, infüzyon
pompası ve cerrahi örtü verilebilir.
III. Sınıf cihazlar, genellikle güvenlik ve
etkililiğin makul şekilde güvence altına
alınabilmesi ve genel veya özel kontrollerin yeterli olup olmadığına karar
vermek için yeterli bilginin olmadığı cihazlardır. III. sınıf cihazlara örnek; kalp
kapağı, kalp stenti ve intra aortik balon
kateter seti verilebilir.
Tıbbi ürün üreten işletmeler ile hastane
ve hastanenin ilişkili olduğu çevrenin
iletişiminin sorunsuz olması kaçınılmaz
bir gerçektir. Tıbbi ürün üreten işletmeler ile hastane ve ilişkili olduğu çevre
aynı dili konuşmalı ve anlamalıdır. Aynı
dili konuşmak ürün temin sürecini ve
hasta tedavi sürecini hızlandırarak pozitif etki edecektir. Tıbbi ürün sektöründe uzmanlaşma ve iş bölümünün yaygınlığı iletişimin önemini bir kat daha
artırmaktadır. Ayrıca tıbbi ürün sektörü
her ne kadar yüksek teknolojiyi kullansa
da, bu yüksek teknoloji ile insan öğesinin en üst düzeyde birleştirilmesi ve
uyumlaştırılması bir gerekliliktir. Yüksek
teknoloji ile birlikte uzmanlaşmış insanların yoğun olarak kullanıldığı bu alan
da iletişimin de son derece üst düzeyde
ve doğru olarak kullanışı gerekliliği öne
çıkmaktadır (Yıldırım, 2010: 109).
Araştırma yaptığımız tıbbi ürünler
sektörü, tıbbi alet ve sarf malzemeleri
Yıldırım ve Yıldırım
üretim yapan işyerlerinden oluşmaktadır. Bu işyerlerinin ürettikleri ürünlere; laboratuar malzeme ve aparatları,
cerrahi ve tıbbi aletler, cerrahi cihaz
ve sarf malzemeleri, diş gereç ve sarf
malzemeleri, ortodontik ürünler, protez
dişler ve ortodontik cihazlar örnek olarak verilebilinir.
GEREÇ VE YÖNTEM
Yukarıdaki açıklamalardan anlaşılacağı üzere tıbbi ürünler sektörünün özellikle tıbbi cihazların gereksiz kullanımı
ve kanıta dayalı olmayan yöntemler
sağlık sektörüne ayrılan ülke kaynaklarının etkin kullanımını önemli ölçüde
olumsuz etkileyecektir. Türkiye tıbbi
ürünler konusunda önemli ölçüde dışa
bağımlıdır ve bu da sağlık harcamalarında artışı beraberinde büyük bir yük
olarak getirmektedir. Bu sebeple tıbbi ürünler sektörünün anlaşılması, iyi
analiz edilmesi, diğer ülke verileri ile
kıyaslanması ülkemizde özellikle politika belirleyiciler için büyük önem arz
etmektedir. Gelecekte bu alanda belirlenecek olan sağlık politikaları için ise
sağlam öngörülere ihtiyaç vardır.
Bu araştırmanın amacı, medikal sektör ya da tıbbi ürünler sektörü hakkında öngörüleri ortaya koymaktır.
Bu öngörüler belli sayıda kaynak ve
faktörlere dayanarak oluşturulan bir
ekonomik modele göre yapılmaktadır.
Bu ekonomik model aşağıdaki verilere
göre çevrelendirilmiştir;
• ABD’deki en büyük endüstrilerin büyüklüğü ve karakteristikleri
(Amerika Nüfus Sayım Dairesinin
istatistiklerinin yanı sıra diğer ticari
birlikler ve özel araştırma kaynaklarına, enflasyon oranlarına ve endüstri eğilimlerine dayandırılarak),
• Diğer ülkelerin göreceli gelir büyüklükleri ve karakteristikleri (Gayri
safi yurt içi gelir ve imalat, hizmet,
tarımsal ve kaynak endüstrilerinin
oranlarına dayandırılarak),
• Her endüstrinin istihdam ve kuruluş özelliklerine göre (CIA dünya
gerçekleri kitabından (CIA World
Factbook) ve ekonomik özgürlük
için tarihsel miras vakfı tarafından
(Heritage Foundation’s Index of
Economic Freedom) yapılan nüfus
öngörülerine dayandırılarak),
• Yabancı ülkelerden gelen ikincil
kaynaklar, Barnes tarafından yayınlanan küresel raporların tahminleri
değerlendirme için kullanılır. Barnes Raporlarında belirtilen, ekonomik modellerdeki öğeler ve ağırlıklı
noktalar ülkelerin gerçek koşullarına göre uyarlanır,
• Yerel geçerli güncel para öngörüleri,
ABD satış öngörüleri ve en güncel
kambiyo oranlarına dayandırılan,
• Her endüstri tanımını standartlaştırmak ve destek rapor kullanıcılarını
netleştirilmek için, her endüstri tanımında kullanılan NAICS kodlarını
belirlemek (Kuzey Amerika Endüstri
Sınıflandırma Sistemi).
Bu araştırmada kullanılan yöntem; Barnes tarafından 2012 yılında yayınlanan
rapordan alınmıştır. Raporda açıklanan
bütün sektör verilerinin tamamı kullanılmamış olup, yalnızca Avrupa Birliği
üye ülkelerinin tıbbi ürünler sektör verileri kullanılmıştır. Ayrıca, bu veriler
Türkiye’nin verileri ile karşılaştırılmıştır.
BULGULAR
Avrupa Birliği’nde yer alan on sekiz ülkenin tıbbi ürünler sektörüne ait
87
Toplum ve Sosyal Hizmet
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
Çizelge 1. Tıbbi Ürünler Üreten Avrupa Birliği Ülkelerinin 2011 Yılı İşyeri
Öngörüleri
Tıbbi ve
cerrahi
cihazlar
a
b
c
d
e
f
g
h
ı
J
k
l
m
Avusturya
46
2
9
1
10
6
2
30
14
1
34
55
9
Belçika
55
2
11
1
12
7
2
37
17
1
41
66
11
Çekoslovakya
55
2
11
1
12
7
2
36
17
1
40
65
11
Danimarka
29
1
6
1
6
4
1
19
9
1
21
34
6
Finlandiya
28
1
6
1
6
4
1
19
9
1
21
34
5
Fransa
311
10
63
8
70
39
13
206
96
5
229
371
60
Almanya
424
14
86
10
95
53
18
280
131
7
312
505
82
Yunanistan
55
2
11
1
12
7
2
36
17
1
40
65
11
Macaristan
50
2
10
1
11
6
2
33
15
1
37
59
10
İrlanda
31
1
6
1
7
4
1
20
9
1
22
36
6
İtalya
323
11
66
8
73
41
14
214
100
5
238
385
62
Hollanda
86
3
18
2
19
11
4
57
26
1
63
102
17
Polonya
179
6
36
4
40
22
8
118
55
3
131
213
34
Portekiz
57
2
12
1
13
7
2
38
18
1
42
68
11
İspanya
247
8
50
6
56
31
11
163
76
4
182
294
48
İsveç
51
2
10
1
11
6
2
34
16
1
38
61
10
İngiltere
325
11
66
8
73
41
14
215
100
5
239
387
63
TÜRKİYE
355
12
72
9
80
44
15
235
109
6
261
423
68
a. Tıbbi ve Cerrahi Cihazlar b. Göz Cihazları ve Aparatlar
c. Tıbbi Tanısal Cihazlar
d. Veterinerlik Cihazlar ve Aparatlar
e. Cerrahi Cihazlar ve Aparatlar
f. Tıbbi Araç ve Gereçler (Kan, Kemik)
g. Diğer Tıbbi ve Cerrahi ve Cihazlar
88
h. Cerrahi Cihazlar ve Sarf Malzemeleri
ı. Personel Güvenlik Gereçleri
j. Pamuk ve Pamuklu Sarf Malzemeler
k. Protez Cihazlar
l. Ortopedik Cihazlar
m. Diğer Cerrahi Cihazlar ve Sarf
Malzemeler
Yıldırım ve Yıldırım
işyerlerine, çalışan personel sayılarına
ve beklenen gelirlerine ilişkin bulgular
tespit edilmeye çalışılmıştır. Ayrıca Türkiye ait veriler Avrupa Birliği ülkelerinin
verileri ile karşılaştırılmıştır. Araştırmaya konu olan medikal ürünler sektörü ya da tıbbi ürünler sektörü; Tıbbi
ve Cerrahi Cihazlar, Göz Cihazları ve
Aparatlar, Tıbbi Tanısal Cihazlar, Veterinerlik Cihazlar ve Aparatlar, Cerrahi
Cihazlar ve Aparatlar, Tıbbi Araç ve
Gereçler (Kan, Kemik), Diğer Tıbbi ve
Cerrahi ve Cihazlar, Cerrahi Cihazlar
ve Sarf Malzemeleri, Personel Güvenlik Gereçleri, Pamuk ve Pamuklu Sarf
Malzemeler, Protez Cihazlar, Ortopedik Cihazlar ve Diğer Cerrahi Cihazlar
ve Sarf Malzemeler alt sektörlerinden
oluşmaktadır.
Tıbbi Ürünler Üreten Avrupa Birliği Ülkelerinin 2011 Yılı İşyeri Öngörüleri adlı
Çizelge incelendiğinde; Almanya’da
Ortopedik Cihazlar üreten 505 işyeri,
Almanya’da Tıbbi ve Cerrahi Cihazlar
üreten 424 işyeri, İngiltere’de Ortopedik Cihazlar üreten 387 işyeri, İtalya’da
Ortopedik Cihazlar üreten 385 işyeri,
Fransa’da Ortopedik Cihazlar üreten
371 işyeri, İngiltere’de Tıbbi ve Cerrahi
Cihazlar üreten 325 işyeri, İtalya’da
Tıbbi ve Cerrahi Cihazlar üreten 323
işyeri, Almanya’da Tıbbi ve Cerrahi
Cihazlar üreten 312 işyeri, Fransa’da
Tıbbi ve Cerrahi Cihazlar üreten 311
işyeri ve İspanya’da Ortopedik Cihazlar üreten 294 işyeri olacağı beklenmektedir. Türkiye’nin ise Tıbbi ve
Cerrahi Cihazlar üreten 355 işyeri ve
Ortopedik Cihazlar üreten 423 işyeri ile
Almanya’nın hemen arkasında yer alacağı öngörülmektedir.
Avrupa Birliği ülkelerinde, 2011 yılında öngörülen işyerlerinde çalışacak
personel
sayıları
incelediğinde;
Almanya’nın Cerrahi Cihazlar ve Sarf
malzemeler üreten işyerlerinde 13.981
personel çalıştıracağı, İngiltere’nin
Cerrahi Cihazlar ve Sarf malzemeler
üreten işyerlerinde 10.723 personel çalıştıracağı, İtalya’nın Cerrahi Cihazlar
ve Sarf malzemeler üreten işyerlerinde
10.664
personel
çalıştıracağı,
Almanya’nın Tıbbi ve Cerrahi Cihazlar
üreten işyerlerinde 10.327 personel çalıştıracağı, Fransa’nın Tıbbi ve Cerrahi
Cihazlar üreten işyerlerinde 10.264
personel çalıştıracağı, Almanya’nın
Ortopedik Cihazlar üreten işyerlerinde 9.470 personel çalıştıracağı,
İspanya’nın Cerrahi Cihazlar ve Sarf
malzemeler üreten işyerlerinde 8.149
personel çalıştıracağı, İngiltere’nin Tıbbi
ve Cerrahi Cihazlar üreten işyerlerinde
7.921 personel çalıştıracağı, İtalya’nın
Tıbbi ve Cerrahi Cihazlar üreten
işyerlerinde 7.877 personel çalıştıracağı ve Fransa’nın Tıbbi ve Cerrahi
Cihazlar üreten işyerlerinde 7.582 personel çalıştıracağı öngörülmektedir.
Türkiye ise Cerrahi Cihazlar ve Sarf
malzemeleri üreten işyerlerinde 11.699
personel ve Tıbbi ve Cerrahi cihazlar
üreten işyerlerinde 8.642 kişi çalıştıracağı öngörülerek, Almanya’nın hemen
arkasında yer alacağı beklenmektedir.
Avrupa Birliği ülkeleri 2011 yılı satış öngörüleri bakımından incelendiğinde; Almanya, 11.125 milyar USD satışı Cerrahi Cihazlar ve Sarf malzemeler üreten
işyerlerinden beklerken, Fransa, 8.125
milyar USD satışı Cerrahi Cihazlar ve
Sarf malzemeler üreten işyerlerinden,
İngiltere, 7.130 milyar USD satışı Cerrahi Cihazlar ve Sarf malzemeler üreten
işyerlerinden, İtalya, 6.828 milyar USD
bir satışı Cerrahi Cihazlar ve Sarf malzemeler üreten işyerlerinden, Almanya, 5.932 milyar USD satışı Personel
89
90
71
85
84
44
44
478
651
84
77
47
496
132
274
88
379
78
499
545
1.121
1.350
1.334
699
691
7.582
10.327
1.332
1.214
744
7.877
2.093
4.350
1.390
6.019
1.243
7.921
8.642
b
1.953
1.790
281
1.360
314
983
473
1.780
168
274
301
2.333
1.713
156
158
301
305
253
c
a. Tıbbi ve Cerrahi Cihazlar b. Göz Cihazları ve Aparatlar
c. Tıbbi Tanısal Cihazlar
d. Veterinerlik Cihazlar ve Aparatlar
e. Cerrahi Cihazlar ve Aparatlar
f. Tıbbi Araç ve Gereçler (Kan, Kemik)
g. Diğer Tıbbi ve Cerrahi ve Cihazlar
Avusturya
Belçika
Çekoslovakya
Danimarka
Finlandiya
Fransa
Almanya
Yunanistan
Macaristan
İrlanda
İtalya
Hollanda
Polonya
Portekiz
İspanya
İsveç
İngiltere
TÜRKİYE
a
4.458
4.086
641
3.105
717
2.244
1.080
4.064
384
626
687
5.328
3.912
357
361
688
697
578
e
1.106
1.013
159
770
178
557
268
1.008
95
155
170
1.321
970
88
89
171
173
143
f
559
512
80
389
90
281
135
509
48
79
86
668
490
45
45
86
87
72
g
11.699
10.723
1.683
8.149
1.882
5.889
2.833
10.664
1.007
1.643
1.803
13.981
10.264
936
947
1.806
1.828
1.517
h
h. Cerrahi Cihazlar ve Sarf Malzemeleri
ı. Personel Güvenlik Gereçleri
j. Pamuk ve Pamuklu Sarf Malzemeler
k. Protez Cihazlar
l. Ortopedik Cihazlar
m. Diğer Cerrahi Cihazlar ve Sarf Malzemeler
54
50
8
38
9
27
13
49
6
8
8
65
47
4
4
8
8
7
d
5.048
4.627
726
3.516
812
2.541
1.223
4.602
435
709
778
6.033
4.429
404
409
780
789
655
ı
Çizelge 2. Tıbbi Ürünler Üreten Avrupa Birliği Ülkelerinin 2011 Yılı Çalışan Öngörüleri
345
317
50
241
56
174
84
315
30
49
53
413
303
28
28
53
54
45
j
4.263
3.907
613
2.969
686
2.146
1.032
3.885
367
599
657
5.094
3.740
341
345
658
666
553
k
7.924
7.263
1.140
5.520
1.275
3.989
1.919
7.223
682
1.113
1.221
9.470
6.952
634
641
1.224
1.238
1.028
l
1.428
1.309
205
995
230
719
346
1.302
123
201
220
1.707
1.253
114
116
220
223
185
m
Toplum ve Sosyal Hizmet
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
2
1
1
1
9
12
1
1
1
7
3
2
1
5
2
8
2
259
110
168
131
1.378
1.886
165
67
130
1.158
429
289
131
810
256
1.209
381
b
1
a
218
a. Tıbbi ve Cerrahi Cihazlar b. Göz Cihazları ve Aparatlar
c. Tıbbi Tanısal Cihazlar
d. Veterinerlik Cihazlar ve Aparatlar
e. Cerrahi Cihazlar ve Aparatlar
f. Tıbbi Araç ve Gereçler (Kan, Kemik)
g. Diğer Tıbbi ve Cerrahi ve Cihazlar
Avusturya
Belçika
Çekoslovakya
Danimarka
Finlandiya
Fransa
Almanya
Yunanistan
Macaristan
İrlanda
İtalya
Hollanda
Polonya
Portekiz
İspanya
İsveç
İngiltere
TÜRKİYE
30
97
20
65
10
23
34
93
10
5
13
151
110
10
13
9
21
17
c
e
645
2.047
434
1.371
221
489
726
1.960
220
114
279
3.194
2.333
222
284
186
439
369
f
44
140
30
94
15
34
50
134
15
8
19
219
160
15
19
13
30
25
g
1
5
1
3
1
1
2
4
1
1
1
7
5
1
1
1
1
1
h
2.247
7.130
1.510
4.776
770
1.703
2.529
6.828
765
396
973
11.125
8.125
773
990
648
1.529
1.285
ı
1.198
3.802
805
2.547
411
908
1.349
3.641
408
211
519
5.932
4.332
412
528
346
815
685
h. Cerrahi Cihazlar ve Sarf Malzemeleri
ı. Personel Güvenlik Gereçleri
j. Pamuk ve Pamuklu Sarf Malzemeler
k. Protez Cihazlar
l. Ortopedik Cihazlar
m. Diğer Cerrahi Cihazlar ve Sarf Malzemeler
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
2
1
1
1
1
1
1
D
Çizelge 3. Tıbbi Ürünler Üreten Avrupa Birliği Ülkelerinin 2011 Yılı Satış Öngörüleri
j
3
8
2
5
1
2
3
8
1
1
1
12
9
1
1
1
2
1
k
335
1.062
225
711
115
254
377
1.017
114
59
145
1.656
1.210
115
147
97
228
191
L
510
1.618
343
1.084
175
387
574
1550
174
90
221
2.525
1.844
175
225
147
347
292
M
23
72
15
48
8
17
26
69
8
4
10
113
82
8
10
7
15
13
Yıldırım ve Yıldırım
91
Toplum ve Sosyal Hizmet
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
Çizelge 4. Avrupa Birliği Ülkelerinin 2011 Yılı Tıbbi Ürünler Öngörüleri
Ülkeler
Toplam İşyeri
Sayısı
Toplam Çalışan
Sayısı
Toplam Satış Tutarı
(Milyon$)
Avusturya
219
6.228
3.099
Belçika
263
7.503
3.689
Çekoslovakya
260
7.413
1.567
Danimarka
138
3.922
2.388
Finlandiya
136
3.841
1.865
Fransa
1.481
42.133
19.598
Almanya
2.018
57.391
26.834
Yunanistan
260
7.400
2.348
Macaristan
238
6.747
958
İrlanda
145
4.135
1.848
1.540
43.774
16.470
İtalya
Hollanda
409
11.631
6.102
Polonya
849
24.174
4.110
Portekiz
272
7.727
1.860
İspanya
1.176
33.450
11.520
243
6.907
3.644
İngiltere
1.547
44.017
17.199
TÜRKİYE
1.689
48.024
5.418
İsveç
Güvenlik Gereçleri üreten işyerlerinden, İspanya, 4.776 milyar USD satışı
Cerrahi Cihazlar ve Sarf malzemeler
üreten işyerlerinden, Fransa, 4.332 milyar USD satışı Personel Güvenlik Gereçleri üreten işyerlerinden, İngiltere,
3.802 milyar USD satışı Personel Güvenlik Gereçleri üreten işyerlerinden,
İtalya, 3.641 milyar USD satışı Personel
Güvenlik Gereçleri üreten işyerlerinden
ve Almanya, 3.194 milyar USD satışı
Cerrahi Cihazlar ve Aparatlar üreten
işyerlerinden beklemektedir. Türkiye
Cerrahi Cihazlar ve Sarf malzemeleri
üreten işyerlerinden 2011 yılında 2.247
milyar USD satış beklerken, Personel
Güvenlik Gereçleri üreten işyerlerinden
92
ise 2011 yılında 1.198 milyar USD satış
beklemektedir.
Avrupa Birliği ülkeleri 2011 yılında
öngörülen işyeri bakımından incelediğinde; Almanya’da toplam 2.018 işyeri, İngiltere’de toplam 1.547 işyeri,
İtalya’da toplam 1.540 işyeri, Fransa’da
toplam 1.481 işyeri ve İspanya’da toplam işyeri olacağı beklenmektedir.
Türkiye’de ise 2011 yılında 1.689 işyeri
olacağı öngörülerek, Almanya’nın peşinden ikinci sırada yer alacaktır.
Avrupa Birliği ülkelerinden Almanya
2011 yılında tıbbi ürünler sektöründe
57.391 personeli çalıştırmayı öngörürken, İngiltere 44.017 personeli, İtalya
Yıldırım ve Yıldırım
43.774 personeli, Fransa 42.133 personeli ve İspanya 33.450 personeli
çalıştırmayı öngörmektedir. Türkiye ise
2011 yılında 48.024 personeli çalıştırmayı öngörerek, Almanya’nın peşinden
ikinci sırada yer alacaktır.
Avrupa Birliği ülkelerinden Almanya
2011 yılında tıbbi ürünler sektöründen
toplam 26.384 milyar USD gelir beklerken, Fransa 19.598 milyar USD gelir beklemekte, İngiltere 17.199 milyar
USD gelir beklemekte, İtalya 16.470
milyar USD gelir beklemekte ve İspanya 11.520 milyar USD beklemektedir.
Türkiye ise 5.418 milyar USD bir beklenti ile Avrupa Birliği ülkeleri arasında
altıncı sırada yer alacaktır.
SONUÇ VE ÖNERİLER
Tıbbı ürünler sektörünün Avrupa Birliği
ülkeleriyle karşılaştırılmasını amaçlayan
bu çalışmada elde edilen sonuçların;
toplum sağlığının gelişimi ve sağlık politikalarının sağlık hizmetlerinin finansman ve sunumunu planlama amaçlarına
katkı yaptığı düşünülmektedir.Avrupa
Birliği ülkeleri içerisinde tıbbi ürünler
sektörü ile en fazla ilgili olan ülkeler; Almanya, İngiltere ve Fransa’dır. Avrupa
Birliği ülkeleri içerisinde, 2011 yılında
Almanya’da 2.018 adet işyerinin olacağı,
İngiltere’de ise 1.547 adet işyeri olacağı
beklenmektedir. Avrupa Birliği ülkeleri
içerisinde; 2011 yılında yer alan işyerlerinde 57.391 personelin Almanya’da
çalışacağı, İngiltere›de ise 47.017 personelin çalışacağı öngörülmektedir.
Avrupa Birliği ülkeleri içerisinde, 2011
yılında tıbbi ürünler üreten işyerlerinden Almanya’nın 26.834 Milyar USD
gelir elde edeceği öngörülmektedir.
İngiltere’nin ise 17.199 Milyar USD gelir
elde edeceği beklenmektedir.
Avrupa Birliği ülkeleri içerisinde, 2011
yılında Almanya’da 2.018 adet işyeri ve İngiltere›de ise 1.547 adet işyeri
olacağı öngörülmektedir. Bu öngörülen
işyerlerinin; Ortopedik Cihazlar ve Tıbbi
ve Cerrahi Cihazlar üreten branşlarda
olacağı beklenmektedir.
Avrupa Birliği ülkeleri içerisinde, 2011
yılında tıbbi ürünler üreten işyerlerinden
Almanya’nın 26.834 Milyar USD bir gelir ve İngiltere’nin ise 17.199 Milyar USD
bir gelir elde edeceği öngörülmektedir.
Bu öngörülen işyerlerindeki gelirin;
Cerrahi Cihazlar ve Sarf malzemeler,
Personel Güvenlik Gereçleri ve Cerrahi
Cihazlar ve Aparatlar üreten branşlardan elde edileceği beklenmektedir.
Türkiye’deki tıbbi ürünler sektörünü;
işyeri, işyerlerinde çalışan personel
ve elde edilen gelir bakımından, Avrupa Birliği ülkeleri ile karşılaştırdığımızda işyerinin, Tıbbi ve Cerrahi Cihazlar
branşında olacağı, işyerlerinde çalışan
personelin; Cerrahi Cihazlar ve Sarf
malzemeler branşında çalışacağı ve işyerlerinden elde edilecek gelirinde Cerrahi Cihazlar ve Sarf malzemeler branşından elde edileceği beklenmektedir.
Türkiye’nin 2011 yılındaki tıbbi ürünler
sektöründe; toplam işyeri ve bu işyerlerinde çalışacak personel bakımından,
Almanya’dan sonra Avrupa Birliği ülkeleri içerisinde ikinci sırada yer alacağı
öngörülmektedir. Buna karşılık bu işyerlerinden elde edilecek gelir bakımından ise Avrupa Birliği ülkeleri içerisinde
ancak altıncı sırada yer alabileceği görülmektedir. Bu gelir azlığının nedeni,
tıbbi ürünler sektöründe üretilen ürünlerin tamamen yerli üretim olmadığı,
ürünleri oluşturan parçaların büyük
bir kısmının yurt dışından elde edildiği ve dolayısı ile rekabetçi fiyatlarla
93
Toplum ve Sosyal Hizmet
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
satılamayıp, düşük fiyatlara satılabildiği
şeklinde açıklanabilir.
Resmi Gazete (2007). Tıbbi Cihaz Yönetmeliği, 9.1.2007, Sayı: 26398, 2007.
Tıbbi ürünler sektörü verilerini, Avrupa
Birliği ülkelerinin nüfus verileri bakımından inceleyip, Türkiye verileri ile karşılaştırılacağı bir araştırmanın literatüre
pozitif katkı sağlayacağı görüşündeyiz.
Resmi Gazete, Yataklı Tedavi Kurumları
İşletme Yönetmeliği (1983), Sayı: 17927,
Ankara.
Türkiye tıbbi ürünler sektöründe kullanılan teknolojinin yeterliliğine, üretilen
ürünlerin yapısal analizine ve karlılıklarına yönelik bilimsel araştırmalar yapılmasının, sektördeki işletmelere yol
göstereceği söylenebilir.
KAYNAKÇA
Ak, B. (1990). Hastane yöneticiliği. Ankara.
Barnes, C. (2012). Barnes Reports, Worldwide Medical Equipment & Supplies Mfg.
(NAICS 33911). Industry & Market Series,
C. Barnes & Co. USA.
Belek İ. (1994). Sosyal devletin krizi ve
sağlığın ekonomi politiği. İstanbul: Sorun
Yayınları.
Doğrusöz, S. (1987). Hastanelerde Örgütsel Çatışmanın Yönetimi, Sağlık Kurumları
Yönetimi Programı, Yayınlanmamış Bilim
Uzmanlığı Tezi, Ankara.
Fries, R. (2006). Reliable design of medical
devices. CRP Press, Taylor & Francis Group LLC, Second Edition, New York.
Information Sheet Guidance For IRBs, Clinical Investigators and Sponsors Frequently Asked Questions About Medical Devices (2006). Office of Good Clinical Practice
Office of Special Medical Programs, Office
of the Commissioner Food and Drug Administration, 10903 New Hampshire Ave.,
WO32-5129 Silver Spring.
Johnson, T.A. (2011). FDA regulation of
medical devices. Congressional Research
Service.
94
Sağlık Bakanlığı (2003). Proje Yönetim
Destek Birimi, Türkiye Sağlıkta Dönüşüm
Projesi Konsept Notu, Ankara.
Yıldırım, S. (2009). Medikal sektör yöneticilerin liderlik tarzları betimlemesi. Hastane
Dergisi, Sayı: 61, İstanbul.
Yıldırım, S. (2010). Tıbbi ürünler üreten
işletmelerde personelin iletişim özellikleri:
Johari penceresi yaklaşımının uygulanması. Hastane Dergisi, Sayı: 67, İstanbul.
Tokat, M. (1993). Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı Sağlık Projesi Genel Koordinatörlüğü. Türkiye’de Sağlık Sektörünün
Finansmanı. Ankara.
Erbay, Adıgüzel ve Akçay
Araştırma
SOSYAL HİZMET
ÖĞRENCİLERİNİN
SOSYAL HİZMET
UYGULAMASI
DERSLERİ
KAPSAMINDA
UYGULAMA
YÜRÜTECEKLERİ
KURUMLARI TERCİH
ETME SÜREÇLERİ
The Process of
Organisation Selection
by Social Work Students
within the Scope of Social
Work Practice Courses
Ercüment ERBAY*
İlkay Başak ADIGÜZEL**
Sinan AKÇAY**
* Yrd. Doç Dr., Hacettepe Üniversitesi, İİBF,
Sosyal Hizmet Bölümü
** Arş. Gör., Hacettepe Üniversitesi, İİBF,
Sosyal Hizmet Bölümü
ÖZET
Sosyal hizmet eğitimi, en basit şekliyle öğrencilere sosyal hizmetin bilgi, beceri ve
değer üçlemesinin öğretildiği, etik ilke ve
sorumlulukların aktarıldığı bir farkındalık
kazandırma süreci olarak tanımlanabilir.
Bu süreçte kazanılan bilginin uygulamaya
aktarılması ise temel bir zorunluluktur. Eğitim sürecinde bu aktarım süreci uygulama
dersleriyle mümkün olabilmektedir. Hacettepe Üniversitesi İ.İ.B.F. Sosyal Hizmet Bölümünde Sosyal Hizmet Uygulamaları dersine
geçmeden önce öğrencilere hangi kurumda
uygulama yapmak istedikleri sorulmaktadır.
Araştırmada öğrencilerin kurum tercih süreçleri, ilgili değişkenler çerçevesinde irdelenmiştir. Araştırma nicel araştırma yöntemiyle yürütülmüş, bu kapsamda Hacettepe
Üniversitesi İ.İ.B.F Sosyal Hizmet Bölümü 3.
sınıfta eğitim gören 117 öğrencinin uygulama
yapacakları kurumu tercih etme süreci hakkında görüşü alınmıştır. Araştırmaya katılan
öğrencilerin büyük bir kısmının kendilerini
uygulama yapmaya hazır hissetmemesi ve
uygulama öncesi çeşitli endişeler taşıması
elde edilen sonuçlardandır.
Anahtar Sözcükler: Sosyal hizmet, sosyal
hizmet öğrencisi, sosyal hizmet uygulaması
ABSTRACT
Social work education can simply be defined
as a process of awareness-raising including
teaching knowledge, skills and value bases
of social work and transfering ethical principles and responsibilities to the students.
Transferring the knowledge gained in the
process into practice is a basic requirement.
The process of transfering could be done by
practice cources. In Hacettepe Unıversity
F.E.A.S. Department of Social Work, at the
beginning of the course, students are asked
to choose the organization for the course of
Social Work Practices.
In this study, the students’ organization selection process within the framework of the
related variables is investigated. The study
had been carried out with quantitative research methods and opinions of 117 stu-
95
Toplum ve Sosyal Hizmet
dents who study in 3th class of Social Work
Department, FEAS, Hacettepe University
have taken about the process of organization
selection. Feeling unready to make practice
and having various concerns before practice
are some results of the study.
Key Words: Social work, social work
student, social work practice
GİRİŞ
Sosyal hizmet eğitimi bir bilim, bir sanat
biçimi ve bir tutkudur1.
Sosyal hizmet eğitimi, 4 yıllık lisans
programıyla öğrenim gören öğrencilerin birey, aile, grup ve topluma yönelik
yardım hizmetlerinde ve iletişimlerinde
etkili profesyoneller olmasını hedefler
(Mavili Aktaş, 2011: 73).
Diğer bir tanıma göre sosyal hizmet
eğitimi, kuram uygulama bütünlüğü
çerçevesinde sosyal hizmetin temel
bilgi, beceri ve değerlerinin, eğitime
katılan taraflar arasındaki karşılıklı iletişim ve etkileşim yoluyla ele alındığı
ve geliştirildiği aktif bir süreçtir. Bilginin
araştırılması, üretilmesi, geliştirilmesi,
paylaşılması ve uygulamaya aktarılması boyutlarında aktif katılım gösteren
-başta öğrenci ve eğitimci olmak üzere- taraflar karşılıklı öğrenme, gelişme
ve değişme yaratma misyonu üstlenerek etkin iletişim becerilerini demokratik etkileşim ortamında belirli değerler
çerçevesinde kullanmaktadırlar (Çelik,
2011: 220).
Sosyal hizmet eğitimi teorik ve uygulamalı derslerden oluşmakta ve söz
konusu dersler birbirini tamamlayıcı bir
1
96
East ve Chambers, 2007; Aktaran: Çelik 2011:
220.
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
nitelik taşımaktadır. Bu açıdan bakıldığında öğrenilen teorilerin sosyal hizmet
kurum ve kuruluşlarında uygulamaya
aktarılmasını sağlayan sosyal hizmet
uygulamalarına yönelik dersler büyük önem taşımaktadır (Akçay, 2012:
198). Demiröz de (2005:134) sosyal
hizmet eğitimindeki uygulamalı dersleri “öğrencilerin bir eğitsel yöneticinin
yönlendirmesiyle sosyal hizmet kurum,
kuruluş ve ortamlarında, müracaatçı
sistemi ile çalıştıkları, eğitim sürecinde
elde ettikleri kuramsal bilgi ve becerilerini hayata geçirdikleri süreç” olarak
tanımlamakta ve bu derslerin Sosyal
Hizmet Akademisi’nden bu yana müfredatın üçte birini oluşturduğunu ifade
etmektedir.
Uygulama dersleri kapsamında öğrencilerden uygulamaya katıldıkları toplumun değerlerini kavramaları,
sosyo-kültürel sistemlerini tanımaları,
ekonomik kaynaklarını belirlemeleri,
kurum içi görev ve yetki dağılımlarını
öğrenmeleri, sosyal hizmet uzmanlarının rolünü gözlemlemeleri ve uygulamaları beklenmektedir. Kendini tanıma,
mesleki kimlik kazanma ve geliştirme
yönünde önemli katkılar sağlayan alan
uygulaması dersleri, sosyal hizmet
uzmanı adaylarını meslek yaşamına hazırlamaktadır (Çelik, 2011: 220).
Duyan’a göre ise sosyal hizmette alan
uygulaması çerçevesinde öğrenciler
bireylerle, ailelerle, gruplarla, örgütlerle
ve toplumla sosyal hizmet yapabilme
deneyimi edinir. Bu yolla öğrenciler
psiko-sosyal, politik, kültürel ve ekonomik sitemlerin insanların yaşamları
üzerindeki etkisini anlama ve değerlendirme becerisi kazanır. Sınıf ortamında
öğrendiği kuramsal bilgileri uygulamaya aktarabilir. Alan uygulaması ile öğrenciler gerçek yaşama hazırlanır ve
Erbay, Adıgüzel ve Akçay
bağımsız sosyal hizmet uygulaması yapabilme yeterliliğine erişirler (2010: 55).
Hacettepe Üniversitesi İ.İ.B.F. Sosyal
Hizmet Bölümü’nde alan uygulaması,
SHO 417 – SHO 418 Sosyal Hizmet
Uygulaması 1-2 dersleriyle gerçekleştirilmekte ve bu süreç iki aşamayı
kapsamaktadır. İlk aşama öğrencilerin
tercihleri doğrultusunda ilgili kurum ve
kuruluşlara yerleştirilmeleri, ikinci aşama ise bu kurum ve kuruluşlarda öğrencilerin eğitsel ve kurum danışmanlarının
yönlendirmeleriyle uygulamalarını gerçekleştirmeleridir. Sosyal hizmet uygulaması derslerinin işlevselliği açısından
bu iki aşamanın oldukça kapsamlı ve
dikkatli bir biçimde şekillendirilmesi ve
yürütülmesi gerekmektedir (Erbay ve
Sevin, 2011: 144). Bu bağlamda Karataş, Demiröz ve İçağasıoğlu Çoban’ın
Sosyal Hizmet Eğitiminde Yeniden Yapılanma çalışmaları kapsamında 97
sosyal hizmet uzmanıyla gerçekleştirdikleri çalışmada önemli fikirler verilmektedir. Buna göre sosyal hizmet
uzmanları; öğrencilerin uygulamaya
başlamadan önce hazırlık yapmaları,
uygulamalı derslerde öğrencilerin yetki
ve sorumluluklarının arttırılması, öğrencilerin öğretim elemanlarının ya da deneyimli sosyal hizmet uzmanlarının yaptıkları çalışmaları izlemesi önerisinde
bulunmuşlardır. Bununla birlikte uygulamalar sırasında eğitsel yönetici, kurum
danışmanı ve öğrenci arasındaki bilgi
alışverişinin sürekli kılınması ve okulda
verilen bilgilerin alanın gereksinimlerine
uygun olması önerilmiştir (2002: 77).
Bu çerçevede alan uygulamasının
etkililiği açısından ilk aşama olan öğrencilerin uygulama yapacakları alanı
seçmeleri üzerinde özellikle durmak
gereklidir. Bu araştırma böyle bir gereklilikten doğmuştur.
PROBLEM
Sosyal hizmet, uygulamalı bir bilim ve
meslektir. Eğitim sürecinde elde edilen
tüm bilgiler, beceriler ve değerler, müracaatçının refahı temelinde uygulama
sürecinde kendini gösterir.
Uygulama becerisinin kazanılması, sadece mesleki yaşama bırakılamaz. Bu
nedenle sosyal hizmet eğitiminin temel
amaçlarından biri öğrencilere mezun
olmadan uygulama becerisini kazandırma ve teori-pratik ilişkisini kurabilmelerine yardımcı olmaktır.
Öğrencilerin profesyonel eğitiminin bir
parçası olarak, müracaatçılarla doğrudan uygulamalarında sınıf ortamında
öğrendikleri bilgileri ve becerileri kullanmaları gerekir (Duyan, 2010: 55).
Sosyal hizmet eğitiminde uygulama becerisi, Sosyal Hizmet Kuramı ve Alan
Uygulaması gibi derslerde kazanılabilir.
Bunun yanı sıra Sosyal Hizmet Ortamlarında Uygulama dersi kapsamında
uygulama becerileri tam olarak pekişir.
Hacettepe Üniversitesi İ.İ.B.F. Sosyal
Hizmet Bölümünde SHO 417 Sosyal
Hizmet Uygulamaları I dersine başlamadan önce 3. Sınıfta iken öğrencilere
hangi kurumda uygulama yapmak istedikleri sorulmaktadır. Bununla birlikte
öğrencilerin bu kurumları tercih ederken, nelere dikkat ettikleri ve nasıl tercih yaptıklarına ilişkin bilimsel bir veri
bulunmamaktadır.
Bu çerçevede araştırmanın problemini,
Hacettepe Üniversitesi İ.İ.B.F. Sosyal
Hizmet Bölümü 3. sınıf öğrencilerinin
SHO417 Uygulama I dersi kapsamında uygulama yürütecekleri kurumları
tercih etme süreçlerinin incelenmesine
yönelik gereksinim oluşturmaktadır.
97
Toplum ve Sosyal Hizmet
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
AMAÇ
YÖNTEM
Bu araştırmanın genel amacı, Hacettepe Üniversitesi İ.İ.B.F. Sosyal Hizmet
Bölümü 3. sınıf öğrencilerinin SHO417
Uygulama I dersi kapsamında dördüncü sınıfın güz döneminde uygulama
yürütecekleri kurumları tercih etme süreçlerini ilgili değişkenler çerçevesinde
ortaya koymak ve sosyal hizmet literatürüne bu konu bağlamında yeni bir bilgi kazandırmaktır.
Araştırma, nicel araştırma metoduyla
gerçekleştirilmiştir. Bu metot çerçevesinde araştırmacılar tarafından görüşme formu hazırlanmıştır.
Araştırmanın işlevsel alt amaçları ise
soru cümleleriyle ifade edilmiştir:
1. Öğrenciler kendilerini uygulama
yapmaya hazır hissetmekte midir?
2. Öğrencilerin sosyal hizmetin bilgi temelini uygulamaya aktarabilmeleri konusundaki düşünceleri
nelerdir?
3. Öğrencilerin bilgi temeli ile ilgili kendilerini yetersiz gördükleri noktalar
nelerdir?
4. Öğrencilerin sosyal hizmet beceri
repertuarını uygulamaya aktarabilmeleri konusundaki düşünceleri
nelerdir?
5. Öğrencilerin beceri repertuarları ile
ilgili kendilerini yetersiz gördükleri
konular nelerdir?
6. Öğrencilerin sosyal hizmetin mesleki değerlerini uygulamaya aktarabilmeleri konusundaki düşünceleri
nelerdir?
7. Öğrencilerin sosyal hizmetin mesleki değerleri ile ilgili kendilerini yetersiz gördükleri noktalar nelerdir?
8. Öğrencilerin uygulama sürecine
ilişkin endişeleri ne durumdadır?
98
Veriler, Hacettepe Üniversitesi İ.İ.B.F.
Sosyal Hizmet Bölümü 117 üçüncü sınıf öğrencisi ile yüz yüze görüşülerek
elde edilmiştir.
Elde edilen veriler SPSS 15.0 paket
programıyla analiz edilmiş; veriler sayı
ve yüzde olarak ifade edilmiştir.
BULGULAR
Araştırmaya katılan öğrencilerin sosyo-demografik özelliklerine bakıldığında yaş ortalamalarının 22.7 olduğu görülmüştür. Cinsiyetlerine göre dağılıma
bakıldığında ise öğrencilerin %42.7’sinin kadın, %57.3’ünün erkek olduğu
görülmüştür.
Hacettepe Üniversitesi Sosyal Hizmet
Bölümü 3. Sınıf öğrencilerinin %88’i
devam etmekte oldukları bu bölümde
isteyerek bulunduklarını ifade etmiştir.
İsteksiz olarak bölüme devam edenlerin oranı ise %12’dir. Son dönemlerde
Türkiye’deki sosyal hizmet bölümlerinin
sayısında ve kamu kurum/kuruluşlarına alınan meslek elemanı sayısında
ciddi bir artış gözlenmektedir. Çalışma
alanlarının çeşitli ve iş bulma olanağının nispeten daha kolay olmasının sosyal hizmet disiplinine olan ilgiyi artırdığı
düşünülmektedir. İstekli olarak bölüme
devam edenlerin oranı yüksek olsa da
isteksizce devam edenlerin oranlarının
fazlalığı da düşündürücüdür. Bu grubun
bir yıl sonra alanda mesleki uygulamalar gerçekleştirmeye başlayacak üçüncü sınıf öğrencileri olduğu göz önünde
bulundurulursa, mesleki müdahalelerin
Erbay, Adıgüzel ve Akçay
niteliği ile ilgili endişelerinin olması doğaldır. İstekliliğin motivasyonu, motivasyonun da verimliliği etkilediği düşünülürse bireysel (öğrencinin kendisi) ve
toplumsal yarar için birtakım çalışmaların yapılması önemli bir gerekliliktir.
Öğrencilerin uygulama alanı tercihlerine ilişkin elde edilen bilgilere göre
öğrencilerin tercihlerindeki yoğunluk,
%26.5’lik bir oranla tıbbi sosyal hizmet
alanındadır. Tıbbi sosyal hizmet alanını, çocuk refahı (%13), Adalet Bakanlığı
(%13), psikiyatrik sosyal hizmet (%9.4),
yoksulluk ve sosyal yardım alanı (%6),
Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü (%5.5), yaşlılık refahı (% 4.7), sivil
toplum örgütleri (%4.1), gençlik refahı (%3.5), suçluluk ve ıslah hizmetleri
(%3.5), özürlülük alanı (%3), okul sosyal hizmeti (%1.5) ve son olarak diğer
seçeneği (%6.3) içerisinde öğrencilerin
belirttikleri aile danışmanlığı, endüstriyel sosyal hizmet, sığınmacılık ve göçmenlik alanı, kadın refahı, emniyet müdürlüğü, rehberlik ve araştırma merkezi
takip etmektedir.
Müdahaleye gereksinim duyan tüm
bireylerin psiko-sosyal ve sosyo-ekonomik sorunlarının çözümünün sağlanması ve bu hizmetlerin geliştirilip
yaygınlaştırılması toplum için önemli
bir gereksinim haline gelmiştir. Sağlığın sosyalleştirilmesi amacıyla yapılan
bazı girişimlerin sosyal hizmetin etkinlik alanını genişletmekte olduğu görülmektedir. Şubat 2011 tarihinde yürürlüğe giren Tıbbi Sosyal Hizmet Uygulama
Yönergesi ile ikinci ve üçüncü basamak
sağlık kurum ve kuruluşlarında tıbbi
sosyal hizmet uygulamaları yaygınlaşmaya başlamıştır. Bunun, öğrencilerin
sağlık alanını tercih etmelerinde önemli
bir unsur olduğu düşünülmektedir.
Mesleki sınırların ve sorumlulukların
yasal olarak belirlenmiş olması, meslek
elemanına
gereksinim
duyduğu
müdahale
özgürlüğünü
vermiştir.
Araştırmaya katılan öğrencilerin büyük
bir çoğunluğu (%65), bu tablonun
kendilerinin mezun olduktan sonra
çalışmak istedikleri alanları yansıttığını
belirtmiştir. Ağırlıklı ikinci tercih nedeni
ise %13’lük bir yüzde ile uygulama
yapmayı tercih ettikleri bu alanlara
ilişkin seçmeli dersler almış olmalarıdır.Seçmeli dersler bireylerin ilgi ve becerileri, kendilerini özellikle geliştirmek
istedikleri konularda aldıkları dersleri
kapsamaktadır. Lisans eğitimi boyunca alınması gereken zorunlu derslerin
yanı sıra seçmeli derslerin de verilmesinin öğrencilerin gelecekte çalışacakları alanlarda derinlemesine bilgi sahibi
olmasına ve uzmanlaşmasına yardımcı
olacağı düşünülmektedir.
Öğrencilerin (%6.5) bir diğer tercih
nedeni ise belirtilen alanla ilgili bir uygulamalı araştırma yapmış olmalarıdır.
Uygulamalı araştırma, bir öğretim elemanı öncülüğünde üçüncü sınıfa geçmiş öğrenci grupları tarafından sosyal
hizmete ilişkin seçilen bir konuda araştırılan, hazırlanan ve uygulanan, bir
yıllık dönemi kapsayan bir çalışmadır.
Erbay ve Sevin tarafından yapılan bir
araştırmada (2013: 37) öğrenciler bazı
derslerin içeriklerini yetersiz bulduklarını belirtmişlerdir. Seçmeli dersler ve
uygulamalı araştırma olarak belirtilen
tercih nedenlerinin düşük yüzdelere
sahip olması, bu etkenlerin uygulama
alanı tercihinde belirleyici olmadığını
göstermektedir. Bu da ders ve araştırma konularının seçiminin sağlıklı yapılmıyor olabileceğini düşündürmektedir.
Diğer tercih nedenleri arasında ise
çalışma koşullarının daha rahat olması,
99
Toplum ve Sosyal Hizmet
öğretim elemanlarının önerileri, bilgi ve
deneyim kazanma arzusu, daha fazla
çalışılmasına gereksinim duyulan bir
alan olması ve ulaşım gibi konular yer
almaktadır.
Öğrencilerin
kendilerini
alan
uygulaması yapmaya hazır hissetme
durumlarına bakıldığında, öğrencilerin
%61.5’ inin kendilerini buna hazır hissetmedikleri, %38.5’inin ise hazır hissettiği görülmektedir. Teorik eğitimin
büyük kısmını geride bıraktıkları ve
kendilerinden öğrendiklerini pratiğe aktarmaları beklenen bu evrede,
öğrencilerin büyük bir kısmının endişe
duyması düşündürücüdür. Öğrenciler
uygulama yapmaya hazır hissedip
hissetmeme durumlarının nedenlerini
aşağıdaki tabloda açıklamışlardır:
Bu açıklamalara göre kendilerini uygulama yapmaya hazır hisseden öğrencilerin büyük kısmı, başarılı alan
uygulamaları için gerekli bilgi, beceri,
duyarlılık ve yetkinliğe sahip olduklarını düşünmektedir. Bu ifadeler, öğrencilerin öğrenim sürecinde aktif
birer katılımcı olduklarını göstermektedir. Sosyal hizmet bölümüne giriş ile
başlayan sürecin, bu öğrenciler için
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
verimli geçtiği düşünülmektedir. Bununla birlikte aynı şeyi araştırmaya katılan öğrencilerin tamamı için söyleyebilmek mümkün değildir. Eğitim, içinde
değiştirici ve dönüştürücü unsurları
da barındırmaktadır ve bu, öğrenme
sürecinin bir parçasıdır. Olumlu gelişim sağlanabilmesi ise bu süreçten en
yüksek düzeyde yararlanılmasına bağlıdır. Öğrencilerin yanıtları arasındaki
ayrışmanın, aslında değişimi yönetmelerindeki farklılıktan kaynaklandığı
düşünülmektedir.
Öğrenciler kendilerini uygulamaya hazır hissetmemelerinin nedenlerini şu
şekilde açıklamışlardır:
Öğrencilerin kendilerini uygulamaya
hazır hissetmemelerinde rol oynayan
başlıca neden, teorinin uygulamayla
bütünleştirilerek sunulmaması ve daha
çok bilgi aktarımı şeklinde derslerin
işlenmesidir. Bu durum bilgilerin soyut
kalmasına, içselleştirilememesine ve
sonraki aşamalarda da uygulanamamasına neden olabilir. Öğrencilerin
uygulama yapmaya hazır hissetmemelerinde rol oynayan bir diğer neden de
sosyal hizmetin bilgi, beceri ve değer
temeline ilişkin eksiklikleri olduğunu
Çizelge 1. Öğrencilerin Uygulama Yapmaya Hazır Hissettiklerini Nasıl
Anladıklarına İlişkin Bulgular
Öğrencilerin Uygulama Yapmaya Hazır Olduklarını Nasıl
Anladıkları
S
%
Edindiğim bilgi ve becerileri uygulamaya aktarabileceğimi
düşünüyorum
16
48.5
Donanımlı ve yetkin olduğumu düşünüyorum
10
30.2
Diğer
7
21.3
Toplam
33
100
100
Erbay, Adıgüzel ve Akçay
Çizelge 2. Öğrencilerin Kendilerini Uygulama Yapmaya Hazır Hissetmemelerinin
Nedenlerine İlişkin Bulgular
Uygulama Yapmaya Hazır Hissetmeme Nedenleri
S
%
Derslerimiz tamamen teori odaklı. Hiç uygulamaya yönelik örnekler
görmüyoruz. Teorik dersler çok yüzeysel kalıyor. Eğitim tamamen
ezberci
21
55
Bilgi, beceri ve değer temelinde çok fazla eksiğim olduğunu
düşünüyorum. Bu eksiklikleri tamamlamadan alana çıkmak
müracaatçılara zarar verecektir
17
45
Toplam
38
100
düşünmeleri ve kendilerini yetersiz hissetmeleridir. Öğrenciler, bu eksiklikleri
tamamlamadan alana çıkmaları durumunda müracaatçılara zarar verebileceklerini ifade etmektedir. Barlow ve
Hall (2007:404)’in sosyal hizmet öğrencileri ve kurum danışmanlarının uygulama sürecindeki duygusal deneyimlerine ilişkin yaptığı araştırmada elde
edilen bulgular öğrencilerin bu düşünce ve endişelerini destekler niteliktedir.
Araştırmada öğrencilerin kendi yeterlilikleri konusunda endişe duymaları,
uygulama süreçlerindeki bir gerginlik
kaynağı olarak tanımlanmaktadır. Öğrenciler, yapabilecekleri hataların müracaatçıyı olumsuz etkileyebileceği ve
böylelikle uygulama süreçlerini başarılı
bir şekilde tamamlayamayabilecekleri
konularında endişe duyduklarını ifade
etmektedir.
Araştırmaya katılan 117 öğrencinin
%55.5’i (65 kişi) sosyal hizmetin bilgi
temelini uygulamaya aktarabileceğini
düşünürken %44.5’i (52 kişi) sosyal
hizmetin bilgi temelini uygulamaya aktaramayacağını düşünmektedir. Sosyal hizmetin bilgi temelini uygulamaya aktaramayacağını düşünenlerin
kendilerini yetersiz hissettikleri konular
ise şu şekildedir: Uygulama yöntemleri
(%31.6), kuramsal yaklaşımlar (%24.5),
kişilerarası dinamik, grup dinamiği, örgütsel dinamik (14.4), toplumsal yapı ve
kurumlar (%11.5), planlı değişim süreci
(%7.2), insan gelişimi (%5.75), etik ve
değerler (%5.05). Öğrencilerin daha
çok uygulama yöntemlerinde kendilerini yetersiz hissetmeleri, öğrencilerin
kendilerini uygulama yapmaya hazır
hissedip hissetmediklerine ilişkin ifadeleriyle uyumlu görünmektedir. Öğrencilerin kendilerini uygulama yöntemleri
konusunda yetersiz hissettikleri için
uygulama yapmaya da hazır hissetmedikleri düşünülmektedir.
Uygulama yöntemleri birey, aile, grup
ve toplum düzeylerinde yapılan arabuluculuk, savunuculuk, bakım yönetimi, danışmanlık, krize müdahale,
görev odaklı uygulama gibi yöntemleri
içermektedir (Thompson, 2009: 78).
Thompson’ın ifade ettiği bu yöntemler sosyal hizmet lisans eğitimi almış
her meslek elemanının biliyor ve etkin biçimde kullanıyor olması gereken
uygulama yöntemleridir. Bu sonucun
öğrencilerin söz konusu teorik bilgileri
101
Toplum ve Sosyal Hizmet
içselleştiremediğinin ya da sahip olduğu bilgiler ile uygulamayı bütünleştiremeyeceği endişesi taşıdığının bir göstergesi olduğu düşünülmektedir.
Thompson (2002)’a göre öğrenme,
hazırlık gerektiren bir süreçtir. Bu süreç “düşünme, hissetme ve yapma”yı
içermektedir. Bu üç bağlam öğrenciyi
derinlemesine düşünmeye yönlendirirken yaptıklarının ya da yapmadıklarının
kendilerini nasıl hissettirdiği; ne yaptıkları ve nasıl yaptıklarına ilişkin farkındalık oluşturmalarını da sağlamaktadır.
Beceri, bireyin belirli bir eylemi gerçekleştirme kapasitesidir ve geliştirilmesi
mümkündür. Sosyal hizmetin sacayaklarından biri olan beceri, sosyal hizmet
uygulamasının temel bir öğesidir. Öğrencilerin %59.8’i sosyal hizmet beceri
repertuarını uygulamaya aktarabileceğini düşünürken, %40.2’si uygulamaya aktaramayacağını düşünmektedir.
Sosyal hizmet beceri repertuarını uygulamaya aktaramayacağını düşünen
öğrenciler kendilerini en çok problem
çözme becerisi (%14.5) ve raporlama
becerisi (%14.5) konularında yetersiz
görmektedir.
Sosyal hizmet sosyal adalet ve insan
hakları değerleri üzerine inşa edilmektedir. Sosyal hizmet uzmanları yaptıkları her mesleki çalışmanın insan hakları
ve sosyal adalet değerlerine uygunluğunu gözetirler. Bu değerler mesleğin
uygulanmasında vazgeçilemez değerler olduğundan sosyal hizmet eğitimi ile
içselleştirilmesi büyük önem taşımaktadır. Öğrencilerin %78.7’si sosyal hizmetin mesleki değerlerini uygulamaya
aktarabileceğini düşünürken %21.4’ü
uygulamaya aktaramayacağını düşünmektedir. Öğrencilerin büyük bir çoğunluğunun mesleki değerleri uygulamaya
102
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
aktarabileceğini düşünmesi memnuniyet vericidir. Sosyal hizmetin mesleki
değerlerini uygulamaya aktaramayacağını düşünen öğrencilerin kendilerini yetersiz gördükleri konular ise adil
olmayan politika ve uygulamalarla mücadele (%47) ve kişinin kendi kaderini
tayin hakkı (%37)’dır. Türkiye’de dikey
hiyerarşi kamusal alanda ağırlıklı olarak kendini göstermektedir. Bu durum
bir yandan sınıflar arası farkı artırırken
bir yandan da sınıflar arası bağımlılığı
artırmaktadır. Görülen tablo, henüz iş
yaşamına atılmamış olan öğrencilerin
kendilerini böyle kökleşmiş bir sistem
içinde zayıf hissettikleridir.
Öğrencilere uygulama öncesi endişeli
olma durumları sorulmuş ve öğrencilerin %81.2’si endişeli olduğunu ifade
ederken %18.8’i ise endişeli olmadığını
ifade etmektedir. Öğrencilerin endişeli olduğu konular ise sırasıyla: ulaşım
(%21.4), kurum danışmanı ile ilişki
(%14.6), kuruluştaki meslek elemanları tarafından kabul görmeme (%12.3),
eğitsel danışman ile ilişki (%11.4), mesleki çalışma yapmaya izin verilmemesi
%10), kılık-kıyafet (%9), fiziki ortamçalışma odası (%7.3), fiziki ortam-görüşme odası (%5.8), çalışma saatleri
(%4.4), öğle yemeği (%2.6) olarak ifade edilmiştir. Diğer seçeneğinde ise
(%1.2) bürokrasi, katı mevzuatların
varlığı, mesleki bilgi ve becerimin kısıtlı
olması, bildiklerimi pratiğe dökememe endişesi endişeleri yer almaktadır.
Öğrencilerin uygulama sürecine ilişkin
çok fazla soru işareti ve belirsizliğe sahip olması (hangi kurumda uygulama
yapacağı, kurum ve eğitsel danışmanının kim olacağı, teorik bilgilerini uygulamaya aktarıp aktaramayacağı gibi)
nedeniyle endişeli olmalarının sürecin
doğal bir sonucu olarak düşünülebilir.
Erbay, Adıgüzel ve Akçay
Ancak kurum veya mesleki çalışmalara ilişkin endişelerin daha fazla olacağı
düşünülürken en fazla endişe duyulan
konunun ulaşım olması araştırmacılar tarafından beklenmeyen bir sonuç
olarak değerlendirilmektedir. Ancak
Gelman ve Baum (2010:432)’un sosyal
hizmet öğrencilerinin uygulama öncesi
endişelerini saptamak amacıyla yaptığı
araştırma, bu bulguyu destekler niteliktedir. Araştırmanın uygulama yapılacak kurumla ilgili endişeler kısmında
öğrencilerin büyük bir çoğunluğunun
kurumun yeri ve kuruma ulaşılabilirlik
gibi lojistik konularda endişe duyduğu
sonucuna ulaşılmıştır.
Öğrencilere uygulama yapacakları kurumda sosyal hizmet uzmanı olmasını
önemseyip önemsemedikleri sorulmuş ve öğrencilerin %90.6’sının bunu
önemsedikleri sonucuna ulaşılmıştır.
Uygulama sürecinde uygulama yapılan
kurumda sosyal hizmet uzmanının olması öğrencilere rol model olabilecek
meslek elemanı olabilmesi açısından
önem taşımaktadır. Öğrencilerin de bu
doğrultuda düşündükleri görülmektedir.
Sosyal hizmet uygulamasında süpervizyon, bireyin uygulama alanına ilişkin bilgi ve becerilerini geliştirmesini
sağlayan, bireysel ve mesleki yeterlilik kazandıran bir unsurdur. Uygulama
dersleri kapsamında öğrenciler eğitsel
danışmanlarının ve kurum danışmanlarının süpervizyonları altında çalışmalarını gerçekleştirirler.
Eğitsel danışman, kurum danışmanı
ve öğrencinin oluşturduğu çalışma ekibinin uygulama sürecinde öğrencinin
pratikte kendisini geliştirebilmesinde
önemli bir işlevi vardır. Uygulama yapan öğrencilerin en fazla iletişim ve
etkileşim içinde olacağı söz konusu
danışmanlarla olan ilişkileri, hiç şüphesiz uygulama derslerinin verimliliğini etkileyecektir. Bu durumda karşılıklı
beklentilerin belirlenerek bir harita çizilmesinin önemli olduğu düşünülmektedir. Araştırmada yalnızca öğrencilerin
danışmanlarına yönelik beklentilerine
yer verilmiştir ancak danışmanların
beklentilerinin de öğrenilmesi bu araştırmanın bir çıktısı olabilir.
Öğrencilerin bilgi ve becerilerinin yanı
sıra alandaki öğrenim deneyimlerinin
de değerlendirilmesinin büyük önemi
vardır (Maxwell, 1999: 86). Bu deneyimleri etkileyecek olan kurumsal yapı
ve akademik beklentilerin yanı sıra
eğitsel danışmanlar ve kurum danışmanlarının işlevlerinin de değerlendirilmesi, uygulama sürecinin öğrenciye
yarar sağlaması açısından gerekli görülmektedir. Çizelge 3’te öğrencilerin
eğitsel danışmanlarından beklentilerine ilişkin bulgular verilmiştir:
Öğrencilerin %88.5’i beklendiği gibi
eğitsel danışmanlarından uygulama
yaptıkları alanda onlara rehberlik etmesini, onlarla ilgilenmesini, eksik oldukları konularda onlara yardımcı olmasını
beklemektedir.
Öğrencilerin %37.3’ü de kurum danışmanlarından bildiklerini aktarabilmesini, beceri kazandırmasını ve yol göstermesini beklemektedir. Öğrencilerin bu
beklentileri etkili ve verimli uygulama
yapabilmek için gereklidir.
Uygulama yapılacak kurumun niteliği
öğrencileri uygulama becerisi kazanabilme, çalışabileceği alanlarda fikir
sahibi olma gibi birçok yönden etkileyebilmektedir. Bu açıdan bakıldığında
uygulama yapılacak kurumun belirlenmesi, bir karar verme sürecini gerektirmektedir. Bu doğrultuda öğrencilerin
103
Toplum ve Sosyal Hizmet
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
Çizelge 3. Öğrencilerin Eğitsel Danışmanlarından Beklentilerine İlişkin Bulgular
Öğrencilerin Eğitsel Danışmandan Beklentileri
S
%
Uygulama yaptığım alanda bana rehberlik etmesi, benimle
ilgilenmesi, eksik olduğum konularda bana yardımcı olması
76
88.5
Ulaşılabilir olması
4
4.6
Eğitsel danışmanımın kurum danışmanı ile ilişkimde yanımda
olması
2
2.3
Diğer
4
4.6
Toplam
86
100
Çizelge 4. Öğrencilerin Kurum Danışmanlarından Beklentilerine İlişkin Bulgular
Öğrencilerin Kurum Danışmanından Beklentileri
S
%
Bildiklerini aktarabilmesi, beceri kazandırması, yol göstermesi
31
37.3
Uygulama yapmamda destekleyici, yapılan uygulamalarda deneyim
edinmem için aktif olmama izin veren biri olması, beni geri plana
atmaması
22
26.5
Anlayış, saygı, rol model olma
10
15.8
Kurumun işleyişi ve politikaları hakkında bilgilendirmesi
9
7.2
Diğer
11
13.2
Toplam
83
100
Çizelge 5. Öğrencilerin Uygulama Sürecine İlişkin Beklentilerine Dair Bulgular
Öğrencilerin Uygulama Sürecinden Beklentileri
S
%
Kuramsal bilgiyi uygulamaya aktararak kalıcılığını sağlamak ve
kuramsal bilgi eksikliğimi giderip becerilerimi geliştirmesi
31
37
Mesleki yaşamıma hazırlayacak bilgi, davranış ve deneyimler
kazandırması
24
28.4
Uygulama sürecinin beni yetkinleştirmesi
11
13
İlerde alanda çalıştığımızda bize ön hazırlık olması
10
12
Diğer
8
9.6
Toplam
84
100
104
Erbay, Adıgüzel ve Akçay
karar verme süreçlerinde biriyle görüşme durumları sorulmuş ve öğrencilerin
%71’inin biriyle görüştüğü, %29’unun
da biriyle görüşmediği sonucuna
ulaşılmıştır.
Öğrencilerin tercih öncesi görüştüğü
kişiler ise 4. sınıfta olup uygulama dersini alan öğrenciler (%47), öğretim elemanları (%23), alanda çalışan sosyal
hizmet uzmanları (%19.7), alana ilişkin
bilgisi olan bir yakını (%8.6)’dır. Tercih
sürecinde olan öğrencilerin daha çok
uygulama dersini alan öğrencilerle
görüşmüş olmasının uygulama dersini alan öğrencilerin de aynı süreçten
geçmiş olmalarından kaynaklı benzer
deneyimlere sahip olmaları ve diğer
seçeneklere göre daha kolay ulaşılabilir olmalarının etkili olmuş olabileceği
düşünülmektedir.
Tercih öncesi biriyle görüşmenin öğrencinin kararını etkilemesi durumuna
bakıldığında ise öğrencilerin %72.6’sı
etkilediğini düşünürken, %27.4’ü etkilemediğini düşünmektedir. Konuya ilişkin
deneyim ve bilgi sahibi biri ya da birilerine danışmanın, uygulama alanını
tercihte büyük ölçüde belirleyici olduğu
ortaya çıkmıştır.
Araştırmaya katılan öğrencilerin %23’ü
uygulama yapılacak kurumun tercih
edilmesi öncesinde bölüm öğretim
üyelerinin hazırladığı Uygulama Rehberini okumuşken, %77’si okumamıştır.
Uygulama rehberi öğrencilerin uygulama sürecinde yerine getirmeleri gereken sorumlulukları içeren yönlendirici
bir araç olması nedeniyle son derece
önemli bir kaynaktır. Buna rağmen söz
konusu rehberin öğrencilerin büyük
bir çoğunluğu tarafından okunmamış
olması düşündürücüdür. Böyle bir sonucun ortaya çıkmasında öğrencilerin
bu rehberin varlığından haberdar olmamalarının etkili olmuş olabileceği düşünülmektedir. Bunun yanı sıra en fazla
danışılan kaynağın bir önceki yıl alan
uygulama yapmış öğrenciler olması,
öğrencilerin bireysel etkileşim yoluyla
bilgi edinmeyi daha fazla önemsediğini
göstermektedir.
Son olarak öğrencilerin ifade etmek istedikleri diğer konular şöyledir:
• Uygulamada tercih ettiğim alanlar
dışında başka bir kuruma gönderilmek istemiyorum.
• Staj alanlarına endüstriyel sosyal
hizmet de eklenmeli. Ben o alanda
çalışmak istiyorum. Her alanda staj
imkanı var ama bu alanda yok.
• Not ortalaması ve seçmeli derslerin
alanı belirlemede etkili olmasının
çok doğru olmadığını düşünüyorum.
Seçmeli dersleri seçme imkânımız
pek fazla olmuyor. Kotası boş olan
dersleri almak zorunda kalıyoruz
çoğu zaman. Ayrıca bir öğrencinin
notları düşük olabilir, bunun çeşitli
sebepleri vardır. Bu onun istediği
alanda staj yapmasına engel olmamalıdır. Bu süreçte verimli olmamız
bekleniyorsa istediğimiz alanda staj
yapabilmeliyiz diye düşünüyorum
• Tercih yapmadan önce kurumda staj yapmış/yapmakta olan üst
sınıf öğrencileriyle bizi bir araya
getirecek, bilgi alabileceğimiz toplantı, seminer, söyleşiler hazırlanabilir. Danışmanlarla bire bir görüşme yapabilmeliyiz.
• Uygulama rehberinin var olduğundan haberim yoktu. Bu rehberin
stajla ilgili süreçleri ilgilendiren ilanların yanına konulmasının önemli
olduğunu düşünüyorum.
105
Toplum ve Sosyal Hizmet
• Uygulamanın sadece son sınıfta olması çok kötü. Bence meslek elemanı olmadan önce, her sene belirli
bir süre her alanda deneyim sahibi
olmalıydık.
• Ulaşım etkeninin göz önünde bulundurulmasını istiyorum.
Öğrencilerin gereksinimleri üç noktada yoğunlaşmaktadır. Bunlardan ilki,
ilgi duyulan alanda uzmanlaşma ve
alan uygulamasının da tercih edilen
bu alanda gerçekleştirilmesi fırsatının sunulmasıdır. Bunun için seçmeli
derslerin daha çeşitli olması ve almak
isteyen her öğrencinin bu derslere kabul edilebileceği işlevsel yapının kurulması önemli görülmektedir. Bir diğer
nokta ise öğrencilerin uygulama süreci ile ilgili bilgilenme gereksinimidir.
Daha önceki uygulayıcılarla deneyim
paylaşımının yapılacağı etkinliklerin
organize edilmesi ve uygulama rehberinin daha ulaşılabilir olması öğrencilerin sunduğu öneriler arasındadır.
Sonuçlar öğrencilerin alana inmeden
önce başarılı bir uygulama dönemi geçirmelerini sağlayacak öneriler olarak
değerlendirilmelidir.
SONUÇ VE TARTIŞMA
Sosyal hizmet, sosyal sorunların çözümünde ve bireyin iyilik halinin arttırılmasında insan hakları ve sosyal adalet
değerlerini temel alarak bütüncül bir
bakış açısıyla mikro, mezzo ve makro
düzeylerde çalışmalar yapan uygulamalı bir meslek ve bilimdir. Sosyal hizmetin uygulamalı bir bilim olması onu
diğer bilim dallarından ayıran niteliklerden biri olarak dikkat çekmektedir.
Sosyal hizmet eğitimi hem teorik hem
de uygulamalı derslerden oluşmaktadır. Öğrenilen teorik bilgiler uygulamalı
106
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
araştırma ve sosyal hizmet kurum ve
kuruluşlarında yapılan uygulama dersleri aracılığıyla pratiğe dönüştürülmektedir. Öğrencilerin müracaatçı ile ilk
kez karşılaşmaları uygulama dersleri
ile mümkün olmaktadır. Bu açıdan bakıldığında öğrencilerin hangi alanda
ve hangi kurumda uygulama yapacaklarına karar vermeleri onlar için
son derece önemlidir. Bu süreci çeşitli
değişkenlerle irdelemek ve anlamaya
çalışmak bu araştırmanın başlangıç
noktasını oluşturmuştur. Araştırma
sonucunda öğrencilerin uygulamaya
başlamadan önce uygulama yapmaya hazır olup olmadıkları, hangi konularda kendilerini yeterli ya da yetersiz
gördükleri, uygulamaya ilişkin ne tür
endişeleri veya beklentileri olduğu gibi
birçok konuda sürecin daha işlevsel bir
şekilde yürütülmesini sağlayacak bilgiler elde edilmiştir.
Öğrencilerin büyük bir çoğunluğunun
uygulama yapmaya hazır olmadığını
ifade etmesi araştırmanın çarpıcı sonuçlarından biridir. Öğrenciler uygulamaya hazır hissetmemelerinin nedenini de derslerin teorik odaklı olması,
uygulamaya yönelik olmaması olarak
ifade etmiştir. Uygulama ve teori birbirini tamamlayan ve birbirini besleyen
unsurlar olarak birbirinden ayrı düşünülemez. İyi uygulama yapabilmek
hiç şüphesiz bilgi, beceri ve değer temelinin yeterli olması ile yakından ilişkilidir. Bu açıdan bakıldığında teorik
derslerin önemi yadsınamaz. Ancak
derslerin teori ile pratiğin bütünleştirilmesine dönük olmasının öğrencilerin
bu konudaki endişelerini gidereceği
düşünülmektedir.
Erbay, Adıgüzel ve Akçay
KAYNAKLAR
Akçay, S. (2012). Sosyal Hizmet Uygulaması Yapan Öğrenciler İçin Süpervizyonun
Önemi Sosyal Hizmet Sempozyumu 2011:
50.Yılında Türkiye’de Sosyal Hizmet Eğitimi: Sorunlar, Öncelikler ve Hedefler. Ankara: Sosyal Hizmet Araştırma ve Geliştirme
Derneği Yayını.
Barlow, C. and Hall, B. L. (2007). What
about Feelings?: A Study of Emotion and
Tension in Social Work Field Education.
Social Work Education: The International
Journal , 399-413.
Çelik, G. (2011). Sosyal Hizmet Eğitiminde
Alan Uygulaması. Sosyal Hizmet Sempozyumu 2011: 50.Yılında Türkiye’de Sosyal
Hizmet Eğitimi: Sorunlar, Öncelikler ve Hedefler. Ankara: Sosyal Hizmet Araştırma ve
Geliştirme Derneği Yayını.
Demiröz, F. (2005). Sosyal Hizmet Eğitimi
İçinde Uygulamaların Yeri ve Önemi. Ü.
Onat (Yayına hazırlayan), Sosyal Hizmet
Eğitiminde Yeni Yaklaşımlar içinde (s. 134141). Ankara: Sosyal Hizmet Uygulama
Araştırma ve Geliştirme Derneği.
Duyan, V. (2010). Sosyal Hizmet: Temelleri, Yaklaşımları ve Müdahale Yöntemleri.
Ankara: Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği
Genel Merkezi Yayını, No: 16.
East, J. and Chamber, R. (2007). Courage
to Teach for Social Work Educators. Social
Work Education, 26(8), 810-826.
Erbay, E. ve Sevin, Ç. (2011). Hacettepe
Üniversitesi İ.İ.B.F. Sosyal Hizmet Bölümü
4. Sınıf Öğrencilerinin Gözüyle Sosyal Hizmet Uygulaması Derslerinin Değerlendirilmesi. Sosyal Hizmet Sempozyumu 2011:
50.Yılında Türkiye’de Sosyal Hizmet Eğitimi: Sorunlar, Öncelikler ve Hedefler. Ankara: Sosyal Hizmet Araştırma ve Geliştirme
Derneği Yayını.
Erbay, E. ve Sevin, Ç. (2013). Hacettepe
Üniversitesi Sosyal Hizmet 4. Sınıf Öğrencilerinin Eğitim Süreçlerine ve Gelecekteki
Meslek Yaşamlarına İlişkin Görüşleri. Toplum ve Sosyal Hizmet, 25-40.
Gelman, C. R. and Baum, N. (2010). Social
Work Students’ Pre-placement Anxiety:
An International Comparison. Social Work
Education: The International Journal , 427440.
Karataş, K., Demiröz, F. ve İçağasıoğlu
Çoban, A. (2002). Sosyal Hizmet Uzmanlarının Türkiye’deki Sosyal Hizmet Eğitimine
İlişkin Değerlendirmeleri. Sosyal Hizmet
Eğitiminde Yeniden Yapılanma I. Ankara:
Hacettepe Üniversitesi Sosyal Hizmetler
Yüksekokulu Yayını, No: 12.
Mavili Aktaş, A. (2011). Profesyonelliğin Gelişimi Kimi Etik Tartışmalar. Sosyal Hizmet
Sempozyumu 2011: 50.Yılında Türkiye’de
Sosyal Hizmet Eğitimi: Sorunlar, Öncelikler
ve Hedefler. Ankara: Sosyal Hizmet Araştırma ve Geliştirme Derneği Yayını.
Maxwell, J. A. (1999). Student Assessment
of Supervision in Social Work Field Practice in the Caribbean and Southern Africa:
A Comparative Study and Commentary.
Journal of Social Development in Africa,
14(1), 85-100.
Thompson, N. (2002). People Skills. New
York: Palgrave Macmillan
Thompson, N. (2009). Understanding Social Work. New York: Palgrave Macmillan.
107
Artan
Araştırma
HUZUREVİNDE
KALMAKTA OLAN
YAŞLILARDA AİLE İÇİ
İSTİSMAR
Family Abuse Against the
Elders Living in
Nursing Homes
Taner Artan*
*Dr., Sosyal Hizmet Uzmanı,
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı
Bahçelievler Huzurevi Yaşlı Bakım ve
Rehabilitasyon Merkez Müdürlüğü
Müdür Yardımcısı
ÖZET
Bütün dünyada, yaşlı istismarından etkilenen
yaşlıların sayısının giderek arttığı dile getirilmektedir. Ülkemizde, “yaşlı istismarı üzerine” yapılan araştırmaların sayısının azlığı
dikkat çekmektedir. Bu araştırmanın amacı;
huzurevine girmeden önce yaşlıların aile
içinde istismara maruz kalıp kalmadıklarının belirlenmesidir. Bu amaçla, İstanbul’da
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na bağlı
Bahçelievler Huzurevi Yaşlı Bakım ve Rehabilitasyon Merkezi, Zeytinburnu Semiha
Şakir Huzurevi, Göztepe Semiha Şakir Huzurevi ve Çamlıca Fahrettin Kerim Gökay
Huzurevi Müdürlüklerinde kalmakta olan
93 yaşlı ile görüşme yapılmıştır. Araştırma
kapsamında; yaşlıların en fazla “psikolojik
istismara”, ikinci sırada “ekonomik istismara” ve üçüncü olarak da “fiziksel istismara”
maruz kaldıkları belirlenmiştir.
Anahtar Sözcükler: Yaşlılık, yaşlı istismarı,
aile içi şiddet
ABSTRACT
It is generally known that the number of
the elders who are affected by abuse is increasing day by day in the whole world. The
small number of researches carried out on
“elder abuse” in our country is a noteworthy phenomenon. The purpose of this study
is to determine whether the elders have experienced abuse within their families before
they enter the nursing home. To research this
case, 93 elders living in Bahçelievler Nursing Home Elderly Care and Rehabilitation
Center, Zeytinburnu Semiha Şakir Nursing
Home, Göztepe Semiha Sakir Nursing Home
and Çamlıca Fahrettin Kerim Gökay Nursing Home Directorates, located in the province Istanbul, were interviewed. All of these
centers operate under the control of the Ministry of Family and Social Policies. In the
scope of this study, it is discovered that elders
experience “psychological abuse” mostly;
secondly comes the “economical abuse”; and
thirdly, “physical abuse”is prominent.
Key Words: Elderliness, elderly abuse,
family violence
GİRİŞ
Sağlık ve tıbbi bakım hizmetlerindeki
gelişmeler; buna paralel olarak demografik değişimler, teknolojik ilerlemeler, modernizasyon, nüfus hareketliği,
yaşam tarzındaki değişimler ve geleneksel değerlerde yaşanan erozyon,
hızla artacağı öngörülen “yaşlı nüfusa
109
Toplum ve Sosyal Hizmet
ilişkin” sağlık, sosyal refah, adalet ve finans sistemlerinde önemler alınmasını
zorunlu kılmaktadır. Dünya yaşlı nüfus
oranındaki dramatik artış, potansiyel
yaşlı istismarı vakalarının da artması
riskinin yüksek olacağı anlamına gelmektedir (Kalavar, Jamuna ve Ejaz,
2013: 4).
Yaşlı istismarı, 1970’lerde eş ve çocuk
istismarı üzerine yapılan aile içi şiddet
çalışmaları sonucunda, ortaya çıkmaya başlamıştır. Aile içi şiddetin bir türü
olan “yaşlı istismarı”; alanyazında ilk
kez 1975 yılında Baker ve Burston tarafından “granny battering” olarak tanımlanmıştır (Baker, 1975; Burston, 1977;
Decalmer, 1997). Dünya Sağlık Örgütü
(WHO) ve yaşlı istismarının önlenmesi
uluslararası ağı tarafından (1995) “yaşlı istismarı”: “yaşlı insanlara karşı herhangi bir güven ilişkisi içerisinde sıkıntı
ve zarara neden olabilecek bir kez veya
tekrarlanan hareket veya uygun davranış eksikliği” olarak tanımlanmaktadır.
Diğer taraftan, yaşlı istismarının sosyal
ve kültürel farklılıklardan dolayı, üzerinde tam bir görüş birliği söz konusu
değildir. Buna rağmen, yaşlı istismarının genellikle üç temel kategorisi olduğu kabul edilmektedir. Bunlar; aile içi
istismar, kurumsal istismar ve kendini
istismardır. Ayrıca, yaşlılara yönelik
istismarın birçok farklı türü bulunmaktadır. Bunlar, fiziksel, cinsel, psikolojik
ve ekonomik istismar olarak sınıflandırılabilir (Lai, 2011: 327). Yaşlıların istismara uğrama riskini artıran faktörler
arasında ise; fonksiyonel yetersizlik, bilişsel bozukluk, sosyal izolasyon, yaş,
ırk, gelir, aile geçmişi, yaşam olayları,
demans ve depresyon sayılabilir (Conner, Prokhorov, Page, Fang, Xiao ve
Post 2011: 21-22).
110
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
Yaşlı istismarı alanında yapılan son
çalışmalar, istismara maruz kalan yaşlı
sayısının giderek arttığını göstermektedir. Yaşlı istismarı, yalnızca insan
hakları ihlali değil aynı zamanda yaşam
kalitesini azaltıcı niteliklerde içermektedir (Erlingsson, Saveman ve Berg,
2005:214). Son yıllarda yapılan uluslararası çalışmalar göstermektedir ki,
yaşlı istismarı Finlandiya’dan Amerika
Birleşik Devletleri, Kanada, İngiltere,
Polonya, Norveç, Yunanistan, Hindistan, Çin ve Güney Afrika’ya kadar bütün
dünya ülkelerini, yakından ilgilendiren
bir sosyal sorun niteliği taşımaktadır
(Yan, Tang ve Yeung, 2002:174).
Esasında, yaşlı istismarının giderek
görünür hale gelmesine etki eden en
önemli etkenler, dünya nüfusunun giderek yaşlanmasından kaynaklanmaktadır. Dünya Sağlık Örgütüne (WHO)
göre; 60 yaş ve üzeri dünya nüfusunun
2025 yılında 1.2 milyara ulaşacağı tahmin edilmektedir. Her ay 60 yaş üzerine
çıkan 1 milyon insanın, %80’i gelişmekte olan ülkelerde bulunmaktadır. Bu durum, gelişmekte olan ülkelerin önümüzdeki süreçte gelişmiş ülkelerle benzer
yaşlı nüfus oranına ulaşacaklarını göstermektedir (Hutton, 2008:1).
Benzer bir durum, Türkiye açısındanda
söz konusu olup; 2011 yılı itibariyle,
60 yaş ve üzeri grupta yer alan yaşlı sayısı %9.9 iken 1950 yılına kadar,
%26’ya yükseleceği tahmin edilmektedir. Bu verilerden anlaşılacağı üzere, önümüzdeki süreçte Türkiye de
yaşlı nüfus oranın giderek artacağı ve
gelişmiş ülke yaşlı nüfus oranlarıyla
benzer nitelikler taşıyacağı öngörülmektedir (United Nations Department
of Economic and Social Affairs Population Division, 2011: 107).
Artan
Yaşlı nüfus oranındaki hızlı artış, sağlık hizmetlerinin yanı sıra ev ve kurum
bakımı hizmetlerinin geliştirilmesini de
zorunlu kılmaktadır. Yaşlı nüfus oranı
artmakla birlikte, bu kitlenin, diğer yaş
grupları kadar görünürlüğe sahip olmadığı söylenebilir. Örneğin; bakıma muhtaç bir yaşlının dışarı çıkması, markete
gitmesi ya da sokakta biriyle konuşma olasılığı, yok denecek kadar azdır.
Özellikle yatağa bağımlı yaşlı sayısının
artması, sadece bakıcısı ile yaşamak
zorunda kalan bir yaşlının istismara uğrama olasılığını, çok daha fazla artırabilmektedir. Bu gibi durumlar da, yaşlı
istismarının tespitini zorlaştırmaktadır
(Quinn ve Tomita, 1997:4-5).
Diğer taraftan ülkemizde, “yaşlı ile bakıcısı arasındaki ilişkileri”, sosyal ve
psikolojik açıdan ele alan araştırmaların azlığı, bakıcı ile bakıma muhtaç
yaşlı arasındaki ilişkilerin niteliği ve
değerlendirilmesini zorlaştırmaktadır.
Ancak literatüre göre; bakıcı ile bakılan
arasındaki sevgi-nefret ilişkisi, bakıcının stresten kaynaklı olarak, bir bakım
çıkmazına girmesi riskine neden olabilmektedir. Bir taraftan bakım yükünden kurtulmak isterken, diğer taraftan
kendisini bakmakla yükümlü hissedebilmektedir. Bu psikolojik durum, yaşlı
yakınının kendisini ya da baktığı yakınını suçlamasına, utanç veya kızgınlık
duymasına da, neden olabilmektedir.
Çoğunlukla bu tür ilişki ortamında, yaşlı yakını kendisi için profesyonel yardım
almayı ve yaşlısını bir bakım merkezine
yerleştirmeyi reddedebilir. Bu tür stres
dolu ortamlar, yaşlıya yönelik istismar
veya ihmale uygun koşulları beraberinde getirebilmektedir (Yan, Tang ve Yeung, 2002:170).
İstismar veya ihmale uygun ortamlara
müdahaleyi zorlaştıran önemli bir etken
de, toplumdaki çoğu insanın aile içinde
şiddete maruz kalma ihtimali yüksek
olan; zihinsel, fiziksel ya da her iki
yetisini birden yitirmiş yaşlılardan uzak
durmayı tercih etmesidir. Bu tür yaşlılar,
korkutucu veya rahatsızlık verici kişiler
olarak dahi algılanabilmektedir (Quinn
ve Tomita, 1997:6-7).
