Burada - Kale Tasarım Merkezi

Transkript

Burada - Kale Tasarım Merkezi
GAZ MASKESİ
TASARIMLARI
PARKLARI İLE
DÜNYA
TMMOB
NEYE YARAR?
2 AYDIR TÜRKİYE BAŞKA BİR RUH HALİNDE... ALIŞKIN OLMADIĞI OBJELER GİRDİ
HAYATINA; DENİZ GÖZLÜKLERİ, MASKELER... ÇOK DA ALIŞKIN SAYILMAYACAĞI
İLETİŞİM BİÇİMLERİNE ADAPTE OLMAYA ÇALIŞIYOR- HAZİRAN AYININ İLK 10
GÜNÜNDE BİLE TWITTER KULLANICI SAYISININ 9 KATINA ÇIKMASI BUNUN AÇIK
İSPATI-... DAHA ÖNCE OLMADIĞI KADAR DUYARLI; ÇEVRESİNE, EVİNE, PARKINA,
MESLEĞİNİN ODASINA... HİÇ OLMADIĞI KADAR YARATICI; MÜZİK YAPARKEN,
ESPRİ YAPARKEN, RESİM YAPARKEN, FİLM YAPARKEN, EYLEM YAPARKEN,
TASARIM YAPARKEN!
GÜN GELİYOR KALDIRIM TAŞLARINDAN KÜTÜPHANE İNŞA EDİYOR ŞEHRİN
GÖBEĞİNE, GÜN GELİYOR PET ŞİŞELERDEN YAPTIĞI GAZ MASKESİ İLE İMZA ATIYOR
READYMADE TARİHİNE. STENCILLERİN, POSTERLERİN ARDI ARKASI KESİLMİYOR;
İLLÜSTRASYON YENİ BİR “YABANCI DİL” OLARAK HAYATIMIZA GİRİYOR... ÇOKTAN
SEÇMELİ SINAVLARLA SERPİLMİŞ Y KUŞAĞI, BU SINAVDA YENİ SEÇENEKLER
TASARLAMAK İSTİYOR. (ÇÜNKÜ A-B-C-D SEÇENEKLERİNİ OLUŞTURAN AVM, CAMİ,
RESIDENCE VE KIŞLADAN SONRA ‘E’ ŞIKKINA, “PARK” DEĞİL,“HEPSİ” KALIYOR!)
MİZAHA DUYULAN COŞKUYU TASARIMA DUYULAN İHTİYAÇLA BİRLEŞTİRİYOR,
‘READYMADE’ GENÇLİĞİNİ DOĞURUYOR GÜNBEGÜN... HALİHAZIRDA VAR
OLAN PARKI İÇİN, HALİHAZIRDA VAR OLAN ÜRÜNLERİ YENİ FONKSİYONLARLA
KULLANIYOR, HALİHAZIRDA VAR OLAN HAYAL GÜCÜNÜ YENİ MECRALARDA ÖZGÜR
BIRAKIYOR. BİZ DE... HALİHAZIRDA VAR OLAN Y KUŞAĞINI YENİDEN, TASARLARKEN
TANIYORUZ...
Umut Kart
[email protected]
KAMUSAL ALANLAR
VE OTELLER
OY VERMEK İÇİN
TASARLAMAK
YEŞİL ŞEHİRLERE
DOĞRU
SÖYLEMEDEN EDEMEYECEĞİM... TASARLAYINCA ÇOK GÜZEL OLUYORSUN TÜRKİYE!
AĞUSTOS 2013
KALE TASARIM MERKEZİ’NİN AYLIK TASARIM GAZETESİDİR, PARA İLE SATILMAZ.
AĞUSTOS/2013
03
MESLEK ODALARINA
NELER OLUYOR?
TMMOB (Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği) olmasaydı ne olurdu? Mesleki
denetim nasıl bir ihtiyaç? Meslek örgütleri hangi kavramlar üzerine temellenir?
Geçtiğimiz ay, en çok kafaları karıştıran soruların arasında bunlar da vardı.
Yabancısı için biraz karışık bir hikaye. Meslek
örgütlerinin varlığı, amaçları ve müdahil
olduğu konuların her biri geniş bir bakışı hak
eden, pek çok anlamı birden sırtlanmış derin
kavramlara yaslanır. Bilim, teknoloji, doğa,
kent, kamu yararı (ya da belki toplum yararı
demeliyiz), emek, insan hakları gibi yan yana
kolayca gelen, ancak hepsini aynı cümle
içinde kullanmaya kalktığınızda iddialı ağır
cümlelere dönüşen kavramlar…
Tasarım Gazetesi’nin okuyucuları arasında
elbette farklı disiplinlerden gelen, tasarımın
gücüne ve yaşamsal dokunuşuna inanan
tasarımcılar -mimarlar, endüstriyel
tasarımcılar, kent plancıları, kentsel
tasarımcılar, peyzaj tasarımcıları/mimarları
- ve farklı alanlardan ilgililer var. Bu ay
pek çoğumuzun gündeminde Gezi Parkı ve
kentsel hareketler yer alıyor. Bu gelişmelere
paralel olarak kentsel hareketlerin
odağındaki Türk Mühendis ve Mimar Odaları
Birliği’nin (TMMOB) görevleri yeni yasal
düzenlemelerle gündeme yerleşti.
Sosyal medyada dolaşan “TMMOB olmasaydı
ne olurdu?” temalı yazılardan herhangi biri
bize mesleki denetimin önemi konusunda
fikir verebilir. Mühendislik, mimarlık ve
planlama alanlarının uygulanmasına ilişkin
düzenlemelerin yanı sıra toplum yararını
ilgilendiren konulara hassasiyetle yaklaşan
kurum ve bağlı odaların çalışmaları geniş
bir alana yayılıyor elbette. Bu yazıyla kısaca
tasarım alanını etkileyen yönleri ile yeni
düzenlemelerden bahsetmekte fayda var.
Mimarlar açısından bakıldığında
durumun ilk etkisi eser hakları ile ilgili
görünüyor. Mimarın eserleri üzerinde
yapılacak değişikliklerde fikir ve izinlerine
başvurulması durumunu ortadan kaldıran
yeni düzenleme ile eserin mimarı bu hakkını
kaybediyor. Diğer yandan bu düzenleme
pek çok yoruma göre şehircilik anlayışında
son moda Selçuklu Osmanlı karışımı öğeler
içeren cephe düzenlemelerinin kentte
yaygınlaştırılabilmesi için bir kapı açmış
olarak görülüyor.
Şehir plancılarını ilgilendiren yönüyle
son düzenlemelerde 3194 sayılı İmar
Kanunu‘nun 8. maddesine,
“Harita, plan, etüt ve projeler; idare ve
ilgili kanunlarında açıkça belirtilen yetkili
kuruluşlar dışında meslek odaları dahil
başka bir kurum veya kuruluşun vize
veya onayına tabi tutulamaz, tutulması
istenemez. Vize veya onay yaptırılmaması
ve benzeri nedenlerle müellifler veya
bunlara ait kuruluşların büro tescilleri iptal
edilemez veya yenilenmesi hiçbir şekilde
geciktirilemez. Müelliflerden bu hükmü
ortadan kaldıracak şekilde taahhütname
talep edilemez” hükmü eklendi.
Şehir Plancıları Odası tarafından yapılan
açıklamaya göre uzun yıllardan bu yana
sürdürülmekte olan «Mesleki Denetim
Uygulaması» yasa değişikliğinde bahsedilen
«vize» ya da «onay» niteliği taşımaz ve
dayanağını İmar Kanunu‘ndan değil,
6235 sayılı TMMOB Kanunu ve ilgili
yönetmeliklerden alıyor. Bu nedenle
yasa değişikliğinin mesleki denetim
uygulamalarında farklı bir uygulamaya yol
açmayacağı bekleniyor.
TMMOB’un toplum yararı alanında yaptığı
çalışmalar arasında en çok gündeme
yerleşen Gezi Parkı olsa da 3.Köprü,
yapıldıkları bölgede doğal hayatı yok eden
hidro elektrik santrallere karşı mücadele
yer alıyor. Anayasanın 135. Maddesi ile
kurulmuş, tüzel kişiliğe sahip kamu kurumu
niteliğinde bir meslek kuruluşu. Üyelik
aidatları ve mesleki denetimlerden gelir elde
eden TMMOB’a bağlı odalar yeni düzenleme
ile gelirlerinin bir bölümünü kaybedecek.
Ancak bu durum yukarda anlatılan ve
mesleğin uygulamasında ve kamu yararının
korunmasında oluşacak suistimallerin
karşısında küçük bir kayıp.
04
Gözde Severoğlu
[email protected]
DÜNYA PARKININ FARKINDA
Geçtiğimiz Mayıs ayının son günlerinde başlayan direniş çok sayıda insanı, pek çok
farklı sebeple buluşturdu. #direngezi diyenlerin önemli ortak noktalarından biri ülkemize
nüfuz eden “doğanın rantlaştırılma alışkanlığı” virüsüne duydukları tepkiydi. Öyle ya…
Dünyanın dört bir yanında neden şehirlerin tam da göbeğinde parklar vardı?
Central Park, Manhattan,
New York
Dünyanın metrekaresi en pahalı parkı,
Central Park, New York şehri, Manhattan
Bölgesi’nde yer alan halka açık, el yapımı
kentsel bir park. 19. yüzyılda başlayan göç ile
dönüşen şehrin peyzaj mimarlığı ile yapılan
ilk parkı olma özelliğini taşıyor. Adanın
nefes almasında önemli bir rolü var. Her
yeni hükümet yetkilisi de özenle koruyor,
daha yaşanır bir şehir kurgusu için katkı
sağlıyor. İçinde New York geçen her kitapta,
her filmde Central Park’a rastlamamızın bir
tesadüf olmadığını parktaki sosyal hayattan
anlayabilirsiniz. Halk kadar, şehre ilk kez
gelen ziyaretçiler için de olmazsa olmaz.
High Line, New Jersey,
New York
Dönüşümün halk için fayda yaratması
mümkün mü? Yerden yükseltilen demir
yolu hattı üstüne yeniden tasarlanan ve
yeşillendirilmiş bu park alanı turistlerin
olduğu kadar şehrin yaşayanlarının
da odağı. 1930’lu yıllarda, bölgedeki
endüstriyel depolara hizmet için
kurgulanan bu demir yolu, tren
kazalarını önleme amacıyla yerden
yükseltildi. Teknolojiler, yeni
ulaşım alternatifleri bu istasyonu
verimsiz kılınca 1980’lerde kapatıldı.
Dönemin belediye başkanı yıkılması
için bir kararname imzalarken,
mimarlar, şehir bölge planlamacılar
ve bölgede yaşayanların yer aldığı
Friends of the High Line Sivil Toplum
Kuruluşu bölgenin bir eko sisteminin
olduğunu vurgulayarak, bu bölgenin
yeşillendirilerek çevreye faydalı bir
mekana dönüştürülmesi gerektiği
konusunda ısrarcı bir duruş sergiledi.
152 milyon dolarlık proje, 3 yıla yayılan
çalışmalar ile şehre kazandırıldı ve atıl
duran bir bölge yaşanır hale getirildi.
Royal Botanic Gardens,
Sidney
Sidney’in tam kalbindeki Royal Botanic
Gardens liman ile iş merkezlerinin
kesişiminde yer alıyor. 30 hektarlık alana
yayılan bahçe iki bölge arasında denge rolü
üstleniyor. Ziyaretçi dostu parkın içinde
‘‘Lütfen çimlerde yürüyünüz’’ yazan tabelalara
rastlamanız mümkün. Benzersiz birçok
bitkinin, ağacın olduğu temiz hava deposu bu
bahçede, yürüyüş yaparken bölgede yetişen
benzersiz bitkileri keşfedebilirsiniz. Doğası,
manzarası, merkeze yakınlığı ile gün içinde
vazgeçilmez bir mola mekanı.
biraz vakit geçirmeniz için hazır. Ücretsiz
açık hava konserleri ve tiyatro oyunları
gerçekleştiriliyor. Farklı kuş türlerine ev
sahipliği yapan parkın içinde heykeller,
çeşitli oyun alanları yer alıyor. Şair
Vondel’in heykeli kadar, parkın tarihi
restoranı da merak uyandırıcı. 1864
yılında sivil inisiyatiflerin hareketlenmesi
ile hayat bulan parkın tasarımcısı Jan
David Zocher. İngiliz park kültürüne yakın
bir yaklaşım ile tasarlanan parkın, otuz
senede bir renove edilmesi gerekiyor. Bu
renovasyon gerçekleşmezse parkın sular
altında kalma ihtimali ortaya çıkıyor.
Vondelpark, Amsterdam
Jardin du Luxembourg,
Paris
Vondelpark, Amsterdam’ın en büyük şehir
parkı ve yılda 10 milyon turist ağırlayarak
da bölgenin en popüleri olmayı başarıyor.
Önemli müzelerin merkezinde yer alan
park spor, müzik, dinlenme ya da sadece
6 hektarlık Park, Parisliler ve ziyaretçiler
için heykelleri, fıskiyesi, gölleri, çeşit çeşit
çiçekleri, tenis kortu, tiyatrosu, küçük
kafeleri ile benzersiz bir dinlenme yeri.
Medicis Ailesi’nden Marie de Medicis’nin
AĞUSTOS/2013
yönetimde olduğu zaman yapılan bahçe,
özenli bir buluşma mekanı olmayı
1612’den bu yana sürdürüyor. Şehir
merkezindeki Sorbonne Üniversitesi’ne
yakın oluşu, öğrencilerin parkı kampüs
olarak değerlendirmesine imkan veriyor.
Parkın en kuzeyinde yer alan, İkinci Dünya
Savaşı’nda Alman Hava Kuvvetleri’ne ev
sahipliği yapan saray, günümüzde senato
için kullanılıyor. Parkın çevresindeki
fotoğraf sergileri gibi içinde dağınık
yerleşen heykeller de ziyaretçiler için
önemli. Şehrin dört bir yanından giriş
yapmanıza imkan veren bu büyük parkta
tenis, binicilik, oyuncak yelken gibi
alanlarda yarışlar gerçekleşiyor.
HydePark, Londra
1637’de halka açılan Londra’nın en büyük
parkı HydePark, şehrin akciğeri olarak kabul
ediliyor. Yakınındaki Kensington Behçeleri
ile birlikte 249 hektarlık bir alana yayılıyor.
Long Water ve Serpentine olarak bilinen iki
gölü içine alan bölge, birçok büyük etkinliğe,
konsere, önemli kutlamalara ev sahipliği
yapıyor. Park koşu, yüzme, binicilik,
atıcılık ve piknik için de popüler. Parkın
bir köşesinde serbest konuşma yeri olarak
bilinen ‘‘Speakers’ Corner’’ yer alıyor. Bu
köşe, var olduğundan bu yana demokrasinin
bir sembolü olarak kabul ediliyor. Günümüz
Gezi Parkı ile karşılaştırılmasındaki en
önemli neden de bu olsa gerek.
