Köprü Aralık 2015

Transkript

Köprü Aralık 2015
Alttan Alttan: 7,382,292,727
Özsu Rişvanoğlu
Yüzyıllardır dünyanın en büyük sorunu olan ırkçılığı TDK şöyle tanımlamış: “insanların toplumsal
özelliklerini biyolojik, ırksal özelliklerine indirgeyerek bir ırkın başka ırklara üstün olduğunu öne süren öğreti”.
“GERÇEKLİK
karmaşık ve düzensizdir.
Sistemi ve düzeni destekleyen, ırkçılık ve önyargılarla
beslenen ideolojiler, sıradan insanın karmaşık dünyayı
algılamasında kolaylık sağlar.”
Dr. Gordon Hodson
Günlük hayatımızı kolaylaştırmak için birçok kavramı,
bütün insanlarca kabul edilmiş, ortak kategorilerle
düşünmemiz oldukça normal. Bir ceket ile bir pantolonun
aynı kategoride olduğunu, birbirlerine oldukça yakın işlevleri
olduğunu biliyoruz. Bu sınıfa örneğin bir atkıyı veya bir
montu da ekleyebiliriz. Ama bir uçağı mesela, eklemeyiz
çünkü uçak gayet net ve kanıtlanabilir bir şekilde farklıdır.
İşlevi, boyutu, yeri, amacı, çoğu şeyi farklıdır. Uçağı giyim
eşyası kategorisine sokmak saçmalıktır; insanların %100’ü
bunu kabul edecektir. Aynı şekilde birisi çıkıp bütün giyim
ürünlerini alıp da sadece kırmızı gömlekleri bu kategorinin
dışında bırakırsa, o da bir saçmalıktır. Yaptığı şey mantıksız,
düzen bozucu ve kural dışıdır. Kırmızı gömlekler da
sonuçta birer giyim öğesidir ve diğerleri gibi insanların
vücutlarının belli bir kısmını örtmek, soğuktan korumak ve
çok benzeri amaçlar için kullanılırlar. Kırmızı gömlekleri
dışlayarak onları olmaları gerektiği kategoriye
koymamanın, sınıfsız bırakmanın, veya daha da kötüsü
yanlış kategoriye koymanın hiçbir mantığı yoktur.
Sebzelerin, sandalyelerin, sayıların, oyunları birer
kategoriye koymak son derece mantıklı, hayat kolaylaştırıcı
ve pratik bir çözümdür. Çünkü kimse dünyadaki milyonlarca
sandalyeden birisini alıp “Bu bir sandalyeden çok bir karpuza
benziyor!” diye onun bulunduğu kategoriye itiraz edemez;
bunun değiştirilmesi için mantıklı bir argüman sunamaz.
Karpuza de benzese, “bir kişilik oturma eşyası” (TDK
tanımı) olan her şey sonuç olarak bir sandalyedir. Sandalyeler
bulundukları grubun diğer üyelerine %99 oranında
benzeyen, bir örnek olmaları için uğraşılmış nesnelerdir.
Hatta merak ediyorsanız, Ranker.com’un yaptığı bir listeye
göre dünyada sadece 118 farklı sandalye tipi vardır.
Kategorizasyon işlemi insanların ne zaman işine yarar?
Birçok farklı ürünü olan bir fabrika sahibini düşünelim.
Elindeki malı daha rahat kontrol edebilmek ve gitmesini
istediği yere yöneltmek için bu ürünleri kendi aralarında
ayırır. Bu ayırma işlemi sonucunda ilk kategoriyi bir tarafa,
ikinci kategoriyi öbür tarafa koyarsa hem iki çok farklı
ürünün birbirine karışmasını engelleyecek hem de
kategorileri, birer piyon gibi görmesi, dolayısıyla kolayca
yönlendirmesi,
yönetmesi,
kullanması
oldukça
hızlanacaktır.
118 tip sandalye demiştik. İnsanlar? İnsanları kaça
bölersek, böldüğümüz her kategorinin kendi içinde benzerlik
oranı %99 olur? 118 değil. Burçlar bile 12x12’den 144 tane.
Bin desek? Milyon? Milyar? 7,382,292,727? Okumaya bile
tenezzül etmediğimiz bu sayı kadar çok kategorinin kimsenin
işe yaramayacağını ve her kategoride sadece bir insan olunca
yaptığımızın mantıksız olacağını kestirmek zor değil. Tek
yumurta ikizlerinin bile 20 yaşına geldiklerinde bambaşka
karakterlere sahip oldukları dünyamızda, ne %99 benzerlik
gerçekçidir, ne de ırkçılığı yanlış bulmamak, daha da kötüsü
ırkçılığın varlığını reddetmek birer seçenektir.
“Ben prensip olarak - belki de bir ütopya ama- dünyadaki
bütün sınırların kaldırılmasından yanayım. İnsanların
yaşadıkları coğrafyada birbirleriyle deniz, nehir, dağ, tepe
sınırlarıyla ayrılıp kendi hegemonyalarını şu devlet, bu millet,
o ülke gibi değerlendirmeleri bana ters gelen bir şeydir.”
Mıgırdiç Margosyan
“Her yan patlıyordu. Bazen arabalar, bazen dükkanlar, bazen bizzat insanlar…
İnsanlar, insanları kurtarmak için, insanları öldürüyordu.
İnsanları kurtarmak için insan öldüren insanları öldüren insanlar vardı.
Her tür öldürmeye, hatta insanları kurtarmak için insan öldürenlerin öldürülmesine karşı çıkan insanların, ölümü
herkesten çok hak ettiğini düşünen insanlar vardı.
Bütün bu insan öldürmeler, insanları kurtarmak içindi.
Bir gün insanların kurtarmaktan vazgeçeceği düşüncesi tek kurtuluş umudu olmuştu.”
Yılmaz Erdoğan’ın Kurtarılan öyküsünden.
Cadılar Bayramı ‘15
Bilge Koçak
Cadılar Bayramı denilince aklımıza kötü ruhlardan arınmak amaçlı
oyulan bal kabakları,sokaklarda şeker toplayan çocuklar ve tabiki korkunç
karakterler gelir. Bunlar artık Cadılar Bayramı ile özdeşleşmiş şeylerdir.
Cadılar Bayramı için okulumuzda düzenlenen balo da birçok ilginç
karaktere ev sahipliği yaptı: Korsanlar, Joker, Elvis Presley, Hermione
Granger, yeniçeri, cadılar, melek, Samara Morgan, mumya, Slash, Axl
Rose, kedicikler, Corpse Bride, Obama ve daha bir sürü rengarenk
karakterler. Günler öncesinden hangi karaktere bürüneceğimizi
konuşmaya başlamıştık ve heyecanla balonun olacağı günün gelmesini
istiyorduk.Balo saati yaklaştıkça heyecanımız daha da arttı,hatta o gün
son derslere çok odaklanamadığımızı söylesek yalan olmaz! Derslerimiz
biter bitmez makyajlarımızı yapıp kostümlerimizi giydik. Balodan önce
18.30’da “Halloween” isimli keyifli bir film izledik ve cadılar bayramı
ruhuna hemen büründük. Saat sekize geldiğinde de heyecanla
beklediğimiz balo başladı. İçeriye ilk girdiğimizde biraz karanlık bir
ortam olduğundan ve giydiğimiz değişik kostümlerden dolayı birbirimizi
tanımakta baya zorlandık. Aynı karakterlerden birkaç tane olması da
işimizi zorlaştırdı tabi ki! Kısa bir süre ardından bu canlı ortama alışıp
balonun tadını çıkarmaya başladık. Bol bol fotoğraf çektik. Baloda çalan
müzikler ise gerçekten değişikti ve bizi baya şaşırttı: Damat halayı,
“Tavukları pişirmişem” ve “Adana merkez, patlıyor herkes” gibi şarkılar
ortamı neşelendirdi. Balonun en keyifli anlarından birisi ise yoğurt yeme
yarışmasıydı ve yarışma boyunca eğlenceli görüntüler ortaya çıktı.
Gecenin sonunda da en korkutucu karakter olan kişi seçildi. Öğrenci
Birliği’ne bu keyifli gece için teşekkür ediyoruz!
--
KÖPRÜ
Aralık 015
kafkaokur
Ece Şemdinoğlu
Eylül 2014’te yeni bir dergi olarak okuyucuları karşılayan KafkaOkur, zamanla dergi
reyonlarının vazgeçilmezi haline geldi. Adını Franz Kafka’dan alan bu derginin ilk sayısı da
Kafka’ya atfedilip, onun hakkında çeşitli bilgiler ile süslendi.
FİKİR, SANAT
ve
EDEBİYAT DERGİSİ
Şu anda da dergi iki aylık olmak üzere raflarda
yerini alıyor. Her sayıda farklı bir yazar ele alarak
birçok bilgi veren KafkaOkur’da çeşitli deneme
yazılarına, şiirlere ve eleştiri yazılarına rastlamak
mümkün. Her sayı ile beraber verilen en güzel
şeylerden biri ise yazar posterleri. Bugüne kadar dergi
KafkaOkur dergisini diğer edebiyat dergilerinden
8 sayı çıkarmış ve her bir sayıda edebiyat dünyasına
ayıran
özelliği ise sadece edebiyatın bir kolu üzerine
büyük katkıda bulunmuş yazarlara değinilmiş ve
birçok edebiyat dergisinde dahi rastlayamayacığınız yoğunlaşmamış olmasıdır. Dergiyi okurken yazar
hakkında bilgi edinmenizin yanısıra, her sayıda
güzellikte metinler aktarılmıştır.
kendinize dair bir şeyler bulmak mümkündür. Bazen
yer verilen bir şiir, bazen hiç okumadığınız kitaptan bir
alıntı bazen ise bir fotoğrafta canlanır yaşadıklarınız ve
o zaman yazarlar ile okur arasında samimi bir ilişki
başgösterir. Bugüne kadar Sabahattin Ali’den Tomris
Uyar’a kadar birçok yazar dergi kapaklarında yer
almıştır ve tüm bu fotoğraflar başlayacak olan
samimiyete bir işarettir aslında. Böylece hem edebiyat
hakkında kültürünüzü genişletirken hem de sıkılmadan
okuyup kimi zaman kendi yansımalarınızı göreceğiniz
bir edebi dergi olarak karşımıza çıkar KafkaOkur.
Dergiyi açıp ilk sayfayı okumaya başladığınızda ise
emin olun bırakamayacaksınız.
Derginin popülaritesini yükselten bir başka sebep
ise henüz yayınlanmaya başlamadan kurulan
Instagram hesabıdır. Bu hesap yolu ile her iki ayda bir
dergi basılmadan önce okurlara içeriği ile ilgili ipuçları
verilir ve yeni sayı heyecanla beklenir. Okurlar ise
kimi zaman kahve ile kimi zaman çeşitli kitaplar kimi
zamansa verilen posterler ile #kafkaokur etiketi altında
çektikleri fotoğrafları sosyal medyada paylaşırlar. Her
sayının arkasında ise bu fotoğraflara yer verilir. Birçok
okurun dergiyi keşfetmesi de bu yolla gerçekleşmiş ve
sanal bir topluluk meydana getirilmiştir.
Aralık 015
'...ben edebiyattan ibaretim!'
#kafkaokur
KÖPRÜ
--
Robertli'nin Kafasını Karıştıran Soru: Amerika mı Türkiye mi?
Melisa Oğuz
Robert’e girdim. Peki ya şimdi ne olacak? Robert’ten sonra nerede olmak istiyorum? Nasıl ve neye
göre karar vereceğim? Ne yapmalıyım? Bu beş yılımı nasıl geçirmeliyim? Üniversite seçerken neye
dikkat etmeliyim? Üniversiteyi Amerika’da mı yoksa Türkiye’de mi okuyacağım? İşte tüm bu sorular
sizin de kafanızı karıştırıyorsa gelin birlikte cevap bulmaya çalışalım hepsine.
“Harvard’da okumak istiyorum.” hemen hemen her
Robert öğrencisinin hazırlık yılında söylediği sözdür. Uzun
ve zorlu bir sınav sürecinden geçip Türkiye’nin sayılı
okullarından birine girmiş olmak bundan sonra her şeyin
en mükemmeline ulaşacağımız izlenimini verir. Daha
lisede geçireceğimiz beş yılın hayalleri kurulmadan
gideceğimiz üniversite hayallerimizi süsler olmuştur.
Birçoğumuz Harvard, Oxford, Cambridge ve Yale gibi
belli başlı üniversitelerden başkasının adını dahi
duymamışken kendimizi beş yıl sonra İngiltere’de ya da
özellikle Amerika’da okuyacağımıza koşullandırırız.
Öğrencilerde oluşan bu yurt dışı sevdası velilerin bir
kısmında da aynı şekilde görülür. Çocuğunun Robert’i
girmesiyle övünmenin yanında, çocuğunun Amerika’da
okumak istediğini anlatır yakın çevresine birçok Robertli
annesi. Diğer kısmı ise “Türkiye’deki üniversitelerin suyu
mu çıktı canım!” diyerek çocuğunun yurt dışına gitmesine
gönlü elvermeyen anneler oluşturur. Ailelerin kafa
karışıklığı bir yana dursun hazırlık yılında dönemin
yarısından çoğu Amerika yolcusu olarak görür kendini.
Göz açıp kapayıncaya kadar geçen hazırlık yılının
ardından, Robert’in gerçek yüzü, 9. sınıfın ilk sınavları ile
yüzleşilir. Hazırlığın çömezliği atılamadan girilen ilk
sınavların bilançosu hiç de iç açıcı değildir. Hemen hemen
herkesi bir telaş sarar. Herkesin kafasında “Acaba
yapamayacağım mı ben?” soruları… Hemen rehberlik
öğretmenlerinin yanına koşulur, üst dönemlerden
tavsiyeler alınır. Herkesin genelde hayal kırıklıklarına
tesellisi “9. sınıf Robert’in en zor yılı merak etme. Hem
git sor herkes böyle notlar alıyor.” şeklinde olur. Bu
şekilde 10. sınıfa kazasız belasız, en az zararla geçmeyi
planlayan öğrencilerin karşısına çıkan ikinci engel de
finaller olur. İlk final telaşları… İlk final notları… Elinden
TI’ını hiç eksik etmeyen Robert öğrencisi sürekli
ortalamasını hesaplar olmuştur. “Kesin Türkiyeciyim!”
diyenlerin
kafasında
acaba
ortalamama
mı
odaklanmalıyım, yoksa bir yandan da dershaneye
başlasam mı soruları dönüp dolaşıyordur. Öte yandan
Amerikacı da ortalama mı yoksa sosyal aktivite mi
çelişkisi içerisindedir. Her şeye rağmen bütün dokuzuncu
sınıf öğrencileri arada akıllarına takılan bu sorularla bir
yılı daha bitirmiş olurlar.
10. sınıfa gelinmiştir artık. Hemen hemen herkes PSAT
ya da PLAN sınavlarını alır. Kimisi için bu sınavların
sonucu üniversite için çizeceği yolun pusulası oluverir;
--
ama büyük çoğunluk için kararsızlık hali devam
etmektedir. Kolay olacağı beklenen 10. sınıf yılı kimileri
için daha rahat, kimileri içinse daha zor geçer 9’a kıyasla.
Ama geçer bir şekilde.
Ve maraton tekrar
başlamıştır. Artık 11. sınıf
olunmuştur.
Türkiyeci
olanlar dershaneye ya da
özel derslere başlarlar ufak
ufak; ama sınava daha bir
yıl olduğu için kimse o
çalışma haline sokamaz kendisini. O bir yıl en uzun yıl
olacak ve sınav günü hiç gelmeyecektir. Yurt dışına karar
verenlerde bir panik hali mevcuttur. Sınav yılı gelmiştir,
hâlbuki onlara göre daha çok vardır sınav için. ACT, SAT,
AP, TOEFL derken bir koşuşturmaca, aynı zamanda not
ortalamasını sabit tutma çabaları… Bir de hala nereyi
istediğine emin olamayan grup vardır. Onlar ise iki tarafı
da birlikte yürütmeye karar vermiştir. Bir yandan not
ortalaması, sınav, sosyal aktivite derken herkes bir telaş
içerisindedir 11. sınıfta. Bu telaş içerisinde arada sorar
Robert öğrencisi kendi kendine “Ben bu okula ait miyim?”
diye. Kafası sürekli karışıktır 11. sınıfın. Hala içinde bir
yerlerde doğru kararı verip vermediğinin sorgulaması
içerisindedir.
Sonra bir bakmışsınız 12 olmuşsunuz.
Bu konuda çok yorum yapamayacağım; ama 12
Amerikacılar için kalp çarpıntılı bir bekleyişi, Türkiyeciler
içinse sosyal hayattan soyutlanmış bir yılı ifade ediyor
sanırım. İşte biz de Köprü olarak size bu beş yılı geçirirken
kafanıza belki de en çok takılan sorunun cevabı için
yardımcı olmak istedik. Yurt içi üniversite danışmanımız
Mehtap Ablamız ve yurt dışı ofisinde çalışan Onur
Ağabeyimizle röportaj yaptık. Bu seçimde size yol
gösterecek konuların cevaplarını onlarda aradık.
KÖPRÜ
Aralık 015
ONUR ÜNVER ile AMERİKACILIK
Köprü: Özellikle üst dönemler seni yakından
tanıyorlar; ama alt dönemlerin de seni tanıması için
kendinden biraz bahsedebilir misin Onur Ağabey?
Onur Ünver: Ben de aslında Robert mezunuyum.
Okurken yatılıydım, Afyon’dan gelmiştim. Her Robert
öğrencisi gibi benim de kafamda yurt dışı mı, yoksa yurt
içi mi soruları vardı. Sonradan ani bir şekilde yurt dışına
karar verdim. University of Richmond’da bilgisayar bilimi
okudum. Bununla birlikte Japonca ve sanat üzerine yan
dallar yaptım. Ondan sonra tekrar Robert’e döndüm. İki
yıl kadar yurt danışmanlığı yaptım, üç yıldır da bu ofiste
çalışıyorum. Aynı zamanda hala bir öğrenciyim. Kültürel
çalışmalar üzerine yüksek lisans yapıyorum.
K: Yurt dışında okumak isteyenler buna hazırlık
sürecinde 9, 10, 11 ve 12. sınıflarda neler yapmalılar?
9. sınıfta notlarımızı yüksek tutmak dışında
yapacağımız pek bir şey olmadığını biliyoruz, peki ya
buradan sonra kendimize nasıl bir plan çizmeliyiz?
OÜ: Öncelikle öğrencilerin Robert’te kendi ilgi alanlarını
keşfetmeleri ve o alanda ilerlemeleri çok önemli. Evet,
Lise 9’da alınacak testler vs. yok ama tabii ki not
ortalamalarınıza ve akademik başarınıza dikkat
etmelisiniz. Onun dışında da L9’u kişisel gelişim için
güzel bir fırsat olarak değerlendirin; kulüplere,
hobilerinize ve THP’lere ağırlık verin. Hazırlık yılında
ingilizceniz ne kadar iyi bir seviyeye gelmişse, Lise 9’da
ve sonrasında akademik ve sosyal ilgi alanlarınızı da o
derece verimlilikle araştırabilirsiniz, o nedenle hazırlık
sınıfını da en güzel şekilde değerlendirin ve bol bol
okuyun! 10. sınıfta öğrencilerin aldığı dersler ile paralel
olarak yavaş yavaş yurt dışı testleri başlıyor. Bu testler
artarak devam ediyor; mesela belli zamanlarda alınması
gereken SAT/ACT, SAT Subject, AP, TOEFL gibi sınavlar
var. Her yıl, özellikle 10. ve 11. sınıfın sonunda, aldığınız
ileri seviye derslerin SAT Subject ve AP sınavlarına
girmek çok önemli. Eğer sınavları zamanında almazsanız
11. sınıfın sonu ve 12. sınıfın başı bayağı yoğun geçiyor.
SAT ve ACT sınavlarını ise 12. sınıfta almak yerine 11.
sınıfta almalarını tavsiye ediyoruz. TOEFL/IELTS de aynı
şekilde.
K: SAT ve ACT sınavlarından biraz bahsedebilir
misiniz? Yeni SAT sınavında ne gibi değişiklikler var?
Sizin bu sınavlar hakkındaki düşünceleriniz neler?
Sizce hangisi daha iyi?
OÜ: Başvurular için SAT ya da ACT fark etmiyor. ACT’de
fen ile alakalı sorular var ve soru başına süresi SAT’ye
göre daha az. Yani bu sınavda hız önemli bir faktör.
SAT’de ise İngilizce biraz daha ağır ama yenilenen
şekliyle artık bir sürü kelime ezberlemek gerekmiyor. Bir
kelimenin farklı anlamlarını cümlenin gelişinden
çıkartabilmenizi bekliyorlar, direkt olarak sormuyorlar.
Kompozisyon kısmı isteğe bağlı oldu; ama bizim
öğrencilerimizin alması gerekiyor. Bir başka değişiklik de
Aralık 015
sordukları metinler. Size Gandhi’den, Martin Luther
King’den vs. bir metin verip analiz yapmanızı isteyecekler,
daha sonra da bu çıkarımların dayanağını soracaklar. Test
tekniğinden ziyade okuma ve anlama becerilerini ölçecek
kısacası. Bir bakıma yeni SAT sınavı, ACT’ye daha yakın
bir sınav oldu. Farkları daha az olsa da, öğrenciler,
ikisinden kendilerine kolay geleni seçebilirler. Seçmeden
önce PLAN ve PSAT sınavları alıp bizimle konuşurlarsa,
onlarla ortak bir karar da alabiliriz.
K: Ve bir diğer soru da AP’ler. Bazı başka okullarda
AP’ler seçmeli ders olarak fazlaca sunuluyor. Robert
Kolej’de ise kısıtlı sayıda AP dersi var. Bu durumda da
öğrenciler genellikle kendileri çalışarak AP sınavlarını
alıyorlar. Üniversite başvuru sürecinde AP’lerin rolü
nedir?
OÜ: Eğer Amerika için konuşuyorsak bu sınavlar alınması
gereken testler değiller; ama eğer AP sınavını alırlarsa ve
kabul aldıkları üniversite bu sınavı kredi olarak kabul
ediyorsa, üniversitede ders atlayabilirler. Bir diğer nokta
da AP alırsanız kendinizi uluslararası bir değerlendirmede
göstermiş olursunuz. Başka bir açıdan da eğer okuldaki
ders notunuz çok yüksek değilse, AP alarak başvuracağınız
üniversitelere akademik başarınızı ispatlamak için bir
şansınız daha oluyor, tam bir telafi olmasa da. İngiltere’yi
konuşacak olursak, okulundan okula sayısı değişse de,
mutlaka birkaç AP sınavı almanız gerekebiliyor.
İngiltere’yi başvurmayı düşünen öğrencilerin AP
sınavlarını önceden almaya başlamaları lazım ve hatta bazı
sınavlar için okul derslerinin dışında kendileri de
çalışmalılar.
K: RC öğrencileri tarafından seçilen bazı popüler
meslek alanları neler?
OÜ: En fazla mühendislik ve işletme tercih ediliyor; ama
sanat ve sosyal bilimlere de başvuran öğrenciler oluyor.
Mesela bilgisayar mühendisliği istemeyen ve
programlama ile daha çok ilgilenen de çok öğrenci oluyor.