Yaşlı istismarının, ülkemizde yaşlı nüfus oranındaki artışa paralel önümüzdeki süreçte çocuk ve eş istismarı kadar belirgin hale geleceği söylenebilir.
Büyük ölçüde, aile içinde gizli tutulan
istismar kurbanları için, sosyal, hukuki
ve tıbbi destek hizmetlerinin yokluğu,
sorunların gizli ve çözümsüz kalmasına
yol açmaktadır (Artan, 1996: 2).
Yaşlı istismarının yaygınlığının ölçümü
veya şiddetin seviyesinin tespiti oldukça güçtür. Son yıllarda yaşlı istismarı
türlerine sosyal bir problem olarak
değil de; bir suç olarak bakılmaya başlanmıştır. Vakanın ihbar edilme olasılığı
ülkenin kanunlarına, polisin çalışmasına, sosyal hizmetlerin kurumsal yapısına ve olaya karışan insanlara bağlıdır.
Sağlık personeli, kanun adamları ve
diğer meslek sahiplerinin hepsi probleme hep farklı açılardan bakmaktadırlar.
Bu nedenle multidisipliner bir çalışma
ortamının oluşturulması sorunun tespiti
ve çözümünü önemli ölçüde kolaylaştırıcı bir rol oynayabilir (Artan, 1996: 36).
Araştırmalara göre, yaşlı istismarı oranın yüksekliği ya da düşüklüğü, yaşlının hasta olması ya da özel bakıma
ihtiyaç duymasıyla da yakından ilgilidir.
Türkiye’de yaşlılar çoğunlukla çocukları ile birlikte aynı ortamda yaşamaktan
mutlu olduklarını beyan etmektedirler.
Ancak diğer ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de hoş olmayan ve “istismar alanına giren” bazı toplumsal gerçeklikler
111
Toplum ve Sosyal Hizmet
mevcuttur. Yaşlının evde bakımı, bakıcısı ve diğer aile bireyleri üzerinde
tartışmasız maddi ve manevi baskılar
yaratarak, ailedeki stresin ana kaynağı
durumuna gelebilmektedir. Diğer taraftan, huzurevi ya da bakım merkezlerinde kalıp yakınları tarafından hiç ziyaret
edilmeyen, ilgi ve destekten yoksun,
yaşlılar da bulunmaktadır (Artan, 1996:
66).
YÖNTEM
Araştırmanın Amacı
Bu araştırmanın esas amacı, halen huzurevinde kalmakta olan 60 yaş üzeri
akıl ve ruh sağlığı yerinde olan yaşlıların, huzurevine girmeden önce aile
içinde herhangi bir ihmal ya da istismara maruz kalıp kalmadıklarının belirlenmesidir. Özellikle yaşlı istismarı
ve ihmali hakkındaki “bilgi eksikliği”;
bu sorunla ilgili önlemlerin alınması ve
politikaların oluşturulmasını doğrudan
engelleyici bir rol oynamaktadır. Bu
nedenle araştırmanın konuya ilişkin
bilgi eksikliğini önlenmesine katkı sağlaması amaçlanmaktadır. Ayrıca yaşlı
istismarının ele alınmasının diğer bir
nedeni de, “yaşlı bireylerin” bir insan
olarak tartışılmaz değeri ve toplumsal
bakımdan vazgeçilmez önemidir.
Çalışma Grubu
Araştırmanın
evrenini,
Türkiye
genelinde Aile ve Sosyal Politikalar
Bakanlığı’na bağlı huzurevlerinde kalmakta olan yaşlılar oluşturmaktadır.
Ancak olanakların kısıtlı olması ve evrene ulaşma zorlukları nedeniyle araştırma, seçilen örneklem yolu ile yürütülmüştür. Örneklem; İstanbul’da Aile
ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na bağlı
Bahçelievler Huzurevi Yaşlı Bakım ve
Rehabilitasyon Merkezi, Zeytinburnu
112
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
Semiha Şakir Huzurevi Müdürlüğü,
Göztepe Semiha Şakir Huzurevi Müdürlüğü ve Çamlıca Fahrettin Kerim
Gökay Huzurevi Müdürlüklerinde kalmakta olan, akıl ve ruh sağlığı yerinde
olan ve son iki yıldır huzurevinde kalan
yaşlılardan oluşturulmuştur. Yaşlılara
görüşme formları, 15 Eylül-15 Kasım
2012 tarihleri arasında bire bir yapılan
görüşmelerle uygulanmıştır. Araştırmanın yapıldığı dönemde, son iki yıldır
huzurevinde kalmakta olan yaşlılardan uygun olan ve görüşmeyi kabul
eden 93 yaşlı araştırmanın evrenini
oluşturmuştur.
Veri Toplama Aracı
Araştırmada belirlenen amaçlar doğrultusunda, betimsel tarama modeli
kullanılmıştır. Araştırma verileri, yukarıda adı geçen huzurevlerinde son
iki yıldır kalmakta olan yaşlılara “Yaşlı
İstismarını Belirleme Formu” uygulanarak toplanmıştır.
(1) Yaşlı İstismarını Belirleme Formu
Araştırma için belirlenmiş konularda
bilgi almak amacıyla, araştırmacı tarafından düzenlenmiştir. Yaşlı istismarını
belirleme formunda, yaşlının demografik verilerinin yanı sıra çocukları ve
akrabaları ile ilişkileri ve kendilerine
yönelik uygulanabilecek istismara ilişkin sorular da yer almaktadır. “Yaşlı
İstismarını Belirleme Formu” 29 soruyu
içermektedir.
(2) Verilerin Analizi
Araştırmada elde edilen veriler
“Yaşlı İstismarını Belirleme Formu” kullanılarak elde edilmiş ve değerlendirmeler basit tablolar yoluyla yapılmıştır.
Artan
BULGULAR VE YORUM
Araştırma sonucunda elde edilen bulgular; a) Araştırma kapsamına giren
yaşlıları tanıtıcı bulgular, b) Yaşlıların
çocukları ile ilişkilerini betimleyici bulgular, c) Yaşlıların sosyal ilişkilerini betimleyici bulgular d) Yaşlıların istismar
ve ihmale uğrama durumlarına ilişkin
bulgular ve e) Yaşlıların huzurevine
gelmelerine neden olan bulgular olmak
üzere beş ana grupta ele alınmıştır.
Araştırma sonucu ortaya çıkan bulgulara ilişkin olarak tablolar hazırlanmış
ve her bir tabloya ilişkin yorumlara aşağıda yer verilmiştir.
Tablo 1. Tanıtıcı Bulgular
Sosyo-Demografik Değişkenler
(n = 93)
Cinsiyet
Erkek
n = 55
(% 59.1)
Kadın
n = 38
(% 40.9)
Yaş
Ort = 73.16
(ss 2.25)
Medeni Durum
Evli
n = 10
(% 10.75)
Bekar
n=9
(% 9.68)
Dul
n = 43
(% 46.24)
Boşanmış
n = 31
(% 33.33)
n = 14
(% 15.05)
Eğitim Durumu
Okuryazar değil
Okuryazar
n = 12
(% 12.90)
İlkokul
n = 43
(% 46.24)
Ortaokul
n= 8
(% 8.60)
Lise
n = 13
(% 13.98)
Üniversite
n=3
(% 3.23)
Aylık Gelir Durumu
(n = 86)
Evet
n = 86
(% 92.47)
Hayır
n=7
(% 7.53)
Aylık Gelir
Ort = 686,76
Aylık Gelirini Yeterli Bulma Durumu
Evet
n = 33
(% 38.37)
Hayır
n = 53
(% 61.63)
Halen Bir İşte Çalışma Durumu
Evet
n=1
(% 1.08)
Hayır
n = 92
(% 98.92)
113
Toplum ve Sosyal Hizmet
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
Tablo 1’de araştırma kapsamına giren
yaşlıların cinsiyet, yaş, medeni durum, eğitim durumu, aylık gelir, aylık
gelirini yeterli bulma durumu ve halen
huzurevinde kalmakta olup bir işte çalışıp çalışmadığına ilişkin bulgulara
yer verilmiştir. Tablodan anlaşılacağı
üzere katılımcıların %59.1’i erkelerden
%40.9’u kadınlardan oluşmakta olup,
yaşlıların yaş ortalaması ise 73’tür.
Yaşlıların medeni durumlarına baktığımızda, ilk sırada dul olanların (%46.24)
yer aldığı, bunu boşanmış olanların
(%33.33) takip ettiği, üçüncü sırada evli
olanların (%10.75) dördüncü sırada ise
hiç evlenmemişlerin (%9.68) yer aldığı
görülmektedir. Yaşlıların eğitim durumlarına bakıldığında ilk sırada (%46.24)
ilkokul mezunları, ikinci sırada okuryazar olmayanlar (%15.05), üçüncü sırada (%13.98) lise mezunları, dördüncü
sıra (%12.90) okuryazar olanlar, beşinci sırada ortaokul (%8.60) mezunları
ve son sırada ise (%3.23) üniversite
mezunları bulunmaktadır. Yaşlıların
%92.47’sinin herhangi bir kaynaktan
gelire sahip olduğu anlaşılmaktadır.
Yaşlıların ortalama aylık gelirlerinin
686,76 TL. olduğu hiçbir yerden gelire sahip olmayanların ise (%7.53)
düşük bir yüzdeye sahip olduğu belirlenmiştir. Yaşlıların aylık gelirlerini yeterli bulup bulmadıklarına baktığımızda
çoğunluğu (%61.63) gelirlerini yetersiz
bulurken, yeterli bulanlarında yarıya
yakın (%38.37) olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca katılımcı yaşlılardan sadece
birisinin aktif çalışma yaşamına devam
ettiği görülmüştür.
Tablo 2’ye göre, yaşlıların %81.72’sinin çocuk sahibi olduğu, buna karşılık
%18.28’nin çocuk sahibi olmadığı görülmektedir. Çocuk sahibi olan yaşlıların
ortalama çocuk sayıları 3’ tür. Yaşlıların (n = 76) çocukları ile görüşme sıklığına baktığımızda; ilk sırada çocukları
ile hiç görüşmeyenlerin (%38.16) yer
aldığı, bunu ikinci sırada (%36.84) sık
görüşenlerin takip ettiği, son sırada ise
nadir olarak görüşenlerin (%25.00) yer
aldığı belirlenmiştir. Ayrıca anne ya da
babasının ekonomik durumlarıyla ilgilenmeyen çocukların oranın (%69.74),
ilgilenenlere (%30.36) oranla oldukça
yüksek olduğu görülmüştür.
Tablo 2. Yaşlıların Çocukları İle İlişkilerini Betimleyici Bulgular (n = 93)
Çocuk Durumu
Evet
Hayır
n = 76
n = 17
Çocuk Sayısı
Ort = (2.947) 3
Çocukları İle Görüşme
Sıklığı
(n = 76)
Sık Görüşen
Nadir Görüşen
Görüşmeyen
n = 28
n = 19
n = 29
(% 81.72)
(% 18.28)
(% 36.84)
(% 25.00)
(% 38.16)
Yaşlıların Ekonomik Durumlarıyla Çocuklarının İlgilenme Düzeyi (n = 76)
Evet
Hayır
114
n = 23
n = 53
(% 30.26)
(% 69.74)
Artan
Tablo 3’de görüldüğü üzere yaşlıların
yarıdan fazlasının (%51.61) huzurevine
girmeden önce yalnız yaşadıkları, bunu
ikinci sırada (%17.20) oğlunun yanında
yaşayanların takip ettiği, üçüncü sırada
(%15.05) eşi ile yaşayanlar, dördüncü
sırada (%7.53) kızı ile yaşayanlar, beşinci sırada (%5.8) akraba yanında
yaşayanlar, son sırada ise diğer seçeneğinde yer alan (%3.23 ile geçici
olarak komşu vb. yanında kalanlardan)
oluştuğu tespit edilmiştir. Huzurevine
Tablo 3. Yaşlıların Sosyal İlişkilerini Betimleyici Bulgular
(n = 93)
Huzurevine Gelmeden Önce Birlikte Yaşadığı Kişi/ Kişiler
Yalnız
n = 48
(%51.61)
Eşi
n = 14
(%15.05)
Oğlu
n = 16
(%17.20)
Kızı
n=7
(%7.53)
Akraba
n=5
(%5.38)
Diğer
n=3
(%3.23)
Huzurevine Gelmeden Önce Yaşlıların (Doktora/ Alışverişe vb.) Giderken
Yardım Alma Durumu
Evet
n = 23
(%24.73)
Hayır
n = 70
(%75.27)
Yaşlıya Doktora/ Alışverişe vb. Giderken Yardımcı Olanların Dağılımı (n = 23)
Bakıcı
n=2
(%8.70)
Çocukları
n = 11
(%47.83)
Akraba
n=3
(%13.04)
Komşu
n=7
(%30.43)
Evet
n = 65
(%69.89)
Hayır
n = 28
(%30.11)
Ailelerince İstenmediklerini Düşünen Yaşlıların Dağılımı
Fazla Miktarda Alkol Kullanan Yaşlı ve Yakınlarının Dağılımı
Kendisi
n = 13
(%13.98)
Eşi
n=8
(%8.60)
Damadı
n=6
(%6.45)
Çocukları
n = 14
(%15.06)
Kullanmayan
n = 52
(%55.91)
Yaşlıların Evdeki Özel Yaşantılarını Yeterli Görme Durumu
Evet
n = 51
(%54.84)
Hayır
n = 42
(%45.16)
115
Toplum ve Sosyal Hizmet
girmeden önce doktora, alışverişe ya
da herhangi bir konuda yardıma ihtiyaç
duyduklarında büyük çoğunluğunun
(%75.27) herhangi bir yardım ve destek almadığı anlaşılmaktadır. Yardım
aldıklarını ifade eden (%24.73) yaşlıların ise öncelikle çocuklarından yardım aldıkları bunu komşu, akraba ve
bakıcıların oransal olarak takip ettiği
görülmektedir.
Yaşlıların çoğunluğu (%69.89) ailelerindeki hiç kimsenin kendilerini istemedikleri yönünde bir düşünceye sahip olduklarını ifade etmektedir. Aile içi ihmal
ve istismarla yakından ilişkili olan alkol
ya da uyuşturucu kullanımına ilişkin
olarak sorulan soruya yaşlıların yarıdan fazlası (%55.91) hayır cevabı verirken aşırı alkol kullanımı olduğunu ifade
edenlerin oranı ise (%45.16) azımsanmayacak bir orandadır. Aşırı miktarda
alkol kullananların oransal dağılımına
baktığımızda ilk sırada (%15.06) çocukların geldiği, bunu ikinci sırada yaşlıların kendilerinin (%13.98) takip ettiği,
üçüncü sırada eşlerinin (%8.60) ve son
sırada (%6.45) damatlarının yer aldığı
anlaşılmaktadır. Ayrıca yaşlılara evdeki
özel yaşamlarının yeterli olup olmadığı
sorulmuştur. Yaşlıların yarıdan fazlası
(%54.84) evdeki yaşantılarını yeterli
bulurken (%45.16) önemli bir kısmı ise
yetersiz bulduğunu ifade etmiştir.
Tablo 4’de görüldüğü üzere, aile içinde
herhangi bir şekilde ihmal ya da istismara maruz kalanların oldukça yüksek
bir orana (%62.40) sahip olduğu görülmektedir. Yaşlılara yönelik istismarda
bulunanların kim ya da kimlerden oluştuğuna baktığımızda; (bu ve aşağıdaki
diğer soruda istismarda bulunanların bir
veya birden fazla olmasından dolayın
n = 58, n = 88 olarak gözükmektedir.)
ilk sırada erkek çocukların (%25.00)
116
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
yer aldığı, bunu ikinci sırada gelinlerin
(%21.59) takip ettiği, üçüncü sırada
eşlerin (%19.32), dördüncü sırada kız
çocuklarının (%15.91), beşinci sırada
özellikle çocuğu olmayan yaşlılarla ilgilenmekte olan yeğenlerin (%11.36),
altıncı sırada damatların (%4.55) ve
son sırada torunların (%2.27) yer aldığı
anlaşılmaktadır.
Yaşlıların ne tür ihmal ya da istismara
maruz kaldığına baktığımızda; yaşlıların en fazla psikolojik istismar olarak
nitelendirilebilecek olan sözel hakaretlere maruz kaldıkları (%30.69) görülmektedir. Bunu ekonomik istismar olarak nitelendirilen parasını zorla alma ya
da el koyma (%27.27) takip etmektedir.
Yine yaşlıların yaklaşık dörtte birinin
(%23.86) fiziksel istismara maruz kaldığı ve son sırada ise yaşlıların yaklaşık
beşte birinin (%18.18) evden kovuldukları tespit edilmiştir.
Fiziksel istismara maruz kalan yaşlıların, (n = 21, %23.86) ne tür bir şiddetle karşılaştıklarına baktığımızda; ilk
sırada yaşlıları tokatla cezalandırma
(%28.57), ikinci sırada başını duvara
veya sert bir yere vurma ile cezalandırma (%19.06), üçüncü sırada yaşlıları
iterek yere düşürme (%19.05), dördüncü sırada (%9.52) aynı yüzdelik dilime sahip olan, sert bir cisim fırlatma,
boğazını sıkma ve bıçakla yaralama
olarak sınıflandırılan üç farklı şiddet uygulamasına maruz kaldıkları tespit edilmiştir. Son sırada ise (%4.76) şiddetli
dövme ile cezalandırma bulunmaktadır.
Tablo 5’de görüldüğü üzere yaşlıların
huzurevine girme nedenleri yer almaktadır. Yaşlıların huzurevine girme
nedenlerine baktığımızda en önemli nedenin yalnızlık olduğu (%38.71),
görülmektedir. Bunu ikinci sırada ev
Artan
Tablo 4. Yaşlıların İstismar ve İhmale Uğrama Durumlarına İlişkin Bulgular
(n = 93)
Yaşlılardan İstismar ve İhmale Maruz Kalanların Dağılımı
Evet
n = 58
(% 62.40)
Hayır
n = 35
(% 37.60)
Yaşlıya Yakın Olup Yararlanmaya veya Zarar Vermeye Çalışanların Dağılımı
(n = 58)
Eşi
n = 17
(%19.32)
Oğlu
n = 22
(% 25.00)
Kızı
n = 14
(%15.91)
Gelin
n = 19
(% 21.59)
Damat
n=4
(% 4.55)
Torun
n=2
(% 2.27)
Yeğen
n = 10
(% 11.36)
Yaşlıların Maruz Kaldığı İhmal veya İstismarın Genel Dağılımı
(n = 58)
Sözel Hakaret
n = 27
(% 30.69)
Parasını Alma
n = 24
(% 27.27)
Fiziksel Şiddet
n = 21
(% 23.86)
Evden Kovma
n = 16
(%18.18)
Ailede Yaşlının Fiziksel İstismarı
(n = 21)
Başını Duvara veya Herhangi Bir Yere Vurma
n=4
(% 19.06)
Tokat Atma
n=6
(% 28.57)
Sert Bir Cisim Fırlatma
n=2
(% 9.52)
Boğazını Sıkma
n=2
(% 9.52)
Bıçaklama
n=2
(% 9.52)
Şiddetli Dövme
n=1
(% 4.76)
İtme
n=4
(% 19.05)
Tablo 5. Yaşlıların Huzurevine Gelme Nedenleri
(n = 93)
Yalnızlık
n = 36
(%38.71)
Huzur Bulmak İçin
n = 24
(%25.81)
Kimseye Yük Olmamak İçin
n = 23
(%24.73)
Ekonomik Durum
n=8
(%8.60)
Çocukları Olmadığı İçin
n=2
(%2.15)
117
Toplum ve Sosyal Hizmet
ortamında yaşadıkları sıkıntılardan dolayı huzur bulmak için (%25.81) müracaat edenler, üçüncü sırada kimseye
yük olmamak için (%24.73) başvuranlar, dördüncü sırada ekonomik nedenler (%8. 60) ve son sırada (%2.15) çocukları olmadığı için müracaat edenler
takip etmektedir.
TARTIŞMA VE SONUÇ
Batı Avrupa ve ABD’de 1970’lerde başlayan yaşlı istismarına yönelik bilimsel
araştırma ve önleyici tedbirler, ülkemizde henüz başlangıç aşamasında
olarak nitelendirilebilir. Son yıllarda,
batı toplumlarında yapılan yaşlı istismarı araştırmalarına göre, istismara
maruz kalanların genel nüfus içinde %
1.4 ile % 10 oranları arasında değiştiği bildirilmektedir (Biggs ve ark., 2009;
Cooper, Selwood ve Livingston; 2008;
Laumann, Leitsch ve Waite., 2008).
Amerika Birleşik Devletleri “Ulusal Yaşlı İstismarı Merkezi” (NCEA) verilerine
göre, 2001 yılında ortalama 1.5-3.2
milyon arasında yaşlının sözel, ekonomik ve fiziksel istismara maruz kaldığı
tespit edilmiştir. 2050 yılında yaklaşık
2.7-5.7 milyon arasındaki 65 yaş üstü
yaşlının, istismara maruz kalabileceği öngörülmektedir (Mouton ve ark.,
2005).
Kanada’da yapılan çalışmalarda, yaşlı istismarına maruz kalanların %4-10
oranları arasında değiştiği bulunmuştur. Örneğin 1999 yılında 4000 örneklem üzerinde yapılmış bir çalışmada,
yaşlıların %7’sinin psikolojik istismara,
%1’inin fiziksel ya da cinsel istismara
maruz kaldığı tespit edilmiştir (Walsh
ve Yon, 2012:108). Yine 2003 yılında İtalya’da yapılan bir çalışmada,
yaşlıların %4’ünün fiziksel, %10’unun
118
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
ekonomik ve %4’ünün psikolojik istismara maruz kaldığı belirlenmiştir (Daskalopoulos ve Borrelli, 2006:67).
İngiltere’de, 2004 yılında yapılan bir
araştırmada ise, yaşlıların %5.6’sının
sözel istismara, %1.7 sinin fiziksel istismara ve %1.5’nin ekonomik istismara
maruz kaldığı tespit edilmiştir. Bu sonuçlar, İngiltere’de ortalama 500.000
yaşlının bir veya birden fazla şekilde
istismara maruz kaldıklarını öngörmektedir (Daskalopoulos, Mullin, Donovan,
ve Suzuki, 2006: 67). Yine İngiltere’de,
ulusal yaşlı istismarı yaygınlığına ilişkin
elde edilen verilere göre, ülke genelindeki yaşlıların %2.6’sının istismara maruz kaldığı belirlenmiştir (Biggs, Manthorpe, Tinker, Doyle ve Erens, 2009).
2004-2005 yılları arasında, İsrail’de
kentlerde yaşayan 65 yaş üstü 1.045
yaşlı ile küme örnekleme yöntemiyle
yaşlı istismarının ülke genelindeki yaygınlığı ölçülmeye çalışılmıştır. Bu çalışmada, yaşlıların %18.4’ünün istismara
maruz kaldığı yönünde bulgular elde
edilmiştir (Eisikovits, Lowenstein, Winterstein ve Enosh, 2009: 259, 262).
2001 yılında, Çin’de 355 yaşlı üzerinde yapılan bir çalışmada; yaşlıların
%20.8’inin sözel, %2.0’sinin fiziksel ve
%3.9’unun sosyal açılardan istismara maruz kaldığı bulunmuştur (Yan ve
ark., 2002:175). Yine Çin’de 2007 yılında 412 yaşlı üzerinde yapılan bir araştırmada yaşlıların %35’2 sinin istismar
ve ihmale maruz kaldığı bulunmuştur
(Dong, Simon ve Gabien, 2007:85).
Hindistan’da 65 yaş üstü 400 yaşlı üzerinde yapılan bir çalışmada, yaşlıların
%14’ünün bir veya birden fazla istismar
ve ihmale maruz kaldığı; %10.8’inin sözel, %5’inin ekonomik, %4.3’ünün fiziksel ve %4.3’ünün ihmale maruz kaldığı
Artan
belirlenmiştir (Chokkanathan ve Lee,
2005:45-46). Yine Hindistan’da 150 huzurevi yaşlısı ile yapılan bir araştırmada huzurevine geliş nedenleri arasında
aile içi çatışmanın %28 ile ilk sırada yer
aldığı tespit edilmiştir. Aile içi çatışmada gelinle anlaşmazlık ilk sırada yer
alırken, bunu çocukları ve torunları ile
yaşanan uyum sorunları takip etmektedir (Kalavar, Jamuna ve Ejaz, 2013:7-8).
Yukarıdaki istismar verileri göstermektedir ki ülkeleri, birbirleriyle oransal olarak karşılaştırmanın ve değerlendirmenin çeşitli zorlukları söz konusudur. Bu
durumun başlıca nedenleri arasında,
ülkelerdeki araştırma sayılarının oldukça sınırlı olması, istismarın tespitine
yönelik farklı tanımlamaların ve farklı araştırma tekniklerinin kullanılması
yatmaktadır. Bunun yanı sıra, ülkelerin “sosyal ve kültürel farklılıkları” da,
istismarın ortak tanımlanmasını güçleştirmektedir. Diğer taraftan (gelişmiş
ve gelişmekte olan ülkelerde) yapılan
çalışmalar göstermektedir ki yaşlı istismarının kaynağını aile oluşturmaktadır.
Ayrıca, bütün dünyada yaşlıya yönelik sözel istismar vakaları, ilk sırada
yer almaktadır (Kosberg, Lowenstein,
Garcia ve Biggs, 2003:71-73; Thomas,
2000:1-2).
Dünyada, yaşlı istismarı alanında yapılan çalışmalar, genel olarak istismara
uğrayanların pek çoğunun, 75 yaşın
üstünde olup, sakatlık ya da hastalık
nedeniyle savunmasız, istismarcı ile
aynı evi paylaşmak zorunda kalan kadınlar olduğu yönündedir. İstismarcının
ise, büyük ihtimalle psikolojik sorunları
olan uyuşturucu ve aşırı alkol kullanımı
bulunan ve muhtemelen küçüklüğünde
şiddete tanık olmuş kişiler olması ihtimali yüksektir (Artan, 1996: 35; Boldy,
Horner, Crouchley ve Davey, 2005: 3).
Türkiye’de, yaşlı istismarı alanında ilk
bilimsel çalışma 1996 yılında İstanbul
ilinde huzurevine girmek için müracaat eden 113 yaşlı ve yaşlı yakınları ile
yapılan “Aile İçi Fiziksel Yaşlı İstismarı” konulu araştırmadır. Bu araştırma
sonuçlarına göre; huzurevine girmek
için müracaat eden yaşlıların %60. 18’i
fiziksel istismar dışı istismara maruz
kalırken, % 25,6’sının fiziksel istismara maruz kaldığı ve yaşlı yakınlarından
%86,7’sinin yaşlılardan rahatsızlık duydukları belirlenmiştir. Ayrıca fiziksel istismarda bulunanların kimler olduğuna
baktığımızda, ilk sırada gelinlerin geldiği, bunu erkek çocukların, damatların,
kardeş, kız çocukları ve son sırada torunların takip ettiği görülmüştür (Artan,
1996:68).
Bu çalışmada (n = 93 yaşlıdan) aile
içinde herhangi bir şekilde ihmal ya
da istismara maruz kalanların %62.40
ile yukarıda ifade edilen Türkiye’deki
(1996) ilk çalışma ile benzer sonuçlar
içerdiği bulunmuştur. Yaşlılara yönelik istismarda bulunanların kim ya da
kimlerden oluştuğuna baktığımızda
ilk sırada erkek çocukların (%25.00)
yer aldığı, bunu ikinci sırada gelinlerin
(%21.59) takip ettiği, üçüncü sırada
eşlerin (%19.32), dördüncü sırada kız
çocuklarının (%15.91), beşinci sırada
özellikle çocuğu olmayan yaşlılarla ilgilenmekte olan yeğenlerin (%11.36),
altıncı sırada damatların (%4.55) ve
son sırada torunların (%2.27) yer aldığı
anlaşılmaktadır.
1999 yılında 120 yaşlı üzerinde yapılan
benzer bir çalışmada, yaşlıların %46’sının psikolojik istismara, %17.5’inin fiziksel istismara, üç yaşlının ise cinsel
istismara maruz kaldığı bulunmuştur
(Sözen, İnancı, Arıcan, Alkan, Tüzün,
ve Şahin 1999). Ayrıca 2004 yılında
119
Toplum ve Sosyal Hizmet
İzmir ili İnönü Sağlık Ocağı bölgesinde
65 yaş ve üzerindeki 204 yaşlı ile yapılan bir araştırmada; yaşlıların %1.5’inin
fiziksel, %2.5’inin ekonomik istismara
maruz kaldığı, %3.5’in de kesin ihmal
bulgusu ve %28.9’unda da ihmal bulgusu olduğu saptanmıştır (Keskinoğlu, Giray, Pıçakçıefe, Bilgiç ve Uçku,
2004:57-61). Yine 2005 yılında Ankara
ili Yenimahalle ilçesi Anadolu mahallesinde aile içi yaşlı istismarı sıklığını
ve buna etki eden etmenleri saptamak
amacıyla 65 yaş üzeri 275 kişi üzerinde araştırma yapılmıştır. Bu araştırma
sonuçlarına göre; yaşlıların %18.2’sinde aile içi yaşlı istismarı saptanmıştır.
Yaşlı istismarının %40.5’ni duygusal,
%29.7’sini ihmal, %20.3’ünü ekonomik
ve % 9.5’ni fiziksel istismar oluşturmaktadır (İlhan, 2005:1). Ayrıca 2005-2009
yılları arasında gerçekleştirilen 1. Türkiye Gerontoloji Araştırması’na göre
7,3 milyon yaşlıdan yaklaşık 200.000
yaşlının istismar ve ihmale maruz kaldığı öngörülmektedir (Tufan, 2011).
Diğer taraftan yaşlı istismarı ve ihmali olgusu sadece aile içinde meydana
gelmemektedir. İstismar ve ihmal vakalarına huzurevleri, bakım ve rehabilitasyon merkezleri gibi sosyal hizmet
kuruluşlarının yanı sıra sağlık kurumlarında da rastlamak mümkündür. Ancak ülkemizde basına yansıyan bazı
olumsuz haberlerin dışında bilimsel
olarak yapılmış bir araştırma bulunmamaktadır (Akdemir, Görgülü ve Çınar,
2008:72-73).
Ayrıca, bu alanda araştırma yapmak
kimi zorlukları beraberinde getirmektedir. Aile içinde yaşananların yaşlılar
ya da yakınları tarafından gizlenmek
istenmesi, birisine söylenmesi durumunda daha fazla istismara maruz kalacağı korkusu ya da utanma duygusu,
120
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
vakaların tespitini ve araştırma verilerinin elde edilmesini güçleştirmektedir.
Diğer taraftan, yasal olarak istismar
vakalarının bildirilmesine ilişkin bilgi
eksikliği, kurumlar arası koordinasyon
yetersizliği, sosyal hizmet uzmanı,
psikolog, doktor, hemşire, vb. uzman
personelin eksikliği istismar ve ihmalin
tespitini zorlaştıran nedenler arasında
sayılabilir (Artan, 1996:69-70).
ÖNERİLER
Araştırma sonucunda; huzurevinde
kalmakta olan 60 yaş ve üzeri yaşlıların %62.40’ının bir ya da birden fazla
ihmal veya istismara maruz kaldığı belirlenmiştir. İstismara maruz kalanların
oransal fazlalığı, araştırma kapsamında yer alan (huzurevine kabulü yapılmış) hedef kitle ile doğrudan ilişkilidir.
Konuya ilişkin literatür incelemesi göstermektedir ki Türkiye’de yaşlı istismarının boyutları konusunda henüz batı
ülkeleri düzeyinde araştırmalar yapılmamıştır. Yaşlıya yönelik istismar ve
ihmale bilimsel bulgular doğrultusunda yaklaşılabilmesi için, Ulusal Yaşlı
İstismarı Merkezi oluşturulması ve bu
alandaki çalışmaların teşvik edilmesi
gerekmektedir.
Ayrıca, yaşlı nüfus oranındaki artışa
paralel olarak özellikle geriatri merkezlerinin sayısı artırılmalıdır. Aile içi istismarın önlenmesine katkı sağlaması
açısından yaşlılara yönelik evde bakım
hizmetleri ve gündüzlü bakım merkezlerinin (day center) her ilçe de oluşturulması ve bu hizmetlerin doğrudan yaşlıya ulaşabilmesi amacıyla belediyeler
tarafından sunulması gerekmektedir.
Birey ve ailelerin potansiyel istismar
durumunu görmekten aciz olduğu
veya isteksiz davrandığı durumlarda,
Artan
istismarın sona erdirilmesi için yaşlı ihmal-istismarının önlenebilmesini
sağlayacak, olaylara kamusal müdahalenin gerçekleştirilmesini sağlayıcı yapısal-örgütsel önlemlerin alınması için
gerekli mekanizmaların oluşturulması
gerekmektedir.
Belli nüfus büyüklüğüne sahip mahallelerde, belediyeye bağlı “yerel sosyal
hizmetlerin etkinleştirilmesi” ve bu kapsamda, yaşlılara yönelik sosyal hizmetlerin zenginleştirilmesi, kısa sürede
önemli iyileşmelerin oluşmasına yarayacaktır. Son olarak da, tüm ailelere ve
yaşlı ailelerine yönelik “rehberlik-danışmanlık” faaliyetlerine ilişkin politikaların
geliştirilmesi, yaşlı istismarları meydana gelmeden, sorunlara “erken müdahaleyi” olanaklı kılacaktır.
Kaynakça
Akdemir, N., Görgülü, Ü., & Çınar, F. İ.
(2008). Yaşlı İstismarı ve İhmali. Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Dergisi, 68-75.
Artan, T. (1996). Aile İçi Fiziksel Yaşlı İstismarı. İstanbul: T.C. İstanbul Üniversitesi
Adli Tıp Enstitüsü Sosyal Bilimler Anabilim
Dalı Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi.
Baker, A. A. (1975). Granny Battering. Modern Geriatrices, (8), 20-24.
Biggs, S., Manthorpe, J., Tinker, A., Doyle,
M., & Erens, B. (2009). Mistreatment of Older People in the United Kingdom: Findings
from the First National Prevalence Study.
Journal of Elder Abuse & Neglect, 21, (1),
1–14.
Boldy, D., Horner, B., Crouchley, K., &
Davey, M. (2005). Addressing Elder Abuse:
Western Australian Case Study. Australasian Journal on Ageing, 24 (1), 3-8.
Burston, G. (1977). Do Your Elderly Parents
Live in Fear of Being Battered? Modern
Geriatrics, (5), 54-55.
Chokkanathan, S., & Lee, A. E. (2005). Elder Mistreatment in Urban India: A Community Based Study. Journal of Elder Abuse &
Neglect, 17 (2), 45-61.
Cooper, C., Selwood, A., & Livingston, G.
(2008). The Prevalence of Elder Abuse and
Neglect: A Systematic Review. Age and Aging, 37, 151–160.
Conner, T., Prokhorov, A., Page, C., Fang,
Y., Xiao., Y.,& Post. A. L. (2011). Impairment
and Abuse of Elderly by Staff in Long-Term
Care in Michigan: Evidence from Structural
Equation Modeling. Journal of Interpersonal Violence, 26(1), 21-33.
Daskalopoulos, M. D., & Borrelli, S. E.
(2006). Definitions of Elder Abuse in an Italian Sample. Journal of Elder Abuse & Neglect, 18 (2-3), 67-85.
Daskalopoulos, M., Mullin, A. S., Donovan, E., & Suzuki, H. (2006). English Perceptions of Elder Abuse. Journal of Elder
Abuse & Neglect, 18 (2-3), 33-50.
Decalmer, P. (1997). Clinical Presentation
and Management. P. Decalmer, & F. Glendenning (Ed.), The Mistreatment of Elderly
People içinde, (pp. 42-73). London: Sage
Publications Ltd.
Dong, X., Simon, M.A., & Gorbien, M.
(2007). Elder Abuse and Neglect in an Urban Chinese Population. Journal of Elder
Abuse & Neglect, 19 (3-4), 79-96.
Eisikovits, Z., Lowenstein, A.,Winterstein,
t., & Enosh, G. (2009). Is Elder Abuse and
Neglect a Social Phenomenon? Data from
the First National Prevalence Survey in
Israel. Journal of Elder Abuse & Neglect,
21(3),253-277.
Erlingsson, C. L., Saveman, B.-I., & Berg,
A. C. (2005). Perceptions of Elder Abuse
in Sweden: Voices of Older Persons. Brief
Treatment and Crisis Intervention, 5 (2),
213-227.
Hutton, D. (2008). Older People in Emergencies : Considerations For Action and
Policy Development. Geneva:World Health
Organization.
121
Toplum ve Sosyal Hizmet
İlhan, F. (2005). Ankara İli Yenimahalle İlçesi Anadolu Mahallesinde Aile İçi Yaşlı
İstismarının Saptanması. Ankara: Gazi Üniversitesi Tıp fakültesi Halk Sağlığı Anabilim
Dalı.
Kalavar, M. J., Jamuna D., & Ejaz.K.F.(2013).
Elder Abuse in India: Extrapolating From
the Experiences of Seniors in India’s “Pay
And Stay” Homes. Journal of Elder Abuse
& Neglect 25(1), 3-18
Keskinoğlu, P., Giray, H., Pıçakçıefe, M.,
Bilgiç, N., & Uçku, R. (2004). Yaşlıda Fiziksel, Finansal Örselenme ve İhmal Edilme.
Türk Geriatri Dergisi, 7 (2), 57-61.
Kosberg, J. I., Lowenstein, A., Garcia, J. L.,
& Biggs, S. (2003). Study of Elder Abuse
Within Diverse Cultures. Journal of Elder
Abuse & Neglect, 15 (3-4), 71-89.
Lai, W.L, D. (2011). Abuse and Neglect
Experienced by Aging Chinese in Canada,
Journal of Elder Abuse & Neglect, 23(4),
326-347.
Laumann, E. O., Leitsch, S. A., & Waite, L.
J. (2008). Elder Mistreatment in the United
States: Prevalence Estimates from a Nationally Representative Study. Journal of
Gerontology, 63, ss.248–S254.
Mouton, C. P., Larme, A. C., Alford, C.
L., Talamantes, M. A., Mccorkle, R. J., &
Burge, S. K. (2005). Multiethnic Perspectives on Elder Mistreatment. Journal of Elder Abuse & Neglect, 17 (2), 21-44.
Quinn, M. J., & Tomita, S. K. (1997). Elder
Abuse and Neglect Causes, Diagnosis, and
Intervention Strategies. New York: Springer
Publishing Company, Inc.
Sözen, M.S., İnancı, M.A., Arıcan, N., Alkan, N., Tüzün, B., & Şahin, C. (1999).
Abuses on Elderly. 4th International Symposium on Advances in Legal Medicine. 2225 September, Germany.
Thomas, C. (2000). The First National
Study of Elder Abuse and Neglect: Contrast
with Results from Other Studies. Journal of
Elder Abuse & Neglect, 12(1), 1-14.
122
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
Tufan, İ. (2011). Türkiye’de 200 bin yaşlı şiddet görüyor. 02 Ocak 2013’de http:// www.
sondakikahaberleri.info.tr adresinden indirildi.
United Nations Department of Economic and Social Affairs Population Division.
(2011). World Population Prospects The
2010 Revision Highlights and Advance Tables. Newyork: United Nations.
World Health Organization; International
Network for the Prevention of Elder Abuse.
(2002). Missing Voices, Views of Older Persons on Elder Abuse. Geneva: WHO.
Walsh, C. A., & Yon, Y. (2012). Developing
an Empirical Profile for Elder Abuse Research in Canada. Journal of Elder Abuse
& Neglect , 24 (2), 104-119.
Yan, E., Tang, C. S.-K., & Yeung, D. (2002).
No Safe Haven A Review on Elder Abuse
in Chinese Families. Trauma, Vıolence,&
Abuse, 3, (3), 167-180.
Karakuş, Kırlıoğlu, Başer ve Batı
Araştırma
YETİŞTİRME
YURDUNDA
KALMAKTA OLAN
ERGENLERİN ANNEBABA ALGILARI:
NİTEL BİR ÇALIŞMA1 2
Perception of the
Adolescents Living in the
Orphanage Regarding
Parents: A Qualitative
Study
Özlem KARAKUŞ*
Mehmet KIRLIOĞLU**
Doğa BAŞER**
Burcu BATI***
* Yrd. Doç. Dr., Selçuk Üniversitesi,
Sağlık Bilimler Fakültesi, Sosyal Hizmet Bölümü
** Arş. Gör., Selçuk Üniversitesi,
Sağlık Bilimler Fakültesi, Sosyal Hizmet Bölümü
*** Yüksek Lisans Öğrencisi,
Selçuk Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü,
Sosyal Hizmet ABD
1
2
Bu çalışma 7-8 Kasım 2012 tarihlerinde gerçekleştirilen “Farklılıkları Anlamak” temalı
Sosyal Hizmet Sempozyumu 2012’de özet bildiri olarak sunulmuştur.
Çalışmalarımızı her daim destekleyen ve düşüncelerini paylaşmaktan çekinmeyen Sayın
Hocamız Prof. Dr. Aliye MAVİLİ AKTAŞ’a;
yine bu çalışmada düşünceleri ile bizi zenginleştiren Dr. Gonca POLAT’a teşekkür etmeyi
bir borç biliriz.
ÖZET
Bu araştırmanın amacı yetiştirme yurdunda
kalmakta olan ergenlerin anne-baba algılarına yönelik betimlemelerde bulunmaktır.
Ergenlerin anne-baba algılarına ulaşmak
için metaforların yardımına başvurulmuştur. Araştırma nitel araştırma yöntemine
göre dizayn edilmiştir. Veri toplama aracı
olarak, yarı yapılandırılmış görüşme formu
oluşturulmuş, ergenlerin özlük niteliklerine
ait bilgiler doküman analizi yapılarak elde
edilmiştir. Araştırmanın örneklemini gönüllü
39 ergen oluşturmakta olup, ergenlerin yaş
aralığı 13-20 arasında değişmektedir. Araştırmada elde edilen veriler üç başlık altında
analiz edilmiştir. Birincisi, ergenlerin aileyi
nasıl tanımladıkları; ikincisi, ailenin nasıl
olması gerektiği; üçüncüsü ise anne-baba
algılarına ilişkin görüş ve düşünceleridir.
Yapılan araştırma sonucunda ergenler “aile
nedir?” sorusuna daha çok olumlu ifadelerle cevap vermişlerdir. Ergenlerin “Olması
gereken aile/ideal aile nasıl olmalıdır?” sorusuna ailenin destek mekanizması işlevini,
ailede paylaşım ve açık iletişimin olması
gerektiğini, ailede birliktelik olgusunu vurgulayarak cevap vermişlerdir. Ayrıca “annebabanızı tanımlamak isteseydiniz hangi mecazları kullanırdınız” sorusunda ergenlerin
anneye ilişkin algıları daha çok annenin melek ve cadı olması üzerine yoğunlaşmış; babaya ilişkin algıları ise babanın sorumsuzluğu, şiddet uygulaması, kuvvetli-çalışkan
olması ve yetkinliği üzerine odaklanmıştır.
Anahtar Sözcükler: Yetiştirme Yurdu, anne-
baba algısı, ergenlik, gençlik ve sosyal
hizmet
ABSTRACT
The aim of this survey is to depict the perception of the adolescents living in orphanage
evaluating their parents by means of metaphors. The result of metaphors was applied in
order to reach the perception of adolescents
regarding their parents. The survey was de-
123
Toplum ve Sosyal Hizmet
signed according to the qualitative research
method. Semi-configured interview form was
created as a means of data collection and
the information about the essential characteristics of the adolescents was achieved by
making document analysis. The sample of the
survey consists of 39 volunteering adolescents aged between 13 and 20. Data obtained
from the research was analyzed under three
titles. First one is about how the adolescents
define family; second one is about how a
family should be, and the third one is about
their ideas and thoughts of their perception
on parents. As a result of the survey, adolescents answered with positive statements of
this question was asked: “What is family?.”
The function of support mechanism in a family, sharing in the family, the necessity of open
communication and unity in a family came
into prominence when the question “How
should a family/ ideal family be?” is considered. In addition, the question “If you were to
define your parents, which metaphors would
you use?” was asked. Adolescents’ answers
focused on mothers’ being an “angel” or”
a witch” while the perception regarding on
fathers focused on their responsibilities by
means of such metaphors like “committing
violence,”and “being strong-diligent.”
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
PROBLEM
yaşanan olumsuz yaşam olayları (cinsel, fiziksel ve duygusal istismar, ebeveyn kaybı, ebeveyn terki) sonucunda
çocuklar kurum bakımına alınabilmektedir (Kesen, Karakuş, ve Deniz, 2012).
Söz konusu yaşam olayları ergenin
kimlik gelişimini olumsuz yönde etkileyebilmekte (Gündoğdu ve Zeren, 2004:
58) ve ruh sağlığı sorunlarına yol açabilmektedir. Şimşek ve Erol (2004: 481482), yetiştirme yurdunda yaptıkları
araştırmalarında kurum bakımının adölesan ruh sağlığı üzerinde olumsuz etki
yarattığını belirtmekte, bu anlamda aile
yanında bakımla birlikte alternatif hizmet türlerinin altını çizmektedir. Literatürde ebeveynleri boşanmış bireylerin
evlenmekten uzak durdukları, aile içi
şiddet uygulayan bireylerin de çocukluk-ergenlik döneminde ebeveynlerinden şiddet gördüğü vurgulanmaktadır
(Suğur ve Saygı Doğru, 2010; Deveci,
Karadağ ve Yılmaz, 2008; Demirbilek,
2000). Bu anlamda olumsuz aile işlevi
öyküsü oranı yüksek olan kurum bakımındaki ergenlerin öykülerinin değerlendirilmesi, çocuk ve ergen ruh sağlığı
politikası çerçevesinde koruyucu-önleyici stratejilerin geliştirilmesi, koruyucu aile-evlat edinme hizmetlerinin
planlanması ve son yıllarda gündemde
olan kurum bakımına alternatif hizmet
modellerinin oluşturulması açısından
önem taşımaktadır.
Araştırmanın problemini yetiştirme
yurdunda kalmakta olan gençlerin “anne-baba imgelemleri” oluşturmaktadır.
Ailenin sağlıklı bir gelişimin temel taşı
olduğu düşünüldüğünde çocuğun ve
ergenin gelişim sürecinde ebeveyn ile
ilgili deneyimleri, yaşantıları ve öyküleri
bir anne-baba imgelemi oluşturmaktadır. Ailenin varlığı söz konusu olsa
dahi çocukluk ve ergenlik döneminde
Bu açıdan bakıldığında aslında başlangıçta toplum içinde dezavantajlı doğan
ya da sonradan dezavantajlı grup içine
dâhil olan korunmaya muhtaç çocuklar,
toplamda yaşayacakları yıllar arasında
niceliksel olarak oranı küçük olan çocukluk yıllarını korunmaya muhtaç çocuk olmasına neden olan olayları yaşayarak geçirmekte; bu olaylar, niceliksel
olarak daha büyük bir orana sahip olan
Key
Words:
Orphanage, perception
regarding parents, adolescence, youth and
social work
124
Karakuş, Kırlıoğlu, Başer ve Batı
hayatlarının diğer evresini büyük ölçüde olumsuz etkilemektedir. Bu noktada
her şeye rağmen yetiştirme yurdunda
kalmakta olan ya da yurttan ayrılma
aşamasına gelmeye başlayan gençlerin anne-babalarına ilişkin imgelemlerini emik bakış açısıyla dile getirmek,
Sezer’in (2010: 4) de ifade ettiği üzere
var olan durumun betimlenmesi ve gerekli önlemlerin alınabilmesi için önem
taşımaktadır.
KURAMSAL BİLGİLER
Ergenlik dönemi, insanın bebeklikten
sonraki en hızlı gelişiminin gerçekleştiği dönemdir (Ertem ve Yazıcı, 2006:
8). Ergenlikte biyolojik, psikolojik, duygusal değişimler ile birlikte çocukluk
özdeşimlerinin-kendilik algılamalarının
sürdürülmesi ve toplumsal beklentiler,
ergende zorunlu bir değişim sürecini
gündeme getirmektedir (Atak, 2011:
160-170). Erikson’un kişilik kuramında
ergenlik döneminin bireyin kimlik oluşumuna etkisi “kimliğe karşı rol karmaşası” olarak ele alınmış ve bu dönemin
kimliğin oluşmasında önemli olduğu
vurgulanmıştır. Bu nedenle ergenlik
döneminde birey yardıma, desteğe ve
dayanışmaya diğer dönemlerden daha
çok ihtiyaç duymakta olup bu dönemde aile, arkadaş ya da yetkin kişilerin
bulunması, bireyin iyilik hali üzerinde olumlu etki göstermektedir (Kutlu,
2005: 100). Ergenin yetişkin yaşamına
adım atabilmesi ve toplumsal olgunluğa erişebilmesi ancak bu dönemi başarılı bir şekilde atlatması ile mümkündür
(Gündoğdu ve Zeren, 2004: 58).
Bireyin gelişim dönemleri zihinsel, fiziksel, duygusal ve entelektüel değişim
süreçlerini kapsamakta ve bir dönemden diğer döneme geçiş sürecinde
çeşitli sorunlarla karşılaşılabilmektedir
(Danış, 2006: 47). Ergenlik dönemi ve
yurt yaşamı birlikte düşünüldüğünde
ergenlik döneminin karmaşıklığı ve bu
dönemi sağlıklı bir şekilde atlatabilmenin zorluğu dikkat çekmektedir. Bu
nedenle ilk olarak gençlerin yurt öncesi
hayatları ile aile yapıları bilinmeli (Demirbilek, 2000: 140) ve bunlara ek olarak ergenlerin anne-babalarına ait imgelemleri ortaya çıkarılmalıdır. Nitekim
Bıyıklı’ya göre (1995: 4) duygusal hayat, zihinsel ve fiziksel hayattan önce
gelişmekte ve tüm gelişimin kaynağını
oluşturmaktadır.
Bireyin yakın çevresi, onun kendini ve
kendi dışında var olanları algılamasını etkilemekte ve biçimlendirmektedir
(Sezer, 2010: 2). Bu algılamayı resmetmek için metaforlar yaygın bir şekilde
kullanılmaktadır (Aldan Karademir,
Uçak ve Bağ: 2012; Oflaz, 2011; Öcal
ve Kemerkaya, 2011; Saban, 2009;
Saban, 2007; Saban, 2004). Bilindiği
üzere metafor, mecaz kavramının eş
anlamlısı olarak kullanılmakta (Türk Dil
Kurumu, 2012) ve insanların bir şeyi
nasıl gördüklerini benzetmeler aracılığı
ile açıklamaya çalışmasında kullanılan
bir araç olarak tanımlanmaktadır (Cerit,
2008: 694). Bu çalışmada da ergenlerin anne-baba algılarına ulaşmak için
metaforların yardımına başvurulmuştur. Ayrıca kuramsal bilgiyi oluşturmak
için literatür taramasında elde edilen
bilgiler aşağıda yer alan dört temel
başlık altında toplanmıştır.
Çocuk ve Ergen Gelişiminde
Ailenin Önemi
Toplumu oluşturan bireyler “aile” adı
verilen bir kurum içerisinde kendine yer
bulabilmektedirler. Aile, çocuğun kimliğini kazandığı, ailenin ve toplumun değerlerini öğrendiği bir ortamdır (Özdal
125
Toplum ve Sosyal Hizmet
ve Aral, 2005: 264). Aile, sosyal bir
kurum olmakla birlikte anne karnında
başlamakta ve ailenin çocuk üzerinde
yaşam boyu süren bir etkisi bulunmaktadır (Ünal, 2007: 134; Özdal ve Aral,
2005: 256). Diğer bir ifade ile aile, çocuğun ilk karşılaştığı (Ünal, 2007: 139),
ilk sosyal yaşantılarını edindiği, sosyal
dünyaya uyumunu ve bu dünya ile iletişim kurmasını sağladığı kurumdur (Erdoğan ve Uçukoğlu, 2011: 53). Aile,
sağlıklı gelişim üzerinde en önemli etkiyi gösteren sosyal çevredir (Deci ve
ark., 1994, akt; Kocayörük, 2012: 25).
Ailenin önemliliğinin vurgulanmasına
rağmen her çocuk bir aileye sahip olmayabilir. Çocuklar boşanma, anne
veya babanın ayrılmaları ya da ölmeleri, çocuğun terk, ihmal veya istismar
edilmesi nedeniyle aile kurumundan
mahrum kalabilirler (Kesen, Karakuş
ve Deniz, 2012; Kutlu, 2005). Aile kurumunun yokluğu, ergenlerin temel
psikolojik ihtiyaçlarını karşılamalarına
engel olabileceği gibi, özerk benlik gelişimlerine ve duyuşsal iyi oluşlarına
olumsuz etki eder (Kocayörük, 2012:
26-31). Ailesiz bir çocuk, becerilerini
geliştirme ve sosyal dünyayı keşfetme
açısından kısıtlı bir sosyal çevreye sahiptir (Yaban ve Yükselen, 2007: 64).
Ayrıca Kutlu (2005: 95), annesi ve babası olmayan veya boşanmış olan ergenlerin yalnızlık duygusu yaşayabileceğini ifade etmektedir.
Sonuç olarak yurtta yaşayan çocukların
yurt ve aile algılarında farklılıklar söz konusur. Çünkü; aile, sevgi, saygı, huzur
ve dayanışmanın olduğu bununla beraber temel gereksinimlerinin karşılandığı
sıcak bir ortam olarak nitelenmesine
rağmen (Suğur ve Saygı Doğru, 2010:
122) yetiştirme yurtları bu kavramlarla pek anılmamaktadır. Yurdun bu
126
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
kavramlarla anılmamasının nedenleri
bir sonraki başlık altında ele alınmıştır.
Yetiştirme Yurdunun Çocuk ve
Ergen Gelişimine Zararları
Genel olarak literatüre bakıldığında
yetiştirme yurdunda kalan çocuklar
ile anne-baba yanında kalan çocuklar
arasında öğrenilmiş güçlülük, başarılı
kimlik geliştirme, kimlik arayışı ve kimlik kargaşası yaşama, benlik tasarım
düzeyi açılarından istatistiksel olarak
anlamlı farklılıklar olduğu belirlenmiştir
(Boyraz ve Aydın 2003: 59; Gündoğdu
ve Zeren, 2004: 57; Gürsoy, Aral ve Yıldız Bıçakçı, 2005: 30; Kutlu, 2005: 92).
Çocukların yetiştirme yurdunda yaşamaya başlamasıyla birlikte kurum bakımının çocuklar üzerine olumsuz etkileri
baş göstermektedir. En temelde kurum
bakımının ergen ruh sağlığını olumsuz
yönde etkilediği (Şimşek ve Erol, 2004:
481-482) belirtilmektedir. Yetiştirme
yurdunda kalan çocuklar aile kurumunun dışında sosyalleşmek ve yaşama
hazırlanmak durumundadır (Suğur ve
Saygı Doğru, 2010: 121). Aileden ve
sosyal çevreden uzak olarak yaşayan
bu çocuklar (Aral, Gürsoy ve Yıldız
Bıçakçı, 2006: 12); ilgisizlik, çevreyi
umursamazlık, insanlara sokulamama, arkadaşlık kuramama, öğrenmeye
karşı ilgisizlik, saldırganlık, hırsızlık ve
okuldan kaçma gibi davranış özellikleri
de sergileyebilmektedirler (Demirbilek,
2000: 139). Bu durumun ortaya çıkmasında anne-babanın yokluğu önemli bir
faktördür (Kutlu, 2005: 95). Sonuç olarak sosyalleşmenin odağındaki çocukların yurdun olumsuz izlerini silmelerinin uzun bir süreç alacağı söylenebilir.
Alternatif hizmet modellerinin etkinleştirilmesi süreci ülkemizde gün geçtikçe
Karakuş, Kırlıoğlu, Başer ve Batı
hız kazanmasına rağmen yetiştirme
yurtları halen geçerliliğini korumaktadır.
Alternatif hizmet modelleri arayışının
nedeninin ise yetiştirme yurdunun çocuklar üzerinde bıraktığı etkilerden kaynaklandığı söylenebilir. Yapılan araştırmalar da bu durumu doğrular niteliktedir.
Kelebek Etkisi
Çocukluk dönemi veya daha sonraki
dönemlerde yaşanan olumsuz yaşam
olaylarının ileri süreçlerde etkisinin devam ettiğinden yola çıkılarak “kelebek
etkisi3” teması oluşturulmuştur. Olumlu
ya da olumsuz, insanın deneyimlediği
her yaşantı gerek bilişsel ve mental süreçlerin düzenlenmesinde ve gerekse
yeniden yapılanmasında doğrudan etkilere sahiptir (Bahadır, 2002: 57). Belki de bu yüzden Freud insan yaşamını
evrelere ayrırken ergenlik döneminin
bitimine kadar olan zamanı ele almıştır. Çünkü “erken dönem bakımındaki
kopukluklar ve duygusal yetersizliklerin yaşamın daha sonraki dönemlerinde nesne ilişkilerini olumsuz etkilediği
uzun zamandır bilinmektedir” (Kayaalp, 2008: 38). Ayrıca çocukların içinde bulundukları ailenin sosyo-kültürel
düzeyi, ailedeki ilişki biçimi ve anne
babaların çocuk yetiştirme tutumları
(Ünal, 2007: 139), anne-baba-çocuk
etkileşimi sonucu elde edilen bilgi, beceri ve tutumlar yetişkinlik yıllarında
önemli bir rol oynamaktadır (Özdal ve
Aral, 2005: 256). Bu amaçla çocukların
gelişimlerine etki eden nedenler ile sonuçları ortaya koymak önemli bir husus
olarak karşımıza çıkmaktadır. Örneğin
yenidoğan döneminde veya küçük yaş
3
Kelebek etkisi, bir sistemin başlangıç verilerindeki küçük değişikliklerin büyük ve öngörülemez sonuçlar doğurabilmesine verilen addır
(http://tr.wikipedia.org/wiki/Kelebek_etkisi).
grubunda yetiştirme yurduna bırakılan
çocukların bilişsel gelişimlerinde gerilik
olmakta, sosyal ve duygusal açıdan çocuklar olumsuz etkilenmekte ve bu durum çocuğun tüm yaşamına yansımaktadır (Aral, Gürsoy ve Yıldız Bıçakçı,
2006: 15). Ayrıca korunmaya muhtaç
çocuklar bir aile içinde yetişmediklerinden aile yaşamını kendilerine uzak
görebilmektedirler (Suğur ve Saygı
Doğru, 2010: 122). Bu da ileride sağlıklı bir aile kurmaya yönelik gençlerin
algılarını olumsuz etkilemektedir.
Kelebek etkisi, ekolojik sistem yaklaşımı kapsamında incelenebilmektedir.
Çevresel yapıda meydana gelen değişimlerin davranışın oluşumunda önemli olduğu düşüncesi üzerine inşa edilen
ekolojik sistem yaklaşımına (Danış,
2006: 45) göre çocuğun anne, baba ve
arkadaşlarıyla girdiği ilişkiler onun gelecekteki kişiliğini oluşturmaktadır (Büyükşahin Çevik ve Çelikkaleli, 2010:
226). Bu nedenle çocuğun sağlıklı bir
aile içerisinde yetişmesinin gelecekte
ne olacağının ya da olamayacağının
sınırları çizilmektedir. Buna dayanarak
doğumdan itibaren çocukların çevresinde bulunan kişilerden elde ettikleri
deneyimler, onların kendilerini nasıl
gördüklerini ve diğer insanlarla etkileşimlerini etkilemektedir (Ünal, 2007:
144). Farklı bir şekilde ifade etmek gerekirse çocuğun aile üyeleriyle olan ilişkileri, diğer bireylere, nesnelere ve tüm
yaşama karşı aldığı tavırların, benimsediği tutum ve davranışların temelini
oluşturmaktadır (Erdoğan ve Uçukoğlu, 211: 69). Çocukluk döneminde maruz kalınan işlevsel olmayan ebeveynlik
biçimi, yetişkinlik döneminde psikolojik
bir soruna yol açabilmekte (Soygüt ve
Çakır, 2009: 151) ve aile içinde anne,
baba arasında gerçekleşen şiddet
127
Toplum ve Sosyal Hizmet
olaylarına tanık olma yolu ile şiddeti
öğrenme (Deveci, Karadağ, ve Yılmaz, 2008: 360; Kayaalp, 2008: 38),
evlilikten korkma ve evlenmeyi düşünmemeye (Demirbilek, 2000: 149) yönelik tutumlar oluşturmaktadır. Goodman
ve arkadaşları (1995) olumsuz yaşam
olaylarını deneyimlemiş çocukların sosyal problem çözme becerilerinin düşük
olduğunu belirtmektedir (akt. Yaban
ve Yükselen, 2007: 63). Örneğin ilköğretim öğrencileri arasında yapılan bir
araştırmada öğrenciler şiddet karşısında “öç almak isterim, sinirlenirim, hak
ettiğini düşünürüm, zevk duyarım” gibi
olumsuz ifadelerde bulunmuşlardır. Bu
durum da şiddet olaylarının başka şiddet olaylarının nedeni olduğu biçiminde yorumlanabilir (Deveci, Karadağ ve
Yılmaz, 2008: 363). Dolayısıyla ergen,
sorunu çözmek için tanık olduğu, öğrendiği yöntemi kullanacaktır. Görüldüğü üzere çocukluk döneminde gerçekleşen olumsuz yaşam olayları çocuğun
diğer kişilerle olan ilişkilerini, davranış
şekillerini, kendini ve dünyayı algılamasını büyük ölçüde etkilemektedir.
Rol Model Eksikliği
Rol model denilince ilk akla gelen Sosyal Öğrenme Kuramının öncüsü olan Albert Bandura’dır. Çünkü Bandura (1986)
rol model ile özdeşim kurmanın ve rol
modeli gözlemleyerek, modelin karakteristik özelliklerini taklit etmenin çocuğun
sosyal gelişimindeki etkisini vurgulamış
olup taklit etme, oyun içinde ergenlerin anne-babaları ile gerçekleştirdikleri
iletişimin kalitesi, ergenlerin sosyal yaşamlarında kurdukları ilişkilerin kalitesini de önemli ölçüde etkilediği belirtilmektedir (Kocayörük, 2010: 38-39).
Çocukların hayatlarındaki en önemli rol
modellerinin anne babalarıdır (Sezer ve
128
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
Oğuz, 2010: 744). Özellikle çocuk, oyun
içinde anne ve babanın davranışlarını
gözlemleyerek taklit etmekte, onların
davranışlarını özümseyerek kendisiyle
özdeşleştirmektedir (Gürsoy, Aral ve
Yıldız Bıçakçı, 2005: 25).
Kurum bakımı altında bulunan çocuk
açısından söz konusu durum düşünüldüğünde birtakım problemler ortaya
çıkmaktadır. Öncelikle aile ortamında
anne-baba ve kardeşler arasında süregelen ilişkiler yurt hayatında yerini, arkadaş ve kurum personeliyle olan ilişkilere bırakmaktadır (Demirbilek, 2000:
146). Hatta sosyal servis görevlilerinin
ergenin yetiştirilmesinden sorumlu olduğu, ailenin yerini alması beklendiği
bile söylenebilir (Özgür Sayar, 2006:
118). Bu noktada sosyal öğrenme tekniklerinden biri olan modele dayalı öğrenme düşünüldüğünde yurtta yeterince model olmaması çocukların düşük
öğrenilmiş güçlülük düzeyine sahip
çocuklar olarak yetişmelerine neden
olabilir (Boyraz ve Aydın, 2003: 63).
Çünkü çocuklar özel bir sorumluluk ve
ilgi gerektiren ergenlik döneminde aile
ortamından uzak ve anne-baba modellerinden yoksun olarak kurumlarda
büyümek zorunda kalmaktadırlar (Aral,
Gürsoy ve Yıldız Bıçakçı, 2006: 13).
AMAÇ
Bu araştırmanın amacı nitel araştırma
deseni kullanılarak yetiştirme yurdunda
kalmakta olan gençlerin anne-babalarına ilişkin imgelemlerini belirlemektir.
Bu amaç doğrultusunda doğrultusunda,
araştırma sonunda yanıt bulması planlanan sorular aşağıda yer almaktadır:
1. Yetiştirme yurdunda kalmakta olan
gençlerin algılarında “ideal aile” nasıl ifade edilmektedir?
Karakuş, Kırlıoğlu, Başer ve Batı
2. Yetiştirme yurdunda kalmakta olan
gençlerin geçmiş yaşantıları onların
kendi ailelerine ilişkin algılarına nasıl etki etmektedir?
YÖNTEM
Araştırma Deseni
Araştırma nitel araştırma yöntemine
göre dizayn edilmiştir. Nitel araştırma
“gözlem, görüşme ve doküman analizi gibi nitel veri toplama yöntemlerinin
kullanıldığı, algıların ve olayların doğal
ortamda gerçekçi ve bütüncül bir biçimde ortaya konmasına yönelik nitel
bir sürecin izlendiği araştırma” olarak
ifade edilmektedir (Yıldırım ve Şimşek,
2008: 39). Bir çalışmada katılımcılar
nitel araştırmayı; “bilgileri resmetme
işi”, “doğal ortamda ilk elden perspektif
kazanma çabası”, “sosyal bir olgunun
derinlemesine çalışılması”, “kişisel algı
ve perspektifleri ortaya çıkarma gayreti” “sayısal verilerin ve kalıplaşmış
prosedürlerin dışına çıkma” işi olarak
tanımlamışlardır (Saban, 2007: 477).
Nitel araştırma deseninin seçilmesinin
nedeni ise yetiştirme yurdunda kalan
gençlerin anne-babalarına ilişkin imgelerini “onlarca algılanan ve yeniden
kurgulanan bir resmini olabildiğince
ayrıntılı ve derinlemesine ortaya çıkarmasını mümkün kılan veri oluşturma
ve çözümleme tekniklerini içermesindendir” (Çelik ve İçağasıoğlu Çoban,
2012: 462). Bu çalışmada görüşme ve
doküman analizinin yanısıra mecazlar
yolu ile veri toplama tekniği kullanılmıştır. Mecazların kullanılmasının nedeni
ise “insanların deneyimlerini anlamlandırmanın ve bu deneyimlerin anlamını
açıklamanın ve iletmenin bir yolu olarak
daima mecazları kullanması” (Punch,
2005: 212) ayrıca mecazların “çalışılan konu, olgu, olay ve durum hakkında
çok sağlam, zengin bir resim sunması,
görsel bir imaj” sağlamasındandır (Yıldırım ve Şimşek, 2008: 212).
Bu çalışmada nitel araştırmanın kullanılmasının bir nedeni de söz konusu
imgelemin sayılabilen bir nitelik olması,
sayılacak bir şeyin ve anne-babanın
olmaması bunun yerine anne-babaya ait izlerin var olduğu ve bu izlerin
izinin sürülmesi amacıyla belirlenmiş
sorulardan ziyade özgür ifadelere yer
verilmek istenmesidir. Katılımcıların tümünün anlatacak bir öyküsünün olması
ve bu öykülerinin birileri tarafından dinlenmesi ihtiyacında olmaları, bu izlerin
ve özgür ifadelerin ortaya çıkmasını
sağlamıştır.
Verilerin Toplanması
Anket formları hazırlanma sürecinde
uzman görüşüne sunulmuş ve alınan
eleştiriler doğrultusunda düzeltilerek
geliştirilmiştir. Geliştirilen anket formları uygulamaya aktarılmadan önce
12-18 yaş aralığındaki 20 ergene uygulanarak ön denemeden geçirilmiştir.
Uzman görüşleri ve ön deneme sonuçlarına göre geliştirilerek son biçimi verilen anket formları uygulamaya hazır
duruma getirilmiştir. Görüşmeler yarı
yapılandırılmış görüşme formu ile gerçekleştirilmiştir. Görüşmeler iki araştırmacı tarafından yurt ortamında ortalama 30 dakika boyunca yapılmıştır. Bir
araştırmacı görüşmeyi sürdürürken diğer araştırmacı not tutmuştur. Yetiştirme yurdunda kalmakta olan 39 genç ile
gerçekleştirilen görüşmeler 15 Nisan
– 15 Mayıs 2012 tarihleri arasında gerçekleştirilmiştir. Görüşmeler sonunda
elde edilen veriler bilgisayar ortamında
kaydedilmiş, daha sonra araştırmacılar
tarafından araştırmanın amacına yönelik üç ana temaya ayrılmış, bu üç ana
129
Toplum ve Sosyal Hizmet
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
temanın altında da alt temalar oluşturularak konu derinleştirilmiştir. Araştırma
bulgularının iç güvenirliğini ve geçerliliğini artırmak amacıyla yetiştirme yurdunda yaşayan gençlerin görüşlerinden sıkça alıntılar yapılmıştır.
Oluşturulan temalar; “yetiştirme yurdunda kalmakta olan gençlerin aile
tanımlamaları, hayallerindeki ideal
aileyi betimlemeleri ve anne-babalarına ilişkin imgelemleri” şeklinde
gruplandırılmıştır.
BULGULAR
Araştırmada elde edilen veriler üç
başlık altında analiz edilmiştir. Bunlar
katılımcıların;
1. Aileyi nasıl tanımladıklarına ilişkin
görüş ve düşünceleri,
2. Ailenin nasıl olması gerektiğine ilişkin görüş ve düşünceleri,
3. Anne-baba imgelemleri hakkındaki
görüş ve düşünceleridir.
Araştırmacılar tarafından söz konusu
başlıklar üç ana tema ile çerçevelendirilmiş, sonra ana temalar alt temalara
bölünmüştür. İlgili temalar tablo 1’de
verilmektedir.
Katılımcılar
Kız yetiştirme yurdunda kalmakta olan
ve araştırmaya katılmak isteyen 39 kişi
ile görüşme yapılmıştır. Tablo 2’deki
sosyo-demografik bilgiler doküman
analizi ile elde edilmiştir. Bu bilgiler,
derinlemesine görüşmeler yoluyla da
elde edilen veriler ile harmanlanıp ortaya çıkan son metin içerik analizine tabi
tutulmuştur.
Tablo 1. Çalışmaya İlişkin Ana ve Alt Temalar
Ana Tema
Ailenin tanımlanması
Olması Gereken Aile
Anne Baba İmgelemi
130
Alt Tema
Olumsuz
Olumlu
Destek Mekanizması,
Paylaşım,
Aile İçi İletişim,
Birliktelik,
Bir Ailemiz Olsun.
Anneye İlişkin İmgelemler:
İyilik Meleği,
Cadı,
Terk.
Babaya İlişkin İmgelemler:
Şiddet,
Sorumsuz,
Kuvvetli,
Çalışkan,
Yetkin.
Karakuş, Kırlıoğlu, Başer ve Batı
Tablo 2. Katılımcılara Ait Sosyo-Demografik ve Diğer Bilgiler
DEĞİŞKENLER
SEÇENEK
n
13
5
14
8
15
2
16
8
17
9
18
4
19
1
20
2
1
11
2
6
3
1
4
5
5
2
6
2
7
1
8
1
9
1
10
6
11
2
15
1
3.Çocukların Kuruluşa Geliş Nedenleri
Cinsel İstismar
Ebeveyn Terki
Çocuğun Evden Kaçması
Fiziksel Şiddet, İhmal ve İstismar
Ebeveyn kaybı
Boşanma
11
7
5
8
5
3
4.Yetiştirme Yurdunda Kalmakta Olan
Ebeveynlerin Hayatta Olma Durumu
Her ikisi sağ ve beraberler
Her ikisi de sağ ve ayrı yaşıyorlar
Anne sağ baba vefat etmiş
Anne vefat etmiş baba sağ
Her iki ebeveyn de vefat etmiş
10
20
5
3
1
1.Yaş
2.Çocuklar Yetiştirme Yurdunda Ne
Kadar Süredir Kalmaktadır
131
Toplum ve Sosyal Hizmet
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
5.Yetiştirme Yurdunda Kalmakta Olan
Çocukların Ebeveynlerinden Bir ya da
İkisini Görme Sıklığı
Haftada bir
İki haftada bir
Ayda bir
İki ayda bir
Altı ayda bir
Hiç
12
4
6
4
2
11
6.Çocukların İzinlerde ve Tatil
Günlerinde Hangi Ebeveynin Yanına
Gittikleri
Anne
Baba
Her iki ebeveyn
Ebeveynlerden hiç biri
10
7
8
14
Yetiştirme yurdunda kalmakta olan
gençlerin yaşlarına bakıldığında en az
13 en fazla 20 olduğu görülmektedir.
Gençlerin büyük çoğunluğunu 16 – 17
yaş aralığındadır. Katılımcıların 11’i bir
ve bir yıldan daha az süredir yurtta kalmakta olup yurtta kalınan süre on beş
yıla kadar (1 kişi) çıkmaktadır. Yurda
geliş yaşının küçülmesi, yurtta kalma
süresinin artması ve çocukların hiç
ziyaret edilmemesi ergenlerin yalnızlık düzeyinde artışa sebep olabileceği gibi duygusal yalnızlık yaşamlarına
da neden olabilmektedir (Kutlu, 2005:
95-98). Özellikle bebeklik döneminde
yurtlara yerleştirilen çocuklar, antisosyal davranışları daha fazla sergileyebilmektedir. Bir anlamda yaş ne kadar küçükse risk o kadar artmaktadır (Soysal,
Bodur, İşeri, ve Şenol, 2005: 97).
Gençlerin kuruluşa geliş nedenlerine
bakıldığında ise “cinsel istismar” nedeniyle ile kuruluşa gelen genç sayısının
diğer nedenlerin sayısından fazla olduğu görülmektedir. Kesen, Karakuş, ve
Deniz’in çalışmasında (2012) da hem
cinsel istismar nedenine hem de diğer
nedenlerden (terk, boşanma, fiziksel
ve duygusal istismar, çocuğun evden
132
kaçması, ebeveyn kaybı) dolayı kuruluşa kabul edilen çocuk/genç sayısında
yıllar içinde artış gözlenmektedir.
Doküman analizinde elde edilen bilgilerde gençlerin aileleri ile anlaşmazlık
yaşamaları nedeniyle evden kaçma
davranışında (5 kişi) bulundukları, bunun sonucunda da haklarında bakım
tedbiri alındığı ortaya çıkmıştır. Kız
ergenlerin özgürlüklerinin hem anneleri hem de babaları tarafından erkek
ergenlerle karşılaştırıldığında daha
fazla kısıtlandığı belirtilmektedir (Öngen, 2004: 11). Adana ve Kutlu, yaptıkları bir çalışmada annelerde aşırı
annelik ve sıkı disiplin, babalarda sıkı
disiplin alt boyutlarından alınan puanların yüksek olduğunu bulgulamış olup
Türk toplumunun aile yapısında otoriter, kısıtlayıcı tutumun sık gözlendiğini,
anne-babaların çocuklarının bağımsız
kişiliklere sahip olarak yetişmeleri konusunda genellikle pekiştirici değil baskıcı olduklarını belirtmektedirler (2009:
20-21). Bunların da kaçma davranışında etkili olduğu söylenebilir.
Terk nedeniyle (7 kişi) çocuğun kuruluşa gelmesinin arkasındaki hikâye
Karakuş, Kırlıoğlu, Başer ve Batı
genel olarak annenin evi terk etmesi ve
yoksulluk içinde bulunan babanın çocuğun bakımı ile gereken şekilde ilgilenememesidir. Terk edilmenin çocukta utanç, üzüntü, kendini suçlu görme
gibi etkiler yarattığı ve bunun da başta
ayrılık kaygısı bozukluğu olmak üzere
diğer kaygıları arttırdığı vurgulanmaktadır (Özdal ve Aral, 2005: 264). Ebeveynlerinin terki nedeniyle yetiştirme
yurduna gelen çocukların sayısının her
geçen yıl arttığı belirtilmektedir (Kesen,
Karakuş, ve Deniz, 2012: 142).
Doküman analizinde elde edilen veriler
doğrultusunda genel olarak ebeveyn
kaybının arkasındaki hikâye şöyledir:
Babanın anneyi öldürmesi ile annenin
yaşamını yitirmesi, ilaveten ailenin sosyal destekten yoksun olması ve bunun
sonucunda da söz konusu çocuğun
“korunmaya muhtaç çocuk” adı altında
kuruluşa kabul edilmesidir.
Tablo 2 incelendiğinde bir diğer kuruluşa geliş sebebi boşanmadır. Boşanma
başlı başına bir geliş nedeni oluşturmamakta, ancak boşanmadan sonra atılan adımlarda dikkatli davranılmadığı
için boşanmanın yarattığı “kriz” ile birlikte çocuk başka nedenlerden dolayı
kuruluşa gelebilmektedir (şiddet, istismar, yoksulluk vb.). Yetiştirme yurdu ile
ilgili yapılan bir araştırmada gençlerin
%45 gibi önemli bir kısmının anne ve
babasının sağ, fakat boşanmış olduğu
(Demirbilek, 2000: 144), anne babası
birlikte olan ailelerde babaların izleme
davranışlarının boşanmış ailelerdeki
babalara göre daha fazla olduğu, boşanmış ailelerde anne destek davranışlarının artmakla birlikte baba destek
davranışlarının anlamlı bir şekilde düştüğü (Aksoy, Kahraman ve Kılıç, 2008)
vurgulanmaktadır. Bu durumun boşanmanın aile bütünlüğünü bozucu etkisini
ve parçalanmış ailelerde çocuk bakımı
ile yetiştirilmesi sorununun ortaya çıktığını belirginleştirmektedir.
Tablo 2’deki 3., 5. ve 6. değişkenler
birlikte değerlendirildiğinde; her iki
ebeveynin ya da ebeveynlerden birinin
hayatta olmasına rağmen çocukların
aileleri ile görüşmesine, hafta sonları
veyahut diğer tatil günlerinde ebeveynlerinin yanlarına izinli olarak almasına
kuruluş tarafından izin verilemediği görülmektedir. Bunun altında yatan nedenin de çocuğun hangi tedbirle kuruluşa
kabul edildiğidir. Örneğin tedbir nedeni
“cinsel istismar” olan bir çocuğun ailesi
ile görüşmemesi konusunda katı davranılmaktadır. Bunun yanında haftada
bir zaman sıklığında ebeveynlerin biri
ya da her ikisi ile iletişimini devam ettiren (tedbir nedeni boşanma, evden
kaçma, ebeveyn kaybı olan çocuklar)
çocuk sayısı çoğunluğu oluşturmaktadır. Gençlerin önemli bir kısmının tatil
ve izinlerini aileleri ile birlikte geçirmelerinin sosyalleşmelerindeki yetersizliklerini bir ölçüde giderebildikleri düşünülebilir (Demirbilek, 2000: 145).
Aile nedir?
Olumsuz aile tanımlamaları
“Aile, pek çok olumsuzluk var, dayak, şiddet, iletişimsizlik, kararsızlık demek” (17 yaş)
“İletişimin, sevginin, huzurun olmadığı, hakaret ve küfür olduğu bir
yer” (16 yaş)
“Huzurlu bir ortam ama sıkıntılı” (17
yaş)
“Gerçek aile gibi değildir, gerçek
sevgi yok, her alanda kısıtlamalar
vardı” (17 yaş)
133
Toplum ve Sosyal Hizmet
“Diyalog eksik, sorunlar konuşularak halledilemezdi. Hep kavga, gürültü vardı” (16 yaş)
“Kavgacı, huzursuz, şeref duygusu
olmayan bir baba” (17 yaş)
“Dağılmış bir birliktelik” (14 yaş)
“Hiçbir şey ifade etmiyor” (18 yaş)
“Benim için aile yurt demek, buraya alışmışım artık” (15 yaş)
Olumlu aile tanımlamaları
“Benim için aile bir çiçektir, bazen
solarlar ama bazen de solmazlar.
Tek bir farkı vardır. Anne-babamız
ölmezler” (13 yaş)
“Ebeveynlerin hem birbirleri ile
hem de çocukları ile ilgili oldukları
bir düzen” (18 yaş)
“Sevgi” (10 yaş)
“Küçük bir tohumu büyütmek” (15
yaş)
“Anne-baba şefkatli, sevgi, saygı
var” (16 yaş)
“Bambaşka bir şey hiçbir şey yerini
tutamaz” (17 yaş)
“Karışık ilişkiler olan, sık sık sorun
yaşanan, ama yine de çok ihtiyaç
duyduğum bir şey” (16 yaş)
“Boş vakitlerimi birlikte geçirdiğim
insanların oluşturduğu bir ortam”
(17 yaş)
“Çocukların, eşlerin toplanıp beraber huzur içinde oturmak, mutlu,
mesut yaşamak demek” (14 yaş)
“Mutlu, mesut yaşayan, ebeveynler
ayrı olsalar bile çocukları ile ilgilenen demek” (16 yaş)
134
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
“Özel şeylerimi paylaşabildiğim bir
topluluk” (14 yaş)
“Ailedeki tüm bireyler; anne, baba,
kardeşlerin bir evde barınması demek, mutlu olmak demek” (13 yaş)
“Mutluluk, bazen sevinçli, bazen
hüzünlü olabilen bir topluluk” (14
yaş)
“Her şeyi beraber yaptığımız, beraber olduğumuz” (13 yaş)
“Aynı evde yaşamak, mutluluk,
sevgi, saygı demek” (13 yaş)
Yapılan araştırma sonucunda katılımcıların “aile nedir?” sorusuna verdiği
cevaplar yukarıda belirtilmiştir. Katılımcılar aile için daha çok olumlu ifadelere yer verirken küçük bir grup da
olsa gençlerin bir kısmının aile ile ilgili
kullandığı ifadeler olumsuzdur. Benzer
olarak başka bir araştırmada da ergenler aileyi sıcak ve huzur dolu bir ortam
diye tanımlamaktadırlar (Suğur ve Saygı Doğru, 2010: 131). Bu da çocukların
aileye karşı özlemlerinin halen devam
ettiğini göstermektedir. Demirbilek
(2000: 148) araştırmasında araştırmaya katılan gençlerin %50’sinin yurttan
ayrıldıktan sonra tekrar ailesinin yanına
dönmeyi ve onlarla birlikte yaşamayı
planladığını ortaya koymuştur.Bu sonuç, gençlerin aile ortamına duydukları
özlemin bir ürünü olup, korunma sürecine önemli bir boyut kazandırmaktadır.
Olması gereken nedir?:
İdeal aile tanımlamaları
Destek mekanizması
“Her şartta yanımda olan, kararlarıma destek olan bir aile. Hep bir
arada olmak isterdim. Gerçekten
annem olsun isterdim” (17 yaş)
Karakuş, Kırlıoğlu, Başer ve Batı
“Sorunsuz ve ailesi sadık
fedakâr olmalıdır” (18 yaş)
ve
“Baba içki ve kumarı bırakan, anne
temizliği yapan, çocuklara destek
olan aile” (17 yaş)
“Yaptığım her harekette bana karşı
çıkmamalı, beni herkesin yanında
yalancı durumuna düşürmemeli,
mutlu bir aile olmalı” (14 yaş)
Paylaşım
“İki abim olmasını isterdim. Akşam
olunca birlikte bir şeyler yapabileceğim, sıcak bir yuvam olsun isterdim” (18 yaş)
“Anne-babanın çocuklarının mutluluklarını paylaştıkları bir yuva”
(16 yaş)
“Demokratik, paylaşım yapılan, iki
ebeveynin de eşit ölçüde adil olduğu” (17 yaş)
Açık iletişim
“İyi, derdimi dinleyen, beni anlayan
bir aile olmalı” (17 yaş)
Birliktelik
“İki kız bir oğlan bir anne bir baba
ve de çok mutlu” (13 yaş)
“Anne-baba-çocuk birlikte olmalı”
(14 yaş)
“Anne-babanın çocuklarının yanında olduğu, babanın alkol almadığı
bir aile olmalı” (14 yaş)
“Annenin hep çocukların yanında
olduğu, okula annesine bıraktığı,
çocuklarının annesi gibi olmalı, anne-baba birlikte olmalı” (16 yaş)
“Dindar olmalı, birlikte beraber yaşamalı” (13 yaş)
“Derslerimizle daha ilgili olan, bizimle daha çok ilgilenen bir aile olmalı” (14 yaş)
“İki kardeşim olmalı (şu an üç kardeş), anne-baba ve çocuk hep birlikte yaşamalı” (13 yaş)
“İyi olmalı, bana yardımcı olmalı,
her açıdan anne-baba birlikte mutlu bir aile olmalı” (15 yaş)
Bir ailemiz olsun
“Düşüncelerime saygı duyacak,
beni dinleyecek, küfür olmayan, küfür etmeyen huzurlu bir aile olmalı”
(16 yaş)
“Anne-baba ne zengin ne fakir, manevi değerimiz olsun yeter” (15 yaş)
“Fikirlerime biraz daha saygı duysunlar isterdim, iletişim kurmalarını
isterdim” (17 yaş)
“Güzel, temiz oda, bebeklerim olsaydı, keşke evlatlık verilseydim,
annem-babam olsaydı, ufak güzel
bir kız kardeşim olsun, temiz giyinsin” (14 yaş)
“Hep bir arada olmalı, mutlu olmak,
sorunları konuşarak halledebilmeli” (16 yaş)
“Anlayışlı, inatçı olmayan” (16 yaş)
“Sevgi ve güven ilişkisi olmalı”
(16 yaş)
“Düzgün, çocuğuna düşkün” (17
yaş)
“Hastalandığı zaman hastaneye
gidebilecek parası olan bir aile olmalı. Babam da soğan tarlasında
değil de güzel bir işte çalışsaydı,
çiftçilik gibi” (13 yaş)
135
Toplum ve Sosyal Hizmet
Yapılan araştırmaya göre, katılımcıların
“Olması gereken aile/ideal aile nasıl olmalıdır?” sorusuna verdiği cevaplar yukarıda tanımlanmıştır. Verilen cevaplarda ailenin “destek mekanizması” işlevi,
ailede “paylaşım” ve “açık iletişim”in
olması gerektiği hususu, ailenin “birliktelik” olgusu ön plana çıkmaktadır.
