Sayı 16 / Ekim 2009 - İletişim Fakültesi

Transkript

Sayı 16 / Ekim 2009 - İletişim Fakültesi
5N1Kʼnın Cüneyt Özdemir
5N
Nil Karaibrahimgil
T
Türkiye’de
televizyon gazeteciliğinin son
on
o yılına damgasını vuran 5N1K’nın
yüzü Cüneyt Özdemir’le basından,
dünyadan ve bilişim teknolojilerinden
konuştuk. 10 yıllık maceraya ve gelecek planlarına dair bilinmeyenleri öğrendik.
Bir şarkısına “Madonna olma” tutkusunu
nu
sığdıran kadınla, Nil’le müziğine, yeni albümüne, beğenilerine ve hayata dair konuştuk. Nil hem reklamcı hem köşe yazarı
arı
yifli
hem de müzisyen olunca bize de bu keyifli
sohbetin tadını çıkarmak kaldı.
S: 4’de
S: 8’da
Ünivers
http://univers.ieu.edu.tr
İEÜ İletişim Fakültesi Uygulama Gazetesi
Yeni döneme merhaba...
Birleşmiş Milletler Günü
24 Ekim
Ekim2009 Yıl2 Sayı16
Web Yönetim Ofisi
Ders seçim dönemimizin kahramanı
OASİS. Her geçen yıl kendini yenileyen
ve sorunları ortadan kaldıran sisteme
teşekkür amacıyla biz de Ünivers
olarak OASİS Şövalyeleri’yle yani Web
Yönetim Ofisi’nin üniversitenin dünyaya
açılmasını sağlayan ekibiyle konuştuk.
Kampüs2
“Yemek değil, tasarım yaptık”
Y
az tatilinin ardından yeni umutlarla
dünyaya İzmir’den bakmak için yeni
bir döneme yeni arkadaşlarımızın da katılımıyla başlıyoruz.
Bir yaz daha mezuniyet, staj stresi, tatil,
ÖSS sonuçlarını beklemek, kayıt telaşı gibi
rutinlerle geçip gitti. Hayatımızın belki
de benliğimizi oluşturmamız için gereken
üniversite hayatımızda yeni bir yılda tekrar
merhaba diyoruz. Mevlana’nın “Düne dair
ne varsa dünle birlikte gitti cancağızım, artık yeni şeyler söylemek lazım” sözünde olduğu üzere, geçmişe bakmadan; ama ondan
dersler alarak üreteceğimiz bir yıl olacak.
Üniversite eğitiminin bir diğer güzel yanı
da sosyal hayat. Hatta bu bazılarımız için
öncelik bile olabiliyor. Üniversitemizdeki
öğrenci kulüpleri bu sene de çalışmalarına
devam ediyor. Her ilgi alanına hitap eden
çok sayıda kulüp umarız bu sene de stres
atmamıza yardımcı olacak.
Bu yaz çoğumuz gibi üniversite de boş durmadı. Gelenler ve gidenler oldu olmasına;
ama asıl dikkat çeken değişenlerdi. “Bilgisayar Oyunları ve Teknolojisi” ve “Yönetim
Bilimi ve Mühendisliği” gibi Yüksek Lisans
Programları üniversitemiz bünyesinde bu
yıl itibariyle öğrenci almaya başlıyor. İletişim Fakültesi ise web sitesini yenileyerek
öğrencileri için kullanıcı dostu yeni arayüzüyle ulaşılabilirliğini arttırdı. Web TV’miz
yakında yayında.
2009 – 2010 öğretim yılı başlıyor. 2000’lerin ilk on yılını geride bırakmışken umuyoruz ki evrenle ve insanlıkla barışık, gelişmeye, özgürlüğe ve demokrasiye açık bir sene
olur. Dünyanın ve insanın eğitimle gelmek
istediği o noktaya ulaşmak için bu seneyi iyi
değerlendirmemiz şart.
Amerikalı öğrenciler Türkçeyi Ekonomiʼde öğrendi
İ
zmir Ekonomi Üniversitesi ve Amerikan Araştırma Enstitüsü’nün işbirliğiyle İzmir’e gelen 8’i kız 10 öğrenci
Türkçe öğrendi. İzmir Ekonomi Üniversitesi Yabancı Diller Yüksekokulu bünyesindeki iki aylık Türk Dili ve Kültürü Yaz
Okulu’na katılan Amerikalı öğrenciler
başlangıç seviyesinde yürütülen programda 180 saat Türkçe ders aldı. Amerika’nın
çeşitli üniversitelerinde okuyan veya
master yapan öğrenciler Türkçe dersinin
yanı sıra Türk Tarihi, Türk Mutfağı, Türk
Folklorü de dahil olmak üzere seminer ve
atölye çalışmalarında da kültürümüzü yakından tanıma fırsatı buldu. Ders dışında
pratik yapmaları için gönüllü bölüm öğ-
İçindekiler

rencilerinin eşlik ettiği Amerikalı öğrenciler kaldıkları süre içinde şehir içinde ve
Ege Bölgesi’ndeki önemli tarihi ve turistik yerleri gezdi. Yaz Okulu’nu başarıyla
bitiren Amerikalı öğrenciler, düzenlenen
veda yemeğinde duygusal anlar yaşadı.
İEÜ Genel Sekreteri Levent Gökçeer’inde
katıldığı yemekte Türkiye’ye ve İzmir’e
gelmekten çok memnun olduklarını söyleyen öğrenciler, ‘’Türk insanının misafirperliğinin ve modernliğininin yanı sıra
İzmir ve Türkiye’nin olağanüstü tarihi ve
doğal güzelliklerini tanımaktan ve İzmir
Ekonomi Üniversitesi’nde uluslararası
kalitede eğitim almaktan çok memnunuz. Türkiye’nin gönüllü tanıtım elçileri
olacağız’’ dedi. Programın çok başarılı
geçtiğini ve önümüzdeki yıllarda sayının
artarak devam edeceğine inandığını belirten İEÜ Yabancı Diller Yüksekokulu
Müdürü Yard. Doç. Dr. Evrim Üstünlüoğlu ‘Amerikan Araştırma Enstitüsü’nün
talebiyle bu yıl ikincisini düzenlediğimiz
yaz okuluna katılan 10 Amerikalı öğrenci ilk seviyede Türkçe öğrenmenin
yanı sıra çeşitli etkinliklerle hem kültürümüzü hem de tarihimizi tanıma fırsatı
buldu. Bu öğrencilerin ülkelerinde kültür
elçilerimiz olacağına inanıyorum. Başarılı
geçen programın önümüzdeki yıllarda da
öğrenci sayısının artarak süreceğine inanıyorum ‘’ diye konuştu.
Kampüs2/3/4/5 ❚ English6 ❚ İnceleme7 ❚ Medya8 ❚ Kültür-Sanat9 ❚ Dosya10 ❚ Rehber11 ❚ Spor12
Contaminazione yani birleşme, karışma
ve bir araya gelme. Akdeniz’in iki köklü
kültürü de Ege’de buluştu. Türk ve İtalyan
katılımcılar deneyimlerini ve kültürlerini
paylaşma fırsatı yakaladılar ve bizim için de
lezzetin reçetesini yazdılar. Bize de reçeteyi
yazmak kaldı.
Kampüs5
Yaz üniversitesi
İzmir Ekonomi Üniversitesi 22-26
Haziran 2009 tarihleri arasında dünyanın dört bir yanında fransızca eğitim veren misafirlerine kapılarını açtı.
Katılımcılar hem İzmir’i gezme hem
de yeni bir kültürü tanıma fırsatı yakaladılar.
İnceleme7
Metin Göktepe
Türk basın tarihi’nin karanlık sayfalarından birini açtık ve bir meslek aşığının yaşamına göz attık. Özgür ve demokratik
basın nutuklarının atıldığı dönemde bir
basın şehidini gazetemizde ağırlıyoruz:
Metin Göktepe
Dosya10
02 Kampüs
http://univers.ieu.edu.tr
Ekim2009 Yıl2 Sayı16
Web Yönetim Ofisiʼnin gizli kahramanları
Sarphan Uzunoğlu
Halkla İliş. ve Rek. Blm.
Bu sayıdan itibaren İEÜ’nün gizli kalmış birimlerini sizlere tanıtacağız. Bu sayımızda da
sanal dünyanın ve okulumuzun sanal işleyişinin en büyük mimarlarından Web Yönetim
Ofisine yer verdik. Web Yöneticisi Türkay Palancı sorularımızı samimiyetle cevapladı ve
gelecekle ilgili planlarını anlattı.
MEDYA HALLERİ
A
çılımımız kutlu olsun! Öyle ki bu
yaza Serdar Ortaç’ın değil de Recep
Tayyip Erdoğan’ın damgasını vuracağını eminiz ki kimse bilmiyordu. Öyle ki
medya bile bu konuda yaz boyunca sık
sık ters köşeye yattı ve genelde büyük
sermayeli gazetelerin yaptığı üzere ortak
söylem benimsemeyi beceremeyip bir
şekilde demokrasiye katkıda bulunmuş
oldu.
“Demokratik Açılım” üstüne yapılan
haberler ve yazılan makaleler üzerinden
düşünerek bir kurumsal demokrasi karnesi hazırladım. Listenin en demokratı
sanıldığı gibi Taraf Gazetesi olamadı.
Öyle ki demokrasinin içinde Sezen Aksuvari “Kabul etmeyen iki cihanda lekelidir.” duruşunun yersizliğini Murat Belge
ve Alper Görmüş’ün gazetesi de bilemeyecekse zaten o ülkede umut yoktur.
“Yaftalamayın” kampanyalarıyla doğru
mesajı veren; ama bir yanlışın tam ortasında yaşayan Zaman ise hatırlanacağı
üzere Kemal Kılıçdaroğlu’na karşı haberlerini yoğunlaştırdığı dönemde “Kürt”
ve “Alevi” sıfatlarını ötekileştirme amacıyla kullanmıştı. Şimdiyse yeteri kadar
bu toprakların muktedir güçlerine yakın
olan Kürt vatandaşlarlar ile flört halinde. Zaman’ın asıl eşi muhafazakâr, imam
nikahlı eşi ise Kürt kitledir. Söylemleri
göz önüne alındığında, kullandıkları basın dili bakımından süreçte hükümetin
yılmaz destekçileri olmalarına rağmen
demokratik yeterliliği sağlayamayarak
sınıfta kaldıkları rahatlıkla söylenebilir.
Demokrasiyi 1900’lerden kalma propaganda modellerine kurban etmeleri de
bunun somut kanıtı.
Ana akım medya olarak adlandırabileceğimiz Hürriyet, Sabah ve Akşam gazeteleri ise duruma renk kattılar. Özellikle
Doğan Grubu’nun gazetelerindeki köşe
yazarlarının NTV’de yayınlanan Yazı İşleri programındaki tartışmaları izlemeye
değerdi. Sabah’ta ise bu konuda ne hikmetse bir sessizlik hakim. ATV ve Sabah
açılımı desteklemesine destekliyorlar;
ancak özellikle tartışmaların doruk noktasına ulaştığı Bahçeli, Erdoğan, Baykal
üçgeninde küfüre ramak kalan şu günlerde “Hafif iftar nasıl olur?” tadında haberlerle durumu geçiştirmek peşindeler.
Akşam’sa liberal ve ulusalcı tavırları bir
arada taşıyan bir gazete olarak sürece şüpheyle baktı ve ortak söylem yerine özgün
söyleme şans verdi. Bu bakımdan Akşam
bir aferini hak etmiş sayılabilir.
1960’lardan bu yana Kürt azınlık ile yan
yana olan sol fraksiyonlarla bağlantılı
Birgün, Evrensel gibi gazetelere gelelim.
Konuyu sürekli tartışan yazarlara sahip
bu gazetelerse solun bölünerek azalma
geleneğini sürdürseler de ortak bir dile
yaklaşıp açılıma şüpheci; fakat olumlu
yaklaşıyorlar.
Özetlemek gerekirse DTP, PKK, AKP
üçgeninde bir açılım bölgedeki DTP’nin
de kadrolarında üst düzeyde görev yapan
toprak ağalarına yarayacak. Açılım Tanzimat Fermanı ya da Islahat Fermanı’nı
kurtuluş sanan Osmanlı ile 2000’lerdeki
Türkiye’yi aynı yerde görebileceğimizi
bize gösteriyor. BOP’un yeni Orta Doğu
komiseri Recep Tayyip Erdoğan’a merhaba dememize az kala, AKP değil de
ABD odaklı bir açılım bombası pimi açık
kucağımızda duruyor olabilir. Dikkat etmek, sorgulamak ve barış ümidiyle.
Burak Sonbudak, Gökhan Panayır, Melih Yenel, Nükhet Tuncay, Türkay Palancı
Halil Türkden: İlk olarak, ders kayıtları döneminden çıktık hepimiz ve son dönemlerin
yükselen yıldızı Oasis hakkında bizleri bilgilendirir misiniz?
Türkay Palancı: Aslında öğrencinin Oasis
ile tanışması maalesef pek de olumlu olmadı. Bunun birinci nedeni, birtakım bilgilerin
girilmesi istenen güvenlik önlemleri öğrencilerin canını sıkıyor olması. İkincisi, Öğrenci İşleri’nden gelen ve yönetmelik uyarınca
sistemdeki bir değişikliği öğrenciler Oasis’te
görüyorlar ve bu onların gözünde Oasis’i
kötü bir karaktermiş gibi gösteriyor. Bazı öğrenciler gelip bizlere şikayette bulunuyorlar
fakat bizim görevimiz sistemi yönetmek ve
geliştirmek. Aslında aramızda çalışan stajyer
arkadaşlar işin öğrenci işleri kısmında sorunları ve talepleri göz önünde bulundurarak çalışıyorlar ve bizleri daha anlaşılır kılıyorlar.
Geçtiğimiz senelerle Oasis’li dönemi karşılaştırırsak ne gibi değişiklikler göze çarpmaktadır?
Yeni sunucular eklenmeye devam edecek mi?
Bu sene geçtiğimiz senelerde yaşanan donma, kitlenme veya çökme gibi sorunlarla
karşılaşmadık. Bir ay öncesinden ekip olarak hazırlıklara başladık. Sistemde tıkanıklık olan yerleri saptayıp sorunu çözdük. Şu
anda aktif olan iki yeni sunucu daha ekledik, aslında başka bir işlev için almıştık onları fakat şu anki ders kayıtları döneminde
sistemi desteklemesi için orada kullanıyoruz, yakında kaldıracağız o iki sunucuyu.
Normalde Oasis tüm sunucularında yıl boyunca %10’luk bir performansla çalışıyor.
Ancak kayıt döneminde bu %500-600’lere
çıkıyordu. Sistem buna dayanamıyordu,
bu sebeple yeni sunucular ekledik. Bunun
nedeni olarak geceleri öğrencilerin birden
yüklenmelerini gösterebiliriz. Öğrenciler
bizi Google ya da Facebook ile kıyaslıyorlar
fakat onların donanımsal altyapıları ve server kapasiteleri ile bizimkiler kıyaslanamaz.
Örneğin; bir fakülte için, gece yarısı ilk beş
dakikada kayıtların yaklaşık %30’u bitiyor,
ilk yarım saatte %50 si ve bir buçuk saatte
ise neredeyse tamamı bitiyor. Zaten gece
03.00’dan sonra hiç kimseyi göremiyoruz
Oasis’te.
Diğer üniversitelerle İEÜ’ nün bu alandaki
kapasitesini karşılaştırırsak nedir durum?
Diğer üniversiteler ne yapmış diye baktığımızda, onlarda o kadar çok kilitlenme oluyor
ki sabahtan akşama sayfa yenileyenler var. Biz
öncelikle bu kilitlenmelerin önüne geçmek
için o gördüğünüz sunucuları koyduk ve anlık olarak sistem kendisini dengeliyor, böylece
öğrenci istediği doluluk oranında olan sunucudan girebiliyor. İstatistiklere baktığımızda
ilk dört günde tam 29 bin ders kaydetmişiz.
Burada sabahladığımız geceleri hatırlıyoruz,1
Eylül’den itibaren buradaydık. Bizim en büyük dezavantajımız sistemi daha önce test
etme imkânımız yok. Bu nedenle geceleri
sabahlara kadar buradaydık, herhangi bir sorun yaşandığında anında müdahale etmek
için. Mesela, bu dönemde ilk defa yabancı dil
alacak öğrencilerin seçme ekranları karşılarına
gelmedi ve anında bunu tespit edip düzelttik.