Bu öğrenciler benim gibi bilgisayar bilimi (computer
science) tercih ediyorlar. Aslında hemen her meslek dalına
başvuru yapılıyor diyebilirim. Yurt dışına gidecekler
tarafından tercih edilmese de tıp ve hukuk da popüler
meslekler.
KÖPRÜ
-5-
K: Yurt dışına okumaya giden öğrencilerin çoğu orada
mı kalıyorlar yoksa Türkiye’ye geri önüyorlar mı?
OÜ: Genelini bilemiyorum, net konuşamıyorum; ama
benim dönemime baktığımda orada biraz çalışıp dönenler
de var, üniversite biter bitmez dönenler de. Onlardan biri
de benim. Bir çok arkadaşım ise orada kalmaya devam
ettiler.
K: Amerika, Kanada ve İngiltere dışındaki
seçeneklerimizden bazıları neler?
OÜ: Avrupa var tabii. Mesela her sene Hollanda’ya
başvuru yolluyoruz. İtalya’da, Almanya’da, Fransa’da,
İspanya’da bazı İngilizce eğitim veren okullar var. Oralara
da her sene başvuru gönderiyoruz. Japonya’ya başvuran
öğrencimiz de var, Kore’yi düşünen de. Hong Kong’da,
Singapur’da da çok güzel okullar var. Ortadoğu da bir
seçenek, bir öğrencimiz Abu Dabi’den kabul almıştı
mesela. İki okul arasında çok kararsız kaldı; ama sonunda
Yale’ın onun için daha doğru olacağına karar verdi. Yani
çok farklı yerler, çok güzel imkânlar var. Öğrencilerimizin
çoğu Amerika ya da İngiltere odaklı oluyorlar ama bana
sorarsanız başka yerleri de dikkate almalılar, çünkü çok iyi
üniversiteler var.
K: Peki ya Avrupa’nın burs imkânları nasıl oluyor?
OÜ: Avrupa’da burs imkânı çok yok. Ama eğer
Almanya’da Almanca eğitim veren, Fransa’da Fransızca
eğitim veren vb. devlet üniversiteleri tercih edilirse
Türkiye’dekine yakın neredeyse ücretsiz bir sistem var.
Bunların dışında bazı üniversiteler çok küçük miktarlarda
burs verebiliyorlar; ama zaten üniversitelerin ücretleri
8.000, 10.000, 15.000 Euro civarında olduğu için
Amerika’da kısmi burslu bir öğrencinin ödediği miktara
denk geliyor.
K: Geçen yıldan bu yıla yurt dışı başvuruları arttı mı?
OÜ: Yaklaşık 10 senedir yurt dışı başvuru oranları hep
aynıydı; ama son 2 senedir bu oran artmaya başladı.
Sonuçları şu an bilmiyoruz; ama geçen sene başvuru yapan
sayısı 90 kişiyken, bu sene başvurmayı düşünen kişi sayısı
115’in üzerinde. Başvuran kişi sayısı kesin %50’yi
geçecek; ama gidenler ne kadar olur bilmiyorum. Tabii
başvuranların hepsi kesin orada okumak için mi
başvuruyor, yoksa yedekte bir seçenek daha bulundurmak
için mi bilmiyoruz.
K: Öğrenciler arasında Amerika burs isteyenler için
daha yüksek bir ihtimal gibi bir anlayış var. Peki,
Kanada ve İngiltere’den burs almak imkânsız mı?
OÜ: İngiltere’de neredeyse hiç burs yok. Kanada’da ise
belli başlı burslar var ve alan öğrenciler de var, ama
gerçekten çok az. Hatta dünyada sadece bir iki kişiye
verilen burslar var, yine de bunları bile alan öğrencilerimiz
oldu. Bu iki ülkede burs imkanları genel olarak çok az;
ama vakti geldiği zaman öğrencilere biz bu bursları
duyuruyoruz. Fakat oranlar karşılaştırıldığında Amerika
kadar burs vermiyor bu iki ülke de.
--
K: Peki burs istemek başvurumuzu etkiliyor mu?
OÜ: Eğer bir öğrenci burslu başvurmak istiyorsa daha az
okul seçeneği oluyor, çünkü Amerika’da da her üniversite
burs vermiyor ve verdikleri bursların miktarları da
değişebiliyor. Devlet üniversitelerinde pek burs yok, o
nedenle özel üniversitelere yönelmek durumunda
kalıyorlar. Bu durumda özel üniversitelere giden başvuru
sayısı ve kalitesi artıyor. Eğer bir öğrenci burssuz
başvuruyorsa, çok iyi devlet üniversitelerinden kabul alma
şansı var ve bu üniversitelerin kabul oranları daha yüksek
olabiliyor. Bu şekilde daha kolay kabul alabiliyorlar. Bir
diğer fark ise şu ki, diyelim bir üniversiteye iki öğrenci
başvuruyor ve iki öğrencinin de özellikleri birbirine yakın,
burssuz öğrenci bu durumda daha avantajlı, çünkü
üniversitenin cebinden bir masraf yapması gerekmiyor. Bu
bahsettiğim durum “need blind” olarak adlandırdığımız 5
okul için geçerli değil tabii. Diğer okullar “need sensitive”
olarak geçiyor ve kabullerinde burs isteğinizi de dikkate
alıyorlar.
K: Son olarak öğrencilere tavsiye edeceğiniz bir şey var mı?
OÜ: Robert’te yaptıkları şeyleri sadece üniversite
başvurusuna odaklı yürütmesinler. Sevdikleri şeyleri
yapsınlar ve o alanlarda mümkün olduğunca ilerlemeye
çalışsınlar. Bu kendileri için daha iyi olacaktır. Her şeye
başvuru odaklı bakıldığında bir şeyler eksik kalıyor, sahici
olmuyor. Unutmasınlar ki kabuller için tek bir doğru yol
yok. Kendilerini en iyi ifade edebilecekleri noktaya, kendi
içlerinden geldiği şekilde ulaşmaya çalışsınlar. Bence
öğrencilerimiz için en güzel tavsiye: “Stay hungry, stay
foolish!”
Zaman ayırdığı için Onur Ünver’e çok teşekkür ederiz.
MEHTAP KAYA ile TÜRKİYECİLİK
Köprü: Özellikle 11 ve 12. Sınıflar tarafından çok
yakından tanınan ve sevilen bir kişisiniz. Fakat
tanımayanlar için bize kendinizden ve işinizden
bahsedebilir misiniz?
Mehtap Kaya: Üniversite eğitimimi Rehberlik ve
Psikolojik Danışmanlık bölümünde tamamladım. İlk
mesleki deneyimim üniversiteyi bitirdikten sonra
dershanede oldu. Uzun yıllar dershanede çalıştıktan sonra
bir özel okulda yurt içi üniversite danışmanı olarak
çalışmaya başladım. Dershaneden sonra okulda çalışmak
farklı bir deneyim ve fırsattı; farklı bakış açılarına sahipler.
Bir yandan çalışıp bir yandan devam ettiğim Psikoloji
bölümünde tamamladığım yüksek lisansım da özellikle
sınavlara hazırlanan öğrenci ve velileri ile çalıştığım için
“sınav kaygısı” konusunu ele aldım. Bu yıl Robert
Kolej’de 8., mesleğimdeyse 20.yılımı çalışıyorum.
Türkiye’de uygulanan ve hemen hemen her yıl çeşitli
değişikliklere uğrayan sınav sistemi gereği üniversite
hazırlık sürecinizde destek olmakla beraber, özellikle
kariyer yolculuğunuzun bu aşamasında kendiniz için en
uygun kararları vermenizde de yol gösterici olmaya
çalışıyorum.
KÖPRÜ
Aralık 015
K: Peki bizler üniversite ve meslek seçimlerinde doğru
kararları verebiliyor muyuz? Yaptığımız tercihlerin
sonucunda mutlu oluyor muyuz?
MK: Öğrencilerin üniversiteye gittikten sonra gittikleri
bölümde kalma oranları ve mezuniyet sonrasında yaptıkları
işlere bakarak bu soruya cevap verebiliriz. Takip
edebildiğim kadarı ile üniversiteye gidip alan değiştiren,
üniversiteyi bırakan ya da yeniden sınava giren öğrenci
sayısı çok fazla değil. Bu konuda üniversitelerin esneklikleri
de önemli. Çünkü çift ana dal, yan dal olanakları ile farklı
bölümlerde okunabiliyor, bölüm değişiklikleri, transferler
yapılabiliyor. Ama genellikle öğrencilerimiz verdikleri
kararların arkasında duruyorlar. Çünkü RC’nin
öğrencilerine sunduğu seçmeli ders özgürlüğü, yeni
deneyimlere ulaşabilme fırsatları sayesinde öğrencilerimiz
lisede farklı seçenekleri görebiliyorlar. Ayrıca Robert Kolej
müfredatında yer alan seçmeli dersler karar süreçlerini
etkiliyor. Eskiden Milli Eğitim kuralları gereği diploma
alanı seçme yani mecburen bir alana yönelme zorunluluğu
vardı. Diploma alanının kalkmasıyla beraber, daha esnek
bir program ortaya çıkmaya başladı. Tabii iş dünyasında ve
gelecekte ne yapacağınızı zaman içinde göreceğiz; ama
Robert Kolej’deki kazanımlarınız sizin biraz daha esnek bir
hayat planı yapmanıza da olanak sağlıyor.
K: Peki Robert öğrencisinin kafasını en çok kurcalayan
soruyu size soralım. Bir Robert öğrencisi olsaydınız, yurt
içinde mi yurt dışında mı okumayı tercih ederdiniz?
MK: Keşke Robert Kolej’de okuma fırsatı bulan şanslı
öğrencilerden birisi olsaydım. Eğer Türkiye’de
çalışacaksam, sonrasında yaşamak istediğim yer burası ise
dört yıl lisansımı burada tamamlayıp, yüksek lisans ve/veya
doktora için yurt dışına giderdim. Üniversite yıllarında
kurulan bağların hem iş dünyası, hem dostluklar açısından
önemli olduğunu düşünüyorum. Yurt dışı deneyimimin
olmasını da isterdim tabii ki; dünya vatandaşı olmak,
dünyayı daha geniş bir açıdan görebilmek oldukça önemli.
Son yıllarda daha lisans düzeyinde gerçekleşen uluslararası
değişim programları da bu noktada kolaylaştırıcı olmaya
başladı.
K: Öğrenciler 11. ve özellikle de 12. sınıfta daha basit
derslere yöneliyorlar. Aynı zamanda sosyal
aktivitelerini de bırakıyorlar. Sonuç olarak özellikle 12.
sınıfta Robert’ten yeteri kadar faydalanamıyor
muyuz?
MK: Sosyal olarak son senenizde Robert’ten yeteri kadar
faydalanamadığınız bir gerçek. 12. sınıf, zamanın en
kıymetli olduğu sene ve gün hala 24 saat. Bir yandan sınav
hazırlığı bir yandan okuldaki sorumluluklarınız var. Bu
noktada İstanbul’da yaşıyor olmanın fiziksel olarak verdiği
zorlukları da göz ardı edemeyiz. Bu problem bu sene kısmen
çözüldü diyebiliriz. Önceki yıllarda dershanenizin ve
evinizin genellikle farklı yerlerde olması ulaşımla zaman
kaybetmenize neden oluyordu. Sizlerin de bildiği gibi 1
Eylül 2015 tarihinde dershanelerin dönüşüm sürecinin
tamamlanması ile Robert Kolej bünyesinde L11 ve L12
Aralık 015
öğrencilerimizin devam ettiği bir takviye kurs programı
açıldı. Bu sene 11. ve 12. Sınıf öğrencilerimizin büyük
çoğunluğu okulun açtığı bu takviye kurs programına
geliyorlar. Program hafta içi ve cumartesi günleri devam
ediyor. Sınav hazırlığı yapan öğrencilerimiz bu program ile
hem zamandan biraz tasarruf etmiş oluyorlar, hem de pazar
günleri onlara kalıyor. Ama şöyle bir gerçek var ki sınav
hazırlık süreci için hangi yolu seçerseniz seçin sosyal
faaliyetlerinizi ister istemez kısıtlamak ya da tamamen
bırakmak zorunda kalıyorsunuz. Ne yazık ki bu çok
istediğimiz bir yöntem olmasa da, özellikle zaman baskısı
öğrencileri çoğunlukla bu kararı vermeye zorluyor. Diğer
okullardaki gibi Lise 9’dan itibaren sadece sınav hazırlığı
için yalnızca test sistemini benimsemiş, bunu tek hedef
haline getirmiş (bu yöntemi doğru bulmuyorum) akademik
programımız olmadığı için, genellikle tüm yoğunluk Lise
12. sınıfa kalıyor. Lise 11. sınıf düzeyinde öğrencilerimizin
bir bölümü sınav hazırlığının havasına giriyorlar, bunun için
gerekli kaynaklara ulaşmaya başlıyorlar. Ama sene sonunda
sınav olmaması ve RC Lise 11 program içeriğinin
yoğunluğu
gibi
sebeplerle
istediğiniz
oranda
çalışamıyorsunuz. Doğal olarak temponun büyük bir kısmı
Lise 12’ye kalıyor. Bir de yurt içi ve yurt dışına aynı anda
hazırlanan öğrencilerimiz var. Bu öğrenciler de 11. sınıfta
yurt dışıyla ilgili hazırlıklarına daha fazla yoğunluk
veriyorlar. Yurt içi hazırlıklar yine Lise 12’ye kalıyor. Yani
Lise 11’den itibaren ister istemez akademik ve sosyal
yaşamınız değişikliğe uğruyor.
K: Seçmeli derslerin birçoğu öğrencileri AP sınavlarına
hazırlıyor. Peki, öğrenciler kendilerini YGS veya LYS’ye
hazırlayacak dersler istemiyorlar mı?
MK: 12. sınıflar için LYS Matematik-Geometri sınavından
dolayı RC müfredatına eklenen bir seçmeli “İleri düzey
Geometri” dersi var. Bunların dışında Lise 12. Sınıflar
arasında oldukça popüler olan “Seçmeli Dil ve Anlatım”
dersi de Türkçe testine oldukça destek oluyor. Matematik
bölümü geometriden sonra önümüzdeki yıl YGS ve LYS’de
sizlere destek olmak üzere “Matematik 7” dersini açacak.
Bu derste 9. sınıftan 12. sınıfa kadar işlenen matematik ve
geometri konularının işlenmesi planlanıyor. Tabii ki bu
derslerin açılmasında öğrencilerin çoğunluğunu Türkiye
sınavına hazırlanıyor olmasının payı var.
K: Dışarıda şöyle bir algı var: “Bunlar Robert Kolej
öğrencileri, çok başarılılar, her şeyi yapabilirler.”
deniyor. Buraya gelirken gerçekten de başarılıyız fakat
aynı başarıyı üniversite sınavında gösteremiyoruz.
Neden bizler en sonunda bu hale geliyoruz?
MK: Bu durumu etkileyen iki cevap geliyor aklıma.
Birincisi lise sınavlarına hazırlandığınız yaşınız. Bu yaşlar
itibari ile herhangi bir sınava konsantre olmak biraz daha
kolay. Sınav hazırlık sürecinizdeki dış faktörler de daha
sınırlı. Robert Kolej’e başladıktan sonra ergenlikten
gençliğe doğru yaşam ilerliyor. Yani bu süreçte sadece
akademik hayat, sınavlar yok. Siz hem birey, hem de
akademik olarak kendinizi keşfediyorsunuz. İkincisi
KÖPRÜ
--
Robert Kolej’in eğitim sisteminin farklılığıyla ilgili.
Üniversiteye giriş sınavının dili “çoktan seçmeli”.
Öğrenciler bu sistemde çok da fazla sorgulama ihtiyacı
duymadan bilgilerini teste dökerek bir puan alıyorlar. Eğer
bir öğrenci erken sınıflardan itibaren bu dili kullanmaya
başladıysa üniversite sınavına girerken gayet başarılı bir
sonuç alıyor. Sizler Robert Kolej’in analitik düşünebilen,
sorgulayan, eleştiren öğrenme tarzına alışıyorsunuz. Tekrar
test sistemine döndüğünüzde unuttuğunuz bir dili yeniden
hatırlamanız gerekiyor. Özellikle bazı liselerde öğrenciler
9. sınıftan itibaren üniversite sınavına test odaklı
hazırlanmaya başlıyorlar. Bu Robert Kolej’in felsefesinde
olan bir şey değil. Sizler sınava çalışmak için emek
harcamaya başladığınızda, genellikle Lise 11 oluyor, diğer
okullara göre biraz geç başlamış bulunuyorsunuz. Sizler test
sistemine alışmaya başlayana kadar diğer okulların
öğrencileri daha fazla pratik yapmış oluyorlar. Diğer
öğrencilerle bu ilk karşılaşmalar sizleri biraz
endişelendiriyor.
Ama büyük resme baktığımızda
öğrencilerimiz hedefledikleri üniversitelere ve bölümlere
gidiyorlar. Öğrencilerimizin tercihlerine baktığımızda
birçoğunun istedikleri yerlere gittiğini görüyorum. Tüm
Robert öğrencileri en yüksek sıralamalı bölümleri
hedeflemeyebiliyorlar. Özellikle vakıf üniversitelerinin
kısıtlı kontenjanla aldığı tam burslu bölümü yerine, o
üniversitenin yüzde elli burslu bölümü de hedef olabiliyor
kimi zaman ve bu hedefe ulaşıyor. Robert Kolej öğrencileri
devlet üniversitelerine göre vakıf üniversitelerinin burslu
programlarına gitmeyi tercih ediyorlar.
K: Robert’ten sonra, bizi diğer üniversiteler gerek
eğitim kaliteleriyle gerek ortamlarıyla tatmin ediyor
mu?
MK: Öğrencilerin geri bildirimi çoğunlukla, “Nereye
gidersek gidelim biz Robert’i hiçbir yerde bulamıyoruz,
okulumuzu özlüyoruz.” şeklinde. Bu nedenle tarz olarak
özellikle Robert’e yakın olan üniversiteleri tercih etmeye
gayret ediyorlar. Üniversitelerin fiziksel, sosyal ortamı veya
öğrenci profili, akademik standartları oldukça farklı. Siz
Robert’te üniversite düzeyinde eğitim almaya
başlıyorsunuz, uygulamalar o yönde ilerliyor. Bu nedenle
üniversiteler de Robert öğrencilerini okullarında görmeyi
çok istiyorlar. Zaten iş hayatına atılırken de lise diplomanız
size birçok artı katmaya devam ediyor.
K: Peki, vakıf üniversiteleri mi, devlet üniversiteleri mi?
MK: Çok etraflıca bakılması gereken bir soru çünkü
standart bir cevap yok. Kişiden kişiye değişebilir. Çok
değişken var bu kararı verebilmek için. Öğrencilerin
benimle paylaştıklarını söylemek isterim bu noktada.
“İlköğretimden beri özel okulda okudum; artık devlet
okullarının nasıl bir yer olduğunu görmek istiyorum.” Bu
bakış açısı ile devlet üniversitelerini tercih eden
öğrencilerimiz var. “Robert Kolej’den sonra, Robert Kolej’e
olabildiğince en yakın okulu arıyorum.” Bu arayışı bir vakıf
üniversitesinin karşılayacağına inanıp vakıf üniversitesine
giden öğrencilerimizde oluyor. Genellikle akademik ve
--
sosyo-kültürel olarak Robert Kolej standartlarına yakın
okulları tercih ediyor öğrenciler. Bölümle de çok ilişkisi var.
Gideceği bölüm istediği devlet üniversitesinde yoksa bu
durumda vakıf üniversitesine giden öğrenciler de var. Vakıf
üniversitelerinde bir de şöyle bir şey var, Robert
öğrencilerine buradaki akademik kazanımları daha çok
hissettiriliyor. Yani siz bir vakıf üniversitesine gittiğinizde
genel öğrenci profili içinde, Robert Kolej mezunu
olduğunuz için biraz daha farklı kazanımlarınız olabiliyor.
Sizin Robert Kolej’deki altyapınız bir adım daha öne
çıkmanızı sağlıyor. Aslında bu olay biraz da öğrencide
bitiyor. Siz nereye giderseniz gidin yapmak istedikleriniz
için mücadele veriyorsanız, hocalar da sizi destekliyorlar.
Öğrencilerimizin çoğu devlet üniversitelerinde mutsuz
oldukları için değil ama vakıf üniversitelerinin standartları
ve özel koşulları daha iyi olduğu için onları tercih ediyor.
Burs seçenekleri, çift ana dal, yan dal kolaylıkları ve yurt
imkânları mevcut. Devlet üniversitelerinde yurt imkânları
bulmak daha zor. İstanbul’da yaşasalar bile öğrenciler yurtta
kalmak istiyorlar. Arkadaşlarının ve bir önceki mezunların
gittiği okullara gitmeyi tercih edenler de var. Etkilerden bir
tanesi de puanlar tabii ki. Öğrencilerimiz belli başlı
üniversiteler dışında her üniversiteye gitmeyi istemiyorlar.
Robert’ten sonra kafalarında gidilebilecek birkaç devlet
üniversitesi var. Eğer ilgilendikleri devlet üniversitelerinde
istedikleri bölüme puanları yetmiyorsa, bu durumda vakıf
üniversitelerine gitmeyi tercih eden öğrencilerimiz de
oluyor.
K: Okulumuzdaki öğrencilerin ne kadarı yurt içinde
kalıyor?
MK: 2015 mezunlarımızdan yüzde 64’ü Türkiye’de kaldı,
yüzde 36’sı ise yurtdışına gitti. Geçen yıllar da göz önünde
bulundurulduğunda yurt dışına giden öğrenci oranının arttığı
görülüyor. Bu oran uzun yıllardır ortalama yüzde 70’e yüzde
30’du.
K: Yurt içi ve yurt dışına aynı anda hazırlanılabilinir mi?
MK: Yurt içi ve yurt dışı için aynı anda hazırlanmak
mümkün elbette. Bunu yapan öğrencilerimiz oldu. Ama
bunu yaparken hem yurt içinde çok iyi bir üniversite ve
bölüm hem yurt dışında iyi bir okuldan kabul almak oldukça
zor. İkisini birden yapınca hedefler düşebiliyor. Yüksek
hedeflerde de bunu yapabilen öğrenci sayısı bir elin
parmaklarını geçmiyor. Hem yurt içi hem de yurt dışı için
çok emek zaman harcamak gerekiyor. İkisinde de en iyiye
ulaşmak istiyorsanız, ayrı ayrı çaba göstermeniz gerekiyor.
Ya hedef düşüreceksiniz ya da birini tercih ederek
sırtınızdaki yükü biraz daha azaltacaksınız.
K: Yurt içine hazırlanırken not ortalamasının katkısı nedir?
MK: 2013 yılından itibaren uygulanan yeni sistemde not
ortalaması üniversiteye girişinizi ortalama yüzde on
civarında etkiliyor. Geriye kalan puanın yüzde 55’i
LYS’den, yüzde 35’i ise YGS’den geliyor. Ancak şunu
göz ardı etmemeliyiz ki bu sistemde Türkiye’de tüm
okullar eşit kabul ediliyor. Yani dersler zorluk düzeyi ya
KÖPRÜ
Aralık 015
da başka faktöre göre birbirinden ayrılmıyor; böylelikle diploma
notları yani dört yıllık ortalamanız da herkes için eşit. Üniversite
sınavının bir sıralama sınavı olduğu gerçeğine bakarsak, okul
notlarının sizi sonradan mağdur etmemesi için elinizden geldiğince
okul notlarınızı önemsemeniz gerektiğinin altını çizmek isterim.