Anne-Babaya İlİşkİn
İmgelemler
Anneye ilişkin imgelemler
İyilik meleği (koruyuculuk, sevgi)
“Annem çok iyidir, beni çok sever,
ben de onu çok severim. Güle benzetiyorum. Kendi kendine açar,
kendi kendine solar” (18 yaş)
“Annemi Fatma GİRİK, annemin
saçları ve gözlerini çok sevdiğim
için” (13 yaş)
“Annemi bir meleğe benzetiyorum,
annemin güzelliği benim için ön
planda” (18 yaş)
“Annem koruyucu, kollayıcı, sahip
çıkar. Sarıp sarmalar, kanatlarını
gerer. Kuş gibidir” (17 yaş)
“Öz annemi hatırlamıyorum. Üvey
anne; anne gibidir, çok yakın davranır” (17 yaş)
“Çok iyiydi, melek gibiydi” (16 yaş)
“Yavrularını koruyan dişi kuş” (16
yaş)
“Annem melek gibidir, her zaman
iyiliğimi ister” (17 yaş)
“Anne güzel benzer, her şeye rağmen güzel olduğu için” (16 yaş)
“Anne şefkatli, merhametli, sabırlı;
peygamber gibi” (17 yaş)
“Pamuk prenses, beni sevdiği, yemek yaptığı için” (14 yaş)
136
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
“Papatya, çünkü çok sevimli, hep
güler yüzlü, hatalarımızda uyardığı
için, papatya gibi saf ve temiz biri”
(14 yaş)
“Anne melek, çünkü onu çok seviyorum, dövse de dövmese de ben
onu her türlü seviyorum” (13 yaş)
“Lale, çünkü annem lale kadar güzel bir kadın” (13 yaş)
Cadı (diken, yılan, tilki, sertlik,
kurnazlık)
“Annem çiçek gibidir, kimi zaman
solar, kimi zaman açar, ne zaman
ne yapacağı belli olmaz” (17 yaş)
“Diken gibi değdin mi batıyor” (16
yaş)
“Annemiz bir oduna benziyor; görünüşü iyi, içi kalın ve kötü” (15 yaş)
“Anne tilki, çünkü annem çok kurnaz biri, söylediği yalanların ortaya
çıkmayacağını zanneder, her şeyi
kendisinin çok iyi bildiğini zannederdi” (14 yaş)
“Yılan, çünkü yılan gibi sürekli laf
sokuyor” (13 yaş)
“Pamuk prensesteki kötü kalpli
cadı, çünkü en ufak şeyde bağırıyor, ayrımcılık yapıyor, diğer kardeşimle daha çok ilgileniyor” (15 yaş)
Terk
“Anne başkasını tercih ettiği, arkamızda durmadığı için nankör bir
kedi” (14 yaş)
“Anne sadakatsiz, kedi gibi nankör”
(16 yaş)
“Anne cadı, beni bir yaşında bırakıp gitmiş, arayıp sormuyor, ilgilenmiyor benimle” (16 yaş)
Karakuş, Kırlıoğlu, Başer ve Batı
Annem boşluk, hiçbir şey yok çünkü annemi hiç tanımadım, hiçbir
fikrim yok” (14)
Babaya ilişkin imgelemler
Şiddet (şeytan, saldırganlık)
“Hiçbir şeye benzetemiyorum.
Soba gibidir, içi yanar bizi de yakar” (17 yaş)
“Tanımadığım için hiçbir anlam ifade etmiyor” (16 yaş)
Kuvvetli, çalışkan (koruyuculuk, aslan,
sağlamlık)
“Güçlü ve sağlamdır, çelik gibidir”
(16 yaş)
“Babam… Kapı gibi… Sağlamdır”
(17 yaş)
“Babam kaplan gibi, saldırgan bir
hayvan” (17 yaş)
“Aslan… Çünkü cesur, kuvvetli, her
dediğini anında yapan biri” (14 yaş)
“Babam kartal gibi yırtıcıdır. Nefret
ediyorum” (17 yaş)
“Aslan… Çünkü çok iyi çalışıyor,
hiç yorulmuyor, aslan gibi güçlü
biri” (13 yaş)
“Öküz, bana yaptıklarından dolayı,
beni dövdüğü için, öküz gibi içtiği
için” (14 yaş)
“Öz babam çok küçükken öldüğü için bir fikrim yok, üvey babam
korkunç bir masal kahramanı, alkol
alıp bizi dövdüğü için” (14 yaş)
“Şeytan… Çünkü insan görünümlü
ama şeytan, çok kötü biri, kendi annesini döven insandan ne beklersiniz” (15 yaş)
Sorumsuzluk (duvar, odun, yılan,
duyarsızlık, soğukluk)
“İlgisiz, alakasız, şımarık bir çocuk
gibidir. Bir şey yapmaz ama yetki
ister” (17 yaş)
“Kuş… Her şeye yetişir kuşlar gibi,
nerede iş olursa ona yetişir” (13
yaş)
Yetkinlik (danışmanlık, güven, akıl küpü,
melek)
“Babam çok mükemmel bir insan,
çok seviyorum. Benim babam benim için akıl küpüdür, her şeyi danışırım” (18 yaş)
“Babamı bir meleğe benzetiyorum,
her şeye olumlu yaklaşır” (13 yaş)
“Yuvada yavrularına yiyecek toplayan erkek kuş” (16 yaş)
“Babam Jackie Chan’e benziyor,
güler yüzlü” (15 yaş)
“Baba, duvar gibidir, soğuk, tepkisiz” (14 yaş)
“Medine filmindeki aksakallı amcaya (Ahmet Dede karakterinden
bahsediyor) benzetiyorum… Çünkü o amca çok saf, çok iyi niyetli,
yardımsever, kendi halinde birisi…”
(14 yaş)
“Yılan, kendi evlatlarını korumaya
çalışıyor ama etrafından gelen zararları, kötülükleri de engellemiyor”
(16 yaş)
“Çocuklar Duymasın dizisindeki
Haluk… Taş fırın erkeği gibi maço,
babamın huyları, hareketi ona benziyor” (13 yaş)
“Odun gibiydi, hiçbir şeyden anlamazdı, iletişim yoktu, babamın varlığı yokluğu birdi” (16 yaş)
137
Toplum ve Sosyal Hizmet
Yapılan araştırmaya göre, katılımcıların
“Anne-babanızı tanımlamak isteseydiniz hangi mecazları kullanırdınız?” sorusuna (Bu soruda sondaj soru sorma
söz konusu olmuştur: Anne-babanı bir
nesne, bir şekil, bir hayvan, bir masal
kahramanı, bir tarihsel kimlik, ya da bir
canlıya benzetmeni istesem neye benzetirdin? Neden, Niçin?) verdiği cevaplar
yukarıda tanımlanmıştır. Katılımcıların
anneye ilişkin ifade ettikleri imgelemler
daha çok annenin “Melek” ve “Cadı”
olmasına yoğunlaşmıştır. Katılımcıların
babaya ilişkin ifade ettikleri imgelemler
ise babanın “Sorumsuz”luğu, “Şiddet”
uygulaması, “Kuvvetli-Çalışkan” olması
ve “Yetkin”liği üzerinde odaklanmıştır.
Oluşturulan temalar literatür ile benzerlik göstermektedir. Örneğin Spinks
ve Yeung (1989); Spinks ve Ho (1993)
Doğu kültüründe anne ve babaların ergenlerle olan iletişimlerinde sert baba,
yumuşak anne anlayışının hüküm sürdüğünü ortaya çıkaran bulgular elde
etmişlerdir (Öngen, 2004: 4). Ayrıca
literatürde erkeklerin sözel ve fiziksel
şiddete daha yatkın oldukları belirtilmektedir (Parrot, Adams ve Zeichner,
2003; Jakupcak, Lisak, ve Roemer,
2002). Yetiştirme yurdunda yapılan bir
başka araştırmada kız çocukları %54,
erkek çocukları ise %52 oranla yurtta
kalmalarından sorumlu kimse olarak
babalarını göstermiştir. Çünkü babalarını evdeki şiddetin ve yoksulluğun
sorumlusu olarak gördüklerini ifade
etmişlerdir (Suğur ve Saygı Doğru,
2010: 120). Baba yoksunu olan çocuklar ile yapılan bir diğer araştırmada ise
babanın genellikle anne ve çocukları
için güven kaynağı olduğu belirtilmekte, çocukların da babayı güçlü, saygı
uyandıran kişi (kuvvetli-çalışkan ve
yetkin temaları) olarak algıladığı ifade
edilmektedir (Özdal ve Aral, 2005: 256).
138
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
Sonuç ve Öneriler
Çalışmaya katılan ergenlerin kuruluşa
geliş nedenlerine, ergenlerin verdikleri
ifadelere ve doküman analizinde elde
edilen verilere bakıldığında ergenlerin
olumsuz yaşam olaylarını deneyimleyen ya da sağlıksız aile işlevine sahip ailelerden kuruluşa geldikleri görülmektedir. Gündoğdu ve Zeren de
(2004: 58) yapmış oldukları çalışmada
yetiştirme yurdunda korunma ve bakım
altında bulunan çocukların büyük bir
çoğunluğunun ya hiçbir ana-baba tutumuyla karşılaşmadığının ya da sadece
olumsuz ana-baba tutumuyla karşılaştığının altını çizmektedirler. Araştırmaya katılan gençler her ne kadar çeşitli
nedenlerle yetiştirme yurduna gelseler
de bu durum zihinlerindeki aile algısını
çok da olumsuz yönde etkilememiştir.
Suğur ve Saygı Doğru (2010: 122) da
yaptıkları çalışmada benzer sonuçları
elde etmişlerdir. Çocukların aileyi tanımladığı bölümde aile ile ilgili daha
çok olumlu ifadelerde bulunmaları,
anneye ilişkin imgelemlerinde “iyilik
meleği” metaforunu paylaşmaları, babaya ilişkin imgelemlerinde daha çok
babanın “yetkin”liği ve “kuvvetli”liği,
“çalışkan”lığı üzerinde odaklanmış olmaları da bu durumu destekler niteliktedir. Sorunların baş göstermesinde
çevrenin önemi bilinse de yaşamlarının
diğer evrelerine de etki edecek olumsuz yaşam olaylarını, anne-babalarına
yüklemek isteyen az sayıda ergenin olması dikkat çekici sonuçtur.
Toplumsal yaşantıda babaya atfedilen
imgelemlerden “aslan”, babadan beklenen kuvvet, koruma ve cesarete uygun
nitelemelerdendir. Benzer şekilde “kuş”
imgelemi de her şeye yetişme ve her
yerde olabilme özelliği ile örtüşmektedir. Annenin “iyilik meleği” imgelemiyle
Karakuş, Kırlıoğlu, Başer ve Batı
örtüşen sabırlılık, koruyuculuk, merhametlilik yanı ve babanın “aslan” imgelemindeki koruyuculuk, cesaret, çalışkanlık yanı onların ailenin ihtiyaçlarını
karşılamaya yetme olarak nitelenmiştir.
Annenin “melek” imgelemi ile koruyucu, kollayıcı, sevgi dolu özelliğini belirtilmekle beraber annenin davranışları
ve kişilik özelliklerinin olumlu yanları
pekiştirilmiştir.
vb) - nesne kalıcılığı] arkadaş, sevgili,
eşte somutlaşan sevgi ve vefayla sürekli ve anlamlı yakın ilişkilere transfer
edilen hayatların ortaya çıkmasını sağlar. Erken çocukluk dönemi yaşantılarında anne-baba sevgi ve desteğinden
yoksunluk, sonraki yıllardaki arkadaşlık
ve sevgi ilişkilerinde sevginin bulunması veya oluşturulmasındaki yoksunluk
olarak kendini gösterebilir.
Anneye ilişkin olumsuz olarak kullanılan “cadı, diken, tilki, yılan” imgelemleriyle ifade edilen hayvan ve nesneler
beraberinde kötülük, sertlik, kurnazlık,
duyarsızlık ve ilgisizlik özellikleri somutlaşmaktadır (5 ifade). Benzer şekilde “nankör kedi” imgelemi de evlerini
terk eden anneleri olan kızların yaşadığı sadakatsizlik, terk, boşluk özelliklerinde somutlaşmıştır (4 ifade).
Bilindiği gibi Mahler’in Bireyselleşme
Kuramında (Mahler, Pine ve Bergman, 2012) Freud’dan farklı olarak bireyselleşmenin 5. yaşın sonuna kadar
uzayarak, süperegonun daha ileri düzeyde gelişip olgunlaşmasıyla birlikte “içe alınmış nesne” ilişkileri olarak
kavramsallaştırıldığını görmekteyiz. Bu
dönemlerde yetersiz ilgi destek ve sevgiyle büyütülen bireylerin kendilik algılarının sağlıklı olamayacağına ilişkin
öngörülerimiz olabilir. Nitekim çocukların cümlelerinde izlediğimiz, “diken
gibi değdi mi batıyor”, “oduna benziyor,
görünüşü iyi, içi kötü ve kalın”, “yılan,
çünkü yılan gibi sürekli laf sokuyor”
cümleleri ile ifade edilen örselenme,
hayal kırıklığı, zorlanma, ağır travma ve
kayıplar, anne-babadan ayrışma anksiyetesi yaşanma biçimi, ergenliğin doğal gelişişim krizlerinden öte yoksunluklara götürebilir. Bu noktada koruma
kararı alındığı andan itibaren, çocukların daha yakın, nitelikli güven ve destek
ilişkilerinin temin edilebileceği yetiştirme yurdu dışındaki koruyucu aile, sevgi
evleri-çocuk evleri hizmet modellerinin
içinde yaşamalarının temin edilmesinin
uygun ve gerekli olduğu açıktır.
Babaya ilişkin olumsuz imgelemlerin
önemli bir bölümü (6 ifade) şeytan,
öküz, yırtıcı, kartal olarak şiddet, saldırganlık, dayak davranışlarıyla ve özelliğiyle somutlaşmıştır. Benzer şekilde
“duvar, odun, yılan” imgelemleriyle
ifade edilenler, duyarsızlık, tepkisizlik,
anlayışsızlık, ilgisizlik ve sorumsuzluk
özellikleriyle tanımlanmıştır. “Odun” imgelemi olumsuz içeriğiyle (anlayışsız,
tepkisizlik olarak) kullanılırken baba için
kapı, sağlamlık niteliğini vurgulamıştır.
Öncelikle koruma kararıyla kurumlarda kalan ergenlik dönemindeki kızların
çocukluklarıyla ilgili aile yaşantılarında
şiddet, yoksulluk, terk davranış örnekleriyle olumlu destek ve koruma ortamlarından mahrum ve yoksun yaşantıları
ve dönemleri olmuştur. Bilindiği gibi 0-3
yaş arasındaki temel güven duygusunun kazanılarak, bireyselleşme ve ayrışmanın sağlıklı gerçekleşmesi, sonraki dönemlerde [geçiş nesnesi (yastık
Öncelikli olarak vurgulanması gereken
nokta yetiştirme yurdu gibi kışla tipi,
50-60 (veya daha fazla) kişilik kurumların yerine küçük ev tipi bakım modellerinin gerekliliğidir. Bu kurumların
139
Toplum ve Sosyal Hizmet
hayata geçirilmesine ilişkin öneriler izleme ve değerlendirme çalışmalarında
da vurgulanmıştır (Mavili Aktaş, 2002;
Gökçearslan, 2003). Bıyıklı da 0-10 yaş
kız ve erkek çocukların aile ve toplum
çevresinden uzaklaşmadan, soyutlanmamış bir yaşam ortamı sağlayacağını
düşündüğü “SOS Çocuk Köyü Ailesi”
gibi öneriler geliştirmiştir (Bıyıklı, 1995:
5-10).
Sıklıkla vurgulanan, bu temel ihtiyacın kışla tipi kurum bakımının ailedeki
travma ve yoksunluğa yeni travmatik
izler ekleme olasılığının da yüksek olduğu gerçeğidir. Nitekim 2003 yılından
itibaren sevgi evleri, çocuk evleri modellerine geçiş hızlanmıştır. Bu durum
2011 yılında yeniden yapılanan Aile ve
Sosyal Politikalar Bakanlığının temel
hedefleri içindedir. Buna ek olarak kiralanan apartman dairelerinde ya da
müstakil evlerde bakıcı anne ve baba
figürüne uygun (üç vardiyalı hizmet elemanı alımı yolu ile) ev tipi (5-8 kişilik)
bakımlara geçilmesi 10. Kalkınma Planının sosyal hizmet ve yardımlar, çocuk
sektörü raporlarında da benimsenen
bakım türü olarak tercihlerine yerleşmiştir (T.C. Kalkınma Bakanlığı, 2012)
Bu bağlamda koruma kararının amacı
doğrultusunda çocuğun, gencin toplumla ilişkilerinin kesintiye uğratılmaksızın ya da çok kısa süreli olsa bile uygun
rehabilitasyon ve danışma hizmetleriyle grup çalışmaları, akran grupları, bireysel kriz müdahaleleri vb profesyonel
müdahalelerle yakın ve destekli özdeşim modellerinin rehberliğinden yararlanmaları önemlidir. Mahalle içinde kiralanan evlerde kendi akran gruplarıyla
bakıcı personelle sağlanan bu koruma
modelinin toplum içindeki apartman
dairelerinde olması yerindedir. Ancak
eğitim seviyesi düşük, özel hizmet alımı
140
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
personelinin çocukların tamamının rol
modeli ihtiyacını karşılayamayacağı
açıktır. Bu nedenle eğitim kurumundaki
öğretmen, psikolojik danışman ve okul
sosyal hizmeti uygulamalarının normal,
ailesi olan akran çocukları da içine alacak biçimde düzenlenmesi, bunların
düzenli ve sürekli programlara dönüştürülmesi önerilmektedir.
Bilindiği gibi ergenlik dönemi ailesi yanında olan çocuklar için de zaman zaman zor ve sıkıntılı bir dönemdir. Koruma altına alınan çocuklar için ana-baba
kaybı ya da terk gibi (ayrılma) istenmedik durumların ekonomik yoksunluk ile
birleşmesi durumunda karşımıza çıkabilecek risklerin barınma ve fiziki ihtiyaçların karşılanmasının (yeme içme
vb) ötesine geçmemesi için psikolojik
ve sosyal desteğin de yerinde temin
edilmesi gerekir.
Yetiştirme yurdunda korunma ve bakım
altında bulunan ergenlerin biyo-psikososyal açıdan tam iyilik haline kavuşması, hak temelli, nitelikli bakım ve
korunma hizmetlerinin ihtiyaç içindeki
koruma kararı verdiğimiz bütün grupları kapsaması beklenir. Küçük yaştaki
gruplar için de koruyucu aile hizmetinin yaygınlaştırılıp etkili izleme ve değerlendirme ayağının güçlendirilmesi
önemlidir. Ayrıca yeterli profesyonel alımı ve yerinde (mahalli düzeyde) verilecek hizmetlerin standartlarının Aile ve
Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından
tespit edilip yürütülmesi de önemlidir.
KAYNAKÇA
Adana, F. ve Kutlu, Y. (2009). Anne-Baba
Tutumlarının Adolesanların Kendilik Kavramı Üzerine Etkisi. Atatürk Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi, 12 (2), 18-23.
Karakuş, Kırlıoğlu, Başer ve Batı
Aksoy, A. B., Kahraman, Ö. G. ve Kılıç, Ş.
(2008). Ergenlerin Algıladıkları Ebeveyn İzleme ve Destek Davranışları. İnönü Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 9 (15), 1-14.
Aldan Karademir, Ç., Uçak, E. ve Bağ, H.
(2012). “Fen Bilgisi Öğretmen Adaylarının
Bilgi Kavramına İlişkin Sahip Oldukları Metaforlar” X.Ulusal Fen Bilimleri ve Matematik Eğitimi Kongresi, Niğde., 27-30 Haziran
2012.
Alisinanoğlu, F. (2002). Gençlik Dönemi
Özellikleri ve Genç Anne-Baba İletişimi.
Eğitim ve Bilim Dergisi, 27 (123), 62-63.
Aral, N., Gürsoy, F. ve Yıldız Bıçakçı, M.
(2006). Yetiştirme Yurdunda Kalan ve Kalmayan Kız Ergenlerin Yalnızlık Düzeylerinin İncelenmesi. Elektronik Sosyal Bilimler
Dergisi, 5 (15), 10-19.
Atak, H. (2011). Kimlik Gelişimi ve Kimlik
Biçimlenmesi: Kuramsal Bir Değerlendirme. Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar, 3 (1),
163-213.
Bahadır, A. (2002). Ergenlik Dönemi Kişilik
Gelişiminde Temel Kavramlar. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergis ,
8, 57-66.
Bıyıklı, L. (1995). Korunmaya Muhtaç Çocuklar ve S.O.S. Çocuk Köyleri. Özel Eğitim
Dergisi, 2 (1), 3-10.
Boyraz, G. ve Aydın, G. (2003). Yetiştirme
Yurdu ve Anne-Baba Yanında Kalan Ergenlerde Öğrenilmiş Güçlülük. Türk Psikolojik
Danışma ve Rehberlik Dergisi, 2 (20), 5964.
Büyükşahin Çevik, G. ve Çelikkaleli, Ö.
(2010). Ergenlerin Arkadaş Bağlılığı ve
İnternet Bağımlılığının Cinsiyet, Ebeveyn
Tutumu ve Anne-Baba Eğitim Düzeylerine Göre İncelenmesi. Ç.Ü. Sosyal Bilimler
Enstitüsü Dergisi, 19 (3), 225-240.
Cerit, Y. (2008). Öğretmen Kavramı İle İlgili
Metaforlara İlişkin Öğrenci, Öğretmen ve
Yöneticilerin Görüşleri. Türk Eğitim Bilimleri Dergisi, 6 (4), 693-712.
Çelik, G. ve İçağasıoğlu Çoban, A. (2012).
Çalışan Kadın ve Erkeklerin Ebeveynlik İzin
Haklarına İlişkin Görüş ve Düşünceleri: Niteliksel Bir Çalışma. Uluslararası Katılımlı
Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Kasım, (s. 458-470). Ankara.
Danış, M. Z. (2006). Davranış Bilimlerinde
Ekolojik Sistem Yaklaşımı. Aile ve Toplum
Eğitim Kültür ve Araştırma Dergisi, 8 (3),
45-53.
Demirbilek, S. (2000). Korunmaya Muhtaç
Gençlerin Topluma Kazandırılmasında Yetiştirme Yurtları. Dokuz Eylül Üniversitesi
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi,
15 (2), 137-152.
Deveci, H., Karadağ, R. ve Yılmaz, F.
(2008). İlköğretrim Öğrencilerinin Şiddet
Algıları. Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi,
7 (24), 351-368.
Erdoğan, Ö. ve Uçukoğlu, H. (2011). İlköğretim Okulu Öğrencilerinin Anne-Baba
Tutumu Algıları İle Atılganlık ve Olumsuz
Değerlendirilmekten Korkma Düzeyleri
Arasındaki İlişkiler. Kastamonu Eğitim Dergisi, 19 (1), 51-72.
Ertem, Ü. ve Yazıcı, S. (2006). Ergenlik Döneminde Psiko-Sosyal Sorunlar ve Depresyon. Aile ve Toplum Eğitim Kültür ve Araştırma Dergisi, 3 (9), 7-12.
Gökçearslan Çifçi, E. (2003). Çocuk Yuvalarında Kışla Bakım Modeli İle Grup Evi
Bakım Modelinin Hizmet Kalitesi Açısından
Karşılaştırılmasına Yönelik Bir Değerlendirme Araştırması, Hacettepe Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sosyal Hizmetler
Anabilim Dalı. Ankara.
Gündoğdu, M. ve Zeren, Ş. G. (2004). Yetiştirme Yurdunda ve Ailesinin Yanında
Kalan Ergenlerin Kimlik Gelişimlerinin Karşılaştırılması. Türk Psikolojik Danışma ve
Rehberlik Dergisi, 3 (22), 57-65.
Gürsoy, F., Aral, N. ve Yıldız Bıçakçı, M.
(2005). Yetiştirme Yurdunda Kalan ve Kalmayan Ergenlerin Benlik Tasarım Düzeylerinin İncelenmesi. Eurasian Journal of Educational Research, 21, 24-34.
141
Toplum ve Sosyal Hizmet
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
Jakupcak, M., Lisak, D. ve Roemer, L.
(2002). The Role of Masculine Ideology and
Masculine Gender Role Stress In Men’s
Perpetration of Relationship Violence.
Psychology of Men and Masculinity, 5 (3):
97–106.
Öcal, A. ve Kemerkaya, G. (2011). Yetiştirme Yurdunda Kalmış Yetişkinlerin Devlet ve
Vatandaşlık Algıları Üzerine Bir Araştırma.
Yetiştirme Yurdunda Kalmış Yetişkinlerin
Devlet ve Vatandaşlık Algıları Üzerine Nitel
Bir Araştırma, 30 (1), 63-82.
Kayaalp, L. (2008). Ergenlikte Kimlik İfadesi
Olarak Şiddet. İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Sürekli Tıp Eğitimi Etkinlikleri Adolesan
Sağlığı II Sempozyum Dizisi No:63, (s. 3339). İstanbul.
Öngen, D. (2004). Özerklik Kazanma Sürecinde Ergen-Anne ile Ergen-Baba İlişkileri
Arasındaki Farklılıklar. Eğitim ve Bilim Dergisi, 29 (131), 3-13.
Kesen, N. F., Karakuş, Ö. ve Deniz, M. E.
(2012). Yetiştirme Yurtlarında Kalan Çocukların Kuruluşa Geliş Nedenlerinin İncelenmesi. Toplum ve Sosyal Hizmet, 23 (1),
139-150.
Kesici, Ş. (2007). Ortaöğretim Öğrencilerinin Anne Baba Tutumlarının ve Rehberlik
İhtiyaçlarının Mesleki Karar Verme Zorluklarını Yordaması. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 18, 329-340.
Kocayörük, E. (2010). Ergen Gelişiminde
Aile İşlevleri ve Baba Katılımı. Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Dergis , 4 (33),
37-45.
Kocayörük, E. (2012). Öz-Belirleme Kuramı
Açısından Ergenlerin Anne Baba Algısı ile
Duyuşsal İyi Oluşları Arasındaki İlişki. Türk
Psikolojik Danışma ve Rehberlik Dergisi, 4
(37), 24-37.
Kutlu, M. (2005). Yetiştirme Yurdu Yaşantısı Geçiren Lise Öğrencilerinin Yalnızlık
Düzeyleri. Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Dergisi, 3 (24), 89-109.
Özbey, S. (2012). Ebeveynlerin Evlilik Uyumu ve Algıladıkları Sosyal Destek ile Altı
Yaş Çocuklarının Problem Davranışları
Arasındaki İlişkinin İncelenmesi. Kastamonu Eğitim Dergisi, 20 (1), 43-62.
Özdal, F., ve Aral, N. (2005). Baba Yoksunu
Olan ve Anne-Babası İle Yaşayan Çocukların Kaygı Düzeylerinin İncelenmesi. Gazi
Üniversitesi Kırşehir Eğitim Fakültesi, 6 (2),
255-267.
Özgür Sayar, Ö. (2006). Yetiştirme Yurtlarında Akran Şiddet i-Ankara’da İki Yetiştirme Yurdu Örneği-. Toplum ve Sosyal Hizmet, 17 (1), 113-132.
Parrott, D. J., Adams, H. E. ve Zeichner, A.
(2002). Homophobia: Personality and attitudinal correlates. Personality and Individual Differences, 5 (32): 1269–1278.
Punch, K. F. (2005). Sosyal Araştırmalara
Giriş Nicel ve Nitel Yaklaşımlar. (D. Bayrak,
H.B.Arslan, ve Z. Akyüz, Çev.) Ankara: Siyasal Kitabevi.
Mahler, M. S., Pine, F. ve Bergman, A.
(2012). İnsan Yavrusunun Psikolojik Doğumu. (A. N. Babaoğlu, Çev.) İstanbul: Metis
Yayınları.
Reçber, B. (2011). Bir Özsaygı Geliştirme
Programının Yetiştirme Yurdundan Yaşayan Ergenlerin Özsaygı Düzeyleri Üzerinde
Etkililği. Toplum ve Sosyal Hizmet, 22 (1),
115- 132.
Mavili Aktaş, A. (2002). Korunmaya Muhtaç
Çocuklar Raporu Cumhurbaşkanlığı Devlet
Denetleme Kurulu Uzman Raporu. Ankara:
Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu.
Saban, A. (2009). Öğretmen Adaylarının
Öğrenci Kavramına İlişkin Sahip Oldukları
Zihinsel İmgeler. Türk Eğitim Bilimleri Dergisi, 7 (2), 281-326.
Oflaz, G. (2011). 2nd International Conference on New Trends in Education and Their
Implications 27-29 April, 2011 Antalya-Turkey. (s. 884-893). Ankara: Siyasal Kitabevi.
Saban, A. (2004). Giriş Düzeyindeki Sınıf
Öğretmeni Adaylarının ‘Öğretmen’ Kavramına İlişkin İleri Sürdükleri Metaforlar. Türk
Eğitim Bilimleri Dergisi, 2 (2), 131-155.
142
Karakuş, Kırlıoğlu, Başer ve Batı
Saban, A. (2007). Lisansüstü Öğrencilerin
Nitel Araştırma Metodolojisine İlişkin Algıları. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, (17), 469-485.
Yıldırım, A., ve Şimşek, H. (2008). Sosyal
Bilimlerde Nitel Araştırma Yöntemleri. Ankara: Seçkin Yayıncılık.
Sezer, Ö. (2010). Ergenlerin Kendilik Algılarının Anne Baba Tutumları ve Bazı Faktörlerle İlişkisi. Yüzüncü Yıl Üniversitesi Eğitim
Fakültesi Dergisi, 7 (1), 1-19.
Sezer, Ö., ve Oğuz, V. (2010). Üniversite
Öğrencilerinde Kendilerini Değerlendirmelerinin Ana Baba Tutumları ve Bazı Sosyo
Demografik Değikenler Açısından İncelenmesi. Kastamonu Eğitim Dergisi, 18 (3),
743-758.
Soygüt, G. Ve Çakır, Z. (2009). Ebeveynlik
Biçimleri İle Psikolojik Belirtiler Arasındaki İlişkilerde Kişilerarası Şemaların Aracı
Rolü: Şema Odaklı Bir Bakış. Türk Psikiyatri Dergisi, 20 (2), 144-152.
Soysal, A. Ş., Bodur, Ş., İşeri, E. ve Şenol,
S. (2005). Bebeklik Dönemindeki Bağlanma Sürecine Genel Bir Bakış. Klinik Psikiyatri, 8, 88-99.
Suğur, N. ve Saygı Doğru, E. (2010). Korunma Altındaki Çocukların Aile ve Devlet
Algısı Üzerine Bir Araştırma. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi,
65 (1), 115-133.
Şimşek, Z. ve Erol, N. (2004). Kurum Bakımının Adölesan Ruh Sağlığına Etkisi. A.
İçağasıoğlu Çoban, ve H. K. Arslanoğlu
(Dü.), Türkiye’de Sosyal Hizmet Uygulamaları İhtiyaçlar ve Sorunlar içinde (s. 479482). Ankara: Haberal Eğitim Vakfı.
T.C. Kalkınma Bakanlığı.(2012). Onuncu
Kalkınma Planı (2014-2018). Ankara: T.C.
Kalkınma Bakanlığı.
Ünal, F. (2007). Çocuklarda Empatinin Gelişimi: Empatinin Gelişiminde Anne-Baba
Tutumlarının Etkisi. Milli Eğitim (176), 134148.
Yaban, E. H. ve Yükselen, A. (2007). Korunmaya Muhtaç Yedi-On Bir Yaş Grubundaki
Çocukların Sosyal Problem Çözme Becerilerinin İnlenmesi. Toplum ve Sosyal Hizmet,
18 (1), 49-67.
143
Tuncay
Derleme
YAŞAM SONU
BAKIMDA SOSYAL
HİZMET UZMANININ
ROLLERİ
Roles of Social Workers in
End-of-Life Care
Tarık TUNCAY*
* Doç. Dr., Hacettepe Üniversitesi, İİBF,
Sosyal Hizmet Bölümü
ÖZET
Bireylerin yaşam sonu ve palyatif bakımının
etkililiği, çok disiplinli bir ekibin tüm üyelerinin kendi uzmanlık alanlarındaki rollerini yerine getirmesiyle artar. Hekimlerin
ve hemşirelerin, ekip içinde yer alan diğer
profesyonellerin farklı mesleki rollerini ve
uzmanlık konularını bilmeleri son derece
önemlidir. Bu sayede hastaları ilgili ekip
üyesine havale edebilirler. Bu makalede,
hekimlere ve özellikle hemşirelere yaşam
sonu bakım ekibinin üyesi olan sosyal hizmet
uzmanının rolleri açıklanmaktadır. Sosyal
hizmet, sağlık meslekleri olan tıptan ve hemşirelikten farklıdır. İnsanları güçlendirmek
ve yaşam kalitelerini yükseltmek için hem
makro ölçekte sosyal adaletin sağlanmasına,
hem de mikro ölçekte psikososyal sorunların
çözülmesine katkı veren çok boyutlu müdahaleler içerir. Sosyal hizmet yalnızca, psikolojik danışma, çocukları koruma altına alma,
sosyal sigorta işlemlerini yürütme, sosyal
yardım sağlama veya taburculuk sorunlarını giderme mesleği değildir. Bu makalede
bir vaka örneği üzerinden sosyal hizmet uzmanının farklı rollerinin yaşam sonu bakım
ekibine nasıl katkılar sağladığı üzerinde durulmaktadır.
Anahtar Sözcükler: Yaşam sonu bakım,
palyatif bakım, sosyal hizmet uzmanı, tıbbi
sosyal hizmet.
ABSTRACT
Effective care at the end of life requires input from all members of the multidisciplinary team. Physicians and nurses working
need to be aware of the different roles and
expertise of other professionals so that they
can refer their patients accordingly. This article will describe to physicians and nurses
the role of social workers. Social work differs
from medicine and nursing, and instead its
practice aims to integrate social justice and
psychosocial problem-solving with personal
help in order to empower people and enhance
their quality of life. Social work should not be
equated with counseling, taking children into
care, or merely sorting out social security,
providing social aids, or solving discharge
problems. Within this article, a case study
will illustrate how these different aspects of
social work are integrated within end-of-life
care team.
Key Words: End-of-life care, palliative care,
social worker, medical social work.
GİRİŞ
Tıp alanındaki sürekli ve son derece
önemli ilerlemeler birçok hastalığın etkin tedavisini veya yönetimini olanaklı
145
Toplum ve Sosyal Hizmet
kılmasına rağmen hala bazı hastalıklar ölümcül olmaya devam etmektedir. Ölümcül hastalıklar, her biri ayrı
uzmanlık gerektiren, bedensel, ruhsal
ve sosyal boyutlarda hasta, ailesi ve
tedavi ekibi açısından zorlayıcı bir süreci ortaya çıkartmaktadır. Birçok tıbbi
olanağa ve çabaya rağmen bazı hastalıklar tedaviye yanıt vermemekte ve
hastalar terminal döneme girmektedir.
Bu dönemde tedavi edici uygulamalara son verilmekte, kişinin ortalama
yaşam beklentisi çok düşmekte ve
ölme sürecine girilmektedir. Yine de
hemşireler başta olmak üzere sağlık
profesyonelleri hastanın bu dönemdeki
yaşam kalitesini yüksek tutmaya dönük
palyatif bakım hizmetleri sağlamaktadır
(Elçigil, 2006). Bu profesyonel süreçte
rol alan etkin bir diğer unsur da sosyal
hizmet uzmanıdır.
Sosyal hizmet mesleği, ortaya çıktığı
yirminci yüzyılın başından beri sağlık
alanında uzmanlaşmış ve palyatif bakımın önemli bir unsuru olmuştur. Zira
palyatif bakımda kişiye bütüncül olarak
yaklaşılmakta, hastayla, ailesiyle ve
hastanın sosyal çevresiyle çalışacak
olan bir bakım ekibi gerektirmektedir.
Aile ve sosyal çevre, hastanın yaşam
sonunda kişisel hedeflerini gerçekleştirmesinde destekleyici olduğu kadar
birçok yönden engelleyici de olabilmektedir. Bu durum hastanın iyi ya da
kötü bir yaşam sonu süreci geçirmesinde belirleyicidir (Payne, 2007a). Sosyal
hizmet uzmanı, hastaya temsil ettiği
geniş bir sosyal ve kültürel çevrenin bir
unsuru olarak odaklanır ve hastanın
psikososyal sağlığının bu geniş bağlamda korunmasına ve geliştirilmesine
vurgu yapar.
Sağlık Bakanlığı verilerine göre
Türkiye’de sağlık alanında aktif olarak
146
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
çalışan 613 sosyal hizmet uzmanı bulunmaktadır. Bu kişilerin 529’u Sağlık
Bakanlığı’nda, 71’i üniversitelerde çalışırken 13 sosyal hizmet uzmanı özel
sektörde hizmet vermektedir (Sağlık
Bakanlığı Ulusal Ruh Sağlığı Eylem
Planı Belgesi (2011-2023), 2011). Bakanlık tedavi kurumlarındaki sosyal
hizmet uzmanları, hasta hakları birimlerinde, sosyal hizmet birimlerinde ve
özellikle kronik bedensel ve ruhsal hastaların yoğun olduğu kliniklerde tedavi
ekibiyle birlikte hastalığın psikososyal
boyutuyla ilgili çalışmalar yürütürler.
Sağlık Bakanlığı bünyesinde istihdam
edilen sosyal hizmet uzmanlarının sayısı her yıl artmaktadır. Türkiye genelinde Sağlık Bakanlığı haricinde, başta
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ve
Adalet Bakanlığı olmak üzere birçok
resmi ve özel kuruluşta 5000’den fazla sosyal hizmet uzmanı çalışmaktadır.
Bu makalede, sağlık kurumlarında çalışan ve ölmekte olan hastalara ve yakınlarına psikososyal destek sağlayan
sosyal hizmet uzmanlarının rolleri üzerinde durulmaktadır.
SOSYAL HİZMETİN KAPSAMI
Sosyal hizmet uzmanları yalnızca eğitimde aldıkları gelişim ve klinik psikoloji
bilgisini kullanarak hastalara ve ailelerine psikolojik danışmanlık vermekle
sınırlı kalmazlar. Bununla birlikte, bireylerin ve ailelerin diğer insanlarla, sosyal çevreyle ve örgütlerle ilişkilerini geliştirmelerine yardımcı olurlar. Böylece,
hem insanların bireysel tutumlarını ve
düşüncelerini değiştirmeye çalışır hem
de bireyle toplum arasındaki etkileşimlerin iki yönüne de bakarak toplumsal
alandaki sorunlara müdahale ederler. Bu sayede gerek bireysel gerekse
toplumsal iyilik halinin geliştirilmesine
Tuncay
katkı verirler. Sosyal hizmetin bu rolüyle bağlantılı olarak insanlara, ihtiyaç
duydukları hizmetlerin ve sosyal politikaların sunulmasına aracılık yaparlar.
Sosyal hizmet toplumda genelde tanınan bir özelliği olsa da yalnızca istismar ve ihmal mağduru olan çocukları,
ruhsal/zihinsel özürlüleri, kadınları ve
yaşlıları koruma ve kurum bakımı altına alma mesleği değildir. Kuşkusuz
sosyal hizmetin temel görevleri arasında risk altındaki ve incinebilir nüfus
gruplarının korunması vardır. Bunun
bir parçası olarak da, sosyal hizmet
uzmanları insanları olası istismar ve
şiddet türlerinden korumak için gerekli
değerlendirme ve yasalarla belirlenmiş
müdahaleleri yaparlar. Sosyal hizmetin
temel görevlerinin ayrılmaz bir parçası,
özgürlüklerini sürdürebilmelerine ve
sosyal işlevselliklerini geliştirmelerinde
insanlara yardımcı olmaktadır. Bu nedenle sosyal hizmet uzmanları insanlar
arasındaki eşitsizliklerin azaltılması gereken birçok alanda dünyanın her yerinde aktif olarak çalışırlar.
Hekimler ve hemşireler sosyal hizmet
uzmanlarıyla genelde hastaların barınma, sosyal yardım, sosyal bakım
hizmetleri gibi ihtiyaçları için bağlantı
kurarlar ve bu sayede hastaların hastanelerden taburculuk işlemlerinin tamamlanması sağlanır. Ne var ki, bu
roller sosyal hizmet uzmanlarının sağlık alanındaki en genel rolleri arasında
yer alır. Lisans ve yüksek lisans düzeyindeki sosyal hizmet eğitim müfredatlarında bunun ötesinde bireylerin psikososyal sorunlarının iyileştirilmesine
yönelik birçok kuramsal ve uygulamalı
dersler bulunmaktadır. Hastanın barınma, bakımla ilgili ve ekonomik sorunlarının giderilmesi insan ihtiyaçlarının
evrensel hiyerarşisine göre kuşkusuz
önceliklidir. Bunun ardından psikolojik,
duygusal ve sosyal ihtiyaçların karşılanması gereklidir. Bu nedenle sosyal
hizmet uzmanları, ihtiyaçlar hiyerarşisinin sırasını izleyerek, hastaların ilişki
ağında bulunan ailesi, yakınları, toplum
üyeleri ve örgütleri odak alarak, sağlıklı aile ve sosyal çevre ilişkilerinin ve
toplumsal hizmetlerin oluşmasına katkı
verirler.
Uluslararası Sosyal Hizmet Okulları
Birliği ve Uluslararası Sosyal Hizmet
Uzmanları Federasyonu’nun ortak
tanımına göre sosyal hizmet (“Uluslararası Sosyal Hizmet Uzmanları Federasyonu”, 2011), bireylerin, ailelerin,
grupların ve toplumun iyilik halini artırmak için sosyal değişime, insan ilişkilerinde sorun çözmeye, güçlenmeye
ve özgürleşmeye katkı sağlayan bir
meslektir. Sosyal hizmet, insan davranışı ve sosyal sistem teorilerinden
yararlanarak, insanların çevreleriyle
etkileşim kurdukları noktalara müdahale eder. Sosyal hizmette insan hakları
ilkeleri ve sosyal adalet temeldir. Sosyal hizmet uzmanı ise; birey, aile, grup
ve toplumun sorun çözme ve başetme
kapasitelerini geliştirerek psikososyal
işlevselliğin sağlanması, onarılması,
korunması ve geliştirilmesi; sosyal değişimin desteklenmesi; sosyal politika
ve programların insan ihtiyaçlarının
karşılanması amacıyla planlanması ve
uygulanmasının sağlanması yönünde
insan davranışına ve sosyal sistemlere
ilişkin teorilerden yararlanarak sosyal
hizmete özgü yöntem ve tekniklerle uygulamayı yerine getiren meslek mensubudur. Sosyal hizmete ilişkin meslek
ve profesyonel tanımında güçlendirme,
sorun çözme ve sosyal değişim amaçları öne çıkmaktadır.
147
Toplum ve Sosyal Hizmet
YAŞAM SONU BAKIMDA SOSYAL
HİZMET
Terminal dönemde hastalar, sıklıkla
ailelerine yük olma, ölürken fiziksel
ve duygusal yeteneklerin kaybolması,
dayanılmaz ağrıların yaşanması, ölüm
sürecinde önemli yaşam hedeflerini
başarmadan erken ölme korkularını
yaşayabilmektedir. Hastalar için son
dönemlerinde kendilerine etkili bir bakımın sunulması, kendilerine ve ailelerine sosyal destek sağlanması ve geride bırakacakları yaşamlarının yeniden
düzenlenmesinin önemi son yıllarda
artmıştır. Hastaların bu sorunlarını ortadan kaldırma veya hafifletmede sosyal hizmet mesleği önemli işlevler üstlenir. Bu çerçevede, terminal hastaların
yaşam sonu bakımında sosyal hizmet
mesleğinin işlevleri büyük oranda hastanın ve ailesinin psikososyal iyilik halini sürdürmesine yardımcı olmakla ilgilidir (Allison, Gripton, & Rodway, 1983).
Geçmişten bugüne değin ölmekte olan
bireyler ve ailelerine çeşitli ortamlara sosyal bakım desteği sunan sosyal hizmet uzmanları için yaşam sonu
bakımı yeni bir çalışma alanı değildir.
Yeni olan, yaşam sonu bakımın hak ettiği ilgiyi günümüzde çekiyor olmasıdır.
Yaşam sonu bakım, bireyin yaşamının son aşamasında kendisi, ailesi ve
toplum için kurumsal bağlamda önem
kazanmıştır (Taylor-Brown & Mary,
2004). Ölen bireyler ve aileleri için
sağlık ve sosyal bakım hizmetlerini ve
sosyal hizmet uzmanlarının bu alandaki katkılarını güçlendirmek için 2002
yılında Amerikan Ulusal Sosyal Hizmet
Uzmanları Birliği (NASW, 2003) sosyal
hizmet uzmanları için bir rehber niteliği taşıyan Palyatif Bakım ve Yaşam
Sonu Bakımda Sosyal Hizmet Uzmanları için Uygulama Standartları belgesi
148
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
hazırlamıştır. Bu standartlar çeşitli hastalık gruplarında (HIV/AIDS, kanser,
organ yetmezliği vb.) palyatif bakım ve
yaşam sonu bakımdaki sosyal hizmet
uygulamasının temel aşamalarını ele
almaktadır. Gelişmiş ülkelerde ölmekte olan hastalara yönelik hizmetlerde
sosyal hizmet uzmanları aktif olarak
çalışmaktadır. Örneğin, Amerika Birleşik Devletleri’nde, Ulusal Kanser
Enstitüsü’nün bildirdiğine göre, kanser
merkezlerinden hizmet alan hastalara
yönelik psikososyal destek çalışmalarının %75’i sosyal hizmet uzmanları tarafından yürütülmektedir. Sosyal hizmet
uzmanları ölüm sürecindeki hastalara
kapsamlı tıbbi ve psikososyal destek
hizmetleri sunan disiplinlerarası ekipte
önemli roller üstlenmektedir.
Sosyal hizmet uzmanları, altı aydan
daha kısa ömrü kaldığı tahmin edilen
ve artık iyileştirici bir tedavi uygulanamayan hastalar ve ailelerine yönelik
olarak müdahalelerle yaşam kalitesinin
artmasına katkı vermektedir. Yaşamsal
değişikliklere rehberlik etme, hastanın ve ailesinin potansiyel güçlerini ve
kaynaklarını kullanmalarını mümkün
kılarak uyum sorunlarının çözülmesini
sağlama gibi işlevler üstlenmektedir.
Özellikle terminal dönem hastaların
yaygın olarak yaşadığı yalnızlık, yalıtılmışlık, anksiyete ve kaygı gibi duyguların ve süreçlerin tanınmasını ve hastanın bu sorunlarla başetmesine destek
olmaktadır (NASW, 2003).
Hastalığın başından ölüm gerçekleşene dek geçen sürede ailenin de gereksinimleri değişebilmekte ve farklı
biçimler alabilmektedir. Bu nedenle aile
bireyleri enerjilerini dengeli kullanmak
ve onlara en çok gerek duyulan anda
işe yaramaz hale gelecek kadar kendilerini tüketmemek zorundadır. Ailenin
Tuncay
Feriha Hanım 40 yaşındadır ve iki kız ve bir erkek çocuk (20k, 16k
ve 14e) annesidir. Eşinden boşanmıştır. Evde onlarla birlikte yaşayan annesinin de (dul) bakımını üstlenmiştir. Büyük kızı zihinsel
engellidir. Feriha Hanım’a İki yıl önce meme kanseri tanısı konulmuş yapılan tedavilerden bir süre sonra kanser akciğerlerine metastaz yapmıştır. Hastalığının terminal aşamasında olmakla birlikte
hala evinde kalabilmektedir. Sigortalı olarak çalıştığı işinden hastalığı sonrası ayrılmak zorunda kalan ve sosyal yardım alan Feriha
Hanım’ın yüksek miktarda kira, fatura vb. borçları bulunmaktadır.
Özbakımında (tuvalet, kişisel bakım vb.) kendisine yardımcı olan
oğlunun, annesine yardım etmede istekli olsa da, genç bir erkek
olarak bunları yapmasının uygun olmadığını düşünmektedir. Ayrıca
ikinci çocuğu olan kızı, hem anksiyetesi nedeniyle hem de annesi ile daha fazla vakit geçirebilmek için okula düzensiz gitmektedir
ve bu yüzden okuldan uyarı gelmiştir. Feriha hanımın tedavisinden
sorumlu olan hekim ve hemşireler onun sağlığından endişe duymakta ve olabildiğince uzun süre yaşam kalitesini korumaya çalışmaktadırlar. Feriha Hanım’ın ilgilenmesi gereken işleri için güce ve
zamana ihtiyacı vardır.
kaygılarını, isteklerini ve gereksinimlerini dinleme konusunda, kendini bu duruma duygusal olarak hazırlamış olan
yaşam sonu bakım ekibinin üyesi olan
sosyal hizmet uzmanı ailelere yardımcı olmaktadır (Işıkhan, 2008). Aşağıda
vereceğimiz vaka örneği sosyal hizmet
uzmanlarının yaşam sonu bakımdaki
rollerini anlamada yardımcı olacaktır.
Vaka Örneğinin Değerlendirmesi
Sosyal hizmet uzmanı Feriha Hanım ile
birlikte çalışmaya başlayarak mümkün
olduğu kadar çok sorunu çözmeye çalışacaktır. Yaşam sonu bakımda sosyal
hizmet uzmanının müdahaleleri belirli
ölçüde vakasına da yararlı olmakta,
kişinin daha huzurlu ölmesi mümkün olmaktadır. Ancak sosyal hizmet
müdahalesinin asıl yararları aile üyelerinin geleceğine dönüktür. Eğer Feriha
Hanım bu kadar sıkıntılı ve karmaşık
bir durumda iken ölseydi geride kalan
aile üyeleri için gelecekte birçok ruhsal
ve sosyal sorun artarak gelişecekti.
Sosyal hizmet uzmanları çalıştıkları
tüm alanlarda karmaşık aile sorunlarını
çözmek için uğraşırlar. Temelde uygulama yaklaşımı, sorunun ayrıntılı değerlendirmesini ve sorunla ilgili her alt
bileşenin müdahale edilecek konulara
dönüştürülmesini içerir. Feriha Hanım
örneğinde sosyal hizmet uzmanı şu
konular üzerinde müdahaleler yapar
(Payne, 2007a):
Sosyal hizmet uzmanı insan ihtiyaçları hiyerarşisini göz önünde bulundurarak öncelikle ailenin ekonomik
149
Toplum ve Sosyal Hizmet
sorunlarına odaklanır. Feriha Hanım’ın
kira borçlarının ödenmesi için sosyal
yardım aldığı, Aile ve Sosyal Politikalar
Bakanlığı’nın Sosyal Yardım Hizmetleri Genel Müdürlüğü’ne bağlı sosyal
yardım kuruluşunda görevli sosyal hizmet uzmanı ile bağlantı kurar, vakanın
durumu hakkında bilgi verir. Vakasına
yapılan düzenli nakdi yardımlara ek
olarak kira yardımı da alması yönünde
bir sosyal inceleme yapılmasını talep
eder. Sosyal yardımlar bünyesinde kira
yardımı da olduğu için ailenin ekonomik
zorluklarla ilgili anksiyetesinin düşmesini sağlayan bir kira yardımı da yardım
kalemlerine eklenir. Sosyal hizmet uzmanları sorun çözücü profesyonellerdir
ve aynı zamanda aileleri güçlendirirler.
Ailenin ekonomik yüklerini azaltan sosyal hizmet uzmanı daha sonra ailenin
ileri derecede zihinsel engelli olan büyük kızı için Aile ve Sosyal Politikalar İl
Müdürlüğü, Özürlü Hizmetleri Birimi ile
bağlantı kurar. Özürlülerle çalışan psikolog ve sosyal hizmet uzmanları büyük kızın ölüm olgusunu hem duygusal
hem de zihinsel olarak anlamada ve algılamada zorlanacağına karar vererek
ona annesinin öleceğini bildirmemeye karar verirler. Ayrıca büyük kızının
annesiyle görüşme sıklığını azaltırlar.
Burada amaç zihinsel engelli olan genç
kızı duygusal bir travmadan korumaktır.
Büyük kızın yatılı kurum bakımına alınması için işlemler de başlatılır.
Sosyal hizmet uzmanı diğer çocuklarıyla ilgili olarak da Feriha Hanımla birlikte
çalışır. ikinci kızıyla ve oğluyla sağlık
durumu hakkında nasıl bir konuşma
yapabileceği, onlara neler söyleyeceği, çocuklarının zor sorularına nasıl
yanıtlar verebileceği üzerinde çalışma
yaparlar. Bu görüşme Feriha Hanım’a
bu zorlu süreçte güven sağlar.
150
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
Sosyal hizmet uzmanı, Feriha Hanım’ın
hem 16 yaşındaki ikinci kızı ve 14 yaşındaki oğluyla birlikte birlikte bir hatıra
kutusu hazırlamasını da önerir. Hatıra
kutusu ölen kişinin onu kaybedenlerle
birlikte olan anılarının hatırlanmasını
sağlayan şeylerden oluşur. Böylece
kayıp yaşantısının yol açacağı ruhsal
baskıların azaltılmasına yardımcı olunabilir. Ayrıca kişilerin ve yakınlarının
ölüme belirli ölçüde hazırlanmasına
yardımcı olabilir.
Sosyal hizmet uzmanı evde aileyle birlikte yaşayan Feriha Hanım’ın annesinin bakımı için Aile ve Sosyal Politikalar
İl Müdürlüğü’nün Yaşlı Hizmetleri birimi
ile bağlantı kurar. Onun huzurevi veya
evde bakım hizmetinden yararlanması alternatifleri üzerinde durulur. Bu
konuda yaşlı annenin görüşüne başvurulmasına karar verilir. Annenin evden ayrılma isteği olmadığı anlaşılınca
huzurevi seçeneği yerine evde bakım
seçeneğinden yararlanılır ve hem belediyenin yaşlı hizmetleri biriminden hem
de aile hekimliğinden alınan desteklerle yaşlı annenin evinde düzenli olarak sağlık kontrolünün yapılması, evin
temizliğinin yapılması ve sıcak yemek
sağlanması mümkün olur.
Ailenin ekonomik sorunlarının, özürlü çocuğun ve yaşlı ebeveynin bakım
sorununun çözülmesinin ardından
sosyal hizmet uzmanı okula devam sorunu olan ikinci kıza odaklanır. Feriha
Hanım’ın düzenli olarak okul dışındaki
saatlerde kızı ile birlikte vakit geçirmesine ilişkin bir program yapmasına destek olunur.
Feriha Hanım’ın ölümünün ardından
yasal olarak ebeveynlik sorumluluğu
üstelenecek olan ve aileden ayrı yaşayan babanın sürece hazır olup olmadığı
Tuncay
anlaşılmaya çalışılır. Bu durum Feriha
Hanım’ın önemli endişeleri arasındadır.
Feriha Hanım’ın eşi ile çatışmasız bir
iletişim kuramadığı ve bağlarının çok
zayıflamış olduğu göz önünde bulundurularak onun eşiyle sosyal hizmet
uzmanının da bulunacağı uygun bir
yerde ve zamanda görüşme yapması
planlanır. Sosyal hizmet uzmanı aracılık yaptığı görüşme öncesinde Feriha
Hanımın eski eşiyle neler konuşacağı
konusunda kendisini hazırlamasına
da yardımcı olur. Görüşme zor geçer.
Fakat iki görüşmenin ve çocukların
görüşlerinin de alınmasının ardından
Baba çocuklarının bakımı konusunda
yeniden kişisel hayatını planlar. Sosyal
hizmet uzmanı sorun çözme yöntemini
kullandığı süreçte tüm tarafların konuşmasını ve belirli ortak paydalarla anlaşmasını mümkün kılar.
Sosyal hizmet uzmanının bir diğer rolü
Feriha Hanım’ın en küçük çocuğu olan
14 yaşındaki oğluyla bakım sorumlulukları hakkında görüşmektir. Aileye
evde bakım desteği sağlanmasına
başlandığı için çocuğun annesine ve
eve ilişkin bakım sorumlulukları azaltılır. Yine de annesine destek olmaktan
dolayı ruhsal olarak güçlendiği için çocuğun belirli ölçülerde bakım vermeye
ve evle ilgili sorumluluklarına devam
etmesi sağlanır. Bu çabaları oğlunun
kişisel gelişimine de katkı verir.
Vaka örneğinde görüldüğü gibi, hekim
ve özellikle hemşireler Feriha Hanım’a
sağladıkları tıbbi destek tedavileriyle
yaşam kalitesini ve genel sağlığını olabildiğince yükseltmeye çalışırlarken,
sosyal hizmet uzmanı Feriha Hanım’ın
kalan zamanında yaşamını rahat edeceği bir şekilde düzenlemeyi amaçlamaktadır. Sosyal hizmetin amacı Feriha Hanım’ın ailesinin ve çevresindeki
insanların psikososyal işlevselliklerini
korumaktadır. Bu sayede sosyal hizmet
insanlararası etkileşimleri düzenleyerek toplumun genelinin de ruhsal ve
sosyal sağlığının korunmasına katkı verir. İnsanlar yaşamda sınırlı zamanları
kaldığında, önceliklerini belirlemede ve
yapmalarını gerektiğine inanadıkları işleri tamamlamalarında yardıma ihtiyaç
duyarlar. Birçok insan bunları genellikle kendi başlarına ya da yalnızca aile
üyelerinin desteğiyle yapmak zorunda
kalmaktadır. Yine de, vaka örneğinde
olduğu gibi aile üyeleri de yetersiz kalabilmekte ve yaşam sonu düzenlemelerin yapılmasında sosyal hizmet uzmanı
gibi bir profesyonelin yardım eline ihtiyaç duyulmaktadır (Reith, 2009).
TIP, HEMŞİRELİK VE SOSYAL
HİZMET MESLEKLERİ ARASINDAKİ
İLİŞKİLER
Sağlık bakım meslekleri olan tıp ve
hemşirelik ile sosyal hizmet mesleği, zor durumdaki insanlara yardım
etme, insanları onurlarına saygı duyarak tedavi etme gibi birçok ortak değeri paylaşır. Bununla birlikte, tıptan
ve hemşirelikten farklı olarak sosyal
hizmetin makro ölçekte bir amacı da
vardır ve bu toplumun daha işlevsel
olmasının sağlanmasıdır. Sosyal hizmet uzmanları, toplumsal hizmetlerin
geliştirilmesine ve sosyal sorunlarla
yüz yüze olan insanların psikososyal
sağlıklarının korunmasına ve iyileştirilmesine yönelik çalışırlar (Gutheil &
Heyman, 2011). Örneğin bir hastanenin
fizik tedavi ve rehabilitasyon kliniğinde
çalışan bir sosyal hizmet uzmanı kronik
eklem hastalarının psikolojik, duygusal
ve sosyal çevreyle etkileşim sorunlarını
iyileştirmeye dönük klinik müdahaleler
yaparken, aynı hastanenin hasta veya
151
Toplum ve Sosyal Hizmet
çalışan hakları biriminde çalışan bir
başka sosyal hizmet uzmanı hastaların
ve sağlık çalışanlarının haklarının korunmasını ve sorumluluklarının yerine
getirilmesini kolaylaştıran uygulamalar yapabilir. Dolayısıyla sosyal hizmet
mesleği hem birey ve aile düzeyinde,
diğer ifadeyle mikro ölçekte psikososyal müdahaleler yaparken, hem de örgüt ve toplum düzeyinde, diğer ifadeyle
makro ölçekte hizmetlerin geliştirilmesine dönük çalışabilmektedir.
Sosyal hizmet mesleği ister bireyle birey arasında, isterse bireyle örgüt arasında olsun ilişkilerin tümünde sosyal
etkileşimlerin iyileştirilmesine odaklanarak tıp ve hemşirelik mesleklerinden
ayrılır. Tıbbın ve hemşireliğin temel
vurgusu insanların ve toplumun sağlıklarının korunması ve iyileştirilmesidir.
Sosyal hizmet bu vurguyu destekler
ve sağlık alanında çalışan sosyal hizmet uzmanları hasta veya ölmekte olan
bireylerin ve ailelerinin psikososyal sorunlarını çözmelerinde yardımcı olurlar.
Sosyal hizmet uzmanlarının bu çabası
hekimlere ve hemşirelere de yardımcı
olmakta ve hastanın tedavisinin ve bakımının istenen hedeflere ulaşması kolaylaşmaktadır (Payne, 2007b).
Tıp ve hemşirelik ile sosyal hizmet mesleği arasındaki en belirgin farklılık, sosyal hizmet uzmanlarının biyomedikal
bilgiden ziyade sosyal bilimlerde eğitim almış olmalarıdır. Bununla birlikte,
kronik bedensel ve ruhsal hastalıkların
etiyolojisi ve epidemiyolojisi hakkında
temel düzeyde bir eğitim de alırlar. Sosyal hizmet genelde hastanın hastalığının sonucunda kendisinde, ailesinde,
sosyal çevrede ve toplumun genelinde
ortaya çıkan değişimlere odaklanır.
Hastalığa ve tedavisine odaklanmaz
(Csikai, 2012). Yine de psikiyatri, organ
152
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
ve doku nakli gibi birimlerde çalışan
sosyal hizmet uzmanları uygulamada
ihtiyaç duydukları ayrıntılı biyomedikal
eğitimi alırlar.
SONUÇ
Bu makalede sosyal hizmet uzmanlarının yaşam sonu bakımdaki rolleri
üzerinde durularak, hekimlere ve hemşirelere sosyal hizmet mesleğinin kendi
mesleklerinden farklı yönleri ile hastalık ve ölüm olgularının sosyal yönleri
açıklanmaya çalışılmıştır. Sosyal hizmet uzmanlarının sosyal bilimler temeli
üzerine kurulu olan eğitimi ve bilgi repertuarının sağlık alanına olan katkıları
vurgulanmıştır.
Yaşam sonu bakımda, vaka örneğinde
görüldüğü gibi, sosyal hizmet uzmanları
ölmekte olan insanların ailelerine ilişkilerini düzenlemede, birbirlerini desteklemelerinde, ekonomik düzenlemelerin
yapılmasında ve çocuk/yaşlı bakımının planlanmasında yardımcı olurlar.
Mesleki müdahalede amaç, ölmekte
olan kişinin psikososyal iyilik halinin
korunması, aile üyelerinin sorunlarını
çözebilecek düzeyde bir kişisel kapasiteye kavuşturulması ve insanlara sevdiklerinin ölümüyle başedebileceklerine ilişkin güven kazandırmaktır.
Hekim ve hemşireler yaşam sonu bakım sürecindeki hastaların ailelerini,
hastaya bakım vermekle birlikte onu
bazen destekleyen bazen de zorlayan
ve engelleyen yapılar olarak görürler.
Sosyal hizmet uzmanları ise genelde
sağlık bakımını, özelde yaşam sonu
bakımı insanların kapasitelerini artıracakları, sosyal uyumu sağlayacakları
alanlar olarak görürler. Sosyal hizmet
uzmanlarının bu bakışı ve profesyonel
müdahaleleri hekimlere ve özellikle
Tuncay
hastadan sorumlu olan hemşirelere
hastanın hayatındaki engellerin kaldırılması ve sağlık bakımının etkin biçimde sunulmasında yardımcı olmaktadır.
Taylor-Brown, S., & Mary, S. (2004). Endof-Life Care. Health & Social Work, 29(1),
3-5.
Uluslararası Sosyal Hizmet Uzmanları Federasyonu (2011). from http://www.ifsw.org
KAYNAKÇA
Allison, H., Gripton, J., & Rodway, M.
(1983). Social work services as a component of palliative care with terminal cancer
patients. Soc Work Health Care, 8(4), 2944.
Csikai, E. L. (2012). Emerging areas of focus for social work practitioners in end-oflife and palliative care. J Soc Work End Life
Palliat Care, 8(3), 205-206.
Elçigil, A. (2006). Pediatrik Palyatif Bakım
ve Hemşirelik. Atatürk Üniversitesi Hemşirelik Yükseokulu Dergisi, 9(4), 75-81.
Gutheil, I. A., & Heyman, J. C. (2011). A social work perspective: attitudes toward endof-life planning. Soc Work Health Care,
50(10), 763-774.
Işıkhan, V. (2008). Terminal dönemdeki
kanser hastalarının ölüm yeri tercihleri.
Türk Onkoloji Dergisi, 23(1), 34-44.
NASW. (2003). NASW Standarts of social
work practice in palliative and end of life
care. National Association of Social Workers.
Payne, M. (2007a). Know your colleagues:
role of social work in end-of-life care. End
of Life Care, 1(1), 69-73.
Payne, M. (2007b). Safeguarding adults
at end of life: audit and case analysis in a
palliative care setting. J Soc Work End Life
Palliat Care, 3(4), 31-46.
Reith, M. (2009). Social work in end-of-life
and palliative care. Journal of Palliative
Medicine, 12(12), 1163-1164.
Sağlık Bakanlığı Ulusal Ruh Sağlığı Eylem
Planı Belgesi (2011-2023). (2011). Ankara:
Sağlık Bakanlığı.
153
Uğurluoğlu
Derleme
değerlendirme aşamalarını kapsamaktadır.
Anahtar Sözcükler: Stratejik yönetim, dış
çevre analizi, sağlık kurumları
SAĞLIK
KURUMLARINDA DIŞ
ÇEVRE ANALİZİ
External Environmental
Analysis in Healthcare
Organizations
Özgür UĞURLUOĞLU*
*Doç. Dr., Hacettepe Üniversitesi, İİBF,
Sağlık İdaresi Bölümü
ÖZET
Sağlık kurumlarının başarılı olabilmesi için
içinde bulundukları dış çevreye etkili bir
şekilde konumlandırılmaları gerekmektedir. Dış çevre analizi bir organizasyonu etkileyecek dış çevredeki stratejik konuların
belirlenmesi ve anlaşılması ile bunların organizasyon üzerindeki etkilerinin tespit edilmesi sürecidir. Dış çevre analizi sürecinin
sonuçları organizasyonun strateji, misyon ve
amaçlarının geliştirilmesini etkileyecektir.
Bu çalışmanın amacı, sağlık kurumlarının
dış çevresini ayrıntılı olarak tanımlamaya
çalışmaktır. Sağlık kurumlarının dış çevresi,
genel çevre, sağlık hizmetleri çevresi ve hizmet alanı çevresindeki birey ve kurumlardan
oluşmaktadır. Bu çalışmada dış çevre analizi
sürecinin adımları tarama, izleme, tahmin ve
ABSTRACT
To be successful health care organizations
must be effectively positioned within their
external environment in which they operate. External environmental analysis is the
process of identifying and understanding
the strategic issues that will impact the organization in the external environment and
determining their implications for the organization. The results of external environmental analysis process affect the development
of organization’s strategy, mission and objectives. The aim of this paper is to provide
a comprehensive description of the external
environment for health care organizations.
This environment includes individuals and
organizations in the general environment,
health care environment, and the service
area of health care organizations. In this paper, the steps in the external environmental
analysis comprise of scanning, monitoring,
forecasting and assessing processes.
Words:
Strategic management,
external environmental analysis, healthcare
organizations
Key
GİRİŞ
Sağlık hizmetleri endüstrisinin bir değişim süreci içinde olduğu söylenebilir.
Yoğun piyasa baskısı ve rekabet sağlık
kurumlarını değişmeye zorlamaktadır.
Karmaşık ve değişen çevre koşulları,
sağlık hizmetlerinin sunum maliyetleri, erişim ve kalitesi üzerinde bir baskı
oluşturmaktadır. Bu da değişen çevreye hızlıca uyum sağlamanın yanında, sağlık hizmetlerini daha etkili ve
verimli sunmanın yollarını aramayı ve
155
Toplum ve Sosyal Hizmet
tüm organizasyonun performansını artırmayı da gerekli kılmaktadır (Wallick,
2002: 390; Guo, 2003: 368).
Sağlık sektöründeki hızlı, kompleks ve
aralıklı olan değişimle başa çıkabilmek
liderliği gerekli kılmaktadır. Sağlık kurumları başarılı olabilmek için dış çevrenin doğasını anlayan, değişimle başa
çıkabilecek etkili stratejiler geliştirebilen ve örgütün devinimini aktif olarak
yönetebilen yöneticilere sahip olmalıdırlar. Stratejik yönetim olarak adlandırılabilecek tüm bu faaliyetler, örgütü
dinamik bir çevrede yönetmek için gereklidirler (Swayne ve diğ., 2006: 6-7).
Sağlık kurumları içerisine stratejik yönetim yaklaşımının kullanılması, yalnızca 20-30 yıllık bir geçmişe sahiptir.
Aslında, sağlık kurumları tarafından
benimsenmiş birçok yönetim yaklaşımı
(hem kamu hem de özel için) iş dünyası
içerisinde gelişmiştir. Birçok bakımdan
sağlık hizmetleri, tıpkı birçok gelişmiş
ticari faaliyet gibi, benzer süreç ve terminolojinin pek çoğunu kullanmaktadır.
Özel sektördeki kâr amaçlı girişimlerin
değer ve uygulamalarının, sağlık hizmetleri endüstrisi için her zaman uygun
olup olamayacağı konusunda kafalarda
soru işaretleri mevcuttur. Fakat stratejik yönetim, sağlık kurumlarına çevrelerinde gerçekleşen büyük değişimlerle
başa çıkabilmeleri için gerekli yöntemleri sağlıyor gibi görünmektedir (Swayne ve diğ., 2006: 9-10).
Stratejik yönetim bir anlamda işletmenin gelecekteki varlığını sürdürebilmesiyle ilgilidir. Bu durumda işletme,
varlığını sürdürebilmek için değişen
çevre koşullarına uyum sağlamak durumundadır. Burada genellikle kabul
edilen ve uygulanan yaklaşım, işletmenin çevreye uyum göstererek kendini
156
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
değiştirmesidir. Bazı düşünürler ise,
daha proaktif yaklaşımla, stratejik yönetimi işletmenin faaliyette bulunduğu
çevreyi değiştirmesiyle ilgili faaliyetler,
kararlar ve uygulamalar olarak görmekte ve esas olanın işletmenin değil,
çevrenin işletme amaçlarına uygun
olarak hazırlanması ve hatta değiştirilmesi olduğunu ileri sürmektedirler.
Her iki durumda da işletmenin, reaktif
(çevreye uyum sağlayan) veya proaktif
(çevreyi değiştiren) olarak çevre ile karşılıklı bağımlılığı ve etkileşimi söz konusudur. Bu nedenle öncelikle işletmenin
bulunduğu
çevredeki
faktörlerin
incelenmesi ve bu faktörlerin işletmeyi
nasıl etkileyebileceğinin belirlenmesi
gerekmektedir (Ülgen ve Mirze, 2004:
80).
Dış çevre, işletmenin kendisiyle ilgili
fakat kendi dışındaki faktörlerden oluşur. Dolayısıyla dış çevre “bir sistemle
ilgili olan ve o sistemin dışında kalan
her şey” olarak tanımlanabilir (Dinçer,
2007: 71). Sağlık kurumları değişken
bir dış çevre içerisinde faaliyette bulunurlar. Bu açıdan çevresel değişimler
hem fırsatlar hem de tehditler yaratabilmektedir. Bir sağlık kurumu çevresel
olanaklardan yararlanabildiği, çevresel
tehditlerden korunabildiği ölçüde yaşamını devam ettirebilecektir (Kavuncubaşı ve Yıldırım, 2010: 225).
Sağlık kurumları, amaçlarına ulaşmalarına yardım edecek rekabetçi stratejiler geliştirebilmek için çevrelerindeki
önemli değişiklikleri sıklıkla değerlendirmelidirler (Kotler ve diğ., 2008: 73).
Sağlık kurumları yöneticileri için en
önemli güçlük, bu değişikleri tanımlamak ve planlamaktır. Sağlık kurumları
yöneticilerinin çevrelerindeki değişiklikleri önceden tahmin etmeleri ve kurumlarını yeni ortaya çıkan konularla etkili
Uğurluoğlu
bir şekilde başa çıkabilecek şekilde konumlandırmaları gerekmektedir (Ginter
ve diğ., 1991a: 35). Sağlık kurumları
yöneticileri başarılı olabilmek için, içinde bulundukları dış çevreyi anlamak
ve bu çevre içerisinde gerçekleşen
önemli değişimleri tahmin ederek yanıt
vermek zorundadırlar (Swayne ve diğ.,
2006: 48).
Dış çevre analizi, dış çevrede meydana gelen konuların anlaşılması ve bu
konuların sağlık kurumları üzerindeki
etkilerinin belirlenmesi sürecidir. Çevre
analizinin sonuçları sağlık kurumunun
misyon ve amaçlarının geliştirilmesi sürecini etkileyecek, iç analiz için bir odak
noktası sağlayacak ve nihayetinde sağlık kurumunun stratejisi üzerinde direkt
etkileri olacaktır. Dış çevre analizinin
temel amacı, sağlık kurumunun çevresi
içerisindeki konumunu anlamak ve bu
bilgiyi kurumu daha iyi bir konuma getirmek için kullanmaktır (Ginter ve diğ.,
1991a: 35-36).
Şekil 1’de de görüldüğü gibi, sağlık
kurumlarının çevresi, genel çevre,
sağlık hizmetleri çevresi ve hizmet
alanı çevresi olmak üzere üçe
ayrılabilir. Bu çalışmanın amacı bu üç
farklı çevre türünü incelemek, sağlık
kurumları üzerindeki yansımalarını
değerlendirmek ve bu çevresel
Şekil 1. Sağlık Kurumlarının Dış Çevresi
Kaynak: Swayne ve diğerleri (2006)’nden uyarlanmıştır.
157
Toplum ve Sosyal Hizmet
unsurların nasıl analiz edilebileceğine
ışık tutan bir yaklaşımın unsurlarını ortaya koymaktır. İlerleyen bölümde bu
üç farklı çevre türü ayrıntılı olarak ele
alınacaktır.
GENEL SAĞLIK ÇEVRESİ
Genel çevre, bir örgütün sektör ve
hizmet alanın dışında kalan ve örgütle doğrudan ilişkili olmamasına karşın
örgütün içinde bulunduğu sektör ve
hizmet alanı üzerinde önemli etkilere
sahip olan geniş bir çevreyi kapsamaktadır. Örgütün etki ve kontrol alanı
dışında kaldığı için sıklıkla uzak çevre
olarak da adlandırılır (Evans ve diğ.,
2003: 168). Örgüt, genel çevrenin bileşenlerini direkt olarak kontrol edemez,
ancak başarılı örgütler her bir bileşen
ve bu bileşenlerin örgüt stratejileri üzerindeki etkilerini anlayabilmek için gerekli bilgileri dış çevreden toplayabilirler
(Hitt ve diğ., 2007: 36). Genel çevrenin
analiz edilmesi, örgütün stratejik kararları üzerinde etkisi olan dış değişimleri
anlayabilme, öngörebilme ve yanıt verebilme kapasitesini artıracaktır (Ginter
ve diğ., 1991b: 135).
Bir sağlık kurumunun izlemesi ve gerektiğinde yanıt vermesi gereken genel çevresi, altı önemli unsurdan oluşmaktadır. Bunlar, politik ve yasal çevre
unsurları, ekonomik çevre unsurları,
sosyokültürel çevre unsurları, demografik çevre unsurları, teknolojik çevre
unsurları ve uluslar arası çevre unsurlarıdır (bu unsurlar PEST analizi olarak
da adlandırılmaktadır). Burada dikkat
edilmesi gereken önemli bir nokta, bu
unsurların birbirleri ile karşılıklı bir etkileşimde bulunuyor oluşudur. Örneğin
nüfusun artması (demografik) daha
fazla kaynak tüketimine, çevre kirliliğine ve dolayısıyla daha fazla hastalığa
158
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
sebep olacak ve bu da tüketicileri koruyacak daha fazla yasal düzenlemeye
(politik ve yasal) gereksinim doğuracaktır. Yasal sınırlılıklar yeni teknolojik çözümleri (teknolojik) teşvik edecek
ve eğer bu çözümler karşılanabilir bir
maliyette (ekonomik) ise fiilen tutum
ve davranışların (sosyo-kültürel) değişimine yol açabilecektir (Kotler ve diğ.,
2008: 73).
Politik ve Yasal Çevre ve Unsurları
Politik ve yasal çevre unsurları, bir
örgütün stratejik karar ve seçimlerini önemli ölçüde etkilemektedir. Bu
unsurlar örgütün içinde bulunduğu
çevreyi düzenleyen parametrelerden
oluşmakta ve örgütü etkileyen ve sınırlandıran yasaları, devlet kurumlarını ve
baskı gruplarını kapsamaktadır (Kotler
ve diğ., 2008: 82). Politik ve yasal çevre
unsurları, örgütler için imkân ve fırsatlar sunabildiği gibi, duruma göre tehdit
ve tehlike kaynağı da olabilirler (Eren,
2005: 122).
Devlet ve mahalli idareler örgütlere ve
ekonomiye artan bir şekilde müdehale
etmeye başlamışlardır. Asgari ücretler,
fiyat kontrolleri, kuruluş yerinin belirlenmesi, teşvik politikaları, iş güvenliği,
istihdam şartları, çevre sağlığı gibi pek
çok konuda yasal düzenlemeler yapılmaktadır. Devletin bu düzenlemeleri,
örgütün stratejik seçimleri üzerinde
etkili olmakta, örgütlere yönelik tehlike ve fırsatları ortaya çıkarmaktadır
(Dinçer, 2007: 86). Yasal düzenlemeler
genellikle çalışanları, tüketicileri, halkı
ve çevreyi korumaya yönelik sınırlandırıcı düzenlemeler olarak algılansa da
patent yasaları, devlet sübvansiyonları
ve ürün geliştirme yardımları gibi pek
çok yasal düzenleme örgütleri koruma amacıyla tasarlanmıştır (Pearce ve
Uğurluoğlu
Robinson, 2007: 87). Burada önemli
olan örgütlerin stratejilerini belirlerken
var olan ve yeni politik ve yasal düzenlemeleri dikkatle izleyip analiz etmelerinin ve en uygun tepkiyi verebilmelerinin
gerekliliğidir (Hitt ve diğ., 2007: 44).
Politik ve yasal düzenlemeler sağlık
kurumları üzerinde çeşitli şekillerde
etkili olabilmektedir. Sağlık önemli ve
temel bir hak ve ihtiyaç olduğundan,
sağlık sektörü devlet ve hükümetler
tarafından çok yakından izlenmekte
ve sıklıkla müdehale edilmektedir. Bu
müdehale özellikle kalkınma planları,
reformlar ve bu reformları yürürlüğe
koymaya yönelik kanun, yönetmelik
ve tasarılar yoluyla gerçekleşmektedir. Türkiye’de 2007-2013 yılları arasını
kapsayan Dokuzuncu Kalkınma Planı,
sağlık hizmetlerine erişim olanaklarının
iyileştirilmesine, sağlık personeli açığının giderilmesine, hasta odaklı bir sağlık sistemi oluşturmaya, aile hekimliğini
tüm illere yaygınlaştırmaya, hastaneleri
idari ve mali olarak özerkleştirmeye,
özel sektörün sağlık alanında yapacağı yatırımları teşvik etmeye, anne-çocuk sağlığı ve bulaşıcı hastalıklar gibi
koruyucu sağlık hizmetlerine öncelik
vermeye ve akılcı ilaç kullanımını sağlamaya, kısacası sağlık sistemini etkinleştirmeye yönelik politika ve hedefler
içermektedir.
2003 yılından beri uygulanan Sağlıkta Dönüşüm Programı çerçevesinde
Türkiye’de tüm vatandaşları tek bir
sosyal güvenlik kurumu çatısı altında
birleştirmeye, sağlık hizmetlerinin sunumunu genişletmeye, sağlık personelinin performansını iyileştirmeye, etkili
bir sağlık bilgi sisteminin oluşturulmasına yönelik önemli politik ve yasal adımlar atılmıştır. Sağlık sistemi üzerinde
etkili olan bir diğer yasal unsur, 2005
yılında katılım müzakereleri ile birlikte
başlayan Avrupa Birliği’ne katılım sürecinin getirdiği birtakım mevzuat uyum
çalışmalarıdır. Avrupa Birliği müktesebatı çerçevesinde yürütülen sağlıkla
ilgili düzenlemeler, ağırlıklı olarak “malların serbest dolaşımı”, “sosyal politika
ve istihdam”, “çevre”, “tüketici sağlığının korunması” ve “fikri mülkiyet hukuku” gibi başlıklar altında yürütülmektedir (Ekmekçi, 2010: 20).
Tüm bu gelişmeler, kamu ve özel sektördeki tüm sağlık kuruluşlarının geleceğe yönelik stratejik faaliyet ve planlarında, devlet ya da hükümet tarafından
belirlenen hedef, politika ve yasal düzenlemeleri izlemelerini, bu düzenlemelere nasıl tepki vereceklerini ve ne
tür önlemler alacaklarını belirlemelerini gerektirmektedir. Örneğin, hizmete
erişim ve finansmandaki eşitsizliklerin
giderilmesi amacıyla, daha önce herhangi bir sınır olmadan ve sağlık hizmet sunucusunun inisiyatifi ile belirlenen hastadan alınan fark ücreti, yeni
düzenlemelerle hastanelerin sınıflandırılmasına göre belirlenmeye başlanmıştır. Buna göre A sınıfı hastane ile
E sınıfı bir hastanenin alabileceği fark
ücreti farklı olabilmektedir. Bu yasal
düzenleme karşısında bazı özel hastaneler SGK hastalarına hizmet sunmamayı bir politika olarak belirlerken bazı
özel hastaneler rekabet edebilmek için
belirlenen yasal sınırın da altında fark
ücretleri alma kararı almıştır.
Ekonomik Çevre Unsurları
Bir ekonominin sağlığı, o ekonomi içinde faaliyet gösteren sektör ve
örgütleri etkileyecektir. Bu sebeple örgütler sektördeki değişiklikleri,
trendleri ve kendi stratejik çıkarımlarını belirlemek için ekonomik çevreyi
159
Toplum ve Sosyal Hizmet
titizlikle incelemelidirler. Ekonomik çevre unsurları, örgütün içinde bulunduğu
ekonominin doğası ve gidişatı ile ilgili
faktörleri kapsamaktadır (Hitt ve diğ.,
2007: 43; Pearce ve Robinson, 2007:
84).
Ekonomik büyüme, döviz kurları, gelir
düzeyi, enflasyon ve işsizlik oranı gibi
faktörler, insanların mal ve hizmetlere
olan ödeme/satın alma gücünü etkileyecek ve bu doğrultuda talep düzeyi
üzerinde de etkili olacaklardır. Benzer
olarak üretim düzeyleri, ücret düzeyleri,
enflasyon oranları ve döviz kurları gibi
faktörler, üretim maliyetleri ve rekabet
gücünü etkileyeceklerdir. Tüm bu faktörler örgütler tarafından ayrıntılı olarak değerlendirilmelidir (Evans ve diğ.,
2003: 162).
Örgütler üzerinde etkili olabilecek
tüm ekonomik faktörleri incelemek bu
çalışmanın kapsam alanının dışında
kalmaktadır. Bunun yerine ilerleyen
kısımda özellikle sağlık kurumları için
ekonomik çevrenin öneminin altını çizen gelir dağılımı ve sağlık harcamaları
konularına değinilecektir.