Diğer üniversitelerle aramızdaki bir diğer fark,
bizim okul yönetimimizin öğrencileri daha
özgür bırakması ve onlara kolaylık sağlaması.
Web Yönetim Ofisi olarak temel göreviniz web
sitesini düzenlemek mi? Başka hangi alanlarda
görebiliyoruz sizleri? Oasis ile daha büyük bir
role soyundunuz ve sanal bir okyanusta üniversitemizin gizli kaptanlarısınız aslında, ne
düşünüyorsunuz bu konuda?
Aslında bizim asıl görevimiz ve sorumluluğumuz okulun web sayfasının tasarımı ve
yönetimi. Her fakülte kendi haberlerini ve
duyurularını web sayfasına yolluyor, bunlar
belli onay mekanizmalarından geçip bize kadar geliyor ve biz son olarak bunları aktarıyoruz. Ayrıca teknik açıdan yardımlarda da
bulunuyoruz. Çalışmalarımıza baktığımızda
bir yazılım geliştirme bir de web ayağımız
var. Yazılımlarımız web tabanlı yazılımlar,
anında herkese yayına açabiliyoruz. Mesela
“ilişik kesme” sistemi artık öğrencilerin ellerinde kâğıtlarla dolaşmasını ortadan kaldırdı.
Oasis’in en güzel tarafı her bölüm, fakülte ve
birim için çok kullanışlı. Örneğin; mezun
olan öğrenciler cv girişi yapabiliyorlar ve kariyer merkezi o cv’leri kullanabiliyor. Oryantasyonu, not ortalama hesaplamalarını, yurt
anketlerini, askerlik işlemlerini, diplomaları
bile Oasis’e dahil ettik. En büyük sıkıntımız, maalesef enerjimizin %90’ını Oasis’i
geliştirmek yerine yönetmeye kullanıyoruz.
Sistemde veya yönetmelikteki bir değişim
bizim çalışmalarımızı tamamen değiştiriyor.
Bir yandan öğrencilerin isteklerine cevap
vermeye çalışırken bir yandan da yönetmeliğe ve değişikliklere uygun bir biçimde sistemi yürütüyoruz. Enerjimizi iki tarafa da tam
olarak yayamıyoruz. Dolayısıyla eğer aramıza yeni yardımcı arkadaşlar da katılırlarsa
çalışma sistemimizi ikiye ayırarak, bir grubu
sistemi devam ettirme ve yönetmekle diğer
grubu ise geliştirmekle görevlendireceğiz.
Peki, Oasis ile ilgili tasarladığınız yenilikler
var mı kafanızda?
Yeni planımız öğrencilerin Oasis’i bir ajanda
gibi kullanabilmeleri. Öğretim görevlilerimiz öğrencilerine toplu mesajlar atıp, görev
veya projeleri bu şekilde duyurabilirler. Eğer
gelecekte okul yönetimi bizden uzaktan eğitim isterse biz bunu Oasis’in içine yerleştirebiliriz. Bu çok büyük ve önemli bir adım
olabilir. Okula sıfır maliyette bir sistem bu
ve rahatlıkla yeni bir modül ekleyebiliriz. Ayrıca bizimle çalışan okulun öğrencilerinden
stajyer arkadaşlarımız da var ve onlara Oasis’i
nasıl geliştirecekleri hakkında bilgiler veriyoruz. Onlara proje olarak verdiğimiz bazı
çalışmaları hayata geçirdik bile. Mesela yurt
anketini, GNO hesaplamayı, sık sorulan sorular ve yardım modülünü onlar yaptı.
Bir ekip havası ve samimiyet görüyoruz bu ofiste, arkadaşlık ortamınız nasıl?
Her şeyden önce aramızda hiçbir hiyerarşik
konum yok. İstemiyoruz bunu. Misyon için
gelmek dışında gerçek bir özveriyle çalışan
arkadaşlarımız var, uykusuz geceler geçirdik
çok. İşimiz oldukça stresli ve yorucu. Dediğim gibi, yeniliklere ve değişimlere ayak uydurmak zorundayız. Örneğin; bu sistemde 6
bin civarında öğrencinin okulla arasındaki
finansal durumunu da kontrol ediyoruz, gerçekten oldukça dikkat ve sorumluluk isteyen
bir çalışma. Ama artık sistemin altyapısını
sağlamlaştırdık ve yavaşlık veya çökme sorunu yaşamıyoruz.
http://univers.ieu.edu.tr
Feminizm Eskişehirʼde tartışıldı
K
SGM (Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü) tarafından düzenlenen Toplumsal Cinsiyet ve Medya Atölyesi 29 Haziran
- 3 Temmuz 2009 tarihleri arasında yapıldı. Anadolu Üniversitesi’nin ev sahipliği
yaptığı organizasyonda Türkiye’deki çeşitli iletişim fakültelerinden gelen öğrenciler
beş gün süreyle teorik ve pratik çalışmalara
katıldılar. Ekonomi Üniversitesi’nin ev sahibi Anadolu Üniversitesi’nden sonra en
yoğun katılımı sağladığı atölye çalışmalarına medya profesyonelleri, üniversiteye bağlı
akademisyenler ve KSGM Görevlileri’nin
sunumlarıyla başlandı.
Atölyenin ilk üç gününde teori yoğunluklu eğitimler yapıldı. KSGM Görevlileri ilk
olarak KSGM’nin amaçlarını aktardılar.
Ardından da KSGM tarafından yürütülen
Türkiye’de Kadına Şiddet konulu araştırmalar ve istatistiklere dair sunumlar yapılarak, katılımcılara Türkiye’deki genel durum
hakkında bilgi verildi. Ardından Hacettepe
Üniversitesi ve Ankara Üniversitesi’nden
gelen öğretim görevlileri uzmanlık alanları
dahilinde kadına
yönelik şiddet
ve bu şiddetin
biçimleri üzerine yaptıkları sunumlarla şiddet
kavramına dair
yerleşmiş algıyı
değiştirip geliştirdiler.
Atölyenin
sonunda kurulan
reklam, gazete,
televizyon, radyo
ve fotoğraf ekipleri de alınan
Toplumsal Cinsiyet ve Medya Atölyesi Eskişehir 2009
eğitim ışığında
“Kadına yönelik görünmez şiddet” temalı tılımcılar tarafından gözden geçirilmesini
çalışmalarını Anadolu Üniversitesi’nce gö- sağlayan atölyeden sorumlu KSGM sorumrevlendirilmiş gözetmenler eşliğinde ger- lusu Mehmet Erdoğan atölye çalışmalarının
çekleştirdiler. Atölyenin son gününde grup- üniversitelerde, kamu kuruluşlarında ve
ların sunumlarının ardından değerlendirme sivil organizasyonlarda da devam ettiğini
yemeği yapıldı. Kadın ve kadınlığa yönelik belirterek ilgili öğrencileri daha sonra geralgıların cinsiyet farkı gözetmeden tüm ka- çekleştirilecek olan atölyelere davet etti.
Hakan Gözütok
Gizem Arabacı
Sarphan Uzunoğlu
Medya ve İletişim
Medya ve İletişim
Halkla İlişkiler ve Reklamcılık
kyTürk’de
yapacağım
stajıma
Temmuz’un dördünde başlamam gerekirken yedisinde başlayabildim. Çoğu
stajyer gibi işime sadık olduğumu göstermek için sabahın erken saatlerinde kanala gitmiştim (saat 7:30) ama sonradan
öğrendimki çalışanlar 9:00 da başlıyor.
İlk gün aksilikler peşimi bırakmadı. Aynı
sınıfta okuduğum arkadaşım da ordaydı
ve bana kanalı gezdiriyordu. Diğer stajyerlerden birisi arkamızda bayıldı ve arkadaşımızı hastaneye götürdük. Öğleye
kadar devlet hastanesinin acil servisinde
bekledik. Kanala geri döndük. Sıra bana
nerede staj yapmak istediğim soruldu.
Ben de “reji, haber masası veya editing
olabilir” dedim ve beni kameraman yaptılar. Başta hoşlanmasamda şimdi iyi ki
kameraman olarak yapmışım diyorum.
Kameraman demişken, diğer kanallarda
stajyerleri kameraya dokundurtmazlarken işten çıkan kameramanlar sayesinde
son haftalar ana haberi çekme aşamasına
kadar geldim. Stajım çok iyi geçti çünkü
kameraman olunca tüm bölümleri gezme
imkanım oldu çünkü; rejide olsaydım
bir odanın içerisinden çıkamayacaktım,
haber masasında olsaydım bütün gün
bir bilgisayara bakacaktım, editing bölümünde olsaydım sadece ses montajı
yapacaktım.
Stajda en önemli şey bağlantılar kurmaktır çünkü bir veya iki sene sonra sen de o
sektörün içerisinde olacaksındır. Bende
o bağlantıları iyi kurmuştum ve stajım
sona erdikten sonra Kanal D spordan
arayarak İzmir ‘de gerçekleşecek olan
Avrupa Erkekler Voleybol Şampiyonası
için iş teklifi aldım. O yüzden staj dönemim çok verimli ve zevkli geçti.
Radyo İzmir Ekonomi Yayında
http://comm.ieu.edu.tr/radyo/radyo_index.html
Radyomuzu dinlemek için;
http://www.ieu.edu.tr
ON AIR butona tıklayınız.
100
kişiy
ş ye sorduk
k...
Kürt açılımını destekliyor
musunuz?
%9 Evet
%86 Hayır
%5 Fikrim yok
Sizce kriz ülkemizi teğet
geçti mi?
%7 Evet
%93 Hayır
Staj anıları
S
Kampüs 03
Ekim2009 Yıl2 Sayı16
A
tv haber merkezinde geçirdiğim
bir buçuk ay bana çok şey öğretti.
Haberciliğin nasıl bir meslek olduğunu
öğrenirken, keyifli sohbetler yaptım, başarılı isimlerle dostluklar kurdum. İşin
mutfağında olmak, her haberin mesajını ayrı ayrı algılayabilmek, televizyona
uygun haber yapabilmek çalışılan ekiple
ve profesyonellikle ilgiliymiş. Bu meslek
adeta hayatın sadece toz pembe olmadı-
ğını gösterip olaylara kimi zaman vicdanınızla değil sadece haber anlayışıyla
bakmanız gereken durumlar yaşatıyor bir
muhabire.
Örneğin, bir gün pazara AB standardı
gelmesiyle ilgili bir haber yapıyorduk,
vatandaşlarla ve pazarcılarla yaptığımız
röportajların arasında yaşananlar insanın yüreğini sızlatacak türdendi...Yayınlanmayacağını bilseler de yanımıza gelip
hükümet için demediği kalmayan, ya da
maddi gücü olmayan, “yiyecek ekmeğim
yok benim, bu fiyatlar çok yüksek” diyen
bir çok insan kameralara konuşmaya çalışıyordu. Yapacak tek şey susup konuya
tekrar odaklanmak oluyordu...
Her gün birbirinden farklı haberler yapıp
insanların nabzını tutmak mükemmel bir
his... Haber yapmak, haberin içinde olmayı gerektiriyor bu da insana en büyük
mutluluğu sağlıyor...Bana kalırsa değişik
bakış açılarına sahip, tüm görüşlere saygılı, deneyime açık, özgürce düşünebilen
bir birey olmak mesleki anlamda gelişmek ve nitelikli haberci profiline ulaşmak
için çok önemli.
S
tajımı Bursa’da Yeşim Holding’in
Kurumsal İletişim Departmanı’nda
yaptım. Burada hem “Önce İnsan” isimli
moda ve kurum kültürü temalı derginin
hem de aynı isimli mevsimlik kurum
bülteninin tasarım çalışmalarında yer
aldım. Bunun dışında kurumun düzenlediği organizasyonlarda görevliydim.
Genel kanım stajın ayak işleriyle geçecegi yönündeydi; kehanet kendini kısmen
de olsa doğruladı; ama halkla ilişkilerin
özellikle uluslararası boyutuyla tanışma
şansım oldu. Bölümde öğrendiğim güncel konseptlerin yardımıyla hem kuruma
katkıda bulunma hem de bölümümde aldığım eğitimi ölçme şansım oldu. İletişimin bir şirketin algılanmasında ne denli
önemli bir faktör olduğunu ve şirketlerin
sosyal varlığına iletişimin katkısını görmem mesleğime olan inancımı da tazeledi.
Özel sektörle okul hayatı araasındaki fark
ise sandığımdan da fazlaydı. Kendimi
hazırladığım rekabet ortamı yerine iş birliği ve grup ruhuyla karşılaştım. Genelde
iş ilişkilerinin mesai saatleri arasında kalmadığını görmek de iş hayatının insanı
yalnızlaştırmadığını görmem adına iyi
oldu. Yirmi gün kadar kısa bir süreliğine
de olsa öğrendiğim en önemli şey bir iletişimcinin çalıştığı organizasyonun faal
olduğu süreçlerin her biri hakkında bilgi
sahibi olması gerektiğiydi. Her düzeyden
çalışanla iletişim kurmak ise dönem dönem zor olsa da insanları tanımak ve iletişim becerilerimi biçimlendirmek adına
iyi bir tecrübeydi.
Üniversitemizin sosyal
olanaklarını yeterli buluyor
musunuz?
%36 Evet
%56 Hayır
%8 Fikrim yok
N. Toros Mutlu
Halkla İlişkiler ve Reklamcılık
S
tajımı İstanbul’da, Beyoğlu, İstiklal
Caddesi üzerinde bulunan fotoğraf ajansı, yayınevi, galeri, kısacası bir
fotoğraf merkezi olan Fotografevi’nde
yaptım. Amacım Magnum Photos’un
Türkiye temsilcisi olan bu yerin nasıl
çalıştığını görmek ve kurumun zengin
kütüphanesinden yararlanmaktı. Başıma gelen en ilginç ve sevindirici olay ise,
bir bayanın Fotografevi’ne agrandisör
bağışlamaya gelip, agrandisörü bana bağışlaması oldu. Bu sayede 40 yıl arasam
bulamayacağım temizlikte ve değerde
bir agrandisöre sahip olmuş oldum. İstiklal Caddesi’ni gören bir balkonum
olduğunu söylemiş miydim?
04 Kampüs

Kısa kısa...
t
İzmir Ekonomi bir dünya
üniversitesi
İzmir ve Ege’nin gururu olan İzmir
Ekonomi Üniversitesi, dünya üniversitesi
olma yolunda hızla ilerliyor. Aradan
geçen 8 yılda vakıf üniversiteleri arasında
en ön sıralarda yer alan İzmir Ekonomi
Üniversitesi’nde ABD’den Çin’e, Rusya’dan
Komor
Adaları’na,
Tacikistan’dan
Fransa’ya kadar 24 farklı ülkeden gelen
54 öğrenci, dünya standartlarında nitelikli
eğitim alıyor. Üniversitemizin, EXPO
üyesi ülkeler, Akdeniz ülkeleri ile Türk
Cumhuriyetleri ve Akraba Toplulukları’na
tahsis ettiği burslarla gelen 17 öğrencinin
yanı sıra, Avrupa ülkelerinden 11 öğrenci
de Erasmus Öğrenci Değişimi Programı
kapsamında, 26 öğrenci ise ücretli olarak
eğitim görmek için İzmir Ekonomi
Üniversitesi’ni seçti.
Nil Karaibrahimgil sularında
Babylon Alaçatı’da, kumsala bakan eşsiz bir atmosfer… “Çok değerli birtakım kadınların
mirasçısı” Nil Karaibrahimgil sahnede kıpır kıpır, capcanlı!!!