K: Yurt dışı danışmanlık ofisi, rehberlik ofisi ve yurt içi
danışmanlık ofisi olarak belirli bir düzen içinde ve çoğu
zaman beraber çalışıyorsunuz. Bunu biraz daha detaylı
açıklayabilir misiniz?
MK: Ben bu okula geldiğim zaman da yurt dışı danışmanlık
ofisi de rehberlik ofisi de vardı. Oturmuş bir sistem çalışıyordu.
Ben sonradan aileye katıldım. Ama öğrencilerin doğru kararlar
verebilmeleri adına ve onları bilgilendirebilmek için üç ofis
ortaklaşa çalışmalar yürütüyoruz. Bir öğrencinin kararsızlık
sürecinde gerekirse üç bölümdeki danışmanlar bir araya gelip
onun en doğru kararı verebilmesi adına kendi çalışma
alanlarımızdan bilgilerimizi ortaya koyuyoruz. Öğrencinin karar
sürecinde daha objektif olup karar sürecinden en az yanılmayla
çıkmasını sağlamaya çalışıyoruz. Velileri bilgilendirmeye
yönelik ortak çalışmalar, toplantılar yapıyoruz. Kararsızlık
sürecini en aza indirip okulda onlara sunulan fırsatlardan
kendilerine en uygun olanını yakalamalarını istiyoruz.
K: Okulda açılan takviye kursundan bahsettiniz,
önümüzdeki yıl bu kurs devam edecek mi peki?
MK: Bu program Milli Eğitim Bakanlığı’nın dershanelerin
dönüşüm süreci kararı ile, sınav hazırlığı yapan kurumların
kapanacak olmasından dolayı açıldı. Şu anda program pilot
program olarak planlandığı gibi devam ediyor. Ancak
önümüzdeki yıl ile ilgili durum henüz belli değil. Bu konuda
tüm gelişmeler takip edilerek sizlere gerekli bilgilendirmeler
zamanı geldiğinde yapılacaktır.
K: MF olan bir öğrenci, TM alanından da sınava girersem
yeterli başarı gösterebilirim, diye düşünüyor. Bu gerçekten
doğru mu? MF alanında iyi olan bir öğrenci, TM’de iyi bir
derece elde edebilir mi?
MK: Çok kolay bir şeyden bahsetmiyoruz. Çünkü LYS
sınavlarında Edebiyat ve Coğrafya testi oldukça kapsamlı bilgi
içeriyor. Özellikle edebiyat, ciddi bir bilgi birikimi gerektiriyor.
Türkçe’nin yanı sıra edebiyat bilginizin de olması lazım. Sadece
genel Türkçe bilgisi gerektiren sorular olsa, edebiyat bilgisi
gerekmese bunu yapmak daha kolay olabilir çünkü YGS’den de
bir tanışıklık var. Oysa bir fen öğrencisi matematik ve fen derslerini
de tamamlamış olmalı ki LYS Edebiyat-Coğrafya testine
hazırlansın. Bizim öğrencilerimizden bunu deneyenler başlangıçta
sayıca çok gibi gözükseler de sonradan vazgeçiyorlar çünkü
LYS’nin fen bölümü de oldukça kapsamlı ve hazırlığı zaman alıyor.
K: 11. sınıfta ders çalışmaya başlamalı mıyız? Yoksa
çalışmayı 12. sınıfa bırakmamız yeterli mi?
MK: Öğrencilerimiz üniversite hazırlığı için bir plana, bir
programa dâhil olmaya başlıyorlar. Fakat genelde benim
gözlemlerime göre, 11. sınıfın sonunda sınav olmadığı için, nasıl
olsa bir sonraki seneye sınava girecekleri için çalışmayı ağırdan
alıyorlar. 12’de çalıştıkları gibi 11’de çalışsalar, çok çok daha
fazla başarı elde ederler. Ama 11’e dönüp bir bakıyoruz, okulun
sorumlulukları da yüksek oranda devam ediyor. Daha
derslerinizin zorluk düzeyleri çok düşmemiş oluyor. İleri fen
konuları, matematik, sanat, yoğun İngilizce programı ve diğer
akademik çalışmalar 11’de devam ediyor. Lise 11’de daha önce
konuştuğumuz gibi yurt dışı olayı da var. Bu yüzden 11’de
Aralık 015
öğrenciler bu işin hakkını pek de vermiyorlar. Ama 11’de iyi
çalışan öğrenci 12’de rahat ediyor. Ve 12’ye geldiklerinde
öğrencilerin söyledikleri de şu: “ Keşke 11’de daha çok çalışsaydım.”
K: Meslek atölyelerine katılmamız seçimlerimizi daha doğru
yapmamıza yardımcı olur mu?
MK: Bence katılmalısınız, bunların yararları var. Aslında teorik
olarak 17-18 yaş, kariyer planlamak için çok erken bir dönem.
Ama siz sistem gereği bu kararı vermek zorunda kalıyorsunuz.
Bu kararı verirken de olabildiğince az yanlışla bu kararın içinden
çıkabilmek için sizin bireysel deneyimleriniz, gözlemleriniz
önemli. Bu deneyimleri kazanabileceğiniz ortamlarda staj, gözlem
olanakları, atölyeler, kimi zaman yaz okullarında aldığınız dersler
veya istediğiniz alanda çalışan insanlarla yapabileceğiniz
sohbetler olacak. Bu tür olanaklar neyi istemediğinizi daha çok
ortaya koyacak. En azından neyi istemediğinizi bilmek
kolaylaştırıcı olacak sizin için. Bazı deneyimlere sahip olmak sizin
daha az yanılmanızı sağlar. Belki 12’de bunu yapmak
isteyeceksiniz fakat zamanınız olmayacak. 10. ve 11. sınıf bu tür
aktiviteler için en uygun zaman çünkü daha geriye bakacak
olursak eğer 9. sınıf daha okula uyum senesini oluşturuyor.
K: Üniversite ve ilgi alanı belirlemek adına Lise 11’ler için
üniversite gezileri yapıyorsunuz değil mi?
MK: Tabii ki. Hatta bu yıl 11. sınıflarla gezmeye devam
edeceğimiz üniversiteler; İTÜ, Cerrahpaşa, Sabancı, Galatasaray
ve Bilgi. Bu dönem içinde ziyaret ettiklerimiz ise bildiğiniz gibi
Boğaziçi Üniversitesi ve Koç Üniversitesi. İsteyen 12’ler de
bu gezilere katılabilir ama kulüp saatinde genellikle sınav
hazırlık programları olduğu için bu gezilere katılmaları pek
mümkün olmuyor. Bu gezileri ve üniversitelerin yaptığı
çalışmaları ben sizlere duyurmaya devam edeceğim.
K: Üniversite ve ilgi alanı belirlemek adına Lise 11’ler için
üniversite gezileri yapıyorsunuz değil mi?
MK: Tabii ki. Hatta bu yıl 11. sınıflarla gezmeye devam
edeceğimiz üniversiteler; İTÜ, Cerrahpaşa, Sabancı, Galatasaray
ve Bilgi. Bu dönem içinde ziyaret ettiklerimiz ise bildiğiniz gibi
Boğaziçi Üniversitesi ve Koç Üniversitesi. İsteyen 12’ler de
bu gezilere katılabilir ama kulüp saatinde genellikle sınav
hazırlık programları olduğu için bu gezilere katılmaları pek
mümkün olmuyor. Bu gezileri ve üniversitelerin yaptığı
çalışmaları ben sizlere duyurmaya devam edeceğim.
K: Tüm sorularımıza cevap aldıktan sonra, sizin de tüm
bunlara eklemek istediğiniz bir şeyler var mı Mehtap Abla?
Belki de, biz öğrencilere söylemek istediğiniz birkaç söz?
MK: Ben her zaman şunu diyorum: Robert Kolej’de okumak
hayatlarının en büyük şanslarından biri. Bunu bütün
samimiyetimle söylüyorum, Robert Kolej, siz öğrenciler için çok
büyük bir fırsat. Robert Kolej’de öğrenci ve bu okulun mezunu
olmanın değerini bilmelisiniz.
Mehtap Abla’ya bu keyifli söyleyişi için çok teşekkür ediyoruz.
Biz elimizden geldiğince sorularınıza yanıt bulmaya çalıştık,
umuyoruz bir nebze yardımımız dokunmuş ve bazı sorularınızın
cevaplarını bulmuşsunuzdur yazımızda. Sonuç olarak seçim
sizin seçiminiz; ama şunu asla unutmayın ki Türkiye’de de
kalacak olsanız, Amerika’ya da gidecek olsanız burada
geçirdiğiniz beş yıl çok değerli. Değerini bilemiyoruz bu
günlerin. Köprü ailesi olarak temennimiz hem üniversite
seçimleriniz için hem de Robert yıllarınız için “keşke”lerin
hayatınızdan uzak olması.
KÖPRÜ
--
Ali Baba ve 7 Cüceler
Uran Onuk
13 Kasım’da vizyona giren “Ali Baba ve 7 Cüceler” ile Cem Yılmaz, bir kez daha seyirci
karşısına çıkıyor. Peki Cem Yılmaz G.O.R.A. ile yükselttiği çıtaya bu sefer yaklaşabildi mi?
G.O.R.A. filmiyle komedide çıtayı hayli yükselten
Cem Yılmaz’ın sonraki filmleri haliyle G.O.R.A.’yla
kıyaslanmaktan kurtulamadı ve belki de bu yüzden pek
çok seyircide hayal kırıklığı yaşattı. Ali Baba ve 7 Cüceler
filmiyle Cem Yılmaz, komedi ve sinematografi açısından
bu beklentileri karşılıyor diyebiliriz. Derli toplu senaryosu,
oyunculuk ve görüntü yönetmenliği bakımından üstün bir
yapım olduğu şüphesiz olmakla birlikte, bir komedi filmi
için “riskli” olarak tanımlayabileceğimiz aksiyon
sahneleri de teknik çekim bakımından başarılı desek
yanlış olmaz.
“Başarısız geçen iş hayatlarının, planladıkları yurt dışı
seyahatinde değişeceğini düşünen Şenay ve İlber,
katıldıkları bahçecilik fuarında yanlış kişilerle karşılaşıp
beklemedikleri bir olayın tam ortasına düşerler. Zengin
olma hayalini bir başka bahara bırakan Şenay ve İlber,
dünyayı tehdit eden bir güç ile karşı karşıya olduklarını
kısa zamanda anlayarak, hem kendilerini hem de tüm
insanlığı bu beladan kurtarmanın yollarını aramaya
başlar.” Önceki filmlerinde de gördüğümüz gibi Cem
Yılmaz, bu filmde de iki karakter olarak karşımıza çıkıyor:
iyi adamımız Şenay ve kötü adamımız, Sovyet Rusya
Korosu’ndan gelme Boris Mançov. Şenay’ın ortağı olan
İlber karakterini de Çetin Altay canlandırıyor. Filmde az
görünüp senaryoya büyük etkisi olan Sovyet askeri
Memedov’u Zafer Algöz, baş kadın karakteri
Veronica’yı ise Irina Ivkina canlandırmakta.
-10-
Komedinin yanı sıra aksiyon ve fantastik gibi türlerden
de yararlanılan filmde en dikkat çekici özelliklerden biri
yapılan göndermeler. Büyük Budapeşte Oteli’nden The
Walking Dead’e kadar güncel prodüksiyonlara yapılan
akılda kalıcı ve mizah dolu göndermeler, filmin tadı tuzu
olmuş. Bir diğer ilgi çekici nokta ise Cem Yılmaz’ın
gösterilerinde sıkça bahsettiği ve tabiri caizse zaman
zaman dalga geçtiği abisi Can Yılmaz’ın da filmde rol
alması. Can Yılmaz’ın canlandırdığı filmin İsmail
karakteriyle, Cem Yılmaz seyircisi nihayet meşhur
ağabeyle tanışma fırsatını yakalıyor.
Bir G.O.R.A. değil belki ama Ali Baba ve 7 Cüceler’in
hem takip etmesi keyifli, hem de sinematografi açısından
başarılı bir yapım olduğu bir gerçek.
KÖPRÜ
Aralık 015
İnovasyon İçin Fişe Takın
Eda Özüner
Kendimi geçen pazar saat yedi sularında Nişantaşı civarlarında nefes nefese koşarken buldum.
Contemporary İstanbul’un kapanmasına bir saat vardı ve asla hepsini bitirmeme imkan yoktu. Fakat
biz yine de arkadaşımla koştuk çünkü kaçırmamız söz konusu bile değildi. Bir şekilde yetiştik ve bütün
sergiyi gezmektense dikkatimizi bir yöne vermeye karar verdik. Etrafta hızlı adımlarla yürürken
dikkatimi siyahlara bürünmüş bir köşe çekti. İşte bu şekilde kendimi Plugin’de buldum.
Plugin teknoloji, bilim ve politikanın sanatla etkileşiminden
doğmuş parçaları içeren yenilikçi bir bölüm. Eserler interaktif
bir ortamda biyolojik (canlılar) ve sanal (bilgisayarlar) zeka
arasındaki ince çizgiyi sorgulatan bir yapıya sahip. USB’lerde
taşınan dev heykellere, bakışlarla çizilen portrelere ve
bilgisayarların yetiştirdiği mantarlara rastlamak mümkün.
Saint-Joseph öğrencisi Zeynep Sarı ve Üsküdar Amerikan
öğrencisi Dila Günay bana Plugin’i her detayıyla anlattılar ve
bu yüzden onlara teşekkür ederim. Şimdi dikkatimi en çok
çeken birkaç eserden bahsetmek istiyorum.
BERLİN DUVARI’NI DİKİP YIKAN ADAM: Erdal İnci
Hepimizin yatay düzlemde bildiği Berlin Duvarı yeni bir
konseptle karşımıza çıkıyor. Ya bütün parçalar dik olarak
birleştirilseydi? Erdal İnci işte bunu Alexanderplatz’ın
ortasında gerçekleştiriyor. Dünyanın heryerine dağılmış
duvar parçalarını toplayıp dik bir “L” şeklinde Berlin’in
ortasına yerleştiriyor ve yeniden yıkıyor. Bunu yaparken
de aslında 21. yüzyıl ideallerimizi sorguluyor. Nesiller
arasındaki farkın günümüzdeki politik koşullara neden
olduğunu vurguluyor. Orjinal duvar zamanındaki insanlar
yatay bir düzlemde yaşarken, bugünün nesli dikey bir
düzlemde yaşıyor. Sorunlarımızın ancak bu yeni
düzlemden incelenince çözüleceğini savunuyor.
DUYGUSAL BİLGİSAYARL AR
Duygular sadece canlılara mı aittir? Bilgisayarlar insansız
düşünemez mi? Deniz Yılmaz bu sorulara hayır cevabını
veriyor. Çünkü Deniz Yılmaz bir bilgisayar ve aynı
zamanda bir şair. Bager Akbay tarafından yaratılan Deniz
Yılmaz, Posta gazetesinin şiirlerini analiz ettikten sonra
Aralık 015
kendi kendine şiirler yazan bir yapay zeka. Duyguların da
bilgisayar dilinde yaratılabileceğini gösteren bu çalışma
insan zekasının otantikliğine meydan okuyor. Araştırma
kaynağı olmak dışında insanların pek bir rolü yok bu
süreçte. İnsana olan ihtiyaç giderek azalırken hala duygusal
açıdan robotlardan üstün olduğumuzu söyleyebilir miyiz?
KÖPRÜ
-11-
34. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı
Ceren Kuran
34. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı bu yıl Mizah: Hayata Gülümseyerek Bakmak
teması altında 500.000 okura kapılarını açtı. Her yılki gibi bu yıl da kalabalık olan
kitap fuarı, bu sene de birbirinden özel etkinlikler düzenlemeyi başardı.
Her yıl birçok yazarı panellerinde ağırlayan kitap fuarı,
bu yıl Türkiye’de Mart Menekşeleri romanıyla tanınan
Sarah Jio’yu ağırladı. Fuarın sağlamlaşmış yabancı
ziyaretçi ayağı, giderek artan yabancı yazar ziyaretleriyle
daha da güçleniyor. Fuar da, New York Times’da birden
çok kere çok satanlara girmiş Jio’yu ağırlarken bu gücünü
göstermiş oluyor.
Bunların dışında 2015, Aziz Nesin’in 100. yaşının
kutlandığı yıl. Kitap fuarı da, Aziz Nesin’in bize
kazandırdıklarının 100 yıllık değerini anmak için "Ömrüne
Sığmayan Adam: Aziz Nesin 1915-2015" sergisini sundu
ziyaretçilerine. Serginin içinde Nesin’in çocukluktan
itibaren bulunan fotoğrafları, birkaç değerli belge ve
döküman (gazete, nüfus cüzdanı vb.), kıyafetler ve bilgileri
bulunmaktaydı. Aziz Nesin’i anmak için güzel bir düşünce
yapılanmıştı. Hem edebi olarak, hem de toplumsal olarak
-1-
bize birçok değer kazandıran bu yazarımızı anılarıyla
anmamız 100. yıla ayrı bir değer katmıştı sanki. Keşke
sadece 100. yılda değil, her yeni bir bilgi öğrendiğimizde
farkına varsak bu değerlerin...
Ayrıca, sırf kitapları basılı kopya olan yazarlar
bulunmuyordu fuarda, Wattpad yazarları da vardı bu sene.
Yazı yazma isteklilerine yazdıklarını elektronik ortamda
paylaşma olanağı sağlayan Wattpad uygulamasının 1.
Geleneksel Türkiye Buluşması gerçekleşti. Türkiye’de 3
milyon kullanıcıya sahip uygulama, okurlarını yazarlarıyla
buluşturma fırsatı yakalamış oldu. Böylece, son
zamanlarda büyüyen elektronik kitap akımına ilginin
artması sağlandı.
Bütün bu güzel etkinliklerin yanı sıra, fuarda
ziyaretçileri olumsuz etkileyen bazı etkenler vardı. İlk
olarak, fuarın hemen yanında bulunan büyük kapasiteli
otopark kitap fuarı ziyaretçilerine kapatılmıştı.
Özellikle de kitap fuarı zamanı otoparkın kapatılması
o bölgede trafiği arttırdı.
Bunun dışında, kitap fuarının amacı, yazarlarla ilgili
etkinliklere ortam sağlamanın yanı sıra, basımevlerinin
kitaplarını okuyuculara uygun fiyatlarla ulaştırmaktır. Ne
var ki, bazı kitapevleri bu amacı yerine getiremedi. Yıllar
geçtikçe, kitap fuarı bu amacını ve özelliği unutuyor,
fiyatlar gittikçe yükseliyor. Kitap okuyucuları olarak
fuardan isteğimiz, bu özelliği hatırlaması ve özüne geri
dönmesi.
Özetlemek gerekirse, birkaç kusuru dışında, hem
düzenlediği etkinliklerle, hem de sunduğu imkanlarla
güzel bir fuardı. Küçük bir kitleyle başlayıp bu kadar
gelişen fuarın büyüyüp gelişerek daha fazla insana
ulaşacağına inanıyorum.
KÖPRÜ
Aralık 015
Bergama Müzesi
Ali Yağız Ayla
BERMUN konferansı için geçen haftalarda Berlin’e gittiğimizde birkaç müze gezmeden
şehirden ayrılmak istemedik. 11. sınıflar olarak hepimizin ASL dersini alması ve o güne kadar
işlediğimiz dönemlere ait birçok eserin Berlin’de bulunması nedeniyle oldukça şanslıydık.
BERMUN konferansı için geçen haftalarda Berlin’e
gittiğimizde birkaç müze gezmeden şehirden ayrılmak
istemedik. 11. sınıflar olarak hepimizin ASL dersini alması
ve o güne kadar işlediğimiz dönemlere ait birçok eserin
Berlin’de bulunması nedeniyle oldukça şanslıydık. Ancak
konferansın bitiş saatlerinden dolayı çok fazla müze
gezmeye fırsat bulamayabileceğimizi önceden fark edip
önceliklerimizi belirlemeye karar verdik. Tabi ki herkesin
en çok görmek istediği müze aynıydı: Bergama Müzesi,
özellikle Zeus Sunağı.
Konferansın öğlen üçte bittiği bir gün koşuştura
koşuştura otele bile uğramadan –otele uğramak zaman kaybı
olacağından- Bergama Müzesi’ne gittik. Biletleri alırken
Zeus Sunağı’nın 2019’a kadar restorasyonda olacağından
kapalı olduğunu öğrendiğimizde karalar bağladık. Müzenin
diğer kısımları açıktı ancak gelmemizin temel sebebi Zeus
Sunağı’nı görmekti. Hazır gelmişken bari diğer kısımları
gezelim deyip salonlara girdik. Birkaç salon gezdikten sonra
fark ettiğimiz bir şey vardı: Müzedeki eserlerin neredeyse
hepsi Türkiye’den veya eskiden Osmanlı İmparatorluğunun
hüküm sürdüğü yerlerden getirilmişti. Bir kere müzenin
adının Bergama olması bize az çok neler beklememiz
gerektiğini anlatıyordu ancak bu kadar çok şey görmeyi
beklemiyorduk. Milet’e gitmiş biri olarak Milet Kapısı’nı
Almanya’da
görmek
beni
duygulandırmadı
diyemeyeceğim.
Şimdi adamlar koskoca Zeus Sunağı’nı, Milet Kapısı’nı
almışlar, söküp Almanya’ya getirmişler. Tebrik etmeden
geçemeyeceğim. Düşünsenize koskoca yapıtlar ikisi de,
daha bunlar kadar büyük yerlerinden koparılan nice eser
var. O zamanın teknolojisiyle bunu nasıl yapmışlar bir
araştırmak gerek. Hayran olmamak elde değil.
Aralık 015
Peki, bunları Osmanlının rızasıyla mı getirmişler yoksa
çalmışlar mı? Her bir eser için ayrı bir tartışma söz konusu.
Bir taraf antlaşma yapıldı diyor, bir taraf direk çalındı
diyor. Hatta bazı eserlerin Türkiye’ye iade edilmesi bile
tartışılan konular arasında. Ama bu saatten sonra bir şey
olacağını çok zannetmiyorum.
Şimdi suç atmak kolay bu insanlara buradaki eserleri
alıp kendi yurtlarına kaçırmışlar diye. Hatta belki de
hırsızlık denilebilir yaptıklarını. Ben de düşünüyorum
hırsızlık mı değil mi diye. Tamam belki gerçekten hırsızlık.