Gelir Dağılımı: Gelir ve tüketim arasındaki ilişkileri ortaya koyan Engel
Teorisi’ne göre, aile gelirleri artıkça
gıda maddelerine yapılan harcamalar yüzde olarak azalır, konut ve evle
ilgili harcamalar yüzde olarak fazlaca
değişmez ve sağlık için yapılan harcamalar oransal olarak artar. Buna göre,
sağlık harcamalarının gelir esnekliği
esnektir. Ülkede gelir düzeyi yükseldikçe sağlığa yapılan harcamalar artacak,
düştükçe azalacaktır. Bu görüş doğru
olmakla birlikte tabiatı ile sağlıkla giyimi aynı kategoride değerlendirmek
yanlış olur. Ciddi bir sağlık problemi ile
karşılaşan bir kişinin tedavi olmaktan
160
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
başka bir seçeneği şüphesiz yoktur.
Yani talep esnekliği düşüktür. Fakat
hasta geliri azaldığında, pahalı bir özel
klinik yerine bir devlet hastanesine
başvurabilir. Başka bir ifade ile sağlık
temel bir ihtiyaç olduğu için genelde
fiyat ve gelir esnekliği yüksek değildir,
ancak karşılama yol veya yöntemi bakımında esnek olabilir. Dolayısıyla gelir düzeyindeki artış ve azalışlar kamu
hastanelerinden çok özel hastaneleri
etkileyecektir. Öte yandan temel sağlık hizmetleri talebi genelde fazla esnek olmamakla birlikte, bu esneklik
toplumda gelir düzeyinin aşırı ölçüde
düşmesi halinde yükselebilir. Gelir düzeyi düştükçe mümkün olduğu kadar
doktora gitmeme, reçetelerde yazılan
ilaçların bir kısmını almama gibi eğilimler güçlenir (Karafakıoğlu, 1998: 39).
Ayrıca özellikle “estetik cerrahi” ve “diş
protezi” gibi sağlık hizmetlerinin gelir
esnekliği yüksektir. Yani gelir arttıkça
bu alanlara yapılan harcama oransal
olarak hızla artış eğilimine girmektedir
(Tokat, 1996: 9).
Ulusal Sağlık Hesapları Hane Halkı
Sağlık Harcamaları Araştırması (20022003) sonuçlarına göre, Türkiye’de
yıllık kişi başı gelir dilimlerine göre
yapılan sağlık harcamalarına bakıldığında, nüfusun %22,65’lik bir kısmını
oluşturan en düşük gelir diliminin sağlık
harcamasının %15,13’ünü ve nüfusun
%14,46’sını oluşturan en yüksek gelir grubunun ise sağlık harcamasının
%23,23’ünü gerçekleştirdiği görülmektedir (Sağlık Bakanlığı, 2006: 6). Gelir
diliminin artması ile birlikte yapılan sağlık harcamaları da artmaktadır.
Özel sağlık kuruluşlarının Türkiye genelindeki dağılımı ile bölgenin ekonomik gelişmişlik düzeyi arasında önemli
bir ilişki bulunmaktadır. Özel sağlık
Uğurluoğlu
kuruluşlarının Türkiye’de ki dağılımına
bakıldığında, genellikle yüksek gelirli
bölgelerde yer aldıkları görülmektedir.
Örneğin, özel tıp ve dal merkezlerinin
%40’ı ve özel polikliniklerin %46’sı
Marmara Bölgesi’nde yer almaktadır. Buna karşın Güneydoğu Anadolu
Bölgesi’nde özel tıp ve dal merkezlerinin %8’i ve özel polikliniklerin ise
%9’u bulunmaktadır (Sağlık Bakanlığı,
2010: 66). Bu dağılımı etkileyen nüfus
gibi başka faktörler de olmasına karşın
özel sağlık kuruluşları için temel itici
gücün bölgenin gelir düzeyi olduğu düşünülmektedir. Özel sağlık sigortacılığı
ve gelir arasındaki ilişki ise çok daha
güçlüdür. Kişinin geliri artıkça bir özel
sağlık sigortasına sahip olma olasılığı
da artacaktır. Özel sağlık sigortaları
özellikle gelir düzeyi yüksek bireyleri
hedef almaktadır.
Sağlık Harcamaları: Türkiye İstatistik
Kurumu (TÜİK) verilerine göre, 2008
yılında Türkiye sağlığa toplam 57 milyar 740 milyon TL harcamıştır. Kişi
başına sağlık harcaması ise 812 TL
olup ilgili yılın ortalama dolar kuruna
göre 624 ABD$’dır. Bu değer, Satın
alma Gücü Paritesi (SGP)’ne göre 846
ABD$’dır. Türkiye’de ki toplam sağlık
harcamasının ülkenin gayri safi yurtiçi
hâsılası (GSYİH)’na oranı, 2008 yılı için
%6,08 olarak bulunmuştur. Bu oran bir
önceki yıla (%6,04) göre önemli oranda
yükselmezken, 1999 (%4,76) yılından
bu yana önemli miktarda artmıştır.
Toplam sağlık harcaması içindeki kamu
sağlık harcaması payı, 1999’dan beri
en yüksek düzeyini görerek 2008 yılında %73 olarak gerçekleşmiştir. 2008
yılında özel sektörün payı ise önceki
yıllara göre düşmüş ve %27 olarak hesaplanmıştır. 1999 yılında %29,1 olarak gerçekleşen hanehalkı tarafından
yapılan cepten sağlık harcamalarının
toplam sağlık harcamaları içindeki payı
2007 yılında %21,8’e, 2008 yılında ise
%17,4’e düşmüştür.
Toplam sağlık harcamaları içerisinde,
yatırım harcamaları %9,4 ile oldukça
az bir dilime sahipken, asıl harcama
kalemlerini %39,8 ile hastane harcamaları ve %30,5 ile tıbbi malzeme
harcamaları ve %13,4 ile ayakta hasta
hizmetleri harcamaları oluşturmaktadır. Halk sağlığı ve programlarının sunumu ve yönetimine ayrılan pay (%0,7)
ise oldukça düşüktür (Türkiye İstatistik
Kurumu, 2011d).
Sosyokültürel Çevre Unsurları
Toplum bizim inanç, değer ve normlarımızı şekillendirir ve belirli bir toplumda
yaşayan insanlar pek çok ortak değer
ve inanca sahiptirler. Sosyokültürel
unsurlar, bir örgütün çalışan ve tüketicilerinin davranış biçimlerini ve yaşam
tarzlarını etkileyebilecek bu değer,
inanç ve tutumlarla ilgilidir (Alkhafaji,
2003: 77). Örgütün mallarını pazarladığı çevredeki tutum ve değerler ile
bunlarda ortaya çıkacak değişiklikler,
örgütün stratejisini etkileyecektir. Değer ve tutumlara bağlı olarak, yaşam
tarzı ve dolayısıyla mal ve hizmetlere
olan talebin miktarı, çeşidi ve niteliğinde değişmeler meydana gelebilecektir
(Dinçer, 2007: 84). Örneğin sosyal tutumlar değiştikçe, çeşitli türdeki giysilere, kitaplara, boş zaman aktivitelerine
olan talep de değişecektir. Genel çevredeki diğer güçler gibi sosyal güçlerin
de dinamik olduğu söylenebilir (Pearce
ve Robinson, 2007: 85) ve dinamik sosyal güçler belirtildiği gibi, bir örgütün
mal ve hizmetlerine olan talebi etkileyebilir ve örgütün stratejik kararlarında
değişikliğe yol açabilir. Dolayısıyla bir
161
Toplum ve Sosyal Hizmet
örgütün müşterilerinin değişen tutum,
değer ve davranışlarının izlenmesi ve
değerlendirilmesi, amaç ve stratejilerin oluşturulmasında büyük önem taşımaktadır (Alkhafaji, 2003: 77). Çevrelerindeki sosyal değişim ve trendleri
yakalayamayan örgütler, bu değişim ve
trendlerin yarattığı fırsat ve tehditleri
fark edemeyecek ve uygun stratejileri
geliştiremeyeceklerdir.
Kültür, tutum ve değerler ve örf ve
adetler özellikle sağlık hizmetleri talebi üzerinde önemli etkilere sahiptir.
Toplumların kültürleri ve buna bağlı
olarak yaşam tarzları sağlık hizmetleri
talebini etkiler. Örneğin, kapalı ekonomi ve birleşik aile yaşamını sürdüren
kırsal kökenli toplumlarda kişiler daha
az sağlık hizmeti talebinde bulunurken;
sanayi toplumuna geçmiş ve değişik
bir hayat tarzı benimsemiş toplumlarda
daha çok talepte bulunmaktadır (Tokat,
1996: 13).
Toplumsal ve kültürel açıdan çeşitlilik
içeren bir yapıya sahip olan Türkiye’de
metropolitan alanlarda yaşayanların
çoğunluğunun hayata bakışları, Batı
ülkeleriyle benzerlik gösterir. Buna karşın, metropollerin varoşlarında ve ülkenin kırsal kesiminde yaşayanlar görece
daha tutucu ve geleneksel bir bakışa
sahiptirler. Aile bağları halen güçlüdür
ve toplumsal değerlerin, tutumların,
istek ve hedeflerin oluşması üzerinde
etkilidir. Bu bakış açısı farklılığı sağlık
hizmetlerine olan talebin miktarını ve
türünü önemli ölçüde etkilemektedir.
Örneğin, Türkiye’de doğurganlık düzeyi
kırsal alanlarda kentsel alanlara göre
daha yüksektir. Kırsal alanda yaşayan
kadınlar her yaş grubunda kentsel alanlardaki aynı yaş gruplarındaki kadınlara
göre daha fazla çocuk doğurmaktadır.
Kentte yaşayan kadınlar evliliklerini
162
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
geciktirme, doğumlarını erteleme ya
da doğurganlığına son verme eğilimindedirler (TNSA, 2009: 3-61). Bu durum
kentte ve kırsalda yaşayan kadınların
talep ettikleri sağlık hizmeti türünü de
etkilemektedir. Ayrıca özellikle kırsal
kesimde yaşanan toplumsal baskı ve
ataerkil yapı, kadınların bir hastane
yerine evde doğum yapmalarına ya da
bir hastanede erkek doktor yerine bayan doktoru tercih etmelerine sebep
olabilecektir.
Gene sahip olunan güçlü aile bağları,
yaşlıların yaşlı bakım merkezleri yerine
evde bakılmasına sebep olurken, dini
inançlar uygulanan tedavi yöntemleri
ya da sahip olunacak çocuk sayısı gibi
kararlar üzerinde etkili olabilmektedir.
Burada sağlık kurumları yöneticilerine
düşen önemli bir rol, bulundukları çevredeki örf ve adetler ile tutum ve davranışları takip etmek, sağlık hizmetlerini
bu karakteristiklere göre planlamak ve
bu karakteristiklerdeki muhtemel değişikliklere karşı ise hazırlıklı olmaktır.
Demografik Çevre Unsurları
Sağlık kurumları üzerinde etkili olabilecek temel demografik unsurlar, nüfus
büyüklüğü ve nüfus artışı, nüfus yapısı (nüfus içindeki yaş grupları, cinsiyet
dağılımı), eğitim durumu ve göçlerdir.
Nüfus Artışı ve Nüfus Yapısı: Türkiye
İstatistik Kurumu (TUİK) Adrese
Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi 2010 yılı
sonuçlarına göre, Türkiye nüfusu 73,7
milyondur (Türkiye İstatistik Kurumu,
2011a). 2010 yılı itibariyle nüfus artış
hızı ise ‰13,0 olarak tespit edilmiştir.
TUİK tahminlerine göre, Türkiye nüfusunun 2020’de 81,7 milyon ve 2025’de
85,4 milyon olması beklenmektedir
(Türkiye İstatistik Kurumu, 2011c).
Uğurluoğlu
Sağlık hizmetlerine olan talep öncelikle o ülkedeki kişilerin sayısına bağlıdır. Nüfus artıkça doğal olarak bu
hizmetlere olan talep de artar. Dolayısıyla Türkiye’de gelecekte, diğer mal
ve hizmetlerle birlikte, sağlık hizmetine
olan talebin de artacağı düşünülebilir.
Ancak toplam nüfus yanında nüfusun
yapısı da büyük önem taşımaktadır
(Karafakıoğlu, 1998: 36). Türkiye yakın
geçmişteki yüksek doğurganlık ve hızlı nüfus artışı sonucu genç bir nüfusa
sahiptir (TNSA, 2009: 7). TUİK verilerine göre 2010 yılı itibariyle, 15-64 yaş
grubunda bulunan çalışma çağındaki
nüfus, toplam nüfusun %67,2’sini oluşturmaktadır. Ayrıca nüfusun %25,6’sı
0-14 yaş grubunda ve %7,2’si ise 65
ve daha yukarı yaş grubunda bulunmaktadır (Türkiye İstatistik Kurumu,
2011a). Bununla birlikte TUİK’in geleceğe ilişkin tahminleri incelendiğinde,
genç nüfus büyüklüğünün neredeyse
aynı kalması beklenirken, yaşlı nüfusun artacağı düşünülmektedir. 65 ve
üstü yaş grubunun 2050’de %7’lerden
%15-16’ya ulaşacağı tahmin edilmektedir. Gene TUİK tahminlerine göre, 2010
yılı itibariyle 2,11 olan doğurganlık hızı
2025’de 1,97’ye düşecek ve 74,3 olan
doğuşta beklenen yaşam süresi 75,9’a
yükselecektir (Türkiye İstatistik Kurumu, 2011c).
Demografik yapıda oluşan tüm bu değişiklikler, sağlık hizmetlerine olan talebi de önemli ölçüde etkileyecektir.
Örneğin, çalışan nüfus oranının artması beraberinde iş kazaları ve yaralanmalarının artmasına sebep olabilir. Ya
da doğum oranın yükselmesi kadın doğum ve pediatri alanları gibi hizmetlere
olan talebi artırırken, yaşlı nüfus grubunun büyümesi yaşlı bakım hizmetlerine
olan talebi artırabilir. Sağlık kurumları
bulundukları çevredeki nüfus yapısını
ve trendlerini titizlikle incelemeli, çevrelerinde baskın olan nüfus gruplarının
sağlık hizmeti ihtiyaçlarını öngörebilmeli ve sunabilmelidirler. Bu trendler,
özellikle strateji planlamada potansiyel
olarak önemlidirler. Neyse ki demografik değişkenler diğer pek çok çevresel
faktör ile karşılaştırıldığında daha yavaş değişen ve daha az çalkantılı bir
yapıya sahiptir.
Eğitim Durumu: Eğitim düzeyi, sağlık
hizmetlerine olan talebi etkilemektedir.
Yetişkinlerin eğitim düzeyinin artmasına paralel olarak, bu kişilerin sağlıklarına daha çok önem verdikleri ve
daha çok talepte bulundukları da çeşitli
araştırmalarla ortaya koyulmuştur (Tokat, 1996: 13). 2008 Türkiye Nüfus ve
Sağlık Araştırması (TNSA) sonuçlarına
göre, üreme davranışı, gebeliği önleyici yöntem kullanımı ve çocuk sağlığı
gibi pek çok sağlık olgusu hanehalkı
üyelerinin eğitim düzeyinden etkilenmektedir. Örneğin eğitim düzeyinin
artmasıyla toplam doğurganlık hızı hızla düşmektedir. Ayrıca annenin eğitim
düzeyi ile çocuğun ölüm riski arasında
negatif bir ilişki bulunmaktadır. Bu durum eğitimle birlikte annenin beslenme,
doğum öncesi bakım, çocuk hastalıkları ve aşılama gibi konularda daha fazla
bilgi sahibi olması ile açıklanmaktadır
(TNSA, 2009: 23). Çetin ve diğerleri
(2005: 247) doğum öncesi bakım hizmetlerinin kullanımı ve eğitim düzeyi
arasında çok güçlü bir ilişki bulunduğunu ortaya koymuşlardır.
TUİK Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi eğitim istatistiklerine göre, 2010
yılı itibariyle Türkiye’de okuma yazma
bilmeyenlerin oranı %5,8’dir (Türkiye İstatistik Kurumu, 2011b). Bu oran
Japonya’da %1, Amerika Birleşik
163
Toplum ve Sosyal Hizmet
Devletleri’nde %15’dir. Pek çok araştırma okuma yazma bilmeyenlerin, ortalama bir okuryazar için geliştirilmiş olan
sağlık dokümanlarını ve tıbbi belgeleri
(randevu fişleri, rıza formları, reçeteler
gibi) anlamakta güçlük yaşadıklarını
ortaya koymuştur (Kotler ve diğ., 2008:
75).
Göçler: Türkiye’de özelikle 1950’lerden itibaren sürekli ve bazı dönemlerde artış gösteren bir iç göç olgusu
yaşanmaktadır. Genellikle kırsal alanlardan kentsel alanlara ve özellikle de
az gelişmiş yörelerden gelişmiş bölgelere doğru bir nüfus hareketliliği söz
konusudur. Bu nüfus hareketliliği sonucu, Türkiye’de bir kentleşme sürecine
girilmiş ve 1950’de kentlerde yaşayan
nüfus oranı %25 iken 2007’de %70’e
yükselmiştir. Kentleşme hızı 19902000 döneminde binde 33 dolayında
gerçekleşmiştir (TNSA, 2009: 8).
Bu göç ve kentleşme süreci kaçınılmaz
olarak beraberinde işsizlik, yerleşim,
konut, çevre, altyapı, ulaşım, eğitim,
asayiş ve önemli sağlık sorunlarını da
birlikte getirecektir. Göç alan bölgelerde yeterli sağlık kuruluşu ve sağlık insan gücünün olmaması, göç edenlerin
gelir düzeyinin düşük olması, ekonomik
yönden sürekli sıkıntı içinde olmaları, yetersiz beslenmeleri, dil engeli ile
karşılaşmaları, sağlık sigortasına sahip
olmamaları, geleneksel yaşam kalıplarına sahip olmaları, sosyal ve psikolojik
stres gibi faktörler göç edenlerin sağlık
koşullarını olumsuz yönde etkilemektedir. Yapılan çalışmalar, göç eden gruplarda sağlığı tehdit eden sigara ve alkol tüketimi ile yüksek kalorili diyet gibi
riskli davranışların yoğun olarak görüldüğünü ortaya koymaktadır. Ayrıca
göç eden gruplarda enfeksiyon hastalıklar daha sık görülmekte ve göç eden
164
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
bireylerde karşı karşıya kaldıkları stres
faktörüne (stres bozukluğu, kültürel çatışma, aile rollerinde değişim, aile içi
şiddet) bağlı olarak fizyolojik hastalıkların yanında pek çok psikolojik rahatsızlık da sıklıkla görülmektedir (Topçu ve
Beşer, 2006: 37). Bu durum göç eden
bireylerin sağlık hizmeti talebini önemli
ölçüde etkileyecektir. Dolayısıyla göç
alan bölgelerde hizmet sunan sağlık
kurumlarının, çevrelerindeki bireyleri
ve sağlık gereksinimlerini iyi analiz etmeleri gerekmektedir.
Teknolojik Çevre Unsurları
Yeni teknolojilerin geliştirilmesi sağlık
hizmetlerini önemli ölçüde etkilemektedir. Bilimsel atılımlar ve teknolojik ilerlemeler, şimdiye kadar tıbbi müdahalelerle iyileştirilemeyen pek çok hastalık
için yeni teşhis ve tedavi metotlarının
geliştirilmesini sağlamış ve tıp alanını
yeniden şekillendirmiştir.
Günümüzde yeni bir hastanenin kuruluş çalışmaları harcamalarının yaklaşık
yarısı teknolojik altyapıya gitmektedir.
Fakat kullanılan teknolojinin %80’nin
den fazlası ise oldukça kısa ömürlüdür.
Dolayısıyla sağlık kurumları için teknolojinin genel çevrenin en hızlı değişen
unsuru olduğu söylenebilir. Radyoterapide kullanılan x ışını cihazı, gama
bıçağı cihazı (beyin tümörü tedavisinde
kullanılan bir cihaz), MRI cihazı gibi pahalı tıbbi ekipmanların 6-7 yıllık bir süre
içerisinde yenilenmesi gerekebilmektedir. Tıbbi cihazların kısa ömürlü olması
özellikle sağlık kuruluşlarının yatırım
harcamalarını ve dolayısıyla teşhis ve
tedavi masraflarını artırabilmektedir.
Ayrıca tek kullanımlık sarf malzemelerinin de sağlık sektöründeki en büyük
harcama kalemlerinden birisi olduğu
bilinmektedir (Curian, 2008: 89).
Uğurluoğlu
Teknolojik değişimler, sağlık hizmetlerine iki alanda ivme kazandırmaktadır:
Tıbbi teknoloji ve enformasyon teknolojisi. Tıbbi teknoloji, özellikle bu yüzyılın başında etkili farmakolojik ajanların keşfi ile birlikte sağlık sistemlerinin
önemli yürütücülerinden birisi halini
almıştır. Sağlık sistemleri yeni tıbbi teknolojilere (hem cihazlara hem de tıbbi
ürünlere) hızla adapte olmaktadırlar
(Grosel ve diğ., 2003: 6). Tıbbi teknolojik gelişmelerin sağlık sektörünün
hizmet sunumunu etkilediği aşikârdır.
Fakat tıbbi teknolojideki gelişmeler karşısında gerekli yatırımı yapmayan ülkeler, başka ülkelerin ürettiği teknolojileri
almak zorunda kalmaktadırlar. Bu durum ise sağlık harcamalarının artmasına neden olan önemli bir faktördür.
Türkiye’de tıbbi cihaz üretimi oldukça
azdır ve daha çok yedek parça ve sarf
malzemesi şeklinde olmaktadır. Bu anlamda Türkiye’nin tıbbi teknoloji konusunda dışa bağımlı olduğu söylenebilir
(Mollahaliloğlu ve diğ., 2007: 155-172).
Tıbbi teknoloji konusunda geleceğe
yönelik yapılan çalışmaların özelikle,
akılcı ilaç tasarımı, tıbbi görüntüleme,
laparoskopik cerrahi (minimal invaziv
cerrahi), genetik haritalama, gen terapisi, aşılar, yapay kan, başka canlılardan insana yapılan organ nakli gibi yeni
konularda olması beklenmektedir (Grosel ve diğ., 2003: 6-7)
Enformasyon teknolojisi ve bilgisayarlı
otomasyon da sağlık hizmetleri üzerinde önemli etkilere sahiptir. Günümüzde
tele-tıp ve robot teknolojilerinin kullanımı ile hasta cerrahını görmeden tedavi edilebilmektedir (Curian, 2008: 89).
Türkiye’de tele-tıp henüz sistematik
ve yaygın olarak kullanılmamaktadır.
Fakat Sağlık Bakanlığı e-sağlıkla ilgili çalışmaları 2003 yılında başlatılan
Sağlıkta Dönüşüm Programı ile birlikte başlatmıştır. Bazıları üzerinde halen
çalışılmakta olan ve bazıları tamamlanan Türkiye Sağlık Bilgi Sistemi/esağlık, Çekirdek Kaynak Yönetim
Sistemi (ÇKYS), Temel Sağlık İstatistikleri Modülü (TSİM), Hasta Takip Sistemi (HTS) ve Tek Düzen Muhasebe
Sistemi (TDMS) gibi projeleri bulunmaktadır. Sağlık enformasyon teknolojilerini geliştirmeye yönelik araştırmalara destek sağlayan bu projeler, sağlık
kurumları arasında birlikte çalışabilirlik
ve bilgi alışverişi, ortak elektronik hasta kayıtlarının oluşturulması ve mobil
teknolojilerin sağlıkta kullanılmasıyla
hizmete erişimin artırılması gibi konulardaki çalışmaları teşvik etmektedir
(Mollahaliloğlu ve diğ., 2007: 167-169).
Sağlık kurumları için önemli olan nokta, teknolojik atılımların dış çevreleri üzerinde ani ve dramatik etkileri
olabileceğinin farkında olmalarıdır.
Sağlık kurumları, hem mevcut teknolojik gelişmeleri hem de sundukları
hizmetleri etkileyebilecek gelecekteki
muhtemel teknolojik gelişmeleri takip
etmek zorundadırlar. Teknolojik gelişmelere ayak uyduramayan kurumlar
rekabet avantajlarını kaybedecekler;
rekabet avantajını yakalayan kurumlar ise, bu avantajı koruyabilmek için
gelişmeleri yakından izlemek zorunda
kalacaklardır.
Uluslar arası Çevre Unsurları
Uluslar arası çevre, örgütün faaliyette
bulunduğu ülkenin dışındaki yabancı
ülkelerdeki fırsat ve tehditleri barındıran politik, yasal, ekonomik ve sektörel
olayları ve oyuncuları (müşteriler, tedarikçiler, rakipler) kapsamaktadır (Ülgen
ve Mirze, 2004: 89). Kısa bir süre öncesine kadar ulusal sınırlar içinde kalarak
165
Toplum ve Sosyal Hizmet
mal veya hizmet üretip satmak örgütlerin başarılı olması için yeterli iken, özellikle 1960-70’li yıllarda ve ülkemizde de
1980’li yıllarda ihracat ve uluslar arası
ticaret giderek önem kazanmaya başlamıştır. Günümüzde yaşanan globalleşme sürecinin de bir sonucu olarak,
dünyanın herhangi bir yerinde ortaya
çıkan bir teknolojik yenilik, kısa sürede çok uzaktaki bir ülkenin herhangi
bir işletmesinin teknolojisini verimsiz
kılmakta, aynı şekilde dünyanın çeşitli
yerlerindeki siyasi bir gelişme, yeni bir
ekonomik birlik veya askeri bir harekât,
giderek bir başka ülkenin ekonomisini
ve işletmelerini krize sokabilmektedir
(Dinçer, 2007: 79-80).
Bu tür gelişmeler sonucunda, sınırların kalktığı, ticari engellerin kaldırıldığı, mal, hizmet ve üretim faktörlerinin
serbestçe, arzu ettiği ülkede faaliyette
bulunduğu, bu gelişmeleri destekleyen
uluslar arası kuralların ve yasaların geçerli olduğu bir dünyaya doğru adım
adım yaklaşıldığı görülmektedir. Artık
dünyadaki her ülkenin uluslar arası bir
pazar haline dönüştüğünü, her işletmenin uluslar arası rekabete açılmış
olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bu
sebeple gelecekle ilgili stratejik analizlerde uluslar arası çevre faktörlerinin
önemle incelenmesinin gerektiği şüphesizdir (Ülgen ve Mirze, 2004: 89-90).
Globalleşme sağlık kurumları için de
önemli fırsatlar ve potansiyel rekabetçi
tehditler sunmaktadır. Yukarıda sıralanan gelişmelerin sağlık sektöründeki
en önemli yansıması sağlık turizmidir. Sağlık turizminin hızla büyüyen bir
trend olmasının sebepleri arasında,
globalleşme, sağlık sistemlerinde yaşanan çeşitli problemler (uzun bekleme listeleri ve yüksek maliyetler gibi)
ve tüketicilerin/hastaların bilinçlenmesi
166
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
sıralanabilir. Günümüzde medikal turistler pek çok sağlık hizmetini, kendi
ülkelerinden daha ucuza başka ülkelerden satın alabilmektedirler. Pek çok
gelişmiş ülke sağlık sistemi de sağlık
turizmini desteklemekte ve vatandaşlarını başka ülkelerin sağlık sistemlerinden yararlanmaları konusunda
cesaretlendirmektedir. Türkiye de gerek sahip olduğu sağlık kuruluşları ve
sağlık personelinin kalitesi ve gerekse
sunduğu fiyat avantajları ve iklim koşullarıyla, pek çok ülke ile kıyaslandığında
önemli bir rekabetçi avantajlara sahiptir.
Henüz Türkiye’nin sağlık turizmi konusunda sahip olduğu bu avantajlardan
yeterince yararlandığı söylenemez.
Bununla birlikte sağlık turizminin 2010
yılında Türkiye’ye 850 milyon dolar kazandırdığı tahmin edilmektedir ve gerek
kamu ve gerekse özel sektör sağlık turizmi konusunda önemli atılımlarda bulunmaktadır. Örneğin, Sağlık Bakanlığı
23.07.2013 tarihinde 25541 sayılı Bakan
onayı ile Sağlık Turizmi ve Turist Sağlığı
Kapsamında Sunulacak Sağlık Hizmetleri Hakkında Yönerge’yi yürürlüğe koymuş ve potansiyel illerde Yurtdışı Hasta
İl Koordinasyon Merkezlerinin ve seçilmiş bazı hastanelerde Yurtdışı Hasta
Birimlerinin kurulmasını kararlaştırmıştır. Bu genelgenin uygulamaya konması
ile devlet hastanelerinin kapısı da sağlık
turizmine açılmış olacaktır.
Sağlık kurumları için sağlık turizmi
önemli avantajlar sunmaktadır ve bu
avantajlardan yararlanmak isteyen kurumların sundukları hizmeti uluslar arası kalite belgeleri tescillemeleri, bunun
yanında ulaşım ve iletişim sistemlerini
etkin bir şekilde hayata geçirmiş olmaları ve uluslar arası düzeyde bir medikal turizm acentesiyle çalışıyor olmaları büyük önem taşımaktadır.
Uğurluoğlu
SAĞLIK HİZMETLERİ ÇEVRESİ
Sağlık hizmetleri çevresinde yer alan
kurum ve bireyler yeni teknolojiler geliştirmekte ve kullanmakta, politik değişiklikleri seslendirmekte, yeni düzenlemeleri oluşturmakta ve uygulamakta,
diğer sağlık kurumları ile rekabet etmekte ve sağlık hizmetleri ekonomisi
içerisine dâhil olmaktadır. Bu sebeple
sağlık kurumları yöneticileri, tüm bu
konu ve değişikliklerin doğasını anlama niyeti ile sağlık hizmetleri çevresini
incelemelidirler. Sağlık sektörüne özel
çevresel konu ve trendler, sağlık kurumlarını önemli ölçüde etkileyeceği
için bu konu ve trendlerin incelenmesi, önceden tanımlanması ve analizi
büyük önem taşımaktadır. Sağlık hizmetleri çevresini oluşturan çok sayıda
kurumu sınıflandırmak oldukça güç olmasına karşın Şekil 2’de de görüldüğü
gibi temel olarak beş temel gruptan söz
edilebilir (Swayne ve diğ., 2006: 62-64).
Düzenleyici Kurumlar
Türkiye’de sağlık hizmet sunucuların
faaliyetlerinin planlanması, düzenlenmesi ve denetlenmesinden ve sağlık
alanında ulusal düzeyde kararlar alınıp
genel politikaların belirlenmesinden
Sağlık Bakanlığı, Kalkınma Bakanlığı
(eski ismiyle Devlet Planlama Teşkilatı),
TBMM, YÖK ve Anayasa Mahkemesi
sorumludur. Sağlık alanında ulusal düzeyde politika belirlenmesi konusunda
asıl görev ve fonksiyon TBMM ve Sağlık Bakanlığı’na aittir. Sağlık hizmetlerinin planlanmasından ise Kalkınma Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı sorumludur
(Aktan, 2006: 4).
Kalkınma Bakanlığı’nın rolü, makro planlamaları belirlemektir. Sağlık sisteminin
amaçları, görevleri, ilkeleri, yöntemleri
ve politikaları düzenli olarak Beş Yıllık
Kalkınma Planları’nda belirlenmekte
ve TBMM onayından geçmektedir. Kalkınma Bakanlığı’nın birbirinden farklı iki
planlama görevi vardır. Birinci rolü ekonomik planlama rolüdür. Bu görevi doğrultusunda beş yıllık kalkınma planları
hazırlar. Ayrıca 5018 sayılı Kanun’da,
stratejik plan hazırlamakla yükümlü
olacak kamu idarelerinin ve stratejik
planlama sürecine ilişkin takvimin tespitine, stratejik planların kalkınma planı
ve programlarla ilişkilendirilmesine yönelik usul ve esasların belirlenmesine
Kalkınma Bakanlığı yetkili kılınmıştır.
Bu çerçevede kamu idarelerine stratejik
planlama sürecinde yol gösterir. İkinci
rolü ise, yatırım onaylama ve planlama
görevidir. Tüm yeni sağlık yatırımlarının
Kalkınma Bakanlığı onayından geçmesi şarttır. Sağlık Bakanlığı ise, sağlık
hizmetlerinin sunumuna ilişkin operasyonel planlamalar yapmakta ve tanımlanan politikaların uygulanmasından
sorumlu bulunmaktadır. Sağlık Bakanlığı, programlar aracılığıyla ulusal sağlık stratejilerinin uygulanmasından ve
sağlık hizmetinin doğrudan sunumundan sorumlu temel organdır. Türkiye’de
sağlık hizmetlerinin temel yürütücüsü
ve uygulayıcısı Sağlık Bakanlığı’dır.
T.C. Anayasası 56. maddesine göre
yasal olarak sağlık hizmetlerinden sorumludur ve yasal olarak standartları
belirlemek ve etkinlikleri kontrol etmekle sorumludur (Aktan, 2006: 5; Devlet
Planlama Teşkilatı, 2006: 3; Mollahaliloğlu ve diğ., 2007: 98).
YÖK, üniversite hastanelerinden sorumlu olmakla birlikte sağlık politikalarında yapıcı bir rolü yoktur. YÖK, Kalkınma Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı’na
planlamalar esnasında danışmanlık yapar. Anayasa Mahkemesi ise
167
Toplum ve Sosyal Hizmet
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
Şekil 2. Sağlık Hizmetleri Çevresini Oluşturan Kurumlar
Birincil ve İkincil Hizmet Sunucuları Düzenleyen Kurumlar
Sağlık Bakanlığı
Kalkınma Bakanlığı
Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM)
Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK)
Anayasa Mahkemesi
Sağlık Hizmeti Sunan Kurumlar (Birincil Hizmet Sunucular)
Birinci Basamak Sağlık Kuruluşları (Aile Sağlığı Merkezi, Toplum Sağlığı Merkezi, Özel
Muayenehane ve Poliklinik, Verem Savaş Dispanseri vb.)
İkinci Basamak Sağlık Kuruluşları (Sağlık Bakanlığı Hastaneleri, Özel Hastaneler vb.)
Üçüncü Basamak Sağlık Kuruluşları (Üniversite Hastaneleri, Eğitim ve Araştırma Hast. vb.)
Kaynak Sağlayan Kurumlar/Tedarikçiler (İkincil Hizmet Sunucular)
Eğitim Kurumları
Tıp Fakülteleri
Diş Hekimliği Fakülteleri
Hemşirelik Bölümleri
Sağlık Bilimleri Fakülteleri
Sağlık Yönetimi Bölümleri
Sağlık Meslek Yüksekokulları
Sağlık Meslek Liseleri
Geri Ödeme Kurumları
Maliye Bakanlığı
Sosyal Güvenlik Kurumu
Özel Sigorta Şirketleri
Uluslar arası Ajanslar
İlaç ve Tıbbi Malzeme Firmaları
Eczaneler
İlaç ve Araştırma Şirketleri
Medikal Firmalar
Birincil ve İkincil Hizmet Sunucuları Temsil Eden Kurumlar (Meslek Örgütleri ve Sivil
Toplum Kuruluşları)
Türk Tabipler Birliği
Türk Hemşireler Derneği
Özel Hastaneler Derneği
Sağlık İdarecileri Derneği
Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES)
Sağlık ve Sosyal Hizmet Çalışanları Sendikası (SAĞLIK-SEN)
Türkiye Sağlık ve Sosyal Hizmet Kolu Kamu Görevlileri Sendikası (TÜRK SAĞLIK-SEN)
İlaç Endüstrisi İşverenler Sendikası vb.
Hastalar ve Hastaları Temsil Eden Kurumlar
Hastalar
Hasta ve Hasta Yakını Hakları Derneği (HAYAD)
Hasta Hakları ve Sağlıklı Yaşam Derneği (HAKSAY) vb.
Kaynak: Swayne ve diğerleri (2006) ile 2004 yılı Türkiye Sağlık Raporu’ndan (Hıfzısıhha
Mektebi Müdürlüğü, 2004) uyarlanmıştır.
168
Uğurluoğlu
TBMM’nin yasama rolü çerçevesinde
hazırladığı kanun maddelerinin Anayasaya uygunluğunu denetlemek gibi
bir fonksiyon icra etmektedir. Anayasa
Mahkemesi, sağlık politikalarının belirlenmesinde dolaylı ve yardımcı bir
role ve fonksiyona sahip bulunmaktadır
(Aktan, 2006: 5).
Sağlık Hizmeti Sunan Kurumlar
Sağlık hizmeti sunan kurumlar, hizmet
üretim ve sunumu ile ilgili tüm kurum ve
kuruluşları içermektedir. Bu kurum ve
kuruluşları çeşitli şekillerde sınıflamak
mümkündür (hizmet türü, mülkiyet,
büyüklük, eğitim statüsü, hizmet düzeyi vb.). Bu çalışmada sağlık hizmeti
sunan kurumlar sundukları hizmetin
kapsamı bakımından, birinci basamak,
ikinci basamak ve üçüncü basamak
sağlık kuruluşları olmak üzere üç düzeyde incelenmişlerdir.
Birinci basamak sağlık kuruluşları,
hastane müdahalesi gerektiren acil
durumlar (trafik kazası, travma, kalp
krizi vb.) dışında, hastanın ilk temasa
geçtiği sağlık personelinin bulunduğu
ve genellikle kişinin yaşadığı toplumsal
çevre içinde bulunan sağlık kuruluşlarıdır. İkinci basamak sağlık kuruluşları,
kişilerin birinci basamakta teşhis veya
tedavi edilemeyen hastalıkları nedeniyle, birinci basamaktan sevk edilerek
sağlık sorunlarına çözüm getirmeyi
amaçlayan, belli dallarda uzmanlaşmış hekimlerin görev yaptığı, teknik
donanımı yüksek yataklı veya yataksız
sağlık tesisleridir. Üçüncü basamak
sağlık kuruluşları ise ana dallar veya
yan dallar konusunda sağlık ve eğitim
hizmetinin yürütüldüğü, genellikle ikinci
basamaktan sevk ile gelen hasta grubuna hizmet vermeyi hedeflemiş sağlık
kuruluşlarıdır (Aydın, 2004: 43-46).
Kaynak Sağlayan Kurumlar
Kaynak sağlayan kurumlar, sağlık hizmeti sunan birincil hizmet sunucuları
destekleyen eğitim kurumlarını, geri
ödeme kurumlarını ve ilaç ve tıbbi
malzeme firmalarını kapsamaktadır.
Türkiye’de lise, ön lisans, lisans, yüksek lisans, doktora ve tıpta uzmanlık
düzeyinde sağlık insangücü yetiştiren
eğitim kurumları bulunmaktadır. Tıp ve
diş hekimliği fakülteleri, sağlık bilimleri
fakülteleri, hemşirelik bölümleri, sağlık yönetimi bölümleri, sağlık meslek
yüksekokulları ve sağlık meslek liseleri
her yıl çok sayıda sağlık insangücünü
mezun etmekte ve sağlık kurumlarının
personel ihtiyacını karşılamaktadır.
Türkiye’de sağlık hizmetlerinin finansmanı alanında devlet ve özel kesim bir
aradır ve Maliye Bakanlığı, Sosyal Güvenlik Kurumu ve özel sigorta şirketleri
başlıca finansman/geri ödeme kurumlarıdır. Kamu sağlık harcamalarının finansman kaynaklarından en önemlisi
Maliye Bakanlığı’nın kontrolündeki devlet bütçesidir. Devlet bütçesi vergi gelirleriyle finanse edilmekte ve esas itibariyle Sağlık Bakanlığı, Milli Savunma
Bakanlığı, Üniversite Hastaneleri, diğer
kamu kurumları ve aktif çalışan devlet
memurlarının sağlık harcamaları için
kullanılmaktadır. Devlet bütçesinden
bu kurumlara ayrılan doğrudan katkının yanında devletin Sosyal Güvenlik
Kurumu’na bütçe transferleri de söz
konusudur (Liu ve diğ., 2005: 29-30;
Mollahaliloğlu ve diğ., 2007: 178).
2006 yılında kabul edilen Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası
Kanunu ile tüm sosyal güvenlik kuruluşları Sosyal Güvenlik Kurumu çatısı
altında birleştirilmiştir. Sosyal Güvenlik Kurumu, Genel Sağlık Sigortasının
169
Toplum ve Sosyal Hizmet
işleyişini yürütmekle görevlidir ve yaşlılık ve emeklilik gibi konular yanında,
kuruma bağlı sigortalılar için kamu ve
özel sektörde bulunan sözleşmeli ve
sözleşmesiz sağlık kurumlarından alınan hizmetleri finanse etmektedir. Kurumun harcamaları işçi, işveren primleri
ve devletin katkısı ile karşılanmaktadır.
Türkiye’de genel bir sağlık sigortası
kapsamı geliştirildiği ve kapsamlı bir
teminat sistemi bulunduğu için, isteğe
bağlı özel sigortacılık ve özel sigorta
şirketleri sistem içerisinde oldukça sınırlı bir role sahiptirler. Özel sigorta şirketlerinin rolü, teminat paketinde sunulandan daha yüksek konfor standartları
ve SGK ile anlaşması olmayan kaliteli
ve belirli konularda uzmanlaşmış özel
kurumların sunduğu bakım gibi ek hizmetleri de kapsama alarak tamamlayıcı
sigorta temin edilmesini kapsamaktadır
(OECD ve Dünya Bankası, 2008: 106).
Özel sağlık sigortası nüfusun yaklaşık
%1’ini kapsamaktadır. Türkiye’de özel
sağlık sigortası uygulamasına 1990’lı
yıllarda izin verilmiştir ve günümüzde
36 özel sigorta şirketi faaliyet göstermektedir (Liu ve diğ., 2005: 33).
Kaynak sağlayan kurumların üçüncüsü olan ilaç ve tıbbi malzeme firmaları
ise, birincil hizmet sunucular için ilaç
ve tıbbi malzemelerin üretim ve tedarikini sağlamaktadırlar. Bu firmalar, eczaneler, ilaç ve araştırma şirketleri ile
medikal firmalardan oluşmaktadır. İlaç
Türkiye’de büyük ve karmaşık bir sanayi dalını temsil eder. Sağlık hizmetlerinin büyük oranda kamu tarafından
sağlanmasına karşılık, ilaç özel sektörün hâkimiyetindedir. İlaçların ve tıbbi
malzemelerin üretimi, ithali, depolanması, toptan satışı ve perakende satışı
işlemleri tümüyle özel firmalar tarafından yürütülmektedir (Liu ve diğ., 2005:
170
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
37). Türkiye’de ulusal ve uluslar arası
300 ilaç firması faaliyet göstermekte
ve bu firmaların büyük bir kısmı yalnızca pazarlama faaliyeti yürütmektedir.
Türkiye’de ayrıca 14’ü yabancı sermayeli uluslar arası kuruluşlara ait toplam
42 üretim tesisi mevcuttur. İlaçlar Türkiye geneline yayılmış 22.600 serbest
eczane ile dağıtılmaktadır (Çelik ve
Seiter, 2008: 18).
Türkiye’de yerli ilaç firmaları genellikle
jenerik/eşdeğer ürün üretimine yoğunlaşmışlardır. Lisanslı ve fason olarak
referans ilaç üretimi ya da ithalatı yapılmakla birlikte, ilaç sektörünün temel
faaliyet alanını jenerik ilaçlar oluşturmaktadır. Yeni ilaç keşfi, dünyada
çok az ülke tarafından yapılmakta ve
Türkiye’deki ilaç araştırmaları yeni bir
molekül bulmak, yeni bir ilaç geliştirmek yönünde değil, bulunmuş moleküllerin 2-3’lü kombinasyonları, farklı
dozaj formlarını ya da jenerik ürün
geliştirmek yoluyla yapılmaktadır (İlaç
Endüstrisi İşverenler Sendikası, 2011).
Hizmet Sunucuları Temsil Eden
Kuruluşlar (Sivil Toplum Kuruluşları/
Meslek Örgütleri)
Birincil ve ikincil sağlık hizmet sunucuların çıkarlarını temsil eden, mesleki
bir disiplin oluşturmayı amaç edinen ve
üyelerinin maddi ve manevi haklarını
korumak için kurulmuş çok sayıda kurum, dernek, birlik ve sendika da sağlık
hizmetleri çevresi içerisinde yer almaktadır. Bu kuruluşlara örnek olarak Türk
Tabipler Birliği, Türk Hemşireler Birliği,
Özel Hastaneler Derneği, İlaç Endüstrisi İşverenler Sendikası gibi kuruluşlar
gösterilebilir.
Sivil toplum kuruluşları ve meslek örgütleri özellikle sağlık politikalarının
Uğurluoğlu
oluşturulmasında önemli bir rol oynamaktadırlar. Devlet, sağlık politikalarını
oluştururken bu kuruluşların görüşlerini de dikkate almaktadır. Sivil toplum
kuruluşları ve meslek örgütleri, temsil
ettikleri grubun ve aynı zamanda toplumun çıkarlarını gözetecek politikalar
geliştirilmesi için önemli baskı mekanizmaları geliştirmektedirler. Sivil toplum kuruluşlarının sahip olduğu gücü,
temsil ettiği üyelerin sağlık sistemi içerisindeki konumu ve sahip olduğu otonomi belirlemektedir. Örneğin, sağlık
sistemi içerisindeki en çok söz sahibi
ve en özerk meslek grubu olan hekimleri temsil eden Türk Tabipler Birliği,
hükümetin sağlık politikaları üzerinde
en çok baskı unsuru yaratan meslek
örgütüdür. Bu tür kuruluşlar gelirlerini
genellikle üye aidatları ve yürüttükleri
etkinliklerden sağlanmaktadırlar.
Hastalar ve Hastaları Temsil Eden
Kurumlar
Sağlık hizmetleri çevresini oluşturan
son halka, hastalar ve bu hastaları temsil eden kurumları içermektedir. Hastalar sağlık kurumlarının varoluş sebebidir. Geçmişte bu gruba sağlık sisteminin
önemsiz bir bileşeni gibi davranılmışsa
da, günümüzün rekabetçi çevresinde
sağlık hizmeti kullanıcılarının istek ve
ihtiyaçları, sistemi harekete geçiren itici
bir güç konumuna erişmiştir (Swayne
ve diğ., 2006: 68). Ayrıca hastaların
oluşturdukları Hasta ve Hasta Yakınları Derneği ve Hasta Hakları ve Sağlıklı
Yaşam Derneği gibi pek çok kuruluş
sağlık hizmetleri ile ilgili konularda seslerini yükseltmektedirler.
HİZMET ALANI ÇEVRESİ
Genel çevre ve sağlık hizmetleri çevresine ilişkin trend ve stratejik konular
tanımlandıktan ve değerlendirildikten
sonra, daha spesifik bir analize daha
ihtiyaç duyulur. Hizmet alanı rekabet
analizi, kapsamlı bir çevre analizinin
üçüncü parçasını oluşturur.
Hizmet alanı, sağlık hizmet sunucusunun etrafını çevreleyen coğrafi alan
olarak düşünülebilir. Hizmet alanı, genellikle iyi tanımlanmış coğrafi sınırlarla kuşatılır. Bu sınırların ötesine hizmet
sunmak, mesafe, maliyet, zaman gibi
faktörlerden ötürü güç olabilir. Bu sebeple bir sağlık kuruluşunun hizmet
alanını tanımlaması ve aynı zamanda
hizmet alanı ile ilgili tüm özellikleri (ekonomik, coğrafi, psikografik, hastalık
karakteristikleri gibi) detaylı bir şekilde
analiz etmesi gereklidir.
Hizmet alanı rekabet analizi, spesifik
hizmet alanı/hizmet kategori konularını tespit ederek; rakipleri tanımlayarak, rakiplerin güçlü ve zayıf yönlerini
belirleyerek ve stratejik hamlelerini
önceden görerek örgütün çevresini tanımlaması ve anlaması girişimlerinden
oluşur. Kısacası hizmet alanı ve rakiplerle ilgili veri toplama sürecini kapsar.
Sağlık kuruluşları hizmet alanlarındaki
rakiplere odaklanmak zorundadır. Ticari işletmeler için rakipleri ve içinde bulunulan sektörü anlama görevi önemli bir
zorluk taşır. Ancak tüketicilerin çeşitli
bakım hizmetleri için uzun mesafelerde bile yolculuk etmeyi göze alması, bu
konuyu sağlık kuruluşları için daha da
zor bir görev haline getirmektedir.
Rakiplere ilişkin bilgiler, örgütü içinde
bulunduğu pazarda güçlü bir şekilde
konumlandıracak geçerli stratejiler seçebilmek için gereklidir. Rekabet analizi yapan bir örgüt, hizmet alanı içerisindeki rakipleri hakkında genel bir
fikir edinecek; rakiplerin açıklarını ve
171
Toplum ve Sosyal Hizmet
hassasiyetlerini tanımlayabilecek; belirli rakiplere karşı kendi stratejik hamlelerinin etkisini değerlendirebilecektir
(Swayne ve diğ., 2006: 98-102).
ÇEVRE ANALİZİ SÜRECİ
Çevre analizi yürütebilmek için çeşitli
yöntemler bulunmakla birlikte hangi
yöntem uygulanırsa uygulansın çevre
analizi sürecinin genel olarak dört temel
aşamayı kapsadığı söylenebilir. Bunlar:
(1) çevresel değişim sinyallerinin
saptanabilmesi için tarama yapmak
(scanning), (2) tespit edilen konuları
izlemek (monitoring), (3) bu konular ile
ilgili gelecekteki trend ve gelişmeleri
tahmin etmek (forecasting) ve (4) tahmin edilen konuların örgüt için önemini
değerlendirmek (assessing) (Swayne
ve diğ., 2006: 68-69).
Dış Çevrenin Taranması
Daha öncede ifade edildiği gibi, sağlık
kurumları için dış çevre genel ve sağlık
hizmetleri çevresinde yer alan çok sayıda kurum, kuruluş ve bireylerden oluşmaktadır. Dış çevrede bulunan bazı
kurumlar ve bireyler, sağlık hizmetleri
sektörü ile direkt olarak çok az bir ilişkiye sahipken, diğer bazı kurum ve kuruluşlar sağlık hizmetleri ile direkt olarak
ilişkilidir ve sağlık hizmetleri çevresinin
bir parçasıdır. Ancak genel çevre ve
sağlık hizmetleri çevresi arasındaki ayrım her zaman çok net değildir. Çünkü
genel çevredeki bilgi, devamlı olarak
sağlık hizmetleri çevresine akmaktadır.
Örneğin lazer teknolojisi sağlık hizmetleri sektörü dışında geliştirilmiş, fakat
sağlık hizmetleri uygulamalarını hızlı
bir şekilde etkilemiştir. Bu durum “çevresel kayma” olarak adlandırılmaktadır.
Genel çevreye ilişkin stratejik konular
sağlık kurumları üzerinde direkt bir
172
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
etkiye sahip olabileceği için, sağlık kurumları yöneticilerinin yalnızca sağlık
hizmetleri çevresi içerisindeki bilgileri
değil, genel çevreden gelen bilgileri de
tanımlaması ve taraması gerekmektedir (Ginter ve diğ., 1991a: 36-37).
Çevresel tarama süreci, örgütler için
bir pencere vazifesi görmektedir. Bu
pencere aracılığıyla çevresel tarama
ile ilgilenen yöneticiler üç fonksiyonu
yerine getirmelidirler. Bunlar (Swayne
ve diğ., 2006: 70-71):
1. Dış çevreye ilişkin bilgiyi incele,
2. Bu bilgiyi istenilen kategorilere göre
ayır ve düzenle (teknolojik, politik,
ekonomik vb.),
3. Her bir kategori içerisindeki konuları belirle.
Stratejik konular, bir örgütü ve onun
çevresindeki konumunu etkileyecek
trend, gelişme, ikilem ve olası olaylardır. Stratejik konular sıklıkla iyi yapılandırılmamış ve belirsiz konulardır ve bir
yorumlama ve anlam çıkarma çabası
(tahmin etme ve değerlendirme) gerektirmektedir. Tarama fonksiyonu örgütün
dış çevreye açılan penceresi ya da lensi
konumundadır. Bu lens yoluyla, izleyenler dış çevrede oluşan farklı ve organize
edilmemiş bilgilere odaklanabilir ve bu
bilgiyi anlamlı kategoriler içerisinde derleyerek organize edebilirler. Böylece dış
çevreden gelen bilgilerin tarama sürecinde organize edildiği söylenebilir. Bu
müdahale öncesinde dış çevreden gelen bilgi muhtelif, düzenlenmemiş, dağınık ve karmaşıktır. Tarama süreci bu
bilgiyi kategorize etmekte, düzenlemekte, biriktirmekte ve bir ölçüde de değerlendirmektedir. Bu organize edilmiş bilgi
daha sonra izleme aşamasında kullanılmaktadır (Ginter ve diğ., 1991a: 37).
Uğurluoğlu
Çevresel bilginin edinilmesinde çok
sayıda kaynak bulunmaktadır. Genel
olarak örgütlerin kullandıkları kaynaklar
iç ve dış bilgi kaynakları olarak iki
grupta incelenebilir. Örgüt içerisindeki
bireysel bilgi kaynakları çalışanlar,
amirler ve emsallerden oluşmaktadır.
Örgüt içerisindeki bireysel olmayan
bilgi kaynakları ise, raporlar, bildiri ve
toplantılardır. Örgüt dışında yer alan bireysel bilgi kaynakları hastalar, tedarikçiler, danışmanlar ve rastlantısal olaylar iken, bireysel olmayan dış kaynaklar
ise gazeteler, dergiler, televizyonlar,
radyolar, konferanslar ve raporlardan
oluşmaktadır (Ginter ve diğ., 1991b:
139). Internet en önemli dış kaynaklardan birisidir. Sağlık kurumları dış çevrelerinde yer alan kurum ve kuruluşlar
hakkında bilgi edinirken ilgili kuruluşun
web sayfasından yararlanabilirler.
Pek çok sağlık kuruluşu için kişisel kaynakların, önem açısından kişisel olmayan kaynakları geçtiği söylenebilir. Kurum içerisinde astlar ve yöneticiler en
büyük bilgi kaynaklarıdır. Bir sağlık kuruluşu içerisindeki insanlar, başka hiçbir kaynaktan edinilemeyecek önemli
ve değerli profesyonel, teknolojik ve
politik bilgiler sağlayabilirler. Hastalar,
kanun koyucular, akademisyenler, danışmanlar ve profesyonel danışmanlık firmaları gibi örgüt dışındaki kişisel
kaynaklar da önemli stratejik bilgiler
sağlayabilirler (Ginter ve diğ., 1991b:
139).
Dış Çevrenin İzlenmesi
İzleme
fonksiyonu,
tarama
sürecinde belirlenen trend, konu ve
muhtemel olayların takip edilmesini
kapsamaktadır. İzleme dört önemli
işlevi hayata geçirmektedir. Bunlar
(Swayne ve diğ., 2006: 73-74):
1. Tarama sürecinde örgüt için potansiyel olarak önemli olarak tanımlanan belirli konularda ek bilgi kaynaklarını araştır ve belirle,
2. Çevre ile ilgili veri tabanına ekle,
3. Konuların (trend, gelişme, ikilem
vb.) doğruluğunu ya da yanlışlığını
kanıtlamaya çalış,
4. Her bir konunun değişim hızını
belirle.
İzleme süreci, tarama sürecinde elde
edilen bilgilerin kaynağını araştırır ve
değişimi yaratan kurum ya da kurumları
ve değişimi haber veren kaynakları
belirlemeye çalışır. Değişimi bildiren
bilgi kaynakları belirlendikten sonra,
bu kaynaklara özel bir ilgi gösterilmesi
gerekir. İzleme fonksiyonu, tarama
fonksiyonuna göre daha dar bir odağa
sahiptir ve amacı belirlenen bir konu
etrafında bir veritabanı oluşturmaktır.
Bu veritabanı, trend, gelişme, ikilem ve
olayların doğruluğunu ve yanlışlığını
kanıtlamada ve çevrede meydana
gelen değişim hızının belirlenmesinde
kullanılacaktır (Ginter ve diğ., 1991a: 38).
Çevresel Değişimin Tahmin
Edilmesi
Tarama ve izleme fonksiyonları, genel
ve sağlık hizmetleri çevresindeki trend,
gelişme ve olaylar ile ilgilenmektedir.
Tahmin fonksiyonu ise, tarama ve izlemeler yoluyla belirlenen bu trend, gelişme, olay ve değişimlerin bir sonucu
olarak neler olabileceğine ve ne kadar
çabuk gerçekleşebileceğine dair olası kestirimlerde bulunur (Hitt ve diğ.,
2007: 39). Tahmin fonksiyonu, “eğer bu
trendler ya da konular şu anki hızları ile
büyümeye devam ederlerse gelecekteki görünümleri nasıl olacaktır?” sorusunu yanıtlamaya çalışır.
173
Toplum ve Sosyal Hizmet
Tahmin fonksiyonu üç adımı kapsamaktadır. Bunlar (Swayne ve diğ.,
2006: 74):
1. Trend, gelişme, ikilem ya da olayları
genişlet,
2. Konular ve çevresel kategoriler arasındaki karşılıklı ilişkileri tanımla,
3. Alternatif projeksiyonlar geliştir.
Çevresel Değişimin
Değerlendirilmesi
Değerlendirme fonksiyonun amacı,
çevresel değişim ve trendlerin örgütün
stratejik yönetimi üzerindeki etkilerinin
zamanlaması ve öneminin belirlenmesidir. Tarama, izleme ve tahmin etme
fonksiyonları, genel ve sağlık hizmetleri çevresinin anlaşılmasına yardım
etmektedir. Bir adım daha öteye gidildiğinde ise, değerlendirme fonksiyonu
bu anlayışın örgüt üzerindeki çıkarımlarını ayrıntıları ile belirlemeye çalışır.
Değerlendirme olmaksızın örgüt, ilginç
fakat rekabetçi yansımaları bilinmeyen verilerle baş başa kalır (Hitt, et al.,
2007: 39-40).
Oldukça yargısal ve ölçülmesi güç bir
süreç olan çevresel değişimin değerlendirilmesi, temel olarak iki adımda
gerçekleştirilir. Bunlar, projeksiyonda
bulunulan konuların öneminin tespit edilmesi ve iç analizde, misyon ve
vizyonun geliştirilmesinde ve stratejik
planın oluşturulmasında dikkate alınması zorunlu olan konuların belirlenmesi adımlarıdır (Ginter ve diğ., 1991:
38-39).
SONUÇ VE ÖNERİLER
Bu çalışmanın temel amacı, sağlık
kuruluşlarının dış çevresinin etraflıca
incelenmesi ve dış çevrede yer alan
174
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
unsurların sağlık kuruluşları üzerindeki
olası etkilerinin tartışılmasıdır. Bunun
temel sebeplerinden bir tanesi, sağlık
kuruluşlarının başarılı olabilmeleri için
kendilerini içinde bulundukları çevreye
etkili bir şekilde konumlandırmak zorunda olmalarıdır. Sağlık kurumları, farklı
dış kaynaklardan gelen beklenmedik
çevresel değişikliklerle, piyasa yönelimli politikalarla ya da artan rekabetin getirdiği güçlüklerle karşı karşıya kalabilir.
Bu anlamda, dış çevre analizi süreci, bir
sağlık kuruluşunun şu anki ve gelecekte
ortaya çıkması muhtemel konuları
analiz etmesine olanak tanır. Fakat dış
çevre analizi süreci geleceğin kesin
olarak belirlenmesi anlamına gelmez.
Bunun yerine sağlık kurumları üzerinde etkileri olabilecek gelecekte karşılaşılması muhtemel konu ve durumların
tanımlanmasına ve sağlık kurumlarının
bunlarla başa çıkma yol ve yöntemlerini
geliştirmesine imkân sağlar.
Genel olarak dış çevre analizinin amacı, sağlık kuruluşunun dışında oluşan
ve sağlık kurumlarının işleyişi üzerinde
önemli etkilere sahip olabilecek konulara ilişkin bilgileri toplamak, sınıflandırmak ve organize etmektir. Bu bilgiler
daha sonra sağlık kurumunun iç çevre
analizini gerçekleştirirken, misyon ve
vizyonunu oluştururken ve stratejilerini
belirlerken kullanılabilir.
Bir sağlık kuruluşunun dış çevresi, genel
sağlık çevresi içerisindeki kurumlardan
(devlet kurumları, uluslar arası örgütler
vb.), sağlık hizmetleri çevresi içerindeki
birey ve kurumlardan (düzenleyici kuruluşlar, eğitim kurumları, geri ödeme kurumları, sivil toplum kuruluşları, hastalar
vb.) ve hizmet alanı içerisindeki rakiplerden oluşmaktadır. Tüm bu birey ve kurumlar sağlık kurumları için hayati öneme sahip değişikliklere yol açabilirler.
Uğurluoğlu
Bu değişikler bu çalışmada ayrıntılı olarak incelenen politik ve yasal, demografik, sosyo-kültürel, teknolojik, ekonomik
ya da uluslar arası çevresel faktörlerden
kaynaklanabilir. Tüm bu faktörlerin incelenmesi ve çevresel analiz süreci temel
olarak dört adımdan oluşmaktadır. İlk
adım olan taramada, dış çevreye ilişkin
bilgiler incelenerek, bu bilgiler teknolojik,
ekonomik, demografik gibi kategorilere
ayrılır ve her bir kategori ile ilgili olarak
sağlık kuruluşunun konumunu etkilemesi muhtemel stratejik konular belirlenir.
Dolayısıyla bu adımda dış çevrede yer
alan organize edilmemiş dağınık bilgiler düzenlenerek anlamlı kategorilere
dönüştürülür. İzleme sürecinde ise, tarama aşamasında belirlenen ve sağlık
kurumu için önemli olarak görülen konu,
trend ve durumları doğrulamak ya da
aksini kanıtlamak üzere ek bilgi kaynaklarına başvurulur ve her bir konunun değişim hızı belirlenir.
Tahmin etme adımında tarama ve izlemeler yoluyla tespit edilen stratejik konular genişletilerek aralarında ilişkiler
tanımlanır ve alternatif projeksiyonlar
geliştirilir. Son adım olan değerlendirme ise bu konuların öneminin ve
sağlık kuruluşu üzerindeki etkilerinin
belirlenmesi sürecidir. Çevresel analiz
süreci olarak adlandırılabilecek bu süreç sonunda sağlık kurumu yöneticileri,
sağlık sektörü içerisinde ortaya çıkan
gelişmeleri görebilir ve elde ettikleri bu
bilgiyi değişen sağlık sektörü içerisinde
kurumlarına kılavuzluk ederken kullanabilirler. Dolayısıyla dış çevre analizi
sürecini iyi yöneten ve buradan elde
ettikleri sonuçları kullanabilen sağlık
kurumu yöneticilerinin dış çevredeki gelişmelere karşı önceden hareket
ederek ve önlemler alarak karşılık verebilecekleri söylenebilir.
KAYNAKÇA
Aktan, C. C. (2006). Sağlık Bakanlığı Organizasyon ve Yönetiminde Yaşanan Sorunlar ve Mevcut Durum Analizi. Erişim Tarihi:
20.07.2011, http://www.canaktan.org/ekonomi/saglik-degisim-caginda/pdf-aktan/durum-analizi.pdf
Alkhafaji, A. F. (2003). Strategic Management Formulation, Implementation, and
Control in a Dynamic Environment. Binghamton: The Haworth Press, Inc.
Aydın, S. (Ed.). (2004). Aile Hekimliği Türkiye Modeli. Ankara: Sağlık Bakanlığı.
Curian, J. (2008). Strategic Leadership and
Health Care Delivery. In K. V. Ramani, D.
Mavalankar & D. Govil (Eds.), Strategic
Issues and Challenges in Health Management. New Delhi: SAGE Publications Inc.
Çelik, Y., ve Seiter, A. (2008). Turkey:
Pharmaceutical Sector Analysis. Erişim
Tarihi:
26.07.2011, http://siteresource s .w o r l d b a n k .o r g / I N T H S D / Re s o u r c es/376278-1250623752714/Turkeypharmaceuticalsectoranalysis.pdf
Çetin, F., Güneş, G., Karaoğlu, L., ve Üstün,
Y. (2005). “Turgut Özal Tıp Merkezinde Doğum Yapan Annelerin Doğum Öncesi Bakım Alma ve Emzirmeye Başlama Durumları ve Etkileyen Faktörler”. İnönü Üniversitesi
Tıp Fakültesi Dergisi, 12 (4), 247-252.
Devlet Planlama Teşkilatı. (2006). Kamu
Kuruluşları İçin Stratejik Planlama Kılavuzu
(2. sürüm). Erişim Tarihi: 20.07.2011, www.
sp.gov.tr/documents/Sp-Kilavuz2.pdf
Dinçer, Ö. (2007). Stratejik Yönetim ve İşletme Politikası. İstanbul: Alfa Basım Yayım
Dağıtım.
Ekmekçi, E. B. (Ed.). (2010). Avrupa Birliği
ve Sağık Bakanlığı Uyum Çalışmaları. Ankara: Sağlık Bakanlığı, Yayın No.780.
Eren, E. (2005). İşletmelerde Stratejik
Yönetim ve İşletme Politikası (7 ed.). İstanbul: Beta Yayım Dağıtım A.Ş.
Evans, N., Campbell, D., ve Stonehouse,
G. (2003). Strategic Management for
175
Toplum ve Sosyal Hizmet
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
Travel and Tourism. Burlington: Butterworth-Heinemann.
Ödeme Politikası Üzerinde Araştırma. Ankara: Sağlıkta Umut Vakfı.
Ginter, P. M., Duncan, J. W., Richardson,
W. D., ve Swayne, L. E. (1991a). “Analyzing
the health care environment: “You can’t hit
what you can’t see”. Health Care Manage
Rev., 16 (4), 35-48.
Mollahaliloğlu, S., Hülür, Ü., Yardım, N., Özbay, H., Çaylan, A. K., Ünüvar, N., ve diğ..
(Eds.). (2007). Türkiye’de Sağlığa Bakış.
Ankara: Sağlık Bakanlığı.
Ginter, P. M., Duncan, W. J., ve Capper, S.
A. (1991b). “Strategic planning for public
health practice using macroenvironmental
analysis”. Public Health Reports, 106 (2),
134–141.
Grosel, C., Hamilton, M., Koyano, J., ve
Eastwood, S. (Eds.). (2003). Health and
Health Care 2010: The Forecast , The
Challenge. Princeton: The Institute for the
Future.
Guo, K.L. (2003). “An Assessment Tool For
Developing Healthcare Managerial Skills
and Roles”. Journal of Healthcare Management, Nov/Dec, 48 (6), 367-376.
Hıfzısıhha Mektebi Müdürlüğü. (2004). Turkey Health Report. Ankara: Sağlık Bakanlığı.
Hitt, M. A., Hoskisson, R. E., ve Ireland, R.
D. (2007). Management of Strategy (International Student Edition). China: Thomson
South-Western.
İlaç Endüstrisi İşverenler Sendikası.
(2011). Erişim Tarihi: 26.07.2011, http://
w w w. i e i s . o r g .t r/a s p _ s ay f a l a r/ i n d ex .
asp?sayfa=230&menuk=12
Karafakıoğlu, M. (1998). Sağlık Hizmetleri
Pazarlaması. İstanbul: İstanbul Üniversitesi
İşletme Fakültesi Yayın No: 271.
Kavuncubaşı, Ş., ve Yıldırım, S. (2010).
Hastane ve Sağlık Kurumları Yönetimi. Ankara: Siyasal Kitabevi.
Kotler, P., Shalowitz, J., ve Stevens, R. J.
(2008). Strategic Marketing For Health
Care Organizations: Building A Customer-Driven Health System. San Francisco:
Jossey-Bass.
Liu, Y., Çelik, Y., ve Şahin, B. (2005).
Türkiye’de Sağlık/İlaç Harcamaları ve Geri
176
OECD ve Dünya Bankası. (2008). OECD
Sağlık Sistemi İncelemeleri: Türkiye. Erişim
Tarihi: 26.07.2011, ekutuphane.tusak.saglik.gov.tr/kitaplar/OECD_Kitap.pdf
Pearce, J. A., ve Robinson, R. B. (2007).
Strategic Management: Formulation, Implementation, and Control New York:
McGraw-Hill Irwin.
Sağlık Bakanlığı. (2006). Türkiye Ulusal
Sağlık Hesapları Hane Halkı Sağlık Harcamaları (2002-2003). Ankara.
Sağlık Bakanlığı. (2010). Sağlık İstatistikleri
Yıllığı 2010. Ankara.
Swayne, L. E., Duncan, W. J., ve Ginter, P.
M. (2006). Strategic Management of Health
Care Organizations United Kingdom:
Blackwell Publishing.
TNSA. (2009). Türkiye Nüfus ve Sağlık
Araştırması 2008. Ankara: Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü.
Tokat, M. (1996). Sağlık Ekonomisi. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi Yayınları.
Topçu, S., ve Beşer, A. (2006). “Göç ve
Sağlık”. C.Ü. Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi, 10 (3), 37-42.
Türkiye İstatistik Kurumu. (2011a). Adrese
Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi 2010 Yılı Sonuçları. Erişim Tarihi: 12.07.2011, http://www.
tuik.gov.tr/PreTablo.do?tb_id=39&ust_id=11
Türkiye İstatistik Kurumu. (2011b). Eğitim İstatistikleri. Erişim Tarihi: 13.07.2011,
http://w w w.tuik.gov.tr/ VeriBilgi.do?tb_
id=14&ust_id=5
Türkiye İstatistik Kurumu. (2011c). Nüfus İstatistikleri ve Projeksiyonları. Erişim Tarihi:
12.07.2011, http://www.tuik.gov.tr/VeriBilgi.
do?tb_id=39&ust_id=11
Uğurluoğlu
Türkiye İstatistik Kurumu. (2011d). Sağlık
Harcama İstatistikleri 2008. Erişim Tarihi:
11.07.2011, http://www.tuik.gov.tr/PreTablo.
do?tb_id=6&ust_id=1
Ülgen, H., ve Mirze, S. K. (2004).
İşletmelerde Stratejik Yönetim. İstanbul: Literatür Yayıncılık.
Wallick, W.G. (2002). “Healthcare Manager’ Roles, Competencies, and Outputs
in Organizational Performance Improvement”. Journal of Healthcare Management,
Nov/Dec, 47 (6), 390-402.
177
Başer, Kırlıoğlu ve Mavili Aktaş
Araştırma
SOSYAL HİZMET
MESLEĞİNİN BİR
UYGULAMA ALANI
OLARAK TOPLUM
TEMELLİ RUH SAĞLIĞI
SİSTEMİ VE GÜNCEL
DEĞİŞİMLER
Community Mental Health
System as a Practise Field
of Social Work Profession
and Current Changes
Doğa BAŞER*
Mehmet KIRLIOĞLU*
Aliye MAVİLİ AKTAŞ***
* Arş.Gör., Selçuk Üniversitesi, Sağlık Bilimler
Fakültesi, Sosyal Hizmet Bölümü
*** Prof.Dr., Selçuk Üniversitesi, Sağlık Bilimler
Fakültesi, Sosyal Hizmet Bölümü
ÖZET
Bu çalışmada Türkiye’de toplum temelli ruh
sağlığı hizmetlerindeki mevcut gelişmeler
çerçevesinde sosyal hizmet mesleğinin rolü
değerlendirilmiştir. Bu anlamda “Ulusal
Ruh Sağlığı Politikası”nın (URSP), “Ulusal Ruh Sağlığı Eylem Planı”nın (URSEP)
ve psikiyatri ile ilgili makalelerin sosyal
hizmet perspektifinden okuması yapılmış-
tır. Türkiye’de “ruh sağlığı alanında sosyal
hizmet sunumunun eksiklikleri nedir?” ve
“Toplum temelli ruh sağlığı sistemine geçiş
sürecinde sosyal hizmet ne gibi bir konum
alabilir?” gibi sorulara cevaplar aranmıştır. Bu perspektifte ruh sağlığı alanında
Türkiye’de koruyucu-önleyici hizmetlerin
gerekliliğine, bilgilendirme, güçlendirme ve
damgalama ile mücadele çalışmalarına değinilmiştir. Sonuç bölümünde ise ruh sağlığı
alanında sosyal hizmetin gelişimi için ekip
çalışması ve kurumlar arası koordinasyon
anlayışının gerekliliğine dikkat çekilmiştir
Ayrıca ruh sağlığı alanında uzmanlaşmış bir
sosyal hizmet eğitimine ve meslek yasasına
olan ihtiyacın aciliyeti belirtilmiştir.
Anahtar Sözcükler: Toplum temelli ruh
sağlığı sistemi, psikiyatrik sosyal hizmet, ruh
sağlığı politikası, sosyal hizmet eğitimi.
ABSTRACT
In this study, the role of social work was evaluated within the framework of current developments in community mental health services in Turkey. In this sense, “The National
Mental Health Policy”, “National Mental
Health Action Plan” and articles regarding
psychiatry was read from the perspective of
social work. The questions such as “what are
the deficiencies for provision of social work
in the field of mental health in Turkey”, and
“what kind of position can social work take in
the process of transition to community-based
mental health system in Turkey” were questionized. In this perspective, studies in the
field of mental health in Turkey about the
necessity of protective-preventive services,
informing, strengthening and fight against
stigmatization have been mentioned. In the
conclusion part, the necessity of teamwork
and inter-agency coordination was emphasized for the development of social work in the
field of mental health. In addition to this, it is
pointed out that the necessity of specialized
social work education and profession codes
in the field of mental health are urgency
179
Toplum ve Sosyal Hizmet
Key Words: Community mental health
services, psychiatric social work, mental
health policy, social work education
GİRİŞ
Ruh sağlığı hizmetleri kurum (hastane) temelli ve toplum temelli hizmetler
olarak ayrıştırılmakta, kurum temelli
hizmetlerin olumsuzlukları (dışlama,
yoğunluk vb..) üzerinde durulmaktadır
(Yazıcı, 2010: 31). Genel olarak dünyada kurum temelli hizmetlerden toplum
temelli hizmetlere geçiş söz konusudur
ve bu süreçte Türkiye’de de çalışmalar
sürmektedir.
Türkiye’de hastalık yükünün %19’unu
ruh sağlığı sorunları (T.C. Sağlık Bakanlığı, 2011a: 9) oluşturmakta, literatürde toplum temelli ruh sağlığı hizmetlerine geçişin önemi ve gerekliliği
üzerinde durulmaktadır (Yanık, 2007;
Yazıcı, 2010; T.C. Sağlık Bakanlığı,
2011a). Türkiye’deki kamu ruh sağlığı
ve sosyal hizmet sistemlerinin etkinliği,
kapsayıcılığı ve işlevselliği konusunda
sorunlar olduğu belirtilmektedir (MDRI,
2005: 84). Bu anlamda ruh sağlığı politikası, sağlık ve sosyal hizmet alanlarının geleceği için önem taşımaktadır.
Sağlık Bakanlığı 2006 yılında “Ulusal
Ruh sağlığı Politikası” (URSP) metnini 2011 yılında da “Ulusal Ruh Sağlığı
Eylem Planı”nı (URSEP) yayınlamıştır.
URSP ve URSEP dikkate alındığında
Türkiye’de toplum temelli ruh sağlığı
hizmetlerine geçiş sürecinin olduğu,
söz konusu sürecin de bir bilim ve meslek olarak sosyal hizmetin gelişimi açısından önem kazandığı görülmektedir.
Nitekim URSEP’te Sağlık Bakanlığı
bünyesinde çalışan sosyal çalışmacı
sayısını arttırmak, sosyal çalışmacılara
180
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
yönelik hizmet içi eğitim programları ve
sertifikasyon standartları oluşturmak
2011-2016 hedef ve stratejisi olarak
vurgulanmıştır (T.C. Sağlık Bakanlığı,
2011a: 71). Söz konusu hedefler “psikiyatrik sosyal hizmet” sunumunun
nitelik ve nicelik olarak gelişimini ön
görmektedir.
Bu çalışmada Türkiye’de toplum temelli
ruh sağlığı hizmetlerindeki mevcut gelişmeler çerçevesinde sosyal hizmet
mesleğinin rolü değerlendirilmiştir. Bu
amaçla Türk psikiyatri dizininde makale taramaları yapılmış, sosyal hizmetle ilişkili olduğu düşünülen makaleler
değerlendirilmiştir.
Türkiye’de önleyici ruh sağlığı hizmetlerinde akademik ve uygulama alanında sosyal çalışmacıların eksikliği
vurgulanmaktadır (Alptekin ve Duyan,
2009: 120). Ayrıca ileride de değinileceği üzere Türkiye’de ruh sağlığı sistemi “psikiyatr” üzerine kuruludur ve bu
durum ruh sağlığının sosyo-ekonomik
ve kültürel arka planına odaklaşmayı
güçleştirmektedir. Bu anlamda URSP
ve URSEP başta olmak üzere psikiyatri literatüründen metinlerin sosyal
hizmet perspektifi ile okuması yapılmış, Türkiye’de “ruh sağlığı alanında
sosyal hizmet sunumunun eksiklikleri
nedir-hangi noktalardadır?” ve “toplum
temelli ruh sağlığı sistemine geçiş sürecinde sosyal hizmet ne gibi bir konum
alabilir?” sorularına cevaplar aranmıştır. Bu perspektifte ruh sağlığı alanında
Türkiye’de koruyucu-önleyici hizmetlerin gerekliliğine, bilgilendirme, güçlendirme ve damgalama ile mücadele çalışmalarına değinilmiştir.
Başer, Kırlıoğlu ve Mavili Aktaş
Sosyal Hizmet ve Ruh Sağlığı:
Temel Sorunlar
Sosyal hizmet koruyucu-önleyici ve
tedavi-rehabilite edici boyuttaki rol ve
fonksiyonlarıyla ruh sağlığı alanında etkin olarak yer almaktadır. Literatüre bakıldığında tedavi sürecinde sosyal hizmetin psikiyatrik kurumlarda birey, grup
ve toplum ölçeğinde işlevsellik ve refah
arttırıcı uygulamalarda aktif rol aldığının altı çizilmektedir (Arıkan, 1996: 67;
Bulut, 1998: 1331; Bulut, 2001: 133).
Sosyal hizmetin ruh sağlığı alanındaki
rolü bir takım çalışması anlayışını ve
yeterliliğini gerektirmektedir. Nitekim
Özdemir’in (1999: 23) araştırmasında
psikiyatri ekibinden psikolog, sosyal
çalışmacı, hemşire ve psikiyatrların
tamamının ekip çalışmasının gerekliliğini vurguladığı, fakat ekip çalışması
hakkında bilgilerinin yetersiz olduğu
belirtilmiştir. Bu anlamda Türkiye’de
ruh sağlığı alanındaki “ekip çalışması”
anlayışının toplum temelli ruh sağlığı
sistemine geçiş sürecinde önem kazanacağı görülmektedir.
Ruh sağlığı sorunlarının sosyo-ekonomik etkenlerle ilişkisi düşünüldüğünde,
sosyal hizmet mesleğinin rolü önem
kazanmaktadır. Nitekim intihar, bir ruh
sağlığı sorununa işaret etmekle birlikte
sosyo-ekonomik arka planı da barındıran bir olgudur ve Güçlü’nün (2001:
76) de ifade ettiği üzere, sosyal hizmet
“intihar” olgusuyla yakından ilgili bir
meslektir. Bununla birlikte “intihar” sonrası müdahale ruh sağlığı açısından
geç kalınmışlığı ifade etmekte ve aslında sosyal hizmetin yokluğunun altını
çizmektedir.
Literatüre bakıldığında “sosyal hizmetin yokluğu”, toplumsal düzeyi kapsayıcı bir hizmet modelinin geliştirilemeyişi
olarak ifade edilmektedir. Güney (2001:
269), kronik ruh sağlığı sorunu olan kişilere yönelik medikal tedavinin yanında psiko-sosyal rehabilitasyonu önermektedir. URSEP’te biyo-psiko-sosyal
destek ve mesleki-sosyal işlevselliğin
önemi vurgulanmakta, hasta ve ailesinin bilinçsizliğinin altı çizilmekte, hastane dışı ortamda bakımın yetersizliği
sonucu alevlenmelerin artışı üzerinde
durulmakta, böylece ruh sağlığında
tedavi sürecinin çelişkili bir hal aldığı
(döner kapı sendromu) belirtilmektedir
(T.C. Sağlık Bakanlığı, 2011a: 25). Bu
anlamda Türkiye ruh sağlığı sisteminde
kurum dışı (toplum temelli) hizmet sunumunun eksikliği görülmektedir.
Kurum dışı hizmet sunumunda kurumlar arası koordinasyon sorunlarının altı
çizilmektedir. Koordinasyon problemi,
Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı’nın
ayrışması ile bağlantılandırılabilse de
(Dedeoğlu, 2003: 31), URSEP problemin mevzuat ve uygulamadan kaynaklandığını belirtmekte ve bir “ruh sağlığı
koordinasyon kurulu”nun kurulmasını
amaçlamaktadır (T.C. Sağlık bakanlığı,
2011a: 23-24). Benzer şekilde SHÇEK
(mülga) 2010-2014 stratejik planı da
sosyal hizmetlerin (evde bakım, rehabilitasyon vb.) sunumunda sağlık bakanlığı ile koordinasyon kurulmasını vurgulamaktadır (SHÇEK, 2009: 132). Bu
çerçevede ruh sağlığı hizmetlerinin ve
söz konusu hizmetlerin içinde yer alan
sosyal hizmetin rolünün geliştirilmesinde koordinasyon önemli bir başlık olarak ön plana çıkmaktadır.
Ruh Sağlığı Alanında Sosyal
Hizmete Yönelik Veriler ve
Karşılaştırma
Toplum temelli ruh sağlığı sistemi birçok hizmetin birleşiminden
181
Toplum ve Sosyal Hizmet
oluşmaktadır. Yanık, Avrupa’daki toplum temelli ruh sağlığı hizmetlerinin temel noktalarını coğrafi alan belirleme,
ruh sağlığı ekibinin kişinin yaşadığı
yere götürülmesi, çalışma-barınma ve
rehabilitasyon alanlarında model geliştirme faaliyetleri olarak ifade etmiştir
(Yanık, 2008: 43). Anlaşılacağı üzere
toplum temeli ruh sağlığı hizmetlerinin sunumu coğrafi alan taramasını
kapsayan bir plan-program dâhilinde
gerçekleştirilmektedir.
Literatürde toplum temelli ruh sağlığı
sistemini uygulamaya geçirebilmek için
ciddi insan kaynağına ihtiyaç olduğu
vurgulanmaktadır (Ulaş, 2008a: 2; Yazıcı, 2010: 31). Her ne kadar Türkiye’de
psikiyatrist sayısının yetersiz olduğu
bilinse de psikiyatristten ziyade sosyal
çalışmacı, psikolog ve psikiyatri hemşiresinin ihtiyacının (Yanık, 2008: 44) altı
çizilmektedir.
SHÇEK (mülga) 2010-2014 stratejik
planı, Türkiye’de sosyal hizmet alanındaki insan kaynağı sorununu, standardizasyon ve hizmet çeşitliliğine bağlı
uzman personel eksikliği (SHÇEK,
2009: 166) olarak belirtmektedir. Ayrıca klinik alandaki sosyal çalışmacı
sayısını arttıracak eğitim stratejisinin
gerekliliği (Yanık, 2007: 25) göz önüne alındığında genelde sosyal hizmet
alanlarında özelde ise ruh sağlığı alanında sosyal çalışmacı ihtiyacının ön
planda olduğu görülmektedir.
Söz konusu ihtiyaca rakamlarla bakmak gerekirse URSEP, ruh sağlığı
alanında 613 (100.000 kişiye 0,92)
sosyal çalışmacı olduğunu belirtmektedir (T.C. Sağlık Bakanlığı, 2011a: 18).
2012 Mart ayı itibariyle 44 ilde 50 Toplum Ruh Sağlığı Merkezi bulunmakta,
bu merkezlerde 24 sosyal çalışmacı
182
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
bulunmaktadır (Akdağ, 20121). Eylem
planında “sağlık bakanlığında çalışan
sosyal çalışmacı sayısını 2016’da yüz
binde 2, 2023’te yüz binde 4’e yükseltmek” temel hedeflerden biridir (T.C.
Sağlık Bakanlığı, 2011a: 93). Ruh ve sinir hastalıkları hastanelerinde (RSHH)
ise durum aşağıdaki gibidir. Rakamlar
değerlendirilirken “kronik psikotik hastaların %10-15’inin bakım gerektirdiği”
(Yanık, 2007: 25) unutulmamalıdır. Ayrıca hasta sayısının çokluğu nedeniyle
sosyal çalışmacıların görevini yerine
getiremediğine yönelik (Dağıdır ve Layıkel, 2008: 68) ifadeler vardır.