Nil Karaibrahimgil
t
İşletme bölümü bursiyerleri
en iyi uygulanabilir araşırma
ödülünü kazandı
İşletme
Bölümümüz
doktora
öğrencilerinden bursiyerlerimiz Dicle
Yurdakul ve Şebnem Penbek “European
and
Mediterranean
Conference
on Information Systems (EMCIS
2009)” adlı uluslararası konferansta,
Dokuz Eylül Universitesi Denizcilik
İşletmeciliği ve Yönetimi Yüksekokulu
Müdürü Sayın Prof.Dr. Güldem Cerit
ile birlikte hazırladıkları “Intercultural
Communication Competence: A Study
about the Intercultural Sensitivity of
University Students based on their
Education and International Experiences”
adlı çalışmalarıyla; “En İyi Uygulanabilir
Araştırma Ödülü”’nü almışlardır
t
İEÜ’den yeni yüksek lisans
programları
İzmir Ekonomi Üniversitesi Fen Bilimleri
Enstitüsü bünyesinde yürütülecek olan
“Bilgisayar Oyunları ve Teknolojisi” ve
“Yönetim Bilimi ve Mühendisliği” yüksek
lisans programlarına 2009-2010 öğretim
yılı güz döneminden itibaren öğrenci
alınmaya başlanacak. İEÜ Fen Bilimleri
Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Serkan
Eryılmaz, yeni yüksek lisans programları ile
ilgili olarak şunları söyledi. “Hızla gelişen
teknoloji ile tüm dünyada ve ülkemizde
mühendislik eğitimi ve disiplininin
önemi her geçen gün artmakta ve içinde
bulunduğumuz bilgi çağında bilgisayar
teknolojileri kişisel, sosyal, sanatsal olarak
hayatımızın her alanına girmektedir. Bu
bağlamda ülkemizde ve dünyada bilişim
sektöründe belirli alanlarda uzmanlaşmış
personel açığı hızla artmaktadır. Faaliyete
geçecek olan Bilgisayar Oyunları ve
Teknolojisi yüksek lisans programı ile
Türkiye’de bilgisayar oyunları sektörüne
uzmanlaşmış
kişilerin
yetiştirilmesi
amaçlanmaktadır.”
Acı kayıplarımızı anıyoruz
t
İzmir Ekonomi Üniversitesi 2009 yılında
iki kayıp birden verdi. İzmir’in Çeşme
ilçesinde meydana gelen trafik kazasında
hayatını kaybeden Halkla İlişkiler ve
Reklamcılık Bölümü mezunu öğrencimiz
Ebru Eralsay’ı ve geçtiğimiz Temmuz
ayında yine aynı bölüm öğrencisi Cemal
Nazım Miçooğulları’nı
kaybetmenin
derin üzüntüsünü yaşıyoruz. Değerli
öğrencilerimize Allah’tan rahmet, kederli
ailelerine, arkadaşlarına ve üniversite
mensuplarına sabır ve başsağlığı diliyoruz.
http://univers.ieu.edu.tr
Ekim2009 Yıl2 Sayı16
Fotoğraf: Şeref Alım
Babylon Alaçatı’da, kumsala bakan eşsiz
bir atmosfer… “Çok değerli birtakım kadınların mirasçısı” Nil Karaibrahimgil sahnede kıpır kıpır, capcanlı!
Pop müziğin sırrını çözmüş. İroni dolu
şarkı sözleri hem eğlendiriyor, hem büyülüyor dinleyicisini. Nil’e tuhaf dramasını,
dönüm noktalarını sorduk. Nil bir müzik
kutusu olsaydı, hangi şarkıları çalardı merak ediyorsanız yanıtları birkaç satır sonra…
Seray Özbiçer: Nil Karaibrahimgil kimine göre şımarık, kimine göre ise tarz sahibi… Reklam cıngılları, “ Özgür Kız” derken “Onun aşkı bana ekstra large, bana
ekstra large…” çalındı
kulaklarımıza...
Nil
Karaibrahimgil’in dönüm noktasını anlatır
mısınız biraz?
Benim bir tane u dönüşüm oldu. O da hazır
kart reklamları. Hiç aklımda olmayan bir yoldan, reklamdan müziğe
sapmamı sağladı. Yoksa
bir ömür metin yazarı
olabilirdim. Yok yok
olmazdım, bestelerim
vardı, içimde bir ateş
vardı, ben bir yolunu
bulurdum yine o yola
çıkmanın.
Bir yazınızda Svagito
diye bir adamla aile dizimi yaptığınızı ve sizin
anneanne, babaanne ve annenizden yadigâr
bir meşale taşıdığınızı söylemişsiniz. Nedir
bu aile dizimi, nedir bu “Tuhaf Drama”?
Herkesin aile ağacı, tuhaf dramalarla dolu.
Ben bence çok değerli bir takım kadınların
mirasçısı olarak, onların bana aktardıkları
bir takım yetenek ve gücün teşekkürünü
onlara borçlu olduğumu öğrendim. Bu da
bana çok duygulu geldi. Çünkü ikisini de
hiç tanımadım diyebilirim. Aile dizimi,
bilimsel olarak ispat edilebilecek bir şey.
Epigenetics diye bir bilim dalı. Bu tur şeylerin genlerle nasıl aktarıldığını ispatlamaya uğraşıyor.
Babanız Süavi Karaibrahimgil ile birlikte
Endüstri Mühendisleri
İzmir Ekonomiʼde buluştu
İ
zmir Ekonomi Üniversitesi Endüstri
Sistemleri Mühendisliği Topluluğu tarafından Türkiye’nin en büyük öğrenci
organizasyonu olan Türkiye Endüstri Mühendisleri Öğrenci Buluşması’nın 28.’si
İzmir Ekonomi Üniversitesi Konferans
Salonu’nda düzenlendi. 23-27 Eylül tarihlerinde gerçekleşen Öğrenci Buluşması’nın
açılış konuşmasını İEÜ Rektör Yardımcısı
ve Bilgisayar Bilimleri Fakültesi Dekanı
Prof.Dr. Cemali Dinçer yaptı. Endüstri
Mühendisliği’nin 40. yılının geçtiğimiz
günlerde kutlandığını belirten Dinçer, mühendisliğin tanımı ve fonksiyonları üzerinde durdu. İEÜ Endüstri Mühendisliği Topluluğu Başkanı Çınar Tuncer, TEMÖB gibi
büyük bir organizasyonu gerçekleştirmek
için büyük bir ekiple uzun zamandır çalıştıklarını belirterek 38 farklı üniversiteden
350’ye yakın katılımcı ile açılışı gerçekleştirmekten gurur duyduğunu ifade etti.
Ekolider hizmette
İ
zmir Ekonomi Üniversitesi, geleceğin çağdaş kuşaklarını yetiştirme, bilgilendirme
ve onlara yaratıcı düşünce yeteneği kazandırma misyonunu başarıyla sürdürmektedir.
Bu doğrultuda kurulmuş bulunan ve liderlik ve yönetişimin çağdaş renklerini, kendi
pencedesinden İEU öğrencilerine ve topluma sunma amaçlayan “EKOLİDER Merkezi” İzmir Ekonomi Üniversitesinin ayrılmaz
bir parçasıdır.
Merkezin amacı, İzmir Ekonomi Üniversitesi misyon ve vizyonunda öngörülen esaslar
çerçevesinde iş, ekonomi ve siyaset dünya-
sına yön verecek “Geleceği yönetecek liderleri yetiştirmek“ üzere güçlü liderlik, doğru
karar verme, iyi yönetişim ve etik değerleri
öne çıkartan ve bu konularda toplumu bilinçlendiren özgün çalışmalar yapmaktır.
Merkez, amaçları kapsamında iyi yönetişim
ve etik değerler konusunda uygulamalı eğitim programları, konferans ve seminerler
düzenlemek, çalışma alanı ile ilgili konularda stratejik danışmanlık hizmeti sunmak ve
elde edilen deneyimleri lisans ve lisansüstü
seviyedeki eğitim programlarıyla bütünleştirecek çalışmalar yapmak üzere kurulmuştur.
baba-kız ortak projelerde yer almayı, ironi
dolu söz yazarlığınızı birleştirmeyi hiç düşündünüz mü?
Evet olabilir.
Hürriyet gazetesinin Kelebek ekinde yazıyorsunuz. “Nil’in Kelebek Yazıları” samimi
ve sizden bir şeyleri anlatıyor. Nil yakın zamanda bir de kitap yazsa bizlere, deseler bu
fikre nasıl bakardınız?
Önce kelebek yazılarımı kitaplaştırayım,
sonra daha fazlasını yapmak isterim.
“Nil Kıyısında” albümünüzün tarz olarak
diğer albümlerinize kıyasla daha yerine
oturmuş bir havası var. Bu “yavaşlama”, hakim olduğunuz tarzın değişikliğinin kaynağı
nedir?
Herkes değişiyor. Sadece ben iki senede
bir albüm yaptığım için size bu değişim
çok gelebilir. Ama hep yan yana olsaydık,
hiçbir şarkı şaşırtmazdı. Çünkü kimse iki
ene önceki yerinde saymaz. Ayrıca otuzu
geçmek beni çok rahatlattı. Daha panik ve
tepkisel bir tiptim.
Yine Kelebek Yazılarınızdan “Fantastik Sorular” adlı yazınızda “ Neyin delice neyin
normalce olduğu tamamen insan uydurması” diye yazmışsınız. Nil deliliği ya da normal olmamayı nasıl tanımlar?
Bence korkarak kısıtlanan her şey normal
gömleği giymiş deliliktir.
Nil bir müzik kutusu olsaydı hangi şarkıları
çalardı?
Şu anda çaldıklarını ve umarım bundan
sonra yazacaklarını.
Lojistik kulübü
İstanbulʼda
İEU Lojistik kulübü 2009-2010 yılına
hızlı bir başlangıç yapıyor. Kulüp üyelerinden Merve İnkaya’nın koordinatörlüğünde düzenlenecek İstanbul teknik
gezisinde, fabrikalarda uygulanan lojistik faaliyetlerini birebir görmek ve bu
faaliyetlerin işleyiş şekillerini incelemek
amaçlanmaktadır. Gezi programında;
Ford otomotiv sanayi, Hyundai Assan
Otomotiv, Unilever, Anadolu Cam Sanayi, Sanovel İlaç Sanayi, Ekol Lojistik
ve THY gibi sektörün önde gelen isimleri bulumaktadır.
Gezi 14 Ekim Çarşamba 23.30 da İzmir
Ekonomi Üniversitesi Kampüs’ünden
Otobüs ile ayrılarak başlayacak, 17 Ekim
pazar sabahı kampüste sonlanacak.
http://univers.ieu.edu.tr
Kampüs 05
Ekim2009 Yıl2 Sayı16
“Yemek yapmadık, tasarım yaptık”
Pişen Gülle
T
asarımın bir amacı
vardır. Tasarımcı ayrıntıları yakalayarak, tasarıyı tasarım süzgecinden
geçirir ve tasarlanan obje
işlevselliğine kavuşur. İzmir Ekonomi Üniversitesi
Güzel Sanatlar Fakültesinin
farklılığı, tasarımın ekonomi, sanat, kültür, teknoloji, iletişim gibi birçok
alandan beslenmesinden,
yine tasarımın kendi içinde özerk bir alan olduğunu
ve bu amaç doğrultusunda
tasarımın farklı uzmanlık
alanlarına yönelerek yeni
olanaklara imkân sağlamasından gelir.
Endüstriyel Tasarım Bölümü Bölüm Başkanı Yrd.
Doç. Dr. A. Can ÖZCAN
tasarım konusuna geniş
bir perspektiften bakarak
Contaminazione Tasarım
Atölyesinin başlangıcından, bu projenin gelişim
sürecinden uzun uzun bahsetti bizlere.
İlki 2008 yılının kasım ayında Sicilya’nın
Palermo kentinde gerçekleşen Contaminazione “Turca-Siciliano”, farklı tasarım
ve metotların bir araya getirilmesiyle yeni
tatların, yeni reçetelerin yaratılmasını hedefleyen; Endüstriyel Tasarım, Mimarlık,
İç Mimarlık ve Çevre Tasarımı gibi tasarım
dalları başta olmak üzere üniversitelerin
güzel sanatlar ve tasarım dallarında okuyan
diğer öğrencilerin de katılımıyla renklendiği ve ikinci ayağı 17 -22 ve
23-27 Ağustos tarihlerinde
gerçekleşen bir atölye çalışması.
Söz konusu atölye çalışmasının ortaya çıkması
İEÜ öğretim görevlilerinden Yrd.Doç.Dr.
Can ÖZCAN’ın daha lezzetli olgular bir
hizmet tasarımına dönüştürülebilinir mi
, bize özgü bazı lezzetler korunarak tasarımın süzgecinden geçirilip tekrar yaşatılabilinir mi gibi sorular sorması ile ortaya
çıkmış bir proje.
Contaminazione “Turca-Siciliano” atölye
çalışması üç temel ilkeden ibaret. İlk olarak daha önce (lezzet, görsel kompozisyon
ve içerik olarak) tecrübe edilmemiş lezzet
menülerinin tasarlanarak geliştirilmesi
(Contaminazione). Daha sonra geliştirilen tasarımlar lezzet ve görsellik açısından
ilham verici hale getirilerek, yeni tasarım
fikirlerinin oluşmasına yol açılması
(INSPIRING). Son olarak da kullanılacak yöntemler bireysel yaratıcılık ikinci plana atılarak, kollektif
katılıma dayalı Darwin temelli evrim ilkelerine dayandırılması (EVOLUTION).
Çalışmaların metropolit anlamda başladığını belirten Can ÖZCAN, Endüstriyel
Tasarımı anlatmak için mutfak kültürünü
bir araç olarak kullandığını, bu kültürün
atölye çalışmaları sırasında bir sürece girip kendine özgü bir tasarım alanı haline
geldiğini ifade etti. “Öğrencilerime salata
yaptırırım çünkü salata bir endüstriyel tasarım ya da mimari tasarımın bütün özelliklerini içerir. En başta malzemeyi iyi bilmek, salatanın nasıl yapıldığını iyi bilmek
birer yöntemdir. Ayrıca salatanın sofrası
vardır, müşterisi vardır; durup dururken
yapılamaz.”
İtalyan ile Türk mutfağını birleştirmeyi
amaçlayan atölye çalışması, bu iki kültürü
bir çatı altında toplamayı kendine amaç
edinmiş. Sicilya’da çok kereler bulunduğunu belirten Can Özcan, iki ülkenin de
Malzemeler: 1 büyük yuvarlak kabak, 1 büyük yuvarlak patlıcan, 1
yemek kaşıgı tereyağı, 200 gram
karides, 1 tatlı kaşığı salça, 1 tutam
karabiber, pul biber, reyhan, kekik,
tuz,1 büyük pembe domates, 100
gram mantar, eritmelik peynir.
Contaminazione-Ege atölyesi
kullandığı malzemelerin ortak olduğunu,
fakat bir lokantaya ya da bir restorana gittiğinizde önünüze gelen yemeğin bambaşka bir tada dönüşmesine şaşırdığını ifade
etti.
Atölyeye adını veren Contaminazione kelimesinin birleşme, karışma ve bir araya
gelme anlamına geldiğini belirten Can Özcan, bu ismi çok beğendiğini hatta “Bizim
amacımızı Contaminazione sözcüğünden
daha iyi anlatan bir kelime olamazdı”,
diyerek isim olarak da projenin amacına ulaştığını söylüyor.
Atölye çalışmasının İtalya ayağında
İtalyan katılımcılar ile çıkılan pazar alışverişinde Can Özcan, onlardan
kendilerine alışık oldukları herhangi bir
şeyler alacaklarını ve bu malzemelerden
daha önce hiç denenmemiş tariflerin yapılacağını anlatarak, katılımcılara çalışmanın
sürecinden bahsetmiş. İtalyan mutfağında
“Dolma” yemeğinin olmadığını üzülerek
söyleyen Can Özcan, katılımcılara dolma
yemeği ile makarna hamurundan yapılan
Su Böreğini bir araya getirip, kendi malzemelerinden yöntem ve malzemeleri çok
iyi bir şekilde kullanarak yeni birer reçete
yapmalarını istemiş ve tasarım süzgecinden geçerek pişen yemekler yeni birer tarif
haline gelerek, sonuç deyim yerindeyse
muhteşem olmuş. Jüri birinciliği “Karnoli” adı verilen reçeteye layık görmüş.
“Karnoli”, açılan yufkanın dolma
gibi sarılarak, içinin de çamfıstığı
ve peynir ile doldurulup üstüne
keskin ekşi ve tatlı tadı veren bir
jöleyle süslenerek ortaya çıkan bir
yemek.