Ama bu yapıtlar yüzyıllar boyunca ülkemizde kalsaydı şu
anki halleri nasıl olurdu emin olamıyorum. Ülkemizde
bırakılıp “çalınmayan” bazı eserlerin halini görüyoruz
bugünlerde. Ya modern eserler yaratmak için eskilerinden
vazgeçmiş oluyoruz, ya da zaten vazgeçilecek bir durumu
olmayacak halde oluyorlar, çoktan yerle bir olmuş…
Eserleri kendi ülkelerine götürenlerin temel amacının
onları korumak olduğunu iddia edebilecek kimse yoktur
herhalde. Bulduğu mücevherleri eşine armağan edenlerine
rastlamak bile mümkündür hatta. Ama korumak için bile
olursa olsun, bir eserin bulunduğu yerden başka bir yere
taşınması her halükarda yanlış bana göre. Eserler
bulundukları yerlerde kalmalıdır, hem bu eserleri ve
yapıldıkları dönemleri anlamak için daha etkili olacaktır.
Taşınmasa nasıl olurdu, taşındı iyi mi oldu tartışılır elbette.
Her şekilde eserleri korumak ve gerekirse bakım yapmak
bulundukları ülkenin sorumluluğunda olmalıdır.
Bergama Müzesi’nin Almanya’nın en çok ziyaret
edilen müzelerinden biri olması, hatta çoğu seneler en çok
ziyaret edilen müze olması trajikomik bir olay. Türklerin
buna bakıp bir ders çıkarması gerektiği kesin. Ama
Almanya’ya yolunuz düşerse ziyaret etmeden dönmeyin
derim ben!
KÖPRÜ
-1-
Final Haftasına Geri Sayım
Ecem Öztürk
İdil Kara
Uykusuz gecelere, sert kahveli sabahlara, çantanıza sığmayan kitap ve defterlere hazır mısınız?
Robert’in belki de en korkunç haftalarından birine
şahit olmak üzeresiniz. Bu yazıyı okuyarak bu haftayı daha
az eziyetli ve daha sakin bir hale getirebilirsiniz.
Başlıyoruz, hazır mısınız?
Herkesin sınavlara çalışma sistemi farklıdır, bunun
farkında olarak farklı senaryolara göre size tüyolar
hazırladık. İster ilk defa finallere giriyor olun, isterseniz
son finalleriniz olsun, bu tüyolara göz atmanız size sınav
öncesinde ve sınav sırasında bir kolaylık sağlayacaktır.
Eğer son iki günde çalışıp sınava giren
insanlardansanız, size başlıca tavsiyemiz bu iki gün
boyunca minimum uyku ve maksimum çalışmaya yer
vermenizdir. Tabii ki de size hiç uyumayın demiyoruz;
ama finalde bütün dönemin konularının çıkacağı
düşünülürse çok iyi odaklanmalı ve düzenli bir plana sahip
olmalısınız. Bu iki gün boyunca en yakın arkadaşlarınız
kahve ve ders notları olacaktır. Eğer düzenli not
tutmuyorsanız, not toplamayı bu son iki güne bırakmayın.
Önceki haftadan notlarınız hazır olsun, bu iki günü sadece
tekrar etmeye ve eksiklerinizi kapatmaya ayırın. Gene de
finale hiç uyumadan girmeyin, geç saatlere kadar
çalışsanız da en az altı saat uyku aldığınızdan emin olun
çünkü uykusuzluk sınavda dikkat hatalarına sebep olabilir
ve çalışmanızın karşılığını almanızı engelleyebilir.
yapabileceğiniz soruyla başlayın. Kolay soruyla
başlamanız kendinize güvenmenizi sağlar ve böylece daha
sakin bir sınav geçirirsiniz.
Eğer
sınav
boyunca
konsantre
olmakta
zorlanıyorsanız, bugünlerde dikkatinizi artırmak için
internette bulabileceğiniz dikkat artırıcı oyunlara vakit
ayırabilirsiniz.
Oyuna vakit ayırmaktan bir şey
kaybetmezsiniz sonuçta, aksine size sınav boyunca
konsantre olmanızda yardımcı olduğunda oyuna zaman
harcıdığınız için kendinize teşekkür edeceksiniz. Aklınızı
başka durumların çelmesine asla izin vermeyin. İki saat
boyunca sınava odaklanın ve etrafınızda olanların
dikkatinizi dağıtmasına izin vermeyin. Önünüzdeki sınava
bakın. Şimdiden herkese yoğun geçecek olan final
haftasında iyi şanslar!
Eğer sınavlara bir-iki hafta önceden çalışmaya
başlayanlardansanız, size başlıca tavsiyemiz programınızı
önceden planlamanızdır. Sadece belli bir derse
odaklanmak yerine derslere eşit ağırlıklı yaklaşmanızdır.
İki hafta boyunca sadece fizik çalışmayın, diğer
finallerinizin de olduğunu unutmayın. Uykusuz gecelere
ihtiyacınız yok, düzenli olduğunuz sürece rahat bir şekilde
final haftasını atlatabilirsiniz. İki hafta boyunca eve
kapanmayın, yürüyüşe çıkın ve kafanızı dağıtın. Sürekli
ders düşünmek de sizi kötü etkiler ve veriminizi düşürür.
Eğer çok stres oluyorsanız, buna bir an önce son
vermeniz gerek. Stres olmayın demenin kolay olduğunun
farkındayız; ama stres sizin sınavda bildiklerinizi
yapamamanıza ve beklentinizin altında not almanıza yol
açabilir. Bu yüzden sınav sabahı son dakika notlarınıza
bakmak yerine kafanızı dağıtın ve sınava sakin girmeye
çalışın. Sınavdan önce derin nefes almanız beyninize
oksijen gitmesini, daha rahat olmanızı ve bildiklerinizi
hatırlamanızı sağlar. Sınavın ilk dakikaları en stresli
olunan anlardır genellikle. Buna çözüm olarak da sınavın
ilk dakikalarında soruları inceleyin ve en rahat
-1-
KÖPRÜ
Aralık 015
Karl Lagerfeld: Gizemli Tarafı
Ayliz Onur
Her seferinde başka bir karaktere bürünmesini sağlıyor; bazen couture, bazense daha bir sokak stili..
Düşünün Chanel’in baş tasarımcısısınız, net değeriniz 125
milyon dolar, dünyanın en güzel modellerine bir telefon kadar
uzak ve endüstride inanılmaz bir üne sahipsiniz. Geçmişiniz
ne olursa olsun, şu anki prestijinizi kullanarak kamufle edemez
misiniz? Veya geçmişinizde ne olmuş olabilir, her seferinde
her şeyi çarpıtarak anlatmanıza neden olacak? Karl Lagerfeld
sadece ilham değil aynı zamanda kişisel hayatıyla da merak
uyduran bir isim.
Annesinin burjuvazi gruptan bir politikacının kızı
olduğunu iddia etse de Karl Lagerfeld. gerçekte annesi
Berlin’de bir iç çamaşır zincirinde satıcılık yapmaktaymış.
Babasınınsa İsviçre bağlantısından söz eder, oysa babasının
İsviçre’yle hiç bir bağlantısının olmamasının yanı sıra; dedesi
Almanya’nın dönemdeki önemli partilerinden birinde
çalışmaktadır yani bu politik Almanya bağlantısı İsviçre’yle
ilgili olan bütün söylemlerini silebilir. Ancak tüm bu gerçeklere
sırtını dönen Lagerfeld, NY Times’daki bir röportajda
geçmişini hatırlamak istemediğini açıkça belirtmiştir. 2013’te
inanılmaz bir katılımla gerçekleşen 70. doğumgünü partisi..
Aslında 75 yaşına basıyormuş. Her ne kadar bu yanılmacanın
partileme hevesini kırmasına izin vermeden yüzlerce ünlüyü
çağırma cesaretini göstermiş olsa da, insanları yanıltmıştır ve
bunu hiçbir gerçek değiştiremez.
Karl Lagerfeld’ın geçmişini manipüle etme çabası bana
yersiz gelse de, düşününce Lagerfeld o kadar haksız değil.
Özgeçmişi başarılarla dolu olan bir insanın, kariyerinin
zirvesini yaşayan bu moda devinin; geçmiş zamanları
hatırlaması ister istemez baskı yaratacaktır, ki bu baskı
modanın ana elementi olan yaratıcılığın katilidir. Dolayısıyla
belki de kendinden bahsederken geçmişine eklediği ufak
detaylar, kendi içinde de yeni kimlikler oluşturuyor. Her
seferinde başka bir karaktere bürünmesini sağlıyor; bazen
couture, bazense daha bir sokak stili.. Onu putlaştırılmaktan
kurtarıyor aynı zamanda bu manipülasyonlar. Sonuçta
milyonların ilham aldığı bu adamın geçmişinin hala buzlu cam
misali net olmayışı, Karl’ı düşünürken onu nasıl hatırlamak
istiyorsak öyle hatırlamamıza sebep olmuyor mu? Ve daha
geçmişinin gizemini çözemediğimiz bu adamı sadece şuanki
haliyle değerlendirmemize neden olmaz mı Karl’ın çarpık
geçmiş anlayışı? Hem kaldı ki geçmişini her detayıyla anlatsa,
yine biz anlamak istediğimiz gibi anlamayacak mıyız?
İşte Bild gazetesinin yayınladığı en ilginç 'King Karl' sözleri:
HAYAT HAKKINDA
"Bir günün 48 saat olmasını talep ediyorum. 24 saat bana
yetmiyor."
ÇOCUK HAKKINDA
"Hiç çocuk sahibi olmak istemedim. Sebebi ise şu:
Çocuğumun benden üstün olmasını kaldıramazdım.
Ancak benden daha alt seviyede olmasına da tahammül
edemezdim.
MODA HAKKINDA
"Tasarladığı kıyafetlerinin salt akıllı kadınlar
tarafından giyildiğini iddia eden bir modacıyı
anımsıyorum. Elbette iflas etti."
EN BÜYÜK GAF HAKKINDA
"Bana göre eşofmanlar yenilginin simgesidir. Eşofman giyip
sokağa çıkıyorsan, hayatının kontrolünü kaybetmişsindir."
CHANEL HAKKINDA
"Bir adet mizah, biraz da saygısızlık. Bir efsaneyi
hayatta tutabilmek için bu kadarı yeterli."
KENDİ VÜCUDU HAKKINDA
"Banyo ve musluk markaları gibiyim. İdeal Standart."
İNSANLAR HAKKINDA
"Kısa boylu erkeklere güvnemem. Onlar en ürkütücü, en
mutsuz ve en kinci insanlardır."
ANNESİ HAKKINDA
"Annem piyano çalmamı hep çok isterdi. En son
piyanonun kapağını parmaklarımın üstüne sertçe kapatıp,
'Git resim çiz, orada daha az gürültü yaparsın' dedi."
Aralık 015
KÖPRÜ
-15-
Kışın Tadını Doğada Çıkarın: Belgrad Ormanı
Selin Çelikel
Gittikçe soğuyan havalar, erkenden karanlığa gömülen günler hepimizin dengelerini
değiştiriyor. Bu günlerde karamsar bir havadaysanız ve bir yenilik arıyorsanız, hafta
sonu Belgrad Ormanı’nda yürüyüşe çıkıp yeni hafta için enerji depolayabilirsiniz.
Kış geldi, havalar soğudu, virüs ve mikroptan korkanlar iç mekanlara kapandıkça açık hava tutkunları
İstanbul’un doğal park ve koşu parkurlarını tercih etmeye başladı. Özellikle serin havalarda ve yeşilin içinde, temiz
havayla spor yapmak isteyenler, bulabildikleri korunmuş bölgelere akın etmekte. Siz de bu serin havaları seviyor
ama şehrin göbeğinde tadını çıkaramıyorsanız, Sarıyer’deki Belgrad Ormanı’na gidebilir, bu doğal ortamda güzel
bir gün geçirip tazelenebilirsiniz.
Çatalca Yarımadası’nın en doğu ucunda bulunan Belgrad Ormanı, ismini Kanuni Sultan Süleyman döneminden
alıyor. 1521’de Sırbistan seferinden dönerken getirilen Sırp esirleri burada Bizans döneminden kalma köyleri
canlandırma amacıyla eski Ayvat Köyü yakınına, orman içine yerleştirilmişler ve buraya ‘Belgrad Köyü’ adını
takmışlar. Ormanın ismi de o tarihten sonra böyle anılmaya başlanmış.
Şu anda park ve mesire yeri olarak kullanılan ormanın içerisindeki bir yürüyüş ve bir bisiklet parkuru var.
Yürüyüş parkuru 6 kilometre uzunlukta ve ormandaki Büyükbent’i çevrelediği için yürüyüşünüze 5400 hektarlık
ormanın heybetli ağaçları dışında göl manzarası da eşlik ediyor. Yol boyunca yorulur veya susarsanız, kenarlardaki
banklarda veya çeşmenin yanında mola verebiliyorsunuz. Bunun dışında yol kenarlarına konmuş tabelalar yolu
bulmanıza ve ne kadar yürüdüğünüzü görmenize yardımcı oluyor. Tavsiyemiz ise arazi engebeli ve taşlı olduğu
için spora yeni başlayanların kendilerini zorlamamaları.
Ormanda haftasonları büyük bir kalabalık oluyor. Sabah erken saatte gelseniz bile içeriyi antrenmana gelmiş
sporcu gruplarının, piknik yapmaya gelmiş ailelerin veya şehrin boğucu gürültüsünden bir süreliğine uzaklaşmak
isteyen insanların doldurduğunu görüyorsunuz. Gerçekten geniş bir yaş aralığından misafiri bulunan Belgrad
Ormanı’na araçlarla giriş hafta içi 5, hafta sonu 11 TL. Bisikletle veya yaya olarak gelmek ise ücretsiz.
Belgrad Ormanı ağaçlık alan isteyenler için güzel bir seçenek, fakat spor yapabileceğiniz tek açık alan değil.
İstanbul’un çeşitli yerlerinde sporcuların tercih ettiği diğer açık mekanların bazıları bunlar: Bebek–Rumelihisarı
sahili, Aydos Ormanı, Maçka Parkı, Bakırköy sahil yolu, Emirgan Korusu, Caddebostan sahili. Eğer kış mevsimini
eve kapanarak geçirmek istemiyorsanız, bu mekanlardan kendinize bir rota oluşturabilir ve zinde kalabilirsiniz.
-1-
KÖPRÜ
Aralık 015
Küçük Prens Üzerine
Ece Şemdinoğlu
Gittikçe soğuyan havalar, erkenden karanlığa gömülen günler hepimizin dengelerini
değiştiriyor. Bu günlerde karamsar bir havadaysanız ve bir yenilik arıyorsanız, hafta
sonu Belgrad Ormanı’nda yürüyüşe çıkıp yeni hafta için enerji depolayabilirsiniz.
Antonie de Saint-Exupery tarafından yazılan Küçük Prens her ne kadar kimi zaman “bir çocuk kitabı” olarak
algılansa da gerek içerik gerekse vermek istenilen mesaj açısından çok derin anlamlar içerir. Robert Kolej’de de
hazırlık senesinde okutulan bu kitap, öğrencilerin bakış açısını geliştirerek birer örnek oluşturduğu gibi günümüzde
de 210’dan fazla dile çevirilmiştir. Kitabın genel temalarından birini büyümek ve sonucunda meydana gelen
değişimler oluşturduğu gibi kendini her “büyük” hisseden insan kitapta kendinden elbette bir şeyler bulur.
Geçtiğimiz günlerde Tomris Uyar’ın çevirisi ile de kitaba diğer çevirilerden daha farklı bir uslüp katılmış ve büyük
etki uyandırmıştır.
Kitabın son zamanlarda birçok kitapçılarda gözümüze sıkça çarpmasının diğer bir sebebi ise filminin
çekilmesidir. Bu yıl 23 Eylül’de vizyona giren, yönetmenliğini Mark Osborne’un yaptığı film, kitabın belli
temalarına bağlı kalarak farklı bir kurgu ile yansıtılmıştır. Kitap, Küçük Prens’in fil yutmuş bir boa yılanı çizip
resmin anlamını büyüklere sorması ile başlarken; film küçük bir kızın annesinin istediği okula girebilmek için
uygulamak zorunda olduğu bir programın yansıtılması ile başlar. Olaylar ise bir süre boyunca bu küçük kız
çevresinde ilerler ta ki küçük kız annesinin olmadığı bir an evin arka bahçesinde pilot ile karşılaşana kadar. Sonra
ise pilot olaylara dahil olur ve küçük prens de büyümüş bir şekilde karşımıza çıkar. Filmin sonunda asıl verilmek
istenen mesaj da küçük kız ve küçük prens aracılığı ile aktarılır.
Film ve kitap beraber olarak incelendiğinde, belirli farklılıklar hemen göze çarpsa da ana temaya bağlılık
yadırganamaz; fakat yapılan değişikliklerin kitabın özgünlüğüne bir nebze hasar verdiği görülebilir. Bu nedenle
hem filmi izlemiş hem de kitabı okumuş biri olarak ben filmden önce kitabın okunmasını tavsiye ederim ilgi
duyanlara. Büyümekten korkmadan ve hayal gücünüzü kısıtlamadan iyi seyirler….
Aralık 015
KÖPRÜ
-1-
Son Zamanlar
Ayliz Onur
Ben bu yazıyı yazarken mesela, önümden bir teyze geçti. Dileniyordu ve her halinden belliydi
zor durumda olduğu. Sonra biraz da kendime baktım. Şikayet ettiğim şeylere, beynimi meşgul
eden düşüncelerime...
Son zamanlarda kendimi gerilimi yüksek bir
rutinin içinde buldum. Sınavlar, dersler, ödevler...
Malum her Robertli gibi ben de inanılmaz bir
sarmalın içine girdim. Yazılması için beni bekleyen
makaleler, adeta göz kırpan masteringler, google
classroom’a yağmur misali yağan ödevle derken son
iki haftayı jet hızıyla geçti gitti. Bu süreç boyunca
aklıma takılan soru; ben bu koşuşturmacanın içinde
kaybolurken onlarca insan nasıl hem tutkulu olduğu
şeyleri yapıp hem de işlerini yetiştirebiliyordu.
Şimdi
bu
sorunun
cevabını
vermemi
bekliyorsunuz ama ne yazık ki cevabı ben de
bilmiyorum. Fakat hayatın ritmi inanılmaz bir hızla
artarken, bazılarımızın pes edip bazılarımızınsa
mücadele etmesinin bir doğal seçilim olduğunu
anladım en azından. Ve annemin de başarıyı “stres
altında nasıl davrandığımız” olarak tanımlaması
beni oldukça etkiledi. Son iki üç gündür en iyi
şekilde yönetmeye çalışıyorum stresimi.
Gözlemliyorum
durmadan.
Ve
kahve
dükkanlarının önünde oturan amcaların en
bilgelerimiz olduğuna karar vermiş durumdayım.
Çünkü fark ettim ki akademik anlamda olgunluk her
ne kadar önemliyse duygusal olgunluk da bir o
-1-
kadar
önemli
ve
ancak
gözlemlenerek
kazanılabiliyor. Ben bu yazıyı yazarken mesela,
önümden bir teyze geçti. Dileniyordu ve her
halinden belliydi zor durumda olduğu. Sonra biraz
da kendime baktım. Şikayet ettiğim şeylere,
beynimi meşgul eden düşüncelerime...
Yazımın başında söylenip durduğum görevlerim,
yapmam gereken şeyler çoğu insanın dertlerinin
yanında o kadar küçük ve önemsiz, hatta o kadar
şımarıkça geldi ki. Şimdi siz ister kabul edin ister
etmeyin, biliyorum aynı sorunu yaşadınız tıpkı siz
de benim gibi. Çok yoğunum dediniz, şikayet ettiniz
ve belki de pes bile ettiniz. Ama lütfen böyle yoğun
günlerde , özellikle şu finallere geri sayımın
başladığı günlerde, siz de değerli zamanınızdan
yarım saat ayırın. Oturun ve izleyin çevreyi.
İnsanların anlamsız koşuşturmacalarına bakın.
Aslında dünyada bir kum tanesinden farkı
olmayan biz insanların bu gerçeği unutup
yoğunluklarını muazzam bir egoyla dile getirdiğini
görün. Sonra da sorun, sorgulayın mantıklı mı bu
davranış biçimi? Değil tabii ki. O zaman derin bir
nefes alın ve deyin ki “En büyük derdimiz bu
olsun..”
KÖPRÜ
Aralık 015
Youtuberlar
Beliz Aluç
Nedir bu YouT uber?
Ne zaman birisi yanıma gelip ne izlediğimi sorsa,
onlara cevabım “YouTube izliyorum, yeni bir YouTuber
keşfettim.” oluyor. Fakat, insanların bana verdiği tepki
genelde “Ne o ya?” ya da “Hmm” demekle kalıyor. Artık
bu durumdan sıkıldığımdan mıdır nedir, YouTuberlerın
keşfedilmesini ve insanların bana sanki uzaydan
gelmişimcesine bakmamalarını istiyorum.
Peki nedir bu YouTuber? YouTuber günlük, haftalık ve
aylık video çekip kendi YouTube kanalında yayınlayan
insandır. Sadece tanımını yapmak kulağa sıkıcı ve alışılmış
gelse de aslında bu bahsettiğim ‘insanların’ bu işi arzuyla
ve çok severek yapması beni YouTube izlemeye iten en
önemli neden. YouTube ile ilgili en güzel şeylerden biri
her insana dair bir şey bulunabilmesidir. Makyajdan
maceraya bilimden kültüre bütün videoları bulabilirsiniz.
YouTube’un bir diğer özelliği ise insanların kendini ifade
edebilmek için bir alan sağlaması. Diğer sosyal medyalara
kıyasla biraz daha zahmetli ve farklı olan bu platform aynı
zamanda çoğu insanın işi haline gelmiş bir yer.
Bahsettiğim YouTuberlar kanalları yeteri kadar
büyüyünce, sponsor aracılığıyla ya da YouTube’un
yardımı ile para kazanmaya başlıyorlar. Ayrıca bahsettiğim
bu para kazanma olayı yanında ünlü olmayı da getirince
insanların ilgisini çeken bir durum haline geliyor. Ben
yaklaşık iki yıldır düzenli olarak YouTube izleyen biri
olarak yaklaşık iki yüz tane abone olduğum Youtuber
olduğunu fark ettim. Bunların hepsine bayıldığımı
söyleyemem ama içerisinden en beğenerek izlediklerimi
sınıflandırarak sizinle paylaşmak istedim.
K omedi
J e n n a M a r b l e s : Eğer gülmek istiyorsanız veya
gününüz güzel geçmiyorsa, kesinlikle Jenna Marbles
izlemelisiniz. Özellikle “Types of…” videoları çok komik
ve yaratıcı oluyor. Biraz fazla tartışılan bir figür olsa da
renkli saçlarını ve muhteşem espri anlayışını sevmemeniz
imkansız. On dört milyon abonesinin olması bunun bir
kanıtı.
T hread Banger : Bir başladınız mı bütün videoları
izlemek isteyeceğiniz “Man vs.Pin ” serisi ile tanınmış
Rob Czar espri anlayışı ve denediği ilginç şeylerle
kesinlikle en favori youtuberlarımdan biri. Aynı zamanda
sevgilisinin de bir kanalı var ona da bir göz atmanızı
tavsiye ederim.
Aralık 015
Güzellik
E s t e e L a l o n d e : Eğer makyaja çok bayılmıyorsanız
ama yine de alışveriş videoları ya da değişik etiket
videoları hoşunuza gidiyorsa, kesinlikle bu kanala göz
atmanızı tavsiye ederim. Benim en çok beğendiğim
videoları genellikle favoriler ama haftalık vlogları da çok
eğlenceli.