Mevcut durum nitelik olarak değerlendirildiğinde mevcut kaynakların kullanımında sorunlar olduğu görülmektedir.
İlk olarak Türkiye ruh sağlığı sistemi,
psikiyatr üzerine kurulmuştur ve diğer
personeli “yardımcı” olarak tanımlanmıştır (Yanık, 2007: 10). Ayrıca “sayısı son derece kısıtlı olan sosyal çalışmacıların ‘halkla ilişkiler’ birimlerinde
çalıştırılması” (Karasu, 2007: 54) gibi
örnekler de bulunmaktadır. URSEP’te
“klinik psikiyatri alanında çalışan sosyal çalışmacılar için hizmet içi eğitim
programları ve sertifikasyon standartları oluşturulması” ve “sertifikasyon
programlarını tamamlama koşulunun
getirilmesi” hedefi belirlenmiştir (T.C.
Sağlık Bakanlığı, 2011a: 92-97). Toplum Ruh Sağlığı Merkezleri Hakkında
Yönerge’de de bu merkezde çalışacak
uzmanlara teorik ve uygulamalı eğitim
1
2013 Mart itibariyle ise tsrmlerdeki mevcut
duruma bakıldığında tescil sorunlarıyla birlikte
65 trsmnin yalnızca 8 inde çalışan sosyal çalışmacı görünmektedir. Burada da kısmi zamanlı
çalışma durumları vardır. Trsmlerdeki güncel
sorunlar ve personel sayılar için bkz (http://
www.ruhsagligisempozyumu.com/sunum/Hulya/tr.pdf). (Erişim tarihi 30.07.2013).
Başer, Kırlıoğlu ve Mavili Aktaş
Tablo 1. RSHH’lerde Yatak Kapasiteleri ve Sosyal Çalışmacı Sayısı
Hastane
Psikiyatri Yatağı
Sayısı
Sosyal Çalışmacı
Sayısı
Manisa
Elazığ
Adana
Samsun
Bakırköy
Erenköy
600
528
644
220
1510
305
5
1
1
2
7
2
Kaynak: Rusihak, 2008a: 84
verileceği belirtilmiştir (T.C. Sağlık Bakanlığı, 2011b: 2). Bu anlamda nicelik
ve niteliğin geliştirilmesi, eğitim faaliyetleri ile desteklenmiş iyi bir koordinasyonu ve yönetimi gerektirmektedir.
Koordinasyon ve yönetim sorunlarının,
ruh sağlığı ekibi üyelerinin meslek sınırlarının ve iş tanımlarının yeterince
yapılmamasından kaynaklandığı söylenebilir. Nitekim literatürde ruh sağlığı
alanında sosyal hizmetin mesleki sınırlarının ve yetkilerinin belirlenmesinin
hizmet sunumunda etkinliği ve işlevselliği arttıracağı vurgulanmaktadır (Demirel, 2001; 77; T.C. Sağlık Bakanlığı,
2006: 14-19; Candansayar, 2011: 3).
Avrupa’da sosyal çalışmacıların supervisor olarak toplum temelli hizmetlerin
sunumunda koordinatör olarak görev
aldıkları, böylece, hasta ve yakınlarını
da dikkate alan kişiye özel tedavinin
uygulanabildiği bilinmektedir (Yanık,
2007: 48). Bu anlamda sosyal çalışmacıların ruh sağlığı alanında “ne yapacağı” ve “ne yapmayacağı”nın rasyonel
olarak belirlenmesi gerekmektedir.
Toplum temelli ruh sağlığı modelinde sosyal hizmet açısından önemli bir
unsur toplum ruh sağlığı merkezleridir.
Mart 2013 tarihi itibariyle tescil almış 57
trsmden alınan verilere göre ulaşılan
toplam hasta sayısı 8299, aktif hasta
sayısı 3526, gezici ekip ziyaret sayısı
10808’dir (Çakır, 2013). Trsm yönetmeliğinde sosyal çalışmacı, psikolog ve
hemşireye ortak görev ve sorumluluklar verilmekle birlikte, sadece sosyal
çalışmacıya ait görev ve sorumluluklar da bulunmaktadır. Bunlar; bölgede
hastaların tespiti ve kaydı, hasta yakınlarıyla irtibat kurma ve merkeze davet,
kurumlar arası koordinasyon, damgalama karşıtı çalışmalar, hastalara sosyal
ve hukuki hakları konusunda danışmanlık ve sorun çözümünde destek,
STK’larla işbirliği ve bağlantı kurmadır
(T.C. Sağlık Bakanlığı, 2011b: 6-7). Bu
anlamda Trsm yönetmeliğinin mesleki rol açısından sosyal çalışmacıların
eğitmenlik, danışmanlık, savunuculuk,
vaka yöneticisi ve arabuluculuk rollerine atıfta bulunduğu görülmektedir.
Ruh sağlığı hizmetleri ekip çalışmasını
ifade etmekle birlikte mesleklerin önceliği hizmet sunumunu etkilemektedir.
Almanya’da sosyal çalışmacılar sayı ve
görev olarak toplum temelli ruh sağlığı sisteminin temelini oluşturmaktadır
(Yanık, 2007: 21-22). 2005 DSÖ verilerine göre Almanya’da 100.000 kişiye
477 sosyal çalışmacı düşmesine rağmen halen sosyal çalışmacının yetersizliği vurgulanmaktadır (Ulaş, 2008a:
3-4). Bu perspektifte Türkiye özelinde
de sosyal sorunlara (yoksulluk, işsizlik,
kadına yönelik şiddet vb.) odaklanan ve
sosyal hizmetin (nicelik ve nitelik olarak) aktif bir biçimde yer aldığı bir ruh
sağlığı modeli önem kazanmaktadır.
183
Toplum ve Sosyal Hizmet
Toplum Temelli Ruh Sağlığı Sistemi
ve Sorun Alanları
Toplum temelli ruh sağlığı hizmetlerinin
sunumu çok boyutlu yapısıyla kurum
temelli hizmetlerin sunumundan farklılaşmaktadır. Kurum temelli hizmetlerde
hastanenin fiziksel-ilişkisel sınırları belli olduğu için hizmet çeşitliliği belirlidir,
buna karşın “toplum” merkezli hizmetler hastalığın arka planını, sebep sonuç ilişkilerini, aileye etkilerini dikkate
almasından ötürü sınırları mevzuat ve
yönergelerle çizilse de kesin sınırlar
belirlemek güçtür.
Hizmet çeşitliliği açısından örneğin; ruh
sağlığı hizmetinin sunumunda bu hizmetleri kullananların kültürel durumu,
ekonomik imkânları ve servisin ulaşılabilirliliği önemli bir faktördür (Kuşcu,
2007: 105) ve “evsizler”, “sokakta yaşayan madde kullanıcıları” gibi hizmetin
ulaştırılmasının güç olduğu durumlarda
tıbbi ve sosyal hizmetin birlikteliği (Ögel,
1998: 1325) önem kazanmaktadır.
Toplum temelli hizmetler her ne kadar
çeşitli olsa da ruh sağlığı literatürü
ve sosyal hizmet mesleği açısından
Türkiye’de dört temel çalışma alanı
belirlenebilmektedir. Bunlar, koruyucuönleyici çalışmalar, ruh sağlığı alanında
bilgilendirme, ruh sağlığı sorunu olan
kişilerin-çevresinin güçlendirilmesi ve
damgalama ile mücadeledir. Çalışma
alanları başlıklara ayrılmasına rağmen
karşılıklı etkileşim mevcuttur, nitekim
bilgilendirme olmadan damgalamanın
önüne geçmek mümkün değildir.
Koruyucu-Önleyici Çalışmalar
Koruyucu önleyici çalışmalar sağlık sistemlerinin ekonomik dengeleri ve sosyal hizmetin felsefi temelleri açısından
önem taşımaktadır. Koruyucu önleyici
184
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
hizmetler, toplumsal yaşam alanlarında (işyeri, okul vb) sunulan hizmetlerdir
(Gültekin, 2010: 585). Bu anlamda toplumla bütünleşme koruyucu hizmetlerin
temellerindendir. Ruh Sağlığında İnsan
Hakları Girişimi (Rusihak) raporunda
ruh sağlığı sorunu olan bir kişinin aşağıdaki ifadesi toplumla bütünleşmenin
öneminin altını çizmektedir.
“Üniversitede okurken fiziksel sorunum
nedeniyle diğer arkadaşları­ma göre iki
kat çalışmam gerekiyordu. Zorlandım.
Ailevi sorunlarım da vardı. Hepsi üst
üste geldi. Sonra depresyon başladı.
Okulu bırak­tım. Senelerce evden çıkmadım.” (Rusihak, 2008b: 160).
Koruyucu ruh sağlığı alanında “sosyal”
etkenlerin rolü önem kazanmaktadır.
Toplumsallaşma ile ruh sağlığı arasındaki ilişkiye dikkat çekilmekle (Güçlü,
2001: 112) birlikte, ruh sağlığı alanının,
“eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik, istihdam politikaları, yasalar ve gelenekler,
refah düzeyi” ve benzeri alanlarla etkileşim halinde olduğu bilinmekte (Kırpınar, 2003: 12); “göç, stresli yaşam olayları, travma, aile dinamikleri, cinsiyet
rolleri ve kültürel özellikler” de (Kaya,
2007a: 18) koruyu-önleyici hizmetlerin
planlanması ve uygulanmasında önem
kazanmaktadır.
Koruyucu-önleyici hizmetler toplumsal
sorunlarla olan bağı sebebiyle bir “toplumsal sorumluluk” konusudur. Nitekim
Güçlü (2001: 84), intihar olgusunda
kişinin kendi kendisini öldürmediğini,
kendinden başka suçlular olduğunu,
belirtmektedir. Güleç ve arkadaşlarının
(2011: 134-136) yaptıkları çalışmada
ruh sağlığı sorunlarının nedeni olarak
kadınlar daha çok “ailevi sorunlar”
yanıtını vermiş, erkekler ise “iş yeri”
ve “iş dünyası” sorunlarını ön plana
Başer, Kırlıoğlu ve Mavili Aktaş
çıkarmışlardır. Ek olarak Sağduyu ve
arkadaşlarının (2003: 211), şizofren
bireylerin yakınları ile yaptıkları çalışmada, hasta yakınlarının şizofreninin
ortaya çıkışında psiko-sosyal faktörleri
biyolojik faktörlerden daha fazla vurguladığı belirtilmiş, bu durumun “verilecek tedavilere yönelik beklenti ve
istekler” ile bağlantılı olabileceğinin altı
çizilmiştir.
SHÇEK (Mülga) 2010-2014 Master Planında, “koruyucu ve önleyici hizmetleri
arttırmak” birinci stratejik önceliktir ve
gelir dağılımındaki eşitsizlik, kentleşme, aile yaşlılık, iç göç başlıklarına değinilerek alan taramasının önemi vurgulanmaktadır (SHÇEK, 2009: 39-40).
Söz konusu hedeflerin Aile ve Sosyal
Politikalar Bakanlığı (ASPB) bünyesinde geliştirileceği düşünülmektedir.
Türkiye’de toplum temelli ruh sağlığı
sistemine geçiş sürecinin koruyucu önleyici hizmetler açısından eleştirildiği
görülmektedir. URSP’de ruh sağlığına
yönelik önleyici çalışmalar açısından
“yüksek riskli gruplara” odaklanılmakta
ancak risk etmenlerinin ortadan kaldırılmasına değinilmemektedir. Ayrıca
metinsel olarak koruyucu, önleyici çalışmalar belirtilmekle birlikte, “belirgin
öneri, hedef ya da strateji” vurgulanmamaktadır (Kaya, 2007b: 18-19). Aksaray ve ark, (1999: 56-57), koruyucu
ruh sağlığı hizmetlerinin halk sağlığı
ile ilişkisine dikkat çekerek koruyucu
ruh sağlığı hizmetlerinin üç boyutunun
olduğunu belirtir. Birincil koruma hastalığa neden olan çevresel etkenleri
ortadan kaldırmayı ve risk faktörlerini
azaltmayı (aile içi şiddet, yoksulluk,
madde kullanımı vb), ikincil koruma erken teşhis ve bununla bağlantılı tarama
programlarını, üçüncül koruma ise hastalıkla bağlantılı yeti yitimini azaltma
çalışmalarını ifade etmektedir. Söz konusu çalışmalar koruyucu ruh sağlığının plan ve stratejisinin oluşturulmasında Sağlık Bakanlığı ile Aile ve Sosyal
Politikalar Bakanlığının koordinasyonuna vurgu yapmaktadır. Ek olarak eleştirel bir bakış ile URSP’de Türkiye’deki
sağlık politikalarının politik nedenlerle
tedavi edici hizmetlere ağırlık verdiği,
koruyucu hizmetlerin ise ikinci plana
atıldığının altı çizilmektedir. (T.C. Sağlık Bakanlığı, 2006: 50). Bu anlamda
“ruh sağlığı politikasının” ve “sosyal
hizmet politikasının” kendisi bile başlı
başına “politik” bir sorun olabilmektedir.
Koruyucu-önleyici hizmetlerin geliştirilmesi açısından sorun alanı hakkında
bir veritabanı oluşturulması önemli bir
faktördür. URSEP’de ifade edildiği üzere ruh sağlığı ile ilgili araştırmalar daha
çok hastalık istatistikleri olduğundan
ruh sağlığı ve hastalıklarının sosyoekonomik arka planına ışık tutamamaktadır. Sosyal, kültürel, demografik ve
ekonomik verilerin olduğu araştırmalara ihtiyaç vardır (T.C. Sağlık Bakanlığı,
2011a: 63). Söz konusu durum sosyal
hizmet kaynaklı araştırmaların belirleyiciliğini ön plana çıkarmaktadır. Bu
anlamda veri toplama açısından sosyal
hizmetin temellerinden olan izleme ve
değerlendirmenin koruyucu ruh sağlığı alanında kilit öneme sahip olduğu
görülmektedir. Ek olarak koruyucu önleyici hizmetlere yönelik bir ruh sağlığı
politikasının yoksulluk, aile ve istihdam
politikaları ile bütünleşmiş ve etkileşim
halinde olması gerekmektedir.
Bilgilendirme
Ruh sağlığı alanındaki sorunlara yönelik tutumlar; toplumsal değerler, gelenek-görenekler, inançlar tarafından
etkilenmekte, ruh sağlığı alanında bilgi
185
Toplum ve Sosyal Hizmet
eksikliği; belirsizliği, endişeyi, kaygıyı
ve damgalamayı doğurmaktadır.
Literatüre bakıldığında ruh sağlığı alanında profesyonel yardım ve erken
tanı için bilinçli aile ve toplumun gerekliliği vurgulanmaktadır (Ögel, 1998:
1320; Ocaktan ve ark., 2004: 67; Yazıcı, 2010: 32). “Bilgisizlik”, sorunlara
yaklaşımda ve uygulamada yanlışlara neden olmakta, bu çerçevede kimi
zaman ruh sağlığı sorunu olan kişileri
öncelikle “yakınlarından” kurtarmak
gerekmektedir.
Genel
olarak
değerlendirildiğinde
Türkiye’de ruh sağlığı sorunu olan bireylerin bilgiye kolay ulaşabilecekleri
destek sistemlerinin eksikliği temel
sorun alanlarındandır (Dinç, 2010: 15).
Herhangi bir teşhis durumunda “hastalığın nedenleri ve sonuçları, seyri,
ilaçların yan etkileri, alternatif tedavi
olanakları” gibi konularda açıklama yapılması, sorun sahibi bireyin davranışları hakkında bilgi verilmesi ve sorun
sahibi bireyle iletişim kurma yollarının
anlatılması ruh sağlığı sorunu olan kişilerin ve yakınlarının-ailelerinin temel
taleplerindendir (Erkem ve Dinç, 2010:
43). Türkiye’de psikiyatrist sayısının
yetersiz olduğu düşünüldüğünde bilgilendirme, hastalığın seyri ve iletişim
kurma yöntemlerine yönelik faaliyetlerin sosyal çalışmacılar tarafından üstlenilmesi etkinlik ve etkililik açısından
önemli bir noktadır. Bununla birlikte
söz konusu sorumluluğun üstlenilmesi
durumu yine psikiyatrik sosyal hizmete
yönelik nitelikli eğitim-araştırma faaliyetlerinin artması ve mesleki yeterliliklerin belirlenmesi ile uzun vadede
mümkün olabilecektir
Bilgilendirme tıp dışı çare aramada da
önemli bir faktördür. Manisa’da yapılan
186
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
çalışmalar, ruh sağlığı sorunu olan
bireye sahip olan ailelerin önce din
hocalarına başvurduğunu ve muska
yaptırdıklarını göstermektedir (Perçin,
2010: 17). Tıp dışı çare arama davranışını azaltmaya yönelik “özellikle kırsal
alanda yaşayan düşük eğitim düzeyine
sahip olan, geniş aileden gelenler ve
erkeklerin bilgilen”dirilmesi önem taşımaktadır (Güleç ve ark., 2011: 141). Bu
anlamda tıp dışı çare aramaya yönelik
bilgilendirme, hastanın ve yakınlarının boşa zaman kaybetmesine engel
olacak, ayrıca hastalığın daha erken
dönemlerinde doktora başvurulmasını
sağlayarak tedavi şansını arttıracaktır.
Ruh Sağlığı Sorunu Olan KişilerinÇevresinin Güçlendirilmesi
Ruh sağlığı özelinde bakıldığında güçlendirme kavramı, ruh sağlığı sorunu
yaşayan-yaşamış kişilerin yaşamlarını
kontrol edebilme yetilerini kazanabilmeleri, haklarını savunabilmeleri ile
bağlantılıdır, bu durum koruyucu hizmetlere ve ruh sağlığının geliştirilmesine gönderme yapar (Lehman, 2010:
88). Psikiyatrinin tıbbi söylemi ile güçlendirme perspektifinin birbiri ile çatışabileceği görülmektedir. Nitekim Güleç,
psikiyatride “ötekini değerlendirme”nin
meşru bir süreç olduğunu, bu meşruluğun kaynağını “bilimsel” söylemden
aldığını, psikiyatrinin amacının çoğu
zaman “ötekini anlama” değil “ötekini
değiştirme” olduğunu belirtmektedir
(Güleç, 2007: 3). Anlamanın alternatifi
olan değiştirme yaklaşımı hastalık (psikopataloji), teşhis ve tedavi döngüsüne
dayalı bir yaklaşımdır. Bireyin içinde
bulunduğu çevrenin güçler dengesini
anlama–bilme ve harekete geçirmeden
uzak olan böylesi bir hizmet felsefesi
tekrarlayan süreçleri doğurabilmekte
Başer, Kırlıoğlu ve Mavili Aktaş
ve kronik hastalıklarda bireyin ve içinde yaşadığı çevrenin fonksiyonelliğini
kısıtlamaktadır.
Türkiye özelinde güçlendirme çalışmalarına ilk olarak bireyin dış dünya ile
uyumunun sağlanması noktasında ihtiyaç duyulmaktadır. Özellikle kronik ruh
sağlığı olan kişiler, hazırlık programları
olmadan taburcu edildiğinde topluma
adapte olamamakta ve sorunlar tekrar nüksetmektedir (Yanık, 2007: 35).
Uzun yıllar hastanede tedavi gören
kişilerin “aileye-topluma dönüşü” noktasında sorunlar olduğu bilinmektedir.
Yeti kayıpları, toplum-aile sistemi ile
olan kopukluk, damgalanma korkusu,
maddi sıkıntılar vb.. nedenlerden ötürü Prof. Dr. Mazhar Osman Bakırköy
Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde aileye
dönüş çalışmaları sonucu hastaların
sadece %9’u (450 kişiden 41 kişi) ailesinin yanına dönmüştür (Layıkel, 2008:
15). Kurumların yetersizliği ve tedavi
birimleriyle koordine olamamış yapısı
sebebiyle ruhsal sorunu olan kişilerin
ailesiyle yapılacak danışmanlık, savunuculuk gibi destek hizmetleri sağlanamamakta, sonuç olarak taburcu
olmuş bireyler yeniden yatılı bakıma
dönmekte ya da dış dünyaya adapte
olamamaktadır.
Güçlendirme çalışmalarında bir diğer
önemli nokta ise ruh sağlığı sorunu
olan kişilerin potansiyellerini gerçeğe
dönüştürebilme imkanlarının varlığıdır.
Türkiye özelinde kendini ifade edebilen, sorunlarının bilincinde olan kişilerin, çalışıp bağımsız yaşama adım
atmak istemesine rağmen istihdam
sıkıntısı (iş bulamama-ağır iş koşulları)
bulunmaktadır (Tilki, 2010: 20). Burada engelli kontenjanlarında ortopedik
engellilerin tercih edilmesi ruh sağlığı
sorunu olanların çifte ayrımcılığa uğradığını göstermektedir (Erkem ve Dinç,
2010: 46). Ruh sağlığı sorunu olan kişilere verilecek hizmetin sadece yiyecek, barınma ve temizlikten ibaret değil
“bireyin tüm sosyal ihtiyaçlarına” hitap
eden (spor, gezi, alışveriş vb) nitelikte
olmasının altı çizilmektedir (Demirdoğan ve Dağıdır, 2008: 138). Örneğin
ruh sağlığı sorunu olan kişilerin mahkemelerde hakim karşısında kendini
ifade etme noktasında sorunlarla karşılaştıkları görülmekte, duruşma öncesi
görüşme yapacak bir uzmanın gerekliliği belirtilmektedir (Erkem ve Dinç,
2010: 48). Bu anlamda güçlendirme temelli uygulamaların çok boyutlu olduğu
görülmektedir.
Yurtdışından örneklere bakıldığında
adaptasyona önem veren güçlendirme
uygulamaları göze çarpmaktadır. Nitekim Slovenya Altra Derneğinde ruh
sağlığı sorunları yaşayan kişileri değiştirmeye değil onların kendilik algılarını
ve yaşamlarını anlama temelli bir yaklaşım mevcuttur (Rusihak, 2010b: 11).
Koşut olarak İtalya’daki Trieste Ruh
sağlığı birimi de “pozitif ayrımcılık”tan
ziyade normal yaşam koşullarında kişileri hayatla, hayatı da kişilerle bütünleştirme yaklaşımına sahiptir (Kacar,
2010: 79). Örnekler değerlendirildiğinde Türkiye’de de ruh sağlığının korunması ve geliştirilmesi için bilgilendirme ve güçlendirmenin öncelikli bir
sosyal hizmet uygulaması alanı olduğu
görülmektedir.
Damgalama İle Mücadele
Modern psikiyatrinin doğuşu 18.yy
da Bicetre Asylumda Pinel’in 12 kişiyi
zincirden çözmesi ile başlar (Güleç,
2007: 2). Bununla birlikte toplumun bireyi söylemsel zincire vurması olarak
187
Toplum ve Sosyal Hizmet
nitelendirilebilecek “damgalama” 21. yy
da hala çözülememiş bir konudur.
Damgalamanın kaynaklarından olan
ruh sağlığı sorunları ile tehlikeli davranışların özdeşleştirilmesi, normal
dışı davranışların tarihte ve edebiyatta
cinayet, intihar ve taciz ile örneklendirilmesi ile bağlantılıdır (Geçtan, 2010:
16). Literatürde kurum temelli hizmetlerin dışlama-damgalama pratiklerini
arttırıcı etkisi olduğu vurgulanmakta
(Arıkan, 1996: 71; Yazıcı, 2010: 31)
yaşanılan yerde verilen hizmetin damgalamayı azaltacağı (Yanık, 2007: 9)
belirtilmektedir. URSP ve URSEP ile
benimsenen toplum temelli ruh sağlığı hizmeti anlayışının temel hedefi bireyin damgalanmasına ve toplumdan
kopuk hale gelmesine neden olan kurum temelli bakım hizmetlerini en aza
indirmektir. Mevcut haliyle geçici avantajlarının yanında kurum bakımının ruh
sağlığı sorunu olan bireyi toplumun var
olan destek sistemlerinden mahrum bırakan özellikleri vardır.
Damgalama dışlama dinamikleri çok
boyutlu etkilere yol açmaktadır. Özellikle kronik ruh sağlığı sorunlarında damgalamanın ilişki kesme, sosyal bakımsızlık, hak ve sorumluluk kaybı olarak
ön plana çıktığı belirtilmektedir (Güney,
2004: 67). Ruh sağlığı sorunu kaynaklı
sosyal dışlanma, yoksulluğu beraberinde getirmekte, bu nedenle sorun alanın
çok boyutlu olması gibi, geliştirilecek
politikaların da sorun alanına hitap etmesi gerekmektedir (Layıkel, 2008: 11).
Ruh sağlığı sorunu olan kişilerin eğitim,
istihdam, tıbbı tedavi, sosyalleşme, barınma, alanlarında ön yargılı tutumlara
konu oldukları, kimi zaman “potansiyel
suçlu” olarak değerlendirildikleri gözlemlenmektedir (Erkem ve Dinç, 2010:
47).
188
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
Türkiye’de ruh sağlığı sorunu olan kişilere, onların bakıcılarına ve doktorlarına yönelik önyargılı bakış açısı mevcuttur (Rusihak, 2008a: 106; Saillard,
2010: 18-22; Arıkan ve ark, 2011: 226).
Şimşek ve Duyan’ın yaptığı araştırmada (2004: 413-414) sosyal hizmet öğrencilerinde de depresyon ve şizofreniye yönelik olumsuz tutumlar görülmüş,
fakat bunun tıp fakültesi öğrencilerine
göre daha düşük olduğu ve eğitim seviyesi yükseldikçe de olumsuz tutumun
azaldığı belirtilmiştir.
Damgalama karşıtlığı sosyal hizmetin
“savunuculuk” niteliği ile birlikte önem
kazanmaktadır. Nitekim ruh sağlığı
sorunu olan bireylerin topluma oryante edilmesinin yanında kurum ve toplumların da bu kişilere yönelik düzenlenmesinin önemi vurgulanmaktadır
(Karakuş, 2009: 409). Bunun için ise
önce damgalanan “öteki”nin nasıl damgalandığını anlamak gerekmektedir.
Candansayar ve Coşar’ın (2001: 46)
ifade ettiği üzere ruh sağlığı alanında
yapılacak çalışmalarda “emik” yaklaşım ile kültürel anlamlar göz önünde
bulundurulmalı, hasta, hastalık, damgalama ve yardım isteme davranışları söz konusu anlamlar çerçevesinde
değerlendirilmelidir.
Damgalama ile ilgili özetlenen araştırma literatürünün gösterdiği üzere
damgalama toplumsal bir sorundur ve
özel ilgi gerektirmektedir. BRSHH çalışanları, ruh sağlığı sorunu olan bireye sahip ailelerin hastalığı gizleme ve
toplumdan dışlama davranışının önüne
geçmek için sosyal hizmetlerde özel
bir birim kurulmasını önermiştir (Dağıdır ve Layıkel, 2008: 65). Ruh sağlığı sorunu olanlara yönelik etiketleme
davranışıyla mücadele etmede sadece devletin değil medyanın, STK’ların
Başer, Kırlıoğlu ve Mavili Aktaş
ve özel sektörün işbirliğine (Erkem ve
Dinç 2010: 47) vurgu yapılmaktadır.
Bununla birlikte dışlama-damgalama
faaliyetleri “sınırlar” çektikleri için buna
karşı yapılan güçlendirme, savunuculuk, damgalama ile mücadele faaliyetleri de paradoksal durumları gündeme
getirebilmektedir. Nitekim “psikiyatrik
teşhis almış kişiler için kota belirlenmesi hak yaratmakla birlikte, ne yazık ki
bu olgu damgala­mayı da beraberinde
getir”mektedir (İlbey, 2008: 181).
URSEP’de “ruh sağlığının geliştirilmesi ve teşviki” amacı altında damgalama ve ayrımcılık karşıtı çalışma grubu
oluşturulması, eğitim hizmetlerinin geliştirilmesi, politikacıların bilinçlendirilmesi konuları vurgulanmıştır (T.C. Sağlık Bakanlığı, 2011a: 81). Sosyal hizmet
perspektifinde bilgisizlik, damgalama,
güçlendirme arasında ilişki olduğu söylenebilir. Bilgisizlik damgalamayı doğurmakta, damgalama ile birlikte ruh
sağlığı sorunu olan kişi toplumsal yaşama katılım hakkını kaybetmekte ve baş
etme becerisi ve özgüveni azalmaktadır. Bunun sonucunda da ruh sağlığı
sorunu yoksulluk, istismar vb. karmaşık
sosyal sorunlara eklemlenmektedir.
SONUÇ
Ruh sağlığı alanında sosyal hizmet
ikinci ya da eğreti bir alan değil, birinci
işleve sahip, önleyici ve koruyucu rolleri olan, tedavi sırasında ve sonrasında
ruh sağlığı alanındaki hizmetlerin etkinliğini-etkililiğini temin eden bir alandır.
Ruh sağlığı alanında yaşanan güçsüzlük, hastalık ve kriz durumları mikrodan
makroya değişen bütüncül koordine
hizmetleri kapsar. Söz konusu hizmetlerin oluşumu “ekip çalışması” anlayışının yerleşmesine bağlıdır. Ancak “ekip
çalışması” kavramının soyut entelektüel
bir gereklilikten öte sınırları tanımlanmış
ve işbirliği ilkelerinin somutlaştığı bir işlevselliğe dönüşmesi beklenmektedir.
Ruh sağlığı alanındaki politika ve hizmet sunumu değişiklikleri mesleki algılamaları, çalışma koşullarını, hukuki
düzenlemeleri değiştirecek görünmektedir. Nitekim ruh sağlığı yasası halen
Türkiye’nin en büyük ihtiyaçlarındandır. Ayrıca sosyal hizmet mesleğinin
mevcut bir meslek yasası yoktur ve
bu durum hizmetlerdeki niteliksel ve
niceliksel artışa rağmen koordinasyon sorunlarına ek olarak mesleki rol
karmaşaları, rol belirsizlikleri ya da rol
yüklenmeleri gibi pek çok istenmeyen
durumu ön plana çıkarmaktadır. Sosyal
çalışmacıların mezuniyet sonrası uzmanlaşma eksiklikleri de en etkili olabilecekleri alanda atalet içine düşmelerine neden olabilmektedir.
Ülkemizde ruh sağlığı alanında çalışan
yok denecek kadar az uzman sayısı ve
kısıtlı örgütlü ve kurumsal yapıya ek
olarak, yaşam boyu öğrenme ve beceri
kazanma felsefesine sahip uzman yetersizliğinin de dönüşmesi ve değişmesi gerekmektedir. Bunun birlikte mesleki ve disipliner çalışmalarda uygulama
bilgisi becerisi ve etkililiği de geliştirilmesi gerekenler arasındadır.
Koruyucu önleyici çalışmalar, bilgisizlik, güçlendirme damgalama bir döngüsel süreci ifade etmektedir. Koruyucu
önleyici hizmetlerin yokluğunda psiko-sosyal nedenler ile sorunlar ortaya çıkmakta; bilgisizlik, erken tanı ve
profesyonel müdahaleyi geciktirmekte,
damgalamaya yol açmakta böylece kişi
işlevselliğini kaybetmekte, potansiyellerini ve güçlerini fark edememektedir.
Toplum temelli ruh sağlığı hizmetlerine geçişteki gecikmişlik fırsata
189
Toplum ve Sosyal Hizmet
dönüştürülebilir. Kültürel faktörler dikkate alınarak yurt dışında yapılan uygulamalar karşılaştırılarak değerlendirilebilir. Bu süreçte “insan farklılığı”nın
yanında “toplum farklılığı”nı da hesaba
katan uygulamalara ihtiyaç vardır.
Sonuç olarak Aile ve Sosyal Politikalar
Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı’’nın koordineli yürüttüğü, çok boyutlu politikaları
barındıran ve sosyal hizmetin işlevselleştirildiği bir toplum temelli ruh sağlığı
sisteminin geliştirilmesinin aciliyeti söz
konusudur. Toplum temelli ruh sağlığı
hizmetlerinin temelindeki anlayış ve
felsefe sadece bakanlıkların kurumsal,
yasal ve örgütlü bir sosyal politika anlayışı benimsemesi ile değil; yerel yönetimler, STKlar, medya ve toplum katılımı ile geliştirilebilir.
KAYNAKLAR
Akdağ, R. (2012). 81 Ruh Sağlığı Merkezi. İnternet kaynağı: http://www.kam u d a n h a b e r. c o m / s a g l i k / 81 - i l e - r u h sagligi-merkezi-h80899.html, son erişim
29.05.2012.
Aksaray, G., Kaptanoğlu, C. ve Oflu, S.
(1999). Koruyucu Ruh Sağlığı. Yeni Symposium, 37 (3), 55-59.
Alptekin, K. ve Duyan, V. (2009). İntihar ve
İntiharı Önleme. İstanbul: Yeni İnsan Yayınevi.
Arıkan, B., Bademli, K. ve Duman, Z. Ç.
(2011) Sağlık Çalışanlarının Ruhsal Hastalıklara Yönelik Tutumları: Son 10 Yılda
Türkiye’de Yapılan Çalışmalar. Psikiyatride
Güncel Yaklaşımlar, 3(2), 214-231
Arıkan, Ç. (1996). Çağdaş Psikiyatrik Tedavide Psikiyatrik Sosyal hizmetin Yeri. Ç.
Arıkan ve L. Dilek (Ed), Ruh Hastalıklarının
Tedavisinde Psiko-Sosyal Bir Boyut (6380). Ankara: Şafak Matbaacılık
Bulut, I. (1998). Psikiyatri Alanı ve Sosyal
Hizmet Mesleği. C. Güleç ve E. Köroğlu
190
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
(Ed), Psikiyatri Temel Kitabı Cilt 2 (13291332). Ankara: Hekimler Yayın Birliği.
Bulut, I. (2001). Psikiyatrik Sosyal Hizmet,
Sosyal Hizmette Yeni Yaklaşımlar ve Sorun
Alanları. V. Duyan ve A. Mavili Aktaş (Ed),
Prof. Dr. Nihal Turan’a Armağan (130-134).
Ankara: Hacettepe Sosyal Hizmetler Yüksekokulu Yayınları.
Candansayar, S. (2011). Ruh Sağlığı Mesleklerinin Yetki ve Sınırlarının Belirlenmesi Toplum Sağlığının Yararınadır. Türkiye Psikiyatri Derneği Bülteni, 14 (1), 3.
Candansayar, S. ve Coşar, B. (2001). Küreselleşme, Postmodernizm ve Kültürel Görelilik Psikiyatride Biyomedikal Paradigma
Nasıl Korunur? Kriz Dergisi, 9 (2), 41-47.
Çakır, İ. A. (2013). Trsm Hizmetlerinde
Kamu Hastanelerinin Rolü, internet kaynağı: www.ruhsagligisempozyumu.com/sunum/Idris.pptx, son erişim: 30.07.2013
Dağıdır, F. Z. ve Layıkel, Ş. (2008). Psikiyatrik Teşhis Almış Ve Zihinsel Engelli Bireylerin Haklarının Tanınmasına ve Toplumsal
Yaşama Katılımına Yönelik Proje İstanbul
Yuvarlak Masa Toplantısı Raporu “Psikiyatrik Teşhis Almış Kişilerle İlgili Sorunlar ve
Çözüm Önerileri”. Türkiye Psikiyatri Derneği Bülteni, 11 (3), 64-69.
Dedeoğlu, N. (2003). Halk Sağlığı ve Sosyal Hizmetler. C. Ü. Tıp Fakültesi Dergisi,
25 (4), 31-33.
Demirdoğan, M. ve Dağıdır, F. Z. (2008).
Türkiye’de Psikiyatrik Teşhis Almış Bireylere Yönelik Ayrımcılık ve Sosyal Dışlanma.
Ş. Layıkel, N. Kacar ve F. Z. Dağıdır (Ed),
Akıl ve Ruh Sağlığı Alanında İnsan Hakları
2008 Türkiye Raporu Sorunlar ve Çözüm
Önerileri (133-140). İstanbul: Karika Matbaacılık.
Demirel, S. (2001). Rehabilitasyon Hizmetlerinde Sosyal Hizmet ve Sosyal Hizmet
Uzmanının Rol ve Görevleri. Toplum ve
Sosyal Hizmet, 12 (3), 64-80
Dinç, G. K. (2010). Rusihak-Ara İstanbul
Dayanışma Merkezi Sosyal Hizmet Desteği. F. Zengin (Ed), Zihinsel ve Ruhsal Ra-
Başer, Kırlıoğlu ve Mavili Aktaş
hatsızlığı Olan Kişiler İçin Toplum Temelli Hizmetler (14-16). İstanbul: Karika Matbaacılık.
Ruhsal Rahatsızlığı Olan Kişiler İçin Toplum Temelli Hizmetler (77-79). İstanbul: Karika Matbaacılık.
Erkem, N. ve Dinç, G. K. (2010). Bir Yıllık
Çalışma Sürecinde Akıl ve Ruh Sağlığı
Alanında Sistemde Tespit Edilen Temel
Sorunlar. F. Zengin (Ed), Zihinsel ve Ruhsal Rahatsızlığı Olan Kişiler İçin Toplum
Temelli Hizmetler, (43-48). İstanbul: Karika
Matbaacılık.
Karakuş, D. (2009). Türkiye’de Psikiyatrik
Teşhis Almış Bireylere Yönelik Ayrımcılık,
Damgalama ve Sosyal Dışlanma. G. Polat Uluocak ve A. İçağasıoğlu Çoban (Yay.
Haz.), Sosyal Dışlanma ve Sosyal Hizmet
Sempozyumu (403-410). Ankara: Haberal
Eğitim Vakfı
Geçtan, E. (2010). Psikodinamik Psikiyatri
ve Normaldışı Davranışlar. İstanbul: Metis
Yayınları.
Karasu, U. (2008). Psikiyatri Uzmanlarının
Sorunları. Türkiye Psikiyatri Derneği Bülteni, 11 (3), 54-56.
Güçlü, F. (2001). İntihar Umutsuzluğun Tırmanışı. Ankara: Sosyal Hizmetler Araştırma, Belgeleme, Eğitim Vakfı.
Kaya, B. (2007a). Depresyon: Sosyo Ekonomik Kültürel Bakış. Klinik Psikiyatri, 10
(Ek 6), 11-20.
Güleç, C. (2007). Psikiyatrinin Ontolojik ve
Epistemolojik Sorunları. C. Güleç ve E. Köroğlu (Ed), Psikiyatri Temel Kitabı Cilt 1 (15). Ankara: Hekimler Yayın Birliği
Kaya, B. (2007b). Sağlıkta Dönüşümün Ruh
sağlığı Politikası. Türkiye Psikiyatri Derneği
Bülteni, 10 (1), 18-19.
Güleç, G., Yenilmez, Ç. ve Ay, F. (2011).
Bir Anadolu Şehrinde Psikiyatri Kliniğine
Başvuran Hastaların Hastalık Açıklama ve
Çare Arama Davranışları.Klinik Psikiyatri,
14, 131-142.
Gültekin, B. K. (2010). Ruhsal Bozuklukların Önlenmesi: Kavramsal Çerçeve ve Sınıflandırma. Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar, 2 (4), 583­594 Güney, M. (2001). Psikiyatrik Rehabilitasyonda Gündüz Hastanesinin Yeri. Klinik
Psikiyatri, 4, 268-276
Güney, M. (2004). Ruhsal Bozukluklarda
Sitgmatizasyonu Önlemek İçin Neler Yapılabilir? Kriz Dergisi, 12 (1), 67-71.
İlbey, C. (2008). Kurum Temelli Hizmetlerin
Bir Eleştirisi ve Toplum Temelli Hizmetler.
Ş. Layıkel, N. Kacar ve F. Zengin Dağıdır
(Ed), Akıl ve Ruh Sağlığı Alanında İnsan
Hakları 2008 Türkiye Raporu Sorunlar ve
Çözüm Önerileri (179-183). İstanbul: Karika
Matbaacılık.
Kacar, N. (2010). Slovenya ve İtalya/
Trieste’de Toplum Temelli Rehabilitasyon
Uygulamaları. F. Zengin (Ed), Zihinsel ve
Kırpınar, İ. (2003). Ulusal Ruh sağlığı Politikası Geliştirme Çalışmaları. Türkiye Psikiyatri Derneği Bülteni, 6 (2), 12-12.
Kuşcu, K. (2007). Sosyal Psikiyatri. C. Güleç
ve E. Köroğlu (Ed), Psikiyatri Temel Kitabı Cilt
1 (103-108). Ankara: Hekimler Yayın Birliği.
Layıkel, Ş. (2008). Türkiye’de Ruh Sağlığı
Alanına Genel Bir Bakış. Ş. Layıkel, N. Kacar ve F. Zengin Dağıdır (Ed), Akıl ve Ruh
Sağlığı Alanında İnsan Hakları 2008 Türkiye Raporu Sorunlar ve Çözüm Önerileri (718). İstanbul: Karika Matbaacılık.
Lehman, P. (2010). Psikotik Deneyimi Olan
İnsanların Kendine Yardım Hareketinin Politik Boyutları. F. Zengin (Ed), Zihinsel ve
Ruhsal Rahatsızlığı Olan Kişiler İçin Toplum Temelli Hizmetler (87-91). İstanbul: Karika Matbaacılık.
Mental Disability Rights International
(2005). BEHIND CLOSED DOORS: Human
Rights Abuses in the Psychiatric Facilities,
Orphanages and Rehabilitation Centers of
Turkey. İstanbul.
Ocaktan, M. E., Özdemir O. ve Akdur, R.
(2004). Birinci Basamakta Ruh Sağlığı Hizmetleri. Kriz Dergisi, 12 (2), 63-73.
191
Toplum ve Sosyal Hizmet
Ögel, K. (1998). Toplumsal Psikiyatri. C.
Güleç ve E. Köroğlu (Ed), Psikiyatri Temel
Kitabı Cilt 2 (1319-1328). Ankara: Hekimler
Yayın Birliği.
Özdemir, U. (1999). Psikiyatri Tedavi Ekibinin “Ekip Çalışması” Kavramına İlişkin Kendi Bilgilerini ve Çalıştıkları Psikiyatri Tedavi
Kurumlarını Değerlendirmeleri. Kriz Dergisi, 7 (2), 17-24.
Perçin, Ü. (2010). Rusihak-Ara Manisa Dayanışma Merkezi Sosyal Hizmet Desteği. F.
Zengin (Ed), Zihinsel ve Ruhsal Rahatsızlığı Olan Kişiler İçin Toplum Temelli Hizmetler (17-19). İstanbul: Karika Matbaacılık.
Ruh Sağlığında İnsan Hakları Girişimi Derneği (2010b). Ruh Sağlığı Hizmetlerinde İyi Örnekler Slovenya ve Triestre. Ruh Sağlığında İnsan Hakları Girişimi Derneği, İstanbul.
Ruh Sağlığında İnsan Hakları Girişimi,
(2008a). Türkiye’nin Ruh Sağlığı Hastanelerinin Koşulları. Ş. Layıkel, N. Kacar ve F.
Zengin Dağıdır (Ed), Akıl ve Ruh Sağlığı
Alanında İnsan Hakları 2008 Türkiye Raporu Sorunlar ve Çözüm Önerileri (83-108).
İstanbul: Karika Matbaacılık.
Ruh Sağlığında İnsan Hakları Girişimi,
(2008b). Proje Çalışmalarında Dile Getirilen Sorunlar ve Çözüm Önerileri. Ş. Layıkel,
N. Kacar ve F. Zengin Dağıdır (Ed), Akıl ve
Ruh Sağlığı Alanında İnsan Hakları 2008
Türkiye Raporu Sorunlar ve Çözüm Önerileri (149-170). İstanbul: Karika Matbaacılık.
Sağduyu, A., Aker, T., Özmen, E., Uğuz,
Ş., Ögel, K. ve Tamar, D. (2003). Şizofrenisi Olan Hastaların Yakınlarının Şizofreniye
Yönelik Tutumları. Türk Psikiyatri Dergisi,
14 (3), 203-212.
Saillard, E. (2010). Ruhsal Hastalara Yönelik Damgalamaya İlişkin Psikiyatrist Görüşleri ve Önerileri. Türk Psikiyatri Dergisi, 21
(1), 14-24.
Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu (2009). SHÇEK Genel Müdürlüğü Stratejik Plan 2010-2014. Sosyal Hizmetler ve
Çocuk Esirgeme Kurumu, Ankara.
192
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
Şimşek, Z. ve Duyan, V. (2004). Sosyal
Hizmet Öğrencilerinin Depresyon ve Şizofreniye Karşı Tutumları ve Sosyal Hizmet
Eğitiminin Katkısı. A. İçağasıoğlu Çoban
ve H. K. Arslanoğlu (Yay. Haz.), Başkent
Üniversitesi Sosyal Hizmet Sempozyumu
2004: Türkiye’de Sosyal Hizmet Uygulamaları İhtiyaçlar ve Sorunlar (408-416). Ankara: Haberal Eğitim Vakfı
T.C. Sağlık Bakanlığı (2006). Türkiye Cumhuriyeti Ruh Sağlığı Politikası. T.C. Sağlık
Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel
Müdürlüğü, Ankara.
T.C. Sağlık Bakanlığı (2011a). Ulusal Ruh
Sağlığı Eylem Planı 2011-2023. T.C. Sağlık Bakanlığı, Ankara
T.C. Sağlık Bakanlığı (2011b). Toplum Ruh
Sağlığı Merkezleri Hakkında Yönerge. T.C.
Sağlık Bakanlığı, Ankara
Tilki, E. (2010). Rusihak-Ara İstanbul Dayanışma Merkezi Psikolojik Destek Çalışmaları. F. Zengin (Ed), Zihinsel ve Ruhsal Rahatsızlığı Olan Kişiler İçin Toplum Temelli
Hizmetler (20-21). İstanbul: Karika Matbaacılık.
Ulaş, H. (2008a). Batı Avrupa Ülkelerinde
ve Türkiye’de Psikiyatri Hizmetleri. Türkiye
Psikiyatri Derneği Bülteni, 11 (2), 2-12.
Yanık, M. (2007). Türkiye Ruh Sağlığı Sistemi Üzerine Değerlendirme ve Öneriler Ruh Sağlığı Eylem Planı Önerisi. Psikiyatride
Derlemeler, Olgular ve Varsayımlar, Özel
Sayı.
Yanık, M. (2008). İstanbul’da Toplum Ruh
Sağlığı Örgütlenmesi Örneği. Anadolu Psikiyatri Dergisi, 9 (Ek Sayı 1), 43-45.
Yazıcı, A. (2010). Türkiye’de Ruh Sağlığı
Sisteminin İşleyişi. F. Zengin (Ed), Zihinsel ve Ruhsal Rahatsızlığı Olan Kişiler İçin
Toplum Temelli Hizmetler (31-32). İstanbul:
Karika Matbaacılık.
Saruç
Derleme
sosyal hizmet uygulamaları açısından faydalı olacağı düşünülmüştür.
Anahtar Sözcükler: Palyatif bakım, sosyal
hizmet standartları, sosyal hizmet uzmanının
rolleri
PALYATİF VE YAŞAM
SONU BAKIMDA
SOSYAL HİZMET
UZMANININ
ROLLERİ VE SOSYAL
HİZMET MESLEĞİ
STANDARTLARI
ABSTRACT
This study discusses the role of the social
worker and social work standards in palliative and end of life care. As a context, this
study aims to be helpful to the applications
of social work and social workers who will
work in the palliative care centers in the proces of integration of palliative care services
into the health care system in Turkey.
Key Words: Palliative care, social work
The Role of The Social
Worker And Social Work
Standards in Palliative
And End Of Life Care
Semra SARUÇ*
* Yrd. Doç. Dr., Anadolu Üniversitesi,
Sağlık Bilimleri Fakültesi,
Sosyal Hizmet Bölümü
ÖZET
Bu çalışmada palyatif bakımda sosyal hizmet
uzmanının rolleri ve NASW’ın (Ulusal Sosyal
Hizmet Uzmanları Birliği) palyatif ve yaşam
sonu bakımda sosyal hizmet uzmanları için
oluşturduğu mesleki standartlar ele alınmıştır. Bu kapsamda çalışmanın Türkiye’de palyatif bakım hizmetlerinin sağlık sistemi ile
bütünleştirilmesi sürecinde palyatif bakım
merkezlerinde çalışacak olan sosyal hizmet
uzmanlarına yol gösterici nitelikte olacağı ve
standarts, the role of social workers
GİRİŞ
Palyatif bakım, hayatı sınırlayıcı hastalık ile ilişkili sorunlarla karşı karşıya olan hastalar ve ailelerinin yaşam
kalitesini arttıran bir yaklaşımdır. Bu
doğrultuda palyatif bakım, hastalığın
kendisinden kaynaklanan veya tedavi
yöntemleri nedeniyle meydana gelen
problemleri ortadan kaldırmayı, hasta
ve yakınlarının yaşam kalitesini yükseltmeyi amaçlayan bir yaklaşım olarak tanımlanmaktadır. Bu yaklaşıma
göre, yeni tanı almış, tedavi sürecinde
ve terminal dönemde olan hastalara
uygulanan palyatif bakım, erken tanı
ve kapsamlı değerlendirme sayesinde
ağrı ve diğer fiziksel, psiko sosyal ve
ruhsal sorunların önlenmesi sağlanır
(WHO, 2003).
Palyatif bakım hizmeti, ülkemizde sağlık hizmetlerinin bir parçası haline getirilmeye çalışılmaktadır. Batı ülkeleri ile
karşılaştırıldığında Türkiye’de palyatif
193
Toplum ve Sosyal Hizmet
bakımın sağlık sistemi ile bütünleştirilmesi oldukça gecikmiştir. Konu ile ilgili
yasal mevzuat henüz oluşturulmamış
olsa da bu hizmete olan toplumsal ihtiyaç bu oluşumun gerçekleştirilmesini
zorunlu kılmaktadır.
Sosyal hizmet mesleği açısından palyatif ve yaşam sonu bakım yeni bir
alan değildir. Yeni olan palyatif bakımın hak ettiği ilgiyi nihayet görüyor olmasıdır (Işıkhan, 2008:40). Türkiye’de
yeni yapılanmaya başlayan bu oluşum
batıda ve Amerika’da oldukça yaygındır. Avrupa’da sayısız, İngiltere’de ise
200’ün üzerinde sosyal hizmet uzmanı
palyatif bakım ekibinde çalışmaktadır
(Sheldon,2000:492). Fakat sosyal hizmet uzmanının rolleri ile ilgili çok az sayıda çalışma bulunmaktadır.
Sağlık Bakanlığı sağlıkta dönüşüm
çerçevesinde palyatif bakımı sağlık
sistemine entegre etme çalışmalarına
başlamıştır. Palyatif bakım Türkiye’de
özellikli planlama gerektiren sağlık hizmetleri içerisinde yer almakla birlikte
öncelikle pilot uygulamalar çerçevesinde ve özellikle kanser merkezlerinde
palyatif bakım merkezleri oluşturulması
planlanmaktadır. Bu açıdan palyatif ve
yaşam sonu bakım alanı aynı zamanda
onkolojik sosyal hizmet uygulamaları ile
de bağlantılıdır. Onkoloji sosyal hizmeti, tıbbi sosyal hizmet uygulamalarının
onkoloji hastaları odağında ele alınmasıdır (Yıldırım ve diğ. 2013:171). Onkoloji sosyal hizmet uzmanı ise onkoloji
tedavi merkezleri ve dünya çapındaki
toplum sağlığı hizmetlerinin hem kanser konusundaki bilgisi ve psiko-sosyal
etkisi hem de uygulamadaki çok yönlülüğü nedeniyle öncül sağlayıcılarındandır (Yıldırım ve diğ. 2013:175). Bu
bağlamda onkoloji, etkileşim gerilimi
yüksek ve stres düzeyi çok yoğun bir
194
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
alandır. Onkoloji alanında çalışmak ise
bütün sonuçlarla yüzleşecek bir enerjiyi ve kendini adamayı gerektirir (Işıkhan, 2006: 7).
Uygulama açısından oldukça yeni olan
palyatif ve yaşam sonu bakım alanında
farklı disiplinlerin ortak bir amaç doğrultusunda bir araya gelmeleri, her mesleğin rollerinin belirlenmesi ve ortaya
konması açısından oldukça önemlidir.
Bu çerçevede palyatif bakımda sosyal
hizmet mesleği ve sosyal hizmet uzmanının rol ve işlevlerinin ortaya konması
bu alanda uygulamalar yapacak olanlar için önemlidir. Bu derlemede palyatif
ve yaşam sonu bakım alanında sosyal
hizmet uzmanlarının rolleri ile NASW’ın
(Ulusal Sosyal Hizmet Uzmanları Birliği) palyatif ve yaşam sonu bakım alanında sosyal hizmet mesleği için oluşturduğu standartlar ele alınmıştır.
Palyatif Bakım Kavramının
Tanımlanması
Kavram olarak ülkemizde oldukça yeni
olan palyatif bakımın tanımlanmasından önce hospis kavramının tanımlanmasının bütünü görebilmek açısından
yararlı olacağı düşünülmektedir.
Palyatif bakım alanı ve bu alan için gerekli olan uzmanlığın gelişimi modern
hospis hareketinden ortaya çıkmıştır
(Small, 2001:962). Dame Cicelly, hemşire, tıbbi sosyal hizmet uzmanı ve
son olarak tıp eğitimi almış bir hekim
olarak yetişmiştir. 1948 yılından beri
kanser hastası olan terminal dönemdeki hastaların bakımı ile ilgilenmiştir. 1967 yılında Londra’da ilk modern
hospis olan St. Christopher Hospisini
kurdu. Bu onu aynı zamanda palyatif
tıp alanında öncü yapmıştır (Saunders,
2001:791). Dolayısıyla palyatif bakımın
Saruç
temelindeki düşünce hospislerin kurulmasıyla başlamıştır.
Hospis, yaşamının son döneminde bulunan hastalara, mevcut olan tüm tedavi yöntemlerinin denenmesine rağmen
sonuç alınmamasından dolayı artık
tedavi uygulanmadığı ya da bir tedavi
aramanın çoktan bırakıldığı, palyatif
bakım felsefesi eşliğinde hastadaki rahatsız edici semptomların kontrol edildiği ve yaşam kalitesinin mümkün olan
en iyi seviyede tutularak, bu bireylere
yaşamlarının son dönemlerini geçirmeleri için ev ortamı ve koşullarının
sağlanabildiği kurumsal bünye içinde
sunulan bir sağlık hizmetidir (Akt. Bağ,
2012a:120). Hospis, terminal dönemdeki hastanın yaşam kalitesine vurgu
yaparak, yaşama ait yaşantılardan çok
ölüme odaklanır. Hospislere hastanın kabulü iyileşme olasılığı olmayan
bir hastalık ve bu hastalıktan altı ay
ve daha az sürede hastanın yaşamını
kaybetme veya tedavisinin oluşturduğu
riskin beklenen faydadan fazla olduğu
kestiriminin doktorlar tarafından belirlenmesidir. Hastane temelli palyatif
merkezlerde ise bunlar gerekli değildir.
Benzer amaçlar, örneğin daha iyi bir
yaşam kalitesini desteklemek elzemdir.
Özellikle Amerika ve Avrupa’da çok
yaygın olan hospislerde yaşamının
son zamanlarını geçiren hastalar için
radikal tedaviler ve gereksiz müdahaleler yoktur. Sürekli damarlardan kan
alınması, serum verilmesi veya günlerce oksijen maskesi ile yatakta kalmak
yoktur (Gültekin ve ark, 2010:4). Hospis
bakımı tektir ve aslında ölümcül hastalığa sahip hastalar ve aileleri için bir bakım felsefesidir (Önal Dölek, 2012:95).
Palyatif bakım, hospis felsefesi ile benzerlik gösterir. Bireyin tıbbi, duygusal,
ruhani ve diğer fiziksel ihtiyaçlarının
karşılanması için çalışır. Fakat sadece
ölümcül hastalığa sahip ya da hastalıklarının son evresinde bulunan hastalar
için bir bakım değildir. Bireylerin iyileşebilir hastalıklarının tedavi edilebilir
belirtileri ile savaşır ve ağrı kontrolü yapar (Önal Dölek, 2012:96). Palyatif bakım önceleri, tedavi edilmiş yaklaşımlar tüketilmiş, son dönem hastalar için
gündeme gelmekteyken, günümüzde
tanı anından itibaren, tedavi edici yaklaşımlarla birlikte gündeme gelen bir
yaklaşım halini almış durumdadır (Aydoğan ve Uygun, 2011:5).
Betty Vargo (akt. Lawson, 2007:10)’nun
“tüm hospisler palyatif bakımdır, fakat
bütün palyatif bakımlar hospis değildir”
sözü sanırım her ikisi arasındaki ayrımı
anlamak açısından önemlidir.
Görüldüğü üzere palyatif bakım düşüncesi öncelikle kanser hastaları için yapılan bakım çalışmalarının bir sonucu olarak ortaya çıkmış ve daha sonra sadece
kanser hastaları için değil tüm ölümcül
ve aynı zamanda iyileşebilir hastaları
kapsayacak şekilde genişlemiştir.
Dünya Sağlık Örgütü palyatif bakımın
katkılarını şu şekilde sıralamaktadır:
• Ağrı ve diğer rahatsız edici semptomların giderilmesini sağlar,
• Yaşamı onaylar ve ölümün doğal bir
süreç olduğunu sayar,
• Ne ölümü hızlandırır ne de ertelenmesini amaçlar,
• Hasta bakımının psikolojik ve ruhsal yönlerini fiziksel bakımla
bütünleştirir,
• Mümkün olduğunca hastanın ölümüne kadar aktif yaşaması için bir destek sistemi sunar,
195
Toplum ve Sosyal Hizmet
• Aileye, hastanın hastalığı süresince
ve yas sürecinde baş edebilmesi
için destek sistemi sunar,
• Gerektiğinde yas süreci danışmanlığı
da olmak üzere hastaların ve ailelerin ihtiyaçlarını karşılamak için ekip
çalışması yaklaşımını kullanır,
• Yaşam kalitesini arttırır ve aynı zamanda hastalığın seyrini olumlu
etkiler,
• Hastalık sürecinin erken evrelerinde,
kemoterapi ya da radyoterapi gibi
hastanın yaşamını uzatmayı hedefleyen tedavilerle birlikte kullanılabilir. Klinik komplikasyonların daha iyi
anlaşılması ve yönetilmesini amaçlar (WHO, 2003).
Palyatif bakımın bileşenleri ise; primer
hastalığın kontrolü, fiziksel semptomlar, psikiyatrik sorunlar, manevi sorunlar, sosyal sorunlar, ekonomik sorunlar,
yaşam sonu ihtiyaçların saptanması ve
yas dönemiyle baş etmedir (Sağlık Bakanlığı, 2011).
Türkiye’de hospis düzenlemesi bulunmamakla birlikte palyatif bakım merkezleri ise oldukça azdır. 2009 sonu
itibariyle Türkiye’de toplamda 10 adet
palyatif bakım merkezi bulunmaktadır
ve bu merkezlerin tamamına yakını üniversite hastanelerinde bulunmaktadır.
Uluslar arası akredite olan ise sadece
bir palyatif bakım merkezidir ((Gültekin ve ark, 2010:2). Bu merkezlerin en
büyük engeli henüz mevzuat ile ilgili
düzenlemelerin tamamlanmamış olması ve sağlık sistemine entegre edilememesidir. Hospis, yaşlı bakım evleri
(nursing home), gündüz bakım merkezleri (day care centers), palyatif bakım
merkezleri batıda oldukça gelişmiş
ancak Türkiye’de henüz sağlık sistemi
196
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
içerisinde yer almayan bakım türleridir.
Türkiye’de öncelikle evde bakım Hizmetleri 10/03/2005 tarih ve 25751 Sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan “Evde
Bakım Hizmetleri Sunumu Hakkında
Yönetmelik” ile yasal düzenleme başlamıştır. Sağlık Bakanlığının 3895 Sayılı 01/02/2010 tarihli yönergesiyle evde
sağlık hizmetleri verilmeye başlamıştır.
Evde sağlık hizmetleri ile yatağa bağımlı, hastaneye gidemeyecek durumdaki hastalara ihtiyaç duydukları sağlık
hizmetleri evlerinde ve aile ortamında
verilmektedir. Öncelikle yatağa bağımlı
hastalar olmak üzere, solunum sistemi
hastaları, ileri derecedeki kas hastaları,
palyatif bakım ve tedavi gereksinimi olan
terminal dönem kanser hastaları ve yeni
doğanlar öncelikli hizmet grubu olarak
belirlenmiştir (Sağlık Bakanlığı, 2005).
Daha öncede de vurgulandığı üzere palyatif bakım hizmetleri öncelikle kanser hastalarının sağaltımı için
oluşturulmuş çalışmalarla başlamıştır.
İnsanın fiziksel, psikolojik, duygusal,
tinsel (spritüel) ve sosyal alanında
derin izler bırakan kanser, modern
hayatın en yaygın ve tehdit edici
hastalıklarındandır (Tuncay, 2009:70).
Kanser sağaltım alanında ise özellikle
sosyal destek önemli olup sosyal desteğin kapsamını genelde aile üyeleri,
yakın çevre (akrabalar, arkadaşlar) ve
sağlık bakım ekibi (hekim, hemşire,
sosyal hizmet uzmanı, psikolog vd.)
oluşturur (Tuncay, 2010:60). Bunun
yanında hastaların hastalık sürecinde
yaşanan fiziksel, psikososyal ve ekonomik sorunların azaltılmasında sosyal
destek önemli bir rol oynar (Işıkhan,
2007:15).
Batıdaki bakım türlerinin Türkiye’de
gelişememe nedeni ise ülkemizde
hasta ve yaşlı bakımının “ailenin”
Saruç
sorumluluğunda çözümlenmeye çalışılmasıdır. Fakat günümüzde aileler bu
yükün altından kalkmakta zorlanmakta
ve çoğu zaman hastalık ve hastalığın
getirdiği yükler altında ezilmektedir.
Hospis ve palyatif bakım alanı sadece
disiplinler arası ekiple ve bütüncül bir
yaklaşımla başarılabilecek bir yaklaşımdır. Bu ekibin içerisinde sosyal hizmet uzmanı da yer almaktadır. Bir sonraki bölümde palyatif bakım alanında
sosyal hizmet uzmanının işlev ve rolleri
ele alınmıştır.
Hospis ve palyatif bakım dünya çapında yayılmaktadır. Bu da birçok farklı
sosyal hizmet geleneği ile karşı karşıya gelineceği anlamına gelmektedir
(Small, 2001:968).Sosyal hizmet ve
palyatif bakım konusunda ortak bazı
temalar bulunmaktadır. Bunlar:
• Sosyal hizmet her zaman kayıp
(yas) ile ilgilidir.
• Bireysel deneyimleri geniş bir bağlam içine koyarak bütüncül bir sistem bakışı getirir.
Palyatif Bakımda Sosyal Hizmet
Uzmanının Rolleri
• Sosyal hizmet iyileşmeye yardım ederek değişimin uygulamadaki etkisi
ile ilgilenir (Small, 2001:962).
Palyatif bakımda sosyal hizmet uygulamaları, ilkeleri hospislerde kurulan
ve daha sonra uygulaması gelişen ve
genişleyen bir yaklaşımdır. Bu bağlamda palyatif ve yaşam sonu bakım alanı
aynı zamanda onkoloji sosyal hizmet
uygulamaları ile de bağlantılı olup palyatif bakımdaki rol ve işlevler, onkoloji
kliniklerinde çalışan sosyal hizmet uzmanlarının işlevleri ile de ilişkilidir.
Palyatif bakım ekibi ortak amaç doğrultusunda hizmet veren farklı profesyonellerden oluşur. Bunlar; doktor, hemşire, sosyal hizmet uzmanı, psikolog, din
görevlisi ve gereksinimine göre çeşitli
terapistlerden ve gönüllü çalışanlardan
oluşur. Ekibin farklı meslek gruplarından oluşması, bakım sürecinin etkili bir
şekilde işletilmesi için mesleki rollerin
tanımlanması oldukça önemlidir.
Sosyal hizmet mesleği yaşam sonu bakımda eşsiz bir bakış açısı getirmektedir ki bu hospis ve palyatif bakımın bütüncül felsefesini yansıtır ve destekler.
Problem çözmede günlük deneyimlerin
birey, aile ve sosyo kültürel etkilerinin
çok boyutlu etkilerini dikkate alan ekolojik yaklaşımı kullanır. Bu yaklaşım,
amacı ağrıyı/acıyı hafifletmek, yaşam
kalitesini geliştirmek ve ölümün fiziksel,
psikososyal, sosyal, ruhsal boyutlarını
ele almak olan palyatif bakım odağına
çok iyi uymaktadır. Palyatif bakım ve
sosyal hizmet, her ikisi de bireylerin
yaşamlarının tüm bağlamlarını dikkate
alan bakım felsefesini yansıtır (Bomsa
ve ark.2010:79).
Palyatif ve yaşam sonu bakımda bir
başka önemli unsur sosyal hizmet
mesleği uygulayıcıları olarak sosyal
hizmet uzmanlarının işlevleri ile ilgilidir. Bu işlevler palyatif bakımda yol
gösterici ilkeler olarak ele alınmaktadır (NASW, 2003). Bu bağlamda sosyal hizmet uzmanları, etnik, kültürel ve
ekonomik farklılıklar, aile ve destek sistemleri, çok boyutlu vaka yönetimi, yas,
travma ve afet müdahaleleri, disiplinler
arası uygulama, yaşam döngüsü boyunca müdahaleler ve sağlık bakımında parçalanma, boşluk ve yetersizlikler
olduğunda sistemlere müdahale etme
konularında eşsiz (özgün) ve derinlemesine bilgi ve uzmanlığa sahiptirler.
197
Toplum ve Sosyal Hizmet
Sosyal hizmet uzmanları aynı zamanda
yerel ve bölgesel düzeyde politika geliştirme ve değiştirme uzmanlığına sahiptir. Bu konuda sosyal hizmet araştırması aynı zamanda gelişmekte olan bir
konu ve yaşam sonu bakım konusunda
daha önce gözden kaçan birçok konuya -etnik, kültürel ve ekonomik farklılık,
madde bağımlılığı, hapsedilme, farklı
yaşam döngüsü aşamalarında müdahaleler, problem çözme müdahaleleri
ve toplum bağlamında müdahale gibidikkat çekmektedir (NASW, 2003).
Disiplinler arası palyatif ve hospis ekibinin ayrılmaz üyeleri olarak sosyal hizmet
uzmanları hastalara ve ailelere psikososyal, duygusal, maddi ve yaşam sonu
bakımı planlama ile başa çıkma konusunda yardım eder (Lawson,2007:4).
Sosyal hizmet uzmanları bireylerin, ailelerin ve bakıcıların yaşam kalitesinin
arttırılması ve refahlarının geliştirilmesi
ile ilgilenirler. Palyatif bakım ve yaşam
sonu bakım ile ilgili konularda çelişkili
durumlarda karşı karşıya gelindiğinde
sosyal hizmet uzmanları, klinisyenler,
eğitimciler, araştırmacılar, savunucular
ve toplum liderleri gibi çok boyutlu bir
role sahiptirler (NASW, 2003).
Ulusal Hospis ve Palyatif Bakım Kuruluşu (National Hospice and Palliative Care Organization) sosyal hizmet
uzmanının görevlerini, psikososyal
değerlendirmeler yapmak, sürekli psikososyal danışmanlık, doğrudan vaka
çalışması hizmetleri, kayıp-yas hizmetleri, toplum eğitimi, sosyal yardım ve
sevk olarak tanımlamıştır (Akt. Lawson, 2007:4).
Palyatif bakım hizmetleri evde hospis
ve hastane temelli konsültasyon hizmetlerinin her ikisini de içerdiğinden,
farklı çevre ve uygulama kapsamı,
198
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
sosyal hizmet uzmanının rolünü de etkilemektedir (Lawson, 2007:3). Sosyal
hizmet uzmanının çalışma alanı olarak
hospis ve palyatif bakım arasındaki
anahtar farklılıklardan biri “çevre”dir.
Toplum temelli hospislerde sosyal hizmet uzmanı ilk hasta/aile etkileşimini
hastanın bulunduğu ortamda yani ev
ortamında yapıyor iken hastanelerde
palyatif bakım servislerinde yapmaktadır (Lawson, 2007:6). Sosyal hizmet
uzmanının rolü, aynı zamanda bakımın iki çevre içerisinde (hastane ve ev)
nasıl yönetildiği ile ilgili farklılıklardan
etkilenmektedir.
Hastanelerde bakımın koordinasyonunda hekimler önemlidir. Birincil tıbbi
ekip nihayetinde bakım ve tedaviden
sorumludur. Evde hospiste ise hastanın
ya da ailenin gözünde hemşire, birincil
tıbbi bakım sağlayıcısı olabilir. Genellikle bakım ekibini hemşire koordine eder.
Bazı hospislerde sosyal hizmet uzmanı
vaka yöneticisidir ve her iki şekilde de
sosyal hizmet uzmanı bakımın koordine edilmesinde, hastanın/ailenin karşılanmayan duygusal, manevi ve maddi
ihtiyaçlarının tanımlanmasında anahtar
rol oynar (Lawson, 2007:9). Bu bağlamda palyatif bakımın sağlanmasında sosyal hizmet uzmanları önemli rol
oynamaktadır (Small, 2001; Lawson,
2007; Bomsa ve diğ. 2010). Bu alanda
sosyal hizmet uzmanının katkısını ve
tamamlayıcı becerilerini göstermesi
önemlidir. Hastanelerde diğer profesyonellerin sosyal hizmet rolleri hakkında eğitilmeleri için fırsatlar bulunmaktadır. Sosyal hizmet uzmanı, sadece
hastanın/ailenin sorunlarını inceleyerek
ve destekleyerek değil aynı zamanda
sosyal hizmet değerlerini ve disiplinler
arası çalışma değerlerini model alarak
hekim arkadaşlarının sosyal hizmetin
Saruç
rolleri konusunda eğitilmelerine katkıda
bulunabilir (Lawson, 2007:13).
İlk kurulan palyatif bakım biriminde çalışan kıdemli sosyal hizmet uzmanı Olga
Craig (Small, 2001:964) sosyal hizmetin katkısını, fiziksel, maddi, manevi ve
duygusal ihtiyaçların karşılanması, ev,
iş ve aile etkileşimlerinin sağlanması
olarak vurgulamaktadır. O’nun biriminde rol değişimi ve örtüşmesi önemlidir.
O’na göre “Senin profesyonel olarak ne
olduğun birey olarak ne olduğundan
daha az önemlidir”.
Sosyal hizmet uzmanları palyatif ve yaşam sonu bakımda anahtar konumda
olmalarına rağmen sosyal hizmet ve
palyatif bakım arasındaki ilişki ve sosyal hizmet uzmanlarının rolleri açıkça
tanımlanmamıştır ve buna yönelik bilgi
oldukça sınırlıdır. Almanya’daki sağlık
sistemindeki palyatif bakım uygulamalarında (Akt. Bağ, 2012b:146) palyatif
ekip içerisinde yer alan sosyal hizmet
uzmanının görevleri; hastalık nedeniyle oluşan kişisel ve sosyal değişikliklerin ve beklenen ölümün üstesinden
gelmelerinde hasta ve hasta yakınına
yardımcı olmak, onlara kurumlarla olan
iletişimlerinde, bakımın planlanmasında, olası parasal sorunlarda ve aile içi
çatışmalarda destek olmak, taburcu
edilmelerinde ve bu yöndeki hazırlıklarda destek olmak, sosyal servisi ve evde
bakım hizmetlerini harekete geçirmek,
danışmanlık yapmak ve yas sürecinde
hasta yakını için destek sağlamak olarak tanımlanmıştır.
Sheldon’un (200:493) palyatif bakım
merkezlerinde çalışan sosyal hizmet
uzmanları ile yapmış olduğu çalışmada
palyatif bakımda çalışan sosyal hizmet
uzmanının rolleri 6 kategoride tanımlanmıştır. Bunlar:
1. Aile Odağı
• Aile ilişkilerine odaklanma
• Aile iletişimini etkinleştirme
• Ebeveynlik dersleri
• Geçmişi,
bağlama
bugünü
ve
geleceği
• Gelecek için planlama
2. Çevreyi etkileme
• Tavsiye ve bilgi verme
• Finans organize etme
• Önleyici çalışmalar
• Diğer kurumlardaki meslektaşlarıyla bağlantı kurma
• Diğer kurumlardaki meslektaşları
destekleme
3. Ekip üyesi olma
• Ekipte rol kurmak
• Ekiple bağlantı kurma
• Ekipteki anlaşmazlıkları ele alma
• Gizlilik ve ekip ile paylaşma arasındaki gerginliği yönetme
• Ekibe model olma
4. Anksiyeteyi yönetme
• Ailelerin anksiyetesini yönetme
• Palyatif bakımdaki profesyonellerin
anksiyetesini yönetme
• Risk yönetimi
• Kendi stres yönetimi
• Öz farkındalık
• Geçmiş deneyimleri kullanma
199
Toplum ve Sosyal Hizmet
5. Değerler ve değer verme
• Yargılayıcı olmamak
• Müracaatçıyı onaylamak
• Kendi kaderini tayini teşvik etmek
• Gizlilik
• Empati
• Normalleştirme
• Ayrımcılığa meydan okuma
6. Bilme ve Sınırlar Çerçevesinde
Çalışma
• Değerlendirme
• Müdahaleye odaklanma
• Geri çekilme
• Sınırları ayarlama
• Öfke ile çalışma
• Müracaatçılar için güvenliği sağlama
• Açık tartışmaları teşvik etme
Şekil 1’de palyatif bakımda sosyal hizmet uzmanının rollerinin kavramsallaştırılması verilmiştir. Aile odağı, çevreyi
etkileme, ekip üyesi olma ve anksiyeteyi yönetme ile ilgili 4 kategori, sosyal
hizmet uzmanının daha çok günlük
faaliyetleriyle ilgilidir. Bilme ve sınırlar
çerçevesinde çalışma ile değerler ve
değer verme, çerçevenin bütünleşmiş
unsurlarıdır. Değerler ve değer verme,
temeli oluşturur ve bunlar sosyal hizmet uzmanının daha somut görevlerini
etkiler. Bilme ve sınırlar çerçevesinde
çalışma, sosyal hizmet rolünün merkezidir ve tüm diğer bileşenler için temel
sağlar.
Özetlemek gerekirse palyatif ve yaşam
sonu bakımda sosyal hizmet kapsamında birçok uygulama mevcuttur ve
200
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
birey, aile, grup, toplum ve örgütsel
düzeyde müdahale gerektirir. Sosyal
hizmet uzmanı hastaların ve ailelerin
yaşadığı sorunlarla etkin bir şekilde
baş edebilmeleri için sorunların niteliğine bağlı olarak mikro, mezzo ve
makro düzeyde müracaatçı sistemleriyle çalışır (Işıkhan, 2007:25). Monroe
(1993’den akt. Small, 2001:966), palyatif ve yaşam sonu bakımda temel sosyal hizmet konularının değerlendirme
ve müdahale olduğunu vurgulamaktadır. Sosyal hizmet uzmanı bilgi verebilir,
iletişimi kolaylaştırabilir ve ailenin yeni
rollere uyum sağlamasında yardımcı
olabilir, insanların gerçekçi hedefler
belirlemesinde yardım edebilir ve yas
danışmanlığı önerebilir. Bu görevleri yerine getirebilmek için kullandığı
yöntemler ise; birebir görüşmeler, aile
çalışması, grup, ailede çocuklara odaklanma, bilgiyi paylaşma ve dinlemeyi
içerir. Monroe, sosyal hizmetin daha
geniş rollerini ise eğitim, personel desteği ve toplum ağının gelişimi olarak
tanımlamaktadır. Toplum ağını kurmak
ve bu ağı etkin bir şekilde çalıştırmak,
Şekil 1. Palyatif bakımda sosyal hizmet
uzmanının rollerinin kavramsal çerçevesi
(Sheldon 2000:493’den aktarılmıştır).
Saruç
gönüllülerin gelişimi ve desteklenmesi
için çok önemlidir.
Palyatif bakım alanında hastaların ve
ailelerin psikolojik, ruhsal, duygusal,
fiziksel, kültürel ve sosyo ekonomik olmak üzere birtakım sorunları olabilir.
Bununla birlikte kendisini ölüm tehdidi
altında hisseden bir hastanın, duygusal
ve psikolojik süreçlerini, ekonomik ve
aileye ait endişelerini anlamak düşünüldüğü kadar kolay değildir (Yıldırım
ve diğ. 2013:170). Bir başka ifadeyle
“Kişiler palyatif bakım almaya gelirken,
hasta kimliğiyle değil… Ümitleri, korkuları ve ihtiyaçlarıyla; geçmişlerinden,
yaşantılarından, aile ve kültürlerinden
kaynaklanan beklentileriyle zihinleri karışmış insanlar olarak gelirler”(Cairns
ve ark. 2003). Dolayısıyla palyatif bakım içinde psikososyal bakım genişlemekte olan bir alandır ve bir dizi teori,
model ve uygulama yaklaşımını desteklemektedir. Kanser ve buna benzer hastalıklara yaklaşımda sosyal ve
psiko-sosyal alan güçlü biçimde yer
edinmektedir. Kanserin psiko-sosyal
boyutunu ele alan interdisipliner çalışmaların sayısı gün geçtikçe artmakta,
kanserle bağlantılı psikolojik sorunları
inceleyen, yaşam kalitesi, başetme ve
sosyal destek ve alternatif tedavi yöntemleri gibi konuları irdeleyen araştırmalar kanserle ilgili bilimsel birikime
anlamlı katkılar yapmaktadır (Tuncay,
2009:70). Bununla birlikte kültürel ve
sosyal farklılıklar psikososyal bakım
sağlamada hiçbir evrensel yöntemin
bulunmadığını, bu nedenle bu yöndeki
bilgilerin her bir toplum ve sağlık
hizmeti ortamında insanların bireysel
ve kolektif ihtiyaçlarında kullanılması
ve bunlara adaptasyonun önemli olduğunu vurgulamaktadır (INCTR Palyatif
Bakım El Kitabı, 2008: 90).
Sosyal hizmet uzmanlarının palyatif ve
yaşam sonu bakım alanında mesleki
çalışmalarına yol göstermek ve desteklemek amacıyla mesleki uygulama
standartları geliştirilmiştir. Bir sonraki
bölümde bu standartlar ele alınmıştır.
Sosyal hizmet uzmanlarının palyatif
ve yaşam sonu bakım alanını daha
kapsamlı anlayabilmeleri ve bu alanda
çalışacak olan sosyal hizmet uzmanlarının etkili çalışmalar yapabilmeleri
için NASW’ın palyatif ve yaşam sonu
bakımda sosyal hizmet mesleği için
oluşturduğu standartlardan bahsetmek
faydalı olacaktır.
SOSYAL HİZMET MESLEKİ
UYGULAMA STANDARTLARI
NASW (Ulusal Sosyal Hizmet Uzmanları Birliği), palyatif bakım ve yaşam
sonu bakımda sosyal hizmet uzmanları
için uygulama standartları geliştirmiştir.
Standartlar, palyatif ve yaşam sonu bakımda sosyal hizmet fonksiyonlarının
ve profesyonel sosyal hizmet uygulamasının temel unsurlarını yansıtacak
ve çeşitli ortamlarda bu konular ile ilgili doğru sosyal hizmet uygulamalarını hedefler niteliktedir (NASW,2003).
Bu standartlar palyatif ve yaşam sonu
bakımda sosyal hizmet uygulamasının
temel aşamalarını detaylı bir şekilde
ele almaktadır. Bu bölümdeki aktarmalar Ulusal Sosyal Hizmet Uzmanları
Birliği’nin palyatif ve yaşam sonu bakım
için yayınladığı mesleki standartlardan
aktarılmıştır (NASW, 2003).
Palyatif ve yaşam sonu uygulama büyüyen bir alandır ve sosyal hizmet
uzmanları karmaşık sorunlarla başa
çıkmak için kendilerini hazırlıksız hissedebilirler. Bu standartlar, sosyal hizmet uzmanlarının, palyatif ve yaşam
sonu bakımda çalışırken bilgi, değer,
201
Toplum ve Sosyal Hizmet
yöntem ve müracaatçılarla, ailelerle,
sağlık personeli ve toplumla etkili çalışması için gerekli hassasiyetleri geliştirmeleri için tasarlanmıştır.
NASW’ın palyatif ve yaşam sonu bakımda sosyal hizmet mesleği açısından oluşturduğu standartlar aşağıda
özetlenmiştir.
1. Etik ve Değerler
Hem mesleğin hem de çağdaş biyoetiğin değerleri, etik ve standartları, palyatif ve yaşam sonu bakımda sosyal
hizmet uygulamalarına rehberlik edecektir. NASW’ın etik kodları (NASW,
2000) etik karar alma ve uygulama ile
ilgili birkaç temel kılavuzdan biridir.
Palyatif ve yaşam sonu bakımda uygulama yapan sosyal hizmet uzmanı bu uygulama için hazır olmalıdır.
Uygulamada etik ikilemler, değer
çatışmaları, dini, manevi ve hayatın
anlamı ile ilgili sorularda hazırlıklı olmalıdır. Palyatif ve yaşam sonu bakım
alanında etkili bir uygulayıcı olmak için
özel bir eğitim tercih edilmektedir.
Bu uygulama alanında çalışmak için
gerekli asgari bilgi temeli aşağıdaki temel etik ilkeleri içerir:
• Adalet
• Yararlılık
• Zarar vermemek
• Anlamak
• Tanıtım
• Kişiye saygı
• Evrensellik
• Doğruluk, dürüstlük
• Özerklik
• Gizlilik
• Eşitlik
• Kesinlik.
202
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
2. Bilgi
Palyatif ve yaşam sonu bakımda sosyal
hizmet uzmanları, hastalarla ve profesyoneller ile uygulama için gerekli teorik
ve biyopsikososyal faktörleri kanıtlayarak göstermelidir. Palyatif ve yaşam
sonu bakım hakkında “bilgi ve anlayış”
ile ilgili temel alanlar şunlardır:
• Klinisyen sosyal hizmet uzmanının
çok yönlü rolleri ve fonksiyonları
• Ölüm sürecinin fiziksel ve çok boyutlu aşamaları
• Ağrının fiziksel, psikolojik ve ruhsal
belirtileri
• Ağrıyı hafifletebilmek için psikososyal müdahalelerin aralığı
• Hastaların ve aile bireylerinin biyopsikososyal ihtiyaçları
• Etnik, dini ve kültürel farklılıkların
etkisi
• Karar verme, sağlık bakım personeli ile ilişkiler, ölüm ve ölmek gibi
hastalık ile ilgili sorunlar
• Evde bakım ve hospis düzenlemeleri de dahil olmak üzere palyatif
ve yaşam sonu bakımda hizmet
çeşitliliği
• Mevcut toplum kaynakları ve bu
kaynaklara nasıl erişileceği
• Ekonomik kaynakların hastalık süresi boyunca ve yaşam sonunda
aile kararlarına etkisi
• Hastalığın ilerleyişi süresince yol
gösterici talimatların geliştirilmesi,
kullanımı, destek ve revizyonu
• Palyatif ve yaşam sonu bakıma
ulaşmada
kültürler
arasındaki
farklılıklar
Saruç
• Palyatif ve yaşam sonu bakım için
akreditasyon ve düzenleyici standartların oluşturulması
• Özel nüfus grupları ve ailelerinin
karşılaştığı ihtiyaçlar; çocuklar, fiziksel gelişimsel, zihinsel veya
duygusal engeli olanlar, kurum bakımında olanlar, cezaevlerinde ve
bakım evlerinde olanlar gibi.
3. Değerlendirme
Sosyal hizmet uzmanları, müracaatları
değerlendirmek ve müdahale planı
geliştirmek için kapsamlı bilgileri
belirlemelidir. Kapsamlı bir değerlendirmede dikkate alınacaklar şunlardır:
• Geçmişteki ve şimdiki sağlık durumu
• Aile yapısı ve rolleri
• Kalıplar/ Aile içinde iletişim ve karar
verme kalıpları
• Yaşam döngüsü ile ilgili gelişimsel
sorunlar
• Maneviyat / İnanç
• Kültürel değerler ve inançlar
• Hastanın / ailesinin dil tercihi ve
mevcut çeviri hizmetleri
• Hastanın ve ailesinin palyatifve yaşam sonu bakımda hedefleri
• Sosyal destekler;formal ve informal
bakıcılar dadahil olmak üzere destek sistemlerini, mevcut kaynakları
ve bu kaynaklara erişimdeki engelleri içerir
• Hastalık, sakatlık, ölüm ve kayıp ile
ilgili geçmişte yaşanmış deneyimler
• Ruh sağlığı fonksiyonları (ruh sağlığı hikâyesi, baş etme becerileri, kriz
yönetimi becerilerini içerir)
• İntihar riski
• Mülteci ve göçmenler, çocuklar,
ağır ve kalıcı ruhsal hastalığı olan
bireyler ve evsizler gibi özel nüfus
grubunda yer alan hastaların ve
ailelerinin özgün ihtiyaçları ve psikososyal ihtiyaçları için disiplinler
arası ekiple iletişim kurmak.