Emre Senan Tasarım Vakfı tarafından organize edilen ve Contaminazione-Ege adını taşıyan atölye çalışmasının ikinci ayağı
da Dikili’ in Yahşi Bey köyünde iki taş kütle arasında bir kulvar genişliğinde havuzu
olan ünlü mimar Nevzat Sayın tarafından
yapılmış bir evde gerçekleşti. İtalyanların
Türkiye Tasarım haftasına konuk olmasıyla daha da duyulan Contaminazione-Ege
atölye çalışması ünlü grafikçi Emre Senan
tarafından Türkiye’de de gerçekleşmesi
istenmiş ve yüksek bir katılım sağlanmış. Olabildiğince çok insanın katılması
amaçlandığı için Contaminazione-Ege
atölye çalışması birer haftalık süreçle iki
oturumda gerçekleşmiş. İlk ayağını Türk
üniversitelerin katılımıyla gerçekleşen
Contaminazione-Ege atölye çalışmasının
2. ayağına İtalya, Amerika ve Türkiye’den
oluşan uluslararası bir katılım olmuş.
Contaminazione-Ege 2 atölye çalışması
yine ilkinde de olduğu gibi tasarımcılarından daha önce hiç denenmemiş, ilham verici tasarımlar yapmaları istenmiş. DikiliAyvalık Ege pazarının temel malzeme alanı
haline getirildiği çalışmalarda Darwin’ in
evrim ilkeleri kullanılarak yeni reçeteler
meydana getirilmiş.
“Yemek kitabı çıkarabilecek kadar çok
çeşit ve tatta tariflerimiz oldu. Tasarlanan
her reçeteyi bir ekonomisi, kimliği
ve kendine özgü bir senaryosu ve
yöntemi vardı.” diye ekleyen Can
Özcan bizlere çıkan tariflerin nasıl bir tasarım süzgecinden geçtiğini anlattı. Biz de iştahla dinledik.
“Pişen Gülle” ve “Şişen Gülle” ismini
taşıyan topan patlıcanların kullanıldığı,
pişince şişen bir tarif olarak can bulmuş
tasarımcıların parmaklarında. İçlerinin deniz ürünleriyle doldurulduğu ve diğerinin
de üstünün pişince kabaran bir hamurla
örtüldüğü bu tarif jüri üyeleri tarafından
çok beğenilmiş.
Bir diğer tarifin adı ise “Kadayıf Muallâkta”.
Söz konusu reçetede kadayıf kullanılmış
ama tatlı yapmak için değil. Tadının tamamıyla tuzlu olduğu “Kadayıf Muallâkta”,
kıtır kıtır yenen bir tuzlu olarak masaları
süslemiş.
“Yahşi Bey Köftesi” yapan diğer bir grup,
koruk şurubuyla ünlü Bademli Köyü’nün
koruklarından yaptıkları köftelerin içlerine koyarak çok farklı bir tat yakalamayı
başarmış.
Contaminazione-Ege2 atölye çalışmasının
1. ayağında katılımcılar böylesine ilginç
maceralar yaşarken, atölyenin 2. etabında
ise Can Özcan’ın yaptığı dünden tuttukları iskorpitlerden yapılmış balık çorbasını
yudumladıktan sonra yeni reçeteleri keşfetmek için kollar sıvanmış ve sonuç yine
muhteşem olmuş.
Yabancılardan oluşan bir diğer ekip, baktığınızda Suşi’ yi andıran bir yemek ortaya
koymuş. Asma yaprağının içine bulgur, çiğ
balık, badem, kırmızı biber ve domatesin
konulup, sarılarak yapılan Yahşi Bey suşisi
yapmışlar.
Contaminazione-Ege atölye çalışmasını
kitaplaştırmayı ve tasarımın süzgecinden
geçmiş ve her mutfağa uyarlanabilen yeni
reçeteleri paylaşmayı düşünen Can Özcan
gülerek son sözünü söylüyor:
“ Yemek yapmadık, tasarım yaptık ve tasarımlarımızı yedik.”
Hazırlanışı: Tereyağı bir tavada
eritilir. 200 gr temizlenmiş karides
pembeleşene kadar kavrulur. Salça,
karabiber, pul biber, reyhan, kekik
ve tuz atılarak 5 dk daha kavrulur.
Bu harç ateşten alınır rendelenmiş
domates, 100 gr mantarla karıştırılır. İçi oyulmuş ve kabuğu aralıklı
soyulmuş dopçuk kabağa ve 10 dakika tuzlu suda bekletilmiş patlıcana
hazırlanan karışım dökülür. İçi malzemeli gülleler odun ateşine verilir.
Patlıcandan yapılan gülle 1 saat, kabaktan yapılan gülle 3 saat pişirilir.
Güllelerin üstlerine eritmelik peynir
konur ve peynirler kızarana kadar
pişirilir.
Afiyet olsun...
Ünivers
İEÜ İletişim Fakültesi
Uygulama Gazetesi
Sahibi
Prof.Dr. Attila Sezgin
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Prof.Dr. Sevda Alankuş
Yayın Kurulu
Öğr.Gör. Burak Doğu
Araş. Gör. Nükhet M. Tayaz
Yazı İşleri
Seray Özbiçer, Halil Türkden
Sarphan Uzunoğlu, Hakan Gözütok,
Anıl Eren Küçük, Erman Gönülşen,
Hande Uz
Ekim Sayısı Bölüm Editörleri
Öğr.Gör. Burak Doğu
Araş.Gör. Nükhet M. Tayaz
Araş.Gör. Özgür Seçim
Araş.Gör. Rana Kuddaş
Görsel Yönetmen
Öğr.Gör. Burak Doğu
Tasarım
Hakan Gözütok
Yer
İzmir Ekonomi Üniversitesi
Balçova
http://univers.ieu.edu.tr
Yerel, aylık süreli yayındır.
Ekim 2009
Basım Yeri: Yılmaz Matbaacılık
ve Form 2826 Sokak No: 52
Kat: 3/301 I. Sanayi Sitesi
İzmir (232) 459 97 18 pbx
06 English
Ekim2009 Yıl2 Sayı16
The American students
learned Turkish at IUE
1
0 American students who came to
İzmir learned Turkish with the cooperation of İzmir University of Economics and American Research Institute.
The American students that attended the
2-month Turkish Language and Culture Summer School within the structure
of İzmir University of Economics School of Foreign Languages took 180 hours
Turkish lesson on elementary level. The
students, who study in universities in
America, had the chance to learn our culture with the seminars and workshops on
Turkish History, Turkish Cuisine, Turkish Folklore, etc. The volunteer students
accompanied the American students in
extracurricular times in order for them
to practice what they learned, and they
traveled the city and the important historical and touristic places in Aegean Regi-
on. The American students that completed the Summer School successfully had
a farewell dinner. IUE Secretary General
Levent Gökçeer attended the dinner in
which the students told that they were
very pleased to be in İzmir. They said,
“We are happy to see the hospitality and
modernity of Turkish people, the fantastic historical and natural beauties of
İzmir and Turkey and we are also very
happy to get education at İzmir University of Economics which has an international quality. We will be the volunteer
presenters of Turkey.” IUE School of Foreign Languages Director Asst. Prof. Evrim Üstünlüoğlu stated that the program
was very successful and this program
would continue in following years with
more students and she said, “10 American students that attended the second
summer school which is offered with the
demand of American Research Institute
learned Turkish on elementary level and
they had the chance to learn our culture and history with various activities. I
believe that these students will present
Turkey in their own country. I think that
the successful program will continue in
following years with more students.”
http://univers.ieu.edu.tr
The best appliccable
research award
Department of Business Administration graduate scholars Dicle Yurdakul and Şebnem Penbek won the
“Best Applicable Research Award”
in the international conference entitled “European and Mediterranean
Conference on Information Systems
(EMCIS 2009)” with their study entitled “Intercultural Communication
Competence: A Study about the Intercultural Sensitivity of University
Students based on their Education
and International Experiences” which
they prepared with Dokuz Eylül University School of Maritime Business
and Management Director Prof. Dr.
Güldem Cerit.
İzmir University of
Economics is a world
university
Feminism was discussed in Eskişehir
G
ender and Media Workshop organized by DGSW (Directorate General
on the Status of Women) took place from
June 29 to July 03, 2009. In the organization hosted by Anadolu University, the
students coming from various faculties of
communication in Turkey took part in the
theoretical and practical studies during 5
days. The workshop in which our university took part with most students after the
Anadolu University, started with the presentations of the professionals of media,
academicians affiliated to the university
and DGSW Officials.
In the first three days of the workshop, theoretical trainings are given. DGSW Officials first told the aims of DGSW. Later,
presentations are made about the research
and statics made by DGSW on Violence to
Women and information about the general
situation in Turkey is given. The lecturers
from Hacettepe University and Ankara
University changed and developed the perception about the concept of violence with
the presentation they made on violence to
women and the form of this violence.
The advertisement, newspaper, television,
radio and photography teams formed at the
end of the workshop made studies with the
theme “The invisible violence to women”
in the light of the training and in company
with the supervisors from Anadolu University. In the last day of the workshop, an
evaluation lunch is hold after the presentations of the teams. DGSW official Mehmet
Erdoğan responsible from the workshop
that enabled all participants to look into
the perceptions about women and femininity stated that their workshops continued
in universities, public enterprises and civil
organizations, and he invited the interested
students to other workshops.
İzmir University of Economics, the proud of İzmir and Aegean Region is on the
way to become a world university. 54 students from 24 different countries are having a well-qualified education in world
standards at İzmir University of Economics, which became one of the leading
foundation universities in 8 years. Apart
from the 17 students that came to our
University with the scholarship provided
by the University to EXPO member countries, Mediterranean countries, Turkic
Republics and Relative Unions, 11 student from European countries came to
the University in the scope of the Erasmus Student Exchange Program and 26
students preferred İzmir University of
Economics to get education by paying
the tuition fee.
Twitter revolution
I
nforming, which is a tradition that dates back to the era when Abdülhamit
II was on the throne, is now on our computers and cellular phones with its new
form. Today, the opinion leaders, journalists, celebrities do the job of the informers
who were going to the coffeehouses in the
period that was named as Autocracy Era.
Twitter, which has members from all levels like President of America Obama and
Slavoj Zizek is the new generation media
of the new generation informing.
During your twitter membership that
starts with clicking
HYPERLINK
“http://www.twitter.com” http://www.
twitter.com and creating a twitter account, you have the chance to share your
life, ideas, and interests with people by
entries with 140 characters. Twitter operates as an economic blog page. Instead of
pages of entries, you both tell your thoughts with 140 characters and have the
chance to take a look at the sharing of
other people. Twitter that gives service
since 2006 is in a way a rival to friendfeed, which gives a similar service. Twitter
gives a chance to
work integrated with Facebook
and similar social networks and despite
its database problems that occur from
time to time, it is a quite entertaining
virtual community medium. Twitter is a
virtual republic that provides democratic
opportunities on a limited field to share
your ideas with the people you see everyday on television, and to see their uncensored ideas.
From Turkey, media workers like Serdar
Turgut, Cüneyt Özdemir, Mirgün Cabas,
Serdar Akinan, Oray Eğin, Ahmet Hakan Coşkun, Sayım Çınar and celebrities
like Nuri Bilge Ceylan, Barbaros Şansal,
Uğur Yücel, Nefise Karatay and Selçuk
Erdem are the members of Twitter, which
increases the number of its members day
by day. Moreover, there are many gossip
columns formed in the newspapers that
are based on twitter. It is an object of curiosity whether Twitter that increases the
number of its members day by day will
erase Facebook or not.
http://univers.ieu.edu.tr
İnceleme 07
Ekim2009 Yıl2 Sayı16
İEÜʼden dopdolu bir etkinlik
Anıl Eren Küçük
Halkla İliş. ve Rek. Blm.
İlk “İzmir Fransızca Öğretmenleri Yaz Üniversitesi” başarıyla gerçekleşti.
BİZİM ÇOCUKLAR İŞİ
BİTİRDİ
D
İ
zmir Ekonomi Üniversitesi 22-26 Haziran
tarihleri arasında dopdolu bir etkinliğe ev
sahipliği yaptı. “Yaz Üniversitesi” adı altında
İzmir ve çevresindeki Fransızca öğretmenlerini ve Fransızca dilinde eğitim veren branş
öğretmenlerini bir araya getirmek suretiyle
Fransızca dilinin ve kültürünün tanıtımını
kolaylaştırmak ve öğretmenlerin mesleki
gelişimlerine katkıda bulunmak amacıyla
toplanıldı. Ankara Fransa Büyükelçiliği,
İzmir Fransız Kültür Merkezi, İzmir Ekonomi Üniversitesi ve İzmir Fransızca Öğretmenler Derneği’nin iki senedir işbirliği
içindeki hazırlık çalışmalarından sonra, ilk
“İzmir Fransızca Öğretmenleri Yaz Üniversitesi” başarıyla gerçekleşti. İEÜ İkinci Yabancı Diller Koordinatörü Başak Çiftçioğlu,
dernek olarak hedeflerini ve Yaz Üniversitesi
hakkındaki yorumlarını bizlerle paylaştı.
Çiftçioğlu, Fransızca dilinin gelişimi ve tanıtımı çerçevesinde her yıl çeşitli etkinlikler
düzenlemekte olduğunu ve bu etkinliklerden Fransızca öğretmenlerinin ve Fransızca
dilinde eğitim veren branş öğretmenlerinin
en üst düzeyde faydalanmalarının sağlandığını aktardı. Tüm Türkiye’den, Azerbaycan,
Bulgaristan, Gürcistan, Türkmenistan ve
Yunanistan’dan gelen 100 öğretmen, bu ilk
bölgesel Fransızca Öğretmenler buluşmasına katıldı. Beş gün boyunca, on ayrı konuda
eğitim, konferanslar, sergi açılışı, animasyonlar, konser ve geceler gerçekleşti. Açılış
törenine İzmir Fransa Fahri Konsolosu Zeliha Jale Toprak ve birçok değerli misafir katıldı. Yaz Üniversitesinin gerçekleştiği İzmir
Ekonomi Üniversitesi Rektör Yardımcısı
Prof. Dr. Oğuz Esen, İzmir Fransız Kültür
Merkezi Müdürü Jean-Luc Maeso ve İzmir
Fransızca Öğretmenleri Derneği Başkanı
Nuri Pınar Yıldırım söz aldılar. Fransa Avrupa İşleri Bakanlığı Küreselleşme Müdürü
Yannick Rascouet ve dünya çapında tanınan
Fransa Ulusal Araştırma Merkezi Bilimsel
Bilgilendirme ve İletişim Laboratuarı Müdürü, hukukçu sosyolog, Prof. Dr. Dominique Volton birer konferans sundular. Tüm
dünyadan (Fransa, Bulgaristan, Meksika,
Portekiz) gelen Fransızca eğitiminde uzman
olan profesör ve eğitmenler en yenileyici
metotlarla ilgili öğretmenlere eğitim verdiler. Organizasyonla ilgili bizleri bilgilendiren İkinci Yabancı Diller Koordinatörü Başak Çiftçioğlu Yaz Üniversitesinin amacını
şöyle ifade etti: “Yaz Üniversitesi’nin amacı,
Türkiye’de bulunan ilköğretim, lise ve üniversitelerde eğitimi veren Fransızca öğretmenlerini bir araya getirmekti. Bu sayede,
eğitim uygulamalarının karşılaştırılması, ortak düşünce ortamını oluşturulması, kişisel
becerilerin geliştirilmesi ve Türkiye’de bulunan Fransızca eğitmenlerinin gelişimini sağlayacak bir ağın kurulmasını hedeflemiştik.
Bu doğrultuda, bütün katılımcı ve eğitmenlerin dört gün boyunca düşüncelerini her an
paylaşabilmeleri ve iletişim halinde olmaları
için etkinliğin dört günlük kamp şeklinde
gerçekleşmesi planlanmaktaydı. Hedef kitlemiz, Türkiye’nin farklı şehirlerinden katılacak yaklaşık 100-110 Fransızca öğretmeni
olarak belirlenmişti. Bu öğretmenlerde aranan ortak özellik ise mevcut Fransızca Öğretmenler Derneklerinden bir tanesine üye
olmalarıydı”.