N i k k i e t u t o r i a l s : Eğer makyaj yapmayı öğrenmek
istiyorsanız ya da sadece yapan birini izlemek istiyorsanız
kesinlikle Nikkietutorials aradığınız insan. Muhteşem
makyaj teknikleri verdiği çok yerinde tüyoları sayesinde
makyaj dünyasını keşfedebilirisiniz. Özellikle “How to
apply lipstick” videosu hayat kurtarıyor.
T ü r k Yo u T u b e r l a r
Duygu Özaslan: Türk YouTuberlardan en iyisi ve en
çok tanınanı Duygu Özaslan farklı kişiliği ve yaptığı
videolar sayesinde başarıyı yakalamış. En çok sevdiğim
videoları genellikle arada bir çektiği vlogları şimdi de
erkek arkadaşı ile birlikte “days”adlı bir kanalda günlük
vloglar koymaya başladı. Günün stresini boşaltmak ve
kafa dağıtmaya birebir.
M e l i s a B e l e l i : Bir diğer Türk Youtuber ise Melisa
Beleli. Yaşı o kadar büyük olmamasına rağmen çok
başarılı ve kaliteli videolar çekiyor. Aynı zamanda çok
eğlenceli bir kanalı var. Eğer makyaj değil de alışveriş ve
diğer alanlara ilginiz varsa Türk Youtuberların en iyisi
diyebilirim.
KÖPRÜ
-1-
Yeniden Bir Araya Geliş: Homecoming
Bilge Koçak
8 Kasım 2015 günü mezunlar okulumuzu ziyaret ettiler.
Bakın eskiden eğitim gördükleri, hayatlarının bir parçası
olan yeri tekrar gördüklerinde neler yaptılar...
8 Kasım 2015 günü okulumuz mezunları tekrar buluştular. Sabah
08.45 dolaylarında Gould’un önüne geldiğimde, etrafta sadece
çalışanlar vardı. Büyük bir istekle işlerini yapıyorlardı. Bana
“Günaydın!” dediler ve mutlulukla karşılık verdim. Aklımdan tek
bir soru geçiyordu: “Acaba beni mezun mu sandılar?” Okulumuzun
kedileri de oldukça heyecanlı olmalılar ki bahçede koşturup
duruyorlardı. Kapının önündeki bir kedi, gelen geçene miyavlıyor;
adeta selam veriyor, “Hoşgeldiniz!” diyordu. Masalar hazırlandı
yavaş yavaş, kimse hiçbir şeyin eksik olmasını istemiyordu. Gould’un dışında üzeri mavi kadife kumaşla örtülmüş, üç büyük masa
vardı.Gould’un içerisindeki masaların üstünde; 1940-1949, 1950-1959 gibi etiketler iliştirilmişti ve bu sayede dönemler ayrılmıştı. Ayrıca
kimin geldiğini görebilmek için koridorda birbirine yapıştırılarak uzatılmış yine dönemlere göre ayrılmış kağıtlar vardı. Bir süre sonra
mezunlar gelmeye başladı, ama çok fazla göremedik onları; çünkü onlar için özel bir program hazırlanmıştı ve ona katılıyorlardı. Saat
12 civarında kız yurduna 1965 dönem mezunları geldi. O kadar sıcak bir ortam oluştu ki! Birisi, yurt görevlimiz Berna Yeşilova’nın
öğretmeni çıktı. Birbirlerini daha sonradan farkettiler. Konuşup, geçmişi andılar. Biz de mezuniyetimizin 50. yılında hala bu kadar samimi
olabilmeyi umduk. Sanki o hanımefendiler gitmiş, yerine bizim yaşlarımızda çocuklar gelmiş gibiydi. Bize çok çalışmamızı önerip ve
çok şanslı olduğumuzu söylediler. Yine burada okuma fırsatları olsa kesinlikle kabul edeceklerini belirttiler. Anılarından bahsederlerken
hüzünlendik beraber. Daha sonra 1962 ve 1963 mezunu iki hanım daha geldi. Kurutma ve çamaşır makinelerini, ütüleri görünce çok
şaşırdılar. Onların zamanında çamaşırlar torbaya konulurmuş, pazar akşamı da ütülü bir şekilde ellerine ulaşırmış. 14 yaşında olmamız
onlara çok tuhaf geldi. Birbirlerine “Biz de 14 yaşında buraya gelmiştik. O zamanlar böyle miydik acaba?” diye sordular. O kadar pırıl
pırıllardı ki! Yıllar eskitememiş. Şen kahkahaları içimizi ısıttı. 50 yıl sonra nasıl birisi olacağız acaba... Hangi mesleği yapacağız, evli mi
olacağız, nerede yaşayacağız? Cevaplanması gereken o kadar soru var ki... Ama bunlara cevap verebilecek tek bir şey var: Zaman.
Mixer’le Çağdaş Sanatı Yeniden Tanıyın
Elif Hamutçu
Çağdaş sanatla ilgili sıcak bir ortamda bilgi almak, eğitimlere veya
sergi turlarına katılmak ya da hatta ilk çağdaş sanat eserlerini satın
almak isteyenler için ideal bir galeri olan Mixer’le tanışın!
Mixer, Kasım 2012’de açılmış, kendisine birbirini destekleyen iki misyon
belirlemiş bir çağdaş sanat platformudur. Bunlardan ilki genç sanatçıların
üretimlerinin ve tanıtımlarının desteklenmesi, diğeri ise sanatın daha geniş
kitlelere ulaşmasını sağlamaktır. İstanbul’un en dikkat çekici ve yaratıcı galeri
mekanlarından birine sahip olmanın yanı sıra online olarak da varlığını
sürdürmektedir. Mixer’in Türk sanat dünyasına kazandırdığı önemli
yeniliklerden bir tanesi Açık Depo’sudur. Burada sanat dünyasına yeni giren
genç sanatçıların yenilikçi ve deneysel birçok eseri bulunmaktadır. Yıl içinde
yetmişten fazla sanatçı bu şekilde işlerini sergileyebilmektedir. Bu sanatçılardan
bir kısmı Mixer’in düzenlediği temalı sergilerde de yer almaktadır. Açılışlarına beş yüzden fazla kişinin geldiği bu sergilerde aynı zamanda
Amerika, Avrupa gibi değişik coğrafyalardan da projeler yer almaktadır. Yoğun sergi takvimi dışında Mixer ilk misyonunu desteklemek
için ArtLab isimli sanatçı misafir programı düzenlemekte, sanatçılara eğitim programları sunmakta ve yeni medya ve performans gibi
kendine az yer bulabilen disiplinlerde çalışan sanatçılara imkan sunmaktadır. İkinci misyonunu desteklemek için ise sanat yazımını teşvik
eden ArtWriting Turkey inisiyatifini başlatmış, şu ana kadar sanatla ilgili elliden fazla eğitim, söyleşi ve atölye düzenlemiştir. Mixer aynı
zamanda çağdaş sanatın pahalı bir hobi olduğu algısını değiştirmek için Mixer Editions isimli bir seçki oluşturmuştur. Bu seçkide fiyatları
100 TL’den başlayan fotoğraf, özgün baskı ve dijital olarak üretilmiş, geniş bir yelpazede sunulan orijinal sanat eserleri bulunmaktadır.
Koleksiyonerliğe giriş yapmak isteyen kişiler için ideal bir başlangıç noktasıdır. Mixer’in Mayıs 2015’te düzenlediği Printed’15 sergisi
edisyonlu işler konusunda Türkiye’de düzenlenmiş en kapsamlı seçki olmuştur. İlk senesinden itibaren Contemporary İstanbul fuarına
katılan Mixer, 2016’da da Art Stage Singapur ve Münih’teki Stroke Art Fair’e genç sanatçılarıyla katılacaktır. Kasım 2015’e kadar
Tophane’de yer alan Mixer, Aralık 2015’ten itibaren Sıraselviler Caddesi No.35’teki yeni mekanında olacaktır. Bu mekan aynı zamanda
seksenlerden itibaren İstanbul’daki rock müziğin kalbi sayılan Kemancı adlı bara uzun yıllar ev sahipliği yapmıştır. Çağdaş sanatla ilgili
bilgi almak, eğitimlere veya sergi turlarına katılmak, ya da hatta ilk çağdaş sanat eserinizi satın almak için www.mixerarts.com’u, Mixer’in
Taksim’deki ana mekanını, veya 15 Aralık-1 Ocak arasında Kanyon’daki pop-up dükkanını ziyaret edebilirsiniz.
-0-
KÖPRÜ
Aralık 015
Türkiye’nin Öncü Sanat Fuarı: Contemporary İstanbul
Ecem Öztürk
Her sene kasım ayında Türk ve yabancı sanat severleri bir araya getiren Contemporary
İstanbul, bu sene kapılarını 12-15 Kasım’da onuncu kez açtı. Birleşik iki yapı olan Lütfü
Kırdar Uluslararası Kongre Merkezi ve İstanbul Kongre Merkezi’nde bizimle buluşan fuar,
yirmi sekiz şehir ve yirmi dört ülkeden toplam yüz iki galeriye ev sahipliği yaptı.
Contemporary İstanbul, uluslararası ün kazanmış
büyük galerilerin yanında yeni kurulmuş, genç
galerilere de destek oluyor. Bu galerilere yer verilen
alana İngilizcede “emerging” yani yeni geliştirilen,
adı veriliyor. Ziyarteçilerin en çok ilgisini çeken
bölüm ise üç yıl önce kurulmuş olan multi-medya
bölümü, Plugin. Burada birçok sanatçıdan interaktif,
bol ışıklı ve ilgi çekici eserlerini görmek mümkün.
Ayrıca fuarda beğendiğiniz bir eseri evinizde
görmek istiyorsanız; fakat ona ayıracak astronomik
bütçeniz yoksa, Cİ editions adı altında bu eserlerin
replikalarına ulaşabiliyorsunuz. Hem sanatçıyı
desteklemiş oluyorsunuz hem de çağdaş sanatı
günlük hayatınıza taşıyorsunuz.
Contemporary İstanbul süresince sadece seyirci
olarak kalmak istemeyenler Cİ dialogues
kapsamında sanatçı ve kolektörlerle yapılacak
söyleşilere katıldılar. Ayrıca “Plugin” kapsamında
fuar süresince belli sanat noktalarına geziler ve
workshoplar yapılarak ziyarteçilere bunlara da
katılabilme imkanı tanındı.
Güncel sanatı sene boyunca takip etmek
istiyorsanız, sene boyunca belli aralıklarla çıkan Cİ
Magazine’i
Robinson
Kitabevi
gibi
özel
kitapçılardan temin edebilirsiniz.
Peki nedir çağdaş sanat?
Çağdaş sanat kısaca bugünün sanatıdır. Günümüz
sorunlarını işleyen, belli bir teknikle sınırlı
olmayan, gerektiğinde günümüz teknolojisinin de
kullanıldığı sanat akımıdır. Buna bir sanat akımı
demek belki çok da doğru olmaz çünkü çoğu akım
gibi belli bir konu ya da teknikle sınırlı kalmaz.
Çağdaş sanat bizim ve etrafımızdakilerin sanata
yansımasıdır.
Aralık 015
KÖPRÜ
-1-
Robert’in Renkleri
Ebru Ermiş
Okulumuzda etrafa baktığımızda renk renk kıyafetler giyen, aksesuarlarıyla kendilerini ifade eden 1100
özgün öğrenci görebiliyoruz. Özellikle bu yıl esnetilen kıyafet kurallarıyla herkese “çok salaş olmamak
şartıyla” istedikleri şekilde giyinme şansı verildi. Ancak tabii ki herkesin bu kuralları uygulama ve bu
kurallardan yararlanma tarzı farklı ve bu tarzlar öğrenciler hakkında da çok şey söylüyor bize.
Bir kere herkes farklı farklı desende kıyafetler giyiyor. Vyakalısı, renkli kazağı, kareli gömleği, okul forması derken
okul koridorları farklılıklarla canlanıyor. Desenlerin üzerine
bir de renk çeşitliliği ekleniyor tabii. Bordosundan siyahına,
sarısından grisine her çeşit rengi okul sınırları içerisinde
görmek mümkün. Biz de bu renklerin öğrenciler hakkında ne
söylüyor olabileceğine bir göz atmak istedik. Çünkü kıyafetler
kendimizi dışa vuruş açısından büyük önem taşıyor ve renkler
de bu kıyafetleri oluşturan en önemli unsur diyebiliyoruz.
Şimdi bu renklerin neleri temsil edip aslında ne anlama
geldiklerine kısaca göz atalım.
Pembe: Okulda en nadir gördüğümüz renklerden biriyle
başlayalım. Pembe çoğu kişi için aslında küçüklerin, özellikle
de“kız” çocuklarının rengi olarak görülmesinden midir
bilmiyoruz, genelde bu yaşlarda çok tercih edilmiyor. Ancak
aslında bu güzel renk sevgiyi ve şefkati temsil ediyor.
Sarı: Okul takımlarının sapsarı sweatshirtlerine eminiz ki
herkes tanık olmuştur. İlk bakıldığında bile canlılığıyla göze
çarpan sarı rengi şüphesiz ki enerjiyi, canlılığı temsil ediyor.
Mor: Yine okulda çok yaygın olmayan bir renkle karşı
karşıyayız. Mor, asil ve uyumlu görünüşünün yanında
zenginliği ve asaleti çağrıştırır. Bir de üstüne insan beyni
üzerinde etkisi olduğu unutulmamalıdır. Hayal gücünü arttıran,
şevk ve ilham veren bu renk çoğu kişi tarafından sevilmesine
rağmen okul koridorlarında çok da fazla görülmemektedir.
Mavi: Mavi de okulda çok fazla tanık olmadığımız
renklerden. Aslında mavi deyip her şeyi bu başlık altında
anlatmak çok da doğru değil çünkü buz mavisinden laciverte
mavinin de birçok tonu var. Ancak genel olarak bakarsak
diyebiliriz ki gökyüzü ve denizle de özleştirilen mavi rengi
huzuru, özgürlüğü temsil etmektedir.
Lacivert: Okulda çeşit çeşit lacivert bulabileceğimiz için
onu maviden ayırdık. Okulun yakasız tişörtlerinden, spor
takımlarının sweat-shirtlerine, okul formasının dışında giyilen
kazaklardan, pantolonlara kadar çok geniş bir yelpazesi var
aslında lacivertin. Bunun asıl nedeni çoğu kişide güzel durması
ve günümüzde daha çok koyu renklerin tercih edilmesi olsa
da rengin anlamı da burda göz ardı edilemez. Sonsuzluğu,
sezgiyi ve gücü temsil eden lacivert aynı zamanda çevredeki
insanlarda başarılı ve güçlü imajı bırakır. Odaklanmayı
--
kolaylaştırdığı ve dikkat dağıtmadığı da bir gerçektir. Bu
nedenle aslında gerçekten okulda giyilmeye çok uygun bir
renktir, diyebiliriz.
Bordo: Robert deyince akılda canlanan renklerden biri de
şüphesiz ki bordodur. Adeta okulun simgesi haline gelen bu
renk de çoğu kişi tarafından tercih edilir. Lacivert gibi hem
koyu olması hem de çok göze batmaması, bir de üstüne
giyilince üstte güzel durmasının bunda tabii ki çok büyük
etkisi var. Anlamına bakarsak bordo, aslında biraz hırsı temsil
eder ve başarının peşinden koşmanın simgesidir. Okul
hayatına uygun olmadığını söylememiz çok da doğru olmaz.
Gri: Okul formalarının içinde bolca gri bulunmasından
mıdır yoksa çok sevilmesinden midir bilinmez ama gri de
okulda en çok tercih edilen renklerden biridir. Biraz iç karartan
bir renk olarak da görülebilen gri aynı zamanda alçak
gönüllülüğü çağrıştıran bir renk olarak da tanımlanabilir. Yine
de grinin düzensizliği simgelediğine dair söylentiler de yok
değildir.
Siyah: Geldik okulda en çok giyilen, tüm sınıf ve
koridorları dolduran bu asil renge. Sadece bizim okulumuzda
değil, genelde gençler arasında çok sevilen ve yeri ayrı olan
siyah hem okul formasının, pantalonların hem de okul dışı
kıyafetlerin temelini oluşturur. Bazen iç karatıcı olarak görülen
ve kötümserliği simgeleyen siyahın okulda giyilmesinin
nedeninin bu olmadığından eminiz. Bunun nedenini bizce hem
herkese yakışması hem de daha ağır basan anlamlarıdır.
Mesela siyah gücü ve özgüveni çağrıştırır, azimli ve kararlı
insan imajı çizer. Aynı zamanda konsantrasyonu arttırdığı da
bir gerçektir. Okul için uygun değil dersek yalan olur.
Okulda daha çok rast geldiğimiz renklerin anlamları ve
yorumları yukarıdaki gibi. Tabii ki bu yorumların kişiden
kişiye değişeceği bir gerçek ancak bir insanda ilk çağrıştırdıları
duygulara yer verdik bu yazıda. Öğrencilerin sabah aynanın
karşısına geçip “Bugün kendimi nasıl ifade etsem? Hangi
renkle kendimi anlatsam?” diye uzun uzun kafa yorduklarını
düşünmüyoruz ancak bu renklerin kıyafet seçimlerindeki çok
da belli ve açık olmayan etkisi de yadsınamaz bir gerçek.
Örneğin sabah kalkınca içinde bulunduğumuz ruhsal durum
aslında ne giydiğimiz etkiliyor olabilir. Asıl unsur yakışıp
yakışmaması veya uyumlu olup olmaması olsa da renklerin
etkisini yabana atmamanızı öneririz.
KÖPRÜ
Aralık 015
RC’nin Yüzleri
Defne Demirer
Her gün yüzünü gördüğünüz, yakınınızdaki yabancılar... Bu yazıda Robert Kolej’deki
insanları biraz daha yakından tanıyabileceksiniz.
Tereddüt, belirsizlik, kararsızlık... İşte koridorda
gördüğüm herkese selam verirken hissettiklerim. Bazen
aklımdan “Acaba hayatında neler olup bitiyor, nasıl
zorluklardan geçiyor? Hoşlandığı müzikler, hayatında
etkisi olan filmler neler?” soruları geçiyor, bazen de
selamlaştığım insanın sadece yüzünü tanıdığımı fark
ediyorum ve adını, kaçıncı sınıf olduğunu merak
ediyorum. Çoğu zaman da çok yakından tanıdığım insanlar
hakkında hiç ummadığım yeni şeyler öğreniyorum.
Robert Kolej’e başladığımdan bu yana iki buçuk sene
geçti. Karşımda gördüğüm insanları mümkün olduğunca
tanıdığım, herkesle karşılıklı selamlaştığım, insanlarla
konuşurken utanmadığım biri haline dönüştürdü beni bu
okul. Her sene kişiliğime katkıda bulunan, hayatımı
değiştiren harika insanlarla tanıştım. Fakat beni en çok
rahatsız eden insanların çoğunun birebir tanışmaması,
birbirlerini sadece yüzlerinden ya da uzaktan tanımaları.
Bu yazı fikri de işte bu yüzden aklıma geldi. Brandon
Stanton adında bir fotoğrafçının New York’ta dolaşarak
karşılaştığı insanların fotoğraflarını çekmesi, hayatları
hakkında küçük alıntılar yazması ve bunları “Humans of
New York” adlı bir kitapta toplaması beni çok etkilemişti.
Buna benzer bir projeye başlamanın da iyi bir fikir
olabileceğini düşündüm ve öğrendim ki bir üst
dönemimden Ekin Gülen de buna benzer bir proje yapmış.
Her sayıda üç ila beş Robert Kolej sakini mercek altında
olacak. Elimden geleni yaptım, umarım okurken zevk
alırsınız...
“Yaşasın Köprü’ ye çıkacağım.” (Ceren Demirci)
Ceren, L10 öğrencisi ve bu sene Mimar Sinan Güzel
Sanatlar Üniversitesi’nin yarı zamanlı piyano bölümündeki
yedinci yılı. Ne zaman onu okulun uzun koridorlarında
görsem, bir kilometre uzaktan da olsa o kocaman gülümsemesi
dikkatimi çeker, şöyle bir sarılır ve yoluna devam eder. Espri
anlayışı da herkese hitap eder. Bu yazı için görüşlerini
aldığımda ve ondan bir alıntı yapıp yapamayacağımı
sorduğumda, heyecanlı bir gülümseme eşliğinde “Ne zaman
başlayalım?” sorusuyla karşılamıştı beni.
Aralık 015
“Haydaaaa!” (Tinda Yalçın)
Tinda da bu yazıdakilerin hepsini olduğu gibi L10’da,
dokuzuncu sınıfın acımasız finallerinden nasibini alan
kazazedelerden. İlk ilgimi çeken özelliği özel günlerde
giydiği resmi kıyafetleri olmuştu. Bu yazıya başlarken
herkesin olduğu gibi onun da görüşlerini aldım ve bana
hemen küçük küçük bilgiler yağdırmaya başladı: “Yatılıyım,
ayda bir Van’a gidiyorum. Derslerim Kimya 2, Biyoloji;
kulüplerim Sosyal Girişimcilik, MUN ve Film Akademisi.
Yan flüt çalıyorum. Bu kadar yani...” ardından da ekledi:
“Anonim olayım ama fotoğrafımı koyabilirsin.” “Neden
anonim?” “İsme gerek yok bir RC öğrencisi deriz geçer.”
“Defne, müzik pazartesilerine bir şey yapalım mı
birlikte?” (Ayşe Cumalı)
Ayşe’ye Köprü’deki yazım için hayatında olup bitenler
hakkında konuşup konuşmayacağını sorduğumda
söylediği şey, “Yani, çok ilginç bir hayatım yok ama
konuşurum istediğin kadar...” olmuştu. Ayşe’yi bu sene
yakından tanıma fırsatım oldu ve diyebilirim ki tanıdığım
en sanatçı ruhlu insanlardan. Aldığı derslerden biri de
Resim Atölyesi. RC Singers’da uzun süredir beraberiz ve
bu sene de beraber Lise Live’a çıkma fırsatım oldu onunla.
Mrs. Hope Brown’un, Ayşe’nin çektiği bir fotoğrafı da
fotoğraf bloğuna koyması ile ilişkilerini çoğu zaman
kıskandığım, en sevdiğim insanlardan biri oldu bu okulda.
KÖPRÜ
--
Sonbahar Tarifleri: Taze Kekik, Muskat, Pikan Cevizi ve Balkabağı
Deniz Yılmaz
Instagram: @youngsterskitchenblog
Yemek bloğu: youngsterskitchen.com
Sonbaharın gelişi, yağmur damlaları, toprak kokusu, şıpırtı müziği, gri gökyüzü. Günlerimizi bu
duyumlarla geçirmek kimimizde güven duygusu ve miskinlik, kimimizde ise melankoli uyandırıyor.
Evde oturmak istiyoruz, sıcak battaniyemize sarılmak ve güzel bir film koymak... Sonbaharda
yediklerimiz de ruh halimizi yansıtıyor. İçimizi ısıtacak, daha yoğun, ağır ve sıcak yemeklere yöneliyoruz.