4. Müdahale/Tedavi Planlaması
Sosyal hizmet uzmanları palyatif ve yaşam sonu bakımda müdahale planlarının geliştirilmesi ve uygulanmasında
müracaatçıların yetenek ve kararlarını
değerlendirmelere dahil etmelidir. Sosyal hizmet uzmanları yas süreci ve uygulamasında yetenekli olmalıdır.
Tüm uygulama alanlarında sosyal
hizmet uzmanları çeşitli teorik bakış
açılarını ve becerilerini müdahale planını geliştirmek için kullanırlar. Sosyal
hizmet uzmanları farklı yaş grupları,
etnik kökenliler, kültürler, dinler, sosyo
ekonomik ve eğitim farklılığı geçmişi
olanlar, yaşam tarzları ve ruh sağlığı
ve engellilik durumları farklı olanlar ve
tıp dışı tedavi ortamlarında bulunan bireylerle daha etkili çalışma tekniklerine
adapte olmalıdır.
Etkili palyatif ve yaşam sonu bakım için
temel beceriler şunlardır:
• Yaklaşan ölüm belirtilerini tanımak ve bir şekilde aile üyelerini
klinik değerlendirme rehberliğinde
hazırlamak
• Hastalar, aile üyeleri ve bakım
ekibi üyeleri arasında iletişimi
kolaylaştırmak
• Yas teorilerini uygulamaya aktarmada yeterlilik
203
Toplum ve Sosyal Hizmet
• Değerlendirmeye dayanan uygun
tedavi yöntemlerini belirlemede
yeterlilik
• Ağrı yönetimi de dâhil olmak üzere
ihtiyaç duyulan hizmetler için hastalar, aile üyeleri ve bakıcılar için savunmada yetkinlik
• Hasta ve aile üyelerinin uygun kaynaklarla bağlantılarının sağlanabilmesi için karmaşık kaynakların kullanımında yetkinlik
• Hastaları, aileleri ve bakıcıları desteklemede yetkinlik. İleriki dönemleri de kapsayan matem, yas, keder,
kayıp ve izleme hizmetlerini içerir.
Genellikle palyatif ve yaşam sonu bakımda sağlanan müdahaleler arasında
şunlar sayılabilir:
• Bireysel danışmanlık ve psikoterapi
(Bilişsel davranışsal müdahaleleri
içerir)
• Aile danışmanlığı
• Aile-ekip konferansı
• Kriz danışmanlığı
• Bilgilendirme ve eğitim
• Semptomların yönetimi konusunda
çok boyutlu müdahaleler
• Destek grupları, yas grupları
• Vaka yönetimi ve taburculuğun
planlaması
• Karar verme ve karar vermeye çeşitli tedavi seçeneklerinin etkisi
• Kaynak danışmanlığı
• Hasta savunuculuğu / Sistemlerin
navigasyonu
204
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
5. Tutumlar/Farkındalık
Palyatif ve yaşam sonu bakımda sosyal hizmet uzmanları müracaatçılarına,
müracaatçıların onuru ve kendi kaderini tayin hakkı çerçevesinde duyarlı
ve merhametli bir tutum göstermelidir.
Sosyal hizmet uzmanları kendi inançlarının, değerlerinin ve duygularının
ve bu duyguların yaptıkları uygulamayı
nasıl etkilediğinin farkında olmalıdır.
Palyatif ve yaşam sonu bakımda etkin
uygulama için sosyal hizmet uzmanları
ağrı, acı ve diğer sıkıntılarda empati ve
duyarlılık göstermek zorundadır. Sosyal hizmete özgü tutumlar ve tepkiler
şefkat ve hassasiyet kapsayacak yanıtlar içermekle birlikte ancak mutlaka bu
şekilde sınırlı olmayacaktır. Bunlar:
• İnsan acısı ile yüzleşebilmek için
günlük olarak esneklik ve uyum
• Müracaatçının bireyselleştirilmesi /
Müracaatçı sisteminin ihtiyaçları birincil olarak bakım ünitesi
• Müracaatçılarla
etkileşimler
kolaylaştırıcı
• Bakım hedeflerine ulaşmak için, disiplinler arası bir ekip üyesi olarak
işbirliği halinde çalışabilme ve iletişim yeteneği
• Müracaatçıların palyatif ve yaşam
sonu bakımda odaklanmasına savunmaya istekli olmak/Müracaatçı
sisteminin seçenekleri, tercihleri,
değerleri ve inançları
• Acıda yorgunluğun farkında olmak
ve bu durumu hafifletmek için etik
sorumluluk bilincinde olmak
• Palyatif ve yaşam sonu bakımda
mesleki tanınma ve mesleği güçlendirmede hayati rolü, güven ve
yetkinlik.
Saruç
6. Güçlendirme ve Savunuculuk
Sosyal hizmet uzmanları palyatif ve yaşam sonu bakımda hastaların ihtiyaçlarını, kararlarını ve haklarını savunmak
durumundadır. Sosyal hizmet uzmanı
palyatif ve yaşam sonu bakımda bireylerin biyopsikososyal ihtiyaçlarını karşılamak için bireylerin kaynaklara eşit
erişime sahip olmasını sağlayan sosyal
ve siyasal eylem içinde yer alır.
7. Belgeleme
Sosyal hizmet uzmanları müracaatçılarla ilgili yazılı ya da elektronik
tüm uygulamaların kaydını yapmak
durumundadırlar.
8. Disiplinlerarası Ekip Çalışması
Sosyal hizmet uzmanları palyatif ve
yaşam sonu bakım hizmetlerinin kapsamlı dağıtımı için disiplinlerarası bir
çabanın parçası olmalıdır. Sosyal hizmet uzmanı ekip üyeleri ile işbirliği yapmaya gayretli olmalıdır.
Disiplinler arası ekip çalışması palyatif ve yaşam sonu bakımın önemli bir
bileşenidir. Sosyal hizmet uzmanları
sağlık bakım ekibinin ayrılmaz parçasıdır. Sosyal hizmet uzmanları palyatif
ve yaşam sonu bakım ekibi içerisinde
bireylerin ve ailelerin görüşlerini ve ihtiyaçlarını savunurlar ve müracaatçılara
ekip üyeleriyle iletişim kurmada yardımcı olurlar. Genellikle müracaatçılar,
aileler ve ekip üyeleri, problem çözme ve çatışmaların çözümünde sosyal hizmet uzmanlarının uzmanlığına
güvenmektedir.
9.Kültürel Yetkinlik
Sosyal hizmet uzmanı palyatif ve yaşam sonu bakımda farklı grupların
tarih, gelenekler, değerler ve aile sistemleri hakkında özel bilgi ve anlayışa
sahip olmalıdır ve bunu geliştirmeye
devam etmelidir. Sosyal hizmet uzmanları bu konuda bilgili olmalı ve NASW’ın
Sosyal Hizmette Kültürel Yeterlilik ile
ilgili yayınladığı standartlara (NASW,
2001) uygun olarak hareket etmelidir.
10. Sürekli Eğitim
Sosyal hizmet uzmanları NASW standartlarına uygun olarak mesleki gelişimleri için sürekli eğitim konusunda
kişisel sorumluluk üstlenirler. Sosyal
hizmet uzmanları palyatif ve yaşam
sonu bakımda bireylerle ve ailelerle
etkili bir şekilde çalışabilmek için teori ve uygulamadaki bilgiyi geliştirmeye
devam etmek zorundadır. Palyatif ve
yaşam sonu bakım tüm uygulama alanlarını geçen, hızla genişleyen ve değişen bir alan. Klinik yeterliliğin yanı sıra
sosyal hizmet uzmanlarının becerilerini
de geliştirmesi gerekir.
11. Süpervizyon, Liderlik ve Eğitim
Palyatif ve yaşam sonu bakım konusunda uzmanlığı olan sosyal hizmet
uzmanları bireyler, gruplar ve örgütler ile eğitim, süpervizyon, yönetim ve
araştırma çabalarına öncülük etmelidir
(NASW, 2003).
Görüldüğü gibi palyatif ve yaşam sonu
bakım alanında bir dizi sosyal hizmet
işlevi ve standardı bulunmaktadır. Bu
standartlar aynı zamanda genel sosyal
hizmet uygulamasının da bileşenleridir. Bu alanda çalışan sosyal hizmet
uzmanları, genel sosyal hizmet bilgi,
beceri ve değerlerini uygulamada kullanabildiği gibi, kendi deneyimlerinden
tecrübe ettiği alana yönelik yeni bilgi
ve becerilerin oluşturulmasına katkıda
205
Toplum ve Sosyal Hizmet
bulunabilir. Bu şekilde aynı zamanda
sosyal hizmetin bilgi temelinin de geliştirilmesine olanak sağlamış olurlar.
SONUÇ
Palyatif ve yaşam sonu bakım alanı
Türkiye’de yeni gelişmeye başlayan oldukça yeni bir alandır. Toplumsal, kültürel ve sosyo ekonomik alanda yaşanan
değişiklikler genelde hastalarına ve
yaşlılarına evde bakım veren Türk toplumunu da dönüştürmektedir. Özellikle
kanser hastalığının yaygınlığı ve bu
hastalığın getirdiği uzun süreli bakım
ihtiyacı, hasta yakınlarının hastalığın
üstesinden gelmelerini, ağrı ve acı ile
baş etmelerini engellemektedir. Kaldı
ki Türkiye’de “kanser” ve “ölüm” halen
bir tabu olarak görülmekte aile içinde
ve sosyal çevrede bu konu hakkında
konuşulamamaktadır. Ölümcül hastalık
denildiğinde ilk akla gelen durumlardan
biri olan kanser ile ilgili olumsuz tutumlar ve kanser hakkında yapılan yanlış
yorumların hastalığı anlamlandırmadaki payı büyüktür (Yıldırım ve diğ.
2013:172). Öte yandan bireyin yaşamının son dönemlerini kaliteli geçirilmesine olan ilgi profesyonel bakımı zorunlu
kılmaktadır.
Türkiye’de bu türde hizmetlerin gelişimi
gecikmiş olmakla birlikte ivedi kurulması ve yaygınlaştırılması gereklidir.
Türkiye’de uygulama açısından palyatif bakım felsefesi sağlık personeline
dahi yabancı bir kavramdır. Palyatif
bakım henüz Türkiye’de sağlık çalışanları tarafından bile çok iyi bilinen bir
uygulama değildir. Sağlık sunumunda
bu yaklaşımın kullanılması isteniyorsa
öncelikle sağlık çalışanlarının eğitilmesi uygulamanın başarıyla başlatılması
ve sürdürülebilmesi açısından oldukça
önemlidir.
206
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
Palyatif bakımın Türkiye’deki sağlık sistemi ile bütünleştirilmesi süreci karmaşık olabilmekle birlikte mesleki kimliğin
ve rollerin oluşturulmasında birtakım
sorunlar yaşanabilir. Her meslek grubu
kendi mesleki kimliğini ve rollerini ekipteki diğer meslek gruplarına tanımlamak durumundadır. Bu aynı zamanda
ekip çalışmasının da bir gereğidir.
Bu çalışmada palyatif ve yaşam sonu
bakımda sosyal hizmet uzmanlarının
rolleri ve sosyal hizmet mesleğinin uygulama standartları incelenmeye çalışılmıştır. NASW’ın geliştirdiği standartlar palyatif ve yaşam sonu bakımda bir
araç niteliğindedir ve aynı zamanda bu
alandaki sosyal hizmet uygulamalarına
temel oluşturmaktadır. Sosyal hizmet
uzmanları bu alanda çalışırken genel
sosyal hizmet bilgi, beceri ve değerlerini kullanabileceği gibi, bu alanda çalışarak kazandığı deneyimleri bilgiye
dönüştürerek aynı zamanda mesleğin
bilgi temeline de katkıda bulunabilir.
KAYNAKLAR
Aydoğan, F., ve Uygun, K. (2011). Kanser
hastalarında palyatif tedaviler. Klinik Gelişim, 24:4-9
Bağ, B. (2012a). Hospis ve hospiste ölüme
hazırlanma. Akad Geriatri, 4: 120-125
Bağ, B (2012b). Almanya örneğinde sağlık
sisteminde palyatif bakım uygulamaları.
Türk Onkoloji Dergisi, 27 (3): 142-149
Bosma, H.,Johnston, M., Cadell, S.,
Wainwright, W., Abernethy, N., Feron, A.,
LouKelley, M., and Nelson, F. (2010). Creating social work competencies for practice in
hospice palliative care. Palliative Medicine,
24 (1): 79-87
Cairns M. Thaompson M.,Wainwright W.
(2003). Transitions in dying and bereavement: A psychosocial guide for hospice and
Saruç
pallative care, Victoria Hospice Society.
Baltimore: Health Professions Press.
Gültekin, M., Özgül, N., Olcayto, E., ve Tuncer, M. (2010). Türkiye’de palyatif bakım
hizmetlerinin mevcut durumu. Türk Jinekolojik Onkoloji Dergisi, 1: 1-6.
INCTR (Uluslar arası Kanser Tedavisi ve
Araştırmaları Ağı) Palyatif Bakım El Kitabı
(2008). Editörler; M. Tuncer, N. Özgül, M.
Gültekin.
Işıkhan, V. (2008). Terminal dönemdeki
kanser hastalarının ölüm yeri tercihleri.
Türk Onkoloji Dergisi, 23 (1), 34-44.
Işıkhan, V. (2007). Kanser ve sosyal destek. Toplum ve Sosyal Hizmet, 18(1): 15-29
Işıkhan, V.(2006). Onkoloji alanında bakımverenlerin tükenmişliği. Toplum ve Sosyal
Hizmet, 17 (2): 7-23
Lawson, R.(2007).Home and hospital; Hospice and palliative care: How the environment impacts the social work role. Journal
of Social Work in End-of Life&Palliative
Care, 3 (2):3-17
Monroe, B. (1993). Social work in palliative
care, in Doyle, D.,Hanks, G.and Macdonald, N.(eds), Oxford Textbook of Palliative
Medicine, Oxford University Pres, pp.565574
NASW Standards for Palliative&End of Life
Care, National Association of Social Workers (2003)
National Association of Social Workers.
(2000). Code of ethics of the National Association of Social Workers. Washington,
DC.Author.
Saunders, D C. (2001). Social work and palliative care- The early history. British Journal of Social Work, 31: 791-799.
Sheldon, FM (2000). Dimensions of the role
of the social worker in palliative care. Palliative Medicine. 14: 491-498
Small, N. (2001). Social work and palliative
Care. British Journal of Social Work, 31:
961-971.
T.C. Sağlık Bakanlığı Tedavi Hizmetleri Genel Müdürlüğü (2011). Türkiye’de özellikli
planlama gerektiren sağlık hizmetleri 20112013, Ankara.
T.C. Sağlık Bakanlığı Evde Bakım Hizmetleri Sunumu Hakkında Yönetmelik, Resmi
Gazete Tarihi 10.03.2005 Resmi Gazete
Sayısı: 25751
Tuncay, T.(2010). Kanserle başetmede destek grupları. Toplum ve Sosyal Hizmet, 21
(1): 59-71
Tuncay, T. (2009). Genç kanser hastalarının hastalık anlatılarının güçlendirme yaklaşımı temelinde analizi. Toplum ve Sosyal
Hizmet, 20 (2):69-87.
World Health Organization (2003). WHO
definition of palliative care. Retrieved September 23, 2003, from http://www.who.int/
cancer/palliative/definition/en/.
Yıldırım, B., Acar, M ve Tuncay, T (2013).
Onkoloji alanında sosyal hizmet uzmanlarının görevleri ve kanıta dayalı değerlendirme. Toplum ve Sosyal Hizmet, 24 (1): 169189.
National Association of Social Workers.
(2001). NASW standarts for cultural competence in social workpractice. Washington, DC: NASW Press.
Önal Dölek, B. (2012). Evde ve kurumda
uzun dönemli bakım. Klinik Gelişim,25:95–99
207
Tunç
Derleme
FEMİNİST GRUP
ÇALIŞMASI: TEMELİ,
KAPSAMI VE SÜRECİ
Belirtilen amaçlar doğrultusunda yapılmış
olan bu çalışmada feminist teorinin kapsamı
ve içeriği, feminist teorinin perspektifleri, feminist sosyal hizmet uygulaması ve feminist
sosyal hizmet uygulaması kapsamında grup
çalışmasının nasıl yapılandırılması gerektiği
konusunda açıklamalarda bulunulmuştur.
Feminizim, feminist
grup çalışması, sosyal hizmet.
Anahtar Sözcükler:
ABSTRACT
Feminist Group Work:
Backround, Scope and
Process
Melike TUNÇ*
* Arş. Gör., Hacettepe Üniversitesi,
İİBF, Sosyal Hizmet Bölümü
ÖZET
Feminizm ve sosyal hizmet felsefeleri ve
uygulamaları itibariyle birbirini bütünler
olarak nitelendirilmektedir. Çünkü hem feminizmin hem de sosyal hizmetin temelinde
“güçlendirme yaklaşımı”, “adalet”, “hakların kullanımı” gibi kavramlar bulunmaktadır. Feminist sosyal hizmet uygulamaları ise
dar anlamıyla bireysel olarak sadece kadın
hareketlerinin, geniş anlamıyla yaşanan her
türlü baskıyla mücadeleye karşıt olarak geliştirilen mikro- mezzo ve makro çabaların
bir bütünü olarak değerlendirilmektedir.
Bu değerlendirmeden yola çıkarak, yapılmış
olan bu çalışma, hem bir teorinin kuramsal
olarak bir bütün halinde ele alınmasını, hem
de feminist teorinin sosyal hizmet uygulamasına aktarılarak daha iyi özümsenmesini
sağlamayı amaçlamaktadır.
Feminism and social work are referred to
as complementary to each other with their
philosophies and practices. On the basis of
social work and feminism “empowerment
approach”, “ justice” and “exercises of
rights” lie. In the strict sense, feminist social
work practices are based only on women; on
the other hand, broader sense of feminism
depends on efforts of opposed all kind of
pressures micro, mezzo and makro level of
practices.
Based on this assesment, the study aims to
evaluate the theory as a whole and contributes to better integration of feminist theory
into social work practice.
This study argues that the scope and content
of feminist theory, perspectives of feminist
theory and how to configure group work
within the scope of feminist social work practice are important.
Key Words: Feminism, feminist group work,
social work
GİRİŞ
Feminist grup çalışmasını açıklayabilmek için öncelikle feminist teorinin ne
olduğunu ve feminist teorinin hangi
perspektiflere sahip olduğunu bilmekte yarar vardır. Bu bağlamda, feminist
teorinin dayanaklarını, politik, sosyal,
kültürel baskının bütün yansımalarını
209
Toplum ve Sosyal Hizmet
patriarki ile ilişkilendirerek, hem bireysel (mikro), hem bireyler ve gruplararası (mezzo), hem de toplumsal (makro)
boyutları içerisinde ele almayı ve analiz
etmeyi gerektirmektedir. Bireysel boyutta ele alınan her söylem ve eylem
sosyo-politik düzeyde de ele alınmayı
gerektirmektedir. Güçlendirme yaklaşımını temel alan feminist uygulamalar
bu üç boyutu da kapsamalıdır.
Bu bağlamda yapılan çalışmanın amacı, feminist teorinin içeriğini ve hangi
perspektifleri içerdiğini açıklamaktır.
Bu perspektifler dahilinde, liberal, radikal, sosyalist, postmodern feminizme
yer verilmiştir. Çalışmanın diğer amacı
feminist sosyal hizmet uygulamasının
içeriğini analiz etmektir. Ayrıca feminist sosyal hizmet uygulamasının bir
boyutunu oluşturan grup çalışmasını
literatür odağında açıklamaktır. Feminist grup çalışmasını planlarken nelere dikkat edileceği, grubun yapısının
nasıl kurulacağı, grup sürecinin nasıl
işleneceği ve grup süresince grup liderine rehberlik edecek daha önce
yapılmış çalışmalarda kullanılmış olan
sorulara yer verilmiştir. Bu nedenlerle
çalışmanın temel amacı, feminist teorinin temelinde, feminist sosyal hizmet
uygulamasının grup çalışmasında nasıl
uygulanabileceği konusunda rehberlik
edebilmektir.
FEMİNİST TEORİ KAVRAMI
Feminist düşünce birçok perspektifiyle
uzun bir tarihe dayanmaktadır. Politik,
sosyal, kültürel ve kadına yönelik baskının diğer türleriyle ve bu baskıların
patriarki ile ilişkisi ile ilgilenmektedir.
Erkeğe ayrıcalık tanıyarak güçlendiren düşünce sistemi ve sosyal ilişkiler
ile kadınların deneyimlerini değersizleştiren, güçsüzleştiren, haklarını
210
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
elinden alan cinsiyetler arası ilişkilerle ilgilenmektedir (Payne, 2005: 251).
Feminizm için genel bir tanımlamadan
söz etmek oldukça güçtür çünkü tarih
boyunca kadın kurtuluş veya özgürlük
hareketi birçok anlam geliştirmiştir. Bunun nedeni ise, bu hareket içerisinde
mücadele eden kadınların düşüncelerinin, sorunlarının, kültürel konum ve
politik amaçlarının farklı olmasından
kaynaklanmaktadır. Kendi içlerinde
farklı konum ve mekânda olan kadınlar,
kadın kurtuluşunu kendi sorunları ve
politik anlayışları çerçevesinde biçimlendirmeye çalışmışlardır. Dolayısıyla
da sayısız feminist hareket, eylem ve
anlayış geliştirmişlerdir. Bu farklılıklara rağmen, feminizmi anlamak için
“toplumsal hareket” kavramından ne
anlaşılabileceğini belirtmek gerekmektedir. Toplumsal hareket; “toplumsal bir
değişme sağlamak amacıyla girişilen
kolektif bir etkinlik olup, iktidar yapısına, norm ve değerlere karşı yöneltilen
bir protesto” olarak tanımlanmaktadır
(Tekeli, 1995: 30). Toplumsal hareket
kapsamında feminist hareket, cinsiyet eşitsizliğinin politik bir konu olarak
gündeme getirilmesi Bora (2011: 18)
tarafından büyük bir başarı olarak görülmüştür. Bu bağlamda da feminizm,
“kadınların kendi aralarında bir dayanışma yaratarak, erkek egemen dünyanın norm ve değerlerine, cinsiyetçi
politikalarına karşı başlatmış olduğu
mücadele” (Michell, 1995: 6), “cinslerin eşitliği kuramına dayanan kadınlara
eşit haklar isteyen temelde kadın ile erkek arasındaki iktidar ilişkisini değiştirmeyi amaçlayan bir siyasal akım” (Arat,
2010: 29) ve “cinsiyetçiliği, cinsiyetçi
sömürüyü ve baskıyı sona erdirmeye
çalışan bir hareket” (Hooks, 2012: 9)
olarak tanımlanmaktadır.
Tunç
Bora (2011: 44)’ya göre feminist perspektif, içinde bulunulan somut durumun
somut analizi yapılırken, durumun içinde üretildiği genel çerçeveyi gözden
kaçırmamayı, farklı iktidar biçimlerinin
ve bunlar arasındaki ilişkilerin somut
durumun ortaya çıkmasındaki etkisini
kavrayabilmeyi sağlamaktadır. Ayrıca
genel çerçevenin somut duruma nasıl
işlediğini analiz ederken, kadınlar arası
farklılık meselesini bir kimlik meselesinden daha derin biçimde ele alabilmeyi
ve kimlikleri kuran farklı iktidar yapıları
ile yüzleşebilmeyi sağlamaktadır.
Sosyal hizmet sözlüğünde ise feminizm
şu şekilde tanımlanmıştır: “Kadınlar
için yasal ve sosyo-ekonomik eşitliğin
savunulduğu toplumsal harekettir. Bu
hareket 18. yy.’da büyük Britanya merkezlidir”. Bu tanımdan sonra feminist
sosyal hizmet ise şu şekilde tanımlanmıştır, “sosyal hizmet değer, beceri ve
bilgisinin feminist bakış açısıyla birleştirilerek bireylere ve topluma cinsiyet ayrımcılığı sonucu ortaya çıkan duygusal
ve sosyal problemleriyle başa çıkmada
yardımcı olmaktır” (Barker, 1995: 115).
Zastrow (1994: 520), “feminist sosyal
hizmet uygulamasının, sosyal değişimi
sağlayarak yaşam kalitesini arttırma
görevini yerine getirebilmede uygulanabilir bir yol olduğunu” belirtmiştir.
Feminist perspektif, sosyal inanışların,
cinsiyet ve toplumsal cinsiyet rollerinin,
sosyal politikaların, programların erkek
egemen şekilde inşasına ve bu durumun da müracaatçıların problemlerini
nasıl etkilediğine dikkat çekmektedir.
Feminist perspektife göre uygulamalar
sadece klinik ya da bireysel düzeyde
kalmamalı, politik eylem ve savunuculuğa dönüştürülmeli, kurumların işlevselliği ve sosyal politikanın değiştirilmesi üzerinde de durulmalıdır (Sheafor
ve Horejsi, 2002: 96). Bu anlamda feminist yaklaşımın amacı, sosyal hizmet
uygulamasında müracaatçının içinde
bulunduğu duruma toplumsal cinsiyet
rollerine ait inanışların ve kalıpların etkisini belirlemektir.
Feminist teorinin kapsamı irdelendiğinde, bu kapsam içerisine kadınlık olgusunun sosya-politik, kültürel ve ekonomik boyutlarının göz önüne alınmakla
birlikte, mikro, mezzo ve makro uygulamaların tümü dahil edilmektedir.
FEMİNİST TEORİNİN
PERSPEKTİFLERİ
Feminist teorinin tek bir tanımı yapılamamaktadır çünkü içerisinde birçok
alanı barındırmaktadır. Farklı bakış
açılarına sahip belirli gruplar, feminist
teorinin farklı perspektiflerini gündeme getirmişlerdir. Bu süreç, 1800’lerin
sonlarında, birinci dalga olan feminist
aktivizm kadınların politik ve yasal
düzlemde haklar kazanmasıyla ilişkiliyken, 1960’lardan bu yana ikinci dalga
iş fırsatlarında, politik etkinin ve kamu
alanının genellikle özel alandaki kadınların kişiler arası ilişkilerine yönelik tutumları ile bağlantı kurmadaki yaşanan
eşitsizlikler ile ilgilidir (Payne, 2005:
252). 1960’lardan günümüze feminizm
kadın ve erkek arasındaki eşitsizlikleri
açıklamak için perspektifler geliştirmiştir. Bu perspektifler aşağıdaki şekilde
açıklanmaktadır.
Liberal Feminizm
Liberal feminizm (Reynolds, 1993; Dominelli, 2002: 24) kadın ve erkek arasındaki eşitsizlikleri çalışma hayatında,
bakımda, aile içi rol ve görev paylaşımında aramaktadır. Bu bakış açısı, kadın ve erkek arasındaki cinsiyet
211
Toplum ve Sosyal Hizmet
farklılıklarının kültürel varsayımları ve
sosyal ilişkileri nasıl etkilendiğine odaklanmaktadır. Yaşanan eşitsizliklerin çözümüne yönelik, yasalar ile eşitsizlikleri
azaltmak, eşit fırsatların sağlamasını
desteklemek, toplumsal kuralları değiştirmek ve sosyalleşme sürecini değiştirerek çocukların cinsiyet farklılıklarının
farkında olarak büyümesini sağlamak
şeklinde geliştirilmektedir.
Liberal felsefe, liberal feminizmin de
dayanağı olarak, toplumu kaynakların
paylaşımı için yarışan ayrı ayrı bireyler
olarak tanımlamaktadır. Bu nedenle bireysel özgürlüğün devlet müdahalesinin
geri çekilmesiyle sağlanacağı düşünülmektedir. Liberal feminizm için önemli
noktalardan biri kamusal alan ve özel
alanın birbirinden ayrılması, arasına
çizgi çekilmesidir (Jaggar, 1983). Buna
bağlı olarak, Batı toplumlarında bağımsızlık (bağımlılık), fırsat eşitliği (çıktıların eşitliği) ve bireyselcilik (kollektivizm)
kökleşmiş belirli bir görüş olmaktansa,
günümüzde standart sosyal işlev olarak kabul edilmektedir. Bu geleneksel
liberal değerler, liberal feminist düşüncenin temelini oluşturmaktadırlar. Liberal feministler, toplumun kadınları birey
olarak değil, grup olarak görüp sınırlandırıldıklarını düşünmektedirler (Jaggar,
1983; Akt: Dominelli, 2002: 24). Kadınların da erkeklerle eşit haklara sahip olduğunu, fakat erkeklerin ırk, sosyo ekonomik düzey ve diğer faktörleri dikkate
alınarak hakların dağıtımında eşitsizliklerin meydana geldiğini düşünmektedirler (Saulnier, 2000: 8).
Liberal feministler için kadınların politik
eşitsizliğini, ihtiyacı olan sosyal hizmetlere ulaşamaması gibi toplumsal
konularda kadın erkek arasındaki eşitsizliğini gidermek önemlidir. Eşit eğitim,
eşit iş fırsatları, eşit işe eşit ücret gibi
212
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
konular liberal feminizmi simgelemektedir. Bu alanlarda hala yapılan kampanyalar kamusal ve özel alan ayrımını
desteklemeye devam etmektedir (Giddings, 1988; Joseph, 1981; Akt: Saulnier, 2000: 8). Bu anlamda liberal feministler ne meritokrasi ne de diğer temel
değişimleri istemektedirler. Sadece
kadınların toplum kaynaklarından daha
fazla yararlanmaları konusunda hakları
olduğunu iddia etmektedirler (Nes ve
Iadicola, 1989: 12).
Görülmektedir ki liberal feministler politikaları sosyal değişim için araç olarak kullanmışlardır. Sosyal değişimin
kapsamı, cinsiyet ayrımcılığına karşı
düzenlemeler, doğum izinlerinin iyileştirilmesi, eğitim politikalarında değişikliklere gidilmesi, kız çocukların
okullaşma oranlarının arttırılmasının
sağlanması, evlilik içinde ekonomik hak
kazanımlarının adil dağıtımının sağlanması, boşanma ve velayet konularında
kadınların lehine oranların arttırılması
şeklinde geliştirilebilir.
Radikal Feminizm
Radikal feministlerin “kişisel olan politiktir” sloganının kabulü ile feminizmin
dışında kalan alanlar da feminizme
dahil edilmiştir (Tong, 2009: 49). Radikal feministler, kadınların yaşadıkları
adaletsizlikleri ve olumsuz bireysel deneyimleri kişisel problemler olarak ele
almalarının yanında, aslında bu problemlerin politik konulara ve güç dengesizliğine dayandığını belirtmektedirler.
Radikal feministler, kamuyu özel konulardan ayırma ile erkek baskısını sadece her iki alanda da yaşanan baskının
maskeleneceğini
düşünmektedirler.
Ayrıca kamu ve özel yapıların erkek
egemen dinamiğinin olduğunu vurgulamaktadırlar. Kamu ve özel alanların
Tunç
ayrımının kadınların izole ve depolitize
olmasına neden olduğunu düşünmektedirler (Nes ve Iadicola,1989: 14).
Radikal feministler toplumu ataerkil
olarak tanımlamaktadırlar. Bu tanımın
içeriğinde ise tarihsel olarak ailelerin
erkek egemen şekilde yapılandırılmış
olduğunu ve toplumların da erkeklere
orantısız şekilde güç dağılımı yaptığını
belirtmektedirler. Toplumu ataerkil olarak karakterize eden radikal feministler
en temel ve en önemli toplumsal ayrışmanın toplumsal cinsiyet üzerinden
yapıldığını savunmaktadırlar (Jaggar,
1983). Ataerkil yapı bireysel kimlikte, sosyal ilişkilerde ve gücün yapısal
sistemlerinde yer alan politik süreci
içermektedir. Sadece bu erkek ayrımcılığını yasal sistemler pekiştirmemekte,
ayrıca tüm kişilerarası ilişkilerin bunu
sürdürdürmektedir (Eisenstein, 1981;
Akt: Saulnier, 2000: 20).
Radikal feministler erkek üstünlüğüne
yönelik iki temel alana sahip psikolojik
analiz geliştirmişlerdir. İlki, kadınların
ataerkil mesajlarla bunları psikolojik
olarak içselleştirmektedirler (Echols,
1989) ve bu nedenle kadınların psikolojik olarak kontrolleri ataerkil sistemlerle başa çıkmada önemli bir bileşeni
oluşturmaktadır (Donovan, 1985; Akt:
Saulnier, 2000: 21). Ayrıca bazı radikal
feministler tarafından cinselliğin yaşanması kadınların değil, sadece erkeklerin ihtiyacının karşılanmasına yönelik
olduğu savunulmaktadır (Tong, 2009:
51). Bu nedenlerle kadınların rollerinin
kısıtlanması ile psikolojik problemlerin
kaçınılmazlığı söz konusu olmaktadır.
Katı cinsiyetçi roller cinsiyet temelli
baskıyı da yaratmaktadır. Bu nedenle
radikal feministler erkeklerin biyolojik
olarak üstünlük söylemlerini mantık çerçevesine indirgeyerek, görünüşleriyle
baskı yarattıklarını savunmaktadırlar
(Koedt, 1973; Akt: Saulnier, 2000: 21).
Bununla birlikte Arat (2010: 75)’a göre
radikal feminizm eşitlikle farklılığın
birlikte varolmasını savunmaktadır.
Çünkü bu akım yalnız kadınlar farklıdır
demekle yetinmemekte aynı zamanda
kadınların da birbirlerinden farklılıklarını vurgulamaktadır.
Radikal feministler kadına yönelik fiziksel, cinsel içerikli şiddetin yaygınlığı üzerinde çalışmalar yapmışlardır.
Şiddeti sonuç olarak politik bağlamda
tanımlamışlardır. Kadına yönelik şiddetin baskı ve kontrol ile ilgili olduğunu
belirtmekle birlikte, ataerkil yapıların
terk edilmesiyle bu sorunun çözüleceğini belirtmektedirler (Saulnier, 2000).
Radikal feminizmde ataerkil yapılar/
sistemler; hukuk, gelenek, ekonomi,
eğitim, kurumsal inanç, bilim, dil, medya, ahlak, çocuğun yetiştirilmesi, ticaretin bölünmesi ve günlük sosyal etkileşimler olarak tanımlanabilir. Ayrıca
sosyal sistemler erkeklerin güçleri ve
ayrıcalıkları ile karakterize edildiğini
savunmaktadırlar.
Sosyalist/ Marksist Feminizm
Sosyalist / Marksist feminizm (Dominelli, 2002: 26) kadına yönelik baskının
sınıf temelli sosyal sistem içinde yapılandırılmış olan eşitsizlikten kaynaklandığını vurgulamaktadır. Çünkü kadınlar
kapitalizm için iş gücünün yeniden üretilmesinde, sorumlulukların taşınmasında ve çocuk bakımını üstlenilmesinde önemli rol oynamaktadırlar. Kadına
yönelik baskı diğer baskı türleriyle (ırk,
engellilik gibi) etkileşim halindedir. Bu
nedenle baskıcı sosyal ilişkilerin analiz
edilmesi ve anlaşılması gerekmektedir.
Ayrıca gücün ekonomik olarak yansıması ve bu ekonomik gücün kadınları
213
Toplum ve Sosyal Hizmet
kontrol etmede kullanılmasıyla başa
çıkmaktadırlar (Dominelli, 2002: 28).
Bu başa çıkış ancak Ecevit (2011:
15)’nde belirttiği gibi kadınların ezilmişliğinin analizinin üretim biçimleri ve kapitalizmin analizi ile gerçekleşebilir.
Ecevit (1985)’in de belirttiği gibi, kadınların ücretli emek alanından dışlanmaları ve ev alanında üstlendikleri
yeniden üretim sorumlulukları ile sınırlandırılmalarının analizleri yapılmalıdır.
Sadece yeni neslin yeniden üretiminin
sağlanmasından ve ücretsiz işgücünden öncelikle erkeklerin ve özellikle
kapitalizmin faydalandığını savunmaktadır (Akt: Ecevit, 2011: 16). Bununla
beraber Barret (1995; Akt: Ecevit, 2011:
16) de marksist feminizmin geliştirilmesi gerektiğini ve toplumsal cinsiyet eşitliği analizinin de merkezde yer alması
gerektiğini savunmaktadır.
Marksist feminizm, ataerkillikle kapitalizmin çıkarları arasındaki ilişki ve paralelliğin sorunsallaştırılmaması nedeniyle de eleştirilmektedir. Bu eleştiriye
karşılık sosyalist feministler, sadece
sınıf değil, ataerkillik ilişkilerini de açıklayacak kuram arayışıları sonucunda
ikili sistemler yaklaşımını geliştirmişlerdir. Bu yaklaşımın ikili olarak tanımlanmasının nedeni de toplumsal cinsiyet
çözümlemesini hem kapitalist hem de
ataerkillik üzerinden yapılması nedeniyledir (Ecevit, 2001: 17). Çünkü bu iki
sistemin bir araya gelmesi kadınlar için
olumsuz etkiler yaratmakta ve kadınları
baskı altına almaktadır.
Postmodern Feminizm
Postmodern feminizm ise bilgi ve anlayışının çoğunu postmodernizmden
almıştır. Merkezini dilin kullanımı oluşturmaktadır. Savunulan düşünceye
214
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
göre anlatılar kendi gerçekliklerinden
yoksun olarak kullanılmaktadırlar. Bu
nedenle anlatının anlaşılabilmesi için
sosyal süreçlerin bilinmesi gerekmektedir (Scott, 1988: 34). Postmodern feministler dilin gücünü, sosyal gerçeklik
bağlamında incelemektedirler (Wittig,
1988: Akt: Saulnier, 2000: 14). Postmodernistler, feministlerin genellikle
kadına yönelik baskının kültürlerarası
tek bir nedeni olduğunu savunduklarını belirtmişlerdir. Feminist teoriler
kendi çağında, toplumunda, kültüründe, sınıf, cinsel yönelim ve etnik veya
ırksal grupları yanlış şekilde yaygınlaştırmaktadır. Cinsiyet ve cinsel fark
analizlerinin birçoğunun değiştirilmesi
gerektiğini düşünmektedirler. Bunun
için de Flax (1990: 55)’a göre postmodern feminist teorisyenlerinin görevleri
şunlardır: Toplumun feminist bakış açılarını dile getirmek, kadınların toplumsal dünya tarafından nasıl etkilendiğini
analiz etmek, güç ve bilgi arasındaki
ilişkinin rolünü incelemek ve kadınları
sosyal dünya hakkında düşündürmek
ve dünyanın nasıl değiştirilmesi gerektiği konusunda yollar hayal etmektir.
Postmodern
feminizm
(Dominelli,
2002: 33) sosyal ilişkilerin karmaşıklığını ve gelişmişliğini, toplumların kadınların hangi durum içerisinde olduğunu
ve nasıl iyileştirmesi gerektiği konusundaki varsayımlarını nasıl söylemleştirdiğini açıklamaktadır. Postmodern
feminizmin önemli özelliklerinden birisi
sorgulayıcı olmasıdır.
Birçok feminist teori, kadınların başa
çıkmak zorunda olduğu yanlış anlamaları, cinsel ayrımcılığı ve yaşadıkları
baskıyı nasıl en aza indirebileceklerinin
yollarını aramaya çalışmışlardır. Her
feminist teoride perspektifler kadınları kısıtlayan güçlerin kaynağına göre
Tunç
farklılık göstermiştir. Liberal feministler,
var olan yapı içerisinde iş, politika ve
aile ilişkilerinde erkeklerle eşit koşullara sahip olmak isterken; radikal feministler, ataerkil cinsiyet baskısı nedeniyle ataerkil sistemi kaldırma çabası
için olmuştur. Sosyalist feministler ise
kapitalist ve ataerkil sistem ilişkilerini
kökten değiştirmeyi istemişlerdir. İçinde bulunulan durum, içinde bulunulan
zaman ve kadınların bakışaçılarına
profiline göre yaşanan sorunlar için
farklı yaklaşımlar benimsenmiştir. Bu
nedenlerle de farklı baskı ve ayrımcılık türlerinden mağdur olan müracaatçı
gruplarının temelini oluşturduğu sosyal
hizmet uygulamalarında, sosyal hizmet
uzmanları,tüm bu farklılıkları görmeli ve
analiz etmelidir. Bu farklılıkları görebilme ve analiz edebilmek için de feminist
sosyal hizmet yol gösterici olacaktır.
FEMİNİST SOSYAL HİZMET
Feminist sosyal hizmet, çalışan kadınların kolektif eylemlerinin karşılığını
bulmuş halidir. Amaçları, kadınların kişisel problemlerini dile getirmektir. Bununla birlikte problemlerini toplumdaki
pozisyonları ve statüleri ile ilişkilendirerek refahlarını arttırmaktır. Bunun anlamı da kişisel ve özel sorunların toplumu
ilgilendiren konular olarak yeniden adlandırılmasıdır. Feminist sosyal hizmet
yapılandırılırken, kadın aktivistler daha
genel bir feminist bakış açısı üzerinde
durmuşlardır, kendi teori ve pratiklerini
oluşturmuşlardır. Bu şekilde feminist
sosyal hizmet aynı zamanda feminist
araştırma, feminist uygulama konularına katkıda bulunmuştur (Dominelli,
2002: 6).
Dominelli (2002: 7)’ye göre feminist
sosyal hizmet, sosyal hizmet uygulamasının bir çeşididir. Dünyadaki kadın
deneyimlerinden yola çıkarak, kadınların toplumdaki pozisyonları ile kişisel
çaresizlikleri arasında bağlantı kurarak
analiz etmekte, müracaatçının özel ihtiyaçlarına yanıt arar, müracaatçı ile
arasında eşitlikçi ilişki kurmakta ve yapısal eşitsizliklere dikkat çekmektedir.
Kadınların özel ihtiyaçlarına ve hayatlarında karışıklıkları durumlara bütüncül
bakış açısıyla yaklaşmaktadır. Sayısız
çatışma ve yaşanan baskılar feminist
sosyal hizmetin ayrılmaz parçalarıdır.
Birbirine bağlı olan sosyal ilişkilere (erkek, çocuk, diğer kadınlarla olan ilişkisine) de odaklanması gerekmektedir.
Feminist teoriyi sosyal hizmette kullanmak, bir çok teoride yer alan cinsiyet
ayrımcılıklarına karşı önyargılarla mücadele etmek için kullanışlı bir yoldur
(Carter ve diğ., 1994; Akt: Saulnier,
2000: 6). Çünkü feminist teoriler diğer
geleneksel kalıpların aksine, kadınların
deneyimlerinin dinamiklerini ve yapılarını sosyo politik ve kişilerarası cinsiyet
hiyerarşileri içinde açıklamaktadır. Ayrıca, günlük sosyal yapılardaki ayrımcılıklara dikkat çekmektedir. Kadınların
sosyal ve kişisel problemleri üzerinde
sosyal hizmet uzmanlarının hareketliliğini ve duyarlılığını arttırmak için feminist uygulama konusunda deneyimli olmaları gerekmektedir (Saulnier, 2000:
6). Dominelli (2002: 7)’ye göre feminist
sosyal hizmet uzmanları dünyada kadın deneyimlerinin analizine, kadınların toplumdaki yerlerine ve yaşadıkları ikilemlere odaklanmaktadırlar. Eşit
müracaatçı-sosyal hizmet uzmanı ilişkisi yaratmaya ve yapısal eşitsizliklere dikkat çekmektedir. Çünkü feminist
sosyal hizmet uzmanları kadınların
hayatlarıyla ve sosyal ilişkileriyle bütüncül şekilde çalışmaktadır. Ayrıca
insanların sosyal ilişki halinde olduğu
215
Toplum ve Sosyal Hizmet
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
kadınların, erkeklerin, çocukların ve diğer kadınların ihtiyaçlarına dikkat çekmektedir. Buz (2009: 53-54) feminist
sosyal hizmet uygulamasını cinsiyetçiliğe meydan okuyan alternatif ve yeni
bir uygulama türü olarak açıklamaktadır. Ayrıca kadın deneyimleri analizinin
feminist sosyal hizmet uygulamasının
başlangıç noktasını oluşturduğunu ve
deneyimlenen sorunların nedenini yapısal nedenlerle açıklayarak kadınların
da deneyimledikleri sorunlara meydan
okumasını sağlamaya çalıştığını ifade
etmiştir.
cinsiyetçi politikalar, sosyal hizmette
erkekler, erkeklerle çalışma, erkek hareketi, erkekler için feminist teori oluştururken; çocuklar ve ailelere yönelik
ise patriarkal aileler, aile içi çatışmalar,
çocuk hakları, ekonomik ilişki temelinde babalık rolleri, üretimin ataerkil yapılandırılması, annelik odağı, kurumsal
yaşlanma, toplumun tekrar tanımlanması odakları oluşturmaktadır. Ayrıca
suçlulara yönelik: Rehabilitasyon ya da
ceza, erkeklik ve cinayet, kadın suçlular, kanunla ihtilafa düşmüş gençler
müracaatçı gruplarını oluşturmaktadır.
Feminist perspektife göre sosyal hizmet
uzmanı için önemli olan diğer noktalar
şu şekilde belirtilmektedir (Sheafor ve
Horejsi, 2002): Sosyal hizmet uzmanı-müracaatçı ilişkisi eşitlikçi olmalıdır.
Sosyal hizmet uzmanı, otorite figürü ya
da uzman olarak değil, müracaatçının
arkadaşı veya meslektaşı olarak görülmelidir. Müracaatçının problemleri sosyopolitik bağlamda ele alınmalıdır. Güç
ilişkilerine dikkat çekilmelidir. Sosyal
hizmet uzmanı kendi ile ilişkili kişisel
deneyimlerini paylaşmak için gönüllü
olmalıdır. Yardım süreci, cinsiyet ayrımcılığı hakkında bilgilendirme, kalıp
toplumsal cinsiyet rolleri hakkında bilgilendirme gibi güçlendirme ve eğitime
odaklanmalıdır. Yardım sürecinde müracaatçılar aktif olmalıdır, problemden
ziyade müracaatçının güçleri üzerinde
durmalıdır. Feminist perspektif genellikle kadın müracaatçılarda uygulanmaktadır, fakat uygulamada güçlendirme, sosyal adalet, sosyal aksiyon gibi
farklı özellikleri sosyal hizmet uygulamasının parçalarıdır. Bu nedenle erkek
müracaatçılarla çalışırken de uygulanabilmektedir. Bu bağlamda Dominelli
(2002)’ye göre feminist sosyal hizmet
uygulamasında müracaatçı odaklarını;
Literatürde, feminist teori kapsamında kadın odağında yapılan çalışmalar
daha çok yer almaktadır. Yapılan incelemeler de göstermektedir ki kadınların
yaşadıkları durumlar mikrodan makroya farklılık göstermektedir. Bu nedenle kadın müracaatçıların uygulamaya
getirdikleri konular da çeşitlilik göstermektir. Feminist perspektiften bakıldığında, bu çeşitlilik bağlamında Collier’e
göre (1982, 57-77: Akt: Zastrow, 1994:
519) kadınların danışmaya getirdikleri
konular arasında; kendilerini güçsüz
hissetmeleri, seçimlerinde kısıtlanmalar yaşamaları, öfke, kendini besleyememe, bağlılık ve bağımsızlık arasında
denge kuramama, kendine güvensizlik,
yetersiz iletişim becerileri, geleneksel
rol beklentileri ile karşılaşmaları şeklinde farklılaşmaktadır. Ayrıca Collier
(1982: 5) kadın ve erkekler arasında,
biyolojik farklılıktan kaynaklanan kadının kendilerini güçsüz hissetmeleri,
kadınlar ve erkekler arasındaki ataerkil
yapılardan kaynaklanan farklılıklar, kadınların gelşiminde ve güçlenmesinin
önündeki engeller, kadınlar arasındaki
farklılıklar, erkeklerin bu konudaki farklılıkları odakları üzerinde çalışılması
gerektiğini belirtmiştir.
216
Tunç
Feminizm birçok anlamda iyi bir sosyal
hizmet uygulaması ile paraleldir; özellikle etik kurallarda her türlü ayrımcılığa
karşı durulduğu belirtilmektedir. Sosyal hizmetin “çevresi içinde birey paradigması”, ayrımcılığa karşı yaşanan
baskının bireyin iyilik halini nasıl etkilediğini farkına varma konusunda açıklayıcı olmaktadır. Ayrıca insan hakları ve
sosyal adalet ilkelerinin gözetilmesi ve
eşitlik ilkesinin ön plana alınması açısından paralellik göstermektedir.
Sosyal hizmet bilim ve mesleğinde
feminizm, epistemolojik, pedagojik,
araştırma ve müracaatçıyla doğrudan
uygulama gibi alanlarında geçmektedir. Yapılan araştırma bulgularına göre
(Gorey ve diğ., 2002) sosyal hizmette
feminist yaklaşımların temelinde yapılandırılan grupla çalışma uygulamalarının amacına ulaşmasında etkili olduğuna ilişkin bulguları içermektedir.
Bu anlamda feminist sosyal hizmetin
amaçlarını gerçekleştirebilmek adına
önemli uygulama alanlarından biri olan
feminist grup çalışmasının üzerinde durulması, alandaki uygulamaları ve bilgiyi sistematikleştirebilmek adına yararlı
olacaktır. Bu bağlamda öncelikle feminist grup çalışmasının içeriği, amaçları,
feminist grup çalışması planlanırken
yapının belirlenmesi ve sürecin nasıl
yapılandırılacağı ve bu süreç içerisinde
hangi soruların kullanılabileceği konusunda bilgi repertuarını geliştirmek yararlı olacaktır.
FEMİNİST GRUP ÇALIŞMASI
Kurland ve Salmon (1992: 271) feminist
teorinin temelde kadının güçlenmesine
yönelik amacının gerçekleşmesinde
grup çalışmasının etkili olacağını savunmaktadırlar. Feminist teorinin neden etkili olacağı konusunda ise bazı
maddelendirmelere gitmiştirlerdir. Bu
maddeler ise şu şekildedir;
1. Feminist teorinin güncel ve yapılandırılmış perspektifi bulunması
ve uygulayıcıların çoğunun kadın
olması etkililiği arttırmaktadır.
2. Güncel ve tarihsel bağlamda güçsüz nüfus grubu olan, farklı deneyimlere sahip olan, kültür, sınıf, din,
cinsel yönelim gibi ayrımlarla karşı
karşıya kalan kadınlarla güçlenme
temelli çalışmalar yapılmasına olanak sağlamaktadır.
3. Uygulama ve bilimsel bilgi yönünden köklüdür ve temele sahiptir.
4. Feminist teori kadınların yaşadıkları
problemlerin nedenini psikososyalyapısal bağlamda incelemakte ve
bunların anlamlandırılmasıyla detaylı şekilde ilgilenmektedir. Kişisel,
kişilerarası ve kurumsal düzeylerde
daha açık ve pratik müdahale yöntemlerinin belirlenmesine yönelik
çalışmalar yapmaktadır.
5. Feminist teorinin sosyal grup çalışmasında kullanılmasının etkililiğine
yönelik bir diğer önemli neden, dezavantajların ve eşitsizliklerin sürdürülmesine neden olan kurumsal
yapıların analizini yapmaktadır.
Yukarıdaki maddeler özetlenirse, feminist grup çalışması öncelikle kadınlarla
ilgilendiği sonucuna ulaşılabilir. Bu ilgilenme kadınların içinde bulundukları
durum hakkında sosyo-politik-kültürel
analizleri yapabilmek için farkındalık
kazanmalarına yönelik etkili uygulama
düzeylerinden bir tanesidir. Feminist
teori sahip olduğu bilgi ve uygulama
repertuarını birçok anlamda dezavantajlı durumda bulunan kadınların deneyimlerini görünür kılma çabasında
217
Toplum ve Sosyal Hizmet
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
kullanmaktadır. Bu deneyimleri de
güçlendirme odağında ele almaktadır. Kadınların dezavantajlı durumda
olmasını sürdüren kurumsal yapıların
analizinde kadınlarla yapılacak grup
çalışması ile kadınlarda kolektif bilinç
oluşması yönünde etkiye sahip olacağı
düşünülmektedir.
Alanyazında birçok yazar, feminist grup
çalışmasının uygulama sürecinin önemine değinmişlerdir. Bu yazarlardan
biri olan Saulnier (2000: 25)’in yapmış
olduğu çalışmada örneklendirdiği feminist grup çalışması perspektiflerini
aşağıdaki şekilde maddelendirmiştir:
Feminist Grup Çalışmasının
Amaçları
Grup çalışması, feminist sosyal hizmet
bileşenleri gibi ortak problem ve konuya sahip kişileri bir araya getirerek,
yardım almalarını ve birbirlerine yardım
etmelerini sağlayan bir süreç olarak tanımlanmaktadır (Shulman, 1999:286).
Kurland ve Salmon (1992: 12) karşılıklı
yardım sürecini, katılımcıların kendi deneyimlerinden yola çıkarak, diğer üyelerin ihtiyaçlarına çözüm bulma arayışına girerek, kendi fikirlerini sunarak
kendilerini güçlü hissedebildikleri süreç
olarak tanımlamıştır. Karşılıklı yardım
Çizelge 1: Feminist teoriler ve grup çalışması örnekleri
Liberal
Grup
başlıkları/
odakları
Alkol
Eşit haklar
problemleri
Hizmetlere eşit erişim
Bağımlılık
Gizlilik kontrolü
İşlevsiz aileler
Kültürel
Teorinin amaçları
Kadınların kültürünü
geliştirmek
Kadınların
maneviyatını
arttırmak
Barış ve ekoloji
Toplumun yeniden
yapılandırılması
Kadınların değerini
arttırmak
218
Spesifik
bir başlık
bulunmamakla
birlikte, 12
adıma katılımı
bulunmaktadır
Grup
süreçleri
Grubun amaçları
Psikoeğitim
Danışmanlık
12 adım
programları
Kendine güven
geliştirmek
Benlik saygısını
arttırmak
Yeterlilik kazanmak
Yoksunluğu
azaltmak
Bilinç
yükseltme
Destekleme
Kendine
yardım
Politik analiz
yapabilmek
Kadının özünü
keşfetmek/ortaya
çıkarmak
Kadınlığı kutlamak
Kadınlar için yeni
inanç deneyimleri
geliştirmek
Womanist
Feminist bakış açısını
ifade etmek
Kadınların sosyal
hayattan nasıl
etkilendiklerini analiz
etmek
Bilgi ve gücü
incelemek
Toplumun
dönüşümünü hayal
etme
Sosyal aksiyon/
sosyal değişim
Irk bilinci söylemi
Kendini iyileştirme
Baskı sistemine
direnç
Radikal
Postmodern
Tunç
Kişisel ve politik
arasında bağ kurmak
Kamu ve özel alanda
erkek egemenliğini
ortadan kaldırmak
Cinsiyetçiliğin
içselleştirilmesi
Kadınları erkek
şiddetinden koruma
Toplumu yeniden
yapılandırma
Sosyal ağ sistemini
geliştirmek
Değişim düşüncesi
geliştirmek
Toplum inşasını
desteklemek
Varlıklılarla,
beyaz, varoş
lezbiyenlerle
ilişki kurmak
Bibliyoterapi
Eğitim
Destek
Lezbiyen
biseksüel
kadınlar
Kendini
güçlendirme
Toplum inşasını
Bilinç gelişimi desteklemek
Irk bilinci söylemine
Destek
dikkat çekmek
Toplum
organizasyonu Üniversitelerin
desteğini almak
Toplumların ırkçılığa
bakış açısı
Kurumları
güçlendirme
Bilinç
yükseltme
Destek
Beceri
geliştirme
Eylem için
plan geliştirme
Ataerkil toplumun
yaralarını iyileştirme
Ataerkil söylemlerle
başa çıkma
Eylemci olmaları
konusunda kadınları
güçlendirme
Sosyal değişim
219
Toplum ve Sosyal Hizmet
birçok konuyu bir araya getirmektedir.
Shulman (1999) bu bileşenleri şu şekilde sıralamıştır. Bu bileşenler: 1. Otorite,
cinsiyet ve tabu alanlarının tartışılması,
, 2. “Aynı gemide yer alma” konusunun
gündeme getirilmesi ile kendilerinin
yalnız olmadıklarını hissettirilmesi, 3.
Evrensel bakış açısının geliştirilmesi,
özelikle baskı görmüş nüfus gruplarıyla, kendini suçlamaktan öte, bir problemin oluşmasındaki toplumsal etkileri
anlamaya yönelik bilinç geliştirilmesi, 4.
Karşılıklı destek, üyelerin kendi duygu
ve düşüncelerini rahatça ifade edebilecekleri ve diğer kişilere yönelik empati
geliştirilmesi, 5. Karşılıklı talep, bireysel üyelerin ve grup olarak tüm üyelerin
gelişime ve büyümeye önem vermesi
şeklinde sıralanmaktadır.
Steinberg (2002: 35) karşılıklı yardım
sürecini ise birçok “sesi” paylaşma
olarak tanımlamaktadır. Bu süreç hakkında şunları belirtmektedir: Kişiler
tarafından düşüncelerin, duyguların,
tutumların ve kişisel hikayelerin paylaşılması, sadece o seslerin duyulmasına yardımcı olmaz, ayrıca yeni sesler
çıkarabilmeye yardımcı olacağını savunmaktadır. Bu süreç, sanatı, beceriyi ve çok çalışmayı gerektirdiğini ifade
etmektedir.
Karşılıklı yardım sürecinin önemini
göz önüne alarak Gottlieb ve Burden
(1983:79) feminist sosyal hizmet gruplarının özelliklerini; kadınların izolasyonunu sonlandırmak, sosyal ve politik
faktörlerin üzerinde durmak, grup stratejilerinin belirlenmesinde erkeklerin
yer almaması, kadınların güçlü yönlerine ve beceri geliştirmelerine odaklanmak şeklinde belirtmişlerdir.
Feminist grup çalışmasında, güçlendirme temelli görüşmeler kullanılmaktadır.
220
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
Güçlendirme temelli görüşmeler yoluyla problemler iyileştirilirken, katılımcıların bilgi ve becerilerinin de gelişmesi
sağlanmaktadır. Ayrıca grup lideriyle
otorite simgesi olarak değil, işbirlikçi
olarak eşit iletişime geçmeyi sağlamaktadır (Perkins ve Zimmerman, 1995:
570). Kadınların güçlendirme sürecinde kendi kararlarını almaları, duygularına saygı duymaları ve kendi eylemlerini
kendileri seçmeleri cesaretlendirilmektedir (Smith ve Douglas, 1990). Güçlendirilmiş olan kadınlar motivasyon ve
kontrole sahip, karar verme ve problem
çözme becerileri gelişmiş, sosyo politik
çevrenin/ yapının farkında olurlar (Zimmerman, 1995). Bu amaçla feminist
yaklaşımla yapılandırılan grup çalışmalarıyla kadınlar çeşitli beceri ve kaynaklara sahip olmaktadırlar, problem
çözme sürecine dahil olmakta, eşit şekilde bir araya gelmesiyle memnuniyet
düzeyi etkilenmektedir (Akt: Berwald
ve Houtstra, 2002: 74).
Açıklamalarda da daha önce de belirtildiği gibi kadınlara yönelik baskı ırk,
yaş ve engellilik gibi birçok sosyo-politik-ekonomik nedenlerden kaynaklanabilmektedir. Birçok alanda ayrımcılık
yaşayan kadınlar kendilerini güçsüz
hissedebilmekte ve kaynaklara erişimde sınırlılıklar yaşayabilmektedir.
Kadınlarla feminist grup çalışmasının
yapılması, kadınların yaşadıkları problemlerin neler olduğunun anlaşılmasını
sağlayacaktır (Kaschak, 1981:390; Akt:
Berwald ve Houtstra, 2002: 74). Bu nedenle feminist grup çalışması ile baskının sonuçlarını ortaya çıkarmak, kadınların bireysel ve birlik olarak güçlerini
kullanmalarını sağlamak, gerçekliklerini tekrar tanımlamalarını ve yapılandırmalarını sağlamak amaçlanmaktadır
(Bricker-Jeckins, 1991).
Tunç
Bu amaçlar kapsamında grup liderlerinin rolleri ve görevleri bulundukları
konumda değişiklik göstermektedir.
Bu kapsamda sosyal hizmet uzmanı;
eşitlik ilkesini temel alarak müracaatçının değişim sürecinde iyileştirici/tedavi
edici sorumluluğu olan değil, danışman
olarak görev yapmaktadırlar (Butler,
1985: 35), hem değiştirici hem de değişen kişilerden biridir (Bricker-Jeckins,
1991: 279). Kullanılan teknikler kişisel
gücü ve kendine yönelik ilgiyi arttırıcı
şekilde olmalıdır. Feminist uygulayıcılar kişilerin iyileşmeleri, gelişmeleri ve
kişisel/politik dönüşümleri için bireysel
ve toplu kapasitelerini tanımlamaları
ve uygulama yapmaları gerekmektedir (Bricker-Jeckins, 1991: 277; Akt:
Berwald ve Houtstra, 2002: 75). Bu
uygulamaları yapabilmek için de sosyal
hizmet uzmanı grubun katılımcılarını
belirlerken, yapıya ve sürece dikkat etmesi gerekmektedir.
oluşturmak gibi amaçlarla feminist grup
çalışmasının uygulanabilirliği üzerinde
durmuşlardır.
Feminist Grup Çalışmasının
Katılımcıları ve Yapısı
Literatürde yapılan çalışmalar göstermektedir ki feminist grup çalışmasının hedef grubunda her türlü baskının
mağduru olmuş kadınlar yer alırken,
eğitim durumu, yaş, medeni durum gibi
farklılıkları da içermektedir.
Literatür incelendiğinde feminist grup
çalışmasına dahil edilen katılımcı yelpazesi geniştir. Bu yelpaze dahilinde
tecavüz mağduru kadınlar (Yasen ve
Glass, 1984; Clemans, 2005), erkek
şiddetinden mağdur olan kadınlar
(Wood ve Roche, 2001), engelli kadınlar (Berwald ve Houtstra, 2002; Avery,
1998), alkol problemi olan kadınlar (Saulnier, 2003), siyah kadınlar (Jones ve
Hodges, 2001) feminist grup çalışmasının katılımcılarını oluşturmuşlardır.
Yapılan çalışmalarda farklı odaklar ön
plana çıksa da, yazarlar, yaşadıkları baskıların kadınların hayatlarındaki
etkilerini görmek, kendi sesini duymalarına yardımcı olmalarını sağlamak, kadınlara yönelik özel kaynakları
Belirlenen amaçlara göre katılımcıların yaşları, eğitim düzeyleri, medeni
durumları hetorojenlik gösterebilir. Yapılmış olan çalışmalara göre engelli
kadınlarla yapılan feminist grup çalışmasında katılımcıların yaşları 20-70
arasında değişmekte ve engel türleri
farklılık göstermektedir. Toplumda bağımsız yaşayabilme ya da bakıcıya ihtiyaç duyma durumu heterojenlik göstermektedir (Berwald ve Houstra, 2002).
Clemans (2005)’ın tecavüz mağduru
kadınlarla yapmış olduğu feminist grup
çalışmasında ise katılımcıların seçiminde heteroseksüel deneyimlerinden
bahsedileceği için lezbiyen kişilerin katılımı tercih edilmemiştir. Ayrıca yaşları 20 ile 50 arasında değişen, çalışan,
çalışmayan ve öğrenci olan kişiler de
gruba dahil edilmiştir.
Feminist grup çalışmasında grubun
yapısı grubun amacına göre önem
kazanmaktadır. Berwald ve Houstra
(2002)’nın yapmış oldukları grup çalışmasında hem açık oturumları hem de
kapalı oturumları kullanmışlardır. Grup
çalışmasının ilk iki oturumunu açık yaparak katılımcıların kendi kararlarını
kendilerinin vermesi sağlanmış, kimse
katılım konusunda zorunlu tutulmamıştır. İkinci oturumdan sonra grup kapalı
hale gelmiş ve yeni katılımcı alınmamıştır. Feminist grup çalışmasının sürecini 10 oturum olarak belirlemişlerdir.
221
Toplum ve Sosyal Hizmet
Her bir oturumun süresi de yaklaşık iki
saat sürmüştür. Makaleler, videolar,
çizgi filmler, şiirler ve diğer ilgili materyaller grup süresince kullanılmıştır.
Özetle, feminist grup çalışmasının katılımcıları ve yapısı incelendiğinde, yapılmış olan çalışmalar göstermektedir
ki, grup çalışmasının odağını kadınlar
oluşturmaktadır. Ayrıca kadın olmalarıyla birlikte farklı baskı sistemlerinin
mağduru olmaları da feminist grup çalışmamarının yapısını oluşturmaktadır.
Buna bağlı olarak kadın grupları da
engelli kadınlardan, tecavüz mağduru
kadınlardan, alkol problemi olan kadınlardan, şiddet mağduru kadınlardan
olacak şeklide farklılık göstermektedir.
Kadınların deneyimledikleri ortak baskı
temelinde, feminist grup çalışmalarında katılımcılar sosyo-demografik-ekonomik özellikleri bakımından farklılık
gösterebilmektedirler. Feminist grubun
amacına bağlı olarak da gruplar kapalı
ya da açık grup özelliği taşıyacak şekilde oluşturulabilmektedir. Temelde deneyimlenen ağır baskıların dışa vurumu
için kadınların grup kültürünü oluşturabilmeleri ve birbirlerine güvenmeleri
gerekmektedir. Bu nedenle grupların
kapalı olması, grubun verimliliğini sağlamak açısından önem taşımaktadır.
Feminist Grup Çalışmasının İçeriği/
Süreci
Feminist grup çalışmasında her grup
oturumunun odağı önceden belirlenmelidir. Oturumların odaklarını önceden belirlemenin amacı da; grup
çalışmasına katılan kadınların güçlendirilmelerini sağlamak, problemlerin
çözümü adına sorumluluk almalarını
ve kendi hayatlarına yön verebilmeleri
için aktif olmalarını sağlamaktır (Gutierrez, 1991: 204). Grup katılımcılarının
222
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
her oturum odağına yönelik kendi görüş ve önerilerini sunmaları hem eşitliğe dayalı ilişki kurabilmek hem de
daha aktif katılımlarını sağlamak adına
etkili olmaktadır. Berwald ve Houstra
(2002)’nın yapmış oldukları grup çalışmasında da bu amaca yönelik olarak
her grup oturumu için katılımcıların tartışmalarını ve belirledikleri konu üzerinde odaklanmayı desteklemiştir.
Grup liderleri uygun hale getirici, organizatör, danışman olarak müracaatçı
grubuyla çalışmalıdır. Ayrıca müracaatçının problemine yönelik cevapları
vermemelidir, katılımcılar ile iş birliği
halinde kendi problemlerini kendilerinin
tekrar çözebilmeleri için içgörü kazanmalarını sağlamalıdır (Gutierrez, 1991:
205). Bu nedenle uygulayıcı olarak
grup lideri grup çalışmasını “kadınlar
için” değil, kadınların seçim yapmalarına yardımcı olacak şekilde desteklemelidir. Bu anlamda iş birliği grup
çalışmasının temel felsefesi haline gelmelidir (Bricker-Jeckins, 1991: 296).
Saulnier (2003)’in alkol ve uyuşturucu
madde kullanan kadınlarla yapmış olduğu grup çalışmasında içerik, bireysel
sebeplerden, geniş sistemsel etkilere
kadar uzanmaktadır. Bireysel sebepler olarak, düşük kendine güven ve
kişilerarası ilişkiler; sistemsel etkiler,
toplumsal baskılar ve cinsiyetçilik konularıdır. Katılımcılar bu konuları temel
alarak alkol ya da madde kullanımına
başlama öyküleri ve nasıl sürdüğünü
tartışmışlardır. İçerik bu konular üzerine temellendirilmiştir.
Tecavüz mağduru kadınlarla yapılmış
feminist grup çalışmasında ise kadınların kendilerini güvende ve korunduklarını hissetmeleri için oturumlar üç
ana bölüme ayrılmıştır. Birinci bölüm
Tunç
kadınların hafta içinde neler yaptıkları
konusunda kendini tanıtmasından oluşmaktadır, ikinci bölüm ise oturum temalarına ilişkin her bir katılımcının tartışma
konusu getirmesinden, üçüncü bölüm,
motivasyonel kapanış, grup üyelerinden her oturumun sonunda kendilerini
motive edici soru veya cümle ile kapanış yapmalarından oluşmaktadır. Feminist grup çalışmasının temaları; kendini
ayıplama-suçlama, güvensizlik, gizlilik
ve izolasyon, tabu alanlar, farklılıklara
saygı şeklinde belirlenmiştir (Clemans,
2005).
Avery (1998)’in zihinsel engelli kadınlarla yapmış olduğu feminist grup
çalışmasında da kullandığı feminist
perspektiflerin analizini şu şekilde belirtmiştir; eşitlik, kadınlar arası iletişim,
baskı altında olanlarla çalışma, bilinç
yükseltme, açıklık/ belirginlik, kadınları
güçlendirme, sosyal değişim ana konularına süreç içinde dikkat etmiştir.
Singh ve Hays (2008) eş şiddeti gören
kadınlarla yaptığı feminist grup çalışmasında ise süreç; form aşaması, fırtına aşaması, norm aşaması, çalışma
aşaması, sonlandırma, değerlendirme
ve izleme aşamalarından oluşmuştur.
Form aşamasında; başarılı bir grup
süreci yapılandırabilmek için öncelikle
güven geliştirici tekniklerin uygulanması gerektiği belirtilmektir (Gladding,
2008; akt: Sing ve Hays, 2008: 91).
Ayrıca grup lideri Yalom (2008)’un da
belirtitği gibi pozitif grup deneyimini pekiştirebilmek için grup sürecinin
başında terapötik faktörler üzerine de
odaklanmalıdır. Bu bağlamda Sing ve
Hays (2008) yapmış oldukları feminist
grup çalışmasında form aşamasında
kadınların deneyimlerinin küreselliği,
değerleri ve güçlenmelerine yönelik
farkındalıklarını geliştirmeye ilişkin
sorular yöneltilerek form aşamasını
yapılandırılmıştır.
Fırtına aşaması; birbirlerinin kişiliklerini, tutumlarını ve yaşam deneyimlerini
öğrendikçe grup üyeleri arasında yaşanabilecek çatışmaların çözümüne yönelik liderliği kapsamaktadır (Gladding,
2008; Akt: Sing ve Hays, 2008: 92). Bu
nedenle grup üyeleri arasında oluşabilecek çatışmaların çözümü için grup
lideri grup sürecinin her oturumunun
açıkça tartışılmasını sağlamalı ve bu
şekilde oluşabilecek çatışmaları öngörebilmelidir. Bu nedenle grup lideri sadece çatışmaları ortaya çıkarmak değil
ayrıca katılımcıların çatışma çözme
becerilerini de geliştirebilmelerini sağlamalıdır. Yaşanan çatışmaların nedenlerinin kişisel olan politiktir (Worell ve
Remer, 2003) görüşünden yola çıkarak
politik bağlamının farkına varılmasını
sağlamalıdır. Bu nedenle grup lideri
kendini grup sürecine iyi hazırlamalıdır.
Norm aşamasında; kadınlar kendilerini bireyselliklerinde öte gruba dahil
olmanın daha güçlü ve önemli olduğunu hissetmeye başlamaktadırlar. Norm
aşamasının önemli hedeflerinden ikisini ikili ilişki kurabilme ve amaçların
sorgulanması oluşturmaktadır Bu nedenle kadınlar şimdi ve burada ilkesi
temelinde birbirleri ile kendi deneyimlerini paylaşmalıdır. Kadınların gruba
bağlılıklarını geliştirmek ve normları
oluşturabilmek adına gruptan beklentilerini ifade etmeleri gerekmektedir. Bu
aşamanın iyi yapılandırılması kadınların aktif şekilde birbirlerine destek olmasını ve grup üyelerinin çalışma aşamasına hazırlanmasını sağlamaktadır
(Gladding, 2008; akt: Sing ve Hays,
2008: 93-94).
223
Toplum ve Sosyal Hizmet
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
Çalışma aşamasında; grup üyesi olan
kadınlar belirlemiş oldukları bireysel
ve grubun amacını gerçekleştirmeye
yönelik çalışmalarda bulunmaktadırlar
(Gladding, 2008; akt: Sing ve Hays,
2008: 94). Ayrıca grup üyelerinin odağa yönelik deneyimleri form, fırtına ve
norm aşamalarında olduğundan daha
derinlemesine paylaşılmaktadır. Çalışma aşamasında, grup lideri grup üyelerinin odak konu hakkında şimdiki ve
geçmiş deneyimlerinin paylaşılmasını
sağlamalıdır. Ayrıca grup üyelerinin
birbirleri ve diğer kişilerle paylaşımını
arttıran, risk alıcı, kendini güvende hissettiren aktiviteleri yapılandırmalıdır.
kişisel ve sosyal kimlikler birbirine bağlıdır, kişisel olan politiktir, ilişkiler eşitliğe dayalıdır, kadın deneyimleri değerlidir. Yapılan feminist grup çalışmalarının
temelinde güçlendirme yer almaktadır.
Bu güçlendirme ise temelinde toplumsal cinsiyet rol analizlerinin yapılması,
yaşanan durumun politik bağlam analizinin yapılması ve farkındalık kazanma
ile ilgilidir. Bu nedenle feminist grup
çalışması yapmak için öncelikle liderin bilgili ve deneyimli olması gerektiği
aşikardır.
Sonlandırma aşamasında; grup lideri
üyeleri grubun sonlanmasına iyi hazırlamalıdır. Grubun ne zaman biteceği
konusunda öncesinde grup üyeleri bilgilendirilmelidir. Grubu sonlandırmaya
yönelik aktiviteler yapılmalıdır. Grup
üyelerinin grubun sonlanmasına yönelik kendilerini açmaları için cesaretlendirilmelidir (Singh ve Hays, 2008: 96).
Feminist grup çalışması sürecinde kullanılabilecek aktiviteler de bulunmaktadır. Bunlardan biri “kişisel yolculuk” (personal journey) aktivitesidir. Bu aktivite
kullanılarak grup üyelerinin kendi yaşadıkları duruma ilişkin süreci, süreç içerisinde yaşadıkları zorlukları ve başarılarını çizmeleri istenebilir. Sonrasında
bu yaptıklarını grup içinde paylaşarak,
birbirleri arasındaki benzerlikleri, ortaklıkları, toplumsal cinsiyet rolleri, kültürel
değerleri hakkında fikir sahibi olabilirler.
Değerlendirme ve izleme aşaması;
grup üyelerinin amaçlarını gerçekleştirip gerçekleştiremediklerine yönelik
geri bildirimi içeren yazılı ya da sözlü
analizleri içermektedir. Grup üyesi olan
kadınlarla birlikte isteğe göre grup süreci bittikten sonra izleme oturumu da
gerçekleştirilebilir.
Literatürde yapılmış olan çalışmalar
incelendiğinde, her grup süreci, grup
öncesinden başlayarak grubun sonlanmasına ve izleme aşamasına kadar bütüncül bir süreci içermektedir. Özellikle
feminist grup çalışmasında Worell ve
Remer (2003: 66)’in de belirtmiş olduğu dört ilkeyi temel alarak grup sürecini
yapılandırmak önem kazanmaktadır.
Bu ilkeleri tekrar hatırlatmak gerekirse,
224
Feminist grup çalışmasında
aktiviteler
Bir diğer “liderin kendini açması” (use
of leader self-disclosure) aktivitesi de
feminist ilkeler arasında yer alan grup
üyeleri ile lider arasında eşitlikçi ilişki
yaratma konusunda fırsat sağlayıcı bir
uygulamadır. Grup üyeleri tarafından
“toplumsal cinsiyet rol analizinin” uygulanması, kadınların içinde bulundukları
durum için kendilerini suçlamamaları
gerektiği ve içinde bulundukları durumun nedeninin sistematik yapılar olduğu konusunda bilinç geliştirmelerinde
etkili olmaktadır (Singh ve Hays, 2008).
Beyin fırtınası, kişisel hikayelerin
paylaşılması, materyallerin gözden
Tunç
geçirilmesi, kendini açma, ev ödevlerinin gözden geçirilmesi gibi aktiviteler
de kullanılmaktadır. Bu aktiviteler içerisinde biblioterapi olarak da adlandırılan film, kitap, dergi gibi yaşanan durum ile ilgili farkındalık kazandırıcı ve
tartışma ortamı sağlayıcı aktiviteler de
kadınların özellikle yaşadıkları durumu
somutlaştırabilmeleri,
örneklendirebilmeleri ve kendilerini açabilmeleri
açısından önem taşımaktadır. Özellikle grup içerisinde kadınların iletişimini
güçlendirmede önemli araçlardan birini
oluşturmaktadır.
Tüm bunlarla birlikte sosyal hizmet uzmanı feminist grup çalışmasını planlarken odak soruların seçiminde karmaşa
yaşayabilir. Süreç içerisinde odak soruların amaca yönelik olması gerekmektedir. Alan yazında yapılan feminist
grup çalışmaları incelendiğinde grup
süresince kullanılan odak sorular aşağıdaki gibi belirtilmiştir.
Feminist Grup Çalışmasında Sorular
Berwald ve Houtstra (2002) engelli kadınlarla yapmış oldukları feminist grup
çalışmasında aşağıdaki sorular sorulmuş ve bazı konulara dikkat etmişlerdir;
İlk oturumlarda katılımcılara;
Bu grubun üyesi olmaktan dolayı beklentileriniz nelerdir? Grup içinde araştırmak istediğiniz konular nelerdir? Bu
sorulara ek olarak, geçtiğimiz bir hafta
süresince ele aldığımız konuları düşünebildiniz mi? Ne gibi değişiklikler yaşadınız? Gibi sorular surulmuştur.
Singh ve Hays (2008) şiddet mağduru
Kuzey Asyalı kadınlarla yaptıkları feminist grup çalışmasının form aşamasında; Kendini hangi konularda takdir
ediyorsun? Senin için en önemli olan
değerin hangisidir? En önemli gücünün
ne olduğunu düşünüyorsun? Sorularını
temel almışlardır.
Fırtına aşamasında;
Yaşadığın çatışmaları nasıl çözüyorsun?, Kadın olarak bu sorunla başa
çıkarken toplum sana ne öğretti?, İhtiyaçların, düşüncelerin, hissettiklerin
hakkında diğerlerine nasıl iletişime geçersin?, Yaşadığın durum ilişkilerini nasıl etkiledi?, Tarif edebilir misin?, Bu durumu yaşayan kadınların ne gibi hakları
var ve sen bunların hangilerini kullanıyorsun? Gibi sorular kullanılmıştır.
Norm aşamasında;
Grup sana ne hissettiriyor?, Grubun
sana ne hissettirdiğini tek kelimeyle
açıklar mısın?, Bugün gruptan ne bekliyorsun?, Gruptan beklentileriniz nedir?,
Birbirinizden beklentileriniz nelerdir?,
Grupta kendinizden beklentiniz nedir?,
Grup üyeleri olarak hep birlikte gruptan
beklentilerimiz nelerdir? Gibi sorulara
yer verilmiştir.
Çalışma aşamasında ise, yaşadıkları
deneyimlerin paylaşımlarını derinleştirebilmeleri ve toplumsal cinsiyet analizini ve politik bağlam farkındalığını
kazandırabilmek adına; Kadın olma
konusunda paylaşılan yaşam hikayelerine nasıl saygı gösteriyoruz?, Neler
düşünüyoruz?, Paylaşılan yaşam deneyimlerini hakkında önyargılarımız ve
kalıp yargılarımız nelerdir? Gibi sorular
üzerinde durulmuştur.
Yukarıda verilen sorulara ek olarak feminist grup çalışmasında müracaatçı
gruplarının yaşadıkları problemler odağında, kadınların güçlenmesine destek
olabilecek, güçlerinin farkına varabilecek, yaşadıkları durumun toplumsal ve politik inşasına yönelik sorular
225
Toplum ve Sosyal Hizmet
temelinde şekillendirilmelidir. Ayrıca
toplumsal cinsiyet rol analizi ile birlikte sorumluluklarına ve özellikle yaşadıkları toplum içerisinde kadın olmaya
yönelik sorular feminist grup çalışmasının amacına ilişkin soruları oluşturmalıdır. Bu sorular temelinde grupların
yapılandırılmasının amacı, Gutierrez
(1991)’inde belirttiği gibi feminist yaklaşımın, yaşanan sorunların sebebini sadece kişisel düzeyde görmemesinden
hareketle, sorunların toplumdaki her
kişinin ihtiyaçlarının karşılanmamasından dolayı sosyal ve politik olarak inşa
edildiği göz önüne alınarak, “kişisel
olan politiktir” görüşünün temel felsefesi kapsamında, kadınlara, kadınların
hakları, güçleri, kendisi ve toplumun
öğrettikleri unsurlar üzerinde durulmasını sağlamaktır. Bu sayede kadınlara
farkındalık kazandırmak ve bilinç düzeylerini arttırmak amaçlanmaktadır.
SONUÇ
Feminizm, günümüz ataerkil toplumların
“toplumda baskı gören grupların kaynaklara erişmede güçlükler yaşaması
ve sosyal eşitsizliklerden” kaynaklanan
hak kayıpları üzerinde durmaktadır. Bu
ataerkil değerler de kadınların özerkliklerini elde etmelerinde ve toplumsal
olarak eşit konumda bulunma çabasının
önünde engel oluşturmaktadır (Smith ve
Douglas, 1990: 43-44).
Bu bağlamda sosyal hizmet kapsamında feminist düşünce, kadınların yeteneklerini, deneyimlerini ve değerlerini
ortaya çıkarmayı; kadınların anlaşılma
ihtiyacını, ataerkillik ve toplumsal cinsiyet eşitsizliği ile ortaya çıkan farklı
rol ve sorumlukların yarattığı, baskı,
şiddet ve istismar gibi sorunlarla başa
çıkma konusunda güçlendirilmesini;
güç ilişkileri analizini amaçlamaktadır.
226
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
Bu nedenle feminist sosyal hizmet, özel
ilişkilere, toplum sorunlarına ve sosyal
hizmet uzmanlarının toplum adına baskıcı alana nasıl müdahale edeceklerine
odaklanmaktadır (Payne, 2005: 252).
Bu odak kapsamında feminist grup
çalışmasının etkililiğini değerlendirme
üzerine birçok çalışma yapılmıştır (Yasen ve Glass, 1984; Clemans, 2005;
Wood ve Roche, 2001; Berwald ve
Houtstra 2002; Avery, 1998; Saulnier,
2003; Jones ve Hodges, 2001; Singh
ve Hays, 2008). Yapılan çalışmalar ile
feminist grup çalışmasının kadınların
farkındalıklarının artmasında etkili olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Kadınlar
yaşadıkları soruna ve içinde bulundukları duruma farklı açılardan bakma
konusunda bilinçlenmişler, yaşadıkları
sorunun kendilerinden kaynaklanmadığını, sorunun temelinde sosyo-politik
ve kültürel sebeplerin olduğunun farkına varmışlardır.
Yapılan çalışmaların sonuçları incelendiğinde, feminist sosyal hizmet uygulaması dahilinde, feminist grup çalışmasının sürecinin yapılandırılması önem
kazanmaktadır. Çünkü her grup çalışmasının katılımcıları güçlendirici etkisi,
normalleştirme, evrenselleştirme, umut
aşılama gibi etkilerinin olduğu bilinmektedir. Fakat feminist grup çalışmasını grup çalışmasından ayıran önemli
noktaları içeriği oluştururken karşımıza
çıkmaktadır. Çünkü feminist grup çalışmasında öncelikle ilişkilerin eşitliği
üzerinde durmak gerekmektedir. Grup
süresince grup lideri grubu yönlendirici rolü ile değil, kolaylaştırıcı rolü ile
var olmalıdır. Ayrıca bu eşitlikçi ilişkinin
grup üyeleri arasında da kurulması, kadınların eşitliğe dayanan ilişkiyi günlük
hayatlarında da deneyimlemeleri için
fırsat verecektir.
Tunç
Bunlarla birlikte kadın deneyimlerinin
değerli olduğu ilkesinden hareketle, yapılandırılmış bir grup çalışmasından ziyade, kadınların aktif katılımları sağlanarak oluşturulacak grup oturumlarının
kadınların güçlenmesinde etkili olacağı
düşünülmektedir.