Yaz Seminerleri kapsamında dünyaca ünlü
Fransız Ressam-İllüstratör Pierre Cornuel’de
çeşitli eserlerinden oluşan bir sergi açtı. Ayrıca ‘’The French Connectıon’’ grubu özel bir
konser verdi. Seminere katılan öğretmenler
İzmir ve çevresindeki tarihi ve turistik yerler
konusunda bilgilendirilirken, M.Ö 111.
ve M.S 111. Yüzyıla ait olan Smyrna kazı
alanını ziyaret etti. Çok verimli ve eğlenceli
geçen seminer, Çeşme Ilıca’da düzenlenen
yemekle sona erdi. Derneğin böyle bir organizasyon öncesinde en büyük sıkıntılarından biri fiziksel koşullar ve desteklerdi.
Çiftçioğlu, İzmir Ekonomi Üniversitesi’nin
bu konuda elini taşın altına koyarak, maddi
ve manevi her konuda kendilerine büyük
bir destekte bulunduğunu ve bu organizasyonun ileriki yıllarda devamını talep ettiğini
ve İzmir Ekonomi Üniversitesinin katkılarının dışında Fransız Kültür Merkezi, AirFrance, Swissotel, La Cigale Restaurant başta
olmak üzere birçok sponsor bizlere destek
oldu.”sözlerine ekledi.
Halil Türkden
Yürüyen Kelimeler / Eduardo Galeano
Yaşlı, çirkin
ve kırmızı burunlu
bir
cüce
hayal edin!
Antiemperyalistlerin,
ateistlerin,
erdemi
göbek adı
yapmışların arasına
sunulan bir
“Başmelek”
kitabın başkahramanı. Hikaye her pazar kiliseye giden insanların oluşturduğu Comayagua
halkının ve başka zamanlarda kaçamak
da olsa şehirle aynı ismi alan ve tepesinde kurulmuş beyaz bir kule biçimindeki geneleve diğer adıyla Günahkârlar
Sarayı’na giden diğer yarısının arasında
geçen olayları konu alır. “Başmelek”’in
Tanrı’ya hizmet etmesiyle başlayan huzursuzluklar öyküde kendini gösterirken, olayların rengi küçük, yaşlı cinin
hikâyenin ortasına düşmesiyle bambaşka
bir hal alır. “Başmelek” cinsiyeti belli
olmayan ama dünya evi zenginliklerin
her zerresinden yaralanmaktan da geri
kalmayan bir cücedir kalemin ucunda,
sayfaların, kelimelerin arasında. Yakınır
cennetten, sonsuz zamanın ağır işlerinde
çalışmaktan yorgun düşer öykü sanatının baş döndürücü varisi, Latin Amerikalı damarlarından ustaca yararlanabilen
Eduardo Galeano’nun kaleminde. Aşkı,
öfkeyi, büyüyü, hüznü, taraf tutmayı ve
tarafsız olmayı yaşadığı toplumun sıkı
sıkıya bağlı olduğu adetlerini ve inançlarını yalın dili ve şiirsel anlatımıyla sunar
Galeano. Kabala’nın, Latin Amerikan
Folklorunun ve Guarani Kızılderililerine
ayna tuta tuta örer kelimelerini Yürüyen
Kelimeler ’de. Kendine hayran bıraktıra
bıraktıra yapar bunu hem de…
“Kalmak istemeyen kelimelerin toplandığı bir yer olabilir mi?
Bir kayıp kelimeler krallığı? Senden kaçan kelimeler, seni nerede bekler? ” diyerek gösterir her bir kelimenin anlamının önemini okuyucusuna. Göstermek
ister bu önemi çünkü Eduardo Galeano,
hikâyelerin kelimelerden oluştuğuna ve
kelimelerin, toplumu ve o toplumun kişilerini yansıttığına inanır. Bence bu kitap her şey ile hiçbir şeyin gizli bahçesine
açılan bir kapıdır. Hikâyelerin aralarına
yerleştirdiği küçük küçük pencereler ise
okuyucusuna birer mola gibi gelir. Retorik tadında “Yürüyen Kelimeler”,
olacakları değil, olmakta olanları merak
edenler için biçilmiş bir kaftandır adeta.
Kitaba ve içindeki kahramanlara biraz
daha yakından bakmak isterseniz Caetano Veloso’nun “Yakından bakınca kimse
normal değildir.” sözüne hak verirsiniz.
Seray Özbiçer
ünya üzerinde var olan çoğu insanın
ortak bir görüşü vardır. Belki haklı
belki de haksız olarak, meydana gelen bir
çok kötü olaydan ABD’yi sorumlu tutarız.
Ancak çoğunlukla bu ortak görüş doğru
çıkmaktadır, nitekim Türkiye’nin en karanlık dönemlerinden biri olan 12 Eylül
darbesi, dönemin ABD başkanı Jimmy
Carter’a “bizim çocuklar işi bitirdi ” mesajı
ile bildirilmiştir. TSK’ya göre 12 Eylül askeri darbesinin birçok nedeni vardı. Politik
iktidarsızlık, sonuçlanamayan cumhurbaşkanlığı seçimi, Demirel’in “70 cente muhtacız” diyerek ortaya koyduğu ekonomik
darboğaz, siyasi cinayetler, sağın ve solun
kurumlar içinde yarattığı bölünmeler ve
Nihat Erim cinayeti. Asker bunları dile
getirirken hiçbir zaman İran devriminden,
SSCB’nin Afganistan’ı işgal etmesinden hiç
söz etmemiştir. 1979 yılında yaşanan ve
ABD ile ters düşen bu durumlar Türkiye’de
darbenin yapılmasını, ABD güdümlü bir
yönetimin gelmesini zorunlu kılmıştır.
ABD’nin Ortadoğu’da bir çeşit at koşturma
hareketi olan 12 Eylül darbesi Türkiye’ye ve
Türkiye halkına ağır bedeller ödetmiştir.
Bir süredir Türkiye kamuoyunun tartıştığı Kürt açılımı ve alt kimlik – üst kimlik
meselesi zaten 12 Eylül döneminden bize
miras kalmamış mıdır? 12 Eylül darbesinin Türkiye Cumhuriyeti içerisindeki mimarları, Kürt halkını ilginç bir şekilde tanımlamıştır. 12 Eylül sonrası Genelkurmay
Başkanlığı’nın bastırdığı “Beyaz Kitap”
içerisinde yapılan Kürt tanımı, aslında günümüzde tartıştığımız konulara kaynaklık
etmektedir. Kitapta Kürtler, Dağ Türkleri
olarak tanımlanmıştır. Gerekçesi ise şudur;
“Dağların yüksek kısımlarında, tepelerde
yaz kış erimeyen karlar vardı. Güneş açınca
üzerleri buzlaşan camsı parlak bir tabaka
ile örtülürdü karın yüzü. Bu karın üstünde yürününce, ayağın bastığı yer içeriye
çöker, ‘kırt-kürt’ diye ses çıkarırdı. Doğulu Türkmenlere, Kürt denmesinin nedeni
buydu.” Bu tanıma bakarak dönemin Genelkurmay Başkanlığının Kürt halkını yok
saydığını ve onları açık açık aşağıladığını
görmek mümkündür. Kürtlerin 12 Eylül
döneminde bu şekilde görmezden gelinmesi, günümüzde yaşadığımız, keşke çözülse
dediğimiz sıkıntılara kaynaklık etmiştir.
Sadece Kürt sorununa değil, bir demokrasi
sorununa neden olmuştur 12 Eylül darbesi.
Adalet sisteminden, eğitim sistemine, birçok alanda sıkıntılar yaşanmıştır ve yaşanmaya devam etmektedir. Türkiye’de birçok
insan çeşitli nedenlerle cezaevlerine girmiş,
idam edilmiştir; ancak darbenin sorumluları bir kez dahi yargılanmamışlardır. Belki
de 16 yaşındaki Erdal Eren’in boynuna bin
bir kurnazlıkla geçirdikleri ilmiğin, kendi
boyunlarına dolanacağından korktukları
için yargılanmalarını engelleyen 15. maddeyi anayasayı koymuşlardır. Günümüz iktidarı, anayasada birçok değişikliğe gitmeyi
düşünmüş ancak darbecilerin yargılanmasına engel olan geçici 15. maddeyi değiştirmeyi iktidarlarının yedinci yılında konuşmaya başlamışlardır. Hiçbir ülke bizim gibi
darbenin üzerinden yıllar geçmiş olmasına
karşın darbecilerin isimlerini okul tabelalarında, parklarda, caddelerde yaşatmamaktadır. İspanya’da faşist General Franco da
sadece tarih kitaplarında yaşamaktadır.
Türkiye ne zaman bu davranışları gösterecek merak konusu... Söylenmesi gereken
son söz ise, yaşayan sorumluların yargılanması sağlanmalıdır.
08 Medya
Halil Türkden
Medya ve İletişim Bölümü
ÜÇ NOKTA
F
rank Rijkaard bir röportajında güzel
bir yorumda bulunmuş Türk futbolu hakkında “Aslında her şeyden biraz
var Türk futbolunda ama hiçbir şeyden
tam yok. Bu işi hem zorlaştırıyor hem de
komplike hale getiriyor”. Aslında bu yorumuyla sadece Türk futbolunu değil şu
son zamanlarda iyice belirginleşen toplumsal kimlik şablonumuzu da özetlemiş
oluyor Hollandalı teknik adam. Öncelikle
ne sellerden, krizlerden ne de açılımlardan
başlayacağım, ben öncelikle insanoğlunun
sınırlarını ispatlamaya çalışan, akıllara
durgunluk veren bir adamdan bahsedeceğim. 100 metreyi 35 adımda bitiren bu
dev adam sadece sporseverleri değil aynı
zamanda tüm dünyayı unutulmaya yüz
tutmuş Atletizmi izlemeye yöneltmiştir.
Jamaikalı sprinter Bolt, 100 metredeki
9.58’lik rekordan sonra 200 metrede de
19.19’la tüm zamanların en hızlı adamı olmayı başardı. İnsanoğluna 10 metreyi bir
saniyenin altında koşabileceğini gösterdi.
Medyamızda ise kimi “leş kargaları” şimdiden doping aramaya başladı bu mucize
adamda. Onlara tek sorum şu olacak, “gerçekten ABD’nin bulamadığı hangi uzaylı
genini buldu acaba Jamaika?”
Başlıklardan düşürülmeyen şu “kriz” lafları yetmedi mi artık? Bence, bu ülke kriz
falan yaşamıyor. Bu ekonomik zorluklar,
ödenemeyen faturalar, kapanan kepenkler
hep oldu ve olacak da. Hani kılıf bulmakta
üstümüze yok ya, ödenemeyen her faturada “kriz” lafı ağza alınmaya başladı. Elektriğe %10 zam gelmiş bir memlekette hani
elektrik tasarrufu? Sigaraya zam geldikçe ve
dumansız hava sahası arttıkça herkes daha
fazla sigara içmek istemiyor mu? Biz değil
miydik farkındalık ve uygarlık sayıklayan?
Son olarak hükümetin girişimleriyle gündeme oturan açılım konusuna değinmek
istiyorum. Hem annelerin yüreklerini,
hem de 30 yılda harcanan bilmem kaç milyar doları, ölen binlerce genci düşünün ve
düşünün ki tüm bunlar 30 yıl daha olacak.
Zamanında İngiltere IRA ile başa çıkmak
için Sinn Fein’i (terör örgütünün siyasi bir
kanadı olan İrlanda kökenli parti) kullanmıştı. Neden elimizdeki zayıf halkaları mesela DTP’yi bunun için akıllı bir biçimde
kullanmayalım? Felaketlerden ve zorluklardan zaferler çıkartan o övündüğümüz
Türk zekâsı nerede acaba şimdi?
Her şeyin başkenti haline getirdiğimiz
o efsane İstanbul’un paçaları ıslandı son
olarak. Gerçek bir drenaj sisteminden yoksun olduğumuz gözler önüne bir kez daha
serildi. Bu ülke yıllardır, her hükümet zamanında seller yaşadı, krizler, yoksulluklar
yaşadı ama nedense artık herkes eleştirmen
oldu çıktı başımıza.
Bırakın açılımlar yapılsın bir de böyle deneyelim barış yolunu, savaşlar tarih boyunca işe yarasaydı cenneti bu dünyada
yaşardık hepimiz. Hükümet ister oy toplamak için yapsın ister iyi niyetli yapsın bu
girişimi. Sonuçta kazanan bu ülke olacaksa
bırakın açılsın beyinler. Hollandalı teknik
adamın bizi özetleyen lafıyla yaz aylarında gündemde yer alan başlıklara değindim ve bu toprakların sanatçısının, Zülfü
Livaneli’nin açılımlar hakkındaki güzel bir
sözüyle yazımı noktalamak istiyorum.
”Umuda yönelik her söylem, içi ne olursa
olsun önemli, içi nasıl olsa doldurulacak.”
Ekim2009 Yıl2 Sayı16
http://univers.ieu.edu.tr
5N1Kʼnın vazgeçilmez yüzü
5N1K dendiğinde aklınıza ne geliyor? Büyük ihtimalle bir haber programı. Haberciliğin 5N1K’sini 10 yıldır CNN Türk’ten ekranlarımıza taşıyan Cüneyt Özdemir ve ekibi
sayesinde Türkiye’de aklımıza gelen bir haber programı. Cüneyt Özdemir’le 5N1K’dan,
televizyon gazeteciliğinden ve üniversite hayatından bugüne uzanan bir dönemle ilgili
konuştuk.
Sarphan Uzunoğlu: Önemli İşler Dairesi
kitabınızla birlikte Türkiye’deki istihbarat
teşkilatları arasındaki savaşın içine aldınız
okuyucuyu. Kitabı okurken dikkatimi çeken
detaylandırılmamış kimi karakter tanımlamaları oldu. Bu sizin yaptığınız bir seçim
miydi yoksa kimliklerinin açığa vurulmasından korkuyorlar mıydı?
Cüneyt Özdemir: Elbette kimliklerinin
açığa çıkmasını istemiyorlardı. Zira bir
kısmı hala aktif görevde ayrılanlar ise pek
çok illegal örgütün halen ölüm listesinde.
Bu bir zorunluluktan kaynaklandı. İsimleri
açıklananların tamamı zaten bugüne kadar
farklı nedenlerle resmi olarak isimleri medyaya ya da resmi deşifre olan yazışmalara
aktarılanlardı.
Farklı istihbarat teşkilatlarıyla ilgili kitaplar yazıldı; ancak polis devlet kavramının
bu kadar gündemde olduğu bir dönemde
böyle bir kitap sizce de kendine bir misyon
edinebilir mi?
Böyle bir amaçla yola çıkmadı ama eğer illa
da bir misyon edinecekse şöyle bir misyonu olabilir; Bugün Türkiye’nin en büyük
kurumlarından birine dönüşen Emniyet
İstihbarat’ın gelişimi bakın böyle oldu,
diyebiliriz. Şu haliyle bugün Türkiye’nin
başrol oyuncularından Emniyet İstihbarat
Dairesi ile ilgili bunun dışında yapılmış bir
çalışma doğru dürüst yok. Kanımca büyük
eksiklik.
Cüneyt Özdemir CNN Türk’le özdeşleştirilmiş durumda. 5N1K dendiğinde akla gelen
yüz sizinki. Peki Cüneyt Özdemir bunun
dışında ne yapar? Dipnot.tv var örneğin internet üzerinde, uzun süredir devam eden bir
macera bu. Siz ekran dışındaki var oluş savaşınızı nasıl veriyorsunuz?
Ekran dışında bir varoluş savaşı vermiyorum. Vermediğim gibi daha düşük profilli
bir hayat yaşamaya çalışıyorum. Şu anda
Cnntürk’de haftada 6 gün ve bir diğer haber
kanalında haftada 2 gün yaptıklarımızla yer
alıyoruz. Gelecek yıl eğer başarabilirsem bir
yıllığına biraz yavaşlamak daha geniş zaman
yayılan bir kaç projeye imza tamk niyetindeyim . Şimdiden bunları planlıyorum.
Bir gazetede köşe yazarlığı yapan bir Cüneyt
Özdemir’i görmemiz mümkün olacak mı?
Sizce köşe yazarlığı habercilikte kısır olanların işi haline mi geldi yoksa bu bir ustalık
seviyesi mi?
Şart değil ama neden olmasın. Bunu bana
değil gazetecilerin yöneticilerine sormakta
fayda var. Ama böyle bir teklif uygun bir
kanaldan gelirse neden olmasın seve seve
yaparım.