Bu sonbahar benim gözde tatlarım ise balkabağı, pikan
cevizi , muskat ve taze kekik. Daha önceleri Türkiye’de
bulunamayan Pikan cevizi, artık Macro Center’larda
bulunabiliyor. Tadı bizim genelde yediğimiz cevizden daha
yoğun, boyutu daha küçük ve biraz daha yağlı.
Yazdığım tariflerden
biri, içinde balkabağı
parçaları, pikan cevizi ve
beyaz çikolata olan
sonbahar baharatlı (tarçın,
zencefil,
yenibahar,
muskat ve karanfil)
yumuşak kurabiyelere ait.
Kurabiyeleri yaparken en
önemli nokta az pişirmek!
Yumuşacık bir kurabiyeyle, kıtır bir kurabiyenin arasındaki
fark sadece birkaç dakika. Lütfen üzerlerinin kızarmasını
beklemeyip fırından söylenen zamanda çıkartın. Kurabiyenin
içine koyacağımız balkabağını önceden kabak tatlısı
yaparmış gibi pişirmek gerekiyor. Ondan sonra ise,
kurabiyenin hamurunu yaptıktan sonra pişmiş kabakları küp
küp kesip hamura katıyoruz.
Diğer tarif, içi taze kekikli, peynir dolgulu Gougères’e
ait. Gougerès (“Gujer” diye okuyun), bir Fransız hamur işi.
Profiterol hamurunun peynirli ve tuzlusunun içini peynirli
beşamel sosuna benzeyen bir dolguyla doldurduğumuzu
düşünün. Peynirli, sıcak pofuduk yastıklar gibi. Yapımı
oldukça kolay. Gougères’i misafirlerinize yemekten önce
servis etmek üzere veya bir Pazar aile kahvaltısından önce
yapabilirsiniz. Sonbahara ait tatları yemek bloğum olan
youngsterskitchen.com veya çömezinmutfağı.com’da
yazmaya devam ediyorum. Aynı şekilde tariflere,
Instagram’daki @youngsterskitchenblog adresinden de
ulaşabilirsiniz.
--
BALKABAKLI VE PiKAN CEVİZLİ KURABİYELER
12 adet büyük kurabiye çıkar.
Yapım: 30 dakika & Pişirme: 11 dakika
Balkabağının Pişmesi:
• 220 g balkabağı, 2-3 cm kalınlığında dilimlenmiş
• 170g toz şeker
1) Kabakları orta boy bir düdüklü tencerenin içine yerleştirin.
Aralarına şeker serpin ve ağzını kapatın. 15 dakika bekletin.
30-45 dakika, kabaklar yumuşayıncaya kadar pişirin.
2) Pişen kabakları, tencereden çıkartıp soğumaları için kenara
koyun. Bu sırada kurabiyenin hamurunu yapmaya başlayın.
Kurabiyenin Yapımı:
• 120 g (3/2 cup) tereyağı
• 100 g esmer şeker
• 1 çay kaşığı vanilya özü
• 1 yumurta
• 125 g (1 cup) pikan cevizi
• 250 g (2 cup) un
• 3/4 tatlı kaşığı karbonat
• 1 çimdik tuz
• 2 çay kaşığı tarçın
• 1 çay kaşığı toz zencefil
• 1/3 çay kaşığı yeni bahar
• 1/3 çay kaşığı karanfil tozu
• 1/4 çay kaşığı muskat
• 120 g (1 cup) beyaz çikolata
1) Fırınızı önceden 175C’ye ısıtın. Tereyağını küp küp
kesin ve ocakta eritin. Tereyağı sıvı olmalı ancak sıcak
olmamalı.
2) KitchenAid gibi ayaklı bir mikseriniz varsa onda, yoksa
normal mikserde şeker ve tereyağını, kremamsı bir kıvama
gelene kadar 5-6 dakika çırpın. Karışımın sıcak
olmadığından emin olup yumurtayı ekleyin. Sadece 10-15
saniye karışana kadar çırpın.
3) Bu sırada soğumuş olan balkabaklarını yaklaşık 1cm x
1cm boyutunda küplere bölün.
4) Unu, tuzu, kabartma tozunu, baharatları (muskat, tarçın,
yenibahar, karanfil, zencefil) ekleyin. Ellerinizle hamuru
birleştirin ama yoğurmayın! Elinize yapışması doğal ancak
çok suluysa biraz daha un ekleyin. İçine pikan cevizlerini,
çikolatayı ve balkabağını ekleyin. Sadece eklediğiniz
malzemeler hamura dağılıncaya kadar elinizle karıştırın.
5) Fırın tepsinize yağlı kağıt serin. Kurabiyeleri 12 tane
büyük top şeklinde yuvarlayın ve aralarına aralık bırakarak
fırın tepsisine dizin. Aralık bırakmaya özen gösterin çünkü
yayılacaklar.
6) 9-11 dakika pişirin. Pişmemiş gibi gözükseler bile
soğuyunca pişmiş olduklarını göreceksiniz.
KÖPRÜ
Aralık 015
PEYNİRLİ GOUGÈRES
Yaklaşık 15 Gougères çıkar.
Yapım: 25 dakika & Pişirme: 30 dakika
Hamur:
•
•
•
•
•
•
• ½ çay kaşığı tuz
125g (½ cup) süt
• 140g (1 cup) un
125g (½ cup) su
• 5 büyük yumurta
1 çay kaşığı şeker
115g tereyağ, 8 parçaya kesilmiş
2 dal taze kekik, yıkanmış, yaprakları ayıklanıp ince şekilde kıyılmış
100g rendelenmiş parmesan + 50g rendelenmiş parmesan (üzeri için)
Peynirli Dolgu Sosu:
• 460g (470 ml) süt
• 30g tereyağı
• 30g (1/4 cup) un
• 1 çay kaşığı tuz
• 150g (1 cup) rendelenmiş gravyer peyniri
• 50g rendelenmiş parmesan
• 2 tutam muskat
• 4 dal ince kıyılmış frenk soğanı VEYA 2 dal yaprakları
ayıklanıp kıyılmış taze kekik
• ¾ çay kaşığı kırmızı toz biber (tütsülenmiş toz biber
bulabilirseniz süper olur)
• Değirmende çekilmiş karabiber
H a m urun Yapımı:
1) Fırınınızı önceden 190C’ye ısıtın.
2) Küçük bir tencerede veya sos tenceresinde, su süt, tereyağı,
tuz ve şekeri birleştirin. Kaynamaya başlayıncaya kadar ısıtın.
Sonra, bütün unu bir kerede tencereye koyun ve ocağı orta
ateşte açın. Hızlıca ve devamlı tahta bir kaşıkla karıştırın.
Hamur çok hızlı kendini toplayacaktır.
3) 2-3 dakika boyunca, hamur kuruyup karıştırıldığında bir top
şekline gelinceye kadar pişirin. 1-2 dakika ara verip kolunuzun
kuvvetini geri toplayın -ki ihtiyacınız olacak- yumurtaları teker
teker ekleyin, her eklemeden sonra iyice karıştırın. Ancak bir
yumurtayı hamura iyice yedirdikten sonra diğerini ekleyin.
Yumurtalar bittikten sonra, hamur hafifçe akışkan ve ıslak bir
kıvamda olacak. Parmesan ve kekiği koyup karıştırın.
4) Fırın tepsinize yağlı kağıt koyun. Hamuru tatlı kaşığı
yardımıyla küçük tepeler olarak tepsiye yerleştirin. Her minik
topun üzerine parmesan serpiştirin.
5) Fırınızı kapatın. Gücü kapanmış fırının içine dolu fırın
tepsisini yerleştirin. 7 dakika fırının kendi ısısıyla pişirin. Sonra,
190C’ye tekrar açın ve 5 dakika pişirin. 5 dakika geçince,
fırınınızın kapağını açın, araya bir tahta kaşık sıkıştırın ve
kapağı tekrar kapayın (kaşık fırının kapağını aralık tutacak) bu
şekilde 13-14 dakika kadar hamur iyice kabarıp altın rengi
olana kadar pişirin. Fırından çıkartıp soğumaya bırakın.
Aralık 015
Sosun yapımı:
Küçük bir tencerede sütü ısıtın. Bir sos tenceresinde veya küçük bir
tencerede tereyağını eritin, eriyince unu koyup 2-3 dakika boyunca
kısık ateşte pişirin. Isınmış sütten ilk başta kaşıkla azar azar koyun
ve çırpıcıyla çırpın ki hiç topak kalmasın. Sonra, kalan sütün ilk
yarısını koyup karıştırın, sonra diğer yarısını koyun. Peynirleri ve
tuzu, karabiberi, muskatı ve toz biberi koyun karıştırın. Frenk soğanı
veya kekiği ekleyin. 3-4 dakika orta ateşte pişirin ve muhallebiden
biraz daha yoğun bir kıvama gelmesi için karıştırın. İstediğiniz
kıvama ulaşınca tencerenin altını kapayın.
G o u g è re ’ l e r i n d o l d u r u l m a s ı :
Bunu iki yolla yapabilirsiniz.
Birinci Yol: Kaşıkla doldurmak. Pişmiş hamur toplarına
yanlarından bıçakla yarık açın. Küçük bir kaşıkla sıcak sosu
içlerine , tamamen
dolana
kadar
doldurun.
İkinci Yol: Krema
sıkma
torbasıyla
doldurmak. Hamur
toplarının altına, çok
küçük bir delik açın.
Krema
sıkma
torbanıza ince bir uç
geçirin ve sıcak sosu gougerè’lerin içine doldurun. Dikkatli
olun bunu yaparken eliniz yanabilir. Ben bu şekilde yaptım,
fotoğraflardan da nasıl yaptığımı görebilirsiniz.
Afiyet Olsun!
KÖPRÜ
-5-
Mutlu Yıllar!
İrem Deyneli
Bu sene aramıza biraz geç katılan kış, artık dışarı çıktığımızda yanaklarımızdaki hafif pembeleşmeyle
soğukluğunu belli etmeye başladı. Bu nedenle de Dokuz aydır dolabınızın en arka köşelerinde bekleyen
kalın atkı, bere ve eldivenlerinizi çıkarmanın artık vakti geldi. Robert’te kış demek, battaniye boyutunda
atkılar, Marble Hall’a kurulan Noel süslemeleri, sınıflarda yapılan yılbaşı çekilişleri, montsuz
dolaşamayacağımız soğuk koridorlar ve içleri çay, kahve, sıcak çikolata gibi sıcacık içeceklerle dolu
kış temalı termoslar demek. Bu yazıda da sizler için içinizi ısıtacak kış içecekleri tarifleri hazırladık.
PR ATİK SICAK ÇİKOLATA
• 1 su bardağı süt
• 80 gr. bitter çikolata, parçalara bölünmüş
• yarım çay kaşığı tarçın (tercihe göre)
• 2 yemek kaşığı krema (tercihe göre), daha kıvamlı
yapması için
• minik marshamallowlar
Ufak bir tencerede sütü ve kremayı ısıtın. İçerisine
çikolataları ekleyin ve karıştırarak eritin. Ocağın altını
kapatın ve içine tarçını ekleyip karıştırın. Tarçın, kulağa
her ne kadar garip gelse de, sıcak çikolataya çok farklı bir
tat katıyor. Denemenizi tavsiye ederim. Üzerine minik
marshamallowlar koyarak servis edin.
TA R Ç I N L I V E Z E NC E F İ L L İ L AT T E
1 tatlı kaşığı granül kahve, Nescafe gibi
1 kahve fincanı sıcak su
yarım çay kaşığı tarçın
yarım çay kaşığı toz zencefil
yarım çay kaşığı muskat rendesi
1 tatlı kaşığı pekmez
1 bardak süt
•
•
•
•
•
•
•
Öncelikle bir kapta granül kahveyi ve sıcak suyu iyice
karıştırın. Daha sonra üzerine baharatları ve pekmezi
ekleyip bir tel çırpıcı yardımıyla iyice karıştırın. Üzerine
sıcak sütü ekleyin ve karıştırın. Eğer isterseniz sütü bir süt
köpürtücünüz varsa köpürtüp üzerine daha şık bir görüntü
sağlaması için ekleyebilirsiniz. En üstüne de biraz daha
tarçın serpebilirsiniz.
KOLAY SALEP
• yarım çorba kaşığı buğday nişastası
• yarım çorba kaşığı pirinç unu
• 3 çorba kaşığı şeker
• 4 su bardağı süt
• 1 tatlı kaşığı tarçın
Bu diğerlerinden farklı olarak 3 kişilik bir tarif, yani yaptığınızda
bolca çıkacak. Bir tencerede buğday nişastası, şeker ve pirinç
ununu karıştırın. Sütü yavaş yavaş ekleyip bir tel çırpıcıyla çırparak
karıştırın. Ocağın altını yakın ve kaynayana kadar pişirin. Pişerken
karıştırmayı ihmal etmeyin çünkü tencerenin dibine yapışabilir.
Kaynadıktan sonra 1-2 dakika daha ocakta tutup altını kapatın.
Bardaklara koyup üzerine tarçın serperek servis edebilirsiniz.
--
KÖPRÜ
Aralık 015
Mutlu Yıllar!
Bilge Koçak
Koskoca bir yılı geride bırakıyoruz. Zamanın ne kadar hızlı geçtiğini, geri sayım
yapılırken daha iyi anlıyoruz ve karşımızda bembeyaz bir sayfa, yepyeni bir yıl..
Her yıl başında, yeni yılda neleri değiştirmek istediğimizi düşünürüz.
Kimimiz çok sevdiği birinin hastalığının geçmesini, kimimiz aşkı
bulabilmeyi, bazılarımız notlarımızın yükselmesini, bazılarımız ise üniversite
hayallerinin gerçekleşmesini diler .Ne olursa olsun, bu dileklerin sonu hiç
gelmez. Her yıl istediğimiz farklı bir şey olur mutlaka. Hayatın asla tam
istediğimiz gibi olamayacağını kanıtlar bu ve de hayatın sürekliliğini.
Ve çok enteresandır, geçmiş yıl neleri istediğimizi düşününce kendimizi
gülerken buluruz genellikle. Çok basit isteklerimizin olduğunu fark ederiz.
Kesinlikle geçen seneki gibi olmadığını, seneye gülmeyeceğimiz şeyleri
dilediğimizi düşünür ve kendimizi büyümüş hissederiz. Ne yazık ki seneye,
yine kendimizi komik buluruz. Bitmek bitmeyen bir döngü..
Yeni yıl kutlamalarla karşılanır dünyanın birçok yerinde. Bazı ülkelerde,
kullanılmayan tabaklar kırılır, bazılarında kuklalar yakılır, bazılarında yeni
yılda şans getirdiğine inanıldığı için, tam gece yarısında 12 tane üzüm yenir.
Bizim ülkemizde genellikle manzara şudur: Okullarda her sene “Seneye
görüşürüz!” esprisi mutlaka kulağımıza çalınır, eve gelince kuruyemişler
yenir, tombala oynanır, televizyon açılır ve meraklı gözlerle piyangonun
çıkıp çıkmadığı takip edilir.
Bir de “Yeni yıla nasıl girersen tüm yılın öyle geçer.” gibi tuhaf bir anlayış
vardır bazılarımızda. Buna dayalı olarak , son dakikalarda çocukların ellerine
test kitapları verilir, babalara ev işi yaptırılır, bazı dedeler ise namaz kılmaya
çalışırlar. Ve anne, herkesin durumunun tüm yıl böyle olabileceğine kanaat
getirdikten sonra, 10’dan geriye sayım yapılırken yatağına koşar ve kendini
uyuduğuna inandırmaya çalışır. Ertesi sabah “Yeni yıla nasıl girdin?” sorusu
karşılaşılan herkese sorulur ve uzun uzun anlatılanlar dinlenir.
Yeni yıla yalnız girenler de vardır. Bu çoğumuzun istemediği bir
durumdur, eğer tüm günlerimizin yeni yıla girerken olduğu gibi olacağı
doğruysa tüm yılımız yalnız geçebilir! Yılbaşında mutluluklar paylaşılır,
herkeste gereksiz bir heyecan olur, ortam çok güzeldir.
Ben değer verdiğiniz insanlarla yılbaşını beraber geçirmenizi öneririm.
Hepinize keyifli bir yılbaşı diliyorum!
Aralık 015
KÖPRÜ
--
Kütüphane THP
İdil Kara
K i t a p b a ğ ı ş la y ı n , k ü t ü p h a n e k u r a l ı m !
“Kütüphanede bulunduğum her dakika etrafımdaki kitapların çeşitliliği ve fazlalığı beni büyülüyor.
Robert Kolej’de, bu muhteşem kütüphanede olduğum için kendimi şanslı ve mutlu hissediyorum. Ama aynı
zamanda her öğrencinin etrafında kitap evlerinin ve sahafların olmadığının ve kitaplara erişiminin zor
olduğunun da farkındayım. Bu durum diğer öğrencilerin kitaplardan bizim kadar faydalanamamalarına yol
açıyor. Her öğrencinin hayatında kitapların var olması gerektiğini düşündüğümden ihtiyacı olan öğrencileri
kitaplarla buluşturmak için bu projeye atıldım.”
Deniz Yılmaz
Projenin liderleri 11. sınıf öğrencileri Deniz Yılmaz ve Özsu Rişvanoğlu’nun ortak amacı hem İstanbul
dışında hem de İstanbul’da kütüphanesi olmayan okullara kütüphane kurup her öğrenciye kitap ulaştırmak.
Bu amaçla yola çıkan öğrenciler, kitapların okuldaki önemini ve yerini bildiklerinden bolca kitap toplayıp
öğrencilere ulaştırmaya çalışıyorlar. Kitaplara olan sevgilerini mutfaktaki tutkularıyla birleştirince
“Kütüphane Projesi” ortaya çıkıyor. Bu sene ilk defa yapılacak olan bu proje sadece THP üyelerinin değil,
bütün Robert Kolej ailesinin desteklemesi gereken bir çalışma.
Bu projenin ilk adımı olarak pişirdikleri kurabiyeleri, “cupcakeleri” ve tartları satıp para topluyorlar.
Projedeki asıl amaç ise para toplamanın dışında bir sürü kitap toplayıp bir kütüphane oluşturmak. Toplanan
paralarla kütüphaneye masa sandalye gibi fiziksel gereksinimler sağlanacak. Liderler kitap getiren herkese
kurabiye veya kek ikram ederek toplanan kitap sayısını artırmaya çalışıyorlar. Bu düşüncenin başarılı
olduğu toplanan kitap sayısıyla gözler önünde. Toplanan kitaplarla ilk olarak Ayvalık’ta kütüphanesi
olmayan bir okula kütüphane kazandırmak hedeflenmekte. Umuyoruz ki daha fazla okula ulaşıp daha fazla
öğrencinin kütüphaneyle tanışmasını sağlayıp onlara daha fazla kitap okuma imkanı sağlayacaklar.
Evinizde okuduğunuz ve artık ihtiyacınız olmadığını düşündüğünüz fiziksel olarak iyi durumda olan
kitaplarınızı başkalarıyla paylaşmanın tam zamanı! “Okuduğunuz ve başkalarının da okuyup
faydalanabileceğini düşündüğünüz kitaplarınızı heyecanla bekliyoruz.” diyen Özsu Rişvanoğlu, projenin
başarılı olabilmesi için her türden kitaba ihtiyaçları olduklarını şu sözlerle dile getiriyor:
“Küçüklüğünüzden kalma hikaye kitaplarından tutun, bir şiir kitabına kadar her kitabınız öğrencilerin
hayatlarında fark yaratacaktır.”
İster evinizden kitap getirerek isterseniz de bir şeyler pişirerek bu projeye yardımcı olabilirsiniz.
Bu projeye kütüphane THP üyelerinin satışa sunacağı kek ve kurabiyelerini para ya da kitap karşılığında
tadarak destek olabilirsiniz. Elbette kek ve kurabiyeleri beklemenize gerek yok. Kitaplarınızı ihtiyacı olan
kitlelere bir an önce ulaştırmak için proje liderleri, kütüphaneden Atakan Aydın ve THP ofisi ile iletişime
geçebilirsiniz.
--
KÖPRÜ
Aralık 015
Bu Sefer Konumuz Farklı: Farklılıklar
Alp Altunyurt
Yeni açıldı, hızlı başladı. Okulumuzda bu yıl kulüp haline gelen Diversity Kulübü hakkında ilk izlenimler ve
kurucusu Mr. Hoovler ile kulübün amacı ve farklılıklar hakkında bir söyleşi ile bu sayıdaki konumuz farklılıklar.
Bu sayıda aklımda daha değişik bir yazı vardı, fakat çevremdeki
insanlarda ve en önemlisi Robert Kolej bünyesinde gözlemlediğim
bir konu hakkında yazmaya karar verdim. Bir önceki sayıda
yazdığım gezi yazısı hakkında birkaç tebrik aldım, fakat bu sayıda
okulumuzun her bireyini ilgilendiren bir konuyu ele almayı kendime
bir sorumluluk edindim ve bu konu hakkında da teşviklerinizi
bekliyorum. Bu sayıda konumuz farklılık. Evet, biraz farklı bir konu
çünkü ismi bile bize farklı. İçi konuşmaya çekindiğimiz, ama
dışarıdan bakıldığında sorun edilmeyecek problemlerle dolu kapalı
bir kutu. Peki neden? Aslında cevap çok basit, kimse farklı olmak
istemiyor. İş yerleri bizlerden yaratıcı olmamızı, özgün olmamızı
bekliyor; fakat daha kendi farklılıklarımıza bile katlanamıyorlar.
İnsanlardan mensubu oldukları sosyal ve ekonomik sınıflarının birer
kopyası olmaları bekleniyor. Nitekim farklı olmak doğada da pek
hoş karşılanmıyor. Gerek insanın gerek diğer hayvanların doğasında
farklı olan hastalıklı --cinsinin gerekli özelliklerinden yoksun-olarak nitelendirilip gerektiğinde yaşama hakkı elinden alınabiliyor,
çağımızda bu kadar ileri gidilmeyen homo sapiens gibi canlı
topluluklarında da çeşitli tehditlere kasten maruz bırakılıyor. Böyle
bir konuda sosyal gelişimi devam etmesi gereken insan canlısında
belki de tüm sorunların kaynağı bu çözemediğimiz, belki de çözmek
istemediğimiz farklılıklar. Peki hepimiz birer eşitlikçi, adil sevgi
pıtırcıkları iken Robert Kolej’in farklılıkların üstesinden gelme
konusunda karnesindeki not kaç? İşte bu sayıda okulumuzun
İngilizce öğretmenlerinden Mr. Hoovler’ın kurulmasında üstün
çabalar sarf ettiği Çeşitlilik Kulübü’nü kendisinden dinleyeceğiz.
Köprü: Sıradan ama önemli bir soru: Siz ve kulübünüz farklılığı
nasıl tanımlıyorsunuz?
Mr. Hoovler: Çeşitlilik (diversity) sadece farklılıkları kabul
etmektir. Hepimiz aynıymışız gibi davranmamalıyız ama birbirimizi
de sahip olduğumuz farklılıklardan dolayı yargılamamamlıyız. Fark
et, değer ver, tüm türden farklılıkları kabul et! İşte bu çeşitliliktir.
Köprü: Size bu kulübü kurmayı düşündüren nokta veya olay nedir?