Stadtpark, Viyana
6,5 hektarlık bir alana yayılan Viyana Şehir
Parkı (Stadtpark), 1862 yılında Rudolph
Siebeck tarafından HydePark örnek alınarak
tasarlandı. Şehrin ilk parkı olma özelliğini
taşıyor. Viyana Nehri nedeniyle iki parçadan
oluşmak durumunda kalan Park, yıllar içinde
yapıcı istimlaklar ile genişletildi ve nehrin
iki tarafı Karolin Köprüsü ile birleştirildi.
Parkın bir başka özelliği de altından çıkan
kaynak suyu. Dönemin yetkilileri tarafından
suyun daha verimli kullanılması istenerek
birkaç yıl içinde bir Kür Binası inşa edildi.
Tedavi amaçlı inşa edilse de bu yapı daha
çok konserlere, balolara ev sahipliği yaptı.
Eskisi kadar yoğun olmasa da bugün hala
bu etkinlikler devam ediyor. Parkta, bölgede
yaşayan bir çok müzisyen ve sanatçının
heykelleri yer alıyor. İlk kurulduğunda dahi
çocukların önemsendiğini fark ettiğiniz
çocuk alanları, günümüzde güvenli oyun
aletleri ile desteklenerek hizmet vermeye
devam ediyor. Bahar aylarında 400 farklı
çiçek ile zenginleşen parkın en popüler
heykeli altın Johann Strauss heykeli.
Stanley Park, Vancouver
400 hektarlık alana yayılan sahil yolu,
ağaçları, meşhur sincapları, manzarası,
denizi, dağı ile benzersiz bir güzellik! 125
yıl önce kuruldu. Doğası gibi yaşayan
hayvanları da halkın, şehrin, yönetimin
05
öncelikli başlıkları. İş merkezlerinden
sadece 10 dakika uzaklıkta olan park, kent
sakinleri için vazgeçilmez. Geniş koru
alanları, bahçeleri, gölleri boyunca uzun
yürüyüşlere çıkabilirsiniz. Stanley Park,
ortak amacın kaliteli bir yaşam sürmek
olduğunu görmenize fırsat veren bir
alan. Ulusal ve uluslararası ölçekte park
tasarımlarına ilham kaynağı olabilecek
nitelikte.
Parque del Retiro, Madrid
Etkileyici bir açık hava müzesi de
Madrid’in merkezindeki Parque del Retiro.
Heykelleri, süs havuzları, önemli yapıları ile
ziyaretçilerine görsel bir doyum yaşatıyor.
Botanik bahçelerinin görselliği, kayıkla
gezintiye çıkma imkanı, çimlerde ağaçların
gölgesinde dinlenme fırsatı oldukça huzurlu!
Hafta sonları daha kalabalık olan Park,
sokak müzisyenlerinin, ressamların ve
sanatçıların da buluşma noktası.
06
Onur Mengi
[email protected]
BALLOTTA’LARDAN GÜNÜMÜZE...
OY VERMEK
Vatandaşlık haklarının, demokrasinin sıkça tartışıldığı bugünlerde, oy kullanmanın bir
aracı olarak tasarıma baktığımızda karşımıza nasıl bir serüven çıkıyor bakalım istedik.
“Ballot” kelime kökenini Antik İtalya’yadan
alan (Ballotta), 1540’larda seçim mecralarında
kullanılan küçük toplara verilen bir isim.
Ballots, bizim bildiğimiz adıyla oy pusulaları,
ülkemizde halen her ne kadar kağıt üzerinden
işlese de, tarihte ve farklı coğrafyalarda birçok
tasarım sürecinden geçmiş. Oy pusulalarının
yanısıra oy sandıkları da tasarımları ile
farklılıklar gösteriyor.
Erken dönem oy pusulalarından biri olan
“blackballing”, siyah ve beyaz toplardan
oluşan bir sistemdi. Beyaz toplar desteklemek
anlamına gelirken, siyah toplar muhalefeti
işaret etmekteydi. 17. Yüzyıldan itibaren
İngiltere’de üst sınıfa ait İngiliz erkelerinin
oluşturduğu Gentlemen’s Club’larda, ve 19.
Yüzyılda Amerika Washington’daki kent
komisyonundaki üyeler tarafından seçimlerde
kullanılmışlardı. Sonraları, Mason Locaları’nda
kirli beyaz toplarla karışmaması için siyah
toplar yerine siyah küpler tercih edilmişti.
Zaman içerisinde evrilerek, renkli toplar
yerine, oy kullanılan kutunun tasarımıyla
yeni bir sistem öneren oylama yöntemleri
ortaya çıktı. Bu topların atıldıkları kutunun
tasarımı ise ahşap malzemeden imal edilmiş
ve çekmeciliydi. Toplar “evet” ve “hayır”
çekmecelerine bir açıklık içerisinden atılırdı.
Küçük toplardan önce, antik çağa baktığımızda
karşımıza kırık parçalar üzerine kazıma
yöntemi ile isim belirterek oy kullanılan
Antik Yunan çıkıyor. Kullanılan bu yöntem
“Ostracon” olarak adlandırılıyor. Milattan önce
5. Yüzyılda ilk örneklerine rastlanan bu parçalar
günümüze kadar gelmiş, bugün Atina Agora
Müzesi’inde sergileniyor. Antik Hindistan’da
ise, köy halkı tarafından düzenlenen seçimlerde
“Kudavolai” adı verilen, üzerinde aday isimlerin
bulunduğu palmiye yapraklarını görüyoruz. İlk
kağıt oy pusulalarının ise Kuzey Amerika’da
Massachusetts Bay Colony tarafından 1629
yılında kullanıldığı iddia ediliyor. Günümüze
yaklaştığımızda, Amerika’nın Florida eyalet
seçimlerinde ilk kez kullanılan “Butterfly Ballot”
akla geliyor. 2 sayfadan oluşan tek bir kağıt
üzerinde seçilmesi istenen adayların isimleri
yeralıyor.
Oy sandıklarına baktığımızda cardboard
malzemeden yapılmış ve Washington’daki ilk
federal seçimlerde kullanılmış klasik beyaz
renkte kübik tasarımlar çıkıyor. Birleşim
yerleri, gövde ile aynı renkte bantlarla
tutturulmuş birbirine. 1870’lere daha çok
ahşaptan yapılmış, yine benzer formlarda,
üzerinde sandık numarası ve bölge adları olan
sandıklar hakim. 1884’lerde bir ara görünüp
sonra kaybolan, yine dörtgen formlarda, ancak
içerisine balık kavanozuna benzer cam bir
hacim yerleştirilmiş sandıklar var. 1930’lara
gelindiğinde, Kaliforniya eyaletinde kullanılan
silindir şeklinde galvanizden üretilmiş
tasarımlar göze çarpıyor. 2007 Fransa
seçimlerinde kullanılan sandık ise şeffaf.
Oy kullanımının kolay takibi için yapılan bu
tasarım, aynı zamanda sürecin de şeffaflığına
vurgu yapar nitelikte. 2007 Haiti seçimleri
de bu şeffaflıkta gerçekleştirilmiş. Benzer
amaca hizmet eden ve Slovenya’daki seçimler
için kullanılmış yarı-saydam malzemeden
yapılmış, kübik formda tasarlanmış oy
sandıkları var. Norveç’te ise tümü metal,
ön yüzeyinde sembol ve logosu yeralan,
taşınabilmesi için sapı da olan oy kutuları
göze çarpıyor. Diğer taraftan, tarihte kullanılan
mekanik olarak çalışan oylama sistemlerini
unutmamak gerek; 1838’lerdeki The Chartis,
1960’lardaki Votomatic gibi... 1880’lerde de
makina şeklinde tasarlanmış oy sandıklarına
rastlamak mümkün. Amerika Connecticut’da
yeralan bu tasarım, yan yüzeyinde yeralan, el
ile çalıştırılan kol sayesinde, ön yüzeyindeki
oy sayısını gösteren mekanik rakamları
değiştirme işlevi görüyor. Günümüzde ise,
ülkemiz hariç pek çok ülke artık elektronik
ortamlarda oy kullanıyor.
Siyah ve beyaz toplardan dijital mecralara,
ahşap sandıklardan şeffaf fütüristik
tasarımlara evrilen oy pusulaları, sandıkları
ve oy kullanma yöntemleri, ülkemizin kısa
seçim tarihi içerisinde de değişim göstermeye
çalıştı ancak eksik kaldı. 2011 seçimlerinde
40x55x50cm ölçülerindeki, şeffaf, ısıya ve
kırılmaya dayanıklı sert plastikten yapılmış
şeffaf sandık kullanması beklenilen Türkiye’de
ise, gönderilen yeni sandıklar ile oy verme
kabinlerinin ihtiyacı karşılayamaması
nedeniyle birçok seçim merkezinde ahşap
kullanılmaya devam edildi.
AĞUSTOS/2013
07
Dr. Banu Pekol
[email protected]
KAMUSAL ALANIN
OTELSEL DÖNÜŞÜMÜ
Misafir kelimesinin bilinen en eski kullanımının 11.yy’da yazılmış Kutadgu
Bilig’de olduğu söylenir. Kelime, bugün otellerin elinde ticari bir araç. Peki bu otel
misafirperverliğinin şehirlerdeki kamusal alanı kıstırması nasıl karşılanmalı?
İstanbul’da bu yıl müşterilerini ağırlayacak
yüzlerce yeni otelin sebebi olan agresif iştahın
sonucuna, yani turist talebini karşılamak
için gerçekleşen konaklama tasarımlarının
kenti ve kentlileri nasıl etkilediğine bakmak
için iyi bir zamandayız. 3 yıl önce yerinde
duran tarihi tütün deposunun arazisine çeşitli
restorasyon bahaneleri ile sıfırdan yapılıp
Mayıs ayında açılan Shangri La oteli, önünde
bulunan Beşiktaş-Kadıköy iskelesini yalnızca
müşterilerinin özel ulaşımı için kullanacak.
200 oda kapasiteli bu otelin müşterilerinin
keyfi tekne turları, yaz tarifesinde bile
günde 29 sefer yapan 1500 yolcu kapasiteli
vapurlara tercih ediliyorsa ortada misafiri
kentliden üstün tutan bir durum var demektir.
Kamusal alanı ele geçiren otel çılgınlığı
yalnızca yakın tarihimize özgü bir pratik
değil. İki ay önce başlayan direnişin
mekânsal kaynağı Gezi Parkı’nı, ismi daha
Gezi Parkı değilken de küçültme girişimleri
olmuştu. Henri Prost, 1936-37’de İstanbul
için hazırladığı nazım planında iki büyük
park belirlemişti. 2 no’lu park, Maçka,
Harbiye, Taksim ve Dolmabahçe arasında
yaklaşık 200,000 metrekarelik bir alanda
konumlanmıştı. Dönemin siyasal ortamının
imar hareketlerini yönlendirmesi o zamanda
bile etkiliydi ki adına ‘İnönü Gezisi’ denildi.
Dinlence ve kültüre odaklanan bu parkın
çeperine ve içine gazino, eskrim ve dağcılık
kulübü, radyoevi, açıkhava tiyatrosu, spor
ve sergi sarayı inşa edildi. Sadece parkın
güney ucunda eskiden Osmanlı Bankası
lojmanlarının, bugün The Marmara’nın
bulunduğu yer için bir otel önerisi vardı.
Ancak 1950’de hükümet değişince park için
hazırlanmış tüm projeler ve öngörüler iptal
oldu, yeşil alanın içinde oteller yükselmeye
başladı.
Biraz daha geriye gidersek, 1948’de yarışma
ile kabul edilen park gazinosu projesinde
(hatta elenen projelerde dahi) parkın silüet
ve topografyasına uyum görülmekteyken,
hükümet değişimiyle bu alana çok baskın
biçimli Hilton Oteli inşa edildi. Oteli inşa
etmek isteyen müteşebbisler doğrudan
hükümete başvurmuş, devlet desteği ile inşaat
başlamıştı. Otelin tasarımı Türkiye’de ilk ve
tek eserini yapacak SOM (Skidmore, Owings
& Merrill) önderliğinde, yerel danışman olarak
Sedat Hakkı Eldem ile yapıldı. Hilton Oteli
şehrin ilk büyük modern üsluptaki tasarımı
olarak beğenilmişse de parkın silüetini
ve bütünlüğünü bozduğu için konumunu
eleştirenler de vardı.
Willam Tabler Mimarlık’ın eseri olan New
York’taki Hilton oteli şehrin en büyük ve
modern oteli olmasıyla birlikte bu duruşunu
Central Park’ın içinde olmadan, onu
görebileceği bir yere konumlanarak pekiştirir.
Otel halen baş özellikleri arasında Central
Park’a yakınlığını sayıyorsa, hem misafir hem
de kentliler için parkın değerini kavramış
olduğundandır. Viyana ve Melbourne’daki
Hilton otelleri de şehir parkıyla diyalog
kuruyor; parkın içine değil, karşısına
konumlanarak.
1972’de temeli atılan, Türk AHE Mimarlık
Grubu’nun tasarladığı İstanbul Sheraton
Oteli (bugün Ceylan Intercontinental) İnönü
Gezi’sinin arazisinin içine, Mimar Rüknettin
Güney’in eseri Belediye Gazinosu yıkılarak
yapılarak döneminde İstanbul silüetindeki en
yüksek bina olmuştu. Diğer yandan Richard
Seifert’in 1973’te tasarladığı Londra Sheraton
otelinin tasarımı eleştiri alsa dahi Hyde
Park’ın arazisinin içine değil, karşısına inşa
ettirilmişti. Kısacası uluslararası oteller simge
tasarımlar için mimarlarla beraber çalışır,
ancak otelin konumunun kamusal bir park
arazisini işgal etmesi tamamen yerel erklerin
bu sermayeye kendilerince hürmetidir.
(Hilton açıldığında dönemin valisi otel zinciri
sahibine fahri hemşerilik ünvanı vermişti!)
2 no’lu park arazisine yapılan diğer otelleri
sayacak olursak, 1956’da Divan Oteli,
1988’de Swissotel, Tenis Eskrim ve Dağcılık
Kulübü yıkılarak yerine 1995’te Hyatt
Regency Oteli ve Gökkafes. Kamusal park
arazisi içinde kamuya ancak güvenlikten
geçirerek tahammül edebilen otellerin
yapılmasıyla 2 no’lu park makroyu yansıtan
mikro bir örnektir. Mimarlık, 2 no’lu parkın
tarihinde yalnızca inşaat ve biçim oluşturma
eylemi değil, politik bir sürecin biçimsel
yansıması olarak da ortaya çıkmıştır. Çıkar
politikaları sonucunda uzman planlama
birimlerinin önem ve yetkileri görmezlikten
gelinmiş ve ‘rant lobisi’ ile parkın içinde
ağaçlar sökülüp oteller dikilmiştir.