Twitter’ı kullandığınızı biliyoruz. Sosyal internet ağlarının kullanımı hakkında neler
düşünüyorsunuz?
İnternet ve teknolojideki her türlü yeniliğe
açığım ve bir an önce adapte olmaya çaba-
Cüneyt Özdemir
lıyorum. Twitter yeni bir mecra ve neden
olmasın gayet rahat kullanabildiğim bir
mecra. Üstelik eğlenceli de . Tabi şimdilik.
Kısa sürede kendini tüketeceğini ya da yenileyeceğini düşünüyorum.
Size göre nedir bu Ergenekon Davası? Basın
eliyle yürütülen bir karşı devrim hareketi mi,
yoksa demokratların statüko karşısındaki zaferi mi? Elbette her ikisinin de yanıltıcı şıklar
olması olası.
Bence Ergenekon davasının ele alınması gereken önemli yanları da var zıvanadan çıkmış yanları da. Bugüne kadar iddianameleri
de başından sonuna kadar okuyordum.
Ancak en son iddianamede baş suçlu olarak
Yalçın Küçük yazdığını görünce inanın açıp
içine bakmadım bile. Bence Ergenekon bir
hesaplaşmadır. Bir dönem askerlerin sivillere yaptığını şimdi siviller askerelere ve benzer düşünenlere yapmaktadır. Her ikisini
de onaylamak mümkün değil. Her ikisi de
gerçekten korkutucu..
Clubber gazeteciler arasında gösterilmiştiniz.
Bildiğim kadarıyla sık sık İstanbul’dan çıkıyorsunuz? Cüneyt Özdemir hayattan zevk
almak için neler yapıyor?
Clubberlık mı kaldı yahu, var mı hala böy-
le bir terim. Yıllar önce elektronik müzik
dinlemeye başladım severim de hala... Ama
öyle clublara gidelim içelim, dağıtalım pek
benim tarızm değil. Zaten hayatımda hiç
uyuşturucu kullanmadığım için belli bir saatten sonra tahammül etmem de mümkün
olmuyor bu tarz ortamlara, uykum geliyor.
Herkes kullanıyor demiyorum ama yurtdışında gördoüğüm kadarı ile bu kültürün bir
parçası da böyle bir şey.
Çok seyahat ediyorum ama. Yılın en az 4
ayını yurtdışında geçiriyorum. Kimi zaman
savaş bölgesi oluyor kimi zaman kendi isteğimle gittiğim bir ülke ya da krallara layık
bir yer. Bu inişler çıkışlar kontrostlar hayatın ve işin en renkli kısmı sanırım.
Bir de arkadaşlarıma zaman ayırırım. Her
beş yılda bir yeni bir hobi elde etmeye çalışırım. Bu yıl kaptanlık ehliyeti aldım,
denizciliğe merak sardım. Tek başıma bir
tekneyi idare edebiliyorum. Bir ara dalıyordum sonra surf yaparım, katamaranda fena
değilimdir bakın.
Bir gazeteci edebiyatla ne kadar iç içe olmalı
sizce? Daha doğrusu insanın edebiyatla ilişkisinin boyutu insanlığı bakımından ne ifade
ediyor?
Edebiyatı bilmeden gazeteci olunmaz desem
abartmış olur muyum? Ben sürekli okuyan
bir insanım. Roman, araştırma, hikâye en
kötü düz yazı. Edebiyat yoksa hayatınızda
düz bir duvar gibisinizdir. Gidip kafanızı
vurabilirsiniz gönül rahatlığı ile...
Sabah uyandığınızda okumak istediğiniz ilk
üç gazete hangileri oluyor ve neden onları seçiyorsunuz? İdeolojik bir yakınlık mı yoksa
alışkanlık mı?
Arkadaşlar günde 15 gazeteyi son 10 yıldır
aaralıksız okuyan bir insana bunu sormak
haksızlık. Gazeteleri alıp şöyle bir başlıklarına bakıp ilgimi çekenle başlıyorum. Zaten
bütün gazeteleri okumadan sağlıklı bir Türkiye fotoğrafı çıkartmayı doğru bulmuyorum. Yandaş diyorlar ya bence bütün medya
yandaş ama herkes kendi yanında. O yüzden siz siz olun farklı cenahları temsilen bir
kaç gazeteyi okumadan güne başlamayın
Üniversite yıllarındaki Cüneyt Özdemir’le
şimdiki Cüneyt Özdemir arasında bir fark
var mı? Zaman size ve fikirlerinize ne yaptı?
Eskiden daha katı, sert ve uzlaşmazdım.
Zaman bana fevri olmamayı, uzlaşmayı,
dinlemeyi öğretti. Bunları da bayağı pataklayarak, döverek, süründürerek öğretti.
Naifliğim bu medyanın kirliliğinde biraz
törpülendi. Bir de eskiden kalbim söyler
aklım yapardı. Şimdi aklım bir şey söylüyor
ve kalbim usulca onun sözünü dinliyor.
İki Dil Bir Bavul - Orhan Eskiköy & Özgür Doğan
Tür: Dram
Yönetmen: Orhan Eskiköy &
Özgür Doğan
Yapımcı: Pieter Van Huystee & Orhan Eskiköy
Yapım: 2008, Türkiye, 120 dakika
Senaryo&Görüntü Yönetmeni: Orhan Eskiköy
Üniversiteden yeni mezun olmuş bir öğretmenin uzak bir Kürt köyündeki bir
yılı. Öğretmen Kürtçe bilmez, çocuklar
ise Türkçe. Emre ilk kez gördüğü bu
coğrafyada, bir yılını çocuklara Türkçe
öğretmekle geçirir. Bir yılın sonunda
çocuklar Türkçe öğrenebilecekler midir?
Bir yıl boyunca öğretmenin farklı bir
topluluk ve kültür içindeki yalnızlığına,
çocuklar ve köylülerle yaşadığı iletişim
problemine, çocuklardaki değişime tanık
oluyoruz. Bu süreç boyunca öğretmen ve
çocuklar birbirlerini yavaş yavaş tanımaya ve anlamaya başlıyorlar. ‘İki Dil Bir
Bavul’ Adana 16’ncı Altın Koza Film
Festivali’nden iki ödülle döndü. Festivalde SİYAD En İyi Film Ödülü ve Büyük
Jüri Yılmaz Güney Ödülü’nü kazanan
filmdir aynı zamanda. Kürtçe eğitim sorununa değinen çarpıcı bir belgesel olan
film hakkında jüri başkanı Nuri Bilge
Ceylan, “Herkesin sonbaharda vizyona
girecek İki Dil Bir Bavul’u izlemesini
rica ediyorum” dedi.”İki Dil Bir Bavul”
yıllardır süregelen çatışmayı bir
kenara bırakıp
“ötekileştirme”
ve “asimilasyon”
iddialarını ince
bir dille kurgulama yolunu seçiyor. Oyuncu kadrosunun tamamı amatör olan filmin kullandığı dilin yalınlığı,
günlük yaşama hiçbir şekilde müdahale
edilmeden çekilmesi ve politik kaygılardan uzak bir objektiflikle çekilmiş olması sayesinde son derece etkileyici bir film
karşımıza çıkıyor.
http://univers.ieu.edu.tr
Kültür-Sanat 09
Ekim2009 Yıl2 Sayı16
Iron Maidenʼı
Seray Özbiçer
İç Mimarlık ve Çev Tas.
Up the Ironsʼdan dinlemek
Iron Maiden dünyanın gelmiş geçmiş en iyi heavy metal gruplarından biri. Şu anda
olgunluk dönemini yaşayan efsanevi grubun 14 tane stüdyo albümü bulunuyor.
Unutulmaz “Fear of the Dark” şarkısı Iron Maiden’a ait.
Biliyorsunuz günümüzde artık her ünlü
grubun bir taklit yani “tribute” grubu var.
Bu tip gruplar sahneye çıkıp hayranı oldukları grupların hal ve hareketlerini taklit edip
playback yapan gruplar değil. Grup öyle bir
şekilde oluşturuluyor ki üyeler hem görsel
açıdan ünlü simalara tıpatıp benziyorlar,
hem de sesleri ve yetenekleri de taklitlerini
yaptıkları kişilerle örtüşüyor. Yani “Up the
Irons”ın dört gitaristinden biri olan Giovanni, Adrian Smith gibi elektro gitarıyla
temiz bir ritim tutturmuşken, Rino, Dave
Murray gibi üzerine solo atabiliyor, Eliano,
bas gitarıyla Steve Harris gibi müziğin tabanını oluşturan notalar basarken, Stefano,
Nicko Mcbrain gibi davul çalabiliyor ve
grubun ağabeyi 1967 doğumlu Orlando ise
Dickinson kadar güzel bağırabiliyor.
Evet grup üyeleri Orlando, Stefano, Eliano, Giovanni ve Rino. Bu hırslı İtalyan
müzisyenler işlerini o kadar iyi yapıyorlar
ki kendilerine “Up the Irons” adını layık
gören bu güzide müzik topluluğu otoriteler tarafından defalarca en iyi Iron Maiden
“tribute band” i olarak seçildi. Geçen kış,
18-20 Aralık’ta sırasıyla, İstanbul, İzmir ve
Ankara’da heavy metal rüzgarı estiren grup
ile e-posta yoluyla bir röportaj yaptık. Şimdi bu çalışmamızı sizlerle paylaşıyoruz.
İlk olarak bizimle röportaj yapmayı kabul ettiğiniz için size teşekkür etmek istiyoruz.Dünyanın en iyi “Iron Maiden Tribute Band” olarak tanınıyorsunuz. Bu grup nasıl kuruldu,
bu grup üyeleri nasıl bir araya geldi?
UP THE IRONS: İlginiz için teşekkür ederiz. Grup 2000’li yıllarda IRON
MAIDEN’a güçlü bir tutku duyan birkaç
arkadaşın buluşması ile toplandı. 2003 yılının sonuna doğru bazı düzenlemelerden
sonra günümüzdeki şekline kavuştu. Aynı
şehirde yaşayan grup üyelerinin buluşması
ve bu projeyi ileriye taşıması zor olmadı.
Iron Maiden üyelerine benzemek için konserleden önce ne gibi hazırlıklar yapıyorsunuz?
Peruk taktığınızı biliyoruz, ağır makyaj ya-
A
pıyor musunuz? Bazı insanlar Iron Maiden
üyelerine benzemek için sizin estetik ameliyat
yaptırdığınızı düşünüyor? Doğru mu?
Sahnede kendi tasarladığımız kostümleri giyiyoruz, Iron Maiden’ın kullandıkları
malzemelere sadık kalmaya çalışıyoruz.
Gerçekten peruk takmıyoruz. Gösterimiz
sırasında IRON MAIDEN turlarında kullandıklarını giyiyoruz.
Türkiye’ye gelmeye nasıl karar verdiniz?
Türkiye’de bulunmaktan memnun kaldınız
mı? Yeniden Türkiye’ye gelmeyi düşünüyor
musunuz?
Ankara, İzmir ve İstanbul şehirlerinde 3
günlük bir tur için CES Prodüksiyon bizimle iletişime geçti. Çok güzel bir deneyimdi,
en kısa zamanda gelmeyi umuyoruz!
Hayranlarınızın çoğu ve eleştirmenler Iron
Maiden tarihini ikiye ayırırlar. 1980-1993
Bruce Dickinson gruptan ayrılmadan önceki
dönem ki bu dönemde 1999-2008 yılları arasında Balze Bayley 6 yıl vokalistlik yapmıştı.
İkinci olarak da, 1999-2008 arasında tekrardan Bruce’lu dönem. Sizce grubun tarihini bu
şekilde ayırmak doğru mu? Eğer öyleyse hangi
döneme aitsiniz?
Up The Irons
Bu dönemler arasında ayrım yapmıyoruz
biz, IRON MAIDEN tektir, İlk albümünden son albümüne kadar hepsini tercih ediyoruz
The Beatles, Queen, Black Sabbath, Deep
Purple, ve tabiki Iron Maiden, neredeyse tüm
efsanevi müzisyenler İngiltere’de doğuyor, bu
başarının sırrı nedir?
Bizim bilmediğimiz bir sır…
Iron Maiden’ın en sevdiğiniz albümü hangisidir? Neden?
IRON MAIDEN olan herşeyi çok seviyoruz, biliyoruz biz deliyiz!
Univers adına teşekkür ederiz.
Şunu çok iyi anladık ki grubun motivas
yonu oldukça yüksek. Müzik hakkındaki
genel sorulara pek cevap vermezken konu
ne zaman tekrar Iron Maiden’a gelse heyecanlarına hakim olamıyorlar.
Umarım 2009’da yine Türkiye’ye gelirler ve
bizi tekrar heyecenlarına ortak ederler.
Celal Güler
Twitter devrimi
İ
kinci Abdulhamit’in tahtta olduğu dönemden kalan bir gelenek olan jurnalcilik yeni şekliyle artık bilgisayarların ve cep
telefonlarının ekranlarında. İstibdat Dönemi olarak adlandırılan dönemde kahvelere
giden jurnalcilerin yaptığı işi artık ülkenin
kanaat önderleri, gazetecileri, şöhretleri
kendi elleriyle yapıyorlar. Amerikan Başkanı Obama’dan Slavoj Zizek’e birçok kesimden üye barındıran twitter ise yeni nesil
jurnalciliğin yeni nesil medyası.
HYPERLINK “http://www.twitter.com/”
Http://www.twitter.com adresine girip kendinize bir twitter hesabı açmanızla başlayan
twitter üyeliğiniz boyunca 140 karakterlik
girilerle hayatınızı, düşüncelerinizi, ilginizi
çekenleri insanlarla paylaşma şansına erişiyorsunuz. Twitter ekonomik bir blog sayfası
gibi işliyor. Sayfalar süren günlük giriler yerine 140 karakterde hem derdinizi anlatıyor
hem de izlediğiniz insanların paylaşımlarına
gözatma imkanı buluyorsunuz. 2006’dan
beri hizmet veren twitter aslında benzeri
hizmetler barındıran friendfeed’in rakibi
EGOMUN
HAKLARI
konumunda. Facebook ve
benzeri sosyal ağlarla entegre
çalışma fırsatı sağlayan twitter dönem dönem yaşadığı
veritabanı problemlerine rağmen oldukça eğlenceli bir sanal komünite aracı. Twitter her
gün televizyonda gördüğünüz
insanlarla fikirlerinizi paylaşmak,
onların medya sansürüne takılmamış fikirlerini görmek adına
da kısıtlı alanda demokratik imkan sağlayan sanal
bir cumhuriyet.
Türkiye’den Serdar Turgut,
Cüneyt Özdemir, Mirgün Cabas, Serdar Akinan, Oray Eğin,
Ahmet Hakan Coşkun, Sayım
Çınar gibi medya çalışanları ile
Nuri Bilge Ceylan, Barbaros Şansal,
Uğur Yücel, Nefise Karatay ve Selçuk
Erdem gibi isimlerin de üye olduğu
twitter her geçen gün ünlü katılımcılarının sayısını arttırıyor. Dahası gazetelerde
twitter üzerinden oluşan
kimi dedikodu sütunları bile
oluştu. Her geçen gün üye sayısı artan
Twitter’ın Facebook’u silip silemeyeceği ise
merak konusu.
ydın Doğan Vakfı Genç İletişimciler
Yarışması, nitelikli medya çalışanı yetiştirmeyi ve yarışma aracılığıyla bu alanda
sürekli gelişimi teşvik etmeyi amaçlayan
Aydın Doğan Vakfı tarafından düzenlenen
bir yarışmadır. Aydın Doğan Vakfı ise yarışmanın amacını İletişim Fakültesi öğrencilerinin medyanın çağdaş liderleri olarak
yetişmesine katkıda bulunmak olarak nitelendiriyor.