Mr. Hoovler: RC’de çalışmaya başladığım zaman bu kadar ünlü bir
okulun farklılıkların yarattığı sorunlara değinmemesine şaşırmış ve
hayal kırıklığına uğramıştım. Okulun ve kültürün büyük bir bölümü
LGBTQ hakları ve feminizm gibi çeşitlilik konulara sanki hiç
varolmamış gibi yaklaşıyordu. Böyle bir kulübü kurmaya defalarca
yeltenmiş fakat her defasında hüsrana uğramıştım. Geçtiğimiz sene
okul anlaşılan fikrini değiştirdi ve kulübün kurulmasını onayladı.
Köprü: Kulübünüzdeki öğrencileri nasıl seçtiniz? Hatırladığım
kadarıyla sene başında bir katılım prosedürü vardı ve katılımcılara
farklılıklar konusunda yüz yüze geldikleri problemleri sordunuz.
Kulübünüze daha önce farklılıktan doğan problemler ile deneyim
sahibi olan veya hayatının bir bölümünde dışlanmaya maruz kalan
öğrencileri seçtiğinizi söyleyebilir miyiz?
Mr. Hoovler: En sonunda kim başvurduysa hepsini kabul ettik, fakat
ilk başlarda kulübümüzde en azından çeşitlilikten kaynaklı
problemleri anlamış bir öğrenci profili görmeyi arzu ediyorduk. Açık
fikirli ve yaşıtlarını bu konuda aydınlatacak kişilere ihtiyacımız
vardı.
Köprü: Röportajın en önemli konularından birini konuşmanın
zamanı geldi, o da The Moth. Bu yılki konu “o zaman farklı
Aralık 015
olduğumu biliyordum” (I know I was different when…) idi.
Anladığıma göre kulübünüz The Moth etkinliği ile insanların
farklılıklarını dile getirme amacını birleştirerek öğrencilerin bir
topluluk önünde farklılıklarından sıkılmadan dile getirmelerini
hedefledi.
Mr. Hoovler: The Moth insanların RC topluluğunda farklılıklara
kulak vermesi amacına göre tasarlandı. İnsanlar farklılıklarını
tartıştıkları zaman keşfettikleri şey genellikle ortak noktalar,
bağlılıklar olur. Çelişkili anlaşılabilir, fakat aslında her birimiz aynı
sıkıntıları yaşıyoruz; bu sıkıntıları birbirimizle paylaştığımız zaman,
anlamlı bir noktada birbirimize bağlanıyoruz.
Köprü: The Moth başarıyla tamamlandı ve oldukça güzel geçti,
fakat bu proje sene için yeterli mi, yoksa sadece bir başlangıç mı?
Okulumuzda sene içinde bir veya iki proje ile seneyi tamamlayan
çok sayıda kulüp var, bu kulüp de onlardan biri mi, yoksa insanların
akıllarını başlarından alacak, onları aydınlatacak projeler geliyor
mu?
Mr. Hoovler: Öncelikle bizim insanların akıllarını başlarından
almak gibi bir amacımız yok. Sene içinde insanları önemli sorunlar
hakkında eğitme ve bu konular hakkında insanların sesini duyma
hedefleri güden birçok projemiz olacak.
Köprü: Sona doğru yaklaşırken, bizi Robert Kolej’deki çeşitlilik
hakkında bilgilendirmenizi istiyoruz. Okulumuzda binin üzerinde
öğrenci ve onların getirdiği farklılıklar var. Bunlar belki de perdenin
görünen yüzündekiler. Kulübünüzün ortaya çıkardığı ve
tartışılmasını umduğunuz başka ne gibi sorunlar var?
Mr. Hoovler: Çeşitlilik Kulübü sadece Robert Kolej’i ilgilendiren
sorunlarla ilgilenmeyecek. Diğer insanların yaşadığı sorunlara
empati ile yaklaşmak ve tüm sorunlar için anlayış geliştirmek çok
önemli. Evet, Türkiye’de görülen ayrışma üzerine de
yoğunlaşacağız, fakat çeşitliliğin bir hudutu olmadığını da
unutmayacağız.
Köprü: Farklılıklarla ilgili sorunlara karşı çözüm taktiğimiz nasıl
olmalı? Çeşitlilik kutlanmalı mı, yoksa üzerine me gidilmeli?
Mr. Hoovler: Çeşitlilik kesinlikle kutlanmalı. Konu insanların
farklılığına geldiğinde ortada korkulacak, nefret edilecek veya
kızılacak bir şey yok. “Fark et, değer ver ve kabul et!” Hayat
farklılıklara karşı böyle yaklaşımımızla güzel.
Köprü: Ve son sözler Mr. Hoovler. Okurlarınıza son sözünüzü
iletmenin zamanı geldi. Bir alıntı yapabilir ya da özgün olabilirsiniz,
fakat sizden ricam bu taze beyinlere söz ettiğiniz problemleri ciddiye
aldıracak ve onları düşünmeye sevk edecek bir şeyler söylemeniz.
Mr. Hoovler: Hayatınızın bir noktasında sizler de her zaman
karşılaştığınız o farklı olan kişilerden olacaksınız. İşte o anda sizi
farklı olduğunuz için eleştiren, yargılayan ve dışlayan bir dünya mı
istiyorsunuz yoksa size olduğunuz gibi yaşama şansı veren bir dünya
mı?
Köprü: Güzel ve insanı sorgulamaya iten bir kapanış oldu. Umarım
bu konuştuklarımız amacına ulaşır. Bana zaman ayırdığınız için
teşekkür ederim.
Mr. Hoovler: Ben teşekkür ederim.
KÖPRÜ
--
Astrolog Köprü
Gülhan Derya Değerli
Astrolog Köprü mutlu yıllar diler!
Yeni yıla yaklaşırken hepimizin 2016’dan küçük büyük
beklentileri var. Kimimiz 99.9 ortalama istiyoruz, kimimiz
hayatının aşkını bulmak, kimimiz daha az yemekhane sırası
beklemek, kimimiz de üniversitelerden kabul mektupları
almak... Ama hepimizin ortak bir yanı var: Hepimiz 2015’in bizi
uğrattığı hayal kırıklıklarını unutmuş, her yıla başladığımız gibi
2016’ya da yeni umutlarımız ve dileklerimizle girmek istiyoruz.
Hayatını yönetme şansı olmayan yedi milyar insanın yaptığını
yapıyoruz: Diliyoruz. Tabii gerçekte 2016’da bizi nelerin
beklediğini kimse kestiremiyor. Bir yılda hayatımızda olabilecek
milyonlarca değişim ihtimalinden sadece bir kişi kesin olacak
olayları seçebilir: Astrolog Köprü
Koç (21 Mar t-19 Nisan)
Aşk: 4 Koçlar, artık rahat bir nefes alabilirsiniz, çünkü
geçmiş yıllardaki başarısız ilişkilerinizin sizi içine soktuğu
hüsrandan sizi yeniden aşka inandıracak bir prens ya da prenses
çekip çıkaracak.Geçmişinizdeki o üzerini çizdiğiniz kişilerden
birilerinin de yeni ilişkinizi duyup sizi araması olasılıklar
arasında. Sanki biraz geç mi olmuş, ne?
Para: 4 Hayalini kurduğunuz ve sahip olmak için maddi
durumunuzun el vereceği dönemi beklediğiniz herhangi bir şey
var mı? Çünkü bunu sevinerek söylüyorum ki o bu yıl sizin
olacak. Kurduğunuz ev ya da araba bu yıl içerisinde sizin olacak
gibi gözüküyor. Bu yıl maddi durumu yükselmekte olacak Koç
urçlarına tek tavsiyem bu yıl içinde geçirecekleri ufak
olumsuzlukların onlara engel olmasına izin vermemeleri.
Sağlık: 5 Hem ruhsal hem de bedensel açıdan sağlıklı bir
yıl sizi bekliyor.
Genel Yaşam: Bu yıl sizin için huzur dolu bir yıl olacağa
benziyor. İçinde bulunduğunuz huzurlu ruh hali aile hayatındaki
ilişkilerinizi de kolaylaştırıp, güçlendirecek. Konsantrasyon
bakımından 2015 yılında yükselişte olan koç burçları 2016
yılında da aynı hızda eğitim konusunda da başarılarına devam
edecekler. RC’de bu yıl onların yükselişlerini görmek mümkün
olacak.
Boğa (20 Nisan-20 Mayıs)
Aşk: 3 Yılın sonlarına doğru aşk boğa burçlarının da kapısını
çalacak ama şu uyarıyı yapmalıyım: İkili ilişkiler konusunda
içinde bulunduğun sıkıntıya bağlı olarak yanlış kararlar
vermeden önce kafanı toparlamalısın ki ayağına kadar gelen aşkı
kaçırma.
Para: 2.5 Para konusunda herhangi bir yükseliş veya düşüş
bu yıl içinde burcunuzda beklenmiyor. Maddi olarak sizin için
durağan bir yıl olacak.
Sağlık: 1 Bu sene boğa burçları için sıkıntılı geçeceğe
benziyor. Dikkatli olun kendinizi içinde bulacağınız stres
sağlığınızı etkilemesin!
Genel Yaşam: Burcunuz geçtiğimiz yıl içinde bulunduğu
ortamlar içerisinde karakterinin aksine girdiği ortamlarda lider
değil uyum sağlayan olmak zorunda kalmıştı fakat şubat, mart
ayında yapacağı sağlıklı yatırımlarla tekrar zirveye
oynayabileceksiniz.
-0-
Ebru Ermiş
İkizler (21 Mayıs-21 Haziran)
Aşk: 3 Geçtiğimiz iki yıl sizler için duygusal anlamda
yorucu geçti ama yeni yılın özellikle şubat, mart ayında yeni bir
sayfa açacak ve yeni bir aşka başlangıç yapacaksınız, umarız
bunun sonu iyi biter.
Para: 2 Yılın ilk üç ayı yapacağınız harcamalara dikkat
etmelisiniz, bu zaman dilimi içinde yapacağınız harcamalar
nisan ve haziran ayı itibariyle sizi yükselişe sokacak.
Sağlık: 2 2015 yılı sonuna doğru yaşadığınız sağlık
sorunlarınız yılın ilk üç ayında sizi rahatsız etmeye devam etse
de sonrasında ufak hastalıklarınız dışında bir sıkıntı
gözükmüyor.
Genel Yaşam: Son iki yıldır aile içerisinde yaşadıkları
huzursuzluklar dolayısıyla çok yorgun ve mutsuz hisseden
ikizler burcu birçok sorunlarını çözecekleri ve hayatlarını rayına
koyacakları söylenebilir.
Ye n g e ç ( 2 2 H a z i r a n - 2 2 Te m m u z )
Aşk: 3 Bu yıl çok dolu geçecek gibi duruyor. Okulumuzun
yoğun temposu sizi de etkisi altına alacak bu nedenle de yıl boyu
aşkla ilgilenmeye çok da zamanınız olmayacak. Ancak yılın
sonlarına doğru kapınızı çalacak bir aşk size pozitifliği geri
getirecek.
Para: 3 Yılın ilk altı ayı harcamalarınız dikkat etmenizi
öneririz çünkü biraz sıkıntılı geçecek bir yı sizi bekliyor. Ama
bu altı ayı bir atlattınız mı sonra daha kayifli günler
geçirebileceksiniz.
Sağlık: 4 Sağlık açısından stabil bir yıl olacak gibi
görünüyor. Sadece kış aylarında biraz dikkatli olmanızı şiddetle
tavsiye ederiz.
Genel Yaşam: Yılın başları üzerinde çok uğraştığınız, çok
emek verdiğiniz bir projeniz sonlanabilir ya da durdurulabilir.
Bu sizde emeğim boşa gitti algısı oluşturup umutsuzluğa sebep
olabilecek de olsa size yine de mutlu olmaya çalışmanızı tavsiye
ederiz çünkü zaman geçtikçe bu sorun da yavaş yavaş çözülecek.
Aslan (23 Temmuz-22 Ağustos)
Aşk: 4 Yeni yıl yeni aşk ve yeni bir romantizm rüzgârını
sana doğru estirecek.
Para: 3 Geçen yıl yaşamış olduğun maddi sıkıntılar bu yıl
yılın ikinci ortasından sonra yavaş yavaş kaybolacak ama iyisi
mi sen yine de ipin ucunu kaçırma.
Sağlık: 1 Geçtiğimiz yıl sağlık konusunda biraz zor geçmiş
olabilir ama evham yapmadan sağlık sorunlarına daha sakin
yaklaşman gerekir unutma sağlık sorunlarının çoğu psikolojik
alt yapılıdır. Kış aylarında kendini biraz sakınman ve dikkatli
olman gerekebilir.
Genel yaşam: 2015 yılı içerisinde maddi ve sağlık açısından
kendini çıkmazda hisseden aslan burçları için bu yıl toparlama
yılı gibi gelecek. Aile hayatı içerisinde yaşadığınız çalkantıların
artık durulma zamanı geldi. Geçtiğimiz yılın esintilerini yılın ilk
yarıyılında hissetsende yılın sonuna doğru her şey daha iyi
olacak.
KÖPRÜ
Aralık 015
Aşk: 5 Aşk ve romantizm insanı olan başak için kapıda aşk var.
Eğer bu fırstı kaçırmazsan bu yıl aşka doyacak burç sizsiniz.
Para: 3 Karşınıza çıkan olaylar ve tekliflere akıllıca kararlar
verirseniz belki çok büyük paralar kazanmayacaksınız ama maddi
olarak rahat bir yıl geçireceksiniz.
Sağlık: Son üç yıldır sağlık sorunları ile ilgili büyük
rahatsızlıklar geçirmiş olabilirsiniz ama bu yıl içerisinde
toparlanacağınız ve sağlam kararları sağlıklı bir bedende
vereceğiniz bir yıl olacak.
Genel yaşam: 3 Yıl içerisinde karar verme konusunda
zorlanmalar yaşayacağınız olaylarla karşı karşıya kalabilirsiniz
dikkatli ve emin adımlar atmanızda fayda var. Akıllı adımlarla
mücadele edip sonunda başarıya ulaşacağınız olaylar sizi bekliyor.
2016 yılı sizin için risk alınmaya uygun bir yıl olmayabilir.
Başak (23 Ağustos-22 Eylül)
Aşk: 4 Hayalini kurduğunuz uzun soluklu bir aşk bu yıl kapınızı
çalacak gibi duruyor. Umarız sonu da güzel biter.
Para: 3 Hayatınızda değişik yapmaya karar verebilirsiniz ancak
bu değişiklikler sizi parasal açıdan zor duruma düşürebilir. Dikkatli
olmanızı öneririz.
Sağlık: 4 Ruhsal ve bedensel açıdan genel olarak sağlıklı bir
yıl sizi bekliyor. Ancak başımızın belası yorgunluklar sizi biraz
fazlaca etkileyebilir.
Genel yaşam: Bu yıl sizin için yenilikle dolu bir yıl olacak.
Çevrenizde, evinizde, okulumuzda çeşitli değişikliklerle
karşılaşabilirsiniz ve bunlar güzel değişiklikler olacak. Sizi uzun
dönemde iyi yönde etkileyeceğine garanti verebiliriz. Ancak kısa
dönemde korku ve endişeye sebep olabilir ki bundan daha normal
bir şey yoktur. Sakın umutsuzluğa kapılmayın.
Terazi (24 Eylül- 23 Ekim)
Aşk: 2 Bu yıl sevgili yay burçlarımız için biraz sönük geçecek
gibi duruyor. Çok ısrarcı olmamanızı tavsiye ederiz, aşk konuları
da yoluna zamanla girecek.
Para: 3 Kazanç(harçlık)-harcama konusunda biraz dengesizlik
yaşayabilirsiniz. Dikkatli olmanız şiddetle tavsiye edilir.
Sağlık: 3 Yılın başları psikolojik açıdan zorlayıcı olabilir hatta
depresyona bile sürükleyebilir. Ancak bu sorunların geride kalacağı
yaz günleri de sizi bekliyor olacak.
Genel yaşam: 4 Yıl boyunca kendinize yeni uğraşlar
arayacağınız, sizi kötü bir ruh haline sürükleyecek inişli çıkışlı
zamanlarınız olabilir. Ancak havaların ısınmasıyla bu sallantılar son
bulacak ve okul yaşamınız da aile yaşamınız da zamanla dengeye
girecek. Bundan hiç şüpheniz olmasın.
Yıl içerisinde arayış içine girip kendinize yeni uğraşlar bulmak
isteyebileceğiniz, depresif geçirmenize neden olacak nedensiz bir
ruh haline bürünebilirsiniz fakat bu durum bahar aylarının gelmesi
ve maddi acıdan rahatlamanız ile son buluyor. Yıl sonlarına doğru
aile ve iş hayatınızda olan çalkantılar yoluna girecek.
Yay (22 Kasım-21 Aralık)
Aşk: 5 Vayy! Bu yıl sizi güzel hadiseler bekliyor dersek yalan
olmaz. İlişkisi olan oğlaklarımıza seslenelim ilk önce; ilişkinizin
gün geçtikçe güçleneceğinden hiç şüpheniz olmasın. Yalnız
oğlaklarımı da hiç üzülmesin çünkü aşk kapıları çalmak üzere.
Para: 4 Ne çektiyse şu yaz aylarından çekiyor oğlaklar. Genel
olarak maddi durumunuzun iyi olacağına şüphe yok ancak o yaz
alışverişi sizi biraz dara sokabilir.
Sağlık: 3 Kış ayları herkes gibi size de çok çektirecek gibi
duruyor bu sene. Onun dışında çok büyük bir probleminiz
olmayacğını umuyoruz ancak yıl içinde dalgalanmalar
Oğlak (22 Aralık-20 Ocak)
Aralık 015
yaşayabilirsiniz. Yani bazı hastalıklardan şüphelenip sonra hemen
rahatlayabilirsiniz. Siz içinizi ferah tutun.
Genel yaşam: Yıl içinde verdiğiniz kararlar nedeniyle okul
konusunda biraz sıkıntı yaşayabilirsiniz. Bir de bunun üstüne
arkadaş problemleri eklenebilir ancak sabrınızı kaybetmeyin çünkü
yaz tatili yaklaştıkça çalışmanızın karşılığını da alacaksınız.
Aşk: 3 Sevgili kovalar, beyaz atlı prensinize kavuşacağınız yıl
2016 değil gibi duruyor. Bu yıl için yeni bir aşk gözükmüyor da
olsa siz keyfinizi bozmayın, aksine rahat rahat, kendinize
ayıracağınız, bol bol ders çalışacağınız :) bir sene geçirmeye bakın.
Para: 4 Şimdilik bir sıkıntı yok gibi görünüyor ancak
yılbaşıydı, doğum günüydü, hediyesiydi derken harcamalarda biraz
fazlaya kaçacağınız bir döneme gireceksiniz. Bunu yaparken
dikkatli davranmazsanız sıkıntı yaşayabilirsiniz.
Sağlık: 5 2016 size müjdeleriyle geliyor. Bu sene sizi uğraştıran
bir sağlık sorununuza çözüm bulacaksınız ya da en azından yol
katedeceksiniz.
Genel yaşam: 3 Bu sene daha çok kendinize ayıracağınız
zamanlar olacak yani aslında rahat bir sene geçireceksiniz. Ancak
her gülün dikeni olduğu gibi bu sene de kendinizi ifade etme
konusunda sıkıntılarınız olacak. Hatta bazı hobileriniz etrafınız
tarafından garip karşılanabilir ve bu da bazı sıkıntılar yaratabilir.
Takmayın onları. İstediğinizin arkasında durun ve eğlenmeye bakın.
Kova (21 Ocak-18 Şubat)
Aşk: 4 Ah ah! Yepyeni, sapasağlam bir aşk kapınızı çalacak
desek? Hem de en eğlencelisinden olacak bu. Ancak bu yeni aşkla
beraber kapandığını sandığınız eski defterler de sizi rahatsız etmeye
başlayacak. Aman dikkatli olun, bu kapanmış defterlerin ilişkinizi
bozmasına izin vermeyin. Mazi mazide kalır!
Para: 4 Parasal açıdan çok şanslı bir döneme gireceksiniz ancak
bu şansı iyi değerlendirmeniz lazım. Nasılsa şanslıyım deyip har
vurup harman savurmaya başlarsanız sonuçları toparlamak sizin
için de zor olacak gibi duruyor.
Sağlık: 3 Yok mu şu kış günleri. 2016’da da yine buz gibi
günler yaşayacağız. Bugünlerde biraz daha dikkatli olmanızı
öneririz. Hastalık geliyorum demeyecek çünkü bizden söylemesi.
Genel yaşam: Kısaca mutluluk dolu bir yıl sizi bekliyor
diyebiliriz. Sadece büyük riskler almamaya dikkat etmenizi öneririz.
Onun dışında eğer adımlarınızı sağlam atarsanız huzurlu bir 12 ay
geçireceksiniz.
Balık (19 Şubat -20 Mar t)
Aşk: 5 2016 yılı akrep burçları için kafaları üstünde kalplerle
geçeceğe benziyor. 2015’in etkileri 2016’da görülmeye devam
edecek.
Para: 1 2016 yılı ortalarına dek bu yıl maddi açıdan sizin için
çok zor geçecek.
Sağlık: 2 Sinir sisteminize sahip olursanız iyi olur. Biranda
parlayıp biranda sönmeniz sağlığınıza zarar verecektir. Bilirsiniz ki
akrepler ateşi gördüğünde kendini sokup öldürür...
Genel yaşam: 2 Maddi ve de manevi sıkıntılar bu yıl sizi esir
alacak. Yılın ortalarına doğru rahatlama olsa da yaşam standardınızı
gereksiz yere yükseltme cabasına girmeyin. 2016 yılında hayattan
ciddi dersler alacaksınız buna kendinizi hazırlayın. Hayatınızı
değiştirecek olan aile bireyleri ile direkt ilişkilerinizde rol
değişiklikleri olabilir. (Boşanma, aile büyüklerinden birini vefatı,
yeni bir bebek…)
Bu yıl herkesin beklediği güzel olayların gerçekleşmesi Köprü
Astrologları olarak bizim de en büyük dileğimiz. Herkese yeni,
güzel, mutluluk dolu bir yıl dileriz.
Akrep (24 Ekim - 22 Kasım)
KÖPRÜ
-1-
Çınar Yaprakları Dökülüyor
Ceren Kuran
Keşke sadece bir esintiden ibaret olsaydı çınar ağacımızın yapraklarına dokunan rüzgar. Keşke sadece dokunup geçseydi
o rüzgar yapraklara. O zaman ne sallanırdı yapraklar, ne de dökülürdü. Sadece titrerlerdi biraz, o kadar. Ne var ki bu rüzgar
sadece bir esintiden ibaret olmadı. Fırtınanın en şiddetlisi, en büyüğüne döndü ve yaprakları uçurdu birer birer. Havada
süzüldü o yapraklar tek tek. Bizim çınar ağacımız da bu şekilde, 2015 yılında birçok kayıp verdi. Özellikle de rüzgarın en
yoğun olduğu zaman, sonbaharda.