Swissotel’in açılışında otel genel müdürünün
‘kamuoyunun zamanla otelin görüntüsüne
alışacağı’ sözü de Giorgio Agamben’in
ifadesiyle istisna halinin norm haline
gelmesine örnektir.
08
GEZİ RUHUNU
RESMETMEK...
Türkiye’de sivil bir direniş örneği taşıyan Gezi Parkı Direniş sürecinde yaşanan
her bir olay, her bir kırılma noktası, her bir değişim, her bir isyan, her bir öfke,
her bir tepki, duygu, hüzün ve mutluluk yerini posterlerde, illüstrasyonlarda,
karikatürlerde buldu.
Sıktıkça Büyür
Gezi Parkı
Hepimizin,
Ağaca Sarıl
Gezi Parkı direnişinin
başlangıç ve en önemli
temalarından biri parkta
bulunan ağaçların varlığıyla
ilgiliydi. Bu poster Gezi
Parkı’ndaki ağaçların
kesilmesine engel olmak için
yapılan sivil ve pasif direnişin
tabiatını sergiliyor. Posterde
ağaçlara yapılan özel vurgu,
kentte bulunan ağaçların,
yeşil alanların ve doğanın
önemini yansıtıyor. İnsanların dans etmesi, müzik aletleri çalması, ağaçlara dokunması
insanların doğaya sahip çıkışlarını tarifliyor. Şarkı söyleyen, dans eden insanlar da
aslında ağaçların ve doğanın birer parçası olmaya başlıyorlar. Doğayla bütünleşen
insanı, ait olduğu çevreden koparmak gibi okunan ağaçların kesilme eylemi de bu
posterin en güçlü kavramlarından biri.
Yaşamak İçin Bir Ağaç
Gibi Tek ve Hür
Ayşegül Türkoğlu Alpak bu posterinde, Nazım
Hikmet Ran’ın ölümsüz şiirine gönderme
yapıyor. Sivil direnişin ağaçların kesilmesini
engelleme ve onları sahiplenme duygusu
ile şairin bir orman gibi kardeşçe yaşama
tutkusu birleştiriliyor. Direnişin başladığı
günden itibaren direnişçilerin sayısının hızla
artması da dizelerde yer alan beraberlik
temasını güçlendiriyor. Posterde ağaçların
sökülmesine karşı olarak sivil direnişe geçen
insanların giderek artması ve birbirlerine
verdikleri destek ellerin birleşmesi ile bir ağaç
soyutlaması yapılıyor. Ayrıca kompozisyonda
bulunan bütün eller ‘dur’ işaretini yaparak
Gezi Parkı’nda bulunan ağaçların kesilmesine,
parkın farklı bir yapılanmaya dönüşmesine
karşı çıkıyor. Bu da Gezi Direnişi’nin temel ve
başlangıç temasını ortaya koyuyor.
Gezi Direnişi’nin en
orijinal özelliklerinden
biri belki de hayatında
hiçbir eyleme katılmamış
genç, yaşlı, kadın,
erkek pek çok insanın
direnişe dahil olmasıydı.
Kadınların ön planda
olmaları bu direnişin
en ilginç yanlarından
biriydi. Kırmızı elbisesiyle
direnişe katılan kadının
gaz bombası sıkılması
anı direniş sürecinde
sıklıkla karşımıza çıktı. Murat Başol, yapmış olduğu bu ilüstrasyonda, bir yanda
kadının sivilliği, gündelikliği, savunmasızlığı, saldırısızlığı dururken, donanımlı polisin
bir müdahale aracı olan gaz bombasını kullanmasının tezatını gündeme getiriyor.
Gaz bombasının kadının pasif direnişini durdurmak amacıyla sıkılmasına rağmen,
bu müdahalenin direnişi azaltmak yerine artırmak doğrultusunda gerçekleştiğini
resmediyor. Tasarımcı, tüm bu tezatı, kullanılan orantısız gücün direnişin büyümesi ve
güçlenmesi, müdahalecilerin de onların yanında küçülmesi şeklinde yorumluyor.
Duran Adam
Taha Alkan Gezi Direnişi ile
ilgili toplumsal duyarlılığını
yüksek seviyede yaşamış
olan sanatçılardan biri.
İllüstrasyonlarını yapmadan
önce, yönetenlerle yönetilenler
arasındaki ilişkiyi sorgulayıp,
insanlara imgesel veri
sağlayan bir teknikle direnişi
yorumlama yoluna gidiyor.
Gezi Direnişi’nin önemli ve
özgün bir fenomeni olan
‘Duran Adam’ın hikayesini
anlatırken minyatür tekniğini kullanan sanatçı, ifadeleri arkaik bir yönteme aktarıyor.
Direnişin pasifliğini, olağanlığını sadece ‘durarak’ ifade eden ve eylemini bu sadelikte
yaparak bir o kadar da büyük etki yaratan ‘Duran Adam’ böylelikle çarpıcı arkaik bir
teknikle yorumlanarak direniş zaman tünelinde ölümsüzlüğüne kavuşmuş oldu.
AĞUSTOS/2013
09
Everyday I am Chapulling
İstanbul United
Kaan Demirçelik tarafından
yapılan bu poster çok anlamlı.
Birbiriyle devamlı karşı
saflarda ve rekabet halinde
olan üç İstanbul kökenli takım
olan Galatasaray, Fenerbahçe
ve Beşiktaş taraftarlarının
Gezi direnişi sürecinde ilk
defa direnişçi olarak bir
araya gelmeleri zihinlerden
silinmeyen sahneler yarattı.
Normalde aralarında büyük bir
rekabet bulunan, derbilerde
saldırganlık noktalarına kadar
gidebilen taraftarlar direniş
ruhuyla bu rekabeti bile aşarak
birleşti. Bu üç takımın sembolü
olan kartal, aslan ve kanaryanın
birlikteliğini resmeden sanatçı,
ilüstrasyonunu İstanbul United
olarak adlandırmış. Since
31 May 2013 yazısı da gezi
direnişinin başlangıç sürecini
belirtiyor.
(www.artofkaan.com)
Mert Tügen tişörtüyle,
kapri pantolonuyla,
gündelik haliyle,
saldırganlıktan
uzak naif duruşuyla
eyleme katılan bir
genci resmetmiş.
Sanatçı, direnişçinin,
eylemcinin imajının
gezi eylemi sürecinde
değişime uğradığını
gösteriyor. Kolektif
bellekte parkalı,
postallı, belki biraz
nobran olan eylemci,
artık içimizden
herhangi biri olabilir.
İnsanların tepki
göstermek istedikleri
bir konuda, farklı
biri olmadan eylem
yapabilmeleri
ve direniş
sergileyebilmeleri
görsel olarak
yaygınlaştı. Bu
durum, eylemciyi
ötekileştirmeden
kolektif bilincin
içine olduğu gibi
içselleştirerek katmış
oldu. Üstelik sanatçı pasif direnişçinin o sıradan halini yücelterek, tüm
müdahalelerden daha güçlü ve büyük olduğunu hissettiriyor. Ayrıca posterde,
‘çapulcu’ kelimesinin orijinal anlamını aşıp yeniden üretimine ve yeni
içeriğine de yer veriliyor.
Keep Calm
Chapullers
Ayşegül Türkoğlu Alpak, bu çalışmada gezi ruhunun heterojenliğini yansıtıyor. Farklı
ideolojilerden, farklı kökenlerden gelen pek çok pasif direnişçi benzer kaygılarıyla benzer
tepkileri hissederek bu direnişte birleşti. Yine burada direnişin sivilliği ve pasifliği,
direnişçilerin gerek kıyafetleri, gerek saçlarıyla gündelik, sıradan sunumlarıyla resmediliyor.
Gaz bombasından korunmak için temin edilen ürünler de çeşitlilik yaratıyor. Kimi insanlar
basit gaz maskeleri kullanırken, kimileri daha kapsamlı maskeleri kullanmış, gözleri korumak
için de deniz gözlüğü çeşitlerine gidilmiş. Uzun günler sürekliliği devam eden ve artan
direniş, direnişçilerin devamlı maruz kaldıkları gaz bombası karşısında önlemler almalarını ve
geliştirmelerini sağlamış.
Bu poster Gezi Direnişi
sürecinde ortaya çıkan
en önemli noktalardan
biri olan direnişçilerin
kendilerine ve
diğer direnişçilere
yaptıkları sakin ve
soğukkanlı olma
konusundaki telkinleri
anlatıyor. Bu telkinler,
direniş sırasında
provakosyanlara
kapılmamak, şiddet
içeren davranış ve
tutumlar sergilememek,
ve böylelikle pasif
direnişin yapısını
bozmamayı içeriyor.
Poster, müdahalelerin şiddeti karşısında bocalamaya düşen direnişçilerin
soğukkanlılıklarını kaybetmeden eyleme devam etmesini anlatıyor.
Posterin yeşil fonu ve ağaç figürü, direnişin asıl başlangıç noktasını
anımsatan ve sakinleştiren bir ruh hali sunuyor.
10
Sanem Odabaşı
[email protected]
YEŞIL ŞEHIRLER REKABETTE
Bir yanda “3-5 ağaçla” başlayan Gezi Parkı direnişi, öte yanda 140 ülkeden iklim
ve çevre aktivistinin katıldığı Global Power Shift... Yaz ayları, özlediğimiz dünya
üzerine biraz kafa yormak için ciddi bir fırsat oldu doğrusu!
Haziran ayı, başta İstanbul olmak üzere
tüm Türkiye’yi yoğun şekilde bir “çevrecilik”
sınavına/ sorununa tabii tuttu. Başta
Taksim’deki son yeşil alan olarak kalan
Gezi Parkı’nın korunması konusuna yönelik
yapılan protestolar ve hemen arkasından
350.org organizasyonluğunda düzenlenen
140 ülkeden çok sayıda iklim ve çevre
aktivistinin katıldığı bir haftalık Global Power
Shift (Küresel İklim Değişikliği) etkinliği ve
takibinde 29 Haziran günü GPS tarafından
gerçekleştirilen yürüyüş ile uzun zamandır
üzerinde düşünmediğimiz birçok değeri
, aslında başka bir dünyanın mümkün
olduğunu kısa süre içinde hatırlattı.
Her gün yüzlerce binanın, onlarca AVM’nin
çevreye bıraktığı kalıcı tahribat ve buna bağlı
olarak insanoğlunun atmosfere bıraktığı
karbon ayak izinden yola çıkmak başka bir
dünya için başlangıç, evet. Ama çevreci
mimarların yaptıkları çalışmalar, bunların
şehirciliğe kısa ve uzun vadede etkileri neler,
yeşil- sadece görüntü anlamında da değilbir şehir oluşturmak nasıl mümkün bunları
düşünmek gerekiyor.
Şehirler için iyi bir gelecek bırakmak, bugünkü
çalışmalara bakıyor. Birleşmiş Milletler’in
2004 yılında yaptığı bir araştırmaya göre
dünya nüfusunun 61%’i 2030 yılında
büyük şehirlerde yaşayacak. Yeşil bir şehir
oluşturmak içinse sürdürülebilirlikten
vazgeçmemek gerekiyor.
Sürdürülebilirlik kavramı ile birlikte birçok
alan kendi içinde yenilenmeye ve arınmaya
başladı. Bu kavram ile mimarlık da oldukça
yakından ilgili. Sürdürülebilirlik çerçevesi
altında çevreye, doğaya, iklime, insana
verilebilecek en az düzeyde zarar vermek
çevreci mimarların ilk ilkesi. Sürdürülebilir
bir yapı oluşturmanın başlangıç noktasında
temelde mimarlığa ait yapı ve form endişeleri
olsa da binayı doğal materyaller ve alternatif
enerji türleriyle oluşturma kaygısı da yatıyor.
Kiremit, ahşap gibi organik materyallerin
kullanımının yanı sıra geri dönüştürülmüş
cam, yıkılmış binalardan toplanan tuğlalar
kullanmak da mümkün. Bambu bitkisinin
çok hızlı büyümesi ve gelişmesinden dolayı
parkelerde bambu kullanımı yaygınlaşıyor.
Mimar Vincent Kuyhenhoven ise serpentin
taşının karbondioksit gazını hapsedebilme
özelliğinden yararlanarak çatılarda kiremite
alternatif malzeme olarak kullanıyor. Öte
yandan geri dönüşümün de çevreci bina
yapımında kullanıldığı alanlar mevcut.
Yalıtımda kullanılan sentetik malzemeler geri
dönüşümle elde edilebiliyor.
Dünya nüfusunda bu kadar hızlı bir büyüme
varken ve büyük kentler de az yeşil alana
sahipken, her şey umutsuz görünse de, New
Yorklu mimar Dan Barasch probleme çözümle
yaklaşıyor. PSFK 2013 Teknoloji ve İnovasyon
Konferansı’nda Dan Barasch, New York için
üretmiş olduğu The Lowline adlı bir projeden
bahsetti. Bu projeyle Manhattan’ın Lower
East Side bölgesinde, yer altında terk edilmiş
bir tramvay istasyonu olan alanı park haline
getirmeyi amaçlıyor. Yer üstüne yerleştireceği
güneş ışığını hapseden çanaklar aracılığıyla
yer altını aydınlatarak orada ağaç, bitki ve
çim yetiştirmeyi planlıyor. Böylece doğal
yollar aracılığıyla yer altında yeşil bir alanı
yapabilmek mümkün olacak.
Bir başka doğal yaşam alanı tasarısı ise
yine New York’da, Waldorf-Astoria Oteli’ne
dair. Otelin çatısı 20.000 arıya ev sahipliği
yapıyor. Böylece otel sahipleri bal üretimini
kendileri yaparken aynı zamanda arıların
popülasyonunun devam etmesine de katkıda
bulunuyor.
Ekoloji’ye Dost Şehirler
Mimarlıkla beraber şehircilik anlayışı
da gelişiyor. Dünyada birçok şehir artık
sadece metropol kent olmakla övünmenin
yetmeyeceğinin farkında. Büyük şehir olma
kaygılarını bırakıp, “yeşil şehir” olma amacını
taşıyan şehirlerin sayısı artmakta. Bunların
başında Vancouver geliyor. Vancouver,
2020 yılı için kendine bir eylem planı
hazırladı. Bu doğrultuda dünyanın en yeşil
şehirlerinden biri olmayı planlıyor. Bunun
için yapılan çalışmalar oldukça hızlı ilerliyor;
güneş panellerinin sayıca artması, yeni
bisiklet yollarının yapılması, jeotermal ısıyı
kullanmak, tuvalet sifonlarını sadece yağmur
sularını kullanarak sağlamak, yeşil çatılar
oluşturmak bunlardan bazıları.