Ayrıca feminist grup çalışmasının ana
temalarının başında toplumsal cinsiyet
analizi ve güç analizi gelmektedir. Bu
ana tema çerçevesinde kadınların yaşadıkları durumun sosyo-politik kültürel
analizini yapmaları feminist grup çalışmasının ayırıcı özelliklerinden birini
oluşturmaktadır.
Feminist grup çalışması ile kadınların
yaşadıkları sorunun çözümü kapsamında bir araya gelerek neler yapabileceklerinin farkına varmaları sağlanmaktadır. Kolektif hareket etmenin
önemi ile birlikte, varolan haklara yönelik bilinçlenmeleri kadınların özyeterliklerinin gelişmesine, güçlenmelerine ve
çözüm üretme konusunda beceri gelişimine katkı sağlamaktadır.
Sonuç olarak, feminist grup çalışmasının yapısı, katılımcıları, süreci, yöneltilen sorular ve uygulanan aktiviteler
yaşanan sorunların sadece bireysel
düzeyde değil, sosyo-politik yapı içinde
cinsiyetçilik dinamikleriyle ve baskıyla ilişkilendirilerek, güçlendirme bakış
açısıyla ele alınarak belirlenmelidir. Feminist grup çalışmasıyla yaşanan ayrımcılıklar eşitliğe dayalı ilişki temelinde
paylaşılarak, değerlendirilerek, analiz
edilerek, kadınların değerli deneyimlerini dışa vurumları sağlanmalıdır.
Tüm bu nedenlerle feminist sosyal hizmetin müracaatçı grubunu oluşturan kadınlar ile yapılacak güçlendirme temelli
feminist grup çalışmasının kapsamı ve
sürecinin sistematik hale getirilmesi
amaçlanarak, hem sosyal hizmet uygulayıcılarına ve akademisyenlerine, hem
de sosyal hizmet öğrencilerinine yol
gösterici olması hedeflenmiştir.
KAYNAKÇA
Arat, N. (2010). Feminizmin ABC’si. İstanbul: Say Yayınları.
Avery, L. (1998). A feminist perpective on
group work with severely mentally ill women. Women and Theraphy, 21(4), 1-14.
Barker, Robert L. (1995). The social work
dictionary, 3th edition, NASW Press, Washington, DC.
Berwald, C. and Houtstra, T. (2002). Joining
feminism and social group work practice: a
women’s disability group. Social Work With
Groups, 25 (4), 71-83.
Bora, A. (2011). Feminizm kendi arasında.
Ankara: Ayizi Yayınları.
Bricker-Jenkins, M. (1991). The propositions and assumptions of feminist social
work practice. In M. Bricker-Jenkins, N.
Hooyman, N. and Gottlieb. (Ed.), Feminist
Social Work Practice İn Clinical Settings.
(pp. 271-304). California; Sage Publishing.
Butler, S. and Wintram, C. (1991). Feminist
group work.London: Sage Publications.
Butler, M. (1985). Guidelines for feminist
therapy. In L. Bravo, E. Rosewater and L.
Walker (Ed.), Handbook of Feminist Therapy: Women’s İssues in Psychotherapy
(pp. 33-38). New York: Springer Publishing
Company.
Buz, S. (2009). Feminist sosyal hizmet uygulaması. Toplum ve Sosyal Hizmet, 20(1):
53-65.
Carter, C., Coudrouglou, A., Figueria-McDonough, J., Lie, G. Y., MacEachron, A.,
Netting, F. E., Nichols-Casebolt, A. Nichols,
A.W., Risley-Curtiss, C. (1994). Integrating
women’s issues in the social work curriculum: A proposal. Journal of Social Work Education, 30(2), 200-216.
227
Toplum ve Sosyal Hizmet
Clemans, S. E. (2005). Feminist group for
women rape survivors.Social Work With
Groups, 28(2): 59-75.
Collier, H.V. (1982). Counseling women: A
guide for therapists. New York: Free Press.
Collins, P. H. (2000). Black Feminist
Thought: Knowledge, Consciousness, and
the Politics of Empowerment (2nd edn),
New york: Routledge.
Dominelli, L. (2002). Feminist social work
theory and practice. Baingstoke: Palgrave
Macmillan.
Donovan, J. (1985). Feminist theory: the
intellectual traditions of american feminism.
New York: Frederick Ungar Publishing.
Ecevit, Y. (1985). Üretim ve yeniden üretim
sürecinde ücretli kadın emeği. Yapıt Toplumsal Araştırmalar Dergisi, 9: 72-93.
Ecevit, Y. (2011). Toplumsal Cinsiyet Sosyolojisine Başlangıç. Y. Ecevit ve N. Karkıner (ed.) Toplumsal Cinsiyet Sosyolojisi.
Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayını. s.
2-30.
Echols, A. (1989). Daring to be bad: Radical
feminism in America 1967-1975. Minneapolis: University of Minnesota Press.
Eisenstein, Z. (1981). The radical future of
liberal feminism.Boston: Northeastern University Press.
Flax, J. (1990). Postmodernism and gender
relations in feminist theory. In Linda Nicholson (Ed.), Feminism/Postmodernism. NY:
Routledge, Chapman & Hall, p. 39-62.
Giddings, P. (1988). When and where I enter.New York: Bantam.
Gorey, K.M., Daly, C., Richter, N.L.,
Gleason, D.R., McCallum, M.A. (2002).
The effectiveness of feminist social work
methods: An integrative review. Journal of
Social Service Research, 29(1): 37-55.
Gottlieb, N. ve Burden, D., (1983). The distinctive attributes of feminist groups. Social
Work with Groups, 6(3/4): 79-93.
228
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
Gutierrez, L. (1991). Empowering women of
color: A feminist model. In M. Bricker-Jenkins, N. Hooyman, and N. Gottlieb (Ed.).
Feminist Social Work Practice in Clinical
Settings. (pp.199-217). California; Sage
Publications.
Hooks, B. (2012). Feminizm herkes içindir.
E. Aydın, B. Kurt, Ş. Özgün, A. Yıldırım
(Çev.). İstanbul: BGST Yayınları.
Jaggar, A. (1983). Feminist politics and
human nature.Totowa, NJ: Rowman and
Allanheld.
Jones, L.V. and Hodges, V.G. (2001). Enhancing psychosocial competence among
Black women: A psycheducational group
model approach. Social Work with Groups,
24(3/4): 33-52.
Joseph, G. (1981). The incompatible menage á trois: Marxism, feminism and racism. In Lydia Sargent (Ed.), Women and
Revolution. Boston: South End Press.
Kaschak, E. (1981). Feminist psychotherapy: The first decade. In S. Cox (Ed.), Female Psychology the Emerging Self (2nd
ed.) (pp.387-401). New York: St. Martin’s
Press.
Koedt, A. (1973). Lesbianism and feminism.
In Anne Koedt, and Ellen Levine, & Anita
Rapone (Ed.), Radical Feminism (pp. 246258). New York: Quadrangle Books.
Kurland, R. and Salmon, R. (1992). Group
work vs. casework in a group: Principles
and implications for teaching and practice.
Social Work with Groups, 15(4): 3-10.
Lewis, E. (1992). Regaining promise: Feminist perspectives for social group work
practice. Social Work with Groups, 15(2/3):
271-284.
Michell, A. (1995). Feminizm, Ş. Tekeli
(Çev.), Yeni Yüzyıl Kitaplığı, İstanbul: İletişim Yayınları.
Nes, J. and Iadicola, P. (1989). Toward a
definition of feminist social work: A comparison of liberal, radical, and socialist models.
Social Work, 34(1): 12-21.
Tunç
Payne, M. (2005). Modern social work theory, third ed. Chicago: Lyceum Books.
Perkins, D.D., and Zimmerman M.A. (1995).
Empowerment Theory, Research, and Application. American Journal of Community
Psychology, 23(5): 569-579.
Reynolds, J. (1993). Feminist theory and
strategy in social work, in Walmsey, J.,
Reynolds, J., Shakespare, P. And Wolfe,
R. (Ed) Health Welfare And Practice: Reflecting On Roles And Relationships, London: Sage.
Tekeli, Ş. (1995). 1980’ler Türkiye’sinde
kadınlar. Ş. Tekeli (Ed.) 1980’ler Türkiye’sinde Kadın Bakış Açısından Kadınlar.
İstanbul: İletişim Yayınları.
Tong, R. (2009). Feminist thought: a comprehensive ıntroduction. San Francisco:
Westview Press.
Wittig, M. (1988). The straight mind. In Sarah Hoagland, & Julia Penelope (Ed.), For
Lesbians Only: A Separatist Anthology.
London: Onlywomen Press, p. 431-438.
Saulnier, C.F. (2000). Incorporating feminist
theory into social work practice: group work
examples. Social Work With Groups, 23(1):
5-29.
Wood, G.G. and Roche, S.E. (2001). Representing selves, reconstructing lives: Feminist group work with women survivors of
male violence. Social Work With Groups,
23(4): 5-23.
Saulnier, C. F. (2003). Goal setting process:
supporting choice in feminist group for
women with alcohol problems. Social Work
with Groups, 26(1): 47-68.
Yassen, J. and Glass, L. (1984). Sexual assault survivor groups: A feminist practice
perspective. Social Work, (May/June): 252257.
Scott, J. (1988:Spring). Deconstructing
equality-versus-difference: Or, the uses of
poststructuralist theory for feminism. Feminist Studies, 14(1): 33-50
Zastrow, C. (1994). Practice of social work.
London: Wadsworth Publishing Co Inc.
Sheafor, B. and Charles R. Horejsi. (2002).
Techniques and guidelines for social work
practice,Sixth Ed., New York: Pearson Education.
Zimmerman, M.A. (1995). Psychological
empowerment: Issues and illustrations.
American Journal of Community Psychology, 23(5): 581-599.
Shulman, L. (1999). The skills of helping
ındividuals, families, groups, and communities.Fourth edition. Itasca, IL: FE Peacock
Publishers.
Singh, A. A. and Hays, D. G. (2008). Feminist group counselling with South asian
women who have survived ıntimate partner violence. The Journal for Specialists in
Group Work, 33(1): 84-102.
Smith, A., and Douglas, M. (1990). Empowerment as an ethical imperative. In H.
Lerman and N. Porter (Ed.), Feminist Ethics
and Psychotherapy (pp. 43-50). New York:
Springer Publishing.
Steinberg, D.M. (2002). The magic of mutual aid. Social Work with Groups, 25(1/2):
31-38.
229
Acar
Derleme
Anahtar Sözcükler: Onkoloji, kanser, sosyal
hizmet, sosyal hizmet uzmanı, psikososyal.
ABSTRACT
ONKOLOJİDE SOSYAL
HİZMET: VAKA
ÖRNEKLERİ
Social Work in Oncology:
Case Examples
Melis ACAR*
* Bilim Uzmanı, Sosyal Hizmet Uzmanı, Hacettepe Üniversitesi Onkoloji Hastanesi
Oncology social work is a modern area of​​
specialization of medical social work. There
are many different issues of cancer patients
and these issues have many reasons. Social
work deals with human relations problems
arising between individuals. In other words,
it exposes remedial services. Social work
profession exhibits psycho-social aspects of
the help in support of a profession. To define
social work practice in the field of oncology,
social workers have some tasks and responsibilities to cancer patients and their families, to
their institutiton, to society and to their team
members. This is the process of fulfilling the
responsibilities of a social worker in working with cancer patients. It uses appropriate
methods of social work intervention.
Key Words: Oncology, cancer, social work,
social workers, psychosocial.
ÖZET
Onkolojik sosyal hizmet çalışmaları, tıbbi
sosyal hizmet alanında modern bir uzmanlaşma alanı niteliğindedir. Kanserli hastaların yaşadıkları çok farklı sorunlar vardır
ve bu sorunların da birçok nedeni bulunmaktadır. Sosyal hizmet, bireyler arası insani ilişkilerden doğan sorunları ele alır ve
iyi edici, başka bir deyişle çare bulucu hizmetleri ortaya koyar. Sosyal hizmet mesleği,
psikososyal açılardan bir yardım ve destekleme mesleğidir. Onkoloji alanındaki sosyal
hizmet uygulamalarını tanımlamak için sosyal hizmet uzmanlarının kanserli hastalar ve
ailelerine, kuruma, topluma, ekip üyelerine
yönelik görev ve sorumlulukları vardır. Bu
sorumlulukları yerine getirme sürecinde
sosyal hizmet uzmanı, kanser hastaları ile
çalışırken, uygun sosyal hizmet müdahale
yöntemlerini kullanmalıdır.
“Dünyada görmek istediğiniz
değişikliğin kendisi siz olun.”
Mahatma Gandhi
GİRİŞ
Yarım asırdır onkoloji hastalarına yönelik oluşturulan onkolojik sosyal hizmet
çalışmaları, tıbbi sosyal hizmet alanında modern bir uzmanlaşma alanı niteliğindedir. Hastanın tedavisini ve yaşam
kalitesini olumsuz olarak etkileyen sosyal, ekonomik ya da kansere karşı gelişen olumsuz psikolojik tepkileri ortadan
kaldırmak ve hastanın sorunlarını çözmek için müdahalede bulunan bir destek sistemi olarak kabul edilebilir. Zira,
231
Toplum ve Sosyal Hizmet
sosyal hizmet mesleği psikososyal açılardan bir yardım ve destekleme mesleğidir. Bireyler arası insani ilişkilerden
doğan sorunları ele alır ve iyi edici,
başka bir deyişle çare bulucu hizmetleri ortaya koyar. Özetle, sosyal hizmetin
çalışmalarını yoğunlaştırdığı ve etkileşimde bulunduğu alanlardan birisi de
sağlık alanıdır ve sağlıkla ilgili sorunları
en belirgin yaşayan hasta gruplarından
birisi de kanserli hastalardır.
Sosyal hizmet uzmanı, kanser hastaları ile çalışırken, uygun sosyal hizmet
müdahale yöntemlerini kullanmalıdır.
Böylece kanser hastalarının çevresi
ile etkileşimini engelleyen etkenleri ve
sahip oldukları güçlü yönleri ön plana
çıkartarak; danışmanlık, duygusal değerlendirme, kriz müdahalesi, hastaların ve ailelerin sorunlarının farkına
varmasını sağlama, hedef belirleme ve
bunları çözmek için gereken kaynakları
tanımlama, karar verme, aktif dinleme,
empati kurma, savunma ve kişiler arası iletişim becerilerini geliştirme, destek olma, savunuculuk, güçlendirme,
terapi vb. beceri ve tekniklerini, planlı
değişme süreci içerisinde kullanarak
sorunlarını ortadan kaldırmaya ya da
makul düzeye indirmeye çalışarak, kişilere ve ailelerine zorlukların üstesinden gelmelerinde yardımcı olabilir. Burada önemli olan konu, etkin ve verimli
uygulama yapabilme çabası içerisinde
işlevler yerine getirilirken, ihtiyaç duyulan kaynakların varlığı ve uzmanın
sahip olduğu sorunları çözme becerisi
ile sosyal hizmetin amacını korumak ve
alanda olumlu ve etkili olarak iş görebilme gerekliliğidir.
Sonuç olarak, onkoloji alanındaki sosyal hizmet uygulamalarını gerçekleştirmek bağlamında, kurumda çalışan sosyal hizmet uzmanının kanserli hastalar
232
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
ve ailelerine, kuruma, topluma, ekip
üyelerine yönelik görev ve sorumluluklarının neler olabileceğini belirlemek
mümkündür.
Onkoloji Sosyal hİzmet
uzmanının Görev ve
Sorumlulukları
Ülkemizdeki tıbbi sosyal hizmet uygulamaları göz önüne alınarak ve Amerika
Ulusal Onkoloji Sosyal Hizmet Uzmanlığı Derneği’nin, onkolojik sosyal hizmet
uygulamalarına yönelik olarak belirlediği standartlardan (Stearns ve ark.,
1993: 323-326) yararlanılarak, onkoloji
sosyal hizmet uzmanlarının görev ve
sorumluluklar aşağıda belirtilmiştir.
Onkoloji Hastalarına ve Ailelerine
Yönelik Görev ve Sorumluluklar
• Psikososyal ve ekonomik açıdan inceleme ve değerlendirme yapmak,
• Onkoloji tedavisi ve sonuçları çerçevesinde hasta ve ailesinin psikososyal işlevselliğini korumak, güçlendirmek amacıyla bireylerle ve
gruplarla sosyal hizmet uygulaması
yapmak,
• Ailelerin psikososyal gereksinimlerini temel alan aile danışmanlığı
yapmak,
• Tedaviye katılım, tedavisin etkinliğini artırma ve tedavisini sürdürme
konusunda davranış değişikliklerine
yönelik çalışmalar yapmak,
• Onkolojik hastalıklar sonucunda yaşanan kayıplara ve kriz durumlarına
yönelik çalışmalar yapmak,
• Toplum kaynakları konusunda bilgi
vermek, kaynakların kullanılmasına
yardımcı olmak,
Acar
• Hasta hakları konusunda bilgilendirme ve savunuculuk çalışmaları
yapmak,
• Taburcu olma aşamasında karşılaşılan sorunlara yönelik psikososyal
çalışmalar yapmak,
• Özel gruplara (çocuklar, mastektomi hastaları gibi) yönelik programlar
geliştirmek,
• Taburcu olma sonrası izleme çalışması yapmak (Stearns ve ark.,
1993: 323).
Öncelikle belirtilmesi gereken konu
sosyal hizmet mesleğinin etik ilke ve
sorumluluklarından biri olan müracaatçılara ırk, din, cinsiyet ve sınıf ayrımı
yapılmaksızın hizmet sunmanın, uzman tarafından göz ardı edilmemesi
gerekliliğidir. Bu nedenle onkolojide
çalışan sosyal hizmet uzmanı, müracaatçısını “ihtiyaç içinde olan ve yardıma
gereksinim duyan kanser hastası ve/
veya ailesi” olarak tanımlamalı ve herhangi bir ayrım içine girmemelidir.
Onkolojide çalışan sosyal hizmet uzmanı, hasta ve ailelerine yönelik görev ve sorumlulukları yerine getirirken,
müracaatçının bulunduğu yerden başlamalıdır. Söz gelişi, ekonomik açıdan
tedavi alma yeterliliğine sahip olmayan
bir kanser hastasına, ilk görüşmede
psikolojik desteği öne çıkaran çözüm
yoları üretmek yerine, derhal gerçekleştirilmesi gereken ekonomik yoksunluğun giderilmesi üzerine odaklanılmalıdır. Kanser hastasının müdahale
sürecine etkin olarak katılımını sağlamak oldukça önemlidir. Toplumsal
kaynaklar ve bu kaynakların kullanılması hakkında hastaya bilgi vermek,
bu konuda sosyal hizmet uzmanının en
önemli sorumluluklarındandır.
Hasta ve aileler ile çalışırken, bireylerin
bireysel özelliklerine ve yaşam döngülerine uygun müdahale planı geliştirmek sosyal hizmet uzmanının önemli
bir sorumluluğudur. Söz gelişi, ergen
bir kanser hastası ile çalışılırken, bu
hastanın içinde bulunduğu yaşam döngüsü nedeni ile otoriteye karşı bağımsızlık gibi duygular geliştireceğinin farkında olarak çalışması, hem hasta hem
de sosyal hizmet uzmanı açısından
kolaylaştırıcı bir etken olacaktır. Çünkü
tedavi sürecinde hastalığın sınırlayıcı,
kontrol edici ve bağımlılık yaratıcı özelliklerinden dolayı kanser hastası olan
ergen, kendisini baskı altında hissedecektir. Bu baskıya karşı da tedaviye direnç göstererek bağımsız olma isteğini
sergileyecektir.
Özetle, yaşam döngüleri tedavi aşamasında, hasta ve ailesinin psikososyal işlevselliğini korumak, güçlendirmek için
sosyal hizmet uzmanı tarafından dikkate alınması gereken unsurlar arasındadır. Sözgelişi emekli olmuş ve çocukları
evden ayrılmış bir kanser hastası göz
önünde bulundurulduğunda, çocukları
ile birlikte yaşayan ve iş arkadaşları ile
iletişim kurmaya devam eden bir kanser hastasına göre kendisini daha yalnız hissettiği, bakıma ve desteğe daha
muhtaç olduğu gözlemlenmektedir.
Hastalar, tedaviyi kabul etmeme veya
gereklerini yerine getirme konusunda
bilgi eksikliğinden kaynaklı uyum sorunları yaşayabilirler. Kültür ve sosyal
farklılıkları göz önüne alınarak müracaatçının yararının en üst düzeyde
gözetilmesi, sosyal hizmet uzmanının
temel sorumluluklarındandır. Çalışmasını gerçekleştirirken, müracaatçının
kültürünü ve eğitim düzeyini anlamaya çalışır, gerekli durumlarda hastasını, ailesini hatta kendisini geliştirme
233
Toplum ve Sosyal Hizmet
sorumluluğunu yerine getirir. Bu bakımdan sosyal hizmet uzmanı, verilen hizmetin doğası, yaralanacağı kaynaklar,
kurumdaki ve uygulamadaki belirleyici
yasal düzenlemeler, mesleğin etik ilke
ve sorumlulukları gibi bilgilerini güncel
tutmalıdır. Hastaların sahip oldukları
olanaklarının, tedavinin devam etmesini engelleyecek düzeyde tedaviye fırsat
vermiyor olması durumunda, kanserli
hastanın neyi hak ettiğine, yasalara uygun olarak hangi sağlık hizmetlerinden
yararlanabileceği ve neyi/neleri talep
edebileceğine açıklık getirmek uzmanın görevlerindendir.
Kurumun olanakları doğrultusunda
bazen hastanın yararını gözetmek
mümkün olmayabilmektedir. Böyle durumlarda hastanın yararı gözetilerek,
mümkün olan en iyi hizmetin sunulması
için sosyal hizmet uzmanı çaba harcar.
Bunun için de kuruma ve hastaya yönelik sorumluluklarının farkında olarak ve
hastanın gereksinimlerini esas alarak,
hastanın iyilik durumunu geliştirmeye
yönelik öneriler sunar. Çözüm önerilerinde, hastaların gereksinimlerini esas
alarak, onların iyilik durumlarını geliştirmek ve ayrım yapmadan hastaların
tümüne aynı isteklilikle yardımcı olmak,
sosyal hizmet uzmanının temel sorumluluklarından biridir.
Hastaların boş zamanlarının değerlendirilmesinde uygun programların oluşturulması, düzenli bir biçimde uygulanması ve tüm hastaların yararlanması
sağlanmalıdır. Hastaların katılımını arttırmak için onların gereksinimleri ve
beklentileri doğrultusunda bir amaca
yönelik olarak hazırlanmalıdır. Sosyal
hizmet uzmanının bu etkinlikleri planlamada önemli bir rolü vardır ve organizasyon becerisini ortaya koymak
durumundadır.
234
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
Taburcu olma sonrasında izleme çalışması çok gerekli olmasına rağmen,
yeterli sayıda sosyal hizmet uzmanı
bulunmaması, kurumun buna olanak
sağlayan gerek maddi gerekse bilişsel
düzeyde imkânlar sağlamaması, hastaların şehir dışından gelmeleri veya
toplumsal düzeyde sosyal hizmet değerlendirme ağının olmayışı, havale
sisteminin yetersizliği gibi nedenler yüzünden gerçekleştirilememektedir. Zira
hastanın ev koşullarının tedavi için uygun olup olmadığı, aile ilişkilerinin yapısı, sosyal destek kaynaklarının varlığı,
uygun kullanımı ve yeterliliği, hastayı
olumlu/olumsuz etkileme durumu bakımından değerlendirilmesi gereklidir.
Böylece sosyal hizmet uzmanı, mesleki beceri ve yetkinliğini kullanarak,
hastanın yaşamının diğer alanlarında
karşılaştığı sorunları çözümlemesinde,
bir insan olarak hak ettiği bütün hizmetlerden yararlanmasını sağlar.
Kuruma Yönelik Görev ve
Sorumlulukları
• Kurum personeline onkolojik tedaviye etki eden psikososyal, çevresel ve kültürel etmenler konusunda
konsültasyon hizmetleri sağlamak,
• Onkolojik uygulamaların yarattığı
stres ve tükenmişlik konularında
personele yönelik destek çalışmaları yapmak,
• Sosyal hizmet bölümünün program
planlamasına katılmak,
• Sosyal hizmet bölümünün eğitim
programına (servis içi, personel
yetiştirme, öğrenci eğitimi gibi)
katılmak,
• Sosyal hizmet bölümünün araştırma etkinliklerine (araştırma yapma,
Acar
yayınlama, akademik çalışma yapma gibi) katılmak,
• Sosyal hizmet bölümünün yönetsel
taleplerini (verilen hizmetlere ilişkin
istatistikleri hazırlama, zaman çizelgesi düzenleme, genel personel
toplantılarına katılma gibi) yerine
getirmek,
• Sosyal hizmet bölümünü/servisini
yönetmek (Stearns ve ark., 1993:
324).
Kurumda çalışan sağlık personeline
danışmanlık ve psikososyal destek
hizmeti veren sosyal hizmet uzmanı,
personelin sorununu çözmede ve onlara güçlendirme çalışmaları yapmada
oldukça etkilidir. Böylelikle sorunları giderilen ve/veya en aza indirilen sağlık
personeli, hastalarla daha verimli ve
nitelikli hizmetler sunabilmektedir.
Onkoloji alanında, hizmet verdiği hastalığın niteliği, hastaların tepkileri ve
dolayısıyla hizmet verme aşamasındaki güçlükleri nedeniyle diğer birçok
alana göre hizmet sunumu daha zordur. Ayrıca sağlık personelinin hizmet
sunarken, ölüm korkusu olan hasta
ile ve kayıp korkusu yaşayan aile ile
yakın temas kurarak çalışıyor olması,
onların kaygı ve tükenmişlik düzeyinin
yükselmesine neden olmaktadır. Bu
bağlamda sosyal hizmet uzmanı, sağlık personelinin moral düzeyini ve motivasyonunu yükseltmek amacıyla danışmanlık, eğitim çalışması ve sosyal
etkinlikler gerçekleştirir.
Herhangi bir kurumda çalışan sosyal
hizmet uzmanının, çalışmalarını belgeleyerek yönetime sunması, kurum tarafından, sosyal hizmetin daha iyi tanınması, sosyal hizmet uygulamalarının
kabul görmesi ve sosyal hizmete olan
ihtiyacın farkına varılmasını sağlanması bakımından önemli bir unsurdur. Kurumda çalışan sosyal hizmet uzmanı,
yaptığı çalışmaları ara değerlendirmeler, raporlar ve dönem sonu raporları
şeklinde yönetime sistemli bir biçimde
sunmalıdır. Bu durum, yapılan çalışmaların disiplinli ve tutarlı olduğunun da
somut bir göstergesidir. Ayrıca sosyal
hizmet uzmanı, kurumda koordinasyon
sorunu, hastaların yanlış yönlendirilmesi ve bilgilendirilmesi durumu, sunulan hizmette personelin tedbirsizliği
veya bilgi eksikliği gibi farklı konulardan kaynaklanan yetersizliği veya kurum politikalarının uygulanmasındaki
sorunları saptadığında, çözüm önerileri
ile birlikte yönetime bilgi vermelidir.
Sosyal hizmet mesleğinin etik ilke ve
sorumluluklarından biri de, uzmanın
kuruma ve yönetime karşı sorumluluğudur. Uzmanın kurum politikalarına
uygun olarak hizmet sunması esası
göz ardı edilmemelidir. Bunun yanı sıra,
uzmanın havale etme görevini yerine
getirmesi de kuruma yönelik sorumluluklarından biridir. Bu nedenle, kanser
hastasının, gerekli hizmetlerin temin
edilmesi açısından başka kurumlara
yönlendirilmesi gerekiyorsa, uzmanın
havale işlemini yürürlüğe koyması gerekmektedir. Gerekli durumlarda hastanın havalesi, izleme süreci göz ardı edilmeksizin, yerine getirilmelidir. Burada
sosyal hizmet uzmanı, “artık hasta benim hastam değil, sorumluluğu bana ait
değildir” psikolojisi ile hareket etmemeli,
müracaatçısına sahip çıkmalıdır. Bu nedenle havale ettiği kurum ile işbirliğini
ve koordinasyonu kesintiye uğratmaksızın çalışmalarına devam etmelidir.
Kanser hastası olan müracaatçısını ihtiyaçları, sorunları, tepkileri ve özellikleri
hakkında, ilgili kuruma bilgi sunmalıdır.
235
Toplum ve Sosyal Hizmet
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
Topluma Yönelik Görev ve
Sorumlulukları
• Gönüllülük
düzenlemek,
çalışmalarını
• Tanıtım ve bilgilendirme çalışmaları
yapmak,
• Diğer kurum ve kuruluşlarla işbirliğine girmek (Stearns ve ark., 1993:
325).
Gönüllülük bireysel tercihler ve isteklilik
ile gerçekleşen bir süreçtir, ancak gönüllülük aynı zamanda profesyonelliğin
de bir gereğidir. Çünkü gönüllü çalışma
belirli bir disiplini, yeterliliği, beceriyi,
sistematik çalışmayı, sorumluluk almayı ve alınan sorumluluğu yerine getirebilme güdüsünü beraberinde getirmektedir. Ayrıca sosyal hizmet uzmanının
hastasının, gönüllülük çalışmalarından
zarar görmesini de engellemesi gerekmektedir. Her uzman için olduğu gibi,
onkolojide çalışan sosyal hizmet uzmanı için de kanser hastası olan müracaatçısı değerlidir ve biriciktir. Gönüllülük sürecinin işlemesi de önemli
olmakla birlikte, uzmanın bu süreci ve
gönüllü bireyleri profesyonel bir biçimde değerlendirmesi ve hastanın zarar
görmesini engellemesi gerekir. Gönüllü bireylerin çalışmaları kapasiteleri
ile sınırlandırılmalıdır veya bu kapasitelerini geliştirici eğitim hizmeti uzman
tarafından sağlandıktan sonra çalışma
yapmalarına izin verilmelidir. Söz gelişi,
baş ve boyun bölgesindeki tümör, saç
dökülmesi, organ kaybı gibi hastalığın
kendisi ya da tedavisinden kaynaklanan, hastanın görünen bölgelerindeki
biçim bozuklukları nedeni ile hastaya
tepkisel yaklaşabilecek gönüllülerin, bu
özellikteki hastalarla çalışmadan önce
hazırlanması da uzmanın dikkat etmesi
gereken unsurlar arasındadır.
236
Gönüllülük çalışmalarında sosyal hizmet uzmanı, gönüllü hizmetleri verecek
olanlarla bu hizmetten yararlanacak
olan hastaları buluşturarak, kaynak
bulma ve koordine etme sorumluluğuna sahiptir. Ayrıca gönüllü bireylerin
maddi destek sağlama, kendi yetenekleri, bilgi ve becerileri doğrultusunda
kukla gösterimi, palyaçoluk, müzik,
kitap okuma gibi sosyal etkinliklerde
bulunma ve hastalarla birebir ilgilenme
gibi eğilimlerini dikkate alarak, onların
uygun hasta grupları ile çalışmasını
sağlamak da uzmanın başlıca görevleri
arasındadır.
Onkolojide çalışan sosyal hizmet uzmanı, alana yönelik sorumluluğu nedeni ile kurumlar arası işbirliğinden de
kaçınmamalıdır. Diğer kurumlarda çalışan meslektaşlarına da danışmanlık
hizmeti sunmalı ve onlarla yardımlaşmayı kendisine ilke edinmelidir. Çünkü
mesleğe yönelik sorumluluk, sadece
çalışılan kurumla sınırlı değildir. Ayrıca
sosyal hizmet uzmanı, hastaları sorunlarının çözümü ya da kanser ve tedavisi
hakkında bilgi alabilmeleri için toplumsal kurumlara ve eğitimsel kaynaklara
havale etmektedir. Onkoloji sosyal hizmet uzmanı, kanser hastalarına ihtiyaç
duydukları kaynaklarla bağlantı kurmak, sağlık personeli ile görüşmelerini
sağlamak ve ihtiyaç duydukları desteğe erişmelerini sağlamak konusunda
yardımcı olur. Bazı hastalar için sosyal
güvence haklarının açıklanması, ekonomik yardım alabilecekleri kurumlara
havale edilmeleri, yerel toplumsal merkezlerden yararlanmaları sağlanması
da Sosyal hizmet uzmanının sorumlulukları arasındadır.
Acar
Kayıt Tutma ve Belgelemeye Yönelik
Görev ve Sorumlulukları
• Süpervizyon almak (Stearns ve
ark., 1993: 326).
• Sosyal hizmet müdahalesi çerçevesinde yapılan çalışmaları hasta
dosyasına yazmak,
Sosyal hizmet uzmanının kuruma yönelik sorumluluklarından biri de kurum
politikası kapsamında, sosyal hizmet
öğrencilerine bilgi ve deneyim aktarımında bulunarak, onların eğitilmesini
sağlamaktır. Eğitim sırasında sosyal
hizmet uzmanı, mesleki bilgi ve becerilerinin yanı sıra, bilimsel yöntem ve
teknikleri de kendisine rehber edinerek,
öğrencilerinin eğitimine katkıda bulunmalıdır. Ancak, eğitim sürecinde kanser
hastası olan müracaatçılarının örselenmemesini sağlamak sosyal hizmet uzmanının birincil amacı olmalıdır. Çünkü
hastalığın seyri nedeni ile yoğun olarak
psikososyal baskı altında olan hasta ile
öğrencinin karşılaşması, hastayı olumsuz yönde etkileyebilecek durumların
yaşanması riskini ortaya çıkarmaktadır.
Ayrıca bu riskler, alanla yeni tanışan
öğrencinin de kaygı durumunu yükseltecektir. Bu olumsuz deneyimler öğrencinin sosyal hizmet mesleğine yönelik
tutum ve tercihlerinin istenmeyen yönde
değişmesine neden olabilir. Bu nedenle
onkolojide staj yapacak olan öğrencileri
uygulama alanlarına yerleştirirken, öğrencilerin bireysel özellikleri ve yeterlilikleri kurumda çalışan uzman tarafından
objektif bir biçimde değerlendirilmelidir.
• Hizmetlerin kalitesini arttırmak ve
kalite güvencesini sağlamak amacıyla programlar geliştirmek, istatistiki veriler sağlamak ve ilgili kayıtları
tutmak (Stearns ve ark., 1993: 325).
Sosyal hizmet müdahalesi gerçekleştirilen hasta ile bilgilerin yazılması, yapılan uygulamanın doğruluğunu gözden
geçirebilmek için bir fırsattır. Sosyal
hizmet uzmanı, bu biçimde kendine bir
özeleştiri yapma imkânı bulur ve daha
iyisini yapabilmek için bir öngörü kazanır. Hastaya yönelik hangi bilgilerin
yazılıp yazılmayacağını ise sunulan
hizmetin türüne göre gizlilik ilkesi çerçevesinde belirlemelidir. Mahremiyetini ön planda tutarak hastadan alacağı
bilgilerin sorumluluğu sosyal hizmet
uzmanına aittir ve hasta ile ilişkisini
bu temele dayandırır. Ayrıca müdahale çerçevesinde, müdahalenin neden
yapıldığı, gerekçesi, gelişme süreci ve
sonucunu içeren bilgilerin belirtilmesi,
hastanın takip sürecinin kesintiye uğramaması için de önemlidir. Bu konunun
önemi ve gerekliliği, farklı bir sosyal
hizmet uzmanına havale durumunda
veya farklı disiplindeki diğer ekip üyelerine bilgi aktarmada daha çok anlaşılır.
Mesleki Gelişim ve Yetişmeye Yönelik Görev ve Sorumlulukları
• Onkolojide sosyal hizmet konularında klinik, eğitimsel ve araştırma
becerilerini geliştirmek,
• İlgili konularda sempozyum, kongre
ve konferans gibi bilimsel etkinliklere katılmak,
Sosyal hizmet mesleğinin ayırt edici niteliklerinden biri de, meslektaşlar arası
işbirliğinin diğer disiplinlere göre oldukça gelişmiş olmasıdır. Öyleyse A hastanesinin onkoloji bölümünde çalışan
sosyal hizmet uzmanı, B hastanesinde
çalışan sosyal hizmet uzmanı ile yardımlaşmaktan, ona bilgi vermekten ve
ondan bilgi almaktan kaçınmamalıdır.
Aksi takdirde mesleğin gelişimine yönelik katkıda bulunma sorumluluğunu
göz ardı etmiş olacaktır.
237
Toplum ve Sosyal Hizmet
Ekip Çalışması ve İşbirliğine Yönelik
Görev ve Sorumlulukları
• Tıbbi bakım ekibinin bir üyesi olarak bütüncül tedavi, araştırma ve
psikososyal eğitim konularında ekip
çalışmalarına katılmak (Stearns ve
ark., 1993: 326).
Wellish (1984, Akt: Umurtak, 1991: 31),
kanser hastalarının kronik ve çoğunlukla belirsiz hastalık ve tedavi süreçleri
göz önünde tutulursa onkolojide sosyal hizmet uzmanı gereksiniminin diğer
tıbbi servislerden daha fazla olduğunu
vurgulamaktadır. Hayatı tehdit eden
hastalık ve ölüme yakın olma hakkında
zor duygularla başa çıkma ve iletişimi
açık tutma konularında tavsiye almak,
tedavi yöntemleri, izolasyon, ağrı gibi
zorlu deneyimlerin üstesinden gelebilmede yaşanan davranışsal sorunlarda
farkındalık kazandırmak (Pataneau ve
Kupts, 2005:10) tıbbi durum ve yaşanacak süreçler hakkında hastaya ve
ailesine bilgi vermek (Kebudi, 2006:38)
veya palyatif bakım aşamasında gereksinim duyulan hizmetleri almasını sağlamada (Özçelik ve Fadıloğlu, 2010: 5,
Elçigil ve Tuna, 2011: 138) ekip üyelerinden biri olarak sosyal hizmet uzmanı
da gerekli görülmektedir. Çünkü Turan
(1984: 18)’ın da belirttiği gibi, hasta ve
ailesinin yaşamlarına yön vermeleri,
sahip oldukları zamanı en iyi biçimde
değerlendirmeleri amacıyla yapılacak
mesleki yardımlar, hastayı yaşama
bağlamak ve hastalıkla baş etme gücünü artırmak bakımlarından önem
taşımaktadır.
Ekip çalışması, tedavinin kesintiye uğramaması bakımından önemlidir. Sosyal hizmet uzmanı, hastanın sorununun çözümüne yönelik doktor, hemşire,
sekreter veya yönetim ile işbirliğine
238
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
girerek çalışmasını yürütür. İyi bir ekip
çalışması, işlerin gecikmeden ve düzenli olarak yapılmasını sağlar. Üyeler
arasında kopukluk uyum sorununu da
beraberinde getireceğinden, hastanın
sorununun çözümü de telafisi olmayacak bir biçimde zarara uğrayabilir. Zira
sosyal hizmet uzmanı, kanser hastası
ile çalışırken hastayı fiziksel ve psikolojik travmadan koruma sorumluluğunun
bilincinde olarak zarar vermeme ilkesi
doğrultusunda hareket etmelidir.
Onkoloji sosyal hizmet uzmanının,
kanser tedavi/bakım sistemi uygulamalarında, kanserli hastanın tekliğine
değer verme, kanserli hasta için en iyi
olanı yapma ve ekipte bulunan çalışanlar tarafından kanserli hastaya şefkatli
hizmet verilmesini sağlamaya yardımcı
olması gerekmektedir. Kanser teşhisi
konulan bireyler için, onkoloji sosyal
hizmet uzmanı, sağlık ekibinin önemli
bir üyesidir. Onkoloji sosyal hizmet uzmanı, danışmanlık, eğitim, bilgilendirme, toplumsal kaynaklara havale etme
- ki buna destek grupları da dâhil edilebilir - gibi hizmetler sunar. Bir sosyal
hizmet uzmanı, genelde kanserli hastalar ile sağlık ekibi arasında aracılık
yapma ve danışmanlık sağlama işlerini
görür ve kanserli hastalara sağlık sistemi içerisinde, onları yönlendirme konusunda yardımcı olur. Bu bilgilendirmeler ve yönlendirmeler doğrultusunda
hizmet sunumu sırasındaki aksaklıklar
ve tıkanıklıklar önlenebilir. Özellikle
sağlık personeli ve hastaların, liyezon
işlevi ile bir araya getirilmesi, sosyal
hizmet uzmanının hasta ve ekip arasında iletişimin sağlanması yönündeki en
önemli katkısıdır.
Sosyal hizmet uzmanı, kanserli hastaların tedavileri hakkındaki seçenekler
konusunda bilgilendirilmeleri ihtiyacını
Acar
karşılamak için ve hastaları bu bilgiler
konusunda emin kılabilmek için sağlık
personeli ile birlikte çalışır. Ayrıca kanser ile günbegün yaşanan mücadele ile
baş etmeleri için gerekli desteği verir.
Onkolojik sosyal hizmet; kanser olasılığı ya da kanser tanısı etkileri ile karşılaşan hasta ve ailelerine yönelik sosyal
hizmetler sunan bir profesyonel disiplindir. Onkolojik sosyal hizmetin odağı
klinik uygulama, eğitim, yönetim ve
araştırma yapmaktır (Stearns ve ark.,
1993). Özetle; onkolojik sosyal hizmet;
hasta ve ailesinin tıbbi bakım ve tedaviyi kabul etmesi ve bakımın etkin bir
biçimde uygulanmasını kolaylaştırmayı, hastalık nedeni ile yaşanan stresi
azaltmayı ve içinde bulunulan koşullar
nedeni ile ortaya çıkan psikososyal
ve ekonomik sorunları çözümlemeyi
amaçlamaktadır.
VAKA ÖRNEKLERİ ile ONKOLOJİK
SOSYAL HİZMET UYGULAMALARI
Kanserli hastaların yaşadıkları çok
farklı sorunlar vardır ve bu sorunların
da birçok nedeni bulunmaktadır. Bu
nedenleri farklı şekillerde yorumlamak
mümkündür. Sosyal hizmet uzmanının, sahip olduğu becerileri kullanarak
hastanın sorunlarını tespit edebilmesi
ve uygulamalarını gerçekleştirebilmesi için hastanın ve ailesinin, kansere
karşı tepkilerinin neler olabileceğini çok iyi bilmesi ve bakım planını da
buna göre yapması gereklidir. Sosyal
hizmet uzmanı, sezgileri ya da acıma
duyguları ile veya empatiyi sempatiye
dönüştürerek değil, bilgilerini kullanarak çalışmalarını sürdürmelidirler. Hastaların gerçek ihtiyaçlarını belirleyebilmek amacıyla, sorunlara sistematik bir
sorgulama ve hastanın bakış açısı ile
yaklaşmalıdırlar.
Şeyma (26 yaş) rahim kanseri tanısı alır ve ameliyat olur. Bu süreç esnasında kocası tarafından
okur-yazar olmayışı fırsat bilinerek
anlaşmalı boşanma kâğıtlarını imzalar ve boşandığından habersiz
bir şekilde en büyüğü sekiz ve yedi
yaşlarında iki erkek ve iki yaşında bir kız çocuğu olmak üzere üç
çocuğu ile terk edilir. Şeyma’nın
herhangi bir ekonomik geliri bulunmadığı gibi annesi birkaç yıl
önce vefat etmiştir ve baba ikinci
kez evlenmiştir. Yeni eşi ile başka
bir şehirde yaşamaktadır ve yeni
eş, Şeyma ve çocuklarını görmek
istememektedir. Şimdiye kadar
komşularının desteği ve oturduğu
ilçedeki SYDV’dan aldığı yardımlarla geçimini sağlamaya çalışan
Şeyma Ankara’ya tedavi için gelir
ve 1,5 ay sürecek olan radyoterapi
tedavisi boyunca çocuklarını evde
yalnız bırakmak zorunda kalır.
Thomas, Morris ve Clark (2003: 9), iyi
hizmetin ve sosyal hizmet uzmanının
özelliklerinin; güvenilirlik, sağlamlık,
bakma ve anlama tutumu sergilemek,
kişiselleştirilmiş bakım, bakıcıların ihtiyaçlarını anlama, elde edilebilirlik,
ulaşılabilirlik ve yardım çağrılarına cevap verebilme özelliklerini içerdiğini
belirtmektedirler.
Şeyma’nın ki gibi bir vakada hastanın
maddi, manevi ve sosyal yoksunluklarının giderilmesi ve ihtiyaçlarının karşılanması, tedavisinin devamının sağlanması ve bu esnada oluşabilecek sosyal
sorunlarının önlenmesinde ve çözümlenmesinde yardımcı olunmasının yanı
sıra yaşam standardının da iyileştirilmesini hedefleyen çözümlerin geliştirilmesi
239
Toplum ve Sosyal Hizmet
gerekmektedir. Hastanın sahip olduğu
kaynaklar ile içinde bulunduğu yaşam
koşulları, hastalıkla mücadele sürecini olumlu ya da olumsuz etkileyecek
olan en önemli etkenlerdir. Kanserle
ilgili güçlükler ve diğer kişisel, sosyal,
ekonomik ve psikolojik sorunlar arasında güçlü bir ilişki söz konusudur. Bu
ilişkiler aynı zamanda tedavinin birçok
önemli yönünün belirleyicisidir. Kanserli
hastalarla yapılan çalışmalar ve gözlemler, hasta ve ailesinin karşılaştığı
sosyal, ekonomik ve psikolojik sorunların çözümünde, hastanın kansere ve tedaviye uyumunda, devam ettirmesinde
ya da uygun yollarla baş edebilmesinde
sosyal hizmetlerin önemli rolü olduğunu göstermektedir. Bu yüzden desteğe
ihtiyacı olan hastaya, ihtiyaç duyduğu
desteği vermede sosyal hizmetin etkililiği ve işlevselliği önemlidir.
Compton ve Gallaway (1979) müdahale
noktaları ve sosyal hizmet planlamasının sosyal hizmet uzmanı ve müracaatçının ne şekilde işlev görecekleri konusunda verdikleri bir karar “anlaşma”
sonucunda başladığını ifade etmektedir. Anlaşma veya kontrat yapma ile
hangi problemlerin çözümlenmesinin
gerekli olduğu, bu problemlerden hangilerinin acil olduğu, ne gibi önceliklerin
olacağı, neyin yapılacağı ve spesifik
görevleri kimin yerine getireceği planlanmaktadır (Duyan 2000: 45).
Bu vakada da, öncelikli olarak hastanın sahip olduğu kaynağın doğasını ve
sunduğu güvencenin niteliğini belirlemek, vereceğimiz sosyal hizmet müdahalelerini formüle etmemizde merkezi
bir rol oynamıştır. Sorunlarına yönelik
öncelik sırasını gösteren bir liste oluşturularak ve eldeki mevcut kaynaklar
göz önünde tutularak çözüme yönelik
müdahaleler gerçekleştirilmiştir.
240
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
İlk önce Şeyma’dan çocuklarının
komşuları tarafından 1,5 ay boyunca gözetilip, korunacaklarının
güvencesi alınmıştır. Bu konuda
yaptığı planlama hakkında konuşularak, bütün detayları ile gözden
geçirilmiştir. Ankara’da tedavisi
süresince kalabileceği ve yemek
yeme, hastaneye geliş-gidişini
ayarlama, harçlık gibi zaruri ihtiyaçları ayarlanmıştır. Tedavisinin uzun
zaman devam edeceği ve yaşayabileceği zorlu süreç konusunda
bilgilendirilerek, çocuklarını uzun
süreli ve sık sık yalnız bırakmak
zorunda kalabileceği, komşularının, yaşam mücadelelerini kendilerine göre devam ettirdikleri için her
zaman destek olamayabilecekleri
açıklanarak ilerde yaşayabileceği
sorunları fark etmesi sağlanmaya
çalışılmıştır. Çocuklarını isterse
kurum bakımına verebileceği ya da
koruyucu aile hizmetinden yararlanabileceği gibi seçenekler sunulduğunda duygusal tepkisi ile karşılaşıldı. Bu tepkisi karşısında ısrar
etmek yerine, çocuklarını çok sevdiği için böyle bir seçeneği kabul
etmek istemeyeceğinin anlaşıldığı,
böyle bir zorunluluğunun olmadığı
ancak bu zorlu tedavi sürecinde
her türlü desteğe ihtiyacı olduğu için isterse böyle bir seçeneği
bulunduğundan haberinin olması
bakımından bilgi verildiği söylenerek duygularına paralellik gösteren
yeniden çerçeveleme tekniği uygulanmıştır. Bu esnada babası ve eşinin ailesinin Ankara’da yaşadıkları
ve durumundan haberdar olmadıkları öğrenilmiştir ve diğer bir seçenek olarak onlarla irtibat kurması
konusunda cesaretlendirilmiş ve
konu ile ilgili duygularını aktarması
Acar
sağlanmıştır. Babasının ve eşinin
maddi durumlarının iyi olmadığını,
kendisi ve üç çocukla beraber yeni
boğazlara bakamayacaklarını ifade
etmiştir. Bunun üzerine kendisine
acele etmemesini, şimdilik tedavisine odaklanmamız gerektiğini,
zamanla uygun seçenekleri bulup
uygulamasında kendisine yardımcı olabileceğimizi, farklı kaynaklar
arayacağımızı söyleyerek hastayı
bölümümüzce takibe aldık.
Şeyma ile hastaneye her kontrole gelişinde olmak üzere dört kez
görüştük. İlk tedavisinden sonra
memleketine döndüğünde kendi
isteği ile iki oğlunu kurum bakımına verdi. Küçük olan kızını yanında
alıkoydu. Babası ve eşi ile görüşmeye başladı ve artık Ankara’ya
geldiğinde kızı ile birlikte onların
yanında kalmaya başladı. Hatta
hastaneye gelirken üvey annesi
de yanında eşlik etmeye başladı.
Görüşmemiz esnasında çocuklarını ziyarete gittiğinde, onların
okula gönderildiğini, onlara alınan
okul malzemelerini, okula gitmekten nasıl mutlu olduklarını ve rahat
olmalarından ötürü içinin ne kadar
rahat olduğunu anlattı. Bu süreçte
Şeyma’ya ekonomik destek sağlanmaya devam edildi. Bu destek
onun rahat hareket etmesini, kararlarını uygulamaya koymasında
hareket özgürlüğü ve çocuklarını
sık ziyaret etmesini sağladığı için
psikolojisinin olumlu yönde düzelmesine ve böyle kalmasına da katkısı oldu.
Unutulmamalı ki kanser hastalarının bakımında temel amaç, hastanın
fiziksel ve ruhsal yönden rahatlığının
sağlanması, bu süreç içerisinde de her
hastanın kişiliğinin ve değerinin korunması, kendini güvende hissetmesi,
yeterli tedavi ve bakımı alma hakkının
sağlanmasıdır.
Sosyal hizmet uzmanı hastanın çevresinde oluşan ve hastayı doğrudan ilgilendiren ve tedaviyi olumsuz yönde etkileyen sorun ve gerilimleri gidermede
yardımcı olur. Arzu edilmeyen ve gerçekçi olmadığı görülen tutum ve davranışların azaltılması ve değiştirilmesinde yardımcı olarak sağlıklı ve doyurucu
ilişkiler geliştirmesini sağlar. Hastanın
rol ve işlevlerini daha doyurucu olarak
geliştirmesi yönünde, hastada arzu ve
hevesin oluşmasını sağlamada çaba
gösterir. Eğer gerekli görülürse ve bu
konuda yeterli bilgi ve deneyime sahip
ise aile terapisine yönelebilir (Kahramanoğlu 2000: 53). Durukan, Abalı ve
Tüzün (2006: 20) hastaların ortaya koyduğu reaksiyon ve psikolojik süreçleri
göz önüne alarak kanser hastalığının
tedavisinde aile terapisi ve aile yaklaşımının gerekli olduğunu kendi vaka
örneklerinde de belirtmişlerdir. Bütün
bunların yanı sıra, hastanın maddi
güçlükleri ile de uğraşılabilir. Hastanın
sahip olduğu sosyal güvenlik sistemine
göre ilgili kurumlarla ilişkilerinin düzenlenmesine ve formalitelerin yerine getirilmesinde, hasta yoksul bir kişi ise gerek kendisine gerekse ailesine sosyal
yardım sağlanmasında yardımcı olabilir
(Kahramanoğlu 2000: 53).
“İsmet Bey (69 yaş), resmi bir
kurumda şoför olarak çalışırken
emekli olmuş, iki erkek çocuğu
ve beş torun sahibi bir hastamız.
Kastamonu’nun köyünden tedavi
241
Toplum ve Sosyal Hizmet
için hastanemize gidip gelmektedir.
Kolon Kanseri tanısı ile ameliyat
olmuş fakat karaciğerde metastaz
nedeniyle takip ve tedavisi devam
etmektedir. Eşi ile beraber yalnız yaşamaktadır ancak eşi kalça
ameliyatı geçirdiği için yürümekte
zorlanıyormuş. İki erkek çocuğu da
hastalığın başlangıcında işyerlerinden izin alarak kendisine yardımcı
oluyorlarmış fakat artık işyerlerinden izin almakta zorlanıyorlarmış.
Torunlarının ise en büyüğü 11 yaşında öğrenci olduğu için İsmet
Bey son bir yıldır kontrollerine yalnız gidip gelmektedir. Ekonomik
açıdan zorlanmakta ve çocuklarına
da gerek maddi olarak gerekse işyerlerinde zor durumda bırakma
konusunda yük olduğunu düşünmektedir. Son iki kontrole gelişinde
beyaz küresi düşük olduğu için kemoterapi tedavisini alamadan geri
dönmekte ve hem boşu boşuna
geldiği için hem de boşuna masraf yaptığı için morali bozulmakta
ve sağlığının da gittikçe kötüleştiğini, iyileşemeyeceğini, ilaçların
etki etmediğini, aksine kendisini
daha kötüleştirdiğini düşünmektedir. Ayrıca aynı ilacı kullanan başka
hastaların aniden kötüleşerek hastaneye yatmak zorunda kaldıklarını
ve öldüklerini bildiği için kendisinin
de başına böyle bir olayın geleceğini düşünmektedir.”
Başarılı bir müdahale; sorunun iyi anlaşılması, bu soruna en iyi çare olacak
kaynakların ve yaklaşımların varlığı
ve bunlardan uygun olanının seçilmesi ile mümkün olabilmektedir (Koşar
1992: 19). Dolayısıyla çalışılacak vakalarda sosyal hizmet uzmanı öncelikle
242
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
danışma, eğitim, kaynak bulma işlevleri aracılığıyla gerçekleştirmesi gereken amaçları belirlemelidir. Bu vakada
oluşturulan amaçlar şu şekildedir:
• Öncelikle İsmet Bey kanser tanısı,
tipleri ve buna bağlı olarak farklı
tedavi türleri konusunda bilgilenmesini sağlamak, kemoterapi tedavisi ve olası yan etkilerinin neler
olabileceği hakkında bilgi vermek,
uygulanan tedavi yaklaşımının kendine özgü sorunları olabileceğinin
farkına varmasını sağlamak,
• Tedavisi ile ilgili olarak yaşadığı
sosyal, psikolojik, ekonomik sorunlarla ilgili olarak yaşamakta olduğu
stresi, başa çıkılabileceği sınırlar
içinde tutmak. Bunu sağlayabilmek
için de sahip olduğu sosyal destek
sistemlerinin ve sosyal güvencesinin sağladığı imkânları ve kullanabileceği diğer toplumsal kaynakları
ortaya koyarak bunlardan nasıl yararlanması gerektiğini anlamasını
sağlamak,
• Ailenin bir üyesi olarak, aile bireyleriyle iletişimini nasıl geliştirebileceği üzerinde konuşularak aile içinde
bir kişisel değer duygusu oluşturulmasını sağlamak,
• Kemoterapinin yan etkileri konusunda hemşireden, beslenmesinin
desteklenmesi amacıyla da diyet
bölümünden eğitim ve destek almasını sağlamak. Dolayısıyla fiziksel işlevlerinin düzeltilebileceği
ihtimali ile ilgili inancını arttırmak,
• Yapılan bu çalışma sayesinde kendisine bir hasta olarak hizmet verilen bu kurumda değerli olduğu
inancını geliştirerek olumlu duygu
Acar
ve düşünce durumu oluşturmak.
Böylelikle biraz da olsa pozitif düşünebilme yeteneği kazandırılarak İsmet Bey’in depresif halini
azaltmak.
bireysel görüşmeler yapılmıştır. Bu
görüşmeler, duruma göre (kemoterapi alıp alamaması) haftada bir ya
da kontrole geldiği zamanlarda olmak üzere ayda bir olacak şekilde
gerçekleştirildi.
Bireysel düzeyde yapılacak müdahalelerde en önemli beceriler ilişki kurma
ve iletişim becerisidir. Ayrıca ilgi gösterme, dinleme, soru sorma, sessizlik,
empati kurma, sıcaklık, geri bildirim,
kendini açığa vurma, kendinden örnek
verme gibi sözlü iletişim becerilerinin
yanı sıra beden duruşu, göz ilişkisi, elkol hareketleri, baş sallama gibi sözsüz
iletişim becerileri de kullanılmaktadır.
Ne yapılmak istenildiği ve neye ulaşılmak istenildiğinin önemli olduğu göz
önüne alınacak olunursa hastaların
pozitif düşünme ve davranma becerisi kazanması, duygularını rahat ifade
edebilmesi, sosyal ilişkilerinin artması
ve yakın çevresinin desteğinin artırılması, sorunla başa çıkma becerisinin
artırılması, tedavisinin istendik yönde
sonuç verebileceği umudunun korunması önemlidir. Belirlenen hedefleri
gerçekleştirmede sosyal hizmet uzmanı sahip olduğu mesleki bilgi ve becerileri kullanılarak müdahale sürecinin
nasıl olacağını önceden belirlemiş ve
planlamış olmalıdır. Uygulamanın gerçekleştirilmesi esnasında hastaya yardımı ve desteği olabilecek kurumdaki
diğer profesyonel meslek elemanları
ile de işbirliği yapmalıdır.
Sonuç olarak hastanın kanser ve
tedavisinin olası sonuçları konusunda bilgi sahibi olduktan sonra
tedaviye uyumunun tam olması, tedavinin başarısız olduğu şeklindeki
olumsuz düşüncenin pozitif düşünce ile yer değiştirmesi, yaşamakta
olduğu stresin azaltılarak, başa
çıkma becerilerinin geliştirilmesi ve
ailesi ile olan iletişimini açık tutma
becerisi kazanarak sahip olduğu
yanlış düşüncelerin düzeltilmesi
ve buna bağlı olarak olumlu tutum
ve davranış kazandırılması sağlanmıştır. Üzerinde baskı oluşturan
maddi sorunların desteklenmesi ile
üzerindeki olumsuz yan etkileri ve
bunun yol açtığı moral bozukluğu
giderilmiştir. Beslenme ve kemoterapinin yan etkileri konusunda
diyet bölümü ve kemoterapi hemşiresinden aldığı eğitim sayesinde
de İsmet Bey kendisine daha iyi
bakmaya başladı ve böylelikle hastalığının ve tedavinin yan etkilerinin farkında olmasının sağlanması
sayesinde de öz bakım becerileri
artmıştır.
İsmet Bey’in vakası, kanser teşhisinin bireyler üzerinde yol açtığı
sorunların neler olabileceği konusunda bilgi sahibi olmayı gerektirmektedir. Hasta ile randevusunun
olduğu günlere denk getirilerek
Bu vakada olduğu gibi, bireysel olarak
gerçekleştirilecek olan uygulamalarda
başarılı olabilmek için, müracaatçı açısından amaçların, hedeflerin ve kullanılacak müdahale tekniklerinin önceden
belirlenmesi yani etkin bir planlama
önemlidir. Aksi bir durumda müracaatçının hastalığı ve tedavisi konusunda
243
Toplum ve Sosyal Hizmet
ihtiyacı olan ekonomik, sosyal ve psikolojik destekle ilgili olumsuz koşulların
devam etmesi nedeniyle işlevselliğinin
daha da bozulması ve tedaviye uyumsuzluğu, bunun da prognozu olumsuz
etkilemesi söz konusu olabilmektedir.
Bazen hastanın kendisi sorunu ile
yüzleşmekten kaçınırken ailenin diğer
üyeleri hastadan habersiz çözüm arayışları içerisine girerler. Sosyal hizmet
uzmanı kanserli hasta ve aileleri ile çalışırken birçok farklı rol üstlenir. Bu süreçte aile dinamikleri hakkında yeterli
bilgiye sahip olmak gerekir ve neyin en
iyi olduğunu belirlerken her ailenin, her
hastanın, her vakanın benzersiz olduğunu unutmamak gereklidir.
“Mustafa Bey (64 yaş), Rektum Ca.
tanısı sonrasında kolostomi açılması gerekmiş. Mustafa Bey küçük
bir ilçede esnaf olarak çalışıyor. İki
yetişkin erkek çocuğu var. Çocuklardan biri askerliğini yapıyor diğeri
ise yanında çalışıyor. Kolostominin
açılmış olması, tuvalet ihtiyacını
ve temizliğini eskisi gibi yapamıyor
olmak, Mustafa Bey için kabul edilemez, utanç verici, kendisinden iğrenme duygularına neden olurken,
artık işe gitmeyip kendisini eve
kapatarak, yaşadığı ortamdan hastalığını saklama çabası ile kültürel
olarak damgalanmaktan kaçınma
gibi düşünce ve davranışlara sahip
olmasına neden olmuş. Bir aile yakını Mustafa Bey’in içine kapanık,
durgun, sessiz biri haline gelmesi
yüzünden kemoterapi tedavisini
alması esnasında ondan habersiz
bölümümüze gelerek bilgi verdi ve
ne yapabileceklerini sordu.”
244
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
Birçok insan için kanser teşhisi
yeni duyguları ve tecrübeleri beraberinde getirir. Sosyal hizmet uzmanı, başkalarına bu yeni duygular
ve tecrübeler ile baş etmede, olası
çözüm yollarını bulmada yardımcı
olan profesyonel bir meslek elemanıdır. Aynı zamanda sosyal hizmet
uzmanı, hastanın yaşam kalitesini
yükseltmeyi, korku ile baş etmeyi
ve umut aşılamayı bilen bir kimse
konumundadır. Hastadan habersiz
yakın çevreden birinin yardım talebinde bulunduğu bu vakada olduğu gibi ne yapacaklarını bilmedikleri için araya girmek aslında çok
önemlidir. Yaşadıkları çevrede var
olan kültürel faktörleri düşünmek
gerekir. Ailenin içinde bulunduğu
gelişim evresini netleştirmek, hastanın bir baba, bir eş olarak sahip
olduğu rol ve fonksiyonlarda uğrayabileceği kayıpları göz önüne
alabilmemizde yol gösterici olur.
Ayrıca hastanın kişisel saygınlığını
devam ettirmek ve vücut fonksiyonları üzerindeki kontrol kaybını
telafi etmek, kolostomi nedeni ile
bedensel temizlik işlemlerini eskisi
gibi normalize olarak algılamasını
sağlamak için hastanın duygularını konuşmasını sağlamak iyi bir
başlangıç olacaktır. Dolayısıyla
“Bu sorunla nasıl baş edecek?” ve
“Ne yapmalı ki yoluna devam edebilsin?” sorularına hasta ile birlikte
cevap aranır.
İlk başlarda Mustafa Bey yaşama
tekrar sarılma konusunda isteksizdi ve herhangi bir çaba göstermeyi
kabul etmiyordu. Pozitif yaşantılarını ve bunun kendisinde oluşturduğu olumlu duyguları hatırlamasını
Acar
sağlamak amacıyla hastalanmadan önceki yaşantısı, düzeni, katılmaktan hoşlandığı etkinlikler, çevresi, ailesi ve arkadaşları ile ilişkileri
hakkında detaylı bilgi alınmıştır.
Katıldığı piknik, evinin balkonunda
otururken içtiği çayın keyfi, işyerine
gidene kadar yürüyüş yapması, yol
üzerinde bulunan esnaflarla selamlaşması gibi belirgin bazı konular
üzerinde daha detaylı durulmuştur.
Çevresindeki insanların kendisi ile
birlikte olmaktan hoşlandıklarını,
sevgi ve saygı duyduklarını anlatırken kendisine bunun nedeninin
ne olabileceği sorusu yöneltilerek
kişiliğine yönelik değerli yanlarını
görmesi ve farkındalığının artması
hedeflenmiştir. Sonrasında Mustafa Bey’e paradoksal müdahale
yapılarak tersine pazarlık yöntemi denenmiştir. Bir hafta boyunca
hiçbir şey yapmaması, içine daha
çok kapanması, kendisine zevk
verebilecek herhangi bir eylemde
bulunmaması ve bulunmaktan kaçınması konusunda anlaşmaya varılmış aradaki farkları saptayarak
not alması ödevi verilmiştir.
Kanser, erişkin çağda daha sık görülmesine rağmen her yaşta karşılaşılabilen bir hastalıktır (Kutluk ve Kars,
1996: 109). Hersh ve Wiener (1993)’de
önemli bir fiziksel hastalığın olmasının çoğu çocuk ve adölesan için ciddi
uyum problemleri yarattığını belirtmektedirler (Peykerli 1994: 8). Gözdaşoğlu
(1994) çocuklar için kanser tanısının
travmatik bir olay olduğunu belirtmektedir. Çünkü hastaneye yatma, anne ve
babadan ayrılma, medikal girişimlerin
yapılması üzüntü ve kaygı duyulmasına
neden olmaktadır. Anne ve babasının
bu ağrılı medikal girişimlere izin vermesi ise çocuğun daha da şaşırmasına
neden olmaktadır (Özbesler 2001: 32).
Çocuklar hastanelere korkuyla, hastanedeki yaşam, teşhis ve tedavi süreci
hakkındaki belirsizliklerle girmektedirler. Uzun ve zahmetli tedavilerini
yaptırma sürecinde ailelerinden, arkadaşlarından ve tanıdık çevrelerinden
ayrılmak ya da uzaklaşmak zorunda
kalabilmektedirler. Kanser tanısı yüzünden kendilerini izole olmuş ve yalnız hissedebilmektedirler. Hastalığın
ve tedavinin yan etkilerine bağlı olarak
günlük yaşam için gerekli olan olanaklardan ve arkadaşlarıyla ilişkilerinden
yoksun kalmaktadırlar.
Kanser tanısı sırasında bireyin yaşı,
hastalığın üstesinden gelme azmi açısından belirleyici bir etkendir. Pediatrik
kanser, bir çocuğun gelişimi, aile ve
okul ilişkilerini sekteye uğratabilir. Adölesan çağında ise; özgürlük eğilimi tam
tersine aileye ve sağlık görevlilerine
giderek artan bir bağımlılık haline dönüşebilir. Çocuklar ve gençler, okul ve
aile yaşamı içinde olabildiğince normal
yaşantılarını sürdürmelidir. Zira gelecekteki tehlike ve iyileşme etkenlerinin
hastaya karşı sergilenen davranışlara
bağlı olduğu unutulmamalıdır (Cordoba, Fobair ve Callan, 1993: 53). Okul
öncesi dönem, okul dönemi ve ergenlik dönemi olarak sırayla ele alınan bu
gelişimsel dönemlerde, bir çocuğun
hastalığa ve hastaneye yatışa tepkisini Cole ve Reis (1993) birden çok
etkenin belirlediğini vurgulamaktadır.
Hastalığın akut ya da kronik olması,
hayatı tehdit edici olması ve görünür
veya kalıcı engele neden olması gibi
hastalıklarla ilgi etkenler, her çocuğu
farklı etkileyebilmektedir. Gelişimsel
dönem çocuk ve ergenin tepkilerinin
245
Toplum ve Sosyal Hizmet
şekillenmesi yönünden önemlidir (Akt.
İnal Emiroğlu ve Pekcanlar Akay, 2008:
99-101). Baysal (1993) da ister akut
isterse kronik olsun sağlığın bozulmasına tepkilerin ve hastalığın anlamının,
gelişim dönemlerine göre farklılık gösterdiğini ifade etmektedir (Palabıyıkoğlu 2000: 145). Yani çocukların yaşlarına
göre kansere uyumları farklı olmaktadır. Bu farklılıkların, erken çocukluk ya
da adölesan çağında olma gibi yaş dönemlerine özgü olarak da getirdiği bazı
özellikleri olmaktadır. Bunları göz önüne alarak sosyal hizmet müdahalelerini
belirlemek gerekmektedir.
Okul öncesi dönem (0–6 Yaş): Çocukluğun ilk yıllarının güven ve korunma,
kendini emniyette hissetme duygularının oluştuğu dönem olarak ifade etmektedir. Fizik ve sosyal çevrelerini araştırmaları sonucunda güven duygularının
temeli oluşmakta, motor, sözel öğrenme ile ilgili becerileri hızla gelişmektedir. Tüm bu psikomotor gelişim kronik
bir hastalığa yakalanma durumunda
ise regresyona uğrayabilmektedir. Çocuk beden işlevlerini düzenlemeyi öğrenirler. Erken çocukluk döneminde, çocukların hastalığın doğasını anlaması ve
tedavinin yaşamına getireceği sınırlılıkları ve durumun uzun süreli etkilerini kavramaları güç olmaktadır (Sourkes, 1993;
Akt. Peykerli 1994: 7; Baysal 1993; Akt.
Palabıyıkoğlu 2000: 145). Bu yaş grubu
için en önemli sorun hastaneye yatmak
zorunda kalmalarıdır. Çocuklar ağrı ve
rahatsızlığın nedenini anlayamazlar. Ağrı
ve sıkıntıdan korunmak için neredeyse
tamamen bakım vericilerine bağımlıdırlar
Yapılacak tıbbî işlemler hakkında çocuğa anlayabileceği düzeyde bilgi vermek
anksiyetelerini azaltır. Bu yaş grubunda
üzüntü çok değişik formlar alabilir. Bunlar beslenme problemi, ajitasyon, panik,
246
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
tepinme nöbetleri, içe kapan­ma olabilir.
Hastalık ve onun göstergelerini ceza
ya da hatalı düşünme veya davranma
sonucu kendilerine verilen ceza şeklinde algılarlar (Gray 1992; Hersh ve Wiener 1993; Smith ve Ostroff 1991; Sourkes 1993; Akt. Peykerli 1994:9; Drell ve
Hanson White, 2007; Akt. İnal Emiroğlu
ve Pekcanlar Akay, 2008: 99).
Okul Dönemi (7–13 Yaş): Hastalık, ana
ve babadan ayrılma ve hareketliliğin kısıtlanması anlamına gelmektedir (Baysal 1993; Gözdaşoğlu 1994; Sarafino
1990; Akt. Palabıyıkoğlu 2000: 145). Bu
yaştaki çocuklar hasta olduklarını kavrarlar ve ölümü anlayabilecek düzeydedirler. Yine okul çağındaki bu yaştaki
çocukların odak noktası okuldaki başarıları olmaktadır. Ancak hastalık nedeniyle
fonk­siyonları bozulduğunda kendilerine
güvenlerinin azaldığı görülebilmektedir.
Bu yaş grubundaki çocuklarda en sık
görülen sorunlar arasında okuldan uzaklaşma, ayrılma sorunları, depresyon, psikosomatik şikâyetler, gece korkuları, kızgınlık nöbetleri sayılabilmektedir (Gray
1992; Hersh ve Wiener 1993; Smith ve
Ostroff 1991; Sourkes 1993; Akt. Peykerli 1994: 9; Schonfeld, 1996; Lock, 1998;
Drell ve Hanson White, 2007; Akt. İnal
Emiroğlu ve Pekcanlar Akay, 2008: 100).
Ergenlik Dönemi (14–17 Yaş): Ergenler için hastalığın kendisi temel sorundur. Hastalık, bağımsızlığın kaybolması
ve gelecekle ilgi planların bozulması
şeklinde algılanır. Bunun yanı sıra saç
kaybı, kilo değişimleri, cilt renginde değişiklik gibi kemoterapinin yan etkilerinin görüldüğü hastalıklar veya cerrahi
girişimler, tedaviyle ilgili olarak geciken puberte, infertiliteyle ilgili kaygılar
bu dönemin psikolojik problemlerinin
kaynağını oluşturmaktadır (Patterson
ve Blum, 1996; Lock, 1998; Drell ve
Acar
Hanson White, 2007; Akt. İnal Emiroğlu ve Pekcanlar Akay, 2008: 101). Ergenliğini yaşayan gençler için hastalık
bağımsızlığın kaybı demektir. Ayrıca
bu dönem için önemli olan fiziksel görünümün bozulması ve akranlarından
farklı olması anlamına da gelmektedir.
Bu yüzden, gençlerde yaşıtlarına benzer davranma ve onlar tarafından kabul
görme gereksinimi, hastalığı ve ilişkili durumları göz ardı etme, inkâr etme
ve de tedaviye uymama gibi sonuçlarla karşılaşılabilmektedir (Baysal 1993;
Gözdaşoğlu 1994; Sarafino 1990; Akt.
Palabıyıkoğlu 2000: 145).
Değişik çalışmalarda çocuğun büyüme
sürecinde kanserin ciddi psikopatolojik
rahatsızlıklara yol açmadığı belirtilmesine rağmen genç hastalar, farklı psikososyal sorunlarla karşılaşmaktadır.
Kanser tedavisi, gencin bağımsızlığını
kazanmak, kimliğini oluşturmak, gelecek için planlar yapmak ve karşı cinsle
ilişki kurmaya başlamak gibi gelişmeyle
ilgili konuları başarmasında kesintilere
yol açmaktadır. Kanserli gençlerin karşılaşabileceği psikososyal sorunlar Roberts, Turney ve Knowles (1998: 4-12)’
e göre;
1. Sağlık sorunları
2. Aile ilişkileri
3. Cinsellik ve üreme ile ilgili sorunlar
4. Akranlarla ilişkiler
5. Vücut görünümü
6. Okulun aksaması
7. Tedavi ekibi ile ilişkiler
8. Gelecek hedefleri ve kariyer planları
9. Yaşamla ilgili pozitif değişimler konularında olabilmektedir.
Yine bu yaş grubunda hastalığa ve
prognoza karşı korku, hastalığının kendinden saklandığı endişesi, hastalık ve
tedavisi hakkında bilgilendirilme isteği
daha yoğun ve ön plandadır. Kanserli adölesanlar ile sağlıklı adölesanlar
karşılaştırıldıklarında, kanserli adölesanların daha stresli olduğu görülmüştür. Adölesanlar hastalıklarından
dola­yı yaşıtlarıyla ilişkilerinde önemli
derecede engellenmeye maruz kaldıklarını belirtmişler­dir. Bu yaş grubunda
başkalarına yaklaşımda yetersizlik,
kendilerini yaşıtlarından daha az çekici bulma, düşük kendilik değeri, anksiyete depresyon görülmektedir (Gray
1992; Hersh ve Wiener 1993; Smith
ve Ostroff 1991; Sourkes 1993; Akt.
Peykerli 1994: 9). Kanserli çocuklarda
görülen psikososyal sorunları belirlemeye yönelik yapılan çalışmaların çoğunda kontrol kaybı, geleceğin belirsiz
olması, rölaps korkusu, beden imajında bozulma, benlik saygısında azalma
gibi çocuğun yaşam kalitesini olumsuz
olarak etkileyen psikososyal sorunların
farklı düzeylerde yaşandığı görülmektedir (Kazak ve diğerleri, 2004: 215).
Kanserli çocuk ve gençlerin uzun süreli
izlemine dayalı yapılan çalışmalarda da
(Mulhern ve ark. 1989, Barakat ve ark.
1997, Stuber ve ark. 1996, MadanSwain ve Brown 1991; Akt. Özbaran ve
Erermiş, 2006: 186) davranış ve uyum
sorunları, benlik değerinde düşüklük
ve beden imajı ile ilgili sorunlar saptanmıştır. Roberts, Turney ve Knowles
(1998: 7) bir diğer sorun alanı olarak
gençlerin yaşadıkları cinsel sorunların
genellikle görünüşleri ile ilgili kaygılarında yoğunlaştığını ve her ne kadar bu
konuda kolaylıkla konuşamasalar da;
kolay iletişim kuramamaları, görünüşleri yüzünden utanmaları ve yeterli özgüven gelişiminin olmaması yüzünden
247
Toplum ve Sosyal Hizmet
psikolojik uyumlarının sekteye uğradığını belirtmektedir.
Sonuç olarak kanser tanısı konulduğu
andan itibaren çocuğun yoğun olarak
bir tedaviye girmiş olması nedeniyle
çocukta birçok yan etkilerin ortaya çıkabildiği görülmektedir. Çocuklar hastanelere korkuyla, hastanedeki yaşam,
tanı ve tedavi süreci hakkındaki belirsizliklerle girmektedirler. Uzun ve zahmetli tedavilerini yaptırma sürecinde
ailelerinden, arkadaşlarından ve tanıdık çevrelerinden ayrılmak ya da uzaklaşmak zorunda kalabilmektedirler.
Kanser tanısı yüzünden kendilerini yalıtılmış ve yalnız hissedebilmektedirler.
Hastalığın ve tedavinin yan etkilerine
bağlı olarak günlük yaşam için gerekli olan olanaklardan ve arkadaşlarıyla
ilişkilerinden yoksun kalmaktadırlar.
Çocuğun korku ve kaygıları artmakta,
bunun yanında ağrı ve acılarla mücadele etmesi gerekmektedir. Bütün bunlar yaşanırken, çocuk ve ailesi evden
hastaneye, hastaneden eve yaşamlarını düzenlemek ve devam ettirmek
durumunda kalmaktadırlar. Dolayısıyla
hastanede geçen zamanın niteliğinin,
çocuğun ve ailenin yaşam kalitesine
olan olumlu ya da olumsuz etkisi ve düzeyi ön plana çıkmaktadır. Bu yüzden
sosyal hizmet uzmanı, çocuk ve ailesinin hastalık ve ilgili ihtiyaçlar konusunda taleplerini dengeli bir biçimde ele
alarak uygun öneriler sunar. Mümkün
olduğu kadar talepleri karşılamaya, çocuk ve ailesini desteklemeye yardımcı
olur. Uygun müdahalelerle çocuğun ve
ailenin duygusal ihtiyaçlarının karşılanması, rollerinin gerekliliğinin karşılanması, beden ve psikolojik sağlıklarının
devam ettirilmesini mümkün kılacak
gerekli yöntemleri geliştirir.
248
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
“Onur (16 yaş) rektum kanseri tanısı
konulduktan sonra cerrahi bir girişim
sonrası kolostomi açılmış ve sonrasında 21 gün aralarla beşer gün yatacağı ve altı ay sürecek olan kemoterapi
tedavisine başlanmıştır. Hastaneye
yattığı ilk günden itibaren kimseyle konuşmuyordu ve bu yöndeki çabaları
karşılıksız bırakıyordu. Sık ağlama nöbetleri geçiriyor bunu önlemek ve göstermemek adına da daha fazla içine
kapanmıştı. Yanında amcası refakatçi
olarak kalıyordu ve çok sevdiği yeğenine yardım edememenin çaresizliğini
yaşıyordu. Ayrıca kanser tanısı konulduğunu Onur’a söylemedikleri için
hastaneye yatma süreçleri konusunda
açıklama yapamamanın tıkanıklığını
yaşıyorlardı.”
Adölesan kanser hastalarının neler
hissettiklerini, korkularını, endişelerini kendilerini anlayacak biri ile konuşmaya ihtiyaçları vardır. Anlattıklarını
algılayacak aynı zamanda neler olup
bittiğini algılamasına yardımcı olacak,
doğru iletişim kurabilecek birine gereksinimleri vardır. Bu vakada olduğu
gibi hasta aslında bu durumla nasıl baş
edebileceğini bilmiyordu ve olup biteni tam olarak anlamıyordu. En önemli
olan hususlardan biri de sosyal hizmet
uzmanının 16 yaşındaki bir çocukla
nasıl iletişim kurulacağını ve vereceği
bilgilerin yaşına uygunluğunu bilmesi
gerekmektedir.
Onur ile yaptığımız bireysel görüşme esnasında sürekli ağladı ve ağlamasına hiç müdahale edilmedi.
Duygularını aktarması sağlandığında daha önce yakın akrabalarından birinin lösemi tanısı aldıktan
Acar
kısa bir süre sonra hayatını kaybettiği, kendisinin de kanser olduğunu
ve öleceğini bildiği, altı ay boyunca
hastanede yatmaya nasıl dayanacağı, kolostomisinin olmasını kabul
edemediği gibi farklı konularda konuşuldu ve bütün bunları konuşurken Onur hep ağladı. Aslında Onur
yaşadığı duygusal travma nedeni
ile kendisine bir anda söylenenlerin tamamını anlayamamış ve bazı
yerlerini duymuş bazı yerlerini ise
algılayamamıştı. Ayrıca yaşına
özgü bir şekilde vücut imajı ile ilgili
olarak sorun yaşamakta idi.
Hasta ile duyguları hakkında konuşmak
aslında çözümün yarısından fazlasıdır.
Görüşme süresince dinleme, gözlem,
soru sorma, açıklama, geri bildirim,
yeniden tanımlama, paradoksal müdahale teknikleri vs. kullanılmıştır. Kanser
tedavisinin acı verici süreçler içermesi, ağrı, ilaçların yan etkileri (bulantı,
kusma) gibi sağlık sorunları, hastalığın
kendisinden fazla kaygıya yol açmaktadır. Yatarak tedavi olan genç hastalarla yapılan görüşmelerde hastalar,
görünüşte hastalığın kendisinden çok
tedavinin yan etkilerinden daha fazla
yakınırlar. Kalçadan yapılan iğneler ya
da kolundaki damardan kan alınması
onlar için daha korkutucudur. Bulantı
ve kusmaların olması ise hoş olmayan
bir süreçtir. Bu tip hastalarla çalışırken
genellikle çocuğun yaşı ve anlama becerisi göz önüne alınarak acı ile başa
çıkmaları konusunda özel yöntemler
kullanmaları sağlanabilir. Söz gelişi
acı yönetimi becerisi kazanmalarında,
uygun soluk alıp verme gibi gevşeme
egzersizleri ya da yönlendirici hayal
kurma teknikleri yararlı olmaktadır.
Fiziksel anlamda rahatlayabilmelerini
sağlamak bedenlerinin kontrolünü hala
ellerinde tutabildiklerine yönelik inancın pekişmesini kolaylaştırır. Bu da,
olumsuz düşünce ve duygu durumuna
yönelik kendilerini açma sürecine ivme
kazandırır.
Bazı hastalarımızda ise aileler çok fazla koruyucu davranırlar. Genç hasta ile
konuşurken, onun yerine yanında bulunan anne ve babanın, hastadan önce
cevabı verdiği durumlarla çok karşılaşılır. Bu yüzden gençlerin duygularını ve
ihtiyaçlarını kendilerinin paylaşması için
gerekli ortamı oluşturmak zorlaşır. Bazen de; anne-baba, çocuklarına en iyi
nasıl yardım edebilecekleri konusunda
kaygı duyarlar. Ne yaparlarsa yapsınlar
yeterli olmadığı hissine kapılırlar. Bu
yüzden aile bireyleri ile çalışmak sosyal
hizmet müdahalesi için uygun bir alandır. Ayrıca aile bütçesinin etkilenmesi,
gelir kaybı, aile kaynaklarının tükenmesi gibi nedenlere bağlı olumsuzluklar
ortaya çıkar. Aile ilişkileri ile en önemli ilgili sorunlardan biri de, anne ya da
babanın çocuğun uzun süren tedavisi
esnasında refakatçi olarak kalması nedeni ile işe gidememesi, evde kalan
diğer aile bireyleri ve varsa kardeşlerle
ilgilenememesidir. Görüştüğümüz bazı
ailelerde, yaşadıkları ekonomik güçlük
nedeni ile ya da geride kalan kardeşlere bakacak kimse olmadığı için okul
çağındaki çocuklarını köyde veya başka bir ilde bulunan anneanne, dede gibi
büyüklerin yanına göndermek zorunda
kaldıkları için okula gönderememe durumlarına rastlanmaktadır.
Bir disiplin ve meslek olarak nitelendirilen sosyal hizmetin temel amaçları
arasında kişi, aile, grup ve toplumun
ihtiyaçlarının karşılanmasına, sorunlarının çözümlenmesine, çevreleriyle
karşılıklı uyumlarına yardımcı olmak,
249
Toplum ve Sosyal Hizmet
kaynakların korunmasına ve geliştirilmesine katkıda bulunmak ve bireylerin
sosyal işlevselliğini arttırılmasını sağlamak önemli bir yere sahiptir. Sosyal
hizmet uzmanı görevini yaparken yerine ve ihtiyaca göre sosyal hizmetin
her yöntemini kullanmaktadır (Kahramanoğlu 2000: 50). Genel olarak sosyal hizmet yöntemi uzmanın kendisini
sorumlu, bilinçli ve disiplinli olarak bir
kişi, grup ya da toplum ile ilişkide kullanmasıdır. Bu ilişki kanalı ile uzman,
kişi ve sosyal çevresi arasındaki etkileşimi devamlı olarak ve bilerek kullanır
ve her ikisinin değişimini kolaylaştırır.