Güzel Sanatlar Fakültesi öğrencisiyim ve
masumum. Yasal bir merhamet talep ediyorum adaletin kılıcından. Masum olduğum
halde zarar gören tarafım ben. Dosdoğru,
iki yana sarkıtılmış, adalet kokan bir terazinin ibresi benim duruşum. Ağızları açık
bıraktıracak bir savunmanın yasal temsilcisiyim. Hayatım, kararlarım, mesleğim
ve ideallerimin sahibi olduğunu düşünen;
dünyayı yutmak üzere olan bu sistemin
sömürüsüne, çaresizliğine, mantıksızlığına acıyarak bakan bir isyancıyım. Yaratan,
üretene; yaşayan, mücadele edene düşman;
tüketen, üretmeyene; hazırcı tembel zihniyete hayran bir düzenin avuçlar dolusu yetiştirdiklerinden sadece birisi olmaktan bir
adım ileri gidemiyorum.
Bir toplumu, bir ırkı, bir sınıfı sırf varlıkları başka bireyler üzerinden devam edebilsin
diye dilenci gibi köleleştirmeyi göze alabilen; yasaları, kendi amaçları doğrultusunda
ahlaki sorumluluktan uzak başka başka bireylerin rehberliğine bağımlı hale getirebilenlere sesleniyorum.
Yaratan, üreten ve bir elin parmağını geçmeyen genç beyinler sadece tüketen, hazırcı bir toplumun parçası haline getirilmek
istemiyor. Onlar, yaratıcı işlere oy veren
taraf değil; yaratıcılıklarına oy verilen bireyler olmak istiyor.
Katıldığım yarışmalardan sırf Güzel Sanatlar Fakültesi öğrencisi olduğum için geri
çevrilmek İSTEMİYORUM. Ürettiklerimle değil de üretilenlerle övünmek, zihniyetine sahip çıkmayan başka zihniyetlere
hayran bir sistemin parçası olmak, salt anlamda başkalarına bağımlı hale getirilmek
istemiyorum.
Hâlbuki bilmiyorlar yaratan, üreten bir
bireyin ekmek gibi su gibi bağımsızlığı da,
özgürlüğe de ihtiyacı olduğunu. Sizden cevap anahtarı değil, seçenekleri istiyorum.
Bırakın biz düşünelim, bırakın biz yaratalım çözümleri… Etiketlemeyin, ölüm
kalım meselesi haline getirmeyin yaratıcılığın kurallarını. Fiziksel bir kölelikmiş gibi
taşıtmayın bize seçmek zorunda kaldığımız
mesleklerimizi. Kim bilir belki büyük bir
düşünür, belki bir mucidim. Paylaşamaz ve
gelecek nesillere devredemezsem düşüncelerimi kim verecek bizlere bunun hesabını?
Son sözü ise bireyin temel ve esas birey
olduğunu, hiçbir kollektivite uğruna feda
edilemeyecek, kurban edilemeyecek olduğu düşüncesini savunan Ayn RAND’ ın “
The Fountainhead “ ( Hayatın Kaynağı )
adlı kitabındaki satırlarına bırakıyorum...
“ ...Dünya yüzündeki ilk hak, ego’nun hakkıdır. İnsanın ilk görevi kendine karşıdır.
Ahlaki yasası; birinci amacını asla kimselere bağlanmamaktır. Ahlaki sorumluluğu da
istediğini yapmaktır, yeter ki istediği diğer
insanlara birinci dereceden bağımlı bir şey
olmasın. Buna yaratıcı zihnin tümü dahildir...Düşünüşü de, çalışması da...”
10 Dosya
http://univers.ieu.edu.tr
Ekim2009 Yıl2 Sayı16
Metin Göktepe: “gazeteciyim”
Tüm delilleri ortadan kaldırmak veya bu olayı haklı çıkarmak aydın gazetecilere yapılan bu insanlık ayıbını asla örtbas
edemeyecektir. Şimdiye kadar öldürülen gazeteci cinayetlerinde çoğu zaman sanıklar bulunamamıştır. Metin Göktepe
davası sanıkları bulunan ilk gazeteci cinayeti olması nedeniyle daha önceki gazeteci cinayetlerinin de kimler tarafından
yapıldığı sorusuna açıklık getirmiş daha doğrusu bilinen gerçek gözler önüne serilmiştir.
emniyet güçleri, diğer bir deyişle devlet bu
olayda açık vermişti ve tabiiki de bu açığını
kapatacaktı. Metin’in gözaltına alındığı ile
ilgili bir belge bulunmuyor çünkü görgütanıkları onun kayıt yaptırılan yere kadar
ulaşamadığını söylüyor. Ayrıca ölümün
bir duvar üzerinden düşerek olduğu da iddia edildi. Fakat Adli Tıp sonucu Metin’in
ağır bir işkence sonucu öldüğünü kanıtladı.
Dönemin başbakanı Tansu Çiller açıklama
yapmaktan kaçınırken emniyet içerisinde
de işkencecileri sonuna kadar savunma telaşı vardı.
Dava ilden ile taşındı ilk önce Aydın’a ardından Afyon’a ama arkasından gelenleri
asla etkilemedi aksine dava daha fazla sahiplenildi. Süreç içerisinde görevden uzaklaştırılan bazı polisler yüzünden emniyet içerisinde bölünmeler ve tartışmalar başlarken
dava peşinde koşanlar sürekli sindirilmeye
çalışıldı bazen duruşmaya alınmadılar. Dava
dört yıldan fazla sürdü. Sonuçta beş kişinin
küçük cezalar almasıyla dava kapandı.
AİHM’de dava hala devam etmekte.
Gazetecilik dünyanın en zor işlerinden bir
tanesi. “Bugün neler yaşandı ve bunların
bize olan etkileri nelerdir?” işte gazeteciler
sadece bu bilgileri bize taşımak için çalışırlar. Fakat gazeteciler nezamanki içinde
bulundukları duruma şikayetçi olup var
olan güce karşı gelirlerse işte ozaman karşı durdukları güç tarafından yok edilirler.
Ülkemizde de bir çok gazeteci öldürüldü
ve öldürülüyor çünkü onlar bilinmemesi
gereken bilgileri bizim önümüze sunuyorlar. Biz Ünivers ailesi olarak her sayımızda
bir gazeteciye ve onun hayat hikayesine yer
vermeye karar verdik. İlk gazeteci olarak habere gittiği sırada çok açık bir şekilde gözaltında öldürülen Evrensel Gazetesi muhabiri
Metin Göktepe’yi seçtik.
Metin Göktepe
10 Nisan 1968 yılında Sivas’ da hayatını
tarım ve hayvancılıkla kazanan bir ailenin
sekizinci çocuğu olarak dünyaya geldi. İlk
11 yılını burada geçirdikten sonra kardeşi
Aziz ile İstanbul’a göç ederek eğitimine burada devam etti. 1989 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Maliye Bölümü’ne
girdi. Üniversitede öğrenci gençlik mücadelesinin aktif bir üyesi oldu. Çevresinde
güleryüzlü ve hoş sohbet biri olarak tanınıyordu. 1992 yılında Gerçek Dergisinin çıkacağını öğrenince orada çalışmaya başladı.
7 Haziran 1995’te kurulan Evrensel Gazetesinin kuruluşuna dahil oldu ve gazeteciliğe
burada devam etti. 9 Ocak 1996’da, gazetecilik yaparken, gözaltında polisler tarafından dövülerek öldürüldü.
8 Ocak 1996, O gün
Evrensel Gazetesi İstanbul Yenibosna’daki
merkez binasında bir hareketlilik var. Çünkü Ümraniye Cezaevi’nde öldürülen iki
siyasi tutuklu toprağa verilecek ve kitlesel bir katılımın olması bekleniyor. Metin
Göktepe habere giden muhabirler listesinde
adını görmeyince arkadaşlarıyla tartışıyor
ve kendisinin de orada olması gerektiğini
belirtiyor. Metin gazetecilik hayatının en
başından itibaren büro işlerini sıkıcı bulan
ve nerede eylem varsa orada olan bir gazeteciydi. Metin’ nin gazeteden arkadaşı İhsan
Çaralan: “Ölümünden sonra arkadaşları,
ona, ‘hareketin fotoğrafçısı’ adını taktılar;
bunu biraz geliştirip kitle eylemlerinin gazetecisiydi de diyebiliriz. Çünkü Metin,
aramıza katıldığı ilk günden itibaren nerede
bir kitle eylemi varsa onun peşinden koşan
bir gazeteci oldu...” Metin bu olayıda izlemesi gerektiğini hissediyordu ve arkadaşları
ile birlikte haberi izlemeye gittiler. Metin,
Adli Tıp’ta cenazeleri bekleyecek diğerleri
ise mezarlıkta olacaklardı fakat mezarlığa
girmek imkansızdı ve arkadaşları da Adli
Tıp’a döndüler. Metin, olanlara kızarak haberin izlenmesi gerektiğini söyledi ve diğer
gazeteden arkadaşları ile mezarlığa gitti. Çevik Kuvvet barikatına kadar olan tüm engelleri aştıktan sonra. Çevik Kuvvet sarı basın kartı olmayanları cenazeye almıyordu ve
içlerinden sadece UBA’dan bir gazetecinin
Metin Göktepe
sarı basın kartı vardı ve o girdi. Metin, diğer
arkadaşları ile basın kartının olmasının gerekmediği konusunda ısrar edince tartışma
çıktı. Komiser muavini “sen fazla konuştun
seni göz altına alıyorum” dedi. İki Çevik
Kuvvet polisi Metin’in kollarını arkadan
bükerek göz altına aldı. Gazeteci arkadaşı
Kerem “biz herhangi bir şey yapmıyoruz
ve gözaltına alınmamız için de herhangi bir
neden yok” dedi. Bunun üzerine Kerem’e
“seni de gözaltına alıyorum” dedi. Hangi
gazetede çalıştıkları sorulduğunda Kerem’in
Cumhuriyet’de çalıştığı anlaşıldı ve “bırakın onu başınıza iş alırsınız” denilerek serbest bırakıldı. Metin’in yeni kurulmuş ve
muhalif yazılar yüzünden toplatmaların ve
gözaltıların olduğu bir gazetede çalışması
onu gözaltına alanlar için rahat bir durum
oluşturuyordu. Gözaltından sonra arkadaşları Metin’i birdaha göremediler.
Eyüp Spor Salonu
Alibeyköy Karakolu’na durmadan İETT
otobüsleri içinde gözaltına alınanlar getiriliyor. İnsanlar yere yarıtılmış bir vaziyette
kafaları tekmeleniyordu. Metin’in başka
bir gazeteden arkadaşı bunları söylerken
Metin’in de orda olduğunu ve diğerleri ile
birlikte Spor Salonuna götürüldüğünü belirtiyor. Spor Salonları, baskıcı ve despod
ülkelerde sadece spor karşılaşmalarına yer
sahipliği yapmaz, bu şekilde çok fazla insan
gözaltına alındığında bu yerler işkence evine dönüşüverir.
Metin ile aynı grupta gözaltına alınan Deniz Özcan anlatıyor: “İşkencehane dedikleri
bir yere indirildim. Yaklaşık 20-25 dakika
dövüldüm. O sırada Metin getirildi. Amirlerden biri, ‘işte bu gazeteci, buna özel muamele’ dedi. On kişi Metin’in üzerine çullandı. Metin’e coplarla ve kazma sapına benzer
sopalarla vuruyorlardı. On dakika sonra
bayıldı. Su döküp ayılttılar. Biraz bekleyip
tekrar dövmeye başladılar.” O gün gözaltına alınan herkes polislerin işkencesine maruz kaldı. Metin Göktepe’de onlarca kişinin
gözü önünde dövülek öldürüldü.
Avukatlar geldi
Metin’in gözaltına alındığı haberini duyan
gazete avukatları spor salonuna geldiler, savcılıktan aldıkları kağıdı göstermek için bir
yetkili aradılar sonra gazetecilerin salındığını ve diğer kişilerinde onarlı gruplar halinde salınacağı söylendi. Avukatlar sakinleşip
oradan ayrıldı. Fakat salınanların arasında
Metin yoktu ve hala içerideydi. Dışarıda
yakınlarını tedirginlikle bekleyenlerin, bu
kadarını ummadığı şeyler oluyordu içeride.
Dava süreci
Metin Göktepe o gün spor salonunda polisler tarafından dövülerek öldürülmüştü ve
etrafta bir sürü görgü tanığı vardı. Bu sefer
Demokrasi savaşı
Metin Göktepe’nin işkence ile öldürülmesi
ve bir gazeteci olması Türkiye’nin o dönemde demokrasiden ne kadar uzak olduğunun
bir göstergesiydi. Bu olayın peşini bırakmayanlar yalnız Metin için değil Türkiye’nin
20. yüzyıla girerken ki demokrasi savaşı için
oradaydılar. Gazeteciler üzerindeki gözaltı
korkusu ve başa gelenelerin beylik lafları bu
olay ile birlikte yeter artık denmesi gereken
bir durum haline gelmişti.
Dava süreci sırasında yargının bağımsız olmadığı da anlaşılmıştı. Darbe döneminde
alınan hızlı kararlar ve asılan o kadar genç
insan, devletin kendi memurları için tabi ki
geri sayacaktı ve uzatabildikleri kadar uzatacaklardı. Asıl suçlular, yani emirleri verenler
asla yargılanmadı. Ama Metin Göktepe davası “mahkumiyet kararı çıkan ilk gazeteci
cinayeti” olması nedeniyle Türkiye’de bir ilk
oldu.
Metin Göktepe davasının peşini bırakmayan tüm gazetecilere, kuruluşlara ve kişilere
demokrasi adına verdikleri çaba için teşekkürler.
Ünlü Newseum haber müzesinde faili
meçhul cinayete kurban gitmiş gazeteciler
anısına bir anıt bulunmakta. Bu anıtta ki
Türk gazeteciler: Çetin Abayay, Hafız Akdemir, Erol Akgün, Mecit Akgun, Yaşar
Aktay, Cengiz Altun, Musa Anter, Nazım,
Babaoğlu, kamil Başaran, Sami Başaran,
Hüseyin Deniz, Hrant Dink, Turan Dursun, Çetin Emeç, Metin Göktepe, Halit
Güngen, İzzet Kezer, Kemal Keleç, Ahmet
Taner Kışlalı, Januariusaloysius Macgahan, Secarettin Müftüoğlu, Uğur Mumcu,
Yahya Orhan, Mahmet Özkesici, Namık
Tarancı, Ferhat Tepe, Sayfettin Tepe, Bulent Ülkü. Listeye Türkiye’den eklenen son
isim Hrant Dink.
Hakan Gözütok
http://univers.ieu.edu.tr
t
SİNEMALAR,
FİLM GÖSTERİMLERİ
Rehber 11
Ekim2009 Yıl2 Sayı16
Oyuncular; Julianne Moore, Mark
Ruffalo
2007 Kanada-Brezilya 120’’
2008 Cannes açılış filmi
Şerefine İnsanoğlu
Karşıyaka Ragıp Haykır Sahnesi
2-4, 8-10, 11, 15-18, Ekim
Ayrıntılı Bilgi İçin; www.frkultur.com
Yollarda
Karşıyaka Oda Tiyatrosu
13, 14 Ekim
Bir Tenor Aranıyor
7, 8 Ekim
Otello
13, 15, 17 Ekim
Fransız Kültür Merkezi
Küçük Denizkızı Ponyo
Yönetmen; Hayao Miyazaki
Tür; Animasyon
2008 Japonya 100’’
O’Horten
Yönetmen; Bent Hamer
Oyuncular; Baard Owe, Henny Moan
2007 Norveç, Almanya, Fransa 90’’
t
KONSER
Ozee
Teoman
9 Ekim Cuma
Duman
16 Ekim Cuma
Günışığı Temizleme Şirketi
Yönetmen; Christine Jeffs
Oyuncular; Amy Adams, Emily Blunt
2007 ABD 102’’
Ayının Fendi Avcıyı Yendi
Konak Melek Ökte Sahnesi 4, 18
Selahattin Akçiçek Kültür Merkezi 15,16
Simon Boccanegra
24, 26, 27 Ekim
Kurbağa Prens
27 Ekim
Janette Thompson
27 Ekim
Jeanne D’arc’ın Öteki Ölümü
Karşıyaka Oda Tiyatrosu
20, 27 Ekim
Aydınlığın adı Atatürk
29, 31 Ekim
Bir Daha Çal Sam
Karşıyaka Ragıp Hakır Sahnesi
22-25, 29-31 Ekim
Peter Pan Müzikali
İzmir AKM Yunus Emre Salonu
17, 24 Ekim
Tabu
Yönetmen; Alain Ball
Oyuncular; Summer Bishil, Aaron
Eckhart
2007 ABD 124’’
Seni O Kadar Çok Sevdim Ki...