Bir diğer önemli şehir projesi örneği
ise Birleşik Arap Emirlikleri’nde Masdar
kentinde gerçekleşiyor. Dünyanın ilk ekolojik
kenti olarak tasarlanan Masdar, tamamı
sürdürülebilir enerjiden oluşan, kesinlikle
karbon salınımının yapılmadığı, güneş
ışığını elektriğe dönüştüren panellerle
ve bu elektrik ile çalışan araçlarla dolu
bir kent olacak. Binaların tamamı ise
sürdürülebilir (organik, geri dönüştürülmüş/
geri dönüştürülmeye müsait) materyallerden
oluşacak. 2016 yılında bu projenin bitmesi
dahilinde 50.000 insanın Masdar’da
yaşaması planlanıyor.
Bu gibi örneklerin sayısı çoğalıyor, çoğalacak.
Dünya artık kendini her anlamda arıtmaya
ve doğal alanını korumaya mahkum. Aynı
prensipleri ve tutumları Türkiye için de
söyleyebilmek zaman alacak gibi duruyor.
Yine de geçtiğimiz Haziran ayı, şehircilik ve
mimari alanlarda bilinçlenmenin başladığı
fikrini doğuruyor.
AĞUSTOS/2013
11
Beste Sabır
[email protected]
SOLERI’NIN ARDINDAN
‘ARCOLOJI’
Biz kentsel dönüşüm adı altında, kanal projeleriyle doğal ekosistemimizi, üçüncü
havaalanıyla kentsel yerleşim dengesini altüst etmekle uğraşalım, Soleri bundan tam
43 yıl önce kent-mimarlık-ekoloji arasında bir bağ kurup, hayalini gerçeğe dönüştürmüş.
Sanayileşme sonrası kentlerinin hazin
gerçekliği için çözüm arayışları, hayalleri
ütopyaların içine sığdırıldı. Kimileri gerçekleşti
ve deneyimlendi, kimileriyse birer ütopya ya
da distopya olarak kaldı. Bahçeşehir, güzel
kent hareketleri gibi birçok deneysel yöntem
geliştirilip denendi. Ya günümüz kentlerinin
ütopyaları? Kent bahçeciliği, kentsel tarım gibi
konuların giderek vurgulanır olduğu günümüz
kentleri için, (insan-kent-doğa bağının altını
çizerken işleyen bir ‘yaşam modeli’ kurmuş
olan) Paolo Soleri’nin Arcoloji kavramı ve
Arcosanti yerleşimi paralelinde ipuçları
arayacak olursak…
1940’larda Frank Lloyd Wright ile çalışan
Soleri, mimariyi ekoloji ile birlikte ele
alan Arcoloji (arcology : architecture
+ ecology) kavramıyla insanlara doğal
kaynakları, köklerini ve doğayla uyumlu
oldukları zamanları hatırlatmayı amaçladı.
Tasarladığı sistemler mekan, yer, mimarlık
ve insan ikametgahını ekoloji ile birlikte
ele alıyor ve doğayla uyum sağlamak için
bir yaşam ve inşaat yolu öneriyordu. Soleri
Arizona Çölü’nde konumlanan Arcosanti’de,
arı kovanı benzeri binalarıyla sadece
alternatif bir mimari anlayıştan değil aynı
zamanda alternatif bir kültürden ve insan
yerleşimlerinin, peyzaj içinde yayılmak yerine,
daha kompakt, çok katmanlı ve çok boyutlu
bir şekilde geliştirilmesi gerekliliğinden
bahsediyordu. 1960’larda çoğunlukla
megastrüktürler tasarlayan ütopyacılardan
farklı olarak Soleri, daha sosyal ve ekolojik
boyutlu bir proje hayal etti, diğerleri sadece
kuramsal anlamda fikirler geliştirirken O çöle
gitti, kurduğu hayali gerçeğe dönüştürdü
ve bu sebeple karşı kültürün bir kahramanı
haline geldi.
Bir ‘kent laboratuvarı’ dediği Arcosanti
yerleşmesini kuran Soleri’nin ütopyasının
sadece %5’i gerçekleşti, başlangıçta beş
bin kişi hedefle yola çıkılan Arizona’daki
yerleşmede bugün 100 kadar gönüllü
bulunuyor, toplam 25 bin metrekare üzerine
kurulu yerleşim, doğal malzemelerin
kullanıldığı, hem ısıtma, hem de soğutmada
ekolojik kaynakların kullanıldığı bir yer. 1989
yılında inşa edilen son binanın ardından
herhangi bir inşaat süreci gerçekleşmemiş.
Sürece baştan sona bakıldığında en umut
verici yanı ise, Çin’de Dongtan, Birleşik Arap
Emirlikleri’nde ise Masdar Kenti, Arcology
ilkeleriyle geliştirilmekte. Arcoloji’de otomobil
kentin sınırları dışına atılmış durumda.
Binaların karma kullanımlı oluşu ile yaşam,
çalışma ve kamusal alanlar birbirine kolaylıkla
ulaşılabilecek mesafede. Böylece yürüme
kentin ana ulaşım şekli. Yerleşmenin kırsala
yakınlığı ile yaşayanlar kırsala hızlıca
erişebiliyor, tarım da kentin yakınında gelişiyor
ve gıdanın dağılımı daha kolay hale geliyor.
Yani Arcoloji, hiper-tüketimin karşısında enerji
etkin, verimli ve akıllı şehir tasarımıyla ‘yalın’
bir alternatif olarak durmayı amaçlıyor.
Arcosanti aynı zamanda bir eğitim merkezi.
Burada bina yapım teknikleri, Arcoloji
prensipleri gibi konular hakkında beş haftalık
eğitim programları gerçekleşiyor, gönüllüler
ve öğrenciler bu katılımcı sisteme dayanan
eğitim sürecinde yer alabiliyor. Alanı her yıl
yaklaşık 50.000 turist ziyaret ediyor ve alanı
deneyimliyor. Arcoloji’de Soleri, kent ve kır
hayatıyla direkt bir ilişkiden bahsediyor.
Christopher Alexander: “Bir yapıyı kullanacak
olanların neye gereksinimleri olduğunu
herkesten iyi bildikleri gibi, bir kentte
yaşayacak olanlar da kendilerinin bir
uzantısı olacak kentin nasıl olması gerektiği
-eğer bunu düşünmek, tartışmak, denemek
imkanını bulabilirlerse- sorusuna en iyi
cevabı verecek olanlardır. Demokratik toplum
ancak yaşayanların katılımıyla oluştuğu gibi,
böyle bir toplumun kentleri de yine onların
katılımıyla kurulabilir” diyor
Kentliler işe karışmadan yani Guichard’ın
“demokrasinin oksijeni” olarak nitelediği
“katılım” olmadan hiçbir yerel yönetim
kentlilere ideal bir kent vadedemez. Son
günlerde yeryüzü bir spazm geçiriyor,
biyolojik çeşitlilik gittikçe azalıyor, çoğumuz
ise bununla ilgili düşünmek istemiyoruz.
İstediğimiz zaman, bir köye yerleşip bir sebze
bahçesine sahip olmayı hayal ediyoruz.
Yani hayal etmekle yetiniyoruz. Akıl ile
duyguların sentezi, insanlığın da ekolojik
krizden çıkmasına yardım edebilir. Soleri işte
tam olarak bunu öneriyor: Yapış şeklimizi
değiştirerek verimli ve katılımcı bir kent
yaratabiliriz!
12
F.Dilek Himam
[email protected]
BİR TASARIM NESNESİ OLA
Gezi Parkı Direnişleri ile beraber hafızalarımıza kazı
maskelerden tutun, iç çamaşırlarından tasarla
dönemde ETMK İzmir Şubesi’nin İzmir Akdeniz Aka
Aslında gaz maskelerinin tarihi oldukça
eskilere dayanıyor. Ancak sadece
savaşlarda ve ayaklanmalarda kullanılmış
olan bu koruyucu nesneler, tarihin hiçbir
döneminde güzel anılar canlandırmıyor
insanların zihninde.
Gaz maskesi tarihinin en ilginç türlerden
birisi Antik Yunan’da kullanılan
süngerler. Sünger maskeler Antik Yunan
uygarlıklarında banyo yapma ve dolgu
malzemesi olarak kullanılmalarının
dışında savaşlarda gaz maskesi olarak
da kullanılmış. 1700’lü yıllarda içine
lavanta, nane ve kuru gül yaprakları
konularak kullanılan kuş gagalı maskeler,
kötü güçleri uzaklaştırma güçleriyle
ün salmış. Bugün bildiğimiz anlamdaki
görüntülere sahip gaz maskelerine
ilişkin ilk tasarımlardan biri, Alexander
von Humboldt tarafından 1799 yılında
tasarlanmış. Prusyalı maden işçileri
için tasarlanan bu maske, bir tür nefes
filtresi de içermekteymiş. 1854 tarihli
John Stenhouse tasarımı hava filtreli,
bakır çerçeveli ve iki yarı küre içine odun
kömürü tozu yerleştirilmiş gaz maskeleri
ise dikkat çekici diğer tarihsel örnekler
arasında yer alan maskelerden.
Savaş yılları her zaman olduğu gibi
insanoğlunu daha yaratıcı bir hale
getirdiği için envai çeşit gaz maskelerine
Birinci Dünya Savaşı’nda rastlanıyor.
Birinci Dünya Savaşı’nda gerçekleşen
gaz saldırılarından birinde uzun bir
kumaştan oluşan pamuklu ağız petleri
biçiminde maskeler ortaya çıkmış. 1930’lu
yıllarda tozdan koruyucu özellikleri olan
maskeler sokakta kadınlar tarafından
da kullanılan elegan bir aksesuar haline
gelmeye başlamış. Özellikle İkinci Dünya
Savaşı’nda tüm sivil halk nasıl gaz maskesi
kullanılacağı hakkında bilgi sahibi olmuş,
okullarda öğrenciler ve küçük çocuklar
için Walt Disney tarafından tasarlanmış
popüler çizgi film karakteri Mickey Mouse
şeklinde maskeler kullanılmış, hatta
hayvanlar için tasarlanmış maskeler bile
savaş yıllarının unutulmaz gaz maskeleri
arasında yer alıyor.
Aslında sadece saldırı zamanlarında
kullanılan bir nesne değil gaz maskeleri;
koruyucu özelliğinden dolayı inşaat
işçileri, kimya endüstrisi çalışanları ve
grafiti sanatçıları tarafından da sıkça
kullanılmakta olan bir nesne. Özellikle
1980 yılı sonralarında gaz maskeleri,
endüstriyel müzik sektöründe bir tür
amblem olarak kullanılmaya başlanıyor.
1988 yılında İngiltere’de ortaya çıkan
bir alt-kültür olan Cybergoth’ lar ile
birlikte bu maskeler gaz maskeleri ile de
tamamlanan bir tür endüstriyel estetik
yaratıyor. Cyberpunk ve rave akımının
bir arada harmanlandığı bu stilde, gaz
maskeleri ve PVC maskeler önemli bir
aksesuar haline gelmiş.
AĞUSTOS/2013
13
ARAK GAZ MASKESİ
zınacak olan nesnelerden biri de gaz maskeleri oldu. Profesyonel
anan maskelere kadar geniş bir yelpaze söz konusuydu. Aynı
ademisi iş birliğinde hazırladığı poster de manidardı.
Kimyasal saldırılarda, biyolojik ve radyoaktif
atıklara karşı koruma amaçlı yaygınlaşan
gaz maskeleri, başlangıçta yüzü koruyucu
özelliği olan bir nesne olarak ortaya çıkıyor.
Bugün özellikle ordu için tasarlanmış birçok
gaz maskesinde yüzü koruma özeliği dışında
çok daha fonksiyonel özellikler kazandırılan
ürünler tasarlanmakta. Gaz maskelerine
kullanıcının konforunu önemseyen ve telefon,
telsiz gibi iletişim araçlarına uyum sağlama,
içecek içebilme özelliklerine sahip olma
gibi özellikler kazandırılmaya başlanmış. Bu
anlamda gaz maskesi sektöründe yeni bir
dönemin başladığı konuşuluyor.
Küresel savaş ve felaketler insanlarda
adeta hiç bitmeyen bir endişe ve
korku kültürü yarattıkça, tasarımcılar
gündemlerine koruyucu tasarım ürünlerini
de yerleştiriyorlar. Bir yandan gaz
maskelerine ilişkin ironik tasarımlar da
belirmeye başlıyor. Bugün birçok tasarımcı,
dünyadaki direniş gündemine gaz maskeleri
ile katılıyor. Meksikalı tasarımcı Gianfranco
Rengaz 2011 yılında maske tasarımları ile
Haute Couture elemanlarını birleştirmiş
tasarımcılardan birisi idi. Kristallerle
süslediği gaz maskeleri tasarımcının
defilesinde arz-ı endam ederken gece
kıyafetleri ile karşıt bir ilişki yarattığı
için hakkında çok konuşulan bir tasarım
nesnesi haline gelmişti. Louis Vuitton,
Gucci ve Gianfranco Remi gibi isimler
de sipariş üzerine gaz maskesi üretmeye
başlayan tasarımcılar arasında. Tasarımcı
Diddo Velema’nın tasarımları da direniş
gündemine düşen nesneler oldu. Diddo
Velema gibi tasarımcılar olası bir savaşta
dış görünümlerine de önem vermek isteyen
bireyleri düşünmüş olacaklar ki, lüks gaz
maskeleri de tasarlamayı düşünmüşler;
dünyanın sonu gelirken hala şık görünmek
isterseniz belki bu maskeleri tercih
edebilirsiniz.
Toplumda paranoya ve endişe kültürü
arttıkça gaz maskeleri gibi koruyucu
tasarımlar daha da artacağa benzer. Elbette
tek dileğimiz gelecekte bizi gaz maskesi
kullanmamızı gerektirecek yaşamın
beklemiyor olması.
14
Dilek Öztürk
[email protected]
DEVLET POLİTİKALARI
GÖLGESİNDE KENTSEL MEKAN
Kentte rantsal değeri yüksek alanlarda devlet politikaları en belirleyici unsur.
Kentsel mekanın evrensel ölçekte edindiği kimlik, devlet politikaları ile tamamen
değiştirilebiliyor. İktidarın en görünür şekilde kendisini kabul ettirmesinin,
gücünü fiziksel mekana indirgemesinin en basit yolu da bu değil mi?
Taksim Meydanı
Toplamda 100.000 metrekarelik bir alanı hedefleyen Taksim Yaylaştırma projesi,
beraberinde trafiğin kısmi olarak yeraltına alınmasını öngörüyordu. İnşaat başladıktan
sonra kamuoyuna duyurulan proje, geçtiğimiz Şubat ayındaki kazılarda Osmanlı
dönemine ait bir kemere kalıntısını bulunmasıyla ara verilmişti. Hiçbir sürecinde
katılımın sağlanmadığı, kentsel meydandan çok, küçük ölçekte betondan bir
havalimanı pistini andıran proje (tabii bu alanlar yapılaşmadan kalırsa) inşaatı bugün
hala devam ediyor.