Sosyal hizmet yöntemi sistemli gözlemi
ve kişi, grup ya da toplumun bir durumda değerlendirilmesini ve uygun hareket planının biçimlendirilmesini içerir
(Koşar 1992: 27). Bu bağlamda kanser
tedavisi gören çocuklara yönelik olarak
farklı etkinlikler düzenlenebilir. Neyin
yapılmak istendiği ve neye ulaşılmak
istendiği doğrultusunda yaş özellikleri
göz önünde tutularak gerçekleştirilecek olan bazı moral etkinlikleri sayesinde hedeflenen amaçlar şu şekilde
sayılabilir;
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
• Böylesine hoş ve eğlenceli etkinliklerin yapıldığı bir ortamda bulundukları için çocukların bunu sağlayan
aileleri ile ilişkilerinin düzelmesini
sağlamak,
• Diğer hastalarla ilişkiye geçebilmelerini kolaylaştıracak imkânı
sağlamak,
• İzledikleri etkinlik ile ilgili çocuklarla
konuşarak duygularını ifade etme,
isteklerini ve olumsuz gördükleri
durumları dile getirebilme, olumlu
düşünebilme becerileri kazanmalarını sağlamak.
• Çocukların boş geçmesi muhtemel
olan ve ailelerin çocuklarını hastanede tutmakta zorlandıkları bir zaman olan öğle tatili saatini daha az
sıkıcı geçirmelerini sağlamak,
Düzenlenen etkinlikler sayesinde kanserli çocukların hastaneyi, sağlık personelini ve en önemlisi hastalıklarını
algılama biçimlerinde ve beklentilerinde olumlu katkıları olması nedeniyle
bu amaçlar sosyal hizmet açısından oldukça önemli olmaktadır. Aynı zamanda diğer çocuklar ve sağlık personeli ile
destekleyici ilişkiler kurabilmektedirler.
Bu sayede kaygıları da azalmaktadır.
Tetkik ve tedavi amacıyla gelen kanserli çocuk hastaların serbest zaman
etkinliği sayesinde rahatlamış, ajite
olmayan, daha az agresif, içine kapalı
olanların sosyal yönden daha işlevsel,
aileleriyle, sağlık personeliyle ilişkileri
olumlu ve tedaviye uyumlu bir birey olmaları sağlanabilmektedir.
• Hastalığın yol açtığı stresten kurtulmalarını sağlamak,
SONUÇ
• Çocukların hastaneye gelmek ve ızdırap verici işlemlere katlanmak gibi
sebeplerden dolayı kuruma ve sağlık personeline yönelik yaşamakta
oldukları agresif duygulardan kurtulmalarını ve yapıcı ilişkiler geliştirmelerini sağlamak,
Herkesin bir sesi vardır. Her sesin ise
anlatacak bir hikâyesi vardır. Her vakanın hikâyesi de kendine özgüdür. Her
hikâyenin ise ihtiyaca göre farklılaşan
talepleri vardır. Farklı yardım çağrıları
içerir. Sosyal hizmetler yardım isteyen
herkese yardım eder. İlgilenilen her
250
Acar
vakada, çekilen sıkıntı, kişinin algısına
göre değişmektedir. Bu yüzden çekilen
sıkıntının, acının düzeyini bilmek mümkün değildir, iddia da edemeyiz. Kesin
olan tek şey sosyal hizmetlerde yardım
isteyen herkese istediği şekilde yardım
edildiğidir. Ancak burada en önemli
olan nokta, yapılanların iyi niyetle yapılıyor olmasının hizmetin işlevselliğini
sağlamayacağıdır. Temel olarak zarar
vermeme ilkesi gözetilerek bireylerin
hak ettiği yardımı alması sağlanır. Yine
de sosyal, ekonomik, psikolojik anlamda sunulan yardım hizmetinde, evrensel mesleki ilke ve değerlerin dışında
idealin ne olacağını belirleyen ilke ve
kriterler her vaka için aynı değildir. Dolayısıyla her meslek alanında olduğu
gibi sosyal hizmet alanında da mesleki müdahalelerin güncel yaklaşımlarla
desteklenmesi, beslenmesi ve revize
edilmesi gibi modern bir anlayış benimsenmelidir. Zira göz ardı edilmemesi gereken bir gerçek var ki o da bazı
durumlarda herhangi bir profesyonel
müdahale olmadan iyileşme anının
gelmeyebileceği, yanlışların doğruya
dönüşmeyebileceği ya da yaraların düzelmesinin gerçekleşmeyebileceğidir.
Bu yüzden hastanın kendisi bunu yapamasa da sosyal hizmet uzmanı, danışanının adına hisseder, onun adına
mücadele eder ve olunması gereken
yerde olur. Sosyal hizmet uzmanı danışanının yanında yer alır. Birçok kimse için kendi sahip olduklarından ya da
başkalarının ona verdiklerinden ziyade
çoğu zaman onlar için bir şeyler yapılıyor olması ve de yapılan şeyler yeterli
gelebilmekte ve bu da hemen hemen
herkes için olumlu yönde çok fazla şekilde anlamlar içermektedir.
Son söz olarak diyebiliriz ki ister onkoloji hastaları olsun isterse başka bir
alana özgü sorun yaşayan bireyler olsun, Gandhi’den alıntılanan “Dünyada
görmek istediğiniz değişikliğin kendisi
siz olun” deyişinde bahsedilen değişikliğin ne yönde olacağının belirleyicisi
olma yetisine sahip bir meslek elemanı
olarak sosyal hizmet uzmanı, Cristina
Martins’in söz ve müziğini yaptığı sosyal hizmet tanıtım şarkısında (www.youtube.com) belirttiği gibi ihtiyaç duyulan
her alanda “fark yaratan farkı yaratır”.
KAYNAKÇA
Cordoba, C. S., Fobair, P. ve Callan, D. B.
(1993). Common issues facing adults with
cancer. Stearns, N. M. ve diğerleri (Ed),
Oncology Social Work: A Clinician’s Guide,
(Firsth Edition, pp. 43-77). Atlanta: The
American Cancer Society.
Durukan, M., Abalı, O. ve Tüzün, Ü. (2006).
Pediatrik onkolojide bir aile çalışması örneği. Haseki Dergisi, 44, 17-20.
Duyan, V. (2000). Tıbbi Sosyal Hizmet.
Sağlık ve Toplum Dergisi, Sağlık ve Sosyal
Yardım Vakfı Yayını: 10 (1), s. 42 – 49.
Elçigil, A. ve Tuna, S. (2011). Kanser tedavisi biten çocukların yaşadıkları sorunlar ve
bakımlarında hemşirenin rolü. Türk Onkoloji Dergisi, 26(3): 134-141.
İnal Emiroğlu, N. ve Pekcanlar Akay, A.
(2008). Kronik hastalıklar, hastaneye yatış
ve çocuk. DEÜ Tıp Fakültesi Dergisi, 22(2):
99-105.
Kahramanoğlu, E. (2000). Psikiyatrik ortamlarda sosyal hizmet. Sağlık ve Toplum
Dergisi, Sağlık ve Sosyal Yardım Vakfı Yayını: 10 (1), s. 50 – 55.
Kazak A.E., Alderfer M, Rourke M.T., Simms
S., Streisand R., Grossman J.R. (2004)
Posttraumatic stress disorder (PTSD) and
posttraumatic stress symptoms (PTSS) in
families of adolescent childhood cancer
survivors. Journal of Pediatric Psychology,
29(3): 211-219.
251
Toplum ve Sosyal Hizmet
Kebudi, R. (2006). Terminal Dönemde Kanserli Çocuk ve Ailesine Yaklaşım. Türk Onkoloji Dergisi, 21(1): 37-41.
Koşar, Nesrin G. (1992). Sosyal Hizmetlerde Aile ve Çocuk Refahı Alanı. (İkinci Baskı), Ankara, MN Ofset.
Kutluk, T. ve Kars, A. (1996). Çocukluk
Çağı Kanserleri. Kanser Konusunda Genel
Bilgiler, Ankara: Türk Kanser Araştırma ve
Savaş Kurumu Yayını, s. 109-114.
Özbaran, B. ve Erermiş, S. (2006). Kanser
tedavisi gören çocuk ve gençlerde uzun süreli izlem sürecinde psikososyal özelliklerinin tanımlanması ve genel yaklaşım ilkeleri.
Klinik Psikiyatri, 9, 185-190.
Özbesler, C. (2001). Çocukluk Çağı Lösemilerinin ve Sosyal Destek Sistemlerinin
Aile İşlevlerine Etkisi, (Yayınlanmamış Doktora Tezi). Ankara: Hacettepe Üniversitesi.
Özçelik, H. ve Fadıloğlu, Ç. (2010). Kanser
Hastaları ve Aileleri İçin Palyatif Bakım.
(Özçelik, H., Fadıloğlu, Ç., Uyar, M., Karabulut, B.(Edt), Üniversiteliler Ofset, İzmir.
Palabıyıkoğlu, R. (2000). Sağlığın bozulmasına bağlı kriz durumu: başa çıkma. Ankara
Üniversitesi Psikiyatrik Kriz Uygulama ve
Araştıma Merkezi Yayınları: Kriz ve Krize
Müdahale Dergisi, 6, 137-164.
Patenaude, A. F. ve Kupts, M.J. (2005).
Psychosocial functioning in pediatric cancer. Journal of Pediatric Psychology, 30 (1),
9-27.
Peykerli, G. (1994). Lösemili Çocukların Ailelerinin Hastalığın İlk Tanı, I. Relaps, Terminal Dönemlerindeki Psiko-Sosyal Uyum
ve Depresyon Düzeylerinin Akut Romatizmal Ateş Tanılı Çocukların Aileleriyle Karşılaştırılması. (Yüksek Lisans Tezi). İstanbul:
İstanbul Üniversitesi.
Stearns, N. M. et. al. (1993). NAOSW
Standards of practise in oncology social
work. Oncology Social Work: A Clinician’s
Guide (Edited by Stearns, N. M. et al),
Firsth Edition, Atlanta: The American Cancer Society Press, s. 323 – 326.
252
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
Thomas, C., Morris, S. M. and Clark, D.
(2004). Place of death: preferences among
cancer patients and their carers. Social Science & Medicine, 58 (12), s. 2431 – 2444.
Turan, N. (1984). Kanser hastalığının önlenmesi ve tedavi edilmesinde psikososyal
faktörlerin önemi. Hacettepe Üniversitesi
Sosyal Hizmetler Yüksekokulu Dergisi, 2
(1-3), 12-20.
Umurtak, G. (1991). İstanbul Üniversitesi
Onkoloji Enstitüsü’ne Kanser Tanısı Konarak Yatan Hastaların Tıbbi Sosyal Hizmet
– Çalışma – Gereksinimlerinin Saptanması. (Yüksek Lisans Tezi). İstanbul: İstanbul
Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Prevantif
Onkoloji Anabilim Dalı Eğitim ve Sosyal
Hizmetler Bilim Dalı.
www.youtube.com/watch?v=texStjpeZEM,
7 Mart 2013.
Karataş
Vaka Sunumu
İNTİHAR SONUCU
EBEVEYN KAYBI
YAŞAYAN ÇOCUĞA
YÖNELİK SOSYAL
HİZMET MÜDAHALESİ:
BİR VAKA SUNUMU
A Case Study: Social Work
Intervention in for Child
Who Lost His Parent Due
to Suicide
Zeki KARATAŞ*
*Öğr. Gör., Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi,
İİBF, Sosyal Hizmet Bölümü
ÖZET
Bu makalede ebeveyn kaybı nedeniyle korunmaya muhtaç durumda olan çocuğa yönelik uygulanan sosyal hizmet müdahale süreçleri ele alınmıştır. Çalışma yapılan vaka
M.O. yedi yaşında olup, ilköğretim birinci
sınıf öğrencisidir. Annesinin cinnet geçirmesi sonucu babasını ve kardeşini öldürdükten sonra intihar etmesine şahit olmuş
ve kendisi de olaydan yaralı olarak kurtarılmıştır. Olay sonrası tedavi altına alınan
M.O. ile hastane ortamında görüşülmüş;
yaşadığı travmanın etkisinin en aza indirilmesi ve normal yaşama dönmesi için birey,
aile, örgüt ve toplum düzeyinde neler yapılabileceği üzerinde durulmuştur. Genelci
sosyal hizmet yaklaşımı açısından çalışılan
vakanın kriz durumunu atlatarak ebeveynsiz bir yaşama hazırlanması için alternatif
sosyal hizmet modelleri değerlendirilmiş ve
çocuğun yüksek yararı gözetilerek en uygun
modele karar verilmiştir.
Anahtar
Sözcükler:
Ebeveyn kaybı,
korunmaya muhtaç çocuk, sosyal hizmet
müdahalesi, erken tanı ve uyarı sistemi, krize
müdahale.
ABSTRACT
The social work intervention processes applied on a child in need of protection due to
the loss of a parent is discussed in this article.
In the discussed case, M.O. is seven years old
and a first grader in elementary school. The
child witnessed killing of his father and sibling by his mother and his mother’s suicide
as a result of an act of insanity from which
he escaped with injuries. M.O. was interviewed in the hospital where he was taken for
treatment, and such points like what could be
done on an individual, family, organization
and community levels to minimize the impact
of the experienced trauma and ensure his return to normal life were discussed. The case
was studied from the perspective of a generalist social work approach. Alternative social work models were assessed and the most
appropriate model was decided by taking the
best interests of the child into consideration
to ensure his overcoming of the crisis and
preparing him to a parentless life.
Key Words: Loss of a parent, child in need
of protection, social work intervention,
early diagnosis and warning system, crisis
intervention
253
Toplum ve Sosyal Hizmet
GİRİŞ
Sosyal hizmet, genel olarak bireylerin,
ailelerin, grupların ve toplumların sosyal işlevselliklerinin güçlendirilmesi ve
gerektiğinde yeniden yapılandırılması
amacıyla yürütülen müdahale çalışmalarının bütünüdür. Sosyal hizmetin
mesleki etkinlik odağı “çevresi içinde
bireydir.” Sosyal hizmet, birey ile sosyal
çevresi arasında etkileşimler sürecinde ortaya çıkan ve onların sosyal işlevselliklerini olumsuz yönde etkileyen
sorunları ve farklı yaşam durumlarını
değerlendiren, ele alan ve müdahale
yetkisi olan bir meslektir. Özellikle kriz
dönemlerinde bireyin yaşadığı travmanın etkisinin en aza indirilerek, yeniden
normal yaşama dönmesi amacıyla ekolojik sistem ve güçlendirme yaklaşımı
çerçevesinde sosyal hizmet müdahalesi uygulanmaktadır (Duyan ve Diğerleri, 2008: 28).
Sosyal hizmet uzmanları öncelikle; insanların başa çıkma, sorun çözme ve
gelişimsel yeteneklerini güçlendirmeye
çalışırlar. İkinci olarak, insanlarla kaynaklar ve hizmetler arasında bağlantı
kurarlar. Üçüncü olarak, hizmet sundukları sistemlerin müracaatçılar açısından insan onuruna uygun ve yeterli
olup olmadıkları konusunda insani hizmet örgütlerini denetlerler. Dördüncü
olarak da sosyal politikaların geliştirilmesi sürecine katılırlar (Miley ve Diğerleri, 1998).
Sosyal hizmet uygulayıcıları müracaatçı
sistemine
ilişkin
müdahalelerde
bulunurken soruna sebebiyet veren
tüm unsurları içeren bütüncül bir bakış
açısı ortaya koyarak genelci yaklaşım
sergilerler. Genelci yaklaşımı çalışmalarında esas alan sosyal hizmet uzmanları uygun teknik ve mesleki beceriler
254
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
kullanarak çeşitli düzeylerdeki (birey,
aile, örgüt, toplum) sorun sahiplerinin
kendi geleceklerini belirlemelerine yardımcı olmak adına, onları güçlü kılacak
çalışmalar yapar (Ambrosino ve Diğerleri, 2008: 121-122). Sadece bireyin
sorununa odaklanıp sosyal çevresini
hesaba katmadan yapılan müdahalelerde etkili sonuç almanın mümkün
olmayacağını bilir. Bu nedenle bir yandan bireyle çalışılırken diğer taraftan
aile, örgüt ve toplum boyutunda da çalışmalar yaparak, var olan kaynakların
bireyin sosyal işlevselliğinin arttırılması
yönünde harekete geçirilmesini sağlar.
Bu çalışmada ele aldığımız vaka M.O.
yedi yaşında, ilköğretim birinci sınıfta
öğrenim gören, anne-babasının ve kardeşinin ölümüne şahit olmuş, kendisi
de olaydan yaralı olarak kurtarılmış erkek bir çocuktur. Aile içi şiddete tanıklık
eden M.O. annesinin öfke patlaması
sonucu gerçekleştirdiği cinayeti ve intiharı bütün yönleriyle yaşamıştır. Olaya geç müdahale edilmesi nedeniyle
anne-babasının ve kardeşinin cesetleri
bulunan evde yaralı bir şekilde yaklaşık 5 saat kalmıştır. Yaşadığı şiddet,
acı ve çaresizlik nedeniyle şoka girdiği ve ağır bir travma geçirdiği tahmin
edilmektedir.
M.O. yedi yaşında olması nedeniyle
okul öncesi çocuklardan farklı olarak
pek çok şeyin bilincindedir. Yedi yaş
çocuğunun en temel özelliği sosyal
benliğini keşfetmesidir. Bu yaş grubu
çocuklar dünyayı ve çevresini daha iyi
kavramaya ve bazı gerçekliklerin farkına varmaya başlarlar. Yedi yaş dönemi
çocukları sürekli bir şey öğrenmek, yeni
bir şeyler denemek, beceri kazanmak,
üstünlük göstermek isterler. Yaşıtlarıyla hem arkadaşlık kurma isteği vardır,
hem de onların arasında bir beceri ve
Karataş
yetenek üstünlüğü ile sivrilme çabasındadırlar. Bu yaş çocukları eleştirilere
karşı çok hassastır. Özellikle hayatlarındaki önemli kişilerden sosyal onay
beklerler ve kolayca motive olurlar. Anne-babaları veya arkadaşları tarafından sevilmemekten, yakın çevrelerini
hayal kırıklığına uğratmaktan, annelerini kaybetmekten korkarlar; okula geç
kalmaktan veya ödevlerini yetiştirememekten endişelenirler (Daniel ve Diğerleri, 2010).
Ebeveyn kaybı çocuğun ruh dünyasında derin izler bırakan, kaygı ve belirsizlik oluşturan bir durumdur. Çocuğu kaygılandıran en temel düşünce;
anne-babasını bir daha göremeyecek
olması ve bundan sonraki yaşamında
onlar olmaksızın ne yapacağını bilememenin belirsizliğidir (Göka, 2009: 253).
Ebeveyn kaybı yaşayan çocuklar yaş
dönemine ve algılama düzeyine göre
farklı tepkiler vermektedirler. Yedi yaş
grubu çocuklar okul döneminde olmaları nedeniyle televizyon, okul ve sosyal çevrelerinden elde ettikleri bilgiler
doğrultusunda ölüm hakkında gerçekçi
tanımlamalara sahip olabilmektedirler.
Örneğin ölen kişinin hayatının sona
erdiğinin, artık yaşamadığının farkında
olan çocuklar ölüm hakkında sorular
sorarak kaygılarını gidermeye çalışırlar (Granot, 2005: 35). Çocuklar tıpkı
yetişkinlerde olduğu gibi ebeveyn kaybından sonra matem dönemi yaşarlar.
Önce olayı kabullenmek istemez, öfke
duyar, kendisini ve başkalarını suçlama eğilimine girerler. Bu durumdaki
çocukla açık ve anlaşılır bir yaklaşımla güvene dayalı iletişim kurulmalıdır.
Kaygılarını dile getirebilmesi için çocuk
cesaretlendirilmeli ve yaşadığı duyguları dışa vurmasına fırsat verilmelidir. Ölüm sebebiyle aşırı koruyucu bir
yaklaşım yerine, normal ilişki biçimi
sürdürülmeli ve çocuğun boş zaman
etkinlikleri arttırılmalıdır (Yavuzer,
2007: 143; Koç ve Diğerleri, 2012: 77;
Sezer ve Kaya, 2009: 155).
Ebeveyn kaybı sonucu yaşanan üzüntü, bireyin kayıp nedeniyle yaşadığı
ruhsal sıkıntının sonucudur. Yas, üzüntüyü de kapsayan içsel ve dışsal tepkilerin yaşandığı bir süreç olarak tanımlanmaktadır. Matem ise kaybın kültürel
boyutunu temsil eder ve bilinçli ya da
bilinçsiz kültürel tepkileri içerir. Bowlby’
e göre matem süreci kaybedilen kişiye
yeniden ulaşmaya çalışma, üzüntü ve
organizasyonsuzluk ve yeniden yapılanma aşamalarından oluşmaktadır.
Bu süreçte kayıp yaşayan çocuğun ne
hissettiği, bununla nasıl başa çıkabildiğinden ziyade yetişkinlerin çocuğa nasıl yaklaştığına bağlıdır. Çünkü çocuk;
samimi ve yargılamayan bir yaklaşıma,
dikkatli dinlenmeye ve izlenmeye ihtiyaç duymaktadır. Bu tür bir yaklaşım
çocuğun ihtiyaçlarına yönelik olacağından empatiye dayalı ilişki kurulmasını
kolaylaştıracaktır (Yıldız, 2004: 127,
136).
Travmaya maruz kalan bireylere uygulanan krize müdahale yaklaşımına
göre tedavi, psikiyatri klinikleri yerine
toplumda, günlük yaşantı içinde ve bireyin doğal çevresinde gerçekleşmelidir. Bu yaklaşıma göre en iyi yardımcı;
kişilik teorileri, psikopatoloji, psikoterapi konusunda eğitilmiş uzman bir psikiyatrdan çok, empati kurma ve değerlendirme yöntemleri konusunda biraz
eğitim almış bir danışmandır (Gil, 2013:
59). Her kriz farklıdır, fakat tüm krizler
tepkileri azaltmak, durdurmak ve etkilenen bireyleri kriz öncesi fonksiyonlarına geri getirmek için acil müdahale
gerektirir. Krize müdahale, acil problem
255
Toplum ve Sosyal Hizmet
çözmeye ve pozitif, adaptif çözümü
kolaylaştırmak için duygusal dengeyi
tekrar kurmaya odaklanan, kısa süreli
aktif destektir (Aydoğdu ve Diğerleri,
2012: 92-93). Kendine güveni sarsılmış
ve çaresizlik duygusu yaşayan bireyin,
mesleki yardım görmediği takdirde tepkileri giderek kronikleşecektir. Krize
müdahalenin bu bakımdan semptomların kronikleşmesini önleyici fonksiyonu
vardır (Turan, 2012: 299).
5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu ve
2828 sayılı mülga SHÇEK Kanunu gereği anne-babasını kaybeden çocuklar
korunma ihtiyacı olan çocuk olarak tanımlanmakta ve durumuna uygun bir
sosyal hizmet modelinden yararlandırılması ön görülmektedir. Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü gerek basın yoluyla, gerekse müracaat yoluyla
haberdar olduğu risk grubu bireylerin
durumlarına ilişkin sosyal inceleme süreci başlatmakla yükümlüdür. Aşağıda
ayrıntısıyla ele alınacak olayda aile içi
intihar sonucu anne-babasını ve kardeşini kaybeden ve bulunduğu ilde hiçbir
yakını bulunmayan korunma ihtiyacı
olan çocuğa nasıl bir sosyal hizmet
müdahalesi uygulandığı anlatılacaktır.
Olgu ve Olayın Öyküsü
Olay, 2010 yılında Türkiye’de bir kent
merkezinde gerçekleşmiştir. Aile içi
sorunlar nedeniyle cinnet geçiren yirmi
sekiz yaşındaki bayan G.O., tartıştığı
polis memuru eşi ile iki çocuğunu vurduktan sonra intihar etmiştir. Dört kurşun yarasıyla yaklaşık beş saat ölüm
kalım mücadelesi veren yedi yaşındaki
M.O. adlı çocuk, hastanedeki ilk ifadesinde; “Annem önce babamı vurdu,
sonra kardeşimi. Bana da ateş etti.
Yaralandım ama yan odaya kaçtım”
demiştir. Olayın saat 16.00 sıralarında
256
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
meydana geldiği, ancak silah sesini duyan alt kattaki komşunun saat 19.00’da
çöp toplamaya gelen kapıcıya silah
sesi duyduğunu söylediği öğrenilmiştir.
Olay saat 16.00 sıralarında bir apartmanın ikinci katında meydana gelmiştir. Beş yıldır Emniyet Müdürlüğü’nde
polis memuru görev yapan otuz sekiz
yaşındaki Ç.O., uzun süredir geçimsizlik yaşadığı eşi G.O. ile tartışmış ve
tartışmanın kavgaya dönüşmesi üzerine cinnet geçiren G.O., eşinin beylik
tabancasını alarak önce polis memuru
Ç.O.’ya daha sonra da çocuklarına art
arda ateş etmiştir. G.O., son olarak da
göğsüne dayadığı tabancayı ateşleyerek intihar etmiştir.
Olayın gerçekleştiği sabah saat 08.00
civarında, annesinin M.O.’yu okula götürdüğü anlaşılmıştır. Okulun güvenlik
kamerası görüntülerinde anne-oğulun
okula girerken çekilen görüntüleri yer
almıştır. Görgü tanıklarının anlatımına göre ise, önceki gece nöbette olan
polis memuru Ç.O., olayın olduğu sabah eve gelirken kapıda oğlunu okula
götüren eşiyle karşılaşmıştır. Yaklaşık
beş dakika süreyle yüksek sesle tartışan eşlerin sık sık kavga ettiğini belirten komşuları, çiftin şiddetli geçimsizlik
nedeniyle de ileriki günlerde boşanma
davası açma hazırlığında olduğunu ileri
sürmüşlerdir.
Olay, saat 19.00 sıralarında O. çiftinin
alt katında oturan komşularının apartman görevlisi İ.K.’ya, bir süre önce silah
sesleri duyduğunu söylemesiyle ortaya
çıkmıştır. İ.K.’nın haber verdiği apartman yöneticisi T.G., polis memurunun
cep telefonunu aramış, ancak evden
telefon sesi duyulmasına rağmen kapıyı açan olmamıştır. Bunun üzerine yan
binada oturan M.O.’nun mesai arkadaşına haber verilmiştir. Olay yerine gelen
Karataş
ekipler saat 20.30’da savcının verdiği
iznin ardından evin kapısını kırarak içeri girmiş ve ölen aile bireylerinin cesetleriyle karşılaşmışlardır. Polisler, adeta
kan gölüne dönmüş salonda, polis memuru Ç.O., eşi G.O. ve dört yaşındaki
A.O.’nun cesetlerini, yan odada da ağır
yaralı 7 yaşındaki M.O.’yu bulmuşlardır.
Polisler ilk etapta M.O. ve yaşama ihtimali olabileceğini göz önünde bulundurarak diğer çocuk A.O.’yu Tıp Fakültesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne
kaldırmışlardır. Hastanede yapılan ilk
kontrolde A.O.’nun vücudunun çeşitli
yerlerine isabet eden üç kurşun yarası
sonucu hayatını kaybettiği belirlenmiştir. Karnında bir, bacaklarında da üç
kurşun yarası olan yedi yaşındaki M.O.
ise yapılan tıbbi müdahale sonucu hayata döndürülmüştür.
Olaydan yaralı olarak kurtarılan yedi
yaşındaki ilköğretim birinci sınıf öğrencisi M.O., hayati tehlikeyi atlatmasının
ardından savcıya ifade vermiştir. Eğitim
ve Araştırma Hastanesi’nde özel bir
odada tedavisi sürdürülen M.O.’nun yanında bir polis memuru sürekli refakatçi
olarak beklemiştir.
Psiko-Sosyal Değerlendirme ve
Sosyal Hizmet Müdahalesi
Olayın yerel ve ulusal basında yer alması sonrasında İl Sosyal Hizmetler
Müdürlüğü (mülga) sorumluluk alanında gerçekleşen olay sonrasında aile bireyleri ölen M.O. adlı çocuğu korunma
ihtiyacı olan çocuk olarak değerlendirerek yasal süreç başlatmıştır. Korunma
ihtiyacı olan çocuk M.O., olaydan yaralı olarak kurtarılmış ve Eğitim Araştırma Hastanesi Çocuk Servisi’nde
tedavi altına alınmıştır. Vücudunun
muhtelif yerlerinden yaralanmıştır. Bir
mermi çekirdeğinin kalın bağırsağını
zedelemesi sonucu, kalın bağırsağına
cerrahi müdahalede bulunulmuştur.
Çocuk Servisi sorumlu doktorunun
verdiği bilgilere göre kalın bağırsağının
eski şeklini alması için zamana ihtiyaç
duyulmaktadır.
M.O.’nun anne-babası ve kardeşinin
hayatını kaybetmesi sonrasında krize
müdahale yaklaşımı çerçevesinde korunma ihtiyacı olan çocukla ilgili, yakın
akraba çevresi ve toplumsal düzeyde
sorun ve ihtiyaç tespiti yapılarak uygulama süreci başlatılmıştır. Olayda üç
kişinin vefat etmesi nedeniyle çocuğa
sosyal destek sağlayacak yakınlarının
yas döneminde olması, profesyonel
destek ihtiyacını daha da arttırmıştır.
Bu yaş dönemi çocuğu için ebeveynin
varlığı güven ihtiyacı açısından önemli
bir yere sahiptir. Ancak ebeveynin vefatı gibi kabullenilmesi zor bir süreçte
anne-baba yerine geçebilecek yakın
akrabaların sosyal desteği çocuğun
yaşamının yeniden normalleşmesi açısından gereklidir. Bu nedenle bir yandan bireyle çalışılırken, diğer yandan
da bireyin sosyal işlevselliğine katkı
sağlayacak sosyal destek unsurlarının
da devreye girmesi yönünde çalışma
başlatılmıştır (Mavili Aktaş, 2003: 41).
Bireyin yaşamında önemli bir yeri olan
ve insanı olağanüstü durumlar karşısında dirençli ve güçlü kılan sosyal
destek, zihinsel, fiziksel, ruhsal sağlığın ve bireyin iyi olma halinin önemli bir
göstergesidir. Sosyal destek, insanları
kaygı gibi sık rastlanan psikopatolojilere karşı korumaktadır. Sosyal destek
kavramı, bireye sorun çözmede katkı
sağlayan bir çabayı, maddi yardımı,
birlikte çözüm yolları araştırmayı, stresin yıkıcı etkilerini azaltmayı kısaca
ilgi, duygusal yakınlık ve sevgiyi içerir.
Caplan’a göre, bireyler için en büyük
257
Toplum ve Sosyal Hizmet
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
sosyal destek ona “sevildiğini ve onaylandığını hissettirmektir”. Bertero sosyal desteği, kişilerarası ilişkilerde insanları, kaygının olumsuz etkilerinden
koruyan, güçlendiren mekanizmalar
olarak tanımlamaktadır (Yolcuoğlu,
2012: 105-106).
anlatılmıştır. Görevli polis memurlarının
sürekli değişmesi nedeniyle her yeni
gelene yol gösterici olması açısından
M.O.’nun bakış açısıyla bir metin hazırlanmış ve çocuğa nasıl yaklaşmaları
gerektiği konusunda ipuçları verilmiştir
(Ek1: “Gönül Dostlarım” adlı mektup).
M.O. açısından duruma bakıldığında;
ailesinin sosyal desteğinden yoksun
kalması nedeniyle yaşamının geriye
kalan bölümünde kurumsal desteğin
yanında yakın akraba ilişkilerinin de
fonksiyonel bir şekilde devreye girmesine çalışılmıştır. Müdahale planı tasarlanırken M.O.’ya yardımcı olabilecek
tüm sosyal destek unsurları araştırılmış
ve çocuğun içinde bulunduğu duruma
uygun şekilde koordine edilmiştir. Bu
amaçla planlama aşamasında M.O.’nun
yakın çevresi hakkında babasının mesai arkadaşları ve yakınlarının ikamet
ettiği İl Sosyal Hizmetler Müdürlüğü
(mülga) vasıtasıyla inceleme yapılması
sağlanmıştır. Yapılan ön değerlendirme
ve inceleme sonucu; öncelikli olarak
yaşadığı olayın etkilerinin azaltılması
amacıyla çocuğa yönelik psiko-sosyal
destek sağlanması, sonrasında ise akraba çevresiyle ilgili çalışma yapılmasının uygun olacağı düşünülmüştür.
M.O. ile görüşme esnasında bir kolunda serum, diğer kolunda kan ve
burnunda sonda olduğu gözlenmiştir.
Cerrahi müdahale geçirmesi nedeniyle
halsiz olduğu gözlenmiş ve fazla yormamak için sade ifadelerle gereksinimleri öğrenilmeye çalışılmıştır. Yaşadığı
psikolojik travma ve fizyolojik yaralanma nedeniyle bitkin durumda olduğu
gözlenmiştir. Kısa sorularla ilgileri öğrenilmeye çalışılmış; kendisine kitap
okunmasından, çizgi film izlemekten,
resim yapmaktan, oyun oynamaktan ve
okul derslerine çalışmaktan hoşlandığı
anlaşılmıştır. Ayrıca bedeni ve yaşadıkları ile ilgili kaygıları olduğu anlaşılmış
ve kendisine yapılan tıbbi müdahaleler
hakkında kısaca bilgiler verilmiştir. Örneğin neden su içemediğini sormuş,
vücudunda yaralar olması nedeniyle
suyunun kolundaki “pipet” vasıtasıyla
verildiği ifade edilmiştir. Güçlü olması
için vücuduna kan eklendiği ve bu sayede çabuk iyileşeceği belirtilmiştir.
Mağdur çocuk M.O. ile olaydan bir gün
sonra Eğitim Araştırma Hastanesi Çocuk Servisi’nde ilk görüşme yapılmıştır.
M.O.’nun yanında herhangi bir yakınının bulunmaması nedeniyle babasının
mesai arkadaşlarından bayan polis
memurları sırayla refakatçi olmuşlardır.
Ancak olayın etkisi nedeniyle mağdur
çocuğa karşı nasıl davranacakları konusunda çaresizlik hissettikleri gözlenmiştir. Refakatçi polis memurlarıyla da
görüşülerek çocuğun içinde bulunduğu
psikolojik durum hakkında bilgi verilmiş ve bu süreçte neler yapabilecekleri
258
M.O’nun ilgi alanları ve gereksinimleri
tespit edildikten sonra, Hasta Hakları
Birimi’nde görev yapan Sosyal Çalışmacı ile birlikte, yaşadığı anksiyete
durumundan kurtulması için eğitsel ve
sosyal faaliyetler başlatılması uygun
görülmüştür. Bu amaçla M.O.’nun yaş
grubuna ve psikolojisine uygun masal
kitapları, çocuk dergileri alınmış, çizgi
film izleyebilmesi için odasına televizyon yerleştirilmiş, sınıf öğretmeni
ile görüşülerek okul derslerini tekrar
etmesi için ders materyalleri temin
Karataş
edilmiştir. İlk görüşme sonrası başlatılan eğitsel ve sosyal faaliyetler refakatçi polis memurları ve öğretmeni
tarafından bir program doğrultusunda
sürdürülmüştür. M.O. öğretmenine güven duyması nedeniyle sürekli yanında
kalmasını talep etmiştir. M.O.’nun tekrar normale dönmesi açısından öğretmeninin desteğinin önemli olduğu gözlenmiştir. Çünkü okul dönemi çocuğu
için öğretmen, dünyanın en bilgili ve en
değerli insanıdır. Onun söylediği her
söz mutlak doğru olarak kabul edilir.
Okula başlayan bir çocuk artık annebaba yerine öğretmeni rol model alır,
onunla özdeşim kurar. Sınıf öğretmeni,
hafta içi ve hafta sonu düzenli olarak
M.O.’yu ziyaret ederek çeşitli etkinlikler
gerçekleştirmiştir. Öğretmeninin ifadesine göre; M.O. okuma-yazmayı öğrenmiş ve akranlarına göre hızlı bir bilişsel
gelişim sergilemiştir.
Tedavi amacıyla hastanede yatmak
zorunda kalan çocuklar, kendilerini
güvende hissettikleri ev ortamından
ayrılmalarından dolayı kaygı yaşamaktadırlar. Özellikle çocuğa destek
olacak ebeveynin yanında olmaması
ise korku ve gerginliğe neden olmaktadır. Bu nedenle çok ağır hasta olmayıp hastanede yatarak tedavi gören
çocukların kendilerini yormayacak etkinliklerle meşgul edilmelerinin onları
moral ve manevi yönden güçlendireceği belirtilmektedir. Çocuğun ilgi ve
yetenekleri doğrultusunda sosyal ve
eğitsel etkinlikler gerçekleştirmenin
çocuğu eğlendirerek zamanının neşeli
geçmesini sağlayacağından pozitif katkı sağlamaktadır. Olumlu düşünmenin
hasta çocuklar ve aileleri üzerindeki
etkisini inceleyen araştırmacılar; yapıcı
ve pozitif düşünmenin iyileşme süresini kısalttığı ve sağlığı olumlu yönde
etkilediği sonucuna ulaşmışlardır (Ünüvar, 2011: 32).
M.O. anne-babasının ve kardeşinin
öldüğünün farkındadır. Öğretmenine
ifade ettiğine göre; annesinin, babasını
ve kardeşini silahla vurduğunu, kendisine de ateş ettiğini ancak kendisinin
yaralı olarak kurtulduğunu bilmektedir.
Güven ilişkisi kurduğu yetişkinlere olayı anlatması suçluluk duygusu hissettiğinin ve olayda kendi payının bulunup
bulunmadığını anlamak için yetişkinlerin tepkisini öğrenmeye çalıştığının bir
göstergesi olarak algılanmıştır. Özellikle yaralı kardeşinin kendisinden yardım
istediğini vurgulaması, bilinçaltında
çaresizlik ve yetersizlik duygularının
oluştuğuna işaret etmektedir. Gelecekte insanları kurtarmak için polis olmak
istediğini söylemesi hem babasıyla özdeşim kurduğunu, hem de ebeveyninin
ve kardeşinin ölümü karşısında bir şey
yapamamanın çaresizliğini yaşadığını
göstermektedir. M.O.’nun fiziksel tedavisinin sürmesi nedeniyle, yaşadığı
travmayla yüzleşmesi için zamana ihtiyacı olduğu görülmüştür. Ancak yaşadıklarını dışa vurmasının ve yetişkinlerin de olumlu geribildirimlerle destek
sağlamasının duygusal açıdan kendisini rahatlattığı düşünülmüştür. Bu aşamada mağdur çocuğun durumunun bir
psikiyatrist tarafından değerlendirmesinin uygun olacağı vurgulanmış, ancak
Eğitim Araştırma Hastanesi’nde çocuk
psikiyatristinin bulunmaması nedeniyle
görüşme gerçekleşememiştir.
Çocuğun Sosyal Çevresinin
Değerlendirilmesi
M.O’nun anneannesi ve dedesi sağ
olup, X İli’nde ikamet etmektedirler.
M.O.’nun üç dayısı bulunmaktadır.
Dayılarından biri evli, diğerleri bekârdır.
259
Toplum ve Sosyal Hizmet
M.O.’nun büyükbabası (babasının babası) vefat etmiş olup, babaannesi
sağdır. Evli iki halası bulunmaktadır.
Halalarından birisi yurt dışında, diğeri
ise babaannesiyle aynı ilde ikamet etmektedir (babasının memleketinde).
M.O.’nun anne-babası ve kardeşi olaydan iki gün sonra memleketleri olan il
merkezinde toprağa verilmiştir. Cenaze
töreninin sona ermesinin ardından aile
büyükleri aralarında istişare ederek
M.O.’nun babaannesinin kendisine vasi
olarak atanması ve bakım sorumluluğunu üstlenmesi konusunda fikir birliği
sağlamışlardır. Çocuğu memleketine
götürmek ve resmi işlemleri takip etmek üzere M.O.’nun halası bir akrabasıyla birlikte olayın yaşandığı kente gelmiştir. Olaydan dört gün sonra mağdur
çocuk M.O.’nun halasıyla Polis Merkezi
Müdürlüğü’nde bir görüşme yapılmıştır.
Mağdur çocuğun halası 1973 doğumlu
olup, evli ve iki çocuk annesidir. Lise
mezunudur ve herhangi bir sağlık sorunu bulunmamaktadır. Eşi ve çocukları
ile birlikte yurt dışında yaşamaktadır.
Eşi 1966 doğumlu olup, yurt dışında
işçi olarak çalışmaktadır. T. Hanım
ağabeyi ve ailesinin yaşadığı olayın
kendisine haber verilmesi üzerine eşi
ve çocukları ile birlikte memleketine
geldiklerini ifade etmiştir. Beklenmedik
bir anda ortaya çıkan olayın şokunu yaşadıklarını, ancak geride kalan yeğeni
M.O.’nun yeniden normal yaşama döndürülmesi için soğukkanlı davranmaya
çalıştıklarını ifade etmiştir. T. Hanım’ın
üzgün ve yorgun olduğu, ancak metanetli görünmeye çalıştığı gözlenmiştir.
Mağdur çocuğun halası ile yapılan görüşmede; annesi E.O.’nun (mağdur çocuğun babaannesi) elli sekiz yaşında,
sağlıklı ve yalnız yaşayan dul bir bayan
olduğu ifade edilmiştir. E. Hanım’ın
260
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
hafif düzeyde tansiyon ve diyabet sorunu bulunmaktadır. Emekli öğretmen
olan babası 1995 yılında vefat etmiş,
ailenin sorumluluğunu annesi yerine
getirmiştir. Annesinin oğlunu, gelinini
ve bir torununu kaybetmesine rağmen
metanetini koruduğunu, sabırlı bir yas
dönemi geçirdiğini vurgulamıştır. Annelerinin sabırlı duruşunun kendilerinin
soğukkanlı davranmasında önemli bir
etken olduğunu belirtmiştir.
Mağdur çocuk M.O.’nun baba tarafından olan akrabalarının psiko-sosyal
destek açısından işbirliğine istekli ve
hazır oldukları, anne-babasız kalması nedeniyle M.O.’yu korumaya çalıştıkları görülmüştür. M.O., halasıyla ve
babaannesiyle ilk karşılaştığı andan
itibaren yakın ve açık iletişim kurmuş,
hatırlayabildiği kadarıyla geçmiş anılarını paylaşmıştır. Olağanüstü olaylarla
karşılaşan bireyler, şok sürecini atlattıktan sonra yaşamı yeniden anlamlandırmak için kendi benliklerine ait güçlü
değerlendirmelerden, sosyo-kültürel
çevrenin olumlu tutum ve davranışlarından ve aşkın güce olan bağlılıklarından manevi destek alırlar (Tuncay,
2007: 14). M.O.’nun da halası ve babaannesi tarafından gösterilen yakın ilgiden manevi destek aldığı, kendini daha
güçlü hissettiği ve kaygılarının azaldığı
gözlemlenmiştir. M.O.’nun babaannesi,
X İli, Y İlçesi, K Mahallesi’nde kendilerine ait iki katlı müstakil bir evde ikamet
etmektedir. Babaannesinin oturduğu
müstakil evin üst katında babaannesinin ablası ikamet etmektedir. Babaannesinin ablasının kocası vefat etmiştir.
Kardeş olmaları nedeniyle dayanışma
ilişkileri ileri düzeydedir. Babaannesinin
ablası bu evde dört çocuğuyla birlikte
yaşamaktadır. M.O.’nun bakımı ve yetiştirilmesi konusunda iki katlı müstakil
Karataş
evdeki hane halkı fertlerinin her birinin
sorumluluk üstleneceği vurgulanmaktadır. Halası T. Hanım, iki-üç yıl sonra
eşinin yaşının dolması nedeniyle yurt
dışından memleketlerine döneceklerini ifade etmektedir. Bu süreçte sürekli
annesi ile iletişim halinde olarak, yeğeninin gereksinimlerinin giderilmesi
konusunda maddi-manevi destek sağlayacağını belirtmiştir. M.O.’nun babaannesinin eşinden kalan aylık 900 TL.
civarında emekli maaşı bulunmaktadır.
M.O.’nun babasının İl Emniyet Müdürlüğü’ndeki mesai arkadaşları ailenin
memleketine giderek cenaze törenine
katılmışlardır. İki polis memuru, ailenin
içinde bulunduğu sosyo-ekonomik durum hakkındaki gözlemlerini aktarmışlardır. Mağdur çocuk M.O’nun babaannesinin kendilerine ait iki katlı müstakil
bir evin birinci katında ikamet ettiği, iki
oda, bir salon, mutfak, banyo ve tuvaletten oluşan evde bulunan eşyaların
yeterli düzeyde olduğu ifade edilmiştir.
M.O.’nun babaannesinin düzenli, tertipli ve temizliğe dikkat eden bir Anadolu
kadını olduğu, oğlunun başına gelenleri sabırla ve metanetle karşıladığı, torununu merak ettiği belirtilmiştir. Babaannenin ikamet ettiği mahalle sakinlerinin
yardımlaşma ve dayanışma anlayışıyla
geleneksel komşuluk ilişkilerini sürdürdüğü gözlenmiştir. Cenazeye katılan polis memurları, M.O’nun dedesi
(annesinin babası) ile görüştüklerini,
bu görüşmede dedesinin kendilerine
torununun bakımının babaannesi tarafından sürdürülmesinin daha uygun
olacağını ifade ettiğini belirtmişlerdir.
Dedesinin M.O.’nun vesayetini alma
konusunda herhangi bir talebinin olmayacağı vurgulanmıştır.
M.O.’nun Halası, M.O.’nun vesayetinin
babaannesine verilmesi gerektiğini,
bu konuda babaannenin Sulh Hukuk
Mahkemesi’ne dava açarak resmi olarak talepte bulunacağını ifade etmiştir.
M.O’nun diğer halası babaannesiyle
aynı ilde ikamet etmekte olup,yeğeni
M.O. ile ilgileneceği ve yetiştirilmesi
konusunda annesine destek olacağı
belirtilmektedir.
Mağdur çocuk M.O.’nun anne-babasının ölümü nedeniyle vesayet durumunun belirlenmesi, psikolojik tedavisinin
sürdürülmesi, bakım, eğitim, rehberlik
konularında yardımcı olunması ve izlenmesi amacıyla korunma altına alınma durumu değerlendirilmiştir.
Ebeveynden Yoksun Yeni Bir
Yaşamın Organizasyonu
Korunma ihtiyacı olan çocuk M.O.,
yedi yaşında ve ilköğretim birinci sınıf
öğrencisidir. Aile içi sorunlar nedeniyle çıkan bir tartışmada annesi tarafından polis memuru olan babası ve dört
yaşındaki kardeşi öldürülmüştür. Olay
sonrası annesi de intihar ederek kendi
hayatına son vermiştir. M.O. olaydan
yaralı olarak kurtulmuştur ve hastanede tedavi görmüştür. Bütün ihtiyaçları
babasının iş arkadaşları olan polis memurları tarafından karşılanmıştır. M.O.
görgü şahidi olması nedeniyle olaydan
psikolojik olarak etkilenmiş ve yoğun
anksiyete duygusu yaşamıştır. Bu açıdan çocuk psikiyatristi tarafından bir
süre takip edilmesi gerekmektedir. İletişime açık ve bilişsel gelişimi normal
olması nedeniyle olayın şok etkisini atlatmaya ve motive olmaya başlamıştır.
Okul dersleri ile ilgilenmeyi ve etkinlik
yapmayı sevmektedir. Hastane ortamı
çocuk için yapay bir ortamdır. Aşırı ilgi
nedeniyle de gerçek duygularını açığa
çıkarması mümkün olamamıştır. Aynı
zamanda tedavisinin devam etmesi,
261
Toplum ve Sosyal Hizmet
bedeni ile ilgili kaygılarının sürmesine neden olmuştur. Çocuk bu süreçte
öğretmeni ile güvene dayalı bir ilişki
geliştirmiştir.
Halasının kendisini ziyaret etmesi sonrasında halası ile iletişime geçmiş ve
hastanede yatma nedeni olarak yaşadıklarını bir kez de halasına anlatmıştır. M.O.’nun yaşadıklarını güven ilişkisi
geliştirdiği yetişkinlere anlatma ihtiyacı
hissetmesi, sorumluluk, suçluluk ve
çaresizlik gibi karmaşık duygular yaşadığını göstermektedir. M.O. babaannesini hatırlamaktadır. Yaz tatillerinde
babaannesinin yanında kaldığını ve
mutlu bir tatil geçirdiğini ifade etmektedir. Memleketine gitmeyi istemekte,
ancak öğretmeninden ve sınıf arkadaşlarından ayrılacağı için üzüleceğini
belirtmektedir.
M.O.’nun babaannesi cenaze işlemlerinin sona ermesi sonrasında hastaneye
gelerek torununun yanında kalmaya
başlamıştır. Bu süreçte babaanne ile
görüşülmüş ve torunuyla birlikte nasıl
bir gelecek planladığı üzerinde durulmuştur. Babaannenin eşinin vefatı ve
çocuklarının evlenmesi sonrasında
yalnız yaşamaya başladığı öğrenilmiştir. Yaşadığı evin üst katında ablasının
oturması nedeniyle gerekli sosyal destek ağına sahiptir. Babaanne öncelikle
torununun tıbbi tedavisinin sürdürüleceğini ifade etmiş ve bu süreçte psikolojik destek alması için bulundukları ildeki
çocuk psikiyatristlerine başvuracaklarını belirtmiştir. Doktorların izin vermesi
sonrasında M.O. babaannesine teslim
edilerek memleketine gönderilmiştir.
Korunma ihtiyacı olan çocuk M.O.’nun
tedavisinin tamamlanması sonucunda
bir an önce normal bir aile ortamına
dönmesinin faydalı olduğu görülmüştür.
262
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
Ebeveyninin ve kardeşinin ölümünün
bilincinde olması sonucu baskılamaya
çalıştığı duygularıyla sosyal hayatın
içinde güvenilir yetişkinlerin gözetiminde yüzleşmesi ve bilinçaltındaki çaresizlik, suçluluk duygularının sağaltılması gerekmektedir.
Bu nedenlerle mağdur ve korunma ihtiyacı olan çocuk M.O. hakkında aşağıda
belirtilen yasal ve kurumsal müdahale
modelleri önerilmiş ve uygulanmıştır:
1. 5395
sayılı
Çocuk
Koruma
Kanunu’nun 5. maddesinin 1. fıkrasının a) ve c) bentleri gereği hakkında
danışmanlık ve bakım tedbiri kararı
uygulanarak çocuğa ve yakınlarına
psikolojik destek sunulması sağlanmıştır. M.O.’nun babaannesi ile
kurduğu sağlıklı bağlanma ilişkisi
göz önünde bulundurularak çocuğun aile yanında izlenmesinin daha
uygun olacağı düşünülmüştür. Daha
sonraki süreçte Sosyal Hizmetler
Müdürlüğü (mülga) tarafından çocuğun bireysel gelişimi ve sosyal
uyumu izlenerek bakım tedbirinin
sonlandırılmasına karar verilmiştir.
2. M.O.’nun babaannesinin vasi olarak
atanabilmesi için bulunduğu ildeki
sulh hukuk mahkemesine müracaat etmesi sağlanmış ve yasal vasi
atanması gerçekleştirilmiştir.
3. Ağır travmalı bir olay yaşaması nedeniyle güvene dayalı bir ilişki kurarak bu süreci sağlıklı atlatabilmesi
için babaannesinin bulunduğu ildeki
Sosyal Hizmetler Müdürlüğü (mülga) tarafından izlenmesi ve gerekirse sosyo-ekonomik olarak desteklenmesinin uygun olacağı kanaati
belirtilmiş ancak ailenin talep etmemesi nedeniyle sosyo-ekonomik
destek başlatılmamıştır..
Karataş
4. M.O.’nun süreç içerisinde ortaya çıkabilecek psikosomatik sorunları için
çocuk psikiyatrisinden destek alınmasının uygun olacağı görüşü yakınlarına iletilmiş ve bulundukları ildeki
eğitim-araştırma hastanesinden psikiyatrik destek almaları sağlanmıştır.
5. M.O. ve babaannesi ile bir yıllık
süreç içerisinde periyodik olarak
telefonla iletişim sağlanmış ve gelişmeler hakkında bilgi alınmıştır.
M.O.’nun tıbbi tedavisinin 6 aylık
süre sonunda tamamlandığı, okuluna devam ettiği ve sosyal çevreye
uyum sağladığı öğrenilmiştir.
Sosyal Risklerde Erken Tanı ve
Uyarı Sisteminin Önemi
M.O. vakasıyla ilgili sosyal hizmet
müdahalesi uygulanırken elde edilen
tecrübeler ışığında, olay meydana gelmeden önce koruyucu-önleyici sosyal hizmet modelleri açısından neler
yapılabileceğiyle ilgili görüşlerin de
paylaşılması faydalı olacaktır. Aile içi
şiddet, intihar, çocuk istismarı gibi sosyal sorunlarla çalışılırken erken müdahalede bulunulmasının hayati önem
taşıdığı görülmektedir. Geriye dönüşü
olmayan sonuçların ortaya çıkmasına
neden olan sosyal risklerin önceden
belirlenmesi ve zamanında müdahale
edilmesi ancak ulusal çapta bir uyarı
sisteminin varlığıyla mümkündür. Risk
faktörlerinin önceden belirlenmesi için
kurumlar arası eşgüdümün sağlandığı, sivil toplum kuruluşları ve toplumun
tüm katmanlarıyla işbirliğini mümkün
kılacak bağlantıların kurulduğu ulusal çapta güçlü ve etkili bir sistem
tasarlanmalıdır.
Erken tanı ve uyarı programının özelliklerine geçmeden önce risk ve risk
faktörünün ne olduğunun tanımlanması
yararlı olacaktır. Bir davranışın insanın
yaşamı, sağlığı, çevresi, ilişkileri vb.
açısından istenmeyen, olumsuz sonuçlar doğurma potansiyeli ya da ihtimali risk olarak değerlendirilmektedir.
Risk faktörü ise kişinin belli bir fiziksel
veya ruhsal rahatsızlığa yakalanma ihtimalini arttıran durumlar (ırk, cinsiyet,
yaş, kilo, kalıtım, sosyal çevre vb.) ya
da davranışlardır (sigara içme, alkol,
uyuşturucu kullanma vb.). Kendilerini
belli bir fiziksel veya ruhsal rahatsızlığa
yatkın kılan ortak özelliklere sahip insanlar topluluğu da riskli gruplar olarak
adlandırılmaktadır (Budak, 2005: 633).
Sosyal risk, hanede yaşayan bireylerin psiko-sosyal işlevselliklerini ve
toplumsal yaşama aktif bir üye olarak
katılımlarını kısıtlayan ya da tehlikeye
sokan; işsizlik, yoksulluk, göç, aile içi
geçimsizlik, şiddet, boşanma, eğitime
katılamama, ruhsal hastalığı olan bireye, özürlü bireye, bakıma muhtaç yaşlı
bireye, tutuklu ve/veya hükümlü bireye
sahip olmadır. Ailede sosyal risklerin
varlığı aile bireylerinin beden ve ruh
sağlığını tehdit etmektedir. Geleneksel toplumlarda aile içinde yaşanan
pek çok soruna mahrem (özel) alan
olarak bakılmakta ve sorunun sosyal
etkileri göz ardı edilmektedir. Ancak
aile içi geçimsizlik ve şiddet gibi sorunlar ailenin zayıf bireyleri olarak kabul edilen kadın ve çocuklar üzerinde
örseleyici etkiye neden olmaktadır.
Aileye zamanında müdahale edilerek
eşler arasında yaşanan sorunların çözümü için destek sağlanmazsa, aile
bireylerinde oluşan depresyon nedeniyle cinnet hali ortaya çıkabilmektedir.
Erken müdahale sistemleri sayesinde ailedeki olası risklere zamanında
önlem alınarak gelecekteki muhtemel
263
Toplum ve Sosyal Hizmet
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
tehlikeler engellenebilmektedir. Erken
müdahale ve önleme, doğrudan sorun
çözümlemekten çok çocuğa, aileye ve
dolayısıyla topluma sosyal ve ekonomik yönden uzun vadede yararlı olmaya odaklanmış uygulamalardır (Kartal,
2008: 8).
Aile sistemi açısından risk faktörleri 3
ana başlık altında değerlendirilmektedir:
1. Ailenin demografik göstergeleri,
2. Ebeveyn-çocuk
göstergeleri,
etkileşimi
3. Aile işlevselliği ve sosyal destek
göstergeleri (Murry ve Diğerleri,
2000: 3).
Komşu ve yakın akrabalarla yapılan
görüşmeler sonucu mağdur çocuk
M.O.’nun aile yapısına bakıldığında,
eşler arası anlaşmazlık nedeniyle sürekli aile içi çatışmalar yaşandığı belirlenmiştir. Bu süreçte her iki tarafın
da yakın akrabalarından uzak olması
nedeniyle gerekli sosyal destek sağlanamamıştır. Ayrıca eşler, aralarındaki sorunların çözümü için profesyonel
destek de almamışlardır. Apartman
yaşamında komşuluk ilişkilerinin zayıf
olması, aile içinde yaşanılanlara müdahale edilmesini engellemiştir. Çocuğun
eğitim-öğretime yeni başlamış olması
nedeniyle, sınıf öğretmeni ve okul idaresi de çocuğun anne-babası hakkında
yeterli bilgiye sahip değillerdir.
Aile içinde eşler duygularını paylaşmak
yerine çatışma yaşadıkları düşünceler
üzerinden etkileşimi sürdürürlerse, bir
süre sonra anlaşılamadıkları hissine
kapılıp psikolojik anlamda ilişkiyi sonlandırabilirler. Erkeğin yoğun iş temposu nedeniyle yeterince ilgi gösteremediği ve destek olamadığı kadının, çocuk
bakımı, ev işleri, sosyal yaşam gibi
264
sorumlulukları tek başına yerine getirmeye çalışması sonucu stres yaşaması
depresyon sürecini hızlandırmaktadır.
M.O.’nun annesi eşiyle ilişkisinin bozulması sonucu çaresizlik ve tükenmişlik
duygusu yaşayarak bunalıma girmiş ve
cinnet geçirmiştir. Bireyler kendilerini
bunalıma götüren sorunlar karşısında
destek arama eğiliminde olabilmekte, ancak destek mekanizmalarının
yaygın ve etkin olmaması nedeniyle
çoğu zaman çıkmaza girmektedirler.
Bu nedenle kent yaşamında ailelere
destek olacak danışma sisteminin ulaşılabilir uzaklıkta ve yeterlilikte olması
gerekmektedir.
Sosyal hizmet uygulamalarında etkin
bir biçimde kullanılan ekolojik sistem
yaklaşımı doğrultusunda erken müdahale ilkesi temelinde, koruyucu mekanizmaların desteklenerek ailelerin
güçlendirilmesi gerekmektedir. Risk
oluşturan etmenleri ortadan kaldırarak,
ailedeki direnci ve güçlü yönleri teşvik
etmek olası sosyal sorunların ortaya
çıkmasını engelleyecektir. Sorunlar
çözülmediğinde ve gereksinimler karşılanmadığında, birey ve çevrenin karşılıklı etkileşiminde önemli çatışmalar
ortaya çıkmakta ve aileler risk altında
yaşamaya adeta mahkûm edilmektedirler (Yolcuoğlu, 2010: 82).
Ülke
nüfusumuzun
%25,3’ü
(18.886.575 kişi) 14 yaş altı çocuklardan oluşmaktadır (TUİK, 2012). Bu
çocuklardan koruma sistemine dahil
olanların, ihmal istismar nedeniyle
hayatını kaybedenlerin, özel desteğe
ihtiyacı olanların, denetim ve gözetim
altında olanların belirlenmesi amacıyla
ulusal veri tabanı oluşturulmalıdır. Ulusal düzeyde, çocuk ihmali ve istismarı
alanında risk piramidi oluşturularak sorunun büyüklüğü ortaya çıkarılmalıdır.
Karataş
Yüksek risk altındaki çocuk ve ailelerden başlanarak hizmet planlaması yapılmalıdır. Sağlık, eğitim, emniyet ve
sosyal hizmet kurumları hizmet alanlarına giren çocuk ve ailelere yönelik risk
taraması yaparak erken müdahale sisteminin devreye girmesini sağlamalıdır
(Parton, 2011: 861).
Birinci basamak sağlık kuruluşlarında aile hekimliği uygulaması ile her
yeni doğan çocuk belli periyotlarla takip edilmektedir. 5,5 yaşından itibaren
okula başlayan çocuklar okul sistemi dahilinde aileyle işbirliği içerisinde izlenmektedir. Korunmaya muhtaç
çocukların takibi ise Aile ve Sosyal
Politikalar Bakanlığı tarafından yerine getirilmektedir. Ancak tüm bu kuruluşlar arasında eşgüdümü sağlayacak
çocuk erken tanı ve uyarı sistemi bulunmaması nedeniyle tespit edilen riskler bildirilmemekte ve herhangi bir veri
tabanına işlenmemektedir. Sorun ortaya çıktıktan sonra çözümü ve tedavisi
üzerinde durulmakta, ancak koruyucu
önleyici hizmetler uygulanmamaktadır.
Aile içinde yaşanan şiddet ve intihar
olguları sonrasında yapılan incelemeler, ortaya çıkan trajik durumların uzun
bir süreçten geçerek geliştiğini göstermektedir. En acı olanı da; ailedeki
birçok sosyal risklerden ailenin yakınında bulunan komşu ve akrabaların
haberdar oldukları, okullar ve sağlık
kuruluşları gibi resmi makamların sorunun farkında oldukları gerçeğidir.
Aile içinde yaşanan sorunlara nasıl
müdahale edileceğinin bilinmemesi ya
da özel alan diye nitelendirilerek aile
bireylerinin yalnızlığa itilmesi, bedeli
ağır olan sonuçların ortaya çıkmasına
neden olmaktadır. Bu nedenle aileye
destek olacak koruyucu, önleyici sosyal hizmet modellerinin bir sosyal refah
politikası dahilinde işlevsel hale getirilmesi gerekmektedir.
SONUÇ VE ÖNERİLER
Beklenmedik bir anda ortaya çıkan
travmatik olaylar, hem olayı yaşayanlarda hem de yakın akraba çevresinde gerilim, çaresizlik, aşırı kızgınlık,
bunalım ve elem duygularını harekete
geçirmekte ve bireyin sosyal çevreye
uyum yeteneği bu durumdan olumsuz
etkilenmektedir. Bireyin üzücü, benliğini zedeleyici bir durum karşısındaki tepkisi biçiminde tanımlanabilecek
kriz durumu, iyi yönetilebilirse bireyin
güçlenmesine ve yeni başa çıkma becerileri öğrenmesine aracılık edebilmektedir. Sosyal çevreyi ve kaynakları
bütüncül bir yaklaşımla bireyin yararına
organize edecek uzman desteğine ihtiyaç duyulan bu süreçte, sosyal hizmet
uzmanı bireyin sosyal işlevselliğini güçlendirmek için planlı müdahale sürecini
gerçekleştiren bir meslek elemanı olarak devreye girmektedir.
Makalede ele alınan olguda sosyal
hizmetin bilgi, beceri ve değer boyutu
dikkate alınarak, soruna neden olan
olayla ilgili bilgi toplama, analiz etme ve
bazı sentezlere ulaşma aşamalarıyla
dinamik bir sürecin yönetildiği bilinciyle
olguya özgü esnek bir yaklaşım sergilenmiştir. Bu nedenle; cinnet geçiren
bir annenin eşi ve bir çocuğunu öldürerek intihar etmesi sonucu mağdur
olan yedi yaşındaki M.O. ve yakınları
hakkında genelci sosyal hizmet yaklaşımı doğrultusunda, çocuğun yüksek
yararı gözetilerek bütüncül bir değerlendirme yapılmaya çalışılmıştır. Mağdur çocukla yapılan ilk görüşmeden
itibaren içinde bulunduğu psiko-sosyal
durum ve yaşadığı olayla ilgili duygusal
tepkileri anlaşılmaya çalışılmış ve tıbbi
265
Toplum ve Sosyal Hizmet
tedavi sürecinin devam etmesi nedeniyle yardım ilişkisi hastane ortamında
sürdürülmüştür. İlk değerlendirme sonrasında ilgi alanları ve ihtiyaçları tespit
edilen mağdur çocuk için duygularını
rahat ifade edebileceği güvenli bir ortam oluşturulmuştur. Çocuğun yanında
refakatçi olarak kalan babasının iş arkadaşları çocukla nasıl iletişim kurmaları gerektiği konusunda bilgilendirilmiş
ve sınıf öğretmeni ile iletişime geçilerek
küçük etkinlikler yapılması sağlanmıştır. Zaman zaman içe kapandığı ve
stres yaşadığı gözlemlenen mağdur
çocuğun, empatik iletişim ve eğitsel etkinlikler yoluyla duygularını paylaşması
kolaylaştırılmıştır.
Ebeveyni ve kardeşini kaybeden mağdur çocuğun geriye kalan yaşamını
sağlıklı ve uyumlu bir şekilde sürdürebilmesi için yakın akraba çevresi hakkında sosyal inceleme gerçekleştirilmiş
ve çocuğun görüşleri de dikkate alınarak babaannesinin kendisine vasi olarak atanması sağlanmıştır. Babaanne
ile çocuk arasındaki iletişim hastane
ortamında ve sonrasında izlenmiş, aileye gerekli rehberlik ve danışmanlık
hizmeti verilmiştir.
Ele alınan olgudan hareketle; koruyucu-önleyici sosyal hizmet uygulamalarının yaygınlaştırılmasının yanında, kriz
ve travma durumlarında farklı gelişim
düzeylerinde olan bireylere yönelik nasıl bir klinik sosyal hizmet müdahalesi
uygulanacağıyla ilgili sosyal hizmet uzmanlarının beceri ve teknik kazanmaya yönelik eğitim ihtiyaçları olduğu da
anlaşılmaktadır.
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
KAYNAKÇA
Ambrosino, R., Ambrosino, R., Heffernan,
J., Shuttlesworth, G. (2008). Social Work
and Social Welfare An Inroduction. USA:
Thomson Brooks/Cole.
Aydoğdu, A., Kocaman Yıldırım, N., Özkan,
M., Özkan, S. (2012). Gelişimsel ve Durumsal Krize Müdahale: Olgu Sunumu, Psikiyatri Hemşireliği Dergisi, 3 (2), 92-97.
Budak, S. (2005). Psikoloji Sözlüğü, Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları.
Daniel, B., Wassell, S., Gilligan, R. (2010).
Child Development for Child Care and Protection Workers, London and Philadelphia:
Jessica Kingsley Publishers.
Duyan, V., Sayar, Ö. Ö., Özbulut, M. (2008).
Sosyal Hizmeti Tanımak ve Anlamak, Ankara: SHUD Yayınları.
Gil, T. (2013). Krizden Uyum Bozukluğuna:
Bir Kavramın Tıbbileştirilmesi Mi, Türk Psikiyatri Dergisi, 24 (1), 58-62.
Göka, E. (2009). Ölme: Ölümün ve Geride
Kalanların Psikolojisi, İstanbul: Timaş Yayınları.
Granot, T. (2005). Without You: Children
and Young People Growing up with Loss
and its Effect. London and Philadelphia:
Jessica Kingsley Publishers.
Kartal, H. (2008). Çocuk ve Aileyi Desteklemeye Yönelik Ev Ziyaretlerine Dayalı Erken Müdahale Programları ve Programların
Etkileri, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri
Dergisi, 41(1), 1-28.
Koç, M., Çolak, T. S., Düşünceli, B. (2012).
Söylenme Zamanı ve Şekline Göre Travmaya Verilen Bilişsel, Duyuşsal ve Davranışsal Tepkiler (7-12 Yaş), İlköğretim Online,
11(1), 75-84. http://ilkogretim-online.org.tr
Mavili Aktaş, A. (2003). Kriz Durumlarında
Sosyal Hizmet Müdahalesi, Kriz Dergisi,
11(3), 37-44.
Miley, K. K., O’Melia, M., Dubois, B. (1998).
Generalist Social Work Practice–An Empowering Approach. England: Allyn and Bacon.
266
Karataş
Murry S., Baker, A., Lewin, L. (2000).
“Screening Families With Young Children
For Child Maltreatment Potential”, Pediatric
Nursing, 26(1).
Parton, N. (2011). “Child Protection and
Safeguarding in England: Changing and
Competing Conceptions of Risk and Their
Implications for Social Work”, British Journal of Social Work, 41, 854-875.
Sezer, S. ve Kaya, P. (2009). Gelişimsel
Açıdan Ölüm Kavramı, Dicle Üniversitesi
Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi Dergisi, 13,
151-165.
Tuncay, T. (2007). Kronik Hastalıklarla Başetmede Tinsellik, Sağlık ve Toplum Dergisi, 17(2), 13-20.
Turan. N. (2012). Birey ve Ailelerle Sosyal
Hizmet, Ankara: SHUD Yayınları.
TÜİK (2012). Adrese Dayalı Nüfus Kayıt
Sistemi Sonuçları, Haber Bülteni, Sayı:
10736, 27.01.2012. www.tuik.gov.tr (Erişim
Tarihi: 15.10.2012)
Ünüvar, P. (2011). Hastanede Yatarak Tedavi Gören Çocukların Eğitsel Açıdan Desteklenmesi (3–7 Yaş İçin Örnek Çalışma),
Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, 10(35),
31-44. www.esosder.org
Yavuzer, H. (2007). Çocuğu Tanımak ve
Anlamak, İstanbul: Remzi Kitabevi.
Yıldız, A. (2004). Çocuk Ölüm Ve Kayıp,
Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 7 (12), 125-144.
Yolcuoğlu, İ. G. (2010). Çocukların İhmalİstismara Uğramasında Aile Ve Çocuklara
Yönelik Risk Faktörleri Ve Sosyal Hizmet
Müdahalesi, Toplum ve Sosyal Hizmet Dergisi, 21(1), 73-83.
Yolcuoğlu, İ. G. (2012). Çocukları Çocuk
Koruma Sistemine (ÇKS) Giren Ailelerle, Benzer Sosyal Çevrede Yaşamalarına
Karşın Çocukları İçin ÇKS’ye Müracaatçı
Olmayan Ailelerin Sosyal Destek Açısından
Karşılaştırılması, Toplum ve Sosyal Hizmet
Dergisi, 23(1), 101-119.
EK 1: GÖNÜL DOSTLARIM,
Ben 7 yaşındayım. H. Y. İlköğretim
Okulu birinci sınıf öğrencisiyim. Çok
çalışkanım ve derslerimde başarılı bir çocuğum. Okumayı ve yazmayı
öğrendim.
Benim bir adım var. Adım M. O. Lütfen
bana ismimle hitap ediniz.
Çok zor bir süreçten geçiyorum. Ama
bunu sizin yardımınızla atlatabilirim.
Çünkü ben güçlü bir çocuğum. Sadece yaşadıklarımı unutmak için zamana
ihtiyacım var.
Lütfen benimle konuşurken acıma duygusu ile yaklaşmayın ve abartılı sevgi
gösterisinde bulunmayın. Tebessüm
etmeniz ve yumuşak ses tonu kullanmanız benim için yeterlidir.
Vücudumla ilgili, ailemle ilgili kaygılarım var. Bu düşüncelerden uzaklaşmak
ve yaşadıklarımı unutabilmem için çocukça etkinlikler yapmaya ihtiyacım
var.
Şu anda sağlığımla ilgili ne yapıldığını
çok merak ediyorum. Lütfen vücuduma
müdahale
ederken
anlayacağım
şekilde beni de bilgilendiriniz. İlk defa
bu kadar çok tıbbi cihazı bir arada görüyorum. Açıkçası şaşkınım.
Okumayı, masal dinlemeyi, çizgi film
seyretmeyi, resim yapmayı, oyun oynamayı çok seviyorum. Kaygılarımı
azaltabilmem için lütfen benimle oyun
oynayın. Ben hayallerimi söyleyeyim,
siz resmini çizin. Kötü resim yaparsanız endişelenmeyin, sizi çok fazla eleştirmem. Bana masal okuyun ama ses
tonunuzla kahramanları canlandırın.
Bana okulumu ve sınıfımı hatırlatın.
Küçük zaman dilimlerinde okulda arkadaşlarımın işledikleri derslerden
267
Toplum ve Sosyal Hizmet
Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013
örnekler sunun. Beni de fazla yormayın.
Çünkü yaralarım var ve acı duyuyorum.
Su içmeyi çok özledim. Ama şimdilik su
poşeti (serum) vücuduma bağlandı ve
suyumu oradan içiyorum. Sakın suyumu eksik etmeyin.
Yaşadıklarımın etkisini atlatana kadar
ölümden ve ailemden bahsetmeyin.
Onları çok özlüyorum. Ama yeniden
yaşama dönmem lazım. Bu nedenle güçlü yanlarıma vurgu yapın. Zayıf
yönlerimi şimdilik hatırlatmayın.
Eğer yaşamım devam ediyorsa, bu benim önemli bir insan olacağımı gösterir.
Bu olaylar beni güçlendirecek ve olgunlaştıracaktır. Ancak zamana ihtiyacım
var. Geleceğimle ilgili pozitif şeyler düşünün. Bu düşünceler benim koruyucu
kalkanım olacaktır. Emeklerinizi boşa
çıkarmamak için gayret edeceğim.
Elimde olmadan sizi yorabilirim, lütfen
sabırlı olun.
Sizin yürekten sevginiz ve ilginizle
hayata yeniden bağlanacağımı ümit
ediyorum.
Emeği geçen
ediyorum.
herkese
teşekkür
M. O.
Not: Bu metin çocuk psikolojisi dikkate
alınarak M.O.’ya emek veren yetişkinler için Sosyal Hizmet Uzmanı Z. K. tarafından hazırlanmıştır.
268
TOPLUM VE SOSYAL HİZMET DERGİSİ
YAZIM KURALLARI
Genel Kurallar
• Toplum ve Sosyal Hizmet Dergisinde, sosyal
hizmet alanındaki bilimsel çalışmalar Türkçe
ya da bir yabancı dilde yayınlanır.
• Dergide
derleme
makaleler,
araştırma
makaleleri, bildiriler, yayın değerlendirme
ve tartışma yazıları, editöre mektuplar, örnek
olaylar yer alır.
• Dergiye gönderilen yazılar yayınlanmasa bile
iade edilmez.
• Dergide yayınlanan yazılarda ifade edilen
görüşler yazarlarına aittir.
• Bu dergide TUBA ve TÜBİTAK’ın yayın
etiğine uygun yazılar yayınlanır.
Yazım ve Sunum Kuralları
• Makaleler özeti, anahtar sözcükleri ve
kaynakçayı içerecek şekilde 5000 ile 8000
sözcük arasında olmalıdır.
• İki tip yazı şablonu (araştırma ve derleme)
derginin web sitesinde mevcuttur: http://www.
tsh.hacettepe.edu.tr/
• Metin, kenarlardan yeterli boşluk (soldan 3,5,
sağdan 3, üstten ve alttan 3’er cm.) bırakılarak,
1.5 aralıkla bilgisayarla arial 11 punto
kullanılarak yazılmalıdır.
• Metin blok (sağa sola dayalı), satırbaşı
verilmeden ve paragraflar arasında satır boşluğu
bırakmadan, otomatik olarak, altı nokta boşluk
bırakılarak hazırlanmalıdır.
• Metin,
[email protected]
adresine
e-posta ile gönderilmelidir (bir isimli -yazar
bilgisi içeren- ve bir isimsiz ayrı adlarla Word
formatında kaydedilmiş iki dosya).
• Yazı; sırasıyla çalışmanın türü (araştırma,
derleme veya vaka sunumu), başlığı, yazar
adları, yazarların bağlı oldukları kurumlar,
iletişim kurulacak yazarın iletişim bilgileri
(posta adresi, telefon, faks, e-posta) ve
çalışmanın daha önce yayınlanmadığını ya da
yayınlanmak üzere hâlihazırda başka bir yayın
organına gönderilmediğinin bildirimini içeren
ayrı bir başlık sayfası ile gönderilmelidir.
• Yazının diğer bölümleri şu sıraya uygun olmalıdır:
Sola dayalı, alt alta, Türkçe ve yabancı dilde
başlık, Türkçe özet, anahtar sözcükler, yabancı
dilde özet, yabancı dilde anahtar sözcükler, metin
ve kaynakça (yararlanılan kaynaklar).
• Çizelge içermeyen bütün görüntüler (fotoğraf,
çizim, harita vs.) şekil olarak adlandırılmalıdır.
Bütün çizelgeler ve şekiller, ayrı ayrı, Çizelge: 1
ya da Şekil: 1, düzeni içinde sıralandırılmalıdır.
• Çizimler bilgisayardan çıkarılmadı ise beyaz
aydınger kağıt üzerinde çini mürekkebi ile
çizilmelidir. Fotokopiler kesinlikle kabul
edilmez. Fotoğraflar siyah/beyaz, net ve parlak
fotoğraf kağıdına basılmış olmalıdır. Renkli
fotoğraflar ve fotokopiye çekilmiş fotoğraflar
kabul edilmez. Ayrıca, her bir şeklin metin içinde
gireceği yer açık bir biçimde gösterilmelidir.
• Çizelge ve şekillerin eni 14 boyu 20 cm’den
büyük ya da eni 8 cm’den küçük olmamalıdır.
• Yabancı dilde yazılan özetler İngilizce,
Almanca ya da Fransızca dillerinden birinde
olmalıdır. Türkçe ve yabancı dildeki özetler
ortalama 150’şer sözcüğü geçmemelidir.
• Satır sonlarında sözcükler kesinlikle hecelerine
bölünmemelidir.
Kaynakça Bağlacı ve Dipnot Düzeni Kuralları
• Kaynakça bağlacı, kaynağı metin içinde
belirtmek için aşağıdaki örnekler çerçevesinde
kullanılır:
• Tek yazarlı bir yazıdan alıntı yapılmışsa:
(Korkut, 1999: 26)
• İki yazarlı bir yazıdan alıntı yapılmışsa: (Korkut
ve Terim, 1999: 42)
• Üç ve daha fazla yazarı olan bir yazıdan alıntı
yapılmışsa: (Korkut ve diğ., 1999: 22). Ancak
atıfta bulunulan kaynağın tüm yazarları yazının
kaynakça bölümünde mutlaka yer almalıdır.
• Aynı konuda birden fazla yazıdan alıntı
yapılmışsa: (Korkut, 1999: 26; Korkut ve Terim, 1999: 42; Korkut ve diğ., 2000: 22)
• İçeriği genişletmek için dipnot kullanımı
tavsiye edilmemektedir.
• Metinde bir açıklama yapmak gerekiyorsa
ilgili yere (*) simgesi konarak, açıklama
aynı sayfanın altına 10 punto Times
New
Roman
karakteri
ile
yazılır.
• Kaynakça Düzeni Kuralları
• Yararlanılan kaynaklar Kaynakça bölümünde
yazarların soyadlarına göre abecesel düzende
sıralandırılmalı ve aşağıdaki örneklere göre
düzenlenmelidir:
Kitap
• Payne, M. (2005). Modern social work theory
(3rd ed.). Chicago, Ill.: Lyceum Books, Inc.
Kitap Bölümü
• Brown, S. A., Aarons, G. A., & Abrantes, A. M.
(2001). Adolescent alcohol and drug abuse. In C.
E. Walker & M. C. Roberts (Eds.), Handbook of
clinical child psychology (3rd ed., pp. 757-775).
New York: Wiley.
Tek Yazarlı Makale
• Wilson, K. (1996). “Children and Literature”,
British Journal of Social Work, 26 (1), 17-36.
İki Yazarlı Makale
• Wilson, K. ve Ridler A. (1998). “Children and
Internet”, British Journal of Social Work, 28 (1),
13-35.
Üç ve Daha Fazla Yazarlı Makale
• Karen, K., Miller, A., Johnson, C., Jane,
B., Ridley, A. (1998). “Social Work and
Mental Health”, Social Work, 28 (1), 13-35.
Kaynak kullanımıyla ilgili daha ayrıntılı bilgi için
derginin web sitesinde (http://www.tsh.hacettepe.
edu.tr/) yayınlanan APA 5 rehberini inceleyiniz.
269
Toplum ve Sosyal Hizmet
MANUSCRIPT GUIDELINES FOR THE
JOURNAL OF SOCIETY AND SOCIAL WORK
General Rules
• The Journal of Society and Social Work publishes
scientific studies in the field of social work either
in Turkish or in a foreign language.
• The Journal includes review articles, research
articles, PhD dissertation abstracts, paper
presentations (provided that the venue of the
presentation is stated), articles on publication
reviews and discussions, letters to the editor, and
case studies.
• The manuscripts which have been published
elsewhere or which are presently under review by
another journal or press will not be considered for
publication.
• The manuscripts which include discrimination of
any kind will not be published.
• The manuscripts submitted to the Journal are not
returned, even if they are not published.
• Authors are responsible for the opinions expressed
in their works.
• The manuscripts which comply with the
publication ethics of TUBA and TUBITAK are
published in this journal.
Manuscript Submission
• Articles should be between 5,000 and 8,000 words,
including abstract, keywords and references.
• Two types of manuscript templates (research and
review) available at the web site of the journal:
http://www.tsh.hacettepe.edu.tr
• The manuscript should be prepared in block
style, omitting paragraph indents and blank lines
between paragraphs.
• Manuscripts should be sent via e-mail (including
two copies of word document one with author
information, and one with anonymous) direct to
[email protected].
• The article should be preceded by an initial cover
page as a separate document indicating; Type
of work (research, review or case report) Title,
Author Names and Organisational Affiliations;
Corresponding Author Contact Details (postal
address, telephone, email); Word Length
(including abstract, keywords and references);
Declaration that the work has not been published
or submitted for publication elsewhere.
• The other sections of the manuscript should
be in the following order: on separate lines and
aligned left, heading in Turkish and in a foreign
language; author’s name(s); author’s title, if any,
and institution; abstract in Turkish; key words in
Turkish; abstract in a foreign language; key words
in a foreign language; text; and references.
• All the images which do not have tables
(photographs, drawings, maps, etc.) should be
referred to as figures. All tables and figures should
be ordered as Table 1 or Figure 1.
• If the drawings have not been printed out from
a computer, they should be drawn in Indian ink
270
Cilt 22, Sayı 1, Nisan 2011
on tracing paper. Photocopies are by no means
accepted. Only black and white photographs
printed on clear and glossy photographic paper
should be used. Neither color nor photocopied
photographs are accepted. In addition, where to
place the figures in the text should be indicated
clearly.
• Tables and figures should be between 8 and 14 cm
in width; they should not exceed 20 cm in length.
• Abstracts in a foreign language should be
preferably written in English, German or French.
Abstracts in Turkish or in a foreign language
should not contain more than 100 words.
• Words should never be broken at the end of a line.
Rules for In-Text Citations and Footnotes
• The below examples should be followed when
using in-text citations:
• If a work by a single author is cited: (Korkut,
1999: 26)
• If a work by two authors is cited: (Korkut and
Terim, 1999: 42)
• If a work by three or more authors is cited:
(Korkut, et al., 2000: 22)
• If two or more works related to the same subject
are cited: (Korkut, 1999: 26; Korkut and Terim,
1999: 42; Korkut et al., 2000: 22)
• If it is necessary to give an explanation, the point
in the text where the explanation is needed is
indicated by “asterisk” (*), and the explanatory
note is written as a footnote in Times New Roman
10 point type.
Rules for References
• In the references section the sources used should
be listed alphabetically and documented as shown
in the following examples.
A Book
Payne, M. (2005). Modern social work theory (3rd
ed.). Chicago, Ill.: Lyceum Books, Inc.
A Book Chapter
Brown, S. A., Aarons, G. A., & Abrantes, A. M.
(2001). Adolescent alcohol and drug abuse. In C.
E. Walker & M. C. Roberts (Eds.), Handbook of
clinical child psychology (3rd ed., pp. 757-775).
New York: Wiley.
An Article by a Single Author
Wilson, K. (1996). “Children and Literature”,
British Journal of Social Work, 26 (1) 17-36.
An Article by Two Authors
Wilson, K. and Ridler A. (1998) “Children and
Internet”, British Journal of Social Work, 28 (1),
13-35.
An Article by Three or More Authors
Karen, K., Miller, A., Johnson, C., Jane,
B., Ridley, A. (1998) “Social Work and
Mental Health”, Social Work, 28 (1), 13-35.
Please visit web site of the journal for further
information on reference management at
http://www.tsh.hacettepe.edu.tr/

Benzer belgeler