Yönetmen; Philippe Claudel
Oyuncular; Kristine Scott Thomas, Elsa
Zylberstein
2008 Almanya- Fransa 115’’
2009 César En iyi film
2009 César En iyi yardımcı kadın oyuncu
MFÖ
23 Ekim Cuma
Barut Fıçısı
Sabancı Kültür Merkezi
23, 24 Ekim
Pazar Bir Ticaret Masalı
Yönetmen; Ben Hopkins
Oyuncular; Tayanç Ayaydın, Genco Erkal
2008 Türkiye 90’’
Dona Agata’nın Kaçırılışı
Konak Melek Ökte Sahnesi
20-24, 27-31 Ekim
Emre Aydın
30 Ekim Cuma
t
Sergi
t
GÖSTERİ
Türkiye’nin İlk Sakinleri
Fransız Kültür Merkezi
21 Ekim - 13 Kasım
Sakarca
Konak Melek Ökte Sahnesi
25, 31
İzmir Sanat Büyük Salon
Kenter Tiyatrosu
Tahtacı ve Ataman gitar ikilisi
14 Ekim Çarşamba
Ankara Trombolün Dörtlüsü
Dörtlü: M. Gürel Ünver, Ekin Eti,
Ozan Çelikel, Cem Güngör
21 Ekim Çarşamba
t
39 Basamak
Oyuncular: Hakan Gerçek, Okan Yalabıyık, Demet Evgar, Bülent Şakrak
İzmir Sanat Büyük Salon
23 - 24 Ekim
TİYATRO
İzmir Devlet Tiyatrosu
Açlık
Yönetmen; Steve McQuenn
Oyuncular; Michale Fassbender, Stuard
Graham
2008 İngiltere-İrlanda 96’’
2008 Cannes Altın Kamera Ödülü
Körlük
Yönetmen; Fernando Meirelles
Rezervuar Kanişleri
Konak Melek Ökte Sahnesi
1-4, 6-10, 13-17 Ekim
t
OPERA VE BALE
İzmir Opera ve Balesi
Alman Lied Gecesi
5, 6 Ekim 20.00
“ Nar Bahçesi “
Christine Grimaldi Dans Topluluğu
Fransız Kültür Merkezi
12 Ekim Pazartesi Saat: 20.00
12 Spor
http://univers.ieu.edu.tr
Ekim2009 Yıl2 Sayı16
Hem profesör hem profesyonel futbolcu
1974 yılına kadar Türkiye birinci liginde profesyonel olarak futbol oynayan
Eskişehirspor’un efsanevi kaptanı Fethi Heper, 1969-70 (13 gol) ve 1971-72 (20 gol)
dönemlerinde gol kralı ünvanını kazandı
İlk kez 16 yaşında, 5 kez milli formayı giyen
Heper, Eskişehir İktisadi ve Ticari İlimler
Akademisi’ndeki lisans eğitimini 1967’de,
doktorasını 1978’de tamamladı. Maliye alanında 1981’de doçent 1988’de profesör unvanlarını alarak profesyonel futbolculuktan
profesörlüğe giden ilk ve tek Türk futbolcusu
oldu. Havada gelen topları göğsünde kontrol
eden Heper, “Çengel Fethi” olarak anılırdı.
Türkiye’de hem futbol oynayıp, hem de akademik hayata devam ederek Prof.Dr olan ilk ve
tek isimsiniz. Eskilerin deyişi ile “Futbol ve Okul
bir arada gitmez” görüşünü savunanlara ne demek istersiniz? Futbolcu olmak isteyen gençler,
eğitimlerine de devam etmeli mi?
Ben her zaman eğitimi ön plana aldım. Çünkü futbol gelip geçicidir ama hayat devam
etmektedir. Gol kralı olduğum dönemlerde
doktora ders ve seminerlerine katıldım ve
başarı ile tamamladım. Kamplarda herkes
oyun oynarken ben odama geçer kitaplarımı
okurdum. Eskiden deplasmanlara otobüs ile
gidilirdi. Yollar bu kadar güzel olmadığı için,
örneğin İzmir’e 10-12 saat süren bir yolculuk
yapardık. Bu seyahatlerde de yine kitabımı
açar okurdum. Şuna inanmıştım: Bir kişi iyi
bir planlama yaparsa hayatta birden fazla konuda başarılı olabilir. İkinci olarak hedefim
1962 yılında onbeş günlük Doçent iken vefat eden en büyük ağabeyim Doç.Dr.Niyazi
Heper’in boşluğunu doldurmaktı.Bunda da
başarılı oldum.
Tüm spor ile ilgili yazılarımda gençlere önce
okul sonra spor mesajını verip her iki alanda
da başarılı olmalarını istedim. İyi bir futbolcu
aynı zamanda profesör de olabiliri ispatlamak
ve örnek olmak istedim.
Şu anki Türk futbolunun durumunu nasıl buluyorsunuz?
Türk futbolunu nasıl buluyorsunuz sorusunu
Türkiye’de yabancı futbolu nasıldır diye değiştirmek istiyorum. Türk takımlarına bakın en
az altı yabancı futbolcu ile oynuyorlar. Alt yapıya hiç önem vermiyorlar. Benim dönemimde alt yapıya önem verildiği için takımımızda hiç yabancı futbolcu yoktu. Üç büyükler
hariç hemen hemen hiçbir takımda yabancı
futbolcu yoktu. Buna rağmen Eskişehirspor
hem Türkiye’de hem de yabancı ülkelerde
yaptığı müsabakalarda bana göre çok başarılı oldu. Bugün Türk futbolunun çok başarılı
olduğu söylenemez. Dünya Kupasına gitmemiz mucizeler bağlı. Beşiktaş’ın Şampiyonlar
Ligi’nde başarılı olmasını isterim. Ama işleri
zor görünüyor. Belki UEFA maçlarında başarı
gelebilir.
Futbolda paranın bu denli önem kazanması ve
futbolun büyük bir endüstri haline gelmesini
nasıl yorumlarsınız?
Kapitalizmin doğal sonucu olarak futbol da
bir endüstri haline geldi. Yılda 500 milyar
Euro’ya yaklaşan futbol harcamaları var. Artık
amatör zihniyet sona erdi. Artık her şey para.
Futbolcu parasını almadığı zaman çeşitli bahaneler bulup oynamamaya başlıyor. Ben son
transfer taksitlerimi futbolu bıraktıktan üç ay
sonra aldım. Bizim dönemimizde amatör ruh
vardı. Biz kulüplerden para alan amatör futbolculardık.
Eskişehirspor’un efsanevi kadrosunda bulunan
bir isim olarak, takımın o zamanki durumu ile
bugünkü durumunu nasıl değerlendirirsiniz?
Efsane takımın uzun yıllar tekrar geriye geleceğine inanmıyorum. Eskişehirspor da
modaya uyarak çareyi yabancı futbolcularda
arıyor. Halbuki alt yapıya biraz para ayırsalar
ve önem verseler çok kısa zamanda bu takımı
çok başarılı hale getirebilirler. Futbolu bıraktıktan sonra 30 yıl hep alt yapıya önem veriniz
dedim. On yıldır rahmetli Abdullah Gegiç’i
alt yapının başına getirmek için uğraş verdim.
Çeşitli bahanelerle hep reddedildi. Geçen yıl
Başkan Halil Ünal bu teklifimi kabul etti ve
ben Gegiç’e durumu ilettim. Çok mutlu oldu
ve on gün içinde işe başlayacağını bildirdi.
Eskişehirspor’un şanssızlığı Gegiç bir hafta
sonra vefat etti ve alt yapı projesi böylece sona
erdi. Alt yapı olmazsa bugünkü mali yapı ile
başarı çok zor gelir.
Bugün Eskişehir sporun durumu puan cetveline baktığınız zaman muhteşem görünüyor.
Ancak sahada oynadıkları futbol yok, sadece
netice var. Bu durum bugünler için fevkalade
iyi, ama iyi bir futbol ile alınacak galibiyetler
daha önemli diye düşünüyorum.
Avrupa Voleyboluʼ nun kalbi İzmirʼ de attı
Voleybolda Olimpiyat ve Dünya Şampiyonsı’ndan sonra en önemli organizasyon
olan 26. Avrupa Voleybol Şampiyonası 42
yıl aradan sonra yeniden İzmir ve İstanbul’
un ortak ev sahipliğinde ülkemizde düzen-
lendi. 16 takımın 4 ayrı grupta mücadele
verdiği şampiyonada, müsabakalar İzmir
Halkapınar ve Apdi İpekçi Spor Salonu’nda
oynandı. Almanya, Fransa ve Polonya ile birlikte A Grubu’nda yer alan Filenin Aslanları, ilk maçta Almaya’ya 3-2, ikinci maçında
Polonya’ya 3-0 ve grupta ki son maçında
Fransa’ya 3-0 mağlup olarak turnuvaya grup
maçları sonunda veda ederken, grupta Polonya lider olarak, Fransa ve Almanya ise
play off vizesi alan diğer ekipler oldu.
Milli takımımızla aynı grupta yer alan
Polonya-Bulgaritan’ı yarı final maçında
3-0 ile geçerken Filenin Aslanlarını 3-0
mağlup eden Fransa, Rusya’yı 3-2 yenerek
finale çıkmayı başardı. İzmir Halkapınar
Spor Salonu’nda oynanan final müsabakasında Polonya, Fransa’yı 3-1’lik skorla
yendi ve tarihinde ilk kez Avrupa Şampiyonu olmayı başardı. Turnuvada Fransa
ikinciliği, Rusya’yı 3-0’la geçen Bulgaristan
üçüncülüğü elde etti. Şampiyon madalyalarını Türkiye Voleybol Federasyonu Başkanı
Ünal Karabıyık’ın, kupayı ise CEV (Avrupa
Voleybol Konfedarasyonu) Başkanı Andre
Mayer’in elinden aldı. Şampiyonanın en değerli oyuncusu Polonya’dan Pıotr Grzuska
seçildi.
Bir çok önemli spor kanalının maçları naklen
yayınlanması İzmir’ in Universiade 2005’ten
sonra bir kez daha adını dış dünyaya tanıtması açısından son derece önemliydi. Turnuvaya katılan 16 takımdan 8’ inin İzmir’de
konaklaması maçların olmadığı günlerde
dışarıya dolaşamaya çıkan sporcularla vatandaşlar arasında renkli diyaloglar yaşanmasına neden oldu. Son 5 yılın en düşük seyirci
ortalamalı organizasyonu olmasına rağmen
İzmir böyle önemli bir organizasyonda ev
sahipliğini başarıyla yürüttü.
Milli tenisçilerimiz ABD açıkta büyük başarı gösterdi
1
29. Amerika Açık Tenis Turnuvası sezonun 4. ve son Grand Slam mücadelesi
olarak 31 Ağustos-14 Eylül tarihleri arasında oynandı. ABD’nin New York kentindeki
USTA tenis merkezi kortlarında oynanan
toplam 24.2 milyon dolar ( 3.66 milyon
lira) ödüllü turnuvada tek erkeklerde Del
Potro şampiyon oldu. Del Potro yarı finalde
Nadal’ı elerken, finalde de 3-2’lik setlerle
Federer’e şans bırakmadı.
Tek bayanlarda ise 2 buçuk yıl sonra kortlara muhteşem bir şekilde dönüş yapan Kim
Clijsters turnuvaya damgasını vurdu. Yarı
finalde sürpriz bir şekilde Serena Williams’ı
2-0 yenen Clijsters, finalde de Danimarkalı
raket Caroline Wozniacki’yi mağlup ederek
şampiyon oldu .
Turnuvada Türkiye’nin gururları Marsel İl-
han ve İpek Şenoğlu büyük başarı gösterdi.
Marsel İlhan tek erkeklerde ana tabloda
mücadele etme hakkı kazandı ve 1. tur maçında Belçikalı Christophe Rochus ile karşılaşarak maçtan 3-2lik galibiyetle ayrıldı. Bu
sayede 2. tura yükseldi ve bir Grand Slam
turnuvasında 2. tura yükselen ilk Türk tenisçi olarak tarihe adını yazdırdı. 2. tur maçında Amerikalı J. Isner’le oynayan Marsel
3-0 yenilerek turnuvadan elendi. .
Çiftlerde dünya sıralamasında 55 numarada bulunan İpek Şenoglu ise Kazak partneri
Yaroslava Shvedova ile birlikte 1. turda çift
bayanlarda Polonyalı Radwanska kardeslerle karşılaştı. 2-1lik galibiyet kazanan Şenoğlu ve Shvedova ikilisi 2. tura yükselmiş
oldu. 2. turda ise Japon Ai Sugiyama ve Sloven Daniela Hantuchova çiftiyle mücadele
ettiler ancak 2-0 yenilerek turnuvaya veda ettiler.
İpek Şenoğlu, 1979 Eskişehir doğumludur. 2002 yılında profesyonel
tenis oynamaya başlamış ve 3 yıl içinde
tek bayanlar dünya klasmanında ilk 300’e
çiftlerde ise ilk 100’e girmiştir. Bu sıraya yükselen ilk Türk
tenisçi olmuştur.
41 kez tüm yas
gruplarında tekler ve çiftler Türkiye şampiyonu
olmuştur. Ayrıca
Türkiye’nin WTA
düzeyinde final oynayan ilk tenisçisidir. Bu başarısıyla Türk tenis tarihine adını yazdırmıştır.
Erman Gönülşen
Medya ve İletişim Bölümü
DURAKLAMA
ANLARI
Sevgili futbolseverler merhaba,
u sene duraklama anları köşesinde
sizlerle İzmir takımlarının liglerde
sergiledikleri aylık performanslarının değerlendirmesinde birlikte olacağız. İzmir
bu sezon profesyonel liglerde altı takım
ile mücadele veriyor. Öncelikle Bank
Asya 1. Liginde mücadele veren üç temsilcimizin dört haftalık performanslarına
bakalım: Kuşkusuz Bank Asya’da ilk dört
haftaya damgasını vuran takım Bucaspor.
İkinci Lig’ten çıktığı ilk sezonda gösterdiği performans ve aldığı seri galibiyetlerle
taraflı tarafsız herkesin takdirini kazandı.
Maddi sorunlara rağmen oynadıkları futbol ve son Konyaspor maçında 2-0 geriye
düşmelerine rağmen gösterdikleri dirençle bu sene ligde neler yapabileceklerini
gösterdiler. Kemal Kılıç ve talebeleri haftalar ilerledikçe ligin sürpriz ekiplerinden
biri olmaya aday. Altay ve Karşıyaka’ya
baktığımız da bu sezon yaptıkları transferlerle ve kurdukları kadrolarla ligin
İzmirli favorileri. Aslında her iki takım
da sezona istediği gibi başlayamadı. Karşıyaka sezona 22 yeni transferle girdi.
Reha Hoca’nın işi çok kolay değil 22 yeni
oyuncudan yeni bir takım kurmak ve lige
adapte etmek oldukça zor. Altay geçen sezonki iskeleti bozmayarak bu sezon Süper
Lig patentli oyuncularla yola başladı. İç
sahadaki beraberlikleri deplasman galibiyeti ile kapatan Altay, Karşıyaka gibi bu
sezon işini şansa bırakmayıp Süper Lige
doğrudan çıkmak istiyor.
İkinci Lig’te mücadele veren Göztepe
ekonomik imkanlarıyla ve yaptığı transferlerle otoriteler tarafından klasmanın
favorisi olarak gözüksede ilk haftalarda
ki perfonmansları adaptasyon sürecinden
geçtiklerinin göstergesi. Ligin henüz ilk
haftaları… Haftalar ilerledikçe takımın
performansı artacaktır.
Üçüncü Lig’te ki temsilcilerimiz Altınordu ve İzmirspor içinse durum pek parlak
değil. Üç haftası gerde kalan ligde her
iki takım da bir türlü istedeği sonuçları
alamadı. Altınordu’nun beraberlik serisi,
İzmirspor’un şu an için istikrarsız grafiği
taraftarlarını mutlu etmiyor. Her ikisi de
yol yakınken önlemlerini almalı. Burada
Altan ve Adnan Hocalara çok iş düşüyor.
B
İpek Şenoğlu

Benzer belgeler