Gezi Parkı
Kentllinin katılımını bertaraf eden yakınımızdaki en çarpıcı örnek. 61. Türkiye
Cumhuriyeti Hükûmeti’nin, İstanbul’un Beyoğlu ilçesinde bulunan ve sadece umumi
hizmette kullanılmak koşulu ile tapuda İBB’ye tahsis edilmiş olan Taksim Gezi
Parkı’ndaki hukuki süreç hala netleşmiş değil. Gezi Parkı’na “Topçu Kışlası süsü verilen
AVM yapılmasına olanak tanıdığı” öne sürülen Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Yüksek Kurulu kararının iptali amacıyla açılan davada, 6. İdare Mahkemesi’nin verdiği
yürütmeyi durdurma kararını Bölge İdare Mahkemesi oybirliği ile kaldırdı.
Nowa Huta, Krakow, Polonya
Krakow’un doğusunda bulunan bu eski mahalle, komunist şehir planı anlamında en iyi
örneklerden biri. 1956’da Polonya’daki politik liberalizasyon, ekonomide ve mimaride
kısıtlamaların kaldırılmasını sağlayınca, mimaride modern stilin de Polonya şehirlerine
girmesi mümkün oldu. Polonyalı mimarların, kentsel tasarımda en yeni çözümleri
öğrenmek adına Stockholm’e gitmelerine izin verildi. Bunun sonucu olarak, yine
Le Corbusier’nin çizgisinden çıkmayarak, sözüm ona “İsveç blokları” inşa edilmeye
başlandı. 1980’lerde ancak ilk postmodernist bina olan Centrum E inşa edilebildi.
Novy most, Bratislava
Ulusal Slovak Ayaklanması’nın Köprüsü. Şimdiki adıyla, Novy most, yani Yeni Köprü.
Novy most, Bratislava’da Tuna Nehri’nin üzerinden geçen ve üzerinde ufo formunda asılı
bir gözlem kulesi ve restorana sahip, dünyanın ilk ve tek asimetrik asma köprüsü. Formu
açısından da Sovyet dönemi bilim-kurgu mimarisinin en belirgin örneklerinden biri. Köprü
için verilen yer seçim kararı, dönemi için oldukça politik bir karardı. Aslında yeni köprünün
bağlantı yolları ile inşası, tarihi kent merkezini yarıdan ikiye bölmeyi öngörüyordu. Köprü ve
bağlantı yollarının inşası için eski Yahudi Mahallesi ve tarihi şehir duvarları tamamen yıkıldı.
AĞUSTOS/2013
15
Palasseum Berlin: Kamusal İşgal ve Kitsch
1977’de inşa edilen Palasseum’un “güçlü” tasarımı, brutal mimariye bir örnek olarak
gösteriliyor. Bu mimari mucizenin bir sırrı var. Palasseum, aslında sadece içinden trafiğin
aktığı köprü rolünde bir bina değil, aynı zamanda 2. Dünya Savaşı’nda kullanılmış devasa
bir beton sığınağın üzerine inşa edildi. Berlin’de yer alan bir çok bina gibi, bu sığınağın
“etrafına” kurulmuş binayı da kaldırmak neredeyse imkansızdı. Palasseum bir sosyal
problem olmaktan daha çok bir çeşit başarıya dönüştü. İçinde yaşayan insanların da
yardımıyla 514 dairelik bina, hem yapısal hem de sosyal olarak yeniden hayata döndürüldü.
Copy-paste Prefabrik blok elde etme şekli:
Plattenbau
Özellikle Sovyet ülkeleri ve Doğu Almanya’da gelişen bu konut elde etme biçimi, prefabrike
beton tabakalardan oluşuyor. Bu tipoloji, “Panel bina” olarak adlandırılıyor. (Platte: panel,
bau: bina) Doğu Almanya’daki Plattenbau alanları, kentin “yeni gelişme alanları” olarak
tanımlanmıştı. Bu yöntem, 1960’lardan itibaren Almanya’daki konut ihtiyacına, inşası daha
ucuz ve daha hızlı olduğu için bir cevap oldu. Politik süreçlerin getirdiği bu konut tipleri, o
kadar standardize oldu ki, farklı tipolojilerde, kule ya da apartmanlar bütünü şeklinde farklı
isimlerle adlandırılan panel bloklar üretildi: P2, WBS70, WHH GT 17 ve Q3A gibi…
Stalin Binaları, Brno, Çek Cumhuriyeti
Stalin Dönemi mimarisi kendini en çok askeri yapılarda gösterdi. Genelde bir yapı adası
boyunca devam eden betonarme binalar, bir yandan siyasi güç sembollerini kapı süslemeleri
ve cephelerindeki detaylarda gösteriyor. Mies Van Der Rohe’nin modern mimarlığın mihenk
taşı olan Vila Tugendhat’ı inşa ettiği, Çek Cumhuriyeti’nin Brno şehrinde, Stalin döneminden
kalan bu yapılar, genelde konut alanlarının içinde konumlanıyor.
Tempelhof: Berlin’in En Büyük Kamusal Alanı
2008 yılında kapatılan Tempelhof Havaalanı, günümüzde kentin en büyük kamusal alanı
olarak kullanılıyor. Neuköln, Kreuzberg, Schönenberg mahallelerini birleştiren alan, insan
ölçeğini aşan ama içinde her türlü kamusal aktiviteyi barındıran bir platform. Nazilerin
dahi mimarı Ernst Sagebiel tarafından tasarlanan Tempelhof, kapatılma kararının ardından
büyük tartışmalara neden oldu. Hatta UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirasları’na dahil
edilmesi için girişimlerde bulunuldu. Berlin Senatosu’nun havaalanı pistini parka çevirip,
binaları devlet dairesi olarak kullanacağı, alana yüksek katlı binalar inşa edileceği, müze
yapılacağı gibi pek çok senaryo ile alanın akıbeti belirsizliğini hala koruyor. Petržalka
Plattenbau’nun Slovakça’sı Panelak. Komunist dönem yapı elde etme biçimlerinin en karakteristik
örneklerinden olan blok apartman modellerini, kendi içinde bir “gated community” tarzında
barındıran Petržalka mahallesi, Sovyetler Birliği’nin dağılma sürecinde Çek Cumhuriyeti
sınırlarındaydı. Şimdi, Orta Avrupa’da bu tipolojiye örnek en büyük konut alanı, 130.000’den
fazla nüfusuyla Slovakya’da bulunuyor. Panelaklar da Plattenbaular gibi savaş sonrası dönemde
kolay-ucuz-hızlı konut üretim ihtiyacı kadar, mimarlık ve kentsel tasarım dışında, insanlarda da
kollektivistik bir ruh görmeyi amaçlayan ideolojik sebeplerden dolayı ortaya çıkan bir çözüm.
16
Gözde Severoğlu
[email protected]
HER DÖRDÜN BİRİ ÖDÜL
Başvuran ve ödül alan ürün sayısındaki artışa bakınca Red Dot Award: Product
Design 2013 için kendi zirvesini yaşıyor denebilir. Bu sene, 54 ülkeden gelen her
dört başvurudan bir tanesi ödüle layık görüldü.
Tasarımcılar ve tasarıma yatırım
yapan firmalar, ödül almaya, tasarım
sektörünün uluslararası jürilerini
oluşturan bilir kişiler ödül vermeye
devam ediyor. Bu alma verme dengesini
uzun süredir devam ettiren yarışmalar
arasındaki en popüler ödül sistemi Red
Dot ise pazarlama konusunda etkili
adımlar atmakta gecikmeden, gelişmekte
olan ekonomilere mercek tutmayı,
istatistikler çıkarmayı unutmuyor.
Ödül sistemi hiyerarşisinde en üstte
yer alan Best of the Best sahipleri
arasına rahatlığını fiziksel olarak
algılamanızın pek de mümkün olmadığı,
ruhunuza hitap eden WaterKnoll’un
Foster520 berjeri üretim hassasiyeti,
kalite ve ürün dili ile katıldı. Elektronik
ürün üreticilerinin ekran genişliği,
inceliği gibi konularda yarışır olduğu
şu günlerde LG yenilikçi ve benzersiz
konkav televizyonu ile ödüle layık
görülenler arasında.
Yılın tasarım ekibi seçilen Lenovo
seneyi bir tane de Best of the Best
ile tamamladı, dünyanın 3 farklı
noktasında tasarım ofisleri olan ekip
ödülü tablet ile dizüstü bilgisayarın
kesişimde, renk tercihleri ile
kişiselleştirilebilir bilgisayarları
IdeaPad ile aldı. Girişimci tasarımcı
Bernhard Elsässer, porselenin
esnekliğini üretim yöntemindeki
deneysel yaklaşımı ile gözler önüne
serdi ve jüri tarafından takdiri alarak
ödüle layık görüldü. DesignWright
tarafından Lexon için tasarlanan ödüllü
Flip çalar saat, kolay kullanımı ile
benzersizliğini ortaya koyuyor. Alarmın
durdurulması için saati çevirirken,
malzemenin sağladığı esneklikten
faydalanma imkanına sahipsiniz.
Türkiye’den yoğun ilgi
Ülkemiz adına gerçekleşen ürün
tasarımı başvurularının 21’i Reddot,
4’ü Honorable Mention ödülü ile
sonuçlandı. Arçelik bünyesindeki
Designaffairs group imzası taşıyan
Grundig beyaz eşyalar ve küçük ev
aletleri, Beko bulaşık makinesi, Vestel
Beyaz Eşya’dan bulaşık makinesi ve
klima, Vestel Elektronik’in kumanda
ve televizyonu Erna Maş Blender Seti,
Designum tasarımı Homend küçük ev
aletleri mutfak ve ev kategorilerinin
kazananları arasında yer aldı.
Mobilya kategorisinde Koz Susani
Design tasarımı Basket sehpa, iç mekan
kategorisinde NG Kütahya Seramik
için Yiğit Özer tarafından tasarlanan
Nexus seramikler, Vitra’nın Balance
duvar ve Ultra yer karosu tasarımları
ayrı ayrı ödüle layık görüldü. Banyo
kategorisinde Banat için Kilit Taşı
Tasarım tarafından tasarlanan Acrobat
Jr Çocuk diş fırçası ve Serel Seramik’in
vitrifiye koleksiyonu yer aldı.
Ofis mobilyaları kategorisinde
Türkiye’den Koleksiyon Tola Ofis
Sandalyesi ile, Tuna Ofis Mobilyaları
E-motion Ofis Sistemleri ile ödüle
layık görülenler arasındaydı. Arkel
Elektronik için Arman Tasarım
tarafından tasarlanan Arcode Inverter
endüstri kategorisinde, KBB-Tautmann
yatak başı dolabı ve Nitrocare’in
hidrolik acil durum sedyesi NTQ7 sağlık
kategorisinde ödüle layık görüldü.
Tasarıma yapılan yatırımın, bağımsız
jüri üyeleri tarafından değerlendirildiği
bu ödül sistemi ülkemiz için örnek teşkil
edecek titizlikler içeriyor. Başvuru için
hesap açtığınız andan, ödül törenine
dek her adımda farklı kişiler ile anında
yazışmalar yapabiliyor ve destek
bulabiliyorsunuz. Ekibin profesyonel,
yapıcı ve ılımlı yaklaşımı sizi bir sonraki
sene yeniden başvurmaya motive
ederken diğer yanda ülkemizdeki
Design Turkey için de ‘‘ah keşke’’
dedirtiyor. Görev dağılımını biz de
Alman sistemindeki gibi net ve insaflı
gerçekleştirebilsek, 2014’te şaşırtıcı
şekilde düzenli bir çalışmaya imza
atabiliriz. Red Dot’ın kendi içinde
yarattığı gelir kaynaklarını da örnek
alırsak, ödül sisteminin madden kendini
döndürebilmesi adına bize düşen görevi
yerine getirmiş sayılabiliriz.
AĞUSTOS/2013
17
Ömer Durmaz
[email protected]
GRAFIK TASARIM
SIMGESINI KAYBETTI
Bir hayata pek çok üretim alanını sığdırmış bir isim Sait Maden; şair, yayıncı,
çevirmen ve grafik tasarımcı. Çalıştığı her alanda öncülük etmiş, yeniliklere yol
açmış bu büyük usta, 19 Haziran çarşamba günü 82 yaşında hayata gözlerini yumdu.
Sait Maden, 2014 yılında tasarım
kariyerinde 60 yılı geride bırakmış
olacaktı. 1950’li yıllardan itibaren
ürettikleri, Türkiye’nin görsel
hafızasında önemli imgelere dönüşmüş
durumda. Grafik tasarımın tarihiyle
ilgili yaptığı araştırmalar, tasarım
yazıları, mesleki örgütlenme çabaları,
modern tipografinin grafik tasarımda
kendine yer edinmesi, tasarımcı tavrıyla
çağdaşlarına örnek olması Maden’in
öncü çalışmalarıyla ilgili ilk akla
gelenler…
Sait Maden’in Ardından...
Zeynep Oral: “Onun o çok cömert, çok
efendi, çok çalışkan, çok yaratıcı, çok
inatçı (yaptığı işte inatçı, ilkelerinde
inatçı, mükemmeli yakalama çabasında
inatçı), çevresine sonsuz saygılı
yüreği durduğunda, günlerden 19
Haziran’dı… O günden beri bu eşsiz
insan için birbirinden güzel yazılar
yazıldı. Şairliği, grafik sanatçılığı,
çevirmenliği, 8000 kadar kitap ve dergi
kapağı çizmesi, 500 kadar logo, şiir
antolojileri… Söylenecek hiçbir söz ona
artı bir şey katmayacak…”
Selim İleri
“Çevirilerinin yanı sıra, şiirler yazdı Sait
Maden. Şiirlerini hayli geç yayımladı.
Belki bu yüzden ‘şair’ Sait Maden ön
plana çıkmadı. Gerçi hiçbir alanda ön
plana çıkmaktan hoşlanmazdı. Ölçüsü,
özeni, dış görünümde hep dingin Sait
Maden’in özellikleriydi. En son, üç dört
yıl önce, Karaköy vapur iskelesinde
karşılaşmış, Kadıköy’e birlikte geçmiştik.
Hızla değişen sanat ortamından
yakınmıştım. Gülümseyerek, sessizce
dinlemiş, ‘Umutsuzluğa kapılmamak
gerekir’ demişti, ‘her birimiz kendi
yolumuzda yürüdükçe…’ Kendi yolunda
yürüyenlerdendi…”
Jale Güneş
“Sessizliğinle bir ülke armağan ettin
bize, sözcüklerin ülkesini, daha ne olsun
üstat? Daha ne olsun!”
Sadık Karamustafa
“Onun için çağdaş tipografi anlayışını
Türk grafik tasarımına getiren tasarımcı
demek hakbilirlik olacaktır.”
Fotoğraf: Uygar Özel
İlhan Bilge
“Türkiye’de iyi şairler, iyi çevirmenler,
iyi araştırmacılar, iyi yayıncılar, iyi
politik eylemciler, iyi tasarımcılar var ve
her zaman olacak. Ama bütün bunları –
müthiş bir çalışma disiplini ve ilkeler
bütünüyle birleştirerek- bünyesinde
toplayan bir başka insan bir daha
olmayacak.”