Sonbahardaki yaprak dökümünün habercisi, Şubat ayında kendini gösterdi. Dolu dolu yaşamış olduğu 91 yıllık ömrünün
içinde bize sayısız hayat veren bir yazarımız başlattı bu fırtınayı: Yaşar Kemal. Kime sorsanız hayatının bir bölümünde
Yaşar Kemal’in herhangi bir eserinden etkilenmiştir: kimisi için Sarı Sıcak kitabı, kimisi içinse İnce Memed. Nobel Edebiyat
Ödülü’ne adaylığıyla Türk ismini duyurmuştur. Orhan Pamuk’un adaylığı açıklandığında bir eleştirmen demiş ki, “Nobel
Ödülü için Yaşar Kemal çok yaşlı, Orhan Pamuk da çok genç.” Ancak yazma dilinin, uslübün, mesajın bir yaşı olabilir mi?
Bu değer yaşla, yıllarla anlamdırılabilir mi? Yazarımızın da dediği gibi: “İnsan evrende gövdesi kadar değil, yüreği kadar yer
kaplar.” Her türlü kalbimize dokunan eserler, her daim kalbimizde kalacaktır. Yaşar Kemal’in yaprağı da her daim havada
süzülecek, karşılaştığı her yüreğe dokunacak, ama asla yere düşmeyecektir.
Şubatın verdiği bu acı haberden sonra, sonbahar rüzgarı çok güçlü geldi. İlk sonbahar kaybımız: Sennur Sezer. 7 Ekim’de
vefat eden şairimiz, 72 yaşında gözlerini yumdu dünyaya. 1964’te çıkardığı ilk şiir kitabı “Gecekondu” ve onu takip eden
birçok esere sahip olan Sezer, aynı zamanda yazdığı şiirlerini şarkılara uyarlıyordu. Aralık 2004’te arka fonda müzik eşliğinde
yazdığı şiirlerini seslendirdiği bir albüm çıkardı: “Bir Annenin Notları...”. Sezer’in sinemaya da ilgisi vardı. Yeşilçam’a birçok
senaryo yazmıştı. Bunun dışında, şiirlerini de aktarabilmişti sinema dünyasına. Bir Türkay Şoray filminde bulunan “Buruk
Acı” adlı şarkının da sözlerini yazmıştı. Şiirin son iki dizesi şöyledir: “Sevmek korkulu rüya, yalnızlık büyük acı / Hangi
kapıyı çalsam, karşımda buruk acı.” Şairimizin kaybı da içimizde bir buruk acı bıraktı, sonbahar yelini estirirken.
Sennur Sezer’den sonra rüzgar kendini hissettirmeyi bırakmadı. 12 Ekim’de diğer kaybımızın haberi geldi: Levent Kırca.
1964’te Ankara Devlet Tiyatrosu’nda ilk kez sahneye çıkan Kırca, kariyerine tiyatro oyuncusu olarak başlamıştır. 14 yıl
boyunca kariyerine tiyatro oyuncusu olarak devam ettikten sonra, “Altınşehir” filmiyle sinema kariyerinin kapılarını açmıştır.
Ne var ki, rol aldığı filmlerin hiçbiri onu tiyatro sevdasından alı koymadı. Hodri Meydan Topluluğu adlı Tiyatro Grubu'nu
kurdu. Hem sinemaya hem de tiyatroya karşı duyduğu sevdayı bize de aşılamayı başardı Levent Kırca. Gülümsemesiyle
kalbimizde ayrı bir yeri vardı onun. Hayata gözlerini yummadan önce, son bir kez Hürriyet gazetesine bir röportaj verdi. Bu
röportajda yaşadığı hayat hakkında düşüncelerini dile getirdi: “Ben hayatın hakkını vererek yaşadım. Gözlerimi kapatırken
gönlüm rahat olacak. Bu rahatlığı olmayanlar düşünsün. Ben ölümden korkmuyorum.” Bunun yanı sıra, bu hayattaki haksızlığı
vurguladı son seslenişinde: “Neden ben?” demek bana bencillik gibi geliyor, kibir gibi geliyor. 18 yaşında çocuk da şehit
düşüyor, var mı bunun açıklaması? Yok. Neden o ölüyor da başkaları ölmüyor?” Ölüm döşeğinde bile diğerlerini
düşünebilen ve onlar için endişelebilen bu oyuncumuzu kalbimizde yaşatmaktan başka pek bir şey düşmez hiçbirimize.
Ekim ayı bir türlü susmadı susmak bilmedi. Başka bir yaprağı da aldı götürdü kendisiyle birlikte: Çetin Altan. En çok
köşe yazısı yazmış yazarlarımızdan biri olarak kabul edilmiştir. Edebiyat diliyle haberlerini birleştirmeyi başarmış, kendine
özgü yazı şekliyle ve üslubuyla 20. yüzyıl gazeteciliğinin en değerli temsilcilerindendir. 1965-1969 yıllarında arasında
milletvekili yapmış olan Altan, dokunulmazlığı kaldırılan ve geri verilen ilk milletvekili olmuştur. Her yerde bir iz bırakmış
kısacası. Hem medyada, hem siyasette yer alan Altan, halka da sözlerini, anlattıklarını bıraktı. Bize de sürekli hatırlattı:
“Enseyi karartmayın.” diye. Gerçi bu zamanlarda nasıl enseyi karartmayalım, tartışılır. Özellikle de bize enseyi karartmamızı,
umudumuzu kaybetmememizi hatırlatacak biri olmadan.
Böylece yaprak dökümünde son yaprağa veda etme zamanı geldi: Gülten Akın. Dizeleriyle bizi saran Akın, 82 yaşında
hayata gözlerini yumdu. Şiirlerinde evrensel konulara değiniyordu Akın. İlk önce doğa, aşk, ayrılık, özlem konusuna
odaklanan şiirlerle yüreğimize dokundu. Zaman geçtikçe, bu evrensel konulardan daha çok toplumsal sorunlara yoğunlaştı.
Onlar hakkındaki düşüncelerini ve duygularını dile getirdi, bize de aşıladı her konuda çeşitli dizeleri. Sadece Türkiye’ye
seslenmedi Akın, bütün dünyaya seslendi. Şiirleri pek çok dile çevrildi, farklı ülkelerdeki her dilden konuşan insanlara ulaştı.
“Sessiz Arka Bahçeler” şiiri ile 1999 Altın Portakal Şiir Ödülü’nün sahibi oldu. İlk iki dizesiydi şuydu şiirin: “Seni sevdim
seni birdenbire değil usulca sevdim / ‘uyandım bir sabah’ gibi değil öyle değil”. Birçok insanın savunduğunun aksine, aşkı
ilk görüşte olacağı şekilde değil, usulca, yavaşça oluştuğunu belirtmiş bu dizelerle. Şiire getirdiği gibi değerlere de yeni bir
anlam getirmiş Akın. Bütün içtenliğiyle, bütün samimiyetiyle…
Hepsi birbirinden kıymetli bir çok değeri kaybettik 2015 yılında, özellikle de sonbaharında. Yapraklar süzüldü
havada, döküldü çınar ağacından. Her dökülen yaprak kalbimizden bir parça götürdü yanında. Ancak o değerler,
sadece bedensel olarak değil, düşüncesel olarak varlardı içimizde. O düşünceler de kalacak aklımızda, havada
süzülen çınar yapraklarıyla birlikte.
--
KÖPRÜ
Aralık 015
RC Takviye Kursu
Özge Gül Erbay
Robert Kolej’in bizlere gelecek için birçok
imkan sunduğu tartışmasızdır. Birçok öğrenci,
hazırlıktan itibaren yurtdışında mı yoksa yurt
içinde mi okuyacağına karar vermeye çalışır. 11
ve 12’nci sınıfa geçildiğinde ise herkes çoktan
seçimini yapmış ve hazırlıklara koyulmuştur.
Kimileri yurtdışındaki üniversitelere hazırlanmak
için okuldaki derslere ağırlık verirken, kimileri
YGS - LYS sınavlarına hazırlanmak için dershane
ile okul arasında gidip gelir. Robert Kolej’in
akademik müfredatının farklılığından dolayı
diğer okullardan bir adım geride başlayan bu
“Türkiyeci”lerin, dışarıdan yardım almadan bu
sınavlara hazırlanmaları bir hayli zor. Üstelik,
ülkemizde neredeyse her yıl değişen eğitim
sistemi ve dershanelerin kapatılması bu durumu
daha da zorlaştırıyor. İşte buna çözüm olarak
okulumuz birkaç eğitim kurumuyla anlaşma
yaparak kendi Takviye Kursu’nu, okul içindeki
adıyla UP’ı açtı.
Öğrencilerden edindiğim yorumlara dayanarak
RC Takviye Kursu’nun, isteyenler için yararlı bir
program olduğunu söyleyebilirim. Birçok kişinin
söylediğine göre disiplinli bir şekilde çalışacak
olan kişi gidip çalışabiliyor, fakat çalışmak
istemeyen bir öğrenciyi de kimse zorlamıyor. Bu
konuda dershane öğretmenlerinin yapabileceği
pek bir şey yok, herkes kendi kararını verebilecek
yaşta. Ayrıca okul derslerinin ağırlığı yanında
dershanenin fazla katı ve disiplinli olmaması da
öğrencilere nefes alacak zaman bırakıyor. Aynı
zamanda okul dışındaki eğitim kurslarına gitmek
yerine okul içindekini tercih etmek zaman
kazandırıyor.
Küçük kantinin ve “Writing Center”ın yerini
alan dershane, okul sonrası ve cumartesi günleri
hizmet veriyor. Okulun içinde olması, öğrencilere
pek çok zaman kazandırıyor. Dışarıdaki
dershanelere uzak yerlerde yaşayanlar için, RC
takviye kursunun artısı büyük. Bu konu hakkında
daha
ayrıntılı
bilgi
aktarabilmek
adına
okulumuzun Yurtiçi Üniversite Danışmanı
Mehtap Kaya şöyle diyor:
“Dershanelerin dönüşüm süreci ile 1 Eylül
2015 tarihinden itibaren dershane kavramı yasal
Aralık 015
olarak kaldırıldı. Bu uygulama ile beraber sınav
hazırlık çalışmaları da birçok okulda, okullarda
açılan takviye kursları ile yürütülmeye başlandı.
Bu kapsamda Türkiye’de üniversite eğitimi
almayı planlayan Lise 12 ve Lise 11. sınıf RC
öğrencilerinin bir bölümü okulda başlatılan
takviye kurs programına devam ediyor.
Kurslar 17 Ağustos’ta başladı ve okul açılana
kadar üç haftalık yoğun bir ders programı ile
devam etti. Okul açıldığından bu yana da hafta
içi okul sonrası saatlerde ve cumartesi günleri
devam ediyor. Program planlanırken RC’nin okul
akademik programı ile çakışmamasına çok özen
gösterildi. Bu nedenle dersler hafta içi okul
dersleri bittikten sonra geç servis saatine kadar
devam ediyor. Böylelikle öğrencilerimizin
evlerine ulaşımda özellikle zaman kaybı ve
yorgunluk faktörü geçmiş yıllara oranla kısmen
biraz daha azalmış oluyor.
Cumartesi günleri öğrenciler bir hafta
sabahçı ve bir hafta öğlenci olarak dönüşümlü
devam ediyorlar. Pazar günleri kurs yapılmıyor.
Hafta sonu bir günün öğrencilere kalması da
geçmiş yıllara göre olumlu olduğunu düşündüğüm
bir uygulama.
Programın yürütülmesinde takviye kurs
koordinatörü, rehber öğretmeni ve 10 ayrı
öğretmen görev alıyor. Öğretmenler kurs saati
başlayana kadar okulda tam zamanlı görev
aldıkları için programa devam eden öğrenciler
boş ders saatlerinde, teneffüslerde, yemek
saatlerinde, kısacası fırsat buldukları her
boşlukta öğretmenlerine gidip soru sorabiliyorlar
Bu açıdan önemli bir fırsat.
Kurs kapsamında uygulanan deneme sınavları
farklı okul öğrencilerine de uygulandığı için RC
öğrencileri diğer okullar arasındaki yerlerini de
görebiliyorlar.”
Öğrencilere yardım etmek amacıyla açılan bu
kursun gelecek yıl için devamlılığı kesin değil,
ancak aldığı pozitif yorumlara dayanarak yurt içi
üniversitelere hazırlanan öğrencilere tavsiye
edilebilir.
KÖPRÜ
--
Sinema Köşesi
Gülhan Derya Değerli
“Bu ay ajan d a n ı z d a b i r y e r a ç s a n ı z i y i o l u r ç ü n k ü s i n e m a y a g i d i y o r s u nuz.”
Robert Koleji öğrencileri olarak yazılılar,
sözlüler, laboratuvar raporları, projeler derken
her şeyi unutmuş, hayatımızı okuldan ibaret
hale getirmiş durumdayız. Şimdi durun ve
kendinize sorun: En son yaptığım kültürel
etkinlik neydi? Eğer zihninizde çok da geriye
gitmenize gerek kalmamış ve soruyu
geçtiğimiz hafta sonu gittiğiniz konser, sergi,
film veya tiyatro oyununun anısıyla
cevapladıysanız, ne mutlu size ama
sanmıyorum ki herkes bunu yapacak kadar
şanslı olsun. İnsanların büyük bir
çoğunluğunun bu soru üzerine okul ve iş
hayatları dolu zihinlerinde aylarca geçmişe
gidip hala cevaplayamıyor olması hayatımızın
acı gerçeği. Şimdi açın o her sayfası saat saat
doldurulmuş ajandanızı ve bir üç saat çekip
çıkarın içinden, yoksa yaratın; çünkü sinemaya
gidiyorsunuz. “Köprü” gazetesi ikinci sayısı
senin için vizyona girecek filmlerin en
güzellerini araştırdı, seçti; şimdi senin tek
yapman gereken aşağıdan kendine en uygun
filmi belirleyip film vizyona girdiği gün
ajandanda üç saati sinema saati olarak kendine
ayırman.
Orjinal Adı: Star Wars: The Force Awakens
Vizyon Tarihi: 17 Aralık 2015
Yönetmen: J. J. Abrams
Oyuncular: Daisy Ridley, John Boyega
Star Wars: Güç Uyanıyor
Doğaüstü güçlere sahip bir ailenin kızı olarak
doğan Dina, annesinin yeteneğini almıştır. Dina
tıpkı onun gibi insanlara baktığı an onların
ruhunu görür ve içinden geçenleri tahmin
edebilir. Ancak bir gün annesinin krallıkta
yaşanan bir kaosa alet edilmek istenmesi ve
annesinin yeteneğini kullanmayı reddetmesi
onun hapse atılmasına neden olur. Dina
gerçekleri ortaya çıkarmak ve annesini
kurtarmak için hayatını riske attığı tehlikeli bir
yolculuğa çıkar.
Orjinal Adı: Skammerens Datter
Vizyon Tarihi: 18 Aralık 2015
Tür: Macera, Fantastik
Yönetmen: Kenneth Kainz
Oyuncular: Rebecca Emilie Sattrup, Maria
Bonnevie
Kahin’in Kızı
Paris’te İki Gün, New York’ta İki Gün ve
Skylab ile tanıdığımız Fransız yönetmen ve
oyuncu Julie Delpy; başrollerini Dany Boon,
Lolo
--
Vincent Lacoste ve Karın Viard ile paylaştığı
romantik komedi Lolo ile beyaz perdeye geri
dönüyor. Yönetmenliğini, senaristliğini ve
başrolünü Julie Delpy'nin üstlendiği film,
dünya prömiyerini Venedik Film Festivali’nin
Venedik Günleri bölümünde yaptı. Film,
annesini aşırı sahiplenen ve bu yüzden de
annesinin yeni sevgilisine zorluk çıkartan ergen
genç Lolo'nun hikayesine odaklanıyor.
Orjinal Adı: Lolo
Vizyon Tarihi: 18 Aralık 2015
Tür: Komedi
Yönetmen: Julie Delpy
Oyuncular: Dany Boon, Julie Delpy
Alex, gizemli bir hırsızdır ve eski ortağı
tarafından son bir soygun için ikna edilir. Ancak
Alex kısa bir süre sonra bu son soygunun
sadece elmaslardan ibaret olmadığını fark eder.
Alex, o soygun arkasındaki yalanları ortaya
çıkarmalıdır ve onu bir hedef haline getiren
erkeklerin ardındaki sırları keşfetmelidir.
Orjinal Adı: Momentum
Vizyon Tarihi: 18 Aralık 2015
Tür: Gerilim, Aksiyon
Yönetmen: Stephen Campanelli
Oyuncular: Morgan Freeman, Olga
Kurylenko, James Purefoy
Momentum
Johnny Utah genç bir FBI ajanıdır. Gizli bir
görevle elit sporculardan oluşturulmuş ve
başında Bodhi adındaki bir adamın yer aldığı
bir hırsızlık çetesine sızar. Pek çok yeteneğe
sahip olan bu sporcular polis güçlerinin
dikkatini çekmektedir; zira sıra dışı yöntemlerle
birçok suç işlemektedirler; şüpheler
üzerlerindedir. Utah kimliğini gizleyerek bu
ekip ile suç odaklarının bağını ispatlamaya
çalışır....
Orjinal Adı: Point Break
Vizyon Tarihi: 25 Aralık 2015
Tür: Aksiyon
Yönetmen: Ericson Core
Oyuncular: Luke Bracey, Edgar Ramírez, Ray
Kırılma Noktası
İrlanda'lı bir spor muhabiri, ünlü sporcu Lance
Armstrong'un Fransa Bisiklet Turu
birinciliklerini performans arttırıcı maddeler
kullanarak elde ettiğine inanmaktadır ve gerekli
kanıtları bulmak için uzun soluklu bir
maceranın içerisine atılır.
Orjinal Adı: The Program
Son Efsane
KÖPRÜ
Vizyon Tarihi: 25 Aralık 2015
Tür: Biyografik, Dram
Yönetmen: Stephen Fearers
Oyuncular: Ben Foster, Chris O'Dowd, Canet
Çok da uzak olmayan bir gelecekten ilginç bir
distopya öyküsü anlatıyor bize The Lobster.
Yalnız kalmış, ilişkisi olmayan insanların
tutuklandığı, alternatif bir gelecekte geçen
öyküde, bekar insanlar korkunç bir otele
yerleştirildikten 45 gün sonra, kendileriyle
eşleşen kişiyle ilişkiye başlamak zorunda
kalıyorlar. Eğer ilişkilerinde başarıyı
yakalayamazlarsa, ölümün kol gezdiği bir
ormana sürgüne gönderiliyorlar.
Orjinal Adı: The Lobster
Vizyon Tarihi: 25 Aralık 2015
Tür: Bilim kurgu, Dram, Komedi
Yönetmen:Yorgos Lanthimos
Oyuncular: Colin Farrell, Rachel Weisz, Jessica
Barden
Istakoz
Bir dizi yanlış anlaşılmanın sonrasında Alvin,
Simon ve Theodore, Dave'in yeni sevgisilisine
evlenme teklifi edeceğini düşünmeye başlarlar.
Şimdi önlerinde Dave'i bu kararından
vazgeçirip arkadaşlarını kaybetmeyi önlemek
için üç günleri vardır.
Orjinal Adı: Alvin and the Chipmunks: The
Road Chip
Vizyon Tarihi: 1 Ocak 2016
Tür: Animasyon, Macera, Komedi, Aile
Yönetmen: Walt Becker
Oyuncular: Jason Lee, Justin Long, Matthew
Gray Gubler
Alvin ve Sincaplar: Yol Macerası
1820 yılında Nantucket isimli balina avında
kullanılan bir geminin, dişli bir İspermeçet
balinasının saldırısı sonucunda parçalanmasını
konu alan film, Pasifik Okyanusu'nun kalbinde
yaşanan bir hayatta kalma mücadelesini konu
alıyor. Sadece sekiz kişinin canlı olarak
kurtulduğu bu olay, daha sonra ünlü yazar
Herman Melville'in doğuracağı Moby Dick
efsanesine de ilham veriyor.
Orjinal Adı: In the Heart of the Sea
Vizyon Tarihi: 1 Ocak 2016
Tür: Aksiyon, Dram
Ülke: ABD
Yönetmen:Ron Howard
Oyuncular: Chris Hemsworth, Benjamin
Walker, Cillian Murphy
Denizin Ortasında
Aralık 015
- - B U L M A C A - Melisa Oğuz
Selin Çelikel
Soldan Sağa
4. Daha önceden bankada çalışmıştır.
5. Tenis oynarken ayağını sakatlamıştır.
7. “Güzide” kelimesini en çok kullanan hocadır.
9. “Please submit your papers when I approach you”
11. Yemek yapmayı çok sever.
13. “Beleş Food”
Yukarıdan Aşağıya
1. Teneke Trampet grubunun üyesidir.
2. “Haymatlos” adında bir hikaye kitabı vardır.
3. Belçika doğumludur.
6. Fenerbahçe Kulübü’nde lisanslı voleybol oynamıştır.
8. Eskiden arıcılıkla uğraşmıştır.
10. Her sınıfına yılın başında kompozisyon yazdırır.
12. Okulun en genç hocasıdır.
Görsel Kaynakçası (sayfa numarasına göre sıralı)
3: instagram.com/kafkaokur
4: collegeboard.org/sat & dreamstime.com
10: sinematurk.com & hdfilmvagonu.com &
dizifilmportal.com
11: designboom.com
12: vikipedia.org
14: instagram.com/rnkpy
15: candidmagazine.com & mod-mag.com
Aralık 015
KÖPRÜ
16: yoldaolmak.com
17: milliyet.com.tr
18: redosexxx.deviantart.com
19: teneightymagazine.com & youtube.com
20: timeoutistanbul.com
21: todayszaman.com
26: tumblr.com
27: history.com
28: officialtelilibrary.com
-5-
Editörler
İdil Kara
Melisa Oğuz
Özsu Rişvanoğlu
Tasarım Editörü
Özsu Rişvanoğlu
Yazarlar
Ali Yağız Ayla
Alp Altunyurt
Ayliz Onur
Beliz Aluç
Bilge Deniz Koçak
Ceren Kuran
Defne Demirer
Deniz Yılmaz
Derya Değerli
Şevval Akkaya
Ebru Ermiş
Ece Şemdinoğlu
Ecem Öztürk
Eda Özüner
Elif Hamutçu
İdil Kara
İrem Deyneli
Melisa Oğuz
Özge Gül Erbay
Özsu Rişvanoğlu
Selin Çelikel
Şevval Akkaya
Uran Onuk
Zeynep Özkan
Sorumlu Öğretmenler
Melek Giray İnce
Serya Kayapınar
İmtiyaz Sahibi
Özel Amerikan Robert
Lisesi-Nilhan Çetinyamaç
Sorumlu Müdür
Nilhan Çetinyamaç
Yayının Konusu:
Okul Gazetesi
Yayının Dili: Türkçe
Yayının Türü:
Yerel, Süreli
Yayının Süresi
Aylık Yönetim
Özel Amerikan Robert
Lisesi Kuruçeşme
Caddesi No. 87
Arnavutköy/İstanbul
Tel: 02123592222

Benzer belgeler

eda yurdakul ferdağ sezer aygül tanaydın

eda yurdakul ferdağ sezer aygül tanaydın kendinden biraz bahsedebilir misin Onur Ağabey? Onur Ünver: Ben de aslında Robert mezunuyum. Okurken yatılıydım, Afyon’dan gelmiştim. Her Robert öğrencisi gibi benim de kafamda yurt dışı mı, yoksa ...

Detaylı