Feridun Andaç
“Bir imge yaratıcısıdır Sait Maden.
Maden’i birçok yönüyle anlatmak
gerektiğini düşünürüm. Tek bir yanından
söz ederseniz eksik kalır onu anlamak,
tanımlamak.”
Refik Durbaş
“Simge’lerin büyük ustasıydı. Şiirlerinde
de bu simgelerin izini sürdü.
Bundan
sonra da yarattığı bunca simgeden biri
olarak yaşayacak hatıramızda...”
Oktay Taftalı
“Türkiye’nin sayılı iki üç isminden
birisidir. Hâttâ grafiğin en yoğun
kültürel açılımı olan kitap kapağı
alanında, yıllarca tek otorite olduğu
dahi iddia edilebilir. Ancak kendisi son
derece mütevazı, sakin, mesafeli ve
hassas bir insan izlenimi bırakırdı.”
Adnan Özer
“Cağaloğlu beyefendilerinden birini
daha kaybettik. Cağaloğlu’nun
simgelerinden biriydi...”
Ataol Behramoğlu
“Çok üzgünüm. Alçak gönüllü, yetenekli,
büyük bir sanat emekçisi idi. İyi bir
şair ve olağanüstü yetenekli bir şiir
çevirmeni idi. Yapıtları önemini her
zaman koruyacaktır.”
Bertan Onaran
“Güzel sanatların hangi dalına el attıysa
aynı titiz, sorumlu, bilinçli çalışmanın
ürünlerini verdi. Benim bütün sanatların
ereği, toplamı saydığım Yaşama
sanatının tartışılmaz ustasıydı.”
Metin Celal
“Şairliği yanında çevirmenliği ve
grafik sanatına verdiği emekle de çok
önemli bir isimdi. Çok önemli şiir
kitaplarının çevirmenliğini yaptı. Grafik
sanatı alanında birçok ismin hocası
pozisyonundadır. Çok önemli bir kayıp.”
Yılmaz Aysan
“Özellikle 1960 döneminde yaptığı
çalışmalarla çok önemli bir isim.
Modern Türk grafik sanatının yaratıcı
babalarından diyebiliriz. Sanatından
hiç ödün vermedi. Kendini daha çok
şair olarak görüyordu. Eserleri hâlâ
eskimemiştir. Geçici modalara hiç
kapılmadı.”
Levent Cantek
“İleride bir gün memleketteki grafik
tasarımın tarihine bakıldığında,
hep onun işleri üzerinden birşeyler
anlatılacak”
Rauf Kösemen
“Kapakları birer afiş gibidir. Belki
de bu yüzden afişleri beni daha çok
etkiliyor. Zübük, Fareler ve İnsanlar,
Kurtlar Sofrası gibi işlerini hatırlıyorum.
Ama bana sorarsanız en vazgeçilmez
işleri kuş figürlerini kullanarak yaptığı
simgelerdir.”
Turgay Fişekçi
“1960’ların yayın dünyası
düşünüldüğünde, bir tasarım devrimini
yine Maden’in gerçekleştirdiğini
görürüz… ‘Sait Maden’siz bir dünyada
yaşayacağız artık’ denemez. O kadar
çok şiire boğdu ki dünyamızı, o şiirler
yaşadığı sürece o da bizlerle olacak.”
18
Barış Gün Şahin
[email protected]
TASARIM VAKFI İSTANBUL
İÇİN GERİ SAYIM BAŞLADI!
Türkiye, tasarım kültürüne sahip çıkmak adına, tasarımı, tasarımcıyı, üreteni, tüketeni
destekleyecek ve projeler geliştirecek bir vakfa kavuşuyor.
Katma değeri yüksek iş yapma geleneğini
yerleştirmeyi, yaratıcılığın önünü açmayı ve
ilham kaynaklarını çoğaltmayı hedefliyor.
Endüstri, hizmet ve eğitim sektörlerine
“yüksek katma değerli” boyutlar getirmek
adına tasarım kültürünü tanıtmayı, yeni
birliktelikler için yeni düşünce ve modeller
kurgulamayı hedefliyor.
Koleksiyon’un kurucusu Faruk Malhan, uzun
yıllar hayalini kurduğu ve ön çalışmalarına
geçtiğimiz yıllarda başladığı bir projeyi
hayata geçiriyor. Kuruluş sürecinde ve bazı
özel etkinliklerde Koleksiyon’un desteğini
alan vakıf, diğer tüm kar amacı gütmeyen
kuruluşlar gibi bağış ve sponsorluklar ile
hayatını sürdürecek.
Nerede? Ne Zaman?
Vakıf, kalıcı yuvasını bulana kadar,
mekan olarak Koleksiyon’un Sarıyer’deki
merkezinde taş binada konumlanıyor.
Vakfın resmi başvurusu 15 Nisan 2013’te
yapılmış, mahkemeden onayın çıkmasıyla
yaz aylarında diğer tescil işlemleri yapılmış.
Neden?
Yaratıcı ekonomileri tasarım
kültürüne, tasarım kültürünü küresel
boyutlara taşımayı amaçlıyor.
İmkanı olmayanlara destek vermeyi,
paylaşmayı, bilgilendirmeyi, eğitimcileri,
araştırmacıları, yaratıcıları, üreticileri bir
araya getirmeyi amaçlıyor.
Tasarım Vakfı İstanbul, kendini uluslararası
bir platformda konumlandırmak, bir yandan
da yaşadığımız coğrafyanın zenginliğine
vurgu yapmak istiyor. Özetleyecek olursak,
yerli ve yabancı tasarımcılara zanaatı,
el emeğini, kültürel mirası ekonomiyle
birleştirerek daha çok ön plana çıkararak,
onların ilham kaynaklarını genişletmeyi ve
geliştirmeyi hedefliyor.
Ne? Nasıl?
Vakfın yapacağı çalışmalardan biri,
yurtdışından belli bir konuda uzman,
üretim kalitesi ve yaratıcılığı “usta/master”
seviyesinde olan kişileri Türkiye’ye davet
etmek. Türkiye’den ise kariyerinin henüz
başında olan, “master” ile uyumlu çalışma
alanları olan, genç tasarımcılardan bir
çalışma ekibi oluşturmak. Oluşturulan ekip,
çalışma konusuna göre kültürel mirasıyla
öne çıkan Mardin, Hatay, Gaziantep, İstanbul
gibi şehirlerde geziler yapacak, zanaatkarlar
ile tanışacak, ortak çalışmalar yapacak.
Daha sonra İstanbul’daki vakıf atölyelerine
dönülerek tasarım ve üretim süreci
başlayacak.
Vakıf bunların yanında ayrıca, Anadolu’da
özellikle kadınlara iş imkanı sağlayacak
SIKÇA SORULAN SORULAR
Merkez İstanbul mu? Türkiye mi?
Vakfın idari merkezi İstanbul. Dünya ise
tasarım merkezi.
serilerinin hazırlığı ile ilgili çalışmalar
yapıyor. Bunun yanında yapılacak atölye
çalışmaları ve yurtiçi gezileri ve uluslararası
projeler planlıyor.
Sponsoru var mı?
Kuruluş ve mekan desteği Koleksiyon
tarafından sağlanıyor. Etkinlikler için
sponsorluk çalışmaları devam ediyor.
Konuşma serisi nedir?
Frame dergisi organizasyonuyla
gerçekleşecek, konferanslar mimarlık,
tasarım ve kültürel alanda çalışmalar
yapan önemli isimler ve/veya
kurum temsilcilerinin katılımıyla
gerçekleşecek. Detayları yakında
paylaşılacak.
Böyle bir vakıf Türkiye’de var mı?
Türkiye’de Cam Ocağı Vakıf ve Emre Senan
Tasarım Vakfı en yakın iki örnek arasında
sayılabilir. Fakat Tasarım Vakfı İstanbul’un
farklı yanı dönemsel çalışmalar yerine
sürekli iş yapan bir tasarım merkezi olarak
planlanmış olması.
Vakıfta şu an neler yapılıyor?
Vakıfta şu an basın lansmanı çalışmaları
ve Frame organizasyonuyla, Eylül ayında
başlayacak ve dört ay sürecek konuşma
Atölye ve konferanslar dışında
neler yapılacak?
Tasarım kütüphanesi, forum, yurtiçi
gezileri, film gösterimleri, sergi, yayın, arşiv,
akademik araştırmalar, uluslararası ortaklı
projeler, tasarım yönetimi seminerleri,
kobi’lere eğitim vb.
projeler geliştirmeyi de hedefliyor.
Firmaların sponsorluğu ya da talebiyle
geliştirilecek projelerde, evinde beş çocuk
bakan kadınlar için de iş imkanı doğacak
gibi görünüyor.
bir grupla vakfın kapsama alanı ve öncelikli
etkinlikleri tartışıldı. Toplantı çıktıları,
Türkiye’nin durumunu göz önüne alınarak bir
süre gündemi meşgul etmemek adına henüz
paylaşılmıyor.
İlk Etkinlikler
Vakıf, Ağustos ayı içinde toplantı çıktılarını
sosyal medyada paylaşmayı, sanal
ortamda fikir ve önerileri toplamaya devam
etmeyi planlıyor. Ayrıca, hukuki ve idari
çalışmaların tamamlanmasını takiben,
Ağustos sonu/Eylül başı bir basın lansmanı
yapılarak faaliyetlerine resmen başlamayı
planlıyor.
Katılımcılık, ortak çalışma, açık iletişim
ilkelerini benimseyen vakıf, ilk etkinliğini
(Gezi olaylarının başladığı günlerde) 28
Mayıs 2013’te bir paydaş toplantısıyla
gerçekleştirdi. İlgili akademisyen, STK
temsilcileri, tasarımcılardan oluşan küçük
AĞUSTOS/2013
19
Ömer Durmaz
[email protected]
GRAFIK TASARIM TARIHINE
KISA BIR YOLCULUK: 1920–1970
Bir zamanlar, basın–yayın dünyası için çalışan, ‘matbaa ressamı’, ‘kapak ressamı’,
kısaca ‘ressam’ olarak adlandırılan sanatkârlar vardı. İşte, günümüz grafik
tasarımcılarının ‘öncüleri’ diyebileceğimiz basın–yayın ressamları, “Babıali’nin
Kapak Ressamları” sergisiyle anıldı.
Serginin kapsadığı kitap ve dergi kapaklarına
ait resimleme ve kapak tasarımı örnekleri,
ressamlardan grafik tasarımcıların üretimine
geçen kırılma noktasının öncesine ve geçiş
dönemine ait ürünler.
19. yüzyılda Osmanlı devletinin idari
merkezinin (şimdiki İstanbul Vilayet binası)
bulunduğu yere “Babıali” denirdi. Babıali,
1870’lerden itibaren kitapçıların, gazetelerin,
dergilerin ve matbaaların da bu bölgede
toplanmasıyla Türk basın–yayınının da
merkeziydi. Cumhuriyet’in ilanından sonra
devlet yönetimi Ankara’da yer alırken,
İstanbul’daki “matbuat” merkezi aynı adı
yıllarca koruyarak basının kalbi oldu. “Ankara
Caddesi” adı verilen cadde hep “Babıali
Yokuşu” olarak anıldı.
Eskiden süreli yayınların hazırlandıkları yer,
basıldıkları yerdi. Babıali’deki yayınevleri,
gazeteler ve matbaalar, kurum içinde
görevli ya da dışarıdan iş üreten ressamlarla
çalışırlardı. Bu kişiler, o dönem için ‘ressam’
olarak ifade edilen, görev tanımı tam da
belirlenmemiş sanatkârlardı.
1920–1970 yılları arasında kitap ve dergilerin
tasarım, resimleme işleri Babıali’nin gündelik
görsel ihtiyaçlarına hızlı çözümler sunan bu
deneyimli ressamların elindeydi. Dolayısıyla
sergi başlığındaki “Babıali” sözcüğü, sonradan
düşürülmüş rütbesiyle değil, Türk tasarım
tarihindeki önemli yerini vurgulamak için
kullanıldı.
Niçin kitap ve dergi
kapakları?
Arşivin içindekilerden kitap ve dergi
kapaklarını seçmenin getirdiği bazı avantajlar
var: Bu çalışmaların yapıldığı tarihleri ve
tasarımcılarının adlarını öğrenebiliyoruz.
Çünkü kitapların ve dergilerin çoğunda
kapak ressamının adı ve basım tarihi yazılı.
Basım yılı her zaman tasarımın yapıldığı
tarihi göstermese de, elimizdeki baskının
tarihi, tasarım tarihinin en azından sınırlarını
gösterir. Eldeki kopya, kitabın birinci basımına
ait ise zaten bu sorun ortadan kalkar.
Basım yılını bilmek, bize yapıtları kronolojik
sıraya koyma ve tasarımın yıllar içinde izlediği
çizgiyi anlama olanağı verir. Diğer tasarım
ürünlerinin pek azında bu olanak vardır.
Güçlükle toplayıp bir araya getirdiğimiz
afişleri, ambalajları, broşürleri, tarih
sırasına koyamıyoruz; birkaç istisna dışında,
tasarımcılarını da bilmiyoruz. Bu yüzden
basın–yayın ürünleri, tasarım tarihini okumak
için yararlı araçlardır.
Kültür dünyası, grafik tasarımcıların nispeten
özgür olduğu ve ortalama beğeninin üzerinde
yer alan çalışmalarını kabul ettirebildiği
bir alan oluşturur. Bugün ülkemizde grafik
tasarımın, yapılması ve izlenmesi en keyifli
ürünleri; kültür ve sanat projeleri için
yapılanlar, yani tiyatro ve opera afişleri, plak
ve kitap kapakları ve benzeri çalışmalardır.
Oysa 60’lı yıllara kadar kültürel alan için çok
az tasarım yapılıyordu. Tiyatro afişlerinin,
muşambadan, elde kesilmiş harflerle
basıldığı yıllar, bunlar. Tasarımcıların yaratıcı
yeteneklerini gösterebildikleri ve takdir
gördükleri tek alan belki de kitap ve dergi
kapağı tasarımlarıydı. Bu nedenle, kitap ve
dergi kapaklarını izleyerek, her dönemde
grafik tasarımın ulaştığı yetkinlik düzeyini
görmek mümkün. Sıradan ticari örneklere
bu alanda da rastlanabiliyordu elbette, ama
yine de kitap ve dergi kapakları, yapıldıkları
dönemin tasarımının ulaştığı seviyeyi
gösteren önemli örneklerdi.
Sergide hangi isimler
yer aldı?
“Yapanın” üzerinden değil, “yapılanın”
üzerinden kurgulanan bir seçki olduğu
için sergide birçok kapak çalışması yer
alıyor; dolayısıyla birçok da isim. Sırasıyla:
Cevat Şakir Kabaağaçlı, Sedat Simavi, Naci
Kalmukoğlu, Ramiz Gökçe, İhap Hulusi Görey,
Cemal Nadir Güler, Münif Fehim Özarman,
Sabiha Rüştü Bozcalı, Cemal Görkey, Rıfat
Cevdet Akçiz, Hayri Bey, Ömer Nuri Bey,
Ratip Tahir Burak, Mazhar Nazım Resmor, Ali
Suavi Sonar, Mazhar Apa, Ferit Apa, Ercüment
Kalmık, Sururi Gümen, Agop Arad, Firuz Aşkın,
Bedri Koraman, Abidin Dino, Turhan Selçuk,
Çetin Aşki Özkırımlı, Güngör Kabakçıoğlu,
Mehmet Tekdal, Nihat Öcal, Cemal Akyıldız,
Yalçın Çetin, Sezgin Burak, Hüseyin Mumcu,
Mesut Manioğlu, Sait Maden, Ayhan Erer,
Fikret Akgün, Faruk Geç, Etem Çalışkan,
Samim Utkun, Oral Orhon, Sungu Çapan, İnci
Tuğsavul Özgüden, Erkal Yavi, Aydın Ülken…
Elli yıllık dönemin onar yıllık zaman tüneli
panolarıyla aktarıldığı sergide, kitap ve
dergi kapakları üzerinden “toplu bakış”
olanağı sağladığı için çağdaş grafik tasarım
dilinin olgunlaşma süreci de görülebiliyor:
1950’li yıllarda Sait Maden, Ayhan Erer gibi
tasarımcılar öne çıkıyor ve kırılma başlıyor;
1960’lı yıllarda bu isimlere Oral Orhon,
Sungu Çapan, İnci Tuğsavul Özgüden, Erkal
Yavi, Aydın Ülken gibi tasarımcılar ekleniyor
ve nihayetinde 1960’lı yıllarda Batılı anlamda
bir grafik tasarım ortamından söz etmek
mümkün hale geliyor.
“Grafik tasarımcılardan önceki grafik
tasarım” dönemi, bugüne kadar yeterince
araştırılmamış, hatta ötelenerek
ötekileştirilmiştir. Oysa bu dönem, 1970’e
kadar ağırlığını koruyor ve 90’lara kadar da
etkisi sürüyor. Türkiye tarihinde bu kadar
uzun süre sahne alan bir dönemin üretim
yoğunluğu azımsanamaz; görsel hafızaya,
anonim görsel dile etkisi yadsınamaz.
Dolayısıyla sergi, görsel dökümüyle bu pek
de bilinmeyen/önemsenmeyen dönem için
kapıyı araladı, kapsamlı araştırmalar için ilgi
uyandırdı.
20
Dilek Öztürk
[email protected]
UPCYCLING ZAMANI
Geri dönüşümün bir adım ötesindeyiz. Artık, zamanımızın en bereketli kaynakları olan
çöplerin çok çeşitli şekillerde yeniden kullanılması mümkün.
“Upcycling”, recyling’ yani geri dönüşüm
kavramının bir adım ötesinde, tasarım
sürecinde kullanılan malzemeden, sonuç
ürüne kadar her şeyin geri dönüştüğü, hiçbir
şeyin atılmadığı bir süreç. Bu yeni kavram,
tasarımın her sürecinde sürdürülebilir olmayı
teşvik ederken, maliyetlerin yüksek olması
duruma bir tezat oluşturuyor.
Upcycle House
Upcycle House, Mayıs 2013’te Danimarka’nın
Nyborg kentinde hayata geçirilen türünün
ilk örneği bir yapı. Oldukça sakin bir konut
bölgesinde, konut elde etmenin yeni
yöntemlerini arayan deneysel bir projenin
parçası olan bu ev, Lendager Architects ve
Realdania Byg’nin ortaklığından doğdu.
Projede, sürdürülebilir olmak aranan birinci
şarttı ama bunun yanı sıra çevresel ve sosyal
anlamda da aynı özellikler arandı.
Upcycling kavramı, uygumala safhasında
binaların enerji tüketimine odaklandıktan
sonraki safhada kendiliğinden gelişen doğal
bir süreç olarak görülüyor. Malzemelerin
taşınması ve üretim süreci, inşa safhaları
gibi bina yapımının her sürecinde enerji
ve kaynak kullanımına odaklı olmaya özen
gösterildi. İnşaat tamamlanır tamamlanmaz,
daha geleneksel inşa yöntemleriyle
tasarlanan binalara kıyasla, karbondioksit
salınımında %75’lik bir düşüş kaydedildi.
Upcycle House, enerji ve kaynak etkin
çözümlerle desteklenen bir hayat için inşa
edilmiş bir ev. Doğal ışık, yağmur suyu
kullanımı, sebze üretimine erişilebilirlik
ve evin diğer pasif özellikleri, ekstra bir ısı
üretmeden, değişken İskandinav iklimine
göre optimize edildi.
Upcycled inşa malzemeleri dört kriter
üzerinden seçiliyor: karbondioksit
oranının düşmesi- yeni ve standart
malzeme arasındaki farkın kıyaslanması,
maliyet, uygulama ve bakım-bakım ve
fonksiyonelliğin malzemenin ömrü boyunca
sürmesi.
Konutun, iki adet kargo konteynırından
oluşan strüktürel temelinde,kullanılmış cam
şişelerden yapılmış Tecnopor yalıtımı ve geri
dönüştürülmüş ahşap çerçeveler bulunuyor.
Duvarların yalıtımı, kağıt yününden yapılan
eski gazetelerden; kaplaması ise geri
dönüştürülmüş alçıtaşından meydana
gelen alçı levha ile yapıldı. Döşemede,
geri dönüştürülmüş plastik ve ahşap
taneciklerinin kompoziti olan UPM profil
ahşap malzeme kullanıldı. Bunun da
ötesinde, eski pencereler, tuğlalar, kaplama
tahtaları ve sıva taşıyıcılar bu projede yeni
bir amaç doğrultusunda kullanıldı. Konutun
çatısı ise, alüminyum bira şişelerinin geri
dönüştürülmesiyle oluşan yamuk şeklindeki
plakalardan meydana geliyor.
Taşınabilir okul
Superuse Studios, son 15 yıl boyunca
malzemeler ve kaynaklarla olan ilişkilerimizi
yeniden düşünmemiz konusunda öne çıkıyor.
Uzmanları araştırma, mimari, tasarım ve
malzemeler olmak üzere birbiriyle bağlantılı
dört stüdyoya yer alıyor ve bu alanlardaki
çalışmalarını kent ekosistemleriyle
ilişkilendiriyorlar. Son birkaç yılda, açık
kaynak bir veritabanına sahip Superuse
ekibi websitesi üzerinden, tüm dünyadan
“upcycling” ve yeni bir amaçla kullanılmak
üzere olan birçok örnek çalışma topladı.
Herkes tarafından ulaşılabilen bu veri tabanı,
yağ fıçılarından yapılmış çocuk trenlerinden,
mobil bir pizza konteynırına kadar geri
dönüşümü tasarımla birleştiriyor. Superuse
Stüdyolarının kurucusu Hollandalı mimar
Jan Jongert ‘’Bu bizim taşınabilir okulumuz,’’
diyor. Bir parça malzeme kütüphanesi, bir
parça örnek çalışmalar bankası ve bunların
hepsi bir kamyonetin arkasına sığabiliyor.
Kahve üzerinde mantar
GRO Holland kahve telvelerini, mantarları
yetiştirmek için ana katman olarak geri
dönüştürüyor. Kahve yapımı sırasında
kahvenin %98.8’nin israf edildiğini söyleyen
Jongert, atık telvelerin bir kafe ağından nasıl
toplandığını, istridye mantarının sporlarıyla
nasıl karıştırıldığını ve delikli plastik çantalara
paketlendiğini, sonrasında ise nemli bir
ambarda asıldığını açıklıyor. Hasat edilen
mantarlar kafelere geri satılırken, kullanılmış
katman geri dönüştürülmek üzere lale
tarlalarına gönderiliyor. Kısacası, Jongert’in
dünyasında hiçbir şey boşa harcanmıyor.
AĞUSTOS/2013
21
Bikem de Montebello
[email protected]
SANAT-TASARIM BİLEŞKESİNDE
DESIGN MIAMI BASEL
Art Basel’a paralel konumlandırılan Design Miami Basel, 11-16 Haziran 2013
tarihlerinde bir kez daha kralların kralı olduğunu gösterdi. Çok büyük değil, altı
üstü 13 ülkeden 46 galeri; ancak seçip getirdikleri çok önemli.
Design Miami Basel tek üretim ya da sınırlı
serilerin, tasarım- sanat arası kolleksiyon
parçalarının, modern ya da çağdaş en
seçkin, en yeni, en değişik, ve kaliteli
tasarımların platformu. Fuarın göz bebeği
Jean Prouvé’nin, 1956’da evsiz ve sokakta
yaşayanları barındırmak için tasarladığı,
ancak zamanından ileri olduğundan
anlaşılamayıp gerçekleştirilmemiş, 57
metrekarelik , hafif ve ekonomik , 7 saat
içinde inşa edilebilen endüstriyel sosyal
konut “ Maison des Jours Meilleurs”,
yani “daha iyi günlerin evi”nin fuarın ilk
15 dakikasında satılan prototipi. Ağırlık
1950’lerin az bulunan parçalarında.
Keza Amerikalı Japon Mimar George
Nakashima’nın “Conoid” masalarının
anında üzerine atlanmış olması güzel bir
gösterge.
Sanat mı ? Tasarım mı?
Sergilenen tasarımların birçoğu 2-3 katı
fiyata karşı binadaki Art Basel stantlarında,
özellikle gittikçe dekotratif elemenlardan
daha çok etkilenen işler arasında satılabilir.
Zaten tek parça ya da 8-10 adetlik küçük
serilerde üretilen bu tasarımların bir kısmı
sanat eseri olarak nitelendiriliyor. 17-19.
yüzyıl antika eserlerinde uzmanlaşan Galerie
Steinitz ile son derece yaratıcı ve çağdaş
tasarımların galerisi Londralı Carpenters
Workshop’un ortak kurdukları klasik/modern
bir ev şeklindeki stantlarının girişindeki
Studio Job imzalı bronzdan dökülmüş ve
altın işlemeli, tabanı bize bakacak şekilde
yere yatırılmış dev Chartres Katedrali
maketi, galeri yetkililerine göre, 320.000
€uro’luk fiyatıyla bir sanat eseri. Mini
bar ya da dolap olarak tasarlanmış bu iş,
fonksiyonellik adı altında sanat ve tasarım
arası sınırı da çiziyor.
Ancak bu sınırı sadece fonksiyonellikte
ararsak, Galerie Marie Wettergren’in
sergilediği Astrid Krogh imzalı, hiçbir
fonksiyonu olmayan ancak meditatif bir
Seramik ve soğuk
Güney Koreli Gallery Seomi’de sergilenen
Le Hun Chung’un dış mekan için
tasarlanmış “Groove”, el yapımı, yeşil
seladon koltukları basit ancak güçlü
yeni formların, kaba dokuların habercisi.
Lübnanlı Carwan Gallery ise, adı gibi
Hintli India Mahdavi’nin İznik Vakfı ile
işbirliği sonucu tasarladığı rengarenk İznik
çinisi masalarını iç mekana taşıyor. Fiyatı
30.000 € civarında masaların bir talibi
de Sabanci ailesi. Satyendra Pakhalé ‘nin
Carrara mermerinden koltuk ve sehpası
“White Swan” soğuk dokulu iç mekanlara
bir örnek oluştururken, siyah versiyonu dış
mekanlara uygulanıyor.
ritmle birbirinden güzel renklere boğularak
kozmik derinliği hissettiren ışıklandırılmış
duvar heykelleri ne oluyor? Galeri sahibi,
fiberoptik enstalasyonların öncülerinden,
başta tekstil alanında uygulanan ışık
örgülerinin tasarımcısı Astrid Krogh’un
hem bir sanatçı hem bir tasarımcı
sayılabileceğini, asılı diğer işini ise bir Türk
müşterisine satmış olduğunu söylüyor. Buna
benzer birçok tasarım var: Galerie BSL’de
sergilenen Ayala Serfati’nin ışıklı heykelleri,
Susanna Tick’in 15.000 €uro’luk plastik
örgülü duvar panoları gibi.
İki tarafta birden işi sergilenen sanatçılar da
sınırı bulandırmaya katkıda bulunuyor: Ron
Arad, Gabrielle Ammann Gallery’de çelik
koltuğu “Solid Rocker” la, Art Unlimited’de
ise sanat objeleriyle sergileniyor. Anish
Kapoor Art Basel’da parabolik aynaları,
Design Miami Basel Louisa Guinness
Gallery’de ise birbirinden güzel altın takı
tasarımlarıyla göze çarpıyor.
Teknolojik doğa
İnteraktif işlere güzel bir örnek
Dominic Harris’in Hollandalı galeri
Priveekollektie standında sergilenen
interaktif akvaryumu. Elinizi ısı
sensörlü LCD ekrana yaklaştırdığınızda
gerçek bir akvaryumda olacak şekilde
balıklar hareketten etkilenip yönlerini
değiştiriyor. 95.000 € fiyatlı akvaryumda
isteğe göre balıklarınızı da değiştirmeniz
mümkün; bugün köpekbalığı, yarın ton
balığı progamını işletebilirsiniz. Harris’in
diğer bir tasarımı ise yaklaştığınızda
kanatlarını çırpan dijital kurutulmuş
kelebek koleksiyonu.
Design Miami Basel kapsamındaki
W hotel tasarım ödüllerinden birini
kazanan Jon Stam’ın Claud Glass isimli
siyah aynası ise, aynadaki dijital İsviçre
dağları görüntülerini, aynaya bakan
kişinin görüntüleriyle birleştiriyor. Sağa
döndürüldüğünde manzara gündüz, sola
döndürüldüğündeyse gece manzarasına
dönüşüyor. Aynaların her tarafta bu kadar
gündemde olmasına bir başka örnek de
sergilenen en güzel tasarımlardan biri,
genç tasarımcı Benjamin Graindorge’un
serigrafi baskı, görüntünüzün bulutlar
içinde kaybolduğu “Mirage” aynaları.
Güney Afrikalı galeri Southern Guild’de
sergilenen Porky Hefer’in asılı deri koltuğu
ise mekan konusuna yeni bir boyut katarak,
“eğer devasa bir afrika balığı tarafından
yutulmus olsak, ağzının içinde oturup
kendimizi nasıl hissederiz” sorusuna
cevap arıyor. Afrika’nın yerel el sanatları
göz önünde bulundurularak tasarlanan
koltuk, dışı deriden balık pulu kaplamalı,
içi yumuşak ve karanlık devasa bir kuş
yuvasını andırıyor.
Ama favori, fonksiyonel heykeller
üzerine uzmanlaşan galeri, Carpenters
Workshop’un sunduğu, Lonneke Gordijn
ve Ralph Nauta imzalı, her biri 82.000
€uro’luk “Fragile Future” aydınlatma
serisi. Adına sözlükten bakmayı gerektiren
ancak etrafta her zaman gördüğümüz, top
şeklinde beyaz tüyleri uçuşan, ve üfleyince
yok oluveren kara hindiba çiçeğinin her
bir tohumunun tek tek ufak LED lambalara
yapıştırılmasıyla gerçekleştirilen, ve
simdiden yerini V&A koleksiyonlarında
bulmuş olan bu tasarım, çocukluk
hatıralarını ölümsüzleştiriyor.
22
Barış Gün Şahin
[email protected]
CREATIVE EUROPE PROGRAMI
ÖNCESI TÜRKIYE DENEYIMLERI
2007-2013 Avrupa Kültür Programı’nın sona ererken 2014-2020 Creative Europe
programı hazırlıkları hız kazandı.
Kültürel İrtibat Noktası tarafından 25
Haziran 2013 Salı günü SALT Galata’da
“Avrupa Kültür Programı 20072013 Türkiye Deneyimi” toplantısı
gerçekleştirildi. Türkiye’den fon alan
projeler, sorunlar, öneriler ve yeni
dönemin teması ile ilgili bilgiler paylaşıldı.
Toplantıya, geçtiğimiz dönemde Avrupalı
kurumlarla ortak projeler geliştirerek fon
almaya hak kazanan seçilmiş proje sahibi
ya da ortağı olan kurumlardan pek çok kişi
konuşmacı katıldı.
Avrupa Birliği tarafından verilen hibeler;
toplumlararası kültürel diyaloğun
geliştirilmesini, sanatçıların ve sanat
ürünlerinin uluslararası dolaşımını,
yaygınlaştırılmasını amaçlıyor. Avrupa
Birliği üye, aday ülkeler ve üçüncü ülkelerin
de dahil olduğu programa Avrupa genelinde
toplam 400 milyon Euro değerinde etkinlik
projesine destek verilmiş.
Toplantıda ilk dikkat çekici nokta, projeleri
yazan ya da ortak olan kurumlardaki
kişilerin yaratıcı işlerle uğraşan ve
evrak işlerinden anlamayan fakat proje
nedeniyle bir işletmeci-muhasebeci
kimliğine bürünmek zorunda olduklarını
belirtmeleriydi. Katılımcılar, tüm
dikkatlerini projenin yaratıcı sürecine
vermesi gerektiğini, projenin hızlı ve
yaptığı işler bilinse de, idari açıdan
ortaklığa girişilecek kurumların işleyişi
ve iş yürütme üslubunun bilinmemesi
yine bazılarını projeyi bırakma noktasına
getirmiş.
Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından
verilen kültür Kültür Belgesi’ni alan
birkaç kişinin oldukça sıkıntıya düştüğü
vurgulandı. Her türlü kültürel ve sanatsal
faaliyetlerin üretildiği, sergilendiği,
eğitim ve öğretimi ile bunlarla ilgili
bilimsel çalışmaların yapıldığı alan, yapı
ve mekânlara yatırım veya işletilme
aşamalarında verilen belgenin kolaylık
sağlayacağı, prestij yaratacağı düşüncesinin
yanılgı olduğu belirtildi.
verimli ilerlemesine engel olduğundan
bahsetti.
İkinci ve çoğu katılımcının hem fikir
olduğu sorun vergi muafiyeti ile ilgili bilgi
eksikliğiydi. Projeye başvuran birçok
kurum AB projelerinde faturaların KDV’siz
ödenebileceğini toplantı esnasında öğrendi.
Geçmiş yıllardaki projeler için 8 bin Avro
gibi meblağlarla vergi vermiş ödemiş
koordinatörlerinin yaşadığı şaşkınlığı hiç
birimiz bile tahmin edemeyiz .
Hibe almaya hak kazanan ortaklı projelerde,
Türkiye’de yaşanan gümrük problemlerinin
AB destekli projelerde bile aşılamamış
olması da oldukça sıkıntılı süreçleri getirmiş.
Pek çok kişi ürün taşımada oldukça sıkıntı
yaşamış, programda değişiklik yapmak
zorunda kalmış, ortak olduğu Avrupa’daki
diğer kurumlarla sorunlar yaşamış hatta
projeyi bırakma noktasına gelmiş.
Toplantıda vurgulanan bir diğer sorun
tanımadan yapılan ortaklıklardı. Kurumların
Sayısal Gerçekler
- Proje koordinatörü olarak;
2007 – 2013 yılları arasında programa
katılan tüm ülkelerden toplam 4620
başvuru yapılmış.
1216 başvuru hibe almaya hak kazanmış.
Türkiye’den 103 başvuru yapılmış, 12
başvuru hibe almaya hak kazanmış.
- Proje ortağı olarak;
2007 – 2013 yılları arasında programa
tüm ülkelerden ortak olarak toplam 7613
başvuru yapılmış, 2260 başvuru hibe
almaya hak kazanan projelere dahil olmuş.
Türkiye’den 137 ortaklık başvurusu
yapılmış, 35 başvuru hibe almaya hak
kazanmış.
Avrupa Kültür Programı 2007-2013
döneminde Türkiye’den kurumlar 66
projeye dahil olmuş.
Projelerin toplam mali büyüklüğü
59.968.527,80 Avro. Söz konusu projelere
sağlanan AB hibesi ise 29.984.263,90 Avro
olmuş.
AĞUSTOS/2013
Deri Detayları
İstanbul Deri ve Deri
Mamulleri İhracatçıları
Birliği (İDMİB), Türk
deri sektörünün yaratıcı
gücünün yükselmesi, özgün
tasarımlarını yaratma
ve satma isteklerinin
güçlendirilmesi,
bu kurumlardaki
öğrencilerin sektöre
hızla kazandırılması ve
yetenekli gençlerimizin ve
özgün tasarımların teşvik
edilmesi amacı ile deri
konfeksiyon, ayakkabı ve
saraciye kategorilerinde
2013 Detay Deri Ürünleri
Tasarım Yarışması’nı
düzenleniyor. Deri, kürk
ve süet konfeksiyon,
ayakkabı, filet-bebe,
saraciye kategorilerinde
başvuruları bekleyen
yarışmanın son başvuru
tarihi 27 Eylül 2013.
Yeni Kelebekler
Moda dünyasına genç soluklar
kazandırmak amacıyla
düzenlenen “Koza Genç Moda
Tasarımcıları Yarışması” bu yıl
da sektöre yeni yıldızlar kattı.
İHKİB (İstanbul Hazır Giyim
ve Konfeksiyon İhracatçıları
Birliği) tarafından Ekonomi
Bakanlığı’nın destekleriyle
bu yıl 21.si düzenlenen
yarışmada finale kalan 10
genç tasarımcı arasından
yeni ve özgün çizgileriyle
düzenlenen defilede jüri
önüne çıktı. Yarışmada Serdar
Bozok birinci, Ayça Pelvanlar
ikinci, Salih Balta üçüncülüğü
kazandı. Koza Genç Moda
Tasarımcıları yarışmacılarına,
Moda Tasarımcıları Derneği
(MTD) desteği ile son
yıllarda sektörün trendlerini
- yakalamakta liderlik eden
genç tasarımcılar mentorluk
etti. Afet Sonrası
Çözümleri
Yönlendirme
Tabelaları
Yarışıyor
Lefkoşe’deki Dayanışma
Evi’nin sürdürülebilirlik
stratejisi çerçevesinde
toplumsal farkındalığı
artırmak ve Lefkoşa
şehrine ait kalıcı ve ziyaret
edilmesi gereken bir yapı
statüsüne ulaşmasına
katkı yapmak üzere
sokaklara yönlendirme
tabelaları tasarlanması
amacıyla yarışma
düzenliyor. Tasarım
kriterleri, “Tabelalar daire,
üçgen ve kare şeklinde
tasarlanabilir, CMYK renk
kodu olmalıdır ve tasarım
özeti yazılmalıdır” şeklinde
açıklanan yarışmanın son
başvuru tarihi 9 Ağustos
2013.
Aydınlatma
Tasarla
MAKSDER tarafından her
yıl, sektördeki gelişimi
teşvik etmek, uluslararası
pazarlarda rekabet
edebilecek ürünlerin
oluşmasına zemin
hazırlamak, tasarımın
sektör içindeki önemini
vurgulamak, bu alanda
başarı gösteren tasarımcıları
özendirmek ve ödüllendirmek
amacıyla düzenleniyor.
Aydınlatma Ürünleri, bağlantı
elemanları, kapak sistemleri,
kulplar, masa sistemleri
ve mobilya taşıma
sistemleri, kiler sistemleri,
dekoratif ve fonksiyonel
aksesuarlar, çekmece
sistemleri konularında
tasarımlar bekleniyor. Yılmaz
Zenger gibi isimlerin
jürisinde olduğu yarışmanın
son başvuru tarihi 13 Eylül
2013.
23
Çocuklar için
Serap Alp
[email protected]
Yaratıcılık
Festivali
Reklamcılar Derneği
tarafından düzenlenen;
Türkiye’nin ilk yaratıcılık
yarışması Kristal Elma
bu yıl 25’inci kez sektör
temsilcileri ile buluşmaya
hazırlanırken, sektörün
yaşadığı değişime paralel
olarak yenilenerek 4 günlük
bir festivale dönüşüyor.
25-28 Eylül tarihleri
arasında gerçekleşecek
festival kapsamında
konferanslar, seminerler,
paneller, çalışma atölyeleri,
master class eğitimler,
gösterim ve sergiler dahil
olmak üzere 60’ın üzerinde
etkinlik düzenlenecek.
Ayrıca 40’tan fazla yabancı
konuşmacı festivalde
yerini alacak. 25. Kristal
Elma Yaratıcılık Festivali,
sektörün tüm unsurlarını bir
araya getiren bir endüstri
fuarı etkinliğine de ev
sahipliği yapıyor.
1946 yılından bu yana
faaliyet gösteren Birleşmiş
Milletler Çocuklara Yardım
Fonu Unicef, “Türkiye’deki
Okul Öncesi Eğitimi
Güçlendirme Projesi”
destekçilerinden Hilton
Dalaman Sarıgerme Resort&
SPA, Unicef’e katkı sağlamak
amaçlı Tişört Tasarım
projesini hayata geçirdi. Ayşe
Kucuroğlu, Buse Terim, Eda
Kosif, Şah Yaycı, İnci Türkay
ve Unicef İyi Niyet Elçisi
Ferhat Göçer çocuklar için
tişört tasarladılar. Tişörtler
2013 yaz sezonu boyunca
Hilton Dalaman Sarıgerme’de
satışa sunulacak ve elde
edilecek tüm gelir Unicef’in
Ülkemizdeki Okul Öncesi
Eğitimi Güçlendirme
Projesi’ne aktarılacak.
IDA iptal oldu
IDA (International Design
Alliance) Türkiye’nin mevcut
şartlarını göz önünde
bulundurarak 16-17 Kasım’da
İstanbul’da gerçekleşecek
IDA kongresini iptal etti.
15 Temmuz’da yapılan basın
açıklamasında IDA’nın
stratejik ortakları olan
Uluslararası Endüstriyel
Tasarım Konseyi - Icsid,
Uluslararası Grafik Tasarım
Birlikleri Konseyi - Icograda,
Uluslararası İçmimarlar
Federasyonu - IFI ve bu
konseylere bağlı üyelerin
önümüzdeki günlerde
bilgilendirileceği duyuruldu.
Ayrıca Eğitim ve Araştırma
Konferansı’na bildiri
gönderen kişilerle de konu
ile ilgili bilgilendirileceği
kaydedildi. Konu ile
ilgili detaylı bilgi info@
idacongress.com adresinden
edinilebilir.
Afet ve acil durum
yönetiminde uluslararası
düzeyde model oluşturan
Afet ve Acil Durum
Yönetimi Başkanlığı “Afet
Sonrası Geçici Barınma
Üniteleri Fikir Yarışması’’
düzenliyor. Yarışmaya
katılacak tasarımcılardan;
ısı farklılıklarına dirençli,
kullanım güvenliği olan,
seri ve hızlı üretime uygun,
farklı iklim koşullarına uyum
sağlayabilen, hafif, hızlı
kurulum-sökülüm ve stoklama
özelliği olan, ekonomik,
bakım-onarım kolaylığı olan,
her türlü ulaşım aracı ile
taşınabilen ve depolanabilen
tasarım modelleri sunması
bekleniyor. “Acil barınma
amaçlı tasarımlar” (amatör)
ve “Geçici barınma amaçlı
tasarımlar” (profesyonel)
olarak 2 kategori mevcut.
Yarışma hakkında ayrıntılı
bilgiye AFAD kurumsal web
sitesinden(www.afad.gov.tr)
Tasarım Bienali
Küratörü
İstanbul Kültür Sanat
Vakfı tarafından ikincisi
18 Ekim-14 Aralık
2014 tarihleri arasında
düzenlenecek. İstanbul
Tasarım Bienali’nin
küratörlüğünü Zoë Ryan
üstlenecek. Britanyalı
küratör ve yazar Zoë Ryan
aynı zamanda Chicago
Sanat Enstitüsü’nde (Art
Institute of Chicago)
Mimarlık ve Tasarım
Bölüm Başkanı ve John
H. Bryan Küratörü olarak
görev yapıyor. Zoë Ryan,
2012 sonbaharında
Fast Company dergisi
tarafından, tasarımın
geleceğini şekillendiren
50 kişi arasında gösterildi.
Yayın Türü: Aylık Sahibi: Kaleseramik Çanakkale Kalebodur Seramik A.Ş. Koordinasyon: Kale Tasarım Merkezi
Editör: Umut Kart (sorumlu) Katkıda Bulunanlar: Gözde Tüfekçi Sayfa Tasarımı: Emre Senan Tasarım ve Danışmanlık;
Emre Senan, Özge Güven, Nurhan Seyrekbasan Danışma Kurulu: Serhan Ada, Erdem Akan, İhsan Bilgin, Asiye Bodur,
Füsun Curaoğlu, Yeşim Demir, Ömer Durmaz, Alpay Er, Cem Erciyes, Sertaç Ersayın, Hakan Ertem, Güran Gökyay, Korhan
Gümüş, Gamze Güven, Gülay Hasdoğan, Tansel Korkmaz, Zeynep Bodur Okyay, Suha Özkan, Kuyaş Örs, Nevzat Sayın, Emre
Senan Baskı: Veritas Baskı, Yeşilce Mahallesi Diken Sokak No: 34. Levent-İstanbul Tel: 0212 294 50 20 İletişim: Kale
Tasarım Merkezi-Silahtarağa Mah. Kazım Karabekir Cad. No: 2/6 34060 Eyüp/İstanbul, Tel: 0212 311 75 68, 0212 371 53 95
[email protected], [email protected] Kale Tasarım Merkezi’nin ücretsiz tasarım gazetesidir.
www.kaletasarimmerkezi.com
www.kaletasarimmerkezi.com

Benzer belgeler